Professional Documents
Culture Documents
İTF
İTF
Öget ÖKTEM
Burada, normalde akıcı afaziler arasında gösterilen, ama klinikte akıcı olmayan
afazilerle karıştırılması ve Broca afazisi zannedilmesi mümkün olan iletim afazisine
dikkat çekmek gerekir. Afazi bölümünde de değinildiği gibi, ağır iletim afazilerinde,
hasta isim olan kelimeleri söyleyemediği için az konuşur: “İşte, öyle” gibi dolgu
kelimelerden ya da “olmuyor”, “yapamıyorum” gibi fiil olan kelimelerden başka bir şey
söyleyemediği, söylemeye çalıştığı isim kelimelerde de kendisini bir
türlü literal parafazilerden kurtaramadığı için, akıcı olmayan Broca afazisi ile
karıştırılabilir. Ama, isim kelimeler dışında söyleyebildiği kelimeleri gayet akıcı bir
telaffuzla söylemesi, bunlarda kelimeyi oluşturan hecelerin artarda bağlanmasında
hiçbir güçlük çekmemesi ile, Broca afazili hastalardan ayırt edilebilir.
Akıcı olmayan konuşmanın tersi olan akıcı disfazik konuşma ise şu özellikleri taşır:
Hasta heceleri ve kelimeleri hiç zorlamadan gayet rahat telaffuz etmektedir, artarda ve
hızla çok sayıda kelime kullanarak konuşmaktadır, konuşmasında çeşitli gramer formları
kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, nesnel isimler ve biraz da fiiller için, kelime bulma
güçlüğü dikkati çeker. Wernicke afazisinde bu konuşma parafazik olabilir: bir kelime
yerine başka kelimeyi kullanma (verbal parafazi); Türkçede hiç olmayan bir kelime
söyleme (jargon veya neolojistik parafazi) . Bu nedenle, akıcı afazik konuşma genelde
anlamsız bir konuşma olur.
Anlama
a. Hastaya, odada bulunun eşyaların tek tek isimleri söylenerek bunları göstermesi
istenebilir.
b. Hastaya, önce tek basamaklı emirler (“Ağzını aç” yada “Tavana bak” gibi) verilip,
bunları anlayıp yerine getiriyorsa iki basamaklı emirler (“Elini yumruk yap, gözlerini de
kapa” gibi), bunu da yapabiliyorsa üç basamaklı emirler (hastanın yatağına bir kitap,
bir de kalem koyduktan sonra “Kitabı ters çevir, kalemi kitabın üzerine koy, sonra da
elini başına götür” demek gibi) verilir. Bunu yaparken, işaretlerinize ve mimiklerinize
hâkim olmanız, ne istediğinizi hastanın bunlardan anlamasına imkân bırakmamanız
gerekir.
c. Hastaya önce basit, sonra daha karmaşık tasarımsal sorular sorulur. Hasta
konuşamıyorsa “evet” – “hayır” diye işaret etmesi istenir. Örnek olarak : “Taş suda
yüzer mi?”, “ Tahta suda yüzer mi?”, “Çekiçle ağaç kesilir mi ?”, “Çekiçle çivi çakılır mı
?” şeklinde sorular sorulabilir.
Hastanın yazılı dili anlamasına da bakmak gerekir. Bu, en basit düzeyde, hastanın
önüne birkaç cisim ya da resim konulup, ayrıca bunların her birinin tek tek adlarının
yazılı olduğu küçük kağıtlar karışık olarak verilip, hastanın doğru ismi doğru resimle
eşlemesi istenilerek yapılabilir. (Konuşulanı anlamayan hastada da, jestlerle bunu
anlatmak mümkün olur.) Bunu anlamamız, özellikle Wernicke afazili hastaların
rehabilitasyonunu planlamada önem taşır. Çünkü bazı Wernicke afazili hastalar sözlü
kelimeyi anlamadıkları halde yazılı modalitede kelimeyi tanımayı koruyor olabilirler. O
zaman rehabilitasyonlarında bundan yararlanılır.
Adlandırma
Daha sonra hastanın adlandırma becerisi muayene edilir. Bunun için hastanın önüne
konulan kalem, saat, yüzük, gözlük gibi cisimler ya da odada bulunan eşyalar
tek tek gösterilerek bunları adlandırması istenir. İsimlendirme bozukluğu Wernicke ve
iletim afazilerinde daha ön plandadır. Broca afazisinde, genellikle, hastanın kelimeyi
hatırladığı, fakat söylemekte, telaffuz etmekte güçlük çektiği görülür.
Tekrarlama
Bundan sonra hastanın tekrarlama becerisini muayene etmek gerekir. İletim afazisinde,
konuşmanın diğer unsurları açısından normal ya da normale yakın gibi gözüken
hastanın söyleneni tekrarlamakta bunlarla orantısız şekilde ve ileri derecede başarısız
olduğu görülür. Wernicke afazisinde tekrarlama bozukluğu, hastanın anlama
bozukluğu ile ilişkili ve onunla orantılıdır. Broca afazisinde ise hastanın söyleneni
tekrarlamaya çaba gösterdiği fakat tekrarlanacak kelime ya da kelimelerin seslerini
çıkarmakta güçlük çektiği, bu zorluk nedeniyle tekrarlayamadığı gözlenir. Tekrarlama
muayenesinde hastadan önce tek kelimeleri (“Nerde” ya da “Kırmızı” gibi), sonra iki
kelimelik cümlecikleri (“Buraya gel” gibi), daha sonra da beş ya da altı kelimelik
cümleleri (“Dün öğleden sonra onu sokakta gördüm” gibi) tekrarlaması istenir. Bu
beceriyi iyi koruyan, çünkü tek tük konuşabilen akıcı olmayan afazilerde, hastanın
gramer formları içeren cümlelerde, gramer yapılarının bozulmasına sekonder bir
tekrarlama güçlüğü gösterip göstermediğine bakmak için, “Eğer gelmiş olsaydı, belki
anlaşabilirdik.” şeklinde gramatik bir cümleyi tekrarlamaları istenilebilir.
Yazma ve Okuma
Kaynaklar
1. Alexander MP: Aphasia: Clinical and Anatomic Aspects. İçinde: T.E. Feinberg,
M. Farah (ed)). Behavioral Neurology and Neuropsychology. McGraw-Hill, New
York. 1997:133-149.
2. Basso A: Aphasia and its Treatment. Oxford University Press, New York ,2003.
3. Benson DF: Classical Sydromes of Aphasia, İçinde: H.Goodglass, F,Boller,
J,Grafman (ed) . Handbook of Neuropsychology, Vol.1, , Elsevier, Amsterdam.
1988 :267-280.
4. Benson DF: Aphasia. İçinde: K.M.Heilman, E, Valenstein (ed)
. Clinical Neuropsychology Second edition, Oxford University Press, New York.
1985:17-47.
5. Benson DF, Geschwind N: Aphasia and Related Disordes.
İçinde:M.M.Mesulam (ed). Principles of Behavioral Neurology. F.A.Davis Comp
any, Philadelphia 1985:193-238
6. Damasio AR, Damasio H:Aphasia and the Neural Basis of Language. İçinde:
MM Mesulam (ed.) Principles of Behavioral and Cognitive Neurology Second E
dition, , Oxford University Press, New York. 2000:294-315.
7. Kertesz A:Aphasia. İçinde:
JAM Frederiks (ed ). Handbook of Clinical Neurology, Vol.1
(45). Elsevier, Amsterdam. 1985:287-331
8. Stromswold K: The Cognitive and Neural Bases of Language Acquisition.
İçinde:. M.S Gazzaniga (ed). The Cognitive Neurosciences, The MIT
Pres. London. 1995:855-870
Afazi, Apraksi, Agnozi
Öget Öktem, Sara Zarko Bahar, Edip Aktin
Bu bölümde önce afazik olmayan bazı konuşma bozukluklarının tanımlanması yapılacak, afaziler
ayrıca ele alınacaktır.
1. Mütizm
Uyanık bir hasta konuşma veya ses çıkarma girişiminde bulunmuyorsa bu duruma mütizm adı
verilir. Motivasyonel veya psikojen kökenli olabilir. Ağır afazilerde de hastalar hiç
konuşmadıkları için benzer bir tablo içinde olabilirler. Bununla beraber afazik hastalar sürekli bir
konuşma çabası ve bunun doğurduğu sıkıntı içindedirler. Mütizmde ise bu çaba ve sıkıntı
görülmez.
2. Afoni
Hasta ancak fısıltıyla konuşabilir bunun ötesinde ses çıkaramaz. Fakat konuşmasının içeriği
normaldir. Ses telleri veya onların motor sinirlerinin hastalığında görülür. Bazen histerik bir
belirtidir. Bu son durumda hastanın öksürürken ses çıkarabildiği dikkati çeker. Bazen subkortikal
tipte bir afazi, afoni ile başlayabilir.
3. Dizartri
Burada bozukluk hecelerin birbiriyle mafsallanması (artikülasyon) konuşmanın rezonansı ve
normal ses tonundaki inişçıkış gibi unsurlardadır. Konuşmayla ilgili kasların ve bunların hareket
ve koordinasyonunu sağlayan nöral mekanizmaların hastalıklarında görülür. Fonksiyonu
bozulan anatomik yapıya göre farklı dizartri tipleri vardır.
a. Piramidal dizartri: Başlıca psödobülber paralizi gibi bilateral piramidal lezyonlarda görülür.
Hasta kelimeleri ağzının içinde yuvarlar, net bir şekilde telaffuz edemez. Özellikle b ve p gibi
dudak, d ve t gibi dille ilgili harfleri söylemekte güçlük çeker. Piramidal dizartriye
hemiparezilerde de rastlanır.
AFAZİ
Afazi, dil fonksiyonunun, konuşmanın öğrenilmesinden sonra ortaya çıkan ve psikiyatrik bir
sorundan ya da kas düzeyindeki bir engellemeden ileri gelmeyen bozulmasıdır. Bu bakımdan,
çocukta ileri yaşlara kadar süregelen bir konuşma gecikmesine afazi demeyeceğimiz gibi, afazileri
vokal aparat kaslarının zaafı ya da inkoordinasyonundan ileri gelen dizartri gibi artikülasyon
bozukluklarından ve disfoniden de ayıracağız.
Afazi beynin belli bölgelerinin vasküler, travmatik ya da tümöral zedelenmelerine bağlı olarak
ortaya çıkar. Burada söz konusu olan, konuşma becerisinde genel ve homojen bir zedelenme
değildir. Beynin çeşitli bölgelerinin zedelenmeleri, dil fonksiyonunun belli yönlerini seçici olarak
bozar. Bu bakimdan, afazide, ya anlamayı, ya ifade etmeyi, ya da her ikisini birden içeren bir
dil kapasitesi bozulması söz konusudur.
Kural olarak, konuşma fonksiyonunu sol hemisfer üstlenir; onun için de afazi, kural olarak sol
hemisfer zedelenmeleri ile ortaya çıkar. Eskiden, dil ve el dominansının birlikte gittiği, sağ ellilerde
dil fonksiyonunun sol hemisferde, solaklarda ise el dominansı ile birlikte sağ hemisferde yer aldığı
duşünülürdü. Bugün ise solak ya da sağlak, insanların büyük çoğunluğunda dil işlevlerinin sol
hemisferde yerleştiği biliniyor. Geschwind ve Levintsky 1968'de yayınladıkları çalışmalarında,
insanların daha doğarken hemisferik bir asimetri ile birlikte dünyaya geldiklerini, sol hemisferde
dil becerisi için, özellikle de dilin "anlama" unsuru için özelleşecek olan kortikal bölgelerin, sağ
hemisferdeki karşıtlarına kıyasla daha büyük olduğunu gösterdiler. Bugünkü bilgilere göre, sağ
ellilerin, istisnalar dışında tamamında, solakların da %60'ında dil işlevleri sol hemisferde yerleşir;
solakların geri kalan %40'ının bir bölümünde dil için sağ hemisfer özelleşse de, bir bölümünde her
iki hemisfer birden rol alır.
Bu nedenle, klinikte afazi genellikle bir sağ hemipleji veya sağ hemiparezi ile birlikte görülür. Çok
daha az sayıda da, sol hemipleji ile birlikte olan afazi ile karşılaşabiliriz. Tabii pek çok defa afazisiz
hemipleji ile karşılaşabileceğimiz gibi, hemiplejisiz afazi ile de karşılaşrız.
Afazileri, afaziye neden olan lezyonun beynin daha anterior veya daha posterior bölgelerinde
yer almasına göre, tutuk (nonfluent) afaziler ve akıcı (fluent) afaziler şeklinde iki büyük gruba
ayırabiliriz.
Anterior lezyonlarla birlikte görülen afazide, anlama korunmuş ya da az etkilenmiştir, konuşma ise
tutuktur. Tutuk konuşmada kelimenin telaffuzu büyük gayret sarfedilerek, zorlanarak
gerçekleştirilir, kelimeyi oluşturan hecelerin eklemlenmesi bozuktur, bir dakikada söylenebilen
kelime sayısı çok düşüktür, cümleyi oluşturan kelime sayısı çok azalmıştır. Anterior afazilerle birlik-
te, genellikle, hemipleji veya hemiparezi görülür. Beynin posterior lezyonlarında ortaya çıkan
afaziler ise Akıcı afazilerdir; bunlarda konuşma akıcıdır, hecelerin eklemlenmesinde sorun yoktur,
hasta hızla ve çok konuşabilir; anlama ise çok bozulmuştur. Posterior afazilerde genellikle
hemipleji/hemiparezi yoktur.
Etiyoloji
Kural olarak, sol hemisferi etkileyen her türlü fokal lezyonla afazi ortaya çıkabilir. Özellikle,
kortikal yerleşimli perisilviyen dil aparatı, arteria cerebri media'nın sulama alanı içinde yer alır.
Afazilerin en sık karşılaşılan nedeni de, sol karotis internanın ya da sol medial serebral arterin
trombotik veya embolik tıkanmalarıdır. Bunun ardından sol medial serebral arter sulama
alanlarındaki kanamalar gelir. Geçici iskemik ataklar, hatta migren bile, geçici konuşma
bozuklukları yapabilir. Görüldüğü gibi, afazilerin en önde gelen nedenlerini serebrovasküler
olaylar oluşturmaktadır. Bunda ön planda medial serebral arter gelmekle beraber, bazı
subkortikal afazilerde vertebrobaziler sistemden gelen dallara ait olaylar rol alır; biraz aşağıda
göreceğimiz "transkortikal afaziler"de de, anterior, medial ve posterior serebral arterlerin
suladığı alanların sınır bölgelerindeki (border zone) infarktlar bu tür afazilerin nedeni olarak
karşımıza çıkar.
Serebrovasküler nedenlerden sonra, intrakranyal tümörleri, kafa travmalarını, bazı dejeneratif
hastalıkları, sol hemisferi etkileyen infeksiyonları da afazi nedenleri arasında görebiliriz.
Sınıflandırma
Klasik afazi sendromları, kortikal yerleşimli perisilviyen dil aparatının farklı yerlerinin
tutulmasıyla ortaya çıkan bulgular topluluğu göz önünde tutularak birbirinden ayrılmış ve tarif
edilmiştir. Fakat, beyin görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler, bu klasik afazi sendromlarının
dışında, sol hemisferin subkortikal yapılarının lezyonları ile ortaya çıkan afazilerin de
tanınmasını sağlamıştır. Bunları da, aşağıda subkortikal afaziler başlığı altında toplayacağım.
Bunun öncesinde de, kortikal dil alanlarının ve bunların bağlantılarının etkilenmesi ile ortaya
çıkan klasik afazi sendromlarını göreceğiz.
Anlama ve kendini ifade etmenin bozuluşuna göre çeşitli afazi tipleri vardır; fakat bütün dünyada
kabul edilen tek bir afazi sınıflandırması yoktur. Ben burada, Norman Geschwind'in Wernicke'nin
Dil modeline dayanan afazi sınıflamasını vereceğim. Bu model, bugünkü afazi anlayışının
temelini oluşturur. Hangi santral merkezlerdeki lezyonların ve hangi bağlantıların kesintiye
uğramasının hangi tipte afaziye neden olabileceğini daha iyi kavramak için, afazinin
sınıflanmasına geçmeden önce, konuşma becerisinin nasıl kazanıldığına, konuşmanın hangi
yönlerinde hangi anatomik yapıların rol aldığına, yani konuşmanın nörofizyolojik temellerine
kısaca bir göz atalım.
Bilindiği gibi, duyuların kortekste bilince çıktığı primer duyu alanları ve bunların bitişiğinde bu
duyu modalitesinde gelen bilgiyi işleyen o duyuya özgü tek modaliteli duyusal asosiyasyon
alanları vardır. Örnek olarak, bir elmaya baktığımız zaman bu elmanın görüntüsü primer görsel
alanda, Brodman'ın 17. alanında bilince çıkar, ama gördüğümüz şeyin bir elma olduğunu burada
tanımayız. Bu tanıma, bitişik görsel asosiyasyon korteksinde 18. ve 19. alanlarda gerçekleşir.
Bütün duyular için benzer şekilde, bu duyunun bilince çıktığı primer duyu alanları ve buraya
yansıyan şeyin ne olduğunun bilinip tanındığı, o duyu modalitesine özgü asosiyasyon alanları
vardır. Gene örnek olarak, bir elmanın ısırılması sırasında çıkan ses, elmayı ellediğimiz zaman
parmaklarımızdan gelen duyu, sırasıyla temporal lob ve parietal lob kortekslerindeki işitmenin
ve dokunmanın primer duyusal alanlarında bilince çıkar; ama bu sesin ısırılan bir elmanın sesi
olduğunu, dokunduğumuz şeyin bir elma olduğunu anlayıp tanımamız, primer alanlara
bitişik sırasıyla temporal ve pariyetal tek modaliteli asosiyasyon alanlarına bu enformasyonun
ulaşması ve buralarda işlenmesi sonucunda olur. Bilindiği gibi, duyuların tek duyu modalitesinde
işlendiği bu asosiyasyon alanlarının arasında, sağ ve sol hemisferlerde, her bir duyu
modalitesinde asosiyasyon kortekslerinde işlenen duyuları alan ve bunları daha üst düzeyde
işleyip entegre eden çok modaliteli asosiyasyon alanları vardır. Başlıca angülar girusu ve
supramarjinal girusu içeren bu çok modaliteli asosiyasyon alanları, hem sağ hem de sol
hemisferlerde, işitsel, görsel ve soma tik tek modaliteli asosiyasyon kortekslerinden
gelen işlenmiş duyuları entegre ederler. Fakat buraya kadar sol ve sağ hemisferlerde benzer
şekilde gelişen bu süreçlere, sol hemisferde bir başka süreç daha eklenir. Çocuğun kendi ana
dilini öğrenme süreci içinde, sol angular girus ve sol supramarjinal girus, tek modaliteli
asosiyasyon alanlarından gelen enformasyonu yüksek düzeyde işledikten sonra bunu o dildeki
kelimesel eşdeğerine çevirerek, sol temporal lobda superior temporal girusun arka bölgesine,
Brodman'ın 22. alanına gönderir. Yukardaki örneğimizi sürdürürsek, çocuk konuşmayı öğrenirken,
elmanın görüntüsü, elmaya dokunurken aldığı duyu, vb, konuşma için dominan olan sol
hemisferin çok modaliteli asosiyasyon korteksinde entegre edilerek "elma" sözcüğü
halinde, "elma" sözcüğünün anlamsal engrami halinde, sol 22. alana (Wernicke alanına)
gönderilip burada depolanır. Bundan sonra çocuğun elmayı görmesi, elma ısırılırken çıkan sesi
ya da "elma" denildiğinde bu sözü işitmesi, elmanın kokusu, tadı, elmaya dokunması, bunların
her biri 22. alandaki bu engramı uyaracaktır. Böylece, sol hemisferin 22. alanında yani
Wernicke alanında dilin anlamaya ilişkin boyutu yavaş yavaş gelişecektir; bu şekilde çocuk için
konuşma anlam kazanmaya başlar. Şu halde, dil aparatının 1. önemli bölgesi, dominan
hemisfer superior temporal girusunun arka kısmında, kelimelerin anlam engramlarının
depolandığı Wernicke alanıdır. Burası, şu fonksiyonları üstlenir: a) anlama, b) işitme ve görme
mesajının semantik anlamını çıkarma, c) ifade edilecek yani söylenecek ya da yazılacak mesajın
sembolik formülasyonunu yapma, d) isimlendirme.
Dil aparatının bir 2. önemli bölgesi de, dominan hemisfer frontal lobunun arka alt kısmında,
frontal operkulum'da yer alan Broca alanıdır. Konuşmanın motor gerçekleştirilmesinden
sorumlu olan bu bölgede de, kelimeyi telaffuz etmek için motor engramlar ve dilin gramer
yapısı depolanmıştır. Örnek olarak, çocuk "elma" demeyi öğrenirken, bu sesi
çıkarmakta kullandığı motor patern, bu kelimenin motor engramı olarak burada depolanır.
Konuşacağımız zaman, buradaki engramlar uyarılır ve konuşmanın gerçekleştirilmesi için motor
kortekse iletilir. Broca alanı, anadilin gramer yapısı için de kritik bir bölgedir. Çocuk anadilini
öğrenirken o dile özgü gramer kurallarına aracılık eden nöral ağ sisteminin birincil önemdeki
bölgesi Broca alanıdır.
Dil aparatının 3. önemli yapısı da, arkada Wernicke bölgesinden kalkıp, parietal lobun alt
yüzünden öne doğru ilerleyip Broca bölgesinde sonlanan kalın lif demeti, Arkuat fasikülüs'tür.
Wernicke-Geschwind modeline göre, Wernicke bölgesinde gerçekleştirilen dilin sembolik
formülasyonu, Arkuat fasikülüs aracılığı ile öne, Broca alanına iletilir, burada dilin gramer yapısı
ve motor ses paternlerini uyarır, böylece oluşan kelime ya da cümle, artiküle edilmek üzere, motor
kortekste yüz kaslarıyla ilgili bölgeye gönderilir.
Bu model, farklı anatomik kortikal lokuslara ve bunların disfonksiyonlarına ilişkin, farklı afazi
sendromları ayırdeder. Burada önce, Norman Geschwind'in, yukarıda özet olarak vermeye
çalıştığım Wernicke'nin Dil modeline dayanan afazi sınıflamasından söz edeceğim. Bu
sınıflamaya giren afazi sendromları, anlaşıldığı gibi, klasik afazi sendromlarıdır, perisilviyen
kortikal dil aparatının farklı yerlerinin lezyonlarına veya diskoneksiyonlarına dayandırılır. Daha
sonra da subkortikal afazilerden söz edeceğiz.
Broca* Afazisi (Motor Afazi): Wernicke-Geschwind Dil modeline göre, Broca bölgesindeki bir
lezyon, bu bölgenin motor korteksle ilişkisini kestiği için, böyle bir diskoneksiyonun sonucu olarak,
ses çıkarmaya ait motor paternler ve gramer yapıları motor kortekse iletilemez ve konuşma bu
yüzden bozulur. Gerçekten de bu afazi türünde, konuşulanı anlamak bir ölçüde sağlam kaldığı
halde hasta kendini ifade etmekte, cümle kurmakta, kelimeleri telaffuz etmekte, hatta ses
çıkarmakta ve konuşmada kullanılan kaslara hakim olmakta derece derece güçlükler çeker. En
ağır şeklinde, hasta istemli olarak ağzından hiçbir ses çıkaramaz; bazı sesleri hatta kelimeleri
otomatik olarak yeri geldiğinde söyleyebilse de, istemli olarak bunları çıkaramayabilir. En hafif
şeklinde, hasta gramer yapısı çok bozuk kırık dökük cümleler ya da tek tek kelimelerle, güçlükle
de olsa kendini ifade edebilir; ama bu "akıcı olmayan" (non-fluent) bir konuşmadır, dakikada
söyleyebildiği kelime sayısı çok düşüktür ve kelimeyi ağzından çıkarmakta hasta çok güçlük
çekmektedir. Bu şekilde konuşabilen Broca afazikleri, genellikle kelime içindeki seslere yer
değiştirtirler: "çiçek" yerine "çeçik", "zürafa" yerine "züfera" demek gibi; bu bozulmaya "literal
parafazi" denir. Hastanın grameri de nerdeyse yok olduğu için, konuşmasına “telgraf tipi
konuşma” denir (telgrafta kelime başına para verildiği için,cümlenin bütünlüğünü sağlayacak
bağlaçlar, ara kelimeler, gramatik dolgu kelimeleri kullanılmazdı). Grameri bozuk ve telgraf
usulü konuşmaya örnek olarak, bir hastamın eşinin Trabzon’un Of ilçesine çay toplamaya
gittiğini bana anlatmak için söylediği cümleyi verebilirim. Hasta şöyle dedi
:”Of!.....Çay!.....Topla.”
Broca afazikleri, bazen tek bir kelime söyleyebilirler; o zaman her istediklerini anlatmakta hep bu
kelimeye başvururlar. Örnek olarak, yalnızca "yani" kelimesini söyleyebilen hasta, "Sen nasılsın?"
diye sormak için de "Yani, yani", "Bana su ver" demek için de "Yani, yani, yani" diye sürekli aynı
kelimeyi tekrarlar.
İsimlendirme, yani gördüğü cismin adını söyleme becerisi, Broca afazisinde (hastanın çok az da
olsa konuşabilen bir afazik olması koşuluyla) nisbeten korunmuştur. Yani hasta, ön planda,
gördüğü cismin adını bulmada değil, bu adı telaffuz etmede güçlük çeker.
Broca afazisinde, Tekrarlama becerisi de bozuktur, ama bu bozulma da gene başlıca hastanın
telaffuz güçlüğünden kaynaklanmaktadır.
Hastanın yazması, okuduğunu anlamasına kıyasla daha ileri derecede bozulmuştur. Hasta
gerçek anlamda okuyamayabilir; ama en azından önüne konulan 3 resim ve 3 yazılı kelimeyi
birbiriyle doğru eşleyebileceği kadar okuma korunmuştur. Buna karşılık yazması çok daha ileri
düzeyde bozulmuştur,hasta kendi adını bile yazamayabilir.
* Pierre Paul BROCA (1824-1880): Fransız hekimi, uzun yıllar patoloji ve antropoloji ile uğraştı. 1861 yılında
Paris’te Societe' d'Antropologie'de yaptığı bir bildiride sol frontal lobun arkaalt bölümünün hastalığında konuşmanın
motor yönünün bozulduğunu ortaya koydu. Bu bölgeye daha sonra Broca merkezi adı verilmiştir. Böylece beyin
kabuğunun belirli bölgelerinde belirli fonksiyonların yerleştiği fikri büyük destek kazanmış oluyordu. Aslında Broca
başlangıçta serebral lokalizasyon fikrinin karşısında idi. Motor afazisi olan bir hastayı Bouillaud (akut mafsal
romatizmasına ismini veren Fransız hekimi) ile izlerken Bouillaud'nun hastalığı frontal loba yerleştirme eğilimine karşı
çıkıyor ve tartışma uzadıkça uzuyordu. Konuşması sadece "tan" hecesinin tekrarından ibaret olan bu hastaya "Mösyö
Tan" adını vermişlerdi. Sonunda Mösyö Tan öldü ve nekropsi bulguları Bouillaud'yu haklı çıkardı. Broca da bundan
sonra serebral lokalizasyon kavramının önde gelen savunucularından biri oldu.
Wernicke** Afazisi (Sensori Afazi): Wernicke afazisinin en önde gelen özelliği, hastanın
anlamasının ileri derecede bozuk oluşudur. Wernicke alanında bir lezyon olduğu zaman, görme
ve işitme kortekslerine gelen imaj ve kelimeler bu bölgeyi uyaramaz, dolayısıyla da dil sistemini
harekete geçiremez; hasta bu bilgiyi dil bağlamında işleyemez, onun için de duyduğu
konuşmayı anlayamaz, gördüğü yazıyı okuyamaz. Wernicke afaziklerinde okuma, hastanın
yazmasına kıyasla daha ağır olarak zedelenmiştir.
Hastanın isimlendirme becerisi de, tekrarlama becerisi de bozuktur. Hasta gördüğü cismin doğru
ismini bulup çıkaramaz, kelime bulma güçlüğü çeker. Tekrarlama bozukluğunun nedeni de,
hastanın anlama güçlüğüdür; hasta işittiği kelimenin anlamına da ulaşamadığı, bunun sessel
çözümlemesini de yapamadığı için tekrarlayamaz.
Wernicke alanı, ses paternlerine dönüştürülecek bütün anlamlı asosiyasyonların geçtiği kavşak
olduğu için, burası zedelenince hastanın hem geçmiş hem de şimdiki oditif anlamalara dayanan
performansı bozulur. Dolayısıyla hasta kendi söyleyeceği sözleri de doğru olarak işleyemez, bu
nedenle de yaptığı konuşma absürd, saçma sapan bir şekilde ağzından dökülür. Hastanın
konuşması "akıcı" (fluent) bir konuşmadır; dakikada söylediği kelime sayısı normal hatta
normalden fazladır, telaffuzu, hecelerin eklemlenmesi akıcıdır. Bir cümle içinde normalden de
çok sayıda kelime kullanır. Bu konuşma biraz uzaktan dinlendiğinde normal bir konuşma gibi
kulağa gelir. Ancak hastanın yanına gidildiği zaman, bunun anlamdan yoksun bir konuşma
olduğu anlaşılır. Hasta, bir kelime yerine hiç ilgisiz başka bir kelime söyler; buna "verbal parafazi"
denir (Örnek olarak hasta "Buraya gel" demek isteyerek "Ambara koy" diyebilir). Hastalar bazan
da "neolojistik parafazi" ya da "jargon" tarzında konuşurlar (anlamlı bir kelime
oluşturmayan sesleri yanyana dizmek gibi).
Bunlara örnekler vereyim. Önce verbal parafazilerle konuşmaya çalışan bir hastaya ait konuşma
örnekleri vereceğim. Kendisine, "Adınız nedir?" diye sordum, "Anlıyorum, güzel şeyler, ama
alamıyorum. Kabul ediyorum ama alamıyorum" cevabını verdi; "Nasılsınız?" diye sordum, "Bir
türlü alamıyorum, bunları beklemiş şey olduğum" cevabını verdi. Kendisine bir anahtar gösterip
bunun ne olduğunu sordum; anahtarı tanıdı, eliyle kilitte döndürme ve kapıyı açma hareketi yaptı,
fakat "anahtar" demek yerine "Bu, aldattığımız şey, kadınlar bunları bekliyor" dedi. Aynı
hastaya, standart bir resimli kart gösterip (bu kartta bir anne bulaşık yıkar, musluktan sular yere
taşmaktadır; kadının arkasında bir kız, bir oğlan çocuk, kavanozdan kurabiye aşırırlar, oğlanın
çıktığı tabure devrilmektedir) bu kartta gördüklerini anlatmasını istediğimde, hastanın cevabı şu
oldu: "Kız var, burda bir kadın olarak; yani bir kız bunları şeyetmedi, erkekten bunlar".
Şimdi de neolojistik parafazilerle konuşan iki hastadan örnekler vereyim. Aynı resimli kartı
anlatmak için bu hastalardan biri şunları söyledi; "Bu iki kabuk içi. Bu felg için. Bu gıbıldan. Öte
yandan ise buradan sılış vaziyeti, ensesine cıbula." Bu hastaya bir kalem gösterip adını
sorduğumda "Hambe", masayı gösterdiğimde "Faze" cevabını verdi. Gene aynı resimli kart için
ikinci hasta da şöyle dedi: "Sandıl, camadan çigen, ağaçlar. Kadın elbise sıkılıyor. Elbiseyi
sibliyor."
Wernicke afazili hastaların konuşmalarında perseverasyonlar da gözlenir. Hasta bazen söylediği
bir kelimeye persevere olur, takılır kalır, başka bir şey söylemek istediği zaman da ağzından aynı
kelime ya da aynı kökten türemiş bir kelime çıkıverir. Şimdi de böyle bir hasta örneği vereceğim.
Bu hasta, yukardaki resimli kartı şöyle anlattı: "Bu evde çocuğun yeri girildi. Bu çocuğun bu
kareli uçağı, içine girdi. Kadın, açılan küçük yerin aldılar, düşerken çocuk ile girdiler. Çocuğun
havere yere düşürüldü. Düşürülen havale keler düşürüldü. Uçlu ile düşürüldü. Kızın için
yeri düşürüldü. Tenkere". Bunun hemen ardından hastanın isimlendirme muayenesine geçtim.
Hastaya bir kalem gösterip adını sorduğumda "Uçak" dedi; ardından bir saat gösterip sordum,
"Uç numası" dedi; sandalyeyi gösterdiğimde "Uçulan, uçurcu", koltuğu gösterdiğimde de "Uç
kafe, veya uçmuş" dedi.
**Carl WERNICKE (1848-1904): Yukarı Silezyada doğdu. Berlinde bir süre nörolog olarak çalıştıktan sonra
Breslau Psikiyatri Kliniğinin başına getirildi. Nöroanatomi alanındaki çalışmalarından başka kendi adıyla anılan
Polioencephalitis Haemorrhagica Superior'u tarif etmiştir. Fakat Wernicke'yi tanıtan eserlerinin başında yirmi altı
yaşında yayınladığı afazi konusundaki kitap gelir. Burada sensoryel afaziyi tanımlamış ve üst temporal girusun arka
bölümününün lezyonlarında görüldüğünü ispatlamıştır. Bu bölgeye sonradan Wernicke alanı adı verilmiştir.
1904 yılında bir bisiklet kazası sonunda ölmüştür.
İletim Afazisi (Kondüksiyon Afazisi): Bu afazi tipinde lezyon, Wernicke bölgesini Broca
bölgesine bağlayan arkuat fasikülüstedir; fakat lezyonun kritik bir kortikal bölgeye, supramarjinal
girusa ya da angular girusa da uzanması gerekir. Bu hastaların anlaması normaldir. Wernicke
bölgesi sağlam olduğu için, vizüel ve oditif mesajların dil açısından anlam analizi doğru olarak
yapılabilir. Dolayısıyla hasta, gerek kulaktan duyduğu konuşmayı, gerekse okuduğu yazıyı
anlayabilir. Broca bölgesi de sağlam olduğu için hasta söylemek istediği şeyi ifade edebilir; yalnız
hasta konuşurken çok sayıda literal parafaziler (kelime içinde seslerin yer değişimi) ortaya çıkabilir
(bu yüzden bazan bu hastalar yanlış olarak Broca afazisi zannedilebilir). Wernicke bölgesi sağlam,
dolayısıyla hastanın anlaması iyi olduğu halde, arkuat fasikülüsteki lezyon nedeniyle bu mesaj
Broca bölgesine iletilemez, onun için de hasta duyduğu ve anladığı sözü tekrar edemez. Hastanın
spontan olarak söyleyebildiği herhangi bir şeyi, tekrarlaması isteği ile kendisine verdiğinizde, bunu
tekrar edemediğini görürsünüz. Aynı şekilde bu hastalar herhangi bir yazıyı içlerinden
okuduklarında rahatça anladıkları halde, aynı yazıyı yüksek sesle okumaları istendiğinde bunu
yapamazlar; çünkü görsel mesaj sol angüler girusta okunup anlaşıldığı ve Wernicke alanına
aktarıldığı halde, bu mesaj arkuat fasikülüsteki lezyon dolayısı ile Broca alanına iletilemediği için,
yüksek sesle söylenmesi mümkün olmaz.
Özetle, en ön planda gelen bulgusu duyduğunu tekrar edememek, okuduğunu yüksek sesle
okuyamamak olan iletim afazisi, arka dil bölgelerinin tutulmasıyla ortaya çıkan diğer afaziler gibi
akıcı bir afazidir. Onlardan farkı, hastaların literal parafazilerle konuşmasıdır. İsimlendirme
muayenesi yapılırken hastanın güçlük çekmeden doğru kelimeyi bulduğu, fakat bunu, ağzından
ardarda çıkan literal parafazik yaklaşımlarla söylemeye çalıştığı görülür. Bu yüzden, deneyimli
olmayan biri, iletim afazili hastayı akıcı olmayan bir afazi ile karıştırabilir. Ama akıcı olmayan
afaziden farklı olarak bu hastalar kelimeyi ağızdan çıkarmanın motor gerçekleştirilmesinde güçlük
çekmezler, hecelerin birbirine eklemlenmesi normal hızda gerçekleşir.
İletim afazisi de,diğer afazi sendromlarında olduğu gibi,en ağırdan en hafife doğru bir yelpaze
içinde uzanır. En ağır iletim afazisinde,hasta hiçbir nesnel isim kelimesini söyleyemiyor
olabilir,buna karşılık durumunu anlatmak için (isim kelimeler dışında) gayet akıcı bir telaffuzla
“Yapamıyorum”,veya “Olmuyor ki”, veya “Biliyorum,ama…” vb diyebilir. En hafif durumda da
iletim afaziği gayet düzgün cümlelerle,nesnel isim kelimesi dışında kalan kelimeleri, gramatik
dolgu kelimelerini, fiilleri akıcı bir şekilde söyleyip,yalnızca isim kelimelerde literal parafazik
takılmalar yaparak konuşabilir. Örnek olarak, bir zürafa resmi gösterdiğiniz ve ne olduğunu
söylemesini istediğiniz,hafif düzeyde iletim afazili hasta şöyle konuşabilir : “Biliyorum, şimdi
söyleyeceğim. Züf, züf, yok değil ,zür,zür,züri,yok canım,bir dakika,söyleyeceğim, züf, züfir,züfire,
yok, ay niye söyleyemiyorum, oysa biliyorum,bir dakika, züfera, yok olur mu ,ne diyorum ben!”
Broca ve iletim afazilerinin literal parafazik konuşmaları arasında şu iki farkı gözleyebiliriz : bir
kere Broca afazililer her türlü kelimede literal parafazi yapabilirken, iletim afazililer bunu yalnız
isim kelimelerde yaparlar; ikincisi de Broca afazisi literal parafazisini yapar, “züfera” der ve bırakır,
oysa iletim afazili hasta ille kelimeyi doğru söylemek için literal parafazik yaklaşımlarını sürdürüp
durur ve nasıl olup da söyleyemediği konusunda şaşkınlık gösterir. Ayrıca Broca afazisi her
söylediği kelime için “akıcı olmayan” telaffuz biçimini gösterirken, iletim afazileri, literal parafazi
yaptıkları kelime dışında söylediklerini gayet akıcı söylerler.
İletim afazisinde bazan hasta bir türlü söyleyemediği kelimeyi yazar,size gösterir,ama gene
söyleyemez.
Subkortikal Afaziler
Yukarıda belirttiğim gibi, görüntüleme tekniklerinin gelişmesiyle, konuşma için dominan olan
hemisferin subkortikal yapılarının lezyonları ile ortaya çıkan afaziler de tanınmaya başlanmıştır.
Dil ile ilgili başlıca subkortikal yapılar sol talamus ve sol bazal ganglionlardır. Daha spesifik
olarak, sol talamus anterolateral çekirdekleri ile sol kapsula interna ön bacağı ve sol kaudat
nükleus başıdır. Buraların lezyonlarında ya da inen ve çıkan yolları diskoneksiyona uğratan
subkortikal ak madde lezyonlarında afaziler ortaya çıkar.
Subkortikal afazilerin özelliklerine zaman ve sayfa sorunu nedeniyle girmeyeceğim. Fakat tek
bir cümle ile, subkortikal afazilerin klasik afazi sendromlarına uymadığı, aynı sendromun içinde
birlikte bulunamayacak olan bulguların, subkortikal bir afazide birlikte görülebileceği, bu açıdan
subkortikal afazilerin "atipik afaziler" olduğu söylenebilir. (Bir örnekle anlatırsak, örneğin hasta
tıpkı Wernicke afazisi gibi bol parafazilerle, anlaşılmaz şekilde konuşuyor olabilir; buna karşılık
Wernicke afazisinde olmayacak şekilde anlaması korunmuş olabilir.)
Tam bir afazi muayenesi yapmak için, Dil ile ilişkili şu becerilere bakmak gerekir: Konuşma,
Anlama, Tekrarlama, Adlandırma, Parmak tanıma, Sağ-Sol ayırdetme, Renk tanıma, Okuma,
Yazma, Rakam tanıma ve Rakam yazma (Bakınız: Afazi Muayenesi)
ALEKSİ VE AGRAFİ
Bilinci açık ve okur yazar bir kişinin bildiği bir dildeki yazıyı okuyamamasına aleksi adı verilir.
Aleksi tek başına görülebileceği gibi yazı yazamama hali olan agrafi ile de birlikte olabilir.
AGNOZİ
Kişinin duyusal bir bozukluk olmadan, o duyu aracılığıyla öğrendiği birşeyi tanıyamamasına
verilen addır. Örneğin elinde hiçbir duyu kusuru olmayan bir kişi gözleri kapalı iken avucuna
konan bir kalemi yoklayarak tanıyamazsa bu bir agnozidir. Buna astereognozi denildiği kortikal
duyu muayenesi anlatılırken söylenmişti (Bakınız: Nörolojik Muayene).
İşitme ve görme duyusuyla ilgili agnoziler klinikte çok seyrek görülür. Kişi zil sesi, otomobil kornası
gibi alıştığı sesleri tanımıyorsa işitme agnozisinden söz edilir.
Görme agnozisi olan hasta gördüğü objeyi, renkleri veya önceden bildiği kişilerin yüzlerini
tanıyamaz.
Bunlara sırasıyla vizüel obje agnozisi, renk agnozisi ve prosopagnozi adı verilir. Bilateral
oksipitotemporal lob hastalıklarında görülur.
APRAKSİ
Bilinci yerinde, anlaması normal bir kişinin motor, duyusal ve koordinasyon kusuru olmaksızın
bildiği amaçlı bir hareketi yapamamasına apraksi denir. Amaçlı hareket, dominan hemisferin
arka yarısı ve özellikle supramarginal girusta tasarlanır. Buradan kalkan lifler sol motor
kortekse, presantral girusa varır ve sağ ekstremitelerin praksisini sağlar. Sol presantral girustan
hareket eden lifler de corpus callosum yoluyla sağ presantral girusa gider. Bu bölge de sol elin
praksisinden sorumludur.
Ideomotor apraksi: Asker selamı vermesi veya burnunu silmesi istendiğinde hasta bu
hareketleri yapamaz. Oysa aynı hareketleri otomatik olarak yapabilir.
İideasyonal apraksi: Hastadan paketinden bir sigara çıkanp çaktığı bir kibritle yakması
istendiğinde bu hareketleri parça parça doğru olarak yerine getirebilir, fakat sıralarında
yanlışlıklar yapar.
Konstrüksiyonel apraksi: Hasta bir çiçek resmi çizemez, basit bir Türkiye haritası yapıp bellibaşlı
şehirleri yaklaşık olarak yerlerine yerleştiremez, tahta oyuncak bloklarını yanyana getirip istenen
şekli yapamaz.
Giyinme apraksisi: Hasta ceketini veya pantalonunu giymeyi başaramaz, elinde beceriksizce
evirir çevirir.
Apraksisi olan bir hastanın analiz ve değerlendirilmesi güç bir iştir. Bunun nedenlerinden biri de
hastalarda apraksiyle birlikte konuşma kusuru ve/veya diğer yüksek kortikal fonksiyon
bozukluklarının da bulunabilmesidir. Praksi kusurlarının anatomik lokalizasyonu da oldukça
tartışmalı bir konudur. Russell Brain'e göre sol supramarjinal girus hastalığında apraksi iki
taraflıdır. Bu bölgeyle sol presantral girus arasındaki lezyonlarda apraksi sağda görülür.
Corpus callosum'un ön bölümü ve sağ frontal lobun subkortikal lezyonlarında ise sol
ekstremitelerin praksisi bozulur. Giyinme apraksisi genellikle sağ pariyetal lob hastalığına
bağlıdır. Konstrüksiyonel apraksi her iki pariyetal lob hastalığında da ortaya çıkabilir.
Apraksilerin beynin lokalize lezyonlarında olduğu gibi yaygın iltihabi ve dejeneratif
hastalıklarında da görülebileceği bilinmektedir. Paralizi jenerali ve Alzheimer hastalığını bu arada
sayabiliriz (Bakınız: Sinir Sistemi Semiyolojisi, Demans).
SİNİR SİSTEMİNİN KISA ANATOMİSİ
Sinir sisteminin merkezi ve periferik olmak üzere iki bölümü vardır. Merkezi sinir sistemi
de beyin ve medulla spinalisten oluşur. Embriyolojik dönemde
nöral tübün kaudal parçasından medulla spinalis, rostral parçasından ise önden arkaya
doğru prosencephalon (ön beyin), mesencephalon (orta beyin)
ve rhombencephalon (arka beyin) gelişir. Ön beynin bölünmesi ile serebral hemisferler
ve diensefalon yapıları ortaya çıkar. Arka beyinden pons, bulbus (medulla oblongata)
ve serebellum gelişir. Merkezi sinir sisteminin mezensefalon, pons ve bulbustan oluşan
parçasına beyinsapı adı verilir.
Merkezi sinir sistemi ile onu çevreleyen zarlar kemik ile örtülüdür. Beyin, yassı
kemiklerden oluşan kafatası boşluğunda, medulla spinalis ise vertebral kanalda
yerleşmiştir. Merkezi sinir sistemini çevreleyen üç zar (meninks) vardır. Bu zarlar, dıştan
içe doğru giderek incelir ve sırayla dura mater, araknoid (arachnoidea)
ve pia mater adlarını alır.
Pia mater ile araknoid arasında, içinde beyin-omurilik sıvısının (liquor cerebrospinalis)
dolaştığı boşluğa subaraknoid aralık (SAA) adı verilir. Kalın ve esnemeyen bir zar olan
dura materin kafa boşluğuna doğru iki uzantısı vardır.
Bunlardan tentorium cerebelli kafa boşluğunu üst ve alt olmak üzere ikiye
böler. Supratentoryal bölgede serebral hemisferler, arka çukur adı da
verilen infratentoryal bölgede ise beyinsapı ve serebellum yer alır. İki serebral hemisfer
arasındaki dura mater uzantısına falx cerebri adı verilir.
Serebral hemisferlerin dış yüzüne bakıldığında beyin yüzeyinin çok sayıda girinti
(sulcus) ve çıkıntıdan (gyrus) oluştuğu görülür. Serebral hemisferler,
ortasında falx cerebri'nin yer aldığı bir yarık (fissura longitudinalis cerebri) ile
birbirinden ayrılır. Yarığın alt bölümünde iki hemisfer arasındaki bağlantıyı sağlayan
yoğun lif demetlerinden oluşan corpus callosum yer alır. Corpus callosum, iki
hemisfer korteksindeki benzer noktaları bir ayna imajı gibi birbirine bağlar.
Her bir hemisfer dört loba ayrılır. Bu loblar kendilerini örten kemiklerin adını alır. Frontal
lob Rolando (*) yarığının (sulcus centralis) önü ve Sylvius (**) yarığının
(sulcus lateralis) üstünde yer alır. Rolando yarığı ile fissura parieto-
occipitalis arasındaki loba paryetallob adı verilir. Sylvius yarığının altında temporal lob,
temporal ve paryetal lobların arkasında ise oksipital lob yer alır.
Substantia alba’da gri maddedeki nöronların uzantıları yer alır. Sinir sistemi
içinde impuls iletimini sağlayan bu lifler projeksiyon, asosiyasyon ve komisural olmak
üzere üç gruba ayrılır. İki hemisfer korteksindeki benzer bölgeleri birbirine
bağlayan corpus callosumkomisural liflerden oluşur. Asosiyasyon lifleri aynı hemisferin
değişik kortikal alanlarını birbirine bağlar. Projeksiyon lifleri ise inen (motor) ve çıkan
(duyusal) sinir liflerinin yaptığı sisteme verilen addır.
Beyin kesitinde, nöral yapıların derinliğinde ventrikül adı verilen ve epandim hücreleri
ile örtülü boşluklar göze çarpar.
Toplam dört tane ventrikül vardır. Bunlardan iki tanesi hemisferlerin içine sağlı sollu
yerleşmiş olan yan ventriküllerdir. Beyin-omurilik sıvısının (BOS) büyük bölümü
yan ventriküllerdeki koroid pleksuslardan salgılanır. Yan
karıncıklar interventriküler foramenler ile (Foramen Monro) diensefalonun ortasında
yer alan üçüncü ventriküle açılır. Üçüncü ventriküle geçen
BOS aquaductus Sylvii aracılığı ile ponsla serebellum arasındaki dördüncü ventriküle,
buradan da foramen Magendie ve Luschka yoluyla beyin ve m. spinalisi çevreleyen
subaraknoid aralığa geçer (Şekil 2.3 ve.2.4).
Şekil 2.3. Ventrikül sistemi
Beyinsapı serebellumun önünde yer alır ve sinir lifi demetlerinden oluşan üst, orta alt
olmak üzere üç çift serebellar pedünkül aracılığıyla serebelluma
bağlanır. Beyinsapı içinde inen (motor) ve çıkan (duyusal) liflerin yaptığı traktuslar
ile kranyal sinir çekirdekleri bulunur.
Pons, beyinsapının en geniş parçasıdır. Beşinci (N. Trigeminus), VI. (N. Abducens),
VII. (N. Facialis) ve VIII. (N. Stato-Acusticus) kranyal sinir çekirdekleri ponsta yer alır.
Ponsun alt sınırı ile foramen magnum arasında kalan beyinsapı parçasına bulbus adı
verilir. Dokuzuncu (N. Glossopharyngeus), X. (N. Vagus), XI. (N. Accessorius) ve XII.
(N. Hypoglossus) kranyal sinir çekirdekleri de bulbustadır (Şekil 8.1
,8.2). Rolando yarığının önündeki motor korteksten başlayarak m. spinalisin ön
boynuz hücrelerinde sonlanan kortiko-spinal traktus (piramidal yol) bulbusun alt
ucunda çaprazlaşarak decussatio pyramidum'u oluşturur.
Serebellumun ortada vermis ve iki yanda serebellar hemisferler adı verilen üç parçası
vardır. Kesitine bakıldığında, serebral hemisferlerde olduğu gibi, dışta daha koyu renkte
serebellar korteks, altında beyaz madde ve bunun içinde gri madde çekirdeklerinin
bulunduğu görülür.
Gri madde içinde, beyinde olduğu gibi, hücre gövdeleri ve uzantıları yer almıştır. Gri
maddenin öndeki çıkıntılarına ön boynuz, arkadaki çıkıntılarına da arka boynuz adı
verilir. Omuriliğin beyaz maddesi boynuzların yaptığı çıkıntılarla funikulus veya kordon
adı verilen bölümlere ayrılmış gibidir. Arka boynuzlar arasında arka, ön boynuzlar
arasında ön, arka ve ön boynuzların arasında ise yan kordonlar yer alır. Kordonlardaki
inen (motor) ve çıkan (duyusal) traktuslar Felçler ve Duyu Bozuklukları bölümlerinde
ele alınmıştır .
Spinal sinirler mikst sinirlerdir. Duyusal impulsları taşıyan spinal sinir lifleri
arka radiks olarak m. spinalise ulaşır. Omuriliğin ön boynuz hücrelerinden başlayan
motor lifler ise ön kökleri oluştururlar. Ön boynuzdaki bu motor nöronlar kortiko-spinal
yollar (I. motor nöron) aracılığı ile buraya ulaşan motor impulsları çizgili kasa taşırlar.
Motor nöronların yaptığı ve ön boynuzdan iskelet kasına kadar uzanan bu sisteme
periferik motor nöron (II. motor nöron) adı verilir (Bakınız: Felçler ). Periferik sinirler
içinde seyreden ve çevreden gelen impulsları m. spinalise taşıyan duyusal liflerin hücre
gövdeleri ise arka kök üzerinde yer alan spinal gangliyonlardadır (Şekil
2.5) (Bakınız: Duyu Bozuklukları ).
Kalp kası, iç organlar ve damarların düz kasları ve dış ifrazlı salgı bezleri otonom sinir
sisteminin yönetimi altındadır. Otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik
olmak üzere iki parçası vardır. İskelet kasını uyaran spinal sinirler yukarda belirtildiği
gibi, doğrudan kasta bulunan ve terminal plak adını alan motor sonlanma bölgesine
varırlar (Bakınız: Felçler). Oysa otonomik (vejetatif) sinir lifleri için durum farklıdır.
Merkezi sinir sistemindeki vejetatif merkezlerden başlayan otonomik lifler, ilgili organa
varmadan önce merkezi sinir sistemi dışındaki sempatik veya
parasempatik ganglionlarda sonlanır. Bu liflere preganglionik lifler
denir. Ganglionlardaki nöronların uzantısı olan ve postganglionik adı verilen sinir telleri
ise kalp kası, düz kas ve salgı bezlerinde çıplak sinir uçları halinde son bulur. Merkezi
sinir sisteminde otonom sinir sistemini düzenleyen önemli yapılardan
biri diensefalonda yer alan hipotalamustur. Beyinsapı ve m. spinaliste de
bazı nörovejetatif merkezler bulunmaktadır. Otonom sinir lifleri, II. motor nöron
aksonları gibi, kranyalve spinal sinirler içinde seyrederek perifere giderler.
Parasempatik lifler taşıyan kranyal sinirler ilgili bölümde ele alınacaktır
(Bakınız: Kranyal Sinirler).
ÇOCUKTA NÖROLOJİK GELİŞİM VE MUAYENEYE GENEL BAKIŞ
Zuhal Yapıcı
GİRİŞ
Nörolojik gelişim intrauterin (İU) dönemde başlar ve yıllar sürer. Bu nedenle bir
nörolog için nörolojik muayene yapmanın yaş sınırlaması yoktur. Yenidoğan (YD) ve
çocuğun nörolojik muayenesi erişkine göre bazı farklılıkları içermektedir. Bu farklılık
temel olarak çocukta büyüme ve gelişmenin hala sürüyor olmasından ileri
gelmektedir. Burada muayenenin ayrıntılarına geçmeden önce büyüme ve gelişme ile
ilgili bazı temel bilgiler hatırlatılacaktır.
BÜYÜME VE GELİŞME
Çocukları erişkinden ayıran en önemli özellik büyüme ve gelişme süreci içinde
olmalarıdır. Büyüme vücut boyutlarının artması, gelişme ise biyolojik fonksiyonların
değişimini ve matürasyonunu ifade eder. Çeşitli çağlarda hızlanma ve yavaşlama
göstermekle birlikte sürekli bir olaydır ve belli bir sırayı izler. Merkezi sinir sisteminin
büyüme ve gelişme temposunun en fazla hız kazandığı zamanlar fetus dönemi ve
doğumdan sonraki ilk aylardır.
Refleks aktiviteler İU 5. haftada gelişmeye başlar ve ilk olarak dudağa hafif vurma ile
boyun ve vücudun üst kısmında fleksiyon cevabı alınır. Yakalama refleksi ise en erken
4. ayda gelişmeye başlar. Derin tendon reflekleri (DTR) fertilizasyonun 4-5. ayları içinde
diz ve ayak bileklerinde alınmaya başlamaktadır. Prematürelerde postnatal birinci yaş
sonuna kadar yapılan EEG çalışmalarında konsepsiyon yaşının saptanabileceği
doğrulanmıştır.
(Gebelik (Geçirilen hastalıklar, düşük tehdidi, radyasyon, ilaç kullanımı, toksemi, gibi)
(Doğum (Sağlık kuruluşunda ya da evde doğum, miadında/prematür/postmatür,
normal yolla/seksio ile doğum, doğumda zorlanma, forseps yada vakum kullanımı,
kordon dolanması, mekonyum aspirasyonu, baş/makat/ayak/yan geliş, hemen ağlama,
siyanoze doğma, doğum ağırlığı/baş çevresi/boyu, sarılık varlığı, Rh uyumsuzluğu,
konvülziyon geçirme) ayrıntılı olarak sorgulanır. Apgar skoru biliniyorsa değerlidir.
Apgarın dezavantajı değerlendiren kişiye göre değişebilmesidir. Aspirasyona bağlı
larengeal inhibisyon, hipoksik durumlar, maternal ilaç kullanımı ve anestezi gibi
durumlarda skor düşer. Bir çalışma 5.dakikada 6 veya altındaki apgar skorunun %5-17
oranında nörolojik probleme yol açabileceğini işaret etmiştir. 2500 gr altında doğum
veya skorun 3’ün altında 15 dk. üzerinde devam etmesi CP riskini arttırır. Vakum
kullanımında sefal hematom, forseps doğumlarında kafa kemiklerinin üst üste binmesi
durumu, boyun-baş yaralanmaları, makat gelişlerinde pleksopatiler ve klavikula kırıkları
olabileceği akılda tutulmalıdır. Zor ve prematüre doğumlarda daha sık olmak üzere İU
ve doğuma ait pek çok faktöre bağlı CP’lere rastlandığı bilinmektedir.
(Motor ve mental gelişim basamakları ayrıntılı olarak sorgulanır. Başını tutması (0-3
ay), desteksiz oturması (5-7ay), sıralaması ve yürümesinin (~12 ay) hangi aylarda
olduğu, bilinçli olarak gülümseme (3ay), cisimleri uzanarak tutabilme (5-7 ay),
heceleme (9-10 ay), tek tek kelime söyleme (12-14 ay), basit cümleleri kurmaya
başlama (~20ay), hareketli kişileri izleme (6-7 ay), ilk iki parmağı ile cisimleri tutabilme
(10 ay), sfinkter kontrolünü geliştirme (2-3 yıl), gibi zamanları kaydedilir.
(Çocuğun yaşına göre davranış özellikleri, yakın çevre, yuva, okul, arkadaşları ile
iletişim kurma sorunları, ders başarısı öğrenilir.
Aile öyküsü akraba evlilikleri, düşük, ölü doğum ve çocuk ölümleri, diğer kardeşlerin
yaş, cins ve hastalıkları, ayrıca akrabalarda mevcut hastalıklar, gerekirse anne ve baba
ile ayrı ayrı konuşularak öğrenilmesi gereken bilgilerdir. Unutulmamalıdır ki
nörodejeneratif hastalıkların çoğu otozomal resesif geçişlidir. Diğer yandan bazı
epileptik nöbetler ve migren gibi hastalıklarda dominant kalıtım söz konusu olabilmekte
ve birinci derece yakınlarından benzer öykü alınabilmektedir.
Anamnez alındıktan sonra önce sistemik sonra da nörolojik muayene yapılır. Muayene
sistematiği çocuğun davranışlarına göre düzenlenerek hoşlanmayacağı türde olanlar
sona bırakılır. Sistemik muayene yapılırken bir taraftan da derinin
inspeksiyonu nörolojik olarak önem taşıdığından depigmente bölgeler, telanjiektaziler,
fibromlar, sütlü kahverengi lekeler, cilt kuruluğu, travma izleri, vb. varsa lokalizasyonu,
sayısı ve çapı/dağılımı ölçülür. Cilt renginin, saç ve kirpiklerin renk ve kalitesi, vücutta
tuhaf kokuların saptanması nörometabolik hastalıklar açısından çok önemli ipuçları
verirler. Baş çevresi, boy, kilo ölçülerek yaşına göre standart sapması hesaplanır.
Muayene her zaman optimum koşullarda olmayacaktır. Bu şartları sağlamak hekimin
tecrübesi ile de doğru orantılıdır. Hekimlerin bir kısmı haklı olarak beyaz önlük
giyinmemeyi tercih ederler. Tedirgin/ajite bir çocuk ile sağlıklı bir muayene olamaz.
Rahat bir ortamda sadece ilgi çekici bir oyuncak bile çok iyi bir koordinasyon
muayenesini mümkün kılabilir. Böyle bir oyuncak ortamında ayrıca çocuğun el
dominansı, diğer serebellar defisitler, hemiparezi, okülomotor problemler ve hatta
görme alanı defekti bile saptanabilir.
Bazı refleksler erişkin nörolojik muayenesi ile aynı olduğundan burada ağırlıklı olarak
farklı olanlar açıklanmıştır. Bu bölümde arka üstü, yüzükoyun ve ayakta yapılan
muayene alt başlıkları yer almaktadır. Ancak bu hiyerarşik düzene her zaman uyulmaz.
Ayrıntılı olarak bahsedilmekle birlikte günlük pratikte bu aşağıda anlatılanların içinden
seçerek, çocuğun şikâyet ve semptomlarına göre ve doktorun ihtiyaç duyduğu
muayeneler yapılmaktadır. Benzer şekilde refleks gruplarından uyandırılmış durum
reflekslerinin pratik önemi fazladır. UDR’ler çok sayıda olmasına rağmen pratikte
özellikle aşağıda belirtilenlerden ilk üçü sıklıkla kullanılmaktadır.
Dudak refleksi: YD’da dudak mukozasına dokunmadan üst veya alt dudak derisine
vurularak M.orbikularis orisin kasılmasıyla ağzın balık ağzı gibi öne doğru büzülmesidir.
Maseter refleksi: Alt çeneye konan parmak üzerine vurularak alt çenenin kapanma
cevabının elde edilmesidir. Hayatın ilk günlerinde zayıf alınabilir.
Oral arama (Rooting) ve emme (sucking) refleksleri dudakta deri ile mukoza birleşim
yerine ağzın her iki yanından, üst veya alt uçlardan dokunulduğunda bebeğin arama
ve emme reaksiyonu göstermesidir. Getiricileri trigeminal ve glossofarengeal sinirler,
götürücüleri ise fasiyal, glossofarengeal ve hipoglossal sinirlerdir. Sepsiste, sedatif
verilen bebeklerde, bilinç kapalılığı durumlarında refleks kaybolur.
Babinski cevabı ise ayak tabanının kenarından çok sivri olmayan bir cisim ile (el tırnağı
gibi) basınç yapmadan çizilmesiyle elde edilir. İlk 1 yaş içinde, hatta bazı yazarlara göre
2.5 yaşına kadar dorsal fleksiyon cevabı alınabilir. Fakat klinik olarak asimetrik olması
veya hiç alınamaması önemli görülmelidir. Bu nedenle diğer bulgularla birlikte
değerlendirilir.
Yüzükoyun Muayene
Çocuk bu pozisyondayken spontan olarak başını kaldırıp kaldıramadığı, kaldırırsa ne
kadar süre ile tuttuğu, omurganın inspeksiyonu, spontan emeklemesine bakılır.
YD’larda ağlama sırasında spontan emekleme yavaş bir hızda görülebilir. Emekleme
dışardan da çocuğun her iki ayak tabanına eller dayanarak uyarılabilir. Buna Bauer
reaksiyonu denir. Yüzükoyun pozisyonunda aşil refleksi de daha kolay alınır.
Alınmamasından çok asimetrik olması patolojik olarak değerlidir. Galant
refleksi omurganın her iki yanından yukarıdan aşağıya parmakla çizilir gibi yapılarak
elde edilir. Hangi taraftan çiziliyorsa çocuk o tarafa doğru tüm vücudu ile kıvrılır. 4 aya
kadar alınabilen bu refleks nöral kanal sorunlarında yardımcı olur. Daha önce
bahsedilen ventral süspansiyon ve tonik labirent cevapları da yüzükoyun muayenede
değerlendirilebilir.
Ayakta muayene
1. Tonik refleksler
Yerçekimine karşı vücudun belirli bir halde kalmasını kas tonusunu uyararak sağlayan
reflekslerdir. Yenidoğanda bu refleksler ekstrapiramidal sistemin kontrolü altındadır
(özellikle pallidum).
a) Tonik labirent refleksi (TLR): Yerçekimine karşı vücudun dik durmasını sağlar.
Yüzükoyun yatan çocukta ayaklar fleksiyon durumunda ve karın altında, kollar da
fleksiyonda ve göğüs hizasında durur (Şekil 3). İlk 6 hafta içinde azalır ve ilk 3 ay
içinde kaybolur. Hipotonilerde ve beyin hasarlarında görülmez ve 3 aydan sonra
görülmesi de kesinlikle patolojiktir.
b) Tonik göz refleksi: Labirent, boyun ve taraf kaslarından gelen proprioseptif uyarılarla
gözün ve vücudun birbirine göre durumunu belirler.
c) Tonik boyun refleksi (TNR): Başın vücuda göre olan durumunu belirler. Asimetrik
TNR (ATNR) bebeğin başı sağa çevrildiğinde sağ taraf ekstremitelerinde ekstansiyon,
solda ise fleksiyon görülmesi örneğidir. Aynı durum diğer taraf için de geçerlidir.
Simetrik TNR (STNR) başa fleksiyon yaptırıldığında kollarda fleksiyon, bacaklarda
ekstansiyon gözlenmesidir. İlk 10 gün görülemeyebilir ancak ilk 3-4 ayda bu refleksler
alınabilir, sonraki aylarda alınabilmesi patolojiktir.
a) Traksiyon: Sırtüstü yatan çocuk, orta hizada, bileklerinden tutulup yarı oturur
duruma getirilmeye çalışılır. Bu sırada sırt, baş ve ekstremitelerin konumuna bakılır. İlk
1.5 ayda kollar hafif fleksiyonda olup baş arkaya doğrudur (Şekil 4a). Bacaklar
simetrik semifleksiyondadır. Birbuçuk-3 ay arasında baş ve ayaklar belli bir fleksiyon
şeklini korumaya başlarlar, kollar ve baş aktif harekete katılmaya çalışır. 3-6 ay arasında
başın antefleksiyona gelmeye çalıştığını görebiliriz (Şekil 4b). 6-9 ay arasında
fleksiyon dönemi kaybolmaya başlar ve bacaklarda ekstansiyon geliştiği görülür. 10-
14. aylarda başını omurga ile aynı hizada tutarak hemen kalkabilecek hale gelir.
Hipotoniye yol açan hastalıklarda çocuk traksiyon yapıldığında tıpkı YD gibi boynunu
tutamaz (Şekil 4c).
c) Aksiller asma: Çocuk gövdesinin yanlarından tutularak ayaküstü yere bastırılır. Sıfır-
3 ay arasında ayak tabanı yere değdiği zaman bacaklarda önce ekstansiyon ve
arkasından adım atma reaksiyonu gözlenir (Şekil 6a). Aynı
zamanda “placing”reaksiyonuna (alternatif basma) da bu sırada bakılabilir. Ayak sırtı
masanın kenarına dokundurularak ayağın merdiven çıkma hareketi yapabilmesi
değerlendirilir. Dört-7 ay arası fizyolojik astazi-abazi dönemidir ve çocuk basamaz. Yedi
aydan sonra ise gerçekten basmaya başlar (Şekil 6b). Alt ektremitelerde spastik tonus
artışı en iyi bu manevra ile değerlendirilir (Şekil 6c).
Şekil 6a. Normal yenidoğanda aksiller asma ile adım atma reaksiyonu
Şekil 6b. Normal 7 aylık bebekte aksiller asma
Şekil 6c. Lökodistrofili 4 yaşında çocukta altta spastik tonus artışına ait
makaslama cevabı
d) Horizontal asma (Collis horizontalis): Yüzükoyun yatan çocuk muayene edene yüzü
dönük olarak üst kol ve bacaktan yan olarak horizontal duruma getirilir. Sıfır-3 ayda
altta kalan kol ve bacak fleksiyondadır. Dört-7 aylarda kol serbest olarak aşağıya uzanır,
bacak fleksiyonda kalır.
e) Vertikal asma (Collis vertikalis): Dizin hemen üzerinden tutularak baş aşağıda olacak
şekilde kaldırılır. Sıfır-7 ay arasında serbest kalan bacak ve kollar fleksiyonda, 7-12
aylarda bacak ekstansiyondadır.
f) Peiper-Isbert reaksiyonu: Yüzükoyun yatan çocuk her iki bacağından tutulup baş
aşağı kaldırılır. Sıfır-3 ayda Moro cevabı alınırken 4-7 aylarda kollar fazla açılmaz, 7-12
ayda kollar yere doğru uzanma eğilimindedir, 9 aydan sonra dizde hafif fleksiyon
olmaya başlar.
g) Paraşüt reaksiyonu: Her iki elle çocuğun belinden kavranıp baş aşağı doğru hafif
hızlı olarak hareket ettirilir. Yedi aydan sonra baş yere gelmeden kollarını gererek
korunma reaksiyonu yapabilir.
Tüm bu sistematik yaklaşımın daha pratik bir metodu olarak belirtilen diğer
bir muayene algoritması ise şöyledir:
Tüm bunlara ilave olarak normal kognitif fonksiyonları olan ve CP’nin iyi bilinen
özelliklerini taşımayan bazı çocuklarda bazı motor immaturasyon belirtileri
saptanabilmektedir. Bu çocuklar sıklıkla erkektir ve değişik yazılarda “sarsak çocuk”,
“minimal beyin hasarlı ‘minimal brain damage’ (MBD)” yada “minimal serebral
disfonksiyonlu ‘minimal cerebral dysfunction’ (MCD)” olarak isimlendirilmiştir. Bu
çocuklarda silik nörolojik bulgular “soft signs in child neurology” dediğimiz muayene
bulgularını saptarız. Baş ve işaret parmaklarını hızlı tekrarlayıcı şekilde birbirine vurma,
bir ayak tabanını yerde tempo tutar gibi ritmik vurma, üst ekstremiteleri gererek postür
verdiğimizde koreoatetoid hareketler gözleme, ardı sıra adımlama yaptırma gibi
muayenelerde koordinasyon sorunları tanımlanır. Ayrıca şüpheli plantar cevaplar, DTR
asimetrisi veya canlılığı da saptanabilmektedir. Bu çocukların kardeşleri ve ebeveynleri
de muayene edilmeli ve klinik olarak takip edilmelidir.
Gelişimsel tanı testleri dışında kafatası, omurga, el-el bileği konvansiyonel radyolojik
incelemeler, EEG, EMG, kraniyal ve doppler US, işitsel ve görsel uyandırılmış
potansiyeller (BAEP ve VEP), elektroretinografi (ERG), somatosensoriyel uyandırılmış
potansiyeller (SEP), BOS incelemesi, BT, SPECT, serebral anjiyografi (DSA), hücre
kültürlerinde enzim reaksiyonları, kromozom incelemeleri, moleküler genetik analizler,
MRG, MR-spektroskopi, MR-anjiyografi, PET, diffüzyon tensör görüntüleme (DTI), fiber
traktografi ve sinir-kas-beyin biyopsileri başvurulan diğer laboratuvar metotlarıdır.
KAYNAKLAR
1. Brett EM. Normal development and neurological examination beyond the
newborn period. İçinde: Brett EM (Ed) Paediatric Neurology. 3.Baskı, New York: Churcill
Livingstone, 1997:. 25-49.
2. Denckla MB. Development of motor coordination in normal children. Dev Med
Child Neurol 1974; 16: 729-741.
3. Dubowitz L, Dubowitz V, Mercuri E. The term infant: development of an
optimal score. İçinde: Dubowitz L, Dubowitz V, Mercuri E (Ed). The neurological assesment
of the preterm and fullterm newborn infant. 2.Baskı . London: Mac Keith Press, 1999: 85-
104.
4. Flehmig I. Reactions of motor behaviour. İçinde: Flehmig I (Ed). Normal infant
development and borderline deviations. 4.Baskı. Stuttgart: Georg Thieme Verlag, , 1992: 10-
28.
5. Gingold MK, Jaynes ME, Bodensteiner JB, ve ark. The rise and fall of the
plantar response in infancy. J Pediatr 1998; 133: 568-570.
6. Glenn OA, Henry RG, Berman J, ve ark. DTI-based three-dimensional
tractography detects differences in the pyramidal tracts of infants and children with
congenital hemiparesis. J Magnet Res Imaging 2003; 18: 641-648.
7. Ingram TTS. Soft signs. Dev Med Child Neurol 1973; 15: 527-529.
8. Menkes JH, Moser FG. Neurologic examination of the child and infant. İçinde:
Menkes JH, Sarnat HB, Maria BL (Ed). Child Neurology. 7.Baskı, Philadelphia: Lippincott
Williams and Wilkins, 2006: 1-27.
9. Naidu S, Bibat G, Lin GB, Burger P, Barker P, Rosemberg S, et al. Progressive
Cavitating Leukoencephalopathy: A Novel Childhood Disease. Ann Neurol 2005; 58: 929 –
938.
10. Novotny E, Ashwal S, Shevel M. Proton magnetic resonance spectroscopy: an
emerging technology in pediatric neurology research. Pediatr Res 1998; 44: 1-10.
11. Paine RS, Oppe TE. Neurological examination of children. Clin Dev Med; 1966;
20-21.
12. Prechtl HFR, Einspieler C, Gioni G, ve ark. An early marker for neurological
deficits after perinatal brain lesions. Lancet 1997; 349: 1361-1363.
13. van der Knaap MS, Breiter SN, Naidu S, Hart AA, Valk J. Defining and
categorazing leukoencephalopathies of unknown origin: MR imaging approach. Radiology
1999; 213: 121-133.
14. van der Knaap MS, Pronk JC, Scheper GC. Vanishing white matter disease.
Lancet Neurol 2006; 5: 413-423.
15. van Wezel-Meijler G, van der Knaap MS, Sie LT, ve ark. Magnetic resonance
imaging of the brain in premature infants during the neonatal period: normal phenomena
and reflection of mild ultrasound abnormalities. Neuropediatrics 1998; 29: 89-96.
DEMANS
Çocukluk çağında görülen mental yıkım tabloları bir yana bırakılacak olursa, erişkinde
demans genellikle ileri yaş grubunda ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu özelliği nedeniyle,
yıllarca, ileri yaş grubunda bulunan bir kişide görülen mental aktivitedeki yavaşlama ve
entelektüel yıkım beynin fizyolojik yaşlanma sürecine (senilite) bağlanmıştır. Oysa,
klinik gözlemler ve onları destekleyen nöropatolojik incelemeler, demansın fizyolojik bir
yaşlanma sürecinden farklı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, yakın çevremizde yaşı
seksen veya doksanı aşmış, fakat normal mental aktivitelerini koruyan kişilerin varlığı
tek başına yaşlanmanın demans nedeni olmadığını destekleyen bir gözlemdir.
Gerçekte, demans birbirinden farklı patolojik süreçler sonucu ortaya çıkan bir klinik
tablodur. Bir bakıma, epilepside olduğu gibi, demans terimi yalnızca klinik bir görünümü
tanımlar. Bununla birlikte, değişik etyolojik nedenlere bağlı demansların görülüş sıklığı
arasında büyük farklar vardır. Günümüzde insan ömrünün uzaması sonucu yaşlı
popülasyon oranında belirgin bir yükselme olmuş, demanslı hasta sayısı da buna paralel
bir artı göstermiştir. Bu durum, demans konusundaki çalışmaları hızlandırmış ve
nöropatolojik araştırmalar yeni bir gerçeği ortaya çıkkarmıştır. Yaşlarıı altmış beşin
üstünde, demansı olan ve olmayan kişilerin beyni histtopatolojik olarak incelendiğinde
demanslı hastaların %50’sinde 1907 yılında ayrı bir klinik ve patolojik antite olarak
tanımlanan Alzheimer hastalığına özgü bulgular saptanmıştır. Olguların % 15 kadarında
ise demans nedeninin vasküler patolojiye bağlı olduğu görülmüştür. Bu tabloya
vasküler demans adı verilmiştir. Otopsi olgularının % 14 ile % 25’ ini oluşturan bir
grupta da Alzheimer hastalığı ve vasküler bulgular bir arada bulunmuş ve bu tablo da
karma demans olarak adlandırılmıştır.
Bu oranlardan anlaşıldığı gibi, ileri yaş grubunda demansa yol açan nedenlerin yarısını
Alzheimer hastalığı oluşturmaktadır. Diğer nörodejeneratif hastalıkların seyrindeki
demanslar (örneğin, Lewy cisimcikli, Parkinson vb.) ile birlikte bu oran %99’a kadar
çıkar. Demans etyolojileri arasında yer alan toksik, metabolik, endokrin nedenlerle
beyin tümörleri ve diğer nörolojik hastalıkların seyrindeki demanslar çok küçük bir grup
oluşturur.
Alzheimer Hastalığı
Alzheimer hastalığı sinsi bir şekilde başlar. Genellikle ilk dikkati çeken belirti
unutkanlıktır. Başlangıçta gözlüğünü bıraktığı, parasını koyduğu yeri veya bir
arkadaşının adını hatırlayamama şeklindeki unutkanlıklar zaman içinde artarak hastanın
sosyal yaşamını etkileyecek boyutlara ulaşır. Öyle ki, hasta çevresindekilerin yardımı
olmaksızın günlük yaşamını sürdüremez. Davranış ve kişilik değişiklikleri tabloya eşlik
edebilir. Hastanın çabuk kızdığı, gereksiz yere öfkelendiği dikkati çeker. Bazen de
anksiyete içindedir. Yahut da o güne dek hareketli bir yaşamı olan kişinin durgunlaştığı,
çevreye karşı ilgisiz olduğu görülür. Başlangıçta depresyon adı verilebilecek bu
tablonun altında hastanın eskisi kadar berrak düşünemediği, muhakeme ve hatırlama
kusurlarının bulunduğu fark edilir. Yaşlı bir kişide böyle bir tablo gelişmekte olan
Alzheimer hastalığını düşündürmelidir.
Hastalık ilerledikçe tüm entelektüel fonksiyonlarda yıkılma göze çarpar. Hasta kendisi
ve yakınları ile ilgili soruları cevaplandıramaz. Çocuklarının adlarını ve sayısını unutur.
Gün, ay ve yılını bilemez. Evinin odalarını şaşırır, tuvaleti bulamaz. Günlük yaşamın
basit gereksinmeleri, örneğin giyinip soyunma, yemek yeme, banyo yapma gibi
aktiviteler sürdürülemez olur. Okuma, yazı yazma ve konuşma gibi dile ait yetenekler
giderek bozulur . Hastaların birçoğu kendilerindeki bu değişikliğin farkında değillerdir
ve çoklukla hastalıklarına karşı kayıtsızdırlar. Yıllar içinde durmaksızın ilerleyen mental
yıkım sonucu hastanın çevresi tarafından beslenip bakılması gerekir ve giderek yatağa
bağlı duruma gelir. Bu sırada emme, yakalama-yoklama ve palmo-menetal ve “snout
reflex” gibi ilkel refeksler ile paratonia ortaya çıkar (Bakınız: Refleks Bozuklukları ve
Tonus Bozuklukları). Yatağa bağlanan hastalar genellikle araya giren bir infeksiyyon
nedeniyle kaybedilir.
Nekropside frontal, temporal ve pariyetal bölgelerde daha belirgin olmak üzere beynin
atrofik bir görünüm aldığı, ventriküllerin genişlediği dikkati çeker. Mikroskopik
incelemede kortekste yaygın nöron kaybı, senil plak, nörofibriler yumak ve gliyozis
bulguları saptanır. Hasta hayattayken tek kesin tanı yöntemi beyin biyopsisidir.
Bilgisayarlı tomografide kortikal atrofi görülmesi klinik tanıyı destekleyen bir bulgudur.
Kesin bir laboratuar tanı yönteminin bulunmamasına karşın başlangıç döneminde
yapılacak bazı incelemeler ile görülme sıklığı az olan diğer bazı demans nedenleri
elimine edilecek olursa, sinsi şekilde ilerleyen bir demans sendromu karşısında klinik
planda Alzheimer hastalığı tanısına varmak mümkündür.
Vasküler Demans
Demansiyel sendromlar arasında yıllarca kavram kargaşasına yol açan diğer bir konu
da beyin damarlarındaki sertleşme ve daralmayı ifade eden serebral arteriosklerozun
ileri yaş grubunda yavaş ilerleyen bir mental yıkıma neden olduğu görüşüdür. Ancak
bu yöndeki çalışmalar çeşitli beyin hastalıklarına neden olabilen serebral aterosklerozun
sinsi bir şekilde ilerleyen bir demansa yol açamayacağını götermiştir. Histopatolojik
aratıralar ise klinik planda serebral arterioskleroza atfedilen demanslardan birçoğunun
gerçekte Alzheimer hastalığı olduğunu ortaya koymuştur. Son yıllardaki nekropsi
çalışmaları serebrovasküler hastalıklardaki demansın ancak beyin dokusunu anlamlı bir
şekilde azaltan çok sayıdaki tıkayıcı vasküler olaylar sonucu geliştiğini göstermiştir.
Santral sinir sistemini tutan bir prion hastalığıdır. Hastalığın ilk belirtileri Alzheimer
hastalığında tanımlandığı gibi unutkanlık ve kişilik değişiklikleri olabilir. Bunu ilerleyici
mental yıkım izler. Serebellar denge kusuru erken bir belirti olabilir. Birkaç ay içinde
yaygın miyokoniler ortaya çıkar. Daha sonra hasta yatağa bağlanır ve çevre ile ilişki
kuramaz hale gelir. Bu dönemde dekortikasyon veya deserebrasyon postürü, fokal veya
jeneralize konvülsiyonlar, yutma güçlüğü, iki taraflı piramidal bulgular görülr. Ses,
dokunma ve diğer uyaranlar hastada aşırı bir irkilme reaksiyonu doğurur (startle
reaction). Bu nedenle, bazıları Creutzfeltdt Jacob hastalığını “irkilme reaksiyonlu
demans” olarak tanımlarlar.
Hastaların büyük bölümü altı ay içinde ölürler. Bu hızlı seyir ve kısa zamanda yerleşen
nörolojik belirtiler hastalığın Alzheimer tipi demanstan ayrılmasında önem taşır.
Olguların daha az bir kısmında ise hastalık daha uzun sürebilir. Hastalığın hızlı klinik
gidişi, ikinci evresinde ortaya çıkan miyokloniler, yine bu dönemde saptanabilen spesifi
EEG bulguları ile klinik tanıya gidilebilir. Kesin tanı nekropside prion birikimleri ve
sponjiform ensefalopati bulgularının gösterilmesiyle konur.
Beyin Tümörü
Beyin tümörleri genellikle yerleştikleri yere ait fokal nörolojik bulgular, epilepsi ve
kafaiçi basınç artması bulguları ile ortaya çıkar. Beynin bazı bölgelerinde, özellikle
corpus callosum, fronto-bazal bölge ve temporal lobda yerleşen tümörlerin ise ilk
bulgusu mental değişikler olabilir. Fronto-bazal yerleşimli bir meningiomada yıllarca
fokal nörolojik belirti ve KİBAS bulguları ortaya çıkmayabilir ve yanlışlıkla dejeneratif
demans tanıısına gidilebilir. Bu bakımdan, mental yıkımı olan hastalarda bir tarama testi
olarak bilgisayarlı tomografi yapılması yerinde olur.
Bazı tümöral olmayan yer kaplayıcı lezyonlar da demansiyel bir sendroma yol açabilir.
Yaşlı hastalardaki kronik subdural hematomlar bunun en tipik örneğidir. Kesin tanıya
BT ile gidilir.
Diğer Nedenler
Yukarıda da kaydedildiği gibi, birbirinden farklı farklı birçok patolojik süreç demansiyel
bir sendroma neden olabilir.
1. Parkinson hastalığı, progresiv supranükleer paralizi, kortikobasal gangliyonik
dejenerasyon gibi santral sinir sisteminin çeşitli dejeneratif hastalıklarının seyrinde
demans bulguları ortaya çıkabilir. Huntington koresi de demansla birlikte giden ve
kalıtımla geçen bir kore tipidir.
4. Sifilizin santral sinir sistemine yerleşmesinde görülen tablolardan biri olan paralizi
jeneral ilerleyici bir demansla karakterizedir.
Genel Bilgiler
Klinik nörolojideki belli başlı duyu bozukluklarını ele almadan önce duyu çeşitlerini
(duyu modaliteleri) ve duyu yollarının anatomisini kısaca gözden geçirmek gerekir.
Aşağıda duyu modalitelerinin basit bir sınıflandırılması verilecektir:
Periferik sinirler içindeki duyu liflerinin hücre gövdeleri spinal sinirlerde arka köklerin
üzerindeki spinal ganglionlarda, kranyal sinirlerde ise özel adlarla anılan ganglionlarda
yeralır (Trigeminal sinirin Gasser ganglionu gibi).
1. Ağrı ve ısı duyusunu ileten teller m. spinalis arka boynuzunda sinaps yaparlar.
Buradan kalkan ikinci duyusal nöronun uzantıları canalis centralis'in önünde
çaprazlaşıp lateral spino-talamik traktusu oluşturarak ipsilateral talamusun ventro-
lateral çekirdeğine varırlar. Talamustan kalkan üçüncü dizi duyusal nöronlar post-
rolandik kortekse ulaşırlar.
Yüzün ağrı ve termal duyusunu taşıyan lifler ise n. trigeminus’un duyusal ganglionu
olan Ganglion Gasseri’den kalkıp ponsa girerler. Aşağıya doğru yönelen bu teller n.
trigeminus’un inen kökünü (spinal traktus) oluşturup aynı adı taşıyan uzun teller n.
trigeminus’un inen kökünü (spinal traktus) oluşturup aynı adı taşıyan uzun bir
çekirdekte sonlanırlar. İkinci duyusal nöronun uzantıları çaprazlaşarak karşı talamusun
ventro-lateral çekirdeğinde sonlanırlar. Üçüncü duyusal nöronların aksonları buradan
başlayarak post-rolandik kortekse projete olurlar (Şekil 14).
Şekil 14. Ağrı ve ısı duyusunu ileten yollar (lateral spino-talamik traktus)
Lateral spino-talamik traktustaki aksonların belirli bir dizilişleri vardır. En alttan, sakral
dermatomlardan gelen teller yukarıya doğru bütün yol boyunca bu traktusun en dış
kısmında yer alırlar. Dorsal bölgeden gelen teller ortada, servikal dermatomlardan
kaynaklanan lifler ise iç kısımda bulunurlar (Şekil 15).
Bu nedenle m. spinalis’i servikal bölgede dıştan bastıran bir tümör önce sakral telleri
tutar ve hastadaki duyu kusuru yalnızca perianal bir his bozukluğundan ibaret olabilir.
1. Dokunma duyusuyla ilgili bir bölüm lifler de, tıpkı ağrı ve ısı yolları gibi çaprazlaşarak
yukarı çıkarlar. Bunlar m. spinalis’te anterior spino-talamik traktusu yaparlar. Bu tellerin
basit dokunma duyusunu ilettikleri sanılmaktadır (Şekil 16).
2. Bilinçli derin duyuları taşıyan aksonlar ise arka boynuzlarda sinaps yapmadan ve
çaprazlaşmadan aynı taraftaki arka kordon içinde yukarı çıkarlar. Bunlar bulbusun üst
ucundaki nucleus gracilis ve n. cuneatus’ta sonlanırlar. Buradan kalkan ikinci dizi
nöronların aksonları çaprazlarını yapıp karşı talamus ventro-lateral çekirdeğine varırlar.
Buradaki üçüncü dizi nöronların uzantıları ise post-rolandik kortekse varırlar (Şekil 15,
16).
Vücutta dokunulan yerin lokalizasyonu ve iki nokta ayırımını sağlayan diskriminatif
dokunma duyusunu ileten bir bölüm aksonlar da aynı yolu izleyip benzer sinapslar
yaparak kortekse ulaşırlar (Şekil 16).
Klinikte görülen başlıca duyu bozukluğu tiplerini gözden geçirmeden önce bazı terimleri
tanımlamak uygun olacaktır :
Hiperpati: Bir çeşit hiperaljezidir. Talamus sendromunda görülür. Hasta vücut yarısında
ağrı eşiği yükselmiştir. Fakat uyaran eşiği aştığı zaman aşırı, nahoş ve dayanılması güç
bir ağrı uyandırır.
Fantom ağrısı (Phantom limb pain): Kol veya bacak ampütasyonlarından sonra ampüte
ekstremitenin yerinde hissedilen çok rahatsız edici ağrılı duyu.
1.PeriferikSinirler
Periferik sinirlerin büyük kısmı mikst sinirlerdir, motor ve duyusal teller taşırlar. Bunlar
bütün vücutta belirli alanların duyusal inervasyonunu sağlarlar. Şekil 17 A ve 17 B' de
periferik sinirlerin ve spinal köklerin inervasyon alanları görülmektedir.
Tek bir periferik sinirin lezyonunda duyu kusurunun yanısıra, motor liflerin de tutulması
sonucu, felçler ve kas atrofileri de görülür. Ayrıca hastalanan sinirle ilgili refleks kavsi
de bozulacağından tendon refleksleri azalmış veya kaybolmuştur.
Polinöropati çok değişik etyolojik faktörlere bağlı olarak birden fazla periferik sinirin az
veya çok simetrik şekilde hastalanması demektir. Motor ve duyusal lifler birlikte
tutuduğunda kas gücünde azalma, duyu kusuru ve tendon reflekslerinin alınmayışı
beraberce görülür. Bununla beraber, bazı polinöropatilerin başlıca motor, bazılarının da
başlıca duyusal olabileceğini unutmamalıdır. Bu durumda, duyusal veya motor kusur
ön plana geçer. Polinöropatilerde duyu kusuru ellerde eldiven, bacaklarda çorap
şeklindedir, yani distal bir yerleşim gösterir (Şekil 18, 1). Hastalar ayrıca el ve
ayaklarında ağrı ve çeşitli parestezilerden yakınırlar.
2-Spinal Kökler
Her spinal kökün vücutta belirli bir duyu alanı vardır. Bu alanlara dermatom adı verilir.
Dermatomlar gövdede birbirine paralel horizontal bantlar halindedir. Kol ve bacakta ise
ekstremitenin uzun aksı boyunca uzanırlar (Şekil 17 A, B). Bir fikir vermek için
omuzların C4 , meme hizasının D3 , göbeğin D10 , kasığın ise L1 dermatomuna uyduğunu
söyleyebiliriz.
Tek bir kökün hastalanmasında belirgin bir duyu kaybı görülmez. Bunun nedeni her
dermatomun inervasyonuna bir üst ve alt kökün de katkıda bulunmasıdır.
Spinal kök hastalanmasında önemli bir yakınma da radiküler ağrılardır. Bunlar kol ve
bacaklarda uzunlamasına, gövdede ise kuşak şeklinde (çember gibi) yayılan ağrılardır.
Öksürme ve ıkınma gibi BOS basıncını arttıran hareketler ağrıyı şiddetlendirir.
Radiküler ağrılar m. spinalis basılarında bası düzeyi bakımından önemli bir ipucu olabilir.
Bir hastada gittikçe ilerleyen piramidal bir paraparezi ve sfenkter kusuru örneğin ksifoid
çıkıntı hizasında çember şeklinde ağrılarla birlikte gidiyorsa D6 sinir kökü düzeyinde bir
medulla basısı akla yakın bir olasılıktır.
A-Gövdede belirli bir düzeyin altında bütün duyu modelitelerinin kaybı mı, spinalis’in
tranvers bir lezyonunu gösterir. Hemen daima piramidal parapleji ve sfenkter kusuruyla
birliktedir. (Şekil 18,3/A). Duyu kusurunun üstünde hiperestezik bir band bulunabilir.
Burada önemli bir nokta duyu kusurunun üst sınırının hangi dermatoma uyduğunun
tesbitidir. Bu, Şekil 17’ye bakılarak kolayca anlaşılır. Bir dermatom m. spinalis’in aynı
segmentine uyduğundan olayın üst sınırı bu segmentte demektir. Söz konusu medulla
segmentinin hangi vertebra korpusu ve processus spinosus’unun altında bulunduğunun
bilinmesi de önem taşır. Böylece, bir motor duyusal paraplejide lezyonun hangi
vertebra hizasında bulunduğu tayin edilebilir. Nöroradyolojik inceleme gerekiyorsa
özellikle bu bölge incelenecek demektir. (Medulla spinalis segmentleriyle vertebra
korpusları veya processus spinosus’ları arasındaki ilişki için Şekil 19’a bakınız).
Örneğin bir paraplejide duyu kusuru üst sınırının göbeğe kadar çıktığını
düşünelim. Göbek D 10 dermatomuna, bu dermatom da m. spinalis ‘in D10 segmentine
uymaktadır. Şekil 19’a göre bu segmentin üzerinde D8 vetebra korpusu bulunmaktadır.
Öyleyse, tabloda bir medulla basısı olasılığı öngörülüyorsa bu vertera bölgesinin
röntgeni çekilecek ve bilgisayarlı tomografisi yapılacak, miyelografide özellikle bu bölge
incelenecektir.
B- Brown-Sequard sendromunda duyu kusuru: M. spinalis’in sağ veya sol yarısını tutan
lezyonlarda ortaya çıkan bir tablodur. Lezyonun karşı tarafında vücutta belirli bir düzeye
kadar çıkan analjezi ve termo-anestezi (lateral spino-talamik yol lezyonuna bağlı)
vardır. Lezyon tarafında ise vibrasyon, pozisyon ve pasif hareket duyu bozukluğuyla
(arka kordon tutulması) birlikte piramidal tipte felç vardır (kortiko spinal yolun
tutulması). (Şekil 18, 3/B ve Şekil 20).
Brown-Sequard sendromunda lezyonun üst düzeyi ve vertebra ile ilişkisi bir önceki
örnekte olduğu gibi hesaplanır.
Tipik bir Brown-Sequard sendromu seyrek görülmekle birlikte m. spinalis ‘in bir yarısını
öbür yarısına göre daha çok tutan lezyonlarda benzer tablolara rastlanır.
C- Zırh veya pelerin şeklinde duyu kusuru : M. spinalis’te canalis centralis civarındaki
lezyonlarında görülür. Sirengomiyeli bunun iyi bir örneğidir. Bu alanda ağrı ve ısı
duyusu kaybolmuştur. Bu iki duyu modalitesini taşıyan sinir lifleri kanalın önünde
çaprazlaşırken sirengomiyelik kavite nedeniyle kesintiye uğramıştır. Derin duyu sağlam
kalır. Dokunma duyusunu ileten tellerin bir bölümü arka kordonda yol alındığından bu
duyu da bozulmaz. En çok sirengomiyelide görüldüğü için bu tip bölümü duyu kusuruna
sirengomiyelik disosyasyon adı verilir.
D- Eyer şeklinde anestezi: Perianal bölgeyi ve gluteusları içine alır. Cauda equina ve
conus medullaris lezyonarında görülür. Genellikle, belirgin sfenkter kusuru ve Aşil
reflekslerinin kaybıyla beraberdir (Res. XII-18, 3/D).
Tabes dorsalis : Spinal arka köklerin sifilitik hastalığı sonucu arka kordonların
dejenerasyonuna bağlıdır (Res.XII-20). Pozisyon, vibrasyon ve pasif hareket duyuları
özellikle bacakarda ileri derecede bozulmuştur. Göz kontrolu ortadan kalktığı için hasta
karanlıkta yürümekte güçlük çeker. Romberg (16) delili de pozitiftir. Ayrıca derin ağrı
duyusu kaybolmuştur. Aşil tendonu ve testislerin sıkılması ağrısızdır. Şiddetli radiküler
ağrılargörülebilir. Patella ve Aşil refleksleri alınmaz. Argyll Robertson (17) pupillası
tesbit edilebilir.
B12 vitamini eksikliği sonucu ortaya çıkan bir medulla spinalis hastalığıdır. B12 vitamini
eksikliği m. spinalis dışında beyin, periferik sinir ve optik sinir lezyonlarına da neden
olabilir. M. Spinalis’te arka kordon ve piramidal yollar hastalanır. Hastalığın erken
belirtisi genellikle el ve ayak parmaklarında uyuşma, karıncalanma gibi paresteziler ile
derin duyu kusurlarıdır. Tendon reflekslerinde artma ve patolojik refleksler görülür.
Hematolojik incelemelerde pernisyöz aneminin bulunmadığı durumda kesin tanıya B 12
vitamini emiliminin bozulduğunu gösteren Schilling testi ile gidilir.
En sık görülen şekli yüzün bir yarısında ve karşı taraftaki kol, bacak ve gövdede ağrı ve
ısı duyusunun kaybolmasıdır. Dokunma duyusu sağlamdır (Şekil 18, 4). Bu çapraz
duyu kusuru n. trigeminus’un inen duyusal traktusu ile lateral spino-talamik lezyonuna
bağlıdır. Genellikle bulbusun yan bölümdeki infarkt sonucu görülür. Tabloya başka
beyin sapı belirtileri de eşlik eder. (Wallenberg Sendromu).
Karşı vücut yarısında, yüzü de içine alacak şekilde, bütün duyu modaliteleri
kaybolmuştur. Tabloya genellikle hemipleji teşkil eder. Duyu kusuru ve hemipleji
vücudun aynı tarafındadır.
ZONA
TRİGEMİNUS NEVRALJİSİ
Orta yaşlardan sonra görülür. Yüzün bir yarısında çok şiddetli, fakat saniyeler içinde
gelip geçen saplanıcı ağrılar şeklindedir. Yüz yıkamak, traş olmak, diş fırçalamak ve
iğnemek ağrıyı provoke eder. N. trigeminus ‘un organik lezyonunu düşündüren objektif
belirti bulunmaz: Yüzde duyu kusuru, çiğneme kaslarında zaaf yoktur, kornea refleksi
normaldir. Bu tabloya idyopatik trigeminus nevraljisi adı verilir.
İdyopatik trigeminus nevraljisine benzeyen, fakat bir dakikadan fazla süren ve/veya
objektif nörolojik bulguyla giden yüz ağrılarının altında muhakkak organik bir neden
aranmalıdır. Bu tip ağrılara semptomatik trigeminus nevraljisi denir.
Glossofaringeal Nevralji
BAŞ AĞRISI
Aşağıda, oldukça sık görülen bazı baş ağrısı tipleri ele alınacak ve yalnız tanı bakımından
önem taşıyan klinik özellikler üzerinde durulacaktır.
Burada baş ağrısının akut veya subakut başlaması; ense sertliği ile diğer meninks
iritasyonu belirtilerinin ve kusmanın bulunması başka tip baş ağrılarından ayırmada
yardımcı olabilir. İkisi arasında kesin bir ayırım yapmada güçlük çekilebilir. Ateş
subaraknoid kanama da görülebilir. Baş ağrısının “hiçbir şikayeti olmayan bir hastada
birdenbire” başlaması subaraknoid kanamayı düşündürür. BOS incelemesi problemi
çözer (Olgu Örnekleri, No.6 ve 7 ‘ye Bk).
İntrakranyal basınç artmasına bağlı baş ağrılarının sabahları kalkınca daha belirgin
olduğu; gün boyunca giderek azaldığı; baş hareketleri ve öksürme, ıkınma gibi
durumlarda arttığı söylenir. Bununla bereber, baş ağrısını niteliklerinden çok yerleşme
şekli ve zaman içide eklenen diğer yakınma ve bulgular büyük önem taşır. Eskiden
bilinen bir şikayeti olmayan bir kişi günün birinde ortaya çıkıp zamanla şiddetlenen baş
ağrısından yakınıyorsa, hele buna bir süre sonra ilerleyici hemiparezi, afazi gibi fokal
belirtiler ekleniyorsa, ilk akla gelecek olasılık intrakranyal YKL’dir.
Bir süre önce geçirilmiş kafa travması, kanser ameliyatı veya kronik bir enfeksiyon
kaynağı olan bir kişi yukardaki anemnezi veriyorsa düşünülecek ilk olasılıklar, sırasıyla,
subdural hematom, metastatik beyin tümörü ve beyin absesidir. Bu durumda
gözdibinde papilla ödemi görülmesi tanıyı destekler, kranyal bilgisayarlı tomografi (BT)
genellikle tanıyı kesinleştirir.
Migren
Nöbetler halinde gelen bir baş ağrısıdır. Hasta nöbetler arasında tamamen normaldir.
Genellikle genç yaşlarda başlar. Ekseriya ailenin başka üyeleri de migren atakları tarif
ederler. Sıklığı çok değişiktir. Uzun yıllar içinde birkaç nöbet geçiren hastaların yanısıra
birkaç günde bir baş ağrısı tutan hastalar da vardır. Bazı hastalar ağrı başlamadan önce
görme alanının bir bölümünde ışıklar, parıltılı noktalar görülürler. Bazıları da hemianopsi
veya bir gözün görmemesi şeklinde vizüel prodromlardan bahsederler. Baş ağrısı
genellikle bu ön belirtiler geçtikten sonra ortaya çıkar. Vakaların büyük bölümünde ise
baş ağrısı hiçbir prodrom belirtisi olmadan görülür. Ağrı, alın, şakak ve göz
çevresindedir. Sıklıkla tek taraflı, bazen de bilateraldir. Tek taraflı ise bazı nöbetlerde
sağ, bazılarında da soldadır. Ağrının taraf değiştirmesi büyük önem taşır.
Uzun yıllardan beri migrene benzeyen nöbetler geçiren bir hastada ağrının daima aynı
tarafta olması, altında organik bir beyin hastalığı (genellikle vasküler malformasyon)
olabileceğini düşündürmeli, hasta mutlaka incelenmelidir.
Migren ağrıları genellikle zonklayıcıdır. Saatlerce veya bir gün kadar sürer. Birkaç gün
devam edenleri de vardır. Bulantı ve kusma görülebilir.
Histamin Baş Ağrısı
Histamin baş ağrısı (Cluster headache= küme baş ağrısı, migrainous neuralgia)
devreler halinde gelen baş ağrısı nöbetleri ile karekterizedir. Birkaç hafta süren baş
ağrılarından sonra hastanın aylar veya yıllar boyunca hiçbir şikayeti olmaz. Ardından,
tekrar haftalar süren yeni bir ağrılı devre gelir. Her ağrılı devrede hasta hemen her gün
15 dakika ile 1-2 saat süren birkaç baş ağrısı nöbeti tarif eder. Nöbetlerin gösterdiği bu
kümeleşme nedeniyle hastalık cluster headache (cluster= demet, salkım, küme) adını
almıştır. Ağrı göz çevresi, alın ve yüzün üst kısmına lokalizedir. Aynı taraf gözde
yaşarma, o taraf burun deliğinde tıkanma dikkati çeker. İpsilateral Claude Bernard
(18)-Horner (19) sendromu görülebilir.
Özellikle 65-70 yaşlarında sonra görülür. Halsizlik, iştahsızlık, zayıflama ve ateş gibi
genel belirtilerle birlikte gider. Ağrı temporal bölgelerde daha belirgindir. Tipik
vakalarda hastalar geceleri başlarını yastığa koymaktan adeta korkarlar. A. Temporalis
superficialis’ler belirgin olup basmakla ağrılıdır. Çevresindeki deri ödemli ve kızarıktır.
Bazen bu arterler tıkanabilir, pulsasyonları alınamaz. Kas iskemisi nedeniyle çiğneme
ve dil hareketleri ağrılı olabilir.
Optik sinir arterlerinin tıkanmasıyla körlük görülebilir. Hastalığın en büyük
özelliklerinden biri sedimantasyon hızının çok yüksek olmasıdır. Saatte 100 mm'’in
üstünde değerlere sık rastlanır. Kesin tanı temporal arter biyopsisi ile konur. Ağrı, genel
durumun bozukluğu ve yüksek sedimentasyon hızı, steroid tedavisine dramatik şekilde
cevap verirler.
Yaşlı bir hastada genel belirtilerle birlikte giden baş ağrısı şikayeti karşısında temporal
arrterlerin palpasyonu ve sedimantasyon hızının tayini tanıya götürücü olabilir.
EPİZODİK BİLİNÇ BOZUKLUKLARI
Bilinç, kişinin kendisinin ve çevresinin farkında olması, uyanık olma hali, dikkat, bellek,
davranışların planlanması, yürütücü işlevler ve duyu, algı gibi fonksiyonların normal
şekilde işler durumda olması olarak tanımlanabilir. Bilinç bozukluğunun; süresi
saniyelerden günlere dek değişebilen ataklar halinde belirmesi ve ara dönemde bilincin
normal olması epizodik bilinç bozukluğu olarak isimlendirilir. Epizodik bilinç
bozuklukları ile gerek nöroloji gerekse genel tıp pratiğinde oldukça sık karşılaşılır.
Genellikle ayırıcı tanısı oldukça zordur ve olası etyolojiler geniş bir dağılım gösterir.
Epizodik bilinç bozuklukları ile giden tablolar içinde ilk akla gelmesi gereken ve sık
rastlananlar aşağıda sıralanmıştır:
o Senkop
o Epilepsi nöbeti
o Psikiyatrik durumlar
o Geçici iskemik atak ve diğer serebrovasküler nedenler
o Migren
o Uyku bozuklukları
o Hipoglisemi başta olmak üzere paroksizmal toksik-metabolik bozukluklar
o Diğer nadir nedenler
Bilinç kaybı ataklarının sıklık dağılımına göre nedenleri Tablo 1’de ve belli başlı ayırt
edici özellikleri Tablo 2’de gösterilmiştir.
SENKOPLAR (Bayılma)
Senkop, çok değişik nedenlerle kısa bir süre için santral sinir sistemi
(SSS) perfüzyonunun azalmasına bağlı bilinç kaybı olarak tanımlanabilir. Gerçek bilinç
kaybı olmadan göz kararması, ayakta duramama hali ise presenkopolarak tanımlanır.
Senkop hasta ve yakınları için tedirgin edici bir deneyimdir ve ayrıntılı tıbbi
değerlendirmeyi gerektirir. Yaşlılarda özellikle iyi araştırılması önemlidir, çünkü artan
yaşla daha sık görülür ve daha ciddi nedenlere bağlı olma şansı
artar. Serebral perfüzyonda bilinç kaybı ve postüral tonus kaybına neden olacak ciddi
bir azalma olur. Senkop gelişmesi için genellikle ortalama kan basıncı aniden
50 mmHg’nın altına düşmelidir.
Buna neden olan mekanizmalar kalp hızı ve vasküler tonusta azalmaya neden olan
sorunlu refleks mekanizma ve gerek aritmi nedeniyle gerekse diğer nedenlerle oluşan
azalmış kardiyak “output” olarak özetlenebilir. Yere düşmekle serebral dolaşım
düzeldiği için baygınlık kısa sürer, hasta hızla kendine gelir.
Akut miyokard infarktüsü: Tekrarlayan senkopların yaşlı bir kişide ani başlaması bu
olasılığı akla getirmelidir. Göğüs ağrısı olmayabilir. İlk dakikada kalp debisinin birden
düşmesine bağlı gelişir.
SENKOPTA TANI
Eğer ataklar postüral değişikliğe bağlı olarak gelişiyorsa senkop tanısını
düşündürür. Presenkopal semptomlardan baş dönmesi, çarpıntı, solukluk, sıcak
basması, terleme, görmenin bulanıklaşması, bulantı, genel güçsüzlüğü takiben ani veya
yavaş yavaş gelişen bilinç kaybı ve hızlıca normale dönme senkobu destekler. Buna
karşın tüm bu semptomların fokal nöbetlere bağlı olarak da görülebileceği
unutulmamalıdır. Ancak senkopta giderek artan bir ivme vardır ve bulantı nöbetteki gibi
yükselen his şeklinde değildir. Solukluk, terleme senkopta sıktır
fakat temporal nöbetlerde de görülebilir.
Yaygın serebral hipoperfüzyona bağlı vücutta katılık, hafif çekilmeler, atmalar
veya klonik hareketler senkopta, özellikle kişinin başı yukarıda tutulmaya devam
edildiğinde, görülebilir. Nadir rastlanan konvülzif senkop, kortikalelektriksel bir nöbet
aktivitesi göstermez fakat EEG’de yaygın düzleşme ve depresyon
görülür. Beyinsapı mekanizmalarının kortikal inhibisyondan kurtularak serbestleşmesi
varsayılan mekanizmadır. Jeneralize tonik-kloniknöbetin
aksine konvülzif senkoptan sonra konfüzyon veya somnolans beklenmez veya çok
hafiftir. İdrar kaçırma ve dil ısırma çok daha nadiren görülür.
Fizik muayenede öncelikle mortalite ve morbidite riski yüksek olan kardiyak nedenler
araştırılmalı, nörolojik nedene yönelik ayrıntılı muayene de ihmal
edilmemelidir. Ortostatik vital bulguların incelenmesi yol gösterici
olabilir. Senkop düşündüren bir olguda önerilen testler aşağıda sıralanmıştır.
Laboratuar incelemeleri:
o Acilen (atak sırasında) kan şekerine bakılabilirse hipoglisemi tanısını
koydurabilir.
o Tam kan sayımı: Ciddi anemi, özellikle senkop ve GİA’ları sıklaştıran bir
nedendir.
o Standard EKG, iskemi, aritmi ve kalp bloğu bulgularını gösterir.
o 24 saatlik EKG (Holter) monitörizasyonu aritmiler açısından daha
yönlendiricidir.
o BT/MRG ve EEG epilepsiden şüphelenildiğinde mutlaka yapılmalıdır.
o Ekokardiyografi özellikle aort stenozundan şüphelenildiyse önem taşır
o ”Tilt-table” testi (seçilmiş olgularda)
o Kardiyak elektrofizyolojik çalışmalar (seçilmiş olgularda)
o Tekrarlayan GİA’larda olası karotis darlığını değerlendirmek
için karotis görüntülemesi.
EPİLEPSİ
Epilepsi nöbetleri beyindeki anormal aşırı veya senkron nöronal aktiviteye bağlı ortaya
çıkan geçici klinik işaret ve bulgulardır. Epilepsi nöbetinin tipi anormal deşarjın başladığı
yere ve yayıldığı bölgelere göre değişiklik gösterir. Klinik özellikleri aynı olan bir epilepsi
nöbeti tümör, arteriyovenöz malformasyon ve infeksiyon gibi birbirinden farklı
patolojik süreçlere bağlı olabilir. Bir kısmında ise beyinde yapısal bir değişiklik
bulunmaz, nöbetler dışında yapılan nörolojik muayene normaldir. Bu nedenle epilepsi
kendi başına bir hastalık değil bir semptomdur. Epileptik nöbetler aralıklı gelen, ani
başlayan ve kısa süren ataklar olduğundan tanıya birçok kez hasta ve çevresinin
tanımladığı bilgi ve belirtilerle gidilir. Yani epilepside klinik tanı
genellikle anamneze dayanır. Böyle bir hastada iyi bir anamnez alabilmek için değişik
nöbet tiplerinin iyi bilinmesi gerekir.
Sadece epizodik bilinç değişikliği değil hemen her kortikal fonksiyonu etkileyebilen ve
dahası bilinci hiç etkilemeyen nöbetler de söz konusudur. Nöbetler zaman içinde her
hasta için belli bir paternde, genellikle spontan olarak veya bazı tetikleyen faktörler
zemininde tekrarlar ve nöbetler arasında hasta genellikle normal yaşantısını sürdürür.
SSS infeksiyonu, eklampsi, alkol
yoksunluğu, intoksikasyonlar, metabolik dengesizlikler veya yüksek ateş gibi akut
hastalık durumlarında meydana gelen nöbetler epilepsi hastalığı anlamını taşımaz ve
kronik tedaviyi gerektirmez. Aynı tip, yerleşim ve büyüklükte serebral lezyona sahip bir
olguda tekrarlayan nöbetler görülürken, diğerinde hiç nöbet görülmeyebilmektedir.
Birçok olguda ise incelemelerde yapısal bir beyin lezyonu saptanamaz, ve genetik
kökenin rol oynadığı düşünülür. Epilepsi konusu kitabımızda ayrı bir bölüm olarak
ayrıntılı şekilde irdelenmiştir (Bakınız: Epilepsi).
Fokal tipte epilepsi nöbetleri: Fokal nöbetlerde anormal deşarj korteksin belli bir
bölgesinden başlar. Deşarj, motor korteksin örneğin başparmak bölgesinden
kaynaklanırsa hastada karşı taraftaki elin başparmağında klonikkasılmalar olur. Deşarj
motor korteksin diğer bölgelerine yayılacak olursa klonik kasılmaların el, kol ve yüze
geçtiği veya bütün bir vücut yarısına yayıldığı görülür. Bir noktadan başlayan
kasılmaların (veya nöbet duyusal korteksden başlarsa yanma, elektriklenme gibi
sübjektif duyuların) korteksteki anatomik dizilişe göre vücudun bir noktasından başlayıp
sırayla öbür bölgelere yayılmasına Jackson* nöbet yürüyüşü (Jacksonian march)
denir. Fokalbaşlayan nöbetler jeneralize olabilir. Erişkinlerde nöbetlerin
¾’ü fokal başlangıçlı nöbetlerdir.
Bununla birlikte korteksin farklı bölgelerinden çok benzer özellik gösteren nöbetler de
ortaya çıkabilmekte ya da birbirinden farklı nöbet şekilleri aynı kortikal odaktan
kaynaklanabilmektedir. Karmaşık entegrasyonları olan nöralağlar (network)
bulunduğu göz önüne alınmalı ve “sessiz” yani klinik belirti vermeyen kortikal alanlar
bulunduğu ve ayrıca klinik belirtilerin çok değişken olabilen
yayılım paternleri sonucunda ortaya çıktığı da unutulmamalıdır.
Bazı durumlarda nöbet epileptojenik odağı gösteren öncü belirtilerden sonra gelişebilir.
Böyle bir nöbet örneğin oksipital korteksden başlıyorsa ışık çakması ve
benzeri vizüel halüsinasyonlar nöbetin habercisi olabilir. Hastanın farkında olduğu bu
gibi belirtilere “aura” denir. Bu durumla sınırlı olan nöbetler farkındalığın
korunduğu fokal nöbetler olarak adlandırılır. Ancak atak bilincin etkilenmesine neden
olabilir; bu durumda farkındalığın etkilendiği fokal nöbet olarak adlandırılır. Bu ikinci
tip fokal nöbetlerin en sık görülenidir ve tipik olarak hasta boş bir ifadeyle etrafına
bakar, yalanır, elbiselerini çekiştirir, ellerini ovuşturur. Bu bilinçsiz
hareketler otomatizma olarak adlandırılır. Genelde frontal bölgeden başlayan bazı
nöbetlerde baş ve gözlerin bir tarafa doğru döndüğü görülür, buna “adverzif nöbet” adı
verilir. Nöbet aktivitesi tüm beyine yayılırsa jeneralize tonik-klonik nöbete dönüşebilir.
Bu durumda fokal ve jeneralize nöbet açısından klinik belirtilere bakarak ayrım yapmak
mümkün değildir ve EEG yardımcı olabilir.
Temporal lob kaynaklı nöbetler, sık oldukları için ve epilepsi cerrahisi planlanan medikal
tedaviye dirençli olguların büyük bölümünü oluşturdukları için çok önemlidirler. Ayrıca
çok renkli bazı semptomları nedeniyle de dikkat çekicidirler. Nöbetler kötü koku ve
tat halüsinasyonları ile başlayabilir. Sık görülen bir başlangıç belirtisi
de epigastriumdan kalkıp boğaza doğru yükselen garip bir histir (epigastric sensation).
Bazı nöbetler sırasında hasta iyi tanıdığı bir yeri daha önce hiç görmediği
bir mekan olarak algılayabilir (jamais vu), ya da ilk defa bulunduğu bir yeri daha
önceden tanıyormuş gibi olur (déja vu). Bazen de geçmişte yaşanmış olan bir olayı tüm
ayrıntılarıyla yeniden yaşar gibidir, buna rüya hali (dreamy state)
denir. Temporal nöbet içindeyken hasta yapmakta olduğu bir hareketi hatta seyahati
otomatik bir şekilde sürdürebilir. Bazen de çevredeki objelerde büyüme (makropsi)
veya küçülme (mikropsi) gibi görsel algılama bozuklukları ortaya çıkar.
Jeneralize tonik-klonik nöbetler tüm bedeni içine alan tonik klonik kasılmalar ve bilinç
kaybı ile gider ve nöbet sırasında hasta dilini ısırabilir, idrarını kaçırabilir, solunum
sıkıntısı, çene kilitlenmesi, siyanoz, gözlerde kayma görülebilir.
Miyoklonik nöbetler çoğunlukla sabah uykudan uyandıktan kısa bir süre sonra ortaya
çıkan, daha çok üst ekstremitelerde ani ve bilateral kısa süreli sıçrayıcı hareketlerdir.
Bu hastalar genellikle ellerindeki eşyaları düşürüp kırdıklarından yakınırlar.
Atonik nöbetlerde hasta aniden yere düşer, ön belirtisi olmaz, çok kısa sürer. Çocukluk
döneminde daha sık bir nöbet tipidir ve genellikle motor mental gerilik eşlik eder.
Geçirilen bir nöbetin ardından kısa sürede düzelen bir parezi ortaya çıkabilir. Kasılmayı
izleyen bu kas zaafına Todd paralizisi** adı verilir.
Bazı hastalarda fizyolojik veya psikolojik uyaranlar epilepsi nöbetini ortaya çıkarabilir.
Yanıp sönen ışık karşısında televizyon seyretme, okuma veya sıcak su ile banyo yapma
gibi durumlar sırasında görülen bu nöbet tipine refleks epilepsi adı verilir.
Febril nöbet ise 5 yaşından küçük çocuklarda (6 ay-6 yıl arası olarak da bahsedilir)
MSS infeksiyonu dışındaki nedenlere bağlı ateş yükselmesi sırasında ortaya çıkan
nöbetlerdir. Olguların 1/3’ünde tekrarlayabilir, büyük bölümü daha ileri yaşlarda
kendiliğinden kaybolur. Sıklıkları %2-5 olarak bildirilmiştir, genetik özelliği belirgindir.
Basit ve komplike olarak ikiye ayrımında süre (15 dakikadan uzun ise komplike), 24
saat içinde tekrar etmesi ve fokalözelliklerin eşlik etmesi önem taşır. Febril nöbetli
olguların ilerde epilepsi geliştirme riski normalden sadece hafifçe daha yüksektir. Öte
yandan birçok epilepsi olgusunun özgeçmişinde dikkati çeker ve
özellikle komplike şeklinin ön planda dirençli temporal lob epilepsisi olmak üzere
epilepsi ile ilişkisi daha sıktır.
Epilepsi nöbeti bir semptomdur. Altta yatan çok sayıda sebepten hangisinin sorumlu
olduğunu bulmak kimi zaman sadece iyi alınmış ayrıntılı bir anamnezle (örneğin tipik
genetik geçişli idyopatik jeneralize ve fokal epilepsi sendromlarında olduğu gibi)
mümkündür. Bazen en ayrıntılı MRG gibi yapısal görüntüleme yöntemlerinin
uygulanmış olduğu bir hastada metabolik değerler, örneğin kan kalsiyum düzeyi
bakılmadığı için gerçek etyolojianlaşılamayabilir. Hastalığın başlangıç yaşı
da etyolojik açıdan en önemli faktörlerdendir. Erişkin yaş grubunda ortaya çıkan
bir fokal bulgu, tümör gibi yapısal beyin lezyonu yönünden hızla
araştırılmalıdır. İnteriktal nörolojik muayenede fokal nörolojik bulguların saptanması
halinde beyin lezyonu bulma olasılığı yüksektir. Bu bakımdan geç başlayan nöbetler
geçiren bir hastayı eldeki tüm olanaklarla incelemek klinik nörolojinin önemli
kurallarından biridir. Epilepsi nöbeti beynin hemen her hastalığının sonucu olabileceği
gibi, birçok sistemik hastalıkta ve iyatrojenik çeşitli nedenlerle de epileptik nöbet
oluşabileceği
unutulmamalıdır. İntoksikasyonlar, postoperatif, metabolik, anoksik nedenler, çeşitli
ilaçların terapötik dozda bile epilepsi eşiğini düşürmesine bağlı olarak görülen nöbetler
bunlara başlıca örnekler olarak gösterilebilir. Bu nedenle çok
ayrıntılı anamnez alınmasını izleyerek hastanın detaylı bir nörolojik ve sistemik
muayenesi mutlaka yapılmalı ve biyokimyasal testleri (üre, şeker,
elektrolitler, transaminazlar gibi) planlanmalıdır.
Status Epileptikus
Birçok epileptik nöbet bir girişim gerektirmeden kendiliğinden saniyeler veya dakikalar
içinde sonlanmaktadır. Bir nöbetin beklenenden uzun sürmesine ya da bu süre içinde
hasta düzelmeden birden çok nöbetin ardardatekrarlamasına status epileptikus (SE)
adı verilir. Jeneralize konvülzif status epileptikus (JKSE) en sık karşılaşılan tiptir ve
nöbetlerin hasta kendine gelmeden birbirini izlemesi ölümle sonuçlanabilir. SE
nörolojinin acil ve çok önemli sorunlarından biridir. Bu tablonun zamanında uygulanan
doğru tedaviye cevap vermesi konunun önemini arttırmaktadır. Hemen tüm epileptik
nöbet tiplerinin SE tarzında belirmesi mümkündür.
Geçici iskemik ataklar (GİA) Bu konu kitapta ayrı bir bölümde detaylı olarak ele
alınmıştır, burada epilepsi ile ayırıcı tanıya giren durumlara kısaca değinilecektir
(Bakınız: Geçici İskemik Ataklar).
Beyin iskemisi genellikle tek yanlı güçsüzlük, duyu ve görme kaybı gibi negatif
ve lateralizan semptomlara neden olur, ancak bilinç kaybı ve değişikliği atakları da
görülebilir. Bilincin tamamen korunduğu motor inhibisyon, görme kaybı veya afazi ile
giden epileptik nöbetler nadirdir, GİA’lardan ayırmak oldukça zordur ve bazen rutin
EEG bile epileptik kökeni göstermede yetersiz kalabilir. GİA öyküsü veya neden olacak
bir hastalığın bilinmesi tanıda önem taşır. Ayrıca nöbetlere göre daha uzun süre ve çok
daha yavaş açılma görülür. Nörolojik muayene bulguları belli bir vasküler dağılıma
uyar. Uyan tarafta üfürüm duyulabilir ve nörogörüntüleme tanıda çok yardımcıdır.
Küçük kortikal infarktların da nöbete yol açabileceği unutulmamalıdır. Ancak
EEG iktal kayıt yapıldığında tanı koydurucudur.
İnme sırasında bilinç kaybı sık değildir, bunun olması için genelde beyin sapındaki
uyanıklık ile ilişkili merkezlerin veya her iki hemisferin birlikte etkilenmesi
gerekir. Vertebro-baziler inmelerde çeşitli beyin sapı bulguları bilinç kaybına eşlik
eder. Karotis sistemine ait senkoplar ise nadirdir ve
genellikle GİA’lar şeklindedir. Vertebrobaziler alanda iskemi olduğu zaman diğer tipik
bulguların yanı sıra düşme atakları (“drop attack”) görülebilir. Bu tabloda hasta bilinci
korunmuş olarak düşer. Büyük serebral embolilerde koma oluşur, küçüklerde
ise senkoplar görülebilir. Subklaviya-çalma sendromunda da bilinç kaybı olabilir.
MİGREN
Genelde sık görülen ve çok tipik bir başağrısı tablosu olan migrenin nadir olgularda
epilepsiden ayrılması zor olabilir veya bu iki paroksizmal hastalık bir arada bulunabilir.
Auralı migren fokal ve özellikle oksipital kökenli nöbetlerle ayırıcı tanıya girer, çünkü
migren aurası en sık sintile eden skotomlar (parıldayan kıvılcımlı kör
noktalar), hemianopsi veya monoküler körlük şeklindedir, bu nedenle GİA ile de
karışabilir.
Ciddi bilinç değişikliklerine neden olabilen, yeni adıyla beyinsapı auralı migren ya da
daha iyi bilinen eski adıyla “baziler migren” bir auralı migren alt-tipidir ve oldukça
nadirdir. Beyinsapı auralı migren semptomları özellikle bilinç değişiklikleri
dışında vertigo, ataksi, ve görsel bozuklukları içerebilir. Nöbetleri, GİA tablolarını
veya nonkonvülzif status epileptikusu taklit edebilir. Migren genç erişkinlerde yaşlı
nüfusa göre daha sıktır, fakat
yaşlılarda başağrısıolmadan başağrısız tipik aura şeklinde görülebilir.
UYKU BOZUKLUKLARI
Yaşlılarda ve obez kişilerde obstrüktif uyku apnesi sıktır (%5-10). Gündüz
uyuklamalarına ve noktürnal aritmilere yol açar. Küçük uyku ataklarına neden olur,
cevapsız dönemler bilinç kaybı dönemleri olarak değerlendirilebilir. Periyodik bacak
hareketleri sendromu da benzer gündüz bulgularına yol açabilir ve bu tablonun kendisi
de epileptik nöbetle karıştırılabilir.
REM uykusu davranış bozukluğu sıklıkla yaşlılarda görülür, ani uyanmayı hemen takip
eden kompleks ve saldırgan bir davranış paterni izler, hasta yanıtsızdır ve bu dönemi
hatırlamaz. Hasta kendisini ve yakınlarını yaralayabilir ve tablo kolaylıkla nöbet olarak
düşünülebilir. Polisomnografi ve multipl uyku latans testi tanıda önem taşır.
Hiperventilasyon senkobu olarak adlandırılan tabloda ise alkaloza bağlı olarak iyonize
kalsiyum düşer, hipokapniye bağlı serebral vazokonstriksiyon sonucu senkop oluşur.
Yardımcı bir araştırma yöntemi olan EEG’de epileptiform keskin dalgalar görülebilir,
ancak net bir fokusa işaret edecek diken dalga aktivitesi beklenmez. Tipik
bir metabolik EEG bulgusu olan trifazik dalga aktivitesi hepatikensefalopati haricinde
üremi, postanoksik koma ve diğer ensefalopatilerde görülür. Şüpheli kalan olgularda
epileptik etyolojiyi ekarte etmek için benzodiazepin infüzyonu uygulanabilir. Gerçek
nöbet ve NKSE tablosu varsa İV tedavi sonrası EEG ve klinik bulgularda düzelme
beklenir.
PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR
Psikiyatrik nedenlere bağlı nöbetler çok ciddi bir ayırıcı tanı sorunu oluştururlar. Yalancı
nöbet, psödo-nöbet, nonepileptik psikojen nöbet, eski adıyla histeri krizi ya da
sadece psikojenik nöbet gibi çeşitli şekillerde adlandırılırlar. Seyrek olan ve kolay tanı
konan tipik şekillerin dışında çok sık tekrarlayan ve tanısı yıllar sonra konabilen şekilleri
de vardır. Psikojen nöbet tanısı koymadan önce diğer nedenlerin dışlanmış olması
gereklidir.
Epilepsi nöbeti uyku dahil günün herhangi bir saatinde görülebilir. Psikojen nöbetler ise
çevrenin dikkatini çekecek ortamlarda (örneğin poliklinikte sıra beklerken) sık ortaya
çıkar, ciddi yaralanma pek olmaz, hasta genelde kendini kollayarak uygun bir yere
yığılır. Epileptik nöbetlerde olayların sabit bir sırası (stereotipik pattern)
vardır, psikojen nöbette ise böyle sabit bir seyir yoktur, genellikle simetrik olmayan,
şekil ve yer değiştirebilen istemsiz hareketler dikkati çeker. Bu
bazen vücüdun opistotonus postürü alması, müdahalelere karşı koyma şeklinde
olabilir. Kesintilerle de olsa genelde uzun sürer ve hasta genellikle ağlayarak açılır.
Çocukluk çağında epizodik bilinç bozukluklarının ayrıcı tanısı çok daha zengindir. Tipik
durumlardan olan katılma nöbetleri bir iki yaşında çocuklarda görülür. Herhangi bir
nedenle katılırcasına ağlayan bir çocuğun morarıp kendini kaybettiği görülür,
epilepsiyle ilgisi yoktur ve yeterli inspirasyon yapılamamasına bağlanır.
Kafa travması sonrası, ani kafa içi basınç artışına yol açan tablolar (akut hidrosefali,
beyin kanaması), Reye sendromu ve hipertansif ensefalopati durumları
da epizodik bilinç bozukluğuna neden olan diğer nörolojik nedenlerdir.
KAYNAKLAR:
Bebek, N, Baykan B. Epizodik bilinç bozuklukları.Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri
Dergisi, Deliryum Stupor ve Koma Özel Sayısı, 2007: 5: 55-62.
Bruni J. Episodic impairment of consciousness.
İçinde. Bradley’s Neurology in Clinical Practice. Daroff RB, Jankovic J, Mazziotta JC, P
omeroy SL (editörler) 2016 7.baskı Elsevier, London :8-16.
Fisher RS, Cross JH, French
JA, Higurashi N, Hirsch E, Jansen FE, Lagae L, Moshé SL, Peltola J, Roulet Perez E, S
cheffer IE, Zuberi M.Operational classification of seizure types by the International Le
ague Against Epilepsy: Position Paper of the ILAE Commission for Classification and T
erminology. Epilepsia. 2017 Apr;58(4):522-530.
Trinka E, Cock H, Hesdorffer D, Rossetti AO, Scheffer IE, Shinnar S, Shorvon S, Lowe
nstein DH. A definition and classification of status epilepticus: Report
of the ILAE Task Force
on Classification of Status Epilepticus. Epilepsia 2015;56(10):1515-1523.
FELÇLER
Genel Bilgiler
Vücudun bir bölümünde kas kuvvetinin azalması veya tam kaybı sinir sistemi
hastalıklarında en sık görülen belirtidir. Nörolojide bunlardan birincisine parezi;
ikincisine, yani felç durumuna ise paralizi ve pleji diyoruz. Sinir hastalıkları kliniklerinde
en sık kullanılan deyimlerin hemipleji, hemiparezi paraparezi gibi kas gücünün
azaldığını veya kasların hiç kasılmadığını ifade eden terimler olduğu derhal dikkati
çeker.
Benzer terminoloji kranyal ve periferik sinirler için de geçerlidir: Yüz felci, okulomotor
sinir felci, nervus radialis felci gibi.
Kas zaafı tesbit edilen bir hastada bozukluk sinir sisteminin şu yapılarında olabilir: 1-
Birinci motor nöron 2- İkinci motor nöron 3- Sinir-kas bağlantısı 4- Doğrudan doğruya
çizgili kas. Buna bir de bu ünitelerin hepsinin sağlam olmasına karşın ruhsal nedenlerle
ortaya çıkan histerik felçleri eklemek gerekir.
İstemli hareketi sağlayan yolun ilk nöronudur. Buna üst motor nöron, santral motor
nöron da denir. Bu nöronların yaptığı yola piramidal yol veya kortikospinal yol adı da
verilir. Bu yol Rolando yarığının hemen önündeki motor kortekste yer alan hareket
hücrelerinin aksonlarından oluşur. Piramidal demet capsula interna ve beyin sapından
geçerek aşağıya doğru iner. Aksonların büyük kısmı bulbusun alt ucunda çaprazlaşıp
medulla spinalis'in karşı tarafına geçerler ve ön boynuzdaki II. motor nöronlarla sinaps
yaparlar.
Yutma, dil ve fonasyonla ilgili kaslar bilateral inervasyonludur. Yani her iki hemisferden
de kortikobulber aksonlar alırlar. Bu nedenle kortikobulber yolların tek taraflı
lezyonunda bu fonksiyonlar bozulmaz. Buna karşılık bu yollar iki taraflı tutulmuşsa
hastanın yutması ve konuşması bozulur. Bunun tipik örneği ilerde ele alınacak olan
psödobulber paralizidir.
Alt motor nöron veya periferik motor nöron da denir. Bunlar m. spinalis boyunca
uzanan ön boynuzda veya beyin sapındaki motor kranyal sinirlerin (III., IV., V., VI.,
IX., X., XI., ve XII. kafa çiftleri) nukleuslarında yerleşmişlerdir. Ön boynuz hücrelerinin
uzantıları spinal periferik sinirleri yaparak aynı taraftaki kol, bacak ve gövde kaslarının
hareketini sağlar. Kranyal sinirlerin aksonları ise ipsilateral göz, yüz, dil, çiğneme,
yutma, vb kaslarına giderler.
İkinci motor nöron çaprazlaşmadan aynı taraftaki çizgili kasa giden son yol olduğundan
gerek motor kranyal sinir nukleuslarının ve ön boynuzun, gerekse bunlardan kalkan
kranyal ve spinal periferik sinirlerin hastalıklarındaki felç aynı taraftadır.
Motor sinirlerin uç dalları çizgili kas telleriyle sinaps yaparlar (miyo-nöral plak). İkinci
motor nöronla aşağı inen impuls sinir uçlarındaki vezikülleri patlatır. Bunların içindeki
asetilkolinin sinaptik yarığa dökülmesi sonucu kas membranının depolarizasyonuyla kas
teli kasılır. Asetilkolin, kolinesteraz adı verilen bir enzim tarafından parçalanır.
Çizgili Kas
İstemli hareketin ortaya çıkmasını sağlayan son organdır. Kas distrofisi veya polimiyozit
gibi hastalıklar sonucu çeşitli hareket bozuklukları ortaya çıkabilir.
Birinci motor nöron hastalıklarında, örneğin bir hemiparezide, kas zaafı üst
ekstremitede ekstensor kaslarda, bacakta ise fleksor kaslarda belirgindir.
İkinci motor nöron hastalıklarında lezyon ön boynuzda, ön kökte veya periferik sinirde
olabilir. Ön boynuz veya ön radiks lezyonunda zaaf aynı medulla segmentinden inerve
edilen kaslarda (miyotom) görülür.
Periferik sinir lezyonunda ise zaaf o sinirin dağıldığı kaslardadır (Bakınız: Periferik Sinir
Hastalıkları). Birden fazla periferik sinirin hastalığı olan polinöropatilerde ise zaaf, az
çok simetrik olarak, ekstremitelerin uçlarında belirgindir.
Miyo- nöral plak hastalığının örneği myasthenia gravis'tir. Burada zaaf başlıca beyin
sapı inervasyonlu kaslardadır. Yani göz hareketleri, çiğneme, yutma ve fonasyonla ilgili
kaslar özellikle tutulmuştur. Ekstremitelerde zaaf varsa başlıca proksimal kasları tutar.
Bu hastalıkta zaafının bir özelliği de yorulunca ortaya çıkmasıdır.
2-Tonus
Birinci motor nöron hastalıklarında tonus artar. Bu hipertoni kolda fleksor, bacakta ise
ekstensor kas grubunda baskındır. Bir kas grubunda daha belirgin olan bu tip
hipertoniye spastisite denir.
İkinci motor nöron hastalıklarında ise tonus azalır (hipotoni). Ekstremitelerin pasif
hareketi sırasında kasların gevşek olduğu hissedilir. M. gravis'te kas tonusu değişmez.
Primer kas hastalıklarında bazen hipotoni görülebilir.
3-Tendon Refleksleri
Piramidal yol hastalıklarında artar. Bunun nedeni, piramidal sistemin spinal refleks kavsi
üzerindeki inhibitör etkisinin kalkmış olmasıdır.
İkinci motor nöron lezyonunda ise refleks kavsinin eferent kolu hastalandığı için tendon
refleksleri azalmış veya kaybolmuştur.
M. gravis'te tendon refleksleri normaldir. Primer kas hastalıklarında belirgin bir kas
atrofisi olmadıkça normal kalabilir.
4- Patolojik Refleksler
Kortikospinal yol hastalıklarında Babinski (*), Hoffmann (**) delilleri ve klonus gibi
patolojik refleksler ortaya çıkar. Alt motor nöron, m. gravis ve primer kas
hastalıklarında ise patolojik refleks yoktur.
5- Kas Atrofisi
Birinci motor nöron hastalıklarında felçli kol ve bacakta atrofi yoktur. Sadece
inaktiviteye bağlı global bir incelme görülebilir.
M. gravis'te atrofi yoktur. Kas distrofisi ve polimiyozit ise genellikle kas erimesiyle
birlikte gider.
6-Fasikülasyon
Piramidal yol hastalıklarında kaslarda fasikülasyon görülmez. Buna karşılık II. motor
nöron hastalıklarında lezyon ön boynuz hücrelerinde ise kaslarda fasikülasyonlar dikkati
çeker. Bunlar deri altında seyirmeler şeklindedir. Spontan olarak görülebilir. Bazen de
ortaya çıkarmak için kaslara elle veya çekiçle vurmak gerekebilir.
7- Duyu Kusuru
Tek başına kortikospinal yol ve ön boynuz hastalıklarında duyu kusuru yoktur. Lezyon
periferik sinirde ise kas zaafı ile birlikte duyu kusuru bulunabilir. Miyo-nöral plak ve
çizgili kasın primer hastalıklarında da duyu kusuru görülmez.
8- Diğer Özellikler
Kas distrofisi ve polimiyozitlerde kas dokusu yıkımını yansıtan kreatin fosfokinaz (CPK)
ve laktat dehidrogenaz (LDH) gibi enzimlerin artması ayırıcı tanıda yardımcı olabilir.
HEMİPLEJİ
Hemipleji veya hemiparezi en sık görülen sinir sistemi bulgusudur. Beyin damar
hastalıklarında olduğu gibi akut olarak yerleştiği zaman ilk dönemde felçli tarafta kas
tonusu ve tendon refleksleri azalmış olabilir (Flask=Gevşek hemipleji). Böyle bir felç
tablosunda piramidal yol hastalığı kanıtı olarak sadece Babinski delili bulunabilir.
Zamanla kasların tonusu artar,spastisite ortaya çıkar. Spastisite kolda fleksor, bacakta
ekstansor tonusun artması şeklindedir. Bu devrede tendon refleksleri artmıştır,
patolojik refleksler kolayca ortaya çıkabilir. Yavaş yavaş yerleşen hemiplejilerde ise
(örneğin beyin tümörüne bağlı hemipleji) kuvvetsizlik genellikle bir bölgeden başlar,
zamanla vücudun yarısını içine alacak şekilde ilerler. Flask bir dönem olmadığından
tonus ve refleksler baştan itibaren artmıştır.
Piramidal sistemin kapladığı geniş alan nedeniyle korteks veya kortekse yakın
bir lezyon bu yolların tümünü birden hastalandırmayabilir. Böylece lezyon çok
geniş olmadıkça felç, yüz, kol ve bacağı beraberce tutmaz, daha ziyade
monoplejiler görülür. Olay major hemisferde ise (insanların büyük bir kısmında
sol hemisfer) afazi bulunabilir. Epileptik nöbetler de ortaya çıkabilir (Şekil 3.1).
Kapsula internada piramidal yol kompakt bir demet halini aldığından buradaki
küçük bir lezyon karşı vücut yarısında eşit şekilde dağılan bir hemiplejiye neden
olur. Biraz arkada bulunan duyu yolları da lezyon alanına giriyorsa hemiplejiye
duyu bozuklukları eşlik eder (Şekil 3.1).
Beyin sapı (mezensefalon, pons, bulbus) lezyonuna bağlı hemiplejilerin karşı
tarafında kranyal sinir felçleri görülebilir. Lezyon düzeyine göre göz hareketleri,
yüz, yumuşak damak, ses telleri ve dil yarısında felçler tesbit edilir.
Bunlara çapraz felçler denir. Oluş mekanizmalarının temelinde aynı taraftaki
kranyal sinir çekirdeğinin ve çaprazlaşmasını henüz yapmamış olan piramidal
yolun aynı lezyonla tahribi bulunur. Çapraz felçlere çeşitli duyu kusurları,
serebellar bulgular, ve gözlerin konjüge hareket bozuklukları gibi beyin sapı
anatomisinin özelliklerinden kaynaklanan değişik belirtiler de eşlik edebilir.
Kortikospinal yolun m. spinalis'teki lezyonlarında görülen felç, lezyonla aynı
taraftadır. Bunun nedeni piramidal yolun bulbusun alt ucunda çaprazlaşmış
olmasıdır. Yüzde felç görülmez. Lezyon servikal bölgede ve tek yanlı ise aynı
taraftaki kol ve bacakta hareket kusuru görülür. Servikal bölgenin altındaki
olaylarda ise aynı taraftaki bacağın hareketi bozulur (Şekil 3.1). M. spinalis'te
piramidal yollar birbirine yakın olduğundan ikisinin birden hastalanması olasılığı
fazladır. Bu nedenle ortaya çıkan tablo, lezyonun seviyesine göre, genellikle
kuadriparezi veya paraparezi şeklindedir.
PARAPLEJİ
Parapleji veya paraparezi ile iki bacaktaki kuvvet kaybına verilen isimdir. Böyle bir
tablonun sinir sisteminin değişik düzeylerdeki lezyonlarında ortaya çıkabileceği
aşikardır. Örneğin kortekste bacakların motor merkezlerini iki taraflı hastalandıran
olaylar, periferik nöropatiler ve kas hastalıklarında da hasta, bacaklarındaki
güçsüzlükten yakınır. Fakat en sık görülen paraparezi tabloları kortikospinal yolların
m.spinalis'teki bilateral lezyonuna bağlı olan piramidal paraparezilerdir. Olay piramidal
yolların dışına taşmıyorsa paraparezi saf motor tiptedir. Duyu yolları da birlikte
hastalanırsa lezyon seviyesinin altında duyu kaybı da görülür. Bu tabloya motor-
duyusal paraparezi denir.
Bir hastada bacaklardaki kuvvetsizlikle birlikte gövdede belirli bir yüksekliğe kadar çıkan
hipoestezi de varsa lezyon medulla spinalis'te demektir.
Böyle bir hastada genellikle sfinkter kusuru da bulunur. Bu, miksiyon ve defekasyon
güçlüğü (retansiyon) veya kaçırma (enkontinans) şeklinde olabilir.
Duyu kusurunun üst düzeyi lezyonun üst sınırını gösterir. Örneğin, hastanın
bacaklarındaki duyu kusuru göbek hizasına kadar çıkıyorsa-bu yükseklik m.
spinalis'in D10 segmentine uyduğundan-lezyonun üst sınırı burada demektir.
Radiküler ağrılar : Lezyon, bazı medulla basılarında olduğu gibi, duyusal kökleri
de bastırıyorsa, o köklere uyan bölgede tek veya çift taraflı kök ağrıları
bulunabilir. Örneğin, meme hizasında çember şeklinde ağrılar D3-D4 düzeyinde
bir lezyonu gösterir.
Kaybolan tendon refleksleri de lezyonun düzeyine işaret eder. Bir piramidal
paraparezide bacaklarda artmış tendon reflekslerine karşılık kollarda refleksler
alınamıyorsa lezyonun servikal bölgede olduğu düşünülmelidir (servikal medulla
basısı veya sirengomiyeli gibi)
HİSTERİK FELÇLER
Histerilerde hemipleji, parapleji, monopleji gibi çeşitli felçler görülebilir. Bunlara, sinir
sistemi anatomisine ters düşen garip duyu kusurları eklenebilir. Bu felçlerde refleks
değişikliği ve patolojik refleks gibi organik kanıtlar bulunmaz. Olayın çevrenin dikkatini
çekecek bir ortamda ortaya çıkması ve ruhsal travma değerli ipuçlarıdır.
PSÖDOBÜLBER PARALİZİ
Genellikle yüksek kan basıncı ve aterosklerozu olan kişilerde kortikospinal ve
kortikobulber yollar üzerinde beynin derin bölgelerinde, iki taraflı, ufak, laküner
infarktların ortaya çıkardığı bir tablodur. Hastada yutma güçlüğü, dizartri ve ufak
adımlarla yürüme dikkati çeker. Tendon refleksleri artmıştır. Babinski delili görülebilir.
Bunlara, sıklıkla, idrar kaçırmaları ile yersiz ağlama ve gülmeler (spastik ağlama ve
gülme) eşlik eder. Demansiyel belirtiler bulunabilir.
Kortikobülber yolları iki taraflı tutan başka hastalarda da psödobülber paralizi ortaya
çıkabilir. Multipl skleroz bunun bir örneğidir.
Birinci ve/veya II. motor nöronun sebebi bilinmeyen yaygın ve ilerleyici bir hastalığıdır.
Her iki nöron birlikte tutulduğunda amiyotrofik lateral
skleroz veya Charcot (****) Hastalığı adını alır. Yutma kusuru, dil hareketlerinde
güçlük, dizartri, kol ve bacaklarda kuvvetsizlik dikkati çeker. Tabloda tendon
reflekslerinin artması, Hoffmann ve Babinski delili gibi piramidal sistem hastalığı
bulgularına dilde ve el kaslarında atrofi ve yaygın fasikülasyonlar şeklinde II. motor
nöron belirtileri eşlik eder. Duyu kusuru yoktur (Şekil 3.2).
Piramidal bulguların yaygın fasikülasyonlarla birlikte bulunduğu bir hastada akla ilk
önce amiyotrofik lateral skleroz gelmelidir.
YÜZ FELCİ
Lezyonun n.facialis çekirdeği veya sinirin kendisinde olduğu durumlarda görülür. Kas
zaafı yüzün hem üst, hem de alt bölümündedir. Hasta gözünü kapatamaz (lagoftalmi),
alnını kırıştıramaz. Gözünü kapatmaya çalıştığında göz küresi yukarı doğru kayar (Bell
***** fenomeni). Felç tarafında nazo-labyal oluk silinir. Ağız sağlam tarafa doğru
çekilmiştir. Islık çalamaz (Şekil 3.3).
Şekil 3.3. Sağda periferik yüz felci. Hastadan aynı zamanda gözlerini
sıkması ve dişlerini göstermesi istenmiştir.
Periferik yüz felci, nukleus veya sinirin yolu üzerindeki tümör, iltihap, travma sarkoidoz
vb. gibi değişik lezyonlara bağlı olabilir. Klinikte en sık rastlanan periferik yüz felci ise
idyopatik tipte olanıdır. Bell felci adını da alır. Sinirin intrakranyal bölgede ekstraaksiyal
segmentinin muhtemelen viral infeksiyonuna (herpes virus) bağlı olarak ortaya çıkar.
Bir zamanlar, soğukla ilgili olabileceği düşünülerek afrigorik yüz felci adı da verilmiştir.
Saatler içinde veya 1-2 günde yerleşir. Başlangıçta kulak arkasında ağrı olabilir. Hızla
yerleşen bu tablo hasta ve çevresinde panik yaratır. Fakat prognozu genellikle çok
iyidir.
Günler veya haftalar içinde yavaş yavaş yerleşen periferik bir yüz felcini idyopatik fasyal
felç (Bell felci) olarak kabul etmek doğru değildir. Bu durumda diğer etyolojik faktörler
aranmalıdır.
MULTİPL SKLEROZ
Santral sinir sisteminde miyelin kılıfı harabiyetinden ileri gelen bir hastalıktır. Genç
yaşlarda başlar. Periventriküler ak madde, beyin sapı, medulla spinalis ve optik sinirler
demiyelinizasyon plaklarının en sık yerleştiği bölge ve yapılardır. Hemiparezi,
paraparezi, monoparezi şeklinde piramidal bulgular sık görülür. Serebellar yolların
tutulmasına bağlı dengesizlik, inkoordinasyon, dizartri ve nistagmus da klinik tablonun
önemli bir bölümünü oluşturur. Dikkati çeken diğer bulgular arasında optik ve
retrobülber nevrit, oküler motor sinir felçlerine bağlı diplopi, çeşitli paresteziler, derin
duyu bozuklukları ve sfinkter kusurları sayılabilir.
Tipik bir multipl sklerozun en büyük özelliklerinden biri tablonun iyileşme ve kötüleşme
devreleriyle seyretmesidir. Oldukça akut yerleşen bir kas zaafı, dengesizlik, diplopi veya
vizyon kusuru haftalar içinde ileri bir düzelme gösterir. Aradan aylar veya yıllar geçince
hastalık yeni bir alevlenmeyle tekrar ortaya çıkar. Hastalığın ikinci bir özelliği de her
kötüleşme devresinde ortaya çıkan belirtilerin genellikle farklı anatomik yapıların
tutulduğunu düşündürecek şekilde dağınık olmasıdır. Örneğin bir retrobulber nevrit
tablosunu yıllar sonra beyin sapı lokalizasyonu telkin eden diplopi ve serebellar bulgular
izler. Bir süre sonra da piramidal bir paraparezi ve sfinkter kusuru m. spinalis’in
hastalandığına işaret eder. Sonuç olarak, her ataktan arta kalan ufak veya büyük
sekeller üstüste eklenerek nörolojik bir maluliyet tablosu yaratır.
POLİOMYELİT
Ön boynuz hücresinin akut iltihabi bir hastalığıdır (Şekil 3.2). Genellikle ateşli bir
devreyi izleyen asimetrik kol ve bacak felçleri görülür. Bazı vakalarda beyin sapındaki
motor çekirdeklerin tutulması sonucu yumuşak damak, farinks, larinks ve dil felçleri
ortaya çıkabilir. Solunum kaslarının zaafı hayatı tehdit edebilir. Felçler akut yerleşir ve
II. motor nöron tipindedir. Yani tendon refleksleri kaybolmuştur, patolojik refleks
yoktur, tutulan kaslarda atrofi görülür. Hastalığın önemli bir özelliği duyu kusuru
bulunmamasıdır.
POLİNÖROPATİ
Birden fazla periferik sinirin toksik, metabolik, beslenme bozukluğu, vaskülit, infeksiyon
vb nedenlerle simetrik bir şekilde hastalanmasına bağlıdır. Başlıca motor, başlıca
duyusal veya mikst nöropatiler vardır. Kas zaafı ekstremitelerin uçlarında belirgindir.
Kranyal sinirler de tutulabilir. Felç II. motor nöron tipindedir. Refleksler alınmaz,
patolojik refleks yoktur. Distal kaslarda atrofi dikkati çeker. Duyu kusuru ellerde
eldiven, ayaklarda çorap şeklindedir (Şekil 7.6).
MYASTHENİA GRAVİS
KAS HASTALIKLARI
Kas Distrofileri
Polimiyozit-Dermatomiyozit
İstemsiz hareketer çok hetorojen bir grup oluştururlar. Bir bölümü santral sinir
sisteminin birbirinden çok farklı yapılarının hastalığı sonucudur. Bazılarından sorumlu
nöral mekanizmalar ise iyi bilinmektedir. Büyükçe bir bölümü beynin derinliklerinde yer
alan ve bazal ganglionlar adı verilen gri madde adacıklarının dejeneratif, kalıtsal,
vasküler, iltihabi ve doğum travmasına bağlı hastalıklarının sonucudur. Parkinson
hastalığının tremoru, kore, atetoz ve bazı tip distoniler bu gruba girer.Yine bu bölümde
ele elınacak olan intansiyonel tremor, serebellumun değişik etyolojik nedenlerle
hastalanmasına bağlıdır. Miyokloniler serebral korteksten m. spinalise kadar uzanan
çok geniş bir bölgedeki farklı anatomik yapıların lezyonuyla ilgilidir. Klonik fasyal
spazmın ise n. facialisteki iritativ olaylardan kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Tortikolis
gibi bazı istemsiz hareketlerin nöral mekanizmalarına ait bilgiler halen çok yetersizdir.
Nöroleptiklerin yaygın şekilde kullanılmağa başlanmasından sonra görülen akut ve
tardiv diskinezilerle L-Dopa tedavisindeki Parkinson hastalarında ortaya çıkan istemsiz
hareketler de konunun sinaptik düzeyde tartışılmasına yol açmıştır. Psikojen kaynaklı
istemsiz hareketler de vardır.
Tremor
Tremor, birbirine antagonist kasların istemsiz kasılmasına bağlı az veya çok ritmik bir
harekettir. Üç tipi vardır:
İntansiyonel Tremor
Serebellum hastalıklarında görülür. İstemli hareketin özellikle son aşamasında, yani
hedefe yaklaşırken ortaya çıkar. Örneğin parmağın burna dokunacağı sırada veya dolu
bir bardağa uzanıp tutarken iki yana doğru oldukça kaba osilasyonlar şeklindedir.
İstirahatte kaybolur. Bazen de baş ve gövdede öne arkaya sallanmalar
görünümündedir. Başın bu hareketine titübasyon denir.
Postüral Tremor
Normal insanlarda da yer çekimine karşı bir postürü sürdüren kaslarda ince bir
tremorun varlığı ortaya konmuştur. Buna fizyolojik tremor adı verilir. Frekansı saniyede
10-12 dir. Heyecan, ruhi gerginlik, korku, yorgunluk, hipoglisemi, egzersiz ve
tirotoksikozda amplitüdü artar, gözle görünür hale gelir.
Esansiyel Tremor
Postüral veya aksiyon tremorunun oldukça sık görülen patolojik bir şeklidir. Kalıtsal
yönü olduğu zaman "familyal tremor", yaşlılıkta ortaya çıktığı zaman "senil
tremor" adını alır. Genç yaşlarda ve familyal özellik olmadan görülen şekline ise
"esansiyel tremor" adı verilir. Postüral tremorun bu üç tipi muhtemelen birbiriyle ilişkili
tablolardır. Bazı yazarlar her üç tipi birden esansiyel tremor adı altında toplanmaktadır.
Esansiyel tremorun başlıca belirtisi ellerdeki titremedir. Genellikle tek elden başlar ve
yıllar içinde çok yavaş ilerler. Hasta ellerini uzattığında belirgin hal alır. İlerlemiş
olgularda yazı bozulur, fakat Parkinson hastalığında olduğu gibi mikrografi görülmez.
Tanı bakımından önemli bir nitelik alkol alındığında tremorun azalıp kaybolmasıdır.
Hastaların bir bölümünde ellerdeki tremora ek olarak veya bağımsız şekilde başta
tremor görülür. Bu titreme vertikal veya horizontal plandadır. Bazı hastaların seslerinin
titrediği dikkati çeker. Gövde ve bacaklarda titreme nadirdir.
Asteriksis
Hasta elini ve parmaklarını gergin bir şekilde tutarak kollarını öne uzattığında bileğin
ekstensor kaslarındaki tonik kontraksiyonun geçici olarak ortadan kalkmasıyla
(periyodik inhibisyon) eller aşağı doğru düşer ve hızla ilk pozisyonuna veya onun biraz
üstündeki bir plana çıkar. Kas kontraksiyonunun inhibisyonu sonucu olan ellerin yere
doğru düştüğü sırada ekstensor kasların EMG'sinde elektrofizyolojik bir sessiz periyod
görülür. Bu hareketler bir dakika içinde birçok kez tekrarlar. İlk olarak hepatik
ensefalopatisi olan hastalarda tanımlanan bu istemsiz harekete, kanat çırpmaya
benzetildiğinden "flapping tremor" adı verilmiştir. Üremide, seyrek olarak bazal
ganglionların lokal hastalıklarında ve Wilson (14) hastalığında da görülebilir.
Şekil 12a. Asterixis. Her iki eldeki istemsiz hareketi gösteren videodan kaydedilmiş
durağan görüntüler.
Şekil 12b. Asterixis sırasında önkol ekstensor kasları üzerine konan yüzeyel
elektroddan kaydedilen EMG aktivitesinin kayboluşu görülmekte (oklar).
Hareketli görüntü: Asteriksis
14. Samuel Alexander Kinnier Wilson (1878-1937): Amerika Birleşik Devletlerinde
doğdu.Tıp öğrenimini İskoçya da yaptı. Hayatının büyük bölümünü Londra'daki
National Hospital for Nervous Diseases'de geçirdi.Wilson Hastalığı olarak bilinen
progressiv lentiküler dejenerasyonu otuz üç yaşında tanımladı. Ekstrapiramidal sistem
terimini ortaya atan Wilson'dur.
Kore
Amaçsız ve düzensiz ani ve hızlı hareketlerdir. Ellerde ayaklarda oranla daha sık
görülür. Bazen de dil, dudak, yüz ve omuz hareketleri görünümündedir. Ağır
şekillerinde hastanın yazı yazma, yemek yeme gibi günlük aktiviteleri etkilenebilir.
Sydenham koresi:
Akut eklem romatizmasının major belirtilerindendir. Kızlarda daha sık olmak üzere
çocukluk yaşlarında ortaya çıkar. Tekrarlamalar nadir değildir.
Huntington(15) Koresi
Otosomal dominan geçişli kalıtsal bir kore şeklidir. Çoğunlukla 20-50 yaşları arasında
başar. Özelliği,koreik hareketlere ilerleyici bir demansın eşlik etmesidir. Mental belirtiler
sinirlilik, geçimsizlik, kavgacılık gibi kişilik değişiklikleriyle başlayabilir.
Atetoz
Hemibalismus
Vücudun bir yarısında görülen, kol ve bacağı tümüyle tutan, geniş amplitüdlü, şiddetli
istemsiz hareketlerdir. Hareketin şiddetinden hasta kolunu-bacağını duvara çarpıp
kendini yaralayabilir, yatak yüzeyine sürtünme sonucu derileri soyulabilir.
Torsiyon Spazmı
Spazmodik Tortikolis
Nedeni çok iyi bilinmemektedir. Bazılarının, torsiyon spazmının parsiyel bir şekli olduğu,
bir bölümünün de psikojen nedenlerden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Ayrıca boyun
vertebraları ve sterno-mastoid kasın lokal patolojilerine bağlı sürekli tortikolis olguları
da vardır.
Akut Distoniler
Bunlar ilaca karşı bir tür idyosenkrazi belirtisi olarak tedavinin ilk günlerinde ve hatta
tek bir doz almakla ortaya çıkarlar. Yüz, boyun, dil ve çenede ağır distoniler şeklindedir.
Tortikolis, çenenin bir tarafa kayması, dilin dışarıya çıkması gibi istemsiz hareketler sık
görülür. Bazen de göz kürelerinin bir yöne doğru zorlu deviyasyonu dikkati çeker.
Buna akut okülojir distonik kriz adı verilir. Bütün bu hareketlere hastada büyük bir
huzursuzluk ve panik hissi eşlik eder.
Tardiv Diskinezi
Aylarca süren, genellikle yüksek dozda nöroleptik tedavisi sırasında veya tedavi
bittikten sonra ortaya çıkan istemsiz hareketlerdir. Başlıca ağız ve dili tutan çiğneme ve
yalanma hareketleri şeklindedir. Ekstremitelerde koreik ve koreatetoid hareketler
görülebilir. Antiparkinson ilaçlarla daha da şiddetlenirler. Nöroleptik arttırılınca geçici
olarak durmaları tanı koydurucudur. Nöroleptik tedavisi devam ederken ortaya çıkanlar
genellikle kalıcı niteliktedir.
L-Dopa tedavisi sırasında ortaya çıkan diskineziler ayrı bir grup oluşturur. Kol ve
bacaklarda koreik, atetoid veya karışımı hareketler dikkati çeker. Ayaklarda pedal
hareketi, omuz oynatmalar, dil ve çene hareketleri görülür. Hareketler, ilacın etkisi
ortadan kalkınca kaybolur. L-Dopa dozunun azaltılmasıyla kontrol altına alınabilir.
Miyokloni
Miyokloni veya miyoklonus bir kasın veya bir kas grubunun ani ve şimşekvari
kasılmasıyla ortaya çıkan genellikle aritmik sıçrayıcı harekete verilen addır. Miyoklonus
bazen çok küçük bir hareket şeklindedir. Bazen de hastanın elindekini düşürmesine
veya yere yıkılmasına neden olacak amplitüdde bir hareket doğurur. Miyoklonusların
bir bölümü ani ses, ışık, dokunma gibi uyaranlarla provoke edilebilir. Bazen de aktif bir
hareket sırasında ortaya çıkarlar (action myoclonus).
Miyokloniler bazen epileptik bir fenomendir. Miyokloni ile birlikte konvülsiv nöbetler de
görülebilir. Bunlardan bir bölümünde nörolojik bozukluk yoktur. Bir bölümü ise sinir
sisteminde ilerleyici dejeneratif değişiklikler ve demansla birlikte giderler. Familyal
progresif miyoklonus epilepsisi (Unverricht-Lundborg) buna örnektir. Burada uyarana
duyarlı miyoklonus ve epilepsi nöbetleri bir arada bulunur.
Sinir sisteminin bazı yavaş virüs infeksiyonları (ve prion) hastalıklarının seyrinde de
miyoklonik sıçramalar ortaya çıkar. Bunlardan biri çocukluk yaşlarında görülen ve
kızamık virüsüne bağlı olduğu düşünülen subakut skerozan panensefalit (SSPE). Diğeri
de ilerleyici bir demans tablosu olan Creutzfeldt Jacob hastalığı'dır (Demans bölümüne
bakınız).
Tik
Sıklıkla yüzde, boyun ve omuzda görülen istemsiz hareketlerdir. Göz kırpma, alın
kırıştırma, burun çekme, omuz silkme sık görülür. Çocukluk yaşlarında ve gerilimli
durumlarda ortaya çıkar. Kompülsiv bir yönü vardır. Yani, hasta tikini kontrol altında
tutmak isterse gerilim artar, tikin ortaya çıkması ise geçici bir rahatlık sağlar. Tikler
genellikle stereotipe hareketler halindedir. Fakat bir dönem aynı tiki tekrarlayan
çocuğun bir zaman sonra bunu terkedip yeni bir tike başladığı görülür.
Bu sendromda, mültipl tiklere küfür ve ayıp sözler söyleme (koprolali) eşlik eder.
Tiklerin bir bölümü homurtu, boğaz temizleme gibi solunum tikleri niteliğindedir.
Familyal yönü vardır.
Yüzün bir yarısına zaman zaman gelen kasılma nöbetleridir. Birden başlayıp birden
biter. Ağız komisürü bir tarafa çekilmiş, m.orbicularis oculi’nin kontraksiyonu ile göz
kısılmıştır. Bu spazmodik zemin üzerinde kasların kesikli (klonik) kasılmaları dikkati
çeker. Heyecan ve gerginlik durumlarında artar. N. facialis üzerindeki iritativ bir olaya
bağlı olduğu düşünülmektedir.
Şekil 13b. Sağda hemifasyal spazm (videodan alınmış durağan görüntü dizisi).
Blefarospazm
Bazı ağrılı göz hastalıklarında görülen refleks blefarospazmdan ayrı olarak hiçbir lokal
neden olmadan ortaya çıkan blefarospazm olguları da vardır. Bunlara esansiyel
blefarospazm adı verilmektedir. Hastalar, gözlerinin zaman zaman istemsiz olarak
kapandığından; okuma, yemek yeme ve hatta yürümenin imkansız hale geldiğinden
yakınırlar. Nedeni iyi bilinmemektedir. Bir bölümünün ağız, çene ve dildeki istemsiz
hareketlerle birlikte bulunduğu dikati çeker. Meige sendromu veya blefarospazm-
oromandibüler distoni adı verilen bu tablo hakkında bilinenler de yetersizdir. Bazı
blefarospazm olgulları ise psikojen kaynaklıdır.
Fasikülasyon
Kas fasiküllerinin dil mukozası veya deri üzerinden seçilebilen hızlı, soluncası
hareketleridir. Spondan olarak görülmediği durumlarda kaslara kısa darbelerle vurarak
provoke etmek mümkündür. Ön boynuz hücresinin (II. motor nöron) kronik hastalığını
gösteren önemli bir belirtidir. Dildeki fasikülayon da n. hypoglossus nukleusunun
hastalığına işaret eder. Fasikülasyonun yaygın bir ön boynuz hastalığı olan motor nöron
hastalığında sık görülen ve tanı değeri taşıyan bir bulgu olduğundan söz edilmişti
(Felçler ve Kas Erimeleribölümlerine bakınız). Bu grubun içindeki bir hastalık olan
amiyotrofik lateral sklerozda kaslardaki erime ve fasikülasyonların yanısıra I. motor
nöron lezyonu sonucu çene ve tendon refleksleri artar, Babinski ve Hoffmann delili gibi
patolojik refleksler de ortaya çıkar.
Çizgili kasların erimesi primer kas hastalıklarında görüldüğü gibi II. motor nöronun
değişik kademelerindeki lezyonlarda da ortaya çıkar. Bu bölümde bu iki büyük grup
ancak ana çizgileriyle ele alınacak ve ayırıcı tanıdaki klinik özelliklere öncelik
verilecektir. Tanıda büyük yardımı olan laboratuvar bulgularından (EMG, kas enzimleri,
kas biyopsisi) söz edilmeyecektir.
Bu gruptaki hastalıklarda kas erimesi miyojendir. Yani hastalık kasın kendisindedir, sinir
sistemindeki bir bozukluğa bağlı değildir. Bunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz.
Primer kas hastalıklarının en sık görülen alt grubunu oluştururlar. Büyük bölümü,
çocuklukta veya genç yaşta başlayan familyal hastalıklardır. Kas zaafı ve erimesi
simetrik olup kol ve bacakların proksimalindedir, yani kavşak kaslarındadır. Bununla
birlikte, değişik tiplerinde lokalizasyon farklılıkları olabilir. Örneğin, fasyo-skapulo-
humeral kas distrofisinde (Landouzy (10) -Dejerine (11) tipi) erime yüz ve omuz-
skapula çevresindeki kaslardan başlar. Duchenne (12) tipi distrofide ise zaaf ve erime
ilkin kalça kavşağı kaslarındandır. Doğal olarak, klinik görünüm ve belirtiler buna göre
birbirinden farklıdır. Duchenne tipinde erimiş kasların yanısıra özelikle baldır kasları,
yağ ve bağ dokusu artışı nedeniyle, hacimli ve iyi gelişmiş görünümlüdür. Fakat bu bir
gerçek hipertrofi olmadığından kasın fonksiyonel kapasitesi yetersizdir. Bu aldatıcı
görünüme psödohipertrofi adı verilir (Şekil 9). Psödohipertrofik kas distrofisinin
tanımlanmasında Duchenne’in yanısıra Erb (13)’in de önemli katkıları olmuştur.
c.Polimiyozit
a. Ön Boynuz Hastalığı
Ön boynuzun kronik hastalığına örnek, Motor Nöron Hastalığıdır. Atrofi özellikle ellerin
ince kaslarında ve simetriktir (Şekil 11). Hastalığın ileri dönemlerinde kol ve bacakların
diğer kaslarına da yayılır. Bütün vücutta yaygın fasikülasyon dikkati çeker. Hastalık
bülber bölgeyi tutarsa yutma güçlüğü ve dizartriyle birlikte dilde de atrofi ve
fasikülasonlar görülür. Duyu kusuru yoktur. Motor nöron hastalığı genellikle I. ve II.
motor nöronun kombine lezyonuna bağlı olduğundan kas atrofisine karşın refleksler
artmıştır, patolojik refleksler alınır (Felçler bölümüne bakınız).
b. Ön Kök Hastalığı
c. Polinöropati
Kas zaafı ve atrofisi sinirin inervasyon alanındadır. Buna periferik sinir tipinde duyu
kusuru ve hastalanan sinirle ilgili refleks kaybı eklenebilir. (Felçler, Duyu
Bozuklukları ve Refleks Bozukları bölümlerine bakınız).
3- Diğer Kas Erimeleri
Çocukluk yaşlarında geçirilmiş paryetal lob lezyonlarından sonra görülür. Kol ve /veya
bacağın sağlam ekstremiteye oranla ince; el ve ayağın daha küçük olduğu dikkati çeker.
Burada gerçek anlamda bir kas atrofisi yoktur, bir vücut parçasının büyüme ve gelişme
kusuru söz konusudur.
Uzun süren hemipleji ve parapleji gibi piramidal sistem hastalıklarından sonra da felçli
ekstremitelerde kas erimelerinin ortaya çıktığı görülür. Bunların inaktivasyona bağlı
olduğu düşünülmektedir.
KAS TONUSU BOZUKLUKLARI
Tonus, klinik açıdan, istirahat halindeki kasta pasif hareket sırasında hissedilen gerginlik
olarak tanımlanabilir ve segmanter bir mekanizmayla sağlanır. Reflekslerde olduğu gibi
beyin sapı, serebellum ve serebral hemisferdeki üst nöral yapıların tonus
ayarlanmasında rolü vardır. Bu nedenle, suprasegmanter mekanizmalardaki
bozukluklarda da tonus değişiklikleri ortaya çıkar Kas tonusunun azalmasına hipotoni,
artmasına hipertoni adı verilir.
Hipotoni
Hipertoni
Tonus bozuklukları bölümünü bitirirken üç özel duruma daha kısaca değinilmesi yerinde
olur. Bunlardan ilk ikisi dekortikasyon ve deserebrasyon rijiditesi olup “Koma”
bölümünde anlatılmıştır. Üçüncüsü ise paratonia veya Almancada “gegenhalten” adı
verilen belirtidir. Beynin yaygın hastalıklarında görülür. Büyük eklem hareketleri
sırasında örneğin hekim önkolu açıp kapamak istediği sırada hastanın istemsiz olarak
bu harekete karşı koyduğu dikkati çeker.
PARKİNSON SENDROMU
“Sinir Sistemi” bölümünün değişik yerlerinde belirtileri ayrı ayrı ele alınan Parkinson
sendromunu burada topluca özetlemek uygun olacaktır.
Hastanın yüzü mimiksiz ve donuktur (Maskeli yüz). Gözler az kırpılır. Yukarda sözü
edilen rigor ve dişli çark belirtisinin yanısıra bradikinezi ve tremor dikkati çeker.
Hareketlerde büyük bir yavaşlama vardır. Oturduğu yerden kalkmak, yatakta bir
yandan öbür yana dönmek , giyinmek gibi günlük hareketler zorlaşmıştır. Hasta, baş
ve gövdesi öne eğik olarak fleksiyon postüründe yavaş ve ufak adımlarla yürür. Bu
sırada kollar sallanmaz. Parkinsonlu hastanın tremoru statik bir tremordur. Yani,
istirahat halindeyken görülür. Ellerde para sayma hareketine benzetilir. Ses tonu düşük,
konuşma monotondur. Hastalığın ilerlemesiyle giderek anlaşılmaz hale gelir. Yazı da
bozulmuştur, cümlenin sonuna doğru harfler iyice küçülür (mikrografi).
Tetanoz
Clostridium tetani toksininin neden olduğu ağrılı kas spazmları ile karakterizedir.
Genellikle çene kaslarından başlayarak jeneralize olur. Istirahat halinde
elektromiyografide istemli kas kasılmasına benzer şekilde devamlı motor ünite aktivitesi
saptanır.
“Stiff-Person” Sendromu
Kaslarda yavaş gelişen sertleşme ve spazm ile karakterizedir. Sertlik genellikle bel
bölgesinden başlayarak aylar içinde sırt, kol ve bacaklara yayılır. Dış uyaranlar sertlik
ve spazmların artmasına neden olur. Sertlik alt motor nöronları etkileyen beyin sapı
veya medulla spinalis kaynaklı inhibitör mekanizmaların ortadan kalkması sonucu
gelişir. Elektromiyograifde istirahat halinde, istemli hareket sırasında olduğu gibi,
sürekli motor ünite aktivitesi kaydedilir. Spontan aktivite, uyku ve genel anestezi
sırasında kaybolur.
Kramp
Sık görülen, genellikle tek bir kası tutan saniye veya dakikalar süren ağrılı kas
kasılmalarıdır. Kendiliğinden veya kasın pasif olarak gerilmesi ile düzelir.
Kontraktür
Kasta istemli hareket sırasında ortaya çıkan bir gevşeme güçlüğüdür. Bazı metabolik
hastalıklar sonucu kasın enerji ihtiyacının karşılanamadığı durumlarda ortaya çıkar.
İstirahat halinde, uykuda da devam eden bir kas sertliği tablosuna verilen isimdir.
İstirahat halinde bazı kas grupları devamlı tonik kontraksiyon halindedir. Bazı kaslara
yakından bakıldığında deri altında kas lifi gruplarının sürekli, seğirme şeklinde kasılıp
gevşediği görülebilir (miyokimi ve fasikülasyonlar). İstemli hareket sonrasında
kaslarda gevşeme güçlüğü vardır. Bu hastalarda aşırı kas kasılmasına eşlik eden yoğun
terleme artışı da vardır. Elektromiyografide kasta nöromiyotonik boşalımlar dikkati
çeker. Bazı hastalarda serumda voltaja bağımlı potasyum kanallarına karşı antikor
bulunur.
KOMA VE KOMALI HASTANIN MUAYENESİ
Genel Bilgiler
Stupor : Sesli uyaranlara cevap alınamaz. İlişki kurabilmek için kuvvetli uyaran
uygulamak gerekir. Tekrarlanan uyaranlarla hasta gözlerini açar. Bu sırada sözlü
emirleri yerine getiremez veya emri yavaş ve yetersiz şekilde uygular.
Koma : Hasta dış uyaranlarla uyandırılamaz. Hafif ve orta dereceli komada hasta ağrılı
uyaranı lokalize edip eliyle uzaklaştırmak ister. Yahut, yüz buruşturma gibi genel bir
cevap verir. Derin komada ise her türlü uyarıya refleks düzeyde bir cevap bile alınamaz.
Sadece vejetatif fonksiyonlar korunmuştur.
İnsanda uyanıklığın asandan retiküler aktivatör sistem (ARAS) adı verilen anatomik bir
yapı tarafından sağlandığı kabul edilmektedir. Bu yapı, dağınık hücre grupları halinde
beyin sapında rostral pons ve mezensefalon tegmentumunun paramedyan bölgesinden
başlayıp talamus düzeyinde posterior paramedyan, parafasikuler ile sentromedyan ve
intralaminer çekirdeklerin medyal bölgesini içine alarak korteksin her tarafına projete
olan yaygın bağlantılardan oluşmaktadır. Bu yapıları etkileyen metabolik (örneğin
hipoglisemi) veya yapısal her türlü değişiklik (örneğin beyin kanaması) komaya yol
açabilir. Yani koma bir hastalık olmayıp çeşitli etyo-patolojik süreçler sonucu gelişen
klinik bir tablodur.
Koma, hekimliğin acil problemlerinden biridir. Böyle bir hasta ile karşılaşıldığında birçok
faktör hızla hasta ve hekimin aleyhine çalışmaya başlar. Nedeni ortaya konulduğunda
tedavisi mümkün bazı komalar (örneğin hipoglisemi) kısa sürede irreverzibl döneme
girip ağır beyin hasarı veya ölümle sonuçlanabilir.
Komalı bir hastaya nörolojik bir anlayış içinde yaklaşıldığında bir yandan patolojik
sürecin santral sinir sisteminin hangi düzeylerini etkilediği anlaşılırken bir çok kez de
komaya yol açan nedenin aydınlatılması mümkün olabilir.
Anamnez, her nörolojik olguda olduğu gibi, komaya neden olan patolojik sürecin natürü
hakkında güvenilir bilgiler verir. Hastayı yakından tanıyan bir kişinin eski sağlık sorunları
ve alışkanlıkları (diyabet, yüksek kan basıncı, kalp ve böbrek hastalığı, habis hastalıklar,
epilepsi, toksik madde alışkanlığı vb) konusunda vereceği bilgiler problemin çözülmesini
çok kolaylaştırabilir.
Akut gelişen koma tablolarında hasta çoğu kez olaya tesadüfen şahit olan veya
kendisini bilinçsiz halde bulan kişiler tarafından hekime getirilir. Bununla birlikte, bu
kişiler bir epilepsi nöbetini güzelce tarif edebilir. Hastanın bulunduğu yer ve pozisyon,
bir kafa travması geçirip geçirmediği sorulmalıdır.
Hastanın cebinde bulunacak bir reçete, ilaç kutusu (örneğin antikonvülziv) veya tıbbi
bir kayıt önemli bir ipucu olabilir.
Hasta çevresinin bir süreden beri başağrısı, ilerleyici hemiparezi ve son günlerde
giderek artan uyanıklık kusuru tanımladığı bir hastada intrakranyal bir YKL (yer
kaplayıcı lezyon) akla gelmelidir. Böyle bir hasta birkaç ay önce bir kafa travması
geçirmişse subdural hematom söz konusu olabilir.
Hastanın bulunduğu andan hekime getirildiği ana kadar geçen zamanda bilinç
durumundaki değişiklikler de sorulmalıdır. Alınan cevap hızla ilerleyen bir komayı
gösterebileceği gibi iyileşen bir uyanıklık kusurunu da (örneğin epilepsi komasında
olduğu gibi) telkin edebilir.
Komalı hastanın nörolojik bir anlayış içinde muayenesi iki konuda yararlı bilgi verir:
1- Komaya yol açan olay primer olarak merkez sinir sisteminden mi kaynaklanmaktadır
?
Olay beyin sapını ilgilendirdiği oranda kötü sonuçlanacağından muayenede elde edilen
bulgularla beyin sapı yapılarının ne oranda etkilendiği anlaşılmaya çalışılır. Hastanın
uyanıklık durumu, solunum ritmi, pupillalar, gözlerin istirahatteki pozisyonu ve refleks
göz hareketlerinin değerlendirilmesi bu konuda oldukça güvenilir bilgiler verir.
Uyanıklık Durumu
Solunum
Apnöstik Solunum : Her inspiryumu izleyen bir apne periyodu vardır (Şekil 15.12 C).
Orta-alt pons seviyesindeki lezyonlarda ortaya çıkar.
Ataksik Solunum : Son derece düzensiz bir solunum ritmidir ve aşağı beyin sapı
(bulbus) lezyonu, dolayısıyla kötü bir pognozu gösterir (Şekil 15.2 D).
Pupilla
Pupillaların büyüklüğüne, eşit olup olmadıklarına ve ışık cevabına bakılır (Tablo 15.1).
Tablo 15.1. Farklı neden ve lokalizasyona bağlı komalarda pupilla değişiklikleri ve ışık
refleksi.
1. Komalı hastada pupillalar normal büyüklükte, eşit ve ışık refleksi normal
olabilir.
2. İki yanlı ileri derecede dar pupilla (iğne başı pupilla) : Morfin zehirlenmesi,
talamus ve pons kanamalarında görülür. Talamus kanamasında ışığa cevap yoktur,
gözler aşağı ve içe bakar. Pons kanamasında ise ışık refleksi korunmuştur.
3. Tek taraflı geniş ve ışığa cevabı azalmış pupilla: Anlamı: Geniş pupilla tarafındaki
beyin hemisferinde kitle etkisi yapan lezyon (tümör-hematom).
Göz Küreleri
2- Gözler orta hatta ve hareketsiz olabilir. Bu durumda iki olasılık vardır : a. Beyin sapı
sağlamdır, fakat o sırada göz hareketi yoktur, b. Beyin sapı işlevleri bozulduğundan bu
hareketler yapılamamaktadır. İkisi arasında ayırım iki tür refleks göz hareketi aranarak
yapılır :
Gözleri orta hatta hareketsiz olan komalı bir hastada eğer okülosefalik ve
okülovestibüler refleksler alınmıyorsa ağır bir beyin sapı bozukluğu var demektir.
3- Hastada gözler sağa veya sola sapmış olabilir. Bazen buna başın da aynı yöne
çevrilmesi eşlik edebilir.
Kısa anatomo-fizyolojik açıklama : Gözlerin yanlara konjüge bakışı iki düzeyli bir
mekanizmayla sağlanır :
Özetle, frontal lob hastalığında hasta lezyonunun olduğu tarafa bakar, refleks
göz hareketleri bozulmamıştır. Pons lezyonlarında ise, tam tersine hasta
hemiplejisine bakar, refleks göz hareketleri bozulmuştur.
Motor sistem muayenesi komalı hastayı dikkatle izlemekle başlar. Daha sonra sese ve
ağrılı uyaranlara tepkileri değerlendirilir.
1- Hastanın spontan olarak kol ve bacaklarını aynı derecede hareket ettirmesi, göz
kırpma, yutkunma ve esneme gibi hareketler komanın çok derin olmadığını ve belki de
motor bir zaafın bulunmadığını telkin eder.
2- Hastanın bir ekstremitesini diğerine oranla daha az veya daha seyrek oynatması
veya hiç hareket ettirmemesi bir hemiparezinin varlığını düşündürür. Hasta ağrılı
uyaranları algılayacak bilinç düzeyinde ise ve uyaran karşısında spontan olarak az veya
seyrek hareket ettirdiği ekstremitelerini iyi çekemiyorsa bu bulgu hemiparezi kanıtı
olarak alınabilir.
3- Hasta ağrılı uyarana cevap veremeyecek derinlikte bir komada ise ekstremiteler
arasındaki tonus farkı araştırılır. Örneğin, sedyede yatan bir hastada sağ kol göğsün
üzerinde dururken sol kol yere doğru sarkmışsa ve bu kol hekim tarafından sağ kol ile
aynı pozisyona getirildiğinde bile göğsün üzerinden kayarak tekrar yere doğru
sarkıyorsa bu bulgu sol kolda motor zaaf olduğunu düşündürür. Aynı şeyi alt
ekstremitelerde aramak için bacaklar dizden fleksiyona getirilir. Kas zaafı olan bacak,
diğerine oranla, daha hızlı bir şekilde dışa açılarak düşer.
4- Komalı bir hastada bir bacağın dışa doğru dönük bulunması o bacakta bir parezinin
kanıtı olabilir. Dışa rotasyonun femur boynu kırıklarında da görülebileceğini
unutmamalıdır.
5- Nedeni ne olursa olsun komalı bir hastada ağrılı bir uyarana hiçbir cevap
alınamıyorsa bir felcin varlığına veya yokluğuna karar vermek mümkün değildir.
7- Komalı bir hastada, başka bir lokalizasyon veya lateralizasyon bulgusu olmadan, tek
başına Babinski delili lokalizasyon değeri taşımaz. Çünkü sinir sistemi fonksiyonlarını
yaygın şekilde bozan metabolik hastalıklarda da görülebilir.
8- Komalı hastada kendiliğiden veya ağrılı uyaranla ortaya çıkan iki motor fenomen
daha vardır :
A. Dekortikasyon rijiditesi veya postürü. Üst ekstremiteler fleksiyon, bacaklar
ekstansiyon postüründedir (Şekil 15.5 A)
B. Deserebrasyon rijiditesi veya postürü. Kollar ve bacaklar ekstansiyon postüründedir.
Baş ve gövde geriye doğru kasılmış olabilir (Şekil 15.5 B).
Her iki postür de akut veya kronik çok değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Yani etyoloji konusunda bir fikir vermezler. Deserebrasyon postürü olayın, nedeni ne
olursa olsun, beyin sapının üst bölümünü etkilediğini gösterir. Dekortikasyon
postüründe ise fonksiyonu bozulan bölge daha yukarlarda serebral ak madde -capsula
interna veye talamus düzeyindedir.
Bazen akut yerleşen intrakranyal yer kaplayan lezyonlarda (örneğin beyin kanaması)
deserebrasyon postürü tek taraflı olarak serebral olayın karşı tarafındaki kol ve bacakta
görülebilir.
Gözdibi
Papilla ödemi komaya yol açan nedenin kafaiçi basıncını artırdığını gösterir. Fakat olayın
nötürü hakkında bunun ötesinde bir şey söylemez. Akut yerleşen YKL’de (örneğin
intraserebral hematom) papilla ödeminin gelişmesi saatler veya günler alabilir. Bu
bakımdan, normal bir fundus YKL olasılığını reddettirmez.
Akut bir şekilde komaya giren ve muayenede lokalizasyon veya lateralizasyon bulgusu
tesbit edilemeyen bir hastada fundusta mum alevi şeklinde taze kanamaların
(subhiyaloid kanama) görülmesi primer subaraknoid kanamayı düşündürür.
Bu konu, özellikle iç hastalıklarını ilgilendiren geniş bir bahistir. Burada sadece pratik
açıdan önem taşıyan bazı noktalara değinilecektir. Örneğin, ateş bir sinir sistemi
infeksiyonuna işaret edebileceği gibi etyolojisi farklı bir koma sırasında yerleşen
pnömoninin bir bulgusu da olabilir. Bu nedenle, bu belirtileri hastadaki diğer bulguların
genel çerçevesi içinde ele alıp değerlendirmelidir.
Deri Bulguları
Karbon monoksit zehirlenmesinde kiraz kırmızısı bir renk görülür İkter, dikkati
karaciğere çeker. Fazla terleme hipoglisemiyi hatırlatır. Deride ödem, peteşi, ekimoz
gibi bulgular üzerinde durulması gereken hususlardır.
Nefes Kokusu
Diyabet komasında aseton kokusu (çürük elma kokusu) alınır. Karaciğer ve üremi
komalarının da kendine özgü kokuları vardır. Alkol kokusu alkol komasını düşündürür.
Fakat alkoliklerin sık sık kafa travması geçirebileceklerini akılda tutmak ve intrakranyal
bir hematomu atlamamak gerektir.
Ateş
Komalı bir hastadaki yüksek ateşin “serebral ateş” olarak değerlendirilmesi sıkça
görülür. “Serebral ” denilen ateş diensefalik bölgenin hastalıklarında, özellikle bu
bölgeyi etkileyen ağır beyin kanamalarında görülen, gittikçe yükselen ve genellikle
terminal bir bulgu olarak ortaya çıkan bir hiperpireksi tablosudur. Bu tanıya varmadan
önce ateşin örneğin bir menenjite bağlı olabileceği unutulmamalı ve iç organlar da iyice
incelenmelidir.
Kan Basıncı
Yüksek kan basıncı bazen komanın nedenini açıklayacak bir ipucu olabilir. Beyin
kanamalarında bunun örneklerini görmek mümkündür. Fakat, akut yerleşen KİBAS’ta
da kan basıncı yükselebilir. Bu durumda belirgin bir bradikardi ve periyodik solunum da
tabloya eklenebilir. Alkol ve morfin komalarında hipotansiyon görülür.
Akinetik Mütizm
Akinetik mütizmde (coma vigile = uyanık koma) hasta hareketsiz yatar. Uyanık
görünümdedir. Fakat kendisiyle hiçbir şekilde iletişim kurulamaz. Başka bir deyişle,
hasta uyanık görünüşüne karşın bilinçli değildir. İlk kez III ventrikül tümörü bulunan
bir hastada tarif edilmiş, daha sonraları iki taraflı gyrus cinguli ve başka
lokalizasyonlarda da benzeri tablolar bildirilmiştir. Bugün için sınırları net bir sendrom
olduğunu söylenemez.
Kilitlenme Sendromu
Özellikle organ transplantasyonları açısından “beyin ölümü” nün tesbiti büyük önem
taşımaktadır. Beyin ölümüne karar vermede kabul edilen kriterler şunlardır:
Bitkisel Yaşam
Bitkisel yaşam (persistent vegetative state) herhangi bir nedenle, örneğin ağır bir kafa
travması sonucu derin komaya giren bir kişide görülür. Yeterli bakım sağlandığında 2-
4 hafta kadar sonra uyku-uyanıklık ritminin normale döndüğü görülür. Solunum ve
dolaşım sistemi de normaldir. Ancak, hasta çevresinden habersizdir. Böyle bir hasta
bakımı sağlandığı sürece çevresinden habersiz bir halde yıllarca yaşayabilir.
2- Damar yolunu açık tutmak ve sıvı ihtiyacını parenteral yoldan karşılamak amacıyla
5% lik dekstroz ve dengeli elektrolit içeren bir solüsyon takılır. Ayrıca hipoglisemi
koması düşünüldüğünde bu yoldan 50-100 cc 50 % lik dekstroz solüsyonu verilir.
7- Gerektiği hallerde BOS muayene edilmelidir. Menenjit ve diğer iltihabi sinir sistemi
hastalıklarında ve SAK’ta tanı değeri büyüktür. Ancak kafa içi basıncı artmış ve özellikle
intrakranyal YKL şüphesi varsa tehlikeli olabilir. Lomber yoldan BOS alınması beyin
fıtıklaşmalarına neden olarak ölümle sonuçlanabilir.Komalı hastalarda bu yönteme
başvurmadan önce kranyal BT incelemesinin değerlendirilmesi gerekir.
KOMALARIN SINIFLANDIRILMASI
Bu durumda koma nedeni akut subaraknoid kanama, akut bakteryel menenjit veya
viral ensefalittir.
Beyin kanaması ve infarktı, beyin tümörü, abse, subdural hematom, ensefalit bu gruba
girer.
Genel Bilgiler
İstemli bir hareketin amaca uygun, düzenli ve koordine bir şekilde yapılabilmesi sinir
sisteminin karmaşık işlevlerindendir ve piramidal, ekstrapiramidal ve serebellar
sistemlerin birlikte çalışmasıyla mümkündür. Bu işlevlerin yürütülebilmesi için hareket
sırasında kasların gerginlik durumundan ve eklemlerin pozisyonundan haberdar olmayı
sağlayan proprioseptiv duyu yolları, uyarıyı kasa taşıyan periferik sinir ile bunu
uygulayan çizgili kasların da normal olması gerekir.
İstemli hareketin her bir unsurunun diğeriyle uyumlu şekilde yapılabilmesi, diğer bir
deyişle koordinasyon, başlıca serebellumun görevidir. Serebellum bu görevi sinir
sisteminin üç bölümüyle kurduğu karşılıklı bağlantılara yürütür: 1-
Serebellumun flocculonodular lob, uvula ve nodulus bölümleri ile vestibüler sistemin
beyin sapındaki nüveleri arasındaki karşılıklı bağlantılar dengenin korunmasını sağlar.
Serebellumun bu parçası orta çizgi üzerinde bulunur ve organın filojenetik olarak en
erken gelişen bölümü olduğundan arki-serebellum adını alır. 2- Serebelluma kas,
tendon ve eklemlerden gelen enformasyonları ileten spino-serebellar yolların yer aldığı
m. spinalis. Bu yolların taşıdığı duyu türüne, bilinçsiz derin duyu adı verilir. Omurilik,
büyük bölümüyle, orta hat üzerinde bulunan paleo-serebellumla karşılıklı olarak
bağlantılıdır. 3- İstemli hareketi başlatan motor korteks. Motor korteksin bağlantıları
ise serebellar hemisferlerledir. Bu bölüme neo-serebellum adı verilir.
d. Dismetri : Bir ekstremite örneğin kol, karşıdaki bir objeyi almak için uzatıldığında
hareket normalde serebellumun sürekli kontrolu altındadır. Böylece, istemli hareketteki
düzensizlikler düzeltilerek ölçülü ve amaca ulaşan bir hareket sağlanır. Serebellum
hastalığında bu kontrol ortadan kalktığından ekstremite mesafeyi ayarlayamaz. Bir
örnekle açıklayacak olursak, hastanın kolunu yana açarak işaret parmağını burnuna
değdirmesi istendiğinde lezyon tarafındaki parmak hedefi bulamaz ve hızla burna veya
yanağa çarpar (Koordinasyon Muayenesi bölümüne bakınız).
hareketli görüntü:dismetri
Serebellar sistem hastalıklarında bu bulgular tek tek veya değişik oranlarda bir arada
bulunabilir. Belirtiler ancak dikkatli bir muayeneyle ortaya konabilecek kadar hafif
olabilir. Bazen de günlük aktiviteyi engelleyecek boyutlara varabilir. Örneğin hastanın
ataksi nedeniyle ayakta duramadığı; dizartriden ötürü söylediğinin anlaşılamadığı;
dismetri, disdiadokinezi ve intansiyonel tremor yüzünden yemeğini kendi başına
yiyemediği görülür.
Ağır tremoru olan bazı hastalarda en küçük bir hareket girişimi sırasında bütün vücudu
kaplayan yaygın ve sıçrayıcı nitelikte hareketler ortaya çıkabilir.
3- Yaşlılarda ve/veya diyabet ve yüksek kan basıncı gibi risk faktörleri taşıyan
hastalarda akut yerleşen bir serebellar sendrom serebellar infarktı veya kanamayı
düşündürür. Kitle etkisiyle beyin sapının bastırılması veya serebellar tonsillaların
foramen magnum'dan fıtıklaşması ölüme yol açabilir. Bu olgularda erken cerrahi girişim
hastanın hayatını kurtarabilir.
4- Erişkinde ilerleyici saf bir serebellar sendrom, yer kaplayıcı bir lezyona bağlı değilse,
hasta sistemik malignite yönünden araştırılmalıdır. Tablo “paraneoplazik” adı da
verilen, malign urların metastatik olmayan “uzak etkisi” ile ortaya çıkmış olabilir.
Genel Bilgiler
İstemli bir hareketin biri santral, öteki periferik olmak üzere iki motor nöronun aracılığı
ile sağlandığı daha önce söylenmişti. M. spinalis’in ön boynuzundan başlayıp kasa kadar
uzanan II. motor nöron aksonlarının oluşturduğu periferik sinirlere spinal sinirler
diyoruz. Beyin sapındaki motor kranyal sinirler çekirdeklerinden başlayan II.motor
nöron aksonları ise kranyal sinirleri yapar. Periferik sinir sisteminin bu iki parçası,
kolayca anlaşılacağı gibi, birbirinin analogudur.
Periferik sinirlerin, motor sinir liflerinin yanısıra duyusal lifler de taşıdığını biliyoruz. Bu
nedenle bunlara mikst (karışık) sinirler adı verilir. Çevreden gelen impulsları spinal
sinirler yoluyla m. spinalis’e taşıyan duyusal nöronların hücre gövdeleri arka kökler
üzerindeki spinal ganglionlarda yerleşmişlerdir. Kranyal sinirlerin içindeki duyusal
tellerin hücre korpusları da beyin sapının dışında yer alan ganglionlarda bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi, spinal ve kranyal duyusal sinir telleri ve bunlarla ilgili ganglionlar da
anatomik ve fizyolojik açıdan birbirinin analogudur. Duyu yollarının kortekse kadar
çıkan santral bağlantıları ise daha önce anlatılmıştır.
Sağda ve solda birer tane olmak üzere 12 çift kranyal sinir vardır. Kafa çiftleri de denilen
bu sinirlerin özel adları olduğu gibi, nöroloji pratiğinde I den XII'ye kadar sıralanarak
bu numaralar ile de adlandırılırlar.
Kafa çiftlerinin üç tanesi (I., II. ve VIII. sinirler) sırasıyla koklama, görme, işitme ve
denge gibi özel duyularla ilgilidir. Beş tanesi (III., IV., VI., XI. ve XII. sinirler) saf motor
sinirlerdir. Diğer dördünün ise (V., VII., IX. ve X. sinirler) motor ve duyusal görevleri
vardır, yani bunlar mikst sinirlerdir. Kranyal sinirlerin dört tanesi (III., VII.,IX ve X.
sinirler) otonomik fonksiyonlarla ilgili parasempatik teller de içerir.
N. olfactorius ve N. opticus dışında kalan kafa çiftleri benzer anatomik özellikler taşırlar.
Yani, hepsi de beyin sapı (mezensefalon, pons, bulbus) içinde yer alan bir motor
nukleustan başlar veya beyin sapındaki duyusal bir çekirdekte sonlanırlar. Gene, bu
sinirlerin hepsi kafatası tabanındaki delik ve yarıklardan kafa boşluğunu terk ederler
(Şekil 8.1,8.2,8.3).
I. KRANYAL SİNİR
(N.Olfactorius)
Koku almayı sağlayan sinirdir. Burun boşluğu mukozasından başlayan sinir lifleri etmoid
kemikten geçerek bulbus olfactorius’a ulaşır. Buradan kalkan aksonlar frontal lobların
alt yüzünde tractus olfactorius ‘u oluşturarak arkaya doğru giderler. Koku yollarının
anatomik sonlanma bölgesi iyi bilinmemektedir. Genellikle septal bölge ve temporal
loba ulaştıkları kabul edilmektedir.
Muayene:
Burun mukozasını tahriş etmeyen ve herkesce bilinen kokular kullanılmalıdır. Hastanın
gözleri kapalı olmalıdır. Burun deliklerinden biri parmak ile kapatılarak açık olanın
önüne yaklaştırılan kokulu pamuk veya maddeyi (kahve, nane, limon gibi) bir iki kez
koklaması istenir. Aynı şey öteki burun deliği için de tekrarlanır.
Normal Bulgu
Hasta her bir burun deliği ile kokladığını doğru adlandırmalıdır. Hastanın kokuları
adlandıramamasına karşılık birbirinden farklı kokular olduğunu seçebilmesi de koku
almanın normal olduğu şeklinde değerlendirilir.
Değerlendirmede Güçlükler
Burun mukozasını tahriş eden amonyak ve kolonya gibi maddeler yanıltıcı sonuç verir.
Başka bir güçlük de sübjektif bir test olmasıdır. Ayrıca, burun mukozasının sık
hastalanması da koku almayı bozarak değerlendirmeyi güçlendirir.
Kafa travması. Varsa, anosmi, genellikle iki yanlıdır. Ön kafa çukuru tabanında yer alan
tümörler (meningioma gibi).
(N. Opticus)
Işık refleksiyle ilgili lifler tractus opticus içinde seyreder. Görme liflerinden farklı olarak,
bunlar talamusa uğramazlar ve doğrudan pretektal bölgeye ulaşır.Burada sinaps
yaptıktan sonra informasyon iki yanlı olarak mezensefalonda yer alan Edinger Westphal
çekirdeğine iletilir.Buradan kalkan eferent lifler okulomotor sinir ile birlikte göze
ulaşarak ışık karşısında pupilla konstriktorlarını uyarıp her iki gözde pupillanın
küçülmesini sağlar.
Özetlenirse :
İşlevi
Görme impulslarının iletilmesi ve pupillanın ışık refleksinin götürücü yolunu oluşturmak.
Görme: Işık impulsu pupilladan girip göz küresini geçerek retinanın fotoreseptör
tabakasına ulaşır. Bu tabakada yer alan ve ışığa duyarlı bölümleri olan rod (çomak) ve
cone (koni) hücrelerinde ışık enerjisi elektrik sinyaline dönüşür. Retinadaki rod sayısı
cone sayısından fazladır. Rod hücreleri daha az ışığı algılayabilir. Sayıca az olan cone
hücreleri retinanın periferik bölgelerinde daha da az bulunurlar. Başlıca özellikleri
görme keskinliği ve renkli görme ile ilgilidir. Burada oluşan sinyaller retinadaki bipolar
hücrelere iletilir. Bu hücreler görmenin birinci duyusal nöronunu oluşturur. Bu bilgi
retinanın daha dış tabakalarında yer alan gangliyon hücre tabakasına ulaşır. Gangliyon
hücreleri görme yollarının ikinci duyusal nöronudur. Talamustaki corpus geniculatum
laterale hücreleri görmenin üçüncü duyusal nöronudur. Bu hücrelerin aksonları oksipital
lobda kalkarin fissur çevresinde yer alan primer görme korteksine ulaşır.
Maymunda V1 olarak bilinen primer görme korteksinde tüm retinanın topografik bir
haritası (retinotopik harita) yer alır. Kalkarin kortekste retinotopik harita kendine özgü
bir yerleşime sahiptir. Temporal görme alanı kontralateral, nazal görme alanı ipsilateral
kalkarin kortekse haritalanır. Üst görme alanı infrakalkarin,alt görme alanı ise
suprakalkarin bölgede yer alır. Santral görmeyi sağlayan fovea lifleri oksipital kutupta
kalkarin fissurun en kaudal bölgesine gelirler. Kalkarin fissurde rostrale doğru çıktıkça
görme alanının periferisine doğru gidilmiş olur. Retina ile V1 arasındaki bire-bir bağlantı
corpus geniculatum laterale'de yer alan altı hücre tabakası aracılığı ile sağlanır.En dışta
yer alan dört tabaka küçük hücrelerden oluşur ve parvosellüler tabakalar, derinde yer
alan iki tabaka, büyük hücrelerden oluşur ve magnosellüler tabakalar adını alır. Vizüel
kortekste yapısal (strüktürel) ve aynı zamanda görmenin algılanmasında şekil, renk ve
hareket için fonksiyonel bir organizasyonun olduğu kabul edilmektedir . Hareketin
algılanmasında retinadan kalkan uyarılar, talamustaki corpus geniculatum laterale’de
yer alan magnosellüler tabakadan geçip V1’e ulaşarak pariyetal yönelimli dorsal
prestriat bölgede V5’e iletilmektedir. Renk algılanmasında ise retinadan kalkan
uyaranın talamusta parvosellüler hücre tabakasından geçerek primer vizüel kortekste
V1 ‘e ulaşıp inferior temporal yönelimli ventral V4 bölgesinde işlendiği kabul
edilmektedir
Muayenenin Amacı
Görme kaybına neden olan, korneadan retinaya kadar göz küresinin çeşitli bölümlerinin
hastalıkları oftalmolojinin konusudur. Nörolojiyi ilgilendiren görme bozuklukları optik
sinir hastalıklarına bağlı olanlardır. Burada, burnların ancak sık görülen birkaçından söz
edilecektir.
Mültipl skleroz, santral sinir sisteminde miyelin harabiyetiyle giden bir hastalıktır
(Bakınız: Felçler). Sinir sistemine dağınık bir şekilde oturan demiyelinizasyon plakları
nedeniyle piramidal tipte felçler, serebellar bulgular ve duyu kusurları görülür. Optik
sinir tutulması sıktır. Hastaların vizyonu saatler veya günler içinde bozulur. Genellikle
tek taraflıdır. Bu akut görme kaybı tablosuna optik nevrit adı verilir. Lezyon papillada
ise papilla sınırlarının netliğini kaybettiği (papilla ödemi) dikkati çeker. Vizyon
bozukluğu ve papilla ödeminin birlikte bulunduğu bu tabloya papillit denir.
Dakikalar veya saatler içinde geçen tek taraflı körlükler oldukça sık görülür. Buna,
amaurosis fugax adı verilir. Bunların büyük kısmı retina iskemisine bağlıdır. Retinanın
kanlanması aynı taraftaki a. carotis interna’dan sağlanır. Bu damarın boyun
parçasındaki daralmalarında aynı tarafta amaurosis fugax nöbetleri dikkati çeker.
Bunların bir kısmında a. carotis interna yetersizliği aynı taraftaki hemisferin dolaşımını
da bozacağından karşı tarafta hemipleji görülebilir.
Bir gözünde a. fugax nöbetleri geçiren bir hastanın karşı vücut yarısında hemipleji
yerleşmesi a. carotis interna hastalığını düşündürür. Görme bozukluğu olan taraftaki
arter üzerinde üfürüm duyulması tanıyı destekleyen bir bulgudur.
Migren krizlerinin başlangıcında da tek veya iki gözde geçici körlük olabilir. Bunun
arkasından baş ağrısının ortaya çıkması migren olasılığını destekler.
Temporal arteritte de optik sinir veya retina iskemisine bağlı tek veya çift taraflı ani
körlükler görülür. Bunların bir kısmı geçici, bir kısmı ise kalıcıdır. (Bakınız: Duyu
Bozuklukları / bölümünde Temporal Arterit ve Başağrıları)
Optik siniri direkt olarak bastıran fronto-bazal yerleşimli tümörler de sinirin liflerini
zamanla atrofiye uğratarak görme kaybına neden olurlar. Bu durumda, bir staz
döneminden geçmeden papillanın soluklaştığı dikkati çeker. Buna primer optik
atrofi denir.
Kuadrantanopsi: Görme alanının dörtte birini görememe. Görme defekti üstte ise üst,
altta ise alt kuadrantanopsi denir.
Homonim hemianopsi: Bir gözün temporal, öbür gözün nazal yarıyı görememesi.
Homonim görme alanı defektleri, görülmeyen yarının sağda veya solda oluşuna göre
adlandırılır : Örneğin, sağ homonim hemianopsi denince sağ görme alanında temporal,
sol görme alanında ise nazal yarının görülmediği anlaşılır. Kuadrantanopsiler için de
aynı adlandırma kuralı geçerlidir. Yalnız burada “üst” veya “alt” kelimesini eklemek
gerekir; sağ üst homonim kuadrantanopsi, sol üst homonim kuadrantanopsi gibi.
Heteronim hemianopsi: Her iki gözün temporal veya nazal yarıları görememesi.
Bunlardan birincisine bitemporal, ikincisine binazal hemianopsi denir. Bitemporal
hemianopsi chiasma opticum lezyonunu gösterir. Özellikle hipofiz tümörlerinde
görülür.
3- Gözdibi
Papillanın soluk ve sınırlarının keskin oluşu primer optik atrofiye yol açan direkt optik
sinir basısını, sifiliz veya demiyelinizan bir hastalığı, örneğin mültipl sklerozu
düşündürür.
Baş ağrısı ve kusma ile birlikte giden KİBAS’ın gözdibi bulgusu ise papilla ödemidir
(Şekil 8.7,8.8). Fundusa bakıldığında papilla sınırlarının silindiği, ödem nedeni ile
papillanın retinaya oranla daha kabarık olduğu ve normalde boylu boyunca izlenmesi
gereken arter ve venlerin ödem yüzünden yer yer seçilemediği dikkati çeker. Bazen bu
görünüme kanamalar da eşlik eder.
KİBAS değişik serebral olaylarda ortaya çıkabilen bir sendromdur. Bunların başında
tümör, hematom, kist, abse gibi beynin yer kaplayıcı lezyonları (YKL) gelir. Beyin
hastalıklarını inceleme metodlarının yetersiz olduğu devirlerde, örneğin bir beyin
tümörü tanısını koyarken papilla ödemi büyük ağırlık taşıyan bir bulguydu. Günümüzde
bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme incelemelerinin kolay ve
yaygın olarak kullanılır hale gelmesinden sonra, serebral YKL tanısı genellikle fundus
değişikliği ortaya çıkmadan konmaktadır ve zaten doğru olanı da budur.
Bu üç sinir göz hareketlerini sağladığından üçüne birden oküler motor sinirler adı verilir.
N. Abducens: Çekirdeği ponstadır. Saf motor bir sinirdir. M. rectus externus’u uyarak
göz küresini dışa çeker.
Oküler motor sinirler beyin sapından çıktıktan sonra sella turcica’nın iki yanında yer
alan kavernöz sinus içine girerler. Bu üç sinir kavernöz sinustan çıktıktan sonra fissura
orbitalis superior’dan geçerek orbitada göz kaslarına dağılırlar (Şekil 8.3).
Göz küresi hareketlerinde amaç her iki gözden gelen görme impulslarının kişinin baş-
göz hareketleri veya bakılan nesnenin hareket etmesine rağmen sabit tutulmasını
sağlamaktır (optik fiksasyonu). Her iki gözden gelen görme impuslarının sabit
kalabilmesi için göz kasları ve her iki göz küresinin birlikte hareketinin iyi koordine
edilmesi gerekir. Oküler motor sinirlerin dengeli ve işbirliği içinde çalışmasını korteks
ve beyin sapında yer alan merkezler sağlar (Şekil 8.10). Horizontal plandaki göz
hareketlerinin supranukleer kontrolunun kontralateral frontal lobda yer alan frontal
konjuge bakış alanı “frontal eye field” bölgesinde başladığı kabul edilir. Bu bölgeden
kalkan kortikofugal lifler horizontal plandaki sakkadik göz hareketlerini sağlar. Premotor
bölgeden kalkan kortikofugal lifler kapsula interna ön bacağından geçer ve alt
mezensefalon üst pons bölgesinde çaprazlaşarak kontralateral ponsta altıncı sinirin
nukleusu seviyesindeki pontin paramedian reticular formation‘a (PPRF) ulaşır. Ponstaki
bakış merkezinden kalkan eferentler ipsilaretal altıncı sinir çekirdeği ile doğrudan ve
monosinaptik olarak sinaps yapar. PPRF den kalkan diğer eferentler n.abducens
nukleer kompleksindeki ara nöronlarla sinaps yaptıktan sonra pons düzeyinde
çaprazlaşarak medyal longitudinal fasikulus lifleri (MLF) içinde kontralateral okulomotor
sinirin m.rectus medialis hücre grubuna ulaşır. Böylelikle premotor bölgedeki frontal
konjüge bakış alanı uyarıldığında her iki göz küresi uyarılan hemisferin karşı yönüne
bakmış olur. Ponstaki PPRF’nin uyarılması gözleri uyarılan tarafa baktırır.
İşlevleri
Oküler motor sinirler göz kürelerinin her yöne hareketini sağlar, üst göz kapağını
kaldırır, pupillayı daraltır.
Muayenenin Amacı
Göz Hareketleri
Göz küresinin içe hareketini m. rectus internus, dışa hareketini ise m. rectus externus
sağlar. Bu kaslar test etmek için hasta içe ve dışa baktırılır. Vertikal göz hareketini
sağlayan kaslardan üst ve alt rektus kasları vertikal hareketin yanısıra göz küresini
kısmen içe oblik kaslar ise kısmen dışa hareket ettirirler.Göz küresini hareket ettiren
kaslar görme aksını sabit tutmak üzere birlikte ve dengeli bir şekilde çalışırlar. Vertikal
göz hareketleri muayene edilirken göz küreleri kasların vertikal plandaki hareketini en
iyi şekilde ortaya koyan pozisyona getirilir. Gözler dışa bakar durumdayken
(abduksiyon) m. rectus superior yukarıya m. rectus inferior ise aşağıya baktırır. Oblik
kaslar ise gözler içe bakarken (adduksiyon) test edilir. Bu sırada aşağı bakışı m.
obliquus superior, yukarı bakışı ise m. obliquus inferior sağlar (Şekil 8.11).
Şekil 8.11. Göz kürelerini hareket ettiren sinirler ve kaslar ile hareket yönleri.
Bu duruma göre: Dış rektus kası veya onu uyaran VI. sinir paralizinde göz küresi dışa
doğru hareket edemez (Şekil.8.12).
Dördüncü sinir felcinde hasta göz küresi adduksiyonda iken aşağıya bakamaz. Hasta
özellikle merdiven inerken çift görmeden yakınır.
Üçüncü sinir paralizisinde hasta yukarı ve aşağı bakamaz. Bu en iyi şekilde göz
abduksiyondayken tesbit edilir. Ayrıca içe bakış bozulur. Bu bulgulara, ilerde
söyleneceği gibi pitoz ve midriyazis de eşlik eder (Şekil 8.13).
Oküler motor sinirlerin felcinde hastalar diplopiden yakınırlar.
Şekil 8.12. Sol n. abducens felci olan bir hastanın sağa ve sola bakışı.
Patolojik Durumlar
N. abducens’in izole felci değişik etyolojilere bağlı pons lezyonlarında görülebileceği gibi
kafaiçi basıncının arttığı durumlarda da ortaya çıkabilir. Yani KİBAS’a neden olan süreç
n. abducens’i doğrudan doğruya hastalandırmadığı halde sinirin işlevi yüksek basınç
nedeniyle aksar. KİBAS’lı bir hastada tek başına n.abducens felcinin lokalizasyon değeri
yoktur.
Normalde her iki göz birlikte hareket ederler. Buna konjüge göz hareketleri
denilmektedir
Göz kürelerinin birlikte hareketini sağlayan bağlantılardan MLF lezyonunda oküler
motor sinirlerin çekirdekleri arasındaki ilişki bozulduğundan gözlerin konjüge bakışı
bozulur. Örneğin, sağda MLF lezyonu olan bir hasta sola baktırıldığında sağ göz içe
gelmez ve dışa bakan sol gözde nistagmus ortaya çıkar. Buna internükleer
oftalmopleji adı verilir (Şekil8.14). İnternükleer oftalmopleji beyin sapını tutan
vasküler ve demiyelinizan hastalıklarda (multipl skleroz gibi) ortaya çıkan önemli bir
lokalizasyon bulgusudur.
Ponstaki bir lezyon MLF ile birlikte aynı taraftaki PPRF (pontin paramedian reticular
formatio) bölgesini içine alacak olursa bu kez hastanın lezyon tarafına konjuge bakış
yapması istendiğinde bakamayacağı gibi lezyonun karşı tarafına baktırıldığında
abduksiyon yapması gereken göz küresi dışa hareket ederken lezyon tarafındaki gözün
içe gelmediği (adduksiyon yapamadığı) görülecektir.Diğer bir deyişle böyle bir hastanın
horizontal göz hareketlerinden sadece lezyonun karşı tarafına bakma sırasında
abduksiyon yapması gereken gözünü hareket ettirebilmesi dışındaki horizontal göz
hareketlerinin ortadan kalktığı görülecektir.Bu tip konjuge bakış felcine Fisher'in
"birbuçuk sendromu" adı verilir. Başlıca ponsu tutan iskemik vasküler olaylarda görülür
(Şekil 8.15).
2.Gözkapağı
Gözkapağının normalden daha açık olduğu durumda kapak retraksiyonundan söz edilir.
Genellikle hipertiroidide görülür.
3. Pupilla
Bu nedenle III. kranyal sinir felcinde pupilla midriyatiktir, ışığa cevap vermez. Böylece,
dilate, fikse bir pupilla tesbit edilir. Midriyazisin tek başına görüldüğü durumlarda ilk
sorulacak şey göze midriyatik ilaç damlatılıp damlatılmadığıdır.
Şekil 8.17. Solda travmatik total brakiyal pleksus lezyonu ve multipl radiks
avulsiyonları olan hastada sol Claude Bernard-Horner sendromu
Tek başına ileri derecede miyotik bir pupillaya glokom tedavisi amacıyla gözüne
pilokarpin damlatan kişilerde rastlanır.
Pupillanın ışığa cevap vermemesi iki durumda görülür : 1-Işık düşürülen gözde amoroz
varsa. Bu halde aynı taraftaki ışık refleksi (direkt ışık refleksi) bozulduğu gibi karşı
taraftaki pupilla da cevapsızdır. Yani endirekt veya konsansüel ışık refleksi de
kaybolmuştur. Buna karşılık, karşı göze ışık tutulması her iki pupillanın daralmasına
neden olur. 2- N. oculomotorius felci varsa. Bu halde o gözün direkt ve endirekt ışık
refleksleri alınmaz. Parasempatik yolu sağlam olan karşı taraftaki gözde ise heriki
refleks de alınır.
Bazen de tek yanlı midriyazisle birlikte o gözün ışığa cevabının yavaş ve çok azalmış
olduğu görülür. Bu hastalarda genellikle patella ve aşil refleksleri kaybolmuştur. Tonik
pupilla veya Adie (*) sendromu adı verilir. Nadir görülen daha çok genç kadınlarda
rastlanan bir sendromdur.
Şekil 8.18. Sağda Adie pupillası. Üstte hafif ışık altında her iki pupillanın
görünüşü. Ortadaki resimde sol göze, alttaki resimde sağ göze ışık verilmiştir.
* William John ADIE (1886-1935): Avustralya'da doğdu Londra'da nörolog
olarak çalıştı. Narkolepsi konusunda araştırmaları vardır. Geniş ışığa güç cevap
veren, tonik pupilla ve tendon reflekslerinin kaybından oluşan Adie Sendromuna
adını vermiştir. Birinci Dünya Savaşının ilk zehirli gaz hücumlarından birinde
cephede icat ettiği, idrarla ıslatılmış ilkel bir maskeyle birçok askerin hayatını
kurtardığı bilinmektedir.
4.Nistagmus
Genel Bilgiler
Gerçekte asıl nistagmus yavaş faz hareketidir. Hızlı faz gözkürelerinin bir
kompansasyon ve düzeltme reaksiyonudur. Fakat nistagmusları tanı mlarken hızlı faza
göre adlandırmak adet olmuştur.
Burada bir noktaya dikkati çekmek yerinde olur: Pandüler nistagmuslar erken çocukluk
yaşlarında başlayan ambliyopilerde, albinizmde ve uzun yıllar maden ocaklarında
karanlıkta çalışan işçilerde görülür. Bu tip nistagmuslara seyrek olarak rastlanır ve sinir
hekimini ilgilendirmez. Nörolojik hastalıklardaki nistagmus yavaş ve hızlı fazları olan
sıçrayıcı nistagmustur.
Ambliyopiye bağlı nistagmusların sinir sistemi hastalıklarıyla ilgili olmayan bir grup
oluşturduğunu ve bunlara pandüler nistagmus adı verildiğini söylemiştik. Pandüler
nistagmuslar bir yana bırakıldığında iki büyük spontan nistagmus grubu geriye
kalmaktadır. A. Labirent kaynaklı nistagmus, B. Santral sinir sistemi hastalıklarında
görülen nistagmus. Her iki gruptaki nistagmuslar da sıçrayıcı tiptedir.
b. Tek yanlı lezyonlarda hızlı faz yön değiştirmez. Yani nistagmusun vuruş yönü hasta
hangi yöne bakarsa baksın aynı kalır. Örneğin sağ labirenti harap olan bir kişide
nistagmusun hızlı fazı sola doğrudur. Başka bir deyişle hastada sağlam olan sol kulağa
doğru vuran nistagmus vardır. Hasta ister sağ ister sol kulak yönüne baksın nistagmus
daima sola vurur. (Sinir sistemi hastalıklarında ise nistagmusun hızlı fazı bakış yönüne
doğrudur, yani bakış yönüne göre değişir).
c. Yalnız burada bir özellik dikkati çeker. Hasta sağlam tarafa bakarken görülen
nistagmusun amplitüdü, lezyonlu kulak tarafına bakışta ortaya çıkan nistagmusun
amplitüdünden daha büyüktür.
d. Tinnitus, işitme kaybı ve vertigo daha çok labirent nistagmuslarına eşlik eder.
f. Özellik gösteren labirent kaynaklı bir nistagmus olan benign paroksismal pozisyonel
nistagmus n. stato-acusticus anlatılırken ele alınacaktır.
b.Yani, hızlı faz yön değiştirir. Sağa bakarken sağa, sola bakarken sola vuran nistagmus
görülür. Nöroloji kliniklerinde görülen nistagmusların büyük çoğunluğu işte bu sıçrayıcı,
yönü bakış istikametine göre değişen ve hızlı fazı bakış yönüne doğru olan, başka bir
deyişle bakış yönüne vuran nistagmus tipindedir.
d. Alkol , barbitürik asit ve bir epilepsi ilacı olan hidantoin intoksikasyonunda nistagmus
genellikle horizontal plandadır. Bazen de vertikal nistagmus görülür.
Nistagmus Muayenesi
b. Hasta hekimin parmağını izleyerek sağa, sola, yukarı ve aşağı baktırılır ve gözlerin
çevrildiği yöne doğru bir süre bakması istenir. Bu bakış yönlerinden birinde nistagmus
ortaya çıkıyorsa kaydedilir. Örneğin : “ Sola bakışta bakış yönüne vuran nistagmus”.
Burada “sola vuran” ın anlamı “hızlı fazı sola doğru olan” demektir. Nörolojik
hastalıklarda görülen nistagmusların büyük çoğunluğunun bu gruptan olduğunu ve hızlı
fazın bakış yönüne doğru olduğunu, yani istikametinin bakış yönüne göre değiştiğini
söylemiştik. Bu nedenle, “Bakış yönüne vuran nistagmus” ifadesi genelikle yeterlidir.
c. Bakış yönüne vuran nistagmusların bazen bir yana doğru bakarken daha belirgin
hale geldiğini, amplitüdünün büyüdüğünü söylemiştik. Bu husus da kaydedilmelidir.
d. Normal kişilerde yana bakış aşırı bir dereceye varırsa göz kaslarının zorlanmasından
kaynaklanan ve nistagmusu hatırlatan göz hareketleri görülür. Buna uca bakış
nistagmusu (end point nystagmus) denir. Patolojik anlamı yoktur.
e. Özellikle dış rektus kası zaafı olan kişiler o yöne bakarken düzensiz bir nistagmus
ortaya çıkabilir. Paretik nistagmus denen bu belirti patolojik önem taşımaz.
V. KRANYAL SİNİR
(N. Trigeminus)
Duyusal Parça
Üç çekirdeği vardır (Şekil 8.1).
2-Esas duyusal çekirdek: Ponstadır. Yüzden kalkan dokunma duyusu liflerini alır.
3- Spinal nukleus : Ponstan m. spinalis’in üst segmentlerine kadar uzanır. Ağrı ve ısıyla
ilgilidir.
Motor parça
Nukleusu ponstadır (Şekil 8.1). Motor teller n. mandibularis içinde çiğneme kaslarına
gider.
N. trigminus’un dalları kafa tabanını ayrı deliklerden terk eder. Bunlardan n.
ophthalmicus III., IV., ve VI. kranyal sinirlerle birlikte kavernöz sinus ve fissura orbitalis
superior’dan orbitaya girer. Maksiler sinir foramen rotundum, mandibuler sinir de
foramen ovale’den kafatası dışına çıkar (Şekil 8.3).
İşlevi
Yüz, saçlı derinin ön bölümü, göz, ağız, burun ve paranazal sinusların mukozasıyla dilin
2/3 ön bölümünden kalkan tüm duyu modalitelerini beyin sapındaki duyusal
çekirdeklere taşır (Şekil7.4,7.5, Şekil 19). Aynı yüz yarısındaki çiğneme kaslarını inerve
eder.
Kornea refleksinin getirici, çene refleksinin hem getirici hem de götürücü yolunu
oluşturur.
Muayene
N. trigeminus’a ait yüz bölgesinin duyusu genel yüzeysel duyu muayenesinin yapıldığı
şekilde pamuk (dokunma), iğne (ağrı) ve sıcak soğuk tüplerle (ısı) yapılır. Muayene
sırasında sağ ve sol yüz yarısına ait duyu hastaya sorularak karşılaştırıldığı gibi
trigeminal sinirin uç dalları olan oftalmik, maksiler ve mandibüler alanlar arasında bir
fark olup olmadığı da sorulmalıdır.
Patolojik Durumlar
Trigeminal sinirin beyin sapı içinde yaygın bir duyusal nukleus kompleksi bulunduğu
için buradaki lezyon bütün duyu modalitelerini birlikte tutmayabilir. En sık görülen
bozukluk sinirin spinal çekirdeğinin lezyonu sonucu ipsilateral yüz yarısında sadece ağrı
ve ısı duyusunun kaybolmasıdır. Bu nüve, karşı vücut yarısından gelen ağrı ve ısı
duyusunu taşıyan lateral spino-talamik traktusa yakın olduğundan ortaya çıkan duyu
kusuru aynı taraf yüz yarısında ve karşı vücut yarısı ile ekstremitelerinde, yani çapraz
bir ağrı –ısı duyusu kaybı şeklindedir. Bu bulgulara, bu bölgenin anatomisi gereği
genellikle ipsilateral serebellar sendrom, Horner sendromu, yutma ve fonasyon
kusurları eklenir. Bu bulgular Wallenberg sendromu adı verilen vasküler bir beyin sapı
sendromunu oluşturur (Bakınız: Duyu Bozuklukları, Nörovasküler Sendromlar).
Sinirin üç dalı Gasser ganglionundan sonra birbirinden ayrıldığı için duyu kusuru tek bir
dala sınırlı kalabilir. Böyle durumlarda diğer nöral yapılara ait belirtiler de lokalizasyona
yardım eder. Örneğin, oftalmik dal, III., IV., ve VI. sinirlerle kavernöz sinus ve fissura
orbitalis superior’da komşuluk yaptığı için bu iki noktadaki lezyonlarda tüm göz
hareketlerinin kaybı (total oftalmopleji) ve ptozun yanısıra alında duyu kusuru görülür.
Kornea refleksinin aferent yolunun trigeminal sinir olduğunu söylemiştik. Bazı hallerde
bir tarafta kornea refleksinin alınmayışı V. kranyal sinir lezyonunun ilk ve tek bulgusu
olabilir.
(N. Facialis)
Başlıca motor bir sinirdir. Az sayıda duyusal sinir lifi taşır. Ayrıca parasempatik
fonksiyonu da vardır.
Motor ve duyusal çekirdekleri ponsta yeralır (Şekil 8.1). Sinir beyin sapını terk ettikten
sonra petroz kemiğin içindeki Fallop kanalına girer. Kanalı geçip foramen
stylomastoideum’dan çıkarak yüz kaslarına dağılır.
İşlevi
Yüz kaslarını inerve eder. Dışkulak yolunda ufak bir alanın duyusunu sağlar. Dilin 2/3
ön bölümünün tad almasıyla ilgilidir (Şekil 8.19). Submandibuler ve sublingual tükrük
bezlerine parasempatik teller taşır. Kornea refleksinin götürücü yolunu oluşturur.
Muayene
Hastayla konuşurken bile motor fonksiyon bakımından bazı ipuçları elde edilebilir.
Ağızdaki asimetri, komisürün gülerken bir tarafa kayması ilk fasyal parezi izlenimlerini
sağlar.
Belirgin olmayan periferik tipte yüz parezilerinde gözlerin kırpılması sırasında gözkapağı
hareketinin bir tarafta geri kalması o taraftaki zaafın tek belirtisi olabilir.
Yüzün üst bölümüne ait kasların muayenesinde hastanın kaşlarını kaldırması, çatması,
gözlerini kapatması; yüzün alt yarısını için de dişlerini göstermesi, ıslık çalması ve ağzını
açması istenir. Bu sırada yüzün sağ ve sol yarısında hareketlerin aynı kuvvetle yapılıp
yapılmadığına, bir asimetri bulunup bulunmadığına dikkat edilir (Şekil 3.3).
Tat muayenesinde dört temel tat test edilir. Tatlı için şeker, tuzlu için tuz, ekşi için
limon, acı için de kinin eriyiği kullanılır. Hastanın dili ucundan tutulur, kurulanır ve dilin
kenarına bu solüsyonlardan birine batırılmış bir pamuk parçası dokundurulur. Hasta
konuşmaz, cevabını önünde bulunan dört tattan biri yazılı kartı işaret ederek bildirir.
Her test arasında ağız suyla çalkalanır.
Patolojik Durumlar
Fasyal sinir felci Felçler bölümünde ele alınmıştır. Orada, santral ve periferik olmak
üzere iki tip yüz felci bulunduğunu, santral tipte olanda yüzün sadece alt bölümünde
zaaf görüldüğünü, periferik yüz felcinde ise yüzün alt ve üst yarısındaki bütün kasların
tutulduğunu söylemiştik.
Periferik fasyal paralizi iki yanlı ve simetrik olduğunda değerlendirmek oldukça güçtür.
Göz kırpmada kapakların yavaş hareketi, mimiksiz bir yüz dikkati çeker. Hasta gözlerini
kapatsa bile sıkamaz, ağız komisürlerini yanlara doğru iyi çekemez. Bilateral periferik
yüz felci bir tür polinöropati olan Guillain –Barre' sendromunda görülür.
Yüz kaslarının iki yanlı zaafına myasthenia gravis ve bazı tip kas distrofilerinde de
rastlanır.
(N.Stato-Acusticus)
Sekizinci kafa çifti işitmeyi sağlayan n. cochlearis ile dengeyi sağlayan n.
vestibularis’ten oluşur. Bu iki sinir iç kulakta yer alan koklea ve vestibülden başlar,
ponstaki duysal çekirdeklerde sonlanırlar. Ponsta kokleer nukleuslardan kalkan işitme
yollarının büyük kısmı çaprazlaşarak temporal lobdaki işitme korteksine projete olur.
Vestibüler çekirdekler ise serebellum, m. spinalis ve gözlerin konjüge hareketleriyle ilgili
anatomik yapılarla bağlantılıdır. Vestibüler yolların da temporal loblara kadar ulaştığı
ileri sürülmektedir.
Sekizinci kranyal sinirin temporal kemikteki canalis acusticus internus içinde n. facialis
ile yakın komşuluğu vardır.
İşlevi
İşitme ve denge.
Muayenenin Amacı
Varsa, işitme kaybının tek veya iki taraflı olduğuna karar vermek. Lezyonun orta kulak
veya kokleer sinirde olduğunu tesbit etmek.
Vestibüler sistem bozukluğunun içkulak, vestibüler sinir veya beyin sapındaki lezyona
bağlı olduğuna karar vermek.
Muayene
Tam bir işitme muayenesi bir K.B.B. uzmanınca yapılabilir. Bununla beraber yatak
başında yapılan birkaç test sinir hekimine oldukça değerli bilgiler verir.
Hastanın kulaklarını teker teker kapayarak fısıltıyla yapılan bir muayenede hipoakuzi
tesbit edilirse işitme kaybının tipinin tayinine çalışılır. İki tip işitme kaybı vardır: 1- Orta
kulak tipi sağırlık. Buna iletim veya kondüksiyon tipi sağırlık da denir. 2- Sinirsel tipte
veya persepsiyon tipi sağırlık. Bu iki tip ağır işitmenin ayırımında Rinne ve Weber testleri
kullanılır.
Rinne testi : Titreşim halindeki bir diyapazon hastanın mastoid kemiği üzerine konur.
Titreşimler algılanmaz hale geldiğinde diyapazon dış kulak yolu önüne getirilir.
Normalde hava yolundan işitme süresi kemik yoluna göre daha uzundur. Testin normal
olması “Rinne testi pozitif” diye ifade edilir. Orta kulak tipi sağırlıkta bu durum tersine
döner. Buna “Rinne testi negatif” denir. Sinirsel sağırlıkta da Rinne pozitiftir. Ancak
hem kemik, hem de hava yoluyla işitmenin süresi kısaltılmıştır.
Weber testi: Diapazon alnın ortasına yerleştirilir. Hastaya, titreşimi, hangi kulakta
duyduğu sorulur. İşitme siniri iki yanlı sağlamsa titreşimi ortada algılar. Sinirsel tipte
sağırlıkta vibrasyon sağlam tarafta duyulur.
Persepsiyon tipi sağırlık Meniere Hastalığı, ilaç ve toksik maddelere bağlı koklea
lezyonlarında, serebello-pontin köşe tümörlerinde (akustik nörinom, meningioma)
görülür. Bu tümörlerde, yakın komşuluğu nedeniyle, genellikle VIII. kranyal sinir
lezyonunun yanısıra fasyal ve trigeminal sinir bulguları da birarada görülür.
VERTİGO
Baş dönmesi nöroloji kliniklerinde sık karşılaşılan yakınmalardan biridir. Vertigo, birçok
kez altında önemli bir hastalık bulunmayan ve kendiliğinden gerileyen bir belirti olmakla
birlikte bazen ciddi bir sinir sistemi hastalığına da işaret edebilir. (Ayrıca bakınız: Vertigo
ve Dengesizlik).
Baş dönmesi hissi çok karşılaşılan yakınmalardan biri olmakla birlikte hastaların
birbirinden çok farklı şeyleri baş dönmesi sözcüğü ile ifade ettikleri unutulmamalıdır.
Bu arada, örneğin bir serebellar denge kusurunun hiç baş dönmesi unsurunun
bulunmamasına karşın “baş dönmesi” olarak ifade edilmesine sık rastlanır.
Vertigo, hastanın kendi bedeni veya çevrenin kendi etrafında gerçekten dönmekte
olduğunu algılamasıdır. Gerçek bir dönme hissi olmaksızın ortaya çıkan sübjektif
dengesizlik hissine ise yalancı vertigo (pseudovertigo, dizziness) adı verilir.
Özellikleri belirtilerek iyice tarif etmeleri istendiğinde hastalar birçok kez gerçek
vertigoyu tanımlayabilirler. Yalancı vertigo ise “Başımda bir hafiflik var”, “Yer ayağımın
altından kayar gibi oluyor”. “Kendimi dengesiz, düşecek gibi hissediyorum” gibi
cümlelerle tanımlanır.
Burada, vertigonun bir unsurunu oluşturduğu hastalıklardan belli başlıları kısaca ele
alınacaktır.
Hasta dakikalar veya saatler süren ve ataklar halinde tekrarlayan vertigodan yakınır.
Nöbet sırasında ayakta duramaz, en ufak baş hareketi şiddetli vertigo doğurur.
Genellikle bulantı, kusma ve tinnitus tabloya eşlik eder. Atakların tekrarlanmasıyla aynı
tarafta işitme kaybı ortaya çıkar.
b. Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo
Başın belirli bir pozisyonunda ortaya çıkan, vertigo ve nistagmus ile karekterize selim
bir labirent hastalığıdır. Saniyeler içinde gelip geçer ve ancak başın aynı pozisyona
getirilmesi halinde tekrarlar. Nylén-Barany testi ile aranır (Şekil 8.20). Oturan bir
hastada baş sağa veya sola çevrildikten sonnra hasta, baş yatak düzeyinden 30o kadar
muayene masasının kenarından sarkacak şekilde hızla yatırılır.. Aynı manevra baş karşı
yöne çevrilerek tekrarlanır. Bu pozisyonlardan birinde, hasta yatırılışını izleyen 1-5
saniyelik kısa bir latent periyoddan sonra başlayan şiddetli bir vertigodan yakınır. Bu
sırada altta kalan kulağa doğru vuran horizontal ve rotatuar bir nistagmus ortaya çıkar.
Vertigo ve nistagmus 15-20 saniye kadar sürer. Aynı manevra 2-3 defadan çok
tekrarlandığında vertigo ve nistagmusun ortaya çıkmadığı görülür. Buna yorulma denir.
Yeniden görülebilmesi için hastanın bir süre dinlenmesi gerekir.
Periferik Santral
c. Vestibüler Nöronit
Akut başlayan baş dönmesi ve kusma nöbetleri şeklindedir. Vertigo günler veya birkaç
hafta sürdükten sonra giderek azalır ve kaybolur. Kalorik testte hasta tarafta cevap
alınamaz. Buna kanal parezisi adı verilir. İşitme normaldir.
2. N. Vestibularis Lezyonları
Os petrosum lezyonlarında veya serebello-pontin köşe tümörlerinde görülür. Tipik
örneği akustik nörinomdur. Bir kulakta giderek artan işitme kaybıyla başlar. Kulak
çınlaması görülebilir.Vertigo labirent lezyonlarına göre hafiftir. Tümörün büyümesiyle,
aynı tarafta kornea refleksi kaybı (V.kranyal sinir tutulması), periferik yüz felci (VII.
kranyal sinir tutulması) ve serebellar sendrom tabloya eklenir.
a. Wallenberg Sendromu
c. Serebellar infarkt veya hematom tanı güçlükleri çıkarabilir. Akut baş dönmesi ve
kusmayla giden denge kusuru, serebellar hematomun başlıca belirtisi olabilir.
Serebellar bulgular belirgin değilse lezyonun lokalizasyonu kolay olmayabilir. Baş ağrısı
bir ölçüde ipucu olabilir. Serebellar hematomlar hızla ölüme götürebilen, fakat cerrahi
girişimden yararlanabilen tablolardır. Bu nedenle, vakit geçirmeden yapılan kranyal BT
problemi çözer.
d. Arka çukur tümörlerinde vertigo görülebilir. Olayın yavaş gelişmesi, diğer nörolojik
belirtiler, varsa KİBAS bulguları tanıda yardımcı unsurlardır.
e. Mültipl skleroz bazen baş dönmesi ve kusma şikayetleriyle başlar. Hastalığın seyri ve
diğer nörolojik bulgular tanıya yardım eder (Bakınız: Felçler).
a. Servikal Spondiloz
c. Mültipl duyusal defisiti olan yaşlı kişiler de sürekli olarak yalancı vertigo ve
dengesizlikten yakınırlar. Bunlarda vizyon bozukluğu, belirgin olmayan duyusal
nöropatiler vb gibi denge sağlanmasında görevli duyusal mekanizmaların yetersizliği
başlıca neden olarak düşünülmektedir.
Bazen, vertigonun bir unsurunu oluşturduğu klinik tablo nörolojik açıdan o kadar
net ve lokalizasyon bakımından o kadar açıktır ki olayı sinir sisteminin belirli bir
yerine yerleştirmek kolaylıkla mümkün olur. Wallenberg sendromu bunun bir
örneğidir.
Bu derece net bir tablo olmasa bile vertigolu bir hastada nörolojik bulgu tesbit
edilmesi tablonun nörolojik disiplin metodlarıyla incelenmesi gerektiğini gösterir.
Nistagmusun tipi ilk yönlenmede önem taşır. Nistagmus bölümünde anlatıldığı
gibi labirent tipi nistagmusun hızlı fazı bakış yönüne göre değişmez, aynı kalır.
Santral sinir sistemi hastalıklarında görülen nistagmusta ise hasta hangi tarafa
doğru bakıyorsa nistagmus o tarafa doğru vurur. Vertikal nistagmusa da
nörolojik hastalıklarda rastlanır.
Belirli bir baş pozisyonunda ortaya çıkan pozisyonel vertigo ve nistagmus da
hem labirent, hem de sinir sistemi hastalıklarında görülebilir. Bunların
lokalizasyona yardımcı özellikleri yukarda anlatılmıştır.
Vertigonun baş ve boyun hareketleriyle şiddetlenmesi onun pozisyonel vertigo
olduğunu göstermez. Oysa bütün vertigo çeşitlerinde her türlü baş hareketleri
vertigoyu arttırabilir.
Sağırlık ve kulak çınlaması olayın periferik olduğuna işaret eder.
Vertigo da periferik olaylarda daha sık görülür ve daha şiddetlidir. Fakat bu kural
kesin değildir. Nörolojik hastalıklar da çok belirgin baş dönmesi ile seyredebilir.
Vertigolu hastanın muayenesinde bütün sistemik nedenlerin gözden geçirilmesi
gerekir.
(N.Glossopharyngeus ve N. Vagus)
Bu iki sinir, işlevlerini birbirinden ayırmak güç olduğundan ve anatomik
benzerliklerinden ötürü birlikte ele alınacaklardır.
İkisi de motor, duyusal ve parasempatik teller taşırlar. Her iki sinirin de çekirdekleri
bulbustadır. Birlikte foramen jugulare’den geçip kafa boşluğunu terk ederler. Burada
n. accessorius ile yakın komşulukları vardır.
İşlevleri
2-Tat alma: Dilin 1/3 arka bölümünün tat duyusunu IX. sinir sağlar (Şekil 8.19).
Görüldüğü gibi, bu iki sinirden birincisinin işlevi başlıca duyusaldır. Vagusun ise motor
fonksiyonu ön planda gelmektedir.
Muayene
Motor işlev: Ağzını açmış olan hastadan kuvvetli bir ekilde “Aaaa” demesi istenir.
Normalde yumuşak damak simetrik şekilde yukarı kalkar. Bu sırada uvula orta hatta
kalır. Farinksin iki tarafı da simetrik olarak kasılır.
Plica vocalis’lerin sağlıklı bir muayenesi için K.B.B. uzmanlarının yardımı gerekir.
Patolojik Durumlar
Tek yanlı felçte aynı tarafta yumuşak damak ve farinks hareket etmez. Motor fonksiyon
ve refleks muayenesinde yumuşak damak sağlam tarafa doğru çekilir.
İki yanlı paralizide hiç hareket yoktur. Refleksler alınmaz. Bu durumda hastada nazal
konuşma ve yutma güçlüğü vardır.
Bu iki sinirin tek taraflı felci daha çok lokal patolojileri düşündürmelidir. Foramen
jugulare bölgesindeki lezyonlarda tabloya n. accessorius’un tutulmasına bağlı sterno-
kleido-mastoideus ve trapezyus kaslarının felçleri eklenir.
Tek taraflı plica vocalis felci n. recurrens lezyonunda görülür. Bu sinir n. vagus’tan
ayrıldıktan sonra göğüs boşluğuna girer, sağda a. subclavia, solda a.aortae’nin altından
dolaşıp tekrar yukarıya çıkar, larinkse ulaşır. Bu yol üzerindeki lezyonlar, özellikle toraks
içindeki kitleler siniri bastırabilir. Böyle bir hastada akciğerlerin radyolojik incelemesi
ihmal edilmemelidir.
Nöroloji pratiğinde yutma, fonasyon kusuru ve dizartri ile birlikte giden ve oldukça sık
görülen iki hastalık vardır: Psödobulber paralizi ve motor nöron hastalığı. Bu iki hastalık
“Felçler” bölümünde ele alınmıştır.
(N.Accessorius)
Saf motor bir sinirdir. Bir kısım lifleri bulbustan, bir kısmı da servikal m. spinalis’in üst
segmentlerindeki ön boynuz hücrelerinden çıkar. Kranyal kaviteyi foramen jugulare’den
geçerek terk eder. Burada IX. ve X. Kranyal sinirlerle yakın komşuluğu vardır (Şekil
8.3).
Muayene
Sterno-kleido-mastoid kasın muayenesi için hekim elini hastanın yüzünün sağ tarafına
koyar ve ondan yüzünü aynı yöne çevirmeğe çalışmasını ister. Sol sterno- kleido -
mastoid kas kasılarak belirginleşir. Hekim bu sırada sağ eliyle kası palpe eder. Aynı şey
karşı taraf için de tekrarlanır. Daha sonra hekim elini hastanın alnına koyar ve başıyla
elini öne doğru itmesini hastadan ister. Bu sırada her iki sterno- kleido -mastoid kas
birlikte kasılır.
Yatakta yatan hastanın muayenesi de aynı şekilde yapılır. Ayrıca, sırtüstü yatan
hastadan yatakta oturması istenir. Normalde baş vücuttan daha önce yataktan kalkar.
Sterno-kleido-mastoid kasların zaafında başın geri kalıp arkaya doğru sarktığı dikkati
çeker.
M. trapezius’un muayenesi üst kısmı çıplak hastanın arkasına geçilerek yapılır. Kas zayıf
olduğu zaman o tarafta omuz çökük durur. Kas normal konturunu kaybetmiştir. Boyun-
omuz açısı genişlemiş, skapula aşağı ve dışa doğru yer değiştirmiştir (Şekil 8.
21).Bundan sonra hasta omuzlarını yukarı doğru kaldırırken hekim her iki omuzu
kuvvetle aşağıya bastırır.
Patolojik Durumlar
Tek taraflı zaafa özelikle aynı taraf foramen jugulare bölgesindeki tümöral olaylarda
rastlanır. Sinir bu noktada IX. ve X. sinirle yakın komşulukta bulunduğu için klinik
tabloda bu üç sinire ait belirtiler görülür. Buna, bazen gene yakın komşuluğu olan XII.
kranyal sinirin felci de eklenir.
(N.Hypoglossus)
Muayene
Ağız açık durumda iken dilin pozisyonu, atrofi ve fasikülasyon bulunup bulunmadığı
gözden geçirilir. Sonra hastadan dilini çıkarması istenir. Tek taraflı XII. kranyal sinir
felcinde dil felçli tarafa doğru sapar. Dilin aynı yarısında atrofi görülür (Şekil 8.22). İki
taraflı n. hypoglossus lezyonlarında dilin dışarı çıkarılmadığı, hatta ağız tabanında hiç
hareket etmediği dikkati çeker.
Şekil 8.22. Sağ n. hypoglossus felci. Dilin sağ tarafının atrofisi ve ucunun aynı
tarafa deviye oluşu dikkati çekiyor.
Patolojik Durumlar
İki yanlı dil felçlerine en çok motor nöron hastalığı ve psödobulber paralizide rastlanır.
Motor nöron hastalığında dildeki felç II. motor nöron tipindedir. Yani, atrofi ve
fasikülasyonlarla birlikte giden nükleer bir felçtir. Psödobulber paralizide ise
kortikobulber traktus iki taraflı hastalanmıştır. Öyleyse I. motor nöron tipinde
supranükleer bir felç söz konusudur. Bu nedenle atrofi ve fasikülasyon görülmez
(Bakınız: Felçler).
Beyin – omurilik sıvısı (BOS) incelemesi eskiden merkezi sinir sistemi hastalıklarının
ayırıcı tanısında ilk başvurulan araştırmalardan biri idi. Günümüzde merkezi sinir sistemi
hastalıkları hakkında ayrıntılı bilgiler veren
gelişmiş nöroradyolojik ve elektrofizyolojikincelemeler nedeniyle BOS incelemelerine
daha az ihtiyaç duyulmaktadır. Bununla birlikte, yine de merkezi sinir
sistemi infeksiyonları, özellikle menenjitler, subaraknoid kanama
ve idyopatik intrakranyal hipertansiyon tanısında en vazgeçilmez inceleme yöntemidir.
Bazı özel durumlar dışında BOS lomber yoldan alınır. Gerektiğinde sisternal veya
doğrudan ventrikül ponksiyonu ile de alınabilir.
Lomber ponksiyon için hasta lateral dekubitus pozisyonunda ve dizleri karına
doğru fleksiyona getirilerek yatırılır. İçinde mandreni olan steril bir lomber ponksiyon
iğnesi, iki crista iliaca’yı birleştiren çizginin ortasında yer alan L3-L4 aralığından
girilerek, spinal subaraknoid aralığa (SSA) yerleştirildikten sonra temiz bir tüpe yeteri
kadar BOS alınır.
Basınç: Yatar durumda, lomber yoldan alınan liquor cerebro-spinalis’in basıncı 80-200
mm H2O arasında değişir. Likor basıncına subaraknoid aralığa girildikten hemen sonra,
diğer bir deyişle BOS dışarı akıtılmadan bakılmalıdır. Bir miktar BOS akıtıldıktan sonra
ölçülen basınç gerçek kafaiçi basıncını yansıtmaz.
KAYNAKLAR
1. EJ Thompson (editor). Advances in CSF
protein research and diagnosis. Klüver, London, 1987
2. EJ Thompson. Proteins of the cerebrospinal fluid. Elsevier, London, 2005 .
MENTAL DURUM MUAYENESİ
Öget ÖKTEM
-Adı, soyadı
-Adresi (Mental durumu iyi olan hastanın, sokak adını ve kapı numarasını ihmal
etmemesi beklenir.)
-Yaşı
-Hangi yılda doğduğu (Yaşlı hastaların, bunu 1900’lü değil 1300’lü olarak söyleyemesi
normal kabul edilmelidir).
-Cumhurbaşkanının adı?
-Başbakanın adı?
(Bu sorulara cevap beklerken hastanın kültür düzeyini de gözden kaçırmamak gerekir.)
Dikkat muayenesi için, hastanın düz sayı menziline bakılabilir. Hastaya, “Şimdi size
karışık bazı sayılar söyleyeceğim. Dikkatle dinleyin! Ben bitirince, bu sayıları aynı sıra
ile söylemenizi istiyorum.” denir. Önce 4 sayılık bir dizi ile başlanır. Sayıları söylerken
ses tonunu değiştirmemeye ve saniyede bir sayı söylemeye dikkat edilir. Hasta, sayıları
başarı ile ve sırasını değiştirmeden tekrarlayabilmişse 5 sayılık diziye, bunlardan birini
başarmışsa 6 sayılık diziye geçilir. Hasta, her iki 4 sayılık dizide de başarısız olmuşsa, 3
sayılık bir dizi ile denemek uygun olur.
Bundan sonra hastanın mental kontrol gücü’ne bakılır. Bunun için hastadan haftanın
günlerini tersine doğru sayması istenebilir. Talimatı anlamakta güçlük çeken hastaya,
ne istenildiği daha açık anlatılır, eğer gerekiyorsa “Pazar-Cumartesi-Cuma diye geriye
doğru söylemenizi istiyorum” şeklinde örnek verilir, ama bu nokta kaydedilir. İsteneni
yapmak için hastanın harcadığı zaman, atladığı gün olup olmayışı, orta yerde talimatı
unutup günleri düz olarak (ileriye doğru) saymaya geçmesi, çok açıklayıcıdır.
Kısa süreli bellek ve öğrenme becerisi’ni kabaca muayene etmek için şu yöntem
izlenebilir: Hastaya, “şimdi size 5 tane kelime söyleyeceğim. Bunları öğrenmenizi ve
aklınızda tutmanızı istiyorum. İyice aklınızda tutun, çünkü daha sonra, aradan zaman
geçtikten sonra belki yine sorarım” denir. (Bu sonuncu cümle, ilerde hastanın uzun
süreli belleğini muayene edebilmek için eklenmelidir). “Hazır mısınız? Söylüyorum”
dedikten sonra, her kelime arasında 1 saniye durarak ve ses tonunu değiştirmeden, 5
kelime söylenir. Bu kelimeler arasında çağrışım bağı olmamalıdır, bir tanesinin soyut
bir kavram olması doğru olur.
Örnek: İnek-Kiraz-Şapka-Yardım-Perde
Uzun süreli bellek muayenesi burada değil, araya muhakeme, aritmetik, soyutlama ve
yapılandırma muayenelerini soktuktan sonra, mental muayenenin en sonunda yapılır.
Fakat öğrenme ve bellek bölümünü bir bütün olarak vermek amacı ile uzun süreli bellek
muayenesi de burada anlatılmıştır. Bunu yapmak için hastaya, “Size 5 tane kelime
söylemiştim, aklınızda tutun, tekrar soracağım demiştim, hatırlıyor musunuz?” diye olay
iyice hatırlatıldıktan sonra, bu kelimeleri söylemesi istenir. Kendisine hiçbir ipucu
verilmez, hiçbir yardım yapılmaz. Hatırlamadığı kelimeler için tanıma muayenesi
yapmak gerekir. Bunun için hastaya hatırlamadığı kelimeyi bulması için ipucu verilebilir,
örneğin "inek" için "Bu kelimelerden biri bir hayvandı." denilebilir veya hatırlamadığı
kelimeyi çoktan seçmeli olarak tanıması istenebilir. Bunu yapmak için, her bir kelimeye
biri ses açısından biri de anlam açısından benzeyen iki alternatif kelime oluşturulur.
Hastaya "şimdi size 3 kelime söyleyeceğim; bunlardan bir tanesi bizim ezberlediğimiz
kelime, diğerlerini sizi şaşırtmak için söylüyorum, bizim kelime bu üçünden hangisiydi
siz bulun" dedikten sonra "inek" için,"Bu kelimelerden biri şu üçünden hangisiydi; İnek-
İğne-Eşek?"diye sorulur. Hastanın doğru tanıyıp tanımadığı kaydedilir. Beş kelime için
verilen alternatif üçer kelime içinde hedef kelimenin yerinin hep aynı olmamasına
(örneğin hep başta ya da ortada veya sonda olmamasına) ve bu yerin sırayla değil
rasgele değişmesine dikkat edilir.Bir öneri olarak diğer dört kelime için de alternatifler
verelim:"Kira-Çiçek-Kiraz","Şapka-Kasket-Şarap","Yaradan-Yardım-
Hayırsever","Pencere-Perde-Perende"
-“Yolda bir zarf buldunuz; ağzı kapalı, üzerinde bir adres yazılı, bir de pul yapıştırılmış;
ne yaparsınız ?”
-“Bir gazetecinin 6 tane müşterisi var; müşterilerinin her birinden 25’er lira kazansa,
toplam kazancı ne kadar olur?”
Bundan sonra, hastanın soyutlama becerisi’ne bakılabilir. Bunun için hastaya bir
atasözü verilerek bunun anlamı sorulur. Burada hastanın atasözünü kelime anlamıyla
somut olarak mı, yoksa soyut olarak mı yorumladığına bakılır.
Örnek olarak:
Atasözü için hasta, “Çocuk küçükken eğitilir” derse, bu iyi ve soyut bir yorumdur; fakat
“Ağaç yaşsa eğilip bükülebilir, ama yaş değilse eğmek istediğimizde kırılır” derse, bu
somut yorumdur.
Soyutlama fonksiyonu için “Benzerlikler” testi de iyi bir testtir. Hastanın, iki şeyin
benzerliğini yorumlaması ve yorumlarının kalitesi, bir soyutlama testi olarak
kullanılabilir. Hastaya, “Şimdi size iki şeyin ismini söyleyeceğim; siz de bana bu iki şey
arasında nasıl bir benzerlik var, onu bulup söyleyeceksiniz” denir. Hastaya şu çiftler
verilebilir:
Portakal-Muz
Aslan-Köpek
Balta-Testere
Göz-Kulak
Daha sonra hastanın yapılandırma becerisi’ ne bakılır. Bunun için önce hastadan “Saatin
11’i çeyrek geçtiğini gösteren” bir saat resmi çizmesi istenebilir. Daha sonra, kendisine
bir küp şekli çizilerek, bunu bakarak kopya etmesi istenir.
Bundan sonra da, yukarda sözünü ettiğimiz şekilde, hastanın uzun süreli belleği gözden
geçirilir.
Bu kısa mental muayeneyi, her bir hastada 8-10 dakika içinde uygulamak mümkündür.
Demansiyel bir sendromda, yukarda sayılan mental fonksiyonların birçoğunda bir
gerileme vardır; ama bu gerilemenin paterni, yani her bir fonksiyondaki gerilemenin
diğerlerine oranı, hastadan hastaya değişebilir.
Hastayı değerlendirirken, genel bilgi için olduğu kadar oryantasyon ve kendisi hakkında
bilgi için de hastanın sosyal ve kültürel durumunu hesaba katmak gerekir. Örnek olarak,
hangi yılda doğduğunu bilmemek köy kökenli kadınlarda kadın askere gidip bunu
öğrenme olanağı da bulamadığından çok normal olabilir.
Dikkat fonksiyonu için, 5 sayılık bir dizinin tekrarı alt normal sınırda sayılabilir. Ama
hasta ancak 4 sayılık diziyi tekrarlayabiliyorsa, bu hafif derecede bir bozulma demektir.
Giderek bu sayı 3’e düşer; daha sonra hasta hiç cevap veremez olur. İlerlemiş
demanslarda bile anlık belleğin (immediate memory) nispeten sağlam kaldığı bilinir;
hastanın bu sayıları tekrarlayamaması anlık belleğindeki bozulmadan değil, hastanın
konsantrasyon becerisindeki zedelenmeden ileri gelir.
Dikkati sürdürme de bir “executive” işlevdir ve buna bir dakikada hastanın kaç kelime
üretebildiğini görerek bakabiliriz. Akıcılık testi denilen bu testte, hastadan belli bir
semantik kategoriden kelimeler üretmesi (örneğin 1 dakika boyunca hayvan isimleri
söylemesi) istenilerek veya gene bir dakikada belli bir harfle başlayan (örneğin K ile
başlayan ) kelimeler söylemesi istenilerek bakılabilir. Hastanın kendi yaş ve eğitim
düzeyindeki bir normal insana kıyasla daha az sayıda kelime söyleyebilmesi, onun
dikkatini sürdürmede ve içsel stratejiler oluşturmada zorlandığını bize gösterir. Bu
testte Alzheimer tipi demanslılar, K harfiyle daha başarılı oldukları halde, semantik
açıdan zorlandıkları için, hayvan saymada daha başarısızdırlar. Dikkatin ve frontal
karmaşık dikkatin ön planda bozulduğu demans tiplerinde ise, bunun tersi bir patern
görürüz. Hastanın uygun sayıda kelime söylemesine rağmen, kelimelerin büyük
çoğunluğunu ilk 30 saniyede söylemesi, ikinci 30 saniyede ise duralayıp ancak çok az
kelime ekleyebilmesi de, dikkatini sürdürmede zorlandığını gösterir.
Öğrenme ve bellekte bozulma, Alzheimer tipi demansiyel bir sendromun başta gelen
özelliklerden biridir. Bu hastalarda, başlangıçta anlık bellek tamamen sağlam kaldığı
halde, kısa süreli belleğe ait bazı süreçler bozulmuştur; hasta kayıt yapamaz, verilen
malzemeyi kısa süreli belleğine alamaz ve bu durum verilen malzemenin uzunluğu ve
karmaşıklığı ölçüsünde artar. Beş kelimenin bir dinleyişte tekrarı, demans başlangıcının
sınırında yer alır, diyebiliriz. Hafif derecedeki bir demansiyel sendromda, bazı hastalar
5 kelimeyi birinci keresinde tekrarlayabilirler. Buna karşılık normal bir insan bir anlık
dalgınlık nedeniyle ilk seferinde başarısız olabilir; tekrarlanması isteği ile kelimeleri
hastaya söylerken odaya birisinin girmesi, bir yerde ani bir gürültünün olması gibi bir
dış uyaran hastanın dikkatini çekmişse, bu noktayı da göz önüne alarak karar vermek
gerekir.
Alzheimer demansında olduğu gibi hipokampal sistem tutulduğunda, hastada primer
tipte bir bellek bozulması görürüz; yani hastanın bellek kaydı ön planda bozulmuş olur.
Bu hastalar uzun süreli bellek muayenesinde kelimeleri kendileri hatırlamadıkları gibi,
ipucu verildiğinde de hatırlayamazlar ya da çoktan seçmelide 3 kelime içinden hedef
kelimeyi tanımaları da bozulmuştur. Çünkü yeterli bir uzun süreli kayıt yapamamışlardır.
Hipokampal bölgelerin, temporal lobun salim kaldığı bir demans tipinde,örneğin frontal
demansta ise,hasta uzun süreli bellek muayenesinde kelimeleri kendisi hatırlayıp
söyleyemediği halde, ipucu verince kolayca hatırlar veya en azından çoktan seçmelide
hemen hepsini doğru tanır. Çünkü burada primer bir bellek bozulması sözkonusu
değildir, hastanın hipokampal sistemi salim kaldığı için hasta kelimeleri kaydetmiştir.
Fakat hatırlama sırasında gerekli olan aktivasyonu yapacak frontal dikkat sistemi iyi
fonksiyon göstermediği için, uzun süreli bellek deposunda bulunan bu kelimelere
ulaşamaz, bunları geri getiremez.Yani bu tip hastalarda bellek primer değil, dikkate
sekonder bir bozulma gösterir.
Aritmetik becerisi için de benzer bir durum söz konusudur; hafif derecedeki bir
demansta hasta yukarıda önerilen aritmetik işlemleri henüz yapabilir. Fakat bozulma
burada muhakemedekinden biraz daha erken ortaya çıkabilir; hafif – orta derecede bir
demansta hasta bu işlemleri yapmakta güçlük çekebilir. Muhakeme ve aritmetik
muayenesi bulgularını değerlendirirken hastanın eğitim düzeyini, mesleğini ve hastalık
öncesi kapasitesini gözden kaçırmamak, bu konuda aileden iyi bilgi almak gerekir.
Prefrontal sistemi tutan tipte demanslarda da, ilk belirtiler yönetici (yürütücü)
işlevlerde, karmaşık dikkat becerilerinde kendini gösterir, bellek iyi olduğu halde
“dikkate sekonder” tipte hatırlama güçlükleri görülür.
Klinik Nörogenetik
Betül Baykan, Nerses Bebek
Son yıllarda nörobilim alanındaki en hızlı gelişmeler hiç kuşkusuz nörogenetik alanında
yaşanmıştır. Nörolojik hastalıkların çoğunun önemli bir genetik boyutu olması nedeniyle
bu ilerlemeler umut vericidir. Gelişmelerin çoğu şu an için araştırma boyutunda ve nadir
rastlanan hastalıklarla sınırlı olmakla birlikte; sık rastlanan karmaşık (kompleks) genetik
geçişli nörolojik hastalıkların birçoğunun da genetik temel ve belirteçleri giderek daha
fazla ortaya çıkarılmaktadır. Öte yandan, artan sayıda genetik test rutin laboratuarlarda
da yapılabilir duruma gelmektedir. Nörologların genetikteki bu dev adımlardan uzak
durmaları olası değildir. Bu bölümde klinik açıdan önem taşıyan nörogenetik kavramlar
mümkün olduğunca basit bir şekilde ele alınmaya çalışılacaktır. Hastalıklara ait klinik
ve moleküler genetik bilgiler ilgili bölümlerde ayrıca ele alınmıştır.
Gerek klasik epidemiyolojik çalışmalar gerekse son yıllarda yapılan çok sayıda
moleküler genetik çalışma birçok nörolojik hastalığın genetik etyolojisi olduğuna işaret
etmektedir.
Her organizmanın olduğu gibi insanın da türünün canlı bir örneğini oluşturmayı ve
hayatını devam ettirmeyi sağlayan tüm biyolojik bilgileri taşıyan bir genomu vardır.
Sadece RNA (ribonükleik asid) taşıyan nadir bazı viruslar dışında genomların hemen
hepsi gibi insan genomu da DNA’dan (deoksiribonükleik asid) oluşur. Mitokondriyal
DNA’nın da kalıtıma katkısı bulunmakla birlikte, her birey için esas genetik bilgi nükleer
kromozomal DNA’da kodlanır. DNA, 5 karbonlu bir şeker, nitrojen içeren bir baz ve
fosfat grubundan oluşan nükleik asit molekülüdür, çift heliks yapısındadır (Şekil 1 ).
İki pürin (Adenin A –Guanin G), iki pirimidin (Timin T-Sitozin C) bazı olmak üzere dört
farklı nükleotid grubu bulunur, bunlar baş harfleriyle temsil edilirler. Kural olarak A T’ye
ve C G’ye bağlanır. Tek zincirli DNA molekülüne polinükleotid de denir ve nükleotid
moleküllerinin dizilmesinden oluşur. DNA’nın iki zincirinin bu bağlanma kuralı nedeniyle,
birbirini tamamlayıcı (komplementer) olması gerekmektedir. Bu da DNA’nın tamamen
aynı şekilde kopyalanmasının, yani replikasyonunun temelini oluşturur. RNA yapısında
ise Timin T yerine Urasil U vardır ve bu küçük farklılık nedeniyle tek zincir olarak kalır,
özellikle protein sentezinde rol oynar.
İnsan somatik hücreleri 23 çift kromozom içerir, yani diploiddir. 22’si otozom ve diğer
çift gonozomdur (X veya Y) (Şekil 2 A ve B). Seks hücreleri ya da gametler ise
haploiddir ve sadece 23 kromozomları vardır. Kromozomlar DNA (nükleer) ve yapısal
proteinlerden (ör: histon) oluşur, kromozomların uç noktalarına telomer, orta
bölgelerine sentromer denir. Kromozomlarda fosfodiester bağı ile bağlı olan yaklaşık 3
milyar baz çifti kadar polinükleotid bulunmaktadır. DNA taşıdığı kimyasal bilgiyi nesilden
nesile aktarır.
Şekil 2 A ve Şekil 2 B. G Bandlama yöntemi ile elde edilen normal 46,XX yani
kadın (A) ve 46,XY yani erkek (B) karyotipleri.
Gen; özellikli RNA ekspresyonu için gerekli bilgiyi içeren DNA bölgesidir. İnsanda en
çok 1. kromozomda ve en az Y kromozomunda olmak üzere toplam 30-50 bin civarında
gen vardır. Her bir genin kodlayan (ekson) ve kodlamayan (intron) sekansları bulunur
(Şekil 3). RNA oluştuğunda eksonların arası intronlarla doludur, intronik sekanslar
‘’splicing’’ (kırpılma, uçlarını birbirine eklemek, tutturmak) denen bir işlem sonucu
uzaklaştırılınca olgun RNA ortaya çıkar (transkripsiyon aşaması). Her gende çok sayıda
ekson vardır ve birçok farklı RNA türü, tek bir genden alternatif ekson kullanılarak ya
da uç uca birleştirilerek üretilebilir. İnsan DNA’sının kodlayan sekansı aynı zamanda
protein sekansıdır. İnsan genomunun gen dizileri dışında geri kalan çok büyük kısmı
ise tekrarlayıcı DNA’dan oluşur, burada hem kodlamayan tekrarlayıcı DNA, hem çok
sayıda gen kopyaları ve gen parçaları yer alır.
Çocuklar genin, her biri anne ve babadan kalıtılan “allel’’ olarak adlandırılan 2 kopyasını
taşırlar. Bir gen ayrıca belli bir RNA transkripti sentezi için gereken tüm DNA
sekanslarını da içerir, promoter (başlatıcı- teşvikçi) ve enhancer (arttırıcı) olarak
bilinen transkripsiyon kontrol bölgeleri [3’–cleavage (yarıklanma), poliadenilasyon
bölgelerini ve splicing noktalarını belirleyen sekanslar buna örnektir] bulunur. Bu
noktalardaki mutasyonlar da RNA ekspresyonunu engelleyerek fonksiyonel polipeptid
oluşumunu bozabilir.
İnsanların sineklere göre 3 kat fazla proteini varken sadece 2 kat fazla geni vardır.
İnsan genomuna has olan bir özellik sayesinde aynı gen farklı proteinler
oluşturabilmektedir. Bu RNA splicing ve proteinlerin translasyon sonrası glikozilasyan
ya da fosforilasyonu içeren post-translasyonel mekanizmalarla modifiye edilmeleri
sayesinde gerçekleşir. Proteomiks, yani protein farklılığı, normal biyolojideki ve hastalık
mekanizmalarındaki rolü ile ilgili olan incelemeler, moleküler araştırmalarda yeni
gelişen bir alandır. İnsan proteozomu diğer ökaryotlarla karşılaştırıldığında en çarpıcı
farklılık nöral gelişme, yapı ve fonksiyon dışında immun fonksiyon, sinyal iletimi,
homeostaz ve apoptozla ilgili genlerin ileri derecede çeşitliliğidir. Şu an için proteinlerin
%40 kadarının fonksiyonu, henüz bilinmemektedir.
MUTASYONLAR
Genetik bilgiyi taşıyan belli bir kromozom bölgesindeki (lokus) gen dizileri bireylerde
alternatif şekillerde bulunabilir, bunlar o genetik dizinin allelik formları olarak
adlandırılır. Birçok gen için tüm bireylerde o gen dizisi tek bir şekilde bulunur ve (wild-
type) doğal tip olarak adlandırılır. Bir toplumda farklı diziler belli bir sıklıkta bulunuyorsa
bu durum o lokusun polimorfizmi olarak tanımlanır. Akraba olmayan iki kişi arasında
her gende ortalama olarak 500 baz çiftinde bir olmak üzere genomda toplam 6.000.000
farklılık görülür. Bu tek baz çifti değişiklikleri tek nükleotid polimorfizmi (SNP) olarak
adlandırılır. SNPler kromozomal bölge işaretleyicisi olarak kullanılabilir. Her ebeveynin
kromozom çiftleri farklı SNP’lere sahip olacağından, her çocuğa aktarılan SNP
saptanabilir.
Mutasyon ise DNA sekansındaki hastalığa neden olan değişiklik olarak tanımlanır.
Genomik, kromozomal ve gen mutasyonları olabilir. Gen mutasyonları nokta
mutasyonları, delesyonlar, insersiyonlar, çerçeve kayması mutasyonları, duplikasyonlar
ve trinükleotid tekrar uzamaları şeklindedir. Klasik olarak fenotipe olumsuz etkisi olan
her tür DNA varyantı mutasyon kabul edilirken etkisiz ya da benign etkili varyantlar
polimorfizm olarak kabul edilmiştir. Ancak multifaktoryal hastalıkların genetiği ile ilgili
son çalışmalar polimorfizmlerin de bir araya gelerek ya da çevresel faktörlerle
etkileşerek fenotipe etkisi olabileceğini düşündürmektedir. Bir diğer tanımlama ise
toplumda az rastlanan allelin sıklığı %1 den sıksa polimorfizm, eğer daha nadirse
mutasyon olarak yorumlamanın doğru olduğu şeklindedir.
Mutasyonlar edinsel veya kazanılmış olabilir, edinsellerin özelliği tüm hücrelerde
bulunmasıdır, kazanılmış mutasyona ise belli bir dokuda kimyasal, biyokimyasal ve
fiziksel faktörler sebep olur. Eğer mutasyon mitoz açısından aktif bir hücrede ortaya
çıkarsa, bu hücreden köken alanlarda mutasyon görülür ancak bu hücreden bağımsız
olarak normal hücreler de olabilir ve mozaik denen durum gerçekleşir. Eğer mutasyon
embriyogenez sırasında gerçekleşirse çok sayıda mutant hücre oluşur ve fenotip ortaya
çıkar. Eğer mutasyon farklılaşmış bir dokuda ortaya çıkarsa sınırlandırılmış bir
mozaisizm olabilir ve bu durum tümörlerde görülür. Sadece somatik doku tutulmuşsa
mutasyon sonraki kuşaklara aktarılamaz ama germ hücrelerinde bir mutasyon olursa
bu mutasyon çocuklara aktarılır.
Mutasyon Tipleri
Mutasyonların farklı etkileri olabilir, kimi o birey için avantaj kimi dezavantaj
oluşturabilir veya tarafsız olabilir. Oluşan mutasyonun çevresel etkenlerle de
etkileşmesi fenotipi etkiler. Mutasyonların bazı tipleri ölümcülken bazıları iyi koşullarda
normal yaşamla, olumsuz koşullarda ise hasta fenotipin belirmesiyle sonuçlanır. İki ana
mekanizma vardır. (Loss-of-function) fonksiyon kaybettiren tipte bir mutasyon sonucu
gen ürünü işlevsiz hale gelmiştir. Bunlar genelde resesiftir, (Gain-of-
function) mutasyonu daha nadirdir, genelde otozomal dominanttır ve ortaya çıkan
proteinin anormal bir işlev kazandığı veya gerekenden fazla arttığı anlaşılır. Bunlar
genelde kodlayan bölümden çok düzenleyici bölümlerde yer alır. Olmaması gereken bir
dokuda ve zamanda aktifleşen bir protein, aşırı çalışan bir iyon kanalı örneğindeki gibi
epilepsiye neden olabilmektedir.
Gen mutasyonları belli bir genin fonksiyonunu etkiler, bunu mRNA transkripsiyonunu,
protein ürününün yapısı ve sabitliğini değiştirerek meydana getirir. Nokta
mutasyonu ya da tek baz çifti mutasyonu tek bir nukleotid bazı başka biri ile yer
değiştirdiğinde ortaya çıkar. Eğer bir pürin bazı (A, T) bir diğer pürin bazının veya tersi
bir pirimidin diğer bir primidinin yerine geçerse (C, G) buna transizyon denir. Oysa
pürin bazı primidinle değişirse ya da tam tersi olursa transversiyon denir.
Tek bir baz çiftini değiştiren mutasyonlar tamamen sessiz olabilir ya da büyük
hastalıklara sebep olur. Mutasyon genin kodlanma bölgesindeyse dört farklı sonuç
olabilir.
1. Sessiz mutasyon baz çiftini değiştirir ancak, kodonla belirtilen amino asiti
değiştirmez, bazı aminoasidlerin farklı kodonlarla kodlanması nedeniyle bu
durum görülebilir.
2. Nokta mutasyonları protein sekasında belli bir aminoasid değişikliğine neden
olurlarsa buna “missense” mutasyon denir.
3. Eğer değişiklik bir stop kodonu ortaya çıkarıyorsa ve protein zamansız
sonlanıyorsa buna “nonsense” mutasyon denir.
4. Son olarak da çerçeve kayması mutasyonu baz çiftini ya ekleyerek veya
eksilterek ribozomun çerçeve okumasında kaymayla sonuçlanır.
İnsersiyon ve delesyon baz çiftlerinin bir gen sekansına eklenmesi veya eksilmesidir;
birkaç baz çiftinden binlerceye kadar değişen boyutlarda olabilir. DNA delesyonları ya
da insersiyonları ya genin kodlama sekansını bozabilir ya da geni tamamıyla silebilir.
Örneğin Distrofin genindeki delesyonlar okuma kalıbını bozarsa kısaltılmış, sorunlu bir
proteinle sonuçlanır ve ağır Duchenne Musküler Distrofisi fenotipine neden olur; okuma
çerçevesini koruyan internal gen delesyonu ise, genelllikle ılımlı Becker Musküler
Distrofisine neden olabilir. Distrofin geni 2 milyondan fazla baz çifti (bp) içerir ve 40'dan
fazla ekzonu olması ile bilinen en geniş genlerdendir (Bakınız: Kas ve Nöromüsküler
Kavşak Hastalıkları). Eğer delesyon veya insersiyon 3 ve katları sayıda olursa amino
asid değişiklikleri olur ama tüm okuma kalıbı değişmez.
Üçlü nükleotid tekrar uzamaları nörolojik hastalıkların bazılarında ortak bir mekanizma
olrak dikkati çekmektedir. Bu hastalıklarda, normalde belli bir sayıda tekrarı bulunan,
CAG, CTG veya GAA gibi üçlü nükleotidler bir gen içinde anormal olarak artar.
Trinükleotid tekrar uzamaları kuşaktan kuşağa aktarılırken tekrar sayılarında artış
görülür ve bazı hastalıklarda anneden veya babadan kalıtıma göre bu tekrarlar artar.
Sonuç olarak hastalık bulgularında artış ve daha erken başlangıç yaşı gösterir. Bu
duruma antisipasyon denir ve hastalığın şiddeti artan ekspansyonun büyüklüğüne
bağlıdır. Örnek olarak Huntington hastalığı, miyotonik distrofi, frajil X, spinoserebellar
ataksi, Kennedy hastalığı verilebilir. Genetik antisipasyon fenomeni nörolojik hastalıklar
açısından önem taşımaktadır. Tarihsel olarak bu terim ilk önce otozomal dominant
miyotonik distrofide sonraki jenerasyonlarda gözlenen klinik ağırlaşmayı tarif etmek
için kullanılmıştır. Tipik olarak bu gene sahip babalarda sadece erken yaşta katarakt
ortaya çıkabilir. Kız çocuklarında ılımlı kas güçsüzlüğü ve miyotoni, kızların çocuklarında
ise mental retardasyon, miyotoni ve ağır güçsüzlük olabilir. Klinik olarak iyi bilinen,
jenerasyonlar boyunca hastalık şiddetinin artması durumunun artık biyolojik temeli
bulunmuştur. Kromozom 19 üzerindeki distrofia miyotonika protein kinaz (DMPK)
geninin kodlamayan bölgesindeki trinükleotit tekrar genişlemesi sonucu miyotonik
distrofi oluşur. Genel popülasyonda normalde 5 ile 34 arası CTG trinükleotid tekrarı
vardır. 100 tekrardan fazla genişleme miyotonik distrofi hastalığına neden olur. Tekrar
sayısının artması, binlerce tekrarlama daha ağır hastalık formu ile ilişkilidir. Genişleme
boyutu babadan oğula değişebilir ve jenerasyonlar arasında artma, antisipasyon denen
bu klinik fenomene neden olur (Ayrıca bakınız: Kas ve Nöromüsküler Kavşak
Hastalıkları).. Son çalışmalar DNA replikasyon çatalının yönünün tekrar instabilitesinde
kritik faktör olduğunu göstermektedir.
Bazen hastalık fenotipi ile tekrar sayısı arasındaki ilişki açık değildir. Bu belirsizlik hasta
ve hekim için zorluk yaratabilir. Özet olarak, tekrar boyutunun direkt olarak test
edilebilmesi çok önemlidir. Ancak bu kalıtımsal sendromlarda riskli olan kişileri tespit
edebilmek, yani bu bilginin prediktif tanı amaçlı kullanılmasında pratik, etik zorluklar ve
öğrenilmesi gereken çok şey vardır.
TIBBİ GENETİK
Toplumdaki hastalıkların çoğu bir veya daha fazla gen ile çevresel faktörlerin
etkileşimini içeren karmaşık (kompleks) etyolojiye bağlı olarak gelişir. Bu hastalıklarda
bazen tek bir gen hastalığı oluşturabilir, bazen de diğer genler veya çevresel faktörler
genetik yatkınlığa eklendiği zaman aynı hastalık gelişir. Toplumda sık görülen diğer
hastalıklar gibi nörolojik hastalıkların bazıları Mendel tipi ya da Mendelyen kalıtım
özelliği, çoğu ise kompleks kalıtım özelliği gösterir. Etyolojik bakış açısıyla tek gen
hastalıkları, otozomal veya X’e bağlı (% 9), poligenik, multifaktöryel (çevresel etmenler
ile birlikte mültipl genlerin etkisi- %90), kromozom anomalileri (% 0.5-7) ve belirsiz
olanlardan oluşur.
Farklı nörolojik bulguların bir arada olduğu 200’den fazla kalıtsal nörolojik tek gen
hastalığı bilinmektedir. Bunlar içinde Huntington Hastalığı, kas distrofileri en sık
karşılaşılan ve iyi bilinen örneklerdir. Kalıtsal bozukluklar klasik nörolojik hastalıklardaki
gibi direkt olarak veya metabolik, inme, kranyal malformasyon gibi nedenlerle indirekt
olarak sinir sistemini etkileyebilir.
Ailesel özellik gösteren çoğu hastalıkta kalıtım şeklini tanımlamak kolay olmamaktadır.
Bu olgularda birden fazla gen aynı hastalığa yol açabilmekte (poligenik), edinsel ve
çevresel faktörler birlikte rol oynayabilmektedir (mültifaktöryel). Ayrıca aynı hastalığa
birden fazla genin neden olması (genetik heterojenite) ve bir genin birbirinden farklı
hastalık fenotiplerine yol açması (fenotipik heterojenite) da genetik temelin
aydınlatılmasını güçleştiren özelliklerdir.
Genetik temeli henüz bilinmeyen klinik durumlarda aile çalışmaları önem taşımaktadır.
Nedeni ne olursa olsun herhangi bir özelliğin, o özelliği taşıyan bireyin akrabalarında
genel topluma göre daha sık görülmesi ailesel özellik veya hastalığa işaret eder. Bu
durumlarda fenotipin tanımlanması, aile bireylerini değerlendirilmesi, aile ağacı
çalışmaları ile kalıtım modeli belirlenebilir. Kalıtım paterninin anlaşılması klinik açıdan
riskin belirlenmesi ve seçilecek genetik incelemeler açısından önem taşır.
İnsan genom haritalaması sorumlu genin saptanmasını teorik olarak kolaylaştıran bir
yol olarak kabul edilir. Rekombinant DNA teknolojisindeki gelişmeler ile pozisyonel
klonlama, polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) ile mutasyon taraması ve bağlantı analizi
çalışmaları daha kolay hale gelmiştir. Hayvan modelleri ve memelilerde yapılan genom
çalışmaları aday gen çalışmaları için önemli bir adım oluşturmaktadır. Bu bilgilerin en
önemli katkısı DNA’ya dayalı tanı imkânını sağlamasıdır. Bu da genetik danışmanlık ve
presemptomatik testi kolaylaştırır. Ancak genin keşfinden nörogenetik pratiğinde test
olarak kullanılmasına kadar geçen süre uzundur.
Her bir kromozom çiftinin biri anneden, diğeri ise babadan kalıtılır. Kromozom çiftinin
ikisi de sadece bir ebeveynden kalıtılırsa bu kalıtım şekline uniparental dizomi denilir.
Bu bulgu otozomal resesif spinal musküler atrofide bildirilmiştir (Bakınız: Motor Nöron
Hastalıkları)
Nörogenetikteki gelişmeler hastalıkların fizyopatolojisinin aydınlatılmasının yanı sıra,
nörogenetik hastalıkların tanısı (klinik ve laboratuar yetersiz kalabilir), prenatal tanı ve
taşıyıcıların tanınması, sağlık ve hastalıkta genetik faktörlerin rolü, diğer faktörlerin
etkileşimi, hastalıklardan korunma, kalıtsal hastalıklara yatkınlıkların ortaya konulması,
ilaçlara direnç ve cevap, hastalıkların sınıflandırılması, farklı tanı yöntemleri ve yeni
tedavi stratejilerinin geliştirilmesini sağlamaktadır.
Nöroloji Genetiği klinisyen ve moleküler genetikçinin ortaklaşa yürüttüğü titiz ve
ayrıntılı bir çalışmadır. Tanı veya araştırma amaçlı olsa da uyulması gereken belirli
basamaklar vardır. Bunlar indeks olgunun fenotipinin değerlendirilmesi, etkilenen ve
etkilenmeyen aile bireylerinin incelenmesi, aile ağacının şekillendirilmesi ve
yorumlanması, kalıtım modelinin anlaşılmasını takiben, moleküler genetik incelemelerin
planlanmasıdır. Bu incelemeler genetik bağlantı analizi, gen haritalaması ve
mutasyonların belirlenmesi, gen ürünlerinin ve hücresel görevlerinin tanımlanması gibi
çeşitli olabilir, genetik mutasyonun bilinmesi, hastalık doğası ve incelenen materyel gibi
özelliklere göre belirlenir. Tüm bu aşamalar genellikle uzun sürelidir ve titiz bir
çalışmayı gerektirir. Örneğin 10 kişilik bir ailenin değerlendirilmesi ortalama 1 yıllık bir
süreyi gerektirebilir.
III- Aile ağacı: Hastanın diğer bireyler ile ilişkisini anlaşılır bir şema halinde
göstermesi açısından önemlidir. Tüm bu bilgilerle aile ağacı hazırlanmalı, ayrıntılı olmalı,
her bireyden alınan bilgi ile hazırlanmalıdır. Tüm bilgiler işaretlenmelidir (İsim, doğum
tarihi, ölü doğumlar, düşükler, akraba evlilikleri, evlat edinmeler). Belirli aralıklarla
doğumlar, yeni etkilenen bireyler yenilenmelidir. Sonuç olarak hastalığın kalıtım paterni
belirlenebilir ve moleküler genetik incelemelere daha sağlıklı olarak karar verilebilir. Aile
ağacı hazırlanmasında kullanılan semboller Şekil 6’da gösterilmiştir.
Şekil 6. Aile ağacı çiziminde kullanılan bazı semboller örnek bir aile ağacı
(pedigri) üzerine yerleştirilmiştir.
Kalıtım paterni seçilecek genetik incelemeler ve risk belirlenmesi açısından önem taşır.
Ancak aynı sendromun farklı ailelerde değişik kalıtım paternleri gösterebildiği de
bilinmektedir.
1- Otozomal dominant (OD) kalıtım modeli:
22 otozomdan herhangi birinde tek bir mutant (hasta) allelin olması hastalığın
görülmesi için yeterlidir. (Şekil 7a). Bu kalıtım şeklinin özellikleri:
5- Mitokondriyal kalıtım
Daha önce anlatıldığı gibi mitokondriyal DNA anne yumurtasının sitoplazmasından
kalıtılır, ancak spermden kalıtılmaz. Etkilenmiş annenin çocuklarının her birinde farklı
sayıda DNA mutasyonlu mitokondri mevcuttur. Mitokondriyal DNA nokta mutasyonları
kadınlar aracılığı ile kalıtılma eğilimindedir, buna karşın mitokondriyal DNA delesyonları
kalıtılmaz, bireylerde sporadik olarak görülür. Primer mitokondriyal hastalıklar “ragged
red’’ liflerle seyreden miyoklonik epilepsi (MERRF) sendromunu, mitokondriyal
ensefalomiyopati, laktik asidoz ve strok (MELAS) sendromunu, Leber’in herediter optik
nöropatisini (LHON), Kearns-Sayre sendromunu (miyopati, retinopati,
kardiyomiyopati) içerir. Mitokondriyal makromoleküllerin çoğu ise, mutasyonları
tipik Mendelyen şekilde kalıtılan nükleer genler tarafından kodlanılır. Nükleer
mitokondriyal gen mutasyonları sekonder mitokondriyopatilerden
sorumludur. Progresif eksternal oftalmoplejinin bazı formları buna örnektir.
Kalıtım normal ve mutant mitokondriyal (mt) DNA oranına göre değişir.
Bir ailede genetik kökenli olarak bilinen bir hastalık sadece bir tek olguda ortaya
çıkabilir. Bu tip izole vakalar genellikle sporadik olarak adlandırılırlar. Bu fenomen için
her biri genetik danışmanlık açısından farklı sonuçları olabilecek bir çok farklı olası
açıklamalar ileri sürülmüştür. Örneğin hastalık aslında genetik geçişli olmayabilir ancak
çevresel faktörler benzer hastalığa neden olabilir. Bu durum “nongenetik fenokopi”
olarak ortaya çıkabilir ve elbette kalıtılmaz. Örneğin kurşun zehirlenmesi akut
intermittan porfiryayı taklit edebilir. Ayrıca otozomal resesif hastalıklar küçük ailelerde
izole vakalar olarak ortaya çıkar, çünkü taşıyıcı ailelerin çocuklarında her hamilelikte
risk sadece %25’tir. Otozomal resesif hastalığı olan kişilerin çocuklarında risk aynı gen
hastalığının taşıyıcıları evlenmedikçe çok azdır. Dominant hastalıkların sporadik
örnekleri yeni mutasyonlar sonucu ortaya çıkarabilir (de novo mutasyon). İnsan
hastalıklarının yeni mutasyonlarının kesin sebepleri genellikle bilinmemektedir.
Muhtemelen radyasyon, toksinler, viral nedenler ve DNA replikasyon hataları rol
oynamaktadır. Ayrıca sporadik bir hastalık yanlış babalık belirtebilir. Bunda etkilenen
kişinin gerçek biyolojik babasının (babası olduğunu sandığı kişinin değil) taşıdığı
hastalık geninden etkilenmesi ve bu durumdan haberdar olmaması rol oynar. Bununla
beraber hastalık dominant ise etkilenen kişinin de çocukları %50 risklidir.
Dominant hastalık geni taşıyan bazı bireyler çok hafif klinik bulgu gösterebilir ya da
hiçbir klinik bulgu göstermeyebilir (penetrans yokluğu). Bu tip taşıyıcıların etkilenmiş
çocuklarının hiçbir ebeveyninde hastalık olmadığını sanılır ve yeni saptanan olgunun
yeni izole bir olgu olarak ortaya çıktığı düşünülür. Etkilenmiş kişinin ebeveynleri ayrıntılı
olarak değerlendirildiğinde hafif fiziksel bulgular açığa çıkabilir ve sporadik sanılan
olgunun durumu açıklanabilir. Bu tip klinik senaryolar yüksek derecede değişken
ekspresyon görülen CMT hastalığı, nörofibromatozis, tuberosklerozis ve miyotonik
distrofi gibi dominant hastalıklarda genellikle sıktır.
Genlerin özelliklerine göre sınıflandırılmış olan nöro-genetik hastalıklar ile ilgili şu anda
bilinenler kısaca Tablo 1’de özetlenmiştir.
Her birey sözlü ve yazılı bilgilendirildikten sonra yazılı olur alınmalı, 18 yaşından
küçükler için ebeveyn oluru eklenmelidir. Ayrıca bölgesel etik komiteden onay alınması,
çalışma hakkında ayrıntılı bilgi verilmesi gereklidir.
GENETİK TESTLER
Genetik test şüpheli klinik durumlarda genotip, mutasyon, fenotip ve karyotiple ilgili
ve insan DNA, RNA, kromozom, protein veya bazı metabolitleriyle ilgili yapılan
testlerdir. Bununla birlikte genetik bir hastalığa tanı koymak için her zaman genetik bir
test yapılmayabilir. Klinik olarak değerlendirilen ailelerde yapılacak genetik
incelemelere klinisyen ve genetikçi birlikte karar vermelidir. Uygun çalışma gruplarının
oluşturulması, klinisyenler ve genetikçiler arasında işbirliğinin sağlanması en önemli
aşamadır.
DNA izolasyonu tüm genetik incelemeler için gerekli olan DNA materyelinin elde
edilmesini sağlar. Her bireyden 10 cc venöz kan EDTA’lı (etilendiamintetraklorür)
tüplere (mor kapaklı) alınmalıdır. Küçük çocuklarda veya kan vermekten çok korkan
erişkinlerde tükürüğün toplandığı özel kapların da kullanımı mümkündür. DNA 72 saat
içinde lökositlerden, doymuş tuz çözeltisi ve alkol presipitasyon yöntemi veya hazır
kitler ile ayrıştırılır. Eğer testi yapacak olan genetik laboratuarının farklı bir önerisi
yoksa, EDTA’lı kan +4 C’de, buzdolabının yumurtalık kısmında bekletilebilir,
dondurulmaması önerilir. DNA’nın bir kısmı genetik incelemelerin yapıldığı laboratuara
gönderilmeli, geri kalan kısmı ise merkezde saklanmalıdır. Her aşama, özellikle
örneklerin numaralanması son derece önem taşır. DNA materyeli distile su ile
seyreltilerek uzun yıllar eksi 20-40 derecede saklanabilir.
Sorumlu geni saptanmış olan genetik sendromların tanısı moleküler genetik testler
kullanılarak doğrulanabilmektedir. Bunlara örnek olarak spinal müsküler atrofi,
müsküler distrofiler verilebilir. Sadece kromozom lokalizasyonu bilinen hastalıklarda ise
bağlantı analizi gibi dolaylı yöntemler kullanılabilir. Bağlantı analizi (“Linkage”),
fenotipik özellikleri tanımlanan hastalık genlerinin saptanmasına olanak sağlayan en
önemli metod ve aşamadır. Daha önce tanımlandığı gibi yeterli klinik bilgi ve DNA
materyeli toplanan ailelerde uygulanabilir. Bu nedenle aileler olabildiğince informatif
olmalı, kalıtım paterni aile ağacı analizi ile ortaya konmalıdır. Sorumlu gen saptandıktan
sonra fonksiyonunu anlamak, dolayısıyla genetik danışmanlık, gen terapisi
yaklaşımlarını uygulamak, amaçlanan hedeflerdir.
Genetik Testler
Araştırma testleri: hastalardan alınan örnekler hastalık patolojisinin daha iyi anlaşılması
ve klinik bir test geliştirilmesi amacı ile kullanılır, inceleme testleri: değerli, ancak henüz
doğruluğu ve yararı genel kabul görmemiş testlerdir. Tanı testleri: tanı , tedavi ve
hastalıklardan korunma amacı ile yapılan testlerdir. Sonuncuda bir raporla bildirilir,
genelde ücretlidir.
Genetik tanı testleri klinik uygulamada şüphelenilen bir hastalığın tanısını doğrulamak,
ayırıcı tanıda yer alan hastalıkları dışlamak, sağlıklı bir kişide hastalığın oluşacağını
öngörmek (prediktif tanı), taşıyıcıları belirlemek, bir çiftin çocuk kararına destek
olmak (prenatal), preimplantasyon, yenidoğan taramaları için kullanılabilir.
Prenatal tanı, genetik hastalığı olduğu bilinen ailenin çocuğuna doğum öncesi tanı
verilmesi amacıyla yapılır. Ancak spinal müsküler atrofi, Duchenne müsküler distrofi
gibi hastalıklarda uygulanır. İleri yaşta başlayan hastalıklar için uygulanmaz.
Prediktif tanı ise ailesinde genetik bir hastalık olduğu bilinen ancak belirtilerin henüz
ortaya çıkmadığı diğer bireylere önceden bilgi vermek için yapılır. Genetik danışma
verilmeyen ve bilgilendirilmiş onay formu olmayan hastaların örnekleri incelemeye
alınmamalıdır. Belirtileri ileri yaşlarda ortaya çıkacak hastalıklarda riskli
çocuklara korunma önlemleri veya tedavi söz konusu değilse yapılmamalıdır.
GENETİK DANIŞMANLIK
Hekimlerin objektif ve yargısız ancak diplomatik ve merhametli bir üslupla karmaşık bir
datayı hastaya iletmesini gerektirir. Genetik danışmanlıkta ilk basamak kesin tanıyı
koymaktır. Açıkçası, bu etkin danışmanlıkta son derece önemlidir ve mümkün
olabildiğince dikkatli yapılmalıdır. Doğru tanı konulduktan sonra, genetik
danışmanlıktaki ikinci basamak hastayı eğitmektir. Bu indeks vakanın ve diğer aile
üyelerinin ilgili genin kalıtımı için ortalama riskini tahmin etmeyi de içerir. Riskler her
zaman bağlam ve bakış açısına göre değerlendirilmelidir. Örneğin her bir gebelikte tüm
sağlıklı çiftler %2-4 oranında doğumsal defektli çocuk doğurma riski taşırlar. Belli bir
kişinin bir hastalığı kalıtma riskine nasıl reaksiyon vereceği değişebilir, örneğin bir hasta
%50 riski kaygı verici bulmazken, diğeri %1 riski bile çok rahatsız edici bulabilir. Risk
hesaplamalarına ek olarak danışman beklenen semptom ve bulgular, hastalığın doğal
gidişi, ekspresyon değişkenliği ve uzun dönem prognoz hakkında açıklamalar
yapmalıdır. Ayrıca mevcut tedavi seçenekleri de tartışılmalıdır. Hekimler semptomların
ve birçok hastalığın prognozunun çeşitliliğine alışmış durumdadırlar. Ancak hastalar
daha kesin sonuçlar beklemekte ve bu belirsizlikleri anlamakta zorlanabilmektedirler.
Hastaya soru sorması için fırsat vermelidir. Ayrıntılı genetik danışmanlık genellikle aylar
ya da yılları kapsayan bir süreçtir. Günümüzde hastalara yaklaşım açısından temel bir
konu başlığı haline gelen genetik danışmanlık açısından ülkemizdeki sorun eğitilmiş kişi
konusunda ciddi bir skınıtı olmasıdır..
Her genin testi kendine özgüdür ve bazen bir geni analiz etmenin birkaç yöntemi vardır.
Restriksiyon Endonükleazlar
Bazı doğal bakteriyel enzimler yabancı DNA'ları parçalara ayırma özelliğine sahiptir. Her
restriksiyon endonükleaz çeşitli baz uzunluğunda spesifik bir DNA sekansını
(restriksiyon veya sınırlama bölgesi) tanır ve yabancı DNA telini bu pozisyonda bu
sekansla keser. Restriksiyon enziminin kestiği DNA tel çiftlerinin sekansları
palindromiktir (aynı sekansın tersi). Belli bir DNA örneği bir restriksiyon enzimi ile
kesilirse birçok ve belli büyüklükte parçalar oluşur. Eğer bir noktada mutasyon varsa
kesilme yeri kaybolabilir veya başka bir kesilme noktası oluşabilir. Bu durum gel
elektroforezi kullanılarak beklenen 2 band yerine 1 band olması veya beklenenden farklı
büyüklükte bandlar olması gibi farklı şekillerde gösterilebilir.
Bir çok mutasyon araştırma yöntemi DNA parçalarını büyüklüğüne göre ayıran bir
görüntüleme tekniği olan jel elektroforezine dayanır. Bir uçtan poliakrilamid (daha
küçük parçalar için) veya agarozdan (daha büyük parçalar için) oluşan jel yapısına DNA
yüklenir ve elektroforez ortamında yürütülür. Bu işlem sonucu DNA parçaları
büyüklüklerine göre jel üzerinde ilerlerler (Şekil 8). Spesifik DNA sekansları saptamak
için kullanılan teknik, bulan kişiye göre adlandırılan Southern blotting’dir. Southern blot
anolojisiyle RNA moleküllerinin transferi Nothern blotting, proteinlerin transferi ise
Western blotting olarak adlandırılır.
Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) esas olarak küçük DNA parçalarını büyük oranda
çoğaltmak için bir araçtır, mutasyon araştırma öncesi kullanılır. PZR sentetik DNA
primerini genişletmek için ilgili DNA sekansına bağlanan ısıya dayanıklı bir DNA
polimeraz kullanır, reaksiyon kendini (zincir reaksiyonu) her siklusta üretilen çiftle
genişletir ve ısı ayarlanması önem taşır. Böylece epeyce küçük bir parçadan büyük bir
amplifikasyon ürünü sağlanır. Çok duyarlı olmasına rağmen PZR’la ilgili problemler,
bazen kontamine DNA amplifikasyonu sonucu yanlış pozitif sonuç vermesidir. PZR
hemen her araştırmada kullanılan bir tekniktir, ancak çok büyük delesyon ve
insersiyonları ve büyük sayıda tekrar artışlarını göstermede etkisizdir.
‘’Single strand conformation polymorphism’’ (SSCP- Tek tel uyum polimorfizmi) tekniği
de normal DNA ile araştırılan DNA’nın gel elektroforezinde sekans farklılığı olup
olmadığını anlamak için karşılaştırılmasına dayanır. Aynı gende bir çok farklı mutasyon
varsa kullanılır, bir tarama tekniğidir ve bir değişiklik saptanırsa ne olduğunun
araştırmasına devam edilmesi gerekir.
DNA sekanslaması ya da dizilemesi tam olarak sekansın gösterilmesidir. Küçük parçalar
için mantıklıdır, çünkü pahalıdır ve zaman harcayan bir yöntemdir (Şekil 9). Bu
nedenle öncesinde SSCP veya DHPLC gibi mutasyonun olduğu eksonu veya bölgeyi
belirleyen tekniklere tamamlayıcı olarak kullanılır.
Şekil 9. DNA sekanslama (dizileme) örneği. Her bir farklı renkteki dalga farklı
bir baza işaret etmektedir. Normal dizi bilindiğinden farklı olan baz veya bazlar
anlaşılabilir.
Genetik hastalığın kromozomal lokasyonuna ait herhangi bir ipucu mevcut değilse,
bağlantı ilişkisini ortaya çıkarmak için tüm insan kromozomlarını içeren çok sayıda
genetik işaretleyici sistematik bir şekilde incelenmelidir. İşaretleyiciler polimorfik olmalı,
yani herhangi bir aile içinde farklı kombinasyonlarına rastlanabilmesi için genel
populasyonda birkaç tanımlanabilir formu bulunmalıdır. Teorik olarak, tüm monogenik
hastalıkların yeterli sayıda genetik belirteç, zaman ve efor ile spesifik kromozomlar
üzerinde yeri belirlenebilmektedir. Bu çalışmalar masraflı ve zaman alıcı olabilmektedir.
İnsan genomunu tamamen kapsayarak araştırmak için gerekli yüzlerce, hatta binlerce
kalıtımsal işaretleyici sayesinde yeni DNA polimorfizmlerinin belirmesinde çarpıcı
gelişmeler olmuştur. Bu belirteçlerin ilk örnekleri, bağlantı çalışmalarının başarı oranını
artıran ve çoğu aileyi bilgi verici yapan “değişken sayıda tandem, mikrosatelit CA
tekrarları (variable number tandem repeats VNTR) ve SNP’ler (single nucleotid gene
polimorphism) ile RFLP (restriction fragment lenght polimorphism’ lerdir.
Bağlantı analizi detaylı klinik bilgi ve DNA materyeli toplanan geniş ailelerde
uygulanabilir, aday bölgelerde ya da gerek görülürse tüm genomda çalışılabilir. Aileler
olabildiğince informatif yani geniş olmalı, kalıtım paterni aile ağacı analizi ile ortaya
konmalıdır. Bağlantı analizi iki veya daha fazla genetik loküsün birbirine olan yakınlığını
yani bağlantısını araştırmak için uygulanır. Loküs adlarındaki ilk sayı ilgili kromozomu
bildirir, p harfi kromozomun kısa q harfi ise uzun koluna işaret eder, sonraki sayılarda
bu bölgedeki lokalizasyonu bildirir (19p12.2 gibi). Mayoz bölünme aşamasında
ebeveynlerin kromozomları
çaprazlaşlarak (crossing-over) parça değisimlerine (rekombinasyon)
uğrayabilmektedir. İki loküs birbirine ne kadar yakınsa rekombinasyon olasılığı yani
birbirinden ayrılması, o denli düşük olasılıktadır. Bu amaçla insan genomunda bilinen
ikili, üçlü veya dörtlü nükleotid tekrarlarını içeren nükleotid sekansları işaretleyici
(“marker”) olarak kulllanılır. Bu tekrar bölgeleri bireylerde ebeveynlerden Mendel
kurallarına uygun olarak aktarılır ve farklı sayıda tekrar dizileri içerirler. Burada
amaçlanan o nükleotid tekrar sayısının hastalık fenotipi ile geçip geçmediğinin
matematiksel olarak tespitidir. Örneğin bir marker tekrar bölgesi ile olası migren geni
bölgesinin birbirine olan yakınlığı araştırılır. Böylece markerin kromozomdaki
lokalizasyonu bilindiğinden olası migren geninin yaklaşık yerleşimi de belirlenebilir.
Bağlantı saptanması sadece yeni bir başlangıç sayılabilir çünkü sorumlu bölge
daraltılmış olmakla birlikte burada yüzlerce gen yer almaktadır.
Buna karşın ilişkilendirme çalışmaları metodolojik olarak çok daha kolaydır ama
homojen klinik tabloya sahip olan büyük sayıda hasta grupları ve çok geniş kontrol
grubu gerektirir. Temeli polimorfik bir genetik işaretleyicinin allel frekans sıklığının
hastalar ve kontroller arasında kıyaslanmasıdır. Birçok gen için tüm bireylerde o gen
dizisi tek bir şekilde bulunur ve doğal tip (wild-type) olarak adlandırılır. Bir toplumda
farklı diziler belli bir sıklıkta bulunuyorsa bu durum o loküsün polimorfizmi olarak
tanımlanır. Polimorfizmler genelde iyi huylu kabul edilirler ama yeni bilgiler ışığında
bazılarının çevresel faktörlerin etkisi ile multifaktoryal hastalıklarda fenotipi etkilediği
saptanmıştır. Genelde toplumda 1% den sıktır, bu oranlar toplumdan topluma değişir.
Nörogenetik hastalık tedavisine birçok kimi basit kimi teorik yaklaşım geliştirilmiştir.
Örneğin piridoksine bağımlı otozomal resesif nöbetler yüksek doz piridoksinle (vitamin
B6) önlenebilir, alfa- tokoferol eksikliği vitamin E replasmanı ile tedavi edilebilir. X’e
bağlı kalıtılan Fabry hastalığının sistemik enzim replasman tedavisi alfa-galaktosidazdır.
Duchenne musküler distrofi için gen replasman tedavisini ve mutasyon mekanizmasını
içeren çeşitli potansiyel tedaviler önerilmiştir. Kök hücreler farelerde genetik santral
miyelin defektini düzeltmede kullanılmaya başlanmıştır. Benzer stratejilerin ilişkili insan
hastalığında da yararlı olabileceği düşünülebilir.
KAYNAKLAR
1. Bird TD, Tapscott SJ: Clinical Neurogenetics. İçinde: Bradlley W.G. Daroff R.B.
Fenichel G.M. Jankovich J. (Eds.): Neurology in Clinical Practice. 5th ed.
Philadelphia, Elsevier, 2008;43: pp:781-806.
2. Tan EC, Lai PS. Molecular diagnosis of neurogenetic disorders involving
trinucleotide repeat expansions. Expert Rev Mol Diagn. 2005;5:101-9.
3. Nussbaum RL. McInnes RR. Willard HF. Genetics in Medicine. Thomson &
Thomson. 6th ed. Philadelphia, W.B. Saunders Company, 2001.
4. Reis J, Roman GC. Environmental neurology: a promising new field of practice
and research. J Neurol Sci. 2007;15:262:3-6.
5. Johnson G, Todd JA. Strategies in complex disease mapping. Current opinion in
genetics and development, 2000;10:330-334.
6. Strachan T. Read A.P. Genes in pedigrees. In Strachan T. Read A.P. (Eds.):
Human Molecular Genetics. 2nd ed. New York, Wiley-Liss, 2000;3:55-70.
7. , Second Edition. Maniatis Cold Spring Harbor laboratory Press, 1989;14:2-35.
8. Strachan T, Read AP. Identifying human disease genes. In Strachan T. Read
A.P.(Eds.): Human Molecular Genetics. 2nd ed. Wiley-Liss, New York, 2000;15:351-
375.
9. Zeviani M, Carelli V. Mitochondrial disorders. Curr Opin Neurol. 2007;20:564-71.
10. Bird TD. Risks and benefits of DNA testing for neurogenetic disorders. Semin
Neurol. 1999;19:253-9.
11. Dürr A, Gargiulo M, Feingold J. Predictive testing: presymptomatic diagnosis in
neurogenetic disorders] Med Sci (Paris). 2005;21:934-9.
GİRİŞ
Nörolojik muayenenin sırası birçok kez hastanın özelliklerine ve muayene eden hekimin
alışkanlıklarına göre değişiklik gösterebilir. Ancak, izlenen sıra ne olursa olsun
bulguların belli bir şema içinde kaydedilmesi gerekir. Böylelikle, bir yandan muayene
bulgularını okuyan bir başka hekimin hastayı kolay anlaması sağlanır, diğer yandan da
bulguların eksik bir şekilde kaydedilmesi önlemiş olur.
Nörolojik muayenenin başlangıç veya sonunda diğer sistemler de yeterli bir şekilde
muayene edilmelidir. Özellikle kalp, kan basıncı, radyal nabız ritmi ve sayısı, diğer
periferik arter nabızları kontrol edilmelidir. Bunun yanısıra kranyum stetoskopla
dinlenmeli, özellikle kranyo-servikal damarların boyunda palpasyon ve oskütasyonu
ihmal edilmemelidir.
Motor sistem muayenesinde kas kuvveti, kas tonusu ve istem dışı hareketler
değerlendirilir. Ayrıca kas kitleri gözden geçirilip bir kas erimesi olup olmadığı kontrol
edilir.
Özellikle kortiko-spinal yol lezyonlarında görülen hemiparezi, paraparezi gibi büyük kas
gruplarının tutulduğu hallerde başvurulur. Ekstremitelerin daha çok proksimal kas
gruplarını tutan primer kas hastalıklarında da bu şekilde muayene yeterli olabilir. Boyun
fleksiyonu ve ekstansiyonu; omuz abduksiyon ve adduksiyonu; önkol, bilek ve
parmakların fleksiyon ve ekstansiyonu test edilir. Bunun için hasta adı geçen kas
gruplarıyla ilgili eklem hareketini yaparken hekim bu harekete karşı koyar. Örneğin
hasta bütün gücüyle omuzunu abduksiyon durumuna getirirken hekim bu harekete
engel olarak omuzu adduksiyon durumunda tutmağa çalışır. Hastada kas gücü çok
azalmışsa hiçbir direnç uygulamadan bu hareketlerin ne ölçüde yapılabildiği tesbit
edilir. Bacak hareketleri de benzer şekilde test edilir.
Bu muayene daha çok periferik sinir hastalıklarında uygulanır. Her kas, ayrıntıları
nöroloji ders kitaplarında bulunabilecek özel manevralarla test edilir. Burada da
muayenenin esası, tek bir kasın kasılması sırasında hekimin karşı kuvvet uygulayarak
kas gücü hakkında fikir edinmesidir. Tutulan kaslara bakarak lezyonun hangi periferik
sinirde motor kökte veya medulla spinalis segmentinde olduğu anlaşılabilir. Burada,
bazı kas testleriyle ilgili resimler verilmiştir.
4= Kas normal hareketini yapmakta, ancak karşı yönde bir kuvvet uygulandığında
yenilebilmektedir.
2= Test edilen kas ancak yer çekimini ortadan kaldıran bir pozisyona getirildiğinde
hareket edebiliyor.
1= Kasta ancak gözle görülebilen veya palpasyon ile farkedilen bir hareket vardır. Fakat
bu, eklem hareketine sebep olmaz.
0= Tam felç
Parezi Testleri
Bu testler, proksimal kas gruplarındaki zaafın hafif olduğu ve kas testleriyle kolayca
ortaya çıkarılamadığı durumlarda işe yarar.
Kollarda : Hasta gözleri kapalı olarak otururken kollarını avuçları yukarıya bakacak
şekilde yere paralel duruma getirir. Ufak bir zaaf varsa kol hafifçe pronasyona gelerek
yavaşça yer e doğru inmeğe başlar. Bu durum "El pronasyon testi sağda +" şeklinde
kaydedilir.
Tonus muayenesine başlamadan önce hastada eklem deformitesi, ağrı veya başka bir
nedenle hareket kısıtlılığı, kas kontraktürü bulunmadığından emin olmak gerekir.
Rigoru olan Parkinsonlu hastalarda dişli çark belirtisi aranır. Hekim, hastanın ön koluna
yumuşak bir şekilde ardarda fleksiyon ve ekstansiyon hareketleri yaptırır. Bu sırada
biseps kası bir dişli çarktan kurtuluyormuş izlenimini verir. Aynı şey el bileğinde de
tekrarlanır. Dişli çark delili belirginse kolayca hissedilir. Hafif olduğu durumlarda ancak
ilk birkaç harekette, dikkat edilince fark edilebilen takılma hissi sonra kaybolur. Bu
durumda eklem hareketine devam etmek ve 10-15 kez tekrarlamak uygun olur.
Böylece, kaybolan dişli çark belirtisi yeniden ortaya çıkabilir.
Hasta soyunmuş halde muayene edilmelidir. Yüz, dil, çiğneme ve boyun kaslarından
başlayarak ekstremite ve gövde kasları gözden geçirilir. Gerektiğinde palpasyonla kitle
ve kıvrımları hakkında fikir edinilir.
Bir kas atrofisi görüldüğünde hastanın ne zaman farkettiği, ilerleyici olup olmadığı
sorulur.
Kırık ve diğer nedenlere bağlı eklem deformitelerinde hasta eklem civarındaki kaslarda
erime görülebilir. Bunun nörolojik bir anlamı yoktur.
Kas erimesinin lokalizasyonu, distal veya proksimal, simetrik veya asimetrik olduğu
kaydedilir. Atrofi bazı hallerde örneğin omuz kavşağı gibi bir bölgeyi tuttuğu gibi bazen
de bir veya birkaç kasın tek başına eridiği görülür. Bu son durumda eriyen kas veya
kaslar tek tek yazılmalıdır.
Dil çiğneme kasları ve sterno-kleido-mastoid kasların muayenesi ilgili kranyal sinirlerde
anlatılmıştır.
Kol veya bacaktaki atrofi tek taraflı ise ekstremitenin çevresini ölçmek ve karşı taraftaki
ile kıyaslayarak muayene kağıdına kaydetmek hastanın izlenmesi bakımından önem
taşır. Ölçümler belirli kemik noktalarından belirli uzaklıklarda yapılmalı ve bu mesafe de
not edilmelidir.
Hekimin ilk dikkat edeceği noktalar hareketin yeri, şekli, ne zamandan beri bulunduğu,
amplitüdü, ekstremiteye yer değiştirip değiştirtmediğidir. İstemsiz hareketlerin büyük
bölümü uykuda kaybolur, dikkatin başka yere çekilmesiyle azalır, heyecan ve gerginlik
durumlarında artar.
DUYU MUAYENESİ
Duyu muayenesi iki aşamada yapılır: 1- Önce hastanın sübjektif yakınmaları sorulur. 2-
Sonra objektif duyu muayenesi yapılır.
Hasta ağrıdan yakınıyorsa yeri, yayılması (boyundan kola, belden bacağın arkasına ve
topuğa doğru, gövdede enlemesine kuşak şeklinde), süresi, niteliği (saplanıcı, zorlayıcı,
künt, yanıcı), hareket ve pozisyonla ilişkisi, öksürme "ıkınma-aksırmayla artıp artmadığı
sorulur. Bu özellikler ağrıyı doğuran yer ve olayın niteliği hakkında bazı ipuçlalrı
verebilir. ("Duyu Bozuklukları" bölümüne bakınız.)
a- Dokunma duyusu : Ufak bir pamuk parçasını yüz ve bedenin her tarafına değdirerek
muayene edilir. Hasta gözlerini kapar. Pamuğu her duyduğunda "evet"demesi istenir.
"evet" demediği bölgelerde hipoestezi olduğu düşünülür. Hastanın bazen duyduğu
halde haber vermeyebileceğini düşünerek ikaz edilmesi gerekebilir.
Bu muayene, kooperasyonu iyi olan bir hastada, pamuğu önce duyusu normal olduğu
düşünülen bir bölgeye değdirerek ve sonra vücudun başka bölgelerinde aynı derecede
duyup duymadığı sorularak ta yapılabilir. Diğer nörolojik bulgular hastadaki duyu
kusurunun yüzün ve vücudun yalnız bir tarafında olduğunu düşündürüyorsa hasta ve
sağlam tarafın az çok simetrik noktalarını kıyaslayarak muayene etmek de mümkündür.
c- Isı : Çapları eşit iki deney tüpünden birine sıcak, diğerine soğuk su konularak ve
gözler kapalı iken yapılır. Hastaya ilkin tüplerin ısı farkı öğretilir. Daha sonra vücudun
değişik yerlerine değdirilen tüplerden hangisinin sıcak hangisinin soğuk olduğunu
söylemesi istenir.
Yüzeysel duyu kusuru saptandığında bu alan bir vücut şeması üzerinde işaretlenir.
Böyle oluşturulan bir şema duyu bozukluğunun tipini tesbit ederek sinir sisteminin
hangi bölümünün hasta olduğu konusunda fikir verir. ("Duyu Bozuklukları" bölümüne
bakınız).
Hasta ile iyi işbirliğini gerektiren sübjektif bir muayenedir. Uyanıklık durumu tam
olmayan hastada güvenilir sonuç vermez.
Duyu kusuru saptandığında bu bulgunun bilinen anatomik özelliklere uyup
uymadığına karar verilmelidir. Histerik bir duyu kusuru genellikle
nöroanatomiyle bağdaşmayan garip şekiller gösterir.
M. spinalis lezyonuna bağlı gövde üzerinde seviye gösteren duyu kusurunda
hastanın normal duyduğu bölgeden başlanıp aşağıya doğru inilirken iğne veya
pamuğu az duymağa başladığı düzeyi belirtmesi istenir. Aynı seviye az duyduğu
bölgeden yukarı doğru normal duymağa başladığı sınır belirlenerek doğrulanır.
Bu seviye m. spinalisteki lezyonun üst sınırını verir. Perianal his kusuru ayrıca
değerlendirilmelidir.
Polinöropatili bir hastada duyu muayenesi ekstremitelerin proksimal ve distal
bölgeleri karşılaştırılarak yapılmalıdır.
II- Derin Duyu (Proprioseptif Duyu)
Pozisyon, pasif hareket, vibrasyon ve derin ağrı, duyuları muayene edilir. Bu duyu
türlerine bilinçli duyu adı verilir.
a- Pozisyon duyusu : Hastanın gözleri kapalıdır. Ekstremitelerden biri belli bir pozisyona
getirilerek hastadan karşı ekstremiteyi de benzer duruma getirmesi istenir.
b- Pasif hareket duyusu : Gözler kapatılır. Hastanın el veya ayak parmaklarından biri
iki yandan tutularak yukarıya veya aşağıya doğru hareket ettirilir. Bu sırada hastadan
hareketin yönünü belirtmesi istenir.
c- Vibrasyon duyusu: Titreştirilmiş bir diyapazon ile yapılır. İlkin hastanın titreşimi
öğrenmesi için klavikula veya sternum üzerine konur. Daha sonra gözler kapalı iken
ekstremite uçlarında bir kemik üzerine konularak titreşimi algılayıp algılamadığı sorulur
Algılıyorsa bu kez titreşin sonlandığı anı belirtmesi istenir. Böylece titreşimi algıladığı
süre belirlenir. Bu süre normal gençlerde 20 saniye kadardır. Yaş ilerledikçe alt
ekstremitelerde vibrasyon süresinin kısaldığı unutulmamalıdır.
Romberg delili : Derin duyu kusuru aramak için kullanılan bir testtir. Hasta ayaklarını
birleştirdiği halde gözlerini kapayınca dengesi bozulur, olduğu yerde sallanmaya başlar,
hatta yere düşebilir. Tabes dorsalis, m. spinais'in subakut kombine dejenerasyonu ve
duyusal nöropatilerde görülür.
d- Derin ağrı : Aşil tendonu sıkılarak veya kaslar kuvvetli bir şekilde bastırılarak ağrı
duyup duymadığı araştırılır.
b- İki nokta ayırımı : Deriye aynı anda değdirilen uçları künt bir pergeli iki ayrı nokta
olarak algılayabilme yeteneğidir. Muayene sırasında gözler kapalı olmalıdır. Normalde,
el parmak uçlarında 5 mm mesafedeki iki nokta algılanabilirken ayak sırtında bu mesafe
5 cm'e kadar çıkar.
c- Grafestezi : Gözler kapalı iken künt bir cisim ile deriye yazılan bir harf veya sayının
tanınmasıdır. Bu amaçla en sık avuçlar kullanılır.
e- Taktil inatansiyon (Sönme fenomeni) : Muayene için yüzeyel duyunun normal olması
gerekir. Hasta gözlerini kapatır. Sağ veya sol beden yarısına aynı anda birer iğne
değdirilir. Taktil inatansiyonu olan hasta bunlardan yalnızca birini algılar.
(Inattention=Dikkatsizlik).
Bu muayene bir başka şekilde de yapılabilir. İğne önce şüpheli beden yarısına değdirilir.
Hasta başlangıçta bunu duyarken ikinci bir iğne sağlam vücut yarısına değdirildiğinde
ilk değdirilen iğne fark edilmez olur.
Bütün kortikal duyu bozuklukları karşı taraf paryetal lobun hastalığını gösterir.
KOORDİNASYON MUAYENESİ
a-Kol omuzdan tam abduksiyonda iken hasta işaret parmağını burnuna değdirir. Bu
hareketi ardarda yapması istenir.
Diz-Topuk Testi
a. Hasta bir ayağını havaya kaldırarak topuğunu diğer bacağının dizine değdirir.
Ardından ayağını tekrar eski durumuna getirir. Bu hareketi ilkin bir, sonra öteki ayağı
ile ardarda tekrarlaması istenir.
b- Hasta topuğunu karşı dizine değdirdikten sonra ayağını tibya kemiği boyunca düz
bir çizgi üzerinde sürterek aşağı indirir. Bu hareketi birkaç kez tekrarladıktan sonra aynı
hareketi diğer ayağı ile de yapar.
b. Hasta bir elini, avucu yukarı gelecek şekilde açar. Diğer elinin sırtını ve palmer
yüzünü ön kolun ardarda hızlı pronasyon-supinasyon hareketleriyle açık avucuna
değdirir.
c. Bir elinin parmaklarını yanyana bitiştirir. Sonra bu parmakların palmer yüzüyle diğer
elinin sırtına ardarda hızlı ve küçük hareketlerle vurur.
Hasta ile hekim karşılıklı olarak kollarını öne uzatırlar. Hasta, işaret parmaklarını
hekimin işaret parmaklarının karşısına getirir. Sonra kollarını aşağıya indirir ve tekrar
hekimin parmakları hizasına kadar başlangıçtaki durumuna getirir. Test, kollar yukarı
kaldırılarak da yapılabilir. Gözler açık ve kapalı durumda olmak üzere uygulanır.
Serebellar sistem hastalıklarında hasta serebellum hemisferi ile aynı tarafta olan kol
lezyon tarafına doğru dışa sapar. İçkulak hastalıklarında da sapma hasta labirent
tarafına doğrudur. Fakat bu hareket her iki kolda birden görülür.
REFLEKS MUAYENESİ
I- Tendon Refleksleri
Tendon reflekslerinin muayenesinde iyi bir refleks çekicine gerek vardır. Muayene
sırasında hastaya verilecek pozisyon her refleks için aşağıda ayrı ayrı tarif edilmiştir. Bu
arada, hastanın kendisini rahat hissedip gevşek bırakması önem taşır. Tendona
vururken refleks çekici sapın en ucundan tutulmalı ve el bileği vuruş sırasında serbestçe
hareket ettirilmelidir.
± = Azalmış
+ = Normal
++ = Canlı
+++ = Artmış
++++ = Polikinetik (Bir vuruşa birkaç hareketle cevap)
Çene Refleksi
Teknik : Hasta ağzını hafifçe açar ve alt çenesini serbest bırakır. Hekim sol el işaret
parmağını altdudağın altına koyar ve üzerine refleks çekici ile vurur (Şekil 49).
Normalde ya hiç cevap alınmaz veya çenede yukarı doğru hafif bir hareket hissedilir.
Teknik : Ön kol dirsekten yarı fleksiyonda iken sol el parmağı biseps kasının tendonu
üzerine yerleştirilip üzerine çekiçle vurulur (Şekil 50).
Triseps Refleksi
b. Sırtüstü yatar durumda iken hastanın eli hafifçe tutularak önkol gövde üzerinde
dirsekten fleksiyona getirilerek triseps tendonuna vurulur.
b. Hasta sırtüstü yatar durumdayken hekim kolunu her iki dizin arkasından geçirerek
bacakları hafif fleksiyonda tutar ve patella tendonlarına sırasıyla vurur (Şekil 54).
Aşil Refleksi
a. Yatar durumda bacak hafifçe dışa rotasyon ve dizden fleksiyona getirilir. Bu sırada
muayene eden sol avucunu ayak tabanına koyarak ayağı bilekten hafifçe dorsal
fleksiyona getirip aşil tendonuna vurur (Şekil 55).
b. Hasta, ayaklar yatak kenarının dışında serbest kalacak şekilde dizlerinin üzerine
oturtularak Aşil tendonuna vurulur.
b. Refleks cevap ani ve hızlı bir sıçrama yapıyorsa artmış olarak değerlendirilir.
c. Cevap birden fazla hareket yaptıracak kadar şiddetliyse polikinetik adı verilir.
b. Refleksleri aslında normal olan bir kişide tendon reflekslerini almada güçlükle
karşılaşılabilir. Bu durumda refleksler hastanın dikkatini başka yöne çeken kolaylaştırıcı
manevralar ile tekrar muayene edilir. Örneğin hastadan kenetlenmiş ellerini sıkıp
gevşetmesi, üçer üçer sayması istenir. Bunlardan birincisine Jendrassik manevrası adı
verilir.
c. Refleks arkının herhangi bir noktada kesilmesi tendon refleksinin azalma veya hiç
alınmamasına (kayıp) neden olur. Bu duruma örnek olarak periferik sinir (polinöropati),
ön boynuz (poliomiyelit) ve kas hastalıklarını (miyopati, polimiyozit) gösterebiliriz.
d. Kas tonusunun arttığı spastisite ve rijidite gibi durumlar ile kas kontraktürleri veya
eklem deformitelerinin varlığında da refleks cevabın değerlendirilmesi güç olabilir.
Teknik : Hasta sırt üstü yatar. Karın derisi anahtar veya kalem gibi künt uçlu bir cisimle
kaburga kenarına paralel, göbekten dışa ve pubisten yukarı-dışa doğru hafifçe çizilir.
Normal cevap çizilen bölgede karın kaslarının kasılması ve göbeğin çizilen tarafa doğru
çekilmesidir.
Segmanter inervasyon : D1-L1 m. spinalis.
Şişman kişilerde ve çok doğum yapmış kadınlarda alınmayabilir.Refleks arkının
bozulduğu segmanter lezyonlar D7 m. spinalis segmentinin yukarısındaki piramidal
lezyonlarda alınmaz. Alınmayan karın derisi refleksi piramidal yol lezyonunun karşı
tarafındadır.
Kremaster Refleksi
Anal Refleks
Teknik : Perianal bölge hafifçe çizilir. Normal cevap anüs sfinkterinin kasılmasıdır.
Teknik : Ayak tabanı ucu künt bir cisimle dış kenarı boyunca topuktan orta parmak
metatarso-falengeal eklemine doğru çizilir. (Şekil 56A)
Babinski Delili
Taban derisi refleksinin patolojik şeklidir. Piramidal yol hastalıklarında görülür. Yukarda
yazıldığı gibi taban derisi künt bir cisimle tabanın dış yanından orta metatarso-falangeal
ekleme doğru çizildiğinde normalde görülmesi gereken parmakların planter fleksiyon
cevabı yerine başparmağın dorsifleksiyona gelmesidir (Şekil 56 C). Babinski delilinin
varlığında diğer dört parmakta bazen hiçbir hareket görülmez. Bazen de parmaklar
yelpaze gibi birbirinden uzaklaşır. Yelpaze delili (evantay belirtisi) adı verilen bu bulgu
tek başına veya başparmağın dorsifleksiyonu ile birlikte görülebilir. Her iki durum da
patolojiktir ve aynı değeri taşır. Bazen taban derisinin çizilmesinde parmaklarda hiçbir
hareket görülmez. Bu duruma taban derisi refleksinin cevapsız veya lakayd olması adı
verilir.
1. Taban derisi refleksi bir yaşına kadar olan çocuklarda ekstensor cevap verir.
3. Cevapsız taban derisi refleksi bazen taban derisinin duyusunu veya başparmağın
ekstansiyonunu bozan periferik sinir hastalıklarında da görülebilir. Bu taktirde bir önlem
taşımaz.
4. Dikkatle alınması gereken bir nokta da taban derisi kalın bazı hastalarda, özellikle
yeterli kuvvetle stimülasyon uygulanmadığı hallerde taban derisi refleksinin cevapsız
kalabileceğidir.
Piramidal yolun hastalanmasında ortaya çıkan ve Babinski delilinde olduğu gibi ayak
parmağının dorsifleksiyonu ile giden dört patolojik refleks daha vardır. Bunlara Babinski
delili eşdeğerleri adı verilir.
4.Chaddock refleksi : Dış malleonun alt kenarı künt bir cisim ile çizilir.
Mendel36-Bechterew37 refleksi
Ayak sırtına refleks çekici ile vurulur. Ayak parmaklarında planter fleksiyon
görülür.
Rossolimo Refleksi
Aşil Klonusu
Sol el popliteaya konularak bacak hafifçe dizden fleksiyona getirilir. Ayak tabanı sağ el
ile tutularak ayak bileği kısa, ani ve kuvvetli bir hareketle dorsifleksiyona getirilir ve o
pozisyonda tutulur. Cevap, ayak bileğinin kendiliğinden hızlı fleksiyon ve ekstansiyon
hareketlerini ardarda sürdürmesidir (Şekil 57).
Hoffmann Delili
Muayene edilecek elin orta parmağını hekim sol eli ile metakarpo-falengeal eklem
bölgesinde dorsifleksiyona getirir. Sonra diğer elinin baş ve işaret parmakları ile bu
parmağı tutup ani bir fleksiyon yaptırır. Cevap olarak baş parmakta fleksiyon ve
adduksiyon, diğer parmakların distal falankslarında ise fleksiyon hareketi görülür (Şekil
58).
Hoffmann refleksi birçok normal insanda da görülebilir. Babinski delili kadar güvenilir
bir patolojik refleks değildir.
Muayene eden kişi elinin işaret ve orta parmağını hastanın avucunu ulnar tarafında
yukardan aşağıya doğru gezdirir. Yakalama refleksi varsa hasta hekimin parmaklarını
sıkıca tutar. Hekim parmaklarını çekmek isterse parmakları daha da sıkı bir şekilde
kavrar. Dört aylığa kadar bebeklerde normaldir. İki taraflı yakalama refleksinin fazla bir
lokalizasyon değeri yoktur. Sadece yaygın beyin hasarını gösterir. Tek taraflı olduğu
hallerde ise kontrlateral frontal lob lezyonuna işaret eder.
Emme Refleksi
Ağız komisürüne doğru dudağa parmakla değilmesi ağızda o yöne doğru bir hareket
doğurur ve dudaklarda emme hareketi ortaya çıkar. Bebeklik döneminde normal olan
bu refleksin erişkinde ortaya çıkması demans, ağır kafa travması, ensefalit gibi yaygın
beyin hastalığını gösterir.
Palmo-mental Refleks
Elin tenar çıkıntısı künt bir cisimle çizildiğide aynı taraftaki çene kasının kasıldığı görülür.
Snout * Refleksi
Glabella Refleksi
Glabella üzerine hafifçe vurulduğunda normalde refleks bir göz kırpma hareketi görülür.
Ancak bu vuruşlar peşpeşe tekrarlandığında cevap hızla kaybolur. Parkinson
hastalığında ise glabella refleksi her vuruşta alınır. Diğer bir deyişle normaldekinden
farklı olarak refleks yorulmaz.
Ayakta Duruş
Hasta ayağa kaldırılır. Ayakta rahatça durup durmadığına, bir tarafa doğru yıkılma
eğilimi gösterip göstermediğine bakılır. Durabiliyorsa, ayaklarını bitiştirmesi istenir. En
son da gözleri kapalı olarak bir süre izlenir, Romberg delili olup olmadığına bakılır.
Yürüyüş
Hastayı topukları ve parmak uçları üzerinde yürütmek, muayenede gözden kaçan ayak
bileği ve parmaklarıyla ilgili bir dorsifleksiyon veya planter fleksiyon zaafını ortaya
çıkarmada yardımcı olabilir.
Hastanın düz bir çizgi üzerinde yürümesi, daha sonra da bir ayağının topuğunu diğer
ayağının ucuna değdirerek yürümesi (tandem walk) isenir. Özellikle sereballar sistem
lezyonlarında hasta bu testleri başaramaz, sendeleyip yere düşebilir.
Arka kordon tipi atakside gözler kapatılınca yürüme güçlüğü daha da artar.
Bazı hastalarda yürüme özelliklerinin daha hasta kapıdan girerken hekimin dikkatini
çekecek derecede belirgin, hatta tipik olabileceğini, kısa sürede tanıya ulaşmada
bundan yararlanılabileceğini ekleyelim.
Giriş
Nöropatolojik inceleme metotları, genel otopsi yöntemleri ile birlikte ve özellikle klinik
nörolojinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkmıştır. Modern nörogenetik ve
nöroradyolojik tetkiklerin gelişmesi ile nöropatolojik otopsi bulgularının önemi azaldıysa
da, halen hastanede incelenen olguların önemli bir kısmında tanısı premortem
koyulamayan nöropatolojik lezyonlar vardır. Nöropatolojik incelemeler otopsiye sınırlı
olmayıp; beyin, omurilik, sinir ve kas biyopsileri de tedavi öncesi son tanı aşamasını
oluşturabilir. Birçok beyin tümörü türü, bazen tümörle karışabilen primer demiyelinizan
hastalıklar, serebral infarkt, vaskülit, merkezi sinir sistemi infeksiyonu gibi olgularda
biyopsi ve rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesi tanıyı aydınlatabilir, tedaviyi
yönlendirir. Nöropatolojik inceleme sonucunda, ileri moleküler metotların tanı amacı ile
kullanılması için uygun doku seçilmesi de mümkün olur. Ayrıca, adli tıp olgularında sinir
sisteminin patolojik incelemesi çok önemli bir yer tutar. Bunun dışında, araştırma
amacıyla normal ve patolojik dokuların doğru sınıflandırılması ve moleküler deneyler
için korunması sinir dokularının normal ve patolojik özelliklerini iyi bilen morfologlara
ihtiyaç gösterir.
Beyin Atrofisi
Beyin ağırlığında ve hacminde yaş grubu normal değerine göre azalma olarak
tanımlanır. Normal yetişkin insan beyninin ağırlığı yaklaşık 950-1500 gram arasında
değişir. Ana bulgular korteks kalınlığında incelme, sulkusların derinleşmesi ve girusların
daralması, beyaz madde hacminde değişen ölçüde azalma ve ventrikül hacminde
artmadır. Beyin atrofisi birçok nörolojik hastalığın ileri dönemlerinde görülebilir. Bazı
hastalıklarda daha yerel başlayıp daha sonra genel atrofiye dönüşebilir. Beyin
atrofisinin mikroskopik karşılığı gittikçe artan sayıda nöron ölümüdür. Buna genellikle
glial hücre artışı (gliozis) eşlik eder.
Beyin Ödemi
Su içeriğinin artmasıyla beyin ağırlığı ve hacminde görülen artış olarak tanımlanır.
A. Vazojenik ödem en sık rastlananıdır. Kan-beyin bariyerinde geçirgenlik artışı sonucu
oluşur. Kafa travması, infeksiyon, tümör, infarkt ve kanamalara eşlik eder.
B. Sitotoksik ödem; hücre içi ozmotik değişiklikleri sonucu hücre sıvı miktarında artıştır.
Elektrolit bozukluklarında, hemodiyalizde, ketoasidozda ve iskemide görülür.
C. İnterstisyel ödem ise hidrosefali sonucu basınçla ventriküllerden doku içine
transepandimal olarak beyin-omurilik sıvısı geçmesidir.
Travmatik ve cerrahi kranyum lezyonlarında da, açık kemik defektinden dışarı doğru
beyin dokusu herniasyonu oluşabilir. Fıtıklaşan beyin dokusu periferinde kranyotomi
defektinin yarattığı bası izi postmortem muayenede gözlenebilir.
Hücresel Değişiklikler
Akut Nöron Ölümü (Hipoksik/iskemik değişim): Ağır iskemi ve hipoksi veya hipoglisemi
sonrası mitokondri hasarı ile sitoplazmadan başlayan, Nissl cisimlerinin kaybı ve
sitoplazmada protein çökelmesi ile devam eden ve nükleer piknoza yol açan geri
dönüşümsüz bir süreçtir. Mikroskopik olarak asidofilik nöronal sitoplazma ve karyoreksi
ile (“kırmızı nöron”) tanınır. Geçici beyin hipoksisi sonrası dolaşımı düzelen hastalarda
en erken olarak hipokampal piramidal hücreler, serebellar Purkinje hücreleri ve büyük
kortikal piramidal nöronlarda görülür. İleri dönemlerde demir ve kalsiyum tuzlarının
çökelmesi ile bu hücrelerde mineralizasyon veya ferruginasyon görüntüsü oluşur.
Nöronal Atrofi: Hücre gövdesinde çekilme, sitoplazmada bazofili ve nükleer piknoz ile
karakterize geri dönüşümsüz bir hücresel değişikliktir. İltihabi hücre reaksiyonu eşlik
etmez. Yavaş nöron ölümüne yol açan çok sayıda patolojik süreç nöronal atrofiye yol
acar. Özellikle nörodejeneratif hastalıklardaki sinir hücresi ölümü buna iyi bir örnektir
(Şekil 3).
Apoptoz: Beyin gelişimi sırasında normal bir süreç olarak da görülen apoptotik nöron
ölümü, bazı patolojik durumlarda da morfolojik olarak saptanabilir. İzole hücrelerde
nükleer fragmantasyon ile başlar. Perinatal iskemik beyin lezyonlarında
hipoksik/iskemik nöron ölümü bazen apoptotik bir morfoloji ile ortaya çıkar. Perinatal
otopsilerde özellikle pons ve hipokampusun subiküler bölgesinde apoptotik görünümlü
iskemik lezyonlar saptanabilir.
Santral Kromatoliz: Genellikle aksonal lezyona hücre gövdesinin verdiği bir yanıttır ve
alt motor nöronlarda görülür. Nöron gövdesinde şişme, Nissl cisimlerinde azalma ve
hücre periferinde birikme, nukleusun perifere doğru kayması ile karakterizedir. Eğer
aksonal lezyon kalıcı ise nöron da ilerleyici olarak dejenere olur. Aksonal lezyonun
iyileştiği oranda hücre gövdesindeki bu değişiklik de geri dönebilir. Nadiren, özellikle
metabolik hastalıklarda daha üst düzeydeki nöronlarda da benzer değişiklikler
görülebilir.
Viral inklüzyonlar: Merkezi sinir sistemini tutan viral hastalıklarda mikroskopik tanıda
önemli yer tutarlar. Herpes virüsü ensefaliti ve SSPE’de nukleus içinde eozinofilik
Cowdry A inklüzyonları, progresif multifokal lökoensefalit (JC virüsü) olgularında
oligodendrositlerde intranükleer bazofilik inklüzyonlar, kuduz hastalığında
intrasitoplazmik Negri cisimciği daha sık rastlanan örneklerdir. Viral inklüzyonlar
genellikle virüse özgü antikorlarla boyandığından, serolojinin ve PCR’in yardım etmediği
olgularda spesifik tanıda önemlidir. İnklüzyonlar elektron mikroskopla incelendiğinde
viral yapılar tanınabilir.
Travma
Kırıklar: Kafa travması sonucu, çizgisel ve çökme tarzında kafatası kırıkları oluşur.
Çökme kırıkları sonucu kanama ve alttaki beyne doğrudan bası sonucu hasar oluşabilir.
Kafa kaidesinde kırıklar sonucu yine kanamalar ve BOS fistülü sonucu rinore görülebilir.
Kanamalar: Dura ile kemik arasındaki kanama epidural kanamadır. Sıklıkla a. meningea
media hasarı sonucu oluşur. Epidural mesafe potansiyel bir boşluk olduğundan kanama
sonucu oluşan kitle bası yaparak semptom oluşturur. Subdural kanama subdural köprü
venlerin kanaması ile olur. Travmadan hemen sonra akut olarak görülebilir, başka
kanamalarla kombine olabilir. Kronik subdural kanama ise travmadan aylar sonra yavaş
olarak gelişir (Şekil 4). Kanamanın organize olması, granülasyon dokusu gelişmesi ile
subdural membran oluşumu ve sıvı birikmesi ile olur. Travmatik olmayan subdural
kanamalar kanama diyatezlerinde görülebilir. Subaraknoid kanama araknoid membran
ile beynin pial yüzeyi arasındaki kanamadır.
Kontüzyon: Travma sonucu beynin özellikle kemiklere yakın olan temporal kutup,
orbitofrontal korteks gibi bölgelerinde kontüzyon meydana gelir. Kontüzyon damar
sulama alanlarına uymayan yüzeysel hemorajik bir nekrozdur. Etkilenen bölgede
yumuşama, peteşi tarzında kanama ve pembe gri renk değişimi olur. Eski olgularda
paslı kahverengi ve atrofik bir görünüm oluşur.
Yaygın Aksonal Hasar: Kafa travması sonrası kanama veya kırık bile olmaksızın
gelişebilen, özellikle angüler hızlanma içeren travmalarda görülen bir lezyondur.
Aksonlarda oluşan mikrotravma ve belki de kapiller hasar sonucu aksonal akımın
durması söz konusudur. Özellikle korpus kallozum, kapsüla interna gibi büyük beyaz
madde traktusları etkilenir. Mikroskopla bu alanlarda, aksonal akımın durması ve
organel birikimi sonucu aksonal şişme görülür. Hipereozinofilik yuvarlak granüler
görünümlü bu şişkin aksonlar ubikuitin ve amiloid prekürsör proteini ile boyanarak
görüntülenebilir.
İnfeksiyon Hastalıkları
Bakteriyel İnfeksiyonlar
Ampiyem: Beyin yüzeyinde, genellikle subdural mesafede pürülan madde birikimidir
(Şekil 6). Beyindeki bir infeksiyonun uzantısı olabileceği gibi, travma, beyin cerrahisi
sonrası veya osteomiyelit, sinüzit gibi komşu lezyonların uzantısı olarak ta gelişebilir.
Epidural apseler de benzer sebep ve kaynaklardan oluşabilir.
Bakteriyel beyin apsesi: Genellikle beyaz-gri madde sınırında yerleşir, birden çok sayıda
olabilir. Sıklıkla stafilakok ürer. Önce lokal ve sınırları belirsiz bir iltihap (serebrit) olarak
başlar. Daha sonra (1-2 hafta) fibrovasküler bir kapsül ile çevre dokudan ayrılır. Kapsül
içinde nekrotik ve nötrofilden zengin, bakterilerin de mevcut olduğu apse materyali,
kapsül etrafında da ileri derecede ödem ile reaktif astrogliotik reaksiyon gelişir.
Kapsülün kendisi fibroblastlar ve prolifere olan damarlardan oluşur. Hücreden zengin
gliotik reaksiyon ve damar artışı radyolojik olarak ve hatta küçük biyopsi materyalinde
mikroskop altında bile glioblastom ile karıştırılabilir.
Aktinomikoz: Ağız veya kalın barsakta yerleşen aktinomices, mukozal bir yaradan kana
geçer. Mandibulada yerleşebilir. Beyin infeksiyonu nadir ve ikincildir. Multipl pürülan
beyin apselerinde tipik sülfür granülleri Gram boyası ile görülebilir.
Viral İnfeksiyonlar
MSS’nin viral infeksiyonları menenjit, ensefalit, miyelit, miyeloradikülit veya çoklukla
bunların bir kombinasyonu olarak görülür. Beyin ve medulla spinalisin bütün viral
infeksiyonlarında ortak bir histopatolojik görünüm vardır: perivasküler lenfoplasmasitik
iltihabi hücreler, nöron gövdelerinin yıkımı ve makrofajlar tarafından işgali (nöronofaji),
mikroglia artısı ile parankimde mikroglial nodüllerin oluşumu ve bazı viral ensefalitlerde
inklüzyon cisimciklerinin varlığı. Bunların dışında değişken olarak ödem, kanama,
konjesyon ve nekrotik odaklar viral infeksiyonlarda virulansa ve döneme bağlı olarak
görülebilir. Subakut ve kronik dönemlerde etkilenen bölgelerde nöron kaybı,
astrogliotik reaksiyon, atrofi oluşur.
RNA Virüsleri
Poliyomiyelit: Motor nöronların poliyo virüs tarafından seçici olarak infekte olması
sonucu gelişir. Omurilik ön boynuz motor nöronları, motor kranyal sinir çekirdekleri
dışında nadiren frontal girus, hipotalamus ve retiküler formasyon da etkilenir. Akut
dönemde, MSS viral infeksiyonlarının yukarıda tanımlanmış olan klasik patolojik
bulguları görülür. Iltihabi tepki hem parenkimada hem de komşu menenkslerde çok
şiddetli olabilir. Kronik dönemde, ön boynuz ve ön kök atrofisi sonucu bu bölgelerde
incelme ve gri renk değişimi gözlenir. Denerve olan iskelet kaslarında da nörojenik
atrofi gelişir. Aşı uygulaması sonucu paralitik poliyo olguları artık nadir görülmektedir.
Kuduz: Rabdovirusü taşıyan kuduz hayvanın ısırması ile geçer. Mikroskopik incelemede
beyindeki iltihabi değişikliklere ek olarak; Purkinje hücrelerinde ve hipokampal
piramidal nöron sitoplazmalarında, doku tanısı açısından da önemli olan Negri inklüzyon
cisimciği görülür. Ayrıca, mikroglia artışı ve Babes nodülleri adı verilen belirgin
mikroglial nodüllere rastlanır.
Subakut Sklerozan Panensefalit: Kızamık geçiren çocuklarda, bundan birkaç yıl sonra
nadiren SSPE görülür. Hem gri madde (korteks, talamus, bazal gangliyonlar) hem de
beyaz madde etkilenir. Subakut ensefalit bulguları dışında bazen nöronal ve glial hücre
çekirdeklerinde tipik eozinofilik inklüzyon cisimlerine rastlanır. Sonunda ağır ve yaygın
nöron kaybı ile, beyaz maddede yoğun astrogliotik reaksiyon ile atrofi, miyelin kaybı
olur (Şekil 7), inklüzyonlar azalır, bazen sadece immünohistokimya ile saptanabilir.
MSS’inde HIV infeksiyonu: HIV virüsünün beyinde meydana getirdiği HIV ensefaliti
gibi birincil patolojik değişiklikler, antiretroviral tedavideki başarı arttıkça daha bir
önem kazanmaktadır. Daha önceleri toksoplazma apsesi, varisella zoster ensefaliti,
CMV ventriküliti gibi fırsatçı infeksiyonlar daha ön planda iken, tedavideki gelişmeler
bu antitelerde gerilemeye yol açtı. PML ve MSS lenfoması insidansı ise değişmedi.
HIV Lökoensefaliti: HIV’a özgü beyin tutulumunda önemli bir yer tutar. Miyelin
boyası ile yaygın miyelin solukluğuna ek olarak akson hasarı da görülür. Genellikle
derin beyaz maddeyi tutar. Antiretroviral tedavinin son yıllardaki başarısıyla
beraber, HIV lökoensefalopatisinin daha ileri formları ve yoğun perivasküler iltihabi
hücre infiltrasyonu ile seyreden örnekleri tarif edilmiştir.
Ayrıca HIV beyin tutulumunda bazen gri maddeye özgü değişiklikler ön planda
görülebilir: astrogliotik reaksiyon, mikroglia artışı, nöronal apoptoz ve geç dönemde
kortikal atrofi gibi.
DNA Virüsleri
Herpes Simpleks Ensefaliti: Erişkinde en sık rastlanan sporadik viral ensefalit Herpes
Simpleks Tip 1 (HSV1) nedeniyle olur. Daha çok limbik yapıları, özellikle meziyal
temporal lobları tutan akut hemorajik ve nekrotizan bir ensefalittir (Şekil 8).
Başlangıçta menenkslerde, damar çevrelerinde ve parankimde hafif iltihabi hücre
reaksiyonu ile intranükleer Cowdry A tipi eozinofilik ve haleli inklüzyon cisimleri
görülür (Şekil 9). İnklüzyonlar nöronal, glial veya endotelyal hücrelerde görülebilir.
Spesifik immünohistokimya ile bu inklüzyonlarda HSV1 gösterilebilir. Daha sonra
kanama odakları, doku nekrozu ile mikroglial nodüller, nöronofaji, perivasküler
lenfositler ortaya çıkar. Subakut dönemde inklüzyonlar azalır. Kronik dönemde ise
etkilenen bölgelerde ağır gliotik reaksiyon, kavitasyon ve atrofi görülür. Tanı
genellikle BOS’ta PCR ile konulur. Tümör düşünülerek biyopsi yapılan olgularda
inklüzyonlar ve immünohistokimya ile kesin tanı koyulabilir.
Neonatal Herpes ensefaliti daha çok HSV Tip 2’ye bağlıdır. Genel bir ensefalit oluşturur
ve nekrotizan da olabilir. Tipik herpetik inkluüzyonlar histopatolojik olarak görülür.
Varisella Zoster İnfeksiyonu: Dorsal kök ganglioniti ile ortaya çıktığında zoster lenfositik
iltihap, vaskülit ve nekroza yol açar. Bağışıklığı bozuk hastalarda beyinde multifokal
beyaz madde tutulumu (primer lökoensefalit), ventrikülit, ensefalit, miyeloradikülit
olarak kendini gösterebilir. Bütün bu iltihabi ve nekrozlu lezyonların ortak özelliği
vaskülitin varlığıdır. Çekirdek içi inklüzyonlar bulunur ve immünohistokimyasal olarak
saptanabilir. İltihabi damar tutulumu kanama ve infarktlara yol açabilir.
Fungal İnfeksiyonlar
Maya Mantarı İnfeksiyonları
Kriptokokkozis menenkslerde hafif bir iltihabi tepki oluşturabilir veya klasik bir kronik
bazal menenjite neden olabilir (Şekil 11). Bu mantarın kapsül özelliği menenkslerde
makroskopik incelemede sümüksü kaygan bir kıvam yaratabilir. Menenjit dışında
multipl parankimal mikroabseler oluşturabilir. Büyük apseler kriptokokkomlar
oluşturabilir. AIDS hastalarında iltihabi reaksiyon olmaksızın radyolojik olarak da
görülebilen büyük perivasküler parankimal kistler içinde fungal elemanlar görülebilir.
Yine kapsül özelliği sayesinde BOS’ta çini mürekkebi preparatlarında patojen
tanınabilir. Doku biyopsilerinde Gomori metenamin gümüş (GMS) gibi mantar boyaları
ile yuvarlak ve tomurcuklu maya formları görülebilir.
Parazitik İnfeksiyonlar
Serebral Amip Apsesi: Entamoeba histolytica barsak, karaciğer veya akciğerden
hematojen yolla beyne ulaşır. Genellikle fatal sonuçlanan meningoensefalitik bir seyri
olur. Genellikle tek kortikal veya bazal ganglia yerleşimli kanamalı, gittikçe yumuşama
gösteren nekrotik ve kapsülsüz bir apsedir. Nekrotik dokuda 15-25 mikronluk
trofozoitleri makrofajlardan morfolojik olarak ayırmak zordur.
Primer Amibik Ensefalit: Tatlı suda yüzme ile bulaşan Naegleria Fowlerii nazal yolla
beyne ulaşır ve şiddetli bir meningoensefalit 2-3 günde koma ve ölümle sonuçlanır.
Beyin ödemlidir ve yüzeyi kanamalıdır. Olfaktor bulbuslardan başlayan ve
frontotemporal bölgelere yayılan bir hemorajik nekroz görülür. N. Fowleriisubaraknoid
bölgede ve parankimal damarlar etrafında 8-15 mikron çapındadır ve çekirdeği
makrofajdan ayrılabilir.
Sistiserkozis: Tenya solium’un larvası olan Sistiserkus selluloza dünyada beyni en çok
tutan parazitik infeksiyondur; en çok Güney Amerika’da görülür. İnsan ara konakçıdır,
insanda en çok çizgili kasta yerleşir. Beyinde yerleştiğinde, gri madde, menenksler ve
ventriküllerde bir veya daha fazla sayıda kist şeklinde görülür. Parankimde yerleşen
canlı sistiserkus genellikle 1-2 santimetre büyüklüğündedir ve tek bir skoleks içerir. Kist
dejenere olduktan sonra fibrotik ve kalsifiye bir görünüm kazanır. Menenkslerdeki
kistler yapışık veya BOS içinde serbest olabilir. Sisternalarda ve ventriküllerde
multiloküler kistler bulunabilir.
Kist Hidatik: Ekinokokus granülozus köpek ve kurtlarda barsakta yerleşir. Larva kistleri
için ara konakçı genellikle koyun, bazen de insandır. Primer lezyon genellikle karaciğer
veya akciğerde bulunur. Beyinde yerleşmesi nadirdir, genellikle uniloküler tek yuvarlak
bir kist olarak görülür. Daha çok orta serebral arter sulama alanında yerleşir. Etrafı
fibroz dokuyla kaplı, kist duvarı kitinden oluşan ve içindeki renksiz sıvıda çok sayıda
ankapsüle protoskoleksleri barındıran bir kistik yapıdır. Etraf beyin dokusunda
reaksiyon minimaldir. Spinal bölgede yerleşip omurilik basısı yapabilir.
Tümörler
MSS’in en sık rastlanan tümörleri metastazlardır. Akciğer kanseri, meme kanseri ve
melanom en çok görülür. Modern kanser tedavisi ile önceleri çok nadiren beyne
metastaz yapan kanserler, örneğin kolon kanseri, giderek daha çok hastada
görülmektedir.
Beyindeki primer tümörler menenksler, glial hücreler, ependim, koroid pleksus,
nöronlar ve embriyonik kalıntılardan köken alır. MSS tümörleri rekürrens olasılığına ve
prognoza göre derecelendirilir (grad). Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) 2007 sınıflamasına
göre; histolojisi spesifik özellikler gösteren, yavaş büyüyen, belirgin sınırlı ve genellikle
cerrahi olarak radikal tedavisi mümkün olan tümörler Grad 1; histolojik olarak iyi
diferansiye, çevre dokuya infiltre olan ama yavaş büyüyen, cerrahiden sonra geç
dönemde rekürrens gösteren ve daha yüksek bir grada transformasyonu mümkün olan
tümörler Grad 2; agresif histolojik özellikler gösteren ve tedavi sonrası daha kısa sürede
tekrarlama olasılığı olanlar Grad 3; ve çok agresif klinik ve histopatolojik özellikler
gösterip çok kısa sürede bütün tedavilere karşın hızla büyüyenler Grad 4 olarak
tanımlanmıştır. Tedavi sonuçları kişiye, yaşa, tümörün MSS’deki yerleşimine ve
tümörün histolojik tipine göre değişir. Beyin tümörlerinde tedavi başarısında ve
prognozda en önemli iki değişken yaş ve histolojik sınıflandırma ile derecelendirmedir.
MSS tümörlerinin her histolojik tipi belli bir anatomik bölgede ve belli bir yaş grubunda
daha çok görülür. MSS tümörlerinin nöroradyolojik özellikleri histopatolojik tanıya en
çok yardım eden faktörler arasındadır.
Gliomlar: Yerleşim, yaş grubu, klinik davranış, ve tedaviye cevapta büyük varyasyon
gösterirler. Yetişkindeki gliomların büyük çoğunluğu diffüz gliomdur; yani etraf dokuya
infiltre olma özellikleri küratif cerrahiyi imkansız kılar. Cerrahi, kemoterapi ve
radyoterapiye karşın değişmez bir şekilde rekurrens ve daha olumsuz bir histopatolojik
dereceye (grad) doğru ilerleme gösterirler. Diffüz astrositom (WHO grad 2) fibriler
astrositlerden kaynaklanır ve serebral hemisferik beyaz maddede sınırları belirsiz ve
radyolojik olarak kontrast tutmayan bir kitle olarak gözlenir. Tümör hücrelerinde glial
fibriler asidik protein (GFAP) saptanır, p53 mutasyonu bulunur (Şekil 14). Anaplastik
astrositom (WHO grad 3) diffüz astrositomdan evrilebilir veya baştan böyle ortaya
çıkabilir, kontrast tutar, tümörde mitoz sayısında belirgin artış olur, tümör hücre
çekirdeklerinde artan düzensizlikler (atipi) gözlenir. Glioblastoma multiforme (WHO
Grad 4) yetişkin gliomlarının yüzde 50’sini oluşturur (Şekil 15). Doğrudan glioblastom
olarak prezente olabileceği gibi, daha düşük gradlı bir astrositomdan evrilebilir. Primer
glioblastomalarda EGFR (epithelial-derived growth factor receptor) amplifikasyonu ve
PTEN (Phosphatase and Tensin Homolog) mutasyonu bulunur. Fulminan seyirli olup
genellikle bir yıl içinde ölümle sonuçlanır. Mikroskopik olarak tanı için anaplastik
astrositom özelliklerine ek olarak anormal vasküler endotel artışı ve/veya tümör
nekrozu odakları bulunmalıdır (Şekil 16). Oligodendroglioma yetişkin gliomlarının
yüzde 5-10 kadarını oluşturur, fakat bu tümörün biraz daha yavaş seyirli ve
kemoterapiye cevabının diğer gliomlara göre daha iyi olması nedeniyle doğru tanı
önemlidir. Tümör hücrelerinde kromozom 1p ve 19q kodelesyonu sitogenetik
yöntemlerle (FISH) tespit edilirse kemoterapiye yanıt özellikle iyi olduğundan, tedavi
öncesi standart bir test olarak biyopsi dokusunda uygulanmaktadır. Tipik
oligodendrogliom frontal veya temporal fokal kalsifikasyonlu bir kitledir. Hücre
sitoplazması berrak ve çekirdek yuvarlaktır, tümör damarları ince kapiller örgü
şeklindedir. Düşük gradlı oligodendrogliom zamanla anaplastik oligodendroglioma
(WHO grad 3) dönüşebilir. Epandimomlar ventrikül duvarını döşeyen hücrelerden
kaynaklanır. Çocukta dördüncü ventrikülde, yetişkinde lateral ventrikülde daha sık
görülür. Tipik mikroskopik özelliği epandimal rozet ve damar etrafında psödorozet
oluşturmasıdır. Bu tümörler grad 2 veya 3 olabilir, fakat prognozu tayin eden faktör
daha çok yerleşim ve cerrahi rezeksiyonun tam olup olmadığıdır. Epandimom hücreleri
BOS’a geçerek spinal subaraknoid metastazlar oluşturabilir. Pilositik
astrositom genellikle çocuklarda serebellumu tutar. Nöroradyolojik incelemede kistik ve
duvarında bir nodül içeren bir kitle görülür. Radikal cerrahi serebellar tümörde
küratiftir. Aynı tümör hipotalamik bölgede oluştuğunda prognoz daha kötüdür.
Mikroskopta bipolar ince (piloid) uzantıları olan astrositler ve eozinofilik Rosenthal
cisimleri görülür. Grad 1 tümör olduğundan doğru mikroskopik tanı önem taşır ve
infiltratif diffüz astrositomlarla karıştırılmamalıdır.
Şekil 14. Difüz Astrositom: Sol hemisferde geniş bir kitle etkisine yol
açan tümöral oluşum.
Şekil 15. Glioblastoma Multiforme: Solda özellikle temporal lob ve bazal
ganglia bölgesini etkileyen büyük ve kanamalı kitle (koronal kesit)..
Şekil 16. Glioblastoma Multiformede tipik nekroz: Ortada tümöral nekroz
ile etrafında tümör hücresi yoğunlaşması (pseudopalisadlı nekroz).
Hematoksilen-Eozin boyaması, x200..
Germ hücreli tümörler: Germinom genellikle adölesanda pineal veya sellar bölgede
yerleşir. Saf germinom radyoterapiye çok duyarlıdır. Eğer diğer germ hücreli tümör
bileşenleri (embriyonel karsinom vb.) varsa tedavi ve prognoz değişir. Germinom
dışında, genellikle orta hatta teratom, koryokarsinom gibi diğer germ hücreli tümörler
de görülebilir.
Primer MSS lenfoması: sporadik olarak 60 yaşın üstündekilerde veya AIDS hastalarında
görülür. Tek veya birden çok derin serebral lezyonlar yapar ve radyolojik olarak
glioblastom ve metastazdan ayrılamayabilir (Şekil 17). Oküler veya spinal tutulum
görülebilir. Büyük çoğunluğu B hücreli lenfomadır ve bazılarında EBV bulunur.
Histopatolojik tanısında, beyin parankiminde perivasküler atipik lenfositer infiltrasyon
ile şüphelenilip immünohistokimya ile monoklonal B hücrelerinin varlığı ispatlanır. Eğer
biyopsi öncesi steroid tedavisi yapılmışsa, tümör lenfositleri geçici olarak litik bir etkiyle
“kaybolur” ve histolojik tanı çok zorlaşabilir.
Multipl Skleroz
Nedeni henüz bilinmeyen bu hastalık, tekrarlama ve remisyonlarla seyreden ve yıllar
içinde ilerleyici nitelikte bir hastalıktır. Epidemiyolojisinde coğrafi, ailevi ve otoimmün
özellikler gösterir.
A. Klasik (Charcot) MS: Formalinle tespit edilmiş dokuda keskin sınırlı birden çok sayıda
plaklar olarak görülür. Genellikle beyaz maddeyi tutmakla birlikte gri maddeye de
yayılabilir. Optik sistem ve periventriküler beyaz madde sık olarak etkilenir. Beyinsapı
ve omurilik tutulumu da gözlenir. Taze plaklar daha sarımsı, eski gliotik plaklar gri
renkte görülür (Şekil 18). Mikroskopide aktif plaklarda damar etrafında ve parankimde
lenfosit ve makrofajlar, özellikle de lezyon sınırlarına yakın daha fazla görülür. Bu
makrofajlar miyelin içerir ve MHC-Sınıf II molekülü bulundurur. Erken dönemde CD4
bulunduran yardımcı T hücreleri daha sıktır. Reaktif astrositler gliotik bir arka plan
oluşturur. İnaktif plaklarda gliotik reaksiyon artar, fakat oligodendroglialar azalır. Gölge
plaklarda ise remiyelinizasyon sonucu tam miyelin kaybı görülmez, miyelin boyaları ile
soluk bir boyanma izlenir.
B. Akut MS: Fulminan seyirli bu tip daha genç yaş grubunda görülür. Birçok aktif plak
oluşur, bazen sınırları çok belli olmayan, hatta etraflarında ödem beliren büyük plaklar
görülür. Etrafında ödem olan tek büyük bir plak radyolojik olarak beyin tümörü ile
karıştırılabilir. Böyle durumlarda yapılan beyin biyopsilerinde; neoplastik gliaların
gözlenmemesinin yanısıra, aksonların korunup miyelinin özellikle kaybolduğunun ve
makrofajların sitoplazmasında miyelin bulunduğunun özel boyalarla mikroskopik olarak
gösterilmesi kesin tanıya yardım eder.
C. Nöromiyelitis Optika (Devic Hastalığı): Optik nörit ve transvers miyelit tablolarının
birbiri ardına görülmesi sonucu görme kaybı ve paraparezi gelişir. Daha sonra klasik
MS'e dönüşebilir. Olgularda omurilik ödemli ve nekrotik görünümlü olabilir. Mikroskopik
olarak T hücrelerinden çok nötrofil, eozinofil ile damar etrafında IgM, kompleman
toplanması, küçük damarlarda hiyalinizasyon görülür. Daha sonra bu lezyonlar reaktif
astroglioz ve kistik dejenerasyon gösterir. MSS'in başka bölgelerinde küçük tipik MS
plakları olabilir. Son birkaç yılda yapılan çalışmalarda Devic hastalarının serumlarında
akuaporin-4 molekülüne karşı otoantikor ve lezyonlarında bu proteinin kaybı
gösterilerek, bu hastalığın tanısı ve mekanizması ile ilgili önemli aşamalar
kaydedilmiştir.
D. Balo'nun Konsantrik Sklerozu: Çok nadir ve hızlı ilerleyen bir varyant olup daha çok
otopside tanı koyulur. Birbirini takip eden demiyelinize ve miyelinize içice halkalar
seklinde plaklar görülür.
Nörodejeneratif Hastalıklar
Yetişkinlerin nörodejeneratif hastalıkları genellikle ileri yaş grubunda görülür. Spesifik
nöron gruplarının kaybı sonucu MSS'inde belli bölgelerde atrofi görülür. Histopatolojide
ise, nöron kaybı, reaktif gliozis ve bazı hastalıklarda spesifik nöronal veya glial
inklüzyonlar gözlenebilir. Bu hastalıklar klinik, patolojik ve biyokimyasal yönden değişik
şekillerde sınıflandırılabilir. Klinikte akinetik-rijid ve hiperkinetik hareket bozuklukları,
demanslar, otonom bozukluklar, ataksiler gibi sınıflamalar yapılırken biyokimyasal
olarak sinir hücrelerinde biriken proteinin tipine veya birikimin genetik mekanizmasına
göre; tauopatiler, alfa-sinükleinopatiler, poliglutamin bozuklukları olarak sınıflandırma
yapılabilir.
Nörodejeneratif hastalıklarda hem klinik hem patolojik olarak birçok ortak noktalar
olup, tek tek hastalıkların belli bir yaş grubunda belli bir nöron grubunu tutan ve
genellikle belli bir proteinin bu nöron gruplarında toplanıp ölümlerine yol açması sonucu
o hastalığa özgü semptomların ortaya çıkması sonucu tanımlandığını hatırlamak
gerekir. Modern biyokimyasal yaklaşım bu ortak noktaların altındaki temel protein
bozukluğunu ortaya koyup yeniden sınıflandırmayı zorunlu kılmaktadır. Patofizyolojik
olarak, protein birikiminin belirleyici faktör olup olmadığı birçok sporadik hastalıkta
kesin değildir.
Şekil 20. Amiloid Plak. Plak ortada oldukça yuvarlak amorf bir
oluşum olarak seçiliyor. içinde siyah boyanan distrofik bir nörit
görülmekte. Bielchovsky boyasıX400
Şekil 21. Nörofibriler yumak, ortadaki nöronun içinde siyah boyanıyor.
Üstünde ve sağında iki adet normal nöron görülüyor. Bielchovsky
boyası.X400.
Serebrovasküler Hastalıklar
Global serebral iskemi (yaygın hipoksik hasar): Öncelikle hipokampusun Sommer
bölgesi (CA1), Purkinje hücreleri ve neokorteksin 3. ve 5. katmanlarındaki piramidal
hücreler etkilenir. Hipoksi devam ettikçe bütün MSS'ne yayılır. Akut hipoksiden sonra
dolaşım normale dönerse sadece kırmızı nöron değişikliği görülebilir. Hipoksi veya diğer
sebeplerle eksitotoksik hasar devam ederse kortikal laminer nekroz gözlenebilir. Büyük
arter sulama alanlarının ortak sınır bölgelerinde kollateral dolaşımın zayıf olması
nedeniyle, sistemik hipotansiyona bağlı iki taraflı simetrik "watershed" serebral
infarktlar görülebilir.
Fokal iskemi: Beyin infarktı (Şekil 22, 23): Beyinde bir arterin sulama alanı olan
bölgede dolaşımın durması ile meydana gelen doku nekrozu serebral infarkt olarak
tanımlanır. Tıkanmanın sebepleri; intraserebral arterlerde in situ aterosklerotik
daralma, kalpten veya karotis arterinden kaynaklanan emboli, hipertansif küçük damar
hastalığı (lipohiyalinoz), fibromüsküler displazi, Moya Moya hastalığı, arteryel
diseksiyon, vaskülit, infeksiyöz arterit, TTP, intravasküler lenfoma, vb. olabilir.
Makroskopik olarak akut infarkt sadece bir beyin dokusunun kıvamında bölgesel bir
yumuşama olarak fark edilebilir. Subakut evrede sarımsı renk değişimi ile korteksin
devamlılığında bozulma vardır. Kronik infarkt kistik kavitasyon ve etrafında gliotik bir
nedbe dokusundan oluşur. Aynı taraftaki ventrikül boynuzunda doku kaybını telafi için
genişleme görülebilir. Mikroskopik olarak ise; akut infarktta kırmızı nöronlar, nöropil
vakuolleri, nötrofil infiltrasyonu ve normal dokudan kesin bir sınırla ayrım görülür.
Subakut evrede makrofaj infiltrasyonu ve yeni damar üretimi ile gliotik reaksiyon gelişir.
Kronik infarktta ise glial hücreler gittikçe yoğunlaşan bir ağ örer ve daha sonra kistik
değişiklikler, kavitasyon ortaya çıkar. Venöz infarkt daha nadirdir. Venöz sinus
trombozu; gebelik, infeksiyon, pıhtılaşma bozuklukları, dehidratasyon, sistemik kanser,
cerrahi komplikasyon, ve ilaç etkileri ile meydana gelebilir. Venöz infarktlar hemorajik
infarkt olarak görülür, infarkt etrafındaki ödem ve genel klinik tablo daha ağırdır.
Şekil 22. Serebral infarkt: Sol hemisferde orta serebral arter sulama
alanında kistik dejenerasyon gösteren eski infarkt alanı.
Şekil 23. Watershed infarkt: Orta serebral arter ile anterior serebral
arter alanları arasında, bilateral posterior pariyetal kortikal infarktlar
Şekil 24. Akut intraserebral hematom: Beyinsapı ve serebellumu tutan,
dördüncü ventriküle açılmış akut hematom
Kaynaklar
1. Burger PC, Scheithauer BW. AFIP Atlas of tumor pathology.
İçinde: Silverberg SG,. Sobin LH. Tumors of the Central Nervous System.
Fourth Series, Fascicle. 7inci Baskı. The American Registry of Pathology,
Washington DC; 2007
2. Ellison D, Love S, Chimelli L, Harding BN, Lowe J, Vinters
HV. Neuropathology: A Reference Text of CNS Pathology. 2. Baskı. Mosby,
London; 2004
3. Gray F, Poirier J, De Girolami U. Escourolle and Poirier's
Manual of Basic Neuropathology. 4. baskı. Butterworth-
Heinemann, Philadelphia; 2004
4. Jarius S, Friedemann P, Franciotta D, ve ark.Mechanisms of
disease: aquaporin-4 antibodies in neuromyelitis optica. Nature Clinical Practice
Neurology 2008; 4: 202-214
REFLEKS BOZUKLUKLARI
Genel Bilgiler
Periferinden gelen impulsları taşıyan duyusal aferent nöronlar santral sinir sistemine
spinal arka kökler veya kranyal sinirler yoluyla girerler. Hücre gövdeleri spinal arka kök
gangliyonu veya bunların kranyal sinirlerdeki analogu olan duyusal gangliyona
yerleşmiştir. Eferent nöronlar ise spinal ön kökler veya bunların analogu olan motor
kranyal sinirlerle periferiye gider.
Basit bir refleks arkında getirici ve götürücü nöronlar arasında tek bir sinaps
bulunur. Monosinapik adı verilen bu reflekslerin örneği tendon refleksleridir. Aferent ve
eferent nöronlar arasında bir veya daha fazla ara nöron varsa buna da polisinaptik
refleks denir. İlerde kısaca değineceğimiz fleksor toplanma refleksi de bunun örneğidir.
Patella tendonuna bir refleks çekiciyle vurulduğunda kas gerilir. Bunun yarattığı impuls
m.spinalis‘e iletilir. Cevap, m.quadriceps’in kasılarak dizin ektansiyona gelmesidir. Buna
patella refleksi denir ve anlaşılacağı gibi bir gerilme refleksidir (stretch reflex).
Reflekslerin bir bölümünde aferent yol deri veya mukozalardan başlar. Efektör organ
yine kastır. Karın derisi ve farinks refleksleri bunun örneğidir.
Yüzeyel refleks
Karın derisi
Orta D9-D11
Alt D12,L1
N. Genitofemoralis
Tendon R.
Aşil N. Tibialis S1
Refleks Değişiklikleri
4- M. spinalis’in anatomik veya fizyolojik akut kesilerinde başlangıçta flask bir parapleji
görülür. Kesi altında kalan m. spinalis’in bütün refleks cevapları da azalmış veya
kaybolmuştur. Tendon refleksleri alınmaz. Otonomik refleksler de çalışmadığından
retansiyon tarzında sfinkter kusuru görülür. Bu tabloya spinal şok denir. Normal canlıda
üst merkezlerin kontrolu altında çalışan m. spinalis’in suprasegmanter impulslar kesilip
tek başına kaldığı zaman, refleks aktivitesini bağımsız olarak ortaya koyabilmesi için
geçen süre anlamına gelir. Bu süre, canlı, filogenetik evrimde ne kadar üst düzeyde ise
o kadar uzundur. Kurbağada birkaç dakika, maymunda birkaç gün sürer. İnsanda 2-6
hafta kadardır.
Spinal şok sonlanırken ilk beliren refleks aktivitesi fleksor toplanma refleksidir: Kesinin
altında kalan vücut bölümüne ağrılı bir uyaran verildiğinde başparmağın yukarı doğru
hareket ettiği (Babinski delili), ayağın bilekten dorsal fleksiyon durumuna geldiği, diz
ve kalça mafsalının-bacağı ağrılı uyarandan uzaklaştıracak şekilde- karına doğru
toplandığı görülür. Buna savunma refleksi de denir. Aradan bir süre daha geçince
bacaklarda spastisitenin yerleştiği, tendon reflekslerinin geri döndüğü ve giderek
canlandığı dikkati çeker.
Yavaş gelişen m. spinalis basısı gibi olaylarda hasta spinal şok döneminden geçmeden,
basının ileri devrelerinde spinal otomatizma tablosunun yerleşebileceğini unutmamak
gerekir.
5- Piramidal yolun daha yukarı düzeylerdeki lezyonlarında da önce flask bir felç görülür.
Örneğin, bir serebrovasküler olayın (beyin infarktı veya kanaması) başlangıcındaki
hemipleji, genellikle flask bir hemiplejidir. Kas tonusu azalmıştır, tendon refleksleri
alınmaz. Zamanla, hipotoni spastisiteye dönüşür, tendon refleksleri şiddetlenir.
6- İlkel refleksler denilen ve yaygın beyin hastalıkları (örneğin demans) veya frontal
lob lezyonlarında görülen yakalama, emme vb. refleksler “Refleks Muayenesi”
bölümünde ele alınacaktır.
Refleks bozukluğu tesbit edilen bir hastada sadece bu temel ilkelerin dikkate alınması
bile sinir sistemindeki hastalığın hangi anatomik yapıları tuttuğu hakkında çok değerli
bilgiler verir. Kaldı ki, aşağıda gözden geçirilecek refleks özelliklerine bakarak olayın bu
anatomik yapıların hangi düzeyinde geçtiğini söylemek mümkün olabilir.
A Tendon Refleksleri
Bir tendon refleksi azaldığı veya kaybolduğu zaman akla ilk gelecek şeyin refleks
kavsinin bir noktasındaki bozukluk olduğunu biliyoruz. Lezyonun refleks kavsi üzerinde
daha spesifik bir noktaya yerleştirilmesi için diğer nörolojik bulgular da dikkate alınır.
a. Reflekslerin bir vücut yarısında artmış olması tek taraflı piramidal yol hastalığını;
bilateral hiperefleksi iki taraflı piramidal yol hastalığını gösterir.
b. Kol ve bacak refleksleriyle birlikte çene refleksi de artmışsa lezyon ponstan daha
yukarı düzeydedir.
c. Refleksler bacakta artmış, kolda normalse lezyon servikal ve lomber bölge arasında,
yani m. spinalis ‘in dorsal segmentlerindedir.
b. Bazen birbirine çok yakın iki medulla segmentinden işleyen iki tendon refleksinden
üsttekinin azalması, alttakinin ise artması lezyonun bu iki segment arasında olduğunu
gösterir. Örnek: Biceps refleksi başlıca C5, triceps refleksi de başlıca C6, C7 medulla
segmentinden işler. Biceps refleksinin kaybına yol açan C5 omurilik segmentindeki bir
lezyonda (örneğin servikal disk hernisi) daha altta kalan triceps refleksinin arttığı
görülür. Hatta biceps tendonuna vuruduğu zaman cevap olarak artmış triceps
refleksinin alındığı tesbit edilir. Buna biceps refleksinin inversionu denir. C5 m. spinalis
segmentindeki bir lezyonu gösterir.
c. Refleks kaybı bazen eski bir sinir sistemi hastalığından kaynaklanır, bugünkü tabloyla
ilişkisi yoktur. Örneğin bir piramidal paraparezi veya hemiparezi tablosunda Aşil
refleksinin alınmayışı eski bir lomber disk hernisinin sekel bulgusu olabilir.
Amerikalı sinir hekimi Merritt'in bu sözü, sayıları giderek artan gelişmiş inceleme
yöntemlerine karşın, yine de doğruluğunu koruyor. İyi bir anamnez, diğer tıp dallarında
olduğu gibi, nörolojide de hekime doğru bir yönelim ve yaklaşım sağlar. Hatta bu,
nörolojik hastalıklar için daha da geçerlidir. Sinir sisteminin birçok hastalıklarında
hastanın yakınması, belirtilerin başlayış şekli ve kronolojik gidişi hastanın diğer bazı
özellikleriyle birlikte ele alındığında anatomik lokalizasyon ve hatta etyoloji yönünden
problemi büyük ölçüde aydınlatır.
Hastanın yakınması, öyküsü, soy ve özgeçmişi ile ilgili bilgilerin soruşturulması yani
anamnez alma nörolojik hastalıklarda da (bir ölçüde) diğer tıp dallarındaki gibidir. Sinir
sistemi hastalıklarında öykü alma, bunu izleyen muayene ve bulguların kaydedilmesi
ile ilgili bazı önemli özelliklerin gözden geçirilmesi yararlı olacaktır.
Kuşkusuz, iyi bir anamnez ve eksiksiz bir muayene zaman içinde kazanılan becerilerdir.
Ama bu konudaki eğitim sistemsiz, disiplinsiz ve sadece kulaktan dolma kopuk kopuk
bilgilerden ibaret kalırsa zamanın, hatta geçip giden uzun yılların bile kişiye fazla bir
şey kazandırmayacağını bilmek gerekir.
Yakınma ve Öykü
Nöroloji kliniklerine getirilen hastaların bir bölümü anamnez verecek durumda değildir.
Kişi stupor veya komada olabilir, biraz önce geçirdiği epileptik bir nöbetin şaşkınlığı
içinde bulunabilir. Yahut da hastada iletişimi bozacak derecede konuşma kusuru vardır.
Bazen de hasta çocuktur veya bir demans tablosu içindedir. Bu durumlarda hastayı
aileden biri, sokakta bulan bir yabancı veya bir güvenlik görevlisi getirebilir. Bu
durumda gerekli bilgiyi bu kişilerden almaya çalışmalıdır. Bilinçsiz durumdaki hastayı
getiren kişinin hüviyetini tespit etmek her bakımdan yararlı bir alışkanlıktır.
Sinir sistemi hastalıklarının başlayış şekli ve gidişini öğrenmek büyük önem taşır. Bu
özelliklerine bakarak hastalığın natürü hakkında bazı tahminlerde bulunmak
mümkündür.
Nörolojik hastalıkların bir kısmı akut olarak başlar. Hastada birkaç dakika veya saat
içinde örneğin bir hemipleji yerleşir. Hasta akut dönemde kaybedilmezse felç bir süre
aynı düzeyde kaldıktan sonra günler veya haftalar içinde geriler. Hafif ya da ileri
derecede düzelme görülür. Beyin damarlarındaki tıkanma ve beyin kanamalarının doğal
gidişi böyledir.
Bazı hastalıklar ise sinsi bir şekilde başlar; yavaş yavaş ilerleyerek haftalar, aylar ve
hatta yıllar içinde yerleşir. Örneğin bir hemipleji, parapleji veya başka bir nörolojik tablo
uzun süre alan böyle bir gidiş sonunda ortaya çıkar. Buna tümörlerde ve sinir sisteminin
dejeneratif hastalıklarında rastlanır. (Bakınız: Sinir Sisteminin Dejeneratif Hastalıkları)
Başka bazı nörolojik hastalıklar da dalgalı bir gidiş gösterir. Nörolojik tablo, yerleştikten
bir süre sonra bir ölçüde düzelir. Fakat aradan aylar veya yıllar geçtikten sonra hasta
yeniden nörolojik yakınmalarla hekime başvurur. Bu da zamanla bir dereceye kadar
geriler. Bu kötüleşme ve iyileşme dönemleri, Fransızca deyimiyle puse ve remisyonlar
(relapsing-remitting), birçok kez tekrarlayabilir. Sonunda, her epizoddan arta kalan
nörolojik sekellerin birbirine eklenmesiyle hafif veya ağır bir maluliyet (sakatlık) tablosu
ortaya çıkar. Böyle bir doğal gidiş mültipl skleroz gibi demiyelinizan hastalıklar için
tipiktir. (Bakınız: Merkezi Sinir Sisteminin Miyelin Hastalıkları)
Bazı nörolojik hastalıklarda tanı sadece öyküye dayanır. Migren ve idyopatik trigeminal
nevralji bunlardandır. Bu hastalıklarda nörolojik belirti ve spesifik bir laboratuvar
bulgusu yoktur. Tanı, dikkatli bir soruşturmayla tespit edilen ve bu hastalıklar için tipik
olan klinik özelliklere bakarak konur. Migren ve trigeminal nevraljide bilgisayarlı
tomografi (BT) ve magnetik rezonans görüntüleme (MRI) gibi inceleme yöntemleri
tanıya ancak negatif yönden katkıda bulunurlar. Yani, olayın altında ortaya konabilen
bir beyin lezyonu bulunmadığını, başka bir deyişle, öyküye dayanarak konan tanının
doğru olduğunu gösterirler.
Epilepsi de, herşeyden önce, nöbetin tarifine dayanan klinik bir tanıdır.
Elektroensefalografinin normal olması hekimi bu tanıdan uzaklaştırmaz.
Kısacası, öykü almaya ayrılan zaman tam yerine harcanmış demektir. Hatta, İngiliz
nöroloğu Gordon Holmes' in dediği gibi "Hasta karşınızda bir muamma gibi duruyorsa
onu ikinci kez dinleyiniz. Bütün araştırma yöntemlerine oranla bilmeceyi çözme şansınız
daha büyük olacaktır."
Kuşkusuz, bir hastada tanıya gidiş, ancak tepeden tırnağa muayenenin sonunda ele
alınması gereken bir husustur. Özellikle nörolojiyle yeni tanışan tıp öğrencisi ve genç
hekimlerin eksiksiz bir muayeneyi baştan itibaren vazgeçilmez bir ilke olarak
benimsemeleri gerekir. Bununla birlikte hastadan alınan ilk izlenimler bile tanıya gidişte
yardımcı olabilir. Bu nokta nörolojide özellikle önem taşır: Hasta yüzü, bakışları, ses
tonu ve konuşması ile baştan itibaren pek çok şey anlatmaya başlamıştır bile. Hele
yürüme güçlüğü olan hastalar, kapıdan girdikleri andan başlayarak dikkatli bir hekimin
işine çok yarayacak ipuçları verirler. Hemiplejik hastanın kolu gövdesine yapışık,
bacağını oraklayarak yürümesi; Parkinson hastasının kıpırtısız maskeli yüzü, monoton
konuşması, sallanmayan kolları ve vücudunun genel fleksör postürü; kas distrofilerinin
karnı öne çıkık “badi-badi” yürüyüşleri derhal göze çarpar. Dizartri ve afazi gibi
konuşma kusurları da hemen dikkati çeken ilk izlenimlerdendir.
Nörolojik Lokalizasyon
Tespit edilen nörolojik bulguların bir araya gelmesiyle bir sendrom ortaya çıkar.
Hemipleji sendromu, parapleji sendromu gibi. Bu sendromun lokalizasyonu
nöroanatomi ve nörofizyoloji bilgilerine dayanarak yapılır. Bazen bulgular o derecede
birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur ki bu semptom topluluğunun sinir sisteminin
ancak şu veya bu bölgesinin hastalığıyla açıklanabileceği isabetle ileri sürülebilir.
Aşağıda sinir sisteminin değişik bölümlerine ait birkaç tipik lokalizasyonun klinik
bulguları ele alınacaktır.
1-Afazi ile birlikte giden bir sağ hemiplejinin ortaya çıkabilmesi için lezyonun piramidal
yolu ve konuşma alanlarını beraberce hastalandırması gerekir. Böyle bir lezyon sol
hemisferdedir ve genellikle hasara yol açmıştır.
2-Bir hastada serebellar ve piramidal bulgulardan oluşan bir tabloyla birlikte diplopi,
vertigo gibi belirtiler varsa bunların tümünü birden açıklayacak lokalizasyon
beyinsapıdır.
3-Bacakları tutmayan ve iki taraflı piramidal bulgular tespit edilen bir hastada gövdede
belirli bir seviyeye kadar çıkan duyu kusuru ve sfinkter bozukluğu varsa böyle bir motor-
duyusal parapleji sendromunu yaratacak lezyon medulla spinaliste olmalıdır.
4-Bel ve bacak arkasına vuran, öksürükle artan ağrılardan yakınan bir hastanın
muayenesinde Aşil refleksi alınmıyorsa bu bulgular 1. sakral radiksin hastalığını
gösterir.
Lezyonun Natürü
1- Sağ hemipleji ve afazi olan olguda hastalık akut olarak başlamışsa, hastada yüksek
kan basıncı ve diyabet gibi ateroskleroza yolaçan hastalıklar varsa akla ilk gelen olasılık
lezyonun vasküler natürde olmasıdır. Hele, tablo yerleştikten bir süre sonra iyileşme
başlamışsa damarsal etyoloji olasılığı daha da kuvvet kazanır.
Buna karşılık, hastalık yavaş yavaş yerleşmişse ve giderek ağırlaşıyorsa beyinde yer
kaplayıcı bir olay (primer veya metastatik beyin tümörü gibi) olasılığı büyüktür. Hastada
sinir sistemi dışında primer bir habis tümör tesbit edilmişse metastaz olasılığı ön plana
geçer.
Aynı sendrom yavaş yavaş yerleşmişse; tablo bir belirtiye günler veya haftalar içinde
yeni bulgular eklenerek progresif bir şekilde oluşmuşsa yavaş gelişen lezyonlar akla
gelir. Beyinsapı gliomu bunlardan biridir.
Bu beyin sapı sendromu sistemik ateroskleroz belirtileri olan yaşlı bir hastada dakikalar
veya saatler içinde akut bir şekilde ortaya çıktığı zaman serebrovasküler bir olay ilk
olasılıktır. Hele bu tablo yerleşmeden önceki günlerde hastada aynı belirtiler birkaç kez
tekrarlayıp düzelmişse bu olasılık daha da kuvvetlenir (Bakınız: Geçici İskemik Ataklar).
3- Paraplejik hastanın yakınmaları sinsi başlayıp ilerleyici bir nitelik göstermişse medulla
spinalisi bastıran bir lezyon düşünülmelidir. Klinik tablo, bunun tam tersine, akut bir
şekilde yerlemişse ve örneğin aşı uygulaması veya viral bir hastalığı izleyerek ortaya
çıkmışsa bu kez post-vaksinal, post-infeksiyöz bir miyelit akla ilk gelecek etyolojik
tanıdır. (Bakınız: Medulla Spinalis Hastalıkları)
4- Radiküler ağrıları olan hastanın yakınmaları ters bir bel hareketinden sonra ortaya
çıkmışsa lomber disk hernisi olasılığı üzerine durulmalıdır. Hasta öyküsünde buna
benzer bel ve bacak ağrıları olup bir süre sonra düzeldiğini söylüyorsa bu, tanıyı
destekleyen bir noktadır. Aynı klinik tablo yavaş başlayıp iyileşme olmadan ilerleyici bir
nitelik gösteriyorsa bunun altında malign bir tümör, bir kan hastalığı veya başka bir
lokal patoloji bulunabileceğini düşünerek hasta tepeden tırnağa incelenmelidir.
Sinir sistemi hastalıklarından bir bölümü de kalıtımla ilgilidir. Bunlar, genellikle yavaş
ilerleyen, ailenin başka üyelerinde veya daha önceki kuşaklarda da ortaya çıkan
hastalıklardır. Hastanın soygeçmişindeki bu özellik tanıya gidişte yardımcı olur.
Laboratuvar İncelemeleri
Acil olgular: Nörolojik hastaların bir bölümü acil olarak kliniğe getirilir. Hasta uyanıklık
kusuru, konfüzyon, afazi, vb nedenlerle anamnez verebilecek durumda değildir.
Hastayı getirenler de yeterli bilgi sahibi olmayabilirler. Her şeyden daha önemlisi,
hastanın durumu zaman kaybını affetmez. Yani, zaman hekim ve hastanın aleyhine
çalışmaktadır, tanı için kullanılabilecek zaman sınırlıdır.
Böyle durumlarda temel kural, tablo geri dönülmez aşamaya varmadan müdahale
edebilme şansını yitirmemektir. Bu bakımdan, hekim bir yandan gerekli bilgiyi
toplamaya çalışırken bir yandan da hızla tedaviye yönelir. Her şeyden önce vital
fonksiyonları gözetmek gerekir. Bu konuda en kritik sorunlardan biri solunum yollarının
açık tutulmasıdır. Epilepsi nöbetleri için de aynı şey söylenebilir. Hasta status
epileptikus tablosu içinde olabilir. Burada ilk yapılacak şey, devam ettiği taktirde hastayı
ölüme götürebilecek olan ardarda gelen nöbetlerin semptomatik tedavisidir. Etyolojik
nedeni belirlemeye yönelik araştırmalar da hemen bunu izlemelidir. Hipoglisemi
koması, subdural ve epidural hematomlar, değişik nedenlere bağlı beyin fıtıklaşmaları,
vb bu gruba giren tablolardandır. Bu konu Koma ve Komalı Hastanın
Muayenesi bölümünde ele alınacaktır (Ayrıca bakınız: Nörolojide acil yaklaşım)
Hastayı ilk gören hekimin dikkat edeceği noktalar: Nörolojik hastalardan bir bölümü
evde veya yerel koşullar içinde tanısı konulamayan ve/veya tedavisi yapılamayan
hastalardır. Bunlarda genellikle ilerleyici bir nörolojik tablo veya giderek kapanan bilinç
durumu söz konusudur.
Böyle bir hasta bir nöroloji kliniğine gönderilirken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar
vardır. Herşeyden önce öykü ve bulgular okunaklı bir el yazısıyla veya daha iyisi
bilgisayarda yazılmalıdır. Kişiye özgü kısaltmalar yanlış anlamalarla yol açabilir. Bu
konuda yurdumuzda standart bir kısaltma sistemi bulunmamaktadır. PR, patella refleksi
anlamına da gelebilir, plantar refleks olarak da anlaşılabilir. AR, Aşil refleksi veya
abdominal refleksin kısaltılmış şekli olabilir. Tendon refleksleri (TR), derin tendon
refleksleri (DTR) ve kemik-veter refleksleri (KVR) hep aynı anlamda kullanılan, fakat
kısaltılmış şekilleri tereddüt uyandırabilecek deyimlerdir. En doğru yol, bu gibi
kısaltmalardan kaçınmak, terimleri tam olarak yazmaktadır.
Özellikle nörolog olmayan genç hekimlerin epilepsi, miyokloni, kore gibi deyimleri
kullanmak yerine gördüklerini net bir şekilde tanımlamaları doğru olur.
Komalı hastalarda bilinç düzeyinin kaydedilmesi önem taşır, Zira, hastalığın sonraki
gidişi buna göre değerlendirilecektir. Böyle hastalarda pupillaların büyüklüğüne de
dikkat edilmelidir. Anizokori terimini kullanmaktansa hangi pupillanın büyük, hangisinin
küçük olduğunu, mümkünse genişliklerini milimetre cinsinden ölçerek kaydetmelidir.
Hemiparezi, paraparezi gibi deyimler tek başına yeterli olmayabilir. "Sağ bacağını
kaldıramıyor, ancak yatak yüzeyinde güçlükle çekebiliyor. Sağ kolunu omuz hizasına
kadar kaldırabiliyor." gibi deskriptif ifadelerin eklenmesi çok daha net bir anlaşma
sağlayabilir.
Kaynaklar
Otomatik mesane : Refleks mesane de denir. Spinal şoktan kurtulan mesane boşaltma
refleksi şiddetlenmiştir. Mesane spastiktir. Bir dereceye kadar dolduktan sonra
kendiliğinden, otomatik olarak boşalır. Sakral dermatomların uyarılması da mesanenin
boşalmasına neden olabilir. Bu sırada diğer spinal reflekslerin de faaliyete geçmesine
bağlı olarak bacakların karına doğru toplanması , ereksiyon ve ejakülasyon görülebilir.
Buna kitle refleksi (mass reflex) adı verilir. (Spinal şok ve kitle refleksi için Refleks
Bozuklukları bölümüne bakınız.)
Refleks arkının aferent dalı lezyonları : Tabes, diyabet, amiloidoz ve otonomik duyusal
nöropati yapan diğer hastalıklarda mesanenin refleks arkının aferent dalı bozulmuştur.
Detrusor kas, kasılabilmesi için gerekli aferent impulsları almadığından gevşek ve
hareketsizdir. Mesane genişlemiş ve atoniktir. Taşma inkontinansı görülür. Mesanede
büyük hacimde rezidüel idrar topnır.
Defekasyon
Bazı hastaların sfinkter kusurlarının esas nörolojik hastalığa bağlı olduğu kolayca
anlaşılabilir. Bir cauda equina sendromunda veya aşikar belirtilerle seyreden bir m.
spinalis hastalığını ortaya çıkarmak bir problem teşkil etmez. Belirtilerin silik olduğu
olgularda ise I. ve II. motor nöron hastalığına ait bulgular dikkatle aranmalı, hasta duyu
kusuru ve özellikle perianal hipoestezi bakımından itina ile muayene edilmelidir. Bazen,
sakral bölgedeki kıl ve hemanjiom gibi bulgular bir spina bifida ve onun arkasında yatan
doğuştan bir m. spinalis anomalisinin ipucu olabilir.
Ayakta durma ve yürüme sinir sisteminin çeşitli bölgelerinin birlikte ve normal şekilde
çalışmasıyla gerçekleşen bir fonksiyonudur. Bu işlevin yerine getirilebilmesi için
aşağıdaki anatomik yapıların sağlam olması gerekir:
Şekil 34. Her iki alt ekstremite distal kaslarında polinöropatiye bağlı ileri derecede
kuvvetsizlik olan hastada iki yanlı stepaj yürüyüşü (videodan kaydedilmiş durağan
görüntü dizisi).
3. Ekstrapiramidal Sistem Hastalıkları
İleri distonisi olan hastalarda da omurganın torsiyon hareketleri yürüyüşe özel bir
görünüş verir.
4. Serebellar Ataksi
6. Vestibüler Ataksi
7- Duyusal Ataksi
Proprioseptiv impulsları taşıyan duyusal sinir, arka kökler ve arka kordon lezyonlarında
görülür.
a. Arka kordon ataksisi : Bu hastalarda derin duyu bozukluğu olduğundan göz kontrolü
kalktığı zaman dengelerini muhafaza edemezler. Ayaklarını bitiştirerek ayakta dururken
gözlerini kapattıkları zaman oldukları yerde sallanır, hatta düşerler. Buna Romberg delili
adı verilir. Hastalar bacaklarını ölçüsüz şekilde öne doğru fırlatarak ve yere önce
topuklarıyla basacak şekilde yürürler. Gözler kapatılınca yürüyüş kusuru belirgin şekilde
artar. Bu hastalar karanlıkta yürüme güçlüğünden yakınırlar. Yürüyüş sırasındaki
dengesizliğini kompanse etmek için hasta gözleri ile adımlarını kontrol eder. Bu özellik,
eski nöroloji kitaplarında “Tabesli hasta gözleriyle yürür” şeklinde ifade edilmiştir.
Arka kordon ataksisi ilk önce tabes dorsalis’te tesbit edildiği için “tabetik ataksi” adıyla
da anılır. Fakat sadece tabeste görülmez. M. spinalis’in arka kordonunu hastalandıran
subakut kombine dejenerasyonda da aynı bulgular tesbit edilir (Tabes ve m. spinalis’in
subakut kombine dejenerasyonu için Duyu Kusurları bölümüne bakınız).
Frontal lob hastalıklarında ayakta durma ve yürüme ciddi şekilde bozulabilir. Yürüyüş
yavaş tereddütlü ve güvensizdir. Daha ağır şekillerinde hastanın ayakları yere yapışmış
gibidir, bir türlü yürüme hareketini başlatamaz. Adeta yürümeyi unutmuş gibidir. Hatta,
bazı hastalar ayakta duramazlar, yatağın kenarında desteksiz oturamazlar. Frontal tipte
ataksi adı da verilen bu tabloya astazi-abazi (= ayakta duramama-
yürüyememe). Bruns tipi ataksi veya yürüme apraksisi de denilmektedir.
Bazı histerik hastalar ayakta durmakta güçlük çekerler, her an düşecekmiş gibi
çaresizlik içinde etraftan yardım ararlar. Fakat kolay kolay düşmezler veya kendilerini
yumuşak bir şekilde yere bırakırlar. Yürüyüş özellikleri organik hastalıklarda görülenlere
uymaz. Örneğin hemiplejiyi hatırlatan bir tablo gösteren hasta postür ve yürüyüş
bakımından hemiplejik hastadan çok farklıdır. Felçli bacakta oraklama görüleceği yerde
hastanın ayağını yerde sürükleyerek yürüdüğü dikkati çeker. Başka bir özellik de ayakta
durma ve yürüme bozukluğu tipinin zaman zaman değişiklik göstermesidir. Bu
hastalarda hiçbir organik nörolojik bulgu tesbit edilemez.