Professional Documents
Culture Documents
Beyza Tez
Beyza Tez
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
DİL VE TARİH - COĞRAFYA FAKÜLTESİ
2023
LİSANS BİTİRME TEZİ
TARİH ÖNCESİ ARKEOLOJİSİ
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. METİN KARTAL
TARİH ÖNCESİ ÇAĞLARDA RİTÜELLER
T.C.
Ankara Üniversitesi
Arkeoloji Anabilim Dalında
Lisans Bitirme Tezi Olarak Hazırlanmıştır
ANKARA
BİLDİRİM
Hazırlamış olduğum tezin tamamen kendi çalışmam olduğunu, akademik ve etik kuralları
gözeterek çalıştığımı ve her alıntıyı kaynak gösterdiğimi taahhüt ederim.
İmza
TEŞEKKÜR
ÖNSÖZ
ARAŞTIRMANIN KONUSU VE KAPSAMI
TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE RİTÜELLER
ÖZET:
İÇİNDEKİLER
BİLDİRİM ……………………………………………………………………………..
TEŞEKKÜR ……………………………………………………………………………
ÖNSÖZ …………………………………………………………………………………
ARAŞTIRMANIN KONUSU VE KAPSAMI ………………………………………..
ÖZET ……………………………………………………………………………………
KISALTMALAR ………………………………………………………………………
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİH ÖNCESİ DÖNEMLER
1.GİRİŞ ……………………………………………………………………………........
1.1. ALT PALEOLİTİK DÖNEM…………………………………………………….
1.2. ORTA PALEOLİTİK DÖNEM …………………………………………………..
1.3. ÜST PALEOLİTİK DÖNEM ……………………………………………………..
1.4. EPİ-PALEOLİTİK DÖNEM ………………………………………………...........
1.5. MEZOLİTİK ÇAĞ …………………………………………………………………
1.6. NEOLİTİK ÇAĞ ………………………………………………………………
1.6.1. Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem …………………………………………….
1.6.2. Çanak Çömlekli Neolitik Dönem ………………………………………………
İKİNCİ BÖLÜM
DİN VE RİTÜEL OLGUSU
2. DİN VE RİTÜEL OLGUSU
2.1. DİN NEDİR? ………………………………………………………………………...
2.2. RİTÜEL NEDİR? …………………………………………………………………...
KISALTMALAR
1. GİRİŞ
Prehistorya’nın tanımını şu şekilde ele alabiliriz: Homo genususun dünyada var olduğu ilk
andan itibaren ilk kez insanlaşma sürecine girişine ve insan olma özelliklerini kazanmaya
başlayıp, avcı toplayıcılıkta yerleşik hayata geçmesiyle yani topluluk bilincinin oluşmasıyla
gelişen durumların incelendiği dönemdir.
İnsanların geliştirdikleri başta yontulabilir taş aletler olmak üzere kemik ve odundan
yaptıkları araç-gereç ve silahlarını, bunu yanında konakladıkları alanlar ve yerleşim
biçimlerini, beslenme şekillerini, avlanma tekniklerini, din ve inanış sistemlerini, teknolojik
seviyelerini, giyim ve süslenme biçimlerini, sanatları gibi maddi ve manevi yaşamlarını
yorumlamaya çalıştığımız bir dönemdir.
İnsanlaşma sürecine girişin en çarpıcı özelliklerinden biri alet üretimidir. Alet üretimi
yapan insanları hayvanlardan ayırmak için kullanılan ölçütlerden biri olduğunu göstermek
için “Homo faber” (alet yapan insan) söylemi kullanılmıştır. Aleti yapabilmek ve
kullanabilmek farklı iki durumu oluşturmaktadır. Yani, büyük maymunların herhangi bir
nesneyi alıp bir amaç doğrultusunda kullandıkları bilinmektedir.
Alet dediğimiz kavram Paleolitik dönemde belirli bir ya da birden fazla alanda
kullanılabilmesi hedefine yönelik olarak taş, kemik ve odundan farklı durumlarla
şekillendirilmiş ve işlenmiş parçalardır. İnsanlar hayvanların aksine, doğada karşılaşabileceği
olumsuz durumlarda kendilerini savunabilecek fiziksel donanımlara sahip değillerdir. Bu
yüzden oluşturdukları bir alete ihtiyaçları vardır. Ancak tüm bunların yanı sıra, çok kapsamlı
ve gelişmiş beyin yapıları vardır. Hayvanların beden donatımının yerine geçebilecek olan bu
beynin sinir sistemlerine yaptığı uyarılar sayesinde el ile göz arasındaki işbirliği alet
yapımında değişmeyecek bir etmeni oluşturmuştur. İnsanın kaba taş aletten, araba üretimine
kadar çeşitli aletlerin yapılmasına etki eden özelliği el ve göz işbirliğidir.
Alt Paleolitik dönem başlangıç tarihi 2.6 milyon yıldır. İlk insanların Doğu Afrika
coğrafyasında yaşadığı bilinmektedir. Senozoik çağ/devir soğuma evresidir 2.6 milyon yıl
önce bu soğuma doruk noktasına ulaştırmıştır. Doğu Afrika’nın kuraklaşmasına sebebiyet
veren farklı küresel boyuttaki farklı tektonik olaylar gerçekleşmiştir. Yaklaşık olarak 3-4
milyon yıl önce Avustralya ve Yeni Gine kuzeye doğru sürüklenmiş ve Endonezya suyolu
olarak da bilenen okyanus kanalının küçük bir kısmını kapamıştır. Hint Okyanusu’nun
soğuması sebebiyle buharlaşmanın azalması, Doğu Afrika bölgesinin daha az yağış almasına
sebep olmuştur. Evrimsel süreci tetikleyen bir başka jeolojik/tektonik olay başlangıcıysa
yaklaşık olarak 30 milyon yıl önce Büyük Rift Vadisi’nin oluşmuş olmasıdır. Günümüzde ki
ismi Doğu Afrika Rift Vadisi olarak bilinir. Etiyopya’dan Mozambik’e kadar kilometrelerce
uzanır. Bu zaman dilimini kapsayan süreç yaklaşık 3,7-5,5 milyon yıl önce, deniz seviyesinin
yarım mil üzerinde olduğu bir dönemde, iki taraftan dağlık sırtlarla çevrili geniş ve derin bir
vadi oluşturmuştur. Vadinin oluşmasına sebebiyet veren bu dağlık sırtların en büyük
etkilerinden biri Doğu Afrika’ya düşen yıllık yağış oranını yüksek oranda azaltmış olmasıdır.
Bu durumların sonucunda Doğu Afrika’da kuraklık başlangıcı olmuştur.
Alt Paleolitik Dönem’e ait en eski keşiflerin 17. yy ‘ın sonlarına doğru gerçekleştiği
bilinmektedir. Tarihsel açıdan en erken buluntular Afrika kıtasından ele geçse de, buluntu ve
araştırma tarihçesi bakımından en erken keşiflerin Avrupa kıtasında (özellikle Britanya)
yapıldığı görülmüştür. Ele geçen aletlerin ve yaşam alanlarının insan tarafından yapıldığını
düşündüğümüz aşama 17. yy ‘ın ikinci yarısından sonra başlamıştır.
Orta Paleolitik Dönem, günümüzden önce yaklaşık olarak 200 bin ile 35 bin yılları
arasındaki süreci kapsamaktadır. Bu dönemde Riss buzulu, Riss-Würm buzul arası ve Würm
buzullaşması sıralarında yaşanmıştır. Bu dönemin Mousterien kültürle temsil edildiği
bilinmektedir. Kültür ismini Fransa-Dordogne Bölgesi’ndeki Le Moustier sığınağından
almıştır. Mousterien terimini ilk kez kullanan kişi ise Gabriel de Mortillet’dir. Bu kültürün alt
evreleri de bulunmaktadır. 5 büyük Mousterien evrenin var olduğunu söylemek mümkündür.
Bu kültürü tanımlayan bu evreler: Acheuleen gelenekli Mousterien, Tipik Mousterien,
Dişlemeli Mousterien, Quian Tip Mousterien, Ferrassie Tip Mousterien’dir.
Mousterien kültürde dikkat çeken teknolojik bir gelişim vardır. Sistemli bir yongalama
tekniği ile yapılmış ince yongalar üzerine ince işçilikle yapılmış kenar kazıyıcı ve uç gibi
hafif ama etkili aletler almıştır. Neandertaller besinlerini büyük oranda soğuk iklim
hayvanları olan mamut, kıllı gergedan, geyik, at gibi büyük memeli hayvanları avlayarak
sağladığı görülmektedir. Tekniksel olarak daha basit yollarla avlanılan bu hayvanların
kalıntılarına bakılarak, bu dönem insanlarının av konusunda uzmanlaştığını ve belirli av
teknikleri geliştirdikleri bilinmektedir.
Bu dönem de konaklanma yapılmış konut alanları az sayıda ele geçmiştir. Bunun sebebinin
korunma şeklinden ötürü olduğunu söylemek mümkündür. Orta Paleolitik Dönem’e ait çok
sayıda açık hava sit alanı ele geçmiştir. Muhtemelen açık hava siz alanlarında kurulan
konutların birçoğu kemik gibi kalıcı olan hammaddelerden yapılmıştır. Sığınak ve
mağaralarda kurulan konutlar ise kalıcı olmayan kamış, odun gibi hammaddelerden yapıldığı
ihtimalini düşündürtmüştür. Bu hammaddelerden yapıldığını düşünmemizin sebebi ise
Fransa’da bulunan sit alanlarında kazık ve dikme çukurları gibi kanıtlara rastlanmış olmasıdır.
Orta Paleolitik Dönemin oldukça önemli olmasının sebeplerinden biride ilk ölü gömme
adetleriyle karşılaşmış olmamızdır. Bu dönemde bulunan insanlar geçmişte dönemlerde
olduğu gibi ölülerini doğada öylece bırakmayıp mezarlar içine gömüyorlardı. Orta
Paleolitik’te karşılaştığımız bu durumu az sayıda ele geçen mezarların varlığı ile
anlamaktayız. Ölü gömme durumunun beraberinde gelişen diğer bir olgu ise mezar
hediyeleridir. Bu dönem insanları ölülerinin yanına bizon, geyik, keçi gibi hayvan türlerine ait
alt çene, boynuz gibi parçalarını koymuşlardır. Göze çarpan bir diğer karakteristik durum ise
bu mezarların içinde daha çok çocukların olması ve yetişkinlerin kullandığı taş aletlerin
konulmasıdır.
Üst Paleolitik Dönemin yaklaşık olarak 40 bin ile 10 bin yıl arasında yaşandığını
söyleyebiliriz. Paleolitik çağlar arasında en kısa yaşanmış dönem ve aynı zamanda da bölgesel
olarak farklılıkların ortaya çıktığı, karmaşık ama bir o kadar da farklı bir dönem olduğunu
bilmekteyiz. Bu dönemin alet yapan insanları ise Homo sapienslerdir. İnsanlar fiziki ve
bilişsel açıdan günümüz insanlarına en yakın tiptedir. Tüm bu kültürel ve biyolojik gelişmenin
doğal sonucu olarak yontmataş teknolojisinde de önemli bir gelişme olmuştur. Aurignacien
kültüründen bu yana sistemli ve devamlı dilgi üretimi gerçekleşmiştir.
Üst Paleolitik Dönemin en önemli olaylarından biri ise alet yapan aletlerin hayata
geçirilmeye başlanmasıdır. Bazı taş aletler kemik aletlerin yapım aşamasında kullanılmıştır.
Dilgilerin üzerine yapılmış aletlerin yanında mikrolitik dediğimiz sapa geçirilerek kompozit
olarak kullanılan daha ufak boyutlu aletler üretilmeye başlanmıştır.
Üst Paleolitik Dönemde G.Ö. 20.000 yılına doğru çok ince bir teknik açığa çıkmıştır. Bu
teknik baskı yoluyla yontmadır. Solutreen kültürüne ait olan yaprak biçimli aletler bu teknik
ile ortaya çıkarılmıştır. Aynı zamanda Magdalenien kültürün özelliklerinden biri olan kemik
aletlerdeki artış ve çeşitlilik, bu dönem insanlarının alet yapımında ustalaşmış olmasının
kanıtlarındandır. Bu durumlara ek olarak Gravettien kültüründen itibaren karşılaştığımız flüt
gibi bazı müzik aletleride eklenmiştir.
Üst Paleolitik’te de ölülerini gövme kavramı Orta Paleolitik Döneme göre artış
göstermiştir. Bu dönem insanlarının ölümden sonrasına dair bir inançları olduğunu süs
objeleri ve kırmızı aşı boyalarının mezarların içerisinde bulunmasıyla anlamaktayız. Ölülerini
mezarlıklara çeşitli boncuklar ile süslenmiş kıyafet ve takılarıyla gömmüşlerdir. Ölülerini
canlandırma iç güdüsü ile üzerlerine kanı simgeleyen kırmızı aşı boyalarının toz halinde
dökülmüştür. Mezarların içinde bulunan bireylerin zenginliğini, fakirliğini, statüsünü ve
gücünü birlikte gömüldükleri hediyeler yoluyla anlayabilmekteyiz. Bu dönemde yerleşim
alanlarından ele geçmiş ve büyük bir kısmının ritüel amaçlı kullanıldığını düşündüğümüz süs
objeleri; kavkı, hayvan kemikleri, taş, diş ve boynuz gibi maddeler kullanılarak yapılmıştır.
Üst Paleolitik’te dikkatimizi çeken bir diğer durum ise plastik sanat kavramının oldukça
fazla görülmüş olmasıdır. Bu dönem insanları yaşam alanlarının içerisinde etrafında gördüğü,
ellerinde taşıdığı yapıların ve nesnelerin üzerine boyama, kazıma, kabartma teknikleriyle bir
çok tasvir işlemişlerdir. Aynı zamanda bu insanlar taş, kemik ve fil dişi gibi hammaddelerden
hayvan ve insan başları; karın ve kalçaları yağlı bereketi simgeleyen kadın heykelciklerde
yapmışlardır. Bu dönemde ele geçen kadın heykelcikleri Neolitik Dönemde “ana tanrıça
kültü”nün ilk örneklerini oluşturmuştur.
1.4.EPİ-PALEOLİTİK DÖNEM:
Epi-Paleolitik terimi ilk kez 1910 yılında Knut Martin Stjema tarafından kullanılmıştır. İlk
kez yazılı şekilde kullanımı ise El Hombre Fosil kitabında Alman Arkeolog Hugo Obermaier
tarafından olmuştur. Türkiye’de ise bu terimi ilk kez Şevket Aziz Kansu makalesinde
kullanmıştır.
Epi-Paleolitik Dönemi M.Ö. 20 bin ile 10 bin yıl arasına tarihlenmektedir. Bu dönemin
insanlarının yaşayış şekilleri hakkında şunları söyleyebiliriz; toplumsal şiddet kavramı yoktur
fakat kişisel şiddet izlerini görmekteyiz. Bu durumun yanı sıra ekonomik modelleri ise “broad
spectrum” dediğimiz geniş tabanlı beslenmeye dayanmaktadır. Bu insanların genelde orta
cüsseli hayvanları avladığını bilmekteyiz. Bu av hayvanlarının yanında iri ve küçük cüsseli
hayvanlarda avlanılmıştır. Bitkisel olarak beslenme durumunun da var olduğunu bilmekteyiz.
Barınma ihtiyaçlarını yuvarlak planlı evlerle sağlamışlardır. Aile temeline dayanan küçük
gruplar halinde hareket etmektedirler. Aynı zamanda bu dönem insanlarının yavaş yavaş
yerleşik hayata geçiş yaptığını söyleyebiliriz.
Epi-Paleolitik’te de diğer dönemlerde olduğu gibi süslenme objelerini görmekteyiz. Ölü
gömme adetlerinin ise var olduğunu, fazlasıyla dikkat çeken tilki ve insanın bir arada
görüldüğü (oldukça farklı inanç sisteminin açığa çıktığını söylemek mümkündür) mezarın
bulunduğunu bilmekteyiz. İnsan ve hayvanların bir arada defnedilmesine birden fazla örnek
verilebilirken bu durum fazlasıyla dikkat çekmektedir. Bu dönem insanları ölülerini mezarlara
birçok farklı formlarda gömmektedirler. Yapıların ve mezarların da iç içe geçtiğini
söyleyebiliriz. Yerleşik hayata geçiş aşamalarında zaman içerisinde üst üste binmiş
yerleşimlerle karşılaşılmıştır. Sanatsal nesneler ise Üst Paleolitik’e göre artış ve gelişim
göstermiştir. Bu duruma örnek olarak; kemikten oluşturulmuş hayvan başlı saplar, cinsel
ilişkiyi betimleyen heykelcikler, kalkerden insan. Sanat olgusunun gelişim gösterdiğini de
söylemek mümkündür.
1.5.MEZOLİTİK ÇAĞ:
Mezolitik kelimesinin kökenine baktığımızda; mesos: orta ve lithos: taş anlamlarına gelen
iki kelimenin birleşmiş halidir diyebiliriz. Bu çağın Paleolitik Çağ ve Neolitik Çağ arasında
yer aldığını bilmekteyiz. Mezolitik teriminin daha çok Avrupa kronolojisi için kullanıldığını
ve Paleolitik Çağ’ın sonunda buzulların erimesi ile yeni bir çevrenin açığa çıkması sonucu
gelişmiş olan Neolitik Çağ öncesinde görülmüş bir dönem olduğunu söylemek mümkündür.
Bu dönemde oldukça yeni aletler görülmeye başlar. Bunun sebebine Paleolitik dönemden
sonra çevrede oluşmuş durumların büyük oranda değişim göstermesinden kaynaklandığını
söyleyebiliriz.
Avrupa’da buzulların erimesiyle bölgede bir çok değişime sebebiyet vermiştir bunlar; kara
ve deniz seviyelerinde, iklim koşullarında, fauna ve florada oluşmuş oldukça farklı
değişikliklerdir. Bu hızlı çevresel değişimin sonuncunda bitki ve hayvan türlerindeki
çeşitlilik, dönem insanlarının ekonomik anlayışlarının da değişmesine sebebiyet vermiştir. Bu
dönemin Avrupa insanları için prehistorik dönemde gerçekleşen bu değişim ve dönüşümler en
büyük ve önemli durumlardan biridir. Mezolitik’in başlangıç aşamalarında, insanlar tıpkı
modern insanların yaşadığı gibi yaşamışlar diyebiliriz.
Paleolitik dönemin bittiği ve insanlık tarihi için önem arz eden dönemdir diyebiliriz. MÖ
10.000-6000 arasında tarih vermiştir. Bu uzun zaman dilimi içinde besin ekonomisinde büyük
bir değişimin olması, ilk köy (mahalle) hayatı dediğimiz kavramın bu dönemde başlamış
olması, ekonomik düzeyde farklılıklar, din olgusunun daha da belirgin olması gibi önemli
olaylar gerçekleşmiştir. Bu dönemde dikkatimizi çeken bir diğer unsurda pişmiş topraktan
nesnelerin aktif olarak kullanılmasıdır. Dönemin kendi içerisinde ikiye ayrılması da (Çanak
Çömleksiz Neolitik ve Çanak Çömlekli Neolitik) bu noktada gerçekleşmektedir.
Bu dönemde devrim niteliğinde gerçekleşen durumu ise tarım ve hayvancılık noktasında
oldukça büyük bir ilerleme kaydedilmesidir. Tarım konusunu önemli kılan durum, yabani
tahılların sert kabuklu olması nedeniyle birçok hava şartlarına uyum sağlayabilmesiyle
toplanarak tüketim yapmak yerine, özel olarak dikilip bakımının yapılmasıdır. Bu tarım
ürününe zaman içerisinde yenileri de eklenmiştir. Ekonomik durum için önemli olan bir diğer
konu ise hayvancılıktır, küçükbaş ve büyükbaş olarak sınıflandırdığımız (koyun, keçi, domuz,
sığır gibi) hayvanların evcilleştirilmesidir. Bu gibi ekonomik durumlar yerleşik hayata
geçmeyi mecbur kılmıştır diyebiliriz. Yaptıkları evlerde ocaklar, mezarlar, depolar
bulunmaktadır. Yerleşik hayata geçişle birlikte nüfuz konusunda da doğrudan bir artışın
görüldüğünü söyleyebiliriz. Oluşturdukları yaşam alanlarında kamusal binalarında var
olduğunu bilmekteyiz. Bu dönemde sanat ve din olgusu farklı bir boyut kazanmıştır. Bu
dönem insanlarının hayatlarının bütününü kaplayan avcı-toplayıcılık dışında başka alanlarda
da uzmanlaşma çabasının olduğunu söyleyebiliriz. Neolitik dönemin iki ayrı noktada
incelendiğini belirtmiştik bu iki ayrımı alt başlıklarda daha detaylı ele alalım.
Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem sonlarına doğru belirli bir çöküş yaşanmış ve bununla
birlikte yerleşim alanları terk edilmiş ve yerine yeni yapılar gelmiştir. Bu yeni yapıların inşası
ile birlikte kil kapların yaygın olarak kullanılmaya başlaması sonucunda bu döneme Çanak
Çömlekli Neolitik Dönem denilmiştir. Yerleşim alanları koşullar el verdiğince büyük bir
alana yayılmıştır. Çoğunlukla küçük topluluklar tarafından kurulmuş olan bu yerleşim alanları
için çiftçi köyü diyebiliriz. Ekonomik durum ise bölgelerin hava durumuna göre değişiklik
göstermektedir. Kimi yerleşim de tarım ve hayvancılık bir arada yapılırken kimisinde bir
ekonomik model ön plana çıkmaktadır. Kuru tarım olarak nitelendirebileceğimiz buğday,
arpa, mercimek, çavdar ve baklagiller yoğun olarak ekilip toplanmaktadır. Ekonomik modelin
çok yönlüleşmesi ve gelişmesi beraberinde nüfuz artışına da sebep olmuştur. Ev
planlamasında değişimler olmuştur. Seramik üretiminin yanı sıra, sanat öğelerinin artması, din
olgusunun beraberinde getirdiği ritüelik objelerin ve gömülerin bulunması gibi dikkat çeken
durumlarla da karşılaşılmıştır.
Dünya genelinde araştırmacıların ortak bir payda da buluşabildikleri din tanımı yoktur.
Bunun nedeninin tanımı yapan araştırmacıların kendi doğruları üzerine tanımlarda
bulunmasıdır diyebiliriz. Din kelimesinin bazı dillere göre tercümesi dahi zordur. Din
kelimesinin kökeninin ise oldukça tartışmalı olduğunu söylemek mümkündür, kendisi gibi
karmaşık olan bir durumun yansıması gibidir.
Sembolik mesajlar ile şekillenen ritüellerin, dış dünya ve hayal edilmiş gerçeklik arasında
bir köprü olduğunu söyleyebiliriz. Bazı zamanlarda ise bu iki dünya arasında sınır
oluşturmaktadır. Ritüeller sembollerin birleşimiyle oluşmasının yanı sıra sembollerin
dönüşümüyle de oluşmaktadır. Birden fazla tekrarlamalar ile kuşanmış olan semboller,
ritüelin genel özelliklerinin en başında gelmektedir. Yinelenmekte olan hareketler ve sözler,
yeni bir deneyime yol açar. Bu deneyim alanı içinde oluşan tekrarlar ve ritmik hareketler
gönderilmek istenen mesajın etkisini arttırarak duygusal anlamda yoğunlaşabilmeyi sağlar.
Ritüellerin kişinin hem kendisiyle, hem dahil olduğu sosyal evreyle hem de doğayla ilgili
olduğunu söyleyebiliriz.
Paleolitik insanın hangi noktada inancının oluştuğunu ve bunun bağlantılı olarak ritüel
dediğimiz kavramı yaşadıklarını ele almamız gerekirse; Modern öncesi dönemde insan
evrimi boyunca dini inanç ve uygulamaların ortaya çıkmasına sebebiyet veren faktörler
sosyal, ekonomik, entelektüel ve duygusal olabilir. Bu tarz bir durumun kendisini nasıl açığa
çıkarmış olduğu açıktır: bireyler arasındaki sosyal rekabetin varlığının yanı sıra düşmancıl bir
alanda grup dayanışmasına duyulan ihtiyacın var olması; kaynakların avantajlı paylaşılmasına
yönelik özendirilmesi; dünyada bulunan varlıkların inandırıcı kılınabilmesi için doğal olaylara
entelektüel bir açıklama sağlanabilmesi; kafa karışıklığının, endişenin ve korkunun en düşük
noktaya indirilebilmesi ve ölüm denilen durumdan kaçınılamadığı noktasında kabulünü
sağlayabilmektedir. Bu açıklamada geçerli olan tanımı, insan içinde bir şekilde aktif olarak
var olan doğaüstü varlıklara duyulan ortak inanç olabilecek ‘din’ kavramından ayırmak
gerekir. Bu açıklamada aramamız gereken kavram bir noktada arkeolojik kayıtlarda maddi bir
kaynak bırakabilecek dini inançların ortaya çıkmasıdır yani ritüellerdir.
İlk bakışta din ve onunla bağlantılı alışılagelmiş ve sıklıkla ayrıntılı ritüeller, evrimsel
dünyaya uyumsuz olarak görülebilir; maliyetlidir ve anında maddi getirisi yoktur. Bununla
birlikte bilişsel bilimciler, doğaüstü olaylara ilişkin farkındalığın ve dinin ortaya çıkışının,
doğal seçilim altında sıradan uyum görevleri için gelişen bilişsel ve duygusal mekanizmaların
yakınlaşan yan ürünleri olarak ortaya çıktığını vurgulamaktadır (Atran 2002, 2006; Atran ve
Norenzayan 2004). Bu anlamda 'beyinler evrim tarafından inanmaya ayarlanmıştır' (Atkins
2006: 133) ve hatta evrimci materyalistler bile dinin insanın refahında rol oynadığını kabul
etmektedir (Schloss 2006: 191). Bu birleşen mekanizmaların, ölümün kaçınılmazlığı veya
başkaları tarafından aldatılma tehdidi gibi normalde dünyevi çözümü olmayan varoluşsal
sorunları rasyonelleştirmek veya çözmek için nasıl hızla kullanıldığını görmek kolaydır. Bu
alanda bilişsel psikoloji, sinir bilimi, kültürel antropoloji ve arkeolojiye dayanan araştırmalar
olgunluğa ulaşmaya başlıyor ve artık tüm modern dini sistemler arasında bir takım
genellemelerin paylaşıldığı görülebiliyor. Filogenetik anlamda bu paylaşılan inançlar en iyi
şekilde evrimsel kökenlerimizden kaynaklandığı şeklinde açıklanabilir (Power Bratton 2006:
217–8; Boyer 2008). Dunbar (2003) beyin evrimini, birden normal insan sınırı olan dörde
kadar değişen kasıtlı durumlar (reflektif inanç durumları dizileri) açısından yorumlamıştır.
Modern insanlarda dört ila beş yaşlarında ortaya çıkan zihin teorisi, ikinci seviyeyi gerektirir
(sizin de buna inandığınıza inanıyorum...). Dunbar'a göre burada önemli olan, bireylerin
sosyal normlara uymasını gerektirirken, yalnızca üç düzeyde niyet gerektirirken (bizim
istediğimiz gibi davranmanız gerektiğine inanmanızı istiyorum), din, en azından bildiğimiz
haliyle, dördüncü düzeyi gerektirir. Niyet (sizin ve benim, olayların belirli bir şekilde
gerçekleşmesini arzuladığımızı anlayan doğaüstü varlıkların olduğunu varsaydığınıza
inanmalıyım). Dunbar'a göre din bu nedenle bireysel perspektiften ziyade sosyal açıdan
görülebilir. Dunbar, hominin evrimi boyunca niyetlilik düzeylerinin arttığını öne sürdü;
bunları artan beyin büyüklüğü, grup büyüklüğü ve bakım süresiyle eşitliyoruz (Şekil 1). Bu,
Australopithecus'lara iki yönelimsellik düzeyine Homo erectus ve Homo heidel-bergensis
gibi arkaik Homo'lara üç düzey ve dört düzey sağlar. Neandertallere ve anatomik olarak
modern insanlara kadar uzanır. İkincisinin ışığında, hem Neandertallerde hem de modern
insanlarda ölülerin gömülmesinin zaman zaman uygulanması belki de şaşırtıcı değildir.
(Şekil 1): Taksonlara göre homininlerin kafatası kapasiteleri ve Dunbar'a (2003) göre
niyetlilik düzeylerinde büyük artışlar. Aiello ve Dunbar'ın (1993) verileri kullanılarak
çizilmiştir.
Paleolitik sosyal yaşamda ritüelleri ve dini yorumlama konusunda şu şekilde bir söylem
yapılabilir; gündelik eylemlerde oluşan ritimlerin toplumsal olanı teknik olanla
ilişkilendirilmesi ve bu ses ve ritimlerin içgüdüsel ve alışkanlık haline gelmiş olabilmesi
durumudur diyebiliriz. Bu tür durumlar aracılığıyla bireysel işleyişe sosyal ve bazı
durumlarda dini anlam kazandırılabilir. İnsanların kaynaklarını paylaşmak ve sosyalleşmek
için bir araya geldiği toplanma alanlarının, ritüellerin ortaya çıkabileceği alışılmış faaliyetler
için odaklar oluşturması beklenebilmektedir. Ritüellerde mekânsal bir durumun ortaya
çıkmasını ele almadan önce herhangi bir inanç sisteminin bilinen en eski arkeolojide ortaya
çıkmasının ne olabileceğini düşünmek gerekir; bunlar, benzerliği daha da ortaya çıkarmak
için küçük miktarlarda kasıtlı değişiklikler yapılmış, insan vücuduna (veya onun parçalarına)
benzeyen doğal nesnelerdir. Bu Pierres figürinlerinden ikisi Alt Paleolitik Çağ’a ve biri ise
Orta Çağ’a ait olmak üzere üçü bilinmektedir. İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki Berekhat
Ram’da bulunan, Levallois yongalarının baskın olduğu ve kesin olarak 230.000-780.000 bp
(büyük olasılıkla 350-500.000 bp) arasına tarihlenmekte olan bir avuç iki yüzeyli içeren bir
Alt Paleolitik topluluk , küçük (maksimum boyutları 3,5 cm) bir parça ortaya çıkardı. Bu
ürün insan gövdesine ve kafatasına benzeyen, cüruf kırıntıları içermekte olan bazaltik tüf çakıl
taşı (Şekil 2). Bu ürün D’Errico ve Nowell tarafından yapılan optik ve taramalı elektron
mikroskobu çalışmasının konusu olmuştur. Bu çalışmada ürünün bölgede bulunan diğer cüruf
parçalarından farklı olarak, parçanıın boynunda ve yanlarında bulunmakta olan oyukların, bu
parçalarla tutarlı olduğu sonucuna varılmıştır. Deneysel olarak kullanılmış çakmaktaşı
uçlardan üretildiğini ve dolayısıyla heykelciğin kasıtlı olarak değiştirildiğini anlamaktayız.
Benzer bir şekilde, Fas'taki Draa Nehri kıyısındaki Tan-Tan'daki Orta Acheulian (~400.000
bp) yatakları, yine insan vücudunu anımsatan ve sekiz oluk ve kırmızı pigmentle değiştirilmiş
bir kuvarsit çakıl taşı (maksimum boyutu 5,8 cm) vermiştir ( Bednarik 2003). Son olarak, La
Roche Cotard'ın (Indre-et-Loire, ~32.000 bp) Orta Paleolitik mağara alanı, çevresi etrafında
birkaç pulun çıkarıldığı ve içinden doğal bir deliğin geçtiği ve içine bir kemik kıymığının
girdiği bir çakmaktaşı bloğu ortaya çıkardı, sıkıştırılmıştır. Genel anlamda bakıldığında bir
yüze benzediği, kemik kıymığının çıkıntılı uçlarının gözleri etkilediği öne sürülmüştür
(Marquet ve Lorblanchet 2003).
(Şekil 2): Berekhat Koç Heykelciği
Ancak, dinin ve ritüellerin ortaya çıkışına ilişkin kademeli, birikimli bir modelin Alt ve Orta
Paleolitik Çağ'a uygulanmasının şaşırtıcı olacağını düşünüyorum. Bana öyle geliyor ki, hızlı
bir şekilde ortaya çıkan ve beklenmedik durumların derin zamanlara yayılmış olması çok daha
muhtemel; Bireysel aktörlerin, sosyal koşulların ve çevresel bağlamların yaratıcı etkileşimleri,
Pliyosen ve Pleistosen boyunca hominin türlerinin çoğalması ve azalmasından ve
dağılmasından farklı olmayan bir şekilde gelişti, büyüdü ve sonunda yok oldu. Bu durumda,
hominin evrimi boyunca din ve ritüellerin artan karmaşıklığının evrimsel 'kalıplarını'
araştırmak, tıpkı 'modern' insan davranışının ortaya çıkışı için bir 'merkez' arayışı gibi, boşuna
olabilir. İnançlar ve ritüeller gelip geçecek ve eğer inancın bilişsel karmaşıklığında kademeli
bir artış meydana gelmişse, arkeolojik kayıtların, onun karakteri konusunda özellikle sessiz
olduğu ve muhtemelen öyle kalacağı söylenmelidir. Elbette kademeli ilerlemenin işaretlerini
'okumak' cazip geliyor; Australopithecus düzeyindeki homininler arasındaki doğal olayların
gözlemlenmesinden bireysel eylemlilik ve ortak inançların türetilmesi; bunların Homo erectus
sınıfı arasında bağlamsallaştırılması ve bireyler arası daha geniş çapta yayılması, ölüm ve
mekan hakkındaki inançların Homo heidelbergensis sınıfıyla birleşmesi, örneğin Homo
neanderthalensis ve erken Homo sapiens sınıfında cenaze törenlerindeki kültürel çeşitlilikle
sonuçlanması. Ancak bu yanıltıcı olabilir; bunlar için elimizdeki 'kanıt' minimum düzeydedir
ve genellemeler, çok derin bir evrimsel tarihe sahip olabilecek bireyler ve gruplar arasındaki
kültürel farklılıkları maskeleyebilir.
Dunbar'ın (2003) yukarıda tartışılan çalışması, insan dininin evrimsel tarihi açısından önemli
çıkarımlar taşımaktadır. Bildiğimiz dini sistemlerin tasarlanabilmesi ve sürdürülebilmesi için
belirli bir bilişsel eşiğin aşılması gerekiyorsa, dinin sensu stricto'nun sembolik ve dilsel olarak
güçlendirilmiş Homo sapiens'in benzersiz bir özelliği olması ihtimali çok yüksektir. Bu
durumda Alt ve Orta Paleolitik "dinler" muhtemelen son birkaç onbin yılın dinlerinden çok
farklıydı ve haklı olarak Üst Paleolitik ve sonrasındaki dinlerden "daha az karmaşık" olarak
adlandırılabilirdi.