Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 68

KATİL JOE

Tracy Letts

Çeviren: Selin Girit


KİŞİLER

CHRIS SMITH:

Yirmi iki yaşında

SHARLA SMITH:

Chris’in üvey annesi, otuzlu yaşlarının başında

ANSEL SMITH:

Chris’in babası, otuz sekiz yaşında

DOTTIE SMITH:

Chris’in kız kardeşi, yirmi yaşında

KATİL JOE COOPER:

Otuzlu yaşlarının ortalarında

DEKOR

Teksas eyaletinde, Dallas kentinin kenar mahallelerinde bir karavan ev.

Sahnenin iki girişi var: Karavanın dışarı açılan kapısı ile banyo ve iki yatak odasına giden

koridor.

Oturma odası sahnenin üçte ikisini kaplıyor; mutfak üçte birini. Odalar arasında bölme

yok, sadece duvardan çıkma küçük bir tezgâh olabilir. Oyun alanı oldukça küçük ve sıkışık

olmalı. Alçak tavan yardımcı olabilir.

Karavandaki mobilya ile dekorasyon eski püskü ve ucuz… Duvarlar çirkin bir ahşap

malzemeyle kaplı; pencerelerde, parçalanmış, üzerinde sigara lekeleri olan, plastik şerit perdeler

var. Mutfak, çoğu hazır yemek zincirinin verdiği, birbirleriyle uyumsuz, kirli tabak çanaklarla

dolu… Lekeli, yırtık ve üzerinde sigara yanıkları bulunan bir çekyat; üzeri hazır yemek artıkları,

boş bira kutuları ve izmarit dolu kül tablalarıyla kaplı bir sehpa; içi neredeyse sadece bira dolu,

kirli bir buzdolabı; oldukça büyük bir televizyon ve üzerinde kalay yaldızı ile elbise askısından

2
yapılmış çarpık çurpuk bir anten; Taco Bell 1 buzdolabı mıknatısları; Dallas Cowboy ponpon kız

takvimi; ZZ Top posteri ve yoksulluğun diğer göstergeleri…

BİRİNCİ PERDE

Birinci Sahne

(Işık yavaşça açılır: Şerit perdelerden içeri caddenin soluk ışıkları süzülmektedir. Televizyon ekranı

karlanmıştır; titrek, hayaletimsi bir ışık yansımaktadır.)

(Şimşek. Gök gürültüsü.)

(Komşunun saldırgan ve özensizce zincirlenmiş pitbul cinsi köpeği BİFTEK dışarıda kudurmuşçasına

hırlamakta ve havlamaktadır.)

(Ayak sesleri. Kapı kolu. Kapıya vurulur.)

CHRIS: Dottie? (Es) Dottie? (Kapıya sertçe vurur. BİFTEK hâlâ havlamaktadır.) Dottie, uyan.

Benim. (Kapıya daha sert vurur, sesini hafifçe yükseltir ama sessiz olmaya çalışmaktadır.) Haydi, Dottie,

benim, kahretsin. Aç kapıyı. Üşüdüm. İşemem lâzım. Aç şu kapıyı. (Es. Sabırsızlanır, neredeyse

bağırır. Kapıya daha da şiddetli vurur.) Kes sesini BİFTEK! Dottie, kahretsin, uyansana! Bütün

kahrolası mahalleyi uyandıracağım, bak! Donuma etmek üzereyim! (Es. Ses böğürtü halini alır ve

CHRIS kapıya bütün duvarı indirecek şiddette vurmaya başlar.) KAHRETSİN, BÜTÜN PARKI YERLE

BİR ETMEDEN AÇ ŞU LANET KAPIYI! ÇIK ARTIK O SİKTİĞİMİN YATAĞINDAN! HEMEN!

(SHARLA koridorda görünür ve kapıya doğru seğirtir. Üzerinde sadece ter lekeli bir erkek tişörtü vardır ve

tişört kalçalarını örtmemektedir.)

SHARLA: Geldim, geldim –

(Kapıyı açar ve CHRIS içeri dalar.)

1
Ağırlıklı olarak ABD ve Kanada’da faaliyet gösteren, diğer zincirlere göre çok daha ucuz seçenekler sunan, Meksika tarzı
bir hazır yemek zinciri.

3
CHRIS: Kahretsin – ! (SHARLA’yı görür, koridora doğru yönelir.) Üstüne bi’şeyler geçir, Tanrı

aşkına.

SHARLA: Cehennemin dibi, kim olduğunu bilmiyo’dum ki. (CHRIS gitmiştir. Klozete işediği

duyulur.) Kapasana şu lanet kapıyı!

(Kapamaz. SHARLA içinde sadece birkaç kola kutusu, biraz süt, çok miktarda da bira olan buzdolabından

bir soda alır. Bir sigara bulur, yakar. CHRIS geri gelir.)

CHRIS: Neden üstüne bi’ şey geçirmiyo’sun? Tanrım –

SHARLA: Kim olduğunu bilmiyo’dum ki –

CHRIS: Kapıya bu halde bakıyo’sun yani, kim olduğunu –

SHARLA: Sakin ol, daha önce görmediğin bi’ şey değil, eminim –

CHRIS: Dallas’ın yarısının daha önce görmediği bi’ şey değil, Sharla –

SHARLA: – Kapa çeneni –

CHRIS: – ama sorun o değil. Burası buz gibi –

SHARLA: Ne istiyo’sun?

CHRIS: Babam evde mi?

SHARLA: Uyuyo’.

CHRIS: Dottie evde, değil mi?

SHARLA: Herkes uyuyo’... Saat neredeyse sabahın üçü–

CHRIS: Saatin kaç olduğunu biliyorum, ta’am mı?

SHARLA: Adele seni sokağa mı attı?

CHRIS: Evet, kahrolasıca. Babamla konuşmam lâzım –

SHARLA: Neden seni sokağa attı? Ona –

CHRIS: – o orospu –

SHARLA: – yine mi vurdun?

CHRIS: Hayır, vurmadım – baksana, lütfen üstüne bi’ şeyler giyer misin?

SHARLA: Tanrım, hiç bu kadar –

CHRIS: Affedersin, üvey annenle kılları gözünün içine girerken konuşmaya çalışmak biraz

dikkat dağıtıyo’ da –

(ANSEL, üzerinde sadece iç çamaşırları olduğu halde, ışığı açar ve koridordan girer.)

4
SHARLA: Tamam! Tanrım –

CHRIS: Teşekkürler.

(SHARLA çıkarken ANSEL’e çarpar. CHRIS buzdolabından bir bira alır ve çekyatın altındaki esrar

kutusunu çıkarır. Esrarlı sigara sarmaya başlar.)

ANSEL: Keyfine bak.

CHRIS: N’aaptın, bi’ avuç yonca mı doğradın? Nereden buldun bu boku?

ANSEL: Senden aldım.

CHRIS: Bu o mu?

ANSEL: N’aapıyo’sun burada?

SHARLA: (dışarıdan) Adele onu sokağa atmış!

ANSEL: Eee?! Bırak kendisi anlatsın!

CHRIS: Yani kalacak bi’ yere ihtiyacım var, ta’am mı?

ANSEL: N’ooldu da sokağa attı seni?

CHRIS: Uzun hikâye.

ANSEL: Sharla, bana bira getir! (ANSEL televizyonun karşısına geçer, kanalları değiştirmeye

başlar, kamyonet yarışlarının olduğu bir kanal bulur.) Ona yine vurmadın, değil mi?

CHRIS: Hayır, kahretsin, vurmadım –

(SHARLA döner, Ansel’in iç çamaşırlarından birini giymiştir.)

SHARLA: Daha önce vurmadığın söylenemez tabii –

CHRIS: Vurmadım, ta’am mı?

SHARLA: Peki neden sokağa attı seni?

CHRIS: Bu seni hiç ilgilendirmez, Sharla –

SHARLA: ANSEL:

Baksana ben burada yaşıyorum, ta’am mı – ?! Sakin olun –

CHRIS: Tanrım, baba, gecenin bi’ yarısında kapı dışarı ediliyorum, buraya geliyorum ve

çıplak karının bana saçma sapan bi’ –

SHARLA: Ben çıplak değilim –

5
CHRIS: Neden ortalıkta böyle dolaşmasına izin veriyo’sun?

SHARLA: ANSEL:

Nasıl? Saat gecenin –

CHRIS: Kapıyı açtığında kılları neredeyse gözüme girecekti.

SHARLA: Kapa çeneni –

ANSEL: Kim olduğunu bilmiyo’du ki –

CHRIS: Sorun o değil, kahretsin! Dottie’nin üvey annesinin amcığına bakmak zorunda

kalmasını istemiyorum!

SHARLA: Yeter! Uyumaya gidiyorum! Duyacağım kadarını –

CHRIS: İyi geceler –

SHARLA: (Chris’e) Bana baksana sen – !

CHRIS: İyi geceler. Tatlı rüyalar.

SHARLA: ANSEL:

Ansel – ! Tamam – !

CHRIS: Tahtakuruları ısırmasın.

ANSEL: (CHRIS ve SHARLA’nın arasına) Kes şunu, Chris – !

SHARLA: Bu gece burada kalabilir –!

ANSEL: CHRIS:

Sharla, tatlım, yapma Baksana sen, canım ne kadar isterse

böyle ama! o kadar kalırım!

SHARLA: – ama bir gün daha kalırsa, o piç kurusunu incitme ihtimalim var, ona göre.

ANSEL: Sharla, böyle deli gibi gitme yatağa –

SHARLA: İyi geceler!

(Çıkar.)

CHRIS: (Sharla’ya seslenerek) Uykunda ölmeyesin!

SHARLA: (Dışarıdan) KAHROLASICA HÖDÜK!

6
(CHRIS esrarlı sigarayı yakar, uzun bir nefes çeker, ANSEL’e uzatır. Sahne boyunca sigarayı içerler.)

ANSEL: Şu yaptığına bak şimdi. Başım belada.

CHRIS: Siktir et onu.

ANSEL: Tabii, burada yaşayan sen değilsin –

CHRIS: Konuşmamız gerek.

ANSEL: Sana verecek param yok –

CHRIS: Fazla bi’ şey değil ihtiyacım olan, başım dertte –

ANSEL: Beni dinlemiyo’sun Chris –

CHRIS: – ve tekrar ayaklarım üzerinde durabileceğim kadar az bi’ şey bulabilirsem –

ANSEL: Hayır, kahrolasıca, benden daha fazla para tırtıklamıyo’sun –

CHRIS: Bu önemli baba –

ANSEL: Hep öyledir.

CHRIS: Bu ölüm kalım meselesi, gerçekten.

ANSEL: Hep öyledir.

CHRIS: Altı bin dolar bulmam lâzım, yoksa beni öldürecekler.

ANSEL: Vay canına, şehri terk etsen iyi olur, hem de bi’ an önce.

CHRIS: Sadece bi’ binlik verebilsen –

ANSEL: – Yok ki –

CHRIS: Bu herifleri bi’ binlikle uzak tutabilirim –

ANSEL: Chris. Bende para yok.

CHRIS: Annem olmasa bu boktan durumda olmazdım, biliyo’sun –

ANSEL: Ah, ona ne şüphe...

CHRIS: Ben onun yüzünden boka batayım, o kıçıma tekmeyi bassın!

ANSEL: Eee, n’aaptın ona? Seni yok yere atmamıştır sokağa –

CHRIS: O kahrolası bi’ orospu, baba –

ANSEL: Ona vurdun, değil mi?

CHRIS: Kahretsin, HAYIR! Vurmadım dedim sana –

ANSEL: O zaman neden dışarı attı seni?

CHRIS: Onu buzdolabına fırlattım.

ANSEL: Bu vurmakla aşağı yukarı aynı şey değil mi sence?

CHRIS: Hayır, değil. Öylesine savurdum. Tek bi’ morluk bile yok.

ANSEL: Ama seni yine de dışarı attı –?

7
CHRIS: Bunu neden yaptığımı bilmek istiyo’ musun?

ANSEL: Hayır.

CHRIS: Benden iki buçuk ons kokain çaldı.

ANSEL: Zırvanın daniskası. Annen kokain çekmez.

CHRIS: Biliyoruz herhalde; ya sattı ya da o kahrolasıca Rex’e verdi. Çünkü içine ettiğimin

şeyi ortadan kayboldu ve nerede olduğunu bilen benden başka bi’ o vardı. Bu gece, ben malın

kaybolduğunu fark ettikten sonra da, eve saat gibi çalışan Pintosuyla** geldi.

ANSEL: Hassiktir oradan. O boktan şey yıllardır çalışmıyo’du –

CHRIS: Gördün mü? Ne diyorum ben sana? Yani bu heriflere parayı geri ödemek için

satacağım mal yok oldu, şimdi de beni öldürecekler. Tanrı aşkına, özbeöz annem. (Es) Eee?

ANSEL: Hm? Ne?

CHRIS: Para. Bana borç verecek misin?

ANSEL: Hayır.

CHRIS: Süper. Cidden süper. Boktan herifin tekisin işte. Sıçtım ben –

ANSEL: Hayatımda hiç bin dolarım olmadı benim –

CHRIS: Olsa hoşuna gider miydi?

ANSEL: Ne?

CHRIS: On beş bin doların olmasını ister miydin?

ANSEL: Of, Tanrım, yine şu saçma sapan –

CHRIS: Şimdi beni iyi dinle, bi’ planım daha var –

ANSEL: Her lanet defasında olduğu gibi. O çiftliğe n’ooldu –?

CHRIS: Bak, şimdi çiftlik meselesini karıştırma, ta’am mı? Ondan çok daha basit bi’ şeyden

bahsediyorum.

ANSEL: Bu iyi olsa bari –

CHRIS: Katil Joe Cooper diye birini duydun mu hiç?

ANSEL: Iı-ı.

CHRIS: Bi’ polis.

ANSEL: Yaa?

CHRIS: Aslında bi’ dedektif.

ANSEL: Yaa?

CHRIS: Onun yanında da küçük bazı işler yapıyo’.


Yaklaşık 28 grama denk düşen ağırlık birimi. Dolayısıyla “iki buçuk ons kokain” yerine, “70 gram kokain” de denilebilir.
**
Amerikan otomotiv firması Ford Motor Company’nin 1971’de piyasaya sürdüğü modelin ismi.

8
ANSEL: N’aapıyo’?

CHRIS: Katil. Adam öldürüyo’.

ANSEL: Ya? Yani?

CHRIS: Annemin elli bin dolarlık hayat sigortası var.

(Es)

ANSEL: Ne diyo’sun sen?

CHRIS: Ne dediğimi biliyo’sun. Öyle bakma bana.

ANSEL: Peki mirasçısı...?

CHRIS: Kim mi? Dottie.

ANSEL: Hepsinin?

CHRIS: Hepsinin.

ANSEL: Elli bin doların tamamının?

CHRIS: Ev-vet!

ANSEL: Bana hiçbi’ şey bırakmamış mı?

CHRIS: Tabii ki hayır, seni dangalak. Neden öyle bi’ şey yapsın ki?

ANSEL: Onun eski kocasıyım.

CHRIS: Senden nefret ediyo’ baba. Biliyo’sun.

ANSEL: Evet, ama yine de –

CHRIS: Ne düşünüyo’sun?

ANSEL: Ne hakkında?

CHRIS: Fikrim.

ANSEL: Öylesi bi’ şey kaça patlar?

CHRIS: Yirmi bin istediğini duydum.

ANSEL: Aman Tanrım –

CHRIS: Bu bizim kestirmeden halledebileceğimiz bi’ şey değil. Eğer yakalanmayacağımızı

biliyo’sak, ben buna değer derim. Katil Joe işin uzmanı, gereğini hakkıyla yapacaktır.

ANSEL: Nereden biliyo’sun? Bundan sana kim bahsetti?

CHRIS: Boşver orasını.

ANSEL: O kadar parayı nereden buluruz ki?

CHRIS: Onu şu koşulla kiralayacağım: Bedava yapmasını isteyecek, sonra sigorta

parasından bi’ bölümü ona vereceğim.

ANSEL: Yani, bu herife parasını ödedikten sonra elimizde kalan paranın...

9
ANSEL: CHRIS:

... otuz bin dolar olacağını söylüyo’sun. ... otuz bin dolar olacağını

Onu da dörde böl – söylüyorum.

CHRIS: Üçe.

ANSEL: Nasıl yani?

CHRIS: Sen, ben ve Dottie.

ANSEL: Sharla’ya n’oolacak?

CHRIS: N’oolmuş ona?

ANSEL: O da payını alacak.

CHRIS: Cehennemin dibini alır. Sharla aileden değil.

ANSEL: Adele’den uzun süre karılık yaptı bana.

CHRIS: Daha az para anlamına gelir bu.

ANSEL: Senin için daha az para.

CHRIS: Senin için ise daha fazla para.

ANSEL: Eee? Burada baba olan benim. Benim eski karımdan bahsediyoruz. Onu bulan

bendim. Ne sen, ne de Dottie.

CHRIS: İyi, peki, tamam, dörde böleriz –

ANSEL: Bi’ dak’ka bekle bakalım. Daha bi’ şeye razı olmuş değilim. Burada cinayetten

bahsediyoruz. Kafamı sallayarak oturacak değilim yalnızca –

CHRIS: Şöyle düşün: Kimseye bi’ faydası dokunuyo’ mu?

ANSEL: Ne demek istiyo’sun?

CHRIS: Yani annem artık etrafta görünmediğinde kimsenin gerçekten umurunda olacak

mı?

ANSEL: Rex.

CHRIS: Sen o salak orospu çocuğunun bunu umursayacağını mı sanıyo’sun? Nefes alan her

şeyi becerir o.

ANSEL: Bu umursamayacağı anlamına gelmez –

CHRIS: Doğrusunu istersen, bence mest olur. O zavallı hergeleye nasıl davrandığını bi’

görsen.

ANSEL: Bahse girerim, bana davrandığı gibidir.

CHRIS: Her neyse, Rex’i takan kim?

ANSEL: Doğru –

10
CHRIS: Başka?

ANSEL: Dottie, belki.

CHRIS: Evet, Dottie. Şimdi bi’ düşün: Dottie için hangisi daha iyi olur sence; on bin

dolarının olması ve böylece belki de o mankenlik okuluna gidebilmesi mi; yoksa yirmi yıl daha

pejmürde, yaşlı, çirkin, asabi, alkolik bi’ annesinin olması mı?

ANSEL: Anlıyorum –

CHRIS: Aynen. Yani Dottie konuştuklarımızı asla bilmediği sürece... aslında ona kıyak

yapıyoruz.

ANSEL: Evet.

CHRIS: O herifi arayayım. Bi’ görüşme ayarlayalım, konuşalım. Hemen şimdi karar vermek

zorunda değiliz bi’ şeye.

ANSEL: Tamam.

CHRIS: Tamam. Tamam. Tamam, iyi. Tamam, şimdi bu sadece seninle benim aramda.

ANSEL: Biliyorum.

CHRIS: Çünkü eğer Sharla ya da Dottie çakarsa –

ANSEL: – evet –

CHRIS: – suç ortağı olarak görülürler –

(DOTTIE girer, gecelik üzerine sabahlık giymektedir.)

DOTTIE: Selam Chris. N’aapıyo’sun burada?

CHRIS: Annemle kavga ettik.

DOTTIE: Bu kentin tamamını sen bi’ başına mı kurdun?

CHRIS: Ne? Ah, evet. Tabii ki. Her tuğlasını ben koydum.

DOTTIE: Düğünde duydum bunu.

ANSEL: (CHRIS’e) Uyuyo’.

DOTTIE: Uyumuyorum, çalışıyorum sadece.

(DOTTIE çıkar.)

CHRIS: Sence duydu mu bizi? (ANSEL omzunu silker.) Ödümü kopardı. Bu uyurgezerlik

tüylerimi ürpertiyo’.

ANSEL: Gittikçe kötüleşiyo’. Artık neredeyse her gece böyle...

11
CHRIS: Kimseyle de çıkmıyo’ hâlâ, değil mi?

ANSEL: Hayır, senin yerinde olsam bu konuda heyecan da yapmazdım.

CHRIS: Anlamadım.

ANSEL: Doğrusunu söylemek gerekirse, bence o hâlâ ... Bilirsin işte ...

CHRIS: Ne? Bakire mi?

(DOTTIE yeniden girer, bir çizgi roman alır.)

DOTTIE: Annemi öldürmek hakkında konuştuğunuzu duydum. (Es) İyi fikir bence.

(Çıkar. Es.)

CHRIS: Al işte.

ANSEL: Evet ...

CHRIS: ... Eee ...

(Uzun bir sessizlik.)

ANSEL: O boktan Pintosu çalışıyo’ artık, ha?

(Karanlık.)

(Karanlık boyunca bir sonraki sahnedeki karate filminin sesi duyulur.)

İkinci Sahne

(Işık açılır.)

(İki gün sonra: Şerit perdeler yukarı çekilmiştir ve pencereden içeri gün ışığı sızmaktadır. Dışarıda yağmur

yağmaktadır. Arada bir, uzaktan, gök gürültüsü sesi duyulur.)

(DOTTIE tek başına, oturma odasında “idman” yapmaktadır; hareketleri televizyonda gösterilen, kötü

seslendirilmiş bir karate filmindeki hareketlerle paraleldir. Ses, kulakları patlatacak seviyededir.)

(Karavanın kapısı açılır ve KATİL JOE COOPER girer. Yağmurluk ve kovboy şapkası giymektedir.

DOTTIE onu duymaz. JOE kapıyı kapar, hareketsiz durur, DOTTIE’yi izler.)

12
JOE: Zor görünüyor.

(DOTTIE’nin nefesi kesilir, mutfağa koşar. Televizyona rağmen birbirlerine seslerini duyurabilmek için

bağırarak konuşurlar.)

DOTTIE: Tanrım –!

JOE: Sizi korkutmak –!

DOTTIE: Kimsin sen?!

JOE: Joe Cooper, şeyin arkadaşı – ! Joe Cooper – ! Affedersiniz! (Televizyonu kapatır.) Joe

Cooper, şeyin –

DOTTIE: Buraya nası’ girdin?

JOE: Kapıdan. Kapıyı çaldım ama televizyonun sesini beni duyamayacak kadar çok

açmıştınız. Ben de yağmurda daha fazla beklemeyeyim dedim.

DOTTIE: Eh, ödümü kopardın.

JOE: Özür diliyorum.

DOTTIE: Tamam, sorun değil.

JOE: Zor görünüyor. Yani öyle televizyondan... Bir eğitmen lâzım size.

DOTTIE: Evet...

JOE: (Elini uzatır.) Ben Joe Cooper.

DOTTIE: (Elini sıkar.) Merhaba.

JOE: 10.30’da burada Chris’le buluşmam gerekiyordu.

DOTTIE: Chris burada değil.

JOE: Biraz erkenciyim.

DOTTIE: Genellikle geç kalır.

JOE: (Es) Acaba zahmet olmazsa bir fincan kahve ya da –?

DOTTIE: Ah, evet, tabii. Kusura bakma. Otursana. Üstündekini –?

(JOE yağmurluğunu çıkarır ve DOTTIE’ye uzatır. DOTTIE yağmurluğu bir sandalyenin arkasına asar.

Bir fincan kahve hazırlar.)

JOE: İsminizi sorabilir miyim?

DOTTIE: Dottie.

JOE: Merhaba, Dottie.

13
DOTTIE: Merhaba. (JOE ayakta, DOTTIE’ye bakmaktadır. DOTTIE, JOE’nun gözlerini üzerinde

hisseder, döner, yüz yüze gelirler.) Ne?

JOE: Hm?

DOTTIE: Neden bana – ne var?

JOE: Hiç. Duruyorum öyle.

DOTTIE: Peki. (Es) Nesin sen? Yani, ne iş yaparsın?

JOE: Dedektifim.

DOTTIE: Gerçekten mi? Mannix gibi mi?

JOE: Ah, hayır. O bir özel dedektif. Ben Dallas Polis Merkezi’nde çalışıyorum.

DOTTIE: O da sahici değil zaten.

JOE: Hayır. Ben sahiciyim.

DOTTIE: Televizyonda göründüğü gibi olmuyo’muş diye okudum. O araba kovalamacalar

falan.

JOE: Bir yığın evrak işi.

DOTTIE: Bazı polislerin bütün hayatları boyunca bi’ kez bile ateş etmedikleri oluyo’muş

diye okudum.

JOE: Doğru olabilir.

DOTTIE: Sen birine silah çektin mi hiç?

JOE: Ah, tabii.

DOTTIE: N’ooldu?

JOE: Çok kişiye silah çektim.

DOTTIE: Kimseyi vurdun mu?

JOE: Evet.

DOTTIE: Kimi?

JOE: Tanımazsın.

DOTTIE: Öldüler mi?

JOE: Evet, öldüler.

DOTTIE: Vay canına. Bahse girerim bunun hakkında konuşmaktan hoşlanmıyo’sundur.

JOE: Yoo, yoo. Yani konuşmaktan hoşlanıyorum denemez, ama geceleri uykularımı da

kaçırmıyor. Bilirsin işte.

DOTTIE: Yaa. (Es) Şimdiye kadar başına gelen en heyecanlı şey neydi?

JOE: En heyecanlı. Bilmem. Bilmiyorum.



ABD’de ilk olarak 1967’den 1975’e dek yayımlanan Mannix isimli televizyon dizisinin başkarakteri Joe Mannix. Dizi,
dönemin en fazla şiddet içeren polisiye dizilerinden biri olarak biliniyor.

14
DOTTIE: (Es) Bahse girerim bu benim yaptığım her şeyden daha –

JOE: Ah, dur, en komiğinin ne olduğunu anlatabilirim sana –

DOTTIE: – tamam –

JOE: – yani belki en komiği değil ama en ... tuhafı.

DOTTIE: Tamam –

JOE: Ben devriye gezerken – bunu duymak istiyor musun?

DOTTIE: Evet, tabii –

JOE: Devriye gezerken, ortağım ve ben bir aile içi huzursuzluk ihbarı aldık. Bu biraz

yanıltıcı oluyor tabii bana sorarsan, çünkü “aile içi” kulağa korkunç evcil bir şeymiş gibi geliyor

ve “huzursuzluk” da sanki sadece bir tartışma varmış gibi. Ama polisler aile içi huzursuzluk

olaylarının, yaralanmaları en muhtemel ihbarlar olduğunu bilir.

DOTTIE: Hm-hmm.

JOE: Biz de ihbarı aldık. Ben biraz tedirgindim. (Polis gücünde çalışmaya başlayalı çok

olmamıştı ve hâlâ aile içi huzursuzluk olayları beni tedirgin ediyordu.) Eve vardığımızda,

içeriden gelen o korkunç çığlığı duyduk, o feryadı.

DOTTIE: Vay canına.

JOE: İçeri girdik. Kapkaranlıktı. Çığlık sesini takip ederek arkadaki yatak odasına kadar

gittik. Karşıma ne çıkacak, hiçbir fikrim yoktu.

DOTTIE: – Evet –

JOE: – Sonra kapıyı açtık ve birden bu dev gibi adam üstüme çıktı, beni yere devirdi;

çığlıklar atıyor, tırmalıyordu –

DOTTIE: Aman Tanrım –

JOE: Sonra fark ettik ki... Odada başka hiç kimse yok. Bana zarar vermeye de çalışmıyor

adam... Benden ona yardım etmemi istiyor.

DOTTIE: Neden?

JOE: Korkunç acı içinde. Meğer kız arkadaşıyla kavga etmişler. Kadının başkasıyla ilişkisi

varmış. Adam da, “ona bir ders vermek için”, (aynen böyle demişti, “ona bir ders vermek için”)

cinsel organının üzerine çakmak gazı dökmüş ve ateşe vermiş.

(DOTTIE, JOE’ya bakakalır. JOE güler. DOTTIE eşlik eder.)

DOTTIE: Ah, anladım. Ben de ciddisin sanmıştım.

15
JOE: Ciddiyim. (DOTTIE gülmeyi keser. JOE devam eder.) O zavallı, sefil herif kız arkadaşına

bir ders vermek için cinsel organını ateşe verdi. İnanabiliyor musun? Ona gösterdiğini düşünsene

bir. Kadın bunu atlatabilmiş midir acaba?

DOTTIE: İyi miydi peki?

JOE: Hayır. Hayır, iyi değildi. Cinsel organını ateşe verdi. (Es) Oy, oy, oyy!

DOTTIE: Kendini ateşe veren bi’ teyzem vardı –

JOE: Ya, demek öyle –

DOTTIE: – ama kasten değil. Dantelden uzun bi’ elbise giyiyordu, elbisesi ocağa takıldı ve

yangın söndürülene kadar öldü.

JOE: Gerçekten.

(DOTTIE, JOE’nun kahvesini koyar.)

DOTTIE: Ailede en çok ona benzediğimi söylerler.

JOE: Hmm.

DOTTIE: İsmi Viva’ydı. Harika bi’ isim değil mi? Hiç evlenmedi. Sanmıyorum. (Kahvesini

uzatır.) Annemi öldürecek misin?

JOE: Emin değilim. Neden?

DOTTIE: Sadece merak ettim. (Es) Annem ben çok küçükken beni öldürmeye çalışmıştı.

Yüzüme yastığı bastırmış ve nefes almamı engellemeye çalışmıştı, çünkü kendisine küçük

bebeğinden daha çok önem veriyo’du ve beni bi’ annenin küçük bi’ bebeği sevdiği gibi

sevmiyo’du. Becerdiğini sanmıştı ve sevinmişti, çünkü artık onun yemeklerini yemem ve onun

yatağında yatmam ve ondan kesilip koparılan parça olarak büyümem ve onun olmadığı, asla

olamadığı kadar iyi bi’ şeye dönüşmem hakkında endişelenmek zorunda kalmayacaktı. Çünkü

bu onun en iyi yanının ben olduğum anlamına gelecekti. Ama beceremedi, beni O’na geri

veremedi, sadece beni hasta etti, bi’ anlığına yok etti, ama sonra oradaydım yine ve o üzüldü

orada olmama ve hep olacağıma.

(CHRIS ve ANSEL eve yaklaşırlarken BİFTEK havlar.)

JOE: CHRIS:

(DOTTIE’nin yüzünü bir süre inceledikten sonra:) (Dışarıdan, gülerek)

Nereden biliyorsun bunu? Kaç para kestin ona?

16
DOTTIE: ANSEL:

Neyi? (Dışarıdan) 50 papel.

JOE: CHRIS:

Annenin seni öldürmeye çalıştığını. (Dışarıdan) Berbat bir buji için!

DOTTIE: ANSEL:

Çünkü hatırlıyorum. (Dışarıdan)

Aradaki farkı bilmiyo’du ki, aptal herif.

(CHRIS girer, sırılsıklamdır. Yağ lekeli bir tamirci tulumu giyen ANSEL merdivenlerde CHRIS’in

arkasındadır, o nedenle JOE’nun mutfakta olduğunu görmez.)

ANSEL: Elimde doğru boydaki İngiliz anahtarı var diye neredeyse kıçımı yalayacaktı.

(ANSEL JOE’yu görür, CHRIS’in arkasında donakalır.)

JOE: Merhaba.

CHRIS: Aman Tanrım, siz Joe olmalısınız. (CHRIS JOE’nun yanına gider ve el sıkışırlar.) Chris

Smith. Bu da babam, Ansel.

JOE: (ANSEL’le el sıkışırlar.) Ansel.

ANSEL: Selam.

CHRIS: Dottie’yle tanıştınız sanırım.

JOE: Ah, evet.

CHRIS: Dottie, bize izin verir misin?

DOTTIE: Evet, tabii.

CHRIS: Yani, evden çıkar mısın? Konuşmamız gereken bazı işler var Sayın –

DOTTIE: Biliyorum. (JOE’ya) Hoşça kal.

JOE: Hoşça kal, Dottie.

(DOTTIE ceketini alır, JOE ona kapıyı açar. DOTTIE JOE’ya son bir kez daha baktıktan sonra çıkar.)

17
CHRIS: (Buzdolabından bira çıkarır.) Tatlı şey, değil mi?

JOE: Evet, öyle.

CHRIS: Bira ister misiniz?

JOE: Hayır... Hayır, bakın, fazla zamanım yok –

CHRIS: Tamam bayım, başlayalım.

JOE: Eğer sizin için de uygunsa –

CHRIS: İlk olarak şunu söylememe izin verin, ben de babam da daha önce bunun gibi bi’

şey yapmadık, ve ... dürüst olmak gerekirse, yapmak da istemiyoruz ama yapılması lâzım.

JOE: Bu beni hiç ilgilendirmez.

CHRIS: Tamam. Hmm ... Konuşmayı benim başlatmam yerine, efendim, belki siz bize nasıl

sorular sormamız gerektiğini falan söyleseniz, ya da –

JOE: Gerçekten oldukça basit. Bana vereceğim bir hizmet karşılığı biraz para ödeyeceksiniz.

CHRIS: Hm-hmm.

JOE: Nerelerde bulunduğu, programı, alışkanlıkları hakkında bana ayrıntılar vereceksiniz

ve ben de bunlara göre hareket edeceğim. Size faaliyetlerim hakkında çok bilgi vermeyeceğim,

çünkü ne kadar az şey bilirseniz, işin içindeki herkes için o kadar iyi.

CHRIS: Peki –

JOE: Uyulmasında ısrar ettiğim sadece birkaç kuralım var. Israr ettiğim.

CHRIS: Tamam, evet –

JOE: Eğer yakalanırsanız, bu suça karıştığınız ortaya çıkarsa, hiçbir koşulda kimliğimi ya

da bu işin içinde olduğumu açığa vurmayacaksınız.

CHRIS: Ah, tabii –

JOE: Eğer bu kuralı ihlal ederseniz, öldürülürsünüz. Anladınız mı?

CHRIS: Ben –

JOE: Bir melodram havası falan yaratma niyetinde değilim ve iş ilişkimizin yanlış bir

adımla başlamasını da arzu etmiyorum, ama bu konuda son derece açık olmak istiyorum.

CHRIS: Anlıyorum.

JOE: (ANSEL’e) Anlıyor musunuz?

ANSEL: Evet.

JOE: Ücretim peşin para, nakit yirmi beş bin dolar. İstisna istemem.

ANSEL: Yirmi beş mi?

JOE: Evet, efendim.

ANSEL: (CHRIS’e) Bana yirmi demiştin.

18
CHRIS: (ANSEL’e) Bana da yirmi demişlerdi.

JOE: Yirmi beş. Bir sorun mu var?

CHRIS: Yirmi beşle bir sorunumuz yok –

ANSEL: Bi’ dak’ka dur bakalım –

CHRIS: Yirmi beşle bir sorunumuz yok. Sorunumuz bu değil.

JOE: Sorununuz ne?

CHRIS: Sorunumuz peşin parayla ilgili.

JOE: İstisna istemem.

CHRIS: Efendim. Ben, sadece... Açıklamama izin verin. Bununla ilgilenmemizin

nedenlerinden biri annemin pahalı bir hayat sigortası poliçesinin olması –

JOE: (Gitmeye hazırlanır.) Genellikle öyle olur.

CHRIS: – ve poliçenin karşılanmasının ardından size ödemeyi garanti edersek, belki bu işle

ilgilenmenizi sağlayabiliriz diye düşündük.

JOE: Bu gerçekten tartışmaya açık değil. Konuşmamız burada bitmiştir.

(JOE yağmurluğunu alır, kapıya doğru yönelir. CHRIS arkasından gider ...)

CHRIS: Lütfen, bu önemli –

(JOE döner ve öfkeyle:)

JOE: Bunun ne olduğunu zannettin? “Seç Bakalım”  yarışması mı? Burada taşak geçtiğin

şey ciddi bi’ iş evlat–

CHRIS: Bunun farkındayım –

JOE: Hiç sanmıyorum. Seni ciddiye almıyorum.

CHRIS: Bu bi’ şekilde yapılacak, öyle ya da böyle –

JOE: Konuşmamız burada ... bitmiştir. Ne ben sizi gördüm ne de siz beni. (CHRIS pes eder,

mutfağa gider. ANSEL’e) Dottie’ye kahve için teşekkür ettiğimi söyleyin. (JOE kapıya doğru yönelir,

odaya sırtı dönüktür. Uzun bir es... Yavaşça arkasında kalan CHRIS ve ANSEL’e doğru döner.) Tabii, bir

rehin ihtimali üzerine hiç konuşmadık.

CHRIS: Ne demek istiyo’sun?

JOE: Bana nasıl ulaşabileceğinizi biliyo’sunuz. İlgilenirse beni arayın.


ABD’de ilk bölümü 1963’te yayımlanan, orijinal ismi “Let’s Make a Deal” olan ve Türkiye’de de 1990’lı yıllarda “Seç
Bakalım” adıyla yayımlanan yarışma programı.

19
(Yeniden kapıya yönelir.)

CHRIS: Baksana, ahbap, kız kardeşimden mi bahsediyo’sun?

JOE: Demek o kız kardeşin, öyle mi?

(JOE çıkar. Az sonrakiler olurken, ANSEL JOE’yu pencereden izler, esrarlı bir sigara yakar, televizyonu

açar, bir otomobil yarışı bulur.)

CHRIS: Tanrım –

ANSEL: Rehinle ne demek istedi o?

CHRIS: Ne demek istedi sanıyo’sun sen baba? Dottie demek istedi.

ANSEL: İyi de, neyin rehini yani?

CHRIS: Cidden ne kadar aptalsın? Gerçekten o kadar mı aptalsın?

(ANSEL plastik bir olta makarasını eline alır ve CHRIS’in kafasına fırlatır. CHRIS yana kaçarak kurtulur,

makara duvara çarpar.)

ANSEL: O lanet ağzından çıkanlara dikkat et!

CHRIS: N’aapacağız baba? Bi’ şey düşünmemiz lâzım.

ANSEL: Kendimiz halledebiliriz.

CHRIS: Sen birini öldüreceksin(!).. Daha saatin kaç olduğunu söyleyemiyo’sun.

ANSEL: Sence n’aapmamız lâzım süper zekâ?

CHRIS: Ya her şeyi unutacağız, ya da ... Dottie’yi ona vereceğiz.

ANSEL: KAHRETSİN! (ANSEL koltuktan fırlar, netlik düzelinceye kadar televizyonun anteniyle

oynar. Sonra:) Biliyo’ musun, belki de bu ona iyi bile gelebilir.

(Karanlık.)

(Sahne değiştiği sırada, bir sonraki sahnedeki piyango çekilişinin sesi duyulur.)

Üçüncü Sahne

(Işık açılır.)

20
(SHARLA telefonda konuşmaktadır, yüzünde bir gülümseme olduğu halde, bir fotoğraf destesini

incelemektedir. Pizza Hut’ta çalışan garsonların giydiği kırmızı-beyaz çizgili üniformayı

giymektedir. Televizyonda Teksas Piyangosu’nun çekilişi gösterilmektedir.)

SHARLA: Aptal olma. Kimse görmeyecek bunları. (Es) Hem neden bu kadar korkuyo’sun?

Hiçbirinde yüzün görünüyor falan değil ki. (Güler.) Pek sanmam. (Es) Çarşının önündeki o küçük

fotoğrafçı. (Es) Of, kahretsin, fazla endişeleniyo’sun. Küçük, sivilceli kızın teki sadece, hayatında

daha önce hiç görmemiş. (Es) Hiç bu kadar büyüğünü görmemiş en azından. (Edepsiz bir kahkaha.)

Beni almaya kaçta geleceksin? (Es) 11.30? Ne yapmamı – ? (DOTTIE yatak odasından çıkar, üzerinde

bir kot pantolon ve uzun kollu tişört vardır. Televizyonun önüne geçer, kanalları değiştirir, “Çarkıfelek” 

programını bulur. SHARLA dikkatsizce elindeki fotoğrafları gökkuşağı renkli bir paketin içine koyar.) Bi’

saniye, Jennie. (SHARLA telefonun ahizesinin üstünü kapayarak, yemek için masayı hazırlayan

DOTTIE’yle konuşur.) Neden yeni elbiseni giymiyo’sun, tatlım?

DOTTIE: Niçin?

SHARLA: Yemeğe misafirimiz var.

DOTTIE: Kim?

SHARLA: Bilmiyorum. Ansel’in bi’ arkadaşı. (Telefona) Hı? Yok, Dottie –

DOTTIE: Süslenmek zorunda mıyız?

SHARLA: O elbiseyi giyince çok hoş görünüyorsun bence.

DOTTIE: Onu özel bi’ güne saklamayı tercih ederim. Sadece bi’ yemeğe giyersem kendimi

aptal gibi hissedebilirim.

(SHARLA duraksar, sonra telefona döner.)

SHARLA: Jennie? Seni işten ararım, ta’am mı? Hayır, olmaz – hayır – hı-hı, ben de seni.

(SHARLA telefonu kapatır, parmağını DOTTIE’nin tişörtü üzerindeki bir yırtığa sokar.) Şuna bak.

DOTTIE: Ne var? Tişört işte.

SHARLA: Neden elbiseni giymiyo’sun?

DOTTIE: Havamda değilim. Herkes süsleniyo’ mu ki?

SHARLA: Herkesin n’aaptığını bilmiyorum. Ben işe gidiyorum.

DOTTIE: O zaman ne fark eder?

SHARLA: Aslında pek de fark etmez. Baban güzel görünmeni istemişti sadece.

ABD’de ilk olarak 1975’te yayımlanmaya başlanan ve orijinal ismi “Wheel of Fortune” olan, Türkiye’de de “Çarkıfelek”
ismi altında yayımlanan yarışma programı.

21
DOTTIE: Neredeler?

SHARLA: Birazdan burada olurlar. Olsalar iyi ederler. İşe gitmem lâzım. (SHARLA işe

gitmeye hazırlanır, makyaj yapar, saçını düzeltir.) Ne pişiriyo’sun?

DOTTIE: Güveç.

SHARLA: Ne güveci? Ton balığı gibi kokuyo’.

DOTTIE: Öyle zaten.

SHARLA: Salata yapacak mısın?

DOTTIE: Yapabilirim, eğer çok açlarsa.

SHARLA: Börek çörek gibi bi’ şeyler ?

DOTTIE: Hayır.

SHARLA: Şurada biraz bisküvi olması lâzım.

DOTTIE: Epeyi var.

SHARLA: Peki. Sadece diyo’dum ki –

DOTTIE: Telefondaki erkek arkadaşın mıydı?

SHARLA: Nasıl yani?

DOTTIE: Erkek arkadaşın değil miydi?

SHARLA: Ben evliyim, aptal.

DOTTIE: Babama bi’ şey söylemem.

SHARLA: Neden bahsettiğini bilmiyorum. Jennie’yle konuşuyo’dum, liseden arkadaşım.

DOTTIE: Yakışıklı mı?

SHARLA: Kes şunu.

DOTTIE: Umarım yakışıklıdır. Senin yakışıklı bi’ erkek arkadaşın olmalı.

SHARLA: Dinle –

DOTTIE: Üçüncü sınıftayken bi’ erkek arkadaşım vardı, ama kimseye söylemedim. Adı

Marshall’dı ve şişkoydu. Ama beni seviyo’du.

SHARLA: Daha fazla dışarı çıkman gerek –

DOTTIE: Bu bizim küçük sırrımızdı, Marshall ile benim. Diğer çocukların hepsi birlikte

çıkmayı gösterişe dökerdi, isimlerinin ilk harflerini defterlerine yazarlardı, teneffüste el ele

tutuşurlardı, ama ben ve Marshall bunu bi’ sır gibi sakladık. Okuldaki kimse bizim çıktığımızı

bilmiyo’du, evde de kimse bilmiyo’du, kimse sormadı da zaten. Teneffüste birbirimizi hiç

görmezdik ve birlikte hiç yemek de yemezdik ve birbirimize notlar da yazmazdık ve benimle

okul çıkışı eve kadar da yürümezdi.

SHARLA: Ne zaman görürdün onu?

22
DOTTIE: Sınıfta. Okulda.

SHARLA: Yalnız demek istiyorum.

DOTTIE: Birbirimizi yalnız görmezdik.

SHARLA: Hiç mi?

DOTTIE: O zaman sırrımız bozulurdu.

SHARLA: Peki yalnız hiç zaman geçirmediyseniz, çıktığınıza nasıl karar verdiniz?

DOTTIE: Biliyo’duk işte.

SHARLA: Bekle –

DOTTIE: Bundan hiç bahsetmek zorunda kalmadık. Eğer bahsetseydik, o zaman böyle

olmazdı, gerçek olmazdı.

SHARLA: Gerçek olan neydi?

DOTTIE: Aşk. Birbirimize âşıktık.

SHARLA: Eğer bundan hiç bahsetmediyseniz, sana âşık olduğunu nereden biliyo’sun?

DOTTIE: Beni saf bi’ aşkla seviyo’du.

SHARLA: Böylesine pek rastlanmıyo’ buralarda, sanırım.

DOTTIE: Gelen Joe, değil mi? Yemeğe Joe gelecek.

SHARLA: Joe kim?

DOTTIE: Soyadını hatırlamıyorum. Gözleri ağrıyo’du.

SHARLA: Hı?

DOTTIE: Ne?

SHARLA: Adını hatırlamıyorum, ama elbiseni giymen Ansel için önemliydi. Sanırım iyi bi’

izlenim bırakmak istiyo’du. (Es) Onunla tanıştın mı?

DOTTIE: Hm-hmm.

SHARLA: Neye benziyo’?

DOTTIE: Kungfu öğretmeni bulmam gerektiğini söyledi.

SHARLA: Ya...

DOTTIE: Bana kahve yaptırdı.

SHARLA: Neye benziyo’?

DOTTIE: Bilmiyorum...

SHARLA: (Es) Neyse... Neden elbiseni giymiyo’sun?

DOTTIE: Peki.

(Dışarıda BİFTEK havlar.)

23
SHARLA: Jennie’yi de unut, ta’am mı? Sadece eski bi’ arkadaş ve eski bi’ arkadaş

yüzünden babanla aramızda sorun çıksın istemiyorum.

DOTTIE: Senin yakışıklı bi’ erkek arkadaşın olmalı.

(ANSEL girer.)

SHARLA: Bahse girerim, kulakların çınlıyo’du.

ANSEL: Benden mi bahsediyo’dunuz?

DOTTIE: Hayır, efendim –

SHARLA: Dottie’ye sadece bu geceki yemekte elbisesini giymesini ne kadar istediğini

anlatıyo’dum.

ANSEL: (Televizyonda kanalları değiştirirken, “Cannon”  dizisinin bir bölümünü bulur.) Giyer

misin, tatlım?

SHARLA: Herkes süsleniyo’ mu?

ANSEL: Evet, evet, hepimiz süsleneceğiz.

DOTTIE: Peki.

(Çıkar.)

SHARLA: Ansel Ray, mutfağa gel bakalım.

ANSEL: Ne var?

SHARLA: Kızcağıza ne zaman söyleyeceksin?

ANSEL: Neyi ne zaman söyleyeceğim?

SHARLA: Sadece kendisi ve Joe’nun olacağını.

ANSEL: Aptal değil. Anlayacaktır.

SHARLA: Ona söylemen gerek. Ne beklemesi gerektiğini bilmiyo’.

ANSEL: Beklenecek bi’ şey yok –

SHARLA: O kız başkaları gibi değil, kahrolasıca. İki kere ikiyi bilmiyo’. Senin, benim gibi,

Chris gibi değil –

ANSEL: Endişelenecek bi’ şey yok –

SHARLA: Daha önce kimseyle çıkmadı.



ABD’de ilk olarak 1971 ila 1976 yıllarında yayımlanan bir dedektif dizisi. Aşırı kilolu olduğu için emniyet gücünden atılan
Frank Cannon dizinin başkahramanıdır.

24
ANSEL: Bu çıkmak değil –

SHARLA: Şimdiye dek yaptığı ona en yakın şey ama. Çıktıklarını bile bilmeyen şu şişko

çocuğu saymazsak tabii…

ANSEL: Hangi şişko çocuk?

SHARLA: Anahtarları ver. İşe gitmem lâzım.

ANSEL: Bu yüzden bu kadar köpürmenin ne âlemi –

SHARLA: Şu kızla konuş Ansel, çünkü bunu yüzüne gözüne bulaştırman –

ANSEL: (Cebinde anahtarları bulmaya çalışır.) Ne diyeceğim?

SHARLA: Olan biteni anlat, Tanrı aşkına. Her şeyi bu kadar karmaşık hale getirme –

ANSEL: Hangi olan biteni?

SHARLA: Durumu. Neden Joe’nun bu gece yemeğe geldiğini anlat.

(ANSEL cebinden anahtarları çıkarmakta zorlanmaktadır.)

ANSEL: Bunu nasıl anlatmamı – ?

SHARLA: Bilmiyorum, ama eğer – şöyle düşün, eğer neden geldiğini bilmezse – cebinde ne

var senin?!

ANSEL: Sakız galiba, ya da onu gibi bi’ şey –

SHARLA: Eğer kendisinden ne beklendiğini bilmezse, onu hayal kırıklığına uğratabilir.

Bunu düşündün mü sen bakalım?

ANSEL: Nasıl davranacağını ona ben söyleyemem –

SHARLA: Off, sen kimseye hiçbi’ şey söyleyemezsin! Ver şu lanet anahtarları bana!

(ANSEL sonunda anahtarları cebinden çıkarmayı başarır, aynı anda cebinden düşen bir avuç bozuk para

mutfak zeminine saçılır. SHARLA anahtarları elinden kapar, kapıyı sertçe açar –)

ANSEL: Sharla, bekle – ( – ve çıkar. ANSEL dışarı adım atar, arkasından seslenir.) – Hangi şişko

çocuk?! (Sonra komşu karavanlardan birine:) Şu lanet köpeği bağlasanıza! (Köpek ANSEL’e saldırır.

Bu, sahnede görülmez. ANSEL hızla karavanın içine kaçar, kapıyı tam zamanında kapatır. BİFTEK

dışarıda hırlamaktadır ama bir süre sonra pes eder. ANSEL öfkeyle bir sandalye çeker, atmayı düşünür,

tekrar düşünür, sonra televizyondaki polisiye dizi tarafından hipnotize olur.) Cannon, seni şişko

hergele...

25
(Durur. Bozuk paraları yerden toplar, cebine atar, buzdolabından bir bira alır, bir böceği öldürür,

kalıntılarını lavabodan aşağı atarken kıkırdar. DOTTIE girer, üzerinde seksi, siyah bir gece elbisesi

vardır.)

DOTTIE: Baba?

ANSEL: Ah, tatlım...

DOTTIE: Ne düşünüyo’sun?

ANSEL: Lanet bi’ film yıldızı gibi olmuşsun. Gel bakayım buraya. (Bir sandalye çeker, üzerine

çıkmasına yardım eder.) Dön bakayım. (DOTTIE döner.) Lanet bi’ film yıldızı gibi.

DOTTIE: Kendimi tuhaf hissediyorum.

ANSEL: Neden?

DOTTIE: Bilmiyorum. Sanki okula çıplak gitmişim gibi, bana o anlattığın rüyada olduğu

gibi.

ANSEL: Tuhaf hissetme. Çok güzelsin.

DOTTIE: Popom çok büyük.

ANSEL: Sana küçük bi’ sır vereyim: Erkekler büyük popoları sever.

DOTTIE: Hayır, sevmezler.

ANSEL: (Kalçasına dokunarak) Tecrübe konuşuyo’.

DOTTIE: (Sandalyeden iner.) Sharla’nın poposu büyük değil.

ANSEL: Ona biraz zaman tanı.

DOTTIE: Sen neden giyinmedin hâlâ?

ANSEL: Ben yemeğe kalmayacağım.

DOTTIE: Nasıl yani?

ANSEL: Chris ve benim yapmamız gereken bazı işler –

DOTTIE: Chris nerede?

ANSEL: Yolda –

DOTTIE: O zaman –

ANSEL: Yemekte sadece Joe ve sen olacaksınız.

DOTTIE: (Es) Üstümü değiştirmem lâzım.

ANSEL: Hayır –

DOTTIE: Evet, değiştirmem lâzım –

ANSEL: Hayır, bence Joe için hoş olabilir eğer –

DOTTIE: Evet, üstümü değiştireceğim –

26
(DOTTIE yatak odasına doğru yönelir, ANSEL kolundan yakalar.)

ANSEL: Hop, hop, dur bi’, tatlım –

DOTTIE: Bırak beni, üstümü değiştirmem gerek –

ANSEL: Dinle bi’ dak’ka –

DOTTIE: Değişmem lâzım – (Kendini geri çekmeye çalışır, ama ANSEL onu belinden yakalar.

BİFTEK yine havlar.) Değişmem lâzım, değişmem lâzım, değişmem lâzım –

ANSEL: Sakin ol Dottie, sadece –

DOTTIE: Değişmem lâzım, değişmem lâzım –

ANSEL: (Daha vahşice) Dur bakalım, seni küçük orospu –!

DOTTIE: (Histerik) DEĞİŞMEM LÂZIM!

(CHRIS girer, ANSEL ve DOTTIE’yi ayırır. DOTTIE yere düşer.)

CHRIS: N’ooluyo’ burada–?

ANSEL: Elbisesini çıkarmak istiyo’!

CHRIS: Eee ?!

ANSEL: Ben de ona diyo’dum ki, Joe için hoş olabilir eğer –

CHRIS: Üstünü değiştirmek istiyo’sa, bırak değiştirsin!

ANSEL: Sence hoş görünmüyo’ mu?

CHRIS: (DOTTIE’ye) Ne istiyo’san onu giy –

ANSEL: Bekle bi’ dak’ka bakalım –!

CHRIS: Bırak değişsin, baba –

ANSEL: Kendini ne zannediyo’sun sen –?!

(CHRIS ANSEL’in üzerine yürür.)

CHRIS: BIRAK DEĞİŞSİN! (DOTTIE’ye) Git, değiş.

(DOTTIE koridordan çıkar.)

ANSEL: Muhteşem görünüyo’du.

27
CHRIS: Orospu çocuğuna bir hediye vermek zorunda olmamız yeterince kötü zaten. Bi’ de

paket yapmamız gerekmiyor.

ANSEL: Beni dinle bakalım –

CHRIS: Bütün bu olanlar beni hasta ediyo’.

ANSEL: Burası benim evim –

CHRIS: Senin evin falan yok –

ANSEL: – ve burada olanlar benden sorulur –

CHRIS: Kapa çeneni.

ANSEL: Onu bilesin.

CHRIS: Yalnız ikisinin olacağını biliyo’ mu?

ANSEL: Artık biliyo’.

CHRIS: Harika. Kahretsin. Önce Sharla’yı görmemesi yazık oldu, ha? O zaman onu

götürürdü, benim de umurumda olmazdı –

ANSEL: Bahsettiğin benim karım.

CHRIS: Ya, evet.

ANSEL: Baksana, hazır mısın sen? Joe bize yarım saat öncesinden gitmemizi söylemişti.

CHRIS: Joe’yu sikeyim.

ANSEL: Bu gösteriyi yöneten o, değil mi?

CHRIS: Canım ne zaman isterse, o zaman giderim.

ANSEL: Chris...? Eğer bu işi yapacaksak, adam gibi yapalım.

CHRIS: Ya, evet. (Kapı çalar.) Kıçımın...

ANSEL: Dottie?

DOTTIE: (Dışarıdan) Daha hazır değilim!

CHRIS: Kapıya bak, Tanrı aşkına.

(ANSEL kapıya bakar ve KATİL JOE girer. Kruvaze ceketli bir takım elbise, yeni bir kovboy şapkası,

kertenkele derisinden çizmeler giymektedir, elinde bahar çiçeklerinden bir buket vardır.)

JOE: Ne yapıyorsunuz burada?

CHRIS: Çıkıyo’duk.

JOE: Bunu konuşmuştuk –

CHRIS: Zorlama, gidiyoruz –

28
JOE: Evet, ufaklık, çok doğru. Zorlama! Bir anlaşma yaptığımızda, ayrıntılara biraz özen

gösterilmesini beklerim.

CHRIS: Haydi gidelim, baba.

JOE: Beni anladın mı?

CHRIS: Evet.

JOE: Aferin sana. O nerede?

CHRIS: Üstünü değiştiriyor.

(CHRIS ve ANSEL çıkar. BİFTEK havlamaktadır. JOE şapkasını çıkarır, elinde tutar, DOTTIE’nin yatak

odasına doğru seslenir.)

JOE: Dottie? Benim, Joe Cooper. Yalnızız şimdi. (Es) Çıkmak istemiyorsan, sorun değil.

Orada istediğin kadar kalabilirsin. (Şapkasını asar, televizyonu kapatır, çiçekleri bırakır, bir sigara

yakar. Mutfağa gider, fırındaki yemeği kontrol eder.) Güvecin güzel kokuyor. İçinde güzel bir

haşlama var sanırım. (Es) İlk randevular ya da güveçlerle ilgili anlatacak komik bir hikâyem

olsun isterdim, ama yok. (Es) Belki sonradan aklıma bir tane gelir. (Es, kendi kendine) Belki de

gelmez. (Mutfak tezgâhının üzerinde duran radyoyu bulur, açar, ayarlarıyla oynar, bir Hank Williams

şarkısı bulur.) Hank Williams. Oklahoma’dan. Hank Williams’la ilgili komik bir hikâyem de yok.

Ya da Oklahoma’yla... Oklahoma her halükârda biraz komik ama, değil mi? Oklahoma’ya

bakarak büyüdüm ben. Kızıl Nehir’in güney kıyısından. Orada büyüdüm. Ben küçük bir

çocukken, Teksas ile Oklahoma arasındaki sınır aslında nehrin ortasıydı. Kuzey kıyısında balık

avlarken, Oklahoma balığı yakalardın. Ama ben Teksas balığı yakalardım. Tatları aynıydı

muhtemelen. O zamandan bu zamana günün birinde, nehrin bizim olan yarısını onlara verdik.

Şimdi kahrolası nehrin tamamı Oklahoma’nın… Güney kıyı, sınır da o. Bunu neden yaptığımızı

bilmiyorum, ama beni sinir ediyor. Sanki... Sanki evinin ön balkonunu vermişsin gibi. (DOTTIE

yatak odasından girer, üzerinde kot pantolonu ve uzun kollu tişörtü vardır.) İyi akşamlar.

(JOE’nun yanından geçer, mutfağa gider, fırındaki yemeği kontrol eder.)

DOTTIE: Haşlandığını söylemiştin.

JOE: Hayır, “İçinde güzel bir haşlama var.” dedim. Öylesine...

DOTTIE: Ya.

JOE: Nasılsın?

29
DOTTIE: İyi.

JOE: Benim nasıl olduğumu bilmek ister misin?

DOTTIE: Nasılsın?

JOE: İyiyim, teşekkür ederim. (JOE çiçekleri alır, DOTTIE’ye verir.) Çok hoş görünüyorsun.

DOTTIE: Teşekkür ederim.

JOE: Rica ederim.

DOTTIE: Üstümü değiştirdim.

JOE: Ya?

DOTTIE: Yemekte yalnız ikimizin olacağını bilmiyo’dum.

JOE: Birinin sana söylemiş olması gerekirdi.

DOTTIE: Söylediler. Az önce.

JOE: Ne giyiyordun?

DOTTIE: Bi’ elbise.

JOE: Görmek isterdim.

DOTTIE: Aç mısın?

JOE: Açlıktan ölüyorum. (Es) Evet, açım.

DOTTIE: Yemeye hazır mısın?

JOE: Sen hazırsan...

DOTTIE: Gözlerin ağrıyo’.

JOE: Efendim?

DOTTIE: Hı?

JOE: Bir bira alabilir miyim?

DOTTIE: Ah, tabii.

JOE: Ben alırım.

(Buzdolabından bir bira alır.)

DOTTIE: Ben tabakları koyayım.

JOE: Harika olur.

DOTTIE: Ne dedin?

JOE: “Harika olur.” dedim. (DOTTIE iki kişilik bir masa hazırlamaya başlar.) Sana yardım

edebilir miyim?

DOTTIE: Hayır, iyiyim.

30
JOE: Kaç yaşındasın?

DOTTIE: Yirmi.

JOE: Ya Chris?

DOTTIE: Yirmi iki. (Es) Babamı merak ediyo’sun.

JOE: Hm?

DOTTIE: Chris doğduğunda babam on altı yaşındaydı. Annem ise on beş.

JOE: O kadar genç.

DOTTIE: Kazayla oldu.

JOE: Gerçekten mi?

DOTTIE: Evlenmek istemiyo’lardı.

JOE: Neden evlendiler?

DOTTIE: Bilmem. Her zaman böyle derlerdi ama. “Evlenmek istemiyo’duk.”

JOE: Bana güveniyor musun?

DOTTIE: Pek değil.

JOE: İyi.

DOTTIE: Sen hiç evlendin mi?

JOE: Belki.

DOTTIE: O ne demek?

JOE: Hayır demek.

DOTTIE: Neden?

JOE: Çünkü kadınlar namussuz, ve yalancı, ve hilebaz, ve gaddar, ve küfürbaz, ve kötü

kalpli, ve fena ve yaşlılar.

DOTTIE: (Es) Evet ...

JOE: Ne içiyorsun?

DOTTIE: Hiçbi’ şey.

JOE: Sana bir şey getirebilir miyim?

DOTTIE: Hayır, teşekkür ederim.

JOE: Koca bir bardak dolusu soğuk bira belki?

DOTTIE: Hayır, teşekkür ederim.

(DOTTIE masayı kurar. Fırından güveci çıkarır, masanın ortasına koyar.)

JOE: Harika.

31
DOTTIE: Ben bakireyim.

JOE: Biliyorum.

DOTTIE: Peki.

(JOE, DOTTIE’ye sandalye tutar, bir mum yakar ve mumu masanın üzerine yerleştirir, ışıkları söndürür,

sandalyesine oturur.)

JOE: Ton. Balığı. Güveci.

DOTTIE: Evet.

JOE: Servisi ben yapabilir miyim?

DOTTIE: Lütfen.

(JOE güveçten biraz alır; önce DOTTIE’nin tabağına, sonra kendininkine koyar.)

JOE: Nefis görünüyor.

DOTTIE: Teşekkür ederim.

JOE: Ben teşekkür ederim. (DOTTIE’nin ilk lokmasını almasını bekler. DOTTIE, “önce siz”

anlamına gelen bir hareket yapar. JOE kibar bir lokma alır, DOTTIE’ye bakar, daha büyük bir lokma alır,

aç homurtular çıkarır ve yemeğe girişir. DOTTIE de yemeye başlar.) O elbiseyi gerçekten görmek

isterdim.

DOTTIE: Doğru değildi.

JOE: Yine de görebilir miyim?

DOTTIE: Annemi nasıl öldüreceksin?

JOE: Ohhh... bu... yemek için uygun bir konu değil.

DOTTIE: Onu zehirleyeceksen uygun olur ama.

(JOE ağzında lokması olduğu halde donakalır. DOTTIE güler.)

JOE: Anneni öldüreceğimden emin değilim henüz.

DOTTIE: Neden?

JOE: Çünkü bu tür şeyleri nadiren yaparım. Adamlarım var.

DOTTIE: Ne demek o?

JOE: Ajan. Yardımcı.

32
DOTTIE: Yaa.

JOE: Evet. Bunun çaresine bir başkası bakacak. (Es) Tabii ben kendim halletmezsem.

DOTTIE: Yani sen de... ?

JOE: Evet. Bilmiyorum.

DOTTIE: Nasıl yapacaksın? Ya da adamların nasıl yapacak?

JOE: Çaresine bakılacak işte.

DOTTIE: Ne zaman?

JOE: Bilmiyorum.

DOTTIE: Olayı soruşturan dedektif sen mi olacaksın?

JOE: Muhtemelen hayır. Ama belki.

DOTTIE: Bu bi’ sorun mu?

JOE: Bu bir rahatlık.

DOTTIE: Bu bir rahatlık.

JOE: Evet.

DOTTIE: Evler de rahattır.

JOE: Evet.

DOTTIE: Ağabeyimi seviyorum. Hatırlıyorum, annem ve babam boşanmak üzereyken, ve

onlar, annem bize dedi ki (sarhoştu) “Babanızı artık sevmiyorum. Onu hiç sevmedim.” Ve ben

hiçbi’ anlama gelmeyen bi’ şey bağırdım, ve koşarak evden çıktım, ve bahçeye doğru, sokak

lambasının altında ve ağlıyo’dum, Chris geldi (hiçbi’ şey söylemedi), ve sadece... üzerime yattı.

Vücudunu dışarı doğru gerdi, böyle, ve üzerime yattı, benim ağlamam duruncaya kadar –

JOE: Dottie –

DOTTIE: – ondan sonra bundan bahsetmedik, hiç.

JOE: Elbiseyi getir.

DOTTIE: Şimdi.

JOE: Evet. (Ayağa kalkarlar. DOTTIE çıkar. Biraz sonra elinde askıya asılı olan elbiseyle girer.)

Neden benim için giymedin onu?

DOTTIE: O ben değilim.

JOE: Giymezsen, olmazsın.

DOTTIE: Bi’ zamanlar bi’ erkek arkadaşım vardı –

JOE: Giy üzerine.

DOTTIE: (Es) Tamam.

33
(Yatak odasına yönelir.)

JOE: Nereye gidiyorsun?

DOTTIE: Elbiseyi giyeceğim –

JOE: Giy dedim.

DOTTIE: Ben de –

JOE: Burada.

DOTTIE: Ben –

JOE: Giy lütfen. (DOTTIE duraksar.) Giy, Dottie. (Elbiseyi yere serer, tişörtünü çıkarır, yine

duraksar.) Seni giyerken izlemek istiyorum. (Spor ayakkabılarını çıkarır. JOE ona bakmaktadır. Kot

pantolonunu çıkarır.) Dur. (Durur.) Çoraplarını çıkar. (Çıkarır. JOE ona sırtını döner.) Sütyenini

çıkar. (DOTTIE duraksar.) Sütyenini çıkar. (Çıkarır... Sütyeni yere düşer. Göğüslerini elleriyle kapar.

Sonra elleri de yanlara düşer.) Külotunu çıkar.

(Çıkarır.)

DOTTIE: (Çok yumuşakça) Bebekler.

(JOE’nun sırtı hâlâ dönüktür.)

JOE: Elbiseyi giy. (DOTTIE elbiseyi kafasından geçirir.) Buraya gel. Tam arkama. (Gelir. JOE

kemerini çözer ve pantolonunun önünü açar.) Elini uzat ve pantolonumun içine sok.

(DOTTIE denileni yapar.)

DOTTIE: Hatırlamıyorum...

JOE: Hissediyor musun?

DOTTIE: Evet...

JOE: Neye benziyor?

DOTTIE: Hatırlamıyorum...

JOE: Kaç yaşındasın?

DOTTIE: On iki.

JOE: Ben de. (Sessizlik, sonra:) Benimle yer değiştir. (DOTTIE JOE’nun önüne geçer. Gözleri

kesişmez.) Erkek arkadaşın?

34
DOTTIE: Marshall.

JOE: Marshall.

DOTTIE: Şişkoydu...

JOE: Hmm-hm...

DOTTIE: Beni seviyo’du. Saf bi’ aşkla. (JOE yavaşça DOTTIE’nin eteğini sıyırmaya başlar.)

Bizim sırrımız.

JOE: Kimse.

DOTTIE: Yok evde.

(Karanlık.)

(Birinci perdenin sonu.)

İKİNCİ PERDE

Birinci Sahne

(Işık yavaşça açılır: Gece geç saatler.)

(Gök gürültüsü. Şimşek. Ayak sesleri. BİFTEK.)

(CHRIS anahtarı çevirir ama zincir kapıyı açmasına mâni olur. Sızlanır, homurdanır.)

(Kapıya tekme atar, zincir duvardan kopar. Sendeleyerek içeri girer. Gömleği ve pantolonu kan içindedir.

Bir gözü morarmıştır, burnundan ve ağzından kan gelmektedir.)

35
(KATİL JOE çıplak olduğu halde elinde silahla belirir, CHRIS’in saçını arkadan kavrar ve onu yere

yatırır.)

JOE: CHRIS:

TAMAM, ŞİMDİ YERE YAT! Üzgünüm! Üzgünüm!

YAT DEDİM!

(JOE gevşer, ayağı CHRIS’in sırtındadır.)

JOE: Chris...

CHRIS: Hay, lanet...

(SHARLA üzerinde bir tişört ve erkek iç çamaşırı olduğu halde, koridordan koşarak gelir. ANSEL

arkasındadır.)

SHARLA: Kahrolasıca, ne – (Işığı açar. CHRIS’in durumu şimdi herkes tarafından

görülebilmektedir.) Aman Tanrım, n’ooldu –?

ANSEL: Fena görünüyo’sun, evlat –

JOE: Affedersiniz.

(JOE DOTTIE’nin odasına gider. SHARLA ve ANSEL, CHRIS’le aralarındaki mesafeyi koruyarak,

odanın diğer yanından CHRIS’i inceler.)

CHRIS: Baba – ?

ANSEL: O herifler seni yakaladı, ha?

CHRIS: – elim –

SHARLA: N’ooldu?

CHRIS: Sanırım elimi kırdılar –

ANSEL: Yüzüne n’aaptılar –?

CHRIS: Beni –

SHARLA: – Tanrım –

CHRIS: – beni –

ANSEL: Hastaneye gitmek ister misin –?

36
SHARLA: Bence gitse –

CHRIS: Beni dövdüler –

ANSEL: Onu görebiliyorum –

CHRIS: Of, Tanrım –

(DOTTIE üzerinde bir elbise olduğu halde girer. CHRIS’in yanına koşar. JOE yeniden girer, üzerinde bol

bir pantolon vardır.)

DOTTIE: N’ooldu sana?

CHRIS: Herifin biri –

DOTTIE: (SHARLA’ya) Islak bi’ bez getirsene.

CHRIS: – beni dövdüler –

(SHARLA bir bulaşık bezi alır, ıslatır, sıkar.)

ANSEL: Yapacaklarının hepsi bu muydu, yoksa –?

CHRIS: Hı–?

ANSEL: Seni –?

JOE: Onu öldürmek isteselerdi, çoktan ölmüş olurdu.

(SHARLA bulaşık bezini DOTTIE’ye verir. DOTTIE nazikçe CHRIS’in yüzündeki kanı siler.)

CHRIS: Of, Tanrım–

DOTTIE: Burnun kırılmış –

JOE: Hepsi o mu?

CHRIS: Ne var amına koyayım–?

ANSEL: Ne dediler sana?

CHRIS: Ne sikim dediler sanıyo’sun?

ANSEL: Paralarını istiyo’lar.

CHRIS: Yok yahu.

SHARLA: Bira ister misin?

JOE: Nerede buldular seni?

CHRIS: Vahşi Bill’in orada. Park yerinde üzerime atladılar.

37
ANSEL: (Televizyonu açmak için CHRIS’in üzerinden geçerek) Bill’i gördün mü orada?

CHRIS: Ben... Bilmem, niye?

ANSEL: Bana on dolar borcu var.

CHRIS: Tanrım –

SHARLA: Ben yatağa dönüyorum –

DOTTIE: (CHRIS’e) Hastaneye gitmek istemediğine emin misin?

CHRIS: Evet, ben –

SHARLA: Haydi, Ansel –

DOTTIE: Kafandaki kesik bayağı derin görünüyo’ –

JOE: Bi’ şeyi yok. Azıcık dayak yemiş.

CHRIS: (JOE’ya) Bak, ahbap, ben –

JOE: Hayır, ben bu herkesin başına gelebilir diyorum –

ANSEL: O zaman biz yatıyoruz, herhalde –

SHARLA: Ansel, haydi –

CHRIS: Tamam git –

ANSEL: – Peki –

SHARLA – İyi geceler –

CHRIS: Dottie –

(SHARLA çıkar.)

DOTTIE: Daha iyi misin –?

CHRIS: Ben böyle olsun –

JOE: Haydi, Dottie, yatağa dönmen gerek.

CHRIS: Dur bakalım orada bi’ dak’ka –

SHARLA: (Dışarıdan) ANSEL!

ANSEL: Tamam, kahretsin, geliyorum.

(ANSEL çıkar.)

JOE: (DOTTIE’ye) Haydi, Dottie.

CHRIS: Dottie, sana bi’ şey söylemek istiyorum: Ben asla böyle olsun –

JOE: Dottie. (DOTTIE ayakta durur ve arkasını dönmeden çıkar. CHRIS’e) İyi geceler.

38
(JOE ışıkları söndürür ve yatağa gider. CHRIS televizyonun ışığı altında, yerde bir başına, kanlar içinde

bırakılmıştır.)

CHRIS: (Seslenerek) Joe? (Es) Konuşmamız lâzım.

JOE: (Dışarıdan) Yarın.

CHRIS: Hemen.

JOE: (Dışarıdan) Bekleyebilir.

CHRIS: Hemen şimdi.

(JOE yatak odasından geri gelir, ışıkları açar, televizyonu kapar.)

JOE: Konuş.

CHRIS: İşinde ne gibi bi’ ilerleme kaydettiğini öğrenmek istiyorum.

JOE: Çaresine bakılıyor.

CHRIS: Yaa, bakıldığına şüphe yok. Bi’ haftadır buradasın, kız kardeşimi beceriyo’sun, ve

annem şu an benden bin kat daha sağlıklı.

JOE: Sadede gel, ufaklık.

CHRIS: Kafamı kurcalayan şeyler var.

JOE: İşi bırakmamı mı istiyorsun?

CHRIS: Bilmiyorum –

JOE: Evet mi, hayır mı?

CHRIS: Hı?

JOE: Evet mi, hayır mı? Karar senin.

CHRIS: Ne zaman yapmayı planlıyo’sun?

JOE: Yarın.

CHRIS: Gerçekten mi?

JOE: Evet.

CHRIS: Nasıl?

JOE: Söylemem.

CHRIS: Nerede?

JOE: Söylemem.

CHRIS: Burada müşteri olan ben değil miyim?

39
JOE: Yarın. Bütün bilmen gereken bu.

CHRIS: O zaman yarın buradan ayrılacaksın.

JOE: Tabii ki hayır.

CHRIS: Neden?

JOE: Rehin iş için değil. Para için. Paramı alıncaya kadar ayrılmıyorum buradan.

CHRIS: Bunu sevmedim.

JOE: Umurumda değil.

CHRIS: Seni kız kardeşimin yakınlarında görmek istemiyorum.

JOE: Umurumda değil.

CHRIS: Peki şimdi hesap kapandı dersem –

JOE: Hemen ayrılırım ve bir daha da yüzümü görmezsin. Karar senin.

CHRIS: “Evet mi, hayır mı?”

JOE: Bu parayı kime vereceksin?

CHRIS: Söylemem.

JOE: Mezarcı Soames’a mı?

CHRIS: Nereden bildin?

JOE: Mezarcı Soames... Eğer ödemeyi yapmazsan sana ne yapacağını söyledi?

CHRIS: Onu da mı biliyo’sun?

JOE: Dediğini yapacaktır. Emniyette bir ihtiyarla birlikte çalışırdım... Şimdi adını

çıkaramadım. O ve Mezarcı çıkar çatışmasına düştü. Mezarcı onu uyardı, o ise Mezarcı’nın

gerçekten dediğini yapacağına inanmadı. Bir gece uyumaya gitti... yerin yedi kat dibinde uyandı.

Onu birkaç ay sonra bulduğumuzda şu haldeydi:

(JOE canlı canlı gömülen bir adamın bulunduğundaki halini gösteren hareketler yapar: Eller pençe gibi

asılı kalmış, gözler ve ağız kocaman açılmış.)

CHRIS: Neden onu tutuklamadın?

JOE: Mezarcı’yı severim.

CHRIS: Cinayet işleyenleri tutuklaman gerekmiyo’ mu senin?

JOE: Kiminle başlamamı önerirsin, ufaklık?

CHRIS: Tutukla onu.

JOE: Yarın için planların ne?

CHRIS: Neden?

40
JOE: Buralarda dolanma.

CHRIS: Canım n’aapmak istiyorsa, yaparım –

JOE: İşin güvenliği için... ortalarda görünme. Anladın mı?

CHRIS: Annemin ayağını bu karavana asla bastıramazsın –

JOE: Anladın mı?

CHRIS: Evet, ama annemin ayağını bu karavana asla bastıramazsın.

JOE: Bırak da onu ben düşüneyim.

CHRIS: Peki.

JOE: Tamam. Biraz uyu bakalım.

(JOE yatak odasına yönelir.)

CHRIS: Joe? (JOE durur, döner.) Kız kardeşimi incitmesen iyi edersin. (JOE güler.) Komik

olan ne?

JOE: Ah, bilmiyorum. Sadece... çok etkilendim.

(DOTTIE girer.)

DOTTIE: Kaç tane?

JOE: Ne kaç tane, tatlım?

CHRIS: (Tatlım mı?)

DOTTIE: Özür dilerim, çok uzun zaman oldu...

CHRIS: Uyuyo’.

DOTTIE: Kafasını tutmayı becerebilsen, yılanı bile sikersin sen.

(JOE, CHRIS’e döner ve gülümser.)

JOE: Çok eğlenceli.

(JOE kolunu DOTTIE’ye dolar ve onu koridordan içeri doğru götürür.)

CHRIS: Dottie...

41
(Karanlık.)

(Bir sonraki sahnedeki vaiz sesi karanlık boyunca duyulur.)

İkinci Sahne

(Işıklar açılır: Pencerelerden gün ışığı sızmaktadır.)

(KATİL JOE mutfak masasında oturmakta, radyodaki vaizi dinlemektedir. Silahı masanın üzerinde

durmaktadır.)

(BİFTEK delirmişçesine havlamaktadır. Kapıya sertçe vurulur. JOE silahını alır, horozunu kaldırır.)

CHRIS: (Dışarıdan) Joe?! Joe?! (CHRIS içeri koşar, ter içinde, nefesi kesilmiş, panik olmuş halde.

Başı ve eli yaralı, sargılıdır. JOE silahını kılıfına sokar.) Ah, şükürler olsun! Buraya

gelemeyeceğimden... çok geç olacağından... korktum... ah, şükürler olsun... Dinle. Bu işe bi’ son

vermemiz lâzım. Yapamayız... (CHRIS radyoyu kapatır.) Başım hep dertte oldu, hayatım boyunca,

ama daha önce hiç böyle bi’ şey yapmaya kalkışmadım. Üzgünüm. Zamanını boşa harcamak

istemezdim. O orospudan nefret ediyorum. Hep ettim. Sadece... Bunu yapan ben olamam, anlıyo’

musun? Ama onun da ötesinde, gerçekten, asıl olan, Dottie. Yani, kız kardeşim... O kimseye

hiçbi’ şey yapmadı, anlıyo’ musun? Ve benim de... ben... sorumlusu ben olamam. Ve sen de ona

sahip olamazsın. Ona sahip olmana izin veremem. Ondan vazgeçmek zorundasın, yoksa onun

gözlerinin içine bakamam. Anlıyo’ musun, Joe? Kız kardeşimin seni bi’ daha görmesini

istemiyorum. Ona iyi bir etkin olduğunu sanmıyorum. Yani Joe, baksana, Tanrı aşkına, sen adam

öldürüyo’sun. Yanlış anlama. Yani, benim, babamın, annemin de ona muhteşem bir etkimiz

olduğunu söylemiyorum. Ama Dottie buna rağmen fena değildi. Şimdi onun için yapabileceğim

en iyi şey, kendisine fayda getirmeyecek insanlardan onu uzak tutmakmış gibi geliyo’. Yani

bence en iyisi sen ve ben el sıkışalım, sonra da tanıştığımızı unutalım. Olur mu? Çok geç

olmadan bu yoldan dönemez miyiz? Hiçbirimiz daha iyi değiliz, ama daha kötü de değiliz. Ben

daha iyi değilim. Mezarcı Soames’a altı bin dolar borcum var. Hiçbi’ zaman o kadar param

olmayacak, hiçbi’ zaman. Ve olsa bile, bütün o parayı o heriflere vermek berbat bi’ şey olmaz mı?

O parayı tutmak isterdim o zaman, onunla bi’ şey yapmak isterdim. Bi’ keresinde bi’ çiftlik

kurmaya çalışmıştım. İstediğim hayat buymuş gibi gelmişti. Kendim için çalışmak, dışarıda

olmak, çalışma saatlerimi kendim belirlemek, kırda yaşamak, ot içmek, televizyon izlemek.

Gerçekten tüm istediğim bu. Ben de bi’ tavşan çiftliği kurmuştum. Her şeyi ellerimle yapmıştım.

Mesquite yakınlarında bi’kaç herifle birlikte yaşıyo’dum, ama onlar bana yardım etmemişti.

42
Çiftliği ben kurmuştum, kendi ellerimle. Kereste, teller, su şişeleri, misketler. Tavşanlar. O küçük

hergeleleri çok seviyo’dum. Bok gibi kokuyo’, sürekli sikişiyo’lardı, ama çok kolay idare edilen

hayvanlardı. Corpus’taki şu kız yüzünden bi’kaç haftalığına ayrıldım, ve döndüğümde bi’ fare

ya da kokarca ya da onun gibi bi’ şey kümese girmişti ve kuduzdu. Dışarısı da korkunç sıcaktı.

Birbirlerini parçaladılar. Gözleri dönüyo’, ağızlarından köpükler geliyo’du, ve... ve çığlık

atıyo’lardı. Tavşanların çığlık atabildiklerini biliyo’ muydun? Küçük kızlarınkine benziyo’du

sesleri. Rahatsız ediyo’du. Ben de para için ot satmaya başladım. Bu konuda daha çok şey

biliyo’dum. (JOE kemerine takılı olan çağrı cihazını kontrol eder, kapıya gider, dışarı bakar.) Yani bu

herife para veremem, ve bunu gerçekten istemiyorum da. Bu da senin gitmen gerek demek, Joe.

Buradan gitmek ve kız kardeşimi sonsuza dek yalnız bırakmak zorundasın. Yoksa seninle

başımız derde girecek. Anlıyo’ musun? Anlıyo’ musun?

(Uzun bir sessizlik. CHRIS yavaşça döner, mutfakta çöp torbasının yanında büyük, fazlasıyla dolu bir

diğer çöp torbasının olduğunu görür. CHRIS torbaya doğru gider, açmaya başlar.)

JOE: Açma. Onu arabaya taşımama yardım etmek ister misin?

(Karanlık.)

(Bir sonraki sahnedeki “Road Runner” çizgi filminin sesi karanlık boyunca duyulur.)

Üçüncü Sahne

(Işık yavaşça açılır.)

(Gün ışığı pencerelerden içeri sızmaktadır.)

(CHRIS yatak odası ile oturma odası arasında bir ileri, bir geri yürümekte, yas kıyafetleri seçmeye

çalışmakta, becerememektedir. DOTTIE televizyonda “Road Runner” çizgi filminin bir bölümünü

izlemektedir; ses son derece yüksektir.)

(CHRIS’in sabrı taşar ve televizyonu kapatır.)

CHRIS: İçine ettiğimin çakalı!

DOTTIE: İzliyo’dum ben, Chris...


Road Runner çizgi filminin başkarakterlerinden biri olan Coyote.

43
CHRIS: Dinle, tatlım –

DOTTIE: Çizgi filmi izliyo’dum.

CHRIS: Biliyorum –

DOTTIE: Nasıl bittiğini görmek istiyo’dum.

CHRIS: Kuşu yakalayamıyo’, ta’am mı? Hep böyle sürüyo’ gidiyo’ işte, hep böyle!

DOTTIE: Yaa?

CHRIS: Dottie. Ne döndüğünü bildiğini biliyorum. Sana bi’ şey anlatmama gerek yok.

DOTTIE: Hm-hmm.

CHRIS: Ama bi’ şeyi anlamanı istiyorum: Seni incitmek istemedim. Hiçbi’ zaman bunu

istemedim.

DOTTIE: Evet...

CHRIS: Anlaşmalar biraz tuhaf bi’ hal aldı, ve ... eğer işlerin böyle sarpa saracağını

bilseydim, daha farklı bi’ yol izleyebilirdim.

DOTTIE: Hayır...

CHRIS: Tamam, belki de izlemezdim, ama izleyebilirdim de. Her neyse şimdi her şey

bitmek üzere ve yakında da gitmiş olacak.

DOTTIE: Öyle mi?

CHRIS: Para elimize geçer geçmez ve biz de orospu çocuğuna ödemeyi yapar yapmaz –

DOTTIE: Şimdi oradalar mı?

CHRIS: Babam ve Sharla. Evet, Kilpatrick’le konuşuyo’lar.

DOTTIE: Onlara ödemeyi bugün yapmayacak, değil mi?

CHRIS: Yok, sadece poliçenin üzerinden geçiyo’lar –

DOTTIE: Joe henüz gitmiyo’ o zaman, değil mi?

CHRIS: Hayır, ama yakında, sonra da onu bi’ daha görmek zorunda kalmayacaksın.

DOTTIE: Onu görmek...

CHRIS: Bundan böyle çok iyi olacağız, tatlım. Bu beladan paçamı kurtaracağım, işleri

yoluna sokacağım. Bi’ iş bulacağım. Evleneceğim. Bundan sonra doğru yola gireceğim. Yaptığım

yanlışların bedelini ödemem gerek. Bedelini ödemezsen, gelir yine seni bulurlar. Her zaman.

DOTTIE: Hm-hmm.

CHRIS: Babam da... Off, bilmiyorum, babamı biliyo’sun.

DOTTIE: Evet.

CHRIS: Ve Dottie, sonunda o mankenlik okuluna gidebileceksin. Bunu nasıl istiyo’dun,

hatırlıyo’ musun? O şeydeki kızlar gibi...

44
DOTTIE: Christie Brinkley...

CHRIS: Belki beni artık eskisi gibi sevmiyo’sun. Belki sana haksızlık ettiğimi

düşünüyo’sun. Ama Tanrı şahidim olsun, elimden geleni yaptım. Kimse beni herkesin çıkarını

kollamamakla suçlayamaz. İnsanlar ellerinden gelenin en iyisini yaparlar. Yapmıyorum diyen

yalan söylüyo’dur. (Es) Elimden gelenin en iyisini yaptım ben de. Kimseyi incitmek istemedim.

Asla. (DOTTIE’ye sarılır, başını kucağına koyar.) Of, Tanrım... Alev alev...

DOTTIE: Mahkeme olacak mı?

CHRIS: Hı?

DOTTIE: Mahkeme –?

CHRIS: Bilmiyorum. Bilmiyorum. Sanmam. Joe n’aaptığını biliyo’ –

(BİFTEK havlar.)

DOTTIE: Hiç mahkemeye gitmedim ben.

CHRIS: Gazetedeki resmi gördün mü? Arabanın resmini?

DOTTIE: Hm-hmm.

CHRIS: Evet, n’aaptığını biliyo’. Doğru dürüst bi’ otopsi bile yapamadılar çünkü üzerinde

konuşulacak fazla bi’ şey kalmamıştı geriye – (ANSEL ve SHARLA girer, üzerlerinde yas kıyafetleri

vardır. CHRIS, DOTTIE’nin yanından uzaklaşır.) Nası’ gitti?

ANSEL: Seni küçük piç kurusu...

CHRIS: Ne?

ANSEL: Seni orospu çocuğu...

CHRIS: N’ooldu?

ANSEL: Dottie’nin önünde anlatmayacağım –

SHARLA: Aman Ansel, neler döndüğünü biliyo’ –

ANSEL: Onun önünde anlatmayacağım!

CHRIS: Neden bahsediyo’sun? Kilpatrick’le n’ooldu?

ANSEL: Sharla, Dottie’yi dışarı çıkar –

SHARLA: Sen çıkar –

CHRIS: Lütfen biri bana –

ANSEL: Onun önünde –

DOTTIE: Size parayı ödemeyecekler, değil mi?

45
(Sessizlik.)

CHRIS: Baba?

SHARLA: Söyle ona, Ansel.

CHRIS: Söyle.

SHARLA: O geri zekâlıya söyle –

CHRIS: Söylesene –

ANSEL: Sana Adele’in poliçesinden kim bahsetti?

CHRIS: Rex. Rex bahsetti. Öylesine söyledi. Bi’ konuşma sırasında.

ANSEL: Rex...

CHRIS: Tanrı aşkına, bana n’oolduğunu –

ANSEL: Ne zaman bahsetti sana bundan?

CHRIS: Bi’ konuşma sırasında –

ANSEL: NE ZAMAN?

CHRIS: Bi’kaç hafta önce. Ben ve annem büyük bi’ kavga etmiştik –

ANSEL: Of, Tanrım –

SHARLA: Söyledim sana, Ansel.

CHRIS: N’ooldu?

SHARLA: Sana ta başından beri söyledim –

CHRIS: Kapa çeneni, Sharla –

SHARLA: Bana çeneni kapa diyemezsin, bu işin içine eden ben değilim –

CHRIS: N’ooldu, baba?

SHARLA: Buraya gelip de – !

CHRIS: Baba?

SHARLA: – insanlara ne yapmaları gerektiğini söyleyen, hepimizin nasıl yüz binlik

göreceğimizi söyleyen – !

CHRIS: (ANSEL’in üzerine giderek) Kahretsin, hemen şimdi, n’oolduğunu anlat bana–

ANSEL: Mirasçı Dottie değil. Mirasçı Rex.

CHRIS: Anlamadım.

ANSEL: Çok zor değil –

CHRIS: Anlat.

ANSEL: Parayı Dottie almıyo’. Parayı Rex alıyo’.

CHRIS: Bekle, ben –

46
ANSEL: Elli bin doları Dottie almıyo’. Elli bin doları Rex alıyo’.

CHRIS: Doğru değil bu.

ANSEL: Aynen böyle.

CHRIS: Olamaz.

ANSEL: Git Kilpatrick’le kendin konuş.

CHRIS: Olamaz. Ben – siz, siz – siz ne demek istiyo’sunuz? Çünkü bana dediler ki... Çünkü

– çünkü bana dediler ki… Çünkü Rex bana dedi ki… Dedi ki… Rex dedi ki…

DOTTIE: Rex annemin erkek arkadaşıydı –

CHRIS: KAPA ÇENENİ DOTTIE! Bana dedi ki –

SHARLA: Yalan söylüyo’du.

CHRIS: Neden böyle bi’ şey yapsın?

SHARLA: Neden olabilir sence?

CHRIS: Hayır, hayır, bunu bilmesi mümkün değildi! Benim bunu yapacağımı bilmesi

mümkün değildi.

SHARLA: Kafana fikri sokan oydu ama –

CHRIS: Buna inanmıyorum, amına koyayım –

ANSEL: Sana Katil Joe’dan kim bahsetti?

CHRIS: (Farkına varır.) Of... Of, Tanrım...

SHARLA: (ANSEL’e) Sana dedim. Demedim mi?

ANSEL: Evet...

CHRIS: Aman Tanrım... Bittim ben... Sıçtım, sikildim, mahvoldum.

ANSEL: Seni parmağının ucunda oynattı, değil mi evlat?

CHRIS: Hayır, Tanrım –

SHARLA: (CHRIS’e) Midemi bulandırıyo’sun.

CHRIS: Size inanmıyorum, Tanrım –

(ANSEL CHRIS’i kavrar, sarsar.)

ANSEL: İnansan iyi edersin. Ne kadar çabuk inanmaya başlarsan, o kadar çabuk Katil

Joe’ya parasını nasıl ödeyeceğini düşünmenin bi’ yolunu bulursun –

SHARLA: Çıkmamız gerek –

ANSEL: – Mezarcı Soames’a da tabii –

SHARLA: Çıkmamız gerek, hepinize diyorum –

47
ANSEL: Niçin?

SHARLA: Cenaze töreni yarım saat içinde başlıyo’.

CHRIS: Siz gidin. Benim bi’ şeyler düşünmem lâzım.

ANSEL: Ah, umarım düşünürsün. Sen düşündüğünde başımız hep göğe eriyor.

DOTTIE: Joe nerede? Cenazeye gelmiyo’ mu?

SHARLA: Hayır, ı-ıh.

DOTTIE: Geri gelecek, değil mi?

CHRIS: ANSEL:

Evet... evet... geri gelecek, tabii ki. Oh, tabii geri gelecek.

ANSEL: Haydi gidelim. Annenizi yerin dibine sokmamız lâzım.

CHRIS: Dottie’yi ben getiririm.

ANSEL: Dottie?

DOTTIE: Geliriz biz.

ANSEL: Peki. Bayan Smith? (SHARLA kalçalarına ucuz bir parfüm sıkmaktadır.) Cehennemin

Kapıları’nı tütsülemeniz bitince... (SHARLA çıkar. ANSEL peşinden gider, kapının önünde durur.

CHRIS’e) Baksana. Neden hepimize büyük bi’ iyilik yapıp kendini öldürmüyo’sun?

(Çıkarlar. BİFTEK havlar.)

DOTTIE: Kötü hissediyo’sun.

CHRIS: Evet, öyle... Belki yeryüzünde falan olmamam gerek benim...

DOTTIE: Yaptığın o gösterileri hatırlıyo’ musun? Dizlerinle?

CHRIS: Hm?

DOTTIE: Yatakta yatıyo’ olurduk, gece geç saatlerde, ve sen bir el feneri alırdın, ve dizlerini

yukarı çekerdin, ve birine güneş gözlüğü takardın, diğerine de şapka gibi bi’ şey?

CHRIS: Evet...

DOTTIE: Ve küçük bi’ gösteri yapardın. “Yeryüzünün En Muhteşem Gösterisi”. İsmini

böyle koymuştun.

CHRIS: Evet...

48
DOTTIE: “Şimdiden İtibaren Sonsuza Dek ve Zamanın Ötesine. Tehlike Yok, ya da Molalar,

ya da Kral’ın bilmem neleri, Ebediyen, Söyleyebildiğinizden Bir Fazlası, Sonsuzluğun İçine, ve

Uzaya. Amen.”

CHRIS: Pişmanlıktan kötü hiçbi’ şey yok. Kanser, köpekbalığı tarafından yenmek, hiçbi’ şey

bundan kötü değil.

DOTTIE: Joe geri gelecek, değil mi? Çünkü sanırım ben –

CHRIS: Ben gidiyorum.

DOTTIE: Sanırım ben –

CHRIS: Benimle gelir misin?

DOTTIE: (Gözleri acıyo’.)

CHRIS: Ben gidiyorum. Ve benimle gelmeni istiyorum.

DOTTIE: Nereye?

CHRIS: Meksika’ya. Hayır. Daha uzağa. Peru’ya. Güney Amerika’ya.

DOTTIE: Nasıl gideceğiz oraya?

CHRIS: Arabayla gideriz. Arabayla gidebiliriz. Dottie, yapabiliriz bunu. Hayatın tadını

çıkarıyo’ olmayacağız tabii tam olarak, en azından bi’ süreliğine – Teksas’ı seviyo’ musun? Ben

bu lanet eyaleti hiç sevemedim. Buradan sanki muhteşem bi’ yermiş gibi bahseden insanları

duyuyo’sun, ama dolanacak fazlaca yeri olan kahrolası bi’ avuç köylüden başka bi’ şey yok

burada.

DOTTIE: Sıcak.

CHRIS: Haydi gidelim. Haydi... gidelim. Şimdi.

DOTTIE: Cenazeye.

CHRIS: Hayır, Dottie, dinle, eğer bunu yapacaksak, gaza basmamız lâzım –

DOTTIE: Joe’yu görmem gerek.

CHRIS: Hayır, hayır, Dottie, eğer Joe’yu görürsek –

DOTTIE: Onu görmem lâzım.

CHRIS: Peru’ya gitmemiz lâzım şimdi.

DOTTIE: O zaman sen tek başına git. Benim Joe’yu görmem lâzım.

CHRIS: Peki. Bi’ anlaşma yapalım. Cenazeye gideceğiz ve Joe’yu göreceksin.

DOTTIE: İyi.

CHRIS: Ama ona gitmeyi planladığımızdan bahsedemezsin. Ona hoşça kal diyemezsin.

Açıkça olmaz.

DOTTIE: Peki tamam.

49
CHRIS: Babama ya da Sharla’ya da söyleyemezsin, çünkü şimdi bana çok kızgınlar ve

seyahatimizin içine etmeye çalışabilirler.

DOTTIE: Doğru.

CHRIS: Cenazeye gideceğiz. Sonra da Joe’yu göreceksin.

DOTTIE: Anladım.

CHRIS: Heyecanlı mısın? Gitmek istiyo’ musun?

DOTTIE: Ben her zaman heyecanlıyım.

CHRIS: Bunu yapabiliriz, Dottie. Bunu becerebiliriz.

DOTTIE: Eğer biri beni delirtmezse...

CHRIS: Ne?

(Karanlık.)

(Karanlık süresince gök gürültüsü sesleri.)

Dördüncü Sahne

(Işık yavaşça açılır.)

(Gün ışığı lacivert tonlarında, hava kararmak üzeredir. [Sahnenin sonlarına doğru, dışarıda hava kararmış

olmalıdır.] Karavanın içinde ışıklar sönüktür.)

(Sahnede kimse yoktur.)

(Gök gürültüsü. Şimşek. BİFTEK.)

(Ayak sesleri. Bir an sonra, kapı açılır, SHARLA ve ANSEL üzerlerinde halen yas kıyafetleri olduğu halde

girerler. SHARLA’nın elinde bir kutu kızarmış tavuk vardır.)

ANSEL: Karanlık.

SHARLA: Dottie?! Biziz!

ANSEL: Işığı bulamıyorum. (SHARLA ışığı açar, tavuğu mutfağa bırakır. ANSEL cebindeki

anahtarları, ambalaj kâğıtlarını, iplikleri, yarım litrelik bir şişeyi ve bir yığın bozuk parayı mutfak

masasının üzerine boşaltır. Ceketi ve gömleğini üzerinden boğuşarak çıkardıktan sonra, televizyonu açar.)

Tanrım...

SHARLA: Dottie?! KFC’ye uğradık. Aç mısın?! (Es) Dottie?! (Es) Chris?!


Amerikan hazır yemek zinciri Kentucky Fried Chicken’ın kısaltması.

50
ANSEL: Bana bi’ bira getir.

(JOE DOTTIE’nin yatak odasından gelir.)

JOE: Evde değil.

ANSEL: Merhaba Joe –

SHARLA: Dottie evde mi?

JOE: Uyuyor.

SHARLA: Chris nerede?

JOE: Bilmiyorum.

SHARLA: Biraz tavuk ister misin? KFC’ye uğradık da.

JOE: Evet, lütfen.

SHARLA: Alsana. Orada, ocağın üstünde…

ANSEL: Ona sen getirsene, tatlım...

SHARLA: Tabii. Göğüs mü, but mu?

JOE: But.

SHARLA: Tabak ister misin?

JOE: Hayır, teşekkürler.

(SHARLA bir parça tavuk budunu kâğıt peçeteye sarar ve JOE’ya uzatır.)

ANSEL: Bira ister misin?

JOE: Evet, lütfen.

ANSEL: Tatlım, – ?

(SHARLA ANSEL ve JOE’ya bira çıkarır, sonra kendine bir parça tavuk alır. ANSEL şişesini mutfak

masasının üzerinden alır, JOE’ya da bir yudum verir.)

SHARLA: Cenazeler her nedense insanın karnını acıktırıyo’.

JOE: Hm.

SHARLA: Midem kazınıyo’.

JOE: (Es) Hm.

SHARLA: (Es) Dottie sana sigortayla ilgili olanları anlattı mı?

51
ANSEL: Sharla –

JOE: Evet. Anlattı.

ANSEL: (JOE’ya) Ne diyeceğimi bilemiyorum.

SHARLA: Hiçbi’ şey söylemek zorunda değilsin. Senin hatan değildi ki.

ANSEL: Evet, ama –

SHARLA: (JOE’ya) Chris. O Chris öyle aptal ki. İşlerin içine edeceğini sana söylemem

gerekirdi.

JOE: Neden söylemedin?

SHARLA: Neden mi söylemedim?

ANSEL: (JOE’ya) Lafın gelişi dedi, öylesine yani.

JOE: Neyi?

ANSEL: İşte... söylediğini. Chris’in işlerin içine edeceğini sana söylemesi gerektiğini.

JOE: Lafın böyle geldiğini hiç görmedim.

ANSEL: Yani, diyorum ki, konuşma tarzı olarak –

SHARLA: O piç kurusundan hiç hoşlanmazdım zaten.

JOE: Öyle mi?

(Bundan sonra olanlar esnasında, JOE ANSEL’in çıkardığı kıyafetlerini toplar, onları holün diğer ucuna

taşır.)

SHARLA: Ona güvenemezsin. İşe yaramazın biri.

ANSEL: Hiç ısınamadılar birbirlerine –

SHARLA: Umurunda olan tek şey kendisi.

ANSEL: Bu doğru değil ama –

SHARLA: Sapına kadar doğru. Gerçek bu.

ANSEL: Herkesin umurunda olan tek şey kendisi değil mi ki zaten?

SHARLA: Hiç şaşmamak lâzım.

ANSEL: Neye hiç şaşmamak lâzım?

SHARLA: Chris’in böyle her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdığına...

ANSEL: Ben n’aaptım şimdi?

SHARLA: Kapa çeneni –

ANSEL: Bi’ dak’ka bakalım –

52
SHARLA: (JOE’ya, yeniden içeri girerken) Yani, Rex gibi bi’ geri zekâlının bu işten kârlı

çıkmasına izin vermek için ne kadar aptal olmak gerekiyo’ –

JOE: Rex.

SHARLA: Evet, Rex...

JOE: N’oolmuş Rex’e?

SHARLA: Dedim ki... Dedim ki, “Rex gibi bi’ geri zekâlının bu işten kârlı çıkmasına izin

vermek için ne kadar aptal – ”

JOE: Evet, ne dediğini duydum. Bana Rex’ten bahset.

ANSEL: (JOE’ya) Rex, Adele’in erkek arkadaşı.

JOE: Erkek arkadaşıydı.

ANSEL: Adele’in erkek arkadaşıydı.

JOE: (SHARLA’ya) Bana Rex’ten bahset.

ANSEL: Ne bilmek istiyo’sun – ?

JOE: (ANSEL’e) Sen değil. (SHARLA’ya) Sen.

SHARLA: Ne?

JOE: Sen. Bana Rex’ten bahset.

SHARLA: Ne demek istiyo’sun?

JOE: Adamı tanıyorsun, değil mi? Yani, onunla tanıştın.

SHARLA: Evet, tabii ki –

JOE: Bana ondan bahset.

SHARLA: Ne demek istediğini –

JOE: Uzun mu? Şişman mı? Çinli mi? Nerede çalışır? Kaç yaşında? Kulakları aşağı doğru

sarkık mı? Diğer erkeklere benzemiyor mu? Bana Rex’ten bahset.

SHARLA: Iıhm... Rex... Bunu gerçekten anlamıyorum –

JOE: Sana bizim anlaşmamızdan kim bahsetti?

SHARLA: Ne anlaşması?

JOE: Ben ve bu aile arasında yapılan sözleşme... Sana bundan kim bahsetti?

SHARLA: Ansel.

JOE: Neden?

ANSEL: Joe, o benim karım, biliyo’sun –

JOE: Sizinle konuşmuyordum, efendim.

ANSEL: Peki.

JOE: Neden sana bundan bahsetti?

53
SHARLA: Çünkü, dediği gibi, onun karısıyım, bana her şeyden –

JOE: Bu paradan bir pay alacak mıydın?

SHARLA: Tabii ki –

JOE: Neden?

SHARLA: Neden mi?

JOE: Neden?

SHARLA: Çünkü – çünkü dediği gibi, onun karısıyım ben –

JOE: Ansel’e bu fikrin iyi olmadığını söyledin mi?

SHARLA: Hayır –

JOE: Neden? Chris’in bu işin içine edeceğini söyleyebilirdin.

SHARLA: Bunu söylemek benim işim değil –

JOE: Ama öyle, değil mi? Bu senin işin.

SHARLA: Baksana, tüm bunlar – ?

JOE: Paradan pay alacaktıysan, bu senin işin oluyor. Öyle değil mi?

SHARLA: Evet, bilmiyorum –

JOE: Ama yine de, bunun iyi bir fikir olmadığını söylemedin.

SHARLA: Hayır. Hayır, söylemedim.

JOE: Neden?

SHARLA: Sana anlatmaya çalışıyorum –

JOE: Neden bunun iyi bir fikir olmadığını söylemedin?

SHARLA: Çünkü o paranın birazını da ben istiyo’dum, ta’am mı? Yani, eğer, eğer Chris bu

işin üstesinden gelebilseydi –

JOE: Ansel’in üçte birlik payını mı paylaşacaktınız? Yoksa dördünüz aranızda eşit olarak

mı bölüştürecektiniz?

SHARLA: Onu konuşmadık –

JOE: Ah, yapma, eminim konuşmuşsunuzdur. Sen deneyimli bir kadınsın.

SHARLA: Bilmiyorum, ben dörtte birini alırım diye –

JOE: Üçte birin yarısı değil –

SHARLA: Hayır, dörtte biri, dörde bölünecek –

JOE: – Altıda bir yerine –

ANSEL: – Altıda bir –

SHARLA: Hayır, dörde, eşit olarak –

JOE: Yani, dördünüz o zaman –

54
SHARLA: Evet –

JOE: – bana ödeme yapıldıktan sonra, paranın kalan kısmını aranızda bölüşecektiniz –

SHARLA: Evet –

JOE: Bana yirmi beş bin dolarlık ücretim ödendikten sonra –

SHARLA: Hm-hmm, sen kapandıktan sonra –

JOE: Ne?

SHARLA: Diyorum ki, sen kapandıktan sonra –

JOE: Bu da, eşit paylar anlamına gelir. O parayı istiyordun, o dört eşit pay ne kadara denk

düşüyordu, tam –

SHARLA: Hesabını yapmadım –

JOE: O zaman şimdi benimle birlikte yap. (Bundan sonra olanlar esnasında, JOE mutfak masası

yanında bir sandalyeye oturur ve hesabı görselleştirmek için ANSEL’in masaya boşalttığı bozuk para

yığınını kullanır. SHARLA istemeyerek ona eşlik eder.) Sigorta poliçesi karşılanır, acente, Kilpatrick

size bir çek keser ya da Ansel’e bir çek keser –

SHARLA: – Dottie’ye, öyle olacaktı –

JOE: – Evet, dünyalar iyisi, Dottie –

SHARLA: Neden tüm bunların üzerinden bi’ daha geçtiğimizi bilmiyorum bile, ne de olsa –

JOE: Lütfen, sadece beni izle, tamam mı – ?

SHARLA: Peki –

JOE: Ansel çeki –

SHARLA: Dottie –

JOE: – Dottie –

SHARLA: Eğer çek yüzlükse, sana yirmi beş öderiz –

JOE: Ne kadar?

SHARLA: – Yirmi beş –

JOE: Ama poliçe ne kadarlıktı – ?

SHARLA: Her neyse... (ANSEL’e) Ne kadarlıktı?

ANSEL: Elli bin.

SHARLA: Elli bin, yani elliden senin yirmi beşi çıkar –

JOE: Evet, benim yirmi beşi çıkar, ama sen yüz dedin, değil mi?

SHARLA: Yüz ne?

JOE: Yüz dedin, çek yüzlük dedin –

55
SHARLA: Her neyse, ondan senin yirmi beşini çıkar, geriye yirmi beş kalır, onu da dörde

böleceksin –

JOE: Ama sen yüz dedin.

SHARLA: Evet. Her neyse.

ANSEL: Yanlış söyledi. Elliydi.

JOE: Öyle miydi?

ANSEL: Evet. (Uzun bir sessizlik. JOE masadan kalkar, televizyonu kapar.) Değil miydi?

JOE: Hayır.

ANSEL: Bi’ dak’ka...

JOE: Kaza sonucu ölümde ... para ikiye katlanır.

SHARLA: A, evet, Kilpatrick bu sabah söylemişti bize bunu. Değil mi, Ansel?

ANSEL: Hm-hmm.

SHARLA: Evet, sanırım söylemişti.

JOE: Ansel? Söyledi mi?

ANSEL: Hayır.

SHARLA: Sanırım söylemişti –

ANSEL: O zaman ... Elli ... değil.

JOE: Hayır. (SHARLA’ya) Yüz.

SHARLA: Dediğim gibi. Her neyse.

JOE: Her neyse.

SHARLA: Baksana, ne demeye çalışıyo’sun sen?

JOE: Nasıl yani?

SHARLA: Hata yaptım, ta’am mı – ?

JOE: Evet, hata yaptın –

SHARLA: – Yani elli, ya da yüz, ya da her neyse –

ANSEL: Tamam, kesin bunu artık –

JOE: Chris’in hiçbir zaman umurunda olmadığını söyledin –

SHARLA: Umurumda da değildi. Ben –

JOE: – ve Rex’in de bir geri zekâlı olduğunu –

SHARLA: Hmm-hm, evet –

JOE: – ve dedin ki, “çek yüzlük” –

SHARLA: – “ya da her neyse” –

JOE: – Ben de merak etmeye başladım –

56
SHARLA: – Ne demeye çalışıyo’sun – ? (JOE elini cebine atar ve SHARLA’nın Birinci Perde,

Üçüncü Sahne’nin başında elinde olan gökkuşağı renkli paketi çıkarır.) – Hassiktir –

(JOE paketin içindeki bir deste fotoğrafı çıkarır ve içlerinden birini SHARLA’ya gösterir.)

JOE: Bu kimin siki?

SHARLA: Onları nereden buldun?

JOE: Bu, bahse girerim, Ansel’in siki değildir. (Fotoğraflardan birini ANSEL’e uzatır.) Bu

senin sikin mi?

ANSEL: Hayır.

SHARLA: Hay, lanet, tabii ki senin sevgilim, sarhoştun –

JOE: (ANSEL’e bir başka fotoğraf gösterir.) Ya buna ne dersin?

ANSEL: Hayır.

JOE: Ya bu? Bak emin olman lâzım. Sarhoşken falan olamaz mı? (ANSEL kafasını sallar.

Fotoğraflardan birini incelemektedir.) Peki o zaman bu kimin siki? Ağzındaki, küçük üvey oğlunun

siki mi?

SHARLA: Kes şunu –

JOE: Yoksa o sik erkek arkadaşına mı ait?

SHARLA: Lütfen –

JOE: Erkek arkadaşın. Rex. “Şu geri zekâlı.”

SHARLA: Lütfen, tamam, şimdi –

JOE: Bütün parayı alan adam.

SHARLA: Ben –

JOE: Bütün “yüz bin papeli”.

SHARLA: Kes şunu dedim –

JOE: Bu gerçekten güzel bir fotoğraf. Bunu çerçevelet bence. (ANSEL’e) Sen ne dersin?

Yatak odasındaki şifonyerin üzerinde güzel durmaz mı?

SHARLA: Bilmiyo’dum, yemin ederim –

JOE: (ANSEL’e) Sen bu olanların farkında mıydın?

ANSEL: Ben hiçbi’ şeyin –

JOE: Tabii ki değilsin. (SHARLA’ya) Kimin bu?

SHARLA: Seni orospu çocuğu –

57
(JOE tek eliyle SHARLA’nın boğazına sarılır.)

JOE: Birbirimize küfür etmemize hiç gerek yok. Sana küfür etmedim ben. Kibar ol. Ben

burada misafirim. Şimdi bunun kimin küçük siki olduğunu söyle, ve sakın yalan söyleyeyim

deme, yoksa Tanrı şahidim, bu söyleyeceğin son yalan olur.

SHARLA: Rex. Rex’in.

JOE: Doğru.

SHARLA: Ansel, lütfen –

JOE: Ah, Ansel’in sana şu anda herhangi bir yardım sunmaya pek hevesli olduğunu

sanmıyorum. Değil mi Ansel?

ANSEL: Hayır, değilim.

JOE: Aslında orada öylece oturmaktan gayet memnunsun, değil mi?

ANSEL: Evet, efendim.

JOE: Ben de öyle düşünmüştüm.

SHARLA: Bırak beni, piç kurusu –

(JOE SHARLA’nın boğazını daha sert sıkar.)

JOE: Bana küfür etmemen konusunda ne dedim sana?

SHARLA: (Boğularak) Bırak beni – nefes alamıyorum –

JOE: Ne dedin? Affedersin, seni pek duyamıyorum.

SHARLA: Bırak... beni...

(DOTTIE yatak odasından gelir.)

DOTTIE: Joe?

JOE: Yatağına dön, tatlım.

DOTTIE: Çöpü dışarı çıkardın mı?

JOE: Hayır, ama çıkaracağım.

DOTTIE: Gözlerin gece kadar karanlık.

JOE: Tamam, uyumaya git şimdi.

DOTTIE: Annem oradayken uyuyamıyorum.

58
(DOTTIE yatak odasına döner. JOE SHARLA’nın boğazını sıkan elini gevşetir.)

SHARLA: Sana parayı vereceğiz. Yemin ederim, Rex’le konuşacağım ve sana paradan ne

kadar istiyo’san vereceğiz.

JOE: Korkarım, bu mümkün değil.

SHARLA: Hayır, mümkün –

(ANSEL televizyona doğru gider.)

JOE: Rex, öğleden sonra parayı aldı.

SHARLA: Ne?

JOE: (ANSEL televizyona uzanırken) Dokunma o televizyona. (JOE cebinden bir çek çıkarır.)

Ayrılmadan önce bunu bana verdi. (Çeki ANSEL’e uzatır.) Yüz bin papel.

ANSEL: Ulu Tanrım...

SHARLA: Nereye gitti?

JOE: Bir değeri yok tabii. Rex’in adına kesilmiş.

ANSEL: Aman Tanrım...

SHARLA: Nereye gidiyorum dedi?

JOE: Yorum yapamayacak durumdaydı.

(JOE SHARLA’ya yaklaşırken saatini çıkarır ve cebine atar.)

SHARLA: Anlamıyorum, neden imzalamasını – ? Ben yaparım... İmzalamasını sağlarım–

(JOE SHARLA’nın yüzüne bir yumruk indirir. SHARLA dizlerinin üzerine çöker.)

JOE: Yeni bir erkek arkadaşa ihtiyacın var gibi görünüyor. (SHARLA sürünerek ondan

uzaklaşmaya, ANSEL’e doğru, oturma odasına doğru gitmeye çalışır. JOE onu takip eder, çizmesinin

ucunu kalçasına yerleştirir, aşağı doğru bastırır.) Senin erkek arkadaşın ben olacağım. Sadece kısa bir

süreliğine.

(JOE mutfağa döner, bir tavuk budu daha alır.)

ANSEL: (Dehşet içinde SHARLA’ya fısıldar.) Sakın kalkma... Olduğun yerde kal...

59
(JOE yeniden SHARLA’nın yanına yürür. ANSEL çeki JOE’ya yalvarırcasına yırtar. JOE SHARLA’nın

üzerinde ayaktadır, tavuk budunu apış arasının önünde tutar.)

JOE: Yala.

SHARLA: Siktir oradan.

(JOE eğilir, tek eliyle SHARLA’nın saçını kavrar, kafasını yere vurur, yüzüne bağırır.)

JOE: Bana bir kez daha küfür edersen, yüzünün derisini yüzer ve kendiminkinin üzerine

geçiririm! Anladın mı?

SHARLA: (Ağlayarak) Ansel – !

(ANSEL koltuktan fırlar, saldırıya geçmek üzeredir. JOE SHARLA’yı bırakır, ANSEL’le yüzleşmek için

döner. ANSEL hızla mutfak lavabosuna doğru geri çekilir.)

ANSEL: Tamam, seni anladık.

JOE: İyi. Şimdi de katlanın.

SHARLA: Ansel, lütfen –

JOE: (Saçlarını yeniden kavrayarak) Bana bir daha küfür edecek misin?! Yüzünü

kendiminkinin üzerine geçirmemi istiyor musun? (Bir eliyle SHARLA’nın başını, diğeriyle apış

arasında tavuk budunu tutmaktadır.) Şimdi yala. (SHARLA titreyerek, ağlayarak, istemeye istemeye

tavuk budunun ucunu ağzına alır.) Oohhh, evet ... (ANSEL’e) Baksana, sen ne düşünüyorsun?

ANSEL: Düşünmüyorum.

(JOE SHARLA’nın başını tavuk budu üzerinde bir ileri, bir geri götürür.)

JOE: Şimdi beni dinleyin, beni çok dikkatli dinlemenizi istiyorum, her ikinizin de. Ben bu

aile için bir hizmette bulundum ve ücretimi de sonuna kadar hak ediyorum. Sigorta konusundaki

yanlış anlamadan ötürü, hizmetlerim karşılığında tek kuruş nakit alamayacağım. Ve bu hiç adil

değil. Bahaneler duymak, suçun kimde olduğunu dinlemek istemiyorum. Bundan hepinizi eşit

şekilde sorumlu tutuyorum. Kolunu uzat ve kıçımı elle. (SHARLA denileni yapar.) Neyse ki ileriyi

görebildim. Kendime hizmetlerim karşılığında bir rehin verilmesini sağladım. Yükümlülüklerimi

yerine getirdiğim için ve param da ödenmeyeceğinden, bundan böyle o rehin benimdir. Bana

60
aittir. Ve buradan ayrıldığımda onu da yanımda götüreceğim. (Kalçalarını öne atar, tavuğun

kemiğini SHARLA’nın ağzının daha da içine doğru bastırır. SHARLA hıçkırmaktadır.) Bunda çok iyisin.

Lütfen inle. (SHARLA tuhafça inlemeye başlar.) Chris, rehin kavramına karşı çıkıyor. Bu akşam

buraya gelecek ve onu yanında götürmeye çalışacak. Bunu yapmasına izin veremem. Bu aile

bunu yapmasına izin veremez. (Kemiği sonuna kadar SHARLA’nın ağzına sokuşturur. İnler ve tavuk

budunu tamamen boğazından içeri doğru iter. SHARLA öğürür. JOE soluk soluğadır, SHARLA’yı

bırakır. SHARLA yere düşer, öksürür, but ağzından düşer.) Anladınız mı?! Eğer bu aile, Chris’in bu

karavandan ayrılmasına izin verirse, hepinizi boğazlarım! Domuzlar gibi! Bunu yapacağıma

inanıyor musunuz?! (Yere eğilir, bacaklarını açarak SHARLA’nın üzerine oturur. SHARLA çığlık atar.)

Sizin yardımınızı istiyorum. Bana yardım edecek misiniz? (SHARLA “evet” anlamında başını

sallar.) Ansel?

ANSEL: Evet, efendim.

JOE: İyi. (Parmağını SHARLA’nın göğsünde gezdirir.) Çok güzel bir kadınsın, biliyorsun değil

mi? (ANSEL’e) Sence de öyle değil mi?

ANSEL: Çok düşünmedim –

(JOE parmağının ucunu SHARLA’nın soluk borusunun üzerine yerleştirir.)

JOE: Hayır. Yanlış cevap.

ANSEL: (Ağlayarak) Evet. Çok güzel bi’ kadın.

JOE: (SHARLA’ya) Çok şeker. Sence de öyle değil mi? (SHARLA “evet” anlamında başını

sallar. JOE onu kollarının altından kavrar ve ayağa kaldırır.) Şimdi kaldır kıçını, mutfağa git ve doğru

dürüst bir yemek için masayı hazırla. Sonra hep birlikte masaya oturacağız ve yemeğimizi

yiyeceğiz. Sadece dördümüz. Sadece ailemiz. (SHARLA yavaşça uzaklaşır. JOE oyun oynarcasına

kalçasına vurur; SHARLA mutfak lavabosuna koşar ve kusar. ANSEL mutfak masasının yanında

oturmaktadır. JOE bir sigara yakar.) Nasılsın bakalım?

ANSEL: O fotoğrafları nereden buldun?

JOE: Ah, bunun pek bir önemi yok.

ANSEL: Sanırım...

JOE: Yaptığı tek şey onun sikini yalamak ve senin paranı çalmaya çalışmaktı. Daha da kötü

olabilirdi.

ANSEL: Nasıl?

61
JOE: (Es) Eh, hayır. Sanırım olabileceklerin en kötüsü buydu. (Sonra, özel olarak) Karınla

zaman geçir biraz.

(JOE koridordan çıkar.)

ANSEL: Sharla...

SHARLA: Evet?

ANSEL: İyi misin?

SHARLA: Evet Ansel, iyiyim.

ANSEL: Emin misin?

SHARLA: Evet, eminim.

ANSEL: Peki. (Ağlamaktadır. BİFTEK havlar.) Geldi.

(CHRIS karavana girer.)

CHRIS: Selam.

ANSEL: Merhaba evlat.

CHRIS: Dottie burada mı?

ANSEL: Yatak odasında.

CHRIS: (Tavuk kutusunu görür.) Şükürler olsun, açlıktan ölüyorum. Joe’dan haber var mı?

ANSEL: Yatak odasında.

(CHRIS yerden tavuk budunu alır, mutfağa götürür.)

CHRIS: (SHARLA’ya) Siz yediniz mi?

(DOTTIE yatak odasından girer.)

DOTTIE: Selam Chris.

(JOE yatak odasından girer.)

JOE: UFAKLIK! EVE DÖNMÜŞSÜN!

62
CHRIS: Selam Joe.

JOE: Baksana, paraya olanları duydum ve işlerin yolunda gitmediğine çok bozulduğumu

söylemem gerek –

CHRIS: – Evet, ben de –

JOE: – ama dünya böyle dönüyor, değil mi?

CHRIS: Hı –?

JOE: Tezgâh böyle işliyor.

CHRIS: Evet, tamam –

JOE: Tüm sorumluluk müşteriye ait, anlıyorsun değil mi ne demek istediğimi? (SHARLA

elinin bir hareketiyle mutfak masasının üzerindeki her şeyi, anahtarları, bozuk paraları yere doğru iter.)

Her şeyin bir yeri var. (Kolunu DOTTIE’ye uzatır.) Yemek yiyelim mi? (DOTTIE JOE’nun koluna

girer ve masaya giderler. SHARLA kâğıt tabakları ve tavuk kızartmalarının içinde olduğu kutuyu masaya

koyar.) Nefis kokuyor. Ansel? Chris? KFC?

ANSEL: Ben aç değilim, gerçekten...

JOE: Ama bize eşlik etmen gerek. Hepimiz birlikte. (Aile masanın başında toplanır,

sandalyelerine oturur. SHARLA kâğıt havlular ve plastik çatal kaşıklarla masayı kurmaya devam eder.)

Haydi Sharla, otur. (Oturur.) Bakalım bize biraz müzik bulabilecek miyim? (Radyoyu açar, müzik

bulur. Biraz geride durur, masada oturan aileye bakar.) Bu çok hoş… (Sandalyesine oturur.) Şükran

duasını kim etmek ister? (Yanıt gelmez.) Dottie? Sen şereflendirir misin?

(Aile ellerini kavuşturur, başlarını öne eğer. Gözlerini kapatmazlar.)

DOTTIE: Sevgili İsa. Sana bu yemek için şükranlarımızı sunuyoruz. Hepimizin burada,

birlikte ve güvende olmasından ötürü sana teşekkür ederiz. Anne öldüğü için üzgünüz. Ona

cennette bir yer bahşetmeni umuyoruz. Yaptığımız tüm yanlışlar için lütfen bizi affet. Biz de

cennette bir yer isteriz. Tanrı’nın İsa Mesih olan adına… Amen.

JOE: Amen. (DOTTIE’ye) Çok güzeldi.

DOTTIE: Teşekkür ederim.

JOE: (Herkese) Yiyelim. Sharla, içecek bir şeyler, lütfen. (Yerler. SHARLA buzdolabından

plastik bardaklar, plastik bir sürahi dolusu buzlu çay, bir kasa bira, bir karton süt çıkarır. Diğerleri tavuğu,

patates püresini, lahana salatasını elden ele dolaştırır. Hareketleri JOE yönetir; buzlu çay ister, yiyecekleri

masada dolaştırır, yemek hakkında yorumlar yapar, nihayet SHARLA’ya oturmasını ve yemesini işaret

eder. Diğerleri kendileriyle konuşulduğunda yanıt verirler [SHARLA ise sessizdir]. Sonunda JOE plastik

63
bardağına plastik çatal-kaşık arası bir şeyle vurur, ayağa kalkar, bardağını havaya kaldırır.) Bir duyuru

yapmak istiyorum: Şimdiye kadar herhalde hepiniz fark etmişsinizdir, Dottie ve ben birlikte çok

zaman geçirdik. Konu şu ki: Biz birbirimize âşık olduk. Ve ondan karım olmasını istediğimi size

söylemekten onur duyarım. Onun da kabul ettiğini... Değil mi, tatlım?

DOTTIE: Evet.

(Sessizlik.)

ANSEL: Ben, bizzat, çok memnun –

CHRIS: Kapa çeneni.

JOE: Şerefe: Müstakbel karıma.

(JOE içer. CHRIS hariç herkes eşlik eder.)

CHRIS: Bütün bunlar ne zaman olacak?

JOE: (Yerine oturur.) Bu nefis yemeğin ardından gidiyoruz.

CHRIS: (DOTTIE’ye) Doğru mu bu?

DOTTIE: Evet.

CHRIS: Kız kardeşime sahip olamazsın, Joe.

JOE: Ne demek istiyorsun?

CHRIS: Yani, bunun olmasına izin veremem. Kardeşimle evlenmeyeceksin. Ona sahip

olamazsın.

ANSEL: Chris, buna karar verecek olanın sen –

CHRIS: Kapa çeneni.

ANSEL: Bana kapa çeneni deme –

CHRIS: Bi’ kelime daha edersen, ihtiyar, kafanı koparırım.

JOE: Chris, kız kardeşine sevgini kesinlikle takdir ediyorum ama bazen ipleri bırakman

gerekir –

CHRIS: Bunu tartışmayacağım. O benim kardeşim. Onu yanımda götürüyorum. Gidiyoruz

buradan.

JOE: Belki kararı Dottie’ye bırakmalıyız –

CHRIS: Dottie’nin bu konuda söz hakkı yok.

JOE: Sanırım var –

64
CHRIS: Yanlış sanıyo’sun. Dottie, git öteberini topla.

JOE: (DOTTIE’ye) Otur yerinde.

CHRIS: Dottie?

JOE: Dottie. (DOTTIE ayağa kalkar.) Yerine otur, Dottie.

CHRIS: Git öteberini topla.

JOE: Otur yerine.

CHRIS: Dottie?

(DOTTIE yatak odasına doğru yürür.)

JOE: Dottie.

CHRIS: Devam et, Dottie –

JOE: Dur –

CHRIS: Dottie, git öteberini topla, hemen.

JOE: Dottie.

CHRIS: Aferin kızıma –

(DOTTIE koridora ulaşır.)

JOE: DOTTIE!!! (DOTTIE kapı eşiğinde durur.) O benim rehinem.

CHRIS: Anlaşma fesholdu.

JOE: Hayır, olmadı.

CHRIS: İşler yolunda gitmedi. Şimdi babayı alacaksın.

JOE: Seni var ya... Seni öldüreceğim.

CHRIS: Siktir oradan. (Sessizlik. JOE peçetesini tabağına bırakır, masadan yavaşça kalkar. CHRIS

masanın altındaki elini kaldırır. Elinde bir 45’lik vardır. ANSEL ve SHARLA masadan sıçrar, mutfağa

kaçarlar. CHRIS tabancanın horozunu kaldırır, sol eliyle sabitler, JOE’nun kafasına nişan almış halde

durur.) Yerine otur, Joe. (JOE yavaşça oturur, CHRIS kalkar, masanın etrafında dolanır.) Dottie, öte be

(SHARLA mutfak tezgâhından bir bıçak kapar, çığlık atar, CHRIS’in göğsüne, omzunun yakınlarına

saplar. Bıçağın sapı kopar, elinde kalır. CHRIS şokta, sendeler. Silah patlar, yere isabet eder.)

65
(JOE masayı devirir, CHRIS’in üzerine atılır, omzunu CHRIS’in midesine saplar ve onu duvara doğru

iter. Tabanca CHRIS’in elinden oturma odasına doğru düşer. DOTTIE tabancayı alır.)

DOTTIE: Durun!

JOE: ÖLDÜN SEN, PİÇ KURUSU! ÖLDÜN SEN!

(JOE lambanın kordonunu alır, CHRIS’in boynuna dolar ve yukarı çeker. Boğulan, sersemleyen CHRIS

nöbete tutulmuş gibi, kurtulmak için elinden gelen ne varsa yapmaktadır.)

DOTTIE: Dur Joe! Dur dedim!

JOE: GEBER! GEBER! GEBER!

DOTTIE: KES ŞUNU!

JOE: ANSEL! BACAKLARINI TUT!

(ANSEL, CHRIS’in tekmeler atan bacaklarının üzerine eğilir, bacaklarını kolunun altında sıkıca tutar.

CHRIS dehşet içinde babasına bakar. Üç adam oturma odasına doğru boğuşur.)

ANSEL: DOTTIE:

TUTTUM ONU, JOE – ! BABA, DUR – !

(SHARLA lavabonun içinden patates soyma aletini alır ve CHRIS’in üzerine atılır. CHRIS kendini aletin

ucundan kurtarmak için vücudunu kaçırmaya çalışır. SHARLA aleti CHRIS’in yan tarafına bir, iki,

üç kere saplar.)

(CHRIS sağa sola sallanır, ANSEL’e tekme atar. JOE kordonla CHRIS’i odanın içinde savurur; CHRIS’i

dolaplara, tezgâha, masaya, televizyona, buzdolabına çarpar.)

JOE: GEBER PİÇ KURUSU, GEBER!

DOTTIE: (Feryat ederek, histerik) DURUN, DURUN, TANRIM!

ANSEL: DOĞRU TUT ŞUNU, KAHRETSİN!

66
(CHRIS aniden saldırır, JOE’yu duvara yapıştırır. JOE bir an için kontrolünü kaybeder ve CHRIS

kaburgalarına sert bir dirsek atar. JOE’nun nefesi kesilir, kordonu bırakır, yere düşer. CHRIS

DOTTIE’ye yaklaşır, elini uzatır.)

CHRIS: Dottie, tabanca –

(ANSEL CHRIS’i arkadan yakalar, havaya kaldırır, kavrar, mutfağa savurur. SHARLA CHRIS’in

kafasında bir bira şişesi kırar. ANSEL CHRIS’i buzdolabının içine doğru iter, orada tutar.)

DOTTIE: TANRIM! DURUN, LÜTFEN, KESİN ŞUNU!

(CHRIS buzdolabının içinde şiddetle bir sağa, bir sola dönmektedir. Dolabın içindeki raflar, biralar yere

düşer.)

ANSEL: ÖLDÜR ONU, JOE! YAKALADIM! (CHRIS buzdolabının içinden çıkmaya çalışır,

ancak JOE aniden gelir, CHRIS’e öldüresiye vurmaya başlar.) SHARLA, TUT ŞUNU!

JOE: KAHROL, GEBER!

(SHARLA CHRIS’in ayaklarına atılır, yere mıhlar. JOE CHRIS’e vurmaya devam ederken, ANSEL

CHRIS’i tutar.)

ANSEL: HAYDİ JOE, GEBERT ONU!

SHARLA: GEBERT! GEBERT!

DOTTIE: KIZMAYA BAŞLIYORUM!

JOE: GEBER, GEBER, GEBER!

(DOTTIE ateş eder, radyoyu vurur. JOE, ANSEL ve SHARLA geri çekilir ve DOTTIE’ye bakar. CHRIS

kendini buzdolabından çıkarır ve o da DOTTIE’ye bakar. DOTTIE silahı CHRIS’e yöneltir.)

CHRIS: Dottie?

(DOTTIE tetiği çeker, CHRIS’i göğsünden vurur, CHRIS gerisin geri buzdolabının içine yığılır.

SHARLA çığlık atar.)

67
ANSEL: Tanrım – (DOTTIE döner, ANSEL’i midesinden vurur. ANSEL midesini sıkıca tutar

halde dizlerinin üzerine düşer. Ağzından kan süzülür. SHARLA yine çığlık atar.) Aman Tanrım,

tatlım...

SHARLA: (Histerik) BENİ ÖLDÜRME DOTTIE! (SHARLA ANSEL’in arkasına saklanır,

kollarını beline dolar.) LÜTFEN BENİ ÖLDÜRMESİNE İZİN VERME!

(JOE DOTTIE’ye doğru ilerler. DOTTIE döner, silahı kafasına doğru yöneltir.)

JOE: Dottie... Ağır ol. (İlerler. DOTTIE dikkatle nişan alır.) Dur bakalım. Sakin ol. (İlerler.

DOTTIE tabancanın horozunu kaldırır.) Ah, Tanrım...

(DOTTIE gergin, tetiği hafifçe sıkmaktadır.)

DOTTIE: Bi’ bebeğim olacak.

(JOE ona bakar, kararsız)

JOE: Bir bebek mi? (Es) Bir bebek? (Genişçe gülümser, gururla) Bir bebek!

(ANSEL midesini tutmakta, SHARLA arkasında ağlamaktadır. JOE gülümser. DOTTIE’nin parmağı

gergin bir halde tetiktedir. CHRIS buzdolabının içinde ölmüştür.)

(Karanlık.)

68

You might also like