Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 6

Giordano Bruno (1548-1600)

Bruno tarihte özgür düşüncenin ya da düşünce özgürlüğünün simgesi olarak bilinir; onun
felsefi düşünceye ve özellikle de tarihsel materyalizme yaptığı anlamlı katkıysa pek dikkate
alınmaz. Ülkemizde ise onun eserleri hemen hemen hiç bilinmemektedir, ya da ansiklopedik
bilgilerle yetinilmiştir. Onun görüşlerini etraflıca ortaya koyan dialoglarını Türkçeye
kazandırma çabaları ise bugüne kadar ancak bir başarısızlık örneği olarak değerlendirilebilir.

Yeni Çağın Filozofu


O, sadece Rönesans döneminin büyük bir düşünürü değildi, aynı zamanda “düşünceyi
bilimsel bulgularla birleştiren ve böylece toplumları da devrimcileştiren yeni felsefi akımın
en etkin filozofuydu da.”1 O, 1548 yılında, yani eski çağın sona ermekte olduğu, ancak yeni
çağın da henüz ortaya çıkmadığı bir ara yüzyılda ve Napoli yakınlarındaki Nola’da dünyaya
gelmişti; Ege topraklarında yaşamış doğa filozoflarının materyalist düşünceleriyle henüz 15
yaşındayken tanışmıştı. İleriki yıllardaysa, dini görüşleri temelden sarsıldığı için
Tanrıtanımazlığın eşiğine kadar dayanmıştı.2 Onun gibi hayatının büyük bir kısmını
memleketinden uzakta, sürgünde ve cefa içinde geçirmiş bir başka düşünür yok gibidir.
O, henüz genç yaşındayken engizisyon mahkemesinin şimşeklerini üzerine çekmişti. Ortaya
attığı düşüncelerinden dolayı 1600 yılında, yani 52 yaşına girdiğinde Roma’da diri diri
yakılmıştı. İdam fermanı okunduğunda yargıçlara: ”ölüm fermanı okunan benim, fakat
korkuyla titreyense sizsiniz” diye haykırmıştı.3

Materyalist Felsefenin Yeniden Canlanışı


Rönesans aydınlarının içinde en gözüpek olanı Bruno’ydu ki o, doğa bilimlerine ufuk
kazandıran öncü felsefesiyle skolastik düşünceye ölümcül darbeler indirmişti. 4 Görüşleri,
Marsilio Ficino (1433-99), Pietro Pomponazzi (1462-1525), Pico della Mirandola (1463-94,
Bernardino Telesio (1508-88) ve Francesco Patrizi (1529-97) gibi dönemin en aykırı
düşünürlerinin görüşleriyle uyum içindeydi. Hem onların aykırı görüşlerinden esinleniyor
hem de felsefeyi, öbür dünyadan bu dünyaya taşıyarak, ortaçağ felsefesinin fasit dairesini
parçalıyordu.5

1
F. Engels, Doğanın Diyalektiği, ?????
2
Geschichte der Philosophie, Cilt. 1. Akademie Ver., Berlin, 1960, S. 299.
3
Age., S. 300.
4
Alfred Schmidt, Nachwort, Giordano Bruno, Über die Ursache, das Prinzin und das Eine, Reclam Ver.,
Stuttgart, 2007, S.177.
5
Ernst Bloch, Zwischenwelten in der Philosophiegeschichte, Aus Leipziger Vorlesungen, Frankfurt, 1977, S.
17.
Uzun bir aradan sonra Ege kökenli doğa felsefesi,6 Sicilya kaynaklı materyalist felsefe,7 sanki
arada ortaçağın düşünsel tahribatı görülememiş gibi yeniden onun açılımlarıyla canlanıyordu.
1592 yılında engizisyon mahkemesi önünde yaptığı savunmasında o tarihe önemli bir not
düşmüştü: “Bana göre sonsuz olan evren, her şeye muktedir olan ilahi bir gücün yaratımıdır;
sonu olan bir dünyanın yanı sıra başka dünyalar da yaratabilme yeteneği olan bir Tanrının
sadece bu dünyayı yaratmış olmasını ona hiç yakıştıramıyorum. Bu nedenle üzerinde
yaşadığımız dünyadan başka dünyaların da olması gerektiğini açıklıyorum.”8

Skolastik Felsefenin Mezar Kazıcıları


Bruno, ondan önce felsefi açıdan önemli açılımlar yapmış olan iki büyük düşünüre çok
minnettardı. Bunlardan biri Nikolaus von Kues (1401-64), diğeri ise Nikolaus Kopernikus
(1473- 1545)’tu. Geleneksel dünya merkezli evren teorisini reddeden Kusanuslu Nikolaus,
hem bütünlüklü bir evrenin belli bir merkeze sahip olamayacağını iddia ediyordu hem de
dünyayı sıradanlaştırarak onu, sonsuz varlıklar içinde bir yere oturtuyordu. Bununla hem
kilisenin evren modeli hem de Tanrı kavramı büyük bir yara almıştı. Kopernik ise
“Gezegenlerin Deviniminin Nedeni” başlıklı çalışmasında kilisenin bütün otoritesini yerle bir
ederek, gökyüzünün değil, fakat dünyanın ve gezegenlerin hareket halinde olduklarını
belirtiyordu. Bir anda dünyanın bütün Tanrısallığı ona atfedilen ilahi zeminden yoksun
kalıyordu. Ancak Kopernik’in sınırlılığı, onun da dünyayla birlikte yıldızları da sonlu olarak
tasavvur etmesiydi. Bilim ve düşüncede büyük bir devrime neden olan Kopernik, daha fazla
ileri gidememiş ve bir bakıma kilisenin ideolojik tahakkümünü sağlayan “gökyüzünü
parçalamayı” ihmal etmişti.
Bruno, Kopernik’i şöyle değerlendiriyordu: “O, ciddi, çalışkan ve olgun bir beyindi;
yetenekleri açısından kendisinden önceki hiçbir astronomdan daha aşağı değildi ve hatta zeka
açısından Ptolemaus, Hipparch, Eudoxus ve diğerlerinden daha parlaktı. Kendisini yozlaşmış
felsefenin denetiminden kurtardıktan sonra hakikate, onu elde edememekle birlikte çok
yaklaştı. Hakikati tamamen elde edememesinin nedeni de onun doğa bilimcisinden ziyade bir
matematikçi olmasıdır... Tanrılar onu bir bakıma, asırlardır karanlıklar içinde debelenip
duran eski ve hakiki felsefenin yeniden gündoğumunun habercisi olarak göndermişlerdi.”9
Kendi rolünü ise şöyle açıklıyordu: “Nolanlı (Bruno) hem bilimi hem de insan zihnini
cendereden kurtararak gökyüzüne yükselmiş, dünyayı aşarak tasavvurun sınırlarını ortadan
kaldırmıştır; o, hakikati hapishanesinden kurtararak, sadece doğanın gizemini açığa

6
Anaximander, Heraklit ve Demokrit’in görüşleri için bkz. Bu kitaptaki sayfa sayısı belirtilecek.
7
Lucretius, Evrenin Yapısı, Hürriyet Yay., İstanbul, 1974, Çev. Tomris ve Turgut Uyar. Sözkonusu eserin
bazı önemli bölümleri bu çalışmaya da alınmıştır, bkz. Lucretius, Bu kitaptaki sayfa sayısı belirtilecek.
8
Akt. Alfred Schmidt, Nachwort, S. 178, G. Bruno, Gesammelte Werke, Bd. 6, Jena 1909, S. 174.
9
Akt., Alfred Schmidt, Nachwort, S. 180, G. Bruno, Werke, Bd. 1, Leipzig, 1904, S. 50 vd.
çıkarmamış, aynı zamanda gözleri de görür kılarak Tanrısallığın fark edilmesini
sağlamıştır.”10

Felsefenin Bilime Yolgöstericiliği


Bruno’nun doğa bilimlerine yaptığı önemli katkıları olmasına rağmen, astronomi alanındaki
öngörüleri unutulmuş ve sonradan Galilei ön plana çıkmıştı. 11
En azından astronomi dalında ileri sürdüğü bazı öngörüleriyle Galilei’i etkilediği kesindir,
ancak Galilei eserlerinde onun adını anmayı kayda değer bulmaz. Astronominin babası olarak
bilinen Kepler, arkadaşı Martin Hasdale’ye yazdığı 15 Nisan 1610 tarihli mektubunda
Galilei’i bu tutumundan dolayı yerer ve eserlerinde Bruno ve kendisinden bahsetmemesi
nedeniyle rahatsızlığını dile getirir.12
Kopernik’in aksine Bruno, yıldızları evrenin sonu olarak kabul etmez. O’na göre “evren
sonsuzdur ve bu nedenle de onun mutlak bir merkezi bulunmaz, fakat onun göreceli
merkezlerinden bahsedilebilir; yıldızlarsa çok uzaklardan yansıyan güneşlerdir.” Sınırlar ve
gezegenlerle ilgili olarak Bruno şöyle demektedir: “İnanıyorum ki hiç kimse azıcık bile olsa,
maddi evrenin bir kenar ve sınırlara sahip olduğunu ve kucağında topladığı bütün bu
gezegenlerin ve yıldızların sayısının sınırlı olduğunu kanıtlayamacaktır.”13
Dünyanın iki kutba sahip olduğunu ilk açıklayanın da Bruno olduğu kabul edilir.
Bulunuşlarından 200 yıl önce Saturn ‘un hareketlerinden onun arkasında gizli uydularının
olması gerektiğini söyleyen ilk bilim adamının da Bruno olduğu belirtilir. Aynı şekilde
gezegenlerin güneş etrafında elips çizdiğini de ilk onun iddia etmesi gibi... 14
Aristotelesçi dünya merkezli evren modelini reddeden Kopernik, kuşkusuz M.Ö. 3. yüzyılda
yaşamış Samoslu Aristorchas’dan önemli ölçüde yararlanmıştı. Güneş sisteminin ilk ciddi
verilerini açıklayan ve evrenin sonsuz olduğunu iddia edenin, Aristorchas olduğu bir gerçekti.
Ne var ki Kopernik, ondan önemli derecede etkilenmiş olmakla birlikte, evrenin
sonsuzluğunu kabul etmeyerek, idealist felsefeye de kapı aralamıştı.
Peki nasıl oluyor da Bruno, evrenin sonsuz olduuğunu iddia edebiliyordu? Buruno’yu
çağdaşlarından ayıran en temel faktör, onun bilimi doğru bir felsefeyle ele almasıydı.
Bruno’ya göre doğadaki her olgu gözle görülemeyebilirdi ve hatta hissedilemeyebilirdi de.
Sonuçta ampirik metodun da dayandığı bir sınırı vardı. O maddecilerin, ampirik metodu
mutlaklaştırarak aşırıya kaçtıklarını ve bilimsel alanda sınıra dayandıklarını belirtiyordu;
böylece kapıdan kovulan idealizm, yeniden bacadan giriyordu. Ona göre bu dilemma “kendi

10
Agy.
11
Jochen Kirchoff, Giordano Bruno: Mit Selbszeugnissen und Bilddokumenten, Rowohlt Ver., Hamburg,
1980, S. 11.
12
Age. S. 12 vd.
13
Akt., Alfred Schmidt, Nachwort, S. 182, G. Bruno, Gesammelte Werke, Bd. 1, S. 98.
14
Geschichte der Philosophie, S. 301.
içinde tutarlı teorik önermeler ve hipotezlerle aşılabilirdi.” Bruno’ya göre “doğa bilimleri,
özellikle tümdengelimci metodlarla gelişim katedebilirdi, salt fiziksel ve matematiksel
araştırmalarla değil.” O, “Tanrı kendisini varedebilmek için zorunlu olarak sınırsız evreni
yaratmak zorundaydı” derken hem Tanrının hem de evrenin maddi zorunluluğun bir ürünü
olduğunu belirtiyordu. Bu saptamasıyla o, bütün skolastik felsefeyi de tarumar etmekteydi.
Doğudan Alınan Miras: Panteizm
Bruno, “evrene ilişkin araştırmaların, dünya şartlarıyla sınırlı deney ve modellerin
aşılmasıyla ilerleyebileceğini” belirtiyordu. Çünkü evren bir mekanizma değil, organizmaydı.
Bundan dolayı o hiç bir zaman matematiksel terimlerle ifade edilemezdi. Evren Bruuno’ya
göre ancak metafiziği temel alan bir modelle kavranabilirdi. Çünkü yaşam barındıran bir
nesne, kesinliğe sahip matematiksel formüllerle açıklanamazdı.
Özellikle Aristotelesçi dünya merkezli evren modeline saldıran Bruno, evrenin
sonsuzluğundan ve üzerinde yaşamın olduğu başka dünyalarda da bahsetmekteydi. Yeni bir
Tanrı kavramı geliştiren Bruno, Tanrının evren dışı bir güç olmadığını, evrenle birlikte hep
varolduğunu iddia etmişti. İbn Rüşd’ten kuvvetle etkilenmiş olan Bruno’ya göre “evren bir
güç tarafından yaratılmamıştı. Evrenin ne bir başlangıcı ne de sonu vardı. Evrenden başka bir
güç yoktur ki Tanrı onu yoktan var etmiş olsun.” “En el hak!” diyen Hallacı Mansur gibi o da
Tanrıyı evrenle özdeşleştiriyordu. Ona göre Tanrının ruhu her şeyde vardı. Bruno yazılarında
Tanrıyı parçalanmış bir aynaya benzetmekteydi. Her ayna parçasının küçük çapta da olsa
işlevini gene de gördüğünü belirten Bruno, bunların birleştirilmesiyle bütünün de
görülebileceğini söylemekteydi: “Tanrı da hem her şey de vardır, hem de bütünle birlikte var
olur... Dünya yaratılmıştır ve sonludur, ancak evren hep var oldu ve sonsuza dek de var
olacaktır.”15
Materyalist felsefenin sınırlarına dayanan Bruno, doğa olaylarının varoluş sebebini Tanrıya
bağlamaz; çünkü her şeyin maddeye dayanan bir nedenselliği bulunmaktadır. Ancak bunu her
zaman duyularla keşfedilemez.
Evreni yaşayan bir organizma olarak tasvir eden Bruno, şeyleri hareket içinde kavramayı
önerir. Sık sık Heraklit’in “diyalektik ve hareket öğretisini” alıntılayan Bruno’nun diyalektik
bakış açısını sonradan Hegel gibi önemli filozoflara da aktardığı görülmektedir. Örneğin o: “
Her şey akmaktadır... ne el ne de duyularımız aynı şeyi iki defa kavrayabilmektedir. Gözün
doğada tespit ettiği her şey değişim ve dönüşümün yüce prensiplerine tabidir” der. Bruno’ya
göre hiçbir şey sabit değildi. Yalnız organik maddeler değil, aynı zamanda organik olmayan
maddeler de sürekli değişime tabidirler. Denge durumu yalnızca değişime uğramayan ‘ölü’
şeylerde bulunur. Değişime uğramayan maddeler ise her zaman kendisinden ve başkasından
farklıdır.

15
Geschichte der Philosophie, S. 301.
Bruno’ya göre evrende bir merkez yoktur. Bundan dolayı birbirinden bağımsız minimum ve
maksimum da yoktur. Farklı ekstremler aynı zaman ve mekan dilimi içinde ortaya çıkarlar.
Tıpkı sevginin nefretle yan yana ve birlikte var olması gibi. Bruno’ya göre “yoketmenin
ilkesiyle yaratmanın ilkesi aynı”dır. “Yoketmenin son anı yeni bir şeyin de başlangıcı değil
mi? Bir şey ortadan kaldırılmışsa, aynı zamanda bu diğerin yerleşmesi değil mi? Şeylerin
doğasına dikkatlice baktığımızda yeni olan bir şeyin başka bir şeyi ortadan kaldırdığını, yeni
bir eğitimin, başka bir şeyi ortadan kaldırmak olduğunu anlarız.”16 Bir şeyin yok oluşu, başka
bir şeyin varoluş temelini teşkil eder.17
Kilisenin “gerçeğine” savaş açan Bruno yazılarında her şeyi sorgulamayı savunur. Ona göre
bilgi teorisine üç yolla (bazen bunun dört olduğunu da söyler) ulaşılır: şeyler duyum yoluyla
hissedilir, akılla muhakeme edilir ve sonunda mantıkla kavranır. 18
Ortaçağ’ın ünlü sorulardan biri doğanın ve evrenin Tanrı tarafından bilinçli olarak yaratılıp
yaratılmadığı sorusudur. Bruno bu soruya olumsuz cevap verir. Ona göre Tanrı hem doğanın
ta kendisidir hem de onun yaratıcısı. Tanrı evrenin dışında ve üstünde olmadığına göre, onun
da dışarıdan yaratıcısı olamaz. “Şeylerin ruhu Tanrıdır, şeylere hükmeden ruhun özü ise
doğadır”. Buna benzer tartışmalarla Bruno, Tanrıyı evrene indirgeyerek, panteizme yol verir.

Mahkumiyeti ve İdamı
Bu düşüncelerin hızla yayılması, gerici çevreleri hemen harekete geçirmişti. Hatta insanın,
hayvan ve bitkiden farksız olduğunu vurgulayan Bruno, “insanın diğer canlılardan farkı,
onun sadece yüksek bilinç seviyesine sahip olmasıdır” der. Ona göre bu fark Tanrı nazarında
çok önemli olmayan biçimsel bir farktır. Bu düşünceler insanı yalnız canlılar ailesinin sıradan
bir parçası haline gtirmiyor, aynı zamanda insanın Tanrı tarafından kutsandığını iddia eden
yaratılış teorisini de temelinden sarsıyordu.
Materyalist felsefenin yarattığı tahribatı önleyebilmek için kilise, tüm Avrupayı kapsayan bir
“İndex Librorum prohibitorum”, yani yasak kitaplar listesi yayımlamıştı. Bruno’nun kitapları
1603 yılından 195 yılına kadar bu kara listeden çıkarılmamıştı. Tam anlamıyla metafizik
düşünceden kopmamakla birlikte Bruno, çağının en parlak simalarından birini teşkil
ediyordu.
Onun katolik kilisesinin, Tanrı-Oğul ve Kutsal Meryem üçlüsüylü alay eden hiciveleri
bilinmekteydi. Bununla kalmayan Bruno, manastırlardaki ikiyüzlü ve pervasız uygulamaları
da yermekteydi. Bruno, 1571 yılında papazlık görevine başlamış ve Napoli’deki teoloji
derslerine devam etmişti. 1575 yılında okulu bitirdiğinde, sonradan düşüncelerinin temelini
yaratacak olan antik felsefeyi de önemli ölçüde incelemişti. Özellikle Rönesans’ın ünlü
şahsiyeti Kusanus’u kendine örnek alıyordu. Bununla da kalmayan Bruno, 13. yüzyılda

16
Bkz. Bu eserdeki sayfa sayısı gelecek
17
Bkz. Bu eserdeki sayfa sayısı gelecek
18
Geschichte der Philosophie, Bd. I, S. 301.
yaşamış olan Lullus’un ezberleme metodunu geliştirerek, Avrupa’da ün salmıştı. Hieronymus
ve Johannes Chrysastonus’un Erasmus’un dipnotlarla geliştirdiği kitaplarını manastırda
barındıran Bruno, düşmanlarına uzun bir süredir kollanan fırsatı verdi ve hakkında dini
duyguları rencide etmekten dava açıldı.
Artık İtalya’da daha fazla barınamayacağını anlamıştı; önce Cenevre’ye, oradan Paris,
Londra, Oxford’a ve yeniden Paris’e, Almanya’ya, Prag’a, Frankfurt’a, Zürich’e ve oradan
da Venedik’e geri dönmüştü.
Avrupa’nın belli başlı metropollerini dolaşan Bruno bu süre içinde başka eserlerin yanı sıra
“Sonsuzluk, evren ve dünyalar üzerine”, “Hükmeden canavarın kovuluşu” ve “Pegasus’un
Kabbalası ile klinik eşeği” adlı eserleriyle feodalizmi ve skolastik felsefeyi eleştirmekteydi.
Roma’da yayımlanan “Avvisi di Roma” adlı bir gazete idamını, 19 Şubat 1600 yılında şöyle
haberleştirmişti:” Geçen Perşembe günü Campo dei Fiori’de herkesin tanıdığı Nolalı
kışkırtıcı keşiş, diri diri yakıldı. Daha önceki sayılarımızda belirttiğimiz gibi bu kışkırtıcı
keşiş inanılmaz bir inatla dini inancımıza sapık fikirleriyle saldırmıştı. O, özellikle kutsal
Meryem’i hedef almıştı. Yakılırken bile bir milim geri adım atmayan bu inatçı keşiş, sürekli
‘haklı olduğunu ve ruhunun cennete gideceğini’ haykırmıştır. Sanırız şimdi haklı olup
olmadığını test etmiştir”.
“Kışkırtıcıların Prensi” nin ölümünü seyretmek için Avrupa’nın her yerinden 50 kardinal
toplanmıştı. Sekiz yıl süren mahkeme, hücre ve işkence hayatı, Bruno’yu düşüncelerinden
vazgeçirememişti. İnfaza eşlik eden bir tanığın ifadesinee göre Bruno’nun her yanı
işkencenin açtığı yaralarla doluydu. Ateş tutuşturulurken ona öpmesi için uzatılan haçı
tiksintiyle itmişti.
Otoritesi oldukça aşınmış olan Katolik kilisesi, kaybettiği hakimiyetini yeniden kazabilmek
için engizisyon mahkemelerini Roma’da merkezileştirmişti.
Bruno’nun yakılması onun materyalist dünya görüşünün yayılmasını engelleyemedi. Hatta
bilimsel buluşlardan destek alan materyalist felsefe, 17. yüzyılda olağanüstü bir gelişme de
katetmişti. Toplumsal çelişkiler sınıf mücadelesinin keskinleşmesine yol açarken, felsefi,
siyasi ve edebi alanda bir dizi devrimci gelişmeler yaratmıştı.
Bruno, felsefi görüşlerini açıkladığı bu eserini, hem onu uzun bir süre kilisenin hışmından
koruyan hem de söz konusu eserin yayımlanmasını ve Avrupa’da dağıtılmasını sağlayan
Fransa’nın Londra büyük elçisi, Michel de Castelnan’a ithaf etmişti.

You might also like