Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 89

SARKİS SARRAF HOVHANNESYAN

PAYİTAHT İSTANBUL'UN
TARİHÇESİ

Çeviren
Elmon Hançer

TARİH VAKFI YU RT YAYINLARI 34


PAYİTAHT İSTANBUL'UN
TARİHÇESİ
K â ğıth a n e’de eğlenen kadınlar (Fazıl Hüseyin, Z ennam e, 1793 İÜK T. 5502)
TARİH VAKFI

Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfi
Yayınıdır

Yıldız Sarayı Arabacılar Dairesi


Barbaros Bulvarı
80700 Beşiktaş/İstaııbul
Tel: (0212) 227 37 33 - Faks: (0212) 227 37 32

Kapak Resmi
Kâğıthane’de eğleneli kadınlar (ayrıntı)
Fazıl Hüseyin, Zenname, 1793 (İÜKT. 5502)

Yayıma Hazırlayan
Ayşen Anadol

Kitap Tasarımı
Haluk Tıınçay

Baskı
Numune Matbaacılık
(0212) 629 02 02

Temmuz 1996
ISBN 975-333-051-0
SARKİS SARRAF HOVHANNESYAN

PAYİTAHT İSTANBUL'UN
TARİHÇESİ

Çeviren
Elmon Hançer

TARİH VAKFI YU RT YAYINLARI 34


TEŞEKKÜR

Böyle bir çalışma için beni yüreklendiren değerli hocam Prof. Dr. Nurhan
Atasoy’a, çevirimi kontrol etme lütfunda bulunan Ermeni Patrik Vekili ve Kiliseler
Vaizi Başepiskopos Şahan Sıvacıyan’a ve tarih düzenlemelerinde yardımını esirge­
meyen hocam Doç. Dr. Hüsamettin Aksu’ya teşekkür ederim.
Elmon Hançer

YAYIMCININ NOTU

Bıı çeviri 1967 Ermenice baskısından yapıldı, bu baskıyı hazırlayan Ara Kalay-
cıvan’m dipnotları korundu. Çevirmen Elmon Hançer de metinde hicri olarak ve­
rilen tarihleri miladiye çevirdi ve özellikle bazı çok bilinen tarih yanlışlıklarıyla il­
gili dipnotlar ekledi. Eklediğimiz miladi tarihleri ve bazı adların günümüzde kul­
lanılan biçimlerini köşeli parantez içinde verdik.
Ermenice baskıda yapılan elyazmasına ait ayrımların bu baskıdaki karşılıkları
aşağıdadır:
s. 1-14 Tarih 1
s. 14-30 Tarih 2
s. 30-47 Tarih 3
s. 47-64 Tarih 4
s. 64-65 Tarih 5
Bunun dışında metne müdahale edilmedi. Payitaht İstanbul’un Tarihçesi’nin
bu ilk Türkçe baskısı bir “edisyon kritik” değildir; araştırmacıların ilgisini bek­
lemektedir.
SARKİS SARRAF TIBİR HOVHANNESYAN*
Sarkis Sarraf Hovhannesyan, 1740 yılınca İstanbul’da doğmuş ve 7
Mart 1805 tarihinde ölmüştür. Ermeni asıllı bir tarihçi ve eğitimci olup,
Eğin’in Abuçeh Köyü’nden, sarraf Hovanneş, Hovyan’ın oğludur. En çok
İstanbul’un topografik tarihine ilişkin eserkri ile tanınan tarihçinin, hayâtı
hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
Hovhannesyan, 1 7 6 6 yılından ölümüne dek, Balat’taki Nusaybinli
Aziz Hagop’un ismini taşıyan okulda müdürlük ve bizzat öğretmenlik ya­
parak, çok sayıda öğrenci yetiştirmiş olup, bunlar arasından pek çok de­
ğerli sivil ve ruhani simalar çıkmıştır. Aynı zamanda, semtteki Surp Hreş-
dagabet Kilisesi’nin muganniler heyetinin kâtipliğini de ifa etmiş olan ta­
rihçi, muganniliğin dört derecesini 1758 yılında almıştır. İleri derecede
Türkçe ve Rumca dillerine vâkıf olan Hovhannesyan,** mezar taşı kitabe­
sinde kaydedildiğine göre, iki defa evlenmiştir. İlk eşinin adı Gonçe
(Gonca), İkincisinin ise Çiçelya olup, her ikisinden de çocukları olmuştur.
İkinci eşinden, Hovannes Çobanyan (1 7 8 8 -1 8 5 0 ) ve Hovsep Çobanyan
adında iki oğlu dünyaya gelmiş bunlar kuyumculuk yapmışlar ve cemaat
yönetim işlerinde önemli görevlerde bulunmuşlardır. •
Hovhannesyan, ömrünün büyük bir bölümünü, yazdığı eserlerine
adamış olup, başlıcaları şunlardır: 1771 tarihli ve henüz basılmamış olan
yazma eserinin adı Osmanlı Tarihi'dir. Mevcut iki yazma nüshadan biri,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kütüphanesinde
bulunmaktadır. Eserin müellifinin Sarraf-Hovhannesyan olduğu Kevork
Pamukciyaıı tarafından tesbit edilmiştir. Diğer nüsha ise, Erivan’da Mes-
rop Maşdotz adlı Devlet Yazmalar Kütüphanesinde 10716 no. ile kayıtlı­
dır. 1773 tarihli Polonya Kilisesi adlı eseri bugün mevcut değildir. 1778
yılında hazırladığı Balat Ermeni Kilisesi’nin Muganniler H eyetinin T a­
rihçesi ve Tüzüğü1nün yazma nüshası, halen Ermeni Patrikhanesi’nin arşi-

* Kevork Pamukciyan, İstanbul A n siklopedisi, "Sarraf-Hovannesyan, Sarkis" maddesi,


İst., 1994, C. VI, s. 472.
* * Melkon Asadur, Yerektaryan Badm utyun Balatu Surp Hreşdagabet Yegeğetsvo (Ba­
lat Surp Hreşdagabet Kilisesi'rıin Üç Yüz Yıllık Tarihi), İst., 1932, s. 200-201.
vindc bulunmaktadır. 1 7 9 2 -1 7 9 6 tarihleri arasında yazdığı Kompilasyon
ve Kronoloji adlı eseri Vivana’daki Mıkhitarhist Kütüphanesi’nde muhafa­
za edilmektedir. Her biri yaklaşık 350 sayfalık dört yazma ciltten müte­
şekkil olan Derleme Tazılar adlı değerli çalışması, İstanbul Ermenileri’nin
tarihi açısından çok önemli bir kaynaktır. Evvelce, Dr. Vahram Torkom-
yan’ın tasarrufunda bulunan eser, bu zatın ölümünden sonra yok olmuş,
Torkomyan’ın kitaplarını bağışladığı, Paris’teki Nubaryan Kütüphane­
si’nde de bulunamamıştır. 1800 yılında tamamladığı Payitaht İstanbul’un
Tarihçesi adlı en önemli eserinin yazması, 1890 yılında müellifin torunu
Ğazar Hovyan tarafından yazar Papaz Hovannes M ıgıryaıı’a (1 8 3 1 -
1909) hediye edilmiştir. Onun ölümünden sonra da, Kudüs Ermeni Pat-
rikhanesi’ne intikal etmiştir. 1967 yılında muharrir Ara Kalaycıyan tara­
fından, önce Sion dergisinde tefrika halinde yayımlanmış, daha sonra aynı
yıl kitap halinde basılmıştır (7 4 sayfa).
İKİ SÖZ*

X V III. yüzyılın ikinci yansında yaşamış ve daha çok “saygın” bir eği­
timci olarak ünlenmiş bulunan Sarkis Tıbir Sarraf Hovhannesyan’ın kendi
elyazısı ile meydana getirdiği Payitaht İstanbul’un Tarihçesi adlı yayım­
lanmamış bu yazma, Kudüs Surp Hagop Manastırı Kütüphanesi’nde mu­
hafaza edilmektedir.
Yazma, üstündeki “Rom an...” ibaresinin tersine, gerçekte 18. yüzyıl­
da İstanbul’un topografyası olup, bazen en ince ayrıntısına kadar işlen­
miştir. Bizans’ın kuruluşuna dair özet bilgiler verdikten sonra, Hovhan-
nesyan 1453 yılından itibaren Osmanlı yönetimine geçen İstanbul’u, ka­
pılarından başlayarak, her bir kapıya yakın semtleri başlıca yapıları ile, ca­
mileri, çeşmeleri, sarayları ve onlara ilişkin olay ve simaları anlatmaktadır.
Toplam 2 6 kapıdan bahsedilmektedir. Bilahara, İstanbul’un varoşlarının
topografyası ve genellikle burunlarının sıralaması gelmektedir.
Müellif, ilave olarak İstanbul’daki Rum kiliselerinin, sahil yerlerinin ve
iskelelerinin birer listesi ile İstanbul kapılarının adlarını üç liste halinde
vermektedir.
Yazma eser, 16 x 11 x 3 cm. ebadında 354 yapraktan meydana gel­
mekte olup, başlık sayfası şöyledir:

(Konstantinopolis
iınusu.vKunhiını.MJ ırasi'a-Mi'umt» Payitahtının bu tarihi,
Bop jıttbuıı
öğretmen Sarkis Tıbir S arraf
h Uuıpq[ıu ITuiBlıuıfrm.
Hovhannesyan tarafından
Uuıpuı.1) 9oKuıQQ|mbuılI
KonstantmopolisHn Balat
b 4hnııni). p-nınh ^ • %>lunJ •
mahallesinde 1800’de
t» p-ııı_|ıfi i ı u jn g (MTlııP1
yazılmıştır.)
(18001

* Ermenice basımın önsözü.


Yazma, bir süre İstanbullu Papaz Hovhannes Mıgıryan’ın tasarrufuna
geçmiştir; zira başlık sayfasının altında şu şerh okunmaktadır:

Brı kitapçık bana Saygıdeğer Gnzar Efendi


Hov. Hovyan tarafından arm ağan edilmiştir.
M iladî 1890yılında Pera
Onun hatırası mübarek olsun.
Pap. Hov. Mifjıryan
Yazmada, yer yer bizzat müellif tarafından, kitabın yazılmasından son­
ra (kitabın yazımı 1800 yılında tamamlanmıştır; oysa aralardaki ilavelerde
daha sonra vuku bulmuş olaylar hatırlanmaktadır, örneğin 1804 yılında)
ilaveler yapılmıştır. Bu tip eklemeler ince Aramyan harfleri ile basılmıştır.
Bu çalışma, önce Kudüs Ermeni Patrikhanesi’nin resmi gazetesi olan
Sion'da (yıl 1967, savı 1-10) yayımlanmıştır.

Ara Kalaycıyan
PAYİTAHT İSTANBUL'UN
TARİHÇESİ
I Î t i şeye muktedir Allah’ın sayesinde çabuk çabuk ve dikkatle oku­
duğum bilgileri, bilahara büyük bir istekle, koyu renk mürekkebe batırdı­
ğım beyaz tüy fırça ile kağıt üzerine doğru sözlerle ve az teferruatla yaz­
mak istedim.
İlk kez surlarla çevrili Bizantion şehrini kuran Vüzas kimdi? Nasıl bir
kişi idi? Kurduğu bu şehirde kendi soyu ile birlikte ikamet eden Vüzas,
hangi tarihte görüldü? Uzun zaman sonra Roma’dan gelen Büyük Kons-
tantianos, şehri nasıl üçgen bir biçimde büyütüp genişletti? Konstanti-
anos, evvelki küçük Bizantion şehrinin tepesinde yeni yaptığı yapıları, Ro­
ma imparatorlarının ikametine tahsis etmeye karar verdi. Bundan ötürü
bu mevkie Saray dendi. Büyük Konstantianos yeni kurduğu şehre kaç ka­
pı uygun gördü?
Bu meşhur şehir, Büyük Konstantianos’tan sonra, Bizans İmparatoru
Konstantin Palaiologos’a kadar, kaç yıl onun haleflerinin elinde kaldı?
Konstantin Palaiologos’un imparatorluğunun beşinci yılında, Fatih Sul­
tan Mehmed Edirne’den gelerek şehri onun elinden aldı. O tarihten son­
ra, kitabımı yazdığım bu tarihe yani 1800 yılma kadar, şehir onun halefle­
rinin elinde kaldı. Halen padişahlık tahtında oturan Sultan III. Selim, Fa­
tih’in on üçüncü kuşaktan torunudur.
Konstantinopolis şehrinin zaptının üzerinden geçen uzun yıllar bo­
yunca, şehrin birçok yeri tahrip oldu ve Rumca adları unutuldu; yarısı da
bozuldu. Yeni yapılan çeşitli binalara ve semtlere Türkçe isimler verildi ve
bunlar gelecek nesiller tarafından böyle bilindiler.
Şimdi, İstanbul şehrini dışarıdan, üçgen biçiminde çevreleyen surların
kapılarını, belli başlı ve meşhur şeyleri ve bugünkü kullanımlarını kısaca
yerinde yazmak istedim. Kumandan Viizas’ın yedi kuleli yapısının bir kö­
şesinden başlangıç yaptım. Bilahara birbiri ardına gelen sahil kapılarının
adlarım belirterek, Sarayburnu’ndaki padişah sarayının köşesine kadar gel­
dim. Burada, Bahçe Kapısı’ndan şehrin içine girerek, yukarıya doğru sara­
yın kara tarafı kapılarını yazdıktan sonra, yine sahile indim. Bahçe Kapı­
sı’ndan çıkarak, Haliç’e nazır koydaki şehrin kapılarını yazdım. Böylece,
Ayvansaray Kapısı’na kadar yolculuk yaptım.
Vc sonra kara tarafından şehre girip dolaşarak, bir bir buradaki kapıları
kağıda not ettim. Gerektiğinde yer yer şehrin içindeki belli başlı yapıları
ve meşhur yerleri yâd ettim. Bilahara, sur dışına çıkıp tekrar yukarıda bah­
settiğim Yedikııle’ye vardım. Buradan biraz ileriye, Makrihora [Makri
Hoıi-Bakırköy], Ayistefanos [Ayastefanos-Yeşilköy] ve Filorya Bahçesi’ııe
kadar gittim. Oradan geri dönerek, şehrin kara kapılarından geçip Ayvan-
saray Kapısı’na ulaştım. Sahildeki Eyüp Köyü’ne geçerek Silahtar Ağa
Çeşmesi’nc, Alibey Köyü’ne ve Kağıthane’ye vardıktan sonra, derenin
köprüsünden geçerek, karşısındaki Mirahor Köşkü’ne, Karaağaç Bahçe-
si’ne, Hasköy’e ve Galata şehrine doğru yolculuk ettim.
Tasarladığım gibi yönümü doğrultarak Beşiktaş’a, Ortaköy’e, Boğaz
Kesen’deki Rumelihisarı’na ve daha ileride, bu yöndeki Fener’e kadar
ilerledim. Buradan deniz yolu ile karşı tarafa, Anadolu yakasındaki Fe-
ner’e geçtim. Buradan, doğruca Beykoz’a, İncir Köyü’ne, Çubuklu’ya,
Kanlıca Köyü’ne ve Anadoluhisarı’na gittim.
Oradan sonra, artık aşağıya inerek Üsküdar’a, Kadıköy’e ve Fener
Bahçesi’ne kadar gidip, bu yerleri ve karşıdaki adaları da yazdım.
Balar semtindeki Surp Hreşdagabet Mikael Kilisesi’nin cemaatinden,
ben, İstanbullu mütevazı öğretmen tıbir Sarkis Sarraf Hovhannesyan, ça­
lışkan ve doğrucu Rum, Ermeni ve Türk tarihçilerin kitaplarından kısa sü­
rede topladığım bilgileri, 1800 yılında tamamladım.
Okuyanların ve duyanların eğlenebilmeleri için yaptığım bu çalışmaya
karşılık, yüce Allah iyilik lütfedip, mübarek kılsın. Amin.
KONSTANTİNOPOLİS DAHİ DENİLEN
BİZANTİON ŞEHRİ İÇİN

.^ V teg a ra lıla rın kumandanı Byzas, Bizans şehrini Truata’dan aldıktan


sonra M Ö 655 yılında Bizans şehrini kurmuştur. Yeni bir yerleşim yeri
düşünen Megaralılar şehri nereye kuracakları konusunda Delfi şehri Apol-
lon’una danışırlar, o da kenti “körler şehri”nin karşısına kurmalarını söy­
ler. Apollon’un “körler” adım verdiği Kadıköy halkı, Megaralılardan on
yedi yıl önce karşı taraftaki güzel yeri görmeyerek, kör gibi bu kötü top­
rakları seçip, burada “körler kenti”ni kurmuşlardır.
Böylece, Byzas kendi halkını alarak buraya gelmiş, Bosforus’un ucun­
da Bizans şehrini kurmuştur. Lygos adı ile anılan bu yere daha sonra Hri-
sun Keras veya Hriso ICeras yani “Altın Boynuz” adı verilmiş olup, batıya
doğru uzunlamasına 69 stadion1 boynuza benzer, adeta bir dal gibi bölü­
nerek bir koy oluşturduğu için Kolpos Keratios yani “Boynuz Koyu” adı
iie de anılmıştır.
Byzas, Bizantion’u birçok yapıyla, özellikle çeşitli tanrıların tapınakları
ile süslemiştir. İlki Tios tapınağıdır; bunun yerinde imparator Septimus
Severuş zamanında Zöksibbos [Zeuksippos] tapınağı yapılmıştır. İkincisi
Strategion dolaylarında Easai ve Akileus tapınağı, üçıincüsü Hippodrom
meydanındaki pagan tapınağı Ekatia’dır. Hrisubolea yani Üsküdar karşı­
sında ve denize yakın bir pagan tapınağı olan Poseidon, beşincisi Afrodit
tapınağıdır; başkaları da inşa edilmiştir.
Daha sonra Bizantion, İsparta kralı Parsanios tarafından geliştirilmiş­
tir. Trakya’nın gururu olan Bizantion’un surları ve bilhassa ilk kurucu
Byzas’m diktirdiği yedi kule birçoklan tarafından övülmüştür. Herakli-
us’tan sonra birçok savaşlar yaparak MS 1 9 7 ’de Roma imparatoru olan
Septimus Severus tahta çıkınca kötü durumdaki Bizans şehrini imar et­

1 Stadion bir milin sekizde biridir. 69 stadion, 8,6 mil etmektedir (a.k.).
miş, surları yeniden yaptırmıştır. Severus’un inşa ettirdiği birçok yapıyı ta­
mamlayan oğlu Antoninos Karkallas şehre adını vermiş, böylece Bizanti-
on “Antoninian” olarak anılmıştır.
Büyük Konstaııtianos tahta geçince burayı eski Roma İmparatorlu-
ğıı’nun başkenti yapmak istemiş, MS 3 2 6 ’da Bizantion’un imarına başla­
mış ve MS 3 3 0 ’da yapımı tamamlanan surlarla, şehir üçgen biçiminde
çevrilmiştir. Konstantianos, impartorluğunun 2 5 . yılında ve Mayısın
10’ıında görkemli bir törenle şehrin kuruluşunu kutlamış, Nea Roma ve
Konstantinapolis olarak adlandırdığı şehri Meryem Ana’ya ithaf etmiştir.
Bu, güzelliklerle süslenmiş şehirde son imparator Konstantin Palaiolo-
gos’a kadar, 1124 yıl boyunca 85 imparator tahta geçmiştir. H. 8 5 7 ’de
Edirne’den kalabalık bir ordu ile gelen yedinci Osmanlı sultanı Fatih Sul­
tan Mehmed 54 gün süreyle şehri kuşatmıştır. Son Konstantin ünlü
Konstantinopolis kentinde, 1453 yılının 20 Mayısında Salı günü yaşanan
savaşta, 49 yaşında hayatını kaybetmiştir.
Böylece imparatorluk tahtına oturan Fatih Sultan Mehmed’den bu ki­
tabımı yazdığım zamana kadar, Konstantinopolis şehri Osmanlı Impara-
torluğu’nun elinde kalmıştır. Halen padişahlık tahtında oturan Sultan III.
Selim, Fatih Sultan Mehmed’i takip eden 22. padişah ve onun 13. kuşak­
tan torunu olup, aynı zamanda kurucu Osman Bey’in de 28. kuşaktan to ­
runudur. Tanrı, Sultan III. Selim’e memleket yönetiminde adil ve başarılı
bir ömür nasip eylesin.
İlk kez Megaıalı Byzas’ın inşa ettiği kabul edilen ve yazımın başında
bahsettiğim yedi kuleye “Yedikule” adı verilmiştir. Bizantion şehrinin gü­
venliği ve korunması için yapılmış olan bu kuleler, birer askeri kale duru­
munda idi. Türk idaresinde ise vezirlerin, Tatar hanlarının ve Hıristiyan
elçilerin kapatıldığı hapishane ve tutukevi olarak kullanılmıştır.
Bu mahalden sandalla doğu istikametinde, Bitinya’nın sağına doğru
gidildiğinde, şehir surlarının solunda ve şehrin ilk kapısının yakınında yer
alan Mermer Kııle’yi görürüz.

A. KAPILAR:

1. Narlıkapı:

Yüksek bir kapı olan Narlıkapı, vaktiyle burada bulunan nar ağaçları­
nın çokluğundan ötürü bu şekilde adlandırılmıştır. Buradan yakındaki
adalar, Olimpos yani Keşiş dağı ve Kadıköy’e yakın olan karşıdaki Fener
Bahçesi de görülür. Narlıkapı sahilinde, sur kapısı yakınında Ermenilerin
1751’de inşa ettiği bir hastane vardır. Çok eski ve çürük olduğu için, bü­
yük çapta masraf ederek hastaneyi bütün gereksinimleriyle, temelden bü­
yük ve geniş olarak yeniden yaptılar. İnanan insanların bağışlan ile inşa
edilen bu hastanede kimsesiz ve fakir hastalar tedavi edilirler.

2. Samatya Kapısı

Şehrin ikinci kapısı olup, bu kapının iç tarafında Marmara Denizi’ne


(Propontis) bakan bir tepenin üstünde Surp Kevork Ermeni Kilisesi bulu­
nur. Burada Surp Yerrortutyun adında (Aziz Teslis) başka bir kilise daha
vardır ki birçok kere kapatılmış, başka işler için kullanılmıştır. Yeni seçil­
miş patrik Bitlisli Hovhannes Golod, Surp Kevork Kilisesi’ni 1732 sene­
sinde- tamir ettirmiştir. Bu kilise altındaki çok bol sudan ötürü, diğer
toplumlar tarafından Sulu Manastır olarak adlandırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra bu kilise Rumların
elinden alınmıştır. Zira müellifin, Kilikya Ermeni katoğikosu Nerses
Şnorhali’ye ait TJrfa’ya D air Bir Mersiye adlı eserin bir yazma nüshasında
görüp okuduğu notlar, bu nüshanın, Hemşinli Karabet adlı bir papaz ta­
rafından 1493 senesinin Haziran ayının 2 5 ’inde İstanbul şehrinde, Sulu
Manastır’da Surp Kevork Kilisesi’nde yazıldığını ifade eder.
10 Ağustos 1782 tarihinde İstanbul’da çıkan büyük bir yangında ta­
mamen yanarak harap bir duruma gelen Surp Kevork Küsesi, bu kitabın
yazıldığı zamana yani 1803 senesine kadar bu vaziyette kaldı. Yangından
uzun yıllar sonra 16 Mart 1804 (H. 4 Zilhicce 1218) Cumartesi günü İs­
tanbul ruhani meclisi kilise büyükleri yortusunda Patrik Hovhannes’in
dualarıyla Sulu Manastır-Surp Kevork Kilisesi temelden inşa edilmeye
başlandı. Güllabyan Hagop Amira’nın gözetiminde sürdürülen inşaat ay­
nı yıl tamamlanmış olup, 25 Haziran (1 Rebiyiilâhir 1219) Cumartesi
günü Aziz Lusavoriç’in zindandan (H or Virab) çıkarılması yortusunda,
sabah yapılan ayinde, patrik büyük kilisenin ana sunağı önünde, kilisenin
açılışını kutsadı.
Bu kilise 1641 senesine kadar ilk Ermeni Patrikhanesi olmuş, oradan
Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’ne geçen patriklik makamı halen burada
bulunmaktadır. Surp Kevork Kilisesi ayazmasının suyu Balıklı’dan gel­
mektedir.
Samatya’da yerleşmiş bulunan bin Ermeni hanesinin bir kısmı kilise
çevresinde olup, yarısı da çeşitli semtlere dağılmıştır.
Samatya sınırları içinde Altı Mermer denilen semtte Yeni Ali Paşa Camii
adında kurşun kaplı güzel ve yeni bir cami vardır. Bu cami Hekimbaşıoğlu
Ali Paşa tarafından yaptırılmış ve H. 1 1 4 7 ’de [1734-35] vezir oluşunun bi­
rinci senesinde tamamlanmış olup, güzel ve dengeli bir minaresi vardır.

2 Başka kaynaklara göre 1722 (e.h.).


Samatva yakınında pazar günleri açık olan, alışveriş ve ticaret yapılan
Avrad Pazarı bulunmaktadır. Büyük Theodosius’un oğlu imparator Arca-
diııs’un abidesi olan, yıkılmış ve artık sadece alt kısmı kalmış bulunan Di­
kili Taş’m karşısında bir cami, iki medrese, bir imaret ve kadınlar şifaha-
nesi bulunmaktadır. Bilindiği üzere bu cami, Sultan I. Süleyman’ın haseki
sultanlarından olan ve Sultan II. Selim ile Sultan Bayezid’in anneleri
Hurrenı Sultan’a ithaf edilmiştir. H . 9 6 0 senesinin Cemaziyülâhır ayında
[Mayıs 1553] ölen I. Sultan Süleyman’ın ç.ok sevgili ikinci hanım sultanı­
nın ruhuna, cami bugüne kadar Haseki adı ile anılmaktadır.
Buradan fazla uzakta olmayan bir tepe üzerinde Sultan III. Murad’ın
veziri Cerrah Mehmed Paşa tarafından taş malzeme ile ve kurşun kaplı
kubbeli muhteşem bir cami yaptırılmış olup, cami onun adı ile Cerrahpa­
şa Camii olarak anılır.

3. Davutpaşa Kapısı:

Burada Küçük Langa Bostam denilen bir bahçe vardır. Langa’dan Ye­
ni Kapı’ya kadar iki kat surlarla çevrili olan bu semtte Davutpaşa Camii ve
mahkemesi mevcut olup, semt bu adla anılır. Ve bu Davud Paşa H.
8 8 8 ’de [1 4 83 ] Fatih Sultan Mehmed’in oğlu II. Sultan Bayezid’in hü­
kümdarlığı sırasında vezir-i azam olmuştur.

4 . Yeni Kapı:
İri ve lezzetli salatalıkları ile meşhur Büyük Langa Bostanı dördüncü
kapı olan Yeni Kapı’dadır. Yeni Kapı sahilinde, denizin içinde, dört kere
İstanbul patriği olmuş olan [1 6 3 9 -1 6 5 0 ] Patrik Davit’in vekili ve birkaç
Ermeni papazın burada boğdurulmasından ötürü Papaz Kulesi olarak
anılan bir burç vardır. Bu nedenle, günümüzde Sultan III. Mustafa’nın
emriyle burası toprakla doldurularak kara parçası haline getirildi.
H. 1174 senesinde Muharrem ayının 27. günü [19 Eylül 1760] Aksa­
ray yakınında Laleli Çeşmesi’nde, Çukur Çeşme ve ICoska civarında Laleli
Camii adı ile anılan güzel bir yapının inşasına başlandı. İnşaat H. 1177
senesinde Ramazan ayının 2. gününde [5 Mart 1764] tamamlandı. İl­
könce bir minaresi varken yedi yıl sonra bir minare daha yapılarak cami,
diğer selatin camilerinde olduğu gibi, çift minareli oldu. Bu inşaat esna-
mnda çıkartılan moloz, taş ve toprak, Yeni Kapı’nın önünde denize dökü­
lerek burası dolduruldu ve karaya çevrildi. Bu doldurulan sahil şehrin gü­
ney tarafında olup, Kum Kapı ve Saıîıatya semtlerinin arasında surun ya­
nındadır. Padişah büyük meblağ harcayarak, adalardan getirttiği muaz­
zam taşlarla, bu sahili sürekli dövmekte olan güney rüzgârlarına karşı bir
set yaptırdı. Ve böylece meydana getirilen arazi padişahın emriyle Erme-
nilere satıldı. Onlar da buraya evler yaparak bir mahalle teşkil ettiler. Bu
nedenle yukarda bahsedilen burç, bu evlerin arasında kalmış ve şimdi ar­
tık mahalle halkının fırını olmuştur.
Sultan III. Mustafa’nın emriyle Erm cııilere verilen Ycııi Kapı mahalle­
si, yaklaşık 22 yıl sonra, H. 1196 senesinde [1 7 8 1 -8 2 ] büyük İstanbul
yangınında bütünüyle yanarak, kül oldu. Bugün orada görülen evler, yan­
gından sonra yapılan binalardır. Sultan III. Mustafa Sakka Çeşmesi’nde
iki han yaptırmış olup, bunlardan biri Valide Han’ın karşı tarafında, az
aşağısındaki Büyük Yeni Han’dır. Diğerine ise bundan daha küçük oldu­
ğu için, Küçük Yeni Han adı verilmiştir. Yeni Han’ın temeli H. 1175 se­
nesinde Cemaziyülâhır ayının 3 ’ü olan Çarşamba günü [30 Aralık 1761]
atılmıştır.
Artık konumuza dönerek, kaldığımız yerden devam edelim ve Yeni
Kapı’dan içeri girelim. Surun yanındaki Hisardibi’nde, Zindandelen Ha­
mamı yakınında Surp Sarkis adında bir Ermeni kilisesi bulunmakta idi, ki
bu yüz yıldan daha uzun bir süre önce yıktırılmıştır. Kilisenin yerinde
şimdi bir konut vardır. Buradan biraz ilerde, Yeni Kapı semtinin içine
doğru sol tarafta yol kenarında bir çeşme vardır. Cüce Çeşmesi denilen
bu çeşmenin karşısındaki sokağın içinde, Çinili Hamam’m yakınında Surp
Nigoğayos adlı bir kilise daha vardı. Bu kilise de, Surp Sarkis ile hemen
hemen aynı tarihlerde yıktırılmıştır. Bunun yerinde artık bir Müslümana
ait bir bahçe mevcuttur. Yenikapı ve Kumkapı arasında Ermenilerin Surp
Asdvadzadzin adında büyük bir kilisesi ve bir patrikhanesi mevcut olup,
Ermeni patriği burada ikamet etmektedir.

5. Kum Kapı:
Kum Kapı’nın yanında, sur içinde İbrahim Han adlı büyük bir konak
vardır. İbrahim Han, Sultan I. Süleyman’ın sadrazamı Sokullu Mehmed
Paşa’nın, Sultan II. Selim’in eşi bulunan İsmihan Sultan adındaki kızın­
dan torunudur. Onun soyu halen yaşamakta olup, İbrahim Han Oğulları
adı ile anılırlar.
İbrahim Han Oğulları’nın Karaağaç ve Hasköy arasında, Sütlüce’de
evvelce denize nazır bir konakları vardı.
Burada şehzadelerin ikametine tahsis edilmiş bir saray vardı ki bu saray
H. ...3 senesinde Sultan III. Selim’in emriyle tamamen yıktırılarak, topra­
ğı Ermenilere ve Rumlara satıldı. Bilhassa Ermeniler burada birçok çarşı
ve dükkân inşa ettiler.
Yukarda adı geçen sarayın karşısında Katır Han’ı bulunmakta olup,

3 Tarih belirtilmemiş (a.k.).


bu han saray katırlarının muhafaza edildiği yerdir. Ve önündeki meydan
Bizans İmparatorluğu zamanında kadırga denilen gemilerin barındığı bir
limandı. Bugün de Kadırga lim anı olarak anılır.
Burada, demircilikle geçinen Çingeneler yerleşmişlerdi; takat ahlaksızca
hareketlerinden dolayı Köprülü Mehmed Paşa H. 1070 [1659/ 60] sene­
sinde oturdukları yerleri tamamen yıktırmış ve onları oradan kovmuştur.

6 . Çatladı Kapı:

Karşısında bulunan çatlak bir burçtan dolayı Çatladı Kapı olarak ad­
landırılan bu kapının arka tarafında güzel bir mimariyle inşa edilmiş olan
ve Tiirkler tarafından Küçük Ayasofya olarak adlandırılan kilise, şehrin
zaptından sonra Fatih döneminde camiye çevrilmiştir.
Buraya yakın Cindi Meydanı denilen geniş bir meydan vardır. Deniz
kıyısında, bu meydanın yanında surun bir burcu üstünde bir kule gibi
yükselen fener, Sultan III. Osman zamanında Mısır’dan dönen bir gemi­
nin karanlık bir gecede burada surlara çarparak batması üzerine, geceleri
denizi aydınlatmak üzere yeniden yaptırılmıştır.

7. Ahır Kapı:

İstanbul şehrinin en uç noktasında, sur üstünde açılmış olan bu kapı,


saray ahırlarının önünde bulunduğundan Ahır Kapı olarak adlandırılmış­
tır. Ahır Kapı’mn yukarı tarafında, At Meydanı’nda bulunan ve Sultan
Ahmed adı ile anılan büyük cami, zarif altı minaresi ile Türk mimarisinin
en gözde eserlerinden biridir. H. 1018 senesinin Şevval ayında [Aralık
1 6 0 9/ 0cak 1910] yapımına başlanmış, H. 1026 senesinin Şaban ayında
[Ağustos 1617] tamamlanmış olan bu caminin bulunduğu meydanda iki
muhteşem taş abide vardır. Bunlardan biri Büyük Theodosius tarafından
dikilen yekpare granitten dikilitaş olup, üzerine yazılmış Latince ve Grek­
çe kitabelerle ve çeşitli kabartma kompozisyonlarla bezenmiştir. Bu taş,
kaidenin dört köşesine konulmuş madeni dört mesnet üzerinde yüksel­
mektedir.
Birçok kısımdan meydana gelen diğer taş anıt sağlamlığından ötürü
şaşırtıcıdır. Bu, bronzdan yapılmış ve birbirine sarılmış üç yılan biçiminde
bir abide olup, bunun baş kısmı Sultan I. Süleyman’ın ünlü veziri İbra­
him Paşa tarafından bir merasim gününde topuzla ve kazaen yarısından
kırılmıştır.
Bu abidenin karşısında, padişah tarafından İbrahim Paşa’ya bağışlan­
mış olan büyük bir saray mevcut olup, İbrahim Paşa Sarayı olarak anılır.
Bugün Galata Sarayı’nda olduğıı gibi, vaktiyle burada da içoğlanlar talim
ve terbiye edilirdi.
Bu meydanda sarayda Bab-ı Hümayun karşısında Büyük Ayasofya Ki­
lisesi görülür. Bizans döneminden kalmış bu ünlü kilise aynı zamanda
patrikhane kilisesi idi. Daha sonra Fatih Sultan Mehnıed kiliseyi, iki mina­
re ekle) eıck Büyük Cami haline getirmiştir.
Ve sonra Sultan II. Selim buna iki minare daha ekleyerek minare sayı­
sını dörde çıkarmıştır. Sultan II. Selim iki medrese ve kendi mezarı için
kubbeli bir türbe inşa ettirmiştir.
Ayasofya’nın büyük kubbesini desteklemek ve dış duvarlarını güçlen­
dirmek için, Sultan II. Selim’in emriyle dışarıdan görülen payandalar ya­
pılmıştır.
Ayasofya’ya zarar verdiği için yakınındaki yüksek binalar, sahiplerin­
den para karşılığı satın alınarak, H. 9 8 0 [1 5 7 2 / 7 3 ] senesinde Ayasofya
çevresindeki avlu genişletilmiştir.
Bilindiği gibi Ayasofya Kilisesi ilk önce Büyük Konstantianos tarafın­
dan inşa ettirilmiş olup, M. 530 senesinde yanmıştır. Kısa bir süre sonra
557 senesinde Justinianus tarafından inşa ettirilmiştir. Bu, dünyanın en
büyük ve en görkemli mabedi, altı yılda tamamlanmıştır. Evakrios’a göre
190 ayak uzunluğunda, 115 ayak genişliğinde olup, zeminden kubbe
merkezine kadar olan yüksekliği 180 ayaktır.
Ayasofya’nın bir hayli yüksek olan kubbesi Kostantinopolis’in her ye­
rinden görülmekte idi. Ağırlığı nedeniyle çöken bu kubbe, halen görül­
düğü gibi 15 ayak daha alçak inşa edilmiştir.
Şehrin Türkler tarafından alınmasından önce hem patrikhane olması
hem de aşırı büyük ölçüsünden ötürü “Büyük” olarak adlandırılmış bulu­
nan Ayasofya halen camidir.
Bu mahallin yakınında bulunan Arslanhane, çok eskiden taştan ve
kubbeli olarak inşa edilmiş olup, aslan, pars, kurt ve benzeri yırtıcı hay­
vanlar muhafaza edilmekte idi. Evvelce burası İncilci Ioannes adına yapıl­
mış bir kilise olup, İmparator Heraklius tarafından yenilenmiştir.
Arslanhane’nin üstünde saray ressamlarının ikamet ettiği bina olan
Nakkaşhane yer alır.
Burada, Ayasofya’nın güneyinde, cebeci kuvvetlerinin barındığı Cebe­
ciler Kışlası bulunmaktadır.
Artık yukarı çıkarak dolaştığımız yerden sahile, Ahır Kapı’ya dönelim.
Ahır Kapı’dan saraya girildiğinde, burada saraya ait çeşitli türde kuşların
barındırıldığı Kuşhane yer alır.
Bu yapı evvelce Vaftizci Yahya’ya ithaf edilmiş muhteşem bir kilise
olup, Ava Yani [Ayios Ioannes] adı ile anılmakta idi. Aziz Minas ve Er-
mokin ve Ökrapos’uıı mezarları burada idi.
Az ötede, sahil kıyısında Balıkhane ve deniz üstünde ahşaptan yapıl­
mış balıkçıbaşınm köşkii bulunmaktadır. Burada, denize doğnı yapılmış
olan dalyandan padişah için tutulan balıklar saraya götürülmektedir.

Topkapı Sarayı Kapıları:

a. Sahil tarafı kapıları: 1. Sarayın, sahil kısmındaki ilk kapısı Balıkha­


ne Kapısı olup, balıkçıbaşı beylik bahçesine yani saray bahçesine buradan
girip çıkar.
Osmanlı padişahlarının âdeti olarak, görevden aldıkları bir vezir sür­
gün edilmek üzere Balıkhane kapısına indirilip, buradan bir çektiri kayıkla
■emredilen yere sürgüne gönderilir.
Buradan az ötede, deniz kıyısındaki ağaçlık içinde bir çeşme mevcut
olup, buraya yolu düşen gemiciler bu çeşmede elbiselerini yıkarlar.
2. ikinci kapıdan bostancılar işler. Bu kapının yanında, sahil suruna bi­
tişik bir köşk vardır ki buna, kubbesinde asılı duran bir tutam inciden
ötürü İncili Köşk denmektedir. Köşkün altında bulunan Kumluca adlı
ayazmada 6 Ağustosta Tebdil-i Suret yortusunda panayır olur ve şehrin
her yerinden Rumlar buraya ziyarete gelirler. Sunin bu kısmının üzerinde
haç şekilleri bulunur.
Biraz ötede, surun üzerindeki iki açıklıktan birinden sarayın kirli suları
dışarı boşaltılır. Diğer açıklıktan ise sarayın çöpleri denize dökülür.
3. Sarayın üçüncü kapısının adı Hasırcılar kapısıdır. Bostancılar fırtına­
lı günlerde ellerinde kancalarla burada bekler ve kayıktan denize düşen
adanılan kancalarla karaya çekerek kurtarırlar.
Sunin buradaki kısmında bulunan pencere şeklindeki delikten, sarayda
boğdurulmuş kimselerin cesetleri denize atılır. Biraz ötede, iki tekerlekli
ve üstü kapalı arabalara yerleştirilmiş ve namluları denize çevrilmiş bir sıra
top buhınur.
Surun bu kısmı H. 1210 [1 7 9 5 / 9 6 ] senesinde yıktırılarak, Sultan III.
Selim’in validesi için güzel bir köşk inşa edildi.
4. Top Kapısı adını taşıyan dördüncü kapının yanında bir çeşme bulu­
nur. Evvelce burada ahşap bir köşk vardı.
Şehrin bu ucu, doğudan Üsküdar’a, kuzeyden de Karadeniz Boğa-
zı’ııa nazır bir burundur.
Top Kıpısı’nın iki yanında iki tane mermer kule mevcut olup, kapının
iist eşiğinde de muazzam bir kaplumbağanın kabuğu ve dev bir balığın
iki insan boyu uzunluğundaki iskeleti asılıdır. İki kulenin de üzerinde
Rumca yazılar vardır.
Saray surlarının bir köşe oluşturduğu bu noktada Sultan I. Mahmud
oğlu Sultan II. Mustafa için H. 1152 [1 7 3 9 / 4 0 1 senesinde mermer sü­
tunlar üstüne oturtulmuş dörtgen güzel bir yapı inşa ettirmiştir.
Bilindiği üzere, H. 1116 [1 7 0 4 / 0 5 ] senesinde Murina denilen bir
tatlı su balığı Karadeniz’e girerek yolunu şaşırır ve deniz yolu ile İstan­
bul’a gelir. Sarayın Yalı Köşlui’niin karşısında kendini karaya atar. Sultan
III. Alınıed onu tartmak ister. Bunun üzerine balığın 1600 okka ağırlı­
ğında olduğu anlaşılır. Balığın önemli kemikleri hatıra olarak bugüne ka­
dar zincirlere asılı durmaktadır. Bu balığın kemikleri hakkında Türk mü­
ellifler de böyle yazarlar.
Fakat Eremya Çelebi Kömiircüyan 24 yıl önce tamamladığı kitabında
bu Murina balığı için şöyle yazmaktadır:
“Ve kapıda iki insan boyunda büyük eğri bir iskelet asılıdır.”
Bugüne kadar burada asılı duran balık iskeletini bildirmesine rağmen,
ne kemiği olduğunu tesbit edememiştir.
Artık tekrar geri dönerek, sırayla sözümüze devam edelim. Şehrin
burçları üzerinde birçok haç işareti vardır. Konstantinopolis surlarını ye­
nileyen ve M. 8 2 9 senesinde imparatorluk yapan Theophilos’a ait Rum­
ca kitabe surların birçok yerinde görülmekte olup, kitabenin metni şöy-
ledir:
“Theophilos, Tanrı’nın inayetiyle imparator ilan edildi.”
Ve şehri çevreleyen 18 mil uzunluğundaki surlar üzerinde 386 burç
sayılır. Kostantinopolis şehri, yedi tepe üstünde kurulmuş olduğundan,
Yeditepe olarak da anılır.
Sarayın uç kısmında güzel bir mermer köşk vardı. Sultan İbrahim ço­
ğu zaman burada halvet ederdi, yani haseki sultanları, cariyeleri ve hanen­
deleri ile eğlenirdi.
Burada Arap haremağaları gözcülük ederler, ellerindeki mendilleri sal­
layarak açıktan geçen kayıkları yönlendirir, onların yakınından geçenlere
taş atarlardı. Ve bu yere Sarayburnu denmektedir. Her tarafa nazır olan
Sarayburnu, her yönden gelip geçenlerin rahatça miişahade edildiği bir
mahal dir.
Buradan ileriye doğru gidildiğinde, sütunları somaki taşından yapılmış
Mübaşir denilen bir çeşmeye varılır. Burası çınar ve erguvan ağaçları ile
çevrili bir mesire yeri olup, yakınında denize dönük, Tophane ve Gala­
ta’ya bakan bir namazgah vardır.
Buradan daha ötede padişahın saltanat kayığının bulunduğu, üstü ör­
tülü saray kayıkhanesi yer alır. Kürekçiler ise bostancılar bölüğünden
olup, halk dilinde kancabaş olan ve sandal denilen kayıkta kürek çekerler.
Burası padişahın biniş yeridir. Kayıkhanenin bakımı ve muhafazası bos­
tancılara aittir.
5. Bu kapıya Kayıkhane Kapısı denir. Padişah denizde dolaşmak istedi­
ğinde bu kapıdan çıkar. Ve deniz sefasını bostancıbaşı yönetir.
6. Kapı, Hasbahçe’ye açıldığı için Hasbahçe Kapısı olarak adlandırılır.
Kapının iç tarafında bostancı odaları yer alır.
Orada bir cami ve yeniçerilere mahsus orta sofa vardır. Bıı kısmın üst
tarafında Harcın Dairesi’ııin öııüııdc bir köşk yapılmış olup, erguvan
renkli bir çuha ile örtülü olan bu köşke Sinan Paşa Köşkü adı verilir.
Bu köşkün yakınında, saray surunun burcu üstünde Sepet veya Sepet­
çiler Köşkü bulunur.
Bıınıın aşağısında, sahildeki düzlükte de Yalı Köşkü denilen kubbeli,
büyük ve güzel mermer köşk yer alır.
Yalı Köşkii’nün aşağı tarafında bostancıbaşı kayığının bulunduğu Bos-
tancıbaşı Kayıkhanesi vardır. Ve bunun altında kireççibaşınm hanesi, pay-
zanlann odaları ve hapishane mevcuttur. Ötesinde ise sarayın arpa ambarı
bulunur.
7. Ve bunun karşısındaki iskelenin sahil kapısına Bahçe Kapısı denir.
Buradan şehre girerek padişah sarayım çevreleyen Bizans surlarını tamam­
layacak, sarayın kara tarafı kapılarını görüp öğreneceğiz.
b. Sarayın. K ara Tarafı Kapıları:
1. Saray tarafındaki ilk kapı, saray mensuplarının işlediği Demir Ka-
pfdır. Burada, Bizans suru dışında ekabir Türklerin konakları ve küçük
rütbeli ve rütbesiz kimselerin evleri bulunur.
2. ikinci kapının yanında halkın Ayırd Ayazması dediği bir kuyu var­
dır. Hıristiyanlar, sıtmaya deva olan bu su ile yıkanmak için burayı ziyare­
te giderler.
3. Üçüncü kapı yukarı tarafta, Alay Köşkü denilen yerdedir. Alay Köş­
kii’nün karşısında Paşa Kapısı adı verilen vezir kapısı vardır. Padişahın,
merasim günlerinde kule şeklindeki Alay Köşkü’nden tören alaylarını izle­
mesi âdet olmuştur.
4. Dördüncü kapı olan Meyi t Kapısı, sarayda ölenlerin cenazelerini
mezarlığa götürmek için kullanılan kapıdır. Kapının yanında, Soğuk Çeş­
me denilen küçük bir çeşme vardır.
5. Daima açık bulunan ve kapatılmayan Bab-ı Hümayun beşinci kapı
ohıp, nöbetleşe bekleyen kırk kapıcı ve kapıcıbaşının nezareti altındadır.
Bu kapıdan askerler, kumandanlar, paşalar ve halk girip çıkar. Bu kapı­
dan içeri girildiğinde sol tarafta odun ambarı bulunur. Daha ileri gidildi­
ğinde yine sol tarafta Cebehane yer alır. Burada oturan cebeciler, bu bina
içinde bulunan silahları ve diğer harp malzemelerini korurlar.
Evvelce bir kilise olan bu yerde Aziz Grigorios Theoloğos’un ve Ioan-
nes Khrisostomos’un mezarları bulunmaktadır.
Buradan ilerde şehremininin büyük ambarı yer alır. Bu ambarda saraya
ait yapıların keresteleri imal edilir. Bunları yapanlara doğramacı adı verilir.
Biraz ötede Zarb Hane denilen Darphane vardır. Burada, Osmanlı pa­
dişahı adına, üstünde Arap harfleri ve sözleri yazılı olan altın ve gümüş
sikkeler basılır.
İlerde mirahur ağa nezaretinde saray atlarının yetiştirildiği Has Ahır
bulunur.
Bab-ı Hümayun’un sağ tarafından hastalanan içoğlanların tedavi edil­
diği hastalar odasına girilir.
Aynı yönde ötede, sarayda kalan halka mahsus ekmeğin pişirildiği kü­
çük bir Hare Fırını vardır.
Ve daha ilerde, hünkâr hası denilen padişah ekmeğinin pişirildiği Has
Fırın yer alır.
Oradan ileriye doğru gidildiğinde, sırasıyla saray kileri ve ıspanakçılar,
daha ilerde tavukçular ve mutbağ-ı amire, ve buradan da ilerde helvacıba-
şı, şerbetçibaşı ve buzcubaşı bulunur.
Daha ilerde iki yanında birer burç bulunan ve ikinci büyük kapı olan
Orta Kapı’ya varılır. Burada da yine kapı muhafızları bulunur. İdam mah­
kumu paşalar ve diğer üst düzey suçlular buraya hapsedilir.
6. Altıncı kapı Bab-ı Hümayun’un aşağısında olup, Has Bahçe’ye açı­
lır. Bu kapıdan Has Bahçe’ye girilir ve Ahır Kapı’ya inilir. Burada saray
ahırı ve çeşitli cinste kuş ve kümes hayvanının beslendiği Kuşhane yer alır.

8. Bahçe Kapı:
Şehrin sekizinci kapısına, sarayın bahçe kapısına çok yalcın olduğu için
Bahçe Kapısı adı verilmiştir. Geceleri şehrin kapıları kapandıktan sonra,
geç kalanlar geceleyin kapanmayan bu kapıdan içeri alınarak, yerlerine
gönderilir.
Meydan İskelesi’nin bulunduğu bu yere, acemi oğlanı nezaretinde sa­
raya ait odun yığılarak depo edilir. Burada saray odununun başında duran
İstanbul ağası vardır. Ve padişahın sarayında yakılmak üzere buradan
odun taşınır. Bitinya ve Üsküdar iskeleleri burada yer alır.
Az ileri gidilince gümrük ambarının bulunduğu Eminönü denilen ma­
halle varılır. Gümrük emini burada oturur ve dünyanın çeşitli ülkelerin­
den buraya mal getiren gemilerden gümrük alır. Burası gümrüğün önün­
de yer aldığı için bu yere Eminönü adı verilmiştir. Aynı zamanda iskele
olan Eminönü’nde, esir ticaretinde esirlere sahiplik belgesi vermek için,
saray taralından görevlendirilmiş olan pencik emini de oturur.

9 . Balıkpazarı Kapısı:
Yanında ve karşısında pek çok balıkçı dükkânı bulunduğu için doku­
zuncu kapı Balıkpazarı Kapısı olarak adlandırılmıştır. Deniz kıyısında üç
iskelesi vardır. Bunlardan biri ile Galata arasında kayıklar karşılıklı sefer
yaparlar. Diğerlerinden ise kayıklar uzak yerlere işler.
Bu sahilde, surun dışında Yahudilerin meskûn bulunduğu pek çok ev
vc kendilerinin çarşıları bulunmaktadır. Balıkpazarı Kapısı karşısında, iç
kısımda kâgir, kurşun kaplı ve çok kubbeli, dört yönde dört kapısı bulu­
nan, biiyiik ve dörtgen bir yapı olan Mısır Çarşısı yer alır. İçinde bulunan
sıra sıra birçok dükkânda Mısır’dan gelen ürünler satılır.
Mısır Çarşısı’nın batı tarafında kahvecilerin tahmisi vardır. Burada
yüzlerce insan ellerindeki havanla kavrulmuş kahveyi döver ve sonra ufala­
yarak toz haline getirirler. Ve bııradan, şehirdeki bütün dükkânlara ve ci­
var bölgelere kahve dağıtımı yapılır.
Mısır Çarşısı’nın yakınında, Balıkpazarı Kapısı ve Bahçe Kapısı arasın­
da, Yeni Cami veya Valide Camii denilen büyük cami yer alır. Bu cami,
Sultan IV. Mehmed’in validesi ve Sultan İbrahim’in haremi Turhan Sul­
tan tarafından H. 1076 [1 6 6 5 / 6 6 ] senesinde inşa ettirilmiştir. Turhan
Sultan, oğlu Sultan FV. Mehmed ve onun çocukları orada medfundurlar.
Surun yanında bina edilmiş olan bu caminin deniz yönünde, yakın bir
zamanda surun üzerinden avluya açılan yeni bir kapı ve insanların inip çı­
kabileceği, taştan ve iki yöne doğru basamakları olan bir merdiven yapıl­
mıştır. Ve bu kapıda gümrük mallarını kontrol eden bir Dideban durur.
Buraya yakın olan Hasır İskelesi’nden Zindan Kapısı’na kadar, surun
önünde, başka milletlere mermerden mezar taşları ve sair taş eşyalar ya­
pan, taş atölyeleri bulunur. Burada ayrıca tekne ve kürek satıcıları ile çe­
şitli mallar satan bakkallar vardır.

10. Zindan Kapısı:

Bu kapının iç kısmında, kapının sol tarafında sura bitişik ve ayrı bö­


lümleri olan, çeşitli milletlerden erkek ve kadın suçluların veya borçluların
kapatıldığı hapishane vardır.
Yine burada, ağır suçluların hapsedildiği Kanlıkuyu denilen bir zindan
bulunur. Bu zindan, Baba Cafer denilen ve burada medfiın bir zatın adı
ile anılır.
Kapının dışında, deniz kıyısında zeytinyağı satan dükkânlar mevcuttur.
Buradaki kuru ve yaş me^'e satan dükkânlardan ötürü bu mevkiye Yemiş
İskelesi denmiştir. Zira, meyve sözcüğünün Türkçe karşılığı “yemiş”tir.
Buraya yakın Çardak denilen mahalde muhtesip ağası ve yeniçerilerin
56. bölüğünün çardak çorbacısı oturur. Yeniçeri ağası denize çıktığı vakit,
bu bölükten kayıkçılar kürek çekerler. Kayığın dümenini yöneten kişiye
orta çavuş denir.
Limon ve tuz satan dükkânlar ve Hasır İskelesi buradadır. Boğaziçi’ne
seferler yapan pek çok kayığın bulunduğu bu iskelenin yakınında, önünde
tütün getiren gemilere ait bir iskelesi olan tütün gümrüğü yer alır. Küçük
piyade kayıkları bulunan burada az sayıda Yahudi meskûndur.
Ziııdaıı Kapısı’nın iç tarafında, Tahtakale yönünde, demir satan nalbur
dükkânları karşısında, kubbesi kurşun kaplı olan Rüstem Paşa Camii bu­
lunur. Rüstem Paşa, Sultan I. Süleyman’ın damadı olup, iki defa sadra­
zamlık yapmıştır. İlk vezirliğinde Süleymaniye Camii’nin inşasına başla­
mış, ikinci vezirliğinde H. 9 6 4 [1 5 5 6 / 5 7 ] senesinde ve yedi yıllık bir sü­
rede camiyi tamamlamıştır.
Rüstem Paşa’nın türbesi Şehzade Camii’ndedir. Rüstem Paşa’nın ken­
di adına bir camii olmadığından karısı Mihrimah Sultan, onun ölümün­
den sonra paşanın ruhuna ithafen yukarda bahsettiğimiz Rüstem Paşa Ca­
mii ile bir medrese yaptırmıştır. Alt tarafında Ahi Çelebi Mahkemesi bu­
lunan cami, Uzun Çarşı’nın nihayetindedir.
Buraya yakın olan Tahtakale denilen yerde, han odalarında gurbetçi
Araplar ikamet ederler.
Pontus Denizi’nden getirilerek İstanbul’un her köşesine buradan da­
ğıtımı yapılan mum, bal ve yağın depolandığı ve Bal Kapanı denilen bü­
yük kâgir yapı Tahtakale’dedir.
1 1 . Odun Kapısı:
On birinci kapının civarında İzm it’ten getirilen soğan, sarımsak, ta­
vuk, yumurta ve meyve satılır. Bu kapıdan Ayazma Kapısı’na kadar sahil
boyunca sıralanmış olan ve ahşap malzemeler satan keresteci dükkânları
vardır.
Odun Kapısı’nm eşiği yekpare, somaki cinsinden aşınmaz bir taştır.
Vaktiyle hırsızlar, eşkıyalar ve diğer suçlular burada çengele vurulurlardı.
Abaza Paşa’nın iki casusundan biri, Sultan IV. M urad’ın emriyle
H. 1037 [1 6 2 7 -2 8 ] senesinde bu yerde çengele asılmıştır.
Bu kapıdan içeri girilerek, yukarı doğru çıkıldığında tepenin yamacın­
da yeniçeri ağasının denize nazır, büyük ve gösterişli ahşap bir konağı bu­
lunduğu için kapı, Ağa Kapısı olarak da adlandırılır. Konağın avlusunda
her tarafa nazır, dört köşe ve ahşap bir oda vardır. Yangın Köşkü denilen
bu odada gözcüler nöbetleşe dururlar. Herhangi bir yerde yangın görül­
düğü takdirde yeniçeri ağasına haber verilerek, hazır durumdaki adamlar­
la söndürülmek üzere yangın mahalline koşulur.
Ağa Kapısı’nın karşısında Sultan I. Süleyman’ın yaptırdığı büyük ve
gösterişli Süleymaniye Camii yer alır. Şehrin Haliç’e bakan tepelerinden
birinde yükselen caminin yüksek ve dengeli olarak yapılmış dört minaresi
vardır. Bunlardan ikisi üçer şerefeli, diğer ikisi ise ikişer şerefeli olup, top­
lam şerefe sayısı ondur. Bu sayı Osmanlı imparatorları soyundan onuncu-
ya yani Sultan I. Süleyman’a işarer eder.
Süleymaniye Camii’nin etrafında çok odalı dört medrese yani üniversi­
te, ludis eğitimi için bit darülhadis, bir darüzziyafe yani tabhane ve bit ha­
mam, akıl hastaları için bir darüşşifa, bir kütüphane, küçük çocuklar için bir
sıbvan mektebi, misafirleri ağırlamak için bir misafirhane inşa edilmiştir.
Buradaki medreselerde tıp eğitimi veren okulda tahsil görenler, he­
kimbaşı mertebesine kadar yükselebilirler.
Süleymaniye Camii’nde sabah ve akşam olmak üzere günde iki kere
6 00 softa ve fakire yemek veren bir de imaret yapılmıştır.
Yapımı yedi yılda tamamlanan Süleymaniye Camii’nin temeli H. 9 5 7
[1 5 5 0 ] senesinde ve Rüstem Paşa’mn ilk vezirliği sırasında atılmış olup,
caminin inşası onun ikinci vezirliği sırasında ve H. 9 6 4 [1 5 56/ 57] sene­
sinde bitirilmiştir. Ve bu görkemli yapının mimarı Koca Mimar Sinan’dır.
Bina emininin çıkardığı hesaba göre, inşaatında 8 9 6 .383 Florin sarfe-
dilmiş olan Süleymaniye Camii’nin avlusunda öylesine muhteşem bir şa­
dı rvaıı vardır ki hiçbir camide benzeri bulunamaz.
Sultan I. Süleyman zamanında, yeniçerilere ait Eski Odalar karşısında,
güzel bir cami olan Şehzade Camii inşa edilmiştir. Padişah bu camiyi,
şehzadeliği sırasında H. 9 5 0 [1 5 4 3 / 4 4 ] senesinde Manisa’da ölen çok
sevdiği oğlıı Şehzade Sultan Mehmed’in ruhuna ithafen yaptırmış olup,
oğlunun cenazesini İstanbul’a getirtmiştir.
Şehzade Camii çevresinde bir medrese ve softa evi, imaret, tabhane,
sıbyan mektebi ve tetiimmat yapılmıştır. Yukarda söylendiği gibi, bu ca­
minin karşısında yeniçerilerin Eski Odaları vardır.
Şehzade Camii diğer taraftan tarihi Bozdoğan Kemeri’ne bitişik olup,
inşası H. 955 [1 5 4 8 / 4 9 ] senesinde tamamlanmıştır.
Rivayete göre, Sultan I. Süleyman Şehzade Camii’nin yapımı sırasında
sık sık buraya gelerek, üstü kapalı bir yerden inşaatı gözden geçirirmiş.
Bir gün padişah su istemiş. Eski Odalar’ın 61. cemaatinin odabaşısı, fağ-
fııri bir bardakla getirdiği şerbeti padişahın vekilharcı olan harem ağasına
vermiş. Harem ağasının kendisine sunduğu şerbeti alarak içen padişah,
bundan çok hoşlanmış. Bundan dolayı, padişah at üzerinde oradan her
geçişinde kendisine şerbet ilcram edilmesini emretmiş. Bu âdet bugüne
kadar süregelmiştir.
Şehzade Camii’nden az ilerde “Veli” lakaplı Sultan II. Bayezid’in inşa
ettirdiği, büyük ve geniş Sultan Bayezid Camii bulunur. Caminin iki mi­
naresi ve avlusunda bir şadırvanı vardır. Burası hiç boşalmaz ve öğleyin
yemek saatinden gün batımına kadar sürekli yeni kişiler gelir gider. Cami­
nin yanındaki bir imaretten her gün bin kişiye sevabına yemek dağıtılır.
Bayezid Camii’nin yüksek yapılmış bir medresesi olup, burada medre­
senin de hocası olan müftü yani şeyhülislam oturur. Ayrıca bir de sıbvan
mektebi bulunur. Bütün bu yapılar H. 903 [1 4 9 7 / 9 8 ] senesinde bina
edilmeye başlanmış ve H . 911 [1 5 0 5 / 0 6 ] senesinde, seki/, yıllık bir süre­
de tamamlanmıştır.
Bayezid Camii, Eski Saray’ın karşısında ve onun güneyinde yer alır.
Fatih Sultan Mehmed, Eski Saray’ı H. 858 [1 4 5 4 ] senesinde yaptırmıştır.
Geniş bir alan içinde bahçeler ve tepeciklerle çevrili olan Eski Saray’da pa­
dişahlar otururdu. Daha sonra H. 8 7 2 [1 4 6 7 / 6 8 ] senesinde sahilde,
Zeytinlik denen eğlenceli bir bahçede yeni bir saray inşa edilerek buna
Yeni Saray adı verildi. İmparatorluk, surla çevrili olan, padişahın ikamet
ettiği bu heybetli saraydan yönetilmiş olup, halen Osmanlı hanedanından
padişahlar burada o tu ru rlar. Sarayın çevresindeki surlar H . 8cS2
[1 4 7 7 / 7 8 ] senesinde yenilenmiştir.
Bayezid Camii, Kosntantinopolis şehrinin hemen hemen merkezinde,
Bit Pazarı’nın yakınında, büyük çarşının ve Sandal Bedesteni olan eski be­
destenin girişinde yer alır.
Aynı bedestenin karşısında, Nur-ı Osmaniye adı verilen, çifte minareli,
medresesi ve imareti bulunan büyük ve gösterişli meşhur bir cami vardır.
Sultan I. Mahmud tarafından H. 1162 senesinin Muharrem ayının 28.
gününde [18 Ocak 1748] caminin temeli atılmış, fakat Sultan Mahmud
camiyi taınamlayamadan ölmüştür. Kardeşi Sultan III. Osman tarafından
H. 1169 [1 7 5 5 / 5 6 ] senesinde tamamlanmış olan camiye bu nedenle Os­
maniye adı verilmiştir.
Nur-ı Osmaniye Camii’nin yakınında ve Çemberlitaş’ın karşısında,
Köprülü Mehmed Paşa’nın yaptırdığı büyük bir han olan Vezir Hanı yer
alır.
H. 1072 [1 6 6 1 / 6 2 ] senesinde ölen Köprülü Mehmed Paşa’nın gö­
müldüğü türbe buraya yakın olup, Divan Y olıı’nda ve Valide, Hama-
mı’nın karşısındadır. Nur-ı Osmaniye Camii’nin yakınında, otel olan Çu­
hacılar Ham’nın arkasına düşen tek minareli Mahmud Paşa Camii ve bu­
nun avlusunda da Mahmud Paşa mahkemesi bulunur. Bu caminin yanın­
da medresesi, hamamı ve Mahmud Paşa Çarşısı denilen yokuşun başında
Kürkçüler adı verilen hanı vardır. Bu handa Mısır ve Avrupa malları satan
ve Yahudi tüccarlara ait dükkânlar bulunur.
Söz konusu Mahmud Paşa, Fatih Sultan Mehmed’in sadrazamı olup,
H. 7 8 9 4 senesinde Fatih’in hışmı ile Yedikule zindanında öldürülmüştür.
Yönümüzü tekrar sahile çevirerek ne gerekli ise anlatacağız.

4 Yanlış basılmış olmalı; doğrusu 879 (1474/75) (e.h).


12 . Ayazma Kapısı:

Kapının bulunduğu Bokluk Iskelesi’nin altından çok miktarda su


akar. İskelenin iki tarafında, yapı malzemesi olarak satılan keresteler yığı­
lıdır.
Buradan Unkapanı istikametinde birçok kunduracı, bunların karşısın­
da büyük bakır kaplar yapan kazancı, zeytinci, pekmezci ve buğdaycı dük­
kânı vardır.
Ve bu sahilde Gelibolu ve Tekfurdağı’na [Tekirdağ] işleyen gemilerin
iskeleleri bulunur.

13. Unkapanı Kapısı:

Bu kapıya vaktiyle, kapının üstünde bulunan horoz şeklindeki bir re­


simden ötürü Horozlu Kapı denirmiş.
Burada, evvelce üstü kurşun kaplı, şimdi ise kiremit kaplı ve içine hayli
fazla miktarda un depolanan, büyük ve taştan bir un mağazası vardır.
Unkapanı Kapısı’ndan girildiğinde Rumca Pantokrator Manastırı de­
nilen ve Fatih Sultan Mehıııed tarafından camiye çevrilen Zeyrek Kilise
Camii’ne varılır. .Yakında yapılmış olan Havariler Kilisesi’nde 7 0 0 keşiş
ikamet eder ve Aziz Antonius’un rahipleri olarak anılırlardı. Pek çok de­
ğerli kilise eşyası burada korunurdu. Bunlar arasında Luka İncili’nden res­
medilmiş bir Meryem Ana tablosu vardı. Bu kilise M. 1118 yılında Ioan-
nes Komnenos tarafından yaptırılmıştır.
Buradan Atpazarı yolu ile Fatih Sultan Melımed’in inşa ettirdiği bü­
yük camiye varılır. Bu caminin inşası H. 8 6 7 [1 4 6 2 / 6 3 ] senesinde başla­
mış olup, çifte minareli olan caminin sağında ve solunda yüksek ve çok
odalı dörder medrese yer alır. Avlusunda ise mermer bir şadırvanı olan s'u
havuzu bulunur. Bu medreselerden sonra, softaların ikamet etmesi için
ayrılmış ve “tetiimmat/tetiimmeler” denmiş olan sekiz odalı bir bölüm
vardır. Caminin güneyinde softaların yemeğini ve ekmeğini teinin eden
bir imaret bulunur.
Hıristiyanlık döneminde bu imaretin yerinde Havariler Kilisesi olduğu
söylenir. Bu kiliseyi yaptıran Büyük Konstantianos olup, öldüğünde bura­
ya gömülmüştür. Bundan sonra Bizans imparatorlarının oraya gömülmesi
gelenek haline gelmiştir. Bazıları somaki, bazıları mermer ve bazıları da
başka cinsten lahitler içine defnedilmiş olup, halen burada birçok impara­
tor mezarı bulunur. Aynı şekilde İstanbul patriklerinin de mezarları bura­
dadır. (Sokıat, Kitap 1, b.26)
Bilindiği üzere şehrin Tiiıkler tarafından alınmasından sonra, Fatih’in
emriyle patrikhane, Ayasofya Kilisesi’nden bu kiliseye taşınmış, yeni göre­
ve getirilen Bizans patriği Gennadios bu kilisede oturmuştur (M. 1453).
Kısa bir süre sonra Gennadios, zarar göreceğinden korkarak buradan, Fa­
rili ’in uygun bulacağı başka bir yere gitmek istemiştir. Bunun üzerine ona
patrikhane olarak Kutsal Meryem'e ithaf'edilmiş olan ve Türkçe “en mut­
lu” manasına gelen Pammakaristos Kilisesi verilmiştir.
Uzun zaman sonra, Sultan III. Murad’ın kızlar ağası Mehmed Ağa
H. 9 92 [1 5 8 3 ] senesinde bu kilisenin yanında tek minareli küçük bir ca­
mi yaptırmış olup, bu cami bu güne kadar Mehmed Ağa Camii olarak
anılır. Mehmed Ağa Rumlarla ters düşerek, padişahı kandırmış ve kiliseyi
camiye çevirtmiştir. Bunun üzerine patrikler buradaki kutsal emanetleri
alarak Fener’e yerleşmişlerdir. Artık, burası onların patrikhanesi olmuş ve
patrikler bugüne kadar burada ikamet etmişlerdir. Bu olay üzerinden 200
yıldan daha fazla bir süre geçmiştir.
İki kubbeli Pammakaristos Kilisesi, Fethiye adı ile camiye çevrilmiştir.
Çarşamba Pazarı’na götüren yolun yanında, Haliç’e nazır yüksekçe, güzel
bir mevkie yerleştirilmiş olan caminin karşısında, sahilde aynı padişahın
Tersane Bahçesi denilen sarayı bulunur.
Tekrar Fatih Sultan Mehmed’in camisinin anlatımına dönelim.
Fatih Camii’nin bir tarafında darüşşifa, misafirhane, bir ahır ve mut­
fak, diğer tarafında ise kuran okulu yapılmıştır. H. 86 7 [1 4 6 2 / 6 3 ] sene­
sinde inşa edilmeye başlanan cami, H. 875 [1 4 7 0 ] senesinde tamamlan­
mıştır.
Fatih Sultan Mehmed bu caminin ihtiyaçlarının karşılanması için, Ya-
hudilerden alman kelle vergisini camiye tahsis ettirmiştir. Bu gelirin fazla­
sı şeyhlere ve ulemaya maaş olarak ödenmiştir.
Fatih Camii’nin kuzey tarafında, az ötede Bozdoğan Kemeri denilen
su bendinin bulunduğu mahal, Vefa Meydanı olarak adlandırılır. Fatih,
burada Şeyh Vefazade için bir cami, tekke, imaret ve çifte hamam yap­
tırmış, bunların gelirini buradaki dervişlerin giderlerine tahsis etmiştir.
H. 8 9 6 [1 4 9 1 / 9 2 ] senesinde^ ölen Fatih, kendi camisine gömülmüş­
tür.
Tekrar Unkapanı sahiline dönerek, gerekli olan şeyleri tek tek anlata­
cağız.
Ve buradaki mağazada büyük miktarda un bulunduğu için bu mevki-
ye Unkapanı adı verilmiştir. Unkapanı İskelesi1ııde Karadeniz’in ve Akde­
niz’in çeşitli yerlerinden buğday, arpa ve dan mahsulü getiren birçok ge­
mi bulunur. Bu iskelede ekmekçiler kâhyası ve İstanbul efendisinin naibi
oturur.

5 Fatih Sultan Mehmet'in ölümü H. 886 (1481) (e.h.).


Zamanımızda yeni seçilen hububat nazın denilen baş müfettiş, buğ­
day ve arpanın saray ekmekçilerine satışına nezaret eder ve satış paralarım
toplar.
Ekmekçi ustalarının büyük çoğunluğu Ermeni milletinden olup, bu
ustalar cuma hariç her gün, oradaki loncada hazır bulunurlar ve her biri
oradaki değirmentaşından kendi payı olan buğdayı alır.
İstanbul, Galata, Üsküdar, Eyüp, Kartal, Karadeniz Boğazı’na kadar
civar yerlerdeki değirmen ve fırınlara un buradan dağıtılır. Bu undan ek­
mek, börek, çörek, kete, kadayıf, kahi, baklava, simit, gevrek, peksimet,
lavaş, çakıl, fodula, gözleme, francala, lokma ve gaziler helvası yapılır.
Eskiden, yüz sene önce Balıkemini de Unkapanı’nda oturur, avlanan
kılıç balığı ve başka tür balıklar buraya getirilip, vergisi tahsil edildikten
sonra, balıkçı dükkânlarına dağıtılırdı. Fakat sonra bu makam Galata’ya
nakledilmiş olup, şimdi Balıkhane buradaki sahilde ve Eski Yağkapanı de­
nilen kapının yanındadır.
Unkapam’nın biraz ilersinde surun önünde, sahilde üstü kapalı Tü-
fenk Hane denilen ve tüfek imal edilen bir yer vardır. Burada bulunan
küçük bir Rum kilisesi ile ayazması H. 1043 [1 6 3 3 / 3 4 ] senesinde çıkan
yangında yanmış ve bir daha yapılmamıştır. Ayazmanın suyu halen soka­
ğın içinde görülmektedir.

14. Cibali Kapısı:

Bu kapıdan Aya Kapı’ya kadar, hem sur ve hem de deniz tarafında ya­
pılmış olan evlerde çok sayıda Rum ve az sayıda Yahudi meskûndur. Ço­
ğu taşradan gelmiş olan rumlann Ay Nikola [Ayios Nikolaos] adında bir
de kiliseleri vardır. Buradaki iskelede bol ve iyi ürün mevcut olup, bilhas­
sa burada kavun ve karpuz çok boldur. Şiddetli güney rüzgârlarından
ötürü gemiler bu iskeleye yanaşamadıkları zaman, yüklerini Yenikapı sahi­
lindeki Langa koyuna boşaltırlar.

1 5 . Aya Kapısı:

Bu kapının iskelesi o kadar işlek ve kullanışlı değildir. Orada ancak


birkaç kayık görülür. Sur kapısının girişinde tuğla, kiremit, kaldırım taşı
ve mermer dükkânları bulunur.
Aya Kapı’dan Fener ve Balat’a kadar uzanan yolun üzerinde Rum
zenginlerinin ve Eflak-Boğdan beylerinin sıra sıra evleri mevcuttur. Evvel­
ce, mezbaha ve mumhane burada idi. Yolun üzerinde denize nazır yeni­
çeri kulluğu vardır.
Bu kapının iç tarafında küçük bir tepe üstünde yer alan ve Türklerce
Gül Camii olarak adlandırılan yapı, Nazianze’li aziz Greguar tarafından
yapılmıştır. Rumca Anastasia adı verilen ve çok güzel inşa edilmiş olan bu
yapı, kubbeli ve kurşun kaplı ve tek minareli olup artık bir camidir.

16 . Yeni Kapı:
Bu kapı sahil istikametinde, Sultan Selim ve Sultan Mehmed tarafla­
rında yer alır. Bilhassa efendi denilen Türk ulema, sandalla deniz gezintisi
yapmak istedikleri zaman buraya inerler.
Bu kapıdan içeri girilince, Sultan I. Süleyman’ın babası Sultan I. Se­
lim’in hatırasına yaptırmış olduğu Sultan Selim Camii’ne ulaşılır. Fener
ICapısı’na ve Boynuz Koyu’na [Haliç] nazır yüksek bir mahalde bulunan
cami çifte minareli olup, deniz yönünden 4 0 basamaklı bir merdivenle ca­
minin avlusuna çıkılır. Bu yola Türkçe “kırk nerdüban” denir. Sultan I.
Süleyman’ın babası Sultan I. Selim’in türbesi bu camidedir.
Yanına bir imaret, bir mektep, hamam, dariizziyafe ve medrese yapılan
Sultan Selim Camii’nin H. 9 2 7 [1 5 2 0 / 2 1 ] senesinde ballanan inşaatı,
H. 933 [1 5 2 6 / 2 7 ] senesinde tamamlanmıştır.

1 7 . Petri Kapısı:
Bu kapının suru açık olup, yanında ev yoktur. Sahilde ve kapı içerisin­
de, ayrıca yapılmış duvarların iki yanında Rum eşrafın evleri bulunur. Ay­
rıca küçük surun dahilinde de Patrikhane Kilisesi vardır.

1 8 . Fener Kapısı:
Bu kapının iç tarafında ve surun dışında Rumlar yaşar. Fener Kapı-
sı’ndan içeri girildiğinde M. 1797 senesinde yeniden yaptırılmış olan geniş
ve muhteşem Rum Patrikhanesi görülür. Patrikhanenin kilisesi olan Ay
Yorgi’nin [Ayios Yeoryios] çevresinde de metropolitlerin evleri bulunur.
Buradan az ilerde, Balat’a doğru uzanan yolun üzerinde, surun iç kıs­
mında yine Ay Yorgi [Ayios Yeoryios] adlı, güzel bahçeli ve geniş avlulu
başka bir kilise daha vardır. Bu kilise, halen Kudüs Rum Patrikhanesi’ne
bağlı olup, Kudüs Rum patriklerine mahsustur. Zira, birkaç yıldan bu ya­
na Kudüs’e gitmeyen patrik burada kalır ve orada sadece vekili bulunur.
Fener sahilinde Eflak ve Boğdan beyliklerinde bulunan Rum asilzade­
lerinin konaklarından bazılarının kalıntıları vardır. Ve daha ileri gidildi­
ğinde Balat Kapısı yakınında bir arada yaşayan Yahudi ve Rumların evleri
görülür.
Balat’a doğru, sahilde Rumların Hazreti Yahya’ya ithaf edilmiş olan
bir kilisesi mevcut olup, Tur-ı Sina Manastırı keşişlerinin ikametine tahsis
edilmiştir.
Eremya Çelebi’nin bahsettiğine göre, bu kilise uzun zaman önce yan­
mış ve Moskova sefiri İstanbul’a geldiğinde bu kiliseyi yaptırmış olup, bu­
nun üstünden yüz yıldan fazla bir süre geçmiştir.
1 9 . Balat Kapısı:

Bu kapıya, karşısındaki Tekfur Sarayı’ndan dolayı bu ad verilmiştir. Bi­


zans imparatoru Konstantin, Türkleıin İstanbul’u zaptına kadar, bu sa­
rayda ikamet etmekte idi •
Balat Kapısı’nın dışı, Ayvansaray’a kadar, tamamen Yahudilerle mes­
kûn olup, bunlardan zengin olan kişilerin sahilde evleri vardır.
Sunin iç tarafında da çok sayıda Yahudi yerleşimi ile bunlara ait birkaç
sinagog vardır. Bu sinagogların en büyükleri, Ermenilerin Baş Melek Kili­
sesi yakınındaki üç sinagogdur.
Balat Kapısı’nda büyük bir iskele mevcut olup, bu iskeleye şarap,
odun, kömür, soğan ve çeşitli eşyalarla yüklü gemiler yanaşır. Bu mahalde
üç küçük iskele daha vardır. Bunlardan biri Tersane Bahçesi veya Aynalı-
kavak Kasrı denilen sarayın karşısında bulunur.
Piyade kayıkları buradan Yemiş İskelesi’ne, Galata’ya ve çeşitli yerlere
yolcu götürüp getirirler. Diğer ild iskeleden ise Hasköy’e, Eyüp’e, Kağıt­
hane’ye ve Alibeyköy’e sefer yapılır.
Hasköy, Galata, Beşiktaş, Ortaköy, Kuzguncuk, Kuruçeşme, Arnavut-
köy Yahudi yerleşiminin çok olduğu yerlerdir.
Balat Kapısı’ndan az ilerde, surun iç kısmında Aziz Mikael’e adanmış
olan Baş Melek Kilisesi bulunur. Bu kilise Sultan IV. Murad zamanında
ve 1628 senesinde, Rumlardan alınarak Ermenilere verilmiştir. Bundan
bir yıl sonra, şehrin Edirne Kapısı suru yakınında, Kefeliler mahallesindeki
Surp Nikoğaios Ermeni Kilisesi Türkler tarafından alınarak camiye çevril­
miş olup, halen Kefeli Camii adı ile anılır.
Balat Hreşdagabet Kilisesi 28 Eylül 1692 senesinde yanmış ve tekrar
yapılmıştır. Bundan sonra kilise 16 Temmuz 1729 senesinde bir kez daha
yanmıştır. Bu yangın sırasında Rumların da 13 kilisesi yanmıştır.
Bundan bir yıl sonra, 1730 senesinde İstanbul Ermeni Patriği Bitlisli
Hovhannes Golod zamanında, padişahın müsaadesiyle kilise eskisinden
iiç kat daha büyük ve gösterişli bir biçimde inşa edilmiştir.
Biitiin bu çalışmalar, başpapaz Bali oğlu Gaıabed’in vekili, çok çalış­
kan bir zat olan papaz Maıuke oğlu Garabed’in çabalan ile gerçekleşmiş­
tir.
Baş Melek Mikael Kilisesi’nin dört parçadan müteşekkil ana kapısının
iki kanadı vardır. Hangi maddeden yapıldığı belli olmamakla birlikte, de­
mir izlenimi veren kapının üzerinde tasvirler bulunur. Bunların üçünde
aynı kompozisyon tekrarlanmaktadır. Bu kompozisyon İsa’nın elindeki
kırbaçla satıcıları ve müşterileri kiliseden kovma sahnesidir. Diğer tasvir
ise, atı üstünde oturan Aziz Kevork’un [George] elindeki mızrağı ejdere
saplamaya hazırlandığı sahneyi gösterir.
Mistik ve canlı bir biçimde işlenmiş kompozisyonda, yan taraftaki bir
binadan diz çökmüş bir halde azizi seyretmekte olan güzel bir genç kız
görülür. Bu bina, tüm güzellikleri ile geçici dünyayı sembolize eder. Gü­
zel genç kız dünyanın güzelliğine ve hazzına, uçan ejder ise yaşamın alda­
tıcı zevklerine işaret eder.
Ve Aziz Kevork ejderi öldürerek, dünyanın zevklerini ve tüm istekle­
rin hislerini de yenmiştir. Böylece aziz, gökyüziindeki mutlu azizlerin
mertebesine yükselmiş olup, kompozisyonda bulunan araba ve atlar bu
sonu sembolize ederler.
Orada, dünya zevkleri sanki Aziz ile birlikte arabaya tutunmak isterler,
fakat Aziz onların ellerinden kurtularak göğe yükselir ve kendi zaferinin
zevkini sürer.
Kapı kanatlarının her bir bölümünün altında Latince yazı hak edilmiş
olup, her birinde M. 7 2 7 6 tarihi vardır. Şimdi ise 1800 senesi olduğuna
göre, bu kanatların yapımı üzerinden 1 0 8 3 7 yıl geçmiştir.
Bu kapı kanatlan, Sultan I. Mahmud zamanında, H. 1152 [1739/ 40]
senesinde, padişahın Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı bazı binaların inşaatı
sırasında bulunmuştur. Önemsiz olduğu düşünülerek bu yassı kanatlan
herhangi bir işte kullanmak istedikleri için, sarayın demircibaşısı olan Ha­
cı Babik isimli, aynı kilisenin mensubu Sıvaslı Ermeni bir zat, karşılığında
demir vererek bunları satın almıştır. Surp Hreşdagabet Kilisesi’nin kapısı­
na uygun büyüklükte demir levhalar eklemiş, ana kapının eski kanatlarını
çıkartarak, bunları buraya yerleştirmiştir. Günümüze kadar gelmiş bulu­
nan bu kapının genişliği 3 arşın, yüksekliği ise 4 arşındır.
Artık sözümüze geri dönelim.
Bu kilisenin cemaatı pek çoktur ama kiliseden uzakta ve birbirlerinden
ayrı, dağınık olarak yerleşmişlerdir. Halen Hreşdagabet Kilisesi’nin güne­
yinde 18 Ermeni hanesi vardır.
Kilisenin batı tarafında, bahçıvanlara kiralanan iki bostan bulunur. Ve
kilisenin doğusunda Kayserili Arab oğlu Hacı Melidon’un, kiliseyi yangı­
na karşı korumak için özellikle yaptırdığı ve içinde kiliseye ait eşyaların
muhafaza edildiği kagir bir bina mevcuttur.
Kilisenin kuzeyinde ise, duvara bitişik olan bir hamam yer alır. Hama-

6 E. Ç. Kömürcüyan [İstanbul Tarihi, İst., 1988, s. 170) bu tarihi 1727 olarak verir (e.h.).
7 Doğrusu 1073 yıldır (e.h.).
mm karşısında Sultan I. Süleyman’ın H. 9 7 2 [1 5 64/ 65] senesinde ölen
sadrazamı Semiz Ali Paşa’nın kâhyası, Ferruh Kethiida’nın yaptırmış ol­
duğu kıırşıın örtülü ve tek minareli bir cami vardır. Bıı caminin avlusunda
İstanbul’un dört mahkemesinden biri olan Balat Mahkemesi bulunur.
Hreşdagabet Kilisesi’nin bulunduğu mahallenin eski adı Bulgariye
Mahallesi idi. Fakat, halihazırda kullanılan yeni ismi Hacı İsa Mahallesi
ohıp, burada bir cami yaptırmış olan kişinin adı ile anılır.

2 0 . Ayvansaray Kapısı:

Bu kapının iç tarafında, bu kapının yakınında Meryem Ana’ya ithaf


edilmiş bir kilise ile yanında bir ayazması vardır. Rumca Panaia Vlahernas
adını taşıyan bu kilise harap bir halde olup, bahçe haline gelmiştir. Her yıl
2 Temmuzdaki kutsal yoıtu günü gruplar halinde Rum, adak yapmak için
buraya gelir.
Bu kilise Küçük Theodosius’un kızkardeşi Kraliçe Pulkheria tarafından
yaptırılmıştır. M. 500 yılında, bu kilisenin tegannisi olan vaiz Romanos’u,
asker Aziz Gregorios’un yortusunda bizler de anarız.
Bugün kilisenin arka tarafındaki, taşla kapatılmış olan surun büyük ka­
pısında Aziz MikaeFi elinde kılıçla gösteren tasvir kireçle sıvanmıştır.
Kilisenin yıkık duvarlarının çevresinde süpürgecilik yapan Kapavonlu8
çingeneler yerleşmiştir.
Vlaherna Kilisesi çevresinde içinde keşişlerin yaşadığı manastır 2 Şubat
1453 tarihinde, İrapandi9 yortusunda bir talihsizlik sonucu yanmıştır.
Bu kapının bir iskelesi vardır ve kayıklar buradan Eyüp’e ve başka yer­
lere sefer yapar, karşı taraftaki Hasköy’e de uğrarlar.
Şehrin bir köşesinde Yedikule, diğerinde de Ayvansaray Kapısı yer alır.
Öyle ise şimdi güneye doğru yokuş yukarı çıkıp, karadan şehrin solunu
rakip ederek kara tarafı kapılarını göreceğiz.

2 1 . Eğri Kapı:

Bu kapı, iki kapı kanadının karşılıklı gelmemesinden ve eğriliğinden


dolayı bu şekilde adlandırılmıştır. Burada sur iki katlı olup, iki kapısı ara­
sında üst i kapalı ve damında bodur bir ağaç bulunan bir türbenin kapı­
sında “E m Eyyub Halid’in yeğeninin mezarıdır” ibaresi yazılı çini bir
levha vardır.
Surun hemen içerisinde bulunan Rum mahallesinde Aya Panaia [Avia
Panayia] adında bir kilise mevcut olup, Rumların azgın delileri uslanana

8 Kapavon: Eski Yohudi memleketi olan Filistin (e.h.).


9 Irapandi: Hz. İsa'nın mabede sunuluşunun 40. günü (e.h.).
kadar orada zincirle bağlı bir şekilde kapalı tuttukları, açlık vc susuzlukla
cezalandırdıkları hatta bazen de dövdükleri bilinir.
Surun dış tarafında ise çok sayıda mezarın bulunduğu Türk mezarlığı
\e sur hendeğinin yanında da Rum mezarlığı görülür.
Buraya yakın olan Otakçılar Köyü’nden, Eyüp kasabasına varıncaya
kadar başka köyler bulunur.
Eğri Kapı’da surun dış kapısının yakınında taştan bir su haznesi yapıl­
mıştır. Buradaki çok sayıda çeşmeden dağıtılan su, İstanbul şehrinin çeşit­
li çeşmelerine ulaşır. Zeki ve dirayetli padişah Sultan I. Süleyman, altı saat
uzaklıktaki yerlerden bu suyu getirmek için, yüksek dağlar arasına Kemer­
ler adı verilen su kemerleri inşa ettirmiş, suyu buradan geçirmiştir.
Sultan, İstanbul dışından getirdiği bu su için Eğri Kapı’da, süzgeçli çok
büyük iki havuz yaptırmış ve çevresinde bulunan köyün ahalisini, havuzun
suyunu daima temiz tutmak ve ona nezaret etmekle görevlendirmiştir.
Bu su yolları dokuz aylık bir sürede, H. 9 7 2 [1 5 6 4 / 6 5 ] senesinde ta­
mamlanmıştır. Bu yapım için 507 yük ve 8 0 .0 0 0 akçe sarfedilmiştir.
Bu inşaatın mimarı, Koca Mimar Sinan idi. Böylece, Sultan I. Süley­
man bu suyu getirerek, İstanbul’un çeşmelerinin sayısını çoğaltmış olup,
dört yüzden daha fazla olan İstanbul çeşmelerinin kırk tanesi padişahın
adını taşır. Kalan diğer çeşmeler de ileri gelen zatların isimleri ile anılır.
Halkalı ve çevresinden getirtilen su, Sultan Süleyman tarafından Kırk
Çeşme Suyu olarak adlandırılmıştır.
Bozdoğan Ktmeri’nin suyu Hıristiyanlardan evvelki zamandan kalma­
dır. Bu kemer çok eski bir zamanda, M. 364 yılında Valens ve Valeııti-
anus’un imparatorlukları döneminde yapılmış olup, Atpazarı’na/Saraçha-
ne’ye ve Fatih Sultan Mehmed Camii’ne yakındır.
O tarihte imparatorluk sarayında ve İstanbul şehrinde baş gösteren su
sıkıntısı nedeniyle, Valens, şehrin dışında, Halkalı Köyü civarından buldu­
ğu kaynağın suyunu yeraltı su kanalları ile şehre getirtti. İki tepe arasın­
dan geçirmek için, birinden diğerine kemerli duvarlar inşa ettirerek, bu­
nun içindeki borulardan akıttığı suyu, saraya şevketti. Ayrıca, saray yakı­
nında birçok çeşme yaptırarak, susuzları serinletip memnun etti.
Şehrin içinde, surun yanında ve Eğri Kapı’ııın yakınında yüksek bir şe­
kilde yapılmış olan Tekfur Sarayı vardır. Büyük avlulu bu saray, latif ve
havadar bir mahal olduğu için, Bizans’ın büyük komutanı Belisarius
M. 536 yıllarında buraya yerleşmiştir. Ve Belisarius, Büyük Justinianııs’un
imparatorluğu zamanında, M . 565 yılında ölmüştür.
Bu saray, Bizans İmparatorluğu’nun M. 1261 yılında İstanbul’u La-
tinlerden geri almasından sonra, tekrar Bizans imparatorlarının sarayı ol­
muştur.
Türkler İstanbul şehrini aldıkları zaman, İmparator Konstantin orada
ikamet etmekte idi. Bundan dolayı, Türkler bu saraya, imparatorluk sarayı
manasında olan Tekfur Sarayı adını vermişlerdir. Zira tekfur, Ermenice
bir sözcük olup, imparator sözcüğü ile eşanlamlı olan takavor sözcüğün­
den türetilmiştir.
Şimdi Tekfur Sarayı’nda pabuççular çalışmakta olup, sarayın dış tara­
fında da pota, kiriş, bakır kaplar ve muhtelif eşya imal edilen dükkânlar
mevcuttur.
Sultan IV. Mehmed ve Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa za­
manında, H. 1090 [1 6 7 9 / 8 0 ] yılında, birisi buradaki çöplerin arasından
yarı parlak bir taş bulup, bunu bir çerçi ile üç kaşığa değiştirir ve kuyum­
culardan biri bu taşı oıı akçeye ondan satın alır.
Bunun elmas olduğu anlaşıldığı zaman, bu elmasın varlığı vezirin ku­
lağına gider ve kuyumcubaşıdan bunu almak ister. Bu taşı hükümdar dahi
duyar ve veziri göndererek taşın verilmesini emreder. En nihayet, padişa­
hın emriyle taş kuyumcuya verilip, işletilerek 84 kıratlık eşsiz bir elmas
meydana getirilir. Bu kadar değerli olmasından ötürü, padişah bu elması
saray hâzinesine koyar.
Tekfur Sarayı çevresinde pek çok Yahudi ikamet etmekte olup, burada
bir de sinagogları vardır. Ve bu yerin havası çok sağlıklıdır. Şuran hemen
dışında ve Tekfur Sarayı’nın hizasında Rum mezarlığı yer alır.

2 2 . Edirne Kapısı:

Bu kapının içinde ve hemen hemen kapının sağında, karşı taraftaki


yüksek tepenin güzel bir yerinde Sultan I. Süleyman’ın kızı ve Rüstem
Paşa’nm zevcesi olan Mihrimah Sultan’ın yaptırdığı büyük ve güzel, tek
minareli bir cami bulunur. Bitişiğinde hamamı ve medresesi bulunan ve
H. 9 5 4 [1 5 4 7/ 4 8 ] yılında inşa edilmiş olan bu caminin banisi Mihrimah
Sultan H. 985 [1 5 7 7 / 7 8 ] yılında ölmüştür.
Mihrimah Sultan’ın kocası olan Rüstem Paşa’nın, Zindan Kapısı’nın iç
tarafında bir camisi olup, yanında da Ahi Çelebi Mahkemesi vardır.
Edime Kapısı’ııdan az ileride, cami ile aynı hizada Karagiimıük adı ve­
rilen gümrük bulunur. Burada oturan gümrükçübaşı, kara yolu ile şehre
giren ve çıkan mallardan gümrük alır. Karagümrük Ermenilerle meskûn
küçük bir mahalledir.
Surun dışında, sağ tarafta, Edirne Kapısı’nın karşısındaki ağaçlık yerde
Balat Ermenilerine ait bir mezarlık vardır. Bazı Ermeni din adamlarının
burada mezarları bulunur. Bu vartabetlerin ilki, Rumeli’deki görevinden
dönen Taniel Vartabet olup, bu şerefli kişi Eçmiadzin’e gitmek ister. Fa­
kat Gazar Katolikos ile Kütür Bedros Vartabet arasında çıkan anlaşmazlık,
Eçmiadzin makamında birçok karışıldığa sebebiyet verir. Bu nedenle İs­
tanbul Ermeni Patriği Hagop’un emriyle, Taniel Vaıtabet bütün bir yıl
boyunca Balat Surp Hıreşdagabet Mikael’in Kilisesi’nde konakladı.
Burada 8 Kasım 1747 yılında koleradan ölen ve büyük bir törenle bu­
raya gömülen Taniel Vartabet’in güzel bir kabri vardır. Mezar taşı üzerin­
deki şiir Bağdasar Tıbir tarafından yazılmış olup, ünlü ressam Rafael tara­
fından da resimle süslenmiştir.
Bu mahalde Rumlara ait bir mezarlık vardır. Bunun güney tarafında
ise Yahudilere ait terk edilmiş bir mezarlık bulunur.
Ermeni mezarlığının güneyindeki vadide Bayrampaşa denilen yerde,
benim çocukluk günlerime kadar kalan Bayram Paşa Çiftliği’nin kalıntıla­
rı, zamanla ortadan kalktı. Şimdi ise, burada bostan, sebze bahçesi ve yer
yer buğday ve arpa tarlaları görülür. Bayram Paşa denilen zat, Sultan IV.
Murad’ın sadrazamı olup, H. 1048 [1 6 3 8 / 3 9 ] senesinde ölmüştür.
Edirne Kapısı ve Top Kapısı denilen kapıların arasında, Bayrampaşa va­
disi hizasında, surun iç kısmında Sulukule adı verilen kemerli geçit vardır.
Muhtelif yönlerden akarak bu noktada birleşen dereler, aynı geçitten şehre
girer ve Yeni Bahçe’nin kenarından Aksaray’a doğru ilerleyerek, Yeni Ka-
pı’ya Langa’ya iner ve yeni yapılmış hamamın yanından denize dökülür.
Edirne Kapısı ve Top Kapısı setleri arasındaki vadinin içinde, Suluku-
le’nin önünde, iki kısma ayrılmış geniş ve büyük bir çayır olan Yeni Bahçe
yer alır. Artık, ilkbaharda atların otlatılmaya getirildiği bu çayırda vaktiyle,
savaşa giden Mısır askerleri çadırlarda otururlar ve buradan harbe gider­
lerdi.
Ve bu yere özel olarak Yeni Bahçe Çayırı adı verildi. Bu çayırın biraz
ötesinde yeniçeri Yeni Odaları’nın yanında, her gün mevkilerine uygun
olarak tesbit edilen miktarda yeniçerilere et dağıtılan Et Meydanı bulu­
nur. Hizmetkârlar, bu etleri alıp filelere koyarak mutfağa götürürlerdi.

2 3 . Top Kapısı:

Bu kapıda görülen toplar, şehrin fethi esnasında bu kapının dövüldü­


ğüne işaret etmek üzere bu kapıya yerleştirilmiştir.
Top Kapısı’nın iç kısmında oturan Ermeni poşaların erkekleri evlerin­
de elek imal ederler ve kadınları ise şehirde dolaşarak bunları satarlar. Sul­
tan III. Ahmed ve Sadrazam İbrahim Paşa zamanında bir kısmı Müslü­
man olan bu Çingeneler, halen elekçilikle meşgul olup, Unkapanı sahilin­
de dükkânları vardır.
Gerek sur dışındaki Takkeci mahallesinde ve gerek sur içinde, Ermeni
cemaatine mensup bir kısım halk ve bunların Surp Nigoğaios adlı bir kili­
seleri vardır. Sultan III. Ahmed devrinde H. 1142 [1 7 29/ 30] tahrip edi-
[cn vc bir şiire sonra Sultan I. Mahmud zamanında Surp Nigoğaios adı ile
tekrar inşa edilen bu kilisede halen Ermeniler ibadet ederler, H ...10
Ermenilerin, surun dışında ve Davut Paşa Sarayı’nın karşısında küçük
bir mezarlıkları vardır. Ayııı semtte, Ay Nikola [Ayios Nikolaos] adında
eski ve çok harap bir kiliseleri bulunan bir miktar Rum da yaşar.
Top Kapısı’nın iç tarafında, Yeni Bahçe Çayırı’na nazır yüksek bir
mevkide, Sultan I. Süleyman’ın veziri Arnavut asıllı Kara Ahmed Paşa’nın
adını taşıyan muhteşem bir cami vardır. Kara Ahmed Paşa H . 9 6 2
[1 5 5 4 / 5 5 ] senesinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından öldürülmüş
olup, ondan sonra Rüstem Paşa sadrazam olmuştur.
Sur dışında, kapının karşısında, az ileride güzel ve eğlenceli bir mevki­
de Davud Paşa’nın sarayı görülür. Bu yer, H. 888 [14 8 3 ] yılında, Fatih
Sultan Mehmcd’in oğlu Sultan II. Bayezid’in sadrazamı olan Davud Pa-
şa’nın adı ile anılır.
Güney ve kuzey yönünde, sağda solda dağınık bir vaziyette pek çok
köy mevcut olup, bunlardan en yakın köy, Rum Çingenelerin ikamet etti­
ği ve şehirden bir saat uzaklıktaki Litros Köyü’dür.

2 4 . Yeni Kapı:

Bu kapının yakınında beylik barut ambarları ve muhafızları bulunur.


Burada, Mevlevihane denilen ve H. 1006 [1 5 97/ 98] senesinde yapılmış
olan Mevlevi dervişlerinin odaları vardır. Her hafta pazartesi ve perşembe
günleri dervişler burada sema ederler.
Bu nedenle bu kapıya Mevlevihane Yeni Kapısı adı da verilmiş olup,
sahilde, Langa yakınındaki Yeni Kapı’dan ayırmak için bu kapıya İçeri Ye­
ni Kapısı denmiştir.
Bu yerin yakınında Yeni ve Silivri Kapıları arasında, Aya Tıiada [Ayia
Tı iada] adlı bir Rum ayazması vardır. Türkler bu ayazmaya, orada bulu­
nan ceviz ağaçlarından dolayı Kozlu Ayazma derler. Zira koz Farsça’da
ceviz sözcüğü ile eşanlamlıdır.

25 . Silivri Kapısı:

Bu kapının iç tarafındaki semtin sağında, avlusunda zincirle bağlı bü­


yük bir ağacın olması sebebi ile Zincirli Servi adı ile de anılan ve bir ima­
ret ile hamamı bulunan Koca Mustafa Paşa’ya ait cami yer alır.
Sultan II. Bayezid’ın sadrazamı olan bu zatın, H. 918 [1 5 1 2 / 1 3 ] se­
nesinde Sultan I. Selim’in emriyle başı vurdurulmuştur.
Surun dışında, Silivri Kapısı’nm yanında Elekçi Dede’nin mezarı var­

10 Müellif tarafından tarihi belirtilmemiştir (a.k.).


dır. Eremya Çelehi’niıı dediğine göre, bu kişi eleIcçi Çingenelerle gezer,
daima elek yerdi. Hayvan gibi hiç konuşmazdı. Çirkin ve iri vücutlu ve
yaz kış çıplak gezen bu adamın, dikilmiş bir halde duran cinsiyet organı,
onun seçilmiş olduğunun işareti olarak kabul edildi. Bu nedenle Müslii-
manlar tarafından “veliullah” olarak adlandırılan bu adam, Tarhuncu Ah-
med Paşa zamanında, H. 1063 [1 6 5 2 / 5 3 ] senesinde öldüğü zaman, onu
meyi te (kefen) sarıp, büyük ve coşkulu bir cenaze töreni ile defnettiler.
Buradan az ileride, Rum ve Ermeni mezarlıkları ile Balıklı Ayazması
bulunur. Bu ayazma, içinde kendiliğinden balık bulunan suyundan ötürü
‘'balıklı” olarak adlandırılmıştır. Bu ayazma, ilk kez M. 4 5 7 yılında impa­
ratorluk yapan I. Levon tarafından .burada inşa edilen, daha sonra M. 559
yılında Justinianus tarafından genişletilen, büyük ve güzel bir kilisedir.
Meryem Ana’ya ithaf edilmiş olan bu kilise, onun mahlası olan Hrisopiyi
yani altın çeşme olarak da anılır. Bir süre sonra, özellikle Tiirkler zama­
nında tahrip olan ve yıkılan kiliseden, sadece bodrumdaki merdivenle ini­
len şapel kalmıştır. Bu, daha sonra Sultan III. Selim döneminde H. 1209
[1 7 9 4 / 9 5 ] yılında aynen yenilenmiştir.
2 6 . Yedi Kule Kapısı:
Bu kapının yanında, ikinci surun hendeğinin içinde Tiiıkçede Tokat
denilen sığır ahırları vardır. Kışın, pastırmalık sığırlar burada satılır. Deniz
kıyısına doğru yer alan mezbahalarda, geceleri kesilen hayvanlar, sabahlan
şehrin kasap dükkânlarına dağıtılır. Yeniçerilerin günlük et tayinleri ile
Yeni ve Eski Saraylar için özel kasaplar tarafından hazırlanan et de bura­
dan götürülür.
Burada Kaz Çeşmesi denilen bir çeşme vardır. Bir kaz otladığı sırada
gagası ile yeri eşeler ve bu yerden bir su çıkar. Bu suyu gören halk toprağı
kazar ve bol sulu bir memba bulur. Burada inşa edilen çeşmeye de, bu
olaya istinaden Kaz Çeşmesi adı verilir.
Keza, çeşitli derilerin imal edildiği tabakhaneler ile mumhaneler de
burada bulunur.
Sahil boyunca ilerleyerek, hekim Panteleimon’un adım taşıyan bir
ayazmanın bulunduğu Makrihora [Makri Hori] Köyü’ne ulaşılır. İsken­
der Çelebi Bahçesi denilen sahil bahçesi de burada olup, Sultan II. Mus­
tafa zamanında burası baruthane haline getirildi. Baruthane daha önce
Şehremini’nde, Yeni Bahçe yakınında idi, fakat H. 1110 [1 6 9 8/ 99] se­
nesinde oradaki aletlerin ısınması sonucu çıkan yangında yandıktan sonra,
buraya nakledilmiştir.
Buraya çok yakın olan yeni baruthane, Egin’in Gamaıagab köyünden,
Beryan ailesinden olan ve kısaca Hacı Dad denilen Hacı Arakel adında bir
Ermeni tarafından yapılmıştır. Farklı bir usulde, makara bir tekerlek ha­
zırlanmış olup, bu, bir at tarafından çevrilirken, barut, yukarı aşağı hare­
ket ettirilen çok sayıda tokmakla dövülerek ufaltılırdı. Bu yeni tesisat Sul­
tan III. Sclinvzamanında, H . 1210 [1 7 9 5 / 9 6 ] yılında kurulmuştur.
Bu havalide, duvar ve kaldırım yapımında kullanılan yumuşak ve sert
taşların çıkartıldığı, Taşlık denilen taş ocakları da vardır.
Daha ileride bir sahil köyü olup, ilk Hıristiyan şehidi olan Ay Stefa-
nos’un [Ayios Stefanos] adı ile anılır.
Bunun ilerisinde, bir Rum kilisesi ve ayazmasından ötürü bir ziyaret
yeri olan Kalatarya denilen yer bulunur. Bunun yakınında da, eski bir pa­
dişah sarayı, bahçesi ve tatlı bir suyu bulunan Filorya Bahçesi yer alır. Bu­
radaki Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi, 15 Ağustosta, İstanbul’dan ka­
fileler halinde gelen Rumlarca ziyaret edilir.
Ve artık tesbit ettiğimiz yere vardık. Buradan geri dönerek tekrar Ay-
vansaray’a doğru gideceğiz.
Şimdi, Ayvansaray’dan itibaren kuzeye doğru, sahildeki Defterdar İs-
kelesi’ne gideceğiz. Burada, sahilden biraz geride, Sultan I. Süleyman’ın
defterdarı Mahmut Efendi tarafından H. 9 3 0 [1 5 2 3/ 24] yılında yaptırıl­
mış olan kurşun örtülü ve tek minareli küçük bir cami bulunur. Minare
aleminin üzerinde, içine kalem batırılmış bir hokka mevcut olup, banisi­
nin defterdar olduğuna işaret eder.
Defterdar Camii’ni geçince, karşılıklı sıralanmış olan ve Çömlek adı
verilen 42 imalathane yer alır. Burada, büyük bir kısmı Ermeni olan çöm ­
lekçiler, kili şekillendirip fırınlayarak, çeşitli biçimlerde çanak çömlek imal
ederler.
Buradan az ileride, sahilde, Sultan III. Murad’ın veziri Zal Mahmud
Paşa’nın, medresesi ve çeşmesi bulunan tek minareli bir camisi vardır. Ba­
nisinden dolayı Zal Paşa Camii olarak adlandırılmıştır.
Bu mahalde, çocuk oyuncakları satan ve Oyuncakçılar adı verilen dük­
kânlar bulunur.
Bu sahilde, koyun ucunda H . 8 5 8 [1 4 5 4 ] senesinde Fatih Sultan
Mehmed’in inşa ettirdiği ve yanında Ebu Eyyub Ensari’niıı türbesi, bü­
yük bir medresesi ve fakirlere mahsus bir mutfağı bulunan, kubbeli ve çif­
te minareli ünlü cami yer alır.
Şeyh Akşemseddiıı, Ebu Eyyub Ensari’nin mezarının yerini keşfettiği
için Fatih Sultan Mehmet, caminin yanına Akşemseddin ve arkadaşlarının
ikametine mahsus odalar yaptırmıştır. Şeyh Akşemseddin, Fatih’in emriy­
le memleketi olan Göyniik’e gittikten sonra, padişah burayı medrese hali­
ne getirmiştir.
Ebıı Eyyub’un asıl adı Halid bin Zeyd olup, Hazreti Mühammed’in
bayraktarı idi. Halife Muaviye zamanında, Müslümanlar H. 52 [6 7 2 ] yı­
lında, Ebu Eyyub Ensari komutasında kalabalık bir donanma ile gelerek,
İstanbul’u kuşatmışlardır. Bu kuşatma esnasında karın ağrısına tutulan
Ebu Eyyub Ensari burada ölür ve oraya gömülür.
Ebu Eyyub’un mezarı uzun zaman meçhul kalır. İstanbul’u zapt et­
tikten sonra Fatih’in ricası üzerine, Akşemseddin kayıp mezarı ortaya çı­
karır. Bunun üstüne, yukarda adı geçen türbe yaptırılır.
Bilindiği gibi, Osmanlı padişahlarının İstanbul’da tahta çıkışlarından
birkaç gün sonra, bu türbede kılıç kuşanma merasiminin yapılması bir ge­
lenek haline gelmiştir. Padişahlık sarayından büyük bir törenle çıkan padi­
şah, siyasiler ve ulema ve diğer saraylılarla birlikte, kara yolundan bu ca­
miye gelir. Burada, padişah, Ebu Eyyub’un kabri üzerine koyduğu hü­
kümdarlık kılıcını kuşanır. Silahtarın takdim ettiği kılıcı alan şeyhülislam,
bunu padişahın beline taktığı sırada, nakib adı verilen yeşil başlıların reisi,
padişahın kaftanını tutarak şeyhülislama hizmet eder. Bu esnada, yeniçeri
ağası da türbenin kapısında bekler. Böylece, hükümdarlık kılıcını beline
kuşanan padişah, vüzera tarafından eli öpüldükten sonra, saltanat kayığı
ile sarayına döner.
Fatih’in yaptırdığı bu cami küçük ve harap olduğu için, H . 1213
[1 7 9 8 / 9 9 ] yılında Sultan III. Selim, camiyi daha geniş olarak yeniden
yaptırdı. Caminin civarında hem ulemadan, hem de devlet adamlarından
meşhur kişilerin medfun bulunduğu pek çok kabir vardır. Padişah, bu su­
retle avluyu genişletip, burayı ihya etmiştir.
Bu sahilde şehzadelere ve sultanlara mahsus saray ve konaklar vardır.
Şimdiki padişah Sultan III. Selim H. 1211 [1 7 96 / 97] yılında, bu ma­
halde bulunan medreseyi, imareti ve türbeyi, annesi Mihrişah Sultan’a it-
hafen tamamen kagir, kubbeli ve kurşun örtülü olarak yeniden inşa ettirdi.
Bu civarda oturan, karabaşı, yaz mevsiminde kullanılmak üzere, kış
mevsiminde karın depolandığı kar ambarlarına nezaret eder.
Bu sahil çevresinde pek çok bostan ve bahçe mevcut olup, burada bir
kısmı Bulgar ve yansı da Ermeni olan bahçıvanlar çalışır.
Eyüp semtinin arka tarafında, tepe üzerinde Sultan II. Mustafa’nın
sadrazamı olan Rami Mehmed Paşa’ya ait, Rami Çiftliği denilen bir çiftlik
görülür. H. 1115 [1 7 0 3 / 0 4 ] yılında, İstanbullular büyük bir hiddetle
Edirne’ye akın ettikleri vakit oradan İstanbul’a kaçan padişah, bu çiftlikte
saklanarak tehlikeyi atlatabilmiştir.
Tekrar hikâyemize dönelim.
Eyüp’te az sayıda Ermeni ile meskûn iki Ermeni mahallesi vardır.
Bunlardan birinin adı Çeşmeli Odalar olup, buradaki Suıp Asdvadzadzin
adındaki küçük kilise 21 Ağustos 1785 tarihinde yıktırıldı ise de, kalan lcı-
sımda ayin yapılmaktadır. Diğeri Serviler Mahallesi olup, Surp Yeğia adlı
bir Ermeni kilisesi vardı. Bıı da yıktırılmış olduğu halde, burada ayin yapı­
lır. Alınan bir fermanla yeniden inşa edilen kilise, H . 13 Zilkade 1 2 1 4
(2 6 Mart 1 8 0 0 ) Pazartesi akşamı kutsandı. Fakat cemaat içindeki anlaş­
mazlık ve başrahibin açgözlülüğü nedeniyle, 11 Tem m uz . . J 1 tarihinde
tekrar yıktırıldı.
Rıırada, sahilin nihayetinde, tatlı suyun yanından yukarı doğru çıka­
rak, Bahariye konağının ve bahçesinin önünden geçerek, Alibey K ö-
yü’nde yeni yapılmış olan Silahtar Ağa Çeşm esi’ne varırız. Burada bir sa­
ray ve iki köşk mevcut olup, Rumca Kidaros denilen derenin üzerinde Fil
Köprüsü adlı bir köprü bulunur.
Bu köprüden geçerek, derenin kıyısından, Vorvizis deresinin kenarın­
da kurulmuş olan Kağıthane Köyü’ne gideriz. Vaktiyle burada bulunan
kağıt imalathanesinden dolayı Kağıthane olarak adlandırılan bu köyde,
imalathane oltadan kalkmış, ama adı kalmıştır.
Sarayın süt ve yoğurdunu karşılayan mandalara mahsus beylik mandıra­
sı da burada olup, bu yerin yakınında Vorvizis Deresi kıyısında yeşil bah­
çelerle ve su pınarları ile bezeli ve Cendere denilen bir mesire yeri yer alır.
Bu mahalden kemerlere kadar tatlı suyu, nefis havası ile birer mesire
yeri olan, saray bahçesinin bulunduğu Vidos Bahçesi’ne, Küçük Köy’e ve
Belgrad Köyü’ne gidilebilir. Yukarıda bahsettiğim iz gibi, Sultan Süley­
man buradaki suyu İstanbul’a taşımıştır.
Kemerli Rumlar, burada yer alan Sazlı Dere civarındaki bahçelerden
İstanbul’a kabak ve lahana getirirler.
Sultan III. Ahmed’in sadrazamı İbrahim Paşa H . 1 1 3 4 [ 1 7 2 1 / 2 2 ] se­
nesinde, altmış gün içinde Kağıthane’nin batı kıyısında, karşısında fıskiyeli
havuzları olan bir saray yaptırmıştır.
Ondan sonra, devlet ricalinin her kademesinden birçok kişi Kağıthane
deresinin iki kıyısını yazlık köşklerle doldurmuş, bunların çevresini bağ ve
bahçelerle süslemiştir.
Fakat birkaç yıl sonra, H . 1 1 4 3 [ 1 7 3 0 / 3 1 ] tarihinde çıkan ayaklan­
mada, devlet büyüklerinin buradaki sayfiye köşklerinin tamamı isyancılar
tarafından yerle bir edilmiştir.
Şimdi, Kağıthane Köpriisü’nden geçerek, Vorvizis kıyısından Mirahur
Köşkü denilen yere döneriz. Kağıthane deresinin doğu kıyısındaki, tek
katlı ve ahşap Mirahur Köşkü, Kağıthane ve Karaağaç sarayları arasında
bulunur. İlkbaharda, padişah atları bu köşkün civarında otlatıldığı için,
Mirahur olarak adlandırılan bu yer padişaha tahsis edilmiştir.

1 1 T a rih i o k u n a m ıy o r (a.k..).
Ö tede, tatlı suyu bulunan Kırk Ağaç mevkiinde, yazlık bir saray olan
Kara Ağaç Sarayı’na ulaşırız. Derenin solundan kayıkla inilen Haliç Deni-
zi’nde, tuzlu suyun bittiği dere ağzından biraz yukarıda, hemen hemen
Eyüp’ün karşısında, sarayın duvarının yanında, Türkçesi kara ağaç olan
bodur ağaçlardan müteşekkil Kara Ağaç Bahçesi yer alır.
Buradan, Fırkata denilen gemilerin muhafaza edildiği, sürmeli olarak
yapılmış Fırkata G özleri’ne varırız. H . 1 2 1 0 [1 7 9 5 / 9 6 ] yılında Sultan
III. Selim burayı yeniden inşa ettirdi.
Fırkata G özleri’ne bitişik olan Sütlüce Köyü’nde bir cami ve kadınla­
rın sütünü çoğaltan bir ayazma bulunur. Bu nedenle burası Sütlüce adını
almıştır.
Buradan daha ileride, harman yerleri vardır. Önündeki koydan çıkartı­
lan kara çamur ile yaz mevsiminin üç ayında tuğla ve kiremit yapılan bu
yere Harmanlar adı verilir.
Kırk Ağaç Sarayı’nın karşısında ve Kara Ağaç Sarayı’nın yakınında, hâ­
lâ birkaç tuğla harmanı vardır.
B u rad a, d en iz kıyısında büyük b ir kışla m evcu t o lu p , H . 1 2 0 7
[ 1 7 9 2 / 9 3 ] yılında Sultan III. Selim tarafından, hıımbaracı ve levazım
birliklerinin topluca iskân etmeleri için yeni inşa edildi.
Abdi Selam Bahçesi denilen bahçe de buradadır.
Çoğu zengin sarraf olan Ermenilerle meskûn Yeni Mahalle’de, 1 7 2 7
tarihinde ve Bitlisli patrik Hovhannes zamanında yapılmış olan Surp Ste-
pannos adında küçük bir Erm eni kilisesi12 vardır.
Bu mahallenin sırasında Yahudilerle meskun Piri Paşa Mahallesi var­
dır. Piri Paşa, Sultan I. Süleyman’ın sadrazamı olup, H . 9 4 0 [1 5 3 3 / 3 4 ]
senesinde Edirne müftüsü olan oğlu M ehm ed Efendi tarafından zehirle­
nerek öldürülmüştür.
Burada, papaz iskelesi ve iskelenin önünde Rumların Aya Paraskevi [Ayia
Paraskevi] adında bir kilisesi ve bunun avlusunda da bir mezarlığı bulunur.
Bu kilisenin arka tarafında, tepede büyük şehrin güneyine nazır, Rumların
ziyaretgâhı olan, tatlı sulu mucizevi Aya Paraskevi Ayazması yer alır.
Bu tepede, ayazmanın arkasındaki Kara Ağaç çevresine kadar yayılan
Yahudi mezarlığına, sadece Hasköy sakinleri değil, Balat ve çevresindeki
Yahudiler de ölülerini defnederler.
Bu kalabalık Yahudi mezarlığı yakınındaki Aya Paraskevi Ayazması’nın
suyunu almak için birkaç kez fesatlık yapan Yahudiler alenen cezalandırıl­
dılar.

12 Bu kilise, 1970 yılın d a 3. H a liç köprüsünün inşasından dolayı istim la k edilerek y ık tı­
rılm ış tır (e.h).
Deniz kıyısında ve tepenin eteklerinde sakin pek çok Yahudi arasında,
ayrı çarşı ve pazarı bulunan bir miktar Karaim Yahudisi yaşar.
Bu sahilde, küçük tophane ile gemi demiri yapılan beylik kârhanesi yer
alır. Buradan sonra gelen yerin asıl adı Hasköy’diir. Bunun ötesinde de,
şehrin kuşatması esnasında Fatih’in yaptırmış olduğu rivayet edilen ahşap
cami bulunur.
Bu caminin yanında bulunan Tersane Bahçesi veya Aynalı Kavak deni­
len kasır, günümüzde, H . 1201 [1 7 8 6 / 8 7 ] tarihinde Sultan I. Abdülha-
mid’in sadrazamı Yusuf Paşa’nın himayesinde yeniden ve biraz genişleti­
lerek inşa edildi.
Bu mahallin yukarısında, O k Meydanı düzlüğünde, padişah ok atışları
yapar veya ok atma yarışlarını izler. Buna istinaden meydan, Ok Meydanı
veya Farsça Sahra-i Tirendaz, yani ok atılan meydan adlan ile anılır. Bu
sahada ok atan kişiler, oku attıkları noktaya hatıra olarak taş dikerler;
Rivayete göre, Fatih Arnavutlarla yaptığı savaştan dönerken, çok eski­
den bahçe olan bu yere O k Meydanı adını vermiş. O k atmaya elverişli
mıntıkayı belirleyerek, burayı sahiplerinden para karşılığında satın almış.
İskender Paşa’ya, okçuların dua edebilmeleri için burada bir tekke yaptır­
masını buyurmuş. Ve yarışta birinci gelen okçular için taş anıt dikilmesini
söylemiş. Bu, H . 88 3 [ 1 4 7 8 / 7 9 ] tarihinde olmuştur. Padişahın emriyle
bu âdet gelenekleşerek günümüzde de uygulanmaktadır.
Ok Meydanı’nın yakınında altı kubbeli Kaptan Piyale Paşa Camii ve
yanında da bir tekkesi bulunur. Kaptan Piyale Paşa H . 9 8 5 [1 5 7 7 / 7 8 ]
senesinde ölmüş olup, kendi camiinde medfundur.
Bu yerin yakınında, sahilde sekiz kubbeli binanın başlangıç noktasında
bulunan Şah Kulu İskelesi’nden yukarı doğru çıkan yol ile O k M eyda­
nı ’na varırız.
Sahilde, Şah Kulu İskelesi’nin yanında ve bu sekiz kemerli binanın
önünde, Darağacı vardır. Bu bina H . 1 2 0 9 [1 7 9 4 ] yılında Frenk ustalar
tarafından kagir olarak yeniden yapıldı. Darağacının yanındaki on bir ke­
merli binanın önünde, deniz kıyısında, bir maçuna mevcut olup, bu alet
darağacının inşasından birkaç yıl önce, Fıenkler tarafından ...13 tarihinde
icad edilmiştir. Bu, çarklı ve birçok dişleri olan maçuna sayesinde, kalyon
direkleri kolayca dikilir.
Maçunanın arkasında, zindanın önüne düşen yerde, Çorlulu Ali Pa-
şa’nın H . 1 1 1 9 [1 7 0 7 / 0 8 ] senesinde yaptırdığı bir cami ve bunun yakı­
nında da padişah gemilerine mahsus Tersane bulunur.
Tersanenin arka tarafında, Sultan Süleyman zamanında yaşamış ve H .

13 M ü e llif tarafından b e lirtilm e m iştir (a.k.).


9 3 2 [ 1 5 2 5 / 2 6 ] yılında M ora’da ölmüş olan, Güzelce Kasım Paşa’nın adı
ile anılan Kasımpaşa Deresi’nde kalabalık bir kasaba vardır. Burada bir ca­
mi yaptırıp, bu dereyi mamur bir hale getirdiği için, bu yere onun adı ve­
rilmiştir.
Kasımpaşa’da Mevlevi dervişlerinin bir tekkesi vardır. Pazartesi günleri
burada toplanan dervişler, sadece uzun hasır şapka ve geniş ve serbest bı­
rakılmış cüppe giyer, davul ve kaval eşliğinde ve tek ayak üstünde döne­
rek grup halinde sema ederler.
Kasımpaşa’nın yukarı tarafında, Kulaksız denilen yerde bir Erm eni
mahallesi vardır. Bir süre sonra burada, ,..14 tarihinde, Surp H agop adın­
da küçük bir kilise inşa edilmiştir.
Kasımpaşa’da Türk mahallesi yakınında eski bir Yahudi mezarlığı var­
dı. Fakat Sultan III. M urad’ın nedimlerinden M olla Abdülkerim Efendi
H . 1 0 0 8 [ 1 5 9 9 / 1 6 0 0 ] tarihinde, bir gece içinde burada bir cami yaptır­
mış, bu nedenle mezarlık ortadan kalkmıştır.
Kasımpaşa’da Galata M ollası’nın yönetiminde küçük bir mahkeme bu­
lunur. Ve arkasında, esir ve mahkûmlara mahsus Beylik Zindanı vardır.
İkişer ikişer zincire vurulmuş olan mahpuslar, burada ağır beylik işlerinde
çalıştırılarak, ceza ve eziyet çekerler. Zindanın yanında, Kasımpaşa tepesi­
nin eteğinde, deniz kıyısında, Divanhane’nin önündeki kubbeli binalara
kadar uzanan, kurşun örtülü ve tek kemerli uzun bir duvar bulunur. D u­
varın üzerinde, Tersane levazımatmm konduğu depolara ait birkaç kapı
vardır.
Divanhane birkaç katlı, büyük ve ahşap bir bina olup, burada, maiye­
tinin davalarına bakan Kaptan Paşa ikamet eder.
Divanhane’nin arka tarafında, “G özler” adı verilen bitişik sıralar ha­
linde birkaç kapalı yer vardır. Çeşitli malların depoları olan bu yerlerden
birine, halk dilinde “kırlangıç” tabir edilen, “fulika” adlı saltanat kayığı
konulur. Padişah, tersanelilerin muhafazası altında olan bu gemi ile bir
yere gitm ek istediği zaman, kürekçiler tersanelilerden seçilir.
Divanhane’nin bitişiğinde, Sultan I. Abdiilhamid zamanında, meşhur
Cezayirli Kaptan Haşan Paşa’nın nezareti altında, H . 1 1 9 6 senesinin ce-
maziyülevvel ayında [Nisan 1 7 8 2 ] yapılmış olan kalyoncu kışlası yer alır.
Kışlanın ötesinde M eyit İskelesi’ne kadar uzanan buğday ambarlan
vardır. Bunlardan birkaçı yıktırılıp, deniz kıyısı kazılarak, çok derin ve
sağlam bir taş yapı inşa edildi. Buraya konulan demir kapılar açıldığında,
yapı deniz suyu ile dolar ve kalyonlar bu kapıdan içeri alınır. Kapılar ka­
pandıktan sonra, su boşaltılır ve açıkta kalan kalyonlar kolayca kalafat edi­

14 M ü e llif tarafından belirtilm em iştir (a.k.).


lir. Bu inşaat, Sultan III. Selim döneminde, aslen İsveçli olan Avrupalı bir
mimar tarafından H. 1 2 1 4 [1 7 9 9 / 1 8 0 0 ] yılında yapıldı.
Vaktiyle çektirilerin ve kadırgaların yapıldığı Eski Divanhane de bura­
dadır. Burada oturan Çingeneler, Tersane-i Am ire’ye mahsus demir işleri­
ni yaparlar.
Bu yapıların sırasında ve Galata surunun ucunda M eyit İskelesi yer
alır. Burada pek çok Türk mezarı bulunur. Ölenlerin cenazeleri göm ül­
mek üzere oradaki iskeleden çıkarılır. M eyit, cenaze anlamına geldiği için,
bu iskele M eyit İskelesi olarak adlandırılmıştır.
Buradan itibaren Galata şehrinin sur çevresi beş mildir. Bu surun batı
ucunda Galata’nın, Azep Kapısı olarak adlandırılan ilk kapısının dışında,
deniz kıyısında kubbeli Sokollu M ehnıed Paşa Camii ve önünde çeşitli
ürünlerle dolu iskele bulunur. Onun iki tarafında yer alan demirci atölye­
lerinde basit gemilerin demirden çengelleri imal edilir. Zira, padişah g e­
milerinin çengelleri, saray atölyesinde özel olarak yapılır.
Yukarıda bahsi geçen Sokollu M ehm ed Paşa, Sultan II. Selim ’in kızı
İsmihan Sultan’ın kocasıdır. Sultan Süleym an’ın son sadrazamı olup, ona
iki sene sadrazamlık yapmıştır. Sonra Sultan Süleyman’ın oğlu olan, da­
madı Sultan II. Selim ’e sekiz sene, daha sonra kayınbiraderi Sultan III.
M ıırad’a beş sene, toplam olarak on beş sene sadrazamlık yapan Sokollu,
H . 9 8 7 [ 1 5 7 9 / 8 0 ] tarihinde bir deli tarafından divanda bıçaklanarak öl­
dürülmüş ve Eyüp kasabasına gömülmüştür.
İsmihan Sultan’dan doğmuş olan oğlu İbrahim H an ’ın soyu halen de­
vam etmekte olup, İbrahim H an Oğulları olarak anılır.
Tekrar hikâyemize dönelim.
Gemilerin kalafat edildiği Kalafat Yeri ile gemilerin yelkenlerini ve ha­
latlarını satan dükkânlar buradadır.
Tulumbacı dükkânları da burada olup, Frenklerden öğrendikleri usul
gereğince, çam ağacından yaptıkları tulumbayı kuyunun içine ve derine
yerleştirerek, kovasız ve zahmetsiz olarak kuyudan su çıkarırlar.
İkinci kapı Kürkçü Kapısı olup, bunun iç tarafında sandık biçiminde,
basık ve taştan, üstü kiremit örtülü ve çan kulesine benzer minaresi bulu­
nan bir cami yer alır. Türlclerin rivayetine göre, Arap Camii denilen bu
caminin inşası çok eskiye dayanır. Kudüs halifesi Süleyman zamanında,
H. 9 7 [7 1 5 / 1 6 ] tarihinde Arap orduları İstanbul’a gelerek şehri kuşattık­
ları zaman, henüz surlarla çevrilmemiş olan Galata’da bir cami inşa ettiler.
Buna istinaden cami, Arap Camii olarak adlandırılmıştır.
Hıristiyanlar Galata’va hâkim oldukları zaman, bu camiyi kiliseye çevi­
rip, yanma bir çan kulesi yaptılar. Tiirkler İstanbul’a hâkim olduktan son­
ra bu yapıyı tekrar camiye çevirdiler.
Bu mahalde, Rumeli Feneri’nden daha öteye kadar hükmeden Galata
M ollası’mn büyük mahkemesi bulunur.
Bu yönde Pencşenbih Pazarı’nın yanında, Galata Vovvodası’nın kona­
ğı vardır.
Burada, Latin Saint Pierre Kilisesi önünden yukarıdaki Galata Kule­
si ’ne çıkılır. Gözetlem e yeri olan kulenin piramidi yuvarlak, çok büyük ve
kurşun kaplıdır. Karadan ve denizden görülen kulenin çatısı sivri pirami­
dal olup, her katta dört yönde köşesi vardır. Sultan III. Selim zamanında,
birkaç yıl önce, bir Galata yangınında kulenin ahşap olan bu kısmı yandı.
Sonra, padişahın emriyle H . 1 2 0 9 [1 7 9 4 / 9 5 ] tarihinde şimdi görüldüğü
biçimde, eskisinden daha da güzel olarak yapıldı.
Ü çüncü kapıya Eski Yağkapam Kapısı denir. Burada, surun yanında
kasabanın hapishanesi olan Galata Zindanı vardır. Buradaki mahpuslar
yukarıdan bağırıp çağırarak, gelip geçenlerden sadaka isterler.
Bu sahilde Balıkhane vardır. Balıkçılar tuttukları balıkları, balık emini­
nin oturduğu bu balıkhaneye getirirler. Bu balıklar ve kılıç balığı, bura­
dan balıkçı dükkânlarına dağıtılır.
Bilindiği g^bi balıklar iki kısım olup, bunlardan biri, diğer çeşitlerden
ayrılır. Belli bir zamanda, sonbaharda, eylül ayında Karadeniz’den kalaba­
lık sürüler halinde gelir, İstanbul B oğazı’ndan geçerek Marmara Deni-
zi’ne iner. Bu sürede olta ile ve ağla pek çok cinste balık tutulur. Bunlar
kılıç balığı, lüfer, altıparmak, peçuda, palamut, çinakop, uskumru ve niha­
yet bazı ufak balıklardır. T rab zo n ’da meskûn Lazların çok sevdiği bu kü­
çük balıklara, kışın indikleri için, hamsinbalığı derler.
Başka bir cinste yassı bir balık vardır. Yuvarlak biçiminden ve üzerin­
deki mızrakvari kemik çıkıntılarından dolayı kalkan balığı olarak adlandı­
rılır. Karadeniz’den Marmara’ya gelen bu balık türü, bahar mevsiminde,
hemen hemen Paskalya Bayramı’ndan itibaren tutulur.
D iğer kısım babklar ise, Kostantinopolis çevresinde bulunan kefal, iz­
marit, istavrit, kaya, gelincik, istrongilos, iskorpit, trakonya, hani, ispari,
mercan, lapına, pisi, tekir, tirhoz, aterina, yılanbalığı, dülgerbalığı, ahta­
pot, siipya, günbalığı, kırlangıç, turna, ilarya, kolyoz, levrek, mezgit, zikla
ve diğer balıklardır.
D eniz böceklerinden midye, istiridye, ihdenya, İstakoz, çağanoz, istav­
roz, pinoz, siilünez, aşivadez, pavurya, böcek, karides ve diğerleri mev­
cuttur.
Dördüncü kapı Balıkpazarı Kapısı olup, bu kapının yanında, çeşit çeşit
balıklar ve böcekler satan dükkânlar bulunur.
Balıkpazarı Kapısı’ndan içeride, az ötede Sultan II. M ustafa’nın annesi
Glilnuş Sultan’ın H . 1 1 0 8 [ 1 6 9 6 / 9 7 ] senesinde yaptırmış olduğu bir ca­
mi yer alır. Bu caminin yerinde evvelce Aziz Francesco adına yapılmış ve
yanarak harabe haline gelmiş olan bir Latin kilisesi vardı. Kilisenin hara­
belerinin bulunduğu mevkide bu cami yapılınca, Arap Camii çevresinde
meskûn Latiııler buradan uzaklaştılar.
Beşinci kapı Karaköy Kapısı olup, buradaki iskeleden kayıklar karşıdaki
Balıkpazarı’ııa ve başka yerlere seferler yapar.
Bu kapıdan girilerek dosdoğru, yavaş yavaş yukarı çıkılır ve Kule Kapı-
sı’ndan geçerek Dörtyol Ağzı’na ve Beyoğlu’na varılır. D ört yol ortasında
durunca, Tophane sağda, Kasımpaşa ve Tersane solda kalır. Karşıda doğ­
ruca uzanan bir yolun üstünde Avrupalı elçilerin ve Latin asilzadelerinin
köşkleri ve onların tercümanlarının evleri ile orada burada birkaç kiliseleri
bulunur: Saiııt Marie, Saint A ntoine, Saiııt Trinite ve diğerleri...
Kiliselerden Saint Trinite Alman Latinlerin kilisesidir. Burada hiç kilise
yoktu. Osmanlı yönetiminin izniyle Rumlar 1 7 0 4 15 yılında yeni ve güzel
bir kilise inşa ettiler. Aya Panaia [Ayia Panayia] adına ithaf edilen bu kilise
H. 2 2 Cemaziyülevvel 1 2 1 9 ’da (1 5 Ağustos 1 8 0 4 ) kutsandı.
Yukarıda adı geçen Latin kilisesinin biraz ilerisindeki bu yeni kilisenin
iki kapısı vardır. Bunlardan biri Beyoğlu’na çıkan dörtyola açılır. Diğeri
bunun arka tarafında bulunan, Tepebaşı’ndaki Katolik mezarlığına nazır
Kasımpaşa’ya doğru açılır.
D örtyolıın kenarında Fatih Sultan M ehm ed’in emriyle yapılmış olan
ve Galata Sarayı adı verilen büyük ve muhteşem saray yer alır. Burada,
eğitimsiz gençler, eğitim ve öğretim görerek, aydın ve okuryazar haline
getirilir; sonra zamanı geldiğinde, padişah bunlardan zekâ ve bilgisini b e­
ğendiği gençleri seçerek, kendi sarayına götürür. Orada kendi kabiliyetleri
ile saray hizmetlerinde çeşitli kademelere yükselirler.
Fakat Sultan III. Selim zamanında, H . 1 2 1 5 (1 8 0 1 ) tarihinde alman
kararla, Galata Sarayı’na ait bazı yerler ayrılarak, Hıristiyanlara satıldı.
Yüksek fiyatla buradan toprak alanlar, evler ve bahçeler yaparak buraya
yerleştiler.
Galata Sarayı kapısı karşısındaki Tepebaşı’na ve Kasımpaşa’ya giden bir
cadde üstünde Galata ve Beyoğlu’na bakan voyvodalık makamı ikamet
eder. Bunun yakınında İngiliz elçilik sarayı mevcut olup, yukarıda adı g e­
çen yeni Rum kilisesi yakınında yer alır.
Altıncı kapıya Kurşunlu M ahzen denir. Deniz kıyısında yüksek, kur­
şun kaplı ve birkaç katlı olan Kurşunlu M ahzen’in içinde bulunan büyük
depoya çeşitli mallar depolanır.

15 Doğrusu 1804 olup, b ir basım hatası o lm a lıd ır (e.h.).


Bu kapının yanında bulunan Latin kilisesi ve Andon Ayazması, Sultan
İbrahim zamanında H . 1 0 5 2 [ 1 6 4 2 / 4 3 ] yılında Sadrazam Kemankeş Ka­
ra M ustafa Paşa tarafından cam iye çevrilm iştir. Kilisenin çan kulesi,
H . 1 1 7 9 [1 7 6 5 / 6 6 ] senesinde vuku bulan depremden önce minareye
çevrilmiş olup, bu depremde yıkılmış, daha sonra tamamıyla yıktırılarak,
yerine muntazam bir minare yapılmıştır.
Sultan İbrahim zamanında, yangından sonra, yukarıda adı geçen Ke­
mankeş Kara M ustafa Paşa’nın emriyle, Karaköy Kapısı’ndan Kurşunlu
M ahzene kadar olan mahalde, odalar, dükkânlar ve han yapılmıştır.
Galata Gümrüğü Eski Yağkapam’ndan buraya taşınmış olup, şimdi bu
mevkie Galata Gümrüğü veya Yeni Yağkapanı denmektedir.
Burada, Kürkçü Kapısı’ndan T ophane’ye kadar, birbirine bitişik sıra­
lanmış çeşitli Hıristiyan gemileri bulunur.
Yedinci kapıya M umhane Kapısı adı verilmiştir. Zira, buradaki atölye­
lerde mum yağından mum imal edilir. Bu kapının iskelesinde Kumkapı’ya
ve istenilen yerlere sefer yapan gem iciler vardır.
Sekizinci kapı olan Eğri Kapı’nııı dışında, sahilde Yahudiler ikamet
eder. Kapının iç tarafında meskûn Rumların burada pek çok meyhanesi
vardır.
Orada Rumlann dört kilisesi bulunur. Bunlardan biri Ermeni kilisesi
bitişiğindeki Ay Yani [Ayios İoannes] kilisesi olup, Ermenilerin Lusavoriç
Kilisesi ile birlikte yanmıştır. Kilise tem elinden inşa edilerek 2 Eylül 1799
tarihinde kutsandı.
Bu kilisenin yanında bulunan Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi,
1 4 3 6 tarihinde yapılmıştır. Bu kilise, Cenovalılar zamanında Kırım yarı­
madasının Kefe şehrinden Galata’ya gelen G om s adında bir tüccar tara­
fından inşa edilmiştir. Buradaki Surp H aç adlı şapel ise Aved isminde bir
demirci tarafından yapılmıştır. Bunlar, Bizanslılar zamanında, İstanbul’un
Türklerin eline geçmesinden 18 yıl evvel inşa edilmiştir.
Srabion Katolikos’un öğrencisi olan ve İstanbul’da üç kez patriklik
makamına oturan meşhur vartabet Kayserili Krikor, Şahin Çelebi tarafın­
dan, o dönem in sadrazam ı Bayram Paşa’dan alınan özel müsaade ile
1 6 3 5 yılında kilisenin avlusuna gömülmüştür.
Bu kilise 1 7 3 1 yılında, Sultan I. M ahmud döneminde ve Lusavoriç’in
perhiz günlerinde yanmıştır. Ertesi yıl Aralık ayının 1 5 ’inde padişahtan
alınan müsaade ile İstanbul Patriği Bitlisli Hovhannes G olod zamanında
kilisenin inşasına başlanmıştır. Yapının orta kilisesi tuğla duvarlı ve kurşun
örtülü, diğer ikisi, sağındaki ve solundaki bölümler ahşap olarak yapılmış­
tır. Daha sonra 6 3 yaşında ölen patrik, 13 Şubat 1 74 1 tarihinde kilisenin
ana kapısının güneyine gömülmüştür.
Bu kilisenin ahşap kısımları, 7 Şubat 1 77 1 tarihinde tekrar yanarak, 19
Eyliil 1 7 9 9 tarihine kadar bu şekilde kaldı ve 2 8 yıl, 6 ay, 12 gün sonra,
Tanrı’nın inayetiyle tekrar daha güzel yapıldı.
Zira, 18 Eylül 1 7 9 9 Pazar günü, Varaka H aç yortusunda Kara M i-
mar’ın torunu Arif Mimar Ağa saraydan gelerek, kiliseyi bizzat kontrol et­
ti. Ertesi gün, H . 1 Cemaziyülevvel 1 2 1 4 [1 9 Eylül 1 7 9 9 ] tarihinde kili­
senin yapımına başlandı. 2 7 Cemaziyülâhır (1 3 Kasım) Pazar günü ta­
mamlanan kilise, İstanbul Patriği Taniel Başepiskopos tarafından kutsandı.
Bu kilisenin cemaatinin mezarlığı Beyoğlu’nda olup, bu mahal denize
nazır bir mesire yeridir. Bunun alt tarafında, doğu yönünde, sahilde, pa­
dişahlık sarayı olan Dolm abahçe bulunur.
Bıı mezarlıkta meşhur kişiler medfiındur. Bilhassa, İstanbul’a gelişin­
den yedi ay sonra, 2 Ağustos 1 6 8 0 tarihinde, 8 2 yaşında vefat eden Ç u­
halı Hagop Katolikos ve 18 Tem m uz 1 7 6 4 tarihinde Kumkapı Surp Asd-
vadzazin Kilisesi ’nde, 6 3 yaşında vefat eden patrik Zimarah Hovhannes
Naloğhı, en meşhurlarıdır.
Beyoğlu’nda kagir yapılmış bir taksim mevcut olup, uzak yerlerden
yeraltından getirilen su burada toplanır. Buradan birçok muslukla dağıtı­
lan su, Beyoğlu, Kasımpaşa, Galata, Tophane ve Beşiktaş’a kadar yayılan
çeşmelere ulaşır. Bu su, H . 1 1 4 5 [1 7 3 2 / 3 3 ] senesinde Sultan I. Mah-
mudtarafından getirilmiştir.
Bu taraflarda iskânın çoğalması ile su ihtiyacı karşılanamaz. H . 1 1 6 3
(1 7 4 9 / 5 0 ) yılında Sultan I. M ahm ud’un emri ile yukarıda sözü edilen su
kaynağına kadar, tepeden tepeye örülen duvarlar, setler ve su kanalları ya­
pılmış, birkaç su bendi inşa edilmiş, bu suretle azalan su bollaştırılarak, o
yörelerin halkı memnun edilmiştir.
H. 1 2 1 2 [ 1 7 9 7 / 9 8 ] senesinde Sultan I I I . Selim ’in annesi M ihıişah
Sultan, uzak bölgelerden yeraltı kanalları ile başka bir leziz su getirtip,
taksimin suyuna katarak, buradaki suyu bollaştırdı; böylece oradaki halkı
sevindirdi.
Bu taksimin çok yakınında Frenklerin bir hastanesi vardır. Bu hastane­
nin karşı tarafında da, Sultan I I I . Selim zamanında 1 7 9 4 yılında yeni inşa
edilen bir Ermeni hastanesi yer alır.
Beyoğlu çevresine yakın mahalde Kerasohora yani Kiraz Köyü bulu­
nul-. Kiraz Köyü karşısında, halkının tamamı Rum plan ve birkaç Frenk
evinin de bulunduğu Tatavla Köyü vardır. Bu köyün Ay Dimitri [Ajnos
Dimitrios] adlı kilisesi, H . 1 2 1 3 (1 7 9 8 ) yılında, eskisine oranla daha gös­
terişli ve büyük olarak inşa edildi. Bu köy Kasımpaşa vadisinin üst tarafına
diişer ve halkı buradan İstanbul’a gidip gelir.
Dokuzuncu kapı Kireç Kapısı olup, burada dericilerin atölyeleri yani
debbağlar bulunur. T u z imalathaneleri yani kiriş ve Galata M ollası’mn
küçük mahkemesi de burada yer alır.
Bundan sonra, Galata şehrinin diğer iskelelerine nazaran benzersiz
büyüklükte ve bol mahsulü ile Tophane İskelesi bulunur.
Tophane meydanında Sultan I. M ahm ud’un H . 11 4 5 [1 7 3 2 / 3 3 ] se­
nesinde yaptırdığı, dört yönden altın yaldızlı siislemeli, mermer güzel bir
çeşme yer alır.
Orada H . 9 8 8 (1 5 8 0 ) yılında Sultan II. Selim ’in kaptan paşası Kılıç
Ali Paşa tarafından yaptırılmış olan bir cami, karşısında bir medrese ve Pa­
şa Ham amı denilen bir de hamam vardır.
T ophane’nin önünden yukarı yönde Salı Pazarı’na ve daha yukarıda
M avrom olos’a kadar, B oğaz’ın iki yanında karaya yakın, denizin içinde
yer yer balık avı dalyanları bulunur.
Dalyan şu şekildedir: Servi ağacından dört adet dairevi sütun denizin
dibine dikilir, bunlar üstten birbirine çarpraz getirilerek bağlanır, bunun
üst tarafında d ö n sütuııun uçlarının arası bağlanır ve küçük bir kulübe ya­
pılır, bu kulübenin üstü kapatılır. Kulübenin içinde gece ve gündüz göz­
leyen bekçi uykusuz oturur. Denizin içinde kurulmuş ağın dört ucu, ikisi
üst taraflarından, gevşek olarak deniz içindeki kazıklara bağlıdır. Sunin
yüzeyindeki diğer iki ııç gözcünün elinde olup, kulübedeki gözcü, balık
sürüsü urgandan geçerken, ağa bağlanmış olan elindeki iki ipi aniden çe­
ker, o vakit ağın uçları yukarı, suyun yüzüne çıkar ve balıklar ağın içinde
kalırlar. Sonra uzun bir sopa ile balık ağını kendi sandallarına çekerler ve
balıkları ağdan sandala boşaltırlar. Bunları büyüklüklerine göre birbirle­
rinden ayırıp, torbalara doldurarak satarlar.
Tekrar hikâyemizdeki yere dönelim.
Burası Çavuşbaşı İskelesi’dir. Bunun yanında, topçu odaları ile topçu -
başının oturduğu ve topların döküldüğü kâgir ve kubbeli top imalathanesi
yer alır. Bunu takiben, çeşitli sınıflara mensup askerlerin ikametine mahsus
yeni yapılan odalar ve Avrupalı hocalar tarafından tanzim edilmiş, yeni
üniforma giyen ve yeni usul talim gören askerlerin talim sahaları gelir.
Orada, M ehm et Ağa C am ii’nin yanında, yenilenmiş, altın yaldızlı gü­
zel bir çeşme vardır.
Aynı caminin yakınında Salı Pazarı bulunur. Buraya, her salı m uhtelif
yerlerden gelen pek çok insan, çeşitli türde eşya alıp satar.
Salı Pazarı’ııdan tepenin başına, yokuş yukarı 2 4 0 basamakla çıkılan
merdiven biçimindeki bir yolla ulaşılır. Burada, Sultan Süleyman’ın, kendi­
si ile birlikte Nahcıvan’a savaşa giderken H . 9 6 0 [1 5 5 2 / 5 3 J senesinde
Halep’te ölen ve İstanbul’da Şehzade Canıii’ne medfun, oğlu Cihangir
anısına yaptırdığı Cihangir Cam ii’ne çıkılır. Bu yokuşa da Cihangir Yokuşu
denir. Buradaki evler güneyden Propontis [Marmara] D enizi’ne nazırdır.
Salı Pazarı’ndan sonra, yanındaki Caııfeda Tekkesi’ nden dolayı bu ad­
la amlaıı Caııfeda İskelesi bulunur. Bu tekkede, Sultan Süleyman’ın H.
9 4 2 [ 1 5 3 5 / 3 6 ] yılında idam edilen m eşhur sadrazamı İbrahim Paşa
medfundur.
Buradan yukarıda Fındıklı denilen yer vardır. Fındıklı sahilinde Sultan
I. Abdiilhamid’in yenilettiği büyük cami, çeşme ve hamam bulunur.
Fındıklı’ya Sokrat’ın dediği gibi (7 . Kitap, Kilise Tarihi, başlık 1 5 ),
Khrisostom os’un şakirdi, İstanbul patriği Atticus tarafından Argyropolis
yani “gümüş şehir” adı verilmişti.
Fındıklı’nın yanında, denizin içinde ve kıyıya yakın bir yerde, Güngör-
'•nez adlı bir kilisenin kalıntısı olan Kabataş vardır.
Osmanlıların anlattığına göre, H . 8 9 5 senesi Şaban ayının 2 2 . günü
[2 4 Tem m uz 1 4 9 0 ] kara bir bulutun aniden yol açtığı kesif karanlıktan
dolayı, İstanbul şehri görünm ez olur. Sonra başlayan sağanak yağmur ka­
pılardan geçerek yollan kaplar, peşpeşe çakan yıldırımlardan birçok yapı
yanar ve çatlaklar meydana gelir. Bu ürkütücü olay, oradaki hemen herke­
si korkudan titretir. Bu yıldırımlardan biri Atmeydanı civarındaki Gün-
görm ez Kilisesi’ne düşer.
Bu kilise çok sağlam bir yapı olduğu için, barut deposu haline getiril­
mişti. Kilisenin kubbesi ve duvarlarının bütün taşlan dökülerek havaya
uçar ve öyle bir dağılır ki, bu yapıdan hiçbir iz kalmaz. Oradan fırlayan
taşlar tekrar yere düşer, bunların yol açtığı şiddetli sarsıntıdan, civardaki
dört mahallede bulunan büyük yapılar da tamamen yıkılır. Oradan bazı
taşlar koyu geçerek, bazıları Galata’ya, bazıları da Üsküdar’a düşer. Kili­
senin dairevi kubbesi ise Kızıl Ada yakınında denize düşer. Bu olay nede­
ni ile biiyük zarar meydana gelir, beş bin kadar insan ölür; bu sisli karan­
lık duman İstanbul binalarını Öylesine sarar ki gün ortasından akşam saat
dokuza kadar gece gibi olur.
Tarihçi Karaçelebizade’ye göre yapının Galata’ya düşen parçası halen,
Tophane ye yakın, Fındıklı sahilinde, Çizm eciler Tekkesi denilen yerde,
bir kısmı >uyun altında, bir kısmı suyun üstünde durmaktadır. Bu parçaya
özel olarak Kaba Taş adı verilir.
H . 1213 [ 1 7 9 8 / 9 9 ] senesinde Ç elebi Efendi denilen Köse Kâhya, bu
taşın yakınında yalısını inşa ettirdiği zaman, taşın pütürlü yüzeyini sıvatır,
traşlatıp düzelttirir. Bunun yanıdaki tatlı sulu çeşmeyi yaptırır.
Kabataş sahilinde yeni yapılmış iki çeşme daha vardır. Bunlardan biri
1 783 yılında, Silahtar Arnavut Yahya Efendi tarafından çok güzel bir şe­
kilde yapılmıştır. Bu yerin yakınında, üst tarafta bulunan diğer çeşme da­
ha evvel H ekim başı oğlu (Ali) Paşa, sadrazamlığı sırasında, H . 1 1 4 5
[1 7 3 2 / 3 3 ] yılında inşa ettirmiştir.
Sultan I. M ahm ud, Beyoğiu’nda Taksim ’i yaptırdığı vakit sadrazam
olan Ali Paşa, çeşmenin suyunu oradan getirtmiştir. Bu çeşmenin yakının­
da Çizmeciler Tekkesi vardır.
Buradan daha ileri gidince Ayaspaşa denilen yere varırız. Vaktiyle Sul­
tan II. Süleyman’ın ve sadrazam Köprülü O ğlu’nun müftüsü Ebussuud
Efendi’nin konağı burada idi.
Bu sahilde, Dolm abahçe denilen büyük padişah bahçesi vardır. Çok
önce deniz olan bu yer toprakla doldurularak kara haline getirilmiş ve pa­
dişah bahçesi tanzim edilmiştir.
Burada Gümüşsüyü denilen tatlı sulu bir çeşme bulunur.
Daha ileride Arap İskelesi adı verilen küçük bir iskele ve bunun yakı­
nında da Hayreddin vardır. Sahilde Hayreddin Paşa Medresesi ve dış cep­
hesinde iki adet büyük boy vav harfi hak edilmiş bulunan türbesi mevcut­
tur.
Evvelce H ıdır denilen bu zat, Midilli adasında ikamet ederdi. Daha
sonra, on sekiz sıralı bir gemi hazırlayarak deniz savaşına gitti. Birçok
önem li yararlıklar gösterdikten sonra, birkaç gemi ile M idilli adasından
Cezayir civarındaki deniz harbine katıldı ve orada pek çok başarı elde etti
ve Cezayir’i yönetimi altına aldı. Franklarla birçok kere yaptığı savaşta ga­
lip gelerek ünlendi. Kırmızı sakal manasına gelen Barbaros adı ile anıldı.
Oradan, Sultan I. Süleyman’ın emri üzerine H . 9 4 0 (1 5 3 3 ) yılında İstan­
bul’a geldi. Padişah tarafından büyük saygı gördü. Kaptan paşalığa getiril­
di ve bu görevde de pek çok faydalı işler yaptı. H . 9 5 3 (1 5 4 6 ) yılında, 8 0
yaşında iken ölen Barbaros yukarıda adı geçen türbeye gömüldü.
Hayreddin Türbesi’niıı yanında, içinde padişah köşkleri ve güzel bir
saray bahçesi bulunan Beşiktaş Bahçesi vardır. Köşklerin içinde en güzeli,
sahildeki yedi kubbeli ve kurşun örtülü, Çinili Köşk denilen yapıdır. Bu
köşkün her bir penceresinin önünde bulunan çeşmelerden akan sular, şa-
dırvanlı havuzlara dökülür.
Sultan IV . M ehm et, çok sevdiği.Beşiktaş sarayını büyütmüş, H . 1 0 9 0
[ 1 6 7 9 / 8 0 ] yılında burada Çinili Köşk’ü yaptırmıştır.
Beşiktaş Bahçesi’nin üst tarafında, çifte sütun anlamına gelen Rumca
D iplokionion denilen, Türk, Rum , Erm eni ve Yahudi ile meskûn, çarşı
pazar ile şen ve kalabalık bir yer olan Beşiktaş kasabası vardır. Burada ca­
m iler ve hamamlar m evcut olup, bunlardan en meşhuru, R ıistem Pa-
şa’nın, H . 9 6 1 [1 5 5 3 / 5 4 ] senesinde ölen ve Üsküdar’a göm ülen kardeşi
Sinan Paşa’nın camii ve medresesidir.
Beşiktaş’ta Rumların Aya Panaia [Ayia Panayia] adlı iki kilisesi vardır.
Burada, Ermen ilerin de Surp Asdvadzazin adlı küçük bir kiliseleri vardı.
H . 1172 (1 7 5 9 ) senesinde ve Sultan III. Mustafa döneminde önemsiz
bir kavgadan ötürü yıktırılmıştır.
Beşiktaş’ta az miktarda Yahudi ikamet eder ve civarda birçok bahçe ve
mesire yerleri vardır. Kılıçali denilen mahal bu civarda ve sahildedir.
Daha ötede, önündeki kısma Mevlevi Önü denilen Mevlevihane yer
alır. Mevlevi dervişleri her hafta çarşamba günü, buradaki binalarında
kendi usullerine göre ayin yaparlar.
Daha ileride, Ortaköy kasabasına doğru, tepenin en yüksek yerinde,
ulemadan Yahya Efeııdi’nin kiremit örtülü, kubbeli türbesi görülür. Yah­
ya Efendi, T rab zo n ’da Sultan Süleym an’ın süt kardeşi ve hemşerisi o l­
muştu. İstanbul’a gelince padişahın büyük iltifatı ile çok meşhur olmuş,
H . 9 7 8 [1 5 7 0 / 7 1 ] senesinde ölmüştür. O nun türbesi bilahara, Sultan
Süleyman’ın torunu Sultan III. Murad tarafından yaptırılmıştır. Bu Yahya
Efendi, Karadeniz Boğazı’ndaki Yorus kalesinde bir cami yaptırmıştır.
Müftü efendilerin evleri sahilde, bu mahalde olup, bunların arka tara­
fında bahçe ve bostanları vardır.
Bundan sonra, vaktiyle Çırağan Yalısı denilen sultan yalısı gelir. Zira,
Lale Devri’nde, burada Sultan II I. Ahmed’in meşhur sadrazamı İbrahim
Paşa için şenlikler yapılırken, geceleri bahçede mum ve kandiller yakılır­
mış. Bundan ötürü yalıya Çırağan adı verilmiştir.
Biraz ileri gidince Cami Burnu’na ulaşırız. Bilindiği gibi, vaktiyle T e-
berdar16 M ehm et adında bir zat tarafından yapılmış olan bu cam i, çok
harap olduğu için, yukarıda adı geçen ünlü sadrazam İbrahim Paşa’nın
kâhyası ve damadı olan Kethüda M ehm et tarafından, Sultan III. Ahmed
zamanında ve H . 1 1 3 4 [ 1 7 2 1 / 2 2 ] yılında tamir ettirilmiştir.
Bu köy Türk, Ermeni, Rum ve Yahudi ile meskûn olup, Yahudiler E r­
meni, Rum ve Türklere nazaran çok daha fazladır. Burada, sahilden uzak
bir yerde, Bitlisli patrik H ovhannes zamanında büyütülmüş olan Surp
Asdvadzazin adlı bir Ermeni kilisesi vardır.
Rumların da, sahile yakın Ay’ Foka dedikleri, Aziz Fokas [Ayios Fo-
kas] adında bir kiliseleri mevcuttur. Ortaköv’de Rumların iki ayazması yer
alır. Bunlardan biri Cuma Ayazması denilen Aya Paraskevi’dir [Ayia Pa-
raskevi]. Diğeri ise hıdrellezde, nisan ayının 2 3 . günü ziyaret edilen Ay
Yorgi’dir [Ayios Yeoryios]. Bu ayazmada harap bir de şapel vardı. Fakat
bu, Sultan III. Ahmed zamanında yıktırılmıştır.

16 Teber: Bazı dervişlerin ta şıdıkları hilal şeklindeki balta (e.h.)


Yahudiler, 1 5 0 sene önee Frenkistan’dan getirdikleri enginarı, ilk kez
bu köyde yetiştirmişlerdir. Sahilde, Ermenilere ve Rumlara ait yalıların sı­
rasında, Kokain İskelesi denilen yer vardır.

BUR U NLAR

Boğaziçi’nde Rumeli tarafındaki ilk burun Defterdar Burnu olup, bu­


rası eskiden padişahın mesire ve biniş yeri idi.
Sultan I. Ahmed zamanında, Etm ekçioğlu Defterdar Ahmed Paşa’nın
burada bulunan sarayından dolayı, mevkie bu ad verilmiştir. Sultan II.
Osman zamanında, H . 1 0 2 8 [ 1 6 1 8 / 1 9 ] yılında ölen Defterdar Ahmed
Paşa, Sultan II. Bayezid’in İstanbul’daki türbesine defnedilmiştir.
Bu saray bilahara temelinden yıktırılarak, 1793 yılında, yerine Sultan I.
Abdiilhamid’in kızına mahsus görkemli ve güzel yeni bir saray inşa edildi.
Bu tepe ve burun İstanbul şehrine karşı B o ğaz’ın manzarasını kapat­
maktadır.
Bu sahilde kubbesi kurşun kaplı bir cami ve bunun sırasında, yukarıda
adı geçen Defterdar Ahm ed Paşa’nın adını taşıyan Etm ekçioğlu Deresi
bulunur.
Ondan sonra, sarp kayalık tepelerin eteğinde Kuruçeşme denilen köy
yer alır. Köyün yüksek bir yerinde, imparator yapısı olan Ay Dimitrios
[Ayios Dim itrios] adında sağlam bir ayazma bulunur. M ucizeler yaratan
tatlı sulu bu ayazmanın yeraltı yolundan suyun kaynağına kadar gidilir.
Kuruçeşm e Köyü’nde Surp H aç Yerevm an adlı bir Erm eni kilisesi
mevcut olup, bu kilise temelden yıktırılarak yeniden yapıldı ve 2 7 Şubat
1 7 9 8 tarihinde Hovhannes başepiskopos tarafından önceki adı olan Surp
H aç adı ile kutsandı.
Ay Dimitri [Ayios Dim itrios] adlı Rum kilisesi de keza kagir olarak ay­
nı senede yapıldı. Fakat mimarın aceleciliği yüzünden, kubbenin kalıpları
sökültirken kubbe çökmüş ve birçok işçi ölmüştür. Sultan III. Selim ’in
hayırsever sadrazamı M ehm ed Paşa’nın emriyle Rumlar yapının tavanı Er­
meni kilisesininki gibi ahşap olmak üzere, kiliselerini tekrar inşa ettiler.
Bu olay, H . 1 2 1 2 senesi Ramazan ayının 2 2 ’sinde [6 M art 1 7 9 8 ] meyda­
na geldi.
Kuruçeşme’de az miktarda Türk ve Ermeniye karşılık, pek çok Rum
ve Yahudi ikamet eder. Bu toplumların ileri gelenlerinin evleri sahildedir.
Bağların içinde, Analipsi, bunun yakınında da Ay Nikola [Ayios Niko-
laos] adlarını taşıyan iki ayazma bulunur. Sultan III. Ahmed’in kızı Esma
Sultan’ın güzel bahçesi de buradadır.
Tırnakçı Haşan Paşa’nın bu sahildeki yalısı, günümüzde Sultan I. Ab-
dülhamid tarafından kızının ikameti için giizel bir şekilde yaptırılmış ve
giizel bir de bahçe düzenlenmiştir.
Yukarıda adı geçen sarayın karşısında, denizin içinde sığ suda küçük
bir adaya beıucycn bir kaya ve bunun az yukarısında da başka bir adacık
vardır. Bunların yanından nefis istiridye çıkar.
Bilindiği üzere, yukarıda adı geçen Tırnakçı Haşan Paşa, bir gün saray
Divan’ma saldırmış, o esnada padişahın elini öpmek için Arz’dan dışarıya
çıkan Sadrazam Yemişçi Haşan Paşa’yı, Bab-ı Saade önünde diz çöktüre­
rek, başını vurdurmuştur. Sadrazamın suçunun ne olduğu anlaşılamamış­
tır. Bilinen tek şey, sadrazamın Tırnakçı Haşan Paşa’ya, gitmek istemediği
Bağdat valiliğini vermiş olması idi. Bu olay H . 1 0 1 1 [1 6 0 2 / 0 3 ] senesin­
de vuku bulmuştur.
Kuruçeşme’den sonra, Ay Yani [Ayios Ioannes] adlı eski bir kilisenin
bulunduğu Sarraf Burnu vardır. Ondan sonra da Ali Paşa Önü denilen
yer gelir. Ali Paşa’nm sahil sarayının önü olduğu için böyle adlandırılmış
olan bu yer, bahçe ve bostanlardan meydana gelir.
Bundan sonra, Eflak ve Boğdan beylerinin, memur ve işçilerinin ika­
metgâhları ile vadinin içine doğru uzanan birçok Rum evinin bulunduğu
Arnavutköy gelir. Buradaki, Arhangelos yani başmelek Mihail adım taşı­
yan kiliseden ötürü köy, ruh-ı latif yani bedensiz manasına gelen, Rumca
Asomatos adı ile anılmıştır.
Bilindiği gibi, 15 Mayıs 1 7 9 8 tarihinde çıkan yangında, yeni yapılmış
bu kilise ile birlikte tüm köy yandı. Fakat, Sadrazam M ehmed Paşa tara­
fından yeniden yaptırılan köy, kısa zamanda şen ve mamur bir hale gele­
rek, eskisinden daha çok binalarla doldu.
Rivayete göre, burası evvelce aslen Arnavut halkla meskûn olduğu
için, köy Türklerce Arnavutköy olarak adlandırılmıştır. Daha sonra oraya
yerleşen Rumların yaptıkları evlerle köy, bir kasaba haline gelmiştir.
Arnavutköy’de dört ayazına vardır. Bunlardan biri, vadinin içinde tatlı
suyu olan Ay Elia [Ayios İlias], diğerleri, Aya Kiriaki [Ayia Kiriaki] ve Aya
Paraskevi [Ayia Paraskevi] ve Paşa Mahallesi’nde bulunan Ayios Onufrios
ayazmalarıdır.
Köy halkı Rum ve çok az Yahudiden meydana gelir. Burada, Meğa-
revma’ya nazır bir mevkide, günümüzde yukarıda adı geçen M ehm ed Pa­
şa tarafından biniş yeri yaptırıldı.
Boğazın Rumeli sahilindeki ikinci burun, Rum ca büyük akıntı anla­
mında Meğarevma denilen Akıntı Burnu’dur. B o ğ az’daki akıntıların en
büyüğü olan bu akıntı o kadar hızlıdır ki, yengeç ve benzeri hayvanlar su­
yun içinde yiirüyemeyerek akıntının bitim ine kadar, yollarına karadan de­
vam eder ve tekrar denize girerlerdi. Bu hayvanların yürüyüşünden mey­
dana gelen izler sahil taşlan üzerinde görülür. Onların sık sık gidiş gelişle­
ri, yer yer taşları aşındırmıştır. Bundan bahseden seyyahlar vardır.
B oğaz’ın yukarısına doğru seyreden büyük ve küçük gemiler, burada
suyun akıntısını geçene kadar, gemiciler tarafından kaıadaıı çekilir.
Arnavutköy ve Bebek arasındaki setin eteğinde bir manastırın tem elle­
ri görülür. Bunun hizasında, sahilde Türklere ait yalılar ve bahçeler bulu­
nur. Bunların içinde, Sultan IV . Murad zamanında, H . 1 0 4 1 [1 6 3 1 / 3 2 ]
senesinde zorbalar tarafından öldürülen yeniçeri ağası Haşan H alife’nin
evi de bulunmaktadır.
Bu evlerin yanında, Bebek Bahçesi denilen padişah bahçesinin bulun­
duğu Bebek yer alır. Eski padişahlardan birinin henüz bir çocuk olan oğ ­
lu, burada gezerken bir yılan görür ve miirebbiyesine onun ne olduğunu
sorar. O da bebektir sultanım, diye cevap verir. N itekim , ondan sonra
oraya tekrar gitmek istediğinde dadısına, bebek bahçesine gideceğiz, der­
miş. Bundan dolayı bu mevkie Bebek Bahçesi adı verildi.
B ebek ’te böyle güzel bir ovada yer alan padişah bahçesi, sahilde bir
milden daha fazla bir sahayı kaplamakta idi. Fakat, daha sonra terk edil­
miş ve kısmen bozulmuş olup, serseri ve eşkıyaların yatağı haline gelmişti.
Nihayet, Sultan III. Ahm ed’in ünlü sadrazamı İbrahim Paşa burasını te­
m izleterek, sarayı, hamamı, camiyi ve çarşıyı yaptırmıştır. Haşan H ali­
fe’nin evinin bulunduğu yere kadar, yukarı vadiden deniz kıyısına uzanan
araziyi sattı. Böylece, Rum , Erm eni, Yahudi ve Türkler orada evler inşa
ettiler. H . 1 1 3 3 (1 7 2 5 ) senesinde17 Sultan III. Ahmed zamanında, Gala­
ta Voyvodası’nın Bebek üzerindeki yetkisini kaldıran sadrazam, buraya
yeni bir ad daha vererek, Humayunabad olarak adlandırdı.
İmarından evvel, Bebek’te basmacılar kârhanesi vardı. Şimdi ise bas­
macıların büyük bir kısmı Langa Yeni Kapısı’nda, sahil surunun arkasında
olup, bir kısmı da Üsküdar’dadır. Bunlar tülbentten, rengârenk ve çiçek
baskılı nakışlarla süslü, zevkle kullanılan yemeniler imal ederler.
Bebek Bahçesi, padişahlığın ikinci biniş yeridir.
B e b e k ’ten sonra B o ğ a z ’ın üçüncü burnu, Kayalar denilen yerdir. Bu
kayalık mevki Türklerle meskûn olup, burada basit ufak bir m escit var­
dır.
Asya’nın Anadolu yönüne doğru, bu sahilden denizin içine diğerlerine
nazaran daha fazla uzanan dil sebebiyle, B oğaz’ın bu noktası çok daraldı­
ğından, bu dile Rumca Lemokopi ye Türkçe olarak da Boğazkesen adı
verilmiştir.
Bebek Bahçesi’ni geçtikten sonra, pek çok servi ağacının bulunduğu

17 H. 1133 = M. 1720/21, m üellife göre ise 1725. Bir basım hatası o la b ilir (e.h.).
sahildeki Türk m ezarlığım ulaşırız. Burada oturan kadınlar ve Hisar’da
sakin Tiirklerin yaşlanmış çırpıcı beslemeleri denizde çamaşır yıkarlar.
Az ileri gidildiğinde, Anadoluhisarı’nın karşısında bulunan Rumelihi­
sarı yer alır. Bu sahilde namluları denize çevrilmiş toplar dizilidir. Burada
muhafızlar çatıların altında otururlar. Kale içine ise muhafız ve gözcüler
yerleştirilmiştir.
Bu hisar Fatih Sultan M ehm ed tarafından üç ay içinde inşa ettirilmiş
olup, buna istinaden üç burç yapılmıştır. Bunlardan ikisi büyük olup, tepe
tarafına düşer, üçünciisü biraz daha ufak olup, sahil tarafında yer alır. H i­
sar H. 8 5 6 ( 1 4 5 2 ) yılında, Anadoluhisarı’nın inşasından 58 yıl sonra ve
İstanbul’un zaptından bir yıl önce inşa edilmiştir. Hisarın sur kalınlığı 2 2
ayak, burçların ise 30 ayak olduğu söylenir. Ü ç burcun arasında Türkçe
harflerle “M ehm ed” yazılıdır.
Hisarın iç kısmında Türkler oturur. Sahilde konaklar, çarşı, hamam ve
Fatih’in yaptırmış olduğu ve Sultan I. M ahm ud’un tamir ettirdiği mescit
vardır.
Kara tarafında da evler ve denize nazır bahçeler bulunur. Bu bahçeler­
de yetişen kiraz ve ufak boylu, Rus hıyarı denilen nefis salatalıklar çok
meşhurdur.
Hisarın dışında, kuzey rüzgârlarına açık, latif ve havadar yüksek tepe­
nin yamacında, Suıp Santuht adında küçük bir kiliseleri bulunan Ermeni-
Icr oturur.
Rumelihisarı burnuna vaktiyle Erm eon denirdi;'zira, tepede mitoloji
tanrısı Erm is’in tapınağı bulunurdu. Bu yer B oğaz’ın en dar yeri olup,
M iletos’un yazdığına g ö re ; D arius ordularını buradan geçird i. M Ö
5 1 7 ’de imparator olan Kserkses’in babası Ardaşes, Sam os’lu Mandrok-
Ics’e burada bir köprü kurdurttıı ve Pers kralı olan Darius tarafından altın
bir nişanla ödüllendirildi.
Artık tekrar anlattığımız yere dönelim.
Rumelihisarı’nın yukarı tarafında, Şeytan Akıntısı denilen yerde, kayık­
lar için tehlike yaratan ve kayıkçıları çok ürküten, kaynayıp horultular çı­
karan bir su akıntısı vardır.
Bu akıntıyı geçince, Baltaoğlu Limanı denilen yer gelir. Bu limanın sa­
hil kısmı güzel bir mevkidir. Fakat iç kısmı sağlıksız ve kuzey rüzgârların­
dan yoksundur. Tepesinde taş ocakları, düzlükler, bahçeler ve konaklar
varsa da, az sayıda Türk yerleşimi mevcuttur. İki vadinin arasında daimi
bir şekilde akan iki dere, sahilde birleşerek denize dökülür.
İstanbul’un giriş yolu olan, Kurşunlu M ahzen ile Sarayburnu arasın­
daki koy zincirle kapanmış olduğundan, Fatih Sultan M elım ed’in kapu-
dan paşası olan Baltaoğlu Süleyman Bey, İstanbul’un kuşatması sırasında
4 0 0 kadırgası ile burada kalmış, hazırladığı 7 2 gemiyi bu limandan karaya
çıkartarak yağlanmış kızaklar üstüne yerleştirmiş, yelken açarak karadan
yürütmüş; Galata’nın arkasını takiben O k Meydam’ndan aşağıya doğru,
Fener kapısının karşısındaki H aliç koyuna indirmişti. Türk askerleri bu
gemilerle yaptıkları bir köprü sayesinde, şehrin zaptına o taraftan kolaylık­
la iştirak etmişlerdi.
B altao ğ lu L im a n ı’nda sadece az sayıda T ü rk y erleşm iştir. Fakat
H . 1 2 1 2 [1 7 9 7 / 9 8 ] yılında padişahın fermanıyla Rumlar ve Ermeniler
de ilk kez bu sahilde birkaç ev yaptılar.
Balta Limam’nın kara tarafında, Cezayirli Haşan Paşa’nın yaptırdığı
Levent Çiftliği denilen bir yer bulunur. Daha sonra burası, bostancılardan
müteşekkil Avrupalı usulde eğitim alan Nizam-ı Cedid kıtasının talimgahı
oldu. O vakit, H. 1 2 0 7 [1 7 9 2 / 9 3 ] yılında, yeni konmuş Osmanlı kanu­
nuna binaen, humbaracı ve'lağımcı askerleri için Hasköy’de, topçu asker­
leri için de Tophane’de tesisler yaptılar.
Balta Lim anı’ndan yukarı doğru ilerledikten sonra, sahilde, vaktiyle
Feridun Paşa Bahçesi denilen ve sonra Emirgûııeoğlu Bahçesi [Em irgân]
olarak adlandırılm ış olan yer b u lu n u r. Su ltan IV . M urad H . 1 0 4 5
[1 6 3 5 / 3 6 ] senesinde Revan şehrini zaptettiğinde, buranın hanı Emirgû-
ne H an oğlu Tahmasb Kulu H an, padişaha itaat etmiş ve padişah tarafın­
dan ödüllendirilerek Halep paşalığına tayin edilmişti. Fakat oraya gidişin­
den iki ay sonra, kendisi hakkında yapılan şikâyet üzerine padişah onu
makamından alarak, yanına gelmesini em retm işti. Tahm asb Kulu Han,
İzm it şehrinde, İstanbul’a dönmekte olan padişahla karşılaşınca, Sultan
Murad onu alarak beraberinde İstanbul’a getirmiştir. Padişah, kendisine
tekrar paşalık payesini vererek, bu Feridun Paşa’nın buradaki malikânesi
ile, Ahır Kapı’da büyük bir konak ve Kağıthane Köyü’nde de bir çiftlik
bağışladıktan sonra, bütün ihtiyaçları saray tarafından temin edilmiştir.
Tahm asb Kulu H an, altı sene sonra, H . 1051 [1 6 4 2 ] yılında Sultan İbra­
him zamanında idam edilmiştir.
Sultan I. Abdülhamid Em irgûn’de yeni bir cami, hamam ve çarşı yap­
tırmış, gümrüğü de Rumelihisarı’ndan buraya naklettirmiştir. Emirgun,
bu padişah tarafından Bahçe Kapısı’ndaki imarete vakfedilmiştir.
B o ğaz’ın Rumeli sahilindeki dördüncü burnu, evvelce Tokmakçı de­
nilen korsanların yatağı olduğu için Tokm ak Burnu adı ile anılmıştır.
Buradan az ileride, denizin karanın -içine doğru sokulduğu, İstinye ko­
yu vardır.
Yeniköy’e doğru uzanan sahil boyunca bahçeler ve köşkler mevcuttur.
İseinye vadisindeki sular, büyük Türk mahallesinden geçerek denize d ö­
külür. Bu köyiin tepelerinden çıkarılan beyaz kil, Eyüp çömlekçileri tara­
fından çömlek yapımında kullanılır. Bu kil, evvelce buradan arabalarla Ka­
ğıthane’ye götürülürdü. Fakat Kağıthane deresi kıyısındaki sarayın inşa­
sından sonra, İstinye sahiline indirilen killer, kayıklarla Eyüp’teki D efter­
dar iskelesine, oradan da çömlekçi dükkânlarına taşınmaya başlandı.
İstinye körfezi, Kırk Ağaç’tan sonra, Boğaz’ın en geniş ve büyük kör­
fezi olup, doğudan batıya doğru bir mil uzunluğunda, boynuz biçiminde
güzel bir limandır. Burada, Türkler, Rumlar ve az sayıda Ermeni oturur.
Beşinci burun Köybaşı-Yeniköy olup, Rumca N eokhrioıı denilen Y e­
niköy’de Türk, Ermeni ve bunlardan daha çok Rum yaşar. Rumların, bi­
rincisi Kudüs Ruııı Patriği’ne ait olan Ay Yorgi [Ayios Yeoryios], İkincisi
Ay Nikola [Ayios Nikalaos] ve üçüncüsü Aya Panaia [Ay*a Panayia] adlı
üç kiliseleri ile bu köyde Ay Yorgi [Ayios Yeoryios], Ay Haralambos [Ayi­
os H aralam bos] ve Aya Paraskevi [Ayia Paraskavi] adlarım taşıyan üç
ayazmaları mevcuttur.
Türklerin ise üç camisi vardır. Bunlardan biri, Ermeni mahallesi yakı­
nındaki cami olup, H . 1 0 2 9 [ 1 6 1 9 / 2 0 ] senesinde sadrazam olan G üzel­
ce Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Diğeri sahile yakın bir yerde, hama­
mın bitişiğinde Molla Çelebi tarafından yaptırılmış olup, bundan dolayı
arkasındaki mahalle M olla Çelebi Mahallesi olarak adlandırılmıştır. Cam i­
nin yanında çarşı içindeki hamam ise, B o ğ a z ’m karşı kıyısında, Kanlı-
ca’daki camiyi, hamamı, medreseyi ve mektebi de yaptırmış olan İskender
Paşa tarafından inşa edilmiştir.
Yeniköy’de, Galata M ollası’na tabi olan bir kadı oturur. Mahkeme ha­
mamın yakınındadır. Yeniköy halkı savaş esnasında donanmaya asker ver­
mekle ve diğer Boğaz köylerine oranla, senede 1 2 0 0 kuruş fazla olan ver­
giyi ödemekle mükelleftir. Bundan başka, Albahur denilen büyük Tokat
çayırının padişah atlarına mahsus otunu biçmek de Yeniköy halkının vazi­
fesidir. Yeniköy’ün en büyük ticaretini, halka iyi bir yıllık gelir sağlayan
çiroz balığı teşkil eder. Buraya köy denmekle birlikte nüfusunun çokluğu
sayesinde bir kasaba durumunda olup, doğrudan doğruya İstanbul patri­
ğinin j'önetimine bağlıdır.
Bu köydeki Evmenilerin, Surp Asdvadzazin adlı bir kiliseleri, yanında
da mezarlıkları vardır. Kilisenin yakınında, bir kız tarafından yaptırılmış ve
üzerinde haç şekli bulunan ve Erm eni Çeşmesi adını taşıyan bir çeşme yer
alır.
Yeniköy’de eskiden su darlığı vardı, fakat daha sonra 1 8 3 3 1* tarihinde,

18 Doğrusu 1803'tür (e.H.)


Sultan II I. Selim ’in annesinin iradesiyle yaptırılan çeşme sayesinde halk
bol suya kavuştu.
Yeniköy, H . 1 0 3 3 [1 6 2 4 ] yılında düşman baskınına uğramıştır. Os-
manlı tarihlerinde de yazıldığı veçhile, Sultan IV . Munui dönem inde, Os-
manlı donanması K efe’de Tatar H anlığı ile meşgul bulunduğu esnada,
Donavis yani Tensuyu civarlarında ikamet eden Kazaklar, Karadeniz’i açık
bularak Şevval ayının 4. günü (11 Tem m uz 1 6 2 4 ) 1 5 0 şayka ile Sarıyer
koyunda karaya çıkmışlar, Yeniköy’e kadar ilerlemişler, köyü yağma et­
mişler ve birkaç dükkânı yakmışlardır. H aber İstanbul’a ulaşınca, sekban-
başı ile bostancılar derhal kayıklarla onların üzerine gitmişler, Kazaklar da
hiç direnme göstermeden denize açılarak kaçmışlardır. Bu akından ötürii,
Karadeniz ağzının iki sahilinde, Kavakkaleleri adı verilen iki kale yapılmış
ve buraya koruyucu muhafızlar ve topçular yerleştirilmiştir.
Yakın bir tarihte, H . ...’9 senesinde, sahilde, Kalender ve Köybaşı ara­
sında, Ermenilerin yerleştiği Zurubiye Köyü kuruldu. Böylece, sahil setle­
ri güzel bahçelerle doldu.
Yeniköy’den sonra, sahilde, dar ve ağaçlık bir düzlük olup, bunun iç
kısmı yüksek tepelerle çevrili güzel ve eğlenceli bir vadidir. Kalender Bah­
çesi adı bir dervişe atfen verilmiştir.
Rivayete göre, Sultan III. Mustafa devrinde, bilahara paşalık rütbesi­
ne ve H . 1 1 8 3 [ 1 7 6 9 / 7 0 ] tarihinde sadrazam mevkiine yükselmiş olan
M oldovalı Ali Ağa, bostancıbaşı bulunduğu sırada, eşkıyaya karşı bir em ­
niyet tedbiri olarak, burada kurduğu ocağa bostancılar yerleştirmiş ve
böylece mevkii bir mesire haline getirmiştir. Kalender Bahçesi yakınında,
sahilde V aftızci Yohanna adını taşıyan ayazma ile üç eski kilise harabesi
bulunur.
Buradan az ileride, şirin bir köy olan Tarabya’ya varırız. Burada yaşa­
yan Rumların ...2H adında bir kiliseleri vardır. Bıı köyde, bir camileri olan
az miktarda Türk ve çok az da E n se n i bulunur. Körfezin iç kısmında
oturanlar, sahilde, kıyıya yakın bulunâh bir kaya nedeni ile kuzey rüzgâ­
rından mahrumdur. Oysa, Tarabya’nın sahiline yerleşenler, poyrazın se­
rinliğinden memnuniyet duyarlar.
Bu sahil köyü Boğaz’ın Karadeniz girişinde olup, Bitinya’dan batıya
doğru sadece bir mil uzaklıkta bulunur. Tarabya’ya vaktiyle Rum ca Far-
makeos denilmekte iken, köyün bu biçimsiz adı İstanbul patriği Atticus
tarafından Terapia olarak değiştirilmiştir. Zira, Farmakeos zehirli, Terapia
ise şifalı anlamını taşır (Sokran Tarihi, Kitap 7, başlık 11).

19 T arih yok (e.h.).


20 A d ı belirtilm em iş (e.h.).
Tarabya, Tcrkon yani Terkos metropolitliğinc dahil bir köydür. Ter-
kos İstanbul’dan 30 mil uzaklıkta, Karadeniz kıyısında bir şehirdi. Fakat,
şimdi Türklerle meskûn bulunduğundan, m etropolitlik makamı Tarab-
ya'ya nakledildi; metropolit de burada ikamet etmektedir.
Boğaz’ın Rumeli sahilindeki altıncı burnu, gösterişsiz bir isimle Kireç
Burnu olarak adlandırılmıştır. İsmine rağmen serinletici kuzey rüzgârına
açık, güzel bir mevki ve eşsiz bir sayfiye yeridir. Kireç Burnu adı, karşı sa­
hilde, Anadolu yakasında bulunan kireç ocaklarından dolayı verilmiştir.
Meşhur Gümrükçü İshak Ağa, Sultan I. M ahm ud devrinde H . 1 1 6 3
[1 7 4 9 / 5 0 ] yılında, burasını imar etmiş ve çeşme yaptırmıştır. Daha önce
bu yerin adı Haşan Ağa Bahçesi iken, daha sonra İshak Ağa’nın mülkiye­
tine geçmiş ve güzel bir bahçe haline getirilmiştir.
Bu adı geçen Haşan Ağa Sultan IV . M ehm ed zamanında, H . 1 0 6 4
[1 6 5 3 / 5 4 ] senesinde güm rükçü idi. Tarabya’da büyük konaklar inşa
edip, eğlenceli bir bahçe tanzim etmiş olan bu zat, söylentiye göre Erm e­
mden dönme olup, onun ağabeyi Andon Franklarla çalışırdı. Onun Be-
yoğlıı’ndaki evinin yerinde şimdi Hollanda elçisinin sarayı yer alır. Karde­
şi Hasan’ın yardımı ile pek çok servet yapan, fakat Ermenilere hiç yardım
etmeyen bu zat, anılmaya layık hiçbir şey yapmadı ve daha sonra Livor-
na’ya kaçarak, izini kaybettirdi.
Doğrudan doğruya Karadeniz B oğazı’na nazır Kireç Burnu denilen
bu yerde, Azize Eufemia adlı bir ayazma mevcut olup, bunun kemeri as­
len Ermeni olan Yakup Ağa tarafından yenilenmiştir. Tepenin üzerinde,
ayazmanın yanında bir mabet kalıntısı görülür.
Kireç Burnu’ndan sonra, ufak bir köy olan Kefeli Köy bulunur. Eski­
den, Kefeli Türklerle meskûn olduğundan bu şekilde adlandırılmıştır. B ü ­
yük körfezi, Karadeniz’den akın eden balıklar sayesinde işlek bir dalyan­
dır.
Kefeli K öy’ün içlerinde, Büyük D ere’nin başlangıcında güzel Kırk
Ağaç mevkii vardır. Karadeniz’den gelen gemiler Boğaz’a girmeden ö n ­
ce, bu çok küçük köyü görürler.
Bundan sonra, Türk, Rum , Frenk ve pek az sayıda Ermenilerle m es­
kûn Büyiikdere Köyü gelir. Köyün Rumca adı, derin vadi manasında olan
Vatikolpos’tur. Büyük Dere suyunun bir kısmı yeraltı kanalları ile m uhte­
lif çeşmelere dağıtılır. Burası, Rumeli tarafındaki son padişah binişidir.
Güzel düzlük içinde, Hünkâr Suyu denilen bir su vardır. Kökleri birbirine
karışmış on altı çam ağacından dolayı Yedi Kardeşler denilen Kırk Ağaç
da buradadır.
Büyük D ere’nin yanında, çok güzel düzlükteki ağaçların arasında, bu ­
gün yıkılmış olan padişah köşkünün temelleri görülür. Bu pek güzel düz­
lüğü çok beğenen Latinler, orayı yazlık yeri olarak seçmişler, bilhassa Sul­
tan Abdülhamid’in padişahlığının ilk senesinde, bu mevkie rağbet etmiş­
ler, sahildeki ağaçlan keserek araba yolu açmışlardır.
Vadinin iç tarafında, içinde birçok çeşme bulunan bir padişah bahçesi
vardı. Sahilden padişah bahçesine kadar, düzlükte padişah için yapılmış
taş döşeli bir yol uzanırdı. Buradan Fener’e kadar uzanan, içinde türlü
hayvanların yaşadığı sık ormanlık, padişahın av sahasıdır.
Sultan I. Abdülhamid’in kaptanı Hasaıi Paşa, buradaki padişah yolunu
tamir ettirmiş ve Kefeli Köy çeşmesini yaptırmıştır.
Buradan çıkanlan sarı renkteki kil, Istinye’deki beyaz kil gibi, kayıklar­
la Eyüp'teki çömlek imalathanelerine sevk edilir. Burada da çömlek ima­
lathanesi bulunup, kilden çeşitli biçimlerdeki toprak kaplardan başka, ya­
pılar için tuğla ve kiremit de imal edilir.
Bu sahil köylerinin sırasında Erm eni, Rum , Türk ve Latinlerle meskûn
Sarıyar [Sarıyer] adında bir köy bulunur. Sarıyar’da altın madeni bulunan
tepeler mevcut olup, elde edilen maden, yapılan masraftan az olduğun­
dan, işletmesi durdurulmuştur.
Sarıyar’ın havası ve suyu hastalar ve zayıflar için çok iyi olup, tıp ilaçla­
rından daha şifalıdır. Vaktiyle, Sanyar vadisinde, birbirinden az uzaklıkta
bulunan üç manastırın, halen mevcut olan ve sularına Kestane Suyu, Gü­
müş Suyu ve Fındık Suyu adı verilen ayazmaları vardır. Bunlara yakın bir
havuzun içinden fışkıran Hünkâr Suyu da, eski bir manastırın ayazması
idi. Sanyar eskiden Ermenilerle meskûn en kalabalık köydü ve Surp Ha-
gop adlı bir kiliseleri vardı. Fakat bu Erm eniler bilahara Müslüman ol­
muşlardır.
Sarıyar’dan sonra Rumlarla meskûn Yeni Mahalle denilen köy gelir.
Sahilin yakınında eski kilisenin ve yanındaki çeşmenin temelleri görülür.
Bu eski kilisenin yerinde Vaftizci Yohanna adına yeni bir kilisenin yapımı­
na başlanarak, T anrı’nın inayeti ile H . 2 2 Cemaziyülevvel 1 2 2 4 21 (1 0
Ekim 1 7 9 9 ) Pazartesi günü tamamlandı.
B oğaz’ın iki tarafında, Anadolu ve Rumeli yakasındaki B oğaz’a nazır
vadilerde, ilkbahar mevsiminde hemen her yerde rengârenk güzel çiçek­
lerle bezeli, yemyeşil çimenler görülür. Burada, Avrupa ve Asya yakasında
karşılıklı hisarlar yapılmıştır. Buraya toplar konmuş ve padişah muhafızları
yerleştirilmiştir. Kavak Kaleleri denilen bu kalelerde çok ve çeşitli bahçeler
ve bağlar mevcuttur.

21 Doğrusu 1214, basım hatasından kaynaklanm ış o lm a lıd ır (e.h.).


Kavak Kalesi’ni geçtikten sonra, bunun hizasında, Rumca Mavromo-
los adı verilen, Tiirklerin Kara Taşlısı dedikleri Karataş yer alır.
Burada, putperestlik zamanında Serapion tapınağı ve bütün putların
anası olan Rea’nın mabedi bulunurdu. Hıristiyanlık devrinde ise, Meryem
Ana’ya ithafen ev ve kilise yapılmıştır. M eıyem Ana ICilisesi’nin günü olan
15 Ağustosta panayır olurdu. H . 1 0 2 6 (1 6 1 7 ) senesinde, sadece iki kulü­
be ve küçük bir orman kalmış bulunuyordu. Daha sonra, oraya rağbet
ederek bağ ve bahçeler, bir değirmen, bir dalyan ve bir de kilise inşa eden
Rum keşişleri çoğalarak on kişi kadar oldular. Sonra H . 1 1 0 2 (1 6 9 0 ) yı­
lında, kiliseyi temelinden yıktırarak, yeni bir kilise ile büyük bir manastır
inşa ettirdiler. Fakat H . 1 1 2 8 (1 7 1 6 ) yılında Şehit Ali Paşa bunu duyun­
ca, 2 7 Ocak 1 7 1 7 tarihinde kiliseyi, manastın ve kapının yanındaki ayaz­
mayı yıktırınıştır.
M avromolos’tan sonra, B oğaz’ın girişinde Röke (Ö reke] Taşı denilen
bir kaya vardır. Rumeli Feneri’nin önünde karadan az açıkta, Geanian
adaları adı verilen az sivri iki kaya daha bulunur. Kaidesinde Oktavianus
yani Augustus adına latince bir kitabe bulunan bir sütunun parçası şimdi
denize düşmüş ve iki kayadan birinin üstünde durmaktadır. Fakat halk
arasında bu sütun Pompeus’a atfedilir.
Eski Grek şairleri, G eaııt adalarına, birbirine bitişik manasına gelen
Simkilades [Symplegadae] adını vermişlerdi. Birbirinden az uzaklıkta olan
bu kayalar, karşıdan iki adet, biraz yer değiştirildiğinde ise bitişik olarak
görülürlerdi. Nefes alan ve hareket eden beş hayvan olarak kabul edilen
bu kayalar, şiddetli rüzgârda dalgalarla kaplanır, böylece tepeleri sivrilil',
deniz sakinleştiğinde ortaya çıkan kayaların birbirlerinden uzaklaşıp ya­
kınlaştığı ve hareket ettikleri zannedilirdi.
Rivayete göre, putperestlik zamanında burası kurban yeri olup, gem i­
ciler yolculuğun başarılı geçmesi için burada yolcuları kurban ederlermiş.
Rumeli sahili tarafında, Boğaz’ın dışında, bir mil uzaklıkta güzel bir
kıılevi andıran Fener görülür. İld katlı olan ve 1 1 0 basamaklı bir merdive­
ni bulunan fenerde 7 -8 bekçi hizm et eder. O rta katı ve üst katı bulunan
fenerin, orta katında birer arşın uzunluğunda iki bakır leğen vardır. D ör­
der okka ağırlığında yağla dolu olan leğenlerde sekiz fitil, bütün gece sa­
baha kadar yanar.
Üst kata konmuş olan diğer bir bakır leğen, içindeki aynı miktarda
yağ ve fitille bütün gece yanar. Fenerin iki katı da berrak camla kaplı
olup, rüzgârdan zarar görmemesi için, fanus gibi çevrilmiştir. Fenerin,
donuk, puslu ışığının yüz mil uzaktan görüldüğü rivayet edilir.
Boğaz’ın Trakya kısmındaki sahil yerleri burada tamamlandı.
Şimdi, Rumeli Feneri’nin tam karşısında, Bitinya içinde kalan, güzel
vc eğlen celi bir yer olan A nadolu F e n e ri’ne g eçeriz. A nadolu F en e-
ri’nden, Rumeli Kavakhisarı karşısında yeni yapılmış olan Kavak Kalesi’ne
gidilir. Karşılıklı olan bu iki kaleye, Kavak Kaleleri adı verilmiştir. Sahilde­
ki çok büyük kavak ağaçlarından dolayı, bu mevkie Kavak denmiştir. Bu­
radaki Kavak adını taşıyan köyün, nüfusu bin kadar olan Türkle meskûn
olduğu söylenir. Buranın inciri meşhurdur. Gemicilerin kumanya ve diğer
ihtiyaçlarını kolaylıkla alabilmeleri için burada geceleri açık olan dükkân­
lar vardır. Zira, doğu ve kuzey rüzgârları estiğinde, bazen sayıları 3 0 0 ’ü
bulan gemiler, Karadeniz’e açılmak için elverişli havayı beklemek üzere,
Kavak iskelesinde toplanırlar. Böylece, gitm ek için uygun rüzgâr olmadı­
ğında, bazen dört ay geçirdikleri olur. Batı, kıble veya lodos estiğinde bü­
yük bir sevinçle gemiler demir alır, grup halinde Boğaz’dan çıkarak yel­
ken açar, mutlulukla yollarına devam ederler.
Kalenin içinde Türkîere ait 2 5 ev ve bir dizdarın kumandasında 2 0
muhafız askeri bulunur. H ierion yani D iosurion mabedinin bulunduğu
mevkideki eski kale, Türkler tarafından Yorus kalesi olarak adlandırılır.
Bu kale, surlarla ve kapılarla birbirinden ayrılmış iç kale, kale ve şehir
olmak üzere üç kısımdan meydana gelir. Şehir suru sahile kadar uzanır,
kale ve iç kale ise tepenin üzerindedir. Kalenin içinde, Beşiktaş ve Orta-
köy arasındaki kiremit örtülü, kubbeli türbede medfun Yahya Efendi tara­
fından bir cami yaptırılmış olup, sırası geldiğinde bahsedeceğim.
Yukarıda adı geçen yeni kale, yani Kavak kalesi, esld kalenin sahildeki
surunun alt kısmında inşa edilmiştir. Yeni kale, Rumeli tarafındaki diğer
kale ile beraber, Kavak Kaleleri olarak adlandırılır. Bu kaleler, Sultan IV.
M urad zamanında, H . 1 0 3 3 [1 6 2 3 / 2 4 ] senesinde, 1 5 0 kayıkla İstinye
yakınındaki Yeniköy’ü ani bir baskın ile yağmalayan Kazakların alanına
karşı yapılmıştır. Surun az ötesindeki ormanlıkta, kalenin zaptı esnasında
ölen askerlerin mezarlarının bulunduğu yer, halen Şehitlik olarak anılır.
Üsküdar’dan, Boğaz’m Asya tarafındaki yedinci tepe ve burun olan bu
mahalle kadar Türkler yerleşmiştir. Bilindiği gibi Bizans imparatoru Justi-
nianus, Yorus yakınında başmelek Ay M ihail [Ayios M ihail] Kilisesi’ni
yaptırmıştır. Sonra, 9. yüzyılda, 8 5 0 yılında İstanbul patriği İgnatios, Ay
M ihail adını taşıyan manastırı inşa ettirmiştir. Bu eski manastırın ve Yo-
rus’un tepesinde bulunan diğer bir eski mabedin kalıntıları hâlâ görülür.
Anadolu sahilindeki altıncı dil ve burun, M acar Burnu olup, yanında
M acar Bahçesi denilen yer ve bunun arka tarafında yükselen Yuşa dağının
tepesinde Yuşa’nın mezarı vardır. Bu mezarın yanında, 18 kulaç derinli­
ğinde bir tatlı su kuyusu bulunur. Yuşa dağının eteğinde de meşhur G ü­
müş Suyu vardır. Dağın fundalıklarında orada burada eski yapıların te ­
melleri görülür.
Yuşa’nın mezarının 6 6 ayak uzunluğunda olduğu söylenir. Mi'ıslü-
manlara göre, bu mezar N u h’un oğlu Yeşua’ya aittir. Fakat, bu mezar
Polidcukis tarafından öldürülen iri yapılı ve heybetli bir kral olan Aırıi-
kos’a aittir. Polideukis, Argonotların 4 9 cesur H ellen grubundan ve Ha-
so n ’un arkadaşlarından biridir. Bu grap, H ason ’un ağabeyinin oğlu ve
Tedalalıların imparatoru olan Peliasa komutasında Çerkeslerin ülkesi G o-
liks’ten ve sonra bir gemi ile Propontis’ten ve bu Karadeniz Boğazı’ndan
geçtiler. Altın saçlı post Çerkeslerin kralı Agitasa’mn elinde olduğu için ...
ve saire.
Bu mezar 3 5 0 yıl önce ortaya çıkmış ve mezarın muhafazası için, Ka-
vakköyii sakinlerinden bir aile görevlendirilmiştir. Bu aile fertlerine bugü­
ne kadar Dedeoğulları denir. Sultan II I. O sm an, mezarın çevresine alçak
bir duvar, önünde de ziyaretçilere mahsus bir namazgah yaptırmıştır.
Yuşa dağının sağ tarafındaki köy M acar Bahçesi ve solundaki Um ur
Yeri adlarını taşır. Eskiler hem köyü ve hem dağı büyük meblağla satın
alındıkları için, gümüş anlamına gelen Argyrion adını vermişlerdir.
Eski devirde, orada din şahidi Panteleim on’a ith af edilmiş bir kilise,
önünde de, kiliseyi yeniden inşa eden im parator Justinianus’un tamir e t­
tirdiği hastane bulunmakta idi.
Sultan III. Mustafa, gemilerin akıntıya karşı kolaylıkla çekilmesi için,
Macar Burnu’ndan U m ur Yeri’ne kadar taş döşeli bir yol yaptırmıştır. Ka­
vak Kaleleri denilen kalelerden başka, harp sırasında yeni bir kale ve Bo-
ğaz’m iki yakasında, sahildeki.tabyalar inşa edilmiş olup, bunların büyük
kısmı Sultan I I I . Mustafa zam anında, bir kısmı Sultan I. Abdiilhamid
devrinde ve 17S8 tarihinde ve bir kısmı da bugünkü padişah Sultan III.
Selim döneminde yaptırılmıştır.
Güzel ve eğlenceli U m ur Yeri burada olup, yanında kireç kuyuları var­
dır.
Üsküdar’dan buraya kadar Anadolu sahilindeki beşinci buıun, altıncı
padişah binişi olan Servi Bıırnu’dur. Padişaha mahsus beyaz has ekmeğin
hazırlandığı, has unun öğütüldiiğü ve üç su değirmeni bulunan beylik
değirmeni buradadır.
Sonra güzel bir çayırlık olan Hünkâr İskelesi gelir. Sahildeki düzlükte
İstanbul’un zanaatkar esnafları bazen büyük teferrüc yaparlar. Halılarla
döşenmiş çadırlar kurulur, çalgılar çalınır, keyif sahipleri oynarlar, yeşil çi­
menlere uzanırlar ve bir ordugâh gibi her tarafı şenlendirirler.
Kara tarafının iç kısmında, bu güzel düzlüğe kadar uzanan Tokat Bah­
çesi denilen mesire yeri vardır. T o k at sözcüğü Türklerde, koyun ve keçi
sürülerinin barındığı mandıra manasında kullanılır. Sultan I. Süleyman,
burada Kağıthane’deki çağlayana benzer havuzlar yaptırmış olup, bu ya­
pılar yıkıldığı için H . 1 1 5 9 (1 7 4 6 ) senesinde Sultan I. Mahmud tarafın­
dan tamir ettirilmiştir. Burada, Sultan III. Sclim ’in atıcılığı anısına Sulta-
niye’de dikilen sütunlar gibi, Sultan IV . M utad’ııı yaptığı ok talimlerinin
hatırasına dikilmiş olan iki sütun bulunur.
Bundan sonra Türklerle meskûn Yalı Köyü gelir.
Yalı Köyü’nün sırasında Türk ve Ermenilerin sakin bulundukları Bey­
koz yer alır. Burada Surp Nigoğaios adlı bir Ermeni kilisesi vardır.
Beykoz’da sahile yakın bir yerde, Sultan I. M ahımıd’un 1 7 4 6 senesin­
de Gümrükçü İshak Ağa’ya yaptırdığı sııu ı bol, kagir ve sağlam çeşme
bulunur. Çeşmenin kitabesi: SabibüTbayrat vel hasenat, es seyyid İshak
Ağa emin-i glimrük-i Asitane sene 1 1 5 9 . Bu çeşmeden eskiden beri bol
su akardı ve sonra suyu tamamen kurudu. Sultan I. M ahmud halkın mü­
racaatı üzerine, büyük bir meblağ sarf ederek buraya suyu tekrar getirtti
ve bugünkü çeşmenin yapılmasını emretti. Şimdi yazlık bir eğlence yeri
haline gelmiş olan bu yerde halk, suyun çevresindeki taştan yapılmış, iistü
kapalı yerlerde oturup, fışkıran suyun sesi ile mest olur.
Yorus kalesi kadısı Beykoz’da oturur. Beykoz koyunun iki tarafında
gerilmiş ağların ortasında dikili, yüksek bir direğin tepesindeki dalyanda,
kılıç balığını gözeten balıkçı n öbet bekler.
Akbaba suyu dağlardan inerek burada denize dökülür. Akbaba Köyü
havadar ve şifalı bir yerdir.
Sultan I. Süleyman’ın hasekisinin adı ile eskiden Hançerli Sultan ola­
rak anılan, fakat bugün ıssız bir hale gelm iş bulunan Sultaniye, Bey­
koz’dan sonra gelir. Beşinci padişah biniş yeri buradadır. Sahilinde ağaç­
lık geniş bir düzlük vardır. Körfezi evvelce çok geniş sığ ve bataklık olup,
ortasında bir adacık bulunurdu. Sultan Süleyman, burasını toprakla dol­
durtarak düzlük haline getirmiştir. Poyraza karşı olan bu yerde, güzel bir
çeşme, havuz ve çevresinde de bereketli bahçeler yer alır. Sultan I. Süley­
man, bu düzlükte bir köşk ile güzel bir bahçe yaptırmış, buraya güzel
ağaçlar diktirmiştir. Rivayete göre, bu köşkün karşısındaki bir ağaçtan, el­
lere ve yüze sürülen hoş kokulu bir yağ sızarmış.
Buradaki dağın üzerinde, eski yapılı ufak bir havuzdan fışkıran, her
türlü ilaçtan çok daha şifalı bir su bulunur.
Daha ileride Türklerle meskûn İncir Köyü gelir. Sahil boyunca yayıl­
mış olan bu köy, Sultan II I. M ustafa’nın nedimlerinden Tahir Ağa zama­
nında kurulmuş ve imar edilmiştir. Öyle ki, Sultan Mustafa burada biniş
yapmıştır.
Halktan çok rağbet gördüğü için, bu köyde sık sık rezalet ve uygun-
sıız hareketler vuku bulunca, bostancıbaşının aldığı sıkı önlemler sebebiy­
le köy rağbetten düşerek eski şenliğini kaybetmiştir.
Adı geçen Tahir Ağa, Osmanlı yönetim inde, padişahın birçok yeni
usuller uygulamasında etkili olmuştur. Buradaki buruna, Burun Bahçesi
denir.
Daha ileri gidildiğinde, bir padişah bahçesi olan Küçük Çubuklu yer
alır. Bu bahçedeki çalılıkların köşesinde üç muazzam yapı görülür. Sahil­
deki düzlükte ayrılmış bir padişah sarayı, bahçenin önünde de vaktiyle
Osmanlı padişahlarına mahsus av sahası olan küçük bir orman bulunur.
Eskiden burada, Rumca Akimitis denilen uykusuz keşişlere ait bir ma­
nastır vardı. Buranın kurucusu ve yöneticisi olan Aleksandr adlı zat, 4 3 0
yılında ölünce bu manastıra defnedilmiştir. Söz konusu manastırın keşiş­
leri, nöbetleşerek gece ve gündüz, hiç durmadan dua ettikleri için, uyku­
suz lakabı ile anılırlardı.
Bundan sonra, leziz bir su akan çeşmesi ile Büyük Çubuklu gelir. Ç u­
buklu adını taşıyan her iki yerde de yerleşim yoktur. Dördüncü padişah bi­
nişi olan Büyiik Çubuklu’nun yakınında İlariye Burnu denilen tepe vardır.
Çubuklu’dan sonra gelen Kanlıca, Türklerle meskûn büyük bir köy­
dür. Buradaki cami, mektep, medrese ve hamam, Sultan I. Süleyman dev­
rinde, bostancı başılıktan paşalığa yükselmiş ve M ısır valiliğine tayin edil­
miş olaıı İskender Paşa tarafından H . 9 6 7 [1 5 5 9 / 6 0 ] senesinde yaptırıl­
mıştır.
Kanlıca’nm iç tarafında M ürver Yeri denilen bir mesire yeri vardır. B i­
lindiği üzere, Kanlıca ismi Türkçede ufak araba anlamındaki kanglı sözcü­
ğünün küçültme yapılmış şeklidir. Buranın, Kanlıca yoğurdu adı verilen
meşhur yoğurdu, İstanbul’a getirilerek satılır.
ICanlıca’dan sonra, Ü sküdar’dan buraya kadar Anadolu yakasındaki
dördüncü burun olan bu mevkide Yoncazade Yalısı yer alır. Bu sahilde,
denizin içeriye doğru koy teşkil ettiği yerde, Sultan I. M ahm ud’un çok
sevdiği Çay Körfez Bahçesi bulunur. Körfezin yukarısında, İm rahor Sadık
Ağa ve Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış olan Kavacık adlı güzel bir
mesire yeri vardır. Sadık ve Hüseyin Ağalar, Körfez’in kıyısında olduğu
gibi, D olm abahçe’de de saraylar yaptırmışlardır.
İki kardeş Sultan I. M ahm ud’un nedimleri olduğundan, padişah her
iki sanıya da biniş yapardı. Fakat, varisleri Körfez’deki evi Ragıp Paşa’ya
sattılar. Bu iki kardeş, birçok paşanın kapı kethüdası olan M ehmed Em in
Ağa’nın oğullan idiler.
Sultan I. M ahm ud’un biniş yeri olan, körfezin sağ tarafında eski bir
saray ve büyük bir havuz bulunur.
Bundan sonra, Güzelce Hisarı veya Akça Hisarı da denilen Anadolu-
hisarı gelir. Rumelihisarı’nın karşısındaki bu mevki sadece Türklerle mes­
kûndur. B oğaz’ın sağ ve sol kıyılarında karşılıklı bulunan bu iki hisar, şeh­
ri denizden gelecek düşmanlara karşı savunur.
Anadoluhisarı, Rumelihisarı’ndaıı 58 yıl evvel yapılmıştır. Sultan Yıldı­
rım Bayezid, Sofya’yı Macarların kuşatmasından kurtararak buraya dön­
dükten sonra, Kocaeli yolu ile B oğaz’a gelmiş ve bu hisarı yaptırmıştır.
Bu suretle, Hıristiyan gemilerinin Karadeniz’den gelerek, B oğaz’dan geç­
melerine ve şehre girmelerine engel olmuştur. Bizans imparatoru Manu-
el, padişaha vergi vermeye razı olunca geri dönmüştür. Bu olay, H . 7 9 7
(1 3 9 4 ) senesinde olmuştur.
Anadoluhisarı’ndan sonra Büyük Göksu gelir. Kağıthane suyuna ben­
zeyen bu dere, ondan ufaksa da, Küçük G öksu’dan büyüktür.
Göksu civarında kaynaklar ve verimli bahçeler vardır. Burada, şehirde
ün salmış, uzun ve nefis bir patlıcan türü yetişir. Burada, görmeye değer
çok güzel bir düzlük ve derenin kenarında, zenginlere ve fakirlere mah­
sus, büyük çapta küpler yapılan çömlekçi imalathaneleri yer alır. Burada
padişah sarayına mahsus unu öğüten üç değirmen bulunur.
Sahilde, Büyük G öksu’nun yanında, Küçük Göksu adı verilen güzel ve
uzun bir düzllik vardır. H er iki yer de meskûn değildir. Eskiden bu iki
suyun arasında bulunan padişah bahçesi, Sultan I. M ahmud devrinde b o ­
zulunca, yerinde sadrazamı Divittar Emin M ehm ed Paşa tarafından, H.
1 1 6 3 [1 7 4 9 / 5 0 ] senesinde gösterişli bir saray yaptırılmıştır.
Burada, Kandilli’ye kadar uzanan ve çoğu servi ağaçlarından müteşek­
kil güzel bir orman bulunur. Sultan IV. Murad bu yeri çok sevdiğinden,
Göksu’ya Gümüş S en'i adını vermiştir.
Burası, Anadolu sahilindeki üçüncü padişah binişidir.
Anadolu sahilinin üçüncü dil ve burnu, Kandilli Burnu’dur. Türk E r­
meni ve az sayıda Rumla meskûn olan Kandilli, iki yakadaki diğer buran­
lardan farklı olarak, Rumeli sahiline doğru, akıntının içine uzanmış bir
adaya benzer. Sağında Büyük G öksu’nun, solunda Vaniköy’ün yer aldığı
koyda, denize doğru uzanan bu dil, kendisine çarpan akıntıya engel oldu­
ğundan, sular burada şiddetle kaynaşır.
Şeddin üstüne çıkıldığında, eski padişah köşkünün sahası görülür. Bu­
radan, iç taraftaki vadiye bakan tepeye çıkınca da harikulade bir manzara
içinde Marmara Denizi, Sarıyar dağları, yılankavi B oğaz’ın büyük bir kıs­
mı ve güzel bir tabloyu andıran Göksu çayırı ve vadisi gözümüzün önüne
serilir.
Bolca kuzey rüzgârı alan bu yerde, padişah hasekilerinden birinin de­
nize düşerek boğulduğu rivayet edilir. Sultan IV . Murad buradaki yüksek
serviyi süsleterek, geceleyin yaktırdığı, şarkılarla ve sazlarla şenlikler yapıl-
djğı için, bu mevkie Kandilli.denm iş olup, bundan ötürü adı Kandilli
Bahçe olarak kalmıştır. Sultan IV . M urad’ın buradaki-sarayı, yıkılmış ve
harabe haline gelm iş o ld u ğ u n d an , Su lta n I. M ah m u d zam an ın d a,
H. 1161 (1 7 4 8 ) yılında şimdiki sakinlerine satılmıştır.
Binada, akıntıya yakın bir yerde bekleyen saray bekçileri, oradan g e­
çen odun yüklü kayıkları halatlarla kıyıya çekerek, Meydan iskelesine sevk
ederler, sarayın belirlediği bir fiyatla, bütün odunları saray için satın alır­
lar. Şayet, kayıkçılar daha çabuk davranıp, kayıklarını halattan kaçırabilir­
lerse, bu zoraki satıştan kurtulurlar. Bazen de, Karadeniz’den gelen odun
yüklü kayıklardan gizlice vergi alınır ve görm ezlikten gelinir. Bu işi yapan
bekçilere Şadiler denir.
ICandilli’den sonra, Papaz Bahçesi denilen köy gelir. Bu köy V ani
Efendi’ye verilmiş, o da burayı imar edip küçük bir de mescit yaptırmıştır.
Sahile yakın ağaçlık mevkide, mescidin arkasında, ayazmanın yanında Ay
T heod o ro s [Ayios T h eod o ro s] Kilisesi’nin tem elleri görülür. Bu köy
Türklerle meskûndur.
Aynı sırada bulunan ikinci burnun adı Zeytin Burnu’dur.
Zeytin Burnu’ndan sonra, Narlı Bahçe veya Kuleli de denilen Kule
Bahçesi gelir. Güzel ve ağaçlık bir vadi olup az içeride, tepenin üzerinde­
ki kulenin yanında, evvelce Sultan I. Süleyman’ın sarayı ve bahçesi mev­
cut olup, sur duvarının izleri hâlâ görülür.
■ Sultan III. Ahmed’in meşhur sadrazamı İbrahim Paşa, söz konusu sa­
rayın taşlarını H . 1 1 3 4 yılı, Şaban ayının 2 2 ’sinde [2 9 Mayıs 1 7 2 2 ] Ka­
ğıthane’deki köşkünün inşası için oraya naklettirmiştir.
Buradan içeriye doğru ilk bahçede, Ay Atanas [Ayios A thanasios]
Ayazması’nn kadar uzanan su yolu görülür. Ayazmanın yukarısında ve bi­
tişiğinde, üzerinde haç motifleri bulunan çokgen bir taş, vaktiyle burada
bir kilisenin mevcut olduğuna işaret eder.
Kuleli’nin yanında, sahilde, padişaha ait köpeklerin barındırıldığı bina
ve ayrıca ayıların bağlandığı bir yer vardır.
Burası Boğaz’m Anadolu tarafındaki ikinci padişah binişidir.
Sahil boyunca, N a z if in şaşırtıcı güzellikte bir yalısı vardır. Fakat N a­
zif, H. 1 2 0 4 [ 1 7 8 9 / 9 0 ] yılında Sultan I I I . Selim ’in emri ile başı vurula­
rak idam edildiğinden, yalısının sefasını sürmek kendisine nasib olm a­
mıştır.
Kuleli’den sonra Türklerle ve Rumlarla meskûn Çengelköy gelir. B u ­
radaki Ay Yoıgi [Ayios Yeoıyios] Kilisesi çok eskimiş olduğundan, günü­
müzde yeniden yapıldı.
Çengelköy’ün koyu, genişlik bakımından İstinye’dekinden sonra ikin-
cı gelir. Verimli vadisinin içinden bir küçük dere geçer. Kasım ayında,
mehtaplı gecelerde büyük şenliklerle balık avı yapılır.
Bu mahalden Boğaz’ın iki yakası ve İstanbul şehri ayna gibi görülür.
Bu köyde, evvelce bulunan Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi’niıı ka­
lıntıları hâlâ görülmektedir. Yukarıda adı geçen Ay Yorgi Kilisesi, köyün
nihayetindedir. Kilisenin bulunduğu sokağın içinde, erken devirlerden
kalma, haç motifleri ile süslü taş bir havuz vardır. Havuzbaşı denilen yer
bu sıradadır. Buranın sahile çıkış yeri, Çengelköy’e bitişik geniş ve güzel
bir vadi olup, Çayır İskelesi adını taşır.
Çengelköy’den sonra, Türklerle meskûn olan Beylerbeyi Bahçesi gelir.
Bu mahal, Rumeli beylerbeyi M ehm ed Paşa’mn bu sahilde bulunan yalı­
sından dolayı, böyle adlandırılmıştır. M ehm ed Paşa, Halil Paşa’nın büyük
kardeşi olup, padişah tarafından çok sevilirdi. Fakat H . 9 9 7 [1 5 8 8 / 8 9 ]
yılında, Sultan I I I . Murad zamanında, saray divanında çıkan kargaşalık es­
nasında öldürülmüştür.
Eskiden burada bulunan padişah sarayı, komşu bir kadına ait olan biti­
şik m ülkten dolayı, sarayı istediği gibi genişletemediği için, Sultan III.
Mustafâ tarafından yıktırılıp, arsası Türklere satılmıştır. Arsayı satın alanlar,
kendi ikametleri için sahilde güzel binalar yaptırmışlardır. Sultan III. Mus­
tafa, buranın gelirini H . 1 1 7 4 [ 1 7 6 0 / 6 1 ] yılında, annesi Mihrişah Emine
Sultan namına Üsküdar’da inşa ettirdiği tek minareli camiye vakfetmiştir.
Daha sonra, Sultan I. Abdülhamid, aynı yerde ve İstavıoz’un nihaye­
tinde kâgir ve kurşun örtülü büyük bir cami yaptırmıştır.
Beylerbeyinden sonra Türk ve Rumlarla meskûn İstavroz Köyü gelir.
Bizans imparatoru Konstantinos tarafından buraya diktirilen haçtan (is­
tavroz) dolayı, bu köye İstavroz adı verilmiştir. Eski kilisenin yerinde bu­
gün bir hamam mevcut olup, ayazma ise bağların içindedir.
Burada İstavroz Bahçesi denilen bir padişah sarayı vardı. Sultan IV.
M urad, H . 1 0 1 8 [ 1 6 0 9 / 1 0 ] yılında bu sarayda dünyaya gelmiş olduğun­
dan, bu sarayı ve İstavroz’un yukarı tarafındaki, geniş bir manzaraya ha­
kim bulunan Çamlıca’yı da çok severdi.
İstavroz’daki tepede bir padişah sarayı yıkıntısı ve geniş vadinin içinde
de bahçeler görülür. Bu saray, Sultan II. Selim ’in vezirlerinden, H . 985
[ 1 5 7 7 / 7 8 ] senesinde ölmüş olan kaptan Piyale Paşa ile evlenen kızı Gü-
herhan Sultan’a aitti.
Sultan IV . Murad, aslen Balıkesirli olan ve Solakoğlu denilen İlyas Pa-
şa’vı H . 1042 (1 6 3 2 ) senesinde , İstavroz’daki bu sarayda öldürtmüştür.
Olay şöyle hikâye edilir: İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşa tarafından, o anda
Üsküdar yakınındaki İstavroz Bahçesi’nde bulunan Sultan IV . M urad’ın
huzuruna getirilir. Padişah onu hiddetle azarladıktan sonra, başının kesil­
mesini emredince, bostancılar oraya koşuşmuşlar ve içlerinden Tolozcu
denilen birisi, aniden İlyas Paşa’yı kapıp altına almış, bıçağı ile boynunu
vurarak, başını yere yııvarlamıştır.
Bu suretle, M anisa, Karesi, Kazdağı, Bergam a, Balıkesir, Edrem it,
Ayazmend, Alaşehir, M enem en ve Foça ahalisi bu adamın zorbalığından
ve baskısından kurtulmuştur.
İstavroz’un iç kısmındaki dağlık mıntıkada, birbirine yakın iki yuvarlak
tepe üzerinde Eski Çamlıca ve Yeni Çamlıca denilen iki mesire yeri vardır.
Nefis sulu bir çeşmesi bulunan bu mevki, Sultan IV . M ehm ed’in yaptırdı­
ğı birçok yapı ile güzelleştirilmiştir.
İstavroz’dan sonra, sahilde Türk ileri gelenlerine ait Sıra Yalıları adı
verilen sıra sıra evler bulunur.
Bundan sonra, Nakkaş Burnu denilen yer gelir. Bu ad, Sultan II I.
Murad ve onun oğlu Sultan II I. M ehm ed ile çağdaş olan ve orada yalısı
bulunan Nakkaş Haşan Paşa’ya ithafen verilmiştir.
Nakkaş Burnu’ndan sonra R um , Yahudi ve az miktarda Erm eni ile
meskûn Kuzguncuk Köyü gelir. Burada Rumların Ay Pandeleimon [Ayi­
os Panteleimon] adlı bir kilisesi ile ayazması vardır. Keza sakin bir yer o l­
duğundan, Kadıköy metropolitinin makamı da buradadır.
Kuzguncuk sahilinde pek çok ev mevcut olup, bilhassa Yahudi zen­
ginlerinin evleri buradadır, tç tarafta birçok Yahudi ve Rum evi, yamaç­
larda da kalabalık bir Yahudi mezarlığı vardır. O denli İd, ölü sayısının ya­
şayanlardan fazla olduğu sanılır.
Yahudiler, Kuzguncuk’u Kudüs toprağına bitişik kabul ettiklerinden,
burasını çok saygın addederler ve bu mezarlığa defnetmeyi tercih ettikle­
rinden, birçok yerden ölülerini getirip buraya gömerler. Bu nedenle bu
mezarlık çok geniş bir yer kaplamaktadır.
Bütün Yahudilerin hahambaşı vekilinin makamı da buradadır.
Yeni icad edilen nakışlı basmalara ait imalathane, Kayserili Serkis Kalfa
tarafından bu köyde kurulmuş olup, rengârenk çiçekli zarif basma, kuru­
cusuna ithafen “Serkis Kalfa Basması” adı ile anılmıştır. Halen Üsküdar’a
nakledilmiş olan bu im alathane, adı geçen kalfanın torunları ve diğer
meslektaşları tarafından işletilmektedir.
İbrahim Hanzade Bahçesi ve Ö küz Limanı İskelesi Kuzguncuk’a biti­
şiktir. Öküz Limanı çeşmesi, camii, civardaki bahçeler ve kayık iskelesi,
Sultan II I. M ustafa zamanında Silahtar Abdürrahm an Ağa tarafından
yaptırılmıştır. Bunların arasında, içinde bir saray bulunan Kaya Sultan
Bahçesi de vardır. Kaya Sultan, Sultan IV . M urad’m kızı olup, H . 1 0 5 4
[1 6 4 4 / 4 5 ] senesinde M elek Ahmed Paşa ile evlenmiştir.
Öküz Limanı sadece Türklerle meskûndur. Rumeli yakasından getiri­
len öküzler, Anadolu’ya götürülmek üzere, Beşiktaş’tan kayıklarla buraya
nakledildiği için, limana bu ad verilmiştir. Sahilde, iskelenin yanında bir
cami ve bitişiğinde saraya mahsus kâgir ve dört köşe yeni bir buğday am­
barı yapıldı.
B oğaz’ın Anadolu sahilinde, bir dil şeklinde uzanan ilk burun Üskü­
dar’dır. İlk padişah biniş yeri de Şemsi Paşa Sarayı’dır.
Vaktiyle Kalkedon’un [Kadıköy] bir sahil köyü olan Üsküdar şimdi,
Türk, Ermeni, Rum ve Yahudilerle meskûn büyük ve çok nüfuslu bir şehir
haline gelmiştir. Üsküdar’ın eski adı olan Rumca Khrisopolis’in menşeine
dair çeşitli görüş ve rivayetler vardır. Bazılarına göre, Khrisida ve Aga-
m em non’un oğlu olan Khrisos, ablası (putperest) rahibe İfıenia ile Kırım’a
giderken, burada ölüp defnedildiğinden, mevkie bu ad verilmiştir.
Veya, Pers hakimiyeti sırasında, diğer şehirlerden alınan altın burada
toplandığı için, “altın şehir” manasına gelen Khrisopolis denmiştir. Sok-
rat’a göre ise (Kilise Tarihi, 7. Kitap, b. 2 1 ) , Atinalı kumandan Aikiviadi-
os tarafından surla çevrilen bu mevkide, Karadeniz’den gelen gemilerden
ondalık alınırdı. Bir rivayete göre de, orada skutarion yani kalkan imal
edilip satıldığından dolayı, Skutari olarak adlandırılmış olan şehre, Türk-
ler Üsküdar adını vermişlerdir.
Üsküdar’ın nihayetindeki tepede, Şemsi Paşa adını taşıyan bir saıay,
sahilde de sarayla aynı zamanda yapılmış olan kurşun kaplı kubbeli bir ca­
mi vardır. Cami kubbesinin tepesinde, alışılmışın dışında, hilal şeklindeki
alem yerine, baninin adına izafeten olacak, altın yaldızlı bir güneş (şems)
şekli konmuştur. Zira, şems Arapça olup, Türkçe karşılığı güneştir. Şemsi
Paşa Sultan III. M urad’ın bir veziri olup, H . 9 8 9 [1 5 8 1 ] yılında ölmüş­
tür.
Sultan I. Süleyman’ın kızı ve Rüstem Paşa’nın zevcesi Mihrimah Sul­
tan, Üsküdar sahilinde, İskele Camii denilen ve H . Zilhicce 9 5 4 ’te (Ocak
1 5 4 7 )22 tamamlanmış olan çifte minareli bir cami, hastahane, çifte ker­
vansaray, medrese ve misafirhane, imaret ve mektep yaptırmıştır.
Sultan II I. M urad’ın annesi, Sultan II. Selim ’in karısı Nurbanu Sultan
da H . 9 8 5 (1 5 7 7 ) yılında burada Valide Cam ii’ni yaptırmıştır. Bu cami­
nin yanında çifte hamam, imaret ve medrese vardır. Burada, Sultan I. Sü­
leyman’ın zevcesi, ölen şehzade M ehm ed’in annesi Haseki Sultan tarafın­
dan yapılmış olan bir cami, hamam, medrese ve imaret bulunur.
Sultan I. Ahmed’in zevcesi, Sultan İbrahim ’in, Sultan IV . M urad’ın
ve Şehzade Kasım’ın anneleri, Kösem adı da verilen Mahpeyker Sultan da

22 Doğrusu 1548 olacak (e.h.).


H . 1053 (1 6 4 3 ) yıJında Üsküdar’da, Yeni MahaJJe’ye doğru, sedn üze­
rinde güzel bir cami, çifte hamam ve bir imaret yaptırmıştır. İstanbul’da,
Mercan Çarşısı yakınında, kaptan Piyale Paşa’nın eski konağının bulundu­
ğu yerde, çok odalı Büyük Valide H anı’nı yaptırarak yukarıda adı geçen
camiye vakfeden, Mahpeyker Kösem Sultan, kendi haince planları yüzün­
den to ru n u S u lta n IV . M e h m e d ’in h ışm ın a u ğ ra y a ra k , H . 1 0 6 1
[1 6 5 0 / 5 1 ] senesinde boğdurulmuştur.
Sultan II I. Mustafa da Üsküdar’da, Ayazma İskelesi yakınına düşen
setin üzerinde, inşası H . 1 1 7 2 [1 7 5 8 / 5 9 ] senesinde başlayıp, H . 1 1 7 4
[1 7 6 0 / 6 1 ] senesinde tamamlanan, annesi Mihrişah Em ine Sultan’ın hatı­
rasına tek minareli, yüksek ve güzel bir cami yaptırmıştır.
Mihrişah Sultan Camii yakınında, Fatih Sultan M ehm ed’in vezirlerin­
den, Rum M ehnıed Paşa tarafından, medresesi ve mutbağı ile birlikte,
kubbe ve kurşunla örtülü bir cami daha yaptırılmıştır.
Üsküdar’da, sahilden hayli uzakta, tepeye doğru, birer kilise ile birlik­
te iki Ermeni mahallesi bulunur. Bunlardan biri, Selamsız adını taşıyan
mahalle olup, buradaki Surp H aç Kilisesi ilk defa Balatlı D er Abraham
adlı bir papaz tarafından yapılmıştır. B u papaz 1 7 2 7 yılında ölünce, kilise­
nin avlusuna defnedilmiştir. Bu kilise kısmen tamir edildi ve 1 7 9 7 yılında
bitişiğinde yeni bir okul yapıldı. 13 Tem m uz 1 7 6 4 senesinde ölen İstan­
bul Ermeni Patriği Zimaralı Hagop Nalyan, Selamsız Mahallesi halkı için
buraya su getirtip bir çeşme yaptırmış ve ölümüne yakın, büyük bir hatıra
bırakmıştır.
Su yollarında bozulma olunca, 1 7 9 8 yılında, kilisenin kandilcisi ve adı
geçen mektebin hocası olan Diyakos Mardiros tarafından tamir edildi ve
Surp Haç Kilisesi’nde yeni bir çeşme yaptırıldı.
İkinci Ermeni mahallesi olan Yeni M ahalle’de Surp Garabet adlı güzel
bir kilise vardır. Bu kilise ilk önce, 1 6 2 7 senesinde İstanbul patriği olan
ve Üsküdar mezarlığında medfun Vanlı Vartabet Zakaria tarafından yaptı­
rılmıştır. Yeni Mahalleli ihtiyarların anlattıklarına göre, Surp Garabet kili­
sesi evvelce bugünkü kilisenin dış kapısı karşısındaki küçük çeşmenin ye­
rinde, Kudüs manastırı tarafında, bir şapel idi. Sonra, kilise, 1 6 1 7 yılında
Vanlı Vartabet Zakaria’nın nezaretinde şimdiki yerinde yapılmıştır. Bu in ­
şaatın anısına, gümüş bir haçın üzerine, aynı tarihli bir kitabe hakkedilmiş
olup, şöyle yazar: “Surp Garabet Kilisesi kapısındaki bu Surp H aç, V arta­
bet Zakaria’nın ve Üsküdar’daki cemaatin yardımlarının hatırasıdır, tarih
1 6 1 7 .”
Zakeos de denilen Vartabet Zakaria, daha sonra 1 6 2 7 senesinde İstan­
bul Ermeni Patriği olmuş, öldüğünde Üsküdar Erm eni mezarlığına def-
nedilmiştir. Vartabetin mezar taşı üzerinde kitabe olm adığından, yıllar
sonra Kapanlı Kevork Vartabet (1 7 5 1 ) patrik olduğunda, bu mezar taşını
tamir ettirmiş ve ölüm tarihini bilmediği için buraya, yukarıda bahsi ge­
çen gümüş haç üzerindeki tarihi yazdırmıştır. G erçekte, bu tarih kilisenin
inşa tarihi olup, onun ölüm tarihi değildir.
Tekrar kilisenin tarihine dönelim.
Daha sonra, İstanbul Patriği Hovhannes G olod zamanında, 1 7 2 7 yı­
lında, Surp H aç ve Surp Garabet kiliseleri birlikte, tem elden inşa edilmiş­
lerdir.
Surp Garabet Kilisesi karşısında, mülkü tamamen Kudüs Surp Hagop
Erm eni M anastırı’na ait olan ve aynı manastıra mensup rahiplere tahsis
edilmiş bulunan büyük bir manastır yer alır.
Bu manastırın kuzey yanında, sağlam duvarlarla çevrilmiş geniş ve gü­
zel bir bağ, bağ duvarının öte tarafında da ağaçlarla kaplı Ermeni mezarlı­
ğı vardır.
Yeni M ahalle’de, Erm eni manastırının arka târafında, Rumlarla mes­
kûn bir mahalle bulunur. Peygamber İlia’ya ith af edilmiş olan buradaki
Rum kilisesi, eski ve harap bir vaziyette olduğundan, H . 1 2 1 9 (1 8 0 4 ) yı­
lında ilkinden üç kat daha büyük olan yeni bir kilise yapıldı.
Yeni M ahalle’den aşağıya doğru, sahilde, Balaban iskelesi vardır. Sul­
tan I I I . A hm ed ’in annesi G iilnuş Sultan H . 1 1 2 0 - 1 1 2 3 [ 1 7 0 8 / 0 9 -
1 7 1 1 / 1 2 ] senelerinde burada Valide Sultan adlı bir cami yaptırmıştır.
Edirne şehrinde ölen Gülnuş Sultan’m cenazesi oradan İstanbul’a getiri­
lerek, H . 1 1 2 7 [1 7 1 5 ] yılında bu camiye defnedilmiştir.
Yukarıda bahsi geçen Şemsi Paşa Sarayı ve Camii, sahil kısmında, Vali­
de Camii’nin sırasındadır. Sahilin devamında, Sarıtaş İskelesi ve padişahın
annesine mahsus Valide Sarayı yer alır. Ayazma Bahçesi ve İskelesi de bu­
radadır. Vaktiyle Ayşe Sultan’ın Bahçesi’nin bulunduğu Taş Limanı, Ayaz­
ma Bahçesi’nin yanındadır. Taş Limanı karşısında, denizin ortasında dikili
bulunan ve Rumca Arkla denilen Kız Kulesi vardır. H alen deniz feneri
olarak kullanılan Kız Kulesi’nde geceleri gemicileri uyarmak için fener ya­
kılır. 100 adım uzunluğunda bir yeraltı yolu ile karaya bağlı bir adacık
olan Kız Kulesi ile Üsküdar arasında, Kadıköy halkının kolayca İstanbul’a
geçmesine mani olan akıntıyı bertaraf etmek için, evvelce bir duvar yapıl­
mıştı. Sultan Süleyman devrinden az önce yıktırılarak, taşlan başka inşaat­
larda kullanılmış olan bu duvarın kalıntıları, denizin içinde hâlâ görülür.
Bu adacığın içinde, yağmur suyundan başka, yeraltı yolu vasıtası ile
gelen su ile dolan bir kuyu mevcuttur. Kız Kulesi, M . 1 1 4 3 yılında tahta
çıkan Bizans imparatoru Kyr Manuel tarafından yaptırılmıştır.
Akdeniz ve Karadeniz’den gelen gemilerin güvenliği için, karanlık g e­
celerde Kız Kulesi’ndeki fenerin yakılmasını emreden Sadrazam İbrahim
Paşa tarafından, H. 1 1 3 3 [ 1 7 2 0 / 2 1 ] senesinde bu fenerin yakılması sağ­
lanmıştır.
Taş Lim anı’ndan sonra, vaktiyle Fatm a Sultan Bahçesi’nin bulunduğu
Salacak İskelesi yer alır.
Salacak’tan sonra, Sultan III. M ustafa’nın yaptırarak, yerleşmeleri için
ihsan eylediği Türklerle meskûn ve bu nedenle İhsaniye olarak adlandırı­
lan yer gelir.
Daha ileri gidildiğinde, içinde padişah köşkleri ve bahçelerinin bulun­
duğu Üsküdar Bahçesi vardır. Bunun sırasında, yüksek bir setin üzerinde,
denize nazır Revan Köşkü yer almış olup, Sultan IV. Murad tarafından
Revan şehrinden dönüşünde yaptırılmıştır. Harap halini gördüğüm bu
köşk, bilahara yıktırıldı.
Hünkâr İskelesi, Kavak Sarayı ve iskelesi bu mevkidedir. Daha ileri gi­
dildiğinde, Sultan I. Süleyman’ın vezirlerinden birine ithafen Haydarpaşa
olarak anılan bir düzlük vardır. Rivayete göre, vaktiyle burada Büyük
Koııstantinus’un bir sarayı bulunmakta imiş.
Buradaki düzlükte, Sultan III. Selim ’in emriyle H . 1 2 1 7 [ 1 8 0 2 / 0 3 ]
yeni düzenlenmiş Osmanlı ordusunun süvari askerlerine ait bir kışla ve ta­
lim yeri inşa edildi. Burada, aynı zamanda cami, halkla meskûn mahalle,
bir Türk matbaası ve diğer önemli ve lüzumlu yerler yapıldı.
Haydarpaşa’dan sonra Türk, Rum ve az sayıda Erm eni ile meskûn Ka­
dıköy gelir. Grekçe Halkidon, Erm enilere göre Kalkedon da denir.
Sahile yakın Aya Efimia [Ayia Evfemia] adlı kubbeli bir Rum kilisesi
vardır. Mahalle içinde de Ermenilerin Surp Asdvadzazin adlı çok eski ve
harap, küçük bir kiliseleri bulunur. Katolikos Yeprem ve İstanbul Patriği
Başepiskopos A braham zam anında, şimdiki padişah Sultan II . M ah-
mud’un fermanı ile küçük Surp Asdvadzazin Kilisesi, güzel bir mimariyle
yeniden inşa edildi.
Kadıköy’ün havası sıhhi değildir. Burası, R om a’nın kuruluşundan 148
yıl sonra, M egaıalılar tarafından Bizaıltion’un karşısında yapılmış büyük
bir şehir idi. Bilahara metropolittik makamı ile onurlandırılmış bu şehre,
daha önce belirttiğim gibi “körler şehri” adı verilmiştir.
Kadıköy’den sonra bir dil şeklinde denize doğru uzanmış olan Moda
Burnu ve sonra Kalamış Körfezi ve deresi gelir.
Kalaınış’taıl sonra gelen Fener Bahçe’nin karşısında, denizin içinde, 9
büyük taştan sağlam bir temel üzerinde yükselen bir kulenin tepesinde,
gece boyunca yanan fener, karanlıkta seyreden gemileri taşlara karşı uyarır.
Bir dil şeklinde denizin içine doğru uzanmış, güzel çınar ve s e m ağaç­
larıyla süslü Fener B ahçesi’nin içinde güzel bir padişah köşkü m evcut
olup, padişah ne zaman arzu ederse burada biniş yapar. Bir ustanın yöne­
timindeki bostancıların muhafaza ettikleri bu yer tehlikeli kişilere karşı
korunur. Bu bahçe batı, güney ve kuzeye nazır olup, batı yönünde Kara­
deniz’den gelen gemiler, kuzey yönünde İstanbul’dan çıkan gemiler, gü­
ney yönünde ise İzm it’ten gelen gemiler görülür. Doğu tarafında Üskü­
dar’dan, Kartal’a, Pendik’e, Gegvize’ye [G ebze] doğru uzanan kara yolu
vardır.
Burada yolculardan bazıları denizden, dile geçerek Halep ve Şam ’a,
yarısı denizden doğruca İzm it’e kadar gider, oradan kara yolu ile hedefle­
rine doğru devam ederler.
Fener Bahçesi’nden İzm it K örfezi’ne doğru M altepe ve Kartal sahil
köyleri karşısında, karaya yakın adalar görülür. Adaların Türkçe adları: Kı-
nalıada, Sivriada, Büyükada, Yassıada, Burgazadası, Tavşanadası, Kızılada
ve Heybeliada’dır. Tatlı bir suyu ve tepesinde de bir kilisenin, yıkık sunak
bölümünün izleri kalmış olan, Aziz Nerses’in adası bunların içindedir.
Bu ada Aziz Nerses’in sürgün edildiği ada olmalıdır. İstanbul Erm eni­
lerinin bir ananesine göre, İm parator V alens’in emriyle Aziz N erses’in
sürgün edildiği ada, İstanbul’dan uzak başka bir ada olmalıdır. Tarihçile­
rin yazdıklarından ve bilhassa Khorenli M ovses’in (Kitap 3, başlık 30)
aşağıdaki sözlerinden bu anlaşılmaktadır:

A riu s’çu la rın teklifine razı olm ay an N e rse s s ü rg ü n edildi. F ırtın alı b ir kış g ü n ü
g em ileri ıssız b ir adaya d ü şe rek , p a rçalan d ı. G em iciler sandalla d e n iz e açılm a­
ya c esare t e d em ed ik leri için o ra d a kaldılar ve o rm a n d a k i ağaçların köklerini
y em ey e m e c b u r o ld u la r. A ncak, T a n rı’n ın inayetiyle, d e n iz in karaya attığ ı can ­
lı balıklarla sekiz ay b eslendiler.

Bu sözlerden çıkarılan sonuca göre, Nerses’in sürüldüğü rivayet edilen


ada, bu olamaz.
H A L E N K O N S T A N T İN O P O L İS Ş E H R İ'N D E SUR
D A H İL İN D E B U L U N A N R U M KİLİSELERİ:

1- Fener kapısının iç tarafında, Ayios Yeoryios Kilisesi; Rum Patrikha­


nesi de buradadır.
2- Fener ve Balat kapılan arasında M etoş keşişlerine ait olan ve halen
Kudüs patriğinin oturduğu Ayios Yeoryios kilisesi.
3- Fener ile Balat arasında, Ay Yorgi [Ayios Yeoryios] Kilisesi yakının­
da Vlakherna Sarayı içinde, yüksek bir mevkide Aya Panaia [Ayia Pana-
yia],
4- H aliç’ten görülen, Türklerce Kanlı Kilise denilen, kiremit örtülü
kubbeli, M ııkhlion veya Aya Panaia [Ayia Panayia] adlı kilise.
5- Buraya yakın ve aynı hizada Rumca Ayios Yeoryios Potiras adlı bir
kilise ve bunun çok yakınındaki, halen Fethiye Camii adlı bir cami olan
Pammakaristos Kilisesi.
6- Fethiye Cam ii’ne yakın bir mahalde, Boğdan Sarayı içinde, halen
kapatılmış olan Ay Nikola [Ayios Nikolaos] Kilisesi.
7- Balat kapısının iç tarafında Ermeni Surp Hreşdagabet Kilisesi yakı­
nında, Parmak Kapı Mahallesi’nde bulunan Ay Nikola [Ayios Nikolaos]
Kilisesi.
8- Balat kapısının dışında, sahilde, T u r-ı Sina Manastırı keşişlerinin
ikamet ettikleri Vaftizci Yahya Kilisesi.
9- Balat kapısının iç tarafında, Ayvansaray’a doğru uzanan yolıın üze­
rinde, Yahudi evleri yakınında, Rumca Balinos lakaplı, Aya Panaia [Ayia
Panayia] Kilisesi.
.10- Adı geçen kilisenin yakınında, iki yanında ahşap kapılar bulunan,
bundan ötürü Rumca Ksiloporta, yani odun kapısı, Türkçe Oyma Kapı
olarak adlandırılan diğer bir yolıın üzerinde yer alan Ay Dimitrios [Ayios
Dimitrios] Kilisesi.
11- Eğri Kapı’nın iç tarafında, Hıristiyan akıl hastalarının zincirle bağlı
olarak kapatıldığı Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi.
12- Tekfur Sarayı civarında, Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi yakı­
nında, halkın “H ançerli” dediği Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi.
13- Bu kiliseden sonra, sur istikametini takiben, Edirne Kapısı suru­
nun karşısında diğer bir Ayios Yeoryios Kilisesi.
14 - Bunun biraz aşağısında “Kirya ton U ranon” yani “göklerin sahi­
besi” lakaplı Aya Panaia [Ayia Panayia] ICilisesi.
15- Edirne Kapısı suru yakınında, Sarmaşık Mahallesi’nde, “Liiküncii-
ler” mevkii yanında Ay Dimitrios [Ayios Dim itrios] Kilisesi.
16- Top Kapısı surunun karşısında Ay Nikola [Ayios Nikolaos] Kilisesi.1
\7 - X cd\Vu\e dvannda k m m d m k\ < X ovçı V fy'vosX tov^os) M \xes\ .
18 - Bu kilisenin yakınında Belgrad Mahallesi denilen yerde Aya Pana'ıa
[Ayia Panayia] Kilisesi.
19- Samatya’da., halk dilinde “Ay Karpi” denilen, Ayios ToUkarpos Ki­
lisesi.
2 0 - Yine Samatya’da, llnm ca “Eks M armara” , Türkçe ise “Altı M er­
m er” denilen mahallede Aya Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi.
2 1 - Yine bu civarda, Karamanlılar mahallesinde Ayios Konstantinos
Kilisesi.
2 2 - Langa taraflarında Ayios Theodoros [Ayios Theodhoros] Kilisesi.
2 3 - Kondoskalion yani Kum Kapı’da, Rumca “ Elpida” denilen, Aya
Panaia [Ayia Panayia] Kilisesi.
2 4 - Kum Kapı’da bu kilisenin yakınında Ayios Kiriakos [Ayia Kiriaki]
Kilisesi.
2 5 - Cibali’de, sur dışında Ay Nikola [Ayios Nikolaos] kilisesi.

A Y V A N S A R A Y 'D A N İT İB A R E N A D I G EÇEN
S A H İL Y E R LE R İ V E İSKELELER:

Yavedud İskelesi
Defterdar İskelesi
Şah Sultan Yalısı
Salihe Sultan Yalısı
Eyyııbi Ensari İskelesi, Sultan 111. Selim ’in annesinin türbe ve imareti
Bostan İskelesi, tepede Rami Çiftliği
Zeynep Sultan Yalısı
Valide Sultan Yalısı
Şah İsmail Sultan Yalısı
Sultan Tekkesi
Bahariye
Keıpiççiler
Fil Köprüsü
Ali Bey Köyü
Kağıthane Köyü
Kağıthane, İstanbul’un karşı tarafına geçtik.
Çağlayan padişahlık köşkü
Kağıthane Köprüsü
Mirahur Köşkü
Taş Burıın
Kara Ağaç
Kara Ağaç Sarayı
Fırkata Gözleri
Haseki İskelesi
Sütlüce
Kum baracılar Kışlası
Harman Başı
Piri Taşa
Beylik Demirhane ve Tophane
Hasköy
Fatih Camisi
Tersane Bahçesi veya Aynalı Kavak Kasrı
Şahkulıı İskelesi
Darağacı
Maçuna
Gözler
Yeni Tersane
Divan Hane
Kasımpaşa, Galata M ollası’nın küçük mahkemesi
^2 Kalyoncular Kışlası
Çektii'i Başı
Kalyon Havuzu
Ambarlar
Taksim
Taksim İskelesi, yukarı doğra Bevoğlu’na gideriz.
Azap Kapısı
Kalafat Yeri
Yelkenciler
Halatçılar
Tulumbacılar
Kürkçü Kapısı, iç tarafında büyük molla mahkemesi
Yağ Kapanı, Galata Zindanı ve voyvodalık makamı
Balıkpazarı Kapısı
Karaköy Kapısı
Kurşunlu Mahzen
Yeni Yağ Kapısı
Mumhane
Kğri Kapı
Kireç Kapısı, küçük mahkeme
Tophane, topçular kışlası
Çavıış Baş İskelesi, birkaç yeni kışla ve yeni güzel bir çeşme vardır.
Salı Pazarı
Canfeda İskelesi
Fındıklı
Kabataş
Çizmeciler Tekkesi
Ayaspaşa
Karabali İskelesi
D olm abahçe, Gümüşsüyü
Arap İskelesi
Çinili Köşk
Hayreddin Paşa
Beşiktaş
Haraççıbaşı Sokağı
Paşa Mahallesi
Kılıç Ali
Mevlevihane Önü
Yahya Efendi
Çırağan Yalısı, halen Sultan Yalısı
Cami Burnu
Ortaköy
Koyun İskelesi
Defterdar Burnu
Etm ekçioğlu Deresi
Tırnakçı Burnu
Kuruçeşme
Halil Paşa Sarayı
Sarraf Burnu
AH Paşa Önü
Arnavutköy
Akıntı Burnu
Haşan Halife
Peksimetçi Başı
Bebek
Küçük Bebek
Ermeni Mahallesi
Kayalar Burnu
Şehitler, Durmuş Dede
Rumelihisarı
Şeytan Akıntısı
Zafarat, iç tarafta Levent Çiftliği
Baltaoğlıı Limanı
Emirgııneoğlu
Gümrük Oııii
Tokm ak Burnu
Istinve
Istinyc Burnu
Yeniköy
Köy Başı
Kalender
Tarabva
Kiıeç Kel M ahmut Burnu
Çakal Deresi
Kefeli Köyü
Kırk Ağaç, iç tarafta Kemerler
Büyükdere, Hünkâr Suyu
Çarşı Önü
Mezar Burnu
Sarıyar, Kestane Suyu
------ Yeni Mahalle
Defne Bııımı
Tabya 1
Bosna Burnu
M utbah Önü
Tabya 2
Rumeli Kavak Hisarı
Toplar Önü
Sıra Taşlar
Mavromolos
Manastır Altı
Karataş
Büyük Liman, Baruthane buradadır.
Bezirgan Kayası
Hamsi Limanı
M uço Kamarası
Tabya 3
Garipçe Burnu
Bağlar Altı
Papaz Burnu
Röke Taşı
Tabya 4
Rumeli Feneri
Keten Deresi
Marmaracık
Sipahi Deresi
Uzunya Burnu

A N A D O L U Y A K A S IN A G E Ç T İK

Anadolu Feneri
Tabya 4
Pilav Kaya
Kazan Dibi
Poyraz Burnu
Tabya 3
Poyraz Limanı
Fil Burnu: fil biçiminde dağlar
Keçeli
Çayır Ağzı
Soğuk Su Ağzı 75
Kilit Ağzı
Güngörm ez
Gök Kaya
Yorus Kalesi
Tabya 2
Kavak
Havyar Taşı
M acar Bahçesi
M acar Burnu
Tabya 1
Sütlüce, iç tarafındaki Yuşa Dağı ve Gümüş Suyu, Ab-u Hayat
Um ur Yeri
Kurbağa Taşı
Servi Burnu
Beylik Değirmeni, Tokat Bahçesi ve Akbaba buradadır.
Hünkâr İskelesi, iç tarafında Elmalı.
Yalı Köyü
Beykoz
Sultaniye, şifalı sııyıı vardır.
İncir Köyü
Paşa Bahçesi
Burun Bahçesi
Hatap
Ç u b u k lu
Yassı Taş
Çubuklu Burnu
İlariya veya Maskara Burnu
Kanlıca
Meyhane Burnu
Körfez, iç tarafında Karacık
Anadoluhisan
Büyüle Göksu
Köşk
Küçük Göksu
Kabaklık
Kandilli
Kandilli Burnu
Şadiler
Dolap Altı
Bahçe Önü
Van.ik.0y
Zeytin Burnu
Kule Bahçesi
Nazif'in Yalısı
Çengelköy
Havı.ızbaşı
Beylerbeyi
İstavroz
Sıra Yalıları
Nakkaş Burnu, iç tarafında Çamlıca Dağı ve şifalı sulu Çamlıca Köyü
Kuzguncuk
Öküz Limanı
Mıımhane İskelesi
Üsküdar, iç tarafında şifalı sulu Bulgurlu Köyü ve dağı
Şemsi Paşa
Ayazma İskelesi
Salacak
İhsaniye
Harem İskelesi
Kavak Sarayı
Kavacjk
Kirişhane
Haydarpaşa
Kadıköy
M oda Burnu
Kalamış Deresi
Kalamış Körfezi
Röke Taşı
Fener Bahçesi
Salistra Dalyanı
Çektiri Burnu, buradan Kınalıada ve diğerleri görülür.

K O N S T A N T İN O P O L İS Ş E H R İN İN K A P IL A R I:

(Toplam 2 0 )
Narh Kapı
Samatya Kapısı
Davutpaşa Kapısı
Yeni Kapı
Kum Kapı
Çatladı Kapı
Ahır Kapı
Bahçe Kapısı
Balıkpazarı Kapısı
Zindan Kapısı
Odun Kapı
Ayazma Kapısı
Unkapanı Kapısı veya H orozlu Kapı
Cibali Kapısı
Aya Kapı
Yeni Kapı
Petri Kapısı
Fener Kapısı
Balat Kapısı
Ayvansaray Kapısı

K O N S T A N T İN O P O L İS ŞEHRİ
K A R A T A R A F I K A P IL A R I:

Eğri Kapı
Edim e Kapısı
T op Kapısı
Yeni Kapı
Silivri Kapısı
Yedikıılc Kapısı

Topkapı Sarayı Kapıları:

Sarayın Sahil Tarafı Kapıları:


1- Beylik Bahçesi’ne yani saray bahçesine girilen kapı.
2- Altında Kumluca Ayazması bulunan İncili Köşk’ün yanındaki kapı.
3- Hasırcılar Kapısı, burada saray surunun yanında, üstü kapalı araba­
lar üzerinde dizili toplar vardır.
4 - Top Kapısı, burada bir köşk vardı ve buraya Saraybıırnu denir. Pa­
dişah Kayıkhanesi bu kapının sırasındadır.
5- Hasbahçe Kapısı, Kayıkhane Kapısı da denir.
Bahçe Kapısı’ndan şehre girilir.

Sarayın Kara Tarafı Kapıları:


6- D em ir Kapı.
7- Bu kapının yakınında Ayırd Ayazması vardır.
8- Bu kapının iç tarafında Alay Köşkü yer alır. Bunun karşısında Paşa
Kapısı denilen sadrazam kapısı vardır.
9- Meyyit Kapısı, bu kapının yanında Soğuk Çeşme adlı bir küçiikçeş-
ıııe bulunur.
10- Bab-ı Humavun Kapısı
11- Bab-ı Hıım ayun’un aşağısında, Ahır Kapı’ya inilen kapı.
Saray kapılarından beş tanesi sahil tarafı kapıları olup, altı tanesi de ka­
ra tarafı kapılarıdır.

You might also like