(Hilyetü'L-Evliya) Ebu Nuaym El-Isbehani 05.cilt

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 664

K L L K H İDOS'CLApJNIN t5Ü N yX S1

HİLYETU’L-
EVLİYÂ
v e - T a b a k â t u ’ 1 - A s f iy â

m m

E b u N u ay m e l-Is b e h â n î

M £ N K IB £ L£ R BÖLÜMÜ
Hilyetu'l-Evliyâ
1. b a s k ı - İ s t a n b u l

‫ ’<؛؛؛‬. . , ،
Özgün adı: H ilyetu'l-Evliyâ v e -Tabakâtu'l-A sfiyâ
٧ ^^^٢ ١ : Ebû Nu a y m A hm e d b. A b d i l l â h b. Is hâk e l - l s b e h â n î ( 4 3 0 / 1 0 3 8 .‫) ا ة‬.
A r a p ç a n e ş i r l e r i : 10 c i l t , K a h i r e 1 3 5 1 - 1 3 5 7 / 1 9 3 2 - 1 9 3 8 ; D â r u ' s - S e â d e , Mı s ı r 19 74; 12
cilt, yayına h az ır la yan : Mustafa Abd ü lkâ dir Atâ, Beyrut 1418/1997).
İSBN: 9 7 8 - 6 0 5 - 4 6 5 9 - 1 0 - 4

T e r c ü m e : H ü s e y i n ¥ ‫^ ا ه اا‬, H a ş a n Y ı l d ı z ve Z e k e r i y a Y ı l d ı z
Redaksiyon: Yusuf Özbek
K a p a k : Ed i b A g a g j y s h i
B a s k ı ve C i l t : 5 t e p A j a n s M a t b a a c ı l ı k Ltd Şti .
G ö z t e p e M a h . B o s n a Ca d. No. 11
Bağcılar/İSTANBUL
T e l : 8 8 4 6 ‫ ا ا‬2 ‫ ا‬2 . 4 4 ‫ ة‬M a t b . S e r t i f i k a No: 1 2 2 6 6

İ s t e m e ve H a b e r l e ş m e A d r e s i
www.ocakyayincilik.com
OCAK Y A Y I N C I L I K
M i l l e t Cad . G ü l s e n A pt .
No. 19 Kat: 4 ٥ . 7
Y u s uf pa ş a
A k s a r a y , İs t an bul
GSM: 0 5 3 5 3 1 0 7 4 1 6 (Y u su f Özbek)
HILYETU’L
EVLİYA

EBÛ NUAYM
el-ISBEHÂNÎ

Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b.

İshâk el-lsbehânî

(öl. H. 430/M. 1038)


،Ç ،N D E K ،L E R

H avşeb b. M üslim 7
S aîd ‫ط‬. iyâs el-C ureyrî 10
F ad l b. İsa er-R ak k âşî 18
Kehmes ed-D a’â 22
Atâ es-Selîmî 28
U tb etu ’l-Ğ ulâm 48

Bi§r b. M ansûr es-Selîmî 72


A bdulazîz b. Selm ân 79

A bdullah b. Sa’lebe 83
M uğîre b. H ab îb 85
H am m âd b. Seleme 89
H am m âd b. Zeyd 94
Ziyâd b. A bdillah en-N um eyrî 99
H işâm b. H assân 101
H işâm ed-D estuvâî 108
Câfer ed-D ubay’î 112
ib n B erre 120

Avseee el-U kaylî 129


H uzeym e E b û M uham m ed el-Â bid 131
H alîfetu’l-A bdî 133
R ab î’ b. Sabîh 135
Ali b. Ali er-R ifâ’î 138
ib râ h îm b. A bdillah 140
M uâviye b. A bdilkerîm 143
M âlik b. Enes 144
6 İçindekiler

Süfyân es-Sevrî
Şu’be b. el-H accâc
Mis’a r b. K idâm
Süfyân b. Uyeyne
Leys b. Sa’d
Ali b. Sâlih ve H aşan b. Sâlih

D âvud et-T âî
Havşeb b. Müslim

Havşefa b. Müslim
Allah dostlarından biri de önde giden Ebû Bişr Havşeb b. Müslim’dir.
O, in san lar iyi tanıyan ve dünya malına değer vermeyen biridir.

‫ ئ‬،‫ ئن ا ث ح ئ د بن وكري‬،‫ ا حدثن ا حم د الثؤ بن مح ئ د بن جئمر‬١٩٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٤٥٧(

‫م وبما ر ذ ك‬ ‫ء بلوغ ا إ ل تاللث‬ " :‫ قات‬،‫ج م ئ ذ نمحن ا ن‬ ‫ ظ‬:‫ قات‬، ‫غ ئ ئ ي ن‬

‫ا محا اقا ش ال جب د ؛ ر‬: ،‫ إ ز أ ن ث ي ال ت ائ م ء ة تاب؛ا و؛ب ي‬: ‫ئ ي ئ ز ئ ج ا؛ ز ي د ق ا د‬


‫^ ئث م قزت س ك ي ح ش ص ر‬ ١ ûLuu ‫ ثزأيت حؤئي' أؤد مر ق ئ د ن خلة ةتث ئ؛ز‬، ^ ١
‫ ذ ق ت حؤف ب‬، ، ^ ٠^ ١‫ذ هب حؤش ب ؛‬ :‫العص ز ق ع د دلل ث في الصل وا ت *كل ه ا ثم قات‬

" ‫ب ا لأنت‬
Cafer b. Süleyman bildiriyor: Bir gün ‫ل غة‬€ vakti Mâlik b. Dinar’ın
yanında oturken bir adam geldi ve şöyle dedi: “Rüyamda birinin: «Ey
insanlar‫ ؟‬Allah’a doğru yola çıkın!» diye seslendiğini işittim. Hazırlığını
yapıp ilk yola düşen kişinin de Havşeb olduğunu gördüm.” Bunu duyan
Mâlik kıbleye döndü ve ağlamaya başladı. Ağlaması ikindi namazını
kılmasına kadar sürdü. Mâlik o günü bütün namazlarından önce kıbleye
dönüp ağlıyor ve ،şöyle diyordu: ”Havşeb yerini boş bırakıp gitti! Havşeb
yerini boş bırakıp gitti !”

‫ ح دبنى‬،‫ قا عتذ الئؤ بن أ خن ت بن خمحل‬، ‫م بك ر ين مال ك‬ ‫ ] قا‬١ ٩ ٧ ٨ [ -) ٨٤٥٨(

‫ إن ف ذا ا لح ق ج هذ‬٠' ‫ت‬3 ‫ ثا‬،‫ عن ا لخشن‬، ‫ ثت ا أبوب سر انت صري‬، ‫ ث ا حس ن ن م خث د‬،‫أ ي‬

‫الثامن زخاتبس ه م وبتن ف ف ز ا ي ه واللي ن ا ص م غلثو إ ال س عزف بقلق وو جا ع اقبثث‬


H aşan ı Basrî der ki: ،،Bu hak olan dava, insanlara ağır gelmiş ve
şehvetleriyle aralarında engel oluşturmuştur. Ancak buna Allah’ın bizlere
lütfunu hakkıyla bilen ve bu ağır yükün âkıbetini bekleyen İtişiler
sabredebilir.”
8 Havşeb b. Müslim

،‫ ح دبتي أيي‬،‫ ثعا عتد ال ر س أخن ت‬، ‫ ] ح دن ا أبو بكر ى مال ك‬١٩٨/٦‫)" ل‬٨٤٠٩(
‫ ز ي د اتا ة‬،‫ هل ت ي أبا سع يد‬،‫' س ألته‬٠ ‫ قادت‬،‫ عن الحس ن‬، ‫ ثن ا حؤش ب‬،‫ ثنا جعث ر‬،‫ثن ا تثار‬
‫ ال'ل ؤ‬.*‫الثق ن ا ال ئهؤ ي ح ج منه ويص د مئة ويص د ق منة ألغ أن ي ث ث ز ن ه؟ صا د الصس‬
‫ ^ *كا ن‬١ ،‫أل يؤم ممره ؤئاق؛ؤ‬،‫ و م د م هص د دل‬،‫ ال ائكث ا فث‬1 ‫^؛^ قت ظ 'كا ن له‬١ ،^‫؛‬١^

‫ أن‬،‫ زنن أ ح ذ عته م م ن التابعي ن ئ ن و؛ يكزئ ون‬. ‫ائنثئ ثلئ م ن أ صحا ب رث ول الل ه‬
‫ه ص‬ ‫ ئ ث ئ ث د تي ومب ز ه ؛ و ا ظ آتا ئأ؛‬، ‫ إ؛بجا‬١^ ‫تق خد وا هث ت ؤا لأ;ثاد ي ال؛ي‬
‫حوائ ج ه م بغد في‬- ‫ مم‬،‫ وقدموا قئ ل دللث يؤم ممر هم ومحامم هز‬،‫رزق أخذوا بئة امحق افت‬

‫ء‬ ‫م دينه م ودمحا ه م ونجما محنه م ومح ن الل ه‬


Havşeb b. M üslim bildiriyor: Hasan -1 Basrî’ye: “Ey Ebû Saîd! Allah
birine bolca mal ihsan etmiş. Bu kişi haccını ifa eder, yaktnlartm gözetir ve
zekâttm da verirse bu maldan kendisi için faydalanabilir mi?” diye
sorduğumda şöyle dedi‫“ ؛‬Hayır! Tüm dünya onun olsa dahi sadece kendi
ihtiyact kadarını kullanabilir, kalanı da muhtaç ve fakir düşeceği gün (âhiret)
için ‫ طةء^ن‬eder. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vBSEİlem) ashabı ve onların peşinden
giden tâbiiler kullanmak ve güçlenmek için mal edinmeyi mekruh
görürlerdi. Allah’ın onlara bahşettiği mallardan ihtiyaçları kadarını alıp
kalanını muhtaç ve fakir düşecekleri gün (âhiret) için infak ederlerdi. Bunu
yaptıktan sonra din veya dünya işlerinde herhangi bir konuda mala ihtiyaç
duydukları zaman da bunu Allah’tan isterlerdi.”

: ‫ ق ا ال‬، ‫ وعل ي بن ت شب م‬،‫ ئئ ا ق ا نو ن‬، ‫ ثن ا عئد الل ه‬،‫م‬ ‫ ] حدتما أبو‬١٩٨/٦ ‫ ل‬-) ٨٤٦٠ (
‫ والل ه لم د غبن ت بمو‬٠٠ :‫ مولت‬،‫ شمع ت ا لخشن‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا حؤشب‬، ‫ ثن ا جع م‬،‫ثن ا تثار‬
" ‫ع م بم ذ هادته ب ال مب ذ بم ي ال د ي‬ ‫إت زاي د ا‬

Havşeb der ki: Hasan (-1 Basrî)’nin şöyle dediğini işittim: “Vallahi isrâil
oğulları, Rahmân’a taptıktan sonra dünyayı çok sevdikleri için putlara
taptılar.”
‫‪Havşeb b. Müslim‬‬ ‫و‬

‫( ‪ -) ٨٤٦١‬ل ‪ ] ١٩٨/٦‬قثا أثو ث م ‪ ،‬ثثا ع د ال مء ثثأ ئ ا ي ر ة ‪ ،‬و ع ئ تن نث ل م ‪ ،‬ق ال ‪ :‬ئ‬


‫بوذت " ن خ ل أ ن د الثاي‪ ^ ١‬و؛ن‬
‫تثار‪ ،‬ثن ا ج م ‪ ،‬ثت ا ح ؤ ش ب‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت ا لخشن‪ C‬م‬

‫‪ .‬لن ح ال قي م ت ذ و ه أ ئ ا و ج د وا ظ ى ا ش و ذ ح ي أ و ال تء‪،‬ز '‪٠‬‬ ‫ال ه‬


‫‪: Hasan (-1 Basrî)’nin şöyle dediğini işittim: “Cehennem‬لكل ‪Havşeb der‬‬
‫‪ içlerinden Allah’a ham d eder bir şekilde cehenneme girdiler. Ancak‬رإق ؛ س‬
‫(‪cehenneme girmelerinden dolayı) Allah’a karşı ne bir bahane, ne de bir çare‬‬
‫”‪hıılahildiler.‬‬

‫(‪ ] ١٩٨/![ -) ٨٤٦٢‬خدتث ا أثو بكر‪ ،‬تث ا عتد ال م ‪ ،‬خد ش أيي وعلي بن ق م ‪ .‬ح‬
‫ثن ا‬ ‫ؤ حدثن ا عئد الل ه ن م ح ث د بن جعف ر‪ ،‬ثن ا عل ي س ت ع ي د ‪ ،‬ثن ا خئ ا د بن ا ل ح ش ‪ ،‬قالوا‪:‬‬

‫ظ‬ ‫بقت‪3 ،‬ا خؤ ش ي‪ ،‬ع ن ما ؛ ت‪ ،‬أنه ء ن‪ :‬ق و د‪ " :‬ا ‪:‬تنآ د م؛محق إ‪ 0‬و ت‬
‫تثات‪ ،‬ى م‬

‫م رنشش به وئ ؟ ن في ‪ ^ ^ ١‬خزث ك وكس د ن في الد'تا غؤئ ك وأثكئزن في الد'دثا‬ ‫‪، ^ ١^ ١‬‬

‫؛قؤ ق "‬

‫‪Hasan (-1 Basrî) der ki: “£y Âdemoğlu! £ğer bu Kur’ân’ı okuyup sonra‬‬
‫‪ dünyadaki hüznün uzar, korkun şiddetlenir ve ağlaman‬س‪$‬ل ه ‪ona inanacak‬‬
‫”‪artar.‬‬

‫ه ‪°‬بق أ خن ت‪ ،‬خ د ش أبى‪،‬‬ ‫‪ ٠‬ءثا حم د‬ ‫طءتن ا أبو بك ر تن‬ ‫( ‪] ١٩ ٧ ٦ [ -) ٨٤٦٣‬‬


‫ش م ‪ ،‬قا خ ز ف ي ‪ ،‬ض ا لخض‪ ،‬أق قات‪ " :‬ؤالثؤ ظ أ ض خ ائزم ز ب د‬ ‫تثا أبو ي د ال ئ ن د‬

‫ر ه و خ ه ه ما‬ ‫جب غ ا ي أ ت ث إ ال م ح مي ا ة‬

‫‪Hasan (-1 Basrî) der ki: “Vallahi! Bugün hanımına itaat eden her erkeği‬‬
‫”‪hanımı yüzüstü cehenneme atar.‬‬

‫( ‪ ] ١ ٩ ٧ ٦ [ ")٨٤٦٤‬حدثن ا أيي‪ ،‬ثن ا ‪ ^ ١^٦‬بن م ح م د بن الح ض‪ ،‬ثن ا جعف ر بن‬


‫م ح ئ د الندائ ئ ‪ ،‬ثن ا ع من بن حف ص الع ث د ي ‪ ،‬عن حؤش ب‪ C‬عن ا لخشن‪ C‬قات‪ ٠ :‬محال طه‬

‫ا ل آ ت ي ء ؛ ت ظ ئ إإ و ز ق "‬

‫‪Haşan(- Basrî) der ki: “Zenginlerle beraber olmak, kazanılacak rızka karşı‬‬
‫”‪öfkeleri de beraberinde getirir.‬‬
10 Saîdb. iyâs el-Cureyrî

‫ ثت ا غث ان‬،‫ ثن ا محم د س ثريد الئسمل ي‬، ‫ ثن ا إبراهيم‬،‫ ] حدثنا أبي‬١٩٧٦ [ “) ٨٤٦٥(


: ‫ لخزش ب‬، ‫ط النا ج ز ئ ى‬ ‫ ء و‬: ‫ قا د‬، ‫ خ د ي م ح ن ئ اق ا م‬،‫ئ م حا ذ ا ل خيه‬

، ‫ مم ذ ز ت غأى أن ث مزال ه د ي ء؛ثنث !قه هأءع د‬، ‫ ! ن ق زئ ث غأى لل(اا وثا‬، ‫با بئ ر‬1 ‫ي‬
‫ قأ وأقة في‬:‫ عتد ال نا ج ز‬3 ‫ دا‬،‫ ^ ^ ) مح ت د عتد النا ج ز يزنا؛؛‬١ ‫ ئت ا ث حؤش ب في‬:،3‫ئ‬
: ‫ هم ك‬، ‫ص ت ؛ ال ذ‬
-‫ث ا ا ذ ر‬،‫ ش إل‬:3 ‫ ء ا‬،‫إلثا ؟‬°‫ أن م ث عدئا أن ثأ‬،‫ ي ي بش ر‬: ‫ مم ئ ق‬،‫^؛؛‬٧،‫؛‬
‫ال‬ ‫ث ذ‬ ‫ دالت ي‬:‫ ة(؛‬، ‫ قا لخت ئ‬: ‫ ثل ث‬:‫ قا ت‬،‫ ت ي ؤ ه ب غ م ال تي‬:‫ ق ا ت‬، ‫ص خا ص‬
‫ " ع وكز ب مجالس ال د ك ر و ح ش الظ ن‬:‫ مالأ‬،‫ ئن ا ال ذ ي ئأثزثا به‬: ‫ ئ ك‬،‫ثن ى ز ال يزاثأ‬
‫ روي عن ا لخشن وغيره‬، !‫ و ق ا ك بهما ~حريا ا‬،‫بم ؤ ال ك‬

Abdülvâhid b. Zeyd, Havşeb’e: “Ey Ebü Bişr! ^ayet bizden önce Rabbine
kavuşacak olursan ve oradaki durum unu bize bildirme gibi bir imkânın
olursa bunu yap‫ ”؟‬dedi. Bir zaman sonra da Havşeb vebadan dolayı
Abdülvâhid’den çok zaman önce öldü. Abdülvâh‫؛‬d anlatıyor:

Ö ldükten sonra Havşeb’i rüyamda gördüm. Ona: “Ey Ebû Bişr! Bize
geleceğine dair söz vermemiş miydin?” diye sorduğumda: “Evet! Ama ancak
şimdi rahatlayıp fırsatını buldum!” dedi. Ona: “Oradaki durumunuz nasıl?”
diye sorduğumda: “Allah’ın da bağışlamasıyla kurtulduk!” dedi. Ona: “Peki,
ya Haşan?” diye sorduğumda: “Haşan llliyyûn katında. N e biz onu
görebiliyoruz, ne de o bizi görebiliyor!” dedi. Ona: “Bize ne yapmamızı
tavsiye edersin?” diye sorduğumda ise şöyle dedi: “Zikir meclislerinde
bulunmaya, Allah’tan yana da hüsnü zan içinde olmaya çalışın! Bu ikisinin
hayrı sana yetecektir!”

Takrîb 1394, Takrîb 1338, Takrîb 1570

Saîdb، ‫؛‬yâs el-Cureyrî


Allah dostlarından biri de m âbuda olan inancında mutmain, verdiği
sözleri yerine getirmeye dikkat eden Sa!d b. İyâs el-Cureyrî Ebü
Mes’ûd’dur.
‫‪Saîd b. lyâs el-Cureyn‬‬ ‫‪٧‬‬

‫(‪ -) ٨٤٦٩‬ل ‪ ] ٢ ٠٠/٦‬حدبن ا ئ خ ث ذ ى أ ح ن ذ بن أبا ذ ‪ ،‬ح د ق ي أيي‪ ،‬ثن ا أبو بك ر بن‬

‫مح د ‪ ،‬ثعا م ح م ذ بن ال غ ث ي ن ‪ ،‬عن سع ي د بن غ ا م ‪ ،‬عن ت ال م بن أ ي تط ي ع‪ ،‬ب ادت و كا ن‬


‫ش مسا خ أن ل التهمة‪ ،‬وكان ئدم من ا ل غ ‪ ،‬نجع د أ ي ا ل حريري‪ ،‬بمولآ‪ " :‬أب الثا الئث‬
‫فيسم_رئا كث؛ وأب الل\ في <ث مرال ك ذ د ث أ ئ ‪ :>3‬ء ن ^‪| £١‬ن ثئذاذ ؛لثن م م ن ؛ ل م حي‪٠٠‬‬

‫‪ ve‬س‪ 1‬م ‪Sellâm b. Ebî M uti’ bildiriyor: Basra ahalisinin hocalarından‬‬


‫‪henüz hacdan yeni gelen Cureyrî’nin yanına vardık.‬‬ ‫‪Cureyrî:‬‬ ‫‪،،Bu‬‬
‫‪yolculuğumuzda Allah bizleri şöyle şöyle sınadı, böyle böyle sınadı” demeye‬‬
‫‪başladı. Ardından da: “Denilir ki, nimetleri saymak da şükürdendir” dedi ,‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪ “) ٨٤٧٠‬ل ش ‪ ] ٢٠‬حدثت ا أبو حا م د بن جبل ه‪ C‬ثن ا محم د بن إن ح ا ق ال ث ؤا ج ‪،‬‬


‫طنأ ‪ ،‬ص تج د‬ ‫ن ن ي ئ ث وت ى ‪ ،‬ثثا خث ا ة ئ‬
‫محت ال م ئ ث ض اؤئ ر ي‪ ،‬قا ا م‬

‫ا ل حريري‪ C‬ه ا د ‪ " :‬كانوا يجعلون أ ؤد ثه اره م ف صاء حوائ ج ه م نإ ص ال ح ننا ي ب ب ز ‪ ،‬واخز‬

‫البجاي خلا ذة تي ب و صال ت ه أ "‬

‫‪Saîd el-Cureyri der ki: “öncekiler, günlerinin başını ihtiyaçlarını ve‬‬


‫‪geçimlerini temin etmek için, sonunu ise R^blerine ibadete ve namaza‬‬
‫”‪ayırırlardı.‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪ ] ٢ ٠٠ [ “) ٨٤٧١‬حدتن ا أبو حا م د ى جثأه ‪ ،‬ثئ ا محم د ‪ ،‬محا ر جاء بن ان جاروب ‪،‬‬
‫مفولط ه وت ‪ ٠٠‬هي أي م‬
‫يزف غ أي م شغ ب‪ ،‬ه‬
‫■‪ ، l)L،p‬ثط أث و ‪ ،،üljp‬مح‪ 1‬تت ك ط ثلميسمع د ا مح‬

‫ىئ ئ ل و ا ئ ق آ ك م إ ن ا كالليةأ ف ث ام‬

‫‪-Ebû Avâne bildiriyor: Zilhicce ayının ilk on günü içerisinde Said el‬‬
‫‪Cüreyrî’nin yanma gelirdik,‬‬ ‫‪o da bize: “Bugünler çokça amellerin yapılması‬‬
‫‪” derdi .‬؛‪gereken günlerdir; ancak insanoğlu bu yönde tez usanıyor‬‬

‫(‪ -) ٨٤٧٢‬ل‪ ] ٢ ٠ ٠/٦‬حدثن ا محم د ين أ خ ن ذ بن ا لخنن‪ ،‬ثن ا محم د بن م حا ذ بن ش‬


‫ثن ا‬ ‫فس ه‪ ،‬ثئ ا ز ن ي سي م ه‪ ،‬ث إ حال د ن عتد ال أ ؤ‪ .‬ح و حدث ا أ ح ن د بن جعف ر بن حم دا ن‪،‬‬
‫عيل بن عنيه‪ ، ،‬الت ظ ال ي ري ر ي ‪ ،‬عن‬
‫عتد الل‪ 4‬بن أ خ ئ ذ ثن ح ي د ‪ ،‬ح د بغى أيى‪ ،‬ى ان م‪ 1‬أ‬
‫ث م أزمضدقي‬
‫‪ ٠‬غ ئثزاط د أول اإل‬
‫حزتق ثم‪' :‬‬
‫يت‬‫ت؛‬
‫ت‪:‬قا‬
‫أيي الثيل‪،‬قا‬
٧ Saîdb. iyâs el-Cureyri

‫ ن ض د قي‬c‫ ؤاعن|^ في قب ا ؛ أل ل كبر ك‬4‫ ل ت ئ ملف‬،‫ قي ص حتنث‬3 ‫ واع م‬،‫ لقعلل ق‬، ^ ١^
" ‫مح\تلمث ب ئ ك‬

Ğuneym b. Kays der ki: “İslam’ın ilk dönemlerinde şu dört şeyi,


birbirimize öğütlerdik: Boş zamanında meşgul olacağın zamanın işini yap.
Sıhhatinde hastalık zamanın için çalış. Gençliğinde, ihtiyarlığın için çalış.
Hayatında da ölüm ün için iş yap.”

‫ ثن ا عئد‬،‫ ح د ق ي أيي‬، ‫ ثت ا هم د الثؤ بن أ خ ن ذ‬، ‫ ] حدثت ا أ خ ن د‬٢٠ >/٦ ‫ )“ ل‬٨٤٧٣(

: ‫ بم ولط‬، ‫ جال‬-‫' ش م ع ئطؤنت ل‬٠ : 3 ‫ د ا‬،‫ عن ا ل ج ريري‬،‫ ثن ا خئ ائ بن زيد‬، ‫الر ح م ن بن ن ه د ي‬


" ‫ص ال ق ث د‬ : ‫ ئ ت‬،‫توتي \قه‬-‫أن ط ي \هث زأ‬

Cureyrî der ki: M utarrif bir adamın: “Allah’tan bağışlanma diler ve tövbe
ederim” dediğini işitti ve: “Belki de sen bunu yapmayacaksın” dedi.

‫ قثا إشحا ق بن إبراهي م بن‬،‫ ] حدثن ا مح ث ذ ن جع فر بن قونفث‬٢ ٠١/٦‫ ل‬-) ٨٤٧٤(


^ ‫' لث ا ن ي ع ا‬٠ :‫ قا د‬،‫ مما ت ه ت اني و ي‬،‫ج م‬ ‫ ثثا‬،‫ ثثا ث؛ات‬، ‫ ئ ن ن ل م‬٣ ‫ قثا‬،‫م حي‬

‫ إ ي ذاع‬:3 ‫ ه ا‬،‫ ^ ^؛‬١‫ فلق ا "كا ن يفل همم‬،‫ إلى الئ ا م فثع ة إ ح واتة‬، ‫بن عتد الل ه بن عتد قس‬
‫^ ن ذ زئ ى يي و ك ذ ب غ ئ‬ ١ :3 ‫ فث ا‬، ‫ط ي ف‬ ‫ء نن ش ئ‬ ‫ ء ج ئق ت‬:‫ ق ش‬، ‫ف أ ي‬

‫يمه وأ ط ل‬ ‫ ا ه م أكيت ا ه ؤؤلذة زأمخ‬،‫وأخر جيي من م صري ؤوة ض نق ذ إ م ح'ثي‬

Saîd el-Cureyrî bildiriyor: Âmir b. Abdillah b. Abdikays, Şam bölgesine


sürüldüğü zaman kardeşleri onu yolcu etmeye çıktılar. Medine
yakınlarındaki M irbed bölgesine geldiği zaman yanındakilere: “Ben dua
edeyim, sizler de duaya âmin deyin!” dedi. Onlar da: “Et bakalım! Biz de
senden bunu bekliyorduk!” karşılığım verdiler. Âmir şöyle dua etti:
“Allahım! Beni kötüleyen, benim adıma yalan söyleyen, yurdumdan
çıkmaya, kardeşlerimden ayrılmaya sebep olanın mallarını ve çocuklarını
çoğalt! O na beden sağlığı ve uzun ömürler ver!”

‫ قاد‬، ‫ ثن ا عتد الئؤ بن أ حم د بن ح م‬، ‫ ] حدق ا أثو بك ر بن مال ك‬٢ ٠٧ ٦ [ -) ٨٤٧٥


> ‫ه‬ ‫اه‬ • ‫ه‬،‫م‬
‫ ثا أبا ت ج ز‬:‫ ه ك ل لخنن‬: ‫ مح ا د‬C‫ ثئ ا مث ع يد ا ل حريري‬،‫ عن ه ال ل بن ح ق‬،‫أ خ ذ ت عن م ثار‬
Saîd ‫ء‬. iyâs el-Cureyrî ٧

u ” ‫ت‬،‫ بم يتوب ح ش م ت ى؟ ئت‬، ‫ م يذن ب‬،‫ مأز يتوب‬، ‫يذن ب‬ P ،‫ج و ي‬


‫ مم ب‬، ‫بد يذي ب‬-‫ال ث‬
‫م غنم ؛ال أ خ ال ة ا ك ب ميب ق ءا‬ ‫أ‬

Saîd el-Cureyrî der ki: Hasan -1 Basrî’ye: “Ey Ebû Saîd! Kişi günah işleyip
tövbe ediyor, sonra bir daha günah işleyip yine tövbe ediyor. Sonra bir daha
günah işliyor ve yine tövbe ediyor. Peki, bu nereye kadar devam edebilir ki?”
diye sorduğumda: “Ben bunun, müm inin taşıması gereken ahlâkından
olduğunu düşünüyorum” dedi.

‫ ثن ا أ خ ن د بن أيي‬،‫ ثن ا ع م بنب ح ر‬،‫ آ خ ا؛ثن ا أبو محم د بن حقا ن‬٢ ٠١/٦ [ -) ٨٤٧٦(

‫ ثزع م‬:‫ " أؤخى الل ه سا ر إ ز عي ش عث ه الث ال ؛‬:‫ قات‬، ‫ ص تع ي د ا ل مت ر ي‬،‫الح واري‬
" ‫و شء‬ ‫ ق ذ ت أ ق ي ي‬، ‫قا ئ ك ظ ه ' ه‬£ ، ‫ ئ ن أ ش ث قا‬N ‫أ ك‬

Saîd el-Cureyrî der ki: Allah, Hz. İsa’ya: “Sen, benden bir şey
istemediğini sanmaktasın. Oysa sen: «Maşallah» dediğin zaman benden her
şey istemiş olursun” diye vahyetti .

‫ ثن ا‬،‫ب ن حق ل‬ ‫ ثن ا عتد الل ه بن أخن ت‬، ‫ ] حدت ا أبو بكر بن مال ك‬٢ ٠ ١/٦‫ ل‬-) ٨٤٧٧(
‫أ بمر‬ ‫ عن بغض أئتا خه أن أثا الدوداع‬،‫ ثما ت ع يد‬،‫ ث إ جعص‬،‫ ث إ مثار‬،‫ف ارون س ■عتد الئي‬
،‫ ف ذا أن ث‬،‫ " ف ذا أن ث‬:‫ أبو ا لأزذاؤ‬3 ‫ جثاوم م ن ث ذا ؟ مما‬:‫ زئؤيمولط‬، ‫ر ج ال قي ج ا ال‬
" ‫ؤإ ئلف ي ق ؤإ؛ي لم منتوزي‬:‫ف و ت ؛ ه ثت اأى‬

Saîd, hocalarını birinden bildiriyor: Ebû’d-Derdâ, bir cenaze görüp: “Bu


kimin cenazesi?” diye soran bir adama rastlayınca ona şöyle karşılık verdi:
“Bu senin çen ten ! Zira Allah şöyle buyurur: “Muhakkak sen de
öleceksin^ nnlar da ölecekler.”1

‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا عتد ال م بن أ حم د بن حمحل‬، ‫ ا ثن ا أبو بك ر بن مالك‬٢ ٠١/٦ ‫ )“ ل‬٨٤٧٨(


، ‫ أثت بثع ة أن أثا الدرداع م س غ اثا عن ال م‬، ‫ ثن است ع د‬، ‫ويلم‬-‫ ثن ا إن نا ه ز بن إأزا‬، ‫أيي‬
‫ائفإ ر ر ج ال‬ " :‫ وقات لت‬، ‫ أن تمسم ه ا في الناس وذقغ إقه ص و‬،‫ندفع إ ر ر جل ذراه م وأمره‬
‫ م حى ا و ج د هصغخ ظ‬:‫ قات‬،‫سيئ خ جزه ب ن ال نا س ز م ه س ه ب داب ةثص ع الص و ي يده‬

1Zümer Sur. 30
‫‪14‬‬ ‫‪Saîd b. iyâs el-Cureyrî‬‬

‫أمرة زئ ي‪ ،‬و دا ئ ز ي م س ر ح جزه م ن الن ا س وفي هم ي بداده يو جع الصره قي يدم‪،‬‬


‫مما د ‪ :‬ئن ا تع ز إث ه ؤرئغ بمره إ ز الق ن اع‪ ،‬ق ا د ‪ :‬أزاف ال ت ت ى حف يزك ئ ا ج غد حذيزا ال‬

‫ي ن اف‪ ،‬قا د ‪ :‬ثمز ج غ إ ر أبي ال درداء مح أ حتزة ‪ ،‬ءق‪ 1‬د ‪ :‬و ئ ؛( ‪ ،uJu‬غف ا "‬

‫‪İsmail b. ibrâhîm, Saîd’den bildiriyor: Kendisine ulaşan bir habere‬‬


‫‪Ebu’d-Derdâ bir yıl boyunea savaştan mahrum edilmişti,‬‬ ‫‪o da bir adama‬‬
‫‪dirhemler vererek insanlara taksim etmesini emretmişti. Ayrıca ona bir kese‬‬
‫‪vererek: ‘insanlardan ayrı yürüyen kılığı perişan bir adam görürsen bu‬‬
‫‪keseyi ona ver” demiş. Adam yola çıkıp emrettiği şekilde yaptıktan sonra‬‬
‫‪ insanlardan ayrı‬نكل ‪dediği vasıfta birini aramaya başlamış. Bir de bakmış‬‬
‫‪yürüyen, kılığı perişan biri. Bunun üzerine keseyi ona vermiş. Adam keseyi‬‬
‫‪verene bakmadan gözlerini semaya dikip: “Bakıyorum günahtan sakınan‬‬
‫‪”kimseyi unutmuyorsun. G ünahtan kaçanı da seni unutmayanlardan eyle‬‬
‫‪-demiş. Adam Ebu’d-Derdâ’nın yanma dönüp durum u haber verince, Ebu’d‬‬
‫‪Derdâ: “Nimetin velisi Rabbidir” demiş .‬‬

‫(‪ ] ٢ ٠٢/ ^ ")٨٤٧٩‬خ ا؛ثئ ا محم د بن أ ح م د ا لمودن‪ ،‬ثن ا أب و ا لخنن س أبا ن‪ ،‬ثن ا أبو‬
‫س ن‪ ،‬ثن ا حبان ين ‪ £‬يالف ‪ ،‬ظ ت ع ي د‪ ،‬ح دقت ي‬
‫بك و ن عبيد‪ ،‬ح دقتي م ح م د بن ا نم‬

‫ب ب إثمحا ا ال ؛ ن م‬
‫ني ف من غلوك ا الء ل م أزاذ أن ث م‬ ‫&‪Ü‬‬ ‫س ب ع وه ب بن مس ه‪ ،‬ف وت‪" :‬‬
‫م ئ عجتة‪ ،‬ق ات‪ :‬ا مت ي بتا ب "كدا وكذا‪ ،‬خ ر عد‬ ‫مح ذع ا بسا ت ش ن ه ا ئ جيء بثيا ب‬
‫ظبشه‪ ، 1‬م د ا ‪ ; 3‬ج ش ي‬ ‫و دللك الي ع جثت‪ ،‬خ ز ج يء ؤثاد ؟ا‬ ‫أصناظ م ن ‪٧ ^ ١‬‬
‫بدابة ك دا ئ جيء به ا هل ز تحح نه‪ ،‬ثمم قات‪ :‬ج ي ش ي بدابة ك ذ ا ي جيء به ا محلو ثئ جتة‪ ،‬خ ز‬
‫حيء بدابة واءقته نزيف ا ‪ ،‬ئنئ ا ركته ا جاء إبليس ث ف خ في من ح ره ش ح ه نت الة ك را ‪ ،‬قاد‬
‫س ة ال ي ظن إ ر الغ ا س كثزا وعظم‪ ، 1‬ب ح اءة‬
‫ومن ا ر و ما ر ت الحيولط نتة‪ ،‬ئات ثهو رابع رأ‬
‫ز ب د ن ي ال زئ مح ق ة ئ ي غ ي‪ ،‬ق ز و د غ ي الغ الم' و إل ق ي إ ي‪ ،‬مم‪1‬ت ه ؛ ه ل ي‬

‫م ين م غ *ك الم ه‪ ،‬ئات نجاء ح ش أ خ ذ ب ل جا م دابته‪ ،‬محق ا د أزي ل بما ؛ ذ ا م ‪،‬‬ ‫إقل ق حا ج ه‬

‫أنزل‬
‫أ‬ ‫هم د م أ ء ف غ ب ر أم؛ ن م ^‪ 4İ»U‬ش أخت‪ ،‬ثا ‪ :3‬إ‪ 0‬ني إي‪-‬ف ‪-‬حا‪-‬ج ه‪ ،‬دا‪3‬أ‪:‬‬
‫‪ LİJİİ‬نأى أثت هد بهزة‪ ،‬ئ ‪ :3‬ح‪ 1‬جثل ث؟‪ ،‬ه ا ‪:3‬‬ ‫ال ا ال ‪ ، 0‬دا‪ :،3‬قهزة عأى أ ح ا‪£‬‬
‫^ ‪ ،‬ة ‪:3‬‬ ‫ه ظئ ‪١‬‬ ‫فأذتى زأتة \ ‪ 4‬فش و ‪،‬‬ ‫وي ي م ريت أ ذ أي و ه إ؛قل ق‪،‬‬
Saîdb. iyâs el-Cureyrî ‫؟ل‬

‫ دعني ح ش اتي أرضي هذم اثي لح ز ب غ‬:‫ ل م مات‬،‫محامطغ وثمر لزنة واص ت ز ت لت اتة‬
‫ ال‬4‫قات ؤالثؤ ال ثن ى أرصلث أبدا ز ال زالث‬ ،‫م حي في أ رف‬ P ،‫كب ي‬ ‫إلبجا وأر ج ع م ن مو‬

، ‫ قا ت دعني خ ز أو ج ع إ ر أغيي ثأم ضي حا ج ه إ ذ *كا ن ت‬،‫ثر ج غ من مؤكبلف ف ذا أثنا‬


'٠ ‫ك اده ن م "كأنه ح شته‬1‫ مم ت ص روخة تت‬3 ‫ ما‬، ‫ ال ثن ى أن ال ؤقئأل ث أتدا‬4‫ت ال ؤالل‬،3 ‫دا‬
‫ننثم‬ ،‫] هأال الحريري وباعني أيصا أثت ل ق ي عندا مومئا في يللق ا ل حا ل‬٢٠‫آ‬/*‫ [آ‬-) ٨٤٨٠(
‫ إي‬:‫ت‬
‫قا‬،‫ث‬
‫ثادؤخاخل‬
‫ طأ‬:‫قاد‬،‫ثخاخه‬
‫قل‬
‫ إةق إ‬:‫ت‬
‫قا‬،‫ق ال؛‬
‫ك ال‬
‫كم؛ع‬
‫ع‬
‫ أال ف ق‬١١ :3 ‫ هق ا‬،‫جته ذش\ره‬-‫سثة كش\رم ب ح ا‬
‫ مح أ د ز آقه رأ‬3 ‫ ئ‬، ‫ط مظ بتتي ؤتثنلثا‬
‫ هزال ي ن ا ء ن فى ا ل أ ي ن ع ا ئ ث أ خ ث‬، ‫ إل غ زأئ ال <خبم ب ت ن طا ث ث م حثت ظ غ‬،‫ا لخزت‬
‫ما‬ : ‫ قا د‬، ‫ اهض حا جثلف ا ش لح ز ي ث لف ا‬:‫ أممال لت مثلث ا لمو ت‬: 3 ‫ ه ا‬،‫إلي أن أئق اة يغ ث‬

‫؛■■ ء خ م غ د أ ي ئ ي ء أ ه ذ‬١١‫ش ؛‬ ‫ء ج أ أ ؤ بم د ي ز ال أ خ ي ؛ ئ ص و ء‬ ‫!ي‬


‫ ثم‬،‫ص أ‬‫وثز‬ ‫ م‬1‫م إ؛نا مم‬ :3 ‫ ئ م أ م ت بذلل ث؟ ما‬:3 ‫ ؟ قا‬١^ ^ ‫ وم د ر غش‬:3 ‫ ظ‬،‫روحلث‬
‫نجئ روخة‬ ‫ركع وت ح د قلق ا زاه ت ا ح دا‬

Vehb b. Münebbih der ki : £$‫ هع كعل كل‬bir kral, krallığının bir bölgesine
.gitmek istedi. Giymek için giysi istedi. Getirilen giysiyi ise beğenmedi
Bana şu vasıflarda giysiler getirin!” diyerek giymek istediği giysilerin“
çeşidini söyledi. Ancak getirilen bütün giysileri beğenmedi. Sonunda hoşuna
gidecek giysiler geldi, onları giydikten sonra da: “Bana şu özelliklerde bir
binek getirin” dedi. O na binek getirdiler; ama beğenmedi. “Bana şu şu
özelliklerde bir binek getirin!” dedi. Dediği şekilde bir binek getirildi; ama
yine beğenmedi. Sonunda hoşuna giden bir binek getirdiler ve bindi, o
esnada şeytan gelip burnunun içine kibir üfleyince kralın bütün vücudunu
gururla doldurdu. Sonra kral, askerleriyle birlikte halkın arasında
yüklenerek yürümeye başladı. Ancak gururundan dolayı etrafındaki^
insanlara dahi bakmaya tenezzül etmiyordu, o sırada zayıf, üstü başı perişan
bir adam çıkageldi ve krala selam verdi. Ancak kral onun selamını almadığı
gibi yüzüne bile bakmadı. Adam krala: “Senden bir isteğim var” deyip
kendisini dinlemesi için atının dizginlerinden tuttu. Kral: “Atımın
dizginlerini bırak! Zira daha önce kimsenin yapmaya cesaret edemediği bir
şeyi yapıyorsun” deyince, adam yine: “Senden bir isteğim var” dedi. Kral:
16 Saîd b. İyâs el-Cureyrî

“Bekle, konakladığım zaman yanıma gelir söylersin” deyince, adam: “Hayır,


şimdi söylemem gerekiyor!” karşılığım verdi ve bineğin dizginlerinin
bırakmadı. Kral, adamın dizginleri bırakmayacağını anlayınca adama:
“îsteğin nedir söyle!” diye sordu. Adam: “Sana söyleyeceğim sırdır ve bunu
sadece sana söylemek istiyorum” dedi ve başını ona doğru yaklaştırarak:
“Ben ölüm meleğiyim” diye ekledi. Bunun üzerine kralın soluğu kesildi,
rengi attı, dili dolaştı ve: “Bana izin ver de geldiğim ülkeme geri döneyim;
sonra beni ölüler kervanına katarsın” dedi. Ancak ölüm meleği: “Hayır!
Vallahi ne ülkeni bir daha görebileceksin, ne de buradan geri
dönebileceksin” karşılığını verdi. Kral: “İzin ver de aileme döneyim, bir
ihtiyaçları varsa gidereyim” dedi. Ancak ölüm meleği: “Hayır! Allah’a yemin
olsun ki bundan böyle ne aileni, ne de mal-mülkünü asla göremeyeceksin”
karşılığını verdi ve oracıkta kralın canını aldı. Kralın cesedi bir kütük gibi
cansız yere düştü.

Ravi Cüreyrî der ki: Yine bana aktarılana göre ölüm meleği aynı yerde
mümin bir kulla karşılaştı. O na selam verince mümin kul selamını aldı.
Ö lüm meleği ona: “Senden bir isteğim var” deyince, mümin: “Gel ve
ihtiyacın nedir söyle” karşılığını verdi. Ö lüm meleği: “Bu benimle senin
aranda bir sırdır” deyince mümin, bu sırrı duymak için başını meleğe doğru
yaklaştırdı. Ö lüm meleği: “Ben ölüm meleğiyim” deyince mümin: “Hoş
geldin sefalar getirdin. Gelişi geciken kişi hoş gelmiş! Allah’a yemin olsun ki,
yeryüzünde en çok kavuşmayı dilediğim kişi sensin” karşılığını verdi. Ö lüm
meleği: “Önce halletmek için çıktığın işini bitir” deyince, mümin: “Benim
şu an Allah’a kavuşmaktan daha önemli bir ihtiyacım ve isteğim yoktur”
karşılığını verdi. Ö lüm meleği: “Ruhunu sen hangi durumdayken almamı
istersin?” deyince, mümin: “Bunu yapabilir misin ki?” diye sordu. Ö lüm
meleği: “Evet, bunu sağlamak için emir aldım” karşılığını verince, mümin:
“O halde müsaade et” deyip kalktı. Abdest alıp rükûya vardı, secde etti.
Ö lüm meleği m üm inin secde ettiğini görünce o haldeyken ruhunu teslim
aldı.
Saîd ‫ء‬. İyâs el-Cureyrî ‫?ل‬

: ‫ ها د‬، ‫س د ي‬
‫ ثن ا ع م بن ب حر ا أل‬، ‫ ] حدثن ا غيد الل ه بن محم د‬٢ • ٣/٦ ‫ ل‬-) ٨٤٨١(

‫ غل ى‬٢٠٨^ ١١ ‫ ذاؤد علته‬1‫ س‬:3 ‫ ه ا‬، ^ ^ ١ .‫ عن‬: ‫ يئولت‬٤^ ١^ ١ ‫شمع ت أ حم د بن أيي‬

‫م به ز ج ل محاطات عمحه م ح ب‬ ‫جس ل د من بيى إت زامح د إد‬


‫ب‬ ‫ثا ب ن ج ي ه جالس ومع ه‬
‫د ئ ئ ؤ الق المت اا ال ثغض ب ها ي قت ع ل م ت أري قت‬،‫ لق ثاؤ‬3 ‫ مما‬،‫جنيمنة ا إلئزائ؛ ا ي‬

‫م من‬ ‫ نت ش ن عل ي ه ذا مه د عي ي ح ر أ د خ د ومحص ء أ ل‬، ‫م ح د ة‬ ‫أ خ ذ ت مح ي وص‬


‫ مح د ح د وثوصا وص أى‬: ‫ ه ا د‬،" ‫ ح ش يث وب ف ذا ق م ل أنم ل هدمي‬،‫ ال ذ ي كا ن م ني‬،^ ‫ ^؛‬١

‫بن ادك ا‬ ‫غ اث إ ز ت ي ل م ه وغ اث ال ث ي‬ P ،‫ل ي ي بئة‬.‫لخبث ا‬ ‫ئا‬ M‫ج‬ ‫ زا م حإ؛ى‬،‫ز م ح ن‬


:‫ ق ات ذاؤذ غ ي الث ال ر‬، ‫ يا ن خ الب ا ص ق‬:‫ وقات‬، ‫ئا ئ ئ ي ق د ر ب د ذاؤذ غ ي الق ال م‬

"‫ف ئ‬
‫ س ي‬5 ‫ممف ث د غ ب ق م ق‬
‫ن‬ ‫ا‬ "

Cureyrî der ‫لكا‬: Hz. Dâvud meclisinin kapısı yanında Isrâil oğullarından
bir kişiyle oturmuşken bir adam yanına uğradı ve kendisine kötü sözler
:söyledi. Bunun üzerine İsrail oğullarından olan adam öfkelenince, Dâvud
Ö£kelenme, ben Rabbimle aramda bir şey ihdas ettim ve Rabbim bana bu “
adamı musallat etti. Bırak ta içeri girip Rabbime ihdas etmiş olduğum
”şeyden kendisine yöneleyim, ö y le ki bu dönüp ayaklarımın altını öpsün
dedi. Sonra içeri girip abdest aldı ve iki rekat nam az kılarak ihdas etmiş
olduğu şeyden dolayı Rabbinden özür diledi. Dâvud geri çıkınca, adam da
pişman olarak geri döndü ve: “Ey Allah’ın Peygamberi! Beni bağışla” diyerek
Dâvud’un ayaklarım öpmeye başladı. Dâvud: “Haydi git, ben senin nereden
gönderildiğini biliyorum” dedi ,

،‫ ثن ا أثو بك ر بن محي‬،‫ن ني ن بن أبا ن‬


‫ ثن ا أبو ا م‬،‫ ] حدثن ا أ ي‬Y*r/ ı [ -) ٨٤٨٢(

‫أن ذاوذ غأثؤ‬ :‫ قالأ‬،‫ثن ا ا ل ج زري‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا تثار‬، ، ^ ^ ١‫ح دثنى محم د ن‬
‫بي‬
‫ ظ أذري ؛ ال أ ة ال <ف ن ج‬: ‫ ه ا د‬، ٠٠ ‫^ أ م ح ل ؟‬ ١ ‫ " أ ئ‬: ‫ق ال إ ئ أ د ج ي د غ ي الث ال م‬،‫ال‬

.‫ب ئ ا ل م م‬

Cureyrî der İri: Bize ulaşana göre Hz. Dâvud, Cibrîl’e: “Hangi gece en
faziletli gecedir?” diye sorunca, Cibrîl: “Seher vaktinde Arş’ın sallandığından
başka bir şey bilmiyorum” karşılığını verdi.
‫‪18‬‬ ‫‪Fadl b. İsa er-Rakkâşî‬‬

‫‪Cureyrî, Tâbiûndan rivâyetlerde bulunm uştur. Ayrıca Sahabeden olan‬‬


‫‪Ebû’t-Tufayl'a yetişmiştir.‬‬

‫‪Takrîb 3089, Takrîb 3035, Takrîb 1987, Takrîb 4211, Takrîb 4376,‬‬
‫‪Takrîb 4383-a, Takrîb 4383-b, Takrîb 4383-c, Takrîb 4383, Takrîb 3451,‬‬
‫‪Takrîb 2457, Takrîb 3780‬‬

‫‪Fadl b. İsa er-Rakkâşî‬‬


‫‪Allah dostlarından biri de samimi olarak öğüt veren, çirkin şeylerden‬‬
‫‪arınm ış olan, kazanmaya bakan ve bağış almayı sevmeyen Fadl b. İsa er-‬‬
‫‪Rakkâşî'dir.‬‬

‫(‪ -) ٨ ٤٩٥‬ل ‪ ٢ ٠٦/٦‬ا حدثن ا أبى ‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ بن محم د بن ع من‪ ،‬ثن ا عتد الثؤ بن محم د‬
‫بن عبيد‪ ،‬ثن ا عنن بن أبى اخلا ر ج ال ه م ذا ئ ‪ ،‬ثن ا مح ثو ث بن مه د ؛لثو النمثري الن ح و ي‪،‬‬
‫ثت ا عتيد الل ه س أبى المغيرة المنش ئ ‪ ،‬ظ ‪3‬ت كت ب ا ئ ال ث ت ن ذ بن عيت ى ‪ " :‬أى م‬
‫ب د ‪ ،‬ظ‪0‬‬
‫يف ا إلى ووال و ما د‬
‫خال الء محموهه نبالمن اؤ م ؤص ومحة ‪ ،‬جئ ن ا ف‬
‫ال دا ر ائتي أصت حثا فيه ا ذائب‬

‫بجا قي ر حاء ونزور إذ ص ي ر م قي زعقاء وؤعور‪ ،‬أ حوال ه ا محتل قه وتفئ اثه ا‬ ‫بثا أ م حا‬

‫فف ا ال يدوم‪،‬‬
‫فف ا نذثوم‪ ،‬والقروو ي‬
‫ويمث حنون بزحايها ‪ ،‬امحقن ي‬ ‫منصرهه‪ ،‬يضربون‬
‫أهله ا‬ ‫نف ا الرزايا ‪ ،‬ؤئث وق‬
‫فا ت ‪ ،‬وبنوبه الث جين ا ت ‪ ،‬و م ج غ ج‬
‫وكتفن يدوم همس ئع مه ا ال‬

‫ي معئتشرءه رم يهزبس هام ه ا وثعث ا ه^‬ ‫ائنثاثا ‪ ،‬إثث ا هز به ا أع رامحس نس هدءه‪ ،‬وا ل حتومح ن‬
‫أ م ننس مئ الل ه قي ه صاثه وعزم‬ ‫ب حنام ه ا ‪ ،‬ز ال بد من اوئروؤبمش اوعه والمعاثنة‬
‫مأ خب ث ^‪^١‬تملح ن ظل ه ا ويفش‬ ‫أال‬ ‫عل ه في إ م حايه‪ ،‬محثس منه م ذ ه ب ز ال عنة‬
‫ائففي‪ ،‬األ حا ل زتتاذؤا‬
‫ي‬ ‫أغلف ا ‪ ،‬إثن ا هز به ا شئ ر ثازوئن وأهد ظ ع ن فاحصون‪ ،‬كأ ن قي‬
‫به ا‬ ‫ت ذ زا‬
‫‪ ، ١‬قد ائف ا ذ ث دع ا ينه ا وتك ز ت مع‪1‬ل ن ه ا ؤا ج‬
‫^‬ ‫ثلم ه م‬ ‫ب ا النت حا ل ئأصن ح ت‬
‫بال ترا ب‪ ،‬همحل ه ا مم ت ر ب وسا كثه ا‬ ‫ال قتور انن و ج شة اب ى انتئعل ئ ت ب ال ح را ب وأسس ت‬
‫مغترب ص أهل م و ج ش ن ودوي محل ة ئثثاسص ن‪ ،‬ال سثا ين و ذ بامنئزان ‪ ،‬ؤ ال ثثزاضل وذ‬
‫ثناح ن ن ا إل خ وان‪ ،‬ز ال ثئزازروذ ئراور ا ل جيران‪ ،‬هد اق ربوا في الئنا رل زنق اغلوا عن‬

‫ج د ال ثتراورون غ د نا بثه م م ن ف جزاي زثئ ا ي ال ديار‪،‬‬


‫التوا صل‪ ،‬فلم أن ممحم جي ران ت‬
Fadl b. İsa er-Rakkâşî 19

‫ وصاروا بغد ا ل حياة‬، ‫البثا دلت وال م ى‬


‫م ثئهأ م‬
‫ب‬ ، ‫ ؛ ^ بنه م وئد طحنه م بكل كل ه ا ب ر‬٠‫ز م‬
‫ءيل\ إ ز ما ض ازوا‬
‫ر‬ ‫ وءك ا ن قد‬،‫ي إيا ب‬ ‫ين‬
‫ هد ف ج غ به م ا أل حثا ب زازتون وا ثف‬، ‫رء اثا‬
‫ ي و ح ذ با ل م ه ر ؤا الععت ا ر وق س يتفع‬،‫ وي ص من ا دللف ا نم نث ؤذ غ‬،‫ف ر م ؛ في ذلل ث ا ل م ص ح ع‬

‫م ه غز‬ ٢ :3 ‫ فأي ف يء م حم ف ه ؟ قا‬: ‫ قل ق ه‬:‫؛‬١١٤ ، ‫ ^ ؤالث الم‬١^ ١ ‫ي ذ ث ق ي‬


" ‫ا لخؤاب‬
Ubeydullah b. Ebi’l-Muğîre el-Kureşî bildiriyor: Fadl b. İsa bana şöyle
bir mektup y ^ d ı: “içinde bulunduğumuz dünya, musibetlerle çevrelenmiş,
fanilik ile nitelenmiş bir dünyadn. içindeki her şey de bir yok oluşa doğru
gitmektedir, insanlar rahathk ve huzur içindeyken zorluklar ve su n u la rla
dünya onlar: birer enkaz haline getirir. Dünyamn değişik halleri ve
dönüşümlü aşamaları vardır, insanlar onun musibetleriyle karşılaşır,
rahatlığıyla da sınanırlar, içinde yaşamak yerilmiştir ve verdiği huzur da
daimi değildir. Felaketlerle sürekli değişen, biten her aeının ardından yenisi
gelen, felaket ve musibetlerle insanları helake doğru sürükleyen bir yaşam
nasıl sürekli ve daimi olabilir ki? insanlar dünyada nişandaki hedefler
gibidirler. Ecel onları karşılayıp oklarını atar ve ölüme sürükler. Bu hedefe
herkes gelecek ve bu acılarla karşılaşacaktır. Bu, Allah tarafından kararı
alınmış ve takdir edilmiş bir durum olup, bundan başka bir yere gidiş veya
bundan kaçış yoktur. Gölgesi giderek daralan ve ahalisi yok olan bir dünyayı
değersiz gör. insanlar bu dünyada konaklamış birer yolcu gibidirler ve
sonunda kalkıp ayrılacaklardır. Konaklama süreleri dolmuş ve yola düşmek
için çağrı yapılmıştır. Konakladıkları yer, onlardan sonra duvarları yıkılmış,
şekli şemail tanınmaz hale gelmiş harabeye döner.

Oradan da harabeler içinde topraktan yapılmış ü ^ ü tü c ü mezarlara


girerler. Oraya gidiş de pek yakındır, öylesi bir yerin sairini, ürküten ve
hayli geniş olan bir mekânın yabancısı gibidir. Oradaki yapılar içinde herkes
yalnızdır. Kardeşler gibi birbirleriyle iletişim kurmaz, komşular gibi
birbirlerini ziyaret edemezler. Mekân olarak yan yana bulunmalarına
rağmen birbirleriyle görüşmeye fırsatları olmaz. Aynı mekân ve civarda
olmalarına rağmen onlar gibi birbirlerini ziyaret edemeyen başka bir mahalle
20 Fadl b. İsa er-Rakkâşî

sakini de görmüş değilim. Ama bunu nasıl yapabilsinler ki? ^ rü m ü ş lü ğ ü n


ağırlığı altında un ufak olmuşlar, toprak ve nem tarafından yenip
bitirilmişlerdir. Diriyken cesede dönüşmüşler, sevenlerini üzmüşler; ama
dönüşü de olmayan bir yerde bağlanıp kalmışlardır. Biz de onların gittikleri
yerlere gidecek, yattıkları yerde yatacak ve o kuytu yerler, bizleri de
saracaktır. Zorla da olsa, isteyerek te olsa oraya götürüleceğiz, ö n le m
”.almanın ve endişelenmenin de bir yararı olmayacaktır. Bâki selam

Ravi der ki: Ubeydullah’a: “?eki, cevap olarak sen ona ne yazdın?” diye
”sorduğumda: “Buna cevap olarak bir şey yazmaya gücüm yetmedi
karşılığını verdi ,

‫ظ ب ن عت د‬ ‫ محا أ‬، ‫ث خ م ا ل ئ ئ‬ ‫ئ‬ ‫ ] خدق ثا أ ث و ع ص ه ت ال ق‬Y ،v / n [ - ) ٨ ٤ ٩ ٦ (

‫ ثن ا عتثة بن‬:‫ محاال‬، ‫ وال ئتبي‬،‫ ثن ا األصمعي‬،‫ ثنا 'ركريا بن ي حيى ا ل مق ر ئ‬،‫الغرير ا ل ج وهري‬
‫ " التي‬،‫ ئ إ أيه ا الديا ر الئ و ج شة‬: ‫ مماد‬،‫ ب مئتزة‬،‫ ص م حئ الؤثماشي ؤأئا مع ه‬: ‫ قاد‬،‫ف ارون‬
‫ وشيد في ال تراب بثاوه ا ممحل ه ا مم تر ث وش ا كغه ا مغترب في محلة‬، ‫ فن اؤنا‬،_ ‫ثتلىب ا لماد‬
٠' ‫الم ثئ اغل ن ال تتوا صلون تؤاح ت ن ا إل خوان ز ال قزاورون ئزاؤز ا ل جيران‬

Utbe b. H ârûn anlatıyor: Ben de yanındayken, Fadl er-Rakkâşî bir


mezarlığa uğradı ve: “Ey ıssız olan yer! H er yerinin harab olduğunu
gösteren, yapılarının toprakla yükseldiği yer! Sakinlerini, ölüme pek yakın
olan kişiler getirmiştir. Sakinlerin de, herkesin kendi derdiyle meşgul
olduğu, hayattaki kardeşlerin birbirlerini ziyareti gibi ziyaretleşemeyen,
hayattaki komşuların birbirine gitmesi gibi komşularına gidip gelemeyen bir
mahalleye taşınmış kişilerden biridir artık.”

‫ ثن ا أ خ ن د بن محم د ئن ع مر بن‬،‫ ا حدق ا أبو محم د بن •حثان‬٢٠٧/٦‫ ل‬-) ٨٤٩٧(


، ‫ ح دئنى عبيد \لل ه بن محم د‬0‫ ح دقتى محم د بن ائ ح س ن‬،‫أب\نء ظ أبو بكر بن عتيد‬
‫ ظ ا ز ث قو بجب‬،‫ ظ تندد ا كل إ ؛ن ي ز ال ا‬٠' :‫ ف غ ذ الئق\شه‬3 ‫ قا‬:‫ق وت‬: ،‫ ث م ن ت أبي‬:3 ‫ه‬
‫ با قرا ن ئهوقل ي‬،‫ وكل قن ب ال ي ج ب غش ح ش الهثزبب‬، ‫بث ئء ك غ ئ ن الص ؤ ت بالمزان‬
" ‫ م أؤ ال؛‬، ‫ " ز ئ غ م ال ئه م ق غ د خ ت ن لختزت إ ال غتق ة‬:‫ قات م ح ي‬،" ‫ي ف‬
Fadl b. İsa er-Rakkâşî 21

Fadl er-Rakkâşî der ki: “Zevk sahipleri güzel bir sesle okunan Kur'ân’dan
aldıkları lezzeti hiçbir şeyden alamamış, böylesi bir ses dışında hiç bir sesle
de kalpleri titrememiştir. Güzel sesle okunan Kur'ân’dan etkilenmeyen kalp
de ölü bir kalptir.”

Fadl der ki: “Gafilin ve akılsızın gözü müstesna hangi göz güzel bir ses
karşısında yaş dökmez.”

‫ ثن ا أ خ ئ د بن ح م د بن‬، ، ^ ^ ١ ‫ ا حدثما أ ب و ب ك ر محم د بن أخن ت‬٢ ٠٧/٦ ‫ ل‬-) ٨ ٤٩٨(

‫ عن يزيد بن أبي‬، ‫ ح د ب ي إبراهيم بن عبد المل ك‬، ‫ ثن ا عتد الئؤ بن محم د بن سمتا ن‬،‫ع ر‬
‫' إذا ا خ ي ابنآدمفي د‬٠ :‫ قات ال ث ق ل ئ عض‬:‫ ظت‬،‫ ئأت ان‬٣ ‫ خ د م‬،‫م م‬
" ‫ص ه‬ ‫هق‬ ‫ه ز ال‬ ‫ ز ظ أ ذ ي ي ل ق ق و د ال‬١ ‫ ؛‬: ‫ ؛‬١ ١ ‫ ؛‬، ‫ئ‬ ‫ء ذ قمح ي ه‬ ‫ش ن ك ال ذ ي‬

Fadl b. İsa der ‫لكا‬: Âdemoğlunun ölüm am gelince amellerini yazan


meleğe: “Yeter (artık yazma)” denilir. Melek: “Hayır, nereden bileyim ki
”belki (ölmeden önce): «Lâ ilâhe illallah» der de onu, onun için yazarım
cevabını verir-

، ‫ ثن ا أ خ ن ذ بن محم د بن ع م‬، ‫م خ ث ذ بن أ ح ن ذ ال وئدن‬ \ ‫ < للل ل‬- ‫ ا‬٢ ٠٨ /٦ [ “) ٨٤٩٩(

‫ المص ل ا لرئاس يت‬3 ‫ مات؛ هما‬،‫ عن أييي‬،‫ ح د ثن ي محم د بن الح س ن‬، ‫ثن ا عئد الثؤ بن محم د‬
" ‫ ؤإد\ فتن امعلع‬،‫' إدا” ك ن د الحزن فتن‬٠

Fadl er-Rakkâşî der ki: “H üzün derinleştiği zaman durulur. Durulduğu


zaman da kesilir.”

Fadl er-Rakkâşî bir ‫ ؟‬ok kişiden rivâyetlerde bulunm uştur,


s a a t l e r i n i n çoğu M uham m ed b. el-M ünkedir’dendir. Ancak ondan olan
bu rivâyetlerin m utâbaâtı yoktur. Bu rivâyetlerden bazıları aşağıda
zikredilmiştir.

Takrîb 4175, Takrîb 4176, Takrîb 4404, Takrîb 4336, Takrîb 4230-c,
Takrîb4294, Takrîb 3054
22 Kehmes ed-Da’â

Kehmes eci-Da’â

، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أخن ت بن ح م‬، ‫ ] حدق ا أبو بكر بن مال ك‬٢١١/٦‫ )“ ل‬٨٥٠٧(

:‫ قات ك بمئ‬:3 ‫ قا‬،‫ تن وادان‬8‫ كا ءن ات‬، ‫ <ا تج ثثا مح ؤ ت د ئ إن نامح د‬: ‫لخد تن إ‬ ‫خد ش‬
‫م ظ أي م د‬ ‫ ؤظ‬: ‫ ئ ك‬،" ‫ط‬ ‫جذ‬
‫ ع ك مح ئ ذ أزب‬،‫ه أئك ى‬ ‫ أن ش ق ذ ي‬، ‫ش ه‬ ‫ ي أي‬٠'

،‫ ءلما أ ك د ق ن ت إلى خا ب ب جا ول ي‬،‫ زاهي أخ ؟ي هاف ر ي ت ثةس ذ كا بذائق‬٠٠ :‫ قا د‬،‫الل ه‬


٠٠ ‫ا يدهء ئأئا أبك ي عثه ثئذ أرب ع ن شنه‬-‫ئأ ح ذ ت بئة قهئع ة طين ئ ن ث خ به‬

Umara b. Zâdân der ki: Kehmes b. Haşan ed-Da’â (bana) şöyle dedi: “Ey
Ebû Seleme! Bir günah işledim ve bu günaha kırk yıldır ağlıyorum.”
(Umâra): “Ey Ebû Abdillah! Bu günah nedir?” diye sorunca şöyle karşılık
verdi: “Bir kardeşim beni ziyaret etti ve bir danik’e (kuruşa) ona balık satın
aldım. Balığı yiyince komşumun bahçesinden aldığım toprakla elini sildi.
Ben bunun sebebiyle kırk yıldır ağlıyorum.”

‫س ن بن‬
‫ ثنا غثا‬، ‫ ثن ا محم د بن إش؛ ا ق‬،‫حدثن ا إبراهي م بن عبد الثؤ‬- ] ٢ ١١/٦ ‫ ل‬-) ٨٥ ٠٨(

‫ش ن من‬ : ‫ ه ا د‬، ‫ح د ب ي أبو عئد الؤ حم ن انحنف ئ‬ ،‫بن ال شم‬ ‫ ثن ا نثث ا ن‬،،‫أيي محثابي‬
‫ أ خ ن ذ ا‬٠٠ : ‫ محا د‬،‫ وئ ج ده ث ق ا ض ا ز في يده‬:‫ ه ا د‬، ‫كه م س دين ا ر في الطريق محرج غ في طآبه‬
‫ظ أذري أئ ن دثا ر ي أ ز ه ة 'ا‬

Ebû Abdurrahman el-Hanefî der ki: Yolda giderken Kehmes’ten bir


dinar düştü. Kehmes onu aramak için geri döndü ve onu bulup eline alınca:
“Benim dinarım bu mu, yoksa başkası mı bilmiyorum” dedi.

‫ن تث ن بن‬
‫ ثن ا أ خ ن د بن ا م‬،‫ ] ثن ا ع د ال ؤ بن محم د ثن جنفي‬٢١٧٦ [ -) ٨٥ ٠٩(

،‫ م ن أ ص حابه‬، ‫ غ ذ ث ي خ‬،‫ خ د ش الهيث م بن مغ اويه‬،‫ ^ ؛ ال دورقي‬١^ ‫ ثن ا أ حم د بن ؛‬، ‫م‬


‫ا‬: ‫ " وئ مح‬: ‫ف‬ ‫ قات‬،‫و ا ت ج‬ ،‫ب ة ي ا و م ؤ ا هلؤ‬
‫م‬ ‫ب ر أ ك‬
‫ص م‬ ‫ 'كا ن‬:‫قات‬
‫ظ رضيت ك لأي >ن اعه هط‬ ‫م أوى طث ن وء‬

Heysem b. Muâviye, y ^ lı bir arkadaşından bildiriyor: Kehmes, günde


bin rekât namaz kılardı. Usandığı zaman ise kendi nefsine: “Kalk ey her
Kehmes ed-Da’â 23

kötülüğün barınağı olan nefis! Vallahi, Allah için olmadıktan sonra tek bir
anlığına bile bende kalmana razı değilim!”

‫ ثن ا ألمناممر‬، ‫ ثن ا محم د بن إئ ح ا ق‬،‫هيأإ بن عبد الل ه‬،‫إتا‬


‫ء حدتما ر‬٢ ١ ١/‫ وآم‬-) ٨٥١٠(

‫ هابت نأى‬،‫ ح دثني أبو عبد الؤ ح م ن ا ل ح نفي‬،‫ ثن ا ق ث ا ن بن المصل الث الثي‬، ‫ن أيي طالب‬
، ‫ محاراد أن بم تنه ا أؤ يأ ح ذ ه ا ئنثئت ة إ ر ج ح ره ا‬C‫"كه م س بن ا لخشن عئزثا ى ا قت ت‬

‫حل ت يدلث‬-‫لم أد‬ ‫نيل ت ن ا أرد ت إلى ثذا؟‬ ‫ئا د ح د يده في ا ل ج حري ا ح ذ ه ا وجعل ت‬

‫م‬ ‫ قت جيء إ ل‬،‫قي ج ح ره ا ب ح ر ج ه ا ؟ بادت " إ ر أخ ط خ ن ت أن ث ح رج م ن ال مبب‬


" ‫ إ ي أ حم د وأ حم د‬،‫ و كا ن يمينه ال ذ ي يحل ق ن به‬، ‫فتل دعه ا‬

Abdurrahman el-Hanefî bildiriyor: Kehmes b. el-Hasan evde bir akrep


görünce onu öldürmek veya yakalamak istedi. Ancak akrep hızla hemen
yuvasına girdi. Kehmes onu yakalamak için elini yuvaya sokunca akrep de
ona vurmaya çalıştı. Ona: “Neden öyle yapıyorsun? Neden akrebi çıkarmak
için elini yuvasına sokuyorsun?” diye sorduklarında: “Ben (Allah’a) hamd
ederim. Akrep bana bir şey yapamaz; ama yuvasından çıkıp da annemi
sokmasından korktum” karşılığını verdi. Kehmes yemin edeceği zaman:
“Ben (Allah’a) hamd ederim ve yine hamd ederim” derdi.

، ‫ ثن ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن حق ل‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا أب و بك ر بن مال ك‬٢١١/٦ ‫)" ل‬٨٥١١(

‫ نث بكه م س ائر س زم ن ال فتنة‬:‫ فات‬، ‫ ثن ا أبو معاويه الث الييء ثن ا ت ب ي د بن غ ا م‬، ‫ح دقني أ ي‬

‫هؤ الء ن ا‬ ‫ق من‬ ‫ ل ن‬، ‫ " أ ح م د م‬:‫ ثق ات‬،‫ ا شق ي‬:‫ ق ات‬،‫وكهت س ا خذ بم؛ي زاوية‬
" ‫أت ق ظ ث‬

Saîd b. Âmir der ki: Siyasi kargaşa zamanında bir atlı Kehmes’e rastladı.
Kehmes’te (dökülmesin diye) su tulum unu ağzından tutmuştu. Atlı: “Bana
su ver” deyince, Kehmes: “Rabbime hamd olsun. Eğer sen onlardan olsaydın
sana su vermezdim” karşılığım verdi.

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ خ ن د س ا نم نئ ن‬، ‫ ] حدثن ا عئد ال ر ن جع فر ب ن مح ئ د‬٢١٢/٦‫ ل‬-) ٨٥١٢(


،‫ " كان "كهن س زي ال صالحا ش ب ي حنيفة‬:‫ محات‬، ‫ ثن ا سع يد بن غ ا م‬،‫أ خن ن بن إبراهي م‬
‫ب م ح رخ‬ ‫م وم غلى أم ه ح ش‬ ، ‫ و كا نمح لل د ن‬، ‫ ت‬1‫و"كا ن يعم ل في الجصاص‬
24 Kehmes ed-Da’â

‫ وكان أ ق الق وقأ قا ئث ز ى التؤ ن ك را بذائق فزص غ صا ج ث ال ق د‬، ‫ءأها م بن ك ه حش ن ا ث‬


‫ أن ا تمم ي ال ق ثص ع وزن‬: ‫ صا ح ب ا ل ق د ة‬0 ‫ ق ات ر ج ل م ن جمها‬،‫وون نص ف درهن؛‬
‫ ث ثا;ئ ا محن ث‬:‫ " أ خن ن ض آل و م م ق تميثه ظ تأ‬:‫ د ك بمئ‬1‫"مب ص د م ق‬

Saîd b. Âmir der ‫لعا‬: Kehmes, Hanîfe oğullarından ‫ ه‬1‫ س‬salih bir kişiydi.
Kireç işinde çalışır ve ezan okurdu. Annesi ölene kadar onun bakımıyla
ilgilendi. Annesinin ölümünden sonra Mekke’ye gidip oraya yerleşti ve ölene
kadar orada kaldı. Bir defasında çarşıya gidip bir dânik karşılığında annesine
hurm a suyu almak istedi. H urm a suyu satan adam ona yarım dirhemhk
tartınca komşu esnaftan biri: “Allah’tan korkmuyor musun? O na yarım
dirhemlik hurma suyu tartıyorsun” dedi. Kehmes: “Rabbime hamdolsun ki
bu dânik ten daha büyüğünü görmedim” diye araya girdi. Kehmes de
“Rabbine hamdolsun ki” şeklinde yemin ederdi.

‫ ثن ا أ خ ن د س‬،‫ن تن ن‬
‫ ثن ا أ خ ئ د بن ا م‬، ‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن محم د‬٢١ ٧ ٦ [ “) ٨٥١٣(

‫ قادت "كا ن ” كه م س " بم ن د في‬،‫ ثن ا ا ل ح ت ن بن ن و ج غ ذ عبد المل ك بن قريب‬،^ £ ١^

" ‫ه ؛ ر أ م‬ ‫ ك ف أ نأ ش‬، ‫ه ز ى ب ه‬ ‫ ؤ ذ ؛ أ من ى‬، ‫قمم ن ط ث ث ؤ ؛ ب د م ح ن‬

Abdulmelik b. Karîb bildiriyor: Kehmes b. el-Hasan kireç işinde çalışır ve


günde iki dânik alırdı. Akşam olunca da bunlarla meyve alır annesine
götürürdü.

‫بن‬ ‫ ثن ا أ خ ن د‬،‫ ثن ا أ خ ن د ب ن ما ن نت ن‬، ‫محم د‬ ‫بن‬ ‫ ا خ ا؛ثن ا عتد اش‬٢١٢/٦ ‫ )“ ل‬٨٥١ ٤(

‫ "ى ن‬:0 ‫ ظ‬، ‫م‬ ‫ ح د ش شي ح ث ن ي‬٠ ^ ١ ‫م بن م غ م‬ ‫ ح د ت ي مح د‬، ‫إبراه م‬


‫ت م ح لوا مح بمون‬3 ‫ ئا‬،‫ك بمئ أ و ف يؤ ل أ م ؛ قادت محا ذ قي جيرانه م عرس فيه م ح ق و ن‬
‫ محأرمنن إل ئ هم نل بما ن س علجي‬،‫أص زاثهم ي عنون م كا ن ه ك ذا يثكل؛ أ خ ن د ما تحسن ون‬
‫' اغتر‬٠ : ‫ ه ا د‬،‫ ئأرت يبالصؤة إقه أحسثة‬،‫تي ا ب ي ئ بقصة وكأن يكش ح ايث ت وي ح د م أثة‬
‫ ئأئق اف ا في‬، ‫به ا حا دما الملف النئ كا ن مشغو ال ب خدمته ا قأزاذه على أن ثأخذق ا هأبى‬
١٠ ‫ ح ش د ف ن ه ا إل ث ه‬، ‫س ن ه‬
‫ال ب ي ت ف أ خ ذ ن ا ز غ ز غ ت‬

Ubeydullah b. M uhammed el-Kuraşî bildiriyor: Numeyr oğullarından


bir ihtiyar bana şöyle anlattı: Kehmes b. el-Hasan annesine çok iyi
davranırdı. Bir defasında komşularının bir düğünü oldu. Düğünde de bazı
Kehmes ed-Da’â 25

kadınsı erkekler vardı Yüksek sesle şarkı söylemeye başladıklarında Kehmes:


“Şükür ki bunu da iyi yapamıyorsunuz!” diye söyleniyordu. Kehmes ev
işlerini gördüğü ve annesinin hizmetinde bulunduğu için Süleymân b. Ali
el-Hâşimî ona bir kese içinde para gönderdi ve (sanırım) şöyle dedi:
“Bununla annene bir hizmetçi ‫ ”أ ك‬Zira Kehmes annesinin hizmetini
gördüğü için Süleymân bu parayı almasını istemişti. Ancak Kehmes almayı
kabul etmedi. Süleymân da parayı eve bırakıp çıktı. Kehmes de parayı alıp
Süleymân’ın peşinden gitti ve geri ona verdi.

‫سى‬
‫ ثن ا المتثا‬، ‫ ثت ا إ ت خ ا ق‬، ‫ ثت ا محم د‬،‫ ] حدق ا إبراهيم ن عئد الله‬٢١٧٦ [ -) ٨٥١٥(

‫ "كا ن ع م رو بن‬:‫ ئال‬،‫ ب ن قريش‬، ‫ حددقى ر جت‬، ‫ قا غث ا ن بن ' ك غ ل‬،‫بن أيى طال ب‬
‫ط‬ ‫ \ ل أ ز ى‬:‫ ه■ أ ق ة‬،1 ‫ مما ل‬، ‫ئ ز و ل خ خ إل‬ ‫وي ه ن ن د ة‬ ‫ب م غ ي‬
‫م‬ ‫ث‬ ‫ت ي‬ ‫ي م نأ ي‬

‫س ه غ إلو وأ ص حابه م ح س‬
‫ ه جاء إ‬٠' : ‫ قا د‬،‫وأ صحابه وأكزههز وما يئ جتوني قمتم ق حال نه ب‬

٠٠ ‫مب ف ث ال ثأت و ق ي‬
‫خ ا‬-‫ ز أم ت‬٠^ ^ ^ ‫ أ م ق د‬0 ‫ إ‬٠٠ ‫عثئ ه ب‬

Ğassân b. el-Mufaddal der ‫نط‬: Kureyşli bir adam bana şöyle bildirdi: Amr
b. ubeyd arkadaşlarıyla birlikte, Kehmes b. el-Hasan’ın yanına gelir onunla
otururdu. Bir defasında annesi ona: “Bu adam ile arkadaşlarını görüyorum
da onları hiç sevmedim ve durumlarını beğenmiyorum. Onlarla bir daha
oturma!” dedi. Sonrasında Amr ile arkadaşları yine oturm ak için yanına
geldiklerinde karşılarına çıktı ve: “Annem senden ve arkadaşlarından
hoşlanmadı. Bir daha yanıma gelmeyin” dedi ,

، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ حم د بن ح م‬، ‫ \ ا أ ] حدثنا أبو بك ر بن مال ك‬/ ،\‫)" ت‬٨٥١٦(


‫"كه م س وه و‬ ‫ " ذ ظثا عآى‬:‫ قالت‬،‫ ثعا م وت ى بن ي ال ال ثن ا ي ق ا م شر خث ا ن‬،‫ح دثني أيي‬
‫ قا د‬،‫ ئ د ائثزاف ا ب اربع ي ن ألفت دثا ر‬، ‫ن ئ غ ى‬
‫ب ن ك ه زئ ؤ في ناي لنلتن ا ذ بن ع ئ غلى ا م‬

‫ فذ ح ك عقه بغد العصر فنفع إئت ا ن نأت ه م ن‬:3 ‫ ه ا‬، ‫مبق ام•' نقد أنفئ علته ا متل ه ا‬
‫ ي ن ؤ ك أ ن ه ذ ه ا ل ؛ا ز ف ف تمح ل‬، ^ ١ ‫مد‬
‫ ظ أ ي غب‬: ‫ق ا ت‬ ،‫ ث ف ي ز ر ت ق ف مح ت‬، ‫ي ى ا تا‬

‫ د أز ى‬، :‫ م‬1‫ ئ د ه ق‬، ‫ز بآ زب غ ة ذز؛ بلم‬ ‫ ظ ي ن ؤ ب ى ث ؤ أ ي‬4 ‫ ال اللل‬: ‫ "كه ن س‬،3 ‫ مما‬، 1‫عل ت ه‬

'٠ ‫زب اليحل ف ن عش يم ينب ع د العص ر ؤئز" كا ذ ب‬


26 Kehmes ed-Da’â

Hişâm b. Hassân der ‫لكل‬: Kehmes Mekke’de iken yanma gittik, o,


Süleyman b. Ali’nin evinde oturmaktaydı. Süleymân bu evi kırk bin dinâra
almış ve ona kırk bin dinar masraf etmişti, ikindi vaktinden sonra yanına
girmiştik. Arkadaşlarımızdan biri başını kaldırıp evin tavanına baktı ve: “Ey
Ebû Abdilmelik! Bu evin senin olması ve onun gelirini yemen senin
sevindirir mi?” dedi. Bunun üzerine Kehmes: “Hayır vallahi, bu dört
dirheme olsa dahi beni sevindirmez” dedi. Hişâm ekledi: “(Ben bu kişiyi)
ikindi vaktinden sonra yalan yere yemin eden bir adam (olarak)
görmüyorum.”

‫ثت ا‬ ، ٤١^ ^ ١ ‫ ثن ا أ ح م د بن ا ل ح شثن‬،‫ء حدثن ا أثو محم د بن حيا ن‬٢ ١٣/٦ ‫ )“ ت‬٨٥١٧(
‫ قأال عتد اللؤ بن‬:‫ قالأ‬،‫ عن حف ص بن ح م تد‬، ‫ ثت ا أبو عتد الؤ ح ئ ن‬،‫أ حم د الدؤرقي‬
٠٠ 3 ‫ مما‬،‫' هدد ا م ن ائن اع ل ثشزت قذائة م ح دة باردا ظم تل ق‬٠ ‫ كثا مغ"”كه م س‬:‫المت ارك‬
" ‫ي ب ث قل ها‬ ‫م ن‬
‫ن‬ ‫م د ال مب ن‬
‫ف ا ف أثا ه‬

Abdullah b. el-Mübârek der ki: Kehmes ile beraberken içmek için suya
:yaklaştı. Suyun tadına bakınea soğuk olduğunu görüp içmekten vazgeçti ve
Ey Ebû Abdirr “‫ ^؛‬mân! içme! Bu sudan bile hesaba çekileceğiz” dedi .

‫ ثن ا أبو محم د عند‬، ‫ ثنا أ خ ن ذ‬، ‫ ثن ا أ خ ن ذ‬، ‫ ] حدثن ا أث و محم د‬٢١٣/٦‫ ل‬-) ٨٥١٨(

‫ " كا ذ‬: ‫ ل ي "كهنس ب ذ ك ه‬3 ‫ ئ‬:3 ‫ ظ‬، ‫ امح د ي‬3 ‫ ح دبت ي م وت ى ئ ذ ه ال‬،^‫؛‬£ ١^ ‫المل ك بن‬
" ‫ ئ ط تا ث ت ن ك ث ال م‬،‫ه ولي غن ا لخزاظ‬ ‫؛ي ج و ث غ ر ي ف ذا ال م و و ف‬

M ûsa b. Hilâl el-Abdî der ‫ثكل‬: Kehmes- Mekke’de bana: “Bana kuru ve
taze hurm a satın alan ve bahçelerden toplayan bir komşum vardı. ‫ ه‬öldüğü
zamandan beri hurma yemeyi bıraktım” dedi ,

‫ ظ أ خ ن د بن‬، ‫ محا أ خت ن بن ال غن ش‬، ‫ ] ثن ا عئد الله بن محم د‬٢ ١ ٣ ٨ [ -) ٨٥١٩(

:‫ مات‬،‫م ض ا ج ت ا ك ر ي‬ ‫ ما ث ض ئن‬،‫ هما انح ت ن بن علي ا ل حنفي‬، ‫ ^ ؛ بن م‬١^٦


‫بج د‬ ‫ ؛ ائ ئ ز ئ ؤ ق ة‬، ‫ه ئ ه‬ 3 ‫بم ف ث ا ظ‬ ‫ضئ دت ث بد م آ م‬ >‫' ائث بج‬٠
" ‫ ؛ ال ئق م ن ح ز ء ئ‬1‫مبت ال ي أ ح ذ ملمه قس‬
Kehmes ed-Da’â 27

Yahya b. Kesîr der ki: Kehmes, bir dirheme un aldı ve ondan yemeye
başladı. Un, uzun süre bitmeyince onu tart« ve hiç eksilmediğini gördü.
O ndan sonra artık undan aldığında eksilmeye başladı ve sonunda un bitti.

، ‫ي م‬ ‫ي‬ ‫ئ إ أمحت‬ ‫ط الغي‬ ‫ئ‬ ، ‫ئ أ بل ي‬ ‫م‬ ‫غ د ه أب ر‬ ] ‫ ا ا أ‬7 - ‫[ا‬ -)٨ ٠ ٢ .(

‫ ء ذ‬:‫ قات‬،‫ وتلي يكت ى أب ا غطاء‬، ‫ ح د ق ي ز ب د ص أن ل‬،‫ظث بن ائزيب‬ ‫ ثت ا‬،‫ح د ق ي أبي‬

" ‫’ غ ض ي ن ي ي قمحا ة‬4 ‫ " أ زا ف ن غ د ي ؤ أ ك‬: ‫م‬ ‫ي ي ز ف ال‬ ‫ص تقود‬

Ebu Atâ der ki: Kehmes gece yarısı şöyle derdi: “Bana azab edeceğini
görüyorum, sen ise benim gözümün nurusun ey kalbimin sevgilisi!”

‫ثئا‬ ،‫ ثنا ث خ ث د بن ائئثئى‬، ‫ ثن ا هم د الل ه بن أ خن ذ‬،‫ء ثما أث و بك ر‬٢١٣/٦‫ )“ ت‬٨٠٢١(


‫' ا جتمعوا بي س ت‬٠ ، ‫ وك هن ئ ا‬، ‫ وق مئتلما‬،‫ أن بدي ال‬،‫ ثت ا م وت ى الؤاسبجء‬،‫عئد الثؤ بن ور‬
" ^ ١ ‫ض ال ن ا ؤ‬ ‫م‬ ‫ث‬ ‫ي‬ ‫ ممال وا ا ت ز م‬:‫ قال وا‬،‫جت ت ه ب‬

Musa er-Râsibî bildiriyor: Budeyl, Şumayta ve Kehmes içlerinden birinin


evinde toplandılar ve: “(Soğuk sudan dahi hesaba çekileceğiz) gelin bu gün
soğuk sudan dolayı ağlayalım” dediler,

‫ ثن ا ا ن ش ئ د‬c‫ ثت ا محم د بن إت ح ا د‬،‫ ] خ ا؛ثن ا إبزاهمم بن غثد الثؤ‬٢١٣/٦‫ )“ ل‬٨٠٢٢(


‫*كه م س‬ ‫ د ح ن ث جئت‬:‫ قات‬، ^ ١^ ‫ عن إشخا ق بن‬،‫ عن ا ألصمع ي‬،‫ ثغ ا بم ش‬،‫بن عشا ن‬
‫ وال ق‬،‫ ف ذا ا ل ج ه د م ن أ خيك ب‬٠٠ '•‫ وه ات‬،‫إثث ا امح ي عئ زه نن ز ه ح مراء‬ ‫اخل ا ب د‬
" ‫ا ف ث غا ذ‬
ishâk b. İbrahim der ki: Kehmes’in yanma girdim. Bize on iki kırmızı
taze hurma koruğu ikram etti ve: “Kardeşinizin gücünün yettiği budur.
Yardım eden de Allah’tır” dedi.
Kehmes, Tâbiûnun m eşhur m uhaddislerinden rivâyetlerde
bulunm uştur. Bu rivâyetlerden bazıları da aşağıda verilmiştir.

Takrîb 1129, Takrîb 1774, Takrîb 2114, Takrîb 4449-d, Takrîb 2559
28 Atâ es-Selîmî

Atâ es-Selîmî
Allah dostlarından biri de (günah işlemekten) çok korkan, tem iz kalpli
Atâ es-Sel‫؛‬m!'dir. Korku onu zayıf düşürmüş, zayıflık ta soldurmuştu.
Marifet onun tem inatı, korku ise bağıydı.

‫ ثن ا مه د‬،‫ ثن ا بشن بن م وشى‬،‫ ] حدق ا ئ خ ث د بن أ حم د بن ا لخنن‬٢١ ٥ ٨ [ -) ٨٥٢٨(

‫ محادت ئ ك لعطاء‬،‫ أخثزنى بشن شر من صوو‬،‫ ثن ا نق؛ا ن بن عس ه‬،‫الل ه بن ال ؤ م ا ل ح م ئد ي‬


‫؛ أ خ د يد يل ي؟‬î)l<r ‫ ر ى‬، ‫بم‬،‫حانه ا ث‬-‫ بم قيدت م ن ذ‬،‫ أرأيت أ و أبة ت\را أسمل ت‬:‫\ل ث د م ي‬
" ‫ف د ذال ثلي ل ح شي ث أن بخرغ مس ي ي ل أن أ م ن إلفه ا‬
‫ " ثؤ ي‬:‫ق ات غتنا ة‬

Bişr b. M ansûr der ki: Atâ es-Selîmî’ye: “Eğer bir ateş yakılsa, sonra da:
“O na giren kişi kurtulur” denilse, sence ona giren olur mu?” dediğimde:
“Eğer öyle bir şey bana denilse ona yetişmeden önce (sevinçten) canımın
çıkmasından korkardım” karşılığım verdi.

، ‫ ثت ا عتد الثه بن أ حم د بن ح يل‬، ‫ ما \ ء حدثن ا أبو بك ر بن تالل ه‬/ ‫ تآ م‬-) ٨٥٢٩(


‫ قادت مح ن ت لعقن اء‬،‫ أ حتزني بع م س من صور‬،‫ ثن ا شقيا ن بن نكس ه‬،‫ح د ي ي محم د بن غثا ؤ‬
‫ تزى أن‬،‫ م ن ب ح د غزو الثاز ب ح د ا ل جغه‬:‫ مم ي ل لن جل‬،‫ أرأي ت ل ؤ أبث ثارا أ وقد ت‬: ‫الثليمئ‬

‫ق د أن‬ ‫ش ي‬ ‫ص اا إ ر أ ظ ئ ل ن مح د ل ي ذلل ف لمق ب ئ‬ ،‫ق ه ؟‬ ‫م آل لخد‬ ‫ص‬ ‫مح ت‬

‫أ ئ خ د م ةا م حا ا ا‬

Bişr b. Mansûr der ki: Atâ es-Selîmî’ye: “Eğer bir ateş yakılsa, sonra da
bir adama: “Bu ateşe giren kişi cennete girer” denilse, sence ona giren olur
mu?” dediğimde: “Sanırım öyle bir şey bana denilse ona yetişmeden önce
sevinçten canım çıkardı” karşılığını verdi.

، ‫ ثن ا عئد اللمؤ ن أ خ ن ذ بن ح ي د‬، ‫ ] حدثت ا أ م تكر بن تالل ه‬٢١٠/٦‫ ل‬-) ٨٥٣٠(


‫ز‬ : ‫ محا د‬،‫ ثت ا بشن بن من صور‬،‫ ثن ا ن م ان بن حم ق ه‬، ‫خ ا؛قيى أبو بكر بن ح الب اث ا هلئ‬
‫ثمين إ ر‬ ‫ال‬ ، ‫ مم ي د لى انم بثمسلث فيه ا‬، ‫ ئؤ أن ثارا أ ب ي ت‬،‫ اا يا أثا يمم‬:‫عط اء الثلي م ئ‬
٠٠ ‫ هئد أن أ مي ز إل تها‬، ‫ث ر ج محز حا‬ ‫جنة ز ال إلىث ا ر لظ نن ت أن مس ؤ‬

Bişr b. Mansûr der ki: Atâ es-Selîmî bana: “Ey Ebû Bişr! Eğer bir ateş
yakılıp bana: “Kendini içine at, böylece ne cennete ne de cehenneme
Atâ es-Selîmî 29

gidersin” denilse, sanırım ona yetişmeden önce sevinçten canım çıkardı”


dedi.

،‫ عن بشر بن منصور‬،‫ ثن ا ئمثا ن بن عس ه‬، ‫ ] ثن ا أثو بكر بن مالك‬٢ ١٠/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٣١(
‫ نقد أوقد ت تار س‬:‫ قيد ثئ‬،‫ أرأيت أ و أن إنن ا ائ‬:‫ ئ ك لع طاء الثليمي نهز جا و ثن‬:3 ‫ظ‬
‫ف د لي دللث ل ح شي ت أن ثخرغ ث ب ي‬
‫ ثؤ ي‬٠٠ :‫ ق ات عطاء‬،‫نلح د هذه الثا ز ن جا م ن الثاي‬

" ، ٠ ٠٠ ‫م ء ق د أ ن أ ق ع‬

Bişr b. Mansûr der ki: Atâ es-Selîmî’ye — ki Bişr, Atâ es-Selîmfnİn


komşusudur— : “Eğer bir adama: «Bir ateş yakıldı, bu ateşe giren kimse
cehennemden kurtulur» denilse, sence ona girer mi?” dediğimde: “Eğer öyle
bir şey bana denilse ona düşmeden önce sevinçten canımın çıkmasından
1‫ ^ ” آل لل ك ة غ ه ء‬rşılığını verdi ,

‫ ثن ا عئد الئؤ بن أخن ت بن‬،‫ ] حدث ا أ ح ن د س جعف ر بن حم دا ن‬٢١٦/٦‫)“ ل‬٨٥٣٢(

‫ت مح ت‬3 ‫ قا‬،‫ ح دثنى بث ر بن من صور‬، ^ ^ ١ ‫ د‬٠٨٠ ‫ ظ ئ و ت ى بن‬،‫ ح د بغى أيى‬، ‫حس د‬


‫ ي عقناء ينؤ ن‬:‫ مم ك لت‬،‫أوقد يتن يد ي عطاء ا لختدي زه و الثليم ى فى عداة باردة‬
‫ قث ات‬:‫ هات‬، ‫ ز ال مح ن ث إ ر ا ل ج ن ا ب‬،‫الث ا ئ ل و أثلث ر ث أنبلم ي ثئثلف في هذه الثاي‬
‫دبث نز أ< ث بدللق ن نم ئ أة‬
‫ " ؤالثؤ تبغ م‬: ‫قا د‬ P :‫ قات‬،" ‫ص‬ ‫ " إي ؤتث ا‬:‫لي‬

" ‫ب حرجن سي مر ح ا ق د أن أمت إ م حا‬


Bişr b. Mansûr der ki: Soğuk bir sabahta Atâ es-Selîmî’nin önünde ateş
yakıyordum. Ona: “Ey Atâ! Kıyamet gününde hesaba çekilmemen
karşılığında sana şu ateşe girmenin emredilmesi seni sevindirir miydi?”
dediğimde: “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki evet” cevabını verdi. Sonra:
“Vallahi bana böyle bir şey emredilse ona yetişmeden önce sevinçten
canımın çıkmasından korkardım” dedi.

‫ ح دثني أ ح ت د‬، ‫ ثت ا عثد الثؤ بن أ ح م د‬،‫ ا خ ا؛ثغ ا عتد الل ه س جنفي‬٢ ١٦/٦ ‫)■ ل‬٨٥٣٣(

‫ظ‬ ‫ئ مع‬ ، ‫ ص بذ ر أن ء ي‬،‫ ظ ء و ئ أ ي زري‬، ‫إت'ي م ا ل م ح ئ‬


‫أن ر‬

‫ ل و أن قاب ال مات‬،‫ يا يشن‬11 :‫ لى‬3 ‫ محق ا‬، ‫ فى بتت نثا ر قذ أ ج ج ت قى با حثة ال ئ ت‬،‫القليم ى‬

‫ش ا ب أم‬ ‫ م حن آذ ث م ق ف ي غزو الثاي ز ال مح ن ت‬: 3 ‫ دما‬، ‫م حمح م‬ ‫لي ث ن ق م‬


30 Atâ es-Selîmî

‫ لظ نن ت يا بغ ز أن‬:‫ قات‬، ‫مثي ر ج من ال د ي غأى حاللش ال ئدري إ ر الحسي ثمين أم إ ر م‬


٠٠ ‫ض م ج فن حا ا حتثا ر ا لف ا ق د أ ن أ ق ع فيه ا‬ ‫ثب ي‬

Bişr b. Mansûr der ‫كل‬: Atâ es-Selîmî île birlikte bir evde idim. Evin bir
tarafında bir ateş yakılmıştı. Bana şöyle dedi: “Ey BişrJ Eğer Rabbim
tarafından bir kişi bana: «(Kıyamet gününde) hesaba çekilmemen
karşılığında kendini şu ateşe atmak veya cennete mi cehenneme mi
gideceğini bilmeden bu dünyadan ayrılmak arasında muhayyersin» dese, ey
Bişr sanırım ateşi tercih ederim ve ona yetişmeden önce sevinçten canım
çıkar.”

‫ ثن ا‬،‫ن نت ن الح داء‬


‫ ثن ا أ ح ت د بن ا م‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أبو محم د بن حقا ن‬٢١٦/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٣٤(

: ‫ ئا د‬C‫ ص بث ر بن م ح ور‬،‫ ح د ب ي عبد ال مب ن بن مهد ي‬،‫أخن ت بن إبراهي م الدورقي‬


‫ وقات في‬،‫ ئذ ك ر نحوا ب ن ح د ي ث م م و بن أيي نز؛أتي‬،‫كا ذ ■عطاء الثلبممي ث ع جثة ا ل ص الء‬
‫ م ح ء ث ل‬،‫ لؤ ءن دللثئ ظ ث غ أة صئ ثئثغ‬،‫ " إ ل واش ا لذي ال إه إ ال ئؤ‬:‫خزه‬
‫ و كاد؛ا هد أف ت م ن الح ؤذ_ا‬:‫ ح ش‬5‫ عتذ ال‬3 ‫ قا‬، ٠٠ 1‫أن أبخ فيه‬

”Bişr b. Mansûr: “Atâ es-Selîmî akrabalık bağlarını gözetmeyi severdi


:dedi ve Amr b. Ebî Rezîn’in rivâyetinin aymsım zikretti. Ancak rivâyetinde
Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki eğer öyle bir şey olsaydı“
.daha ona düşmeden önce sevinçten camm çıkardı” dedi. Abdurrahman (b
M ehdî (: “‫ ر ه‬korkudan dolayı yatalak olmuştu” diye eldedi.

‫ ح دبن ى أثو‬، ‫ ثن ا أ ح م د‬، ‫ محا أ حم د‬،‫ ] حدثن ا أثو محم د ئ ذ حقا ن‬٢١٦/٦‫ ل‬-) ٨٥٣٥(

‫ض‬ ‫ ذ ظ ا‬:‫ قا ت‬، ‫ئ ز ا ؤ ع ا ل م ح ئ‬ ‫ ثث ا ت بما‬4 ‫م د ئ ذ ر ص‬


‫ب‬ ‫ ثثا‬،‫غ ت د ال م ت ذ مح ذ ق‬

‫ أين ؤأل أثلث ا ح رئ ت بهذه الثاي ول م‬:‫ ثث بعصن ا‬3 ‫ مما‬،‫عطاء الثليم ي وه و يوقد ث ح ث قدر‬
‫وثم‬ ‫ ثم أ ح رئ ث‬،‫ ب م أ ح رئ غ‬،‫ا‬-‫' أؤ ئص دبوتي ثز\ش ثوددت أدي أ حرهت به‬٠ :3 ‫ ظ‬،‫مئب ئ‬

" ‫مأب ئ‬
Mercâ b. Vâdi’ er-Râsibî der ki: Atâ es-Selîmî’nin yanma girdiğimizde
ateşin altını yakmaktaydı. Birimiz ona: “(Kıyamet gününde) diriltilmemen
karşılığında bu ateşe atılmayı ister miydin” dedi. Bunun üzerine o: “Bana
inanacak mısınız? Vallahi (kıyamet gününde) diriltilmemem karşılığında bu
Atâ es-Selîmî 31

ateşte yanmayı, sonra tekrar yanmayı sonra tekrar yanmayı isterdim”


karşılığını verdi.

،‫ ن‬1‫ ثت ا ا لخنن بن ه ارون بن ت ي ئ‬،‫ ] حدبت ا أثو م ح م د بن حيا ن‬٢ ١٧ ٦ [ -) ٨٠٣٦(


‫ ئ د خ ك‬١^ ^ ‫ظاؤ ال ث ي م ئ وك ا ن‬ ‫ أ و‬:‫ قا ت‬، ‫ قثا مح ز ئ ذ مح ق‬، ‫قث ا ئأي ث آل ئ ثاوذ‬
‫ ق أ ءد‬،" ‫ وعثه ندزعأ‬،‫فئ ع طاع إل مم دة أئة‬
‫ ي‬،‫ ووئ لخم‬٠٠ : ‫ ف و د‬،‫غي نم د‬
:‫ع اثه‬-‫ و كا ن م ولت فى د‬،‫ هذ ور ا بع د من ازأثا مممن ا ؤ ركن ا ه‬، ‫؛ل ئ ن ن‬ ‫كذ ن ك حش‬

،‫ب ز و ح ذ ق ي مر ي‬
‫ زا م‬،‫مصرعي عند ال ن ؤ ت‬ ‫وار ح م‬ ،‫م ح ي في ال د ي‬ ‫بمم‬ ‫أ ا‬ ‫المح‬ "
" ‫وار حم قا ب ي مح ن يدي ك‬
Nuaym b. Muvarri’ bildiriyor: Âbid bir zat olan Atâ es-Selîmî’nin evine
gelip yanına girdik. Girdiğimizde: “Vay haline Atâ’nın! Keşke annesi Atâ’yı
doğurmasaydı!” demeye başladı, !‫)؛‬zerine cübbe giymişti. Güneş batmak
üzere sararmcaya kadar bu durum u devam etti. Sonra evlerimiz aklımıza
geldi de onu öyle bırakıp oradan çıktık. Atâ dua ederken de şöyle diyordu:
“Allahım! Dünyadaki bu garip halime merhamet et! ö lm ek üzere yatağa
düşünce bana merhamet et! Kabirdeki yalnızlığımda bana merhamet et!
Dirilip de huzurunda duracağım zaman da bana merhamet et!”

‫س ن بن‬
‫ ثن ا أ ح ن ذ بن ال تح‬،‫ ا حدثن ا ص ذ الل ه بن مح ئ د بن جئمر‬٢١٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٠٣٧(

‫' م ك ت عطاء الث ل م ي‬٠ :‫ قات‬،‫ ثت ا علي بن ثقاي‬،‫ ظ أ ح م د بن إبراهيم بن حمير‬،‫ئصر‬

‫ح ي أ م حن‬ ‫ع طاء ا ل م‬ ‫ ئ ئ ك ث‬:‫قات علي‬ P ، ‫ف إ ز غيثا ينئي ال م‬ ‫ي‬ ‫جئ‬ ‫مبت رة‬
:‫ ثم قات عل ي‬،‫ و كا ن يقوض ا عش فراشه‬،‫ ال يوئم من ا ل ح و ف ز ال يخزج‬،‫ت ث أ عأى فزاشه‬
‫نأ ي ف ي ء أربع ي ن منه؟ لم د أمحئا غ ال ق عدد ق عر رأسم ه و ج ت د ه‬

Ali b. Bekkâr der ki: “Buraya yani Sağr’a geldiğim zaman Atâ es-Sehmi’yi
Basra’da bıraktım, o kırk yıl boyunca yatakta kaldı. Korkusundan dolayı ne
kalkıyor, ne de dışarı çıkıyordu, o, yatağında iken abdest alıyordu. O nun
için kırk yıl nedir ‫ ?لظ‬o başındaki saçların ve bedenindeki kılların sayısınca
Allah’a itaatte bulunm uştur.”
32 Atâ es-Selîmî

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ خ ن د بن الحس تن‬،‫ ] حدثنا ع د الل ه شر م حم د بن جعمر‬٢١٧٨ [ ")٨٥٣٨(


‫و‬ ‫ ود‬، ‫ت ش م ع ت صالحا‬3 ‫ قا‬،‫ حدقتي مح د الله بن محم د الم رث ي‬، ‫أ خ ن د بن إ(زا ويلم‬
‫ ال ثي ب إة ن ن أللق لحؤئا غتز باهض قا د‬٠٠ ;‫عطاء الث ل م ئء وذ و تا بلغ الح ؤ ف ينه ق ات‬

‫ حا جر غن‬،‫ حؤظ موئيا ع ر ط اعتلث‬، ‫ ؤ ال جا ه د‬، ‫ ال ذ ي بمر ح ز ال قاب ع‬: ‫عثتد الل ه‬

‫مغصيي ك ام‬

Ubeydullah b. M uhammed el-Kureşî der ki: Salih’in, Atâ es-Selîmî’yî


zikrettiğini işittim. Ayrıca onun korkusundan bahsetti ve korktuğu zaman:
“Allahım! Biz senden bâhid bir korku istiyoruz” diye dua ettiğini söyledi.
Ravi der ki: Ubeydullah bâhid ifadesini: “Yaralamayan, kesmeyen,
yormayan, taatına kuw et veren ve masiyetinden alıkoyan bir،‫ ؛‬korku
istiyoruz” şeklinde açıklamıştır.

، ، ^ ^ ١‫هيمأإ بن م ح م د بن‬1‫ ثعا إبز‬، 0 ‫ ] حدثن ا أبو مح م د بن حيا‬٢١٧/٦‫ ل‬-) ٨٥٣٩(


‫عط)ء ؛لثبيب ئ قد ؛ئتف‬ Ö& .‘‫بموت‬ ،‫ ش م ع ت أثا نل بما ن‬:‫ ثمالأ‬،‫ثن ا أ خ ن د بن الحواري‬
"‫ه ف غ ز‬ ‫ " ث ا د‬:‫ ئت‬،‫ ظءائ دكزت عدة ش ظ‬،‫شبه‬
‫ ت ث أل أتذا م‬،‫ مح‬0 ‫ وقا‬،‫خزه‬
,
Ebû Süleymân der ‫لكل‬: Atâ es-Selîmî’nin korkusu şiddetlenmişti, o
cenneti hiç istemezdi. Yanında cennet zikredildiği zaman: “Allah’tan bizi
affetmesini dileriz” derdi -

‫ ح دثني ث خ ث د‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د بن ي حش‬، ‫ ا حدثن اأب و م ح م د س حقا ن‬٢ ١٧/٦ ‫)" ل‬٨٥ ٤ ٠(
" ‫ي ئ ا قآ ن ص ا ك زب‬ ‫ظا ة ال‬ ‫ " من ئ‬:‫ قا ت‬،‫ص ت ذ ن و ة‬ ،‫ئ م ز و ق‬

-M uhammed b. Merzûk bu rivâyeti zikreden birinden bildirerek: “Atâ es


Selîmı korkudan Kur’ân’ı unuttu” dedi .

‫ ثن ا عئد ال ر بن م ح م د‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن ع م‬،‫ \ ] حدثن ا أيي‬W /S [ ") ٨٥٤١ (

‫ غ ذ أبي‬،‫ قا ج م بن أ ي جعمر ا لرازي‬، ‫م‬ ‫س د ثن ي ض بن أ ي‬ ‫ كا‬، ‫بن ي م‬

‫يث وا ق يز و ا أل حا د ي ث في‬
‫' ا ف‬٠ :‫ ءثوت‬، ‫ظا ة ال ق ي ي إ‬ ‫ ' كا ن‬:‫ قات‬،‫مب م الث ا ث خ‬

" ‫ مهثى ؛لق أن يروخ م ظأئامحي بذ 'لخأ‬، ‫ولح م‬


Ebû Câfer es-Sâih der ki: Atâ es-Selîmî: “Bana ruhsatlarla ilgili hadisleri
araştırın. Belki Allah, içinde bulunduğum bu üzüntüyü hafifletir” derdi.
‫‪Atâ es-Selîmî‬‬ ‫‪33‬‬

‫(‪ -) ٨٥٤٢‬ل‪ ] ٢١٧/٦‬حدثن ا أبو بكر بن م ال ك ‪ ،‬ثن ا عثد الثؤ بن أ حم د ‪ ،‬أخبزت ضر‬

‫م ع م ن زص و ي ه ‪ ' ،‬م ح ن‬ ‫ظا ء الق ل م ي إ ذا‬ ‫^ ‪ ٤‬محا د ‪ :‬كا ن‬ ‫^‬ ‫ق ب ن ب وب ه ‪١‬‬ ‫ث‬ ‫محم ب ن‬

‫ري د أ ن أ ق ذ ؛ غ ش أ م‬ ‫ش‬ ‫فيو ‪٠' : 3‬‬ ‫ف د ي د ا ‪ 6‬ءيم‪1‬أل لة ف ي‬ ‫^‪٤‬‬ ‫حو ار_ن د و ب ك ى‬

‫ع ظ م‪ ،‬أريد أن؛ق و؛ بتن يد ي طؤ ‪ÜİJ‬‬


‫‪Atâ es-Selîmî namaz için abdest alıp bitirdiği zaman titrer, sarsılır ve‬‬
‫‪şiddetli bir şekilde ağlamaya başlardı. Kendisine neden öyle ©Iduğu‬‬
‫‪sorulduğunda ise: “Çünkü büyük bir iş yapacağım, Allah’ın huzurunda‬‬
‫‪duracağım” karşılığını verirdi,‬‬

‫لخت‬ ‫خ ه أ ب و ب ك ر ت ن ن ال ك ‪ ،‬بثا ع ث د اللي ث نألحنذ‪ ،‬خ د ب ن ي‬ ‫( ‪] ٢ ١٨ ٨ [ -)٨ ٥ ٤٣‬‬

‫س د ‪ ،‬قالط‪:‬‬ ‫خ د م ي ح يى بن نا شد‪ ،‬ح د ب ي اخل الء بن‬ ‫بن إبراهيم ‪ ،‬قا اثن مح دة‪،‬‬
‫د ح ك عل ى عقناغ الئ ل م ي ؤئد ع ب ي علته‪ ،‬ممل ت المرأته أر جعفر‪ :‬ن ا فأ ن عطاء؟ ‪،‬‬

‫ثال ث ‪ '٠ :‬س ح ز ت جارقا التثوز قثل ز إلئه ا ئ م معشقا عثه "‬

‫‪Alâ b. M uhammed der ki: Atâ es-Selîmî’nin yanma uğradım,‬‬ ‫‪o bayılmış‬‬
‫‪durumdaydı.‬‬ ‫‪Eşi‬‬ ‫‪üm m ü‬‬ ‫‪Câfer’e:‬‬ ‫‪“Atâ’nın‬‬ ‫‪neyi‬‬ ‫”?‪var‬‬ ‫‪dediğimde:‬‬
‫‪“Komşumuz tandırı yakınca ona baktı ve bayılıp yere düştü” karşılığını‬‬
‫‪verdi.‬‬

‫(‪ ] ٢ ١٨ ٨ [ “) ٨٥٤٤‬حدثن ا أبو بك ر بن مالك ‪ ،‬ثن ا عئد الثؤ بن أ ح م د ‪ ،‬ح د ث ي أ خ ن د‬


‫بن ^‪ ٤^ ١‬ثن ا إبزا م أ بن غئز الؤ حم ن بن م هد ي‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ح دبتني عف أل العا بدة‪ ،‬وكائ ت‬
‫قد د ه ب بصزئ ا م ن اخلا نة‪ ،‬قال ت ‪ ” ٠٠ :‬كا ن عطاء إدا ب ك ى‪ ،‬ذك ى ث الثة أ م وث ال تخلا ل‬

‫‪ibrâhîm b. Abdirrahman b. M ehdî’nin bildirdiğine göre ibadetten gözleri‬‬


‫”‪kör olan Ufayretu’l-Âbide: “Atâ ağladığı zaman üç gün üç gece ağlardı‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫أف ت عطاء الثل ي ب ي‬


‫‪ ^ ١‬الت ح ي ‪ ،‬قات‪ :‬ي‬
‫(‪ “) ٨٥٤٥‬ل ‪ ٢١٨/٦‬ا قال ت م حنة و خ د ش ^‬
‫<ل ةتل د ‪ ،‬ئ ‪3‬‬ ‫م أ ج نة ي ‪ :‬ه ‪ ،‬قات‪ " :‬ق و ت‪ ،‬و ذا ئ ؤ قي • ا ج ة المغ بزة ج‪1‬لمت نإذا‬
‫مح ذإنئ ت أثت أثن وض وءثوص أ ة ‪ ،‬ءم‪1‬ل ت لي ع ج وز معه في‪ ١^ ^ ١^ ١‬أثن دموعه‬
34 Atâ es-Selîmî

Îbrâhîm el-Mahallî der ki: Atâ es-Selîmî’nin yanına gittim ve onu evde
bulamadım. Baktığımda onu odanın bir kenarında oturur buldum.
Etrafında bir ıslaklık vardı. O nu, abdest almış olduğu suların ıslaklığı
sandım. O nunla birlikte bulunan yaşlı bir kadın: “Bu (ıslaklık) onun
gözyaşlarının eseridir” dedi.

،‫ ثن ا أ ح م د بن ا لختن بن تحم ر‬،‫ ا ثعا عبد الل ه بن م خم د بن جعمر‬٢١٨/٦ ‫ )“ ل‬٨٠٤٦(

‫ صد‬،‫م ئ ذ ق ص ة‬ ‫ ؤمح ذ‬، ‫ر ي ن‬ ‫ء و تذ‬ ‫ ثثا‬، ‫ثثا أ خ ط ئ ا وص م ال د ا ئ‬


‫ ك ا ذ عظ اء الث إ؛ ج ة قذ أ صر بنفس ه‬٠' :‫ قالأ‬، ‫ عن صالح ا ن ن ئ‬،‫أ ح ذ ه ما عأى صاحبه‬
‫ ف ال رد‬، ‫ال نثكثف ئ ث ك ق ظ‬1‫ و‬، ‫ ! ق قت أضزرث بئسل اا‬:‫ ق ك ثت‬:‫ ىد‬،‫حش ض ع فن‬
‫ ون مئا نحعل ت ثت‬، ‫ت ء اش ر ي ت فويما م ن أ ج ود ن ا و ج د ت‬3 ‫ ظ‬، ‫ أس د‬:3 ‫ قا‬، ‫عإي كرام ي‬
‫ ال ضح ح ش‬:‫ ئ ئ ك لت‬،‫ف ريته هتف ا و ح قته ا ل أز ش ك به ا م ع اض وكورا ب ن ن اغ‬
‫ ثم شز ح ت‬، ‫ ثلث ا *كان م ن ال ق د جعل ت ل ه نحوه ا‬، ‫ فد فربه ا‬: ‫ مما د‬،‫ هزج ع‬: 3 ‫ ئ‬C‫يشربه ا‬
‫ ئ بمحان الل ه زذذ ث عأغ‬:‫ و ئ ك لت‬،‫ ءاثتته ثثئئة‬:‫ قات‬، ‫ محز جغ به ا ل ز يشربه ا‬،‫به ا م غ ائيي‬
‫ي قذ‬5‫ ص ال‬:‫؛‬3 ‫ ئ‬، ‫ وعش ذ ك ر ء‬٥^٨^ ١ ‫ يعيغنف ويم ؤيبث عأى‬1‫ مم‬١^ ‫ !ن‬١ ‫م ي‬1‫” كز‬
‫ئثث ا‬ ‫ ظبع ت ت‬3‫ قذ ق ر ت ه أؤ‬، ^ ١ ‫ت يص يث ر ال ي ن ولث‬3 ‫ ه ا‬c ‫وج د ت من‬
‫ أزنت أن أئزثه ن و ت ثزؤ‬٩ ،،‫س نه ا ن ظ ئذرت غلى دلال‬،‫ ش ي غلى أن أ‬cjjlj ‫؛ لثن‬
،‫م ا‬،‫ ل ح ءند‬1‫ ذ ك ى ص‬، >^‫و م ك ان‬ ‫ م ن‬، ^ ^ ١ ‫ د يسيغه ويأتيه‬1‫ب م ع ة ز ال يتك‬
‫ ؤ م‬:‫؛ اليه‬

٠٠‫ أ ال أز؛ني في و؛د زأئث ي ؛لحز‬: ‫ق ك في ي ي‬

Salih el-Murrî anlatıyor: Atâ es-Selîmî kendine çok eziyet etmiş ve zayıf
düşmüştü. Ona: “Sen kendine eziyet etmektesin. Ben senin yerine bir şey
yapacağım, ama bunu reddetme” dedim, o da: “Tam am ” dedi. Bunun
üzerine bulduğum en güzel kavuttan ve yağdan satın aldım. O na bir şerbet
yaparak (şeker) bulayıp tatlılandırdım. Sonra onu bir bardak su ile birlikte
oğlumla kendisine gönderdim. Oğluma: “Bunu içene kadar yanından
ayrılma” dedim. Oğlum geri döndüğünde: “O nu içti” dedi, ikinci sabah ona
aynı şeyleri hazırladım ve oğlumla gönderdim. Oğlum içecekle geri döndü
ve: “O nu içmedi” dedi. Bunun üzerine yanma gidip kendisini kınadım ve:
“Sübhanallah! Sana ikram etmiş olduğum şeyi geri çevirdin. Zira bu seni
Atâ es-Selîmî 35

namaz ve Allah’ı zikretmek için kuvvetli tutacaktır” dedim. Bu hareketinin


ağırıma gittiğini görünce şöyle dedi: “Ey Ebû Bişr! Allah sana kötüyü
göstermesin, ilk gönderdiğini içtim. Ancak ikinci gönderdiğini içmek için
:nefsimle uğraştım ama yapamadım. O nu içmek istediğim zaman aklıma
Onu y u d u m la m a y a « ‫ ؟‬.ahşacak fakat boğazından geçirem eyecektir
Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölm eyecek, arkasından da
:şiddetli bir azap gelecektir»* âyeti geldi.” Bunun üzerine kendi kendime
Ben bir vadideyim, sen başka bir vadidesin” dedim. Abdullah b. Süleymân “
ekledi ki: “Sâlih: «Ben bir vadideyim, sen başka bir vadidesin» derken
”.ağlamıştı

Uj ،‫ ثن ا أبو بك ر بن محي‬،‫ ثن ا أبو ا لخض بن أبا ن‬،‫ ا حدبن ا أيي‬٢١٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٤٧(
:‫ قات‬، ‫ عن ض ا؛ ح ان م ى‬،‫ عن مس ت كي ن أيي ءاطم ة‬،‫ ثت ا شنذان بن ي مع‬،‫ئ ح م ذ بن هدام ة‬
‫ هص غغت له‬: ‫ ها د‬،‫ إثل ق هد ص ث ف ت ثلؤصثئثا للف ت ريق ا ودكلمثا ة‬: ‫ئ ك لع ط اغ الثليمجح‬
،‫ا م؟‬1‫ وتكلم‬1‫ئن ا ثلث ءشويم‬1‫ ص‬: ‫ ق ك‬،‫ ال يشزب‬، ‫ئ ا‬،‫ بم م ك ث أ‬،^^ ٠ ‫مئة‬ ‫م_ئ ا‬

" ‫لمح ة‬ ٢ ^ ١ ‫ ال و ث‬٩ ‫ \ل‬،‫ " ي أ ي بش ر‬: ‫ه ا ت‬

Salih el-Murrî der ki: Atâ’m n yanına gittim ve: “Sen zayıf düştün, sen
zahmet etmeksizin biz sana çorba yapsak” dedim. O na çorba hazırladım ve
birazım içti. Sonra günlerce içmedi. “Sen bir şeye karışmadan sana çorba
hazırladık” dediğimde: “Ey Ebû Bişr! Cehennemi hatırladığım zaman
içemiyorum” karşılığını verdi.

‫ ثن ا عثد الل ه بن أ خ ن ذ بن‬،‫حم دا ن‬ ‫بن‬ ‫ ا حدق ا أ ح ن د ن جع فر‬٢١٩/٦‫ ل‬-) ٨٥٤٨(

،‫الم ري‬ ‫صاب ح‬ ‫ غذ‬،‫ ح د ب ي م وت ى ئ ذ ت ع يد‬،‫ كا مو ش ئ ذ ه ال ل‬،‫ ح د ب ي أيي‬، ‫م‬ ‫ح‬

‫و يؤم ئزبه م ن ش ويق‬ ‫ قد ح د علف إبليس هل ؤ‬، ‫ يا ف خ‬: ‫ ق ن غ‬،‫ أس ت عطاء‬:‫قات‬

،‫ ثا أبا صالح‬:‫ ومحا ل‬، ‫ محأعطا ي ق القه دراه م‬:‫ قات‬،‫فتئؤى غش ض اليلف وعأى وض ويل ث‬
‫ ئدص ت ن ي‬:3 ‫ ه ا‬،‫ت هأ ح ذ ت ئد ر ثن ن "كئ ج إه‬3 ‫ ئ‬،‫و يؤم بشربة م ن سويي‬ ‫ثع هدت ى‬
، ‫ق ا جت ا مطويال‬:‫ قاد‬،‫يقص|ءنئ قغث واهي‬
‫ ؤئه ا بض زقز م زأف‬1‫ئ م‬

1İbraMmSur. 17
36 Atâ es-Selîmî

١^ ‫ ئثكت عنة حش‬:3‫ظ‬ ‫قا‬


‫ث‬ ‫ي أبت بغد ا‬:3‫ أي قيء خبمال؟قا‬:‫ممكثق‬
-‫ل‬
: ‫ قا د‬،‫ ثا حتي س عأئ ابغى ا حتث ا ما شديدا‬، ‫الئه بث منه ا‬ ‫من الع د ل ذللف ال زقت أرتك‬ ‫كان‬
‫منة وتقي منه ئتف ايي‬ ، ‫ يا أث ب‬: ‫ مح ا د‬،‫خ بملف‬ ‫ يا بثي أي‬: ‫ مم ك‬،‫ب م جاء‬
4‫مئ مح ز أنش ك اث‬ ‫ت حش لأ؛‬3 ‫ ئ‬،‫ يضفن فزبة لحئت ب ن ال ث ئء‬:‫ مم ن ت‬، ٩ -^
‫ ال أ ئ ت ه ع‬:‫نه ب الى أي؛؛ل ق ئد‬،‫ ا‬: 3 ‫ ظ” ل ك ؟ قا‬:‫ مم ك‬،‫ته ا عأي‬،‫ إلذ؛ اث؛ي قذ ل‬،‫ب غ ي‬
‫ا‬1 ‫ " ليحل‬: ‫ت ق‬1‫ ءم‬: 3 ‫ ه ا‬، ٧٣٩٢‫ ؛‬،1‫ح د عال‬- ‫ ظ ف ئ قت‬: ‫ ق ك‬،‫ث أئئه‬
‫ صن ت م‬: 3 & ، ‫قزبهأ‬
‫ أن ث‬: ‫ قا د محل ت‬، ٠٠ ‫ إ ر زالثي إذا د و ت جهن م ن ا يسيغني طعام ؤ ال مزا ث‬،‫يا صالح‬
‫زاي في ؤاؤ زأثا في واد ال غي ف أبدا‬

Salih el-Murrî der ki: Atâ’nın yanına gittim ve: “Ey şeyh‫ ؛‬iblîs seni
kandırıyor. Halbuki her gün bir çorba içsen, namazın ve abdestin için güçlü
!olursun” dedim. Bunun üzerine bana üç dirhem verdi ve: “Ey Ebû Salih
Bana her gün bir içimlik çorba yap” dedi. Ben de bir keyceîe değerinde
malzeme aldım. Hurmayı dövüp içine yağ kattım ve bir bardak suyla
karıştırdım. Dirhemlerini de döşeğimin altına koydum. Oğlum (çorbayı
”?götürmüş ve dönmekte) çok gecikmişti. Ona: “Gecikmene sebep nedir
dediğimde: “Israrımdan sonra onu içti” dedi. Ben de sustum ve bir şey
demedim, ikinci gün aynı zamanda ona aynı şekilde parasını döşeğin
.altından alarak (çorbasını) gönderdim. Oğlum yine çok gecikmişti
!Geldiğinde: “Evladım! Gecikmene sebep nedir?” dediğimde: “Babacığım
O ndan biraz içti ve geri kalan kısmım bana içirdi. Ben de: “Yarım bardak
içmek hiç içmemekten daha iyidir” dedim, üçü n cü gün aynısını
,gönderdim. Oğlum onu geri çevirmişti. Ona: “Ne oldu?” dediğimde
.oğlum, onun: “Babana git ve onu içemediğimi bildir” dediğini söyledi
.Bunun üzerine kalkıp yanına gittim ve: “Ey şeyh! iblis seni aldattı” dedim
O da: “Vay haline ey Salih! Vallahi cehennemi hatırladığım zaman ne
,yiyebiliyor, ne de içebiliyorum” dedi. Ben de: “Vallahi ben bir vadideyim
”sen başka bir vadidesin. Bir daha seninle bu konuda konuşmayacağım
dedim-
Atâ es-Selîmî 37

‫ى‬ ،‫أ خن ت بن الغصر‬ ‫بن‬ ‫ ومحم د‬، ‫أ خ ن ذ‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا ال و ل د‬٢١٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٠٤٩(

‫كمن‬ ‫ ك ا أبو‬،‫ح و حدبنا أيي‬-‫س د بني حيى الوا سطي‬ ‫ما‬ ،‫م‬ ‫عتد ا ل ر ح نن بن أيي‬
‫ ح د ي‬، ‫ ئ بن خ ي م‬1‫ ح د ب ي الص‬،^ ^ ٠^ ١‫ ظ محم د بن‬، ‫ ظ أبو بكر ى ق د‬، ٤^ ‫بن‬
‫ وعمن س‬، ‫ ء إ دا عطاء الثليم ي‬،‫انص زمح ث ذا ث يؤم م ن الجمع ة‬ ٠' :‫ هالأ‬،‫أبو تزيد ال هذاد ي‬
:‫ ممات ع م لخثز\ء‬،‫بقثا ن وكان قت بك ى حش غبشن وكان قت صأى حش دثز‬
‫بوه م م‬

‫ قا د محقن ا ح عقناء صن ح ه حؤ‬،‫ في طلبت ا ال وكفئ‬،‫حتىمح م ش بل ه و وئ ل ع ب ؤتأتا ث ائنؤبي‬

‫ ءانش ج موض حه زا ج ث ن غ الغامح ن ؤهع ذ ع م عند رأس ه محلم يزد غ ز حال ه ح ش‬، ‫مع شقا غثو‬
٠٠‫ محم د‬،3‫ ثم أدا‬، ، ^ ^ ١

Ebû Yezîd el-Hedâdî der ki: Bir gün Cum a namazından çıktığımda Atâ
es-Seiîmî ve Ömer b. Dirhem ’in yürüdüğünü gördüm. Atâ es-Selîmi gözleri
zayıflayana kadar ağlamış ve yaşlanana kadar hep namaz kılmıştı. Ömer,
Atâ’ya: “Daha ne zamana kadar eğlenip oynayacağız? ö lü m meleği peşimizi
bırakmıyor” deyince, Atâ bir çığlık attı ve bayılarak yere düştü. Başı kemiğe
kadar yarılmış ve insanlar etrafına toplanmıştı. Ömer başucunda oturdu.
Akşama kadar baygın kaldı. Sonra kendine geldiğinde evine taşındı.

‫ ثن ا عتد الثؤ بن محم د‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن محم د بن ع من‬، ‫ ] حدق ا أيي‬٢٢ ‫م‬/ ‫)" ال‬٨٥٥٠(
،‫غ ن ن م ر‬ ،‫ع ن ب كا ر‬ ،‫خ ي م‬ ‫ ثن ا الصل ت ب ن‬، ‫ح د ب ئ ي محم ذ ث ن ال خ ن ث ن‬ ، ‫ي ن ث ما ن‬

:‫ مالأ‬،‫ م ن عئد أخيلث ا لخنن‬: ‫ ئ ك‬، ‫ م ن أ ق ذ ج ئ ش؟‬: ‫ مما د‬، ‫‘ نززث بعطاء الثليمئ‬. ‫ش ا د‬

، ‫زت ج د انئؤ س إ ر ج‬: ‫ينف ن إ ل ج م ح ا‬


‫ل‬1 ‫ل ذ ي ت ي م‬، " : ‫ ئ ت‬: ‫ ئ ك‬، ‫ قا د ؟‬u ‫د‬

" ‫ ن ئ ث غ ط ا ة ت غ ب ي غ ي ي‬11 ‫ ن ا د‬، ‫ء م ح‬ ‫ه قإ إ ر‬ ‫ف أ يل غ و ا ت ط ومح إ‬

Suayr der ‫كل‬: )Bir gün) Atâ es-Selîmî’ye rastladığımda bana: “Nereden
”geliyorsun?” diye sordu. “Kardeşin Hasan’ın yanından gelmekteyim
.dediğimde: “O ne dedi?” diye sordu. “Dünya müm in kimsenin bineğidir
M ümin kimse onunla &*bbine gidecektir. Sizi Rabbinize götürecek
bineğinizi güzel kılın, dedi” cevabını verdim. Bunun üzerine Atâ bayılıp
düştü .
38 Atâ es-Selîmî

‫ ثنا عتد‬:‫ ق\ ال‬،j«*a‫؛؛‬M‫ ومحم د بن أ حم د بن‬، ‫ ] ثت ا ال ول ي د بن أ خن ذ‬٢٢ ‫ م‬/ ‫ ال‬-) ٨٥٥١(


‫ مما الصل ت بن‬، ، ^ ^ ١ ‫ ثثا م خ ث د ئ ذ‬، ‫ ثنا محم د بن ق ش‬، ‫ال مب ن بن أيي حات م‬
‫ ف ه د ت عط اء الث ل م ي ح رج في بمانؤ‬٠٠ : ‫ قا د‬، ‫ ثن ا ا ل ع الء بن م ح م د انت صر ي‬، ‫خ ي م‬
‫ محئ ة إئ'ا ئ و إ ز‬P ، ‫ب ئ ى غ ي‬
‫و ذبل ق ج‬ ‫ر فأ بجا‬ ‫ خ ش ت‬، ‫ن ئ ي ؤ غ ي محغ <ا ج‬
" ‫ش قا غ ي‬ ‫ا لخان خ ئ‬

Alâ b. M uhammed el-Basrî der ‫ ظ‬: )Bir gün) Atâ es-Selîmî’nin bir
cenazenin ardından gittiğine şahid oldum. Cenaze namazını kılana kadar
dört defa bayıldı. H er bayılmasında ayılıyor ve mezarlığa baktığında tekrar
bayılarak yere düşüyordu ,

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا هم د الؤ حم ن‬:‫ ق ا ال‬، ‫ ؤ مح ث د‬،‫ ] حدق ا ال ول يد بن أخن ت‬٢٢٠/٦‫ ل‬-) ٨٥٥٢(
،‫ثن ا ال ول يد س مست ل م‬ ‫ ثن ا صالح ن أبي‬،‫ ثن ا محم د بن ال غثت ن‬،‫م ح م د بن مب ش‬
‫ن سر ع ئ تير‬٠٨‫ محإن ؛‬:‫ مم ي ل لت‬، ‫كئا عند عطاء الث ي جئ‬ :‫ فات‬،‫عن ح ق د بن دع ل ج‬
٠٠ ‫ م مسا‬- ‫ م‬،‫ مممث ا ث ا ة‬٠' : ‫ ق ا د‬،‫ نا ج ز‬£‫أرسماثؤ م ن اه ل د ش ى عل ى ذ‬

Huleyd b. D a’lec der ki: (Bir gün) Atâ es-Selîmî’nin yanında idik.
Kendisine: “Filan b. Ali, bir kişinin kanı için Dimaşk’tan dört yüz kişiyi
öldürdü” denildiğinde, derin bir nefes çekerek: “Aah” dedi ve ölüp yere
yığıldı.

‫ ثن ا محم د بن‬،‫ ثت ا عتد ال ؤ ح م ن‬:‫ قا ال‬، ‫ و محم د‬،‫ ] حدثن ا الزيت‬٢٢ ^ ٦ [ -) ٨٥٠٣(
‫ اقتب غ‬٠٠ : ‫ ها د‬، ‫ ثن ا س نار أبو ت ي ن ة‬،‫سمحن ن بن منظور‬
‫ ثن ا ح‬،‫ ثن ا محم د بن ا ل ح ثن ن‬،‫ث ح ثى‬

‫زن ا‬ ‫ قات؛‬،‫ت ا ن‬
‫ وما نأي ت عط اء إ ال وعن ا ه ثمي ع‬:‫ قا ت‬،‫ ق د مؤته بث الثين تن ه‬،‫عقناء القل ب‬

" ‫غ ة ؛ إل د ف ق ض أ غ د ال د ؛ ؛ ا‬ ‫ؤء ه‬ ، ‫ ;ا ن ي أ ة ؛ م ح و‬٩ ،‫ زأ; ئ ث‬٩ ‫ئ ؛أ‬ ‫مح ق أ ث ث ي‬

Sirâr Ebu Ubeyde der ki: Atâ es-Selîmî ölümünden otuz yıl önce uzlete
çekilmişti. O nu ne zaman gördüysem mutlaka gözlerinden yaş akıyordu.
Atâ’yı gördüğümde ise onu çocuğunu kaybetmiş kadına benzetirdim. Sanki
Atâ dünya halkından değildi.
‫‪Atâ es-Selîmî‬‬ ‫‪39‬‬

‫(‪- ] ٢ ٢٠٨ [ “) ٨٥٥٤‬حدثن ا أبو م حم د بن حثا ن‪ ،‬ثن ا أ حم د بن ا ل ح تن ن‪ ،‬ثط أ خ ئ ذ ين‬


‫إثزايب‪ ،‬ح دثني مثا ر بن حاتم ‪ ،‬ح د ق ي بشن بن من صور‪ ،‬ئات ‪ :‬مح ث أش م ع عطاء الث ل م ء‬
‫وصشثة بغد اخلصر‪ ،‬بموت ‪ ' :‬عدا عط اء قي ا ئ م ‪ ،‬عدا عطاء في ال م "‬

‫‪Bişr b. Mansûr der ki: Atâ es-Selîmî’nin ikindi vaktinden sonra her‬‬
‫‪akşam: “Atâ yarın mezarda olacaktır, Atâ yarın mezarda olacaktır” dediğini‬‬
‫‪işitirdim.‬‬

‫إئن؛ ويلم ‪ ،‬ثغا‬ ‫(‪ ] ٢٢٧٦ [ “) ٨٥٥٥‬ثن ا أب و محم د ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د ثئ الحس ن‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن‬
‫إل؛‬ ‫م‬ ‫ئا ة ال ق‬ ‫غ ذ خ ث ا ؤ ث ن ز م ‪ ،‬قا ت‪ :‬كا ن‬ ‫خ د ي أ ي‪،‬‬ ‫ئ مه د ال مب ن ‪،‬‬ ‫رإ ‪:‬تا م ء‬

‫ث م قات‪ " :‬ئا ة عدا هذه ال ث ا ئ في الم ر "‬

‫‪: :Atâ (çok) konuşmazdı. Konuştuğu zaman da‬لكل ‪Hamm âd b. Zeyd der‬‬
‫‪Atâ yarın bu saatte mezarda olacaktır” derdi “.‬‬

‫غتتذه‪،‬‬ ‫بن‬ ‫أبو عتد الثؤ‬ ‫ح د بغ ي‬ ‫(‪ “) ٨٥٥٦‬ل‪ ] ٢٢١/٦‬حدثت ا أبو محم د ‪ ،‬ثئ ا أ حم د ‪،‬‬
‫قا د ‪ :‬شمع ت ع مزه‪ ،‬ثمولأ‪ " :‬ل ز مث غ عطاء رأته إل ى ال ق ن اع‪ ،‬ولم بمحك أربع ين تن ه‪،‬‬
‫م ز ن ع ز أ ت ة ن ع ‪ ،‬ئ ث ز غ ن ت م ط مم ت ى فتئ ا ف ي ب لهه '‪٠‬‬

‫‪Ufeyra der ki: Atâ başını gökyüzüne hiç kaldırmazdı. Kırk yıl boyunca‬‬
‫‪İçyüzüne kaldırdı ve korkup yere düşerek‬ص ‪hiç gülmedi. Bir defa başım‬‬
‫”‪karnında bir yırtık açıldı.‬‬

‫(‪ ")٨٠٥٧‬ل‪ ] ٢٢١/٦‬حدثت ا أ خ ئ د بن جعف ر بن حم دا ن; ثن ا حم د الل ه ئن أ خ ئ ذ بن‬

‫م ‪ ،‬ح د ش أ خ ط بن إبراهيم ‪ ،‬بن ا أبو عتد اش بن مح ذه‪ ،‬ح د ي ث خ ى بن ر ص ثن ا‬

‫ئا ة ‪،‬‬ ‫ومح ق ؛ ‪ ١ ٤‬ز أ ‪ :‬ث‬ ‫م أتال ي‬ ‫ث خ م ‪ ،‬قا د ‪ " :‬ن أ ‪ :‬ث غطا غ ال ث ي ب ئ كال‬ ‫ئ‬ ‫ا ت ال غ‬

‫ي ن م ن أه ل ؛ل د ي ود حل ت غثو ‪ ،‬قالي‪ ،‬امزأئه ‪ :‬أنا ئزى عطاء بك ى ال ق د‬


‫ءكأبه ر ج ل ف‬
‫وا محا ن ال ث م ئ ’م‬

‫‪Alâ b. M uhammed der ki: Atâ es-Selîmî’yi eskimiş bir tulum gibi‬‬
‫‪gördüm. O nu gördüğüm zaman sanki dünya halkından olmadığım‬‬
‫‪düşünürdüm. Bir defa yanına (ziyarete) girdiğimde karısı: “Görmüyor‬‬
‫‪musun? Atâ gece gündüz ağlıyor ve ayılmıyor” dedi.‬‬
‫‪40‬‬ ‫‪Atâ es-Selîmî‬‬

‫بن‬ ‫أ ح م د ‪ ،‬ح دمحي أ خ ئ د‬ ‫بن‬ ‫ج ئفر‪ ،‬ثتا عتد الله‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٢٢٧٦ [ “) ٨٥٥٨‬خ ا؛ثئا أ خ ن د‬
‫ش مع ت ^^^‪ ، ١‬مولت‪ :‬ه ا ج ت‬
‫^‪ ، ^ ١‬ثن ا إثزاهمإ بن عئد الؤ ح ئ ن ‪ ،‬ح د ب ي تثار‪ ،‬قادت ‪1‬‬
‫تصزة ؤظئ مه‪ ،‬ئ‪ : 3‬فت سا عد الثامحئ إ ز ا لخت ا ج د‪ ،‬ه ا ‪ :3‬قل ت أائ إ ز م ن ال غي؟‬
‫ري حبال‬
‫لم‬ ‫قات‪ :‬ءأث ت عهئاء‪ ،‬ء إ ذا غز هائم في ا ل ح ج رة ويده غش رأس ه‪ ،‬قات‪ :‬وهويم ولأ‪ " :‬إل هي‬
‫اك ن أزى أن فس ي حش زيتي أع ال م ا ل م ائة ‪ ، ٠٠‬فا د ‪ :‬ثن ا زات ه اتئ ا في تمام ه دللف ح ش‬
‫أص خ‬

‫‪: Basra’da ٣١٤ şiddetli bir rüzgar çıkmış ve insanlar‬كل ‪Câfer der‬‬
‫‪mescidlere sığınmıştı. Ben: “Ben kime gideyim?” dedim ve Atâ’nın yanma‬‬
‫‪gittim. O nu, odasında, eli başı üzerinde: “Ailahım! Bana kıyametin‬‬
‫‪”alâmetlerini gösterene kadar beni hayatta bırakacağını sanmıyordum‬‬
‫‪diyordu. Sabah oluncaya kadar yerinde bu şekilde durdu ,‬‬

‫(‪ “) ٨٥٥٩‬ل‪ ] ٢٢ ١/٦‬ثن ا أبو بكر بن مالك ‪ ،‬ثت ا عبد الل ه بن أ ح م د بن خ م ‪ ،‬ح دبني‬

‫بن زاذع الراسيي‪ ،‬ظ[‪:،‬‬ ‫مند ثن إبراهي م‪ ،‬قا ابن محدم‪ ،‬قا يخى بن زا جي‪ ،‬قثا م جا‬
‫ئا ؤ‬ ‫لن تا ق‬
‫ممح و‬ ‫ن ي‬ ‫ئ أ يل ي‬ ‫م د ‪ ،‬قا ت‪ " :‬ف ذ ا‬
‫وب ة و ب‬ ‫ر خ‬ ‫ق ث‬ ‫ئا ة ؛ ‪١ ٤‬‬ ‫'كا ن‬

‫قا د‪ " :‬ئ ذ ا ض‬ ‫ه ‪ :‬زا ن ال ق ا ز ‪،‬‬ ‫غ ر ق م م ‪ £ ،‬ائ ئ ك‬ ‫ؤ ء تدخل‬ ‫قا د‪:‬‬ ‫ات و ا خ م ح ذ " ‪،‬‬

‫جبمم الل ال ال و ا‬
‫غ ؛ ا خ م ز ن ئ أة ت اخ اق مث "‬
‫أيض ن‬
‫‪Mercâ b. Vâd’ er-Râsibî der ١٤٤: Şiddetli rüzgar çıktığı ve gök gürleyip‬‬
‫‪şimşekler‬‬ ‫‪çaktığı‬‬ ‫‪zaman‬‬ ‫‪Atâ:‬‬ ‫‪“Bunlar‬‬ ‫‪benim‬‬ ‫‪yüzümden‬‬ ‫‪başınıza‬‬
‫‪gelmektedir. Atâ ölse artık insanlar rahat eder” derdi. O nu ziyaret edip:‬‬
‫‪“Yiyecek (tahıl) pahalandı” dediğimiz zaman da: “Bu pahalılık benim‬‬
‫‪yüzümden size gelmektedir. Ben ölsem artık insanlar rahat eder” derdi.‬‬

‫(‪ ] ٢٢٧٦ [ “) ٨٥٦٠‬حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر‪ ،‬ثن ا عتد الثؤ بن أ حم د ‪ ،‬ثن ا أ خ ئ د ئن‬

‫إبراهمم‪ ،‬ح دبي إبراهي م بن عتد الرخص بن مهدي‪ ،‬ح دش محم د بن صاب ح ال ث م ‪،‬‬
‫ي ا لخقة‬ ‫ه‪۵ ١ :‬‬ ‫ب ا '‪ ، ٠‬ق ا ت‬
‫ش م‬ ‫بش‬
‫م‬ ‫قا ت‪ :‬قا ت ع ث ء ال ئ ل م إ بمال ك ئ ن د ي نا ر‪ " :‬قا أثا‬

‫م الجغة أن ال ين وت وا‪،‬‬ ‫خ ونا ثئثا ه ى به ا أ ه د الجنة ي ن ح ن ن ه ا ‪ ،‬ثؤ ال أ‪ 0‬ال ق كت ب عأى‬


‫لن اوئا عن ا جي؛بلم م ن خثيف ا‪ ،‬ه ا د‪:‬فلز يزأل ع طاء ”كم دا م ن محولتالل ه أربعين ع اما‬
Atâ es-Selîmî 41

M uhammed b. Salih ed-Dabbî der ki: Atâ es-Selîmî, Mâlik b. D inâra:


Ey Ebû Yahya! Bizi (cennete) teşvik et” deyince. Mâlik b. Dinâr: “Cennette
cennet ahalisinin güzellikleriyle övünecekleri huri kızları vardır. Şayet Allah,
cennet ahalisine ölümsüzlüğü yazmış olsaydı onların güzelliğinden dolayı
hepsi de ölürdü” karşılığını verdi. Atâ, Mâlik’in bu sözünden dolayı kırk yıl
boyunca mahzun kaldı.

، ‫م‬ ‫ثني بن‬،‫ن‬


‫ ثت ا أ خن ن بن ا م‬،‫ ا حدثن ا أبو م ح ث د ى حقا ن‬٢٢٢/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٦١(

‫ ح د ي محت اخلل ك بن‬،‫ ح د ش أبو عبد الله بن مح ذ؛‬، ‫م‬ ‫ح دبي ي أ خن ن بن إبراهيم بن‬
‫ ن ا ث‬،‫ نا ث نابل ق‬، ‫ نا ث ن ي ي‬٠٠ :‫ أمحال عطاء‬: ‫ قا د‬،‫ ح د ب ي أثو يزيد‬،‫مري ب ا ألصمع ي‬
٠٠ ‫ قتيى م ت وكا ن أه ون لع ذاب ى‬،‫ئ ال ن‬

Ebû Yezîd der ki: Atâ: “Habîb öldü, Mâlik öldü, filan kişi öldü, keşke
ben de ölseydim. Bu benim için çektiğim azaba göre daha rahat olurdu”
dedi.

‫متي‬
‫ ح د‬،‫ثني‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن ا نم‬،‫ ] حدثن ا أب و محم د بن حثا ن‬٢٢٢/٦‫ ل‬-) ٨٥٦٢(
‫صائ ما‬ ‫ "كا ن عطاء‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا معاونه ال كن د ي‬، ‫غ ب‬ ‫بن‬ ‫ ح دثني م ح ئ د‬،^ £ ١^ ‫بن‬ ‫أح ن د‬
،‫ " يا ئف س إثن ا طل ت ت لل ه الؤا ح ه‬:‫ مما ل‬، ‫ئد ح د الماء فى تؤم حب ا ي ف ن ذ ك ن عنه ا ئ س‬
‫ وكا ن ع د خ يا مجو ا ل ت أ ع ر ص 'ئتث‬:‫ قات‬،" ‫دخلى يغد ئ دا ال ش انن اؤ أبدا‬ ‫ال‬

‫ ئ م تنب ثا علته ئ غم د إ ر‬، ‫ منه ا‬٠^ ^ ‫ هاصا ب ت القا ز ا و ج ئسم غ‬، ‫صبي ي د ه م ئغن ه م‬

‫بم د‬ ‫م ن زل ه ال‬
Muâviye el-Kindî der ki: Atâ bir yaz gününde oruçlu iken suyun içine
girdi ve susuzluğu gitti. Bunun üzerine: “Ey nefis! Senin rahat etmeni
istedim. Bugünden sonra asla suya girmeyeceksin” dedi. Bir gün bir
hacamatçının yanında idi ve onun bıçağı boynunda idi. Elinde bir meşale
olan çocuk geçti ve rüzgar esince ateşin sesini işitti. Bunun üzerine bayılıp
düştü ve kendinde olmadığı bir halde evine götürüldü.

‫ ح د ث ي‬،‫ ثن ا أ ح ن د ن ال*مح شني‬، 0 ‫ ] حدق ا أبو م خ ث د بن حثا‬٢ ٢ ٢ ٨ [ -) ٨٥٦٣(


‫ ثن ا محم د بن "كير‬،‫ ح د ب ي خزيم ه بن رزئ‬،‫ ^ س عئذه‬١‫ثت اأب و عتئد‬ ‫أ خ ن د بن‬
‫‪42‬‬ ‫‪Atâ es-Selîmî‬‬

‫عن إبراهي م بن أدهم‪ ،‬قات‪ :‬كا ن غهثا ة يمس ج ن د ه ألل ص‪ ،‬حؤظ ص ذمبه‪ ،‬محامح ه أن‬
‫يك ون مح د مس خ‪ ،‬وكا ن إذا ان ي‪ ،‬م ولت‪ ٠٠ :‬وي ح ك يا عطاء ويحلث‪'٠‬‬

‫‪Îbrâhîm b. Edhem der ki: Atâ es-Selîmî, günahlarından korkusundan‬‬


‫‪dolayı geceleri, sûretinin hayvana çevrilip çevrilmediğini anlamak için‬‬
‫‪vücuduna dokunup kontrol ederdi. Yatakta birden uyandığı zaman da: “Vay‬‬
‫‪sana ey Atâ! Vay sana!” derdi.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٢ ٧ ٦ [ “) ٨٥٦٤‬حدثن ا أبو م ح م د ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن ما ن‪،‬ثني‪ ،‬حدقتي أ خ ئ ذ بن‬


‫ص و ى أز‬
‫ء ن ع ظء‬ ‫ء د‪" :‬‬ ‫‪،٣‬‬ ‫ش ث ئ د ‪ ،‬ءتثأ ي ق ي ئ م ح ور‬ ‫ئ‬ ‫ى غ ث‪0‬‬ ‫إ‪ :‬م ح ي ‪،‬‬

‫جبون ا إله ق ر م ن أبي مش ل مبسين مره "‬


‫‪Bişr b. Mansûr es-Selîmî der ki: “Atâ kendinin Ebu M üslim’den altmış‬‬
‫”‪defa daha hayırsız olduğunu sanır veya söylerdi.‬‬

‫ئ‬ ‫ك ا محث‬ ‫ص ال م ‪،‬‬ ‫ئ‬ ‫خل ف ن‬ ‫ى‬ ‫ظ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ئ‬ ‫ئ ث نا ذ‬ ‫خ م حا‬ ‫( ‪ -)٨ ٥ ٦ ٥‬ل‪ ٢ ٢٢/ ٦‬ا‬

‫عل ي‪ .‬ح و حدثن ا أثو بكر بن مالك ‪ ،‬ثغ ا عتذ اللؤ بن أ حم د بن ح م ‪ ،‬ح د ب ي أ حم د بن‬
‫لخار بمطا ؤ ال ث ل م ؛ ‪'٠ :‬‬ ‫ئ ك‬ ‫ئ ت ش ا ن ‪ ،‬ق ا ت‪:‬‬ ‫إ ئ زامح ز ‪ ،‬ق ا ال ‪ :‬محا ا م ح ث ئ ‪ ،‬ثث ا ت ئ ث ب ن‬

‫م ن جا ن ينتق ى لع ط اء ؤض وؤة؟‪ ،‬ظ ‪' : 3‬ى ن فى ذارام محسون ق كان وا ت سمون ل ه‪ ،‬ئ ‪3‬ت‬
‫م ن مس ه ب ك ي ر‪٠٠‬‬ ‫ئ ئ ك ق ‪-‬ئ ن يم ذ ر م ‪ ،‬ظ‪ ١^ ^ :،3‬عنده‬

‫‪: Atâ es-^ lîm î’nin bir komşusuna: “Atâ’nın‬نكل ‪M u’temir b. Süleymân der‬‬
‫‪abdest‬‬ ‫‪suyunu‬‬ ‫‪kim‬‬ ‫”?‪dökerdi‬‬ ‫‪dediğimde:‬‬ ‫‪“O na‬‬ ‫‪muhannes‬‬ ‫‪(çift‬‬
‫‪”?cinsiyetli)kişiler abdest suyunu dökerdi” dedi. “Onlardan tiksinmez miydi‬‬
‫‪”dediğimde: “O , muhannesleri kendinden çok daha hayırlı görürdü‬‬
‫‪karşılığını verdi,‬‬

‫ن نت ن‪ ،‬ثت ا أ حم د بن‬
‫ف ر‪ ،‬ثت ا أ خت ن بن ا م‬
‫(‪ ")٨٥٦٦‬ل ‪ ] ٢٢٢/٦‬حدثن ا عند الثؤ س جع‬

‫إب راهي م ‪ ،‬ح د ب ي إئناي؟لم بن عبد ا و ح م ن‪ ،‬قات‪ :‬ش مع ت عتذ ‪ ، ^ ^ ١‬ثا دت قات بم د‬
‫لع ط اغ يوما ‪ :‬نا ف ذا ال ذ ي ئص ث غ بثئسل ث؟ قل ت شق ا ؟ أ ي مضغ صن ع ت؟‪ ،‬قات‪" :‬‬
‫ل حار_ ق ئئذ أرب ع ن تنه ‪ ، ٠٠‬ه ا ‪ : 3‬أ ظ ! ز ثص د ئ ت بثمنه كأثث ل يئ رفن‬ ‫اص تا د ت‬
‫'‬ ‫•‬ ‫‪٠‬‬ ‫ي‬
Atâ es-Selîmî 43

Abdulhâlik der ki: Bir gün bir adam Atâ’ya: “Kendine ettiğin bu şey
(eziyet) nedir? Sen birini mi öldürdün? Ne gibi bir şey işledin?” deyince,
Atâ: “Kırk yıl önce komşumun bir güvercinini avladım. Güvercinin sahibini
bilmiyormuş gibi güvercinin değeri kadar parayı kendisine tasadduk ettim ”
karşılığını verdi.

‫ ثثا أ خن ن ئ‬، ‫ ثثا أخن ت ئ ا ل خ م‬، ‫ ] خدثثا غبمد الثؤ ئ ت خ م‬٢٢٣٨١ -) ٨٥٦٧(
:‫ قات‬، ‫ ش من ت عتد اخل ابي تن مه د الثؤ ال م د ي‬:‫ قات‬،‫بئ مح د ال مب ن‬° ‫ ثثا إ و هم ء‬،‫ائزاهيب‬
‫ " ي‬:‫يقون‬ P ،‫اق ض‬ ‫م‬ ‫كا ن غطاؤ إ ة ج إ غ ي ا ق ل خزخ إ ر ال ق ابر ف ز ف ظ ى‬

‫ع مت م‬ ‫ظ‬ ،‫ أ غد ال قبور‬٧ " ‫ وبموتت‬، ‫ مم مح ك ي‬،" ^ ^ ١^ ‫ مم‬،‫أ غد محبوي‬


‫ح ز يصب ح‬ ‫ ق ال يزاد ك دللف‬،" ‫ثزاغن الة‬

Abdulhâlik b. Abdillah el-Abdî der ki: Karanlık çöktüğü zaman Atâ


mezarlığa gider ve mezarların başında durup: “Ey mezar sahipleri! Sizler
öldünüz, vay benim ölümüme” derdi ve ağlardı. Sonra: “Ey mezar sahipleri!
Şimdi yaptıklarınızı irm ek tesin iz, vay benim amellerime” der ve sabaha
kadar bu şekilde kalırdı.

‫ ثن ا عند الثؤ بن محم د‬،‫ ث إ أ حم ذ بن محم د بن ع م ر‬،‫ ] حدتما أيي‬٢٢٣/ ^ -) ٨٥٦٨(


‫ ح دقتي م ز جا بن‬،‫ اقص ري‬،‫ ح دثن ي ن فيا ن بن أيوبي‬، ‫ ثن ا محم د بن الح س ن‬،‫بن عتيد‬
، ‫ ك ث أشتهي ائنؤ ث وأثنغ اة ذأثايي ا ت في مثام ي‬:‫ عط اء الث ل مجد‬3 ‫ ها‬: 3 ‫ دا‬،‫وادع‬
‫ ل ؤ‬: ‫ ثم قا د‬،‫ فتق ل ب و جهه‬: ‫ ه ا د‬،‫ أين ذالئ؟‬:‫ ق ك‬،‫ يا ع عثاء أتتنتى ال ن ؤ ث ؟‬:3 ‫ءق ا‬
‫يخال ط قلق ت ر ئ ئاز وتلق أقام خمابث ول دهد‬ ‫ خ ر‬،‫غزك شدة الز ت و وبة‬
‫ محل وه‬0 ‫ يىرئا‬،‫ " طوبى لم ن سثتة عثمثئة‬:‫ غط اء‬3 ‫ ظ‬، ‫سي وال ه ا‬
‫ خش ئن ش ي في القا‬،‫غئتلق‬

‫ م بك ى‬،‫عن ره ريا ده قي عنل ه " والل ه نا أزى عطاء "كدللف‬

Mercâ b. VâdiJ bildiriyor: Atâ es-Selîmî şöyle demiştir: “Ben ölümü


arzular ve temenni ederdim. Bir kişi bana rüyamda gelip: «Ey Atâ! ö lü m ü
temenni eder misin?» dedi. Ben: «o nerededir?» dediğimde yüzü değişti ve:
«Eğer ölümün şiddetini, sıkıntılarını bilsen ve bu bilinç kalbine yerleşse
ömür boyu uykun kaçardı. Aklını yitirir ve insanlar arasında şaşkın bir
şekilde dolaşırdın» karşılığını verdi. Hayatının kendisine faydası olana ve
44 Atâ es-Selîmî

öm rünün uzun olmasıyla (güzel) amellerini arttıran kimseye ne mutlu!


Vallahi ben kendimi öyle biri görmüyorum.” Sonra Atâ ağlamaya başladı.

‫ ح دقتي أ خ ن د‬، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ حم د‬، ‫ ] حدثت ا أثو بكر بن مالك‬٢٢^ ٦‫ ل‬-) ٨٠٦٩(
‫ ما نأي ت أ خذا *ى ن‬٠٠ ’. ‫يقول‬
‫أ‬ ، ١‫ قادت شمع ت ^ ^؛‬،‫ ثن ا أبو جعف ر ال ت يا ع‬،‫بن إثزاي ب‬
" ‫ محلم د كا ن ي الما كهة ئئؤب ما فيه ا التعام يغرق ا ؤ ال يئرهه ا‬،‫أ مح ن ي ذ عطاء‬

Mahled der ki: “A tadan daha hayırlı birini görmedim. M emeler olup
biter, ama kendisi onların ne fiyatını ne de olduğu zamanı bilmezdi.”

‫ ت ا‬:‫ق ا ال‬ ،‫ و محم د بن أ حم د بن اشتمي‬،‫ ا حدتن ا الول يد بن أخن ت‬٢٢٣/٦‫ ل‬-) ٨٥٧٠(
‫م‬ ‫ثن ا شنت ب‬ ‫ ثتا م خ ث ذ ن‬،‫ ثت ا ث خ ئ د بن ي ح يى‬، ‫مه د ا و خن ي بن أيي حاتم‬
‫أشت ي فن ز ث‬
‫م‬ ،‫ " ي أي بئ ر‬:۶^ ‫ قا د لي‬:‫ قات‬،‫ ح دقني صالح ا لمر ي‬،‫م خ ث د ا لأردي‬
، ‫ ل‬1‫س ن ا ل أعم‬
‫ أ ن ال ش ث ا هد ج ي ز بتئ ة و‬، ‫ع ن ن ت‬ ‫غ ت ز أئ ي قت‬ ، ‫ ح ه‬-‫ز ال أ ز ى أ ن ن ئ فيه را‬

‫ وا ل حي ي م؛ يؤم هو بن ي ه غد‬،‫ ي حي ط عش ش ه‬،‫بمنة‬ ‫بند‬


‫فانثزاخ من أن م‬
‫ دال ث ' ق ا ن ي ت ا ا‬،‫و ج د و ص‬
Salih el-Murrî bildiriyor: Atâ bana dedi ki: “Ey Ebû Bişr! ö lü m ü
arzuluyorum, ama onunla da rahat edeceğimi sanmıyorum. Ancak şunu
biliyorum: ö le n kimsenin ameller ile arasına bir engel konulur ve o kimse
bir günah işlemeyip kendine zarar vermekten kurtulur. Sağ kimse ise her
gün kendi nefsi için kaygılıdır. Bütün bunların sonu da ölüm dür.”

‫حبي ب بن ئص ر‬- ‫ ثن ا‬، ‫ ] حدثن ا أبو بك ر عتذ الئؤ بن ي ح يى ال ه يئ‬٢ ٢ ٧ ٦ [ -) ٨٥٧١(


‫ ح دقتى ش ي ي بن‬،‫نثش‬
‫ ح دقتى محم د بن ا م‬،‫ ثت ا عئد الل ه بن محم د ثن ع ق‬، ‫الئهأب ئ‬

٠٠ :‫ت‬1‫ ق‬، ‫الثل؛ م ق ظ مم تهي ئ د ؟‬ ‫ مح ن ت‬:‫ قات‬، ‫ح د ب ي ص\لح ا ن م ي‬- ،‫محرر‬

‫خ رة‬-‫ في الددث\ ز ال ي ا ال‬١^) ‫ ال ت جتم ع منة ت ق‬، ‫ ي بئ ر أن سمون زتا ائ‬٧ ‫أئته ي و؛ش‬

‫مه "ةنأ ا ل ما نه‬ ‫وعب ئ أثق إثن ا أزائ ه جا ة م ذ‬


‫م‬ ،‫م أئ كا ي زالثؤ‬
‫ ث‬:‫ قات ض ا إل‬،"

Sâlih el-Murrî bildiriyor: Atâ es-Selîmî’ye: “Neyi temenni edersin?” diye


sorduğumda ağladı ve: “Ey Ebû Bişr! Vallahi kül olmayı ve ne dünyada, ne
de âhirette bu külde bir avucun dahi asla bir araya gelmemesini isterdim”
‫‪Atâ es-Selîmî‬‬ ‫‪45‬‬

‫‪dedi. Vallahi beni ağlatmıştı. O nun kıyamet gününün zorluğundan‬‬


‫‪kurtulmak istediğini anlamıştım.‬‬

‫ئ ؛ لأ ش‬ ‫ئ أ خ ن ذ ‪ ،‬كا‬ ‫ط ال م‬ ‫ئ أ خ ئ ذ ‪ ،‬مما‬ ‫خ د ك ئ ق ت أل‬ ‫( ‪ -)٨ ٥ ٧ ٢‬ل ‪ ٢ ٢ ٤/ ٦‬ا‬

‫س ي‪ ،‬ثط بس س مغ صور‪ ،‬قات‪" :‬كا ن عطاء الق ل ب ي‪ ،‬يمولط‪ " :‬رب ار حم في‬
‫بن حم‪ 1‬د النز‪،‬‬

‫ال د ك ع ج ي زقي اق ر و ح د ي وط ول ن ما ث ي عدا مح ن يديلث "‬


‫‪!Bişr b. Mansûr der ki: Atâ es- Selimi şöyle dua ederdi: “Rabbim‬‬
‫‪Dünyada garipliğimde, mezarda yalnızlığımda ve huzurunda duracağım‬‬
‫”؛‪anlarda bana merhamet et‬‬

‫ظ ث ن ب ه زا م ا ال ئ د ح غ ‪ ،‬قثا‬ ‫أ‬ ‫ئ أ خ ن ذ ‪ ،‬بثا‬ ‫خ د قا ثل بما ق‬ ‫( ‪ -)٨ ٥٧ ٣‬ل ‪ ٢ ٢ ٤/ ٦‬ا‬

‫ط ائزا ج ز ئن ز م ‪ ،‬قات‪ :‬ذخ قا غش‬ ‫قثا‬ ‫مح ئ ذ ن <زوق‪ ،‬قا فدا ن ئ ع ئ اهل ما ئ ‪،‬‬

‫عطاؤ الثليمي نهز في الم ؤ ت فنفلز إ إل أ س س‪ ،‬مما ‪3‬ت نا نل ق؟ ‪ ،‬سل ت ‪ :‬م ن أجلل ق‪،‬‬

‫ق ا د‪ " :‬واش لوددت أن ش ي بقيت محن محاقي و ضن ي م؛ ذ إ ر يؤم القي ا مة م ح اق‬


‫مح ث ئ ث خ ؛ ر ا م "‬

‫‪Abdülvâhid b. Zeyd bildiriyor: ö lü m döşeğinde olan Atâ es-Selîmî’nin‬‬


‫‪yanma girdik. Benim iç çektiğimi görünce: “Eleyin var?” diye sordu. Ben:‬‬
‫‪ verdi: “Allah’a‬كلللل§ءعكل ‪“Senin durumuna iç çekiyorum” dediğimde ise şöyle‬‬
‫‪yemin olsun ki canım çıkıp da cehenneme gider korkusuyla, kıyamete dek‬‬
‫”‪can çekişmeyi temenni ederdim.‬‬

‫(‪ -) ٨٠٧٤‬ل ‪ ٢٢٤/٦‬ا حدثت ا أبو بك ر بن تالل ه ‪ ،‬ثن ا عبد الل ه بن أ حم د بن ح م ‪،‬‬
‫ح دثني أ ح م د بن ^‪ ، ^ ١‬ثن ا تثار‪ ،‬ثغ ا م ن ك ي ن أبو محاطم ه‪ ،‬قا د ‪ :‬ت ب غ ت عطاء الث ل م ي‪،‬‬
‫ثق ونت " ثلثن ا أبة ال قه وة‪ ،‬وال ه و ى يغلب ا ن العلم والعم د نافيا ن "‬

‫‪Atâ es- Selîmî der ki: “Bize ulaştığına göre şehvet ve nefsi arzular ilme,‬‬
‫”‪akla ve anlayışa galip gelirlermiş.‬‬

‫(‪ “) ٨٥٧٥‬ل‪ ٢٢٤/٦‬ا حدق ا أ و بكر بن مالك ‪ ،‬ثن ا عند الل ه بن أ حم د ‪- ،‬ح دثني محم د‬
‫بتا ع ال ث ي ئ ‪ :‬ا ذ غ ئثا ‪،‬‬
‫م‬ ‫ذ ق وال ‪ 3 ،‬ا ت‪ ” :‬كا ن إ د ا قال وا‬ ‫ئ ع ئ ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫م ‪ ،‬ثثا‬ ‫ئ‬

‫ئ ‪ " : 3‬الله م ال ثتقئثا ء إن ك ث ف ث ا ءاغم ز إنا ‪٠٠‬‬


46 Atâ es-Selîmî

Siifyân b. Uyeyne der ‫لط‬: Atâ es-Selîmî’ye: “Bize dua er” dediklerinde:
“Allahım! Bize kızma. Eğer bize kızarsan bizi bağışla” diye dua ederdi.

‫ ثن ا أ خ ن د ين‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن ما ن ن س‬،‫ ا حدثنا أب و ن ح م د بن حقا ن‬٢٢٤/٦‫ ل‬-) ٨٠٧٦(

‫ ر جئثا م ن جثا ج‬.'‫ ها د‬، ‫ عن حث ا د بن ز م‬،‫ ح د ي عبد ا و ح ش بن م هد ي‬، ‫إبرامحم‬


'٠ :3 ‫ ق ا‬، ‫ أ ذ ت ي ه ق ئ^ أ ي و ق ي‬،İİU - ‫ ق ه وء كأ ق‬، ^ ١‫م‬ ‫ق د ظ غر‬
‫و‬ :‫ غوت‬، ‫بج ز ئ ز م مح د ئ‬ ‫جت ف‬ :3 ‫ أؤ امح أ ال ئ ط ق ي إل ظ‬٠٠ ‫المح ء ال ئ ت ئ ئ‬

‫ص ؛ ن ء ت ي الء الم بمرفض‬ :3 ‫ وقا‬،۶١٤ ‫ه ءززئ ي‬ ، ‫ مح و ع ك ء‬، ‫زيد م ح م‬


‫ش‬ ‫م‬ ‫ف‬

Hamm âd b. Zeyd der ki: Bir cenazeden dönerken Atâ es-Selîmî’nin


yanma girdik. Bizi gördüğü zaman çokluğumuzdan dolayı aklına kötü bir
şey gelmesinden korktu ve: “Ailahım! Bize kızma” veya: “Allahım! Bana
kızma” dedi. Sonra şöyle devam etti: Câ£er b. Zeyd el-Abdî’nin şöyle
dediğini işittim: “Bir adam (bir topluluğa) rastladı ve oturdu. Onlar kendisi
hakkında övgüyle bahsettiler. Onların yanına varınca başları ucunda durup:
«Allahım! Eğer onlar beni bilmiyorsa sen beni biliyorsun» dedi.”

‫ ثن ا‬:‫ ق ا ال‬،‫الن صر‬ ‫ ز ئ خ ئ د بن أ حم د بن‬، ‫ ] حدت ا ال ول د بن ا ح م د‬٢ ٢٧ ٦ [ -) ٨٥٧٧(


‫مثي أ ح م د‬
‫ ح د‬،‫نس‬،‫ثم حم د بن الح‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثت ا محم د بن بم ش‬،‫عثد ا لرحم ن بن أيي خا بم‬
‫ "كا ن عهناء الثليم غ إذا س ب غ ص ؤ ت‬:3 ‫ ظ‬،‫؛^ بن يئ مو ب‬£١^ ‫ تحا‬،‫ين إ ئ خ ا ق اخلص زم ي‬
‫ " قد ك ث ر ب و أن أت و ث ق د‬:‫ ويمولأ‬،‫ محا م ن ف ذ نأ خذ يحليه كأثة امزأة ما ختس‬،‫ال رعد‬
٠' ‫أن ي جيء ال ئثائ‬

ibrâhîm b. Yakûb der ki: Atâ es-Selîmî gök gürlemesi sesi işittiği zaman
kalkıp oturur ve doğum sancısı çeken kadın gibi karnını tutarak: “Kış
mevsimi gelmeden önce ölmeyi üm it ediyordum” derdi.

‫ ح دبتي ع د الله‬، ‫ ثغ ا حم د الل ه بن أ ح ن ذ‬، ‫ ا حدثت ا أبو م بن مالك‬٢٢٠/٦‫ ل‬-) ٨٥٧٨(


‫ ش م ع ت جع م‬:3 ‫ ئ‬،‫ زع م عطاء‬:‫ م ولت‬،‫حما د بن زيد‬- ‫ت ش ي ن ت‬3 ‫ ئ‬،‫بن عمن المواري ر ي‬
:3 ‫ ئ‬، ‫م ومح قن‬-‫ نث ر ج إل ب مؤم ئأمحؤا عقه زأنن غ وة ثنث ا جاوزف‬:‫ مولت‬،‫س زيد ال ثتد ي‬

" ‫ م ر م ي ث أ ك ق ر ن ي‬١‫ ؛‬١^ ١٢ ‫ " م ح أ ؛ ذ‬:3 ‫ فق ا‬،‫ ^ ؛‬١‫ ^ ب ي ه ؛ ر‬١‫ م حن‬3‫ؤأش ا‬


Atâ es-Selîmî 47

Atâ der ki: Cafer b. Zeyd eİ-Abdî’nin şöyle dediğini işittim: “Bir adam
bir topluluğa rastladı ve bu topluluk ona işittirerek hakkında övgüyle
bahsetti. Adam onların yanına varınca durup: «Allahım! Eğer onlar beni
bilmiyorsa sen beni biliyorsun» dedi.”

‫ ثن ا عتد الل ه بن أ حم د بن‬،‫ح د ت ي أ حم ذ بن جع فر بن حم دا ن‬ “) ٨٥٧٩(


‫يئ ا‬°‫" زأ‬ :‫ ق ا د‬، ‫ خدش عط اء ا ل ثيب ؤ‬، ‫ص بن عئء ك ا توع بن م‬ ‫ خدش‬،‫م‬
‫ ومع ه‬، ‫جر ث ن ح دي د‬
‫مه د ال ق بن ع ال ب جاء إ ر ابن ا ل أئ غ ث ؤئ ز قي جوان ا غ د ب‬
: ‫ ها د‬،‫ غلى نا نمايعلف‬:‫ ق ات‬،‫ هصع د إلئه ال بي ن‬،‫ البي ص مت حنط ي ن‬،‫يجإ اتيابي‬ ‫غ‬ ‫أ صحابه‬

" ‫ي ري ح ا ل من ك‬ ‫ ثامب ة محا ذ يو ج د ئ‬، ‫غ ر ك ثا ب الثؤ وثقة ن ن و ل ال م‬

Atâ es-Selîmî der ki: Abdullah b. Ğâlib’in İbnu’l-Eş’as’ın yanma geldiğini


gördüm. O, Cew âne’de demirden yapılmış bir minberin üzerinde idi.
Yanında üzerlerinde kokular sürülmüş giysiler olan dostları ‫؛‬S u n m ak tay d ı.
Abdullah, İbnu’l-Eş’as’ın yanma minbere çıkıp: “Sana ne üzere biat
edeceğiz?” deyince: “Allah’ın Kitab’ı ^e Resûlullah'ın (ssllallahu aleyhi veselJem)
sünneti üzerine” karşılığını verdi. Bunun üzerine Abdullah ona biat etti.
O nun kabrinden misk kokusu geldiği hissedilirdi.

‫ ثن ا أ خن ن بن‬،‫ثني‬،‫ن‬
‫ ثن ا أ حم د س ا م‬،‫ح قان‬- ‫حدثن ا أبو محم د ئ ذ‬- ] ٢٢٥/٦‫ و‬-) ٨٥٨٠(

‫م‬ ‫ ء ن‬، ‫ ز ه ء ن ح ص أ ن ح ء‬. ‫ ح دثمح مح ذ اش أ ن أبي ل ج ش ا م ح‬، ‫إبرا محم‬


:‫ قات ا ئ النيازك‬،'٠ ‫عزن و؛‬.‫ " تع ائن‬: ‫ ق ا د‬، ‫ن ذ‬
‫ لم ث ا م‬:‫ مح و لع ط اء‬:3 ‫ قا‬،‫الثتا زك‬

‫ل ك ن خ عير ابن عون ب رارا‬


Îbnu’l-Mübârek der ki: Atâ’ya: “Hasan’la buluştun mu?” denilince:
“O nunla ibn Avn ile birlikte bir defa buluştum” dedi. İbnu’l-Mübârek:
“Fakat îbn Avn’dan başkasıyla onunla defalarca buluşmuştur” diye ekledi.

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬،‫ ثن ا أ خ ن د ن ا ل ح تن ن‬،‫حثا ن‬- ‫ ] حدبئ ا أب و مح ئ د ن‬٢٢٥/٦‫ ل‬-) ٨٠٨١(


:‫ ئ ك لخثاء‬:‫ قات‬،‫ ح دثني خئا ذ بن زيد‬،‫ ثن ا اآلصمع غ‬، ‫ ح دبئي أبو ■عتد ال ر‬،‫إبزاهسيي‬
‫ وأبى أن يئترمح ن‬، ‫ وأرمل ي إثى في خ‬:‫ قات‬،‫ ا ذ هب إل ى مال ن‬:‫ هات‬،‫ ف ي ء‬،‫عندلث عن أن س‬

" ‫إيب ش ي ءت و ؛ ي‬
48 Utbetu’l-Ğulâm,

H am m âd b. Zeyd der ‫لكل‬: Atâ’ya: “Enes’ten işitmiş olduğun bir şey var
mı?” dediğimde: “Filan kişiye git” karşılığını verdi. Beni filan şeybe gönderdi
ve Enes’ten bir şey rivayet etmeyi kabul etmedi.
Atâ es-Selîmî, Enes b. Mâlik zamanına yetişmiştir. Ancak ondan
doğrudan rivâyeti yoktur. Atâ es-Selîmî; Haşan, Abdullah b. Ğâlib el-
Huddân! ile Mâlik b. Dînâr ve Câfer b. Zeyd el-Abdî ile buluşm uştur.
O nlardan hadis işitmiş ve onlardan senetleriyle birlikte rivâyetlerde
bulunm uştur.

Takrîb4172

Utbetu’l-Ğulâm
Allah dostlarından biri de hür ve cesur olan, karanlıklardan
uzaklaştırılmış, şahadet ve kelam ile korunmuş Utbe b. Ebân el-Ğulâm’dır.
O nun için örtüler kaldırılmış, bastığı yerler temizlenmiş ve tembelliği
azaltılmıştır.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا جع م س أ خ ن ذ ب ن ثارس‬،‫ ا حدثت ا أ خ ن د بن إش ح ا ق‬٢٢٦/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٨٣(

‫ ح ا المسئ‬1‫وث‬ ‫ شأت ر جئ‬:‫ هات‬، ‫ ثن ا إشث ا ق بن إئزايب المم ئ‬:‫ قات‬،‫إبزاهمن؛ بن ا ل ج م د‬


‫ يهنئ ا م ن‬٠٠ ‫ قادت "كا ن‬،‫ لأي ف ئ ؛ ن م ي عتبة ا لعال م؟‬،‫ يا أبا الم ه ا ج ر‬:‫زأائ ف ا ه د ثق ا ل ل ه‬
" ‫ ن‬1‫خلا دة ل دم له‬1 ‫ النة كا ن في‬،‫ا و ج ا ل ؤلكثا كثا ن ش ق ه ا ل ع ال م‬

İshâk b. İbrahim es-Sekafı bildiriyor: Benim de bulunduğum bir ortamda


adamın biri Riyâh el-Kaysî’ye: “Ey Ebu’l-Muhâcir! U tbe’ye neden U tbetu’l-
Ğulâm ismi konulmuştur?” diye sordu. Riyâh: “Utbe orta boylu birisiydi.
Ancak kendisine Ğulâm (köle) denmesinin sebebi, ibadet konusunda
kendisini çok hakir gördüğü içindir” dedi.

‫ح د ب ي محم د بن‬- ، ‫ ثن ا إبراهي م‬، ‫ ثن ا جع م‬، ‫ ا خضا أ خن ذ‬٢٢٦/٦‫ ل‬-) ٨٠٨٤(


‫ بن‬0 ‫ " ع ئ الغ ال م ق و ع ئ ئ أب ا‬: ‫غ ول‬: ، ‫م ئ ت غ م‬ ‫ ئ ب ن ق م حت‬:‫ ئ د‬، ‫ا ؛ غ ي‬
٠٠‫صمغه نا ث مح ئ د أييي‬
‫‪Utbetu’l-Ğulâm‬‬ ‫‪49‬‬

‫‪ : “U tbetu’l-Ğulâm, Utbe b. Ebân b.‬ل ط ‪Ubeydullah b. M uhammed der‬‬


‫”‪Sam’a’nm oğludur ve babasmdan önce vefat etmiştir.‬‬

‫(‪ ] ٢٢٧٦ [ ")٨٠٨٥‬حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خ ا ق‪ ،‬ثن ا جع م بن أ حم د ‪ ،‬ثن ا ^‪ ^ ١‬بن‬


‫ن ي ئ ز ‪ ،‬ح د ش ث خث ذ بن ا ل ح ت ي ن‪ 0‬ح د بغى قعت ب س محرز‪ ،‬ثن ا حس ين‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬محا ‪ 3‬عتذ‬
‫النا ج ز س زيد‪ ٠٠ :‬بم ن تس ه حزن ث ذا الغ ال م؟ بمنى عتبة‪ ،‬قن ئ‪ :‬ب حزن ‪ ، ، ^ ^ ١‬قات‪:‬‬
‫زا‪1‬أؤ ظ أبم د ث "‬

‫)‪Hüseyin der ki: Abdulvâhid b. Zeyd: “Bu gencin (yani Utbe’nin‬‬


‫‪üzüntüsünü kimin üzüntüsüne benzetiyorsun?” diye sordu. Ona: “Hasan’ın‬‬
‫‪üzüntüsüne benzetiyorum” deyince: “Vallahi tam üstüne bastın” karşılığını‬‬
‫‪verdi.‬‬

‫(‪ ")٨٥٨٦‬ل‪ ٢٢٦/٦‬ا حدبتا عئد الل ه ‪°‬س م خ ث د بن جعمر‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ بن ا ل ح ت ي ن بن‬
‫ث م ‪ ،‬ثن ا أ خ ئ د س ^‪ ،^ £ ١‬ثن ا محم د ن من لم ‪ ،‬ثغ ا تثار‪ ،‬ثن ا وياح المس ي‪ ،‬محا د ‪ :‬با ت‬
‫يمول في ن ج وده‪ " :‬الل ه م اخشن عقه ص ح واص ل ال ي م‬
‫عندي عقه ا لعالم;> ئن مغثه أ‬
‫وث طون ال ي ا ع "‬

‫‪Rebâh el-Kaysî bildiriyor: Bir gün U tbetu’l-Ğulâm y a^m d a geceledi.‬‬


‫‪Gece namazında secde ederken şöyle dua ettiğini işittim: “Allahım! U tbe’yi,‬‬
‫”!‪kuşların kursağı ile yabani hak an ların midesindekiler ile birlikte dirilt‬‬

‫(‪ ")٨٥٨٧‬ل‪ ٢٢٧/٦‬ا حدثن ا عتد ال م ن محم د ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن ا ل ح شتن‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن‬

‫^‪^£١‬؛‪ ،‬خ دب ي إ‪ °‬ر ا ه م بن عبد ‪ ^ ^ ^ ١‬بن ن هد ي‪ ،‬ثن ا ت ئلت بن المحس ن‪ ،‬قات‪:‬‬


‫غ زي ت أئا وعتته الغ ال م‪ ،‬وي حش الزاسحل غ‪ ،‬ؤمش م رخ الص ئي‪ ،‬قا د ‪ :‬فنزثا المصيص ه في‬
‫أكث ا ‪ 0‬م ن أكن؛ ن‬ ‫ه دز‪ ،3‬م ن ‪ £ ^ ^ ١‬ومجه‬ ‫‪ ، ^ ^ ١‬مح زأيت و ه في المغأم‪ ،‬ك أ ة‬
‫أصب ح ت بعوثه م‬ ‫^‪1‬‬ ‫ور‪-‬جال ‪ 1‬خز كقق‪ ،‬ظد‪:‬‬ ‫ال‪ ،‬جغؤ ئأث س عقة كقق‪ ،‬وي ح ش‬
‫ي ح دبهزب ا‪3‬ؤؤياء مما ‪ 3‬ئي عتتة‪ :‬ال ث ذ ؤ ظ ي محم د الؤؤ؛ ا ‪ :،li 3 ،‬ئم ك ت أشيئ؛‪ ،‬ء إدي‬
‫ال‬

‫ثلم ه‪ ١^^ ،‬إنث ا ن ي ح ز ك ي ‪ ،‬قا د ‪ :‬ئزئئ ت نأي ي‪ ،‬ءإ دا عتبة‪ ،‬ممل ت ‪ :‬نا‬ ‫ر‬ ‫قائ م ع‬
‫فتئا‬ ‫خ ا جئل ث‪ ،‬ق ا دل ي‪ :‬اجل ش ئقش علي الؤؤيا ‪ ،‬قا ن‪ :‬نجل ن ت نح د ق ه هزهغ يده‪ ،‬وم آل‪:‬‬
‫ال أدري نا هز‪ ،‬ب م ها م ووص غ ت نأي ي ءأتقتهت‪ ،‬ء ا دا صاح ب الس ور ئد نزز‪ ،‬قات‪:‬‬
‫©ة‬ Utbetu’l-Ğulâm

‫ نقا د عتثه‬، ‫ قا د‬،‫ ؤذا بعتبه جال س غش ائتا ب بثده غثا ن فنبي‬،‫ها ن ز ج ت ناي ي ؤ ح ئ ت‬
‫ قادت هزممثا ح ز إذا جاء ائزا؟ي‬،‫نث ا وزد حل ب اشثزوا لي قنعتما يغي ظ الم ئ ر ك ي ن إدا وأوه‬
‫ثا‬ :‫ ء إ دا إنن ا ن مع ه ء رمس غ ر البا ب تثا د ي‬،‫ مش م ر خ زا ج ال‬0 ‫ب‬
‫م‬ ،‫ بخزغ‬،^^ ١ ‫قفثخ‬
‫ ئأ ح ذ م س م رع‬١ ‫ت ث م‬3 ‫ هن لنف في قؤر م<ك ا ن بؤر ؟ محا‬: ‫ مملم ت‬،‫ هدث و ت بئة‬: ‫ ئ د‬،‫ثؤر‬

‫ م ن‬:‫ت ق ات لي الزاثي‬3 ‫ ظ‬،‫ عدو‬jUİ bU ‫ ومصتا خ ز اكهيثا إ ز أبثه‬:‫ قات‬،‫الو رس مكثه‬


‫ أثا نث ر غ قي أ ث ا م ش أ م ح ابه يت ح ا الثز مح خر غ‬:‫ ق ات عتبه‬:‫ي جيئن ا بخبر ئ ؤ الع؟ قات‬
‫ قا أؤل ن ا رأيت‬:‫ ئآت‬، ‫ ؤمصثا‬: ‫ قا د‬، ‫■عقه م الع د و قبلوا جميعا إ ال زي ال أهل ت وج ع إلين ا‬
‫ ظد\ بص دره س ت تنثئ ا ج أؤ ش ح طعن ا ت‬:‫ محات‬، ‫بثامحس ج ن د عقه وقد مح ت د زني ت‬
‫ مح زأيت ق ابا جاؤب ا بع د عقة لثغة مح ل في‬: ‫ قات محا د‬،‫ هدنته‬:‫ ه ات‬،‫يده غ ز هز ج ه‬

: ‫ ئ ك‬: ‫ مح ا د‬، ‫ أ ل حمغي بال شهداء ائننزوؤ؛ ئ‬: 3 ‫ م ا متث ع ال ه يلف؟ ظ‬: ‫ بل ت‬:‫ قات‬،‫النثا م‬
: 3 ‫ ها‬، ‫ح ز‬
‫ ن‬:‫ئ ك‬ ‫ت‬3 ‫ق ر ر ي ة ا ك امن>؟ ها‬ ‫ت‬3 ‫ دا‬، ‫ع ن أ‬ ‫أ ت ي ي غ ذ ع ق ه و؛ص غ ا ب ؤ نل ف ب ه ز‬

" ‫إ ي منزه ون في م دك و ت السما وا ت‬


Mahled b. el-Hüseyn anlatıyor: U tbetu’l-Ğulâm, Yahya el-Vâsitî ve
Muşemrah ed-Dabbî İle birlikte yolculuğa çıktık. Missîsa’da bir kalenin
yanında konakladık. Oradayken bir gece rüyamda gökten bir meleğin
indiğini gördüm. Yanında Cennet kefenlerinden üç tane de kefen vardı.
Kefenlerden birini U tbe’ye, birini Yahya’ya, diğerini de başka bir adama
giydirdi. Sabah olduğunda rüyamı anlatmak üzere arkadaşlarımı çağırdım.
Utbe bana: “Ey Ebû Muhammed! Rüyam bizlere anlatma‫ ”؛‬defince
anlatmadım. Bir ay geçtikten sonra bir gece yatağımda uyurken birinin beni
dürtmesiyle uyandım. Başımı kaldırdığımda beni dürten adamın Utbe
olduğunu gördüm. Ona: “Ne istiyorsun?” diye sorduğumda: “O tur da bana
rüyanı anlatJ” dedi. Ben de oturdum ve gördüğüm rüyayı anlattım. Utbe
dinledikten sonra başını göğe kaldırdı ve anlayamadığım bir şeyler dedi.
Kalkıp gidince tekrar uyumak üzere başımı yatağa koydum. Kendime
geldiğimde kale girişinde fırıncının fırını yaktığını gördüm. Hemen
bineğimi hazırlayıp kaleye doğru gittim. Atının dizginlerini tutup kapı
önünde oturan Utbe ile karşılaştım. Utbe, Halep’teyken bize: “Bana öyle bir
at satın alın ki müşrikler onu gördüğü zaman kıskansınlar!” demişti. Vali
Utbetu’l-Gulâm ‫ال‬

.gelene kadar kapıda bekledik. Gelince de kapı açıldı ve vali dışarıya çıktı
Muşemrab’ın bineği yoktu, o esnada kapıda yanında bir atla başka bir
adam daha belirdi ve: “Ey Sevr!” diye seslenmeye başladı. Ben adama
”!yaklaşıp: “Sevr’in yerine başka bir adam ister misin?” diye sordum. “O lur
.deyince de Muşemrah adamdan atı alıp bindi ve yola koyulduk

Valiyle birlikte Edna’ya vardığımızda düşman izlerine rastladık. Vali


bana: “Kim bu izleri takip edip de düşman hakkında haber getirir?” diye
sorunca, Utbe: “Ben giderim!” dedi. Sonrasında birkaç arkadaşıyla birlikte
izleri takip ederek harekete geçti. Ancak karşılarına çıkan düşmanlar
tarafından biri hariç hepsi de öldürüldü. Sağ kalan kişi de kaçıp yanımıza
geldi. Bunun üzerine biz de harekete geçtik, ölülerim ize yaklaştığımızda ilk
önce U tbe’nin bembeyaz olan bedenini gördüm, öldürülm üş ve eşya ile
giysileri de alınmıştı. Göğsünde altı veya yedi kılıç izi vardı, bir eliyle de ,
.edeb yerini kapatmıştı. U tbe’yi ben defnettim

U tbe’nin öld^ülm esinden bir yıl sonra rüyamda yine o arada öldürülen
bir genci gördüm. Ona: “Allah sana neler yaptı?” diye sorduğumda: “Beni
şehitler ile rızıklandırdığı kimseler arasına kattı” dedi. Ona: “Utbe ile
”?arkadaşlarının durum unu anlat, onlar hakkında bir bilgin var m ı
”!dediğimde: “Hubâb kasabasında öldürülen kişiler mi?” diye sordu. “Evet
dediğimde de: “Gökteki tüm melekler tarafından tanınıyorlar!” karşılığını
verdi.

‫ ثنا‬،‫تارس‬
‫ ثغ ا جئم ز بن أ حم د بن م‬،‫حدثنا أ خ ن د بن إ ن خا ق‬ ] YYV/S[ -) ٨٥٨٨(
‫ " • جاءنا‬:‫ محالأ‬،‫ن ثت ن‬
‫ ثن ا محا د ى ا م‬،‫ ح د ق ي غزن ن ي د الل ه ائخؤار‬،‫إثزاي إ نخ انج نتد‬

‫ ا ر‬: 3 ‫بزو؟ ه ا‬
‫ م تألف م‬: ‫ ئ ك‬:‫ محا د‬،‫ ج ئ ت أغزو‬:‫ ن ا جاء ؛لف؟ قا ت‬:‫ مم قا ثق‬،‫ع ج ة الغ ال م‬

‫ فن و دي يوما في ا ل حي ل فف ز‬:‫ ئالأ‬،‫نأي ت ئ ا كا م أئى ا ق المصيص ة ئأغزو ئل ئث شي د‬


‫ ث ل‬:‫ مما ل‬، ‫فم زا جئا ص خ ا جتهفلق ا ن خ ل ئ ثا ب ا ل ج هاد ا ط ة ن ب ذ‬ ‫ا ص وخاء‬

:‫ قا د‬،‫ قادت فزت ال ؤ ج د وذقع ة إقه‬، ‫ت أ م‬3 ‫ ءادي مح د اعتل ك ؟ محا‬،‫س ي و س ال ح ي‬


‫ثز‬
‫ثلف في م‬

" ‫ دكا ن أوت ز ج ل اشئشهذ‬،‫نمص ى ن غ الناس فتئ وا الؤو؛‬


52 Utbetu’l-Ğulâm

Mahled b. el-Hüseyin anlatıyor: Utbe bize geldiğinde ona: “Niçin


geldin?” dedik. O: “Ben savaşmak için geldim” cevabını verdi. Ona: “Senin
gibi biri savaşır mı?” dediğimde: “Ben rüyamda Mıssîsa’ya gidip
savaşacağımı ve orada şehid olacağımı gördüm” karşılığını verdi. Bir gün
cihad için çağrı yapıldı ve bütün insanlar toplanıp geldi. Utbe ihtiyacını
gidermiş dönüyordu. Cihad kapısından girince bir adam onu karşılayıp:
“Benim atımı ve silahımı alır mısın? Çünkü ben hasta biriyim” dedi. Utbe:
“O lur” deyince, adam atından inip onu Utbe’ye verdi. Utbe insanlarla
birlikte yola çıktı ve Rumlarla karşılaştılar. Orada ilk şehid düşen kişi Utbe
oldu.

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬، ‫ثن ا إب راهي م‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ [ حدت ا أ خ ن د بن إ ن خ ا ق‬y y a / ‘\] “((٨ ٠ ٨ ٩


‫ قات‬،‫ هز ق ه د ث ق د عقه الغ ال م ؟‬،‫فار‬: ‫ ت أل ت عل ي بن‬:‫ قات‬،‫ شه ل ات صر ي أثو جعمر‬:

‫ل ك ن ا ن ق ئ ه ذ ومح ت د ق ي م ز ي ة ا لمحا ب‬
‫ و‬، ‫" " ال‬

Ebû Câfer der ki: Ali b. Bekkâr’a: “U tbetu’l-Ğulâm’ın öldürüldüğünü


gördün mü?” dediğimde: “Hayır, ancak o, Hubâb köyünde öldürülüp şehid
oldu” karşılığını verdi.

‫ ^ بن عئد‬١^ ١ ‫ ثعا‬، ‫ ثت ا جعف ر بن أ حم د‬،‫ب دار‬


‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن م‬٢٢٨/٦‫ )“ ل‬٨٥٩٠(

،‫ال سم ي‬ ‫فص‬
‫ح‬ ‫ ثغ ا عئذ الثؤ بن محم د بن‬،‫ ح د ب ي ث ح م ذ بن ام ن ثنن‬،‫الل ه المحل ي‬

‫ عقه ا لعال م قي ر حبة‬،‫ أقي عبد ال نا جي بن زيد‬: ‫ ق ا د‬،‫ح دبغي أثو حس ن بن التس ع‬
،‫ عقه إ‬:‫مه د الوا ح د‬ ‫ق ات لت‬ ، ‫ قا دا ئ ؤ مث ص عزثما‬C‫م ث ا ت ق د ي د الترد‬ ‫المصابن ئ في‬
، ‫ لت ح ب ز ر‬:‫ محا د‬، ‫م‬ :‫ إن ا قأئلف؟ ن ا ثلف ثئزق في متل ف ذا الث وم؟ قا ت‬:‫ قا ت‬، ١^ ‫ت‬3 ‫ئا‬

‫' إدي‬٠ : ‫ قا د‬،‫لخزتني‬ ‫إ ال ن ا‬ ،‫ ل لأن س ال ذ ي تئيي وبينلف وا إل حاؤ‬:‫ مما ل‬:‫ هات‬، ‫م‬ : 3 ‫ها‬
" ‫ئ أ م د ك‬ ‫ه ث‬ ‫ب ت؛ ؛ثب ي‬
‫ ج‬، ^ ١ ‫ظ‬ ‫م‬ ‫و \ش د و ث ذ ي أ ضي ق‬

Ebû Hasan b. el-Yesa’ anlatıyor: Abdulvâhid b. Zeyd, kış mevsiminde


şiddetli soğuğun olduğu bir günde U ^ e tu ’l-Ğulâm’ı kasaplar çarşısında
kendisinden terler boşalırken gördü. “Sen Utbe değil misin?” diye sorunca,
o: “Evet” karşılığını verdi. Abdurrahmân: “Neyin var? Bu soğukta neden
böyle terlemişsin?” diye sorunca, Utbe: “Hayırdır” dedi. Abdurrahmân:
Utbetu’l-Ğulâm 53

“Bana sebebini söyleyeceksin” dedi; ama ‫ ه‬yine: “Hayırdır” karşılığım verdi.


Abdurrahmân: “Aramızdaki samimiyet ve kardeşlik hakkı için
söyleyeceksin” deyince, Utbe: “Burada işlediğim bir günahı hatırladım. Bu
gördüğün ter onun için benden boşaldı” dedi.

‫ ثت ا إبراهيم بن‬، ‫ ثن ا جئم ز ئ ذ أ ح ن ذ‬،‫ ل ر ص ا حدثن ا أ خ ن د ى إشحا ى‬-) ٨٥٩١(


‫ري ح‬ ‫ ف ال جت‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا عتذ اثث ا م بن عئد ا و ج يم‬،‫ ح دمحي غابت ى خذا ش‬، ‫الحس د‬

‫ وا جراءق عمحئ‬٠' ‫ث م نف وتت‬ ‫نم د عمحه‬ :‫ قات‬، ‫ مم زغ الثامن محا‬،‫م ح رق حنزاء‬


" ‫و خ ر ا ي ا ق ن ز بالم ز ا ر ط‬

Abdulkâhir b. Abdirrahîm der ki: Bir defasında Basra’da kızıl renkte bir
fırtına koptu. İnsanlar bu fırtınadan dolayı endişeye kapıldılar. U tbetu’l-
Ğulâm ise ağlayarak şöyle demeye başladı: “Yazık bana ki (Rabbim) sana
karşı küstahlık edip kîrat kırat hurm a satın aldım!”

‫ ثن ا أ خ ن د‬،‫ ث إ أ خ ن د ى ا ل ح نت ن الح داء‬،‫ ا ثن ا أبو مح ئ د س حقا ن‬٢٢٨/٦‫ ل‬-) ٨٥٩٢(


‫ كا أ ب و ؤ ء ت ق‬، ‫ظ ال غ ال م ال جب ئ‬ ‫ قثا‬، ‫تا م ء ت ذ مح د ال مب ن ت ن ت ه د ئ‬:
‫ ثثا إ ر‬، ‫ال د ز ي‬

‫ قأئثثة‬، ‫ ئه ا ج ت ري ح‬،‫ت " *كا ن عقة يم ت د الشريط في بتت ئغ أ صحا ب ل ه‬3 ‫ ه ا‬،‫ا لرئ راني‬
‫ يا‬:‫ ممال أ‬، ‫ئ ز خ ال ئ ر ي ط وه ا م‬ : ‫ قا د‬، ‫س ة أن ا ث ن ى ن ا ف ى ا ل ق ن ا ع‬‫ يا ع‬: ‫ ق ك‬، ‫و ه و ال ي د ر ي‬

" ‫ب زآ ب‬
‫م‬ ‫مآ ا ئ و ى ي ز ت ق ذ‬
‫ب‬ ، ‫ق ز بال م ي ط‬ ‫ع ئ ث جت ر ئ ع ر ز ي غ م مر ي‬

Ebû Diâme ez-Zehrânî der ki: Utbe bazı arkadaşlarıyla bir evde ip
eğirmekteydi, o sırada bir fırtına koptu. Ben U tbe’nin yanına gittim ama o,
benim geldiğimin farkında değildi. Ona: “Ey Utbe! Gökyüzündekileri
görmüyor musun?” dediğimde, ipi elinden atıp kalktı ve: “Ey Utbe! Rabbine
karşı cüretkâr davranarak kıratlarla hurma mı satın alıyorsun!?” dedi. Utbe o
gün bir kırâta hurma satın almıştı.

‫ ثعا إ را م أ‬،‫ ثغ ا جع م بن أخن ت‬،‫يذاو‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا أ خ ن د ن أ حم د‬٢ ٢٧٦ [ -) ٨٥٩٣(

، ‫ أ ت ي ي ريا ح ا م ح إ‬:‫ قا ت‬، ‫م ا م ح ق‬ ‫محلم ال‬:‫ ثثا إ ث خ ا ن ئ ذ إ‬، ‫م ال م ا ل خ م‬ ‫ئذ‬

، ‫ ئنئ ا ""كا ن عند المع ر ب ه ا ج ت وي ح‬،‫ صح ب ت عقة ا لعال م زقي اشثزى ئمؤا م يزا ط‬:‫قات‬
54 Utbetu’l-Ğulâm

‫ب ق أن‬
‫ خ و ؛ ه أ خ ذ ت ش ه ي أ م‬، ‫ ^ ظ تثر لز أ خ ي ه‬١ ‫م ي‬
‫ " ومي ه أ ن‬:‫ج عقه‬
'٠ ‫ ق نح ذ ق به ا‬، ‫ئآخذيي عغذه ا ال أخ ل ج ا‬

Riyâh el-Kaysî der ki: U tbetu’l-Ğulâm ile yoldaşlık ettim. Bir ara bir
kîrat hurma satın aldı. Akşam vakti olunca da bir firtma koptu. Bunun
üzerine Utbe: “Allahım‫ ؛‬Bir yıldan beri canım hurma çektiği halde yemek
İçin almadım. Ama alıp bu isteğimi gidermek istediğimde canımı da almanı
istedim. O nun için bir daha da almam” dedi ve hurmayı sadaka olarak

‫ ثن ا أ ح ن د‬،‫ثني‬،‫م‬
‫ محا أ خ ئ د س ا ن‬،‫حثا ن‬- ‫ ا خ ا؛ثن ا أبو مح ث د بن‬٢٢٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٥٩٤(

‫ جا ن‬:‫ هات‬،‫ص بكر‬ ، ‫ر‬ ‫ ح دقتي‬،‫خ د م و ا ه م بن مه د ال مبس بن ن ه د ي‬ ،‫ال د ؤ ر ئ‬


‫ ع ا دا "كان‬،‫ قتل ة يالت اؤ نعمح ئة ويصع ة في الش م س حش ث ج فق‬،‫عئته الغ ال م يأ ح ذ دقيقة‬
‫م ؛ش ص‬ ^ ‫ ز ئ ر مب ب ذ خ ي‬.‫ ت أ ثأ خ د اث م‬: 3 ‫ ق ا‬، ‫ك‬ ‫ه د ء ء ئأ خ دة ؤ أ ث د م ئة‬
‫ثم أول‬ ، ٤^ ١ ‫ ل ؤ أعهلتثيي دقيملث مححتزثه أ أل و و د ت ل ك‬،‫ يا غ ي‬:‫ ثقأول م ؤ الة لت‬،‫نه ازة‬
'٠‫ " يا أر محالن قد شدد ت غثي ”كن ب ا ل ج و ع‬:‫نف ا‬

Bekr der ki: U tbetu’l-Ğulâm un alıp su ile yoğurur ve güneşe kuruması


için koyardı. Gece olduğu zam an gelip onu alır ve ondan lokmalar yerdi.
Sonra gündüz güneşte olan su küpünden bir bardak (su) alırdı (ve içerdi).
O nun azatlı cariyesi: “Ey Utbe! Bana un versen, ben de onu sana ekmek
yapsam ve senin için su soğutsam” dediğinde: “Ey ü m m ü Filan! Ben
açlığımı giderdim” derdi.

‫ ثن ا جح م بن أ ح م د ; ثنا إئن؛ييلم بن‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خا ق‬٢٢٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٠٩٥(


‫ئ ت تجي ذقف ه‬ ‫ كا ن‬:‫ قال‬،‫ تحا غبمم ال م ئ اقز ج اخل ابى‬،‫ ثثا ئ خ ث ذ ئ ا ل خم‬،‫ا ل م حب‬
£‫ الخ رة الئؤا‬١‫ ح م يهثا في اال؛اي‬،‫ " ك ن ز ه وم نح‬:‫ ويمولط‬،‫ب م يأ"كل ة‬٤^ ^ ^ ١ ‫ويجمم ة في‬
‫و ا ه م ال ء ث ا م‬

Abdullah b. el-Ferec el-Âbid der ki: Utbe unu yoğurur ve güneşte


kuruturdu. Sonra da yer ve: “Âhiretteki etler ve güzel yemekler hazırlanana
kadar ekmek parçası ve tuz” derdi.
‫‪Utbetu’l-Ğulâm‬‬ ‫‪55‬‬

‫شر‬ ‫(‪ ] ٢٢ ٧ ٦ [ -) ٨٥٩٦‬حدثن ا أ خ ن د ن إ ئ خا ق‪ ،‬ثغ ا جعف ر ب ن أخن ت ‪ ،‬ثن ا ^‪^ ١‬‬


‫الجغئد‪ ،‬ثغ ا مح ث د شر ات خثي ي‪ ،‬ح د بت ي أ خ ن د س إ سحا ق ا ل ح قن زم ي‪ ،‬ثن ا ت أ م ه ائثؤائ‪،‬‬
‫قا ل‪ ' '٠ :‬كا ن عتبة انئ ال م ص نقالي اثصزة‪ ،‬وكان م ن أ صحا ب ال فأق‪ ،‬و كا ن قد ئؤث‬
‫و كال‪1‬ا يصو م ؛ لأهن ن ث ر ي‬ ‫؛أ خ ز ى ‪،‬‬ ‫تحر‬ ‫وت‬ ‫مت م ة‬ ‫كث ة‬ ‫و‬ ‫ثت منئ ى‬ ‫ن فلم ه ‪،‬‬ ‫كس ه سس‬
‫ال ثوا ج د وا خلا بين ‪٠٠‬‬

‫‪Selemetu’l-Ferrâ der ki: U tbetu’l-Ğulâm Basra âbidlerinden idi. Onlar‬‬


‫‪ekmek kırıntılarıyla yaşayan kimselerdi,‬‬ ‫‪o,‬‬ ‫‪kendisi için altmış ekmek‬‬
‫‪kırıntısını yiyecek yapmıştı. H er akşam bir parça yerdi. Biriyle de sahur‬‬
‫‪yemeğini yerdi,‬‬ ‫‪o‬‬ ‫‪her gün oruç tutar, sahilleri ve mezarlıkları mesken‬‬
‫‪edinirdi.‬‬

‫(‪ ] ٢٢ ٧ ٦ [ -) ٨٥٩٧‬حدق ا أ خ ن د س ثع دار‪ ،‬ثن ا ج ث م س أ ح م د‪ ،‬ثن ا إبراهيم ‪، ^ ^ ١‬‬


‫ثت ا أبو ي و ئ ن يعم و ث بن إ ت خا ق‪ ،‬ثن ا أب و عم ر ان صر ي‪ ،‬قا د ‪ " :‬كا ن وأمس ما ل عتبه‬
‫وفلس‬ ‫فلغ ا ‪ ،‬قشتر ي بالفل س ا ل ح وص‪ ،‬قا دا ■عمله باعة يت ال ث محلوس‪ ،‬محملس يتص د ق به‪،‬‬
‫مبخذه زل ن مال ه‪ ،‬نف ل س يشتري به ق سا بمطر عليه‪ ،‬قا د أبز يونف ت‪ :‬أفلق ال دانئ يوم ئ ذ‬

‫بث ال ث محل وس كناي‪٠٠‬‬


‫‪Ebû Ömer el-Basrî der ki: U tbe’nin bütün malı bir fıls1 idi. Bir filse‬‬
‫‪hurma yaprağı alır ve onu işleyip üç filse satardı. Bir filsi tasadduk eder, bir‬‬
‫‪fils ile tekrar mal alır, bir filsle de kendisiyle iftar edecek bir şeyler alırdı.‬‬
‫‪(Ravi) Ebû Yusuf: “O zamanlar dânık, üç büyük fils ederdi” diye eldedi.‬‬

‫بن‬ ‫بن أ كش‬ ‫(‪ -) ٨٠٩٨‬ل‪- ] ٢٣٠/٦‬حدثن ا عتد الل ه بن مح ث د بن جعفر‪ ،‬ثن ا أ خ ن د‬
‫ئصر‪ ،‬ثغ ا أ ح ن د ن إ؛نا ويلم بن *كثير‪ ،‬ح دثني حال د ن خدا ش‪ ،‬ثن ا محم د بن ن ش وي‪،‬‬
‫ئ ا كدح إ ر امحلآ‪ ،‬قات‪ :‬ئنئا أنتقا‪،‬‬ ‫خاء‪-‬ا‬ ‫م ه ص ى ز!سب‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫و كا‪ 0‬ن‪.‬ي ال‬

‫ئن ث أل صحابه‪ ٠٠ :‬اشثزوا نحئ ا بدؤه م وا طثمحوة سكتا غ ‪ ،‬ح ش ثتعس ى به غية‪ ،‬قادت ئنث ا‬

‫ئلثوة هو ج دوه قي مح ت من أمحاج فت‬ ‫ص ش العش اء محمدب ا ه‪ ،‬هاد‪ :‬محل ت ‪ :‬اطئتوة‪ ،‬مح ا د ‪:‬‬

‫‪1 Altm ve gümüş olmayan bakır v.s. den basılmış paradır. Irak dinarının binde‬‬
‫‪biridir.‬‬
56 Utbetu’l-Ğulâm

‫ ئذرئا ن ء‬٥‫ح ي عل ت ه ناغ و هو ث أ و م ن ة وعيثا‬


‫ همجعلم ه ف ى خ رقة ن‬، ‫ف ي "كا ن مع ه‬
‫أ غ ذ شو ش ني‬

" ‫ قات " ث يكسي‬، ‫ش ان الثؤ إخؤائلث قت تجلوا تل ق ق ها‬ :‫ ئت ث‬:‫قات‬

Râsib oğulları âbidlerinden M uhammed b. Mestur der ki: U tbetu’l-


Ğulâm meraya yanımıza geldi. Akşam olduğu zaman arkadaşlarına: “Bir
dirheme et alın ve Utbe için bir akşam yemeği yapm” dedim. Utbe yatsı
namazım kıldıktan sonra ortadan kaybolmuştu. “O nu bulun” dediğimde
aradılar ve evlerden bir evde buldular. Yanında bulunan undan alarak bir
bezin içine koymuş ve üzerine su dökmüştü. O ndan yemekte ve gözyaşları
akmaktaydı. Ona: “Sübhânallah! Kardeşlerin senin için yemek yaptı”
dediğimde: “Bu bana yeter” karşılığını verdi.

‫ ثت ا إبراهيم بن‬،‫ ثن ا جعف ر بن محاوس‬،‫ ا حدثن ا أ خ ن د بن إشمحا ق‬٢٣٠/٦‫ ل‬-) ٨٥٩٩(


‫ة‬ ،‫ ثءتيي‬1 ^ ١ ‫ت‬ ‫ي م أئ و‬ ‫ه أخ ط ئ‬ ، ‫لخد ئ غتز االمح ي ي‬ ‫ خ د ي‬،‫م حب‬

: ‫ت لي ا‬،‫ ق‬، ‫ق ؛ ق ث ة دئ ئ ا‬ ‫ئ‬ ‫ " ء بم ئ‬: ‫ قا د‬، ‫يئرءئ‬


‫م ا و اف‬ ‫أ خت ن ئ ق ة ؛ أوئ‬

‫ذايئ ا‬ ‫ ح ز إذا 'كا ن ي الث ابتة أ ح ذ‬،‫انذلعي ع ي إ ر هاب ل ئئ ا زات تدافع ها س بغ س ين‬
‫ ث إ‬: ‫قا د‬ ،‫زيد حقا نا‬ ‫بن‬ ‫ ءأش به ا ص د ئ ا ثت ش أ صحا ب عثد الوا ج د‬،‫ونص ف ن إه ال س‬
‫م أجذف ا وأ حلع ه ا‬ ‫منه ا‬ ‫ وهد انت ح ي ت‬،‫أ ي ي إن مس ي تن ازعني لغ ما تئذ شبع م نين‬
\‫ ي‬: ‫ ه ا د‬، ‫ قث ا أثاة به إذا ئ ؤب ص ئ‬، ‫نح ذ لي رغيفئن وقهئع ه م ن ل غم بهذا ال دان ي والنص ف‬
،‫ قادت نجع د يذكي ويمش ح رأته‬،‫ قادت بل ى‬،‫ئ ال ن أل ئ ث أن ث اثن ه الن زقن نا ث أبولث‬

‫ما كا ن مع ه "ب م‬ ‫س ي م ن ال د ي أن ثمي ن ف ه و ق قي بهل ن ف ذا ا لهم‬


‫نقا د ؛ " مة ع‬

>‫ ؤويهئعن ون الطعا م غلى حبه مستكيكا وش ما زأبميائؤ‬:‫هزأ‬

Ahmed b. Atâ Ebû Abdillah el-Yarbûî bildiriyor: U tbetu’l-Ğulâm’ın canı


et çeker, ancak her defasında ileri bir zamana atar ve isteğini bastırırdı. Bu
şekilde yedi sene boyunca bu isteğini erteletti. Yedinci yılda ise bir dâmk ile
yarım fils alıp, Abdülvâhid b. Zeyd’in fırıncı olan bir arkadaşına geldi. Ona:
“Kardeşim! Canım yedi yıldır et çekiyor ve artık bu isteğimi erteletmekten
ve ileriye atmaktan utanır oldum. Bu bir dânık ile yarım filsle bana iki
ekmek ve bir parça et al!” dedi. Fırıncı, U tbe’nin istediklerini alıp ona
verdikten sonra Utbe bir çocukla karşılaştı. Ona: “Sen ölen filan kişinin oğlu
Utbetu’l-Gulâm 57

‫ك‬£‫ للغ‬misin?” diye sorunca, çocuk: “Evet‫ ”؛‬karşılığını verdi. Bunun üzerine
Utbe ağlayarak çocuğun başını okşamaya başladı ve şöyle dedi: “Benim
dünyadaki huzurum, canımın istediğinin bu çocuğun midesinde olmasıdır‫”؛‬
Ardından Utbe aldığı ekmek ile eti çocuğa verip şu âyeti okudu: “Onlar,
kendi canları ‫ ؟‬ekm esine rağmen yem eği yoksula, yetim e ve esire
yedirirler.’^

‫ ثن ا إبراهي م بن‬، ‫ ثن ا ج م بن أ ح ن ذ‬،‫ ] ثت ا أ خ ن د بن إشت ا ق‬٢٣٠/٦‫ )“ ل‬٨٦٠٠(


‫ عن محل د‬،‫ ثن ا أ ح ن د بن بواب أبو عتد الل ه‬،‫ ح ددنى محم د بن محم د ا ل ح ال لأ‬،‫ا ل ج ثتد‬
‫) لن ا يؤما بمنى‬3‫ وها‬،‫ كا ن عتبة ي جال سا عنذ ثا ب ب ث ا م بن خث ا ن‬٠٠ : ‫ محا د‬،‫بن ما ن ن ش‬
‫ هؤ دا ث جالنن ا أن ث زن ا رائق‬: ‫ قلثا له‬،‫|دن ال يئجس ي و ج د ال يأك ون في يده جمره ة‬
‫ ج‬:‫عجة‬

‫ةثيي به خوصا !عمله وأبيع ه‬،‫ أ‬،‫ ب ر إ ر آل حترف زأمح ن مالي طق و ج‬٠٠ ‫ أممال‬،‫ث حترفن‬

" ‫بث ال ث طن ا س يخ طق و ج زش مالي وقيراط خ ر ي‬


Mahled b. el-Hüseyn bildiriyor: U tbetu’l-Ğulam bizimle Hişâm b.
Hassân’ın kapısının yanında otururdu. Bir gün Utbe bize: “H er hangi bir işi
olmayan kimselerden hoşlanmıyorum!” dedi. Ona: “Ama sen de bizimle
burada oturmuşsun ve herhangi bir iş yaptığını da görmüyoruz”
dediğimizde şöyle karşılık verdi: “Ben çalışıyorum. Bir tassûc (çeyrek dânik)
sermayem var. Bununla hurma yaprağı alıp işliyor ve üç tassûca satıyorum.
Bir tassûcu sermaye olarak kaldırıyorum, kalanıyla da yiyecek alıyorum.”

‫ ح دبني م ح ئ د بن ا مت ع‬،‫ بث ا ج ع م ز س إئزايب‬، ‫ ا حدبن ا أ خ ن د‬٢٣١/٦‫ ل‬-) ٨٦٠ ١(


‫ " حرج ع جة إ ر ص دي ق لت‬:3 ‫ محا‬،‫ ح دقتي ر ج ل أ ظنة ال تغن ي‬،‫ ثن ا أب و ربيع ة‬،‫ا ل ل ح م ي‬
٠' ‫ قادت فتزود "كنث جا بفل تت ن‬، ‫ب وا سط‬

el-Anazî der ki: Utbe, Vâsıt’a bir arkadaşının yanına gitmek için yola
çıktı. Azık olarak iki filse (kuruşa) yiyecek bir şeyler aldı.”

1İnşân Sur. 8
58 Utbetu’l-Ğulâm

‫ ثن ا أ حم د بن‬، ‫ ث إ أ حم د س ا ل ح ثئ ن‬،‫ ا حدثن ا أب و محم د س حثا ن‬٢٣١/٦‫ )“ ل‬٨٦٠٢(


‫ ”كا ن لعتبه‬٠٠ :‫ مولون‬، ‫ ص أ صحابن ا‬،‫ ت م ن ت عدؤ‬: ‫ ءا د‬،‫رإتا مي؛ء حدني حالت بن خذا ش‬
٠٠‫ ح ز تل غ إلى أخيه بواب ط‬،‫مسا بدره م فه و زادة‬ ‫يق ر ي من الثصزة‬
‫أ خ بزا م ط ف‬
Hâlid b. Hidâş der ki: Arkadaşlarımızdan bir çok kişinin şöyle dediğini
işittim: “Utbe’nin Vâsıt’ta bir kardeşi vardı. O nun yanına gideceği zaman
Basra’dan azık olarak bir dirhemlik yağ satın alıyordu. Bu da kardeşinin
yanına varana kadar ona azık oluyordu,”

، ‫ ى أبو بكر ئ ي م‬،‫ ثث ا أ خن ن ئ م ح م ثن م حن‬، ‫ ا خدتثا أ ي‬٢٣١/٦ ‫ )“ ل‬٨٦ ٠٣(

‫ " مح د م‬:‫ قات‬،‫ح دثت ي س أ م ال م ا دا ئ‬- ، ‫ ح دقني رؤح بن ش ه‬،‫ عن محم د‬، ‫ ح دئ ت‬: ‫قا د‬

‫ق زلوا غ د‬ ‫ن ط أ ا الت وامح ئ‬ ، ‫ و هم د الزا حف ئن ه‬، ‫ و محن ا لع الم‬، ‫ا ل م ي‬ ‫م حثا و؛ ض ا إل‬


‫ ثنث ا و م ح ق ال خ ا م ص‬، ‫بب إ ي ي م ؛‬
‫ ف لأث نيب ذا ث ثل ة شاث ا ثد غ ج‬:‫ قات‬، ‫الث ا ج ل‬

‫جلي ا ل؛حر م\را نافعا ممؤثة‬-‫ ؤئز غ ز شا‬،‫أوللف المطوعة‬


‫ إذا با ئ د مولت ب ن بمص خ‬C‫أيديه م‬

:‫ف وت‬:

‫م‬ ‫ه ا عئر‬ ‫م‬ ‫زلئ؛‬ ‫و طه أل عن نايائ ظوب ط اع م‬

١^١^ ‫ و ما‬،‫ ة ال قد م رهتثا ال طعا م‬٠ ،‫ قتث ط م نق ثا علته‬،‫ قصا م عقه صئ ح ه‬:‫قات‬
‫ج‬ ‫ و ء ء ك أ‬.‫ل‬

Selm el-Abbâdânî der ki: Bir defasında Salih el-Murrî, U tbetu’l-Ğulâmj


Abdulvâhid b. Zeyd ve Selm el-Usvârî bize geldiler. Sahilde konakladrlar.
Bir gece onlara yemek hazırladım ve davet ettim. Geldiklerinde yemeği
önlerine koyduğum sırada sahilden bir sûfı yüksek bir sesle:

“Seni yemekler ve camntn istediği lezzet oyalamakta


Oysa bunların ebedi yurtta faydası hiç olmamakta” diye seslendi.
Bunun üzerine Utbe bir çığlık atarak bayıldı. Oradakiler ağladı ve yemeği
kaldırdık. Vallahi ondan bir lokma bile yemediler.

‫ ^ بن‬£ ١^ ‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا جع م بن أ خن ذ‬،‫ ا حدثن ا أ خ ئ د بن إشخا ق‬٢٣١/٦‫ ل‬-) ٨٦٠٤(


‫طعاما‬ ‫ ص ئغ عتذ الزا ح د‬٠٠ : 3 ‫ ها‬،‫سجفث س منظور‬، ‫ ثن ا‬،‫ن تن ن‬
‫ ثت ا محم د ن ا م‬،‫الج ثتد‬
Utbetu’l-Ğulâm 59

1‫ إلثت "ى ن ظئئ‬،‫ ثأ ك د ؛مح زم عتز عئته‬:،3‫ دا‬،‫> فيه م عتتة‬1‫ م ن إ~حواذه وك ا؛‬1‫م‬ ‫ؤ ج ن غ عش‬

‫ب ن ه م إ ز عقه فنفن إ ر عسي وال دمو ع شح د ر‬


‫ قا دت ن ا ق ن ث م‬، ‫س ه م ي ح دم ه م‬‫غلى رءو‬
‫ وأ ح ر ا ل ر ج ل عتد‬، ١^ ^ ‫ ئنثا قزغ ائقؤم م ن‬،‫ ثم ذ ك ت وأق د عأى ال طعا«؛‬، ‫يلمه ا‬
: ‫ ب ش إل ب ق ث ؤاقؤ إ ي ق ن و ن ؟ قا د‬:‫ ءق ا د ه عبمد النا ج ز‬،‫الزا حف بث ا نأى ص محق‬
‫ م شب ي‬- ‫ ئشهى عتد ائزا ج ز شهم ة‬،‫هم‬-‫د و ت موائد أه ل ا ل جنة وا ل ح د م قتا م غش رءوب‬
، ‫عل ث ه‬

‫ ئن ا نأي ت عئذ الوا ح د بع د دللف ائؤم‬:‫ قات‬، ‫ سجمت ح د ب ي حص ت ن ن الق اب م‬3 ‫ظ‬

‫ إ ال أ و م ذ ؤ ز ال اثن‬،‫ ؛ د ت م د و ال أ م ص ؛ال ذوأل بجي ؤ ال م ح ث‬٩ ‫ذع ا‬


‫ ؛ال أ و‬،‫ م‬: ‫ زك ئ فإة بم د بم غ ر ي ؤ أذ ال‬:‫ ةاد‬،‫ب خ ر ض لزخهه‬
:‫ قات‬،‫ إ ال أقد ض محت‬،‫ ز ال بمام ين الض زا م حاب‬، ‫م ض ه‬ ‫إ ال‬ ،،‫ح‬ ‫م‬ ‫ ز الث‬،‫ض م حب‬
‫ق ا د ل ة سس أ صحابه ال تن م ي مح ة ألل ص ونم بالئه ا ر قي الق اع ا ت ا ل ال ي ال ث ج ذ م ه ا‬

‫أن أطل ب‬ ‫ ^ زيد‬١‫هم د‬ ‫ ظ أي‬١^ 3 ‫ مما‬:،3‫ ظ‬،‫ ث ؤوظء تذر ك‬1‫^^ ئفذ؛ أ؛ث ش ثه‬٨^ ١
‫ نكثت إذا نأ و‬:‫ قات‬،‫ إ ال زأئا ظ و ب‬4‫ ال أد ام ك د ؤ ال ئم ارا‬، ‫ مظ سي ومحن م‬3‫اخل‬
‫ ؤث؛‬،‫ب س ال غ مث ح ت سابه‬
‫ يل‬0 ‫ و كا‬:‫شئه الوال ه زنا ظنلف بر ج ل ال ين ا م إ ال مغلوب اء محالأ‬

" ‫المحا ب‬ ‫صا ل ح‬ ‫كا ن تؤم ال ين ت و أق اة ئ وب س ش‬


Sicfb. Manzûr der ‫لكل‬: Abdulvâhid yemekler yaptı ve aralarında U tbe’nin
de bulunduğu kardeşlerinden bir kaç kişiyi davet etti. Utbe dışında herkes
yemişti. Utbe ©nlara hizmet etmekteydi. Bir kişi U tbe’ye baktı ve
.gözlerinden yaşlar aktığını gördü. Bu kişi sustu ve yemeğine devam etti
Herkes yemeğini bitirince dağıldılar. Bunun üzerine U tbe’nin ağladığım
gören adam Abdülvâhid’e durum u anlattı. Abdulvâhid: “Babam sana feda
:olsun. Herkes yemeğini yerken sen neden ağladın?” diye sordu. U tbe
Cennet sofraları ve sofradakilere hizmet edenler aldıma geldi” cevabını“
.verince, Abdulvâhid hıçkırdı ve bayılıp düştü

Husayn b. el-Kâsım bana şöyle anlattı: Bugünden sonra Abdülvâhid’in


evine kimseyi davet ettiğini, doyuncaya kadar yemek yediğini ve kanıncaya
kadar su içtiğini görmedim, ö lü p gidene kadar da dişleri görünecek şekilde
gülmedi. Utbe ise Allah için doyacak kadar yemeyeceğine, kanacak kadar
60 Utbetu’l-Ğulâm

içmeyeceğine, gece ve gündüzden ihtiyacmdan fazla uyumayacağına dair söz


verdi. Arkadaşlarından bir kişi kendisine: “Ey Utbe! Geceleyin uyuma,
gündüz vakti namaz kılınması helal o lm a y a n saatlerde uyu. Bu senin
ihtiyacmdan fazla olmayan ve adağım yerine getirecek kadar olan bir
uykudur” deyince, Utbe: “Ey Ebû Abdillah! o zaman ben Rabbimle aramda
olan şey için hile yapmış olurum. Ben ne gece ne de gündüz yenik
düşmeden uyumam” karşılığım verdi. O nu gördüğüm zaman üzüntülü
görürdüm. Yenik düşmeden uyumayan kimsenin nasıl olduğunu sanırsın?
Kıldan elbiseleri giysileri altına giyerdi. Cuma günü onları üzerinden atar ve
güzel giysilerini giyerdi.

‫ ثعا أ حم د بن‬،‫ ثن ا أ خ ئ د بن ا ل ح ض‬،‫ ] حدثت ا أب و محم د بن حيا ن‬٢ ٣ ٧ ٦ [ -) ٨٦ ٠٥(

،‫ ت أ ن غ ق ونف ن بن عقليه‬:‫ قات‬، ‫ ح د ق ي إبراهيم بن عبد ال ر حم ن بن م ه د ئ‬،^‫؟‬£١^


‫ث ا ءين أعتزين م رو بزا حدة ؤيزئدي‬
‫س‬‫ كا ن يئ س ك‬: ‫ ه ا د‬،‫س ن عتثه؟‬
‫ن ا "كا ن يا‬ " :‫قل ق‬

٠' ‫ ^ ^ م ن عوذ‬١‫ و ك ان عتبة حمنبق ا‬:‫ إبزاه م‬3 ‫ ه ا‬،‫ إدا رأته ئ ك مبش ا ال كزة‬،‫بأخ ر ى‬

İbrahim b. Abdirrahman b. M ehdi der ki: Yusuf b. Atiyye’ye: “Utbe ne


giyinirdi?” diye sorduğumda: “O, gri renkte iki giysi giyerdi. Birisini
peştamal olarak kullanır birisini de üstüne giyerdi. O nu görsen: «Bu kişi
ırgatlardan biridir» dersin” karşılığını verdi. Utbe, û z denilen yerden şerefli
bir Arap idi .

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ئ د ن ا ل ح تن ن‬،‫ ] حدثن ا أبو محم د ث ذ حقا ن‬yv'y/S[ -) ٨٦٠٦(


‫ث أبا‬ :‫ قات‬،‫خ د م ا لخيل ئ صرو ال ئك ر ي‬ ، ‫ قثا غثذ ال م ئ مح د ال م‬،‫إئزا م ز‬

‫ص ي‬ : ‫ ؛‬١ ١ ‫ئل ف ظ دئ لأ؟ ؛‬:‫ ظ جثا‬: ‫ئ ك‬ : ‫ ظت‬، ‫ ك د ث أ ال و ت ى‬:‫ق ع ق ه‬ 3 U : ‫ ة ت‬،‫أ ئ س‬

" :‫ع ث ة‬ ‫ مما ل ل ي‬، ‫ ن أ ي ت أ غ ا ل ي‬: ‫ش ابمل ث ؟ قا د‬


‫ قا دت مح ن ت و أ ي ق ي غ ح‬،‫ خ ذ ن ي‬° ‫ا ال رح س ثأ‬

, ‫ م‬3 ‫ئ أ ة ا ال‬ ‫ ء ت ئ ت ا‬- ‫ أ‬3 ‫ أ ز أ ظ ق ت أ ش ؛ ؛‬١ ١ ^ ٤ ،‫ق ك ت ا ء; ت ن ؤ آ ئ ث ق ى ق ذ 'ا‬ ‫أ ك‬

" ‫ئأف د ي‬
Ebû Enes der İri: Utbe bana: “Neredeyse beni göremeyecektin” deyince:
“Ne yaptın? Suçun nedir?” dedim. Utbe: “Neredeyse yer beni içine alacaktı”
dedi. “Sen ne cinayet işledin İri?” dediğimde şu karşılığı verdi: “Ben bir
‫‪Utbetu’l-Ğulâm‬‬ ‫‪61‬‬

‫‪kardeşimi gördüm,‬‬ ‫‪o‬‬ ‫‪ giysi‬لكال ‪bana: «(Ey) Utbe! Sen bu durumda iken‬‬
‫‪giymişsin öyle mi!» dedi. O na giysilerden birini vermemem halinde yerin‬‬
‫”‪beni içine alacağını sandım.‬‬

‫(‪ ")٨٦٠٧‬ل‪ ] ٢٣٢/٦‬ح د ظ أ خ ن د ن إ ت خا ق‪ ،‬ثن ا جعغز س أ خن ذ ‪ ،‬ثغ ا إبراهيم بن‬


‫ثن ا أبر ع من الغرين‪ ،‬محات‪ :‬شمع ت ري ا حا القتس ي‪ ،‬بم ولط‪:‬‬ ‫ن اكتهي‪،‬‬ ‫الج ثتد‪ ،‬ثن ا مح ئ ذ‬
‫ئ ‪ 3‬ني عئته‪ ٧ " :‬ري‪ 1‬ح‪ ،‬ا ‪ 0‬مح ت ح ك دعتني ئفيمي إ؟ى اثك ال‪ ،£‬ثكل ن ت هبئس ‪^ ۵١‬‬
‫أثاء ثا ريا ح إن لف ا ن وقما ثئلم ث فيهبطو ل الص ن ت عن ائمصو ل‬

‫‪Riyâh el-Kaysî der ki: Utbe bana: “Ey Riyâh! Eğer nefsim benden her‬‬
‫‪konuşmamı istediği zaman konuşsaydım en kötü görüş sahibi olurdum. Ey‬‬
‫”‪Riyâh! O nun öyle bir konumu vardır ki sükût ettiği zaman ona gıpta edilir.‬‬

‫(‪ -) ٨٦ ٠٨‬ل‪٢٣٣/٦‬ء خ ا؛ثن ا أبو ث ح ئ د ن حثا ن‪ ،‬ثن ا أ خ ن د س ا ك ن ي‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن‬

‫إبراه م ‪ ،‬ح د ب ي أ حم د بن ز م م ا لمروري‪ ،‬ظ ‪،3‬ت رك ب عتبة قي زورق م غ قوم‪ ،‬قا دت ثأراد‬
‫ائن ال غ أن يع د د ي ب تج ئ الثني؛ثة‪ ،‬قا ل‪ :‬ه ام ي ج د أ ح د ا منه م أ ح م في عينه م ن عتبه‪،‬‬
‫س م ‪ ،‬مما ‪3‬؛ ع جة‪ ٠٠ :‬ا ل ح م د لل ه ال ذ ي لم ثز فيه م أ حقن في‬
‫ه ات‪ :‬هص ز ب جنبة‪ ،‬وه ا د ‪ :‬ا‬

‫مه ي ب م "‬

‫‪Ahmed b. Zuheyr el-Mervezî der ki: Utbe bir grupla birlikte bir kayığa‬‬
‫‪bindi. Kayıkçı binen kişilerden biriyle kayığı dengelemek istedi. Ancak‬‬
‫‪gözünde U tbe’den daha değersiz birini göremedi. U tbe’nin böğrüne‬‬
‫‪vurarak: “Düzgün dur!” dedi. Bunun üzerine Utbe: “Gözünde onların‬‬
‫‪içinde beni en düşük gösteren Ailah’a hamdolsun” dedi.‬‬

‫م داو‪ ،‬ثن ا جعف ر بن أ حم د ‪ ،‬ثن ا إ صي‪-‬لم بن مح د‬


‫(‪ “) ٨٦ ٠٩‬ل ‪ ٢٣٣/٦‬ا ح دبت ي أ خ ن د بن ب‬
‫المحل ي‪ ،‬نحا محم د بن ا نم‪،‬ثني‪ ،‬ثت ا ذاؤد بن ا ل م حقر‪ ،‬مح ا د ‪ :‬ش مع ت أبي ا ل م حثز شرثمح ذم‪،‬‬
‫يم ولط ‪ :‬قات نل بما ن س ع ئ لت ع ض أ صحابه‪ " :‬وي ح ك أين عتتة ف ذا ال ذ ي فد افتتن بؤ‬
‫وه و ال‬ ‫بزة‪ ،‬ها د ‪ :‬ثخزغ به في ا ل حئش‪ ،‬حتى أثى به ا ل جب ا ن ثموهفث به ع ر ع جه‪،‬‬
‫أ هد ائ م‬

‫يعلم م ن كس نأت ه بثده ع ود ين ك ت غلئؤ ا ال رحس‪ ،‬هزئن عثه نن إل هزئع زأتة ث ؤ إ قه‪،‬‬
‫مما ل‪ :‬وعثك م الث ال م ور ح ن ة اللمه وبر كاته‪ ،‬ه ا لأ‪' :‬كثفن أن ث يا عتثة؟ محات‪ :‬يخا ل بج ن‬
‫ه ا‪ :،3‬ن ا غن ا ؟ ه ا ‪ :3‬قدوم غش ؛ل د ب ح ر أم بئؤ‪ ،‬بأ دك س نأت ه و جع ل ين ك ت‬ ‫خش‪).‬‬
62 Utbetu’l-Ğulâm

‫ ت ي ئ ثا م ه‬1 ‫ أزى مح ة قت ؟خزن غ ث ة ز ال ولي ظ‬:‫ د ن ع ئ‬1‫ قث ت‬3 ‫ ق ا‬، ^ ٠^ ١


‫ أ ن ي ه ف أ ي ا لآ؛يءث ع ر ا ذ‬: ‫ ق ا د‬، ‫ م ح أ ق د أ و ت ث ث ب أ م دره م‬١٤ : 3 ‫ ثز قا‬، ‫مز؛نت ب‬

‫ ثئ مغي‬: 3 ‫ زن ا ح ا جتلف؟ مما‬:3 ‫ مما‬،‫ قا لت نحم أ زنئ سلي م ا ن‬،‫م ضي لي مع ه ا حا ج ه‬


‫عقه ظ ئ ح ن فيه‬ ‫ محصن‬:‫ ويئأو ل‬،‫ وئ ؤثئك ي‬،‫ث أ ز ر عغة تغضي‬
‫ م‬:3 ‫ ء ا‬، ‫ قذ ئ ئ ك‬:3 ‫ظ‬

Ebu’l-Muhabber b. Kahzem der ki: Süleyman b. Ali, arkadaşlarından


birine: “Vay sana! Basra ahalisini fitneye sürükleyen Utbetu’l-Ğulâm
nerede?” diye sordu. Sonra askeri bir birlikle Utbe’nin yanma gitti. Arkadaşı
onu Utbe’nin bulunduğu peynirciler çarşısına götürdü. Süleymân’ın
arkadaşı gelip Utbe’nin başında durdu. Utbe’nin bir şeyden haberi yoktu.
Başını önüne eğmiş elindeki bir çöple yeri eşeliyordu. Bir ara başım kaldırdı
ve adama baktı. Andından: “Ve aleykumu’s-selam ve rahmetullahi ve
berekâtuhu!” dedi. Adam: “Ey Utbe nasılsın?” diye sorunca, Utbe: “iki
durumla karşı karşıyayım” dedi. Adam: “Bu iki durum ne?” diye sorunca,
Utbe: “Allah’ın huzuruna ya hayır, ya da şerle çıkacağım” karşılığını verdi ve
tekrar başını önüne eğip yeri eşelemeye başladı. Bunun üzerine Süleymân b.
Ali: “Bakıyorum da Utbe artık elini ayağını çekmiş, bizim yaptıklarımızla
pek ilgilenmiyor” dedi ve ekledi: “Ey Utbe! Sana iki bin dirhem verilmesini
emrediyorum!” Utbe de: “Ey vali! Bir isteğimi de yerine getirmek şartıyla
bunu senden kabul ederim” dedi. Süleymân sevinç içinde: “Yerine getiririm!
Neymiş isteğin?” diye sorunca, Utbe: “Bu iki bin dirhemi bana verme!”
dedi. Süleymân da: “Kabul ettim” karşılığını verdi. Süleymân ağlayarak
oradan ayrıldı ve: “Utbe, kendisine geliş amacımızı boşa çıkardı” dedi.

‫ تن ا إبزاه م أ بن عتد‬، ‫ ثن ا ج ع م بن أ ح ن ذ‬،‫ ا حدثن ا أ خ ن د بن بم دار‬٢٣٣٨ ‫ )“ ل‬٨٦١ ٠(


‫ * كا ن عكة نغ ء رابة ل ه‬٠' :‫شوب‬: ،‫ ق ا دت ش م ع ت أب ا ح م ص‬، ‫ ح د ب ي عتذ الله بن عؤن‬،‫الئؤ‬
:3 ‫ ي ثكئئيى؟ ه ا‬:‫ عتته‬3 ‫ مما‬:3 ‫ ظ‬٤^^٨^‫يأبه ؟‬ ‫للثا ال‬.‫ذ‬ ‫ف ج ع د‬،‫ع ر ظهر ؛ إ ش ي قكئئئ‬
" ‫عب ق‬
‫م‬ U " :3 ‫نغة؟ ظ‬ ‫ص بس‬ ‫أن ا تأئث إ ر أ م ا م حزؤ‬
Ebû Hafs der ki: Utbe yolda durmuş ve bir akrabası kendisiyle
konuşuyordu. Adam konuşmasını kesince, Utbe: “Benimle konuşmuyor
musun (neden sustun)?” dedi. Adam: “Basra valisinin yanındakilerle birlikte
Utbetu’l-Ğulâm 63

geçtiğini görmedin mi?” deyince, Utbe: “Bilmiyorum (dikkat etmedim)”


karşılığını verdi.

‫بق‬° ‫ ما أخنن‬، ‫ قا أخ ط ين ا لختم‬،‫ ا خدقا مهد الئؤ ثن ثخئد‬٢٣٣/٦‫ ل‬-)٨٦١ ١ (


‫ قا د ر ج ل لخد الوا ج د بن‬:‫ قا د‬،‫ ح د ش م حث‬،‫ حدبع ي ابناه م بن هم د ا و ح ش‬،‫ابناه م‬
‫ ال يئرهت أخت أ‬،‫ ثئ ل م أ ح دا ين ش ي في الطريق مئثغي^ بنفس ه‬،‫زيدت يا أتا عئده‬
‫بمول ش‬

‫ئ ئؤ‬ ،‫ظ م‬ ‫^ يد خ ل‬ ١ ‫ي ال ؤ؛ ج ت ا‬.‫ ظ أ رفث أ ظ ؛ ال ز‬: ‫ قات‬، ‫ أئ غال ه؟‬sjSr

‫ |ا ي عئته ص نأي ت‬:‫ أة‬3 ‫ قا‬: 3 ‫؛ت وطريقة غش الق وقي>ء ثا‬3‫ دا‬،‫ |ذ نلح د عثه عئثه‬١^ ^
" ‫ح دا‬-‫ رأيت أ‬U : 3 ‫ د ا‬،‫طريق‬iH ‫ي‬ ‫زنن‬
!Mansûr der ki: Adamın biri Abdulvâhid b. Zeyd’e: “Ey Ebû Ubeyde
Yolda yürürken kendi nefsiyle meşgul olan birisini biliyor musun? Onu
lyan herkes: «(Onun bu durumu) işlerinin çokluğundandır» diyor” dedi^ ,
٠ da: “Ben bu vasıfta sadece bir kişi tanıyorum, o da şimdi yanınıza
:girecektir” dedi. Böyle derken Utbe içeri girdi. Onun yolu çarşıyaydı. Ona
:Ey Utbe! Yolda kimi gördün? Kiminle karşılaştın?” diye sorunca, Utbe “
Kimseyi görmedim” karşılığını verdi“.

،‫ ح د ث ي إبراهيم‬:‫ قا ت‬، ‫نم د‬ ‫ بغ ا‬، ‫ ق ا أ خ ن د‬،‫ ا م \ ] خدثث ا ي د الل ه‬/‫ [ ام‬-) ٨٦١٢(

‫ ”" كا ن عئثه ي جيء إ ر ا ل من ج د يؤم ال ج م ع ة زقت‬٠٠ :‫ م آل‬،‫ عن غ م النا ج ز‬،‫ح د ق ي مصز‬


‫ ب م م وم عقه وي شي د‬،‫ ق موم غش ا ل ح ص ا ئن ا ي ن م غ بشيغ بئة‬،‫أ خذ الثامن ال؛ئت‬
٠٠‫ ن ا أناه يعم لب ح ره‬: ‫ محا د عتد النا جز‬:‫ قا د م حن‬،‫الش ج ذة ال ءر؛أأ‬
Abdulvâhid der ki: Utbe Cuma günü mescide gelir ve cemaatin gölgeliği
doldurmuş olduğunu görürdü. Namaz için (güneşin altında) çakıl taşlarının
üzerinde durur ve onun bundan rahatsız olduğunu görmezdik. Sonra kalkıp
uzunca secde ederdi. Çakıl taşlarının sıcaklığım hissetmediğini görürdüm.

‫ ثن ا إبراهي م بن‬،‫ ثن ا ج ع م بن أخن ت‬،‫ ] حدث ا أ ح ن د بن إ ن خ ا ق‬٢ ٣٧٦ [ -) ٨٦١٣(


‫ ثت ا ريأح أب و ال ن ه ا ح ر‬،‫ ثن ا غث ا ر بن م ح ا ذ ا ل ح ل بي‬، ‫ حدبغي ث خث ن بن ا ل ح تئ ن‬،‫ا ل ج نتد‬

‫ ول م مم ش‬:‫ مح ن ت‬،‫ آتئنتته‬، ‫ ^ ؛‬١ ‫ عنه ش س ني‬1‫ عتبهت تزال ظ مح د لهيغ‬3 ‫ت قا‬3 ‫ محا‬، ‫؛ل ث ي ب ؤ‬
‫ ا و ظ ئ تغ ا قزؤ ا ق ياي‬:‫ ظ غن ا ؟ قات‬: ‫ ق ك‬، ‫م‬ ‫ " ل ي ن‬:‫ال ن ؤ ث؟ قات‬
‫ج ه خقآ ن خت‬
64 Utbetu’l-Ğulâm

‫بني‬
‫ أئتع فز الل ه زن ا يومنني أن ي مه ن ج‬11 : ‫ وه ا د‬، ‫م بك ى‬ :‫ قات‬،" ‫ور جاء ل م ج اورة ا لأبرار‬
‫ ت م عشي عثه‬،" ‫ إل ق ذ ف يي قي النار‬،‫يل ة م ن ح ديد‬ ‫ومح ن الئثعثا ن قي‬
Riyali Ebu’l-Muhâcir el-Kaysî bildiriyor: Utbe: “Şayet ölümü dilemek
yasaklanmamış olsaydı ölümü temenni ederdim” dedi. Kendisine: “Neden
ölümü temenni ediyorsun?” diye sorduğumda: “Çünkü ölümde iki güzel
haslet vardır” dedi. Ona: “Bunlar nedir?” diye sorduğumda: “Günahkârla
beraber olmaktan kurtulmak ve iyilerle beraber olmayı ummaktır” dedi.
Sonra ağlayarak: “Estağfîrullah‫ ؛‬Şeytanla beraber demirden bir zincirle
bağlanıp Cehennem ateşine atılmayacağıma kim garanti verebilir?” dedi ve
yere düşüp bayıldı.

‫ ثن ا أ خ ئ د‬،‫ ثت ا أبو ح ات م‬،‫ محا أ خ ن د بن إسث ح ا ق‬، ‫ ا حدق ا أبو م ح م د‬٢٣٤/ ٦‫ )“ ل‬٨٦١ ٤(
‫ وه و‬،‫ ثق وبت غشئ غش عتته ائث ال م قأثا ق‬، ‫ ش م ع ت بئقس أ ص حابثا‬:‫ مح اد‬،‫بن حال د الوهبي‬

" ‫ ء ا د\ علته ق ل م ان‬،‫ فتفلزوا في دينه‬،‫ " ار ح م م نث ج رأ عليلف نأ ك لبال دي ن‬:‫م ولت‬
Ahmed b. Hâlid el-Vehbî der ki: Arkadaşlarımızdan bir kişinin şöyle
dediğini işittim: “Utbe bayılıp kendine geldikten sonra: «(Allahım!) Sana
karşı cüretkâr davranıp da borca yiyen kimseye merhamet et» dedi. Onun
borcuna baktıklarında iki fils borcu olduğunu gördüler.”

‫ ثن ا أ خ ئ د‬،‫محق ا ن‬- ‫أيي‬ Qİ ‫ ثن ا إش حا ق‬،‫حثا ن‬ ‫ ا خل؛ثن ا أب و م ح م د بن‬٢٣٤/ ٦‫)" ل‬٨٦١ ٥(


، ‫ " *ك ا ن ع جة شل ع ال ق د بث ال ث صي حا ت‬:3 ‫ ه ا‬، ‫ف ر بن م ح م د‬
‫ ثن ا ج ع‬،‫بن أيي ا ل ح واري‬

‫ ث م‬،‫م ن ال م قلته ض ا خ ص مب ه‬ ‫نى‬


‫ محا دا ح‬،‫ب م ر اتيا ب ث م يص غ رأته مح ن ركس ه يم ك ن‬
‫ نح د ب ت به عتد‬:‫ محا د أ ح م د‬،‫ ء إ ذا كا ذ ا ل ش مض ا خ صئ ح ه‬،‫يضغ رأته ص ركتسه بم ك ر‬
‫ ^ ق‬١‫ نل ك ن‬،‫ ال ت ف ي ! رصشحته‬:‫ ممات‬،‫خلصرمح ن‬
‫ ح دب ت به م ح ن ا‬: ‫ ق ا د ل ى‬،‫العزيز‬
" ‫ا لأم الذي ء ة بئت محن ال جب م‬
Câfer b. Muhammed der ki: “Utbe, geceyi üç çığlık atarak bölerdi. Gece
namazını kıldıktan sonra başını dizleri arasına koyup tefekkür ederdi.
Gecenin üçte biri geçtiği zaman bir çığlık atardı. Sonra başını dizleri arasına
koyup tefekkür ederdi. Seher vakti geldiğinde ise bir çığlık atardı.” Ahmed
(b. Ebi’l-Havârî) der ki: Bu durumu Abdulazîz’e anlattığımda şu karşılığı
‫‪Utbetu’l-Ğulâm‬‬ ‫‪65‬‬

‫‪verdi: “Ben bu durumu Basralılardan birine anlattım,‬‬ ‫‪o da:‬‬ ‫‪«Onun çığlık‬‬
‫”‪atmasına bakma. Ancak iki çığlık arasında yaptığı işe bak» dedi.‬‬

‫ب دار‪ ،‬قا خ و س ش ذ ‪ ،‬ثثا إ و م ء ت ذ هم د‬


‫(‪ -) ٨٦١٦‬ل ‪ ٢٣٤/٦‬ا خدثثا أخ ط ئ م‬
‫ن ن ئ ن ‪ ،‬ح دقت ي ستجمح ث ين م ن ظ ور‪ ،‬ح دقت ي نل ث م الن ح ي ف ن‪ ،‬ق ا لأ‪:‬‬
‫ال ثؤ‪ ،‬ثغ ا م ح ئ د بن ا م‬

‫قشه ت ك غش هذه اتكل ئ\ ت‪ " :‬أل م دبنى ءإدى هث‬ ‫ز م م ت عقه ^‪ ،^ ١‬ثثة ‪Uİ‬‬
‫ظى طل ع ا ل م م "‬ ‫زث م ‪،‬‬ ‫م ح ب‪ ،‬ؤ؛ن ر ح م ني إل ر ل ث م ح ب ‪ ،‬ظل‪،‬ت محلم يزد‬
‫‪Süleym en-Nahîf der ki: Bir gece Utbe’yi gözetledim.‬‬ ‫‪o‬‬ ‫‪gece Utbe:‬‬
‫‪“(Allahım!) Bana azab etsen de seni seviyorum. Bana merhamet etsen de seni‬‬
‫‪seviyorum” sözlerinden başka bir şey söylemedi. Tan yeri ağarana kadar bu‬‬
‫‪sözleri tekrar ederek ağlayıp durdu.‬‬

‫م بن م ح م د بن ج عف ر‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ^‪ ^ ١‬؛ بن‬ ‫(‪ -) ٨٦١٧‬ل ^‪ ٢٣٠/‬ا حدبت ا عبد‬


‫غ ا م ‪ ،‬ثت ا م ح م د ن ئ ه د ا ل م ديت ي ‪ ،‬محالأ‪ :‬كا ذ عتثة ي ص ر هذا ا ش د ا ل ط ويل‪ ،‬ء ا دا هزغ رهغ‬

‫رأس ة‪ ،‬ءق ا ‪ " :3‬م تئد ي؛ ن ت ع د بن ي ق إ ي أ حث ك ‪ ،‬و |ن ثع فن عني ء إدي أ ح ي ق‬

‫‪: Utbe bu uzun gecelerde namaz‬لك‪Muhammed b. Fehd el-Medînî der 1‬‬


‫‪kılardı ve namazı bitirdiği zaman başını kaldırıp: “Efendim! Bana azab etsen‬‬
‫‪de seni seviyorum. Beni affetsen de seni seviyorum” derdi,‬‬

‫( ‪- ] yy'ö/'O - ) ٨٦١٨‬ح د ب ي أ خ ئ د بن بم دا ر ‪ ،‬ثن ا ج عف ر ى أ خ ئ ذ ‪ ،‬تحا إبراهي م بن عبد‬

‫الثؤ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ا نم تن ن‪ ،‬ح دمحي ‪-‬ع ص م ة ين نلث ما ن‪ ،‬ثن ا ثعنبنر بن ■مف ج ه الغئتري‪،‬‬
‫يش عندي‪ ،‬ظ ‪ :3‬مح؛ ا ت‬
‫ي م‬ ‫قا ‪3‬ت ت م ن ت عيشه ‪ ،٧٣١^ ١‬ي م و ل‪' :‬ى ن عقه يزوننى‬
‫عند ي ^‪ ،^ ١‬قنت ن ك ى ص ‪0 ^ ^ ١‬كاء ^؛؛^‪ lilil ، ١‬أص خ ‪ ،‬مح ن ت ل ه‪ :‬قذ قزعثشلبي‬
‫م غد‬ ‫ه ن أ ‪ ،‬؛ ز وش د و ت يؤم مح‬ ‫‪ .‬لآقائلث ‪ ،‬ش م ذآف ئ ض ؟ ‪ ،‬ئ ‪3‬ت " ي‬
‫م أما ل ك ن م ط ء ا حتتبنته‪ ،‬ئ ج ع ك أ ئ ن إ ز عينيه أثثياري> مح د ا شتد ت ح مئ ه م ا "‪،‬‬ ‫الثؤ‪،‬‬
‫ات ز م‬
‫ب د ثخ ور ف اديته عئته‪ ،‬عتبه ه ا ج ابغي بص ؤ ت ح ف ي ئ غ ذكر يؤم ح‬
‫م‬ ‫قا د‪ :‬ث م أويد‬
‫حش ر جه‬ ‫م ج ع د ي حش ر ج اوك اء ويردده‬ ‫غلى الل ه أو صا ل ا ل م حبين‪ ،‬ه ا د‪ :‬ويردده‪،‬‬
‫م ثنت‬ ‫^ "‪ ،‬ئ ‪:3‬‬ ‫ض‪١‬‬ ‫ت ج لأ‪ ،‬ؤأنث‬ ‫< التي مح د ث‬ ‫‪ ، ، ^ ١‬وقود‪" :‬‬
‫ي_دده ا خ ر و؛ ش أ; مي‬
66 Utbetu’l-Ğulâm

Anbesetu’l-Havvâs bildiriyor: Utbe b. Ebân bazen beni ziyarete gelir; bazı


gelişlerinde de geceyi bende geçirirdi. Bir gece yine yanımda kaldı; ama
seher vakti hüngür hüngür ağladı. Sabah olduğunda ona: “Geceki
ağlamandan dolayı içime bir korku saldın! Kardeşim! Neden bu kadar
ağladın?” diye sordum. Utbe: “EyAnbese! Allah’ın huzuruna (^kapılacağımız
günü düşündüm de” dedi ve düşecek gibi oldu. Ben de hemen onu
kucaklayıp tuttum. Gözlerine baktığımda kıpkırmızı kesilmiş dönüyorlardı.
Sonra sarsılıp böğürmeye başladı. Kendisine: “Utbe! Utbe!” diye
seslendiğimde, kısık bir sesle: “Allah’ın huzuruna çıkarılacağımız günün
anılması, onun âşıklarını parça parça etti” karşılığım verdi ve bunu tekrar
edip durdu. Sonra ölecekmiş gibi bir hırıltı ve ağlamayla karışık şöyle
demeye başladı: “Mevlâm! Sen ki Hay ve Kerîm’sin! Sevenlerine azab mı
vereceksin!” Utbe bunu o kadar tekrar etti ki sonunda beni de ağlattı.

‫ ثن ا أ ح م د بن‬،‫ ثت ا أ ح م د ث ذ ائ غن ش‬، ‫ ه م\ ء خ ا؛ثن ا هم د الئؤ بن م ح م د‬/‫ )“ ا اس‬٨٦١٩(


‫ ك ال عقه‬: ‫ئ ت‬ ‫ أ ي م أثو عتد \ش‬، ^ ^ ١ ‫ئ شه ئ ع ض‬ ‫ ى‬،‫تما بإ‬:‫رإ‬
cJl i " ‫ ظ‬:‫ س ئ ت ثه‬:‫ت عئد ؛ئؤ‬1‫ يبيت فى س ت و ح دهئ د‬ljIİm :‫د‬، ،‫يبيت عئدي‬
‫ زحن ا‬:‫' قات‬٠ ‫ه ئ ال و ه ي فكر و أ م ظى م ح خ‬ ‫ كا ن ين مح د ال‬٠' :‫عتا ذته؟ قا د‬

‫' إثخون‬٠ ‫ م ولت؛ " أ ر غ |لي أ رته بن ماء أؤ ئنزا ت أنيئ عثهنا‬،‫جاءني ونز مم س‬

‫ئلل مق " ء ة د ه ي‬
Abdullah b. İsa et-Tufâvî bildiriyor: Ebû Abdillah eş-Şehhâm: “Utbe
yanımda kalmaktaydı, o tek başına bir odada Almaktaydı” dedi. Ona: “O
nasıl ibadet ederdi?” dediğimde şu karşılığı verdi: “Kıbleye döner, sabaha
kadar düşünür ve ağlardı. Bazen akşamları gelir ve: «Bana bir sürahi su veya
iftar etmem için birkaç hurma ver. Böyle senin de sevabın benim sevabım
gibi olur» derdi.”

‫ ثن ا أ ح م د بن‬،‫ ثن ا أ ح م د تن انغ< ثني‬،‫حثان‬- ‫ ا حدث ا أبو م ح م د بن‬٢٣٥/ ٦‫ ل‬-) ٨٦٢ ٠(


،‫ ش م غت محل ذ ى ا نم نت ن‬:‫ قات‬،‫ ح د ب ي إبزاه م بن عتد الر حم ن بن م هد ي‬،‫^؛‬£١^
"£ ‫ " كأتن ا ت أ ي ز ا ال ي‬:‫حتة ي حش الؤا سمل ؤ ق ا ت‬-‫ ؤ صا‬٢^ ١‫وذ و عكة‬
Utbetu’l-Gulâm 67

,ibrâhîm b. Abdirrahman b. Mehdî der ki: Mahled b. Hüseyin’in


Utbetu’l-Ğulâm’ı ile arkadaşı Yahya el-Vasıtî’yi andığını ve: “Sanki onları
peygamberler yetiştirmiştir” dediğini işittim ,

‫بق‬° ‫ مما إئ زاهم أ‬،‫ قا بمثث ئ أخن ت‬،‫ ] خدتثا أ خت ن ئ إ ش خا ى‬YVo/n[ -) ٨٦٢١(
:‫ قات عئثه‬:‫ مح اد‬،‫ ح دبني م ح ا ن بن ع م اره‬،‫ ح دبتي عثد الؤ ح يم بن ي حيى الدب؛ل ي‬، ^ ^ ١
‫ببي من ت ك ن ح ب‬
‫ قات عتذ ا ل ر ج م'• م‬،'* ‫ م ن ت ك ن حبئ مح ث ة محام ي ج د ح را ز ال بندا‬٠٠

^ ^ ١‫ ؤ ال ا ل ح ا ر م ن‬،‫ ح ز ال ظ ي ف ا ل م م ئ الثزد و ال ا خلل ز م ن ا ل ح ا م ض‬، ‫الل ه هلتة ف ه‬

Osman b. Umara der ki: Utbe: “Onun (Allah’ın) sevgisi kimin kalbine
yerleşirse ne sıeağı, ne de soğuğu hisseder” dedi. Abdurrahîm der ki: “Allah
sevgisi kimin kalbine yerleşirse (o sevgi) onu meşgul eder, öyle ki artık
sıcağı soğuktan ve tatlıyı ekşiden ayırt edemez olur.

‫ ح د ب ي م ح ئ د بن‬، ‫ ثنا إبراهي م‬،‫ ا ح د ب ي أ ح ن ذ بن جعفر‬٢٣٦/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٢٢(


:‫ ثما ت‬،‫ عن ا ل ح ش ن ثن أيي ج عفر‬،‫ ح د ب ي أب و ع مزان الثئ ار‬،‫ ثن ا معا ذ أبو عون‬،‫ا ل ح شئن‬
‫ زنن أطا غ ال ق‬،‫ زنن أ خ ي ال ق أطاغة‬،‫و ئ ال ق أخقه‬ ‫ " ت ذ‬: ‫ ق و د‬،‫ض ن ق محق‬
‫ب اة‬
‫ ؤ ط و‬٥‫ث اه و طوباة و طوبا‬
‫ ح واره هه ل و‬- ‫ وس أ ذ كئ ة في‬،‫ وم ن أكزم ة أ ذ كن ة في حواره‬، ‫أ ت ي ة‬

‫ حش ح رس اقط ا منشئ ا علته‬٥‫م قز لأي م و ل أ و ط وب ا‬ ، ٠٠

Haşan b. Ebî Cafer der ‫لكل‬: Utbe: “Kim Allah’ı tanırsa onu sever. Kim
Allah’ı severse ona itaat eder. Kim Allah’a itaat ederse Allah ona ikramca
bulunur. Kime ikramda bulunursa onu yakınına yerleştirir. Kimi yakınına
yerleştirirse ne mutlu ona! Ne mutlu ona! Ne mutlu ona!” Bayılıp düşene
kadar sürekli bu sözleri tekrarladı,

،‫ ثن ا ث خ ئ د س ال ص تنن‬، ‫ ثن ا إبراهي م‬،‫ف ر‬


‫ ثعا ج ع‬، ‫أ خن د‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫ ا‬٢٣٦/ ٦‫ ل‬-) ٨٦٢٣(

‫ رثن ا شهزت مم ك ن ا في‬:‫ م ولت‬،‫ ش م ع ت عتد ائزا ج ز بن زيد‬:‫ قا ت‬، ‫ح دثني داود بن ال ن خ ر‬
" ‫ أبك ي غش م صيري‬1‫' إدت‬٠ : 3 ‫ وئ‬،‫ببي غتثه وت م د كثئثت ل ث ز م بثمس ه و ك ى‬
‫ط ول حزنه م‬

Abdulvâhid b. Zeyd der ki: Bazı geceler Utbe’nin uzun süren üzüntüsünü
düşünerek geceyi gçirmişimdir. Ona durumunu anlatmasını söylediğimde,
ağladı ve: “Günahlarıma ağlamaktayım” dedi.
68 Utbetu’l-Ğulâm

‫ ح دقنى أبو م ح م د ا ل ل ي‬، ‫ ثن ا إب راهي م‬،‫ ثن ا جغثئ‬، ‫ ا حدق ا أ خن د‬٢٣٦/ ٦‫ )“ ل‬٨٦٢٤(


‫ أ ال‬، 1‫ بعقا دان أثت قيد لعتبه في نرص ة مرمحنم ه‬،‫ مشي ع تين ثذ و وذ‬:3 ‫ ه ا‬،‫بن إن م ا عيد الق ا ري‬

‫ أقة‬،‫ وت م عثه م أ؛بما ي ذ ؤ و ن ص عقه‬: 3 ‫ ء ا‬، ٠٠ ‫ ^ ئ ؤ ا توا ي‬١^‫ " ؛‬:‫ ىت عمح ه‬، ، ^ ١^
‫بزاهم أإ‬0‫ إ‬3 ‫ دا‬،" ‫ ^ ^ هي ثبمث ر وهي ثضر‬١ ‫' ي ئ بملح | سا ن بمرة زئ يضره بمي‬٠ : 3 ‫قا‬
‫ ؛ص ث ن ؤ ء ل؛ال زثلحزن حزل\ ءنو ؛ ال‬،‫ب د ر ظ ثضؤ‬
‫ ال ثن ث م‬٠٩ : ‫لجس د‬١‫بن‬

Ebû Muhammed et-Tib b. İsmail el-Kârî der ‫نط‬: Abbâdân denilen yerde
.Utbe’ye hastalığı sırasında: “Tedavi olmayacak mısm?” denildiğini işittim
Utbe: “Hastalığım benim ilacımdır” karşılığını verdi. Yine onların Utbe’yi
anıp onun (dünyayı kastederek): “Kendisine zarar veren şeyle sevinen insan
nasıl iyi olabilir ki? o, hem sevindirir, hem de zarar verir” dediğini
.söylediler, ibrâhîm b. el-Cüneyd: “Dünya, zarar verdiği kadar sevindirmez
Dünya, kişiyi az sevindirir ve uzun bir süre üzüntü içinde bırakır” dedi.

‫ خدتيي هم د الثؤ ثن م ن‬،‫ ثنا إبراهي م‬،‫ دن ا ج غم‬،‫ ] خددثا ألح ت ن‬٢٣٦٨ [ -) ٨٦٢٠(
‫ت ئن م غ عئثه ذ ك‬3 ‫ ه ا‬،‫ بمحه‬5 ^" ‫ خي ل ثي‬Ö& ‫ت‬3 ‫ قا‬،‫ري‬-‫ ثط أبو حف ص اكص‬،‫ا[قثاز‬

‫ئ يذ ك‬ ١٤ :‫ ق ات‬،" ‫م‬ ‫ " ئ ث غان خثا ر ال ث ن اؤ إ ة الن ج ي ش‬:‫و ه ؤئز قولت‬


‫ ثم غث ي غ ي‬، ^ ٧

Ebû Hafs el-Basrî der ‫لكل‬: Benim dostum Utbe’nin komşusu idi. Bu
dostum bir gece Utbe’nin: “Gökyüzüne malik ©lam bütün eksikliklerden
tenzih ederim. Allah’ı seven kimse koruma altındadır” dediğini işitti. Bunun
üzerine: “Ey Utbe! Doğru söyledin” dedi ve bayıldı,

‫ح دبيي ت ح م د بن‬ ، ‫ ث إ إب راهي م‬،‫حدثن ا أ ح م ذء ثن ا ج عف ر‬ ] ٢٣٦/ ٦‫ ل‬-) ٨٦٢٦(


،‫ من زني ثوبه الم؛ ه خ‬،‫ ح د ب ي عتد ال ر ن ا نمئ ر‬،‫ ح د ب ي ي ح ش بن نا ج ز‬،‫ا ل ح س ن‬
3 ‫ ذك ا‬، ‫ أن ين ن عثه ب مو ت حزين ود م ع غن م وغذاء ب ن غز م ح ي‬،‫ " دع ا ف ي أ ربة‬:‫قا ت‬
‫يبي ي‬
‫ وكان ثر ي إ ر مغزل ه ف‬:‫ قات‬،‫ و كا ن ت د م وعه جاريه ذهزة‬:3 ‫ ها‬،‫إذا و بكى وأبكى‬

" ‫جه‬
‫قوبه ال يدري ث ن أئن يأت‬
Abdullah b. el-Mübeşşir, Tevbetu’l-Anberî’nin oğlundan bildirerek der
ki: “Utbe, Rabbine, kendisine hüzünlü bir se$, bol gözyaşı ve yorulmadan
Utbetu’l-Ğulâm 69

gıda vermesi için dua etti. Bu sebeple Utbe (Kur’ân) okuduğu zaman ağlar
ve ağlatırdı. Gözyaşları sürekli olarak akardı, o, evine geldiği zaman
yiyeceğini hazır bulur ve nereden geldiğini bilmezdi.”

:‫ قا د‬، ‫ ثث ا أ خن ن تن ت خ م‬، ‫ قث ا إبراهي م‬،‫ج م‬ ‫ ثث ا‬،‫ه ا أ خن ن‬ ‫ ا‬٢٣٧/ ٦‫ ل‬-) ٨٦٢٧(

C‫ هد ص ح ب إبزاه م بن أده م‬،‫ ” *ك ا ن م ح ل د بن ا ل ح ن ش‬:‫ م و لأ‬،‫ت ب ن ت نس د بن ذاؤذ‬


‫جال ء ذ‬.‫ز‬ ‫ت ظ زأث‬،‫ ئل‬،‫تما با‬
‫ئ أم إمر‬ ‫ مح ه ظ ء ذ أ ك د‬: ‫ مح د ه‬، ‫وعقه مح م‬
٠٠ ‫ق‬ ‫أمحالئمح‬
Suneyd b. Dâvud der ‫نط‬: Mahled b. el-Hüseyin, ibrâhîm b. Edhem ve
”?Utbetu’l-Ğulâm ile dost olmuştu. Kendisine: “Hangisi daha faziletli idi
diye sorulunca: “Gözlerim Utbe’den daha faziletlisini görmedi” karşılığını
verdi.

، ‫ ح د ق ي ح ن ئ د ن ال ل ع‬، ‫ثن ا إبراهي م‬ ‫بت ز م‬ ‫ ثن ا‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن ذ‬yy'y/i [ -) ٨٦٢٨(

٠٠ ‫ ظ(؛ ود [ خت ج ظ‬٤١١٤٠ " :‫ ؛‬١١٤ ، ‫ تأن ث ئ‬: ‫ ق ات‬،‫ترا مي‬:‫خ د م م م ء تق أ‬


Müslim b. İbrâhîm der ki: “Ben Utbe’yi görmüş biriyim. Denildiğine
göre kuşlar bile ona icabet ederdi.”

‫ ثما أ خ ن د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ن د بن ان غتن ن‬،‫ح ثان‬- ‫ ا حدثت ا أيو م خ ث د ى‬٢٣٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٢٩(
،‫ دعا عقة ف ذا الطتز ا لأئنز‬: ‫ ثق وب‬، ‫ ش م ع ت بئقس أ ص ح ابثا‬، ‫ ثتا حا ل د بن ج ذ ا م‬، ‫إبراهي م‬
‫ وها د ل صاحبه ال ذ ي‬،‫ ث م ح و رثث؛أق‬،‫ ح ش وهغ في يده‬،‫ ئأعال مح أ ث ا م ن ئ جاء‬٠٠ : ‫هئ اد‬

٠٠ ) ‫ب ؤ ي ئ‬ ‫ث‬ ‫ت خ ن‬ ‫ ال‬، ‫ج‬

Hâlid b. Hidâş der ki: Arkadaşlarımızdan bazılarının şöyle dediğini


işittim: “Utbe şu beyaz kuşu çağırıp: «Gel, sen güvendesin” dedi. Bunun
üzerine kuş gelip Utbe’nin eline kondu. Sonra Utbe onu serbest bıraktı.
Onu gören arkadaşına da: «Asla bundan kimseye söz etme» dedi.”

‫ ثنا أ خ ن د بن‬، ، ^ ٠^ ١ ‫ ثن ا أ خ ن د بن‬،‫ ا ثما أبو م خ ق د بن حقا ن‬٢٣٧/٦ [ -) ٨٦٣٠(


‫ ؛ ش م ع ت‬3 ‫ ظ‬، ‫ ح دقتي الحل ين بن ع م رو ال ث ك ر ي‬C‫ أ صحابثا‬،‫ ح د ق ي بئقس‬: ‫ قاد‬C‫إبراهي م‬

‫ قات‬،‫ ءإدا عيه الغ ال م‬،‫ م ج ث في ب ض ال م إ ز بغض ا ل جم ان‬- : ‫ م و د‬،‫م هد ي بن مغنون‬


70 Utbetu’l-Ğulâm

‫' هذع ا‬٠ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬، ‫ ادع الثث أن يط ع من ا رث ا‬:‫ئ ك‬ ،‫ ج ئ ت؟ قد ذغؤت الثة أن ي جيء يلق‬:‫ل ي‬
|‫أ"قا ئؤ خلئ؛ ظ و ة ثمطب م‬

Mehdî b. Meymûn der ki: Gecenin bir kısmında bir mezarlığa gittim. Bir
de baktım ki Utbetu’l-Ğulâm orada. Bana: “Geldin mi? Ben de gelmen için
Allah’a dua etmiştim” deyince: “O zaman bize taze hurma yedirmesi için
Allah’a dua et” dedim, o da dua edince bakttm ki taze hurma dolu bir sepet
(yanımızda duruyor).

‫ ثغ ا أ خ ن د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ت د س ال غ ث ت ن‬،‫ ا خض ا أب و م ح م د بن حقا ن‬٢٣٧/ ٦‫)" ل‬٨٦٣١(


‫ كا ذ ل ئتثه‬: ‫ قاد‬،‫ خدبن ي عئد ال ح\ل ى ا لخئدي‬، ‫ ح د ب ي إبراهي م ى عتد ال ؤ ح ن ن‬،‫ ^ ؛‬١^
‫ت؛م‬
‫ " ال ثفثغوة إلى أن ظ ع‬:‫ ومحا ل‬،‫ أئق لت‬،‫ قلق ا ح ر ج إ ر ا لش ا م‬،‫ب ث د مه ه‬
‫ج ب ت كا ن م‬

" ١^‫^ ؛‬- ‫ فيه قزا م حف ورا وع ال‬١^ ^ ^ ‫ فتئ اب ل ع ه م قتل ة كف ره‬،‫م ؤ ق‬

Abdulhâlik el-Abdî der ki: Utbe’nin ibadet ettiği bir evi vardı. Şam’a
gittiği zaman evi kilitledi ve: “Benim ölüm haberim gelmeden onu açmayın”
dedi. Utbe’nin öldürüldüğü haberi gelince onu açtılar, içinde açılmış bir
mezar ve demir bir kelepçe buldular.

‫ قث ا ه ازون ئ‬،‫ قث ا عتد الل ه ئ أخن ت‬، ‫ ] خدثث ا أبو بكر بن ذ ا ل ك‬٢٣٧/‫ [ ؟‬-) ٨٦٣٢(
‫ ء ن ع ئت ج مءم‬: ‫ ئ د‬،‫م ئ م ح ي‬ ‫ مما محن‬،‫ثات‬
‫ تحا ط‬: ‫ ق اال‬، ‫ ؤعئ ئ ت شب م‬، ‫مه د ال م‬

:‫ ؛‬١١‫ ؛‬، ‫ ك د خ د‬٤^ ‫ ا ؛ همة‬٤^ ١ ‫ فاء ذا ض ر أيي‬، ‫ ط ى‬،^ ١^ ١‫ش م ت ظ‬ ،‫ق أيي‬
‫ " ض ه ظ‬:‫ قوئلأ‬،‫ه خر أزاك‬ ‫طوت ءئ‬: ‫ ي أي محي ئي‬:‫صوت‬،‫محرف ئ‬
٠٠ ‫ م ح ءآ ثل ف ا ه د‬.‫ص ؤ ر أ‬

Ubeydullah b. Şumayt der ki: Utbe babamın yanma gelir ve bütün


namazları bizimle birlikte kılardı. Babam yatsı namazını kıldığında Utbe’nin
yanma gelir ve Utbe ondan geri çekilir ve: “Ey Ebû Ubeydillah! Seni
görmediğim zaman gecem çok uzun oluyor” derdi. Babam da: “Haydi git
evladım! Ben gecenin sana zarar vermesinden korkuyorum” derdi.

4‫ ما مه د الل ه ق و ابن أ خ ئ ذ ئ أخن ت بن إبزاهيز‬،‫ ] خد ئ أبر بكر‬٢٣٧/‫)" [ ؟‬٨٦٣٣(


‫ئا ة‬ ‫ " أق آل‬:‫ و م د ق‬،‫ ت ي ن ق يونف ث ئ ذ غي ث‬:‫ قات‬،‫ثثا إ ومح ء ئ ي د ال مب ن‬
Utbetu’l-Ğulâm 71

، ‫ وأي ئيرؤ "ى ن يهد ى ته‬:‫ ئ ك‬، £ ^ ١‫م م ن عئته‬ ‫ م ي م ث ل م ن أ ح د هديه؟‬-‫الثل؛‬


‫ قزؤ ا ل جزار ال فن ن طيس ه فيف ا الزيتون وال ى مخي جيء به ا ئ ح ث كش ايؤ م عل م ه ا بتده‬:‫" هاد‬

Îbrâlıîm b. Abdirrahman der ‫لظ‬: Yûsuf b. Atiyye’ye: “Atâ es-Selîmî


kimseden hediye kabul eder miydi?” diye sorulduğunu işittim. Yûsuf b.
Atiyye: “Evet, Utbetu’l-Ğulâm’dan kabul ederdi” dedi. “Ona ne gibi
hediyeler verilirdi?” dediğimde: “İçinde zeytin ve katık bulunan şu Filistin
küplerini hediye ederdi, o da küpleri giysisinin altında koluna asarak
getirirdi” cevabını verdi.

‫ ثنا ه ارون بن‬، ‫ ثغا عيد ال ر بن أ خن ذ‬، ‫ ا حدثنا أبو بكر بن مال ك‬٢٣٨/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٣٤(
‫ " يا رياخ‬:‫ قات لي غمحق الغ ال م‬:‫ قات‬،‫ مما رياح‬،‫ ث إ تثات‬: ‫ قاال‬،‫ وعئ ئ س مم‬، ‫مغبد ال م‬
" ‫ب ز غل ق‬
‫ت ذ إل لآقق تفتا ج‬

Riyâh der ‫لكل‬: Utbetu’l-Ğulâm bana: “Ey Riyâh! Bizimle birlikte olmayan
kimse bize karşıdır” derdi,

،‫ ثن ا أث و زرعه‬، ‫ ثن ا ا لخشن شر م ح م د‬،‫ ا حدت ا ث ح م ذ س أخن ت‬٢٣٨/٦‫ ل‬-) ٨٦٣٥(


،‫ ” كا ن ش أ ص ح ا ب عئتة انئ ال م‬،‫ ح دبني هدامة س ايوث ال ثت ك ي‬،‫ ثن ا تقاو‬،،٧ ^ ‫ثن ا‬

٠' ،‫ يا هدا م ة‬:‫ يآ أب ا عئد الل ه ن ا صنع الثة يلق ؟ ه ات‬:‫ ق ل ق‬،‫ زأئت عتثه في ائنثا م‬:3 ‫قا‬
‫ ئنث ا أصث ح ت ج ئ ت إ ز بقى نإدأ‬: ‫ قا د‬،‫بتئلث !لدعزه ؛ئن ه و و ى بت لف‬ ‫د ح لت‬
‫ وم م ي ل ع ر ات‬،‫ ورا ج م ا ل م ذيبي ن‬،‫لحط عتتة في خ ا بب ا ل ئ ت ن ه و ي " يا ه ا د ي ال ن ضأين‬
‫ وا ج ع لن ا م غ ا أل حت اء‬،‫ او ح م عئدف ذا ا ل حهئر ا ل عظي م وال ن ن ل م ي ن ”ك له م أ ج م ع ن‬،‫الث ا رين‬

‫ ^ ^ ^ ن ع ال ذي ن ألغ م ت عقه م م ن الغمين والص د ش ن وال شهدا ء وا ل صالح ين ابي ن تا‬١

‫رب ا لعالم ي ن‬
Utbetu’l-Ğulâm’ın arkadaşlarından olan Kudâme b. Eyyûb el'Atekî der
ki: Utbe’yi rüyamda gördüm ve ona: “Ey Ebû Abdillah! Allah sana ne
yaptı?” dedim, o da: “Ey Kudâme! Evinde yazılı olan dua ile cennete
girdim” cevabım verdi. Sabahladığımda eve geldim ve baktım ki evin
duvarında Utbe’nin yazmış olduğu yazı bulunmakta. Duada şöyle
yazıyordu: “Ey sapmış kimseleri hidayete erdiren! Günahkarlara merhamet
eden! Ayağı sürçenlerin sürçmesini affeden! Bu çok tehlikeli kuluna ve
72 Bişr b. M ansûr es-Selîmî

bütün müslümanlara merhamet et. Bizi rızıklandırılmış dirilerle birlikte


kendilerine nimet vermiş ©lduğun peygamberlerden, sıddîklerden,
şehitlerden ve salihlerden eyle. Amin ey âlemlerin Rabbi!”

‫ ثن ا إبراهي م بن‬، ‫ ثما ج غ م بن أ خئ ذ‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن إت ح ا ق‬٢٣٨/٦‫ )“ ل‬٨٦٣٦(


‫ كاني ر ا مزأة ب اث صزة ئدي م‬:3 ‫ د ا‬، ‫ ثن ا سع يد بن غ ا م‬،‫ ثت ا م ح م د بن ا ل ح س ن‬،‫المجغثد‬

‫ثاني‬1‫ ء‬: ‫ ق\ل ت‬. ‫مؤ‬ ‫ ^ ^ ا<ئقتي م ن حؤض‬١ : ‫ أ ف ن ت ئ ك‬٩ ‫ ك ث‬:cJU ،‫ م‬1‫ال صث‬

‫ نن ل ه أن س م ك ب ن‬. ‫' إدا ت أل ت الل ه أن ي ن ق ي ك م ن خ ز م النبي‬٠ :‫ ق ات‬،‫في تن ا مي‬


٢^ ١ ‫ وكا ن ت جاز؛ لع ق ه‬،" ‫ف إن ثق في ا ل حئؤ ح ومحا‬، ‫حوض عئثه‬

Saîd b. Âmir der ki: Basra’da sürekli olarak oruç tutan bir kadın vardı.
Kadın şüyle anlattı: iftar edeceğim zaman: “Allahım! Bana Peygamber’in
(sallallahü aleyhi vesBİlem) Havz’ından içir” diye dua ederdim. (Bir gün) Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) rüyamda bana gelip: «Eğer Allah'tan, sana Peygamber'in
Havz'ından. içirmesini isteyeceksen, Utbe'nin havzından içirmesini iste. Çünkü
onun cennette bir havzı ٢^ ٢^ ٧» buyurdu”. Kadın Utbetu’l-Ğulâm’ın komşusu
idi.

‫ظئ بن‬ ‫ ثت ا‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن إبزا من؛‬، ‫ ا خشن ا ت ب ي د بن م ح م د‬٢٣٨/٦ ‫ )“ ل‬٨٦٣٧(

‫ ص ب غ ت أثا حات م‬:‫ تئ و لأ‬، ‫ ش م ع ت أب ا ائف ا ي م م جا هد بن ح ات م انرم ك ي بتل خ‬:‫ ق ات‬،‫ا ل م ص ل‬

‫ث ا ن‬1 ‫ ”ى ن‬٠٠ :‫ ت م عثث م ولت‬،‫ ن بع ت م ن ■كلي بن ا ل م ديني "ك ل م ه أع جتتيي‬:‫ م و لأ‬، ^ ١^ ١


" ‫ أ با ء ق ه م ح م‬، ‫ت ن ث م‬

Ebû Hâtim er-Râzî der ‫لكل‬: ,Aİİ b. el-Medînî’nin: “Ebân b. Sa’leb


.Utbetu’l-Ğulâm’ın babasıdır” dediğini işittim. Bu da hoşuma gitti

Bişr b. M ansûr es-Selîmî


.Allah dostlarından biri de bilgin âbid, sevimli vecd sahibi Bişr b
Mansûr es-Selîmî’dir . ‫ ره‬yalnızlığı ve zikri seven, fitneden ve hatalardan
emin olan biri idi.
B işr b. M ansûr es-Selîmî 73

‫ ثت ا أ خ ن د بن ا ل ح ن ي ن بن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عبد ا ل لي بن ن غ م د بن ج عف ر‬٢٣٩/٦‫ ل‬-) ٨٦٣٨(


‫ ص بت ر بن‬:3^ ، ‫حدبي اأع؛اس بن اأؤ؛بمي بن م‬- ، ‫ ه أ ح ئ د بن إترا م؛إ بن م‬، ‫م‬
‫ لعأث ا ئث قالئ ض‬C‫ يا أب ا م ح م د‬:‫ مم ك ل ه‬،‫من صور بغد ا ل ع ص ر نح زغ إلثن ا و ك اثه متث ر‬
‫أي‬ ‫ت ظ أ كتذ ك م أو م ن أ نخؤث ا "كست أهزأ في‬3 ‫ م ها‬، ‫ وز ج؛ق ا‬1‫ فزد رد‬، ‫ق ي ا‬
‫ زءد‬:3‫قا‬،" \‫ س أقى أختفمحح غيه شه أؤ نخز غذ‬U " :‫ ك‬3U‫ ئأ‬،‫ثققث ش‬
،،;‫ب شب ا ال ومح ا ت ز ال شم‬
‫يشن بن مت ص وري س ح ب أن م‬

Abbâs b. el-Velîd b. Nasr der ki: ikindiden sonra Bişr b. Mansûr’un


yanına gittik. Bizi karşılamaya çıktığında değişik bir haldeydi. Bunun
üzerine ona: “Ey Ebû Muhammed! Sanırım seni işinden alıkoyduk” dedik.
O da kısık bir sesle bize cevap verdi. Sonra: “Sizden bir şey saklayacak
değilim” (veya buna benzer bir şey söyledi) “Kur’ân okuyordum” (yani beni
meşgul ettiniz) dedi. Sonra: “Kiminle karşılaşsam bir kazancım olmuyor”
dedi veya buna benzer bir şey söyledi. Bişr b. Mansûr bütün vakitlerde
(nafile) namaz kılmayı sever ve belirli bir vakti tercih etmezdi.

‫ ثن ا أ خ ن د‬،٤١^ ^ ١‫ ثن ا أ خ ن د ى ث ص ر‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د س حقا ن‬٢٣٧٦ [ -) ٨٦٣٩(

‫ بموت‬،‫ص وي‬ ‫ كا ن بت ر بن‬:‫ مالط‬، ‫ ح د ب ي عبد ا ل ر حم ن بن م هد ئ‬، ^ ^ ١ ‫بن إبراهي م‬


‫م الث اغا ت ا ش ال شغل مح ه ا‬ ‫ " ا ي م ا ل ل م م ح ال " جبي‬:‫ل ي‬
Abdurrahman b. Mehdî der ki: Bişr b. Mansûr bana: “ilmi hobi olarak
kabul et” derdi. Yani iş olmadığı zamanlarda ilimle uğraşmayı tavsiye ederdi.

‫ ثن ا عتذ‬، ‫ ثن ا أ ح م د‬،‫ نحا أ ح م د بن ئصر‬، ‫حدثت ا أبو م ح م د‬ -) ٨٦٤٠(


‫ نبت ر بن‬،‫ أثا وأبو ا ل ح صي ب عتد الل ه بن م لته‬،‫ واعد ت بشن بن مئ ص وو‬:‫ قاد‬،‫خنن‬-‫الث‬
‫ج ث ئ ز ؛ئ ف كا ن ك ص‬
‫ت‬ ‫ه في‬ ‫ ت ثق ن ث‬.‫ " ا‬:‫ قآ د‬، ‫ ئ ه أ وا ة‬،‫ ي أن نأتة‬، ^ ١
‫ش ش أ ذ ال جت ي' ء‬

Abdurrahman b. Mehdî der ki: Bişr b. Mansûr’a, Ebu’l-Hasîb Abdullah


b. Sa’lebe ve Bişr b. es-Serî ile birlikte yanına gelmek için söz vermiştim.
Ancak yanına geldiğimizde: “Yanıma gelmeniz konusunda Allah’a istiharede
bulundum. Kalbime, gelmemenizin daha hayırlı olacağı daha ağır bastı”
dedi.
74 Bişr b. M ansûr es-Selîmî

٠٠ ‫ محاتت‬،‫ أ ال تعس ت |أي حش اتلف‬:‫ ق ك ل ه‬،‫ وأثاني م م في ح ا ج ة‬:‫ه ات هم ذ ال ؤ ح م ن‬


‫ أكنه‬٠٠ :‫ قات‬، ‫ وعزضت عل ته ذائق ث بميم ير جع •عقه ا‬.,‫ قات هم ذ الر حم ن‬، ٠٠ ‫ال ا ل حا ج ه ؟ي‬
‫ دكان ال‬،‫ و ش ع س ى بن جع ثر بزئ‬: ^ ^ ١ ‫ قات عيد‬،'‫أن أع ود ش ي ي فزؤ اخلا ده أ‬

‫ ثؤ مح ت عسا ل م يمط ن‬٠٠ : 3 ‫ محق ا‬،‫ب م ة‬


‫ويب ت إ ر ال م جاريه ل ه فت جمئه م‬
‫م‬ ‫ي حر ث م ن م ائه ا‬

‫ه (ي‬ ‫م‬ ‫ ص• " أ‬،‫ظ‬ ‫م‬ ‫إل‬ ،" ‫م‬ ‫ج‬ ‫تذث ح م ي غد‬ ‫م ح ال‬ ‫؟ي م حق أ‬
‫ فكان بغز بن منصور تكزه أن يشتري من رج ل‬:‫ عتد الؤح نن‬3‫ ظ‬،" ‫ب ف م إدي ن حير‬
‫بش وي حا ي عم ظ ه‬
Abdurrahman der ‫لكل‬: Bişr bir defasında bir ihtiyaçtan dolayı yanıma
:geldi. Kendisine: “Bir haber gönderseydin ben sana getirirdim” dediğimde
Hayır, ihtiyaç sahibi benim” dedi. Kendisine geri dönerken binmesi için“
bir binek vermeyi teklif ettiğimde: “Kendimi öyle şeylere alıştırmak
istemiyorum” karşılığım verdi. İsa b. Cafer bir havuz inşa etti. Ancak Bişr
onun suyundan içmezdi. Cariyesini ırmağa gönderir ve kendisine oradan
testi ile su getirtirdi. Bişr: “Eğer zengin olsaydım bana su getiren kimseyi
suya merkep ile gönderirdim” dedi. Sonra dediği lafı anlayarak: “Allah’tan
.bağışlanma dilerim. Benim durumum iyidir. Benim durumum iyidir” dedi
Bişr b. Mansûr hakkı olmayan bir yere çadır kuran kimseden bir şey satın
almaktan hoşlanmazdı.

‫ ثن ا‬، ‫ ث إ أ خ ن د بن ا ل ح ت ت ن‬،‫ ا ثن ا عئد الثؤ بن م ح م د بن جئ م ر‬٢٤ ' / ٦ ‫ )“ ل‬٨٦٤١(

:‫ ئ ك ل ث ت د الؤ ح ن ن بن م هدي‬:‫ قات‬،‫ ثن ا عن اره بن ي حش أثو خنزة‬، ‫أ ح ن ذ بن إئزاهث م‬


‫ زقت ءن ب ز ئ نئ ش ز إل أن بغتة‬، ‫ م‬:3‫م و ي ر؟ ظ‬ ‫مح ث \ ويد ء س م ؛ ر‬
،‫ وادقرم م ن ال دين‬،‫ بإل جم ظ ا إل حاء بن الت؛تي‬،‫تف إ ر أئيثا بالق ال م‬
‫ظ إدا أت ائي ج‬
‫ ؤه وض ا ج ي ثو ى‬،‫ عن ال ؤ ب ز يش ل م عأى ال م وه م ثأ طل وذ‬،‫ حنني‬-‫ وتأل ت عتد الث‬:‫ق ات‬

‫لآدم ق‬ ‫ " أل‬: ‫بس بن ت م‬


‫ لي م‬،١
١٠ ، ‫ م‬:‫؛‬١١‫ ؛‬،‫ثنيهز؟‬ ‫أؤشئ أ؛تئرة \ل‬
‫ و أ م‬:‫ط |لمبتتي‬ ‫ لأب‬،" ‫ حمق أ خ ي ؛ئ ص أ ذ آ ه‬، ‫ل ة ب ي‬1 ‫ ر‬، ‫ش؛ ي ت ق م ث د ت‬
‫ ك ن ا ي م ي ا ل حزام‬،‫ ح ال ق‬-‫الن ج د دئاءم ا لأ‬

Umara b. Yahya Ebû Hamza der ki: Abdurrahman b. Mehdî’ye: “Bir


adam bir adamın ailesine selam gönderebilir mi?” dediğimde: “Evet, Bişr b.
>- M ansûr es-Selîmî 75

Mansûr ki onun gibisini görmedim yanıma geldiği zaman ailemize selam


gönderirdi. Çünkü kardeşliği korumak ve cömertlik dindendir” karşılığını
verdi. Yine kendisine: “Yemek yiyen bir topluluk kendilerine selam veren
facir veya fasık birini yemeğe davet edebilir mi?” dediğimde: “Evet (edebilir),
Bişr b. Mansûr bana: “Ben yemeğime fasık veya facir birini davet ederim.
Ben yemeğime öyle kimseleri davet ederim ki, o yemeği köpeğe atmam
benim için daha iyidir” dedi.
Abdurrahman der ki: “Kişi haramlardan sakındığı gibi çirkin bir ahlâktan
da sakınmalıdır.”

،‫ ثن ا الدؤرقي‬،٤١^ ^ ١ ‫ ثن ا أ خ ن د‬، 0 ‫ ] حدثن ا أب و م ح م د بن حي ا‬٢٤٠/٦‫ )“ ل‬٨٦٤٢(

‫ ن ق و د ؛ " أ ط لب‬،‫ت هن ا مح ض بئ ر ع ر ل حيته‬3 ‫ ظ‬، ‫م‬ ‫س بن ال ول د بن‬1‫ح د ش عب ا‬


" ‫ب د ضتع ي ن م نثه؟‬
‫الؤياس ت ة م‬

Abbâs b. el-Velîd b. Nasr der ki: Bazen Bişr (b. Mansûr) sakalım tutup:
“Yetmiş yaşındayken mi idarecilik peşinde koşacağım!” derdi.

‫ص قو ت و ق د‬ ‫ت‬1‫ ق‬،" ‫ي ء‬ ‫س د ش أل‬ ‫ " ؛ة وق و ثتيء‬:‫ؤص هئت‬


‫ي لق جن الن ع ل ب‬ ‫ق ي! وه اثه ها ج ع ن لممسلث وقاتهء الث ح مئ غلى‬

Bişr der ki: “Her şeyin bir mucidi vardır. Kendine bir mucid bul.” Abbâs
der ki: Bişr’in sözü: “Her şeyin korunacağı bir şey vardır. Kendine bir
muhafız bul. Altında ezileceğin şeyleri kendine yükleme” manasındadır.

‫ ح دبني عث ا ن بن‬،‫ ثن ا الدؤرقي‬، ‫ ئئ ا أ خ ن د‬، ‫مة\ء حدثن ا أبو م ح م د‬/‫ )“ [آم‬٨٦٤٣(


‫به د وت‬
‫ تأث ث و ج‬٠ ،‫ا ذ ك ؛ل ق‬/‫نء‬ \1\ ‫ئ اثب ؛ ئ‬ ‫ ء ن يغ ز ئ م ح ور‬٠' :‫ لأ‬1‫ ق‬،‫م ح ز‬
" ‫بنثئ ا وت ذ يف م ه‬ ‫ط فيئ‬ ‫ ز ي د ش‬،‫ا لآخرة‬
Ğassân b. el-Fadl der ki: “Bişr b. Mansûr, örüldükleri zaman Allah
zikredilen kişilerden idi. Onun yüzünü gördüğün zaman âhireti hatırlarsın.
O geniş bir adamdı, bitkin biri değildi, zeki ve anlayışlı biri idi.
76 Bişr b. M ansûr es-Selîmî

، ‫ ح د ي ي أبو إن حا ق ال غا م د‬، ‫ و ح دبت ي فث ا ن شر الم صل‬:‫ ] قات‬٢٤ ^ ٦ [ “) ٨٦٤٤(


‫ |دي أناه‬،‫ ؤ م ح م د بن يونفث‬،‫ ح ج اخل ا م يشن بن من ص ور‬٠٠ :‫ قات ئ الن ون م ى ر ج ال‬:‫قات‬
" ‫ض ممث اخل ا م ل أ م ال ت ز م‬
Ebû îshâk eş-Şâmî: “Filan ‫ ”ل§لكا‬diyerek bir kişinin adını da yererek onun
şu sözünü aktardı: “Bu yıl Bişr b. Mansûr ve Muhammed b. Yûsuf hacca
gittiler. Bana göre ٠ )ikisinden biri), bu sene hacca gidenlerin hepsine dua
edecektir. ”

‫ قات ف ئ ا ك ف ر ي ي ث ر ئن‬:‫ قات‬، ‫ و خد ش عث اق‬:‫ ] قات‬٢ ٤٠٨ [ -) ٨٦٤٥(


" ‫\ زمحا زإ؛ى ع ق ه أ خ ي [ئ ئ ذأف‬$ £ ‫ لأن‬٠٠ ‫دت‬1‫ ءق‬، ‫ ي‬2 ‫ ب مإل أ ة ئث ا‬:‫م ح ور‬

Ğassân der ‫لعا‬: Şakîk el-Usflırî, Bişr b. Mansûr’a: “Yüz bin dirhemin olsa
sevinir miydin?” dediğinde, gözlerini göstererek: “Bunların kör olması
benim için ondan daha iyidir” karşılığını verdi,

‫ " و كا ن بئت زي ال م ن خ ر ب و عم شه ع ن د‬:‫ ] قات عث ا ن‬٢٤٠/ ^ -) ٨٦٤٦(

‫' ل ح وص‬
Ğassân der ki: “Bişr b. Mansûr bedevi bir adamdı ve çocuklarına hurma
yaprakları ile işlemeyi öğretmişti.”

‫ ح دبت ى أس ي د بن ج م بن أ جى بئ ر ئن‬،‫ و ح د ب ى عش ا ن‬: ‫ م ة آ ء ظ د‬/ ‫ تآم‬-) ٨٦٤٧ (


‫ ز ال رأيته ه ا م في م شحدئا ما ئ‬، ‫ بشن بن نتص ور نا ثاثئة ال تكبيرة ا ال ر ر ط‬: ‫ هاد‬،‫من صور‬
‫ نمحق‬:‫خ غث لأ‬ ،‫^ أؤأذفه‬ ١ ‫ى أن‬ ‫ي‬ ‫ زلا أ ئ ن‬، ‫بط فقا‬
‫ قء م‬، ‫ط‬
،3‫ ^ كؤ؛يا؛ وها‬١^ ‫لأيق وس د يي‬ ‫ي يأ ح ذ‬ ‫ مع ه‬٢١٠ ،‫أزى يئئ' ؛د؛ رآه و ج د ث ن إني؛إي‬
" ‫ " نأي ت م ن يأتي المم ه اء والمصاصن أزق هك م س ال أ م ا ق ئامحئ‬:‫؛ي بغث‬
Bişr b. Mansûr’un yeğeni Useyd b. Câfer der ki: Bişr b. Mansûr cemaatle
birinci tekbiri asla ^çırmamıştır. Mescidimizde bulunan bir dilenciye bir
şey vermeden oradan ayrılmaz ve mutiaka bir şeyler verirdi. Bana; (ondan
kalan) kitaplarım yıkayıp (mürekkebini yok etmemi) veya gömmemi vasiyet
etti. Bişr’i dadaşlarından biri gördüğü zaman o kimse bineğine binene
kadar onunla birlikte kalkardı. Bana karşı da birçok defa böyle davranmıştır.
Bişr b. M ansûr es-Selîmî 77

Bişr bana: “Fakihlere ve kıssa anlatanlara gidenler, gi^eyenlere göre daha


yufka yüreklidirler” dedi.

1‫ ال‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن ائ خث ن‬،‫ ] حدثن ا ع د الثؤ بن م ح م د بن ج ع م ر‬٢ ٤٧ ٦ [ -) ٨٦٤٨(


‫ص‬ ‫غبت اخلابي أبو‬
‫ خ د ش م‬،‫ مما إ و بمز ئ م د ال مب ن ثن ن ه د ي‬، ‫أ خت ن ئ إتزاه م‬

،‫ ءمإتف ال ثدري م ا يك ون‬،‫ " أ ئ م ن معربة الناس‬:‫ قات بشن بن من ص ور‬:‫ ه ات‬،‫ا ل رئ ر ا ئ‬
” ‫ قي ال‬١^ ^ ‫ إلن ك ا ذ جث ق ي ء يعني بضي ح ه في ا ل م ا ئ ة كا ذ م ن‬:‫قات‬

£‫ هظ‬Hemmâm ez-Zührî der ki: Bişr b. Mansûr: “Az kişilerle tanış, çünkü
ne olacağını bilemezsin. Kıyamet gününde bir ayıbın ortaya çıkarsa en
azından seni tanıyan kişi az olur” dedi,

‫ كا ن بث ريص ر يؤما مح أطا د‬:‫ قا د‬،‫ زخ ا؛ثن ا ش ي د بن م ح وي‬:‫ ] قات‬٢ ٤ ٧ ٦ [ -) ٨٦٤٩(


، ‫' ال يعجتلث نا رأيت ق‬٠ •‫ ق ات ؟ أل جل‬،‫ ززأى زي ال ينقلن الئؤ شل ن لت بث ر‬،‫ال صال ة‬
" ‫ه ن ع الئ الءيكة كن؛ و ظ‬ ‫فإن إ;ي س هد ي د‬

Sehl b. Mansûr bildiriyor: Bir gün Bişr namaz kılıyordu ve namazını


uzun tuttu. Bir ara adamın birinin durup kendisini seyrettiğini görünce de
dedi: “Benden gördüğün bu şeye sakın şaşırma! Zira İblis de, meleklerle
beraber Allah’a şöyle şöyle ibadet etmişti” dedi.

‫ ثتا أ خ ن د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ن د بن ائ خث ن‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن ت غ م‬٢ ٤ ٧ ٦ [ -) ٨٦٥٠(

‫جب س لح ي‬ ‫م ؛ ه ث ج‬
‫بت ت‬ ‫ت ئ ك ي م ق‬3 ‫ ظ‬،‫ بن م هد ي‬، ^ ١ ‫ ه عتد‬،^ ‫ < ؛‬٦

،‫م اغثأ‬ ‫مح‬ ،‫ن ن إي‬


‫م‬ ‫جن ا إل‬ ‫ إق‬:‫ ئ ك ه‬:‫ قات‬،" ‫ " يمز الجت بت‬:‫ قات‬،‫ز لآئ‬
" ‫ب ن إ؛قل ق وق ثذ؛ ش ه ن‬
‫ج‬ ‫ مح ث تشتهي أ ذ‬0‫ظد ؛ ’’ إ‬

Abdurrahmân b. Mehdî der ki: Bişr b. Mansûr’a: “Hayır ve bereketin


olduğu mecliste oturuyoruz” deyince, “Ne güzel bir meclis” dedi. Ben:
“Bazen yanımda oturulmadığı zaman üzüntü duyarım” deyince ise,
“Yanında oturulmasını arzuluyorsan, ben bu meclisten giderim” dedi.

‫ ثغا أ خ ن د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ن د ن ال غ ن ت ن‬، ‫ ] حدث ا عئد ال ر ى م ح ث د‬٢٤١/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٥١(


'•‫ بموت‬،‫ ش م ع ت بث ر بن من صور‬:‫ قات‬،‫ ح دثني ز و الئ جنتا ئ أبو عئد ا و خن ي‬،^ £ ١^
7^ Bişr b. M ansûr es-Seîîmî

‫ إ ال ع ل م ت‬،‫ ش ن ت ش عئده أؤ قام ش عندي‬،‫" ن ا ج ل ن ث إ ر أ ح د ز ال جنس إلي أخت‬

" ‫آ ن ي أ ث ث م أمحت ل م حمأ د ب ق ت إ ء ء م ى ق ء ت ا ب ي‬


Bişr b. Mansûr der ‫لكل‬: “Kimin yanında oturup kalktıysam veya 1‫س‬
yammda oturup kalktıysa, onun yanında oturmamam veya onun yanımda
oturmamasının benim için daha hayırlı olduğunu düşünürüm .”

‫ ح دئن ى م ح م د بن عئد‬، ‫ ثن ا أ خئ د‬، ‫ ثن ا أ خ ئ د‬،‫ ] خل؛ثغ ا عتد الثؤ‬٢٤١/٦‫)" ل‬٨٦٥٢(


‫ كث؛ ص د بش ر بن من ص ور‬: ‫ ظ د‬،‫ ر ي‬1‫ ثن ا آيومب ى عثد الل ه ا الزص‬،‫الل ه ا الن صا ر ي‬

" ‫خ ت أ و هيء م حت‬


‫ " ق د قاتمح ظ ث ئ ت ك ص م‬:،3‫ق ا‬
Eyyûb b. Abdillah el-Ensârî der ki: Bişr b. Mansûr’un yanında idik. O:
“Öğretmen olduğum zamandan bu tarafa yapamadığım çok hayırlar veya
çok şeyler geçti” dedi.

‫ ثن ا عتد الل ه بن م ح م د‬،‫ ثن ا أ ح م د س م ح م د بن ع من‬،‫ ا خضن ا ش‬٢٤١/٦‫ )“ ل‬٨٦٥٣(

‫ بشر بن‬3 ‫ قادت ظ‬،‫ ص هم د الر ح م ن بن م هد ي‬، ‫م‬ •‫ قات ء إي بذ ا م حآيثي‬، ‫س مح د‬


‫محامهث ع د‬-‫ محؤ أ‬-‫ عن ذك ر ا ال‬، ‫م ال دتي مح ي به ش ي‬ ‫ م ن‬٤^ ١‫' ؛ ر ال د و‬٠ :‫ن صور‬

11 ‫ط ل‬
Bişr b. Mansûr der ki: “Bazen beni âhireti düşünmekten alıkoyan dünya
işi bir şeyi aklıma getiriyorum da sonradan aklımın gitmesinden
korkuyorum.”

‫ كا علي‬،‫ ئث ا إ ت خ ائ بن ابزا مني بن ج م يل‬،‫بمي‬ ‫ ا ثن ا م ح ئ د بن‬٢٤١/٦‫ )“ ل‬٨٦٥٤(


: ‫ ق ن ت‬، £ ^ ١ ‫ رأيت بشن ئ ذ من ص ور في‬: 3 ‫ ء ا‬،‫ ثن ا بشن بن ا ل م م ص ل‬،‫ ثن ا م ثار‬، ‫ئ ذ من ل م‬
‫ " و ج د ت ا ال ئز أهون مث ا م ح ث أخب ل غلى ف سي‬:‫ ن ا صث ح الثةيلف ؟ قات‬، ‫يا أب ا م ح ئ د‬

Bişr b. el-Mufaddal bildiriyor: Rüyamda Bişr b. Mansûr’u gördüm. Ona:


“Ey Ebû Muhammedi Allah sana neler yaptı?” diye sorduğumda: “işin
düşündüğümden de daha kolay olduğunu gördüm” dedi.
Abdulazîzb. Selmân 79

،‫ ثن ا أ ب و ب ك ر ب ن عبيد‬، ‫ ثنا أ ي ي‬،‫ ا حدق ا ن خ ئ ذ ب ن أ ح م د ب ن ع مر‬٢٤٢/٦ ‫ )“ ل‬٨٦٥٥(


‫ أثا‬٠٠ ‫ ه ادت‬،‫ قيد ل هت أوص بديتلف‬،‫ قادت لث ا ا حتضن بشن بن من ص ور‬،‫ثن ا م ح م د بن هذا م ه‬

" ‫ ثلث ا ن ا ث هص ى عته دينهبععس إ حزانه‬،‫م ل ذنبي أق ال أز ج وة نديتي‬ ‫أزي و‬

ö iüm döşeğinde olan Bişr b. Mansûr’a: “Borcunun ödenmesi için


vasiyette bulun!” denilince şöyle karşılık verdi: “Ben günahlarımın
bağışlanması) konusunda bile Allah’tan ümitliyim. Artık borcum için ümitli
olmayayım mı?” öldükten sonra ise borcunu kardeşlerinden biri ödedi.

(‫ ح د ي ي ح ن ت ن‬،‫ ثن ا أ ح م د بن روح‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حثا ن‬٢٤٢/٦‫)" ل‬٨٦٥٦

‫ات ' عس ك ر‬3‫ ظ‬،‫ زي ث كف ر بن من صورت عثلتيء‬،3‫ ئادت ظ‬،‫ عن ابن ع س ه‬،‫بن الح س ن‬
‫بيق م ح لف‬ "
ibn Uyeyne der ‫لكل‬: Bir adam Bişr b. Mansûr’a: “Bana nasihat et” deyince,
Bişr: “Ölüm askerleri seni beklemektedir” karşılığım verdi.
Bişr b. Mansûr’un rivâyetlerinin çoğu imamlardan ve önder
kişilerdendir:

Takrîb2249, Takrıb 1744, Takrîb 19-51

A bdulazîzb. Selmân
Allah dostlarından biri de susuzların dostu, suya varıp susuz kalan,
Abdulazîz b. Selmân’dır. o, korkuya kapılmış, ümit ise kendisini teselli
etmişti.

‫ ثن ا عئد‬:‫ قات‬، ‫ و ث خ ئ د بن أ خ ئ ذ ثن ال م‬، ‫ ا كا اأؤ؛بم ذ ن ألح ن ذ‬٢٤٣/٦ ‫)" ل‬٨٦٦١(

‫ ق ا ث ض بن‬،‫ن خ ث ذ بن ا لخشن‬
‫ ثن ا ح‬،‫ب ش‬
‫س ذ بن م‬ ‫ ق ا‬،‫ال مب ن بن ت غ م ب ن إ صهز‬
‫ "كا ن عبمد الع ز م ن ش ل م ا ن إدا د و القي ام ه‬٠٠ :‫ هات‬،‫ ثن ا أثو مثا ن ي الب اب‬، ‫ب ن ط ا م ا ألص م‬
‫ ورب م ا‬: ‫ محا د‬، ‫ صرح ك ما ئص زخ ال تكأ ى ويص زخ ال حائ م ون م ن ج وان ب ا لخئ ج د‬،‫ؤائنؤ غ‬

٠٠‫ربع ا ل ئئ ت وا ل م سا ن م ن ج وا ف م جل س ه‬

Ebû Târik et-Tebbân der ki: “Abdulazîz b. Selmân kıyameti ve ölümü


zikrettiği zaman çocuğunu kaybetmiş anne gibi feryad ederdi. Bu
80 Abdulazîz b. Selmân

feryadından dolayı mescidin etrafında korkan kişiler de feryad ederdi. Bazen


mescidin etrafından bir veya iki ölü kaldırıldığı olurdu.”

‫ ثنا عئد‬: ‫ ال‬1‫ ق‬، ‫ ؤ م ح ئ د سر أ خ ن ذ‬،‫ ا حدثنا ال ول ي د بن أخن ت‬٢٤٤/٦ ‫)" ل‬٨٦٦٢(

‫ بن‬،1^ ‫ ح د ش‬، ، ^ ^ ١ ‫ ئ م ح ث د بن‬،‫ ثن ا م ح م د بن ي حش‬،‫ا ل ر ح م ن بن أيي ح ات م‬


‫ و هم د ا ل عزيز بن سن ل م انء وك ال ث بن‬،‫ ب ت أائ‬٠ ‫ ق ا دت‬، ‫ ح د ب ي من م ع بن ع ا ص م‬، ‫ضيغ م‬
‫ خ ز غ ب ي ت أن‬،‫ ق ك ى ك ال بي‬،‫ ع ر ش ا ج ل م نبع ض الثؤا ج ل‬،‫ ن ش ا ن ا لأعرج‬، ‫جر ئ‬
‫ال‬ P ، ‫ ^ و ه ئ ز م ل ثةئه ب‬١^ ‫ ء إل ث م تن ن أل ؛‬، ‫ ت أ ث م جد اأ ن ي لت م ح‬،‫ثن و ث‬
‫أ ت هق‬ ‫ أي م ح م د ظ‬: ‫ م ح م ك‬،‫ ”ىن بغد سأل ت عئد ال؛نزيز‬1‫ ء ل م‬١ ‫م‬-‫أدري ظ أتك اغ‬
‫ ت ي ة او؛تاتي‬,‫ ج رت ح ر ئث و غ وت أح ل ثذ و ث أ‬1‫ " إ ل ظ ; ث زال م إ ل أ م‬:‫ويلف؟ قات‬
،‫إل ق‬
/‫ص م ذ ذ‬ : ‫ ه ا ال د‬،‫ ؤ طت ا<ة‬،‫ تم ت ا ئ ق ك الي‬،" ‫ص‬ ‫يب قذاف ال ن ي‬-‫مؤها‬
‫م ي ضم ن‬ ‫بم أ ي ظ‬ ‫م حم‬ ‫■ئظ ء ن ق محزم ف آ ب ش ظ ء ة أ ة ممح ؛ال‬:‫ء\ت‬

‫ص‬
Mesma’ b. Âsim anlatıyor: Abdulazîz b. Selmân, Kilâb b. Curey ve
Selmân el-A’rec ile birlikte bir sahilde geceledik. Kilâb o kadar ağladı ki
onun ölmesinden korktum. Sonra onun ağlamasından dolayı Abdulazîz
ağladı. Onların ağlamasına da Selmân ağladı. Vallahi ben de onların
ağlamasına ağladım. Onları ağlatan neydi bilmiyordum. Daha sonra
Abdulazîz’e: “Ey Ebû Muhammed! o gece seni ağlatan neydi?” diye
sorduğumda: “Vallahi denizin dalgalarına baktım, deniz dalgalanıyor ve
kabarıyordu, o zaman cehennem ateşinin tabakalarını ve gürültüsünü
hatırladım, işte bundan dolayı da ağladım” cevabım verdi. Sonra Kilâb ve
Selmân’a sorduğumda, Abdülazîz’in dediğine yakın şeyler söylediler, o
toplumun içinde meğer benden hayırsızı yokmuş. Çünkü ben, onlar ağladığı
ve kendilerini kürettikleri için onlara acıyarak ağlamıştım.

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬c(‫ ا حدثن ا أب و بكر م ح م د بن أ ح م د بن م ح م د ا ل م ؤبن‬٢٤٤/٦ ‫)" ل‬٨٦٦٣


‫ ح دثني‬6‫ ح دقني م ح م د بن اأ ح ثن ن‬،‫ ظ عتذ الل ه بن م ح م د بن عتيد‬، ‫م ح م د بن ع م‬
‫ " ع ج ت ت م م ن عزف‬:‫ ي م و لأ‬،‫ت م ح ت أش م ع أ ي‬3 ‫ ظ‬،‫طن ا ن‬ ‫ن ح م د بن عئد ا ل عزيز بن‬
Abdulazîz ‫ء‬. Selmân ‫أع‬

1 ‫ ئ ف ن ة أم ي ت اليمم ت د غ قلية فيه_ا‬1‫ غف ن ئثؤ ي !ل د ي عس ة أم ي ن ثهلي ب به‬، ^ ^ ١


‫ خ ز يخ ر منشقا عاس ه‬،‫ بأ يص زخ فا ه ث ا ة‬: ‫ أمحال‬، ‫اا‬

Muhammed b. Abdilazîz b. Süleyman bildiriyor: Babamın şöyle dediğini


işitirdim: “öleceğini bilip de hâlâ rahat yüzü gören veya huzur içinde
olabilen veya kalbi yerinden sökülmeyen birine hayret ediyorum!” Sonra
bayılıp düşene kadar: “Aah, ah” diye feryad ederdi.

، 0 ‫ ثنا أ ب و ب ك ر ب ن ن ميا‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن م حم د بن أتا ن‬، ‫ ا حدثت ا أ ي ي‬٢٤٤/٦ [ -) ٨٦٦٤(


‫ ثن ا هم د ا لعزيز بن ت ل م ان‬، ‫ ثن ا ي حيى بن بم ن ى ئن حيزاي ا ل ث ئ د ي‬،‫ ش‬، ‫ثن ا م ح م ذ بن ا ك‬
‫ وكان ئ د ث م قؤئا إ ر ال م‬، ‫ قا ث ق ا ش د ي‬، ‫س‬ ‫ر ى ا الثا ت وا أل‬: ‫ وكا ن‬، ‫ات ا ذ‬

‫تلي ؛ لأدز خ ا؛ت اة ف ن ز لؤلؤ‬،‫ أريت *كأثى غش ص م ة ئه رث ج ري ثائب‬٠٠ :3 ‫ ه ا‬، ‫ م ا‬1‫مس ن ء‬


‫ تب ح ا ن ا ل م ت ث ح‬:‫ ء ا دا أثا ب ج وار م ن بما ت يمل ن بص ؤ ت نا ج ز‬، ‫وشت م ن م حت ا ن ال د ه ب‬

0 ‫ ي جث ا لأزما‬٢٠^١^ ١ ‫ ن؟ ح ا ن‬،‫ ن؟ ح اده‬0 ‫) م ك ا‬N-3 ‫ ج وؤ‬-‫ <ثبمائه <ئبماذ؛ ا ل م و‬، ‫ن ا ج‬،‫ ؤ‬،j-N
،‫ظى من خلق ؤ ن ش ن بماثت‬ : ‫ فل ذ‬، ‫ م ن أنثن؟‬:‫ ه م ك‬:‫ لأ‬1‫ ه‬،‫ء حائه‬1‫ ن‬،‫ن؟ ح ادة‬
:‫ ناث ص ص ههن ا ؟ قل ن‬: ‫ق ك‬

‫ل م ع ر ا ل آ ز ي ألل م ي‬ ‫ س زي ث خ م‬1‫ اق‬٩ ‫ذزأتا‬

‫ن ش ر ي ه م وم ال قؤم والن امس نوم‬ ‫ت ا جون رب اخلال بين إل هه م‬

‫ أزن ا م ن ه م ؟‬:‫ قلن‬:‫ قات‬،‫ ل هؤ الع م ن هؤ الء أثن أ م ال ق أعيثه م بأكن‬، ‫ بخ غ‬: ‫بل ت‬
"‫م‬ ‫س ي اق؟ن ول‬ ‫ك هي د و ن‬ ‫م " ب ر هؤالء‬ ! ‫ ال ؤ س ظ م ه ز‬: ‫ق ك‬

Allah’a kavuşmanın özlemiyle altmış yıl ağlayan Mutahhar es-Sa’dî der


ki: (Rüyamda) bana keskin kokulu misk akan bir ırmağın kenarında
olduğum gösterildi. Irmağın kenarlarında inciden ağaçlar ve altın
çubuklardan bitkiler bulunmaktaydı. Birde baktım ki tek ağızla: “Bütün
diller ile teşbih edilen (Allah) her türlü eksikliklerden münezzehtir. Her
yerde bulunan (Allah) her türlü eksikliklerden münezzehtir. Her zaman
dâim olan (Allah) her türlü eksikliklerden eksikliklerden münezzehtir” diyen
kızların yanındayım. Onlara: “Siz kimsiniz?” dediğimde: “Biz Rahmanın
82 Abdulazîz b. Selmân

yaratıklarmdanız” karşılığını verdiler. Onlara: “Siz burada ne


:yakmaktasınız?” dediğimde ise
Herkesin ilahı, Muhammed’in Rabbi bizi yarattı “
Gece vakti etrafta uyumayan kavimler içine kattı
Onlar âlemlerin Rabbi olan ilahları ile münacât etmekte
.Herkes uyurken onların üzüntüleri yok olup gitmekte ” dediler
Onlara: “Bravo, bravo onlara, Allah onların gözlerini sizinle aydın
kılacak” dediğimde: “Onları bilmiyor musun?” dediler. Ben: “Vallahi onları
bilmiyorum” dediğimde: “Onlar gece namazı kılanlar, Kur’ân okuyanlar ve
seher vakitlerini değerlendiren kimselerdir” karşılığını verdiler,

‫ ثت ا عئد الل ه بن‬،‫ ] حدثن ا أب و بكر ا ل م ودنء ثنا أ خ ئ د بن عنز‬U O /S [ -) ٨٦٦٥(


‫ت ش م ع ت مت وظ‬3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا أثو ع مي ل زيد ى عقيد‬،‫ ثت ا ث خ ئ ذ ن ا ل ح ن ش‬،‫ث خ ث د بن عئ د‬
‫يقوأل قي و س ط‬ ‫ " نأي ت في م ا ز ى الن اف؛؛ ”ى ن‬:‫ص ا لعزيز بن ت ل م ا ن‬ ‫ يأم و ل‬، ‫ال ق ر ؤ‬

‫ ئ حر هم د‬،‫ هوالثه ن ا راهب إ ال وا لهين‬،‫ ئ ع ؤ و ا ل م ؤ ت قلو ب ال حامم ين‬:‫م شح د الثصزة‬

" ‫العزيز مغشيا عقه‬


Ebû Akıl ^eyd b. Akıl der ki: Mutarrif es-Seferî’nin, Abdulazîz b.
Selmân’a: “Rüyamda bir kişinin Basra Mescidinde: “ö lü m korkanların
kalbini titretti. Vallahi onları ancak şaşkın oldukları halde görürsün”
dediğini işittim. Bunun üzerine Abdulazîz bayılıp düştü.

‫ ثغ ا مه د ا لله بن م ح م د بن‬،‫ \ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د بن ج عف ر‬1‫ ه‬/ ‫)" [ ا‬٨٦٦٦(


‫ ص ت خ م تن مح ز ا لخنين ثن ش ا ذ‬، ‫د م ح ل م ئ ال ي ث د‬:‫ ثثا إ‬، ‫ط أ ئ ش ب‬ ‫ ثث ا‬،‫ا م حا س‬

‫ واغتماء‬، ‫ ش م ع ت ئ ال دا ر ج ث ه ق د ي د ه‬، ‫ كا ن أيي إدا ها م م ن الل م لتثه ج ذ‬: ‫ محا د‬،‫العا بد‬
٠٠ ‫ " فنزى أن ا ل ج ن كان وا س س مفلون للته ج د ي ت لون نغه‬:‫ ثما لأ‬،‫لل م اء ال كثير‬

Muhammed b. Abdilazîz b. Selmân el-Âbid der ki: “Babam gece namazı


kılmak için kalktığı zaman avluda şiddetli bağrışmalar ve şu şırıltısı işitirdim.
Biz cinlerin uyandığını ve kendisiyle birlikte gece namazı kıldıklarım
düşünürdük.”
Abdullah b. Salebe 83

‫ ثن ا أثو بكر بن‬،‫ ثن ا أ خ ث د بن م ح ئ د بن أب ا ن‬،‫ ] حدتما أيي‬٢ ٤٥٨ [ “) ٨٦٦٧(


‫بي الث رين الؤاسب ئ‬
‫ " قيد م‬:3 ‫ ق ا‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن أيى ا ل ح واري‬،‫ نحا م ح م د بن إدريس ن‬، 0 ‫ش مث ا‬

" ‫ أ حل و به فيه‬،^ ١^^١ :‫ قا ن‬،‫ نابعة تشئيهص ثئذ ا ل عا بدين; ن اث مي بث اثل ة بؤ‬، ^ ١^

AJımed b. Ebî’l-Havârî der ‫آكل‬: Rabîa’nın: “Âbidlerin efendisi” diye


”?adlandırdığı Abdulazîz er-Râsibî’ye “Lezzet aldığın şeylerden ne kaldı
denilince: “îçinde yalnız kalabileceğim bir mağara kaldı” karşılığım verdi,

‫ ثن ا أبو‬،‫ ثنا عبد الل ه بن أخنت ئن حمحل‬، ‫ ا ح د ق ا أبو ب كر ب ن مال ك‬٢٤٥/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٦٨(
‫ م ح ث عند أن ي إذ جاءه في خ‬٠٠ :‫ ه ات‬،‫ ثن ا ماللث بن دين ار‬،‫ ثن ا عند ا ل عزيز‬، ‫لعس ري‬١ ‫ن و ت ى‬
‫ت ظ أب\ خنزة ف ذ أعهدلف تثن‬3 ‫ عق ا‬،^ ^ ١ ‫ م ن‬0‫وثوكأ غش ع ص ا‬ ،‫قأتتأد ن عثه‬

‫ يا بيي إ ة ال ق م ع ال دي ن ا مؤا‬: ‫ ق ن وا "كقوم أ ك محن ن ي ا ث ه أ اقن؛؟ ما د‬، ‫ظه ر ا ئ ي‬


" ‫وال دي ن هز م ح سنون‬

Mâlik b. Dînâr der ki: Ben Enes’in yamada iken yanına yaşlı bir adam
geldi ve girmek için izin istedi. Yaşlılıktan dolayı asâsına dayanarak durdu
ve: “Ey Ebû Hamza! Ben seni bu gün aralarında bulunduğun kavim gibi
olmayan bir kavim arasında olduğunu bilirdim” dedi. Bunun üzerine Enes:
“Kardeşim! Şüphesiz ki Allah kötülükten sakınanlar ve iyi amel işleyenlerle
beraberdir” karşılığını verdi.

Abdullah b. Sa’lebe
Allah dostlarından biri de yolunu şaşırmış aşık olan ve devamlı olarak
ağlayan Abdullah b. Sa’lebe el-Hanefî'dir. o, sevginin kara sevdaya,
(Allah'a) yakınlığın ise şaşkınlığa düşürdüğü bir kimsedir.
‫ ثن ا أ ح م د ين م ح م د بن‬، ‫ح دثط أب و بك ر م ح ئ د س أ ح م د ا ل م ؤبن‬- ‫ ا‬٢ ٤٥/٦‫ ل‬-) ٨٦٦٩(
‫ وكان خا نا‬، ‫ قثا أثو م ن ة‬،‫ قا أبو ا لخض ال تجر ي‬،‫ قثا غبمر ا ه ئ ئ خ ئ د ثن محي‬،‫غتز‬
: ‫ بك ى عند الل ه ح ز ان م حئ ح داه م ن ا لأن وف و ك ا ن بمولط‬: ‫ قا د‬C‫لع ند الل ه بن بئقة‬
84 Abdullah b. S a ’lebe

‫ زأق ف ن ق ش قع ي د‬0 ‫ءدا‬ ‫ئه م جيزة ا ال حث اء أث ا مزاره م‬

Ebu’l-Hasan el-Basrî, Ebû Urve’den - ‫ نط‬Abdullah b. Sa’lebe’nin


komşusuydu- bildiriyor: Abdullah yanakları kızarıncaya kadar ağlar ve şu
şiiri okurdu:
“Her insamn sonunda bir mezarı olacaktır
İnsanlar eksilir, mezarlar ise artar
Ölüler dirilerin komşularıdır
Mezara girmek yakın, mahşerde toplanmak ise henüz uzaktır. ”

‫ ثغ ا‬،‫ ثتا أبو بكر ئ ذ ن م ا ن‬،‫ ثغا أثو ا لخض ن أتابع‬،‫ ا ثتا أيي‬٢٤٦/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٧٠(
‫ إذا‬٠' ‫؛ م حت رل م ئ هوت‬١١٤ ‫ وئت‬، ‫ ثث ا ئ غ ث ذ ئ عئ ض اش م ئ‬،‫ت خ ث ذ ئ لآري س‬
‫ ه ا دا‬،‫ ه ا دا أ م س ح ت عدو ت غلى معا صيه خ الها ل ه‬،‫ ب ا حزاس ه‬،‫أمس ئ ت فالثت ي ح م ظ لئ‬
" ‫بثث تا ء ذ بئل ق‬
‫ي أءئ أ خ زا ط إقلق ال م‬ ‫أ‬

Abdullah b. Sa’lebe der ki: “Gecelediğin zaman Allah seni bekçileriyle


korur. Sabahladığı zaman da sana yapmış olduğunun aksine gider ve
yasakladığı şeyleri yaparsın. Yine gecelediğin zaman yine sana bekçilerini
gönderir, işlediğin şeyler onu bundan men etmez.”

‫ ثن ا عبيد‬،‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن ع من‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن أخن ت‬٢٤٦/٦‫)" ل‬٨٦٧١(


، ‫ ةت؛ مب ك غيت ال م ى مح و‬،‫ فاد؛ ه ي ص خا ب د تن ئ م انكزاوي‬، ‫الثب ى ي م‬
‫ ف ن ح زنت‬: ‫ ممات شتي ا ن‬،" ‫ زا حزائة غش ا ل حزن‬، ‫ " ثا أب ا م ح م د‬:‫م ولت لث مان بن عتتنه‬
" ‫ أ ي ح ص‬١‫ ك امت ع بت ش اا آ ه ومحي ؛‬،‫ه فيا ف‬ ‫ق ط سم؛‬

Hammâd b. Ömer el-Bekrâvî der ki: Abdullah b. Sa’lebe’nin, Süfyân b.


Uyeyne’ye: “Ey Ebû Muhammedi Çok üzülüyorum” deyince, Süfyân:
“Allah’ın sana takdir etmiş olduğu şeye hiç üzüldün mü?” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Abdullah b. Sa’lebe: “Ahh! Beni hiç sevinemeyeceğim bir
şekilde bıraktın” dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أب و بك ر س س م ا ن‬، ‫ ك ا أ خ ن د س م ح م د‬،‫ ا خ ا؛ثت ا أيي‬٢٤٦/٦ ‫ )“ ل‬٨٦٧٢(

٠٠ :‫ بن بعثثه‬4JJ1 ‫ هم د‬3 ‫ ظ‬:3 ‫ ه ا‬،‫ عن أبيه‬، ‫ بن م ح م د‬J-Lvajl ‫ ظ عتد‬، ‫م ح م د بن إدر؛ س‬


Muğîre b. Habîb

‫ وأي‬،‫أث ث م ح ى دكأت ك ال ثن ى‬ ‫ ن ب ذ‬،‫تث ئ ا غ ز ال م ح ى‬


‫وب ث ؤ م‬ ‫إ؟هي م ن‬
" ‫بش زالثؤ ل أ م غ ي غوانا‬
‫م‬ ‫م إل م ح لف محو ن فاق أ م‬
،‫بث‬

Abdullah b. Salebe: “Allahım! Sanki kereminden dolayı sana ibadet


edilip isyan edilmemektedir. Bundan dolayı sana isyan edildiği halde, sanki
sen onları görmüyorsun. Yeryüzünün sakinleri sana hangi zamanda isyan
etmedi ki? Vallahi, sen ise onlara hep hayırlar ihsan eyledin” dedi.

‫ كا‬، ‫تن ث خ ث د‬° ‫خ د م ع ئ‬ ،‫ مما أبو بكر‬،‫لخد‬ ‫ مما‬،‫ ] خ دمما أيي‬٢٤٦/‫ [ ؟‬-) ٨٦٧٣ (

‫'ثصحلق ولع ج‬٠ : ‫ مولت‬،‫ ت ب غ ت عتد الثؤ بنبع ن ة ا ل ح نف ي‬:‫ مات‬، ‫ي وئف ئ بن أبي حم د الل ه‬
٠٠‫ ر‬1‫د أل قد خ ز ي ت م ن عتد الم ص‬1‫أك م‬

Abdullah b. Sa’lebe el-Hanefî der ki: “Gülüyorsun ama, belki de şu anda


kefenin çamaşırcının yanından çıkmıştır.”

Muğîre b. Habîb
Allah dostlarından biri de (iyi işleri yapmakta) acele eden üstün zekalı
M u^re b. Habîb’dir. o , nefsi arzularından uzaklaşıp Allah’a yaklaştıran
şeyleri sırtlayan biriydi.

‫ قا‬،‫ ثثا مح خث ن ئ إشتما ة الث واغ‬، ‫ي ال م‬ ‫ ا طءثثا إوا م ز ئ‬٢٤٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٧٤(
‫ نحا‬،‫ ثن ا إش ح ا ق بن ج مي ل‬، ‫ ح ؤخ ا؛ثن ا م خ ئ د س ج ع فر بن ي و ن ن‬.‫ف ارون ث ذ عتد ال ثؤ‬

‫ ف ه د ت محآيوب‬:‫ ه ات‬،‫ ثعا جغ م ز بن ن ي ا ن‬،‫ ثت ا تثار‬:‫ ق ا ال‬،‫•علي بن م س ل م ا لطو س ي‬

‫ قات؛ ق ا د ؛ " المحم أد خ ل‬،‫ ^ ؛ تن م ح ب غ ئ ذ نال ك تن بتا ر‬١ ‫ال ث ئ ؤ ا ؛ إ بم ث ل‬


‫ ك ؤالثي نا‬:‫قات‬ P :‫ ائت‬، ‫ء ن خي خ ا ه ه ا‬ ‫ إ ال‬،‫ قإ ر ال أ م اننتيزة‬،‫الجئ نزة ا ليثق‬
" ‫ يعيي ماللث بن دنا ر‬،‫ صا حبه‬0‫كأا ل ا ل م عينة عنذثا بدو‬
Câfer b. Süleymân der ki: Eyyub es-Sahtiyânî’nin, Mâlik b. Dînâr’ın
damadı Muğîre b. Habîb’i(n cenazesini) yıkadığın gördüm. O: “Allahım!
Muğîre’yi cennete sok. Çünkü Muğîre’nin cennetten daha çok istediği bir
şeyi bilmiyorum” diye dua etti. Sonra da: “Bilmiş olun ki, vallahi bizim
Muğîre b. Habîb

nezdimizde Muğîre’nin, arkadaşından (Mâlik b. Dînâr’dan) hiçbir farkı


yoktur” dedi.

‫ ثنا‬،‫ ثن ا ع د الثؤ ث ذ أخن ت بن خنت ل‬، ‫ ا حدثن ا أبو بكر س م ا ل ك‬٢٤٧٨ [ ■-)٨٦٧٥

‫ ش ج ن ت ا ل مغيرة بن‬:‫ قات‬، ‫ ثط ج ئ م‬،‫ ثن ا تقاو‬:‫ ق ا ال‬، ‫ه ارون ين عتد اللهء وعلي بن مست ل م‬
‫ في‬،‫ ي م و ت ماللث ؤأئا مع ه‬:‫ " مح ك لن مس ي‬:‫ م ولت‬،‫ ح تن مال ك بن ديائر‬،‫حبي ب أث ا ضال ع‬
‫م جشت بل ب م ن غ‬ ، ‫ ب م تص ن ت‬،‫ ال خزة‬1 ‫ محصل ئ ت معه المحئ اء‬: ‫ ئا د‬،‫ال دا ر ال أع ل م ذ ع م لة‬
‫ ثم أ ه ا م إ ر‬، ‫ و جاء م ا ل ك فذ ح ل ق ي ت وغي م ه ئا م‬، ‫ئ طي م ه في أ ط و ل ن ا بكون ين ال م‬
،‫ يا وب إذا ج م ع ت ا الؤل ن وا ال جرين‬:‫ ثق وب‬، ‫ ب م أ ح ذ ب لح س ه ن جع د‬،‫ا ل ص الة نا ئثفث خ‬
‫ بأ‬: ‫ د‬1‫ ه‬،‫ خ ز عثت ي عس ي‬، ‫ ^ ظ ولت كذب ك‬١
^ :،‫ محازا‬،^^١ ‫ل ك غلى‬1‫ن حرم فئته م‬
‫ر‬ » .‫م‬ ‫ ؤ ء‬. ‫س ؛ا‬ . ٠ !‫؛؛؛‬-. ٠
‫ ي زب إذا ج ن ئ ث‬: ‫ ويق و د‬،‫ب ن؛ يب ال وتو حز أغزى‬
‫ ^ ^ ج‬١ ‫ ^ذا ن ؤ عش ت للث‬، ‫جانثب ث‬

‫ ثزال م ظ و د 'كد ك خ ر ق غ‬:‫ قات‬، ‫ ن إلم م حق نابلي ع ر ا م‬،‫ا ال ول ذ ؤا لآخرمح ن‬


‫ ن ج ئ ت إ ر‬:‫ ق ات‬،‫ ح ر ج ماللث هزاتي البل ق نبال ه أبنا‬- ‫ والل ه أ ئ‬:‫ ممل ت لغ م س ي‬:‫ قات‬، ‫ا ش م‬

" ‫ش ي ز وق ه‬
Muğîre b. Habîb Ebû Sâlih (Mâlik b. Dinar’ın damadı) şöyle der: Kendi
kendime: “Mâlik b. Dinar’la aynı evde olduğumuz halde ölüp giderse (gizli
yaptığı için) amellerinin nasıl olduğunu bilemeyeceğim!” diye
düşünüyordum. Bir defasında onunla birlikte mescidde yatsı namazını
kıldım ve eve geldim. Evde (beni görmemesi için) üzerime gecenin
karanlığından daha siyah olan bir hırka aldım. Mâlik gelince ekmeğini alıp
biraz yedikten sonra da vitir namazını kılmak için kalktı. Namaz tekbirini
aldıktan sonra sakallarını tutup: “Allahım! Kıyamet gününde gelmiş geçmiş
tüm insanları hesap için bir araya topladığın zaman Mâlik b. Dinâr’ın
ağarmış sakallarına Cehennem ateşini haram kıl!” diye dua etmeye başladı.
Mâlik bu şekilde dua ededururken uykuma yenildim. Kendime gelip
uyandığımda Mâlik hâlâ aynı hâl üzereydi. Bir ayağına ağırlığını verip
diğerini dinlendiriyor ve: “Allahım! Kıyamet gününde gelmiş geçmiş tüm
insanları hesap için bir araya topladığın zaman Mâlik b. Dinâr’ın ağarmış
sakallarına Cehennem ateşini haram kıl!” diye dua ediyordu. Şafak sökene
kadar da bu şekilde devam etti. Sabah olunca kendi kendime: “Vallahi
Muğîre b. Habîb 87

Mâlik b. Dinâr odadan çıkar da beni görürse artık bu evden bana tek bir
damla su dahi vermez, beni evde barındırmaz” dedim ve onu bırakıp kendi
odama geldim.

‫عبد الل ه ئ ت غ م‬
‫ قثا م‬،‫ ثثا أ خن ن تن ن غ م بن غنن‬،‫ ا خدثثا أيي‬٢٤٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٧٦(
‫ ح دمحي مز جا ثن‬: ‫ محا د‬، ‫ ح دبني صذهة ثن ا ن م ا ل ث ن د ي‬،‫ ثغ ا م ح م د بي أ ل محب ثتن‬،‫بن عبيد‬
‫ قادت أمحال عئد‬، ‫ حدبتي الجن نزة بن حبي ب‬4‫انننزة بن الثع د ي‬
‫ج‬ ‫ حدبتي‬،‫وادع الرا س ي‬
‫فف ا ل ك ت‬
‫ " غلى ما ا ت ى ص ا لأن ا هوا لله ما ي‬:‫ نث ا خزن إ ز ا ل ع دو‬، ‫الل ه بن ع ا ل ب ائ حدانجخ‬

،‫^ ا ل جئهة نلف ثا ت غد ي‬،١^ ^ ‫ ووالل ه أ و ال مح سي بنب ا فزؤ ا لشهري صف حة و جهي‬،‫ج ذت‬
‫ؤا ل مزاؤ ح ة بتن ا العتن اء وال كزاد ص في ظل م ال م ر جاء قناب ك و حل ول رض و ان ك أثن م ح ئ‬
‫ئ‬ ‫ خ ز قتد ن ح م د‬3‫ قأ ثم د م ق ال‬،‫ت م أ م حنز جف ئ>س فه‬3 ‫مت م ي يتيزس \ل د ي وأئلم هأ ه ا‬
‫رائ ح ة‬ ‫قب ره‬ ‫ ثنئ ا دفن أ صاب وا م ن‬:‫ قا ن‬،‫ ئن ا ث دون ا لخنكر‬، ‫ نإن ل ة لزنئ ا‬، ‫ا ل م ع ركة‬
‫ حتز‬:‫ ثا د‬4‫ يا أبا فناس ن ا صتع ت ؟‬:‫ هئ ا لأ‬C‫ ءزاه و جئ م ن إخ وانه في من ا م ه‬: ‫ مح ا د‬، ‫ا ل م ن ك‬
‫ ي خ ن ي الث م ين ن ط ول‬:‫ قات‬،‫ ب م ؟‬:‫ قات‬،‫ إلى الحنة‬:‫ ق ات‬، ‫ إ ر ن ا ص ن ت ؟‬: ‫ محا د‬،‫ا ل صنيع‬
‫ شق‬:‫ قات‬،‫ ئن ا هذه الؤائ حة ال غت ة اقي ت و ج د م ن هم ك؟‬:‫ قات‬، ‫الته ج د و ظ م أ ال ه و ا م‬
‫ ا ك ش ب ل ئ س ل ط ح را ال ثخ ر غ عئا ق‬: ‫ قا د‬،‫ أوص ن ي‬: ‫ ئ ك‬:‫ قات‬، ‫رائ حة الت الوة والفئ ما‬
'٠‫ تي ب\ ي‬: ١^ ٧ ^ ١ ‫ لآي تأت ث‬،‫ا مح؛ي وا ال ائ م ظ ال‬
Muğîre b. Habîb anlatıyor: Abdullah b. Ğâlib el-Huddânî düşmanla
karşılaştığı zaman dedi ki: “Dünyada ne için üzüleceğim ki‫ ؛‬Vallahi dünyada
bir ev yapmak için bir ağaç kütüğüm bile yoktur. Vallahi, senin için seher
vakitlerinde alnımı secdeye koyma aşkı olmasaydı, vallahi senin sevabını
ümid etmek ve rızam kazanmak için gece karanlığında bütün uzuvlar ve
eklemlerimle sana ibadet etmek olmasaydı dünyadan ve ahalisinden
ayrılmayı temenni ederdim.”
Sonra kılıcının kımm kırarak düşmana saldırdı ve öldürülene kadar
savaştı. Savaş meydanından taşındığı zaman kendisinde daha yaşam belirtisi
vardı, o, savaş alanının dışında ölmüştü. Defnedildiği zaman mezarından
misk kokusu geldiğini hissettiler. Müslüman kardeşlerinden bir adam onu
rüyasında görüp: “Ey Ebû Firâs! Ne yaptın?” deyince, Muğîre: “En hayırlı işi
88 Muğîre b. Habîb

yaptım” demiş. Adam: “Nereye vardın?” diye sorunca, Muğîre: “Cennete


vardım” demiş. Adam: “Ne ile (cennete vardın)?” diye sorunca: “Sağlam bir
inanç, uzun süre teheccüdle ve sıcaklarda susuzlukla (oruç tutmakla)” demiş.
Adam: “Mezarında bulunan bu güzel koku nedir?” diye sorunca da: “Tilavet
ve susuzluk kokusudur” cevabını vermiş. Adam: “Bana tavsiyede bulun”
deyince, Muğîre: “bendin için hayır kazan, gecelerini ve gündüzlerini boş
olarak geçirme. Çünkü ben iyilerin: «İyiliğin karşılığı iyiliktir» dediğini
işittim” karşılığını vermiş.

‫سد‬ ‫ ى مه د الل ه ثن‬، ‫س د ئن ع م‬ ‫ قا أ خت ن ئ‬،‫ ] خ دممأ أبي‬٢ ٤ ٧ ٦ [ -) ٨٦٧٧(

، ‫ ح د ب ي إ و ص م ئن عئد 'ل مب ي بن ن ه د ي‬: ‫ قالط‬،‫ خ أ ش م خ ث د بن ا لخنين‬، ‫بن م ح د‬


" : ‫ فغئأو ل ي ن أ ت ي غ ث ؟ قا د‬،‫ كثا بد ح د ع ز ال نغيزة‬:‫ قات‬،‫ثن ا ص ع د ي بن ش ا خل م‬
‫ ون ممم ت إليه‬،‫ ثث حث ب إقن ا ربما وه و غثا غني‬،‫أصب حنا مغرقين قي ال م تز رين م ن ا ل م حي‬
" ‫و س ن إقه ئ خثا ج ون‬

Sa’dî b. Ebi’l-Hacar der ki: Muğîre’nin yanına gider ve: “Nasıl


sabahladın?” diye sorardık. O: “Nimetlere gark olunmuş ve saygı ile
şükretmiş bir şekilde sabahladık. Rabbimiz, bize bir ihtiyacı olmadığı halde
kendini bize sevdirmektedir. Biz ise ona muhtaç olduğumuz halde kendisine
buğz ederiz” derdi.

‫ ئ ع ئ‬،‫ قا مه د ال م ئ أ خ ن ذ ثن خض‬، ‫ ] تثا أثو بكر ئ ثا و‬٢ ٤ ٧ ٦ [ -) ٨٦٧٨(


‫ تم ولث لل ئغيزة‬،‫ ش م ع ت ماللف ن دين ار‬: ‫ مح ا د‬، ‫ ثت ا ج م‬،‫ ف ا الت ثت ا تثار‬،‫ زف ازون‬،‫بن ن شبم‬
‫ *كئ أ ع و جلي س و ص ا ح ب ال ستت م د بئة‬،‫ " يا مغيزه‬:‫بن حبي ب ما ال أ ح م ي و ك ا ن حتتة‬
٠٠ ‫في ؤيلف خئؤا ع \زذ عئ ك صح ث ة‬

Mâlik b. Dînâr, damadı olan Muğîre b. Habîb'e şöyle demiştir: “Ey


Muğîre! Kendisinden yarar görmediğin her bir kardeş, arkadaş ve dosttan
117-ak dur!”

‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا م ح م د بن اش ح ا ق ال ث ق ئ‬،‫حدثن ا أب و حا م د بن جثثه‬ ‫ ا‬٢٤٨/٦‫ ل‬-) ٨٦٧٩(

، ‫ عن معينة بن حبي ب‬،‫ ثن ا خزم‬،‫ ثت ا ا ل ع الء بن حم د ا ل ج مار‬،‫ت ع ي د ثن يئ م و ث ال ط ال ما تي‬


H am m âd b. Seleme 89

‫م‬
، ‫ ل ؤ ع م د نلف ظئه محإم ه ا ث حب س ق ش‬:‫ صل لت‬،‫ " ائث ك ىتعل ن مال ك بن دين ار‬: ‫محا د‬
" ‫ ^ ي ف ي ز ال ف ز جي‬١‫ م‬٤^ ١‫بمفث م أثي ال أييت‬ ،‫ دعوني م ن طبف م‬:،3^
Muğîre ‫ط‬. Habîb der ‫لظ‬: :Mâlik b. Dînâr karın ağrısı çekince kendisine
Sana kızartma yapılsa. Çünkü “ ‫ ه‬karın ağrısını keser” denilince: “Beni bu
tabipliğinizden muaf görün. Allahım! Benim bu dünyada ne midem, ne de
cinsel organım için kalmak istemediğimi biliyorsun” karşılığım verdi,

‫ ثن ا علي بن‬، ‫ ثن ا إ ش غ ا ق بن إبراهي م‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن ج عف ر‬٢٤٧٦ [ “) ٨٦٨٠(


‫ ف ه د ث ش ز ة خ اؤ إ ر م ا ل ك ئن دثا ر ثئ ا ن ا ت ت اثثإ‬:‫ قات‬،‫م‬ ‫ قا خ‬،‫طت‬ ‫ ءثثا‬، ‫ش م‬

^ ^ ١ ‫ اا يا أبا ي ح ق ائفلن نا يصيت ك م ن ميزات‬:‫ ل ه‬3 ‫تالل ه بن ديثا ر وه ئ ا مزأة ا ل مغيرة مما‬

،‫ ا ذ ه ب يا مغيزة ئهو لل ق‬: ‫ قا د‬،" ‫ق خذة‬

Câfer der ki: Muğîre’nin, Mâlik b. Dînâr’ın kızı olan eşi öldüğü zaman
Mâlik b. Dînâr’ın yanma geldiğine şahid oldum. Muğîre, Mâlik b. Dînâr’a:
“Ey Ebû Yalıya! Kızının mirasına bak ve payına düşeni al” dedi. Bunun
üzerine Mâlik b. Dînâr: “Git ey Muğîre! Payım şenindir” karşılığını verdi.
Muğîre, kaymbabası Mâlik b. Dînâr’dan rivayetlerde bulunmuştur.

Takrîb927, Takrîb342-a, Takrîb3689

Hammâd b. Seleme
Allah dostlarından biri de gayretle ibadet eden ve imamlar içinde sayılı
kişilerden olan Ebû Seleme Hammâd b. Seleme’dir. o, zor işleri yapmaya
çalışan ve az yemekle yetinen birisiydi.

: ‫ قا د‬،‫ ثن ا >تلملم بن ع صا م‬،‫ ] حدت ا مه د الئؤ بن م ح م د بن ج ع م ر‬٢٥٠/٦‫ )“ ل‬٨٦٨٤(

‫ " لن‬:‫قول‬: ،‫ت ئ مه د ال مب ن تن ن هد ي‬


‫ج‬ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬،‫ث م ئ ث ع د و خ ض ين ع م ذتثه‬
‫ م‬U ١^ ‫ ئئ و ت‬٠^ ١ ‫ ما د بن شن م ة‬-‫قيد ل ح‬
٠٠ ‫ث د ر أن يريد م ح ن د ق ظ‬
Abdurrahman b. Mehdî der ki: “Hammâd b. Seleme’ye yarın öleceksin
denilse bile yaptığı amelden daha fazlasını yapamazdı.”
‫‪90‬‬ ‫‪H am m âd b. Seleme‬‬

‫(‪ “) ٨٦٨٠‬ل ‪ ] ٢٥ ٠٨‬حدث ا ^‪ ^ ١‬بن هم د الل ه ب ن إ ن خ ا ق ‪ ،‬ثن ا ت ح ئ د ى إن حا ق‬


‫ي ا لم < ي ‪ ،‬ى ظ ا ‪ 0‬ئ شتي م ‪ ،‬قا ‪ " :3‬قد زأيق ت ذ ئ ز م ح ذ‬ ‫^ ‪ ،‬ى خا;دلم ئ‬ ‫‪١‬‬
‫^‪ ،، ١١^ ١ £٤١‬ؤ\لعمل ‪3‬لي ‪،‬‬ ‫بن ت ث ن ه ‪ ،‬وثكن ظ نأي ت أ ف د م واظ؛أ غش ق ي ‪،‬‬ ‫من‬
‫ط ة' م‬ ‫ش ظ د ب ي‬

‫‪: Hammâd b. Seleme’den daha çok ibadet edeni‬لغل ‪Affân b. Müslim der‬‬
‫‪gördüm; ama hayra, Kur’ân okumaya ve Allah için amele Hammâd’dan‬‬
‫”‪daha çok devam edenini görmedim .‬‬

‫(‪ ")٨٦٨٦‬ل‪ ٢٥٠/٦‬ا ح د’نما إبراهي م بن عتد الثؤ‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ د ب زإ ن ح ا ق‪ ،‬ثن ا ح ات م بن‬
‫المح ب‪ ،‬ئثا قو ض ئ إن ن ا ع د ‪ ،‬قات‪ " :‬ثز ئ ك ل غز إ ر ظ زأيث خئا ذ ئ ث ل ة‬
‫صا‪-‬حأك ا ظ ونل؛ئ محلم ‪* ،‬ىن نشغ و ال بثف س ه | ما أن ت ح د ت ‪ ،‬وإ م‪ 1‬أن يق رأ‪ ،‬وإث‪ 1‬أن يتئ ح ‪،‬‬
‫م حي اف ‪٠٠‬‬ ‫ما ي‪ ،‬ء ذ قذ ئ ش م امل؛بت ظى خذه ا‪/‬‬
‫‪3‬إى أذ ب‬
‫‪: “Yani size, Hammâd b. Seieme’nin güldüğünü hiç‬لكل ‪Mûsa b. ismâil der‬‬
‫‪görmedim desem yalan söylemiş olmam. Zira Hammâd kendi kendiyle‬‬
‫‪meşguldü. Ne zaman görsen ya ders veriyor, ya Kur'ân okuyor, ya tesbîh‬‬
‫‪ olurdu. Gününün tamamını bu ibadetlere‬ءمرول‪ 1‬ط ‪ediyor veya namaz‬‬
‫”‪ayırmıştı.‬‬

‫مه د الغي‪ ،‬قثا ث غ ئ ذ ئ إ ش ئا ة ‪ ،‬قأ‬ ‫(‪[ “) ٨٦٨٧‬ا*‪/‬م ‪ ] ٢٠‬خدتثا إئزاصز ئ‬


‫ء نأ ي أ خدا ن ط أ ث ظ‬ ‫بمامح د ‪ ،‬مما خئ ائ ئ و د ‪ ،‬قات‪ " :‬نا‬ ‫ا ل م < ي ‪ ،‬قثا ث وت ى ئ‬
‫ط نة‪ ،‬ون ح ن ئ م وأل ال‪°‬ثؤم‪ :‬ن ا ئأ ق أ ح دا س ل مبس ة‪ ،‬؛ ال‬ ‫بغثة م ن ^ ^‪ ١‬الر مان ‪ ،‬إ ال ح م ا د ثق‬
‫خث ا ذ ئذ تلته ”‬
‫‪$ ile bir şey‬ةل آلل ‪Hammâd b. Zeyd der ki: “O zamanlarda birinin yanma‬‬
‫‪öğrenmek için Hammâd b. Seleme’den başka giden kimse yoktu. Biz de‬‬
‫‪şimdi: “!hlas ile bir şey öğrenen Hammâd b. Seleme’den başkasına‬‬
‫”‪gitmiyoruz.‬‬

‫(‪ ] ٢٠ ^ ٦ [ ")٨٦٨٨‬حدت ا ^‪ ^ £ ١‬بن حم د الل ه‪ 4‬ثغا ث خ ث د بز إن حا ق‪ ،‬هاد‪ :‬شج ن ت‬


‫ث ح ث ذ بن م حي الل ه‪ ،‬م و لت‪ :‬ت م م ت يونس بن م ح ئ د ‪ ،‬ي مو لأ‪ ٠٠ :‬ن ا ث خئ ائ شر ت ل م ه في‬
‫ا لخن ج ر و ه و بما ي "‬
H am m âd b. Seleme 91

Yûnus b. Ubeyd der ‫لكل‬: “Hammâd b. Seleme, mescidde namaz kılarken


vefat etti.”

‫ ثت ا ابن أ ي‬، ‫ ثن ا إش حا ق بن أ ح ن ذ‬،‫ م ه ؟ ] حدثن ا أبو م ح م د بن غثا ن‬/ ‫ال‬ “) ٨٦٨٩(


‫ وءن‬،‫ط ة ي ع ال غ ي‬ ‫ ء ذ خئ ائ تذ‬٠' :‫ قاد‬،‫ ثتأ ت وار ئ عطد ا ه ين <ار‬،‫مابخ‬
" ‫ ؤذ) ”كش ب حثه أو ح س ن ئ د ش م طه وأعلق حأنوئه ؤا'لصزمح ن‬٤^ ^ ١‫يع د و إ؟ى‬

Abdullail b. Sevvâr der ki: “Hammâd b. Seleme’nin çar^daki yerine


gelirdim. Sattığı giysilerden az bir kazanç elde ettikten sonra tezgâhım
toplar, ba$ka da bir şey satmazdı.”

‫ قثا شؤاز ئ مه د‬،‫ محا ئ خث ت ئ إشتا ى‬، ‫ ] قثا إئزا م أ ئ مه د ال م‬٢٥ ‫ ر ش‬-) ٨٦٩ ٠(
‫ نب ح قي ثؤب حقه أؤ‬١^ ، ‫ط ن ة في شوقه‬ ‫ ” ك ط ا ي خئ ا ذ بن‬:‫ قاد‬،‫ ثن ا أيي‬،‫الل ه‬
‫ إلف؛ و ج د وئثه أ م يزد عثه‬،‫بموثه‬ ‫ دكن ت أفلغ أن‬،‫حس ن ق د ج ونته ق إل ت ح فت ى‬

Sevvâr b. Abdillah’ın bildirdiğine göre babası ‫؟‬öyle demiştir: “Hammâd


b. Seleme’nin çarşıdaki yerine gelirdim. Sattığı giysilerden az bir kazanç elde
ettikten sonra tezgâhım toplar, başka da bir şey satmazdı. Kazandığı o
miktar sanırım onun günlük yiyeeeğidir. Günlük azığım çıkarınca da daha
fazla kâr için uğraşmazdı.”

‫ ثت ا عبد الر حم ن بن‬،‫ ثغ ا م ل م أ ثن ع حث ا م‬،‫ ] ثن ا ا م م ح م د ى حقا ن‬٢٥١/٦‫ و‬-) ٨٦٩١(


‫ش أ يد ح د‬ ‫ " * كا ن خئ ا د بن‬:‫ م و لأ‬،‫دآأ س عث د الل ه‬1‫ ش م ع ت ح‬:،3‫ ه ا‬،‫ع مرو رئته‬
" ‫ هإدا ي خ ل ز عزحس لق دين اران ن ا غنمن لح ن ا‬،‫ ^ ^ ف ئ ذائقين في ر ب وا ح د ن ر جع‬١
Hâtim b. Ubeydillah der ki: “Hammâd b. Seleme çarşıya gelir bir giysi
satarak iki dânık kâr eder ve geri dönerdi. Bir şeyler kâr ettikten sonra iki
dinar teklif etseler bile artık satış yapmazdı.”

‫ ثن ا ا لخنن بن ن ح م د‬،‫ء ح دو ا عتد الل ه بن م ح م د بن ج عث ر‬٢٠١/٦‫ و‬-) ٨٦٩٢(


‫ غ ا ذ ح م ا د‬:‫ بمولت‬،‫ س م ع ت بئقس أ ص ح ابنا‬: ‫ قا د‬،‫ ثئ ا م ح م د بن إ ن نا عيد اق ح ا ري‬C‫الت ا جر‬
:‫ ح م ا د‬،3‫ ي أي ت ث ن ه أتزى يغ مز )ش بيئيي؟ ء ما‬:‫ قئ؛ ا ن‬،3 ‫ قا‬، ^ ^ ١‫ اثئي ا ن‬،‫بن ط ئة‬
‫و‬2 H am m âd b. Seleme

‫ الرخت ث ئ خاس ه ال م ظى‬،‫س ت ة أبزي‬ ‫س ئ ة ال م و ي وص‬ ‫وت ص‬ ‫ؤال م ل ز‬

'٠‫ ^ ث؛الى أر ح م يي من أبوي‬١‫ لد؟لق أ ة‬،‫م حات؛ة أبوي‬


İmam Buhârî, arkadaşlarından birinden bildiriyor: Hammâd b. Seleme
hasta olan Siifyân es-Sevrî’yi ziyarete gitti. Süfyân ona: “Ey Ebû Seleme!
Sence Allah benim gibi birini bağışlar mı?” diye sorunca, Hammâd şöyle
dedi: “Vallahi hesabımı Ailah’ın görmesi ile anne babamın görmesi arasında
bir tercihte bırakılacak olsaydım, Allah’ın beni hesaba çekmesini anne
babamın hesaba çekmesine tercih ederdim. Çünkü Allah bana karşı anne ve
babamdan daha fazla merhametlidir.”

‫ ثئ ا أبوي حيى‬،‫ ثنا م ح ئ د س إن ن ا مي ز‬، ‫ ا حدثنا إثزاهز ى م ح ئ د‬٢٥١/٦ ‫ ل‬-) ٨٦٩٣(


‫ مولت‬، ‫ش أ‬ ‫ ت م ن ت ح ممئ س‬:‫ قات‬،‫ ثت ا مو ت ى بن إن ن ا عيد‬، ‫م ح ث ذ س عتد ا و ج م‬
" ‫م تأته‬ ،‫ه أخت‬ ‫ ذ ظ ؛ ق أ ذ ق زأ غ ي ئ د ئ ز‬0‫ إ‬٠٠ :‫ين ج د‬

Hammâd b. Seleme bir adama der ki: “Vali seni, kendisine ihlâs sûresini
okuman için çağırsa bile sakın gitme!”

‫ ثن ا ئ خ ئ د بن‬،‫ ثن ا م ح م د ب زإ ش حا ق‬، ‫ ا حدق ا إبراهي م بن عئد الل ه‬٢٥١/٦‫)" ل‬٨٦٩٤(


‫ ف ه د ت خث ا ذ س س ل م ه وذعؤة تعني‬:‫ بمولط‬،‫ س م ع ت ادم شر إيا س‬:‫ هات‬،‫إ ن ما عيد‬
" ‫ج ؤ الع أ ال ؤالثؤ ال مح ك‬
‫لخأ خنزاء ب‬ ‫ " أ خب ل‬: ‫ قا د‬،‫الق انثأت‬

Âdem b. iyâs bildiriyor: Sultan tarafından huzura davet edilen Hammâd


b. Seleme’nin bu davete karşılık şöyle dediğine şahit oldum: “Şu kırmızı
sakalı onların huzuruna mı götüreceğim! Allah’a yemin olsun ki bunu asla
yapmam!”

‫ن ا ن بن‬،‫ ثن ا رثأ‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن م ح م د بن ال ص ش‬،‫ ] حدثت ا أيي‬٢ ٥٧٦ [ “) ٨٦٩٥(


، ‫ س م ع ت خئ ا ذ بن ط ن ة‬: ‫ بمولط‬،‫ ش م ع ت إ ت خ ا ق س عيس ى ا خ ا غ‬:‫ هاد‬،‫عتد ا ل جثار‬
'٠‫ " نمن ط ل ب ا ل ح د ي ت لعثر الثي م ك ن يؤ‬:‫يقأو ل‬

Hammâd b. Seleme der ‫لكل‬: “Allah rızası dışında bir şey için hadis
öğrenen kişi, başkalarını aldatmak için öğrenmiş olur.”
Hammâd b. Seleme 93

‫ ثن ا ا ل ش م ر‬، ‫ ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫ ] حدق ا إئزاي إ بن عتد الل ه‬٢o ١/‫ [ آم‬-) ٨٦٩٦(
‫ " ن ا ء ن م ن قأي ي أ د أ ح د ت‬:‫ قات‬، ‫ عن خث اؤ بن ش أ‬،‫ ثن ا قزي س ابن أن ي‬،‫ن عث ا ن‬

" ‫ى ق ت و ن‬-‫ ح د ث ؤ أ النا‬: ‫ ق‬3 ‫ مما‬،‫م ي‬ ‫قي‬ ‫ خ ر وأنت بمي أقوي‬،‫أثث‬


Hammâd b. Seleme der ki: Rüyamda Eyyûb es-Sahtiyânî’yi gören e kadar
hadisle uğraşmazdım. Ancak rüyamda onu gördüğümde bana: “Hadisle
uğraş! insanlarrn sana yöneldiğini göreceksin!” dedi.

‫سر‬ ‫ ثن ا عثاسى‬،‫حدثن ا أث و أ ح ن د م ح ئ د ب ن أ ح م د الثعئريفي‬ ] ٢٠٧٦ [ “) ٨٦٩٧(


‫ كا ن ر ج ل س م ع‬: 3 ‫ ئ ا‬،^ ‫ ثن ا م ح م د بن ال خ ب‬،‫ ثن ا إشت ا ق بن ال جراح‬،‫يوئفن الشكل ي‬
‫ ئنئ ا ر جغ أغذى إ ر ح م ا د بن ت ل م ه‬،‫ هزك ب إ ر الص ين‬،‫معنا عغذ ح م ا د بن ش ل ته‬
،" ‫ الن ل م أثل ه ا • ح دمملف‬، ‫ إ ر إن يقف ا إل أ ح د ئ ك ب ح دي ث‬٠٠ :‫ق ا د ل ه خئ ا د‬
‫ الث قله ا و ح د ب ي‬: 3 ‫ثا‬
Muhammed b. Haccâc der ki: Bir adam bizimle beraber Hammâd b.
Seleme’yi dinlerdi. Bu adam Çin’e gitti ve geldiğinde Hammâd b. Seleme’ye
bir hediye verdi. Hammâd: “Eğer bunu kabul edersem artık sana hiçbir
hadis bildirmem, kabul etmeyecek olursam bildiririm” deyince, adam:
“Hediyeyi kabul etme ve anlat” dedi.

‫ ثتا ث خ ث د بن‬،‫ ثن ا عب ا س بن إبراهي م المزاطيس ي‬، ‫ ] ثنا أب و أ خ ن ذ‬٢ ٥ ٧ ٦ [ -) ٨٦٩٨(

‫ رثي خئ ائ بن‬:‫ قات‬،‫ عن أبا ن بن مح د ال مب ن‬،‫ قثا ا ل ح ك م بن يزيد‬،‫ن قا ن ي ر الرؤد‬


،‫ فيدت ئن ا ئح نب ح م ا و ثن ط م ة‬،‫ غ م ز ل ي‬1 3 ‫ ن ا ف ن د ا للةبلف؟ هما‬:‫ مم ي ل ل ه‬،‫زيد في ائنثا م‬

" ‫" هيها ت أ أ أ داك قي أ عد خ ن‬:‫قات‬


Ebân b. Abdirrahman der ki: Hammâd b. Zeyd rüyada görülmüş ve
kendisine: “Allah sana nasıl muamele etti?” diye sorulmuş, o da: “Beni
bağışladı” cevabını verince: “Hammâd b. Seleme’ye nasıl muamele etti?”
diye sorulmuş. Bunun üzerine: “Heyhât! o illiyyûn’un en yüksek
yerindedir” karşılığını vermiş.
Hammâd b. Seleme, Tâbiûndan olan bir çok büyük zattan rivâyetlerde
bulunmuştur.
94 H am m âdb.Z eyd

Takrîb 1349-a, Takrîb 4169, Takrîb 2755, Takrîb 2732-a, Takrîb 3129,
Takrîb 3114-a, Takrîb 4407, Takrîb 3058, Takrîb 3051, Takrîb 4295, Takrîb
4297, Takrîb 3422, Takrîb 412, Tal‫؛‬rîb 2367, Takrîb 207, Ta‫؛؛‬rîb 3753,
Takrîb 277, Takrîb 4364, Takrîb 449, Takrîb 168, Takrîb 223, Takrîb 1252,
Takrîb2120,Takrîb 2095,Takrîb 3540,Takrîb 1800

Hammâd b. Zeyd
Allah dostlarından biri de Hammâd b. Zeyd’dir. o, doğruyu gösteren
imam, sağlam kaynağa tutunan, övülen bir yolda giden, ilmiyle yüksek
mertebelere ulaşan, sağlam şeylerle konuların aslına ulaşan, haberleri
seçkin kimselerden alan ve iyi insanların amelleriyle amel eden birisiydi.
Onun en büyük faydası, davalarda verdiği hükümler olmuştur. En etkili
vaazları ise dinin temelleri ile yol işaretleri konusundaydı.
‫ ثنا ث خ ئ د بن إ ت خا ق‬، ‫ ] حدبنا أ ر إن حا ق إبزا م م بن هم د الل ه‬٢٥٧/٦ ‫ )“ ل‬٨٧٢٥(
‫ ش م ع ت حم ذ الؤ ح م ن بن‬:‫ بم ولط‬،‫ ش م ع ت أب ا مح دا م ة عبيد الل ه بن ت ع يد‬: ‫ ه ا د‬،‫ال هم ي‬

" ‫&& بن خثاو بن ه‬İ ‫ " ظ رمحث أ ط مح ف‬:‫ فوه‬،‫تبدي‬


Abdurrahman b. Mehdî der ki: “Sünneti Hammâd b. Zeyd’den daha iyi
bilen birini görmedim .”

:‫ يم وأل‬،‫ ش م ع ت أبا قدا م ه‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ا حدق ا إبراهي م‬٢٥٧/٦‫ )“ ل‬٨٧٢٦(
:‫ م ة منه م أر م ه‬/ ‫س "ك ا ن ا ال‬،‫ " م ن أد رك ت م ن الن ا‬:‫ يئأو ل‬،‫ش م ع ت ع ذ الؤ ح م ن بن م هد ي‬

‫ ئ لم لآكن قات‬، ‫ ؛؛ ن ي ة‬١^ ١‫ زنمحا ن بن سج د ود و‬،‫ و حثا ذ بن زيد‬، ‫م‬ ‫ماللف بن‬
" ‫ف ال أ ئ ر ي ت ذ غ ز‬،‫ ئ ق ا كازك‬I

Abdurrahman b. Mehdî der ki: “Yetiştiğim insanlar arasında dört imam


vardı. Bunlar Mâlik b. Enes, Hammâd b. Zeyd ve Süfyân b. s‫^؛‬d’ir.” Ebû
Kudâme der ki: “(Abdurrahman b. Mehdi) düğüncüsünü de zikretti ama
ben unuttum. Eğer bu kişi İbnu’l-Mübârek değil ise kim olduğunu
bilmiyorum .”
‫‪H am m âd b. Zeyd‬‬ ‫‪95‬‬

‫(‪ “) ٨٧٢٧‬ل ‪ ] ٢٥٨/٦‬حدثنا ‪° ^ ١^٦‬س إ شحاقط ‪ ،‬ثنا أبو ال ما س ال ث ؤا ج‪ ،‬هاد‪ :‬ش م ع ت‬


‫أ خ ن ذ س ت ع ي د ‪ ، ^ ١^ ١‬بم و لأ‪ :‬ت ج غ ت أب ا ع ا ص م ‪ ،‬م و لت‪ " :‬ن ا ث خئ ا د بن زيد يؤم‬
‫نا ث ز ال أ م ئث في ا إلمئ ال م تظيزا قي هس ه نذ ر‪ ،‬أئلغة قاد‪ :‬وش مته ‪٠٠‬‬
‫‪: Hammâd b. Zeyd vefat ettiği güne dek onun kadar‬لكا ‪Ebû Âsim der‬‬
‫”‪saygın, insanları irşad eden ve vakur birini görmedim .‬‬

‫( ‪ ]\® A/S [ - ) ٨٧٢٨‬حدثن ا ئ ل بما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن عل ى ا الب ا ر‪ ،‬ثن ا م ح م د‬

‫بن عئ ئن ا نم ن ن بن شقيق‪ ،‬ح دب ى أ ى‪ ،‬ق ات'• ق ات عبد ا للؤ بن ا ل مب اركت‬


‫إي ت خثا د تن وتد‬ ‫مح‬ ‫أديه ا ال طال ث ع ك‬

‫ب م قينةب م د‬ ‫محا ط ل ب ا ل ع ا مب ح ل م‬

‫بم ن ه بن م حب‬ ‫ال م بمج هم‬

‫ه‬ ‫م ح >ن ي م ح م ح‬
‫‪Muhammed b. Ali b. Haşan b. Şakık’in babasından bildirdiğine göre‬‬
‫‪:Abdullah b. el-Mübârek §öyle demiştir‬‬
‫“ ‪,Ey ilim isteyen kimse! Hammâd b. Zeyd’e git‬‬
‫}‪imi sabtr ile tahsil et‬‬
‫‪,Sevr, Cehm ve Amr b. Ubeydgibi değil‬‬
‫‪.Onu güzel bir şekilde kaydet‬‬
‫‪Ravi der ki: “Abdullah b. el-Mübârek: “Sevr” derken Sevr b. Yezîd’i kasd‬‬
‫”‪etmektedir.‬‬

‫(‪ ] ٢٠٨/ n [ -) ٨٧٢٩‬خد قا ن ي ئ ا ن تن أ خ ن ذ ‪ ،‬كا ع د الل ه ى أ خ ن د بن خ م ‪،‬‬

‫محدثني أ ح م د الدؤرقي‪ ،‬ثت ا ن ل بما ن بن ح رب‪ C‬قا د ‪ :‬ن ب ع ث خئ ا ذ ن زيد‪ ،‬ود و هؤ الء‬
‫ا ل ح ه مثه‪ ،‬ق ات‪ " :‬إثن ا بما ولون أن ثقولوا فيئ فى ال ق ن اع ف ئ أ '‪ ، ٠‬حدثنا ن ي ا ن بن‬
‫أخن ت‪ ،‬ئغ ا عيص ا الش ما ط ي‪ ،‬ئئ ا ت ل بما د بن ح ر ب ‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت ح م ا د بن زيد‪ ،‬م ولتت‬
‫بأمول ود وئ حؤة‬ ‫ش ج ن ت أث و ب‬
96 H am m âd b. Zeyd

Süleyman b. Harb bildiriyor: önünde Cehmiyye fırkasından olanların


anılması üzerine Hammâd b. Zeyd’in şöyle dediğini işittim: “Onlar, gökte
hiçbir şeyin olmadığım söylemeye çalışıyorlar.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا عثد الل ه بن أ ح م د ئن خي ل‬، ‫ ا حدثنا ن ث مان ين أ خن ذ‬٢٥٨/٦ ‫ )“ ل‬٨٧٣٠(


، ‫ ثن افعلن بن■ ح ما<ت بن؛واقد‬4‫ ثن ا عتد ا لله س يونفث الءحيري‬،‫م ح م د بن إت ح ا ق ا ل صاع ايي‬
‫ ن ن خلوق أ ض ر‬1‫ ال إ ر‬: ‫ ثقولط‬، ‫ يا أبا إن ن ا ه ل إنا م قا‬: ‫ ق ن ت‬،‫ س أل ت خئا ذ بن زيد‬: 3 ‫ظ‬
" ‫ " ال ؤ ال وا ط‬: ‫ ق ا ت‬، ‫ه ؟‬
Fıtr b. Hammâd b. Vâkıd bildiriyor: Hammâd b. Zeyd’e: “Ey Ebû
ismâil! Bir imamımız Kur'ân’ın mahlûk olduğunu söylüyor. Ardında namaz
kılayım mı?” diye sorduğumda: “Hayır‫ ؛‬Ona itibar da etmeyin!” karşılığını
verdi.

‫ ثن ا م ح م د‬،‫ ثن ا طا ل ب بن م نؤه ا لأدئى‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا ن ق ن ان بن أخن ت‬٢٠٨/٦‫ ل‬-) ٨٧٣١(

، ‫بن ح م ا د بن ه‬
‫ كث ا م‬:‫ ق ات‬، ‫ ح دب ي أ م إشث ا ق بن م ح ن ى‬، ‫بن بم ن ى ثن ال ء ع‬
‫ض ز ال‬ " :‫ قات خئ ائ ئ زيد‬، ‫ فد ون ا شقا م ذ قؤل أ ي ن ي ق ة‬،‫ؤت ظ وغث ئ خرم‬

‫ي سم ط من‬ ،‫ يذ و أ غد ان د ع قي م جل س عشيرته‬،‫م م ذا ج ئ ا قي بول ه‬ ‫وات او ج د‬


‫اخا م ب ق‬ ‫ ص‬، ‫ " أئدزون ظ ء ن أ م ن ي ئ‬:3 ‫ ق ا‬، ‫ظ ؛‬ ‫ه‬ ‫ ث أ أمح و‬، ٠٠ ‫أ ن ي ب‬

‫ تعص ه ا‬. ‫ي ث امن نئ ن رن و ل ؛لي‬°‫ ثكل م قي الثأ‬،‫ا إلر جاع ثلث ا ثخ و ف ع إى م ه جته‬
" ‫ ال ماس ن‬. ‫وقت ن رن ول الل ه‬ ‫بثع ض‬

ishâk b. İsa bildiriyor: Hammâd b. Zeyd’in yanındaydık ve Vehb b.


Cerîr de bizimle beraberdi. Ebû Hanife’nin görüşlerinden bir şeyi orada
andığımızda Hammâd b. Zeyd şöyle dedi: “Susun! Birileriniz hâlâ kendi
sidiği içinde debelenip duruyor! Bidat sahibi kişileri kavminin meclisinde
anıp bu şekilde de onların gözünden düşmeye çalışıyor!” Sonra bize doğru
dönüp şöyle devam etti: “Ebû Hanîfe’nin ne yaptığını biliyor musunuz?
Murciî görüşlerini bizlere savunurdu. Ancak canının tehlikeye girdiğini
görünce bu kez kendi katından görüş ortaya koydu ve Resûlullah’ın (sallallahu

aleyhi vESBİİEm) sünnetlerini yok etmek için onları birbirleriyle karşılaştırmaya


‫‪Ham m âd b. Zeyd‬‬ ‫‪97‬‬

‫‪başladı. Oysa Resûlullalı’ın‬‬ ‫‪(sallallahu‬‬ ‫‪aleyhi‬‬ ‫)‪vesellem‬‬ ‫‪sünnetleri arasında kıyas‬‬


‫”‪yapılmam.‬‬

‫(‪ -) ٨٧٣٢‬ل ‪ ٩/٦‬ه ‪ ] ٢‬خدتن ا نلبما ذ تن أخن ت‪ ،‬ثنا عئذ الل ه ‪°‬س أخن ت تن خ ت د ‪،‬‬
‫ر ^‪^ ١‬؟‪ ،‬هاد‪ :‬ش م ع ت أل\ ع ل ئ ا ل ع ذر ي‪ ،‬تقولت خل م ا د بن زيد‪:‬‬ ‫ح دئني تغ ص ون بن‬
‫ب ش ا لأرض به "‬
‫أبو حنيم ه ‪ ،‬قا د ‪ " :‬ائخنت لل ه ال ذ ي كن س م‬

‫‪Mansûr b. Ebî Muzâhim der ki: Ebû Alî el-Uzrî’nin, Hammâd b. Zeyd’e:‬‬
‫‪“Ebû Hanîfe öldü” dediğini işittim. Bunun üzerine Hammâd b. Zeyd:‬‬
‫‪“Onunla yeryüzünü süpüren Allah’a hamd olsun” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٨٧٣٣‬ل ‪ ٢٥٩/٦‬ا حدثتا إبزا م أ بن عتيد الثؤ‪ ،‬ثنا ث خ ئ د بن إ ن خا ق‪ ،‬ثنا حات م شر‬
‫ال ي ‪ ،‬ءتثا غابن تق ج ذ ا م ‪ ،‬ئ ت ‪ " :‬خثا ذ ئ زند ص غث الء القا س وذوي ا الث ا ب "‬

‫‪Hâlid b. Hidâş der ki: “Hammâd b. Zeyd, akıllı ve iyi kalpli insanlardan‬‬
‫”‪idi.‬‬

‫(‪ -) ٨٧٣٤‬ل ‪ ٢٥٩/٦‬ا خأ قا إ و ا همم ن عتد ال م ‪ ،‬تن ا ش ط بن إشثا ئ‪ ،‬بثا عئذ الل ه‬
‫بن ث ح م د بن عبيد‪ ،‬ه ات‪ :‬ش م ع ت خالن شر خدا ش‪ ،‬ي م و لأ‪ :‬ش م ع ت خئ ا ذ بن زيد‪،‬‬
‫ه قد‬ ‫يأم و ل‪ " :‬ل ئ ئ ك |ن ع ه أ م ح ن ش ■ءئ م‪ 1‬ن‪ ،‬ثم د ئ ك إ(ة أهت‪-‬خ ادي‪ ،‬رئ و د ا‪1‬أؤ‬

‫خائرا "‬
‫”‪Hammâd b. Zeyd der ki: Şayet: “Ali, Osmân’dan daha üstündür‬‬
‫‪diyeeek olsan: “Resûlullah’ın‬‬ ‫)‪(sallallahu aleyhi vesellem‬‬ ‫”‪ashâbı ihanet etmişlerdir‬‬
‫‪demiş olursun.‬‬

‫(‪ -) ٨٧٣٥‬ل ‪ ٢٠٩/٦‬ا خ ا؛ثن ا إب راهي م ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن إ ش غ ا ق ‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن عال ب ‪ ،‬ثت ا‬

‫أ م ة ن بنتث ا م‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت يزيد ن زريع‪ ،‬بأمول يؤم ئ ا ث خئ ا د بن زيد‪ " :‬ما ت الث وم‬
‫ط ئذ ك ل م ئ "‬
‫‪Umeyye b. Bistâm der ki: Hammâd b. Zeyd öldüğü zaman Yezîd b.‬‬
‫‪Zurey’in: “Bugün Müslümanların efendisi öldü” dediğini işittim.‬‬

‫(‪ “) ٨٧٣٦‬ل‪ ٢٥٩/٦‬ا ثن ا عئد ا لله بن م ح م د ثن ج عفر‪ ،‬ثن ا عبد ا لله بن م ح م د بن‬
‫ا لعب ا س‪ ،‬ثن ا طن ئ بن فبي ب ‪ ،‬ثن ا شي ئ ن غ ا م م ‪ ،‬ثت ا أبو روح ال مه ج بن سع ي د ا ل ص وفي‪،‬‬
98 H am m âd b. Zeyd

‫ وثا ب ت‬،‫ زائن غزه‬، ‫ وي ونس بن ص‬،‫ قادت " ا ج مع أثو ي الئ ح ساني‬،‫غذ خث اؤ بن زم‬
‫ص ذقون م ح د إدا ذع ا ا ه ها ت ش ئا ث ه‬ ،‫ ثا ث ؤالؤ‬:‫ ق ات ثا ب ت‬،‫ج ت‬
‫مب‬ ‫الق ا ئ‬

‫ يأ رضه ا ل ع ج ب م ما ص ثع‬4‫ ه إل‬:‫ هاد قابت‬،‫ قات اثن ع ونت نك ون الث الء في ئفببؤ‬،‫دع اءة؟‬
3 ‫ ه ما‬، ‫ ^ به إ ال وه و ننت د ر ج‬١‫ قأا ل يون س بن عتيدت ال تخون ا لختد ي ع ج ب يص ن ع‬،‫الثة به‬
‫ إن ا لخند إدا كا ن ئ ثق عند الثؤ منزل ه نحف ظ ه ا ؤأثثى‬:‫ زن ا ع ال م ة ا نمس درج؟ هات‬:‫آيوب‬
‫ب‬.‫ظن‬
‫وآ غز مثي ئ ز ا م‬ ،‫الار؛ى‬ ‫ إل ق و ه أ ظ؛ آ ه أنيف ئ شزتؤ‬،‫عقها‬
‫ ل م س در ج تخون ل ة نجن ا بقة‬١ ‫لع ئ ذ‬1 0 ‫ و إ‬،‫الثت و كا ن بضييغه للس ك ر ا شدرا جا م ن الل ه لت‬

‫ و|ن ا لخد ا نم ثذز غ‬4‫ نحلته يتكز اش ج ب ص م عرفة ا ال ئ ت د ال ج‬، ‫وبس الل ه ش ست و حب س‬
‫م ن أين أ ي إلئ) ع ر ف <تالف‬ ‫شغي خت لت ف ك ز ة غش‬،‫ أل ق ي في هئبه سيء م ن ال‬٩
: 3 ‫ ه ما‬،‫ئظلزاج‬،‫؛ ع م ن ئ د عن ا ال‬2^1 ‫ أل‬:‫ د‬1‫حم‬- ،3‫ ءا‬،‫ ^ غئزثة‬١ ‫ حص غ أقات‬١^ ،‫حص غ‬
‫ قا‬: ‫ ث م رئخ أثوبي يده ش بقئه م نقا د‬، ‫ ق ك ؤا ج مي عا‬: ‫ م ا د‬،‫دالت م كن ة ب ال عت اب النصث ع ئ‬

‫ به‬:‫ يون س‬3 ‫ ءق ا‬، ‫ م وئ ا‬jU ‫ إدا‬Ü ‫ ز ال هره‬، ‫ع ا ل؛؛ ا ل عن ب وا ل ت ه ا به ال ثؤفس ن إن ل م وئممن ا‬
‫ ح ابه أن لة دع وه‬،‫ وغاد آي و ث ثث رفة أ<م‬: ‫م ا د‬.‫ؤ جدل\ ط ع م الم ؤة م ن ذع ايلف يا أب ا ثكر‬
‫ت جابه اا‬
‫مس‬

Hammâd b. Zeyd dé‫لكل ؛‬: ),Bir gün) Eyyûb es-S^tiyânî, Yûnus b. ubeyd
ibn Avn ve Sâbit el-Bunânî bir evde toplandılar. Sâbit: “Ey sizler! Kul
Allah’a dua edip de duası kabul edilince nasıl olur?” deyince, ibn Avn: “O
zaman imtihanı kendi nefsinde olur” dedi. Sâbit ise: “Allah’ın ona yaptığı
iyilikten dolayı kendini beğenme durumu olur” dedi. Bunun üzerine Yûnus
b. Ubeyd: “Allah’ın kendisine yapmış olduğu iyilikten dolayı kendini
:beğenen kimse mutlaka müstedrec’tir (aldatılmıştır)” dedi. Eyyûb
Müstedrec kimsenin alâmeti nedir?” diye sorunca, Yûnus: “Kulun, Allah“
katında bir mertebesi olur da ‫ ل ط‬o mertebeyi koruyup devamını sağlar ve 1
.şükrederse, Allah ona ilk mertebesinden daha şerefli bir mertebe ihsan eder
Eğer şükrü ziyan ederse Allah onu istidrâc eder. Onun şükrü ziyan etmesi
ona Allah’tan istidrâc olarak döner. Müstedrec bir kul ile Allah arasında
kolaylık ve hapsedilme vardır. Kul istidracı bilince kendini beğenmekten
hoşlanmaz. Müstedrec kulun kalbine şükürden bir şey bırakıldığı zaman
Ziyâd b. Abdillah en-Numeyrî 99

şükrü onu nereden geldi diye aramaya götürür. Bunu anladığı zaman boyun
eğer. Boyun eğdiği zaman Allah onun tökezlemekten korur.”
Hammâd der ki: îbn Ömer’e istidrâc sorulunca: “Bu (Allah’ın) kaybeden
kullara bir hilesidir” dedi. Sonra hep birlikte ağlamaya başladılar. Sonra
aralarından Eyyûb elini kaldırıp: “Ey görüleni de görülmeyeni de bilen
(Allahım)! Sen bizi muvaffak etmezsen biz muvaffak olamayız. Sen bize
kuvvet vermezsen bizim kuwetimiz yoktur” dedi. Yûnus: “Ey Ebû Bekr!
Senin duanla kuvvet bulduk” dedi. Eyyûb’un arkadaşları onun duasının
kabul olunduğunu anlardı.
Hammâd, Basralı ve başkalarından olan tâbiinun çoğuna yetişmiştir.

Takrîb 3086-a, Takrîb 4247, Takrîb 2617, Takrîb 22^2, Takrîb 2362,
Takrîb 4245, Takrîb 2705, Takrîb 4441, Takrîb 1331, Takrîb 1718, Takrîb
853, Takrîb 2801, Takrîb 2580, Takrîb 2709, Takrîb 108, Takrîb 585, Takrîb
2414, Takrîb 820, Takrîb 2124, Takrîb 1899, Takrîb 1909, Takrîb 492,
Takrîb 3758, Takrîb 1549, Takrîb 3036, Takrîb 4228, Takrîb 3196, Takrîb
2908; Takrîb, 1453, Takrîb 1646, Takrîb 1954, Takrîh3128; Takrîb 859

Ziyâd b. Abdillah en-N um eyrî


Allah dostlarından biri de gece namazları için uyanık kalan, oruç
tutarak kulluk eden, boşa geçirmiş olduğu zamanı telafi etmekte acele
eden ve her zaman ölümü bekleyen Ziyâd b. Abdillah e n -^ m e y rî’dir.

‫ ثن ا هم د الل ه بن م ح م د بن‬،‫ ا حدثن ا عتد الل ه ثن م ح م د بن ج عف ر‬٢٦٧/٦‫ ل‬-) ٨٧٧٠(

‫ قات لي لآئ‬:‫ قات‬، ‫ تثا صائ ال ت ئ‬،‫ ى ذاؤذ ئ الن م‬،‫ ى ت ق ة ئ م حب‬،‫محاس‬
‫ ق م يا زيا د إ ر عب ادت ك ب ن‬: ‫ ممات‬،‫ أثا ي ا ت قي من ا مي‬:‫ " منذ رض طوي ل‬:‫الن مي ر ي‬
‫و بجر بجا‬ ،‫ ئهؤ واش حمت للف م ن ئؤم ة م ه ن يذثلف‬، ‫ و حفئلف م ن قثا م ال م‬، ‫الته ج د‬
‫ ق م ثا‬: ‫ أؤ غئزه مما د‬١^[^ ‫ب م ع ا دتي والل ه الثؤم محأثاني‬ ‫ ب اتسحفل ئ‬:‫ ق ا لأ‬،‫محلثلف‬
" ‫ أ زه ق م ء‬: ‫ئت‬ ‫زيدر م ال خ ة ; ي ال ئ ي ؛ال‬
100 Ziyâd b. Abdillah en-Numeyrî

Sâlih el-Murrî bildiriyor: Uzun bir zaman önce Ziyâd en-Numeyrî bana
şöyle demişti: Rüyamda biri bana geldi ve: “Ey Ziyâd! Her zaman olduğu
gibi teheccüdünü ve gece kıyamını ifa et! Vallahi bunu yapman senin için
bedenini gevşetip kalbini de zayıflatacak olan bir uykudan daha hayırlıdır!”
dedi. Ürkmüş bir şekilde kalktım; ancak yine uykuma yenildim. Yine aynı
adam veya başkası gelip: “Ey Ziyâd! Vallahi âbidlerden başkalarına dünyada
bir hayır verilmez!” deyince hemen yerimden fırladım.

، ‫ محا أبو ا لختن بن أبا ذ‬4‫ ا حدثت ا أب و ث م م حم د بن أ ح م د ا ل م ؤب ن‬٢٦١٧٦ ‫ ل‬-) ٨٧٧١(


، 0 ‫ ع< ماره ن زادا‬Uj ،‫ عؤن شر •ءن از؛ء‬ÜJ ،‫ ح د ي ي م ح م د بن ا ل ح س ي ن‬،‫ثط أثو بكر بن عبيد‬
‫ قكت ت‬، ‫ أ جئ أئ رفث ئدئة‬، ^ ^ ١ ‫ ن لى م ن‬١٤٠ ‫ لؤ‬٠٠ :‫ يمولت‬، ٢ ^ ١ ‫شمع ت‬
' :‫ئت‬
،^^^١ ‫ ال أ م تش يأتيني‬6‫ د ك ث ن وأ‬،‫ خ ز يأسي زقت‬، ‫ ك ن د‬3‫حريا بهل ول المحزن وا‬
"٣ ‫وته‬ ‫ص أز ص ؟ إل خثقئة‬

^iyâd en-Numeyrî der ki: “ölüm üm ün ne zaman olacağını bilseydim;


ecelim gelene kadar çok mahzun ve kederli olurdum, ölüm üm ün bana
sabah mı akşam mı geleceğini bilmediğim halde nasıl mahzun olmam?”
Sonra gözyaşına boğulup yerinden kalkıp gitti.

‫ ظ أث و ' ت غ بن‬،‫ ثنا أبو ا لخشن بن أبا ن‬، ‫ ا حدثنا ث خ ث د ثن أ خ ن ذ‬٢٦٧/٦ ‫ ل‬-) ٨٧٧٢(
، ‫ح د بن ان ائ ب‬-‫ ثن ا عتد الوا‬، ‫ ثن ا ذاؤذ بن ال ن خ ر‬،‫ن نت ن‬
‫ ح د ت ي م ح م د بن ا م‬،‫عبيد‬

‫ م ن ن ا ث ثقت‬٠' •‫ وب ح ن في جثانؤ وذ ووا ا لمث ا نة ممات زياد‬، ‫ ت ب غ ت زيا دا ال مثر ي‬: ‫ه ا د‬


" ‫وظ‬
Abdulvâhid b. el-Hattâb der ki: Biz bir cenazedeyken kıyameti
andıklarını ve Ziyâd en-Numeyrî’nin: “Kim ölürse, onun kıyameti
kopmuştur” dediğini işittim.
Ziyâd en-Numeyrî, Enes b. Mâlik’ten rivâyetlerde bulunmuştur.

Takrîb 4102, Takrîb 4108, Takrîb 4107, Takrîb 388, Takrîb 141, Takrîb
‫ س‬7
Hişâm b. Hassân 101

H ışâm b. H assân
Allah dostlarından biri de çok hüzünlü ve çok kederli olan Hişâm b.
Hassân’dır. Hocası Hasan (-1 Basrî)’den rivâyetleri çoktur. On yıl hocasının
yanında kalmıştır.

، ‫ تثا عتد ال م ص أ خ ن د تن خ م‬، ‫ خد ك أثو بكر ئ ذ ا ل ك‬٤٢٦٩/٦ [ -) ٨٧٧٩(


:‫ بئ و لأ‬،‫ شي ن ت ا لخشن‬: ‫ ه ا د‬،‫ ثن ا ب ق ا م بن حث ا ن‬،‫ح دقتي أييء نحا ص م وان بن عيت ى‬
‫ و ما أتن ي أهل هبصنع ة ط عا م‬،‫نال ي لثن ادوك ت أئؤائ ا ن ا ط وي أل ح د م في يته قؤب ق ط‬
‫ ثزؤدت أئي م حت‬: ‫ كم ولت‬، ‫ن أ ح د م‬15" ،3^ ،‫ة ا ق ط‬،‫ ^ ^ فزا‬١ ‫ وظ جع د بثت وبين‬، ‫ظ‬
ÂjL« ‫ ثلثن ا أن ا ال جزه سم ى في ائن اع ث ال ث‬: ‫ قأدت ويأم و ل‬،‫يثؤ‬-‫أكل ة ثمين في ج وفي م ت د ا ال‬
‫شئة‬

Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: “Vallahi öyle topluluklara ulaştım ‫لكل‬,


hiçbirinin evinde asla bir ikinci giysi olmamıştır. Hanımına kendisi için bir
yemek yapmasını asla istememiştir. Oturmak veya uzanmak için yerle
arasına asla bir şey koymamıştır. Her biri: «Yemek olarak mideme bir
kiremit indirmeyi isterdim. Çünkü bize ulaştığına göre bir kiremit, suyun
içinde üçyüz yıl durabiliyormuş!» derdi.”

، ‫ ح دثيي أييء ثن ا صف وان بن مح ت ى‬،‫ ثن ا عبد الثي‬، ‫ ء حدثن ا أبو ث م‬٢٦ ٩^ ٦ ‫ )“ ل‬٨٧٨٠(
‫ ”ى ن أ ح د ه م‬0‫ إ‬،^ ١
^ ‫ لقن أد رك ت‬4JİİJ ٠٠ ‫ ثئ و دت‬،‫ث ئ‬،‫ ش ج ن ت ا لخ‬:،3‫ ئ‬،‫ م‬1‫ص هث‬
‫ يا أخي‬:‫ ن ف ولت لأخيه‬:‫ قات‬،‫ وا لله ل م جهود شديد ا ل ج هد‬4‫ ؤإل‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ا ل م ا د ات ه ب‬ ‫ؤذ‬
‫بيت عإي محتبي وحمم ي ي فب ؤ‬
‫حافث أن م‬-‫ وتكني أ‬0‫ ^ زئؤ ح؛الال‬١^‫|نى قت غ بم ق أن د؛ ?؛‬
‫ وه و زالثؤ م ج ه ود ف زي د ائ ج هد‬:‫ محات‬،‫ت ثمال يورأ منة ف خا أبدا‬3 ‫ د ا‬،‫للف ال ح ا ج ة لي فيه‬
Hişâm der ki: Hasan (-1 Basrî)’nin şöyle dediğini işittim: “Vallahi ben
öyle topluluklara yetiştim ki, birine mirastan büyük bir pay düşüyor ve çok
zor durumda olduğu halde kardeşine: «Ey kardeşim! Bunun helal bir miras
olduğunu biliyorum. Ancak kalbimi ve amelimi ifsad etmesinden
korkuyorum. Onu sen al, benim ona ihtiyacım yoktur» derdi. Vallahi çok
zor durumda olduğu halde ondan hiçbir şey almazdı.”
Hişâm h. Hassân 102

، ‫ ثنا عتد الثؤ بن أ ح م د ئن ح ي ل‬، ‫ ] ح دقا أثو بكر بن مال ك‬t v * / i [ -) ٨٧٨١(
‫إذ‬ 0‫ ^ إ‬١^ ‫ي ل ثن أب رئ ت‬1‫ " ؤال‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫ ثط هش ام;> عن \لح ث ن‬،‫ ى زؤغ‬،‫ح د ب ي أيي‬
" ‫ض أن قا ر ث شبم ه ف بأم ل‬ ‫ ئ ظ‬،‫أ خ د م ق أ و ف ص‬

Hasan (-1 Basrî) der ‫لط‬: “,Vallahi ben öyle topluluklara yetiştim ki
)onlardan biri yemeğini yer ve doymaya yakın (tam olarak doymadan
yemeği bırakırdı.”

‫ص لة م ن‬- c‫ والل ه لأن ينبذ ن ي ئ طث ا م ة لل ك ل ب‬٠٠ :‫ ] قا د ا لخشن‬٢٧ ٠٨ ‫ ل‬-) ٨٧٨٢(


" ‫جي‬
‫ب‬ ‫أن أ ك د تزق‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Vallahi kişinin yemeğini köpeğe vermesi, kendisi
”.için doyduktan son ra yemesinden daha hayırlıdır

OU: ، ^ ^ ١ ‫ ئ مح ذ‬،‫ خ د ي أ ي‬،‫ قثا م د الثؤ‬، ‫ ] خ د قأ أبو ث م‬٢٧ ^ ٦ [ -) ٨٧٨٣(


‫ ^ 'قا ن أ ح د هو ي ئلفث‬١^ ‫ واللؤ أ م د أدرك ت‬٠٠ :‫ قات‬،‫عن ال خ ش ن‬ ‫شج ن ت م سا م ا‬

'‫أخا ة ض أغيه أ م ح ذ عاى ف ئ عمح ه م أ‬


Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: “Vallahi öyle topluluklara ulaştım ki
içlerinden biri, ailesini Müslüman kardeşine emanet ederek kırk yıl boyunca
gurbette kalır, kardeşi de bu süre zarfında onların geçimini karşılardı.”

‫ ثن ا‬،‫ ثت ا ت خ ث د ن هم د ال ر بن رئثه‬،‫ ا حدثن ا أثو م ح م د بن حث ا ن‬٢٧٠/٦‫ )“ ل‬٨٧٨٤(

‫ " أ ذ ز ئ وال ذ ي‬:‫ قات‬،‫ عن ا لخض‬،‫ مى هش ا م‬،‫ي م ئ ت صا ن‬ ‫ ثثا‬، ‫م‬ ‫ئ ذ ئ‬


‫ ه ا ن قزت اثه ف يء أ ئ ال ال‬،‫ت س م ي ي د ه أئزائ ا ن ا أ م أ خد هز أ ه بصنع ة ط عا م ق ط‬

‫ إثن ا‬، ‫ئ وص ا لأرض فزاغ ا ق ط‬ ‫ زن ا افتنهن أ حدهب‬، ١^ ٧ ‫ ال محالي ح ارا * كا ن أؤ‬، ‫س ك ت‬


‫ تنع ب إ ر الل ه في‬،‫ثق وم قبي ت لثآته قاثمما راك عا و م ا ح دا‬ ، ‫ث ؤ ث د يده ءثه جغ ث ن ال م‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Canım elinde olana yemin olsun ben öyle
topluluklara yetiştim ki, onlardan biri asla ailesine yemek yapmasını
söylemezdi. Ona bir şey konulursa yer, yoksa susardı. Yemeğin sıcak veya
soğuk olmasına aldırmazdı. Onlardan hiç kimse asla kendisiyle yer arasına
bir döşek açmadı. Elini yastık yaparak akşamdan uyurdu. Sonra kalkıp
Hişâm b. Hassân 103

gecesini ayakta, rükû ve secde ile geçirirdi. Kendini kurtarması için Allah’a
yalvarırdı.”

‫ ثت ا‬،‫ ثعا أبو بكر ئن عبيد‬،‫ ثن ا أبو ا لخشن بن أثا ن‬، ‫ ] حدثن ا أبي‬yY' / ı [ -) ٨٧٨٥(

،‫ عن ا ل ح ض‬،‫ عن بمق ا م‬،‫ غذ حما د بن زيد‬، ‫ ثنا ابن م ه د ئ‬،‫ ثت ا ض‬، ‫أخنن بن إبراهي م‬
‫ مأ ى في منا م ه ت ا ي ج ز‬،‫م ج ل ئ ا م ونه‬ ‫ ^ ^ إ ال‬١ ‫ ما ال د ي *كل ه ا م ن أؤل ه ا إ ز‬٠' :3 ‫ظ‬

Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: “Başından sonuna kadar dünya, ancak bir
adamın uyuması, rüyasında hoşlandığı şeyleri görmesi ve ardından
uyanmasından ibarettir.”

‫ئخا ق‬،‫ ؤإ‬c‫ ثنا تع دونه‬،‫ ثتا أبو بكر‬،‫ ا ح د قا أ د ; ثن ا أبو ا لخنن‬٢٧٠/٦ ‫ ل‬-) ٨٧٨٦(
‫ أ ال‬،‫ ثا أب ا سع يد‬:‫ أ قيد‬: ‫ ه ا د‬،‫ عن ا ل ح شن‬،‫ ضر هش ا م‬،‫ ثت ا أبو م عاوته‬:‫ ق ا ال‬C‫بن إبراهي م‬

" ‫ من ذب ك‬3 ‫ ا ل أتثآ س‬:31‫ ؛‬،‫ي د يي ض ك ؟‬


Haşan b. Ebi’l-Hasan’a: “Ey Ebû Sald! Neden gömleğini yıkamıyorsun?”
diye sorulunca: “Buna vakit ayırmayacak kadar işimiz acil!” karşılığını
vermiştir.

‫ ثن ا‬،‫ ئت ا ث خ ث د بن حم د القي بن رنثث‬، 0 ‫ ا حدثن ا أبو م ح م د بن حي ا‬٢٧٠/٦ ‫ )“ ل‬٨٧٨٧(

‫ ق د أدزك ث أئؤائا ال‬٠٠ :‫ قات‬، ‫ ص هث امء عن الح ش‬،‫ص ن د س عثا ض‬‫ ثن ا مح‬،‫ايوث‬

" ‫ ز ال محا وئ ن على ما أنثن بجا‬، ‫ي م حون ين ا أ ق د غليه م م ن ال د ق ا‬


Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: “öyle topluluklara yetiştim ki, dünyalık
olarak elde ettiklerine sevinmez, ^ybetiklerine de üzülmezlerdi.”

‫ ثغ ا عثد الثؤ بن أ ح م د بن‬،‫ ا حدثن ا أ خ ئ د س جئ م ر بن ح م دا ن‬٢٧١/٦‫ )“ ل‬٨٧٨٨(

‫ت " محامب‬3 ‫ ظ‬،‫ عن ا لخشن‬،‫ غذ هث ا م‬، ‫ تحا م ح د بن محا م‬، ‫ ثن ا علي بن ح ك ي م‬، ‫خ م‬
٠٠ ‫و؛ ج د م ن؛ئينم أثئثنة أ ح ب الي م ن ال د*محا وظ مهم‬
Haşan der ki: “ilimden öğreneceğim bir bab (konu) benim için dünya ve
içindekilerden daha güzeldir.”
104 Hişâm b. Hassân

‫ ثن ا ئ خ ئ د بن‬،‫ ثن ا عتد الل ه بن ثتذار‬،‫ ا حدثن ا أبو م خ ئ د بن حقان‬٢٧١/٦ ‫ )“ ل‬٨٧٨٩(

‫ قادت " ما م ن من ل م ث ر ي‬،‫ ع ن؛ لختي‬،‫ عن بمق ا م‬، ‫ تحا م ح د بن محا م‬، ‫مب ش ا ل م‬
" ‫ و ي ب بم د ض م ذ ال دا ك ر ئ‬، ‫ إ ال كا ذ فنائه ت ن ج دا ش‬، ‫ ذ و ال ه‬: ‫إ ر و ش ه‬

Haşan b. Ebi’l-Hasan der ‫“ ؛ظ‬Kul, yatağına girip de Allah’ı zikrettiği


zaman Allah yatağı kendisine mescid kılar ve bu kul Allah’ı çokça zikir eden
kişilerin (zâkirlerin) ara5inda yazılır.”

‫ ثنا ت خ ث د بن‬،‫ ثنا عتد الثؤ بن ثئدار‬، ‫ ا حدبن ا أبو م حم د بن حثان‬٢٧١/٦ ‫ ل‬-) ٨٧٩٠(
‫ " ل ؤ وس ت‬:‫ فات عتد ال ر‬:‫ قات‬،‫ عن ا لخنن‬،£‫ عن ي ث ا‬،‫ ثنا م ح ت د بن عيا ض‬،‫ي حيى‬
" ‫ا‬:‫نئن ث أ ذ م < ؛ ئتا‬- ‫ا ال‬:‫بجظ أزألمح ن ي‬ ‫ ن ج م ؤا ( م ن و ث أن' أ م‬،‫ت ن‬

Haşan b. Ebi’l-Hasan bildiriyor: Abdullah: “Cennet ile Cehennem


arasında durdurulsam ve yerimin neresi olduğunu öğrenme ile toprak olma
arasında bir tercihte bıraksam toprak olmayı seçerdim” dedi.

‫ قث ا د ود‬،‫ئق ق ي لآ‬.‫ قث ا عند الأي‬، ‫تن ئ خ م‬° ‫ ئث ا أ خت ن‬،‫ ا محا أيي‬٢٧١/٦‫ ل‬-) ٨٧٩١(
‫" م ك ن م؛ اءنة ح م‬ ،‫ عن ي ق امء عن ا لخشن‬، ‫ ظ م ح د بن محا م‬،‫ثق ع م رو الص بي‬
‫ش ق م ق إل ا ا‬
Hasan-ı Basrî der ki: “Kısa bir tefekkür, bir gecelik nafile namazdan daha
hayırlıdır.”

‫ ثغ ا‬،‫ ثن ا مه د الثي بن أ ح م د ين حسل‬، ‫ ] حدت ا أبو بكر بن مال ك‬٢ ٧ ٧ ٦ [ -) ٨٧٩٢(

‫ " إ محم‬:‫ قات‬،‫ عن ا ل ج ض‬،‫ غذ هث ا م‬، ‫ ثتا م ح ل بن محا م‬، ‫داود بن ع مرو ال غ م‬
‫ زن ا‬،‫ زافات محن أ م حآئ م‬،‫ وا ل م و ت قي رائ لآق م‬، ‫م تتف و ه‬ ‫ ز‬، ‫أصب حت م في أ م تق و م‬
٠٠ ‫ وئنقلر ا م ؤ ن ا هدم لغمس ه‬،‫ فتؤئث وا محصاء الثؤ حث ثؤ؛ وثل ة‬، ‫رؤن والل ه ذا ب ي‬

Haşan der ‫لكل‬: “Siz eksilen ecel ve korunan amel ile sabahladınız- ö lü m
.ensenizde, cehennem ise önünüzdedir. Ne görüyorsunuz? Vallahi gidiciyim
Her gün ve her gece Allah’ın (ölüm) hükmünü bekleyiniz. Kişi kendisi için
önceden ne hazırladığına baksın.”
‫‪Hişâm b. Hassan‬‬ ‫‪105‬‬

‫لخت تن‬ ‫(‪ -) ٨٧٩٣‬ل ‪ ٢٧١/٦‬ا خأئثا ت غ ئ ذ ين جئ مر ثن خ ن ذا ذ ‪ ،‬مما عتد الل ه تن‬
‫حق ل‪ ،‬ثن ا علي بن ن ن ل م ‪ ،‬ثن ا مثار‪ ،‬ثن ا ج عف ر‪ ،‬هات‪ :‬ش م ع ت هق ا م بن خث ا ذ ‪ ،‬يأم و ل‪:‬‬
‫واش ال ي وم ن عتد بهذا إ ال حزن ودبل‪ ،‬نإ الب ص ب وذا ب و | ال‬ ‫ت م ع ث ا لخنس‪ ،‬ي م و لأ‪:‬‬
‫ث م‪M‬‬
‫لع ب‬

‫‪Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: “Mümin, sabah akşam üzüntülü olur ve‬‬
‫‪hayatını üzüntüler içinde geçirir, iâşe olarak da bir keçiye yeten, ona da‬‬
‫”‪yeterli olur.‬‬

‫(‪ ] ٢٧٧٦ [ -) ٨٧٩٤‬حدق ا ن خ ث د بن جئمر‪ ،‬ثت ا إ ت خا ق بن إبراهي م ‪ ،‬ثت ا علي بن‬


‫م ن ل م ‪ ،‬ثن ا تث ار‪ ،‬ثن ا ح م ا د بن زيد‪ ،‬عن هش ا م‪ ،‬عن الح ش ‪ ،‬ظ ‪3‬ت " ح ش تش ثا أئ الة‬

‫عدو ي‪ ٧ ،‬ص؛ م حي "‬


‫‪: “Daha ne zamana kadar aileme: «Bana sabah yemeği‬كل ‪Haşan der‬‬
‫”‪getirin! Bana akşam yemeği getirin!» diyeceğim.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧٧ ٦ [ -) ٨٧٩٠‬حدثت ا أثو م ح ئ د بن ‪-‬صا ن‪ ،‬ثن ا ابن أيي داود‪ ،‬ثت ا علي بن‬
‫مست ل م ‪ ،‬ثن ا عث ا د‪ ،‬ص هش ا م‪ ،‬عن ا لخشن‪ ،‬قا د ‪ ٠٠ :‬ا ل م ؤم ن يصب ح خزيها وي مس ي حزين ا‬

‫بي امحتره "‬


‫ب ه نا ج‬
‫وص ك قي ا م ح‪ ،‬و ج‬
‫‪Haşan der İri: “Mümin İrimse hüzünlü olarak sabahlar, hüzünlü olarak‬‬
‫‪akşamlar ve hüzün içinde debelenip durur. Bir oğlağa yeten şey ona da‬‬
‫”‪yeter.‬‬

‫(‪ ٢٧٢/٦[ -) ٨٧٩٦‬ا حدثن ا م ح ث د س ج عف ر‪ ،‬ثن ا إش حا ق بن إبراهي م ‪ ،‬ثن ا علي بن‬


‫ث ئ ب م ‪ ،‬تثا تثات‪ ،‬ثثا خ م‪ ،‬قا هش ا م‪ ،‬عن ال خ ض‪ ،‬قات‪ " :‬ؤال م ق ذ أذزكثا أئؤاتا‬

‫و ص حتث ا طوائفث‪ ،‬إن 'قان ا و ب د منه م لث م س ي وعتدة م ن ال ت ئ ا م ن ا يكفيه‪ ،‬ول و ف اء‬


‫خ ز أ ج ع ن بعص ه يثه‪ ،‬نتص د ق‬ ‫غى بهئنى‪،‬‬ ‫&‬ ‫خن ت‪ ،‬نق و لأ‪ :‬والل‪ 4‬ال أ ج ع د هذ؛‬
‫بتع ضه‪1 ،‬اللل ه ن م د أدت^ث ا ^‪ ^ ١‬و م حث؛ن ا ^‪ ، ^ ١‬ظ ^ ^‪ ١‬يتال و‪ 0‬أ ئ زمح ت ال ث ة؛ا أم م ي ت ‪،‬‬
‫و ي ال ‪ ٩‬عتزه‪ ،‬ئه ئ أهون غ ي م ن‪\ ،٢٨^ ١‬ثذي ين ئ ون عش‬ ‫ذا ؤ‬
‫‪Haşan b. Ebi’l-Hasan der İri: “Vallahi öyle topluluklara ulaştık ve öyle‬‬
‫‪kişilerle arkadaşlık ettik İri içlerinden biri gecelediği zaman sadece kendisine‬‬
‫‪yetecek kadar yemeği bulunurdu. îstese onu yiyebileceği halde bunun yerine‬‬
106 Hişâm b. Hassân

şöyle derdi: “Vallahi bu yemeğin bir kısmını Allah yolunda harcamadan


hepsini mideme indiremem!” Sonrasında yemeğin bir kısmını infak ederdi.
Vallahi öyle topluluklara ulaştık, öyle kişilerle arkadaşlık ettik ki, dünya
onlara yönelmiş veya onlardan yüz çevirmiş, buna hiç aldırış etmezlerdi.
Vallahi dünya ve içindekileri, üzerinde yürüdükleri topraktan daha değersiz
görürlerdi.”

‫ ثغ ا علي بن‬،‫ ثن ا إئ ح ا ق بن إئزايب‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن ج عف ر‬٢ ٧٢٨ [ -) ٨٧٩٧(


‫ بمبئ ب ا ش ن ا أ م أخت‬، ‫تج ئ ش ن ن‬ " :‫ قات‬،"‫ ءتثا ي ق ام‬،‫ قا خ م‬،‫ كا تثات‬، ‫فتي م‬
"‫ه‬ ‫ إ ال أ ه‬، ‫ال ت ن خ إ‬

Hişâm bildiriyor: Haşan b. Ebi’l-Hasan’ın yeminler ederek şöyle dediğini


işittim: “Her kim dirheme (paraya) değer verirse Allah bu kişiyi zelil kılar.”

،‫ ثن ا عتد ا لله ئ ذ أ ح ئ د ئن حي ل‬، ‫ ا حدثن ا أبو يكر بن مال ك‬٢٧٢/٦ ‫ ل‬-) ٨٧٩٨(
‫لؤ ءما‬3‫ ؤا‬٠٠ :‫ يئ و لأ‬،‫ س‬،‫ س م ع ث الح‬:3 ‫ ه ا‬، ‫ أمح أ ال هث ا م‬، ٤٧^ ‫ ى يزيد بن‬،‫حددغي أ ي‬
‫ ؛ ال "ى ن ئد ش ن‬، ‫أخت م ن القاسي ب س ط لت دي و ل و يخفن أن نك ون ثن ت ك ز به ف ه ا‬
‫قد‬ ‫ إ ال‬، ‫ أ ه ى ت خ ي ه م ه ا‬، ‫ غ ئ غ م تشي م ئ غ‬، ‫ وع ج ز ز ؤ ؤ ظ ا ت ت ك و ه‬،‫عل نه‬
" ‫ئمهس ع ل م ة وع جز نأيت‬

Haşan b. Ebi’l-Hasan el-Basr! der ki: “Vallahi kendisine dünyalık verilip


de bununla kendisine bir tuzak kurulmuş olduğundan veya sınanmak için
bunun verilmiş olabileceğinden yana endişe taşımayan kişinin ilmi eksik,
görüşü de kıt demektir. Allah’ın kendisinden nimetleri uzak tuttuğu
müslüman kişi de şayet bunun kendisine öyle takdir (kısmet) edildiğini
zannediyorsa onun da ilmi eksik ve görüşü kıttır.”

، ‫ خ د ش ر‬،‫ه ثن أ خت ن‬ ‫ ى م ذ‬، ‫ ا خ د ك أثو بكر تن ئ ي‬٢٧٢/٦ ‫ ل‬-) ٨٧٩٩(


‫ ^ ^ ؛ قئد أن يصي ب‬١‫ " *ى ن!دم عثه‬:3 ‫ء محا‬،‫ ض ال خثر‬،‫ م‬1‫دتأثا هث‬1 ،‫ى ثنيت ى ئ ار_لن‬

،‫ ح و ل ن جع د أ ش س ن عيس ه‬،‫ ئنث ا أ صا ت الحطيئه‬،‫الح هليثه أ جل ة ص ع س ه وأمل ه خ لثة‬


'٠ ‫وأجله حل ف ن ظه ره‬
‫‪Hişâm b. Hassân‬‬ ‫‪107‬‬

‫‪ : “Âdem günah işlemeden önce eceli gözleri arasında, emeli‬كل ‪Haşan der‬‬
‫‪ise arkasındaydı. Günah işleyince değiştirilerek emeli gözleri önüne eceli ise‬‬
‫”‪arkasına konuldu.‬‬

‫خدتثا أ م بكر‪ ،‬مح ا مه د ال ب‪ ،‬خ د ش ر ‪ ،‬مما زين تن ه احتن ‪،‬‬ ‫(‪-) ٨٨٠ ٠‬‬
‫م زي ك‬ ‫م م حف ث أل ئ‬ ‫ث م ‪ ،‬ض ‪ ، ، ^ ١‬ظت ‪ " :‬ب ث آ ث مر غ ي الث ال مر‬ ‫أيأئا‬

‫الث اغة ث الث ون و ماثة سنة م ن أئا م ال دق ا ‪٠٠‬‬

‫‪Haşan der ki: “Âdem günün bir saatini cennette kaldı,‬‬ ‫‪o bir saat, dünya‬‬
‫”‪günlerinden yüz otuz yıla mukâbildir.‬‬

‫(‪ ٢٧٢/٦ [ -) ٨٨٠ ١‬ا حدق ا أ ي‪ ،‬ثنا أبو ا لختن‪ ،‬ثئ ا أبو بكر‪ ،‬قات‪ :‬ح دبتي م حم د بن‬
‫عن م ح ل د بن ا ل ح ن ش‪ ،‬ص هش ا م‪ ،‬عن ال خ ش ن‪ ،‬قا د ‪ ٠٠ :‬ال بخرغ‬ ‫عتد الل ه‪ ،‬أثق‬
‫م س ابن ادم ص الدق ا ‪ ،‬إ ال ي خن زا ت ق الئة‪ :‬أثة ل م بمس خ؛ن ا ج ن غ ‪ ،‬و ل م يدرك ن ا أن د ‪،‬‬
‫مب ن ا وما ئ ب ئ د م ع ي ا ا‬ ‫و إل‬
‫‪: “Âdemoğlunun canı dünyadan şu üç şeye pişmanlık‬لكل ‪Haşan der‬‬
‫‪,duymadan ayrılmaz: Topladığı maldan gereği gibi faydalanamadığına‬‬
‫”‪umduğuna erişemediğine ve ölümden sonrası için azık hazırlamadığına.‬‬

‫(‪ ] ٢٧٣^٦[ ")٨٨٠٢‬حدثن ا أيى ‪ ،‬ثن ا أب و ا ل ح س ن‪ ،‬ثعا أب و ث د ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن غن ارة‬


‫ا ل أتد ي‪ ،‬ثنا م ح ث د بن ال ه ث م ‪ ،‬ثنا خئ ا د ن زيد‪ ،‬عن ه سا م‪ ،‬غن ا لخض‪ ،‬قا د ‪ " :‬ق؛‪-‬ل‬
‫لثو نف ث علته الث الم‪ :‬ث جوغ و حزاين‪^١‬؛^ ي د ك ‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬أغ ا ف أن أئب غ ثأنت ى ان ي ا غ‬

‫‪Haşan b. Ebi’l-Hasan der ki: Hz. YûsuPa: “Dünya hâzineleri elinin‬‬


‫‪altında olmasına rağmen aç mı kalıyorsun?” diye sorulduğunda: “Tok kalıp‬‬
‫‪açların durumunu unutmaktan korkuyorum” demiştir,‬‬

‫س د تن إ ش غا ى ال م ‪ ،‬دنا‬ ‫(‪ ] r v r / n [ -) ٨٨٠٣‬خد قا أبو خا ب ز ئ ‪-‬حمل ه‪ ،‬بثا‬


‫مه د الثؤ شر م ح م د ا الء م و ي‪ ،‬ثن ا حال د س خدا ش‪ ،‬محا د ‪ :‬ن ب ع ث ح م ا د بن زيد‪ ،‬ثق وب‪:‬‬
‫ن ا رأيت مئد م ج لس مح ق ا م ب ن حق ا ن أ ح س سنتا وهديا ‪ ،‬نإن كان إ ل جئ ث ن ئ ك ي‬

‫وت جري الدموع غ ز ل حيته م ن غير ثك ل ح ز الثمبض‪'٠‬‬


108 Hişâm ed-Destuvâî

Hammâd b. Zeyd şöyle der: Hişâm b. Hassân’ın meclisi gibi saygın ve


faydalı bir meclis görmedim. Konuştuğu zaman ağlar ve gözyaşları sakalına
damlardı. Konuşurken yüzünü ekşitmez ve buruşturmazdı.”
Hişâm, âlimlere ve imamlara yetişip onlardan dava ve hükümleri
öğrendi. Kendisi Muhammed b. Şîrîn, Katâde, İkrime ve Hişâm b.
Urve'den hadisler işitmiştir.

Takrîb 1542, Takrıb 1503, Takrîb 872, Takrîb 892, Takrîb 701, Takrîb
519, Takrîb 4210-a, Takrîb 3766, Takrîb 109, Takrîb 3703-a, Takrîb 3905,
Takrîb 4523, Takrîb 3831, Takrîb 441, Takrîb 2872, Takrîb 961, Takrîb
4505, Takrîb 497, Takrîb 2338, 1569 ‫س‬ ‫أل‬, Takrîb 1556, Takrîb 2031,
Takrîb £877

Hişâm ed-D estuvâî


Allah dostlarından biri de idarecilikte samimi, rivâyetJerde yumuşak,
zikir ile dost ve korkunun taraftarı olan Hişâm b. Ebî Abd ed-Destuvâî’dir.

‫ ثن ا أث و بكر‬c(‫ ثن ا ث خ ئ د بن إش حا ق‬،‫ ا حدبن ا إبراهي م بن عبد ألثي‬٢٧٨/٦‫ ل‬-) ٨٨٢٧


‫ عن هف ا م‬، ‫ ثن ا ش ع ي ذ ى غ ا م‬،‫ ح د دني أيي‬، ‫بن تالل هء ثن ا عثد الل ه بن أ ح م د بن ح ق ل‬
‫ كا ئ ئ‬0‫ثغ ال ة ع و‬
‫ ثلث ا و م‬،‫ كثا ث حت ل م ن إ ر ر ج ل ص ائئ م ه اء شث ا ة‬٠٠ :‫ ه ات‬،‫ال دشتزائي‬

٠٠‫ أ ح ب إقه م ن طل ب الح دي ث‬، ‫ركعتان ئ ق م ن ا أخذثا‬


Hişâm ed-Destuvâî der ki: “Fakih adamlardan bir kişinin — Hişâm ed-
Destuvâî bu fakih kişinin adını da söylemişti— yanına gider gelirdik. Vebâ
ha5talığı zuhûr ettiği zaman bizden birinin kılacağı iki rekat namaz onun
için hadis öğrenmeyi istememizden daha sevimli olmuştu.”

‫ ثن ا عب ا س بن‬،‫ ثن ا م ح م د ثن إش حا ق‬، ‫ ا خل؛ثن ا ابناه م بن عتد ال ر‬٢٧٨/٦‫ ل‬-) ٨٨٢٨(


: ‫ تقولت‬،‫ ئ مع ت شعته‬: 3 ‫ ظ‬،‫ يغني أخا ه‬، ‫ ثن ا أمثة بن حال د‬،،‫ ثنا هدبة بن غابني‬، ‫أيي ط ا ل ب‬
‫ الن‬،‫ إ ال هئ ائ ا ال دن ت و ا ئ‬، ‫ن ا أقأو ل م ح م إن أ ح دا ط ل ب ا ل ح د ي ت ريد ؤ ج ة ا لله نحا ر‬
" ‫ " قثا نم ي و ش ث ذ ا ا لخديث كث ائا ال قا و ال غ ك‬:‫كا ذ ق وت‬
Hişâm ed-Destuvâî ‫ل‬0 ‫و‬

Umeyye b. Hâlid der ki: Şu’be’nin şöyle dediğini işittim: “Allah rızasını
gözeterek Hişâm ed-Destuvâi’den başka birinin hadis tahsil ettiğini
söyleyemem. O: «Keşke bu hadisin vebalinde ne lehimize, ne de aleyhimize
olmak üzere başa baş kurtulabilsek» derdi.”

‫س بن أيي‬1‫ ثن ا عب ا‬،‫ ثت ا م ح م د بن إ ئ خ ا ق‬، ‫ ا ثن ا إبراهي م بن عبد ال ر‬٢٧٧٦ ‫ ت‬-) ٨٨٢٩(


‫ " نا نأي ت أ ح دا‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا أثو ئ ن ع رو بن ال ه م بن ئ ن‬،‫ ثت ا ي ح ش بن ايوث‬، ‫طا ل ب‬
" ‫ب ز ت م ذ هش ام ال دتثزا ئ‬
‫محن ذ وا م‬
Amr b. el-Heysem b. Katan der ki: “Hişâm ed'Destuvâî’den daha fazla
ölümü anan birini görmedim.”

‫ ثن ا م ح م د‬،‫ ا خ ا؛ثن ا إبراهي م بن عتد ال مء عن ث خئ ت بن إ ئ خ ا ق‬٢٧٨/٦[ -) ٨٨٣٠(

‫ث ء ا ث وئ ا ئ ال نجل ئ ال ئ زا خ \ ل‬ ‫ءأل‬ '٠ :‫ قات‬، ‫ص‬ ‫ قا محتي م تن‬،‫ئ ذ غال ب‬


" ‫ ي ق ه ت ه د و ت ظ ل ة مح ي‬٩ : 3 ‫ وه ا‬، ‫ ^ ؟‬١
Müslim b. Îbrâhîm der ki: Hişâm ed-Destuvâi sabaha kadar lambasını
söndürmez ve: “Karanlığı gördüğüm zaman aklıma kabirdeki karanlık
geliyor!” derdi.

‫ ثن ا ث خ ث د بن‬،‫ ثن ا م ح م د بن إشث ا ق‬، ‫ ] حدثن ا إتزا م أ بن عئد الل ه‬٢٧٨/٦ ‫ ل‬-) ٨٨٣١(
‫ط‬ :‫غ وت‬: ، ‫ ش يم ق أثا ي ش غ ئ ئ م ح د ال م‬:‫ تال‬، ‫ تث ا م حت ل و ئ إئزا ص‬،‫غ ا ل ب‬
‫ ك م م ن ر ج ل‬٠٠ :‫ غتز مة يمولث إدا ح د ت‬، ‫ ش م ع ت هق ا م ا‬:‫ م و لت‬،‫عتد ال ر ح م ن بن م هد ي‬

" ‫ كأئت‬،^ ١^ ١‫ قذ أ ك د‬4‫قت ح د ت هد! الح دي ت‬


Abdurrahman b. Mehdi der ki: Hişâm’ın hadis rivayet ederken:
“Şu’be’nin şöyle dediğini işittim: “Nice kişiler hadis rivayet etti de sonunda
dilini toprak yedi.” Bunu birkaç kez söylemişti.

‫ ثن ا ئ ل بما ن بن‬،‫ثني‬،‫ ثن ا أ خ ن د ب ن م ح م د بن ا نم‬،‫أيي‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫ ا‬٢٧٨/٦‫ ل‬-) ٨٨٣٢(

٠٠ : ‫ م ود‬، ‫ ش م ع ت هش اما اال؛ءئتؤاإ ئ‬:‫ ف ولت‬، ^ ^ ١ ‫ت ش ج ن ت أبا زيد‬3 ‫ ظ‬،‫عبد ا ل جب ار‬


٠' ‫ودد ت أبة ف ذا الح د ي ت ماء بأمن سك م وة‬

Ebû Zeyd el-Herevî der ki: Hişâm ed-Destuvâi’nin şöyle dediğini işittim:
“Bu hadisin su olmasını temenni ettim ki onu size içireyim.”
‫‪11 o‬‬ ‫‪Hişâm ed-Destuvâî‬‬

‫(‪- ] ٢٧٧٦ [ “) ٨٨٣٣‬حدثن ا ^‪ ^ ١‬بن عتد الثؤ‪ ،‬ثت ا م ح ث د بن إ ت خ ا ق‪ ،‬ثعا م ح م د بن‬


‫يون س ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت أب ا ن ع م‪ ،‬يم ولث‪ 11 :‬مح د م ت اكعت رة ث ل م أزيف ا أ م ح ن م ن ن ي م ‪ ،‬هئ ا م‬
‫ا لأنتزا إل ‪ ،‬ؤخث اب بن ت ل م ه "‬

‫‪: “Basra’ya geldim ve orada iki kişiden daha b ile d i‬لط ‪Ebû Nuaym der‬‬
‫”‪ki^se görmedim. Bunlar Hişâm ed-Destuvâî ve Hammâd b. Seleme.‬‬

‫(‪ ")٨٨٣٤‬ل ‪ ٢٧٩/٦‬ا ثن ا أيي‪ ،‬ثنا إبراهي م بن م خ ئ د بن ‪ ، ^ ^ ١‬ثنا ث خ ئ د بن زيد‪،‬‬


‫ثن ا نغنج شر خث اؤ‪ ،‬عن ابن الني ا ز إل ‪ ،‬قات‪ :‬س م ن ت هش اى ال د‪،‬ئت ال ئ‪ ،‬ثق وب‪ ٠' :‬ع ج ب‬

‫ص ‪ :‬ش تل ة !‪" 1‬‬ ‫ل ن م‬


‫”‪Hişâm ed-Destuvâî der ki: “Âlimin nasıl gülebildiğine şaşarım.‬‬

‫(‪ -) ٨٨٣٥‬ل‪ ٢٧٩/٦‬ا خ ا؛ثئ ا أيي ‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن ^‪ ^ ١‬بن الح ك م ‪ ،‬قا يئق و ث س‬
‫إبراهي م ا ل دؤر ئ‪ ،‬ثن ا ت ع ي د بن غ ا م ‪ ،‬ثن ا ي ق ا م ض ا ج ي ال دنت ؤا ئ‪ ،‬ه ات‪ :‬هزأت في كت ا ب ‪:‬‬
‫وأن م ررقون ؤ؛آف ا ي م‬ ‫م ع ض بن مي م غ ي الث ال ؛‪ " :‬ثغنل وذ‬ ‫م أ ة في‬ ‫بل‬
‫ا لخت ل‪ ،‬ز ال ثئنل وذ لإلخ رة وأنت م ال رزمون فيه ا إ الب ا ل ع م ل‪ ،‬ويثأك م ع ل ماء الث وؤ أ ا آلجز‬
‫ثأ ح ذون‪ ،‬وا ل ع م د تحئغون‪ ،‬ثوث لث رب ا ل ع م ل أن يط ل ب ع م له وئ و شخ ون أن ثخز ج وا م ن‬
‫الدئق ا ال ميص ة إ ز ظ ل م ة ا ل متر وضيقه‪ ،‬الثت يه ا ^ عن ا ل ح ط ايا ك ن ا يأ‪°‬مك م ب ا ل ص الة‬
‫والصثا‪ ،£‬كبمت بك ون م ن أه ل ال ي ئ م م ن ت خ ط رزئ‪ ،‬ؤا حممز ن زق ة‪ ،‬زقت علني أن ذلل ق‬

‫من عم الله و مج حب‪ ،‬كفت أكون من م اي لم من م ح م القفين ا م حى له‪ ،‬م ح س قيش‬


‫م الملم؛ م ن نقاه عندة اثن عنده م ن ب ؤب ؤ‪ ،‬ؤئؤ في دقاة‬ ‫بق يغ أ صابه‪ ،‬ك بم ن ذكرن م ن‬

‫م ايل م م ن م حرة إ ر اخزته‪ ،‬ؤئ ؤ ه د غ د بق ا ه زن ا‬ ‫ص يف و ن م ن‬ ‫أ م ح ال رمح ه؟‬


‫يضؤه أ غب ى إثه أؤ ه ا ‪ :3‬أ ح ب إ قه م ما ينف عه "‬

‫‪: Bir kitapta, Hz. Isâ’mn şöyle dediğini‬لكل ‪Hişâm ed-Destuvâî der‬‬
‫‪okudum:‬‬ ‫‪“^zkınız‬‬ ‫‪size çalışmadan verildiği halde siz dünya için‬‬
‫‪çalışıyorsunuz. Orada size amelsiz rızık verilmeyeceği halde âhiret için‬‬
‫‪çalışmıyorsunuz. Ey kötü âlimler! Size yazıklar olsun, ücreti alıp ameli zayi‬‬
‫‪mi ediyorsunuz? Amel sahibinin amelini isteyeceği gün yakındır. Geniş olan‬‬
‫‪,dünyadan kabrin darlığına ve karanlığına çıkacağınız gün yakındır. Allah‬‬
‫‪size namazı ve orucu emrettiği gibi günahlardan kaçınmayı da emreder,‬‬
Hişâm ed-Destuvâî 111

Bunların Allah’ın ilmi ve kudreti dâhilinde olduğunu bildiği halde rızkından


memnun olmayan, mertebesini hor gören kişi nasıl ilim ehlinden olur!
Allah’ın kendisi için takdir ettiği şeyden dolayı O ’nu itham eden kişi nasıl
ilim ehlinden olur! Bu kişi başına gelen şeye razı değil mi? Dünyadayken en
güzel isteği âhireti tercih etmek olduğu halde, dünyasını âhiretine tercih
eden kişi nasıl ilim ehlinden olur? Gidişi âhirete olduğu halde yüzü dünyaya
dönük olan, kendisine zarar verecek şeyi, fayda verecek olandan daha çok
seven veya arzulayan nasıl ilim ehlinden olur!”

‫ ثنا المص ل بن‬،‫ ثنا إبراهي م بن م حم د بن ا ل ح ض‬،‫ ا حدثغا أيي‬٢٧٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٨٣٦(
‫ " " كا ن عيت ى بن مت م عثه‬:‫ ء ا لأ‬،‫ ال د ش وا ئ‬£‫ صر هئ ا‬،‫خائد‬،‫ محا أبو غئذه ائ‬،‫الصثا ح‬
‫ وبم ث ل‬،‫ مق م حز م قل ال د ميي ي ع ج ب وردة م ن ئفثز إليه‬،‫ م ولتت ي مغ م ز ا ل ع ل م اء‬،‫ا لث ال م‬
‫ ا ل ح ك ن ه‬،‫م ذاة ال مح د ا لأزاؤ‬ ‫ ز خلا‬،‫ 'ك ال م وئا؛إ ز إل تر ئ ال داء‬،‫ش ة ت ذ م ح ة‬

‫ا ! تن ي‬ ‫نم ه ائلوبئز‬ ‫ إل ال‬،‫ي ن س ه ا ومح ن اذانف م إ ال أربع أض ا خ‬


‫جإ ن ف‬
‫ئ م ج ئ أئ زا ب‬
‫ ! ! مغشز ائثلث اؤ‬١^^^^ ‫ زنز ث ب م ط م حز‬،‫ إن الئث إث ما ثبم ئ ث م ح م ال د ى لت ع مل وا‬،‫الئث ماء‬

‫' ي ن لآك ون م ن أهل ا ل عل م م ن يه لل ب ال ك ال م ليحبر بؤ ز ال يهثلتة ليعم ل به؟ ا ل عل م محوك‬


‫تمه‬
‫ ئ ال أ حزائ كرام ز ال عبيد أ متاء " ش م ع بث ا م ا لأ‬،‫ وا لعم د ث ح ت أهدا مأكز‬C‫مم خ م‬،‫رءو‬

‫ و حثا ذ بن أيي ن ق مان و ث ق ت ه‬، ^ ^ ‫ ؟‬١ ‫ و يم تهن ا ث ن‬، ‫ وي ح ش بن م‬،‫وا لأع ال م قا ده‬
‫^ ^ ال ن ش‬ ^ ١ ‫ زأثا‬، ‫م ن اث ك وق ن‬
Hişâm ed-Destuvâî der ‫نط‬: İsa b. Meryem şöyle derdi: “Ey âlimler
topluluğu! Siz, zakkum ağacı gibisiniz. Gülü bakanın hoşuna gider, tadı ise
yiyeni öldürür. Sizin sözünüz hastalığı iyileştirmeyen ilaçtır. Amelleriniz ise
deva kabul etmeyen bir hastalıktır. Hikmet ağızlarınızdan çıktığı ve onunla
kulaklarınız arasında dört parmak mesafesi olduğu halde kalpleriniz
,söylediklerinizi) idrak etmiyor. Ey âlimler topluluğu! Allah dünyayı(
azmamz için değil amel etmeniz için önünüze sermiştir. Ey âlimler
topluluğu! Amel etmek için değil de anlatmak için ilim taleb eden nasıl âlim
olur! îlim başınızın üstünde, amel ise y ^ a rım z ın altındadır. (Aranızda) ne
şerefli hürler, ne de takva sahibi köleler vardır.”
112 Cafer ed-Dubay’î

Takrîb 2732-b, Takrîb 830, Takrîb 803, Takrîb 4540-‫ ه‬, Takrîb 3885,
Takrîb 1657, Takrîb 4413, Takrîb 1520, Takrîb 1830-b, Takrîb 1979, ‫س‬
2539, Takrîb 92-a, Takrîb 855, Takrîb 835, Takrîb 1472, Takrîb 1475,
Takrîb 1519, Takrîb 636, Takrîb 2094, Takrîb 1019, Takrîb 1971, Takrîb
2090, Takrîb 4478, Takrîb 1632, Takrîb 863-a, Takrîb 3027, Takrîb 430,
Takrîb 2232, Takrîb 4391, Takrîb 1110

Cafer ed-Dubay’î

‫ حمدثي‬، ‫ ثن ا عئد ا للي بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ ] ثن ا أبو بكر بن م ا ل ك‬٢٨١٧٦[ ")٨٨٦٧(


‫ " ا مح ق ن \ ل ت ال ك تن دثا ر ئ ز‬:‫ قات‬، ‫ ثثا ج م ن ن ي نا ذ‬،‫ مما شثات‬، ‫ع ئ ئ ث م‬

،‫'بن‬
‫ و صل ي ت مع م ا ل ك بن دبمار اتحث مه عشر ج‬،‫ نإ ز ثا بت امحث ايي عش ر بتين‬،‫ممنين‬
‫ ؛ذ' ر ز ك وا لخاد؛ ا ت‬، ‫مب ة تقر أ قي طث ق م قي ش ن ي‬
Cafer b. Süleymân der ki: “On yıl boyunca Mâlik b. Dînar’ın yanına
gidip geldim. On yıl boyunca da Sâbit el-Bunânî’nin yanına gidip geldim.
On yıl boyunca yatsı namazım Mâlik b. Dînâr ile birlikte kıldım, o, her
gece akşam namazında Zilzâl ve Âdiyât sûrelerini okurdu.”

‫ ثئ ا‬c(‫ ثن ا ت خ ث د بن إبراهي م‬،‫ ] ثن ا حم ث د الغي بن م ح م د بن جغثر‬٢٨٧/٦ [ -) ٨٨٦٨

‫ اقق وا‬٠' :‫ م و لأ‬،‫ س م ع ت ماللث شر دثار‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا جغئ ر ى ت ل بما ذ‬، ‫سك وايي‬
‫ت ل بما ن الئ ا د‬
٠٠ ‫ اقق وا الث حاره م ؤس ن هابه ا س حن محل و ب ائئلن اع يغني ال دئا‬،‫ال ق فازة‬

Mâlik b. Dînâr der ‫لظ‬: “Büyücüden (dünyadan) sakının! Büyücüden


sakının! Zira âlimlerin kalpleri dünya ile büyülenir!”

‫إتا بي؛ء ثن ا‬
‫ ثن ا م ح م د بن ر‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ع د الئؤ بن م ح م د بن جنفي‬٢٨١٧٦[ -) ٨٨٦٩(

‫ لل ه عق وب ا ت فى ا لم أ وبب‬0 ‫ " إ‬: ‫ بموت‬،‫ ش م ع ت ما دلف بن دي ار‬:‫قات‬ ‫ ثن ا‬،‫ن ق م ا ن‬

‫ وما ض ر ت عئد بئ م وبة أعقئني م ن همش وة‬،‫ ووهن في اخلا نة‬، ‫ صنلق في المعس ئ ة‬: ‫وا لأبدان‬

" ‫هلب‬
Câfer ed-Dubay’î 113

Mâlik b. Dînâr der ‫نظ‬: “Allah’ın kalp ve bedenlere verdiği eezalar vardır.
Sıkıntı içinde bir hayat, ibadette gevşekliktir. Kula kalp katılığından daha
büyük bir ceza verilmemiştir.”

: ‫ قا د‬،‫ قا ج ن ي‬، ‫ قن ا ئ ي ن ا ذ‬، ‫ كا م ح م د‬،‫ ] خدتن ا عتذ ال ي‬٢٨٧/٦‫ ل‬-) ٨٨٧٠(


‫ ك ن ا أن ال تي ت إئ) إل‬،،‫ربي‬ ‫ ي حزن‬٢ ‫ إ ذ الق ل ب إدا‬٠٠ :‫ م ولت‬،‫ش م ع ت ماللث بن دثار‬
‫ ل ذ هب ت حش‬، ‫ ل و أن هلبي ب ما ح على كن ا ت ؤ‬:‫ يأممول‬،‫ وش م عثة‬: ‫ ه ا د‬،‫يمنكن ح ر ت‬

" ‫جب ث م ح ا‬
Câfer der ki: Mâlik b. Dînâr’ın: “Eğer kalp hüzünlenmezse, tıpkı içinde
oturulmayan evin bozulduğu gibi bozulur” dediğini işittim. Onun: “Eğer
kalbimin bir çöplükte ıslah olacağını bilsem gider çöplükte otururdum”
dediğini de işittim.

‫ ش م ع ت‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا ج ع م‬، ‫ ثن ا م ح م د ثن ا ن ل بما ذ‬،‫ ا حدثن ا عتد الثؤ‬٢٨٧/٦‫ )“ ل‬٨٨٧١(

"‫ي‬ ‫ " ئ ن م خ ب ن د ح ائ ا ط ل ق ز ا ت ث ئ ي ا ل م حنا ذ ث ن دخول‬: ‫ق و د‬:،‫ن اب ك تن دث ا ر‬


Mâlik b. Dînâr der ‫لكل‬: “Kim aslı olmayan bir şey sebebiyle övüldüğü için
sevinirse, şeytanın, kalbine girmesi için fırsat vermiş olur.”

:‫ قا ل‬،‫ ثن ا ج عف ر‬،‫ ثن ا ن ث م ا ن‬، ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫حدق ا عئد ال م‬ ] ٢٨٧/٦‫ )“ ل‬٨٨٧٢(


، ‫ ي ج اء ينا ج ي العق وؤ تؤم ا ل م ا ئ ة‬، ‫ " هزأت في بع ض ا ل م ح ب‬: ‫ مو لت‬،‫ش م ع ت ن اب ك بن دين ا ر‬

‫ و ل م ث جتر‬،‫ و ل م تؤوي ا ل ص ا لأ‬، ‫ كن ت ا ل ل ح م‬1‫ل ق ن و‬1 ‫ء‬.‫عئ ا لثو‬-‫ ي را‬:‫هيأم ا ل نت‬


" ‫ اقن؛ أ ي يت ملق‬، ‫ ؤل ء وغي ا خئ رع ا ت ه ا‬،‫م حز‬
Câfer der ‫كل‬: Mâlik b. Dinar’ın şöyle dediğini işittim: “Bir kitapta
okudum: “Kıyamet gününde kötü çoban getirilip ona: «Ey kötü çoban! Sütü
içip eti yedin. Ancak kaybolanı aramadın, kırılanı tedavi etmedin, onlara
»hakkıyla çobanlık etmedin. Bugün senden onların intikamım alacağım
denir.”

:‫ قا ل‬، ‫ ثما جع م‬،‫ ثن ا نث بما ن‬، ‫ ثن ا ئ خ ئ د‬،‫ ] حدثنا عئد الل ه‬٢ ٨ ٨ ٨ [ “) ٨٨٧٣(
‫ عن ائئل وب‬،‫ يغ مزب عل م ه ز ك ذ وعفلته‬٢ ‫ ^ ^ إدا‬١ ‫' إن‬٠ ‫ ثق وب؛‬،‫ت ي غ ت ماللف بن دي ار‬
"‫ص‬ ‫م‬ ٣ ١ ‫كظ ره‬
‫‪Câfer ed-Dubay’î‬‬ ‫‪114‬‬

‫‪Mâlik b. Dînâr der ki: “Eğer âlim bildiğiyle amel etmezse, su damlasının‬‬
‫‪kayaya çarpıp düşmesi gibi onun da verdiği öğütler kalplere girmeden yere‬‬
‫”‪düşer.‬‬

‫(‪ ] YAA/S[ -) ٨٨٧٤‬حدبن ا ع د الله‪ ،‬ثنا ث خ ئ د ‪ ،‬ثن ا شيئ ا ن‪ ،‬ئت ا ج م ‪ ،‬قا د ‪٠٠ :‬‬

‫مح ت إذا نأي ت م ن قل ي بن وة ئقل ز ث إ ر و ج ه م ح ث د بن ز؛ ب ع ‪ ،‬ز ء ذ و جهه *كأده ؤ ج ة‬


‫مح د "‬

‫‪Câfer der ki: “Kalbimde katılık gördüğümde Muhammed b. Vâsi’nin‬‬


‫”‪yüzüne bakardım. Onun yüzü sanki oğlunu kaybetmiş bir anne gibiydi.‬‬

‫(‪ -) ٨٨٧٥‬ل ‪ ٢٨٨/٦‬ا خ ا؛ثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ثن ا غئد الل ه س أ ح ن ذ ئن خي ل‪،‬‬
‫حدبغي أيي ‪ ،‬ظ عبد الث‪ -‬ح ن ي؛ب ن م هد ي‪ ،‬عن ج ع م ر بن ئأإ بما ن ‪ ،‬ائ ‪ :3‬س م ع ت ‪ ،/‬ي م و لأ‪:‬‬
‫‪| ٠٠‬ت ح دون نن بيتي ئ سني بأع‪ -‬ما ل ؛ي‪ ،‬وإ‪ 0‬ص د و ر ‪ ^ ^ ^ ١‬ثعني ب المء ح وار‪ ،‬والل‪ 4‬ثن ى‬
‫م زح ذ ك ز ا ه "‬ ‫م ائئ ؤ وا ظ ن ن و‬ ‫هوئن‬

‫‪Mâlik b. Dînâr der ki: “Müminlerin gönülleri güzel amellerle kaynar,‬‬


‫‪günahkârların‬‬ ‫‪gönlü‬‬ ‫‪ise kötülükle‬‬ ‫‪kaynar. Allah‬‬ ‫‪sizin‬‬ ‫‪dertlerinizi‬‬
‫‪görmektedir. Dertlerinizin ne olduğuna dikkat ediniz. Allah size merhamet‬‬
‫”‪etsin.‬‬

‫(‪ “) ٨٨٧٦‬ل ‪ ٢٨٨/٦‬ا خا؛ثئا أبو بكر‪ ،‬ثت ا مه د الل ه‪ ،‬ح د ق ي أيي‪ ،‬ثما زيد ى ا خلامنم‪،‬‬
‫^‪ ٤١‬ه ئ إ ي ئ أ " ئ "‬ ‫^‬ ‫ج م‪ ،‬ق ا ‪ : 3‬ش م غ ئ ‪ dJJU‬ئ و ي م ‪ ،‬ف وت‪ ٩ " :‬دكز‪١‬‬ ‫ى‬

‫‪: “Salih kişiler zikredileceği zaman tüh bana! Tüh‬لكل ‪Mâlik b. Dînâr der‬‬
‫”!‪bana‬‬

‫م‪ ،‬ثت ا عتد ال ر‪ ،‬ح دبت ي علي بن تشب م ‪ ،‬ثت ا تثار‪،‬‬ ‫(‪ -) ٨٨٧٧‬ل ‪ ٢٨٨/٦‬ا حدق ا أبو‬
‫م بمل‬ ‫ه أغذ‬ ‫م ال دهاري‪ " :‬ظ ‪ ،İÜU‬أ ق‪،‬‬ ‫ئ ت‪ :‬ئ ‪ 3‬ع ذ‬ ‫بقت‪ ،‬ى‬
‫ءتث ا م‬

‫بن‬
‫م‬ ‫ص ‪ ،‬ز بمو؛ أ ة ذ;للث ؛‪ ١‬ثي ئ بهز‪ 3 ،‬ال‬ ‫ه‬ ‫م‬ ‫و م ح ود ئ ‪ ،‬أن ‪ ١^ :‬ئ‬
‫ي‬
‫ؤاة؛وف بئت‪،‬‬ ‫حي‬
‫ء ^‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬ق و ل‪ " :‬ءأل أ غد ش ل م ب‬ ‫ع ي ز "‪ ،‬ئ ت ‪ :‬ؤ شمت ث مه د‬
‫ثق ولون‪! :‬ن ‪ 1‬ل ر ئ ذ في ‪ ^ ^ ١‬ر ج‪ ،^ ^ ١‬وايذ ‪ ، 0‬وإ‪ 0‬الؤ‪-‬غثه ي ‪1‬ل دثا ثكثر‪ ^ ١‬و؛ن حرن‪C‬‬
‫نإن ال ئ عي م ئ ي اقل ي ويفتن ائ ذ ن "‬
Cafer ed-Dubay’î 115

Mâlik der ki: Abdullah ed-Dârî: “Ey Mâlik! Allah’a yakın olan ilim ehli
dünya ehlinden nimet ve bolluk içinde yaşamayı kabul etmediler ve bunun
kendilerine yakışmadığını söylediler” dedi. Yine Abdullah ed-Dârî’nin şöyle
dediğini işittim: “Allah’a yakın olan ilim ehli: «Dünya malına değer
vermemek, kalbi ve bedeni rahatlatır. Dünya malına değer vermek ise,
üzüntüyü ve kederi çoğaltır. Tokluk ise kalbi katılaştırır ve bedeni gevşetir»
derdi.”

‫ ثن ا‬، ^ £ ١
^ ‫ن‬ ‫ ثن ا إ ش حا ق‬، ‫ن جئ م ر ب ن ي و ن ف ن‬ ‫ ا ح د ظ م ح ث د‬٢ ٨ ٨ /٦ ‫ ل‬- ) ٨٨٧٨ (

، ‫ كا ن ن ذلل ق ئ ذ دثار ئ أ خ ف ه اقا س إأ مآ ن‬:‫ قات‬،‫ قثا خئفت‬،‫ ئثا تثات‬، ‫س‬ ‫بق‬° ‫ع ئ‬
‫ " بذئ ب م ني‬: 3 ‫ ه ا‬، ،‫ قا ن أن م ط خن‬،‫و يؤم جزءا س ال ما ن ح ز ح م‬ ‫و كا ن مزن علمتن ا‬

" ‫زنا الل هب ظ ال م للع بيد‬


Câfer der ‫لكل‬: Mâlik b. Dinâr, insanlar arasında Kur’ân’ı en iyi ezberleyen
kişiydi ve Kur’ân’ı hatmedene kadar bize her gün bir cüz okurdu. Bir harfi
eksik okuyacak olursa: “Bu benim hatam. Allah kullarına zulmedici
değildir” derdi,

،‫ ا ثغ ا إ ئ خ ا ق بن إبراهي م‬، ‫ ] حدتما أب و بكر م ح م د ى جئ م ر اننؤئدي‬٢٨٨/٦‫ ل‬-) ٨٨٧٩(

‫ها أ ة ال ق تو جي إ ل‬ :‫ قات‬،‫ تثا م ت امحا ب غ‬، ‫ تثا ج ة‬،‫ تثا تثات‬، ‫س م‬ ‫ ئذ‬٣ ‫قثا‬
‫ ثب م ى وال ه ا‬:‫ ثاب‬، ‫ نئت ح ه ا‬: ‫ قا د‬،" ‫ ا شس خ ح الوةثمال ن بنثمال ن‬،‫■ " يا جبريل‬
”‫جبريل‬
‫ يا جبريل إ يبلؤتة هؤ جدتت صا دها و ت أم د هب ر الزيا دة‬٠٠ : ‫ فثقولط‬: 3 ‫ ها‬،،‫مكروبا نغ زو‬

Sâbit el-Bunânî der ki: Bize ulaşan habere göre Allah, Cibril’e: “Ey
Cibrîl! Filan oğlu filanın tatlılığını al (insanlar arasındaki saygınlığım
kaldır)” buyurur. Cibrîl de onun tatlılığım alır. C da kederli, sıkıntılı ve
üzüntülü kalır. Bunun üzerine Allah: ،‘Ey Cibrîl! Onu sınadım ve sadık biri
olduğunu gördüm. Onun ömrünü uzatacağım” buyurur.

‫ ثن ا عل ي بن‬،‫ ثتا إن حا ق ن إئزايب‬،‫ ] حدق ا ئ خ ئ د ن جعمر‬٢٨٩/٦ ‫ ل‬-) ٨٨٨٠(

P ‫ ون اثب ؛ ئ قالوا يا ا ه‬:‫ ي ف ذ م ا لآيؤ‬، ‫ محاتا ب ث الق ا ئ‬،‫ ثثا بمقت‬، ‫ قثا ء‬،‫ت شبم‬
‫ وعن ه ا م‬3 ‫ ص ثا م الرجا‬،‫ " ثآعثا أثن إذا انئ م ت ا الرمحس يؤم ا ل ما م ة‬:‫ قات‬، ‫اشت مام و ه‬
116 Câfer ed-Dubay’î

^ ١ ‫ يا ولي الل ه ال ث خ ف‬:‫ تق و الي له‬،‫ ئفثز ا لوئم ن إ ر ح افظته ه ائ م تن على رأيه‬،‫الثش اؤ‬
‫ أنشر‬،‫خ رة‬-‫ ^ ^ وفي ا ال‬١‫ ة‬1‫وكب في ا خل‬1‫ز الث حرن وأبش رب ا لخئق ا ش م ح ت ت و غد د ح ن أؤخل‬
:‫ تا ب ئ‬3 ‫ ق ا‬،" ٧ ‫س ;ي وق ك فإ ك وئ به‬ ‫م ؛ت ف ت ث ن ى ا؟قؤم م ؛ نز ي‬ ‫ظ وئ‬
‫ئن ا عظي م ه منى الغ امس يؤم القي ا م ة إ ال وهي للن وم ن رة عتن ب ما هداه ا لله لق قي ال دق ا‬
‫زبن ا "كا ن ثغنل ة‬

Câfer bildiriyor: Sâbit el-Bunânî: “Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır


deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner”1
buyruğunu açddarken şöyle demiştir: “Kıyamet gününde yer, erkeklerin ve
kadınların başları üzerinde yarıldığı zaman mümin İrimse başı ucunda duran
iki korumaya bakar. Onlar kendisine: “Ey Allah’ın dostu! Bugün korkma,
üzülme ve sana vaad olunan cennetle müjdelen. Biz sizin dünyada ve
âhirette dostlarımzız. Sevin ey Allahın dostu! Bugün daha önce hiç
görmediğin bir şey göreceksin. Ancak ondan korkma, çünkü o başkası
içindir.”
Ayrıca Sâbit: “Kıyamet gününde insanları kaplayan her büyük olay
mümin için göz aydınlığıdır. Bu da dünyada iken Allah’ın onu hidayete
erdirmesi ve onun amel etmesinden dolayıdır” dedi.

‫ ثن ا عل ي بن‬،^ £ ١
^ ‫ ثن ا إ ت خ ا ق تن‬،‫ ] خشن ا ت خ ئ د بن ج عف ر‬٢٨،\/'‫ [آ‬-) ٨٨٨١(
‫ " إذا نن ت‬: ‫ م ن اخلا د م ولت‬3 ‫ "كأن ر ج‬:‫ هاد‬،‫ثنا ئا ي ت‬ ‫ ثنا‬،‫ ثنا مثار‬، ‫ث م م‬
‫ كثا ئز ى ثا بما تئي ي‬:‫ أمحال جغق ر‬،" ‫ ئ ال أثا ؛ الل ه عس ي‬، ‫ ث م ذ ث ت ت أغوئ إ ر ال م‬، ‫ان ئ ظ ت‬

‫شن ة‬

Sâbit el-Bunânî der İri: Kullardan bir kişi: “Uyuduktan sonra uyanır ve
tekrar uykuya dönersem Allah gözlerime uyku vermesin” derdi. Câfer: “Biz
bu kişinin kendisi yani Sâbit” olduğu görüşünde idik’ dedi.

‫ ثغ ا عل ي بن‬، ‫ ثن ا إ ن خ ا ق ثن إبراهي م‬،‫ ا حدت ا مه د الثي بن ينف ي‬٢٨٩/٦‫ ل‬-) ٨٨٨٢(


: ‫ ثعولث‬، ‫ كثا ئأ ق رهد ال ثن خ ي وث ح ن ش ت أ همبملمثا‬٠٠ :‫ قات‬، ‫ ثتا جع م‬،‫ ثنا تثار‬، ‫ت شي م‬

1FussiletSur. 30
Câfer ed-Dubay’î 117

‫يت ح م زماما شديدا شدوا ا إلزاز عإى أئ صا ف الب ط ون و ص عروا الثقب نشدوا ائنهئغ‬1‫إن ص لز‬
‫ نإدا ج ل س ي أ و‬C‫ ق ا ذا أ""ك أل أ خد م ئ ال ي حل ن م ن إزاره فتتس ع أ معاؤه‬،‫و م ص وا الن اع‬

‫ زاخثف وا ثان‬، ‫ نإذا ز غثمال م ع د وئ جيء و ن ذ ه ب‬،‫ وفيلزق نح ذبه بيهئنه‬C‫مثقئع د غش أقيه‬

،‫ي ومح ن ثديه آح ل حامتص‬ ‫ قات؛ ؤذ ظ غ ع د مح ز م ؤئز ف خ‬، ‫م ن ورائك م رما ة ق د ي دا‬
‫ ل ئ تل غ‬: ‫ ه ا د‬،‫ ه م ل ت ل م ئ إل ف ذا يا أب ا ي عمو ت؟‬،‫زئؤي مولطب ال ل م م ة في ج وفه أ أب م ا و‬

"٤ ۵ ‫م‬
.Câfer bildiriyor: Gençlik çağımızda Ferkad es-Sebalıî’nin yanma gelirdik
Bizlere bir şeyler öğretirken şöyle derdi: “önünüzde sizleri çetin günler
bekliyor! Kemerlerinizi göbeklerinizin üzerinde iyice sıkın. Yemekte
.lokmalarınızı ufak tutun ve iyice çiğneyin. Suyu bile yudum yudum için
Biriniz yemek yiyeceği zaman kemerini gevşetmesin, yoksa bağırsakları
genişler. Yemek için oturduğu zaman kalçasının üzerine otursun ve
,bacaklarını karnına yapıştırsın. Doyduğu zaman da sakın oturup kalmasın
kalkıp yürüsün, dolaşsın. Birbirinize karşı güler yüzlü olun, zira önünüzde
çok çetin günler göreceksiniz!” Ferkad’ın ihtiyarlığı zamanında bir defa
yanına girdim, önünde ekşi sirke vardı. Aldığı lokmanın midesine inip
yerleşmesini bekliyor, sonra da diğer lokmaya geçiyordu. Ona: “Ey Ebû
Yâkûb! Neden öyle yapıyorsun?” diye sorduğumda: “Şehevi duygularımı
kessin diye” karşılığını verdi,

، ‫ ث عا عبد اللؤ بن أ ح م د ئن ح ي ل‬، ‫ ] حدثتا أبو بكر بن مال ك‬y m / i [ -) ٨٨٨٣(


‫ق‬ ‫وا ؛ل د ي‬،‫ اثيذ‬٠٠ :‫ بمولط في م وع ظته‬،‫ س م ع ت قزقئ؛‬: ‫ ا‬3 ‫ ه ا‬، ‫ ظ جع م‬،‫ح دمحي أيي‬

‫ ئإدا رعرع وع م د وش‬، ‫ص بمر ح غ د م حه‬ ‫ أ ل م محوا إ ل م حي‬،‫واتمحدوا ا الخزه أك‬


" ‫خزه أ م ح ز‬-‫ا ال‬ ‫ أ ال‬،‫ب م س ه عش أبزيه وثنك ظئزه‬

Câfer der İri: Ferkad’ın vaazında şöyle dediğini işittim: “Dünyayı


sütanne, âhireti de anne edinin. Çocuğun sütannesini görünce nasıl
bağrışmaya başladığını görmez misiniz? Çocuk büyüyüp akıllandığı zaman
sütannesini bırakıp, kendini anne babasına atar. Bilmiş olun ki âhiret sizin
esas annenizdir.”
‫‪118‬‬ ‫‪Câfer ed-Dubay’î‬‬

‫(‪ -) ٨٨٨٤‬ل‪ ٢٩٠/٦‬ا حدت ا ت خ ئ د بن ج ع م ر‪ ،‬ثن ا إشت ا ق بن إبزاهي مء ثن ا علي بن‬


‫مست ل م‪ C‬ثن ا تثار‪ ،‬ثن ا ج ء ‪ ،‬محات‪ :‬ش م ع ت أيا ا ل سا ح واش م ة يريد بن ح م ي د ا لصسعي‪ C‬ي موأل‪:‬‬
‫نابؤ‪ ،‬ن ق ذ "ك ا ن ا و ب ئ‬
‫'‪ ٠‬أد رك ت أيي و م شثخه ا ل حي إدا صا م أ ح د ه م ادهن ون س صال ح م‬

‫ثلم ه م ث ق‪ ،‬عش رين شنه ن ا ي عل م به جي راتة "‬


‫‪: Adı Yezîd b. Humeyd ed-Duba’î olan Ebu’t - ^ ^ â h ’ın şöyle‬لط ‪Câfer der‬‬
‫‪dediğini işittim: “Babama ve kabilenin yaşlılarına yetiştim. Onlardan biri‬‬
‫‪oruç tuttuğu zaman koku sürünür ve en güzel giysilerini giyerdi. Onlardan‬‬
‫”‪biri yirmi yıl boyunca ibadet eder ve komşuları bunu bilmezdi.‬‬

‫(‪ -) ٨٨٨٥‬ت ‪ ٢٩ ٠‬آ حدثت ا ت خ ئ د بن عل ي بن غ ي م ‪ ،‬ثن ا عئد ال ر س ال ص قر‪ ،‬ثعا‬

‫يقأو ل ‪'٠ :‬‬ ‫ا ل ص ك بن من ع ود‪ ،‬ثن ا ج ع م بن نأئ م ا ن‪ ،‬قالتأ‪ :‬ش م ع ت أثا ء م ر|ن‬

‫نغفل موت ى بن ع مران مهومه ن ق ى ر ج ‪ 3‬م نه م ق ميص ه‪ ،‬مح أؤ حى ال ق إ ز م وس ى إل ل صا ح ب‬


‫الئ مي ص ال يت س ئ ميص ة ‪ ،‬ي ف ر خ ؟ي غذ ثبي "‬
‫‪Câfer b. Süleymân der İri: Ebû imrân el-Cevni’nin şöyle dediğini işittim:‬‬
‫‪“Musa b. İmrân kavmine vaaz edince adamın biri gömleğini yırttı. Bunun‬‬
‫‪üzerine Allah, Hz. Mûsa’ya: «Gömlek sahibine söyle, kalbindekini bana‬‬
‫”‪göstermesi için gömleğini yırtmasın» diye vahyetti.‬‬

‫(‪ -) ٨٨٨٦‬ل ‪ ] ٢٩ ٠٨‬حدثن ا ث ح م د بن ج عفر‪ ،‬ثت ا إ ن خ ا ق بن إبراهي م‪ 4‬ثن ا علي بن‬

‫تس م ‪ ،‬ثن ا تثار‪ ،‬ثن ا ج ث م ‪ ،‬ثن ا أبو ع م نا ‪ 0‬ألحؤني ‪ :‬ؤ و ج عأك ج ه م لل ك اف رس ح صيزاي ‪،‬‬
‫ه ا د ‪ ' :‬س حن ا و م حثئ ا "‬

‫‪ în kuşatıcı bir zindan‬؟‪Ebû İmrân el-Cevnî: “Cehennemi, kâfirler i‬‬


‫‪yaptık”1 âyetini açıklarken: “Cehennem kâfirlere, içinde tutuldukları bir‬‬
‫‪hapishane ve zindan olur” dedi,‬‬

‫(‪ -) ٨٨٨٧‬ل‪ ] ٢٩ >/٦‬حدثن ا أبو م ح م د بن حي ا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د بن عثد الل ه ثن رنته‪ ،‬ثن ا‬

‫ئ ن س نسير‪ ،‬ثن ا ج غ م بن نلثما ن‪ ،‬ثنا أبو ع ران ان جنيئ ‪ ،‬محا‪ " :،3‬ل م ث م الثت إلى‬

‫يني؛قه م‪'٠‬‬ ‫ال‬ ‫إ ساد> ط إ الءرجنة‪ ،‬وثر ظر؛ر أهز ا م أ رحمه م‪ ،‬ولكن مح ض أن‬
Câfer ed-Dubay’î 119

Ebû îmrân el'Cevnî der ‫لكل‬: “Allah hangi kula baktıysa onu affeder. Eğer
cehennem ehline bakacak olsa onlara da rahmet ederdi. Ama onlara
bakmayacağma hükmetmiştir.”

‫ ثن ا علي بن‬، ‫ ثنا إمتخا ق بن إبراهي م‬،‫ ] حدثنا م ح م د ن جعفر‬٢٩ ^ ٦ ‫ )“ ل‬٨٨٨٨(


‫ قات مو ت ى بن جنزان‬:‫ قات‬،‫ عن قتا ذة‬،‫ ثن ا عنتتة ا ل حؤاحس‬،‫ ثن ا جئثر‬،‫ ثن ا مثار‬، ‫شنب م‬
،‫ت ا ك؟‬
‫ص‬‫ أ ث في الق ن اع ؤث ح ن في ا لأرض ئئ ا ع ال م ة عص نل ق ص و‬،‫ يا رب‬: ‫غل ثه الق ال م‬
‫م‬ ‫ نإدا انثئ ن ك ع وق ز يزا‬، ‫ " إدا انثغ ن ك غ ل م ج م ا م ئي و غ ال ط رمحا ي‬: ‫قا د‬
" ‫ئهؤ غ ال نة ت خ ش‬

Katâde der ki: Musa b. imrân: “Ey Sen göktesin, biz yerdeyiz.
Senin gazabının ve rızanın alâmeti nedir?” deyince, Allah: “Eğer başınıza
hayırlılarınızı getirirsem bu, rızamın alâmetidir. Eğer başınıza şerlilerinizi
getirirsem bu da öfkemin alâmetidir” buyurdu.

‫ ثنا علي بن‬، ‫ ثن ا إ ت خا ق بن ابناه م‬،‫ ] حدثن ا ث خ ئ د شر جئمر‬٢ ٩ ٠ ٨ [ ")٨٨٨٩(


‫ ذثثا زي ا عآى م س ه ي هذه‬٠٠ :‫ بموت‬، ‫ ت م ن ت ئ مت ط ا‬: ‫ ه ا د‬،‫ ثن ا جغفت‬،‫ ثن ا تثار‬، ‫مئ ل م‬

‫ه ؛ل ذ ي غلئ الثنؤادي ا وا لأر<؛س في م ئ ة أ مث م ا مث و ى على ا لعرش‬1‫؛ ال و أ ؤ ن ودك م ال‬


^ ١ ‫ ما ت أ ز ه أ ال ه‬، ‫ن ن‬ ‫ص ي أ ي خ ث ذ ض ئ نا'ق ت‬ ‫‘يغشي ه ز‬

" ‫ح ا ك الممين ب‬
‫ بم‬3 ‫ا ل آس تا مبم ا ه‬3

Câfer der ki: Şumayt’ın şöyle dediğini işittim: “Allah: «Rabb‫؛‬n‫؛‬,z


,gökleri ve ^eri altı günde yaratan ve sonra Arş’a hükmeden
,gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; güneşi, ayı
yıldızları, hepsini buyruğ^a baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki
y a r a tm a da, emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah
”.Yüce'dir»! âyetiyle bize kendini anlatmaktadır

c‫ ثغا مه د الل ه بن أ ح م د بن ح م‬، ‫ ] ح دق ا أث و بكر بن مال ك‬y v M -) ٨٨٩٠(


‫ش لث إن‬
‫' ي و‬٠ ‫ ق ا د ؛‬، ‫ أ ح ذ بيدي حؤش ب ي وما‬:‫ ق ا لأ‬،‫ ثن ا ج عئ ر‬،‫ ثن ا تث ار‬،‫ح دثني أيي‬

١^ ^ ‫ وي وشلث إن بقي ت أن الثل ث ى‬، ‫م ي ت يا أب ا ت ل م ا ن أن ال ثئم ى ن فيث ا يوننلق‬

1(A'râfSur. 54
120 Rabî b. Berre

Câfer der ki: Bir gün Havşeb beni elimden tutarak: “Ey Ebû Selmân‫؛‬
Eğer uzun yaşarsan teselli olacağın birini bulamayışın yakındır. Eğer uzun
yaşarsan mürşid birini bulamayışın yakındır” dedi.

‫ ثتا‬، ‫ ثن ا غازون‬، ‫ ثتا مه د الل ه بن أ خن ذ‬، ‫ ] حدبنا أنو بكر بن مال ك‬٢ ٩ ٧ ٦ [ “) ٨٨٩١(
‫ " ن ا بق ئ في ال د ق ا ق يء أل د م إ ال‬:‫ م ولت‬،‫ س م ن ت م ح م ذ بن واسع‬:‫ قات‬، ‫ ثئ ا ج ع م‬،‫تث ار‬

" ‫ا ل ص الم في ا ل جن اعة و لماء ا الخزان‬

Muhammed b. Vâsi der ki: “Dünyadan, cemaatle namaz ve kardeşlerle


buluşmak dışında zevk alacağım bir şey kalmadı.”
Câfer ed-Dubay’; Sâbit, Ca'd b. Ebî Osman, Nadr b. Ma’bed, Ebû Târik
es-Sa’dî, Yezîd er-Rişkve başkalarından rivâyetlerde bulunmuştur.

Takrîb 673, Takrîb 179, Takrîb 1258, Takrîb 3031, Takrîb 1026, Takrıb
2403, Takrîb 1224, Takrîb 1251, Takrîb 3714, Takrîb 3104, Takrîb 2810,
Takrîb 3679, Takrîb 2610, Takrîb 3289, Takrîb 3290, Takrîb 2083, Takrîb ,
869, Takrîb Takrîb 2309,. Takrîb 2966

ibn Berre
Allah dostlarından biri de gafletten uyandıran, zarardan ve kötülükten
sakındıran, sürür ve sevince teşvik eden îbn Berre diye bilinen Rabî’ b.
Abdirrahman’dır.
،‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د ين ع من‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا أب و بكر بن أ خ ن ذ ا ل م ؤبن‬٢٩٦/٦‫ )“ ل‬٨٩١٢(
: ‫ قا د‬،‫ ثن ا م ح م ذ بن سن ا ن‬،‫ ح دقتى م ح م د بن ا لخثن‬،‫ثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن ن م ا ن‬
‫فيل ق‬ ‫ ابن ادم إثن ا أن ث جيفة مس ه طي ب ن س م لث ن ا‬٠٠ :‫ ي م وت‬،‫ت م ن ت ال ث ي ع بن زه‬

، ‫ ز ج ت د ا ح اويا‬،‫ و جيفه مس ه‬،‫ هل ؤ قد ن ئ يغلق رو ح لق أ ل م ت جته ثلث ا ؛‬،‫من روح انحثا ة‬


‫ هآي الحليقة ابن ادم مغلف‬،‫ وانتو ح س منه بع د ا ال ص بقتيه‬،‫هد جممحئ بنت محئئ ب ري ح ه‬
‫م‬ ، ‫ مملل اا‬،^ ١^ ١ ‫ مح ث ئئث م أن فذ؛ مصيزك وأن‬١^ ، ‫ ^ ؛ ؛ ^ يظق أ ع ي ي‬١ ‫ نأ ي‬،‫أي ال‬
‫ ثق وب’• ؤئ جعلثا ه م أ ح ا دي ت‬،‫ أن ا ش م نته‬، ‫أ ث بع د ف ذا ل ط و ل ج ه ل لف م ؤ بال د ي ع سا‬
Rabî b. Berre 121

‫اك ض م ح م‬:‫ظ خ ا‬ hj ‫ أظ‬4 ‫ؤ ج وق د ص ور شني ر‬ ‫م ذب ك‬ ‫وئ و ق\ئز ط و مح تؤ ق رة‬


1‫ ؤل ئن ق م م‬:‫ أن ا ش م عته بأمول جئ ثت اؤم‬،‫لأولثائه‬ ‫ال ل ع ظي م تزابهن ا عنده‬
‫ه ثف ا‬،‫ ؤإثئ ا ي ز ر ال صاب رون أ جرهب ب م ر جث ا رأ‬:‫م قأنه‬ ‫لآزيدثكب^ أز ن ا بث م نتة يم وأل‬

‫ ث م ن أع ظ م في ال د ي‬،‫ قا ابن ادم‬،‫غن ا منزلت ان عظي م تا ال توا ب عند الل ه ئد بذل ه م ا ثل ث‬


‫ئ زغب للث فه نز ال ك‬ ‫ق وعث‬ °‫م ت ي ؤ خن ز؛؟ إن‬ ‫ أز م ذ أ ط ؤأل‬، ‫ ث ث ف ئ ة‬،

‫ ؤنغ م ا ل م ولى وت م ا تج ي زه‬:‫" زأثلف ثقزأ في ال م والنه ا ر في الصثا ح والشت اء‬


Rabî b. Berre der ‫لط‬: ،،Ey Âdemoğlu! Şüphesiz ki sen ‫بم^ بكلهكل‬
‫ م‬bir leşsin.
Sen de güzel olan şey bedenine konulan ruhtur. Eğer ruhun kabzedilecek
olsa atılmış boş bir ceset ve kokuşmuş bir leş olursun. Güzel kokar iken kötü
kokan, sevilen iken istenmeyen bir şey olursun. Ey Âdemoğlu! Sonunun
böyle olduğunu ve toprağın dinlenme yerin olduğunu biliyorsan o zaman
hangi yaratık senden daha cahil ve hangi yaratık senden daha tuhaftır? Sonra
sen çok cahil olmandan dolayı dünyada mutluluk arıyorsun. Allah’ın: “Ama
onlar: «RabbimizJ Yolculuklarımızın m esafesini uzak kıl» deyip
kendilerine yazık ettiler. Biz de onları efsane yapıverdik, darmadağın
ettik. Doğrusu bunlarda, pek sabreden ve ‫© ؟‬k şükreden kimseler
için dersler vardır”! buyurduğunu işitmedin mi? Bilmiş ol ki, vallahi seni
sabretmeye ve şükretmeye yönelten şey Allah’ın katındaki dostlarına olan
sevapların büyük olmasıdır. Allah’ın: “Eğer şükrederseniz, elbette size
(nimetimi) artıracağım’’^ buyurduğunu işitmedin mi? Yine Allah’ın:
“Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir”^
buyurduğunu işitmedin mi? îşte bu iki şey Allah’ın sana bahşetmiş olduğu
sevabı çok büyük olan iki mertebedir. Ey Âdemoğlu! Dünyada senden daha
büyük gaflet içinde olan biri var mı? Kıyamet gününde senden daha fazla
hayıflanan olacak mı? Sen: “٠ ne 1‫ع ق و‬ Mevlâ’dır. ٠ ne ^ z e l
yardımcıdır”4 âyetini okuduğun halde Mevlamn sana istediği şeyden yüz

1Sebe Sur. 19
2İbrâhimSur. 7
3Zümer Sur. 10
4 Hac Sur. 78
122 Rabî b. Berre

çevirmektesin.”

، ‫ ثغ ا أ خ ن د بن م ح م د تن ع م‬، ‫ ا حدثت ا ن خ ئ د بن أ ح م د ا ل م ؤبن‬٢٩١٧٦[ -) ٨٩١٣(


‫ ثن ا عقا د‬،‫ ح دبثي يغ ش بن أيي كثير‬،‫ حدبني م ح م د بن ا ل ح س ن‬، ‫ثط عتد ا لله بن م ح م د‬

‫ عن أمر حى‬، ‫■ " ع ج ن ت ل أ خ الءق ي ن ذثتوا‬


‘‫ قا د البي ع بن بره‬.'‫ يأت‬،‫بن ال ول د ا لم رخي‬
‫ ث م ف ا ه م‬،‫ء به ال م ت ا ون‬.‫ جا‬- ^ ‫إين ائا زثهثزيق ا‬ ‫شؤم‬° ‫ ؤ ف ه ذ عليه معا ق د‬، ‫ئزاة عث ونه م‬

‫ه ا ال ر ح م ه م ن طؤ عقه م‬1‫ ^؛ م أ تقث ا ل ع م‬١ ‫ ث م قب ون ات زأي م‬،‫في ع م لة ع مة ن ك اوى ينعت ون‬

‫ <ط ايزة أئ دث ه ز م حن م ه‬c^-glj^C• ‫ل ئ ؤمن ون تقيس ه‬1 ‫ وقو ال دللقأ ال ك ي‬، ‫!^ ل ه م‬١ ‫وي عم ه م ن‬

‫تأتيء ش ز ذ و م على ذللث م حا ئ‬-:‫خ‬


‫م‬ ‫ ائتز ج بمش أثنا‬/ ‫ ال س م ن نغ ذ‬،‫قلونهأ‬
،‫ع م ق د هدوم ه م عقه‬ ‫ ئ د ث عجلوا إ ز مل ك ه م ب ا الئسا ق إلته ث م ا يرضيه‬،‫م ج تهدون‬
،‫ قد هد م وا ع ز ما قد م وا من ال مب ة إ ز الل ه مما ز مسرورين‬،‫دكاتي والل ه أئفلز إ ز ائثؤم‬
‫ئ وا ا ل جنه‬-‫ >ئ ال ر عوك م اد‬: ‫ يم ولون‬،‫وا ل م ال دكه م ن■ح ؤل ه م ي؛لل مودهأإ عأى الغي مس ثشرين‬
" ‫م ممثل و ه‬ ‫ه‬

‫ط أ س‬. Berre der ki: “Yaratılmışların haline şaşıyorum: Güzlerinin


gördüğü bir şeyden nasıl gaflete düşüyorlar. Hâlbuki kalpleri
peygamberlerin getirdiklerine şahit olup iman ve tasdik e le m iş mi? Ama
.buna rağmen gaflet içerisindeler ve sarhoş bir şekilde oyalanıyorlar
Vallahi! Bu ga£et onlara Allah’tan rahmet ve nimetten başka bir şey
değildir. Eğer öyle olmasaydı müminler akıllarını kaybeder, kalpleri
yerinden fırlar ve ölümü hatırlamaktan dolayı hayattan hiç tat almazlardı ve
.ölüm onları bu şekilde gelip bulurdu
Çalışan güzel insanlar, Meliklerine kavuşmadan önce O ’nu razı edecek
ameller yaptılar ve Ona kavuşmak için acele ettiler. Vallahi sanki mutlu bir
:şekilde Rablerinin huzurunda, melekler etraflarında onları müjdeleyip
Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin»1 diyerek«
Allah’a takdim ederken görür gibiyim .”

1NahlSur. 32
‫ ثت ا غيد الثؤ س‬، ‫ نحا أ خ ن د بن م ح م د‬، ‫ ^ ] حدثن ا م ح م د بن أ ح م د‬v / l [ -) ٨٩١ ٤(
‫م بثا البيغ س‬ : ‫ محا د‬، ‫ عن أييو‬C‫ذاؤد بن ا ل م حبر‬ ‫اخلسثنء ثعا‬ ‫ ح دقني م ح م د بن‬،‫م ح م د‬

‫فيئ‬ :‫ ه ك‬،" ‫ص أظهر ك م ؟‬ ‫القري ب‬ ‫ " م ن ف ذا‬:‫ ق ات‬، ‫ ونح ن نت ؤ ي ئئئ ا لص ت‬،‫ثؤه‬

‫محاؤ‬-‫ ؤمحادت " وس أغرب م ن ال ي ت محن ا لآ‬،" ‫ت " وقى‬


3 ‫ قا‬، ‫بئري ب ثل ن و ممهبب حبي ب‬
‫جمبئ ا‬ ‫ و ش اقث م‬: ‫ ة ت‬، ! ! "

Dâvud b. el-Muhabber, babasından bildiriyor: B ir cenaze sırasında


ölünün naşıyla uğraşırken Rabî b. Berre uğradı ve (ölen için ): “Şu
önünüzdeki yabancı kim?” diye sordu. O na: “Bu yabancımız değil; aksine
yakınım ız ve sevdiğimiz b irid ir” karşılığını verdiğimizde ağladı ve: “D irile r
arasında ölüden daha yabancı kim olabilir ‫ ”?لكل‬dedi. Bu sözü üzerine
oradakilerin hepsi ağladı.

‫ خ د م‬،‫م تن عت د‬ ‫ تثا أبو‬،‫ ثا أثر ا لخض بنأتا ن‬،‫ ] خدتثا أ ي‬٢ ٩٧/^ -) ٨٩ ١ ٥(

" :‫ب ولأ‬


‫ م‬،‫ كا ذ ال ثي خ بن ره‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا م ح ث د ىش الم ا ل جن ح ي‬،‫م ح ئ ذ سر ا ل ح ت ئ ن‬

‫ ئهز والل ه‬،‫بتص دي ق وشحقيق‬ ‫إل ه ئلجوب ز‬ ‫ ثفنز ث‬، ‫الئممون الوعيد م ن الثي أما مه م‬ ‫نصب‬

‫ ئنث ى ت ن ت أب صا ر‬،‫تحا د ا ل صا لحة حل ف ن ذللف‬ ‫ال‬ ‫ ووقف وا قزاي ا‬، ‫فى ال د ي مغ ع صون‬
‫له إ؟ى‬،‫ ئه ج وال‬،‫ا‬1‫ حت ز ر حوئد دلل‬-‫ ^ ^ الردأ‬١ ‫؛قلوب إ؟ى ي ب ا الةع مال ئش وئت‬

‫ب ئكو ن بن حؤبم زي ي إ ال‬


‫ ث ال م‬،‫ا ال خ رة ئ ه و ن محن وعيد ه ائل ووعد حى صا د ق‬

‫ خر يأئ أماش وهز أينا م ال‬، ‫ هءمحديلث وغر ذ ك‬،‫زبموا إ ر ئثؤف محب‬
" ‫ جعلت له م الؤا حة ثم يئكي‬،‫في ا ل م و ت‬

Rabî b. Berre şöyle derdi: “Allah ölümü takva sahiplerinin önüne ‫نظنك‬1‫ن‬
•tutmuştur. Kalpleri ona tasdik ederek ve inanarak bakar. Vallahi onlaı
dünyadan bir tad alamazlar ve devamlı hüzü^üdürler. Bundan dolayıdır ki
.yaptıkları salih amellerin sevabını umarak ölüm korkusunu aşmayı isterler
Kalp gözleri ne zaman böylesi bir sevaba baksa kalpleri huzur bulur ve bu
sevabın karşılığı olan şeyin özlemi içinde yanıp tutuşurlar. O nlar âhirete
yönelmişlerdir ve bilirler k i kıyamet gününde hak olan, grçekleşm esi
mutlak olan azab bulunmaktadır. Ne zaman böylesi bir azaptan yana
korkuya kapılsalar amellerin sevabı olarak kendilerine verilecek şeyin özlemi
124 Rabî b. Berre

içinde amellerini daha da arttırmaya çalışırlar, işte takva sahiplerinin


durumu böyledir ve A llah ’tan emir gelip de ruhlarını teslim edene kadar
höyle kalacaklardır. Ayrıca onlar ölüme de özlem duyarlar; zira b ilirler ki
dünyadan kurtulup rahat etmeleri ölümle olacaktır.” Ravi der k i: “Rabî
bunları dedikten sonra da ağlamaya başlardı.”

‫ خ د م‬،‫ ئ أ ب و م بن مح د‬،‫ قا أثو ا لخنن ئ أبان‬،‫ ا ذ كا أيي‬٢٩٨/ ٦‫ ل‬-) ٨ ٩ ١٦ (

‫ مولت في‬،‫خنتي‬-‫ ش م ع ت الثي؛خ س عئد الث‬:‫ قات‬،‫ ثن ا م خ ث د ن س ال م‬، ‫م ح ث د شر ال غ ث ئ ن‬


‫ذ‬ ‫م‬ ‫ئي‬ ‫ال‬ ‫ض ^زى‬ ‫ شم ي ي‬،‫ ص محا دتو ا جلآب أل‬، ‫غفق ا لآتابي‬ ‫م حا‬ " :‫ك ال مه‬
‫ي واش أعؤ‬ ‫ هن ثئن م ون‬4‫خؤثاة ! ن ث د د ك ز بالث‬-‫ ي إ‬،‫درهأ عمله‬1 ‫عمتئن ا في‬1 ‫ ر ال‬،‫زقذة‬
‫ئا ف ث ع مو م‬ ، ^ ^ ١ ‫هج ن ت بهت؛ ا لخز عش مصا ر ع‬ ‫و ش ه أقج حذوا م ن مؤم‬

‫ز ال‬ ‫|أى عثر عمل ه‬ ‫ك‬ ‫ جعوا ش ذب‬-‫ث أ ر‬


‫ م‬، ‫زأؤا م ن العتر وا ألمثا ل‬ ‫حلوم ه م عند ما‬ ‫وصل ت‬
‫هذه خ ا ال ؟ والله عيا ذ الل ه‬ ‫ ب مث ل‬، ‫ثمس ه‬
‫حال ه ل‬ ‫وضي م ن‬ ‫رأيت م ع اق ال‬ ‫بتالل ه يا إخزثاة هز‬
‫ إن‬،‫ ؤ واترثعمائه‬4‫مف ون م ن ح ن نب الي‬ ‫ما‬ ‫ أؤ ل تنكزن‬،‫؟سل ئ ن م ن طاعة الثؤ ثن ا ز ر صا ه‬
‫ح ع هم د ص و ح د ر‬-‫ ء ار‬،‫يلفبال ئئ ب‬ ‫ئحس ن آيه ا ال م ء ي ح شن إثلف نإن س ئ هثلى‬

‫ ؤوقا ن الله عزيزا حكي مات‬:‫وأنذر ئن ا للن اس عل ى الله ح جة بمن الؤشل‬

Rabî b. Abdirrahman sözlerinin birinde der k i: “Arzularım ıza olan


bağlılığın gafleti bizi ecel için hazırlıktan alıkoydu. B iz dünyada şaşkın bir
vaziyetteyiz. Ne zaman gevşe$ek peşinden hemen gaflete düşeriz.
Kardeşlerim! Allah için söylemenizi istiyorum! Siz hiçbir m üm inin,
düşmanlar tarafından saldırıya uğrayıp darmadağın edilen, böylesi bir
durumda akılları başlarından giden, ama yine de akıllanıp bundan dersler
çıkarmayan bir topluluktan daha fazla Allah konusunda gaflet içinde
olabileceğini ve onun cezalarından sakınamayacağım düşünebiliyor
m usunuz?

Allah için söyleyin ey kardeşlerim! H iç siz bu duruma düşmeye razı olan


bir a kıllı gördünüz mü? Vallahi ey A llah’ın kulları! Ya, A llah’a itaat ile onun
rızasına kavuşursunuz ya da onun ihsanlarını ve bir bir inen nim etlerini
inkâr edersiniz.
Rabî b. Berre 125

E y insan‫ ؛‬Eğer sen iy ilik edersen sana da iy ilik edilir. Eğer kötülük
yaparsan kendi nefsini kına. A llah her şeyi açıkladı, sakındırdı ve uyardı.
Peygamberlerin gönderilişinden sonra artık insanların A llah’a sunaeakları bir
bahaneleri olamaz. M uhakkak ki Allah A zîz’dir ve H akîm ’d ir.”

‫ثا‬
‫ ق‬،‫ ثن ا أب و بكر بن عتثد‬،‫ب ا ن‬
‫نأ‬ ‫ ثن ا أبو ا لخنن‬،‫ ا حدثن ا أيي‬٢٩٨/ ٦ ‫)" ل‬٨ ٩ ١٧ (

" :‫ قات‬،‫ عن عند الله ابن أيي ن و ح‬،‫ ح دبي حكي م بن جعمر‬،‫ثني‬،‫ن‬
‫م خ ئ ذ ئذ ا م‬

^ ‫م غ ا ش محارك ا ت ن ة‬ :‫ثمح ع‬
‫مش أيزاء ال‬
‫ز ج للي قي ث ئ م الشزا ح ل زأثا يأبه في ب‬
‫أ مر‬ ‫ ثهن هص د ت ؛لته فى‬: ‫ ق د‬،‫كئزؤ‬ ‫نن ك‬ ‫ أ ح م ى‬U : ‫ ئ ك‬،‫ب؟‬ ‫ح‬ 1‫ثكنة ضت ل ك بم‬
Uİ ‫ظ‬ ‫>ئسا‬ ‫ت ئ ه د تأئثة‬،‫ ء ال‬، ‫|لئ‬ ‫ل ه ولكنت أحس ن‬3‫ؤا‬ ‫ال‬ : ‫"ينف ن ئ ذلنف؟ ئ ك‬
‫؛ ال‬ ‫ وهد ئقش ق ه تأك؟ ظش اقق ققا ق إ ال أ ئا ق ؤ ال ا ظث به‬:‫أ ئاف؟ء ئ ك‬
‫بس هذه ال خ الل ت ا كا ذ جزاؤه‬
‫بس بغي ادم قثن يلف م‬
‫ أرأيت قز أن م‬:‫ قات‬،‫أغ ائيي‬

‫ مب ك مم؟ى أ حى وأ حنى أن‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ؤلا جزي‬/ ilişki ‫ث عأى‬


‫ ظ محت أهدر ل‬:‫محل ت‬

‫ و\لل ه ؟س ك ن ه‬، ‫ ز ئ ز هد ؛ ما و ح د ة ي ح س ن إثل ا‬، ‫ث د أ ب ئ ن ك ق ي أائء ئ ك ر ن عم ه غ ق ف‬

" ‫ز رضيب ال حم د م ن العت ا د ق ف زا‬ ‫زمما‬ ‫ إثه ئت ا رك‬،‫أيس ز م ن ثكائأؤ عبا ده‬

Abdullah b. Eb î N uh bildiriyor: B ir nehir ya da deniz kenarında adamın


biri bana: “Allah sana hep sevdiğin bir şekilde muamelede bulunurken sen
kaç defa ona hoşlanmadığı bir şekilde muamele ettin?” diye sordu. “O kadar
çok İri sayısını bilm iyorum ” dedim. “S ıkın tılı anında ondan yardım diledin
de seni hiç yüzüstü bıraktı mı?” diye sorunca, ben: “ H ayır vallahi! Her
zaman bana iyiliklerde bulunup yardım larını benden esirgememiştir” dedim.
Adam: “Ondan bir şey istedin de, sana vermedi mi?” diye sorunca, ben:
“İstediğim şeyi bana hiç vermediği oldu mu ki! Ondan ne istedimse hep
verdi. Ne zaman yardım istedimse hep yardım etti” dedim. Adam: “Peki,
insanlardan biri bunlatı sana yapsa senin ona karşı mükâfatın ne olabilir?”
diye sorunca, ben: “ Bunları bana yapması halinde bunun karşılığını vermeye
gücüm yetmez, ne versem az gelir” karşılığım verdim . Bunun üzerine adam
şöyle dedi: “ O zaman sana verdiği nimetlerden dolayı kendisine en fazla
şükür etmen gereken l^ bbindir. Z ira eskiden olduğu gibi şimdi de sana hep
ihsanlarda bulunmaktadır. V allahi ona şükretmek, sana yaptığı iyilikler için
126 Rabî b. Berre

kuluna vereceğin karşılıktan daha kolaydır. Z ira A llah, şükür olarak


kullardan kendisine hamd etmelerine bile razıdır.”

‫ ثن ا عئد الله بن محم د‬، ‫ ثن ا أيي‬،‫ ا حدق ا ث خ ث د بن أ ح م د بن ع م ر‬٢٩٩/ ٦‫ )" ل‬٨ ٩ ١٨ (

‫ شي عت أثا عتد الل ه‬: 3 ‫ قأ‬،‫حكي م ثذ جئ مر‬ ‫ حدمحي‬،‫ثني‬،‫ ثت ا محم د ين ا ك‬،‫بن عتيد‬
‫بت مأوبما إ ر‬
‫ " ج‬:‫ زثوئت ق وكايه‬،‫ب ك ى‬
‫ منبغغ زب ال من الثقاب ج‬:‫ يمول‬، ‫اأ؛ثايئ‬

‫ ق ث ت ش ع ر ي‬،‫ا‬-‫ غل ى اا؛دي أ ي منه‬،‫خز‬ ‫بك ت‬ ‫ ب م‬، ‫موامح ثته ا‬ ‫الذن و ب انحا خ ا إ ر‬


،‫ م ئ مأ ى عن؛نا ءد\ في ■مص؛ؤ ا ل م ائة ص د ك‬، ‫آيه ا الئصي ب بز ح مته س يش ا ء أ ح د ان قاي ئ‬

‫ ؤأئ أ <ءن ث‬،‫ ظ ن ج ي ز‬4‫ قت ء ئ ئ ئ ؛محق ا الوب‬، ‫ي‬ ‫وثة ثم‬ ‫ت ذ م حم إل ق م‬

‫ وكن ئ ؤل ث ب مغلث ز ش ث‬،‫ ءب حى أعرضث عن المعرضين عئلث‬،‫بو جهلث الكريم؛ غثا‬


‫عم د‬ ‫ ي مولأ‬،‫ وت م عئه‬: 3 ‫ ظ‬، ^ ^ ١ ‫ ظ ”ئن ذل ثب ظف عأى‬1‫ثا ءثقدي م‬1‫يعئؤ ل ك ع‬
‫ت‬

" Ü ‫ه‬ ‫ عن‬،‫ه خ؛انى قد ص ك ظ وك‬ ‫ شمح ذ قي‬٢٧٩١

H akim b. Câfer bildiriyor: Ebû Abdillah el-Berrânî’nin şöyle dediğini


işittim : Âbidlerden bir adamın ağladığını ve ağlarken de şöyle dediğini
işittim : “Kalplerim iz işlediği günahların ağırlığım üzerinden atmak ve
rahatlamak için ağlıyor. Gözlerim iz de kendisi vasıtasıyla işlediğimiz
kabahatlere üzüntüsünden ağlıyor. Kıyam et gününde hepimiz huzurunda ve
tasarruftın altında toplandığımızda bu ik i ağlayıştan dilediğine merhamet
edeceksin! E y Kerim olan Allahım ! Şayet günahlarımıza ettiğimiz tövbemizi
,kabul etmeyeceksen, o zaman helakim iz ve sana dönüşümüz pek yakındır
ey Rahîm! Şayet bizden yüz çevirecek olursan, senden yüz çevirenlere layık
oldukları karşılığı vermiş olursun. Ancak lütfunla bize sabır gösterir, sabrınla
bize lütuflarda bulunursan, daha önce de günahkârlara böyle davrandığın
için d ir.” Yine şöyle dediğini işittim : “ Günahlar, attığı düğümlerle bizi
kendine bağladı. Şu an dünyada şaşkınlık içindeyiz ve akıllarım ız da
A llah ’tan gafildir. ”

‫ ح دبي ي‬، ‫ئي م ح د‬ ‫م‬ ‫ثغ ا أث و‬ ،‫ تحا أبو ا لختم بن أبان‬،‫حدثغ ا أيي‬ ‫ا‬ ٢٩٩/٦ ‫)" ل‬٨٩١٩(
‫ قا د ألبي ع ن‬:‫ محا د‬،‫ حدبتي ع ا ص م الحلما ي غ‬،‫ت ا زا ي د أبو ت م ي د‬
‫ ث‬،‫م ح م د بن المح شتن‬
Rabî b. Berre 127

‫نز ذللث صإ‬


‫ ت ح اء أذ ج‬،‫ ا ظ م ح ز الف ال ر‬. ‫ص ئثأظر ا م زأئ ظوا ه ا م حون نق ا‬

،‫ن إ ر ا الخ رة متتلل وئن‬ ‫م قي الدن ا‬ ، ‫باقه ا‬


‫بص ق ي ا ال رحس ص أط‬٩ ‫ق لوبه م‬

،‫ ءزأت فيه ن ا ز ج ت م ن عظم بواب الل ه‬،‫مبالثي ب إلى الن محوبي‬-‫ب صا و دلوبه‬
‫ئثذث أ‬

‫نن ز‬ ، ‫ ن ا ائهل زت ع ك انال ي ز‬C‫ائزذادوا والله بذللث ج دا وا جته ادا عغذ معاقة أب صا ر هلوبه—م‬

‫ت‬
‫ ئت‬، ‫ ؤئء الذين ت م مح ي غدا ب هنة ش ه شي ت غ ي‬، ‫ي في ال دمحا‬ ‫ش ذ ال زاخة‬

" ‫ع‬.‫ء م ح‬ ‫ثم ث م ح ر بتيمحقه‬


‫ ’ أ س‬b. Abdirrahman der ‫كل‬
‫ل‬: “A llah’ın öyle kulları vardır ‫كل‬
‫ ل‬m idelerini

haram olan yiyeceklerden uzak tutmuşlar, gözlerini çirkin şeylere bakmaktan


.alıkoymuşlar, karanlık çöktüğü zaman da onun için gözyaşı dökmüşlerdir
Bütün bunları da toprağın altına girdiklerinde A llah’ın , kalplerinde nur
kılm ası için yapmışlardır. O nlar dünyadan üm itlerini kesmiş ve âhiretin
sevabım ummaktadırlar. Kalp gözüyle gayb olan melekût âlemine bakıp
Yüce Alah’ın büyük m ükâfatlarını görebilmişlerdir. Kalplerinin gördüğü ile
âhiretten yana beldentileri birbirine uyunca A llah’a itaat yolunda daha fazla
bir çabanın içine girm işlerdir. İşte bunlar dünyada asla rahat yüzü görmezler
ve ancak ölüm meleğinin kendilerine geleceği günde huzuru bulurlar.” Ravi
der k i: “Rabî’ bunları dedikten sonra sakalları ıslanana kadar ağladı. ”

‫ ئ علي ئن‬، ‫ثا علي بن ت ج د‬


‫ ت‬،‫ه د الثؤ بن ئ خ ث د‬
‫ ا خدثثا م‬٢٩٩/ ٦‫ ل‬-) ٨ ٩ ٢ ٠ (

‫ؤيابه ا‬
‫ م‬: ‫ث ال‬،‫ ت م ن ت ا لخشن‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ئ ا ال ث ي خ‬
‫ ث‬، ^ ١^ ١ ‫ ثن ا عبد الصم د بن عبد‬C‫ممن ل م‬

،‫ا‬-‫ء ن ش أ ة إقه‬ ‫م حت \لئومئة شأث ت إ؟ى‬ ٠٠ : ‫ ؛بح ت ن‬3 ‫ ؤثا‬،>‫ئمثنه^أ‬


‫غم س المع‬1‫ا‬

‫ ءأ م بقيض‬، ‫ ورضيت غن الثؤ ورضي الثت عغه ا‬،^ ٤ ^ ‫وأ حثت لما ء الله وأ ح ب الثت‬

" ‫زو جي ا هثثز محا وأنحله ا ا ل حنه وجعله ا مت عب اده ال ئ ا م حت‬

Rabî’ der k i: Hasan(-1 Basrî)’nin: “Ey mutmain nefis ‫ ” ؛‬âyetini 1


okuduktan sonra şöyle dediğini işittim : “M üm in nefis, A llah’a karşı
mutmain olmuş, Allah ta ona karşı mutmain olmuştur, o, A llah’a
kavuşmayı ister, Allah ta ona kavuşmayı ister, o, A llah’tan hoşnut olur,

1FecrSur. 27
128 Rabî b. Berre

Allah ta ondan hoşnut olur. Allah ruhunun kabzı için emir verip onu
bağışlar ve cennetine sokup salih kullarından k ıla r.”

‫تم‬
‫حا‬ ‫ قادت ثمزأت على متئ ح بن‬، ‫ ] حدثت ا غئد الثؤ بن م ح م د‬٣٠ ‫ )“ ل ش‬٨ ٩ ٢ ١ (

‫ " كا ة‬: ‫ قا د‬،‫ عن انتشي‬،‫ غن الرب؛ع‬،‫ عن النغيزة بن ش م‬،‫ ثن ا ع د الجما ر‬:‫ قات‬، ^ ^ ١

‫ت ثا‬
3 ‫ دما‬،‫ريه ئ جا ف ة هكثمته ب را‬L‫؛‬- ‫شمته‬‫ ث ع‬،‫ث أل ويلزم ائن ن ج ذ‬‫في زم ن ع من فتىثس‬

‫ غ إ ثه نحن ا ه ال ى‬٤١^ ،‫ ئص ز غ ص ز حه غشي عث ه‬،‫تلقى اااه زمح ه‬


‫ا ف‬-‫مس ي دكلمسه‬

‫م‬ £‫ ظ م حا‬:‫ وقد ه‬، ‫ه ؛ ص ؛‬ ‫ق ع مئ وأ ش‬ ، ‫ ي ع م‬:‫ ه‬3 ‫ ق ا‬، ‫ه هيى‬ ،‫مح ميه‬

‫ غليخث‬:‫ لث‬3 ‫ هق ا‬،‫ئذهب غثة و ر عن ز‬ ‫ قثز صر خ ص ز حه أ ح نى‬، ‫ربه‬ ،1‫■ حا ذ‬

" ‫ جزاؤه جثت ان‬،‫ جزاؤه جنت ا ن‬،‫ال غ ال م‬

Hasan(-1 Basrî) der k i: H z. Ömer zamanında kendini ibadete veren ve


mescide devam eden bir genç vardı. B ir cariye ona âşık olup yanına gelerek
gizlice konuştu. Genç: “E y nefsim! O nunla konuşupj A llah’ın huzuruna zina
etmiş olarak mı çıkacaksın!” diyerek çığlık atıp bayıldı. Amcalarından birisi
gelip onu evine taşıdı. Genç kendine gelince: “E y amca! Öm er’i bul ve ona
selamımı söyleyerek de ‫نكل‬: Rabbinin makamından korkanın mükâfatı
nedir?” dedi ve bir çığlık daha atıp vefat etti. Gencin amcası H z. Öm er’e
gidip durumu anlatınca, H z. Öm er: “A llah’ın selamı senin de üzerine olsun.
O nun için ik i cennet vardır. O nun mükâ&tı ik i cennettir.”

‫ثعا أ ح م د بن م ح م د‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر م ح م د بن أ ح م د بن م ح م د‬٣٠ ‫م‬/‫ )“ [آم‬٨ ٩ ٢ ٢ (

‫ ثن ا م ح م د بن مسن ان‬،‫حدثنى م ح م د بن ا ل ح ت ن ن‬ ، ‫ ثن ا عئد الثؤ بن م ح م د‬،‫ثن ع من‬

‫تا‬
‫ت مح‬
‫ف رة ل‬‫ك ا ء ص كان ع‬ ‫ إئن ا ي ح ب‬٠٠ :‫ ثق وب‬،‫ت ب ن ت ال ث ي خ س زه‬ :‫ قات‬، ^ £ ^ ١

" ‫تاة‬
‫ ئ ال ح تزله في طول ان ح‬،‫ محأث ا م ن ن م ع مزه وانث ر ثة فؤاه‬،‫ؤرياده في عمله‬

Rabî’ b. Berre der k i: “Dünyada kalmayı ancak âhireti için çalışmak ve


amelini arttırm ak isteyen kişi sevebilir, öm rünü dünya için ve nefsi arzulan
peşinde heba eden kişinin ömrünün uzun olmasında herhangi bir hayır
yoktur!”

Rabî’ b. Berre, Hasan’dan rivâyetlerde bulundu.


‫‪Avsece el-Ukaylî‬‬ ‫‪129‬‬

‫‪Takrîb 1384, Takrîb 3022‬‬

‫‪Avsece el-Ukaylî‬‬
‫‪A llah dostlarından b iri de Avsece el-Ukayft’d ir. o, gerçekleri gören,‬‬
‫‪m eşakkatler çeken, insanları gerçekleri görmeye ve dost edinmeye teşvik‬‬
‫‪eden, yalm z kalmaya davet eden b iri id i.‬‬

‫( ‪ ] ٣٠ ٧ ٦ [ “) ٨ ٩ ٢ ٥‬حدثن ا أب و م ح م د بن خقا ذ ‪ ،‬ثن ا ال خ شن ثن ف ارون بن ئث ما ن‪،‬‬

‫ثن ا أ خ ن د بن إبرا م نا ال د ؤ ر ئ‪ ،‬ثن ا الم ت ئ د بن خز بء ز م ح ان بن ي مان ا ل ح دا ئ‪ ،‬يزيد‬

‫أ ح ده ما على صا حبه عن عتد ا لر ح م ن بن بدي ل ال ف ئ ‪ ،‬عن عؤت جه الغميلئ ‪ ،‬قا ل‪:‬‬

‫أو حى ائب محارك و ما ز إ ر محسى ابن ميم عليه الغ الم يا ه ض ابن مريم أ ولي بن‬

‫ئ سالل‪ ،‬كفئنف‪ ،‬وا ج ع‪1‬تى أ خ ؛ هف فى مع‪1‬دلث‪ ،‬ئ ي ‪! ،‬ئ ‪ JjljS g‬أدي ك ‪ ،‬وثوكز ظى‬

‫^ ؤ_ار ح نبالمصا‪-‬ع وكن "ك م سر قف ي ال ‪،‬‬ ‫أكف‪ 1‬ق‪ ،‬ز ال ثنت عتري قأئذئ ك ‪ ،‬ال<صبز ع ز ‪١‬‬

‫بممب ‪ ،‬وقفن‬ ‫ؤة س ر ق ه مال أن أ ق ع مد أ م ح ى‪ ،‬وكن م ر دي!ئا وأؤح ؟ي ذكرا‬

‫را‪-‬ءئا‬ ‫م ن ت ا‪-‬ء ا ت محئلؤ‪ ،‬ؤأ ح ك ز ني ف ف ت ‪ ، ^ ^ ١‬وكن ني‬ ‫ق مظ‬ ‫مودي فيضدرظ‪).‬‬


‫وراهب ا ‪ ،‬وأ مت ق فب ا ل ع ف ة ر ‪ ،‬ززاع المت ل ؛ بنى م ش ي‪ ،‬ؤاط ت ألي من ئه ارك قتم‬

‫لم* ه حيث نا وجهت واحمحأ د م‬


‫م م ‪ ،^١^ ١‬جهدك‪ ،‬وق رف يا‬ ‫وي تي؛ي‪،‬‬
‫صي حتي‪ ،‬وئب في ا ل ح الئقبع دل ي‪ ،‬مم د أنز ك عثئلثش ما ء م ن ؤش اوس الص دور‪،‬‬
‫عت ا دي يم‬

‫ؤ ح الؤ ا لأبما و وم ن غث ا الك ال ل‪ ،‬ز ال ئ كأثلق ئلس معتور‪ ،‬زأ ث‬ ‫نب ذ ن ن م‬

‫حي ق ي ‪ ٧ ،‬بم ش 'بن م‪°‬دآإ حق أهولت للف ظ‪ ،^ ١‬بي خليثه‪' ،‬ال غث غ ث لي زال‬

‫حث ع ت ا ال و ج ت ^‪ ،^ ١‬وأئهدك أ ي ؛منه م ن عظ ي ظن م مح د ‪ 3‬أؤ تص‪،‬م م ح‪-‬يا عيسى‬

‫ثاة بكا ء مو دع ا ال م ‪ ،‬وحلي ال دي‬


‫ب ك غش مسلق أيام ا ل ح‬
‫ابن م ريم ابن ابقي التقول‪ ،‬ا‬

‫فن ا عند إلهه‪ ،‬وكن مظ ان إذا ثام ت‬


‫ثارك ‪ ،^ ١^ ١‬لأهله ا شبع ده‪ ،‬وارشنت وغتئه ي‬‫ؤ‬

‫ب وال‪- ،‬حيث ال بمم غ أه ال ز ال‬


‫ن ا د‪ ،‬وز الزل ا ملأ‬
‫غي ون ا التزار خذنا ‪ LÜ‬ن ؤ؛ ت ش أم ر ا لخ‬

‫لث بننئ ول ‪ ^ ^ ١‬إذا صحلف اكهلأأو ن‪ ،‬نائلي بك ا ء نق قد ع لم‬


‫ول د ز ال نات‪ ،‬وأك ح د عبم‬
130 Avsece el-Ukaylî

‫ وكن قي دللف صابؤا‬،‫ثا رة ال ذ ي ئ ز أقنت إقه من ح م الوريد مع ه‬


‫أنة م ودغ للعلم ال‬

‫ ؤذق‬، ‫ ءؤح ص الدقابالله يؤما قوما‬،‫ وئث ىثلف إن ائللف ما وعدت الصابرين‬، ‫ثا‬
‫ثس‬‫مح‬

‫ول آلف ن ا أ ث إ ال‬


‫ ح ما ن ا أمح أ‬،‫متذاهه نا محد هزت مغلف أنن طئنة زن ا لم فلف ”محقن ه ة‬

‫ قد رأيت إ ر ما‬، ‫ ولتكملئ منه ا ا ل ج ئ ز ا ل جشي ب‬C‫م ن أل د ي با ل لثة‬ ‫ويؤملف قرح‬ ‫بماغي ك‬

‫ نؤ زأث‬،‫طوت‬ ‫دزغ‬1‫ ب ء‬1‫ ئ\ءم ن غلى حت‬،‫ب ع ت‬


‫ثمين م كثو ب عق ك ظ أغذ ث و ي ن ر‬

" ‫ ورئث ث هثلث ا ئ ه اى إ ي‬، ‫ثاك ن ا مح دذت لآؤوئ ال ئ ا لخن ل داث ةقلئ‬
‫مه‬

Avsece el-Ukaylî der k i; A llah, İsa b. Meryem’e şöyle valıyetti: “E y İsa b.


Meryem! Benî kendine çok yakın eyle. Beni, Juyamet gününde kendin için
hazırlamış olduğun zahire k ıl. N afile namazlarla bana yaklaş ki seni kendime
yakınlaştırayım . Bana tevekkül et ben sana yeteyim. Benden başkasını veli
edinme. A ksi takdirde seni yardım sız bırakırım . Belaya sabredip sana takdir
edilene razı ol. Senden memnun olacağım şekilde ol. Senden
memnuniyetim baktığımda bana isyan etmediğini görmemdir. Bana yakın
ol ve beni dilinle zikrederek ihya et. Sevgim göğsünde olsun ve gaflet
saatlerinde uyanık ol. Bana karşı saygılı ol, bana talebkâr ol, benden kork ve
korkuyla kalbini terbiye et. Hoşnutluğumla ödüllendirilm en için geceleri
ibadet et. Benim yanımda kana kana içeceğin gün için gündüzleri iyi susa.
V ar gücünle hayır işlerinde çalış. H er gittiğin yerde hayırla tamn. Benim
yerime kullarım a nasihatte bulun. Yaratıklarım arasında adaletimle hükmet.
Göğüslerdeki vesvese için , şeytan hastalığı için, gözleri temizlemek için ve
tembellikten korunmak için sana şifa indirdim . C anlı olup nefes aldığı halde
sanki değersiz bir paraymış gibi davranma.

E y İsa b. Meryem! Sana hak ile söylüyorum. Bana iman eden bütün
yaratıklar mutlaka bana boyun eğmiştir. M utlaka da sevabımı ümid ederek
boyun eğmişlerdir. Şahid ol ki onlar benim sünnetimi değiştirmedikleri
müddetçe benim azabımdan güven içinde olurlar. E y bâkire Betül
Meryem’in oğlu İsa! Hayatta iken kendin için ailesiyle vedalaşırken ağlayan
kimse gibi ağla. Dünyayı ve lezzetlerini kendisinden sonrakilere bırakıp
İlahının yanında olanlara rağbet edenlerle ol. Ne bilenin, ne çocuğun, ne de
m alın hiçbir fayda vermeyeceği kıyamet gününe ve korkunç şeylerin
Huzeyme Ebû Muhammed el-Âbid 131

sarsıntıları ile ilg ili gelecek şeylere karşı tedbirli olmak için iy i insanların
gözleri uyuduğu zaman sen uyamk ol. Aylaklar güldüğü zaman gözlerini
hüzün m ili ile sürmele. Başına inen bir musibetten dolayı kişinin dünya
hayatına veda eden ve kendisine şah damarından daha yakın olan ölüme
ağlaması gibi ağla, işte o zaman Allah rızasını gözeterek sabırlı ol. Eğer
sabredenlere vaad ettiğim şeye nail olursan ne m utlu sana. Allah için
dünyada sadece bulunduğun günü yaşamaya bak. Senden geçmiş olan şeyleri
ve daha elde etmediğin şeyleri düşünme. Sana hak ile söylüyorum Dünyada
senin için içinde bulunmuş olduğun günün saatinden başka bir şey yoktur.
(Yiyecek olarak) sana onun b itkileri yeter. Nereye gideceğini gördün. Ne
yaptığın ve nasıl yaşadığın üzerinde yazılıdır. H er şeyi hesaplı olarak yap,
çünkü hesaba çekileceksin. Eğer dostlarım için hazırladığım ı görseydin
kalbin erir ve ona duyduğun özlemden dolayı canın çıkardı.”

Huzeyme Ebû M uhammed el-Âhid


A llah dostlarından b iri de Huzeyme Ebû Muhammed el-Âbid’dir. O,
alçaklıktan uzak duran ve şerefli olmaya iste kli olan b iri id i.

‫ ثن ا ع د الله بن ممح ئ د‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن عنن‬،‫ ] حدثن ا أ ي‬٣٠ ٢ ٨ [ -) ٨ ٩ ٢ ٦ (

‫ وكان م ن‬، ‫ ثت ا ح نينه أبو ث ح ئ د‬، ^ ^ ١‫م‬ ‫ ثن ا ا ل م حن بن بمش بن‬،‫بن سمحان‬


‫ ن ا‬: ‫ ق ا د‬، ‫غ د ذاؤذ ا ط ا إل‬ ‫ ز ا ب‬: ‫ " ن خ ل أث و ث و ن ف ث الق ا ض ي ث ق و ت ئ إ‬:‫ قا ت‬، ‫ا ل س ن‬

‫ يا بموث م ن رضيبال د ي ببغل‬:‫ ق ات‬،‫رأيت أخت؛ رضي م ن الدقا سئل ن ا وص ي ت بؤ‬

٠’ ‫ عن ا ال خ رة ئذ ل ك ال ذ ي رضيبا مر مما رضيت به‬، ‫طثف ا ع وم ا‬

Âbidlerden 0 ‫ س ا‬Huzeyme Ebû Muhammed der k i: Yusuf el-Kâdî Yâkûb


b. ibrâhîm , Dâvud et-Tâî’nin yanma girdi ve: “Bu dünyadan senin razı
olduğun şeyler gibisine razı olan b irini görmedim” dedi. Bunun üzerine
Dâvud et-Tâî: “E y Yâkûb! K im dünyadan âhirette karşılığı olacak şeylere
boyun eğerse, o kimse, benim dünyadan razı olduğum şeyin daha azına razı
olmuştur” dedi,
132 Huzeyme Ebû Muhammed el-Âbid

‫ ثن ا‬، ‫ي شر م ح م د‬
‫ ث إ عتد الل‬، ‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د‬، ‫خ ص أيي‬ ‫ ا‬٣ ٠٢/ ٦ ‫ )" ل‬٨ ٩٢٧ (

‫ب غئد بن‬
‫زيد م‬ :3 ‫ محا‬،‫ دن ا أوئ ت غ م ح نينه‬، ‫ما ن ن ن بن مح ث د بن ي ض بن م‬
‫كب ن لي‬
‫م‬ ‫ قادت‬،‫' أوصيلف أن دكون مض في الدقا وا ال خزة‬٠ : ‫ أوصني؟ محا د‬: ‫واس ع‬

" ^ ١ ‫ ؛زهد في‬:، 3‫ قا‬، ‫بدللمح؟‬

B ir adam, Muhammed b. V âsi’ye: “Bana tavsiyede bulun” deyince,


Muhammed şöyle dedi: “Dünyada ve âhirette kral olmam tavsiye ederim.”
Adam: “Bunu nasıl yakabilirim ” deyince ise: “ Dünyada zahid ol” karşılığını
verdi.

،‫ثعا أبو بكر بن عبيد‬،‫ت ا أبي‬


‫ ث‬،‫با ن‬
‫ ] حدتحا ث خ ث د ى أخنت ي أ‬٣٠ ٢/ ٦‫ )" ل‬٨٩٢٨ (

‫ ه ما د أة‬،‫ أشي عهن الرئ ا ؤ‬، ‫ أن زي ال‬، ‫ ثما حريمه أبو م ح م د‬،‫ت ا ال خ ش ن بني حش بن *محير‬
‫ث‬

: ‫ت أ مد أ ه ق ع ر ئ غز أزهد ض؟ ظد‬
‫ هد‬،‫ب ذ ق‬
‫ "ب ث ش م‬: ٥١ ‫ ؛‬، ‫ ئ ء غبالف‬: JıM<

‫ه‬ ‫ت مالتث زهدت قي ت ي ث ؤ وظ أ ظ‬


‫ ئ د‬،‫ و ص ه ث‬: ‫ هت‬، ‫ أ ك‬:‫ ص‬،‫زنن قز؟‬

" ‫ر‬ ‫ أنفذب‬c J u ‫ف ا‬،‫ ^ إ‬١ ‫يه ا وذم‬1‫ث‬


‫ غلى ه‬1‫ وزهدت أ ال في الدت‬، 1‫مه‬

Huzeyme Ebû Muhammed bildiriyor: Adam ın biri zâhidlerden bir


kişinin yanma gitti. Zâhid bu adama: “Seni buraya getiren şey nedir?” diye
.sorunca, adam: “Senin zâhid olduğun haberi bana yetişti” karşılığım verdi
,Zâhid: “Seni, benden daha zâhid olan birine yönlendireyim mi?” deyince
adam: “Bu kimse kim dir ki?” dedi. Zâhid: “Şensin” deyince, adam: “Bu
nasd oluyor?” karşılığım verdi. Bunun üzerine zâhid: “Çünkü sen, cennete
ve A ilah’ın cennette hazırlamış olduğu şeylere rağbet ettin. Oysa ben, fani
olmasına ve A llah’ın onu yermesine rağmen dünyaya rağbet ettim. Bu
sebeple sen benden daha zâhidsin” dedi,

‫ت ا ا لخشن بن‬
‫ ثئ ا أثو بكر; ث‬،‫ ثن ا أيى‬، ‫ ا خضن ا م ح م د بن أ ح م د‬٣٠٣/ ٦ ‫ )“ ل‬٨ ٩ ٢ ٩ (

‫ كا ن ت دع وه ت ك ر ثن عتد الله الم ر ئ لم ن لق ئ م ن‬:‫ قا د‬، ‫ ثما حويمه أب و م ح م د‬،‫م ب ش‬

C‫ في الحل وات‬،‫ زهدئا الله نإثالئ نف اذة س أم كنة ا لخزاف ؤالذن وبي‬٠٠ :‫ أن تق وت لن‬،‫اخؤايؤ‬

" ‫ثث بما؛ى و ة قتر ئ‬1‫ه ن بم‬ ‫فهز أة‬

Huzeyme Ebû Muhammed der k i: Bekr b. Abdillah el-Muzenî (m üm in)


kardeşlerinden biriyle karşılaştığı zaman: “A llah, bizi ve seni, yalnız olduğu
Halîfetu’l-Abdî 133

ve günah işlemeye gücü yettiği halde bütün eksikliklerden münezzeh olan


A lla h ın kendisini gördüğünü bilen ve ٠ günahı işlemekten vaz geçen kimse
gibi zâhid kılsın ” diyerek dua ederdi.

H alîfetu’l-Âbdî
A llah dostlarından b iri de H alîfetu’l-Abdî’d ir. o, tefekkür ve hizm etten
zevk a lır ve ib retlik şeylerden istifade ederdi.

‫ ثن ا عثذ‬،‫ ثن ا ج عئ ر تن أ خ ن ذ بن نا رس‬،‫ آ ثغ ا أثو م ح مد بن حقا ن‬٣٠٣/ ٦ ‫ )“ت‬٨ ٩ ٣ ٠ (

‫ وءك ان‬،‫ ش م ع ت ح ل مه ال م د ي‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ت ا جعم ز ن ن ق مان‬


‫ ئ‬،‫الله ن أيي ريا د‬

‫ ول ك ن ائنبيغ و(ث م كن وا في م حيؤ‬،‫ص زوية ظ عتده أخت‬ ‫إل يغثد ؛ ال‬ ‫ نؤ أ ن ؛ ه‬٠٠ :‫م ولت‬

‫ إدا جاء‬،‫و فيرغ ز ز تجيء نل ط ان القه ار‬ ‫فذا ال م إذا جاء أمحمل و فيء ن ضر‬
‫ وز‬،‫ وش القي وم‬،‫منى طئان الض زقي ا ل س حا ب ا كن ف ي محن ا لثن اء زا لأزم‬
‫ ح ش أيم ث ت‬، ‫ين ا حلى ر ي‬
‫ النومغون تمم كزون ف‬3 ‫ ئزالئؤ نا زا‬، ‫ ^ ^ وفي الص ا ف‬١

٠' ‫ و حش كأتن ا عثدوا ال ه نحا ر غذ روية‬، ‫مب ه م ب ه م‬


Câfer b. Süleyman der k i: l^ îfe tu ’l-Abdî’nin -ki çok ibadet ederdi- şöyle
dediğini işittim : “Şayet ancak kendisini görerek A llah’a ibadet edilecek
olsaydı hiç kimse ibadet etmezdi. Ancak m üm inler gecenin gelmesi,
geldiğinde her yeri doldurup örtmesi, ardından gündüzün gelip de geceyi
yok etmesi, yer ile gök arasına yayılan bulutlar, yıldızlar, kış ve yaz üzerinde
tefekkür etm işlerdir. V allahi bu şekilde Rablerinin yarattıkları üzerinde
tefekkür ederek sonunda kalpleri A llah’a kesin bir şekilde inanm ıştır. Bu
inançları dolayısıyla da sanki onu görüyormuş gibi A llah’a ibadet
etm işlerdir.”

‫ ثن ا هم د الله بن محم د بن‬،‫با ن‬


‫ ثن ا أبو ا لختن بن أ‬،‫ ا حدثت ا أيي‬٣٠٣/ ٦‫ ل‬-) ٨ ٩ ٣ ١ (

‫ت بن‬
‫ ح دبي هالل‬،‫بثى بن ضرار الث ع د ي‬
‫ئ ا ي حيى بن م‬
‫ ث‬،‫ ثئ ا محم د بن ال غشثن‬،‫نقيا ن‬

،‫ مح ك ان قق وم إدا هذأ ت ائثي ون‬، ‫ '”ك ان ح ل م ه الع ئد ي ج ازا قثا‬: 3 ‫ دآ‬،^‫ ^؛‬١^ ١‫دارم بن ق س‬
‫بد؛رمغميئالود‬
‫ ثأ م‬،"‫عئدفصكوج‬1‫" هإ [ئكث أمئ‬:‫ثئلآ‬
134 Halîfetu'l-Abdî

‫ ك ث‬: ‫ ^ثالت‬١^ ١ ‫ قادت و حدقتي ع ج ور 'قانت وكون معه في‬، ‫ حش يهئل غ ا ل م م‬، ‫يص ر‬

‫ ؤزدتي‬، ‫مغي ب‬ ، ‫ئي ا ي‬-‫إ‬ ‫' اا إلل م ه ب ؟ي‬٠ : ‫ يم ول‬،‫أت م ئة يدع و في ا ل من ج د‬

‫ؤأكرمنى ا[ذا وهد‬ ‫ وحسنى لديلفب ح ش‬،‫فى ظينفب؛قالعت لأ‬

٠' ‫ و حير ن ئ ق و ر‬،‫ض م ح مود‬‫ و ح‬C‫ض مئبود‬‫تأنث حض معصود و ح‬

H ilâ l b. D ârim b. ed-Dârîm î der ki: H alîfetu’l-Abdî bizim


komşumuz idi. Herkes uyuduğu zaman kalkıp: “Allahrm! Senin için
kalktım , yanındaki hayırlardan istiyorum ” diye dua ederdi. Sonra
namazgâhına gider ve tan yeri a ğ a ra n a kadar namaz kılardı. O nunla birlikte
:aynı evde oturan yaşlı bir kadın bana şöyle anlattı

O nun mescidde şöyle dua ettiğini işitirdim : “Allahım ! Bana huşu içinde
bir tövbe ve tövbe etmiş b irinin huşûunu İhsan et. H alkının içinde beni sana
itaat ile güzelleştir. Katında beni sana karşı yaptığım güzel hizmetlerimle
)iyileştir. Takvâ sahipleri sana geldikleri zaman bana da (nimetlerinden
ikram et. Çünkü sen en hayırlı maksud, en hayırlı mabûd, en hayırlı
mahmûd ve en hayırlı meşkûrsun . ”

،‫ ثن ا أبو بكر ن عتيد‬،‫ ثن ا أ خن د بن م ح ئ د بن غنز‬،‫ ] حدق ا أيي‬٣٠ ٤ / ‫ ) ' [ ا‬٨٩٣٢ (

،‫ ح دبي ه الل بن دارم‬،‫ بغ ا ي حيى بن ع ض بن ي زا ر‬،‫س ن‬‫س د بن التح‬ ‫قادت ح دبي‬


‫ ئ مح غ أش معة ادا دع ا فى‬: ‫ قا ك‬،‫ ثخون معه يثن ى ح ل مه فى ال دار‬،‫ و حدثمى تجوز‬:‫قا لأ‬

‫ محب م ن‬،‫ض ون ل ح ودنغ‬‫ ئئثا إلئلف ونح ن متم ر‬، ‫تعللون وقم ت معه م‬
‫ " قام ال‬: ‫وئل‬
‫ ي أ‬،‫الث ح ر‬

‫ ص‬، ‫وب ع ظ م مح د م ج ث قة‬ ‫ وث م ص ذي‬، ‫ قذ صفح ت لة عن م ح و‬، ‫ذي جزم ع ظ م‬

،‫تلف‬
‫تلف ن ا ذغ ائا إ ز م ن أل‬‫ م عز‬، ‫ وذ م م ن ذي ضؤ "كثي ر مح د حم ثئ ث له عن حبره‬، ‫م ه‬

‫إل‬ ‫ ^ ^ ب‬١ ‫ ه ا ن ت‬،‫ إ ال ال ذ ي عزقا م ن ج ودنث و ؤمل ث‬،‫م ن مغعي سا ث‬ ‫ك‬ ‫ائهلئثا ع‬ ‫تح د ما‬

‫ل إلئا تة ام‬ ‫ني وان ي ي ؤ ء ئ‬

H ilâ l b. Dârim der k i: H alîfe’nin yanında oturan yaşlı bir kadın şöyle
dedi: Seher vaktinde Hahfe’nin şöyle dua ettiğini işitirdim : “ (Allahım !) E li
boşlar kalktı ve ben de onlarla birlikte kalktım- B iz, senin keremini
istemekteyiz. Sen nice büyük günahlar işleyen kimseleri affettin. Sen nice
büyük sıkıntıları olan kimselerin sıkıntılarım giderdin. Sen nice büyük
Rabî'b. Sabîh 135

hastalıkları olan kimselere şifa verdin, izzetine yemin olsun k i, sana karşı asi
olduktan sonra bizi senden istemeye yönelten sebep, ancak cömert ve kerem
sahibi olduğunu bilm em izdir. Sen her hayır için ve her musibet anında tek
umut kaynağısın.”

Rabî’ b. Sabîh
A llah dostlarından b iri de üstün akıl ve güzel amel sahibi olan Rab? b.
Sabîh’tir.

‫ ثغ ا أ ح م د ثن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا أبو بكر بن م ح م د بن أ ح م د ا لم ؤب ن‬٣٠ ٤/ ٦ ‫ )“ ل‬٨٩٣٣ (

‫ ثن ا إ سماعيل بن ي حش‬،‫ت ا الحس ن بن جهور‬


‫ ث‬،‫ت ا عبد الله بن م ح م د بن مح د‬
‫ ث‬، ‫بن ع م ر‬
‫ت " إثن ا ثتومح غ‬
)3 ‫ مما‬،‫ عنك‬،‫أب ا سع ي د‬ \‫ ل‬:‫ ثلثا ل ئ خ ن ن‬:‫ قات‬، ‫صبي ح‬ ‫شر‬ ‫ ثن ا ال ث ي غ‬، ‫القرشي‬

‫ أفيئ‬،‫ ؤال ئ؛غ ممحو م ونا ثنأ ;يؤ‬،‫س ه‬ ‫مح زالق ا ؤ ممحم <محزئ ا‬، ‫ء يهبيثة‬.‫ا ل ص حي ح م محم ائ‬

،‫ت ومال ه‬
‫ عدا أغل‬،‫نئلوبي‬
‫منذ؟ ا م‬
‫مارق ال ؤوح ائ ب‬ ١^ ‫أفن‬
‫ي‬ ‫ا لعواق ب ما ئ ن ن غ ون؟‬

‫في؛ئ ”ىن‬
‫ سئ عد؛ م ن ئلوب أ جبته ال‬1‫ الت‬،‫ف رته‬
‫ ^ ^ ^ غذ؛ غى ح‬١ ،‫ ^ ^ ^ عد! فى "كم نه‬١

، ‫ ابن ادم نزتبلف ال نؤ ت ئ ال ثنى قاد ما ز ال ئ جيء زايؤا ز ال بك ل م قرئا‬،‫شمه ؤ حزنة ل هأ‬

‫ قذ ح رثت ال ديار وعطل ت ا لعق ا ؤ‬،‫ ومن م غ ق ال ثئ ق د‬، ‫تعا ن ىف ال ت جي ب‬، ‫ز ال ثئ رفث حبنا‬

‫ وضعم ت ركبتاك‬،‫ص نبصرك زغ ال شنلف واصتل ك ت أشائل ق‬‫ فن شخ‬،‫وأت م ت ا لأؤ ال د‬

٠٠ ^ ‫ث اغ عئد‬
3‫أؤ الذك ع‬

Rabî b. Subayh anlatıyor: Hasan’a: “E y Ebû Saîd! Bize nasihat et”


deyince, Haşan şöyle dedi: “Sıhhatli olammz hastalanmayı, genç olanınız
ihtiyarlam ayı, ihtiyarınız ise ölümü bekler. Netice duyduğunuz gibi değil
mi? Yarın can bedenden ayrılmayacak mı? Yarın, ailesi ve m alı elinden
alınacak, yarın kefenine sarılacak, yarın mezarına konulacak ve yarın onlar
için çalışıp onlar için üzüldüğü dostları tarafından unutulacak.

Âdemoğlu‫ ؛‬ö lü m sana geldi. A rtık sana gelenleri göremez, kimseyi


ziyaret edemez, hiçbir yakınınla konuşamaz, sevdiğini tanıyamaz ve sana
seslenildiğinde cevap veremezsin. Konuşulanları duyarsın ama anlayam^sın.
A rtık dünya hayatın yık ılıp son bulmuş, m alın geride kalm ış, çocukları
136 Rabî’ b. Sabîk

yetim bırakm ışsın. Gözlerin göJ^yüzüne dikilm iş, nefesin sıklaşmış, dişlerin
birbirine kenetlenmiş ve çocukların başkalarının yanında garip duruma
düşmüştür.”

‫ ة م د‬،‫ ه أ ظ ئ نغئ ي ثن غتز‬،‫ ] خدك نغئت ئ أخنت‬٣ •‫ ء‬/ ٦ ‫ ل‬-) ٨ ١٣ ٤ (

، ‫سمع ت ال ل خ‬ ، ‫ ثن ا زؤغ س أشأ م‬،‫ن نئ ن‬


‫ حدثني ئ خ ث ذ ن ا م‬، ‫ن ئ ح ئ د‬ ‫الئؤ‬

‫ ه‬: ‫ تقئ غي أن‬، ‫اخئ ؤ ي خ ا‬3 ^ ١ ‫تنآكم أق ه قي‬:‫ " لؤ غبز ا‬: ‫ ؛ نمت ئ‬3 ‫ قا‬:‫جب و د‬

‫تم‬
‫ م نن ع‬، ^ ^ ١ ‫ له في‬U ‫ثلت؛‬‫ وه و ثق ئكبمث وهز ال ي‬،‫ال ئؤ ث بن ا ي علم من عفناعته وشدته‬

" ‫ماتم أ ز غ ذ ف شم؟ أ‬


‫د‬

Haşan der k i: “Âdemoğlu eğer kendisi için ölümde ralıatlık ve kurtuluş


olduğunu bilseydi bile ölümün şiddeti ve korkunçluğu sebebiyle gelmesi
kendisine ağır gelirdi, ölüm den sonra devamlı nimet m i, yoksa sürekli azab
m ı olduğunu bilmediği halde artık nasıl hisseder!”

‫حدت ا م ح ا ذ بن م ح م د الثئ ما ئ ء ثن ا أ خ ن د بن عتد اللؤ ين‬ ‫ ا‬٣٠٧/ ٦ ‫ ل‬-) ٨ ٩٣٥ (

‫ ت م ن ت الثي؛خ بن‬:‫ قات‬،‫ نحا تت ارك ى هصالق‬،‫يل ي‬


‫ عن قي ان بن م و ع ا لأ‬،‫س قن ان الم ر ئ ي‬

‫ إ ة ههث ا هزما يتب عون ال ق ف ز م ن ئدبلق خل جدوا إ؟ى‬٠' :‫ هل ت لل خ شن‬: ‫ ي موت‬، ‫صبي ح‬

‫ب ا ل جن ان‬
‫ل قد أ طمعت مس ي في ح ل و‬
‫ال ثكثز ذللث عليلث ئ‬ : 3 ‫ مما‬، ‫ا ل و ث ن فيلق تبي ال‬

‫ هلب‬،‫ وأطمعته ا في ا ل س ال مة ص الغ ا س‬،‫ئت ل م مت ؤأحلمعئه ا في م حاورة ال ؤ ح م ن ئم غ ت‬

‫تج ئ أ م ال ت <ن‬ ‫ غذ غاكهب‬،‫ ال م ن أ;ث ا من ال ت < ن‬، ‫أ ج ت إ ر ذبمف م ح ال‬

" ‫غذ ت غ ر ي ت ق م‬

Rabî’ b. Subayh bildiriyor: Hasan(-1 Basrî)’ye: “Şurada bazıları sana dil


uzatmak için , konuşurken senin hata yapmanı gözlüyorlar” dediğim zaman
şöyle karşılık verdi: “Bunu fazla büyütme. Z ira nefsimi Cennete teşvik
ettiğimde bunu elde etmek için uğraştığını gördüm. Yine nefsimi Rahman
olan A llah’a y^ınlaşm aya teşvik ettim , bunun için de çaba gösterdiğini
gördüm. Ancak insanlardan yana selamet içinde olmaya teşvik ettim ; ama
buna hiçbir yol bulamadı. Çünkü Yaratıcılarından razı olm adıklarını
gördüm, kendileri gibi yaratılm ış birinden doğaldır ki razı olmayacaklarını
anladım .”
‫‪RabV b. Sabık‬‬ ‫‪137‬‬

‫ت ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ثن ا عئد الله بن أ خ ن ذ بن ح م ‪ ،‬ثن ا ص‪1‬أ ح‬


‫( ‪ ] ٣٠ ٠ ٨ [ -) ٨ ٩٣٦‬ث‬

‫ثا أبو بمش اواري‪ ،‬مم ا قان ئ‬


‫ئ ع م ال م الترم ذ ي‪ .‬ح ؤخدى أ م ئ خ ث د ئ خون‪ ،‬ق‬

‫ت ثن ا أب وأسام ة‪ ،‬عن ال ث ي ع ب ن صبي ح ‪ ،‬محا د‪ :‬وع ظ الح س ن يؤما ائش ح ب ر جت ‪،‬‬


‫ال ث ر ي‪ C‬ق ا ال‬

‫ص ‪m‬ت اذ‬
‫ما أزن ق هث "‬ ‫ك ذ ‪ " :‬أظ ز ء‬ ‫قا‪3‬‬

‫‪Rabî’ b. Sabîh der k i: Haşan vaaz verirken adamın b iri yüksek sesle‬‬
‫‪ağlamaya başladı. Bunun üzerine Haşan: “Bilm iş ol k i, vallahi Allah sana bu‬‬
‫‪hareketinle ne istediğini mutlaka soracaktır” dedi,‬‬

‫( ‪ ٣ ٠٠/ ٦ [ -) ٨٩٣٧‬ا حدثن ا عتد الله بن م ح م د بن ج ع فر‪ ،‬محا د‪ :‬ش مع ت عتيد الله ثن‬

‫حكي عن عتد ال م بن ه اب ي ‪ ،،‬م ز ر ال ث ى ثن ا اوب خ ثن ءم؛ ح ‪ ،‬عن ا لخشن‪،‬‬ ‫اق اي م ‪،‬‬

‫ها د ‪ '' :‬إن ا آل والغش ي ي و الن قى شب ال ق ه ‪ ،‬و آ هرا أز قا ؤأئقذ ‪:‬‬

‫ركال‬ ‫ثا هلب امرئ إذ‬


‫ف ث ؤط‬ ‫تموش‬
‫تجود الش وشر قي م‬
‫ي ما ي ح ا وأل م عق ال‬
‫و كان لت ف‬ ‫وم ن بم وكب" كان م و الة ح ن ت ه‬

‫ن اس منز ال‬
‫أ م حب ال؛‬ ‫‪c J l* j‬‬ ‫فسيبم ئذور ح ظه‪1‬‬
‫‪ ٩‬رضيت ئ‬

‫‪.Hasan-1 Basrî: “V a rlık ve izzet, tevekkülü aramak üzere dolaşırlar‬‬


‫‪:Tevekkülü buldukları yerde de yerleşirler” dedi ve şu şiiri okudu‬‬

‫“ ‪Varltk ile izzet, her yerde dolaşıp dururlar‬‬


‫‪Tevekkül eden bir müminin kalbinde yerleşmek için‬‬
‫‪Tevekkül edene, herşeyde mevlast kâfi gelir‬‬
‫‪Boşa gidecek çabalardan da onu uzak tutar‬‬
‫‪Nefsin, kendisine takdir edilene razt olursa‬‬
‫” ‪Yücelir ve insanlar içinde en güzel konuma yerleşir .‬‬
‫ثا ال م < ي‪ ،‬دن ا‬
‫بمظيى ‪ ،‬ق‬ ‫ثا ث خ ث د ئ‬
‫( ‪ ] ٣ ٠ ٦ ٨ [ -) ٨٩٣٨‬تثا إ ومح ز ئ مح د الثؤ‪ ،‬ث‬

‫ظ ن بن الول د‪ ،‬خدش او ج د ال ئ ا ئ ال ي ع بن صبي ح‪ ،‬و ك ان ؤالثؤ من خي ار‬


‫ه د الغزير‪ ،‬ثن ا‬
‫م‬ ‫ثا ن‪ ،‬ثن ا عئد الله س م ح ث د بن‬
‫بو محم د س ح‬
‫ت ا م ي ن‪ .‬ح و حدثن ا أ‬
‫المع‬

‫ك م ‪ ، ^ ^ ١‬قات ‪ :‬ش مت تن تد و أة ال ئ ئ‬ ‫م ‪ ،‬ى غث‪1‬ن ئ‬ ‫أ خت ن ئ‬

‫صا ح ب ل ة‪ ،‬فنظزت إل يه ما امزأه فتمضت له ما هدعئه ما‬ ‫صبي ح ‪ " ،‬كان با لأن وار وكان ئغة‬
138 A lib. A li er-Rifâ’î

‫إل ئهئم غ في‬ ‫ إقه ا‬٠٠ :، 3‫ ن ا يئكي ك؟ محا‬:‫صا ج تة‬ ‫ أه‬،3‫ مما‬،‫ قك ى ال قئ خ‬، ‫إ ز مسه ا‬

1‫ثله م‬
‫ ؛ ال ؤزأ ث شي و خ م‬،‫قئخثن‬

Ğassân b. Mufaddal el-Ğalâbî der ‫كل‬: Zikreden birinden şöyle işittim :


‫ ’ أ س‬b. Sabîh bir dostu ile birlikte Ehvâz denilen yerde idi. B ir kadın onlara

bakıp peşlerine takıldı ve onlara kendisiyle birlikte olm alarını te klif etti.
Şeyh (Rabî’) ağlayınca, dostu: “N için ağlıyorsun?” diye sordu, o da: “Bu
kadın ik i şeyh’e ‫ سس‬etmemektedir, o, mutlaka bu ik i şeyh gibi nicesini
görmüştür” karşılığını verdi.

Rab!’ b. Sabih; Haşan, Muhammed b. S!rîn, Yezîd er-Rekkâşî ve


başkalarından rivâyetlerde bulunm uştur.

Takrîb 1521, Takrîb 4451-b, Takrîb 1515, Takrîb 896, Takrîb 703, Takrîb
581, Takrîb 2402, Takrîb 2137, Takrîb 3837, Takrîb 1584, Takrîb 2630,
Takrîb 2173, Takrîb 565, Takrîb 187, Takrîb 1504, Takrîb 4303, Takrîb 686,
4177 ‫س‬ ‫ل‬,‫ أ‬Takrîb 3977, Takrîb ^001

A llah dostlarından b iri de A li b. A li er-Rifâ’î'd ir. M âlik b. D înâr onu:


“A rapların rahibi” diye adlandırm ıştı. Şu’be ise: “Haydi bizim efendim iz ve
efendim izin oğlu A li er-Rifâ’i ’ye gidelim" derdi.

‫ ثغ ا عتد الثي بن م ح م د‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د ثن ع م‬،‫ ] حدثغ ا أمحي‬٣ ١ ٠ ٨ [ “) ٨ ٩ ٥ ٩ (

‫ بما‬: " :‫ قات‬،‫ ئ ت ض ا لخض‬، ‫ أ م حض غئ ص غئ ا و‬، ‫ك‬ ‫ثا آتذ ا‬


‫ ث‬،‫ئن مح د‬
‫ الأثا للف‬:‫ أخدغن ا ل صاجبه‬،3‫ مما‬،‫ر ج الن م ن ص د ر هذه ا ألمة جزا جغ اي سه ما أئن القاص‬

:‫ فو د‬، ‫س د‬ ‫ت‬
‫ ةآد‬، ١^ ٢ ^ ‫بمو) أة‬ ‫بد ظ‬
‫ط ) لأم م‬ ‫و م ح ن أ ي ظ أئ م حهز غذ‬ ‫ظ‬

،‫ و ج ع دثرمح ن بأمور ال ثوافى ا ل ر جل فى شيمه‬:‫ مح ات‬،‫خنف ن الن اس والدن وث والسهائن‬

، ^ ١ ‫ ^ أن‬١ ‫ت ر ثغت ظ زغن و د أن قد‬


،‫ ش بطأ به م ص خذ؛ ا لأ‬: ‫ وئ‬،‫ نأى ذينف‬1‫محلم‬
‫ وال د يئمس عتد الثؤ بن‬، ‫ثامحئبال غ اهد وتزك وا العائ ب‬
‫ ق ا ح ذ ال‬،‫أشهد الدق ا وعقب ا ال خ ره‬
Ali b. A li er-Rifâ’î 139

‫ثامن ظ‬
‫ حش محا ت ه ما ال‬، ‫ أ و أن الله نحا ر هزن اخذائ ن ا إ ر ج ان ب ا ال ئ ز ى‬،‫مس بيده‬

" ‫غدنا و ال نالوا‬

A li b. A li er-Rifâ’î’nin bildirdiğine göre Hasan(-1 Basrî) şöyle demiştir:


Bu ümmetten öncekilerden olan ‫ لكال‬adam aralarında insanların durum larını
konuşurken biri diğerine: “Babasız kalasıca‫ ؛‬İnsanlar iman ettiklerini
söyledikten sonra bu konuda helak olm alarının sebebi nedir?” dedi. Sonra
şöyle devam etti: “Bunun sebebi insanların zayıf olması, günahlar ve
şeytandır” dedi. Sonra da kişinin kabullenemeyeceği şeyler saymaya başladı.
Arkadaşı durumun böyle olduğunu görünce şöyle dedi: “H ayır, onlar iman
ettiklerini söyledikten sonra A llah, dünyayı hazır, âhireti de gâib kıld ı. O nlar
da hazır olanı alıp gâib olam terk etti. Abdullah b. Kays’ın canı elinde olana
yemin olsun k i, A llah ikisin i yan yana getirseydi ve insanlar onu görseydi,
yine dünyadan vazgeçip âhirete meyletmezlerdi.”

،‫ ثغ ا عتد الثؤ بن م ح م د بن حم د العزيز‬،‫ ا حدق ا م ح ئ د سر عل ي‬٣ ١ ١/ ٦ [ -) ٨ ٩ ٦ ٠ (

‫ت غل ة ا إلنئ ا ذ ي‬
‫ <ق ا‬:‫ ض ا لخن‬،‫ئ غ ئ او؛اءؤ‬:‫ أتاه غ ئ‬،‫لبب‬
‫ةفلم ئذ ام‬

‫ قدت ؤقا د‬،" ‫خيقة ؛ مذ غذ| ) لأم ظ وكابذ ظ إلنث ان‬ ‫م‬ ‫أ‬ ‫ال‬ " : ‫ ظد‬، ‫ي‬
" ‫ '* محابدت صايى الدئيا ؤقدائذ ا الخزة‬: ‫صعيد أ خ وه‬

A li b. A li er-Rifâ’î’nin bildirdiğine göre Hasan(-1 Basrî): “in sano ğlunu,


zo rluklara ka tla n a ca k şekild e y a ra ttık ” 1 âyetini açıklarken: “insanın
katlandığı şeye katlanacak başka bir yaratık bilm iyorum ” dedi. Kardeşi Saîd
ise: “İnsan dünyanın sıkıntılarım ve âhiretin zorluklarım çeker” demiştir.

A li b. A li er-Rifâ'î, Ebu’l- ^ te v e k k il en-Nâcî ve başkalarından rivayette


bulunm uştur,

Takrîb 3841-a, Takrîb 2948-a

Ebû Nuaym der k i: A li b. A li er-Rifâ’î, Basra ahalisinin birçok


büyüğünden rivâyetlerde bulunm uştur. Bunlar ibadet eden, ruhban,
âhirete hazırlananlar olarak görülürdü. O nların sözleri nakledilm em iş ve

1Beled Sur. 4
‫‪140‬‬ ‫‪ibrâhîm b. Abdillak‬‬

‫‪hadis rivayet edenlerin m eclislerinde ^ e d ilm e m iştir. Bunlardan b azıları,‬‬


‫‪Hassân b. im rân, ibrâhîm b. A bdillah Eb i’l-Esved, Muâviye b. Abdilkerîm‬‬
‫‪ve başkalarıdır.‬‬

‫‪Takrîb 3791‬‬

‫‪İbrâhîm b. Abdillah‬‬
‫‪Allah dostlarından b iri de ibrâhîm b. Abdillah b. Eb il-Esved ’dir.‬‬
‫‪Kendisi Hasan’m, Ömer b. A b dilazîz’e yolladığı mektubun ravisid ir:‬‬

‫( ‪ ] ٣ ١٢ / ٦ [ ") ٨ ٩ ٦ ٤‬حدت ا م خ ث د بن بدي‪ ،‬ثن ا خئ ائ ثن مدوك‪ ،‬ثن ا يعقوب بن‬

‫ت ا م ح م د بن يزيد ا لأدبي‪ ،‬ل ‪ ٣ ١٣ / ٦‬ا ثن ا مع ن بن عيشى‪ ،‬ثن ا ^‪ ^ £ ١‬بن عتد الله‬


‫شئتا ن‪ ،‬ث‬

‫ه ذ و‬ ‫بد ءإن‬ ‫م \ ل غ م ثن ه‬
‫م د اقز؛ز‪ " :‬أظ م‬ ‫ك ي‪ ،‬أ ة‬ ‫ثن أ ي ا لأنزد ‪ ،‬عن‬

‫ظ أبين الئبيهث‪ ،‬فإن ا وا‪$‬م ه‬ ‫ظشق ط ي م ‪۶ ٩‬ض أ رو إقهاآكمر قوبة‪،‬‬


‫ت آل م ده م ن أعزه ا و م م تن جنغه ا ‪ ،‬هي‬
‫مم‬ ‫و‬ ‫ر م حا واينى محه ا ق بما ‪ ،‬محا قي‬
‫ت م ي فيال م حابه‬
‫‪١٤٠‬ل ث أ يأ”كلة م ن ال ي عرفة ونو خئفة‪ ،‬بك ن فيه ا " كالم داو ي ل حزا حته ي ح‬

‫ن ا ثكنة ني ال ‪ ،‬ويص بز غأى شدة ا لآدى م حاهه طول ائب ال ؤ‪ ،‬ؤاخذن هذه اال ؛از العراره اش‬

‫ت حت‬
‫ل حقثابه ا وفتنت بغزورف ا ‪ ،‬هأص‬ ‫زث ح لت باماله ا و مموبت‬ ‫قذ زينت‬

‫شم ه‪ ،‬وه ئ‬‫ف ا •ع ا‬


‫سل‬‫"كالعروس انئ خ ال ؤ‪ ،‬ائغيون النه اثاظزة‪ ،‬زالئل و ي إليه ا زابقة‪ ،‬والن موم‬

‫لأروا حه ا م حي قاتل ة‪ ،‬ئ ال اناقي بالناضي نمت‪ ،‬ز ال ا ال جن غ د ا لآوي <ذخت‪ ،‬ز ال‬
‫ائث ارفن يالثؤ ج ئ أ حتزة عنه ا م دكن‪ ،‬ء عاشى نف ا مح دفلم ز منه اب ح ا جته واغ ر وط ش وس ى‬

‫ح نزث ه‪ ،‬وا‪-‬جثن ع ت‬ ‫خ ز ز ك عنة هدمة وعقئنت م مثن وكتزت‬ ‫‪ ^ ^ ١‬ئ غ د م ه\ تة‬

‫•علته شكزات انتؤ ت بألمه ز ح نزا ت الم ؤ ت بغصته فذه ب بكم ده‪ C‬ثنز يدرك منه ا ن ا‬

‫طلب ولم يزوغ ف ث ة م ن ال نحب ‪ ،‬ح ز غ ي م زاد وهدم غش غ ز مه ا د‪ ،‬محاح ذره ا يا أبين‬

‫صا ح ب ال د ي حثن ا ا طمأن منه ا‬ ‫ف ا ء إن‬


‫الموم هن‪ ،‬وكن أ ص ن ا تف ون ‪ ،‬ا خ ذز ن ا بكون ل‬

‫ف ا بأهله ا غ اث‪ ،‬ؤالها ئ مله ا غدا ض ا و‪ ،‬قد وصل‬


‫إلى نز ور أش ح صة إ ر م كنوه ه الث ا ر ف‬
‫ي‬

‫ف ا إ ر ف ا غ‪ ،‬نثزوره ا م شوبب ا ل حزن ‪ ،‬ال ير ج غ مئه ات ا‬


‫ف‬
‫تما ء ي‬
‫ي ال ع‪ ،‬و ج ع د ال‬
‫ا ل ر جا ء فيه ابال‬
tbrâhîm b. Abdillah 141

‫ ؤضئؤئ‬% \‫م ه ا ل‬
‫ وآظل‬، ‫ ؤ ال يدنى ظ ئ ز آ ت ي ن ق ي ك;نيف ا ك ؤ; أ‬،‫ز و ئأذثز‬

£‫ إن عقد ثهو م ن الثنن اؤ غ ز حظر وبن امحال‬،‫ زائن ادم منه ا ع إى حقن‬،‫وعشقه ا ثكد‬
‫بز ت ل‬
‫ لكانت اال؛قا قذ‬، ‫ف ا ف ال‬ ‫ ولم ح‬،‫ ول و أن المحالئ لم يخبز عنه ا ح را‬،‫عأى ح ذر‬

‫فا‬
‫ ت ا ي‬،‫ وفيه ا واعظ‬،‫ دكنفن زقن جا ء من الثؤ عنه ا نا جت‬،‫ وئثهت العاهد‬،^ ^ ١ ‫أيقظ ت‬

‫ه‬ ‫ث> محم د‬


‫ وقد عرضت غلى إلل‬، 1‫لئه ا مغذ حلع ه‬
| ‫ ^ قذت ز ال وزن ز ال ئ ت‬١ ‫عئد‬

‫ب مماي ح حرايعه ا ز ال ينقص ه دللف عند الثؤ ج‬


‫ ئأثى أن يمله ا "كرة أن يحالفن‬،‫ثا خبعوص ة‬

‫ هزواه ا عن ا ل صال ج ئ‬، ‫ أؤ ينقع ن ا زص غت ل ظ‬C‫عأى ربه أئزة أؤي ج ب ن ا أبغ ع ن حالمة‬

‫ نفل ن ال ن م و ر به ا الما در عامه ا أثة أكرم به ا ونبي ما‬،‫بسقنه ا لأعدائه اغترارا‬


‫ و‬،‫ا ح ساوا‬

‫ه ج ئ وضغ ا لخم غشبعلتهء ؤلم د جا ء ت اوزاأل عن الثؤ ل؛)يقو أثت‬ ‫صثع الثت ل م ح مد‬

‫ وأنت‬١^ C‫موبة‬
‫ " |دا رأيت نبش ت ي د مم ن دن ب ع ج لت ع م‬: ‫ق الم‬,‫ لمو تى عأثه ال‬،‫ئل‬

‫ وا م م ة‬،‫ نإن جئش ق ت ب صا ح ب ا لر وح‬،‫ثا بش عا ر الصالحين‬


‫المع ز ممي ال مم د م ح‬

‫بمالثي‬ ،‫ خولاسي ال ئومح ن‬،‫ وشعا وي ا ك زمح ئ‬، ‫ إذابي ائي و غ‬:‫ فولت‬،‫ع س ى ابن مني م كا ن‬

‫ وطعامي ومحاكهتي ن ا أبث ت‬،‫ ودابتي ر ج ال ي‬،‫ و سرا جي الم ن ن‬،‫ش ارق ال ئ ن س‬
‫في الئثاع م‬

‫ب ز ي ف ي ء وم ا ع إ ى ا ال وض أغش مني‬
‫فن م‬
‫ وأصب ح ن ي‬، ‫ف ي ء‬ ‫فن‬
‫ا الرمتث أ ي ت ن ي‬

ibrâhîm b. Abdillah b. E b i’l-Esved bildiriyor: Hasan(-1 Basrî), Ömer b.


Abdilazîz’e şöyle bir mektup yazdı: Derim k i: Şüphesiz k i dünya bir göç
etme evidir, ikamet evi değildir. H z. Âdem (cennetten) dünyaya cezalı
olarak indirilm iştir, o halde ondan sakın ey m üm inlerin emiri! Çünkü
onun azığı onu terk etmekle elde edilir. Onda elde edilen zenginlik onun
fakirliğidir. O nun her an öldürdüğü b iri vardır, o, kendisini izzetli kılanı
zelil, nim etini toplayanı da fakir kılar, o, bir zehir gibidir. O nu bilmeyen
kimse yer, ama içinde kendi ölümü vardır. Bu sebeple sen onda yarasım
tedavi eden kimse gibi ol. Böyle bir kimse belasının uzun sürmesinden
korktuğu için şiddete karşı sabredip yarasım tedavi eder, o halde hileleriyle
süslenmiş, m allarıyla tatlanmış, taliplerini kendine teşvik eden, gururuyla
fitneye düşüren ve telli duvaklı gelin gibi olan aldatıcı diyardan sakın.
Gözler ona bakar, kalpler onun hayranı, nefisler ise ona aşık olur, o da
bunların hepsinin eşlerini katleder. Buna rağmen ne geride kalanlar
142 Îbrahîm b. Abdillah

geçmişten ibret alır, ne sonrakiler öncekilerden ders alır. Ne de A llah’ı bilen


kimse dünya hakkında bir hatırlatmada bulunduğu zaman ondan ibret alır.
O nun aşığı ondan ihtiyacını elde etmiş, aldanmış, haddini aşmış ve âhireti
unutmuştur. Öyle ki aklını dünyaya kullanm ış, dünya onun ayağını
kaydırm ış, pişmanlığı büyümüş, hasreti çoğalmış, ölümün pişmanlığı artmış,
ölümün sıkıntı ve elemleri üzerine çökmüş, sıkıntılarıyla gitmiş, ondan
isteğini elde edememiş, nefsini rahat ettirmemiş, azıksız dünyadan çıkm ış ve
hazırlıksız bir zemine varm ıştır. O halde ondan sakın ey m üm inlerin emîri!

Onda ne kadar m utlu isen (gelecekten) o kadar sakın! Çünkü dünyanın


sahibi ne zaman dünyanın sevgisine güvenirse, mutlaka dünya onu bir
zorluğa sürükler. Dünya ehlinin arasında sevilen kimse aldanmıştır.
Dünyadan faydalanan kimse yarın zarar görür. O kendisinde üm idi bela ile
birleştirm iş ve bekayı fâni kılm ıştır. Bu bakımdan dünyanın sevgisi,
üzüntülerle karışıktır. Ondan giden kimse artık geri gelmez. Geleni de
bilinm ez ki beklenilsin (ondan sakınılsın). Onun üm itleri yalancı, emelleri
batıldır. Duruluğu bulanık, yaşamı sıkın tılıd ır. Âdemoğlu da onda tehlike
ile karşı karşıyadır. Eğer akıl erdirse nimetten (zenginlikten) uzak durup
beladan sakınır. Eğer yaratan dünyadan hiçbir haber vermemiş olsaydı ve
dünya için hiçbir misal vermemiş olsaydı, yine de dünya uyuyanı uyandırır,
gafili ikaz ederdi. A llah ondan men edici ve onun hakkında öğütleyici
gönderdiği halde nasıl böyle olmasın ki?

O nun Allah katında bir değeri ve ağırlığı yoktur. O nu yarattığı


zamandan beri de ona bakmamıştır. O , hâzinelerinin anahtarlarıyla
peygamberin Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem) teklif edildi, ama kabul
etmedi. Oysa kabul etseydi Allah derecesini bir sivrisinek kanadı kadar bile
eksiltmeyecekti. O , Rabbinin emrine m uhalif olmaktan veya yaratıcısının
sevmediği bir şeyi sevmekten veya hükümdarın değersiz kıldığı bir şeye
değer vermekten hoşlanmadı. Allah onu (dünyayı) im tihan etmek için salih
kullarından uzaklaştırdı ve düşmanlarını aldatmak için önlerine serdi.
V a rlık lı olan kimse aldanan kimsedir. Zira bu varlığın kendisine ikram
edildiğini zanneder. Ancak Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) karnına taş
Muâviye b. Abdilkerîm 143

bağladığı zaman da A llah’ın ona ne yaptığını unutur. Rivayet edildiğine göre


A llah, H z. Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Eğer zenginliğin (sana doğru)
geldiğini görürsen: «Cezası acele verilm iş bir suç» de. Eğer fakirliğin (sana
doğru) geldiğini görürsen: «Salihlerin şiarına merhaba» de. Dilersen de ruh
ve kelimemin sahibi İsa b. Meryem’in dediği gibi de. o şöyle derdi: «Benim
katığım açlık, şiarım korkudur. Giysim yün ve kışın yakacağım güneştir.
Kandilim A y ve bineğim ayaklarım dır. Yemeğim ve memelerim yerin
bitirdikleridir. Yanım da hiçbir şey olmadığı halde geceler ve yanımda hiçbir
şey olmadığı halde sabahlarım. Y eryüzünde benden zengini de yoktur»-”

Muâviye b. Abdilkerîm
A llah dostlarından b iri de M uâviye b. A b d ilkerîm ’dir.

‫ ثن ا عثد الله بن م ح م د‬،‫ ثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن غ م ز‬،‫ ] حدثن ا أيى‬٣١ ٧ ٦ { “) ٨ ٩ ٦ ٥ (

3 ‫ ظ‬،‫ أثت لخشذ عن زيد بن ال ح؛ ا ب‬،‫ ح د ق ن ي ش ن بن عيي‬،‫دمي‬/‫ا‬


‫ت حدبني معاو؛ه‬

:‫ ا ص وقات م حيء‬:‫ ق ات بمنه ج‬، ‫ ذ ووا بم د ا لخض ال ي د‬:‫فات‬،‫ئ مح د ادقر م‬


: ‫ الزاهد إدا نأى أخذا قان‬، ‫ ل س م في ئ ي ا‬٠٠ :‫ وقا د ا لخشن‬،‫ ك ذا‬: ‫ص ه م‬‫ وقا د بم‬، ‫المهئع أ‬

‫مح أمح د ن ي ا ا‬

Muâviye b. Abdilkerîm bildiriyor: Hasan-1 Basrî’nin yanında zühdden


bahsettiler ve dim isi giysilerde, kim isi yiyeceğe, kim isi de başka yönlerden
kişinin zahid olabileceğini söylediler. Bunun üzerine Haşan: “D ediklerinizin
hiç bir değeri yok‫ ؛‬A sıl zahid olan kişi, b irini gördüğü zaman: «Bu benden
daha hayırlıdır!» diyebilen kişid ir” dedi.

M uâviye; Haşan, Muhammed b. Şîrîn , Ebû Recâ el-U târidî, Bekr b.


Abdillah el-M üzenî, Atâ, Kays b. Sa’d ve başkalarından rivâyetlerde
bulunm uştur.

Takrîb 2466, Takrîb 1395


144 Mâlik b. Enes

E b û N uaym der k i: “ B a s ra lıla rın â b id le ri ve y ıld ız la rı h a k k ın d a k i


a k ta rım la rım ız b urad a b itm iştir. Ashâbdan ve tâbiundan hidayet
re h b e rle ri, ta kva n ın b a y ra k ta rla rı ve k a ra n lık la rın la m b a la rı olan
k iş ile rin ah vallerin d en b ir bölüm ünü b u raya ka d a r a n la ttık . A lla h
cüm lesinden ra z ı olsun. Şim d i de o n la rın peşinden ve yolundan giden
k iş ile ri zikredeceğiz. M âlik b. E n e s, Süfyân b. Saîd , Şu’be b. el-
H accâc, M is’a r b. K id â m , Le ys b. Saîd , Süfyân b. U yeyne, D âvud et-
T â î, H aşan b. S â lih , A li b . S a lih , F u d a y l b. İy â d gibi b ö lg elerinin
im am ları ile zam an ların ın en iy ile rin d e n b aşlıyo ru z. B u şekilde kitap
b ire r Güneş ve A y olan öğütlerin im am larm ı kapsam ış o la ca ktır.

B u n la rd an sonra da onlara uyup yo lların d an gid enleri


zikredeceğiz. K i b u n lard an da her b ir i p a rla k b ir y ıld ız g ib id irle r.
K u d re ti ila h iy i gözler önüne serm iş, öğüt ve u y a rıla rı h er ta ra fa
yaym aya çalışm ış, h e r tü rlü günah ve fitneden uzak durup k e n d ile rin i
tem iz tutm aya çalışm ış, iy ilik ve g ü ze llik le rin k a y n a k la rın ı
desteklem iş k iş ile rd ir. S ır la r ı m uhafaza edilm iş, öm ürler h a y ırla
geçmiş, a h v a lle ri ve y a p tık la rı övülm üş, d in in b u y ru k la rın a gereken
özeni gösterip bu yönde ellerin d en gelen hizm eti y a p tık la rın d a d o layı
da hep h a y ırla yad edilm iş k iş ile rd ir. S ırla r ı h er tü rlü şüpheden
tem iz k a lm ıştır. Hep iy ile rin arasın d a zik re d ilm iş, ış ık la r ı her ta ra fı
ayd ın latm ış, z ik irle r i devam lı ve g ünahları yok olmuş kim se le rd i.
O n lar d in in d ire k le ri ve tem elleri, â b id le ri ve b eld elerin de h u zu r
k a yn a ğ ıyd ıla r. B u n la rın , in sa n la r arasın d a yayılm ış olan d avran ış ile
sö zle rin i k ısa , h ikm e tle rin i ise uzun b ir şekilde zikred eceğ iz.”

Mâlik b. Enes
A llah dostlarından b iri de, Haremeyn’in im am ı, Hicaz ve Irak’ta
m eşhur, mezhebi dünyanın her tarafına yayılm ış olan M âlik b. Enes’tir.
M âlik b. Enes, şerefli ve a k ıllı kişilerdendi ve Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem)
hadislerini ezberlem iş, ümmet arasında ahkam ve dini prensipleri yayan,
takva sahibi olan ve m usibetlerle karşı karşıya kalan b iriyd i.
Mâlik b. Enes 145

‫ ثن ا أث و بكر بن م ح م د بن أ ح م د بن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن إ ن خ ا ق‬٣ ١٦ / ٦ ‫ ل‬-) ٨٩٦٨ (

‫ ماللف بن أن ي في ط الق‬،‫ صرب جئم ز بن ن قما ن‬: ‫ يقأو ل‬،‫ ش م عت أب ا داود‬:‫ محا د‬،‫واشد‬

‫حلى‬ ‫ أن ن ا ب ها لثا‬، ‫ عن ابن زغ ب‬، ‫ا ل م كره و ح كى لي ي س أ ص حا ب ابن ؤه ب‬

،‫تذ <نى قذ ع ش‬ ‫أال‬ " : 3^ :،[١٠ ،‫ م ع ر سف‬:‫ص د ه‬،‫زخبد غش ض‬


‫ين‬
‫ ؤأثا أهولت طالق ال ئكزم ف‬،‫ث ح ي‬
‫بلف س أنمي بن أيي غ ا م ا ألص‬
‫ثا نا‬
‫ هأ‬،‫يع رمحغي‬٢ ‫زنن‬

‫) أدركوه أنؤوئة‬3‫ هما‬، ‫للئ‬-‫بن >ئءن ا ن أثة قثاؤر> ع ر شس ه بن‬ ‫ئ ر‬


‫جع‬ ‫ت ئي غ‬3 ‫ ه ا‬،" ‫بث يغ‬

‫ ^ بن أس‬٣
Ebû Dâvud der ‫لظ‬: Câfer b. Süleyman, M âlik b. Ene$’i zorlama sonucu
boşayanın durumu hakkında verdiği fetva sebebiyle dövdürmüştü. ibn
Vehb’in arkadaşlarından b iri, ibn Vehb’in şöyle dediğini söyledi: imam
M âlik, dövülüp saçları kesilerek bir deveye bindirilince, kendisine: “Kendini
halka tanıt” denildi, im am M âlik: “Beni tanıyan tanır, tanımayan da bilsin
k i, ben M âlik b. Enes b. Eb î Â m ir el-^ bahi’yim . Ben, zorlama sonucu
boşayanın talaltı geçersizdir diyorum” dedi. Süleymân b. Câfer, onun böyle
seslendiğini öğrenince: “Ona yetişin ve deveden in d irin” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح م د بن أخنت بن غن وو‬،‫ثا ن‬


‫حدق ا أبو م ح ث د بن ح‬ ] ٣ ١ ٦/ ٦ ‫ ل‬-) ٨ ٩ ٦ ٩ (

:‫م‬ ‫ح‬ ‫ ت أل ت أ خ ن ذ بن‬:‫؛‬3‫ محا‬،‫بن ريا د ال ق طا ن‬ ‫ا لم صل‬ ‫ عن‬، ‫حم ذ الل ه بن أ ح م د بن "كث ب‬

‫ إثئ ا صربه في‬،‫ " صربه بمثس اوئ الؤ ال أدوي م ن غز‬:‫ قات‬، ‫م ن ص ن ت ماللث بن أ م‬

‫ الث ج إ ة محزبه لد م‬Ö& ‫ث وو‬


" ‫بث‬ ‫طالق ال‬

Fadl b. Ziyad el-Kattân der ‫لكل‬: Ahmed b. Hanbel’e: “M âlik b. Enes’i ‫آل ؛إآل‬
dövdü?” diye sorduğumda: “Valilerden kim olduğunu bilmediğim biri
”dövdürdü. O nu, geçerli saymadığı bir talak fetvası sebebiyle dövdürmüştü
cevabını verdi,

‫ ش مع ت الممص د بن‬:‫ قات‬، ‫ن عئ بن ع ا ص م‬ ‫حدق ا ن خ ئ د‬ ] ٣ ١٦ / ٦ ‫ ل‬-) ٨ ٩٧ ٠ (

‫ ن ا‬٠٠ : ‫ ثئ و د‬،‫بلف بن أن ي‬
‫ ش م ع ت م ا‬: ‫ يمولط‬،‫با م صع ب‬
‫ ش م عت أ‬: ‫ت‬
‫ مول‬،‫م ح م د ا ل ج ن د ي‬

٠٠ ‫م أغد ملآبف‬ ‫قب وذ‬


‫م‬ ‫أمح ق خش ث ه ذ ي‬
146 Mâlik b. Enes

M âlik b. Enes der k i: “Bu işe ehil olduğuma yetmiş ‫إءل‬$‫ إ‬şahitlik etmeden
fetva vermedim.”

‫ ثن ا‬، ‫ف ئ‬
‫ ثن ا ت خ ئ د س إئ ح اق المم‬،‫حدثن ا إبراهيم بن عئد الل ه‬ ] ‫ ا اءم آ‬/ ‫ ) “ ل آم‬٨ ٩ ٧ ١ (

:‫ قاد‬،‫ ص خ ف تن عن ي‬،‫ تثا مح د ال د ئ توشقث‬، ^ ^ ١ ‫ه د مح رم‬


‫لخن ئ م‬ ‫ا‬

‫ هد‬:‫بثي‬ ‫م‬ ‫ز س أ ك من ه و أ‬ ‫ح‬ ، ^ ١ ‫ ظ أ ج ئ ت في‬:‫ب ولط‬


‫ م‬، ‫بن أ ن م‬ ‫شب ع ت‬
‫ يا أبا‬: ‫همل ت ل ه‬ ،‫بذبلف؟ ت أل ت ننمع ة وس أل ت ي حيى بن ت ع ي د ثأنزا؛ي ؛ذنلف‬ ‫ض عا‬‫مو‬ ‫تزاني‬
‫ ح ز‬،‫ت عي لن ج د أن يزى شتن أ؛ئ ال لث يء‬
‫ب‬
‫ ال م‬،‫لهي‬ ‫ قادت " ث ق‬،‫عبد الثؤفل ز ئهؤك‬

| ‫مب آ د ت ق وئ أ ئل ء ة ا‬

H alef b. Am r anlatıyor: M âlik b. Enes’in şöyle dediğini duydum:


“Benden daha bilgilisine, benim buna layık olup olmadığımı sormadıkça
hiçbir soruya cevap vermedim. Rabîa’ya ve Yahyâ b. Saîd’e sorduğumda
bana fetva vermemi söylediler.” (H alef b. Am r der ki) Ben: “E y Ebû
Abdillah! Seni bundan alıkoysalardı?” diye sorduğumda, “Fet^a vermeydim.
K işin in , kendisinden daha bilgili birine sormadıkça kendini bir şeye layık
görmesi uygun değildir” dedi.

‫ ا ئ ز ن ا ثنىث ح ت‬: ‫ ق ات لى‬،‫ نحل ت ع اى مال ك‬:‫ ا قات حلمت‬٣ ١٧ / ٦ ‫ ) “ ل‬٨٩٧٢ (

‫ اقزأة ه إذ\ فيه زويا زاف ا لةبعقس‬: ‫ ث ا د‬،‫ ق ادا أثا بكتا ب‬،‫م صال ي أؤ حصيري أ فنف ر ت‬

٠' <'‫ب لم‬


‫ أممال ل‬،‫ت م ع الغ امس علته‬
‫ه ي ا ل منام قي من حده فد ا ج‬ ‫ رأيت النبي‬:‫ ممات‬،‫إ حزانه‬

،" ‫فرمحه غلى ال ثا م‬


‫ أؤ ع لما زأتزت ما ه أن ي‬، ‫تا ت محمث ح ث مس ر ي طيب ا‬
‫إ ي قد ح‬

‫فقنت غنة‬ ‫ وهزيم ولون إذا تن م ذ م ا ل ل ط ن ا أمنة به نن وه الله ه ثأ ذكى‬،‫ الن ا س‬،1‫محان صزو‬
H alef bildiriyor: M âlik b. Enes’in yanına girdiğimde bana: “ Seccademin
(veya hasırın) altına bak!” dedi. Baktığımda bir kâğıt gördüm. Bana: “O nu
oku!” deyince okudum. Kâğıtta kardeşlerinden b irinin gördüğü şöyle bir
rüyadan bahsediliyordu: “Rüyamda H z. Peygamber’i (sallallahu aleyhi vesellam)
gördüm. Mescid’inde idi ve insanlar da etrafında toplanmışlardı. Resûlullah
(sallallahu aleyhi ١١^^^٧^^) onlara: «M inberimin altında sizler için güzel bir şey —
veya: bir ilim — sakladım. M âlik’e de bunu insanlara dağıtması em rini
verdim!» buyurdu. Bunun üzerine oradaki insanlar: «o zaman M âlik, H z.
Mâlik b. Enes 147

Peygamber’in (sallailahu aleyhi vesEİlem) bu em rini yerine getirsin!» diye söylenerek


dağıldılar.” M âlik ağlamaya başlayınca yanından ayrıldım .

‫ ح د م‬،‫س د ئ إ ن خ ا ى‬ ‫ثا‬
‫ ق‬،‫س عتد الثؤ‬° ‫ ] خدتنا إبزاه م‬٣ ١ ٧ ٨ [ -) ٨٩٧٣ (

،‫ إن ن ا عيد بن ننا م الص وري‬3 ‫ ه ا‬:‫ هات‬،‫ حدقتي إش حاق ن م وت ى ا لأن صا ر ي‬،‫ا ل ج و هري‬

‫ 'إ‬:‫ ق ك‬، ‫ فى ا ل م‬٠ ‫لبي‬1‫ نأبق‬:‫لأيي قاد‬1‫زءثض أن خاب اثن المح ا ج بذ‬
" ‫ " نابلق ثذ أ ن م‬:‫ قاد‬،‫زئ و د اللي ت ذ تن ا د ذ ك ؟‬

İbnü’l-M übârek’in öğrencilerinden olan âbid bir zat olan Ism âil b.
Muzâhim el-Mervezî bildiriyor: Rüyamda H z. Peygamber’i (sallailahu aleyhi vesEİlem)

gördüm. Ona: “E y A llah’ın Resûlü! Senden sonra sorunlarım ızı kime


iletelim?” diye sorduğumda: “M âlik b. Enes’e” karşılığını verdi.

‫ت ا أ ح م د بن م ح م د بن‬
‫ ث‬،‫ ] خل؛ثن ا عئد الثؤ ن م ح م د بن جنفي‬٣ ١ ١ ٧ ٦ [ “) ٨ ٩ ٧ ٤ (

‫بو‬
‫ح د بتي ثهلؤمحث أ‬ ،‫ حدبني ث خ ئ د شر الحس ث ن‬،‫ ثن ا عثد الله س م ح ئ د بن غ ي د‬،‫عنز‬

‫ه محي‬ ‫ الئؤ‬3‫ رأيت رن و‬: 3 ‫ د ا‬،‫تا را‬


‫ مولى ا لل س ن و ك ان م ح‬،‫ب و حم د الل ه‬
‫ حدقي أ‬، ‫صع ب‬

، ‫ه من ك‬ ‫ الثي‬3‫ وبين يدي لن و‬،‫ثديه‬ ‫نن‬


‫حوله زن انلق هائم م‬ ‫' قاعدا زالثاسئ‬٠ ‫ال ن ن ج د‬

:‫ث ؤ ف‬ 3 ‫ دا‬، " ‫ وماللئ ينشره ا عأى الن اس‬، ‫زهؤ يأ خذ بنئ محئصه ن دمحعه ا إلى مال ك‬

‫ل ق ئ إأل ادد؛ؤقع الث؛ؤ‬/‫ه‬


Leysîlerin azatlısı ve hayırsever biri 0‫ س ا‬:Ebû Abdillah şöyle dem iştir
.Rüyamda Resûlullah’ı (sallailahu aleyhi vesellem) M escid’de otururken gördüm
.İnsanlar da etrafında toplanmışlar, M âlik de önünde duruyordu. H z
Peygamber (sallailahu aleyhi vesellem) önünde bulunan miskten avuç avuç alıp
M âlik’e veriyor, M âlik de bunu insanların üzerine saçıyordu.” M u tarrif der
k i: “Bunu M âlik’in ilm ine ve sünnete tâbi oluşuna yordum . ”

‫ ثن ا م ح م د بن أ ح م د‬، ‫ف ر‬
‫حدت ا عتد الئؤ بن م ح م د ين ج ع‬ ] ٣ ١٧ / ٦ [ “) ٨٩٧٥ (

: 3 ‫ ظ‬C‫ ثن ا المثنى بن سعيد القص م‬،‫ت ا ع د العزيز بن أثا ن‬


‫ ث‬، ‫ ثن ا م ح ئ د س ع ا ص م‬،‫ال ربيري‬

". ‫ الله‬3‫ ن ا بت ليله إ ال نأيت ر ن و‬٠٠ :‫ م و د‬،‫ش م ن ت مال ث بن أن ي‬

M âlik b. Enes der k i: “ Rüyamda Resulullah’ı ‫ال^ولاوااوق؛‬ )aleyhi vesellem

görmediğim bir gecem bile olmadı. ”


148 Mâlik b. Enes

‫خ ث ذ بن زبا ن‬ ‫م‬ ‫ ش م ع ت‬:‫ قات‬،‫خ ث د بن إبزاهي؛؛ بن عل ي‬ ‫حدق ا م‬ ] ٣ ١٧ ٨ [ -) ٨٩٧٦(

‫ه محن ا ثنى‬ ‫ وأنت هي‬: ‫ ثق ون‬، ‫ يموت؛ سم ن ت مح ث ذ بن رم ح 'ف جيبي‬، ‫بن ني ب‬


" :‫( ؛‬١٤ ‫ ؤ ي م ح ظ أ م ؟‬، ‫؛ ه ع ك قي نال ك‬ ‫ء قد‬ ‫ و بمو د‬: ‫ قلق‬،‫اقا ئ أ‬
‫ط ي ا ا ظثا ةأ ك؛ ض‬ ‫ناال ق و ر ث‬

Muhammed b. Ramh et-Tucîbî der ‫ لكل‬: Rüyamda H z. Peygamberi (sallallahu

aleyhi vesellem) gördüm. O na: “E y A llah’ın Resûlü! M âlik ile Leys ihtilafa
:) düştüler, hangisi daha âlim?” diye sorduğumda, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem

M âlik benim ilm im i miras alm ıştır” karşılığını verdi“.

‫ ثن ا‬،‫يابي‬
‫فر‬‫ ثن ا جعق ر ال‬،‫حدثن ا محم د بن أ ح م د بن ا لخشن‬ -) ٨٩٧٧ (

،‫ هاضي التديثة‬،‫ ثن ا إبراهي م بن حم د الثؤ بن ب ي م ا الد صا ر ي‬،‫إشحاق ن موشى ا ال تحا ر ي‬

‫ أ ج د‬٢ ‫ إ ي‬٠' : ‫ ق ا د‬،‫ محم د ل ه‬،‫نجارة‬ ‫ نث ماللث بن أنس غش ابن حازم وهو‬:‫قات‬

" ‫ب اب ا ن أ‬
‫ه وأ‬ ‫ الثؤ‬،‫ هكرهت أن اخذ ح ديت رثول‬،‫ه ه‬
‫موضعا أ جلس م‬

Medine kadısı ibrâhim b. Abdillah b. Kuraym el-Ensârı der k i: M âlik b.


Enes, yanındakilere hadis öğreten Ebû Hâzım ’la karşılaşınca durmayıp
yoluna devam etti. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda ise: “Oturacak yer
bulamadım. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hadisini de ayakta almayı uygun
görmedim” dedi.

‫ ثن ا‬،‫إشث ا ق‬ ‫م ح مد بن‬ ‫ ثغ ا‬،‫بن حم د ال ثؤ‬ ‫حدق ا إبزا م ز‬ ‫ ا‬٣ ١٨ / ٦ ‫ ل‬-) ٨٩٧٨ (

‫راد أن ي ح د ث ثزضأ و جنس عأى‬1 ‫ائ‬،‫إ‬ :،3‫ ها‬، ‫ ^ أ ي أو ص‬١ ‫ ظ‬،‫محر ي‬،‫ال جؤ‬

‫ مح د له قي‬،‫ ونر خ لمحته وس ك ن قي ال ي وئ س ي ز م و ص م م ح د ث‬،‫فراشه‬


،" ‫ ز ال أ ح د ت به إ ال عأى حل ه انة متذكغ ا‬. ‫ أ ج ب أن أعقم ح ديت ننو ل الثؤ‬٠' :‫ق ات‬

U ‫' أ ح ب أن أ م ه؛؛‬٠ ‫ت‬


3 ‫ ءق ا‬، ‫ئثئ ج ل‬،‫ن يكنه أن ي ح د ت في \لدلريى ؤئ و د ال؛إ أؤ ي‬1‫وك‬

" ‫ ع قت ض ف ي م ح ه‬، ‫جا ء ت ق ب‬

ibn Eb î Uveys der k i: im am M âlik, bir hadisi aktarmak istediği zaman


önce abdest alır, minderine oturur, sakallarını şöyle bir sıvazlar, oturuşunda
ağırbaşlılığı ve vakarı yakaladıktan sonra da hadisi aktarırdı. Kendisine
neden böyle yaptığı sorulduğunda ise şöyle derdi: “Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi
Mâlik ‫ء‬. Enes 149

vesellem) hadisine gerekli değer ve önemi vermek isterim . O nun için ancak
abdestli iken hadisi aktarırım .” M âlik yolda ayaküstü veya hızlı bir şekilde
)yürürken hadis aktarmayı kerih görür ve: “Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi vesellem

aktardığım şeyi anlamak ve ona iyice hâkim olmayı isterim ” derdi,

‫ ش م عت الئمص د بن م ح م د‬:‫ قات‬،‫حدق ا م ح م د بن عل ى‬ ] t^A/S [ -) ٨٩٧٩ (

‫ماللثم ال ي ح د ثب ح دي ث زرئ وؤ> الثؤ‬ ٠' : ‫ت‬


‫ مول‬، ‫ب ا تص غ ب‬
‫ ت من ت أ‬: ‫ث‬
‫ بمول‬، ^ ^ ^ ١

" ‫ه‬ ‫ إ خ ال ال لخديث زوئل اش‬، ‫ء إ ال وقر غ ر ا ش ة‬

Ebû M us’ab der k i: “M âlik, saygısından dolayı abdestsiz olarak


Resûlullah'ın )‫ ال^وااوااو؛؛‬aleyhi vesGİlem) h a d is in i anlatmazdı. ”

‫ت ا ج عن ر بن م ح م د‬
‫ ث‬،‫حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا ل ح ش‬ ] ٣ ١ ٧ ٦ [ “) ٨ ٩ ٨ ٠ (

‫ " كان‬٠٠ : ‫ يمولط‬،‫ ش م عت مع ن بن مح ن ى‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا إ ن خ اق بن م وت ى ا م ح ا ر ئ‬، ‫يابي‬


‫ا لمر‬

" ‫ت ا ء وث ح وه ما‬
‫ث ا ء وال‬
‫ه ال‬ ‫ماللق بن أنس حقي في ح دي ث رئ ول ال ر‬

M âlik b. Enes, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vasellem) hadislerinde, “be” ve “te”


gibi harflere bile dikkat ederdi.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا م ح م ذ بن أ ح م د ثن الول د‬،‫حدق ا أبو م ح م د بن■ ح ثان‬ ] ٣ ١٨ /! [ ") ٨ ٩ ٨ ١ (

: ‫ وئ د‬، ‫طي م‬ ‫ ء ؛ ال م ء ذ ل‬1‫\ خ‬1\ " : ‫ات الئ ا ف ئ‬3 : ٤١١٤ ، ‫يوئن ئ جد ا لآش‬
‫<لئ‬

٠٠ ‫ القي؛؛ثاتي‬: ‫ وش م ان‬،‫مالل ئ‬

Şâfiî der ‫لكل‬: “ ”. Hadis söz konusu olduğunda M âlik yıldız gibi olur

Yine der ‫لكل‬: “ M âlik ile Süfyân(-1 Sevrî) ayrılmaz ik ili gibidir. ”

، ‫ و م ح م د بن أ خ ئ ذ‬،‫ ظ أبوي ح ش‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أب و م ح م د بن حي ا ن‬٣ ١٨ / ٦ ‫ )" ل‬٨٩٨٢ (

‫ ت ب غ ت هم د الؤ ح م ن‬:‫ يم ولط‬،‫تن ح ما د‬ ‫يم‬


‫ ش م ع ت ن ع‬:‫ئ الأ‬ ، ‫ ثت ا أبو بكر التل زن وم ي‬:‫ق ا ال‬

‫ بن‬. ‫ ام ن ع ز ح ديث رن ول الله‬،‫ " ن ا بقى غلى و جه ا لأرض أ خ د‬: ‫ يق ون‬،‫بن م هدي‬
" ‫نال ك بن أنس‬

Abdurrahman b. M ehdi der k i: “Yeryüzünde Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi

vesellem) hadisi konusunda M âlik b. Enes kadar güvenilir biri kalmış değildir.”
150 Mâlik b. Enes

‫ت ا أثو يوئ س‬
‫ش ا حتيء ث‬
‫ ثن ا ركريا ال‬،‫يا ن‬
‫حدت ا أبو م خ ئ د ئذ ح‬ ] ٣ ١ ٧ ٦ { -) ٨٩٨٣ (

‫ أنشدني بئقس أ ص حابما من ال ن د ق ئ في مال ك بن أن ي رضي الثة مما ر‬:‫ محا د‬، ‫ال ئ ذ ئ‬

" :‫ص ه‬

‫والث ائل و ن وئا ك س ا لأذها ن‬ ‫ق ن ع ا ل ج و ا ب ق ال يرا ج غ هئثة‬

‫م‬ ‫ثه و ا نمنا ع وق س دا‬ ‫ي وي ر ن أط)د ا ؛ ف ى‬،‫أذي الز‬

Ebû Yûnus el-Medenî şöyle b ild irir: M edineli arkadaşlarımdan b iri bana
M âlik b. Enes hakkında şu şiiri söyledi:

“Cevabim verir ve kimselerden çekinmez


Soranlar başlanm eğerler
Edebli, vakur, aziz, takvanın sultam
İtaat edilen odur sultan değil. ”
‫ ثن ا م ح م ود‬،‫ ثن ا م ح ئ د س إن ح ا ق‬،‫ ] حدثن ا إبزاه م بن عئد الل ه‬٣ ١٩ / ٦ [ -) ٨ ٩ ٨ ٤ (

،‫ب د م ؤ ت ئ\ؤع بس نة‬


‫ " أ ش ت ا لم د ي ث ه م‬:‫ مح ا ت‬، ‫ ثغ ا ش ي ة‬، ‫ ثن ا أب و دا ود الطثالس ي‬، ‫ب ن عت ال ن‬

‫ه اءدا ا لمخقهب ال ك ت ن أ ل س ا ا‬

Şu’be der ‫ئظ‬: “ N âfi’nin vefatından bir y ıl sonra Medine’ye gittim ve ilim
halkasının M âlik b. Enes etrafında toplandığını gördüm . ”

: ‫ ق اال‬، ‫ ئ ص؛آلم ئ هم د ال م‬،‫س د بن ي حيى‬ ‫ ا حدثنا إبراهي م بن‬٣ ١٩ / ٦ ‫ )" ل‬٨ ٩٨٥ (

‫ قد م ت ا ل مدينه ومالل ق‬٠٠ :‫ يقأو ل‬،‫ت ش م ع ت قس ه بن ش ع يد‬3 ‫ ظ‬،‫ثن ا ئ خ ئ د س إشخ ا ق‬


‫ يا شت ح ا ن الله في خزم ون و ل‬:‫ح م ر؟ ممات‬ ‫خل‬ ‫عند"كمأ‬ ‫ك‬ ‫ ق‬،‫ فتقدم ت إلى ظم ي‬،‫ح ي‬

٠٠ ‫ فد وت ثقب م إلكثوا ظم‬، ‫بد تؤتن ال ك‬


‫ م‬٤٠ ‫قدنث كو‬ P : ‫ وئ‬١ ‫ه‬ ‫؛ه‬

Kuteybe b. Saîd der k i: M âlik hayattayken M edine’ye vardığımda


:manava gittim ve: “Yanınızda şarap sirkesi var mı?” diye sordum. M anav
Sübhanallah! Resûlullah'ın (sallallahu aİEyhi vESEİİEm) Harem’inde mi (bunu“
soruyorsun)!” dedi. M âlik’in vefatından sonra Medine’ye gittim ve
manavdan aym şeyi istedim. Bu sefer isteğimi garipsemediler,
‫‪Mâlik b. Enes‬‬ ‫‪151‬‬

‫ف ر‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن على‬


‫حدثن ا عئد الله بن م ح ئ د ئن جع‬ ‫( ‪] ٣ ١ ٧ ٦ [ -) ٨٩٨٦‬‬

‫الق ل وب ئ ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د ب ن ي و ن س ب ن ت ثا ر ا الن ما ط ي ‪ ،‬ثن ا حال د ب ن خ دا ش ‪ ،‬قا د ت و د ع ت مالل ث م‬

‫ئذ أن ي‪ ،‬ه م ك ‪ :‬أوصني ي ‪ ut‬عئد اش ‪ ،‬ئ د ‪ " :‬ثئؤى ‪^١‬؛؛ وطلب الح د; ث م ن عند ‪1‬هله‬

‫‪!H âlid b. Hidâş der ki: M âlik b. Enes’le vedalaşırken: “E y Ebû Abdillah‬‬
‫‪”Bana öğüt ver” dedim. Bana: “A llah’tan k©rk ve hadisleri ehlinden öğren‬‬
‫‪karşılığını verdi,‬‬

‫( ‪ -) ٨٩٨٧‬ل‪ ] ٣١ ٩/ ٦‬حدثن ا عتد الله بن محم د بن إبراهي م بن محم د بن ال خ ش ن‪ ،‬ثن ا‬

‫ئ‬ ‫بج ه ال ك‬ ‫ء ا ل أ ش‪ ،‬ثثا اثن زغ ب ‪ ،‬قات‪ :‬قات تاللث‪ " :‬ش ن أ ثوت‬ ‫قو مي ئ‬

‫ين بكترة ا وواثؤ "‬


‫بما ء‪ ،‬ف‬

‫‪M âlik b. Enes der k i: “ilim nurdur. Allah onu dilediği yere koyar. Onun‬‬
‫” ‪için çok rivayetle elde edilen bir şey değildir.‬‬

‫( ‪ -) ٨٩٨٨‬ل ‪ ] ٣ ١ ٩/ ٦‬حدثن ا إبراهي م بن عند الل ه‪ C‬ثن ا م ح ث د ن إ ن خ ا ق‪ ،‬قات‪ :‬نب غ ت‬

‫ت نئ د‬ ‫ا لخشن بن عبد العزيز ا محني؛ؤ‪ ،‬ثن ا الحا رث بن ي ع ي ‪ ،‬م‬


‫وه د الله بن ثونفت‪ ،‬محاال‬

‫ت ا ل‪ ،‬ممات‪ " :‬ا ل حثت في الدين "‬


‫ثع‬‫ماللف ئذ أنسي‪ ،‬عن اال؛اؤ ال‬

‫‪Hâris b. M iskin ve Abdullah b. Yûsuf şöyle dediler: M âlik b. Enes’e,‬‬


‫”‪onulmaz hastalığın ne olduğu sorulunca: “ D in i konularda kötü olmak‬‬
‫‪karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ -) ٨٩٨٩‬ل ‪ ] ٣١٩/٦‬حدثن ا إثزاهيتز ن عئد الئؤ‪ ،‬ثت ا م ح م د ن إ ن خ ا ق ‪ ،‬ثن ا ت خ ث د‬

‫بلثيي أن‬ ‫بن خث ان ا لأزرق‪ ،‬ثن ا ابن مهدي‪ ،‬غذ ر ج ل ‪ ،‬عن مالك بن أنس‪ ،‬قات‪:‬‬
‫ائغلن اؤ بم ألون يزم ا ل مائة غث ا س أل صه ا ال ي ءر "‬

‫‪M âlik b. Enes der k i: “öğrendiğime göre, kıyamet günü âlimlere,‬‬


‫”‪peygamberlere sorulan şeyler sorulacaktır.‬‬

‫بن عئد الل ه‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ د س إن ح ا ق‪ ،‬ثن ا ا لخشن‬ ‫حدثت ا إ؟زا ويلم‬ ‫(‪ -) ٨٩٩٠‬ل ‪] ٣١٩/٦‬‬

‫ت مح د بمالك س أذ س ‪ :‬ما‬
‫بن عبد العزيز‪ ،‬ثن ا ا ل حا رث بن ممنكين‪ ،‬عن ابن وه ب ‪ ،‬ئ‪،3‬‬

‫بح‬
‫ل ك ن ائفل ر ال ذ ي يل رملف م ن ج نتص‬
‫ت في طلب الحلمأ ؟ا قا دت " ح شن‪ ،‬جب ال و‬
‫م ول‬

‫إ د ء ت ي م ح ي ؛ امح ه "‬
152 Mâlik b. Enes

îbn Vehb der ‫لكل‬: M âlik b. Enes’e: “ilim taleb etme konusunda ne
dersin?” diye sorulunca: “Güzeldir, iyid ir; ancak sabahladığın zamandan,
akşamlayacağın zamana kadar sana lazım olacak olanına bak ve onu
öğrenmeye bak” cevabını verdi.

‫ ش م عت‬:‫ قات‬،‫ ثن ا عثد ى إشخ ا ق‬، ‫ ] حدثن ا إبراهي م بن عبد ال ر‬٣٢ ٠ ٨ [ -) ٨ ٩ ٩ ١ (

" ■
•3 ‫ا ن ج‬-‫ ئل‬:‫ب ولأ‬
‫ م‬،‫بن أن ي‬ ‫ ت مغت‬: ‫ بم ولط‬، ‫تش مع ت ابن بئث ب‬
‫ت‬‫ مول‬،‫ثاث ح ى‬
‫أ‬
" ‫ت ا محش العث ا ئ التمحق بدييلث‬

M âlik b. Enes, bir adamın şöyle dediğini nakleder: “Ben oynayan biri
değilim, sen de dininle oynama.”

‫ ش ج ن ت‬:‫ قاد‬،‫خ ث د بن ان ح ا ق‬ ‫ثت ا م‬ ،‫ ] حدثت ا إبراهي م بن هم د الل ه‬٣٢ ‫م‬/ ‫ ال‬-) ٨٩٩٢(

‫ت‬3 ‫ ئا‬، ‫ غن 'ئن زغ ب‬،‫ ف ودت ذ ش ا ل حا وث بن م شكين‬،‫ا سنن بن م د ا لخنين م حوي‬


‫ ؛ "ءيئجسى أن يدعو بذ'ع اؤ‬3 ^ ،‫ت~ ي س ي د ي‬
‫ يئولط‬،‫ب ل يدعو‬
"‫ عن الث‬،‫بن أنس‬ ‫سي د‬

‫ثا ا ء ء‬
‫ا ال ي ؤ ء ب م ح‬

ibn Vehb bildiriyor: M âlik b. Enes’e, kişinin: “Efendim ” diyerek dua


etmesi sorulunca şöyle karşılık verdi: “Peygamberlerin ettiği gibi: «Rabbimiz!
Rabbimiz!» şeklinde dua etmesi benim için daha hoştur.”

،‫ ثن ا إبزاه مو بن م ح م د بن الح ش‬،‫ ] حدبن ا أب و م ح م د بن حقا ن‬٣٢ ^ ٦ [ -) ٨ ٩٩٣ (

‫ ع س ى ابن‬3 ‫ محا‬:‫ ثق و لأ‬،‫ ت م ن ت ماللف بن أنس‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ابن وه ب‬،‫ثن ا أ خ ن د بن سع ي د‬

‫ ص‬، " ‫ظ أ ص شقه أ ك‬ ‫ه‬ ‫ه‬ ‫ه‬ ‫ " قأي محق ئ خ ث د‬:‫م غ ي ن ا \لق ال م‬

‫ أناخب ص د ز هذه ا الثؤ‬:‫ماللث‬

M âlik b. Enes der ‫لكل‬: İsa b. Meryem: “Muhammed ‫آاوااوااوقا‬،‫^ ل‬١^٧١١‫) ؛‬vBSEİİEm
ümmeti geldiklerinde, ilim ve hikmetle dolu gelecekler. F ık h i konularda
peygamberler gibi (anlayış sahibi) olacaklar.” M âlik der k i: “Bunların, bu
‫ للنأعل أل الاإل‬ilk döneı^ndekiler olduğunu düşünüyorum . ”

‫ت وقار‬
‫ و حى غش م ن طلب اس م أن لآكون ل‬٠' :‫ ] قات مالل ئ‬٣٢٠/ ٦ ‫ ل‬-) ٨ ٩ ٩ ٤ (

‫ م ن الثؤث ال س ك ن الغ اس م ن‬٣ ‫ وهو‬،‫حمزة‬- ‫ والعلم حشن لم ن ررى‬،‫وسكينه ؤ ح ئ ث ه‬


Mâlik ‫ ء‬. Enes 153

، ‫يوال ي ح ط ئ‬ ‫ال‬ ‫ م ن شق وة ا ل منع أن‬0‫ؤإ‬ ‫ أن ي ز م‬£ ^ ١ ‫ محإ ن ي ن ش عا ذة‬،‫شبل ي‬

٠٠ ‫زذأل إلف ائة ش ل م أن يتك ل م الم بب لأئبئم عند نتن ال تطيعه‬

M âlik b. Enes der ‫كل‬: “ilim taleb eden kişinin, vakur, sükûnet ve haşyet
sahibi oimasr gerekir, ilim , onun hayırlısını elde eden için güzeldir.
İnsanların sana ı^ akküm etmesine fırsat verme. K işin in hayra muvaffak
kılınm ası onun saadetinden, devamlı hata yapması da bedbahthğındandır.
Ona uymayacak kişilerin yanında ilim den bahsetmek kişinin ilm i zelil
etmesi ve hakir görmesi dem ektir.”

‫ ي ن عثاء‬،‫ "ثا بئ‬:‫ قات اليؤ‬،‫ ؤثل ش أة قن ان‬:‫ ا قات نمابئ‬٣٢٠/٦‫ ل‬-)٨٩٩٠(
” ‫ ز الن عي م"ك ي ب ث م س‬،‫"ك ص ح ة‬

:M âlik der k i: Bana ulaştığına göre Lokmân Hekîm oğluna şöyle dedi
Evladım “ ‫ ؛‬H içb ir zaman zenginlik sıhhat gibi, nimet de huzur gibi olamaz!”

‫ه ن قت ئازت‬ ‫ إن‬، ‫م‬ ‫ "ثا‬:‫ قات قن ان ال بنه‬،‫ن ابئ‬


‫ ] نقا د م‬r Y ،/ n [ -) ٨٩٩٦ (

‫ثلث هد انتدبر ث الدئا م نذ محت‬


‫ ال‬،‫عليه م ن ا يوعدون وهز إلى ا الخزة م ر ا غ يذهث و ن‬

٠٠ ‫ثلف م ن ناي ث خر ج بنه ا‬


‫ نإن ذازا ئس ز إليه ا أقني إل‬،‫زاتثئين ث ا ال خ ره‬

M âlik der ki: Lokmân H ekîm oğluna şöyle dedi: “Evladım ! insanlar
kendilerine vaad edileni (ölümü) pek uzakta görüyorlar; oysa âhirete doğru
hızlı bir şekilde g i^ ektedirler. Sen de kendini bildin bileli dünyaya yüz
çevirip âhirete yöneldin. B il ki gideceğin bir mekân sana, içinden çıkacağın
mekândan daha yakındır.”

‫ ثن ا محم د بن ي حيى بن‬،‫ف ر‬


‫ ] حدثن ا عئد الله ى م ح ئ د بن جع‬٣٢ ٠ ٨ [ -) ٨٩٩٧ (

، ‫ ش ج ن ت مالل ق س أ ن ي‬: ‫ يئولت‬،‫ش ي ن ت اق ع نب ي‬ ‫ قا د ت‬، ‫ ثن ا عي ص ب ن عت د العظي م‬،‫م غذة‬

" ‫ط يت عل م منه‬ ‫م د الث؛ن‬-‫ث مو لأت " ء ذ او ج د ي م م ن ؛ ز الث‬


M âlik b. Enes der k i: “K işi, b irinin yanma otuz y ıl boyunca ilim
öğrenmek için gidip gelirdi.”

،‫ ثن ا م ح م د بن ا نم تن ن بن م كز م‬، ‫ ا حدث ا عتد الثؤ بن م ح ئ د‬٣ ٢٠/ ٦ ‫ )“ ل‬٨٩٩٨ (

‫ جا ل ن ت‬٠٠ :‫ مولت‬،‫ ش م ع ت تا بع بن عند الل ه‬:‫ يأمول‬، ‫ت ش م ع ت م جا هد بن مو ت ى‬3 ‫ه ا‬


‫‪154‬‬ ‫‪M âlik b. Enes‬‬

‫ش معته يئزأ عش‬ ‫أبكر وأه ج ر زأروح‪< ،‬ل\‬ ‫و تؤم‬ ‫مال<ك ا أريعين شثه أؤ غنهى ود الث؛ن شنه‬

‫ت ان فظ ط "‬
‫إئ‪،‬ت‬

‫‪N âfı b. Abdillah der k i: “M âlik b. Enes ile beraber kırk veya otuz beş y ıl‬‬
‫‪oturdum. H er gün erkenden kalkıp evden çıkarak yamna giderdim. O nun‬‬
‫”‪bir insana bir şey okuduğunu duymadım.‬‬

‫( ‪ ") ٨٩٩٩‬ل ‪ ] ٣ ٢ ١/ ٦‬وث مغت م م ش عيت ى‪ ،‬بمولط ‪ ٠٠ :‬ن ا م ن حديث أ ح د ث بؤ‪،‬‬

‫سهث ح و؛ أؤ م حن‪ ،‬م ن د الي؛ن * ره "‬


‫عن م‪1‬ل ك ؤ ال ؤئدش م عئةب‬

‫‪: M âlik’ten naklen anlattığım her hadisi otuz küsur‬لكل ‪M a n b. İsa der‬‬
‫‪defa veya daha fazla dinlem işim dir.‬‬

‫إنن اب د‬
‫ثا أبو عئ ي ن إيا مم)‪ ،‬مما م‬
‫سد‪ ،‬ت‬ ‫(‪ -)٩٠٠ ٠‬ل ‪ ٣٢١/ ٦‬ا خدثثا حم د ال م ئ‬
‫بن إ ن خ ا ق‪ ،‬ثن ا المر وي‪ ،‬قاد‪ :‬ش ج ن ت مالك ا ‪ ،‬ثق وب‪ " :‬إذا إل يكن ل إل س ان في مس ه‬

‫ءت‪ ،‬لم م ح إ ه ممح مء ت | ا‬

‫”‪M âlik der k i: “insanın kendine hayrı yoksa, insanlara da hayrı olmaz.‬‬

‫حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬أقأال ئ خ ئ د بن أ ح م د الزهري ‪ ،‬ثن ا‬ ‫( ‪ ٣٢ ١/ ٦ 1 “) ٩ ٠ ٠ ١‬ا‬

‫تلزنوس ي‪ ،‬ثن ا إبراهي م ا ل ح رامي‪ ،‬ثن ا ئ عوزت؛ا قات‪ :‬ه ا د لي مالل ق‪ :‬ن ا‬
‫ت خ ث د بن ع س ى ال‬

‫ئ‬ ‫ج ب ود اثق\مق ئ؟ ‪ ،‬ئل ث‪ :‬أى ال ئ د؛ ق ث ش‪ ،‬زك شذؤ قث خ‪ ،‬ئا ‪ " : 3‬ظ و د ‪^ ٥ ١‬‬

‫تابع ا ال ل منة *كله ا "‬


‫ي صديى وعدو‪ ،‬ول ك نئ عودبالله م ن ئ‬

‫‪M u tarrif der k i: M âlik bana: “insanlar hakkımda ne diyorlar?” diye‬‬


‫”‪sorunca: “Dostlar seni iyilikle anıyor, düşman ise aleyhinde konuşuyorlar‬‬
‫‪cevabını verdim . M âlik: “H er zaman kişinin dostu ve düşmanı vardır. Ancak‬‬
‫‪biz, bütün dillerin‬‬ ‫‪aynı şekilde‬‬ ‫‪(aleyhimize) konuşmasından A llah’a‬‬
‫‪sığınırız” dedi.‬‬

‫ن إشغ ا ق ‪ ،‬ثن ا ا ل ح س‬ ‫( ‪ ] ٣ ٢ ١ / ^ ") ٩ ٠ ٠ ٢‬حدثن ا إبزاهيب بن عئد الل ه‪ ،‬ثن ا م ح م د‬

‫بن عتد التنين ا ل ج رو ي‪ ،‬ثن ا ا ل ح ا ر ث بن م ن ك ي ن‪ ،‬قات‪" :‬كان عئد ال ؤ ح م ن ن ائق اي م ‪،‬‬

‫بما أقد ي قي ديني بزجمح ن‪ :‬مال ك ن أنس قي ع ل مه و ني ن ان بن اق ا م ي‬ ‫يموت•'‬


Abdurrahman b. el-Kâsım şöyle derdi: “D inim konusunda ik i kişiye
uyuyorum. İlm inde M âlik b. Enes’e, verâsmda ise Süleymân b. el-Kâsım ’a.”

‫ ث من ت‬:‫ ه ات‬،‫س ا ى‬ ‫ثا ث خ ث ذ ت ز‬


‫ ص] خأ قا إ و م أ ص يد \ شء ق‬/‫ ال م‬- ) ٩٠ ٠٣(

‫ كثا عند ح ما د بن زيد و جاءه قثي‬: ‫ يئولط‬،‫ ش م ع ت المواريري‬:‫ مولت‬، ‫د بن ش م‬ ‫القص‬

" ‫ ن ج ز ا ه أبا ع م الثؤ 'كان ص الدين بمك ان‬٠٠ :‫ ق ات‬، ‫م‬ ‫من اب ه تن‬

Kavârîrî der k i: Hammad b. Zeyd’in yanındayken, M âlik b. Enes’in vefat


ettiğini söylediler. Hammad: “A llah Ebû Abdillah’a rahmet etsin, o, dinde
önemli bir konuma sahipti” dedi.

‫تا‬
‫ ث‬،‫ ثن ا م ح م د بن أ ح مد بن يزيد‬،‫ثا ن‬
‫ب و م ح م د سر ح‬
‫حدثت ا أ‬ ] ٣ ٢ ‫ ا‬/‫ [ أم‬-) ٩ ٠ ٠ ٤ (

، ‫ أ ي نقيان بن عسه محزأيتة حزين ا‬:‫ يئ و لأ‬،‫ سمعت الم ئ ث ب ؤ‬:‫ قاد‬،‫ا خل س ى ع م بن يزيد‬

" ‫ " ظ رف ع ر ؛ لآض ب ه‬:‫ ثئقأ<ئ‬3 ‫قا‬ P ، ‫ب ك نز ت ظ بك ئن أ ن م ز ح ن ه المح‬:‫ش د‬

K a’nebî der k i: Süfyan b. Uyeyne’nin yanma gittiğimizde onun üzgün


olduğunu gördüm. Bize: “M âlik b. Enes’in vefat haberini ‫ لغ) ل كك‬için
üzgün)” denildi. Sonra Süfyan: “Yeryüzünde onun gibisi kalmadı” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح م د بن أخنت بن يزيد‬،‫ثا ن‬


‫حدثن ا أبو م ح ئ د س ح‬ ] ٣ ٢ ١ / “^[ -) ٩ ٠ ٠ ٥ (

:‫ قات ي حثى ثن سعيد ا ئا ذ‬:‫ ف و د‬، ‫تن هم م‬° ‫ م‬- ‫ سم غث عنف ال ث‬:‫ مح أت‬، ‫عئ ى زتئ م‬

" ‫" ئ ا أقدم ظى نال ك م ون ابه أخدا‬


Yahya b. Saîd el-Kattân: “M âlik’in zamanında yaşayan hiç kim seyi,
ondan üstün görmem” demiştir.

، ‫ قا إوا صإ ئ غبمد \ش ئن نئال ن‬، ‫خدك أ م م حثي ئ خيت‬ -) ٩ ٠ ٠ ٦ (

،‫ سمع ت ماللف بن أن ي‬: ‫ت‬


‫ يئول‬،‫ ش مع ت ع م ى‬:‫ قاد‬، ‫ثن ا أ ح م د بن عتد ال ؤ ح م ن بن و ه ب‬

‫ ز ال أ ح د ث به ا خ ز‬، ‫ ز ال ن ب ئ ت ب م‬، ‫ط‬ ‫ إن عندي آل حا ديت ن ا ن ه ت به ا‬١٠ : ‫يأمول‬

"‫أمح و ث‬

M âlik b. Enes der k i: Yanım da, hiç anlatmadığım, benden hiç


duyulmayan ve ölünceye kadar da anlatmayacağım hadisler var.
‫‪156‬‬ ‫‪Mâlik b. Enes‬‬

‫تا‬
‫با ر‪ ،‬ث‬
‫حدبت ا أ خن د ن جئ مر بن تلمم ‪ ،‬ثن ا أ خن د بن عل ؤ ا لأ‬ ‫(‪] ٣ ٢ ٧ ٦ [ “ ) ٩٠ ٠٧‬‬

‫عند أئن م حثة أخ ا ؤي ئ‪ ،‬ض ال زه ر ي‬ ‫يس‪:‬‬ ‫أ خ ن ذ بن لحابي‪ ،‬قا ت‪ :‬قات الئ اف عى‪ :‬مح د‬

‫^ و ف و ظ ث ج ض ‪ ١٤١‬أزية أذ أ ض ي "‬ ‫م ح ط ي ذ ك‪ ،‬ص ‪ " :‬ؤه أخد ث غن ‪١‬‬

‫‪Şafiî der k i: M âlik’e: “Ibn Uyeyne’nin yanında Z ü h rî’den rivayet ettiği ve‬‬
‫‪sende olmayan hadisler var” denilince: “ Ben de insanları saptırmak istesem,‬‬
‫‪Z ü h rî’den her duyduğumu rivayet ederdim” karşılığını verdi.‬‬

‫ت ا أ ح م د ئذ عل ى‪ ،‬ظ أ ح م د ئ ؤ ابن‬
‫بب‪ ،‬ث‬
‫( ‪ ] ٣ ٢ ٧ ٦ [ -) ٩٠ ٠٨‬حدثت ا أ ح م د وئ ابن ‪ -‬م‬

‫ه اش م ‪ ،‬ثن ا صمزة ‪ ،‬قا د ‪ :‬سمع ت ن ا لآق ا ‪ ،‬يم ولط ‪ " :‬لو "ىن لى ءئلهئ ان غل ى س شئن‪ 1‬ي ا ن‬

‫لصزبت زأتة "‬

‫‪M âlik: “K u r’ân’ı tefsir eden üzerinde bir yetkim olsaydı boynunu‬‬
‫‪vururdum ” demiştir.‬‬

‫(‪ ") ٩ ٠ <٩‬ل ‪ ٣٢٢/ ٦‬ا خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جعث ر ‪ ،‬ثن ا أ خن د ئ عل ي‪ ،‬قن اأث وعث ا ر‪ ،‬قا د‪:‬‬

‫ب ن قنئ به "‬
‫م ‪ ،‬ق ا د‪ " :‬ظ أ خ ظ م‬ ‫لخد ثن خ م ‪ ،‬غذ كثا بتالل ه ‪°‬بن‬ ‫تالف‬

‫‪Ebû Ammâr bildiriyor: Ahmed b. Hanbel’e, M âlik b. Enes’in kitabını‬‬


‫(‪Muvattâ'yı) sorduğumda: “ D in in i ona göre yaşayan b iri için daha güzeli‬‬
‫‪yoktur” dedi,‬‬

‫تص ري‪ c‬ه ات‪ :‬شبغت م ح مد‬


‫(‪ " ) ٩٠ ١ ٠‬ل ‪ ٣٢٢/ ٦‬ا خ ا؛ثئ ا ا لخشن بن سعيد بن جع فر ال‬

‫ز عنة‪ ،‬سولت‪ " :‬إدا ج اء‬ ‫ما‬ ‫ت الش ا ف ئ رضي الل ه‬ ‫ش مع‬ ‫بن ال م ع بن نل بما ذ ‪ ،‬ثئ و د ‪:‬‬
‫بل ه فا س يدئلث به "‬
‫ا لخديث ص ن ا‬

‫‪Şafiî: “B ir hadis M âlik’ten gelmişse onu elinde tut (onun sahih olduğunu‬‬
‫‪b il)” demiştir.‬‬

‫( ‪ ٣٢٢/ ٦ [ ") ٩ ٠ ١ ١‬ا حدثت ا ا لخنن بن ت ع ي د‪ ،‬قات؛ نب عث م ح م د بن الرمح ع ‪ ،‬سولت‪:‬‬

‫ف ع ي‪ ،‬تقولت‪ " :‬كان مال ك إدا قلق في الح دي ث ط ز حة "كلمة "‬


‫سم ن ت الش ا‬

‫‪Şâfiî: “M âlik, bir hadisten (sıhhatinden) şüphelenince bütün hadisi‬‬


‫‪atardı” demiştir.‬‬
‫‪Mâlik b. Enes‬‬ ‫‪157‬‬

‫( ‪ ") ٩٠ ١ ٢‬ل ‪ ] ٣٢٢/ ٦‬حدثن ا ا لخشن بن ت ع يد‪ ،‬ها د‪ :‬نب ع ت محم د بن البي ع‪ ،‬مولت‪:‬‬

‫بل ئ‪ ،‬ون فا ذ هدني ع ا إل ا ل س ا ر "‬


‫ضن ق ال غ ا ص ‪ ،‬ي و د‪ " :‬ئؤ ال ن ا‬

‫‪Şâfıî: “M âlik ve Süfyan olmasaydı, H icaz’ın ilm i yok olurdu” demiştir.‬‬

‫( ‪ ") ٩ ٠ ١٣‬ل ‪ ٣٢٢/ ٦‬ا حدق ا م ح م د بن علي بن عاصم ‪ ،‬تحا أ ح م د بن عيي بن أيي‬
‫ن إبراهي م الكن ا س‪ ،‬ثن ا ‪-‬ح زم ته‪ ،‬عن ابن زغ ب ‪ ،‬عن‬ ‫الصغير ‪ ، ^ ^ ١‬ح دب ي إشحاق‬

‫ش م ان بن عيسه•‪ ،‬قا د‪ ٠' :‬كان ماللئ ال ا خذ ا ل ح دي ث إ ال ش جهده "‬

‫‪Süfyan b. Uyeyne: “M âlik, sadece hadisleri ceyyid (makbul) olanlardan‬‬


‫‪alırd ı” demiştir.‬‬

‫( ‪ ") ٩٠ ١ ٤‬ل ‪ ٣٢٢/ ٦‬ا ‪-‬حدثن ا م ح ث ذ بن ع ئ‪ ،‬ثن ا أ ح م د ن عل ي‪ ،‬ثن ا م خ ث ذ ن ع م رو‬

‫بن ئا يع‪ ،‬ثن ا تتت م ‪ ،‬محات‪ :‬ش ج ن ت ابن م هدي‪ ،‬يموت ‪ " :‬ن ا أقدم عأى مال ك في ص حة‬

‫ا ل حديت أ حدا "‬

‫‪ibn M ehdî: “Hadis rivayet edenlerin rivâyetlerinin sıhhati konusunda hiç‬‬


‫‪kimseyi M âlik’in önüne geçirmem” demiştir.‬‬

‫أ بن عئد الل ه‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن إشخا ق‪ ،‬ثن ا حات م بن‬ ‫م‬ ‫(‪ ")٩٠ ١٥‬ل ‪ ] ٣٢٢/٦‬حدتما إبزا‬
‫ث م ال بما د ؤ ال‬ ‫ثا ئ نا ن‪ ،‬قا د‪' " :‬كانتاللق‬
‫م ال م ‪ ،‬ق‬ ‫ثا غ ئ ءبق‬
‫ه ث ال م م ي ‪ ،‬ت‬

‫ت أ حد "‬
‫م بد ث ص م‬

‫‪Süfyân: “M âlik, hadis rivâyetinde seçici davranır ve herkesten rivayette‬‬


‫‪bulunmazdı” demiştir.‬‬

‫بل غ ‪،‬‬
‫ون ابئ أن ات م ت ن خد ت عئةب ئ و ج ال■ كان ;ا‬
‫( ‪ ") ٩ ٠ ١٦‬ل ‪ ] ٣٢٢/ ٦‬قات عئ‪ :‬م‬

‫ف و د‪ " :‬ال و غذ اسب إ ال ء ذ ت ق م ؛ ن ة ا وئ د "‬

‫‪A li (b. el-M ed^i) der k i: M âlik, kendisinden rivayette bulunanların‬‬


‫‪(doğruluğunun) güvencesiydi. M âlik şöyle derdi: “ilim , ancak ne dediğini‬‬
‫”‪bilen kişilerden a lın ır.‬‬

‫( ‪ ٣٢٢/ ٦ [ " ) ٩ ٠ ١٧‬ا حدت ا إأز؛ ويلم بي عتد الثؤ‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د شر إ ن خ ا ق‪ ،‬حدثني أبو‬

‫يونس ‪ ،‬ح دبي إ ن خ ا ق‪ ،‬قا د‪ :‬ش م عت ماللق ين أن ي‪ ،‬ثئأول ‪ " :‬تب غ ت م ن ابن شه ا ب‪،‬‬
158 Mâlik b. Enes

‫ " ل ز ف ن ش و‬:‫ ؛‬١١‫ش ؛‬ ‫اأثا ت ي‬: ‫ ل ء‬:‫ ئنث‬، " ‫ه \ ل قؤم‬ ‫أ ء ؤ ي ق إل أخد ث‬

" 1‫مكته‬

ishâk der ‫ يآل‬: M âlik b. Enes: “İbn Şihâb’dan hadisler işittim ve bunları
sadeee bugün ٦ ” deyince, ben: “Neden ey Ebû Abdillah?” diye
sordum. M âlik: “Bu hadislerde amelle ilg ili bir husus olmadığı için
bildirm edim ” cevabını verdi.

‫ ثن ا ع د الله‬، ‫ ثن ا إ ن خ ا ق س أ ح ن د‬، ‫ ا حدت ا عثد الله بن م ح م د‬٣٢٣/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ١ ٨(

‫ " أوثكثث غذ ثئد‬:‫ قات ن ي ق ئ محس‬:‫ قات‬،‫ ثثا نح و ن ا ل خدئ‬، ‫لخدتن نج ه‬ ‫تذ‬
‫حزم ئث ك ي غ ع م‬ ‫ب عين فبمى أؤ‬
‫ أم د أدرك ت في <؛مذا ش ن ج ز س‬١ ‫ا ف بن حئد‬1‫عق‬

" ‫مو وأمحاهه‬ ‫ إثن ا يكثث غذ أئيو قزم خزى م هأ ا لخد_ش بغد محي ال م م‬،‫خ د ه‬

M âlik b. Enes der ‫نظ‬: A ttâ fb . Hallâd gibisinden hiç hadis yazılır mı? Bu
M escid’de yetmiş küsur ihtiyara yetişmeme rağmen onlardan bir hadis bile
.yazmadım. Hadis, kendileri huzurunda söylenen kişilerden; Ubeydullah b
Am r gibilerinden yazılır .

‫ ه ادت‬،‫ ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن م غذان‬،‫ ] حدثت ا عتد الثؤ بن م ح م د‬٣٢٣/ ٦ ‫ )“ ل‬٩ ٠ ١ ٩ (

: ‫ يقولط‬،‫حبي ب بن ‘رزئي‬- ‫ ش مع ت‬:‫ بمولأ‬،‫ش ج ن ت أخا العيس هم د الله بن م ح م د ال ث ر ي‬

‫ وع م ر م ز ر‬،‫ ن و ر التوأمة و حرام ب ن عئ ما ن‬، ‫ثمح ت عن صال ح‬٢ :‫بن أنس‬ ‫ك ل مال ك‬ ‫ئ‬

، ^ ^ ١ ‫ إ ال عن‬، ‫ " أدرك ت من م نث ا مقا في فذا ا ل م س ج د ن ا أ ح ذ ت ائب إل‬:‫ قا د‬،‫غ م رة‬

" ‫ال تأ م حق‬


,Habîb b. Zureyk der k i: M âlik b. Enes’e: “Tev’eme’nin azatlısı Sâlih
”Hizâm b. Osman ve Ğufra’mn azatlısı Ömer’den hadis yazmadın
dediğimde: “Bu M escid’de yetmiş tâbîiye yetiştim ; ancak ilm i sadece
güvenilir olanlardan aldım ” karşılığını verdi,

‫ ثن ا ا لخنن‬،‫ ثن ا ئ ح م د شر إن ح ا ق‬،‫“\] حدت ا إبزا م أ بن هم د الله‬Y r /*\[ “ ) ٩ ٠ ٢ ٠ (

‫ " أ و غشت أن أئ أل‬:‫ قا د‬، ‫ عن ابن زغ ب‬، ‫ف ص القيس غ‬


‫ثو ح‬
‫ ثن ا أ‬، ^ ^ ١ ‫س عبد اتحرير‬

٠٠ ‫ ال أذري مح ك‬:‫أ نا جي ب ذ قؤلتا بك ئن أض‬


Mâlik b. Enes 159

ibn Vehb der ‫ ل ط‬: “Eğer yazı sayfalarımı M âlik b. Enes’in : “Bilm iyorum ”
sözleriyle doldurmak isteseydim, yapardım .”

‫ شم ع ت‬:‫ قات‬،‫ مما ئ خ ث ذ ئذإشت ا ى‬،‫ ] خدثثا إئزا م ز ئ غيد ال م‬٣٢٣/ ٦ [ - ) ٩ ٠ ٢ ١ (

:‫ قاد‬،‫ ح دبي عبد ا لرحم ن بن م هدي‬:‫ب وت‬


‫ م‬،‫ ثق وبت ضن ت علي بن عبد الثي‬،‫ثا ي حش‬
‫أ‬
‫ ;ا ص مه د‬:‫ ق ات‬،‫تبه‬
‫ج‬ ‫ ص ضء أثات ا ظ‬،‫زأيث زي ال لجاع إ ر ن ال ك ئن مح س بماله‬

‫ " ت ا ق ا ء الثت يا فذا‬:‫ وه ا د‬،‫ستة‬


‫ ث أ رئغ وأ‬، ‫ هأطزى طوي ال‬:‫ قا د‬،‫ إري أويد اقخزوغ‬، ‫الله‬

" ‫ه ئذو‬ ‫ت‬ ‫نف ن أخسق‬


‫م م ظ أ ش ث مه م حن ي‬ ‫؛ ر ؛ ى أث‬

Abdurrahman b. M ehdî der k i: B ir adamın, M âlik b. E fe s ’e gelip bir şey


sorduğunu gördüm. M âlik, günlerce ona cevap vermedi. Adam: “E y Ebû
Abdillah! Ç ıkıp gitmek istiyorum ” deyince, M âlik uzun süre sustuktan sonra
başını kaldırıp şöyle dedi: “Maşaallah ey kişi! Ben, hayır olduğunu
umduğum konularda konuşurum. Senin bu meselen hakkında ise yeterli
bilgim yoktur.”

‫ئا‬
‫ ث‬،‫ ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن غنن‬،‫ حدثن ا أب و م ح م د بن حقا ن‬- ‫ ء‬٣٢٣/ ٦ ‫ ز‬-) ٩ ٠ ٢٢ (

‫ ش م غث ا;س‬:‫ قات‬،‫ ص \ ل مه د الثؤ‬،‫ظ ؛ مه أثو ثا ب ب‬ ، ‫م‬ ‫ء ئ أ خن ذ ئن‬ ‫ئ‬

‫\ل‬ :‫ ةقأت وب د‬،‫أنين ي‬ ‫ال‬ : 3^ ، ‫ غذ ت ت ه‬، ‫ تأت زيو آ<لا‬:‫ يود‬، ‫نيد إ‬
‫بمث إ ز‬ ‫ ئإذا‬٠' :‫ ق ات ه ت ايل ق‬، ‫م ا‬ ‫بدا لأتأئلف‬
‫م‬ ‫ ؛ ي ق ي ذ كذا‬٠

‫حسئه ا‬-‫ مح أ حبزه م أئي قذ ئ ك هث ش ال أ‬، ‫وموض ع ك‬

Abdurrahmân b. M ehdî şöyle der: B ir adamın M âlik b. Enes’e gelip bir


şeyi sorduğunu gördüm. Adam günlerce bu soruyu sormasına rağmen M âlik
”ona cevap vermedi. Adam: “E y Ebû Abdillah! Ben gitmek istiyorum
:deyince M âlik uzun bir müddet sustuktan sonra başını kaldırdı ve
Maşaallah! E y kişi, ben hakkında hayır olduğunu umduğum konularda“
konuşurum. Senin bu meselen hakkında ise yeterli bilgim yoktur” dedi,

‫ مما ممس ثن‬،‫ تثا وئت ى ن ه ا رون‬،‫ ] خدتثا أبو ت غ م ثن خثا ن‬r v r / n [ -) ٩ ٠٢ ٣ (

‫بي‬
‫ م‬،‫ه‬ ‫مال‬ ‫ " قثن ا ش م ع ت‬: ‫ مولت‬، ‫ ت م م ت ت ع ي د ب ن تل بما ذ‬: ‫ محا د‬، ‫دا ود ب ن ط و ق‬

" >^‫ف ن زن ا ث ح نب م ستةنين‬ ‫إ ال‬ ‫ ؤإ ن ثقل ن‬:‫هذه ا اليه‬ ‫ال‬ ‫بشيؤ إ ال ث‬


‫‪160‬‬ ‫‪Mâlik b. Enes‬‬

‫‪Saîd b. Süleyman der k i: “M âlik’in «Onun bir tahminden ibaret‬‬


‫‪olduğunu sanıyoruz; (onun hakkında) kesin bir bilgi elde etmiş‬‬
‫”‪değiliz»1 âyetini okumadan çok az fetva verdiğini duydum.‬‬

‫( ‪ -) ٩ ٠ ٢ ٤‬ل ‪ ] ٣ ٢٤/ ٦‬خ ا؛ثن ا إبراهي م بن عتد الل ه‪ ،‬ثن ا م ح م د بن إ ئ خ ا ق‪ ،‬ثن ا ا لخنن‬

‫جن م حي‬
‫ب‬ ‫م‬ ‫ض بن يزيد‪ ،‬مح خ م ن‬ ‫خ ‪ ،‬عذ‬
‫م‬ ‫ئ‬ ‫ع ا ش ز ‪ ،‬ظ الءا رث ئن‬ ‫أن‬
‫ثفف لااس صبلداد> فش‪ ،‬قد ‪1‬نض وا‬
‫ي‬ ‫لم‪ 1‬ل ك بن أنمي‪ ،‬د ا ‪ : 3‬ئ ك لم‪1‬ل ك‪ :‬ي‪1‬اثا عبد اش ‪،‬‬

‫أدري أ‬ ‫ال‬ ‫أم و ل‬ ‫مطايا هز‪ ،‬زأنق وا ئقف ا ي ‪ ،‬ي ت ألوبل ق غث ا ج ع د الل ه عندك م ن ‪،٣٧١‬‬

‫يأنيي الئام ي م نش ا ب ه‪ ،‬وش راقي م ذ ■^‪ ، ^ ١‬والمص ر ي بن مص ره‪،‬‬


‫ج‬ ‫ق ات‪" :‬ثا عند ال م ء‬

‫ثأين أ ج دهز؟ " ‪ ،‬قات ع م رو‪:‬‬


‫م ئب ألونيي عن الغي ء ل ش أن يئدو لي فته عم ن ا أ ج ث ت به م‬

‫قأمحزث الم هث تق ت م بقزل نال ك‬

‫‪M ısır şeyhlerinden ve M âlik b. Enes’in dostu olan Am r b. Yezîd şöyle‬‬


‫‪b ild irir: M âlik’e: “E y Ebû Abdillah! Değişik ülkelerden insanlar bineklerini‬‬
‫‪zayıflatıp masraf ederek yanına gelip A llah’ın sana vermiş olduğu ilim den‬‬
‫‪soruyorlar ve sen: «Bilmiyorum» karşılığını veriyorsun” deyince bana: “E y‬‬
‫‪Abdullah! Şam lı olan Şam’dan, Ira klı olan Irak’tan. M ısırlı M ısır’dan gelip‬‬
‫‪bana soru soruyorlar. Onlara cevap verir de sonra meselenin dediğim gibi‬‬
‫‪olmadığı anlaşılırsa onları nereden bulacağım?” dedi.‬‬

‫ف ر بن م ح م د‬
‫حدق ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لختن‪ ،‬ثن ا ج ع‬ ‫( ‪ “) ٩ ٠ ٢ ٥‬ل ‪] ٣٢٤/ ٦‬‬

‫اك ريابي‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن علي الحلزاني‪ ،‬ب ؤ ن وس تنهب ال ث وق ال ي ن وماتحين قات‪:‬‬

‫شمه‬
‫شب ع ت مه إ رفن بن عبد الثؤ‪ ،‬ثق وب ‪ :‬شب ع ت ماللق بن أ س ‪ ،‬إدا ن كز عنده أبو ح‬

‫‪ B‬زو ال ؛ ا لآم‬ ‫ؤاويوئن ي ا ش‪ ،‬ف ر د‪ :‬قا د غتت ئذ محي ا شر‪ " :‬ت خ نق و د ال م‬

‫م بده ن قا ا لأخذ به ا امحا ع لكتا ب الل ه ‪ ،‬زانيقن ا د الط اعة لل ؤ‪ ،‬ؤقؤة غ ز دين ال ر ‪ ،‬ث س‬

‫ال م من ائخلي ئغييزه ا ز ال ثديله ا ‪ ،‬ز ال الثفثز في قيغ حالم ه ا ‪ ،‬م ن ائثذ ى به ا ئه و مهتد‬

‫وش انقضن به ا بجو منصور‪ ،‬زنن ئركه ا اتجع غم تب ل الجنؤ بن‪ ،‬زو الة الله ن ا بؤر‬
‫تيزا "‬
‫ج‬ ‫ت اله جهئ م وسا ء ت‬
‫ؤأح‬

‫‪1CâsiyeSur. 32‬‬
Mâlik b. Enes 161

M utarrif b. Abdillah der k i: M âlik b. Enes’in , yanında Ebû Hanîfe ile


dinden sapmış kişilerin anılması üzerine şöyle dediğini işittim : Ömer b.
Abdilazîz demiş k i: “ Resûlullah (sallallahu aleyhi vBSEİİEm)ve ardından gelen halifeler,
sünnetler ortaya koymuşlardır k i bunlara uymak A llah’ın K itab ı’na uymakla
eşdeğerdir. A llah’ın buyruklarına tam anlamıyla riayet etmek ve A llah’ın
dininde daha fazla güce sahip olmak için de bunlara uymak gereklidir.
Bunları değiştirip yerlerine başka şeyleri koymaya ve bunlara aykırı olan
şeyleri aramaya hiç kimsenin yetkisi yoktur. Bu sünnetlere tutunan kişi,
doğru yolu bulur. Bunlara dayanan kişi, kurtuluşa erer. Bunları bırakan da,
m üm inlerin yolundan başka bir yol tutmuş olur. Böylesi bir kişi, gerçek
sünnete yüz çevirdiği müddetçe Allah da ondan yüz çevirir ve kıyamet
gününde Cehenneme koyar. Ne kötü bir yerdir orası!”

‫ثن ا‬ ، ‫ ثت ا ج عف ر ب ن م ح م د الغزي ا ب ي‬، ‫م ح ئ د ب ن أ ح ت ذ‬ ‫حدثن ا‬ ] ٣ ٢ ٧ ٦ [ “) ٩٠٢٦ (

: ‫ م اقلف ئ ن أد س‬،3 ‫ ئ‬: ‫ بم وال‬، ‫ ش م ع ت إ ن ح ا ف ب ن عيس ى‬:‫ قا ت‬، ‫ا لخنن ب ن عل ى ا لحل وا ئ‬

‫غ‬ ‫ض ت خ م‬ ‫ئ ز ي د ت ن ئ ظ ثرت بؤ ح ر ي د عق ه ا ص ؛‬ ‫ه خ ا ؤئا ن ي و أ خ د ت‬ "

" ‫س دله‬

M âlik b. Enes der k i: “Ne zaman birinden daha iyi tartışan b iri karşımıza
çıksa çekişmesinden dolayı Cebrâil’in , Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem)

indirdiği şeyden (Kur'ân’dan) uzaklaştık.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح ث د بن علي بن أبي ا ل م حي‬، ^‫ ؛‬£١^ ‫ ] حدثت ا محم د بن‬٣٢ ٧ ٦ [ " ) ٩ ٠ ٢٧ (

‫ط ع ر تذ‬ ‫ " إن‬:‫ قود‬، ١ ٤ ٣ ‫ ش مت‬:‫ قات‬، ‫ ثثا ا ئ زغ ب‬،‫وئض ئ مح د ا لآ ش‬

" ‫الثر م ن مصى ئ ة‬ ‫متي عا‬ ‫بن‬


‫ج‬ ‫ زأن‬،‫ أن نكون ل ة ؤقائ وتكيث ه ؤ ح شتة‬، ‫ا لعام‬ ‫طل ب‬

M âlik der k i: ilim taleb edenin vakur, sükunet ve haşyet sahibi olması ve
kendisinden önce gelenlerin yolunu takip etmesi gerekir.

،‫بش الئ ا ج ي‬
‫ ثن ا ركريا بن م‬،‫ف ر‬
‫ ] حدثن ا ا ل ح س بن سع د بن جع‬٣٢ ٤/ ٦ ‫ ) " ل‬٩ ٠ ٢٨ (

‫ ج اءه‬٩ ‫ " كان ماللق بن أن س‬:‫م و لأ‬ ،‫ قادت بت م ن ت الش ا ف ئ‬،‫ ثن ا أثو بؤر‬،‫ثن ا أثو ذاؤذ‬

٣ ‫ص 'ر‬ ‫ نأى أنت‬،‫ي ندي ي‬ ‫ " أظ |ني ع ر ق ة م ن‬١ ١ ١ ‫ ؛‬،‫م ا ألمحا ء‬ ‫ج تنن‬
" ‫متللق ق حا ص م ه‬
162 Mâlik b. Enes

Şafiî der ‫لعا‬: Sapık mezheplerden bazıları M âlik b. Enes’e gelince: “Ben,
Rabbim ve dinim konusunda bir delil üzereyim. Sen ise şüphe üzeresin. Bu
sebeple gir ve senin gibi şüphede ©lanla tartış” derdi.

‫ ي‬% ‫خل ب محئ‬ ‫بي‬


‫ " ل غث أزى ال م م‬:‫ ا وكان ;غ ول‬٣٢٤/٦‫ ل‬-) ٩٠٢٩(
" ‫ان م ء شه ما‬

im am M âlik der k i: “H z. Peygamber’in (sallallahu ‫ ازاواح‬vesellem) ashâbına dil


uzatan kişinin ganimetten pay alacağını d^ünmüy©rum . ”

، ‫لب ت أغنت تن خمحل‬1‫ظ ا‬ ‫ة‬ ،‫ا] خدك ئقت ا ذ ئ أختت‬- ‫ ل ي م مآ‬-) v r . (

٠ :3 ‫ ه ما‬،‫ ودكن أث ر خبيثة‬،‫ا بن أنس‬1‫ث ج غ ث مالل‬، :‫ ت‬، ، ‫ حم‬-‫حدقتي م ح وز بن أيي مرا‬

‫ء ئ ا م ح و س' كاذ ا م ح م ح م ح أ ي ا ا‬

M âlik b. Enes, Ebû H anife’den bahsedilince: “O dinde kurnazlık


yapıy©rdu, kim dinde kurnazlık yaparsa ‫ ره‬işinin ehli olmaz” dem iştir,

، ‫بد ال م ئ أخنت ق خ م‬
‫ثا ع م‬
‫ ق‬،‫نمت‬ ‫ م™] ذ كا ئق ن ان ئ‬/‫ ل ا م‬- ) ٩ ٠ ٣ ١ (

،‫ قات ي مال ف بن أ س‬:‫ قا د‬، ‫ عن ال ول د بن مسلم‬،‫ب راهي م أثو مغ م ر‬


‫حدبيي إسماعيل بن إ‬
٠' ‫ " ظ محض م م م أذ ل ت م‬:‫ ؛‬١١٤ ،‫ نح ز ؟‬:‫ ئ ك‬،‫ت د م أثو سه ظ د م ؟‬

V elîd b. M üslim der k i: M âlik b. Enes bana: “ülkenizde Ebû H anîfe’den


bahsediliyor mu?” diye sordu. Ben: “Evet” cevabını verince: “A rtık ülkenizde
yaşanmaz” dedi,

‫ ثثأ‬،‫ثا ا نمث ئ ئذ إ ن خائ ا ل ك ري‬


‫ ءث‬،‫لخذ‬ ‫ ] خدت ا ن ي ن ا ة ئ‬r r o / n [ -) ٩٠٣ ٢ (

‫ مح ق‬: 3 ‫ ما‬، ‫^ و ء د ه م‬ ^ ١ ‫ و كان م ن بمي‬، ‫ي حش بن حل ف بن ال م ال ز ت و ب ي‬


،^١^ ١ ‫ ن ا ئقوأل في م ن مولت‬،‫ يا أب ا مه د الثؤ‬: ‫عئد تالل ه بن أن ي ون ح ل علته ر جإ^ء ق ا د‬
،‫ إثن ا أ ح ك ى 'ك ال ما ن م ئته‬،‫ يا أبا عئد ال ثؤ‬:‫ مما د‬، ٠٠ ‫ رنديى اقلوه‬٠٠ :‫ تق ا د ماللث‬، ‫محلوق‬

‫ظ اقزد 'م‬ ‫ ف ئ م ظ ه ى بملي‬،‫ " إل أئن غة م ذ أ خ د‬: ‫ه ات‬

M üslüm anların güvenilirlerinden ve âbidlerinden birisi olan Yahyâ b.


H alef et-Tartûsî der k i: Adam ın b iri im am M âlik’in yanma girdi ve: “E y
Ebû Abdillah‫ ؛‬Kur'ân m ahlûktur diyen biri hakkında ne dersin?” diye sordu.
M âlik: “Z ındıktır! O nu öldürün!” karşılığını verdi. Adam: “E y Ebû
‫‪Mâlik b. Enes‬‬ ‫‪163‬‬

‫‪Abdillah! Ben sadece işittiğim bir şeyi sana soruyorum!” deyince, M âlik:‬‬
‫‪“Ben de bunu senden başka kimseden işitm iş değilim!” dedi ve bunun ne‬‬
‫‪kadar ciddi bir durum olduğunu ifade etti.‬‬

‫أبا‬ ‫( ‪ - ) ٩٠٣٣‬ا ا ‪ /‬م \ م ] ح دثن ا م ح ئ د ب ن ئأ ث ما ن ب ن إبراهي م ال ه اش م ي ‪ ،‬قا ل ‪ :‬ش ج ن ت‬

‫ب وت‪'٠ :‬‬
‫بمول ‪ :‬سم ن ت ماللف بن أن ي‪ ،‬م‬
‫ثا مصعب ‪ ،‬أ‬
‫ت ‪ :‬ش جن ت أ‬
‫ب ول‬
‫ه مام ال ثكراوي‪ ،‬م‬

‫ائئزان ك الم ا ل ل ه مه ز م ح إ وق ‪'٠‬‬

‫‪M âlik b. Enes: “K u r’ân A llah’ın kelam ıdır ve m ahluk değildir” demiştir.‬‬

‫حدق ا إثز؛يلم بن عتد الئؤ‪ ،‬ثن ا م ح م ذ بن إش حا ق‪ ،‬ح دقتي أ ح م د‬ ‫ا‬ ‫(‪ -) ٩٠٣٤‬ل ‪٣٢٥/٦‬‬
‫بلف‬
‫ر أ ؤ م ‪ ،‬قات‪ :‬ت م ن ت ن ا‬ ‫بن أيي بكر بن ت ا ل هم د ال م بن ع م‪ ،‬ثن ا ابن‬ ‫سد‬ ‫بن‬

‫بث أ س ‪ ،‬بمولأ‪ " :‬الم هان ك الم الله نك ال ؛ الله ص الله وث س ص الله فيء م حثوق "‬

‫‪: “ Kur'ân, A llah’ın kelam dır. A llah’ın kelamı da‬لظ ‪M âlik b. Enes der‬‬
‫” ‪kendisindendir. A llah’ın kendisinden olan hiçbir şey de m ahlûk değildir.‬‬

‫( ‪ [ -) ٩٠٣٥‬ام ‪/‬ه \م أ حدثن ا أ خن د بن جنقي بن ط م ‪ ،‬ثن ا ي حيى بن عئد اناقي‪،‬فات•'‬

‫ش م ع ت الغصن بن ت ل م ه بن ف ا دان‪ ،‬ثقأو ل‪ :‬ثت ا عئد الذه بن ئ ا بع‪ ،‬تمالأ‪ :‬ئ مع ت ن ا ه ‪،‬‬
‫يقول ‪ " :‬ثؤ أبة ر‪-‬جال رك ب ائك؛ا بز ح يبع د أن ال يش ركبالل‪ ، 4‬خ ثمحأى ص هذه ا لأا‪،‬رواء‬
‫أ‬

‫وال ب د ع ود و ك ال ماب ح د ا ل جثث ‪'٠‬‬

‫‪Abdullah b. N âfî’ bildiriyor: im am M âlik’in şöyle dediğini işittim : “K işi‬‬


‫‪şirk dışında bütün büyük günahları işlese, sonrasında (tövbe edip) nefsi‬‬
‫‪arzulardan ve bidatlerden — ravi der k i: M âlik burada birkaç şeyden daha‬‬
‫”‪bahsetti— uzak dursa Cennete girer.‬‬

‫ظ‬ ‫م أوئ أ‬ ‫ثا ق ا‬


‫قن ل م ا ل م ح ئ‪ ،‬ق‬ ‫ه ا ث غ ث ذ ئ عئ ئن‬ ‫(‪ -)٩٠٣٦‬لآم‪/‬م™]‬
‫ت ا ج عث ر بن عتد الثؤ‪ ،‬ه ا د‪ :‬كثا عند‬
‫ا ل ع البجح‪ ،‬ثن ا ت ل مه ئ ثبي ب ‪ ،‬ثن ا م هدي ن ج ع مر ‪ ،‬ث‬

‫ئن أ ش‪ ،‬نجاءة ز ي د ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬يا أثا عئد الثؤ ؤال ؤ ح م ن‪ ،‬غش ائغن؛ش ا ن ث ن ى ه ' ي ن‬ ‫مال ك‬

‫انثن ى؟ ه ما ء و ج د ماللق ش ث ئرؤ ن ا ن ج ذ م ن ص تأ ك ه ‪ ،‬فغفثز إ ز ا لأرض و جع د تنك ت‬

‫ل تب‪ ،‬وظل‪،‬ت "‬


‫سة ورمى بار‬‫ان ر ة ثم زئغ رأ‬ ‫بثوب في يده‪ ،‬ظى غ الة الي م ح ا ء مبي‬
164 Mâlik b. Enes

‫ب ق ؤاد ئ‬
‫م‬ ، ‫ وا إل بمانم به وا ح ي‬،‫تي ري‬
‫ وا ال شزاءم مئة ي ج‬،‫ه ن ظ و ل‬ ‫ا م حئ بئة‬
'٠ ‫ زأظنلف صا ح ب بدعة وأم ر به ه ا ح ر ج‬،‫بدعه‬

Câfer b. Abdillah anlatıyor: M âlik b. Enes’in yanındayken adamın b iri


ona: ”E y Ebû Abdillah! «Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir»1 âyetine göre
Allah A rş’a nasıl istivâ etmiştir?” diye sordu. M âlik b. Enes adamın bu
sorusundan dolayı çok sıkıld ı. Başım yere eğdi ve elindeki bir çubukla yeri
eşelemeye başladı. H er tarafını ter basınca da başını kaldırdı, çubuğu elinden
yere attı ve adama şöyle dedi: “Bu işin nasıllığı bilinebilir bir şey olsa da
istivânın ne olduğu bilinemez. Ancak buna iman etmek vacip, bunun
nasıllığına dair soru sormak ise bidattir. Sanırım sen de bidatçi birisin!”
Sonra adamın çıkm asını isteyince adam oradan ayrıldı.

‫ ثن ا ا لخنن‬،‫ ثن ا ت خ ث د بن إشث ا ق‬،‫ثن عتد الثؤ‬ ‫حدثت ا ابناه م‬ ] ٣ ٢٧ ٦ [ “) ٩٠٣٧(


‫و ج وه‬ :‫ مولت‬،‫بلف بن أن ي‬
‫ ت م ن تت ا‬:‫ ف ولت‬، ‫ف ص‬
‫ثا ح‬
‫ ت م ن ت أ‬:‫ مح اد‬C‫بن مه د العزيز‬

‫ " م حرم هأين ه م عن‬:‫ تم ئ‬،[‫ ظ‬،‫ مم يم ولون ق محابي‬4 ‫يوم ئذ م ز ؟ ؛ ر ر ه ئاظزه‬
‫ ؤ ه إ ي عق ز ي ثؤنئذ ل ح ي ت ي ه‬: ‫قؤل ال م محا أ ى‬

M âlik b. Enes der ‫نظ‬: Bazıları: “Yüzler vardır ki, ‫ ه‬gün ışıl ışıl
parıldayacak, RabJerine bakacaklardır”2 âyetlerinde söz konusu
,bakmanın A llah’ın sevabım ummak olduğunu söylüyorlar ki yanılm ışlardır
O zaman bu kişiler: “Hayır‫ ؛‬Onlar şüphesiz ‫ ه‬gün Rablerinden (O'nu
görmekten) mahrum kalmışlardır.”3 âyeti hakkında ne diyecekler?”

‫ت ا أ خن د شر‬
‫ ث‬،‫ ثن ا ابن أيي ذاؤة‬،‫ثا ن‬
‫ ] حدتما أبو م ح ث د بن ح‬٣ ٢ ٦ ٨ [ “ ) ٩٠٣٨ (

‫ يؤم‬. ‫ثامن ينظرون الله‬


‫ " ال‬:‫ محا د ماللف بن أنس‬: ‫ محا د‬، ‫ثن ا عئد الله بن وه ب‬

٠٠ ‫ا محا ق بأيثهب‬

1TâhâSur. 5
2 Kıyamet Sur. 22-23
3 Mutaffifîn Sur. 15
Mâlik b. Enes 165

M âlik b. Enes der k i: “insanlar kıyamet gününde A llah’a gözleriyle


bakacaklardır.”

‫ قنا‬، ‫تم‬
‫ه د ال ر ح ش بن أني حا‬
‫تا م‬
‫ ث‬، ‫حدث ا عتد الثؤ بن م خ ث د‬ “ ) ٩٠٣ ٩ (

:‫ هاد‬، ‫ ت أ ق ي ى أئ س عن الم در؟‬:‫ مب أول لن ج ل‬، ‫ ش ج ن ت مالك ا‬:‫ هات‬، ‫ ثئ ا ابن ز غ ب‬، ‫يون س‬

‫جق خق ف ز دب ر‬
‫م ئ ذا؛ا ز ن‬ ‫ه‬ ‫ي‬ ‫وؤ يئ‬ :‫ قئ و د‬،‫ر‬،‫ " | ه ئت‬0‫ إ‬:‫ئ! ل آد‬

" ‫أل م لأن جهئ م م ن ال جثة والناس أ جتعين^ عال بد م ن أد هو ن نا قات اللة قتا ر‬
M âlik b. Enes, bir adama: “D ün sen bana kaderle ilg ili m i sormuştun?”
deyince, adam: “Evet “karşılığını verdi. M âlik b. Enes adama şöyle cevap
verdi: “A llah: «Biz dilesek herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi
tamamen cin ve insanlarla dolduracağ!ma dair Benden söz
çıkmıştır»1 buyurmuştur. A llah’ın dediği de mutlaka olur.”

: ‫ هالط‬،‫ ثعا أبو ثقي ئذ أيي غ ا م م‬،‫ ا حدق ا عثد الثؤ بن م ح م د‬٣٢٦/ ٦ [ “ ) ٩ ٠ ٤ ٠ (

‫أن‬ ‫ نأى‬٠٠ : ‫ت‬


‫ مول‬،‫ ش م عت ناللف بن أن ي‬: ‫يمول‬
‫ش مع ت ت عيد بن عتد ا ل حقارء أ‬

‫ يئغي المذريه‬٠٠ ‫ب وا نإ الفلوا‬


‫ ؤنثا‬،‫ئابوا‬
‫يس‬

M âlik b. Enes: “Kaderiyye’nin tövbe etmesi istenir, eğer tövbe etmezlerse


öldürülürler” demiştir.

‫طنأ‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا ر م يا الث ا ح ي‬،‫ ت ع ي د ب ن ج عف ر‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ا خل س ب ن‬٣ ٢ ٦ /٦ [ ") ٩٠٤١ (

” :‫ هم زا‬، ^ ^ ١ ‫ نغل ماللف بن أسى عن ثزوي ج‬: ‫ محاأل‬،‫ ثن ا مؤان بن محم د‬، ‫بن شبي ب‬

" 4 ‫ؤؤمحت م حت حيرصئ مش رك ولو أ م ح ق م‬


Meı^an b. Muhammed der ki: M âlik b. Enes’e Kaderiyye’den olana kız
vermenin hükmü sorulunca: “inanan bir köle, hoşunuza gitmiş olsa da,
ortak koşan bir erkekten daha iyidir”^ âyetini okudu.

‫ ضن ت‬:‫ قا د‬،‫ثا ث خ ث د ئ إشتا ى‬


‫ ث‬،‫ه د ال م‬
‫ ا خدقا إئزا م ز ئذ م‬٣٢٦/ ٦ ‫ ل‬- ) ٩ ٠ ٤٢ (

‫مال ك‬ ‫ جاء ر ج ل إ ر‬:‫ قات‬،‫ ثن ا م ح ا ن‬:‫ ق ا ال‬،‫وأ ح م د ئ ئ ت ع ي د ال دارم ي‬ ‫م حا ذ بن‬

1 Secde Sur. 13
2 Bakara Sur. 221
‫‪166‬‬ ‫‪Mâlik b. Enes‬‬

‫ه ‪ >r‬ذا ‪ ،‬ق ا ‪ 3‬ال ث ي د ; أزأيث؟‪،‬‬ ‫ت ‪^١‬‬


‫ل زثأ'ن‪ ،‬غذ ننأئ ؤ‪ : ٥١٤ ،‬قا ‪ 3‬ه؛ ة ‪ 3‬زئول‬

‫ه "‬ ‫أل‬ ‫ق أ أ ز بم ت ه أ غ ذا ث‬ ‫تي ه ز‬


‫ح‬ ‫غ ذ م ؛ أذ‬ ‫نماب ئ‪ " :‬م ؤ ئ ت غ د ر ال ذ ي ن ي خالف ون‬

‫‪Osmân bildiriyor: Adam ın b iri îm anı M âlik’e geldi ve bir konuyu sordu.‬‬
‫‪M âlik de konu hakkında adama: “Resûlullah‬‬ ‫)‪(sallallahu aleyhi veselİEm‬‬ ‫‪bu konuda‬‬
‫”?‪şöyle buyurdu” karşılığını verdi. Adam: “Sen de öyle mi düşünüyorsun‬‬
‫‪diye sorunca. M âlik şu âyeti okudu: “O'nun buyruğuna aykırı hareket‬‬
‫‪edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba‬‬
‫‪uğramaktan sakınsınlar.”1‬‬

‫( ‪ -) ٩ ٠٤٣‬ل ‪ ٣٢٦/ ٦‬ا خأثثا هم د الله ئ ث خ ث د‪ ،‬مما عئد اش ئ ت غ م ثن هم د‬

‫ال يم ‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن عئد الله بن م ح وي ‪ ،‬ثن ا الحس ي‪ ،‬قات•' قات م ايلف بن أن ي؛ '‪٠‬‬
‫م آ م \ ‪" ils‬‬
‫إ ؛ م ؤأء س م ث \ل ثآ ي ونهب مح ذاء‬

‫‪M âlik b. Enes: “Kendi görüşleriyle hüküm verenlerden sakının, onlar‬‬


‫‪Eh l-i sünnetin düşmanıdır” dem iştir.‬‬

‫( ‪ -) ٩ ٠ ٤ ٤‬ل ‪ ٣٢٧/ ٦‬ا حدق ا إبزا م م ن عتد ال م ‪ ،‬ثن ا م ح م د ن إ ن خ ا ق‪ ،‬ثن ا جئم ز بن‬

‫بمول ‪٠٠ :‬‬


‫م ح م د ا ل صا ئغ‪ ،‬ثن ا ن ز ج بن الغ مت ان ء ثن ا عتد الئؤ ن د ا خ ‪ ،‬قادت " كان ماللط ‪ ،‬أ‬

‫ا إل؛ مان قول وع م{ ؛ يريد و م حق '‪٠‬‬

‫‪Abdullah b. N âfıJ bildiriyor: M âlik şöyle derdi: “im an, ikrar ve amelden‬‬
‫”‪meydana gelir. Bu nedenle artar ve eksilir.‬‬

‫( ‪ -) ٩ ٠ ٤٥‬ل ‪ ٣٢٧/ ٦‬ا خدثن ا إبراهي م بن عئد الثؤ‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن إشخ ا ق‪ ،‬ثن ا متؤار بن‬

‫عند الله العنث ر ي‪ ،‬ثن ا أيي محا د‪ :‬قات ماللق بن أنمي‪ ٠٠ :‬م ن تئثس أخذا ص أ ص حا ب رن ول‬

‫ش ئ ي ي ذ ‪ ،‬ثم هد مح ن ه‬ ‫ق محس ه ح أ ي ءيء‬ ‫م عمحه م‬ ‫ي‬ ‫‪ ٠‬أؤ‬ ‫المح‬

‫مما ز ‪ :‬ؤ زت ا أفا ء الف ظى رئوله مغهممثن ا أؤ جف م علته م ن حي ل و ال ر ك ا ب ول ك ن اش‬

‫ينلط رنلة عأى نتن ث ء ؤ\لقه عأى "كد ث ئرؤ هدش ى أظء ش غش ر‪،‬نوله م ن أ ن د‬

‫؛؛'كون دو ال مح ن‬ ‫ال‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫الم ن ى محلل ه ز ل إلن ول ^‪۶‬؛‪ ،‬اق ربى والتامى وا ل م سا كي ن ناس القب‬
‫تا"ئ إ ال ؤن وأل نمحذوه زن ا ثف ا م غنه ه انثه وا زاقق وا الئة ‪ ٤ ١‬الثث قديد‬
‫ا لآني ا ء منك م زن ا ا‬

‫‪1 Nûr. Sur. 63‬‬


Mâlik b. Enes 167

‫يبتغ ون م ح ال م ن الله‬ ‫ للم ثزاء ال ن ه ا ح رين الذين أ ح ر جوا م ن دياره م‬،_‫العماد‬

‫ثلث هأ الصادقون وال ذين ئؤؤوا اال ؛از وا إليمان م ن مله م‬


‫ؤرصؤائ\ وينصرون الله ورئولة أول‬

‫تدون قي صدوره م حا جه كث ا أوي ويؤثرون غ د أ ش ه م‬


‫ي وئ ن من ه ا ج ر إله م و ال ج‬

‫ولن ”ك ان بهب حصا صه وم ن ق وق ئ غ تمس ه ثرأبلف ه م ا ل م مل حون والذين جاؤوا م ن‬

‫ثا با إلي مان و ال ئ جع ن في هلوبث\ غ ال لل ذين‬


‫ت ا ز إلخزايثا ال ذين منتق و‬
‫تغدهز تقولون زي ا اغم زل‬

‫ه م ح قب ي‬ ‫م ح ي ز أ ز ك د' ب ي ئ ف ي ظ ملم‬ ‫ نت ن‬، ‫آ ي ن و إ؛اق زؤوفت م ح ه‬

‫اقيء م‬
"‫خ‬
M âlik b. Enes şöyle dem iştir: Resûlullah’m (sallallahu □١^٧١٦! vesellem) ashâbından
birine d il uzatan veya kalbinde onlara karşı kin taşıyan kişinin
M üslüm anların elde ettiği ganimetten bir payı olmaz!” M âlik sonrasında şu
âyetleri okudu: “Allahın, fethedilen memleketler halkının mallarından
Peygamber’ine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler,
yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler
arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne
verirse ٠٨٧ alın, sizi neden me‫؟‬ıederse ondan geri durun; Allah'tan
sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir. Allah'ın verdiği bu
ganimet malları bilhassa; yurtlarından ve mallarından edilmiş olan,
Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamber’ine
yardım eden muhacir fakirlerindir, işte doğru olanlar bunlardır. Daha
önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imam yerleştirmiş
olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara
verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler;
kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde
tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından k o r u n a b ilm iş kimseler, işte
onlar saadete erenlerdir. Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz‫ ؟‬Bizi
ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde
müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin,
merhametlisin» derler.”! Sonra ekledi: “ Bunun içind ir ki onlardan birine
dil uzatan veya kalbinde kin tutan kişinin ganimette ‫ ط س‬olmaz.”

1Haşr Sur. 7-10


168 Mâlik ‫ء‬. Enes

‫بو‬
‫ ثن ا رشته أ‬،‫ ثن ا إش حاق ب ن أ خ ن ذ‬،‫حدثن ا أبو م ح مد ب ن • ح ثان‬ ] ٣٢٧/ ٦ [ “) ٩ ٠ ٤٦ (

‫بجئ أ ص ا ب نن ول ال د‬ ‫ ثا عئد ن ا ي فد موا زي ال‬:‫ ز ي د م ذ ؤلي ال ؤ م قات‬، ‫موة‬

۶^ ^ ^^^ ١ ‫ وال ذ؛ن معه أ<يث اء غلى‬4‫ؤ ق خث د رنوت الل‬ :‫لرثم هذه ؛ الثئ‬1‫ه محقزأ م‬

‫ي ورصزاد\ س؛ م ائب قي و جوهه م من م‬3‫ت ه شبمت؛ يتتغون أم ح ل من ا‬ ‫بتتهز‬


‫الشبموب دللف مغل ه م ي التوراة ومثله م ق ا إلن جيل كززع أ حزغ ث عئأة ء ئ ئاتثئلفن‬
‫ م ن أص خ في قلبه‬٠' : ‫تاللث‬
‫ ق ان ت‬،>^‫اثكمال‬ ‫به م‬ ‫قا نث ؤ ى غلى ن وقه ي ع ج ب ال زراع ليغيظ‬

" ‫لآتن‬ ‫ه ص أءث ا;ثة‬ 4‫ زن وو الث‬،‫ص؟‬ ‫غ ظ عش أخد م ذ‬

Zübeyr oğullarından biri olan Ruste Ebû Urve bildiriyor: Mâlik b.


Enes’in yanındayken, Resûlullah’ın (‫ ال^ةااوااوة‬aleyhi vesBİİBm) ashâbını eleştiren bir
adamdan bahsettiler. Bunun üzerine Mâlik: “Muhammed, Allah'ın
elçisidir. Beraberinde bulunanlar da k§firlere karşı ‫ ؟‬etin, kendi
aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken
görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler, ©nların nişanlan
yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır,
incil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp ‫^؛‬karmış, gittikçe
onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine
benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları
çoğaltıp güçlendirmekle kafirleri öfkelendirir”! âyetini okudu ve şöyle
dedi: “Kalbinde Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi vesellem) ashâbına karşı bir ‫كوة‬€ olan
her bir kişi, bu âyete muhatap olur!”

‫ شمنق‬، ‫ثا ئ خ ث ذ ئ إ ت خ ا ة‬
‫ ق‬، ‫ترا م أ ئ ي د ال م‬:‫ ا خدتثا إ‬٣٢٧/ ٦ [ - ) ٩ ٠٤٧ (

،‫ ش ج ن ت ماللف ثن أن ي‬:‫ يمولأ‬، ‫ ش م ع ت ز ي ا‬:‫ قات‬،‫م ح م د شر عئد العزيز بن أيي رزم ة‬

" ‫ زض ئ ا ه محا ر غئين ا‬،‫بن‬


‫م‬ ،‫ وأبو جعمر غذ أ ي بكر‬، ‫ب ا سا د جغم آ‬
‫ " واع ح‬:‫ف وت‬

Mâlik der ki: “Ne gariptir ki Câfer ve Ebû Câfer’e, Hz. Ebû Bekr ile
Ömer’in durumu sorulmaktadır!”

1Fetih Sur. 29
Mâlik ‫ ء‬. Enes 169

،‫ ثن ا عتد الله بن م ح م د بن عئد الحم ي د‬،‫ ا حدثن ا أث و بك ر ا ال ج ر ي‬٣٢٧/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ٤٨ (

‫ ح دبقي مالل ث بن‬، ‫ خ د ش ع ذ الل ه بن وئ ب‬، ‫ ثن ا ق ش ئ ث م‬،‫حي‬ ‫م‬ ‫ئ‬ ‫ن' ويلم‬
‫إئ‬ ‫ه‬
‫م‬1‫ ائب؛ءق ث د ي الث‬٠ ‫ي‬ ‫د ؛‬ ‫ ص نأى أواء ي‬، ‫با ث م‬öte ‫ ؛ة ز ي‬٠' : ‫ئت‬ ،‫محي‬
‫ اثب؛؛ق‬،‫مب؛ غ ي ن ا الث الم‬
‫م‬ ‫ وال ذ ي شب ي بجده ن ابل غ ح واري ع س ى ابن‬:‫ نقا د‬،‫وئفزاؤه‬

‫ محا د‬، " ‫ه‬ ‫ث وا غش ال ح س ب ونث روا ل أ ك ا ج م م ن ا ال جته اد ن ا بتع أ ص حا ث م ح م د‬


‫صل‬

، ‫ نب ال ال‬،‫ ومعا دا‬،‫با عتيدة‬


‫نمم ى أ‬ ،‫ ت ت ي ه ب‬: ‫ ئ ك خل ا ل ك بن أ س‬: ‫عبد الله بن وه ب‬

‫ذه‬1‫ؤنت ع ذ بن 'عث‬

M âlik b. Enes bildiriyor: Resûlullah’rn (sallaliahu aleyhi vesellem) seçkin


ashâbından birkaç kişi Şam’a geldikleri sırada Şâm’da bulunan bir rahip
onları görünee şöyle dedi: “Canım elinde olana yemin olsun ki İsa b.
Meryem’in çarmıha gerilen ve testerelerle biçilen havarileri bile
Muhammed’in (saJlallahu aleyh‫؛‬ vesellem) ashâbının çektiği kadar sıkıntı
çekmemişlerdir‫ ”؛‬Ravi ekledi: M âlik b. Enes’e: “ Şam’a giden bu ashâbın
isim lerini söyleyebilir m isin?” dediğimde: “Ebû Ubeyde, Muâz, B ilâl ve Sa'd
b. Ubâde” karşılığını verdi.

‫ ثن ا عبد الثؤ بن م ح م د بن عبد‬، ‫حدثن ا أبو بكر ا ال ج ئ‬ ‫ ا‬٣٢٨/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ٤ ٩ (

:‫ قات‬، ‫ ثن ا عتد الثؤ بن نه ب‬،‫ ثن ا ال حا ر ث بن م ن ك ي ن‬، ‫ ^ بن انجس د‬١^ ‫ت ا‬


‫ ث‬،‫ال حم ي د‬

‫ت ر ع من‬
‫ عن ه‬،‫ش ام تأ ت‬‫ ج ن محدم ال‬،‫ ي ح د ث أن صال ح ين عل ي‬،‫ش ج ن ت ماللف بن أنمي‬

‫' أقن‬٠ :‫ ممات‬،‫خ ز ذأل عش را ه ب فأش نن غ ز غنة‬ ،‫م ي ج د أخذا يخبزه‬ C‫بن ع د العزيز‬

٠٠ ‫ة‬-‫الصاإل؛ق تريدون؟ ئ ؤ فى يشف ا ل مررء‬

Abdullah b. Vehb der k i: M âlik b. Enes’in bildirdiğime göre Sâlih b. A li


Şam’a gelince Ömer b. Abdilazîz’in mezarını sordu, ancak onun yerini
gösterecek kimseyi bulamadı. Sonunda kendisine bir rahibe gitmesi
söylenince, rahibe gidip sordu. Rahip: “Sıddik’in kabrini mi soruyorsunuz.
O , falan çiftliktedir” dedi.

‫ عن‬،‫ ثن ا المعنبي‬، ‫ ثن ا م ح م د بن ع ا ل ب‬،‫ ا حدثن ا أبو بكر ثذ ح الب‬٣٢٨/ ٦ ‫ )" ل‬٩ ٠ ٥ ٠ (

‫ثكثروا ال ك ال م يغتر ذ ك ر الله‬ ‫ال‬ '٠ : ‫ علته الث ال م كا ن مولت‬، ‫ أبت بلع ه أن عس ث ى‬، ‫م ا ل ك‬
170 Mâlik b. Enes

‫ ز ال ثنظزوا في دن و ب‬،‫ثغنئ و ذ‬ ‫ال‬ ‫اقاسمي بع يد م ن الثؤ وأك ن‬ ‫ا ل مل ب‬ ‫ء إن‬ ‫فتقن و‬

، ‫ م ث ش ومعا ن‬0 ‫ القامس ر ج ال‬1‫ ظدم‬،‫الن اس ك اءتك م أربا ب ول ك ن ائفلزوا محيه ا ك أمح ز عبيد‬

" ‫م ائبث وا أغد ائ الؤ ز لخذوا ال ق غلى الن افثة‬

:M âlik b. Enes bildiriyor: Bana ulaştığına göre H z. İsa şöyle dermiş


A llah’ı zikretme dışında fazla konuşmaktan sakının ki kalpleriniz“
katılaşmasın. Z ira katılaşmış kalp, A llah’tan uzaklaşır; ancak sizler farkında
olmazsınız. Rableriym iş gibi insanların günahlarına bakmayın. O nların
günahlarına bir kul nasıl bakarsa siz de öyle bakın. B ilin ki tüm insanlar şu
ik i kişiden biridir: Ya belalara (hastalıklara) maruz kalm ıştır ya da belalardan
yana afiyettedir. Belaya maruz kalmışlara merhamet edin, afiyette olduğunuz
için de A llah’a şükredin . ”

‫ عن‬، ‫ ثن ا محنت ئ‬، ‫ ثن ا ئ خ ث د س حال د‬،‫ ] حدق ا أبو بكر بن ح الب‬t y a / i [ -) ٩ ٠ ٥ ١ (

‫ عوقز خبألاء‬،‫ ي بيي انزائيد‬٠' :‫ث موت‬


<‫إ كا‬،‫لثة أة مشى غي الثال‬
; ‫ أق‬، ‫م‬
" ‫ هإمحم ل ذ ق و ي بشكره‬،‫م زإء ي م وخ ر اقث‬ ‫وخم ال‬ ‫ ناقم اق ري‬،‫الق راح‬
M âlik der k i: H z. İsa şöyle derdi: “E y İsrail oğulları! içine bir şey
karıştırılm am ış su içmeye, yabani balda ve arpa ekmeği yemeye bakın.
Buğday ekmeği yemekten sakının. Çünkü onun şükrünü ödeyemezsiniz.”

‫ أثة بثعة أن‬، ‫ عن مال ك‬،‫ ثن ا المع نب غ‬، ‫ ثن ا ت خ ث د‬،‫ ا حدق ا أبو بكر‬٣٢٨/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ٥ ٢ (

،‫ وأداء ا لأن ائؤ‬،‫' ص د ق الح دي ث‬٠ :‫ ن ابل غ يلف ن ا ئزى؟ ثاب‬:‫ م د ثق‬،‫لعمان الحكمن؛‬

" ‫و ت متا ال ثني ي‬

M âlik b. Enes bildiriyor: Bana ulaştığına göre Lokman H ekim ’e: “Seni
bu hale getiren şey nedir?” diye sorulunca: “Doğruyu söylemek, emanetleri
sahiplerine iade etmek ve beni ilgilendirmeyen şeyleri bırakm aktır” dem iştir.

‫ أثثبلثة أن ع م‬، ‫ عن مال ك‬،‫ ثن ا المنسب‬، ‫ت ا م ح م د‬


‫ ث‬،‫و‬ ‫بو‬
‫ ا ثن ا أ‬٣٢٨/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠٥ ٣ (

'٠ ، ^ ^ ١ ‫ ^^^ أبيض‬١ ‫ " | ر أل ج ث ال؛ذنز |أى‬:‫بن ائءحتثز\ربئ ظت‬

M âlik’in bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb: “Beyaz giysili K u r’ân


okuyucusuna bakmayı sevmem” demiştir.
‫‪Mâlik b. Enes‬‬ ‫‪171‬‬

‫حدبن ا ا لخثن ين م ح م د ثن ”محن ا ن‪ ،‬ثن ا ائ ما عيد الماضى‪ ،‬ثن ا‬ ‫( ‪-) ٩ ٠ ٥ ٤‬‬

‫إ' نناي ال بن أبي أو ص ‪ ،‬ثن ا ناللف بن أن ي؛ عن هف ام بن عروه‪ ،‬غذ أييو ‪ ،‬قادت قات عنن‬
‫بن ا ل ح طا ب ‪ ٠٠ :‬ب عل م ون أثف ا القامس أن ‪ 1‬قأ س هؤ ائيثى‪ ،‬ؤأثت م ن ممس م ن ق يؤ ائثغث ى‬
‫غثة "‬

‫‪Ömer b. el-Hattâb:‬‬ ‫‪“E y‬‬ ‫!‪insanlar‬‬ ‫‪(B ir şeyden) üm idi kesmenin‬‬


‫‪zenginliğin kendisi olduğunu b ilin. B ir şeyden üm idini kesen ona ihtiyaç‬‬
‫‪duymaz” demiştir.‬‬

‫( ‪ “) ٩ ٠ ٥ ٠‬ل ‪ ] ٣٢٨/ ٦‬خ ا؛ثن ا الحس ن بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا إن ن ا هبد ائئاح ي ي‪ ،‬ثن ا إن ن ا ه د بن‬

‫أيي أو ص ‪ ،‬ثن ا مال ك ‪ ،‬ح د ثن ي سء أوصى أن عنن ن الحتئا ب‪ ،‬أوصى زب ال ‪ ،‬ق ا د‪ " :‬ال‬

‫ث وم إ ال م ن حشي‬
‫م ل ك ‪ ،‬ز ال أبين م ن ال‬ ‫نن ا ال بجلف‪ ،‬وا جتن ب عذؤك زاخذن‬
‫مترمحس ج‬

‫م ثئ إل من ف حوره‪ ،‬ؤ ال‬ ‫ص حتن ه ا ح را‬ ‫تدت به ث قا ‪ ،‬ؤ ال‬


‫الله‪ ،‬وا ألمين م ن المؤم ال ح‬

‫ت رك ‪ ،‬وانت شر في أ رف ال ذين يخشون الله ‪٠٠‬‬


‫تم ش إلتهس‬

‫‪M âlik b. Enes, güvendiği birinden bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb bir‬‬


‫‪adama şöyle öğüt verdi: “Seni ilgilendirmeyen konuda itiraz etme,‬‬
‫‪düşmanından uzak dur, dostuna karşı dikkatli ol. B ir topluma ancak‬‬
‫‪A llah’tan korkan kişi önder olabilir. B ir toplumun önderinin yerini tutacak‬‬
‫‪bir şey yoktur. Facirle beraber olma ki sana kötülük öğretmesin, ona sırrım‬‬
‫”‪söyleme ve işlerini A llah’tan korkan kişilerle istişare et.‬‬

‫ف ا ميي‪ ،‬ثن ا‬‫حدثن ا ا لخشن ب ن م ح م د ‪ ،‬ثن ا إن ن ا ي د بن إشث اق ائ‬ ‫( ‪] ٣ ٢ ٩ / ^ -) ٩٠ ٥٦‬‬

‫ت ا مال ك ‪ ،‬عن بمش ب نش ع ي د‪ ،‬أن ا مأ‪ ، 0‬كا ث ت عنده ا غ ا ب ث ة‬


‫إث ما عيد ب ن أيي أؤئس‪ ،‬ث‬

‫‪ .‬ورضي عته ا ومغه ا سن وه‪ ،‬ق اني‪ ،‬امرأة بنه م ‪ :‬والله الدحل ن ا ل حنه‪ ،‬أقد‬ ‫زؤغ الغبي‬

‫أنل ن غ زن ا رث ت زن ا سزقت ن ي ت في التثام‪ ،‬ثفيل له ا ‪ :‬أن ب الم ثألخه قدحل ن ا ل جنه‪،‬‬

‫ث حلسب ما ال ث ن ي ك‪ ،‬و‪0‬ك‪1‬مين ي ن ا ال يعني ك؟ قا د‪ :‬ئنث ا أص ب خ ب ال مأة‬


‫كئفت نأ ب ث‬

‫ت وه‬
‫س‬ ‫د ح لت عأى ع ائس ه رضي الثت ثن ا ز عنه ا ‪ ،‬م‬
‫ثأخثزئه اب ما زأت ‪ ،‬قثال غ‪ " :‬ا ج م عي الغ‬

‫ال إل يهنثمجئن ئح دمحهنب ما زأت في المن ام‬ ‫ي‬ ‫ا ل ال ي ”كن عندك ج ئ ئل ت ن ا مح ن ت‪،‬‬

‫‪M âlik, Yahyâ b. Saîd’den bildiriyor: H z. Âişe kadının b irinin yanına‬‬


‫‪gelmişti. Yanında da birçok kadın vardı, içlerinden b iri şöyle dedi: “Vallahi‬‬
172 Mâlik b. Enes

ben Cennete gireceğim! Z ira Müslüman olduğumdan beri ne zina yaptım ,


ne de hırsızlık ettim!” A ynı kadına rüyasında gelindi ve şöyle dendi:
“Cennete gireceğini iddia eden kişi sen misin? işine yaramayan bir şeyde
cim ri davranırken, seni ilgilendirmeyen şeyler hakkında konuşurken bu nasıl
olabilir?” Kadın sabah vakti hemen H z. Âişe’nin yanına varıp rüyasını
anlattı. H z. Âişe ona: “O sözü söylediğinde yanında bulunan kadınları bir
daha topla!” dedi. Kadın hepsine haber salıp bir araya topladı ve rüyasında
gördüklerini onlara da anlattı.

‫ثا‬
‫ ب‬، ‫م ا إل شزابأذي‬ ‫ب محلم تن محب‬
°‫ ] خدتثا أتو رزغه ث خ ئ ذ ئ إ‬٣٢٩/ ٦ ‫ ل‬- ) ٩٠٥٧ (

‫ قس "تمائم مال ك‬0 ^ :‫ ؤت‬،‫ ثن ا عيد النيي بن عبد الل ه‬، ‫ت م‬


‫ ثن ا أبو حا‬،‫محم د بن قارون‬

‫وني‬
‫وظوا خنينا ال ق م‬ " :‫ ق ا د‬،‫ مح د ق م زللف‬، ^ ١ ‫تن أ س خئ بجا ا ه ز بم؛‬

" ‫ثيلم ت و ه‬،‫يئش‬ ‫و م ح ل إل‬ ‫ال وكي ل ئائثلبوا بنعم ة م ن الثؤ‬

Abdulaziz b. Abdillah der ‫لكل‬: M âlik b. Enes’in yüzüğünün üzerinde


Hasbunallâhu ve n i’m el-vekîl” yazısı vardı. Ona neden öyle bir yazı“
yazdırdığını sorduklarında şu âyetlerle cevap verdi: “Allah bize yeter . ٠ ne
güzel Vekîl'dir, dediler. Bu yüzden kendilerine bir fenahk
dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri döndüler. ”!

‫ ثن ا م ح ث ذ بني حيى بن‬، ‫ ا حدثت ا م خ ث ذ بن عبد ا لر ح م ن بن ت ه ل‬٣٢٩/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ٥٨(


" : ‫ مولط‬، ‫ ش معت الق ا ص‬:‫ محا د‬،‫ ثن ا م خ ث ذ بن ص د الله بن عثد ا لخكم‬،‫ادم ال جو هري‬

‫تة أو‬:‫ تريد ا ك قرا‬: ‫ بل ت‬،‫أم حن ا جي م ؟‬ ‫صا حتن ا أع ا م‬ : ‫ه ا د لي م ح م د بن ا ل ح ش‬


‫ز ه‬ ^ ١ : ‫ ئ د‬،‫ ) لخيأ ع د م ؟‬Uİ :‫ قئث‬، ^ ^ ^ ١ ‫م‬ ; ‫ ممات‬، ‫ا إل م حاءن؟‬

، ‫ت ا جبثا أعلتي بكتا ب الله أم صا ح ف ز ؟‬


‫ أنشدلئبالله أح‬:‫ئ ك‬ :‫ قاد‬،‫ؤا إل ي ن ا ع نافثا ت‬

،‫ه أم' ي ا جثتآ؟‬ ‫ أ ن خا ب نن ول الثي‬،‫ تت ا ج ب ف ز أ م أ م ي ل‬:‫ ئ ك‬،‫ ي ا ج ي ف ز‬:‫قات‬

‫ شص ئدعى‬: ‫ ث ك‬، ‫ ال‬:‫ قا د‬،‫ عتز ا ل ماس؟‬٤ ^ ٠ ‫ ثمئ‬:‫ ئ ك‬، ‫ ض ا جي م‬:‫ مما ل‬:‫قات‬

‫ زرين‬: ‫ ظت‬، ‫متوف ي ر قن ا أ نم ن‬


‫ق ي غلى ا الم ي‬ ‫ إدتأ‬3 ، ‫ث ت د م ن أئ إل‬ ‫ ئ أ ك ؤ‬-‫ائقة ا‬
" ‫ئ أن ي ر ج م ه الئت‬ ‫نال ك‬ ‫صا حته‬

1 (Âl-i imrân Sur. 173-174


Mâlik b. Enes 173

Şâfiî bildiriyor: Muhammed b. el-Hasan bana: “Bizim arkadaşımız mı


dalla âlim , yoksa sizin arkadaşınız mı?” diye sordu. O na: “Abartarak m ı,
yoksa hakkı gözeterek m i cevap vermemi istersin?” dediğimde, Muhammed:
“H akkı gözeterek cevap ver!” karşılığını verdi. Ona: “Sizde deliller nedir?”
diye sorduğumda: “Kur'ân, sünnet, icmâ ve kıyas” dedi. Ona: “Allah aşkına
söyle! A llah’ın K itab ı’m arkadaşımız m ı, yoksa arkadaşınız m ı daha iy i bilir?”
diye sorduğumda: “Arkadaşınız daha iyi b ilir” dedi. Ona: “Resûlullah’ın
(sallallahu aleyhi ¥esel(em) ashâbının sözlerini arkadaşınız m ı daha iyi b ilir, yoksa
arkadaşımız mı?” diye sorduğumda: “Arkadaşınız daha iy i b ilir” dedi. Ona:
“ Geriye kıyas m ı kalıyor?” diye sorduğumda: “H ayır!” karşılığını verdi.
Bunun üzerine şöyle dedim: “B iz kıyası sizden daha fazla savunuyoruz. Kıyas
da ancak usûle göre b ilin ir.” Şâfıî der k i: “Muhammed, kendi arkadaşı
derken M âlik b. Enes’i kastediyordu.”

‫ ثن ا م ح م د‬: ‫ ق ا ال‬،‫ و م ح م د بن عئد ال ؤ ح م ن‬، ^ £ ١^ ‫ ] ثن ا م ح م د بن‬٣ ٢ ٧ ٦ [ “) ٩ ٠ ٥٩ (

:‫ مولت‬،‫ف ع ي‬
‫ ش مع ت الش ا‬: ‫ت‬
‫ مول‬، ‫ سمعت الثي؛خ بن نلبما ذ‬:‫ قات‬، ‫ثان بن حبي ب‬‫بن ر‬

" ‫مد كثا ب الثؤ مما ر كثاث أك وضزابا م ذ ثوظ نالك‬


‫ظب‬

İmam Şâfıı der ki: “A llah’ın K itab ı’ndan sonra im am M âlik’in M uvattas 1
kadar çok doğruyu ‫ ءآءل^ن‬alan başka bir kitap yoktur. ”

‫حدت ا أبو عئد الله م ح م د بن محل د ثن ا أبو بك ر بن ادم‬ ‫ ا‬٣٣٠/ ٦ ‫ )" ل‬٩ ٠ ٦ ٠ (

‫ محالط‬: ‫يمول‬
‫ أ‬،‫فع ي‬
‫شا‬‫ ت م مت ال‬:‫ ه ا د‬، ‫م د أ ل حك م‬
‫ ثن ا م ح م د س حم د الثؤ بن ه‬،‫أ ل ج وهري‬

‫ ش م ع‬،Üİ :‫ ل"كا ن ثئأو ل‬، ‫ي ت ي ذ ز مخنئ؛‬ ‫ ^ بن أنمي‬١٢ ‫ أ ق ن ت غش‬:‫ني‬،‫م ح م د بن ا لخ‬


‫ر‬ ‫ك امت آل منزل ة و ك‬ ‫مال‬ ‫عن‬ ‫ح دبه م‬ ‫ ؤيا ذ إذا‬:‫ شاد‬،‫من شت عماقة خ زي ي‬ ‫ر‬ ‫منه ثئفثا أك‬

،‫ نإذا ح د ت عن عير مالك لم ي جئه إ ال الس ير‬، ‫ضص عليه م ا ن ي ي غ‬‫الناسى عثه حش ي‬

‫خدممغز ص‬ \1‫ أ‬، ‫م‬ ‫ع ر نخخرظزب‬ ‫أتؤأص‬ ‫أط‬ ‫م‬ ‫ ظ أ‬٠' :‫ ;غول‬0‫ثقا‬
" ‫م إثن ا ث هم ت ي مثك ارهين‬-‫ نإذ! ح دبتك ب ض أ ص حابتك‬،‫ ئنؤويغ‬1 ‫تلم عل غ‬°‫ت ال‬

Şafiî der İri: Muhammed b. el-Hasan dedi ‫لكل‬: “ M âlik b. Enes’in yanında
üç yıldan fazla kaldım .” Muhammed, M âlik’ten bizzat yedi yüz hadisten
fazla dinlediğini söyledi. Muhammed, M âlik’ten hadis naklettiği zaman
174 Mâlik b. Enes

bulunduğu yer dolar, insanlar etrafında çoğalır ve yerleri dar gelmeye


başlardı. M âlik’ten başkasından hadis nakledince ise az sayıda insan gelirdi.
Muhammed şöyle derdi: “Arkadaşlarına sizden daha kötü davrananını
görmedim. M âlik’ten hadis anlatırken burayı dolduruyorsunuz,
arkadaşlarınızdan anlattığımda ise istemeyerek geliyorsunuz.”

‫ ] حدثن ا أب و عبد اللب ت خ ث د بن نن غ م ثن ا ئ و ت ى بن ه ارون بن‬٣ ٣ ٠ ٨ ‫ )" ل‬٩ ٠ ٦ ١ (

،‫ ثن ا أبو يغ موث ى شهت ل ا مالنثوط ي‬٤^ ^ ١ ‫ت ا عثذ الثؤ بن م ح م د بن م ح م د‬


‫ ث‬، ‫محلم د‬

‫ لي‬oJte :‫م ولت‬ ‫ ش م عت م ح ث ذ بن إدل؛س‬:‫ مولت‬، ‫ر م‬ ‫ ش م مت ؛ئذ أيي‬:‫قات‬

، ‫ نأيت كأ ة قاب ال‬:‫ زن ا مال ت‬: ‫ قلت له ا‬، ‫ب ا‬


‫ رأيت في هذه القل ة ع ج‬:‫ب ح ن بنكه‬
‫غث ي و‬

‫ ؤئ؛ ئ ؤ يؤم‬١^ ‫ث_ثن ا‬


‫ص‬ ‫ت " هن‬،‫ال ئ اؤأ‬ ‫ أ م أ م ا لأرض؛ا‬-ÜIJÜ1 : ‫أم و ل‬

" ‫ملل ق؛ ق مح ي‬
Muhammed b. Îdrîs eş-Şâfiî bildiriyor: M ekke’deyken halam bana: “Bu
gece tuhaf bir rüya gördüm!” dedi. “N asıl bir rüya?” diye sorduğumda:
“Rüyamda b irinin: «Bu gece dünyanın en âlim adamı öldü!» diye
seslendiğini işittim ” dedi. Hesapladığımızda halamın rüyayı gördüğü gecede
M âlik b. Enes’in vefat ettiğini anladık.

‫ ثن ا م ح م د بن ي حيى بن‬، ‫ ] حدثن ا م ح ث ذ بن عبد ال ر حم ن بن شه ل‬٣ ٣ ٠ / ^ ") ٩٠ ٦ ٢ (

،‫نخت‬ ‫و‬ ‫ود‬ ‫ يأمول‬، ‫فعئ‬


‫الق ا‬ ‫ت‬ ‫ش مع‬ :‫ قات‬، ‫ ثن ا م ح م ذ بن مه د الثؤ بن حم د ا ل ح ك م‬،‫ادم‬
‫ لت‬3 ‫ ق ا‬، ‫ط عا‬-‫ م ن ح د ببق؟ فذ و ثت إ>ئئا ثا مغه‬: ‫لثم‬3‫ث ما‬
‫ ل‬،3‫ محما‬،‫ل ك ثن أنس خ ز؛ ه‬1‫لم‬

" ‫ غذ وئح‬،‫ه بم دمحث غذ مؤ‬ ‫ء ال م ب ن بن‬ ‫ " اذهب إ ر‬:‫تالل ق‬


Şafiî der k i: Bi*r adam M âlik b. Enes’ten bir hadis bildirince. M âlik:
“Bunu sana kim bildirdi?” diye sordu. Adam, kopuk bir isnâdla hadisi
aktarınca M âlik: “Abdurrahman b. Zeyd’e git, o sana babası kanalıyla
N ûh’tan hadis nakleder” dedi.

‫ ثن ا ابن‬،‫ ثئ ا علي ئذ أخنت بن ئلثما ن‬، ‫ ا حدق ا ئ خ ث د بن إبزا من؛‬٣٣٠/ ٦ ‫ ل‬-) ٩٠٦٣ (

‫ ق وت بش ص صؤت‬، ‫م‬ ‫تف نال ك بن‬


‫ج‬ :‫ قات‬،‫ مبي ابن يزم‬،‫> قا حال د‬.‫أ ي سج‬

'* ‫م‬-‫ ق د أن مغم الءل‬، ^ ١ /( ‫ ل ؛ل م‬، ‫ ي؛ ؛بن أخي‬٠٠


Mâlik b. Enes 175

M âlik b. Enes» Kureyş’ten bir gence: “Yeğenim! ilim öğrenmeden önce


edebi öğren” demiştir.

،‫ ة أثوإئ تامح د ا<مبء إ‬، ‫ت ئن شتم ت ن‬


‫لخ‬ ‫ غ د ه ن غ ئ ذ ئ‬٢٣٣ . .) ‫ا‬. ‫آ‬، ‫ر‬

‫ زأئق زي ال ا إلخ يثبنالك‬U " :‫ قولت‬،‫ غي ث ائذ اليازك‬:‫ قات‬،‫ة محم ئذ خ الب‬
٠' ‫ إ ال أن ث خ وذ ئة شريرة‬، £‫بن أنمي ق س له "كئيز ص الة ز ال صيا‬

İbnü’l-M übârek der k i: “M âlik b. Enes kadar öne çıkan ve çok değer
verilen birini görmüş değilim. Oysa ne namazı, ne de orucu fazla değildi.
Ancak gizli yaptığı amelleri varsa bilemem.”

‫ ه‬،‫ ة أغتن ئ غير ا لآي‬،‫م يتلم‬ ‫ج‬ ‫] خدك أغتن ئ‬٣٣. /l] -((‫آ‬.‫ه آ‬
‫ ن ا ق ات ع زت اؤاه أمح ت‬: ‫ بموت‬، ‫ه ذ الؤ ح م ن بن مهد ئ‬
‫ش مع ت م‬: ‫ ثا د‬، ‫ت ان‬‫أ خئ ذ ئذ س‬

‫وأردت أن أرهم ة عش شيمي في ن ن ح د‬ ‫ل مال ك يؤما‬ ‫ ومحل ت‬،‫في ئنبسي مما س م ئته بئة‬
‫ قا د‬،‫ب د ي ؟‬
‫ب ا عتد الله ئد غنت صر أهلي ن ا أدري ن ا ح ذ ت عليه م م‬
‫ يا أ‬: ‫ه‬ ‫زث ول ألله‬:

‫ ^ ال أذري ظ خب ث غي ب‬١ ‫ " في‬J i b ‫ا قت بمش غث أ ي ن ؤ‬-‫ وأ‬٠' : ‫شق م ئ أ هد‬

Abdurrahman b. M ehdi der k i: “M âlik'e (okuyup) arz ettiğim hadisler,


ondan duyduklarım kadar, içim e işlemiş değildir. B ir gün, bana acımasını
sağlamak ‫ هل^ن‬, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) M escid’inde M âlik'e; ”E y Ebu
Abdiilah! Ailemden uzak kaldım , benden sonra onların başına neler
geldiğini bilm iyorum ” dediğimde, tebessüm etti ve şöyle dedi: “Ben de
ailemden uzak kalm ıştım , işte oradalar, evde, onların başına neler geldiğini
bilm iyorum .”

‫ قا إ و م ء ئ‬،<‫ ث ثا ك ذ ئ ق ء ي ا لآ‬، ‫خ ه أ خ ط ئ ج م‬ ] ٣ ٣ ١ ٨ [ -) ٩ ٠ ٦ ٦ (

‫ث ما ر ا ل جنة‬
‫ف ن قيء أئبة ب‬
‫' ي‬٠ :‫ عن مال ك بن أن يء قات‬،‫ ثن ا ت ع يد بن عئد ا ل ح م ي د‬،‫ت ع ي د‬

" ‫ ؤ م ح ا ن ا ي ه‬:‫ ال ئ ث ة في شم ز ال ض م إ ال وخدته وهزأ‬، ‫من ال م‬


‫‪176‬‬ ‫‪Mâlik b. Enes‬‬

‫‪M âlik b. Enes: “M uz kadar Cennet memelerine benzeyeni yoktur. Onu‬‬


‫‪kışın da, yazın da bulabilirsin” deyip, “Oranın yiyecekleri ve gölgeleri‬‬
‫‪devamlıdır”1 âyetini okudu.‬‬

‫م نين بن م ح م د بن ال م اس ال ن ي ة ا لأيئ‪ ،‬ثن ا‬


‫بو غ ز ا ن‬
‫( ‪ " ) ٩٠٦٧‬ل ‪ ] ٣ ٣ ١/ ٦‬حدثت ا أ‬

‫ب امس بن ال ول ي د امحروئ‪ ،‬ثط أبو ح ق د ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬أ ث ن ت غ ر‬


‫أبون عي م بن عد ي فى كتابؤ‪ ،‬ثن ا ا لخ‬
‫ن ا ل ك ‪ ،‬مم زأ ت ال ئ ؤط أ في أرب عة أيام‪ ،‬ق ات مالل ق‪ " :‬عقإ ج ن ي ة ش خ في ب ض م ن ة‬

‫ألحذتن وة في أري عة أ م ‪ ،‬ال همه م أبدا '‪٠‬‬

‫‪Ebû Huleyd der k i: Mâh^ b. Enes’in yanında kalıp dört günde‬‬


‫‪Muvatta yı okudum. M âlik: “B ir ihtiyarın altmış yılda topladığı ilm i dört‬‬
‫‪günde aldınız. H içb ir zaman anlayamazsınız” dedi.‬‬

‫ه د ا لر ح م ن بن أيي‬
‫( ‪ - ) ٩٠٦٨‬ل ‪ ٣ ٣ ١/ ٦‬ا حدثن ا ا لح س ن بن محم د بن ا محا س‪ ،‬ثغ ا م‬

‫م ك ‪ ،‬ظت ‪ ٠٠ :‬مالتب غ ا ط ظ ريت‬


‫ب غذ ل‬ ‫خ م ‪ ،‬ه يوقن ئ مح د ا‪/‬مح ر ‪ ،‬ى ا;مق ؤ‬

‫من فذا ايلم‪ ،‬حش قئئ به اقئث ويؤيرة غلى طو خ ا جة '‪٠‬‬


‫‪M âlik: “K işi ilim (tahsili) sebebiyle fakre düşmedikçe ve ilm i her şeye‬‬
‫‪tercih etmedikçe istediği ilm i elde edemez” demiştir.‬‬

‫( ‪ ] ٣ ٣ ١ /^[ ") ٩ ٠ ٦ ٩‬حدثن ا أ ح م د بن عتيد الله بن م ح م و د‪ ،‬قات‪ :‬ش مع ت أب ا أ ح م د‬

‫مح ذ الثؤ بن م ح م د المم يز‪ ،‬يمولط ‪ :‬ت م ن ت عتذ الله سر م ح ث د ثن على الق ا ني ى‪،‬بالدين ور‬

‫ت ‪ :‬ش مع ت أثا زرعه ال دمشق ئ ‪ ،‬ثق ون ات ش م ع ت أب ا م ن ه ر ‪ ،‬ثق ون ‪ :‬تأ ل ائنأت ون ماللق‬


‫مول‬

‫^‪'٥‬ت ال‪5‬ه آ ال ف و ذ ر ‪ ،‬وه ا ‪ j â <\ : 3‬أ ك ث ذ و‪،‬‬ ‫ن أنس فد ممث ذو؟‪ ،‬ق ات ‪ :‬ال ‪،‬‬

‫ظ ز عزمت أن أ خب ن ؛لقاسئ‬ ‫بل ه‪ :‬مما ل تغثا‬


‫أزاذ ائنأث ون ال ث فوصئ ‪ ،‬نقا د ين ا‬ ‫‪jj‬‬ ‫قادت‬

‫ممو‪،‬‬ ‫زك‬ ‫ص ؛ م حى غ ر ال مآن ‪ ،‬قا ‪ 3‬ه‪ :‬ظ أ أل \ ل‬ ‫ئ خن و‬ ‫غ ر شؤمو‪،‬‬

‫و أ ن د م صر عنم‬ ‫‪١^ ^ ١ .‬بعده في ا ألمص‪ 1‬ر‪ ،‬نح د يب عند‬ ‫ثئ‬


‫ودللث أن أ ص حا؛ب ؛ل‬

‫‪ ٠‬قات‪ " :‬وال نديظ محت ي أز كانوا ثئل نون " ‪،‬‬ ‫ز ال م حل إ ر ال م و ج نغلف‪ ،‬ون ال م‬

‫‪1Ra'd Sur. 35‬‬


Mâlik b. Enes 177

^‫^؛‬٠ ‫ ق ا ن‬، ‫ وهذه د الدأ هإ‬، '٠ ‫ ’’ ال ن د ت ه ثنفي حبته ا حمن ا ينقى ال كي ز حيت ا ل ح ديد‬:‫وقا د‬

Ebû M ushir bildiriyor: H alife Memûn, M âlik b. Enes’e: “Evin var mı?”
diye sorunca, M âlik: “Yok!” karşılığını verdi. Bunun üzerine Memûn ona
üçbin dinar verdi ve: “Bununla kendine bir ev al!” dedi. B ir zaman sonra
Memûn bir yolculuğa çıkm ak istedi. M âlik’e: “ Osmân’ın Kur'ân konusunda
yaptığı gibi ben de (hadis konusunda) insanlara M m atta y ı okuma
zorunluluğunu getirmeyi düşünüyorum” deyince, M âlik şöyle karşılık verdi:
“Bunu yapma im kânın yok! Z ira ashâb, H z. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem)

vefatından sonra dört bir tarafa dağılıp hadisleri insanlara bildirm işlerdir.
Bugün her şehirde hadis konusunda insanların bilgisi var! Bunun için
seninle birlikte gitmeme gerek yok. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): «Düşünseler
Medine'nin onlar için daha hayırlı olduğunu göreceklerdi» buyurmuştur. Yine:
«Körük demirin pasını nasıl silip temizlerse Medine de kendi kirlerini öyle
temizler.» Bana verdiğiniz dinarlar da işte burada. İster geri al, istersen de
bırak.

، ‫لخد اق ا ض‬ ‫أثا‬ ‫ سم ن ت‬: ‫ محا د‬، ‫ ] خد كا أ خ ن ذ ثن ي ن د ال م‬٣ ٣ ٧ ٦ [ -) ٩٠٧٠


:‫ م ولت‬، ‫ت أ خن ذ بن يثان ائزاب ج ؤ‬ ‫شمع‬ :‫ يمولأ‬، ‫حات م الؤازي‬ ‫ثا‬
‫أ‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ :‫مولت‬
‫نف نبإما م‬
‫ ي‬، ‫ نمتا ن التؤري إت ا م في ا ل ح د ي ث‬٠
٠ : ‫بمول‬
‫ أ‬،‫ش م ع ت عثد الؤ ح م ن شر م هد ي‬

‫ وممابئ إمام فيهن ا جبيعا‬،‫ وا الوراعي إمام في القنة وق س ا م في ا ل ح دي ث‬،‫قي القثؤ‬

Abdurrahman b. Mehdî der ‫لظ‬: “ Süfyân es-Sevrî, sünnet konusunda değil


hadis alanında âlim birisidir. Evzâî ise sünnet konusunda âlim dir, ancak
hadis konusunda âlim değildir. M âlik ise her ikisinde âlim birisid ir . ”

‫هد‬
‫تا م‬
‫ ث‬،‫ ثن ا ال بئذام بن ذاؤذ‬،‫ إ م ال ء‬، ‫ ] حدثن ا نلئئ ان س أ ح م د‬٣٣٢/ ٦ ‫ ل‬-) ٩ ٠ ٧ ١ (

‫ث ف ازنيي ق ارون الؤشيد في‬ '


‫ يقول‬،‫ ش م عت ماللث بن أنمي‬:‫ ق الأ‬، ‫ه د ا لخك م‬
‫الثؤ بن م‬

‫بن‬
‫ وهى أن م حث ج‬،‫ أن ممأئ ال ن ؤ أ ي ا م حة وي ح ج ل الن اس غش ما محه‬،‫ث ال ث قي‬

‫ بملي‬، ‫ه و بجلة م ن ج ؤ م وده ب وفئة وش أن قدم ئايخ بن أيي محم إماما‬ ‫اهي‬
‫ ه ان‬،‫ ^ ^ في الك عثة‬١ ‫ أث ا ثئلي ئ‬، ‫ش ئ‬
‫ ي\ أبين الموم‬٠٠ :‫ مم ئ ت‬. ‫ت ج د رنو ل الثؤ‬
‫س‬‫في م‬
178 Mâlik b. Enes

، ‫فسه مصي ب‬
‫ف ا ي وكئ عند ن‬
‫ق وا في ا ال‬
‫ا م حثئ وا في الم ن و ع و م ر‬ ‫أ ص حا ب رشول ال ر‬

‫ص ة محال أزى أنب حرم‬‫ثاه م ن جؤه ر زده ب ومح‬‫ه وار ح اذك إ‬ ‫زأث ا مقس منتر رنو ل الثي‬

‫ق ان‬. ‫ب ربالن\س في ت تح د رث ول الثؤ‬


‫فعا إمام ا م‬
‫ زأث ا مدئئلق ئ ا‬. ‫ أثن ال ن ي‬، ‫ثام ئ‬
‫ال‬

:‫ قا د‬، " ‫ت حث ظ علثه‬


‫ ف‬،٢٨^ ^ ١ ‫ ز ال نوم ن أن ق در مئة ئ ادرة في‬،£٤١^ ١ ‫ف عا إن ام في‬
‫ئا‬

‫ش‬1 ‫وق ا ف ال ق ي أ أ ب أ ع د‬

M âlik b. Enes der k i: Hârûn er-Reşîd benimle, M uvatîayı Kabe’ye asıp


insanları onda yazandan yüküm lü kılm ak, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesEİlem)

m inberini yıkıp onu mücevher, altın ve gümüşten yapmak ve N âfi b. Eb î


Nuaym ’ı Resûlullah'ın ( ‫اوق‬1‫او‬1‫اللأو‬ aleyhi vesellem) Mescid’inde namaz kıldırm ası için
i^ am tayin etmek konusunda olmak üzere üç konuda istişare etti. Ben şöyle
dedim: “E y m üm inlerin emiriJ Muvatta nın Kâbe’ye asılması meselesinde
derim k i: Resûlullah'ın {sallallahu aleyhi veselİEm) ashabı ferî konularda ih tila f edip
farklı görüşlere sahip olm uşlardır. H er birine göre kendi görüşü isabetliydi.
Resûlullah'ın (sallallahu aİEyhi vesellem) m inberini yıkıp onu mücevher, altın ve
gümüşten yapmak istemene gelince, bence halkı Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi

vesellem) bir iz taşıyan bu minberden mahrum etmemen gerekir. N â fı’yi halka


namaz kıldırm ası için Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) Mescid’ine imam tayin
etmek istemene gelince, N âfı, kıraatte im am dır. M ihrapta okurken fazla kişi
tarafından bilinmeyen bir kıraatle okur da okuduğu şekliyle kalmasından
ko rkulur.” Bunun üzerine Hârûn er-Reşîd, bana: “Allah seni muvaffak etsin
ey Ebû Abdillah!” dedi.

M âlik’in rivâyetlerinden bazıları şöyledir:

Takrîb 2296, Takrîb 22 ‫ل‬8 ‫ م‬Takrîb 2358, Takrîb 3727, Takrîb 1781,
Takrîb 3201, Takrîb 1897, Takrîb 1392, Takrîb 2860, Tafcrîb 3724-b, Takrîb
3200, 3028 ‫س‬ , Takrîb 1668, Takrîb 2942, Takrîb 1864, Takrîb 1730,
Takrîb 1648, Takrîb 545, Takrîb 2160, Takrîb 1031, Takrîb 2961, Takrîb
2372, Takrîb 2351, Takrîb 476, Takrîb 1434, Takrîb 4070, Takrîb 3291,
Takrîb 1847, Takrîb 1479, Takrîb 1262, Takrîb 2326, Takrîb 1903, Takrîb
2151, Takrîb 1799, 1256 ‫س‬ ‫ل‬,‫ أ‬Takrîb 1767, Takrîb 409, Takrîb 741,

Takrîb 4402, Takrîb 252, Takrîb 3912, Takrîb 1794, Takrîb 564, Takrîb 563,
Süfyân es-Sevrî 179

Takrîb 4304, Takrîb 4082, Takrîb 3518, Takrîb 1002, Takrîb 189, Takrîb
2986-a, Takrîb 2943, Takrîb 2768, Takrîb 812, Takrîb 2796, Takrîb 937,
Takrîb 2899, Takrîb 2035, Takrîb 1770, Takrîb 2012, Takrîb 1473, Takrîb
2251, Takrîb 2536, Takrîb 2718, Takrîb 524, Takrîb 2985, Takrîb 2886,
Takrîb 1773, Takrîb 897, Takrîb 1651, Takrîb 2582-a, Takrîb 2963, ‫س‬ ‫أل‬

2790, Takrîb 4512-a, Takrîb 3811, Takrîb 4355, Takrîb 717, Takrîb 555,
Takrîb 918, Takrîb 985, Takrîb 2140, Takrîb 1896, Takrîb 1283, Takrîb
2066, Takrîb 2807, Takrîb 92-b, Takrîb 3913, Takrîb 2289, Takrîb 3812,
Takrîb 2986, Takrîb 3755, Takrîb 2032, Takrîb 4109, Takrîb 1305, Takrîb
1267, Takrîb 2056, Takrîb 3638, Takrîb 1204, Takrîb 5024, Takrîb 486,
Takrîb 4214

A llah dostlarından biri de kendisinden razı olunan imam ve dindar b iri


olan Ebû Ubeydillah Süfyân b. Said es-Sevrî’dir. Onun kendine has güzel
nükteleri ve üstün başarıları vardı, ö n d e rlik ona teslim edilm iştir, ilim
onun dostu, zühd yoldaşıydı.
Tasavvufim ; ilim lerde üstünlük sağlamak ve hassas yerlere ulaşm ak
olduğu söylenm iştir.

‫بماى ال ث محء‬ ‫ قا ن خ ئ ذ ئ‬،‫ي ال ق‬ ‫ها إئزاهم ز ئ‬ ‫ <ا‬0 ‫آم‬/‫ [آم‬- ) ٩ ١٧ ٠ (

،‫ ش م ع ت عنف او ح ش بن م هد ي‬:‫ يم و ت‬،‫ت أب ا قذاذة عبيد الثؤ ن سع يد‬ ‫شمع‬ ‫)ت‬3‫ظ‬


0 ‫ ون قا‬،‫ وخئ ا دم ئ زئد‬،‫ ئ محس‬،İJÜU : ‫ أثث ق ه ز أ ه أ‬1‫ " أذ زك ث ص الق\س ا‬:‫ق ول‬

" ‫ وذ و اوا ئ ن ي ة إذلم ثقن ابن امحاركف ال أدري‬،‫بنت ج د‬


Abdurrahman b. Mehdî der ‫نكل‬: “ .imamlardan olan insanlara yetiştim
”. . . Bunlardan dördü M âlik b. Enes, Hammad b. Zeyd, Süfyân b. Uyeyne
ubeydullah der ‫كل‬: Abdurrahman dördüncü kişiyi de söyledi, ancak ben bu
kişinin İbnu’l-M übârek olup olmadığım unuttum ,

،‫خ م‬ ‫س أ خ ئ ذ ث ن‬° ‫ئ الله‬ ‫رن ا‬ ،‫ألح نذ‬ ‫ئ‬ ‫حدثت ا ث ي ت ا ة‬ - ) ٩١٧٦ (

، ‫ ثن ا م ح م د ئ ن إ ئ خ ا ق‬،‫مه د ال ثؤ‬ ‫بن‬ ‫بيلم‬،‫ح دثن ا إثزا‬ ‫ ح و‬. ‫ن م ح ئ د القا ؤ د‬ ‫حدقت ي ع مزو‬
‫‪ISO‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫قا د ; ش م ع ت م ح م د بن هم د النيلي بن زن حويؤ‪ ،‬وأب ا بك ر ثن ‪-‬ح ت ف‪ ،‬ق اث وا‪ :‬ثت ا يئ مو ث بن‬


‫إ س ا ة ا لح صرم ي‪ ،‬قادت ت مع ث شئثه‪ ،‬يئأول ‪ ٠٠ :‬نقتان ‪^ ^ ١‬؛ أبين المومهن في‬

‫الح دي ث ”‬

‫” ‪: “ Süfyân es-Sevrî, hadiste m üm inlerin em iridir.‬لط ‪Şube der‬‬

‫ح دب غ ى ا ل ح س ب ن‬ ‫ب ش ال ه ي ئ ‪ ،‬قا ت‪:‬‬
‫م‬ ‫هم د الل ه ب ن‬ ‫حدثن ا‬ ‫ا‬ ‫( ‪ - ) ٩١٧٧‬ل ‪٣ ٥ ٦ /٦‬‬

‫خالص زة‪ ،‬ج ئ ن ا ث نقيان‬


‫ت ا أبو ت عيد ا ل أفغ‪ ،‬ثعا أب و أ مام ه‪ ،‬قا د ‪ " :‬ك ثب‬
‫حقا ش‪ ،‬ث‬

‫ف ا ن قان ‪ ،‬مما ل‪ :‬قيد لي الل ه‬


‫ف‬
‫‪، ^ ^ ١‬بك يت تزيد ئ إثزايب صبي حه القلة اقي ن ا ث ي‬

‫ثان‬
‫ت لي في التئا م‪ :‬الإللمه ن ا ث نم‬
‫ثام ي ‪ :‬ت ا ث أبين المومنين‪ 6‬ققنث لل ذ ي مول‬
‫في م‬

‫^ ول ز ئ م "‬ ‫س يث ك ‪١‬‬ ‫م ي ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬قت ن‪ 1‬ت اقله ‪ ،‬و ء ن قد‬


‫ا ه‬

‫‪Ebû Usâme der ki: Süfyân es-Sevrî vefat ettiği zaman Basra’daydım.‬‬
‫‪Süfyân’ın vefat ettiği gecenin sabahında Yezîd b. ibrâhîm ’le karşılaştığımda‬‬
‫‪ : “ Bana bu gece rüyamda: «M üm inlerin em iri vefat etti» dendi. Bana‬كل ‪dedi‬‬
‫‪rüyamda böyle diyene: «Bu gece Süfyân es-Sevrî vefat etti mi?» diye sorunca:‬‬
‫‪ gece vefat etmiş, haberimiz‬ه ‪«Bu gece m i vefat etti» cevabını verdi.” Süfyân‬‬
‫‪olmamıştı.‬‬

‫م ح م د بن عل ى‪ ،‬ثن ا غيد الله شر م ح م د ائت م ي‪ ،‬ثن ا‬ ‫حدتحا‬ ‫( ‪ -) ٩ ١٧ ٨‬ل ‪ ٣٥٦/ ٦‬ا‬

‫م ح م د بن عثد المل ك بن زن ح ويه‪ ،‬ثن ا عئد ال رراق‪ ،‬د ا‪ :، 3‬ضن ت شقت ان بن عثته‪ ،‬ثق ونت‬

‫ب ئ فى رماته‪،‬‬
‫ب اس‪ .‬فى ومائه‪ ،‬والئ ع‬‫‪ .‬اس ع‬ ‫‪ ٠٠‬أئمة القاسيب الئه بند أ ص حا ب نن ول الله‬

‫ونميا ن التؤري قي رماته‬


‫‪Süfyân b. Uyeyne der İti: “Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabından‬‬
‫ط ‪sonra insanların dört önderi vardır:‬‬ ‫‪Abbâs zamanının önderi, Şa’bî‬‬
‫” ‪zamanının önderi ve Süfyân es-Sevrî de zamanının önderidir.‬‬

‫ش ح ا ى‪ ،‬ثن ا أبو ب كر بن أيي ع ا ص م ‪ .‬ح و حدثن ا‬‫حدثن ا أ ح م د بن إ‬ ‫( ‪ ,o v / ı [ -) ٩ ١٧ ٩‬؟]‬

‫ت ثن ا أثو ع م ير الرمل ي ‪ ،‬ثن ا ض م ن ة‪ .‬ح‬


‫ت مان بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن عبيد بن اد؛‪ ،‬ق ا ال‬
‫نل‬

‫ث و ر ي‪،‬‬
‫ثا ح ‪ ،‬وذكر ئتيان ال‬
‫نقا د ن ق ن ان ثن ا آيوث بن ن و يد‪ ،‬ه ا د‪ :‬ش م ع ت ‪ ^ ٤^ ١‬بن الص‬

‫ق ا د ‪ " :‬عال ء ا لأثة وع ابده ا "‬


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪181‬‬

‫‪Müsennâ b. es-Sabbâh, Süfyân’dan bahsedilince: “üm m etin âlim i ve‬‬


‫‪âbididir” demiştir.‬‬

‫ن ا أ حنى س إشحا ى‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن أبي ع ا صم ‪ .‬ح و حدثن ا‬


‫( ‪ - ) ٩ ١٨ ٠‬ل‪ ٧/ ٦‬ه ‪ ] ٣‬محدث‬

‫ص اللؤ ا خل م ح إ ‪ ،‬ق ا ال ‪ :‬تحا ا نم غ ئ غئ‬ ‫ني ئ ان ئ أ خ ن ذ‪ ،‬كا ث غ ث د ئ‬

‫ط ئ محد ا ل م ح ي‪ C‬قا د‪ " :‬ال أد و شان ا ل ب ي إ إ ال ز ئ ز شي‪،‬‬ ‫ال خل زا ئ‪ ،‬مما ش‬

‫ي ئثئ وئه‬
‫م نذ تئ ع ين تنه ونح ن في ائكثا ب ‪ ،‬ثنث يما ا لمرأة والؤ ج د الى ن صا ن ف‬ ‫و‬ ‫أذ‬
‫م‪°.‬ه ش غ د‪١١٠‬‬
‫ه‬

‫‪Muhammed b. Ubeyd et-Tanâfisî der k i: “Bildim bileli Süfyân es-Sevrî‬‬


‫ذ‬ ‫‪ verirdi. Yetmiş y ıl önce biz okuldayken kadın veya erkek gelip ondan‬ل‬
‫”‪fetva ister ve ٠ da fetva verird i.‬‬

‫ب ا ش‪ ،‬ثن ا ي حيى بن‬


‫( ‪ -) ٩ ١ ٨ ١‬ل ‪ ٣٥٧/ ٦‬ا حدثن ا أثو بكر الت ل ج ؤ ‪ ،‬ثن ا ا ل ح س بن ح‬

‫أ خن ذ أ ال ي ئ‪ ،‬ثن ا أ خن د ب ن ^‪^ ١‬؛ ‪ ،‬ثن ا بمص ثن ‪ ، ، ^ ^ ١‬قات‪ " :‬كا ذ ئق؛ان التؤري‬

‫بميم إمءاهم"‬
‫”‪Bişr b. el-Hâris: “O nlara göre Süfyân es-Sevrî insanların im am ıydı‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫( ‪ - ) ٩ ١٨ ٢‬ل ‪ ] ٣٥٧/ ٦‬ثن ا إبزا م أ ن عتد ألل ه‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن إ ن خا ق‪ ،‬ثن ا أبو ه مام‬

‫ى أيي الث ج ود‪ ،‬ي جيء إ ر ث م ا ن‬ ‫م‬ ‫ا ل ئ ن ي ئ ‪ ،‬ثن ا متارك بن ت ج ز‪ ،‬ه ات‪ :‬نأي ت ع ا م‬
‫ث ‪ " :‬أئتثايا ذئ؛ان ضبينا زأيالث م حرا ‪٠٠‬‬
‫التؤري ينثفتيه‪ ،‬ويقول‬

‫‪Mübârek b. Saîd der k i: Âsim b. E b i’n-Necûd’un Süfyân es-Sevrî’ye gelip‬‬


‫‪fetva istediğini ve: “E y Süfyân! Sen bize küçük yaşta geldin, biz sana büyük‬‬
‫‪yaşta geldik” dediğini gördüm.‬‬

‫ت ثن ا إبراهي م‬
‫( ‪ - ) ٩ ١٨ ٣‬ل ‪ ٣٥٧/ ٦‬ا خ ا؛ثن ا الماضي أبو أ خ ن ذ‪ ،‬ؤأثو محم د بن ح ا ذ ‪ ،‬قا ال‬

‫ش اف سئ ‪ ،‬ثغ ا تلا ‪،‬‬


‫علئ الط‬ ‫ن تن ن‪ ،‬ثن ا ال خ نس بن نن ص وي‪ ،‬ثن ا‬
‫بن عتد الثؤ ثن م ح ئ د ثن ا م‬

‫‪ ،‬ؤ؛ق ا لأ‪:‬‬ ‫يمول ‪ ! " :‬ر لأرى أ غذ زمل\نشمث\ن‬


‫‪ ،‬د‪ :‬ش م عت ثونفث بن أنثا<ط‪ ،‬أ‬

‫م م ء ث ن ا'‬ ‫إل م حف‬


‫ةل ‪2‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫‪: Süfyân zamanındaki insanların kınanacağını ve:‬لكل ‪Y ûsuf b. Esbât der‬‬


‫‪“Aranızda Süfyân gibisi yoktur” deneceğini düşünüyorum.‬‬

‫( ‪ ٣ ٥ ٧ /٦ [ “) ٩١٨٤‬ا حدثن ا ن ث ما ن ب ن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا أب و ر ز ئ ال د م ش ق ي‪ ،‬ثئ ا أ خ ن د ب ن‬

‫يون س ‪ ،‬قا د ت ش م ع ت زايده‪ ،‬ثق وب'• ‪ ٠٠‬كا ذ ن ئ؛ ا ن أفق ة اق‪ 1‬س ‪'٠‬‬

‫‪Zâide: “Süfyân insanların en fakihiydi” demiştir.‬‬

‫( ‪ " ) ٩ ١٨ ٠‬ل ‪ ٣٥٧/ ٦‬ا حدثن ا إبراهي م بن عتد الثؤ‪ ،‬ثن ا م خم د بن إشخ اق ‪ ،‬ث ا أبو ه مام‬

‫ض بن شقيق‪،‬قات‪:‬‬‫ت ثن ا عئ ئ‪ 1‬لخ‬
‫ن بن أيي رزئه‪،‬ق ا ال‬‫ا لق م حي‪ ،‬و س د بن مهد ال ري‬
‫^ ا‪ 5‬د‬
‫مح ئ‬ ‫مذ‬ ‫م‬ ‫غ د! الزض أ‬ ‫م‬ ‫م ا;تن ‪، ^ ^ ١‬ف ود‪ ٠' :‬ظ أ‬ ‫م‬ ‫جت ئ محد‬
‫ه "‬ ‫ن جمة‬

‫‪Abdullah b. el-Mübârek: “Yeryüzünde Süfyân es-Sevrî’den daha âlim ini‬‬


‫‪bilm iyorum ” demiştir.‬‬

‫( ‪ -) ٩ ١٨ ٦‬ل ‪ ٣٥٧/ ٦‬ا حدثن ا إبراهي م بن عتد الل ه‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن إ ن خ ا ق‪ ،‬محا د‪ :‬ش م ع ت‬

‫ا لح س ن ب ن م ك ر م ‪ ،‬ي ق و د ‪ :‬ت م ن ت عب د ال قرير ب ن أب ا ن ‪ ،‬بمو ت‪ :‬ش م ع ت غ م ا ن س عثثتةء‬

‫ثق و لأ‪ " :‬ظ زأئ ت أ ح د \ أ م ح ن م ن شئي ا ن‪ 0‬ز ال أ ز ى ن ئ ؛ا ذ م م شس ؤ ‪٠٠‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Süfyân’dan daha üstününü görmedim. Süfyân‬‬


‫”‪da kendi gibisini görmedi.‬‬

‫( ‪ “ ) ٩ ١٨ ٧‬تآ“‪/‬م\م م ] خ ا؛ثن ا إبراهي م بن هم د الثؤ‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن إمئخ اق ‪ ،‬ه ا د‪ :‬شين ت‬

‫تش جغث ا لآؤزاءدي‪ C‬يق و لأ‪:‬‬


‫ث خ ئ د شر شه ل بن ع ذ كر‪ ،‬ثق ون ‪ :‬شب ع ت عبد ا ل ر زاق‪ ،‬يقول ‪،‬‬

‫هؤ "‬
‫م‬ ‫بت‪1 ،‬‬
‫ه ال لخوث ج‬ ‫" ومح د م‪ :‬ا غ و ز ي ال قوم كثا ب التي نح ا ر ز ث ظ‬

‫‪)Evzâî‬‬ ‫‪der k i: Bana: “A llah’ın Kitab’ı ve Resûlullah'ın‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi vesellem‬‬

‫‪sünnetiyle amel eden bir adam seç” dense Süfyân’ı seçerdim ,‬‬

‫( ‪ ] y^A/S [ - ) ٩ ١٨ ٨‬حدثن ا ئلبمان ن أ خ ن ذ‪ ،‬ثن ا ركريا الئ ا ح ئ ‪ ،‬ثن ا ث ح م د بن‬

‫زبور‪ ،‬قات‪ :‬ت م ن ت محيل بن جامحي ‪ ،‬يم ولأ‪ " :‬إن هؤ الء أشربتقلوبه م خ ب أيي حنيفة‬

‫خ ز ال ينؤن أن أ ح دا كا ذ أعل م بنئ "”ك ما أفزط ت ا ل س عه في ح ب علئ ‪،‬‬ ‫وأفز طوا فيه‪،‬‬

‫مب‪ ،‬و؛ش ث م ا‪ 0‬أ م منه "‬


Süfyân es-Sevrî 183

Fudayl b. iyâd der ‫ إكل‬: “Bazılarının kalpleri Ebû Hanîfe sevgisiyle


kaplanmış ve bu konuda aşırıya gitm işlerdir. Hatta Ebû H anîfe’den daha
âlim i olmadığını düşündüler. T ıp k ı Şiilerin H z. A li sevgisi konusunda
aşırıya kaçmaları gibi. Vallahi Süfyân ondan (Ebû H anîfe’den) daha âlim di.”

،‫خ م‬ ‫ ثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن‬،‫ ا حدق ا ن فيان بن أ خ ن ذ‬٣٥٨/ ٦ ‫ ) “ ل‬٩ ١٨ ٩ (

، ‫ص ت ع ي د ين تن ز و ي‬ ،‫ ثن ا شئت ة‬،‫ ثن ا أب و دا و د‬،‫ح د ث ن ي ئ ح ئ د س عت د الله ا ل م ح زوم ي‬

" ‫ " أب و نمث ا ن ال ت ؤ ر ي ال ق ف ي ه‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ م ن ت ع ي د ب ن م ن ر و ق ؟‬، ‫ يا أبا يمن طا ؛‬: ‫ثق ا ل ثت ز ي ت‬

Ebû Dâvud’un bildirdiğine göre Şu’be, Saîd b. M esrûk’tan bahsedince


bir adam: “E y Ebû Bistâm! Saîd b. M esrûk kim dir?” diye sordu. Şu’be:
“Fakih Süfyân es-Sevrî’dir” cevabını verdi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ا ن ن ث ئ ئ ذ ب ن م ح م د ا ل ج ث د ي‬،‫ن عيي‬ ‫ ] خ ا؛ثن ا م ح ئ د‬٣ ‫ ه‬٨/ ٦ ‫ )" ل‬٩ ١ ٩ ٠ (

‫ ظ نأتث يغو نفا ذ‬: ‫ص الثؤ ثن المحا ج‬ ‫ ئ ك‬:‫ قات‬،‫ش ا ف ي‬


‫إتزا م ز ئ ت غ م ال‬

" ‫ ^ ^ م ت د مس ه‬١ ‫ و هد نأ ى ن ت ي ن‬٠٠ :،3‫ مما‬، ^ ^ ١

Şafiî der ‫لظ‬: Abdullah b. el-Mübârek’e: “Süfyân es-Sevrî gibisini gördün


mü?” diye sorunca: “Süfyân kendi gibisini gördü mü ki!” karşılığını verdi,

‫ ثن ا عب امس ب ن‬،‫ب ا ر‬
‫ ثن ا أ خ ن د بن عل ى ا لآ‬،‫ح د ق ا أ خ ن د ب ن ج ع ف ر‬ ] ٣ ٠ ٨ /٦ ‫ )“ ل‬٩١٩١ (

‫ أثو بكر بن خقا ي " إدي لأزى ا ل ر جل‬3 ‫ بموت؛ ظ‬، ‫ب بن ت ال م‬


‫شو‬‫ ش ج ن ت أ‬:‫ قات‬، ‫صالح‬

" ‫ محل م ع ي‬، ‫ي حدت غذ نمحان‬


Ebû Bekr b. Ayyâş der k i: “Süfyân’dan bahseden b irini gördüğümde
gözümde değeri artar.”

‫ ثن ا ا خل س بن‬، ‫ ثن ا أبو بكر بن أبي عا صم‬،‫ ] ثن ا أ خن د بن إشئ ا ئ‬٣٠٨/ ٦ ‫ ) “ ل‬٩١ ٩٢ (

‫وب د‬ ‫ م دل؛ " إ ي الءتى‬،‫م ئ ء ش‬ ‫جئ ص‬


‫ت‬ :‫ قا د‬،‫ ثثا أتزن تن ش م‬، ‫ظ إ‬
‫ي ص ح ب ن متان ثعفأ لم‬

Ebû Bekr b. Ayyâş der k i: “Süfyân’la arkadaşlık eden b irini gördüğümde


gözümde büyür.”
184 Süfyân es-Sevrî

‫ ثت ا‬،‫ ثت ا أ ح ت ذ بن عئأ ا ال؛از‬، ‫ ] حدثن ا أ خن ن بن جعف ر بن ت ل م‬٣٥٨٨ [ -) ٩١٩٣(

،‫ عن ي حش ا ئا ن‬،‫ ص عبد الر"ح س بن م هد ي‬، ‫ ثنا بشر ى اخلا ر ج‬،‫أ ح م د ال دؤرقى‬


" ‫ إ ال ص زأيؤ‬، ‫ ؛ ث آل ئ ث ه غ ذ ف ؤ ؤ‬١٣٠ ‫فش‬
‫ " إدا ي‬:‫نت الثؤ ثق ا م حازك‬
‫ت قا د ؛ ي ح‬3 ‫ق ا‬

Abdullah b. Mübarek der ‫لكل‬: “Süfyân’la Arılaştığında, ona onun


görüşünden başka bir şey sorma.”

‫ ة ا نم ت ذ ى‬،‫ ة أثو م حي انغئالأ‬، ‫] خدك أغتت ئ إن خا ة‬٣٠٨/■،[ -)٩١٩٤(


‫ وري‬I ‫ت رين ئئ؛اث‬
‫م ج‬ ‫ " تح‬: ‫ ف و د‬،‫ ئ ب غ ق ائ ذ ان محازلب‬: ‫ائت ر ذ ا م حت انيءإ> قا د‬
،‫ ي غ ث زأتة غ' بما قي ائيئي‬1‫ ؤإد‬، ‫ زإدا يش ت نأي ه نضج ا‬،‫ك ث إذا ي ش ت نأي ه في الزرع‬

‫بي‬
‫ه خ ر ال ما ص شغ ب " م‬ ‫ أ ي ن ي غ د ؛ ي‬، ‫؛ أ م‬،‫قأ؛ا ت ه ش م حن ئ‬
‫م ج ل س ش ح نيفة وأ ص ح ابه‬

İbnu’l-Mübârek der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin meclisleri hoşuma giderdi.


Onu hep İslam’ın emirlerini yerine getirirken, namaz kılarken, fıkhi
konulardan bahsederken görürdün. Oysa bir meclise (Ebû Hanîfe ve
arkadaşlarının meclisine) gittim de oradakiler bir defa bile Peygamber’e
(sallallahu aleyhi vesellem) salavat getirmeden ihtilafa düşmüş bir şekilde ve kargaşa
içinde dağılırlardı.”

‫ ثغ ا أب و ال ت ه ب أ خ ن د ب ن عئد الل ه‬،‫ ا حدثن ا م ح م د بن عل ي‬٣٥٩/٦ ‫ )“ ل‬٩١٩٥(


:‫ تث ا ت ؤ م قات‬،‫ تث ا الزيف ئ غ ئ‬،‫ ثث ا صثو ئ إ ن خ ا ة ين إئزا محز ئن ش الؤ‬، ‫ا آل طا ك غ‬
" ‫بي ب ي ه إ ال نيان‬
‫" ن ا تأنث عالئ ا م‬

Muemmel: “Süfyân dışında ilmiyle amel edeni görmedim” demiştir.

،‫ ثن ا آيوث بن ن زيد‬، ‫ ثن ا أب و ع م م‬،‫ ا حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خا ق‬٣ ‫ ه‬٩/٦ ‫ ل‬-) ٩١٩٦(


‫أؤ أي م ذ‬ ‫أو‬ ‫ا عئدة‬-‫ ؛ال وخد‬،‫غذ ثئء‬ ‫ " ظ تأك مم؛يا ذ ا هم؛ي‬:‫ءات‬
"‫قه‬

Eyyûb b. Süveyd der ki: “Ne zaman Süfyân’a bir şey sorduysak,
muhakkak yanında eskilerden bir rivayet veya kendisinden önceki bir
âlimden bir söz bulurduk.”
Süfyân es-Sevrî 185

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ال حس ت ن ي ن إ ن خ ا ق الس نتر ي‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا ن ي ئ ا ن ب ن أ خ ن ذ‬٣٥٩/٦ ‫ )“ ل‬٩١٩٧(


،‫حز‬ ‫م‬ ‫ما‬ ‫ي‬ ‫ط‬ ‫خ ر‬ ‫جايت ا‬ ‫ مح ق‬: ‫ قا د‬،‫ ه ص د ا وراق‬،‫تخوئئ ئ ي الن‬
" :‫ ئت‬،‫ أ؛ا حه مة أ ال أئ مجبق ص ا همئ زأ;ئن ف ى غر ض‬،‫ ؛‬:‫ ق ات‬،‫نظء زيد‬
،‫بغث‬ ‫ب‬ ‫ ق ت ي‬:‫ط اوراق‬ ‫ قاد‬،" ‫سم‬ ‫ئ م ق ز ال ئ ئ ا إ ال ا‬ ‫ال‬ ‫ لآن‬،‫ادف ت ؤبملف قاثزتق‬
1‫ ^ أثت قى غلى الصم‬١‫ ص عئد‬،‫ ألب س مع حديث نتزوي‬: ‫هم ك‬
Abdurrezzâk der ki: Ebû Hanîfe ile Kâbe’nin yakınında otururken bir
adam geldi ve: “Ey Ebû Hanîfe! Sevrî’nin şaşılaeak bir şeyini söyleyeyim mi;
onu Safa tepesinde telbiye getirirken gördüm” dedi. Ebû Hanîfe: “Yazık
sana! Git ve ona tâbi ol. o, Safa tepesinde (böyle yapılacağım) bildiği için
telbiye getiriyor” karşılığını verdi. Abdurrezzâk der ‫لكل‬: Adam hayret edince
ben: “Mesrûk’un, Abdullah (b. Mes’ûd)’un Safâ tepesinde telbiye getirdiğini
rivayet ettiğini duymadın mı?” dedim.

‫ ثن ا ي ونف ن‬، ‫ ثن ا أبو بكر بن أيي ع ا صم‬،‫ ] حدثت ا أ خ ن د بن إ ن خا ق‬٣٥٩/٦ [ ")٩١ ٩٨(

‫ ^ ^ ح جه‬١ ‫ " <ث متا ن‬:‫ ثقأو ل‬، ‫\ م ه‬-‫ ش ي ن ت أي أسث‬:،3 ‫ ئ‬،‫ بئة نأت ون‬،‫ئ ار‬-‫الءث‬

Ebû Usâme: “Süfyân es-Sevrî (dinde) hüccettir” demiştir.

‫ ثن ا م ح م د بن ضاب ح بن ال ول د‬، ‫بم ه م ] خ ا؛ثن ا ن ق ما ن ين أ ح م د‬/،‫)" [أ‬٩١٩٩(


٠٠ : ‫ ف ود‬، ‫م ئ ذاؤئ ا ل ن ي ت ي‬ ‫ئ‬ ‫ ش م غ غ‬: ‫ قات‬، ‫ ثثا م ح طت ئ ت ش ا لآزد ئ‬، ‫ال ث و م غ‬

" ^ ^ ١0 ‫ث‬ ‫ظ وأنت م ح د ظ أمحصب م ن‬


Abdullah b. Dâvud el-Hureybî: “Süfyân es-Sevrî’den daha üstün bir
muhaddis görmedim” demiştir.

‫ ثت ا أب و‬، ‫ ثت ا م ح ئ د بن إ ن خا ق‬، ‫حدثن ا إثزاي إ ب ن عت د ال ر‬ ‫ ا‬٣ ٥ ٩ /٦ ‫ )" ل‬٩٢٠٠ (

‫ ز ال أؤزغ‬،‫م م ن ن ق ه ا ن‬ ‫ " ن ا نأي ت أخت) أ‬:‫ ي م و لأ‬، ‫ س م ن ت أخن ت بن يون س‬،‫ا أل ح وص‬
" ‫ ز ال أ رفد ش ن م ا ن‬،‫ ؤ ال أفثة م ن نئ ي ا ن‬،‫من نقث ا ن‬

Ahmed b. Yûnus der ki: “Süfyân’dan daha âlimini, vera sahibini, fakihini
ve zahidini görmedim.”
‫‪186‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ")٩٢ ٠١‬ل ‪ ٩/٦‬ه ‪ ] ٣‬حدثغ ا ^‪£١‬؛^؛ بن عئد الثؤ‪ ،‬ثن ا م ح ث د شر إ ت خا ق‪ ،‬ه ابت شب غ ت‬
‫بمول‪ :‬ش م ع ت ي ح ق سر ش جي‪ ،‬بم ولط ‪ ’’ :‬ظ ك ي ت ص نقيا ن‪ ،‬عن ا لأع م ش‬
‫أبا هدا م ة‪ ،‬أ‬
‫أ ح د إل ع بث ا ض ن ت ‪ ،‬ض ا م ح ش "‬

‫‪: “Süfyân’dan, A’meş’ten naklen yazdıklarım benim‬لكل ‪Yahya b. Said der‬‬


‫”‪için A’meş’ten duyduklarımdan daha sevgilidir.‬‬

‫(‪ ")٩٢٠٢‬ل ‪ ] ٣٥٩/٦‬حدثت ا إب راهي م ‪ ،‬ثن ا ت خ ث د ‪ ،‬ظ ‪3‬ت سم ن ت ابن أيي رزم ه‪ ،‬يأمول‪:‬‬
‫ش م ع ت أي ‪1‬ش ا م ه‪ ،‬يأمول‪ ٠٠ :‬م ن أ ح رك أثتئ ظزبعينه إ؟ى م ت د نئ؛اذآ‪ ، ^ ^ ١‬د تح دمحة ‪٠٠‬‬
‫‪Ebû Usâme der ki: “Süfyân es-Sevrî gibi (faziletli) birini gözlerimle‬‬
‫”‪gördüğünü söyleyene inanma.‬‬

‫(‪ - ) ٩٢ ٠٣‬ل ‪ ٩/٦‬ه ‪ ] ٣‬حدت ا إبراهي م ‪ ،‬ثت ا م ح م د ‪ ،‬ثن ا ا لخنن بن الهثيا ح الزار‪ ،‬ثن ا عئد‬
‫م ‪ ،‬ص ئ د ال مب ن ئن ن ه د ئ ‪ ،‬قات‪ " :‬ن ا ي ئ أ م ح ل ص ن ا ل ك ‪ ،‬ز ال‬ ‫ال مب ن ئ أ نجم‬
‫رأيت أعلني م ن ن ق ع "‬

‫‪Abdurrahman b. Mehdî der İri: “Mâlik’ten daha akıllısını, Süfyân’dan‬‬


‫”‪daha âlimini görmedim.‬‬

‫(‪ ")٩٢٠٤‬ل ‪ ٣٥٩/٦‬ا حدثت ا أئ و بكر ا ئئ حي‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن م ح م د بن ف ورك‬


‫ا ألصته اني‪ ،‬ثا د ‪ :‬ح دثني ع مي عت د اللمؤ‪ ،‬قثا م ح م د بني ح ش‪ ،‬ثن ا ت ه ز س غ ا م م ‪ ،‬قادت‬
‫ه ي مه د اش ‪ ،‬ي‬ ‫ش م ن غ ةبما ‪ ،‬أؤإ ش ن‪ 1‬ع ي اوا"هد ف ود ‪ :‬ودكن ا هم ي ‪ ،‬ق ات ‪ " :‬ن ج ز‬

‫وين ا لمم ه اؤ‪ ،‬يا ت غ د ائثلئ اؤ‪ ،‬تا زين العيون‪ ،‬س ك ي ائثيون لعم د ك غلى وا ص ل ا لأر حا م في‬

‫و مانه م‪ C‬ق أ ق ا د ‪ :‬أ صي ب ا ل ئ ن ي ن و ن ؛ثن ن بن ا ل ح ط ا ب‪ ،‬و ب ين ا لأيي مه د الل ه في ن مانث ا "‬

‫‪Sabit veya ismâîl ez-Zâhid, Sevrî zikredilince dedi ki: “ Allah Ebû‬‬
‫‪,Abdirrahman’a rahmet etsin. Ey fakihlerin en zahidi, ey âlimlerin efendisi‬‬
‫‪ey gözlerin nuru! Gözler, akrabalarıyla alakayı kesmeyen senin yokluğuna‬‬
‫‪ağlıyor.” Sonra şöyle devam etti: “Müslümanlar, Ömer b. el-Hattâb ile‬‬
‫(‪vefatıyla), bizler de zamanımızda Ebû Abdillah’ın vefatıyla musibete maruz‬‬
‫”‪kaldık.‬‬
Süfyân es-Sevrî 187

‫ محا دت ثن ا م د ال كبير بن النق ا ر بن‬، ‫ ] وعن شه ل بن غ ا م م‬٣٦ ٠ ٨ [ -) ٩٢٠٥(


" tşj$ \ ‫ ء ث ظ د‬،‫ |ا ق ت ة ائ ه ء أ ى ا م ا إلث ال أ‬:‫; غ وت‬،‫ ضن ت أ ي‬، 0 ‫ع ما‬
,Abdulkebîr b. el-Muâfâ b. imrân’ın bildirdiğine göre babası: “Allah
Süfyân es-Sevrî’yle bize ihsanda bulunmuştur” dedi.

‫ ثت ا أبو بكر‬، ‫ ثن ا أبو بكر بن أ ي ع ا صم‬، ‫ ] حدثت ا أ خ ن د بن إشث ا ق‬٣٦ ٠/٦ ‫ )“ ل‬٩٢ ٠٦(
‫ في ن‬٠' :‫ ق ا ل‬،‫ زئ محق‬،‫ ؤ ت ألوة عن نقي ا ن‬: ‫ ي م ول‬، ‫ قادت ت ب ن ت ي ح ش ثن ثص د‬،‫بن ح الب‬
‫ غ مت ا ن ير جغ‬،‫ لمدمث ا شئثه عأى غ مت ا ن ل تن د م ه‬،‫ا ال مب ا ل م ح ا باة ؤل ؤ ” كا ن ا ألمنب ا نمحاث ا ة‬
‫ قد زأئث ا ئ ن ا ي حت ل ما ن ه و جدتا‬، ‫ وغ مت ا ن أخقفليئ ا‬،‫ وشغته ال ير جغ إ ز كث ا ب‬،‫ا ز كتا ب‬
٠٠ ‫ا ل أم غ ر ن ا قات ن ي ا ن‬

Yahya b. Saîd’e, Süfyân ve Şu’be sorulunca dedi ki: “ Meselenin taraf


tutmalda ilgisi yoktur. Eğer durum taraf tutmakla ilgili olsaydı ondan
kıdemli olduğu için Şu’be’yi Süfyân’a tercih ederdik. Süfyân bir kitaba
müracaat eder, Şu’be ise kitaba müracaat etmez. Ayrıca Süfyân’ın hıfzı
Şu’be’den daha iyidir, ikisinin ihtilaf ettiğini ve sonunda Süfyân’ın haklı
olduğunu görürdük.”

:‫ محاد‬،‫تن أخنت ئن خي ل‬° ‫ ما حم د الله‬،‫تن أخنت‬° ‫] خدثنأ نلبما ذ‬٣٦٠٨ ‫ ل‬-)٩٢٠٧(


٠٠ ‫ " اليع دت بن م ان التؤري أ خدا‬: ‫ "كا ن ي حش س ت ع د‬:‫ ثم وأل‬،‫ش ج ن ت أيي‬
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’in babasından bildirdiğine göre babası:
“Yahya b. Saîd, hiç kimseyi Süfyân’a denk görmezdi” dedi.

‫ ثت ا أبو‬، ‫ ثن ا أبو ثق ي بن أيي غ ا م م‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د ب ن إ ت خ ا ق‬٣٦٠/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٠٨(


‫ إبة الثت محا ر ال يذ ع ا لأرحس‬:‫ مولت‬C‫ ش ج ن ت ف ريكا‬: ‫ قا د‬،‫ ^ ^ بن جمي ل‬١ ‫ ثن ا‬،‫نش ط‬
:‫ هات ث ريلئ‬، ٠' ‫ " نا م ث ئ ك ز أن دك ون وا م ي ئ الن‬:‫ بموت‬C‫ لله عأى عت ا ده‬0‫م ن ح ج ة ئك و‬
‫ن؛ثت وري منه م‬1‫ؤنزى أن ن ف‬

Şerîk der ki: Allah, kullarına: “Neden falan gibi olmadınız” demesi için
yeryüzünü hüccetsiz bırakmaz. Şerîk der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin de
bunlardan biri olduğunu düşünürdük.”
‫‪188‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ٣٦ ^ ٦[ “) ٩٢٠٩‬حدثنا أ خ ن د بن جعف ر بن ت ل م ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن ع ئ ا البآر‪ ،‬ثئ ا‬

‫ي حش ئ ذ آيوث‪ ،‬ثن ا أبو ال ن غ ز ‪ ،‬قاتت ش م ع ت الثا>ن‪ ،‬ينزو يمولون‪ " :‬قت جاء الت وري‪،‬‬
‫ئ خ زي ث أ ئ ؤ إ ي‪،‬ث إ دا ئ ز ع ال م ئ د بم د ؤ ي ي ة "‬

‫‪: ”Bazılarının Merve tepesinde: “Sevrî geldi‬لكل ‪Ebu’l-Müsennâ der‬‬


‫‪dediğini duyunca ©na bakmak için çıktım ve sakalları yeni çıkmış bir genç‬‬
‫‪lduğunu gördüm ©,‬‬

‫(‪ ")٩٢١٠‬ل ‪ ٣٦ ٠/٦‬ا حدثن ا ئلمبان بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا ي حيى بن عبد‪ ،^ ^ ١‬ثن ا أبوع مير‪،‬‬
‫ثن ا ض منة‪ C‬عن ابن شودب‪ ،‬قالأ‪ :‬ش م ع ت أيوب الث حتثا ئ ‪ ،‬يقأو ل‪ ٠' :‬ن ا هدم علتن ا ين‬
‫؛ ت ي ؤ أ ك د ئ ن ي ذ \ مهي "‬

‫‪Eyyub es-Sahtiyânî: “Kufe’den yanımıza Süfyân es-Sevrî’den daha üstünü‬‬


‫‪gelmedi” demiştir.‬‬

‫حدثث ا ئي ت ا ذ ‪ ،‬ثث ا مح دا ن ئ ت خ م ال موز يء ى إ ت خ \ي ى ئ‬ ‫(‪ -) ٩٢١١‬ل ‪ ٣٦٠/٦‬ا‬


‫^ ^‪، ١‬‬ ‫راه ويؤ‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت عئد الؤ ح م ن بن م هد ي‪ ،‬ذ و ن مث ا ن‪ ،‬ن ق ي ئ ‪،‬‬
‫م ث نان "‬ ‫ا خل ازك‪ ،‬ق ات‪ " :‬مح د ي زب ا‬

‫‪Abdurrahman b. Mehdî, Süfyân, Şu’be, Mâlik ve İbnu’l-Mübarek’ten‬‬


‫‪bahsedip: “En âlimleri Süfyân’dır” demiştir.‬‬

‫(‪ ] ٣٦٠/٦ [ -) ٩٢١٢‬ه ا ‪ 3‬إشثا ق‪ ،‬زقات ي حيى بن تعيد‪ ” :‬كا ذ ن ميا ن أ بمرب ا و جا ل‬

‫ثن فعبه "‬


‫”‪Yahya b. Saîd: “Süfyân, ravilerin durumların Şu’be’den daha iyi bilirdi‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢١٣‬ل ‪ ٣٦ >/٦‬ا حدثن ا عند الثؤ بن م ح م د بن جنفي‪ ،‬ثن ا ع د الل ه بن م ح م د بن‬
‫ش ه بن ثبي ب ‪ ،‬ثت ا شي ز بن ع ا صم ‪ ،‬ص ت ش ا ن ا ل حؤاص‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت‬ ‫ركريا ‪ ،‬ثن ا‬

‫ظ نأي ت م يش مث‪ 1‬ن ظ ب ث ن أقتد ي وعقه ابك ي "‬ ‫عتنان س ن] يده‪ ،‬ثق وب‪:‬‬
‫‪Osmân b. Zâide der ki: “Süfyân gibisini görmedim. Ona uyarım ve onun‬‬
‫”‪için ağlarım.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪189‬‬

‫(‪[ -) ٩٢١٤‬ا"‪/‬ا ‪ ] ٣٦‬حدثن ا أيي ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن ا لخشن‪ ،‬ثن ا نل بما ن بن عند‬


‫‪ ، ^ ^ ١‬مح‪ 1‬د ‪ :‬ش م ع ت أبا ع ا صم ‪ ،‬بموت‪ :‬ش م ع ت التؤري‪ ،‬يق و د‪ " :‬كا ن ا وي ن ال يط ل ب‬

‫ا ئ‪،‬ثبيغ‪ ،‬خ ز ثثع ب ذ ث ل ذ ل ك عشرين تن ه‬

‫‪: “Kişi, yirmi yıl boyunca kendisi ibadete vermedikçe hadis‬لظ ‪Sevrî der‬‬
‫”‪öğrenemezdi.‬‬

‫حدتث ا أ صد ئ م ح د ال م ‪ ،‬تث ا ع د ال م ئ وئ ب ‪ ،‬ئث ا أبو أنثه‬ ‫(‪ -) ٩٢١٥‬ل ‪] ٣٦١/٦‬‬


‫ث خ ئ د ن |بزا مآإ‪ ،‬ثت ا أبو ع ا صم ‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت ن قا ‪ ، ^ ^ ١ 0‬يأمول‪ ٠' :‬كا ن ا و ي د إدا‬
‫أزاث أن يكت ب ا ل ح دي ت ‪ ،‬ثأد ب وثتبذ ق د دللثبعش رين تنه‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi hadis yazmak istediği zaman, yirmi yıl‬‬
‫”‪boyunca hareketlerine dikkat edip kendini ibadete verirdi.‬‬

‫حدق ا أبو بكر م ح ئ د ن أ ح ن د بن بمو ت ‪ ،‬محاتت ثن ا أبو بكر بن‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ٩٢١٦‬ل‪٣٦١/٦‬‬
‫ن ذ ئ ع ئ‪ ،‬قات أبو ع ا ص م ‪ :‬وعم لي ن محا ذ القزري‪ ،‬قات‪ " :‬كا ذ‬
‫أ ي غ ا م م ‪ ،‬تث ا ا م‬
‫بيت ق ز ذ ل ل ث سش رين ت ن ه ر‬
‫ح ز م‬ ‫ال ر ج ل ال يهئ ل ب ا ل ح د ي ت ‪،‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi, yirmi yıl boyunca kendisi ibadete‬‬
‫”‪vermedikçe hadis öğrenmezdi.‬‬

‫ث ا ب‪ .‬ح و حدثن ا‬
‫(‪ [ -) ٩٢١٧‬ا ‪ /‬ا آم م ] خ ا؛ثن ا عتد الل ه ن م ح ث د ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د ب ن ا لخ‬
‫أ خ ن د ن إ ئ خا ق‪ ،‬ثن ا أث و بكر س ع ا ص م ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا هدية بن عئد الزئا ب ‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن‬
‫ث ن اةزري ‪ ،‬ف و د ‪ " :‬ز ي نيل؛ ي أ ي ئ ز ؤ ال ثزي و؛‬ ‫ص ‪ ،‬ظت‪ :‬ش من ق‬ ‫غم ئ‬

‫ب ماا‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “İlmi kendinizle süsleyiniz, sizler ilimle‬‬
‫”‪süslenmeyiniz.‬‬

‫(‪ -) ٩٢١٨‬ل ‪ ٣٦١/٦‬ا خد قا ن ي ن ا ذ ‪°‬س أ خ ن ذ ‪ ،‬إئ الغ‪ ،‬تن ا عوئ الل ه بق أخنت بن‬

‫ح نبد‪ ،‬حدبغي أيي‪ ،‬ثط ي ح ش بن ^‪ ١‬؛‪ ،‬د ا‪ :،3‬س م ع ت ن‪-‬ئي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬ثق وب ‪ " :‬ا لأ‪-‬ئنأا ل‬
‫ال ثئئ ه ذاع وا ل عل ماء نزاع‪ ،‬ه إ دا مح ت د ا ل عل ماء ئ م ن يشفي الداء "‬

‫‪: “.Kötü ameller hastalıktır, âlimler ise ilaçtır‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”?‪Âlimler bozulacak olursa hastalığı kim iyileştirecek‬‬
‫‪190‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ٣ ٦٧ ٦ [ ")٩٢١٩‬خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن ج ئفر‪ ،‬ثن ا م ح م د بن العيص بن‬


‫لخذ‪ ،‬ك ا مح خ ث ذ‬ ‫م ‪ .‬ح ؤ خد ك ئ ي ن ا ذ ئ‬ ‫أيوب‪ ،‬ثث ا ا لخنذ تج حم د ال مب ن ئن أ ي‬
‫ثن عتد الل ه ا ل ح ص زم ي‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن واشد ‪ ، ^ ^ ١‬ثن ا ي حيى بن ي م ان ‪ ،‬ظ ‪3‬ت ش ج ن ت‬
‫ت صا ن التؤري‪ ،‬يقولط ‪ ٠٠ :‬انمحلم ن ي ي الئ؛تي‪ ،‬وال د رهم ؛‪ ٤١‬الل؛ن‪ ،‬ؤذ؛ ج ذ ب القلبسب ‪٤١^ ١‬‬

‫م يداوي عئرة "‬ ‫إر شه‪،‬‬


‫‪.‬آل كاغ ل كك ط ‪: “Âlim, dinin doktoru, para ise dinin‬لط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪Doktor hasta oiup da kendiyle uğraşacak olursa başkasını ne zaman tedavi‬‬
‫”?‪edecek‬‬

‫(‪ -) ٩٢٢٠‬ل ‪ ٣٦١/٦‬ا حدثت ا ا لما ضي أبو أ ح م د م ح م د بن أ ح ن ذ ‪ ،‬ثن ا أخن ت بن جعف ر‪،‬‬
‫ت ج ل ي‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ش ج ن ت عتد الل ه بن الئت ارك‪ ،‬يأم و ل ‪ :‬ضن ت‬
‫ثت ا م خ ئ د بن ت ه ل بن غ ا م ال‬
‫كؤ ب "‬ ‫ن ق ا ن ا هم ي ‪ ،‬ف و د‪ U " :‬أ طا ق أ ظ‪ ' ^ ١‬ؤ ال قوي غ ص ‪ ،‬؛ ال ب شدة‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi ancak korkunun şiddetiyle ibadete güç‬‬
‫”‪yetirebilir.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٦ ٧ ٦ [ -) ٩٢٢١‬حدثن ا الث ا ني ى أبو أ ح م د ت خ ئ د بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن أثوب ‪،‬‬


‫^‬ ‫ثن ا ثصئ بن ع ل ئ ‪ ،‬ها د ‪ :‬ش م ع ت ع د ال ر بن داود‪ ،‬يقولأ‪ :‬فأد ئ ي‪ 1‬ن ؛لتوري‪" :‬‬
‫م ا ال يء"‬ ‫ز ك تقا‪0‬‬ ‫يت لي ‪ ٣١‬ه ز‪1‬لمح بهف م ذ ثأ ئئد‪،‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “İlim, Allah’tan hakkıyla korkmak için tahsil‬‬
‫‪edilir. Bu sebeple ilim üstün tutulmuştur. Eğer böyle olmasaydı o da diğer‬‬
‫”‪şeyler gibi olurdu.‬‬

‫(‪ ")٩٢٢٢‬ل ‪ ٣٦٢/٦‬ا حدق ا أب و م ح م د ثن حثا ن‪ ،‬ثن ا ال خ شن ثن عتد ا ل جمار‪ ،‬ثن ا‬

‫ت خ ئ د بن هدا م ة‪ ،‬ثن ا بشن بن ال حا رث‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت عبد الثؤ بن داود‪ ،‬ي م و لأ‪ :‬ه ا ‪3‬‬
‫ك ف ق د ‪ ٣ ١‬عش غ ي ب ن م ؛ ه به '‪٠‬‬ ‫ق ت لأ‪" :‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ilim, Allah’tan hakkıyla korkmak için başka şeye‬‬
‫”‪üstün tutulmuştur.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪191‬‬

‫(‪ -) ٩٢٢٣‬ل ‪ ] ٣٦٢/٦‬خدتثا أ خ ث د تن م ح د ال د ثن نخئ ود‪ ،‬ما مه د ا لل ه ئ ؤ ه ب ‪tâ ،‬‬

‫أبو م ا ل ح ع مزو س ‪-‬ح ف ا ل حت ع م ي‪ ،‬ثن ا ص م ه بن ن سع ه‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ن ع ظ ن التؤل_ي‪،‬‬


‫جبون‪r<" :‬؛‪ Ol‬وأل خن ق‪ 1‬لأئب ل ط ئ م ح ي ا و ث ‪" Ü‬‬
‫”‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Edebin güzelliği Râbbin gazabını söndürür.‬‬

‫ط ثن‬ ‫(‪ -) ٩٢٢٤‬ل ‪ ] ٣٦٢/٦‬خدثث ا أبو بكر ال ئ ح ؤ ‪ ،‬تث ا م ح د تن م ح ي‪ ،‬قث ا ش‬


‫م‬ ‫ش م ال ض نب ال ق ن ث م ‪ ،‬غذ ش ا ن ‪ .‬ح و ح دءكا أبو‬ ‫ط ال مب س أ م‬ ‫م ح ا ذ ‪ ،‬قا‬

‫ه‬ ‫أ خئ ن بن ا ل ح س ن ‪ ، ^ ٧^ ١‬ثعا م ح م د بن م ح م د بن <ق اائذت‪ ،‬ثن ا م ح م د ب ن يزيد‪،‬‬


‫قبيص ة‪ ،‬مالأ‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن الثوري‪ ،‬مولت‪ :‬اا ثثثن وا ف ذا العلة؛ واكخ ل م وا ؤأفرغ وا عقه‪،‬‬
‫ز ال ئ ح ل هلوةب ص ح ك فت ج م د ‪" ،^ ^ ^ ١‬‬

‫‪: “Bu ilmi öğrenin ve ona vakit ayırın. Gülme ile‬ظ ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪onu karıştırmayın. Aksi halde kalpler katılaşır.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٢٥‬ل ‪ ] ٣٦٢/٦‬حدثنا ئ فيان بن أ خن ذ ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن علي ا البار‪ ،‬ثن ا أب و ي ق ا م‬


‫الؤمحا عي‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت نزا ج ز ن رمحن‪ ،‬ي ح د ث أبا بكر س عثا ش‪ ،‬قات‪ :‬ت م م ت ‪ ^ ^ ١‬؛‬
‫يمولط‪ ٠' :‬إثث ا ه و حللته ‪،‬ب م جم ظث ‪ ،‬ر م‪ ^ ^ ١‬به‪،‬دأإ نغزه "‪ ،‬ن جع د أب و بكر‪ ،‬م ولت‪ :‬أج ده‬
‫ص قا د ؟‬ ‫غم‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ilim, önce taleb edilir, sonra hıfeedilir ve sonra‬‬
‫‪yayılır.” Ebû Bekr b. Ayyâş, Muzâhim b. Züfer’e: “Nasıl dediğini bana‬‬
‫‪tekrar söyle” demeye başladı.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٢٦‬ل ‪ ٣٦٢/٦‬ا حدثن ا إبراهيم س م ح م د بن ي حيى ال ن بماتوري‪ ،‬ثن ا ت خ ث د ن‬


‫تف ال ن ه د ي أث ا ص د ال م ‪ ،‬بجو د ‪ :‬شي ئ ث‬
‫ج‬ ‫ا ل ش ي ب ‪ ،‬تث ا غث ان ئ ائزل د ش تر ي‪ ،‬ما د ‪:‬‬
‫ل الح؛ت ءإ‪ ،‬ف و ه ‪ Ö& " :‬و د أؤت ‪ ، ، ^ ١ ٢٠٧١‬ؤال؟اني ا ال‪،‬تيت ا غ ه ز ج ظ ‪،‬‬
‫ظ آ‬

‫ش و به‪ ،‬ؤا‪ 3‬ائبخ ئوئ و ت ي ن ه "‬

‫‪ susmak, İkincisi onu dinleyip‬كل‪1‬ل ‪Süfyân es-Sevrî: “Denilir ki: ilmin‬‬


‫‪”hıfeetmek, üçüncüsü onunla amel etmek, dördüncüsü ise yayıp öğretmektir‬‬
‫‪derdi.‬‬
‫‪192‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫م ‪ ،‬ثن ا‬ ‫س ‪ \ /‬اسسآ] حدق ا أثو أ خ ن ذ ال غ ز مجد‪ ،‬ثن ا الث اب ج ى ي حش بن‬


‫(‪ [ -) ٩٢٢٧‬ا‬

‫غناي‪ ،‬قادت ش م ع ت أبا ع ا صم ‪ ،‬مولت‪ :‬شي ن ت التؤري‪ ،‬يقأو ل ‪ ” :‬م ن ح د ت ث ل أن‬


‫ي كثا ج إ ك ذل "‬
‫”‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ihtiyaç olmadığı haide hadis söyleyen zelil olur.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٢٨‬ل ‪ ٣٦٣/٦‬ا خ د ما نل بما ن بن أخن ت‪ ،‬ى ع ئ ب ذ أخن ت تن ال م ‪ ،‬محا د ‪:‬‬


‫ش م ع ت م حا ذ بن أيي في ق‪ ،‬ثمولث‪ :‬ش م ع ت وكيغ بن ا ل؛؛ راح‪ ،‬م ولت‪ :‬ش م ع ت غ متا ن‬

‫د ا ماا‬ ‫ب د ‪ ^ ٠١^ ١‬أ م ح ل ئ‬


‫ف ن غنت م‬
‫م ح ي‪ ،‬ف و د ‪ " :‬ي‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Farzlardan sonra ilim tahsil etmekten daha üstün‬‬
‫”‪bir şey yoktur.‬‬

‫نمت‪ ،‬قث ا به ل ول؛ ئ إشمح‪ 1‬يى بن به ل ول‪ ،‬ق ا‬ ‫ها ئ ي ن ا ذ ئ‬ ‫(‪ -) ٩٢٢٩‬ل ‪ ٣٦٣/٦‬ا‬

‫ت ئ ض ان‬
‫ج‬ ‫ذ ئ ث م ا ك ائ ئ ‪ ،‬ظت ‪:‬‬ ‫ث‬ ‫أيي‪ ،‬محا إ ت خ ا ة ئ بم ث ى ال ئ ا غ‪ ،‬ق ا‬
‫‪ ،^ ^ ١‬مولت‪ ٠٠ :‬ال نزاث نتعلم أ العلن؛ ن ا و جدئا م ني علمن ا ‪٠٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “öğreten olduğu müddetçe ilim öğrenmeye‬‬


‫”‪devam edeceğiz.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٣٠‬ل ‪ ٣٦٣/٦‬ا خدتث ا غثت ا ن ئ أخنت‪ ،‬كا عبمد ض ‪°‬تن أخنت ئن خي ل‪ ،‬محا‬

‫مه د ا ل له بن تع يد ال كن د ي ‪ ،‬ثن ا ي حيى بن ي م ا ن‪ ،‬قات‪ :‬ص ب غ ت ان مت ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬م ولت‪" :‬‬


‫ا ل ح دي ث أك ر م ن ال د ه ب والف ص ة ولي س يدرلث‪ ،‬وفتنة ا ل ح دي ث أ ق د م ن فتثؤ ال د ه ب‬
‫ؤالف ص ة "‬

‫‪: “Hadis, altın ve gümüşten daha çoktur, ancak‬لكا ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪bilinmez. Hadisin fitnesi ise altın ve gümüşün fitnesinden daha çetindir.‬‬

‫(‪ ] rn r/n [ -) ٩٢٣١‬حدثن ا أبو ا لخنن أ خ ن د بن م ح م د بن م من م ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن‬


‫ب ولت‪" :‬‬
‫قات‪ :‬ش م ع ت نقثا ن‪ C‬م‬ ‫إ سما عيل الثتدار‪ ،‬ثن ا أب و تع يد ا ل أثغ‪ ،‬ثت ا ي حش بن‬
‫جثة ا ل ح د ي ث أ ق د م ن فتته ال د ه ب ؤالفص ة ‪٠٠‬‬

‫‪: “Hadis, altın ve gümüşten daha çoktur ve ihata‬لكا ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪edilemez. Hadisin fitnesi, altın ve gümüşün fitnesinden daha şiddetlidir.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪193‬‬

‫(‪ -) ٩٢٣٢‬ل ‪ ] ٣٦٣/٦‬خدتث ا ن ي ئ ا ن ئ أخن ت‪ ،‬مما ع ئ ئ أخنت بن ال م ‪ ،‬قا ‪: 3‬‬


‫ش م ع ت يزيد بن عبد الؤ حم ن بن م صع ب ا لم عني‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت أيي‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت‬
‫ن م ا ن ال مز ي‪ ،‬بم ولأ‪ " :‬م ن ازذاذ ع ك ازذاذ نب ئا "‬

‫‪: “ilmi çoğalanın acısı da çoğalır‬أكل ‪”.Süfyân es-Sevrî der‬‬

‫‪ .‬ح‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫خدثثا ا ل ما ضي أثو أخنت‪ ،‬ثثا مح غث ذ ‪°‬تن أخنت تن‬ ‫ل‪ ٣٦٣/٦‬ا‬ ‫(‪-) ٩٢٣٣‬‬
‫و حدثن ا ن ي ئ ا ن بن أ ح م ذ ‪ ،‬ثن ا علي بن أ ح م د بن الن صر‪ ،‬ق اال‪ :‬ثئ ا يزيد بن عتد الؤ ح م ن بن‬
‫م صع ب ‪ ،‬قات‪ :‬ش ج ن ت أيي‪ ،‬بموت ‪ :‬ش م ع ت ئ ث ‪ 0‬التؤري‪ ،‬بم ولأ‪ ٠٠ :‬ل ؤ ل م أ ع م ث<كا ن‬

‫أقث ل م ح ا ا‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Bilmeseydik daha az üzülürdüm” demiştii’.‬‬

‫حدت ا ا ل ما ضي أ و أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن إن ح ا ى‪ .‬ح و حدثنا‬ ‫(‪ -) ٩٢٣٤‬ل ‪ ٣٦٣/٦‬ا‬

‫قاد‪:‬‬ ‫ي د ‪ ،‬ق اال‪ :‬ثعا م ح م د بن سلي ما ن‬


‫م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن أ خ ئ ذ بن ف‬
‫ش م ع ت أب ا ا أل ح وص‪ 4‬بم و لأ‪ :‬ش ج ن ت نقي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬م ولط ‪ ٠٠ :‬ودد ت أن أن ج و‪ ،‬م ن ف ذا‬
‫ا ال م 'كف ا ء ال غ ئ وال لئ "‬

‫‪: “Şu işten (hadis rivâyeti işinden) ne lehime, ne de‬نظ ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪aleyhime bir şeyler olmadan sıyrılabilmeyi ne çok isterdim .‬‬

‫(‪ -) ٩٢٣٥‬ل ‪ ] ٣٦٣/٦‬حدثما م ح ئ د س إش حا ى‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن أيي غ ا م م ‪ ،‬ثعا أبو‬


‫ع مير الرم ل ئ ‪ ،‬ثن ا ض منه‪ ،‬قا ‪ : 3‬ش م ع ت ن متا ن‪ ،‬ي م ولث‪ " :‬ودد ت أن أمل ت م ن هذا ا ال ر‬

‫ال ذ ز ال ض "‬
‫”‪Süfyân es-Sevrî: “Bu işten, kârsız ve zararsız kurtulmayı isterdim‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٣٦‬ل ‪ ٣٦٤/٦‬ا حدق ا ا لما ضي أبو أ ح م د ‪ ،‬ثن ا عئد‪ ^ ^ -^ ١‬ب ن ا ل ح ش ‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ‬
‫^‪ ١‬؛‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ش م م ت ع ذ الث‪-‬حنني ين م هد ي‪ ،‬يمولط‪ :‬كثا تخ ون عند نصان زئؤ‬ ‫بن‬
‫ي ح دغط ‪ ،‬م ؤ ب ‪ ،‬ءق ا ‪ " :3‬رة النه‪ 1‬ريع ن د عئله "‬
‫;‪Abdurrahman b. Mehdî der ki: Süfyân hadis aktarırken yanında olurduk‬‬
‫‪bir defasında hadisi söyleyip ayağa kalktı ve: “Muhakkak ki gündüz, yapması‬‬
‫‪gerekeni yapar” dedi.‬‬
‫‪194‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ “) ٩٢٣٧‬ل ‪ ] ٣٦٤/٦‬حدثن ا ا ل ماضي أب و أ ح م د ; وأ ح ث ذ س ابنا مننء ق ا الت ثن ا هم د الثؤ‬


‫بن ث ح ث د ائ ع و ي‪ ،‬ح د ب ي ف ز ج بن يوث س ‪ ،‬ى م ح م د سر ح م ي د ‪ ،‬عن نقي ا ن‪ ،‬ء‪1‬ال ‪" :‬‬
‫طاا‬ ‫ه‬ ‫مس ة و خ ب‬
‫”‪Süfyân: “Yüzü ince, (yumuşak, utangaç) olanın ilmi de ince olur‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٦ ٧ ٦ [ ") ٩٢٣٨‬حدبت ا أ ح م د س ج عف ر بن ط م ‪ ،‬ئ أ خ ن د بن عل ي ا ي م ار‪ ،‬ثن ا‬


‫ط ز ال م ن‬ ‫ف ري ح بن يونس‪ ،‬ثن ا ي حيى بن ي ما ن‪ ،‬ه ات‪ :‬ن ا ‪1‬ش م ع ت ئ م ا ‪ 0‬يعي ب ا لخل؛إ‬
‫م ق أ ‪ ،‬قا ‪ " : 3‬طلجب ز ني ن؛ ث ة "‬ ‫ط‬ ‫‪ :‬طقت‪ ،‬قا لوا‪ :‬ق‬
‫‪Yahya b. Yemân der ki: Süfyân’ın ne ilmi, ne de ilim taleb edeni‬‬
‫”‪ayıpladığını görmedim. Ona: “ilim tahsil edenlerin düzgün niyeti yoktur‬‬
‫‪denilince: “Onların ilim tahsil etmesi hoş bir niyettir” karşılığını verdi.‬‬

‫ب ار‪ ،‬ثن ا‬
‫(‪ ") ٩٢٣٩‬ل ‪ ٣٦٤/٦‬ا حدبن ا أ ح ئ ذ س ج ع م ر بن تلم م‪ ،‬ثن ا أ خ ن د س ع ئ ا لأ‬
‫غلي بن حسزم‪ ،‬ثن ا عيس ى بن ي ون س‪ ،‬قادت ‪ ٠٠‬ن ا ث ن متان الثوري منت ح م ا ئد جع د‬
‫قبي ضة حريهل ه هد م لأه ا "كي ‪٠٠‬‬

‫‪; “Süfyân es-Sevrl gizlenmişken vefat etti. Vefat ettiği‬لكل ‪ b. Yûnus der‬ة‪$‬أ‬
‫”‪zaman gömleğini çanta yapmış ve kitapla doldurmuştu .‬‬

‫طءتث ا أ م حت أق ج م ‪ 0 ،‬أخن ت ث ذ ع ئ ا آل م ثث ا إئزا م ز ئ‬ ‫(‪ ") ٩٢٤٠‬ل ‪ ٣٦٤/٦‬ا‬


‫عند الثؤ‪ ،‬ثن ا إشت ا ق‬ ‫بن‬ ‫زخ ا؛ثن ا إبزا م ز‬ ‫ن مت ان ‪.‬ح‬ ‫ت ع ي د‪ ،‬ثن ا أثو أش انق‪ ،‬قادت ه ا ‪3‬‬
‫ال ث ؤا ج ء ثن ا ابن أ غ ي ي ‪ ،‬ثت ا ث خ ث د بن بئ ر‪ ،‬ثت ا اخل الء بن ‪-‬خم الي‪ ،‬محا د ‪ :‬ظ ‪ 3‬نئ؛ ان‬
‫ا ش ي ‪ " :‬ث ا لخل؛ث ي ن ش عدة ش ن ج ‪٠٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî: “Bu hadis, ölüm iddeti beklemek (kocası ölen kadının‬‬
‫‪iddet beklemesi) kadar zor bir değildir” demiştir.‬‬

‫(‪ ] ٣٦٤/٦ [ ")٩٢٤١‬خ ا؛ثغ ا أب و بكر أ ح م د بن م ح م د بن ي حيى الصرير ا ل م م رئ‪ ،‬ثن ا‬

‫م ن انثا س ا كقالسءء ‪ ،‬ى أثو بكر ئ أبى ' م ‪ ،‬قا ‪ : 3‬ض ن ت أبآ آ ذ ‪; ،‬ق وت‪:‬‬ ‫مه د‬
‫ص عدة‪ ،،^ ^ ١‬ل كن ه عئه تث‪ 1‬عد‬ ‫ت م ن ت نئ؛ا ذ ‪ ٤^ ^ ١‬ثئولث‪ " :‬ق س ش ي‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪195‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî: “Hadis taleb etmek, ölüm iddeti beklemek kadar zor‬‬
‫‪değildir, insanı uğraştıran bir hastalıktır” demiştir.‬‬

‫سد ئ علم إ ‪ ،‬تث ا ث ال ت إ ثن ن خن و د ا لخنق ال ئ ‪ ،‬ثث ا‬ ‫(‪ -) ٩٢٤٢‬ل ‪ ٣٦٤/٦‬ا خدش ا‬


‫م ح م د س حم ص‪ ،‬ثن ا ي حيى س ت ال م‪ ،‬ها د ‪ :‬ها د لثا شتيا ن‪ ٠٠ :‬أ و ال أن لل ئ ث طا ن مه ه ثصيي‬
‫ن اا ز م م م ح إ ش " ي ش ش ن إ‬

‫‪Süfyân es-Sevrî: “Şeytan’ın ilimde payı olmasaydı onu elde etmek için‬‬
‫‪itişip kalkışmazdınız” demiştir,‬‬

‫م حوت ا ت ي و ئ ‪ ،‬مما أ خت ن ئ‬ ‫س د ين ع ئ‪ ،‬ك ا‬ ‫(‪ ] r u / n [ -) ٩٢٤٣‬خ دمما‬


‫ا ل م زج‪ ،‬ثئ ا ي م ه‪ ،‬عن حا ل د بن عتد ال ؤ خن ي‪ ،‬عن ش مت ا ن ‪ ،‬ه ات‪ ٠٠ :‬أ منوا م ن ا أل حا دي ث‬
‫وقه ا س ال ح "‬
‫”‪ silahtır.‬م حا ‪: “Çok hadis öğrenin, çünkü o‬لط ‪Süfyân der‬‬

‫س ذ ثن ع ئ‪ ،‬ثث ا عبمد ال مب ن ثن ا لخنن ا ل وائ‬ ‫(‪ -) ٩٢٤٤‬ل ‪ ٣٦٤/٦‬ا خدتث ا‬

‫بت ت ذ أ س ءق ب ي ‪ ،‬غذ خث ا و ثن ذ م ‪ ،‬قات‪٠٠ :‬‬ ‫مب ن ز ‪ ،‬تث ا إ ‪ :‬بجلم ئ أ ي ثاؤث ‪ ،‬ثث ا‬


‫نا كثا ثأيش متا ن ‪ ،‬إ ال في ح آما ‪ 0‬ثيابنا ‪'٠‬‬

‫‪Hammâd b. Delîl: “Süfyân’ın yanına her gidişimizde eski giysilerimizle‬‬


‫‪giderdik” demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٤٥‬ل ‪ ٣٦٥/٦‬ا حدت ا م ح م د ث ذ إبزا من؛‪ ،‬ثن ا م ح م د بن يزكه‪ ،‬ثن ا قونفئ بن‬
‫ت ع د بن ت شبم‪ ،‬فات‪ :‬ش م ع ت ب ض ة ‪ ،‬مولت‪ " :‬نا رأيت ا لأنياؤ أدنأ منه م في م جل س‬

‫ئ مث\ن التؤري‪ ،‬و ال‪ ٤١^ ^ ١‬أغئ م م في م حن س ن ف ا ‪ 0‬التؤ‪,‬ري ‪'٠‬‬

‫‪Kabîsa der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin meclisinde zenginlerden daha zelil,‬‬


‫”‪fakirlerden de daha şereflisini görmedim.‬‬

‫(‪ “) ٩٢٤٦‬ل ‪ ] ٣٦٥/٦‬حدثن ا م ح ث ذ ن ا لخنن بن ق ي أ ‪ ،‬ثن ا أ ح م ذ بن ويد ا ل ح ران‪،‬‬


‫‪3‬ا د‪ :‬ش م ع ت زيد بن ‪ ،^^^ ١‬م و لأ‪* :‬ى ن نئ؛ا ن ‪ ٤^ ^ ١‬بموت ال ‪ /‬ن خا ب ؛ لخديئ‪٠٠ :‬‬
‫مدث وا يا تغشز ا ل ص ع ما ء‬

‫”!‪Süfyân es-Sevrî hadis öğrencilerine: “Ey zayıflar topluluğu, yaklaşın‬‬


‫‪derdi.‬‬
‫‪ Süfyân es-Sevrî‬ول‬ ‫‪6‬‬

‫(‪ -) ٩٢٤٧‬ل ‪ / ٦‬ه ‪ ] ٣٦‬حدق ا م ح ث د بن إ ن خ ا ى‪ ،‬مما أثو بكر بن أبي غ ا م م ‪ ،‬ثن ا أثو‬
‫بن آيوث‪ ،‬مولت‪" :‬ى ن ‪ ،^ ^ ١‬يئ و لأ‪ ٠٠ :‬؛ ^ ^‪ ١‬ي‬ ‫عنير‪ ،^ ٢^ ١‬قا ‪ :3‬ش م ع ت‬
‫م ئ ش ز ا ل ص عث اء ‪٠٠‬‬

‫‪”!Süfyân es-Sevrî, hadis‬‬ ‫‪ö ğ r e n c ile r in e :‬‬ ‫‪“Ey zayıflar topluluğu, yaklaşın‬‬
‫‪derdi.‬‬

‫(‪ “) ٩٢٤٨‬ل ‪ ٣٦٥/٦‬ا حدثت ا أ ح م د بن عتيد الثؤ بن م ح م ود‪ C‬ظ عتذ الل ه بن وئ ب ‪ .‬ح‬
‫و حدبن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثت ا أث و عزوته‪ C‬ق ا ال‪ :‬ثن ا إبزا م أ بن سع يد ا ل ج ؤه ر ي‪ ،‬هات‪ :‬ت ب ن ت‬
‫زيد ن ا لخبا ب ‪ ،‬يمولط‪ :‬ت م ن ت ث م ا ن التروي‪ ،‬وسألك ف خ ‪ ،‬ص ح دي ث ‪ ،‬ئتز ي جتة‪،‬‬
‫ق ا ‪ " :3‬ظ ث ذ د زيت ظ أ ح ذبه في أربعين‬ ‫^ ‪ :3‬ن بمس ؛نئ ج مح ك ي ‪ ،‬ةء‪ 1‬م ري‬
‫ب ط ‪ ،‬أ ن ث أ غ ذ ة أ ن ث ف ي يؤم نا ج ز ‪٠٠‬‬

‫‪. .el-Hubâb der ki: Bir ihtiyar Süfyân es-Sevrî’ye bir hadisi sordu‬ط ‪Zeyd‬‬
‫‪Süfyân cevap vermeyince ihtiyar oturup ağlamaya başladı. Süfyân kalkıp‬‬
‫‪adamın yanına gitti ve: “Ey kişi! Kırk yılda elde ettiğimi sen bir günde elde‬‬
‫‪etmek istiyorsun” dedi,‬‬

‫حدق ا أ خن ن س إشت ا ى‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن ش ع ا ص م ‪ ،‬ثن ا ا لخشن‬ ‫(‪“) ٩٢٤٩‬‬


‫ئ ذ عيي‪ ،‬ثن‪ 1‬ح أف ن بن ن ي م ‪ ،‬دا ‪ : 3‬ص غ ت <نئثا ن ؛ل قني ؤ ‪ ،‬ب م ك ئ نقذ "ك ر اثغ\سري عقه‬
‫ق ت ي ظ ‪ ،‬ق و د ‪ " :‬ض ا ف ا ال ثه ج ين ا ي خ إ ئ '‪٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “üm m et ne zaman bana ihtiyaç duydu, işte o‬‬
‫”‪zaman heba oldu.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٥ ٠‬ال ‪ /‬ه ي م ا حدثن ا أ ح م د ب ن إن ح ا ى‪ ،‬ثن ا علي بن م ح م د ب ن أبا ن‪ ،‬ثن ا إ م‪ 1‬م أإ‬

‫ب ش‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت أثا من صور‪ ،‬يمولط ‪ :‬هات لي ن م ا ن‬


‫ف ر بن م‬
‫س ايوث الوا<يم ط ي‪ ،‬ثغ ا جع‬

‫التزري‪ ٠٠ :‬نا ثص ث غب علم إدا انتهيت فيه إ ز ائثا و ‪ ،‬ثنثئ ث أث ث ‪ -‬م ج ت منة "ك ما د حل ت‬
‫في ه "‬

‫‪Ebû Mansûr der ki: Süfyân es-Sevrî bana: “Hedefine varınca ilmi ne‬‬
‫‪yapacaksın. İlimde bir noktaya vardığın zaman, içine girdiğin gibi çıkmayı‬‬
‫‪temenni edersin” dedi.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪197‬‬

‫لل\‬ ‫(‪ -) ٩٢٥١‬ل ‪ ٣٦٥/٦‬ا حدق ا أبو ا ل ح منتن م خ ث ذ بن م ح ئ د بن زيد ا ل م جا ئ ‪،‬‬


‫أ ح ن د بن م ح م د بن ي ض ‪ ،‬ثن ا حتذرة ئ ذ عبيد‪ ،‬محا د ‪ lif :‬ن غ م ا ن الث وري إدا لق ئ ن ي ى‬
‫ء"‬ ‫تالة‪ :‬ف د ش من ث ئ ال ن م شقا ؟ مإن قات‪ :‬ال‪ ،‬قات‪ " :‬ال خزاف ال ه ض ا إل س ال م‬

‫”?‪Süfyân es-Sevrî bir ihtiyarla karşılaşınca: “îlimden bir şey duydun mu‬‬
‫‪diye sorardı. Adam: “Hayır” cevabını verirse: “Allah sana İslam'dan bir hayır‬‬
‫‪vermesin” derdi.‬‬

‫ج ] حدت ا م ح ث ذ بن ع م بن ت ل م ‪ ،‬ح د ب ي عثد الل ه س بش ر بن‬ ‫(‪ -) ٩٢٥٢‬ل^ر‬


‫صالح ‪ ،‬ثن ا زيد بن أ حزم‪ ،‬قا ل ‪ :‬ش ج ن ت ع د الله بن ذاؤذ‪ ،‬يمولت ‪ :‬ش م ع ت التؤري‪ ،‬يأمول‪:‬‬
‫طوت ئ "‬ ‫كز ب ‪،‬ف اءق‬ ‫طل ب‬ ‫غش‬ ‫ك‬ ‫" محض ل و ي د أن وقرة ز‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin hadis öğrenmesi konusunda oğlunu‬‬
‫”‪zorlaması gerekir; zira bundan kendisi sorumludur.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٥٣‬ل ‪ ٣٦٥/٦‬ا خدتث ا ئ خ ث د بن ع م ‪ Uj ،‬عتد ال ئ بن بئ ر‪ ،‬قات‪ :‬ت م ن ت‬


‫الثوري‪ C‬م ولتت " إن ف ذا ا ل ح دي ث ع ر‪ ،‬س أواد به ال د ن ا قدن ا ‪ ،‬زنن أزاذ به ا الخزه‬
‫من ة "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî: “Hadis ilmi izzettir. Dünyayı isteyen dünyayı, âhireti‬‬


‫‪isteyen de âhireti elde eder” demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٥٤‬و ‪ ] ٣٦٦/٦‬حدثتا أبو م ح م د سر حقا ن‪ ،‬ثن ا علي بن سع يد‪ ،‬ثن ا زيد بن أخ رم‪،‬‬
‫ه ا ‪ :3‬تبع ت عئد الئؤ‪ ،‬ثئأول‪ :‬ش م ع ت ن ميا ن‪ ،‬يأمول‪ ٠٠ :‬فيئ ق يء أنفغ للغ ا س م ن‬
‫ا ل ح دي ث ‪٠٠‬‬

‫‪: “Müslümanlar için hadisten daha faydalı bir şey‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪ilim) yoktur(.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٥٠‬ل ‪ ٣٦٦/٦‬ا حدثن ا م ح م د بن إبراهي م ‪ ،‬ثن ا أبو عزوته ا ل ح راني‪ ،‬ثت ا أ ح م د بن‬
‫ه ا < أ ‪ ،‬ءتث ا أبو ن و ة‪ ،‬؛‪ ١١‬؛‪ :‬ش م ئ ث ا ش ي ‪ ،‬بج و ة ‪ " :‬ظ ض ث ض ئ ئء أن ي د خ ش‬
‫الثاز‪ ،‬إ ال ا نم ث "‬

‫‪Yine şöyle demiştir: “Konuştuklarım dışında, yaptığım hiçbir şeyin beni‬‬


‫”‪Cehenneme götürmesinden yana korkum yok.‬‬
‫وول‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ٣ ٦ ٧ ٦ [ -) ٩٢٥٦‬حدبن ا م ح ئ ذ ئ ذ إئزايب‪ ،‬ثن ا ب م ن ت ح ث د بن زيد ا ل ص و ئء ثن ا‬

‫شقي ان ‪ '٠ :‬ودد ت أئي‬ ‫إبراهي م بن سعيد; ثن ا أبو ثوبه‪ ،‬عن أيي حال د ا أل حمر‪ ،‬ه ا ‪: 3‬‬
‫ج ئ هزأت ‪(١^ ١‬؛؛ وهف ت عنذة‪ ،‬ق م اد ج ا ور إ؟ى عتره ‪٠٠‬‬

‫‪: “Devamlı ©kumayı ve onu bırakıp başka bir şeyle‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪uğraşm ^ayı isterdim .‬‬

‫لخت اقزوري ا لئئ ر ئ ‪ ،‬عتثأ ج م ى ن ا غ ى‬ ‫تا م ز ئ‬


‫(‪ -) ٩٢٥٧‬ل ‪ ٣٦٦/٦‬ا خدك ا إ‪ °‬ر‬
‫الن ص يبي ‪ ،‬به ا‪ C‬ثن ا سع ي ذ ى الثلم د ي ب ؤ ا ي ؤ ‪ ،‬ثغ ا يغ م و ث بن م ح ب‪ ،‬ى يغ ش سر يئ ا ‪، 0‬‬
‫خلا ث ا لخديث المح ي م ي م ز ‪٠٠‬‬ ‫ث شت ا ن‪ ،‬ف و د ‪ " :‬ل ز إل ‪:‬أجي‬ ‫قات‪:‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Hadis öğrenecekler bana gelmezlerse ben onların‬‬
‫”‪evlerine giderim.‬‬

‫ح دق ا ن ي ن ا ن بن أخن ت‪ ،‬ثن ا ‪ ^ ^ ١‬بن ح ل ف‪ .‬ح و حدثن ا‬ ‫(‪ -) ٩٢٠٨‬ل ‪ ٣٦٦/٦‬ا‬


‫ا لم ا ض ي أبو أ ح م د ين علي بن ان جاروؤ‪ ،‬ق اال‪ :‬ثن ا فازون بن إن حايى؛ا ثنا م ح م د ثن ص د‬
‫يافث ا ب ‪ ،‬محا ‪3‬ت ت ب غ ت ثئ؛ا ذ ‪ ،‬ث مو د‪ '٠ :‬ل ؤ م أعأ م أن أخت؛ يهلث ب ؛ل خ ز ي غ بسة لأيثه‬
‫في تنزل ه خ ز أ ح دبه ‪ ، ٠٠‬حدثنا إبراهي م ثن عثد الله‪ ،‬ثتا م ح م د بن إس ث خا ق‪ ،‬ثن ا ث خ ئ ذ بن‬
‫با ب ‪ ،‬بمولط‪ :‬ص ب غ ت ش م ا ن‪ ،‬عثز مؤ ف ولت مثل ه سواء‬
‫ز‪1‬ؤع‪ ،‬قا د ‪ :‬ت ب ن ت زيد ئن ا لخ‬

‫‪: “Birinin, halis niyetle hadis öğrenmek istediğini‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪bilsem, evine gider ona hadis anlatırdım.” Zeyd b. el-Hubâb, Süfyân’ın‬‬
‫‪bunu bir çok defa söylediğini nakleder,‬‬

‫(‪ -) ٩٢٥٩‬ل ‪ ٣٦٦/٦‬ا حدثن ا أبو م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ثن ا إتزاهيأ نخ جعف ر ا لأئعر ي‪ ،‬ثن ا‬

‫م و ت ى بن عبد ا ل ر ح م ن بن مهد ي‪ ،‬فات‪ :‬ش ج ن ت أيى‪ ،‬ثق وبت نأي ت ن ف ا ذ ا وري ثى‬
‫التثا م‪ ،‬ق ن ث ‪ " :‬أي ق يء و ج د ت أ م ح ن؟‪ ،‬قا د ‪ :‬ا لخديت "‬

‫‪Musa b. Abdirrahman b. Mehdî bildiriyor: Babamın şöyle dediğini‬‬


‫‪işittim: “Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi gördüm. Ona: “ilimlerden hangisinin‬‬
‫‪en üstün olduğunu gördün?” diye sorduğumda: “Hadis ilmini” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٦ ٠‬ل ‪ ٣٦٦/٦‬ا حدثن ا عل ي بن تع يد ا ل م وصل ي‪ ،‬ؤأب و م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثنا‬

‫جع م انفزيابي ‪ ،‬ثن ا أ ح ن د بن أيي الحواري‪ ،‬هات‪ :‬شب غ ت م ح م د بن ي و ثف ث ا لمنيابي‪C‬‬


Süfyân es-Sevrî 199

‫ اا ظ ش ع ن ل أ مح ي ئ م ي ا لخديث إذا ض تم ث مح إ‬:‫تج ث ا همء؛م بجون‬ :‫غو ل‬


‫ رين يؤ ن ي ة ال ر وال دا ر ا الخزه‬: ‫ وأي ق ي ء الس ه ؟ ق ا د‬: ‫ ئ ك للمزي\بي‬:‫ د\د أ خن ن‬، ٠٠ ‫فيه‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Niyet halis (Allah rızası için) olduktan sonra
hadis öğrenmekten daha üstün bir amel yoktur.” Ahmed der ki: Firyâbî’ye:
“Halis niyetten kasıt nedir?” diye sorduğumda: “Allah rızasını ve âhiret
yurdunu kazanmak için öğrenmektir” cevabını verdi.

‫ ثن ا أبو‬، ‫ ثتا أبو بكر بن أ ي ع ا صم‬،‫س إ ت خا ق‬° ‫ ا حدبن ا أ خن ن‬٣٦٦/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٦١(


‫ ^ ^ ن ق ذ‬١ ‫' كث ا ئ ص ح ب شقي ا ن‬٠ :‫ات‬3 ،‫حق ا ن‬- ‫ عن نلت م ا ن بن‬،‫بن 'كثير‬ ‫ ى‬،‫ع متر‬
٠٠ ‫مئ جئثا مم ن س مع منة اثن ا زين ثضس ز ا ل ح د ي ث‬

Süleymân b. Hayyân der ‫نكل‬: Süfyân es-Sevrî ile beraber olurduk. Ondan
hadis rivayet edenleri de dinliyorduk; ama biz Süfyân’dan hadislerin
yorumunu öğrenmek istiyorduk,

‫ ثت ا م ح م د بن عبذوس بن ءكا م ل »ح‬، ‫ ا خ ص ئ ث م ا ن سر أ ح م د‬٣٦٧/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٦٢(


‫ ثنا ح جا ج بن يوئف ن‬:‫ ق اال‬، ‫ ثن ا أي و بكر ث ذ أؤي غ ا م م‬، ‫و حدق ا أ ح م د ث ذ إث ح ائ‬
،‫ ^ ^ في ا ل مؤ«ي م عن ف يء‬١ ‫ئيا ن‬-‫ ت أل ت رئ‬: ‫ب ولث‬
‫ م‬، ^ ^ ١ ‫ ش مع ت عبد‬:3 ‫ ئ‬4‫الق اعز‬

‫ أناة ض ا إلتث ا ذ‬،" ‫ " ف بجا ث أ ك ص أمت ح ا ب الق ال ع‬:‫ق ات‬

Abdurrezzâk bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye hac sırasında bir şeyi


sorduğumda bana: “Heyhât! Sen silah (isnad) erbabından mısın!” karşılığını
verdi.

‫ ح‬. ‫ قث ا مح غ ث ذ ئ م د الل ه ا لختي م إ‬،‫ ] خأئث ا ن ي ئ ا ن ثن أ م حت‬٣٦٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٦٣(


‫ ثت ا أبو‬،‫ ثئ ا ال خ ش ن بن عل ي‬: ‫ قا ال‬، ‫ ثن ا أبو بكر ن أبي غ ا م م‬، ‫ؤ حدثن ا أ خ ن ذ ثي إ ن خ ا ق‬
‫ه‬ ‫ عن ه ؤ‬،‫بدن! وخض‬
‫ " ؛ ى ال أ ا م م‬:‫ ق و لأ‬، ٧ ١ ١ ‫ئآم ح ل‬ ‫ ث م ن ه‬:‫ ئت‬،‫نة‬1‫أت‬
''‫ي‬ ‫ ذ ئ د ب و‬. ‫ما ق ئ ز‬
Süfyân es-Sevrî der ‫“ ;نط‬Bize göre ilim; güvenilir olanlardan ruhsatı kabul
etmektir. Zorlaştırmaya gelince zaten herkes bu işi çok güzel yapar.”
200 Süfyân es-Sevrî

‫ تث ا ا خل س‬، ‫ر غ ا م م‬ ‫ مما أثو ث م ئ‬،‫ ا خدتث ا أخن ت تن إ ن خ ا ى‬٣٦٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٦٤(


>‫ا مهي‬ ‫ " نث ا قي؛ ث م ا ن‬: ‫يؤاي ئ‬،‫ب ث ى ائ‬
‫ قات أبو م‬:‫ قات‬، ‫ ثت ا ي حيى بن و ت‬،‫بن عل ي‬
‫ ;ا أثا إشمحائ‬:‫ ش د ق‬، ‫جث سدس أبم د إي إئزامح أ ئ أ محز محا د ذ ك‬
‫ا و ه أزب‬
٠٠‫لجاخ نح دب هج‬،‫ ث‬:3 ‫ ئ‬،‫مح ة‬،‫ ومما أرد ت ي ن دواض‬:3 ‫ ئ‬،‫مئب ئ | قهب م ش فذم‬

Süfyân es-Sevrî, Remle’ye (veya Beytu’l-Makdis’e) geldiği zaman: “Gel de


Bize bir şeyler anlat” diye ibrâhim b. Edhem’e haber yolladı. Süfyân’a: “Ey
Ebû ishâk! Sırf bunun için mi onu buraya getirteceksin?” dediklerinde,
Süfyân: “Tevazusunun nasıl olduğunu görmeyi istedim” karşılığını verdi.
Ancak ibrâhim b. Edhem gelip onunla sohbet etti.

،‫ ثن ا ث ح اضز‬،‫ ثن ا ا نمنص ن عل ي‬، ‫ ] خ م حا إبراهي م ئ ذ إ ن خ ا قآ‬٣٦٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٦٥(


‫ " لزك عت ا ن أ م ن ي ن ا أرض عند ي ب ن الح دي ث ءا‬:‫ مات التؤري‬: ‫ه ا د‬
Süfyân es-Sevrî: “Kılacağım iki rekat benim için hadisten daha üstündür”
demiştir.

'‫ين‬ ‫ ئ ع ض‬، ‫لخق تن ع ئ‬ ‫ ثث ا ا‬، ‫ مما أثو أ م‬،‫ س ء خدتثأ أ خن ن‬/ * ‫ ل ا‬-) ٩٢٦٦(
‫ رأيت‬:‫ مولت‬، ‫تتا ط‬1 ‫ ن ب غ ت يوئفث بن‬:‫ قات‬، ‫ عتد الث الم بن م ح م د‬:0‫ وقأال م‬، ‫م ح م د‬
،" ‫أ همان‬. ‫ " ا‬: 3 ‫ دا‬،‫ " أ ي ا لأءن\ل ن ج ذ ث أمحص ب؟‬:‫ ق ن ت ثق‬،‫أل وري فى ال؛ثا م‬١ ‫ءئ_ م ا ن‬
" ‫ا " نحو ل و جهة ؤثزى عغ م ة‬،‫ ا ل ح دي ت‬: ‫ق ك‬

Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’yi rüyamda gördüm. Kendisine:


“Hangi amellerin daha üstün olduğunu gördün?” diye sorduğumda:
“Kur'ân” dedi. Ona: “?eki, ya hadis?” diye sorduğumda ise yüzünü çevirdi
ve boynunu büktü.

،‫بق أ غد‬° ‫ قث ا ثت ا د‬، ‫بق انن ش‬° ‫ قا تث اب‬، ‫بق ألح ن ذ‬° ‫ ] حدبت ا ئ ث ن ا ن‬٣٦٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٦٧(
3 ‫ < ص ئ‬٩١ ‫م قزو‬ ‫ " مح‬:‫ ;غ وت‬، ‫ض ن ت ا مه ي‬ :‫ ئ د‬،^ ^ ١‫ئتثا م ح د ى ث و ت ى‬

‫أل ال ق د ه م م حف ا ا‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Hadisleri öğrenin! Dini konularda kendi
görüşlerini söyleyenlere de: «Benim şahsi görüşüm de, senin şahsi görüşün
değerindedir!» deyin!”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪201‬‬

‫حدثن ا إثزاي إ بن مه د الل ه‪ ،‬ثت ا ث خ ئ د بن إ ن خ ا ق‪ ،‬ه ات‪ :‬سم ن ت‬ ‫(‪ -) ٩٢٦٨‬ل‬

‫يئ ول ط ‪ :‬ثن ا أيي‪ ،‬عن ابن ا ل مب ارك‪ ،‬ص ث م ا ن‪ ،‬ق ات‪" :‬‬ ‫ث خ ث ذ بن عتد ا ل عزيز بن أيي‬
‫م مم‬ ‫س‬ ‫ها‬

‫‪.Süfyân es-Sevrî: “ilim, (her türlü) hadislerle olur” demiştir‬‬

‫ض‪tâ ،‬‬‫س أ حند ئن خ‬ ‫قا نين‪1‬ن ‪°‬ت‬


‫ن أخنت‪ Uj ،‬عئد الله ‪°‬‬ ‫(‪ -)٩٢٦٩‬ل‪ ]٣٦٧/٦‬خ ا؛‬
‫م ح م د بن ح ات م الرومي ‪ ،‬ثن ا عل ي بنث ا ب ت ا ل جزري‪ ،‬ق ات‪ :‬س م ع ت ن م ا ن الثوري‪ ،‬ق ودت‬
‫ه‪" ^ ١‬‬ ‫ترم‬ ‫ه‪P ،‬‬ ‫" ش ث ‪ ۶٧١‬ؤ إل ت ق ذ تي‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Niyetim olmadığı halde ilim (hadis) elde ettim, sonra‬‬
‫‪Allah bana niyeti nasib etti” demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٧٠‬ل ‪ ] ٣٦٧/٦‬خد ك نأ بما ‪ 0‬ئ أ ظ ‪ ،‬ءنث ا أخن ت ئ عئ‪ .‬؛ ال م ‪ ،‬ه أثو م ح دة‬
‫بن أيي الث مر ‪ ،‬قات‪ :‬ن ب ع ت عئد الل ه س م ح ئ د ب ن شأ ل م ائثؤاز‪ ،‬يقولت ‪ :‬ش ج ن ت ي حيى‬
‫و عشزةب وا ح دة‪ ،‬نقد‬ ‫سث ما ن‪ ،‬تق وت‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن التوري‪ ،‬يأمول‪ '٠ :‬نا أ ح د ت م ن‬
‫ص غئة ك الت ئ أ ك‬ ‫نم ئ‪ ،‬أ ه‬ ‫ك ي صق ن ي ن أ ك "‪ ،‬و أ ت ي ي ا ال‬

‫”‪Süfyân es-Sevrî: “Ben, bildiğimin onda birini bile anlatmıyorum‬‬


‫‪demiştir. Yahya b. Yemân der ki: “Ondan yirmi bin hadis yazdık. Eşcaî ise‬‬
‫”‪ondan otuz bin hadis yazdığını söylemiştir.‬‬

‫حدبن ا أبو بك ر الهئ ل ح ي‪ ،‬ثن ا ا لخنن بن حب ا ش‪ -‬ح و حدثن ا‬ ‫(‪")٩٢٧١‬‬


‫ن ق ما ن ن أ ح ئ ذ ‪ ،‬ثن ا أ خ ئ ذ س ع ل ئ االكار‪ ،‬ثن ا أبو هش ا م ا وءاعني‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت حفقس‬
‫ث ن يا ن ا ل ب ي إ ‪; ،‬ق و د ‪ " :‬إذا زأ‪:‬ث ال ي ي د بم د ا لختل ال ذ ي فد‬ ‫ئ بجا ب ‪ ،‬غ ول‪:‬‬
‫ا‪-‬حتل ف ن فيه ز أ ن ث ث ن ى عيره لي د ت ف ة "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ihtilaflı olan şeyle amel eden birini görürsen ve‬‬
‫”‪sen o görüşte değilsen, o kişiye engel olma.‬‬

‫(‪- ] t،iia / ‘\[ -) ٩٢٧٢‬حدثن ا أبو بكر ال ق ج ئ ‪ ،‬ثن ا ا ل ح س ن بن حب ا ش‪ ،‬ثن ا أثو هث ا م‬


‫الؤه اع ئ ‪ ،‬ثن ا ي حيى بن ي ما ن‪ :3 ^ ،‬ش م ع ت نئ إ ذ !لت وري ‪ ،‬ثئأول‪ " :‬مامح ا شتؤذ عغ أذنى‬
‫شى ق ط‪ ،‬؛ ال حغفئته ح ز أثي أ م يكذ؛ ”كي م ه ه ا؟ه ا نأ شد أنثي ن خ ا ق أن أخثفن ظ ثئ و ه‬
202 Süfyân es-Sevrî

:‫ مثلك وها لأ‬،‫ ه أثو هش ام الرائعي‬،‫ ثن ا أ ح ئد بن علي امح^ار‬،‫ حدت ا مئأثت ات ثن أخنت‬،”
‫"أأي ب ا ل خ ئ ك ث م ف أ ط أ ش ا ا‬
Süfyân es-Sevrî der ‫ل ط‬: “Kulağımın duyduğu her şeyi ezberledim. Hatta
bazen bir yerden geçerken söylenen sözü duyup ezberlememek için
kulaklarımı tıkarım.” Ebû Hişâm er-Rifâî bunu: “Şarkı söyleyen
dokumacının yanından geçerken kulaklarım tıkarım” şeklinde nakletmiştir.

‫ ت م ئ ت‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ثت ا م ح م د بن إ ش خ ا ق‬،‫ ] حدثن ا إبراهي م بن عثد الثؤ‬٣ ٦ ٨ ٨ [ ") ٩٢٧٣(


‫ س م ع ت‬: 3 ‫ ظ‬، ^ ١^ ١ ‫ ي موالن ق ا عئد‬،‫ و م ح ئ ذ بن شه ل بن غن ك ر‬، ‫م خ ث ذ ن ي م‬
"‫ط ت ض‬ ‫ئن ة غ ق ق ش ق ف‬، ‫ " ظ ا‬:‫ث وت‬: ٠^ ١

Süfyân es-Sevrî der ki: “Aklıma koyduğum her şeyi ezberledim. Zihnim
bana asla ihanet etmemiştir.”

‫ ثن ا أثو ثئأى ن خ م د بن أ ح م د بن عتد‬، ‫ ا حدبت ا أب و بكر ال ط ل ح ئ‬٣٦٨/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٧٤(

‫ ق د ه‬،٧ ١ ١ ‫س ف‬ ‫ت‬3 ‫ ه‬،‫ ف عتد الثئ'ي‬،‫ قم مح غث ت ئ ن ه و ي ن و‬، ‫ال م ئ ئ‬


‫ه أ حا ف أذ ي م ج بنغ م قصير قي‬ ،‫ " اطمحوا محن؛ وي حك م‬:‫ي م م ن ا"مب‬
" ‫ش و ة ؤ بمكز ه ؟ ئ م ز ق ت ن ت ي ال م ح ؤا ل آمء‬

Süfyân es-Sevrî, Bedevilerden bir adama dedi ki: “ilim tahsil ediniz. Vay
size‫ ؛‬İlmin aranızdan çıkıp başkasına gitmesinden korkarım. Vay size! Onu
talep ediniz! Zira ilim hem dünyada ve hem de âhirette şereftir.”

‫ ثئ ا م ح م د‬،‫ ثت ا م حن بن م ح م د بن ص ن ي الني ا ت‬، ‫ ا حدثت ا أثو ث غ‬٣٦٨/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٧٥(


'٠ : ‫ ظت‬، 0 ‫ث‬ ‫ ع ق‬، ‫ط ال ي م أبو ن م ا ك ص ئ‬ ‫ قا‬، ‫ تن خال د ا ؤ نم ي د‬0 ‫ك ا‬ ‫ئ‬
" ‫سة اق ر ي‬ ‫ف‬ ‫ ز ال ت غ بموة ف ح ك ز ال‬،‫ئ وئ ا ائ ه ؛ ؤ ة غل ئث ن وة ثاك ظ ن وا غ ي‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكا‬: “ilim öğreniniz, öğrendiğiniz zaman da ona


hâkim olunuz. Ne gülme ile ne de oyunla onu karıştırmayınız. Aksi halde
kalpler ondan hoşlanmayıp (dışarı) atar.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪203‬‬

‫(‪ -) ٩٢٧٦‬ل ‪٣٦٨/٦‬ء حدثن ا أث و بكر ال ئ ي ي ‪ ،‬ثنا ا لخشن بن حتا ش‪ ،‬ح دبني ممح ئ د‬
‫ء امح م ق د‬ ‫م‪ ،‬ص أمح ه‪ ،‬ق ات‪ :‬قات م ح ا ذ ‪" :‬‬ ‫ش م تن وازة‪ ،‬ك ا غ ئ ئ ذ‬ ‫تذ‬
‫القب ب ‪ ،‬اليص غ ال دواء إ ال غش م ؤمبع ال داء '‪٠‬‬
‫‪: “Âlim doktur gibidir, ilacı ancak hastalığın olduğu‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪yere koyar.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٧٧‬ل ‪ ٣٦٩/٦‬ا خدك ا إئزاييز ثن حم د الثؤ‪ ،‬ثث ا م خ ث د تن إ ش خ ا ة ‪ ،‬قا د ‪:‬‬


‫ش م ع ت أ ح م د بن تع يد ال دا وم ي‪ ،‬يمولط; ت ب ن ت أبا عاص م ال ي د ‪ ،‬ثئ وث ; ت بع ت غ م ا ن‬
‫الثوريء ف وت‪ ٠٠ :‬ن ا ي ف ت عل ى آيوث ق سا يم و ى ا ل ح دي ت‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Eyyûb için hadis (rivayet etmesi) dışında başka‬‬
‫”‪bir şeyden korkmadım.‬‬

‫(‪ ] ٣٦٩/! [ -) ٩٢٧٨‬نقا د أبو ع ا ص م ‪ " :‬ظ خ م ت غ ر ن م ا ن ث ق ا س ؤى ا لخديت "‬


‫‪Ebû Âsim şöyle dedi: “Süfyân için (rivayet etmesi) dışında başka bir‬‬
‫”‪şeyden endişe duymadım.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٧٩‬ل ‪ ٣٦٩/٦‬ا ■حدثن ا إئزاي إ سر عئد ال م ‪ ،‬ثما م ح م د ئ ذ إشيا ق ‪ ،‬ثت ا م ح م د بن‬
‫ت ه ل بن هم ن ك ر‪ ،‬محات‪ :‬شب ن ت الفزيابي‪ C‬م ولت‪ :‬سم ن ت نئثا ن‪ ،‬يأمول‪ " :‬ي عجتغي أن‬
‫يني ن ‪ ،‬ض ا ج ي ا ل ح د ي ث م ك مقا ‪ ،‬ها ن ا الفا ي إليه م أن ز ع ؤأ ل مغه الما س إلته م أن ز غ "‬

‫‪Süfyân der ki: “Hadis ilmiyle iştigal edenin ihtiyaç sahibi olmaması‬‬
‫‪hoşuma gider. Afetler ve insanların dilleri onlara başkalarından daha çabuk‬‬
‫”‪zarar verir.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٨٠‬ل ‪ ٣٦٩/٦‬ا حدثن ا إئزأهيز بن ع د اللهء ثن ا ت خ ث د ‪ ،‬قا د ‪ :‬ت م ن ت م ح م د بن‬

‫بوت‪ " :‬كا ن نئثان الثوري‬


‫س ه ل بن حم ن ك ر ‪ ،‬مولت‪ :‬ت ب ن ت م ح ئ ذ بن يونف ن اكريا بي‪ ،‬م‬
‫الجنن ‪ ٠٠‬إقن ا‬ ‫ال ؤ ال ت م د الغاس‪ ،‬زكا ن إذا زاه ت اؤه‪ ،‬ص ي د ل ه في دللث ‪ ،‬قأمال‬

‫ا ل عل م إثثا أ خذ عن اق ر ب‪ ،‬ه ا ذا ض ان إ ر الجني وت م ل الن ا س قلبوا ا لخلي‬


‫‪Süfyân es-Sevrî, aşağı tabakadan olan insanlarla sohbet etmez hatta‬‬
‫‪onlardan biriyle karşılaştığı zaman kaba davranırdı. Bir defasında neden öyle‬‬
‫‪yaptığı sorulduğunda ise Nabatîlerden söz ederek şöyle demiştir: “ilim‬‬
204 Süfyân es-Sevrî

Araplardan öğrenilmiştir. Şayet Nabatilere veya adi insanların eline geçerse


ilmi değiştirip tersine çevirirler.”

‫ ح دديي‬،‫ ثن ا م ح م د بن إن ح ا ى‬،‫ي لم بن عثد الثؤ‬£‫ ] حدثن ا إئزا‬٣ ٦ ٧ ٦ [ ") ٩٢٨١(


‫ هادت ش ج ن ت ن م ا ن‬، ‫ ثعا عبد الرراق‬،‫ ثت ا م ح م د بن راي‬،‫ وقي ثئ ي‬،‫م ح م د بن مست عود‬
‫ ول ودد ت‬،‫ئث اءثمم هى وه و قزين‬،‫ ال* لمإ ء ص ال؛ا لآن ا لأ‬، ^ ٠ ‫ ن ؤم‬1 ‫ " ظ ئع د‬:‫ بم و لأ‬٤^ ^ ١

" ‫ ق ء ل م ى ه ال ب ي ل ال م‬، ‫م ع م ح‬
Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “.Bugün ilim taleb etmeyi fazilet saymıyoruz
Çünkü her şey azalırken o artıyor, ilmimden, ne lehime, ne de aleyhime
olmadan başa baş kurtulmayı isterdim .”

‫تن‬° ‫ط‬ ‫ ق‬tâ ،‫ئ خ ا ئ‬.‫ تثا ت خئ ن ئ إ‬،‫ ] خأثثا إ و مح ز تن ي د الثؤ‬٣٦٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٨٢(
‫ ^ ^ ؛ نؤ مح ق ئشزت ظ عندك‬١ ‫يثئ؛ ا ذ‬ ، ‫ت ش م ع ت ر ج ال‬3 ‫ ه ا‬،‫ ظ ا ئ ئ هم»ؤ‬،‫ت جيز‬
‫ " والل ه ل ؤ‬:‫ مما ل نثث ا ن‬، ‫ وئؤ جر غش ذ ل ل ط‬،‫ و ج ؤ ت أن ت ف غ الثة بؤ بم س عث ا ده‬C‫م ن ا ل ع ل م‬
‫له‬
‫لذي آته ي ننز‬
‫أفأ ا‬ ‫ ص‬،‫طلي ثذا الين ال رين بؤ إال ظ مبد الثؤ‬: ‫مبالذي‬ ‫أ‬
٠٠ ‫ ص د ي ي ظ أز ج و أن س ع ه ؛ ه بؤ‬،‫ح دل ه ين‬-‫ظ‬

Huneysî bildiriyor: Adamın birinin, Süfyân es-Sevrî’ye: “Bildiğin ilmi


öğretsen de bazı insanlar bundan fayd^ansa, sen de bunun sevabını alsan,
olmaz mı?” dediğini işittim. Süfyân da şöyle karşılık verdi: “Vallahi eğer ilmi
öğrenenlerin bunu sadece Allah rızası için öğreneceklerini bilseydim,
öğretmek için ben onların evlerine kadar gider, Allah’ın da izniyle bildiğim
ve onların faydasına olacak şeyleri öğretirdim.”

‫ ثن ا م ح م ذ بن‬،‫ ثن ا م ح م د ين إشحا ى‬،‫ ] حدق ا إبراهي م بن ع د الثؤ‬٣٦٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٨٣(


‫ أ غ ش ى أن ال لآكون ش ي ا ل ح دي ث‬٠٠ ‫ قات لي من مي ا ن ال م ز يت‬:‫ قات‬،‫ ثت ا عبذ ا ل رراق‬،‫رابع‬
§‫ثاذ‬
‫ ؛ إل ق مصاد> ود؛ قي ي‬،_‫ التي أزى طث ف يء ش أعمال‬،‫ت نءأع ما ل؛ ي‬
‫ف‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Hadis taleb etmenin iyi amellerden
olmamasından korkarım. Çünkü iyi amellerin hepsinin eksilmekte, bunun
ise çoğalmakta olduğunu görüyorum.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪205‬‬

‫(‪ ] ٣ ٦ ٧ ٦ [ -) ٩٢٨٤‬حدثت ا أ خ ئ د بن جئ ع ر بن ت ل م‪ ،‬ثن ا أ خ ئ د س ع ئ ا الب از‪ ،‬ئ‬


‫ح د ث ب ع‪-‬ئ م ال ن‪ ،‬يتتدثه ج‬ ‫أ ح م د ب ن ه اخ م ‪ ،‬ثن ا ض م نة ين نييثة‪ ،‬قاتت ” كا ن ن مثا ن‬
‫مولت‪ ” :‬انف ج ر ت الع ين اتف حزمت ال م ن ي ع ج ب م ن مس ه ورب ما ح د ت لن ج ل الح دي ث ‪،‬‬
‫ص د ه ا | ئ ت ا ء ت ال ق م ق و المملث ‪ ( ^ ٠٤‬؛ و ص "‬
‫‪Damra b. Rabîa der ki: Süfyân bazen Askalan’da hadis aktarırken: “Pınar‬‬
‫‪fışkırdı, pınar fışkırdı” derdi. Yanındakiler ©nun bu haline hayret ederlerdi.‬‬
‫‪Bazen birine bir hadis anlatırken: “Bu hadis senin için Askalan’a ve Sûr’a‬‬
‫‪vali olmandan daha hayırlıdır” derdi.‬‬

‫حدق ا أب و بكر ال ق ي ي ‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن حتا ش‪ ،‬ثن ا أث و ه سا م‪،‬‬ ‫(‪“) ٩٢٨٠‬‬


‫تمح ق ئ ن ا ‪ ، ^ ^ ١ 0‬أ ش غش زي ز ق ه ‪ ،‬ق ا و ‪ " :‬ق دا خ ت ل لأ؛ين‬ ‫ث ا وك خ‪،‬‬
‫ءت‬
‫و ال ظ ف ال ئ ي ما‬
‫‪Veki der ki: Süfyân’ın bir adama hadis yazdırdığım ve: “Bu senin için‬‬
‫‪Rey şehrine vali olmandan daha hayırlıdır” dediğini gördüm.‬‬

‫(‪ -) ٩٢٨٦‬ل ‪ ٣٧٠/٦‬ا حدثن ا أبو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثن ا عئد اللؤ بن م ح م د بن ال ما س‪،‬‬
‫ثت ا س ل م ة بن شيي ب ‪ ،‬ثن ا عبذ الرواق‪ ،‬قات‪ '٠ :‬رأيت ن مت ا ن ‪^ ^ ١‬بصقن اء اث م ن‪ ،‬ي مل ي‬
‫ب ث م ه ‪٠٠‬‬
‫غر م ع م‬

‫‪Abdurrezzâk der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin San’â’da bir çocuğa hadis‬‬


‫”‪yazdırdığını ve çocuğun ona (yazdığım) imlâ ettiğini gördüm.‬‬

‫(‪ “) ٩٢٨٧‬ل ‪ ٣٧٠/٦‬ا حدثن ا أبو م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ثن ا علي بن ‪ ،^^ ٠‬ثن ا ث و ئ ف ن بن‬
‫يئ م و ث ال ثذ و س ي‪ ،‬ها د ‪ :‬ش م ع ت أ ح م د بن ي ون س‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت نئث‪ 1‬ن الت وري‪ ،‬م و د‪:‬‬
‫ف ن ط ل ي ‪Jujl‬؛ ‪ ،3*^1‬عن ء ال(ن ‪ ،‬ض ط ن ي ال؛م ل م الح؛ س ثه نثه ء؛ابإإا ‪٠٠‬‬
‫" ي‬

‫‪,Süfyân es-Sevrî der ki: “İlim öğrenmek, filanın filana aktarması ile değil‬‬
‫”‪Allah’a karşı haşyet duyma ile olur.‬‬

‫ال ‪ /‬م ^ ] حدث ا إبزا منن ن عتد ال م ‪ ،‬ثن ا م ح م ذ ب ن إ ش ي ا ق‪ ،‬ثن ا إن ن ا عيد‬ ‫(‪“) ٩٢٨٨‬‬
‫بن أيي ا ل ح ا و ث‪ ،‬ثغ ا عتد ا ل عزيز‪ ،‬قا ‪، : 3‬ت ثئ؛ ان \لتؤري‪ 15" :‬ن ^ ‪ ٠٠ : ٥‬ال ‪0‬كودن خري ت‬
‫ظ ى آ لأي ن م ء‪،‬ق ظ "‬
206 Süfyân es-Sevrî

Süfyân der ‫لكل‬: “Dünyaya karşı hırslı olma, hafız olursun” denirdi.

‫ ت ب غ ت‬:‫ محات‬، ‫ ثن ا م ح م د ين إشحاى‬،‫ ^ بن عند الل ه‬١^ ‫ ا حدثن ا‬٣٧٠/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٨٩(


‫ يا أثا مه د‬:‫ صاح ب لثا لن م ان‬3 ‫ ه ا‬:‫ شمع ت عبد الرراقء بم ولأ‬:‫ مولت‬،‫ال نه ش بن ي ح ش‬
‫ زنا هز إ ال النعا ب‬، ‫ ال والل ه نا إلئه م ن ت بي د‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫ ح دقا ك ن ا ش م ع ت‬،‫الل ه‬
Abdurrezzâk der ki: Bir arkadaşımız Süfyân’a: “Ey Ebû Abdillah! Bize
duyduğun gibi (hadis) anlat” deyince: “Hayır vallahi, böyle yapamam, ancak
mâna olarak anlatabilirim” karşılığını verdi,

، ‫ س م ع ت م ح م د س الصثا ح‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ] حدثت ا إبراهي م‬y*V*/*\[ “) ٩٢٩٠(

‫' لؤ ئ ئ غ محب ش أ ح ددكزء‬٠ :‫ بمولأ‬، ‫ ش م ع تش مث\ن‬: 3 ‫ ه ا‬،،^ ٧^ ١‫ أئ؛أر ا زيد بن‬:‫ي موت‬
‫ص د م ت ى‬j ‫ك ن ا ش م ع ت ث ال‬

Süfyân: “Size, duyduğum gibi hadisi anlatacağım dersem, bana


inanmayın” demiştir,

‫ بمولط; ثن ا‬،‫ ن م ع ت أبا فق ا م‬:‫ هات‬، ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ا حدثت ا إبراهي م‬٣٧٠/٦ ‫ )“ ل‬٩٢٩١(

‫رنت دللق في‬ ، ‫ " إ ي ألظ ن لؤ أ ة ر ج ال هم بال ك ذ ب‬:‫ قات‬، ‫ عن شئثا ن‬،‫ا لأئ ج ع ي‬

" ‫و جهه‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Zannederim ki; bir kişi yalan söylemek istese bu
yüzünden belli olur.”

‫ قا أ م‬، ‫ تثا أ خن ن ئ ت خ م ثن ر م‬، ‫س ع م‬° ‫مت ا ل م‬ ‫ ا حدثن ا‬٣٧٠/٦ [ “) ٩٢٩٢(

،‫ ثن ا أ وشع يد عبد ال ي م ال ثؤصل ي‬،‫ ثن ا أ ح م د بن أبي الحواري‬،‫عتد الؤ ح م ن بن الدرئ س‬


‫ " يا‬:‫ ق ات‬، ‫ حر ج ن م ا ن وئ ح ن غ ربابه نتذازى في ال ث ت ع‬:‫ قات‬،‫ثن ا زيد بن أبي ا ورظء‬
‫ ءأبك م ال ثدرون ثت م ح ز ال سئعون ظ ث ومت ون منه‬، ‫نء حل وا بنكه فذ؛ \ ل عل م‬0 ‫ الق؛ا ب‬،‫م نشز‬
‫شئمحمإ بئاما‬:‫و مم‬
Zeyd b. Ebi’z-Zerkâ bildiriyor: Biz kapısının önünde durmuş hadislerin
kopyaları hakkında münakaşa ederken Süfyân es-Sevrî çıktı ve dedi ki: “Ey
gençler! Bu ilmin bereketini elde etmekte acele edin! Çünkü bilemezsiniz,
belki de ondan umduğunuz şeye Avlamayabilirsiniz. Birbirinize faydalı
olmaya çalışın.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪207‬‬

‫بن‬ ‫(‪[ “) ٩٢٩٣‬أم ‪ /‬م'ا\“ آ] حدثن ا عبد ال تجم بن ع من‪ ،‬ثن ا أ خن ن بن م ح م د ; ثن ا م ح ث د‬


‫إن ن ا ي أ ‪ 3‬الهث ايغ‪ ،‬ثن ا الحل زا ئ‪ ،‬ثن ا ي حش س ايوب‪ ،‬ثغ ا بئقس‪ ،‬أ ص حماب ا‪ ،‬مات‪ :‬ه ا ‪3‬‬
‫‪ M‬مر ي‪ ’’ :‬لش أزن ت أن أط ل ب ا ل ؛ ل م ئ ك ‪ :‬ي رب إل‪ 4‬ال بد ني م ن مع يشة ورأيت س م‬
‫أ ف ئ شي ي يني ؤ‪ ،‬محا ‪ : 3‬ؤس أ ك ربي ‪ ^ ^ ١‬ؤالت سا ‪-‬ئد ب ه ي ‪JuJİ‬؛‪u i ،‬‬ ‫تدرسى‪ ،‬قلت؛‬
‫رأيت إ ال ما أ جي إ ر محي ثنا "‬
‫‪: ilim öğrenmek istediğim zaman: “Ey Rabbim! Benim geçim‬لكل ‪Sevrî der‬‬
‫‪kaynağına ihtiyacım var. Çünkü ilmin öğretildiğini anladım ve kendimi ilim‬‬
‫‪tahsiline verdim” dedim, ^ b b im in beni başkasına muhtaç etmemesini ve‬‬
‫‪ili^ ile meşgul olmayı istedim. Neticede bugüne kadar sevdiğim şeyden‬‬
‫‪başka bir şey görmedim ,‬‬

‫(‪ “) ٩٢٩٤‬ل ‪ ٣٧١/٦‬ا حدت ا عثد انتن ع م ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا أبو بكر م ح م د بن‬
‫ه ا ل آ م ي م الئؤ‬ ‫ت ف ث ن ا ن‪: ،‬ق وت‪ " :‬ه ث‬
‫ج‬ ‫مب ش ا ص ي إ ء ثث ا أبو ا و ل د ‪ ،‬قات‪:‬‬

‫م ح ي ؛ ا ئي ى "‬
‫‪Süfyân: “Bu işi (hadis ilmini) Allah rızası dışında bir gayeyle isteyince,‬‬
‫‪gördüğüm şu duruma düşürüldüm” demiştir.‬‬

‫(‪ “) ٩٢٩٥‬ل ‪ ٣٧١/٦‬ا ثت ا عتد التن عم ‪ ،‬ثعا أ خ ن ذ ‪ ،‬ثئ ا ا ل ح ق ن ي ي ‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ ى بتاج ‪،‬‬

‫ظ عثد ال ث خ ئ ن بن م هد ي‪ ،‬ظ ‪ ٠' :3‬ك ط ئأكون عند رئ متا ‪ ، ^ ^ ١١ 0‬تقاءئه مح د أوقفن‬


‫ل ل جت‪ 1‬ب ه ال نجترئ أثت مح ئئ ة ف ئ محس ب ذ ك ر الح د ؛ ث ن ذ ه ب ذبنف ؛خل ل م و غ‪ ،‬ء إد م‪ 1‬ئ و‬

‫ط ث ث ا و خ ه \ ‪'٠‬‬

‫‪Abdurrahmân b. Mehdî der ki: Süfyân es-Sevrî’nin yanındayken sanki‬‬


‫‪hesaba çekiliyor gibi bir huşu olurdu ve onunla konuşmaya cesaret‬‬
‫‪edemezdik. Hadisi ona bir hadis arz ettiğimiz zaman üzerindeki huşu gider‬‬
‫”‪ve durmadan bize hadis rivayet ederdi.‬‬

‫(‪ ")٩٢٩٦‬ل ‪٣٧١/٦‬ء حدثن ا غلتن ا ن ب ن أ ح م د ‪ ،‬إ م الء‪ ،‬ثن ا عئد الثؤ بن و هي ب ا ل ع ر ي‪،‬‬

‫ثن ا م خ ث ذ بن أيي ‪ ، ^ ^ ١‬ظ ص ممه‪ ،‬دا ‪ :3‬ئفلز خئ ا ذ بن زيد إ؟ى ن م ان التؤري م س جى‬
‫يتوب ع ر الق رير‪ C‬ق ا ‪3‬ت ‪ ٠٠‬يا نئيا ن‪ ،‬ل ن ت ألمطلق الث وم بكتزة الح دي ث ‪ ،‬إثن ا أعبقللئ‬
‫ب عمل صالح قد م ت '‪٠‬‬
2 08 Süfyân es-Sevrî

Damra der ki: Hammâd b. Zeyd, bir divan üzerinde giysiye sarılmış olan
Sevrî’ye bakıp: “Ey Süfyân! Bugün sana çok hadis bildiğin için değil,
yaptığın salih amellerden dolayı gıpta ediyorum” dedi.

‫ ثن ا ع م و بن‬،‫ ثت ا غيذاد> بن أ ح م د‬، ‫ ] حدثت ا م ح م ذ بن ا و ه م‬٣ ٧ ٧ ٦ [ -) ٩٢٩٧(


‫ غ مت ا ن أغزيث ا ة‬،‫ أن ظ ت‬1‫ أ م‬: ‫ م ول ط‬، ‫ ش م ع ت عتذ ال ؤ ح م ن بن م ه د ئ‬: 3 ‫ ظ‬،‫ا ل عب ا س‬
‫ ؤقب ظ ;غول‬:‫ فات‬، ‫م‬ ‫ا ال ق د ئ‬3‫ ق خن ث ا ةب ا خ ل ثن ا أتت ي‬، 0 ‫ئ أخ ل ا ل ث ئا‬ ‫ألل م‬
" ‫ د ن ت ا ق ت ي‬، ‫ " د ئ ث ا ش ت م‬: ‫م ع د و ء د بي ا ئ ق‬

Abdurrahman b. Mehdî der ki: Süfyân vefat ettiği zaman, sultan


sebebiyle onu gece (defnetmek için) çıkardık. Gece taşımamıza rağmen, gece
mi gündüz mü belli olmuyordu. Hastafığında -karın ağrısı vardı- şöyle
dediğini duydum: “Tesettür gitti, tesettür gitti.”

‫ ح‬.‫ن أ خ ئ ذ ال ئ ت ا ح غ‬ ‫ مما ث خث ن‬، ‫ ا خ دمم أ ئ خ ث د ثن علم إ‬٣٧١/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٩٨(


‫ ثت ا ح مقس س ع م رو‬:‫ ق ا ال‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن ا لخثن الت ع ذا د ي‬،‫ؤ حدثعا أبو م ح م د بن حقا ن‬

‫نز‬ ٢ ^ ١‫ ^ ^ف ؛ما ثن ى‬١ ‫ رأيت‬٠' :‫ ثق ون‬، ‫ت س ب غ ت ي ح ى بن سع د‬3 ‫ ه ا‬، ‫و م إ‬


" >‫ ؤ ئ ت ث ك س ك هأ الثته‬:‫ ق ا دا في ص دره م كت و ث في مؤض ع تن‬،‫ضدرؤ‬

.Yahya b. Saîd der ki: “Rüyamda Sevrî’yi gördüm ve göğsüne baktım


Göğsünün ‫ لكال‬yerinde «Onlara karşı Allah sana yeter»^ yazılıydı.”

‫ ثث ا‬، ‫ ] خد قا أبو غ م الثؤ ت غ ث ذ ئ م ح د الئؤ تن إئزا م م ا ل م ح ا ئ‬٣٧١/٦ ‫ ل‬-) ٩٢٩٩(


‫س‬° ‫ م‬. ‫ى ا و‬ ‫ ش خ ت‬: ‫ ق ا د‬،‫ مما عظ ال مب س غ م ئ زنقه‬،‫ت غ ث ذ ئ أ م حت تن م و‬
:‫ج ت د ه م كتوي‬ ‫ و ج د ت فى‬، ^ ^ ١ ‫^ أن عث ك <ث ميا ن‬ " : ‫ يمولث‬، ‫م ه د ي‬

Abdurrahman b. Mehdî der ki: “Süfyân es-Sevrî’yi yıkadığım zaman


cesedinde “Onlara karşı Allah sana yeter”2 yazılı olduğunu gördüm.”

1Bakara Sur. 137


2 Bakara Sur. 137
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪209‬‬

‫(‪ -) ٩٣٠ ٠‬ل ‪ ] ٣٧١/٦‬حدثت ا م ح ن ذ بن ج ع مر بن ت ل م‪ ،‬ثن ا أ ح ن ذ بن علي افان‪ ،‬ثن ا‬

‫أ خ ن ذ بن س نان‪ ،‬قات‪ :‬ش بمت عئد ا و ح ش بن م هد ي‪ ،‬قو ت‪ " :‬ج اءنى ج رين بن ح ازم‪،‬‬
‫ؤ ح م‪ 1‬د بن ويد م ن ا ل ع د يوم نفثا نق يا ن‪ ،‬قث ا ال‪ :‬ا ح ر غ بثا ئ خ ز ي ئ نغمأ‪ ،‬ن س ما ب ح ن‬

‫دممح‪ ،‬ؤت جرير بن حارم؛ ص كاذيمح) عد حى بمزإل وقى ائثداه عر ا مهي‬


‫ظ د ‪ jti :‬ش ك ت ئظس ت أثت "ى ن هي أثال‪ 1‬يمول ه‪ 1‬ن ن ك ث ‪ ،‬مم‪1‬ت عتد ‪1‬لل ه بن‬

‫ا ها ح‪:‬‬
‫ري اد\‬ ‫زئهئه ل \ م‬ ‫أبك ي عثه ن ق ذ و ز ؤئ و ددة‬

‫‪: ,Cerîr b. Hazım ve Hammâd b. Zeyd‬لكل ‪Abdurrahman b. Mehdî der‬‬


‫‪!” dediler. Onlarla‬كا ب ‪Süfyân’ı defnettiğimiz günün sabahı gelip: “Bizimle‬‬
‫‪çıktım ve yürürken Cerîr b. Hâzım dedi ki: “Bir diriye güzel hasletinden‬‬
‫‪dolayı ağlayan, bu sabah Sevrî Süfyân’a ağlasın.” Sonra susunea ben başka‬‬
‫‪-beyitler söyleyeceğini düşündüm ancak sustu,‬‬ ‫‪o‬‬ ‫‪susunca Abdullah b. es‬‬
‫‪:Sabbâh şöyle dedi‬‬
‫“‪Ona ağlıyorum, aramızdan ayrıldı ancak‬‬
‫” ‪Fazileti suya kanmış taze dal gibidir .‬‬
‫(‪ -) ٩٣٠ ١‬ل ‪ ] ٣٧٢/٦‬حدق ا م ح ن د س جعمر‪ ،‬وغلت ما ‪ 0‬س أخن ت‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا أ ح م د بن‬
‫علي ا البا ر‪ .‬ح ؤ حدثن ا إأزا‪£‬يلم بن عئد الل ه‪ ،‬ثغآ ن ح م د بن إ ن خا ق‪ ،‬ق االت ثن ا أ خ ن د بن‬
‫نع يد الري ط ي‪ ،‬ثغ ا أب و داود‪ ،‬ئ ‪ " :3‬ن ا ث شتيا ن بائصزة بدفن أغ ال ز إل نشهد ا ل ص الة‬

‫عثه وعدونا"على ي ومعنا ضث بن حازم‪ ،‬وت الم ئئ م ن كي ن قم دم جريت نض ر ض‬


‫ه ره‪،‬ب م بك ى‪ ،‬زقت‪:‬‬

‫ب قزتة ف ا‪ :‬اث ا ك‪:‬اة غش ‪ ٧ ١ ١‬ئ نال ا‬


‫‪١‬؛! ذ ق ت ظى ي ت م‬

‫ئ ث ئ ث أثت"‪ ،315‬ح قأ أب؛آاد ا ثئولي ق ش ك ت ‪ ،‬ةق ا ‪ 3‬هم د‪ ^ ١‬ب ن الءث؛احت‬

‫ري\ثا‬ ‫ومحم تة س مئ‬ ‫زقت ؤ ر ز ن ؤ ذ د ة‬ ‫ك‬ ‫أب ك ي ع‬

‫‪Ebû Dâvud der ki: Süfyân es-Sevrî Basra’da vefat etti ve gece vakti‬‬
‫‪defnedildi. Onun cenaze namazında bulunamadık. Sabahleyin kabrine‬‬
‫‪gittik, yanımızda Cerîr b. Hâzım ve Selâm b. Miskîn vardı. Cerîr öne geçip‬‬
‫‪namaz kıldıktan sonra ağlayıp şöyle dedi:‬‬
Süfyân es-Sevrî 210

,Bir ölüye güzel hasletinden dolayı ağlayan“


”.Bu sabah Sevrî Süfyân’a ağlasın
Ben başka beyitler söyleyeceğini düşündüm, ancak sustu, o susunca
:Abdullah b. es-Sabbâh şöyle dedi
Ona ağlıyorum , aramızdan ayrıldı ancak“
Fazileti suya kanmış taze dal gibidir . ”
‫ط ئ ش ض‬ ‫ ى أ‬، ‫ك ئ خ ئ ذ تنأ خن ت‬ ‫ ] خدش ا ا ل ما ضي أبو‬m / n [ -) ٩٣٠٢(
^ ^ ١ >‫ "ىن ئئياد‬:3 ‫ ظ‬، ‫ ثنا حلم ن بن ن ي م‬، ‫ ثنا بممو ب ن إبراهي م‬، ‫بن عتد الت ل ك‬
" : ‫مب ث ل ب ه ذ ه ا لأبي ا ت‬

3‫كقة و م حور ال هؤ‬ ‫ذ و‬ ‫طرة‬ ‫أ ش ف ون م حقن كد ت‬

‫شيبت بأكزه م نتم يع ا ل حنفش‬ ‫بثا ثداول ه ا اتيا د ذبين؛‬

3 ‫با ئ بئ د وقع الج ئ د‬،‫ا ق‬-‫وله‬ ‫ويما ت د م ال ولط ملم ة‬

‫ ثت ا‬، ‫ ثن ا الهت م‬،‫ ثما نمز‬،‫ ثن ا أيي‬، ‫ ثن ا ابن أيي ئن ا م‬،‫ حدثن ا أب و بك ر الطئ ح ي‬، ‫رء‬

‫ " كا ن ن ياد> يت م ت د بهذه ا الءمحا ت ئذ و متثة‬:‫ مالأ‬،‫ ص م ح ث د بن خنزة‬،‫حل ق ن بن س م‬

Süfyân es-Sevrî şu beyitleri söylerdi:


“Ey zarif! Hayatın duruluğunu
Ölüm anısı ve korkunç mezarlar bulandırdı
Bu dünya; içine Ebû Cehil karpuzu suyunun
En acısı karıştırılmış kuru bir kuyudur
Ki, kullar onu nöbetleşe devrala gelmişlerdir. ”
‫ تث ا مه د ال م ئ‬،‫ قث ا ا خل س ئ خ ا ش‬،‫ ا خدقت ا أب وب ك رال ق ح غ‬٣٧٢/٦ [ -) ٩٣٠٣(
" :‫ مولت‬،‫ ش م ع ت نهيا ن‬:3 ‫ ظ‬،‫زيا د عن م ح م د بن بش ر‬

‫و المح ث بغد ال ت ؤ ت س قد تزودا‬ ‫إدا أت ت ل م ر خ د ذا د ص ا ل ص‬

‫ ”ىن أرصأال‬U5"‫وأد أل إل رص د‬ ‫ئد م ث ظى أن ال بك ون "ك مظه‬

:Süfyân es-Sevrî şöyle dedi


Eğer takva gibi bir azıkla yola çıkmazsan“
Süfyân es-Sevrî 211

Ölümden sonra; aztk edinmiş biriyle karştlaştiğmda,


Onun gibi olmamaktan
Onun yapttği haztrlîğî yapmamaktan dolayt pişman olursun. ”
‫ ثن ا أبو حث ا ن‬،‫ ثن ا ا ل ح س بن حثا ش‬، ‫ ا خضن ا أب و بكر الع ي ي‬٣٧٣/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٠ ٤(
‫ ثن ا أب و‬،‫ ^ ؛‬١
^ ‫ ح و حدثن ا أبو أ ح ن د م ح ث د س أ ح م ذ بن‬.‫أ خ ن د ي ن ا ل ح ل ل ا ل وا م ط ي‬
;3 ‫ ئا‬، ‫ ثن ا م ح م د بن عبيد ال ئا ف ي ي‬:‫ ق اال‬، ‫ ثن ا عب ا س س ث خ ث د ب ن حات م‬،‫صالح ا لأعرج‬
٠٠ :‫تئ ولأ‬ ‫ نب ن ت‬،

‫ق‬-‫ا <ء ن اال؛اء و ي غز ئ‬1‫إ‬ ‫م‬ ‫مبي ه ش ظ ء ن قدم ص‬

Süfyân es-Sevrî dedi ki:


“Yiğidi işlemiş olduğu sevaplar sevindirir
bendini öldüren hastalığı bildiği zaman. ”
‫ قثا إشخا ة ئ‬،‫س د ئ أخن ت ثن إئزايب‬ ‫ح ا أبو أ خ ئ ذ‬ ‫ ا‬٣٧٣/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٠٥(

‫ قا عبد ا لر حم ن بن ف ا ي غذ سمحا ن‬،‫ بثا حات م اوازي‬،‫إبراهي م بن أ ح ت د بن مح ثن‬


" ‫ ه ء ل أ ث ض‬، ‫ما ه أ إ‬

‫وص ن به ا لأقزام ملمح و جردق‬ ‫سثكغيلف غئ ا أعلى اخلا ب بوئت‬

‫ثعارتس أمحب ح ا ت التريد ائن إلي‬ ‫وتشزب م ن ماؤ فنا ي زثع ثد ي‬

‫ن واع الحب ؛ صثم تى‬1‫ظلل تي‬ UjI‫؛‬T ‫تئؤ؛‬


‫ ظ هز ج‬٩ ‫ئ جس ى‬

:Süfyân es-Sevrî şu şiiri okurdu


Yüzüne kapanan kapıya ve“
İnsanların senden esirgediği şeylere
Seni muhtaç etmeyecek şey tuz ve ekmektir
Tatlı sudan içersin, yemek yersin
Tirit yiyenlerle yarışırsın
Onlar geğirdiği zaman geğirirsin
Sanki durmadan çeşitli helvaları dilimliyorsun . ”
212 Süfyân es-Sevrî

‫ ثن ا أبو‬، ‫ ثن ا أ ح م ذ بن م ح م د بن زيا د‬،‫ ] حدثت ا عبد ا ن ن ئ ي م بن ع من‬٣٧٣/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٠٦(

‫ ” جا غ شئثا ن التؤري‬:‫ ه ا لأ‬، ‫ثن ا ئتيا ن س نكثتتة‬ ‫ ثن ا إبراهي م بن‬،‫رائعه ا لخدوي‬


‫ار فيه\ عرس قدعتة ث ف ن ة ؤى أن‬1‫ ئئثب ا‬، ‫ آ ال أ و ق؛ئ ا‬، ‫أ‬ ‫ ن ك ث‬،‫ج و ظ >ئديدا‬
‫^ مح أكنه ذ < همب ماء م م ج شى نم ئأ‬٢^ ‫ محا ق ه‬،‫ابمته‬ ‫ئث ص م ة الثت ومص ى إلى‬
:‫قاد‬

‫وضن به ا لأئزام مل ح ز جردق‬ ‫تي ك ميلف غث ا أعلى النابي دوثة‬

‫روس أ ص حا ث القريد النلتق‬1‫دع‬ ‫وثئز ث من ن اغ فنا ج وئئتدي‬

‫ظ ن ك يأنؤ؛ع الءحب ؛ ص متئ‬ ‫ءج ئ ؤا ك أ ك‬5 ‫م‬ ‫ ظ‬٩ ‫ث جئ ى‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: Süfyân es-Sevrî, üç gün bir şey yemeyince
şiddedi bir açlığa m a r u z kaldı. Düğün olan bir evin yanından geçerken, canı
eve girmek istedi, ancak Allah onu oraya girmekten korudu ve Süfyân
kızının evine gitti. Kızı ona küçük bir ekmek getirince yedi ve su içip
:geğirdi, sonra şöyle dedi
Yüzüne kapanan kapıya ve“
İnsanların senden esirgediği şeylere
Seni muhtaç etmeyecek şey tuz ve ekmektir
Tatlı sudan içersin, yemek yersin
Tirit yiyenlerle yarışırsın
Onlar geğirdiği zaman geğirirsin
Sanki durmadan çeşitli helvaları dilimliyorsun . ”
‫ قثا‬،‫ خ د م أبو ال ت ي تن خ م‬،‫] خدثثا أثو بكر ال ئحؤ‬w /n [ “)٩٣٠٧(
‫ كان نيان‬:‫ قات‬،‫ قا محثت ئص د ة ي أيي اوئذاؤ اق س إ‬،‫سد ئ خلب اقمغ‬
‫ ا ا‬:‫ م حت‬،‫ما ه ي‬

‫نم د ؛ ؛ل ف ش ل انقي ن ال ش ن‬ ‫إ ن ' ئ وئ م ا ه ئ ا ق خ بي‬

‫ي‬ ‫زئئ ن ؛ا ها س ا‬ ‫و ه ؛ا ق‬ ‫ت ق ائ ا ئ ي ي‬

Süfyân es-Sevrî şöyle derdi:


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪213‬‬

‫‪“Eğer Allah'ı istiyorsan ona boyun eğ‬‬


‫‪Onun yamnda çok ve sevindirici nimetler var‬‬
‫‪Yoksulluk kiminpeşini bırakmıyorsa‬‬
‫” ‪Onun azığı (dostu) Allah’tır.‬‬
‫(‪ ] ٣٧٣/ ^ -) ٩٣٠٨‬خذقث ا م ح ا ذ ئ ث خ م ‪ ،‬ثث ا نح د ال مب ن ش ي ‪ ،‬قث ا ثريد ت ذ‬
‫مه د ا ل ص م د ‪ ،‬ثن ا أبو ن ن ه ر‪ ،‬ثن ا مزا ح م بن زئر‪ ،‬محا ت‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن ال توري‪ ،‬ي ن ق ذ هذه‬

‫ا لأث ا ث ش هزل) ابن ح ئ ‪ : 0‬ما‬

‫ف ه‪ 1‬غزأل ؤي ؤ غ‬
‫عر أ ي ي‬ ‫أزى أ ن هؤ ه ي ال بم أ ث و ه‬

‫ت ح ابه ص ي ف عن قلي ل م ش غ‬ ‫أناف ا نإن كا ن ت قبي ال""كابه ا‬

‫‪Süfyân es-Sevrî ibn Hittân’ın şu şiirini söyledi:‬‬


‫‪“İnsanların‬‬ ‫‪bedbahtlarının‬‬ ‫‪bu‬‬ ‫‪dünyadan‬‬ ‫‪bıkmadıklarını‬‬
‫‪görüyorum‬‬
‫‪Halbuki onda çıplak ve açlar var‬‬
‫” ‪A z da olsalar yakında yaz bulutu gibi sıyrılıp gidecekleri.‬‬
‫ن ت خ ث د تن م ح ا ذ ‪ ،‬قا عتد اش ثن ج م ‪ ،‬ما‬ ‫ه‬ ‫(‪ ")٩٣٠٩‬ل ‪ ٣٧٤/٦‬ا‬

‫أ ح م د بن م ح م د بن يئ ز؛ ئ‪ ،‬ح دبثي تع ي د بن لحالب ى يزيد ا لم روري‪ ،‬ح دبثي ش اب م‬


‫ش ئ بمئ‪ ،‬قات‪ :‬قات ز ي د بن ت ا ن الئؤري‪ :‬يا أب ا ئ د ال م ‪ ،‬إ ة محالف خل جي‪ ،‬مات‪ :‬ثا ائ ذ‬
‫للف ش ح ش • تم ي ث‪ ،‬قات‪ " :‬تئقللف م ن ب م إ ر ث م ‪ ،‬إن للن ا س‬ ‫أم ي‪ ،‬نا ال ذ ي‬
‫نأؤى‪ ،‬وللم ث ع تآؤى‪ ،‬زن اتلق تأؤى تأوي إ ي "‪ ،‬ق ات ه ن ف ا د ‪ :‬أكإ ز م ء ذ الجن نزئ‬
‫ف م ؟ ق ات ‪ :‬ت ي و ص‪ 1‬إ خ إ ذ ثء ال ه ‪ ،‬قات‪ :‬وأ ئ اوخ ا ل ”‪ ۵١٤‬إ ث زا يأ‬ ‫ين م‬ ‫ئ‬
‫ال م ه ؟‪ ،‬ظد‪; :‬خ ;خ‪ ،‬قات‪ :‬فأ ئ اوخ‪1‬ل ء د ظة ط؟‪ ،‬قات‪ :‬ال ئتأد‪ ،‬قات‪ :‬فأي‬
‫ال ؤ جا ل 'كان عئذ أ ل له ء س م ن ع و د؟‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ا لمم ه ال هثذو ق‪ ،‬ممات نقي ا ن ثئ ا ا ل مغيرة س‬
‫م من م ‪ ،‬عن إئزايب‪ ،‬ص ع ل منه‪ ،‬ص عتد الل ه ب ن من ع ود‪ ،‬محا د ‪ :‬ا م ح ح م عأى أهل ا ل جنة‬
‫مكا ذ أن ي ح ه ك ن وره أب صا ر اقؤم‪ ،‬ء إ دا ن وز ص حؤراء ض ح ك ت في و جه‬ ‫ن ون في‬
‫ووه‪ ، 1‬ث م \ "كن ت أذ ع ذذ‪،‬ا \لءحتز‪ ١^ ١‬ؤثؤؤ(ث‪ ،‬ئ أ أ ن ث د ائئ؛ان‪ ،‬ققأو ل ‪:‬‬
214 Süfyân es-Sevrî

‫إلى ال ن ت ا ج د ين ش ي ي ن أ لمن اي‬ ‫ثناه بمج ي "ك سا خ ابئ ا ز ج ال‬

: 3 ‫ث أ أئث د ع رت س مي ه ما‬

‫قد ح ا ن أن مبل ى ص بمي إدب ار‬ ‫يا م س ما ل ك م ن ف ن ز عأى النار‬

‫زثذا ال ح دي ث ززاة حلب س بن م ح م د اثك البي مف وع ا م ن دون ا لأبث ا ت ؤا لم ص ة‬


Sâlim el-Hawâs anlatıyor: Bir adam Süfyân es-Sevrî’ye: ،،Ey Ebû
AbdillaE‫ ؛‬Sende bir tuhaflık var” deyince, Süfyân: “Yeğenim! Bende ne
gördün de hayret ettin” karşılığını verdi. Adam: “Bir beldeden bir beldeye
taşınıp duruyorsun. Halbuki insanların bile bir barınağı var, yırtıcı
hakanların bile bir barınağı var, ama senin barınacağın bir yerin yok”
deyince, Süfyân: “Muğîre b. Miksem ed-Dabbî nasıl biridir?” diye sordu.
Adam: “inşallah salih biridir” cevabını verince, Süfyân: “ibrâhîm en-Nehaî
nasıl biridir?” diye sordu. Adam: “iyi biridir” cevabını verince, Süfyân:
“Alkame nasıl biridir?” diye sordu. Adam: “Onu sorma” cevabını verdi.
Süfyân: “Abdullah b. Mesud nasıl biridir?” diye sorunca, adam: “Güvenilir
ve doğru biridir” cevabını verdi. Süfyân adama dedi ki: “Muğire b.
Miksem’in, İbrahim kanalıyla Alkame’den bildirdiğine göre Abdullah b.
Mesud dedi ki: «Cennet ehli, çadırlarında iken içeri bir nur girer. Neredeyse
milletin gözlerini alacaktır. Baktıklarında; kocasının yüzüne gülen bir
hurinin dişinin ışığı olduğunu görürler.» Senin bu sözünden dolayı bu hayrı
asla terk etmem.” Sonra Süfyân şu şiiri okudu:
“Meskeni Firdevs olana, sefalet ve yoksulluktan çektiği şeyler
zarar vermez.
Onun eski giysiler içinde tasalı ve korku içinde mescidlere gittiğini
görürsün. ”
Sonra kendisine döndü ve şöyle dedi:
“Ey nefîs! Ne oluyor sana da ateşe karşı sabretmiyorsun.
Ondan yüz çevirdikten sonra ona döneceğin vakit geldi. ”
Halbes b. Muhammed el-Kilâbî bu hadisi merfli olarak beyit ve kıssayı
anlatmadan nakletmiştir:
‫‪Süjyân es-Sevrî‬‬ ‫‪5‬ل ة‬

‫(‪ ] ٩٣١٧[ -) ٩٣١ ٠‬حدثن اه أبو بك ر بن ح الب‪ ،‬ثن ا م حم د بن عال ب بن ح ز ب‪ .‬ح‬


‫و حدق ا الق ا ضي أث وأ ح ت ذ ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د س ن ق ن ا ن بن أث و ت ‪ .‬ح و حدثن ا الق ل ل ح ي‪ ،‬ثن ا أ خ ن د‬
‫ن م ح م د ب ن ؛ ل ح س ي ن ال م ا س ئ ‪ .‬ح و ح دق ا أبو م ح م د بن حي ا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د بن م و ت ى‬

‫حث س س م ح م د ال ك ال م غ ‪ ،‬ثن ا‬ ‫ن ي و ئ ف ن ب ن ال ئا ع ‪ ،‬ثن ا‬ ‫بم ن ى‬ ‫‪ ،‬فا زا ‪ :‬ثن ا‬ ‫ا خللزا ئ‬


‫‪ S‬ذ ل‪" :‬‬ ‫ئ ئ؛اذ أ مه ؛إ‪ ،‬ص م حق‪ ،‬ص إئزام ي ‪ ،‬ص غ ك ه ‪ ،‬ص غني اللي‪ ،‬غن ال ي م‬

‫ت طغ ور ي ا ملبب مبموا وءوتي م‪ ،‬ءإدا نؤ ين م حؤراء مني خ ث قي زبي ون جف ا "‪،‬‬


‫لئ ‪ 3‬م ح م د ى عال ب ‪ ٠٠ :‬ز ن ئ ورقه ي ا ل جنة‪ ،‬ققاوئا حؤزاء ضج ك ث قي زبي زو ج ه ا ‪٠٠‬‬
‫‪Abdullah (b. Mes’ûd)’un bildirdiğine göre‬‬ ‫‪H z.‬‬ ‫‪Peygamber‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi‬‬

‫)‪vesellem‬‬ ‫‪şöyle buyurdu: "Cennette bir nur parlayınca, cennet ehlinden olan kişi‬‬
‫‪başını kaldırır. Bu nurun, yüzüne gülen hurinin dişlerinden olduğunu görür.‬‬
‫‪Muhammed b. Ğâlib rivâyetinde: "Cennette bir şimşek çakınca, bunun,‬‬
‫‪kocasının yüzüne gülen bir hurinin olduğu söylenir" ibaresi geçmiştir.‬‬

‫(‪ - ) ٩٣١ ١‬ل ‪ / ٦‬ه ‪ ٣٧‬ا حدرث‪ 1‬أ خ ئ د بن إت ح اب‪ ، ،‬ثن ا أبو ت ك ر بن أ ي غ ا م م ‪ ،‬ثن ا إئزاجي إل‬

‫ث ‪ 0‬بن محنه‪:‬‬ ‫ي ث ذ ؤا‪،‬تثئقذة‬


‫ث ذ م ح ئ د‪ ^ ١‬؟ ^ ‪ ،‬قا ‪ :3‬ت م ق ت ؛ل ق ر ي‪ ،‬م‬

‫كذيلق ذو ا ل م م وى عن ا لعشش م ل ج م ا‬ ‫أ ج ا عت هو ال دق ا ئ جاع وا و إل تز‪3‬‬

‫وثبجم ومحب وا ش ب ائ ذ أنفت ا‬ ‫بب و م ن م‬


‫أ غ وص ي ذاؤئ ج‬

‫و حنثلئ‪ ،‬م ن ه مبالمصئ ل فياتيؤ زيونفت إذا ل م يأ‪°‬لت أن ي س ل م ا‬

‫صدق وئئدظ‬ ‫وش وارث‬ ‫زقي ابن تج د مدوه ا ي ومحى‬


‫ثمم ش عليه م ذو‪ ^٠^ ١‬ن م ش‬ ‫أ وف ق ا ص حأبي وأهد م ود ي‬
‫‪İbrahim b. Muhammed eş-Şâfiî der ki; Süfyân b. Uyeyne, Serîy’den bir‬‬
‫‪şiir söylemesini isteyince şu şiiri okudu:‬‬
‫‪“Aç kaldılar bu dünya onları aç bıraktı,‬‬
‫‪Zaten takvanın ehli bu hayattan uzaktı.‬‬
‫‪Dâvûd et-Tâî ile Mis'ar bu tayfadandı‬‬
‫‪٠ Garib b. Edhem onlardandı,‬‬
‫‪Vuheyb ile‬‬
‫‪ olarak yeter‬س<ة ‪Onlardan yalnız Fudayl,‬‬
216 Süfyân es-Sevrî

Oğlu Yûsuf u geçme, ٠ .da saymaya değer


.îbn Saîd ise ihlas ve akıl timsalidir
.Doğruluk, liderlikte Faruk'un varisidir
.Bunlar benim dostlarım, sevgili kardeşlerim
O ZülcelalRabbimden mağfiretler dilerim . ”
‫ قث ا‬، ‫ ى أ م شهي ين ا لأ<ا ئ‬، ‫ا ن م تن ع م‬ ‫ ] خدثثأ مح د‬r v c / ı [ -) ٩٣١٢(
‫ ش م ع ت ا ل م ; إ‬:‫ يق و لأ‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ث إئزاييز ئ ذ م ح م د‬: ‫ ق ا د‬،‫م ح م د بن علي ال صا بغ‬
: ‫ وكا ن مثني ا ن م ع جب ا به يأم و ل ؤزاذ هذه ا لأتثا ت‬4‫بن حي ا ن‬

‫ ذ و ه ز ى أعز و!كز ما‬3 ‫ زا‬UJ ‫ئث حئئ د؛ ا لأئؤ;ىتصأؤت نتت ة‬

‫إذا ت حتس ا لأقؤى من العز ن بمما‬ ‫ المموى ثريد على الغنى‬،‫زنا زاني‬
İbrahim b. Muhammed eş-Şâfiî der ‫لكل‬: Süfyân’m beğendiği biri olan
Serîy b. Hayyân’ın (bir önceki şiire ek olarak) şu beyitleri okuduğunu
:işittim
Takva sahibinin nesebinin soylu olmaması önemli değildir “
Herşeye rağmen takva sahibi daha üstün ve şereflidir
Takva her zaman zenginlikten üstündür
Eğer takva üstünlük hastalığından kurtulursa. ”
‫ ثن ا أ خ ن د بن‬،‫ ثن ا م ح م د بن إ ش ث ا ق‬،‫ ] حدثن ا إبراهي م بن عئد الل ه‬٣٧٠/٦ ‫ ل‬- ) ٩٣١٣(

‫ طافت غ م ا ن با ت لئل ه محأك ر‬:‫ محا لأ‬،‫ ش أه ل برإ ص ط حز‬،‫ نحا غث ا ت شر واقد‬، ‫ت ع ي د الزت ا ط ي‬

‫ ح ز يصب ح ئئ ا‬،‫ " هذه ص ح ع ئة‬:‫ م م ك‬،‫ ق أ ا ص ط ج غ‬،‫ ب أ ص أى آ م الت ا ل ص ال ة‬،‫الهإ وافن‬

‫ ظ صا ب‬،‫ ب م أ خ ذ ئ ح و ا خل ل ال ذ ي كا ذ ث ر ي إليه‬،‫ ح ز ه ب من ثومه‬، ‫*ك ا ن إ ال محلي ال‬

" ‫ أفث ل ه ا ما أك ر” كذره ا •ع جئا ل سي حثه ا‬:3 ‫ ق إ ه ا‬،‫إبه ا م مح د م ه ح م م هدمتت محاص ققج ع‬

Ğiyâs b. Vakıd’ın bildirdiğine göre Süfyân, bir gece çok tavaf yaptıktan
sonra uzun süre namaz ‫ ط‬1‫ ل ك‬ve uzandı. Ben: “Sabaha kadar bu şekilde yatar”
dedim, ama biraz sonra uyandı ve her zaman gittiği dağa yöneldi. Giderken
ayak parmağı bir taşa çarpıp kanayınca uzandı, sonra: “ö f. Dünyanın kederi
ne kadar çok, onu sevene şaşarım” dedi.
Süfyân es-Sevrî 217

، ‫ قثا أبو ذاود‬،‫ أثو تع ي د ئ زياد‬tâ ،‫خدتن ا مه د ا ن م تن عس‬ -) ٩٣١ ٤(

٠' : 3 ‫ ه ا‬،‫ م ن أ ه ل إصقل م م م ن أ ص ح ا ب غ م تا ن‬،‫ ت م ن ت غثا ت بن داود‬: ‫ ه ا د‬،‫ثت ا ا ل رب ا ط ي‬

:3 ‫ ه ما‬،‫ن ز ر ج ل غ م انبع د تنيؤ‬

‫و محار ه جنته ا ل م طا م ع‬ ‫غش‬ ‫لم د ن ا ث ن مت ا ن خ ج ي ذا محررا‬

‫ حع‬1‫وفنن ح ز ح وئه ا ل م ص‬ ‫ دي ة‬،bu،? ‫داء لل ذ ي‬-‫ج ع ل م ف‬


:Süfyân’m öğrencilerinden ve Istahr’dan biri olan Ğiyâs b. Dâvud der ki
:Adamın biri Süfyân’ın ölümü üzerine şöyle bir mersiye okudu
,Temiz, takdire şayan Süfyân da ölüp gitti “
.îtinastna rağmen, ümitle kusur etti
,Feda olun! Dinini yalandan koruyana
Tattiğt yerler onu alıp himaye etti . ”
‫ ح دثني عئد‬،‫ ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫ ] حدت ا إئزاي إ ن ع د الثؤ‬٣ ٧ ٧ ٦ [ -) ٩٣١٥(
: ‫ ب م م‬U j$ \ Ö& :‫ ص زي؟ا ئ عد ي‬: ‫ ئ ت‬، ‫م ئ ث غث ي‬

‫بزنبال دون‬
‫وث س في عئشهز ي م‬ ‫أرى ر جاال بدون ال دي ن قد س وأ‬

‫امحمثغئى النثولن بدبت ا ه م عن ال دي ن‬ ‫ائ ش شبال دي ن عن دي ائن لولي كن ا‬

Süfyân es-Sevrî şu şiiri okurdu:


“Din konusunda az şeye razt olanları görüyorum.
Hayatlarında azla yetinmezler
Kralların dünyasına karşı dinden yardım dile
Kralla, mallarına karşılık dinlerinden vazgeçtiler
‫ ثن ا عتد ا ل له‬،‫ ثن ا ث خ ث د ب ن إ ن خ ا ق‬،‫؛^ س عتد الثؤ‬£١^ ‫ ا حدثن ا‬٣٧٦/٦ ‫ )“ ل‬٩٣١٦(
٠' :‫ ثثثتد‬،‫ شم غ ت نلمتا ن‬: ‫ محا د‬،‫ عن أبيه‬،‫ إتي‬£‫ي‬
‫ عن م ح م د بن إ ن خا ق اف‬، ‫بن م خ ئ د‬

‫ئ لم‬،‫ عند فذ؛ الئن‬، ^ ^ ١ ‫أن‬ ‫ مهزة‬١^ ^ ‫ش ن ج د ت لي د‬

Süfyân es-Sevrî şu beyti söylemiştir:


“Biliyorum artık; başka birşey değil
Allah'a ibadetin bu dirhemin yanında yapıldığını. ”
‫ةل ‪2‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ]rvı/n[ -)٩٣١٧‬خدثن ا أش‪ ،‬ثن ا أختن تن ت غ م ثن غم‪ ،‬بث ا عتد اللم ه س‬
‫ي ش بن ؛دم‪:3 ^ ،‬‬ ‫س‬ ‫م ح م د ‪ ،‬ح دب ي هم د ا ل ر ح م ن بن صال ح‪ ،‬ح دب ي أثوب حر‪ ،‬جي‬
‫”ى ن ئئ؛؛ ا ن ‪ ^ ^ ١‬بم ت و‪:‬‬

‫\ت ل ا إل ح ا ‪ 3‬اإذا أزدث إ‪ -‬حا ءه م وبزث من أ م و ر م وثئ م د‬

‫مح إذا و ج د ت أ خا ا الءمائة زال تق ى قبه ا لخدين زين عتن قا ئ د د‬

‫هزت ا م رئ |ن ئدن بئة يتغد‬ ‫وذع ا ق غ ث غ وال ت ذل ل ئثثغي‬

‫‪:Süfyân es-Sevrî şu şiiri söylerdi‬‬


‫“‪İnsanlarla kardeşlik yapmak istersen‬‬
‫‪Onları deneyip davranışlarını kontrol et‬‬
‫‪Dürüst ve takva sahibi, cömert ve iyi, bir kardeşi bulursan ona‬‬
‫‪yapış‬‬
‫‪Birine yakın olmak için boyun eğmeyi ve alçalmayı bırak‬‬
‫” ‪Sen ona yaklaşmana rağmen senden uzaklaşırsa .‬‬
‫(‪ ] t v i / i [ “) ٩٣١٨‬حدتما ا ل ما ضي أبو ألح ن ذ ‪ ،‬وأبر م ح م د بن حق ا ن‪ ،‬قا ال ‪ :‬ثعا م ح م د‬

‫بنث حيى‪ ،‬قا م حم د بن ثي إن‪ ،‬قا نع يد بن أق ت ج د‪ ،‬غذ ط ص بن غزو‪ ،‬وغز ابن‬


‫أخى ئ مث ان التروي‪ ،‬ظ ‪ : 3‬كت ب شقي ا ن إ ر عب ا د بن عب ا د ‪ ٠' :‬أن ا تع ذ ‪ ٠^ ^ ،‬فى ز ما ن‬
‫‪ .‬يتعوذون أن يدركوه ز ي م ن ا ل عل م ما لث س قا ‪ ،‬ول هز م ن ا ل م دم‬ ‫'كان أ ص حا ث الغبي‬

‫ظ في ن ة ‪ ،‬دكتف ن ‪ ٩‬ج ين ‪1‬دزكث ا ه غ ز قثؤ عت م ؤقثة ص تروقثة أعؤان عأى؛ لخم‪،‬‬


‫م ن الن ا س وكدر م ن الدث ا ‪ ،‬هعلتل ق بأا لمر ا الول والت م ثلث به‪ ،‬وعأفلثمبالم حم و د‪ C‬ؤ ة ف ذا‬
‫بئي ز‬
‫بع م‬
‫زمح ذ خن و ل‪ ،‬وعيلثب ال ئزل ة و ق محق ا ئ ر ا ة س‪ ،‬فق د' ك ا ن الث امن إذا اققزا ج‬

‫فن ا ئزى‪ ،‬ؤإ‪،‬لئ وا ال مزاء إن تدن و‬


‫بتغض‪ ،‬ه اث ا ا لخؤم مم د ن ف ت داك ؤاش جا ه في ئركه_^ ي‬

‫م ته م ود *حالتل ه م في ق يؤ ب ن ا لأئت اءن> ؤإ‪،‬لئ أن ثمح ذ غ ىه‪-‬اال لنف ثش م غ وئدرأ‪ ،‬ض‬


‫نفئلوم أؤ رد مفئ ل م ه ‪ ،‬ء ا ن دللث حديع ه ابلي س ‪ 3 ،‬إ د ا اتخذف ا ب ج ا و ‪ ^ ^ ١‬نث ئ ا ‪ ،‬و ك ا ن‬
‫صه ا نفس ه افس ه لآقئ مفتون ‪ ،‬زنا ل م ت م ن‬ ‫ما لأ‪ :‬ا ه وافس ه ا ل عا بد ا ل جا ه ل وا ل عالم ا لماح‬
‫ت ر‪،‬‬
‫ا لخئأل ه زائئخا ء اعت م دللف ز ال تن ا م ته م فيه‪ ،‬ؤإ‪،‬لئ أن ث ك ون 'ك م ن ي ح ب أن ي ع م ل بقول ه‬

‫نن قؤئق أؤ بمم ع م ن مح ول ه‪ C‬ء إ دا ثزك ذاف بئة عرفن فيه‪ ،‬نإيا ك ن ح ث ا و يات ة‪ ،‬ء ا ن‬
‫م‬ ‫أؤ‬
Süfyân es-Sevrî 219

‫ث صيز‬
‫ وهوخ ا بي ع ا م قس ال ثت صزه ا ال ا ل‬، ‫ي إ ت ة أ ح ب إليه م ن ال د ه ب وا لم ص ة‬
‫ا و ج د بك ون ا و‬

‫ش ا>س أ م ي شته ي‬
‫ واع ؛ م أثق ق د ذال ي ن ال‬،‫ع م ن بغية‬-‫ ف ت ث ئ د ثئ ظف ؤا‬،‫ئ الئلت او ا ل ث نا>يزؤ‬

?‫ا و ي د أ ن ث م ث و ا ك ال أا‬
Sevrî’nin yeğeni Hafs b. Amr’ın bildiricine göre Süfyân, Abbâd b.
Abbâd’a şöyle bir mektup yazdı: “Sen, Resûlullah’ın (sallgllahü ^١^١٢^‫ ؛‬¥‫ر طاثاقث؛‬
ashâbının yetişmelerinden Alalı’a sığındığı bir zamanda yaşıyorsun. Bizde
olmayan ilim ve öncelik onlarda vardı. Biz o zamana ilim azlığı, sabır azlığı,
hayra yardım edenlerin azlığı, insanların bozulduğu ve dünyanın sıkıntılı
olduğu zamana yetiştiğimizde halimiz ne olur. Sen sahabenin gittiği yolda ol
ve ona tutun. Tanınmamaya gayret et; çünkü bu zaman tanınmama
zamanıdır.
Uzlete ve insanlarla beraberliğini azaltmaya bak. Daha önce, insanlar
karşılaştıkları zaman birbirlerinden faydalanırlardı. Şimdi o insanlar gittiler.
Gördüğümüz kadarıyla bugün kurtuluş, insanlardan uzaklaşmadadır.
İdarecilere yaldaşmaktan ve herhangi bir şeyde onlarla beraber olmaktan
sakın. Sakın, “Bu adam yardımcı oluyor, mazlumu savunuyor veya zulme
mani oluyor” desinler diye aldanma. Bu, iblis’in aldatmasıdır. Kötü Kuı-’ân
hahzları kimseyle kötü olmamak için iblis’in bu tuzağına düştüler. Şöyle
denirdi: “Cahil âbidin ve kötü âlimin fitnesinden sakının. Çünkü bunların
fitnesi, her meftunu yoldan çıkarır.”
Bir mesele ve fedayla karşılaştığın zaman onu değerlendir ve kimseyle
rekabet etme. Sakın insanların, sözleriyle amel edilmesini seven veya
sözlerinin yayılmasını ya da dinlenmesini isteyen, dinlenmediği zaman ise
bu yüzünden belli olan kimselerden olma.
Liderliği sevmekten sakın. Kişi için liderlik altın ve gümüşten daha
sevimli olur; ama liderlik kapısı kapalı kapıdır. Ancak onu âlimlerden basiret
sahibi 0 ‫ ءة س ل‬görür. Nefsini kontrol et ve niyetle amel et. Bil ki, insanlara
öyle bir şey yaklaştı ki kişi ölmeyi arzu etmeye başladı. Vesselam.”
220 Süfyân es-Sevrî

‫ ثن ا ث خ ث ذ ئ‬، ‫ تث ا ال خ س ئ م حا م‬، ‫ ا خد قا أ م بكر ا ل ي د‬٣٧٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٣١٩(


‫م‬ " : ‫ لئن ه د ي‬٧ ١ ١ ۵^ ‫ د‬، :‫ ئت‬،‫أبه‬
‫ ص ج‬، ‫ م‬: ‫ ى ن وة ئ‬،‫ص‬ ‫و‬ ‫; يذ‬
‫ أنفئ س ته‬،‫ ب يدر ي‬1‫ " ق ي ع م س ا ل ئ‬:‫ قا دت ن ا أدي ي؟ ء محا ت‬،‫أ ن ف ئ ث في ح حتل ق؟‬

" ‫ ه ارنث ك ت ه ا‬،‫عق ن دين ا نا‬

Dâvud b. Yemân, babasından bildiriyor: Süfyân es-Sevrî, halife


Mehdî’ye: “Bu haccın sırasında ne kadar harcama yaptın?” diye sorunca,
Mehdî: “Bilmiyorum” karşılığını verdi. Bunun üzerine Süfyân: “Ama Ömer
b. el-Hattâb ne kadar harcama yaptığını biliyordu. Haccı esnasında onaltı
dinar harcama yapmış ve bu meblağı da çok bulmuştu” dedi.

‫ ثن ا‬: ‫ قا ال‬، ‫ ون ق م ان بن أ ح م د‬، ‫ط م‬ ‫ ا حدثن ا أ خ ن د ئن جع فر بن‬٣٧٧/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٢ ٠(


‫ ^ ^ ^ م ك ه‬١ ‫ ئدم‬: ‫ فادت قات أبو ن م م‬،‫أ ح ن د بن علي امحمازء ثن ا ا لخشن بن ش جا ع‬
3 ‫ ؤءا‬: ‫ ق ات‬، ‫ط ء و ؤ أل ت ف ة‬ ^ ١ " ‫ م‬: ‫ ه ئ ت ي ة‬3 ‫ ق ا‬، ‫ؤ ط؛اق ال ير ي بم ة فدع ا ة‬
‫ ح ج ثأنق ئ سته ع م ر‬،‫ ^ سا؟ى عنة‬١ ‫ ب رضي‬1‫م أن ع من بن اة حعل‬ 1‫ " اش"اللة و‬: 0 ‫شئثا‬
:‫ مم ي د لت‬،‫ ح دبني أبو بنن؛ ذ ولج ثذ و أي م ن‬:،jljîl ،‫ و ح دثهب ح دي ث أي م ن‬:،3‫ دا‬،'٠ ١^^^
" ‫ي د‬.‫ذغوة ثئ ر غ ا و‬: ‫ ث ق‬: ‫ ص‬، ‫ص ئز تد و أ ي ت ن ؟‬

Ebû Nuaym der ki: Süfyân Mekke’deyken (halife) Mehdî geldi. Süfyân,
Mehdî’yi çağırdı ve peşinden gelen kâtip hakkında: “Bundan sakın” dedi.
Sonra Süfyân dedi ‫لكل‬: “Allah’tan kork! Ömer b. el-Hattâb haccetti ve on altı
dinar harcadı.” Sonra ona Eymen’den “Ebû İmrân bana bildirdi” diyerek
künyesini zikretti. Ona; “Eymen'in ismini niye vermedin?” diye sordular.
(Süfyân) “Sanırım (halife Eymen'i) çağırtır da adamın korkmasına sebep
olur” dedi.

، ‫لخد ئن خ م‬ ‫ئ الل ه ثن‬ ‫ قن ا‬، ‫ك د‬ ‫خ ه ا ئي ت ا ة ن‬ -) ٩٣٢١(


‫ث‬:‫فأ‬
‫ " د ظ ث ع ق ش ي ز إ ي‬: ‫ ؟ ^ ؛‬١١ ‫ ثققا<ة‬3 ‫ ظ‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ث ا قأم ح ل ن م حثت‬
‫ ءت‬،‫خ د ش أبى‬
" ‫ مح أنف ى سته عشن دينارا‬، ‫ائ ب‬ ‫ ما ف ذا ؟ " ح ج ع من بن ائ‬: ‫ ق ق ك‬، ‫ما ئ د هثا ة ل ل ح ج‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Mehdî’nin yanına girdim ve hac için yaptığı
hazırlığı görüp: “Bu nedir? Ömer b. el-Hattâb haccetti ve on altı dinar
harcadı” dp.dim.
Süfyân es-Sevrî 221

‫ تث اأث و‬، ‫تن أ ي غ ا م م‬° ‫ تث ا أ ث و ث م‬،‫ط تن إشت ا ى‬ ‫ ا خدتث ا أ‬٣٧٧/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٢٢(
‫ ب ل عني أن غنن س‬:‫ ق ل ث‬، ‫ ذ ح ل ث عأى ال ن ه د ي‬٠٠ : ‫ ق ا د‬، 0 ‫ عن شئث ا‬،‫ ثن ا اك ريابي‬،‫ع مثر‬
‫ زيت‬:‫ مات‬، ‫ قغض ب‬: 3 ‫ زأ ث فين ا أئ ث فيه إ ه ا‬،‫ال حط ا ب أنث ئ ى ح جته اق ئ عشن ديثاوا‬
‫ ء إ ن ل م ب ك ن في مغ ل ما أب ا فيه مح ف ي دون ما‬:‫ ه م ل ت‬: ‫ مح ا د‬،‫ م ئ د ال ذ ي أ ث فيه‬0‫م‬ ‫أن‬
‫ص‬ ‫ ظ‬: ‫ ئ ك ه‬: ‫ ةت‬، ‫ى م ح ك ظنفل بجا‬-‫ب‬
‫م‬ ‫ ي أي مه د !ش فد‬:‫ ني‬3 ‫ ق ا‬، ‫أن ث هم ه‬

Süfyân es-Sevrî der ‫نط‬: Mehdî’nin yanına girdim ve: “Hz. Ömer
haccettiği zaman ©n iki dinar harcadı. Sen ise bak ne durumdasın” dedim.
Mehdî kızarak: “Benim de senin durumunda olmamı mı istiyorsun?”
karşılığını verince, ben: “Eğer benim durumumda olmak istemiyorsan, daha
aşağı durumda ol” dedim. Mehdî: “Ey Ebû Abdillah! Mektupların bize geldi
ve onları uyguladım” deyince, ben de: “Ben sana kesinlikle bir şey
yazmadım” dedim.

‫سد ثن هم د‬ ‫ تثا عبمد اللؤ ئ‬،‫ ا خدتثا ال خضي ئ الث ر ي‬٣٧٧/٦ ‫)< ل‬٩٣٢٣(
‫ ت ب غ ت‬: ‫ يأم و ل‬،‫ ئ م ع ت أب ا هث ا م الؤثا عي‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا ا ل م ت ئ د بن م ح م د اكهق ئ‬،‫ي م‬
‫الك ر‬

" ‫ ي م ولت‬،‫ ش م ع ت ش مت ان التؤري‬:‫ م و لت‬،‫ ش م ع ت أيي‬: ‫ ي م ول‬،‫داود بن ي حيى بن ي ما ن‬


‫ محا‬: ‫ ئ ك‬:‫ قات‬، ‫ش ئ ن‬ ‫ ا م حقي خش أ سن مح ف ز س نة‬، ‫ أث ا مه د ال د‬: ، ; ‫قات ال ه‬
‫ " زالثؤ‬:‫ مح ا د نقيا ن‬، ‫ بكث ب الئثا فى حوايجلف فت م ضيه ا‬١^ ^ ‫ت‬3 ‫ ئ‬، ‫هؤالء جلن ا وك ف ال‬

‫ عأى‬،^ ^ ^ ١ ‫ " ان‬:‫ وهاد لى نقيا ن‬: ‫ ا قا د‬٣٧٨/٦[ -) ٩٣٢٤( " ‫نا ك ي غ اق ك كثاثا ق ط‬
" ‫إل ت ت م د ق هؤ الء‬ ‫ي ز ف ؤثئإ أل‬

Süfyân es-Sevrî bildiriyor: Mehdî bana: “Ey Ebû Abdillah! Benimle


beraber ol ki ben de sizi iki Ömer’in yönettiği gibi yöneteyim” deyince ben:
“Filan kişiler senin arkadaşların olduğu sürece seninle asla birlikte olmam!”
karşılığını verdim. Kendisi: “Ancak ihtiyaçlarını bize yazıyor ve biz de bu
ihtiyaçlarını karşılıyoruz” deyince, ben: “Vallahi şu ana kadar bu konuda
sana tek bir mektup dahi yazmış değilim!” karşılığını verdim.
Ravi der ki: Süfyân bana: “Eğer sen ekmeğinle ve sebzenle yetinir
(yöneticilerden bir şey istemez)sen seni kendilerine kul edemezler” dedi.
222 Süfyân es-Sevrî

‫سد ئ يوئف ث‬ ‫ه أبو مه د الثؤ‬ ،‫ ا خدتث ا أ خت ن ئ إ س ا ى‬٣٧٨/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٢٥(


،‫ أ خ ذ ت أن أ ميز ا لئ ب يتي ؛ئ ف ارون ال ؤشيد‬:‫ مات‬،‫الثن اء ثئ ا أب و ا لخض بن إئزايب الث ا ضي‬
cJU ‫ ب ل ى؛ا‬: Ou ،‫ ل ش زمح د ة ال ي ح ؤ ل ك أن ت ر ؤج عل ي‬، ، ‫ أ ر وج عث ك‬: ‫ل رتثذم‬
‫ فزيه ؛ر‬، ‫ م‬:‫ ع‬،‫ ؟‬£‫بثي<ة ا هم‬
‫ ص ومح ي م‬،‫شي ويلق تذ يغث‬: :‫جبت؛‬
^ ١ 3 ‫وهد د ا‬ ‫ال ي ح ؤ ثي أن أئزؤغ‬ ‫ |ن زبثدة أثت‬: 3 ^ ، ^ ^ ١ ‫ثق؛ ا ذ‬
‫ ق ات‬، ‫ م أ ذ ك ت‬، >‫ ؤقا ئك ح وا ت ا طا ب ل ك م ص اشث اؤ ت ش وب ال ت زنراغ؛‬: ‫نحا ر‬
: ‫ ه ا د‬، ‫ ؤ إل ن خفت م أآلب ع د ل وا ئزا ج ذ ه وأنت ال ب غ د د‬:‫م ا اليه ري د أن ق زأ‬ '٠ : ‫شتيا ن‬

٠' 1‫ثل ه‬
‫ قأبى أن بم‬، ‫بشرة آ ال ف بوه م‬
‫ميان م‬-‫لأتن لت‬

Ebu’l-Hasan b. İbrahim el-Beyâdî anlatıyor: Müminlerin emiri Hârûn


er-Reşîd, Zübeyde’ye: “ikinci bir evlilik yapacağım” deyince, Zübeyde:
“Senin ikinci bir hanımı alman helal değildir” karşılığını verdi. Hârûn:
“Evet, evlenme hakkım vardır” deyince, Zübeyde: “Aramızda dilediğini
hakem yapalım” dedi. Hârûn: “Süfyân es-Sevrî’yi kabili eder misin?”
deyince, Zübeyde: “Evet” karşılığını verdi, Süfyân es-Sevrî’ye birini
gönderip çağırdı. (Süfyân gelince, Hârûn): “Zübeyde, onun üzerine ikinci
hanımı almamın helal olmadığını söylüyor. Halbuki Allah: “Hoşunuza
giden b aşk a kadınlarla iki, ‫ ؟ن؛‬ve dörde kadar evlenebilirsiniz”*
buyuruyor” dedi ve sustu. Süfyân: “Âyeti tamamla” deyip, âyetin: “...şayet,
aralarında adaletsizlik yapm aktan korkarsanız bir tan e almalısınız
veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz”* olan kısmını da okumasını
istedi ve şöyle devam etti: “Sen ise adaleti sağlayamazsın.” Bunun üzerine
Hârûn er-Reşîd, Süfyân es-Sevrî’ye on bin dirhem verilmesini emretti, ama
Süfyân bunu kabul etmedi.

‫ ثن ا جس ز بن‬،‫ ] حدثن ا عئذ الثي شر م خ ث د بن عتت ان الواس هلي‬٣٧٨/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٢٦(


: ‫ هت‬، ‫ ى غق ائ ا ط‬،‫ئ ئ عق ه‬ ‫ثا‬
‫ ءت‬، ‫ ئ نكري ئ ت خ ى ا ث م ئ‬٠ ١ ^ ١ ‫أ خ ن ذ‬

1Nisâ Sur. 3
2 Nisa Sur. 3
Süfyân es-Sevrî 223

،‫ وعل ي‬،‫ ز م ح ا ن‬c‫ وع مر‬،‫ أبو بكر‬: ‫ ائ م ه ا ل ع د ل ح ن ت ه‬٠١ : ‫ م و لت‬، ^ ^ ١ ‫ش م ن غ ن مث ان‬


" ‫ س قا د عتز ف ذا مم د اعتدى‬، ‫و ع م بن عتد ا لخنين رضي الل ه نحا ر عنه م‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Adil imamlar beş kişidir. Bunlar; Ebû Bekr,
Ömer, Osman, Hz. Ali ve Ömer b. Abdilazîz’dir. Bundan başka bir şeyi
diyen kişi de haddini aşmıştır.”

‫ ح‬. ‫ ثن ا م ح م د بن ئ ص ر بن ح م ي د‬، ‫ ا حدثن ا ن ي ت ا ن بن أ ح م د‬٣٧٨/٦ ‫)" و‬٩٣٢٧(

‫ ق ا الت ثعا ي حيى بن أ م ت‬،‫ ثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن عثد العزيز‬،‫و حدثن ا م ح م د بن عل ي‬


‫ريي ن ك ه‬ ‫لث وري قي‬١ ‫ " رأيت نق؛ا ذ‬: ‫ يئولط‬، ‫ ش م ع ت عني بن د ا ب ت‬:3 ‫ ها‬، ^ ^ ١
‫ زان م ح ث د ئ علي ي ح د ي ث‬،‫ ح ر م ي در س ا وأرخ ذوانى‬،‫و ق يؤ ع ي‬ ‫مم مب ت‬
‫ إثئ ا "ك ا ن بمع د إلى جئ ب ا ل ح ا ظ وي ج ن غ‬،‫ ^ ^ زظ نأي ت الئؤايي في ضدي م ح ل س ق ط‬١
٠١ ‫ ا م ح^ه‬0‫ا‬
‫ين ر م‬
Muhammed b. el-Mübârek der ki: Mekke yolu üzerinde Süfyân es-
Sevrî’yi gördüm. Terlikleri dâhil üzerindeki giysilerin tümüne bir değer
biçtiğimde bir dirhem dört dânık ettiğini gördüm.”
Muhammed b. Ali, Sevrî’den bahsederken: “Süfyân es-Sevrî’nin bir
mecliste başköşede oturduğunu hiç görmedim. Bunun yerine dizlerini
birleştirir ve bir köşede, duvar dibinde otururdu” dedi.

‫ه‬ ‫ ' ش ء‬٤ ۶ ‫ ث ث ا أخ ط ئ ذ‬، ‫ ] خ ص أخ ط ت ذ خ غ م ت ي ط أ‬٣ ٧ ٩ ٨ [ ") ٩٣٢٨(


‫ من ا ئ ت ن م ا ن التؤري أ صاف ح الته ود‬: ‫ ها د‬،‫ ثن ا ض م نة‬،‫ن أيو ب ا ل ح ؤواني‬ ‫إأز؛ وه لم‬

' ‫ ي إ ل ق م م‬-‫''إ ي‬:‫ ق ا و‬،‫ز م ح ا زى‬


Damra bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Yahudi ile Hıristiyanlarla
tokalaşayım mı?” diye sorduğumda: “Ayağınla yapacaksan olur” dedi.

‫ قا‬، ‫ ثثا إبراهي م‬،‫ ئثا أ خ ن ذ تن ع ئ اال ما ز‬،‫ ا خدتنا أ خن ن تن جن م ر‬٣٧٩/٦ ‫)" ل‬٩٣٢٩(

:3 ‫ ظ‬،‫إدا ش م ع ت صو ت الن اقوس‬ ‫أقأو ل‬ ‫ أي ف ي ؤ‬:‫متان ا؟ثؤيؤ‬-‫ هنت لمن‬:‫ات‬3 ،‫صمزة‬


'٠‫أ ي فيرغ م ولت إدا ص ز ط ائ جن ا ز‬
224 Süfyân es-Sevrî

Damra şöyle der: Süfyân es-Sevrî’ye: “Çan sesini duyunca ne diyeyim?”


diye sorunca, “Merkep yellendiği zaman ne dersen onu söyle” karşılığını
verdi■

‫ ثن ا ف ازون بن‬،‫ ثن ا أ خ ئ د بن ع ل ئ ا الب او‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن ج عق ر‬٣ ٧ ٧ ٦ [ -) ٩٣٣٠(


‫إ ال‬ ‫ط ا ن‬1‫ ال ; أ م ا لث‬٠' :‫ ق ات‬،‫ ص ن محا ن ال مر ي‬،‫إل ن شب م‬ ‫ ثث ا الزيت‬، ‫ه‬

‫ غدت فين ا يأ م ر غدت‬،‫ رمحى قين ا يأمر رفيى ذ ؛؛ما جب ى‬،‫ر ج ل ع ا ل م ينا يأ مر ع ال م ينا ينهى‬
‫يفن ا ينهى‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Yöneticiye iyiliği, ancak emrettiği veya
yasakladığı şeyi iyi bilen, emrettiği şeyi başta kendisi yapan, yasakladıği
şeyden de başta kendisi uzak duran, emrettiği veya yasakladığı şeylerde
adaletli davranan bir âlim emredebilir.”

‫ ش ج ن ت ال ن ت ث ب‬:3 ‫ ه ا‬c‫ ثن ا أثو عروته‬، ‫ ا حدق ا ث خ ئ د بن إبراهي م‬٣٧٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٣١(

‫ د ه ب الثامن يا أثا‬:‫ ق م ل ل ن فا ذ التؤري‬:‫ يم ولت‬، ‫ ش م ع ت حل ف ن بن ن ي م‬:‫ ي موت‬، ‫بن واض ح‬

٠' ‫ " ظ أ خ ث ق خال ه ا ل ؤ ء ئ ئ غش ال زي ق‬: ‫ ق ات ال ب ر ي‬،‫مه د اش و م حق ا غل ى خ م ئ;ترة‬

Halef b. Temîm der ki: Süfyân es-Sevrî’ye: “Ey Ebû Abdillah! insanlar
gittiler ve biz sırtı yaralı eşeklerin üstünde kaldık” denilince: “Eğer doğru yol
üzerinde iseler o eşeklerin durumu ne güzeldir” karşılığını verdi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إئزاي إ ن م ح ئ د ب ن ا لخض‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا ا ل ما ضي أبو أ ح م د‬٣٧٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٣٢(


‫ط‬ ‫ص' ن ج و ل ه‬ " : ‫ ئت‬، ^ ^ ١ ‫ ص ئ ن\ ن‬، ‫ق‬ ‫ ئ‬0 ‫ ه ئ ن ا‬، ^ ١‫ظ م ح م ئ‬
:‫ ل ل ر ج ل‬0‫ث‬ ‫ ق ات‬،‫ وبقين ا عش ح مر ذ ئ‬، ‫ قادت تت من ا الغ امس و مصؤا أ ما من ا‬،‫م ن ا خل ل‬
‫و ي ث غ ر ئ ر ق ئق م حق أ ت ي ح اا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Akıllı olan adamlardan biri: “insanlar bizi geçip
gittiler. Bize ize sırtı yaralı eşekler kaldı” deyince, Süfyân: “Eğer doğru yolda
olsaydın senin durumun daha iyi olurdu” karşılığını verdi.

‫ ثغ ا إبراهي م بن يوشقن بن‬،‫ ا حدثن ا إ ن حا ق بن أ ح ن ذ بن عل ي‬٣٧٩/٦‫ ل‬-) ٩٣٣٣(


،‫ عن حم د الل ه بن ا ل مت ا ر ك‬،‫ ح دبت ي ث خ ئ د بن ثوبه‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن أيي أل ح واري‬،‫غ ايي‬

٠' ‫ه‬ ‫ " إذما ء ئ ئ <ئ ا أي ن‬: ‫ ئ ت‬، ‫ أ و ط م حت ين ي ث ؤ‬: ‫ ئ ك ل ن ق ا ن‬: ‫ئت‬
Süfyân es-Sevrî 225

Abdullah b. el-Miibârek der ki: Süfyân’a: “Kişi niyet ettiği şey dolayısıyla
sorumlu olur mu?” diye sorduğumda: “Ancak niyet ettiği şeyi yapmaya
kalkışırsa olur” cevabını verdi.

‫ تثا اتن أيي‬، ‫ قث ا إ را م أ ئ تو س‬،‫ ] خ دمحا إشث ا ئ تن أ م حت‬٣٧٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٣٤(


،‫ ونغل عن البن اؤ ا إل ي‬،‫ شي ن ت غ مت ا ن‬:‫ قوئ لأ‬، ‫ ب م ك ة‬، ‫ س م ع ت م ؤ ي ا‬. :‫ محات‬،‫ا ل ح واوي‬
" ‫ ق ف ي إ ي‬٠۶: ‫ " ال ثئ طزوا إ ي إل ي إنث ا‬: ‫مي نة خزد ا م حؤ ق ا د‬
Vekî der ki: Süfyân’a Kâbe’nin etrafında inşa edilen binayı sorulunca: “O
binaya bakmayın. Onu bakılsın diye yaptılar” cevabını verdi.

‫ ثن ا‬:‫ ق ا ال‬،‫ وأبو م ح م د بن حقا ن‬، ‫حدق ا ا ل ما ض ى أ و أ خ ن ذ‬ ] ٣٧٩/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٣٥(

‫ مررت ن غ‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ي ح ش بن ا ل متوك ل‬،‫ ثن ا نلفئ ا ن بن ذاوذ‬،‫ ^ بن بش ار‬١^ ‫ا لخنن بن‬
،‫يا أب ا عتد الل ه ؟‬ :‫ئ ك‬ ‫ ال‬:‫ ل ي‬،3‫ مما‬، ‫نقث ا ن بز جل تئيي بن اء قت ئ ث د ه محرؤثه‬

" ‫م ف ذا اياؤ‬ ‫ إل‬، ‫بي لز ق ؤ إ ق‬


‫ؤ تق م‬ ‫ ؤل ز ء د‬،‫ إن ئ ذ ا إ ق ;ث ا ة ل ه ي إ ي‬٠٠ : ‫قا د‬
Yahyâ b. el-Mütevekkil der ki: Süfyân’la birlikte bina inşa eden bir
adamla karşılaştık. Adam binayı çok güzel bir şekilde düzenlemişti. Süfyân
bana: “Binaya bakma!” dedi. Ona: “Neden ey Ebû Abdillah?” diye
sorduğumda şöyle karşılık verdi: “Bu adam bu binayı gelip geçenlerin
görmesi için dikti. Şayet gelip geçenler bakmayacak olsaydı bu binayı da
dikmezdi.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إبرا م ح م بن ث وئف ن‬،‫ ] حدثن ا إ ش خ ا ق بن أ خ ن ذ بن عل ي‬٣٨ ^ ٦ [ -) ٩٣٣٦(


‫ " ال ئ جيبوا‬: ‫ ثئأو ل‬،‫ س م ن ت ن م ا ن‬: ‫ يأم و ل‬، ‫ ش م ع ت وكيئ ا‬:‫ قا ت‬،‫أ خ ن ذ بن أبى ا ل ح واري‬

" ‫ م ه‬1‫ ئل وبف زث ص ل ح ظى ط ع‬0‫دع وه ! ال ذع وة م ن ي ؤ ن أ‬


Süfyân es-Sevrî der ‫نظ‬: “Yemekleriyle kalbinizin ıslah olabileceğini
düşündüğünüz kişilerin ancak yemek davetlerine icabet edin . ”

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬، ‫ ^ ن ق و نف ت‬١^ ‫ ثئ ا‬، ‫ ] حدق ا إ ش غ ا ق بن أ ح ن د‬٣٨٠/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٣٧(


، ‫لتوري‬١ ‫ ظ ؤنئ؛ ا ذ‬15" ‫م ف ت خ م ن ال ك وي؛ن "ى ن‬ ‫ت‬3 ‫ د ا‬، ‫ ظ أ ي ي م ح م د‬، ‫أيي ال ما ر ي‬
‫ ب م‬،‫ ل م عزت وولي ئ ال ن دكس ت ثت‬،‫ ولي ه الن ثم كثئ ت ثت‬، ‫ ثا ق ق خ‬٠' :‫) ل ه نئ ي ا ن‬3‫مما‬

‫ يدعىب ا ال ول في ن أأل ويدعى‬، ‫نؤأئ لم خ ا ال‬،‫ وأنث يؤم ا ل مث ا ن ة أ‬،‫ وولي ئ الن هكثئ ت لت‬،‫عزل‬
226 Süfyân es-Sevrî

،‫ ف س ألت مع ه غئ ا جرى عل ى يد ك لة؛> م أ ي ذ ه ب زوئقفن أ ث ح و يد ع ى با ال ح ر‬،‫يلف‬

،‫ ثإل ي ذ ه ب و وهفن أن ث ح ز يدعى ي ا ال*حر‬،‫ جزى عأى يدف ثق‬1‫ب أ د أ ث ع م‬


‫م‬ 3‫يف ن أ‬
‫ ه كئ ن أص نع يا أبا عتد الثؤ‬:‫ قادت ق ات ال س ح‬، ٠' ‫فأن ت يؤم القيام ة أش و أه م خ ا ال‬
‫ الذا أطا غ الثة‬، ‫ " إذا م ح ى ال ق نزق عتال ه‬.■‫ ا ئ ن غ وا ف ذا مولت‬:‫ ن مثان‬3 ‫ مما‬،‫بعثال ي؟‬
‫ ن عذر م ن‬١٤" ‫ ئ ظ‬، 3 ‫حب عثا‬-‫ ال متدو! ب صا‬٠٠ :‫ نئثان‬3 ‫ بم ظ‬:3 ‫ ظ‬، ٠٠ ‫ضيع عظل ه‬
"‫م‬ 3 ‫ إ ال أ ن ظ‬، ‫ن ي ث‬
Süfyân es-Sevrî’ye kâtiplikte yapan Küfeli bir âlim, Süfyân’a uğrayınca,
Süfyân ona dedi ki: “Ey ‫ف‬1‫ ء أ ص ل‬alana vali olunca, ona fetva verdin. Sonra o
azledildi ve falan kişi vali oldu. Sen ona da fetva verdin, o da azledildi ve
falan kişi vali oldu ve sen ona da fetva verdin. Kıyamet günü senin halin
onlardan çok daha kötü olacak. Birincisi çağrılıp hesap sorulacak. Sonra sen
çağrılacaksın ve senin fedanla yaptıklarının hesabı sana sorulacak, o gidecek
ve sen durdurulacaksın. Sonra başkası çağrılacak ve ona da sorulacak. Sen de
bu kişinin senin fedanla yaptıklarının hesabını vereceksin, o gidecek ve sen
yine durdurulacaksın. Bu durum hepsi çağrılana kadar devam edecek ve
senin durumun kıyamet günü bunların hepsinden daha kötü olacaktır.”
^tiyar: “Çocuklarıma nasıl bakayım, ey Ebû Abdillah?” diye sorunca,
Süfyân: “Şunu dinleyin ne diyor! Allah’a isyan ettiği zaman çocuklarının
rızıklandığını, Allah’a itaat ettiği zaman ise mahrum olduklarını söylüyor!
Çocukları olan kişilere uymayın. Bu durumdaki kişi eleştirilince, muhakkak:
«Çocuklarım» der.”

‫ ثئ ا أ خ ن د ثن أيي‬،‫؛^ بن يونف ث‬£١^ ‫حدبت ا إ ئ خ ا ق بن‬ ] ٣٨ ٠ ٨ ‫ )“ ل‬٩٣٣٨(


‫ وي حيى بن‬،‫ ا جت م ع ت أثا زنئي ا ن‬: ‫ ق ا د‬،‫ ش م ع ت ببي ن بن أيي ا لث ر ي‬: ‫ ه ا د‬،‫ال ح واري‬
،‫ عن ابن ا ك ك ز ي يزوبه‬،‫ نصا ن‬،‫ في الح ف نح د ت ث ح ثى‬3 ‫ أو ظ‬،‫شلت مء في ا ل ح ج ر‬
‫ ؛ال أق‬،‫^ غ ي‬ ١‫ض خ ظ‬ m ‫ قذ أ د ى ؛ ر ض‬، ۶ ^ ١ ‫ظ ء ؤ يزم‬ ‫ " زئؤ أ ة‬:3 ‫ظ‬
‫ أ ال ! ن فذ؛ ئ إن بن‬٤^ ^ ١ ‫ت اديا ق ا د ي به ظى رءوس أ ه د‬
‫ ^ لة م؛‬١‫م ح ب أادق ا إ ال أنز‬
” ‫ه ه ؤ‬1‫ئ الد> ق د أ ح ب ظ أبغقس اا‬
Süfyân es-Sevrî 227

Süfyân’m bildirdiğine göre İbnu’l-Münkedir şöyle dedi: Kıyamet günü


kul, Allah’a karşı bütün görevlerini yerine getirmiş olarak gelse, ancak
dünyayı seven biriyse, Allah bir münadiye, bütün insanların karşısında:
“Bilin ki falan oğlu falan, Allah’ın sevmediği şeyi sevdi” denilir.

‫ ثن ا ا نمتث ب سر‬،‫ ثن ا أبو ع روته‬،‫ م ه ا خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن عل ي‬/ ‫ال‬ - ) ٩٣٣٩(

‫ إن ع ا م ه م ن نا خ ل‬٠* :‫ ثق وب‬،‫ ش م ع ت 'نقي ا ن ال تروي‬: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا ي وئ ف ن بن أتتا ط‬، ‫ؤاحي ح‬

'٠ ‫ و ك ا ن ت ل ه ب صاعة ن غ بع ض إخؤايه‬،‫ األ صا ل وا ل ح ا ج ة‬،‫ إثن ا دمح تهب إ ر ذ ل لث‬،‫هؤ الء‬

‫ " نا ' كا ن ت ا ل ع دة أي انئأا ل النفث في زمان أ صل ح منه ا‬:‫وكان يأمول‬ -) ٩٣٤•(


" ‫في ف ذ ا ال زما ن‬

Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Süfyân es-Sevrî: “İnsanların çoğunu idarecilerin


yanında çalışmaya iten şey, bakmakla yükümlü olduğu çocuklar ve
ihtiyaçtır” dedi. Süfyân’m, kardeşlerinden birinde malı vardı ve bu konuda
şöyle derdi: “Eskiden mallar bugünkünden çok daha temiz ve daha çok işe
yarardı.”

،‫ ثن ا أثو بم ش م ح ئ د بن تع ي د ا ل مائ ي‬،‫ ] حدثن ا م خ ق د ثن غل ي‬y'm /'i [ -) ٩٣٤١(


" :‫ ق ات لي‬،‫ ل م ث قان ا ه م ئ‬:‫ ق ات‬،‫ ص م حض تن ثوض‬، ‫ثث ا ش ثم ت ئءن ئ ا ل ن ئ‬
‫ بل ثت ي‬،‫ ثا أث ا عئد اللمؤ‬:‫ م م ك ل ه‬،" ‫ال ب غمب صا ح ب مث ا ال مم إ ض ا ج ي عي ا ل إ ال خ ظ‬
،‫ ب م مح د ئ ت ءأية‬، ‫ ه ا د ن م ي ت إ ز ال م‬، ‫ ويع ن د ثلث فيه ا‬،‫أن للف ب صاعه ما ت ي دين ار‬
‫تن ^ ه ط س‬:‫ارةلت ا‬5‫ اادت آل‬،" ‫ةث‬-‫ظتثت‬ ‫ " أث وت أة قو غي‬:‫قات‬
İsa b. Yûnus bildiriyor: Bir defasında Süfyân es-Sevrî ile karşılaştığımda
bana: “Ailesi olan kişi tarafından aldanmamaya bak! Zira aile sahibi
olanların geneli iyiliğin yanında kötülük de yapar” dedi. Ben de ona: “Ey
Ebû Abdillah! öğrendiğime göre ikiyüz dinarlık malın varmış ve öyle birisi
bu malım işletiyormuş” karşılığını verdim. Daha sonra savaşa katıldım.
Savaş dönüşü Süfyân’a geldiğimde bana: “Gözümün nurunun vefat ettiğini,
ama rahatladığımı biliyor musun?” diye sordu. Süfyân’ın Saîd adında bir
oğlu vardı ve vefat etmişti.
‫‪228‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ “) ٩٣٤٢‬ل ‪ ٣٨١/٦‬ا خ ا؛ثغ ا م ح م د ين حملجي ‪ ،‬ثن ا حا مد بن شع ي ب‪ ،‬وعبد الثؤ بن‬


‫تج ئ ئ ق ا ‪0‬‬ ‫ء ئ غ م اق ؤاري ر ي‪ ،‬ى ر ق ر ه ئ ت ‪:‬‬ ‫ث خ م م ح وي‪ ^ ،‬ال ‪ :‬تحا مه د‬
‫‪ ، ^ ^ ١‬مولت‪ " :‬ال متأن لأيي العثال_‪ ،‬ز ال ثغترن به‪'٠‬‬

‫”‪Süfyân es-Sevrî: “Çocukları olan babayı ölçü alma ve ona aldanma‬‬


‫‪demiştir.‬‬

‫‪ .‬ح‬ ‫(‪ - ) ٩٣٤٣‬ل ‪ ٣٨١/٦‬ا خ د ك ا لما ضي أ ب و أ خ ئ ذ ‪ ،‬قثا أ خت ن ئ ت غ م ئن ال خ ش ن‬

‫ؤ حدثغ ا م ح م د بن ^‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬ثن ا عتذ ا ل ر ح م ن بن م ح م د ا لخن م ال ئ ‪ :'Vu ،‬ظ ع د الل ه بن‬


‫توص تذ مد اوخنن اق ال‪ ،‬قات‪ :‬قات خد مة ئ قاذة شبمي غ ‪ :‬قات لى‬ ‫محا‬ ‫م حي‪،‬‬
‫ئمحآن القؤ_ريت " لأن أ ظ ن عشزه آ ال ف دره م كت مي غثه ا ‪ ،‬أ ح ب |لي ص أن أ‪-‬حتا غ‬

‫إ ر ا م‪'٠‬‬
‫‪Huzeyfe b. Katâde el-Mar’aşî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Arkamda‬‬
‫‪kıyamet günü hesabım vereceğim on bin dirhem bırakmam, benim için‬‬
‫‪insanlara muhtaç olmamdan daha sevimlidir” dedi.‬‬

‫^‪ ، ^ ١‬ثن ا م ح م د س حا ل د بن يريد‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪ -) ٩٣٤٤‬ل ‪ ] ٣٨١/٦‬حدتما م ح م د بن‬


‫^‬ ‫ت غ ث ذ ئ خل ف‪ ،‬كا زؤاذ ئ ا ي و ح ‪ ،‬قات‪ :‬ت م ئ ث ن ي ا ن ا ل ب ي ؛ء ‪:‬ق و ل‪ " :‬ء ن ‪١‬‬

‫في ما مص ى يكره‪ ،‬هاما ائؤم مه هو ئرمت ا ل م و ثن‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “önceden mal kerih görülen şeylerden biriydi.‬‬
‫”‪Oysa şimdi müminin kalkanı gibidir.‬‬

‫‪ ، ^ ١‬ثن ا عتذ ال ؤ ح م ن بن أبي ؤن?ت ا ئة‪ ،‬ثن ا‬


‫^‬ ‫( ‪ “) ٩٣٤٥‬ل ‪ ٣٨١/٦‬ا حدثن ا ئ ح ئ د بن‬

‫ص ز ي د ل ال ق ن ي ‪ ،‬ق ات‪ :‬ثم‬ ‫ط اش ئ ث خ م ا س ه ‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫مه ذ الثؤ ت ذ م حق‪ ،‬مما‬

‫ض ئز ال فذو‪ ^ ^ ١‬ف ذ ل ‪ ٩‬ئؤ الء‬ ‫أظ محي ش ت ي أل ئذو ا لأئ م ح؟ء ق ات "‬
‫ق يده ش هده قئ^‬ ‫اننلوف " (‪ ]٣٨١٨[ -) ٩٣٤٦‬قات‪ :‬وقات شان‪ ٠٠ :‬م ذ‬
‫بت ض ء غ ء أل أؤت ظ ت د ل بثت "‬
‫ه م‬ ‫م ح مب ة‪،‬‬

‫‪Abdullah b. Muhammed el-Bâhilî der ki: Adamın biri Sevrî’ye gelip: “Ey‬‬
‫!‪Ebû Abdillah! Şu dinarlara el mi sürüyorsun?” diye sorunca, Süfyân: “Sus‬‬
‫”‪Şayet bu dinarlar olmasaydı sultanlar bizleri mendil niyetine kullanırlardı‬‬
‫‪karşılığını verdi.‬‬
Süfyân es-Sevri 229

Süfyân yine şöyle demiştir: “Kimin elinde para varsa onu zayi etmesin ve
yerinde kullansrn. Zira kişi, muhtaç duruma düştüğü zaman harcayacağı ilk
şey dini olur.”

: ‫ قا د‬،‫ إ ي زي د ا لخغ‬،‫ت يا أث ا عبد الثؤ‬3 ‫ ه ما‬،3‫ و ج اءه ر ج‬:‫ ] قات‬r ^ h [ ") ٩٣٤٧(
‫ م ص ل عثلف ا ش ذللث‬0‫ وإ‬،‫ ؤن ش اويته في ال ثثقؤ أح ن ؤبل ق‬،‫" الئ ص ح ب م ن يكرم علتلف‬

Süfyân es-Sevrî’nin yanına bir adam gelip: Ey Ebû Abdillah! Haccetmek


istiyorum” deyince, Süfyân ona: “Maddi durumu senden daha iyi olan ve
sana ikramlarda bulunacak kişiyle birlikte gitme. Maddi durumunuz eşit
olursa sana zararı dokunur. Maddi durumu senden daha iyi olduğu zaman
da seni küçük görür” dedi.

‫ تحا‬،‫ ثن ا م ح م د بن ا ل ح ت ئ ن ا الثن اط ي‬، ‫ ] حدت ا ن ق ن ا ن بن أ ح م د‬٣٨١/٦ ‫ )” ل‬٩٣٤٨(

:‫ قات لي سمحا ن ا وري‬: ‫ ه ا د‬، ‫ بثا أثو ا ال حوص ت ال م بن ن ي م‬،‫ي حيى بن يوش م ن الرم ي‬
" ‫ئ ا خل ال ل ؤا إل ق ا ة غش ا خل ا ل‬ ‫ ا م ح ث‬،‫ئ طا ل‬
‫عيلث ب ن م ا لأ‬

Ebu’l-Ahvas bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Yiğitlerin yaptığı gibi


yapmaya çalış! Helâl yoldan para kazan ve kazandığını ailene harca” dedi,

‫بي‬
‫ " م‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬،‫\ أ م حت تجئ الئب ل‬l\ U j$ \ ‫ت وك ا ن ئ أ ؛ ا ة‬3 ‫ ق ا‬، ‫ ا‬٣٨١/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٤٩(

" ‫ال ق ش إن ن ي ل‬
Süfyân es-Sevrî, birinin alışverişini beğenince: “Alışverişte pratik olanlar
ne güzeldir” derdi.

‫ ثن ا أ ح م د بن‬، ‫ ثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن م ص م أ ه‬، ‫ ا حدثت ا ائث ا ن ي ي‬٣ ٨ ٢/٦ ‫ ل‬- ) ٩٣٥٠(

‫ ال ممر‬٠٠ : ‫ مولت‬، ‫ ش م ع ت ش م ا ن‬: ‫ ه ا د‬،‫ ظ أثو أ ح م د الزبتري‬،‫م ح م د بن ي حش بن سع يد‬

" ‫بن ن لت محات‬


Süfyân es-Sevrî: “Çoluk çocuğu olanlar seni aldatmasın” demiştir.

‫ ثت ا ن خ ث د بن عبد الل ه بن رزين‬، ‫ ] حدت ا ن لبما ن بن أ خ ئ ذ‬٣٨٢/٦ ‫ )" ل‬٩٣٥١(


: ‫ ثئ و د‬، ‫س م ا ل ظ ا ئ‬ ‫ظ اغ ئ‬ ‫ضغ ق‬ :‫ قات‬، ‫خ م ا س م ه‬ ‫ تث ا م ح ذ ئ‬، ‫ا خل ل إ‬
‫ ء إ ذا فتت ا ن‬،‫ ق ج ل ن ت إ ر ي ونف ن بن عبيد‬،‫' قد م ت اث صزه‬٠ : ‫ م ولت‬،‫ص ي غ ت ش م ا ن الثوري‬
Süfyân es-Sevrî bildiriyor: Basra’ya geldiğimde Yûnus b. ubeyd’in
yanında oturdum. Ancak orada sanki başlarına kuş konmuş da uçmasın diye
hareket etmeyen, miskince oturan gençler gördüm. Bunun üzerine kalkıp
şöyle dedim: “Ey Kur’ân hafızları topluluğu! Başlarınızı kaldırıp harekete
geçin! Çalışmanın yolları çok açık bir şekilde gösterilmiştir! insanların
sırtında bir yük olmaktan vazgeçin ve çalışın!” Yûnus da başını onlara doğru
çevirip dedi ki: “Kalkın ve her biriniz kendi geçimini kendi eliyle
kazanmadan sakın gelip de yanımda bir daha oturmayın!” Bunun üzerine
gençler kalkıp dağıldılar. Vallahi bir daha onları onun yanında otururken
hiç görmedim.

‫ ثن ا أبو ح سا ن‬،‫ ثن ا ا لخشن بن خا ش‬،‫ ] حدبغا أث و بكر القئ ل ح ى‬٣ ٨ ٧ ٦ [ -) ٩٣٥٢(


،‫مح س م غ ت غ م ا ن‬:‫ ظت‬، ‫ ثعا مم حم د محيعنى ابن عبيد ال قاف س ئ‬،‫أ خ ن ذ بن ح ل ل ألواس ه ئ‬
‫ ق د‬، ‫ ال ويدوا ا ق غ ق خ غ ز ظ في القن ب‬، ‫ ارقثوا رءوذك م‬،^ ،^ ١‫ يا ذ ق ن‬٠٠ :‫ثق ون‬
'٠‫ ز ال ثق ون وا عي ا ال عل ى ا نمن ل م ي ن‬،‫وض ح الهريئ ق ا م وا الثة زأيبلوا في ال طل ب‬

Süfyân es-Sevrî der İri: “Ey Kur’ân hafızları! Başınızı dik tutun. Kalpteki
huşuyu aşmayınız. Artık yol aydınlandı. Allah'tan korkun ve bir şeyi isterken
güzel bir şekilde isteyin. Müslümanlara da yük olmayın.”

‫ ثن ا ع من بن‬، ^ ^ ١^ ‫ ثن ا حبي ب بن‬،‫ ] حدثن ا أ ب و ب ك رال ت يئر‬٣٨٢/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٥٣(


‫ ثأال لي‬:‫ قات‬،‫ غذ لهيب ق < ب‬،‫ قثا ع د الث ال م ئ غ م ال م ا م ح ئ‬، ‫ئ د ا لخه م‬
‫ ؤإ(ا ا حث ج ت‬،‫ إن ا ح ت ي ت إ ل شبعف ال فن ا لأ‬:‫ ا حه ظ عني ث الثا‬،‫ اا يا يا م ا ل ح‬.*‫الثوري‬
‫حثج ت ؛ر ظء‬
-‫ و|ن ا‬،‫^^ ت أ هبمتح عجن‬١‫أن اش؛ز‬ ‫م‬ ‫ ؤ‬،‫تثآد‬ ‫ال‬-‫\ل ماحق‬
٠‫ إلثت ي جري م ج ر ى؛ إلالؤ ؛‬، ‫ ت ث ن ب ئ كئ ال‬،
Şuayb b. Harb bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Şu üç öğüdü salan
aklından çıkarma! Bir ayakkabı bağına bile ihtiyacın olsa sakın İrimseden
isteme. Tuza ihtiyacın olsa, sakın kimselerden isteme ve bil ki yediğin
ekmeğin içinde tuz ile hamur vardır. Su içmek istediğin zaman ise
kimselerden kap isteme. Avucunu kullan kabın yerini tutar” dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ثنا أ خ ن د ين م ح م د بن ا لخشن‬، ‫ ] حدق ا ا لما ض ي أبو أ ح م د‬٣٨٢/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٥٤(

‫ " اخل ال ل ال‬: ‫ ق و د‬، ‫ كا ذ ا ش ي‬: ‫ ئ ت‬،‫ه ئ ي د و خ ض‬ ‫ط‬ ‫ مما‬، ‫م ئ ي ق‬ ‫ط‬

٦٠ ‫مب ث ي د ا ل ق ز د‬
Süfyân es-Sevrî şöyle derdi: “Helal ‫ ه‬1‫س‬ şeyler, israf ‫ ه‬1‫س‬ bir şeye
müsamaha göstermezler.”

‫ قث ا أبو ت ج د‬،‫ قا ا خل ص ين عث ا ش‬، ‫ ص ] خد شا أبو بكر ال ق ح ئ‬/ ‫ ل م‬-) ٩٣٥٥(


‫ هثم ي ث يزيد بن‬،‫ ن ا؟ئؤري‬1‫ن ق‬ ‫ثعم^ة ج ئ‬
‫ " "مح ت بال‬: 3 ‫ ئ‬،‫ت ا م ه‬،‫ ظ أبو أ‬، ‫؛ ال ك غ‬

‫ق ات ؟ي•' مح د ؛ي قي ت م ي؛ نا ث‬ ‫فف ا م حا ذ‬
‫إئرمح م صبي حة قيه ا و ما ت ي‬
، ١^ ١ ‫ فت‬: 3 ‫ءئئ؛ا ن ا همي؛م قا‬ ‫ام‬1‫ ئئئ ق ل دي يأمول في الن‬: ^ ^ ١‫أبين‬
'٠ ‫ ^ ^ ز إل م من م‬١ ‫ ت‬1‫ فن م‬0 ‫ ئك ا‬: 3 ‫قا‬

Ebû Usâme der ‫كل‬: .Süfyân es-Sevrî vefat ettiği zaman Basra’daydım
Süfyân’ın vefat ettiği gecenin sabahında Yezîd b. Îbrâhîm’le karşılaştığımda
.dedi ki: “Bana bu gece rüyamda: «Müminlerin emiti vefat etti» denildi
Bana rüyamda böyle diyene: «Bu gece Süfyân es-Sevrî vefat etti mi?» diye
,sorunca: «Bu gece mi vefat etti?» cevabını verdi. Süfyân o gece vefat etmiş
haberimiz olmamıştı.”

‫ ثعا م ح ئ د بن ن ح م د نير ف ورك‬، ‫حدت ا أثو بك ر القئن ح ئ‬ ‫ م ه ء‬/ ‫ ال م‬- ) ٩٣٥٦(

‫ أ ش‬:‫ ق وت‬،‫ ش م غ ت ع ئ بن بئ ر‬:3 ^ ،‫ ^؛ بن وئزك‬١ ‫ حمدتى غ ش م حن‬٤^ ^ ٠*^

" :‫ ق ات‬، ‫ض‬ ‫ص‬ ‫® بما‬ ‫ ه ف ا ي‬:‫ ق ات‬، ‫ذ ص ت ى اوايذ" ا م حب ا ئ‬ ‫إ صئ‬


" ‫عو م حإب ج ا ث ع ضت ئ‬
Ali b. Bişr bildiriyor: Rüyamda bana Isbehânlı zahid bir kul olan İbrahim
b. İsa geldi ve: “Süfyân’m Câmi adlı eserine sahip çıkın!” dedi,

‫ نحا أيو ال درداؤ‬،‫ت ا ش‬


‫ محا ا لختن بن ح‬،‫حدثن ا أبو بكر ا ل ع ل ل ح ي‬- ] fA r/n [ “) ٩٣٠٧(

‫ رمح ت‬:‫ قات‬، ‫ مما ثنيت بن ش ح ك م‬،‫ ما أ خن ن بن سع يد‬، ^ ^ ١ ‫عبد أتزين بن م ح ب‬


232 Süfyân es~Sevrî

‫ال‬ ‫ مهي‬1‫ت‬
<‫ ظ(؛ ه شئةا‬،‫ زيو بذ أيق‬،‫لم‬، 3‫ ة نئ و‬:‫ ق ك‬،‫ ي شم‬٠ ‫ئ‬ ‫؛ق‬
‫ إ؟ة خ د ه ظ ق محف أ ب ث‬:‫ ق ك لث‬،" ‫ ش يي‬: ‫ه " محت ال‬ ‫ ال ى‬3 ‫ ق ا‬،‫;أش يب‬
٠' ‫ ص د ى‬٠' :3 ‫ مما‬،‫ ج ئ أش ري يلف‬،‫يونقث النبي ■عقه الث الم في ال ث ن اؤ‬

Yezîd b. Ebî Hakim bildiriyor: Rüyamda Peygamberimizi (sallallahu aleyhi

vesBİlem) gördüm. Ona: “Ey Allah’ın Resûlü! ümmetinden Süfyân es-Sevrî


adında bir adam var. Kötü biri değildir değil mi?” diye sorduğumda: “Evet!
Kötü biri değildir!” buyurdu. Ona: “Ama o bize, isrâ (Mirâc) gecesinde
semada senin Hz. Yûsufu gördüğünü bize bildirdi” dediğimde ise: “Doğru
söylemiş!” buyurdu.

‫ ئ ف ش ق ذ بن م ح م د‬،‫حدبن ا ث خ ث د بن إبراهي م بن عل ي‬ ‫ ا‬٣٨٣/٦ ‫ ل‬-) ٩٣٥٨(

،‫ك ا م‬ ‫ في‬. ‫ نأي ت ؛ ي‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا يزيد بن أيي خ ي م‬،‫ ثغ ا تحن س ئ ذ ال ح مار‬،‫ا ل ج ند ي‬
‫م ال‬ " : ‫ قأت‬،‫ مث ات ه ئأ ؛ا ن ا هم ؤ ال ; ش به؟‬، ‫ش ز ي د ش أ ي ق‬ ‫ ي ن ن ول‬: ‫ق ك‬
‫ " ص ذ ق‬:‫ مما ل‬،‫ عن أيي ت ع ي د ح دي ت ا ل بئ زا ج‬،‫ حدتما عن أيي ف ارون‬: ‫ ئ ك‬،" ‫بأسى بؤ‬
‫ وص د ق أب و ه ارون وص د ق أب و تع ي د‬،‫الم زري‬

Yezîd b. Ebî Hakim der ki: Resulullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem) rüyamda
gördüm ve: “Ey Allah'ın Resûlü! ümmetinden Süfyân es-Sevrî iyi biri
midir?” dedim. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vasellem): “Evet iyi biridir”
buyurunca: “Süfyân bize Ebû Hârun kanalıyla Ebû Saîd’den Miraç hadisini
nakletti” dedim. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): “Sevrî de, Ebû Hârun da, Ebû
Saîd de doğru söylemiştir” buyurdu.

‫ ثن ا‬، ‫ ا حدثن ا أبو م ح م د ن حيا ن; ثن ا مه د الؤ ح ئ ن ن أ ي حات م‬٣٨٣/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٥٩(

: ‫ بمولط‬، ‫ ش م ع ت الول ي د بن تشب م‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا م ح م د بن م ه ران‬، ‫أ ح م د بن ع م تر ال خ ز ي‬

‫ ب م ن‬،‫ يا رن وت الل ه‬: ‫ م م ك‬،‫ "كرهه‬4‫رأيت النبي ف في ا ل مثاب ق ر ض ت عليه الثامن ئكال‬
" ‫ ؟ ^ ؛‬١١ ‫ " ه ث ء ط تي ن‬: ‫ ظت‬، ‫ثأ م‬

Velîd b. Müslim bildiriyor: Rüyamda Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi vesellem)

gördüm. Uymam için kendisine insanları teker teker saydım, ama sanki
onları beğenmedi. Ona: “Ey Allah’ın Resûlü! Kime tâbi olmamı
emredersin?” diye sorduğumda: “Süfyân es-Sevrî’ye tâbi ol” buyurdu.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪233‬‬

‫‪ ]٣٨٣٨[ -)٩٣٦٠‬خدتثا تخئن ئ غئ‪ ،‬قثا أ م يمر ا لأزال ئ‪ ،‬تثا اتذ ال ئ ز ئ‪،‬‬
‫?«‬ ‫‪Ü‬‬ ‫مر؟‬ ‫‪,‬؟‪.‬م‪,‬‬ ‫‪ , °‬م ‪<,‬هء ه‬ ‫‪.‬‬ ‫‪٠‬‬ ‫‪ ٠‬م ؛ ‪ .‬م •م‬ ‫ء‪.‬‬ ‫‪. ٠ .‬م‬ ‫•‬ ‫‪-‬‬
‫ه ا ‪ :3‬ت م ن ت ن مث‪1‬ن بن م حثة‪ ،‬م ولث‪ :‬رأيت نعظن ‪ ^ ^ ١‬في ‪ ،£ ^ ١‬ئئ ك‪ :‬أؤصغي‪،‬‬
‫ق ات‪ " :‬أقيد شت رق الق\س أ ؤ ئ‪ ،‬ت "‬
‫‪Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi gördüm. Ona:‬‬
‫‪“Bana nasihatte bulun!” dediğimde: “Az insan tanımaya çalış!” dedi.‬‬

‫س د بن إ و مه ز‪ ،‬ك ا مه د اش بن ا ل م زج ال د ض إ ‪ ،‬ق ا‬ ‫(‪ -) ٩٣٦١‬ل ‪ ] ٣٨٣/٦‬خدتنا‬


‫‪.‬م‬ ‫ء‬ ‫ء‬ ‫‪٠‬‬ ‫‪A‬‬ ‫ء‬ ‫ء‬ ‫؛‪٠١‬‬ ‫‪٠‬‬ ‫م‬
‫اأقأس ز ئ ئ ت ا<ق ال ي ز ئ ‪ ،‬ة و م حب ئ ‪ 5‬و ت‪ ،‬الو ; ‪ 3‬ا د ئئ؛ ا ذ ئ م ح ق‪ :‬نأ‪ :‬ث ا مه ي‬
‫ت ؤد‬ ‫‪٠٠‬‬ ‫مم ك ‪ :‬أؤصغي‪ ،‬ئ ت‪ " :‬أمح ئ م ن م‪-‬ءحا ئ ة اقا‪،‬ي ‪ ، ٠٠‬ق ك ‪ :‬زدني‪ ،‬ظ ‪3‬ء‪:‬‬ ‫في‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi gördüm ve: “Bana‬‬
‫‪tavsiyede bulun” dedim. Bana: “İnsanların arasına fazla karışma” karşılığını‬‬
‫‪verince: “Daha çok tavsiyede bulun” dedim. Süfyân: “Buraya gelecek‬‬
‫‪(ölecek) ve göreceksin” dedi.‬‬

‫وخدتثا‬ ‫خاش ‪ .‬ح‬ ‫ئذ‬ ‫بكر ال قح إ ‪ ،‬قثا المحس‬ ‫أبو‬ ‫خدتثا‬ ‫‪] ٣٨٣/٦‬‬ ‫(‪ -)٩٣٦٢‬ل‬
‫سد‬ ‫ز ه إثزا م ز تن م د ال م ‪ ،‬مما‬ ‫ن لبما ذ ئ أ م حت‪ ،‬ئث ا اق ا ب ز ئ زكريا ا ك و ث‪ .‬ح‬
‫بما ئ الق واخ ‪ ،‬قالوا‪ :‬ءتث ا أبو س د ا ل آق غ‪ ،‬مما إ و م ح إ ئ أ خ ن ا نم ئ ‪ ،‬ق ا د ‪" :‬‬ ‫ئ‬
‫رأيت ئ مثا ن التؤري ق ا خلا م ولحسه ح مزاء صف راء‪ ،‬م م ك‪ :‬ن ا صغع ث محديتلف؟‪ ،‬قات‪٠' :‬‬
‫أثا ئغ ال ث م ؛ "‪ ،‬ئ ك ‪ :‬وما ال ثثزة؟ قا ‪ " : 3‬ال كرام ائتزرة "‬
‫‪ibrâhim b. A’yen el-Becelî bildiriyor: Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi‬‬
‫‪gördüm. Sakalları kırmızı sarı karışımı bir renkteydi. Ona: “Sana feda‬‬
‫‪olayım! Ne haldesin?” diye sorduğumda: “Sefere’ler ile beraberim” dedi.‬‬
‫‪“Sefere’ler de kim?” diye sorduğumda da: “Saygın ve iyi kimseler” karşılığını‬‬
‫‪verdi.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٨ ٧ ٦ ! ")٩٣٦٣‬ح دق ا أبو بكر الق لل ح ي‪ ،‬ثن ا ا ل ح س بن خا م ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن‬


‫في‬ ‫تأ‪:‬ث‬ ‫ي ث ن امح ئتاوك؛م ى ظ ش ئ غ و‪ ،‬ءى رامم‪ 3‬تن أي ا ي د‪ ،‬ص‬
‫»‬ ‫‪-‬‬ ‫‪,‬‬ ‫•‬ ‫م‬ ‫م‪.‬‬ ‫م‪. ٠ ،‬‬ ‫‪٠‬‬
‫ب ده إ ز *ك م ه‪،‬‬
‫^‪ ١‬وبل ق‪ ،‬ه ات‪ :‬و وث غ عأي‪ ،‬و ج ع د ثويي ج‬ ‫ائنثا م‪ ،‬قل غ لث‪ :‬ما ئ ع د‬
‫وغ وث‪ " :‬أن خ لي ق ه ‪ U‬ن ث مت دم ي غ ز | ال ئ ذ و‪ ، ^ ١‬وإ‪ 0‬ظ ;قا " م ث و ئ ض "‬
Zâide Ebu’r-Rikâd bildiriyor: Rüyamda Süfyân es-Sevri’yi gördüm. Ona:
“Rabbin sana neler yaptı?” diye sorduğumda: “Beni Cennetine soktu ve
bolca ihsanlarda bulundu” dedi. Sonra da eliyle giysisinin kolunu göstererek
şöyle devam etti: “Dünyada iken bu hırkadan başkasını elde etmiş değilim.
Bunu da giderken dünya ahalisine bırakıyoruz.”

‫ ثثا أ خت ن ثن إثزايب‬، ‫ي م‬ ‫ تثا ا خل س ئ‬،‫ ا كا أث و بكر‬٣٨٤/٦ [ -) ٩٣٦٤(


: ‫ ق ن ق‬،‫م‬،‫ رأيت >ئئي ا ذ اش_ي غي ا ك‬: ‫ قا د‬،‫ عن بذيل‬،‫ ثن ا رباح بن ا ل جراح‬،‫الدؤرقي‬
‫م ت غ ث ذ ئ أخند ئن‬ ،" ‫ "عفا ع ر خ ر ش ث ا لخديث‬:‫ قات‬،‫ظصقعيلق خلق‬
‫ ذ ش غ ئ ئ‬، ‫ ثث ا زثا خ ئ ا ي و ح‬، ‫ص‬ ‫سد ئن‬ ‫ ه ئ‬1‫ط‬ ‫ ثث ا‬،‫ خ د ش أبي‬،‫أثا ن‬

‫ ^ ^ فذ و متثه‬١‫)ت رأيت‬3‫ محا‬،‫بدند‬


Budeyl der ki: Süfyân es-Sevrîyi rüyamda görünce: “Rabbin sana ne
”yaptı?” diye sordum. Süfyân: “Beni affetti, hatta konuşmak istedim
karşılığını verdi,

‫ ك ا‬،‫ ثث ا أ خت ن ثن ت خ م ئن ا لخشن‬،‫حوتث ا ا ل ماضي أيو أ م حت‬ ] rA i/n [ -) ٩٣٦٥(

،£‫ ^ ^ في ا ل مثا‬١ ‫ نأي ت ءث مي ا ن‬:‫ت‬، ،‫ ثت ا م ؤم ل بن إشن ا م ح ل‬،‫^؛ ال دؤر ئ‬£١^ ‫أخ م د بن‬
^ ١ ‫ ي أي عتد‬:‫ محم ئ ت‬،" ‫ عفن ق‬٠' : 3 ‫ ظ‬،‫ ظ ص ن ع بنف ريث؟‬٤^ ١ ‫ ي أظ عتد‬: ‫ص ك ل ه‬

"‫م‬ ‫ اا‬:‫ و جنبت؟ قات‬٠ ‫محش ث خثدا‬


Muemmel b . ‫ثق^كئ‬der ki: Süfyân es-Sevrî’yi rüyamda görünce: “Ey Ebû 1
”Abdillah! Rabbin sana ne yaptı?” diye sordum. Süfyân: “Beni affetti
karşılığını verince: “Ey Ebû Abdillah! Muhammed (sallallahu ‫ أااأا؛؛او‬vesellem) ve
taraftarlarıyla karşılaştın mı?” diye sorunca: “Evet” cevabını verdi,

‫ ثن ا أبو بك ر بن‬،‫ ح دثن ى أيى‬،‫ ] حدبن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن أبا ن‬٣٨٤/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٦٦(


^ ^ ١ ‫ ي ق نتي(ثت‬: ‫ ئ د‬، ‫ ص غتد \ش تن ا ك ازك‬، ^ ١ ‫ ى‬،‫ د ي‬1‫ ى ز ء ا لئ‬، ‫مح م‬

‫ي ق ثخثذا زجزثة ه ج‬
" ‫وبي ع م‬ ‫ " ف‬:‫قات‬،‫ ق ك نا ت ليلق ثهق‬،‫ق ا ل م‬
Abdullah b. el-Mübârek der ki: Süfyân es-Sevrî’yi rüyamda görünce:
“Rabbin sana ne yaptı?” diye sordum. Süfyân: “Muhammed (sallallahu aleyhi
vBSBİlem) ve taraftarlarıyla karşılaştım cevabını verdi.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪235‬‬

‫(‪ “) ٩٣٦٧‬ل ‪ ٣٨٤/٦‬ا حدثن ا ائق ا ح ي ى أب و أ خ ن ذ ‪ ،‬و م ح م د بن حي ا ن‪ ،‬فى ج ماعة‪ ،‬قالوا‪:‬‬


‫ثعا إبزاهس أ س م ح ئ د بن ا لخثن‪ ،‬ثت ا ا لخنس بن تئ ص وي‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د بن ئ ما ن‪ ،‬ص‬
‫م هزان‪ ،‬عن عت م ا ن بن رائده‪ ٤‬ه ا ت‪ ” :‬رأي ت في ال ثؤم‪ ،‬ك أ ن أد ي ك ا ل جغه‪ ،‬ع ا دا نق؛ا ن‬

‫جبن م ن ش م ؤ ق ش م م ‪ ،‬وه و بجو د‪ :‬ي ق ف الئ؛ن ا ال‪-‬خره نجنمحا لل ذين ال يريدون عثو؛‬
‫ح ه"‬ ‫لل م‬ ‫م ا ل آ م ؤ ال ئش ائ؛ وش اقه‬
‫‪: Rüyamda Cennete girdiğimi ve orada Süfyân’ın‬لكل ‪Osman b. Zâide der‬‬
‫‪,ağaçtan ağaca uçtuğunu gördüm. Süfyân uçarken, “Bu âhîret yurdunu‬‬
‫‪yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere‬‬
‫‪ Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır”! âyetini‬؟ ‪veririz. Sonu‬‬
‫‪okuyordu .‬‬

‫(‪ -) ٩٣٦٨‬ل ‪ ٣٨٤/٦‬ا حدثن ا ت خ ئ د بن أ ح ن ذ بن عنن‪ ،‬ح دقني أيي‪ ،‬ثن ا أثو بكر بن‬
‫ق م‬ ‫حمدث ي ح فق س ثن‬ ‫ح دقت ي أوئ ال ول د ائكئ ئ ‪،‬‬ ‫ق مت ا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د س ا ل ح ت ن ن ‪،‬‬

‫ا ل م ذ هب ي ‪ ،‬قا ت‪ :‬نأي ت ذاؤد القلم ا ئ في من ا م ي‪ ،‬ه م ل ت ثت‪ :‬ه د للف عنأ بن م ا ن بن ن ج ي‪،‬‬

‫ق د "ك ا ن ي ح ب ا ل حتز زأ ظ ؟‪ ،‬قات‪:‬ف س م ‪ ،‬بم هات‪ ٠٠ :‬رمحا ه ا ل ح م إلى دو جا ت أه ل ا ل حتر‬

‫‪:Hafs b. Nufeyl el-Muzhibî der ki: Dâvud et-Tâi’yi rüyamda gördüm ve‬‬
‫?‪”Süfyân b. Saîd hakkında bilgi var mı‬‬ ‫‪o, hayrı ve hayır‬‬ ‫“‪ehlini severdi‬‬
‫‪dedim. Dâvud tebessüm ettikten sonra: “Hayır, onu hayır ehlinin derecesine‬‬
‫‪yükseltti” cevabını verdi,‬‬

‫خ د م ر ‪ ،‬ثعا أثو ث م ئ‬ ‫ك د بن ع م ‪،‬‬ ‫س د ‪°‬دق‬ ‫(‪ ] rA o/n [ -) ٩٣٦٩‬خدتثا‬


‫ش مث ا ‪ ، 0‬نحا م ح م د بن ا م‬
‫ن ثن ن ‪ ،‬ثن ا عل ي ن إ ش حا ق‪ ،‬ح دقت ي ص خ ز بن وا شد‪ ،‬قا ت‪ :‬رأي ت‬

‫أف ن ق دن ث ؟‪ ،‬ق ات‪ ; :‬ز ‪ ،‬ئن ث‪ :‬ئن ا‬


‫بد نزيه‪ ،‬ق ل ق‪ :‬ي‬
‫مغبد ال م ثن ا ل م حا ه في تغ ا ب ي م‬

‫ص ئغب ك ه ف؟‪ ،‬قا ‪ :3‬غ م يي مغ مزة أ‪-‬حا ط ت ; ك ث ذ ب ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ئ ك‪ :‬ئنئ؛ا ن ‪ ١‬؟ ^ ^‪،‬‬

‫ؤ م غ ال ذ ي ن أن ع م الل ه عليه م من الغبيين والص ديقي ن وال شهداء‬ ‫بخ بخ ذاف‬ ‫قا ت‪:‬‬

‫رهئ ا ^ "‬
‫وا ل ص ا ل حينءو ح ئ ن أوكلق م‬

‫‪1KasasSur. 83‬‬
236 Süfyân es-Sevrî

Sahr b. Râşid der ki: Abdullah b. el-Mübârek’i vefatından sonra rüyamda


gördüm ve: “Gelmedin mi?” diye sordum; bana: “Evet geldim” cevabını
verdi. Ben: “Rabbin sana ne yaptı?” diye sorduğumda: “Bana, bütün
günahlarımı kapsayacak şekilde mağfiret etti” cevabını verdi. Ben: “Süfyân
es-Sevrî ne durumda?” diye sorunca: “Çok iyi, o “AJlah'‫؛‬n nimetine
eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehidler ve iyilerle
beraberdirler. Onlar ne iy i arkadaştırlar‫ !”؟‬karşılığını verdi,

‫ تحا م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حق ا نء ثن ا أبو ب ك ر بن مع دا ن‬٣٨٥/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٧ ٠(

‫ ح دبت ى‬:‫ يئولط‬،‫ت ش ج غ ت ي أ>ث ام ه‬3 ‫ ئ‬،‫ ثن ا م ح م د بن ا لم را ت ال ك و ئ‬،‫عند الثؤ أبو ق ن ا ن‬

‫بئ ص ق ث ي‬
‫ قادت نأي ت ئ اخلا م ك م قي م و ضع ع م‬، ‫س يف ن بن ه اوون ا ل ر ج ب ي‬
‫ ص ث ونف ن‬: 3 ‫ م ن أن ثض ح م ث ث ؛ ه ؟ ظ‬: ‫ ق ك‬،‫ ي؛ أل\ بن ج د إل أز ط أ ج ن د بئة‬، ^ ^ ١
‫ ظ‬:‫ مح ك‬،‫ شن‬:3‫ قا‬،‫شأه‬ ‫ قئنثأت يد كث أجي أن ألقى‬،‫بن ينموب‬
4‫ محؤم عنذئ ا ئ ص حثه م‬:‫ مم ئ ت‬،‫ بجون‬: 3 ‫ ظ‬،‫اضثه؟‬/‫ ظ ا ال‬: ‫ ئ ك‬،‫ بجوئ‬: 3 ‫ ظ‬،‫الؤا؛ ص ة ؟‬
‫ ر ي ق ي ق و ن غ ر ظ ; ه ال ق‬٠’ :‫بيإ‬ ‫ فق ا ل شقت ا ن ا‬،‫ س خز ق ك و خل اتت‬: ‫قا د‬

‫معاش ر المرسل ين‬


Seyfb. Hârun el-Burcumî der ‫كل‬: Rüyamda kendimi dünyada olmadığını
bildiğim bir yerde gördüm ve bu sırada daha önce görmediğim kadar
”?yakışıklı bir adam gördüm. Ona: “Allah sana merhamet etsin; sen kimsin
diye sordum; “Yûsuf b. Yâkûb’um” cevabını verince, ben: “Senin gibi biriyle
karşılaşıp sormak istiyordum” dedim. O: “Sor” deyince, ben: “Râfızilik
”?nedir?” diye sordum. O: “Y ^udiliktir” cevabını verince: “A bâdi^e nedir
diye sordum. O: “Yahudiliktir” cevabını verince, ben: “Yanımızda arkadaşlık
-yaptığımız kişiler var” dedim. O: “Onlar kimdir?” diye sorunca: “Süfyân es
Sevrî ve arkadaşları” cevabını verdim. O: “Onlar, Allah’ın biz peygamberleri
dirilttiği şekilde diriltileceklerdir” dedi,

1Nisa Sur. 69
Süfyân es-Sevrî 237

، ‫ ثن ا غ ال ن بن حم د ا ل ص م د ال قي ال س ئ‬،‫ ] حدثن ا ئآت م ا ن ثن أ خن ت‬٣٨٥/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٧١(

‫ في الثؤم اخدا بثد‬. ‫ نأي ت ال ن ي‬:‫ ه ا د‬،‫ ثت ا م صع ب بن ا ل م م ذا م‬،‫س أ بن دين ار‬،‫ظ ا لما‬
" ‫ " ح س ال د؛؛قؤ‬: ‫ و م و د‬،‫ ^ ^ وهوي جزيه غت؛‬١‫نئ؛ا ذ‬
Mus’ab b. el-Mikdâm der ‫لكل‬: )Rüyamda Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem

Süfyân’ın elinden tutmuş ona hayır dua ederken gördüm. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem) ona: “Bunun yolu (hali) ne güzeldir” diyordu (,

‫ ثن ا أثو‬،‫ ثنا أ ح م د بن م ح م د بن زياد‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عئذ ا ل مغ عم بن غنز‬٣٨٥/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٧٢(


‫ ي زي ي‬، ‫ مما ا لخنق ئ ا ل ش ذ ك‬، ‫ك ؤ إ‬ ‫ مما ا ق ئ د ئ ا ؤل د‬، ^ ١‫ ئ‬٣ ١ ‫صي‬
‫ * كاثه غش عرش يه ا د ى يئن الق ن اؤ‬، ‫نن ا ثن ى الن ائ م‬
‫ نأي ت ن م ا ن التؤري ج‬:‫ قا ت‬، ‫ن ك ه‬

p iöfc ‫مح د‬: ‫ئ‬ ‫ي‬


‫ ة‬، ‫ف‬ ‫م‬ ‫ل‬
: ‫ ال ت‬، ‫ه ب ف ؟‬ ‫ص‬ ‫ظ‬ ‫ش‬ ‫أ;ا م‬
‫ه د‬ ‫ ي‬:‫ق‬ ‫قل‬
‫هم ئ‬ 1‫ظ ن يا ن‬ ‫ أي‬: ‫ أبو انث ا س‬3 ‫ تا‬،" ‫ بع‬1‫ب ألص‬5‫ " حن م ا إلئ ان‬:‫ ص‬،‫ي تكزئه‬

Haşan ‫ظ‬. es-Semmâk der ki: Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi gördüm. Sanki
gökle yer arasında bir tahtın üzerinde salınarak yürüyordu. Ona: “Ey Ebû
.Abdillah! Allah sana ne yaptı?” diye sorunca: “Beni bağışladı” cevabını verdi
:Ben: “(Dünyadayken olup) şimdi sevmediğin bir şey var mı?” diye sorunca
,Evet. Parmaklarla gösterilmek” cevabını verdi. Ebu’l-Abbas: “Yani“
dünyadayken insanların: «Bu, Süfyân es-Sevrî’dir» diye halkın onu
göstermesini kasd etmektedir” dedi,

‫ ح د ب ي م ح م د‬، ‫ ثت ا أ خ ن ذ بن م ح م د‬،‫ ا حدتن ا عتد ائئني م بن غنن‬٣٨٦/٦ ‫ )“ ل‬٩٣٧٣(

‫ت؛ " ه ث‬، ، ‫ك م‬ ‫ ى بشر بن‬،‫ص ئ ذ ن ظ؛‬ ‫ ح د ق ي‬،‫ئ ذ ع ش بن أيي هممن ا ش‬


‫ئؤ‬ ‫ د نم ت بتن بدوية أؤ ئزل ئ بين محدرية‬،‫ ل\ نئ؛ ا ن‬: ‫ ئ ئ ك‬٤^ ^ ١ 0 ‫ن م ا‬

'٠‫ب د مش جي شبه ي بثي ن ي ئ ق ي م ن ا لمدوية‬


‫دئ م‬

Bişr b. Mufaddal der ki: (Rüyamda) Süfyân es-SevrîJyi gördüm ve: “Ey
Süfyân! Kaderiyye’den olanlar arasında defnedildin -veya indirildin-“
dedim. Baktığımda Benî Hanîfe mescidinin yanında Kaderime
mezhebinden olan kişilerin yanında defnedilmiş.
‫‪238‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ “) ٩٣٧٤‬ل ‪ ٣٨٦/٦‬ا حدثنا أ خ ن د بن ج ع ف ر بن ط م ‪ ،‬ثنا أ خ ن د بن ا الب ا ر‪ ،‬ثئ ا أثو أمثه‬

‫نب د ‪ I‬قل و ت ”‬
‫غ م ئق ي غ م ‪ ،‬ة ق ت لأ‪ ،‬غ ذ ظ ن ‪ ،‬ة د ‪ " :‬زق ت م ا لت‪،‬د‪ ،‬الك م‬

‫‪: “Mala (paraya) mal isminin takılması kalpleri‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪meylettirmesinden dolayıdır.‬‬

‫س ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫(‪ ] ٣٨٦/٦ [ - ) ٩٣٧٥‬خدتثا مه د ال غي م ‪°‬دق ع م ‪ ،‬ثثا أ خ ط ئ ت خ م ثن‬

‫ش م ع ت م خ ق ذ بن إن ن اع؛‪-‬ل ‪ ^ ^ ^ ١‬ا لآءب‪-‬ثه اذي‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت ش ك ا ‪0‬‬


‫مولت‪ :‬ش م ع ت عئد الل ه بن زغ ب ‪ ،‬مولت ‪ :‬ش مع ت نئ؛ا ذ ‪ ، ^ ^ ١‬بث ك ه يأمول‪ " :‬رص ى‬
‫ص غ ا ;ة ال م متلق ‪ ،‬ز ق ي ض عأيه ؛‪ ١‬م ذ "‬

‫‪: “Halkın rızası ulaşılamayacak bir hedeftir. Yine‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪dünyaya sahip olmak da ulaşılması mümkün olmayan bir hedeftir.‬‬

‫(‪ ٣٨٦/٦ [ -) ٩٣٧٦‬ا خدتثا ن ق ن ا ن ئ أ خ ن ذ ‪ ،‬تث ا ث خث ن ‪°‬تن عث د ت ذ آ د م‪، ^ ^ ١‬‬


‫ض بمي‬ ‫م‬ ‫ئ اشتما س ‪ ،‬ى و نجح‪ ،‬قا دت ‪ 3U‬ث نم ‪ ^ $ ١‬؛ ‪ ٠' :‬؛ ؤ ذ‬ ‫حي‬ ‫ث ا أبو م‬
‫ءث‬
‫ك"‬ ‫ا ال م‪ ،‬ق <ا و آ م ا ق ل ظ ؤ ال م ا‬

‫‪: “Dünyada zahid olmak, kötü yemekler yiyip aba‬نظ ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪giymekte değil, dünyadan yana umutları kısa tutmaktadır.‬‬

‫(‪ -) ٩٣٧٧‬ل ‪ ٣٨٦/٦‬ا حدق ا أثو م ح ئ د ى حئ ا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ي حيى المق ا س بن‬


‫ي م ا ئ ‪،‬ن ي وث س‬ ‫^‬ ‫وغن في ‪١‬‬ ‫إ‪.‬ئن ا م ح د ‪ ،‬ئتث ا نك ح‪ ،‬ئ ت ‪ :‬ئ ‪ " : ٤ ^ ٠ 3‬في ن‬
‫الء ح شن‪ ،‬إد م_ا الؤ؛ئد ف ي!ل د ي ق ع ت م ا الة م ل "‬

‫‪Süfyân: “Dünyada zahid olmak, bayat şeyler yiyip kaba şeyler giymek‬‬
‫‪değil, dünyada kısa emelli olmaktır” demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٣٧٨‬ل ‪ ٣٨٦/٦‬ا حدثن ا ني ت ا ن بن أ ح ن ذ ‪ ،‬ثن ا ا أل ح وتس بن ا ل م ص ل بن فش ا ذ‬


‫انق ال ب ي‪ ،‬ثن ا ^‪ ^ ١‬بن تح ي د ا ل ج وه ر ي‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت ا ل ح س ن بن عئد ا ل م ل ك ‪ ،‬يقولط ‪:‬‬

‫ونت‬ ‫ص‬ ‫م ا ئ ي ئ ب‪،‬‬ ‫ض ‪ ،‬ل _ال‬ ‫وغن قي اال ‪:‬ي ي م‬ ‫هم ي‪ " :‬في ن‬ ‫ث‪1 0‬‬ ‫ءا ‪3‬‬

‫ي ال د ك بم د ا ل أ م "‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Dünyada zahid olmak, kaba şeyler giyip bayat şeyleı-‬‬
‫‪yemek değil, dünyada kısa emelli olmaktır” demiştir.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪239‬‬

‫م ا لم ما ت‪tâ ،‬‬ ‫خأقث ا أثو بكر ال ئ ح غ‪ ،‬قا ا لخشن ئ ج‬ ‫(‪-) ٩٣٧٩‬‬


‫إن م‪1‬عيأل الت لل حي‪ ،‬قادت محال‪ ،‬وكيغ‪" :‬كا ن ن متا ن الثوري‪ C‬مولت‪ ٠٠ :‬ال ؤئ ذ في ال د ي ق صر‬

‫الآم"‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Dünyada zahid olmak, kısa emelli olmaktır” derdi.‬‬

‫حدق ا أثو م ح م د بن حجا ز ‪ ،‬ئن ا هم د الثؤ بن س نده‪ ،‬ثن ا أب و بكر‬ ‫(‪-) ٩٣٨٠‬‬
‫ش ن ق ث نا ن ال ئؤري‪; ،‬ق وت‪" :‬‬ ‫م ‪ ،‬ثث ا ب م اخل ا ب د ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫ا ك ث ن ئ ‪ ،‬ثثا مح ه ا ث ن‬

‫ما ب ي ا لأ؛قاؤئء"‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Dünyada zahid ol ve uyu” demiştir.‬‬

‫ن ئ مث ا ن‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪ - ) ٩٣٨١‬ل ‪ ] ٣٨٧/٦‬حدثن ا أبو أ ح م د ث خ ئ د س أ ح م د ‪ ،‬ثغ ا ا ل ح س ن‬

‫ب ش بن ج ا م أثو ركريا ‪ ،‬أن ن ي ا ن ال مريء كت ب‬


‫حرمل ه ى ي ح يى‪ ،‬ثت ا ابن وه ب ‪ ،‬ثن ا م‬
‫^‪ ٠‬ة‪،‬د البماذة م ه ا أق د ص ا وقاذؤ ق الدي "‬ ‫إق أع لن " زاخذز غي‪١‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî bir kardeşine şöyle bir mektup yazdı: “insanlar içinde‬‬
‫‪saygın bir konumda olma sevdasından salan! Zira öylesi bir konumdayken‬‬
‫”‪zahid olmak, dünyalıklar konusunda zahid olmaktan daha zordur.‬‬

‫أثو‬ ‫بكر تن أيي ع ا ص م‪tâ ،‬‬ ‫أبو‬ ‫ئ خثا ن‪tâ ،‬‬ ‫(‪ ] ٣٨٧/٦ [ -) ٩٣٨٢‬خدش ا أثو ت خ م‬
‫أبو م ‪ ،‬قا ‪ ٤١١٢ " :3‬ئقثا<ق ا هم؛ئ إد‪ 1‬د و شزث ال تضخ بؤ أئاكا‪ ،‬قإ<قا‬ ‫‪tâ‬‬ ‫تعيد‪،‬‬
‫ئ ق د عن ا ل ئ يؤ‪ ،‬ة □‪ :‬ال أدري ال أدري "‬
‫‪Ebû Nuaym der ki: Süfyân es-Sevrî ölümü hatırladığı zaman, ondan‬‬
‫‪:günlerce hiç kimse faydalanamazdı. Bir şey sorulduğu zaman da‬‬
‫‪Bilmiyorum, bilmiyorum” derdi“.‬‬

‫(‪ ] ٣٨v/n [ -) ٩٣٨٣‬حدتن ا أ خ ن ذ ‪°‬تن حم د الثؤ تن ئخئ ود‪ ،‬كا ث خ ث د تن أ ح ن د بن‬


‫إبراهي م الكزابيس ي‪ ،‬ثت ا أثو صال ح ‪ ،‬ئ ‪3‬ت ت م ن ت يونف ن ى أتتا ط ‪ ،‬ثق ون‪ :‬ش م ع ت مث متا ن‬
‫ب إ ‪ ،‬ف اء ذا زأتثة ثل وإ‬
‫‪ ،‬م أة م‬ ‫;لوئ بم ب‬ ‫ا همئ ‪ ،‬ف و د ‪ ١٤١ " :‬زأي ث‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪240‬‬

‫‪: “Kur’ân hafızlarından birinin sultanın kapısına‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫‪gittiğini görürsen bil ki ٠ bir hırsızdır. Onu zenginlerin kapısına gittiğini‬‬
‫”‪ riyakârdır.‬لكل ‪görürsen de bil‬‬

‫(‪ ] v'Av/n[ “) ٩٣٨٤‬خ ا؛ثن ا عبد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‪ ،‬ثن ا جعف ر بن أ ح م د بن‬
‫ثن ا علي بن م ح ث د بن ع ماو‪ ،‬ثغا م ح م د بن حات م ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ش م ع ت أ ح ن د س يون س‪،‬‬ ‫إر ي‪،‬‬
‫ثق وب ‪ :‬س م ع ت ‪ ، ^ ^ ١‬يق و لأ‪ :‬ام إذا ل م لآكن بل ه في ا م ح د ح ا‪-‬ج ة ث ذ ة إث ه ‪-‬م " يع يي‬

‫‪: “Allah’ın bir kula ihtiyacı yoksa (ona değer vermezse), onu‬لكل ‪Sevrî der‬‬
‫” ‪sultanlara hıralar‬‬

‫(‪ “) ٩٣٨٥‬ل ‪٣٨٧/٦‬ء خدثث ا مه د الل ه ثن ئ خ م ‪ ،‬مما هت الثؤ ئ ف غ م ئن ا م حا س‪،‬‬


‫ب وأل ‪ :‬شي ع ت نق ي ا ن‬
‫ط م ة ‪ ،‬عن أ ح م د ئن يونس‪ ،‬قادت شب ع ت أبا شه ا ب عبد ربه ‪ ،‬م‬ ‫ثن ا‬

‫‪ ، ^ ١‬ف و د ‪ " :‬؛ذآ ذ < ك م ح أ ء ي ز ؛ د وئ ا ه أ خ د ث الث ت ي "‪ ،‬ئ ك لأيي شه ا بت‬

‫مبي ا لغ ال ط ين ق ات‪ :‬م م‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Yöneticiler seni, kendilerine ihlâs sûresini‬‬
‫”!‪okuman için çağırsalar dahi sakın gitme‬‬

‫(‪ “) ٩٣٨٦‬ل ‪ ] ٣٨٧/٦‬خ ا؛ثئ ا عئد الثؤ بن م ح ئ د ‪ ،‬ثن ا عثد الل ه ى م ح ئ د بن المق ا س‪،‬‬
‫وذم ئ م ح ة ‪ ، ^ ، ^ ١‬ظ□‪ :‬؛ا ‪ 3‬ئ ت لأ‪ ٠٠ :‬أؤ‬ ‫م ‪ ،‬ى‬ ‫ثا ت ي د ئ‬
‫ى طت إ ‪ ،‬ءث‬
‫ح ر ت بثن ذ ه ا ب بمر ي وص أن أ أم لب ص ر ي منه م ‪ ،‬ال ح م ت ده ا ب بمر ي "‬
‫‪Süfyân der ki: “Gözlerimin kör olmasıyla (kötü idarecileri) görmek‬‬
‫”‪arasında muhayyer bırakılsam, gözlerimin kör olmasını tercih ederdim.‬‬

‫(‪ “) ٩٣٨٧‬ل ‪ ] ٣٨٧/٦‬حدبن ا عئد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا مه د الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا ت ل م ه س‬

‫بد‬
‫بمامح د ‪ ،‬قات‪ :‬ء ‪ :‬ز ئ ا م‬ ‫م ا م ح و و ‪ ،‬ثث ا زن ي ئ‬ ‫م إ‪<:‬ابملم ال‬ ‫ت‬ ‫م ح ب‪ ،‬غذ مح‬
‫سمتان ن م ر ج ل م ن ه و الء ا ل جئدء نجع د نتيا ن تئفلز إقه ويئغأ ر إلين ا ‪ ،‬بأ ها د ‪ " :‬ي م ؤ‬
‫ضتأو ون الئة ا لعامه ة‪ ،‬ويم ر‬ ‫يأت م اننثثأى وا ل م ك مو ف والرمش ال ذي ن يؤ جرون على‬
‫ه ‪'٠ ^ ^ ١‬‬ ‫بخز ف ؤ الء ق د نم أ و ن‬
Süfyân es-Sevrî 241

Vehb b. İsmail bildiriyor: Bir gün Süfyân es-Sevrî’nin yanındayken


valinin askerlerinden biri oradan geçti. Süfyân bir askere, bir de bize baktı ve
dedi ‫لكل‬: “önümüzden eli ayağı bağlı ve sıkıntılı kişilerin geçtiğini
gördüğümüz halde biz yine de bunları bu hale sokup ücret alanlara boyun
eğiyoruz. Bunları gördüğünüz halde hâlâ Allah’tan afiyet mi diliyorsunuz!
Bu haldeyken Allah’tan kendinize afiyet dilemeyin sakın!”

‫ ثن ا عبد‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن رؤح ال ئ عراتي‬،‫ ح د ق ا أثو م ح ئ د ثن حق ا ن‬- ] ٣٨ ‫مم‬/‫ [آم‬-) ٩٣٨٨(

‫ ألآقوت ' و ج د ز'هدا‬:‫ا همي‬ ‫ف د ب ثن‬


‫ت ي‬3 ‫ قا‬،‫ غذ بئر ئ ن ا ل ح ا( ث‬،‫ ^ ثن م حق‬١
" ‫ضش و‬ \1\‫ ا؛ئإئ ف ي ل‬١٤١ ‫ت‬
‫ ون م ح‬، ‫ " م‬: ‫ويخون ه ال ئل ؛ أ ظت‬

Süfyân es-Sevrî’ye: “Parası olan biri zahid olabilir mi?” diye sorulunca
şöyle karşılık vermiştir: “Musibete maruz kaldığında sabredip, rızık
verildiğinde ise şükrediyorsa olabilir.”

‫ ثن ا عبد اللب بن‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن زؤح‬،‫ ] حدثن ا أبو م خ ث د بن حثا ن‬٣٨٨/٦ ‫ ل‬- ) ٩٣٨٩(

‫ " نا أ ض تدل ل ا لأشاغ‬: ‫ قا د‬،‫ غذ شفتا ن الئؤري‬، ‫بق ئ د اش‬° ‫ط و خت ن‬ ‫ ى‬،‫م حق‬
'٠‫ء ص د ا الءع ساء‬.‫ زظ أقب ح ث ذق د ا لمقزا‬،‫ ذءاقء راؤ‬1‫ع‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Zenginlerin, fakirlerin yanında mütevazı olması


ne tadar güzeldir. Fakirlerin de zenginlerin yanında zelil durması ne kadar
kötüdür .”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ن ح م ود بن أ خن ت بن ا ل م ز ج‬،‫ ] حدثن ا أث و ث ح ئ د س حقا ن‬t a a / i [ - ) ٩٣٩ ٠(

‫ قات عيسى ائن مري م ع إيه ا ل س الم؛‬:‫ هات‬،٤^ ^ ١‫ ثنا نمحان‬٤^ ^ ١‫إ سماعيل بن ع مرو‬
" :‫ قات‬،‫ ن ا ذاؤة؟‬: ‫ يا زؤخ ال م‬: ‫ مح د‬،" ‫ زائن ات فيه داء ح مت‬، ‫و خ هئ ة‬ ‫خ ئ ال د ي ز ش‬
:‫ ئالوا‬،" ‫ " ال س ا م م ن الن ح ر وا ل حث الء‬:‫ قا د‬،‫ ءإ ن أد ى حمن؟‬:‫ قالوا‬، ” ‫ال يؤدي حم ه‬
‫ قادت " تئع أه انت ص ال حة عن ذك ر الل ه‬، ‫ع؟‬.‫ؤالحمال‬ ‫ؤن سلم م ن‬
Süfyân es-Sevrî der ki: İsa b. Meryem: “Dünya sevgisi her kötülüğün
başıdır. Malda da çok hastalık vardır” deyince, kendisine: “Ey Ruhullah!
Malın hastalığı nedir?” diye soruldu. Hz. İsa: “Hakkını vermemek” cevabını
verince: “Eğer hakkım verirse?” denildi. Hz. İsa: “övünmekten ve kibirden
kurtulamaz” deyince: “övünmekten ve kibirden kurtulursa?” denildi. Hz.
242 Süfyân es-Sevrî

îsa: “Onu düzeltmesi (malın idaresi), onu Allah’ı zikretmekten alıkoyar”


dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إئزاي إ ب ن ث ح ئ د بن ا ل ح ض‬،‫ ا حدثن ا أ خ ن د بن إشحا ى‬٣٨٨/٦‫ ل‬-) ٩٣٩١(

‫ بإئرا صم‬، ‫يلم بن أده م‬£‫ ف و د؛ حرج إيا‬،‫ب ن ى ئ ذ حازم‬


‫ ه ادت س م م ت م‬،‫ع صا م بن رواد‬
\‫ وإد‬،‫ ^ ^؛ إلى ال طا ي ف ومغهأ نفزة فيه ا شا م هزصن وه ا ي م حوا‬١ ‫ ون متا ن‬،‫بن طه م ا ن‬

١٤ :‫ي ن يا ن‬ ، ‫ ثا ذ م إئزامح ز ئ خ ن ا ن يا إخزتاة ف م ؛‬،‫بب‬


‫أ <ا ث قري ب ج‬
‫ خ ذ م ن ث ذا القئتا م نن ا طا ب ت به أبئ سا‬٠٠ : ^ ١
^ ‫بأ قا د ن م ا ن‬ ‫إخؤثاه‬
‫تجث وا‬ ‫ أ خا ف أن‬، ‫ث هز أعلتن‬
‫ ت س عوا م‬٢ ‫ شب عوا ئالثث أش م ه م ؤل ؤ‬0 ‫ ها‬، ‫ئا ذ ه ب به إليه م‬

" ‫يثةا‬.‫ظ م ح و و ه و ض ب أ‬ ‫م ش ظ‬ ‫ثأ‬

İsa b. Hâzım bildiriyor: İbrahim b. Edhem, İbrahim b. Tahmân ve


Süfyân es-Sevrî birlikte Tâife doğru yola çıktılar. Yolda yanlarında
getirdikleri sofrayı kurup yemek istediklerinde yakınlarında bazı bedevilerin
olduğunu gördüler, ibrâhim b. Tahmân: “Ey kardeşlerim! Buyurun gelin!”
diye seslendi. Ancak Süfyân: “Ey kardeşlerim! Yerinizde kalın!” diye seslendi
ve ibrâhim’e dönüp dedi ‫ كل‬: “Bu yemekten gönlümüzden koptuğu kadarını
onlara götür. Şayet verdiğimiz yemekten doyarlarsa Allah onları da
doyurmuş olur. Doymalarsa da artık kendileri bilirler. Yanımıza gelip de
yemeğimizin hepsini yemeleri halinde niyetimizin değişmesinden ve
sevabımızın da heba »İmasından korkarım!”

‫ ثن ا مه د الل ه بن‬،‫ ثن ا أ ح م د بن زؤح‬، ‫[ حدثن ا ث خ ئ د بن إ ن خ ا ق‬vaa/i ] “( (٩٣٩٢


‫ ^ ^ ف ي ا لخن ج د‬١ ‫ * ك ت م خ ن م ا ن‬: ‫ ث م ولط‬، ‫ ش م ع ت يوش م ن ب ن أن با ط‬: ‫ ه ا د‬،‫ح بت ق‬

‫ظ يم اف زلئ‬ ‫و ه ف ذو ا م حة ق د‬ ،‫ " وال د ال ذ ي ال إنث إ ال ئز‬:‫ ق ات‬، ‫" ال خ م‬

Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Mescid-i Haram’da Süfyân es-Sevrî ile


beraberdim. Bir ara bana dedi ki: “Kendisinden başka ilah olmayana ve şu
Kâbe’nin Rabbine andolsun ki uzlet zamanı artık gelmiştir!”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪243‬‬

‫(‪ ] t a a / i [ -) ٩٣٩٣‬حدثن ا ص د ال ؤ ح ن ن ى م ح ئ د بن جنث ر‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن ا لختن‬


‫تن غيد الئبل ه ‪ ،‬ثقا خ ا ئ ئ زيا د الق و م ي‪ ،‬ءكا ن خ ئ ذ ئ م حي ا ل م ح إ ‪ ،‬قات‪ :‬ش مئ ث‬
‫‪ ٧ ١‬فود‪ " :‬ال أ ظ بما‪3‬ة ز م ه ‪£‬اد"‬
‫”‪Süfyân es-Sevrî: “Çoluk çocuğu olan bir kişinin ibadetine itibar etmem‬‬
‫‪demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٣٩٤‬ال م‪/‬خخآء حدق ا ائماح ي ى أب و أ ح ن د ت خ ئ د بن أخن ت‪ ،‬ثنا م ح م د بن ي حش‬


‫بن م ئده ‪ ،‬ثن ا ^‪ ^ ١‬بن م ح م د الس ب ي‪ ،‬ثئا مو ق د بن إت م ا عيد‪ C‬ه ا لأ‪ :‬ت ج ن ت ‪٤^ ^ ١‬‬
‫فو ت‪ " :‬أ ج ي أ ذ أ رن في ت ز م م ‪ V‬آغزخق ‪ Nj‬أ ت ث ذ ه "‬
‫‪Yine şöyle demiştir: “Tanınmayacağım ve bu yüzden de küçük‬‬
‫”‪düşmeyeceğim bir mekânda olmayı severim.‬‬

‫مه د ألل ه ثن ن ه ب ‪،‬‬ ‫(‪ ] ٣٨٨/ ^ -) ٩٣٩٠‬حدثن ا أ خ ن د ب ن حم د الثؤ بن م ح م ود‪ ،‬ثن ا‬

‫ح د ب ي ح م قس س مح م ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ش م ع ت ابن م هد ي‪ ،‬بموت‪ :‬شب عت ن م ا ن الثوري‪ ،‬بموت ‪:‬‬


‫م ج ن ن ت ح ت ث ج ئ ت ال يعرفني أ خد‪ ،‬أ م رث غ وأته‪،‬‬ ‫" ودد ت أ ر أ غ ذ ت مغل ي هذه‪،‬‬
‫س ود "‬ ‫إل قا د ‪ :‬ب ث د أ‪ 0‬ال‬

‫‪ibn Mehdî der ki: Süfyân es-Sevrî: “Şu ayakkabılarımı alıp beni kimsenin‬‬
‫‪tanımadığı bir yerde oturmayı isterdim” dedi. Sonra Süfyân başını kaldırdı‬‬
‫‪ve: “Küçük de düşmeyeceğim bir yerde olmak isterim” diye ekledi.‬‬

‫ك ي ث خ ث ذ ئ ف غ م ئن م حي ال م ‪ ،‬ثث ا ئ غ ث ذ ن‬ ‫(‪[ -) ٩٣٩٦‬آم‪ ]™،\/‬خدتثا أ م ؛‬


‫ال ئت ث ب ا لآرغثا ئ ‪ ،‬ثنا غبد الثؤ شر خبئي‪ ،‬ثن ا حل ف ن بن ن ي م ‪ ،‬قا د ‪ :‬سم ن ت غ متا ن‬
‫ه ت ي ة ‪ ،‬م ح ل‪ " :‬مح ل ئ م ف ة الث‪ 1‬س م م ال غ مم ك "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî: “İnsanlarla tanışmayı azalt, kusurların azalır” demiştir.‬‬

‫حدثن ا م ح م د س م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثن ا مه د الر ح م ن بن أيي‬ ‫(‪-) ٩٣٩٧‬‬


‫ت ي ن غ يوئفت ئ ذ م حا ب‪ ،‬بجون‪:‬‬ ‫مب ه ا لخنئ ال ئ‪ ،‬قا مه د الله ئ م حق‪ ،‬ظ ‪:3‬‬
‫ت ب ن ت ش متان ‪ ٤^ ^ ١‬م و د‪ ٠٠ :‬ق القة ص الع م ‪ :‬الت ح دت بمعصتتلق‪ ،‬ز ال بوجعلف‪،‬‬
244 Süfyân es-Sevrî

Süfyân es-Sevrî der ki: “Şu üç şey sabırdandır: Musibetinden kimselere


bahsetme, acılarını kimseye anlatma ve kendini temize çıkarmaya çalışma.”

‫ تثا إ و م ء ثن ثوئف ث بن‬،‫ك د ثن غ ئ‬ ‫ ] خدثث ا إ ن خ ائ ئ‬rA،\/n [ -) ٩٣٩٨(


‫ ^ ^ زئؤ‬١ >‫ أ ي نئثاد‬:‫ ا‬3‫ ه ا‬،‫ ظ ي حيى بن أيي ظب ت‬، ‫ظ أ ح م د بن أيي ا ل ح واريى‬ ، ‫ه‬ ‫لح‬
‫ بق ربة‬:‫ قات‬،^٤^ ١ ‫م ن ك هبلقاه 'ت ي ئ زقلثة‬ ‫ج د ا ل حزا م بشويق فيه ئ ح و ب ن م د‬ ‫الم س‬ ‫في‬

^ ١‫ إل م م ن أؤل‬،‫ " أشبع وئ جي وهده‬:‫ وظت‬،‫ة‬.‫فت إناز‬ P :‫ ئت‬،‫ح ر ح دإن'نة‬


٠' ‫ أربع بو ر‬. ‫ وم د م ك ه يأكون بند الغبي‬:‫ قات‬،‫إلى أخ ره‬
Yahya b. Ebî Sâbit der ki: Süfyân es-Sevrî, Mescid-i Haram’dayken ona
.yaklaşık üçte ikisi kavut, üçte biri şeker olan bir müd kavut şerbeti getirildi
:Onu peştamalı çözülünceye kadar içti. Sonra peştamalını bağladı ve
Zenciyi doyurdu ve yordu” dedi. Sonra gecenin başlangıcından sonuna“
kadar ibadet etti,

‫ي‬ ‫ كا أب و‬، ‫محا ش‬- ‫ئ‬ ‫ تثا ا خل س‬، ‫ ] خدت ثا أب ر ب ك ر ال ق ح ئ‬r A ،\/n [ - ) ٩٣٩٩ (

‫ ذ ظ ئق؛ان‬:‫ يم ولط‬، ^ ١^ ١ ‫ ش م ع ت عبد‬:‫ م ولت‬،‫ ت ب ن ت أبي‬:‫ هالط‬،‫الر ح م ن بن شث ويؤ‬


" :‫ وه ات‬، ‫إ ز ال ت ه م‬ ‫ا لش م س‬ ‫ ب م ها م بم ش ج ئ نا ل ي‬،‫ نبممر وربد قأكنئ‬،‫بطعا م قأكنة‬
" ‫ك ي زر الج؟ تءء ن ظ ر ة‬

Abdurrezzâk der ki: Süfyân es-Sevrî yemek isteyip yedikten sonra hurma
ve tereyağı istedi ve onu da yedi. Sonra Güneş zevale erince kalkıp ikindiye
‫ م م س‬namaz kıldı ve: “Zenciye iyi davrandılar ve iyice doyurdular” dedi.

‫ ثت ا‬،‫ ثت ا إئزاي إ بن يونف ن‬،‫ ] حدثن ا إن ح ا ق بن أ ح م د بن عل ي‬٣٨٩/%[ ")٩٤٠ ٠

، ‫ زاهي ن صا ن إ ر زا ي ي‬:‫ يئ و لأ‬، ‫إل‬ ‫ ش م ع ت أب ا من ص ور ائزاي‬:‫ ق ا لأ‬،‫أ خ ن ن بن ال حواري‬

‫ وأثيته‬، ‫ زأثيهبع ث ب ئأ ك د‬، ‫ زأثيه بزت لب مح أ " م‬، ‫ وأي ه بهئت ا خ ئأ ك د‬،‫ محأثثتة غ ي د ظ"كز‬: ‫ثا د‬
‫ ئ ئ‬، ‫ و ق م ح ث‬،‫ ص هئ م حه‬، ‫ ’’ ي أي ت م‬:‫ لآت‬، ‫ه ز م أئ ي ] في‬ ، ‫مب بت_> آ م‬

Ebû Mansûr el-Vâsitî bildiriyor: Bir defasında Süfyân, Vâsıt’a beni


ziyarete geldi. Kendisine yemek olarak tirit getirdim, yedi. Sonra pişirilmiş
yemek getirdim, onu da yedi. Ardından hurma getirdim, onu da yedi. Sonra
üzüm getirdim, yedi. Sonra nar getirdim, narı da yedi. Ancak benim ona
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪245‬‬

‫‪: “Ey Ebû Mansûr! Bunlar yemekten öte‬لكا ‪baktığımı görünce de dedi‬‬
‫”!‪değildir. Onun için yemek yersen doyuncaya kadar ye‬‬

‫(‪ -) ٩٤٠١‬ل ‪ ٣٨٧٦‬ا حدثت ا أبو بكر ال ت ي غ ‪ ،‬محا عئذ بن م ح م د ال زيات‪ ،‬ثن ا م ح م د‬
‫ه ص‪ " :‬إدا زهد امح ذ‬ ‫ئ م ح‪ 1‬ن ثن خمد‪ ،‬ى أثو ت م ا ك ث ث ممح ‪ ،‬ص ثئث\ت ا ل و‬
‫ها ودا ءه ا‬ ‫ي قل ب ه‪ ،‬وأطل ى به ا لت ا ئ ة‪ ،‬وبص ره عيوبي‪1 ،‬‬ ‫ا ه ال ح ك م ه‬ ‫ف ي ال د قا أس ت‬

‫ودواءه ا ‪٠٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi, dünyada zahid olursa Allah kalbinde‬‬
‫‪hikmeti yeşertir, dilini fasih kılar ve dünyanın kusurlarını, hastalıklarım ve‬‬
‫”‪bunların devalarını kendisine gösterir.‬‬

‫(‪ - ) ٩٤ ٠٢‬ل ‪ ٣٨٩/٦‬ا ح دمما أبو ب ك ر ال ه ج ي‪ ،‬قا ا لح س ن بن خا م ‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن‬

‫ع ل ئ انح ن زا ئ‪ ،‬ثت ا أبو ال م ‪ ،‬ثن ا مزا ح م بن ذاؤذ‪ ،‬قا ت‪ :‬ح د ب ي يزيد بن ثوبه‪ ،‬قا ت‪ :‬ظ ‪3‬‬

‫ال م ء ي ذ ه ق الكأس "‬ ‫؛ي ثمحا<ئ‪ " :‬؛ ر ال م ح ؛‪ ١٤‬خاغ ال ت ل ق س إ ال‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Gece olunca, sadece insanları görmekten‬‬


‫”‪^rtolduğum için sevinirim.‬‬

‫م‪ ،‬ثن ا ا ل ح س بن محا م ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن إبراهيم‪ ،‬ثت ا‬ ‫(‪ ] ٣٩ ^ ٦ [ - ) ٩٤٠٣‬حدثن ا أبو‬

‫غ ئ ن الح ض بن فني ي‪ ،‬عن ابن الئثا زك‪ ،‬قات‪ :‬كا ن شتيا ن القؤري ثق وب‪ " :‬إذا عزفت‬
‫ئئ ظ قبمحم يضؤك ظ قي د في ك "‬
‫‪”Süfyân es-Sevrî: “Kendini bilirsen, hakkında söylenen sana zarar vermez‬‬
‫‪derdi.‬‬

‫م ا ل م ح إ ‪ ،‬بما ‪،‬‬ ‫(‪ ] r W n [ -) ٩٤٠٤‬خ م حا ث خ ئ ذ ئ غ ئ‪ ،‬ثثا محت الثؤ ئ‬


‫ث نف ا ذ ا ل ب ي إ ‪ ،‬موت‪:‬‬ ‫ء ال م ‪ ،‬ق ات‪:‬‬ ‫ط ال مب ن ئ‬ ‫مما عتد اش ئ م حق‪ ،‬ك ا‬

‫م"‬ ‫و ئ ال وا ضل م ع‪ ^ ^ ١‬؛ ر‬ ‫" ؤ ج ذئم أضب‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Her türlü kinin kaynağının, hak etmeyen kişilere‬‬
‫”‪iyilik yapmak olduğunu gördük.‬‬
‫ب ن ‪-‬تماصم‪C‬‬ ‫ع م بن ‪^ ^ ١‬‬ ‫م ح م د ب ن عل ي ‪ ،‬ثنا‬ ‫حدثن ا‬ ‫( ‪] ٣٩ ٠ ٨ [ - ) ٩٤٠٠‬‬

‫ب طرن و س‪ ،‬ثن ا أبو تح ي د ا ل أف غ ‪ ،‬ثن ا اتث أيي ص ثه‪” ،‬ئ لأ‪ :‬كا ن ئئتا ن التؤوي‪ ،‬بمولط ‪ '٠ :‬إدا‬

‫لى أن توثم ة ‪ -‬ي ة "‬


‫ما ع‬
‫رأيت ' وج د خر؛ب‬
‫‪Süfyân es-Sevrî: “Kişinin imamlık yapmaya çok hevesli olduğunu‬‬
‫‪görürsen onu gerî çek” derdi.‬‬

‫م ئ ش ا ئيوز‪ ،‬قثا أب و‬ ‫و‬ ‫(‪ ] ٣٩٠٨ [ -) ٩٤٠٦‬خ دقأ مح خ ث د ئ ع ئ‪ ،‬قثا مح د‬


‫ص د ا لأقغ‪ ،‬ثن ا أث و ‪-‬حال د‪ ،‬قات‪ :‬شج ن ت ئقيا ن‪ ،‬يقو‪ " :،3‬ال‪ 4‬يئ ؤ ئ ا ل م ‪،‬ئكين ؤأذا‬
‫ث‬
‫أ م ‪ ،‬فأدص وت إل أخدهء غي ه ي نثنئ ى ‪ 3‬ال أدعه "‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Ben namaz kılarken yanımdan yoksul geçerken‬‬
‫‪onu bırakırını. Ama üzerinde güzel giysiler olan biri önümden geçmek‬‬
‫”‪isterse geçmesine izin vermem.‬‬

‫( ‪ ] ٣ ٩ ٠ /٦ [ - ) ٩٤٠٧‬ح دق ا م ح م د بن عل ى‪ ،‬ثن ا ع د الله س جا ب ر ال هل ز ن و م ئ ‪ ،‬ثنا‬

‫عب د ال ر ب ن خ ص ‪ ،‬ثنا ش ي ي ب ن حر ب ‪ ،‬ثا ب‪ :‬ش م ع ت ن متا ن ال ث ؤ و ي‪ ،‬ه وت ‪ ٠' :‬ال تت ك ل م‬

‫ه ايلف نا ئ ئ به أشتات ك "‬

‫”‪Süfyân es-Sevrî: “Dişlerinin kırılmasına sebep olacak şeyi dilinle söyleme‬‬

‫(‪ ] ٣٩ ٠ ٨ [ ")٩٤٠٨‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثن ا م ح م د ن بدو‪ ،‬ثن ا مه د اأ ر‪-‬ح ن ن بن‬


‫بولأ‪ ٠٠ :‬م ن جا غ ولز سا م ئن ا ث‬
‫يون س‪ ،‬ثنا مت و ف بن مازن‪ ،‬ها ‪3‬ت ن م غ ت التؤري‪ ،‬م‬
‫ذ م الثاز "‬
‫)‪Süfyân es-Sevrî: “Acıktığı halde hiç kimseden bir şey istemeden (açlıktan‬‬
‫‪ölen Cehenneme girer” demiştir.‬‬

‫( ‪ ] ٣٩ ٠ ٨ [ ") ٩٤٠٩‬ح د تحا ا لما ض ي أب و أ ح م د ‪ ،‬ثنا ا ل ح ت ن س عل ي‪ ،‬ثنا ت م ي د ب ن‬

‫من صور‪ ،‬ثن ا أبو يب ا ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬مح ق م غ غ متا ن التؤري في ا ل م ن ج د ‪ ،‬ئ ق ن ت محص ثئ ت ركعه‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪247‬‬

‫‪: Süfyân es-Sevrî ile mesciddeyken kalkıp bir rekat‬لكل ‪Ebû Şihab der‬‬
‫‪namaz kıldım ve Süfyân’a döndüm. Süfyân: “Ey Ebû Şihâb! Ne kadar‬‬
‫‪cüretkârsın! insanlar sana bakarken namaz mı kılıyorsun” dedi.‬‬

‫الصثا ح‪ ،‬ثن ا ابن أ ي‬ ‫بن‬ ‫عئد الل ه‬ ‫بن‬ ‫(‪ -) ٩٤١ ٠‬ل ش ‪ ] ٣٩‬حدت ا أبو أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا جع م‬
‫رزم ه‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت أبا و ه ب م ح م د ى تنا م ‪ ،‬ظ‪ " :،3‬كا ذ ج ع د غش شس ه تئيي‬
‫أغ ظء أن ال ي ح د م ه أ خد‪ ،‬زأن ال ئ ؤ ى ثة و ب ‪ ،‬زأن ال يضغ ثيثه‬ ‫شئتا ‪^ ^ ١ 0‬‬
‫غن ىي ة ا ا‬

‫‪: “Süfyân, kendine üç kural‬نط ‪Ebû Vehb Muhammed b. Muzâhim der‬‬


‫‪koymuştu. Biri hiç kimsenin ona hizmet etmemesiydi. Diğeri yedek giysi‬‬
‫”‪edinmemesiydi. Bir diğeri de kerpiç üzerine kerpiç koymamasıydı.‬‬

‫(‪ ] ٣٩٠/ ^ “) ٩٤١١‬حدثن ا ائق ا ني ي أبو أ ح م د ‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن نلت ما ن بن ا ل أئغ ي‪،‬‬
‫ثتا ا نمتث ب بن واض ح ثن ا م صع ب بن ما ه ا ن‪ ،‬هات‪ :‬ش م ع ت ئ مثا ن التؤري‪ ،‬يئ ون; " ف ذا‬
‫زن ا ن حاص ة د س زنا ة ع ام ة‪ ،‬أمح ل ؛ و ب ث على ء ئؤ م س ه و رك ع وا م هز "‬

‫‪: “Bu zaman, kişinin, toplumu değil kendi nefsini‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪kurtarmaya çalıştığı zamandır. Kişi, kendini kurtarmak için çalışıp toplumu‬‬
‫”‪bırakıyor.‬‬

‫ط الل ه ئ حم م ‪ ،‬محا هم د‬ ‫(‪ “) ٩٤١٢‬ل ‪ ] ٣٩١/٦‬خدتثا اق ا ني ي‪ ،‬قث ا ع ئ ى بمئ م ‪ ،‬ثثا‬

‫ن ا م س ثخر ج أ خ ي إلي م ن‬ ‫الؤ ح م ن بن م هد ي‪ ،‬قات‪ :‬ش ج ن ت ن م ا ن التؤري‪ ،‬ثق و لأ‪:‬‬

‫ي ي ‪ ،‬ز ؛ ن ك ن ئ ي يد ي الرتلته ا "‬


‫‪Süfyân es-Sevrî: “Çıkan hiçbir canı kendi canımdan çok sevmem. Eğer‬‬
‫‪elimde olsaydı onu çıkarırdım” demiştir.‬‬

‫ععالء؛ا ح دقتي أيي‪ ،‬ثن ا‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٣ ٩ ٧ ٦ [ “) ٩٤١٣‬حدثن ا أبو بكر عتد الل ه ن م ح ئ د‬
‫م ح م د بن مست ل م ‪ ،‬ثن ا سل م ه بن ثبي ب ‪ ،‬ثن ا متارك أبو ح ما د‪ ،‬مؤن إبراهي م بن ط م بم ن‬

‫م ن ي ؤ ر جت ث ن‬ ‫رزية‪ ،‬ء ات ‪ :‬س ج ع ت ^ ؛ ‪ ، ^ ^ ١ ،‬ق رأ غش عيي بن ن م حب م ن‬


‫بعي نلث م م م ن " ك ان أئهلع ثت ع ر س ا ل ح ط ا ب انخزرثي رهت ال ه نقي ا ن بن س ع ي د إ ر أخ أة‬
‫ين واع ظ وفرايغ م ن ‪ ^;^ ١‬وأذب‪ " :‬ع اتماثا الئث نإيا ك م ن الثأر بز ح مته‪ ،‬زأوميلث نإيا ي‬
‫‪248‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ب ز ت ‪ ،‬وثدغ التلريى بع د إد‬


‫ب ممو ى الل ه وأ ح درك ج ه دبع د إد ع ل م ت ‪ ،‬وثهللش تغذ إذ أ م‬

‫وص خ ثل ث‪ ،‬وبئ ر ل أ م ا م ح ا بمللبه م نق ا و‪-‬مص هأإ عثه ا و ج نع هز لف ا ‪ ،‬إل ة ال ه و ل شديد‪،‬‬


‫م ا ل ج د ا ل ج د‪ ،‬وال و حا‬ ‫والحعلز ع ظي م ‪ ،‬وا لأمر زي ي‪ ،‬وكان قذ كا ذ و م رغ وفزع بثلث‪،‬‬

‫ال و حا ‪ ،‬وامحربب خر ب‪ ،‬وار ح ل إ ز ا ال جرة ق د أ ذ ير ح ل بلف‪ ،‬وانمح د و ن د قلق‬


‫وي حأال بسل‪1‬ا وبتن ظ زين‪ ،‬ق ت‬ ‫واتك ‪-‬م س زا>ئ اتئ مئررك م ن ث د أن ي م ح ى‬
‫وعفلتلث ين ا و عق ك به ئ سم ي‪ ،‬والقؤف س م ن الل ه ومم ثأ ح التؤف؛ق ال دع اء والتص ؤع‬
‫أتأا ل الل ه‬ ‫ؤا ال ئ ت ك ا ة زال ثذائة عأى نا م ط ت ‪ ،‬ز ال ثص يع حملق م ن هذه ا‪/‬ذحمم‬

‫ال ذ ي م ن غيثا ب م عرهته أن ال يكئنا نإيا ك إ ز أ ي ثا ‪ ،‬ؤأن يتزر مى ومئلث ظ يتزر م ن‬


‫ن ي د علئلف ع مللف ه ائ ما يف س د ■عأتلث عنللث الؤياء‪ ،‬ه ا ن ‪٢‬‬
‫أولتا ئه وأ حثابه‪ ،‬ث م إثاف زن ا ج‬

‫س ك ح و ي ح ي د |ليل ق أث ث أ م ح ذ م ن أ خ ل ك ‪ ،‬و عن ى أن ال‬


‫بم‬ ‫‪٩‬‬ ‫يك ن‬
‫ت م ي ت م ن اش ر م ي ال ذ ي يصي ب ‪ ،‬نل ه أن ذقون ه و أزز ع مغ ل ط غث ا ‪ -‬مم الثة وأركى‬
‫مغلق ع م ال ‪ ،‬إلن ل م بك ن مئ جب ا يممسلف إلثالئ أن ب ح ب م ح م د ه النا س و م ح م دنه م أن‬
‫ئ ح ب أن يكر موك ب عمللق وث روا ثلف به فزثما ومرل ه في ص د و ر ها أؤ حا ج ه ئلبجا إليه م‬

‫قي أ م " كثين ة‪ ،‬ؤ ك ثريد بعملل ق زع م ت ن ي ة الل؛اي ا ال‪-‬خ رة ال زين يؤ غتزه بك م ى بكتزة‬
‫م قل ه ح ؤ ف‪ ،‬و جرأه‬ ‫ال‬ ‫ذكر ا ل م ؤ ت م زهدا في ال د ي‪ ،‬ومرعب ا في ا ال خزة‪ ،‬وك م ى بطول) ا‬
‫غلى ا نما م ي ‪ ،‬وكم ىب ا لخنزة وال ندا م ة يؤم القيام ة لمن "كا ن ‪ :‬م ز اليعم ل‪٠٠‬‬

‫‪İbrahim b. Seiem'in Ayn Reziyye’de bulunan azatlısı Mübarek Ebû‬‬


‫‪Hammâd anlatıyor: Süfyân es-Sevrî’nin, Küfe ahalisinden ve Süleym‬‬
‫‪kabilesinden, Ömer b. el-Hattâb zamanında kendisine Hıırnıık’taki bir arazi‬‬
‫‪ıkta olarak verilen Ali b. el-Hüseyn’e, Süfyân b. Saîd’in bir kardeşine bazı‬‬
‫‪nasihatleri, dini buyrukları ve ahlâki meziyetleri içeren bir mektubunu‬‬
‫‪okuduğunu işittim. Mektupta şöyle yazılıydı:‬‬
‫‪Ailah, bizi ve seni rahmetiyle ateşten korusun. Sana ve kendime Allah’tan‬‬
‫‪korkmayı tavsiye ediyorum, öğrendikten sonra cahilce davranmandan,‬‬
‫‪gördükten sonra helak olmandan, sana açıklandıktan sonra hak yolu‬‬
‫‪bırakmandan ve dünya ehlinin, dünyayı istemelerine ve ona karşı hırslarına,‬‬
‫‪mal‬‬ ‫‪toplamalarına‬‬ ‫‪aldanmaktan‬‬ ‫‪sakındırırım.‬‬ ‫‪(öldükten‬‬ ‫)‪sonra‬‬
‫‪karşılaşacağın korku şiddetli ve tehlike büyüktür,‬‬ ‫‪o‬‬ ‫‪zaman ise yakındır.‬‬
Süfyân es-Sevrî 249

(Çalışmaya, kendini kurtarmaya, günahlardan kaçmaya bak. ölmeden önce


ölmeyi öğren ve ölüm meleğini karşıla. Ecelin gelmeden ve yapmak
istediklerinle arana bir engel girmeden çabuk davranıp çalışmaya başla.
Ben, kendime yaptığım nasihati sana yaptım. Başarı Allah’tandır.
Başarının anahtarı; dua, yakarış, boyun eğmek ve yaptığın hatalara pişman
olmaktır. Bu gündüz ve gecelerdeki hakkım zayi etme. Bize Onu tanıma
ihsanında bulunandan, bizi ve seni nefsimize bırakmam asın!; dostları ve
sevdiklerinden uzaklaştırdığı şeyleri bizden ve senden de uzaklaştırmasını
dilerim-

Amelini boşa çıkaracak şeylerden uzak durmanı tavsiye ederim. Riya,


amelini boşa çıkarır. Eğer riya olmazsa, kendini beğenmen ve bu beğenme
sonucu kendini kardeşinden üstün görmen amelini boşa çıkarır. Belki de sen
onun yaptığı amelleri de yapmıyorsun ve belki bu kişi Allah’ın haram
kıldıklarından senin uzaklaştığından daha fazla uzaklaşıyor ve amelleri senin
amellerinden daha ihlâslıdır.
Eğer nefsini beğenmiyorsan, sakın insanların seni övmesinden, yaptığın
ameller sebebiyle seni büyük görmelerinden ve sevmelerinden veya halkın
yanındaki konumunu kullanarak menfaat temin etmeye çalışmaktan
hoşlanma. Çünkü sen amelinle âhiret yurdunu istediğini ve başka bir şey
istemediğini iddia ettin.
Dünyaya karşı zahid olmak ve âhireti istemek için ölümü çokça
hatırlamak yeter. Az korkmak, günahlara karşı cüretkâr olmak uzun emelli
olmak için yeter. Kıyamet günü bedbaht ve pişman olmak için bilen kişinin
bildiğiyle amel etmemesi yeter.”

‫ ثن ا عتد الل ه‬، ‫ ثن ا أب و بكر بن أيي ع ا ص م‬،‫ ا حدثت ا أ خ ئ د ن إ ت خ ا ق‬٣٩٧٦ ‫ )“ ل‬٩ ٤١٤(
" 0 ‫ ح دا أخنفت ننؤ م ن ن م ا‬1 ‫ " ظ رأيت‬:>3 ‫ ظ‬،‫هم ا ق اتق‬ ‫ ظ‬، 4‫بن عنن ن سكداد‬

Ebû Usâme: “Süfyân kadar Allah’tan korkan kimseyi görmedim”


demiştir.
‫‪Ebû Usâme: “Süfyân es-Sevrî (dinde) hüccettir” demiştir.‬‬

‫(‪ -) ٩٤١٦‬لمام‪/‬أ ب آ ا حدق ا أ ح ن د س إشحا ى‪ ،‬ثن ا أ ب و ب ك ر ن ش ع ا ص م ‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د‬


‫بن ال نثئ ى‪ ،‬ثن ا عتد الئؤ بن ذ!اؤذ‪ ،‬هابت محا ‪ 3‬ن يا ن‪ ٠٠ :‬ؤما أنفئ ت ق ط بزه م ا ي بماغ "‬

‫‪: “Bina yapımı için bir dirhem bile harcamış‬نكأ ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬

‫( ‪ - ) ٩٤١٧‬ل ‪ ٣٩٢/٦‬ا ح د نحا أ خ ن د ن إ شحا ى‪ ،‬ثغ ا أثو بكر س أيي ع ا صم ‪ ،‬ثنا أثو‬
‫تا ن ‪" :‬كا ن مالت‪ '٠ :‬يا حم أ ه ‪١^ ١‬؛‪ ،،‬ال تت عجإوا مممع ه‬
‫ع متر‪ ،‬ثئ ا ص ن زه‪ ،‬ئالأ‪ :‬ها ‪ 3‬ن م‬

‫ا ق آ ن ‪ 5 ،‬إقا ت ق ي ؤ ؛ ر ث ع نا; ئ وا ت و ه "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: Şöyle denirdi: “Ey Kur’ân’ın hamilleri! Kur’ân’dan‬‬
‫‪yararlanmakta acele etmeyiniz. Ondan faydalanmak istiyorsanız hedefinize‬‬
‫”‪doğru yavaş yavaş ^tü y ü n ü z.‬‬

‫(‪ “) ٩٤١٨‬ل‪ ] ٣٩٢/٦‬حدبت ا أبو بكر الث ل ل حي‪ ،‬ثن ا أثو حص ين ال وادعي'ح و حدق ا‬

‫ائثاح ي ي أبو أ ح م د ‪ ،‬ثنا م ح م د بن أيوب‪ ،‬وا لخشن بن علي ثن زيا د‪ ،‬قالوا‪ :‬ثئ ا أ خ ن ذ ثن‬

‫عتد الل ه بن يون س‪ ،‬قات‪ :‬ن ب ع ث نمحا ن‪ ، ^ ^ ١‬نا ال أ خ م ي مولت‪ " :‬ال ي ش ل م ت ل م ‪،‬‬
‫ا م ح أ ت ك بم و ا د خ ي ‪ ،‬ا ه إإ ا ئ قا اخل ا ئ في ا لأك وا لآخرة "‬
‫‪,Ahmed‬‬ ‫‪b.‬‬ ‫‪Abdillah‬‬ ‫‪b.‬‬ ‫‪Yûnus‬‬ ‫‪bildiriyor:‬‬ ‫‪Süfyân‬‬ ‫‪es-Sevrî’nin‬‬
‫‪sayamayacağım kadar çok şöyle dua ettiğini i^tmişimdir: “Allahım! Bize‬‬
‫‪selamet ver! Selamet ver! Allahım! Bizi Cehennemden uzak tutup hayırlara‬‬
‫”!‪rette de bize afiyeti ihsan et‬؛‪yönelt. Allahım! Dünyada da, âh‬‬

‫( ‪ - ) ٩٤١٩‬ل ‪ ٣٩٢/٦‬ا حدثنا أبو بكر القئن ح ي‪ ،‬ثغا أبو حص ث ن ‪ .‬ح و حدثنا الما ضي أثو‬
‫ء الثؤ ت ه ثولس‪ ،‬قثا ت قا ن‬ ‫ن ن ذ ئ غ ئ ثن ر م ‪ ،‬ق ا الت ئ أخن ت ئ‬
‫أ م حت‪ ،‬ثثا ا م‬

‫ب ت ن ثن م د ا لخزم‪ :‬أ‪:‬فالن الثن‪ ،‬قات‪ " :‬ئ ذ ز غ ض ئ د ا ائ ذ غ ل‬


‫ه قا د‪ :‬قات ز ي د م‬ ‫و‬

‫بال ئ ال ح "‬
‫”‪Süfyân der ki: Bir adam Ömer b. Abdilazîz’e: “Allah seni daim kılsın‬‬
‫‪deyince, Ömer: “Bu iş halledilmiştir. Benim dirliğim için dua et” dedi.‬‬

‫(‪ ")٩٤٢،‬و ‪ ٣٩٢/٦‬ا حدبنا القا ضي‪ ،‬ثقا م جم د بن أ ر ب ‪ ،‬ثتا عتد أ و ح ن ن بن تلمم ‪،‬‬
‫ثن ا بم ش بن ضز ص‪ ،‬قالط ‪ :‬ش م ئ ت مشتيا ن التؤريء ي م و لأ‪ ٠٠ :‬ل ؤ أن ‪ ^ ^ ١‬بغ م د ص‬
‫م م ي شب ة "‬ ‫ش ز ج ظ مملون ظ أ‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Eğer hayvanlar ölümü sîzin anladığınız gibi‬‬
‫”‪anlasalardı onlardan semi^ bir hayvan yiyemezdiniz.‬‬

‫(‪ -) ٩٤٢١‬ل ‪ ] ٣٩٢/٦‬حدتما ائئاح ي ي‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ د بن أثوب ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت م ح م د ن‬


‫با بن ج م ‪ ،‬قاد ‪ :‬سم غ ت أ ي عصا م بن تزيد‪ ،‬يق ود ‪ " :‬جنا كا ذ‬ ‫يصا م بنثريد نزأق'‬
‫"‬ ‫يون‬ ‫ن‬ ‫‪:‬‬ ‫ثمولط‬ ‫ف ي ال ت ن ك ر ق ئ فل ز إ ث ه الن ا ظ ر‪4‬‬ ‫ن ئ يا ن‬ ‫يأ خ ذ‬

‫‪Ebû îsâm b. Yezîd bildiriyor: Bazen Süfyân düşünceye öyle bir dalardı ki‬‬
‫‪onu görenler: “Bu adam deli” derdi.‬‬

‫حدثنا القا ضي‪ ٤‬ثن ا م ح م د بن آيوب‪ ،‬ثئ ا بث لثه شر ئبي ب ‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪“) ٩٤٢٢‬‬
‫ه لز‬ ‫م‬ ‫ي د ه ق خ الفة أيى ج مه‪; :‬ا أبا‬
‫أ م ال م ‪ ،‬ثقا ا م ح ئ ‪ ،‬غذ م ح ا ذ ‪ ،‬قات‪ :‬ف‬
‫ذعزث بذغزات‪ ،‬قات‪ " :‬وف ال دنو ب غزال دغاغ "‬

‫‪Eşcaî der ki: Süfyân’a Ebû Cafer’in hilafetinde: “Ey Ebû Abdillah! Bu‬‬
‫”‪konuda dualar etsen” denilince: “Günahları terk etmek duanın kendisidir‬‬
‫‪karşılığını verdi.‬‬

‫م د‬
‫ه‬ ‫قثا‬ ‫م‬
‫ب ال ت‪4‬‬ ‫ثا‬ ‫‪،‬‬ ‫قا ز ك ر ثا ال ث ا ج ئ‬ ‫أ خن ت ‪،‬‬ ‫ذ ‪°‬ت ن‬ ‫نا‬ ‫ئ ي‬ ‫د ثن ا‬ ‫خ‬ ‫‪٣‬ا‬ ‫‪٩ ٣ / ٦‬‬ ‫ل‬ ‫( ‪- ) ٩ ٤ ٢ ٣‬‬

‫ال م ئ ذاؤث ا ص ‪ ،‬قات‪ :‬شب غ ث خمحا ن‪ ،‬ق و ه ‪ '٠ :‬ال ي ز ر ال ئإ س إ ال ق و "‬

‫”‪: “Mümini ancak mezarı korur .‬نكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬

‫(‪ “) ٩٤٢٤‬ل ‪ ٣٩٣/٦‬ا حدثن ا ن ق مان بن أ ح م د‪ 4‬ثنا أ خ ئ د س ع ئ ا الباو‪ ،‬ثتا أب و ي ق ا م‬


‫أل‬ ‫قئ‬ ‫ي ق‬ ‫ظ‬ ‫يئ س ت‬ ‫أ ن‬ ‫ؤأن ث‬ ‫ذ ع‪ 1‬ك‬ ‫س‬ ‫"‬ ‫‪:3‬‬ ‫قا‬ ‫ن مث ا ن ‪4‬‬ ‫ص‬ ‫و كي ع‪،‬‬ ‫دث‪1‬‬ ‫ظ ع غ‪4‬‬ ‫و‬ ‫ا‬

‫وؤثلقف ال تج ن ه "‬

‫‪Süfyân: “Kalbini ve dinini bozmasından korktuğun kişi seni davet ederse,‬‬


252 Süfyân es-Sevrî

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح ئ ذ شر مه د الل ه الح ص زم ي‬، ‫ ا حدثن ا تلث مان بن أ خئ ذ‬٣٩٣/٦ ‫ ل‬-) ٩٤٢٥(

‫سم‬ ‫ه اءل ذ ي‬ ‫ " ق ن ت ذ‬: ‫ ىد‬، ‫ أ م‬٩ ‫غ‬:‫ا هم‬ ‫ ء ن ئأ ؛ا ق‬: ‫ ظد‬، ‫أ خت ن ئ ق و م‬
٠' ‫ أ أ ل ث ع ء ؛ ظ ' ن ي ا و ر ق‬، ‫الث ترل ة‬

Süfyân es-Sevrî yemek yediği zaman şöyle dua ederdi: “Yiyeceğimizi


remin eden ve bize bolca ‫ك س‬veren Allah’a hamdolsun!”

‫ ثن ا‬،‫ نحا م ح ث د س مه د الل ه الح ص زم ي‬، ‫ ] حدق ا نل بما ن بن أ خ ن ذ‬٣٩٣/٦ [ -) ٩٤٢٦(

، ‫ قا دت س ب غ ت م ح د بن محا م‬،‫ ثن ا الهيث م بن جب ل‬،‫الح س ين م ا ل ح ض ا لم روري‬


،‫ م إل م م ههأ‬, ‫ي ش ؛ و ي د إ؛ى ال‬
‫كء ف‬ ‫ " ؛ ر لآريد غزت‬:‫ن ين ال؟ثر ئ‬ :‫ف وت‬
'٠‫ ه‬1‫ة م ع‬1‫ءي ال أئزر لت غش م كاء‬-‫ف كأ ث ذئ ض ك م ن أ صال‬
Süfyân es-Sevrî der ‫نكل‬: “Bazen su içmek isterim, bir başkası benden önce
davranıp testiyi bana getirip içirir, ^te ٠ zaman sanki kaburgalarımdan
birini kırmış gibi olur. Çünkü onun yaptığının karşılığını vermeye gücüm
olmaz.”

‫ حدت ا‬،‫م ح م د بن زيا د‬ ‫بن‬ ‫ حدثت ا أ خ ن د‬،‫ ] خ ا؛ثن ا هم د ال ن ث ب م بن عنز‬vVv[ -) ٩٤٢٧(

‫ ح دبني م ت‬، ‫ ح دبتي حم د اللؤ س م ح م د‬،‫ حدثت ا إن ح ا ق بن ال م ! ح ا لآدئي‬،‫أبو داود‬

‫ ل ن ث‬, 4‫ي ا أي ئ د االل‬


‫ م‬: ‫ ت ك ه‬, ‫ف ؛ة ع إ ئ‬
‫ؤ تن ي ي‬:‫ا هم‬ ‫بئ؛ا أل‬
‫ي ئ م‬° ‫ " أئد‬:‫ ئ ت‬، ٤ ^ ١

, ‫)ت « عين ت مأتف فيئ م م ر ي ن م غ ؛ ك ز ي ش‬3‫يث ا ح ى رده علي دا‬.‫أ ال م م ن ثعن م غ آئخز‬

>>‫حامح ن أن يبي ن مئبي لأيينف أ ك ي م م أ ينين لمره‬-‫وثكن أغ رف ين م غ م ن ي؛نخزي ش ر ظ‬

Ebu’s-Serî der İri: Vera’ (günah korkusu) konusundaki hassas


tutumundan dolayı Fudayl b. iyâd’a: “Bu konuda imamın kim?” diye
sorulunca: “Süfyân es-Sevrî’dir” dedi.
Süfyân es-Sevrî’ye bir giysi hediye edildi; ama Süfyân onu geri verdi.
Giysiyi ona hediye olarak veren adam: ،‘Ey Ebû Abdillah! Ben senin
derslerini dinleyen biri değilim ki, giysiyi bana iade ediyorsun!” deyince,
Süfyân şöyle karşılık verdi: “Benim derslerimi dinlemediğini biliyorum; ama
kardeşin benim derslerimde bulunuyor. Bu giysi yüzünden de kalbimin ona
karşı diğerlerine olandan daha fazla yumuşamasından tarkarım!”
Süfyân es-Sevrî 253

‫ ثن ا ت خ ئ د شر‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا عيد النغ م تن عنن‬t /y [ -) ٩٤٢٨(

‫ " ي؛ؤ‬: ‫ قا د‬C‫ ثغ ا متارك بن تع يد‬،‫ ثن ا ي حش بن آيوب‬،‫ ثن ا ا ل حل واني‬،‫إن م ا عيد ا ل صابغ‬

‫بمآ‬ : ‫ الؤ ج د‬3 ‫ د ا‬،‫ و كا ن أب و ذاك صديق ا لن مثا ن‬،‫ر جئ إ ز ن قا د ببدنه أؤ بثدرئثن‬

‫ يز م‬: ‫ في م سا ق م ن أ ي >قتي إ؟ مما د‬،‫ ثا يا ع د الثؤ‬:‫ت ممات ثق‬،3‫ محا‬، ‫ن متا ن يأته ك ينا‬

‫ قد غزفث غف ت ض از ئ‬، ‫ ثا أثا هم د ال م‬: ‫ ق ا د‬:‫ قات‬،‫ ءأ ش علته‬،‫ " كا ن وثا ن‬،‫الغث أب ا ك‬

،‫ثا ن ذبمئ‬1‫ مم ب د ن‬:‫ د\ لأ‬،‫ ع ر ج؛ا إ لأ‬1‫ هأئا أ ج ث أن ثأ خذ هذه سث ع ن به‬، ٥ ^ ١ ‫فذ؛‬

‫ ل\ اش‬: ‫ ق ا د‬،‫ ا ل ج م ة قزده ط ي‬،‫ ثا مثا رف‬:‫ قا د لي‬،‫ ئنث ا " كا د أن يخزغ‬، ^ ^ ١ ‫زقا ؛‬

١ ‫ ال‬:‫ يا أبا عتد ال م فى م سا ق منة ض؛؟ قات‬:‫ ه ا د له‬، ‫ أ ج ث أن ثأ غذ ف ذا ا ل ما د‬،‫ب ي ى‬

‫ جر غ نز أمن ك‬1‫ ثملئ‬:‫ ظد‬،‫ به حأى أ ح ذة هذه ب بؤ‬3 ‫ ن ظ زا‬،‫وثكن أ ج ث أن ثأخذه‬

‫ء‬3 ‫ي ن ؟نف عثا‬


‫_ة ؟ غث أن ف‬3‫ وتل ك أي ق يء قل ي ث فذ؛؟ ح جا‬: ‫ مم ن ت‬،‫م س ي أن ح ئ ت خؤ‬

:‫ه ق ات‬ ‫ ئأ ك ؤ ث‬: ‫محا و خ ض؟ أن ا و خ ز إخزتلث؟ أنا و خ ز محا ك بجاثلث؟ إ قا د‬

" 1 ! ‫ ئمح ي ق ط ر ه ؤأن أ د أال ظ ي‬، ‫ه ي محامب‬

Mübarek b. Saîd anlatıyor: Bir adam Süfyân es-Sevrî’nin yanma bir veya
iki kese parayla geldi. Bu adamın babası Süfyân’ın dostuydu ve Süfyân bu
kişinin yanına çok gidip gelirdi. Adam: “Ey Ebû Abdillah! Babama karşı bir
kırgınlığın var mı?” diye sorunca, Süfyân: “Allah babana merhamet etsin, o
çok güzel biriydi” deyip onu methetmeye başladı. Adam: “Ey Ebû Abdillah!
Babamın bu mala nasıl sahip olduğunu biliyorsun. Ben bu malı almanı ve
çocuklarına kullanmanı istiyorum” deyince Süfyân parayı aldı ve adam
kalkıp gitmek üzereyken adam: “Ey Mübârek! Adama yetiş ve bana getir”
dedi. Adam gelince: “Yeğenim! Bu parayı almanı istiyorum” dedi. Adam:
“Ey Ebû Abdillah! Paraya karşı (helal olup olmadığında) kuşkun mu var?”
diye sorunca, Süfyân: “Hayır. Ama yine de parayı almam istiyorum” dedi ve
adam parayı alana kadar ısrar etti. Adam parayı alıp gidince ben kendime
hâkim olamayıp Süfyân’a geldim ve: “Yazıklar olsun sana! Sende nasıl bir
kalp var. Taştan bir kalbe mi sahipsin? Tut ki çocukların yoktur, bana da mı
merhametin yok, kardeşlerine de mi merhametin yok. Çocuklarımıza ve
Süfyân es-Sevrî 254

senin çocuklarına da mı merhametin yok” deyip ağır konuştum. Süfyân: “Ey


Mübârek! Sen patayı afiyetle yiyeceksin, ben ise onun hesabını vereceğim
öyle mi‫ ”؛‬dedi.

‫ص‬ ‫ ثتا‬، ‫لخن ى ئ خ م‬ ‫ ئ‬،‫م ئن غ م‬ ‫ ] خدمما مه ذ ال‬i/v [ -) ٩٤٢٩(


‫ تؤري " إذا‬3‫ ن ا‬1‫ط‬ Ju : ‫ ثق وب‬،‫ ش م ع ت م ح ئ د بن وئنف ت ا لمنيا ب ي‬:‫ قا ت‬، ‫ال مع ف ي‬

" ‫م قت ب د ك‬ ‫همي ة غ ي ؛محن؛ م م و؛‬ ، ^ ١‫م‬ ‫زأث مت ي قت ت و ث‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Şayet beni şu anki hâlimden başka bir halde
görürseniz bilin ‫ لط‬dği^irilmişimdir .”

‫ س م ع ت عثدان بن‬:3 ‫ قا‬،‫بي‬


‫م‬ ‫ ح د ق ا عبد الثؤ بن م ح م د بن‬u / v [ -) ٩٤٣٠(

‫ " مح ت‬:‫ بموت‬،‫ ت م ن ت أي أخن ت الؤ?ئرؤ‬:‫ م ولت‬،‫ ت م ن ت زيد بن م حزئش‬:‫ يمولط‬، ‫أ خن ذ‬

" ‫بسث مث\ن قل ة عع ثزهآ ال ف‬٤^- ‫ م ن‬:‫ني‬،‫ي‬ ‫ي‬:‫في ن ن ج ز فخ بمجم نغ ش م؛ا ن التؤر‬

Ebû Ahmed ez-Zübeyrî der ‫نظ‬: “Süfyân es-Sevrî ile beraber Hayf
)mescidindeyken bir münadi de: “Süfyân’ı getirene on bin (dirhem
verilecektir” diye sesleniyordu.”

‫ محادث‬،‫ ؛ ] حدثن ا إئز؛ ويلم بن غبي القيء ثنا م ح م د ثن إ ت خا ق ال ئؤا ج‬/ v [ “) ٩٤٣١(

‫ ش مع ت مثا د ي ف ارون‬:‫ ثقأو ل‬، ‫ ش ج ن ت ع ل ئ بن ان ج ع د‬: ‫ بموت‬،‫مت م ئ ت ف ارون بن عتد الثؤ‬

٠' ‫م‬ ‫أ م كجؤ ب ذ و د ي " ص ذك غ ر ن ء ن ئتة أ ك د‬

Ali b. el-Ca’d der ‫لكا‬: “Müminlerin emiri Hârun’un münadisinin: “Bize


Süfyân’ı gösterene bin dirhem verilecektir” diye seslendiğini işittim ,”

‫ 'ثن ا‬،‫ا ل ح ش‬ ‫بن‬ ‫يلم س م ح ث د‬£‫ ثن ا إثزا‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح ث د ن حقا ن‬٧ ٧ [ -) ٩٤٣٢(

،‫ شي ئ ت صال ح س معا ذ ان صر ي‬:3 ‫ ظ‬،‫أثو ال غشتن أ خ ن د بن سق ما ن بن أيي فس ه‬


Süfyân es-Sevrî 255

‫ م‬: ‫ت ي‬1‫ مم‬،‫ نا شنقت ق ها‬:‫ شنقت مثاعه^؟ ق ك‬٣ :‫ قات‬،‫ئذ؛ قت شزى بق‬
)‫شتو‬
‫ه‬ ‫ ي‬:‫ قات‬،‫ عنف ال م تق حم د ال مب ن‬: ‫ ظ ائ نلف؟ ئ ك‬:‫ ق ات‬،‫ إل أ ي و ع ي‬، ‫الم ا ه‬

‫ أب ا ذئ؛ا ن ثن تع يد بن‬: ‫ ق ك‬، ‫ ن ت ن ت ش ننتلف‬1‫أ م‬ ،iJj ‫تنني ن ق د‬-‫ ى عئد املث‬4‫الل‬

،‫ أ ج ن‬: ‫ أ ث مح ة أبحي ا ل م و به ن؟ ئ ك‬:‫ قات‬، ^ ^ ١ ‫ التؤري؟ أ ئ ك ؛‬:‫ قات‬،‫تنزو ي‬

‫ قز؛لثؤ ل ؤ ك ث ث ح ت هد مي ظ‬،‫ و؛ ر ح ن متى بغ ش‬C‫)ت ظ ب غ ث ئأهمم‬3 ‫ بم دا‬،‫عه‬1‫مح أطزق ت‬

ibn Mehdî der ki: Süfyân es-Sevrî’nin şöyle dediğini işittim: H ‫؛‬dife
.Mehdî zamanında hakkımda arama kararı çıkarılınca Yemen’e kaçtım
.Yemen’de bir kabilenin yanında kalıyor ve geceleri mescidde geçiriyordum
Bir defasında kabileden bir şey çalınınca beni suçladılar. Beni yakalayıp Ebû
Ma’n b. Zâide’ye getirdiler. Ebû Ma’n’a da yakalanmam konusunda resmi
bir yazı yazılmıştı. Huzuruna getirildiğimde ona: “Bu adam bizlerden bir şey
:çaldı!” dediler. Ebû Ma’n bana: “Neden eşyalarım çaldın?” diye sorunca
Ben onlardan bir şey çalmadım!” karşılığını verdim. Ebû M an onlara: “Siz“
biraz geriye çekilin de onunla konuşayım” deyince, geri çekildiler. Sonra
”!bana dönüp: “Adın ne?” diye sordu. Ben: “Abdullah b. Abdirrahman
karşılığını verdim. Bana: “Ey Abdullah b. Abdirrahman! Allah aşkına gerçek
”!adını söylemeni istiyorum” deyince: “Ben Süfyân b. Saîd b. M ^rûk’um
.karşılığını verdim. “Sevrî mi?” diye sorunca: “Evet! Sevrî” karşılığını verdim
”!Bana: “Müminlerin emirine karşı çıkan sen misin?” diye sorunca: “Evet
:karşılığını verdim. Durup biraz düşündükten sonra da bana şöyle dedi
Burada dilediğin kadar kalabilir, istediğin zaman da gidebilirsin. Vallahi“
ayaklarımın altında saklanmış olsaydın dahi seni açığa çıkarmamak için
ayaklarımı asla kaldırmazdım !”

‫ ثن ا ي ح يى‬،‫ ثن ا ح م ي د بن ا لب يع‬،‫ تحا ا ل م ه زا ئ‬،‫ ] حدثن ا م ح ئ ذ سر عل ي‬l / v [ ")٩٤٣٣(

‫ ت وف‬،‫ " مت وق م ح ي ل ال ذ ي إل ; ظ‬:‫ ؟ ^ ؛ وغز ثق وب‬١١ ‫ ئ ث ث ن ق أل‬:‫ ص‬، ^ ١ ‫ئ‬

‫م حب امح ي إل ثن ت ا ا‬
256 Süfyân es-Sevrî

Yahya b. el-Yemân der ki: Süfyân es-Sevrî’ye kulak kabarttığımda:


“(Rabbim!) Şimdiye kadar olduğu gibi yine günahlarımızı en güzel şekilde
ört! Şimdiye kadar olduğu gibi yine günahlarımızı en güzel şekilde ört!”
ini işittim.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ن خ ئ د ب ن غالب ب ن يريد ال ت زد ع ي‬C‫ ] حدثت ا م ح م د ب ن عل ي‬l / v [ - ) ٩٤٣٤ (

‫ ا مه؛ي‬۵^ ‫ د ا ظ الل " أن م‬، ‫مه د ئ ؤ ن ى؛(؛ أ م مح م اأ؛ئ التي‬


‫بد 'ىن ;قع‬
، ‫بزث غ ف ي ي د ه الؤئع ه‬
‫ م‬، ‫يف ا‬
‫ ه ا ح ب أ ن يعل م ما ف‬، ‫ق ج ذ ه أب دا ي خ ر ج م ن ل بنة رقع ه ينفل ز فيه ا‬

'٠ flij ‫ اذ و وقوهل ق بين ي د ي الل ه‬، ‫ ن م ا ن‬: ‫فف ا م ك ث و ب‬


‫ه ا ذا ي‬

Abdullah şöyle bildirir: Bir adam Süfyân es-Sevrî’yi takip ediyor ve onun
.her zaman gömleğinin cebinden bir kağıt çıkarıp baktığım görüyordu
Adam kağıtta ne yazılı olduğunu öğrenmek istedi ve bir gün kağıt eline
geçince üzerinde: “Ey Süfyân! Allah’ın huzurunda duracağını hatırla” yazılı
olduğunu gördü.

‫ ثن ا عئد‬،‫ ثن ا أ خ ن د ب ن عتد ا ل جما ر الصوفي‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا م ح م د ب ن ع ل ئ‬o/v [ “) ٩٤٣٥(

،‫ " نا غ ا ث ي غ ق خا مح ط أ ف د علي من شب ي‬:3 ‫ ظ‬،‫ عن ن م ا ن‬،‫ثن ا وكيع‬ ‫ا ل صم د‬

" ‫ وم رة ؟ي‬، ‫مره عمح‬


Süfyân es-Sevri der ki: “Nefsim kadar zorlu hiçbir şeyle mücadele
etmedim. Bu mücadele bir gün lehime, bir gün aleyhime sonuçlandı.”

‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫ ثئ ا طال ب ن مم ا لآدني‬، ‫ه] حدثن ا ن اث مان بن أ ح م د‬/‫ [مم‬-) ٩٤٣٦(

‫ وبم ئا ن‬،‫ قات ن يا ن ا ل وري " ه يء‬:‫ قات‬، ^ ^ ١ ‫ ظ أبو ن فا ذ‬،‫ع ض بن ال غا ع‬

٠' ‫ والئؤأغ‬،‫ ال ث ئا ذ‬:‫طخ الثامن‬ ‫إذاضخل ا‬ ‫ نم ق اي‬،‫واة‬


Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “Allah’ın da okuyucuları (âlimleri), şeytanın da
okuyucuları vardır, iki sınıf vardır ki onlar ıslah olursa bütün insanlar ıslah
olur. Bunlar, sultan ve Kur’ân hafızlarıdır.”
Süfyân es-Sevrî 257

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن عت ما ن بن أيي فتته‬، ‫ ه] حدثن ا ئل بما ن بن أ ح م د‬/‫ ا‬/ ‫ )“ ل‬٩٤٣٧(

‫ص زيت ب ذ إخزان ن يا ن الئزري إ ر شا ن‬ :‫ قات‬،‫ ظ أيي‬،‫ئ أ خت ن المحري‬

^ ١‫ ؛ة‬،‫ ظ أخي‬، ‫ظ‬ zjL{\ ‫ ه ن و ك م ذ‬£‫ ظ إا‬٠٠‫ م ح ب ف ه‬،‫م\ هي أن عق ي ثأزجز‬


‫ ز ال‬،‫ ئا ع ن د لغمسلث حش ثث جو‬،‫ال يم ضي‬ ،‫ح ه ا ال يدوم‬-‫ وهز‬،‫علم ه ا ال م ن ى‬

٠٠ ‫ زال ث ال م‬، ‫قث و ا ن فت عط ب‬

Tâhir b. Ahmed ez-Zübeyrî, babasından şöyle nakleder: Süfyân es-


Sevrî’nin kardeşlerinden biri Süfyân’a: “Bana kısa bir öğüt ver” diye yazınca,
Süfyân ©na şöyle cevap yazdı: “Allah bizi ve seni bütün kötülüklerden
k©rusun. Kardeşim! Dünyanın tasası bitmez, sevinci ise devam etmez.
İhtiyaçları tükenmez. Kurtulmak için amel yap ve gevşeklik gösterme. Y©ksa
helak olursun. Vesselam.”

‫ ثن ا أثو‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن حم دو س بن" كا م ل‬، ‫ ] حدثن ا ئ ث ما ن س أ خن ذ‬o /v [ -) ٩٤٣٨(

:‫ ^ ^ بم تن بهذا انث ت‬١‫ "كا ن نقثا ن‬٠' ‫ ه ادت‬،‫ عني حيى بني ما ن‬، ‫معمر ا لم طيعي‬

'٠‫بذارس خلي يا يئس ن نا ا ب يزوا‬ ‫ثاع وا ج ديدا ج مي الباقثا أبدا‬

Yahya b. Yemân der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin şu beyti okuduğunu işittim:


“Sattılar yeni, güzel, kaltct ve ebedi olam
Eskiyip yok olan karşılığındaî Ne kötü bir ticaret bu!”
‫ ثعا عتد الئؤ بن م ح م د بن ا ل م ا س‬، ‫ ] ح دمحا تلث ما ن بن أ خن ذ‬o /v [ “) ٩٤٣٩(

‫ س م ع ت شقتا ن‬٠٠ :‫ قأ لأ‬، ‫ ثت ا م ح م ذ بن بشر ال م د ي‬،‫ ثن ا ا خل س بن ا لم زج‬،‫ا ألح بنه اني‬


258 Süfyân es-Sevrî

‫ئقأث ما كان وا غش بيت ا د‬ ‫ج ر ت المحا خ غ د ر م دياره م‬

‫تن إ ر ب ر وق ا د‬
‫ج‬ ‫ثؤى‬ ‫قإ دا ا م ح م وكن ما يل هى به‬

Muhammed b. Bişr el-Abdî der ki: Süfyân es-Sevrî’nin, Esved b. Ya’fur


en-Neşhelî’nin şu beyitlerini okuduğunu işittim:
“Evlerini bırakıp giden Muharrik krallarından
îyâ d oğullarından sonra hâlâ ümitli misin?
Tok olan Havarnak ile Sedir saraylarından, Bârik suyundan
Sindâd’taki yüksek duvarlı saraydan sonra?
K i Ankira’da Fırat’ın suları
Yüksek dağlardan yanlarına akardı
Şimdi yerlerinde yeller esiyor
Sanki hepsi birden yok olmuş gibi
Bütün nimetler ve oyalayan şeyler
Bir gün eskiyip yok oluyormuş. ”
‫ ثط م خ ث ذ بن‬،‫ث‬،‫ ثت ا عبتذ بن م ح م د ال ئ‬،‫م ا حدثن ا أبو 'تغ ال تإ ل حجح‬/‫ )“ ل ما‬٩٤٤٠(

‫ " أي ض‬:‫ قيد‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ ص ئ م حا(ة ا مهي‬، ‫ظ وخض ك ث ئ ئ‬ ‫ ظ‬،‫ض ن تن خال د‬

" ‫\ ح د ي‬1\ ٤^ ١ ، ‫^ ع يا‬ ١ : ‫فث؟ هت‬

Abdurrahman el-Müstemlî der ki: Süfyân es-Sevrî’ye: “Hangi şey şerdir?”


diye sorulunca, “Allahım! Âlimler bozulduğu zaman senden mağfiret
dilerim” karşılığını verdi.

:‫ ثمات‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن يوت س‬،‫ ثن ا أثو حص تن الوادعي‬،‫ ] حدق ا أ و بكر‬٦/^^[ -) ٩٤٤١(

" \‫^<*^ في أمسن‬١‫' ئ؛ف أ م‬٠ :،3‫ سا‬،‫ن عنذة‬1‫؛ ودكنش مت‬Juij ‫ش م ع ت‬

^ Ahmed b. Yûnus der ki: Zâide’nin yanında Süfyân anılınca: “Bizi


yanımızda kendisi insanların en âlimidir” dedi,
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪259‬‬

‫(‪ -) ٩٤٤٢‬ل ‪ ] ٦/٧‬حدق ا أثو بكر‪ ،‬ثت ا ا ل ح س بن خا م ‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن تع يد‪ ،‬ى‬

‫أ خ ن ذ بن ح م ي د أغ و جعف ر ين ح م تد‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت عبد اللؤ بن إدري س‪ ،‬يأمول‪ " :‬ئ‬

‫رأيتباث‪5‬وهه أ‪-‬ح دا أنث أثي في مش ال‪-‬خه | ال <ث متا ن التؤ؛لي "‬

‫‪Abdullah b. idrîs der ki: “Kûfe’de benzeri olmayı isteyebileceğim Süfyân‬‬


‫”‪es-Sevrî dışında birini göremedim.‬‬

‫(‪ ] ٧ ٧ [ -) ٩٤٤٣‬حدبن ا أبو أخنت الغهئريفي‪ ،‬ثن ا عباس ن بن ثونفن ا ل م ح إل ‪ ،‬ى‬

‫م ح ث د بن ا لم رج‪ ،‬ثن ا حل فن بن ن ي م ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ث‪-‬متا ن ‪ ، ^ ^ ١‬بمولأ‪ " :‬ثؤال أن‬

‫أ ن ث ذ ة ‪ ،‬ل شقئ ث ت ن ي ‪ N‬م؛ و ض "‬

‫‪ıyet hor görülmeyecek olsaydım, beni‬؛‪: “Ş‬لك‪Süfyân es-Sevrî der 1‬‬


‫”‪tanımayan bir topluluğun içine yerleşirdim.‬‬

‫(‪ ٦/٧ [ -) ٩٤٤٤‬ا حدق ا أبو أ ح م د ‪ ،‬ثت ا م ح م د‪ .‬ح زثن ا الئ ا ني ي أبو أ ح م د ‪ ،‬وأ م م ح م د‬

‫ق ا ال‪ :‬ثئ ا ظ ن بن‬ ‫بن حقا ن‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا ^‪ ^ ١‬بن م ح م د بن ا لخنن‪ ،‬ثن ا شهد بن‬

‫ئ مي م‪ ،‬قات‪ :‬من م ع ت ‪ ، ^ ^ ١‬ي مولأ‪ " :‬أص ت ت قليي ب صل ح بتن م ك ه وا لخديته‪ ،‬بثن هؤم‬

‫تي\ء ي ى ا ب ت و ت و ي د اا‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kalbimin Mekke ile Medineliler arasından ancak‬‬
‫”‪garip, ev sahibi ve âbid olan kişilerle birlikte olabileceğini anladım.‬‬

‫(‪ -) ٩٤٤٥‬ل ‪ ٦/٧‬ا حدثن ا أب و أ خن ت ‪ ،‬ثغ ا عثا س‪ ،‬ثن ا ث خ ث د ‪ ،‬ثن ا حل مث بنب مي م ‪ ،‬قا ل‬

‫ش م ع ت التوري‪ C‬ثقأو ل‪ :‬ك ي ت أبا حبي ب التدوي‪ ،‬مما ‪ 3‬لي ‪ " :‬يا شقي ا ن ‪ ،‬م نغ الله للف‬

‫^‪ ١‬هث‪ ،‬وا حتث‪1‬را‪ ،‬ثم أ ظ ‪ : 3‬ي‬ ‫عقن اء‪ ،‬وذللف أقه ت مثعلف من غتر ب ئ ر ز ال عدم‪ ،‬ول ك ن‬

‫تا ن‪٤١ ،‬ف إال‪ ،‬الم س ا ‪ ،‬ؤإ(آ عن ك ن ت ث د "‬


‫غم‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: Ebû Habîb el-Bedevî ile karşılaştığımda bana: “Ey‬‬
‫‪Süfyân! Allah’ın sana nimet vermemesi senin için bir ihsandır. Zira‬‬
‫‪vermemesi cimriliğinden ve yokluktan değil, sana fırsat verip sınaması‬‬
260 Süfyân es-Sevrî

içindir” dedi. Sonra: “Ey Süfyân! Seninle sohbet güzel, ama işlerimiz bizi
bekler” dedi.

‫ ثن ا اف ا م م بن‬،‫ ثن ا تع ي د بن عتد العزيز‬،‫ ] حدثنا م ح م د ئن عل ي‬٧ ٧ [ “) ٩٤٤٦(

‫ ثن ا أبو بكر بن‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن أبابة‬، ‫ ح زثت ا أئي غ ا م م‬.‫م حا ذ ا ل ج رمي ال د م شق ي‬

‫ هل ت ك ما ن تن معاونه‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا ا ل ما س م بن م ح ا ذ ال د مشق ئ‬،‫ ثن ا أثو لحا ي م الرازي‬،‫عبيد‬

‫ م ن ؟‬: ‫ مح ك‬، ‫يلم‬£‫ وأكتر ش إئنا‬:‫ وها ت‬،‫ رأي ت إبراهي م بن أد ه م ؟ مح حلف‬:^ ‫ ^؛‬١ ‫ا لآشود‬

‫ ^ يش م‬١ ‫ "ى ن‬U " :‫ بموت‬٤^ ^ ١ ^ ^ ٠ ‫ سمع ت أخي‬:‫ <ث مثا ن القزيك؛ء ث م ائت‬:‫ ت‬،

" ‫ح؛ عقه‬


‫ وي ح ئ ض ال غ ن م أن تحم على م ن أ ت‬،‫غ د غ م قي ال دمحا ث ضح ة في ا ال خرة‬

Kâsım b. Osmân ed-Dimaşkî der ki: Âbid Yemân b. Muâviye b. Esved’e:


“ibrâhîm b. Edhem’i gördün mü?” dediğimde güldü ve: “Ondan daha üstün
birini de gördüm” karşılığım verdi. Ona: “Kimi?” diye sorduğumda: “Süfyân
es-Sevrî’yi” karşılığını verdi. Sonra şöyle dedi: “Kardeşim Süfyân es-
Sevrî’nin: «Allah dünyada nimet verdiği kişiyi âhirette rezil edecek değildir.
Nimet verenin de nimet verdiğine bunu tamamlaması haktır» dediğini
işittim.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أبو ث م ب ن عبتد‬، ‫ ثن ا م ح م د ب ن أ ح م د ب ن أبا ذ‬،‫ ] حدت ا أبي‬٦/‫ )“ [ ؟‬٩٤٤٧(

‫حز ه ض‬
‫ " ق د أن‬:3‫ ة‬،‫ا همي‬ ‫ غذ‬،‫ غذ ئ م ه‬،‫ا لخن ئ هم د وختن‬
" ‫غ م في خ ا ج ة أكب م ح ي ة إي ه ف ه ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kul bir ihtiyacı için Allah’a çok yalvarıp
yakarıyorsa Allah o konuda ona nimet vermiş demektir.”

‫ ثن ا مح ت ى ئ ذ‬، ‫ ثن ا أبو حات م‬،‫ ثن ا أبو ثقي‬، ‫ ثغ ا أ ح ن د‬،‫ ] حدثن ا أيي‬l / v [ “) ٩٤٤٨(

‫ ل ي م ذ‬٠٠ :‫ ق و ل‬، ‫ ش بم ث ث ذ ن ا ش ي‬: ‫ قا د‬، ‫ ظ مح ؤئثد ت ق بمامح د‬، ‫يونس ال ئ ن ئ‬

" ‫انن افثة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Günahların gizli kalması afiyettendir.”


Süfyân es-Sevrî 261

،‫ ح دبتي م ح ث د بن بغ ش‬:‫ قات‬،‫م‬ ‫ ثغ ا أبو‬،‫ ثن ا أ ح ن ى‬، ‫ ] حدثت ا أيي‬v /v [ -) ٩٤٤٩(

،‫ ش و م‬: ‫ أ م ذ خيف ال‬4 ‫ " <ؤضنثدر ج‬:‫ في هزل ه‬، ‫ ص ن ف ا ذ‬،‫ئ محت ال م ئ ذاؤذ‬

"‫ ؤئتثقي و ا ل م ح ن‬،‫ تن ئ غ ي ا م حر‬:‫قات‬

Süfyân es-Sevrî; “Âyetlerimizi yalanlayanları, hi‫ ؟‬bilmeyecekleri


:yerden yavaş yavaş helâke götüreceğiz”1 âyetini açıklarken der ki
Onlara bolca rızık verecek, ancak bu nimerlere karşı şükür etmelerini“
unutturacağız, anlamındadır.”

،‫ ح دبتي م ح م د بن إدي؛؛س ن‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا أبو بكر‬،‫ ] حدبت ا أييء ثن ا أخن ت‬v /v [ ")٩٤٥٠(

‫ كت ب‬:‫ قات‬،‫ ح د ق ي م ح ا ذ بن نابذة‬،‫ عن تل م بن مئن ون ا ل حؤاص‬،‫ثت ا ع م رو بنضل م‬

" ‫ ئأئبد ب ق؛ ل أ م‬، ‫ ؤ مث ئزمم ة‬، ‫ أ زأ ث أ ذ ت صح ج ت ن ث‬01 " ‫ئ ئ؛اة ا ! مهءإ‬

:Osmân b. Zâide der ki: Süfyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı
Bedeninin sağlam, uykunun da az olmasını istiyorsan az yemek ye“.”

،‫ح دبنى ه ارون ب ن ق متا ن‬- ،‫ ثن ا أبو بكر‬،‫ ثتا أ خن د‬،‫ ] حدثت ا أيي‬y/y [ “) ٩٤٠١(

‫ ^ ^ يشتري بنص ف‬١ ‫ " رأيت‬3 ^ ، ‫ ح د ب ي ع م و بن حري م‬،‫ح دقت ي؛الص نع ي‬

‫ذاتي ل ح ماب م ك ه اا‬

Amr b. Hureym der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin Mekke’de yarım dânık’e et


satın aldığını gördüm .”

،‫س غ عداءه‬
‫ ^ ^ " 'كا ن بم‬١ ‫ ] ه ات ا أل صمع ي وبلع ي أن غ م ا ن‬y /y [ ")٩٤٥٢ (

‫ قادت الل ه‬،‫ ئا ذا جاءه بمن دللف‬،‫ دا ياؤه الث ايث أ ئاة يص ف ن رغيف‬1‫ ء‬،‫وعش اءه وغيم س‬
١٠ ‫رمم ء‬ ‫ر‬
‫يوسعحمم‬

Asma’î der ki: Bana ulaştığına göre Süfyân es-Sevrî, öğle ile akşam yemeği
için kendine iki ekmek ayırırdı. Bir dilenci geldiği zaman ona yarım ekmek
Süfyân es-Sevrî 262

verirdi. Başka biri daha gelmesi halinde ise: “Allah sizlere bol rızık ihsan
ersin” derdi,

، ‫ ح دثني ش ل ته بن قبي ب‬:‫ ه ا لأ‬،‫ ثن ا أب و بحي‬، ‫ ثن ا أ خ ن د‬،‫ ] حدثن ا أيي‬v /v [ ")٩٤٥٣(

‫ ن ا‬Ç‫ صابروا ا أل صاء في ا ل ط عا‬٠٠ :‫ ثق و لأ‬،‫ ش م ئ ت ال مز ي‬:‫ قات‬،‫عن بابت أيي م ح م د ال زاهد‬

" ‫للث ل م قئ زفأ لس ه م ن حشنه‬.‫ قامت إدا جا زت‬C‫ي ن الق م ة والل ه اة‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Zenginlerin yemeklerine dudak ile boğaz


arasrndan geçene tahammül edin. Zira orayı aştığı zaman artık yemeğin
iyisinin kötüsünün bir anlamı kalmaz.”

‫م بن‬ ‫ ثن ا أب و‬،‫ ح دثني أيي‬: ‫ محا د‬،‫ ] حدثنا م خ ئ د بن أ ح ن ذ بن أتا ن‬v /v [ “) ٩٤٥٤(

‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا أثو ال ول د بن عيا م بن غا م م اثقد ي‬،‫ ح د ي م ح ئ د بن ا ل ختم‬،‫محي‬

‫م جغى ا؟ى‬- ‫ ظ‬، ^ ^ ١ ‫ أ غ ذ بثد ي نئ؛ان‬:‫إ‬3‫ ها‬،‫شص د بن ص ذهه أثو م هلم هد‬

‫جحن د " إن ا ظ غ ث أن ال تخال ط ي‬


‫ا ب‬: :‫ ثأ قات‬،‫ وقى‬، ‫ف ا مقا مط غذ زيي ا م‬
‫ ز ' م ح‬،‫تا ذ ئ ؤ الء ا م ح'ء‬
“‫ زا خ ذنإ‬، ‫ ؛‬w ‫و ه ■؟‬ ‫ ومح ق ق ئ ق ق‬، ‫ ق د‬، ‫ظ أ ط‬ ‫ئن ا ;لئ‬

،‫فن ا بموت ك وعلئلفب ا الئتغثاء غذ ج م يع الن ا س‬


‫ زافزغ إ ي ي‬،‫إ ر ال م قي حوايجلف ل ديه م‬

‫ ^ ياهقوه أخذا أفزع‬١ ‫ وئالل ه ن ا أعل م‬،‫ؤازلمغ حؤائجلئم إلى س ال ثغف إل ا ل ح وائ ج عغذه‬

‫ جاءني‬: ‫ وبموت‬،‫ت م م ح ا علي خ ر يد ه ب و تجيء‬ ،‫م عثرة دراه م أينيب‬ ‫إقؤ م ث‬

‫ن ه ظ ن ظثتمر من ب ش هأقرمح نتة‬

Ebû Muhelhel anlatıyor: Süfyân es-Sevrî elimden tutup çöle doğru


götürdü ve insanların geçtiği yoldan uzak bir yere geldik. Süfyân ağlayıp
sonra şöyle dedi: “Ey Muhelhel! Eğer bu zamanda kimseyle beraber
olmamayı başarabilirsen öyle yap. Bütün tasan âhiret için hazırlık yapmak
olsun. Şu idarecilerin yanına gitmekten sakın. Onlara olan ihtiyaçlarını
Allah’tan iste ve Allah’ın sana vermeyi garanti ettiği şeylerde de onlardan
uzak dur. İnsanlardan hiçbir şey istememeye bak ve ihtiyaçlarım, onları
karşılamak kendisine zor gelmeyene arz et. Vallahi! Bu gün Kûfe’de
kendisinden on dirhem borç istediğimde, verdiği dirhemleri yazıp her gün
Süfyân es-Sevrî 263

gidip gelerek: «Süfyân, gelip benden borç istedi, ben de verdim» demeyecek
birini bilmiyorum.”

‫ ح زثنا‬. ‫ ثئ ا أ خ ن ن ب ن ع ئ اال م ر‬، ‫ ب ن أ ح م د‬0 ‫ ] حدثت ا تل ي ن ا‬a / y [ - ) ٩٤٥٥

،‫ ^ بن عتد ؛لل ه‬١^ ‫ ؤثما‬،‫ ثت ا أبو ي ق ا م‬،‫ ثن ا عتد ا و خن ي بن م ح م د بن ط م‬، ‫أبو أ ح م د‬

‫ ث إ ذاؤاد‬:‫ ق ا ال‬،‫مو‬،‫ث‬- ‫ثن ا معاوثه ثن‬ ‫ ثن ا أثو ا لم ص ل بن‬،‫ثنا م ح م د ثن إشحا ى الثم ف ي‬

‫ أثى‬3‫ " مابال كوفة ر ج‬:‫ م ولت‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت نهيا ن‬:‫ قات‬،‫ عن أبج ه‬،‫بن ي ح ي ى بن ي ما ن‬

" ‫يف ا‬
‫بؤ ق ي قو ض عش رة ذ راه م إ ال ز ج ل إ ن أ ظا يف ا وه باش م ي ف‬

Süfyân es-Sevrî der ‫نظ‬: “Kûfe’de kendisine güvenip on dirhem borç


istediğimde bu yönde adımı herkese duyurmayacak birini tanımıyorum .”

‫ ثنا عت د الثي بن م ح م د‬،‫ ثن ا أي ي‬، ‫ ] حدثت ا ث خ ئ د بن م ح م د ب ن أبا ن‬a / y [ - ) ٩٤٥٦ (

‫ ثن ا ع طاء ب ن محت ل م‬،‫ ح د ق ي بس ن س م صل ح الع تكجح‬، ‫ ثن ا م ح م د ب ن الحع ن ت ن‬، ‫بن شئث ا ن‬

‫في‬ ‫زيال‬ ‫ا‬


‫ فن ز خ ق غ‬، ‫ ز ا خ ذ م‬، < ‫ ا خ ذ ي ا ة‬، ‫ءم‬ ‫ائ دل ي ن قا ن " يا عط‬ ‫لا‬
‫ ائ د ؛‬، ‫ا خئ ف ث‬

‫ لح ش ي ت أ ن يشي ط‬، ‫ حامص ه‬: ‫ زئل ث‬،‫ حل وه‬: 3 ‫ أ ؤ ه ا‬،‫ حل و ه‬: ‫ ز ئ ك‬، ‫حا مص ة‬- : ‫ مما ل‬،‫رثا ئؤ‬

Atâ b. Müslim el-HafFâf bildiriyor: Süfyân bana şöyle dedi: “Ey Ata!
İnsanlardan ve benden sakın. Bir nar hakkında bile biriyle ayrılığa
düştüğümde, adam: «Bu nar tatlıdır» dese, ben de: «Ekşidir» desem veya
adam: «Bu nar tatlıdır» dese, ben de: «Ekşidir» desem, sırf bundan dolayı
bile ‫ ل آل ال اا ط‬dökmesinden çekinirim.”

‫ ثن ا داود بن‬،‫ ثن ا أبو ب ث ا م ا وئا ع خ‬، ‫إللم بن نن د ه‬،‫ ثت ا ائثا‬، ‫ ] ح د ق ا أيي‬a /y [ - ) ٩٤٠٧(

‫ ث م‬،‫ أعضئة‬P ‫ " ا ص ح ب م ن ي غ ثء‬:‫ ئ ا لأ‬٤^ ^ ١ ‫ ص غ م ا ن‬،‫ عن أمحه‬،‫ي حش بن ثن ا ن‬

‫ ت إ ق ؤ س ي ط ه ص لق‬0

Süfyân es-Sevrî der ki: “İstediğin kişiyi dost edin; ama onu öfkelendir ve
başkalarının seni ona sorması halinde ne diyeceğini gizlice izle.”
Süfyân es-Sevrî 264

‫ ثعا‬، ‫ ثت ا عت د الل ه ب ن م ح م د‬، ‫ ح د ب ت ي أي ي‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د ب ن أ ح م د‬a / y [ - ) ٩٤٥٨ (

:3 ‫ قا‬،‫ ح د ب ي عتد ؛ل ر بن مروق‬، ‫ ح دبني ا ل ص ك بن خ ي م‬،‫م ح ئ د شر ا نم ثت ن‬

‫ ح ن ث ال‬، 0 ‫ " ب م الفئهزا‬: 3 ‫ " أئن ثن ى أن أزت؟ " قا‬:‫ هل ث‬، ‫ا >نئثن ت ن ميا ن التزري‬

" ‫م ؛ل ئ ! ظ‬

Abdullah b. Merzûk der ‫لط‬: Süfyân es-Sevrî’ye: “Nerede yerleşmemi


tavsiye edersin?” diyerek yerleşeceğim yeri ©na danıştım. “Kimsenin seni
tanımayacağı Merru’z-Zehrân’a yerleş” cevabını verdi,

‫ ث م ن ت‬: ‫ قا ن‬، ‫ ] قا د م خ ث د و ح د ب ي غل ف ن ب ن إ سما ع ي ل ن ي ر ا ن ي‬a / y [ ") ٩٤٥٩ (

" ‫ اا أ ئ ص تغ رفؤ الث\س تق آل غ ظف‬:‫ م حت‬، ‫ثمحا<ة ا همئ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Tanıdıkların az ©lsun ki, gıybetin de az ©lur.”

‫ تحا أب و عن د‬، ‫ ثن ا عت د الل ه ب ن م ح م د‬،‫ ح د ث ن ي أي ي‬، ‫ ] ح دت ا ث خ ئ د‬a / y [ - ) ٩٤٦٠ (

‫ " يا‬: ‫ بموت‬،‫ ش م ع ت ا ل ح شن ى وفند‬:‫ يم ولط‬،‫ ش م ع ت أيي‬:‫ ه ات‬C‫الؤ ح م ن الخزاعي‬

‫ وأنكرت رق م ن م م‬، ‫م م ح‬
" ‫بث‬ ‫ ال تم رس إ ل ن ذ ال‬، ‫خ ت ن‬
Haşan b. Râşid (kendi kendine) şöyle demiştir: “Ey Haşan! Sadece seni
tanımayanları tam ve senin tanıyanların bu tanışıklığım inkâr et!”

‫ح د ق ي حاي م أبو عت د‬ ،‫ ثت ا عئ د ال ث ؤ‬، ‫ ح د ث ن ي أ ي‬، ‫ ] ح دت ا م ح م د‬a / y [ - ) ٩٤٦١ (

! ‫ أ خ ش‬٠’ :‫ قا ت ن متا ن التؤري بنب ل‬:‫ ه ا ت‬،‫ ض النؤث ل ئن إ سما عيل‬،‫ال ر ح م ن ا لأردي‬

٠' :‫؛‬١١‫ ؛‬،" ‫ م م أي ف‬،‫م أ ؤ الت ر م؟ " ص " ثق‬ ، ‫ ظل م ة م ث ق م ر‬،‫;أي ال‬
" ‫ثن ا قت ئ هؤ الء مح و حئر‬

Süfyân es-Sevrî, adamın birine: “Söyle bakalım! Hoşlanmadığın şeyler


daha çok tanıdığın kişilerden mi yoksa tanımadığın kişilerden mi geliyor?”
diye sorunca, adam: “Tabi ki tamdığım kişilerden daha çok geliyor”
karşılığını verdi. Bunun üzerine Süfyân adama: “O zaman tanıdıkların ne
kadar az olursa senin için daha hayırlı olur” dedi.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪265‬‬

‫ع م ا ل ختدي‪ ،‬ثن ا أب و ب ك ر ب ن عبي د‪،‬‬ ‫( ‪ ] a / y [ “) ٩٤٦٢‬ح دثنا أي ي ثت ا أب و ا لخشن ب ن‬

‫انزق ا ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ئ ك ب ن يا ن الثزري "‬


‫خ د ي اق ا ب ز ئ ف اش م ‪ ،‬ص ث خ ئ د ثن ث وئف ن ج‬

‫‪ ، ٠٠ ١‬مة ا ‪ 3‬لي ‪ '٠ :‬ا>نخئ‪ ،‬ي‪ -‬ال ك‬ ‫أزى الثا‪،‬م ئ‪ ،‬ثقولون‪ ،،^ ^ ١ ،^^<١ :‬وأنث ت‪ ،‬ا م‬

‫ط ا لأ م ا ق ؤ ىا م‬

‫‪Muhammed b. Yûsuf el-Firyâbî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “insanların‬‬


‫‪”!seni dillerinden düşürmediklerini görüyorum; oysa sen burada uyuyorsun‬‬
‫‪d<vadadır!” karşılığını verdi.‬؛ ‪dediğimde: “Sus! Bu işin özü, t‬‬

‫(‪ ] ٧ ٧ [ “) ٩٤٦٣‬ح دقا أيي‪ ،‬ثن ا أ ح ئ د ن ا لخشن ا الن صا ري‪ ،‬ثن ا أبا ن ن أ؛ي‬

‫الحصي ب ‪ ،‬ثت ا أ ح م د بن مو ت ى ‪ ،‬ثن ا ض ره بن نبيع ه‪ ،‬ها د ‪ :‬دا ‪ 3‬ن متا ن التؤري‪ " :‬اليم ي ن‬

‫أن ال ض ن و ال ك في حث ظ أص‪1‬بلف "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der İri: “Yakîn, başına gelen her şeyde Mevla’nı itham‬‬
‫”‪etmemendir.‬‬

‫ئ خ ئ د ب ن أي ي رزئي ب ن جا ي ع‬ ‫( ‪ ] ، \ / y [ “) ٩٤٦٤‬ح د ث نا ن أ بما ن ‪°‬س أ خ ن ت ‪ ،‬ثن ا‬

‫المص ر ي‪ .‬ح زثن ا ب ن خ ا ق س أ ح ئ د بن عل ي‪ ،‬ثت ا إبراهي م س يونف ن‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بق أيي‬

‫ا ل ح واري‪ ، ،‬ال‪ :‬ثن ا عثد اللب س نلئن ا ن أبو م ح ث د ال ثبد ي‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ثونمث ا لمنيا بي‪،‬‬

‫غ ر بث ت أم وفى ججب ه م ي رمح ة ا م ح ث ن أ ر‬ ‫ص د ح ك‬ ‫ص ن فا ‪، ٧ ١ ١ 0‬‬

‫ي ن بؤ يث ا‪ ،£‬ممل ت ل ه‪ :1‬ل\ ح ث ن ‪ ^^^^ ١‬أم حث ا ن‪ ،‬أ ال ثأي ن عبذ الل ه ن‬


‫الق_ ج ود‪ ،‬ن ف‬

‫شه ا ب بن عتد الل ه‪ ،‬هرشت إلئه رهمته‪ ،‬لعل ه أن يغعلث ك من 'ر كا ة مال ه نا ب ع رين به م ن‬

‫بع ض الحال ة التى أناف ا يل ي؟ !‪ ،‬هدعتب مئ ح ر له ا هاعث ج ز ت به‪ ،‬قال ث " يا نئ؛ا ن‪ ،‬لم د‬

‫"ىن ل ك فى قل ى ر‪-‬جءحا ن كي ئ‪ ،‬أو ي ئ ‪ ،‬مم د د ه ب ‪ ^ ١‬بز‪ -‬جحاذلئا من قلم ي‪ ،‬ظ نئ؛ا ن‪،‬‬

‫!‪ ،‬وع رته و‪-‬جالل ه‪ ! ،‬ز أنث جى أن أمتألة ‪ ^ ^ ١‬وه و‬ ‫ثأ‪°‬ئنإى أن أنأ ت ؛ندي م ن ال‬

‫ب ي ا ‪:‬ا له ا‪ ،‬ؤأققث عقه ا‪ ،‬ثأ‬


‫ج; ثب‪١١٤ ،" 1‬؛ ق م حلأ‪ :‬وءن ه ‪ .‬م ;ع ثه ا ال ت د ذ ظ ئ م‬

‫و حبي ب ب حبيبه‪ ،‬ؤأئا حاليه يلق يا م حب و ب‪ ،‬ه م ا كا ذ م ن س ج ن‬ ‫ائذ ت‪ ٠٠ :‬إ لهي ‪ ،‬خ ال‬
2‫ة ة‬ Süfyân es-Sevrî

‫ ف د خ ك غيه ا بغد‬:‫ قات ن يا ن‬،" ‫ ز ال غ ن ا ه إ ال الثا ز‬، ‫تئ ج ذ به ن ذ م ح اف إ ال ج ه م‬

‫ثن ثؤش أكتر‬ ،‫ ن‬1‫ ي بنت أم حث‬:‫ س ن ت ن ي‬، ‫ء إت؛ا ؛ئ ج وغ قن أقن ض ز ي ه‬

٠٠ : ‫ قال غ‬، ‫ زاتثهلغن ا أهل ه ا‬،^^ ١‫ وا ل حضن غ ي ن ا العق الم إد آتيا أئ ن‬،‫مما أوي ث و ت ى‬

" ‫ " ا < ك ه‬:‫ل ت‬1‫ ق‬،‫ ش ط ي‬:‫ قل ق‬،" ١ ‫ك ذ ب م‬ ‫م‬ ، ‫ي ئ تا ن‬

‫ئج ت ال‬ ‫ نب مئرهة‬،‫' و ج ث عثلف م ن مغرقي ال ش ك ر ئجئ‬٠ : ‫ظل ت‬ :‫ئ ك‬

‫ه‬ ‫ وظ أوئم بشكر‬، ‫ وئت ذ لت ازي‬،‫ ع ل مي‬4‫ هئصز والل‬: ‫ نق؛ان‬3 ‫ دا‬،" ‫ذا‬:‫تنقضي أ‬

‫دا رين‬1‫ب و ق ت و‬، ‫ ^ ^ ^ ق م‬١‫ نين رثؤ‬، ‫أعثرمحئ ثة بن عم ة و ج ب غل غب مئرمح ة ؛ ق ثن ؤ ف م‬

‫ وكم ىب ال م نع ع ل م ا أن‬،‫ج ه ال أن ي ع ج ببعمل ه‬ ‫"كثى ب ا ل م رء‬ ، ‫ " يا ن ئ أ ن‬:‫ ممال ت‬،‫ال ئزو خ‬

‫ظ‬ ‫م أ ه ثق ق ز ق ن و ت من و ذ ك خ ر بقوت مح ض' م ح يف ا ق‬ ‫ه‬ ‫ث شق ى‬

‫ ممصر ت زالثؤ إلي مسي‬: ‫ نئبان‬3 ‫ ظ‬، ٠٠ ‫نا ج ذا‬

Süfyân es-Sevrî anlatıyor: üm m ü Hassân el-Esediyye’nin kızıma yanına


girdiğimde alnında secde izi olarak keçinin dizlerindeki tabaka gibi bir
tabakanın oluştuğunu gördüm. îz apaçık görünüyordu. Ona dedim ki: “Ey
Ümmü Hassân’ın kızı! Abdullah b. Şihâb b. Abdillah’a gitsen ve bir
dilekçeyle durumunu bildirsen iyi olmaz mı? Belki malının zekâtından
birazım sana verir de şu gördüğüm perişan halden kurtulursun.” Bir
başörtüsü isteyip getirilince onu başına örttü ve: “Ey Süfyân! Sana karşı
kalbimde büyük bir saygı vardı. Ama Allah kalbimdeki sana olan bu saygıyı
götürdü. Ey Süfyân! Dünyayı hakiki sahibi olmayan kişiden isteyeyim
diyorsun, izzetine ve celaline yemin ederim ki Allah dünyanın gerçek sahibi
olduğu halde Ondan bile istemeye utanıyorum” dedi.
Süfyân der ki: Gece olduğunda kendine ait ibadet ettiği bir mekâna girdi
ve kapıyı kapattıktan sonra şöyle yakardı: “Allahım! Her seven sevdiğiyle baş
başa kaldı. Ey sevilen! Ben de Seninle baş başa kaldım. Sana isyan eden kulu
sokacağın zindan cehennem değimlidir. Onun çekeceği azap ateş olmayacak
m!?”
Süfyân der ‫لط‬: ü ç gün sonra yanına girdiğimde o kadar acıkmıştı ki
.yüzünden belli oluyordu. Kendisine: “Ey üm m ü Hassân’ın kızı! Sana Hz
Mûsâ ve Hz. Hızır kadar sabır verilmedi. Onlar bile bir köye gittiklerinde
»köy halkından yemek istemişlerdi” deyince, “Ey Süfyân! «Elhamdu lillah
”?de” dedi. Ben: “Elhamdu lillah” deyince, “Şimdi Allah’ı şükür ile andın mı
diye sordu. Ben: “Evet” karşılığını verince, “O zaman Ona şükretmeyi
bildiğin için Allah’a şültretmelisin. Yine Allah’a şükretmeyi bilip şükrettiğin
için de ^kretmelisin. Bu böyle devam eder ve hiç bitmez” dedi. Süfyân dedi
ki: “Vailahi! îlmim bu cevaba aciz kaldı ve dilim tutuldu. Allah’ın bir
nimetini bildiğim anda Ona şi^retmeliyim. Nimetin değerini bilip
şükrettiğim için de şükretmem gerekir.” Gitmek için davranınca bana: “Ey
Süfyân! Kişinin ameliyle övünmesi cahillik olarak ona yeter. Allah’tan
korkması da ilim olarak yeter. Bil ki; kalpler tüm dertleri ve gayretleri tek
.dert ve tek gayret haline getirmedikçe bozulmaktan kurtulamaz” dedi
Süfyân der ki: “Vallahi! Bana ne kadar aciz olduğumu gösterdi.”

‫ ثن ا علي‬،‫ ثن ا أ خ ن د مد م ح م د بن حمتدث ه‬، ‫ ] حدق ا غلتن ا ن ى أ ح ن ذ‬١ */v [ -) ٩٤٦٥(

‫ عن‬،‫ ثن ا أث و ح ذيفة المجل ي‬، ‫ ثن ا ح آفن بنب مي م‬، ‫س م ح ئ د بن أبي ا ل م صاء المصي صئ‬

‫بق أ ط‬
‫ث وب ال م‬: ‫ج ؟‬ ‫ ال غزل ز ال ي ؛ ال‬: ‫ " أتدرون ظ ي ن‬:‫ ظت‬، ‫ ؟ ^؛‬١١ ‫ن‬1‫ض‬

" ‫ ز ال م ي أخت إ ال ظ وقئ‬،‫إ ال نا م ح ي ق‬


Süfyân es-Sevrî der ‫لكا‬: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözünün ne
anlama geldiğini biliyor musunuz? Kişi bunu derken: “Allah’ın bana şu an
vermiş oldukları dışında hiç kimse bana bir şeyler veremez. Allah’ın şu an
beni koruduğu gibi de hiç kimse beni koruyamaz!” diyor demektir,

‫ ثت ا عل ي‬،‫ ثن ا أ خ ن د ب ن م ح م د ب ن ص د ه ه‬، ‫ ح د ق ا نل بما ن ى أ ح ن ذ‬h ، / v [ - ) ٩٤٦٦ (

‫ " ن غ ل ومس ئ ذ غزو بن ي ن بن‬: 3 ‫ ئ‬،‫ ثنا خلفن بن ض‬،‫س د بن ر ا ك اؤ‬ ‫بن‬
‫ ال ه ؛ ال ؛ ه غثث‬:‫ش أ ة م ؤد‬ ‫دثل ق ي ي غبمد‬:‫ " أ‬: ‫ ه ات‬، ٧ ١ ١ ‫قياف ن ن ج د ث نم‬£

‫ ااء ذ ماءأم و ل في م ن‬:‫ قاد‬،" ‫ " ك ذا أثيئثا‬:‫ ممات‬٠' ‫ والل ه أك ر عشن؟‬،‫ وا ل ح م د لل ه‬،‫ح س ا ت‬
268 Süfyân es-Sevrî

‫ وأكبر ح ش‬، ‫ وأ ح ن د‬،‫ وأذت ح‬،‫ " أهع د‬: 3 ‫ ؤقا‬،" ‫ك ش ي د الث؛آن أئفت دره م ين عير خئ ي‬
‫ لآة ال م ب د لق ذ و‬،‫ ثثتد ئ هتن‬٠٠ :^ ^ 1‫ بقت ذئ؛ان ؛‬٠٠ ‫ثثادبابعذب هذه‬،‫أع م د م ن ا لخ‬

" ‫إ ال ب ه ا‬
Halef b. Temîm der ki: îyâs b. Amr b. Yezîd b. ikâl, Süfyân es-Sevrî’nin
mescidine girdi ve ona: “Ey Ebû Abdillah! Lâ ilâhe ‫ث‬1‫ ي نل كل‬demeye on iyilik,
Elhamdu lillâh dedeye on iyilik ve Allahu Ekber dedeye de on iyilik
sevabının verileceği sözü sana ulaştı mı?” dedi. Süfyân: “Bize de bildirilen
budur” karşılığını verdi. îyâs: “Kişinin helal olmayan bir yoldan otuz bin
dirhem kazanması konusunda ne dersin? Ben olsam oturur ve aynı sayıda
Sübhânallah, Elhamdu lillah ve Allahu Ekber derim. Bu şekilde bu miktar
kadar iyilik de yapmış olurum” deyince, Süfyân: “önce bu parayı iade
etmelidir. Zira bu parayı iade etmedikçe yapacağı zikir kabul görmez”
karşılığını verdi.

: ‫ قا د‬،‫الن صر‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا علي س أخن ت‬، ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫ م ا ] حدثئ ا نلتن ان‬/ ‫ ا‬/ ‫ ل‬-) ٩٤٦٧(

‫ ت ب غ ت ن م ان‬:‫ يأمول‬،‫ ش م ع ت معاويه بن هق ا م‬: ‫ مولط‬، ‫سمع ت عث مان س أيي ف ت ة‬

٠' ‫ ون مي ض د النه ت م ي د يأئيه‬،‫ ئ م ن ت ال دقا الئف ا بث ه‬1‫ " إد م‬:‫ مولت‬، ‫لتوري‬١

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyaya değersiz (=deniy) olduğu için dünya
denmiştir. Mala da sahiplerini meylettirdiği için mal ismi verilmiştir.”

،‫صال ح‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا عئد الله ى بش ر‬، ‫بن ع م ر بن ط م‬ ‫ ] حدبتا م حم د‬١‫ام‬¥ ‫ ل‬-) ٩٤٦٨(

٤١١٢ " :‫ ;غ وت‬،‫ ش م ق ئأم حل ا مهت؛ة‬:3 ‫ ه‬، ^ ١‫ ئ أ م ء ي د‬، ‫ئ أ م ت م د ادكئدي‬

٠٠ ‫ ل حار> منة غش‬: ‫ ؤ موئ ون‬،‫ ^^^) ه ال قثوتث‬١‫أه و\م يدعؤن إ؟ى‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Daha önceleri, helali bırakıp almayan ve: «Onu
alırsan nefsimiz için endişe duyarız» diyen topluluklar vardı.”

‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫ ح دقني أ ي‬،‫ ] حدق ا عتد الل ه بن م ح م د بن عط اء‬١•/ v [ “) ٩٤٦٩(

‫ ش م ع ت نئيا ن التؤريء بم زأ غش‬:‫ ه ات‬،‫ ثن ا مب ا رك أبو خث اؤ‬، ‫ ثن ا ت ل م ه ن فبي ب‬، ‫تث ل م‬


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪269‬‬

‫علي بن ا ل ح ت ن ‪ :‬قا أخي اط ل ب ا لعلي لت عم د به‪ ،‬ؤ ال ئعئلتة لئثا هئ به الئنن اؤ‪ ،‬ؤب م ا وي به‬

‫ا ل س م ه اء‪ ،‬وثأكد بؤ ا الءعنتاء‪ ،‬وئنت ح د م به ا لممناء‪ C‬قا ن للف ي ن ع لم لق نا ع م ل ت به‪،‬‬

‫وعثلث نا صث ع ت بنئ‪ ،‬ق دبلثغ ا والل ة أع ا م أثث م ن ط ل ب ا لخزض ا ز غرسا في زمانن ا ‪ ،‬ز ال‬

‫ئ ئ و ح س‪ ،‬وانتق م على متبي ل ربل ث‪ ،‬ه إئل ق إن بع ن ت دللف كا ن ن و ال ك الثت محال ى‪،‬‬

‫يلف عن ذكر عيوب محرك‪ ،‬وا حزن‬ ‫و جبريل‪ ،‬و صالح الئ وم هن‪ ،‬وائثغد ذ ك ر مح وب‬

‫ض م ن عنرك فى عتر طل ب ا‪-‬خ ريلف‪ ،‬وأكئن م ن‪ ۶^ ١‬غش ظ قت أومح زث به‬ ‫ع د ظ قذ‬

‫تت عنه م ‪ ،‬ه ابه م ح م لنف‬


‫ج‬ ‫ظ هزك ‪ ،‬ل ظف ممح قت س بئ ي‪ ،‬ؤ ال ئ ت ث م ن م حي وأهبه‪ ،‬ز ال‬

‫م س ي وائ م ‪ ،‬وم ج ا ل ج ه ات وباطل ه م‪ ،‬وقا عد غ ي ‪ ،‬ءإق لق ي بج و م ن جا ز م ‪ ،‬إ ال م ن‬


‫ص د بآ صا ل ال ئ ا لخذ‪ ،‬واكث ف بما م ح ث‬ ‫شا ة بال ئ ال ح ي ذ‬ ‫م حز ال ق‪ ،‬بإن أزذث‬

‫ز ال ثئ مز ع س هد و كد بث‪ ،‬ي ح صى أ رك‪ ،‬ويكت ب‬ ‫ز ال مس س ال‬ ‫من‬

‫ع مل لف‪ ،‬نا ب ي‪ ،‬الل ه قي سريرتلث ‪ ،‬وع الشل ث‪ ،‬وه و رقيب عإنل ق‪ ،‬وانث ح م م ن ه و تغلق وه و‬

‫^ ^‪ ، ١‬زخث ازة منزكه\ ‪ ،‬؛ تمف حقين مميز ا؟ى‬ ‫أقن ب اق‪1‬ث ش ح ب د الزر؛ز‪ ،‬ا؛ئزفن د‪1‬هه‬

‫ت خن ه ا ‪ ٢‬ثزخز‪ ،‬ز ال ت غئ ه ا ‪ ،‬ز ال‬


‫و ا بم هأ‪ ،‬قإتمث ود نز ثر‬ ‫متبث‪ ،‬وا ‪ :‬ك ظى ش أل‬

‫قد ئزلط يلقء ز ال‬ ‫و ح ذ مئه‪-‬ا ثنق‪ ،‬ق إث ك ؛؛ؤبن ف‪ ،‬ول ن ت بع د ك‪،‬‬

‫بعملمر ع مته ائنا ت ي ذ وا ل جا هل ين‪ ،‬وأكثو م ن ال ث كاع عل ى ئن سلق‪ ،‬ئ ن ن ث م ن ا ل ص ح كبسبي ل‬

‫إن غمل ت ‪ ،‬ق د بثثثا ز ا ه أ م ‪ ،‬أب؛ ال ق نحا ر عثز أئزائا في كتابه با ل ص ح ك ‪ ،‬و رك‬

‫‪ ،£^^ ١‬مما ‪ :3‬ؤأئ ش ثذ) ن خ ز ي ي م جت ون زثهنخخ و ذ ز ال وك ون وأن م ش ا مذون^> ؟‬

‫وم د ح أئزائ ا في كتابه‪ ،‬مما د ‪ :‬ؤويخرون ل لأدثان ي ك ون ويزيدهز غش و ه ا ه ‪ ،‬نثن بثثن ا‬

‫ه ا و ض‪ ،‬ؤتق‬ ‫‪ ٠‬أق قات‪ " :‬إذا أ خ ي ال ه يا اثث ال ئ ز ‪ ،‬ئ ن ذ ز ج ؤ‬ ‫غذ نش وي الثؤ‬

‫ه أثة ق ا لأ‪* " :‬ك م من نعم ة لل ه في ع رق‬ ‫ت خ ط ثلت الث ح ط ’’ ‪ ،‬ؤهدب لعن ا غذ رئ و ل الل ه‬

‫ضا م "‬

‫‪Mübârek Ebû Hammâd der ki: Süfyân es-SevrîJnin Ali b. Hasan’a şunu‬‬
‫‪okuduğunu işittim: “Kardeşim! ilmi onunla amel etmek için öğren. Âlimlere‬‬
270 Süfyân es-Sevrî

karşı övünmek, cahillerle çekişmek, zenginlerin mallarını yemek ve ilminle


fakirleri kullanmak için öğrenme. İlminden sana ancak amel ettiğin kadarı
vardır. İlminin amel etmediğin kısmından da sorumlu tutulacaksın.
Doğrusunu Allah bilir, ama duyduğumuza göre zamanımızda hayırlı olan
şeyleri isteyen kişi garip kalır. Sakın kendini yalnız hissetme ve Rabbinin
yolundan git. Böyle yaptığın zaman yardımcın Allah, Cebrail ve salih
müminler olacaktır.
Başkalarının kusurlarına bakacağına kendi kusurlarınla ilgilen. Ömründe
âhiretinden uzak bir şekilde geçirdiğin günlere üzül. Şimdiye kadar taşıdığın
yük için çokça ağla ki belki böylesi bir yükten kurtulursun. Hayırdan ve
hayır sahiplerinden sakın usanma ve onlardan uzak durma. Zira bunlar
senin için diğerlerinden daha hayırlıdır. Cahillerden ve batıl yollarından
sıkılm alı ve onlardan uzak durmalısın. Zira Allah’ın muhafaza ettikleri
dışında onlara yakın olan hiç kimse kurtulacak değildir.
Şâyet salihlerden biri olmak istersen salihlerin amellerini yapmalısın.
Dünyadan şu ana kadar kazandıklarınla yetin ve sakın seni unutmayacak
olanı (Allah’ı) unutma. Sana vekil kılınan, yaptıklarını ve amellerini kayda
geçen meleklerden sakın gafil olma. Gizli veya aleni yaptığın bütün işlerde
Allah’ın rızasını gözet ve seni her dem gözetlediğini unutma. Sana şah
damarından daha yakın olan ve devamlı yanında bulunandan utan. Nefsinin
muhtaçlığını ve değersizliğini bil. Sen ki Allah’ın karşısında değersizsin ve
devamlı ona muhtaçsın. Kendi nefsine ağla ve ona acı. Zira sen ona
merhamet etmezsen kimse ona merhamet etmez. Nefsini aldatma, ama
peşinden de gitme. Ondan ihtiyacın olanı al. Yarınları değil gününü düşün.
Her zaman ölüm anının geldiğini varsay.
Gafil ve cahiller gibi gaflete düşme. Kendin için çokça ağla, zira
düşünürsen gülmenin sana bir faydasının olmayacağını göreceksin.
Doğrusunu Allah bilir, ama bize ulaşana göre Allah Kitab’ında ağlamayı
bırakıp çokça gülmeleri konusunda bazı toplulukları kınamış ve: “Şimdi siz
bu söze (Kur’ân’a) mı şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da
Süfyân es-Sevrî 271

ağlamıyorsunuz ve siz gaflet i‫ ؟‬inde oyalanıyorsunuz”1 buyurmuştur.


Yine bazı toplulukları, “Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar; bu, onların
gönüllerindeki saygıyı artırır”2 buyurarak övmüştür. Yine bize ulaşana
göre Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Allah bir topluluğu sevdiği zaman onları
musibetlere maruz bırakır. Buna rıza gösterenden Allah da razı olur. Rıza
göstermeyene Allah da öfkelenir" buyurmuştur. Yine bize ulaşana göre
Resûlullab (sallallahu aleyhi vesellem): "Sağlıklı bir bedende A llah'ın ne çok nimeti
vardır" buyurmuştur.

‫ ثنا‬،‫ ثن ا أبو عتد الثؤ م ح م د ن أ حم د بن يزيد الزهري‬،‫ ا ا] حدثتا أيي‬/‫ )“ [ م م‬٩٤٧٠(

‫ ث م ن ت‬:‫ بمولت‬،‫ ت ي غ ت أثا إشحا ق المراري‬: ‫ ها د‬، ‫ ثنا ال ن ت ث ب بن واض ح‬،‫أبو طا ه ر‬

‫جاء ال ذ ى‬ ،‫ ووا ح د لل ه‬،‫ تنعه لثئ الثب‬،‫ف ؛ أ جواء‬ ‫' الذكاء‬٠ :‫ مولت‬،‫ن متا ن القؤرى‬

‫ت ء ن‬ ‫ق' ء‬ ‫ه م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Ağlama on çeşittir. Bunlardan dokuzu Allah


dışında olanlar için, biri de Allah içindir. Allah için olan ağlama, senede bir
defa olsa bile yine de çoktur.”

‫ ثنا ا لم ت ث ب س‬، ‫ ت ا أبو طا م‬، ‫ ثنا م حم د ى أ ح ن ذ‬،‫ا ا ] حدثتا أبي‬/ ‫)" ل م م‬٩٤٧١(

‫يه ص‬
‫ " ; أم غش القاص زنا ن ال ت و ف‬:‫ قات‬،‫ غذ شا ن‬، ‫ محا وئئف ن ئ أتثا ط‬، ‫واض ح‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “öyle bir zaman gelecek ki bilge olan hiçbir
kişinin yüzü gülmeyecektir.”

،‫ثن ا عتيد بن جن اب‬ ‫ ثت ا أبو‬، ‫ ثن ا ت خ ئ د بن أ ح م د‬،‫ ] حدثت ا أيي‬u / v [ “) ٩٤٧٢(

‫لم‬ ‫أنحا د الس ن اع‬ ‫ م ن أ ح ب‬٠٠ : ‫ثق و ن‬ ، ‫ال ث و ر ي‬ ‫ش مع ت ش م ا ن‬ : ‫ قا ت‬، ‫م‬ ‫م‬ ‫بن ئ‬ ‫حل ق ن‬- ‫ثن ا‬
١١ ‫'ام‬.‫ا‬
‫مبي ح‬

1Necm Sur. 59-61


2 isrâ Sur. 109
Süfyân es-Sevrî 272

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kadınların baldırlarını seven iflah olmaz.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إ ن ن ا عي د ى عتد الثؤ‬، ‫ ثن ا م ح ئ د س أ خ ئ ذ‬،‫ \ ] حدق ا أيي‬y /y [ - ) ٩٤٧٣(

" :‫ ال ؤر ي‬0 ‫ ن ئ د ن مثا‬:‫ ;ق وت‬، ‫ ش م ت هم د الثؤ تن ا م حازك‬: ‫ ثا د‬، ‫ا ك ي ث ئ ز ا م‬

‫ ال‬، ‫ش م‬ ‫ " ض وان اين ز‬:‫ ق ات‬٠' ‫م أ خ ي إقل ق يا أثا م د الثؤ أو ا ف د ؟‬ ‫شي‬

٠٠ ‫ز ال ثد ع ا ش د بهثل ب العل م‬ ‫ثد ع طل ب ا ل عل م‬

Abdullah b. el-Mübârek der ki: Süfyân es-Sevrî’ye: “Ey Ebû Abdillah!


Senin için ilim öğrenmek mi daha iyidir, yoksa amel etmek mi?” diye
sorulunca: “ilim, amel etmek için öğrenilir. Amel edeceğim diye ilim
öğrenmeyi, ilim öğreneceğim diye de amel etmeyi bırakma” dedi.

،‫ن ع م ه‬ ‫أث و ع م ر و‬ ‫ ثن ا‬، ‫أ خ ن ذ‬ ‫بن‬ ‫حدثن ا ا لم ا ض ي أث و أ ح ن د م خ ث د‬- ‫ ا‬١‫أ‬/ ‫)" ل م ا‬٩ ٤٧٤(

‫ ق ا د‬، ‫يزسمب‬ ‫م‬ :‫ هات‬،‫ ص غ م ا ن ال تؤري‬،‫ ثن ا اس أ ي عنثة‬،‫ثن ا ا لخن س ثق عزقه‬

‫ " ق ض ب ت ن‬:‫و ا ه ث‬ ‫ لأم؟ " قات‬:‫ " م ذ ءظئ‬:‫ قا ت‬،" ‫ ظ بل غ أ خ ب ي‬، ‫ا ن ا ب ي‬: " : ‫اخلا ب د‬

: ‫ ن م ن‬3U ،" ‫عه إالم ؤنز قاءيأ ب م ر‬1‫ ؤاا؛ات خئ أت ال ل أ م ع ي س‬،‫^ خق‬ ١‫ث م أ ة‬

‫ " |ن الذك_) يصحلف‬:‫ قات ااثاب ي‬،" ‫" إدي لأبكي ح ش مح ث ال ث ن ي م ن د م وع عسي‬

" ‫ التة رأته‬-‫ وز ص‬1‫ لأن ا ل م د ق ال د ج‬، ‫ويم حير م ن ا إل ي يبكي ويدلط‬

!Süfyân es-Sevrî der ki: Âbidin biri bir rahiple karşılaştı. Ona: “Ey rahip
Nasıl ibadet ediyorsun?” diye sorunca, rahip: “Cennet ile cehennemin hak
”olduğuna iman eden her bir kişinin her zaman namazda olması gerekir
”karşılığını verdi. Âbid: “Ben öyle ağlıyorum ki gözyaşlarımdan otlar bitiyor
deyince, rahip: “İşlediği günahı itiraf ederek gülen kişi, ameline güvenerek
,ağlayan kişiden daha hayırlıdır. Zira ameline güvenen kişinin kıldığı namaz
göğe yükselmez” dedi,

‫ ثن ا ت خ ث د‬: ‫ قا ال‬، ‫ وأب و م ح م د بن ح ثا ن‬، ‫ حدثن ا ا لما ض ى أب و أ خ ن ذ‬h x / v [ - ) ٩٤٧٠ (

:‫ ها ت‬، ‫ ثن ا عتد ال ؤ خ ن ن بن م ه د ي‬،‫ ثنا عئد ا ل ر حم ن بن غنن بن رشته‬،‫بق أ ح ن د بن يزيد‬

، ‫ ي أي ئ د اش‬:‫ه زيت‬ ، ‫ ق ى ؛ ظ خ ج ن د ث م‬، ‫ ^ ^ عئدي‬١ ‫ث نر‬ ‫س‬


Süfyân es-Sevrî 273

‫ ش‬،‫ ق ات " والل ه ن ذ ن ي ي أهؤن عند ي م ن دا‬،‫ هزئع ق سا م ن ا لأوض‬، ‫أزاف ك ي ز الدن و ب‬

" ‫دئ ا ذ ق د أق أت و ث‬.‫محا ءن أن أ ثل ث ا إل‬-‫أ‬

Abdurrahman b. Mehdî der ‫لكل‬: .Süfyân es-Sevrî yanımda vefat etti


Durumu ağırlaşınca ağlamaya başlamıştı. Adamın biri ona: “Ey Ebû
Abdillah! Sanırım günahların çok!” deyince, Süfyân yerden ufak bir şey
alarak adama: “Allah’a yemin olsun ki günahlarım yanımda şundan daha
önemsizdir. Ama ben, ölmeden imanın benden alınmasından korkuyorum
ve buna ağlıyorum)” dedi(,

: ‫ محا د‬،‫ ثن ا عتد الثؤ بن م ح م د بن ع م نان‬، ‫ ] حدثن ا ا لما ضي أبو أ ح م د‬١y /y [ ")٩٤٧٦(

‫ ش م ع ت ش متا ن‬: ‫ بموت‬، ‫ ت م ع ث عتد ا ل ر حم ن بن م ه د ي‬:‫ ثئ و لأ‬، ^ ^ ^ ١ ‫ش م ع ت ا ل ح ش س‬

:‫ ي مولأ‬، ‫ وش م عتة م ء أ ح ن ى‬: 3 ‫ ظ‬،" ‫ئأته ا‬،‫ مس ى قى ي د ي ال ل‬c J \‫؛‬f ‫ " ثؤ‬: ‫ ثق ون‬، ^ ^ ١

" ‫" ظ ع د و ج ه ' لأرض ق س تخرج أ خ ي إ؛ي ب ذ ق مت ي‬

Abdurrahmân b. Mehdî, Süfyân es-Sevrî’nin şöyle dediğini nakleder:


“Eğer canım elimde olsaydı onu bırakırdım.” Yine başka bir seferinde:
“Yeryüzünde benim canımdan daha çok çıkmasını istediğim bir can yoktur”
dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ئئ ا م ح م د بن ع م ران ا لرازي‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حيا ن‬١٢/‫)" [ ؟‬٩٤٧٧(

‫ " عثلث‬:‫ قاد ن متا ن‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا عتذ الم رير ى أيي عئ ما ن‬، ^ ^ ^ ١ ‫يئ م و ث بن إن ح اى‬

‫ وعق ك ب ما ال ثمرمحث مئ ال ت ئا م‬، ‫ نايا ك أن مم ثثة ب ال حث ابزة‬،‫بالقص د فى معيستا ق‬

‫ زنن‬،‫ل ه‬1‫ ^ ^ وأهد ا آلم‬١ ‫ وئ ك ن أغد مش وزتل ائ أ ن د‬،،٣^ ^ ٧ ،‫س‬،‫ زاليا‬، ‫والشزا« ب‬

''§ ‫ي ن ق ى ه‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Yaşamında orta yollu ol ve sakın zorbalara


benzeme. Yiyecek, içecek, giyecek, binek konusunda ayıplanmayacak şekilde
hareket et. istişare ettiğin kişiler takva ehli, emanete ihanet etmeyen ve
Allah’tan korkan kişiler olsun.”
‫‪274‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ١٣/'/[ ")٩٤٧٨‬حدثت ا أب و م ح م د بن ‪<-‬ثا ن‪ ،‬ى ث خ ئ د بن أخن ت ثن مغذ\نء ث إ‬

‫ص شئث‪ 1‬ن‪ C‬مح‪ 1‬د ‪ " :‬م ن أ خ ذ م ن‬ ‫م خ ث د سر ع ئ بن ؛ م ح ل‪ ،‬ظت‪ :‬ح د ب ت عن‬

‫ظال م ؤا غ ا ‪ ،‬أؤ ن ا ال ‪ ،‬أؤ س ال حا ‪ ،‬ئثزا به في تبي ل الثؤ‪ ،‬لع ن بك ج مح د م مفع ه ا ؤ بمغه ا‬

‫ح و ير جع "‬
‫‪: “Zâlim birinden paça veya mal veya silah alıp da‬لكا ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪Allah yolunda savaşa çıkan kişi dönene kadar attığı her bir adımda‬‬
‫”‪lanetlenir.‬‬

‫(‪/[ ")٩٤٧٩‬م‪ /‬م ا ] ‪-‬حدثت ا أثو م ح م د بن ح ا ذ ‪ ،‬ح دقئى ث خ ث د س عئد احلؤ‪-‬ت ن ن ‪ ،‬ثن ا‬

‫ح د ش أي ي‪ ،‬ع ن ا ق ص ل ئ ن محل م ‪ ،‬د‪،‬ت‪ CJÜ :‬ر ث مظ<ئ‪ " :‬محم‬ ‫أث و ذي ث و ت ى‬

‫ال‬ ‫^ ق أذ‬ ‫‪:‬ف وة‪ ،‬ول ك إ‪١‬‬ ‫ظ ن ا ال‬ ‫ه ه "‪ ،‬ق ات‪" :‬‬ ‫ال‬ ‫الش ال ط؟ ‪ ٠٠‬ئ ك ‪ " :‬أة‬
‫لهي أ ذ مح ز ن '‪٠‬‬

‫”?‪Fudayl b. Mühelhel bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Selamet nedir‬‬


‫‪diye sorunca, ben: “insanlar arasında tanınmamandır” karşılığını verdim.‬‬
‫‪Bunun üzerine Süfyân: “Ama bu, olmayacak bir şeydir. Asıl selamet,‬‬
‫‪tanındığın zaman buna sevinmemendir” dedi.‬‬

‫(‪ ١٣/٧ [ “) ٩٤٨٠‬ء خ ا؛ثن ا أبو ث ح م د بن حيا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د س أ ح م د بن مع دا ن‪ ،‬ثن ا‬

‫م ه د ا و خ ن ي ب ن عن ن‪ ،‬ثن ا حم د ا و ح م ن ب ن م ه د ي ‪ ،‬محا د ‪ :‬ع د م شتيا ن ‪ ^ ^ ١‬التص زة‬

‫ئلتة ‪ ،‬نحا ز في بع ض اكت اتين‪ ،‬قأ جر شت ه عأى أن ي ح م ظ ث ما ره ا ‪ ،‬ئنث به‬


‫زال ق ئا ن يح‬

‫بئقس اخل م ارين‪ ،‬مما ل لن " م ن أين أن ث يا ش ح ؟ قات‪ :‬م ن أه ل ادكوهه‪ ،‬هات‪ :‬أختزتي ‪،‬‬

‫بث‬
‫م‬ ‫ش م ؛ ق ز أدقق‪ ،‬زل ك إ‬ ‫بث‬
‫وثق؟ قا د ‪ :‬محا م‬ ‫بي ا‬
‫أ ز ف ه ا ك ز ؤ أ ظى أم■ م‬

‫الئ ا ي ي يائخرؤ غلؤ‪ ،‬قات‪ :‬نا أكذتث ض ق غ ا امحال ث‪ ،‬ؤاثؤ ؤالق ا جث ؛محلون ا ولمي‬
‫الث ا ئ‪ ،‬زأنث وحمم أثلث ل م ثذقه؟ أ محر جغ إلى اخل ا م ل‪ C‬هأختزه ين ا ها د لثن جته‪ ،‬ممات‪:‬‬

‫به \ ل أ م‬ ‫ث ه ث أ ئ ‪ ،‬أدركه‪ ،3^ ،‬م ح ث صا دد‪ 1‬قأبه رث ميا ‪ ، ^ ^ ١ 0‬ئ خ ذة‬

‫ا ل م ؤم نين ا ل م هد ي‪ ،‬هر جغ في طلبه ئ ما مح د ر عليه‬


Süfyân es-Sevrî 275

Abdurrahman b. Mehdî anlatıyor: Halife tarafından aranan Süfyân es-


Sevrî, Basra’ya geldi. Orada bahçelerden birinde bahçıvan olarak işe girdi.
Bir gün öşür memurları yamna geldiler ve: “Yaşlı adam, sen kimsin?” diye
sordular. Süfyân: “Küfe ahalisinden biriyim” karşılığını verdi, ö şü r memuru
ona: “Söyle bakalım, Basra hurması mı daha iyidir, yoksa Küfe hurması mı?”
diye sorunca, Süfyân: “Basra’daki hurmanın tadına bakmış değilim. Ama
Kûde’deki Sâbiri hurması pek tatlıdır!” karşılığını verdi, ö şür memuru: “Ne
kadar da yalancı bir ihtiyarsın! Basra’nın tüm köpekleri, iyileri ve kötüleri
hurmadan yerken sen bunun tadına bakmadığını mı söylüyorsun!” dedikten
sonra amirine gitti ve şaşırması için bunu ona aktardı. Âmir de: “Annen
sensiz kala emi! Geri git! Şayet doğru söylüyorsan o adam Süfyân es-
Sevrî’dir! Hemen onu yakala İri müminlerin emirinin gözüne girersin!” dedi.
Memur onu yakalamak için geri döndü, ancak Süfyân’ı bulamadı.

‫ ثن ا‬c(‫ ثت ا ت خ ئ د بن أخن ت بن الن صر‬، ‫حدق ا ئل بما ن ى أ ح ئ د‬ -) ٩٤٨١

‫ ئثا تكا د‬،‫أخزج ن غ س ما ن التوري‬ ٠٠ ‫ قات أييت‬: ‫ قا د‬،‫ ^ ^؛‬١ ‫الزيت بن شيا ع ثن‬

‫م عن ال ه ر دا بما وزا حف ا‬ ‫" لنانث ق و عن ا ل أمبا ل إل وف زال‬

Velîd b. Şucâ’, babasından bildiriyor: Süfyân es-Sevrî ile çarşıya çıkardım.


Ancak giderken de, dönerken de dili iyiliği emretmek ve kötülükten
sakındırmaktan hiç geri durmazdı.

‫ ثن ا ا لخشن ث ن‬،‫ ثن ا عل ي ب ن هم د الع زيز‬، ‫ م ا ] حدثت ا نل بما ن ب ن أ ح م د‬/‫ا‬/ [ - ) ٩٤٨٢ (

‫ " نا رأي ت أ خ تا‬: ‫ يقأو ل‬، ‫ سمع ت ي ح ش ى عت د ال ن يل ي ب ن أب ي غ ئ ه‬: ‫ مح ا د‬،‫ا م ح الث و راني‬

" ‫أص ف ئ و ج ه ا ف ي نا ج ال ر ص نمتا ن ال ت ؤ ر ي‬

Yahyâ b. Abdilmelik b. Ebî Ğaniyye der ki: “Süfyân es-Sevrî gibi Allah’ın
iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme) yolunda utanmadan ve çekinmeden(
konuşan birini görmüş değilim .”

‫ ثنا ع من بن‬،‫ ثن ا أثوش جب الحراني‬، ‫ ] حدثن ا ئ ث مان بن أ ح م د‬Nl/v[ -) ٩٤٨٣(


276 Süfyân es-Sevrî

‫ فذا ابن‬،‫ يا أبا عثد الل ه‬:‫بس أغ ل ا ل حل م ة‬


‫ ممات ثت م‬،‫ نج ئ ت نحل ن ت اقه‬، ^ ^ ١‫غ ميان‬

، 0 ‫ لأت بخزات ا‬1‫ أس؟ د‬، ‫ ل\ أي مه د اش‬:‫ بت ت‬،‫صا‬2‫ف ل‬1‫ قد نأي ت أب‬: ‫ ثى‬3 ‫ق ا‬ ‫ئصر بن‬

‫ إل ص‬،‫ حش ئ ز م ث ك ؛ ر حم ي‬،1^ ^ ‫ مح أ ج رت قسي بق ي‬، ‫ر حى ع ن د ه ا ن‬


‫ب غ ل لأشزاف أن ثرفدوا قي ال د ي و ال ال نه\ح تنتلإ وممح غ القتيلة‬
‫ أ و ل م م‬٠٠ :‫لي غ م ا ن‬

" ‫ ق ه‬١^ ^ ‫ي حى له م أن‬٤١١٢ ،‫غي ب‬

Nasr b. Kudeyd b. Nasr b. Seyyar, babasından bildirir: Medine’ye


geldiğimde Süfyân es-Sevrî’nin ders halkasını gördüm. Gidip ben de
halkasında oturdum. Halkada bulunanlardan biri (beni göstererek): “Ey Ebû
AbdillahJ Bu kişi İbn Nasr b. Seyyâr’dır” deyince, Süfyân bana: “Babam
görmüştüm” dedi. Ona: “Ey Ebû Abdillah! Nerede?” diye sorduğumda:
“Horasan’da gördüm. Zira birinden bir alacağım vardı ve bu hakkımı elde
edene kadar taşımacılık yapan birilerinin yanında ücretle çalıştım” karşılığını
verdi. Sonra bana şöyle dedi: “Onurlu kişilerin, sadece kendilerini
değersizleştirip değersiz olanlara değer kattığı için bile dünyadan yüz
çevirmeleri gerekseydi dünyadan yüz çevirmeleri görevleri olurdu.”

، ‫ ثن ا مؤان ئ ذ غ م الؤثي‬، ‫ ثت ا أبو ئعت ب‬، ‫ [ حدت ا ن فيان بن أ ح ن ذ‬m/ v ] -((٩٤٨٤

‫ص‬ •' ^ $ ١ ‫زج ل‬ : ‫ ف و د‬،‫س د بن يزيد بن م ح س‬ ‫ضن ت‬ :‫ؤد‬

‫ش أ أزي‬ ١ ‫وت‬ ‫ب غ ؟ ؤقت ؤ ءت‬


‫ص أم م‬ ‫ " ت ئ ألي‬: ‫لخنث ظ ي هم د ء ؟ ق ات‬

‫وب هى محق‬
‫م‬ ‫ زه ت محي‬،‫ ز ي؛ محي عذؤك‬،‫ت ر محو وقل ث‬
‫ ح‬،‫ل هذه ا آلم ة أمرا رشيدا‬

" j ‫ني ي‬ ‫ أ‬4 ‫من م ؤم ن ل‬ ‫ ك م‬:‫ وظ[ ا‬، 0 ‫ث‬ ‫ب م ت ش‬،‫عن؛ ك كي‬

Muhammed b. Yezid b. Huneys der İri: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye:


“Bugün nasılsın?” diye sorunca, Süfyân: “Nasıl olduğumu mu soruyorsun?”
dedi ve şöyle devam etti: “Vallahi şaşkın haldeyim! Allahım! Dostlarını aziz,
düşmanlarım zelil kılmak için, iyiliğin emredilip kötülükten alıkonulması
için bu ümmetin işlerini doğru ve sağlam kıl.” Sonra bir iç çekti ve: “Kaç
müminin öfke içinde öldüğüne şahit olduk!” dedi.
Süfyân es-Sevrî 277

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا م ح م د بن عئد الثؤ ا ل ح ت ن ي ي‬،‫ين ا ن بن أخن ت‬


‫ \ ] حدثن ا ن ف‬ı/v [ -) ٩٤٨٥(

‫ ث إ ث خ ا ة ئن‬،‫ئ خ غثا ن ا ل ب يع‬ :‫ قات‬،‫ ثن ا إ و مء ن أ ت ي‬،‫أبو ض د ا لآش ج‬

،‫ هد ح د عأسا عئد ا ل ص م د بن علي يغذ ا ل م ع ر ب وهو أميز نك ه‬،‫ وا لأؤزاعي‬،‫الق ا صم‬

‫ عئد‬۶^ ،‫ أال متثأى‬،‫ ال ئ ز و ؛ ؛ئ‬:‫ وهز ثئأو ل‬، ‫أ ص ب عقه كأثة تطأه‬ ‫ص‬
‫ؤثق؛ا ن ثثوص أ و‬

،‫ أ ال عتد م ح ن ز بن ع ئ‬3 ‫ م ن أن ث؟ دا‬:‫ ثق نق؛ ا ن‬3 ‫ ه ا‬، ‫ ننث م غلى ئ ف ان‬،‫ئني‬£ ‫ال‬

"‫ي أ شع‬ ‫لأم‬ ،^^١ ‫م‬ ١ ‫م ن أ ك ؟ ا؛ش ) ه‬ :3 ‫ة ا‬

Ibrâhîm b. A’yen der ‫ظ‬: Süfyân es-Sevrî, ishâk b. el-Kâsım ve Evzaî ile
beraberdim. Zamanın Mekke valisi Abdussamed b. Ali akşam namazrndan
sonra yanımıza girdiğinde Süfyân (akşam namazı için daha yeni) abdest
alıyordu. Suyunu da ben döküyordum. Abdussamed girerken: “Bana
.bakmayın! Başımda bir bela var!” diyordu. Girince de Süfyân’a selam verdi
”Süfyân: “Sen kimsin?” diye sorunca, Abdussamed: “Abdussamed b. Ali’yim
!karşılığını verdi. Bunun üzerine Süfyân: “Sen nasıl birisin? Allah’tan kork
Allah’tan kork! Tekbir getirdiğin zaman da başkalarına duyur” dedi.

‫ ثن ا هم د‬c‫؛^ ا لعا زي‬£١^ ‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا أب و أ ح ن د الغعل ري ئ‬١٧ ٧ [ “) ٩٤٨٦(

‫ ش ث‬،‫ " رمحن ت نا ن الئزريب ا دقوفة‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫ ئ غ ئ ئ‬،‫؛وخض ئ عتت يتثث‬

‫ ظ ئ ت آ لأ؟‬:‫ ز ;ف ق ؛ ئزأل تق غذا؟ ! قات‬:‫ ائ ت‬،‫ي‬


‫ قئ ا ت ي إ ف‬،‫م إ ر تث ي ب ا ثةر إل‬

٠' ‫ زائخزن ج وئه‬،‫ أزى بؤلط ن ب ز ئ د أ ح ن ى ركؤفث *مدة‬: 3 ‫ د ا‬،‫ ثن ى فيه‬U ‫ا'تذإن‬

Ali b. Assam bildiriyor: Süfyân es-Sevrî, Kûfe’de hastalanınca kontrol


ettirmek üzere idrarını bir doktora gönderdi. Doktor baktığı zaman, getiren
:adama şaşkınlıkla: “Hayret! Bu kimin idrarı böyle!” diye sordu. Adam
Kimin olduğunu sorma! Sen bak, ne görüyorsun!” dedi. Bunun üzerine”
doktor: “Ben, korkudan ve üzüntüden ciğeri ile içi yanmış bir adamın
idrarını görüyorum!” dedi,

‫ ثن ا أبو‬، ‫ ثن ا إئزاهيز بن م ح م د بن ا ل ح ش‬، ‫ ا حدق ا أ خ ئ د شر إ ن خا ق‬١٧ ٧ [ -) ٩٤٨٧(

‫ " لمسي نقيا ن التؤري عند جب ل بيي‬:‫ م ولت‬،،‫ ش م ع ت ي حيى بن تجاب‬:‫ قات‬، ‫ب اعي‬
‫هش ا م ا لر‬
Süfyân es-Sevrî 278

‫ ئهس ه م‬، ‫ " ح ئ ت ص دا و الصثا دل ة‬: 3U ، ‫ ال‬: ‫ " أث د ر ي م ن أي ن ح ق ت ؟ محل ت‬:‫ قا ت‬،‫مح زاره‬

‫ قآثوأل ذئ ا‬،‫ ث ال أ نح ل‬،‫ إ ي لأرى ال غيءي ج ب علي أن اثن فيه زأ ش عنة‬، ‫عن بيع ال دان ي‬

Yahya b. Yemân bildiriyor: Beni Fezâre dağının oralarda Siifyân es-Sevrî


ile karşılaştım. Bana: “Nereden geliyorum biliyor musun?” dedi. “Hayır‫؟‬
Bilmiyorum!” karşılığını verdiğimde de şöyle dedi: “Aktarların oradan
geliyorum. Zâzî bitkisini satmamalarını söyledim. Zira bir şeyi görüp de iyi
ise yapılmasını emretmezsem veya kötü ise ondan sakındırmazsam rahat
edemez kan işerim!”

‫ ثن ا عئ د‬،‫ ثن ا أ ح ن د ى ع ئ ا البا ز‬، ‫ب ن ط م‬ ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن جع فر‬١ ° l v [ - ) ٩٤٨٨ (

‫ " إ ر‬:‫ ن يانم‬3 ‫ قا‬:‫ ف وت‬، ‫ ش م ن غ بمش ئ غ م‬: ‫ محاد‬، ‫اخلللث ئ ي د اخل م ي د ا ك ئ و ئ‬

‫ ثأش ربه ب م يرائي الن ا س‬،‫الثي ال دع وه وما أشتهي ال نبيذ‬

Süfyân es-Sevrî der ■‫لكل‬: “Bazen canım şıra çekmediği halde insanlar beni
aralarında görsün diye yapılan davetlere gidiyorum .”

، ‫ ح د ث ن ى ي ح ش ب ن خف ص الق ا ر ئ‬، ‫ ثن ا أب و عش ا ن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د‬١ >‫<؛‬/v [ “) ٩٤٨٩ (

، ^ ^ ١‫ ؤ الت لهيها ت جاوة ز ال ت ع ص ذكر‬:‫ بموت في مل ه‬،‫ التؤري‬0 ‫ شب غ ت ن مثا‬: 3 ‫ه ا‬

" ‫ ز ال يد ع و ن الصل ؤا ت انت ح ق وتابيح ف ي ا ل ج ما عة‬، ‫ ويبيعون‬،‫ كان وا ي شترو ن‬٠٠ : ‫با د‬

Süfyân es-Sevrî: “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini


Allah'! anm aktan, nam az kılm aktan ve zekât verm ekten
alıkoyamadığı insanlardır”1 âyeti hakkında: “Alışveriş yaparlar; ancak farz
namazları cemaatle kılmayı asla terk etmezlerdi” derdi.

‫ ثن ا ثوت س‬،‫ ثن ا الئثصئ بن م ح م د ال ج ند ي‬، ‫ ها ] حدت ا م ح م د بن ع ل ئ‬/‫ [ لأ‬-) ٩٤٩٠(

‫ " تقث‬:‫ ثق ون‬، ^ ^ ١ ‫ س ب غ ت ن ميا ن‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا يريد بن أيي حكي م‬،‫بن ت خ م اك ق ار‬

٠٠‫ا ئ ن ث ه ببمذائ ئ ل ش ق ي د ي المحب‬

1N ür Sur. 37
Süfyân es-Sevrî 279

Süfyân es-Sevrî der ki: “Bağdat’ta âbid biri olmak helada âbid biri 0‫ال ل آلل‬
gibidir.”

‫ ثن ا أبو تع ي د‬، ‫ ثن ا عبد الل ه بن وهب‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن عبد الئؤ‬١‫ه‬/‫ )“ ل ي‬٩٤٩١(

‫ص‬ ‫و في‬ ٩ ‫ " يئ ون ب ك م‬: ^ ^ ١ ‫ب ث ئ ئ ؛ا ذ‬ : ‫ ثا ت‬، ^ ^ ١ ‫ ظ‬، ^ ١

" ‫ ث أ م‬:3 ‫ ئ‬،‫ ال‬:3 ‫ ؟ ءاء ذا ظ‬، ^ ١ :‫ا ال | ل‬

Süfyân es-Sevrî namaz esnasında ön saflarda gördüğü çoeuğa: “ihtilam


oldun mu?” diye sorardı. Çocuk: “Hayır!” diye karşılık verirse ona: “O
zaman arkaya geç” derdi.

، ‫ ثن ا الح ص زمئ‬،‫ ثن ا عيسى بن خنذا ن‬،‫ م ا ] حدثن ا أيو م ح م د ثن حقا ن‬/ ‫ ا‬/ ‫)" ل‬٩٤٩٢(

‫ إ ر‬،‫ " أرت لى شريك‬:‫؛‬3‫ ثقو‬،‫ ش م ع ت ت ج ا به‬:‫ قات‬، ‫ أبو بمش‬0 ‫ثعا م ح م د بن حثا‬

‫ت ؛ن‬3 ‫ قا‬، ٥ ^‫ ؤكآل ل ه ^؛‬C‫ ز؛ ق ؤزأى ه س ى‬1‫ ةلئ‬، ‫ أتأثث عن ن ج د‬،‫<نقا ن آلتؤاري‬

‫ه‬ ‫للق أن‬°‫ش فني‬ ، ‫مح فنت ك أن ال أءكئملثا‬، ‫ ق ذ ه ل ئ ي ك‬،‫سءء ا ذدلا‬

■■ ‫ن‬ ‫ م ء ء‬. ‫حم ء‬


Seccâde der ki: Şerîk beni Süfyân es-Sevrî’ye gönderdi ve bir adamı
sormamı istedi. Süfyân’ın yanına geldim. Süfyân beni ve hâlimi -k i yanımda
bir seccade vardı- görünce: “Şayet bu seccaden Şerîk’in ise seninle
konuşmayacağım. Yok Allah için ise bu konuyu Şerîk’in kendisine sor” dedi
ve benimle konuşmadan içeriye girdi,

‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن‬،‫ال م صل‬ ‫بن‬ ‫ ] حدت ا ن خ ث د ى ع د ا و خن ي‬١o / y [ -) ٩٤٩٣(

٠٠ :‫ م ولت‬،‫ ش م ع ت نعيا ن ال قززؤ‬: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا فت و ف بن مارن‬،‫ ثن ا أب و فئ ا م‬،‫عثد انخ ابق‬

‫الملتكا ن ي ج دا ن ري ح ا ل حتن ا ت والث سا ت إدا ع م د الق ل ي‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kalp bir şeye niyetlendiği zaman (kişinin sağında
ve solundaki) melekler yapılacak iyiliğin ve kötülüğün kokusunu alırlar.”
‫‪280‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ [ -) ٩٤٩٤‬؟‪ ] ١٥/‬حدت ا م ح م ذ بن عئد ا ل ر حم ن‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن عثد‬

‫الحالق‪ C‬ثت ا أبو ه م ا م‪ ،‬ثن ا ص_ مزة ‪ ،‬قات‪ :‬ت ب غ ت نقيا ن التوري‪ ،‬ثق ون‪ " :‬إدا طثع ت‬

‫الش م س من م مب ه ا طو ت ا ل م ال ئكة ص حم ه ا ‪ ،‬ووص غ ت أه ال م ه ا "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Güneş batıdan doğduğu zaman (kişinin sağında‬‬
‫”‪ve solundaki) melekler defterlerini kapatıp kalemlerini bırakırlar.‬‬

‫(‪ ] W v [ -) ٩٤٩٠‬حدت ا أثو م ح م د بن حي ا ن‪ ،‬ثن ا ابن مع دا ن‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت عثد الل ه‬

‫‪1‬لتؤري‪ ،‬ي مولأ‪" :‬‬ ‫ثونفث بن أسثا ط ‪ ،‬ث مو لأ‪ :‬ش م ع ت‬ ‫بن حبص‪ ،‬قئولت‪ :‬ت م ن ت‬
‫م ح الم‪.‬‬ ‫خئلس‪ ،‬م ذ مل‪ :‬ال ه إال الق‪ ،‬زال م ء محأمح ثؤا‪:‬ة م‬
‫هإ‬ ‫قس ن أئلع‬
‫عي ش ن ن ه "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Lâ ilâbe illallah sözü §ibi iblis’in gücünü kıran‬‬
‫‪başka bir şey yoktur. Elhamdu lillâh sözü gibi de sevabı kat kat verilen başka‬‬
‫”‪bir söz yoktur.‬‬

‫(‪ ] n / v [ -) ٩٤٩٦‬حدثت ا أيي‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن يزيد‪ ،‬ثن ا جنزان بن عتد‬

‫س م ذ اووق بم خ ‪ ،‬ق و د ‪ " :‬ن ئ د‬ ‫م ‪ ،‬ئ إ ثامح ء'ئ ق بما ر ال ي ا د ي‪ ،‬قات‪ :‬ش‬ ‫او‬

‫ئئ؛اذ الةزي؛خ‪ U ،‬وغذ ي‪1‬لدي؟‪(١٤‬؛‪ :‬طول‪" ^ ^ ١‬‬


‫‪: Süfyân es-Sevrî’ye: “Dünyada zahid‬لك‪Abdurrezzâk, Mekke’de dedi 1‬‬
‫‪olmak nedir?” diye sorulunca: “Makam ve mevki yönünden insanların‬‬
‫‪gözünden düşmektir” karşılığını vermiştir,‬‬

‫ا أيي‪ ،‬ثن ا م ح م د س أخن ت‪ ،‬ثن ا إئزاي إ بن عئد الثؤ‬


‫(‪ ")٩٤٩٧‬ل ‪ ١٦/٧‬ا خدمت‬

‫ا ل ح م حي ‪ ،‬ثما يئأى س عثتده‪ ،‬محالأ‪ :‬ن بع ت ن م ا ن‪ ،‬مولت‪ " :‬ال ظ ن ^ ‪ : ،‬ئ ن هم ه اب م ‪،‬‬

‫ي ن مح ه إدء م‬
‫^ المذت> ف‬ ‫م بؤ‪ ،‬زك ‪١‬‬ ‫ه ئ ق م حي محو ون م ‪ ،‬إل ي ق‬ ‫ي ن فيه ر ي‬
‫وظ ن ف‬

‫هل ي ي ال ‪ :‬ق قل ءب ه ا ا‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Zanlar biri günah barındıran biri de‬‬
‫‪ çeşittir. Günah barındıran zan, kişinin dile‬ك‪1‬ل ‪barındırmayan olmak üzere‬‬
Süfyân es-Sevrî 281

getirdiği zandır. Günah barındırmayan zan ise, kişinin dile getirmediği


zandır.”

،‫ئ ل راء‬1 ‫ ثن ا أب و صال ح‬،‫ ثن ا ه اش م بن م زبد‬، ‫آ ما] حدثن ا نل بما ن بن أ ح م د‬/‫ا‬/[ ")٩٤٩٨(

،‫ " محورد علته نعي أيي حش م ه‬،‫لتزري‬1 0‫ مح ق عند ن قا‬:‫ ت‬، ،‫ ط‬1‫ثط بونفث س أنث‬

" ‫ "ى ن يمم ق س غزى ا إل>ئ ال م م؛له م و ه‬،‫ ائخن ات نقه‬: 3 ‫ءق ا‬

Yûsuf b. Esbât der ki: Süfyân es-Sevrî’nin yanındayken Ebû Hanîfe’nin


ölüm haberi geldi. Süfyân: ،،Elhamdu 1‫ل‬1‫ أ س‬Zira İslam’ın halkalarını tek tek
söküp çıkaran birisiydi” dedi.

،‫ ح دثني م ح م د بن ال حط ا ب‬،‫ ] حدثن ا ي د الئي بن م خ ث د بن جنفي‬١٦/‫ )“ [ ؟‬٩٤٩٩(

،‫ ثن ا عتد ال مب ن بن م ح ب‬، ‫ ثن ا عل ى ال ئاق س إ‬، ‫ثن ا ع ئ بن ت ع د ئن ريد ال هن دا ئ‬

‫ يخ ر ج إلى الث واب‬، ‫ ف ه ز رمصا ن‬،1(15” ،‫ فإق‬، ^ ^ ١ ‫ت "ى ن ر ج ل ضريري جالس ءث ميا ن‬3 ‫محا‬

‫ ب ن‬،^١^ ١‫ مما د نقيا ن " إذا كا ن يؤم ا ل سام ة أثي ب أغث‬، ‫ هت كت ى ؤيع ش‬،‫مئ بأى بالن ا س‬

‫ ثقولت لي‬،‫ يا أبا عبد الل ه‬:‫ ثق ا ل‬، ‫ قدب ع ج ل ت ب واثلئ في ال ديا‬:‫ ويمالت ل مق ل ف ذا‬،‫قزاءتهز‬

‫ت صحثت‬ ‫ص‬ ،‫ ف ذ ؛ جتي ظ ف‬،1(15"" : ‫ ت ة‬1‫ ي ي ي ؤ م ا ل م‬J U j ‫ ى ف ن أ ن‬- ‫ت أ‬3 ‫ك ؟ دا‬ ‫زأال جبيس‬ ‫فذ؛‬

Abdurrahmân b. Mus’ab anlatıyor: Hasta bir adam Süfyân es-Sevrî ile


beraber otururdu. Ramazan ayı geldiği zaman şehrin etrafındaki yerleşim
alanlarına gider ve halka namaz kıldırırdı. Halk ta kendisine giyecek verir ve
yardımda bulunurdu. Süfyân: “Kıyamet günü Kur’ân ehli kıraatlerinin
sevabım alırlar ve bunun gibilere de: “Sen kıraatinin karşılığını dünyada
aldın” denir. Adam: “Ey Ebû Abdillah! Ben seninle beraber olduğum halde
böyle mi diyorsun?” deyince, Süfyân: “Kıyamet günü bana: «Bu adam
seninle beraberdi. Ona nasihat etmedin mi?» denmesinden korkarım ”
karşılığını verdi.

‫ نحا ث ح م د‬،‫ ثن ا عئد ا ل ر حم ن بن ح ما د‬، ‫ ] حدت ا مه د الله بن م ح م د‬١n/v [ -) ٩٥ ٠ ٠

‫ "شل ت‬:‫ء ي موت‬،‫ ش م ع ت شعئ ب بن خندأ‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا أب و صال ح‬، ‫بن ف ارون أب و نق ط‬

،‫" كا ن فيه ن ا ي موثه وبمو ت جثالت‬1‫ئتا ن التؤ_ريت نا أم و ل في ن ج د هص_ا ر |دا "كش ب دزهئ‬-‫لث‬
282 Süfyân es-Sevrî

‫ و ل م يك ن‬،‫ نإذا محثعي أربع دوانيئ أبزك ا ل ص الة في ج ماعة‬،‫ ^ ا ل مق ال ة في جناعة‬٠^ ‫و ل م‬

‫ وي ص ر ؤ ح ذة‬،‫ت يك س ب ا لأنفة‬،3‫ اته م ا أ م ح ل؟ ها‬،‫فيه نا يقوثت زقئ و ت عثال ه‬

Şuayb b. Harb bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye sordum: “Giysi boyayan bir


adam var. Bu adam günde bir dirhem kazandığı zaman hem kendi, hem de
ailesinin günlük nafakasını çıkarıyor; ama bundan dolayı namazım cemaade
kılamıyor. Dört dânik kazanması halinde ise cemaatle namazı kılabilir; fakat
kendi ve ailesinin günlük nafakasını çıkaramaz. Sence hangisini yapması
daha iyidir?” Süfyân: “O bir dirhemi kazanmaya çalışsın ve namazı da tek
başına kılsın” dedi.

‫ ثن ا أب و‬، ‫ ثن ا عئد الؤ ح م ن سر م ح م د‬، ‫ ] حدت ا عثد الثؤ بن م ح م د‬١ ٧ ٧ [ “) ٩٥٠١

، ^ ^ ١١ ‫ ش م ع ت شئثا ن‬:‫ مولت‬، ^ ١^ ١ ‫ شيئ ت أثا إ ت خا ئ‬: ‫ قا د‬،‫ ثتا أبو صال ح‬، ‫ثبي ي‬

‫ م ح ن‬، ‫ص م ح غ ث ؟ ف ي ن ثة ق ي‬ : ‫ ن ق و د و‬،‫و ب د أب خئ ة‬ ‫ \ ل لآش‬٠' :‫;فوت‬

Süfyân es-Sevrî der ‫ ل ط‬: “Sevmediğim bir kimseyle karşılaştığım zaman


dahi bana: «Nasılsın?» dediğinde kalbim ona karşı yumuşuyor. Artık
yöneticilerin çorbasını içip de meclislerinde oturan kişinin durumu nasıl
olabilir?”

‫ ثن ا عتد الثؤ بن‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن زؤح‬، ‫ ] حدثن ا عتد الثؤ بن م ح م د‬١٧/‫ )“ [ ؟‬٩٥٠٢(

‫ قات نئثا ذ الثؤر ئ " ب ن ق قثا م ال م‬:‫ قات‬، ‫ ا م ح ر ئ‬4‫ م ئ عبمد الل‬. ‫ ظ جد ا و‬، ‫ن ي ي‬

٠٠‫بذئ ب أ حذبثه ح ن ت ه أن ه ر‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “işlediğim bir günahtan dolayı beş ay boyunca
gece namazından mahrum kaldım.”

‫ ق ا الت ثن ا ابناه م‬، ‫ وحم د الثؤ بن ت خ م‬،‫ ] حدق ا أ ح م د بن إ ن خا ق‬١٧/‫ ! ؟‬-) ٩٥٠٣(

" :‫ قات‬،‫ ظ أثو زند‬،‫ ث إ أثو ع ضة‬،‫لخت ئ أيي ا لخزاري‬ ‫ ثن ا‬، ‫ئ ن خ ئ د ئن اتك ا ل ي‬

‫ مي ع زأشة إ ر‬،‫ نض و حل فن انتق ا م زكعتتن‬،‫نأي ت غ م ا ن التؤري زقن طافت يا ئي ي‬


Süfyân es-Sevrî 283

،‫ ئ خ ز غ خبث ن زمزم ئأد ظوه وصبوا غلته ائئ اؤ خ ز أمحا ى‬،‫ ث ا مل ب تنب ثا عل ته‬،‫ال ق ن اع‬

" ‫ إل م أ هنتئة اككز؛ة‬، ‫ ^ ^ مح ث ة‬١‫)ت د س‬3‫ هما‬،‫ئ ما ن‬1‫ث خ ذئ ت به أي ئ‬

Ebû Zeyd der ‫لط‬: Süfyân es-Sevrî’yi tavaf ederken gördüm. Tavaftan
sonra Makamın ardında iki rekat namaz kıldı. Sonra başım göğe doğru
kaldırıp baktı ve yere düşüp bayıldı. Bunun üzerine Zemzem suyuna
bakanlar çıkıp onu içeriye aldılar ve üzerine su döküp kendine getirdiler. Bu
,olayı Ebû Süleymân’a anlattığımda: “Onu yere düşüren göğe bakışı değil
tefekkürüdür” dedi,

،‫ ثن ا مء حم د ن عتيد ال ر ال دارمجج ا النعئا ك ي‬، ‫حدثت ا م ح ث د ى ع ئ‬- ] w /v [ ")٩٥٠٤(

، ‫ ت ب ئ ث أبا ت ش م‬:‫ قات‬،‫مخه‬ ‫ ثن ا ائؤيذ ثق‬،‫ م ح م ئن ات الؤ‬: ‫ظ غت ى ئ أ ن خاى تن إ‬

‫محق رأ خ ربلغ ؤإئاف‬ ‫ صأى بثا ثئيا ن الثوري‬٠٠ :‫ قا ن‬،‫ ثن ا قزا جب س رقن‬:‫تمالأ‬

'٠ ‫ه‬ ‫ ؤا لخند لل‬:‫قرأ‬.‫ إل عاد‬، ‫ك و ه‬ ‫اش‬ ‫خر‬ ‫ ث م‬،4 ‫ش ق‬ ‫مح ذ وإ؛اك‬

Muzâhim b. Zufer der ‫لط‬: “:Süfyân es-Sevrî bize namaz kıldırdı ve


Ancak Sana kulluk eder ve yaln«‫؛‬z Senden yardım dileriz»! âyetine
gelince o kadar ağladı ki okumayı kesmek zorunda kaldı. Sonra Fâtiha
Sûresini baştan okudu .”

‫ ^ ؛ ب ن ن غ م د ب ن‬١^ ‫ ثن ا‬: ‫ ق اال‬، ‫ وأب و م ح ث د ن حثا ن‬،‫ ح د ق ا أي ي‬h v / v [ ") ٩٥٠٥ (

‫ ا ن ت م ف ي ائث ل ب‬، ‫ " لو أ ن الي م ئ‬: ‫ محا د‬C‫ غ ذ ن ميا ن‬، ‫ ثن ا ز ك ي ع‬، ‫ ثن ا أب و 'كزي ب‬،‫ا ل ختن‬

"‫ أل خؤه من ا م‬،‫ئ قي ي لغ از فبما وغزه ؤثؤة إ ر شبمة‬


Süfyân es-Sevrî der ki: “Şâyet yakîn gereği gibi kalpte yerleşmiş olsaydı
‫ ل^كل‬cennet sevinci, (ondan ayrı kalma) üzüntüsü ve özlemi içinde veya
cehennem korkusundan uçardı.”

Fâtiha Sur.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪284‬‬

‫‪ ^ ١‬بن ال خ ض‪ ،‬ثن ا‬
‫(‪ w /v [ “) ٩٥ ٠٦‬ا حدق ا أبو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثت ا ن خ ئ د بن ^‬

‫ت ع يد ن م خ ئ د ال تمو ئ‪ ،‬ثن ا إشحا ق بن أيي عب ا د ‪ ،‬عن ابن تجاب‪ ،،‬ه ا د ‪ :‬هأا ل نصا ن " إدا‬

‫ب لع ك م عنت وضع ن ي م ئارق حل وا إليه ‪ ،‬ؤثت أ‪،‬ئثلم ل د ن ك ز ‪ ،‬زأقث فهنت م حإ ‪٠٠‬‬

‫‪: “Bir bölgenin daha ucuz olduğunu duyarsanız‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪oraya göçün. Zira hem dininizin selameti, hem de size yapılacak töhmetlerin‬‬
‫”‪az olması için daha uygundur.‬‬

‫(‪ ] ١٧/ v [ “) ٩٠٠٧‬حدثن ا عتذ ال ؤ ح ن ن بن م ح م د بن ا‪،‬مثاه ‪ ، ^ ١^ ١‬ظ خئ ا ذ بن‬

‫ز طا ي ب‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ن ع د ا ألصثه‪1‬ذ ئ ‪ ،‬ثت ا‬ ‫م خ ئ د بن نلت ما‪ Û‬ائفزوي‪ ،‬ثن ا عقامس بن‬

‫^‪١‬‬ ‫ه و ت ف ى ال توراة " ادا "ى ن ف ى ؛ئي جم ش فتع ق د ‪،‬‬ ‫ن بما ن ‪ ،‬ص ئ مثا ن ‪ ،‬مح ا د ‪:‬‬ ‫مبش‬

‫ن ل م م ح م ح' م‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Tevrat’ta «Bir evde buğday varsa orada ibadetini‬‬
‫”‪yap. Yoksa da buğdayı olan bir ev ara» yazılıdır.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٥٠٨‬؟‪ ] ١٨/‬حدثن ا أبو أ ح م د الغعئريفي‪ ،‬محا د ‪ :‬سمع ت أبا المقا س ‪، ٤١^ ١‬‬

‫ب ولط ‪ :‬ظ‪ ،3‬شئثا ‪| " ^ ^ ١ 0‬دا‬


‫ثق ون ‪ :‬ش م ع ت ابن حم ن ك ر‪ ،‬يق و لأ‪ :‬ش م ع ت ‪ ، ^ ^ ١‬م‬

‫أزدث أن تهين‪ ،‬ماحرز ا ل حغعل ة "‬

‫”‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ibadet etmek istersen buğdayı olan bir yer ara.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٥٠٩‬؟‪ ] ١٨/‬حدبن ا أيي‪ ،‬ثن ا هم د الل ه بن جعف ر ا ل مذتجج ‪ ،‬ثن ا أبو هم د الل ه‬

‫ا أل ح م س ‪ ،‬ثن ا أبو هش ا م اوئاج غ‪ ،‬ثن ا ذاؤد بني حيى ثني ما ن‪ ،‬عن أبيه‪ ،‬ه ا د‪ :‬ئ ك ل ن فا ذ‬

‫التؤري " يا أبا ع د الئؤ‪ ،‬أين ث ه ي اخلا نة؟ محا د ‪ :‬ح ي ث ج والى م ن خ ر بدره م ‪ ،‬حش ال‬

‫ي م د أ خ د عتنه إلى أ ح د‪٠٠‬‬

‫‪Dâvud b. Yahyâ b. Yemân, babasından bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye:‬‬


‫‪“İbadetin en iyi olduğu zamanlar hangi zamanlardır?” diye sorduğumda:‬‬
‫‪“Herkesin torbasında bir dirhemlik ekmek bulunduğu ve kişinin başkasının‬‬
‫‪malında gözü olmadığı zamanlardır” karşılığını verdi.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪285‬‬

‫‪ [ ")٩٥١ ٠‬؟‪ ] ١٨/‬حدثن ا أيي‪ ،‬وأب و م ح ئ د بن حثا ن ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن م ح ئ د بن‬
‫ع م‪ ،‬ثن ا أبو بكر ن ئ مثا ن‪ ،‬ثغ ا طن ئ‪ ،‬ثن ا ت ه ئ ى غ ا م م ‪ ،‬ص تلمم بن مي مون‬

‫ا ل حؤاص‪ ،‬ظ‪،3‬ت شين ت عند العزيز س ث ئ ب م ‪ ،‬يأمول ‪ :‬شمع ت ن ميا ن ‪ ، ^ ^ ١‬تق ون‪" :‬‬

‫م ظ ق ئ ث و ال ئئ ز ي ‪ ،‬ه ف ‪ ٢ ٩‬ت ن ي ب نز ي ج ئ ال ير "‬

‫‪: “Dilediğini ye, ama su içme. Eğer su içmeyecek‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪olursan uyku sana bastıramaz.‬‬

‫(‪ ] ١٨/ v [ ")٩٥١١‬خ ا؛ثن ا عبد ا لر حم ن بن امحا س‪ ،‬ئ ^‪ ^ ١‬بن إش حا ق ا ل مب ي‪،‬‬

‫ا ل ع ج مي‪ C‬ثن ا عبد الرراق ‪ ،‬ها د ‪ :‬كا ذ ن م ا ‪^ ^ ١ 0‬؛ إذا أغتم زنى‬ ‫ثن ا ن حن وذ بن معتنود‬
‫ائنؤ ث؟ ق ات‬ ‫بمر‬ ‫ف ص د و ي ب ثن ؤ رد‪ ،‬ق ات ه يا أثا أنثه‪ " ،‬أثن ى أ خذا‬

‫ز ي ي ‪ :‬أى أال ن د ‪ ،‬ه ما‪3‬؛ ئئ؛ان ‪ :‬أى أال وئددت أئي م ي ت '‪٠‬‬

‫‪ zaman Vuheyb b. el-Verd’in‬لغل ك‪ 1‬طل‪Abdurrezzâk der ki: Süfyân es-Sevrî $‬‬


‫‪yanma gider: “Ey Ebû Umâme! ölüm ü isteyen birini biliyor musun?” diye‬‬
‫‪sorardı. Vuheyb ise: “Ben istemem” karşılığını verince, Süfyân: “Ben ölmüş‬‬
‫‪olmayı isterdim” derdi.‬‬

‫(‪ ] u / v [ ")٩٥١ ٢‬حدثن ا عئد الؤ ح ن ن ‪ ،‬ثغ ا إبراهي م بن إن ح ا ى ‪ ،‬ثن ا يع ق و ب بن إبراهي م‬

‫بوته‪ :‬الل ه م‬
‫ا لأئ ج ع ي‪ ،‬ص ن م ا ن‪ ،‬محا د ‪ " :‬كا ذ ر ج ل من ا م ن بغي ور إدا أصب ح هتفن م‬

‫تجال ن‪ ،‬إنى عتر خزى ز ال ه وان "‬ ‫ذ ه ب ا إل خؤان‪ ،‬واشتد الرما ن‪ ،‬الل ه م اكفني‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: Bizim Sevr kabilesinden bir adam sabah olunca:‬‬
‫‪“Allahım! Kardeşlerimiz gitti, zaman kötüleşti. Allahım! Küçük düşmeden‬‬
‫‪ve rezil olmadan yakın zamanda beni buradan kurtar” diye bağırırdı.‬‬

‫(‪ [ ")٩٠١٣‬؟‪ ] ١٨/‬حدثن ا عئد ا و خن ي بن ا لخثآس‪ ،‬ثن ا إبراهي م بن إشحا ق‪ ،‬ثن ا ال خ ش ن‬

‫بن عبد ا لعزيز‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت عبد الل ه بن يونفث‪ ،‬بم وال ‪ :‬أ م حي ابن ز ح م ‪ ،‬ئا ‪3‬ت جلس‬

‫غ ميا ن ‪ ، ^ ^ ١‬وماللئ بن بغؤ ال فتذا وا ح ش زئا ‪ ،‬أممال ن مثا ن " زو د ت أدي ال أق وم م ن‬


286 Süfyân es-Sevrî

! ‫ مم;ثق و ن ز ! مم;ثق و ن ز‬،‫ لكئي ال أ جي ذب ك‬:‫ قا د نابل ئ‬،‫تي ل مي ظى أثوث‬


‫م ي ح ط ا الرضن بر ج ي‬ ‫" ث م مح ا م‬

ibn Zahm der ‫لط‬: Süfyân es-Sevrî ve Mâlik b. Miğvel oturup sohbet
ettiler. Sonunda k‫^؛‬lpleri o kadar yumuşadı ki, Süfyân: “ölene kadar şu
meclisten kalkmamayı isterdim” dedi. Mâlik: “Ama ben bunu istemem!
Çünkü devamlı bir şekilde Allah elçilerinin (ölüm, azap ve rahmet
meleklerinin) gözetimi altında kalıyorsun!” deyip ağlamaya başladı ve
ayaklarını sürüyerek oradan gitti.

‫ ئ عن ى‬، ‫ ثن ا أ خت ن ئ م حي الثؤ الدار ئ‬،‫ ] خدكا ت خ ث ذ ئ غ ئ‬١ ٧ ٧ [ -) ٩٥١٤(

" ‫ ث غالئ ا ي ت ل ول جي إ ال ن قا ن‬:‫ " ن ا نأ‬:‫ قات‬، ‫ ئ ث ؤ م‬، ‫ محا ال ي د‬،‫ئ بمت ا ئ‬

Müemmel der ki: “Süfyân es-Sevrî dışında ilmiyle amel eden bir âlim
görmüş değilim.”

‫ئ ال م ئ ذ‬ ‫ ئ‬،‫ط الثؤ ئ خابر‬ ‫ ت ا‬، ‫ ] خ دمما مح خ ئ د ئ عيإ‬١ ٧ ٧ [ -) ٩٥١٥(

‫م ن ل م تخن نغلف‬ :‫ ثق وب‬،‫ قات؛ ت م ن ت ئتيا ن الم زري‬، ‫ ثن ا يوتف ئ بن أتثا ط‬،‫حبيق‬

‫ ك ئ زي ال فى فؤاه إ ال‬1‫ن ا ح‬ :‫ مولت‬،‫ وش م ع ت غ م ا ن التؤري‬:‫ قات‬،'* ‫نه و عق ك‬

" ‫ د ه ب أ غد 'محل م و' م ح ع‬، ‫و ج دثه ق ش ع إي‬

Yûsuf b. Esbât der ki: Süfyân es-SevrîJnin: “Yanında olmayan kişi


karşında demektir” dediğini işittim. Yine: “Nefis arzularına uymadığım her
kişinin mutlaka ilim ve takva sahibi kimseleri sevip saydığını da
görmüşümdür” dediğini işittim.

‫ ثن ا م ح م د‬،‫ ثنا حا ح ب بن أركين‬،‫ ] حدثن ا أب وب ك ر م ح م د بن تصر‬١‫بم‬/‫ [ما‬-) ٩٥ ١٦(

‫ " كت ب ثعهس إخ وان‬:‫ ه ا لأ‬،‫ ثن ا أبو أخن ت ا لربيري‬، ‫ ثن ا أب و صالح ا الءحرال‬،‫بن إدريس‬

، ‫' يش م الل ه الؤ ح م ن ا و ج م‬٠ ‫ بكت ب إلته شقي ا نء‬،‫ أن عقليي وأؤ حر‬،‫غ متا ن إلى نقيا ن‬

،‫ح ه ا ال يدوم‬-‫ لءز‬، ‫ ^ ^ غف ي ال ق ف ز‬١ ‫ ي أخي |ن‬،‫ [ * ^ حثؤ‬١ ‫ه و|ثا ك من‬ ‫ظئا‬1‫ع‬
Süfyân es-Sevrî 287

Ebû Ahmed ez-Zübeyrî der ki: Kardeşlerinden biri Süfyân’a: “Bana kısa
ve öz bir şekilde öğüt ver” şeklinde bir mektup yazınca Süfyân şu cevabı
gönderdi: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah beni de, seni de kötülüklerden
uzak tutsun. Kardeşim! Dünyanın derdi bitmez, sevinci devam etmez ve onu
düşünmenin sonu gelmez. Kendin (âhiretin) için çalış ki kurtulasın. Yoldan
çıkma ki helak olmayasın. Baki selam.”

‫ ثت ا عثد‬، ‫ ] حدثن ا أبو ع م ر و عتد الئؤ بن م ح م د ثن عتد الل ه الصكي‬n / v [ -) ٩٥١٧(

Ù& " :‫ قا د‬،‫ ثن ا ال زل د ئن م ح ة‬، ‫ ئ أ خت ن ئ عنزان ا ل أ ش ئ‬، ‫اش ئ ت غ م ال ؛ ي إ‬

" ‫ ثؤم ال ينفلز فيه ي ا ح ذه نص ئة غلى ص دره‬،‫الثفثز في ا ل م ص ح ف‬ ‫ئئتا ن ال مر ي‬

Süfyân es-Sevrî, devamlı Kur’ân’a bakardı. Bakamadığı gün ise onu alıp
göğsüne koyardı.”

‫ ثعا‬،‫ ثئ ا أ ح م د بن جعف ر ا ل ج م ا لأ‬،‫حدق ا أبو م ح ث د س حثا ن‬ ] ١‫ب‬/‫[مم‬


‫م‬ “) ٩٠١٨(

‫ت أثئ م ح م د‬0 ‫ ئ‬، ‫ م ن آت م ح م د‬:٧ ^١ ‫ " ت أل ت‬: ‫ ظ‬،‫قثءؤ‬،‫يئ م و ث الئ‬

Himmânî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Âl-i Muhammed denilen


kimlerdir?” diye sorduğumda: “Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ümmetidir”
karşılığını verdi.

‫ ق ا الت ثن ا أ خ ن د بن م ح م د‬،‫ و م ح ث د س أخئ ت بن أبا ن‬،‫ ] حدثن ا أيي‬١،\/ v [ “) ٩٥ ١٩(

‫ ثن ا ت ؤ م بن‬،‫ ثت ا مح ت ى بن يونس الرمل ي‬،‫م‬ ‫ ثن ا أثو‬، ‫ ثن ا أوئ بكر بن م حا ذ‬، ‫بن ع م‬


" ‫ " ا ل ق ي بث اخل اهثة‬: ‫ ف و د‬،‫ ش م غ ق ن يان الئزري‬: ‫ ئ ت‬،‫بما عيد‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Günahların gizli kalması afiyettendir.”

‫ ثت ا عتد الثؤ بن حم د‬،‫ ثن ا ث خ ئ د س أ ح م د بن يزيد‬C‫بم ا ] حدثن ا أبي‬/‫ )“ [ما‬٩٥٢٠(

‫اوئ؛اف‬
‫ي‬ ‫ ص ئ ن أ ن ا هم_ئ " نز لخدثث ص ؤي‬: ‫ قا د‬، ‫ ئ أ خت ن ئ محي ا ل آ م‬، ^ ١٧١

‫ه ك ق ت ت امأ ب ت ث' م‬
‫‪288‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫‪ : “Çoluk çocuğu çok olan kişinin küfre girdiği bana‬ل ط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪söylense bunu garipsemem.‬‬

‫ن نت ن ث خ ئ د بن م ح م د بن عئ د الثؤ ا ل م جا ني‪ ،‬ثن ا‬


‫(‪[ -) ٩٥٢١‬مم‪/‬ا‪ ] ١،‬حدثن ا أبو ا م‬

‫م ‪ ،‬ثن ا أ ح ن د بن تثار‪ ،‬ثن ا عئذ الؤ‪-‬ح ن ن ن بشير‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ش م ع ت‬ ‫ا ل ح س ن بن علي بن‬

‫"‬ ‫‪٠‬؛^ ^‪ ٤^ ^ ١‬فود ‪ ^^ ١" :‬أ ك ي‪ 1‬أئ حه‪ 1‬محمح‪،‬سم‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyamn çoğu görebilenlerin gözünde‬‬
‫”‪kötüdür.‬‬

‫(‪ [ “) ٩٠٢٢‬؟‪ ] ١٩/‬حدثن ا ث خ ئ د ئن عبد الؤ ح م ن بن ا ل م ص ل‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن ع م ا ر‬

‫م ال بمئ ‪ ،‬ظ ذاؤة ئ ي ض ثن بما ن‪ ،‬غذ أمحو ‪١١٤ ،‬؛‪ " :‬ن غ ل‬ ‫افت ر ي‪ ،‬نما أثو‬

‫م حا ذ ا ش ئ ص ب ج ل جظب ثئ ق‪،‬أ ثمحت ال م ؟ قات‪ :‬ال ‪" ١‬‬

‫‪Yahya b. Yemân der ki: Süfyân es-Sevrî’ye borcu olan birinin borcu‬‬
‫‪dururken et yiyip yiyemeyeceği sorulduğunda: “Yiyemez!” karşılığım verdi,‬‬

‫(‪ ] y»/v [ -) ٩٥٢٣‬حمدثنا م ح م د بن عئد الؤ ح م ن‪ ،‬ثن ا إبزاه‪-‬أأ ن م ح م د بن ا لخشن‪،‬‬

‫ثن ا ا لختن بن من ص ور‪ ،‬ثن ا علي بن م ح م د العئئافس ي‪ ،‬ه ادت ش م ع ت أخي ا ل ح شن‪ ،‬يمولط ‪:‬‬

‫قيد‬ ‫إ ال‬ ‫ش ج ن ت يعلى‪ ،‬يمولث ‪ :‬ت م ن ت نصان‪ ،‬مولت ‪ " :‬نا أعش زيت م ن ال دي ‪ ١‬؛^^‪،‬‬
‫له ‪ :‬ح دة ؤمئثة حزبا "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişiye dünyalık olarak bir şeyler verildiği zaman‬‬
‫”‪« denilir.‬أك ‪ona mutlaka: «Bunun kadar hüzün ile birlikte‬‬

‫(‪ ] x*/v [ -) ٩٥٢٤‬حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خ ا ق ‪ ،‬ثن ا إبزا م أ بن م ح م د بن الحا ر ث ‪ ،‬ثن ا‬

‫ط ئ أيى ا لخؤاري‪ ،‬ظ بآم ل ئ خف‪ ،‬ئت‪ :‬قا‪ 3‬نتي نم ال؛نري ل ة أ هث جا لشة‪:‬‬ ‫أ‬
‫م ‪ ،‬د ا ‪3‬ت أن ث أ ح م ى‪ ،‬لو يفقه حئ حؤفه‬ ‫‪ ٠٠‬أت ح ب أن ثخشى ال أ‪ 4‬حئ قع قعي؟ ظ لط‪:‬‬

‫ص"‬ ‫أدت ث ا‬

‫‪: :Süfyân es-Sevrî, kendisiyle oturan bir gence‬لكل ‪ishâk b. Halef der‬‬
‫”“‪Allah’tan hakkıyla sakınmak ister misin?” diye sordu. Genç: “Evet‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪289‬‬

‫‪^ sın, eğer Allah’tan hakkıyla korkmuş‬؛ ‪cevabını verince, Süfyân: “Sen ahm‬‬
‫‪olsaydın farzları yerine getirirdin” dedi,‬‬

‫|تا مأإ بن م ح م د بن‪ ، ^ ^ ١‬ثن ا‬


‫(‪ ] y»/v [ “) ٩٥٢٥‬حدثن ا أ خ ئ د س إشتا ق‪ ،‬ثن ا ر‬

‫ب نه‪ ،‬ئ خث ا ذ ئ د م ‪ ،‬قا د ‪:‬‬


‫م‬ ‫بم نه بم ش ئ‬ ‫أ خت ن ئ أيي ا لخزاري‪ ،‬تحا أثو‬

‫س ث ثمحا<ثت‪ ،^ ^ ١‬ف ود ‪ " :‬ابي ل آتأد 'ق أذ يدهب ش ؛ ي ن خ م ح "‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki; “Allah’tan, kendisinden olan korkumu biraz‬‬
‫”‪hafifletmesini diliyorum .‬‬

‫عتد الؤ ح م ن بن ا لم ص ل ‪ ،‬ثغ ا ركرثا الثاجحي‪ ،‬ثن ا‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] t * / v [ -) ٩٥٢٦‬حدثن ا ممح ث د‬

‫عتد ال ر س أ ح م د بن قثوبه‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت قس ه بن تع يد‪ ،‬يأمول‪ " :‬لؤ ال نقيا ن ال مر ي‬

‫لت ا ث ائززغ"‬

‫‪)Kuteybe b. Saîd der ki: “Süfyân es-Sevrî olmasaydı günah korkusu (vera‬‬
‫”‪yok olurdu .‬‬

‫(‪ ] ٢ ،/ v [ -) ٩٥٢٧‬خ ا؛ثن ا أيي ‪ ،‬ثعا أ خ ن د بن م ح م د بن ع م ‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن عبيد‪،‬‬

‫ح دئنى عتثد بن م ح م د ‪ ، )^ ^ ١‬ها د ‪ :‬محا ‪ 3‬لى بع م بن ‪ ، ^ ^ ١‬ها د غ م ان التؤوي لخكر‬

‫ا لعاب د ‪ ٠٠ :‬يا تكز‪ ،‬خذ م ن ال دقا كدنلث‪ ،‬وم ن ا الخ رة لمليلق ‪ ، ٠٠‬قات أثو ث مبحم ‪ :‬يعني‬

‫ف ث م ؛ ق ث د هي ث ذ ك ر ؛ لآيزؤ‬
‫مبف ظ ال بد أل ق م نة‪ ،‬ؤق ي‬

‫‪Bişr b. el-Hâris der ki: Süfyân es-Sevrî, Bekr el-Âbid’e şöyle demiştir: “Ey‬‬
‫” أ ك ‪Bekr! Dünyadan sadece vücudun için, âhiretten de kalbin için bir şeyler‬‬
‫‪Bişr der ki: “Bu, bedenin için zaruri olan şeyleri al, kalbini de âhireti‬‬
‫”‪zikretmeye ver, anlamındadır.‬‬

‫(‪ ] ٢ ، / v [ “) ٩٥٢٨‬حدت ا أ ي‪ ،‬ثنا أ خ ئ د ن م ح م د ‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن عبيد‪ ،‬ثن ا إبراهي م‬

‫بن تع يد‪ ،‬ثن ا عيد العزيز القرشي‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ش م ع ت غ م ا ن‪ ،‬يأمول‪ " :‬عقلف بال زهد محص ن ك‬

‫الثة ع ورات الدنماء وعثلث بالزرع ي ح م ف الثة عنلق جعن اثلث‪ ،‬زذع ن ا يريثلف إ ر نا ال‬

‫"‬ ‫يرث ك‪ ،‬ز؛دي‪٠^ ^ ١‬ب!أي م ن ينن م ل ك‬


Süfyân es-Sevrî 290

Süfyân es-Sevrî d e r ‫لكا‬: “Zahid olmaya çalış ‫ لكل‬Allah, sana dünyanın tüm
kusurlarını gösterir. Vera’ sahibi olmaya çalış ki Allah kıyamet günündeki
hesabını hafif tutar, içine şüphe düşüren şeyleri bırakıp emin olduğun
şeyleri yap ve şüpheyi yakînle kendinden uzaklaştır ki Allah dininde sana
selam et verir . ”

‫ ح د ب ي‬،‫ ثت ا أبو بكر بن عتيد‬، ‫ ثئ ا أ خ ن د بن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا أيي‬Y./v [ -) ٩٠٢٩(

‫ إل تدعوا‬0 \ " :‫ ص‬، ‫ ص ثئثأ ن‬، ‫ ث إ ال م ح ق ئق هم د ال م‬، ‫بق عئزأن ال غ م‬° ‫ث غ ث ذ‬

٠٠ ‫ ه ا ر ك وه ا اثث اؤ أن مح وذ تب اره ومب ارك أك ره ا فيه ا بت م‬،‫ال دقا زغ؛؛ في ا الخزة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyayı âhiret arzusuyla brrakamıyorsanız, bari


araziler ile sulak yerlerin çoğunun sizlerin olmasından sakınmak için ondan
uzak durun . ”

،3‫ قادت ها‬، ‫ ثئ ا ابن أبي مت م‬،‫ ثن ا أبو بكر‬، ‫ ثت ا أ خن ذ‬، ‫ ] حدثت ا أيي‬٢ • / v [ -) ٩٠٣٠(

” ‫عند م ن ي ي‬ ‫ أرد ت أن بئ رهث هدر اال؛محا‬٩ ٠٠ ‫) ن ين‬3‫ت ث ث ة بن غ م أر دأ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyanın değerinin ne olduğunu bilmek istersen


kimin yanında olduğuna bak!””

‫ ظ‬، ‫سد ئ إ ن خ ا ى ال ء ا غ‬ ‫ نحا‬، ‫ ] خدثا إتزا م أ ئ ص د ال م‬n / v [ -) ٩٥٣١(

‫ ظ نز يث ن؛ يب‬٣ ،‫ " ختن م ح‬:‫ غول‬، ‫ ت ب ئ ق ت ئ؛اذ ا مهي‬:‫ت‬1‫ ئ‬، ‫ئ‬ ‫ ظ‬،‫ة ئ‬

" ‫ خت ج ب ق م ح ف م بجا‬U ‫ نئ ز قا تكب‬، ‫فإجذ ا ا بق و بما‬، ‫بغي ا‬

Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “Kendisine bulaşmadığınız müddetçe dünya sizin


için hayırlıdır. Ancak ondan bir şeyler elde ettiğinizde bu şeyleri elinizden
çıkardığınız oranda size hayırları dokunur .”

‫ ه ا دت ش ج ن ت‬، ‫ ثت ا م ح م د بن إ<تءحايى‬،‫؟^ بن ع د الثؤ‬£١^ ‫ ] حدثت ا‬٢ ^ ٧ [ -) ٩٥٣٢(

‫ ^ ^ إ؛زاة "كأبة‬١‫ئثا ن‬-‫ "ى ن م ن تزى رث‬٠' :‫ يمولث‬، 4‫ ش م ع ت أش ا م‬:‫ ثم ولت‬،‫ ^ بن تع يد‬١‫عي د‬

‫ ثنا أبو بكر‬، ٠٠ ‫ يا رب ت ل م ت ل م‬:‫ بم ولط‬،‫ أ ك م تا س م ع ه‬،‫في م شنة ي خا ف الثزق‬


Süfyân es-Sevrî 291

:‫ب و لأ‬
‫ م‬،‫ قا نت ش م ع ت هبيص ة‬،‫ ثن ا م ح م ذ بن اشحا ى‬،‫ ثت ا ا ل ح س بن حثا ش‬، ‫ال ه ي ئ‬

‫ يأمول م ئ ة‬، ^ ^ ١0 ‫ش م ع ت ن مثا‬

Usâme der ki: Süfyân es-Sevrî’yi gören ‫ ل§ إءل‬$‫ لعا س‬bir gemideymiş ve gemi
batacakmış gibi k©rku içinde olduğunu zannederdi. Çoğu zaman: “Ya
Rabbi! Selamet ver! Selamet ver!” diye dua ettiği işitilirdi.

‫ ش م ع ت‬: ‫ ه ا د‬، ‫ محا م ح م د بن إشحا ى‬،‫^ ن عتد الثؤ‬£^‫؛‬١ ‫ا\] خ ا؛ثن ا‬/‫ ومم‬-) ٩٥٣٣(

‫ ^ ( ؛‬، ١ ‫ ش مع ت‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ ض ا لأئ ج أ ى‬،‫ ح دبن ى أب و ؛ م ح ر‬: ‫ يم وأل‬، ^ ^ ١ ‫أي ب ك ر بن أيى‬

‫ي ن م ت ي' م‬
‫ ف‬،‫م غزة‬ ‫ظ‬ ‫ ص زت ايث ا‬٠' : ‫ ف و د‬، ‫ا همئ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Zamanımızın Kur’ân hafızlarının t ^ a s ı değil aç


gözlülüğü vardır.”

‫ ت م ن ت‬:‫ قات‬،‫ ثن ا م ح م د بن ا شغا ئ‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا إبزا من؛ بن ع د ال م‬٢ ٧ ٧ [ ")٩٥٣٤(

‫ " ف د *كان قي ن ميا ن الثوري ف ي ء من‬4‫ ن ئ د عثد الؤراد> ثؤما‬:‫ بموت‬،‫م ح ئ د بن زص‬

‫ غذ‬، ‫ ص ع ك ة‬،‫ غذ إ و م م‬،‫ ظ م ح وت‬: ‫ قات ثزئا‬،‫ إ ال أق‬،" ‫ ال أذري‬: ‫ا لجخ ت ة؟ قاد‬

" ‫ ث إثا م أ ى إ‬، ‫ ف ا ج‬٠٠ :‫حم د الل ه‬

Muhammed b. Râfi’ der ‫نكل‬: Bir gün Abdurrezzâk’a: “Süfyân es-Sevrî’nin


ufak da olsa kusurları var mıydı?” diye sorulunca: “Bilmiyorum” dedi ve
şöyle devam etti: “Ama bir gün: «Mansûr’un ibrâhîm’den, onun da
:Alkame’den, onun da Abdullah’tan bildirdiğine göre» dedi ve arada
Burada azatlı olan var mı söyleyin!” sözünü söyledi“.”

‫ ت م ن ت م ح م د بن ت ه ل بن‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا م ح م د‬،^ £ ١^ ‫حدثن ا‬- ] \‫ا‬/ '‫ م‬3 -) ٩٥٣٠(

‫ ق ا د ن م ا ن ث إ‬،‫ ا جث م غ نقي ان وأ ص حابه‬:‫ يقأو ل‬،‫ ش م ع ت عبد ا لرواق‬:‫ ثق ون‬، ‫حم ت ك ر‬

" ‫^ ظى ا أةنا >يؤ‬ ١‫ " ظ‬: ‫؛‬١١‫ ؛‬P ، ‫ غذ عقن ة‬،‫ غذ إيا م ز‬،‫م ح وت‬

Abdurrezzâk der ki: Süfyân, öğrencileriyle bir araya geldi. “Mansûr’un


ibrâhîm’den, onun da Alkame’den bildirdiğine göre...” dedikten soma: “Bu
m akam , kürsülerin üzerindedir” dedi,
292 Süfyân es-Sevrî

: ‫ محا د‬،‫ ثن ا هبيص ة‬، ^ ^ ١ ‫ ثن ا هنأد س‬، ‫ ثن ا ئ ح ث د‬،‫ ] حدق ا إبزا من؛‬٢ ^ ٧ [ ")٩٥٣٦(

‫حثاء ب ما ثثب ط به‬-‫ءبط ا لأ‬-‫ وا‬،‫' ال ب صل ح القراءة إ ال بال ز هد‬٠ : ‫ ثق وب‬،‫ت ب غ ت ش م ا ن‬

" ‫ واتث ص عئد ش تجؤ‬،‫ ؤؤة ص د ال ه م ح ة‬، ‫ وأ ج ث ا م غ ر قدر مح ن ي‬،‫ا لأئؤاث‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Zühd olmadan, Kur’ân kıratı doğru ve düzgün
olmaz. Ölülerin hangi durumuna gıpta ediyorsan, diriler için de aynı şeye
gıpta et. İnsanları amelleri nisbetinde sev. itaat anında zelil, Allah’a isyan
olduğu zaman ise cesur ol.”

‫ ثنا‬، ‫ ظ هم د ال م ين ت غ م ق ي م‬،‫ محا ث خئد‬،‫ ] خدمما إثزا مز‬٢١/‫ [؟‬-)٩٥٣٧(


^ ^ ١‫ثا ن‬1‫ ك ث نغ ئ‬:‫ هات‬،‫ عن أبيه‬، ‫؟^ بن ت غ ز‬£١^ ‫ ثن ا تغ ن بن‬،‫م ح م د بن ا نم نت ن‬

‫ ف ذا‬، ^ ١^ ‫ يا‬: ‫ ث أ قا د‬،‫ محادكا عقه‬، ‫ " دكؤم *كوم ه م ن ا ل ح صا‬..£ ١^ ^ ١ ‫في ا ل م ن ج د‬
١١ ٠ »‫ه‬ ‫أ‬ ٠ ١٠٠‫ب‬
‫ص ث ن اءثمريه م‬

.ibrâhîm b. Sa'd bildiriyor: Süfyân es-Sevrî ile Mescid-i Haram’da idim


Bir ara Süfyân ufak taşlardan bir yığın yaptı ve onlara yaslandı. Sonra da
bana: “Ey ibrâhîm! işte bu, onların (zenginlerin) divanlarından daha
hayırlıdır” dedi,

‫ ثنا م ح م د‬، ‫ ثن ا أب و ب ك ر ب ن أي ي عا ص م‬، ‫ ] ح دثما أ خ ن ت ب ن إ ئ خا ق‬y y / v ‫ ت‬- ) ٩٠٣٨ (

‫ ا مه؛ق " ظ أقئ ق ؤ بم آ م ي م قط‬٤١١^ 3‫ قا‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬،‫ ^ ئ ذ وذ‬١‫ ئ ظ‬، ‫تن ش م‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Yapı için tek bir dirhem dahi harcamış değilim .”

‫ ث إ ا س أي ي‬، ‫ ثغ ا أب و ب ك ر ن أب ي ع ا صم‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن ن ى إ شحا ى‬y y / v [ - ) ٩٥٣٩ (

‫' وقع محدثا من فذا األمر‬٠‫ نئيان التؤري‬3‫ دا‬:‫قاد‬ ،‫ ثنا ثئبان يغني ابن عثة‬،‫غنت‬

" ‫ محئ؛ا أج وجدى من ر ه ؛ ض محي بؤ؛قؤ‬،‫فيء‬


Süfyân es-Sevrî der ‫نكل‬: “ilmin başkalarına öğretilmesi işinin bir kısmı bize
düşüyor. Keşke herkes tarafından kabul görecek biri çıksaydı da bu işi ona
devretseydik.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪293‬‬

‫(‪ ] yy/v [ -) ٩٠٤ ٠‬حدت ا أ ح م د بن إشحا ى‪ ،‬ثن ا أبو بكر بن أيي غ ا م م ‪ ،‬ثت ا ح شين‬

‫ال م روري‪ ،‬ثت ا‪ ^ ^ ١‬بن جب ل‪ ،‬ظ ‪3‬ت سم غت م ح د بن محا م ‪ ،‬بم ولث عن سميان التؤري‪،‬‬

‫قا ت‪ " :‬إتأ الو ي ل ك ي ا لم حق من الثاء ثدى به صافا م ذ أئ ال م "‬


‫‪: “Bazen biri bana bir yudum su dahi içerecek ©İsa‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪taburgalarımdan birini eziyor gibi ©im.‬‬

‫ب دار‪،‬‬
‫أيي ع ا ص م ‪ ،‬ثن ا م‬ ‫شر‬ ‫إشحا ى‪ ،‬ثن ا أبو بكر‬ ‫ب ن‬ ‫(‪ ] t x / v [ -) ٩٥٤١‬حدق ا أ ح م د‬

‫قات‪ :‬ق م ث اثن ائلئ ‪; ،‬ف و د‪ :‬قات شان اثثزري " ال يغرز ديث ال م ء إ ال و ة "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin dini ancak mezarda her türlü tesirden‬‬
‫”‪uzak kalır.‬‬

‫(‪ ] vx/v [ -) ٩٥٤٢‬حدثن ا أ خ ن ذ ‪ ،‬ث ا أبو بكر س أيي غ ا م م ‪ ،‬ثن ا أبو تع يد‪ ،‬ثن ا هم ذ‬

‫ب د ر مح ه ل غ أ‬
‫الثؤ تق مه د الثؤ تن ا لأثؤد‪ ،‬قات‪ ١٤٠ :‬عئد ن يا ن الثزري في ;شه‪ " .‬نثاء م‬

‫ومرق‪ ،‬هأكث اة و ص ب ع ك شئن ا ‪ ،‬ق ك ‪ :‬يا أبا عئد الثؤ ا ألي س تكزه الحل يطا ن؟ ممات‪:‬‬

‫^ك ان نكزه ل ش د ة ‪" ^ ^ ١‬‬

‫‪: Süfyân es-Sevrî’nin evindeyken‬نكل ‪Abdullah b. Abdillah b. el-Esved der‬‬


‫‪içinde sulu et bulunan bir tencere getirdi. Süfyân tencereyi bir kaba boşalttı‬‬
‫‪ yemeği karıştırıp‬لكاث !‪ve üzerine de yağ döktü. Ona: “Ey Ebû Abdillah‬‬
‫‪yemek mekruh değil miydi?” diye sorduğumda: “önceden geçim sıkıntısı‬‬
‫‪olduğu için kerih görülürdü” dedi,‬‬

‫ن جا م‬ ‫(‪ [ -) ٩٥٤٣‬؟‪ ] ٢٢/‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن إبراهي م بن عل ي‪ ،‬ثن ا عئذ الل ه‬

‫ال ؤ ن و ي ‪ ،‬ث إ ع ذ اش تق ل م ي‪ ،‬ت ا ع ذ ال م ئ الئلم د ي‪ ،‬قا د ‪ :‬م حم محا ه ئ تع د‬

‫بت‪ ،‬هأ حس ن‬
‫كء ر ألنه ده ا ب ب صره‪ ،‬بكت ب الثه نتيا د التؤري ‪ ٠٠‬أثا م‬ ‫إ ر أخيه نقيا ن‬

‫ا محا م غش عثاللث‪ ،‬وأبخئ ذ م ال ت ز ج م ذ ‪< :‬لل ق‪ ،‬وا ل س ال م "‬

‫‪Abdullah b. es-Sindî der ki: Mübârek b. Saîd, kardeşi Süfyân es-SevrîJye‬‬


‫‪bir mektup yazarak gözlerinin göremediğinden yakındı. Süfyân da cevaben‬‬
Süfyân es-Sevrî 294

ona şöyle yazdı: “Çoluk çocuğuna iyi bak ve ölümü aklından çıkarma. Baki
selam.”

‫ ثت ا عئد الثؤ بن‬،‫ ثن ا عثد الئؤ بن جابر‬، ^ ١^ ‫ ] ثن ا ئ خ ئ د بن‬٢y/v[ -) ٩٠٤٤(


‫ ” كت ب مت ارك إ ر أخيه ئئ؛ان ثئ خ و!ث ه ده ا ث‬:‫ قات‬،‫ ثن ا مه د الل ه بن ا ل س د ي‬، ‫ني ي‬

‫كاإثلف ربلث أ اذ ر ا ل م ز ت‬1‫ ئذ و فيه ش‬C‫ فه م ت كتاثلث‬، ‫ " يا أ ي ي‬:‫ دكث ب إليه‬،‫ب صره‬

" ‫ زالث ال ر‬،‫بمرك‬ ‫ث ي ذ غثلث‬

Abdullah b. es-Sindî der ki: Mübarek, kardeşi Süfyân es-Sevrî’ye bir


mektup yazarak gözlerinin göremediğinden yakındı. Süfyân da cevaben ona
şöyle yazdı: “Kardeşim! Dediklerini anladım. Sen bu konuda Rabbine
yakınıyorsun, ölüm ü devamlı aklında tutarsan gözlerinin acısı hafifler. Baki
selam.”

‫ ثن ا‬، ‫ث إ م ح م ذ بن م خ شد بن يون س‬ ‫ ] ح دمحا ن ح م د بن‬٢٢/‫ [ ؟‬-) ٩٥٤٥(

، ^ ^ ١ ‫ ش مع ت‬: ‫ يأمول‬، ‫ ش م ع ت ائخت ؛ ئ شر ج م‬: ‫بوت‬


‫ م‬،‫ ش م ع ت س ئدويه‬: 3 ‫ عا‬،‫أتي ت‬

‫ب ة ئ د عا؟ج‬
‫م‬ ‫ق ذي‬ ‫مب ه ا‬
‫ حيت ق ف م ن أن ث م‬، ‫ " الت ئ د خ د ت ذ ك قي ئ م ؛ م‬: ‫ف و د‬

" ‫؛ق ي‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Elini bir ejderhanın ağzına sokman, fakirliği
tatmış zengin birine açmaktan daha iyidir.”

:3 ‫ د ا‬،‫ ثن ا ابن غزة‬، ^ ١^ ‫ ثن ا زيد ى‬، ‫يلم‬£‫ ] حدثن ا ئ خ ئ د ى إئزا‬y t / v [ -) ٩٥٤٦(

‫ثا نل ط علتن ا به ا‬
‫ ان ذن و‬٠' :‫ ق ات‬C‫ ئفلز ئقيا ن التؤريب م ك ه إلى الث وبان‬: ‫ها د اثن الثت ارك‬

" ‫هؤ الء ل دن و ث ع ظا م‬

İbnu’l-Mübârek bildiriyor: Süfyân es-Sevrî M e t e ’de siyah tenli


(polis)lere baktı ve: “Bunları bize musallat eden gün^larım ız çok büyük
günahlardır” dedi.
Süfyân es-Sevrî 295

‫ ثط أبو‬،^ ^ ^ ١‫ ثن ا المع صب بن م ح م د‬،‫ ] حدت ا ئ خ ئ د بن إتراهيجأ‬yt'/y [ -) ٩٥٤٧(

:^ ١ ‫ قات أب وتعت م ر ح م ة‬، ‫ الكتا ب ملئ ا لعتا ب اآ‬٠٠ ‫ ^ ^ ؛‬١‫ قادت قات‬، ‫ ظ أث و قؤة‬،‫ح م ة‬

٠٠ ‫ ملئ العتا ب‬٠٠ ‫ و سمع ت م ن مولطت‬،‫ك ذا في كتابي‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “”.Kitap serzenişin aracıdır


Ebû Nuaym der ‫لكل‬: “Benim metinlerde ifade bu şekildedir. ‫س‬ :
“Kitap uzakta olanla bağlantı aracıdır” diyenleri de işittim .”

‫ ائضي‬،‫ ثن ا ع م بن عبدويه الحص ربي‬،‫ ا ح د ما م ح م د ئ ذ إبرا محم‬٢٣/٧‫ ل‬-) ٩٥٤٨(


‫' خز يا‬٠ : ‫ قا د‬،‫ ثن ا و جاء بن يوش م ن الس د ي ء ثتا زكيع‬،‫ ثن ا أيو بكر س عبيد‬،‫ا ل م م ن‬

" ‫ني ال؛صر‬


‫ أوت ظ ئثذأ به في يؤ؛تثا فذ؛ ح‬0‫ إ‬: 3 ‫ ه ما‬،‫ ^ ^ قي تؤم عيي‬١‫م غ‬

Vekî’ bildiriyor: “Bir bayram gününde Süfyân es-Sevrî ile dışarı


çıkıyorduk. Bize: “Böylesi bir güne ilk önce gözlerimizi günahtan
sakındırmayla başlamalıyız” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إ سما ع ي ل ب ن ح م د و ن ا ل ح و ري ش ي‬، ^ £ ١^ ‫ ] خ ا؛ثن ا م ح ئ د ب ن‬x t '/v [ “) ٩٥٤٩ (

‫ تا ف ق ه ت حر و ج ا ل م ؤم ن‬٠٠ :‫ قا ت‬،‫ تحا نئ ثا ن الت و ر ي‬، ‫ ثن ا ا لمنياجن د‬،‫ت ب ي ت شر أي ي زيد و ن‬

" ‫ ئ ديلث الن م إ ل روح ال دمحا‬، ‫م ن ال د ك إ ر ا الخ رة إ ال بث ل حروج ال غ ي م ن بطت أ م‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “,Müminin dünyadan çıkıp âhirete gidişini


çocuğun anne karnından çıkışına benzetirim. Zira çocuk da o sıkıntılı
yerden dünyadaki ferahlığa çıkar.”

‫م‬ ‫س م ع ت ا ل ممتث ب‬ ‫ ثن ا أثو عزوبهء‬،‫"اأ ا حدثن ا م ح م د ين إبزاهسنر‬/‫ا‬/ ‫ ل‬-) ٩٥٥٠(

‫ إن ا أس ت‬C‫ إياك والشه رة‬٠٠ :‫ ئأا ل لي غ م ان‬:‫ مولت‬،‫ ش ج ن ت اثن ا ل مثا رك‬:‫ يأمول‬، ‫واض ح‬

'٠ ‫ " فتريد أئ ه ز من ك‬:‫ بثضهب‬3 ‫ت وقا‬،3‫ قا‬،" ‫هزة‬-‫أ ح داءإ ال زقت ثف ا؛ي عن الش‬

Abdullah b. el-Mübârek bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Meşhur


olmaktan sakın! Zira hangi âlimin yanma gittimse hep beni şöhrete karşı
uyarmıştır! Bazıları da bana: «Senden daha meşhur olanların halini görmek
ister misin?» demiştir” dedi.
Süfyân es-Sevrî 296

، ‫ن تزيد‬ ‫ ثت ا م ح ئ د‬، ‫ئ‬ ‫ ثت ا م ح م د ب ن‬،‫ ] ح دت ا أب و ت ك ر الئ ل ل ح ي‬y t '/y [ - ) ٩٥٥١ (

‫ " دهن ت محو ل‬:3 ‫ظ‬ ‫ ثن ا علي بن ح م ره ابن أ ح ت‬، ^ ^ ١ ‫ثن ا ثنيت بن ه ارون‬

، ‫ف ن ف ذا ثؤت حتيف ئ‬
‫ ي‬:‫ محق ات‬،‫ محأرئثة‬،‫ ال يخ ر ج م نثا ب ال دير‬0 ‫ و كا‬، ‫س ما ن إلى الديزاني‬

‫ قد جاء‬:‫ همل ت لم ث قان‬، ‫ أثا أ جيء نغلق إلية‬:‫ قات‬،‫ ص أئصلهب‬،‫ بإى نال ي‬: ‫ق ك‬

£ ^ ١ ‫ أي‬:‫ ثل ث‬،‫ بأن خزغ‬،‫ و ج ش عزهه‬، ‫ ئ س بحنثة‬،‫ فأذخقت‬،‫ات أدخئه‬3 ، ‫ش ه‬

" ‫ظ زبت فن ق غ كزن ي د ة‬ ، ‫ك ه مئ د ه‬ 1 ‫ ق ئ ق أن ئ‬U : ‫يغ؟ قا د‬°‫زأ‬

Süfyân’ın kız kardeşinin oğlu Ali b. Hamza bildiriyor: Hasta olan


Süfyân’ın idrarını alıp bir rahibe götürdüm. Rahip kilisenin kapısından
dışarı adımını atmazdı, idrarı ona gösterdiğimde bana: “Bu H anif din
sahiplerinden birinin sidiği değil‫ ”؛‬dedi. Ben de: “Onlardan birinin hatta en
iyilerinden birinin idrarı!” karşılığım verdim. Bunun üzerine rahip: “O
zaman ben de seninle geleyim!” dedi. Süfyân’a geldiğimizde: “Rahip, bizzat
.kendi geldi!” dedim. Süfyân: “Onu içeri al!” deyince de rahibi içeri aldım
Rahip, Süfyân’ın karnına dokunup birkaç damarını da inceledikten sonra
dışarı çıktı. Ona:” Ne oldu?” diye sorduğumda: “Hanif din sahiplerinden
böyle birilerinin olabileceğini bilmiyordum! Bu adamın üzüntüden ciğeri
parçalanmış!” dedi,

‫ ثن ا إبراهي م‬c‫م‬ ‫ ثن ا حبي ب بن نصتر الجب‬،‫ ] حدثن ا أبو بكر التلئ ح ي‬٢٣/‫ [ ؟‬-) ٩٥٥٢(

‫ " ك اذ نف ا ذ ص‬:‫ قات‬،‫ ظ قوقفئ ئ أتث اط‬،‫ت ا همد وخني ن ط ابة‬،‫ئ ح مد ال م‬


٠٠ ‫ل م‬،‫شدة م ك ره بثوأل ال‬

Yûsufb. Esbât der ki: “Süfyân, aşırı düşünmeden dolayı kan işerdi.”

‫ ثت ا م ح م د ب ن ال ئ ث ز‬، ‫ ثن ا م ح ن ب ن هثا ؛‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أب و ب ك ر العئ ل ح ي‬y t 7 y [ - ) ٩٠٠٣ (

،‫ عن أيه‬،‫ ش ج ن ت ذاؤذ بن ي ح ي ى بنث ما ن‬:‫ تق ون‬،‫ ش م ع ت بشن بن الحا ر ث‬:،‫ محال‬،‫الترار‬

" ‫ وي لآئث إ فأثود اال؛م‬٠' ‫ ن‬1‫ ن ق‬٥١٤ : ‫ئ ت‬

Süfyân es-Sevrî der ‫نكل‬: “üzüldüğüm zaman idrarımı kan olarak yaparım .”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪297‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧ ٧ [ -) ٩٥٠٤‬حدق ا أثو بكر عتد الل ه ثن م ح ث د بن عطاء‪ ،‬ح د ب ي أيي‪ ،‬ى‬

‫م ح م د بن ن شبم‪ ،‬ثن ا ت ل م ه بن فبي ب ‪ ،‬ثن ا متارك أبو ح ما د‪ ،‬م و ر إبزا من؛ بن ن ا م‪،‬‬

‫شج ن ت نمحا ن ‪ ، ^ ^ ١‬ثئزأ عل ى عل ي بن الحس ن الثلمحم ي " يا أ ي ي ‪ ،‬ال ت ي ن أ هد‬

‫‪ ،^ ١^ ^ ١‬بشه واته^‪ ،‬ز ال ن ا يمملثون نؤ م ن الن عم ه‪ ،‬ء إ ‪ 0‬أ مام هز يؤما"ثرأل فيه ا الءقدام‪،‬‬

‫و ر عد فيه ا لأيت ا م‪ ،‬ومحص فيه االلؤان‪ ،‬وتهئ و‪ 3‬ا فيه ائؤ؛ا م‪ ،‬ويئت د فيه ائ جن ا بي‪ ،‬وتممنايز‬

‫مه ه ا ل مل وم ب ح ش ئتل غ الحغ ا جز‪ ،‬نا ل ه ا ش ندا م ة عش ن ا أ صابوا م ن هذه ا ل م رابي ‪ ،‬ا ي غ ز‬

‫ين ا تخون علتلث‪ ،‬ق إن ال ذ ي م د م ما؟ه زئئ طي‬


‫"كئتلق في م أ تك ون ثلف‪ ،‬ز ال تجتن حمئيلف ف‬

‫حى الثؤ بئة‪ ،‬ئئ اثق أة وأئص د منة‪ ،‬وال د ي يحل ف ئ نالت‪ ،‬ويص نع حئ الل ه فيه ئنالت ؤبأإت‬

‫غلته يؤم ا ل م ا ئة‪ ،‬اكش ب خ ال ال‪ ،‬واجلم ش ن غ نتن حم ئية م ن ح ال ل‪ ،‬و ك د طعا م س مخثيت‬

‫من ح ال ل‪ ،‬و لآكن أغد مش ونتلث م ن جم ئية من ح ال ل‪ ،‬قان الززغ مال ك‪ ^١‬؛^ وانتكنأا ل‬

‫م ا لآخ رة‪ ،‬زا م أثث ;ا أخي ال بمقخ أ ط م ا ل م إال تذ ئؤ تشفق غد ش ه‬


‫ود م ه‪ ،‬ءإئث ا ديتلث إخنلف ود م ك ‪ ،‬ها ج ش ب ا لخزاف‪ ،‬ز ال ج لش ئ غ م ن يك س ب ا لخزاف‪،‬‬

‫ز ال ثأ ك د م ع م ن ك ن ي ة م ن حزام‪ ،‬ؤ ال ثدأل أ خذا غش ا لخزام‪ ،‬ؤ ال تشيزن به إ ر أ ح د‬

‫هما خذه‪ ،‬ز ال تؤرئة إ ر أخز‪ ،‬وان ص ح ل ك و بؤ ومحا حر أن ال لأخذه‪ ،‬ثإن محتل ت م ن دللثم‬

‫نإثا ك وال غ ي‪ ،‬زأن ثق ون عزتا لل ظ ا ل م ‪ ،‬ؤأن ث ص حثة أؤ‬ ‫ف خا فأن ث عؤن لت‪ ،‬والعون‬

‫د وا ك ا‪-‬ق أؤ ي ب في و جهه‪ ،‬أؤ تئ ا ‪ 3‬منه ‪ ^^ ١‬فتخون غؤال لت‪ ،‬ؤاالعؤن فرينث‪ ،‬ال ‪L>tj‬ل ث ن‬

‫أئ ن ال قئؤى‪ ،‬ز ال تن اوب أ غد ا ل ح طايا ‪ ،‬ز ال ب جال ش أئ ن التن ا م ي ‪ ،‬ؤا جتث ب ال م حارم‬

‫*كل ه ا ‪ ،‬وابق أغثه ا ‪ ،‬الثاف ؤا لأهؤاغ‪،‬ف إ ن أؤل ه ا واخزه اب ا ح ‪ ،‬زيفث دن ب ثؤبة‪ ،‬و رك ال دن ب‬

‫مأ بث م ن طل ب التربة‪ ،‬إل ة ال ق ق و ت و جم أ ال م ا نما م ي ‪ ،‬ر ج م للتؤامح ن‪ ،‬حي م ودود‪،‬‬

‫ؤإ‪،‬لئ أن وذاب ب ح ل م ه عغلئم ~مأه عأى ال نئص ثة‪ ،‬ب ا ن الثث إل يزح ن النبثايه المعصيه‬

‫زالغزا؛ ؤال ت ئ م ‪ ،‬ق ات‪ :‬ؤث محا ا و ق د طلوا ص ا ه ي زائ طرا ض ا بما إ ز ين ا ممتل رذ‬

‫ص ظ م ح ث ه ‪ ،‬نأ أبت ي ‪،‬‬ ‫غ د ه ‪ ،‬ث أ ق‪،‬تبلجن و ب ذ ‪ :‬ؤ‪:‬امحا ائ ب‪،‬قآة را أتم م ؛ ض‬


‫ة و‪2‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ق ز ال ي وا خ ط زات \ ‪4 h‬ثا ن \‪ £‬ل غز‬ ‫و آ ه م ح ن ‪ \J k‬مى في ا ل آ م خ ال ال‬ ‫قا د‪:‬‬

‫ز ال‬ ‫ص ن ال ي^ ‪ ،‬زال لل نؤثه ن‪ ،‬ز ال لل ن ئر كين‬


‫م ظ أي ي أقة ل م تر‬ ‫عدو ن ي ه ‪ ،‬ز‬
‫ثثهاون بالدئ ب الصغير‪ ،‬ول ك ن ا ئ ز س عص ت ت‪ ،‬عص ن ت ربا ع ظي ما يعاق ب ع إى الص غم‪،‬‬

‫زبمحاوز عن ا ل م م ‪ ،‬نؤذ م ح ن ا لم حس من يد ح د ا ل حغه بذن ب عمل ة بصبه مح ن محثئؤ‪ ،‬ث م‬

‫إل يرنأ خز ال عش ث ب ي م ن ت ل ك ال حطيثؤ حش م ارئ ال دقا ون ح ل انحهه‪ ،‬ماد أ ح م ى‬

‫ا ل ح ن ق م ن ن ح د الثا ز ي ختث ة وا ج دة ثصثه ا مح ن عسي‪ ،‬و لم يزد ثذ وفا و؛رجو بوابه ا ‪،‬‬

‫ويته اونبالدن و ب ح ش ئازق ال دقا ون حل الثاز‪ ،‬م حنيا أي ي ك بما حذرا غلى نا زث متلث‬
‫للف‬ ‫ومص ى‪ ،‬ال قدري م ا دا م غلبلث حلئ فيه؟ زنا بقي ش ع مرلث ال ثدري تاق)‬

‫يفف ا ؟‪ ،‬قا ن إب زاي ز عقه الث الم ح ل ل الؤ ح م ن خزن غ ز بمس ه‪ ،‬نتأ ت ربة‪ ،‬مما‪3‬؛‪:‬‬

‫ؤزا ج مغي نب ئ أن ئئثد ا ألصن ا م^‪ ،‬وهال‪ ،‬يوتفئ حملته ال ث الم‪ :‬ؤثز ش ثنب ئ ا و ي مني‬

‫أللعث ا ل ج ي د ه ‪ ،‬وقات م وس ى عقي الق الم‪ :‬ؤ ر ب ؛ن ا أ ن غ ن غ علي ئلق أكون ظهيزا‬

‫ب ا يكو ن لثا أن نث ود م ه ا إ ال أن يش اء ال ه‬ ‫لل مئ ي ب ه ‪ ،‬نقا د م ح ي ظئؤ الق ال ر‪:‬‬

‫خثا ه ‪ ،‬قهو الء أتياؤه حام وا غلى أنفس ه م ‪ ،‬نإثن ا المست ل^ س سلي؛ ائننب ئ و ذ من لت اته‬

‫وثده "‬

‫‪Îbrâhîm b. Şam’ın azatlısı Mübarek Ebû Hammâd anlatıyor: Süfyân es-‬‬


‫!‪Sevrî’nin, Ali b. el'Hasan’a şöyle öğüt verdiğini duydum: “Ey kardeşim‬‬
‫‪Şehvet ehlinin, bu şehvetlerine ve içinde yüzdükleri nimetlere gıpta etme.‬‬
‫‪Bunların önlerinde ayakların kayacağı, bedenlerin titreyeceği, renklerin‬‬
‫‪değişeceği, he$ap için uzun süre bekleyecekleri ve hesabın zor olacağı,‬‬
‫‪kalplerin uçuşup boğazdan çıkmaya çalışacağı bir gün vardır.‬‬
‫‪Bu şehvetleri elde edenlerin o günkü pişmanlığı ne ^yüktür! Sen‬‬
‫‪kazancını lehine yap. Kazancın aleyhine olmasın. Malını âhiret için harcayan‬‬
‫‪ve Allah’ın emrettiği kısmını infak edenin malı lehine olacaktır. Malım‬‬
‫‪kendisinden sonraya bırakıp infak etmeyen ve Allah’ın emrettiği zekâtı‬‬
‫‪vermeyenin malı kıyamet günü onun için vebaldir.‬‬
Süfyân es-Sevrî 299

Helal kazan ve kazancı helal olanlarla otur. Kazancı helal olanın yemeğini
ye. Kendileriyle istişare ettiğin kişiler kazancı helal olanlar olsun. Vera, dinin
özü ve âhiret için kemale erdirendir.
Ey kardeşim! Bil ki; haramdan, ancak tenine ve kanına merhamet edenler
uzak durur. Senin dinin, etin ve kanın gibidir. Haramdan kaçın ve
haramdan kazananlarla oturma. Haramdan kazananların yemeğini yeme,
kimseyi harama yöneltme ve kimseye haramı alması için akıl verme.
Kimseye haram miras bırakma. Her iyi ve kötüye harama el uzatmamasını
tavsiye et. Eğer sen bunlardan birini yapacak olursan, haramdan kazananın
yardımcısı olmuşsun demektir. Harama yardım eden de bu kişiyle ortaktır.
Zulümden, zalime yardımcı olmaktan, onunla dostluk kurmaktan,
onunla yemekten, yüzüne tebessüm etmekten veya ondan bir şey almaktan
sakın. Böyle yapacak olursan ona yardım etmiş olursun ve yardımcı ortak
demektir.
Takva ehlinden uzak durma, hataları irtikâp edenlerle de dost olma,
günahkârlarla oturma, bütün haramlardan uzak dur ve onlardan sakın.
Nefsanî arzularına uymaktan sakın. Hevaya uymanın başı da sonu da
batıldır. Her günahın bir tövbesi vardır. Günahı terk etmek tövbe etmekten
daha kolaydır. Allah, günahkârlara karşı mağfiret ve rahmetlidir. Tövbe
edenlere karşı merhametli, yumuşak ve çok şefkatlidir. Sakın, Allah’ın sana
olan hilmi, günaha dalmana sebep olmasın. Allah peygamberlerinin isyan
etmelerine, günah işlemelerine ve zulmetmelerine razı olmamış ve şöyle
buyurmuştur: “Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş
işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim.”1 Sonra müminlere: “Ey
insanlar‫ ؟‬Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin, şeytana ayak
uydurmayın, zira o sizin i‫ ؟‬in apaçık bir düşmandır”2 buyurmuştur. Bil
İd ey kardeşim! Allah, ne peygamberlerin, ne müminlerin, ne de müşriklerin
günah işlemelerine razı olmamıştır. Sakın küçük günahı önemsiz görme.

1 Müminûn Sur. 51
2 Bakara Sur. 168
300 Süfyân es-Sevrî

Kime isyan ettiğine bak? Sen, küçük günahın cezasını verirken büyük
günahı affede(biie)n Yüce bir Rabbe isyan ettin.
En güzel kişi; bir günah sebebiyle cennete giren kişidir. Bu kişi işlediği
günahı gözünün önüne getirip, ölüp cennete girene kadar bir daha onu
tekrar etmemek için devamlı uyanık durur ve bu sebeple cennete girer.
Ahmakların en ahmağı ise bir sevap sebebiyle cehenneme giren kişidir.
Bu kişi işlediği iyiliği gözünün önüne getirip hep hatırlayarak ve sevabını
umarak ölene kadar günahları basit görür ve böylece cehenneme girer.
Ey kardeşim! Geçmişte yanlışlıkla işlediğin hatalara karşı uyanık ve güzel
biri ol. İşlediğin hata sebebiyle Rabbinin sana nasıl davranacağını
bilemezsin. Kalan ömründe ise sana ne olacağım bilemezsin. Allah’ın dostu
İbrâhîm nefsinden sakındı ve R^bbinden yardım istedi: “Beni ve
oğullarımı putlara uzak bulundur1”, Hz. Yûsuf şöyle demiştir: “Benim
canımı müslüman olarak al ve beni İyilere kat.”*; Hz. Mûsâ şöyle
bu^rmuştur: “Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun kİ, suçlulara
asla yardımcı olmayacağım^”; Hz. Şuayb şöyle buyurmuştur: “Rabbimlz
Allah dilemiş başka, yoksa ona §erl dönmemiz bizim için olacak şey
değildir.”* Bunlat, Allah’ın peygamberleri oldukları halde kendi nefisleri
için korkmuşlardır. Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden emin
oldukları İrişidir.”

‫ ثعا م ح م د بن هم د الثب بن عبد‬،‫ إ م الء‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن عتيد الل ه‬٢٥/‫ [ ؟‬-) ٩٥٥٠(

‫ مح د م ن متا ن الثوري‬٠' : ‫ قا د‬،‫ثئ ا اتيثابي‬ ‫ ثن ا م ح ث ذ بن علي بن‬،‫ م ك ح و لأ‬£ ^ ^ ١

‫ وعئذ م ح نا ب ذاؤذ عليه‬،‫ نض ر عئذ ثا ب ال ؤخنؤ‬، ‫ هأقا م ب القه أ م‬،‫بتنت ا ل م ئد س‬

0 ‫ يىكا‬،‫ و ص ح ب ت ن مثا ن م ن عن م الن إ ر ا ل م دينة‬، ‫ ورابط ب عن م الن أربعين يؤما‬،‫الق ال م‬

1İbrâhîm Sur. 35
‫ ة‬Yûsuf Sur. 101
3KasasSur. 17
4A'râfSur. 85
Süfyân es-Sevrî 301

‫ دكن ا إ ذا وصعن ا ئ مزثن ا ل و‬، ‫ ون خ ر ج مع ه ج ميعا هتدمح غه ا إ ز ر ج ل لتع ف ئ علتن ا‬، ‫ي خ ر ج النمع ه‬

‫ ث‬1‫ب ن ع دال‬
‫م‬ ‫م‬
‫ رآة‬1‫ب ت ث إ د‬ ‫ مح كا ن‬، ‫ ح ش ال ت ش ق ي ء‬، ‫ ^ إ ال أ ظا ة‬١^ ١ ‫تزد أ ح د ا ص‬

" ‫يأ ح ذ حبره وبمحى نأ ك ل‬

Firyâbî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî, Beytü’l-Makdis’e (Kudüs’e) geldiğinde


orada üç gün kaldı. Rahmet kapısı ile Dâvud Mihrabı yanında da
namazlarını kıldı. Askalan’da da kırk gün kaldı. Askalan’dan Medine’ye
dönüşünde Süfyân’a yoldaşlık ettim. Mola verdiğimiz zaman Süfyân
yemeğini çıkarınca diğerleri de kendi yemeklerini çıkarırlardı. Ancak Süfyân
kendi yemeğini, oradakilere dağıtması için başkasına verirdi. Sofralar
serildiğinde kendisinden bir şeyler isteyen herkese istediğini vermiş olur ve
önünde de bir şey kalmazdı. Onun için içimizden bazıları onun sofrayı
serdiğini görünce ekmeğini alıp sofrasına yanaşırdı.

، ‫ ثن ا م ح م د ب ن ا نم ش‬، ‫ ثن ا أب و حص ث ن‬، ‫ [ ح دثن ا أب و ب ك ر ال ط ل ح ئ‬y ®/ v ] - ( (٩٥٠٦

‫ نا رأتا ل إلنت ا ن‬٠٠ :‫ ثق و لأ‬،‫ قا ن ش م ع ت غ م ا ن الثوري‬، ‫ثن ا أ خ ن د بن عتد الثؤ بن وئ ش‬

‫" ف قا خ ت ا ل ث ش أ ن ; ذ خ و ي م ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “insan için bir deliğe (uzlete) girmesinden daha
fazla hayır getiren bir şeyin olmadığım gördük .”

: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا أ خ ن د ب ن عت د الل ه‬، ‫ ثن ا أب و خ ف ش‬، ‫ ] ثن ا أب و ي ك ر القثن ح ئ‬y*\ / v [ - ) ٩٠٥٧ (

‫ و ق ئ ال ندري ظ غز‬،‫مه م ن تنب ئ ون‬ ‫ذن ا‬1‫ " ال؛امي ع‬: ‫ا مهء؛ء ف و د‬ ‫ت ف ق ئتي(ة‬

" ‫مب ا شثغال ى‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “insanlar bizim yanımızda, mümin ve


müslümanlardır. Ancak Allah katında ne olduklarını bizler bilemeyiz.”

، ‫ ثن ا ث خ ئ ت ا لج ث د ي‬، ‫ ] حدبنا م ح م د ب ن عت د ا و ح م ن ب ن ا ئ ث ذ ل‬y i / v [ - ) ٩٠٠٨ (

‫دد ا ئؤمغ ون‬1‫ ع‬٧٣٥١ ” :‫ م ولت‬، 0 ‫ ش م ع تش متا‬:3 ‫ ها‬،‫ ظ ؤكيع‬،‫ث ا ن‬،‫ ^ بن ر ع‬١‫ظ عتذ‬

٠' ،‫ ^ ^؟‬١‫ ث ن ن أغث‬،‫ال ندوي‬.‫ل ه ء‬3‫ ئأى عند ا‬،£ ‫ وا أل ح كا‬، ‫ ؤ؛ل ط الي‬، ^ ^ ١‫غي‬
Süfyân es-Sevrî 302

Süfyân es-Sevrî der ki: “İnsanlar bizim yanımızda, nikâh, talak ve diğer
hükümler karşısında mümindirler. Ancak Allah’ın katında ne sayıldıklarını
biz günahkâr kullar bilemeyiz.”

،‫تونس‬ ‫بن‬ ‫ ثت ا أ خ ن ذ بن عتد الل ه‬،‫ ثن ا أبو حص تن‬،‫ ] حدق ا التئ ل ح ي‬y i / y [ -) ٩٥٥٩(

‫ ال‬:‫ م ح ل ززاؤة؟ قات‬، ‫ض با ق د ر‬ ‫ " زي ت‬: ‫ ف و د ل ن ف ا ذ‬، ‫ " ش ب م ت ء ح ال‬: ‫ة د‬

،‫ ال ئ ض وة‬، ٧ ^ - ‫ " ال‬: ‫ قات‬،" ‫وة‬ ‫ف ن ل ي أ إظم‬


‫ص‬ ‫ قا دت " غز إ ي م م ح ج ي‬،" ‫مئت دن وة‬

Ahmed b. Abdillah b. Yûnus bildiriyor: Adamın birinin Süfyân’a:


“Kaderi inkâr eden bir adamın ardında namaz kılayım mı?” diye sorduğunu
işittim. Süfyân: “Onu imam diye öne geçirmeyin!” karşılığını verdi. Adam:
“Ama o kasabanın imamı ve başka da imam bulunmuyor” deyince, Süfyân:
“Onu öne geçirmeyin! ö n e geçirmeyin! ö n e geçirmeyin!” diye bağırmaya
başladı.

‫ حمدتى‬، ‫ ثن ا عتذ الل ه بن أ ح م د بن حث ل‬، ‫ ا حدبت ا ن ائ ما ن بن أ ح م د‬٢ ٧ ٧ [ -) ٩٠٦ ٠(

:‫ يأمول‬، ‫ ش م ع ت ت قا ن‬:‫يمول‬
‫ أ‬،‫ ش م ع ت ي حيى ست ما ن‬:>3‫ دا‬،‫ د ي‬1‫ؤ ن ت ع د ال ك‬1‫عتد اا‬

" ‫" ايد عه ال بما ث بجا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Bidatin tövbesi ‫ م م ا!ال ه‬.”

‫ ثن ا أ ح م د بن غلي بن‬، ‫ ] حدت ا ا لما ضي أ و أ ح م د م ح م د شر أ ح ت ذ‬٢ ٧ ٧ [ -) ٩٠٦١(

‫ " ال بدعة أ ح ب إ ر‬: ‫ ي م ولث‬،‫ ش م ع ت ئ مثا ن‬:‫ فات‬،‫ ثن ا ابن ث ما ن‬،‫ ثن ا أبو تع يد‬،‫ا ل جاوود‬

٠٠ ‫ والبدعة ال يثا ب يلمه ا‬، ‫ ال ن غ م ي ة قا ب منه ا‬،‫إبلي س ص النعصثة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “İblîs, bidati günahtan daha çok sever. Çünkü
günahın tövbesi olur; ancak bidatin tövbesi olmaz.”

‫ ف ا‬،‫ ثن ا خلفن ب ن ع م ر و ال ئكت ر ي‬، ‫حدق ا ني ت ا ن ب ن أ ح م د‬ ] ٢ ٧ ٧ [ -) ٩٠٦٢(

‫ م ن أص ص‬٠' ‫ ف و د ؛‬،‫ قادت س ب غ ت ن نا ن‬،‫ ثن ا ي حش بني ما ن‬،‫ا خل س بن اإلمحع ايراث ي‬

٠' ‫ مم د حر ج م ن ع ص م ة الثؤ نحا ر‬،‫شنع ه ا ز صا ح ب بدعة‬


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪303‬‬

‫‪: “Bidat sahibi olan birine kulak kesilen kişi,‬لكا ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪Allah’ın korumasından çıkar.‬‬

‫(‪ -) ٩٥٦٣‬ل ‪ ٢٦/٧‬ا حدثت ا أ ي‪ ،‬ثن ا م خ ث ذ بن ق ش بن م نده‪ ،‬ثن ا ال هديل مر‬

‫ثن ا إبراهي م بن ايوب‪ ،‬ثئ ا الغئن ا ن‪ ،‬غن غ م ا ن‪ ،‬قات‪ " :‬إدا ن ك ز ا ل ر ج ل ا إل ي نا ث ‪ ،‬ئبد‬

‫م زا م"‬ ‫ق ي إل محل اتثائؤ‪ ،‬ز م ائؤإ ر محل م‬


‫‪: “ö len biri anıldığı zaman ahalinin onun hakkında‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪ne dediğine aldırma, ölen kişi hakkında âlimlerin dediğine bak.‬‬

‫(‪ “) ٩٥٦٤‬ل ‪ ٢٦/٧‬ا خ ا؛ثن ا عتذ ال ؤ ح م ن بن م ح م د بن صماه ا ل م د ك ز‪ ،‬ؤئل بما ن س‬

‫أ ح م د ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثت ا أثو ي حش الراوي‪ ،‬ثن ا أبو انحزرج‪ ،‬ثئ ا ع رو بن حق ا ن‪ ،‬ه ا لأ‪" " :‬كا ن‬

‫^‪ ١‬ب ح د اثك وا؛ه‬ ‫ن ميا ن ‪ ^ ^ ١‬ن عم ا ل م داو ي ا |دا ب ح د الثهص؛ه ح د ث يثفت‪،‬ا بل عل ي‪،‬‬

‫عئ م‪1‬ن '‪٠‬‬ ‫‪-‬ح د ث‬

‫‪: “En iyi tabib, Ba5ra’da Hz. Ali’nin, Kûfe’de ise‬لط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪Hz. Osmân’ın faziletlerini anlatabilen kişidir.‬‬

‫( ‪ ] y y / y [ “) ٩٥٦٥‬حدثت ا أ و ب ك ر القلن ح ي‪ ،‬ثن ا ا ل خنن ب ن حثا ش ‪ ،‬ثنا ا لح س ن ب ن‬

‫ال غ ي ‪ ،‬ثن ا أثو تنبه‪ ،‬غذ ظاء ثن نشب م‪ ،‬قات‪ :‬قات ق نفا ذ " إدا م حش ي الئ ام‬
‫ها د و نثا ب ب ع ئ‪ ،‬إلذا م ح ثبا ثكوفة ه ا د ؤ ئثا ن ب أ ي يكر‪ ،‬ؤغثز "‬

‫‪Atâ b. Müslim bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana: “Şam’da olduğun zaman‬‬


‫‪Hz. Ali’nin faziletlerini, Kûfe’de olduğun zaman ise Ebû Bekr ile Ömer’in‬‬
‫‪faziletlerini anlat” dedi,‬‬

‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫ح أ م ث ب ن ع م ر و ال ث ك ت ر ي ‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫ح ي‪،‬‬ ‫الت لل‬ ‫أب و ب ك ر‬ ‫حد ق ا‬ ‫( ‪] r v / v [ ")٩ ٥ ٦ ٦‬‬

‫ن الءث؛ا ع‪ ،‬قات‪ :‬س ب غ ت شعي ب س خز ب‪ ،‬يم أول‪ :‬ذ ووا نعيا ن ‪ ^ ^ ١‬عند عاص م بن‬

‫ت خ م ‪ ،‬هذ ووا مثا ق ة حش عدوا ح م س عشزه مغص ه‪ ،‬مما ل ‪ " :‬بنغ م ‪ ،‬إ ي لآعرف فيه‬

‫‪".‬‬ ‫م حيله أمحص ل م ن هذو "كل ه ا أ ت ال م ه ص دره أل ص حا ب م ح م د‬


Süfyân es-Sevrî 304

-Şuayb b. Harb bildiriyor: Âsim b. Muhammed’in yanında Süfyân es


Sevrî’nin faziletlerinden bahsettiler ve bu faziletlerden on beş tanesini de
saydılar. Sonrasında Âsim onlara şöyle dedi: “Bitirdiniz mi? Vallahi onun
.öyle bir faziletini biliyorum ki bu saydıklarınızın tümünden daha değerlidir
O da Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbına karşı içinde beslediği
sevgidir.”

‫ ثن ا‬: ‫ ق اال‬، ‫ن أ خ ن ذ‬ ‫ وئليث ا ن‬، ‫ط م‬ ‫ ] ح دتما أ خ ن ذ ب ن جعم ر ب ن‬y y / v [ - ) ٩٥٦٧ (

‫ قات زيت‬:‫ قات‬C‫ ثن ا ح مزة ال ق ف ي‬،‫ ثن ا نززان‬، ‫ ثن ا ي حيى بن أثو ب‬،‫أ خن ذ بن علي ا البار‬
‫ ول ك ن أ ج ذ محئ ^ ال أ جن محظ‬،‫ و غم‬،‫ " ظ أ م أئ عث أ مح ل م ذ أيي بكر‬:‫لث ض ت‬

"‫ " أ ك ز ي د ت ق و ض‬:‫ ن‬1‫ق ات ن مث‬،‫•م‬

Hamza es-Sekafî der ki: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye: “Ali’nin Ebû
Bekr ve Ömer’den daha üstün olduğunu iddia etmiyorum, ama Ali’yi
kendime daha yakın buluyorum” deyince, Süfyân: “Sen kusurlu bir
adamsın” karşılığını verdi,

، ^ ^ ^ ١ ‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا أثو بكر ى أيي ع ا ص م‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خ ا ق‬rv/v [ -) ٩٥٦٨(

‫ الم_ري وب ح ن‬0 ‫ ت أ ئ ئ نئيا‬٠٠ :‫ يئأو ل‬، ‫ ؛ نمل خ‬، ^^^١ ‫ت ش م ع ت عئد‬3 ‫ ها‬، ‫س ؤا«ء ب ح‬

‫^ي ج د‬ ‫أثت ي ج د لع ئ م ن ف غ ي‬ ،‫ وع م ر‬،‫ب ل ي ح ب أي بكر‬-‫ ض الث‬، ‫ثهلوفئ باء ك ت‬

" ‫ " غذا زي ت به داء ينتخي ان ين مى دواء‬:‫ ها د‬،" ‫لين ا ؟‬

-Abdulvehhâb el-Halebî bildiriyor: Kâbe’yi tavaf ederken Süfyân es


Sevrî’ye, Ebû Bekr ile Ömer’i seven ancak aynı sevgiyi Hz. Ali’ye karşı
hissedemeyen kişinin durumunu sorduğumda: “Bu adamda hastalık vardır
ve tedavi edilmesi gerekir” dedi,

‫ ثن ا‬: ‫ ق ا ال‬، ‫ ونلت ما ن ب ن أ ح م د‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د ب ن جع ف ر ب ن تل م‬y y / v [ - ) ٩٥٦٩ (

:‫ ق ا لأ‬، ‫ شيخا ح جا جا‬، 0 ‫ و ك ا‬،‫ ثن ا إبزا من؛ بن ا ل مغيرة‬،‫ ثن ا أب و غث ا ن‬،‫أ خ ن د س ع ئ ا الباز‬

‫واته‬ ‫ زال‬،‫ " ال‬:‫ اإليناط قزتبال غ ر؟ " قات‬: ‫ " أض ر ظفت ت ذ بجود‬: 0‫ال ق ئ نا‬
Süfyân es-Sevrî 305

Çok hacca giden biri olan ibrâhîm b. el-Muğîrc der ‫لط‬: Süfyân’a: “iman
amelsiz sözdür” diyen kişinin ardında namaz kılayım mı?” diye sorduğumda,
“Hayır, onun kıldırdığı namazın da bir değeri yoktur” cevabını verdi.

‫ ثن ا م ح م ذ‬، ‫ ثن ا م ح م د بن على ا ل أ م‬،‫ ] حدثن ا نل بما ن بن أخن ت‬٢١٧٧[ -) ٩٥٧٠(

‫ ت ش‬٠' :‫ م ولت‬،‫ ش م ع ت غ م ا ن الثوري‬:3 ‫ ئ‬،‫ ثت ا تؤثث بن إن ن ا مه ز‬،‫بن فناس أبو ه ريره‬

٠٠ ‫حاءيد عيي‬‫ ^ ؛ ^ أن ثذحزم‬١

Süfyân es-Sevrî der ki: “Şiiler yüzünden Hz. Ali’nin faziletlerini


zikredemez olduk .”

، ‫ ثن ا حمقس بن ع من بن الصقا ح ال ق‬، ‫ ] حدثن ا نلتن ا ن بن أ خن ذ‬yv/v [ -) ٩٥٧١(

،‫ " س هدم ع ه غأى أيي تكر‬:‫ بموت‬،‫ ت م ن ت <ئئث ادث التؤاري‬:3 ‫ ظ‬،‫ظ قبيص ة س م حق‬

٠٠‫ ع م د‬١^ ^ ‫ ؤأ ح ئ ى أن ال ينفع ة م غ‬،‫جرل ن ؤا الك؛ت ار‬-‫ ق د أزريب ال م ه ا‬،‫وع من‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hz. Ali’yi, Ebû Bekr ve Ömer’den üstün tutan
kişi Muhacir ve Ensâr’a gölge düşürüyor demektir. Bunun yapan kişinin de
amellerinin artık kendisine hiçbir fayda sağlamamasından korkarım .”

،‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د ال جهتز الق م ر ي‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ت ش ا ن ن أخن ت‬ya/v [ -) ٩٥٧٢(

‫ " م ن‬:‫ يأمول‬،‫ شبع ت غ متا ن‬:‫ يئأو ل‬،‫ ش م ع ت أثا بكر ا ل ح نفي‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ثغ ا ال م ا ح بن محل د‬

" ‫ثن الن ا س‬ ‫ و عد‬،‫ و عد علي‬، ‫ ق ذ أزرى عثهن ا‬،‫ وع م ر‬، ‫قدم عقا ض أبي ب م‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “H^. Ali’yi Ebû Bekr ile Ömer’den daha üstün
gören kişi Ebû Bekr, Ömer, Ali ve başka insanlara gölge düşürüyor
demektir.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح م د بن عتد الل ه الح ص زم ي‬، ‫ ] حدق ا ئل بما ن بن أ ح م د‬ya/v [ -) ٩٥٧٣(

،‫ " م ن م م د علقا غش أيي بكر‬: ‫ ي م وأل‬،‫ نب عث ئ مثا ن‬:‫ قا د‬،‫ ثن ا ؤكيع‬،‫ع م ه بن م كزم‬
" ‫ ق د أزرىب ال م ه ا ح رس وا الن صا ر‬، ‫ وعتره م ا‬،‫وع من‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hz. Ali’yi, Ebû Bekr ve Ömer’den üstün tutan
kişi Muhacir ve Ensâr’a gölge düşürüyor demektir.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪306‬‬

‫ب ارء ثن ا أثو هش ا م‬
‫ع ئ ا ال‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٢٨/ v [ ") ٩٠٧٤‬حدثن ا ن لبما ن بن أ ح م ذ ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د‬

‫ا و ئ ‪ ،‬ئ بم ش ئ ثن ا ن‪ ،‬غذ م ح ا ذ ‪ ،‬قا د ‪ '٠ :‬أ غ ذ ث ؤ ز عتز د ا لخن اعة ‪ ،‬ز ت أ ئ أ‬

‫بق ول امح ه قي اق رثة "‬

‫‪: “Cemaatin içindeyken Hz. Ömer’in, ayrılık‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫”‪durumunda ise Ömer’in oğlunun görüşüne göre hareket ederiz.‬‬

‫( ‪ [ - ) ٩٥٧٥‬؟ ‪ ] ٢٨ /‬حدثن ا أي ي‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن أ خ ن ت بن يزيد‪ ،‬ثن ا عئد ال ثؤ بن عثد‬

‫ش م ع ت عبد‬ ‫ا ل و ه ا ب ائ غ واورم ي‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن ا لأ~ ح ج مإ‪ ،‬ثن ا ع ما ر بن مح د ‪،^ ^ ^ ١‬‬

‫‪،UjJüîJIJ‬‬ ‫الل ه بن الني ا زلي‪ ،‬يمولط ‪ :‬ش مع ت غ ميا ن ‪ ، ^ ^ ١‬م و لأ‪'٠ :‬‬

‫"‪ ،‬ق ك ص‪1‬ش م‪ Uİ :^ ^ ١‬لجك؟قا د‪ :‬نأي نأي نتي‪0‬‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Cehmiyye fırkasından olanlar kâfirdir. Aynı‬‬
‫”‪şekilde Kaderiyye fırkasından olanlar da kâfirdir.‬‬

‫( ‪ ] y a /v [ ")٩٥٧٦‬ح دثن ا أب و م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثن ا عي ا مس بن خ ن ذ ؛ ذ ‪ ،‬ثط ي د الئؤ بن‬

‫سع يد ال كن د ي ‪ ،‬ح دثني إن م ا عيد بن قس ه‪ ،‬ثن ا بشن بن من صور‪ ،‬عا‪ :،3‬ت م ن ت ش متا ن‬

‫التزري‪ ،‬ي مولت‪ ،‬و ت أل ه زيت‪ ،‬ق ات‪ ٠٠ :‬علىب ابي من ج د إن ا ث ه ص ا ح ب بدعة اا ‪ ،‬قا د ‪ " :‬ال‬

‫ظ ثة "‪ ،‬ق ات ‪ " :‬تكون هن ئ ش ه ت؛ وأ ‪-‬ا قت ح ي ؟ ! " ق ات ‪ " :‬ال “ نم ء ه "‬ ‫حت ز‬

‫‪Bişr b. Mansûr der ki: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye: “Evimin hemen‬‬
‫‪dibinde bir mescid var; ama imamı bidat sahibi birisidir” deyince, Süfyân:‬‬
‫‪“Onun ardında namaz kılma!” karşılığını verdi. Adam: “Ama bazen geceleri‬‬
‫”‪yağmurlu oluyor ve ihtiyar olduğum için başka mescide gidemiyorum‬‬
‫‪deyince, Süfyân: “Onun ardında namaz kılma!” diye tekrarladı.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧ ٧ [ -) ٩٥٧٧‬حدق ا ائئاح ي ى أبو أ ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أثوب‪ ،‬وا ل ح س بن ع ئ‬

‫بن زيا د‪ .‬ح ؤثن ا نل بما ن ‪ ،‬ثن ا أب و روعه ال دمشقي ‪ ،‬قالوا‪ :‬ثن ا أ ح م د بن يون س ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ش م ع ت‬

‫ر ج الثم وأل لنلمثان‪ :‬يا أبا عتد الثي‪ ،‬أوص يي‪ ،‬قا د " إيا ك ؤا لأهؤاؤ‪ ،‬إيا ك ؤال ئ صوم ه‪ ،‬وإة\لئ‬

‫وا لث‪1‬هفي ن "‬


Süfyân es-Sevrî 307

Ahmed b. Yûnus der ‫لكل‬: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye: “Ey Ebû
:Abdillah! Bana öğüt ver” deyince, Süfyân ona şöyle nasihatte bulundu
Arzularına uymaktan sakın! Husumetten sakın! Sultanlara yakın“
durm aktan sakın!”

‫ ؤ أ خ ن د ب ن م حم د‬، ‫ ثغ ا أث و ع م ن ب ن ع م ت ه‬، ‫ ا ح دت ا ائثامح ي ى أث و أ خ ن ذ‬٢ a / v ‫ )“ ل‬٩٥٧٨ (

‫ت‬3 ‫ محا‬،‫ عن أخيه نقيا ن‬،‫ ثن ا ا لختن ين عزمحهء ح دقيى متا رك بن تع يد‬:‫ ق ا ال‬،‫بن مصمل ه‬

‫ " إ دا‬: ‫ ظ ا إل س ال م ؟ قا ت ه‬، ‫زات ق ي أ س أل ون ع ن ا إل ن ال م‬: ‫ ال‬، ‫هم د ال م‬ ‫ " يا أثا‬:‫قال وا‬

" ‫ ة اء دا أختزك ص ة ئي ؤ ائلئ‬، ‫ ئ‬4‫م ظئأل‬ ‫ ^ ؛ ئ ا ظ نإ؛ ى أ ش‬١ ‫غدو ت ق‬

Mübârek b. Saîd bildiriyor: Süfyân’a: “Ey Ebû Abdillah! Bazıları hâlâ


islam’m ne olduğunu soruyorlar„ İslam nedir?” dediklerinde, Süfyân:
“Çarşıya gittiğinde en değersiz görülen hamalı bul ve ona sor. İslam onun
sana vereceği cevaptır” karşılığını verdi.

‫ ثن ا ث خ ئ د‬،‫علي ال خزاعي‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا أ خ ن د‬، ‫أ خ ن ذ‬ ‫س‬ ‫ ] حدثن ا ن ي ئ ا ن‬٢ ٧ ٧ [ “) ٩٥٧٩(

‫ نان‬،‫ زن ا أبغ ص ه ظ حثه‬،‫ ظبغ ص ة‬١^ ‫ ن ا أ ح ب الثئ‬٠' :،‫ قا د ن مي ا ن الثني؛‬:)3‫ ظ‬،‫بن " محير‬

" ‫سد‬ ‫م‬ ‫ا ن ؤنز عئد‬5‫و ي د ي ت د ا ال ؤ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Allah sevdiği kula sonradan buğzedebilir,


buğzettiği kulu da sonradan sevebilir. Kişi putlara tapar, ama Allah katında
(kurtuluşa erip) cennetlik olanlardan biri de olabilir.”

، ‫ ثئ ا أبو ا ل ع وارس عثد ائثئ اي ن أ خ ن ذ‬، ‫ ^ ^ أبو أ خ ن ذ‬١ ‫ ] حدثنا‬٢ ٧ ٧ [ -) ٩٥٨٠(

، ‫فن خث ى‬ ‫' نغن ج‬٠ ^ ^ ١ ‫ ؤأل نئ؛ا ن‬: 3 ‫ قا‬، ‫ظ ي حش بن ئ ن اد؛ء ثط المر_يابي‬

‫ وثك ل‬،‫ ؤ ال سحابس ب ا أل حثاء‬،‫ ز ال ش ي ي عش اننؤئى‬،‫ال م ا لم لة‬ ‫ؤنن م ع الل ي ن لإجوه‬


" ‫ها ل ت ي إ‬ ‫و ي‬ ‫ت ا ال ئ ه ؛ إ ر غ ا س‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Tehditleri işitince korkar, güzel şeyleri işitince de
onları tüm Müslümanlar için temenni ederiz, ölüler hakkında kesin hüküm
vermekten kaçınır, dirileri de hesaba çekmeyiz. Bilmediğimiz şeyleri de
Süfyân es-Sevrî 308

onları bilene havale eder, öncekilerin görüşlerini kendi görüşlerimize tercih


ederiz.”

،‫م ح ا ن‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا ي حيى‬،‫ ثعا أثو ا ل م وارس‬، ‫ ] حدثت ا ا ل ما ضي أثو أ خ ن ذ‬y ^ v [ ") ٩٥٨١(

‫ ئ البعر من بثل ث إل ى م ن‬،‫ف ن م ن صالل ة إ ال وعلته ا ريثة‬


‫ " ي‬: ‫ ها د‬،‫ ثن ا نئ يا ن‬، ‫ثن ا المزيا بي‬
‫ممهه ا ا‬
‫عص م‬1‫ييه‬

Yine der ‫نكل‬: “Hiçbir dalâlet (sapık fikir) yoktur ki, kişiyi çeken bir
güzelliği olmasın! Bu nedenle dinini onu sevmeyen birine sakın sunma!”

‫ ثن ا أبو‬،‫راشد‬ ‫ين‬ ‫ ثتا م ح م د بن أ ح م ذ‬، ‫ ] حدثن ا ا لما ضى أبو أ خن ذ‬٢٩/^^[ -) ٩٥٨٢(

،‫ " يا أثا محب الثؤ‬:‫ ئ ك ل وري‬٤ ^ ١ ‫ قات‬:‫ قات‬، ‫ ئ م ط ئ ا ؤل د‬،‫م ح ر ئ ا ل م م ا س‬

‫ أظ‬٠' : ‫ ق ات‬،" ‫ ال ت ن ق د‬، ‫ " ي ص عئد اش‬: ‫ ئ ك ه‬،" ‫ه‬ ‫ " ؛ذ ثء‬: ‫' ق ات‬٠ ‫أن ي ئ أ ك ؟‬

>‫ ؤ وظ أ ال بهل \ رد الئ ومنين^؛‬، ^‫ يعملون‬١^ ^ ‫ أؤ وم \ ع ل م ي ب ظ‬: ‫ ثق ون‬،‫!^ ثت ا؟ى‬١ ‫ش م ع ت‬

‫ د الذي‬1‫ ؤأئت ال ص‬، ‫ قأث ا ؛ل ه ب ي‬، )‫’ إد م \ متني ؤمقللث "كنتد التبي~ب ؤال ص ن ذ الذي‬٠ : ‫ ق ك‬، ٠٠

Havşî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Ey Ebû Abdillah! Sen mümin


misin?” diye sorduğumda: “inşallah!” karşılığını verdi. Ona: “Ey Ebû
Abdillah! Peki, neden amelde bulunmuyorsun?” diye sorduğumda ise şöyle
cevap verdi: “Allah’ın şöyle buyurduğunu işitmedin mi: «Onların yaptıkları
hakkında bilgim yoktur»1 «Ben îman eden kimseleri kovacak
değilim»^ Benle sen doktorla eczacı gibiyiz. Ben doktor, sen de eczacısın.”

‫ ثن ا عل ي‬، ‫ ثنا أ خ ت ن ب ن شه ل ب ن و ت‬، ‫ ] ح دتما ن ي ت ا ن ب ن أ ح ئ ذ‬٢ ٧ ٧ [ - ) ٩٥٨٣ (

‫ " خا ق قا‬:‫ قا ت ن فا ذ ال ت ؤ ر ي‬: ‫ ف و د‬، ‫ ئ إ ئ تاص د‬3 ‫ت ئ ا كل ت‬


‫ج‬ :‫ ت‬، ، ‫ئ بم م‬

، ‫ ا إليثا ن مح وت ب ال ع م ل‬:‫ و ه ز مول و ن‬،‫ ؤع م ئ‬3 ‫ ا إلين ا ن مح ؤ‬: ‫ ن ح ن قولت‬: ‫ح ث ه ق ي ق ال ب‬-‫الس‬

1ŞuarâSur. 112
2ŞuarâSur. 114
Süfyân es-Sevrî 309

‫ ونحن ق وت؛ ن جن مؤمنون‬،‫يزيد ز ال ق ض‬ ‫ال‬ :‫ وه م ثئ ووئذ‬،‫ يريد و م حن‬:‫ونحن ق ود‬


٠‫ ث ح ن م ؤمن ون عند الل ه‬: ‫ وهب يم ولون‬،‫يفار‬
‫'ب\ إل‬

Süfyân der ‫لكا‬: “Mürcie, bize üç şeyde muhalefet etti: Biz: «İman söz ve
ameldir» diyoruz, onlar, «iman amelsiz sözdür» diyorlar. Biz «iman artar ve
eksilir» diyoruz, onlar: «Ne artar ne de eksilir» diyorlar. Biz: «Biz ikrarla
müminiz» diyoruz. Onlar: «Bizler Allah katmda müminiz» diyorlar.”

‫ ثت ا ت ل م ه بن‬c‫ثن ا شين بن م وتى‬ ، ‫بن ألح ن ذ‬ ‫ ] حدبن ا ئآت مان‬٢٩/'/[ -) ٩٥٨٤(

‫ فيئ أخت أمم د م ن كتا ب الثؤ م ن‬٠٠ : ‫بمول‬


‫ أ‬،‫ ش م ع ت ن ميا ن‬: ‫ قا د‬،‫ ثت ا اتييأب ي‬، ‫قبي ب‬

‫ حئي‬. ‫ال م‬

Süfyân der ‫نكل‬: “Allah’m Kitab’ından, Mürcie’den daha uzak olanı


yoktur.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ال خ ت ن بن عل ي ا ل م ع م ر ي‬، ‫ ] حدثن ا ثل بما ن س أ ح ن د‬٢٩/‫ )“ [ ؟‬٩٠٨٥

‫ و م ح ق‬،‫ " ت ا ث عيد ان ويز ئ أ ي زؤاد‬:‫ قات‬، ‫ ثما مح إ ث د ئ إث ن ا مه د‬،‫ث غ وئ ة ئ م ح ال ن‬

‫ جاء‬:‫ ق ات الثامن‬٤^ ^ ١‫ و جاء‬،‫ بصفق الثامن‬، ‫ ح ش ؤضغ عغذ ثا ب ا ل حث ا‬،‫في يانيؤ‬

‫ ئ جاوز ا ل ح ازه و ل م‬،‫ والىمس ينثرون إثه‬،‫ ^ ^ أ ح ش ح نق الصئ و فن‬١ ‫ جاء‬،‫الثوري‬

٠٠‫ النة ءن يرمىباإلرجاؤ‬،‫محال غي‬


Muemmel b. İsmâil bildiriyor: Abdulazîz b. Ebî Revvâd vefat ettiğinde
cenazesine katıldım. Namazı kılınmak üzere Safâ kapısına konulup insanlar
saf tuttular. O esnada Sevrî geldi ve oradakiler: “Sevrî geldi! Sevrî geldi!”
demeye başladılar. Sevrî insanların bakışları altında safları yararak ilerledi.
Cenazeyi de aştı ve namazını kılmadı. Çünkü Abdulazîz, Mürcie’nin
görüşlerini savunmakla eleştiriliyordu.

‫ ثنا عئد ا ل ص م د بن‬، ‫ ثن ا بث ر بن مو ت ى‬، ‫ ] حدق ا ئأث ما ن بن أ خ ن ذ‬٣٠/'/[ ")٩٥٨٦(

‫ والست اء في‬،‫ ع م ح م ين ا علته ائخئال وذ‬٠٠ :‫ مولت‬،‫ ش م ع ت ئ مثا ن التؤري‬:‫ قات‬،‫حث ا ن‬

" ‫ زا ل م ح ا ذ ي ا ذ ثأ ب ي ن ا إلئزاي ؤا لخت ل‬،‫؛ مح و ت‬


3 ‫هل‬ Süfyân es-Sevrî

Süfyân es-Sevrî der ‫لكأ‬: “Siz de hamalların, evlerindeki kadınların ve


okuldaki çocukların ikrar ve amelleri gibi (sade) bir ikrar ve amelde
bulunun !”

‫ ثن ا‬،‫عتد ا و ج م الدت ا ج ي‬ ‫س‬ ‫ ثن ا ئ خ ق د‬، ‫أخن ت‬ ‫بن‬ ‫ ] خ ا؛ثن ا ن لبما ن‬r './v [ -) ٩٥٨٧(

،‫ ثن ا عتد الل ه ن ا ل مث ارك‬٤^ ^ ^ ١ ‫ ثن ا حي ا ن بن م و ت ى‬،‫ف ازون بن أيي ث ارون ا ل ع تد ي‬

‫ ق د كث ز‬، ‫ ^ أ خ د ه ن ئ وئ ق‬١‫ بموتت " م ن زع م أن ؤئ ز هؤ‬، ‫هأدت شي ن ت رئ مت ان ال م ر ي‬

" ‫با ش | أ أ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “De ‫أ>ا‬: ٠ , Allah birdir”1 âyetinin (Allah
kelamının) mahlûk olduğunu iddia eden kişi, Allah’ı inkâr etmiştir.”

‫ثن ا‬ ، ‫ ثن ا بع م‬، ‫ن إ ئ ز ا ي ب‬ ‫ا لخشن‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ض ي أب و أ خ ن ذ‬ ‫ح دث ن ا ا لما‬ ] t'o /v [ - ) ٩٠٨٨(

‫ " إ د ا أث ش‬:‫ م و لأ‬، ^ ^ ١ ‫ت ئ ئ يا ن‬ ‫ش مع‬ :3 ‫محا‬ ، ‫ب ن ال م ت و ك ل‬ ‫ثت ا ي حيى‬ ، ‫نلت ما ن ب ن د ا و د‬

‫ و غ ز مت لون‬:‫ ك م ن داك؟ قات‬:‫ قالوا ل ث ن ا ن‬،‫ظى ال ؤ ي ل ج ن ا ة أ ب ئ غ و ذ ئهؤ زيت ض‬

٠' ‫ وثلث ا ه م بو ج ه مللي‬،‫بالن عا ص ي محال ي ع ر عليه م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin bütün komşuları kendisini övüyorsa,


bilin ki bu kişi kötü bitişidir.” Kendisine: “Bu nasıl olur?” diye sorulunca da:
“Çünkü onların günah işlediklerini görür ve onları bundan alıkoymayıp
aksine onları güler yüzle karşılat” dedi.

‫د بن‬ ‫م حم‬ ‫ن بن‬ ‫ب ش ■مح د ال ؤ ح م‬


‫ثن ا أب و م‬ ،‫د‬ ‫أب وأ حم‬ ‫الق ا ض ي‬ ‫ ا حد ق ا‬٣ ٠ /٧ ‫ل‬ " )٩ ٥ ٨ ٩ (

،‫ ^ إ البال زهد‬١^ ١ ‫ " الث ص ا ح‬:‫ محا د غ م ا ن‬:‫ ه ا لأ‬،‫ ثت ا ب ض ة‬،‫ ثن ا هنا د س ا ل ث ر ي‬،‫تلم م‬

،‫ ؤذث عند ا لط اعة‬،^‫ أ جبه م غش قدي أغن اني‬،‫ء بنا ئ م ط به ا ال بؤا ث‬1‫ت ل ا آل حث‬
‫ئب‬-‫ؤا‬

" ‫وانتغ ص ■عند الن عص ثة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Zühd olmadan kıraat bir işe yaramaz, ölülerin
neyine gıpta ediyorsan hayatta olanların da o yönlerine gıptayla bak.

1İhlâsSur. 1
Süfyân es-Sevrî 3 ‫لل‬

İnsanları amellerine göre sev. Allah’a itaat için başım eğik tut. Masiyetlere
ise karşı dur .”

‫ثنا‬ ،‫بن ئنئ ر‬ ‫م‬ ‫إب زا ه‬ ‫ثن ا‬ ،‫خ ئ د أ ن أ خ ن ذ ب ن ت زي د‬ ‫ثن ا م‬ ،‫أ ي‬ ‫ح دث ن ا‬ ] r . / v [ - ) ٩٠٩٠(

‫ " ال ققون‬:‫ ممول‬،‫ ثمنت نيان‬:‫ قات‬،‫ ثن ا م حاط ئ ث خ م اقزه إ‬،‫ئ م ح ا ذ‬ ‫ال‬ ‫ت‬
٠٠ ‫للقراءة مل ح ح ز لآكون؛غف ا زهد‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Yanında zühd de ©lmadıkça kıraatin tadı tuzu
olmaz.”

، ‫ ثن ا ي حيى بن م ح ا ذ‬، ‫ ثت ا أب و ائثؤاي<م‬، ‫ ] حدثن ا الث اح ي ي أبو أ ح م ذ‬٣٠/‫ )“ وما‬٩٠٩١(

‫ " م ن كا ن ت ضرته أ م ح ن م ن ع ال ت ه فذللثم‬:‫ ” كا ن م ا لأ‬: ‫ ه ا د‬،‫ ثغ ا نقي ا ن‬، ‫ثن ا ا لمزت ابي‬

" ‫فذبف ت ي ظ‬
‫م‬ ‫ ق ي م ق غ ال ;ت ه‬% ‫ زنن م م ق م ؛‬، ‫؛ ك د‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Şöyle denilirdi: “Kişinin gizli şekilde yaptığı
ameller aleni şekilde yaptığı amellerden daha iyi ise, işte fazilet ve üstünlük
denilen şey budur. Ancak kişinin gizli şekilde yaptığı ameller aleni şekilde
vaotı‫؛‬h amellerden daha kötü ise zulüm ve haddi asm ak denen sev de
budur .”

‫ ثعا‬،‫ا لخشن‬ ‫بن‬ ‫م حمد‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا أ خ ئ د‬، ‫ ] حدثن ا ا ل ماضي أب و ألح ن ذ‬y،>/v [ “) ٩٥٩٢(

، ^ ^ ١ ‫ ش ج ن ت غ م ا ن‬: ‫ ث مولط‬،‫ ش م ع ت ع م رو بن م ح م د ا ل عغ م زي‬: ‫ ه ا د‬،‫ال ذ ك م بن مح ن‬

‫ ه ال ن ح ش يئيتة هتكت ب فى‬1‫ ا بؤ الت‬3‫ي را‬ ،‫ئ‬ ‫؛نثبت ين م ل ش ن ن‬


‫م‬ ‫ ثل ثي ن أن‬٠٠ : ‫ثئأو ل‬

‫ ش ت خ م ن ا ل ع النته همثتنت ي‬،‫ ث م ال يزا أل ال ق ف ا ن به ح ز•ي ح ب أن ي ح م د عليه‬، ‫ا ل ع ال ت ة‬

" ‫ا د اء‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Bana ulaştığına göre kul, gizlice bir amelde
bulunduğu zaman Şeytan onu yenene kadar kulla uğraşır. Sonunda gizlice
yaptığı bu amel aleni yapılmış gibi amel defterine yazılır. Sonra Şeytan kulla
yine uğraşmaya başlar ve sonunda kul gizlice yaptığı bu amelden dolayı
insanların kendisini övmelerini bekler. Bu şekilde ise aleni yapılmış gibi
deftere yazılan bu amel silinip, gösteriş için yapılmış gibi kaydedilir.”
312 Süfyân es-Sevrî

،‫ ثئ ا م ح م د بن ص ا ل ح بن ال ول د ال م م س ي‬، ‫ا م ] حدثغ ا ثلتن ا ن ثن أ خ ئ ذ‬/\‫ )“ وم‬٩٥٩٣(

‫ رأي ت ال ب ن ة ب ن‬: ‫ بمولط‬،‫ ش م ع ت أي ى‬: ‫ ها د‬، ‫ه ئ‬ ‫ موان‬-‫ن م حا(ث ث ن أب ى ص‬ ‫ظ ثحث ذ‬

‫ |ن‬٠٠ )3 ‫ مم ي د لتت ظ قأن ة ؟ مما‬،‫ خ بؤ‬1‫ نثهزه ؤص‬١ ‫ ما را؛ا‬1‫ ء‬،^ ^ ١ ‫ إ؟ى ئ ئ؛ا ن‬٤^ - ^ ١^

‫ن ب ت لدنس ه‬
‫ ج‬٢ ‫ ق ر ه‬0‫ إ‬٠٠ : ‫ ل ة نئ؛ان‬3U ‫ قأ‬، ‫ هو اله فذ؛ اا‬،‫كا أبزب م! ل بمسقة‬0‫ف ر‬

" ‫وف‬ ‫أ ط‬

Muhammed b. Osman b. Ebî Safvân es-Sekafı bildiriyor: Babamın şöyle


dediğini işittim: Zâide b. Kudâme’nin Süfyân es-Sevrî’nin yanma geldiğine
şahit oldum. Süfyân onu görünce bağırıp azarlamaya başladı. Süfyân’a: “Ne
yapmış ‫ ” ?ظ‬,diye sorulunca, Süfyân: “Şerîk buna dağıtması için para vermiş
bu da bu dağıtma işini üstlenmiş” karşılığını verdi. Sonra Zâide’ye dönüp
şöyle dedi: “Şerîk, pisliğini bulaştırmak için senden başkasını bulamamış
herhalde!”

‫ ثن ا م ح م د بن إمت ح ا ق‬C‫ ] خل؛ثن ا إبزاهست؛ بن عئد الل ه بن إت ح ا ق‬v ^/v [ -) ٩٠٩٤(

‫ " *كان وأي ن مي ا ن القؤري رأي‬: 3 ‫ ظ‬،‫ب ا ب‬


‫ ثن ا زيد ثن ا لخ‬، ‫ ص وفي‬3‫ ظ خقت س ا‬، ‫ق مفوخ‬3‫ا‬

‫ ثلث ا ض ان إلى الب ص رة و ج غ عغه ا‬،‫ وعم ر‬،‫ عل ى أيي بكر‬، ‫ م ص د علي ا‬،‫أ ص ح ابه الك وفيين‬

" ،bu ^ ‫ عل ى‬،‫ و م غ ل ع ه‬،‫ ع ر عيي‬،‫بن‬


‫م‬ ،‫ب ئ د أي بكر‬
‫زئز م‬

,Zeyd b. el-Hubâb der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin ashab hakkındaki görüşü


Küfeli diğer arkadaşlarının görüşü gibiydi. Hz. Ali’yi, Ebû Bekr ve Ömer’e
üstün tutardı. Ancak Basra’ya gidince bu görüşünden vazgeçmiş Ebû Bekr
ile Ömer’i Hz. Ali’den, Hz. Ali’yi ise Osmân’dan üstün tutmaya
başlamıştır.”

،‫ ثن ا أبوي ح يى‬،‫ ثن ا م خ ئ د ث ذ إ ش حا ى‬،‫ ] ح دق ا إئزاي إ ن عثد الثؤ‬٣ ٧ ٧ [ -) ٩٥٩٥(

‫عئ‬ ‫ء‬ ‫نا قا‬ " :‫ ;ق و ت‬، ‫شا ن‬ ‫ث‬ :‫ قا ت‬، ‫ئ قا م‬ ‫عئ‬ ‫ثإ‬ ،‫خ س‬ ‫و‬ ‫ئ مح د‬ ‫ث د‬ ‫مم‬

" ‫بكة ث‬
‫أور م‬ ‫أ ط ؛ ال‬

Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “H^. Ali’yle her kim savaşmışsa Hz. Ali mutlaka
ondan daha fazla hak sahibi olmuştur.”
Süfyân es-Sevrî 313

‫ ى‬،‫ ثن ا م ح م ذ ن شه ل بن عذك ر‬، ‫ ثعا م خ ث د‬، ‫ ] حدثن ا إبراهي م‬٣١/‫ [ ؟‬-) ٩٥٩٦(

،‫ت " علي أ حىبال و الية م ن أيي بكر‬،3‫ من ئ‬: ‫ قات نمحاذ‬: ‫ قاد‬،‫خ ث د بن يوش م ن الف ريا بي‬ ‫م‬

‫ ز ال أدري يز م ع ل ه ع م د‬،‫ وا لأئ صار‬،‫ وا ل م ه ا جرين‬، ‫ وعلقا‬،‫ وغ مز‬،‫ ق ذ ح طأ أث ا بك ر‬،‫وع م ر‬

" ‫إر الثناء أز ال؟ ا ا‬


Süfyân es-Sevrî der ‫نظ‬: “Hz. Ali’nin hilafette Ebû Bekr ile Ömer’den daha
,fazla hak sahibi olduğunu söyleyenler Ebû Bekr’i, Ömer’i, Hz. Ali’yi
Muhacirleri ve Ensâr^ hatalı buluyor demektir. Böyle düşündükten sonra da
Allah’rn katma bir ameli çıkar mı, çıkmaz mı bilemem .”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح م د بن ت ه ل بن ■مذكر‬، ‫ ثت ا ث خ ث د‬،‫ ] حدبن ا إ;ترا مء‬٣ ١ ‫ )“ ل‬٩٥٩٧(

‫ عن‬،‫ بموتت ثن ا ركريا بن عدي‬،‫ قات؛ سجع ت أثا ي حش‬،‫م ح م د بن ثوئفت اك ريابي‬
‫ ي‬١^ ‫ " ؛ة ه ن قت‬، ‫ ي أي ي د ش‬: ‫ ة ل غ'يثئ ئ ا ذ ا همي‬: ‫ د ات‬، ‫ش ي ين ظ ث‬

‫ " إن م غلى بابلث ه ال مح ن منه في شيغ ح ز ي جث م غ‬:‫ ئ ما مولت فيه؟ " قات‬،‫ا ل م هد ي‬

" ‫اا؛امق ظ م ح‬

Hafs b. Ğiyâs bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Ey Ebû Abdillah! İnsanlar


Mehdî hakkında çok konuşmaya başladılar. Sen Mehdî hakkında ne
dersin?” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Tüm Müslümanlar etrafında
toplanmadıktan sonra kapının önünden geçse dahi ilgilenme!”

‫ ثت ا أبو تع يد أ خ ن د بن م ح م د بن‬،‫ا م ] حدثن ا عئد الئن عم ن ع من‬/‫ [مم‬-) ٩٥٩٨(

‫ قادت ها د‬،‫ ثن ا زؤاد بن ا ل ج راح‬، ‫ ثن ا م ح م د بن غن ي‬،‫ ثن ا علي بن سع يد الرازي‬،‫زيا د‬

‫ "كتفن‬٠٠ : 3 ‫ ءآ‬، ‫ ف د ي د‬: ‫ ها د‬٠٠ ‫ ءكيم ا حثلث التزم لأيي بكر؟‬٠٠ ‫نق؛ا ن لع طاء بن ش م م‬

،‫ص‬ ‫ ش د ت ! ؤ ط ؤ ي ؤق‬: 3 ‫ " ي ن خ ئ لخئ؟ " ق ا‬: ‫ ه د‬،‫ ش دي د‬:‫ ؛‬١١‫بتن؟ " ؛‬
‫لختملث م‬

" ‫ هذه ال ش دي دة ثريد كثة و ن ط رأسلث أ‬،‫ يا حمتتي اء‬٠٠ : ‫؛ ش متا ن‬3‫مما‬

Revvâd b. el-Cerrâh bildiriyor: Süfyân, Atâ b. Müslim’e: “Bugün Ebû


Bekr’e karşı olan sevgin nasıl?” diye sorunca, Atâ: “Çok fazla!” karşılığını
verdi. Süfyân: “Ömer’e olan sevgin nasıl?” diye sorunca, Atâ yine: “Çok
314 Süfyân es-Sevrî

fazla!” dedi. Süfyân: “Peki, Hz. Ali’ye olan sevgin nasıl?” diye sorunca, Atâ
üzerinde durarak ve uzatarak: “Çoook fazla!” karşılığını verdi. Bunun
üzerine Süfyân ona: “O kadar fazla olduğuna göre sanırım başının
ortasından dağlanmayı istiyorsun!” diye çıkıştı.

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا جع م بن أ ح م د بن ع ا صم‬، ‫ ثت ا أ خ ئ ذ‬، ‫حدق ا عند النغ م‬ “) ٩٥٩٩(

‫ أمحال غ مت ا ن " م ن ل م‬: ‫ م و لت‬،‫ ش ج ن ت ح فق س بن غثاث‬: ‫ قا د‬،‫أ ح م د بن أبي ا ل ح واري‬

" ‫عش بنت م‬ ، ‫ ونز بم ث خ ظ ى ؛ ن خ م‬،‫ ز إل ل أ م ائ جت;تي‬، ‫ث ش ز ب ؛ م ذ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Şıra içmeyen, oğlak eti yemeyen ve mest üzerine
mesh yapmayan kişilere dini konularda şüpheyle yaklaşın.”

‫ ت م ن ت عئد الثؤ‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا أ خ ن د ئ ش م ب‬، ‫ ] خدقا عثد ال ئ ث م‬٣٢/‫ [ ؟‬-) ٩٦٠ ٠(

٤^ ^ ١ 0 ‫ شي ن ت ذ نا‬: ‫ يأمول‬،‫ ت م ن ت ظ ؛ بن عل ي‬:‫ يأمول‬،‫ثني ا الةئعر ي‬،‫ن ا نم‬

٠٠ ‫ إ ال ف ي هل و ب ق الع ال ر جا ل‬C‫ وعث ما ن‬، ‫ " ال ي جت م ع ح ب عل ي‬: ‫مولت‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hz. Ali ile Osmân’ın sevgisi, ancak âlicenap olan
kişilerin kalplerinde bir araya gelir.”

‫ ثن ا أبو‬،‫ن م ح م د بن ت ع ي د‬ ‫ ثن ا‬،‫^ ح دق ا ن ح م د دن عل ي‬٣٢ /^^^ “) ٩٦٠١(

،‫ شب ن ت نئث ا ن‬: ‫ م و لت‬،‫ ت م ن ت خ؛ ا ائ ال ث ئ ا ك‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثما هبيص ة‬،‫عتيدة بن أخى هغ ا د‬

٠٠‫ وعم ر بن ع د ا ل ح رير‬، ‫ وعلي‬،‫ زئ ن ا ن‬،‫ ز عم‬، ‫ أب و ت ع‬: ‫ئ م ة ح ن ت ه‬


‫ ا لأ‬٠' :‫ي م و لأ‬

.Süfyân es-Sevrî der ki: “Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ali ve Ömer b
Abdilazîz olmak üzere imamlar beştir.”

‫ ظ ئ خث ذ ئ‬،‫ ظ ئ خئ ن ئ إشت اى‬، ‫ه ال م‬ ‫ب أ ئق‬


‫ ] خدتث ا إو م‬n / v [ -) ٩٦٠٢(

: ‫ ق ا د‬،" ‫ن ذ ال ث ق اية‬
‫ ش د م ح ا ذ الئزري ض ج‬٠' : ‫ قا د‬،‫ ظ ع ذ ال مب ن ئ ت ه د ي‬، ‫خئ ا ذ‬

" ‫اا إ ن ء كأ نث ش م ح ق ال ئ ن ي ث و ة‬

Abdurrahman b. Mehdî der İri: Süfyân es-Sevrî’ye: “Tulumda yapılan


şıranın hükmü sorulunca: “Sarhoş ediyorsa içmeyin” dedi.
Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “Bir söz ancak amelle desteldenirse doğrulanmış
olur. Bir söz ve amel de ancak bir niyetle doğrulanır. Bir söz, amel ve niyet
de ancak sünnete uygunsa doğra sayılır.”

‫عئ د‬ ‫ ن ب ئ ت عت ذ ائزئا ب بن‬: ‫ ها د‬، ‫ ثن ا ئ خ ئ د‬، ‫ ] حدتن ا إئزاي ج‬t y / y ! ") ٩٦٠٤ (

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hiçbir söz (Allah katında) amel ve niyet olmadan

‫عت د الثي ب ن ذا ؤذ‬ ‫ ش م غ ت‬:‫ قا ت‬، ‫ ثغ ا م ح م د‬، ‫حدثنا إبزاه م أ‬ ] t y / y [ “) ٩٦٠٥ (

" : ‫ ف و د‬، ‫ ت م غث م ح ا ذ ا ل ب ي إ‬:‫ ق و ل‬،‫ ش م غف رئف ئ ا م ح ا ب‬:‫ ف وت‬، ‫ا ل ئ خ ث ئ‬

" ‫إدا شئ ث ه ث‬3 ،‫ إدا بغ ش ل مي ه‬، ‫ ؛ كال غ ن م‬٩ ١

,Süfyân es-Sevrî der ki: “iman bir gömlek gibidir. Dilersen giyersin
dilersen de çıkarırsın‫”؛‬

‫ شب غ ت‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫ ] حدثن ا إئزاي إ س عتد الل ه‬ty / v [ ") ٩٦٠٦(

: ‫ يم وأل‬،‫ ش م ع ت أثا صالح الم ؤاء‬: ‫م ولت‬ ، ‫أثا ن ب ي ي م ح م د ب ن ه ا رون و كأ ن م ن ا ل صا لح ي ن‬

‫ أئا م ؤم ن‬:‫ ثقولئ ؛ " م ن ءكرة أ ن ي مول‬، ‫ ت م ق ت شعثا ن‬:‫ مولت‬، ‫ش م ع ت يونخن بن أتتا ط‬

٠٠ ‫ ي ن د به ا صؤثه‬، ‫ ئه و عغدئ ا نر جى‬،‫إن ف اؤ الثة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Her kim: “inşallah ben müminim” demeyi kerih
»görürse bize göre Murciîlerden biridir.” Ravi der ki: “Süfyân «murciî
kelimesini sesini uzatarak söylemiştir.”

‫ ثن ا م ح م د ب ن‬، ‫ ثئ ا م ح م د ب ن إش ح ا ق‬،‫ ] حدثن ا إب زا هيأ ب ن ص د الل ي‬y t / y [ ") ٩٦٠٧ (


316 Süfyân es-Sevrî

‫ش ز ال ت خ ذ‬ ‫طف ئ‬:‫م أئ ظ م ح ا‬ ‫ ز‬، ‫ش ز ال م حق م ئ ا‬ ‫ث ئء بث ا الت م إ ر‬

‫ة ابري‬،‫ ^ ^ فذ؛ الئ؛ئ أزى م ن ال‬١‫ " لم د ز ك ت‬:‫ يم وأل‬،‫ت وش م ع ت >ئ مثا ن‬،3‫ قا‬،" ،‫قني‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Bilmediğin her bir şeyi Allah’a havale et ve
Mürciîler gibi olma. Başına gelenleri Allah’tan bil; ama Kadercilerden biri
olma!” Yine der ki: “Mürcie fırkası, bu dini Sâbirî giysisinden bile daha ince
bir hale getirdi.”

‫ ثن ا خث ائ بن ال خ ت ن بن ع س ت ة‬، ‫ ثعا م ح م د‬، ^ ١^ ‫حدثن ا‬ ] t t / v [ -) ٩٦٠٨(

‫ الص» ال ة زالئ^اة م ن‬٠٠ ; ‫ ثأم و ل‬،‫ ت م ن ت ن م ا ن الثوري‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا أبو بكر ا ل حغف ئ‬، ‫ائزؤاق‬

3‫ ؤ حئرل‬،‫ض لأ‬1‫ ول ك ن ا إليت ا ن ممم‬،‫ والغاسى ععدئا مومغ ون مست ل مون‬،‫ زا إليئ ا د زيد‬،)‫ا إليغ ار‬

" ‫أص د إيت ائ\ ث ث‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Namaz ve zekât imandandır, iman da artar. Bize
göre insanlar mümin ve müslümandır. Ancak birinin imam diğerinin
imanından daha üstün olabilir. Cebrâil’in imam da senin (insanın)
imanından daha üstündür.”

: ‫ ها د‬، ‫ ثت ا أ خ ن د بن م ح م د بن زياد‬،‫ ] حدثنا غئد ال ن ئ ب م بن عنز‬٣٣/‫ )“ [ ؟‬٩٦٠٩(

‫ إن‬٠٠ :‫ أممال نقيان‬٠' ‫ أ ث ي دن ي ؟‬٠٠ ‫ ^ ^ ؛‬١ ‫ لنئيا ن‬3‫ قات ر ج‬:‫ يم ولط‬،‫ش م ع ت أبا داؤة‬

‫ قات أثو داودت زنق ا قدم وت مبي ابن‬، ٠٠ ‫ئأنش قي ج و‬ ‫ثإ ال‬ ،‫م ح ت قدريا آئا ر ج ل ن وؤ‬

‫ ن عأيه‬15" ‫ نئ؛ا ن لن ج د‬3 ‫ءق ا‬ ‫ ن‬1‫ ئك‬٤^ ^ - ‫ ءآد ح أة‬،‫زيد ن ك ه أح ذ ئئ؛ا ن بقده‬

0‫ل آ ف ال د ة‬ ،‫ " أخدك ت د ثدا‬:‫ ال ئ و ئ‬2Üİ ،" ‫ " و غ ث ث ذ ئ‬:‫مث وثت‬


‫ال ئ 'ا‬

Ebû Dâvud der ‫ثكل‬: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye: “Sen kaderci
Kaderiyye’den) misin?” diye sorunca, Süfyân şöyle( ‫لو م مكل‬1‫ ظل‬vermiştir: “Şayet
kaderci birisi isem o zaman kötü bir adamımdır. Ama değilsem sen
‫ ة ال ل !؛طأل واا‬istediğini düşünebilirsin, benim için önemli değildir.” Ebû
Dâvud bildiriyor: Sevr b. Zeyd, Mekke’ye geldiği zaman Süfyân elinden
tutup onu bir dükkâna soktu, içerde konuşurlarken bir ara Süfyân, üzerinde
Süfyân es-Sevrî 317

yünden giysi bulunan bir adama: “Senin bu giyim şeklin bidattir!” dedi.
Bunun üzerine adam da: “O zaman senin, şu yamndaki adamın elinden
tutup dükkâna sokman da bidattir!” karşılığını verdi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أب و تع يد أ خ ن د ثن م ح م د بن زيا د‬، ‫ مأ م ] حدثت ا عئد ا ل من عم‬/‫ )“ [ما‬٩٦١ ٠(

‫ قاد ق‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ع د الوا ح د بن زيد‬،‫ ثن ا أب و تع يد بن غز ي‬،‫م شر ف بن تبي ي الزا م ط ي‬

" : ‫قا ت‬ ،" ‫ه‬ ‫ " دم‬:‫ق ك‬


‫بت‬ :‫ ي ت‬،" ‫ي م‬ ‫ئ‬ ‫غ ش‬ ‫خ ي‬ ‫ال ص‬ " :‫أ ث و ث ئ د بمو ر ي‬

" : ‫ قأ ت ق و ت‬،" ‫^ المح ت‬ " : ‫ قل ق‬،" ‫ي‬ ‫تق ا بم د‬،‫أ ج‬ ‫ال‬ ‫إ؟نى أ جن مغذة أئظء‬

" ‫ض ظ ق ا ال ش اء أ خ ا ف غ ث ي‬

Abdülvâhid b. Zeyd bildiriyor: Eyyûb bana: “Sevrî’ye, Amr b. Ubeyd ile


arkadaşlık etmemesini söyle!” dedi. Sevrî’ye bunu ilettim; ama: “Onda başka
,hiç kimsede bulamadığım şeyler buluyorum” karşılığını verdi. Eyyûb’a
Sevrî’nin bu sözünü aktardığımda, Eyyûb: “işte ben de o şeylerden dolayı
Sevrî hakkında endişeliyim!” dedi.

‫ ثن ا ال ص م بن‬، ‫ ثئ ا جنقت ا ئ خ ق ن ي غ‬، ‫ ثن ا أ خ ن د‬، ‫ ] حدت ا مه د النغ ع م‬t'Y'/v[ “) ٩٦١ ١(

‫بد‬
‫ ق ات ن ي ا ن " إذا أناة ا ه م‬:‫ قات‬،‫ ظ أ خت ن ئ هم د اخل رير ا م ح ري‬، ‫ش ي الن ا ص‬

" ‫مب ة‬ ‫ وكقثةب ا‬، ‫وا أ م خ غ ي ال ث ذ ا ذ‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لظ‬: “Allah bir kula hayır dilediği zaman geçim
sıkıntısını giderir ve onu günahlardan korur.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ج ع م بن م ح م د ثن رزق بتع دا د‬،‫ ] حدبن ا م ح ئ د س عل ي‬y t/v [ “) ٩٦١٢(

:‫ قات‬، ‫ غذ ي ح ش بن ع م‬C‫ أ حثزثا ا لخشن ن ا ل ب يع‬:‫ مات‬،‫م ح ئ ذ س عتد الغ وي الئئ ر ئ‬

‫' م ن أص ش بش م ع ه إ ر صا ح ب بدعة زئؤ ي علم أثت‬٠ : ‫ يمولث‬، ^ ^ ١ ‫ش ج ن ت نقيا ن‬

" ‫سه‬ ‫ حرخ م ن ع ص م ة الثؤ ووكل إلى‬C‫ص ا حب بدعة‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi, bidat sahibi olduğunu bildiği halde birine
kulak verirse Allah’ın korumasından çıkar ve kendi haline bırakılır.”
‫‪318‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ٣ ٧ ٧ [ -) ٩٦١٣‬خد ك ث غ ث ذ ئ ظ إ ‪ ،‬ثت ا ئ ت ى ئ‪.‬؛ بم؛ؤئي‪ ،‬ظ ا ك ئ ذ ئ ج د‬

‫ب ي ئ ا ي ث ا اتث أ ي ائتزاري‪ ،‬نحا غي ن؛ ئ ذ تني ي ‪ ،‬ائ ت‪ :‬لأل ‪ I‬وري " ن ذ س خ‬


‫ا لأ‬

‫ئ الت ح ك ه ا ل يلت اته‪ ،‬ال قمح يه ا في م ب ه م "‬

‫‪: “Bidat olan bir şeyi işiten kişi, bunu beraber oturduğu‬لكل ‪Yine der‬‬
‫”‪arkadaşlarına açıp da kalplerine düşürmesin.‬‬

‫(‪ “) ٩٦١٤‬ل ‪ ] ٣٤/٧‬حدثعا م ح م د ‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن ا ل ح س ن بن مع ت د‪ ،‬ثن ا ق ارون بن‬

‫نا‬ ‫ن ‪ ،‬مول ت‪" :‬‬ ‫ث‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ ‫ش ت ي م ‪ ،‬قا د ‪:‬‬ ‫ع طا ء ب ن‬ ‫ثن ا‬ ‫ن ي وئ س ‪،‬‬ ‫أ خنذ‬ ‫ثت ا‬ ‫إ ن حا ب أ ‪،‬‬

‫خ ا غ ع ئ أ خدا إ ال خ ه "‬

‫‪: “Hz. Ali kiminle tartışmışsa mutlaka onu‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪yenmiştir.‬‬

‫(‪[ “) ٩٦١٥‬مم‪/‬ة م ] حدبت ا م ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ا لخض بن قس ه‪ ،‬ثت ا أيي‪ ،‬ثن ا آيوث‬

‫م هزأ <ؤئأخزيتا م ن *ى ن ف‪-‬ه ا‬ ‫بن سويد‪ ،‬عن ‪ ، ٧ ^١‬ظ لط ‪ '٠ :‬ا إل‪،‬ئ الم را إلي ماد‪1‬ا شؤاء‪،‬‬

‫ب ن‪ ^ ^ ^ ١‬همما و جدد ا مح ه ا عير مح ت ب ن النشل ب ي ن ^‬

‫‪:Süfyân es-Sevrî: “İslam ve iman birdir” demiş ve şu âyetleri okumuştur‬‬


‫“‪Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. Zaten orada‬‬
‫‪müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık. ”1‬‬

‫‪-‬خشنا م ح م د ‪ ،‬ثنا ع م رو بن عئدويه‪ ،‬ثئ ا أ خ ن ذ بن إت ح ا ى‪ c‬ثن ا‬ ‫(‪“) ٩٦١٦‬‬

‫عتد ال ؤ ح م ن بن ع ما ن‪ ،‬ثت ا يوشفئ شر أتن ا ط‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ها ‪ 3‬شقت ا ن ‪ '٠‬يا تو س ‪ ،‬إذا د لع ل ق‬

‫عن ر ج ل ب ا ل مئ رق صا ح ب نن ة محابع ت إلته بالث الث‪ ،‬إلذا بلعل ث غذ ا حن ب المع ر ب‬

‫ث اغة "‬
‫ص ا ح ب ن ئ ئماب ئ إقؤب ا لق ال م‪ ،‬مم ذ محث أ ن د ا ه وا لخ‬

‫‪Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Süfyân es-Sevrî bana şöyle dedi: “Ey Yûsufl‬‬
‫‪Şayet doğu taraflarında sünnete tâbi olan birinin olduğunu duyarsan ona‬‬
‫‪selamlar gönder ve selâmet dile. Yine batı taraflarında sünnete tâbi olan‬‬

‫‪1Zâriyât Sur. 35-36‬‬


Süfyân es-Sevrî 319

birini duyarsan ona da selamlar gönder, selâmet dile. Zira bu zamanda £ ‫لط‬- ‫إ‬
Sünnet vel-cemaat olanlar pek azalmıştır.”

‫ئ‬ ‫سد‬ ‫محا‬ ، ‫ئ شا ئ ي و ز ا و ئ ئ‬ ‫خن ن‬ ‫ط او‬ ‫محا‬ ،‫غث ت‬ ‫مح‬ ‫خ ه‬ ] ٣٤/‫[ ؟‬ - ) ٩٦١٧(

‫د بن‬ ‫م حا‬ ،3 ‫ ى‬: ‫ز ة قا ت‬ ‫ش ما‬ ‫ ع ن‬،‫ؤ كي ع‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ق ئ ذ إ سما ع ي ل‬ ‫ثن ا إش حا‬ ، ‫ ^؛ ب ن ح ما د‬£ ١^

‫ ء ا ح ذ ت حدب ا ئ آ أ جا نبه ل م ب ك ن موا ح ا ي قي‬،‫ح ن ت ؛ل ؤ ي د في ال ثؤ‬-‫ |دا وا‬٠٠ ‫أيي ص م ه‬

٠' ‫ ^؛‬١

Süfyân es-Sevrî bildiriyor: Osmân b. Ebî Safıyye: “Şayet birini Allah için
sevip kardeş sayarsam, ama bu kişi bir günah işlediğinde onu bundan
sakındırmıyorsam o zaman ona Allah için kardeş olmamışımdır demektir”
dedi.

،‫ ثتا أبو داود‬، ‫ ثنا أ م أ ح م د بن م ح م د‬،‫ ] حدثنا عتد ال ئ ئ م بن عنز‬٣٤/‫ )“ [ ؟‬٩٦١٨(

" :‫ م ولت‬٤^ ^ ١١ ‫ سمع ت سميا ن‬:‫ م و لأ‬، ‫ ت م ق ت يونف ن بن أتثا ط‬:‫ ه ا د‬،‫ثئ ا ابن حبيق‬

‫ فنز ت حثه ي‬، ‫ه‬ ‫م ث شئ ة‬ ‫! ال م‬ ‫إل أ خ ب ث خ د ة في‬ ‫ش‬ ‫لآم م ح ت آ و ي د ف ي‬

" 4‫ا ل ل‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Şayet birini Allah için sevmişsen, sonra da
İslam’da bir günah işlemesine rağmen ondan öfke duymuyorsan, sen onu
Allah için sevmemişsin demektir.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا ج ع إ ز بن أخن ت بن غ ا م م‬، ‫ ثت ا أ خ ن د‬، ‫ ] حدثن ا عئد ا ئ ن ي م‬٣ ٧ ٧ [ -) ٩٦١٩(

‫ ص‬،‫ء ال نا ج ز‬ ‫ غذ‬، ‫ء ال م‬ ‫ ث إ إتزا م أ ئ‬، ‫ ظ ع ئ ا ك ي‬،‫أ خت ن تن أبي ائتزاري‬

‫أؤ‬ ‫ ئ ت ؛ ئ ح د ئ ت بؤ‬، ٠' ‫ أؤ ع ع وبه‬،‫حتث ا ر‬-‫ ر ا‬،‫محث ال‬-‫ ه و ا‬Ujj ٠' : 3 ‫ ه ا‬، 0 ‫ئ ت ي‬

،‫ وا ال ح س ار يبغ ي أن ث م ن ■عقه‬،‫ ا ال ح س ار ينبغي أن ر ص ى به‬٠٠ :‫ مم ل ت لث‬،‫ب ا ظزثة ف ه‬

" ‫وبه ق ض أن م وت ث ه‬-‫ؤالقئ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünya hayatı sonuçta bir tercih veya bir sınama
veya bir cezalandırmadan ibarettir.” Ravi (Abdulvâhid) der ki: “Süfyân’ın bu
sözünü Mahmûd’a aktarırken veya bu sözü onunla münazara ederken şöyle
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪320‬‬

‫‪dedim: “Bir tercihten ibaret ise böyiesi bir tercihe razı olman gerekir. Bir‬‬
‫‪sınama ise buna sabretmen gerekir. Ceza ise de cezayı gerektiren suçtan‬‬
‫”‪dolayı tövbe etmen gerekir.‬‬

‫(‪ ] r،>/v[ -) ٩٦٢٠‬حدثن ا ع د الل ه بن م ح م د بن عط اء‪ ،‬ح د ب ي أيي‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ د بن‬

‫تشب م ‪ ،‬ثت ا طن ئ بن فبي ب ‪ ،‬ثن ا محارك أبو خث اؤ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت شئثا ن ال ر ؤ ‪ ،‬م‬
‫ب زأ ع ر‬

‫ائتت ا ‪ : 0‬غثة أ خذ ئ غذ ى‪ ،‬و رءكه ا ص ال؟ة‪ ،‬وشقة‬ ‫م أن‬ ‫ا لخانن‪ ٠٠. .‬و‪1‬‬ ‫بن‬ ‫عني‬

‫حش ت و دي ‪١‬ئمريص ة ‪ ،‬وأن نثه‬ ‫ف نبصالل‪،‬ق‪ ،‬وأن الل‪ 4‬ال يئبد‬


‫سكه ا ي‬
‫أ‪-‬حذهنا هد ى ور‬

‫ح ما بال ق د ال ي م ل هبالنه ار‪ ،‬و ح ما بال نه ار الث م ل ة ألل م ‪ ،‬زأثه ي ح اس ب ال م د يؤم ا ل م ا م ة‬

‫ب ال مزايتض‪ ،‬ؤن ج اء به ا ثا ث ه هي ل ت قزايضه وثنافل ة‪ ،‬نإن إل ي و ده ا وأم ا عه ا ل ح مت النوافل‬

‫ب ال مزايض‪ ،‬ه ا ن ث اؤ غتين لت‪ ،‬مإن ف اغ عدبه‪ ،‬زأؤر ال مهائض ا النته اء عن ا لخزام وا ل م ظ ا ل م‪C‬‬

‫ون ' ه ي م ح م أ ذ ت ؤ م ‪ ١‬؛ ^ ^ ؛ ر أئ بجا ‪ ، 4‬ؤ‪،‬ت‪:‬‬ ‫زأة ؛ ه مم ق ‪; ،‬غ ول في كث ي‪:‬‬

‫ؤإبأ الئث ن عما تم ال م به^ ‪ ،‬ومحا ل محال ى‪:‬ؤزئزؤدوا قا ن حض الزاد المموي|؟> ‪ ،‬نإتت ا عتى به‬

‫م خل ا ل اي‪; ،‬ا أ م ‪ ،‬عثلث ي ق ن ى ال م ‪،‬‬ ‫ال ق ؤ ى عن ال ظال م آذ ئثا زلوفا ‪ ،‬سق وفا‬

‫ث ا ن صا د ق ‪ ،‬وثة حا ل قب ة ‪ ،‬وأع م ا ل ف ش ص ا ل ح ة‪ ،‬ق س م ه ا غ س‪ ،‬ز ال خدعه‪ ،‬ق ا ن الل ه‬


‫ؤ لم‬

‫يراك الن ل م ث ك ن ثناه‪ ،‬وه و نغلف أت م ا م ح ث ال ين ئ ط عش سيء م ن أ مرك‪ ،‬ال سح د ع‬

‫ا لل ه ئي ئ ذ غل ق‪ ،‬ء إل‪ 4‬س ي ح ا د ع ال ق ي ح دعة ؤي ح ث ع منة ا إلين ا ذ زئفث ه ال ثشغز‪ ،‬ز ال‬

‫ث ن ؤ ن بأ ح د م ن ا ل مني م ئ ا ل م ك ن ‪ ، ٤^ ^ ١‬ه ال‪ 4‬ال ي حيى ؛ل ت خ ز القي^ع إ ال بأهل ه ‪ ،‬ؤ ال‬

‫جبب ن غش أخز من ' ش م ح ن‪ ،‬إل ة ؛ ه د عالى ‪ ،‬ثق وبت ؤثا‪/‬ف ا ه ن إد م‪-‬ا ب م حك م غش‬

‫ه أثة ه ا ‪ " 3‬م ن‬ ‫أ ي خلمه> ‪ ،‬ز ال ثغ س أ‪-‬ح ذا م ن ا ل م و من؛ن‪ ،‬ق د بثثال غذ رن و د \لل ه‬

‫ي ق د بريء ب ن ا ل مؤ؛ثتين ‪ ، ٠٠‬ز ال ث ح د عن أ‪-‬ح دا م ن ا لم ومن؛ن وكون ل قأها في‬ ‫غس‬

‫هلبل ق‪ ،‬ؤ ال ل ح س د ‪ ، 0‬ز ال ثعت ا بن‪ ،‬ف ت ذ ه ب ح تن ابلف‪ ،‬نق د " ك ا ن بعتس ا ل م م ه اؤ ثثو صا م ن‬

‫فن ا تسلق‬
‫الغيبة ك ن ا يتوص أ م ن ا ل ح ذ ث‪ 4‬وأحس ن ت ريزثلث يحس ن الل ه ع التتل ق‪ ،‬وأم ل ح ي‬
Süfyân es-Sevrî 321

‫ بع‬،‫ واع م د الخزتا ق يكملف الل ه أئن دقا ك‬،‫فن ا يل ق وبتن القاسي‬
‫وبين الثؤ ي صل ح الل ه ي‬

٠٠ ‫ ز ال ئيع اخرئلث بدئتالث ف؛خشنغن ا ج ميعا‬، ‫بريا كبا خ رت ك رب ح ه م ا جبيئا‬

Mübârek Ebû Hammâd anlatıyor: Sevrî’nin Ali b. el-Hasan’a şunu


okuduğunu işittim: “Bil ki iki çeşit sünnet vardır. Bunlardan biri,
tutunduğun zaman doğru yolda olacağın bırakman halinde de dalâlete
düşeceğin sünnettir. Diğeri de tutunduğun zaman doğru yolda olacağın,
bırakman halinde de dalâlette sayılmayacağın bir sünnettir. Allah, farzları
eda edilmeyen naille ibadetleri kabul etmez. Allah’ın, gece vakti ifa edilmesi
gereken bazı hakları vardır ki bunların gündüz yapılmasını kabul ermez.
Yine gündüz vakti ifa edilmesi gereken bazı hakları vardır ki bunların gece
yapılmasını kabul etmez. Kıyamet gününde kulu farzlardan hesaba çeker.
Şayet kul bu farzları tamamıyla ifa etmişse hem farz, hem de nafile olan
ibadetlerini kabul eder. Ancak farzları yerine getirmeyip heba etmişse
nafileler de farzların peşinden gidip heba olur. Artık Allah dilerse bu kulu
bağışlar, dilerse de cezalandırır.
En başta yerine getirilmesi gereken farzlar da haram olan şeylerden ve
haksızlıklardan uzak durmaktır. Allah Kitâb’ında: “Hiç şüphesiz Allah
size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne
güzel öğüt veriyor”1 buyurur. Yine: “Kendinize azık edinin, şüphe yok
ki azığın en iyisi takvadır”2 buyurur. Burada Allah bir malın haksız yere
elde edilmesinden ve bu malın iyi ameller için kullanılmasından sakınılması
gerektiğini emretmiştir.
Kardeşimi Allah’a karşı takvalı olmam, daima doğruyu söylemeni, halis
bir niyete sahip olmanı, içinde hile ve aldatma olmayan salih amellerde
bulunmam öğütlüyorum. Zira her ne kadar sen Allah’ı göremesen de o seni
görüyor. Nerede olursan ol, o seninle birliktedir ve yaptığın hiçbir şey ona

1NisâSur. 58
2Bakara Sur. 197
322 Süfyân es-Sevrî

gizli kalmaz. Allah’ı aldatma ki o da seni aldatmasın. Zira Allah kendisini


aldatan kişiyi aldatır ve haberi olmadan ondan imanı çekip alır. Sakın
müslümanlardan birine kötü bir oyun yapma! Zira kötü oyun sahibine
döner. Sakın müslümanlardan birine karşı da taşkınlık yapma. Zira Allah:
‘،£>٢insanlar‫ ؟‬Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir”! buyurur.
Müminlerden kimseyi de aldatma. Zira bize ulaşana göre Resûlullah
(salİBİlahu aleyh! vesellem): "Bir mümini aldatan kişi, müminlerden beri olmuş demektir"
buyurmuştur. Müminlerden hiç kimseye hile yapma, yoksa bu, kalbinde
nifaka sebep olur. Kimseye haset etme, kimsenin gıybetini yapma, yoksa
iyiliklerin yok olur. Zira bazı fakihler defi hacetten dolayı abdest aldıkları
gibi gıybet yapmaktan dolayı da abdest alırlardı. Gizlini ıslah et ki Allah
açıktan yaptıklarım ıslah etsin. Allah’la aranı iyi tut ki Allah da insanlarla
aranı iyi kılsın. Âhiretin için çalış ki Allah dünyalık ihtiyaçlarını karşılasın.
Dünyanı âhiretinin karşılığında sat ki her ikisini de kazanasın. Âhiretini
dünyan karşılığında satma, yoksa ikisini de kaybedersin.”

‫ ث ا‬،‫عتذوس بن "كا مل‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ا حدثن ا ن فيا ن بن أ خ ن ذ‬٣٠/٧ [ “) ٩٦٢١(

4‫ " ال ذ ي أئا علثه‬:‫ يئولت‬، ‫ س م ع ت ي غ ز بن ائخا ر ج‬:‫ قات‬، ‫م حم د بن ا لخض ا ل ج وه ر ي‬

" ‫ ج ا؛خ ث نر‬،‫و ه ي أ ة غ ي‬ ‫ئ‬

Bişr b. el-Hâris der ki: “Benim üzerinde bulunduğum yol, hatta her
şeyde takip ettiğim yol Süfyân’ın yoludur.”

،‫ ش م غ ت ش ق ثن شبس ب‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثت ا ز يا ا لث ا ج ؤ‬، ‫ ] ثن ا ئ ي ن ا ذ‬r n / v [ “) ٩٦٢٢(

‫ إذا رأيت‬٠' : ‫مت ل م ا ل عث ا ئفيء ثئأو ل‬ ‫بن‬ ‫ ش م ع ت م ح م د‬: ‫ م و لت‬، ‫ ش م ع ت هم د ا ل رراق‬: ‫ثئ وت‬

" ‫ ^ ^ثا ت أ ل ال ه ا م حق‬١‫إدا زأتث ن ي ا ن‬3 ‫عناق ا ثا ن ي ذ ألل م م ذ شتهء‬

Muhammed b. Müslim et-Tâifi der ki: “Iraklı birini gördüğün zaman


şerrinden Allah’a sığın. Süfyân es-Sevri’yi gördüğün zaman da Allah’tan
cenneti iste.”

1Yûnus Sur. 23
Süfyân es-Sevrî 323

‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا عند الله ين م ح م د بن سع يد بن أيي مري م‬، ‫ ] حدق ا غلتن ان‬٣٦/٧ ‫ ل‬-) ٩٦٢٣(

‫' ناص أل ت أبا حسم ه ص‬٠ :‫ مولط‬،‫ت ش م ع ت نصا ن التوري‬،3‫ ها‬،^ ٧^ ١‫م ح م د شر يونفث‬

" ‫ زهظ م حقي ن ث أ ش‬،‫ط‬ ‫ق يء‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Ebû Hanîfe’ye hiçbir konuda bir şey sormuş
değiiim. Hatta bazen benimle karşılaştığında kendisi bana soru sormuştur.”

‫سد ئ‬ ‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا ث خث ن ثن صا ل ح بن ال زل د‬، ‫ ] خ د م ا ئ ي ن ا ذ‬r n / v [ -) ٩٦٢٤(

:‫ قات‬، ‫س ا ه الثزار ئ‬ ‫ غذ أ ي‬، ‫ ص نجم‬، ‫ص‬ ‫ظ ال م ئ ذاؤئ‬ ‫ تحا‬،‫مب ش ا لأردي‬

٠' ‫ اتثزى ه ت‬،‫ وئفان الئزري‬، ‫ " إذا ن ا ت اتق م ن‬:‫ ي و د‬،‫فنم ئ ق ا لآؤزائ‬

Evzaî der ‫نكل‬: “îbn Avn ile Süfyân es-Sevrî öldüğü zaman artık bütün
insanlar aynı olur.”

‫ ثن ا‬،‫طيي أيي‬ ، ‫ ق أخنت تن خ م‬°‫ ثن ا ص د ال م ل‬، ‫ ] خدتث ا ن ي ن ا ذ‬٣٦/٧ ‫ ل‬-) ٩٦٢٥(

‫ ب د‬1‫ه م ن فتنه ا ل ع‬1‫' ثثؤذو؛بال‬٠ :‫ لأ‬1‫ ث م‬0 ‫ كا‬: ‫ ثق أو ل‬،‫ ش م ع ت <ئ مث ا ن‬: 3 ‫ ئ ا‬، ^ ‫ ^ ؛‬١ ‫أبو أ ح م د‬

" ‫ ق ا نفممتهن ا محتة ل ك ز م فتون‬،‫ والثال م ا ل م ا حر‬C‫ا ل ج ا ه ل‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dindar eahil ile âlim facirin fitnelerinden Allah’a
sığının! Zira bunların sebep olacağı fitne, buna meyli olanların tümüne
bulaşacaktır.”

، ‫ ا و ئ‬£‫ ثن ا أبو ه ئا‬، ‫س ع ئ ا ال م‬° ‫ ثن ا أ خت ن‬، ‫ ] خدئث ا ئ ي ن ا ذ‬٣٦/٧ ‫ ل‬-) ٩٦٢٦(

" ‫ قات ز ج ل لن مث ا ن التؤري‬:‫ قات‬،‫ عن أبيه‬، ‫ ش م ع ت ذاؤذ بن ي حيى ثني ما ن ي ح د ث‬:‫قات‬

‫ا ر ال ر‬
" ‫ي م ؟ ز كب تتغ ؤ ي ي ؛‬ ‫ " ص ال‬:‫ قاد‬،" ‫إ ر لي ق‬
Dâvud b. Yahya b. Yemân, babasından bildirir: Adamın biri Süfyân es-
Sevrî’ye: “Ben seni seviyorum” deyince, Süfyân: “Akrabam veya komşum
olmadığım halde beni nasıl seviyorsun?” karşılığını verdi.
324 Süfyân es-Sevrî

‫ ثن ا ئ ر ج أثو‬،‫ ثت ا ي مز ئ ث وت ى‬،‫ ] خدثث ا ن ق ن ا ذ ئ أخن ت‬٣٦/‫ [ ؟‬-) ٩٦٢٧(

" : ‫ شتي ان‬3 ‫ ئ‬: 3 ‫ ء ا‬، ‫ عن اثن نئي از إل‬،‫ م ح م د بن حق ا ن‬،‫ ثن ا أبو زم‬،‫ف ج ا ع‬

" ،^ ^ ١‫ ي م ي ت‬4‫ ظل‬،^ ^ ^ ١‫ ال مح ق؛‬3 ،‫ واكظ مو_ا م حفن‬،،^ ^ ١‫ء ص ث م ئ ي‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Çok yemekten sakının. Çok yemek kalbi
katılaştırır, öfkenizi tutun ve çok gülmeyin. Çok gülmek kalbi öldürür.”

‫ *ط ن غ ق د ئ ن وت ى‬، ‫ نحا ر ي ا الث ا ج إ‬،‫لخت‬ ‫ ] غ د ه ن ي ئ ا ن ثن‬٣٦/‫ [ ؟‬-) ٩٦٢٨(

، ‫ ^ ^ بن ك ه قت أ ك ز قي ه‬١ ‫ " زأتئ ا ت ت ي ن‬:،Jü ،‫ ثط خئ ائ ثن مح ث ى ا ل ح ه؛ي‬، ‫ ل ب ري ي‬١

‫ " ؛ى يئ‬:٥١‫؟ " ؛‬،‫ ؛ز فقي‬،‫ " 'إ أائ غثي ال م‬:‫ ئ ك‬،" 1‫ ثذة ي ال م ثدثقه‬٣ ١ ‫؛‬
" ‫محم'ق ال إ د‬

Hammâd b. İsa el-Cühenî bildiriyor: Mekke’de Süfyân es-Sevrî’yi


gördüm. Bir şeyler yedikten sonra ellerini kuma sokup yıkar gibi ovaladı.
Ona: “Ey Ebû Abdillah! Yıkasaydın ya!” dediğimde: “Zaten birkaç günlük
ömrümüz var!” karşılığını verdi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إأز؛ وي لم بن تق او‬،‫ ثن ا ثغ ا ذ بن ائنشى‬،‫ ] حدثن ا ئ لبما ن‬٣٦/‫ [ ؟‬-) ٩٦٢٩(

‫أ خد‬ ‫\ل‬ ‫ ي صغون‬3 ‫" م ح ق ؛ ذ' نأي ت المئ ب‬ tşj$\ 0‫ث‬ 3 ‫ ظ‬:3 ‫ ظ‬، ‫ي‬ ‫ث ان ث ذ‬1‫مق‬

'٠‫ ز ال ق‬،‫ء ال علي‬،‫ وددت أئي ن ج وت م م كئ ا‬،‫ بهأ‬،^ ^ ١^ ،‫يث ق‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “önceleri etrafında birilerinin toplandığım


gördüğüm kişiye gıpta ile bakardım. Sonraları insanlar benim etrafımda
toplanmaya başladıklarında ise onlardan ne lehime, ne de aleyhime herhangi
bir şey olmadan kurtulmayı çok istemişimdir.”

‫ ئ ع ئ تن‬، ‫س د ثن ص دق ه‬ ‫ظ أ خن ت تن‬ ، ‫خ د ك ئ ي نا ذ‬ ] r v / v [ - ) ٩٦٣٠(

‫ ش م ع ت‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ عن نلت م ان بن با حثه‬، ‫ خ ا؛ثن ا خنفن نث ثبي م‬،‫م ح ث د اس أيي ا ل م ص اء‬

"^ ١‫م‬ ‫ب ي مي ظى‬


‫ م بم أ ي م‬. ‫ " ؛ ر أل ر ث غ ي ا و‬:‫ ;غ ول‬، ‫ئئ؛الث ا هم؛ إ‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “insanlara selam verişinden kişinin dünyayı sevip
sevmediğini anlarım !”
Süfyân es-Sevrî 325

‫ن تئ ن‬
‫ ثن ا ا م‬، ‫ ثن ا أبو بكر بن أبي ع ا صم‬،‫ ] حدثن ا أ ح م د شر إشثا قآ‬r v /v [ “) ٩٦٣١(

‫ الغ امس ينع م ون أ ة‬٠' : ‫ يقولت‬،‫ ش م ع ت هم د ال ؤ ح ن ن بن م هد ي‬:،3 ‫ ظ‬٤^ ^ ^ ١ ‫بن ؛ ل ح س ن‬

1‫ ويشزب في ه‬، ‫ ج د عغدئا ال ي ث تج د‬-‫ ؤأ ق ه ذ أثن تب ع ا ل م س ا‬،‫ *ى ن يو حز نتهن ز‬، ‫ن ف ا ن‬

،‫ ال‬٠' ‫' ق ادت‬٠ ‫ ئاتيلف بنبيذ؟‬:‫ك لت‬ ‫ئئ‬ ،‫دواء في م ضه‬ ‫و ص م ت لت‬ ‫ وأئ ه ذ ل ثن‬، ‫ل نبيذ‬١

" ‫ ز م‬،‫بل‬
‫م‬ ‫انقي‬

Abdurralıman b. Mehdî der ‫لكل‬: “insanlar Süfyân’ın ikindi namazını


geciktirdiğini söylüyorlar. Ancak şahadet ederim ki ٠, ikindi namazı erken
kdınan ve içinde şıra içilen mescidlere gelip gitmiştir. Yine şahadet ederim ki
.hastalandığında ©na ilaç tavsiye etmiş ve: «Sana şıra getirelim mi?» demiştim
Ancak o: «Hayır, bana bal ile su getir» karşılığını vermişti.”

‫ ثن ا ا ل ح س ن‬، ‫ ثن ا أبو بكر بن أيي ع ا ص م‬،‫ ] حدتما أ خن ن ثن إ ش حا ى‬vv/v [ -) ٩٦٣٢(

‫زايي م ج م ع‬ : ‫ ئئ؛ ا ن‬3 ‫ ظ‬: ‫ ه ا د‬C‫ ثن ا أبو أت ا ن ه‬،‫ ثن ا ا لخنن بن عل ي‬،‫بن ا ل ح ش ا ل مروري‬

‫ فدف ع؛ ئ أ ه أ‬،‫هفا ئ م بؤ إالنا‬ ‫ " غذ‬: ‫ ق ا د‬،" ‫ قل غانى‬،‫ت ش حم ئ ؤعئ]وت خيئ‬

•‫ص‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: Mucemmi’ et-^eymî beni gördüğünde üzerimde


eski bir peştamal vardı. Yanına çağırıp: “Şunu al ve kendine bir peştamal
satın al” dedi ve bana dört dirhem verdi,

‫ ثن ا أ م شيم ا لخكأ‬، ‫ ثن ا أثو غ م‬، ‫ ثن ا أبو ث م‬،‫لخد‬ ‫حومحا‬ ] r v /v [ -) ٩٦٣٣(

،" ‫محزثغ وأس ه إ؟ي‬ ،‫\ل\ عتد أش‬ ‫ ي‬:،‫ قلن‬، ‫ال مر ي‬ ‫ " زقف ئ غ ز‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫ن ك ل ئ‬

" ‫ أ م ا أ ف ى‬، ‫س ت ش ايم إ‬ " :‫ممات‬

Ebû Sehm el-Hakem el-Kelbî der ki: Süfyân es-Sevrî’nin yanında


durdum ve: “Ey Ebû Abdillah!” diye seslendim. Süfyân başını kaldırıp bana
baktı ve: “Bunlar kentlilerin soru sorma şeklidir” dedi.
‫ ثن ا عتد ا لث مار تن‬،‫ ثن ا أبو ع مير‬،‫ ث إ أثو بكر‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أ خن د‬vv/v [ -) ٩٦٣٤(

‫ أ م از بثده إ ر‬، ‫ي ب‬1‫ " كا ن شتي ان ا هم ي إذا “ ؛ي د غذ ق يغ ص هذه اشج‬٠٠ :‫ قات‬،‫ا لخنن‬

‫ ا حموا إي‬:‫ مبي‬،٠٠‫تق ا م تن ئلبمان‬


AbdulğafFâr b. el-Hasan der ki: Siifyân es-Sevrî’ye tuhaf olan şeyler
hakkında soru sorulduğu zaman, bu tür şeyleri ona gidin sorun anlamında
eliyle Süleymân b. Mukâtil’i işaret ederdi.

‫ ثت ا أيو ي م‬، ‫ ثغ ا أبو بكر بن أيي ع ا ص م‬،‫ ] حدثن ا أ خ ئ د بن إ ئ خ ا ق‬٣٧/٧ ‫ ل‬-) ٩٦٣٥(

‫يد عثه‬-‫ ^ ^ إ؛تا نأ ى ال ؤ‬١ 0 ‫ " ك ا ن ئ ن ا‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫ ثن ا ع س ى بن وئنم ن‬،‫م خ ث د بن داود‬

‫ ي ح د به‬٢ ،‫ شثه‬1‫هثسن وه ق‬

İsa b. Yûnus der ki: “Süfyân es-Sevrî başında yünlü başlık bulunan birini
gördüğü zaman onunla konuşmazdı.”

‫ ثن ا م ح م د ن‬،‫ ثن ا ا لخنن بن التزار‬،‫ ثن ا أثو بكر‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د‬٣٧/^^^ “) ٩٦٣٦(

‫ ” جل ن ت ذ ا ث يؤم ومعن ا ت ب ي د ى‬: ‫ م و ت‬، ^ ^ ١ ‫ش ي ئ ت سما ن‬ :‫ ها ت‬،‫يزيد ب ن خ س ي‬

‫ إتك؛_ أل زأ ث‬1‫ م‬، ‫ شع ي د‬٧ :‫ مم ئ ت لت‬، ‫ ن ح ق د ت ع ي د ثتك ى ح ؤ ز ج ه‬، ^ ^ ١ ‫الق اي ؟ ا‬

‫ ن ا ي م ثثن ى أن أبك ئ؟ نابا ذكز ت‬،‫ يا ئتي ا ن‬:‫شبفثي ى أذ و أهز ا ل جغة؟ اا محا د ت ج د‬

" ‫ت " زخق ه أق ق ي‬0 ‫ ش محا‬:‫تث اق ب ا ل و تأ س ي عبجا ب ن م ل ؟ أ " قات‬

-Süfyân es-Sevrî anlatıyor: Bir gün oturuyorduk. Yanımızda Saîd b. es


Sâib et-Tâifı de vardı. Ben konuşurken Saîd öyle bir ağladı ‫ لكل‬:ona acıdım ve
”?Ey Saîd! Cennet ahalisi hakkında konuşurken sen neden öyle ağlıyorsun“
diye sordum. Şu karşılığı verdi: “Ey Süfyân! Zikrettiğin hayırlı kişilerin
özelliklerinden ben uzak durmuşken neden ağlamayayım?” Bunun üzerine
kendi kendime: “Ağlamaya hakkı var!” dedim ,

‫ ثنا محس ة ب ن‬، ‫ى إ ن حا ق‬ ‫ ثن ا م ح م د‬،‫ ] خ ا؛ثن ا إبراهي م ب ن عت د ال ث ؤ‬t a / v [ “) ٩٦٣٧ (

‫ أ و أقلف ن ق ن ت‬٠٠ :‫ قأال لث متان‬، ‫ شين ت زي ال‬:‫ قا د‬،‫ثن ا ت خ ئ د ب ن يزيد الحئئس ي‬


Süfyân es-Sevrî 327

‫ لمح ث أئا ال ذ ي اته في مغزل ه‬،‫ زاللؤ آ و أع ل م بال ذ ي ثطل ي ف ذا العنين ريد به نا عند ال ق‬٠٠

٠٠ ‫ئ ث بؤ‬،‫ عند ي م<ث ا أز ج و أن ينف ع ه‬1‫هأ ح دئةب م‬

Muhammed b. Yezîd el-Huneysî der ‫لط‬: Adamın birinin Süfyân es-


Sevrî’ye: “Tüm bildiklerini bililerine öğretirsen belki Allah bununla ‫ا م مط‬
kullarını faydalandırır, sen de bunun sevabım alırdın” deyince, Süfyân şu
karşılığı verdi: “Vallahi bunu öğrenecek olanların bunu sırf Allah rızası için
öğrendiklerini bilseydim hepsinin teker teker evlerine gider ve ‫حط‬1‫ كا‬Allah
bunu onların faydasına kılar diye bildiklerimi öğretirdim.”

‫ت‬3 ‫ ظ‬،‫ ثئ ا م ح م د بن ثنيت‬، ‫ ثن ا ق ي أ‬، ‫ محا م ح م د‬،^ £ ١^ ‫ ] حدت ا‬٣ ٧ ٧ [ -) ٩٦٣٨(

‫} ث م ت ئ ثملوبهز في ذب ك‬y&j ‫ " بأع ئي أبه ثأ ي ع ر اقا *م‬: ‫ ثئ و د‬، ^ ^ ١ ‫سمع ت ثمحا<ة‬

‫ م لأت‬١^ ‫* زأنث ثعرمح ن‬٠ :‫ ن‬1‫ ء ا د ن ق‬،" ‫ظ‬ ‫ك‬ ‫حل ه ا‬-‫ د دد‬، ^ ^ ١ ‫ ن م ن ح ث‬1‫الز م‬

£‫ت د بذب ك ب ذ لحال‬


‫ ن م ج‬،‫جزي من ف يؤ خ ر ين ث ئ ئأزذ ت أن ئ د خ د مح ه عينة‬

Muhammed b. Yezîd bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’nin şöyle dediğini


işittim: “Bana ulaştığına göre insanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki
kalpleri dünya sevgisiyle dolacak ve bu kalplere artık Allah korkusu
giremeyecektir.” Sonra Süfyân bana: “Sen de bilirsin ‫ لكل‬bir torbayı ağzına
kadar doldurduğun zaman, artık içine başka bir şey daha koymak istesen
onu koyacak yer bulamazsın!” dedi,

‫ ش م ع ت‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ا ل حثتس ي‬،‫ ثن ا قس ه‬، ‫ ثت ا م ح م د‬، ‫ ] حدق ا ابنا من؛‬ta /y [ “) ٩٦٣٩(

: ‫ م و لت‬C‫ وقرغ م ن ا ل ح دي ث‬،‫ في ال ن ن ج د ا لخزام‬،‫ إذا ح د ث الق ا سئ‬٠' ،‫ث م ا ن الئؤري‬

‫م و مه ت بن ال ه‬ ، ٠٠ ‫قدموا إلي ال ي ب‬

Huneysî der ‫لكل‬: Süfyân es-Sevrî, Mescid-i Haram’da sohbetini bitirdikten


sonra Vuheyb b. el-Verd’i kast ederek: “Bana doktoru getirin” derdi,
328 Süfyân es-Sevrî

‫ ظ أ و ع ث ن أ ح م د بن‬،‫ ثن ا ت خ ئ ذ بن أ ح م د بن يزيد‬،‫ ] حدثن ا أبي‬ta /v [ “) ٩٦ ٤٠

‫ فإه أوص ى أن‬، ^ ^ ١ ‫' أق نئ؛ا ن‬٠ :‫ب ولأ‬


‫ م‬،‫ ش م ع ت األ صمع ي‬:‫ هاد‬، ‫ن ح م د بن إشحا ى‬

'٠،‫ت حم ل ي غ ي شهزه الحدي»ث‬-‫ زائد‬،‫عن محؤم‬ ‫ و كاد> بدم ظى أئ؛ا ة‬،‫ثدهن جثبة‬

Asmaî der ‫لكا‬: Süfyân es-Sevrî öldükten sonra kitaplarının da


gömülmesini vasiyet etmişti. Zira bazı kesimler hakkında bazı şeyler
yazmıştı. Sonradan buna pişman olmuş ve: “Hadislerin şöhret olması bunlar
hakkında yazmama sebep oldu” demişti.

،‫ ى ا ن عزال ه‬، ‫ محا ال ح جا ج بن ي ونف ن‬، ‫ ثن ا م ح ئ د‬،‫ ] ح دمحا أ ي‬٣ ٧ ٧ [ -) ٩٦٤١(

١‫م م ذ ا كء د ؤ ي و ى أ ة ؛‬ ‫بمث ' ث آمح ث ؛ ر‬ ‫ءي‬-‫ءت الائ‬-‫اك‬


‫ر‬ " :‫ ث م ح لأ‬3Ö : 3 ‫ق ا‬

" ‫ عئد ال م إ ال يختل ه‬U ‫بجال‬


‫أ‬

,Süfyân es-Sevrî der ki: “Allah’ın rahmetini uman günahkâr kişi, Allah’a
Allah’ın katındakileri ancak ameliyle elde edebileceğini düşünen âbid
kişiden daha yakındır.”

،‫ ثن ا ث ازون بن ت ش ا ن‬،‫ ثن ا ث خ ئ د ين أ خ ن ذ بن يزيد‬،‫ ] ح دقا أيي‬٣٨/‫)" [ ؟‬٩٦٤٢(

،‫^^ ومع ه ا لأؤزاعي‬٠^ ‫ " ”كا ن نق يا ن ب م ك ه‬: ‫ مولت‬، ‫ ت م ن ت م خ ئ ذ بن ا ل غما ن‬: ‫ما د‬

‫ ق ات ا لأوراءئ لمحب‬،" ‫ س ؤل و جهه إ ل اخلا ط‬،‫م ح د غ ي حم د ال غ ن ي بق ع ئ‬

‫ ث ن غ‬٠٠ :‫ ق ا د ئئث ا ن‬، ” ‫ قإعل ه أن يكون نائ م ا‬،‫ " إن أب ا عئد الل ه ت ه ز ا لت ار ح ه‬: ‫ا ل ص م د‬

‫ ال ي ح ق‬، ‫ " أ ن ث ت ئ ئ ث د‬: ‫ ق ا ت ا ال ؤزاع ي ل ن م ا ن‬، ‫ محق ا م عئ د ا ل صم د‬،" ‫ ل ن ت بن ائ م‬، ‫بثاي م‬

٠٠ ‫ألح د أ ن ي صحت ك‬

Muhammed b en-Nu’mân der ‫لط‬: Süfyân es-Sevrî Mekke’deyken


hastalandı. Yanında da Evzaî vardı. Bir araAbdussamed b. Ali yanma girince
Süfyân yüzünü duvara doğru çevirdi. Evzaî, Abdussamed’e: “Ebû Abdillah
:dün geceyi uykusuz geçirmişti, sanırım uyuyor” deyince, Süfyân
Uyumuyorum! Uyumuyorum” diyerek araya girdi. Abdussamed gitmek“
için kalkınca Evzaî, Süfyân’a: “Sen öldürüleceksin ve bundan dolayı kimse
seninle arkadaş olmamalıdır!” dedi.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪329‬‬

‫(‪ ] ٣ ٧ ٧ [ -) ٩٦٤٣‬حدق ا أبو م ح ث د س حثا ن‪ ،‬ثت ا أبو بكر بن م غذان‪ ،‬ثن ا عتد الله سر‬

‫ح بي ق‪ .‬ح وت ا عئد ا ل منعم؛ بن ع م بن غتد الل هء ثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن ريا د‪ ،‬ى‬

‫الحقنرمي‪ ،‬ثنا عتد ال ر بن حبيق‪ ،‬ثنا الهيث م بن حم يد‪ ،‬عن النمصل مط م هل هل‪ ،‬قادت "‬
‫ح ا ج ا ت ع ن مث ا ن‪ ،‬ث ملما صزائ إ ر م ك ه واثنأ ا لأؤزاعي به ا ‪ ،‬محاجت م عن ا أئا ‪،‬‬ ‫حز ج ت‬

‫وا الوزاعي‪ ،‬ون م ان في ناي‪ ،‬ق ا د ‪ :‬وك ا ن عأى ال ن ؤ م م عئد ا ل ص ن د س ع ئ ال ه اش م ئر‪،‬‬

‫هذى داى اقت ا ت ‪ ،‬قق لث ا ‪ :‬م ن ف ذا ؟ قات‪ :‬ا ألمين‪ ،‬مما م ‪ ^ ^ ١‬هد حل ا ل م ح ذ غ ‪ ،‬زقا ؛‬

‫م‬ ‫ض ز ‪°‬بق عئع‪ :‬ت ذ أ ك ص ؛ ئ خ ؟ ءات ‪ :‬أبو‬ ‫ما ] ه ص ق ك ‪ ،‬مم‪1‬ت ه هت‬

‫ا لأؤزاع ئ ‪ ،‬قات‪ :‬حث ا ك الل هب ال س ال م ة ‪ ،‬أن ا إ ذ كتبلث كا ث ت ثأيثا ئكث ا م ضى ح واي جل ق‪ ،‬ما‬

‫قع د مئ مي ا ‪ ^ ^ ١ 0‬؛ ؟ ه ا ‪ : 3‬ئ ك ‪ :‬ب ح د ش ن ذ غ ‪ ،‬ئ د ح ن ا الءؤزاعي غي إزه ‪ ،‬ء ما ‪ : 3‬ون فذ؛‬

‫ص أم؟ "‬ ‫ص ع وف ز‪،‬‬


‫م خ نئ؛ ا ذ م ح ا ‪ ،‬أق ا دت " ش ال م‬ ‫ئ‪،‬‬ ‫ئ ؛ ال‬ ‫ال ث‪.‬بد ن ا‬

‫ت " أزال‬
‫حق "‪ ،‬قا‪ 3‬ه ث ن‬
‫حق أ ي خبو أك لم‬
‫ها‪ 3‬ه عقد اف ل‪" :‬م‬
‫ب أ ؟ ‪ '٠‬ه د ‪ ٠' :‬ؤظ غز؟ " ص ‪ " :‬تد ع ظ أن ث ي ؤ " ‪ ،‬ق ات ‪:‬‬
‫أ ه ق ع ر ظ ئ ز أ ي لف ج‬

‫ي ج م "‪،‬‬ ‫لخثغ أ م ش م ح ذ \ ل ج م ؟ " ؛‪ ١١‬؛‪ " :‬إن‪ °‬أزذث ) ه‬ ‫ص‬ ‫" و‬

‫ي "‪،‬‬ ‫ق ا ‪ 3‬ه ا لأززائ ‪ " :‬ظ أب ا محي آل م ‪ ،‬؛ أ ئ ؤ الء في ن ‪ « :‬ن بم ق إ ال أل إل ئ ا م‬

‫وإد م‪ 1‬نؤذيه م بم ش فذم ‪١‬ل ذ ي ثن ى "‪،‬‬ ‫مما ‪ >3‬آ ة ‪ " :‬ياأب ا ع م رو‪ ،‬ه ث‪،‬نث ا م د ر أن‬

‫ام ن م ن ف ذ ا ي م‬
‫بث‬ ‫ال‬ ‫ر‬ ‫ههثا ‪ ،‬قا‬ ‫ش‬ ‫نو بما‬ ‫د ‪ :‬فا ق ن ث إل ي ا ال و زا ع ي ‪ ،‬ق ا د ‪" :‬‬ ‫مقص‬ ‫د‬ ‫محا‬

‫م ن بم ع م رقايما جب ا ال‪ ،‬نإن ث ذا ن ا محالي "‬

‫‪Mufaddal b. el-Muhelhel anlatıyor: Süfyân es-Sevrî île hac için yola‬‬


‫‪çıktık. Mekke’ye vardığımızda Evz^’yi de yammıza aldık. Ben, Süfyân ve‬‬
‫‪Evzai M e t e ’de bir evde toplandık,‬‬ ‫‪o zaman hac emiri Abdussamed b. Ali‬‬
‫‪el-Hâşimî idi. Evdeyken bir ara kapı çalındı. “Kim o?” diye seslendiğimizde:‬‬
‫‪“Emir!” diye cevap verildi. Bunu duyan Süfyân kalkıp evin iç odalarından‬‬
‫‪birine girdi. Evz^ de kalkıp emîri karşıladı. Abdussamed b. Ali ona: “Sen‬‬
‫” ^‪kimsin ihtiyar adam?” diye sorunca Evzaî: “Ebû Amr el-Evz^’y i‬‬
‫‪karşılığım verdi. Abdussamed: “Allah sana selamet içinde uzun bir ömür‬‬
330 Süfyân es-Sevrî

versin! isteklerini içeren mektupların bize gelirdi ve ihtiyaçlarını da


görürdük. Süfyân nerede?” deyince, Evzaî: “içerdeki odaya girdi” karşılığını
verdi. Bunun üzerine Evzaî, Süfyân’ın peşinden içeri girdi ve: “Bu adam
senin yanma gelmiş!” dedi. Süfyân kızgın bir şekilde yanımıza çıktı ve: “es-
Selâmu aleykum! Nasılsınız?” dedi. Abdusamed: “Haccın rükünlerini senden
dinleyip yazmak için yanına geldim” karşılığını verdi. Süfyân ona: “Sana
bunlardan daha çok faydası dokunacak bir şeyi söyleyeyim mi?” deyince,
Abdussamed: “Neymiş o?” diye sordu. Süfyân: “Hac emirliği görevinden
çekil!” deyince, Abdussamed: “Peki, müminlerin emiri Ebû Câfer’i ne
yapacağım?” diye sordu. Süfyân: “Bundan sadece Allah’ın rızasını umarsan
Allah seni ondan koruyac‫^؛‬tır!” karşılığını verdi. (Emîr gittikten sonra)
Evzaî, Süfyân’a: “Ey Ebû Abdillah! Bunlar başına büyük felaketler
getirmeden duramazlar” deyince, Süfyân: “Ey Ebû Amr! Bizim onları
cezalandırmaya gücümüz yetmez; ama bu tür şeylerle onlara eziyet
edebiliriz!” karşılığını verdi. Bunun üzerine Evzaî bana döndü ve: “Kalk
buradan gidelim! Bu adama (emîre) güvenmiyorum! Şimdi boynumuza
ipleri geçirecek birilerini gönderir. Bunun (Süfyân’ııı) ise umurunda değil”
dedi.

‫ ثق ا أ ح م د‬،‫ م ح م د ب ن أ ح م د ب ن إ راهينز‬، ‫ ] حدبن ا الق ا ني ي أ وئأ خ ن ذ‬٣٩/٧ ‫ )“ ل‬٩٦٤٤(

‫ ص ي غ ت ن م ان‬: ‫ محا د‬، ‫ ثت ا وئئف ئ بن أشثا ط‬،‫ ثن ا حم د الله بن حبيق‬،، ‫بن م ح م د بن ا لختم‬

‫ ر ى الث ج د يرهد ق‬، ‫ غول؛ت " ظ رأيت ' ص ذ فى ف ئؤ أ و ثلمه فى ' و ش و‬، ‫ا م ح ي‬

٠٠ ‫صثة خا ت ى عليه ا ؤغا ذ ى‬


‫ ي إ ذا ئزرط في الؤيا‬، ‫ والسا ب‬،‫ وا ل ما ل‬C‫ وا ل مش ر ب‬C‫ا ل مغن م‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Zühdün en az yönetim işinde olduğunu


görüyorum. Bazen kişinin yeme, içme, mal ve giyim konusunda zahid biri
olduğunu görürsün. Ama yönetim işine bulaşınca önceden yüz çevirmiş
olduğu tüm şeylere yönelip onlara döner.”

، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د‬، ‫ ] حدق ا ائقاحتيى أبو أ ح م د م ح م د بن أ ح م د‬v^/v [ “) ٩٦٤٠(

‫ " اقفز‬:‫إ‬ ‫ئئثا ذ البي‬ ‫مح س‬ ‫ل‬


‫ قادت‬،‫ ئ ئ د ا ي م ئ د ؤ‬، ‫ظ د \ش ئ ق‬ ‫مح‬ ‫مح‬
Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Zâlimlerin yüzüne bakmak yanlıştır.
Amellerinizin heba olmaması için yoldan çıkaran yöneticilerinizin yüzüne
kalpten onlara nefretle bakın.”

‫ ثن ا مه د الل ه بن‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن ع لي بن ا ل ح ارود‬، ‫مخ] حدبت ا أبو ألح ن ذ‬/‫ا‬/‫ ز‬-) ٩٦٤٦(

‫ ز ال إ ي إدا‬، ‫' ز ال ثئ ؤ وا إ ر وئ ر م‬٠ :‫ قات م ح ا ق‬: ‫ أ ا د‬،‫ ئ أ م ءي ي‬، ‫ت م د ا ث ي ل ي‬

" ‫ئ إوا غلى ا واك ب‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “(Zâlimlerin) evlerine de, binekleri üzerinde


geçerken kendilerine de bakmayın.”

‫ ث ج غت‬: ‫ ق ا د‬،‫ ثن ا رمئثة‬،‫ ثن ا تلم أ سر ع صا م‬، ‫ ء حدثن ا أب و أ خ ئ ذ‬٤ ٠/ v ‫ ز‬-) ٩٦٤٧(

،" ‫وطمح ي ز و ة‬ ‫ص‬ 1‫م‬ ‫ ه‬١^ ‫ ء' ق ول‬، ^ ١^ ‫ ش م ت‬:‫و د ;ق ول‬

" ٣ ١ ^ ‫محامحث‬-‫ إ؟ث أ‬، ‫م أ ء ث ق ؤ م‬ ‫ " أؤون‬: ‫هات‬

Hayr der ‫لكل‬: Süfyân es-Sevrî’ye yönetici ve ona başvurulması konusu


zikredilince: “Sizce ben onların küçük düşürülmesinden mi endişe
ediyorum? Benim endişem onlara değer verilmesidir” dedi,

‫ ح د ب ي م ح ئ د بن‬، ‫ ثن ا عثد ا و خن ي يخ ا ل ح ش‬، ‫ ] حدق ا أب وأ ح ن د‬l ،/ v [ -) ٩٦٤٨(

‫ بموتت " بع ت‬، ‫ ش م ع ت بمحثى ثق ن م ال ط ا ئف ي‬: ‫ ق ا د‬،‫ط ن ة‬ ‫ ثن ا عثد الثؤ ثق‬،‫شلئت ا ن‬

" :‫ قلق‬،‫ فأن ىأنئ بجا ا ا‬،‫ ^؛ بماء م دتار‬١‫ ؛ز ئتيل؛ت‬٢ ^ ١‫تا مي‬:
‫س د ئ إر‬
‫يالم اد ي ز ال في‬-‫؛ آي ق ؤآ‬bl<r ‫ ظ‬، ‫' ث ر‬٠ : ‫ء ال ؟ " قات‬ ‫ش كأتمق ال و ه‬ ‫ي ي عند‬

" ‫ؤليك ق أ أ ت ي أ ذ أ ذ ة ف إ‬،‫ا ل خإه‬

Yahyâ b. Süleym et-Tâifî bildiriyor: Muhammed b. ibrâhîm el-Hâşimî,


hediye olarak Süfyân es-Sevrî’ye iki yüz dinar gönderdi; ancak Süfyân
bunları almayı kabul etmedi. Kendisine: “Ey Ebû Abdillah! Sanırım bunları
almayı helal görmüyorsun” dediğimde: “Hayır‫ ؟‬Babalarım ve atalarım
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪332‬‬

‫‪böylesi hediyeleri alırlardı. Ancak ben bunu alıp da yöneticilere boyun‬‬


‫‪eğmeyi istemiyorum” karşılığını verdi,‬‬

‫(‪ ] l » / v [ -) ٩٦٤٩‬حدثت ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثت ا أثو عروبه‪ ،‬ثن ا ا إلش ماعيل ي‪ ،‬ثن ا أ ح م د‬

‫بن يونس‪ ،‬ثن ا أبو شه ا ب ‪ ،‬قات'‪ .‬ك غ ث قل ه م غ ن ميا ن‪ ^ ^ ١‬ثزأى ‪ ijü‬شب م د ‪ ،‬مما‪'٠ :،3‬‬

‫ال‬ ‫م‬ ‫‪ ٩‬ق < يق‬ ‫ب‬ ‫م من ا جب ال ت يلؤ "‪ ،‬ق ات•• " ادف‬ ‫ن ا ف ذا ؟ '‪ ٠‬ق ل ق ‪" :‬‬
‫ء بما ر م ‪ ، ٠٠‬أ ن ق ا د ‪ ٠٠ :‬بثورهأ "‬ ‫م‬

‫‪Ebû Şihâb bildiriyor: Bir gece Süfyân es-Sevrî ile beraberdim. Uzaktan‬‬
‫‪”!bir ateş görünce: “Bu ne?” diye sordu. Ben: “Karakol amirinin ateşi‬‬
‫‪)dediğimde: “Hadi başka bir yoldan gidelim de onların ateşiyle (veya ışığıyla‬‬
‫‪aydınlanmayalım!” karşılığım verdi,‬‬

‫ثئ ا أ خ ن د س عثتد الل ه ال دا رمي ا النط اكجد‪،‬‬ ‫(‪ ] i * / v [ ") ٩٦٠٠‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن‬

‫ثن ا م د الل ه بن حييق‪ ،‬ثن ا عتئد س جناب‪ ،‬نحا عطاء س مست ل م‪ ،‬محا د ‪ :‬نثا استحل فن ال ن ه د ي‬

‫جتش إل ى ش مت ا ن‪ ،‬ثلث ا ن ح د ح ثغ ح اب م ه‪ ،‬محزمى بؤ إ ي‪ ،‬مما د '‪ ٠‬يا أثا عتد ال ر‪ ،‬ق ذا‬

‫ب سم ؤا ل قثؤ ‪ ، ٠٠‬محاح ذ ‪ ^ ^ ١‬بيده‪ ،‬وق ا د ‪ ٠٠ :‬ثأدن قي‬


‫ل حا ئي يء ب ا عن ز في هذه ا ال م ة يالكت ا‬

‫\ ل'‬ ‫م "‪ ،‬قاد ه ‪١٤ " :‬‬ ‫ب ذ ؟ " ثاب محت‪ :‬ئ ك لعطاء‪ " :‬قا أبا ن‬
‫ا ك م يا ل < ائنؤ ج‬

‫م آمت؟ ‪ '٠‬ئ‪ ٠٠ :>3‬ممإ ‪ ، ٠٠‬ظت ‪ " :‬ال‬ ‫م غر‬ ‫جانئؤ ب ذ ؟ " قات‪ " :‬نحز "‪ ،‬قات‪ " :‬أت‬

‫ثئع ث إلي ح ش ‪ ، ٠^^ ١‬ز ال م حتلتي ف سا ح ش أ ت أللف ‪ ، ٠٠‬د ا ‪ '٠ :3‬محغضس ب ش دللق وه م بؤ‬

‫أف ن قت أثقه ي أبين الئ[م ه ذ ؟ ‪ ٠٠‬ئ د ‪' :.‬ء شء ق ه ي ز غ خفق خ‬


‫ىنه ‪ " :‬ي‬
‫"‪ ،‬قق ا ‪ 3‬أق ” م‬

‫لخخا و " قالوا‪ " :‬ن ا تثثلق ي ص ي د ال ؤ زقت أولئ أن مم ت د فى م دو ا أل إلبال كثأ ب‬
‫اف <ة '‪٠‬‬
‫م ح و ئ و ي ز ‪ ،‬ث أ < غ ف ارثا [ ر ي‬ ‫زال ث ث ؤ ؟ أ " قات‪" :‬‬

‫‪Atâ b. Müslim der ki: Mehdî halife olduğu zaman Süfyân es-Sevrî’yi‬‬
‫‪yanma çağırdı. Süfyân gelince Mehdî (mühür olarak kullandığı) yüzüğünü‬‬
‫‪çıkarıp ona doğru attı ve: “Ey Ebû Abdillah! Bu, yüzüğümdür. Kitap ve‬‬
‫‪sünnete göre bu ümmete kadılık yap” dedi. Süfyân yüzüğü aldı ve: “Ey‬‬
‫‪müminlerin emiri! Konuşmama müsaade eder misin?” dedi.‬‬
Süfyân es-Sevrî 333

Ravi Ubeyd der ‫لكل‬: Atâ’ya: “Ey Ebû Mahled! Süfyân ona «Ey müminlerin
emiri» şeklinde mi seslendi?” diye sorduğumda: “Evet!” karşılığını verip
rivâyetine şöyle devam etti: Süfyân: “Söyleyeceklerimden dolayı bana eman
verir misin?” deyince, Mehdi: “Evet!” karşılığını verdi. Süfyân: “Kendim
yanına gelmedikten sonra gelmem için bana haber yollama! Yine ben senden
istemedikçe bana herhangi bir görev verme” deyince Mehdî buna sinirlendi
ve ona saldırmak istedi. Katibi: “Ey müminlerin emiri! Ona eman vermiştin
ya” deyince, Mehdî: “Doğru, vermiştim” karşılığını verdi. Süfyân dışarıya
çıkınca arkadaşları etrafını sarıp: “Ey Ebû Abdillah! Kitap ve sünnete göre
hareket etmeni emrettiği halde neden öylesi bir görevi kabul etmedin?”
dediler. Süfyân ise onların çok dar düşündüğünü görüp oradan Basra’ya
kaçtı.

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح ن ذ بن بم ن ى‬،‫ ] حدبن ا م ح م د بن عل ي‬٤ ٧ ٧ [ -) ٩٦٥١(

‫ قادت " ك ث م غ شئثا ن‬،‫ عن أبيه‬،‫ ثن ا ذاوذ‬، ‫ ثن ا أب و هش ا م‬،‫ا ل ح شتن ب ن معا ذ ا ل ح ج بي‬

٠٠ :‫ئئ؛ ا ن‬ ،" ‫ئذ هث ت أ~مكة‬ ‫ ن ق ذ ح\ن ن ث ن‬£‫ ^ ^ ئ س و ب ن م طي ل\ل‬١

‫ ئت ا ات واخ‬،‫ال ص ر ا ه عي‬ " : ‫ ق ا د‬،" ‫ ب م ر إ‬، ‫ " يا أبا مح د ال م‬:‫ ق لق‬،" ‫نة‬

"‫ظ‬ ‫الق ص ض‬

Dâvud, babasından bildiriyor: Sabah namazı vakti Süfyân es-Sevrî ile


beraberken uyuyup kalan bir polisle karşılaştık. Ben onu uyandırmak için
:gittim ve dürtmeye başladım. Süfyân ise bana: “Bırak!” diye çıkıştı. Ona
Ey Ebû Abdillah! Kalksın ve namazı kılsın!” dediğimde ise: “Bırak! Allah“
”!ona hayırlar vermesin emi! Zira insanlar bu uyuyunca ancak rahatladılar
karşılığını verdi,

‫ ظ‬، ‫ ثن ا مه د الثؤ ئ عثاس ائ ل د يب ظ ي ه‬،‫ ] خدتثا ن خ ئ د ئ ع ئ‬î \ / y [ -) ٩٦٥٢(

‫بد ك‬
‫ " إن ات ث م‬: ‫ ئا د‬،‫ ص ت مت ا ن‬، ‫ عن ا ل أ ئ خ ئ‬،‫ ص أ ي ا لم ثري‬، ‫ت غ ث ذ ئ ئ د ال م‬
334 Süfyân es-Sevrî

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Yöneticilerden biri senden, kendisine doğru yolu
göstermeni istese dahi sakın göstermeye çalışıp ona bulaşma!”

‫ئ م بن‬ ‫ج‬ ‫ظ‬ ،‫د‬ ‫م حم‬ ‫أ خن ن بن‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ع ب د ال ئثج م ب ن محم ز‬ ‫خ ا؛ثغا‬ ‫ا ة ء‬/\‫ ل م‬- ) ٩٦٥٣(

‫ ش م ع ت‬: ‫ ثق ون‬،‫ ش م ع ت عتد الر ح م ن بن م هد ي‬:‫ هات‬،‫ ؛‬١^ ‫ ثن ا أخنفت بمبي ابن‬، ‫زغ ب‬

‫' قت وم ن ت ي شمخ‬٠ : ‫ ئ ك‬،'* ‫ أ خذ ت مح أدخن ت غلى‬1‫ " أ م‬:‫ م ود‬، ٤(^^


‫' أ ك ث‬٠ ‫ص ا هت‬ ‫ أثو‬2 $ ،" ‫م‬ ‫ص‬ ‫ ث ه ذ ظ ئ إد\ ق ج مي أبو‬، ‫ئي‬ ‫ظ‬

‫ " ى ع ظ‬:‫ئ ك‬،" ‫ " ون محك آ ه كء‬:‫ قن‬،" ‫ " ث ر‬:‫ل مهي؟ " ئ ك‬1‫تئ؛اذ‬
" ‫ " ق ا م ئتيء ذ ظ‬:‫ قا د‬،" ‫ط‬ ‫ا‬:‫إيلف كئ ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Yakalanıp Mehdî’nin yanına geçirildiğimde kendi


.kendime: “ Ey nefis! işte şimdi düştün! iyice tutun!” demeye başladım
İçeriye girdiğimde (Mehdî’nin veziri) Ebû Ubeydullah’ın yanımda
:durduğunu gördüm. Bana: “Sen Süfyân es-Sevrî değil misin?” diye sorunca
”Evet, benim” karşılığını verdim. “Mektupların ara sıra bize geliyordu“
deyince: “Ben sana hiç mektup yazmadım” karşılığını verdim. Bunun
üzerine: “O zaman seni buraya sokan ne?” dedi,

،‫ث ص ر‬1‫ ثئ ا أبو بكر بن أيي ا‬،‫ ثن ا أ خ ن د أبو ذاؤذ‬، ‫ ] حدبت ا مه د ا ل مئ ع م‬t \ / y [ -) ٩٦٠٤(

‫كنت م‬ ‫' !ن ؛لوج د‬٠ : ‫ يأمول‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت سمي ا ن‬:‫ مح ا ت‬، ‫ب ن ثب م ال ك و في‬ ‫ح د قت ي ح ل ف ن‬

" ‫ ثث و مح ة ي‬،‫ أو ا ل ب ي ا م‬،‫م ذ الث ال ط ين ا ل دا إل والقزح‬

,Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi bazen yöneticilerden ödünç olarak binek
eğer veya dizgin aldığı için kalbi onlara karşı değişir.”

‫ فب ع ت‬:‫ هات‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د بن إشثا ق‬، ‫ ] حدثنا إبراهي م بن عتد ال ر‬i \ / y [ “) ٩٦٥٥(

‫ " بم ت أبو ي م ان حت ا بين‬:‫ بم و لأ‬، ‫ت س م ع ت عبد ا ل رراق‬3 ‫ ئ ا‬،‫م ح م د بن ت ه ل بن غنك ي‬


Süfyân es-Sevrî 335

‫حل ه ا أبو جغث ر‬-‫ ؤظ دت " بربت منة ؛ن د‬، ‫ ق أ أ ح ذة‬،‫ م أ ذ ظة‬،‫تث اي‬-‫ " ق م د م ! ر ا لأ‬: 3 ‫قا‬

‫ هأ ح ب ز؛ ذنن ف مثق؛ا ن ق إل بم د ف ت ى‬، ‫ق د أ ن ي د ح د ن ق ث‬ ٠٠ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬، ‫اا‬

Abdurrezzâk der ki: Ebû Câfer (hac için) Mekke’ye doğru yola çıktığı
zaman önden kerestecileri gönderdi ve: “Süfyân es-Sevrî’yi gördüğünüzde
onu asın!” dedi. Keresteciler gelip darağacım çaktılar. Sonra Süfyân’ı
çağırdılar. Süfyân getirildiğinde başı Fudayl b. iyâd’ın, ayakları ise ibn
Uyeyne’nin kucağındaydı. Ona: “Ey Ebû Abdillah! Allah’tan kork ve bizi
hasımlarımızın diline düşürme” dediler. Süfyân Kâbe’nin örtülerine doğru
yaklaştı, sonra örtülerin altına girip onlara tutundu ve: “Şayet Ebû Câfer
bunların altına girerse ben ondan beriyim!” dedi. Ebû Câfer de Mekke’ye
giremeden (hastalanıp) öldü, öldüğü Süfyân’a bildirildiğinde bir şey
demedi.

‫ ثن ا أ ح ن د بن‬،‫ ثئ ا ا لختن بن ي ح ش‬، ‫حدثت ا أبو بكر الت ل ج ئ‬ [ i t / v ] -((٩٦٠٦

‫ ن ا محع د ال ذ ي‬٠٠ :‫ ثوئ لأ‬، ‫ " كا ن و ه م ب ا ك ك ي‬:‫فات‬،‫م ح ئ د ى عتد ال ن ه ا ب‬ ‫ح د بت ي‬ ،‫ج ؤاس‬

٠٠ ‫ ن ا فن د ؟‬،‫ ويدني ائئقزاؤ‬،‫ب ال عراق؟ ال ذ ي ي جف و ا ألمناء‬

Muhammed b. Abdilvehhâb der ‫لكل‬: Vuheyb el-Mekkî (Süfyân es-Sevrî’yi


kast ederek) şöyle derdi: “Irak’taki adama ne oldu? Yöneticilere karşı sert
olan, fakirlere de yakın duran adama ne oldu?”

‫ ثن ا‬،‫ ثت ا إبراهي م بن م ح ئ د بن ا ل ح ض‬،‫ث ا ن‬


‫ ] ح دق ا أثو م خ ث د س ح‬٤٢/‫ [ ؟‬-) ٩٦٥٧(

،‫ ق ا دت ش م ع ت عئد ا ل رراق‬،‫ر ذاؤذ ا لأردي‬ ‫ ثغ ا م ح م د بن‬،‫ت ع ي د بن م ح م د البيروئ‬،

،‫ " يا رب‬:‫ ق ات‬،" ‫ و حؤت و جهة ؛ ر ال كئث ة‬، ^ ^ ١ ‫' أ غ ذ أثو ج ع مر ح ي ب‬٠ :‫ب مولأ‬

‫ ؤأ ش‬،‫ئل ق‬:‫ك ب مس ؛و ج د أ‬ ‫ " ؤ ب هذه‬: 3U " ‫ أ ي ر ج د أق ض؟‬، ‫ك‬ ‫بزب هذه‬

" ‫يدة‬

Abdurrezzâk der ‫لكل‬: Ebû Câfer, Süfyân es-Sevrî’nin kolundan tutup


yüzünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Sonra: “Ey Rabbim!” dedi ve Süfyân’a: “Şu
yapının (Kâbe’nin) Rabbi için söyle! Beni nasıl biri olarak görüyorsun?”
336 Süfyân es-Sevrî

dedi. Süfyân: “Şu yapının Rabbine andolsun ki gördüğüm en kötü adamsın”


karşılığını verdi ve kolunu ondan çekti.

‫ ثن ا ت غ د بن‬، ‫ ثئ ا إئزاي إ ب ن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا أث و م ح م د بن حيان‬i y / v [ ") ٩٦٥٨(

‫ ما‬٠٠ : ‫بمول‬
‫ أ‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت ن مي ا ن‬:‫ قا د‬،‫ أن ي حيى ثنت م ا ن‬،‫ثعا م ح م د بن زام‬، ‫م ح م د‬

‫ق و ك أ ؤ ر به‬ ‫ ه م م ن‬:‫نمق مح ن يديه القوأن ل ه‬ ‫ثريد ب ر أثو جع م ؟ هواش ؛ئ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Ebû Câfer benden ne istiyor ki? Vallahi
huzurunda durduğum zaman ona: «Yerinden kalk! Zira başkası bu makama
senden daha layıktır!» diyeceğim.”

،‫بن تع يد‬ ‫ ح دبتي‬،‫ ثغ ا م ح م د بن يغ ش‬، ‫ ] حدق ا أبو م ح م د‬٤٢/‫ [ ؟‬-) ٩٦٥٩(

‫ إ ي‬٠' :‫غ ي ؟ " قا ت‬ ‫ " ل ن د خل ت‬:‫ مح د ل ن فا ذ اثثزر ي‬:‫ قا ت ا ئ ا ل مب ا ر ك‬: ‫ت ا خثا ن قا د‬

٠' :‫ قات‬،" ‫ " ق و د و ص ظ ل‬:‫ش ا م ال ه غذ تق ا م ما ه ل ت فيه؟ " قيد ل د‬: ‫أ غ ض أن‬

‫ " فيئ‬:‫ قات‬، ‫ ؤبلغيي أ ة‬:‫ م ا ن‬- 3 ‫ثآم رويي أ ذ أ ن ب خ في م ح حر ز ال ت ق د وب ي؟ أ " ظ‬

٠٠‫نؤ؛ثيلم ت ئ‬، ‫ا أني ميلو\ علي بدقاه_^ء ئ أ ال أزى‬1‫ ول ك ي أحامح‬C‫حامح ن صربه م‬-‫أ‬

Îbnu’l-Mübârek bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Yöneticilerin yanma


girsen” denilince: “Allah’ın beni: «Onların yanında ne konuştun?» diye
hesaba çekmesinden korkarım” karşılığım verdi. Kendisine: “Söyleyeceğini
söyler ve onlardan korunursun!” denildiğinde de: “Denizde yüzmemi
söylüyor; ancak giysilerimin ıslanmamasını istiyorsunuz öyle mi?” karşılığım
verdi. Hayyân bildiriyor: Bana ulaştığına göre Süfyân: “Onların beni
dövmesinden korkmuyorum. Korktuğum, dünyalıklarıyla beni celbetmeleri;
sonra da kötülüklerini kötü olarak görememedir” demiştir.

:‫ قات‬،،‫ ثن ا سلم ه بن قم م‬،‫ ثن ا ا لمت ح س إدري س‬،‫ ] حدق ا أبو م ح م د‬i y / v [ ")٩٦٦ ٠

‫ وعل ى‬،‫ هأ ح ذ الغ امس يالتتع ة‬،‫ كنا بال م س ج د ا ل حزام‬:‫ يئأول‬، ‫ش م ع ت تزيد بن أيي خ ي م‬

‫ هز‬٠' ‫ ق ا د ن من ا ن‬،‫ب ا ن ح ل م ا ن‬
‫ همجاء إثى ر جل م منكي ن ع ل ه و‬، ،‫ن م ا ن إزار ورداء جديدان‬
Süfyân es-Sevrî 337

‫م إ ءأعهزاه‬ : ‫ هاغث مء وها د‬: ‫بأيلت وئعط ث ئ ا ل حل م تن؟ ها د‬،‫ائ‬


‫م‬ ‫قلق أن ثأ ح ذ م ي‬

‫ بأ ح ذه ا ل ح راس محالم ؤة غازيا‬، ‫ قأ جاء إ ر ا نمج د‬، ‫ ؤأ ح ذ ال حلم ت ن محإبشهن ا‬،‫ال ج ديدي ن‬

‫ أن ث نا ثصغغ فهن ا ؟ أ‬،‫ تا ش ا م ي‬:‫ زقالوا لق‬، ‫م ن ا ل م ن ج د‬

Yezîd b. Ebî Hakîm der ‫لط‬: Mescid-i Haram’da iken insanlardan biat
.alınmaya başlandı. Süfyân’ın da üzerinde yeni bir izar ve bir rida vardı
Giysileri eski olan miskin bir adamın yanına geldi ve: “Şu yeni giysilerimi
alıp üzerindeki eski giysileri verir misin?” diye sordu. Adam bunu kazanç
görüp: “Tabi ki” dedi. Süfyân üzerindeki yeni giysileri adama verdikten
sonra eski giysileri ondan aldı. Bu giysileri giyip Mescid’e geldi. Ancak
”!muhafızlar onu tutup: “Sen ki ayak takımındansın, burada ne yapıyorsun
dediler ve Mescid’den dışarı attılar,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أثو ا لخض بن ال ظه راني‬،‫ح د قا أبو م خ ئ د بن حقا ن‬ ] ir /y [ “) ٩٦٦١(

: ‫ يئ ولت‬، ‫ ش م ع ت ن مي ا ن ال ث ن ي ؤ‬: ‫ م ولط‬، ‫ ش م ع ت ا ل منياب ئ‬:‫ ه ات‬،‫رون أب و جعف ر‬1‫م ح م د بن ه‬

‫ه أن ز ك فيؤ ا لمتز؟ه وص زت فى‬ ،‫ح‬ ‫ \ ل‬٠٠ ‫ ق ك ثت‬،‫أد خئ ت غش أبى جئ م رب م تى‬

‫ع م بن‬ ‫حج‬ ، ‫ وأبنا ؤه م ي م ووئن ج وع ا‬،‫ثذ؛ ا ل م و ضع بنث و ف ا ل م ه ا حرين زا ال تحاي‬

‫ ” أ ريت‬:‫ ق ات لي‬،'٠ ‫ وكان ثنزأل ث ح ت الش ج رة‬،‫أنقئ |ال ح ن ت ه عشن ب؛ةاائ‬ \^(1 ^ ^ ^ ١
‫ ومحؤق ما أد ا فيه‬، ‫ ول ك ن ح ذ دون ن ا أن ث مه ه‬،‫ ال وكون متل ي‬٠' : ‫أن أكون متثلث؟ " ئ ك‬

‫شم ت‬ ‫م ك ي ظي‬ ‫ات أهو ج‬3 ، ٠٠ ‫ ء غ‬٠' :‫ئ ق‬


3‫ ق ا‬،"

Süfyân es-Sevrî der ki: Mina’dayken Ebû Câfer’in yanına sokuldum.


Ona: “Allah’tan kork! Böylesi bir yerde böylesi bir konuma Muhacir ile
Ensar’ın kılıçlarıyla geldin. Oysa onların çocukları açlıktan ölüyor! Ömer b.
el-Hattâb hacca geldiği zaman sadece on beş dinar harcama yaptı ve ağacın
altında konaklardı” dediğimde: “Senin gibi olmamı mı istiyorsun?” diye
sordu. Ona: “Benim gibi olma! Ama şu an içinde olduğun durumdan
aşağıda, benim içinde bulunduğum durumdan da yukarıda ol” karşılığını
verdiğimde: “Çık!” dedi.
338 Süfyân es-Sevrî

‫ محا‬، ‫ ح دمحي علي بن ز<نئ لم ا ألص ثه ا ئ‬،‫ ] ح دق ا ن ث ن ا ن بن أ خن ن‬٤٣/‫ )" [ ؟‬٩٦٦٢(

‫^ نك ش ي مع ي ! ر‬١^ ‫ و جهغي‬: ‫ ثق وب‬، ‫ ظتء• س ب غ ت أيي‬، ‫بن يريد م‬ ‫م ح م د بن‬

، ‫ ن م أ ءك ال م ى‬،‫ وأدخ ك عقه‬،‫ ويئق و ث بن ذاؤذ‬،‫ وإلى وزيره أيي عئد اللب‬،‫ا ل م هد ي‬

‫ؤ ي‬ ، ‫ و و و ي م‬، ‫ظ برائء‬:‫ ذ و وا بم‬: ‫ " نز خ اءنا أثو م د الل ه ث بمئ ا أئدقا ي‬:‫ق ات‬

‫ قت‬،‫ ئؤازى ظ ب غد أبي عتد ظر‬١^^ ،‫ ئأنزثاب الت عزوف زثه سا عن ال نئكي‬،‫إ ز الق وي‬

‫و م حئ‬ ،‫ وأقؤا ؤالق لي‬،‫ زؤ ظ وم‬،‫ ونهؤي‬،‫ ئأمروتي‬،‫جاء ئراوك م الذين ه م ئراوك م‬
‫ ؤ شد ي‬، ‫ أ ن'محب يي ظ‬،‫ى رقنه‬ ‫ أذ أخزج م ن‬٩ ‫ت م ف ج ش م ن أ ح د ه م‬ P، ‫محم‬

، ٤١^ ٧١ ‫ م هنئة أن يعطيه‬3 ‫ نإنن ا كت ب إق ه النة ءال‬،‫ ؤ مقتهب عثه‬، ‫ م م ع لت ذ ل لق به م‬،‫ك ذا‬

‫ ق د طا ل ت عتئ ك هأ إل‬،‫ اخزغ إ ر أئ لل ق‬:‫ ب أ قات‬C‫ت صزةبأا ل ما ن‬


‫ ومح د م ت عثه ال‬،‫ئأثثة‬

‫ زن ا ث ر ح م ة‬،‫ هنرحسب ع د ةب التغ ص ة‬،‫ ء إ ر منتظرك ح ش ئ جيء‬، ‫ ا ل حى يي با دكوبة‬، ‫به م‬

٠٠‫ال ه‬
Muhammed b. isâm b. Yezîd Hayr, babasından bildirir: Süfyân bir
mektupla beni Mehdî’ye, veziri Ebû Abdillah’a ve Yâkûb b. Dâvud’a
gönderdi. Mehdî’nin yanına sokulduğumda sözlerim onlara pek cüretkâr
geldi. Bunun üzerine Mehdi bana şöyle dedi: “Şayet Ebû Abdillah (Süfyân)
yanımıza gelseydi elimizi eline koyar, bir rida ile bir izar giyip onunla
dışarıya çıkardık. Dışarı da iyiliği emredip kötülükten alıkoyardık. Ebû
Abdillah gibileri yanımıza gelmiyor olsa da sizin Kur’ân hafızlarınız gelip
bana iyiliği emredip kötülükten alıkoydu. Onlar bana ağlarken ben de
onlara ağlamaya çalıştım. Ancak beni şaşırtan bütün bunlardan sonra
içlerinden her birinin cebinden «Benim için şunu yap! Benim için bunu
yap» şeklinde bir yazı çıkarmasıdır. Dedikleri şeyleri yaptım, ama bundan
dolayı da onlardan nefret ettim.”
Süfyân es-Sevrî de kaçışı uzun sürdüğü için bu yönde ona bir mektup
ya^ıp eman istemişti. Mehdî de bu yönde ona emanı verdi. Bu emam alıp
Süfyân’ın yanına Basra’ya gittim. Süfyân bana: “Ailenden ayrılığın uzun
sürdü. Şimdi yanlarına gidip onlarla bir arada bulun. Sonra Kûfe’ye
Süfyân es-Sevrî 339

peşimden gel, seni orada bekleyeceğim” dedi. DaJ sonra Basra’da


hastalanıp vefat etti. Allah ona merhamet etsin.

‫ ش م ع ت‬:‫ قات‬، ‫ ح دبني علي س نش م‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا شلتنا ن بن أ ح ن د‬٤٣/‫ [ ؟‬-) ٩٦٦٣(

،‫ إلى ا لخهدي‬،‫ نث ا أزاذ ن م ا ن أن يو جهغي‬:‫ ما أل أيي‬:‫ يق و لأ‬،‫م ح م د بن ع ص ا م بن ثريد‬

‫ " ثن ى هو الؤ ال ذي ن‬:‫ ل ي‬3 ‫ مما‬،‫ أح ر أن ق ط بشيؤ هأئ ص ح ل ق‬،‫ إ ي غ ال م ج ت ئ‬:‫محل ت تق‬

‫ ق د‬،‫ ول ك ن قد ر ضيت يل ق‬، ‫ ل ظ ن أئي قد أ ن د ي ت إل ي ه م معزوما‬، ‫ ال ح د ه م‬،‫ث جيقوئيي لو ه لت‬

" : ‫ ئ ك‬، ‫ ئنث ا و ج ع ت إل ى ش مت ا ن‬: ‫ ئ ا د أبي‬: ‫ قا د ت خ ئ د‬، ‫ ز ال ثئ ن ن ا ال سأ م اا‬، ‫ن ا ثئ ل م‬

‫ ف ودت لز جاء لحزج ت منة إ ر الئ وق ثأت رئا‬، ‫لأكة شيء بجرب مط الر ج ل؟ ؤ'لئلج د‬
‫بما إ ال أن‬ ‫ م ل ز‬: ‫ ودا غ م د ب م ا‬،‫ م‬: ‫ خ ر بم ثل بما‬،‫ "يا نأء مت‬:‫ونقيا ؟ أ " قات‬
‫من ث ئ ة ن ا ال ظ ا ا‬

Muhammed b. isâm b. Yezîd, babasından bildirir: Süfyân es-Sevrî beni


Mehdî’ye göndermek isteyince ona: “Ben dağlı biriyim, onlara bir şey deyip
de seni rezil etmek istemem” dedim. Süfyân: “Yanıma gelenleri görüyor
musun? Onlardan birinden bu işi istesem ona iyilikte bulunduğumu
düşünür. Ama ben bu işe seni uygun gördüm. Bundan dolayı onlara
bilmediklerini değil bildiklerini söyle” karşılığını verdi. Gidip geri
döndüğümde Süfyân’a: “Sen bu adamdan (Mehdî’den) neden kaçıyorsun?
Oysa adam «Şayet Süfyân bize gelecek olsa onunla birlikte çarşıya çıkar,
iyiliği emredip kötülükten alıkoyarız» diyor” dediğimde, Süfyân: “Ey
pinekleyen‫ ؟‬önce bildikleriyle amel etsin! Bildikleriyle amel ettiği zaman
bize düşen yanına gitmek ve bilmediklerini ona öğretmektir” karşılığını
verdi.

،‫م‬ ‫ح‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا غيد الل ه ي ن أ خ ئ د‬، ‫ ب ن أ ح م ذ‬0 ‫حدثن ا ئل بما‬ ] ٤ ٧ ٧ [ ") ٩٦٦٤(

‫ " أئلى علي‬:‫ يق و د‬، ‫ ش م ع ت ي حيى بن ت ع د‬: ‫ قا د‬، ‫ح ف ص ع م رو بن ء إي‬- ‫ح دد ي أبو‬

‫ إ ز م ح م د‬،‫ ي ذ ث م ا ن بن تع يد‬4‫ اكق ب‬: ‫ مما ل‬،‫ ^ ^؛ كثابا كتبة إ ز ا ل م هد ي‬١ ‫غ م ا ن‬


340 Süfyân es-Sevrî

‫ ؤقؤ‬، ‫ب ن ي أن و‬
‫ زئز م‬، ‫^ ال ه ؛ ال ئ ؤ وزف و ت ئ ر‬ ١ ‫ فإ ر أ خ ت ن ؛ ك ف ؛ ق‬، ‫؛'ق ي‬

،‫ ح دقني من ص ور‬: ‫ د‬1‫ نهبدر؟ ءة‬١ ‫ م ن "ك ا ن يكت ب فذ؛‬:‫ت ا ن‬1‫ ق ك لث‬،‫و ق ي ء قدش‬ ‫غش‬

'‫ أ ق ك ذ م ح م‬، ‫غ ذ إ ي ا ب‬

Yahya b. Saîd der ‫لكل‬: Süfyân es-Sevrî, Mehdî’ye gönderilmek üzere bana
,bir mektup yazdırdı. Bana: “Süfyân b. Saîd’den Muhammed b. Abdillah’a
.yaz” deyince, ona: “Şayet böyle yazarsan bunu okumaz” karşılığını verdim
:Süfyân: “O zaman istediğin gibi yaz” deyince bildiğim gibi yazdım. Sonra
Senden yana kendisinden başka ilah olmayan yüce ve ulu olan Allah’a“
,hamd ederim. Zira hamda layıktır ve her şeye kadirdir” yazmamı isteyince
ona: “Böylesi bir girişi kim yazardı ki?” dedim. Süfyân: “Mansûr’un bana
bildirdiğine göre Îbrâhîm mektuplarına öyle bir giriş yazardı” karşılığını
verd i -

‫ ثعا‬، ‫ ث إ م ح م د بن ا لخشن بن ق ي أ‬، ‫ ] حدت ا ش ات ما ن بن أ ح م د‬٤ ٧ ٧ [ “) ٩٦٦٠(

٠٠ ‫ قئ و لأت‬،‫ ش م ع ت ن مي ا ن الثززئ‬:‫مات‬ ‫ ثن ا ردان بن‬،‫م حم د بن ح ل ف ا لخن م الني‬

" ‫ص ا أل إل إدا شف ا ل ح ي ا ن‬ ‫ف الق‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Bu ümmetin helaki, hadım edilmiş kişilerin
yönetimde söz sahibi olmasıyla gerçelde^^ktir .”

‫ئ‬ ‫أ خت ن‬ ‫ثن ا‬ ، ‫م ا لم صر ي‬ ‫ال تا‬ ‫ع م و ث ن أب ي‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ن ي نا ذ‬ ‫خ د قا‬ ] u / v [ - ) ٩٦٦٦(

‫ الئئ ل ب‬3 ‫ التؤريت " ئ‬Û‫ قات ن مي ا‬:‫ قات‬، ‫ ثت ا أبو ت ع ي د الثئ ل ئ‬،‫ال ح ثئ ن امحك و ئ ب م صز‬

‫ص‬ ‫ء م ذ أن ال أزى‬ ‫ قز أز من‬،‫ ال ب ؛ م ن ش ئ ئنثان ا‬5‫ت ش ف لث‬

‫هاا‬ ‫ز ال‬
Süfyân es-Sevrî der ki: Tilki şöyle demiştir: “Köpek için yetmiş ‫ لكال‬tane
hile öğrendim; ancak bulduğum en iyi hile köpeği görmemem, köpeğin de
beni görmemesidir.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪341‬‬

‫(‪- ] l i / v [ -) ٩٦٦٧‬حدثن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت م ح م د بن م وت ى بن‬

‫المصيص ي‪ ،‬بمولط ‪ :‬ش م ع ت إئزا‪£‬يلم بن ا لخشن ا ل م س م ي‪ ،‬ي مو‪ :3‬ثت ا أيو تع يد القع إيغ‪،‬‬

‫ث نم ا مهي‪ ،‬ف و ه ‪ " :‬نز أز‬ ‫ء ئ ذ ا محازك ‪ ،‬ف ر و ‪ :‬ش م‬


‫بت‬ ‫قا ‪ :3‬ت م غ ئ محب‬

‫< ئئ ي ص ت ظ‬ ‫م ‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ظ ‪، ^ ١ 3‬؛‬ ‫ء ف ر ب غلى ز ن‬ ‫لل ثأ ث ‪٩ 0‬‬

‫وا ص أن ال أزى ال ك ن ب ز ال ; راني "‪ ،‬قات ث ف ا ن‪'٠ :‬‬ ‫ف ن بجا ؤتث ا ذ‬


‫وش ص ئنث اال ‪ ،‬ي‬

‫ب ق ئ ا ‪ 0‬غت ئ أ ذ ال واة ز ال و ة "‬


‫يف ن م‬

‫‪: Yönetici konusunda en uygun örneğin tilkînin‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫‪diliyle verilen örnek olduğunu düşünüyorum. Zira tilki: “Köpek için yetmiş‬‬
‫‪,iki tane hile öğrendim; ancak bulduğum en iyi bile köpeği görmemem‬‬
‫‪köpeğin de beni görmemesidir” demiştir. Bunun için en iyisi sultanrn seni‬‬
‫‪görmemesi, senin de onu görmemendir.‬‬

‫(‪ ] ٤ ٧ ٧ [ -) ٩٦٦٨‬ح دق ا عتد الل ه بن م ح م د بن جئ م ر‪ ،‬ثن ا ا ل ح س بن ف ارون بن‬

‫ن ي ئ ا ن‪ ،‬ثن ا الحع ن ن بن ث ا ذان الغبمابوري‪ ،‬ح دبتي م ح م د بن ن ن غ وؤ‪ ،‬ص ث م ا ن‬

‫بش‪ ،‬ف ه ط ث غي باإلمة‪،‬لأت إي‪" :‬حمم‬


‫غر‪ 1‬ليد ي م‬ ‫مي‪ ،‬قو‪ :‬أذخك‬
‫‪ 1‬ه‬
‫ه ج زة‪ ،‬ائلخنت ل د ال ذي جاءيلق‪ ،‬ائ ج بما خ اجئلق "‪ ،‬ق ك‪ " :‬قت‬ ‫اوغل قثت لآ‪،‬‬
‫ه ن ج ئ ‪ ،‬ائ م اش‪ ،‬ؤ ئ ف ذ يتل ق ي د ل ك ي‪ ،" 5‬ائت‪ " :‬ئ أ ة زأتث‪،‬‬ ‫ت ك ا ملآبث‬

‫ن أ زئئ "‪ ،‬نقا د‪ " :‬أزأتث إ ذ إل أ ت ئ ه غ زتث؟ " ئ ك ‪ " :‬ئ خ لي ؤيز ق "‪ ،‬قات‪ " :‬ئ أ ط أ‬

‫زاتة "‪ ،‬ثأ قاد‪ " :‬ا ج إقئا ‪-‬ي ا جئلق "‪ ،‬قاد‪ :‬ئ ك ‪ " :‬أتتا‪.‬؛ الئي‪،‬ميق ؤا ال تحاي ؤتذ‬
‫د‬ ‫مما‬ ‫حقومح ه ث إ "‪ ،‬ها ت ‪ " :‬ئ أ ‪ °‬ط أ ر أ ت ه "‪،‬‬ ‫وأ و صل إل ي ه م‬ ‫ب ا حت ا ن بالتابسم‪ ،‬فا ق ي ال ق ‪،‬‬ ‫يغيز‬
‫أثو ض ال م ‪ " :‬أبجا ا و ي د ‪ ،‬ا ج إقث ا خ اخثلث "‪ ،‬ق ل ق ‪ " :‬ؤ ظ أ ج ؟ " خ دت ي إن ن ا م ح د‬

‫أنقئ ت؟ " قات‪ ٠٠ :‬بضع ه‬ ‫كز‬ ‫ب ن أيي حالدت ظ ‪3‬ت ح ج ع من ب ن الح طا ب‪ ،‬ق ا د ل حانته‪٠' :‬‬

‫م حن دتازا ‪ ٠' ،' ٠‬ؤأزى غثا ا م تإ ال ت ه م ه ا ا هل ا د "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî anlatıyor: M inada Mehdî’nin yanma sokulduğumda “Ey‬‬


‫‪müminlerin emiri” diyerek onu selamladım. Bana: “Be adam! Seni aradık,‬‬
Süfyân es-Sevrî

ancak bulmada bizi aciz bıraktın. Seni buraya getiren Allah’a hamdolsun.
Bize ihtiyacını söyle” deyince, ona: “Yeryüzü zulüm ve adaletsizlikle doldu!
Allah’tan kork ve bu durumdan ibret al” karşılığını verdim. Bu $özüm
üzerine başını öne eğdi, sonra kaldırıp: “Bize ihtiyacını söyle” dedi. Ona:
“Muhacir ile Ensar’ın çocukları ve iyi şeylerde onların yolundan gidenler
kapında bekliyorlar. Allah’tan kork ve onlara haklarını ver” dediğimde yine
başını öne eğdi. O sırada Ebû Abdillah araya girip: “Be adam! Varsa bir
ihtiyacın söyle” dedi. Ona: “Neyi söyleyeyim?!” karşılığını verip şöyle devam
ettim: “İsmail b. Ebî Hâlid’in bana bildirdiğine göre Ömer b. el-Hattâb
haccedince haznedarına: «Ne kadar harcama yaptın?» diye sormuş, haznedar
da: «On küsur dinar» demiştir. Oysa ben şimdi burada dağların bile
tahammül edemeyeceği şeyler görüyorum.”

‫ ثن ا أبو بكر ين‬،‫ ثن ا أب و بكر بن غ م دا ن‬،‫ ] خل؛ثن ا عئد الثؤ بن م ح م د‬٤o/ v] -((٩٦٦٩

٠٠ 4‫ ^ ^ إ ز ا ل م هد ي مخ جبر‬١ ‫ كت ب شقيان‬:‫ يأمول‬،٤١^ ١ |‫ ش م ع ت إشاهسن‬:‫ محالأ‬،‫ت ال م‬

‫بجن ال ه لي م د ن ب د ع‬ ‫ زا ه ق ي ز?ئتلفء نرب و أذ‬،‫ زغؤقيي‬،‫ زقثئئ؛ي‬،‫ط ردني‬


‫ " ئ ي ي ع اثكقأ ث وقت نا ث‬:‫ قاد‬،" ‫" اثقئأ ب‬
:İbrahim el-Ferrâ der ki: Süfyân es-Sevrî, Cebr ile birlikte Mehdî’ye
Beni kovdun, süründürdün ve korkuttun. Seninle aramızdaki hükmü Allah“
verecektir. Dileğim bu mektubun cevabı bana gelmeden önce Allah’ın
hükmünü vermesidir” şeklinde bir mektup gönderdi. Mehdî’nin cevabı
geldiğinde de Süfyân vefat etmişti,

‫ كت ب إلي غئد الئؤ بق ح م دا ن ثنا‬:‫ مح ات‬4‫ ] حدثن ا عتد الثؤ بن م ح م د‬l o / v [ “) ٩٦٧٠(

'٠ ‫ ي م وأل‬، ^ ^ ١١ ‫ ص ب غ ت ن ميا ن‬: ‫ ها د‬، ‫ ثن ا ا ل م ئ ز غ ي ال زا ه د‬، ‫م ح ث د ى حل ف ا لخن م ال ن ي‬

، ‫ز ي د أ ج ث ال طعا م ال غ ث‬ ‫ ول ك ن ي‬،‫ نا ي منع ن ي م ن إمحا ي ه م أدي ال أ ز ى إل م ط ا غه‬،‫زال ث ؤ‬

" ‫ة اء خ اءن أن ش د و ئ‬
Süfyân es-Sevrî 343

Süfyân es-Sevrî der ‫لط‬: “Vallahi onların (yöneticilerin) yanma gitmemem


onlara itaat edilmemesi gerektiğini düşündüğümden değildir. Ama ben güzel
yemekleri severim ve bu yönden beni bozmalarından endişe ederim.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا إ ئ خا ق ى أخن ت ا لما رمي‬، ‫ ها] حدت ا عتد الل ه ن م ح ث د‬/‫ [مم‬-) ٩٦٧١(

‫ " ال جت ب م ن‬:‫ت قات أب و بكر الحنفي‬3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا أبو ي د الثؤ ال ثنثري‬، ‫إ ت خا ق ى ع ا صم‬

‫ ض ا ج ي الشرط ة إ ز م ن ث ر أ ة للف في ف ذا‬3‫ أ إ ألش‬Û‫ ون ميا‬،‫أقزام ي مي ل ون بين منعر‬

1‫ ^^ هثفؤ مغه‬١‫ عليه‬،‫مثا ن ت محر‬-‫ وءئ‬، ‫ مخذث ا‬-‫تزسم غ ح ش أ‬ ‫ فذه ب‬، ‫ق ي‬ ‫ضن‬

Ebû Bekr el-Hanefî der ki: “Bazılarının Mis’ar ile Süfyân arasında gidip
gelmelerine hayret ediyorum! Zira muhafızların komutam Mis’ar’a «Devlet
hâzinesinden senin de payın var» diye haber gönderince üç fersah yol kat
edip bu parayı almıştır. Oysa Süfyân’a dünya sunuluyorken kendisi ondan
kaçıyor.”

‫ثن ا‬ ، ‫د ي ن ال م ا س‬ ‫م حم‬ ‫ع ت د ال ئ ؤ ي ن‬ ‫ثت ا‬ ، ‫ن مح ث د‬ ‫ع ت د ال ث ؤ‬ ‫ح دث ن ا‬ ] i ö / v [ - ) ٩٦٧٢(

، ‫ت خ ث د ب ن إتزا منز اخل ل ئ‬ ‫ع ئ د الل ه‬ ‫أب و‬ ‫ح دثن ي‬ ، ‫ن ع ا صم‬ ‫ش هد‬ ‫ثن ا‬ ، ‫س شبي ب‬ ‫تل ت ه‬

‫ ش م ر ت س‬،‫ ؤا ل آوزا عؤ‬، ‫ن غ ن ق يا ن ال ت و ر ي‬ ‫بنك ه‬ ‫كن ف‬ :‫ ها د‬، ‫عي د‬ ‫إ ن ما‬ ‫س‬ ‫زهي‬ ‫دث ي‬ ‫ح‬

‫ز‬ ‫ئدح‬ ‫ مح ا م‬، ‫د س إ ث ز ا ي ب‬ ‫م حم‬ ‫ف ذا‬ :‫ق ي د لت‬ ‫ثلث ا‬ ، ‫بمو د ة‬ ‫إئ ن؛محلم‬ ‫د بن‬ ‫م حم‬ ‫ قآثا ة‬، ‫ن ئ ثا ن‬

‫ " ت ال م‬: 3 ‫ ثث ا‬،‫ب أ ح ز غ ه جا ء‬ ، ‫هع د‬ ‫نا‬ ‫ش ا شح ي ي ت م ن طو ل‬ ‫ح‬ ‫ز ا د فيه‬ ‫ئ نا‬ ،‫ائ كبيف ن‬

‫ ف ن ا *ك ل م ة‬، ‫ظ‬ ‫ال حا‬ ‫و ج ه ة إل ى‬ ‫ ئ ح ؤأل‬، ‫جال س‬ ‫د‬ ‫وم حم‬ ‫شن ة‬ ‫أ م ؟ وط ر ح‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ، ‫عو ث م‬

‫ئج د ك ؟‬ ‫ص‬ :‫ وي م و ل أ‬،‫ث إ ي ئ رق ث الق ال ع‬ ‫ بع‬، ‫الع د‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ ق ث ا " كا ن‬، ‫ن ع ن د ه‬ ‫م‬ ‫غ‬ ‫حر‬ ‫ش‬ ‫ح‬

" ‫ين ين خ أخد أشن؛ي فب ر لأيق‬


‫أة ف‬ ‫مأ م‬ yjj
Vehb b. îsmâil bildiriyor: Süfyân es-Sevrî ve Evzaî’yle beraber
Mekke’deydik. Süfyân hastalanınca (vali) Muhammed b. Îbrâhîm ziyaretine
gitti. Süfyân’a: “Muhammed b. Îbrâhîm gelmiş!” dediklerinde hemen helâya
girdi. Helâda öyle uzun bir müddet kaldı ki bundan dolayı ben artık
!utanmaya başladım. Sonra helâdan çıkıp geldi. “Selamun aleykum
Nasılsınız?” dedi ve bir kenarda oturdu. Muhammed de orada oturuyordu ;
344 Süfyân es-Sevrî

ancak çıkana kadar Süfyân onunla tek kelime dahi konuşmadı, ikinci gün
Muhammed, Süfyân’a selam yollayıp şöyle dedi: “Nasıl oldun? Şayet
Mekke’de en nefret ettiği kişi olduğumu bilmesem yamna ziyarete
gelirdim.”

‫ ثن ا أثو‬، ‫ ثت ا ال حتنزب ئ‬، ‫ ] حدثن ا عثد الل ه بن عثا س بن ح ن دا ن‬٤٦/^^[ “) ٩٦٧٣(

‫’ ل ؤ‬٠ : ‫ مما ت‬، ‫ و ذ ووا ال ثلهئا ذ‬، ‫ت ن م ا ن ال ت ؤ ر ي‬ ‫شمع‬ : ‫ قا ت‬، ‫اث ني م ا ن‬ ‫ثت ا‬ ، ‫يمإ ؤ‬،‫غا م م ائن‬

" ‫م ت ل آ ك ك ض ى‬،‫م ال د‬ ‫آ‬

Süfyân es-Sevrî’nin yanında sultandan bahsedilince: “Onlar altm yese biz


çakıl taşı yeriz!” dedi.

‫ ثن ا عتذ الثؤ بن‬، ‫ ثنا م ح م د بن م ح م د ثن د ورك‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عئذ الثؤ‬٤٦/‫ )“ [ ؟‬٩٦٧٤(

‫ئ م‬ ‫□ نأم ح ل ا مهء؛ت " ه و ق وخه‬١٤ :‫ت‬، ، ‫م‬ ‫ه ئن‬ ‫ ئ محت‬4‫مه د اأ ؤ ه ب‬

" ‫مخي ب أ‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Zâlimin yüzüne bakmak yanlıştır.”

‫ب ن تع ي د‬ ^ £ ١^ ‫ثن ا‬ ، ‫ب ن مع د ا ن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫بن م‬ ‫ع ئ د الل ه‬ ‫حد ت ا‬ ]٤٧٧[ “) ٩ ٦ ٧ ٠ (

‫ " ت ذ دع ا ل ظال م‬:‫ قات ئ ي ا ذ التزري‬:‫ قات‬،‫ ص ي وق ت ثن أ ع ا ب‬، ‫ ئ أ ب و ي ة‬، ‫ا ل م < ي‬

" ‫ى الثت‬ ‫يئص‬ ‫أن‬ ‫أحب‬ ‫د‬ ‫ب ا نته ا ء مم‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Zâlim birinin bekası için dua eden kişi, Allah’a
isyan edilmesini istiyor demektir.”

‫ ثعا عتد ا ل ث م بن‬،‫ ثت ا أبو اقزارس‬، ‫ ] ذ ك ا ا ل ما ضي أبو ألح ن ذ‬n / v [ ") ٩٦٧٦(

:‫ ثق وب‬،‫ ش م ع ت التروي‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ائ حته‬، ‫ ثغ ا حل فئ بن ن ي م‬،‫ ثن ا نزذائ بن ج مي ل‬، ‫أ خ ن ذ‬

‫م‬
11‫" \ل آزف خث ا و م' ويض تتي ه ض م؛ند ي‬ ‫س‬ ‫ل‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin, insanlara selam verişinden dünya
sevgisiyle dolu olduğunu anlarım.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪345‬‬

‫(‪ ] l"\/v[ -) ٩٦٧٧‬خ ا؛ثن ا أب و أ ح م د ‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن عل ي‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن إشحا ق‬

‫ا ل صاع ا ئ ‪ ،‬ثن ا إ ئ خ ا ق بن إ ن م ا عيد‪ ،‬ه ات‪ :‬ئ م ع ت تكزا ا ل عا بد‪ ،‬يئأو ل ‪ :‬ش م ع ت ث م ا ن‬

‫ا م ‪ ، £‬ف و ه ‪ :‬اا ال م ح ف ي ‪ ^ ١‬؛ ؛ ‪ ،‬مم ئ إ أ غد ا ل م ح "‬

‫‪: “Dünya peşinde olanlara değer yeren Kur’ân‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪hafızında hayır yoktur.‬‬

‫(‪ -) ٩٦٧٨‬ل ‪ ٤٦/٧‬ء ثنا أيي‪ ،‬وا لما ضي‪ ،‬في جن اعة‪ ،‬قالوا‪ :‬ثن ا ا لخشن مر م ح م د ‪ ،‬ثغ ا‬

‫ثمال عيس ى اس م ري م علته الث الم‪:‬‬


‫ثنا نق؛ا ن‪ ،‬ها د ‪ :‬أ‬ ‫مشبت بن عس ت ه‪ ،‬ثن ا ي حيى بن‬

‫ص‬ ‫بي "‪ ،‬قالوا‪" :‬‬


‫ج‬ ‫م ا كا م ي ‪ ،‬ؤا ك ث وا رقزانة بالقا عد‬ ‫" ئفعوا إ ز الثؤ بثئض‬

‫جالس؟ " قات‪ " :‬م ن " د ك هباش ر و ه ؤير م ح ئم ق ا ال خرة ع م ه ‪ ،‬ويريد ثى عن ف م‬

‫‪- ٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: İsa b. Meryem: “Günahkarlara öfke duyarak‬‬


‫‪Ailah’a yakınlaşmaya, onlardan uzak durarak da Allah'ın rızasını kazanmaya‬‬
‫‪çalışın” dedi. Ona: “O zaman kimlerle oturalım?” diye sorulunca:‬‬
‫‪“Gördüğünüzde sizi Allah’ı hatırlatan, ilmi sizi âhirete yönelten, sözleri de‬‬
‫‪ilminizi arttıran kişilerle oturun” dedi.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٦٧٩‬؟‪ ] ٤٦/‬حدثن ا م ح ئ د سر إبرا مي‪ ،‬ثن ا أ ح ن د بن ا لتحس ن بن ه ارون‬

‫الصب ا ح ي با ومل ة‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن ه ارون بن ن ق ن ا ن بن ن ح ى بن أ ي نل بما ن‪ ،‬ثن ا عتد‬

‫الل ه بن اقن ع مولى ن م بن رائده‪ ،‬قادت ط ي ي المحري محار إلى 'ق من‪ ،‬ئأ ح ر ت تغذ ئذ‪:‬‬
‫رك‬ ‫ال ح ج‬ ‫كا ن ف ي أ وا ن‬ ‫يمثل ه ا ‪ ،‬ف لما‬ ‫ز م ل ة بأل ف دين ا ر ‪ ،‬مح أ ب ى أ ن‬ ‫ن ا ب ذ ة ب ق د وم ه ‪ ،‬ف أم ن ه‬

‫نا‬ ‫ع ث د ال ئ ؤ ‪،‬‬ ‫" يا‬ ‫م أ ئ ث ة إ ال بال ئ ؤ ق ف ‪ ،‬مما ت ل ي ‪:‬‬ ‫لل ص ال ة ‪،‬‬ ‫مث ح به ا‬ ‫ع غ د ي عتا ءه كا ذ ثث‬

‫ثن ل ت ا ل عث ا ءة؟ مح ك ‪ :‬ئ ؤ ذا ‪ ،‬محا د ‪ :‬ف اته ا ‪ ،‬ئأعطس ه إياه ا ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثلث ا محص ى ح ج ة ض از إ ر‬

‫الب ص رة ‪ ،‬فنزت غ ز يما ل في جوار ي ح ش بن ت ج د ‪ ،‬وعبد ا ل ر ح م ن بن م هد ي‪ ،‬قات عبد‬

‫الثؤ‪ :‬مما ل لي ائت مالث‪ :‬ظ زات قل ه ن ا ث يق وم نث مث ح ل ل ص ال ة‪ ،‬ح ش عذب ت ثق ح م س ن‬

‫هثغ اأى غ ي "‬ ‫بم ه‬ ‫ص م ‪،٠٣١‬‬ ‫وة‪ ،‬إل ‪«fc‬؛‪،‬‬


Süfyân es-Sevrî 346

M an b. Zâide’nin azatlısı Abdullah b. el-Ferec der ‫نكل‬: Süfyân es-Sevrî


aranınca Yemen’e kaçtı. Geldiğini Ma’n b. Zaide ye söylediğimde onu
himayesine alıp bin dinar verilmesini söyledi. Ancak Süfyân bu meblağı
almayı kabul etmedi. Hac mevsimi gelince namaz için giydiği bir abasını
.yanımda bıraktı. Sonrasında onunla ancak Müzdelife’de karşılaşabildim
”Bana: ،،Ey Abdullah! Abayı ne yaptın?” diye sorunca: “işte burada
karşılığını verdim. “Ver” deyince de abayı ona verdim. Haccım bitirince de
Basra’ya gitti. Basra’da Yahya b. Saîd ile Abdurrahman b. Mehdî’ye yakın
bir yerde olan bakkalın misafiri oldu. Daha sonraları o bakkal bana şöyle
demişti: “Süfyân, öldüğü gece abdest alıp namaz kılıyordu. Saydığımda
bunu elli defa tekrarladığını gördüm. Gece sonuna doğru da vefat etti. Allah
ona rahmet etsin.”

‫ ثن ا‬، ^ £ ١^ ‫ ثن ا أ خ ن د ن م ح م د بن‬، ‫حدق ا م ح م د س إبراهي م‬ ] t v / v [ -) ٩٦٨٠(

‫ لم ئ تقي ا ن ف ريك اب ع د م ا‬:‫ محا ل‬،‫ ثغ ا زند بن أبي ج ذأ ش‬،‫ ثن ا أبو ائئ؛آني‬، ‫ا ل م نذ ر بن م ح م د‬

‫ بل ى ا ل م صاء‬،‫ وانحتر‬، ‫ وألق م ه‬،‫ يا عتد الل ه أ بع د ا إلت ال م‬٠٠ : ‫ ق ا د‬، ‫ز ل ئ ه صاء اتقوهؤ‬

‫ ق ات ه‬،" ‫ البئ يلث ا س ص قا ض‬، ‫' يا أب ا مه د ال م‬٠ :‫ؤ تي ش فأت ي ا ؟ أ أ " ه ا د ه م لأ‬

" ‫ "ثا أب ا محب ال م ال ت د بما س م ذ قت ط إ‬:‫ش ا ن‬

Zeyd b. Ebî Hidâş anlatıyor: Süfyân, Şerîk ile Küfe kadılığına tayin
edildikten sonra karşılaştı ve: “Ey Ebû Abdillah! İslam, fıkıh ve bunca
hayırdan sonra kadılık görevini yapıp kadı mı oldun?” dedi. Şerîk: “Ey Ebû
Abdillah! insanların muhakkak bir kadısının olması gerekir” karşılığını
verince, Süfyân: “Ey Ebû Abdillah! insanların muhakkak bir polise de
ihtiyacı var” dedi.

‫ ثن ا ث خ ئ د‬،‫ ثن ا أيى‬،‫ ] حدثن ا أب و بكر ع د الل ه بن م ح م د ئن غهئاؤ‬٤٧/'/[ “) ٩٦٨١(

‫يئ و[ا‬ ، ‫ت ب غ ت غ م ا ن ال ت ؤ ر ي‬ : ‫ قا ت‬، ‫خ ث ا ؤ‬ ‫أب و‬ ‫نا ر ك‬ ‫ ثن ا‬، ‫فب ي ب‬ ‫طن ة ين‬ ‫ثن ا‬ ،‫شنب م‬ ‫بن‬

‫ش ذ عثنف‬ ‫ ه ك‬، ‫ش د عث ك ع ظ ة وي ف‬ ‫ " \يك ؤظ‬: ‫ص ئ‬ ‫كن‬ ‫بث ئ ئن‬

‫ نإ خ وان ا ل س ا ط ي ن ال ذي ن يبق ون أ مؤال هز في عتر‬،‫ز م ا ل حرص‬ ، ‫هلثلف م ج ا ل ن ة أهل ال د ق ا‬


Mübarek Ebû Hammâd anlatıyor: Süfyân es-Sevrî’nin, Ali b
es-Selîmî’ye şöyle dediğini işittim: “Amelini ve kalbini bozacak şe
348 Süfyân es-Sevrî

sakın. Dünyaya düşkün olanlarla, hırs sahibi kişilerle ve mallarını Allah’ın


razı olmayacağı yerlerde harcayan Şeytanın kardeşleriyle oturman kalbini
bozar. Dinini bozacak şeylerden de sakın. Çok konuşan geveze kişilerle
oturmak dinini bozar. Hayatını bozacak olan şeylerden de sakın. Hırslı
olanlar ve şehvetlerine düşkün olanlar hayatını karartır.
Vefasız kişilerle beraber olmaktan sakın. Sadece mümin olanla dostluk
kur. Yemeğini de sadece takva sahibi olanlar yesin. Facirle dost olma ve
onunla beraber olmadığın gibi onunla oturanlarla da beraber olma. Aynı
şekilde onunla yemek yemediğin gibi onunla yemek yiyenlerle de yemek
yeme. Onun sevdiğini sevme ve sırrını onunla paylaşma. Ona tebessüm
etme, meclisinde ona yer açma, eğer bunlardan birini yapacak olursan
İslam’ın sınırlarını aşmış olursun.
Sultanın kapısına, onun kapısına varanların kapısına ve onlarla aynı
arzuların peşinde olanların yanma gitmekten sakın. Onların fitnesi Deccâl’in
fitnesi gibidir. Onlardan biri sana gelecek olursa onlara karşı suratını as ve
onların hiçbir şeyini önemseme. Yoksa haklı olduklarını zannederler ve sen
de onlara bunda yardım etmiş olursun. Onlar beraber oldukları her bir kişiyi
kirletirler. Sen kokusu ve tadı güzel olan portakal gibi ol. Dünyaya düşkün
olanlarla dünyalıkları hakkında tartışma. Öyle yaparsan böyle kişileri
insanlara sevdirmiş olursun.
Günahtan da sakın. Yoksa Allah’ın gazabına müstahak olursun. Bil ki
Allah katında Hz. Âdem’den üstünü yoktur. Onun çamurunu eliyle
yoğurdu ve ruhundan ona üfledi. Onu, meleklerin kendisine secde etmesiyle
müşerref kıldığı gibi, Cennete de koymuştur. Ancak işlediği bir günahtan
dolayı da Cennetten çıkarılmıştır.
Kardeşim! Bil ki Allah hiç kimseyi günahla Cennete koymaz. Allah’ın
yeryüzündeki halifesi Hz. Dâvûd da yapmış olduğu bir günah sebebiyle öyle
şeylere maruz kaldı ki, biz o günahı işleyecek olsak: «Bu da günah mı ki?»
diye düşünürdük. Kardeşim! Allah’tan kork! Günahtan ve günahkârlardan
uzak dur. Çünkü günahkârlar, Allah’ın cezasına müstahak olmuşlardır.
Süfyân es-Sevrî 349

Malınla ve bedeninle kardeşlerin için çalış. Gizli olsun, açıktan olsun


onları sakın aldatma. Cahillerden ve onlarla birlikte oturmaktan, fecirlerden
ve onlarla birlikte oturmaktan nefret et. Çünkü Allah’ın korudukları hariç
onlara yakın olanlar kurtulamazlar. İnsanlarla beraberken mütebessim ve
,güler yüzlü olmaya bak. Yalnız kaldığın zaman ise çokça ağlamaya
günahların sebebiyle) endişelenmeye ve hüzünlenmeye bak. Allah en iyisini(
bilir; ama bildirildiğine göre kıyamet gününde mümin, amel defterinde en
çok iyiliği bu tasası ve üzüntüsü dolayısıyla görecektir. Yapmacık bir
huşûdan sakın! Kalbinde olmayan bir huşûyu yüzünde göstermekten uzak
dur !”

، ‫د ب ن عت ما ن ب ن أ ي ي فس ه‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫د الثا ب د‬ ‫م حم‬ ‫تع ي د ب ن‬ ‫ح دثت ا‬ U a / y [ - ) ٩٦٨٢(

‫ ثت ا أب و ب ك ر ب ن‬، ‫ ثغ ا أ خ ن ت ب ن إ شحا ى‬، ‫ ح ؤثت ا أي ي‬. ‫ ثن ا أي ي‬،‫ثن ا م ح م د ب ن هم د الل ه ب ن ن م ير‬

‫م " محثي‬ ‫ قادت قات عبد ال م ثق‬،‫ ثن اي حيى ئئ أيوب‬،‫ ثن ا ا لخشن ثق عئ‬، ‫أيي غ ا م م‬
‫ ه ا دا غئد‬،‫ ن م ائهإلى إ ل ننؤلؤ‬،‫ وتل م عإي‬،‫ ئأ خذ بج د ي‬C‫سمتا ن الثوري نم ن الهثثا وا لم روة‬

‫ ظ أ م في‬:‫ ث\زت‬، ‫لئ ا آث‬،‫ مح‬،‫ا ن وا|ئ م ك ة‬5‫ل غلى با<ب منزنه ينتظره ل‬،‫؛ ض ز ى ع ئ ظع‬

4‫ إل‬،‫ت ا إلف‬-‫ م ح ق غي ظ ئ ز أ ز ي ي ظ غ بش إ‬:‫ئ م ح لأ‬ ،‫م بمف‬ ‫ض أ ط مح ث ة‬ ‫؛‬

3 ‫وا ال ه ال‬1‫ قؤم هأخثزوه أ ي قد ر‬٥٤^ ‫ن قد‬ ‫ ثأختزة عتد ه ثحي أثت‬،‫ ال ة‬-‫"ى ن يتهيأ لل ص‬

،£‫ و ي د ه ف ي ت ب‬،‫ب ذلل ف‬ ‫الثاسئ‬ ‫ي ؤذ ن‬ ‫ا نحتأال ب م‬ ‫بمع د‬ ‫ن‬ ‫ي أم ز م‬ ‫ ثا م ء أ ن‬، ‫ج ة‬ ‫ال ح‬ ‫ل ذي‬ ‫ال‬ ‫ه‬

، ‫ ح ز م ك م م‬4‫ا ءصثه م ن طعا م‬-‫فه‬


‫م ج إ؛ي نف ز؛ ي‬-‫ دأ‬، ‫ غ ز ا ي ب‬١^ ^ ‫ م د‬-‫و رك عتد الص‬

،‫ قادت هأ ح ذ بيده قذ ه ب يؤ إلى ا ل م هد ي وه و يج ش‬، ‫ن جعان ا ئأ و ج ميعا‬ ‫و جئن‬

‫ ن ا ف ذ م اشت ا طي ط ؟ ن ا غدو القزاؤقا ث ؟ ! خ ج غ ي ئ‬:‫ئلئ ا ؟ة ض ا خ ب ا ض ضئؤ‬

،‫ د و شو قبيئ؛‬،‫ قزو؟ قيد ت كذ؛ وكذ! د؛ثا ال‬1‫ححس‬- ‫في‬ ‫م‬ :‫ نتأ ت‬، ‫الح هالد_ا‬

" ‫ م م ت أ ء ق ا ا‬:‫زائثئ ت‬

Abdullah b. Numeyr anlatıyor: Süfyân es-Sevrî’yle Safâ ile Merve


arasında karşılaştığımızda kolumdan tutup selam verdi, sonra da evine gitti.
Gidince zamanın Mekke valisi Abdussamed b. Ali’nin, evinin kapısında
350 Süfyân es-Sevrî

©turmuş onu beklediğini gördü. Abdussamed onu görünce: “insanlar içinde


:müslümanları senin kadar aldatan başka birini tanımıyorum” dedi. Süfyân
Senin bana gelmenden daha önemli bir işim vardı” karşılığım verdi. Zira“
namaz için hazırlanıyordu. Abdussamed, bazılarının gelip Zilhicce hilalini
gördüklerini söylediklerini ona aktarınca Süfyân ondan birilerini dağa
.gönderip bunu insanlara ilan etmesini istedi. Söylerken de elini tutmuştu
Sonra Abdussamed’i kapıda bırakıp kendisi içeriye girdi, içerden içinde
ekmek kırıntıları, parçalanmış peynir bulunan bir sofra çıkardı ve oturup
.birlikte yediler
Daha sonra Abdussamed elinden tutup Minâ’da bulunan Mehdî’nin
yanına götürdü. Süfyân onu görünce en yüksek sesiyle şöyle dedi: “Bu
çadırlar ne? Bu otağlar ne! Oysa Ömer b. el-Hattâb haccettiği zaman kendisi
için ne kadar harcama yapıldığını sormuş, çok az miktarda da dinar sarf
edildiğini söylemişlerdir. Buna rağmen: «israf etmişiz» demiştir.”

‫ ثت ا أب و ه ث ا م‬، ‫ ثن ا ال خ ش ن ب ن حثا ش‬،‫ح دثنا أب و ب كر القئن حجح‬ ]n/vl “) ٩٦٨٣ (

‫ " ال ي‬: ‫ائ د‬ ، ‫ي ا زلئ ئ ت ج د يال ت ؤ م ز‬ :‫ق ا د ؛ ي‬ : ‫ ئا د‬،‫م تق أ ي ر ز ئ‬ ‫ ظ ال‬، ‫اوقمح إ‬

‫ وال ي‬، ‫ؤق ز ثق يكت ب إ ر‬ ‫ ونما ي ي ق د‬، ‫ئ ف ذ ت‬ ‫قد‬ ‫ش مثا ن وأ خبره أ ن ئف ش ي‬

‫ هأخمته‬،‫ق د م ت اثكوقه هأثئت ش مث ا ن‬ ،‫ييغ أكت سي به‬


‫ ل ه ي صلني م‬، ^ ٠^ ^ ١
،‫ فنشزفا غل ى ا لأرض‬، ‫ مح د ح د اال ؛از مح أ خ ر غ دؤرظ فيه ي ث ئ ثا ب ت ة‬، ‫ينا ها د ل ي متا ر ك‬

٠٠ ‫ ت ا ه محدثا ي ا ي‬، ‫ لن نضخ محازأل بث ل ف ذا إل ت ي أل ل ت ؤ ب ز‬:‫ق ات‬

Nadr b. Ebî Zür’a der ki: Musul’da Mübârek b. Saîd bana: “Süfyân’ın
yanma git, nafakamın bittiğini, giysilerimin eskidiğini bildir. Yine Musul
valisine bu yönde bir mektup yazmamı söyle. Belki giymek ve daha güzel
görünmek için bana bir şeyler verir” dedi. Kûfe’ye gidip Süfyân’ın yanına
geldim ve Mübârek’in bana söylediklerini ona aktardım. Süfyân evine girip
içinde kuru ekmek kırıntıları bulunan bir kap çıkardı. Ekmeği yere serip:
“Şayet Mübârek bunun gibisine razı olsaydı Musul’da olmazdı. Onun için
mektup yazmam” dedi.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪351‬‬

‫(‪[ -) ٩٦٨٤‬ما‪،\/‬غ] حدثن ا ئ ح ئ د بن أخنت بن ا ل ح ش‪ ،‬زنث ما ن بن أ ح م د ‪ ،‬قا الت ى‬

‫>ئتي ن‬ ‫كت ب‬ ‫مثا رلث ب ن تع ي د ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫ثن ا‬ ‫ي‪،‬‬ ‫صالح العجل‬ ‫ع ث د الل ه ب ن‬ ‫س ئ و ت ى ‪ ،‬ثت ا‬ ‫بت م‬

‫ض القيا م ع ق محامب ث‪ ،‬و ي ك ن ا لخزت م ذ ب ال ك ‪ ،‬ؤالث ال ر "‬ ‫؛ ي " أ ظ ه ث‪ ،‬فا‬

‫‪: :Süfyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı‬لكل ‪Mübârek b. Saîd der‬‬
‫”‪Aîlene gereği gibi göz kulak ol ve ölümü aklından çıkarma. Baki selam“.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٦٨٥‬م ا‪ /‬آ ا] خ ا؛ثن ا عئذ الل ه بن م ح م د ئن جعف ر‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن م ح م د ئن‬

‫ركريا ‪ ،‬ثت ا ت ل م ه بن فبي ب ‪ ،‬ثن ا شهد ى ع ا صم ‪ ،‬ما د ‪ :‬ت ب ن ت م ح م د بن أيي تن صوي‪ ،‬أؤ‬

‫م ه و الؤ ‪،' ٠‬‬ ‫غتزة‪ ،‬ق ا ‪3‬ت " غ ا ئ ي نق إ ن ز ج ال م ن إ حزانه "ك ا ن ه م أن بملب س ب ق يغ م ن‬

‫تج د ق صتملث ت خ ال ةمح ق ت أ د‬ ‫ق ات ق‪ '٠ :‬ي أب ا عند ال م ‪ ،‬إن ع ئ م حا الم "‪ ،‬قا د‪ '٠ :‬لأن‬

‫م ه و الؤ "‬ ‫عش ا لأبواب‪ ،‬ح ر م ن أن تد خ ل ي ف ي ء م ذ‬

‫‪Süfyân es-Sevrî, yöneticilerden birinin emrinde bir işte çalışmak isteyen‬‬


‫‪bir kardeşine sitem edince, adam: “Ey Ebû Abdillah! Bakmak zorunda‬‬
‫‪olduğum bir ailem var!” dedi. Bunun üzerine Süfyân ona şöyle karşılık‬‬
‫‪ Kapı kapı dolaşıp dilenmen, onların‬؛‪verdi: “Utandıracak işlerin altına girme‬‬
‫”‪emrinde bir işte çalışmandan daha hayırlıdır.‬‬

‫(‪ [ “) ٩٦٨٦‬؟‪ ] ٤٩/‬ثن ا عئذ الل ه بن م ح م د بن جعف ر‪ ،‬تما عبد الل ه بن م ح م د بن‬

‫ركريا ‪ ،‬ثن ا سلم ه ب ن ث م‪ ،،‬ثن ا م نهل بن ع ا صم‪ ،‬عن زغ ب بن إن م ا عيد ا ل أتد ي‪ ،‬هالط ‪:‬‬

‫ت ت ه ن غ ر ز ف قل ئ ث ؤ ة شز‪3‬ا إ ‪ ،‬ق و‬ ‫ه م حا ؛ة ر ي ل ن ت أله غ ذ‬ ‫و‬ ‫ء ع د ئ؛ ظ ذ‬

‫إث ه ‪ ،‬قأ <ء ن ئ ‪ ،‬إل ت أ ه ال ة ئ ‪ ،‬ق ف ي [ي ق ن ي ن ئ ‪ ،‬مم‪1‬ت ه ‪ ٠٠ :‬ي أي عبمد اش ‪،‬‬

‫ه اثبي>‬ ‫ي م ‪ ،‬ز أ ت أ ك ق ئ ؤ وئ ثم أ ئ رمتث غش؟ ! " ق ات ‪" :‬‬ ‫مب أ ك ‪^ ٥١‬‬

‫^‪ ١‬اءل ذ ي ظ ى أ ي ن ق أي م ء ن ز‬ ‫ئ ئأ ش ‪ ،‬أ خ قتيء وين بؤ؟ '‪ ٠‬ص ‪ ٠٠ :‬ا لث؛ئ " ص‪" :‬‬

‫م ن القثؤ؟ هذه نغة مننه ا ز ي د ن وء يه‪1‬ال لث أ و معت ل م ‪ ،‬ال س ث نبسنته اا ‪ ،‬د ا ‪ '٠ : 3‬فئزغ‬

‫م ه‪ 1‬م مح ذ ه ب‬ ‫ئ أ ب ث هل؛ ال‪،‬‬ ‫‪ ^ ^ ١‬قل ئثزثة‬


352 Süfyân es-Sevrî

Vehb b. ismâil el-Esedî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’nin yanındayken,


başında siyah takke bulunan bir adam geldi ve ona bir şeyi sordu. Süfyân
adama şöyle bir baktı ve ondan yüz çevirdi. Adam aym soruyu ikinci kez
sorunca Süfyân yine adama önce baktı, sonra da yüz çevirdi. Bunun üzerine
adam şöyle dedi: “Ey Ebû Abdillah! insanlar sana bir soru sorduğu zaman
onlara cevap veriyorsun. Oysa ben sorunca önce bakıp sonra da yüz
çeviriyorsun!” Süfyân: “Bana böylesi bir soru sorarak neyi amaçlıyorsun?”
diye sorunca, adam: “Sünneti” karşılığını verdi. Süfyân: “Peki şu başında
bulunan takke de sünnetten midir? Oysa bu sünneti kötü biri olan ve Ebû
Müslim denilen bir adam ortaya çıkarmıştır. Bu adamın da sakın sünnetine
tâbi olma!” deyince adam takkesini çıkarıp yere koydu. Az bir oturduktan
sonra da kalkıp gitti.

‫ثت ا‬ ،‫د ب ن ا ل خث ن‬ ‫م حم‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا إبراهي م‬،‫جعف ر‬ ‫غ ي د ال ث ؤ ب ن‬ ‫ح دثت ا‬ [o*/v] - ( (٩ ٦ ٨ ٧

‫ ش م ع ت ال ت ؤ ر ي‬: 3 ‫ ءا‬، ‫ ثئ ا ي ح ي ى ب ن ي ما ن‬،‫ ثن ا م ح م د ب ن زئ ر ا ن‬،‫ ت غ ذ ب ن م ح م د ال تي ر و ئ‬،

‫ ؤزأى نأم ح ل غ د ز م‬٠' :‫ " م حق ظ لآكون إ ي إذا ل أقي ز بما ن ظرن أ " قات‬:‫ق و ل‬

‫مدت خئ‬
‫ " زئغلق ض ب‬:‫ قات‬،" ‫ه م ائخخ‬ ‫ وذ و‬،‫" ققثزأ شزذاغ‬
Yahya b. Yemân der ‫نكل‬: Süfyân es-Sevrî’nin: “En sevmediğim şey onları
(başkaları görecek şekilde) gece namaz kılarken görmemdir” dediğini işittim.
Yine başında siyah bir takke bulunan ve hac konusunda ona soru soran bir
adam görünce: “Senin şu halin bir hac değerindedir” dedi.

، ‫إب زا ه ي ز ب ن سع ي د ا ل ج و ه ر ي‬ ‫ثن ا‬ ، ‫اب ن م غ ذ ا ن‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ع ت د الل ه‬ ‫ م ه ا ح دث ن ا‬/ ‫ ا‬/ ‫و‬ - ) ٩٦٨٨(

‫ ظ‬5 " : 3 ‫ مما‬،‫ييل ئ‬


‫ عند ن ق؛ا ذ ج ئ اسسق_ضئ <ف‬1‫ مح ئ جا ل ث‬: ‫ظ د‬ ‫ثط م ح م د بن‬

‫ ئدئغ‬،‫أ خذه داود بن عل ي ؛أمحا م ه ح ز ورم ت قد ما ه‬ ‫ا ل م عت م ر‬ ‫' ل ك ن من صور بن‬،‫ر ج ل أفند‬

‫م يخر جه ح ز نا ث رم‬ ، ‫ا ل ع ه د محوصع ة في”كوة بس ه‬ ‫إثه‬

Muhammed b. Sâbık der İri: Şerik kadı olarak tayin edildiği zaman
Süfyân: “Bu kez hangi adamı bozdular” dedi ve şöyle devam etti: “Dâvud b.
Ali, Mansûr b. el-Mu’temir’i yakalayıp ayakları şişene kadar ayakta
Süfyân es~Sevrî 353

durdurmuştu. Mansûr kadılık görevini iade edince de onu evindeki kiiçiik


bir odaya kapattı ve ölene kadar da oradan çıkarmadı.”

‫ ثئ ا م ح ئ د ب ن ال ن ت ز‬، ‫ ثن ا عتئ د ب ن عش ا م‬، ‫ح د ق ا أب و ب ك ر ا ل طئ ح ئ‬ ] o » / v [ - ) ٩٦٨٩ (

‫وم‬1‫ م‬٠٠ :‫ يقولت‬،‫ ش م ع ت ي حش س ي ما ن‬:‫ م ولت‬،‫ سمع ت بث ر بن الحا ر ت‬: ‫ ها د‬،‫ائ؛ؤاز‬

‫ب ي أئ‬، ‫م‬ ‫ " ي أ?ا‬: ‫ نج د‬، ٠' ^ ١^ ٥١٤٤ ، ^ ١ ‫تا مء ئ اذ م حز و أ \ ل‬:‫زإ‬


‫ر‬ ،‫ئ م ح لأ‬

٠٠‫شيء؟ " ه د ت " ن ي أء م ا نملخق‬


Yahyâ b. Yemân bildiriyor: Bir defasında Süfyân es-Sevrî ile Îbrâhîm b.
Edhem sabaha kadar ayakta kalıp müzakerede bulundular.” Ravi der ki:
Yahyâ’ya: ‘‫؛‬Ey Ebû Nasr! Hangi konuda müzakere ettiler?” diye sorulunca,
Yahyâ: “Müslümanların durumunu müzakere ettiler” dedi.

‫ ثن ا‬، ‫لأف ج‬ ‫أ ب و صع ي د ا‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ن ب ن حب ا ش‬ ‫ثن ا الح س‬ ، ‫أب و ب ك ر‬ ‫ م ه ا ح دث ن ا‬/ ‫ل م ا‬ - ) ٩٦٩٠(

‫ي ت د في جن ازة ال م د‬
‫ميزا تن ا م ح ث أزى غ م ا ن م فث غ ا ل رأس م‬ ٠' :‫ هات‬C‫ي حيى بن ي ما ن‬

"‫ؤا ل أت ؤ‬

Yahyâ b. Yemân der ‫لكل‬: “Süfyân es-Sevrî’yi köle veya cariye olanların
cenazelerinin peşinde başı bağlı olarak hızlıca yürürken görürdüm .”

‫ ثت ا م ح م ذ بن مه د الل ه بن‬، ‫ ثن ا ا ل ح س بن خي ا م‬، ‫ ] حدثت ا أث و ؤ م‬o . / v [ “) ٩٦٩١(

‫ " إذا كا ذ‬:‫ بمولط‬، ‫ ش م ع تش متا ن‬:‫ يمولط‬،‫ ت م ع ت عتذ الل ه س داؤذ‬: ‫ قا د‬،‫جعف ر ال زهري‬

" ‫ ئه و م دا ه ن‬،‫حيرانة عنه راض ون‬- ‫النأا س ل‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لظ‬: “Kendini ibadete veren kişiden eğer komşuları
razıysa, bu kişi dalkavuk demektir.”

‫ ثن ا عبد الل ه بن‬،‫ ثن ا م ح م د شر م ح م د ثن ع مته‬،‫ ا م م ] حدثن ا أبو بكر‬7 ‫ ل‬-) ٩٦٩٢(

‫ أن يثمنوه‬،^٠^ ١ ‫م‬ ‫ال‬ ‫ يتثغى‬٠٠ : ‫ مو لت‬، ‫ ش م غت ذفا ن‬: 3 ‫قا‬ ‫ ظ أثو‬،‫ت ع يد‬

C‫واد مهل؛ت مئ رئتة‬ ‫ ع مر متيغيه‬١^ ٢^ ٧١ ‫ عش‬،^ ^ ١ ‫ة ش ق‬ ‫إل‬ ،^ ^ ^ ١

٠' ‫ |ن قتز‬öljf ‫ظ ضزب‬ ‫ثم آ و أن بيده‬، ^ ^ ^ ١ ‫شث م ى ن ك زه‬


Süfyân es-Sevrî 354

Süfyân es-Sevrî der ki: “Ailesinin, ölecek olan kişiye şahadet getirmesi
yönünde telkinde bulunması gerekir. Zira ölüm meleği gelip beline
batırınca artık konuşamaz, bilinci de kapanır. ‫ ه‬anda can çekişmeye başlar
ki elinde kılıç olsa babasını vuracak duruma gelir.”

‫ ثن ا أبو‬c‫ ثن ا \لل بكر بن م ع دان‬،‫اه] خ ا؛ثن ا عئد انلؤ بن م ح م د بن ج عفر‬/‫ )" [ مم‬٩٦٩٣(

‫ الثوري إ ال‬0 ‫ ن ا لم ي ت ن ف ا‬٠٠ :‫ قات‬،‫ أ ح ريى عط اء اك ئ افث‬،‫ ثن ا ائئيذ‬، ‫غ ا م ال د مشق ئ‬

" ‫ ق ه‬،^ ١‫ قي أم‬0‫حث أذ م‬


‫ أءم‬٠' : ‫؛‬١١‫ ؛‬٠' ‫ "ظثمحق؟‬:‫ قلق‬،" ‫ث ط‬
Atâ el-HafFâf bildiriyor: Süfyân es-Sevrî ile ne zaman karşılaşsam hep
ağladığını görürdüm. Ona: “Derdin nedir? Neden hep ağlıyorsun?” diye
sorduğumda ise: “Ümmü’l-Kitab’da bedbaht biri olarak yazılmış
olabileceğimden dolayı korkuyorum” dedi.

‫ثت ا‬ ،‫ثيب ه‬ ‫د ب ن أب ي‬ ‫م حم‬ ‫د بن‬ ‫ ثن ا أ ح م‬،‫جغمر‬ ‫محلم د ب ن‬ ‫خا؛ثئ ا‬ ] ‫ا م‬/‫[ م م‬ " )٩ ٦ ٩ ٤ (

‫ م سمي ان‬:‫ ه ات‬، ‫ ثن ا مح ذ ال ش ر بن أبي حال د‬،‫أث وب ي بن س م حا ن‬.‫ ذ ب ي‬،‫ا م حري بن بك ار‬
‫ أن ا ع ل م ت‬، ‫ " يا ف ح‬: ‫ ق ات ل ة‬،‫بض ت ا ب محلث به الث امن‬
‫ ^ ^ب ال ما ضي ؤهؤ يتك ل م ب م‬١

". ‫م خض مح ؤ الثة‬ ‫ نث ا ز ك مح ث ن في وي و اق ا‬،‫ث ه ا خل لأون‬


‫ه ثنت ا بمفث م‬ ‫أن‬

Abdulazîz b. Ebî Hâlid anlatıyor: Süfyân es-Sevrî, insanları güldürecek


şeyler anlatan hâkimin yanma uğrayıp: “Ey ihtiyar! Allah’ın, batıla dalanları
dirilteceği günden haberin yok mu?” dedi, ölünceye kadar bu sözü
unutmadığı hâkimin yüzünden belli oluyordu.

،‫ ^ ^ بن إدري س‬١‫ أمحآئا‬، ‫ ] حدت ا م ح م د بن حم د الؤ ح م ن بن ا ك ن ز‬٥١/‫)" [ ؟‬٩٦٩٥(

، ^ ^ ١ ‫ت غ مان‬ ‫شمع‬ : ‫تزيف ب ن أ ي ي ا لح ك مممء ئا د‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ش ب ن فث ا ض‬ ‫يح‬ ‫د بن‬ ‫ثن ا ن ح م‬

٠٠ ‫ ؤ ال دكون ذ ك ذا أ خد سواه‬، ‫ إل س أأل غض ب‬١^ ، ‫ يا م ن إذا ن ئ د رح ب ي‬٠٠ : ‫ي مولط‬

Yezîd b. Ebi’l-Hakîm der ki: Süfyân es-Sevrî’nin (dua ederken): “Ey


kendisinden bir şey istendiğinde hoşnut olan, istenmediğinde de öfkelenen
ve bu özelliğe sadece kendisi sahip olan (Allahım!)” dediğini işittim.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪355‬‬

‫س‬ ‫(‪/ [ -) ٩٦٩٦‬ا ‪/‬ا م ] حدثن ا أ خ ئ د ي ن إ ت خ ا ق‪ ،‬ثت ا أب و ال م ا س ا ل ج م ا لأ‪ ،‬ثن ا فث ا م‬

‫م ح م د بن ا‪3‬ت عما ن‪ C‬ثعا أيي‪ ،‬ثن ا وك ح‪ ،‬قا د ‪ :‬ش ج ن ت غ م ا ن‪ ،‬يمولط‪ ٠٠ :‬بلثثا أن الب ح ر‪،‬‬

‫م حج م ح ة أ ا ‪/‬‬

‫‪: “Bize ulaşana göre deniz bir tulumdan‬نط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪çıkmaktadır.‬‬

‫(‪ ] ٠ ٧ ٧ [ -) ٩٦٩٧‬حدثن ا نلت ما ن بن أ ح م د ‪ ،‬ثغ ا ائحص زم ي‪ ،‬ثغ ا أ ح م د بن أشي‪.‬ح‬

‫ؤثت ا ت خئ ن بن عل ى‪ ،‬قادت ش ج ن ت عئد الل ه بن م ح م د ائ م وي‪ ،‬ب مولأت ش م ع ت أث ا ‪،‬ت ع ي د‬

‫ا ل آث غ‪ ،‬م و لت‪ :‬ش م ع ت ي ح ش س ي م ا ن‪ ،‬م ولت‪ :‬ش ج ن ت نقي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬ثق ون ‪ " :‬م ن ل م‬

‫يمم ت ‪ ٢‬يحس ن أن ئ رأ "‬

‫‪: “Çocukluğunu yaşayamamış olan kişi iyi bir‬كل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪Kur’ân hafızı da olamaz.‬‬

‫(‪ ] o>/v [ -) ٩٦٩٨‬حدق ا غلتن ا ن بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن عل ي‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن علي‬

‫التوبه ا ري‪ ،‬ثت ا إبرا من؛ بن ش م ا س‪ ،‬ثن ا بمش س ي ما ن‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت نقيا ن التؤري‪،‬‬

‫إل‬ ‫ؤر'ءمح‬ ‫ق ودت " لحت الثاس م ن ر ج م م ن قويه إ ر قراءته‪ ،‬نفث الثاس م ن ر ج م ثن‬
‫'‬ ‫محم‪-‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “İnsanların en hayırlısı çocukluğunu yaşadıktan‬‬
‫‪sonra Kur’ân hafızı olan kişidir, insanların en kötüsü de Kur’ân hafızı‬‬
‫”‪olduktan sonra çocukluğuna dönen kişidir.‬‬

‫(‪ -) ٩٦٩٩‬ل ال ‪ /‬ا م ا خ ا؛ثن ا أيي‪ ،‬ثن ا ث خ ث د بن أخن ت بن أيي يمحى‪ ،‬ثن ا أث وب ك ر بن‬

‫عل ي ب ن ئ ي ن ا ن ‪ ،‬قا د ‪ :‬ت م ن ت ب ش ن ب ن‬ ‫ثن ا‬ ‫ائ؛ؤار‪،‬‬ ‫ب ن صبي ح‬ ‫ن ذا ؤ ذ‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫الن عما ن ‪،‬‬

‫اخلا ر ج ‪ ،‬قات‪ :‬عن ي حيى بن ي ما ن‪ ،‬هالط‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن التؤري‪ ،‬م ود‪ " :‬لأن أشم ري‬

‫ضي م م ر ‪ ،‬أ خ ي ؛ ئث ئ أن أفت ر ي ث ن م ئ بمرأ "‬ ‫بن‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “işgüzar bir çocuktan bir şeyi satın almam benim‬‬
‫”‪için işi Kur’ân okumak olan birinden almaktan daha iyidir.‬‬
‫‪356‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫غش‬ ‫ثن ا‬ ‫د ب ن زيا د ء‬ ‫م حم‬ ‫أ خن د بن‬ ‫ثن ا‬ ‫ع م ن‪،‬‬ ‫ال ئ ئ ب م بن‬ ‫مه د‬ ‫لال ‪ /‬ا م ا حدق ا‬ ‫‪“) ٩٧٠ ٠‬‬

‫‪: “Kur’ân hafızlarından biriyle arkadaş olmaktan‬قط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫! ‪ Çocuklarla arkadaş olun‬؛‪sakmm‬‬

‫(‪ ٢/ v 1 -) ٩٧٠١‬ه ‪ t‬حدثن ا أيي ‪ ،‬ثن ا ت خ ئ د بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ثعا عئد الله س م ح م د بن‬

‫ائقث؛ؤ‪ ،‬ذ ظوا ص‬ ‫ئ قا ق‬ ‫" أولئل ق‬ ‫قا ت غ م ا ن ‪:‬‬ ‫ثن ا أ ي‪ ،‬عن ابن أ ي ج مي ل ‪ ،‬ق ات‪:‬‬ ‫نما ‪، 0‬‬ ‫ال‬

‫الثؤ ومح ن المئ ب ذ "‬

‫‪: “Onlar Kur’ân hafızlarının basıklarıdır. Zira Allah‬كل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪ile O ’na yönelmek isteyenlerin arasına girmişlerdir.‬‬

‫(‪y /y [ -) ٩٧٠ ٢‬؛‪ ]،‬حدتما م ح م د بن أ ح م د بن ا ل ح ش ‪ ،‬ونلت ما ن بن أ ح م د ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا‬

‫هات‪ :‬ك ت ب نث؛ ا ن‬ ‫سع ي د ‪،‬‬ ‫ثن ا مب ارلث بن‬ ‫ي‪،‬‬ ‫بن صاب ح المجل‬ ‫الل ه‬ ‫ثن ا هم د‬ ‫وت ى‪،‬‬ ‫ب س بن م‬

‫إ إل " أث ا بمد‪ ،‬فأخ س ن ا خل ا م ظى ءث الل ق ‪ ،‬و كف ن ائنؤ ت م ذب اللث‪ ،‬وا لغ ال م "‬

‫‪: :Süfyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı‬لط ‪Mübârek b. Saîd der‬‬
‫”‪Ailene gereği gibi göz kulak ol ve ölümü aklından çıkarma. Baki selam“.‬‬

‫بغن تن م ح ا ذ‬
‫م‬ ‫ه ئ ا أل ص ي ل‪،‬‬ ‫نم د ‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪ [ -) ٩٧٠٣‬؟‪ ] ٠٢/‬خدك ا ئ ي ن ا ذ ئ‬

‫بن تع ي د الصرير‪ ،‬ق االت ثن ا أ ح ن ذ بن يون س‪ ،‬ثن ا ال ئغ ا ش ى ع م نان‪ ،‬ها د ‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن‬

‫^‪١‬‬ ‫م ظم ‪،‬ف اء دا ن ا‪-‬ثوا ‪١‬‬ ‫‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬ق و ل‪1 " :‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “insanlar uykudadır, öldükleri zaman da‬‬


‫‪uyanırlar.‬‬

‫عثت د ب ن‬ ‫ثا‬ ‫حص ت ن ال ؤا د ع ي ‪،‬‬ ‫ثن ا أب و‬ ‫مغليت ا ن ب ن أ خ ن ذ ‪،‬‬ ‫حد ت ا‬ ‫[ ؟ ‪] ٠٢/‬‬ ‫(‪- ) ٩٧٠٤‬‬

‫إق ه‪،‬‬ ‫ز ج ل أ جل س‬ ‫غش‬ ‫دل ي‬ ‫ل ن م ا ن ال ت ؤ ر ي ‪:‬‬ ‫العا ب د ‪ ،‬قا ت ‪ :‬قلق‬ ‫ئ د‬ ‫مح‬ ‫بك ن نخ‬ ‫مي س ‪ ،‬ثغ ا‬

‫ائت‪” :‬تلل ف ض ا لئ ال ت و خ د "‬


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪357‬‬

‫‪Bekr b. Muhammed el-Âbid bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Bana‬‬


‫‪,kendisiyle oturabileceğim bir adam göster” dediğimde: “Böylesi biri‬‬
‫‪bulunması zor olan bir yitiktir” karşılığını verdi,‬‬

‫(‪ ]®y/y [ -) ٩٧٠٥‬حدثما غ ان م ا ن ن أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا ا ل عثايس بن ا ل م ص ل‪ ،‬ثت ا أ ح م د بن‬

‫يون س‪ ،‬ظ ن ن غ ا ز ‪ ،‬قا د‪ :‬ش م ع ت ش م ا ن التؤوي‪ ،‬ي م وأل ‪ ٠٠ :‬م ن ا ل ع ج ب أن يظن بأه ل‬

‫‪ ^ ١‬ان و "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kötüler hakkında hüsnü zanda bulunmak pek‬‬
‫‪”!şaşırtıcıdır‬‬

‫‪Takrîb3789-a‬‬

‫(‪ ] öx/y [ ") ٩٧٠٧‬حدبن ا أيي‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن يزيد‪ ،‬ثت ا ع مزان بن م د‬

‫ا ل ر جي م ‪ ،‬ثئ ا أ خ ن ذ بن يون س‪ ،‬هاد‪ :‬ن ئ د غ م ا ن ا همي>‪ ،‬بم عزفت ربلف؟ قات؛ " ب م ش خ‬

‫القزم‪ ،‬ن ش ي ا لهثة "‬

‫‪: Süfyân es-Sevrî’ye: “Rabbini nasıl tanıdın?” diye‬لكل ‪Ahmed b. Yûnus der‬‬
‫‪sorulunca: “Niyetimin geçersiz olduğunu, çabamın sonuçsuz kaldığını‬‬
‫‪görerek” cevabını verdi,‬‬

‫(‪ ] ot'/v [ ") ٩٧٠٨‬حدثن ا أيي‪ ،‬ثت ا أبو حم د ال ر‪ ،‬م ح م د بن إ ن خ ا ق بن ال ول يد‪ ،‬ه ا د‪:‬‬

‫ب و لأ‪ :‬ش م ع ت عثد الؤ ح ن ن ن م هد ي‪ ،‬م و لت ‪ - :‬م‬


‫ش م ع ت عئذ الل ه س غنن بن يزيد‪ ،‬م‬

‫أبين ا ل م ؤمنين ن صا ن إلى الئ صاء‪ ،‬فت حا مى عآيه لتحلمهس ئفشة بنة‪ ،‬ئنئ ا أن ع ل م أثق‬

‫ش حامى عي أنشلت‪ ،‬وهزت م ن القلهتانيت> و جع د كثونتة قى مح ت عبد ا ل ر حمن‪ ،‬وي ش‬


‫^‪ :١‬أين ئذه ب ي ك ؟ ها ‪ ٠' :3‬اعس‪1‬وذي‬ ‫ط ‪ ،‬ه ك "ظ ن عند نؤته ‪،‬‬ ‫بن تع ي دب صعه طث ن‬

‫ين ا بثدك م الثرين "‪ ،‬قثغوئا قزضغ وة يبا ب‬


‫ؤكئ ش ي‪ ،‬وص م ن ي ظى ا ل م م ‪ ،‬زاخبلوا ف‬

‫نش جي ا ل جا مع‪ ،‬ئحاء الق ل طا ن دك شف ن غذ و جهه بعاص ة في ال كاف وي‪ ،‬نكشي إ ز‬

‫و ج د ت ىث_ م ا ن ع ز شرير مئ ر وظ م ن عنيه وكقغه ‪ ،‬ءغصصئه في‬ ‫‪û lü lil‬‬

‫هدمح ن يغد أ م‬ ‫‪ ، ^ ^ ١‬أكظز ظ ئآ‪°‬ئإؤ يؤ‪ ،‬محزقغ عش ‪ £ ^ ١‬أل فن ء نن ازى ور‬


358

Abdurrahman b. Mehdi anlatıyor: Müminlerin emiri, Süfyân(-1 Sevrî)’yi


kadılığa getirmek istedi. Ancak Süfyân, bu görevden kurtulmak için kendini
çok ahmak biri olarak gösterdi. Halife onun bu ahmak halini görünce de
bıraktı. Bundan sonra Süfyân o idareciden kaçtı. Abdurrahman ve Yahya b.
Saîd’in evlerinde on küsur yıl kadar saklandı. Vefat am geldiği zaman
kendisine: “Seni nereye götürelim?” diye sordular, o da: “Beni yıkayıp
kefenleyin‫ ؛‬bir divanın üzerine koyun ve siz taşıyın” dedi. Onlar da denileni
yaptılar ve taşıyıp merkez caminin kapısına koydular. Vali gelince yüzünü
açtıktan sonra da ona. tamamen kâfûr sürdü. Ardından halifeye haber
gönderip: “Süfyân’ı yıkanmış ve kefenlenmiş bir şekilde divanın üzerinde
buldum. Ben de ona kâfur sürdüm. Bu konudaki emrini bekliyorum” dedi.
Bunun üzerine cenazesine katılmak Üzere bin kayık yoia çıktı ve öldükten
birkaç gün sonra defnedildi.

‫ثن ا‬ ، ‫د ب ن ز يا د‬ ‫م حم‬ ‫أ خن د بن‬ ‫ثن ا‬ ،‫عم‬ ‫ع ث د ال ئ ث ب م ب ن‬ ‫ح دثت ا‬ ] ٥٣/‫! ؟‬ “) ٩ ٧ ٠ ٩ (

‫ جا ء ت ئ ثا ن ال ث و ر ي إ ر‬: ‫ قا ت‬، ‫عل ي ب ن هش ا م ال ق ر ش ي‬ ‫ثت ا‬ ، ‫اب ن ن ي ي‬ ‫ثن ا‬ ،‫ق ونف ن بن ن و ص‬

‫ش‬ ‫محت م ط‬ ، ‫و كا ن مع ه ا خ ز‬ ، ‫ب ث ن ي ي م ن ة ب ر ا ه ؛ ؛ بديثا رء محا ع ط آ ة ال د ثا ر‬ ‫بن ك ه‬ ‫صئ ر غ ؤ‬

‫ "نا‬:‫ قاد‬،" ‫ " خذ ديازف‬:‫ قات ه المحئ‬،‫ وذا إر ج ي دثا ت آ م‬، ‫ وئ‬،‫نفاذ‬
" ‫ " ف و ئ ؤ ض‬:‫ قأ د‬، ٠٠ ^ ٠٠١ ‫ ئتت " ف ئ ة‬، ٠' ‫ي ن‬
‫ " ئ ب ؛ ج‬:‫ ؛‬١١٤ ،" ‫أ ز ه‬

Ali b. Hişâm el-Kuraşî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî elindeki dinarı


bozdurup dirhem almak için Memeli bir sarrafa gitti. Sarrafa dinarı verdi.
Süfyân’da bir dinar daha vardı ve o esnada yere düştü. Eğilip almak isteyince
düşen dinarın yanında bir dinar daha olduğunu gördü. Sarraf ona: “Dinarını
alsana” deyince, Süfyân: “Ama hangisi olduğunu bilmiyorum” karşılığını
verdi. Sarraf “O zaman daha hafif olanı al” deyince, Süfyân: “Belki de ağır
olanı benimdir” dedi ve ikisine de dokunmadan yoluna devam etti.

، ‫ ثنا أثو بمو ت ا لم روري‬، ‫ ثن ا أ خن د‬، ‫ م م ] حدق ا عتد ا ل من عم بن ع م‬/\‫ )“ وم‬٩٧١ ٠(

‫ وأب ا ؤئؤ ق‬،‫ ق ادت ق ا د د وئقغث بن أتي اب ق ات لى شئي ات الثوري‬،‫ثن ا اتق م حق‬
‫ قألحذف ا بي مينه ووضغ بن اؤه عل ى‬،‫ فغ ا زقة‬،" ‫ ئا ولع ي ا ل مقئهزة أب وصا‬،‫ إ قوئفئ‬٠٠ ‫ال ن ن ج د‬
Süfyân es-Sevrî 359

، ‫ ؤذا ا ل مهئهزه في يدم عأى حا ل ه ا‬،‫إلئه‬ ، ‫ وي م ت ئا ن م م ف ك زقن طل ع ا ش م‬،‫ح ده‬

‫نن ط قزة أثم ك ن في‬ ‫ ول ت ن ي‬1‫ل‬ ‫ إل أزد مغذ‬٠' : ‫ ئت‬، ‫ه قد طثغ ا ل م ل م‬1!‫ ظ أي عئد ا‬: ‫ق ك‬

" ‫أ رلآيتة إلى هذه الق اعة‬

ibn Hubayk bildiriyor: Yûsuf b. Esbât bana anlattı: Mescidde iken


”!Süfyân es-Sevrî bana: “Ey Yûsuf] Bana su kabını ver de bir abdest alayım
.dedi. Kabı ona verdiğimde onu sağ eliyle aldı, sol elini de yanağına dayadı
Ben uyudum, uyandığımda şafak sökmüştü. Süfyân’a baktığımda su kabı
”!hâlâ aldığı gibi elinde duruyordu. Onu: “Ey Ebû Abdillah! Şafak söktü
diyerek uyardığımda: “Bana su kabını verdiğinden şu ana kadar âhireti
düşünüp durdum!” dedi,

، ‫تن ث خ ث د ئن ي م‬° ‫ط الل ه‬ ‫ ثئ ا‬، ‫ ثن ا أ خ ن ذ‬، ‫ ] خدثثا عتد ال غي م‬or/v [ -) ٩٧١١(

، ‫ ش ج ن ت ئئ؛ا ذ‬: ‫ ه ا د‬، ‫ عن ح ت ف بن ب م س‬، ‫ ثغ ا ت ه د ن ع ا صم‬، ‫ط ه ث ذ قبي ب‬ ‫ثنا‬

‫ ا إل ب ل ليبصربع يه م ال‬0‫ وإ‬،‫ وبمر اق ل ب م ن ا الخرة‬،‫ " بهم ا ت م م ن ال د ك‬:‫م ولت‬

" ‫ب ز؛ال قن ب ان مم غ‬
‫ نإدا أ م‬،‫بره‬
‫ين مم غ ب م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Göz dünyadakileri, kalp ise âhirettekileri görür.
Bazen kişi gözleriyle kendisine faydası olmayan şeyleri görür, ancak kalbiyle
baktığı zaman faydasına olacak şeyleri görebilir.”

‫ثعا‬ ، ‫ا ن أ ي ي ي زي د ا ل أ ش م‬ ‫ثن ا‬ ،‫أ خئذ‬ ‫ئت ا‬ ، ‫ع ت د ال ن ئ عم‬ ‫حد ت ا‬ ] ٥ ٣ / ٧ [ “) ٩ ٧ ١ ٢ (

‫ت " أدي ال ش ا لأخ م ن‬3 ‫ د ا‬، 0 ‫ عن ث مظ‬، ‫ م سايخن ا‬،‫ ح دقتي سس‬، ‫ما نتث ب بن واض ح‬

" ‫ ئآك ون به ا ع اق ال ف ال‬،‫ا أل حزان ا لمحا ءة‬

Süfyân es-Sevrî der İri: “Bazen kardeşlerimden biriyle karşılaştığımda, bu


karşılaşma bir ay gaflet içinde kalmama sebep oluyor.”

‫ثت ا‬ ،‫س ال د م شقجح‬ ‫بن ال ما‬ ‫ئ د‬ ‫ح‬ ‫ ثن ا ث‬، ‫أ ح ن ذ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫هم د ا ئ ئ ث ب م‬ ‫ح دث ن ا‬ ] ö f / v [ - ) ٩٧١٣(

‫ نا ص غخث ت ذ د ق ط‬:‫ قا ت‬، ‫ إ ن أثا صم و ا ت آ‬: ‫ذ ب ن ث ق وي ه‬ ‫أل حم‬ ‫ك‬ ‫مح‬ : 3 ‫ ثا‬، ‫اب ن أ ي ي ا لحو ا ر ي‬
360 Süfyân es-Sevrî

‫ مم د م وا الثته‬، ‫ ما ض ع ف ن بدن ق ط ص م ل غ ق ه‬٠' :‫ ن صا ن التؤري‬3 ‫ ق ات ئ‬،‫عن ثة‬

" ‫اينوث ا‬

ibn Ebi’l-Havârî bildiriyor: Ahmed b. Şebbuveyh’e: “Ebû Safvân:


«Hiçbir beden, niyet edilen bir işte kişiyi zayıf bırakmamıştır» diyor”
dediğimde şöyle karşılık verdi: Süfyân es-Sevrî de bu konuda şöyle demiştir:
“Öncekilerin bedeni, niyetlendikleri işi tamamlamada asla zayıf
düşmemiştir, önce niyet etmişler; sonra da bedenleriyle bu niyetin gereğini
yapmışlardır.”

‫ ئ أ خ ن د بن‬،‫ ثت ا أبو بكر بن عتيد‬، ‫ ثن ا أ خ ئ د‬، ‫ةه] حدت ا ع د ال ن ئ ب م‬/‫ [مم‬-) ٩٧١ ٤(

:‫ م و لت‬، 0 ‫ب ش بن ت ع ي د ا ل مقئ ا‬
‫ ن م ع ث م‬: 3‫ بمو‬،‫ ش م ع ت بشن بن ا ل ح ا رث‬: ‫ محا د‬، ‫ا ل مت ح‬

٠٠ ‫خ رة‬-‫ إبة أق ح الؤغبة أن ئ ل ي ال د يب ع م ل ا ال‬٠٠ : 3‫ ي م و‬،‫ت ب غ ت ش م ا ن التؤري‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “En kötü istek, âhirete yönelik yapılan amellerle
dünya nimetlerini istemektir.”

‫ ثن ا عل ي بن ت ه ل‬،‫ ثن ا م ح م ذ بن ح م ره‬،‫ ] حدثن ا م ح م د ن عل ي‬٥ ٧ ٧ [ -) ٩٧١٥(

‫ اش م ع ثغ اؤ‬: ‫ ما لت ل ل م ث ت ؤه و غلى نري ره‬٠٠ ‫ نق ي ا ن الثوري‬3 ‫ت ئ‬3 ‫ د ا‬،‫ ثن ا أيي‬،‫اث ع داد ي‬

‫ا ة س غ ثلف ا ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “ölüye, henüz yatağı üzerindeyken: «insanların


seni nasıl yad ettiklerini dinle» denilir.”

‫ ثن ا أبو‬،‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن ح ك م‬،‫ ] حدت ا م ح م د بن عل ي‬o i / v [ “) ٩٧١٦(

‫ت م ح ق لأئخ وقؤ‬3 ‫ ظ‬، ‫ نحا ي ون ف ن بن أتت ا ط‬، ‫ ثن ا ت ن ئ ب ن م ح م د‬، ‫ مل ه تين ون بن ط ن ة‬-

‫ ال‬،‫ " يا وئتف ئ‬: 3 ‫ب م ئ‬،‫ ن ح د بتي‬، ‫ ن حاء شقي ا ن ممع د إلي‬،‫ ^ ^ في بغي ا أل ح م ر‬١ ‫أ ط غ‬

:‫ ل ي‬3 ‫ زن ا م ؤضغ ال م حييا أب ا عثد الل ه ؟ مما‬: ‫ ئ ك‬،" ‫ت ئ م إ ال س عزف ن وضع ال ش ك ر‬

" ‫ و ال‬،‫ق خ ن‬، ،‫ئت حث اء‬،‫ و؛ثا ط ق أ ق د ا‬،‫ م م و ظ ئ ق ئ ئ أ ال أتث به يخف‬١^ ^ ^ \‫ إد‬٠٠

Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Kûfe’de Benî’l-Ahmer kabilesinde kerpiç


dökme işiyle uğraşıyordum. Bir defasında Süfyân es-Sevrî yanıma gelip
Süfyân es-Sevrî 361

oturdu ve benimle sohbete başladı. Bana: “Ey Yûsuf! Şükrün değerini


bilmeyen kimselere sakın şükretme!” dedi. Ona: “Ey Ebû Abdillah! Şükrün
hangi durumlarda yapılması gerekir?” diye sorduğumda şöyle dedi: “Şayet
ben sana bir iyilikte bulunduysam, bu iyiliğe senden daha fazla sevindiysem
ancak bundan dolayı sana karşı yine de içimde bir mahcubiyet varsa bana
şükret, aksi halde etme.”

‫ ثت ا ا لث ر ي بن‬،‫ ثت ا م ح م د بن ح م زه‬، ‫حدت ا م ح م د بن غ ئ‬ [ ®l / v] - ( ٩٧١٧)

" I‫ جا م رغي م‬،‫ ا ل ح‬3 ‫ ^ ^ أ خ ذ م ن ف ع ره فن ا ل‬١ ‫' نأي ت>ن صا ن‬٠ ‫ت‬3 ‫ ظ‬،‫ي ح يى; ظ أبو هدبه‬

Ebû Hudbe der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin tıraş olduktan sonra tıraşını
yapan hacamatçıya bir ekmek verdiğini gördüm.”

‫ ثن ا عل ي بن‬، ‫ ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ت ل م‬،‫ م ا حدثغ ا ن خ ئ د بن عل ي‬£ ‫اا‬/ ‫ ل‬-) ٩٧١٨(

‫ت " ؛ن ؛يى صثعيى‬،‫ ممالت‬،^ ٧^ ١ ‫ م أ ة إأى‬،^٤^ :3 ‫ ظ‬، ‫ ئ فعي ب بن حر ب‬، ‫ج س د‬

" : 3 ‫ ق ا‬،" ‫م ح ي‬ ‫ " في‬: ‫ثلب؟ " ق ا ل ئ‬:‫ " ي أ ي ث ؤ ع أ ظ ا‬: 3 ‫ ق ا‬،" ‫ؤ وق ع ت ه‬

" ‫اخ س ه‬

Şuayb b. Harb der ‫ل ظ‬: Kadının biri Süfyân es-Sevrî’ye geldi ve: “Oğlum
benimle ilgilenmiyor ve işini de bıraktı” dedi. Süfyân: “Oğlun ne ile
.uğraşıyor?” diye sorunca, kadın: “Hadis öğrenmekle” karşılığını verdi
Bunun üzerine Süfyân: “O zaman sabret ve bunun karşılığım Allah’tan
bekle” dedi,

‫ ثن ا ع مزو بن‬،‫ ثت ا عتد ا ل عزيز بن أبي ر جاء‬،‫اة م ] حدثن ا م ح ئ د بن عل ي‬¥ ‫ و‬-) ٩٧١ ٩(

‫ " بما ا لآيث‬:‫ ق ا ن‬،‫ ض الثزري‬،‫ ئ ابق ا م ح ارك‬، ‫ ظ وئت ى ين خال د خ س ا م ح ا ؤ‬،‫ور‬

"‫م مح م‬ ‫م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişiye sabrı oranında sevap verilir.”


362 Süfyân es-Sevn

‫ ثتا الحس ي ن بن‬،‫ ثعا حم م بن هم د نبه ا ل ح قن زم ي‬، ‫حدثن ا م ح م د‬- ‫إهء‬/‫ وما‬-) ٩٧٢٠(

‫ " ظ أ خ س ئدل د‬:‫؛ ا همي‬١١‫ ؛‬، ^ ١ ‫ قات‬:‫ قات‬، ‫تن ن ي ي‬:‫ ئ ا‬، ‫ش ا ك ر ال ث < ق دي‬

" ‫ا لآع ساء في م جا ل س ا ل م مزاع ا و ما أقي ح تذل ل ائئقزاؤ في م ج ا ل س ا لأني اع ا‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لط‬: “Fakirlerin meclislerinde zenginlerin hor


görülmesi ne güzel bir şeydir. Zenginlerin meclislerinde fakirlerin hor
görülmesi de ne çirkin şeydir!”

‫ ق ت ظ ذ ن محا ذ‬، ‫ كثرا ال د ك‬،‫ " ت م ا شز الر راؤ‬:‫ا ممت ر ي‬ ‫ ] نق ا د‬o t / y [ -) ٩٧٢١(

"‫م حر ي‬
öm erî der ki: “Ey Kur’ân hafızları! Artık dünyayı yiyebilirsiniz, zira
Süfyân es-Sevrî öldü !”

‫ ح زثئ ا م ح م د‬.‫ ثعا ابن مع د ا ن‬،‫ ] حدق ا عتد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‬oo/v [ -) ٩٧٢٢(

،‫ أ ح م د بن م ح ئ د بن ع م يل‬، ‫ ^ ^ ؟‬١‫ ثن ا أبو‬،‫ ثن ا أ ح م د بن عتيد الثؤ ال دا رم ي‬،‫بن عل ي‬

‫ 'كان ن يا ن‬:‫ قات‬، ‫ ص ئاء ئن ش م‬، ‫م‬ ‫ ظ مح ذ تن‬،‫سد‬ ‫ ث إ و ا ه ز ى‬:‫ق ا ال‬

"‫ه‬ ‫ " ي ت ث‬:‫ ش د لت؛ " ي ق ذا أيت؟ " لأل‬،" ‫ " الئه امز ب د غ ظ‬:‫ ق ات‬، ‫مب د ك‬

Atâ b. Müslim der ki: Süfyân es-Sevrî bize sohbet yaparken: “Gündüz de
görevini yapmaktadır” dedi. Ona: “Bunu yaparak sevap mı alır?” diye
sorulunca: “Bunu yaparak lezzet alır” dedi.

‫ ثن ا ابن‬،‫ ثت ا أ خ ن ذ بن م ح م د ا ل ما س ي‬، ‫ هم ا حدثن ا م ح م د بن ع ل ئ‬/‫ )“ ل ما‬٩٧٢٣(

،' ٠ ‫ ؤئؤ ي سري ق ي ا‬، ‫' نغ ل نت ي ان الثوري ضر تث ا إل‬٠ :‫ ه ا لأ‬،‫ ثن ا يونف ث بن أئت ا ط‬، ‫ن ي ي‬

" ‫ إل ة ق ش ن غ دره مي‬،‫ " دعني‬: 3 ‫هق ا‬

Yûsuf b. Esbât der ki: Süfyân es-Sevrî bir şey satın alıyorken kendisine bir
konu soruldu. Soru sorana: “Şimdilik beni bırak! Zira kalbim dirhemimle
beraberdir” dedi.
Süfyân es-Sevri 363

‫ وأبوت ح شد‬، ‫م ه] حدق ا ائئ ا ني ي أبو أخن ت ن ح م د ن أ ح م ذ بن إبراهي م‬/‫ ل ما‬-) ٩٧٢٤(

: ‫ قا د‬، ‫ ت ا ا;س ثن ا ه‬،‫ ظ أبو ت م د ا ل آف غ‬، ‫ محا أخ ط ى ع ئ ئن ا خل ا ي د‬: ‫ قا ال‬،‫ئ خث ا ن‬

‫ م بؤ ئب ا« ب مم قئع‬،‫ م ث ل ؛ل د ي م ئ د وحم ف علته غشت‬1‫ إل م‬٠٠ ‫ ^ ^ ؛‬١ ‫اثئي ا ن‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لط‬: “.Dünya, üzerine bal sürülmüş bir ekmeğe benzer
Sinek üzerinden geçtiği zaman kanatları kırılacaktır. Ancak kuru bir
ekmeğin üzerinden geçtiği zaman sağlam kalacaktır.”

:‫ ق اال‬،‫^؛‬£١^ ‫ و م ح م د س أ ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د ن حقا ن‬oo/v [ -) ٩٧٢٥(

‫ *' نث فيئب م ؤم‬:‫ قات س مي ا ن‬:‫ه ات‬ ‫ ثن ا ابن‬،‫ ثن ا أبو شمح ي د ا ل آف غ‬،‫محا أ خ ئ د ب ن عل ي‬

" ‫ ه‬، ‫ غ د ظ ق ي ف ؤ الء؟ ق د ط ؛ ظ ى هؤ الء‬: ‫ ظت‬، 0‫م س ل و‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Kays kavga eden bir toplulukla karşılaşınca:
“Bunlar ne için kavga ediyor? Dünya bunlara pek de değerli görünmüş”
dedi.

‫ ثن ا ا لختن بن‬، ‫ ثن ا م ح م د بن أثو ب‬، ‫هه] حدثن ا محاح ي ى أبو أ ح م د‬/‫ ل ي‬-) ٩٧٢٦(

‫ " فين‬:‫ ;غ ول‬،‫ ت م ئ ث م ح ا ذ الئزري‬: ‫ ق ا د‬، ‫ ثن ا عظ الثؤ ن ا ل م ح ا ه‬،‫م ح ث ى ئن بم نة‬

٠٠ ‫ والؤ حاء مصيثه‬،‫بعميه م ن ل م يع د الب الء نغ م ه‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Belaları nimet, rahatlığı da musibet saymayan


İtişi, gerçekten dini anlamış (fakih) biri değildir.”

‫ ثن ا‬، ‫تن م ح ا ذ‬° ‫ ثن ا ي ض‬،‫ ثن ا أبو اقزارس‬، ‫ ] خد ك ا أث و أ خ ئ ذ‬oo/v [ -) ٩٧٢٧(

،‫ " أيع ن ه الل ه نجن ا زؤى عني م ن ال د ي‬:‫ قات ر جإ ئ‬: ‫ ق ا د‬4‫ ثن ا شتي ا نء عن بنضهز‬C‫ا ل منيابي‬

" ‫ ض غ إل س ا أ ظا ي‬: ‫ك أ ئ‬

Süfyân es-Sevrî, birinden bildirir: Adamın biri şöyle dedi: “Allah’ın


dünyalık olarak bana vermediği nimet, dünyalık olarak bana verdiği
nimetten daha değerlidir.”
Süfyân es-Sevrî 364

‫ عن‬،‫ ثت ا ا ل مني ابي‬،‫ ثن ا ي غ ش‬٧ ^ ١^ ١‫ ثعا أثو‬، ‫ ] حدثن ا أبو م ح م د‬oo/v [ -) ٩٧٢٨(

‫ت ظ ش ر ت أن‬3 ‫ه ا‬ ‫ كبمت رأيت‬:‫ هث ا لأ‬،‫ ج اء ن ا ب ي إ ر راهب‬٠٠ ‫ قاتت‬،‫غ م ا ن‬

‫ص‬ : 3 ‫ ث ا‬،‫م ال ي ص ر نج ي‬ ‫بم ح ب ذ م ا ل جنة والنار ه ي عيه ساعه م ن بجار أز‬ ‫أ ح دا‬

‫ \ ل‬: ‫ث أ ظت‬ ، ‫م ني ئ‬ ‫ ظ أ ج محي ال ز ال أ ض غ ا < ى ؛ ال تأت ث‬: 3 ‫ذ وك ش ئ ت ؟ قا‬

‫ إثل ذ إن ث ص ح ك زأ ث معترف لثه‬:‫ ائت‬،‫ال صأي هأتكي خ ز يب ش ا ل ع ش ب ي ن د موعي‬

،‫ ^ ^ ال ثهثغت مب ه‬١ ‫ ال ة‬-‫ ه) ن ءب‬،‫م نلف م ن أن س ك ي زأنث م د ألب ع مل ل ق‬ ‫ب حطست لق‬

‫|ن و س ت غلى‬ ‫أغثيء وكن ذ؛ه ا‬ ‫ ؤ ال‬،‫ ؛نفد في اال؛ى‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ أوص ني‬: 3 ‫ه ا‬

‫ ن ص ح‬4‫ ؤان ص_خ لل‬، ‫ق‬ ‫ ؤإد> وض ع ت وص غ ت‬،‫ع ود ل م دك سزة; و|ن سم ن ئ أ كن ث طيي‬

'٠ ‫ ويأبى إ ال أن ي ح و ط ه م‬،‫ إل ث ب إ يضربوثه ويعئزذوبه‬،‫ث م م ب لأهنه‬1

Süfyân es-Sevrî der ‫لكا‬: :Rahibin biri bir rahibin yanına geldi ve
Zindeliğini nasıl sağlıyorsun?” diye sordu. Adam: “Kişinin cennet ile“
cehennemin adını duyup da gündüz veya gecesinde namaz kılmadığı bir
amnın olmamasını düşünemiyorum” dedi. Rahip: “ölüm ü ne kadar
hatırlıyorsun?” diye sorunca, adam: “Attığım her bir adımda öleceğimi
düşünüyorum. Namaz kılarken öyle bir ağlıyorum ki gözyaşlarımdan yerde
ot bitiyor” karşılığım verdi. Rahibe: “Allah’a karşı işlediğin günahı itiraf
ederek gülmen, ameline güvenerek ağlamandan daha hayırlıdır. Zira
ameline güvenen kişinin ‫ ط‬1‫ لغ ل ك‬:namaz göğe yükselmez” deyince, adam
Bana öğüt ver” dedi. R^hip şu karşılığı verdi: “Dünya malına karşı z ^ id ol“
ve onun için kimseyle çekişme. Dünyada bir arı gibi ol. Zira arı bir dala
konduğu zaman onu kırmaz, yediği zaman en temizinden yer, çıkardığı
zaman da en lezzetlisini çıkarır. Köpeğin sahibine sadakati gibi Allah’a sadık
ol. Zira sahibi ona vurup kovmasına rağmen yanından ayrılmaz.”

‫ ثن ا أ ح م د‬: ‫ قا ال‬،‫ وأبو م ح م د بن حق ا ن‬، ‫ ا مه] حدثعا ا ل ماضي أبو أ ح م د‬/‫ا‬/[ -) ٩٧٢٩(

‫ عن عبد الر ح م ن بن هم د‬،‫ ثن ا أثو حال د ا أل حم ر‬،‫ ثن ا أبو سع ي د ا الئ ج‬،‫بن علي بن ا ل ج ارود‬
:‫ ممات‬،‫ ء ا ذا به ائيع ئذ‬C‫ قأثتةبالثصزة‬،‫ أرت ل إلي ث مان زأائبعثا دان‬:‫ ه ات‬،‫النيلي بن أب ح ر‬
Süfyân es-Sevrî 365

،‫ ثلث ا ح ر ج ت‬،‫ ف شي ن ثوبه قي و ج هي‬، ‫ " ق م م‬:‫" هز عندك في ث ذ؛ ف ي ء؟ " مم ئ ت‬

‫ نإدا غش ئ م ه شويى‬،‫ ن ؤ قد ن ا ث‬،‫ ؤئ‬،‫ب ثفتيي ي؟ أ ذ ر ج ن ت إليه ال ص ق ن ثت‬


‫ ئقي ا ن م‬: ‫ق ك‬

" ! ‫ " ؤأ ئ م ؟ ا ؤأ؛؛ ن م ؟ ا ؤأ ئ نم؟‬:‫ قئ وت‬،‫ ف ي غ ل أثر ل خم‬:‫ قات‬،" ‫ا م حزاء‬

Abdurrahman b. Abdilmelik b. Ebcer der ki: Abbâdân’da bulunduğum


sırada Süfyân es-Sevrî yanma gitmem için bana haber gönderdi. Basra’ya
yanma vardığımda karnında şişlik vardı. Bana: “Yanında bunun için bir şey
var mı?” diye sorunca, ona: “Teyeyyüm et” dedim. Bu cevabımın üzerine
yüzüme karşı yaka silkti. Yanından ayrıldığımda kendi kendime: “Süfyân
benden fetva mı isteyecek! (O bana karnı için ilaç sormuştur)” dedim ve
(karnındaki şişlik için) ilaç tavsiyesinde bulunmak üzere yanına geri
döndüm. Ancak döndüğümde ölmüştü ve ağzının üzerinde iğde kavutu
vardı.”
Ebû Saîd el-Eşec der ki: Ebû Hâlid bunu rivayet ettikten sonra: “Bu nasıl
bir ağızdır? Bu nasıl bir ağızdır? Bu nasıl bir ağızdır?” demeye başladı,

‫ ثت ا هم د الل ه بن‬،‫ ثن ا أ خ ئ د بن م ح م د بن ا لخض‬، ‫ خا؛ثن ا أبو أ ح م د‬fo^v/vj -) ٩٧٣٠(

" :‫ قا د‬،‫ أؤصمي‬:‫ قات زي د ل ث ن‬:‫ قات‬،‫ ئ محت ال ي م ئ ئ د سؤ ا م ح ر ئ‬،‫ني ي‬


٠٠ ‫ زالث ال م‬، ‫يف ا‬
‫ و لإلخرةب م دربمايلف ف‬، ‫اع م ن لل د ناب م درب مايل ق فيه ا‬

Abdurrahman b. el-Basrî der ki: Adamın biri Süfyân’a: “Bana öğüt ver”
deyince, Süfyân: “Dünya için içinde yaşayacağın kadar, âhiret için de orada
kalacağın kadar çalış. Baki selam” karşılığını verdi.

،‫ ثت ا ع د الل ه بن حبيق‬، ‫ ثنا أ خ ن د بن م ح م د‬، ‫ ا حدثن ا أب و أ ح م د‬٥٦/٧ [ -) ٩٧٣١

‫ " ق س ق يء‬:‫بمول‬
‫ أ‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت شقتا ن‬:‫ ثق وب‬، ‫ ش م ع ت يون م ن بن أتثا ط‬: ‫ه ا د‬

" ‫ه س ش ال إق إ ال ا ه‬:‫ ؤ ال ش ئء أشيخ ل ف م إ‬، ‫ب جامحق ب ن ا ك م م ث ل قزل ا ل غ ن ذ إ ل‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Elhamdu lillâh sözü kadar karşılığı kat kat daha
fazla verilen başka bir şey yoktur. Lâ ilâhe ilallah sözü gibi de iblis’in belini
kıran başka bir şey yoktur.”
366 Süfyân es-Sevrî

، ‫ ثت ا ا لخشن ب ن ئا م ح‬، ‫ ثغ ا أ خ ن د ث ذ ئ ح ئ د‬، ‫ ] خ ا؛ثئ ا أبو أ ح م د‬٠٦/‫ )" [ ؟‬٩٧٣٢(

‫ ظ و ج دد ا ش ئ أن س‬٠٠ ‫ يقه لأت‬،‫ يقوثت ش ج ع ت اتي؛ئ‬C0 ‫ئ ت ل ت م غت حم ذ ا نج؛؛ت برز أب ا‬

' ■ ‫س ا ؛ م‬ ‫م م ء ن‬
Süfyân es-Sevrî d e r ‫لكا‬: “Kişînin hem dini, hem de dünyası için kendisiyle
anlaşabileceği bir kardeşten daha faydasını göremedik.”

‫ ثت ا عتد الثؤ بن م ح م د بن‬،‫\م م ] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن ج عفر‬/‫ا‬/ ‫ ل‬-) ٩٧٣٣(

‫ جاء ر ج ل‬:‫هاد‬ ‫ غذ م ح م ود‬، ‫ ثتا س ه د س غا م م‬، ‫ ثن ا ت ل م ه س فبي ب‬،‫ا ل م ا س‬

‫ه أخت أتون‬ ‫' ظ‬٠ .<‫لق نمثا ن‬،3‫ ءقا‬، ‫ص أثئة‬


‫ص يثه أ‬‫ل ته م‬
‫ ئ ش ك ى ا‬، ^ ^ ١ ‫ل ى ن ئ؛ا ذ‬
‫ا‬
" ! ‫بت أ ط م م خ و هؤ غي ي ؟‬
‫ " ظ و ج‬: ‫ " و ك ن ز ك ؟ " قا د‬: ‫ ةت‬،" ‫ز‬ ‫غصن‬

‫ " بد‬:‫ ظت‬٠٠‫ أي ثدي؟‬،‫ " محوعث‬:0‫ ه ئمحا‬3^ ،" ‫ىدت " زى أزذث أذ تدغزق‬
‫ " م ء ت ي بما ث ذ و ل لف ا ا‬: ‫ ئ ت‬، " ‫ئ د ي‬

Bir adam Süfyân es-Sevrî’ye gelerek başına gelen bir beladan şikâyet
edince, Süfyân adama: “Bu meselene yardım etmeye gücü yeten en son kişi
benim” dedi. Adam: “Neden?” diye sordu. Süfyân: “Benden başka derdini
anlatacak birini bulamadın mı?” karşılığını verince, adam: “Benim için dua
etmeni istemiştim” dedi. Süfyân, adama: “Sen, işleri düzene sokan mısın
yoksa işleri düzene sokulan mı?” diye sordu. Adam: “Ben işleri düzene
koyulamm” karşılığım verince, Süfyân: “Senin için takdir edilene razı ol”
dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا عتد الل ه س م ح ث د بن يعق و ب‬، ‫[ حدت ا عئد الثؤ بن م ح م د‬ov/v] -((٩٧٣٤

‫القؤري‬ ö \& ‫ " رأيت‬:‫ مح اد‬، ‫ ثت ا علي شر هصت ل‬،‫ ثن ا أ خ ن د ن قون م ن‬،‫غثامث ال دوري‬

٠٠ ‫س ب ه أش ابيغ قئز أن مفغ رأس ة‬


‫ ئ م ت م‬، ‫ت ا ج دا ح ؤأل الس ت‬

Ali b. Fudayl der ‫لكل‬: “Süfyân es-Sevrî’yi Kâbe’nin yanında secdede


gördüm. Yedi tavaf yapmama rağmen başını secdeden hâlâ kaldırmış
değildi.”
‫‪Süfyân es~Sevrî‬‬ ‫‪367‬‬

‫ثن ا‬ ‫ش ‪،‬‬ ‫ال ح‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ث ن‬ ‫^‪^ £ ١‬‬ ‫ثت ا‬ ‫د ‪،‬‬ ‫م حم‬ ‫س‬ ‫ع ت ذ ال ث ؤ‬ ‫ح د ث نا‬ ‫( ‪] ٠٧/ V3 - ) ٩ ٧ ٣ ٥‬‬

‫أثو ا‪3‬ؤبيع ال ؤئ دإن ي‪ 4‬ثت ا ابن زغ ب ‪ ،‬قادت " رأيت ‪ ^ ^ ١‬قي ا ل م س ج د ا لخزام ب ع د‬

‫ح‪ 1‬ء "‬ ‫ال ع‬ ‫د ي ب صا<مة‬ ‫و‬ ‫خ ز‬ ‫ه‬ ‫ر أس‬ ‫ي زم ع‬ ‫هت م‬ ‫شي ذ ة ‪،‬‬ ‫د‬ ‫ضج‬ ‫أ‬ ‫م‬ ‫‪ ، ، ^ ^ ^ ١‬صأ ى‬

‫‪ibn Vehb der ki: “Akşam namazı sonrası Süfyân es-Sevrî’yi Mescid-i‬‬
‫‪ ve secdeye gitti. Yatsı namazı ezanı‬ا ك ل ط ‪Haram’da gördüm. Namaz‬‬
‫”‪okunana kadar da başını secdeden kaldırmadı.‬‬

‫( ‪ ] o v / v [ - ) ٩٧٣٦‬ح د ق ا إبزا م أ ب ن حم د الغي‪ ،‬ثئ ا م حم د ب ن إ ئ خا ق ‪ ،‬قا ن ‪ :‬شمع ت‬

‫أر ي‬ ‫ت‬ ‫ذ‬ ‫زو‬ ‫ن ق يا ن ‪:‬‬ ‫ئأا ل‬ ‫‪:‬‬ ‫بمولط‬ ‫‪،‬‬ ‫أيا ع ا ص م‬ ‫ت‬ ‫ت ب ن‬ ‫مولت ‪:‬‬ ‫ي‪4‬‬ ‫اأ دا رم‬ ‫ي د‬ ‫نع‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫أ حم‬

‫أ م ح‪ ،‬ئ ه ا أل ر ج م ا ة "‬

‫‪: “Dünyadan başa baş, ne lehime ne de aleyhime bir‬لط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪şey olmadan kurtulmayı ne çok isterdim .‬‬

‫ت‪:‬‬ ‫بمو‬ ‫ي‪،‬‬ ‫ا لعج ل‬ ‫ا شن ر‬ ‫يا‬ ‫ت‬ ‫سمع‬ ‫د ‪ ،‬قا د ‪:‬‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫إ ب ر ا ه م‪4‬‬ ‫ح د ث نا‬ ‫[ ‪] ö v /v‬‬ ‫( ‪- ) ٩ ٧ ٣ ٧‬‬

‫ثنا م ح م د 'بن ح ر ب‪ 4‬ئ ‪3‬ت ه ا د ش م ا ن ‪ ٠٠ :‬خ ن د الثي ذ م و ف ك ر‪ 4‬ولي س ف ي ء ذ ك را و ئ ك ز ا‬

‫امالر ‪١١‬‬
‫ءيره‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Allah’a hamd etmek, hem zikir, hem de‬‬
‫‪şükürdür. Bunun dışında ise hem zikir, hem de şükür olan başka bir şey‬‬
‫”‪yoktur.‬‬

‫(‪ t،»v/v[ -) ٩٧٣٨‬حدثنا ^‪ ،^ £ ١‬ثنا ث خ ئ ذ بن م ح م د بن عبد العزيز بن أيي رزنة‪،‬‬

‫ظ أبي‪ 4‬غ ذ غ م ا ي ي ا ل م حازك‪ ،‬غذ ن ق ا ن‪ ،‬قات‪ " :‬إنث ا ا س ز ل أ م‪٠٠‬‬

‫”‪Süfyân es-Sevrî der ki: “ilim hadislerdedir.‬‬

‫ب‪4‬‬ ‫طال‬ ‫ب ن أي ي‬ ‫ا لعقاسئ‬ ‫ب ي ي‬ ‫د‬ ‫ح‬ ‫قا د ‪:‬‬ ‫د‪4‬‬ ‫ثعا م ح م‬ ‫إب را ه ي م ‪4‬‬ ‫ح دث نا‬ ‫[ ‪] o y /y‬‬ ‫( ‪“) ٩ ٧ ٣ ٩‬‬

‫ت ‪٠٠ :‬‬ ‫قا‬ ‫ال ئ ز ر ي ‪4‬‬ ‫و‬ ‫وذ‬ ‫ث ‪،‬‬ ‫محا‬ ‫ت ذ‬ ‫ض‬ ‫خ‬ ‫ت‬ ‫ض ن‬ ‫قا ت ‪:‬‬ ‫‪،‬‬ ‫إ‬ ‫ش‬ ‫ا لآ‬ ‫ء ن ت| ن‬ ‫ئ‬ ‫أ خن ن‬ ‫ئ‬

‫ع ن ال د ! ي ‪٠٠‬‬ ‫اث م ت ا ن‬ ‫ز ى بث_م ت ا ن‬ ‫بمع‬ ‫‪ ١٤٠‬ن‬


Süfyân es-Sevrî 368

Ahmed b. imrân el-Ahnesî der ‫ل ط‬: Hafs b. Ğiyâs, Süfyân es-Sevrî’yi andı
ve: “Süfyân’la ve Süfyân’ın meclisleriyle dünyadan uzak durulur” dedi,

:‫ م ولت‬،‫ ش م ع ت المص ل ن ت ه ل‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا ن خ ئ د‬،‫] حدق ا إثزاي ج‬،<v /v [ -) ٩٧٤٠(

" :‫ م ولت‬، ^ ^ ١ ‫ سم ن ت نئ؛ا ذ‬:‫ هات‬،‫ عن أيه‬،‫ ثت ا ذاؤئ س يخ ش‬،‫ثعا معاويه ن حمئ رو‬

٠٠ ^ ^ ١‫ قاضربهبصا ح ب‬،‫إذا أزدث ش قارئ حا ج ه‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Kur’ân hafızlarından birinden bir şey isteyeceğin
zaman onu dünya malı peşinde olanlarla karşılaştır.”

‫ ثن ا ت خ ئ د بن‬،‫ ثن ا ئ خ ئ د بن إشث ا ق‬،‫] حدثن ا إ بزاه م بن مه د الثؤ‬،‫؛‬v /v [ -) ٩٧٤١(

‫^ لء‬ ١ ‫ثا في ق ن ق\ ن‬،‫ " ث ث إ‬: ‫ ئ ت‬، ^ ١^ ١ ‫ ئ عبمت‬،‫ي د شبلي تن زنيزئه‬

"‫م‬ ‫أت و ج ؛ ر‬

Abdurrezzâk der ‫لكل‬: “Süfyân es-Sevrî’yle beraber olduğum zamanlarda


kimsenin özlemini çekmezdim .”

،‫ س ب غ ت عبد ا ل رراق‬:‫ ق ات‬، ‫ ئعا م ح م د ن ت ه ل‬، ‫اممهء ح دن ا إبراهي م‬7 ‫ ل‬-) ٩٧٤٢(

٠٠ ‫م‬-‫عال‬ 1‫ب ه ت‬ ‫ش‬ ‫ف‬ ، ‫ك‬ ‫و ا ل م نأ «س‬ ، ‫ع ن الةم_ء س ر‬ ‫ش ي‬ ‫ت‬ ٠٠ : ‫مول ط‬ 4 ‫ن ه ثا ن‬ ‫ت‬ ‫سمع‬ : ‫ثق و ب‬

Abdurrezzâk der ki: Süfyân es-Sevrî’nin şöyle dediğini işittim: “Tefsîr ve


menâsik (hac meseleleri) konularını bana sorun; zira bu iki konuyu iyi
biliyorum .”

‫ تحا ي حش بنت ما ن‬،‫ ثن ا أبو سع يد ا ل أثغ‬، ‫ ثن ا م ح م د‬،‫ ] حدق ا إبراهي م‬öa/y [ -) ٩٧٤٣(

1‫ ظ م‬،‫ " قد كشق أئث ه ى أمرمس ثأت و ث‬: ‫ ثئ و د‬٤^ ^ ١ ‫ سمع ت ئئ؛ا ذ‬:3 ‫ قا‬، ‫حف ي ئ‬

‫ ة و ي ء ف ة ي أ ؛ | ا‬، ‫انث م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hastalanıp ölmeyi isterdim. Bugün ise hemen
ölmeyi temenni ederim.”
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪369‬‬

‫(‪ [ “) ٩٧٤٤‬؟‪ ] ٥٨/‬حدثن ا ابناه م ; ثن ا ت خ ئ د ‪ ،‬هات‪ :‬ش م ع ت أبا تع يد ال ك ن د ي‬

‫م ا لأ‪.‬يزت‪(١٤ ،‬؛‪ " :‬ء ن نتي<ت ؛لقزري ؛ظ آ و ؛ل ن ز ث ال‬ ‫؛ لأقخ‪ ،‬ئ ‪ :3‬ئ ي ث ق أ؛ا‬

‫ق ا د ‪ :‬ال أدري‪ ،‬ال أدوي ‪'٠‬‬ ‫يغ مم غ به أي ا م‪3 ، 1‬إدا ن ئ د عن‬

‫‪: “Süfyân es-Sevrî öJümü zikrettiği zaman‬لكا ‪Ebû Nuaym el-Alıvel der‬‬
‫‪birkaç gün kendine gelemez ondan fayd^anamazdık. Bir şey sorulduğu‬‬
‫‪zaman da: “Bilmiyorum! Bilmiyorum!” derdi,‬‬

‫^‪ ، ^ £ ١‬ثن ا ث خ ئ د ب ن إ ئ خا ق ‪ ،‬ثن ا أبو ب ك ر بن أي ي اقصر‪،‬‬ ‫( ‪ ]،s a / v [ - ) ٩٧٤٠‬ح د ت ا‬

‫م ف ا ج ز ئ ذ الق ا سم؛‪ ،‬محا م ح ذ الثؤ ا ل آئ خ ئ ‪ ،‬ئت ‪ :‬شي غ ث ن ي ا ن الثؤري‪،‬‬ ‫ث إ أثو ال‬

‫يمولث‪ " :‬خذ م ن القاسي اقؤم هذه الصئ حه‪ ،‬ز ال تفقثت غث ا وراء دللث '‪٠‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Bu zamanda kişiden gördüğüne itibar et ve‬‬
‫”‪gerisinin peşine düşme.‬‬

‫ى عب د الع زيز‪ ،‬ثن ا ع ا وم أث و‬ ‫ألح ن ذ ‪ ،‬ثت ا عل ي‬ ‫( ‪ ] o a / v [ “) ٩٧٤٦‬حدثن ا ئل بما ن بن‬

‫ي ق أبا منصور أعودة‪ ،‬ق ات لى ‪ :‬با ت س ما ن ق ث ذا الس ت ‪ ،‬و كا ن فهن ا‬


‫ال عما ن‪ ،‬قات‪ :‬أف‬

‫ص‪ ،‬ل ن ش ئ ا "‪ ،‬قلق‪ ٠٠:‬ئز ال ق‪،‬‬ ‫هو ال ق‪ ،‬قات‪ '٠:‬تا ثاد غ ئ ي‬
‫ؤئز يهثه ن ك "‪ ،‬ق ات ‪ :‬فث ا دت " ال ‪ ،‬و ث ق أ غي ؤ دت‪ 1‬تا "‪ ،‬ظت ‪ " :‬فأ خدة نمح و ئ ‪،‬‬

‫ت ق يا ن ثب غ‬ ‫ي ئ ا ح ثة ال ث ت ت ‪ ،‬هت ما نا ث‬ ‫و ك ون‬ ‫ي ذ ه ب ق ز ع ى ث ج ي ء ي ال ع ق ي‬ ‫ئ كا ‪0‬‬

‫قتو‪ ،‬ءكأن ربم أ أل ت‬


‫غش هب رهء م ا‪-‬حثتفن بغد دلل‪ ،1‬كأل ئ ؛ ر ر‬ ‫ياز؛ت‪ ،‬ثك‪ 1‬ن‬

‫بن ي ‪ ،‬قدهن معه ف ي ؛ ق م أ ز ق ج ي "‪،‬‬


‫عليه‪ ،‬ؤح ظ ر جع زر ش ت ‪ ،‬ث م و ج دوه م و م‬

‫ي ‪üis'j ،‬‬ ‫ظ )فيي نؤى ص ه م ؛ ئ ؤ يغث ئق م ح وي‬ ‫ص أثو م ح وي‪:‬‬ ‫‪,‬‬ ‫ص‬

‫في داره بامحصرة بمن أن حرخ م ن ناي عبد الؤ ح م ن بن م هدي‪ ،‬وفي ناي‬ ‫مشف ح ما‬ ‫مغ ميان‬
‫ي م م ب ن منص و ر ن ا ث ‪ ،‬ن خ ن ث الل ه ثعال ى علمنه‬

‫‪Ârim Ebu’n-Nu’mân der ki: Hasta olan Ebû Mansûr’u ziyarete‬‬


‫‪gittiğimde bana şunu anlattı: “Süfyân bir geee bu evde kalmıştı. Evde de‬‬
‫‪ vardı. “Neden bu kuşu hpsetmişsiniz? Bıraksanız‬لآ‪1‬ل آ ص ل ‪oğlumun bir‬‬
370 Süfyân es-Sevrî

daha iyi olmaz mı?” deyince, ona: “Oğlumun kuşudur ve onu sana hibe
ediyor” karşılığını verdim. Ancak Süfyân: “Olmaz! Ama karşılığında bir
dinar veririm” dedi. Sonra kuşu alıp uçurdu. Bu kuş da serbest kaldıktan
sonra uçar, gün boyu yemlendikten sonra akşam vakti gelip evin bir
kenarına konardı. Süfyân vefat ettikten sonra bu kuş cenazesinin peşinden
çıkmıştı ve mezarının üzerinde kanat çırpıyordu. Daha sonra da birkaç gün
boyunca mezarına geldi, mezarda kaldığı geceler de oldu. Bir süre sonra bu
kuş mezarının üzerinde ‫ ة‬1‫ ل آ‬bulundu ve Süfyân’ın mezarında veya yanı
başında gömüldü.
Süleymân Ebû Mansûr der ‫لكا‬: “Ârim’in kendisinden hadis rivâyet ettiği
bu kişi Bişr b. Mansûr es-Sülemî’dir. Süfyân, Abdurrahman b. Mehdi’nin
evinden çıktıktan sonra onun evinde saklanmıştı. Bişr b. Mansûr’un
evindeyken de öldü. Allah ona rahmet etsin.”

‫ ثن ا أ خ ن د‬،‫ ^ ^ ^ بن ح ل ف ال دوري‬١ ‫ ثن ا‬، ‫[ حدثن ا ن لبما ن بن أ ح م د‬oa/v] -((٩٧٤٧

‫ئ‬ ‫ تا ص د بمم‬٠٠ :‫ قات‬،‫ غذ م حا ذ القزري‬،‫ ظ ي ي ئ ذ زاذان‬، ‫ئ ذ إ وص ء ال د ز ي‬

٠٠ ‫ه ب ه‬ ‫ح ما م ي ح ل‬ ‫ي‬ ‫بت ا ج‬ ‫يغ طي ه‬ ‫م‬ ‫د ره‬ ‫ش‬ ، ‫أ ج زا‬ ‫أع ظ م‬ ‫ئ ؤ في ه‬ ‫د‬ ‫ال ؤ ج‬

Süfyân es-Sevrî d e r ‫لكا‬: “Kişinin hamamda tek başına kalmak için vereceği
bir dirhemin sevabı, diğer tüm şeylerde vereceği dirhemin sevabından daha
büyüktür.”

‫ ثنا‬، ‫ ثن ا م ح م د ن عت ما ن بن أيي ئ ت ة‬،‫؟ه ا حدئ ا عتذ الل ه بن أخن ت‬/‫ ل ب‬-) ٩٧٤٨(

‫ ^ ^ ش ى‬١ ‫ " أ غ د ت ؛ ر ئئ؛ال ة‬: ‫ ئت‬،‫ ظ ب بم ه ئ م ح ه‬، ‫ن ئ‬


‫اأ م‬ ‫أخ ط ئ‬

" ‫ب م ص حبتي بق صع ة أرر ثخبلي‬،‫قبل ة م ني‬

Kabîsa b. Ukbe der ki: “Süfyân es-Sevrî’ye bir şey hediye ettiğimde
”.hediyemi kabul etti ve yanındaki bir çanak pirinci benimle paylaştı

c ‫ل ي د ال م س ي‬
‫ب ن ال و‬ ‫صال ح‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫أ خ ن ذ‬ ‫ب ن‬ ‫فن ا ن‬
‫ي‬ ‫ن‬ ‫خ ا ؛ث ن ا‬ ] ‫م ه‬
‫ ب‬/ ‫ا‬/ [ - ) ٩ ٧ ٤ ٩ (

‫ب‬ ‫ا ئ ؤ ئا‬ ‫و عبد‬ ،‫ون ه‬ ‫غل يا معا‬ ‫د م‬ ‫مح‬ ٠٠ ; ‫وأل‬ ‫يم‬ ،‫ت أي ي‬ ‫شمع‬ ‫ت‬،3 ‫ظ‬ ، ‫ب ن أ ب ي صف و ا ن‬ ‫ت خ ئ د‬ ‫ثن ا‬

‫ هزأنت ش م ا ن يؤ ما في‬:‫ قات‬،‫ ويهدثان إليه‬،‫ وك اثا ي ك ل م ا ن ن م ا ن‬،‫اثث ا عثد ا ل م ج يد‬


Süfyân es-Sevrî 371

‫ نق د دهب ت إلى‬، ‫ ؤأكقرا م ن ال ئ ئ ب‬،‫ " إ ذ اتتي ع متلث هذي ن أئ ق ا ني‬: ‫ ق ا د‬،‫ا ل حق ط ين‬

، ‫ بأهديه م ا ل ب ن ا‬، ‫ هأ ح ذ ت دينارين زي د أن أشتري ب ه ما ل ي ن ا حنتل ه‬، ‫ص ا ح ب ب صا ع ي‬

٠' ‫ ؤأئذاف ا إل ه ا‬، ‫قا ئث ز ى ل ين ا ج ث ة‬

:Muhammed b. Ebî Safvân, babasının şöyle dediğini nakleder


Abdulmecîd’in oğulları Muâviye ve Abdulvehhâb yanımıza geldiler -ikisi
de, Süfyân’a yumuşak davranıp ona hediye verirlerdi- bir gün Süfyân’ı
buğday satanların yanında gördüm. Bana: “Senin bu halan oğulları bana çok
hediye veriyorlar. Ben de ortağıma gidip, onlara buğday alıp hediye etmek
için iki dinar aldım” deyip onlara buğday satın alıp hediye etti,

:‫قات‬ ‫ ثن ا أبو هش ا م‬،‫ ] حدقن ا ن ق ن ا ن ن أ خ ت ذ بن ع ئ‬ö،\/v [ -) ٩٧٥٠(

‫قذة‬ ‫رج‬ ‫و ض غ‬ ‫نا‬ " : ‫ قا ت‬، ‫ن‬ ‫ش ق تا‬ ‫ع ن‬ ،‫ع ن أي ي‬ ‫ن‬ ‫ي ما‬ ‫ب ن‬ ‫ش‬ ‫يح‬ ‫ب ن‬ ‫ذا ؤ ذ‬ ‫ت‬ ‫شمع‬

" ‫في ه صعة ز ج ل إ ال ذث لت‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi sofrasından yediği kişiye karşı kendini borçlu
hisseder.”

:،‫ مح ال‬، ^ ، ^ ١ ‫ ثن ا أب و ه ف ا م‬، ‫ ثن ا أ خ ن د س عل ي‬، ‫ ] ح دثن ا ئل ين ا ن‬٥ ٩ / ‫[ ؟‬ - ) ٩٧٥١(

‫ و ر ك‬،‫ ا خلص‬Û‫ " صع د ن مثا ن ال ت ؤ ر ي يود‬: ‫ محا د‬،‫ع ن أبي ه‬ ‫ت ب ن ت دا و د ب ن ي ح ش‬

‫ ق ى ض ر أ بم د زقه‬، ‫ن ي‬
‫تن غ إ ه قت أ خذ ح‬:‫ ئزأى ا‬،‫ آ ت ي ف ثؤدن‬،،^ ١^ ١ ‫ص في‬

Dâvud b. Yahya, babasından bildirir: “Süfyân es-Sevrî terliklerini


mihrapta bırakıp ikindi ezanım okumaya çıktı. Çıktığında amcaoğullarından
birinin terliklerini aldığını gördü. Namazı kıldırdıktan sonra da ona on
dirhem gönderdi.”

‫ثن ا‬ ،‫ي‬ ‫ا ال ن ما ط‬ ‫نثي ب‬ ‫ما‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫ثت ا م ح م‬ ،‫أ خن ت‬ ‫بن‬ 0 ‫نا‬ ‫ن ث‬ ‫ح دث نا‬ ] ‫م م‬
‫ ب‬/ ‫ا‬/ [ “) ٩ ٧ ٥ ٢ (
‫‪372‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫شبتن جع ثصش‬
‫ال مزي " ق ص ر ه ائئ ا خ ز ئعكه عثثاه‪ ،‬نم ي ص ر قاعدا حش يعي‪ ،‬م‬

‫تجا "‬ ‫مح‬

‫‪Havâriy b. Ebi’l-Havâriy Ebû İsa der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin uyku‬‬


‫‪bastırana kadar ayakta namaz kıldığım gördüm. Yine bitkin düşünceye‬‬
‫‪kadar ©turarak namaz kıldığını gördüm. Yine uzanarak da namaz kıldığım‬‬
‫”‪gördüm.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٧٥٣‬؟‪ ] ٥٩/‬خدثثا ن ق ن ا ذ ئ أ م حت‪ ،‬ظ أ خن ن ئ غيي امح م ن‪ ،‬محا ق ؤت د ئ‬

‫ب ش ‪ ،‬م يلمم ت إ ر ال س‪ 1‬ب ‪ ،‬ث م وأل " إدا‬


‫أث ا ب‪ ،‬ثن ا ا لمزيا بي‪ ،‬قات‪ :‬كا ن نقي ا ن ‪ ^ ^ ١‬؛ م‬

‫ن ش ق ه فن ش؟ "‬
‫ني ح‬

‫‪Süfyân es-Sevrî, namazını bitirdikten sonra gençlere döner ve: “Namazı‬‬


‫‪bugün kılmazsanız ne zaman kılacaksınız?” derdi,‬‬

‫بن‬ ‫أ خ ن ذ‬ ‫ثغ ا‬ ‫ي‪،‬‬ ‫زم‬ ‫قن‬ ‫ال ح‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عئد‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫ح د ت ا نل بما ن ‪،‬‬ ‫[ ‪] o ،\ / v‬‬ ‫( ‪- ) ٩ ٧ ٥ ٤‬‬

‫أشد محج ئ‪ ،‬ثن ا ي حش بنث مان‪ ،‬قات•' رمح ت ش ان " ي حوج قذون ألل م ‪ ،‬وين ح في‬
‫ص الت اء خ ش ش ث ئ ث ا م حا ش "‬

‫‪Yahyâ b. Yemân der ki: Süfyân es-Sevrî’nin gece çıkıp dolaştığım ve‬‬
‫‪uykusunun kaçması için gözlerine su serptiğini gördüm.‬‬

‫(‪ [ ") ٩٧٥٥‬؟‪ ] ٦٠/‬خ ا؛ثن ا ن فيان بن أ خن ذ ‪ ،‬ثن ا بث ر بن م وت ى ‪ ،‬ثن ا م ه مج ثن‬

‫< ب ي ا ع ‪ ، ^ ^ ^ ١‬ث إ أب و زيد‪ ،‬ث ح م ذ بن حث ا ن‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت عتذ الؤ ح م ن شر ن ن ز ؤ ‪،‬‬

‫مب ولث‪:‬ء ظ ظ ف ز ت ي ‪ ^٠٠^ ١‬ل‪-‬جال ئ ز أرى من ن م ا ‪ ، 0‬ه\د‪ :‬ؤقا ‪JJİ 3‬؛ م هد ي‪ :‬وكن ت‬

‫بد ا قل ة‪ Uİ ،‬ء ن و إ ؛ ال ي أود الق ل‪ ،‬إل يق م ح ذ ‪< ١٤٠٤‬عوث ا و ؤ ي "‬


‫أ ن ي ئ اف؛ق م‬

‫يدم‬ ‫‪P‬‬ ‫"‪ ،‬ك أ ة بمي < ح ال ي حمت‪،‬‬ ‫م ض ال؛نم‬ ‫اا؛اث‪ ،‬ق ش نكث‬
‫ب ح ا ج ت ي ‪ ،‬غير معث م‬ ‫ش أ إد‪-‬لف‬ ‫بن‪-‬اء إ؟ى ‪ !٩-‬نبه ن ت ومح أ ‪ ،‬ب م بموت عأى | در وض وئهت "‬

‫ب تأ أ طل ي ‪ ،‬ز ظ أمئني‪ ،‬ا ال ث كاف ر ث ي م ن ا؟ثاي‪ ،‬؛ له م |ن م ح ز غ ق ذ أرهني م ن الح ؤ ف‪،‬ا‬

‫ب‬
‫ب ي ف ئ ك أزوث ك ز م ء ؛ ا م‬
‫م‬ ‫ه م ذ بمطث ا ل مع‪ 4‬غ ي‪،‬‬ ‫قز ث ؤم‪ ،‬و ء‬
Süfyân es-Sevrî 373

‫ ث أ‬،" ‫م‬ ‫وق‬ ‫ ظ أئ ن ث نخ اقأ س‬، ‫<؛ قي غذت م اق ظي‬١٢ ‫؛مي قذ ع بم غ أ ذ لن‬

‫ ح ش إ ي ك ث ال أنممليغ ت ن ا غ قراءته‬،£٤١^ ١‫ وكان ال ب كاء ي مثع ة م ن‬،‫مب ب د غلى صالته‬

‫ز ف ي ؛ من ه‬ ، ‫أ ئ ن إل ت ه ا من ت حثا ء‬ ‫ت أ هدر أ ن‬ ‫ز نا م ح‬ ‫م هد ي‬
‫ت‬ ‫اب ن‬ ‫ قا ت‬، ‫ب ك ا ئ ه‬ ‫ن ” ك رة‬ ‫م‬

Abdurrahman b. Mehdî der ‫لكل‬: insanlar içinde Süfyân es-Sevrî kadar


yumuşak kalpli olan biriyle daha birlikte olmuş değilim! Her gece onu takip
.eder ne yapacağını izlerdim. Devamlı olarak gecenin ilk başlarında uyurdu
Sonra ansızın ürküp korkmuş bir şekilde uyamr ve sanki evin içinde biriyle
konuşuyormuş gibi: “Ateş! Ateşi hatırlamam beni uykumdan ve diğer
,lezzetlerden mahrum etti!” derdi. Hemen yam başına su getirilmesini ister
abdestini aldıktan sonra da şöyle dua ederdi: “Allahım! Sana karşı dile
getirmesem de ihtiyacımın ne olduğunu çok iyi biliyorsun. Allahım! Tek
isteğim beni Cehennem ateşinden azad etmendir. Allahım! Cehennem
.endişesinden dolayı korkum çoğaldı ve kendimi güvende hissedemiyorum
Yine bütün bunları da bana bahşettiğin birer nimet olarak görüyorum. Zira
.daha önce de dostlarina ve sana itaat edenlere aynı durumu yaşatmıştın
İlahi! Sen de biliyorsun ki şayet insanlardan ayrılmak için yeterli bir
gerekçem olsaydı onların arasında bir an bile durmazdım.” Sonra Süfyân
namazına dururdu. Ancak namazda o kadar ağlardı ‫ كل‬.kıraatini zor yapardı
.Öyle ki ağlamasının çokluğundan dolayı ne okuduğunu işitemezdim
Ondan olan çekindiğimden ve heybetinden dolayı da yüzüne bakamazdım.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن أ ح م د ئن م غدان‬،‫حثا ن‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا أب و م ح م د‬٦٠ / v [ -) ٩٧٥٦(

‫ قودت كتا في‬،‫^؛ ا ل ح س ي‬£١^٦ ‫بما ق بن‬ ‫ قادت سم ن ت‬، ‫وئخفث بن سع يد بن ش م‬

،‫ ح ش داو ا لم ؤم‬،‫ نخبره‬،‫تجل س التؤري وفو س ألت زي ال زي ال عث ا بمس خ في ليل ه‬

" ‫م أه ف؟‬ ‫ص محن غ‬ ‫ " ثأ ل م و أن ث‬، ‫ش ئ د شأ ك ئأتي ئا ك‬ ‫غبد‬


‫ ظ ص م‬:‫ق ش‬

‫ ئع د أ د ى و ش‬، ‫س ق‬ ‫ ء اء ذا‬، ‫ ال م ح ئه ا‬،‫ ى؛ ظ م م ح ئ‬،‫' ي عئدي أؤد ون؛‬٠ : ‫ق ا د‬

ishâk b. ibrâhîm el-Huneynî anlatıyor: Süfyân es-Sevrî’nin


meclisindeydik ve o herkese teker teker, gece ne yaptığını soruyordu ve onlar
yaptıkları ibadetleri söylüyorlardı. Herkese sorduktan sonra onlar: “Ey Ebû
374 Süfyân es-Sevrî

Abdillah! Sen bize sordun, biz de söyledik. Sen bize geceyi nasıl geçirdiğini
söyle” deyince, şöyle karşılık yerdi: “Gecenin başında nefsimin uyumasına
izin veririm. Dilediği kadar uyur ve ona dokunmam. Uyandığı zaman ise
vallahi uyumasına izin vermem.”

‫ ثت ا إن نا عيد بن‬، ‫ ثن ا ثءثم ئ د ين أ ح ن د‬،‫ ما ن‬- ‫ ] حدق ا أبو م خ ئ د بن‬٦ ‫م‬/‫ لما‬-) ٩٧٥٧(

‫ ت أ ك ن ق ا ن‬٠' : ‫ قا د‬، ‫ ض اثن ا ل م حا ج‬،‫ ئ غ ئ ئ ا لخض ئن ن ي ا ن‬، ‫أيي ا خل ار ج‬

" ‫ب وي أن بمجي ربه‬


‫ " م‬:3 ^ " ‫ أي ف ي ءرقتيب ص الته؟‬،‫الثوري عن ا و ج ل بمل ي‬

İbnu’l-Mübârek bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye, kişinin namaza başlayacağı zaman neye


niyet etmesi gerektiğini sorduğumda: “Rabbine yakarmaya niyet eder” karşılığım verdi,

٤^ ^ ^ ١ ‫ ى‬4‫ ح م ذا ن‬- ‫ ثن ا عب امس بن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أثو م ح م د بن حي ان‬٦ ٠/ v [ -) ٩٧٥٨(

:‫ " هزأ ئئ؛ ا ن إلل ه‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ح م دا ن بن ج ابر ال ص ئ ثن ا أب و رتتد عتم‬،‫ م ن ا ل م ما ت‬0 ‫ثن ا و ك ا‬

‫جت م ع ت بمو مر‬-‫ وا‬،‫\ل\ غش و جهه خ زث جئ وة‬1 ‫ ئخ ر غ‬C^ ‫ ؛ ^ م شفقي ن‬٤ ‫و ال كنأ هثن ثى‬

٠٠ ١^ ‫ أيت أق م ن عن ؛‬،‫ م ن افي أدة‬r<\0 ‫و ج دونه‬ ‫ وه و‬، 0 ‫غلى ئ ق ا‬

Ebû Zübeyd Abser der ‫ك ل‬: “Bir gece Süfyân es-Sevrî, «Doğrusu
bundan önce ailemizin yamnda bile ١٢٥٢١٢٧ i‫ ؟‬indeydik»ı âyetini okudu
ve evden çıkıp kaçmaya başladı. Genç biri olmasına rağmen Sevr oğullarının
gençleri ona yetiştiler ve dindarlığından bahsedip böyle yapmamasını
istediler.”

‫أ خ ن د‬ ‫ثن ا‬ ، ‫دا ن‬ ‫مع‬ ‫ب ن‬ ‫أ خ ن ذ‬ ‫ن‬ ‫ئ د‬ ‫ثن ا م ح‬ ، ‫حقا ن‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫أث و‬ ‫ثن ا‬ ] ٦ ٧ ٧ [ - ) ٩ ٧ ٥ ٩ (

‫ قا د ثمامحم ا ل جرمي ت م ن ت‬:‫ بم ولث‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت بمس بن‬:‫ قات‬،‫بن م ح م د انئداد ي‬

" ‫اليؤ ن ا ج د بجا‬ ‫ " ت ف ثب و م م ذ م‬: ‫ ف و د‬، ‫ئ محا ذ ال ي إ‬

Süfyân es-Sevrî der İri: “Kişinin amel defterine namazlarından sadece


farkında olarak kıldığı namazları yazılır.”

1TûrSur. 26
‫ح‪5‬‬
‫^‪ es-Sevr‬ش هم‬ ‫‪375‬‬

‫‪ ] ٦ ٧ ٧ [ “) ٩٧٦٠‬حدق ا أيو بكر ي د الثؤ بن م ح م د ‪ ،‬ح د ب ي أيي‪ ،‬ثن ا م ح م د س‬

‫مست ل م ‪ ،‬ثن ا م ل م ة بن شبي ب ‪ ،‬ثن ا مث ازك أب و ح م ا د‪ ،‬محالط ‪ :‬ش ج ن ت ن مي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬يقزأ ع ا ى‬

‫ابن ا ل ح ض '‪ ٠‬ا ظر يا أ ي ي ‪ ،‬أن لآكون أم ن ك نا يئن طلو ع ا لم ج ر إ ر طلو ع ال ث ن ي ‪،‬‬

‫ا لممأكز في يؤملثم ال ذ ي م ح ى‪ ،‬ه ما ”ك ا ن م ن طاعة الل ه ‪ ،‬ئا نتق م عل يه ا ‪ ،‬زن ا ” كا ن م ن‬

‫فف ا ثذئلف‪ ،‬إلثلف ال ‪5‬دري أ س تك م ل يؤملف أم ال ؟ نإن‬


‫مع ص نة الل ه‪ ،‬ائنزع عنه ا ‪ ،‬ؤ التع د ي‬

‫ة‬ ‫ه ئ ال ث د ا م‬ ‫ة‬ ‫الن ص و ح‬ ‫وال ت و ب ة‬ ‫ال ت و ب ة ‪،‬‬ ‫طل ب‬ ‫ي ذ‬ ‫غي ث‬ ‫ز‬ ‫ا أل ب أيس‬ ‫وب ر ك‬ ‫ن وط ئ ‪،‬‬ ‫س‬ ‫ال ت ؤ ي ه‬

‫د‬ ‫م‬ ‫د ال ‪1‬ث ق ب ؛ ر‬ ‫ص ‪ ١٤١‬غي ك د ك‬ ‫ه خق ظ‬ ‫بق مح و ‪ ،‬ؤ ش‬


‫م‬ ‫و ؛‪١‬‬

‫بث ني ا ‪ ،‬و آ ه‬
‫م اخل ال ق ة قث ي إ ر ال م ض اق ال;ؤؤ‪ ،‬ز ال تد غ دي ي م‬ ‫ا ل و‪ ،‬نإذا غ م ك‬

‫حقا ‪ ،‬ز م ن‬ ‫ئإت ق ‪ ٢‬ث ح لى‬


‫م‬ ‫م ن ال ثك اع ن ا اتث ط ع ت‪ ،‬وا ل ص ح ك ئل ش ت مئة بثبي ل‪،‬‬

‫ز جن لف ‪ ،‬وهزابثلث ‪ ،‬و جيزائك‪ ،‬نإخزائلف‪ ،‬قأ إذا ر ج م ت ز ج ن ث ب ن ي ا ‪ ،‬أؤ نجئ ا ‪ ،‬أؤ‬

‫ض عي ما ‪ ،‬نإذا ه م م تبص دهةء أو يبؤ‪ ،‬أؤب عمل صا ل ح ‪ ،‬ف ي ن ثني ي م ن ساعته م ن ق ل أن‬

‫ي ح ول س لف وثثنه ال ب ي ال ن‪ ،‬واع مإ^ر بنثة‪ ،‬ز و بثية‪ ،‬ز؛ غزت بثة‪ ،‬ز ال ثأ ط ز و ح د ك‪ ،‬ز ال‬

‫تن ا س و ح دلث‪ ،‬ءإن القتتال(ن ن غ ال نا ج ز‪ ،‬وهو م ن ا ال م ح ن أبع د ‪ ،‬ز ال ث م ح ز في ظ ل ته‪ ،‬ؤ ة‬

‫ط خ يف س د •‪ ،^^ ٤‬دي ك ‪ ،‬و المثع د ن ا ح دا‬ ‫زا ل ث غ ‪ ،‬فإن‬ ‫ال سق‪،‬ئ ا ن يأكل في الفثل ئ ؤ‪،‬‬

‫ف خ ا فت ح ل م ة شئ ت ن د ألبال ن ؤ دة ثئ ت ‪ ،‬ؤإثأك زال ئ خ ث اؤ‪ ،‬إلثه ال مثل ثؤبة غ م ت خ ون بتثه‬

‫وص أخيه ش حن اء‪ ،‬نإيا ك وائعصاء‪ ،‬ؤثن ا هي ا ل حالم ة‪ ،‬وعلتلث لألث ال م ل ك ج من ل م يخر ج‬

‫الغئ والغ س م ن ي ف ‪ ،‬وعثلث بالئ صا نحة بك ن م حثوثا إ ز الن ا س‪ ،‬ز ال دز‪ 3‬عأى و صوغ‬

‫ث ح ي ث ا ل ح م ظه‪ ،‬نإن م ت ب ث شهيدا‪ ،‬وأدن ‪^١‬؛^؛ بئلف‪ ،‬وا م س ح برأيه يزد في ع مرك;‬

‫و ف ن رمحى ئييلف‪' ،‬ر م ا ل م ح‪ ،‬زؤر ‪،‬ل ي نث لخئ با ل صال حين‪ ،‬وأ طعم شاملث ا ال تحاء‬
‫م‬ ‫قا‬ ‫د د ا‬ ‫ج‬ ‫ث‬ ‫ب ت‬ ‫نإ ذا‬ ‫م ‪،‬‬ ‫الثا‬ ‫غ ش‬ ‫ئ‬ ‫ن خ‬ ‫و ش ي‬ ‫ا ه ‪،‬‬ ‫ئ‬ ‫بم‬ ‫غي ي‬ ‫كا ن‬ ‫إإ ‪0‬‬ ‫ل خذ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ئ‬ ‫ال‬

‫خ لم‪1‬للث غش غا وي م ح ان نلئ م ن الث ح الءء ؤ ود في ح تغ اتل ق‪ ،‬زيممص من تثقابلف‪ ،‬ز ال‬

‫ت ح ب إ ال في الثؤ‪ ،‬ز ال تتغتس إ ال في الل ه‪،‬ف إن إل م ع ن”كا ‪ 0‬سين ا ك س م ا ا ل من ا فقين‪٠٠‬‬


376 Süfyân es-Sevrî

Mübârek Ebû Hammâd anlatıyor: Süfyân es-Sevrî’nin İbnu’l-Hasan’a


şunu okuduğunu işittim: “Kardeşim! Şafağın sökmesinden güneşin
doğmasına kadar işin, geçirdiğin gün hakkında tefekkür olsun. Geçen günde
Allah’a itaat olarak geçen şeyleri devam ettir, Allah’a isyan olarak
geçenlerden ise uzak dur ve bir daha onları yapma. Zira o günü de
tamamlayıp tamamlamayacağını bilemezsin. Tövbe kapısı her dem önünde
açıktır, ancak günahları bırakmak tövbeden daha kolaydır. Tövbede
samimiyet de yapılan günaha bir daha dönmemek üzere pişman olmaktır.
Nerede olursan ol Allah’tan kork. Bir günahı gizliden işlediğin zaman
tövbesini de gizliden yap. Açıktan işlediğin günaha da açıktan tövbe et ve iki
günahın ard arda gelmemesine dikkat et.
Elinden geldiğince çok ağla. Bil ki gülmek için hiçbir sebebin yoktur. Sen
ki boşuna yaratılmadın. Yakınların, akrabaların, komşuların ve kardeşlerinle
ilişkini canlı tut. Merhamet edeceksen miskin, yetim ve zayıf birine
merhamet et. Sadaka vermeye, iyilik veya salih bir amel yapmaya
niyetlendiğin zaman şeytan araya girip sana engel olmadan bunu geciktirme
ve hemen yap. Her bir işini niyetle yap. Niyet ederek ye, niyet ederek iç.
Yalnız yeme ve yalnız uyuma, zira Şeytan yalnız olana yakın, iki kişiye daha
uzaktır. Karanlıkta yeme, zira Şeytan da karanlıkta yemeğini yer.
Hırstan sakın, zira hırs senin dinini bozar. Birine verdiğin sözden cayma,
yoksa sevgi nefrete dönüşür. Düşmanlıktan uzak dur, zira kardeşlerinden
biriyle düşmanlığı bulunan kulun tövbesi kabul görmez. Kin tutmaktan da
uzak dur, zira kin tutma kişinin amellerini yok eder. Kalbinden aldatma ile
hilekârlığı söküp atabilecek her bir kardeşine selam ver. Tokalaşmaktan uzak
durma ki tokalaşman insanların sana olan sevgisini arttırır. Abdestli olduğun
sürece hafaza melekleri seni sever. Abdestli iken ölmen durumunda şehit
olarak ölmüş olursun.
Yetimi kendine yakın tutup başını okşa ki ömrün uzun olsun ve
(cennette) Peygamber’inin (sallallahu aleyhi vEsallam ) dostu olasın. Küçüklere sevgi,
büyüklere saygı göster ki salihlerden biri olasın. Zengin de olsa takva sahibi
salih kişilere yemek ikramında bulun ki Allah seni sevsin ve insanlara
Süfyân es-Sevrî 377

sevdirsin. Yeni bir giysi edindiğin zaman eskisini giysisi olmayan birine ver
ki adın cimrilerin içinden çıkarılsın, iyiliklerin arttırılsın ve kötülüklerin
eksilsin. Seveceksen Allah için sev, nefret edeceksen de Allah için nefret et.
Aksi halde münafıkların özelliklerini taşımış olursun.”

‫ع م ب ن‬ ‫ثن ا‬ ، ‫م‬ ‫ائنئث م ئ ب ن‬ ‫ ثن ا‬، ‫همر‬ ‫ب ن‬ ‫ؤ‬ ‫الل‬ ‫عئد‬ ‫ئ ذ‬ ‫ع ئ‬ ‫ح د ب نا‬ ] ٦٢ / ‫[؟‬ - ) ٩ ٧ ٦ ١ (

‫وبي ن‬ ، ‫ي ؤما‬ ‫ي د‬ ‫سع‬ ‫ب ن‬ ‫ن ق يا ن‬ ‫عأ ى‬ ‫ت‬ ‫نحل‬ : ‫بمولط‬ ، | ‫مآ‬ ‫ن إ ئ زا‬ ‫ك ي‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ : ‫ها ت‬ ،‫د ر ك‬ ‫م‬

‫ " ;ا أثا مح د الثؤ‬: ‫ قل ق‬،" ‫ " اذن يا ن ك د‬:‫ ق ات ل ي‬،‫ط ق‬ ‫ أز‬،‫ب فئ ز ئ ث م ب‬


‫يدنؤ ج‬

" ^ ١ ‫ " ي ؤ ؛ م حزض‬: 3 ‫ ق ا‬،" ‫ ف مت م م ي ق ص‬،‫ذ ظ غ إ كث م ع ث ؛خل زأئث تآكل‬

Mekkî b. ibrâhîm der ‫نط‬: Bir gün Süfyân b. Saîd’in yanma girdiğimde
önünde bir ekmek, bir avuç da zeytin vardı. “Ey Mekki! Yaklaş!” diyerek
beni yemeğe davet etti. Ona: “Ey Ebû Abdillah! Daha önce birçok defa sen
”yemek yerken yanına girdim ve hiçbirinde beni yemeğe davet etmedin
dediğimde: “Bugün buna niyetlenmiştim” karşılığını verdi,

‫ ئ أ خت ن‬،‫نت ا التزم‬
‫م‬ ‫ ث إ ث خ ئ د ئ‬،‫ي الثؤ‬ ‫ء خد ك ع ئ ئ‬٦٢/٧ [ -) ٩٧٦٢(

:‫ت‬ ‫ثئ و‬ ،‫م تمعئ ه‬


‫ ث‬، ‫ه‬ ‫تس‬ ‫ف ي‬ ‫ن ال ث و ر ي‬ ‫ما‬ ‫ن‬ ‫غ ش‬ ‫ت‬ ‫ا طل ع‬ : ‫ قا ت‬، ‫ن‬ ‫ي ما‬ ‫ب ن‬ ‫ش‬ ‫ثن ا ي ح‬ ،‫ع‬ ‫ا لب ي‬ ‫ب ن‬

" ‫ ت وق ا ل م ح ل ال ذ ي لز ثنت‬،‫" ت وق ا ل م ح ل ال ذ ي إل يزد‬

Yahya b. el-Yemân der ki: Süfyân es-Sevrî’ye evinde iken kulak


kabarttığımda: “(Rabbim!) Şimdiye kadar olduğu gibi yine günahlarımızı en
güzel şekilde ört! Şimdiye kadar olduğu gibi yine günahlarımızı en güzel
şekilde ört!” dediğini işittim.

‫ ثغ ا أبو بكر بن‬،‫ ثن ا ئ خ ث د بن أخن ت بن يزيد‬،‫ ] حدقن ا أ ي‬٦٢/‫ [ ؟‬-) ٩٧٦٣(

:‫ قات‬، ‫ ص ن ي ان ال ي آ‬، ‫ ظ ا ئ ا ل م ص‬، ‫ ظ ز و ئ ع م‬،‫ ثن ا ت غ ث ذ ئ ذاؤذ‬،‫ا خل ا ن‬

" ‫ ظ ء ل ي ق ش و أ شد ظ غ ش قسي‬٠'

Süfyân es-Sevrî der ki: “En çetin mücadeleyi kendi nefsime karşı
veriyorum.”
378 Süfyân es-Sevrî

‫ ثت ا‬،‫ب ش اوازي‬
‫ ثن ا أ م م‬،‫س د ال ث ذء و‬ ‫ا س م ] خدثث ا هت ال مب ن ئ‬¥ ‫ ل‬-) ٩٧٦٤(

‫ ك ث بعث ا ذان‬: ‫ م و لت‬، ‫ س م ن ت ع د ال ؤ ح م ن بن إ ش حا ى الكث ا ئ‬:‫ قات‬،‫أبو ال ح رر ح ي‬

‫ قأد ح د يذة ث ح ت‬،،‫ ء ا دا غز في ائنؤبي‬،‫ ن ج ئ ت‬،‫ ئأرشد إ؟ي‬،‫ون مت ان م خت ف ب ائ صزة‬

‫ " إ ذ هذه ا ل مأ ه‬:‫ ممات‬، ‫ ؤائزأة ممكث م حل من ا ل م‬،‫ ثأخزغ كي سا تؤتى بؤ إل ي‬،‫زني‬

‫ أ م‬0‫ ؤإ‬، ‫ إل ذ هي ر ق ه ا د ق م ه‬، ‫ وثقي نجا■ص د ي م ذ ص داقه اث التون د بما‬، ‫ثزؤ جته ا‬

1‫ف إذ) م ه‬،‫ ن ح نن ث إ'نازة‬، ‫ ^ ^ » ^ أ ن ي ث ة‬١ ‫ح م ق ه |لى‬ 1‫ ئلئ‬،" ‫ ب ك م في وب ي‬1‫م ك ه‬

‫رقع ة فيها أمحئزامحث الح دي ث‬

ishâk el-Kinânî der ‫نكل‬: Abbâdân’da bulunduğum sırada Basra’da


.saklanmış ©lan Süfyân es-Sevrî haber gönderip beni yanına çağırdı
Geldiğimde ölüm döşeğindeydi. Elini başının altına s©ktu ve bir kese çıkarıp
önüme attı. Karısı da perde arkasından k©nuşuyordu. Süfyân bana: “Bu
kadınla evlendim ve mehir ©larak benden otuz dirhem alacağı kaldı. Şayet
mehrinden arta kalan kısmı almazsa bununla bana kefen al. Ancak alırsa
beni giysilerimle kefenle” dedi, öldüğü zaman yıkamak üzere teneşire
)götürdüm. İzarım açtığımda içinde hadislerin başlangıç kısımlarının (atrâf
yazılı ©lduğu bir deri parçası gördüm ,

، ‫د‬ ‫ح ما‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫جم‬ ‫ا و‬ ‫عئد‬ ‫ثغ ا‬ ، ‫ت ن ح قا ن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫ت‬ ‫خ ا ؛ث ت ا أب و‬ ] ٦٢ / ‫[؟‬ “) ٩ ٧ ٦ ٠ (

‫جاء‬ ^ ^ ١ ‫ئ ق ؛ا ن‬ ‫نا ث‬ ‫ لغ ا‬: ‫ ي ئولط‬، ‫الث ا ب ت بن ا ل ح ك م‬ ‫شي ئ ت‬ ‫ت‬3 ‫ها‬ ، ‫غن ي‬ ‫بن‬ ‫أ خ ن ذ‬ ‫ظ‬

‫ أم ث مم ن‬،‫نق؛ا ن‬ \‫ت " ل‬،3‫هما‬ ،‫ي زه و يدس‬ ‫ م عأى‬1‫س والئ ح؛ة حش مح‬°‫فت خ أيقس ا إلأ‬

‫عت ز؛ن ر‬ ‫د‬ ‫ظ ئ ج*ث ا وا أ ح‬ ‫يمشؤ ئ\ أ ن‬ ‫ظ‬ ^ ١^ ،‫ثئبد‬ ‫ث‬ ‫ك‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫غ ش‬ ‫ت‬ ‫و ه دم‬ ‫ث‬ ‫ك‬

" ‫ ثروئة كض ر‬١^ ^ ،‫ مم ل م ي‬،‫ثثا؛ى‬

Kasım b. el-Hakem der ki: Süfyân es-Sevrî öldüğü zaman saçı sakalı
beyaz ihtiyar bir adam geldi. Defnedilmekte olan Süfyân’ın mezarında
durdu ve: “Ey Süfyân! Korktuğun şeyden yana güvende oldun ve gelmesini
uzak gördüğün şeye ulaştın. Vallahi bizi sevindiren şey hesabımızı sadece
Süfyân es-Sevrî 379

Allah’ın görecek ©İmasıdır” dedi. Daha s©m‘a bu adamı gören ©lmadı İd


Hızır ©Iduğu söylenirdi.

‫ثط‬ ، ^ ١^ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ثن ا ال محس‬ ،‫ج عم ر‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫د ال ث ؤ‬ ‫ا ح د ث ن ا مح‬ ٦ ٢ /٧ ‫ل‬ - ) ٩ ٧ ٦ ٦ (

‫ ثا نت ئفذ ت ئقثة‬، ‫ا لخبا ب‬ ‫بن‬ ‫ عن زيد‬،‫لخبا ش‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا ا لختن‬،‫ ثن ا ت ل مه‬،‫مب ي‬

٠٠ 3 ‫ قا‬، ‫ ل ك سمي عشزة ئرا<محم‬: ‫ ي ن ق ه ن‬3 ‫ مق ا‬،‫ ق د م عإئه ز ج ل ص ث وم ه‬،‫أتؤري بن ك ه‬1

" ‫ ء ر ظ ثال ب أ ث ث ا و ئ د‬،‫ص ي ي ه ز‬


‫ " ا‬:‫ قا ت‬،" ‫ " ض و ل قال ه‬: ‫ض أئ ث؟ " قا د‬
.Zeyd b. el-Hubâb der ki: Mekke’deyken Süfyân es-Sevrî’nin parası bitti
”Kabilesinden bir adam yanına geldi ve: “Bende on dirhem alacağın var
dedi. Süfyân: “Nereden?” diye sorunca, adam: “Filan kadının eğirdiği
iplerden” karşılığını verdi. Bunun üzerine Süfyân: “O zaman onları bana
getir‫ ؛‬Zira üç gündür kumdan başka yiyeceğim yoktu” dedi.

‫ا ئ ؤا ر ء‬ ‫ت صر‬ ‫ئ ن‬ ‫منت ن‬ ‫ال ح‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫د‬ ‫حم‬ ‫س ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عثد‬ ‫ح د ث نا‬ ] ،\ T ' / v [ - ) ٩ ٧ ٦ ٧ (

‫ قا ن ئ م إ د‬:‫ ثق وب‬،‫الحا في‬ ‫ضربث‬ ‫ ش م غ ت بشن مر‬: ‫ قا د‬،‫ئنا ت خ ث د بن قدا م ه ا ل ج وه ر ي‬

"■‫ ال عي و ال ق‬،J^ ‫ ؟‬U‫؛‬r ‫ أقوم‬،‫ ^ ؛ " ؤوذث أ ر \أ\ ط ث ه إ‬١

Süfyân es-Sevrî der ki: “Sizinle beraber olduğumda lehimde ve aleyhimde


bir şey olmadan oturduğum gibi kalkmayı isterdim .”

:‫ات‬3 ،‫ ثت ا ل وين‬،‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د ثن ائ ح ا ق ال ن ن و حجد‬٦٣/‫ )“ [ ؟‬٩٧٦٨(

‫ ال‬iÛlJiS' ‫ ودد ت أئي ن ج و ت مئة‬٠٠ :‫ ثئ و د‬، 0 ‫ سمع ت ن يا‬: ‫ م ونت‬، ^ ^ ^ ١ ‫ش م ع ت أي‬

" ‫ء ز ال ؛ ي‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “öldüğümde bendeki ilimden lehimde ve


aleyhimde bir şey olmadan kurtulmuş olmayı isterdim.”

‫ب ن‬ ‫ئ ن‬ ‫ال ؤ ح‬ ‫عثد‬ ‫ثن ا‬ ‫ب ن‬ ‫ي‬ ‫ثن ا غل‬ ، ‫ن ذ‬ ‫أح‬ ‫ن‬ ‫ن ق نا ن‬ ‫ح د قا‬ ‫ء‬٦ ٣ /٧ ‫ل‬ - ) ٩ ٧ ٦ ٩ (
380 Süfyân es-Sevrî

،‫ر ب‬ ‫وال م ع‬ ‫ر‬ ‫و ال هص‬ ، ‫ف م‬ ‫ال‬ ‫بت ن‬ ‫نا‬ ‫ذي ص ر‬ ‫كا‬ ،‫خدي ت‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ل و ال‬ ، ‫ن مت م ت ا ن‬ ‫م‬ ‫ن‬ ‫ر ج ال أ م ح‬

٠٠ ‫ء‬ ‫و جا‬ ‫ال م‬ ‫ال ص‬ ‫ز ك‬ ، ‫دي ث‬ ‫وه ا ل ح‬ ‫ذا‬ ‫م‬ ‫ع‬ ‫شم‬ ‫فإ ذا‬ ،‫ة‬ ‫ص ال‬ ‫ؤا ل ع ئ ا ء‬

Yahya b. Saîd el-Kattân der ki: “Hadis rivâyeti olmasaydı Süfyân es-
Sevrî’den daha üstün birini görmemiş olurdum. Zira Süfyân öğle namazı ile
ikindi namazı arasında, ikindi namazı ile akşam namazı arasında, akşam
namazı ile yatsı namazı arasında namaz kılardı. Ancak hadis müzakeresi
olduğunu işittiği zaman namazı bırakıp gelirdi.”

‫ثئ ا‬ ،‫س‬ ‫ا لعثا‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫م‬ ‫ب ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ع د‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عثد‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫ا‬ ٦ ٣ /٧ ‫ل‬ - ) ٩٧٧٠

‫ش ك‬ ‫ إذا أ خ ذ ث في ا ل ح د ي ث‬:‫ ق ك لنئثان التؤري‬: ‫ محا د‬،‫سلم ن ه س حل ف بن إن ن ا عيد‬

!**‫؛‬âİnJI ‫ت أ ن‬ ‫م‬ ‫عن‬ ‫أظ‬ ٠' : ‫ئ ق ؛ا ن‬ ‫ د‬، ، ‫ي ت‬ ‫م‬ ‫كأثن ف‬ ، ^ ^ ^ ١ ‫غت ر‬ ‫ف ي‬ ‫ش‬ ‫مح‬ ١^ ، ‫ل ث ا‬5‫ؤ أ ئ ك ز‬

Seleme b. Halef b. îsmâil bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye: “Sen konuştuğun


zaman canlanıyor ve sanki başka biri gibi oluyorsun. Konuşmadığın zaman
ise sanki ölü gibisin!” dediğimde: “Konuşmanın fttne olduğunu bilmiyor
musun?” karşılığım verdi.

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬: ‫ ق ا ال‬، ‫ ونلنن ا ن بن أ ح م د‬، ‫ ] حدثت ا أ خ ن د ن ج عف ر‬٦٣/‫ [ ؟‬-) ٩٧٧١(

‫شب ث ت‬ : ‫ي م وأل‬ ، ‫ت ى‬ ‫ئو‬ ‫ا ل م ت ئ د بن‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ :‫ قات‬،‫ ثن ا ا نم نث ن بن حزيث‬،‫ع ئ \ ال ي ر‬

" ‫ " ختئ‬:‫توي ا أل حا دي ث غش الج م ؟ " ق ات‬


‫ " ونغل ض ا إلتا م ر‬،‫ ^؛؛؛‬١0‫نتي‬

Fadl b. Mûsa bildiriyor: Minber üzerinde hadis aktaran imamın durumu


kendisine sorulunca Süfyân es-Sevrî’nin: “İyi yapıyordur” dediğini işittim.

‫ ظ أبو‬،‫لخد تق غئ ا م ح‬ ‫ ظ‬،‫ ] خدثثا أختن ئ ج م تن تلم‬٦٣/‫ [ ؟‬-)٩٧٧٢(


‫غ ثيا ب ه‬ ‫حل‬ ‫إ ذا‬ " ‫ن ال ت ؤ ر ي‬ ‫ن ميا‬ ‫نأي ت‬ : ‫قا ت‬ ، ‫ه زا ن‬ ‫ثغ ا م‬ ، ‫ع م ر و ال ر ا ز ي‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ،‫ن‬ ‫ع ثا‬

" ‫بم ئ إ م حا ق ن ي ا‬ ‫ " إذا ط وي ن‬: ‫ ء ن بجا د‬:‫ وقاد‬، ٠٠ ‫طزاف ا‬


‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪381‬‬

‫‪Mihrân der ki: Süfyân es-Sevrî’nin giysilerini çıkardığı zaman onları‬‬


‫‪katlayıp kaldırdığını gördüm. Süfyân: “Giysilerini katladığın zaman onları‬‬
‫‪çıkardığın gibi bulursun, denilir” derdi,‬‬

‫(‪ ] nt'/v [ ")٩٧٧٣‬حدثن ا أ خ ئ د ى إ ن حا ى‪ ،‬ثما أث و بكر شر أيي ع ا صم‪ ،‬ثن ا ا لخنس‬

‫بن ال؛زار‪ ،‬ثط خنفن بن ن ي م ‪ ،‬محا ‪ :3‬رأيت اث متا ن التؤر_ي بن ك ه نقد أك ر عقه ‪1‬صءحا ث‬

‫ائخزي ج‪،‬ء مما ل ‪ ٩ " :‬لل ه ؤإ؛ا ري را‪ -‬حعون‪ 1 ،‬حا ف أن يتك ون ‪ ^ ١‬ص ح هذه ؛ الية ح ن ت‬

‫ا ن ءإ د ش ”‬

‫‪Halef b. Temîm der ki: Süfyân es-Sevrî’yi Mekke’de gördüm. Hadisçiler‬‬


‫‪ ve innâ ileyhi râciûn! Allah’ın bu‬لطفل‪1‬ل‪onun yanında çoğalınca: “înnâ 1‬‬
‫‪ümmeti, benim gibi birine muhtaç bırakarak heba etmiş olmasından endişe‬‬
‫‪ediyorum” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٦ ٧ ٧ [ “) ٩٧٧٤‬حدثن ا عتد الثؤ ب ن م ح م د ب ن جئث ر‪ ،‬ثنا إشتا ق ب ن أ خ ن ذ‬

‫ا مت م ي ‪ ،‬قات؛ ث ج ن ف أ خن ذ بن أيي غزي‪ ،‬فوت‪ :‬سبع ت ث ض بن ت ج د ‪ ،‬يئ ون‪:‬‬


‫ش م ع ت‪ ٤^ ^ ١‬يأمول ‪ " :‬ظ أئكمم مس ي |ال ‪ ٩‬ج ث ش ئ ل ل ح دي ث "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Sadece hadis rivâyetine oturduğum zaman‬‬


‫”‪kendimi tanıyamıyorum.‬‬

‫ثن ا‬ ‫ذا ؤ ذ ‪،‬‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ال ر ح م‬ ‫عئد‬ ‫ثن ا‬ ‫د ‪،‬‬ ‫بن م حم‬ ‫د‬ ‫أ حم‬ ‫ب ن‬ ‫ث خ ث د‬ ‫خ ا ؛ث غ ا‬ ‫[؟ ‪] ٦٤/‬‬ ‫( ‪" )٩ ٧ ٧ ٥‬‬

‫ر ي‪،‬‬ ‫‪١‬لت و‬ ‫ش ت يا ن‬ ‫اقث ى‬ ‫قا ت ‪:‬‬ ‫م م ‪،‬‬ ‫غا‬ ‫ب ن‬ ‫أ خ ن د‬ ‫ثغ ا‬ ‫بتت ز و ت‪،‬‬ ‫ي‪،‬‬ ‫ا ل ر وم‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫ه‬ ‫ب ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عبد‬

‫ومح ن د بن عثا ض‪ ،‬فتذا وا هثكثا ‪ ،‬ممال‪ ،‬ئ مثا ن " إ ي لأر جو أن لآكون مجلنثا ث ذا أ ئ ^‬

‫ه الة لآكة "‪ 3U ،‬ه م ح و‪ " :‬ئزي و؟ ! ل ك ش أ‪-‬محاءن أن يفون أ ظ م ت ه م‬ ‫ن يلس‬

‫ي نت و ت إ ر أخ ض نا عئذك ثنبم ث بؤ؛ي‪ ،‬ؤئزثئغ نلق به؟ !‬


‫جبثاة غيثا ئؤت ا‪ ،‬أف‬

‫فعبددني وعبدثلث؟ أ " قات‪ " :‬مح ذك ى ن م ا ن ح ز غ ال ب جنة "‪ ،‬ث أ قات‪ " :‬أ حس ني‪،‬‬

‫أ ء ك ؛ق "‬

‫‪Ahmed b. Âsim der ki: Süfyân es-Sevrî ve Fudayl b. îyâd karşılaşıp‬‬


‫‪konuşup ağladılar. Süfyân: “Bu meclisimizin bereket yönünden en büyük‬‬
382 Süfyân es-Sevrî

meclis olmasını temenni ederim” deyince, Fudayl: “öyle dileriz ama ben
kötülük yönünden en büyük olmasından korkarım. Sen yanındaki en güzel
şeylere bakıp onları bana gösterdin, ben de yanımdaki en güzel şeyleri sana
gösterdim. Böylece sen bana ben de sana ibadet etmedik mi?” karşılığını
verdi. Bunun üzerine Süfyân hıçkırarak ağlayıp: “Bana hayat verdin. Allah
seni ihya etsin” dedi.

‫ ثن ا أبو‬،‫ ثن ا ئ خ ئ د ن أبي ي حيى‬: ‫ ؤأثو ت خ م ق ا ال‬،‫ ] حدثت ا أيي‬٦ ٧ ٧ [ ") ٩٧٧٦(

‫ " أث ا ت م ا ن‬: ‫ قئأو ل‬C‫ ش م ع ت ا أل ص م عي‬:‫ ق ات‬، ‫إشث ا ق‬ ‫بن‬ ‫م حمد‬ ‫بن‬ ‫عث ان أ خ ن ذ‬

‫ خنليي عثه شهزة‬،‫ وءن ثدم عأى أغ ظء كتبي عن ي‬،‫ هأؤصى أن ثدمحن"كسة‬،‫التؤر'ي‬
٠٠ ‫ال ح دي ث‬

Asmaî der ki: Süfyân es-Sevrî öldükten sonra kitaplarının da


gömülmesini vasiyet etmişti. Zira bazı kesimler hakkında bazı şeyler
yazmıştı. Sonradan buna pişman olmuş ve: “Hadislerin şöhret olması bunlar
hakkında yazmama sebep oldu” demişti.

‫ ثن ا أب و ت ج د‬،‫ ثن ا أب و تكر بن أبى ذاؤث‬،‫ ا حدثت ا أب و ت ح م د بن حقا ن‬٦٤/٧ ‫ ل‬-) ٩٧٧٧(

،‫ة‬ ‫" مح‬ ‫ي د‬ ‫تع‬ ‫ن‬ ‫ش ق تا ن‬ ‫د س‬ " : ‫ي هولت‬ ، ^ ^ ١ ‫خت ي‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫عتد‬ ‫أبا‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ : ‫د‬ ‫ها‬ ، ‫لأف ج‬ ‫ا‬

،^ ١‫ " ي أي عئد‬: ‫ قم ن ت‬C” ‫ ئدص ب ي *كد؛ وكذ! ق م عئزة إ؟ى ص در ي‬، ‫وكن ت أعيثة غل ه‬

‫ هعر ك بئة ث ظ ”ى ن يمحمدتي منه‬،" ‫ غذ ظ شئت‬٠' :‫ ثي‬Ju ،" ‫ؤفي و م الحمسرآ‬

Ebû Abdirrahman el-Hârisî der ki: Süfyân b. Saîd kitaplarını toprağa


gömdü, ben de bunda ona yardım ettim. Yazdığı kitaplardan şu kadar kucak
dolusunu gömdü. Ona: “Ey Ebû Abdillah‫ ؛‬Gömülerde (zekat olarak) beşte
.bir vardır” dediğimde: “İstediğin kadarını alabilirsin” karşılığını verdi
Bunun üzerine daha öncesinde bana anlattığı konular hakkında birkaç kitap
aldım .

‫ن‬ ‫ثن ا ا ل ح س‬ ،‫ش‬ ‫يح‬ ‫ب ن أ ي‬ ‫د‬ ‫ثت ا م ح م‬ ، ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫ع ئ د ال ث ؤ‬ ‫ح د نحا‬ ]‫م‬ ‫ ئ ا‬/ ' ‫ا‬/ [ “) ٩ ٧ ٧ ٨ (

‫ن‬ ‫ن صا‬ ‫ع ر‬ ‫ظ وا‬ ‫ذ‬ : ‫ يمولت‬، ‫ا ئ بمر ة‬ ‫ش ن جي‬ ‫إ نا ؛‬ ، ‫ي ى ال‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ :‫ محال أ‬، ‫ط‬ ‫ا ل حنا‬ ‫لخ ض‬ ‫ي ن ا‬
‫ قاع حتة ؤضزب ين ة ا رث ح ت‬C‫ ه محدره ر جئب ح دي ث‬،‫ ^ ^ ي ن رضه ال ذ ي ئ ا ث فيه‬١

‫ ق ا لوا ل هت عل ى قزو ا خل ا ل يغلف؟ أ ق ا ل‬، ‫ قأخزخ أئزاخ ا له قكث ب دللق ا ل ح د ي ق‬،‫فزاشه‬

٠٠ ‫ ؤإ(آ م ت ه م د ك ي ئ ح س ما‬، ‫هم ت ق د ش م ع ت خث ئ ا‬ ‫ إن‬،‫ إقت ح س ن‬٠٠

Hüseyin b. el'Hasan el-Hannât bildiriyor: Basra mescidinin imamı oian


Ferkad’ın şöyle dediğini işittim: “ölüm üne sebep olan hastalığı sırasında
Süfyân es-Sevrî’nin yanma girdiler. Adamın biri ona bir hadis aktarınca,
Süfyân bu hadisi çok beğendi ve elini yattığı döşeğin altına götürüp (yazı
yazdığı) levhaları çıkardı. Duyduğu bu hadisi de onlara yazdı. Kendisine:
“Bu durumdayken de mi yakıyorsun?” dediklerinde şöyle karşılık verdi:
“(Her iki durumda da) güzel bir şey yaptım. (Sağ kalırsam) güzel bir şey
duymuş oldum, ölürsem de güzel bir şeyi yazmış olurum.”

‫ه‬ ‫الل‬ ‫عئذ‬ ‫إ‬ ‫ ث‬،‫و ت‬ ‫يعم‬ ‫ب ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ع ذ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ح قا ن‬ ‫س‬ ‫د‬ ‫ح د ت ا أب و م ح م‬ ^ ٦ ٠ /^ ^ [ - ) ٩ ٧ ٧ ٩ (

٠' ، ٧ ١ ١ ‫ أ ئ ث طق آل‬: ‫ ف و د‬، ‫ شمغ ت محب الئ[م ن ئ م ح ال‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫ئ م ح قم ش م ي‬

‫م‬
" ‫بي‬ ‫ت‬ :‫ه‬ ‫قا ت‬ ، ‫أ‬ ‫ط‬ ‫ب ن‬ ‫قا د‬ ‫ح‬ ‫خ ا ء إل ى‬

Abdulmü’min b. Osmân der ‫نظ‬: .Süfyân es-Sevrî’nin Hammâd b


Seleme’ye gelip: “Merhaba” dediğini gördüm .

‫ب ن‬ ‫ي د‬ ‫ثن ا ت ع‬ ،‫ش‬ ‫يح‬ ‫ب ن أي ي‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫ى ح قا ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫أب و‬ ‫خ ا ؛ث ن ا‬ ] ٦ ٠ /'/[ - ) ٩ ٧ ٨ ٠ (

‫ئ مثا ن‬ ‫ي‬ ‫غإ‬ ‫ءأ ق د‬ ، ‫أ ل ش ت تا ت ي‬ ‫ى‬ ‫شحا‬ ‫أب و ا‬ ‫إل ت غ ا‬ ‫ي‬ ‫تع‬ : ‫قا د‬ ، ‫ ثن ا ه ث ت ت أ‬،‫م ع م ر‬ ‫أب و‬ ‫ثن ا‬ ،‫بسر‬

‫قا ب ه أخ ا د؛ ئ نز‬£ ‫ص‬ ‫كئ‬ 1‫ت ر ف إ؛ ل م ح ا ئ ئ ؟ ق ر ن ل‬٠' :‫ ثقوب‬، ‫ب د‬


‫ج‬ ،٧ ١ ١

‫ محأعزص‬،‫ جأ ل س‬- ‫ئا مهده‬1‫ و‬،‫ ئ م ث م؛ ا ن‬٤^ ^ ^ ١


" ‫ ن حز ج ت ال ى‬، ‫ ث أ أ; طلوا تؤثث‬،‫أكتثهأ‬

‫بمظ ن يما‬ ‫مح‬


Huşeym der ki: Ebû îshâk eş-Şeybânî’nin ölüm haberi verildiğinde
yanıma Süfyân es-Sevrî geldi ve: “Şeybânî’nin filan rivâyetini biliyor musun?
Şeybânî’nin falan rivâyetini biliyor musun?” demeye başladı. Bu söyledikleri
Şeybânî’nin yazmadığım hadisleriydi. Daha sonra ise Şeybânî’nin ölüm
haberinin yanlış olduğu söylendi. Bunun üzerine Şeybânî’nin yanına gittim.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪384‬‬

‫‪Onunla oturmuşken Süfyân yanımızdan geçince yüzünü çevirip benimle‬‬


‫‪konuşmadı.‬‬

‫(‪ t'W v [ -) ٩٧٨١‬خ ا؛ثنا عبد الثؤ بن م ح م د بن جعفر‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن ف ارون‪ ،‬ئ ‪:3‬‬

‫ت‬ ‫شمع‬ ‫د ‪:‬‬ ‫ها‬ ‫أ ‪ ،‬ئ يا ء ث ‪،‬‬ ‫ثت ا‬ ‫^ ‪،‬‬ ‫^‬ ‫ب ن ‪١‬‬ ‫ئ ذ‬ ‫مح‬ ‫ن‬ ‫م‬
‫ب‬ ‫أب و‬ ‫ثت ا‬ ‫‪:‬‬ ‫بمولط‬ ‫ت ‪،‬‬ ‫ب ن ال ق‬ ‫ج عف ر‬ ‫ت‬ ‫شمع‬

‫شئيا ن الثوري‪ ،‬ثق وب‪ " :‬ا إل ب ل إ ر ايل م أخؤغ منه إ ر ال خ م وال‪ 1‬م "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin ilme olan ihtiyacı ekmek ve ete olan‬‬
‫”‪ihtiyacından daha fazladır.‬‬

‫ب ن‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫ع ت د ال ث‬ ‫ث صر ‪ ،‬ثن ا‬ ‫ب ن‬ ‫ج عف ر‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫ع ب د ال ث ؤ‬ ‫خ ا ؛ث ن ا‬ ‫[؟ ‪] ٦٥ /‬‬ ‫( ‪- ) ٩ ٧ ٨ ٢‬‬

‫زؤ‬ ‫ا لع‬ ‫"‬ ‫ه د‬ ‫وأب ا ف ا‬ ‫ن مث ا ن ‪،‬‬ ‫ن ئ د‬ ‫د ‪:‬‬ ‫محا‬ ‫ما ن ي ‪،‬‬ ‫ال ح‬ ‫ي د‬ ‫ال ح م‬ ‫عتد‬ ‫ثن ا‬ ‫سا ن ي ‪،‬‬ ‫ع ا ص م ال ث ح‬

‫أ خ ي ‪ ،‬أ ز زي ت ث ئ ز أ ا ة ؟ لأ؟ " ئ د ‪ " :‬ت ي د ف ن ا ه آ ذ "‬

‫‪A dulham îd el-Himmânî der ki: Benim de bulunduğum bir yerde‬‬


‫”?‪Süfyân’a: “Savaşan kişi mi yoksa Kur’ân okuyan kişi mi daha üstündür‬‬
‫‪diye sorulunca, Süfyân: “Kur’ân okuyan kişi” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ٦٥/٧ [ -) ٩٧٨٣‬ا ح دق ا عثد ا ل منعم؛ بن عنن‪ ،‬ثن ا أبو تع ي د بن زيا د‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د بن‬

‫^‪٤‬‬ ‫اد؛ ا س ‪ ، ^ ^ ^ ١‬ثن ا أخ ط ئ أبى ا لخزاري‪ ،‬قات‪ :‬قات نئث ا ذ ا ش ي ‪ " :‬أؤ أق ‪١‬‬

‫مت "‬ ‫ه ن ن ث بف يء م ن رت ق‪ ،‬ل ق ئ ف أثي‬ ‫‪P‬‬ ‫ل م ث ن ي ‪ ،‬وا الةرءس نز ئ ب ئ ‪،‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Gökten yağmur inmese, yerde ekin bitmese ve‬‬
‫‪buna rağmen ben mallarımla ilgilenecek olsam kafir biri olduğumu‬‬
‫”‪düşünürüm .‬‬

‫ق‬ ‫شحا‬ ‫ا‬ ‫ثن ا‬ ‫د ا لر ا و ي ‪،‬‬ ‫مت ع‬ ‫ب ن‬ ‫ع ئ‬ ‫ثن ا‬ ‫أ خ ن ذ ‪،‬‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫خ ا ؛ث غ ا نلت م ا‬ ‫[ م\‪ /‬ه آ م ]‬ ‫( ‪- ) ٩ ٧ ٨ ٤‬‬

‫خ الق ا‬ ‫^ بنكه‪ ،‬قات‪ :‬م ح ق‬ ‫إ؛تا م ء ئ ني ن ان ال جا ث‪١‬‬


‫ثذ رتتق الكث ا ئ او ب ي إ ‪ ،‬ثما ر‬

‫أ ي‬ ‫عئد ‪، ^ ١‬‬ ‫‪ ٧‬أي‬ ‫"‬ ‫‪:3‬‬ ‫م ا ن ‪،‬ب م ها‬ ‫ن‬ ‫ع ز‬ ‫ت‬ ‫ء ث‬ ‫ق ؤ ب‬ ‫|ل ى‬ ‫ين ظ ز‬ ‫ز يل‬ ‫د‬ ‫نجع‬ ‫ث\ ن‪،‬‬ ‫نم‬ ‫ئ غ‬

‫‪ ٠' ٢‬ص‪ 1‬ت ن مثا ‪ ١^ ^ " : 0‬ي ك ر ه ون هضأو ل اث ك ال ‪" £‬‬ ‫ق ي ؤ ” ي ن ه ذ\ ‪^ ١‬‬

‫‪Meld^e’li ibrâhîm b. Süleymân ez-Zeyyât el-Abdî bildiriyor: Süfyân-1‬‬


‫‪Sevrî ile birlikte oturmuşken adamın biri geldi ve Süfyân’ın giymiş olduğu‬‬
Süfyân es-Sevrî 385

giysiye bakmaya başladı. Sonra Süfyân’a: “Ey Ebû Abdillah! Bu giysi hangi
kumaştan yapılmış?” diye sorunca, Süfyân adama: “öncekiler gereksiz
konuşmayı kerih görürlerdi!” karşılığını verdi.

‫ ثن ا إشيا ق بن‬،‫ ثت ا علي ث ذ تع يد‬، ‫ ^ ] حدثتا ن ي ئ ا ن س أ ح ن د‬/‫)" ل ما‬٩٧٨٠(

‫ " ئ ظ ء ت‬، ‫ عئد ئمحاا؛ت ا ش ي‬١٤٠ :‫ ;غ وت‬،،^ ٠١ ‫ ن‬1‫ث ه ؛ ب ز ي ئ ذ ثأثت‬ ،‫رزش‬

،‫جثي به‬ ‫؛ ئ ع م‬3 ^‫لأؤ أ مجبف به مغل ه ؟ ؛‬-‫ب ا عثد ا‬


1 ‫ ي‬:‫ وه ا ؟ ت‬، ^ ١ ‫؛ئف ن ت ك ت إ؟ئه‬

،‫ه‬ ‫الل‬ ‫ئا ؤ‬ ‫نا‬ ‫بغد‬ ‫ت ا ل م زأ ه‬ ‫د‬ ‫قعا‬ ، ‫ز ف ال ق ش‬ ‫ب اتص‬ ، ‫ق ا ؤ ال ئ ة‬ ‫ن متا ن ب ما‬ ‫و ع ظة‬ ‫مح‬ ،‫ب ه‬ ‫ء ت‬ ‫ه جا‬

‫ مم ج ا ء ت‬، ‫ وذ و ت بجن ن ا ح ب م ن أم ر ابنه ا‬،‫<ضاثا أب ا هم د الثؤ‬- ‫ جراك اللت‬:‫ممال ت‬

،‫بج ث‬ ‫ا م ز ال‬ ‫ ز الت‬،‫تا م ال ق د و بموم ا م حاز‬: ‫ ا م ن ا‬، ‫م د ال م‬ ‫ يا ص‬:‫ق ا ل غ‬ ، ‫مبن ج م‬


٠٠ ‫ ا حث س يه عند الل ه‬:‫ ممات‬،‫ يث ل ل ب ا ل ح دي ت‬: ‫ وي ح ك أ م م ذالئ؟ قال ت‬:،3‫مما‬

Îbrâhîm b. Süleymân ez-Zeyyât bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’nin yanında


oturuyorken kadının biri geldi. Süfyân’a, oğlundan yana kendisine
şikâyetlerde bulunup: “Ey Ebû Abdillah! Yanına getirsem ona nasihatlerde
bulunur musun?” dedi. Süfyân da: “Olur! Onu yamma getir” karşılığım
verdi. Kadın oğlunu getirince Süfyân bir müddet ona nasihatlerde bulunup
öğütler verdi. Ardından genç oradan ayrıldı. Bir süre sonra gencin annesi
geldi. Süfyân’a: “Ey Ebû Abdillah! Allah sana hayırlar versin!” dedi ve
oğlundan gördüğü güzel şeylerden bazılarım ona aktardı. Bir zaman sonra
İradın yine Süfyân’a geldi ve: “Ey Ebû Abdillah! Oğlum geceleri uyumuyor,
gündüzlerini oruçla geçiriyor, ne yemek yiyor, ne de bir şeyler içiyor” dedi.
Süfyân: “Vay sana! Neden öyle yapıyor?” diye sorunca, kadın: “Hadis
öğreniyor” karşılığını verdi. Bunun üzerine Süfyân kadına: “O zaman
bunun mükâfatı ve karşılığım Allah’tan belde” dedi.

: ‫ قات‬، ‫لخد ثن ال م‬ ‫ ثت ا ع ئ ثن‬،‫لخد‬ ‫لثن ا ئ ي ن أل ئ‬،‫[ خ‬nn/v] -((٩٧٨٦

‫ أز ي حش بن تع يد‬، ‫ شين ت عبد الر ح م ن بن م هد ئ‬:‫ م ولت‬،‫ش م ع ت علي بن ا ل م دين ي‬

‫ " ال ئئأ ت أ خذا في ثؤ؛ وا ج د أك ر م ن‬: ‫ يأم و ل‬، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت‬:‫ م و ل أ‬،‫ا ل مقئ ا ن‬

‫ح ا ج ة وا ح د ة‬
386 Süfyân es-Sevrî

Süfyân es-Sevrî der ‫ ل ط‬: “Bir günde bir kişiden birden fazla ihtiyacını
görmesini isteme.”

‫شب غ ت‬ : ‫عا ت‬ ‫ن تع ب ء‬ ‫ب ن‬ ‫ي‬ ‫عل‬ ‫د ب ي‬ ‫ح‬ ، ‫د‬ ‫أ حم‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫يا‬ ‫غن‬ ‫خ ا ؛ث ن ا‬ ] ٦ ٦ /^ ^ [ - ) ٩ ٧ ٨ ٧ (

‫ ن ئ ن‬، ‫ح ج جغ ا م ه وا ل م ه د ي نغثا‬ ٠٠ : ، ‫ يمول‬، ‫ ت ج غ ش أ ي ي‬.■‫ مولط‬،‫م ح م د ب ن ع صا م ج ب ر‬

‫ ^ ^ ^ فى حتيه‬١ 1‫بم‬ ‫ث ا‬1‫ د‬، ‫ر زك أت وهه‬1‫ ب حز جدأ م ن منى غ ز ج م‬،‫ ثئ؛ ا ن‬،‫فنبي‬

'٠ û l J j ‫بم خ‬ V‫ض‬ ، ‫^ ي تني ئ‬ ! ! ‫ه نئ؛ ا ذ ؟‬ ‫ د‬/ ‫ أم الدي ظ‬: ‫ ق ك‬، ‫ظ بممم‬

Muhammed b. îsâm Cebr, babasından bildirir: Bir defasında


Abbasi halifesi) Mehdî de bizimle birlikteydi. Süfyân ise( *‫ه‬
zamanlar kaçmıştı. Merkebimin üzerinde Minâ’dan çıkarken atı üzerinde
olan Mehdî yanımıza ulaştı. Onunla şakalaşarak: “Süfyân burada!” diye
!bağırıp “Senin Süfyân olduğunu söyleyeyim mi?” dediğimde: “Ey uyuşuk
Sus da kimseler duymasın!” karşılığını verdi.

:‫بمول أ‬ ، ‫ضا ؛‬ ‫ج‬ ‫ب ن‬ ‫خ ث ذ‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫قا د تصت م ع‬ ،‫ي‬ ‫ثن ا عل‬ ،‫ن‬ ‫يا‬ ‫ن‬ ‫ ا ح دث نا‬٦ ٦ /٧ ‫ل‬ - ) ٩ ٧ ٨ ٨ (

،‫ زأائ‬،‫ هذه ب وذه ب معه أبونث‬،‫ ثئأولت ذعؤا غ متا ن إ ؤ ت و ضع‬،‫سم ع ت به را ما مولى أ ي‬

‫ء‬،‫ ؤنث؛ ان في ائيي‬،‫أبوك في ح\ ج ة‬ ‫حر ج‬ ‫وأد ا ه\عد عنذ ائث\ء ب وهد‬ ،‫ئج د‬ ‫ه ئد‬ ‫ حلن ا‬-‫م د‬

‫إل‬ ‫' إذا‬٠ :‫ قات‬،" ‫ال‬ " : ‫ أتدري تق مغذ غلى قذا امح زام ؟ " ئ ك‬، ‫ " ظ ه‬:‫ق ات لي‬
'٠ûlLdJI ‫ي غ ذ غي اا؛انب ممد عثه‬
Muhammed b. îsâm, babasının azatlısı Bihrâm’dan bildirir: Süfyân’ı bir
yere çağırdıklarında babanla birlikte oraya gittiler. Ben de babanla
birlikteydim. Dayalı döşeli bir eve girdiklerinde ben kapının yanında oturup
:bekledim. Bir ara baban bir iş için dışarıya çıkınca içerde kalan Süfyân bana
,Sen! Bu mindere kimin oturacağını biliyor musun?” diye sordu. “Hayır“
bilmiyorum” karşılığını verdiğimde: “Şayet üzerine insanlar oturmazsa
Şeytan oturur” dedi.
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪387‬‬

‫ال نئث ى‪ ،‬ثن ا ن ش د د ‪ ،‬ثن ا عتذ‬ ‫بن‬ ‫(‪ [ -) ٩٧٨٩‬؟‪ ] ٦٦/‬حدثن ا ئلث م ا ن س أ ح م ذ ‪ ،‬ثن ا تن ائ‬

‫اش ئ د ود الم ي إ‪،‬ئا‪)3‬تضم غغ نفأ ن ا مهي‪ ،‬ثئ ولأت " إدا ) م حش ف ه ال رين أة‬
‫‪UJ‬؛ ‪y ،4İ* iijU- J‬؛‪" öj‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Şayet bir şey satın alır da ondan komşuna vermek‬‬
‫”‪istemezsen onu komşuna gösterme.‬‬

‫اي و ت‬ ‫ب ن‬ ‫ا لع ي ص‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ثن ا‬ ‫د ‪،‬‬ ‫أ حم‬ ‫ب ن‬ ‫بما ن‬ ‫ئ ن‬ ‫ح دث نا‬ ‫^^^‪] ٦ ٦ /‬‬ ‫( ‪- ) ٩ ٧ ٩ ٠‬‬

‫^ ‪،‬‬ ‫ن ‪^ ١‬‬ ‫ما‬ ‫ص ش‬ ‫ر ن‪،‬‬ ‫ما‬ ‫‪°‬ت ن‬ ‫ن‬ ‫ثت ا متل ؤمح‬ ‫‪،‬‬ ‫^‬ ‫‪١‬‬ ‫س‬ ‫ب ن يو ن‬ ‫ال ر ح م ن‬ ‫عبد‬ ‫ثن ا‬ ‫ا لأ ءبت ه ‪-‬ا ذ ي ‪،‬‬

‫قات‪ :‬م ' س خ اغف إل بم أ د خ ر ن ا ث‪ ،‬ن ل ح د الث از "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişi aç kalır da başkalarından bir şey istemeden‬‬
‫”‪ölürse cehenneme girer.‬‬

‫‪ ] nn/v [ -) ٩٧٩١‬ثن ا ت ش ا د ; ثت ا عتذ الل ه ن أ ح م د بن ح م ‪ ،‬ح د ب ي ي حيى بن‬

‫مع ين‪ ،‬ثن ا خ ي ا ج بن م ح م د ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ش م ع ت س متا ن الثوري‪ ،‬ي م وأل ‪ ٠٠ :‬أ ؤ خث ت الب ال د‬

‫مظ ذث ب ئ ئ ‪ ،‬ز ال ازاف ا ثزثائ ؛ ال ز خ ثأ "‬

‫‪: “Beldeler ıssızlaştı, ben de kendimi yalmz‬نكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫‪hissediyorum.‬‬ ‫‪Gördüğüm‬‬ ‫‪kadarıyla‬‬ ‫‪da‬‬ ‫‪beldeler‬‬ ‫‪giderek‬‬ ‫‪daha‬‬ ‫‪da‬‬
‫”‪ıssızlaşacak.‬‬

‫(‪ [ -) ٩٧٩٢‬؟‪ ] ٦٧/‬ثت ا نل بما ن‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن م ح م د ئن ص دقه‪ ،‬ثن ا عثا؛س بن م ح م د‬

‫وب ك ر‬ ‫ض ي‪،‬‬ ‫ا ل ما‬ ‫ق ونف ث‬ ‫ب ن‬ ‫ثا ر‬ ‫ي‬ ‫قا ت‬ ‫ي مو ل أ‪:‬‬ ‫مع ي ن ‪،‬‬ ‫ب ن‬ ‫ش‬ ‫يح‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫‪:3‬‬ ‫ها‬ ‫ال د و ر ي ‪،‬‬

‫ن مث ا ن‪ ،‬صادت ‪ ٠٠‬م ن القاسي م ن ش ي ع ز ال ي خي ط‪ ،‬ومنه م نتن ي معلع ؤيخيط‪ ،‬وثا ن ئ مت ا ‪0‬‬

‫وشنع "‬ ‫بجل‬ ‫مس‬


‫‪Yahya b. Maîn der ki: Kadı Hişâm b. Yûsuf, Süfyân es-Sevrî’yi andı ve:‬‬
‫‪“İnsanlardan bazıları keser ama dikmez. Bazıları da hem keser hem de diker.‬‬
‫‪Süfyân es-Sevrî kesip dikenlerden biridir” dedi.‬‬
‫‪388‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫م أثو أضب ث خ ث ذ ئ أ خت ن ثن إئزاه م م ‪ ،‬ثن ا أخ ط‬ ‫(‪ ] ٦٧^ [ -) ٩٧٩٣‬خدتث ا اق ا‬

‫ل‬ ‫رج‬ ‫‪٤^ -‬‬ ‫‪:3‬‬ ‫ها‬ ‫ب ن ‪، ^ ^ ^ ١‬‬ ‫^‬ ‫عتد ‪١‬‬ ‫ثت ا‬ ‫حبي ق‪،‬‬ ‫ب ن‬ ‫ع ت د ال ئ ؤ‬ ‫ثن ا‬ ‫ل خ ش ن‪،‬‬ ‫ب ن ا‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬

‫صم أن ث؟‬ ‫بتث ‪،‬‬


‫م وث م‬ ‫بإ‬
‫ه ؤ م‬ ‫‪ '٣ ١‬عقب ق ظ أي هم د‬ ‫ا هم ي ‪ ،‬ه ات ‪" :‬‬ ‫؛ر‬

‫و ص خ ا ل ك ؟ " ق ات نئثا ذ ‪ " :‬غ اثائا ال ق ‪3‬إيا ك‪ ،‬ننئا أ ي ن ا ب ت ز ي د "‬

‫‪: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye geldi ve: “Ey‬لط ‪Abdullah b. es-Sindî der‬‬
‫‪?Ebû Abdillah! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun! Nasılsın‬‬
‫‪Halin nasıl?” dedi. Süfyân: “Allah bize de size de afiyetler versin. Uzun‬‬
‫‪yaşamayı bekleyen kişilerden değiliz” karşılığını verdi,‬‬

‫س ‪ ،‬ئ محن ال م ئ‬ ‫نت ئ غ ئ تن ائ‬


‫م‬ ‫كد‪ ،‬ئ‬ ‫(‪ ] ٦٧/^^[ -) ٩٧٩٤‬خدثث ا أثو‬

‫تع يد ال ك ن د ي ‪ ،‬ثعا أب و حال د ا أل حمر‪ ،‬قات‪ :‬س م ع ت ش ميا ن‪ ،‬بموت‪ '٠ :‬أئص د ال د ك رت الوة‬

‫ال مهان ي ال ئ الؤ‪ ،‬ث مت الوة‪ ،^١^ ١‬في غثر ا ل ص الة‪ ،‬بأ الص ؤم‪ ،‬م م ال د ك ز "‬

‫)‪Süfyân es-Sevrî der ki: “En üstün zikir, namazda Kur'ân (kıraat‬‬
‫‪okumaktır. Ondan sonra namaz dışında Kur'ân okumaktır. Ondan soma‬‬
‫”‪oruç, ondan sonra da normal zikirdir.‬‬

‫(‪ -) ٩٧٩٥‬ل ‪ ٦٧/٧‬ا حدثن ا أبو أ ح م د ‪ ،‬محا أ ح م د بن م ح م د بن ا لخثن‪ ،‬ثن ا ا لخثن بن‬

‫ثا ص ح ‪ ،‬قات‪ :‬ش م عت عبد ا ل عزيز بن أب ا ن‪ ،‬ي مولت ‪ :‬ش م ع ت ن مي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬م ول ط ‪ " :‬يأتي‬

‫ظ ر اق ا س رن ا ن ال تئي و فيه إ ال ت ذ ت خ ا ت ق "‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “öyle bir zaman gelir ki insanlardan ancak ahmak‬‬
‫”‪gibi davrananlar ^rtulabilecektir .‬‬

‫(‪ ] ıv /v [ ") ٩٧٩٦‬ثن ا أثو أ ح م د ‪ ،‬ثن ا إئزاي إ ‪°‬س م خ ث د بن ا لخنن‪ ،‬ثن ا س ه د بن‬

‫صا ل ح ‪ ،‬ثن ا غ ل فن بن ث مي م ‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن التؤري‪ ،‬م و لت‪ :‬نث ا جاء ائتشيز إ ر‬

‫ت ق و ت غ ي ا لق الز‪ ،‬قات ه ‪ " :‬ض أ ي دين ؤ ك ث ث وئف ن ؟ " قات‪ " :‬ض ا إلت ال م "‪،‬‬

‫ئ ت ‪ " :‬ا لآنت ث ت ا ش ة "‬


Süfyân es-Sevrî 389

:Süfyân es-Sevrî der ki: Müjdeci kişi Hz. Yâkûb’a geldiği zaman, Yâkub
Yûsufu bıraktığında hangi din üzerindeydi?” diye sordu. Müjdeyi getiren“
adam: “İslam dini” karşılığını verince, Yâkub: “işte şimdi nimet
tamamlandı” dedi,

‫ ثن ا ت ع ي د‬،‫ ثت ا ا لخشن بن علم ي بن زيا د‬،‫ حدثن ا أ ح م د بن ا لخثن‬h v / v [ -) ٩٧٩٧(

‫ " جلشث إ ر ن يان الئزري وهز في‬:‫ قا د أثو شه ا ب ال ف ا ل‬:‫ قات‬، ‫تج ني نان ال مب ي د‬
‫ حثلث قذ‬ü 1\ " : ‫ ق ك‬،" ‫يئتغي‬ ‫ ئ إل يزد ع ئ‬،‫ ه ت ث ئ ت غ ي‬،‫نثر نكهبؤ م ظق‬

‫ شثن ت غلق ك ئتب ثزد‬، ^ ١ ‫ أي مه د‬٧ ٠٠ ‫ ممل ت ثقت‬، ٠' ‫ ى ت ث ن ى‬،‫بثت ت إلتا(ف معي بشيء‬

‫' ت ك ثأ‬٠ :‫ " ءات‬I ‫ ءن ث‬-‫ ا‬،‫ " م م ث ت مي هقتيء‬:‫ ص ئ ك للق‬،" ‫عأؤ'كن ا ث ث أريد‬

،‫ي ت أ ة ش ذآ‬
‫بث ؛ محق أ م حق غ م‬
‫ج‬ '٠ :‫ه ئ ل ث‬ ،" ‫ط ث ال ث‬ ‫ظ‬ ‫ع ئ؟ ن ز آ ك د‬

'٠ ‫ا‬-‫ أي بثرله‬،‫ب ده‬


‫ز كز ج‬

Ebû Şihâb el-Hannât der ki: Kabe’nin arka tarafında uzanmış ‫ ه‬1‫س‬
Süfyân es-Sevrî’ye selam verip yanında oturdum. Ancak selamımı gereği gibi
almadı. Ona: “Kız kardeşin sana benimle bir şey gönderdi” dediğimde
doğrulup oturdu. Ona: “Ey Ebû Abdillah! Selam verdiğimde selamıma
gereği gibi karşılık vermedin. Ama kızkardeşinin sana benimle bir şey
gönderdiğini söylediğimde doğruldun” dediğimde: “Sır saklar mısın? ü ç
gündür bir şey yemiş değilim. Ancak kız kardeşimin bana bir şey
gönderdiğini söylediğinde şundan olduğunu anladım” karşılığını verdi ve ip
eğirmekten olduğunu gösterir gibi eliyle işaret etti,

‫أ خن ن‬ ‫ثن ا‬ c ‫ع ئ د ا لع ز ي ز‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ئ ذ‬ ‫ع ئ ذ ال ث ؤ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫أ حم‬ ‫أب و‬ ‫ا حدث نا‬ ٦ ٨ /٧ ‫ل‬ - ) ٩ ٧ ٩ ٨ (

‫ ز ال رأتن ا‬C‫ أن حب نئ؛ ان ا ل مؤاءبع د ه‬٠٠ : ‫ يأم و ل‬،‫ت ش م ع ت ي حيى بن ي ما ن‬3 ‫ ئ‬،‫بن ع مزان‬

'٠ ‫ أق ل ت عثه ال د ي ظن ص ن ف بو جهه عنه ا‬، ‫ ز ال نأ ى ش م ا ن متل ه‬، ‫م ئ د شقت ا ن‬

Yahya b. Yemân der ki: “Süfyân es-Sevrî gibi birisini daha görmüş
değilim. Süfyân da kendisi gibi biriyle tar^laşmamıştır. Zira dünya
ayaklarıyla kendisine gelmiş, ancak kendisi ondan yüz çevirmiştir.”
‫‪390‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ب ن‬ ‫ل‬ ‫ت ه‬ ‫ب ن‬ ‫ذ‬ ‫حم‬ ‫ئ‬ ‫إ ئ زا ‪ £‬يلم ‪ ،‬ثعا‬ ‫ب ن‬ ‫ق‬ ‫خا‬ ‫إ ش‬ ‫ثن ا‬ ‫د ‪،‬‬ ‫ح د ث غ ا أب و أ ح م‬ ‫[ ‪] ٦ ٧ ٧‬‬ ‫( ‪“) ٩ ٧ ٩ ٩‬‬

‫ث ظى أخي ؛ ال‬ ‫غ ن م ‪ ،‬ثت ا ن خئ ن ثق يرث ك ‪ 1‬في م ه ظ ا مه؛ي‪ ،‬لأت‪ ” :‬ظ بب ط ي‬

‫ائ؛نانا‪ ،‬زن ا ي ب غ غتت إ ال ا‪-‬ئظنا "‬

‫‪: “Dünya birine sunulmuşsa mutlaka aldanması için‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫‪sunulmuştur. Birine de mahrum edilmişse mutlaka onu sınamak için ondan‬‬
‫”‪uzak tutulmuştur .‬‬

‫م أخن ت‪ ،‬ثن ا ا لم ص ل س ا ل ح صي ب ‪ ،‬ثن ا أ ح ت ذ بن ال ح ل ل‪،‬‬ ‫(‪ ] ٦٨/^^^ “) ٩٨٠ ٠‬حدثن ا‬

‫ثن ا ي حش بن أثوت‪ ،‬ثنا م ح ي بن حر ب‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ن ميا ن ‪ ، ^ ^ ١‬بمولأ‪ " :‬ئ ز‬

‫م"‬ ‫ؤ بملف م ن أئن ئؤ؟ وص د في ال ئ ف ت ا ال‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der İri: “Dirheminin nereden geldiğine dikkat et.‬‬


‫”‪Cemaatte de son safta namaz kılmaya çalış.‬‬

‫(‪ ] ٦٨/^^[ “) ٩٨٠ ١‬حدت ا أب و أ ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م ذ بن جعف ر ا لأئعر ي‪ ،‬ثن ا إن ماعيأل بن‬

‫ثرين‪ ،‬ثغا م غ م د بن يزيد بن م ح ي ال ذ م ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت غ م ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬ن ق و ص هول ه‬

‫ثث ا أ ى‪:‬ؤؤ غ إئ ا إلنسان ضعي ما^؟>‪ ،‬نا ضع فه؟ ئ ‪ ^ ^ ١ '٠ :3‬ئنثبالؤ ج ل ه ال يمللث شث ة‬

‫ص ض ف ذا ؟ "‬ ‫ض ا ق ئ ز إ م حا ‪ ،‬ز ال ئ ؤت م م غ ه ‪ ،‬قأي ئ ؤ ؛‬

‫‪Muhammed b. Yezîd b. Huneys el-Mekkî bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye:‬‬


‫‪“Çünkü insan zayıf yaratılmıştır”1 âyetinde bahsi geçen, insanın zayıflığı‬‬
‫‪nedir?” diye sorulduğuna şahit oldum. Süfyân: “Kadın bir erkeğin önünden‬‬
‫‪geçtiği zaman erkek ona bakmaktan kendini alıkoyamaz. Oysa ondan asla‬‬
‫‪faydalanamaz. Bundan daha büyük bir zayıflık olabilir mi?” dedi.‬‬

‫تع يد‪ ،‬ثن ا عي من بن‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٦٨/^^[ “) ٩٨٠٢‬حدت ا أبو أ ح م د ‪ ،‬ثن ا أ ح م د س م ح ث د‬

‫اتفلت م ‪ ،‬قاتت سمع ت أثا نغنم‪ ،‬ثئأول ‪ :‬ش ج ن ت ش مث انء وكت ب ‪ ،‬إلى عبد الثي بن أيي‬
‫عبد ح‬

‫ص غقالغ‪ ،‬فإر أخ ط إأ؛لق‬


‫بد وخس‪ ،‬ت الم‬
‫ت خ م تن ع م‬ ‫ا مه؛إ أل‬ ‫ذ م " م ذ ئ ث أل‬

‫‪1Nisa Sur. 28‬‬


Süfyân es-Sevrî 391

‫ نإن‬،‫ ؤثلف إن ا م ت الله ”ك ما ك الثامحئ‬،‫ وأوصيل ق يممو ى الئؤ‬،‫الئة ال ذ ي ال الق ا ال ئؤ‬

٠٠ ‫ أق بمن‬، ‫ب ئز ى اش‬
‫ ق ه ق م‬، ‫ ^ ث ق‬١‫اق ش ث م ح ن إل ت م ظ ق ب ق‬

Ebû Nuaym der ki: Süfyân es-Sevrî, Abdullah b. Ebî Zi’b’e şöyle bir
mektup yazdı: “Süfyân es-Sevrî’den Muhammed b. Abdirrahman’a! Sana
selam olsun! Senden yana kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hamd
ederj Allah’tan korkmanı öğütlerim. Zira Allah’tan korktuğun zaman
insanlara karşı seni korur. Ancak insanlardan korkarsan Allah’a karşı sana
hiçbir faydaları olmaz. Bundan dolayı Allah’tan kork. Sonrasına gelince. .. ”

‫بن‬ ‫ ثن ا عتذ الئؤ‬،‫ا لخثن‬ ‫بن‬ ‫م حمد‬ ‫ين‬ ‫ ث إ أ ح م د‬، ‫ ح دق ا أبو أ ح م د‬h A / v [ -) ٩٨٠٣(

‫ م‬،‫ قادت س م ع ت ا ل ما سم بن ثنيت ا ل م خ ي‬،‫ر خذا ش الموصل ي‬


‫بوتت‬ ‫عبد ا ل صم د بن‬

‫ي ذ رة لت س‬ ‫ ء غ ذا الرما ن‬1‫م‬ ،‫ب التزا ح م ؤاقتا هحلن ئ‬ ‫ *' ذ ه‬: ‫ مولت‬، ^ ^ ١ ‫ت م ئ ت نق يا ن‬

‫ص‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Merhamet ve şefkat kayboldu. Zamanımızın
Kur’ân ha£ızlarımn takvası değil aç gözlülüğü vardır.

‫مه د‬ ‫ب ن‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عتد‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا أ ح م‬ ، ‫د‬ ‫أ حم‬ ‫أب و‬ ‫ح د ث نا‬ ] ٦ ٨ /٧ ‫ل‬ - ) ٩ ٨ ٠ ٤ (

‫ؤ ق ثا ن‬ ‫حا جا أئ ا‬ ‫ت‬ ‫غ ن ي‬ " :‫د‬ ‫قو‬ ، ‫ت ال م ر ي‬ ‫ن‬ ‫شج‬ :‫د‬ ‫ها‬ ، ‫ب ن أ ي ي ال ؤ ز قا ؤ‬ ‫نئ ن‬ ‫ثت ا‬ ، ‫د‬ ‫ال ص م‬

‫' أن ا‬٠ :‫ ثل ث ل س ان‬،٠٠‫ قلق ا صزئا بتغض الطريق إداث حن بأس د ئد ع ا بما‬،‫الراعي مش اه‬

،‫ ئأض ا خ أل لأتي‬،٠٠ ‫ الث ح مأ يا نئثان‬٠٠ :‫ ؟ي‬3 ‫ مما‬٠٠ ‫ثنى ثذا الك ل ب قت عزين قا؟‬
‫ي‬
‫ ن ا هذه‬٠٠ : ‫ ق ل ث لة‬، ‫ ثأ خذ ق ي ا ن ب ا دئه قنزكه ا‬، ‫ وص زب بدريه م قل الق ل ب‬،‫ف صنتس‬

‫ط ئ زا و ي إ ر‬ U ‫سئ الئ الؤ‬ ‫ئزى ; ا ئزر ئ ؟ تز ال و‬ ‫هي ج‬ ‫زأ ئ‬ " :‫ات إي‬1‫الغ الة؟ " ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Şeybân er-Râî (Çoban Şeybân) ile birlikte yaya bir
şekilde hac için yola çıktık. Yolun bir yerinde karşımıza bir aslan çıktı. Ben
Şeybân’a: “Önümüze çıkan şu köpeği görmüyor musun?” dediğimde, bana:
“Ey Süfyân! Korkma!” dedikten sonra aslana bağırdı. Aslan Şeybân’a baktı
392 Süfyân es-Sevrî

sonra köpek gibi kuyruğunu bacağı arasına aldı. Şeybân yanma gidip
kulağından tuttu ve çekmeye başladı. Şeybân’a: “Bu şöhretin de nedir öyle?
(Hayvanlar bile şeni tanıyor)” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Gördüğün şey
şöhret mi ki? Şöhretten nefret etmeseydim Mekke’ye sadece bu aslanın
sırtında giderdim!”

‫ت ش م ع ت‬3 ‫ ظ‬،‫ ثئ ا عبد الؤ ح م ن بن ا لختن‬، ‫ ] ح دق ا أبو أ ح م د‬٩٨١٦ [ ") ٩٨٠٥

‫ئ‬ ‫رج‬ ‫ك‬ ‫ئ‬ :‫مول ث‬ ،‫و ر‬ ‫منص‬ ‫س‬ ^ ^ ١ ‫ت‬ ‫شمع‬ :‫ل‬ ‫تمو‬ ، ‫ك الم د ه ق ي‬ ‫المل‬ ‫عبد‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬

" : 3 ‫ ق ا‬،‫ مظن م ة‬. ‫ت >ثكا ر ج ل إ؟ى ر وئ د ش‬3 ‫ مما‬،‫ مظن م ه‬،‫ ^ ؛‬١١ ‫إ؟ى‬

‫ إب بك ن‬ûl'u.pf’ : ‫ ثق وب‬، ‫تا ي ث‬،‫ و سم غ ت ائ‬: ‫ قا د‬،" ‫النفنل ومون هأ الن مل ح ون يؤم القي ام ة‬

‫ م م ك البن من صور‬، ٠٠ ‫ عفنك عفزلت‬، ‫ يا ر ب ت ل م س ل م‬٠٠ :‫ثذعهن ا نئثان قي محلس‬

‫ ئ م‬:3 ‫ ش م عته م ن التؤري؟ مما‬: ^ ^ ١

Hâris b. Mansûr der ‫ل ط‬: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye uğradığı


haksızlıktan yana şikâyette bulununca Süfyân şöyle dedi: “Zamanında
)adamın biri uğradığı bir haksızlıktan dolayı Resûlullah'a (salİBİlafıu aleyhi vesellem

şikâyette bulundu. Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem): «Mazlumlar kıyamet


gününde kurtuluşa ermişlerdir» buyurdu.”

Süfyân’ın hiçbir mecliste dilinden düşürmediği iki söz vardı. Bunlar:


“Rabbim! Selamet ver! Selamet ver!” sözü ile “Rabbim! Bağışla! Bağışla!”
sözüdür.
Ravi Muhammed b. Abdilmelik ed-Dakîkî der ki: Hâris b. Mansûr’a:
“Sen bunu Süfyân’dan bizzat işittin mi?” diye sorduğumda: “Evet!” dedi.

‫ ثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‬٦٩/^^^ -) ٩٨٠٦(

‫ صم غ ت أثا‬: ‫ محا د‬، ‫ ثعا علي بن ن غ م‬، ‫ ثن ا ت ه ز بن عاص م‬، ‫ ثن ا ت ل م ه بن قبي ب‬، ‫ز يا‬

‫فى‬ ‫ ؤأوأل وغد‬،‫ ^ ق اا؛اس‬١‫ ^ غز‬١‫ " وغذ فى‬:٧١١ ‫ ةتي<ة‬3 ‫ ئ‬:‫ غوت‬، ‫ت خ م‬
‫اق ا س بمل ث ف ي ي لئ ا ا‬
Süfyân es-Sevrî 393

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyada zahid olmak, insanlara karşı zahid
olmaktır. Zühdün başlangıcı da önce kendi nefsi arzularına karşı zahid
olmandır.”

‫ ثنا‬، ‫ ثن ا هم د الل ه بن ث خ م‬،‫م ح ث د بن جعف ر‬ ‫س ر‬ ‫ ] حدت ا عتذ الل ه‬٦٩/''/[ “) ٩٨٠٧(

‫ عن بغض‬،‫ عن م ح م د بن عيس ى‬،‫ عن م ح م د بن ذاؤذ‬،‫ ثن ا ت ه د بن ع ا صم‬،‫طنف‬

،‫ وفيه ا مغن بن نابذ؛‬،‫بص التن ارل‬


‫م‬ ‫ ه ابت مر ن يان ا هم_ي ق لرش امح ن ن‬،‫ ح ابه‬.‫أم‬
3 ‫ءعا‬ ، ‫• عث ه‬ ‫ث‬ ‫ئ ن ئ ن‬ ‫ن ؤ أثيت ه‬ ‫ن مث \ن‬ ‫ل‬ ‫ض‬ ‫مم‬ ، ‫م‬ ‫ب زه‬ ‫أن ف‬ 4‫م ا ل‬ ‫أ ع طس ت‬ ‫أثا ؛ ي‬ ‫؛ن‬ :‫غ ن‬ ‫م‬ ‫ ت‬1‫ءم‬

‫أؤ‬ ‫ ^ ^ هأك زه أ ن أق و ؛‬١^ ١ ‫ م ه‬1‫ ؤاث ك‬، ‫ح د‬-‫ الزا‬٣^ ^ ١ ^ ١ ‫بمح ط‬ ‫ ي نث ئ ي أثق‬٠٠ : ‫ن ئ ؛ا ن‬

" ‫ ه ع ي‬3‫مح ق ت م يت؛ق الء آ ت خ ط ا‬

Muhammed b. İsa, bir arkadaşından bildiriyor: Süfyân es-Sevrî, Yemen’e


giderken, yolu üzerinde aralarında M an b. Zâide’nin oturduğu birkaç evin
yanından geçti. Ma’n: “^ayet Süfyân yanıma gelirse ona yüz bin dirhem
vereceğim!’” diyordu. Biz Süfyân’a: “Yanma gitsen ve bir selam versen olmaz
mı?” dediğimiz de, Süfyân şöyle karşılık verdi: “Bana ulaştığına göre Allah,
kişinin içinde olacağı bir tavırdan ve sarf edeceği bir sözden dolayı çok
öfkelenirmiş. Ben de yanına giderek öylesi bir tavır içinde olmayı ve bir söz
sarf edip de Allah’ın öfkesine maruz kalmayı istemiyorum.”

‫أ‬ ‫سس‬ ‫ا‬1

‫ثن ا‬ ،‫ه‬ ‫ثن ا ت ل م‬ C‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫م حم‬ ‫شر‬ ‫ع د ال ث ؤ‬ ‫ح د قا‬ ] ‫م آم‬
‫ ب‬/ ‫[ ماا‬ - ) ٩ ٨ ٠ ٩ (

‫ج‬ ‫ت‬ ‫س‬ ‫م‬ ‫ت‬ ‫أ ز ء د‬ " :‫ب‬ ‫ثق و‬ ، ‫ذ ال ق ؤ ر ي‬ ‫م حا‬ ‫ت‬ ‫م‬ ‫ش‬ : ‫ قا ت‬، ‫ص‬ ‫ت ن‬:‫ش‬ : ‫ض‬ ،‫ش ه ت‬

‫ق‬ ' ‫ت ذ‬ ‫م‬ ‫ت‬ DÛ " : ‫نا د‬ ،" ‫ال‬ " :‫ئ ك‬ " ‫ض ؛ ؟‬ ‫ذ‬ ‫ظئ و‬ ‫ق‬ ‫حي‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫ئا‬ ‫ث‬ ‫ال‬ ‫إ ر‬ ‫خبي ث‬ ‫ل‬ ‫ا‬

’’ ‫ا ل ح دي ت‬

Ya’lâ b. Ubeyd der ki: Süfyân es-Sevrî: “Sözlerinizi yöneticiye ulaştıran


biri olsa bir şey konuşur muydunuz?” deyince: “Hayır, konuşmayız”
karşılığını verdik. Bunun üzerine: “Ama sizin yanınızda konuştuklarınızı
(Allah’a) ulaştıranlar vardır” dedi.
Süfyân es~Sevrî 394

‫ عن م ح م د ين ج ابر‬، ‫ ثت ا ت ش أ‬،‫ ثن ا عتد ال ر‬،‫ ] حدثت ا عبذ الل ه‬Y./v [ -) ٩٨١٠(

،‫ب ج ك‬ ‫' ب ث‬٠ : ‫ا هم ي‬ ^ ‫ ول م‬،‫مه‬ :‫ ;غ و ل‬، ‫ ش ج ن ث ائ ذ ا م ح و و‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ال غ م‬

"‫مب د ر ال غ ال ة‬

İbnu’l-Mübârek der ki: Süfyân es-Sevrî bana şöyle bir mektup yazdı:
“‫ث‬1‫ ل ضآء‬yay, ancak şöhretten sakjn!”

‫ب ن‬ ‫د‬ ‫غم‬ ‫ن‬ ‫ب ن‬ ‫ع ت د ال ث ؤ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ج ن مر‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫س‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫عبد‬ ‫ح د قا‬ ] v ،/ v [ - ) ٩ ٨ ١ ١ (

، ‫ ش م ع ت وك؛ عا‬: 3 ‫ عا‬، ‫ تحا عئد ا ث ن ي‬، ‫ ثن ا س ه د س ع ا صم‬، ‫ ثن ا ش ل ن ة س فبي ب‬، ‫رميا‬

‫ ة(؛‬،" ‫م‬ ‫ إ ة ث ز ا ؛ ت تم ي و‬، ‫م اون إل‬ ‫ " ال ن ي ال ئ ؤ ا ي ع ي‬:‫ قات ئمح ا ذ ا وري‬: ‫ف و د‬

‫ز م 'ئي‬ ، ‫ ز*اد؛ " ؛ ر ن م أمح ف ز ض ا ل آ م‬، ‫هم ي أ مت ا ش خ‬ ‫ومحع؛ ز ي ت خات ا‬

‫ ك ن أتي م‬،‫ ثبمئلم ز'ئيءفت ق م‬،‫ زازئ ج د ن ئ ن ءى تن ئذفد‬،‫ئ أئن ئأكد‬


" ‫ ئ ت ئ ر ه ؟‬1‫م ن ن جي و قل دا ؤ‬ ‫ و غ ذ و ا ن ق ف ز ض د‬- : ‫ ف و د‬، ‫ ز ا ج نحا ر‬، ‫ض ا ل آ م‬

Vekî der ki: Süfyân es-Sevrî: “Âhir zamanda ibadet yerlerinden uzak
durmayın, ‫؛‬badet yerleriniz de evlerinizdir” dedi. Bir defasında Süfyân es-
Sevrî’nin kebap yediği görülünce şöyle dedi: “Ben size yemeği yasaklamış
değilim. Ama nereden yediğinize dikkat edin. Yola çıkın, ama nereye
girdiğinize dikkat edin. Konuşun, ama ne konuştuğunuza dikkat edin.
Allah: «Ey Âdemoğullan! Her m escide güzel elbiselerinizi giyinerek
gidin; yiyin, i‫ ؟‬in, fakat israf etmeyin, ‫ ؟‬ünkü Allah müsrifleri
sevmez»* buyururken ben yemeği size nasıl yasaklarım?”

‫ ثت ا‬،‫ ثن ا شهن بن ع ا ص م‬، ‫ ثئ ا ن ش أ‬، ‫ ا ح دق ا مه د الثؤ بن م ح م د‬٧٠/٧ ‫ )“ ل‬٩٨١٢(

‫ " س ث ق ئ ي يا ئ ال ن‬: ‫ ق ادت محا د نقي ا ن لن ج ل زاه نيئ ا م ن ا ل ج م‬،‫ عن أي ه‬،‫علي بن ه ال ل‬

:‫ ا ل ر ج ل أه‬3 ‫ أن ا خف ت أن م و لوا مح و ال ع ج م ا ش ج ب عشك ندة؟ أ " مما‬،‫مب هيلف م ن ا ل مق ر‬

1A'râfSur. 31
Süfyân es-Sevrî 395

‫ص‬ ‫ه ثؤ الع‬ ‫ م‬،‫لأيي تكر‬


،‫ ز صء‬،‫بن‬ ٠' :‫ ئت‬،٠٠‫بث ئ‬
‫ ال ذ م‬٠٠ : ‫ص و و‬
" ‫ و ال ص ؤ م حئهء‬،‫غ ي خ ز ال ش ع ح م ؛يز‬
Ali b. Hilâl, babasından bildirir: Süfyân minbere yakın duran bir adama:
“Ey filan! Minbere yakın durman ‫ض ا‬ ‫ ا‬meşgul etti. Orada karşı çıkman
gereken bir söz söylenmesinden endişe etmiyor musun?” dedi. Adam:
“Yaklaşıp iyice dinle, denilmez mi?” diye sorunca, Süfyân: “Bu dediğin Ebû
Bekr, Ömer ve diğer halifeleri dinlemek içindir. Bunlara gelince
konuşmalarını duymamak ve yüzlerini görmemek için elinden geldiği
kadarıyla onlardan uzaklaş” dedi.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن زيا د‬،‫[ حدبن ا عتد ا ل من ع م ن ع من‬y»/v] -((٩٨١٣

‫ غذ‬، ‫ترا مء ا م ح ؤ‬:‫ م ذ ز م إ‬، ‫ ه ا أ م محي الثؤ ا م ح ؤ‬، ‫م م ث د ت ذ هم د ال م ئن أ ي ئ ن م‬

‫تق ذ ل د ي عم خاخه قذة إ ي‬ ‫إل‬ ‫ " إدا‬:‫ قات نيان‬:‫قات‬،‫ح إ‬ ‫م‬ ‫"ف اى‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Allah’ın bir kula ihtiyacı yoksa onu diğer kullara
bırakır.”

، ‫ي لم بن ث ونف ن بن حا ل د‬£‫ ثن ا إئنا‬،‫ ] حدثن ا إن ح ا ق بن أ ح م د بن عل ي‬v . / v [ -) ٩٨١ ٤(

‫ يلث م ا ن‬،‫ وئ م ثأن‬،‫ ف ه د ت م حي ال‬٠٠ :‫ ق ات‬، ‫ ح دثن ي أبو■ع ص م ه‬،‫ثن ا أ خت ن بن أيي ا ل ح واري‬

‫ ي م ول ق ص نإ ^ا‬، ‫ ئئ ا ق ذ ا وان إ ال الغم م ح ش متره ا‬،‫في ا ل من ج د ا ل حزام ب ع د الت ر ب‬

" ‫ أ ال ع م د يم ا' ك دا أ‬، ‫ يا أب ا ث خ م‬:‫لث م ا ن‬

Ebû İsmet anlatıyor: Fudayl ve Süfyân’ın akşamdan sonra Mescid-i


Harâm’da bir araya geldiklerini ve ayrılana kadar sadece nimetler konusunda
konuştuklarını görürdüm. Fudayl, Süfyân’a: “Ey Ebû Muhammed! Bu
nimetler bizi şu duruma getirmedi mi?” derdi,

‫ب ن أي ي‬ ‫أ خ ئ د‬ ‫ثن ا‬ ،‫ي وفق ن‬ ‫ب ن‬ ‫إب را هي م‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ن أ خ ن ذ‬ ‫ق‬ ‫غا‬ ‫إ ش‬ ‫حد تا‬ ] ٧ ٠ / v [ - ) ٩ ٨ ١ ٥ (

‫ن ميا ن‬ ‫ز ر‬ ‫عأى‬ ‫ي د‬ ‫مح‬ ‫وقف ن‬ : ‫ق ا ال‬ ،‫ي‬ ‫لأ ن ث م‬ ‫ب ك ر ا‬ ‫ؤأث و‬ ، ‫ثني ت‬ ‫ب ن‬ ‫ذ‬ ‫ثن ا م خ م‬ ، ‫وا ر ي‬ ‫ال ح‬

‫م ما‬ ‫ ص‬- ‫ئ ؤ‬ ‫ئل ت ه محوا‬ ‫ي فبل ف‬ ‫نب ن حمت ه‬ ‫ه‬ ‫ب ن ص ل الل‬ ‫ؤئ ز‬ ‫لتت‬ ‫ت‬ ‫قا‬ ،‫ع ه‬ ‫ج ما‬ ‫ه‬ ‫وحول‬
‫‪396‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ي ج م ع و ن^ ‪ ،‬ب م ص ل ا لله ق ات‪ :‬قث ات ل ه ث م ان ‪ ٠٠ :‬يا أث ا ع إي ‪ ،‬نالي ال م زح أبدا خ ز‬

‫‪٠٠‬‬ ‫ال ق ل ب‬ ‫ذا ع‬ ‫ى‬ ‫عل‬ ‫ة‬ ‫ق صع‬ ‫ذ ؤ ا ؤ ال م ن ا ن‬ ‫ذ‬ ‫تا ح‬

‫‪Ebû Bekr el-Eslemî der ki: Fudayl, etrafında insanların bulunduğu‬‬


‫‪Süfyân’ın başucunda durdu ve “De ki: Ancak Allah’ın lütfü ve‬‬
‫)‪rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak‬‬
‫‪topladıklarından daha hayırlıdır”! âyetini okudu. Süfyân ona: “Ey Ebû‬‬
‫”‪Ali! Vallahi Kur’ân ilacını alıp kalp hastalığına koymadıkça sevmemeyiz‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫(‪ ] ٧ ٧ ٧ [ ") ٩٨١٦‬خ ا؛ثن ا أبو بكر عبد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا أيي ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ن ئ ب م ‪،‬‬

‫ثن ا سلم ة س قبي ب ‪ ،‬ثت ا محا رك أثو خئ اؤ‪ ،‬ئات‪ :‬ش م ع ت نقيا ن‪ ،‬يئأول خللي بن ا لخشن‬

‫يفن ا يوص يه‪ :‬ي أي ي ‪ ،‬علتلفبال ك س ب ال غ ب ‪ ،‬ؤن ا ثك س ب بيدك‪ ،‬نإيا ك زأؤش ا غ الن ا س‬

‫ينلث‪،‬‬
‫أذتحمق أز حمط‪ ،‬أن البي ‪ :‬م أؤ‪,‬ثاخ حمن ه ف د غقأ ييل‪ ،‬وقته ف‬
‫م‬ ‫ع ر حؤف أن يقع ئنلت‪ ،‬زتتهدم غقثة‪ ، ،‬إل ي ثنخد أؤ“ث ا غ اقا'‪ ،‬ر) م ق‬ ‫فه و ال‬

‫به و ى‪ ،‬ويت واص غ للناس م حاقه أن يمسأكوا عنه‪ ،‬وتا أ ي ي ‪ ،‬إن تغ ا ز ك م ن الن ا س شما‬

‫ت ة ‪ ،‬ءا ن‬ ‫ال ما‬ ‫يؤم‬ ‫يل ف‬ ‫ن ا ي ن زأل‬ ‫ن غ‬ ‫‪،‬‬ ‫ب نص ه م‬ ‫زأث ئ ث‬ ‫ت ثع ه س الم ا س ‪،‬‬ ‫و أ ك زم‬ ‫ق‪،‬‬ ‫ئع ت ل ت ا دل‬

‫نإ د‬ ‫ن ال د ن و ب ب ‪،‬‬ ‫م‬ ‫غنب ؤ‬ ‫ظ هي ر‬ ‫ؤت خ ه‬ ‫ئ ؤ ؤ ش خ ة ‪ ،‬وثمس ي ز‬ ‫إل ث ن ا‬ ‫ه‬ ‫مال‬ ‫ن‬ ‫يا م‬ ‫ف‬ ‫ث‬ ‫ي ئ طيل‬ ‫ال ذ ي‬

‫ه م‬ ‫ئ ه ي ف ه إد‪ °‬ذ م ك \ ل ه ر أ ج ث م ‪ ،‬وإنء ؤ ي ‪:‬أ ك و أؤ‪-‬ث ا خ‬ ‫أئ ث تث\ؤ لث‬

‫ه ف ر ك اء قي فيء محي ه أن بماسنه م‪ ،‬يا أخي ب و غ‪ ،‬وئيد م ن اخلانة‪ ،‬ح م‬ ‫” كا و ج ل‬

‫ؤ‬ ‫ل‬ ‫”‬ ‫‪ .‬قا د ‪:‬‬ ‫ر ن و ت ال ث ؤ‬ ‫أب ة‬ ‫بإعثا‬ ‫ن ق د‬ ‫ن ا ل عت ا د ة ‪،‬‬ ‫م‬ ‫و كئت ر‬ ‫س‬ ‫الن ا‬ ‫خ‬ ‫أ ؤ سا‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ث شب ع‬ ‫ن أ ن‬ ‫م‬

‫س ن ت خ ز يدبز خثهزة "ىن <صا لت ئ أن م وم غلى ز ر‬ ‫أن أ ح ذ م أ ح ذ خ ^ال م‬

‫أتيي س أل ة أل ير ج وه "‪ ،‬وثلثن ا أن ع م بن ال ح طا ب قا د ‪ :‬س ع م د م دك م ح م دباه‪ ،‬ؤ م ن‬

‫لجي عمل ابه مثاه‪ ،‬وقات‪ :‬يا منت ر اة راؤ‪ ،‬انفثوا رءو م م ‪ ،‬ز ال ئزيدوا ائ غ ئ و غ غش ن ا في‬

‫‪1Yûnus Sur. 58‬‬


Süfyân es-Sevrî 397

‫ع ئ‬ 3 ‫وظ‬ ، ‫ال قل ر ق‬ ‫ح‬ ‫ق د وض‬ ،‫ي‬ ‫ال قاس‬ ‫ى‬ ‫ي را م ث ا ال عل‬ ‫ت ن‬ ‫ز ال‬ ، ‫خ زا ت‬ ‫ل‬ ‫ف ي ا‬ ‫ئت ب م وا‬، ‫ا‬ ، ‫ب‬ ‫ال ق ن‬

‫م‬ ، ‫بن أيي ط يت إ ة ال ذ ي مح س م ن أيد ي القاسي ك ا إل ي ني س ش جره قي أ ر م ي‬

‫ وا ل م و مغ و ن‬،‫ع د القاس ي‬ ‫الكاس ي في ئا إ ال ض ا ن خ جنؤا ذ ي ال‬ ‫ن‬ ‫ إلثق ت ا ثا ب أ خ د م‬، ‫ظ ة ئ أ ي ي‬

‫م ن‬ ‫ة‬ ‫هريص‬ ‫ك ه‬ ‫ر‬ ‫ ع ا ن‬، ‫ط ا ع ة ال ث ؤ‬ ‫ف ي‬ ‫ة‬ ‫هتن مم‬ ‫حبيتأ‬ ‫سب‬ ‫ث ك‬ ‫نا يا ك أ ن‬ ، ‫ف ي ا لأ ر ض‬ ‫ه‬ ‫ش ه و د !لل‬

،‫راد أن ي طهزة‬1 ‫وبة بزت أ م‬ ‫ ج ال‬- ‫ أرأيت ر‬،‫ طث ب ال ئ ئ ( ال ح إ ي‬4‫ وإل‬،‫ ^ ز؛ جبة‬١

‫؛ ؛ أ \ &لل ال ن ش ؛ ال م‬
‫ م ح ذب ث ال‬،‫ب ب‬ ‫و ى ء ن نب ث نج ه ؛ ؟‬ ‫ش لت‬

‫ اك إم' ال محت م‬0‫ ؤإ‬،‫ يإن اه طيي ال ي د إال الغي‬،‫ننخى الئهئق إال إنغتئؤ‬-
! ‫ أؤ ق د غ ي د أخت نيا ئئ خاة بذن ب ؟‬،‫ئ ئء بث ا ل آ غتم‬

Mübarek Ebû Hammâd, Süfyân’ın, Ali b. el-Hasan’a şöyle öğüt verdiğini


nakleder: “Ey kardeşim! Sana belalinden kazanmanı ve elinin emeğiyle
geçinmeni tavsiye ederim, insanların kirlerinden yemekten veya giymekten
uzak dur. insanların kirlerini yiyen, ikinci katı kiraya vermiş, ama birinci
katı da başkasının olan bir adamın durumuna benzer. Böylesi bir adam
devamlı olarak alt katın yıkılıp da kendisinin olan üst katın çökmesi endişesi
içinde yaşar.
İnsanların kirlerini yiyen, bevasma göre konuşur ve insanların kendisine
vermesinden vazgeçmesinden korkup onlara karşı devamlı mütevazı olur.
Ey kardeşim! insanlardan bir şey aldığın takdirde, kıyamet günü
karşılaşacakların dışında, dilini kesersin ve bazılarına ikramda bulunurken
bazılarına kötü davranırsın. Sana malından bir şey veren kişinin verdiği,
malının kiridir. Malının kiri demek: kişinin amelini günahlardan
temizlemek için bir şeyler vermesidir. Sen insanlardan bir şey aldığın zaman,
verenler seni kötülüğe davet ettikleri zaman onlara icabet edersin.
İnsanların kirlerini yiyen, başkalarıyla mutlaka bir şeyleri paylaşmak
zorunda olan ortağa benzer. Ey kardeşim! Aç kalıp az ibadet etmen,
insanların kirleriyle doyup çok ibadet etmenden daha hayırlıdır. Bize
bildirildiğine göre Resûlullah (sallallahualeyhi vesBİlem) şöyle buyurdu: "Sizden birinin
ip> alıp sırtı yara olana kadar odun taşıması, kardeşinin başucunda durup ondan
398 Süfyân es-Sevrî

bir şey istemesinden veya bir şey vermesini beklemesinden daha hayırlıdır
Ömer b. el-Hattâb’ın ise şöyle dediğini öğrendik: “Sizden çalışanları överiz.
Çalışmayanı ise suçlarız. Ey Kur’ân hafızları topluluğu! Başlarınızı dik
tutunuz ve kalplerinizde huşu varken kendinizi sadece bunu daha çok
arttırmaya vermeyin, hayırda yarışın, insanlara da yük olmayın. Yol açıktır.”
Ali b. Ebî Tâlib der ki: “insanların verdikleriyle yaşayan başkasının tarlasına
ağaç diken gibidir.”
Ey kardeşim! Allah’tan kork, insanlardan bir şey alan kişi, muhakkak
insanların yanında hakir ve zelil olur. Müminler ise Allah’ın yeryüzündeki
şahitleridir. Sakın pis yoldan kazanıp Allah yolunda infak edeyim deme, ?isi
terk etmek farzdır ve Allah bundan kaçınmayı bize emretmiştir. Allah
temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder. Sen hiç elbisesine idrar bulaşıp
onu temizlemek isteyince başka bir idrarla yıkayan birini gördün mü? Sence
bu kişi böyle yapsa temizlenir mi? Hayır. Pislik ancak temiz olan şeyle
temizlenir. Bunun gibi, günahı da ancak sevap siler. Allah temizdir ve ancak
temiz olanı kabul eder. Haram ise hiçbir zaman makbul bir amel olamaz.
Veya şöyle düşün: Günah işleyip bu günahı günahla silen var mı?”

‫ئ‬ ‫ ئ‬، ‫ محا ع د اش ئ خ ابر ال ز ن و ج‬،‫ ] خدتث ا مح خ ث د ن ع ئ‬٧٢/٧ [ -) ٩٨١٧(

‫ظ‬ ‫كدت‬- ‫ " ئئ‬:‫ قاو ئ فان ا ل ب ي إ‬:‫ قات‬،‫ ت ا محن ال م ئ ع م ال مب ن‬،‫الثؤ ئق محق‬

" ‫ هذهب صاعه ال يرث م ع نيه ا إ ال صا د ق‬٠٠ :‫ ه ا د وكيع‬: ‫ وش م عتة م و لت‬:‫ قات‬،" ‫ح ديته‬

Abdullah b. Abdirrahman der ki: Süfyân es-Sevrî: “Yalan söyleyen kişinin


hadisleri geçersiz sayılır” dedi. Vekî’: “Bu (hadisler) öyle bir maldır ki, ancak
doğru sözlü olanlar bununla değer kazanabilir” dedi,

‫ب ن‬ ‫ع ب ي د ال ث ؤ‬ ‫ثن ا‬ ،‫ف‬ ‫عو‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫مه د ال ث ؤ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫حم‬ ‫ت‬ ‫حدث تا‬ ] y \ / y [ - ) ٩ ٨ ١ ٨ (

،‫شب ه أو ج ه‬
‫م‬ ‫ ا ر الكت ب ا ل ح دي ث م ن‬٠٠ : ‫ م و لت‬، ^ ^ ١ ‫ ت ب غ ت شئث ا ن‬:‫ ما لأ‬،‫م و سى‬

"‫وال ث م وا ط‬
Süfyân es-Sevrî der ki: “Bazen bir hadisi hepsi de aym manayı verecek
şekilde yedi farklı 1‫سك‬ ‫س‬ yazıyorum.”
Süfyân es-Sevrî 399

‫ ثن ا أثو‬،‫ ثن ا أ ح ن ذ بن م ح م د بن ح ك م‬،‫ ] حدبت ا م ح م د بن عل ي‬vy/v [ “) ٩٨١٩(

‫ بموتت " منبل غ‬،‫ ش م ع ت التؤري‬:‫ قات‬، ‫حدبوثا غذ ي حش بن تن ا ه‬- :3 ‫ ئأ‬٤^ ١^ ١‫م‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) yaşına yetişen
kişi artık kendine bir kefen h^ıriamaiıdır .”

‫ ثن ا‬،‫ ثعا ال ن ت ث ب ن واض ح‬،‫ ثن ا أثو عزوته‬،‫ ] حدت ا ث ح م ذ بن عل ي‬vy/v [ -) ٩٨٢ ٠(

‫ هادا‬،‫ثث ان عشزة‬
‫ ؤأتحاة م‬،‫ت " أذئى ال حلم أز ج غئزة‬3 ‫ ئ‬،‫ صش متان‬، ^ ١^ ١ ‫اتن‬

" ‫جا ؤ ي ا ل ح د و د أ خذ ي ا لأهص ى‬

Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “Buluğ çağının en alt yaşı on dört, en üst yaşı da
on sekizdir. Kişi eezayı gerektirecek bir suç işlediği zaman ikisinden üst olan
yaş (on sekiz) göz önünde bulundurulur .”

‫أث و‬ ‫ثق ا‬ ، ‫ي ئ‬ ‫ال د ي ما‬ ‫ائني ؤ‬ ‫عبد‬ ‫ب ن‬ ‫ذ‬ ‫ثن ا م ح م‬ ،‫ى‬ ‫عل‬ ‫ث ن‬ ‫خ ئ د‬ ‫ح د ث نا م‬ ] ٧ ٢ / ‫[؟‬ “) ٩ ٨ ٢ ١(

‫ خم د عي‬،‫'“كد ته‬٠:‫؛‬١١٤،" ‫ ض ال ب ذ‬3‫' أه م م وة ثئ‬٠،‫ ص ني ال‬، ‫ ظ ء إ‬،‫محي‬


Damra bildiriyor: Süfyân es-Sevrî’ye şıra konusu sorulduğu zaman: “incir
yiyin, üzüm yiyin” derdi,

‫ ثن ا ا ل مف ل مر بن م ح م د‬،‫ ] حدثت ا م ح م د أبو عل ي بن س ع د الرءي‬vy/v [ -) ٩٨٢٢(

'٠ :‫ق وت‬: ،‫ مث ج ئ ث الئزري‬: ‫ قا د‬، ‫م‬ ‫ ص‬، ‫ ت ا محن الثؤ ئ م ح م‬، ‫ال ي د‬

‫بملي من ق يء‬ ‫ا‬ ‫ ال ق يء غش ا م ء نث‬،‫مه‬

" ‫أ ح ت ن خ ا ال م ن ا ل حي‬ ‫ي‬ ‫ه ا ص ت خ ا ل م ي ت في‬

Vekî’ der ki: Süfyân es-Sevrî’nin şöyle bir beyit okuduğunu işittim:
“Elindeki ganimet başkastntn ganimeti olur
İnsana bir şey kalmaz
Ölünün mezardaki hali
Diriden daha iyi durur.”
Süfyân es-Sevrî 400

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا غين ال مب ن ئ أ ي ومث ا ة ا ف ث ال ئ‬،‫لخد‬ ‫ ] خأثثا أبو‬yy/y [ -) ٩٨٢٣(

‫ ي ت ك ى‬،‫' إ دا ا ن ت ك ن د ال م د ا'لث ج و ز نلل ث عتغته‬٠ :‫ قا ت‬، ‫ص ئ مثا ن‬ ، ‫ ثما ن غ ز ة‬،‫أب و عس ر‬

" ‫بهن ا متى ق اء إ‬

Süfyân es-Sevrî der ‫كل‬: “Kul günah işlemede en üst seviyeye ulaştığı
zaman gözlerine de hakim olur ve artık istediği zaman ağlayabilir.”

‫ ثن ا إدري س بن‬،‫ ثنا إن ن ا عيد بن ح م ذون انحؤو م ي‬، ‫ ] حدق ا ت خ ئ د‬٧٢/^[ -) ٩٨٢٤(

" ‫ئ ت غ ا ذة النزع أن ق ن ي ة ول د ة‬ " : ‫ قا د نئث ا ذ‬:‫ ظ ت ؤ م قات‬،‫ن لبما ذ تن ا ويا ت‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişiye mutluluk veren şeylerden birisi de


çocuğunun kendisine benzemesidir.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا عبد الر ح م ن بن أيي خ ا بم‬، ‫ ] حدت ا عتذ الل ه ثن م ح م د‬v f / v [ -) ٩٨٢٥(

‫ن‬ ‫ما‬ ‫ث‬ ‫عئد‬ ‫كط‬ ‫ر م‬


1‫ب‬ ٠٠ : ‫ق ق و ث‬ ،‫ه د ي‬ ‫م‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ال ؤ ح م‬ ‫ع د‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ ‫ د ت‬1‫ه‬ ٤‫^ ^ ؛‬ ‫ب ن‬ ‫أ خ ن ذ‬

‫ء‬.‫جا‬- ‫ ي؛‬،‫يث‬.‫ فنعرمحس بذكر الح د‬،‫ ال ن جترئ نئأثق عن فيء‬، ‫ حمت ا ب‬1‫ م ل‬5‫دكأبة وا‬

‫ح د ب ي اا‬ ، ‫ خ ا؛ثيي‬:‫ ه)ل ما هز‬،‫يت ذ ه ب ذ ك ؛ ك ق و غ‬,‫ا ل ح د‬

Abdurrahman b. Mehdî der ki: Bazen Süfyân’ın yanında bulunduğumuz


zaman sanki mahşerde hesap veriyormuş gibi dururdu ve ona bir şey
sormaya korkardık. Biz de hadis konusuna girerdik. Süfyân hadis konusunu
... işittiği zaman o haşyetini kaybeder ve: “Sizin dediğiniz hadis «Haddesanî
Haddesenî...» şeklinde gelmiştir” demeye başlardı.

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا عئد ال مب ن ن أيي خا م‬، ‫تن ئ خ ث د‬° ‫ ] خدتثا مه د الثؤ‬v r /v [ -) ٩٨٢٦(

‫ أمحت إ ل‬٠٠ : ^ ^ ١ ‫؛ لي ا;دق‬JİÎ :‫ ق وت‬،‫ غ م ق محب اوراق‬:‫ ق ات‬، ‫ص‬ ‫أخ ط ئ‬

1‫ ث أ أهئذ عئذة م جلئ‬،‫ ؛ال ت مغئة‬٤^ ٠‫ ظبم ي م ن جنبي‬:‫ ثأمح ولت‬، ‫ همح د ت‬،‫نهت\ن التؤ(يي‬

‫ نا ت م ن ت م ن ع ل م ه ف خا‬: ‫ بأمح أول‬، ‫ شح د ث‬،‫الحز‬

Abdurrezzâk der ki: İbnu’l-Mübârek bana şöyle dedi: Bazen Süfyân es-
Sevrî’nin yanında otururdum ve sohbete başlardı. Sonunda: “Bildiklerinden
duymadığım bir şey kalmadı” diye d ü n ü rd ü m . Başka bir defa meclisinde
Süfyân es-Sevrî 401

oturduğum zaman yine sohbete başlardı ‫ ك ل‬sonunda: “Onun ilminden henüz


bir şey işitmiş değilim” diye dü^nürdüm .

‫ ثت ا ط ت إ ئ‬،‫س د بن ا خل ا س‬ ‫ ] خدثث ا مه د ال م ء ثن ا عئد ال م تن‬v t / v [ -) ٩٨٢٧(

‫ ح دمحي‬، ‫ عن عبد ا ل ر ح م ن بن يئ م و ث بن إ ش حا ق ال ذ ك ي‬، ‫ ثن ا ش هد بن ع ا ص م‬، ‫فبي ب‬

‫ " ذظق وترم ق‬:‫ قاد‬،‫م <اة ق ا د ه ط الثص ا صدي زبد مذي‬ ‫ئ‬ ،‫فخ‬
‫ قأخدتث ثق ر ت ئ‬، ‫غ ر ب أ ذ خ د ه ز‬ ، ^ ١‫م‬ ‫ هاء دا ي ش خ يز غ ه ز اهل ب ي‬، ‫ م‬، ‫ا ا‬

‫ ص‬،‫ بإه رص دته‬1‫ ن في ا لم‬i S "15 ،‫ أذق شوش إ وز أطي ب بنه‬٢ ‫ هؤ ت و ق ثؤز‬١^ ،‫مص أه‬

‫ب م ث ر ت‬، ^ ^ ١‫ فتزغ ؤ أللب ث يق‬،‫ي ا ب ح د نتد ت وته على و جهه‬-‫ائزئ‬ ‫ك‬ ‫’”ئن في ذب‬
‫حف ت‬
‫ هم ش ز ث ت ه ا ذ ا ن ا إ م ح ز و ب ي ب ع س ل ل م أ ق ز م ي ع س ال ق ط أي‬، ‫ ئ أ ح ذ ت ثمهبمل ة‬،‫وأد ح د ا لأئز‬

‫ ^ ^يع د ت‬١^ ^ ١ ‫ ق ف‬،‫ح ذ بهثزف قص أ ظن م ن ئ ؤ ق اثني‬-‫ ئ دت ظ رد ت أن ا‬،‫منة‬

‫ ئد حل ت‬،‫ قوبة غلى زيهي‬3 ‫ ب خ د قد شذ‬،^ ^ ١ ،1 ‫ ن في ذلل‬15" ‫ ئنث ا‬،‫زمزم‬

، ‫ه د ه ال ب ن ي ة‬ ‫ب ر ب‬ ‫ف‬ ‫ش ألل‬ ‫أ‬ ، ‫ف ذا‬ ‫يا‬ : ‫ق ك‬ ، ‫دل و أ ر ش إ ه‬ ‫ال‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫طربى‬ ‫قلقا‬ ،‫مب ه‬ ‫ف‬ ‫ب ز‬ ‫تأ خ ذ ت‬

، ‫ ق أ ي ق ة‬،‫سف‬ ‫ أال ق أ ؛ا ة ئ‬:3 ‫ ظ‬،‫ن ز‬


‫ ح‬: ‫ه ز ء ء أث و ث؟ ئ ك‬ :3 ‫ن ذ أئ ث؟ قا‬

‫ وكا ن ت ا ل ب ية‬:‫ قات‬،‫ منه‬،‫ أزلثن ا ط أح قي‬٢ ‫ قا دا ل س م ضؤوث ب ن ك ر‬،‫وشربت م ن ال دلو‬

" ‫ ال أ ج د ج وع ا ؤ ال ععل ث ا‬، ‫ث ك ف ي ن ي إ ذا ف ربته ا إل ى متل ه ا‬

Herât ahalisinden Abdullah el-Herevî adında doğru sözlü bir adam


anlatıyor: Seher vakti Zemzem kuyusuna geldiğimde yaşlı bir adamın
Rükn’ün hemen ardında kovayla kuyudan su çektiğini gördüm. Çektiği
kovadan içtikten sonra onu yerine koydu. Ben de alıp kovada kalan suyu
içtim. Tadı badem kavutunu andırıyordu ki daha önce benzerini tatmış
değildim. Diğer gece yine onu gözlemeye başladım. Aynı vakitte geldi,
giysisiyle yüzünü kapattı, Rükn’ün hemen arkasında kuyudan su çekip içti
ve kovayı yerine koydu. Gittikten sonra alıp kovada kalan suyu içtim. Tadı
ballı suyu andırıyordu ‫ لكل‬daha önce böylesi bir balı tatmış değildim.
Giysisinin ucundan tutmayı ve yüzünü açıp kim olduğunu öğrenmeyi
düşündüm, üçüncü gece Zemzem kapısının karşısında oturup beklemeye
Süfyân es-Sevrî 402

.başladım. Aynı vakitte gelip içeriye girdi. Yine yüzünü giysisiyle kapatmıştı
Ben de peşinden girdim ve giysisinin bir ucundan tuttum. Kovadan su
içtikten sonra kuyuya bıraktı. Ona: “Şu yapının Rabbi için söylemeni
istiyorum, sen kimsin?” diye sordum. Bana: “Söylersem ben ölene kadar
.bunu saklar mısın?” deyince: “Evet!” karşılığını verdim. “Ben Süfyân b
Said’im” deyince de onu bıraktım ve kovadan kalan sudan içtim. Tadı
şekerli sütü andırıyordu ki daha önce böylesi bir sütü tatmış değildim. Her
gün ımdan içtiğimde diğer gün aynı vakte kadar bana yetiyor, ne acıkıyor ne
de susuyordum ,

‫ ثن ا م ح د ئن ب ث ا ؛‬،‫ ثن ا أب ويعل ى ال قرشي‬،‫ ] حدثن ا م ح م د ئن عل ي‬v t/v [ ") ٩٨٢٨(

،‫م ع ا د نق ر ب‬ ، ‫ مم ف ر ب‬،‫ مح ؤ ج د ت فت ح ا قد من ح بال دلو‬،‫ " أس ت زمزم‬:‫ هاد‬،‫ت ص ري‬


‫ال‬

‫ لثن‬1‫ ء إ ذ‬، ‫م م ح زفن م أثت ت اال؛لز لأئزب‬ ،‫م ئظز في زمزم وكأثه قدع و‬ ، ‫ د‬1‫بأ ء‬

‫ أثا شقا ن بن سع يد‬:‫ م ن أن ث وحمل ق الئت؟ ممات‬: ‫ ق ك‬، ‫ فتنكته و ل ح م ت ا ل س ح‬، ‫حلي ب‬

" ‫م حي‬

Ubeyd b. Hişâm el-Basrî anlatıyor: Zemzem kuyusuna geldiğimde yaşlı


bir adamın kuyuya kovayı saldığını, çıkardıktan sonra da suyundan içtiğini
gördüm. Kovayı indirdikten sonra bir daha ka£asına dikip içti, sonra bir
daha kaldırıp içti. Sonra dua eder gibi Zemzem kuyusuna baktı, o gittikten
sonra ben de içmek için geldim. Ancak kovadaki artığın süt olduğunu
gördüm. Kovayı bırakıp yaşlı adamın peşinden gittim ve: “Allah
merhametini senden esirgemesin! Sen kimsin?” diye sordum. Adam: “Ben
Süfyân b. Saîd es-Sevrî’yim” dedi.

‫ ثت ا‬، ‫ ثن ا م ح م د ب ن جعف ر ب ن ال ه ق م‬، ‫ح دثن ا حم د الل ه ب ن م ح م د‬ - ) ٩٨٢٩(

: ‫قا ت‬ ، ‫خس س‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا محل‬ ،‫ي‬ ‫إ د ر ي س ال م ص ر‬ ‫ث ن‬ ‫ثت ا إ ب ر ا ه ي م‬ ، ‫ال ئ ا م ئ‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫س‬ ‫ال م ح س‬

‫ء فأ م‬، ، < ‫بت ا ة‬


‫بئ‬ ‫ك جز ظ ث م‬ ‫ش < ي ة ى إلى‬ ‫ م ' كأل‬: ‫ ف و د‬، ^ ^ ١ ‫ش ي ق قإ ؛ا ث‬

‫ط لي‬ ‫لآث‬ ،‫ ي ز‬، ‫ ظ ي عثد اش‬: ‫ ه ات‬، ‫ قث م ح غ س‬،‫غ د ال ز؛ ي‬ ^ ١ 1‫يؤئ‬


Süfyân es-Sevrî 403

Süfyân es-Sevrî der ki: Mescide çıkan yolumun üzerinde insanlara


saldıran bir köpek vardı. Bir gün namaza gitmek istedim, ancak bu köpek de
!yoldaydı. Ondan uzaklaşmak istediğimde bana: “Ey Ebû Abdillah! Geç
Allah beni sadece Ebû Bekr ile Ömer’e dil uzatanlara musallat etti” dedi.

‫بن‬ ‫ ثن ا أ خ ئ د بن ا لخئن بن أ ح م د‬، ^ ١^ ‫ ] حدق ا ئ خ ئ د بن‬v t / v [ “) ٩٨٣٠(

‫ت أبال ث‬ ‫ن‬ ‫شج‬ :، 3 ‫د ا‬ ، ‫حثا ن‬ ‫ب ن‬ ‫ت ى‬ ‫مو‬ ‫ب ن‬ ‫ى فا ر و ن‬ ‫أبا م وس‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ : ‫ ئا ت‬، ‫ئ‬ ‫هم‬ ‫ا ك ن‬ ‫ن ئ ن و ؛؛‬

،‫ه‬ ‫ثم ب يص‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ت‬ : ‫ي ئأو ل‬ ، ‫ا لر ا ز ي‬ ‫أبا حات م‬ ‫ت‬ ‫ت ب ن‬ : ‫أبمول‬ ، ‫ون‬ ‫مي م‬ ‫ب ن‬ ‫ئ د‬ ‫أح‬ ‫س‬ ‫ي ن‬ ‫ال ح س‬

: 3 ‫ ظ قع د ب ك ريف؟ مما‬:‫ مم ك‬،£‫ ^ ^ في الغؤ‬١‫ " نأي ت نق؛ا ن‬: ‫يأمول‬

‫هنة ر صا ق عنلفيابن ت ع د‬ ‫ئذي<ش إ ر م كما خ ا م ما ل لي‬

‫ب عثنه ثئث ا ي وهئ ب ع م ي د‬ ‫ج ى‬- ‫ أقثد ال د‬٩ ^ ١^ ‫ه م د م ح ث‬

" ‫زرنيي ؤ ر بئن ف غثزبع ي د‬ ‫ ه ا خ ر أي ص رأردثة‬٠^ ^

Kabîsa der ‫لكل‬: Rüyamda Süfyân es-Sevrî’yi gördüm. Ona: “Rabbin sana
:neler yaptı?” diye sorduğumda şöyle dedi
:Rabbimle yüz yüze geldiğimizde bana şöyle buyurdu
!Rızam sana hayırlı olsun ey ibn Saîd "
Gece vakti geldiği zaman özlem içinde ve
.Bütün kalbinle gece kıyamına kalkar bana ibadet ederdin
.Şimdi dilediğin sarayı seç ve içine yerleş
Beni de ziyaret et; zira sana pek de uzak değilim ."

‫ثن ا‬ ،‫ر ك‬ ‫فو‬ ‫ب ن‬ ‫ئ د‬ ‫مح‬ ‫ث ذ‬ ‫ئ د‬ ‫ثن ا م ح‬ ، ‫حثا ن‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫أب و‬ ‫ح د ث نا‬ ] ' / ‫ غ‬/' / [ - ) ٩ ٨ ٣ ١ (

‫ التؤري و م ب جإ‬0 ‫ " اشثأذن أيي ئ م ا‬:‫ ق ات‬، ‫ ثن ا ئ ح ث ذ ى ع صا م م‬، ^ ١^ ‫م ح م د بن‬

،‫ ثلث ا حرغ ا لخي ا غ‬، ‫ ئ م بمود إ ر ا ل م و س م‬،‫ب م ك ه م ج اور م ك ه أن م د م منزل ة م غ ال ح ج ا ج‬

‫ و ك ا ن‬، ‫ ق ل م ه ئ ح ل م وه زخث لوه رت ا ئ د‬،‫حرج أ ي غلى مني ي الخوئؤ ه ا ص ذا إلى ناي ن س أن‬

‫ اهزأ م ر‬:‫ قا ل الص بي ل ج تر‬،‫ ق ل م ا ودغ ج ر‬،‫ابنه م ح م د ئدب ح رك وبل غئ ح و عشر س نين‬
404 Süfyân es-Sevrî

،‫ ئنث ا زا ز جض م ك ه ق ض القل زاف‬،‫ ء إدي نئث ا ئ إث ه‬،‫ أقدم‬: ‫ وقد ل ه‬،‫ا لث ال م عأى ش‬

‫ وك ان‬، ‫ محلما ئفثز إلى جي ر أ ي ن إليه‬،‫و صان إ ر ن ميان زئزي ح د ث الث امن م جت م ع ي ن عليه‬

‫ ه ما م >ثئؤ ا ن م ئ ن ئ ي ي س ذ ذ ف‬،‫ زن ا قات ائثة‬،‫سا لك ح و أد ى إقه ت ا مح ا د نخثئ وة‬

3 ‫ هق ا‬، ‫مى في ط ثبه‬،‫ وودغ ال ثئث و حرغ ئ ح و ا ال يملح وال ة ا‬،‫ وص ر حل ف ن انتق ا م‬، ‫ب ال ي ت‬

‫ ح ش ص ر ف‬١١^ ‫ ئ ظ‬، ‫ رد غش هؤ الء ش ؤ؛ ؤ ز ال أ ح دبه م امحؤم‬،‫ام‬-‫ ظ ع ص‬:‫ل حتر‬

^ ^ ١‫ن خ ز‬ : ‫ج ى ؟ ئا ت‬
‫ت‬ ‫ث‬ ‫أي ن‬ :‫ ص‬- ‫ق ا ت لت‬ ،‫ه ه‬ ‫بوج‬ ‫ل ح ال‬ ‫ش‬ ‫ح‬ ‫عن ه‬ ‫د ي ث‬ ‫ا لح‬ ‫ت‬ ‫أ ص حا‬

‫ ويؤم ؛ ش م وثن ضي‬،‫ وبغذة يؤم ؛ل ح ج ! م حن‬، ^ ^ ١ ‫ بم د عد‬: ‫ ق ا د ل ة‬،‫إن ئ اء الثة‬

: 3 ‫ ثب م ى إلف أي ن م ن ع م ن بث يغ بئة؟ هق ا‬، ‫وثدعة؟ أ وه و الع ا ة ح> يأ ح ذون عنلث الب إل‬

‫ مرذي أن في؛ غلى البنؤ‬°‫ ودأ‬،‫ ح ب أن أقضية‬- ‫ وثكن أثئثيي بم ص ال‬،‫أئ ا أع ل م بهذ؛ مغنف‬

‫ الذا‬، ‫ث ا‬
‫ ء ا داثم ن ث في ال ن ؤق ف وال ن ش ا ه د ئا ذ غ ل‬،‫بيي‬°‫وأض ح ال همح س؟ إ نإري ئئث ا ق إ ر ا‬

‫ ف ت أ ك‬:‫ جض‬3 ‫ ئ‬، ‫ نخ ر غ ؛ ال زاد ز ال ص ا ح ب‬،" ‫خز ج ث ها ج ع لن ا طري ملف إن ث اء الثة‬

،‫لنصال ى‬1‫ ولق ئ ؛ثئ ب‬،‫ ن ض ر ا نم؛د با ثك وهه‬، ‫ا امحؤم‬1‫ث ا دلل‬،‫حضولى عغة أثة زا‬-‫عنه فئ؛ ه ا‬

" ‫ونخل إ ر تغزله ز ح نه الق‬


Muhammed b. isâm Cebr anlatıyor: Babam, Mekke yakınlarda ikamet
etmekte olan Süfyân es-Sevrî’den, hac için gelen hacılarla birlikte gelirken
onu evinde ziyaret etmesi, oradan haccını ifâ için yoluna devam etmesi
konusunda izin istedi. Hacılar hac için yola koyulduklarında babam da
Süfyân es-Sevrî’nin evine gitmek üzere Kûfe’den çıkıp yola düştü. Geride
klanlar da Süfyân’a iletilmek üzere onunla mektuplar gönderdiler.
Süfyân’ın on yaşma basan bir oğlu vardı. Cebr yola koyulacağı zaman çocuk
ona: “Babama selamımı ilet ve onu çok özlediğimi, yanımıza geri dönmesini
söyle” dedi. Cebr Mekke’ye varıp da tavafım yaptıktan sonra toplanmış
halka ders veren Süfyân’ın yanına gitti. Süfyân, Cebr’e bakınca ona karşı içi
ısındı. Cebr de ona sorular soruyordu. Sonunda geride kalanların mesajlarını
ve oğlunun dediklerini Süfyân’a aktardı. Bunun üzerine Süfyân oturduğu
yerden kalkıp tavaf etti. Makam’ın ardında namaz kılıp Kâbe’ye veda etti.
Süfyân es-Sevrî 405

Sonra da Ebtah’a doğru yola çıktı, insanlar da onun peşindeydi. Süfyân,


Cebre: “Ey Ebû isâm! Bana gelen insanları geri çevir; zira bu gün ders
vermeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Cebr, Süfyân’dan hadis öğrenmek için
gelenlerin hepsini geri çevirdi. Yalnız İ lık la r ın d a Cebr ona: “Nereye
gidiyorsun?” diye sordu. Süfyân: “Allah da izin verirse eve doğru gidiyorum”
karşılığını verdi. Cebr ona: “Yarından sonrası Terviye günü, ondan sonra da
kurban (bayram) günü! Bunları bırakıp da gidiyor musun? üstelik şu
insanlar da senden hadis öğrenecekler, o hadislerden biriyle amel eden her
kişiden sana da sevap düşecektir!” deyince, Süfyân şöyle karşılık verdi:
“Bunları ben senden daha iyi biliyorum. Ama sen ifa edilmesi vacip olan bir
haberle geldin. Nafile bir şey için vacip olanı bırakmamı mı istiyorsun? Ben
oğlumu çok özledim. Arafat’ta vakfeye durduğunuz zaman bizim için de dua
et. Bitirdiğinde de bize uğra!” Sonra da azık almadan ve yoldaş edinmeden
yola ko^ıldu.
Cebr der ki: “Haccı bitirdiğimde birkaç kişiye Süfyân’ı sordum.
Ayrıldığımız gün yola çıktığını, bayram namazım Kûfe’de kıldığını, oğluyla
namazda karşılaştığını, sonra da evine gittiğini söylediler.”

‫ فب ع ت‬: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا عتذان بن أ خ ن ذ‬، ‫[ ح دق ا ت خ ث د بن إبراهي م‬yö/y] -((٩٨٣٢

‫ لغ ا ن ا ث نق؛ ا ن‬٠٠ : ‫ ي م وأل‬،‫ ش م ع ت عتذ ال ؤ ح م ن بن م هد ي‬: ‫ يئ و د‬،‫غنزو بن الئث ا س‬

‫ مث م ح ر‬3 ‫ ئا < ي ا ة ثث ج ن م ا ه‬، ‫ ؤ‬، ‫ م ا ل ئ أ‬- ‫" ال؛ ب يء أزذ ال أن ندؤثةق ال ش أ‬

Abdurrahman b. Mehdî der ‫ ك ل‬: “Süfyân es-Sevrî öldüğü zaman


yöneticiden korkumuzdan onu gece defnetmek istedik. Gece vakti
defnetmeye götürdüğümüzde aydınlık olarak gecenin gündüzden farkı
yoktu.”

‫ ثق ا‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن زياد‬، ‫ ] حدثن ا عبد ال ن ئ ب م بن ع م‬٧٥/^[ -) ٩٨٣٣(

:‫ ت أ ك ن خ ث ذ ئ م حب‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ا ل خنذ ئ ع ئ ا لختزائ‬،‫بما عيد ال ئ ا ئ‬ ‫ف غث ذ ئ‬

،‫يدي ه‬ ‫بت ن‬ ‫ن حل س‬ ‫ء‬ ‫ب حا‬ ، ‫ب ؤ أ ث ث إل ي ه‬ ‫ث ت‬ ‫اثثا ل ه بع‬ ‫وأن ت‬ ، ‫ئ عم‬ :‫ت‬ ‫مما‬ ‫ائ زأ ة ؟‬ ‫ن لل ث ؤ ر ي‬ ‫سما‬ "

٣ : ‫ذ ف ن ئ ؟ قا د‬ ‫ز‬ ‫ح‬ ‫ب ت‬ ‫ئ نا ل‬ : ‫ئ د‬ ‫لئ ح‬ ‫ت‬ ‫هل‬ ،‫إ‬ ‫ث‬ ‫ل حث\رتل‬ ‫د عي ت‬ ‫ن ت أد ي‬ ‫ل‬ : ‫ن ئ ثا ن‬ ‫د‬ ‫قا‬
406 Süfyân es-Sevrî

Haşan b. Ali el-Hulvânî der ‫لعا‬: Muhammed b. Ubeyd’e: “Süfyân es-


Sevrî’nin karısı var mıydı?” diye sorduğumda: “Evet, vardı. Bir oğlunu
annesi Süfyân’a göndermişti. Çocuk gelip önünde oturunca Süfyân ona:
«Keşke cenazene çağırılsaydım!» diye çıkıştı” dedi. Muhammed’e: “Çok
geçmeden de o oğlunu defnetti değil mi?” diye sorduğumda: “Evet!” dedi.

‫ثن ا‬ ، ‫ذا ؤ ذ‬ ‫ثن ا أث و‬ ‫بن‬ ‫أ خ ن د‬ ‫ثن ا‬ ،‫عن ن‬ ‫بن‬ ‫ش م ر‬ ‫ال‬ ‫مه د‬ ‫خ ا ؛ث ئ ا‬ ] ٧ ٧ ٧ [ " )٩ ٨ ٣ ٤ (

C‫ ^ ^ ف ي ا ل م س ج د‬١ ‫ك ث م غ ن ميا ن‬ : ‫ يمولط‬، ‫ ش م ع ت ي و ن ف ن ب ن أشثا ط‬: ‫ محا د‬، ‫اب ن ن ي ي‬

" ‫ش‬: ‫ ااء ي ى ئ ؤ الء ك لئ؟ ن ا بم ي ثؤاخ ا ه أ م ن ف ذا‬: ‫ة ا د‬

Yûsuf b. Esbât bildiriyor: Mescidde Süfyân es-Sevrî ile beraberdim. Bir


ara bana: “Şu insanları görüyor musun? Yarım dânik paraya bile onlarla dost
olmayı istemem” dedi,

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا أب و ذا ؤ ذ ا ل س ج س ت أ ن ي‬، ‫ ثن ا أ خ ن د‬، ‫خ ا؛ثن ا ع ئ د ا ل من عم‬ ] v o / y [ - ) ٩٨٣٥(

: ‫ت أمحال م غذان‬3 ‫ أمحال أبو عيس ى الزاهد ئ‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن ذثويه‬،‫إ ن خ ا ق س ال؛ماح ا ل أب ز‬

‫ظئ ث‬ ‫ " ظ‬: ‫ ثات‬، ‫ج ن د ه و ة ب ش‬ ‫ ئ ه‬،‫ ن ال ؛لر ئ بس ر ت ي ؤ ؛ ر ن ك ه‬1‫ن ش ق ن ء‬

" ‫ز ال أئدم ع ر م ن أ ئ به ي ال دي ن‬ ،‫ظ ن ظ ه ري من أ ئ به‬


Ma’dân der ki: Kûfe’den Mekke’ye kadar Süfyân es-Sevrî’ye yoldaşlık
ettim. Küfe arkada kaldığı zaman: “Din konusunda arkamda
güvenebileceğim birini bırakmış değilim. Gideceğim yerde de bu konuda
güvenebileceğim biri yoktur” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ث خ ث د ن ن صير ا أل صثه ا نى‬،‫ ] حدثن ا ئ لبما ن بن أخن ت‬vo/v [ -) ٩٨٣٦(

‫ " إ ة الثت ث بمت‬، ‫ الثزري ص ئذا ا ض ه‬0 ‫ ني ل ئ إ ظ‬:‫ قات‬،‫إت نامح د ئ غزو ي ج ئ‬

" ‫ " ئ م ال ذي نت م ح رذ ل ي ر ؛ ا ق ا م‬:‫أ غد ال ث ت ا ئ غ ي ذ ؟ " قات‬

ismâîl b. Amr el-Becelî der ki: Süfyân es-Sevrî’ye “Allah çokça et yiyen ev
ahalisini sevmez” hadisi sorulunca: “Bunlar insanların etlerini yiyenlerdir”
dedi.
Süfyân es-Sevrî 407

، ‫ ئ علي بن إ و هم ء بن م ح ا ذ اثق و ئ‬،‫نت‬


‫ ] خدتث ا ن ش ا ن ئن ا ح‬٧٠٧٧[ -) ٩٨٣٧(

‫ ث أبي‬1‫إي ب‬°‫ ن ر ج ل يأ‬lir '٠ : )3‫ب و‬


‫ م‬، ^ ^ ١ ‫ ت ب غ ت ئ م؛ ا ن‬:،jü ،‫ظ أ ح م د بن يونس‬

‫ه ز‬ ‫أ ال‬ ،٤ ^ ‫ي ن قي‬
‫ف‬ ، ، ^ ‫إ ة قت‬ : ‫ش د‬ ،‫غي ب‬ ‫ل‬ ‫م و مح‬ ‫حق ي ؤ ذ ي ه‬ ‫م‬

" ١ ‫؟‬٣ ‫ أو ض ج د ظى‬، ‫م أز ؤيت ق غ ال م‬ ‫كث‬ ‫ه ز أه‬

Süfyân es-Sevrî der ‫ل ظ‬: Adamın biri Ebû Hureyre’nin evinin kapısına
gelir, ‫ عآعلكلعك^ح‬:eziyet ve sıkıntı verirdi. “O öldü” denilince Ebû Hureyre
Birinin ölümüne sevinilmez. Ama onun mal edindiğini veya çocuklarının“
olduğunu veya resmi bir görev aldığını bilmiyor musunuz?” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ث إ ث خ ث د ن عئد الل ه ا خل صز م ي‬، ‫ ] حدبن ا ن ث م ا ن بن أ ح م د‬v ı / v [ “) ٩٨٣٨(

، ‫ غن ن م ا ن‬، ‫ج د ت‬ ‫ ش ج ن ت ائ*خك لم س <هش ا م‬: ‫ ق ا د‬،‫ي وئف ن بن أ ي أميه ال ثقف ي‬

:3 ‫م دا‬ ،‫انثقف ن‬ ‫م‬


‫ثأ‬ ، ‫ب د ائ‬ ،" ‫اد ن‬ " : ‫ي دي ه‬ ‫بت ن‬ ‫يق وم‬ ‫ذ ي‬ ‫ال‬ ‫ه‬ ‫ت ما م‬ ‫زي ل ف ي‬ ‫الل ه ب ج‬ ،3 ‫د ا‬ ‫قا ت ؛‬

‫^)؟‬1^ ٠٠ :‫ قت‬3 ‫ ق ا‬، 1^ ^ ^ ^ ١ ‫ ئ أ‬، ‫ ئ ذ ال‬، ٠' ‫ ؛دن‬٠٠ : 3 ‫ مإز ق ا‬، ٧^ ^ ١ ‫ث أ‬ ، ٠٠ ‫؛دن‬

‫ زقكق ال "مق ن وق‬، ‫ ث ر‬: ‫ إل أ ي ك ؟ ! " ئ ت‬1 ‫ س ل ق؟‬-‫م ن ي ك ؟ أنم ا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Allah, huzurunda duran Cebrâil’e: “Yaklaş!”


buyurdu. Cebrâil yaklaştı ve titremeye başladı. Allah bir daha: “Yaklaş!”
buyurunca, Cebrâil biraz daha yaklaştı ve yine titremeye devam etti. Allah
bir daha: “Yaklaş!” buyurunca, Cebrâil biraz daha yaklaştı ve yine titremeye
devam etti. Allah: “Neyin var? Sana ikramda bulunmadım mı? Seni güvende
kılmadım mı? Seni elçi olarak göndermedim mi?” buyurunca, Cebrâil:
“Evet, ama bana bir şey yapmandan korkuyorum” dedi.

‫ ت ا أ ظ ئ أتي‬، ‫ ظ ش ط ئ مه د ال م‬،‫] خدتثا نق ن ا ذ‬٧٦/‫ )“ [؟‬٩٨٣٩(


‫ قا دت " أهد ي إلى ن متان خوان‬،‫ أخ و ن م ان بن تع يد‬،‫ ثت ا متاوك بن تع يد‬،^ ‫افيج‬

،" ‫ " إ ة ا لخال قت ثث ؤ وئا ل ه‬: ‫ ق ل ق ه‬، ٠٠ ‫ "ف ج ئ غ‬:‫ قات‬،" ‫ م ح ط إ ر ا ت ي ؤ‬، ‫ن ي م‬

’’ ‫م‬ ‫م‬ ‫ه و‬ ‫''إ ر‬: ‫قا ت‬


408 Süfyân es-Sevrî

Mübarek b. Saîd bildiriyor: Süfyân’a bir sini meyve tadısı hediye edilince
onu akşam yemek üzere kaldırdı. Yanına gelip: “Ailen onu yemek için
sabırsızlanıyor!” dediğimde: “Onda kaç kişinin hakkı var onu
düşünüyorum” karşılığım verdi.

‫ ثعا أ و‬4‫ ثت ا أ ح ت د بن علي ا الب ار‬، ‫ ] حدبت ا أ خ ن ذ بن ج ع فر بن ت ل م‬vn/v [ -) ٩٨٤٠(

‫ت‬، ‫' ه‬٠ :‫ قات‬،‫ ص م حا ذ‬، ‫ ص مه د ال د ئن المحا ه‬،‫ ه ا نهم ئ خ ا جب‬،‫عث ار‬
‫ ق ذ‬،‫ ^ ا ل خم‬١ ‫تن‬:‫ ثم ا‬٠٠ :‫^ ؛‬٠^ ١ ‫ ق ي‬،" ‫و ء أبى أتي ؛ ص‬ :‫توص‬
‫ث ك ك ب أ ; هاا‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Hz. Musa: “Rabbim! Bana Kendini göster,
Sana bakayım”! dediği zaman melekİ£r: “Ey hayız gören kadının oğlu!
Büyük bir istekte bulundun!” dediler.

‫ ثن ا ئ ح ث ذ ن عل ي بن‬، ‫ ثن ا أ ح م د س علجح‬،‫ ] ح دق ا أ ح ن ذ بن ج عفر‬٧٦/‫ [^؟‬-) ٩٨٤١

‫ف ي‬ ، ^ ^ ١ ‫ذ‬ ‫ئ ؛ا‬ ‫ن‬ ‫ع ن‬ ، ‫ب ن ال ي ذ ق‬ ‫ن‬ ‫ثن ا ع ث م ا‬ : ‫ مب ولط‬، ‫ي‬ ‫ش ي غ ت أي‬ : ‫ قا د‬، ‫ج ي‬


‫ف ن‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ال ح س‬

" ‫ " بأل خلي‬:‫ ائت‬، ‫ ه ك ئ ه ه‬: ‫مل مب‬

Osmân b. Zâide der ki: Süfyân es-Sevrî, “Kalbimin mutmain olması


i‫ ؟‬in (görmek istedim )”^ buyruğunu: “Senin dosduğunla kalbimin
yatışması için” şeklinde açıklamıştır.

‫أب و‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ن ي م‬ ‫أ خن ذ بن‬ ‫بن‬ ‫ث خ ئ د‬ ‫ثن ا‬ c ، l ( ‫حثا‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫أب و‬ ‫ح دث نا‬ ] ٧ ٦ /‫^؟‬ -)٩٨٤٢( •

:‫ ؤق س ثت ن لهثا ن غش ا ل ذي ن ا مت و ه م قات‬: ‫ في قول ه‬،‫ غن نمت ا ن التؤوي‬،‫ ثن ا نافت‬، ‫خ ت م‬

" ‫بمج ه م ع د ذ ب اليع م‬ ‫أ ن‬ ‫" عد‬

Zâfır der ki: Süfyân es-Sevrî, ،‘Doğrusu iman edip de yalnız Rablerine
tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur”1
âyetini açıklarken: “Onları bağışlanmayacak bir günaha sevk edemez” dedi.

1A'râfSur. 143
2Bakara Sur. 260
Süfyân es-Sevrî 409

‫ب ك ر‬ ‫ثن ا أث و‬ ، ‫م‬ ‫م‬ ‫غا‬ ‫ب ك ر ب ن أي ي‬ ‫أث و‬ ‫ثن ا‬ ،‫ى‬ ‫شحا‬ ‫ب ن إ‬ ‫أ خ ن د‬ ‫ح د ث نا‬ ] ٧ ٦ / ‫[؟‬ “) ٩ ٨ ٤ ٣ (

‫ا إ ال‬2‫ ؤ و متىغ ه الل‬: ‫ بموت‬، ^ ^ ١ ‫ ت ب غ ت‬: 3 ‫ ه ا‬،‫تني‬،‫ ظ ث خ ئ د بن ائخ‬،‫بن أبى قتثة‬

" ‫ " ن ا رين يؤ و جهة‬:‫ قات‬،4 ‫و جهة‬


Muhammed b. el-Hasan der ki: Süfyân es-Sevrî, “© ’ndan b aşka her
şey yok olacaktır”2 buyruğunu okudu ve: “O ’nun rızası için yapılan şeyler
dışında her şey yok olacaktır” dedi.

‫ثن ا‬ ، ‫أ خن ذ‬ ‫ئ ن‬ ‫إ ن خا ق‬ ‫م حمد ب ن‬ ‫تحا‬ ، ‫حقا ن‬ ‫ى‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫حد قا‬ ]٧٧/‫[ ؟‬ -)٩٨٤٤(

‫ ؤ ل ظز م مح ف ز أ خ ت ن‬:‫ ;غ و ل ي محزنه‬،‫ ص غ ت ثمحآ<ة‬:‫ ةات‬،‫ ظ مح ؤتو‬، ‫ن ي ز م‬

" ‫ ال ث ئ ت ن ي ا ل ؛ ي ا‬11 : ‫ ظت‬، 4 ‫غن ال‬

Muemmel der ki: Süfyân es-Sevrî, “٠ ki, hanginizin daha güzel


davranacağını s ^ a m a k i‫ ؟‬in ölümü ve hayatı yaratm ışttf”3 âyetini
açıklarken: “Bu davranıştan kasıt, dünyada zahid olmaktır” dedi.

‫ثن ا‬ ،‫ث د ي‬ ‫ال ج‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫س‬ ‫د‬ ‫ثن ا ال ن م ص‬ ، ‫عل ئ‬ ‫س‬ ‫ث د‬ ‫ح دث تا م ح‬ ] ٧ ٧ / ‫[؟‬ - ) ٩ ٨ ٤ ٥ (

، ^ ^ ١ ‫ ش م ع ت‬:‫ قات‬،‫ ش م ع ت المص ت د بن عيا ض‬:‫ عالأ‬،‫إبراهي م بن م ح م د الش افع ي‬

" ٤^ ١ " : ‫ ئ ت‬، 4 ‫و ي غ ق ث ظ و شمحمحا‬ :‫;ف وت‬

Fudayl b. iyâd der ki: Süfyân es-Sevrî, “Rabbimiz! ^izi bedbahtlığımız


)yenm işti”* âyetini açıklarken: “Bu bedbahtlık, hüküm verme (yar§r
konusundadır” dedi■

‫ ثن ا أب و‬،‫ ثن ا ث خ ئ د شر ع م الدي ماميى‬،‫ ] حدثت ا ث خ ئ د بن عل ى‬y y/y [ “) ٩٨٤٦(

‫ " ال ئؤة‬: ‫ ه ا د‬،>^‫ ؤئئ ا ثت ص مة ؤ ال ئا صر‬: ‫ في هؤل ه‬،‫ صر ن مث ا ن‬،‫ ثن ا ص مزة‬،‫ع مير‬

" ‫ ؤالناص ز الحليفن‬،‫ا ل عشيرة‬

1 Nahl Sur. 99
2 Kasas Sur. 88
3 Mülk Sur. 2
4 Mü'minûn Sur. 106
410 Süfyân es-Sevrî

Damra der ki: Süfyân es-Sevrî, “‫ ه‬gün, insamn gücü de, yardımcısı
da olmaz”1 âyetini açıklarken: “Güçten kasıt kişinin kabilesi, yardımcıdan
kasıt da kişinin anlaşmalı olduğu kişilerdir” dedi,

‫أ خن ذ‬ ‫ثعا‬ ،‫بد و‬ ‫ث ن‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫ثئ ا م ح م‬ ،‫ى‬ ‫عل‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫ح د تحا م ح م‬ ]٧٧/v [ -)٩٨٤٧(

،4 ‫ ؤوش ال م غش عب ا ده ال ذي ن اص ق ى‬،‫ ص ئ فا ن‬، ‫ ثن ا أثو ع ا صم‬، ‫بن إبراهي م ا ل م ح إ‬

" ‫ه ؤ زي ئ ق م‬ ‫لخئ ا ث ن خ م‬ ‫ " ئ ز‬:‫ائت‬

Ebû Âsim der ki: Süfyân es-Sevrî, “Seçtiği kullarına selam olsun ”‫؛‬
âyetini açılarken: “Bunlar Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbıdır” dedi,

‫ ثن ا أخن ت‬،‫ ثن ا م ح ث د ن ا ل ح ش بن قس ه‬،‫ ] حدثن ا ئ ح ث ذ ن عل ي‬٧٧/‫ [ ؟‬-) ٩٨٤٨(

" ‫ ئ الط ؛‬، ^ ‫ ؤ و ك انوا ثث ا ح اش ج ن‬: ‫ في قول ه نحا ر‬، ‫ ص ش مت ا ن‬،‫ ^ ثن ا ص ئ زه‬، ^ ١ ‫ى زيد‬

‫ما‬ ‫اقل ب‬ ‫ال خز ف الدائ ر ي‬

Damra der ki: Süfyân es-Sevrî, “^‫؛‬ze karşı gönülden saygı


duyuyorlardı”3 buyruğunu açıklarken: “Kalplerinde daimi bir korku
taşırlar” dedi,

‫ ثن ا م ح م د بن عبدوس بن * كام ل بن‬، ‫ ] حدثن ا ن ث ن ا ن ن أ خن ذ‬٧٧/‫ [ ؟‬-) ٩٨٤٩(

‫ف ي‬ ، ‫ ال ت ؤ ر ي‬0 ‫ن ميا‬ ‫د ب ي‬ ‫ح‬ ، ‫ت د‬ ‫حم‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫ح قا ن‬ ‫ب ن‬ ‫عمر و‬ ‫س‬ ‫ذ‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫ف‬ ‫حل‬

‫ بث واب‬٠٠ :‫ ئ ات‬، ‫م ح ن قي ج نا ت و م ح ن ا خذي ن ن ا ات ائ م رمح ه‬ ‫ ؤإ ن‬:‫قني م ا أ ى‬

" ‫ " كان وا ئثط و ع ن‬:‫ ئأ د‬،>^‫ ق د ذ ل ك م ح سنين‬١^ ^ ‫ <ؤإثؤ ل م‬، ٠' ^ ١^ ١

Muhammed b. Humeyd der ki: Süfyân es-Sevrî, “Şüphesiz kİ Allah’a


karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde ve pınar başlarında
bulunacaklar. Rablerinin kendilerine verdiğini alırlar. Kuşkusuz
onlar, bundan önce de güzel davrananlardı”* buyruğunu açıklarken:

1Târik Sur. 10
2Nemi Sur. 59
3 Enbiyâ Sur. 90
4 Zâriyât Sur. 15,16
Süfyân es-Sevrî 411

“Rablerinin kendilerine verdiği şey, eda ettikleri farzların sevabıdır. Güzel


davranmaları da, samimi bir şekilde Allah’a boyun eğmeleridir” dedi,

‫ يلم‬£ ‫ثن ا إ ئ زا‬ ‫م ؛؛ ء‬ ‫ب ن إ شا‬ ‫أ خ ئ ذ‬ ‫س‬ ‫ئ ذ‬ ‫ح‬ ‫ن د ئ‬ ‫أح‬ ‫أب و‬ ‫ائ ث ا ك ي ي‬ ‫ح د ث نا‬ ] y v /y [ “ ) ٩ ٨ ٥ ٠(

‫ ؤنإدا رأيت ل م رأيت‬،‫ عن نقث ا ن‬،‫ ثت ا ا لأئ ج ع ي‬، ‫ ثن ا أبو "كزي ب‬،‫سر ث ح ئ د بن ا لخشن‬

" ‫ج ظ قه ز‬ ‫ " ات ط دا ن ان‬: ‫ قا د‬، ‫ه‬ ‫ي‬ ‫مئبئ ا ؤ ئ ت ه‬

Eşcaî der ki: Süfyân es-Sevrî, “O anın neresine baksan, nimet ve


büyük bir saitanat görürsün”1 âyetini açıklarken: “Büyük saltanattan
”kasıt meleklerin, cennetliklerden birinin yanına girerken izin istemeleridir
dedi.

‫ثن ا‬ ،‫خن ن‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫ن‬ ‫بن‬ ‫أ خ ن د‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫أ حم‬ ‫أب و‬ ‫ض ي‬ ‫خ ا ؛ث غ ا ا ل ما‬ ] y y /y [ - ) ٩ ٨ ٥ ١ (

‫يفف ا‬ ‫ ؤ ذ ع ؤ ا ه أ إ‬: ‫مل ه‬ ‫ف ي‬ : ‫مولت‬ ، ‫ن ق يا ن‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ :3 ‫ئ‬ ،‫ي‬ ‫لأش ح ع‬ ‫ا‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ال د ؤ ر ق ي‬ ‫ب‬ ‫يئ م و‬

‫ " ئ بما؛ أل‬: ‫ ظت‬،٤^ ١‫م م حثؤ ي د م‬ ‫ئ‬ ‫يو‬.‫ الث‬$٥٢ ‫ " ؛ ه‬: ‫ ئ ت‬، 4 ‫ح ا ه أ‬ ‫ن‬

" ‫ ن أ ت ه ا ل ل ي ذع ا به‬، ‫الث إل‬

,Eşcaî der ki: Süfyân es-Sevrî, “Bunların oradaki duaları


Münezzehsin Allahım»dır”2 âyetini açıklarken şöyle dedi: “Cennet«
ahalisinden biri bir şey isteyeceği zaman «Allahım! Seni her türlü eksiklikten
tenzih ederim!» der. Bu şekilde istediği şey yamna kadar gelir. ”

‫عتد‬ ‫ثن ا‬ c‫د‬ ‫ال ج س‬ ‫بن‬ ‫نت ن‬ ‫ال ح‬ ‫بن‬ ‫عل ي‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ض ي أب و أ خ ن ذ‬ ‫ثن ا ا ل ما‬ ] ٧ ٨ /^ [ “) ٩ ٨ ٥ ٢ (

: ،‫ ه ا ل‬، ‫ن‬ ‫ع وتغ ا ر ع ثا و ر ه ب ا‬ ‫ ؤ و ي د‬، ‫ن ال ت ؤ ر ي‬ ‫ما‬ ‫غ‬ ‫ن ص‬ ،‫ب ش ن ب ن من صو ر‬ ‫ثن ا‬ ، ‫د‬ ‫ح ما‬ ‫ن‬ ‫ى‬ ‫لأغل‬ ‫ا‬

‫ " ا ك ن ف ن الدائ ر‬:‫ قات‬، ‫ ؤ وقالوا ث ا خ ا م ح ه‬،" ‫ ؤزمح ه ث بمدن ا‬،‫فن ا عئذنا‬
‫به ي‬
‫" ج‬

‫ء ي ال ظ ب ا ا‬

Bişr b. Mansûr der ki: Süfyân es-Sevrî, “Doğrusu onlar iyi işlerde
yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı

1inşân Sur. 20
٦ Yûnus Sur. 10
412 Süfyân es-Sevrî

gönülden saygı duyuyorlardı”! âyetini açıklarken şöyle dedi:


“Katrmızdaki nimetleri umarak ve yanımızdaki azaptan korkarâk bize
)^varıyorlardı. Kalplerinde de daimi bir korku taşırlardı.”

‫ثما‬ ، ‫ث د‬ ‫حم‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫م‬


، ‫نثت ن‬ ‫ا‬ ‫ب ن‬ ‫ي‬ ‫ثن ا عل‬ ، ‫أ خ ن ذ‬ ‫أب و‬ ‫ض ي‬ ‫ثن ا ا ل ما‬ ) ٩ ٨ ٥ ٣ (

‫ في مح ول ه؛ ؤ و ال ث م د ن عسلث إلى نا نتعن ا به أنزا يا بم ه م نغزة ا ك؛اؤ‬،‫ عن نئيا ن‬،‫مهزان‬

S ‫ ممزق نزت و د اش‬4 ‫ال د ي‬

Mihrân der ki: Süfyân es-Sevrî, “Onlardan bazı kesim lere, kendilerini
sınam ak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü
dikm e”2 âyetini açıklarken: “Bu âyeti Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesBİlem) bir
teselli mahiyetindedir” dedi,

، ‫ ت م ع ت م ح م د ب ن ح ما د‬:‫ محالأ‬، ‫ ثن ا ع د ال ؤ ح م ن‬، ‫ ] ثئ ا أث و أ خ ن ذ‬y a / y [ - ) ٩٨٥٤ (

‫ ؤ ال ي حزنه م‬: ‫ في مح ول ه مما أى‬، ^ ^ ١ ‫ يذ و عن ن ميا ن‬،‫ ش م ع ت أثا ذاؤذ ا ل ح صر بي‬:‫مب ولط‬

"‫ص‬ ‫ ^ ض‬١‫ " ت ش‬: ‫ ق ات‬،‫ل آتي ي‬ ‫محز إ‬

Dâvud el-Hadramî der ki: Süfyân es-Sevrî, ،‘£ ٨ büyük korku bile
,onları üzm ez”3 âyetini açıklarken: “Bu büyük korku cehennemin
cehennemliklerin üzerine kapanması anındaki korkudur” dedi,

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا ا ل ح ت ن ب ن م ح م د ب ن ا ل ح ت ئ ن ا لأشع ر ي‬، ‫ ] حدثن ا أب و أ خ ن ذ‬y a / y [ - ) ٩٨٥٥ (

٤^ ^ ١ 0 ‫ءئ مث ا‬ ‫ت‬ ‫مم‬ ‫ت‬ :‫ظد‬ ،‫س‬ ‫حس‬ ‫ب ن‬ ‫ي زيد‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫ئا ن‬ ‫ا‬ ‫ي زيد‬ ‫ب ن‬ ‫إ ت نا ي ؛ ث‬

‫ 'لر ج ل لآقوذ قي‬٠٠ ‫ ؛‬3 ‫ ئ‬، > ‫ح ف ي ال ئن ن ه‬ ‫ ؤ علم حاءته ' ال ص ؤظ‬:‫ و م د ل ة‬: ‫قق ود‬

، ‫ ء ذ أ زة ش و إ م حا اثف ا ئ ز ق ز ث ئ ؤ‬،‫مش ب ي ثت تر ة ال ق ي د اق ؤم إ ل ا ل ت أ ؤ ئثث بهز‬

‫شب ه‬ ‫ف ى‬ ‫د‬ ‫يج‬ ‫ظ‬ ‫اا‬ :‫ظد‬ ، > ‫ش ا ل صا ت و ز ه‬ ‫ح‬


‫ت‬ ‫ز ظ‬ ‫ؤ‬ ، ” ‫ع؛ ن‬ ‫ا ال‬ ‫فذ؛‬ ، ‫ئل و؛ ث ظر‬ ،3 U

'٠‫م ن ال قهوة‬

1Enbiyâ Sur. 90
2 Tâhâ Sur. 131
‫ و‬Enbiyâ Sur. 103
Süfyân es-Sevrî 413

,Muhammed b. Yezîd b. Huneys der ki: Süfyân es-Sevrî’ye, “Allah


:gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir”1 âyeti sorulunca
Kişi bir topluluk içinde bulunurken oradan bir kadın geçtiği zaman gizlice“
ona bakmaya başlar. Onlar bu kişiye baktıkları zaman kadından bakışlarını
.çeker. Onlar başka bir şeyle meşgul olurken de kadına bakmaya devam eder
Gözlerin hain bakışı budur. Kalplerin gizlediği de kişinin içinde hissettiği
şehvettir” dedi,

‫مي‬ ‫ ثن ا ت خ ث د‬،‫أبي ث م ا ن‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا إبراهي م‬، ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫ ] خ ا؛ثن ا ن ي ئ ا ن‬٧٨/ v [ “) ٩٨٥٦(

‫ ر ظ ت ذ قت زن ك قبمف ش‬: ‫ في قئ ه م م ر‬، ‫ا مه ي‬ ‫ ئ نأم ح ل‬، ‫ف م ئ‬


‫ي وقف ن ا ي‬

" ‫ ؛ ال م ح ي‬، ‫ " نز وس د ث ل ث زئ و ال ف أ ت ي ة ؤ ه‬: ‫ ق و د‬: ‫ د‬،

Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî der ki: Süfyân es-Sevrî, “Bu, senden


önce gönderdiğimiz ^ygamberlerimize de uyguladığımız yasadır”2
âyetini açıklarken: “Senden önce gönderdiğimiz peygamberleri yurtlarından
çıkaranlar mutlaka helak olmuşlardır, anlamındadır” dedi.

‫ع ن‬ ، ‫إ ئ ز ا ي ب ال ؤ ث ئ د ي‬ ‫ب ن‬ ‫إ ت خا ق‬ ‫ثن ا‬ ،‫أ خن ت‬ ‫بن‬ ‫بما ن‬ ‫ح د ق ا ئل‬ ] ٧ ٨ / ‫[؟‬ - ) ٩ ٨ ٥ ٧ (

‫بث بم ن‬
‫ " ج‬:‫ قات‬، ‫ب ن ثف ا إ ويندث م ن بجا ه‬
‫ؤي م ح م‬:‫ في مإه‬،‫ عن نمحان‬،‫عبد الوراق‬
٠٠‫ ويع د ث م ن ق اءبالدن ب ايس ر‬، ‫ث اءيالدن ب ائث ه م‬

Abdurrezzâk der ki: Süfyân es-Sevrî, “Dilediğini bağışlar, dilediğine


,azap eder”3 âyetini açıklarken: “Dilediğinin büyük günahını bağışlar
küçük günah sahiplerinden de dilediğini cezalandırır” dedi,

‫ ثن ا مف ر ج بن ف ج ا ع‬، ‫ ثن ا بشر بن مو ت ى‬،‫ ] حدتما ن ث ما ن‬ya/y [ -) ٩٨٥٨(

0 ‫خف ا‬ :‫ قات‬،‫ك أنك‬ ‫ ص ءثد الثه تن‬،‫ ثن ا أثو وئد ث خ ئ ذ ئ شق ا ن‬، ‫ا ل ت ؤ م إل‬

1Mümin Sur. 19
2 isrâ Sur. 77
3Âl-i imrân Sur. 129
‫‪414‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ص‬ ‫محبرا نيئ ؛‪ ، ^ ١‬زال تك ئ‬


‫القزري‪ " :‬إث م زابقة‪،‬فإمحا قث ي اقلي‪ ،‬ؤ‪ 1‬م‬
‫هت م ج ة‪'٠ ،^ ^ ^ ١‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Çok yemekten sakının, zira kalbinizi katılaştırır.‬‬
‫”‪Öfkenizi vakarınızla yok edin. Çok gülmeyin, zira çok gülmek kalbi bozar.‬‬

‫أي ي ‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت ع ت د‬ ‫ح دقتي‬ ‫ع م بن تل م‪،‬‬ ‫بن‬ ‫حدثن ا م ح م د‬ ‫( ‪] ٧ ٧ ٧ [ “) ٩ ٨ ٠ ٩‬‬

‫ب وأل ‪٠' :‬‬


‫الل ه بن ن ي ي ‪ ،‬م و لث‪ :‬ش م ع ت ي وئف ن بن أا‪،‬ثت ا ط ‪ ،‬م و لت‪ :‬شب غ ت ئئ؛ ادة ‪ ، ^ ^ ١‬م‬

‫ئاائ‪ ،‬نز أش يئثومزص يء ظ‪" ، ^ ١‬‬ ‫قت‬


‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “Çok zeki insanlara yetiştik ve zamanımızın‬‬
‫”‪Kur’ân hafızlarından çok daha merttiler.‬‬

‫(‪ ] ٧ ٧ ٧ [ -) ٩٨٦٠‬حدت ا م ح م د ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن ن ح م د ا ل ح راع ئ ‪ ،‬مات‪ :‬ت ب ن ت بشن‬

‫بن ال حارث‪ ،‬م ولتت س م ن ت ا نما ز بن ع مزان‪ 0‬ثق وب ‪ :‬شب غ ت ‪١‬لت وري ‪ ،‬م و لت‪ " :‬ظ‬

‫تؤ ل أ ي ق ؤ "‬
‫ج‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫< ئ ي ن ا خل اجب ز م ال م حا ‪ ،‬ي ن ا ه‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “(öncekilerin) dünyada maruz kaldıkları‬‬


‫‪musibetler onlara bir zarar vermiş değildir. Zira Allah her bir musibeti‬‬
‫”‪cennetle telafi etmiştir.‬‬

‫هم د الثي ئ ب ئ ر ت ن محالح ‪ ،‬ئ ص ى‬ ‫( ‪ [ - ) ٩٨٦١‬؟ ‪ ] ٧ ٩ /‬خدتثا مح خ ث ذ ئ غت ز‪ ،‬نحا‬

‫إن و د ‪" :‬‬ ‫ضن ت ‪ ^ ١١‬؛ ‪ ،‬ف وت‪:‬‬ ‫ئ خ ف ك س م غ‪ ،‬ئ أثوث ئ ت ؤ م ‪ ،‬ة د ‪:‬‬

‫ح س ا لأدب يعل ف ئ ع ص ب ‪" ، ^ ١‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: Denilirdi ki: “Güzel ahlâk, Rabbın öfkesini‬‬
‫”‪dindirir ,‬‬

‫ثن ا‬ ‫ب ‪،‬‬ ‫ال‬ ‫ك‬ ‫بن‬ ‫ت ت ن‬ ‫ان ح‬ ‫بن‬ ‫د‬ ‫ثن ا أ ح م‬ ‫ب ن إ ب ز ا ه م‪C‬‬ ‫ذ‬ ‫ح د قا م ح م‬ ‫( ‪ - ) ٩ ٨ ٦ ٢‬لمم م ‪ /‬ب 'ا ا ]‬

‫ن‬ ‫يا‬ ‫ش‬ ‫ص‬ ‫م‬


‫ب و ت‪:‬‬ ‫م ؤ‪،‬‬ ‫ال م ح ر‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ ‫قا د ‪:‬‬ ‫دي غ ي‪،‬‬ ‫ال م‬ ‫م‬ ‫ثن ا س ال‬ ‫وا ر ي ‪،‬‬ ‫ال ح‬ ‫أ ي‬ ‫ب ن‬ ‫أ خت ن‬

‫الثوري‪ ،‬ئات‪ ” :‬م ن أ ح ب ال د ي زنث به ا ‪ ،‬نزغ حوفن ا الخزة م ن قلبه "‬


Süfyân es-Sevrî 415

Süfyân es-Sevrî der ki: “Dünyayı seven ve ©nda huzur bulan kişinin
kalbinden âhiret korkusu söküp alınır.”

‫ثن ا‬ ، ‫ال ح زت رسئ‬ ‫حنذ و ن‬ ‫ى‬ ‫عي د‬ ‫نا‬ ‫إن‬ ‫ثن ا‬ ،‫ي‬ ‫عل‬ ‫بن‬ ‫خ ث ذ‬ ‫ح دث نا م‬ ]٧٩/‫[ ؟‬ “) ٩ ٨ ٦ ٣ (

‫*' ” ك ا ن‬ :‫ئ ا ل أ‬ ، ‫ع ن مث م ت ا ن ال ئ ؤ و ي‬ ‫ا لم ن يا ب ي ء‬ ‫ي ونف ن‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ C‫ز ي د و ن‬ ‫أي ي‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ت ي‬

‫ ال ذين يقومون إلى ه و الء‬،‫ب ه م قي ال دي ن‬


‫ص وأث رائه م الن ظوي إليه م‬ ‫فئ ا‬
‫خيا ر الن ا س ي‬

‫فن‬
‫ ي‬١^ ، ‫ في ن ل هز ي ث‬،‫ م وذ ث الر!يين م ح ي عغذهز‬-‫بم ة ا‬ ، ‫وبهؤثه م‬
‫ن آه م ح م م‬

،‫ إل محثا خ ر ض ا ز ال ذين أل و ي مح أمروده م وقهؤثه م بزاز الناس‬،‫تربيون ز ال يذ وون‬

" ‫وال ذي ن ز م بيوته م ز ال ث أ ر ي محان القاسي‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “önceki insanların en hayırlıları ve en


saygıdeğerleri din konusunda örnek alınan, Müslümanların içinde kalıp
iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan kişilerdi. Bunlardan bazıları da
evlerine bağlı kalmıştı. Diğer insanların içinde böylesi saygın konumlan
yoktu. Kendilerine başvurulmaz ve pek hatırlanmazlardı. Onlardan sonra
gelenlerde ise bir şeyin yapılmasını emredip yasaklayanlar insanların en
kötüleri oldu. Evlerine bağlı kalıp bunların yanına gelmeyenler ise insanların
en hayırlıları oldu .”

‫ب ن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫ن‬ ‫ثت ا‬ ، ‫خنذ و؛؛‬ ‫ب ن‬ ‫عي د‬ ‫نا‬ ‫إن‬ ‫ثن ا‬ ،‫ي‬ ‫حل‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫حم‬ ‫ت‬ ‫ح د ث نا‬ ] ٧ ٩ / ‫[؟‬ - ) ٩ ٨ ٦ ٤ (

‫ ثا ت ث ت ش ز ي د غش‬،‫ م ح ق ن ع شقت ا ن تجل ث ث أ آ ك ل اؤءوس‬:‫ قات‬، ‫ محا ا م ح ا ئ‬،‫خل ف‬

‫ ثن ا *ك ان إ ال صاعه ح ش‬،" ‫قوس‬.‫انن اع غلى الؤ‬ ‫ ” كا ن يكره‬٠٠ ‫ ق ا د ن مث ا ن‬،‫التئث ا م‬

‫كء ض‬ ‫ق‬ ‫ ثكنة‬٤١١٢ : ‫ ئ ك‬، ‫ك‬ ‫ ي أثا عند ش‬: ‫ ق ات وب د‬،‫ا شنئ ى الئزري‬

" ‫ق محث‬ | ‫" م ن ا حث مى ب ن ف ي‬ ‫الرءوس؟ أ‬

Firyâbî bildiriyor: Bir defasında Süfyân ile beraberken oturup kelle


yemeye başladık. Yemek sırasında biri içmek için su isteyince Süfyân ona:
“Kelle ile birlikte su içmeyi büyüklerimiz kerih görürdü” dedi. Ancak çok
bir zaman geçmedi ki bu sefer Süfyân içmek için su istedi. Ona: “Kelle ile
birlikte su içmeyi büyülerimizin kerih gördüğünü söylemedin mi?”
416 Süfyân es-Sevrî

dediğimiz de, Süfyân: “Bir şeyden sakınan kişi, eninde sonunda ona
bulaşmak zorunda kalır” karşılığını verdi.

‫ ثن ا عئد‬،‫ ثن ا عئد الل ه بن حبيق‬،‫ ثن ا ابن أيي قزصامح ه‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا ث خ ئ د‬٧٩/''/[ -) ٩٨٦٥(

‫ال‬ " :‫ حات‬،‫نى رين شخ‬-‫ إ‬:‫ ق ات‬،‫ ءع زبت ق اشي‬:‫قات‬،‫م ئق ت غ م ا س إ‬


٠٠ ‫ذل ك‬ ‫ا ن ت‬ ‫ع ثل ف‬ ‫د‬ ‫مص‬ ‫ن‬ ‫إل‬ ،‫ق‬ ‫أحص ؛ل‬ ‫ف ي ال ث ث ق ؤ‬ ‫تا ويت ة‬ ‫ قا ن‬، ‫ق‬ ‫ع ثل‬ ‫يك زم‬ ‫ص‬ ‫صح ب‬ ‫ئ‬

Abdullah b. Muhammed el-Bâhilî der ki: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye


geldi ve: “Haeca gitmek istiyorum” dedi. Süfyân: “Sana harcama yapacak
olan birine yoldaşlık etme. Zira maddi durumunuz eşit olursa sana zarar
verir, onun durumu senden daha iyi olursa da seni küçük görür” dedi,

‫ ثت ا‬، ‫ ثت ا م ح م د شر عئد الل ه ا لخنزمئ‬، ‫ ] حدثن ا ئلت مان بن أ ح م د‬v^/v [ -) ٩٨٦٦(

‫ ي شألت غ م ا ن ض‬، ‫ ش م عت زي ال‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ي حيى بن ي ما ن‬، ‫أ خ ئ ذ بن أ ن د الت جل ئ‬

" ‫م ز م ح رم‬ ‫أل‬ ، ‫ث‬ ‫ك‬ ‫م ح ر ما‬ ، ‫ر ث كل ه‬ ‫أل صم‬ ‫ح ب ي ص ا ل آ ت ض ؤا‬ ‫علي ل ط ب ا ل‬ " : ‫قا د‬ ،‫ن‬ ‫الق ل عا‬

Yahyâ b. Yemân der ki: Adamın biri Süfyân es-Sevrî’ye yiyecekler


konusunda bir soru sorunca, Süfyân şöyle dedi: “Beyaz ve sarı habîs (hurma
ve sade yağla yapılan un helvası) eline geçerse ihramlı olsan da olmasan da
yiyebilirsin!”

‫ب ن‬ ‫ش‬ ‫نما ي ح‬ ، ‫د‬ ‫أس‬ ‫ب ن‬ ‫أ خ ن د‬ ‫ثن ا‬ ، ^ ^ ^ ١ ‫ثن ا‬ ،‫ن‬ ‫ح د ث ن ا نل بما‬ ] a « /v [ - ) ٩ ٨ ٦ ٧ (

: ‫ي حي ى‬ ‫قا ت‬ ،" ‫بمث ل‬ ‫ن‬ ‫ضم‬ ‫ث‬ ‫أ ص حا‬ ‫كان وا‬ ٠٠ :‫ل‬ ‫يمو‬ ، ‫ن ئ ثا ن‬ ‫ت‬ ‫شمع‬ : ‫قا د‬ ، ‫ ؛‬١^

‫م‬ ، ٠٠ ‫ محاا أئطمو ه ول؛ن ا هدوه‬:‫ ي موأل المم ه‬،‫ ئن م عتت‬،‫ إ؟ى و ج د غاؤل؛ا ثت‬0 ‫ودهنت م غ ئ م ا‬

‫ث‬ ‫ج‬ ‫أ‬ " : ‫يق ولط‬ 4 ‫ن ه تا ن‬ ‫ت‬ ‫مم‬ ‫وت‬ : 3 ‫حا‬
‫ م‬،" ‫م‬ ‫أ شن ه‬ ‫ق ف إ ح و؛‬ ‫أ ن‬ ‫ ي ح ق و ن‬١^ ^ " ‫ت‬3 ‫دا‬

‫إ دا‬ ٠٠ ‫ثق و ب ت‬ ، ‫غ مت ا ن‬ ‫ت‬ ‫وش م ع‬ : ‫قا ت‬ ، ٠٠ ‫ه‬ ‫مس‬ ‫عأ ى‬ ‫ي وئ غ‬ ‫أ ن‬ ‫عق ه‬ ‫ق‬ ‫ال‬ ‫ؤ ق غ‬ ‫إ ذا‬ ‫د‬ ‫و ج‬ ‫ا‬

٠' ‫كا ئ غثلث ء ج أ إ ر قارئ ف أ ش ن ة‬

Yahya b. Yemân der ki: Süfyân es-Sevrî’nin: “öncekiler yağ ve bal


yerlerdi” dediğini işittim. Süfyân ile birlikte hasta bir adama ziyarete
gitmiştik. Süfyân’ın, hastanın ailesine: “Onunla ilgilenip iyi davranın”
Süfyân es-Sevrî 417

”dediğini işittim. Sonra: “öncekiler birbirlerini sevindirmekten hoşlanırlardı


”dedi. Yine: “Allah’ın bolluk verdiği kulun, elini de bol tutmasını severim
dediğini işittim. Yine: “Kur’ân hafızlarından birine işin düşerse ona yemek
ikramında bulun” dediğini işittim ,

‫أ ب و ذا ؤ ئ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ب ن زيا د‬ ‫ي د‬ ‫تع‬ ‫أب و‬ ‫ثن ا‬ ،‫عن ز‬ ‫بن‬ ‫هم د ال ئ ئ ب م‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ] a ،/ v [ " )٩ ٨ ٦ ٨ (

‫ت خ‬ ‫تا‬ ‫بد‬ ‫ن ثا‬ :‫فول ت‬ ، ‫ا و را ق‬ ‫م د‬


‫ه‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ش‬ : ‫قا ت‬ ، ‫ال م ح ب‬ ‫ئ ق‬ ‫ة‬ ‫ثا‬ ‫إ ش‬ ‫ثما‬ ، ‫ؤ‬ ‫ج تثا‬ ‫ال‬

‫ ن ن ث م‬،‫ء ؛ئق مح ثة‬.‫ ج ى عئ ذ ة نحا‬: 3 ‫ ئ‬،‫ أ ة ؛ ع ن د هو أ رجم ن ث ؤ ظ‬٤١١^ ‫ئ ق؛ا ذ م ن ق ن ي‬

‫ أج ل إ ز‬. ‫ غ ا ث القاسث غثلث ن ي‬، ‫ يا أثا عبمد ال م‬:‫ ق ات‬،‫ ؤزإ زئؤ ئنمك ئ ع ر م ح ا ة‬،‫غ ي‬

٠' ‫ غ زي ت أريذة‬، ‫ ط ن ي اخل ال ء ق د ي د‬، ‫ غابوا عئز معي ب‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫ائ م ن‬

Abdurrezzâk der ki: Süfyân es-Sevrî ile birlikte Yemen’den geldiğimizde


orada kırk gün kalmıştı. Süfyân’ın yanındayken ibn Uyeyne gelip selam
verdi. Süfyân selamım aldığında asasına dayanmıştı. îbn Uyeyne: “Ey Ebû
:Abdillah! insanlar senin Yemen’e gitmeni kınıyorlar” deyince, Süfyân
Kınanmaması gereken birini kınıyorlar. Zira helal olanı elde etmek zordur“
ve ben de böylesi bir helali elde etmek için oraya gittim” karşılığını verdi,

‫ ثن ا أ خ ئ د ن أيي‬،‫ ثن ا أ خ ن د ن النعأى‬، ‫ ] ثن ا ئأي ن ا ن ن أ خ ن ذ‬A،/v [ -) ٩٨٦٩(

‫مح‬1 ‫ه‬ " :‫ ;شولان‬،‫ ونيا ن الثزري‬،‫ ضن ت ا لأؤزائ‬:‫ قات‬،‫اكزيابد‬


‫ ثإ ج‬،‫ا لخزاري‬
‫ه ا ئ ذ ال‬ ‫ط ك‬ ، ‫ إ لهي أبالغ ار وال خزي ال ذ ي م حث ا‬:‫بق ا ل ت ع ال ي ا ع ي ا ل ي ي ق ات‬

‫ممحاا‬
.Firyâbî der ki: Evzaî ile Süfyân es-Sevrî’nin şöyle dediğini işittim: “Hz
Danyal vahşi hayvanlarla birlikte kuyuya atıldığı zaman: «Allahım! içinde
bulunduğumuz ahlaksızlık ve rezillikten dolayı seni tanımayanları bize
musallat ettin» dedi.”

‫م‬ ‫حا‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثئ ا م ح م‬ ، ‫د ال ق ث ا ر‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ، ‫ز‬ ‫شا‬ ‫ن‬ ‫ح د ث تا‬ ] A . / Y [ “) ٩ ٨ ٧ ٠ (

‫ " م ح غ أ ق ي ع ا بدا ص‬:‫ قات‬،‫ ص شق ا ذ القزري‬، ‫ظ الثؤ ئ إذر س ئ‬ ‫ ظ‬، ‫ات ي ح ا ن إ‬

،^ ١^ ١ ‫ طئ‬1‫ ن م ر ت يؤ م \ بئ‬،‫ أهدر عثه‬1‫ت‬


‫ يى‬، ‫ م ح ؤ ص عشرين تن ه‬:‫لت لت‬1‫ م‬،‫عي د نخوتؤ‬
418 Süfyân es-Sevrî

،‫ يا و ث ئ‬:‫ثادي ت‬ ‫ ثا‬،‫ ثا مث ا ئ‬: ‫ قاذى زي د بجز‬،‫وقزم بمتثون في ال غي‬


،‫ ءكئنتى ب ضء‬: ‫جثل ثم؟ ئ ك‬-‫ت ظ ~ حا‬،‫ ظل‬، ^ ^ ١ 0 ‫ أ ال ئهت ا‬: ‫ت ظ رين؟ ئ ك‬،‫ ءق ال‬، ‫ئأ ال ق‬

" ‫ د ه ث‬، ‫ ث أ‬،٤^ ‫ مئع زيما لعا‬، ‫ طث حير ر ج و م ن ربت ا‬،‫ " يا ث م ا ن‬:‫ق ات‬

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: Küfe âbidlerinden Kevsânî adında bir âbidi yirmi
yıl boyunca aradım durdum, ama bulamadım. Bir gün Fırat kenarından
:geçerken çamurda çalışan bir toplulukla karşılaştım. İçlerinden bir adam
Ey Kevsânî! Ey Kevsânî!” diye seslenince, ben de: “Ey Kevsânî!” diye“
seslendim. Kevsânî denilen adam yanıma geldi ve: “Ne istiyorsun?” diye
sordu. “Ben Süfyân es-Sevrî’yim” dediğimde: “Benden istediğin nedir?” diye
sordu. Ona: “Bana bir şeyler söyle” dediğimde: “Ey Süfyân! Rabbimizden
her türlü hayrı isteriz. Râbbimizin bunları bizden esirgemesi de bizim için
bir ihsandır” karşılığını verip gitti,

‫دثن ي‬ ‫ح‬ ، ‫م‬ ‫ح‬ ‫د بن‬ ‫حم‬ ‫ه ين أ‬ ‫الل‬ ‫مه ذ‬ ‫ثت ا‬ ، ‫بن أ خئ ذ‬ ‫ئ ت ئ نا ن‬ ‫ح دث نا‬ ] a » / v [ -)٩٨٧١(

‫ ف و د؛ أ م ح ) ر ج ل ب ن‬،‫ا مه ؛ة‬ ‫م حا ذ‬ ‫تي غ غ‬ ‫ قات؛‬، ‫ ه ا إ’ءنا ص ء ين تئ ي‬، ‫ر‬

‫ " تئ‬:‫ قل ق‬،"‫ " نأ;ث ق تئايى غيورا غن ة؛فلبجا ي ذ و ج لؤ‬:‫ قات‬،‫الئ ا لخذ‬
‫ أزذث أ ذ‬۵١ " ; ‫ ق ا ل ق‬،" ‫ ^ ض قث ك‬١‫ " أفوئ ؛‬: ‫ ق ك‬،" ،‫ " أ ه م ح‬: ‫ي ؟ " ق ال' ئ‬

" ‫ ئابغض الدث ار وال د ره م‬،‫من ذ ك الل ه م ن ق ر ي‬

Süfyân es-Sevrî bildiriyor: Sâlih adamlardan biri bana şöyle dedi:


Rüyamda üzerinde her türlü ziynet ve süslerden bir çeşit bulunan, saçları
ağarmış yaşlı bir kadın gördüm. Ona: “Sen kimsin?” diye sorduğumda: “Ben
dünyayım!” karşılığını verdi. Ona: “Senin şerrinden Allah’a sığınırım!”
dediğimde ise: “Şayet Allah’ın seni şerrimden korumasını istiyorsun dinar ve
dirhemlerden nefret etmelisin!” karşılığım verdi.

‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫ ] حدت ا أبو أ خ ن ذ ئ خ ئ ذ س أ ح م د بن إبزاه م‬٨ ^ ٧ [ “) ٩٨٧٢(

‫ن‬ ‫ما‬ ‫ن‬ ‫ن‬ ‫" كا‬ :3 ‫ظ‬ ، ‫س‬ ‫خن ث‬ ‫ب ن‬ ‫ث ريد‬ ‫ن‬ ‫د‬ ‫ثت ا م ح م‬ ، ‫ب ن عب ا د‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ن‬ ‫ثن ا ائ ث ا ي ج‬ ،‫س‬ ‫ال م ا‬
Süfyân es-Sevrî 419

،‫ ويذأل ي ؤ عدؤلث‬،‫ ^ أبرم ل هذه ؛ الم ة أم؛ زيين؛ جب ر محه ومحل ق‬١ " ‫ ثقأو ل كين؛‬٤^ ^ ١

" ‫م م ن م ؤم ن هد نا ث بغئفل ه‬ " : ‫وب ولط‬


‫ م‬، ‫ م م ق ي‬،" ‫وس ن د فيهي طاعتلث ووصا ك‬

Muhammed b. Yezîd b. Huneys bildiriyor: Süfyân es-Sevrî şöyle dua


ederdi: “Allahım! Bu ümmetin işlerini, dostlarının aziz, düşmanlarının zelil
olacağı, senin itaatin ve rızan için çaba gösterileceği bir şekilde dosdoğru
olana yönelt.” Sonra Süfyân soluklanıp: “Kaç mümin kendi öfkesi içinde
ölüp gitmiştir!” derdi.

‫ث خ ئ د‬ ‫ثغ ا‬ ، ‫صم‬ ‫عا‬ ‫شر أ ي ي‬ ‫ب ك ر‬ ‫ثن ا أب و‬ ،‫ق‬ ‫خا‬ ‫ث ذ إ ش‬ ‫أ خ ن د‬ ‫خ ا ؛ث ن ا‬ ] ٨ ١ /'/[ “) ٩ ٨ ٧ ٣ (

،‫ق إلى إ ت ا همن؛ا بن أ م ح؛‬ ‫ي‬ ‫ ق ادت‬،‫ ئ عبد الل ه بن ذازئ‬، ‫بن ث ض بن عبد ا ئ ي م‬

‫ح ن ن ن عنرو أ س منة‬-‫ فذ؛ عئد الؤ‬:3 ‫ ئ‬،‫عثه رك محني‬ ‫ ئكأده‬، ‫فذ و ئ قان‬

‫ " ؛ ي‬:‫ت "ئن مولت‬3 ‫ " ظ "ظن ثئيي ئ متا(ا في رك ؛لعزو؟ " ظ‬:‫^؛‬£١^ ‫ ق ك‬،‫يغزو‬

" ‫بمسغون اق رايص‬

.Abdullah b. Dâvud der ki: ibrâhîm b. Edhem’in yanında oturuyordum


:Bir ara Süfyân es-Sevrî’yi zikretti. Savaşlara tatılmamasım kınar gibi
Abdurrahman b. Attır (Evzâî) ondan daha yaşlı olmasına rağmen savaşa“
çıkıyor” dedi. Ona: “Süfyân es-Sevrî’nin savaşlara katılmamasının gerekçesi
nedir?” diye sorduğumda: “Çıkanların farzları heba ettiklerini söylerdi” dedi,

‫ ثن ا عتيد الل ه‬،‫ ثن ا أبو بكر بن أبي ع ا ص م‬،‫ ] حدق ا أ خ ن د بن إ ش خ ا ق‬aW y [ ") ٩٨٧٤(

‫مه د ال مب ن ئ‬ ‫ ت م ن غ‬:‫ئ د‬ ، ‫ضمح‬ ‫ص الي‬ ‫ئ ت ع د أب و‬ ‫ش‬ ‫ظ مح ذ‬ ،‫ئ‬ ‫ئ‬

’٠ ‫' " كا ن ينق ي ا ن درس م ن ا ل ح دي ث‬٠ :‫ ق ات‬،‫م هد ي‬

Abdurrahman b. Mehdî der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin verdiği derslerden


biri de hadis dersiydi.”

‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ،‫ر س‬ ‫ن محا‬ ‫م ب ن أ خن ت ث‬ ‫ثن ا ج ع‬ ،‫ى‬ ‫حا‬ ‫س إ ن‬ ‫حد ت ا أ خ ن ن‬ ] ٨ ^ ٧ [ " )٩ ٨ ٧ ٥ (

‫ ثزل ن ول جت سريعا‬٩ " ٧ ١ ١ 3 ‫ د ا‬:‫ م ود‬، ‫ قادت سم ن ت ي حش بن ص م‬،‫بن ح م ي د‬

'٠ ‫غ‬ ‫طل ب و طل ب بل‬ ‫نابا‬ ، ‫ا فئ م‬ ‫ن‬ ‫ي ك جن ي م‬ ‫أح ن ث‬


420 Süfyân es-Sevrî

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Kişi hızlı bir şekilde ders halkasının başına geçtiği
zaman ilimden büyük bir bölüme zarar verir. Ancak yavaş yavaş öğrendiği
zaman ilimde hedefine varır.”

،‫ي‬ ‫ي‬ ‫أي و ال‬

‫ غذ تكر تن‬، ‫'ل ق م‬


‫ظ‬ ،‫شث ن‬

‫م‬
‫لح‬ 1 ‫بن‬ ‫خ ث د‬ ‫م‬ ‫أ خن د بن‬ ‫ثن ا‬

‫ ثما حم ذ ثن‬،‫ تحاحمو ث بم د ا لأثغ‬،‫بش‬


‫ فذ؛‬:‫لت‬1‫ محته‬، ‫ " يؤمرب ا ل ر ج ل إلى الغ ار يؤم ا ل سا م ة‬:‫ قات ئئث ا ن التؤري‬:‫ قات‬C‫م ح م د ا ل عا ب د‬
، ‫د‬ ‫حا م‬

‫قائ ئ ال ثن ي ثن م‬
‫أث و‬ ‫حد تا‬ ]٨ ^ ٧ [ -)٩٨٧٦(

" ‫ وئا خ ذ ا“يؤ‬1 ‫ج‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Kişinin, kıyamet gününde cehenneme atılması


emredildiği zaman: «Bu adamın iyilikleri kendi ailesi tarafından yenilip
‫<<أ ل ك ك ثط ص‬denilir.”

، ‫ ^ بن م ح م د بن ع ل ئ ا لأئ ا ن ا م ئ‬£ ١^ ‫ ثن ا‬، ‫ ] حدثت ا أبو ح ا م د‬٨ ٧ ٧ [ “) ٩٨٧٧(

‫ ق ات لي‬، ‫ حرج ت إ ق ت ه‬:‫ ق وت‬،‫ قادت سم ن ت ي حيى بن ي ما ن‬، ‫ ال ر م ي‬£‫ثن ا أ م مث ا‬


‫ تا قنب‬٠٠ : ‫ مما د‬،‫ ق ل م تش م ا ن بن ك ه‬، ‫ ف د م‬:‫ ؤئد ل ه‬،‫ أقرئ أيي الق ال م‬:‫ت ب ي د ب ن ن مثا ن‬

" :‫د‬ ‫و قا‬ ، ‫م و ج‬ ‫با ل‬ ‫هز‬ ‫ج‬ ‫فت‬ ،‫أ هدم‬ : ‫ثل ث‬ ‫ويمولط‬ ،‫؛‬ ‫ال‬ ‫ث‬ ‫ال‬ ‫ث‬ ‫تئ رتل‬ ، ‫صال ح‬ : ‫ك‬ ‫هم‬ " ‫ي د ؟‬ ‫تع‬

" ‫إئن ا غث وا ا لآون ال ي ءوا اب آل اء وا لأتاء‬

Ebû Hişâm er-Rifâî bildiriyor: Yahyâ b. Yemân’ın şöyle dediğini işittim:


Mekke’ye gideceğim sırada Saîd b. Süfyân bana: “Babama selamımı ilet ve
yanımıza gelmesini söyle” dedi. Mekke’de Süfyân’la karşılaştığımda bana:
“Saîd ne yapıyor?” diye sordu. Ona: “İyi‫ ؛‬Sana selamı var ve yanlarına
gitmeni istiyor” karşılığını verdim. Bunun üzerine Süfyân, Mekke’den
ayrılmak üzere hazırlandı ve şöyle dedi: “İyilere (ebrâr), babalarına ve
çocuklarına iyi davrandıkları için iyiler denilmiştir.

‫ثن ا‬ ، ‫ذ‬ ‫نا‬ ‫ن ث‬ ‫ب ن‬ ‫ة‬ ‫ثن ا ح س م‬ ، ‫ئ‬ ‫ال ئ ت ما‬ ‫د‬ ‫م حم‬ ‫ب ن‬ ‫ن‬ ‫ح د ث ن ا ع ئ ما‬ ‫ا‬٨ ٢ /٧ [ " )٩ ٨ ٧ ٨ (

‫كا ن‬ :‫ن‬ ‫ما‬ ‫غ‬ ‫ق آ أل‬ : ‫قا د‬ ،‫نن ص و ر‬ ‫س‬ ‫يثن ي‬ ، ‫أ ب و من ص و ر‬ ‫ثت ا‬ ، ‫طال ب‬ ‫ب ن أي ي‬ ‫ش‬ ‫يح‬

'٠ ‫ وث حيا ا ل أ ب د ا ن‬،‫ائئ لوبي‬ ‫في ه‬ ‫ز ن ا ن ثن و ت‬ ‫ع أ ى ال ن ا س‬ ‫ي‬ ‫ثلم‬ ٠’ :‫م ا ل أ‬


Süfyân es-Sevrî 421

Süfyân es-Sevrî der ‫لكل‬: “Denilîr ‫لكل‬, insanlara öyle bir zaman gelir ‫لط‬
kalpler ölürken sadece bedenler yaşar.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا ي خ ش‬، ‫ن ن ث ما ن‬ ‫ ثت ا ح ت قئ ه‬C‫ ] ح د ت ا م ح ا ن ب ن م ح م د‬a y / v [ “) ٩٨٧٩ (

،‫ " ال ئ ن ئ زئذ ا ل خم‬:‫ 'ك ا ن ما لث‬:‫ ق ات‬،‫ ثما ن ي ا ن‬،‫ ظ رند ئ ا ل م حازك‬، ‫ع ئ ئ ا ك ا ن ك‬

"‫م‬ ‫م ح و ام ح‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Denilir ‫ ركل‬suskunluk âlimin süsü, cahilin ise
cehaletini gizleyen) örtüsüdür(.”

‫ ش م ع ت‬:‫ قا ت‬، ‫ ثن ا م ح ث د ب ن ت ه ل‬، ‫ ثت ا اث ن ن ك ر م‬، ‫ك ا ن‬ ‫ ] حدثن ا‬a y / y [ ") ٩٨٨٠ (

، ‫ن ال د ي‬ ‫م‬ ‫ع ي‬ ‫زز ى‬ ‫م ما‬ ‫عل ي‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ه‬ ‫ل غن م‬ ” : ‫مو لت‬ ٤^ ^ ١ ‫ت‬ ‫ش مع‬ : ‫بم ولط‬ ، ‫ا ل م ن يا ب ي‬

" ‫أ مح ذ م ن نعمته م ما أ ئايي‬

,Süfyân es-Sevrî der ki: “Allah’ın dünyalık olarak bana vermediği nimet
dünyalık olarak bana verdiği nimetten daha değerlidir.”

‫عد‬ ‫ ثت ا عبيد الل ه ب ن‬، ‫ ال واع ظ‬0 ‫ ] حدثت ا ع م ن ي ن أ ح م د ب ن عت ما‬a y / v [ - ) ٩٨٨١ (

٠٠ :‫ كا ذ ما لأ‬: ‫ ها د‬،‫ ثن ا نتيا ن‬، ‫ ثت ا ا ألص ن ئ‬،‫ ثن ا ركنثا بن ي حيى ا ل مغ مر ي‬،‫الؤ حم ن‬

" ‫ ز ال مغ ال إ الب من ا م‬C‫ ز ال من ا م إ ال بثمغل ة‬،‫ والنمطس مفلتة‬،‫ال ه ق ن غ من ا م الث م ل‬

Süfyân es-Sevrî der ki: “Denilirdi ki, suskunluk aklın uykusu, konuşmak
ise uyanıklığıdır. Her uykunun bir uyanması, her uyanmanın da bir uykusu
olmalıdır.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا عت ذ الل ه ى م ح م د التعو ي‬،‫ ] خ ا؛ثن ا حبي ب س ا لخشن‬a y / v [ ") ٩٨٨٢ (

‫ " كثا نتئؤى بن ج ل س‬:‫ م ولت‬، ‫ ش م ع ت حف م ى بن عث ا ث‬: ‫ صا د‬،‫أ ح ئ د بق ع مزان ا أل حنس ي‬

٠' ^ ١‫ ^ ^ عن‬١ ‫ئ؛ ظ ن‬

Hafs b. Giyâs der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin meclisinde (sanki) dünyadan


kopardık.”
‫‪422‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫(‪ ] ٨ ٧ ٧ [ “) ٩٨٨٣‬ثت ا ا ل غ ت ن بن غنن بن ان خث ي‪ ،‬ثن ا أيي الواس هل ي‪ ،‬ثن ا أ ي‪ ،‬ثن ا‬

‫ئ خ ث د بن بو ص ‪ ،‬قا د ‪ :‬شب ع ت عل ي بن ه ا د^‪ ،‬م و د‪ :‬ش م ع ت نئث ا ذ الثوري‪ ،‬ثق وب؛ '‪ ٠‬يا‬

‫لخنه ؤقت ش ي ال ي ي "‬ ‫قزم‪ ،‬رامحوا ا ه ‪ ،‬ق إنث ا هؤ‬

‫‪Ali b. Kâdim der ki: Süfyân es-Sevrî’nin: “Ey insanlar! Allah’ın haklarını‬‬
‫‪gözetin! Zira kişinin aklının alınması bir anda olur” dediğini işittim ,‬‬

‫ثعا‬ ‫‪،‬‬ ‫ثل م‬ ‫بن ن‬ ‫د‬ ‫ثن ا م ح م‬ ‫أ ي‪،‬‬ ‫م ح م د ‪ ،‬ح دب ي‬ ‫بن‬ ‫الثؤ‬ ‫عب د‬ ‫حدب نا‬ ‫[ ‪]a y / v‬‬ ‫(‪-)٩٨٨٤‬‬

‫ت ل م ة ى قبي ب ‪ ،‬ثن ا مبا رك أبو ح ما د‪ ،‬نؤإى إئز؛ ويلم بن ت ا م‪ ،‬ها د ‪ :‬ش م ع ت ن م ا ن‬

‫نن ا أوص ى به عل ي بن ا ل ح ض ا لث ل م ي " عثلف بالص د ق قي ا ل موا ط ن‬


‫ال تؤري‪ ،‬ي مولط ج‬

‫"كل ه ا ‪ ،‬قإثا ك وال ك ذ ث ؤالخثاثه ومجال ت ه أ صحابه ا ‪ ،‬هابه ا وزر"مح ة‪ ،‬ؤإ‪،‬لئ يا أخي والرياء‬

‫في الق و ل والعت ل‪ ،‬ءاقه شنك بعشه‪ ،‬الثالئ وا ل ع ج ب ‪ ،‬ءا ن ا ل ع م د ا ل صال ح ال شئع وفيه‬

‫شف ق‬ ‫م‬ ‫عت ز‬ ‫ن ؤ‬ ‫ق ل ال ذ ي‬ ‫م‬ ‫هإ ن‬ ‫دين ه‪،‬‬ ‫ى‬ ‫عل‬ ‫ف ى‬ ‫ثل م‬ ‫ه و‬ ‫ن‬ ‫إ ال م م‬ ‫ذ‬ ‫د يل‬ ‫ذ ن‬ ‫ؤ ال ث أ ح‬ ‫غ ي ي ‪،‬‬

‫عأى ديته "ك مث ل حبي ب به داء ال يئثط يغ أن ي عالج داء م س ه‪ ،‬ؤبمصح ل شن ه ‪ ،‬حئفت ي عالج‬

‫داء الثا س وي ص ح ل قز؟ ئهذا ال ذ ي ال يغ م ى غلى ديته ي ن يئف ئ غش دين ل ط ؟ أ ويا‬

‫؛ب ك عأى ش ال وار‪ -‬حم ه ا ‪ ،‬ؤن أ ث ث م ر ح م ه‪ 1‬ث م‬ ‫^ ^‪٠‬‬ ‫أ ي يء إث‪،‬تا د ث ف‬

‫ر ح م‪ ،‬ومح ق ن ج ي ش ك ص ثرئد ك قي ال دمحا ‪ ،‬زئز محف في ا ال خزه‪ ،‬نإقالئ و مجال ت ه أ م‬

‫ي ح د ي ث ‪ ، ^ ^ ١‬ؤ ث ب ز يفس د و ن غ ي ف ديننط وبن ك‪ C‬وأ كث ر ن ك ز‬ ‫‪ ^ ^ ١‬اثفي؛ئ ي خ وض و ن‬

‫ال ن ؤ ت ‪ ،‬وأكت ر ا الست عمار م ما ئ د ت لفت م ن ذزوبلث‪،‬ء نش ل ا ه الث التتة بن ا بقى م ن‬

‫لخ؛ز‬ ‫ا‬ ‫وأ ن‬ ‫نا ‪ -‬ء ة ‪،‬‬ ‫ا لح‬ ‫دءحالمر ؟إ‬ ‫ز ال‬ ‫خ ض ‪،‬‬ ‫و حل ق‬ ‫ن‪C‬‬ ‫ث‬ ‫ح‬ ‫بأ د ب‬ ‫أ ي ي‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع ث ك‬ ‫ثإ‬

‫ن |دا‬ ‫م ؤم‬ ‫ن‬ ‫مح‬ ‫زا ن ء ت ‪ ،‬خ‬ ‫ر‪،‬‬ ‫ا ‪-‬ح‬ ‫ب‬ ‫وي خ ر‬ ‫م‬
‫ب س‬ ‫ي‬ ‫ذ‬ ‫ءكا‬ ‫س‪، 1‬‬‫اأ د‬ ‫عأ ى‬ ‫ب‬ ‫ك‬ ‫م‬ ‫ئ ؤ‬ ‫ن‬ ‫ز ال م‬ ‫ف ي ه‪1‬‬

‫‪ ^ ^ ، ٠‬في أ ر دينه‪ ،‬ز ال ثكت م ن أخت؛ م ن النهب_ي ح ة ق ظ ‪ ٩‬ف‪1‬ورك في م‪ 15”" 1‬ن يث إ فيه‬

‫^‪ ١‬أ خ ي ق أ‪ -‬حانث‬ ‫‪ ^ ١‬ززن ولت‪،‬‬ ‫ي مم د‬ ‫رمش‪ C‬وإي‪ 1‬ك أن ث خ ون نؤيق‪،‬ش م ن ح\ن‬

‫فى الثؤ مح اب ذ أل ثق شنلث زن اثلث‪ ،‬ؤإ‪،‬ف ؤا ل ح ص و ما ت وا ل ج دا ل وا ل مزاء‪ ،‬ءمإت غ ث مي ن ظل و ما‬

‫ب ث؛ ر‬
‫ب م م ‪ ^ ١‬؛ ? ^ ح ي ‪، ،‬؛<؛ م حن ئي ث ؛ ر ا ي‪ ،‬ز و ج‬
‫ص م‬ ‫غائ ؟ا أث ث‪ ،‬ؤ‬
‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬ ‫‪423‬‬

‫ز ال‬ ‫ي م م إ ز الثا ي‪،‬‬ ‫ور‬ ‫وا ل م ح‬ ‫ج و و‪،‬‬ ‫ال م‬ ‫ي ج ر ا ن إل ى‬ ‫نا‬ ‫ؤثي‬ ‫‪،‬‬ ‫وا ل ع ص ب‬ ‫د ة‬ ‫وا ل ح‬ ‫نإ يا ك‬ ‫الجث ة‪،‬‬

‫ش ط‬ ‫ئ مارين ع ال ما هث ممت ك ‪ ،‬وإ‪ 0‬ا ال حت ال ف إ ز الثنن اؤ ر ح م ه‪ ،‬وا ال م ط ا غ عشه م‬

‫الؤ ح ن ن‪ ،‬نإن الث ل ماء حران ا ال ي ء‪ ،‬وأ ص حا ث مواريئهز‪ ،‬وعل ي ك بال زهد تصزك الثت‬

‫حت اب لف‪ ،‬زذغ "كثيرا م ما يرثلث إ ز ت ا ال‬ ‫ع ورات ال د ي‪ ،‬وعثلث بالورع ي خ م ف الل ه‬

‫يرنلئم ئ ك ن تلق م ا ‪ ،‬زان ي القلق بائقين ي س ل م قلق دنلف‪ ،‬وأ م ب ا ل م م و ف‪ ،‬ؤانة عن‬

‫\ لم سك ر ب ك ن حبي ب الثؤ‪ ،‬وابغقس الئ ا م ش ن ثهئزد به ا لقي ا ط ن‪ ،‬زأئ أ ل مزح وا ل ص ح لث م ما‬

‫ث م ي ي م ن ‪ ^ ^ ١‬ثزذئ هؤه عند ‪ ، ^ ١‬واع مإ^ر ال‪-‬خ رت لق يك م‪1‬ف ‪ ^ ١‬أئن دلث‪1‬لت‪ ،‬وأ ح س ن‬

‫بمن الل ه ع التثلف‪ ،‬نائل ه غش ح ط س لف ثأكن م ن أه ل ايلرفق ا لأعل ى‪ ،‬ز ال ب ك ن‬


‫م‬ ‫ت ريرثلف‬

‫لأل عثئل اا ح م وظ وفزوط ك نجزؤ‪ ،‬ويتثغي لنف أن‬ ‫ع‪1‬ف ال ‪ ،‬إلثت ث س يئ م د غئنف‪،‬‬

‫^‪ ١‬أودت‬ ‫ه يؤم ا كا ا م ة‪،‬‬ ‫ع‪ 1‬ه ا ‪ ،‬ؤثق في ن ي عم ل عئلق‪ ،‬وأنت نع ظ ش ي‬ ‫ؤ ال ثك وثن‬

‫أم را م ن أث وي الل؛قا قنل ف ك بالت وبة‪ ،‬ف إن وأتته موائ ما ألمر اخمتلث ئ ئ ذ ة ‪ ،‬نإ ال ف ف ن عنة‬

‫ه‬ ‫ص بجا بجا ؟ وانأ و ا ه اخل ا ئ ‪،‬‬ ‫فق ا ؟ و‬


‫ص غن ق ي‬ ‫ذ ر ق ي إ ر ص أ خ ذة‬

‫ه م م ت بأمر م ن أث وي ا الخ رة ن ن م إثه ا‪ C‬وأت ر ع ش ث ل أن ي ح و ل بته ا وتتلف ال غي طا ن‪،‬‬

‫ز ال ث ي ق أ ر ال ‪ ،‬ال مم ث ل بقدر ‪ U‬آ ك ل ‪ ،‬أ ه ‪ :‬غ ز ة ذب ك‪ ،‬ز الت م حل ي م ؤ ‪ ،‬ز ال ي م‬

‫ف هو ة‪ 4‬ز ال ث ح شون بهئثلث فتثغ ج يفة‪ ،‬ال ثذ ر الل ه‪ ،‬و محر م ن ائب إ وا ل ح ر ز‪ 4‬ه ا ن م حن نا‬

‫س‪،‬‬ ‫الن ا‬ ‫أيد ي‬ ‫ف ي‬ ‫ج نا‬


‫ن‬ ‫غ‬ ‫و ا ل عل م‬ ‫ؤ إ ‪،‬ل ئ‬ ‫ز ن‪،‬‬ ‫ال ه م و ا لح‬ ‫ا ئ خ ث ثا ب ي‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫كتاب ه‬ ‫ف ي‬ ‫ن‬ ‫ا ل م ؤم‬ ‫د‬ ‫يج‬

‫ء إ ن ال ئ غ ه الك ال دي ن‪ ،‬ناي ا ك وا وغتة‪ ،‬ه ا ن الؤغبه ش ق ي ‪ ، ، ^ ^ ١‬وإ؛؛اك ؤا ل ح ر حس عأى‬

‫ن‬ ‫م‬ ‫د‬ ‫ال ج س‬ ‫ي‬ ‫م‬ ‫‪،‬‬ ‫الق ل ب‬ ‫و ك ن حئ ا ه ز‬ ‫ا لم ثا ن ة ‪،‬‬ ‫يؤم‬ ‫الثا م ن‬ ‫صح‬ ‫يف‬ ‫م ما‬ ‫ن‬ ‫الحرص‬ ‫ال د ق ا ‪ ،‬ق ا ن‬

‫الدن و ب وا ل ح طايا ‪ ،‬ئقي اليدين م ن ائنثئا بم‪> ،‬ث إيلم ا لمل ب م ن الغ س وال م ك ر زانيائؤ‪،‬‬

‫~حالي ان هل ن م ن الما‪ ،£،‬إلثق ال يد ح د ال أ حغه ل ح م ثن ت م ن ن ح ت‪* ،‬كفئ بصزك عن‬

‫ث‪،‬‬ ‫لل‬ ‫ي‬


‫ف ن‬ ‫نا‬ ‫إ ز‬ ‫بيد ك‬ ‫ز ال ث عل س‬ ‫‪،‬‬ ‫م‬ ‫ك‬ ‫ح‬ ‫ن بع ث ر‬ ‫ز ال و ك ل م‬ ‫ة‪،‬‬ ‫س ب م ر حا ج‬ ‫ش‬ ‫ز ال ث م‬ ‫ال ن ا س ‪،‬‬

‫وكن ح ا م ا ح نث بن ا م ي م ن غر ف‪ ،‬ال ثدري ن ا ي ح د ث فيه م ن أ ر دينلث‪3 ،‬إي ا ك أن‬

‫‪ ١‬أثرك آكمم إل‬


‫ه ظلوئ‪ 1‬جي و ال ؟ ‪.‬‬ ‫ه‬ ‫ت ك ه ئ لأم م ذ ا لأن ا‪-‬ة ق و ‪ ،‬ز ص ة د ها زقت‬
‫‪424‬‬ ‫‪Süfyân es-Sevrî‬‬

‫ته‪ ،‬زاض ال نغذزه‪،‬‬


‫يس فيه ا و ل م س تتك م د يؤم خنيه ا حش وقع قي ا لخطيئة‪ ،‬أ م ات ر‬

‫م مم ن ير جى■حيره‪ ،‬ويرس ثرة‪ ،‬ال يص ن أخت؛ مم ن ث ي خ ال ق‪ ،‬طق‬ ‫زا غم ا ل أ ب ‪،‬‬

‫ئ ثل ف ‪،‬‬ ‫ؤإ ‪0‬‬ ‫ك‬ ‫ن‬ ‫زح‬ ‫ن‬ ‫وص‬ ‫ث‪،‬‬ ‫ئعل‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ن‬ ‫وص‬ ‫نل ف ‪،‬‬ ‫رح‬ ‫عن ع‬ ‫ز ال م‬ ‫ة‪،‬‬ ‫و ا نحاص‬ ‫ة‬ ‫ج م ا لل عا م‬ ‫ر‬

‫ؤأ ئ د ح وت ‪ ، ^ ^ ١‬إل ي ؤ؛امرب‬ ‫^ ^‪ ١‬ب ك ن رف س ‪ £ ^ ١‬وال ‪ 1‬ه ذا ؤ ‪،‬‬ ‫ودءح أ و ز ع س‬

‫عليه م و ث ‪ ،‬وفيه ا مزنه ا لمحا ضي م ن ا ل ج ن وا إلئ س‪ ،‬ؤإد\ د ح ق ه ا ق ذ لرملث ا ال م‬

‫مم د‪ :‬أ ئ ه د‬ ‫فف ا ؛ ال ئتكئ؛‪ ،‬ه م م على‬


‫بال ن م ومح‪-‬ا و‪,‬الغهي عن ال ئن ك ر ‪ ،‬نإتمف ال ئزى ي‬

‫ف؛ألف ثت‪ ،‬ثت النئلف‪ ،‬ول ه ائ خن ذ‪ ،‬بم ي ‪ ،‬وي م ي ت ‪ ،‬ي د ه ! لخن‪،‬‬


‫أن ال إل ه إ ال الثت زختة ال ي‬

‫وغز ض ‪)5T‬؛ ثتيء قديت‪ ،‬ز ال خ ؤد ز ال قؤة إ ال با ه ‪ ^ ١‬ا ت ه م‪ ،‬ق ت ; ه أق و ف ي‬

‫ض‬ ‫و امح‬ ‫يف ا ‪،‬‬


‫ف‬ ‫ش‬ ‫ز ال ثجل‬ ‫ننا ت ‪،‬‬ ‫‪-‬ص‬ ‫غ ش ئ‬ ‫ءصي ح‬ ‫أؤ‬ ‫ي‬ ‫جم‬ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ال ق و‬ ‫ف ي‬ ‫ن‬ ‫إل م‬ ‫ب‬ ‫ق ائل ه ا‬

‫س ا م ل ث ؤ؛؛ثلث‪ ،‬ؤإ‪،‬لئ أن يم_ارهلق ال د ل ه ^ا ةإل‪ 4‬أئ إ ^ ^ ^‪ ، ١‬ز ال‬ ‫‪-‬حا‪-‬جتلق زأ ث‬

‫ئد عة‬ ‫ز ال‬ ‫عث ه‪،‬‬ ‫ءئدم‬ ‫غ م ؤ ال‬ ‫[ث‬ ‫إ‬ ‫و عل ي ث‬ ‫‪،‬‬ ‫يحما ل حال م‬ ‫ف‬ ‫ت زيد‬ ‫ئ ل‪4‬‬ ‫وة‪،‬‬ ‫‪ 1‬ل ح ال‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ف‬ ‫ظ‬ ‫ن ئئ‬ ‫ئ منع‬

‫أوب ع ن ثؤى ‪ ،‬قإءة يسيء إ؟ئك غلقنف‪ ،‬ز ال رد الهئ؛؛ ب ‪ ،‬ء إل‪ 4‬ر ي د ي الل م‪ 1‬غ‪ ،‬وعي ف‬

‫لآة يمرر الدث و غ‪ ،‬زرق ال ث ن ي ‪ ،‬وعق ك بال ي س ا ل ح ق ن ث ج د ح الوه ا إلي ما ن‪C‬‬ ‫ب الع د س‪،‬‬

‫ء ال م ‪ ،‬وغلثلث ألل ه م ‪ ،‬ف ا ه بم د صلف ‪ :‬ا ث ا ق ض ‪،‬‬ ‫وغيلث شل ة ا ل آ م ئئيل ق‬

‫ويفت ح عثلث با ت العيا ذة‪ ،‬ؤعقلث بقل ة ال ك ال م يل ين ثملثلف‪ ،‬وعلتلث بهل ول ا ل صم ت ئمللف‬

‫با‬
‫ائززغ‪ ،‬ز ال ثكوئن حري صا غلى ال د ي‪ ،‬ز ال ث ك ن ح ا ‪،‬يذا ث ك ن شريع هي م‪ ،‬ؤ ال ت خ ذ طث ا‬

‫ق ج م ن أل ن ن القاسي‪ ،‬وكن ر حي ما بك ن محسا إ ر القاسي‪ ،‬وارمحس بث اصن م اللت للف ص‬

‫ص ي ئق\غء ي ق ف ال ه ‪،‬‬ ‫و ني ت ش غ ظ ‪ ،‬وتؤ و ع ر طي ئ ذ قوة‪ ،‬ؤ ال نح ئ ض‬

‫ئ‬ ‫ض دب اتحافثؤ ن ي ق ات ا ئ‬ ‫ه ئثزاضئ ا ت ن ث ك ب د أغت ا ل ا ي‪،‬‬ ‫وي جحبث أ غد ا لأرض‪،‬‬

‫م عف وا ئ ث ن ب ح ا جت ك ‪ " ،‬ك ن ر ج م ا يتر ح م عثل ث ح ل ق ؤ ؤ ‪ ،‬يا أ ي ي ‪ ،‬ال ث د غ‬ ‫محؤقل ف‪،‬‬

‫أ‪،‬نلف وكالثلث وش اع اتلثم ثنؤ عثلث با ط ال ‪ ،‬وهدم ص م س ك لممسلف لثؤم الع ط ش‪ ،‬يا‬

‫أي ي ‪ ،‬لآف ال روى يؤم الؤ؛انؤ إ البا‪3‬ؤءممى ب ن‪ ، ، ^ ^ ١‬ز ال ثدرك رض و‪1‬ده ا البعئاعتل ا‪،،‬‬

‫ق‬ ‫ه‬ ‫^‬ ‫ف ‪١‬‬ ‫ؤي ح م‬ ‫ست ر ‪، ، ^ ^ ^ ١‬‬ ‫شحا ع‬ ‫ؤ ‪-‬علتل ث ا ب‪1‬ل‬ ‫إ؟ ى ‪، ^ ١‬‬ ‫ا‪ 1‬ن زا ف ل‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ؤأ كث ز‬
Süfyân es-Sevrî 425

‫ي‬ ‫سم‬ ‫ي م‬ ‫ب ال م حا‬ ‫و ا جتن‬ C‫ك‬ ‫ي محث ر‬ ‫ف‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ل ث‬


‫بم‬ ‫يو‬ ، ‫م و ن‬ ‫ك رة ا ل م‬ ‫ب‬ ‫ؤ علمئل ث م‬ ، ‫و ا ل آ ئ زا ل أ‬ ‫ث‬ ‫ال ح ثا‬

‫أ مر‬ ‫وشا و ر ف ي‬ ،‫ث‬ ‫ؤ يل‬ ‫ه أئ ن‬ ‫ب ملح الل‬ ‫اقث ى‬ ‫وأ ه د‬ ‫أ ئ ن ال و ر ع‬ ‫ش‬ ‫جال‬ ، ، ‫و ه ا إل ي نا ع‬ ‫ح ال‬ ‫د‬ ‫ثج‬

‫ث‬ ‫و ع ثل‬ ،‫ق‬ ‫معصسل‬ ‫و ص‬ ‫ح ي ز ا ت ث حولت ال ث ت بثثل ق‬ ‫ال‬ ‫غي‬ ‫و شا ر ع‬ ،‫ه‬ ‫الل‬ ‫ي خ ش و ن‬ ‫ث ال ذ ي ن‬ ‫ط‬ ‫د‬

، ‫ ^ غملبف أمر الدئ؛يا‬١ ‫ يه ون‬،^ ^ ١‫ وعإ ي ث بذك ر‬،\ ‫ في الدس‬4‫يكقزؤ ذك ر ؛نثؤ يزهدك الل‬

‫ أ ج ي‬،‫بؤن ال ق غثلث ا ك ا ئ ب‬
‫ ؤ أ ئ ئ ئ ا م ج‬،‫ة ي ز م ال ه تلق ال ه م ح ه‬ ‫وائثق إ ز ال‬

‫ف ه ود‬ ‫وا ل م و م ن و ن‬ ،‫ه‬ ‫الل‬ ‫ي ي حبل ف‬ ‫م‬ ‫غا‬ ‫ائن‬ ‫أئ ن‬ ‫وأ م‬
‫ن س‬ ،‫ئ ة‬ ‫ال ما‬ ‫يؤم‬ ‫مع ه م‬ ‫ب ك ن‬ ‫أ ه د ال حن ة‬

‫ ز ال تغ ا ئ‬،‫ ز ال ئ حمزن ق سا م ن ا ل م م و ف‬،‫ ز ال ئنث ن أ خذا م ن ا لم ومغين‬،‫الل ه في ا الءرءس‬

،‫ أ د يكون أؤد أمرك م وى الثؤ في ال ثئ والث ال ثة‬، ‫ واب ظريا أ ي ي‬،‫أ هد ال د ي في دقا هز‬

‫ب م اوئوئفن مح ن قذ ي ا لجما ر‬،‫ ثئأ ائ خئ ز‬،‫وا حس ال ق ح شثه م ن قت ع ل م أثت م ي ت ومثعو ت‬

‫ثا ر‬ ‫ن إ ثا‬ ، ‫د ة‬ ‫حال‬ ‫ة‬ ‫ثا ع م‬ ‫جن ة‬ ‫إ ثا‬ ، ^ ١^ ١ ‫د ى‬ ‫إح‬ ‫إ ر‬ ‫ب أ ال غ م ي ن‬ ، ‫ب ع مل ك‬ ‫ض ب‬ ‫وسحا‬ .

‫ه‬ ‫ن با لل‬ ، ‫يعاق ب‬ ‫يعف و أؤ‬ ‫ن عل م ي أث ت‬ ‫م‬ ‫ز جا ء‬ ‫زا ز ج‬ ،‫في ه‬ ‫ؤ ت‬ ‫ال م‬ ‫حل وب‬ ‫غ‬ ‫م‬ ‫ب‬ ‫ذا‬ ‫ا لع‬ ‫أن زا ن‬ ‫في ه ا‬

" ‫ ال ن ت ي م ح ة‬،‫ا لمحؤ لآ‬

Mübârek Ebû Hammâd bildiriyor: Süfyân es-Sevrî, Ali b. el-Hasan es-


Sülemî’ye şöyle tavsiyede bulundu: Her şartta doğru söylemeni tavsiye
ediyorum. Yalandan, hıyanetten ve bu vasıfları üzerinde taşıyanlardan uzak
dur. Çünkü bunların hepsi kötüdür. Ey kardeşim! Sözünde ve amelinde
riyadan sakın. Çünkü riya şirkin kendisidir. Kendini beğenmekten sakın.
Çünkü amelde kendini beğenmişlik varsa kabul edilmez.
Dinini sadece, onu yaşayandan öğren. Çünkü dinini yaşamayan kişi hasta
olup kendini tedavi edip iyileştiremeyen doktor gibidir. Kendini tedavi
edemeyen insanları nasıl tedavi edip iyileştirebilir? Bu kişi kendini ıslah
edemezken seni nasıl ıslah edebilir?
Ey kardeşim! Dinin, senin etin ve kanın gibidir. Nefsin için ağla ve ona
merhamet et. Eğer sen ona merhamet etmezsen sana merhamet edilmez.
Seninle oturan kişi, seni dünyada zahid yapıp âhirete rağbet ettiren biri
olsun. Sakın dünyaya meyledip hep ondan bahseden kişilerle oturma.
426 Süfyân es-Sevri

Çünkü bu kişiler senin dinini ve kalbini bozarlar. Ölümü çokça hatırla ve


geçmiş günahların için çokça mağfiret dile. Ömrünün kalan kısmı için
Allah’tan selamet dile.
Sonra ey kardeşim! Güzel huylu ve ahlaklı olmanı, cemaatten
ayrılmamanı tavsiye ederim. Çünkü hayır cemaattedir. Ancak, tıpkı dünyaya
dalan, bir evi yapıp diğerini terk eden gibidir. Sana diniyle ilgili soru soran
her mümine nasihat et. Allah’ı razı edecek bir konuda seninle istişare eden
kimseden nasihatini sakınma.
Sakın bir mümine hıyanet etme. Mümine hıyanet eden, Allah’a ve
Resûlüne hıyanet etmiş demektir. Eğer kardeşini Allah için seversen onun
için nefsin ve malınla onun için fedakâr ol. Tartışmalardan, cedelden ve
gösterişten uzak dur. Eğer bunlardan uzak durmayacak olursan zalim, hain
ve kötü biri olursun.
Her şartta sabırlı olmaya bak. Sabır kişiyi iyiliğe, iyilik ise cennete
sürükler. Kızıp öfkelenmekten sakın, bunlar kişiyi fiicura, fücur da
cehenneme sürükler.
Âlimle tartışma, yoksa sana kin tutar. Âlimlere gidip gelmek rahmettir.
Onları terk etmek ise Rahmân’ın gazabına sebep olur. Âlimler
peygamberlerin haznedarı ve varisleridir. Dünyada zahid olmaya bak. Böyle
yaparsan Allah sana dünyanın kusurlarını görmeni (ve onlardan sakınmanı)
nasib eder. Vera sahibi olmaya bak, böyle yapmakla Allah senin hesabını
kolaylaştırır. Seni şüpheye düşüren şeylerden uzak dur ve şüphe etmediğin
şeye bak. Böyle yapmakla selamette olursun. Şüpheyi yakın ile defet. Böyle
yapmakla dinin selamette olur. İyiliği emredip kötülükten sakındır. Böyle
yapmakla Allah’ın sevdiği biri olursun. Fasıklara buğzet. Bununla şeytanı
kovmuş olursun. Dünyadan elde ettiğinle sevinmeyi ve gülmeyi azalt. Allah
katındaki izzetin artar. Âhiretin için çalış, Allah dünyadaki ihtiyacını verir.
Gizli olan durumlarını güzelleştir ki, Allah senin açıktan olan hallerini
güzelleştirsin. Hatalarına ağla. Böyle yapmakla yüksek derecelerde
olanlardan olursun. Gafillerden de olma. Çünkü Allah senden gafil değildir.
Süfyân es-Sevrî 427

Allah’ın, senin üzerinde birçok hakkı ve şartları vardır. Senin bunları


yerine getirmen ve bunları ihmal etmemen gerekir. Çünkü sen kıyamet
günü bunlardan, Allah bunları unutmayacaktır.
Dünyayla ilgili bir şey istediğinde, ağırdan al ve eğer bu şey âhiretin için
uygun bir şeyse onu al. Uygun değilse geri durup onu alanın nasıl hareket
ettiğini ve nasıl kurtulduğunu görmeden ona yaklaşma. Allah’tan afiyet
dilerim.
Ahiretle ilgili bir şey yapmak istersen, şeytan seninle o işin arasına
girmeden hemen davran ve o işi yap.
Çok yemek yeme. Yediğin yemek kadar amelle yetinme. Çünkü bu kerih
görülmüştür. Acıkmadan ve yemeğe olan isteğin olmadan yeme. Karnını
tıka basa doldurma, yoksa Allah’ı zikretmeyen bir leş gibi olursun.
Tasanı ve hüznünü arttır. Çünkü kulun amel defterinde en çok göreceği
sevaplar tasa ve hüzündür.
İnsanların elindekine göz dikmekten sakın. Açgözlülük kişinin dininin
helakına sebep olur. Dünyaya rağbet etmekten sakın, çünkü dünyaya rağbet
kalbi katılaştırır. Dünyaya karşı hırslı olmaktan sakın. Çünkü hırs, kıyamet
günü insanları rezil eden şeylerden biridir. Temiz kalpli ve bedeni günah ve
hatalardan, elleri zulümden temiz, kalbi insanları kandırmaktan, tuzak
kurmaktan, hıyanetten arı, karnı haramdan temizlenmiş olanlardan ol.
Çünkü haramla beslenen beden cennete giremez. Gözlerini insanlardan çek,
ihtiyacın olmadan (başıboş) yürüme, hikmetli söz dışında konuşma ve elini
senin olmayan bir şeye uzatma.
Ömrünün kalan kısmına kork ve hüzünlen. Zira ömrünün kalan
kısmında dininle ilgili nelerin olacağını bilemezsin. Sakın emanetten
(sorumluluktan) yüz çevirmeye kalkma. Allah seni zalim ve cahil olarak
isimlendirmişken artık sen emanetten nasıl yüz çevirebilirsin ki? Atan Âdem
bile emanete sahip çıkamadı ve onu bir gün taşıyamadı ve hatayı işledi.
Yanlışlarını azalt. Özür dileyenin özrünü kabul et ve hataları bağışla.
Hayrı temenni dilen, şerrinden emin olunan kişilerden ol. Allah’a itaat eden
428 Süfyân es-Sevrî

kimseye buğzetme. insanların avamına ve seçilmiş kişilere karşı merhametli


©1, Yakınlarınla alakam kesme, seninle alakasını keseni sen ziyaret et,
akraban seninle alakasını kesse de sen onu ziyaret et.
Sana zulmedeni affet. Böyle yapmalda peygamberlerin ve şehitlerin
yoldaşı olursun. Çarşıya çok gitme. Çünkü çarşıdakiler elbise giymiş kurtlar
gibidir ve orada cinlerden ve insanlardan şeytanın yardımcıları vardır.
Çarşıya girdiğin zaman ise iyiliği emredip kötülükten sakındırman gerekir.
Çarşıda nahoş bir durum gördüğün zaman hemen oraya gidip: “Allah’tan
başka ilah olmadığına ve Onun ortağı olmadığına şahitlik ederim. Mülk ve
Hamd Ona aittir. Allah her şeye güç yetirendir. Güç ve kuvvet sadece
Allah’a aittir” de. Bize bildirilene göre çarşıda bulunanlardan, Acem olsun
Arap böyle diyen herkese on sevap yazılır. Çarşıda oturma ve işini ayakta
durarak gör. Böyle yapmalda dininin selamette olmasına sebep olursun.
Sakın yanından parayı ayırma. Bu aklının selameti için daha iyidir.
Kendini helva yemekten alıkoyma. Helva insanın hilmini arttırır. Et yemeye
bak. Eti devamlı yeme, kırk gün de yemezlik etme. Böyle yapman ahlakının
kötü olmasına sebep olur. Güzel kokuyu reddetme. Güzel koku beyni
geliştirir. Mercimek yemeye bak. Mercimek gözyaşını arttırır ve kalbi
yumuşatır. Kaim elbise giy. Böyle yapmakla imanın tadını tadarsın. Az
yersen gece uyanık kalabilirsin. Oruç tutmaya bak. Oruç sana kötülük
kapılarını kapatır ve ibadete kapılarım açar. Az konuşursan kalbin yumuşar.
Uzun süre susarsan vera sahibi olursun.
Dünyaya karşı hırslı olma ve kıskanç olma, anlayışın kuwetli olur. Söven
biri olma, milletin dilinden kurtulursun. Rahmetli ol, insanlara sevdirilirsin.
Allah’ın sana verdiği rızka razı ol, zengin olursun. Allah’a tevekkül et,
kuvvetli olursun. Dünya ehliyle dünyalıkları için tartışma. Böyle yaparsan
Allah da yeryüzü halkı da seni sever. Mütevazı ol. Böyle yaparsan güzel
amellerin kâmil olur. Afiyet umarak çalış ki Allah onu sana ihsan etsin.
Affedici ol ki dilediğini elde edebileşin. Merhametli ol ‫ لكا‬her şey sana
rahmet dilesin.
Süfyân es-Sevrî 429

Ey kardeşim! Günlerinin, gecelerinin ve saatlerinin batıl şeylerle


geçmesine izin verme. Susuz kalınacak gün için bir şeyler hazırla. Ey
kardeşim! Kıyamet günü ancak Rahman’ın rızasıyla susuzluğunu
giderebilirsin. Onun rızasını da ancak itaat ederek elde edebilirsin. Nafile
ibadetlerini çoğalt. Bunlar seni Allah’a yaklaştırır. Cömert olmaya bak.
Böyle yapmakla Allah ayıplarını gizler ve hesabını kolaylaştırıp korkundan
emin kılar. İyiliklerini çoğaltmaya bak, Allah kabrinde yoldaşın olur. Bütün
günahlardan uzak dur ki imanın tadını tadasın.
Günahlardan sakınanlarla ve takva ehliyle beraber ol. Allah dininle ilgili
olan hallerini düzeltir. Dinle ilgili işlerde Allah’tan korkanlarla meşveret et
ve hayırları yapmada aceleci ol ki Allah seninle günahlarının arasını ayırsın.
Allah’ı çokça zikret ki, seni dünyada zahid kılsın. Ölümü çokça hatırla ki
Allah sana dünya işlerini kolaylaştırır. Cenneti özle ki Allah seni, Kendisine
itaat etmede muvaffak kılsın. Cehennemden kork ki Allah musibetleri sana
kolaylaştırsın. Cennet ehlini sev ki, kıyamet günü onlarla olasın.
Günahkârlara buğzet ki, Allah seni sevsin ve yeryüzündeki müminler buna
şahid olsun. Müminlerden kimseye sövme ve iyiliklerden hiçbirini küçük
görme. Dünya ehliyle dünya için tartışma. Ey kardeşim! İlk işinin, gizli
halinde olsun açık halinde olsun Allah’tan korkmak olsun. Allah’tan,
öleceğini, tekrar diriltileceğini, haşre çıkacağını, Allah’ın huzurunda
duracağını ve amelinden hesaba çekileceğini bilen kişinin korktuğu gibi
kork. Sonra gidiş iki yerden birinedir: Ya nimetleri devamlı olan cennet veya
devamlılığın olduğu, ölümün olmadığı ve çeşitli azapların bulunduğu
cehennem. Allah’ın affedeceğini veya cezalandıracağını bilen kişiler gibi
Allah’tan temennide bulun. Başarı Allah’tandır ve Ondan başka Rab
yoktur.”
Ebû Nuaym der ki: “Ebû Abdillah Süfyân b. Saîd’in sohbetleri,
davranışları, sözleri ve öğütleri buraya kadar aktarılanlardan çok daha
fazla ve geniştir. Ancak bunların azının bile onlarla amel edecek kişiye
çokça faydası olacaktır. Süfyân es-Sevrî’nin sayılamayacak kadar çok hadis
rivâyeti vardır. Bizden önceki âlimlerden rivâyetlerinin bir kısmını buraya
430 Süfyân es-Sevrî

kadar zikretmiştik. Hadislerinden ve rivayetinde tek kaldığı hadislerden


bazıları aşağıda zikredilecektir.”
Takrîb 1349, Takrîb 1120, Takrîb 507, Takrîb 439, Takrîb 3710, Takrîb
574, Takrîb 4305, Takrîb 4306, Takrîb 4307, Takrîb 994, Takrîb 996, Takrîb
968, Takrîb 995, Takrîb 995-a, Takrîb 3794, Takrîb 3794, Takrîb 3795,
Takrîb 3112, Takrîb 4395, Takrîb 2987, Takrîb 3770, Takrîb 1480, Takrîb
1859, Takrîb 2352, Takrîb 4055, Takrîb 1181, Takrîb 696, Takrîb 2845,
Takrîb 2043, Takrîb 172, Takrîb 876, Takrîb 1801, Takrîb 1390, Takrîb
3077-c, Takrîb 3077-a, Takrîb 4422-a, Takrîb 1867, 1273, Takrîb
2909, Takrîb 367, Takrîb 368, Takrîb , 1893, Takrîb 532, Takrîb 2194,
Takrîb 2904, Takrîb 1320-a, 1972 ‫ل س‬, ‫أ‬Takrîb 2175, Takrîb 1582, Takrîb
560, Takrîb 329, Takrîb 2141, Takrîb 1698, Takrîb 2809, Takrîb 2039,
Takrîb 1666, Takrîb 1351, Takrîb 2145, Takrîb 2923-c, Takrîb 4445-b,
Takrîb 4526, Takrîb 2466-a, Takrîb 4569-a, Takrîb 1631, Takrîb 1246,
Takrîb 2452, Takrîb 446, Takrîb 2157, Takrîb 2125-a, Takrîb 1925, Takrîb
2619-a, Takrîb 4388, Takrîb 289, Takrîb 405, Takrîb 2467, Takrîb 4498,
Takrîb 4374-a, Takrîb 1650, Takrîb 3650, Takrîb 1711, Takrîb 915, Takrîb
2442, Takrîb 3157, Takrîb 4351, Takrîb 986, Takrîb 2447, Takrîb 1578,
Takrîb 1259, Takrîb 2777-a, Takrîb 1944-a, Takrîb 959, Takrîb 2359, Takrîb
4159, Takrîb 1684, Takrîb 419, Takrîb 191, Takrîb 1376, Takrîb 1407,
Takrîb 4293, Takrîb 261, Takrîb 3847, Takrîb 1340, Takrîb 4540-b, Takrîb
1831, Takrîb 4527, Takrîb 2607, Takrîb 2270, Takrîb 2449, Takrîb 1944-b,
Takrîb 1832, Takrîb 4473-b, Takrîb4478-a, Takrîb 3965, Takrîb 1124,
Takrîb 1959, Takrîb 2918, Takrîb 799, 2290 ‫ل س‬, ‫ أ‬Takrîb 1310, Takrîb
3066-d, Takrîb 654, Takrîb 2486-a, Takrîb 1577, Takrîb 1837, Takrîb 570,
Takrîb 1748, Takrîb 3590-a, Takrîb 1021, Takrîb 1691, Takrîb 1812, Takrîb
2115, Takrîb 1172, Takrîb 4517, Takrîb 2144, Takrîb 2138, Takrîb 1183,
Takrîb 3099, Takrîb 1020, Takrîb 472, Takrîb 4476, Takrîb 2017-a, Takrîb
964, Takrîb 3016, Takrîb 1155, Takrîb 1724, Takrîb 318-a, Takrîb 712-a,
Takrîb 592, Takrîb 2092-a, Takrîb 1709, Takrîb 990, Takrîb 2505, Takrîb
1739, Takrîb 2992, Takrîb 1788, Takrîb 2048, Takrîb 2756, Takrîb 2443,
Şu’be b. el-Haccâc 431

Takrîb 1499, Takrîb 2863, Takrîb 3981, Takrîb 3068, Takrîb 1783, Takrîb
602-a, Takrîb 602-b, Takrîb 606, Takrîb 2749, Takrîb 467, Takrîb 271-a,
Takrîb 1566, Takrîb 756, Takrîb 4479, Takrîb 4028, Takrîb 3817, Takrîb
798-a, Takrîb 3140, Takrîb 3141, Takrîb 51, Takrîb 3960, Takrîb 1839,
Takrîb 2923-b, Takrîb 3655, Takrîb 3914, Takrîb 10, Takrîb 3915, Takrîb
1814, Takrîb 4002, 2169 ‫ل س‬, ‫ أ‬Takrîb 4305, Takrîb 4472, Takrîb 3059,
Takrîb 2869, Takrîb 1806, Takrîb 2506, Takrîb 1941-a, Takrîb 3848, Takrîb
2836, Takrîb 3707, Takrîb 1431, Takrîb 1856, Takrîb 2297, Takrîb 1878,
Takrîb 4282, Takrîb 3116, Takrîb 2530, Takrîb 2241, Takrîb 4551, ‫أل س‬
2168, Takrîb 4325, Takrîb 1613, Takrîb 3073, Takrîb 3492, Takrîb 2387,
Takrîb 2374, Takrîb 664, Takrîb 2395, Takrîb 2341, Takrîb 917, Takrîb
3696, Takrîb 2907, Takrîb 3040, Takrîb 2543, Takrîb 1520-a, Takrîb 3566,
Takrîb 1387, Takrîb 1418, Takrîb 4449-h, Takrîb 2509, Takrîb 1491, Takrîb
3784, Takrîb 1550, Takrîb 1333, Takrîb 2866, Takrîb 651, Takrîb 1315,
Takrîb 3056, 1474 ‫ل س‬, ‫أ‬Takrîb 1389, Takrîb 1102, Takrîb 1506, ‫أل س‬
2176, Takrîb 2438, Takrîb 353, Takrîb 354, Takrîb 4184, Takrîb 4242,
Takrîb 2587, Takrîb 1390-a, Takrîb 2177, Takrîb 882, 880 ‫س‬ ‫ر‬, Takrîb
1687, Takrîb 2113, Takrîb 2824, Takrîb 4552, Takrîb 2734, Takrîb 188,
Takrîb 4073, Takrîb 3724-c, Takrîb 93, Takrîb 2237, Takrîb 1921, Takrîb
1919, Takrîb 712-b, Takrîb 2881-b, Takrîb 1 5 9 7 , 4 2 6 1 ‫ل س‬, ‫أ‬Takrîb 2758,
Takrîb 1877, Takrîb 522, Takrîb 2258

Şu’he b. el-Haccâc

Onlardan biri de Haccâc Ebû Bistâm Şu’be b. el-Haccâc’tır. Meşhur


imamlardan, ilmi her tarafa yayılanlardan ve ismi menkıbelerde
anılanlardan biridir. Aza kanaat ederdi ve ibadete düşkündü. Rivâyetlerin
kaynağım ortaya çıkarır ve bu işi çok sıkı tutardı. Hadis ve rivayetlerinde
müminlerin emiri konumundaydı ve bu alanda otorite sayılırdı.
Gayretinin çoğu doğru rivâyetleri tahkik edip ortaya koyma ve yalan
haberlerden uzaklaştırma yönündeydi. Allah’ın ^vencesine dayanıp
fakirliğini önemsemezdi.”
432 Şu’beb. el-Haccâc

Denilir ‫ لكا‬: “Tasavvuf, her şeye yeteri kadar hakkını vermek ve iffetle
süslenmektir.”
Ebû Bekr el-Bekrâvî der ‫ لكل‬: “Şu’be’den daha çok ibadet eden birini
görmüş değilim, o kadar çok ibadet etmiştir ‫ نكل‬sonunda eti eriyip derisi
kemiğine yapışacak hale gelmiştir.”
‫ ثعا ث خ ئ د بن إت ح ا ق‬،‫إ ت خا ق‬ ‫بن‬ ‫مه د الله‬ ‫بن‬ ‫ ] حدت ا إبزاه م‬١٤٤/‫ )“ [ ؟‬١٠١٦١(

‫ مولت‬،‫ ش م ع ت ئعتة‬: ‫ بأمول‬،‫ ش م ع ت خن ز ة شر زياد‬:‫ قات‬،‫ ثق ا ث خ ئ ن بن مئ صوو‬، ‫الئ مف ئ‬

‫عن ثم ة ما‬ ‫ ل ؤ‬٠٠ ‫ ويأمول‬،‫ و كا ن قذ يب س ج ئده غش عثئ م ه م ن العبا دة‬،‫وكا ن أل ثغ‬

] ‫ ا‬£ ‫ م‬/ ‫' لال‬٠ ٣ ‫ض‬

Hamza b. Ziyâd der ki: Şu’be’nin peltek bir dili vardı ve ibadetten derisi
kemiklerine yapışmıştı. Onun: “Şayet size sadece sika (güvenilir) olanlardan
hadis rivâyet edecek olsaydım üç kişiden rivâyette bulunmazdım” dediğini
işittim .

‫ ثغا‬،‫ ثن ا أ خ ن د شر ع ئ ا البا ر‬، ‫ \ ] خض ا أ خ ن د بن جعف ر ب ن ن ل م‬t ° / v [ “) ١٠١٦٢(

‫ " كا ن شعبة ث صوم ال دهن‬:‫ثمال عنز بن ه ارون‬


‫ أ‬: 3 ‫ دا‬، ‫ع ئ بن ا نم ش ا ل حام ي انن خ ئ‬

" ‫^ ؤى ف ي‬ ١‫ أ م ئ‬İ&S ‫ محور‬٧ ١ ١ ‫ ئ فانم‬Ö&J ،‫■ه ال ثنى م حي‬

Ömer b. Harun der ki: “Şu’be yılın tümünü oruçlu geçirmesine rağmen
oruç tuttuğu belli olmazdı. Süfyân es-Sevrî ise her aydan üç gün oruç
tutmasına rağmen oruç tuttuğu belli olurdu.”

‫ ثنا م ح م د‬،‫ ثنا م ح م د بن إت حا ى‬،‫ ] حدثن ا إبراهي م بن مه د الثؤ‬١٤٥/‫ )“ [ ؟‬١٠١٦٣(

: ‫ ئعثه في ا ل ح د ي ث أل صحا ب ا ل حد ي ث‬3 ‫ رثن ا ظ‬:‫ يئولت‬، ‫ قادت ش م ع ت أبا ق ي أ‬،‫بن راجع‬

‫ ؤربما ضرب‬:3 ‫ ه ا‬،" ^١^ ١‫ئأ حرث م م ن‬ ‫ م وا ظ هؤم أبك م ج ك م د ن م قي‬1‫’’ اع‬

‫ ^ عش زلي فئت ه‬١^ ١ ‫ يغني‬،" ! ‫س ر ئعبه‬ ٠' :‫ يم وأل‬،‫بثديه رأته وه و‬

Ebû Kuteybe der ki: Bazen Şu’be hadis öğrettiği öğrencilerine:


“Bilmelisiniz ki hadis ilminde ilerlediğiniz miktarda Kur’ân ilminde geride
Şu’be b. el-Haccâc 433

kalırsınız” derdi. Bazen de kendi kafasına vurup: “Şu’be’nin başı toprağa


bulansın!” derdi.

،‫ ثنا ع د الل ه بن م ح م د بن عئد ا لخرير‬،‫ا ء حدثتا م ح م د بن عل ي‬£ ‫ ه‬/ ‫ا‬/ ‫ )“ ل‬١٠١٦٤(

‫ " نا نأي ت شعته ركع ظ إ ال ظ ثئ ت أثة قت‬:‫ قات‬، ‫ ش م ع ت أثا ئ ن‬:،3‫ ظ‬، ‫ح د ب ي ابن ن ن ع‬

٠٠ ‫ن ؛ ال ظ ثئ ت أثة قت ن سئ‬ ‫ ز ال قع د ص ن ئ‬، ‫نس ئ‬

Ebû Katan der ki: “Şu’be’nin namazda ne zaman rükûya gittiğini görsem
uzunca kalmasından dolayı) kalkmayı unuttuğunu zannederdim. Yine ne(
zaman iki secde arasında otursa kalkmayı unuttuğunu zannederdim.”

‫ ح دقت ي‬c‫ ثن ا عبد الله بن عبد العزيز‬،‫ا ] ح دق ا ت خ ئ ن بن عل ي‬£ ‫ ه‬/ ‫ )" ل ي‬١٠١٦٥(

‫ إدا‬٠٠ :‫ مولت‬،‫ ت م ن ت ش عته‬:‫ يمولط‬، ‫ ش م ع ت أبا ال ول د‬: 3 ‫ دا‬، ‫حم ذ الل ه بن أ خن ت ثن فبويه‬

٠٠ LjjJi ‫ أ م ظ ئاث؛ي م ن‬1‫ وه ص ب ئ م‬، ‫ان عغدي بق س‬5"

Şu’be der ki: “Yanımda un ve şeker (kamışı) olduktan sonra kaçırdığım


diğer dünya nimetlerine asla aldırış etmem.”

‫ ثن ا عب ا بى بن‬،‫ت عو ي‬
‫ ثت ا أي و الماس م ال‬،‫^؛‬£١
^ ‫ ] حدثت ا ث خ ئ د ن‬١‫هخ‬/'‫ [م‬- ) ١ ٠ ١٦٦(

٠٠ ‫ بك م اش ر ي ت ف ذا ؟‬٠٠ : ‫ ممال‬، ‫ ئ مي صا‬،‫ نأى علي شئثه‬: ‫ ثماد‬،‫ ثغ ا ئزاد أ ون و ح‬، ‫م ح م د‬

‫ " ويحلف إ أن ا تتقي الثة؟ أ مح ن قجيعئ ا بث مانية ذراهم أ أ ال‬:‫ قات‬C‫ بق ما ت ة نواه م‬:‫ق ك‬

‫ إنا م غ‬،‫ يا أبا ب ن طا م‬: ‫ ئ ك‬، ‫ وبص د م ت بأربع ة " كا ن حتزا للف ! اا‬،‫ائثزي ت فبيئئ ا بأربع ة‬

" ‫ إيفن ش ج ث د ي ؟ ا ا‬٠' :‫ قا ت ئ محإ‬، ‫م ك خ ث د م‬

Kurâd Ebû Nuh anlatıyor: Şu’be üzerimde bir gömlek görünce, “Bunu
kaça aldın?” diye sordu. Ben: “Sekiz dirheme” karşılığını verince, “Yazıklar
olsun sana! Sekiz dirhemlik gömleği giyerken Ailah’tan korkmuyor musun?
Dört dirheme bir gömlek alıp, diğer dört dirhemi de sadaka verseydin senin
için daha hayırlı olurdu” dedi. Ben: “Ey Ebû Bistâm! öyle ‫آ‬0^ 1‫ ك ك ك‬içinde
yaşıyoruz ki onların karşısında güzel giyinmek zorundayız” karşılığım
verince ise, “Onlar için pahalı giyiniyorum demek de ne oluyor?” dedi.
‫‪434‬‬ ‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬

‫(‪[ - ) ١٠١ ٦٧‬مم‪/‬مة‪ ١‬ا حدثن ا م ح م د بن إئزا‪£‬هلم ‪ ،‬ثن ا أبو الئ ا س م الثعو ي‪ ،‬ثئ ا أ خ ن د بن‬

‫ز م ‪ ،‬قادت ش م ع ت ي حش بن معين‪ ،‬بمولط ؛ قات لي ي حش بن ت جدت " كا ذ خي ق م ن‬

‫ت ح ظن و به‪ ^٠^ ١‬فدخل محثة ث ن ي ه ظ م ح ق ة "‬


‫ث اس‪ ،‬ج م‬
‫أزة ال‬

‫‪Yahya b. Saîd bildiriyor: “Şu’be, çok şefkarli birisiydi. Bazen kendisine‬‬


‫”‪bir dilenci geldiğinde onu eve alır ve imkânında ne varsa ona verirdi.‬‬

‫(‪</v [ - ) ١ ٠١٦٨‬؛>‪ ] ١1‬حدثن ا إبراهي م بن هم د الثؤ‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ د مر إشحا ى‪ ،‬ثنا علي بن‬

‫س ه ل‪ ،‬ثن ا غق ا ن‪ ،‬ه ادت ش م ن ت شعته‪ ،‬ثقأو ل ع م م ة "ك ل ما جل س‪ " :‬ل ؤ ال حؤا ج ل ي إل ي ك م‬

‫نا ج ث ن ت م عك م "‪ ،‬و كا ن ت ح وائ ج ه أن س أ د ل حينانه ا لممزاع‬

‫”‪Şu’be der ki: “Eğer size ihtiyacım olmasaydı, sizinle oturmazdım.‬‬


‫‪Şu’be’nin ihtiyaç dediği şey, fakir komşularının ihtiyaçlarım sormaktı.‬‬

‫( ‪ - ) ١٠١٦٩‬ل ‪ 7‬اه‪£‬ا] خ ا؛ثن ا ^‪ ^ ١‬بن عتد الله‪ ،‬ثن ا م خ ث د بن إشغ ا ق‪ ،‬قاد‪:‬‬

‫ني ‪ ،‬ه ادت ثن ا أوئ بكر بن ح الب‪ ،‬عن ي حش بن سع يد‪ ،‬هاد‪" :‬‬
‫سجع ت ابن عمرو ا م‬

‫ك ث أءكون عئد شنته‪ ،‬ث جيء الث ا ئ محال يني ن مع ه ‪ ،٤^ ٠‬نأمول لي‪ :‬ي حيى أ تغلف‬

‫م ‪ ،‬ظعهل؛ه ثئعليه الث ابت‪ ،‬ث م يزد عل ي‪ ،‬نم ولت‪ :‬يأ أبا ب ن ط ا م‪ ،‬إي س ث ذا ؟‬ ‫سيء؟ هاهولط ‪:‬‬

‫ض"‬ ‫محق ون‪:‬‬

‫‪Yahya b. Saîd der ki: Bazen Şu’be’nin yamndayken biri gelip bir şey‬‬
‫‪isterdi. Şu’be yanında verecek bir şey bulamayınca bana: “Yahya! Sende bir‬‬
‫‪şeyler var mı?” diye sorardı. “Var” dediğimde benden alıp adama verirdi.‬‬
‫!‪Daha sonra ise benden aldığını bana vermek isterdi. Ona: “Ey Ebû Bistâm‬‬
‫‪Bu ne?” diye sorduğumda: “Al!” derdi.‬‬

‫(‪ “) ١٠١٧٠‬ل ؟ ‪ ] ١٤٦/‬حدبت ا م ج م د بن عل ى ‪ ،‬ثن ا أب و ؛ م م م ح م د بن أ ح م د بن ح ما د ‪،‬‬

‫ثت ا أثو بكر ا ال ع ن‪- ،‬ح دبتى يئ م و ث بن ق ث ه ‪ ،‬ثتا ي حيى ئ ذ أثوي‪ ،‬ثت ا أثو ئ ن ‪ ،‬قا د ‪" :‬‬

‫كنزال صن ام‪ ،‬ش خ ي ال ث ن ي '‪٠‬‬


‫” كا ن سا ب شغة لوثه ا ثؤن التراب‪ ،‬وء كا ن ”كثيرالئق الؤ‪ ،‬ج‬
‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬ ‫‪435‬‬

‫‪Ebû Katan der ki: “Şu’be’nin giysileri toprak rengindeydi. Çokça namaz‬‬
‫”‪kılıp çokça oruç tutardı. Cömert ve iyiliksever biriydi.‬‬

‫(‪ 7 [ - ) ١٠١٧١‬ا آ م ا ا ] حدثن ا أبو م ح م د بن حثا ن ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن بمش ‪ ،‬ثن ا إبراهي م بن‬

‫م ح م د ا ي؛ ج ث‪ ،‬ثن ا عئد العزيز بن ذاؤذ‪ ،‬قا د ‪ ” " :‬كا ن شعبة إذا خلق جل د ه ا م منة‬

‫‪"، ^ ١‬‬

‫‪Abdulazîz b. Dâvud der ki: “Şu’be derisini kaşıdığı zaman üzerinden‬‬


‫”‪toprak dökülürdü.‬‬

‫(‪ ] ١٤٧٧ [ ")١٠١٧٢‬خ ا؛ثن ا ت خ ئ د س عل ي‪ ،‬ثت ا أبو بش ر م ح م د بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا أبو‬

‫ح م ي د هم د الل ه بن م ح م د المصي صئ ‪ ،‬ق الأ‪ :‬ت ب ن ت خ ي ا يا ‪ ،‬يمولط‪ ٠٠ :‬رك ب شنته ج مارا‬

‫لت‪ ،‬محلمم ة ئل بما ن بن ا ل مغيرة‪ ،‬ق ق ك ى إليه ‪ ،‬مما ‪ 3‬لة شئ ة‪ :‬زالثؤ ال أملل ق إ ال ف ذا ا ل جن ان‪،‬‬

‫ث أ ث ث دمحمح ‪ ،‬ؤ ئ ئ ت ي "‬

‫‪Haccâc bildiriyor: Şu’be eşeğine binip yola çıktı. Yolda kendisiyle‬‬


‫‪karşılaşan Süleymân b. el-Muğîre yokluktan yana ona dert yandı. Bunun‬‬
‫‪üzerine Şu’be: “Vallahi bu eşeğimden başka bir şeye sahip değilim” dedi ve‬‬
‫‪inip eşeği Süleymân’a verdi.‬‬

‫(‪ “) ١٠ ١٧٣‬ل ‪ ] ١٤٦/٧‬خ ا؛ثن ا مثليت ا ن بن أ ح م د‪ ،‬ثن ا عتد الله بن أ ح م د بن ح م ‪ ،‬ثن ا‬

‫ي ح ش ين مع ين‪ ،‬ثن ا مشتابة بن شؤار‪ ،‬ها د ‪ :‬جاء ن ق ما ن بن ا ل مغيرة‪ ،‬شي ة‪ ،‬سا ‪ : 3‬يأ أبا‬

‫يشنا ؛ ‪ .‬ح زثن ا م ح ئ د س عل ي زالثئ ظ ثت‪ ،‬ثن ا أبو بشر م ح م د بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا ع م رو بن‬

‫نماء غثت ا ن ن ا ل م حة‬ ‫ء عئد غيه‪،‬‬ ‫ء ئ‪ ،‬ق ا ن‪ :‬ش ي ن ث أث ا ذاؤذ ال ي ا ل م ؤ‪ ،‬قو ل‪" :‬‬

‫يئك ي ‪ ،‬مما ‪ 3‬لث ش ي ‪ :‬نا إلء؛آل ق يا أبا تع ي د ؟ محا د ‪ :‬نا ث ح ما ري‪ ،‬ز ن ي ت م ني ا ئ ي ن غ أ ‪،‬‬

‫ؤدهت ت ح وائ جي إ محا د ‪ :‬ي ك ب أخذثت؟ قا د ‪ :‬بمالبة ذثا ي ز‪ ،‬قا د ‪ :‬هع ن د ي ث الثة ذثا ين‪ ،‬والله‬

‫فق ا ق القة ذد انيرم ‪ ،‬ئ دمح ته ا الئه‪ ،‬آ ظ ‪:3‬‬


‫نا أئللف عئ"ه ا إ يا ع ال م‪ ،‬ق ا ت ت ك الصء ه‪ ،‬فادا ي‬

‫م ح ب م جم‪ . ,‬ب ء ■ ■ ‪.........................................................................‬‬


436 Şu’be b. el-Haccâc

Ebû Dâvûd et-Tayâlisî anlatıyor: Şu’be’nin yanındayken, Süleymân b. el-


Muğîre ağlayarak geldi. Şu’be: “Ey Ebû Saîd! Neden ağlıyorsun?” diye
sorunca, “Merkebim ‫ ة‬1‫ لآ ك‬ve bu sebeple Cuma namazım kaçırdım ve onunla
gördüğüm işleri de artık göremeyeceğim” diye karşılık verdi. Şu’be:
“Merkebi kaça aldın?” diye sorunca ise: “ü ç dinara” cevabını verdi. Şube
ona şöyle dedi: “Vallahi! Yanımda üç dinardan başkası yoktur. Ey çocuk! Şu
keseyi getir” dedi. Baktıklarında kesede üç dinar vardı. Dinarları ona verdi
ve: “Bununla bir merkep al ve ağlama” dedi.

‫ ح د ي ي‬،>‫ ثن ا م ح م ذ بن إئ حاد‬،‫'[ حدثن ا إبراهي م بن هم د الئؤ‬،i'l/v] “( (١٠١٧٤

‫ " ءأل ئءئإئ| مم د ي زؤزي‬:‫ مولأ‬،‫ ئبغ ث أو الةءني‬:‫ ئت‬، ^ ‫ ؛‬١‫أنتت ثن إ؛تاصإ‬
‫" أ ظى ص جبن م م‬

Ebu’n-Nadr der ki: Şu’be kayığa bindiği zaman bütün yolcuların ücretini
kendisi öderdi.

‫ ح دبن ي أب و ع د ال ؤ حم ن‬، ‫ ثت ا عئد الل ه بن م ح م د‬، ‫ ] حدثن ا إبراهي م‬١٤٦/‫ )“ [ ؟‬١٠١٧٥(

‫ن‬ ‫م‬ ‫م‬


‫ب كي ن‬ ‫أ ر حم‬ ‫ا‬
‫ت " ظ رأ ي ت‬3 ‫ ق‬، ‫غ ن م‬ ‫ح دب ي ه ئ ئ ذ‬ ،‫د ب ي أي ي‬ ‫ح‬ ،‫ب ن شب وي ه‬

" ‫هه‬ ‫وج‬ ‫عن‬ ‫ال ثرالت تن ظر إل ي ه ح ش ي ث همب‬ ‫ت كي ن‬ ‫رأ ى ا ل م‬ ‫ع‬


‫ إ ذا‬، ‫ئ ث ه‬

Nadr b. Şumeyl der ki: “Şu’be kadar miskinlere şe‫؛‬kat duyan birini daha
görmüş değilim. Zira Şu’be, miskin birini gördüğü zaman, gözden
kayboluncaya kadar durup ona bakardı.”

‫ ح د ش أبو‬، ‫ ثن ا هم د الثؤ شر م ح م د‬،‫ ا حدثن ا م ح م د بن إبزاهيي؛‬١iv / v [ “) ١٠١ ٧٦(

‫ إذا ومح ق ن في مجل س ه‬،‫ " " كا ن ش عته‬: ‫ قا د‬، ‫ ^ ؛‬١^ ‫بن‬ ‫ ثنا شثبإ‬،‫عتد ال ر حم ن بن ئبويه‬
‫ صم ن‬:‫ ن ا قأنة؟ هات‬: ‫ مما ل‬،‫ مما م يؤما ت ايئ ث أ جلس‬،‫ب أ ف ح ش يغ ض‬
‫ ال م‬،‫ش ايت‬

" ‫م عبم ال م ب ن ئ ذ ت هد ئ أ ذ بم ي ت مو بث ا‬

Müslim b. İbrahim der ki: Şu’be’nin meclisine bir dilenci geldiği zaman
ona bir şey vermeden derse devam etmezdi. Bir defasında yine meclisinde
dilencinin biri ayağa kalktı, sonra da oturdu. Şu’be: “Ne oldu?” diye
Şu’be ‫ء‬. el-Haccâc 437

”sorunca: “Abdurrahman b. Mehdî ona bir dirhem vereceğini söyledi


dediler.

‫ ثن ا‬، ‫ حمدث ي ابن قبريه‬، ‫ ثن ا عئد الل ه‬، ^ ١


^ ‫ ] خدثن ا م ح م د بن‬١٤v /v ‫ و‬- ) ١٠١٧٧(

‫ و ل جا م ه بضع ه عشن‬،‫ وت ر ج ه‬،‫ " قومن ا جن ا ز شعته‬:‫ قات‬، ‫ عن أييي‬،‫عئذان س عث ما ن‬

‫ ظ م‬، ‫ ث إ ئأبما ن ئ ألح ن ذ‬،" ‫وزئت ا‬


‫ ظ أخنت‬،‫ نحا مه د ال د‬،‫عبد ال م ئ أخنذ بن خي ل‬

‫ ثن ا همذان به‬،‫س قث ويه‬

,Abdân b. Osman, babasından bildiriyor: “Şu’be’nin merkebini


merkebinin semeri ile yularım hesapladığımızda on küsur dirhem çıktığını
gördük.”

: ‫ قا د‬،‫ ثن ا ئ خ ث د بن إ ت خا ق‬،‫ ] حدثنا إبزاهي_أإ بن مه د الل ه‬١tv /v [ - ) ١٠١٧٨(

،‫ لئعتة‬، ‫ وه ب ا ل م ه د ي‬٠' ‫ مولون‬، ‫ ش ج ن ت أ صحايما‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ش م ع ت ئ ح م ذ بن م و ه‬

‫ ق د م التصزه ه ل م ي ج د قسا‬،‫ وأ ئع ة أئفث جري ب بالثص زة‬C‫ث ال ثين أل ف ن دره م ق سم ه ا‬

Muhammed b. Urve bildiriyor: Arkadaşlarımızın şöyle dediklerini


işittim: “Mehdî, Şu’be’ye otuz bin dirhem verdi. Ancak Şu’be hepsini
,dağıttı. Yine Basra’da ona bin cerîblik bir araziyi ıkta olarak verdi. Şu’be
Basra’ya §idip araziyi gördü. Helal olarak kendisine bir şey gelmeyeceğini
anlayınca da araziyi bıraktı.”

‫ ثغ ا‬،‫ت از‬
‫ ثت ا أ خ ن د ن ع ئ ا ال‬، ‫ ] حدق ا أ ح م د ى جغ مر بن ت ل م‬١٤٧/‫ [ ؟‬- ) ١ ٠١٧٩(

‫ " ال‬:‫ مب وت‬،‫موتت "ئ ن ئغته‬ ،‫؛‬٧ ^ ‫ض ن ت يريد بن‬ : ‫ ئت‬، ‫) بن أبى ي ن أ‬3‫إش م اعي‬

‫ وابن ا أخيه‬،‫ ن في عظ ل حس ه‬15" 1‫ إدن‬،‫ان هو نيئ؛‬-‫ وك‬، ٠٠‫ عن ه م ر‬1‫دكتن و‬

Yezîd b. Hârun der ki: Şu’be: “Fakir olan birinden hadis yazmayın”
derdi. Kendisi de fakir birisiydi ve damadı ile kardeşinin oğlu ona bakardı.
‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬ ‫‪438‬‬

‫( ‪ ] u v / v [ " ) ١ ٠ ١ ٨ ٠‬ح دثن ا إبراهي م ب ن ع ئ د الل ه ‪ ،‬ثنا ت خ ث د ب ن إ ن ح ا ق ‪ ،‬ثن ا م ح م د‬

‫ظ ال مب ه ئق تيز إ‪ ،‬ق ت ‪ " :‬ء ذ ئأم ح ل اا؟نيءة‪،‬‬ ‫ئق غ ئ ‪ ،‬ظ ائذ أي ا لأتزب‪ ،‬ظ‬

‫تقولت ‪ ٠٠ :‬ش ع ة أبين ا ل م ؤم نين في ا ل ح د ي ث ‪٠٠‬‬

‫‪: “Hadis alanında Şu’be müminlerin emiri (en‬نط ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬
‫”‪büyük otorite)dir.‬‬

‫(‪ ] ١ıv /v [ ")١٠١٨١‬حدثن ا م ح م د بن إثزاي ب‪ ،‬ثن ا عئد الل ه ب ن م ح م د ائق و ي ‪ ،‬ثن ا‬

‫ش ي‪،‬‬ ‫س ش م غ ال ت ؤ ر ي ‪ ،‬و ن ك ز ■عنده‬ ‫حدثن ي‬ ‫ى إ ش حا ق ‪،‬‬ ‫بمو ت‬ ‫المص ئ س ت ه ل ‪ ،‬ثن ا‬

‫^ ب يجان ن[ ب ذ ا م ح "‬ ‫ق ات‪ :‬اآ‬

‫‪Yâkûb b. ishâk der ki: işiten birinin bana bildirdiğine göre Sevrı’nin‬‬
‫‪ ”küçük müminlerin emiridir‬ره ‪yanında Şu’be ^kredilinee: ،'Hadis alanında‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫(‪ v / v [ ") ١ ٠ ١٨٢‬؛ ‪ ١‬ء ح د ي ا مح و ال غ ث ي ن م ش ى ب ن ح ا م د ب ن بئ ر بن م ت ى ا ل رن ج ي‪،‬‬

‫ثن ا ج د ي‪ ،‬ثن ا م ح م د بن حث ا ن‪ ،‬تحا شعي ب بن ح ز ب‪ ،‬محا د ‪ :‬ش م ع ت شيأ ‪ ،‬يأمول ‪" :‬‬

‫و‬ ‫خ زي ه ‪ ،‬فى‬ ‫غ ز و ث ن د؛‪1‬ا ر ح م س م \ث ة س م ‪ ،‬ز ظ ش م ع ت بئ ة ‪ ،‬إ ال مال‪4‬‬ ‫^ ا؟ى‬ ‫^‬ ‫‪١‬‬

‫ح م س م جال س حدبما ‪٠٠‬‬

‫‪Şu’be der ki: “Amr b. Dînâr’ın yanına beş yüz defa gittim. Her beş‬‬
‫”‪mecliste bir tane olmak üzere ©ndan sadece yüz hadis öğrendim.‬‬

‫إمئخ ا ق‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫بن‬ ‫حم د الل ه‪ ،‬ثن ا تخئد‬ ‫بن‬ ‫( ‪ ] ,! İ a / y [ ") ١٠١٨٣‬خ ا؛ثن ا إبزا مأ‬

‫ت م ن ت أبا قذا م ة‪ ،‬ثقأول ‪ :‬ت م ن ت عئذ الؤ ح م ن بن م ه د ي ‪ ،‬يم ولط ‪ :‬محا د شغية‪ ٠٠ :‬نا‬

‫ش م ع ت ص ز ج ل غذذ ح د ي ث إ ال ا حث ل م غ إلفه أك ر م ن عدد م ا ش م ع ت مئة ا ل ح د ي ث ‪٠٠‬‬

‫‪Şu’be der ki: “Kimden kaç hadis öğrenmişsem mutlaka onun yanına bana‬‬
‫”‪öğrettiği hadis sayısından daha fazla gidip gelmişimdir.‬‬
‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬ ‫‪439‬‬

‫هم د الل ه ‪ ،‬ثن ا م خ ئ د بن إ ش حا ى ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫^‪£ ١‬؟^ س‬ ‫حد قا‬ ‫( ‪] \ 1 a / y [ “) ١٠١٨٤‬‬

‫مه د ال ئ ؤ س شع ي د أبا ق د ا م ه ‪ ،‬فا ت‪ :‬ح د ب ن ى أث و ال ول د ‪ ،‬قا ت‪ " :‬س أل ت ئع ث ه‪ ،‬ع ن‬ ‫شج ن ت‬

‫ح دي ث ‪ ،‬م ما ‪ ٠٠ :3‬ز؛لثؤ ال خ ا ؛ ك ق به‪ ٢ ،‬أ ن ن ئ ة ‪ 1‬ال م ه "‬

‫‪Ebu’l-Velîd der ki: Şu’be’ye bir hadisi sorduğumda: “Vallahi bu hadisi‬‬


‫‪sana rivâyet etmiş değilim, çünkü onu sadece bir defa işittim” dedi.‬‬

‫(‪ [ “) ١ ٠١٨٥‬؟‪ ] ١٤٨/‬حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن عت ما ن الواس هلي‪ ،‬ثن ا أب و ث غ ر ‪،‬‬

‫محا م ح م د بن عبا د ‪ ،‬ثن ا ئقيا ن بن عس ة ‪ ،‬هات‪ '٠ :‬أ ن ي ق شنته‪ ،‬غي طريق ت ك ه ‪ ،‬ق ك ‪ :‬أئن‬

‫ي د ؟ محق ا لأ‪ :‬أريد ا لأن ود بن ق س أ ن ت ف ي د بنة ح ديتا "‬

‫‪:Süfyân b. Uyeyne der ki: Mekke yolunda Şu’be ile karşılaştığımda ona‬‬
‫“‪Nereye gidiyorsun?” diye sordum. “Esved b. Kays’ın yanma gidip ondan‬‬
‫‪hadis öğrenmek istiyorum” dedi,‬‬

‫جغ م ر بن عل ي ا الب ا ر‪ ،‬ثن ا أبو شه ا ب‬ ‫أ خ ن د بن‬ ‫حدثت ا‬ ‫( ‪] u a / y [ “) ١٠١٨٦‬‬

‫الت ا ج ذا ئ ‪ ،‬ثن ا ائ ح م تد ي‪ ،‬محالأ‪ :‬ش ج ن ت ابن غي ة‪ ،‬يئولط‪ :‬ل م ت ئ خ ه‪ ،‬فى يؤم م ه ر عأى‬

‫ف ءم ئ‬ ‫ج م أ ي ق ك ه ‪ :‬؛ر أئن؟ ئت‪ " :‬أذهث ل ا الءتؤد ثن ق س‪ ،‬قت‬


‫مح‬ ‫بأ حا دي ثمح‪1‬يص زب حم ظ ه‪ 1‬الع‪ 1‬م‬

‫‪: Yağmurlu bir günde Şu’be’yi kuyruğu kesik bir‬ل ط ‪ibn Uyeyne der‬‬
‫‪merkebin üzerinde gördüm. Ona: “Nereye gidiyorsun?” dediğimde: “Esved‬‬
‫‪.b. Kays’ın yanına gidiyorum. Filan yılda bize bazı hadisleri rivâyet etmişti‬‬
‫‪Bu yıl gidip onları ezberlemek istiyorum” karşılığını verdi.‬‬

‫ئ خ ئ د ب ن إ ش ت ا ق ‪ ،‬ب ا ت‪:‬‬ ‫ن ع ن د الل ه ‪ ،‬ثن ا‬ ‫ح دثن ا إبزا م أ‬ ‫( ‪] u a / y [ “) ١ ٠ ١ ٨ ٧‬‬

‫لأبى‬ ‫مه د ‪1‬ل ث خ ن ن شر م ه د ي ‪ ،‬ثم ولت ‪ 3 l i :‬قح ت ه ه ن ت‬ ‫^‪ ، ٤^١‬يم وأل ‪ :‬ش م ع ت‬ ‫ش م ع ت أي‬

‫نثثا و ث ال ي ث ه "‪ ،‬م غ ذ ث ج ئث ة؟ قات‪ :‬م ذ هم د الل ه‬ ‫>‬


‫‪k‬‬ ‫إ شحا ى‪ :‬خ د ي ث غي ه بن غ ام ر "‬

‫ب ن ععثاء‪ ،‬قأس ت حم د ال م س ع طاء‪ ،‬ق ك ‪ :‬ب ث ذ ‪،‬ن م عثة؟ مما ل‪ :‬ش زيا د بن م خزاق‪،‬‬

‫مح أس ت رثان س م خنا ق‪ ،‬همل ت ‪ :‬م م ر ش م عته؟ ق ا ت‪ :‬م ن ف ه ر بن ح و س ب‬


‫‪440‬‬ ‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬

‫»‪: Ebû ishâk’a “«Hayvanları nöbetleşe güdüyorduk...‬لعا ‪Şube der‬‬


‫”‪hadisini kimden işittin?” diye sorduğumda: “Abdullah b. Atadan işittim‬‬
‫‪dedi. Abdullah b. Atâ’ya gelip: “Sen onu kimden işittin?” diye sorduğumda:‬‬
‫‪“Ziyâd b. Muhârik’ten işittim” dedi. Ziyâd b. Muhârik’e gelip: “Sen onu‬‬
‫^‪kimden işittin?” diye sorduğumda: “Şehr b. Havşeb’ten işittim” dedi:‬‬

‫ط م ‪ ٤^ ^ ^ ١‬ثن ا ا ل ح ت ن بن‬ ‫(‪ ] ١٠١٩٩[ “) ١٠١٨٨‬حدثت ا م ح م د بن عل ي بن‬

‫ا ن ن ث ز ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ش ج ي‪ ،‬ثن ا ئص ز بن ح ما د ؛ ب ي ئ ‪ ،‬دا ‪ : 3‬ت م عغى شيئ‪ ،‬أ ح د ت ص‬

‫قتا ز ي‬ ‫&‬ ‫ئاء‪ ،‬ق ذ م حف ق غاير‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫إئ زامح د ‪ ،‬غ ذ أ ى إ ت خا ة ‪ ،‬ق ذ ء‪4‬ل اللب تن‬

‫ن ظ ا إل ؛ر‪ ،‬ق ز ئ أ ث ‪ P ،‬ج ئ ث ‪1‬ىن زئ و د ‪1‬لثي ‪ ١^ I I‬أ ن ت ي خنثت‪ ،‬ئذئؤ ث يئن‪،‬‬

‫نح و ركعتثن غفز‪ ^ ١‬له ‪ U‬م د م ش‬ ‫ب و لأ‪ ٠٠ :‬صبوص أ ث أ ن ح د ش ن ج ذ‬


‫نن مئتث‪ ،‬م‬

‫دبه '*‪ ،‬ق ك‪ :‬ثخ خ ‪ ،‬ثذ و ا ل ح دي ت‪ ،‬ه ات‪ :‬هئ مني شيئ‪ ،‬فتث ح ئ ت فيب ا حثة أبكي‪،‬‬

‫مما ‪ :3‬م ال‪ 4‬إثك ى؟محدق ا ‪ 3‬ثه ؛ ن ‪1‬دريس‪ :‬محق أ شأ ث إقه‪ 4‬محما ‪ 3‬ئغثه‪ :‬ئ ن ظ ي ح د ت ص‬

‫إس رائيل‪ ،‬عن أيي إش حا ق‪ ،‬أئا ‪ ،‬ثم ن ت لأبى ائ حا ق ‪ :‬م ن حدبل ق بهذا ا ل ح د ي ث ؟ ق ات‪:‬‬

‫ح دبئ ي عثذ ‪ ^ ١‬بن عطاء؛ا عن غم ته‪ ،‬محمك‪ :‬ش م ع عئد طؤ بن غطا‪ ،£‬م ن ع مته‪ ،‬و م ن م‬

‫إقؤ ين خ‪ ،‬ؤ إل أرد اخل ج‪ ،‬أتب ت‬ ‫بنكه‪ ،‬زظث‬ ‫خاضت‪ ،‬ق ات ث أ ‪ :‬ي د ال م ئ ظ اء‬
‫ا ل ح د ي ث ‪ ،‬هم ت أل ت مه د الثؤ ن ع طاغ ض ا ل ح د ي ث ‪ ،‬مما ل‪ :‬ت ن د ن إثزاي ب ح دثن ي ‪ ،‬ممال‪،‬‬

‫ماللث بن أنمي‪ :‬شئت ب الم دينة ‪ ٢‬ي ح ج ‪ ، ^ ١‬هزحل ت ا ر ال م دينة‪ ،‬ئ ث أ ك ص ه سثع د ا ‪،‬‬

‫‪،Ijj‬؛ بن م خ راث_‪ ،‬ح دبتي‪ ،‬ه م ك ‪ :‬أي ف ئغ فذ؛ ا ل ح د‪ 0‬ت؟ !‬ ‫‪ip T J İ e‬‬ ‫مم‪ 1‬لأ‪ :‬ن خ ز ي غ من■‬

‫بثا ئ ؤ ر ئ ‪ ،‬إئ صا ر م كيا ‪ ،‬اد صا ر م دئا ‪ ،‬إئ صانب صريا! ! مح أثث ت ائصزه بتال ت رقان‬

‫ي ن ‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ ،‬م ن ثابتلث‪ 4‬م م ك; ال بد م ن أن تخبرني به‪ ،‬حق ا ‪:3‬‬


‫بن م ‪ ،‬ما ق‪ ،‬ممأت‪ :‬ف‬

‫عن م حث بن م ر‪ ،‬ق ى د و مقبئ؛‪ ،‬هم كت‬ ‫‪-‬ح د ش ف ه ر بن ح و س ب ‪ ،‬عن أبى‬

‫م ئ خ ئ ا د‪ :‬قا ت ئغإ‪ :‬ؤالثؤ ل ز ض خ ل ي فدا ا لخد ث‬ ‫ذ ي ع ر هدا ا لخديث ا قا ت‬

‫ه "ئن أخي [آي من أغيي و هم) نب ذ ا ث س أجمعين‪ ،‬مح د وت هذا‬ ‫غذ ونول المح‬
Şu’be ‫ء‬. el-Haccâc 441

‫ وزاد‬،‫ بهذه القص ة‬، ‫ عن ق ي ئ‬، ‫ ح دثن ي بشن بن ال ن ث ئ م‬:‫ ممالأ‬،‫ا لخديت لمثغى بن معا ذ‬

‫فيه م ح م د ن ال ن غ ك د ر‬

Nasr b. Hammâd el-Becelî anlatıyor: İsrail’in Ebû ishâk’tan, onun da


Abdullah b. Atadan, onun da Ukbe b. Âmir’den olan şu rivayetini
aktarıyordum: Develeri nöbetleşe otlatıyorduk. Ben (Ukbe b. Âmir) abdest
alıp Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına geldim. Ashâbı etrafında
toplanmıştı. Yamna yaklaştığımda şöyle buyurduğunu işittim: "Her kim
abdest alıp mescide girer ٧^ iki rekât namaz kılarsa, Allah gelmiş geçmiş tüm
günahlarını b a ğ ış la r Bunun üzerine ben de şöyle dedim: Ne güzel, ne
güzel...” Hadisi bitirdiğimde yanımda bulunan ve beni işiten Şu’be bana bir
tokat attı. Bir kenara çekilip ağlamaya başladım. Şu’be oradakilerden birine:
“Neyi var! Neden ağlıyor?” diye sorunca, ibn İdrîs: “Ona kötü davrandın!”
karşılığım verdi. Bunun üzerine Şu’be şöyle dedi: “Ama görmüyor musun
nasıl bir hadis aktarıyor? “İsrail vasıtasıyla Ebû ishâk’tan” diyor! Oysa ben
Ebû ishâk’a: “Bu hadisi sana kim aktardı?” diye sordum ve bana: “Abdullah
b. Atâ, o da Ukbe’den” dedi. Ebû ishâk’a bunu sorduğumda Mis’ar da
oradaydı ve: “Abdullah b. Atâ, Mekke’de bulunuyor” dedi. Bunun üzerine
Mekke’ye gittim. Ama hac farizası için değil; sadece bu hadisi öğrenmek için
gittim. Abdullah b. Atâ’ya bu hadisi sorduğumda: “Bana da Sa'd b. ibrâhim
aktardı” dedi. Orada bulunan Mâlik b. Enes: “Sa'd, Medine’de bulunuyor,
zira bu yıl hacca gelmedi” dedi. Ardından Medine’ye gittim ve Sa'd’a bu
hadisi sordum. Sa'd: “Bu hadisi bana sizin oralardan biri olan Ziyâd b.
Mihrâk aktardı” dedi. Ben de: “Bu nasıl bir hadistir öyle! Küfe çıkışlı iken
ardından Mekke, ardından da Medineli bir hadis oldu. Şimdi de bana Basra
çıkışlı olduğunu söylüyorsun!” dedim ve Basra’ya Ziyâd b. Mihrâk’ın yanma
gittim. Hadisi ona da sorduğumda: “Hadis senin kıstaslarına uygun bir
hadis değil!” dedi. Ben: “Olsun! Bana bu hadisin kaynağını söyleyeceksin!”
karşılığım verdiğimde: “Şehr b. Havşeb, Ebû Reyhâne’den, o da Ukbe b.
Âmir’den...” diye senedi söylemeye başladı. Ancak ben Şehr’in adını
işitince: “Bu hadisi yok et!” dedim.”
442 Şu’be b. el-Haccâc

Nasr b. Hammâd ekledi: Şu’be şöyle derdi: “Vallahi bu hadis gerçekten


Resûlullah’a (sallallahu^١^٧١١‫؛‬vesellem) ait olsaydı, benim için ailemden, malımdan ve
tüm insanlardan daha sevimli olurdu.”

‫ ثن ا‬،‫ ] حدثن ا أبو مه د الل ه أ ح م د بن م ح م د بن ي حيى الق صار‬١٤٧٧ [ “) ١٠١٨٩(

‫و‬ " :‫ مم و لأ‬،‫ ت ب غ ث ئيف تن الممح يأج‬:‫ قاد‬،‫ ه ا أثو ذاؤذ ال ئا ل م خ‬،‫أغنت ئ ي ن ام‬

" ‫ ؤئقت‬، ‫ خ ذ‬،‫ ئه و‬، ‫ي ن مؤ خ ا؛ثن ا ؤأخيزئا‬


‫ح ويث ف‬

Şu’be b. el-Haccâc der ki: “Şayet hadiste «filan bize şöyle bildirdi
(haddesetıâ)» ve «filan bize şöyle haber verdi (iahberenâ)» gibi siygalar yoksa o
hadisin hiçbir değeri yoktur.”

‫ ثت ا أوئ علي بن سع ي د‬، ‫ ] حدثن ا تصر بن لمي ثص ر ال طوس ي‬١٤٩/'/[ “) ١٠١٩٠(

:‫ب وأل‬
‫ م‬،‫ ت ج ن ت شغبه‬:‫ ق الأ‬،‫ ثن ا أب و داود‬، ^ ، ^ ١‫ ثن ا م ح م د ين ي ح يى بن ”كشر‬،‫ا ل ح راتي‬

، ‫ مإدا ل م ذك ن فيه سمع ت‬،‫ مح هو ذ ن ت بذ ش ت‬،‫' إدا * كا ن في ا ل ح د ي ث ح د ق ي وش م ع ت‬٠

‫ي ؤ ف تاا‬ ‫حم‬
‫ص‬ ،
Yine der ki: “Şayet hadiste «filan bana bildirdi {haddesem)» ve «şöyle
işittim (semi'tu)» gibi siygalar varsa bil ki o hadis değerli ve önemlidir. Ancak
içinde «semi'tu» ve «haddesem» gibi siygalar yoksa, bil ki o hadisin hiçbir
değeri yoktur.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا م ح ئ د ى إ ن خا ق القؤاج‬،‫؟^ ب ن ع د الثؤ‬£١


^ ‫ ] حدبن ا‬١٤٧٧ ‫ )“ و‬١٠١٩١(

،‫ ش م ع ت شعته‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا عبد ا ل ر حم ن بن غزوان أثو نوح‬:‫ ق اال‬،‫ وعقاص‬، ‫المص ل بن شه ل‬

٠٠‫ ن ق د‬،‫ محو لحث‬، ‫ف ن محه ت م ن ت‬


‫م ي‬ ‫ " مثم‬:‫مبوت‬

Şu’be der ‫ل ظ‬: “içinde «semi’tu» sıygası bulunmayan rivayetin hiçbir


değeri yoktur.”

‫ ش م ع ت‬: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا ئث ا ذ بن ال ن ث ز‬، ‫ ] حدثن ا ئل بما د س أ خ ن ذ‬١‫ ؟ ؛‬/ v [ - ) ١ ٠١٩٢(

‫ ر ن ت شعبه‬٠٠ :‫ بمولط‬، ‫ أائ ش م ع ت ي حش بن تع يد ال ق طا ن‬: ‫ مولت‬،‫عل ي بن ال ندبن ي‬


Saîd el-Kattân der ki: “Yirmi yıl boyunca Şu’be’nin yanma gidip geldim.
Yanma her gidişimde onüç hadis öğrenip geri dönüyordum. Genelde de
günlük olarak bu kadar hadis dinlerdim.”

‫ ثن ا عثد اش بن أ ح م د بن‬،‫ ] حدتما أ خ ن د بن جع فر بن ح م دا ن‬١٥ ‫م‬/‫)" ل ما‬١٠١٩٣(

، ‫ جاء شعثه إلى ح م ت د‬٠' :‫ ه ا لأ‬، ‫ ثن ا خث ا ذ بن ت ل م ه‬،‫ ح دثن ي غئ ا ن‬، ‫ ح دبئ ي أ ي‬، ‫ح م‬

‫ال‬ ‫ قث ات بثده ذ ك ذا أي‬:‫ قات‬،‫ أخبيت‬: ‫ أت مئثه؟ قا د‬: ‫ ها د‬،‫ به‬4‫ نحدل‬،‫محتال ة عن خزي ي‬

‫ ئ أ خ ي غ أن أ شدد‬، ‫ وتك ن ث ق د ذ ف ئ‬،‫ مح د ش مغته ش أنس‬:3U ،‫ ى؛ ق ذ ه ب‬ULİİİ ،‫أريذة‬

‫شاا‬

Hammâd b. Seleme der ki: Şu’be, Humeyd’in yanma gelip bir hadisi
sordu. Humeyd söz konusu hadisi ona rivâyet edince, Şu’be: “Sen bunu
kendin mi işittin?” diye sordu. Humeyd: “Sanırım” karşılığını verince, Şu’be
O zaman istemem’ anlamında eliyle işaret etti. Şu’be kalkıp gittikten sonra‘
Humeyd: “Bunu Enes’ten işitmiştim. Enes bunu bana rivâyet ederken işi
sıkı tutunca ben de sıkı tutmak istedim” dedi,

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن ع ئ ا البار‬، ‫ ] حدت ا أ خ ن د بن جئ مر بن ت ل م‬١٠ ٠ / v [ ")١٠١٩٤(

،‫ ح د ث يؤما ق عثة‬:‫ب وأل‬


‫ م‬،‫ت ش م ع ت يريد بن ف ازون‬3 ‫ ها‬، ‫م ح م د بن إن ما عيد الوا م ه ئ‬

، ٠١ ‫ يبي ت ش وراء ا ل ع م ة‬0 ‫ أثث كا‬٠٠ ، ‫ عن ع من ثن الح طا ب‬، ‫ب ح د ي ث ف ر؛ى بن ئامئ‬

‫ إن ل ن أ ض أزى فنقيا ه ؤ ت‬،‫ وأئه ا وي قى ا ل مت ا كي ن ص دهه‬،‫ " ج ما ر ي‬:‫ شنته‬،3‫مما‬

‫ه م م حاا‬

Yezîd b. Hârun der ki: Bir gün Şu’be, Şarkî b. Katâmî’nin “Ömer b. el-
Hattâb, (Minâ günlerinde) Akabe’nin gerisinde (Mekke’de) geceyi geçirirdi”
şeklindeki hadisini bize aktardı ve: “Şayet Şarkî, Ömer adına yalan
söylemiyorsa merkebim ve günlerim miskinlere sadaka olsun” dedi.
Şu’be 444 ‫ء‬. el-Haccâc

‫ ثت ا‬،‫ ثن ا أ خن د ى ع ئ ا البار‬،‫م ها] حدثن ا أ خ ن د ى جعم ر بن ث لم‬/‫ا‬/[ -) ١٠١٩٥(

:‫ مم يل لت‬،‫ ى شدة نخؤ‬1‫ رئ شغته مممنئ‬:‫ قات‬،‫ي ثع‬


‫ ثن ا حضن بن اف‬،‫إ(زا ويلم بن تع يد‬

"‫ه‬ ‫ه‬ ‫؛ر أئ ثم أظ بم تثء؟ قات " ك ئ ز ز ش ز م ث ك ذ ث غ ر وئود‬

H ıdır b. el-Yesa’ der ‫كل‬: Aşırı sıcak bir günde Şu’be yüzünü örtmüş bir
:şekilde görüldü. Ona: “Ey Ebû Bistâm! Nereye gidiyorsun?” diye sorulunca
Resûlullah“ )‫ الساواال؛ق‬aleyhi vesEİlem) adına yalan söyleyen bir adamı şikayete
gidiyorum” dedi,

‫ ثن ا ابن‬، ‫ ثن ا أبو بك ر س أيي ع ا صم‬،‫ م ه ا ] حدت ا أ خ ن د بن إ ت خ ا ق‬/ \ ‫ [ء‬- ) ١ ٠١٩٦(

، ‫بق ا لخي ا م‬° ‫ " ك ي ئ أل‬:‫ قا ت‬،‫ص خ ث اؤ ئن ; ويد‬ ، ‫ ئ نقن ا ذ ئ < ب‬، ‫م‬

‫ إلى أبا ذ بن أيي عثا ش أدع وة إ ز‬:‫ أتن ري د ؟ قا ت‬،£‫ " يا أثا بمنهال‬: ‫ ثل ث‬،‫ومع ه م درة‬

،‫ م حزفت‬، ‫ت مح ك ث ئ ت ة‬3 ‫ دا‬،‫ ؤ ر أ حار > غلمبف ع ذ ا ل م س‬:‫ ق ك قه‬، ‫ ؤثت ت ف ز ي‬،‫ ضى‬1‫اأ م‬

‫ئ‬ ‫ثظزت فى‬ ‫ئ م اءيأل‬،‫ ي أي ا‬: ‫ ق‬،3‫ ءق ا‬،١^^^ ‫ ئئ كتئى ش عتة بغد‬: ‫ظ‬ 3‫دا‬

Hammâd b. Yezîd der ki: Elinde tuttuğu kuru çamurla Şu’be b.


Haccâc’la karşılaştım. Ona: “Ey Ebû Bistâm! Nereye gidiyorsun?” diye
sorduğumda: “Ebân b. Ebî Ayyâş’a gidiyorum. Onu kadıya götüreceğim,
zira (rivâyetlerinde) yalan söylüyor” karşılığını yerdi. Ona: “Abdulkays
oğullarının sana zarar vermesinden korkuyorum” diyerek onunla konuşunca
gitmekten vazgeçirdim. Daha sonraları onunla karşılaştığımda bana: “Ey
Ebû Ismâil! o konuyu bir daha gözden geçirdim ve bunun karşısında
suskun kalamadım” dedi.

‫ ثت ا م ح م د بن عتد الل ه بن ز ح ر‬،‫ م ها ] حدثت ا م ح م د ين ال نفق ي‬/‫)" ل ما‬١٠١٩٧(

،‫تج ش خ ئ اذ ئ زم‬ :‫ ق ا ت‬، ‫ ئ إتن ا م ح د ئ ق م‬،‫ نحا زكرثا ئ أب ا ن ال ز س م غ‬،‫ا ل ظ ر ئ‬

! £\‫ ل‬،‫؛ه‬ :‫ ه ات‬، ‫ ؤ ض م حق ئ‬، ‫أبة ئن أبى ء ش‬


‫ فى م‬،‫ه م حه‬ " : ‫;غ ول‬

‫ إ؛نا‬،‫ ^ ^ ^ ) ف ي يؤم مط ي ر‬١ ‫ ف ي‬bl ‫ي‬ : ‫ د‬1‫) حئ‬3 ‫ءا‬ : 3 ‫ قا‬،‫س ك عن ه‬ ‫ ن ج ث أ ن‬: ‫مم ك‬
Şu’be b. el-Haccâc 445

‫ هؤ ذا أ م ضى‬:‫ ممالأ‬، ‫ محاج ي ة‬،‫ يا أبا إ ن ن ا عيد‬: ‫ فن ا ذا ق‬،‫شئثة يخوحس الت اء ش م عن ا ح ؤص ة‬

،" ‫م‬ ‫ الم‬، ‫ ال م‬: ‫ف ق صه؟ ق ا ت‬ ‫ أنز م ح ذ ن أن‬: ‫ق ك‬ ،‫ض أب ا ن‬ ‫صف‬

‫دى‬1‫ث م م‬

Hammâd b. Zeyd der ki: Ebân b. Ebî Ayyaş konusunda Şu’be ile
konuştuk ve onunla uğraşmamasını söyledik. Şu’be: “Ama şöyle şöyle
yapıyor” deyince, ona: “Ona bulaşmamanı istiyoruz” karşılığını verdik.
Şu’be: “Tamam” dedi. Yağmurlu bir günde evimde oturmuşken Şu’be’nin
suyun içinde seslerini işittik. “Ey Ebû Ismâil!” diye seslenince cevap verdim.
Şu’be: “Ebân’ı şikâyet etmeye gidiyorum” dedi. Ona: “Ona bulaşmayacağına
dair bize söz vermemiş miydin?” diye sorduğumda: “Dayanamadım!
Dayanamadım!” dedi ve yoluna devam etti.

،‫ ثنا ه اللت س اتحالع‬،‫ ثن ا أبو عروبه‬، ‫ ا حدثن ا ئ خ ئ د بن إبراهي م‬١٠ ٠/ ‫ لما‬- ) ١٠١٩٨(

: ‫ سل ت‬،‫ يا ؤنا وفى يده طينه‬،‫ رأيت شئته‬:‫ب ولت‬


‫ م‬،‫ شي غ ت خئ ا ذ بن زيد‬:‫ قات‬،‫ثن ا أبى‬

)‫ه ح د ت ب ح دي ث كذ‬ ،>‫ " ري د أن أ شتند ي على ء الد‬: 3 ‫؟ هق ا‬£‫ ل ى أئن ي أي بنتال‬1

" ‫ محزم ى بالتلينه وانص ر ف‬، ‫ إيا ي ح د ت آي و ب‬:‫ مم ك‬،‫وكذا‬

Hammâd b. Zeyd der ‫نظ‬: ,Şu’be’yi gördüğümde elinde bir çamur parçası
aceleyle gidiyordu. Ona: “Ey Ebû Bistâm! Nereye gidiyorsun?” diye
sorduğumda: “Filan kişiyi şikâyet etmeye gidiyorum. Zira filan hadisi rivâyet
”ediyor” karşılığını verdi. Ona: “Aynısını Eyyûb da bana rivâyet etti
dediğimde elindeki çamuru atıp gitti,

‫ ثما أب و بشر م ح م د ين أ ح م د بن‬،‫ م ها ا حدثن ا م ح م د بن إبزا مة؛‬/‫ )“ ل ما‬١٠١٩٩(

‫ إلى أين ثا أبا‬:‫ همل ت‬،‫ ئثادرا‬،‫ " نأي ت شعثه‬:‫ قات‬،‫ ثت ا ا ل ج د ي‬،‫ ثن ا اثن أبي شء‬،‫ح ما د‬

‫ه‬ ‫ه تكذ ث غلى زن و د الأب‬ ،‫ما ه‬ ‫ " أرد أذ أ ت م ؛ ؛ غش ج م ي‬:‫ين م؟ ئت‬


Cuddî der ki: Şu’be’yi gördüğümde aceleyle gidiyordu. Ona: “Ey Ebû
Bistâm! Nereye gidiyorsun?” diye sorduğumda: “Câfer b. ez-Zübeyr’i
‫‪446‬‬ ‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬

‫‪şikâyete gidiyorum. Zira Resûlullah‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi‬‬ ‫”‪¥esBİİBm) adına yalan söylüyor‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫(‪ ] ١٥٧٧ [ “) ١٠٢٠٠‬خ ا؛ثغ ا ^‪ ^ ١‬بن عئد الثؤ‪ ،‬ثعا م ح ئ د بن إشئا ق‪ ،‬مادت‬

‫ش ج ن ت أبا هدامة عتتد الل ه بن ت ع د ‪ ،‬يم وأل ‪ :‬ن ب ع ث عتذ ال ؤ ح م ن ن ن ي ز ؤ ‪ ،‬مولت ‪" :‬‬

‫تؤر ث م غ قح ته‪ ،‬بن ج د يع ني ت ح د ت ‪ ،‬ةن ات ‪"" :‬كذب ؤال‪ 1‬ه‪ ،^jJ ،‬أثت ‪1‬ذم ي حج يى أن أ ن أ ك ت‬

‫ئ ن ش ئ "‪ ،‬أ ز ي ن ة تت س‬

‫‪Abdurrahman b. Mehdî der ki: Şu’be ile birlikte badis rivâyet eden bir‬‬
‫‪adamla karşılaştığımızda Şu’be: “Vallahi yalan söylüyor! Şayet bunun‬‬
‫‪karşısında susmam helal olsaydı bunu söylemezdim” veya buna benzer bir‬‬
‫‪söz söyledi.‬‬

‫(‪ ] ١٥٧٧ [ “) ١٠٢٠١‬حدثن ا إتزاهيأ بن عئد الثؤ‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د بن إ ت خا ق‪ ،‬قات‪:‬‬

‫ش م ع ت ا لختن بن أيي ال ث ي م ‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت يزيد بن ف ارون‪ ،‬مولت ‪ :‬ش م م ت شي ة‪،‬‬

‫ص أ‪ :‬ا ن "‬ ‫س و لأ‪ :‬ما لأن أنئ أ خ ي ‪١‬؟؛ أن أنوي‬

‫‪: “Zina etmem benim için Ebân’dan hadis rivâyetinde‬نكل ‪Şu’be der‬‬
‫”‪bulunmamdan daha iyidir .‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٠٢‬م م‪/‬ا ها ] حدث ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثن ا م ح م د ن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أيي‬

‫ال ؤ جاء المصيص ي‪ ،‬ثن ا شع ي ب بن خز ب‪ ،‬قات‪ :‬مح ا د شية‪ " :‬لأن أنني أ ح ب إلي م ن أن‪،‬‬

‫أقوت‪ :‬ه ‪3‬ف ال ن ‪ ،‬و إل من غ ة ا ا‬

‫‪Şu’be der ki: “Zina etmem, birinden bizzat işitmediğim halde: «Filan‬‬
‫”‪şöyle dedi» dememden daha sevimlidir.‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٠٣‬؟‪ ] ١٥١/‬حدثت ا إبراهي م بن م ح م د بن ي حش المر ن ‪ ،‬نإبرا محم بن عبد‬

‫ا لأعأى‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا م ح م د بن إ ت خ ا ق ‪ ،‬فات‪ :‬ش م ع ت ‪ ،^ ^ ١^ ١‬قئأو ل ‪ :‬ش ج غ ت يشن بن‬

‫حم م ‪ ،‬ؤوهثا ‪ ،‬يق و ال ن‪ :‬هأا ل غ م ه‪ " :‬لآن أخؤ م ن الث ن اؤ أؤ م ن هؤق ف ذا المصر أ ح ب إلي‬
Şu’be b. el-Haccâc 447

‫' أثا فى ذا‬٠ :‫ قات بث رت قات شغتة‬، ٠' ‫ ل ث ئؤ لت أ ن ن ئ ئ منه‬،‫) ا ل ح؛تكئ‬3 ‫ أقولت ئ‬،‫م ن أن‬

‫ح م ي 'ا‬
Şu’be der ki: “Semadan veya şu saraydan aşağıya atlimam benim için,
kendisinden işitmediğim halde: «Hakem şöyle dedi» dememden daha iyidir.
Bu konuda ben bir Hârici gibiyim.”

‫ ثن ا علي بن‬،‫ محا ئ خ ئ د بن إشتا ق‬،‫ ] حدثن ا إبزاه م أ ن عثئد الل ه‬١٥ ١/ ‫ لال‬-) ١٠٢٠٤(

‫ الل منة‬٠' : ‫ وها د‬،‫ عن ر ج لء هثن أم نة‬،‫ ح د ت شغته‬:‫ م ولت‬،‫ ش م ع ت أبا ذاؤذ‬:‫ محا ت‬، ‫نشب م‬

” ‫ وآي ظق ي م ح متقء‬، ‫ص قع ي‬

Ebû Dâvud der ki: Şube bir adamdan bir hadisi ‫سأ‬ ve adamın
durumunu da ortaya koydu. Sonra: “Bunun sorumluluğunu ben üzerimden
alıp size boynunuza koymuş oldum” dedi,

:‫ ما لأ‬،‫ ثتا مم حم د بن إن حا ى‬،‫ ] حدق ا إثز؛ ويلم بن عتد الل ه‬١٥١/‫ )“ [ ؟‬١٠٢٠٥(

٠٠ ‫ نا ل م يطل ب ا إلتثا ذ‬،‫نمح ة م ن ديته‬ ‫ في‬٤^ ١ ‫' ال ثنالت‬٠ : ‫ يم ولط‬،‫ش م ع ت شنته‬

Şu’be der ki: “Hadislerin senedlerinin de peşine düşmediği sürece kul


dininde bir kolaylık içinde olacaktır.”

:‫ قا ت‬،‫ ثت ا ثخئد ين إن ح ا ق‬،‫ ^ بن عتد الله‬١^ ‫ ] خ ا؛ثن ا‬١ ٥ ٧ ٧ [ “) ١٠٢٠٦ (

‫ أذاهن‬٢ ٠' :‫س م ه‬ :‫ مولط‬، ‫ ش ج ن ت عئذ ا لر حم ن بن م ه د ي‬: ‫ يم ولث‬،‫ش م ع ت أثا هداته‬

‫ إ؛وؤئة‬٣ ، ‫ قن وون صفوث؛ م‬:‫ أق س‬3 ‫ قا‬:‫ مح\ده‬3U :‫ شغثه‬3 ‫ ها‬، ‫ز ال في فذ؛ ن خ ز ي ي‬

٠٠ ‫ "كرهت أن بمس د غل ي م ن جؤذة ا ل ح د ي ث‬،‫ ت م ن ت أم ال‬،‫عليه‬

Şu’be der ki: isnadı konusunda sadece bir hadise göz yummuşumdur. o
da Katâde’nin, Enes’ten naklen rivâyet ettiği "Safarinizi düzgün yapın"
hadisidir. Katâde bunu rivâyet ederken “Semi'tu (işittim)” veya başka bir
sıyga kullanmadı. Ben de hadisin sağlamlığını bozmasın diye bunu
sormadım-
Şu’be b. el-Haccâc 448

‫ قات لل ذ ي‬،‫ شعبة " نا شبغ ت م ن ر ج د ح د ث ح ش‬،3‫ ] وها‬١٠١/ v ‫ )“ ت‬١٠٢٠٧(

٠٠ ‫ إ ال حديتا وا ح دا‬،‫ ش م عته منه‬:‫ئؤهه‬

Şu’be der ‫كل‬: “Bir hadis dışında, işittiğim bütün hadislerde bana rivâyet
eden kişi bir önceki raviyi zikredip: “Filandan işittim” demiştir.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا أ خ ن د ن عل ؤ ا الباز‬،‫ ا حدبن ا أ خ ن د بن جعف ر بن تل م‬١٥٢/‫ )“ [ ؟‬١٠٢٠٨(

٠٠ :‫ ثمولط‬،‫ أثت كا ذ يم غ في الحصي ب بن ي خ ز ي‬،‫ عن ئعته‬،‫ ثن ا فتابه‬، ‫أ ح م د ن حال د‬

٠• ‫ ث ث ف ي ا ل ي م مب ه إزار‬: ‫ أ‬3

Şu’be, Husayyib b. Cahder’i eleştirir ve: “Onu hamamda peştamalsız


gördüm” derdi.

‫ ثن ا غئد‬،‫ ثما أ خ ئ د بن ع ئ ا الباو‬،‫\ ها ] حدق ا أ خ ن د بن جع فر‬/‫ )“ [ ما‬١٠٢٠٩(

،‫ "كا ن شي ة‬: ‫بوت‬


‫ م‬، ‫ ش م ع ت م ك ي ئ ذ إثزا؛بملم‬:‫ قات‬،‫ا ل ر حم ن بن خازم أبو م ح م د ال ثن خ ي‬

‫ ئذ و م ن ا وئ‬،‫ئئثا بي في الل ه ش ا عه‬ ‫ " ثأعال يا‬: ‫ قمولت‬، ‫ت ش ع ران ئئ ي ذ ر‬

" ‫أ صحا ب ا ل ح د ي ث‬

Şu’beJ imrân b. Cüdeyr’in yanına gelir ve ©na şöyle derdi: “Ey îmrân!
Oel Allah için hadisçilerin kötülüklerini ortaya koyup biraz onların gıybetini
yapalım!”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ع د الل ه بن م ح م د انع و ي‬،‫ ا خ ا؛ثن ا م ح م د ئ ذ إثزاي ب‬١ ٠ ٧ ٧ [ “) ١٠٢١٠(

‫ ئل ت ل سعته " بر ر ك ت‬:‫ قا ثآ‬،‫ غن وزهاء‬،‫ ثن ا م ح م د بن جعف ر ا ل م دابت ي‬C‫أثو ب ك ر ا لأعين‬

" ‫ قركته‬،‫خ قي ادن'تي‬ ‫زأبت يؤذ بمر'ن م ي‬


‫م‬ :3 ‫ح د ب ت أبي ؤ م ؟ ه ا‬

Verkâ bildiriyor: Şu’be’ye: “Ebu’z-Zübeyr’den hadis almayı neden


bıraktın?” diye sorduğumda şöyle dedi: “Onu terazide bir şey tartarken
gördüm. Ancak terazinin kefelerinin denk olmadığım görünce ondan hadis
almayı bıraktım.”
‫‪. el-Haccâc‬ء ‪Şu’be‬‬ ‫‪449‬‬

‫(‪ [ ")١٠٢١١‬ي‪ ] ١٥٢/‬خا؛ثن ا م ح م ذ بن عل ي ‪ ،‬ثن ا ي د الل ه بن م ح م د بن عثد العزيز‪،‬‬

‫ثئ ا أ ح م د س ^‪ ،^ £ ١‬ثن ا أثو ذاؤذ‪ ،‬ثئ ا ق ي ئ ‪ ،‬ه ا لأ‪ " :‬ئ ك لمغاويه بن ئؤة‪ ،‬ود و حدفا ‪،‬‬

‫همل ت لت‪ :‬م ن ‪-‬ح ددلف؟ ظ ‪3‬ت ح د ي ه ء ال ‪ ، 0‬؛تث ز خ ث ش زهق ك ظ ش ي أ ؟ ! "‬

‫‪Şu’be der ki: Muâviye b. Kurre bana bir hadis rivâyet edince ona: “Sana‬‬
‫‪bu hadisi kim rivâyet etti?” diye sordum. Muâviye: “Filan kişi bana rivâyet‬‬
‫‪etti. Şimdi rahatladın mı ey Şu’be!” dedi,‬‬

‫(‪ ] ١oy/ v [ ")١ ٠٢١٢‬ح دمحا م ح م ذ بن إبراهي م ‪ ،‬ثت ا أثو عروبه ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن تلث ما ن‪،‬‬

‫ثئ ا م ح ثو ث بن عتد ا لجماو‪ ،‬عن عس ث ى بن يوث س‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ئأال لي فئت ه ‪ ٠٠‬نا ش م غ ج د ك‬

‫بق ا ل خيب إ ال أجئ أخ ا ؤي ق '‪ ،٠‬ئ ك ‪ :‬ظ أ م ح ل ف؟ قا ت‪ ٠' :‬هؤ ق ا د ل ي "‬

‫‪îsa b. Yûnus der ki: Şu’be bana: “Deden, Hâris’ten sadece dört hadis‬‬
‫‪işitti” dedi. Ona: “Nereden biliyorsun?” diye sorduğumda: “Kendisi bana‬‬
‫‪söyledi” dedi.‬‬

‫ب دار‪ ،‬ثن ا محة ب ن‬


‫(‪ ] ١ ٥ ٧ ٧ [ ")١٠٢١٣‬ثت ا ن خ ئ د بن ^‪ ، ^ ١‬ثن ا أبو غروبه‪ ،‬ثن ا م‬

‫ش حص‬ ‫إل‬ ‫لحابي‪ ،‬غذ م حة‪،‬قات‪" :‬قات زيد ‪ Jy‬إشغاق‪ :‬آل م حق‪ ،‬فود‪ :‬إممق‬
‫ظ م ن ه ش أ ا ‪ ،‬ئ ت ‪ :‬ءند يى أاا‬

‫‪Şu’be der ki: Adamın biri Ebû ishâk’a: “Şu’be senin Alkame’den hadis‬‬
‫‪işitmediğini söylüyor” dediğinde: “Doğru söylemiş” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ١ ٥ ٧ ٧ [ ")١٠٢١٤‬ا حدثنا إبراهي م ثق عئد الل ه‪ ،‬ثنا م خ م ذ بن إ ن خا ق‪ ،‬قا د ‪:‬‬

‫ش م ع ت عيد اللؤ بن شع ي د ‪ ،‬بموت‪ :‬ش م ع ت عبد ال ؤ خن ن بن م ه د ي‪ ،‬مولت‪ :‬قات سعته‪٠٠ :‬‬

‫ل م تنتع أبوإشت اى من أيي زام إ ال خ زيم"‬


‫”‪: “Ebû ishâk, Ebû V âil’den sadece iki hadis işitmiştir.‬ل ظ ‪Şu’be der‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢١٥‬؟‪ ] ١٥٢/‬حدثن ا إبراهي م بن ص د الل ه ‪ ،‬ثن ا ئ خ ئ ذ بن إش ح ا ى ‪ ،‬ح دبت ي‬

‫عئد ال ر ث ذ ت خ م ‪ ،‬ثئا حال د بن خدا ش‪ ،‬ثن ا إدري س ابن أ ح ت ن ي ي بن خاز‪ ،£‬قاتت ‪٠٠‬‬

‫أل ق م حه قي اأ ي ‪ ،‬ق لق ‪ :‬أي ‪ ٣ ١ ٨‬و ج د ث أ شد غصف ؟ ظ ‪ :3‬ا‪ 3‬ق خ ؤلف ي او‪.‬ؤ ا‬


‫يف‬
450 Şu’be b.el-H accâc

Cerîr b. Hâzım’ın kızkardeşinin oğlu olan idrîs bildiriyor: Şu’be’yi


rüyamda gördüm. Ona: “Hangi amelin vebal ‫ ه‬1‫س‬ daha ağır olduğunu
gördün?” diye sorduğumda: “Ravilerin hatalarım görmezden gelmek” dedi.

‫شين غ‬ : ‫ قا د‬، ‫ئ حايى‬،‫ ثت ا م ح م د بن إ‬، ‫ ^ بن م ح م د‬£ ١^ ‫ ] ح دق ا‬١٠ ٢ [ “) ١٠٢١٦(

٠٠ :3 ‫ ه ما‬،‫ " شأت ر ج ل ئ غ ت ه ص حرف‬:‫ يقولت‬4‫ ش م ع ت عه ان‬:‫ مولت‬،‫م ح م د بن نغ ص وو‬


" ‫ئ أن أد ل ن‬ ‫لآن أبث ين ال ش ت اء ق ؛ ل آ م أ خ ي ؛ ئ‬

Adamın biri Şu’be’ye senetteki bir raviyi sorunca şöyle karşılık verdi:
“Gökyüzünden yeryüzüne yüzüstü düşmem, benim için tedlîs yapmaktan
daha sevimlidir.”

‫ ثن ا‬،‫ ثت ا أثو جئق ر ا آل حرم‬،‫ ] حدثث ا عبد اللؤ بن م ح م د بن جعمر‬١٥٣/٧‫ )“ ل‬١٠٢١٧(

٠٠ :‫ مولت‬،‫ ش ي غ غ ئ ع ه‬:‫ قات‬،‫ ثت ا ا ل مغهأا ل بن ب حر‬،^ ^ ^ ١ ‫ ^ ن ا ل ح جا ج بن‬١ ‫عيد‬

‫ ول و بدر ت أن‬،‫ وشلتن ا ن بن الثنيزؤ‬،‫ وا لآنود ثن قتثا ن‬، ‫ ابن ع و ف‬:‫أك رة عن هؤ الء‬

٠٠ ‫م م التن ع ز ف تا و ى ب ق ق ك‬ ‫آخذ‬

Şu’be der ki: “En çok ibn Avf, Esved ‫'ط‬. .Şeybân ve Süleyman b
Muğîre’den hadis almayı isterim. Şayet imkâmm olsaydı bineğime binip her
gün İbn A vf a giderdim.”

‫ ث ا‬، ‫ ثن ا ن ح م د ن ثئع و ب انححلي ب‬C‫ ء خ ا؛ثن ا ت خ ئ د ن إبرا مي؛‬١٥٣/٧ ‫ ل‬- ) ١٠٢١٨(

‫ م ولتت‬،‫ ش ج غ غ شيئ‬:‫ قات‬،‫ ثئ ا ا ل منهالط ئ ذب حر‬، ‫محي م بن ال ثبيع بن ما نث ب‬،‫ت غ م بن إترا‬

‫ وا ال ت ود تن‬،‫ وئثن ا ذ تن الننيزؤ‬،‫ ا م حوا غ ذ و ئن خالد‬،‫س تكقثون‬ ‫ص‬ ‫" محمحوا‬

"‫م‬ ‫م يزم الئن عزن ي و‬ ‫ ول زدذ ث أن آخذ‬،‫ وا;تن م ن‬،‫م ح ال‬

Şu’be der ‫كل‬: “,Hadisleri kimden yazdığmıza dikkat edin. Kurre b. Hâlid
Süleyman b. Muğîre, Esved b. Şeybân ve ibn Avn’ın hadislerini yazın. Şayet
‫؛‬١١١^ ٥١١ olsaydı bineğime binip her gün ibn Avfa giderdim.”
‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬ ‫ل ة‪4‬‬

‫(‪ ] ١®v /v [ “) ١٠٢١٩‬ح دق ا ^‪£١‬؛؟^ بن عتد ال ثؤ‪ ،‬ثن ا ت ح م د ين إ ش تا ق‪ ،‬ثن ا يعق و ب‬

‫ئا ‪ 3‬عثذ الر حم ن بن م هدي ت م ن ت فيق‪ ،‬مولت‪ " :‬كا ذ ا و ج د قثوث‬ ‫بن إئن؛ويلم‪،‬‬
‫ؤ إل تعلل ي ق يا م ن ف ذا بأعبت ال "‪ ،‬يعني الح د ي ث‬

‫‪: “— önceleri kişi ölüp giderdi de hadiste böyle şeylerin‬لعا ‪Yine der‬‬
‫”‪hadisin— peşine düşmezdi. Ben böylesi kişilere gıpta ederim.‬‬

‫ا‬
‫ت غ ث ذ ثن إشت ئ‪ ،‬قاد‪:‬‬ ‫هم د الثؤ‪ ،‬ثتا‬ ‫ا‬
‫(‪ ]<or/v3 -) ١٠٢٢٠‬خدك إتزاهيز تن‬

‫ش م ع ت خث ا ذ بن زيد‪ ،‬م ولط ‪ '٠ :‬ما أثاثي م ن حالم ت ي في ‪-‬ح د ي ث ‪ ،‬إ ال أن يكون ئعبه‪ ،‬ء إ ‪0‬‬

‫شنته ” كا ن معنيابا لح د ي ث ‪ ،‬كا ذ لأي الش ح تث رن علته "‪ ،‬أؤ ك د ئا ث ذ ؛ نتع‪1‬ام‬

‫‪ olanlara‬؛‪Hammâd b. Zeyd der ki: Şu’be dışında bir hadiste bana muhali‬‬
‫‪aldırış etmem. Ama Şu’be hadis konusunu çok sıkı tutan biriydi. Ravinin‬‬
‫”‪bizzat yanına gider ve duyduğu hadisi ona tekrar ettirirdi.‬‬

‫(‪ -) ١٠٢٢١‬ت'ا‪“/‬ام‪ ١‬ا حدثنا إبراهي م بن ت خ م بن بمش‪ ،‬ثإ وي هأ ئق عتد ال م ‪ ،‬قا ال‪:‬‬
‫ثت ا م ح م د بن إشحاى ال قف ي‪ ،‬ث ا لأ‪ :‬ت م م ت الداربي‪ ،‬مولث‪ :‬ش م ع ت أبا الغصر‪ ،‬م ولت‪” :‬‬
‫زكا(ة ئجتة ^‪ ١‬د و‬ ‫^‪ 0‬ئأئتا‪ 0‬ين ا لمغيز‪ ١^١ 0‬ذ و ئعته‪ ،‬ئ ‪ :3‬متئت‬
‫ظ ال ياء"‬ ‫ئل بما ن‪ ،‬ئأت‪:‬‬

‫”‪Ebu’n-Nadr der ki: Süleymân b. Muğîre, Şubeyi “Hadislerin efendisi‬‬


‫‪diye anardı. Şu’be de Süleymân’ı “Kur’ân hafızlarının efendisi” şeklinde‬‬
‫‪anardı.‬‬

‫س أ ‪ 0‬ا ء حدثن ا أ خ ن ذ ين إ شحا ى‪ ،‬ثت ا إثزاي ب ب ن أيي ع ا صم ‪ ،‬ثغ ا م حا ن‬


‫(‪/ \ ’[ - ) ١٠ ٢٢٢‬‬

‫ئا ‪ :3‬سم ن ت ن ت؛ائ‪ ،‬م ولت‪ :‬ش م ع ت ي حش بن تع يد ‪ tûUaJjl‬مولت‪ :‬مح ت‬ ‫بن‬


‫ب ألة عن خزيي‪ ،‬ئا تث غ‪ ،‬ق لق‪ J :‬؛‪ j‬ال د حدل‪4‬؟ثان‪ ٠' :‬هؤ الءي صاحس‬
‫عئذ ئعثة‪ ،‬ور ج ل م‬

‫يزيدون قي ا لخديث "‬

‫‪Yahya b. Saîd el-Kattân bildiriyor: Şu’be’nin yarımdayken adamın biri‬‬


‫‪ona bir hadisi sordu. Şu’be adama hadisi aktarmak istemeyince ona: “Neden‬‬
‫‪452‬‬ ‫‪. el-Haccâc‬ء ‪Şu’be‬‬

‫‪hadisi ona ildirmiyorsun?” diye sordum. Şu’be şöyle dedi: “Bunlar kassâs‬‬
‫”‪(kıssacı) kişilerdir ve hadisi halka a k ta r ır la r k e n de ziyadelerde bulunurlar.‬‬

‫(‪ “) ١٠٢٢٣‬ل‪ ١٠٣/٧‬ا حدبن ا م ح م د ن إبراهي م ‪ ،‬ثت ا عتذ ال ر بن م ح م د التع ري ‪ ،‬ثن ا‬

‫بص م ح م ‪:3 U ،‬‬


‫ط‪ ،‬م‬ ‫ته م ث ل‬
‫عن ى ال؛اؤذ‪ ^ ١٤ ،‬قات أبو م حنه‪ " :‬ء ن ئمح إ ت ج‬

‫أ‪°.‬مم‪١١ .‬‬
‫'حمي‬
‫‪: “Şu’be hadis rivâyet edilirken “Ahberenî (Bana haber‬لكل ‪Ebû Uyeyne der‬‬
‫”‪verdi)” sıygasının kullanılmasını çok beğenirdi.‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٢٤‬م م‪ /‬ة ما ] حدت ا م ح م د بن إما مي؛ ‪ ،‬ثن ا مه د الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثط ت ح م د‬

‫ثن ا غيذان‪ ،‬ح دقنى أيى‪ ،‬غ ذ ئعتة‪ ،‬مح ا د ‪ " :‬ل و ال ا لخاء م ن‬ ‫بن إشمح ق ‪ ،‬ثئ ا ابن أ ى‬

‫اق ا س ن ا ص ق ث غ ش أبان ئن عثأش "‬

‫‪Şu’be der ki: “Şayet insanlardan utanmasaydım Ebân b. Ayyâş’ın cenaze‬‬


‫”‪namazına katılmazdım.‬‬

‫شا إ را م م بن ت غ م بني ح ش‪ ،‬نإ ص يز ئ عتد ال م ‪ ،‬قا ال‪:‬‬ ‫(‪] ١٠٧٧ [ “) ١ ٠٢٢٠‬‬

‫محا م ح م د بن إ ت خ ا ق المم ف ي ‪ ،‬قا د ‪ :‬سم ع ت أ ح م د بن تع ي د ‪ ،^ ^ ١^ ١‬بمولط‪ :‬شب غ ت ت ك ز‬

‫بن ب ك ا ر‪ C‬مولت‪ :‬ص أ ى شعبه‪ ٥١^ ١ ،‬ن ث ك ت ح ز طا ‪ 3‬نن ك ‪ ،‬قأ أمح ت د ع إ ي‪ ،‬ه ما ‪٠' :3‬‬

‫رؤن أئي ”مح ت أ‪،‬ث إل ؟ إثن ا كا ذ انؤم ذ ري ي ح د ي ث محا دة‪ ،‬فتثث ث عل ي حمدبان‪ C‬ن جع ك‬

‫أ ت ث د ك بما خ و د وتهن ا "‬

‫‪Bekr b. Bekkâr anlatıyor: Şu’be, akşam namazını kıldıktan sonra uzun bir‬‬
‫?‪müddet suskun kaldı. Sonra bize dönüp: “Teşbih çektiğimi mi zannettiniz‬‬
‫‪Katâde’nin aktardığı iki hadisi unutmuştum ve hatırlayana kadar onları‬‬
‫‪düşündüm” dedi.‬‬

‫فر‬
‫(‪ ] ١٥^ ٧ [ “) ١٠٢٢٦‬خ ا؛ثن ا ^‪ ^ ١‬ب ن عتد الل ه‪ ،‬ت ا م ح م ذ بن إشحا ى‪ ،‬ثن ا جع‬

‫م قاذة آ ت ه غ ذ خ ز ي ي ‪،‬‬ ‫ئ ث ا ف ‪ ،‬ظ أم ائؤيي ال ئ ا ل مإ‪ ،‬ت ا م حئ‪ ،‬قا ت‪ ■ ٠' :‬ئ‬

‫ب م م وأل تي‪ :‬أريدك؟ هأهأول ‪ :‬؛‪ ، ١‬ح و أل حم ظه م‪ ، 1‬وأتق‪1‬هث ا "‬


Şu’be b. el-Haccâc 453

Şu’be der ‫لكا‬: Katâde’nin yanına gider ondan iki hadis öğrenirdim. Bana:
“Daha fazla öğreteyim mi?” dediğinde: “Hayır! önce bunları iyice
ezberleyeyim” karşılığını verirdim.

‫ ثن ا عل ي بن‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د س إن ح ا ق‬،‫ ] حدثن ا ابزا م أ س مه د الثؤ‬١ ٥ ٧ ٧ [ “) ١٠٢٢٧(

‫ " ؛الن فذم ظ م زيت بق‬:‫ ة أيوث‬3‫ ةا‬:‫؛‬١١‫ ؛‬،‫ ئ خءئ ئ زم‬،‫ ئ ظ لأ‬،‫شم‬
‫ا‬-‫ه ل م‬ Ij'â ،" ‫وا عغة‬،‫ء)دا هدم ئئن‬ ‫ ؤئؤ ثار<س‬،‫أل ته ئ عثه‬1‫ ثم‬،‫ط‬ ‫أئلمحوا‬

‫خدلاعئه‬-‫ىلم م حهأ‬

Hammâd b. Zeyd der ki: Eyyûb bize: “Şimdi yammza Vâsıt ahalisinden
Şu’be adında bir adam gelecek. Bu adam hadis ustasıdır. Yanınıza geldiği
zaman ondan hadis öğrenin” dedi. Şu’be gelince de ondan hadis öğrendik,

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا ع ث د ال ث ؤ ب ن أ خ ن ت ب ن حق ل‬، ‫ح دثن ا نلت ما ن ب ن أ خ ن ذ‬ ]\ otlv [ “) ١ ٠ ٢ ٢ ٨ (

‫ " مث م ن‬:‫ قات لي شيئ‬:‫ قات‬،‫س سع يد ا ئا ن‬° ‫ ثن ا ي حش‬،‫م بن ع م افواويري‬ ‫مح ذ‬

" ‫شمئث مئة خدك آ ة ه مح د‬


Yahya b. Saîd el-Kattân der ki: Şu’be bana: “Rivayetinde «Haddesenâ»
sıygasını kullandığını işittiğim her kişinin kölesiyim” dedi.

، ‫دق أخند ئن خ م‬° ‫ظ اش‬ ‫ ث إ‬،‫ئ أخئد‬ ‫ ] خ د ك ا نين ا ن‬١ ٥ ٧ ٧ [ “) ١٠٢٢٩ (

، ‫ ق؛نا ذة س ألي ع ن ؛ ل م‬،(£* ٠٠ ‫دت‬1‫ ه‬،‫ ظ ق عثه‬،‫ أ حتئي أيي‬: ‫ محا د‬،‫ح د ق ي ث ص بن عني‬

٠٠ ١ ‫ ول حدل؛ي ح دق‬، ‫ أنثنف ظ‬:‫ق ك‬

Şu’be der ki: Katâde benden şiir okumamı isterdi. Ben de ona: “Ben sana
bir beyit okuyayım, sen karşılığında bana bir hadis rivâyet et” derdim.

،‫ ثن ا ت ل م بن عصا م‬،‫ ب ن أ ح ن ذ الئ مر ئ‬. ‫ خ م ا ] ح دت ا ع ئ س م ح ث د‬/ \ >[ “) ١ ٠٢٣٠(

،‫ ش ج ن ت شمه‬:‫ ه ا ت‬،‫ ثن ا أبو ذاؤذ‬:‫ قالوا‬،‫ وغ م د بن ي ح ش‬،‫ و ح و ره‬، 0 ‫ثن ا ابن أيي ص فوا‬

" ‫ ل ض‬1‫ " تؤ ال ا ش ث ل ؟ ظلم ب‬:‫غو ت‬

Şu’be der ‫نكل‬: “Şayet şiirle ilgilenmiyor olsaydım Şa’bi’nin rivayetlerini


öğrenip size aktarırdım.”
‫‪454‬‬ ‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬

‫( ‪[ “) ١ ٠ ٢ ٣ ١‬ء \ ‪ /‬ة م ا ] حدثت ا إ ب ز ا ه م ب ن ع ئ د ال ث ؤ‪ ،‬ثن ا ث خ ث ت ب ن إ شحا ى ‪ ،‬ثن ا عل ي ب ن‬

‫م حب‪ ،‬و صث ئ ث خ م ‪ ،‬قاال‪ :‬ظ أثو اول د‪ ،‬قات‪ :‬ش مغث م حة‪ ،‬ق ود‪ " :‬إ‪0‬‬
‫إ ر ال ش ص "‬ ‫بي‬ ‫خ دقف ز غذ طلخه إال خدث نا جت‪ ،‬مأدقثوا‬

‫‪: “Talha’dan bir hadis dışında size hadis rivâyet ettiğimi‬إكل ‪Şu’be der‬‬
‫”‪işitirseniz beni hapse atın.‬‬

‫(‪ ] ١° ° / v [ ")١ ٠٢٣٢‬حدثتا إبراهي م بن م ح م د بن يمح ى ‪ ،‬ب ز ا ه م ن هم د الل ه‪ ،‬قا ال‪:‬‬

‫ثق ون; ص يئمو ب انحص ئ‪،‬‬ ‫ش مغت المصل بن‬


‫ثتا م خ ث ذ بن إن حاى‪ ،‬قادت م‬
‫قادت قا د شمه‪ " :‬م ن ح دب ك م أثي ش م ع ت م ن غل ي بن بذي م ه ا ال ح د ق ن يكدب وم ’‪٠‬‬

‫‪: “A li b. Bezime’den iki hadis dışında hadis işittiğimi‬لكل ‪Şu’be der‬‬


‫”‪söyleyen kişiye inanmayın.‬‬

‫إلئزا م ح ز ين هم د الثؤ‪ ،‬ق ا ال ‪ :‬ثت ا‬ ‫( ‪[ ") ١٠٢٣٣‬؟‪ ] ١٥٠ /‬خدثث ا إئزا م ز ئق ت خ م ‪،‬‬

‫‪ .‬م ح م د بن إئ ح ا ى‪ ،‬و م ح م ود بن عت ال ن‪ ،‬ثتا قبابه‪ ،‬وأبو ذاؤذ‪ ،‬قا ال‪ :‬ثنا ئ خ ه ‪ ،‬قات‪°٠٠ :‬إم‬
‫مبغ أثوإنخاى ‪ .‬م ن الغ رب إال أهه أفاء "‬
‫”‪Şu’be der ki: “Ebû ishâk, Hâris’ten sadece dört hadis işitmiştir.‬‬

‫(‪ - ) ١ • ٢٣٤‬ل ‪¥‬ا مه‪ ] ١‬خ محا إبراهي م بن ث ح ث د بني ح يى‪ ،‬و|براهي م ئ هم د الثؤ‪ ،‬ق اال‪:‬‬

‫ب ن ح ت حش بن‬
‫ثت ا م ح م د بن إ‪،‬ن ح ا ى ‪ ،‬ثت ا ن حن وئ‪ ،‬ثعا فتاته‪ ،‬عن شعتة‪ ،‬قات‪ " :‬ل م م‬

‫ا م ح ا ر ش غ ئ ؛ الث الثة أش اء ام‬

‫‪Şu’be der ki: “Yahya b. el-Cezzâr, Hz. A li’den sadece dört hadis‬‬
‫”‪işitmiştir.‬‬

‫ن عتد الل ه ‪ ،‬قا ال‪ :‬ثئ ا‬ ‫(‪ 7 [ “) ١٠٢٣٠‬ا م ه ا ] حدثن ا ابناه م يق م خ م د ‪ ،‬ؤإتزا‪،‬ء متإ‬

‫م ح م د بن إ ش خا ق‪ ،‬ثن ا المتثامح ن بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا معتل م‪ ،‬ضر ئ غت ه ‪ ،‬ه ا د ‪ *٠ :‬نأي ت أيا ا ل م ه م‬

‫في تي بس ي ثا ب ت التن ا ئ ي‪ ،‬ؤل ؤأعهنآة إئث ا ذفلغ ا لح دمت متع ي ن ح د قا "‬

‫‪Şu’be der ki: “EbuT-Mühezzim’i Sabit el-Bünânî’nin meclisinde gördüm.‬‬


‫’‪ (kuruş) verecek olsa ona doksan hadis rivâyet edebilirdi/‬ك‪//‬آ ‪Biri ona bir‬‬
Şu’be ‫ء‬. el-Haccâc 455

‫ ثعاحمغئذ بنإبراحمم ىالولد بن‬،‫ ا خأك سد ئ إشثاة‬١‫مم‬/'‫لم‬-) ١ ٢٣٦( ٠

‫الب ح د ئ‬ ‫إل‬ ٠٠ ‫ ق ادت ئل ت لشعبهت‬، ‫ ظ أتقه بن حال د‬، 0 ‫ ظ ث ح ئ د س أبي صفوا‬،‫صسا ل ح‬

" :‫ر غثت ا ن زنت ا خت نا ا لخديث؟ " قاد‬ ‫ و ص عتد آلتيل ث ي‬، ‫عذ ن غ م ا ت ز ئ‬

‫ش خ ث ه ن ا م ح تام‬

Umeyye b. Hâlid der ‫لكا‬: Şu’be’ye: “Hadisleri güzel olmasına rağmen


neden Muhammed el-Arzemî ile Abdulmelik b. Ebî Süleymân’dan hadis
”almıyorsun?” diye sorduğumda: “Ben de bu güzelliklerinden kaçıyorum
dedi.

‫ئ‬£‫ ثت ا >تذلم ن ع ص ا‬،‫ ا ح دك ا علجد س تخثد ب ن أخنت ا لئئرئ‬١ ‫هه‬/‫ وما‬- ) ١ ٠٢٣٧ (

‫ " تا للف ال‬:‫ ئل ت لئعثه‬: ‫ ثق وب‬، ‫ سم ع ت أمثه بن حال د‬:‫ ئ ت‬، ‫؛لقثتي ئ‬ ‫ظ !س أبى‬

‫ " إل ت ن ئ‬: ‫ ث ك‬،" ‫ " د ص‬:‫ قا ت‬،٠٠ ‫ ن مح ئ ئ‬1‫ئأب‬


‫م‬ ‫ر‬ ‫ ثن‬، ^ ١ ‫ث ظ ث ع ذ مح د‬

٠' ‫ ؤئز م ح ق ا لخديث؟‬،‫ص مح د ال نبي‬ ‫ل خدث‬ ‫ ؤ ال‬،‫ص ثخثد تن م حد الثؤ‬ ‫و تخ دث‬

"‫ "ص حشه مح ت‬:‫تال‬


Umeyye b. Hâlid der ki: Şubeye: “Neden Abdulmelik b. Ebî Süleymân
el-Arzemfden hadis rivâyet etmiyorsun?” diye sorduğumda: “Boşver onu”
karşılığını verdi. Ona: “Neden Muhammed b. Ubeydillah’tan hadis rivâyet
edip, hadisleri güzel olan Abdulmelik’ten rivâyette bulunmuyorsun?” diye
sorduğumda: “Ben de bu güzelliğinden kaçıyorum” dedi.

‫ ثت ا أث و ع ال ب عل ي ب ن‬، ‫حدبت ا م ح ث د ب ن إ شحا ى ب ن إبراهي م‬ ‫ ا‬١ ‫ ه م‬/ ‫ ا‬/ ‫ ) " ل‬١ ٠٢ ٣ ٨ (

‫ قادت ت م ن ت بقثه بن‬،‫ محا ن ح م د بن م ح م د بن عبد الؤ ح م ن بن شهم‬،‫م ح م د بن النصر‬

" ‫ " إ؛ل ال ذ وت ش ل ي ث فن ائث؛ي ف أ ممحث‬: ‫ بجو ه‬، ‫ ت م ن غ غ ال‬: ‫ ف و د‬، ‫نيب ي‬

Şube der ‫نظ‬: “Bazen kaçırdığım bir hadisi o kadar düşünüyorum ki


bundan dolayı hasta düşüyorum.”
‫‪456‬‬ ‫‪Şu’be b.el-Haccâc‬‬

‫(‪ “) ١٠٢٣٩‬ل ‪ 7‬ا م م ا ] حدثن ا م ح م د بن إشحا ق ‪ ،‬ثعا أ ح م د بن أبي صالته ‪ ،‬ثت ا عئ ما ن‬

‫شر الهق م ‪ ،‬ق الأ‪ :‬سم ن ت أبا ال ول د ‪ ،‬يم و ل‪ :‬ت م م ت ئعثه‪ ،‬تق و د‪ ١^^■ ٠٠ :‬عن ا لأئزاف‪0‬‬

‫وتهز ال تخديوت ”‬

‫‪Şu’be der ki: “itibar sahibi kişilerden hadis rivayet edin, zira onlar yalan‬‬
‫”‪söylemezler.‬‬

‫(‪ “) ١٠٢٤٠‬ل ب‪ /‬ج م ا ] حدثن ا ش هد بن عثد الثؤ ثن حئ ص ا كئت ر ي‪ ،‬ثن ا ا لخنن بن‬

‫‪ ،‬ى م ح م د بن من صو ر‪ 4‬ح د ب ي ح مزة‪ ،‬ئ ‪3‬ت ئ ‪ 3‬لغ امح قعتة‪ ،‬يؤم \‪ " :‬هيه ! لؤ‬

‫ح د ت ك ز عن‪ ، ^ ^ ١‬ظ ح د م ك ب ص ل الد؛ق ‪'٠‬‬

‫‪Hamza der ki: Bir gün Şu’be bize: “Bakın! Şayet size sadece sika‬‬
‫‪(güvenilir) olanlardan hadis rivâyet edecek olsaydım üç kişiden rivâyette‬‬
‫‪hıı1unma7.dım” dedi.‬‬

‫ئ‬ ‫(‪ ")١٠٢٤١‬ل‪ ] ١٥٦/٧‬ش ن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثت ا م ح م د بن ^‪ ^ ١‬؛ بن‬

‫بمول ‪ ٠٠ :‬جل ن ت أثا وقي س بن ال ب ي ع ‪: ،‬قي‬


‫عقاس ن‪ ،‬ثن ا مزاد أثو نوح‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت غي ة ‪ ،‬أ‬

‫أبو ح م ش ‪ ،‬خ ز ف ق ئ غ أن ا ل م س ج د ‪ ،‬ؤئع علي وعلته ‪'٠‬‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫م ش ج د ‪ ،‬ه ل م يزلأ‪ ،‬م ولت‪:‬‬

‫‪: “Kays b. er-Rabî’ ile birlikte bir mescidde oturduk,‬نط ‪Şu’be der‬‬ ‫‪o kadar‬‬
‫‪çok “Ebû Husayn bize şöyle bildirdi” dedi ki mescidin üzerime ve üzerine‬‬
‫”‪tüğünü zannettim^ .‬‬

‫(‪ “) ١٠٢٤٢‬ل‪ ١٠٦/٧‬ا حدثت ا م ح م د بن حملقي‪ ،‬ثن ا م ح م د بن جعم ر ال د غ ‪ ،‬ثن ا‬

‫ي ت م ح دظ عنده أوبته‬
‫عيس ن‪ ،‬ثن ا هواد أثو ن و ح‪ ،‬قاد‪ :‬ت ب غ ت ق ي أ ‪ ،‬مولت‪ ٠٠ :‬ل ؤ أف‬

‫أ حا دي ت ‪ ،‬ألص ت ت فيه ث الثه ل م أن م ع ه ا *‪٠‬‬

‫‪Şu’be der ki: “Şayet sadece dört hadis bilen bir muhaddisin yanına‬‬
‫”‪gidecek olsam, onda daha önce hiç duymadığım üç hadis bulurdum.‬‬
‫‪. el-Haccâc‬ء ‪Şu’be‬‬ ‫‪457‬‬

‫ن ^‪ ^ £ ١‬ال ف تا ن‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪ ] ١٥٦/٧ [ - ) ١٠٢٤٣‬حدثن ا أ ح ن د ى إئ ح ا ى‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ‬

‫م ص بص يدة‬ ‫ت ل م ه ن قبي ب ‪ ،‬ثن ا ا ل ح س بن ال ول ي د ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬سم ن ت شغته‪ ،‬م و لأ‪٠٠ :‬‬

‫قامم ي إ "‪ ،‬ها ‪ 3‬أث و عند ا ل ر حم ن ت ل م ه‪ :‬يغني ك ز من خ زي ي ‪-‬ص د قت محاثني أ‬

‫”‪: Şu’be’nin: “Kaçırdığım ne çok kaside var‬لكل ‪Haşan b. el-Velîd der‬‬


‫‪ini işittim.‬‬
‫‪Ravi Ebû Abdirralıman Seleme der ki: “Şu’be burada kaçırdığı sağlam‬‬
‫”‪hadisleri kast etmiştir.‬‬

‫(‪ ١٥٦/٧[ - ) ١٠٢٤٤‬ا حدق ا علي س م ح ث د بن أ خ ن ذ الن مرئ‪ ،‬ثن ا سل م بن ع صا‪،£‬‬

‫ثعا ابناه م بن ينقنا^ الرع مزاتي‪ ،‬ظ ‪ :3‬ش ج ن ت أبا غا م م‪ ،‬م ولت‪ :‬ش م ع ت ئغته‪ ،‬م ولأ‪'٠ :‬‬

‫)ن ؛ل ذ ين ثهئلثون ‪ 1‬لح د ي ت غلى ‪ ،^ ٧ ^ ١‬ال ص ح ون "‬

‫”‪ .‬م مآآل‪ 1‬ه ‪Şu’be der ki: “Bineklerine binip hadis öğrenmeye çıkanlar iflah‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٤٠‬؟‪ ] ١٥٦/‬حدث ا م ح ث د س إما مي‪ ،‬ثن ا الهت م بن حل ف‪ ،‬ثن ا أ خ ن د‬

‫ال دؤر ئ‪ ،‬ظ ‪ :3‬ث م ن ت ابن م هد ي‪ ،‬م ولت‪ :‬ه ا د شعبه ” إن ف ذا العلني بممد خ م عن ذكر‬

‫الئؤ‪ ،‬وعن الهث الؤ‪ ،‬وص صل ة او ج م‪ ،‬ئهن أن إل منته ون؟ ا "‬

‫‪Şu’be der ki: “Bu ilim (hadis ilmi) sizleri Allah’ı zikretmekten, namazdan‬‬
‫‪ve akrabalarınızı ziyaretten alıkoyuyor. Bu ilimden geri durmayaeak‬‬
‫”?‪mısınız‬‬

‫(‪ ٦/٧ [ “) ١٠٢٤٦‬ه‪ ١‬ا حدق ا حبي ب بن ا ل ح ش ‪ ،‬وأ ح م د بن إئزايب ا ئاز‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا‬

‫قو‬ ‫ثيب بن أيي ث م ‪ ،‬ثن ا بغث بن حالد‪ ،‬ثت ا س ابه‪ ،‬ه ا د‪ " :‬ذ ظ ق غ ش م حث‪ ،‬قي‬

‫ال ذ ي نا ث فيه زئؤ ت ك ي ‪ ،‬ق ل ق أة‪ :‬ن ا ق ذا ا ل ح زغ يا أبا ب ن طا م إ أبث ر ءأ ‪ 0‬للقم في‬

‫اإل'ن الم موضة‪ ، 1‬مما ‪ :3‬دعتي‪ ،‬هل زددت أثي وء‪1‬ئ ح م‪ 1‬م زأئيث م أ ر ز ائخزي‪-‬غ‪٠٠‬‬

‫‪Şebâbe bildiriyor: öldüğü gün Şu’be’nin yanına girdiğimde onu ağlarken‬‬


‫!‪buldum. Ona: “Ey Ebû Bistâm! ölümden olan bu korkun da ne? Sevin‬‬
‫‪Zira İslam’da iyi bir konuma sahipsin!” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Beni‬‬
‫‪458‬‬ ‫‪Şu’be b. el-Haccâc‬‬

‫‪rahat bırak! Hadis bilmek yerine hamamda kazanı yakan biri olmayı‬‬
‫”!‪isterdim‬‬

‫(‪ ")١ ٠٢٤٧‬ل‪ ] ١٠٦/٧‬حدثت ا م ح م د بن ^‪^£١‬؛‪ ،‬ثت ا أثو عروته‪ ،‬ثت ا ^‪£١‬؟^ بن ت م د‬

‫ا ل جوهري‪ ،‬ثتا أبو ئ ن ‪ ،‬قادت شج ن غ ئعبه‪ ،‬بم ولط‪ ٠* :‬نا فيء أخنفن عندي م ن أن‬
‫ي د خلني الثاث‪ ،‬م ذ ا لخديث "‬

‫‪Şu’be der ki: “Beni cehenneme sokmasından en çok korktuğum şey hadis‬‬
‫”‪ilmidir .‬‬

‫(‪ “) ١٠٢٤٨‬و ‪ ١٠v/v‬أ حدثت ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثت ا أبو أت ا م ه بن عل ي ين تع ي د ‪ ،‬ثن ا‬

‫‪-‬ح ثان ا د ك و ئ‪ ،‬ئ الأ‪ :‬ش م ع ت ق ي ئ ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ئ ه ذ س ثلت ما ن‪ ،‬ث ا ا لب يع ين ر ا ب ع‪ ،‬ث إ ن ق ما ن‬

‫حق أ طص م ت ي م ^ زئت م ش ه"‬


‫م‬
‫قوت‪ " :‬ظ ن‬
‫‪Şu’be der ki: “Âlimlerden tanıdığım her bir kişi mutlaka bu ilmiyle bir‬‬
‫”‪şeyler yemiştir.‬‬

‫(‪ ] ١٥١٧٧[ “) ١٠٢٤٩‬حدبن ا شلي ما ‪ 0‬بن أ ح م د ‪ ،‬ثت ا حفقس بن ع م ‪ ،‬ثت ا مش ل م بن‬

‫ئادت س م ع ت ئ عبه‪ ،‬ثق وب؛ *‪ ٠‬ل و ال النش ا كي ن ت ا ح دن ث‪ ،‬ه إ ر أ ح د ث ^ ‪" ١^،‬‬

‫‪: “Şu miskinler olmasaydı kimseye vaaz vermezdim. Sadece‬نكل ‪Şu’be der‬‬
‫”‪onlara yardım edilsin diye vaaz verip sohbetlerde bulunuyorum.‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٥٠‬؟ ‪ ] ١٥٧/‬حدثت ا ن ق ما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا يئئ ومي‪ ،‬بن إ شحا ى ائئ خ ث ‪£‬ة ‪ ،‬ثنا‬

‫ثق و ن ‪ ٠٠ :‬لؤ ال ح و\دخ؛ي ظ ح دقلأكب‪ ،‬وك\ن ستألى يف ن ئ‬ ‫ع ما‪ ،0‬ئتت ” ى ن ئ عتة‬

‫‪Şu’be der ki: “Bazı ihtiyaçlarım olmasaydı sizlere vaaz vermezdim.” Ravi‬‬
‫”‪: “Şu’be, imkânı zayıf kimsesiz kadınlar için yardım çağrıları yapardı.‬ل ظ ‪der‬‬

‫(‪ ] ١٠٧/'/[ “) ١ ٠٢٠١‬حدت ا ن ح م د بن عل ي‪ ،‬ثئ ا عتدان بن أ ح م د ‪ ،‬قا د ‪ :‬ش ي غ ت‬

‫انح ت ن بن ق ج ا ع ‪ ،‬مولت‪ :‬ت ي غ غ أثا ال ول د ‪ ،‬م ولت؛ ق م ع ت ئ ئ ب ه ‪ ،‬مولت‪ ٠٠ :‬ما رأي ت‬

‫بئوإ;ابث ا ه‪،‬لا;ئزأ ع ي ه آ ذ ؤ؛آل أ حث ظق‪ ،‬ؤأيأ‪.‬عقه ا ن ي‪ .‬ث م حم ث خ ث ق "‬


Şu’be b.el-Haccâc 459

Şu’be der ki: “Bizim şu imamımız gibisini görmüş değilim. Zira ‫ ه‬bana
Kur’ân’ı okumasına rağmen ben ezberleyemiyorum, ben ona hadisleri
okumama rağmen o da bunları ezberleyemiyor.”

‫ ثت ا م ح م د بن‬،‫؟^ ال صمار‬£١^ ‫ ] حدثت ا إبراهي م بن إشحا ئ بن‬١٥٧/‫ [ ؟‬- ) ١٠٢٥٢(

‫ كثا عغد‬:‫ بموت‬،‫ قادت سمع ت أبا داود‬،‫ لأئ ماءل ي‬1 ‫ ثتا م ح م د بن ثرين‬، ‫اشحايى بن ل ن ي ة‬

‫والل ه ق ذ‬ ‫ أئزؤن دللف الجناب؟‬٠' : ‫ سا د‬،‫ يؤما ؤفى ال تي ت ج زاث معلى ثى الثئف ب‬،‫غي ة‬

‫ ما أ و‬٠ ‫ ع ن اقى‬،‫ ع ن غ ئ ء م ال ق و جهة‬، ‫ر ق ر‬ ‫ك ي ف محي ع ن ا ك ك م عن ابن‬


٠٠ ‫ه ال ح دقثك موة‬1‫ وال‬،^^ ٠^ ‫ح د ت ك ز به‬

Ebû Dâvud der ki: Bir gün Şu’be’nin evinde otururken evin tavanına asılı
olan bir torbayı göstererek şöyle dedi: “Şu torbayı görüyor musunuz? ‫ها اآل م‬
içinde Hakem’den, onun da ibn Ebî Leylâ’dan, onun da Hz. A li’den, onun
da Hz. Peygamberden (sallallahu aleyhi vesellem) naklen yazdığım bir hadis var ‫ك ل‬
vallahi onu size aktaracak olsam sevinçten kalkıp oynarsınız.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثئ ا خن زة ال كات ب اخل م د ي‬C‫ ] حدثت ا أبو ع م بن أ ي ال ورد‬١oy/y] - ( (١ ٠٢٥٣

‫' ئزص غ ى اإلخازاث‬٠ :‫ ;ق ول‬،‫ ت ب ث م حث‬:‫ قا د‬،‫ئ أ م توح‬1‫ي‬


‫امحامن ا ل أ و ه ئ ف‬
‫; " ط ل ي ال مب ب‬

Şu’be der ki: “Rivâyetlerde icazet caiz olsaydı ilim için hiç İrimse seyahate
çıkmazdı.”
Şubenin, tâbiûnun imamlarından ve âlimlerinden hadis rivâyet ettiği
kişiler içinden ismi Muhammed olanlar aşağıda zikredilmiştir ‫لكل‬
bunlardan biri de Muhammed b. el-Münkedir’dir.
Takrîb 2455, Takrîb 2820, Takrîb 1851, Takrîb 973, Takrîb 1032, Takrîb
1497, Takrîb 401, Takrîb 1022, Takrîb 2953, Takrîb 369, 2948,
Takrîb 1334, Takrîb 2304, Takrîb 404, Takrîb 1507, Takrîb 2333-a, Takrîb
1285-86, Takrîb 2061-b, Takrîb 4141, Takrîb 779, Takrîb 3136, Takrîb
1901, Takrîb 1926, Takrîb 2854, Takrîb 2092, Takrîb 1000, Takrîb 1001,
1539 ‫ل س‬-a,‫ أ‬Takrîb 37, Takrîb 1245, Takrîb 1421, Takrîb 665, Takrîb
460 Şu’be b. el-Haccâc

3011, Takrîb 3352, Takrîb 1557, Takrîb 1558, Takrîb 2348, Takrîb 2206-a,
Takrîb 1741, Takrîb 398, Takrîb 1110-a, Takrîb 1110-b, Takrîb 1912, Takrîb
1805, Takrîb 547, Takrîb 548, Takrîb 1214, Takrîb 3121, Takrîb 2548,
Takrîb 2549, Takrîb 2550, Takrîb 2544, Takrîb 2545, Takrîb 1422, Takrîb
1423, Takrîb 1424, Takrîb 1425, Takrîb 1425-a, Takrîb 1426, Takrîb, 1427,
‫ل س‬, ‫ أ‬Takrîb 1430, Takrîb 31, Takrîb 32, Takrîb 33,
Takrîb 1428, 1429
Takrîb 34, 22 ‫ل س‬, ‫ أ‬Takrîb 1543, Takrîb 1544, Takrîb 1547, Takrîb 13,
Takrîb 14, Takrîb 17, Takrîb 18, Takrîb 19, Takrîb 20, Takrîb 21, Takrîb
3341, Takrîb 3342, Takrîb 3343, Takrîb 3342-a, Takrîb 3344, Takrîb 3345,
Takrîb 370, 371 ‫ل س‬, ‫أ‬Takrîb 372, Takrîb 373, Takrîb 1165, Takrîb 1166,
Takrîb 1167, Takrîb 1168, Takrîb 1169, Takrîb 1170, Takrîb 844, Takrîb
2147■ Takrîb 845, Takrîb 846, Takrîb 848-850, Takrîb 737, Takrîb 738,
Takrîb 1148, Takrîb 1149, Takrîb 1150, Takrîb 1151, Takrîb 1152, Takrîb
1147, Takrîb 1153, Takrîb 904, Takrîb 905, Takrîb 906, Takrîb 908, Takrîb
907, Takrîb 909, Takrîb 910, Takrîb 912, Takrîb 911, Takrîb 1010, Takrîb
1011, Takrîb 1012, Takrîb 1013, Takrîb 941, Takrîb 942, Takrîb 943, Takrîb
944, Takrîb 945, Takrîb 947, Takrîb 946, Takrîb 1696, Takrîb 1697, Takrîb
948, Takrîb 981, Takrîb 982, Takrîb 983, Takrîb 940, Takrîb 959-a, Takrîb
959-b, Takrîb 952, Takrîb 960, Takrîb 957, Takrîb 977, Takrîb 978, Takrîb
979, Takrîb 1704, Takrîb 1706, Takrîb 1707, 480 ,-4489 ‫ل س‬, ‫ أ‬Takrîb
1291, Takrîb 1292, Takrîb 1293, Takrîb 1294, Takrîb 1274, Takrîb 1450,
Takrîb 1450-a, Takrîb 1451, Takrîb 1452, Takrîb 3283, Tal^b 3280-a,
Takrîb 3280-b, Takrîb 3280-c, Takrîb 3278, Takrîb 3280, Takrîb 3281,
Takrîb 3283, Takrîb 3284, Takrîb 3577, Takrîb 3579, Takrîb 3581, Takrîb
3582, Takrîb 3583, Takrîb 3584, Takrîb 3584-a, Takrîb 3586, 3211 ‫ل س‬, ‫أ‬
Takrîb 3212, Takrîb 3213, Takrîb 3214, Takrîb 3215, Takrîb 3216, Takrîb
3217, Takrîb 3218, Takrîb 3219, Takrîb 3220, Takrîb 3221, Takrîb 3222,
Takrîb 2936, Takrîb 3130, Takrîb 3131, Takrîb 707, Takrîb 3923, Takrîb
161, Takrîb 814, Takrfo 1378, Takrîb 2593, Takrîb 4092, Takrîb 1592-a,
Takrîb 1308, Takrîb 4362, Takrîb 205, Takrîb 4079, Takrîb 4151, Takrîb
3 7 5 ^ 1879 ‫ة‬ ‫ص‬4111, ‫لآ س‬, Takrîb 1122 ٠
M is’a rb .K id â m 461

Rivayetinde tek kaldığı hadislerinden bazıları da şöyledir:


Takrîb 2627, Takrîb 4308, Takrîb 381, Takrîb 2572, Takrîb 4134, Takrîb
‫لل‬
4122, Takrîb 4152, Takrîb 537, Takrîb 6 3 , Takrîb 3037, Takrîb 1276,
T^îb3806,. Takrîb 1842-a, Takrîb 3101, Takrîb 2585

Mis’ar b. Kidâm

Onlardan biri de Ebû Seleme Mis’ar b. Kidâm’dır. Âlimlere değer


veren, ashâbm yolunu takip eden, vaktinin çoğunu iffetli kişilerle geçiren,
dilini kötü sözlerden koruyan, ö^itlerde bulunup çekişmelerden uzak
duran, samimi bir şekilde hakkı tavsiye eden, Rabbine ibadette de çokça
çaba ve gayret sarf eden biridir.

‫ ثن ا إبراهي م بن م ح م د‬:‫ محا ال‬،‫ وأبو م خ ث د بن حيا ن‬،‫ ] حدثن ا أ ي‬٢ ٠،\/v] -( (١ ٠٤٨٩

‫ ها د‬،‫ عن مشعر‬،‫ ثت ا ن م ا ن بن عتثثه‬،‫ ثن ا تع ي د بن عثد ال ؤ ح م ن ا ل م جزوم ي‬، ‫بن ا ل ح ت ن‬

٠٠ ‫ و كا ن م ش م م ن معا د ن الص د ق‬٠٠ : ‫غثيا ن‬

Süfyân der ki: “Mis’ar doğruluğun madeni gibiydi.”

‫ ثن ا عئد الل ه بن م ح م د بن‬،‫ ] حدثتا عئد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‬٢٠٩/'/[ - ) ١٠٤٩٠(

:‫ " ت ذ أ ك د ت ذ زأثث؟ قا ت‬:‫ مح ل لقيان ت ن ء ل آ‬:‫ قا ت‬، ‫ ظ أبو ت م ا ق ه ئ‬،‫نا جة‬

" ‫ ء و ئ وة‬:‫ث؟ ق ا ت‬:‫ تذ أ م ح ث تذ زأ‬: ‫ زمح د ي م‬،‫مبت‬

Ebû Ma’mer el-Katî’î der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye: “Karşılaştığın en


üstün kişi kimdi?” diye sorulunca: “Mis’aı•” dedi. Mis’ar’a da: “Karşılaştığın
en üstün ‫ ل§نظ‬kimdi?” diye sorulunca: “Amr b. Murre” dedi,

‫ ثن ا ابن‬، ‫ ثن ا أثو انحريش امحالم غ‬، ‫ ] حدق ا عتد الئؤ ن م خ ث د‬y*،\ / y[ ")١٠٤٩١(

"‫م‬ ‫ " ظ تأث ث أ م ح و م ذ‬: ‫ قا د‬،‫ ئ ن فا ذ ئ محنه‬،‫ا ل ظ ر ئ‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Mis’ar’dan daha üstün birini görmüş değilim.”
‫‪462‬‬ ‫‪Mis’arb.Kidâm‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٤٩٢‬؟‪ ] ٢٠٩/‬حدثت ا مه د الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا متئ ح س حا م ‪ ، ^ ^ ١‬ثن ا‬

‫ئص ز بن عل ي‪ ،‬ثن ا شقتان بن م حثة‪ ،‬عن هش ا م‪ ،‬ئا د ‪ ٠٠ :‬نا رأيتبا ثكوثة أ م ح ل م ن م ن م‬

‫”‪: “Kûfe’de Mis’ar’dan daha üstün birini görmüş değilim.‬لكل ‪Hişâm der‬‬

‫حدثن ا أبو أخن ت ث خ ئ ذ ئ أ خ ئ ذ ا كؤقل ال ي ث اثوري‪ ،‬ثت ا‬ ‫(‪ [ “) ١٠٤٩٣‬؟‪] ٢٠٩/‬‬

‫م ح م د بن م ح م د ا ل ح واري‪ ،‬ظ أبو م ح م د ورثاء بن شه ل ثن س جنه الكش‪،‬لي‪ ،‬ثط حال‪،‬ل ن‬

‫ئي‪ ،‬ظ ئئ؛ا ذ بن محثة‪ ،‬ئ ‪ ٠٠ :3‬ظ ل م ت أ‪-‬ح دا أنصله غ زص ن م '‪٠‬‬

‫‪: “Mis’ar’a tercih edebileceğim biriyle karşılaşmış‬ثكل ‪Süfyân b. Uyeyne der‬‬


‫”‪değilim.‬‬

‫(‪ ")١٠٤٩٤‬ل ما ‪ /‬ما آ ] حدبت ا ث خث ت بن جعف ر ‪ ،^ ^ ^ ١‬ال ثئ ك د ر‪ ،‬ثت ا أخن ت بن‬

‫جر‪ ،‬قئولت؛ ه ا ‪ 3‬الغث ما ن بمي اثن‬


‫ا ل ح س ن ا ال تحا ري‪ ،‬ثن ا ن ح م د بن غا م ‪ ،‬هات‪ :‬ش م ع ت أ ن‬

‫ي ح وا؟ ق ل ق ‪ :‬ش ء ق ا ت‪ :‬أن ا ه ث‬ ‫مه د ا ل ث م‪ ،‬قاد ل ي ن ف ا ذ ئ عث ة‪ " :‬فد نج ث‬

‫إل ئل ق أ ب د ا ه ف ئ الاا‬

‫‪N u’mân b. Abdisselâm der ki: Süfyân b. Uyeyne bana: “Mis’ar’la‬‬


‫‪karşılaştın mı?” diye sordu. “Tabi ki” karşılığını verdiğimde: “Onun gibi de‬‬
‫‪değerli birini görecek değilsin” dedi,‬‬

‫(‪ ] ٢١ ، / v [ ")١٠٤٩٥‬ثن ا ت ح ث ذ بن ا ل ح ت ن بن ث ح ئ د بن أبي الح ي ن الك وفي‪ ،‬ثن ا‬

‫م ح ئ د بن ال حس ن ثن ح م ي د بن ا مي ع ‪ ،‬ثن ا ا لخثاسى بن يزيد‪ ،‬د ا ‪ : 3‬ش م ع ت ن ميا ن ثن‬

‫ب ولأ‪ :‬ثط أبو ‪،‬ث ل م ه‪'٠ ،‬‬


‫عيس ه‪ ،‬وذ و ب‪،‬ثغائ‪ ،‬مق ا ‪3‬ت أ ح مونى عن ءثهيا ن ‪ ٤^ ^ ١‬ح ي ث م‬

‫كا ذ ينت حي أن م و د‪ :‬خ ا؛ثنا م ن م ‪ ،‬نا نأى م ئ د م ن ت ر ئط‪٠٠‬‬

‫‪Abbâs b. Yezîd der ki: Süfyân b. Uyeyne, Mis’ar’ı zikredip şöyle dedi:‬‬
‫‪“Bana Süfyân es-Sevrî’den bahsedin. Zira Mis’ar demeye utanır, bunun‬‬
‫‪yedine onu künyesiyle zikredip «Ebû Seleme bize şöyle bildirdi» derdi. Oysa‬‬
‫”‪Mis’aı: gibisini görmüş değildir.‬‬
‫‪. K idâtn‬ء ‪M is’a r‬‬ ‫‪463‬‬

‫س د بق يئم وث‪ ،‬ثنا‬ ‫(‪ -) ١٠٤٩٦‬ل ‪¥‬ام ‪ ] ٢١‬حدبتا ا لخنن بن ن ح ق د بن عيي‪ ،‬ثنا‬
‫اليذتد ئ نئ اب'ين‪ ،‬ظ إتزا م ز ئ أثوت‪ ،‬ى ا م ح ت ا ذ ى غتد ا ل غ الم‪ ،‬قات‪ :‬قاد ت ن ا د‬

‫م شم؛‬ ‫ظ "‪،‬‬ ‫جت ي رت ا قي‬


‫ب‬ ‫ا و دئ ‪ " :‬ت أ‬

‫‪: “Benim zamanımda onun (Miş’ar’ın) benzeri‬لكل ‪Süfyân es-Sevrî der‬‬


‫”‪yoktu.‬‬

‫(‪ “) ١٠٤٩٧‬و ال ‪ ] ٢ ١ ٠/‬حدت ا أبو ن ح م د بن■ح ثان‪ ،‬ثن ا أثو ال قإث ب أ ح م د ن رؤح‪ ،‬ثن ا‬

‫الحس ي ن بن م ن ل م ‪ ،‬ئ ا أ خن ت بن ذاؤئ ا ل ح راتي‪ ،‬قا ت‪ :‬ش م ع ت م صع ب ن ا ل م ئ دا م ‪ ،‬ثقولث ‪:‬‬

‫ش ث القؤيء؛ت‬ ‫قا ‪3‬‬ ‫‪ .‬ي ‪ ،٢^ ١‬ؤ<ث مت ا ن ‪ ^ ^ ١‬سم ت يقيؤ وغ ظ‬ ‫نأيت؛ق ئ‬

‫ن ز‪ ،‬وا ج م به أ غد الق ن اع "‬


‫م ن م ئ ك ذا ؛ ؟ قا د ‪ " :‬ح‬ ‫ثا نق و د ال م ‪،‬‬

‫‪Mus’ab b. ei-Mikdâm der ki: Rüyamda Hz. Peygamber’i‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi‬‬

‫)‪vesellem‬‬ ‫‪gördüm. Süfyân es-Sevrî elinden tutmuştu ve birlikte tavaf‬‬


‫‪ediyorlardı. Bir ara Süfyân ona: “Ey Allah’ın Resûlüü Mis’ar b. Kidâm öldü‬‬
‫‪mü?” diye sorunca, Resûlullah‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi vesellem):‬‬ ‫‪“Evet, sema ahalisi de onun‬‬
‫‪gelişine çok sevindiler” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ - ) ١٠٤٩٨‬ل ما‪ /‬ما إل ا حدق ا أبو عل ع ن ح م د س أ ح ن ذ ب ن ا ل ح ث ن ‪ ،‬ق ا م ح م د بن‬

‫عق ما ن بن أمي في ئ‪ ،‬ثئ ا ط ن ئ بن ‪-‬يثا ذة‪ ،‬ها لط ؛ ن بع ت حق م ن بن غيا ث ‪ ،‬مولت ‪ :‬ش م ع ت‬

‫ي مولأ‪ ٠' :‬نا هدم عل قا م ن أه ل ا لخناق أ ح د أيص ل من ذاك الق ح ساتي‬ ‫هث ا م بن‬

‫‪ ^ ١‬شعر‪ ، ٠٠‬ثئ ا أ خت ن ثن جع فر بن ط م ‪ ،‬ثنا أ خ ن ذ بن علي ا ي م ار‪ ،‬ثن ا‬


‫ايوت‪ ،‬وداك‪^ ١‬‬

‫ا ل عث ك‪ ،‬ثن ا ابن م حثئ‪ ،‬ثت ا يث ا ر بن عروه‪ ،‬مغلة‬

‫‪Hişâm b. Urve der ki: “İrak ahalisi içinden yammıza, deri tüccarı‬‬
‫‪ Mis’ar’dan daha‬س‪ 1‬ه )‪(Sahtiyânî) olan Ey^ib ile başı büyük biri (Ruvâsî‬‬
‫”‪üstün biri gelmiş değildir.‬‬
‫‪Başka bir kanaldan aymsı rivâyet edilmiştir.‬‬
464 Mis’ar b. Kidâm

‫ ثنا إشحا ق بن عبد الل ه بن‬،‫ ] حدثن ا م خ ث د بن علي بن حتئش‬٢١ •/‫ [؟‬-) ١ ٠٤٩٩(

‫ م ن‬،‫ يا أثا ي وئق ن‬: ‫ ئ ك‬،‫' سأل ت يغل ى بن عبيد‬٠ :‫ قات‬، ‫ ثن ا إ ت خا ق بن الص ن ف‬، ‫ش ه‬

‫ء ! أذ زك ث‬ ٤١^ :‫ ثققا<ة ثل ث‬:‫ ظت‬،! ‫جأ ذ ب ى م ذ أ م ز;ايل ث؟ ق ت أئتء ق ث ه ن‬

،‫ وشد خ ن ن عنه م نئ يا ن‬،‫ وعبد الل ه بن أيي ئلت ما ن‬،‫ وم وس ى ا ل ج هني‬،‫م خ م ذ بن ئ وئ‬

، 1‫ت ظ ثني ! |ن <ئ مثا ن *ى ن قذ ج م غ ورع‬3 ‫ هق ا‬، \ ‫ ن ! نحث س و" كا ن ه اث م‬1‫ شئث‬: ‫ؤأم و ل‬

٠٠‫ م ن م‬:‫ ق ات‬،‫ ئ أ م ن؟ فن ا ولني يده زقا ؛‬:‫ ئ ك‬C‫وع ل ما‬

ishâk b. es-Sayf der ki: Ya’lâ b. Ubeyd’e: “Ey Ebû Yûsuf! Zamanının (en
”üstün) insanlarından kime yetiştin? Zira pek çok dişiyi görmüş olm asın
dediğimde: “Süfyân (es-Sevrî)” karşılığını verdi. “Sübhânallah! Muhammed
b. Sûka, Musa el-Cühenîj Abdullah b. Ebî Süleymân’a yetiştin. Süfyân da
”?onlardan rivayetlerde bulunmuştur. Buna rağmen Süfyân mı diyorsun
dediğimde, ayakta olan Ya’lâ oturdu ve: “Evladım! Süfyân vera (günah
”?korkusu) ile ilmi kendinde bir araya getirmiştir” dedi. Ona: “Sonra kim
:diye sorduğumda kaldırmam için elini bana uzattı. Kalktıktan sonra da
Mis’ar” dedi“.

‫ ثت ا‬،‫ ث ا أ ح ئ ذ ن الث اي م بن من اور‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا م ح ئ د س عل ي‬٢١٧٧ [ ")١٠٥٠٠(

‫ إن ل م‬٠٠ ‫ هأا ل ا لخنن بن ع ماره‬: ‫بمول‬


‫ أ‬، ‫ت ش م ع ت أبا تع ي د انح د ر ي‬،‫ هال‬،‫عبتد بن جن اب‬

" ‫يد ح ل ا ل جقه ؛ ال م ث ل م ن م بن ك دا م إ ة أ غد ا لمب ة ق ي د‬

Haşan b. Umâra der ki: “Şayet cennete sadece Mis’ar b. Kidâm gibileri
girecek olsa cennet ahalisi çok az olacaktır.”

:‫ ق ا ال‬، ‫ وأبوأخن ت م ح ئ د ن م ح ئ د‬، ‫ ] حدبت ا ا و ه م ث ذ مه د الله‬٢١١/ v ‫)" و‬١٠٥٠١(

‫ مع ن بن‬،‫ هال‬: ‫ هات‬، ‫ تحا شقا ن‬،‫ ثعا م ح م د بن الصثا ح‬، ‫حدق ا م خ ئ د س إن حا ق ال ث ؤا غ‬

٠٠ ‫ هز أ م ح ث مته ث ل بثلث‬: ‫ إ ال هل ت‬، ‫ " نا نأي ت مشعرا ثي ثؤم‬:‫عتد ال ؤ ح م ن‬

Ma’n b. Abdirrahman der ki: “Mis’ar’ı ne zaman görsem mutlaka onu bir
önceki günden daha iyi bulurdum.”
‫‪Mis’ar b. Kidâm‬‬ ‫‪465‬‬

‫(‪ ] ٢ ١ ٧ ٧ [ - ) ١٠٥٠٢‬حدثن ا عتذ الثؤ بن م ح م د بن جعمر‪ ،‬ثن ا م ح م د بن صالح بن‬

‫نز ج ‪ ،‬تحا ئ خ ث ذ ئ غ م الن جي اق بمم غ‪ ،‬تحا ا‪:‬تن م حثه‪ ،‬قا د ‪ " :‬نثا ت ا ث م ن و ئ‬

‫^ '‪٠‬‬ ‫ك د م زأتث 'كأن ا نماي؛خ‪ ،‬وال ‪ £‬ث ج قد ط ف ئ ث ‪ ،‬قا ‪ 3‬ثمحا<ة‪ :‬وهز ن ز ت‪١‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Mis’ar b. Kidâm vefat ettiği zaman rüyamda‬‬
‫‪sönen lamba ve ışıklar gördüm. Âlimlerin ölümü de bu şekilde olsa‬‬
‫”‪gerektir.‬‬

‫(‪ ] ٢ ١ ٧ ٧ [ - ) ١٠٥٠٣‬ح دق ا مه د الثؤ س م ح م د ب ن ال حج ا ج‪ ،‬ثت ا ال ول ي د بن أتا ن‪ ،‬ثن ا‬

‫م ح م ذ بن إشتا ى ال صاع ا ئ ‪ ،‬ثن ا ح س ن الج غم ي‪ ،‬قادت ش م ع ت ابن عس ه‪ ،‬تقولت ‪" :‬‬

‫ا ل أئ م محي نش جت ادك وقة قد ش ف ت ‪ ،‬ئن ا ث م ش م ز حم ة‬ ‫قنا دي ل ا ل م ن ج د‬ ‫رأيت * كا ن‬

‫■ه "‬

‫‪ibn Uyeyne der ki: “Rüyamda Kûfe’nin büyük mescidinin kandillerinin‬‬


‫‪söndüğünü gördüm,‬‬ ‫”‪o günü de Mis’ar vefat etti.‬‬
‫(‪٢ ١١/ v [ - ) ١٠٥٠٤‬ء حدت ا أ خ ن د بن جعمر بن ت ل م ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن علي ا البار‪ ،‬ثن ا‬

‫إبراهي م بن تع يد‪ ،‬قا د ‪ :‬من ج غ ت غ متان ‪ ،‬ثأمول‪ " :‬كان وا ينؤن أن م ش ما إ و أدرك أ ص حا ب‬

‫غثداش ل ث د ذ ه باا‬

‫‪Süfyân‬‬ ‫‪der‬‬ ‫‪ki:‬‬ ‫‪“Mis’ar’ın,‬‬ ‫‪Abdullah’ın‬‬ ‫‪öğrencilerine‬‬ ‫‪yetişmesi‬‬


‫”‪durumunda onlardan biri sayılacağım düşünürlerdi.‬‬

‫(‪ ^٢١١/^^^ - ) ١٠٥٠٥‬حدق ا أيو أ خن ت ئ خ ئ د ى أ خ ن ذ ‪ ،‬ثن ا أبو الق ا س م التعو ي‪،‬‬

‫ص ي ائ أي ئ ي=‬ ‫م‪ ،‬ئ م ح اذ‪ ،‬غذ أي ز م م ح ي ‪ ،‬قاد؛‬ ‫ما ل‬ ‫خ أ ش ائذ‬

‫أ ذ م ‪ :‬ن ى بن قس‪ ، ^ ^ ١‬ز'ن م حئ‬ ‫ر‬ ‫‪ ٣‬أ ئ‪ ،‬ه ‪ :3‬ئ ك ‪ :‬ي ف خ‬ ‫أ م ح ال‬ ‫"‬
‫بن آيوث‪ ،‬ن ظ ف ن بن حؤش ب ‪ ،‬وم ت ر بن ك دا م "‪ ،‬ثن ا ابناه م بن عئدء الل ه‪ ،‬ث إ م ح م د ئ ذ‬

‫بمول ; ثن ا ي ح ش‪ ،‬ثن ا ن متا ن بن عس ه‪ ،‬ض‬


‫إ ن خا ق‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت العيس ن بن م ح م د ‪ ،‬أ‬

‫‪ 1‬ل م ا ح ‪ ،‬قا ‪3‬ت قا ‪3‬ت ث ت أمحص ن ف ظب؛ن ا أريع ‪ ،‬ئ ذ و مئنه‬


‫‪466‬‬ ‫‪Mis’ar b.Kidâm,‬‬

‫‪Ebû Vekî’ ei-Cerrâh der ki: ibn Ebî Süleym bana: “En hayırlı gençlerimiz‬‬
‫‪dörttür” deyince, ona: “Ben söyleyeyim sen say! Bunlar Amr b. Kays el-‬‬
‫”‪Mulâî, Muğîre b. Eyyûb, Halef b. Havşeb ve Mis’ar b. Kidâm’dır‬‬
‫‪karşılığını verdim.‬‬
‫‪Başka bir kanalla ise Cerrâh bunu şöyle nakleder: “ibn Ebî Süleym bana:‬‬
‫‪“Keşke en hayırlı dört gencimizi bilsek” deyince...” Sonrasında ravi aymsım‬‬
‫‪aktarır.‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٥٠٦‬؟‪ ] ٢١١/‬حدث ا عل ي بن أ ح م ذ بن أيي عث ا ن‪ ،‬ثئ ا جعث ر بن م ح م د‬

‫ق اال‪ :‬ثن ا ئ ن بن‬ ‫الغثت ا بور ي‪ .‬ح زثغ ا أثو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثن ا أبو حام د‬

‫ن م مر ك ذا ‪ £‬وكأئه على‬ ‫م‬ ‫^‪ ،^ ١‬ه اد ‪ :‬شين ت حف ع ن بن عتد الؤ ح م ن‪ ،‬مولت‪ ٠٠ ■.‬نأي ت‬
‫‪١١‬‬ ‫‪•1‬‬
‫م ‪ ٠ ٠‬م|‬
‫مل آ ه ‪ ' ،‬ء‬

‫‪Hafs b. Abdirrahman der ki: “Mis’ar b. Kidâm’ı gördüğümde sanki‬‬


‫”‪cehennemin kenarında duruyor gibiydi.‬‬

‫بش‪ ، ^ ^ ^ ١‬ئتا ممح ئ د بن‬


‫(‪ ] m /v [ ")١٠٥٠٧‬حدثنا إبراهي م بن مح ث د بن م‬

‫إ«ئخا ق ال ث ؤا ج ‪ ،‬ظ ‪3‬ت سمع ت أبا تثا ر‪ ،‬ثئولت ‪ :‬ت م ن ت أ خ ن ذ بن ي ون س ‪ ،‬مولت‪ ٠٠ :‬رأي ت‬

‫م ش م س كذا ^ زلت ت ح ا ذه عغل ين ه "‬

‫‪: “Mis’ar b. Kidâm’ı gördüm, çok büyük bir‬لكل ‪Ahmed b. Yûnus der‬‬
‫” ‪seccadesi vardı.‬‬

‫(‪ ] ٢١٢/'/[ - ) ١٠٥٠٨‬حدثتا عبد الل ه بن م ح م د بن جعمر‪ ،‬قات‪ :‬قزأت ع ر أ ي بكر‬

‫بن ثك زم ح دب ك م ن غ ر ف بن شع ي د الواسعل ي‪ ،‬ثن ا خ س بن ي خ ى بن اد؛‪ ،‬غ ذ أبيه‪ ،‬قا ت‪:‬‬

‫هق ا‪ ،3‬ثة‪ :‬لن؛ ث ج رغ؟‬ ‫‪ '٠‬ن ى ح ضن ت بنغئ؛ ائز‪،‬ة نلح د عنه ئق؛ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬بن ج د ة‬

‫ث والل‪ 4‬ل و د د ت أش ن ث ال شآعه‪ 4‬ه ما ‪ 3‬م ن م ‪ :‬أمحع د ون ى ‪ ،‬ظع‪ 1‬د ■عثته ئئ؛ا ن ‪1‬ل ك ال م‪ ،‬ه ما ‪3‬ت‬

‫‪ ٠^ ١‬ا‪1‬ا ^‪^ ١‬ب عمن ك ي ئق؛ان‪ ،‬؟ ك ر ؤ\لل ه لكآثى ظى ثأهق ج ثد‪ ،‬ال أدري أين أهبط‪،‬‬

‫وقى ن ق ان‪ ،‬ص ا‪3‬إ‪ :‬أئث أخنفن ه ء مئي "‬


Mis’ar b. Kidâm 467

Yahya b. Âdem der ‫ل ط‬: - Mis’ar ölüm döşeğine düşünce yanına Süfyân es
?Sevrî girdi. Mis’ar’ı endişeli bulunca da: “Neden endişeleniyorsun ki
:Vallahi ben şu an ölmeyi temenni ederdim” dedi. Mis’ar yanındakilere
Beni oturtun” deyince ona oturttular. Süfyân ona aynı sözleri tekrarlayınca“
Mis’ar şöyle karşılık verdi: “Ey Süfyân! o zaman sen amellerine
güveniyorsun demektir. Allah’a yemin olsun ben ise kendimi bir dağın
zirvesinde görüyorum ve nereye düşeceğimi de bilmiyorum.” Bunun üzerine
Süfyân ağlamaya başladı ve: “Senin Allah’tan olan korkun benimkinden
daha fazla” dedi,

‫ ثن ا م ح م د بن الل ي ث‬،‫ء حدق ا عتد الئؤ بن م ح م د بن جعق ر‬٢ ١٢/ v ‫ )“ ت‬١٠٥٠٩(

‫ " ت أ ك شعثه‬:‫ تئأو ل‬،٤١^ ^ ١ ‫ ش م ع ت أبا عتثدة‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ئ خئ ت بن ئ ح ا ع‬،‫ا ل ج وه ر ي‬

'‫ش‬ ‫ض ز‬ ‫م عون عند‬ ‫ذف ع ن د ؛ ئ ذ ت ي ث م ت د‬ ■3 ^ ،‫عن مشعر‬

Ebû Ubeyde el-Hazzâ der ki: Şu’be’ye Mis’ar’ı sorduğumda: “Basralıların


.yanında ibn Avn ne ise, Kümelilerin yanında Mis’ar da öyledir” dedi

c‫ ^ بن ن ح م د بن ا لخثن‬١^ ‫ ثن ا‬C‫حدثن ا عثذ الل ه بن م ح م د‬ ")١٠٥١٠(

‫ قا نت ثل ث‬،‫ إن م ت را يئ ك في ح ديثه‬٠٠ :‫ قاوئا ل لأع م ش‬: 3 ‫ ئ‬،‫ ثت ا نئ؛ا ن‬،‫ثت ا عبد ا لجمار‬

٠٠ ‫ت ش م* محقين غيرؤ‬

Süfyân der ki: A ’meş’e: “Mis’ar senin hadislere şüpheyle yaklaşıyor”


denilince: “Mis’ar’ın şüphesi başkasının yakini gibidir” karşılığı verdi.

:‫ ئ الأ‬، ‫ ثن ا ئ ح ئ ذ بن قارن‬، ‫ ] حدق ا ا لخنس بن م ح ئ د بن عل ي‬٢ ١ ٧ ٧ [ - ) ١٠٠١١(

" ‫ي م أ خ ي إلي م نثم ي ن عتره‬ ‫ ف ك‬٠٠ :‫ ها د شعتة‬: ‫ مولت‬،‫سمع ت أثا خ ا ي م الرازي‬

Şube der ki: “Mis’ar’ın şüphesi benim için başkasının yakîninden daha
iyidir .”

‫ ق ا م ح م د ثن عت ما ن بن‬،،^ * ^ ١ ‫ حدق ا م ح م ذ بن أ خن ت بن‬٤٢١٢/ v ‫ )“ ت‬١٠٠١٢(

‫ هش ا م‬:‫ي ت‬
‫ " آيه م ا أف‬:‫ ئ ك لث ح تى بن تع ي د المعلما ن‬: ‫ قا د‬، ‫ ثغ ا عل ي مر ال ن دين ي‬،‫أ ي فتته‬

" ‫ ء ذ بم ئ م ئ كدام مح ث ا م‬:‫ أؤ بمث و ئ كدم؟ قاد‬،‫ا لأتثزا إل‬


4‫ة ة‬ Mis’ar b. Kidâm

- A li b. el-Medînî der ki: Yahya b. Saîd’e: “Hadis konusunda Hişâm ed


Destuvâî mi yoksa Mis’ar b. Kidâm mı daha güvenilirdir?” diye
sorduğumda: “Bu konuda Mis’ar b. Kidâm insanlar içinde en güvenilir
kişiydi” dedi,

‫ ثن ا‬،‫س ي ح تى ب ن تئذة‬° ‫ ثن ا م ح ث ذ‬،‫ ] حدثت ا أثو م خ ث د س حقا ن‬y>y/v [ “) ١ ٠٠١٣(

" ‫ص فت‬ ١^ ‫ء نثئي‬ " :‫ قات‬،‫ط ال م تذ ذاؤذ‬ ‫ ى‬،‫ت م ئ غئ‬

Abdullah b. Dâvud der ki: “(Hatası az‫ ر‬ezberi güçlü olduğu için) Mis’ar’a
Mushaf» derdik«.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا عل ي بن إشحامح أ ا ل ما ذراثي‬، ‫ ] حدثن ا ا نمس ن بن ت خ م‬y>y/v [ - ) ١ ٠٥١٤(

:‫ قا د قيئ‬:‫ ق ا ت‬،‫ ئ ج ذ الثؤ ئ ذازذ‬، ‫ط ئ م حد ا ي م‬ ‫ ظ ش‬،‫م هم‬ ‫نخثد ئ‬

" ‫’ كثا س م ي م نم را ا ل م ه ب ح ف ن‬٠

Şu’be der ki: “(Hatası ‫» ر مم؛‬ezberi güçlü olduğu için) Mis’ar’a «Mushaf
derdik.”

‫ ثن ا ا لخشن بن علي بن ركريا‬، ‫ ] حدثن ا ا ل ح س ن بن م ح م د‬٢١٣/‫ [ ؟‬- ) ١٠٠١٥(

‫ ئن ا‬،‫ " هد م ت ائخ وقق‬:‫ ها د‬،‫ ثن ا يريد بن ه ارون‬،‫ ظ ئ ح ث ذ ن ي حش ا لأردي‬، ^ ^ ١

٠٠ ‫ وشروكا‬C‫ م شم؛‬:‫ إ ال ن ا لحال‬،‫رأيت به ا أ ح دا ال يدلس‬

Yezîd b. Hârun der ki: “Kûfe’de Mis’ar ve Şerîk dışında tedlîs yapmayan
b ^ a kimse göremedim.”

‫ ثن ا‬،‫ أ ح م ي مروان الرازي‬،‫ ] حدثت ا مه د الل ه بن م ح م د بن جعفر‬٢١^ ٧ [ “) ١٠٥١٦(

،‫ ت م غ غ شتا ن ث ذ م حق‬:‫ ;غ و ل‬، ‫م‬ ‫ن م الث‬ ‫م نت أبا‬ ‫ ث‬:‫ة د‬ ، ‫ئ ت ي ئ ان‬ ‫مح خثذ‬
" ‫سى ذئاؤة‬3‫' ال قد‬٠ :‫ مولط‬،‫ ش ج ن ت بنغئ؛‬:‫ثئ و لأ‬

Mis’ar der ki: “Tedlîs yapmak alçaklıktır.”


‫‪Mis’ar b.Kidâm‬‬ ‫‪469‬‬

‫(‪ - ) ١٠٥١٧‬ل ‪٢١٣/٧‬ء حدبن ا ا نم تث ن ئ ذ م خ ث د ‪ ،‬ثن ا إبراهي م بن ن خ ث د بن إبزا م م‬

‫ائتزار‪ ،‬ثن ا عل ي بن من ل م العلوسمئ ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬سم ن ت عتذ الل ه بن ذاؤذ‪ ،‬تئأو ل ‪ :‬ش م ع ت ش متا ن‬

‫^‪ ١‬قي ئ ئ؛ أ ي بن وم "‬ ‫ما ه ي‪ ،‬مم و ل‪ ör " :‬إذا ‪١‬‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “(Hadisle ilgili) bir konuda ihtilafa düştüğümüz‬‬
‫”‪zaman Mis’ar’a başvururduk.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٠٥١٨‬؟ ‪ ] ٢١٣/‬حدثن ا عثد الل ه س م ح م د بن ا ل ح جا ج ‪ ،‬ثن ا عتد الئ‪-‬خنتي بن‬

‫أيي حات م ‪ ،‬ح دثن ي أيي‪ ،‬ثت ا ئلت ما ن بن عتد ا لجمار‪ ،‬قات‪ :‬س م ع ت عتد الثؤ بن داود‬

‫ئ"‬ ‫ت?‬
‫ير‬‫س‪ ،‬؛‪ : ٥١‬ئ□ ئئ؛ ا ذ ا مه ي ; "•‪٤١ ١٤‬؛ ‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬ي ئتي؛ تأك ح‬ ‫)ن‬

‫‪Süfyân es-Sevrî der ki: “(Hadisle ilgili) bir konuda ihtilafa düştüğümüz‬‬
‫”‪zaman doğrusunu Mis’ar’a sorardık.‬‬

‫(‪ - ) ١٠٥١٩‬ل ‪ ٢١٣/٧‬ا حدثن ا ال خ ت ن بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا عل ي ئ ذ إ ت خا ق‪ ،‬ثئ ا م ح م د بن‬

‫بوت ‪ :‬ش م ع ت ابن داؤد ‪ ،‬يأمول ‪" ٠٠ :‬كئ هد‬


‫ا ل ح شتن‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت أبا ع ا صم الت صر ي‪ ،‬م‬

‫س ر '‪٠‬‬ ‫أ م قي ح ديثه محن‬

‫”‪ibn Dâvud der ki: “Mis’ar dışında herkes hadislerinde hatalar yapardı.‬‬

‫(‪ - ) ١٠٥٢٠‬ت ‪ ] ٢ ١Y*/v‬ظ ‪ : 3‬وش م ع ت ن ميا ن ‪ ،‬يئأو ل‪ ٠٠ :‬كثا ادا ا حت لمن ا فى ف ئء تأ قا‬

‫ص ه ج وا "‬

‫‪Süfyân der ki: “(Hadisle ilgili) bir konuda ihtilafa düştüğümüz zaman‬‬
‫”‪doğrusunu Mis’ar’a sorardık.‬‬

‫(‪ ٢١٣/٧ [ - ) ١ ٠٥٢١‬ا حدثن ا عتد الثؤ بن م ح م د بن ا ل ح جا ج‪ ،‬ثت ا أ خ ئ د بن إئزاي ب‬

‫بن صالح ‪ .‬ح وثن ا ا ن غ ت ن ن س م ح م د‪ ،‬ثن ا ع م و شر م ح ئ د ال ئ ن ش ار‪ ،‬قا ال‪ :‬ثئ ا م ح م د س‬

‫ي ونس‪ ،‬محات‪ :‬ش م ع ت عند الثؤ بن ذاود‪ ،‬يأمول ‪” ٠٠ :‬كا ن أ صحاي ا يه ابون مشعرا "كه س ه أ‬

‫ا م ح قن''‬

‫‪Abdullah b. Dâvûd der ki: “Arkadaşlarımız, A ’meş’e saygı duydukları gibi‬‬


‫”‪Mis’ar’a da saygı duyarlardı.‬‬
470 M is’a rb .K id â m

‫ثن ا‬ ‫ ظ أ خ ن ذ بن ع ئ‬، ‫ ] حدثن ا أ ح ن د بن جئ مر بن ت ن م‬٢١٣/٧ ‫ ل‬- ) ١٠٠٢٢(

‫ب و لأت قيد ل منثر ئ ح د ث ئ الائ ز ال‬


‫ م‬، ‫ مادت ش م ع ت ش متا ن‬،‫إبراهي م بن تع ي د ا ل ج وه ر ي‬

٠٠‫ " يخف ط عل ي أن أ ح د ت وا ج دا ؤأذغ ا ال حز‬: ‫لختثن ا ؟ إ محا د‬

Süfyân der ki: Mis’ar’a: “Filan kişiye hadis rivayet ediyorsun da neden
bize etmiyorsun?” diye sorulunca: “Birilerini bırakıp birilerine rivâyet etmek
bana daha zahmetsiz geliyor” dedi,

‫ ثما م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا أثو أ خن ت م ح م ذ بن م ح م د السن ا م ر ي‬x\Y'/v[ - ) ١٠٥٢٣(

: ‫ قا د‬،‫ نحا ع ت د الله بن تع ي د‬،‫ ثن ا ال غ ث ت ن بن م ح م د بن زيا د ا لمثا تي‬، ‫صاب ح بن ه ان ئ‬

٠' ‫ ء ذ م ش م مم ن يؤ م به‬٠' :‫ بمولأ‬، ‫ش م ع ت ث نا ن‬

Süfyân der ‫نكل‬: “Mis’ar imam olarak kabul gören biriydi.”

‫حث ع ي أن‬
‫ " يخن‬:‫ ز ال ح د قا ؟ قات‬، ‫نمو ئ غ ال‬ ‫ ;قولون‬:‫ ] قات‬v \ r / v [ - ) ١ ٠٥٢٤(

٠٠‫ن أنقث لت‬1‫ي ن طث إلث‬


‫ نف‬،‫ م‬- ‫حذا زأذغ ا ال‬-‫وا‬.‫أحد ث‬
Mis’ar’a: “Filan kişiye hadis rivâyet ediyorsun da neden bize
etmiyorsun?” diye sorulunca: “Birilerini bırakıp birilerine rivâyet etmek
bana daha zahmetsiz geliyor. Zira herkese rivâyet etme gücüm yok” dedi,

، ‫ " إبة إنن ا‬:‫ ئن ث ل منعر‬: ‫ يمولط‬،‫ وش مع ت ن ميا ن‬:‫ ] هات‬y u / v [ ")١٠٥٢٥(

‫ أى أن ث‬:3 ‫ أال مع ه؟ ه ا‬£‫ ئأ جى‬: ‫ ئ ك‬،‫ يءمح اء‬:‫ ئت قث‬:>3‫ دا‬،‫يئقث‬،‫ك ث ت ب ى أن أ”ك ل م ك أن ئ‬

'٠ ‫ذلا‬1‫ب ئ ع‬

Süfyân der ki: Mis’ar’a: “Biri kendisine hadis rivâyet etmen için seninle
konuşmamı istedi” dediğimde: “Onu getir” karşılığını verdi. Ona: “Ben de
onunla birlikte geleyim mi?” diye sorduğumda: “Sen geceyi de bizde
geçirebilirsin” dedi.

‫ ثن ا أبو بكر بن م ح م د‬، ‫إا رأ ] حدثت ا أبو أ خ ن ذ م ح م د بن أ ح م د‬/‫ )“ [ ما‬١٠٥٢٦(

‫ قات‬:‫ قا ت‬، ‫ ثن ا نقبا ن بن عث ه‬،‫ ثن ا حال د بن نزار‬،‫ ثن ا وزه اء ن شه ل بن ش جنه‬،‫ا ل ح واري‬


M is’a r b.K idâm 471

‫ " والل ه نا أدري كثف ن أمن ح بالرج ث ن ياتاني يخفث عل ي خ زي ق‬:£ ‫م ن م بن كدا‬

‫ يحامحئ أن تخ ون ج ورا حش ي غ د د‬: ‫ نعثا ن‬3 ‫ و مم ل عل ي ح د ي ث ا ال ر؟ أ ه ا‬، ‫أ خ زي ن ا‬


‫اامثء'ام مم أا را‬
‫* و‬٠٠

Mis’ar b. Kidâm der ‫لكل‬: “Şu davalar konusunda ne yapacağımı


bilemiyorum. Zira iki adam gelip konuşmaya başlıyorlar ve birinin sözleri
diğerinin sözlerinden daha ağır basıyor. Ben de buna göre hüküm vermek
zorunda kalıyorum.” Süfyân der ki: “Mis’ar böyle bir durumda adalede
hüküm verememekten ve birine zulmetmiş olmaktan korkardı.”

‫ تحا‬،‫ ثن ا جعف ر ين نتع ن ائيئتي ؤ‬، ‫ن ت ث ن بق م ح م د‬


‫ ] خ ا؛ثن ا ا م‬٢ ١ ٧ ٧ [ “) ١٠٥٢٧(

‫ قا د لي حال د بن ع مرو " رأيت‬:‫ قات‬،‫ ثنا ثونفن بن نشبم‬،‫مح ث د ئئ م وتى امحريري‬
‫ ئفل ز تلف حس ن ت أثة تئ ن‬٩ 0‫ و ك ا‬،‫مشعر بن كذا^" كان و جهة وكبه ع ر م ن ش ي وؤ‬
٠٠‫م ن جئؤ ح وولته‬ ‫الحائ ط‬ ‫ائى‬

Hâlid b. Amr der ‫لكل‬: “Mis’ar b. Kidâm’ı gördüğümde ٣١٤ namaz


kılmaktan dolayı yüzü keçi dirseğini andırıyordu. Sana baktığı zaman da
aşırı şaşılığından dolayı yanındaki duvara bakıyor sanırdın.”

‫ ثت ا‬،‫ ث إ أ خ ن ذ ى ع ئ ا آل إل‬، ‫ ا ائ ’ ا ] ح د قا أ خ ن ذ بن جغث ر بن تل م‬7 ‫ )“ ل‬١٠٠٢٨(

‫يئ م ن م بن‬°‫ زأ‬٠٠ ‫ ف ودت‬، ‫ قادت سم ن ت ن م بن إبراهي م‬،‫محت ل م بن عتد الر حم ن اتل خ ي‬

٠٠ ‫ ح دا يكت ب عنده ؛ل خ ز ي غ‬1 ‫ و"كا ن ال يزف‬،‫ أ حو لأ‬0 ‫ و كا‬، 4‫ ^"^ وا لل حث‬١ ‫ أن ؤ ذ‬£ ‫ك ذا‬

Mekkî b. Îbrâhîm der ki: “Mis’ar b. Kidâm’ı gördüm. Saçı ve sakalı


siyah, gözleri şaşıydı. Yanında hiç kimsenin hadis yazmasına da izin
vermezdi.”

‫ محا‬،‫ نحا أ خ ن د بن عل ي ا البار‬،‫حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن تلم م‬- ] ^ t / v [ “) ١٠٥٢٩(

‫ " ممي‬:‫ قات‬، ‫ أش رجل عرمس م‬:‫بموت‬،‫ سمنت ؛ئ كنا>تة‬:٥^ ،‫إبراهيم بنتعد‬
" ! ‫ وأمحمح ث ء وا لقد؛اتي؟‬،‫ زة أ ي ا لآيث‬٠ ۶
472 Mis’ar b.Kidâm

ibn Kunâse der ki: Adamın biri Mis’ar’: övünce Mis’ar: “Tuğladan ev
inşa edip, yöneticiden gelen ödülleri aldığım halde beni övüyor musun?”
dedi.

‫ ثت ا‬،^‫؛‬£١^ ‫ ] حدثن ا ا لما ضي أ و أ ح م د ت خ ث د س أ ح ئ د ب ن‬٢١ ^ ٧ [ - ) ١٠٥٣٠(

‫ أز‬، ‫ ثن ا جع م ئق عزن‬،‫ ثن ا ا ل م ح ن بن عل ى بن ا لآشود‬،‫س د ئن ا ل ظ ن‬ ‫أ خن ن بن‬

‫ وس‬،‫ ثزئع الح سي س ي نتنبه‬، ‫ت " ا ل عل م شنفن ا لأخش ا ب‬£‫ قأال م ن م ن كذا‬:‫ ثاو‬،‫غثزة‬

٠٠ ‫بغد به خشية ئهع ن بؤ أنبق‬

Mis’ar b. Kidâm der ki: “îlim soyların şerefidir. Değersiz 0‫ سا‬kişinin


soyundaki değerini arttırır, ilmiyle soydaki değerini arttıramayan kişi de en
azından ahlakını arttırır.”

‫ ثن ا أ ح م د بن ث ح ئب‬، ‫ \ \ ] حدت ا عئذ الثؤ بن م ح م د بن ال حجا ج‬l / v [ - ) ١٠٠٣١(

‫ ن ظ ف عش أ ي‬٠٠ :‫ قا ت‬،‫ عن م نعر‬،‫ ثن ا ن م ا ن‬،‫ ثغ ا أبو ي حيى ى الئئ ر ئ‬، ‫بن مص فإ ه‬

" ‫بإ‬
‫ب غ م حت ص أ ق م م‬
‫ م‬- ‫بث ل م‬
‫م م‬ ‫ أؤئ<ق ال؛ا مي‬: ‫ ق ا د‬، ‫خ م‬

Mis’ar der ki: (Halife) Ebû Câfer’in yanma girdiğimde: “Şayet herkes
senin gibi olsaydı çıkar aralarında yürürdüm” dedi.

‫ ثت ا أبو نعي م بن عد ي‬، ‫ ها ؟ا ] حدثن اه أبو أ ح م د م ح م د بن م ح م د‬/'/[ “) ١٠ ٥٣٢(

‫ عن‬،‫ ثن ا سمحا ن بن م حنه‬،‫ ثن ا عتد ا ل ر حم ن بن يون س‬،‫ ثن ا أ خ ن ذ بن منصور‬،‫ا ل ج ر جا ني‬

‫ زأ ث فا‬، ‫ ن ح ن ثلف وال د‬٠٠ :‫ ممل ت‬،‫ دحل ث ع ر أيي جعمر أ م الن ومش ئ‬:3 ‫ قا‬،‫م نعر‬

‫ لؤ كا ن‬،‫ه ا ي إ؟ي‬-‫ل ي بأ ح ب أم‬1 ‫ م ب ت‬:‫ ل ي‬،‫ ممالا‬، ^ ‫ ^ ؛‬١ ‫ وكائت> أئة أم ؛ ش م‬،£‫ار‬

" ‫الغ امس ’كل ه م مئللق ك مح غ مع ه م قي التريي‬

Mis’ar der ‫ل ط‬: Müminlerin emiri Ebû Câfer’in yanına girdim ve: “Biz
senin baban gibiyiz, sen de bizim oğlumuz gibisin” dedim. Ebû Câfer’in
annesi de Ümmü’l-Fadl el-Hilâliyye’dir. Bu sözüm üzerine bana: “Auneler
içinde en sevdiğimle bana yaklaştın. Şayet herkes senin gibi olsaydı
insanlarla birlikte yollarda yürürdüm” dedi,
Mis’arb.Kidâm 473

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا أث و نعئ م الجرجا ني‬، ‫ ها إل ا حدثن ا أ و أ ح م د م ح م د بن م ح م د‬/‫ )“ ل ب‬١ ٠٠٣٣(

" :‫ محات‬، ‫ح دثن ي م ن م‬- ‫ه م‬ ‫ ثن ا ا ل ح ك م بن‬،‫ ثن ا أبو ن ن ه ر‬،‫ ثن ا الن م يري‬،‫■عل ي بن عت ما ن‬

‫ي دون ي غش أن أفتري‬
‫ ؛ن أ ش ف‬،‫ أ ط غ 'ه ا الءميت‬: ‫ ق ك‬،‫ذ ص أبو جغمر ق وي ي‬
،‫ نا ر ضى اقتناء ك‬،‫ ال والل ه‬:‫ تي ووئن‬،‫ هأقوتت أءءلوإي أش ر ي محب‬،‫ال ق يء بدره م ي ن‬

Ü 0 ‫ ا‬،‫ وأمين الوئم نين ي وك ى؟ أ أ صلحلف ؛لثت‬،‫ة بدره م تن‬-‫ءأئل ى ال ثزضؤن أش ر ي الث ئ‬

: ^ ^ ١ ‫د‬،‫ زفت‬،‫ حما‬-‫قزؤ و‬

‫زقي أخت ا ه ا فزف انتث ا ن‬ ‫ئش اركن ا قزي س في م اه ا‬

‫وما ول د ت س اء ب غ ي أثا ن‬ ‫ئن ا ول د ت س ا ءبغ ي ه ال ل‬

" ‫ ئأغث اة‬، ‫ تاقا ي الم ر ب قزاثة أ خ ث إلتنا منه ا‬، ‫ ؤأي م الل ه‬: ‫محا د‬

Mis’ar bildiriyor: Ebû Câfer, bana görev vermek üzere yanma çağırdı.
Buna karşılık ona şöyle dedim: “Allah halifeyi ıslah etsin! Ailem iki
dirhemlik bir şey satın almak ister. Ben onlara: «?arayı bana verin de ben
size satın alayım!» derim. Onlar da: «Biz senin satın alacağın bir şeye razı
olmayız» derler. Kendi ailem iki dirhemlik de olsa benim satın alacağım bir
şeye razı olmazken müminlerin emiri beni vali olarak tayin etmek istiyor!
Allah seni ıslah etsin. Aramızda akrabalık ve hak-hukuk bulunmakta. Şair de
şöyle demiştir:
“Hilâl Oğullan kadınlarının doğurduğu ile
Ebân Oğullan kadınlarının doğurduğu
Dindar kişiler ve soylu şahsiyetlerde
Kureyşlilerle bir ortaklığımız bulunmakta. ”
Bunun üzerine Ebû Câfer: “Allah’a yemin olsun ki Araplar içinde bizim
için bundan daha güzel bir ortaklık ve yakınlık yoktur” dedi ve beni bu
görevden muaf tuttu.
474 Mis’arb.Kidâm

‫ ^ بن‬£ ١^ ‫ ثئ ا‬،‫ ثن ا ابن ا ل مق ر ئ‬،‫ح ثان‬- ‫ ] حدبن ا أبو ئ ح ث د بن‬y <،‫«؛‬/v [ - ) ١ ٠٥٣٤(

‫ ثلث ا ن خ ل‬، ‫بش أمحث الن وم ن ي ذ أثو جت م ر إ ر م ن م‬


‫ م‬:‫ قات‬، ‫ ثت ا ت ي ن ثن غ م‬،‫ا لخثتن‬

‫ زالثؤ ثا أيين‬٠' ‫ ق ادت‬، ‫ب؛ ثا م ن أن ننثع ي ن يلف عأى بمص أغن ابثا‬
‫ نا م‬، ‫ يا مع ت م‬: ‫عثته قا د‬

‫ ثكيف ث أعيغلث‬،‫ص ن بعير ي‬


‫ نا أرح ت ى أن أقت ر ي لأغل ي حوائ ج بدوه م ح ش أشث‬،‫ا ل م ؤم نين‬

‫ ث؛ بثه ثق‬3 ‫ ق ت ئ‬،‫ ور جم ي‬،‫م ذ ومم ي‬ ‫ذبئ أ ح وج ث ف أن‬


‫ و ال ك ؛ ر ع ر م‬،‫قي همثبق‬

:‫جع ده‬-

‫وفي أ ح سابه ا فزف الغثا ن‬ ‫ؤث اركت ا ثزيمق ا قي ئث اف ا‬

‫زنا ول د ت س ا ءبت ي أثا ن‬ ‫نث ا ول د ت نت ا ءبت ي ه ال ل‬

'٠ ‫ و ل م يرنأ ث ملت ويثعا هده‬، ‫ و ك نا ه‬، ‫ ئأعهثاه أربع ه آ ال ف دره م‬:‫قا ت‬

Saîd b. Ufeyr der ‫ل ظ‬: Müminlerin emiri Ebû Câfer, Mis’ar’a haber
!gönderip yanma gelmesini istedi. Mis’ar gelip yanma girince: “Ey Mis’ar
Bazı işlerimizde senden yardım almamız gerekiyor” dedi. Mis’ar şu karşılığı
verdi: “Ey müminlerin emiri! Vallahi, ben başkalarından yardım almadan
aileme bir dirhemlik bile bir şey alamıyorum. Bu durumdayken işlerinde
nasıl sana yardım edebilirim? Oysa senin, aramızdaki akrabalık ile yakınlığı
:gözetmene ihtiyacım da var. Şair Nâbiğa b. Ca’de de şöyle der
Hilâl Oğullan kadınlarının doğurduğu ile“
Abân Oğulları kadınlarının doğurduğu
Dindar kişiler ve soylu şahsiyetlerde
” .Kureyşlilerle bir ortaklığımız bulunmakta
Bunun üzerine Ebû Cafer ona dört bin dirhem verdi ve giydirdi. Hâlâ da
aradaki bağı gözetip onu ziyaret etmektedir,

‫ ثن ا غئد الل ه بن‬،‫ ثئ ا أ ح م د س م ح م د بن ع من‬،‫ حدثن ا أيي‬Cy>o/v[ “) ١٠٥٣٥(

،‫ ح د ق ي م ح م د ى م منثر‬، ‫حتي ت ئ ن ى هما د‬


‫ ح د‬،‫ ثن ا شح ث د ن ا نم ثت ن‬،‫م ح ئ د بن عتيد‬

‫ ؤذا ثمزغ م ن ورده ثفق رداءة م م ه ج ع‬،>‫ " 'كا ن أ ي ال تنام ح ش ي هم أ نص ف ن اقناري‬: ‫قا د‬
Mis’ar b.Kidâm 475

، ^١^ ٠^ ‫ ^ثن ا ئ ؤ‬،‫ل ي صإل منه ف ي ء بهو يهئلثه‬، ‫يلي ال‬-‫ ق أ يث ب كالث‬،‫عقه ه جمته ح م م ه‬

‫ذلل ث جث؛‬ ‫إ حماء‬ ‫ ؤءكا ن ي ج ه د عأى‬4‫ ثكذ بلف إ؟ى اأ م ج ر‬،،^ ١^ ^ ١ ‫ ث أ ت س م ب د‬،‫وا لط ه ور‬

‫ل ث قا‬1 ‫ غ ذ أيى ت ك ر بن أبى‬،‫ ئ عل ى بن م ح م د ثن ع من‬، ‫ أبو م ح م د بن خقا ذ‬، Uj^~ ، ٠٠

‫ متل ه‬، ‫ ح دثن ي م ح م د بن م ن م‬،‫ ثن ا شه ا ث بن عقاب‬، ‫م ح م د بن ا ل ح ثئ ن‬

Muhammed b. Mis’ar der ki: “Babam Kur’ân’m yarısını okumadan


uyumazdı. Günlük okumasını bitirdikten sonra da abasını toplar ve
üzerinde az bir kestirirdi. Az bir kestirdikten sonra da yitiğini bulmuş kişi
edasıyla sıçrayıp kalkardı. Kalkınca bemen misvakını kullanıp abdestini alır
ve namaz için mihraba geçerdi. Şafak sökene kadar da namaz kılardı.
Bunları da elinden geldiği kadar gizli yapmaya çalışırdı.”
Başka bir kanalla aynısı aktarılmıştır.

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا عب ا س بن ح م دا ن ال حتم ي‬، ‫ ] حدثت ا أ خ ن ذ ئ ذ إ ش ثا قآ‬٢١ ٦/ ‫ )“ [ ؟‬١٠٠٣٦(

‫ " ن ا م ذ اقا س‬: ‫ قا ت ه ئ أ ئ ال حجا ج‬،‫ ئ ع ظ الثؤ ئ ذ ذاؤذ‬،‫جثا ر‬


‫ئ ي ن ا ذ ئ هم د ا ت‬

٠' ‫ ؛ ال بمت و‬، ‫أخت ز ال زقت أ ظ غ ي‬

Şu’be b. el-Haccâc der ki: “Mis’ar dışında alimlerden her biri ilmi
karşılığında mudaka bir şeyler almıştır.”

‫مم‬ ‫ ثن ا ع ئ تن‬،‫ ئ م ح ن ئق محام‬،‫ ] ثغ ا أبو بكر ا ه ح ئ‬m / v [ “) ١ ٠٥٣٧ (

‫ م ن أزاذ ف ذا ائبن إ‬٠٠ ‫ يمولط م ن م بن ك دا م‬: ‫ بمولط‬، ‫ ش م ع ت تعتس أ صحابن ا‬:‫ا لأوديء ها ت‬

٠' ‫ؤذ م ونتهب قديده‬ ‫ زنن طلبه دة س‬،‫تن سه ق م ت بئة‬

Mis’ar b. Kidâm der ki: “ilm i kendileri için öğrenenler az öğrensinler.


İnsanlar için öğrenenlerse çok öğrensinler, zira bunların yükü daha ağırdır.”

،‫ ثن ا م ح م د بن ن و ح‬،‫ ] حدثت ا أ ح م د س م ح ث د بن عتد ا و ج يم‬٢١٦/ ‫ )“ [ ؟‬١٠٥٣٨(

‫ م ن طل ي‬٠' : 3 ‫ عا‬،‫ عن منعر‬،‫عن ابن ال ث ثالي‬ ،‫ ثن ا خئائ ى مناط‬،‫ثتا عل ي بن خ ز ب‬


" ‫ الن طل ت ت لل نا س هأتت في ق م ف اغ ل‬،,‫العلي؛ لغمس ه ق ز اكممى‬
‫‪476‬‬ ‫‪Mis’ar b. Kidâm‬‬

‫‪: “îlm i kendileri için öğrenenler yeteri kadar‬لكل ‪Mis’ar b. Kidâm der‬‬
‫”‪öğrenebilirler. Ancak insanlar için öğreneceklerin işi çok demektir.‬‬

‫م‬ ‫(‪ “) ١٠٠٣٩‬ل ‪ ] ٢١٦/٧‬حدثن ا أب و أ ح م د م ح م د بن م ح م د اثكزابيس ي‪ ،‬ث إ أبو‬

‫ا ل م جا ن غ‪ ،‬ثعا أ خ ن د بن زهر‪ ،‬ثت ا بمش ن آيو ث‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ؛ئذ ا ل س ما ك‪ ،‬ثق وب ‪:‬‬

‫قات م ن م ‪ ٠٠‬م ن أزاذ الح د ي ث للن ا س هئ ح ث هد‪ ،‬ءإ ن ب الءهئإ شديد‪ ،‬زنن أزاذ لنئس ه مم د‬

‫اكمم ى "‪ ،‬مالأ‪ :‬قات شمه‪ :‬لو”كا ن ث ذ ا ح د ث "كأن تنبغي أن ي ك ت ب ‪ ،‬وك‪ 1‬ن ئ غت ه عنده‬

‫‪: Mis’ar b. Kidâm: “Hadisi insanlara aktarmak için‬لكل ‪Îbnu’s-Semmâk der‬‬


‫‪.öğrenmek isteyenlerin çok çalışması gerekir, zira onların yükü çok ağırdır‬‬
‫‪Kendileri için öğrenenlerse yeteri kadar öğrenebilirler” dedi,‬‬ ‫‪o sırada orada‬‬
‫‪bulunan Şu’be: “Şayet bu bir hadis olsaydı yazılması gerekirdi” dedi,‬‬

‫‪ [ “) ١٠٥٤٠‬؟‪ ] ٢١٦/‬حدثن ا عئد الله بن م ح م د بن عئد الثؤ الص ثي ‪ ،‬و م ح م د بن‬

‫م ح م د ‪ ،‬ق االت ثن ا عتذ الل ه بن م ح م د ثن عئد انثزير‪ ،‬ش م ع ت م ح م د بن ح الب ‪ ،‬ه ا د ‪:‬‬

‫قزاي؛ن عش‬ ‫ش م ع ت ض ع ظ ‪ ،‬يمولث ‪ :‬ن م ع ت مسث‪-‬ما‪ ،‬ي مووم ‪ ٠' :‬ودد ت أن ‪ ^ ^ ١‬؛ ^‬
‫‪٠‬‬

‫رأمحمى‪ C‬ه س مه ل ت فتكث ر ت‬

‫‪Mis’ar b- Kidâm der ki: “Hadislerin başımda şişe gibi durmasını ve düşüp‬‬
‫”‪kırılm asını isterdim .‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٥٤١‬؟‪ ] ٢١٦/‬حدت ا م ح م د بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا أبو اثفا م م ائثع وي‪ ،‬ثن ا ث خ ث د ثن‬

‫س أبغص ن ى جعل ه الل ه‬ ‫ح الب‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ابن عيثه‪ ،‬مولت ‪ :‬سم ن ت م ن م را‪ ،‬يمولط‪:‬‬

‫ثخد!ا "‬

‫”!‪Mis’ar b. Kidâm der ki: “Allah, benden nefret edenleri muhaddis kılsın‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٥٤٢‬؟‪ ] ٢١٦/‬ح د قا س ه د بن عبد الثؤ اأزث'ئ ‪ ،‬ثن ا رميا بن ي ح ش بن‬

‫د رن ت‪ ،‬ثت ا عتذ الل ه بن ن ي ي ‪ ،‬ثن ا ي و نف ئ بن أنثا ط ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت م نم را‪ ،‬يأمول ‪ " :‬م ن‬

‫أبعص ني جعل ه الثة ثءحدل\ ‪٠٠‬‬

‫”!‪: “Allah, benden nefret edenleri muhaddis kılsın‬لكل ‪Mis’ar b. Kidâm der‬‬
‫‪Mis’ar b. Kidâm‬‬ ‫‪477‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٥٤٣‬؟ ‪ ] ٢١٧/‬حدثن ا أب و أ ح م د ت ح ث ذ ثن م ح م د ‪ ،‬ثنا ث خ ث ن بن إبزامحسني‬

‫ا لعا ري‪ ،‬قاتت ش جع ت أبا هث ا م الرب ا عي ‪ ،‬يئأول ; ش ج ن ت أبا أت ا م ة‪ ،‬يئولت‪ :‬ت ب غ ت‬

‫ثأمول ‪ ٠٠ :‬س أتغص تي جعله ‪ 4İJ1‬م ح‪1‬فال "‬

‫”! ‪Mis’ar b. Kidâm der ki: “Allah, benden nefret edenleri muhaddis kılsın‬‬

‫ثن ا م ح م د‬ ‫(‪ ] ٢١١٧٧[ - ) ١٠٥٤٤‬حدثت ا أ ح م د بن إشتا ى ‪ ،‬ثت ا جع ف ر بن أ خن ت‬

‫بن عئد الل ه‪ ،‬ظ‪ :،3‬شج ن ت ا لخشن بن عل ي الحل واني‪ ،‬مولت‪ :‬شمع ت ين غ زا ‪ ،‬ي مولأ‪" :‬‬

‫إ ذ ق ذا الح د ي ث يصد"كب غن ذ ك ر الئؤ‪ ،‬وعن الئث الؤ‪ ،‬ئهن أن م منتهون؟ أ ‪٠٠‬‬

‫‪Mis’ar b. Kidâm der ki: “Hadis ilmi sizleri Allah’ı zikretmekten ve‬‬
‫”?‪namazdan alıkoyuyor. Bu ilimden geri durmayacak mısınız‬‬

‫(‪ [ “) ١ ٠٥٤٥‬؟‪ ] ٢١٧/‬ح دق ا ا ل ح ت ت ن بن م خ ث د بن عل ي‪ ،‬ثن ا عل ي بن إن ح ا ى‪ ،‬ثت ا‬

‫ابن أيي ال د ي ‪ ،‬ثت ا م خ ث ذ بن ا ك ش‪ ،‬ثن ا م ح م د بن كن ا شه‪ ،‬د ا ‪ : 3‬ش ي ن ت مشعرا‪ C‬يمولط‪:‬‬

‫ئ ئ ن ة ئ ث ذ ذال ق هما‬ ‫"ئئ‬

‫‪Mis’ar b. Kidâm der ki: “Nefsi için hüzünlenen kişinin hali yüzünden‬‬
‫”‪belli olur.‬‬

‫ن تن ن بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م د س الح طا ب ‪ ،‬ثن ا أ ح م د‬


‫(‪ ] y w / y [ “) ١ ٠٥٤٦‬حدثن ا ا م‬

‫بن الق ا س م بن مش اور‪ ،‬ثن ا شع ي ذ ى من صور‪ ،‬عن أ ح ن ذ بن يمم‪ ،‬عن م نعر‪ ،‬قا د ‪" :‬‬

‫زان ك ابن ‪-‬حءال ‪ 0‬إلى م ك ه ‪ ،‬ئن ا ذا وثه ق سا حش انصزقا ‪٠٠‬‬

‫‪.Mis’ar b. Kidâm der ki: “ibn Hittân’a Mekke’ye kadar yoldaşlık ettim‬‬
‫”‪Ondan ayrılana kadar da hiçbir hadisi müzakere etmedim.‬‬

‫(‪ ] ٢١١٧٧[ ")١ ٠٥٤٧‬حدثت ا الح س ي ن بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا م ح م د بن ا كت ئا ب‪ c‬ثن ا ن ق ما ن‬

‫ث سنا‪; ،‬غوت‪ " :‬نا أ م‬ ‫ئ أئغ ئ‪ ،‬ثنا ا لخنق ئ عئ‪ ،‬ئ أبو أتانة‪ ،‬قات‪:‬‬
‫لل ط‬ ‫خ ال ال ال فلق مه ه إ ال أن ثرد ر ج ئ ائثزاث ث ش ز ب بكم ه‪ ،‬أؤ أ خ قلق صالح ي هد ي‬

‫فد ق "‬
478 Mis’ar b. Kidâm

Mis’ar b. Kidâm der ki: “Şüphesiz bir şekilde helal olan şeylerden sadece
kişinin Fırat’a gelip elleriyle su içmesi ile salih bir kardeşinin sana hediye
vermesini biliyorum.”

‫ ثن ا عتد الئؤ ن م ح م د بن إن حا ق‬، ‫تنئن ا ا ل ح شتن بن م ح م د‬- ] ٢١٧/ ‫ )“ [ ؟‬١٠٥٤٨(

: ‫ ئ ك نبس م‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ ثت ا ن فا ذ‬،‫ ثت ا م ح م د بن الص با ح‬، ‫ ثت ا مش رفن ن سع ي د‬،‫ا ل م زون ي‬

" ^ ،‫ نأى م ن م وبخ‬، ‫ س م‬، ç-jfü ‫ " أى م ن‬3 ‫ عثويث؟ قا‬،1‫سحب أن ث ق ت ى إلثل‬

Süfyân es-Sevrî der ki: Mis’ar b. Kidâm’a: “Ayıplarının sana söylenmesini


ister misin?” deyince, “Nasihat etmek için söyleyenden olursa tamam, beni
kötülemek için söyleyenden kabul etmem” karşılığını verdi,

‫ ثن ا‬:‫ قا ال‬،‫ وعتد ا ل ر حم ن ائثا م ح م د بن جعف ر‬،‫ ؟ ] حدت ا عئذ الل ه‬w / v [ ")١٠٥٤٩(

‫ عن‬، ‫ م بن ائث ا ب م‬، ‫ ثن ا ف ا‬،‫ ثت ا يعق و ب ال د ؤ ر ئ‬،‫ن ا لخشن بن عثد المالل ث‬ ‫أ خنذ‬

‫ م ذ ه ب نجاء شزبة ن اع‬، ‫منعر ماء مئة في بغض ال م‬ ‫أر‬ ‫ ا ت ث ن ف غ‬٠٠ :‫ ئ الأ‬،‫ا لأشجع ي‬

'٠ ‫ ف ت تبالشربة عل ى ثديي ح تى أصب ح‬،‫بن ج د ه ا قت علته ا الغنم‬

Eşcaî bildiriyor: “Annesi, Mis’ar b. Kidâm’dan içmek için su istedi. Gidip


tulumla su getirdi. ‫س‬ .yanma geldiğinde uyumuş olduğunu gördü
Bunun üzerine sabaha kadar su tulumu elimde, başında uyanmasını
bekledi.”

، ‫ ثت ا ا لخشن بن ح ما د‬، ‫ ثن ا أبو يغل ى‬، ‫ ] حدثن ا أب وأ خن ت س حثا ن‬y w / v [ “) ١٠٥٥٠(

‫ أفي ن قت‬: ‫ ق ك‬،‫ قي انتق ام‬١^ ‫ " نمح ق‬:‫ قات‬،‫ض اثن ا ل ثئ ا ك‬ ، ‫انب ئ‬
‫م‬ ‫ئ م حذ‬

". ‫ ذ م اش‬:‫^ وج دث أ ي؟قات‬ ١‫ ثأئ‬:‫ ئنث‬، ‫ ق‬:‫ن ئ؟قا د‬


İbnu’s-Semmâk bildiriyor: Rüyamda Mis’ar b. Kidâm’ı gördüm. Ona:
“Sen ölmemiş miydin?” diye sorduğumda: “Evet, öldüm” dedi. Ona: “Feki,
en faydalı amelin hangisi olduğunu gördün?” diye sorduğumda da: “Allah’ı
zikretmek” dedi.
Mis’ar b. Kidâm 479

،‫ ثت ا مه د الحمار‬، ‫ ثت ا ابن ال طهزا ئ‬، ‫ ] خنثت ا أثو م ح م د ثن حثا ن‬٢١٨/ ‫ )“ [ ؟‬١٠٠٠١(

‫عند‬ ‫ ف إذ؛‬،‫ك أ ئ ن غ ذكزة‬ ‫و ال‬ ‫ ظ م‬،‫|لى مش عر‬ ‫ب‬ ‫ ط ث ث أ د ه‬٠٠ :،3‫ ثا‬،‫ثط ئق؛ارث‬

‫ان أ خ ي‬5”"‫ثؤ محق شك ت عن ى‬ ; ‫؟ فأمول‬ ‫ك‬ ‫مح‬ ‫ ئؤ أتمف‬،‫ ظ ي شن مة‬:‫ هل ت‬،،٢^ ^ ١


" ‫ م حم أفج‬،‫ اه‬/ İ ‫ ؛‬:‫ أ وة أن تقود‬،‫إئ‬

Süfyân der ki: Sadece nasıl zikrettiğini duymak için Mis’ar’ın yanına
giderdim. Akşam namazından sonra ona: “Ey Ebû Seleme! Bize biraz
konuşsan” dediğimde: “Şayet sussaydın benim için daha iyi olurdu. Zira
Allah’ı zikret» demen halinde bunu yapmamam hoşuma gitmez” karşılığını«
verdi -

‫ ثن ا إ ن خ ا ئ بن‬، ‫ ثت ا عل ي بن تع ي د‬، ‫ء حدثت ا أبو م ح م د بن حثا ن‬٢١٨/٧ ‫ )“ ل‬١٠٥٠٢(

‫ "كا ن م ن م لأن ينزغ ضرنه كا ذ أ خ ي إلفه م ن أن ي ئ أ د عن‬٠' : ‫ ثا د‬،‫ محا ئبيص ه‬،‫تثار‬

" ‫حدي ي‬

Kabısa der ki: “Mis’ar’a, dişlerinden birini sökmesi bir hadisi


sormasından daha iyi gelirdi.”

‫ ثن ا عيي بن‬،‫ ثن ا عل ي بن ا لختن‬،‫ ] حدثن ا أثو م ح ث د بن حثا ن‬y>a/v [ “) ١٠٠٥٣(

‫ هد م ت تنكه‬٠٠ :‫ بم ولأ‬،‫ ش م ع ت ي ث را‬:‫ هات‬،‫ ق ا أيي‬، ‫ ثن ا بمش ى أكت م‬،‫أ خ ن ذ بن ا لم حي‬

٠' ‫ ئ ا ح ر ت ال طزا ف غلى لمائه‬،‫ ؤال طزا ف‬،‫ ئنث ك ي ن لمائه‬،‫ ال زه ر ي‬1‫ؤبه‬

Mis’ar der ki: “Mekke’ye geldiğimde Zührî de oradaydı. Bir ara yanma
gitmek ile tavaf yapmak arasında tereddüt ettim, ama sonra tavafı onunla
görüşmeye tercih ettim.”

:‫ قات‬،‫ ] ح دقا أثو أ ح م د م ح م د بن ن ح م د بن إشحا ى بن حري م ه‬٢١٨/‫ )“ [ ؟‬١ ٠٠٥٤(

‫ نا‬٠’ : ‫ ه ا د م ن م‬: ‫م ولط‬ ،‫ ت م ن ت نحتا ن‬:‫ مولت‬، ‫ث ب غ ث م ح م ذ بن تثن وؤ ا ل حقا ط‬

٠٠ ‫جا وز ت المعن ج د يغني في طل ب ا ل ح د ي ث‬

Mis’ar b. Kidâm der ki: “Hadis öğrenmek için şu mescidden dışarıya bile
çıkmadım.”
‫‪480‬‬ ‫‪M is’a r b. Kidâm‬‬

‫(‪ [ - ) ١ ٠٥٥٥‬؟ ‪ ] ٢١٨ /‬حدثن ا أب و أ خن ت ت خ ئ د ن م ح ئ د ‪ ،‬ثن ا ت ل م ه س معا ذ التت م ئ ‪،‬‬

‫ثت ا م ح م د بن م ه ا م القئالمات ئ ‪ ،‬ثن ا أب و أش انق‪ ،‬محادث ن ب غ تصن وا‪ ،‬مولت؛ " إ ر أخثهى‬

‫أن أش م ع ص و ت ثاي ح ة حزينة‪'٠‬‬

‫‪Kabîsa der ki: “Canım ölü arkasından ağıt yakan bir kadının hüzünlü‬‬
‫” ‪sesini duymayı çekiyor.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٠٥٥٦‬؟‪ ] ٢١٨/‬حدتحا عبد اللؤ بن م ح م د بن جعمر‪ ،‬ثن ا أبو ي حيى ال راني‪،‬‬

‫ن ممحل د ‪ ،‬قا ال‪ :‬ثن ا م خ ث د بن مهزان اخلمالث‪ ،‬ئ ‪3‬ت ت ب غ ت عثذ ا و خن ي بن‬ ‫وأبا ن‬

‫ا ل ح ك م بن الشريد ‪ ،‬ثذ و ص جع فر بن عؤن‪ ،‬ق الأ‪ :‬قات م ن م ‪ ٠٠ :‬ا إلين ا ن هؤت وع م إل "‬

‫”‪Mis’ar der ki: “iman, ikrar ve'amelden meydana gelir.‬‬

‫(‪ ] y W v [ “) ١ ٠٥٥٧‬حدبن ا أيي‪ ،‬وا ل ح شئن بن م ح م د ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثن ا ا لخشن بن م ح م د ‪،‬‬

‫ي د‬ ‫ثن ا م ح ئ د س ح م ئ د ‪ ،‬ثن ا زيد بن ا لخبا ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬كا ن م ش م ‪ ،‬بموت’• " ا إلين ا ن‬

‫و ست "‬
‫”‪; “iman, artar ve eksilir.‬كل ‪Mis’ar der‬‬

‫(‪ [ - ) ١ ٠٥٥٨‬؟‪ ] ٢١٨/‬خ ا؛ثن ا ا نم نت ن بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا إبراهي م بن م ح م د بن إبراهيم‬

‫ائ؛ائز‪ ،‬ثئ ا م ح ث د بن ال ن ش أب و م و ت ى ‪ ،‬ثن ا ثعت م ز س نل بما ن‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ش ج ن ت أبا م خزوم‪،‬‬

‫يدك ن عن ممئعر‪ ،‬قا د ‪ :‬اا إن ال ت ك ذ ي بب الم د ر أب و جا د الزندهؤ "‬

‫”‪Mis’ar der ki: “Zındıklığın kaynağı, kaderi inkâr etmektir.‬‬

‫( ‪ ] y W v [ - ) ١٠٠٥٩‬حدثن ا ال غ ت ئ ن ب ن م ح م د ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د شر م ح م د ثن بك ر‬

‫ال ه زانإ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د س روح ا لأه واري‪ ،‬ثن ا ث م ا ن بن عيتنه‪ ،‬عن ممئعر‪ ،‬محا ‪3‬ت ‪ ٠٠‬إن ا ل جثة‬

‫لآب‪ :‬م ح أ‬ ‫م' \ ل أتأل ف شئه‪،‬‬ ‫ص ق ذ‪:‬‬ ‫م ذ ثيي آدم‪ ،‬ة اءدا‬ ‫زذز ف ظ‬

‫^ أ ج ن ة ‪ ،‬ظء ذا ل ز ث ذ و ئ ن ا ‪ ،‬ق ي‬ ‫م ‪ ،‬ق ف‪١:‬‬ ‫ه أ ؛ ز أغ وئ ب ك ب ن‬ ‫; ق ة ‪ ،‬ل\‪ \1‬ق ا ت ‪:‬‬

‫‪1‬خل اللكه‪ :‬؟ ^‪ ١‬ن ي ث ي "‬


Mis’ar b. Kidâm 481

Mis’ar der ki: Cennet ile cehennem Âdem oğlunun dediklerini işitirler.
Kul: “Allahım! Senden cenneti istiyorum” dediği zaman cennet: “Allahım!
Onu bana ulaştır” der. Kul: “Allahım! Cehennemden sana sığınırım” dediği
zaman da cehennem: “Allahım! Onu benden uzak tut” der. Ancak ne
cenneti, ne de cehennemi ağzına almadığı zaman melekler (cennet ile
cehenneme): “Siz de ondan gafil olun” derler.

‫ ثن ا ابن‬، ‫ ثن ا أبو م ح م د بن أيي حا م‬، ‫ ] ث إ ال غ ث ت ن س م ح م د‬٢ ١ ٧ ٧ [ “) ١ ٠٥٦٠(

‫ م ن وص ي‬،‫ أ سام ه‬.‫ " ثا أثا‬: ‫ قات ل ي م ن م‬: ‫ قا د‬،‫ ح د ث ت غن أيي أش ا نة‬:‫ قا ت‬، ‫ف ا ع‬

" ‫ والغل إلس م د ة ا مث‬،‫بالخث‬


Ebû Usâme bildiriyor: Mis’ar bana şöyle dedi: “Ey Ebû Usâme! Geçimlik
olarak sirke ile sebzeye razı olan kişiyi hiç kimse kendine kul köle yapamaz.”

، ‫ ثن ا أبو بك ر بن عبيد‬،‫ ثن ا أ خ ئ ذ بن م ح م د بن ع من‬، ‫ ] حدثن ا أيي‬٢ ١ ٧ ٧ [ ")١٠٥٦١(

‫ إذ ن وت غلى أ م‬،‫ " ;ا خئ ائ‬: ‫ قا د لي ش أ‬:‫ قات‬،‫ ظ أثو أت انه‬،‫محا أبو م ال ي ز إل‬
٠٠ ‫م ئ هؤ الؤ‬ ‫ إل مب كبذق‬،‫ وا ل م حن‬،‫الغ ل‬

Ebû Seleme der ki: Mis’ar bana: “Ey Hammâd! Şayet sebze ve ekmek
yemeye sabredersen insanlar seni kendine köle edinmezler” dedi.

،‫ ثن ا إئزاي ج بن هم د الغ ال م‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا أيي‬٢ ١٩/‫)" [ ؟‬١ ٠٥٦٢(

‫ " م ن ص ثز عأى ال غ ج‬:‫ يم ولأ‬،‫ت ش م ع ت بنغئ؛‬3 ‫ ئ‬،‫ ثت ا م ح م د بنبس ر‬،‫عن أبى انن ج ين‬

" ‫ بمتع ث د‬٢ ،‫والث م ل‬

Mis’ar der ki: “Sirke ile sebze yemeye sabreden kişi başkaları tarafından
köle edinilme^-”

‫ ش م ع ت‬: ‫ ثمات‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن ا ل ح شثن ا الن صا ري‬،‫ ] حدت ا أيي‬٢١٩/'/[ ")١٠٥٦٣(

،‫ يئولط ش ج ن ت عبذ ا لخرير‬، ‫ سمع ت عل ي س داود المت ع ر ي‬:‫ ي مولأ‬، ‫ر جاء ى صهت ب‬

:‫ ثئ ولأ‬C‫ ت ب ن ت مشعرا‬:‫يم ولث‬

‫وم لء ا م حم ئ ماؤ ائئزا ت‬ ‫و ج د ت ا ل ح وغ بملزده وغيفئ‬


482 Mis’ar b. Kidâm

‫ إ ث ت‬0‫وةنال ئ م م‬ ‫ص‬ ' ‫ز إل ال ق م < ن‬

Abdulazîz der ki: Mis’ar’ın şu beyti okuduğunu işittim:


“Açltğt giderdiğini gördüm
Bir ekmek ile Fırat’tan bir avuç suyun
A z yemek namazın yardımcısıdır
Fazla yemek ise uykunun. ”
‫ ثعا‬:‫ ق ا ال‬، ‫ ؤ م حم ذ بن ن غ م‬، ‫بم ا أ ] حدثن ا إبراهي م بن عبد الل ه‬/‫)" [مم‬١٠٥٦٤(

‫ في مستع ر بن‬،‫ت أئ شدت ي عتد الل ه بن م ح م د بن عبيد‬3 ‫ ئ‬،‫ن ح م د بن إشحا ى ال ثؤا ج‬

" :‫كدام‬

£ ‫ئل ثأ ت حلم ه منعر بن ك دا‬ ‫م ن كا ذ ملت مئ ا جلسئ ا صالحا‬

‫أغد الثق ا ب وعنه ا لأئزام‬ ‫م ه ا ال ث ي ئ زائزقاز زأئمحا‬

Muhammed b. ishâk es-Serrâc der ki: Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd


bana Mis’ar b. Kidâm hakkında şu şiiri okudu:
“Oturmak için salih bir arkadaş arayan
M is’ar b. Kidâm ’m halkasına gelsin
Oradadır sükûnet, vakar ve bunların sahipleri
İffet sahibi ile kabilelerin ileri gelenleri. ”
‫ ثن ا م ح م د بن‬، ‫ا إل ا حدثن ا مه د الثؤ بن م ح م د ثن م ح ا ذ الوا>سطلئ‬، ‫اا‬¥ ‫ )“ ل‬١ ٠٠٦٥(

‫ ثن ا ن غ م بن‬:‫ قا ال‬، ‫ ثن ا شل ن ه بن ععتت ا م‬،‫ ح زثئ ا أبو م ح م د بن حثان‬.‫يئ م و ث ا لأه و ار ي‬

:‫ مولت‬، ! ‫ ش م ع ت م ن م‬:‫ يئ و لأ‬،‫ ش م ع ت جعم ز ب ن عون‬:‫ قات‬،‫متبز‬

‫ق و ؛ ك ء ع م ملده ا ث‬ ‫ م ح ا ت ي ا إ م ح أ ث ث ي‬.‫ئق‬

Câfer b. Avn der ki: Mis’ar’ın şu beyti okuduğunu işittim:


“Geceler ve gündüzler akıp geçtikçe
Beraber olanlar ayrılacaklar. ”
‫‪Mis’ar b. Kidâm‬‬ ‫‪483‬‬

‫ن ال ح ش‬ ‫حدثن ا ا لخثن بن علي الوراق‪ ،‬ثن ا علي‬ ‫(‪] t y*/ v [ - ) ١٠٥٦٦‬‬

‫ائث ائ ال إ غ‪ .‬ح زثغ ا أبو م خ ث د بن حيا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أبان‪ ،‬ق اال‪ :‬ثن ا إن ما عيد بن حثان‬

‫الواس ه ئ شنغا ن‪ ،‬ثن ا خثائ بن داود اقئب ئ ‪ ،‬ثن ا م ث ر بن كذا ‪ ٠٠ ،£‬أثة ح رخ يؤما إ ز‬

‫ا ل حقا ن‪ ،‬ثإ دا ئ و بأعرابي ثثشؤق ال غ م س ‪ ،‬وه ويم وأل‪:‬‬

‫ول ق د يخقسب مث ل ذاك ال ن ن ل م‬ ‫ؤب م‬


‫جاء الغثاء ولي س عندي م‬

‫و ثأ ث ن ي مثا ؤ ن ك ه م ح رم إ‬ ‫ق د ئ غ ال ثا م ن انحت ا ب وعتره ا‬

‫قات‪ :‬ث ز غ م ن م جمته بأع طاه "‬

‫‪Hammâd b. Dâvud et-Tağlibî bildiriyor: Bir gün Mis’ar mezarlığa‬‬


‫‪çıktığında orada bir bedeviyle karşılaştı. Bedevi güneşe doğru dönmüş şöyle‬‬
‫‪:diyordu‬‬
‫“ ‪Ktş geldi ve benim yok bir dirhemim‬‬
‫‪Bu durum her müslümamn başına gelebilir‬‬
‫‪Ama herkes cübbe ve giysilerini diktirirken‬‬
‫‪” .Ben Mekke ortasında ihramda gibiyim‬‬
‫‪Mis’ar bedevinin bu dediklerini duyunca cübbesini çıkarıp ona verdi.‬‬

‫(‪ ] ٢Y،/ v [ -) ١٠٥٦٧‬خ ا!ثت ا أيي‪ ،‬ثن ا أ خن ن س ا ل حشتن ا الن صاز‪ ،‬ثت ا ر جاء بن‬

‫صهن ب ‪ ،‬ها د ‪ :‬ش م ع ت عل ي ن داود ا لم نطري‪ ،‬م ولت‪ :‬س م ع ت عبد العزيز‪ ،‬يمولط‪ :‬ت م م ت‬

‫مشعر بن ك دا م‪ ،‬م ولت؛‬

‫ؤاصبزلري ب ‪ ، ١^ ١‬إن عئزا‬ ‫ائ ب ص ال د م نا أثالث به‬

‫ئال ه م ث ق ت و حير الناس م ن ص را‬ ‫تا الم رئ ه وى نا ي جري ا ل م حاء بؤ‬

‫ي م ول م بم م ب ن م حيي وطرا‬ ‫يا ر ء ش ا ع ه ي ثمحؤ أم د‬

‫ول ن ثرى ي ا م ا غ ا ش ^ ^‪١‬‬ ‫ظ ذ ا ق م حا ا ل خ ى ت ق ال ي غ لن‬

‫نا صا غ عروت ؤإ‪ 0‬أؤل قه خ ب زا‬ ‫وال غرف م ن يأته ي ح م د عواقثه‬


484 Mis’arb.Kidâm

‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫ ثعا عتذ الل ه بن ي حيى ين عتد الل ه ال داو غ‬، ‫ن نت ن بن م ح م د‬


‫ثت ا ا م‬

:‫ ال ت‬،‫ خ د ض نغئذ ئ ش ادان‬،‫ ئ إ ويمز ئ ئ د ال م اهت اثوري‬، ^ ١ ‫و ي ته‬

‫ ث ذ و ا لأبثا ث مغل ه ا شواء‬،‫ ل من ع ر‬، ‫ عن مشعر بن ك ذا ؛‬،‫أن ف ذن ي ائف اب ج بن وغدين‬

Abdulazîz der ‫لعل‬: :Mis’ar b. Kidâm’ın şöyle dediğini işittim


Zamamn getirdiklerine rtza göster“
Tökezleten musibetlere de sabtr
Kişiye takdir edilendenfazlast yoktur
Kişi için dert ihsandır, hayırlısı ise sabredendir
Beklentiler içinde didinen nice kişi vardır
Arzularından hiçbirini görmeden ölüp gitmektedir
Kanaati olmayan zenginliğin tadını alamaz
Yokluk içinde yaşayanın da kanaati olmaz
Hayırlı kişi her işini hayırla bitirendir
” .Taş versen de onu heba etmeyendir
Muhammed b. Şâzân der ki: “Kasım b. Rişdîn bana Mis’ar b. Kidâm’dan
şu beyitleri okudu...” Sonrasında ravi aynı beyitleri aktarır,

‫ ثت ا العثا س‬، ‫ ثن ا م ح م د شر إ ت خا ق‬، ‫ ] حدثت ا إبراهي م بن عتد الل ه‬٢٢ ‫م‬/‫ [ب‬- ) ١ ٠٥٦٨(

‫ ثق ا‬، ، ^ ^ ١ ‫ ^ س م ح م د‬£ ١^ ‫ ثن ا‬،‫ ح ؤثن ا أ ح م د بن م ح م د بن هم د الؤ ج يم‬. ‫ن ممح ث د‬

:‫ قال وا‬، ‫ ثن ا م غ م بن ت ه ل‬،‫ ثن ا>تلمأإ بن ع صا م‬،‫ح زثغ ا أبو م ح ث د بن حثا ن‬.‫علي بن حز ب‬

:‫ م ولت‬4‫ ش م ع ت م ن م ا‬:‫ ه ا لأ‬،‫ثن ا جعن ر بن عون‬

‫ الزم‬،!٧ ‫ا ئؤم‬1 ‫ولي لل‬ ‫ ا رك ي تنغزون نهؤ زهئ لئ‬-‫ده‬

‫"كدللف في ال د ي نجس ائته ائ م‬ ‫وممعب م ما شوقن ثكن ة غثة‬

Cafer b. Avn der ‫كل‬: :Mis’ar’ın şöyle dediğini işittim


jE/y aldanan! Gündüzlerin ihmal ve gafletle“
Gecelerin uykuyla geçiyor, oysa ölüm başında bekliyor
M is’a rb .K id â m 485

Sonunda pişman olacağın işler yapıyorsun


Oysa dünyada hayvanlar da hu şekilde yaşıyor. ”
‫ ثن ا‬، ‫ ثت ا عتد ال ؤ ح ن ن بن أيي حا م‬، ‫ ] حدثن ا ا نمن ص ثن م ح ث د‬٢٢١/‫ [ ؟‬- ) ١٠٥٦٩(

" :‫كدام‬ ‫ قات مث و ئ‬:‫ ف و د‬، ‫ ت م ن غ عئد الثؤ ث ذ صالح‬:‫ ئا د‬،‫ا خ ط ئ م نان‬

‫يق ش م و ث م ا إلئأ واخل ا ن‬ ‫طؤئه ا‬ ‫ص ئاد‬ ‫ت ش ا ل لداذة‬

‫ال حثز في ل ده م ن بغده ا الثا ز‬ ‫قهى عواق ب ض من م مته ا‬

Mis’ar b. Kidâm şöyle demiştir:

“Haram olan lezzetlere dalan kişinin saflığı gider


Geriye günahlar ve utanılacak durumlar kalır
Sahibini kötü bir akıbete ve cezalara maruz bırakır
Sonunda Cehennem ateşi olan bir lezzete ne hayır vardır. ”
‫ ثن ا‬،‫ ثن ا ال ول ي د بن أتا ن‬، ^ ^ ^ ١‫ ] حدت ا هم د الل ه س م ح ث د بن‬٢٢ ^ ٧ [ - ) ١ ٠٥٧٠(

‫ قات‬، ‫م‬ ‫م ائ‬ ‫ تحا غ م‬، ‫ نحا محت ال م يي ض ز ا م ح ه ا ئ‬، ‫سد ئ خ م‬ ‫أ م تلم م‬

‫ "ى ن يكثر أن ي م ت د‬:3 ‫ ثا‬،‫ عن مشعر‬، ^ ‫ ^ ؛‬١‫ وق ي محئئة أبو زند‬، ^ ١‫أب و ع من يغني عتئد‬

:‫بهذه ا آلمحا ت قي جث اتة‬

‫تن ا أئن‬°‫ئث الا زنز يأ‬،‫و س رغ ل‬ ‫ ت ثنى ط ث فزعة‬1‫وث ح د ث رلع‬

‫ظ محدن ال بدري م تى يؤم ه ا ال ثد ن‬ ‫ لل ه زي‬،biysS"' ‫ ز ال‬، ‫إل‬

:Mis’ar cenaze töreninde şöyle şiir okurdu

Her ölüm esnasında endişeleniriz“


Ancak çok geçmeden unutulur, güvende değiliz
Allah’a karşı nankör değiliz, ama
Kurban edileceği günü bilmeyen kurbanlıklar gibiyiz . ”
486 Mis’arb. Kidâm

‫ا أثو‬
‫ث‬:‫ا‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ق‬،‫مثد ئ تخم‬
‫ ب‬،‫لثؤ‬
‫حء تق عيد ا‬
‫م‬
‫ا إو‬
‫] طءتث‬٢٢١/‫ [؟‬-)١٠٥٧١(
‫قيئ ي م‬ :‫ ق ا ت‬،‫بم ي ئ م ن‬ ‫ ئ‬، ‫ ظ ه ث ئ ث خ م‬، ‫ا لثا س اقبمابوري ال ق و غ‬

" ‫ " ونثئد ذ و ي ث ك ذ ذازة ت م ا م حوز ؤذازة إل ث ط ن‬:‫ ف و د‬،‫ئ كدام‬

:Mis’ar b. Kidâm der ki


Niceleri vardır ki oturmak için ev yapar “
Ama daha evine oturmadan mezarına yerleşir . ”

‫ح زثتا‬-‫ ئ أني‬،‫ ثتا أح ن ذ بن إشغائ بن بهلول‬،‫ \ ] حدثنا ش‬x\/v[ -)١٠٥٧٢(


‫ ثت ا جعمر ئ ذ‬:‫ ق اال‬،‫ ثتا غ ارون بن عبد الثؤ‬،‫ ثنا م ح م د بن إئ ح ا ى‬،‫إبراهي م ثن عتد الل ه‬

" ‫ المحو كدام‬،‫ قا ت م ن م ئ كدام‬:‫ قات‬،‫م ن‬

‫نامتنح ط ا ل أ ب عليل ف شفيق‬ ‫إدي ش حتلثم ي ا كذا؛ ئصي ح ي‬

‫خلق ا ن ال أزض ا هت ا بم ديي‬ ‫ص ائثرا حة وا ل مزاء ف د ي ن ا‬

‫لت ج اور جار ز ال م حي‬ ‫إيبلؤثهن ا ئ آ أخننغن ا‬

‫وعروق قي القاسي أي عروق‬ ‫وا ل ج ي د يرريب المش قيقمحي‬


Cafer b. Avn der ki: Mis’ar b. Kidâm, oğlu Kidâm’a şöyle dedi:
“Ey Kidâm! Sana bir öğütte bulunacağım
Şefkatli bir babanın bu sözünü dinle
Şakalaşmaktan ve çekişmekten uzak ،‫ »؛‬٢
Bunlar arkadaşıma razı olmayacağım huylardır
Ben de bunlara maruz kaldım ve hiç sevmedim
Ancak ne komşuma ne arkadaşıma tavsiye ederim
Kabilesi cahil kişiyi kınar durur da
Cehaletin kökleri insanlarda derinlerdedir.”
‫‪M is’a r b. K idâm‬‬ ‫‪487‬‬

‫(‪/[ - ) ١٠٥٧٣‬؛'‪ ] ٢٢١/‬حدثت ا ث ح ئ د ى م ح م د ب ن أ ح ت د أبو أ ح م د ا ل حاف ظ ‪ ،‬ثت ا أبو‬

‫ائث اي م الثع و ي‪ ،‬ثنا م ح م د بن ح الب اقتا ه ئ ‪ ،‬ع ا د ‪ :‬ش ج ن ت اس م حث؛‪ ،‬مولت‪ :‬شب ع ت‬

‫م ث را‪ 4‬يأمول‪٠٠ :‬‬

‫نان مع لف ول أ ب علي ك فنيي‬ ‫اني تث حتلفيا كدامئصي حتي‬

‫بمديق‬ ‫خ ق ا ن ال أبخ ا ئن ا‬ ‫أث ا الئزاخه ؤا ل مزاع ن دغبما‬

‫بم مبىل ج امح ؤ ال ئ ء ق‬ ‫إ ر بلزتهت ا ف ل و أ م ح دئ ظ‬

‫‪: :Mis’ar’ın şöyle dediğini işittim‬لكل ‪ibn Uyeyne der‬‬


‫“‪Ey Kidâm! Sana bir öğütte bulunacağım‬‬
‫‪Şefkatli bir babanın bu sözünü dinle‬‬
‫‪Şakalaşmaktan ve çekişmekten uzak dur‬‬
‫‪Bunlar arkadaşıma razı olmayacağım huylardır‬‬
‫‪Ben de bunlara maruz kaldım ve hiç sevmedim‬‬
‫” ‪Ancak ne komşuma ne arkadaşıma tavsiye ederim .‬‬
‫(‪ ] \ xy/ v [ - ) ١٠٥٧٤‬ح دق ا ال ص ص س ئ ح ث د ‪ ،‬ثن ا ممح ث د بن ائث ا م ا الثا ري‪،‬‬

‫ح دبيي م ح م د بن‪ ، ^ ^١‬ثت ا أثو بكر الق رشي‪ ،‬ثعا ع م ر بن بكر‪ ،‬عن أ ي ال ول ي د الص بي‪،‬‬

‫ئ‪،3‬ت رأيت ن ي ى م ن ا الةعزاب لة س ن ثتو كأ‪.‬عأى م ح ج ن قت مص ذ م ن م بن ك دا^ء‬

‫م و ج دة يث ر ‪ ،‬مأطآأل م ن م ا لمق الة‪ ،‬محأعثا الشي ح نجلس‪ ،‬ئنث ا هزغ م ن م م ن صالته‪،‬‬

‫م‬ ‫ح د بما ق ق ى ع ك ث ق غ ة ‪،‬‬


‫همال ‪ ،‬ق ا ت ه م ن م ‪ ٠' :‬ا ت‬ ‫؛ا د ا لم ح خ‪ :‬خ د ي ن ال غ الة‬

‫ثل ث ت م ن الئش ئ ؟ " ئا د‪ :‬ئ د آتى عل ي م ال‪ 4‬تث ة نب ضع عشزه تن ه‪ ،‬هات م ن م ‪ ” :‬في‬

‫بع ض ف ذا نا م مما ك واعظا ‪ ،‬ئا ئ نلثمسل ث "‪ ،‬هقأا ل القن ح‪:‬‬

‫وأمحل غذ أزواجهن بما خ‬ ‫أج ي ال ثزام قيصباهن غث؟‬


‫^‪ ^ ١‬كائننء؛نى و س ص‪،‬حا ح‬ ‫^‪ ، ^١‬ح ب ^ ^‪، ^١‬‬
488 Mis’arb.Kidâm

‫ ؤئكق‬،‫ ؤال م ناي م ح كن ا ح ثئذ أ م حث‬: ‫ " أيلئ بج نا ص د أ " قا د‬: ‫قات م ن م‬
" ‫ ؤئؤ ديوان ال ئز ب‬، ‫ " ال ش م ح ت ن ومي ح‬:‫ ؤق ا لأ‬،‫ فتيثب م شم‬،‫ي مب جثش بزبده‬

Ebu’l-Velîd ed-Dabbî bildiriyor: Bedevilerden yaşlı bir adam gördüm.


Ağzında tek bir dişi kalmıştı ve asasına dayanarak Mis’ar b. Kidâm’ın yanına
gidiyordu. Yanma varınca da namaz kıldığını gördü. Mis’ar’ın namazı
uzayınca yaşlı adam durmaktan yoruldu ve oturup namazını bitirmesini
bekledi. Mis’ar namazını bitirince yaşlı adam ona: “Kıyamet günü için
kendine namazından kefil edin‫ ”؛‬dedi. Mis’ar: “Faydası sana dokunacak
şeylerle uğraş. Kaç yaşına geldin?” deyimce, yaşlı adam: “Yüzon küsur
yaşındayım” karşılığını verdi. Mis’ar: “Bu kadar yıldan kendine bir ders
çıkarmadın mı? Şu haline baksana‫ ”؛‬deyince de yaşlı adam şöyle bir şiir
okudu:

“Severim gençliğinde kişileri kandırabilen kızlan


Kocalarını baştan çıkaran ٠ bakışları
Sevgilerini gösterir kinlerini gizlerler
Sağlam iken kendilerini hasta gösterirler. ”
Mis’ar yaşlı adama: “Hâlâ bu tür konularda gözün var mı?” diye sorunca,
yaşlı adam: “Vallahi şu kardeşinin kırk yıldır bu işe gücü yok. Ancak
içindeki coşkuyla bir orduyu bile geçip aşabilir” karşılığını verdi. Bunun
üzerine Mis’ar tebessüm etti ve: “Şiirin kötüsü de, iyisi de vardır. Şiir
Arapların da konuştuğu dildir” dedi.

،‫ م حني علي بن م خ ث د بن ع م‬-‫ أ‬،‫حقا ن‬- ‫ ] حدثن ا أبو م خ ث د بن‬٢Yx/ v] -( (١٠٥٧٥

‫ ثن ا م ح م ذ بن بشر‬،‫ ثت ا عيد الل ه بن أبي زياد‬،‫ ثن ا إبزاهيز بن عتد ا لث الم‬،‫ثن ا أبو عنائه‬،

٠٠ :‫ت شمع ت ب ح إلل م ولت‬3 ‫ه ا‬

‫خةت ال د < < ا جثئ‬-‫و ال ه م ر اتثؤ‬ ‫ غثثأ ئل ه ا‬.‫ لل ي ا ب ه ا ا‬١٤٠‫ؤ إل أن‬

‫ أز ه؛ ه ا ر إل‬،<‫ئ ال ئ ث ت ل حا ن التؤ‬ ‫ؤ ال ' كال ذ ي ; ش ق ى ا لني أل ج اذة‬

Mis’ar der ‫لكل‬:


M is’ar b.K idâm 489

“Dünya kadar, sevenleri aldatan başka bir şey görmedim


Takîn sahibi kadar da zamanında yalntz kalanım görmedim
Efendilerinin kendilerini öldürmesinden korkup da
Tedbirini almadan öylece bekleyen kullar gibisini de görmedim . ”
‫ ثن ا جع فز بن‬،‫ ثن ا م ح ئ د بن ي ح ش‬،‫ ] حدثنا أثو م ح ث د س حيا ن‬yyy/y [ - ) ١ ٠ ٥٧٦ (

،‫ ظث أن أ ح ش‬، ‫ ؤئؤي ص ر‬،‫ص أ ي م ن م بن ك ذ م‬ ، ‫ ^ ؛ ؛‬١ ‫ عن أيي؛ م حي‬، ‫أبي ج م‬

‫ " أ ال ط ث غزة مح د أ ع ز ض ت رئع بوئ طزظ‬: ‫زأنفأ يأم و ل‬ ‫ خقفت الءث الة;> نأمح د‬٩

" ! ‫ ؟‬1‫ ئ ئ ظ ع د ط ! و كتف ن يع وذ م ريتس مريص‬، ‫ مولت نيءنح‬L‫عضيص‬

Ebu’l-Velîd ed-Dabbî der ‫نط‬: Mis’ar b. Kidâm’ın yanına geldiğimizde


namaz kılıyordu. Bizim geldiğimizi fark edinee namazını kısa tuttu. Namazı
:bitirdikten sonra bize döndü ve şu beyitleri okudu
Ara stra başıma gelen bir aldanmadır “
Gelir ve en yumuşak yerime dokunur
Hastalandığını ve ziyaretine gitmediğimi söyler
Oysa hasta olan biri hasta olanı nasıl ziyarete gider ?”
‫ح وثن ا عتد الثؤ‬. ‫ ثن ا محم د بن ع م ن‬، ‫ ] حدت ا ا ل ح تن ن ن محم د‬yYy/v [ - ) ١ ٠٥٧٧ (

‫ ش مع ت‬:‫ قات‬C‫ ثغ ا إت ح اق بن إبراهي م بن ق ادان‬: ‫ ئ ا ال‬،‫بن محم د بن ال ح جا ج بن ح م زة‬

‫صم ع د هؤى الس ت‬


‫ ق‬:‫ قات‬،‫ جلزازا يفللم الح ز‬، ‫ نأ ى م ن م‬: ‫ث‬
‫ م ول‬،‫ج د ي ت غ ذ بن الصل ت‬

‫ئيت‬،‫ رن م ح ث صاب ة ة‬:‫د ال؛ لزاز‬،‫ ؛‬،" ‫ إل‬، ‫ أ ك ظ‬،‫ئ ا؛ثي‬ ‫ " ء‬:‫ قا د‬،‫ق أ ي س غي‬

Sa’d b. es-Salt der ‫ل ط‬: Mis’ar birine zulmeden bir zabıta görünce evin
damına çıktı. Zabıtaya doğru dönüp: “Ey Allah’ın kulu! Sen zalimsin!” diye
bağırdı. Zabıta da: “Eğer dediğinde samimiysen aşağıya in!” dedi,

،‫ ثنا على بن اشحا ى الئ ا ؤزا ئ‬،‫حدثن ا ا ل حشثن بن م ح م د‬ ] y y ^ v [ “) ١٠ ٥ ٧ ٨ (

،‫ ش م ع ت ابن تين ه‬: ‫ ي م وت‬،‫ شي ن ت أثا م ع م ر‬: ‫ م ول ط‬،‫ج م‬ ‫و‬ ‫ت إبراهي م بن عتد ا‬ ‫ ش م ع‬:‫قات‬
490 M is’a rb .K id â m

٠٠ ! 1‫ ثؤ أنت ك إقن‬،‫ ق ن غ " ي ي طنة‬،‫ح دمح‬-‫ن ا‬1‫ دكئمغى ثى إئت‬، ‫ءنى م ن م‬.‫■جا‬:‫يمونت‬

ibn Uyeyne der ‫لكل‬: Mis’ar yanıma geldi ve bir konuda bir adamla
”konuşmamı istedi. Ona: “Ey Ebû Seleme! ikimizi de yanma çağırsaydın ya
dediğimde: “Bizim ona işimiz düşmüş” karşılığını verdi,

‫ إني ك ث عند‬:‫ ئات غ م ا ن‬:‫ بم و لأ‬، ‫ و س م ع ت أث ا ت ن ث ر‬:‫ ] ئا د‬y y t / y [ “) ١٠٥٧٩(

‫خل ا ب‬ ‫ " أن ث ص‬:‫ت ت‬ ‫ ئة‬3 ‫ ق ا‬، ‫م مح ل‬% ‫زيد عي و ب‬ ‫ ث ف ي إ ئ‬،‫م م‬

" ‫ ط ل ب ا ل خ د ث‬j' i & ' c j t ‫ " ق س فدا‬:‫ قاد‬،‫ شأ‬:‫ا لخديث؟ " ق ا ت‬

Süfyân der ‫لكا‬: Mis’ar’ın yanındayken üzerinde yeni giysiler bulunan


soylu bir adam bana doğru baktı. Mis’ar ona: “Hadis öğrenmeye gelenlerden
biri misin?” diye sorunca, adam: “Evet!” karşılığını verdi. Bunun üzerine
”Mis’ar: “Hadis öğrenmek isteyen kişinin halinin böyle olmaması gerekir
d e d i-

‫ ظ‬،‫ ثت ا أخئت ئ ع ئ امآلان‬،‫ ] خ د كا أخنن ئ جئقر تن تلم‬٢ \ r / v [ - ) ١ ٠ ٠ ٨ .(

‫ ءن‬:‫ ق و لأ‬،‫ ضئق يثدا ا لخي ام‬:‫ قاد‬،‫أبو غثد ال مبن جد اللي ئ غنن انبم ئ‬
‫ ث ي ر‬، ‫ " ي م ح ن‬: ‫ ف ق و ل‬، ‫يف ا محا ء ورخي م‬
‫ ي ر د إ ئ م ن ع ق إ ومع ه مح ق ص ي ره ف‬، ‫م ن م‬

،" ‫ ب ه ذا ال ر غي ف ا‬، ‫ وئ ح ج ئ غ ى‬، ‫ وثحل ئ مما ي‬، ‫و س و ي لمح ي‬ ‫ وبأ ح د‬، ‫ف ر ي‬

:‫ ءد‬،‫ نحز‬:‫' آئرد‬٠‫ اب ج ث ؟‬،‫ " ث ر‬:‫ قوئأل‬، ‫ ور ط‬٤ ^ ‫ ال‬،‫ ظص تلنة‬:‫ثأوئأل‬
:‫ ومولت‬،‫ زأخ جنث‬،‫ست وي لحس ة‬
‫ وا‬،‫ وأ حيى ق اة‬،‫ زاغذ ف ارثت‬،‫ ئأ جر ف م ه‬،‫فا غذ الؤغيفن‬

*٠‫ ثئإ يتصرفن‬،‫جم ه‬-‫ ثئس ن محا‬،‫" صب علي هذه ا[ئأئ‬

Cüneyd el-Haccâm anlatıyor: Mis’ar evinin üst odasından elinde bir tas
su ve bir ekmekle yamma iner ve: “Ey Cüneyd! Bu ekmek karşılığında
saçımı keser, bıyıklarımı kısaltır, sakallarımı düzeltir, başımın arka tarafını
tıraş edip hacamat yapar mısın?” diye sorardı. Ona: “Ey Ebû Seleme! Bu
ekmeğe gerek yok” dediğimde: “Olmaz! Dediğime razı olur musun?”
karşılığını verirdi. Ben de: “Olur!” der ve saçım keser, bıyıklarını kısaltır.
M is’arb. Kidâm 491

sakallarını düzeltir, başının arka tarafını tıraş edip hacamat yapardım.


Bitirdikten sonra bana: “Şu tastaki suyu bana dök” derdi. Kan aldığım yeri
suyla yıkadıktan sonra da çekip giderdi.

، ‫ ثت ا ئ ح م ذ س ا ل ح ض بن ح م دويه‬، ‫[ حدث ا ا ل ح ت ن ن ث ذ م ح م د‬yyy'/v] -( (١٠٥٨١

‫من عر‬ ‫ لث ا خز يا ب جن ازة‬:‫ يئأو ل‬،‫ت اس نعت م ا ال ح و لأ‬ ‫شمع‬ ‫ت‬3 ‫ ظ‬، ‫ثن ا م ح م د ئ ذ يون س‬

‫ ئلث ا ص ن ت‬،‫ ح د ي ث من عر‬- ‫ي تأ في ص‬


‫ ير جعون إ ئ يف‬:‫ ئأوئلأ‬،‫جعل ت أ ئا ؤد في الطريق‬

‫خزيقا ل م‬ ‫عن مش ع ر بت ئمحه عشن‬ ‫و‬ ‫ئذا‬ ‫إل‬ ‫ ثممع د إ‬،‫الى ا ل متر ج اء م ح م د بنب س ر ا لع تد ي‬

‫ عق‬،‫ ص موة‬،‫ غذ ري ا لخثقر‬،‫ غذ حم د النيلي تن غتز‬،‫أ ئ ن غ بجا إ ال خديئا نا ج ذا‬

‫سن‬
‫ وثان في ألؤا جي قذ در‬:‫ أثو تغيم‬3 ‫ ظ‬، ٠٠‫ ئ ا ح ت ا ل ج ن عأى عم ر‬٠٠ : ‫ قالت‬،‫ع ائشة‬
‫ ديغثم ئقزني‬U jfr ‫ازة مسخري‬1‫ ئز ج ع ت م ن الح‬،‫ ثنز أدخئه في خزي ي شعر‬،‫ئذهب‬

Ebû Nuaym el-Ahvel anlatıyor: Mis’ar’ın cenazesine çıktığımızda yolda


ayaklarımın ucunda yükseliyor ve: “Bana dönüp Mis’ar’ın hadislerini
soracaklar” diyordum. Mezara ulaştığımızda Muhammed b. Bişr el-Abdî
yanıma gelip oturdu. Bana Mis’ar’dan on yedi hadis aktardı ki bunlardan
sadece birini duymuştum, o da Abdulmelik b. Ömer’in, Ebu’s-Sakr’dan,
onun da Urve’den naklen bildirdiği Hz. Âişe’nin: “Cinler Hz. Ömer’in
ölümüne ağlamıştır” sözü idi. Bu hadis de benim levhalarda yazılı idi, ama
zamanla silinip gitmiş ve Mis’ar’ın hadisleri arasına katmamıştım. Bu şekilde
cenazeden sanki horoz tarafından gagalanmış gibi mahcup olarak döndüm.
Mis’ar tâbiûndan olan âlimlerden bir çok kişiden rivayetlerde
bulunmuştur. Bunların arasında ismi Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem)
ismiyle aynı olan Muhammed b. Abdillah b. Ebî Avn es-Sekafî de vardı ‫لكل‬
Muhammed Câbir b. Semure ile Muhammed b. Hâtib’ten hadis işitmiştir.
Takrîb 3246-a, Takrîb 2289-a, Takrîb 2368-a, Takrîb 4452-a, Takrîb
1528, Takrîb 2205, Takrîb 2206, Takrîb 666, Takrîb 2273, 1603 ‫أل س‬,
Takrîb 1714, Takrîb 822, Takrîb 800, Takrîb 572, Takrîb 4235, Takrîb 1633,
Takrîb 322, ?1277 ‫ اا؛األ ة‬, Takrîb 1884, Takrîb 3815, Takrîb 3559-a, Takrîb
383, Takrîb 1856-b, Takrîb 4217, Takrîb 2285, Takrîb 4416, Takrîb 3688,
2017 ‫س‬ -b, Takrîb 16^0, Takrîb 4034, Takrîb 674, Takrîb 826, Takrîb
492 M is’ar b. Kidâm

4066, Takrîb 382, Takrîb 447, Takrîb 2224, Takrîb 457-a, Takrîb 851,
Takrîb 503, Takrîb 1717, Takrîb 1401, Takrîb 3728, Takrîb 4452-b, Takrîb
1075, 4221 ‫أل س‬-a, Takrîb !592, Takrîb 975, Takrîb 1715, Takrîb 871,
Takrîb 2897, Takrîb 3653, Takrîb 237, Takrîb 726, Takrîb 97, Takrîb 4196,
Takrîb 2517, Takrîb 4197, Takrîb 80, Takrîb 2967-b, Takrîb 1070, Takrîb
2450-a, Takrîb 2446, Takrîb 3883, Takrîb 1135, Takrîb 3075, Takrîb 3076,
Takrîb 1066-a, Takrîb 1066-b, Takrîb 2830, Takrîb 2954, Takrîb 4124,
Takrîb 914, 688 ‫أل س‬, Takrîb 2030, Takrîb 1740, Takrîb 1014, Takrîb
1400, Takrîb 4424, Takrîb 1948, Takrîb 1820, Takrîb 4470, Takrîb 4285,
Takrîb 2110-a, Takrîb 51-a, Takrîb 765, Takrîb 1745, Takrîb 3086, Takrîb
4270, Takrîb 3233, Takrîb 2652, Takrîb 1930, Takrîb 2096-a, Takrîb 1238,
Takrîb 1002, Takrîb 813, Takrîb 1629, Takrîb 1041, Takrîb 1028, Takrîb
2602, Takrîb 301, Takrîb 4243, Takrîb 4454, Takrîb 1922, Takrîb 3046,
Takrîb 2045, Takrîb 1771, Takrîb 2529-a, Takrîb 2450-b, Takrîb 3716,
Takrîb 4433, Takrîb 4238, Takrîb 1192-a, Takrîb 789, Takrîb 3152, Takrîb
4452-h, Takrîb 4392-b, Takrîb 4198, Takrîb 3207, Takrîb 2701, Takrîb 238,
Takrîb 2116, 3055 ‫أل س‬, Takrfo 1444, Takrîb 21217 ‫ل م‬,. ‫ا ل س‬, Takrîb
3709, Takrîb 4277, Takrîb 1076, Takrîb 233, Takrîb 2955, Takrîb 438,
Takrîb 3682, Takrîb 3292, Takrîb 3122, Takrîb 2225, Takrîb 2254, Takrîb
1110-c, Takrîb 4445, Takrîb 3045, 604 ‫أل س‬, Takrîb 1174, Takrîb 2888,
Takrîb 2818, Takrîb 4409-a, Takrîb 3480-a, Takrîb 1009, Takrîb 1516,
Takrîb 4339, Takrîb 3198, Takrîb 1671, Takrîb 685, Takrîb 112, Takrîb
2594, Takrîb 2595, Takrîb 4238-a, Takrîb 2365-a, Takrîb 3830, Takrîb
4340, Takrîb 92-c, Takrîb 334-a, Takrîb 823, Takrîb 2646-a, Takrîb 3849,
Takrîb 212-a, Takrîb 2783, Takrîb 2857, Takrîb 877, Takrîb 675, Takrîb
1949, Takrîb 27, Takrîb 3156, Takrîb 2013, Takrîb 3126, Takrîb 3939,
Takrîb 1593, Takrîb 4278, Takrîb 2433, Takrîb 2353, Takrîb 1672, Takrîb
554, Takrîb 2286, Takrîb 898, Takrîb 791, Takrîb 792, Takrîb 605, Takrîb
4519, Takrîb 512, Takrîb 1622, Takrîb 1623, Takrîb 3024, Takrîb 2025,
Takrîb 1661, Takrîb 2020, Takrîb 1114, Takrîb 3711, Takrîb 2653, Takrîb
3018-a, 3850 ‫أل س‬, Takrîb 936, Takrîb 2933, Takrîb 790, Takrîb 620,
Takrîb 4095-a, Takrîb 1895, Takrîb 2712-a, Takrîb 3677
Süfyân ‫ء‬. Uyeyne 493

Süfyân b. Uyeyne
.Onlardan biri de Ebû Muhammed Süfyân b. Uyeyne el-Hilâlî’dir
,Güvenilir bir imam, sağlam akıl sahibi, görüşleri diğerlerine tercih edilen
ilmin manalarını ortaya çıkarıp temellerine bağlı kalan birisiydi. Tenkitçi
bir âlim, zahid bir âbiddi. ilm i meşhur, zühdü mâmurdu,

‫ش بن علي بن‬ ‫ال ح‬ ‫ ثن ا م ح م د بن‬،‫^؛‬£١^ ‫ ] حدثن ا م ح م د بن‬TY*/v[ - ) ١ ٠٧٩٤(

‫ " ادا‬: ‫ب ولط‬


‫ م‬، ‫اب ن عس ه‬ ‫قا د ت ش م ع ت‬ ،‫ ثن ا محم ذ ب ن ع م ر و ب ن ال م قا س‬، ‫ح ر ب الما ض ى‬

" ‫ ورضيت أللفتن اؤ‬،‫ج ن ن ت ه ا ش طث أ مر ي إدا ص ر ت غش ائت الؤ‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Şu iki şeyi kendimde bulundurursam işim
kolaylaşır: Belaya sabretmek ve kadere razı olmak.”

‫ " ن ا أث اثي غأى ن ا‬: ‫ ن م ا ن وه ات غنن بن ا ل ح ط ا ب‬،‫ ] ه ال‬٢٧١/ v ‫ )“ ت‬١٠٧٩٥(

" ‫ أز ف ث أ وة‬، ‫أ ج ز‬ ‫ ^ ^ ؛ م حن مظ‬١‫ال‬ ‫ آني‬،‫ أؤ ظ ق ظ آ ؤة‬،‫ غش ظ أ ج ي‬،‫لخيخغ‬

Yine Süfyân, Ömer b. el-Hattâb’ın şöyle dediğini bildirir: “Hayrın


sevdiğim şeyde mi, yoksa sevmediğim şeyde mi olduğunu bilmedikten
sonra, sevdiğim bir şeyle mi yoksa sevmediğim şeyle mi sabahladığımı
önemsemem.”

‫ ثن ا الحس ن بن إبراهي م بن‬،‫ ] حدثن ا عبد الل ه بن م ح م د بن ج عف ر‬٢٧ ١/‫ا‬/ ‫ )“ ل‬١٠٧٩٦(

٠' :‫ مولت‬،‫ت "ىن نيت‬3‫ د ا‬،‫ ظ نث؛ان بن عييثه‬،‫ أبو أثوي‬SjlS ‫ بن‬0‫ ئ نقن ا‬،‫ش ار‬
-‫ت‬
‫ال‬ ‫ا م رئ م ن الغث أن يرى م ن م س ه ئ سا دا‬ ‫ب‬ ‫ وي»حش‬، ‫م س ي ع ل م ي ب م سا د ه ا‬ ‫بماي ح‬ ‫ع ل مي‬

" ‫بملغه ا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Adamın biri şöyle derdi: “Nefsimin nasıl ıslah
olacağını bilmem nasıl bozulduğunu bilmemle olur. Nefsinin bozulmuş
olduğunu gördüğü halde onu ıslah etmemesi kişiye kötülük olarak yeter.”
‫‪Süfyân‬‬ ‫‪. Uyeyne‬ء ‪494‬‬

‫( ‪ ] ٢ ٧ ٧ ٧ [ - ) ١ ٠٧٩٧‬خ د قا مه د الئؤ ئ ت خ م ‪ ،‬ثن ا ا خل س ثن إو محز‪ ،‬ثن ا ئين ا ذ‬

‫ظ‬ ‫ظ ت ال ي ذ‬ ‫ئ ذاؤذ‪ ،‬نحا ث محاذ‪ ،‬قا ت‪ :‬قات زيت ئ ائث لن اؤ‪ " :‬اقث ا ن أنا أءيييت ا‬

‫و ف ال ث م مح ت ا ق ي نقذ م ‪ ،‬ثإئ ال ش ا لخت ل‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Âlimlerden bir zat şöyle dedi: “Otuz yıldır‬‬
‫‪iki şeyle uğraşıp duruyorum. Biri insanlar ile ilişkilerimde tamahkârlıktan‬‬
‫”‪uzak durmak, diğeri deAllah’a karşı amellerimde ihlâslı olmaktır.‬‬

‫ثت ا‬ ‫حدثت ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬ثت ا ركرثا بن أ خ ن ذ بن ت وق ى‪،‬‬ ‫ا‬ ‫(‪٢٧١/٧ [ -) ١٠٧٩٨‬‬

‫ت بن معا ذ‪ ،‬محا د ‪ :‬ت ب ن ت غ م ا ن بن‬ ‫إ صام‬ ‫أ خن ن بن نلت مان بن التثاع الصن عاتي‪ ،‬ث‬

‫ب و تت " م ن يزين بل ق ص ب ش يغ بمل ب؛لثت محا؟ى م نه غين ذ ال ث ث‪ 1‬دة ‪" ^ ١‬‬


‫عيث ه‪ ،‬م‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Allah’ın kendisinin ne olduğunu bildiği halde‬‬


‫”!‪insanlara kendini farklı bir şekilde gösteren kişiyi Allah mutlaka rezil eder‬‬

‫( ‪ ] ٢ ٧ ٧ ٧ [ - ) ١ ٠٧٩٩‬حدثت ا أبو بكر م ح ثد ئذ ا منتنن ا ال ‪ -‬م ي ‪ ،‬ثط ف ش ق د بن‬

‫م ح ث د ا ل ج غدي‪ ،‬ثن ا م ح ئ د ب ن مئ م ون ا ل حث ا ط ‪ ،‬ئا ‪3‬ت ش م ع ت ث م ا ن بن م حنه‪ ،‬م و لت‪٠' :‬‬

‫إذا كا ذ ثه ا ري ئه ا زش م ه‪ ،‬ولتل ي ص ج ا ه ل‪ ،‬ئن ا أص ثغب ال ع لم؛ اثز؛ي ك ي غ ؟ أ "‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Gündüzüm sefihlerin gündüzü, gecelerim de‬‬


‫”?‪cahillerin gecesi gibi geçecekse yazdığım ilimle ne yapayım‬‬

‫هم د الل ه ى م ح ئ د بن جعمر‪ ،‬ثت ا أبو ي ش الم وصلي ‪،‬‬ ‫حدثت ا‬ ‫(‪] y W y [ - ) ١٠٨٠٠‬‬

‫ئال ‪ :‬ت م ن ت ^‪ ^ £ ١‬ا ل جوهري‪ ،‬م ولت‪ :‬ت م م ت نثيا ذ بن م حثة‪ ،‬م ول ط‪ ” :‬اثن ا أربا بي‬

‫ال؛محئ م ال د؛ ن م أ ه ‪،٧١‬ينيع تلو ن به ‪٠٠‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “ilim erbabı denilen kişiler bildikleriyle amel‬‬
‫”‪eden kişilerdir.‬‬
‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬ ‫‪495‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧٧٧ [ -) ١٠٨٠ ١‬حدثت ا م ح م د بن ^‪£١‬؛^؛ بن ح الب اتح ذ ك ر ي‪ ،‬ثن ا أ خ ن ذ بن‬

‫ئ م حثه‪،‬‬ ‫ض ئ ث ن يا ن‬ ‫لخد‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫ي الثؤ ا م حت اثوري‪ ،‬نحا غ ئ ئ ا‬ ‫إنزاه م ثن‬

‫مب ولث‪ " :‬م ن رند قي عميه‪ ،‬ق م ن ش ه ي "‬

‫؟’‪: “Kişinin aklı arttıkça rızkı azalır.‬نكل ‪Süfyân b. Uyeyne der‬‬

‫( ‪ - ) ١ ٠ ٨ ٠ ٢‬و ‪ ٢ ٧ ١ /v‬ء حدق ا أبو محم د س حقان ‪ ،‬ثن ا إ ئ خ ا ق بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا محم د‬

‫بن هم د ال م بن أيي القوئ‪ ،‬ثت ا عيي بن ا لخض‪ ،‬قات؛ سب ع ت ن عيان ئذ م حث‪ ،‬بمولط ‪٠٠:‬‬
‫من ع ه م ن الق_يو د ال ذم عثه‬ ‫ايل؛س‬ ‫أن‬ ‫س نأى أثت لحئئ م ن عتره ق ز ا‪،‬ئتكتز‪،‬‬

‫الغ الم ا ض ئ اثة ا|‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kim kendisini başkasından hayırlı zannederse‬‬


‫‪bu kişi büyüklük taslamıştır. iblîs’i de Hz. Âdem’e secde etmekten alıkoyan‬‬
‫”‪şey büyüklenmesidir.‬‬

‫أخن ت‪ ،‬ثن ا محم د‬ ‫بن‬ ‫ت ا إ ت خ اق‬


‫( ‪ ] y v t / v [ - ) ١ ٠٨ ٠٣‬حدثت ا عثذ الله س م ح ئ د ‪ ،‬ث‬

‫م ا‪:‬تن م حثة‪ ،‬ق ا ت‪ " :‬تذ م م غ تغمية‬ ‫ظ ئ ذاؤذ‪،‬‬ ‫ض الثؤ تن أيي ال قي‪ ،‬ئ‬ ‫تق‬

‫في الشه وة با رج ل ه التؤبه‪ ،‬ء ا ن اد؛ علته الغ ال م عص ى مسئهيا بغم ز لت‪ ،‬الذا كا ث ئ‬

‫عص ى ثعن مئ؛ ثلع ن "‬ ‫ه ا ن إبلي س‬ ‫معصتته في كتر ه ا ح س عل ى صا حبه الل غة‪،‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kimin günahı şehvetinden dolayı olmsa, bu‬‬
‫‪.kişiyi tövbe rahatlatır. Hz. Âdem şehvetine uyarak günah işledi ve affedildi‬‬
‫‪Eğer günahı tekebbüründen dolayı olursa bu kişinin lanete uğramasından‬‬
‫”‪melenmesinin sebebi tekebbürüdür.‬؛! ‪korkulur. Çünkü İblis’in‬‬

‫حدثن ا عتذ الله بن محم د ‪ ،‬ثن ا ت ع يد بن طن ة القؤري‪ ،‬ثن ا‬ ‫( ‪] \ vy/ v [ - ) ١ ٠ ٨ ٠ ٤‬‬

‫ق‬ ‫ح‬ ‫؛ ال‬ ‫^ ‪ ،‬ق ا‪:3‬ش مغغ أى‪ ،‬قول‪ 3U :‬ثي(ة ئ محقه‪ ٠٠‬ق ات> ال ؛ ه‬ ‫<ات‪١‬‬
‫ه‬ ‫ظ ى ‪ ، ^ ١‬ظ‪3‬‬ ‫^‬ ‫ض‬ ‫ي‬ ‫مب ش ئؤ ة‬ ‫ي ال؛تي‪V ،‬‬ ‫كء‬ ‫آل جزؤ ء ذ ؤ و‬
496 Süfyân b. Uyeyne

‫اللت ب منزل ه ائن اؤ ي‬ ‫إ ال‬ ‫إل ه‬ ‫محال‬ ،^‫يؤمنون‬ ‫أث ال‬ ‫ؤ و جغلن ا م ن الن اؤ طث ق يء حي‬:‫ثعال ى‬

‫ زنن ^ ئ ث ت ئ ال إ ه إ ال ا ه ء و مإما‬،‫ط ال إه إ ال اه ث ي و ء ق‬ ‫ تق إل هقق‬،‫ا ل م حا‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: Âhirette Lâ ilâhe illallah’ın, dünyadaki su


konumunda olduğu söylenir. Su olmadan dünya üzerinde canlı hiçbir şey
kalmaz. Allah da şöyle buyurur: “ink§r edenler, gökler ve yer
*' onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana
getirdiğimizi bilmezler mi? inanmıyorlar mı?”1 ‫ ه ا‬ilâhe illallah da
dünyadaki bu suyun değerindedir. Lâ ilâhe illallah’ı olmayan kişi ölü biridir.
Lâ ilâhe illallah’ı olan kişi ise diridir-

‫بن‬ ‫إ‬ ‫ ثن ا إئزام‬، ‫ ثن ا عل ي بن رشت م‬،‫ ] حدبت ا أثو م ح ث د بن حقا ن‬٢٧٢/‫ [ ؟‬- ) ١٠٨٠٥(

‫ مولت; " نا أنغب اللت غ ز‬، ‫ ق ا الت ش معن ا ن م ا ن بن ع ظ‬، ‫ نإن ح ا ق بن إبراهي م‬،‫معمر‬

‫ءكء‬ ‫س‬ ‫ ءف ي‬4 ‫ فإن ال م ح إ ال ال ق ل‬، ‫وجب ز ال ه ؛ ال ا ه‬ ‫^ ب م ط أ ك د م ذ أذ‬ ١

" ‫م 'ل ه ا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Allah, kullarından hiç birine, Allah’tan başka
ilah olmadığım onlara öğretmesinden daha büyük bir nimet vermemiştir.
Çünkü «Lâ ilâhe illallah» âhirette onlar için dünyadaki su gibidir.”

،‫ط الئؤ ئ أختن ئن خ ي ل‬ ‫ ئ‬، ‫خ ه ا أبو بكر ئ نال ك‬ ] ٢ ٧ ٧ ٧ ‫ ؛‬- ) ١ ٠٨٠٦ (

‫ |ن هتوظ ط هزت ظ ق ي ئ م ن‬٠٠ ‫ ئ ئ ا ن ثت‬3 ‫ ه ا‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ظ نئ؛ ا ن‬،‫ ح د لي أبو مغ م ر‬:،3‫محآ‬

" ‫ك الم الثؤ‬

Ebû Ma’mer der İri: Süfyân’ın bana bildirdiğine göre Osmân ona: “Şayet
kalplerimiz temiz olursa Allah'ın kelamına doymaz olur” demiştir.

‫أ ظن في‬ ‫إ ال‬ ‫أن يا ي علي يؤم ؤ ال لتل ه‬ ‫ما أ ح ب‬ " :‫ ] وقات م ح ان‬٢٧٢/‫)" [ ؟‬١٠٨٠٧(

‫الم نان في ا ل م ص ح ف‬ ‫ي غن ي‬ ، ٠' ‫"ك الم الل ه‬

1Enbiyâ Sur. 30
Süfyân b. Uyeyne 497

Süfyân b. Uyeyne, Osmân’ın kendisine şöyle dediğini nakleder: “Eğer


kalplerimiz temiz olursa Allah’ın kelamına doymaz. Mushaftaki Allah’ın
kelamına bakmadan bir gündüz ve gecemin geçmesini istemem.”

‫ ثن ا أث وش عيد أ ح م د بن م ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا عتد الله بن م ح م د‬٢٧ y/v [ “) ١٠ ٨ ٠ ٨ (

‫ ث‬1‫ وارتم‬،‫ ال ؤئذ في ال د ي ال تي ن‬٠' :‫ هات‬،‫ع سه‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا نئ؛ا ن‬،‫ ثن ا أ ح م د بن عنده‬،‫ت ع يد‬

" ‫ال ت ي ي‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Dünyada zühd, sabretmek ve her an ölüme


hazır olmaktır.”

:‫ قات‬،‫ ثعا ا لخنن بن ث م ا ن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو ع م رو شر ح ن ذا ن‬٢٧٢/ v [ -) ١٠٨٠٩(

‫ وأ ح ر غ‬،‫ح ية‬-‫ث ي ث ي ئا‬


‫ قأ م‬،‫جد ي‬
‫ ب‬،‫ أ ح ذ ن ئ؛ ا ن بن م حث؛‬:‫ ثئ و لأ‬، ‫سمع ت خ ز ه بن ث ش‬

‫ ف ذا ط عا ي ى م ئذ مئين‬،‫ د ع ثا حرمل ه ن ا بمولت الثامن‬٠' :‫لى‬ ‫وهالط‬ ‫م ن *ك م ه زغيفن ف عير‬

- ٤٠

Harmele b. Yahyâ bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne elimden tutup bir kenara


!çekti. Sonra cebinden bir tane arpa ekmeği çıkardı ve: “Ey Harmele
İnsanların dediklerini bırak! Altmış yıldır benim yiyeceğim işte bu arpa
ekmeğidir” dedi,

:‫ مات‬،‫ا ل ج ارود‬ ‫علئ‬ ‫ ثن ا أ خ ن د بن‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حقا ن‬yVY/v[ -) ١ ٠٨١ ٠(

‫ د ح ئ ت على‬:‫ب ولأ‬
‫ م‬، ‫شت و ي‬١ ‫ت |با ي و ن ن‬ ‫شمع‬ :‫بوت‬
‫ م‬، ‫سم غ ت ي ج نز ئ الط<وي ئ‬

‫ أن ا إثين ا طعام ي‬،‫ ق ادت " يا أثا ثوئف ن‬،‫ وبين ثديه ممحث ا ن م ن سعير‬،‫نمتا ن بن عيس ه‬

" ‫أز م ن ط‬ ‫ظ‬

Ebû Yûsuf el-Fesevî der ki: Süfyân b. Uyeyne’nin yanına girdiğimde


önünde ‫ لكال‬tane arpa ekmeği vardı. Bana: “Ey Ebû Yûsuf! Kırk yıldır benim
yemeğim budur!” dedi.
Süfyân b. Uyeyne 498

‫ ثن ا عند‬،‫ ثن ا ع من بنب حر ا لأشدي‬،‫ ] حدثت ا عتد اللؤ بن م ح م د‬tVyVv[ “) ١ ٠٨١ ١(

، ‫ ثا أبا م ح م د‬:‫ يل ت ل ن فا ذ‬:‫ ق ولت‬،‫ت أ ح م د بن أيي ا لخزاف‬ ‫ ش مع‬: ‫ قا د‬، ‫م ح م د‬ ‫اللؤ بن‬

‫ح‬ ‫ لاوتي‬،١‫^ ؛‬ ‫مبأ‬ ‫ه غيي‬ ‫ " ص؛ذ) أمح ء‬: ‫^ قي ال ئ ي ؟ ئ ت‬ ١ ‫أي ئ ئء‬

C‫ وابملي محصتن‬،‫عثه بن ع م ة ذ ش ؤ‬ ‫م‬ ‫ ءإن أت‬، ‫ يا أب ا م ح م د‬:‫ ئ ك ل ه‬،" ‫ هذلل ق ال ؤئ ذ‬،‫ئ ص ر‬

، ‫ ث م نتة اثأزى م ن ال ه م‬٢ ‫ " ئ م ن‬، ‫ ا ذ ك ت‬:‫وه و م م س لق للغ ع م ة ي ن لآكون زاهدا؟ قات‬

٠٠‫ ئذللف الؤا ج د‬،‫والنئ م ه م ن ال غ ر‬

Ahmed b. Ebi’l-Havârî bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne’ye: “Ey Ebû


Muhammedi Dünyada zahid olmak ne demektir?” diye sorduğumda: “Allah
kendisine bir nimet verdiğinde şükrediyorsa, bir musibet verdiğinde ise buna
sabrediyorsa zahid kişi işte odur” dedi. Ona: “Ey Ebû Muhammed! Nime^
verildiğinde şükrediyor, musibete maruz kaldığında sabrediyor, ama verilen
nimeti hâlâ elinde tutuyorsa nasıl zahid olabilir ki?” dediğimde: “Sus! Kişiyi
musibet sabırdan, nimet de şükürden alıkoymuyorsa zahid biri demektir”
karşılığım verdi.

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا علي بن م ح م د بن اشتاذويه‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن عل ي‬٢٧٣/‫ )“ [ ؟‬١ ٠٨١٢(

‫ت ن م ان بن‬ ‫ ش م ع‬:3 ‫د ا‬ ،‫ ح دقتي الحتن ا ن‬:‫ قات‬،‫ ثن ا م ح م ذ بن ائئ نجزؤ‬،‫ب دار‬


‫عئد الثؤ بن م‬

" ‫أل بئة‬ ‫ال‬ ‫ش خ ث ال دهتا ق ئ ب ه ظ‬ ‫س‬ ‫ اا ث‬:‫ ;غ و ل‬،‫م حثه‬

Süfyân der ‫كل‬: “Zarurî ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak, dünya


sevgisinden değildir.”

‫ ثن ا أبو‬، ‫ ثت ا إ ئ خ ا ق س أ ح م د‬،‫ثا ن‬
‫م ح م د بن ح‬ ‫حدق ا أب و‬ ] yyit/y [ - ) ١ ٠٨١٣(

‫ كأتمف ب! ند ي‬٠' :‫ض م و لت‬ ‫ت ث م ن ت ش مث\ن بن‬3 ‫ ه ا‬، ‫ىي حيى ؛ئيلي ئ‬ ‫ ئ‬،‫زرئ‬

"! ‫خر ت ن قن و ت نقد‬-‫ زكأتمفبا‬،‫ثنت‬ ‫ول م‬ ‫خر ة‬-‫ زكآتلفب ا ال‬،‫تك ن‬ ‫ول م‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “(Kendini şöyle bil:) Sanki dünyada yaşıyorsun,
ama değilsin. Sanki şu an lirettesin, ama henüz oraya gitmemişsin. Sanki
ölecek en son kişisin, ama ölmüşsün.”
Süfyân h. Uyeyne 499

\l \ ،‫ك أ م ا;تنآدم‬ ‫م‬ ‫ " ؛أ بم د ي أ‬: ‫ ء ذ و ت‬:‫ ئ م ح لأ‬3 ‫ ] قا‬٢٧ ^ ٧ [ - ) ١ ٠٨١٤ (

" c-jU L^JL‫ ؟‬- - > \ İ ç

Yine şöyle demiştir: “Dünyanın da insanoğlu gibi bir eceli vardır ve eceli
‫ أ‬zaman o da ölecektir.”

‫ ح دثني‬، ‫ ثن ا عتد اللب س أ ح ن ذ بن حمحل‬، ‫ ] ثن ا أبو بكر بن تالل ه‬٢٧٣/‫ [ ؟‬- ) ١٠٨١ ٥(

٤١‫يختأ ^؛‬ ‫ال‬ " ،٣١٨^ ١ ‫ ”ى ن عس ت ى علته‬:‫ يم أول‬،‫ت ش ج ن ت ئئ؛ا ذ بن عثثه‬3 ‫ ظ‬، ‫أيي‬

: ‫ ومح ل ه‬، ‫ف ن ه مح ت ي ح ر ث‬
‫ ي‬،‫ر ها‬ ‫ م ع م ؛ يؤم وقل ة‬:‫ و م ولت‬، ‫م ذا ؤ‬
‫ ز ال عش ا ء ب‬،‫ي ث ا ؤ‬

"‫م‬ ‫؛ أ ل غ د ز ي ي ا ل‬3 ‫م ه ؟ قا‬ ‫ أ ال‬:‫ أ ئ ئ مأة م ث ؟ بج د ه‬: 3 ‫أ ال تثزوخ؟ قا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. İsa sabah yemeğinden akşama, akşam
yemeğinden de sabaha bir şey kaldırmaz ve: “Her gündüz ve gece kendi
rızkıyla gelir” derdi. İsa’nın harab olacak bir evi de yoktu. Ona: “Evlensene!”
denilince: “Ölümlü bir kadınla mı evleneyim?” karşılığını verdi. “Kendine
bir ev yapsana” denilince de: “Yolda giden bir yolcuyum” karşılığını verdi.

‫ ح دبيي‬، ‫ ثن ا عبد الئؤ بن أ ح م د بن خ م‬، ‫بن مال ك‬ ‫م‬ ‫ ا ثن ا أبو‬٢٧٣/٧ ‫ )“ ل‬١٠٨١٦(

‫ؤصعثه ا‬ ‫ ء إن‬، ‫ قادت قا د عيع ث ى علته الغ ال م " إن لل ح ك م ة أغ ال‬،‫ ثن ا ن م ا ن بن محنه‬، ‫ش‬

‫ يص غ الدواء■ ح ن ت‬، ‫ ” كن "كالقلبي ب‬، ‫ نإن مغئثه ا م ن أهل ه ا ضي ع ت‬،‫ضئن ت‬ ‫أهل ه ا‬ ‫ي •عثر‬

‫ص‬‫ينب‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. İsa: “Hikmete de ehil olanlar vardır.
Hikmeti ehli olmayanlara verirsen heba ederler. Hikmeti ehli olanlardan
esirgersen heba olur. Bu konuda ilacı yerli yerinde kullanan doktor gibi
olmalısın” dedi.

‫ ح د ب ي‬،‫ ثغ ا غئد الل ه بن أخن ت بن حنب ل‬، ‫ ا ثن ا أب و بكر بن تالل ه‬٢٧٣/٧ ‫ )“ ل‬١٠٨١٧(

‫ف ت أل عيس ى‬
‫ ي‬،^ ^ ١ ‫ وي حش علتهن ا الغ ال مب إتقا ن‬،‫ " ”ك ا ن عيث ى‬: ‫ قا د‬، ‫ ئت ا ئئ؛ ان‬،‫أيي‬
500 Süfyân ‫ء‬. Uyeyne

‫ض بزايالقاس ي؟‬ ‫ بمش■■ لنز مح رد‬. ‫ ق ا د ق‬،‫ ز بمأد ي ض غ ذ م حا ر أهله ا‬،‫ص شزار أهله ا‬

‫ إثئ ا أئا ب ث أذاؤي انتزض‬:‫" قا ت‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: Hz. İsa ile Yahya bir kasabaya geldikleri zaman
İsa kasabanın en kötülerini, Yahya ise en iyilerini sorardı. Yalıya ona:
“Neden en kötülerinin misafiri oluyorsun?” diye sorunca ‫“ ثقل‬Ben hastaları
tedavi eden doktor gibiyim” derdi.

‫ عذ‬،‫طيي أبو تغت ر‬ ، ‫ ثت ا حم د ال م‬، ‫ ] ثت ا أبو بكر ثن ن ا ل ك‬٢٧٤/‫ [ ؟‬- ) ١ ٠٨١٨(

‫ يا مل خ‬،‫سثوا‬ ‫ل‬ ‫فن‬


‫ ي‬، ‫ إئئ ا ا ع ك ىإ ' و ئ ث وا‬٠' ‫ قادت قاد مح ت ى غ ي الث الم‬،‫قمحان‬

‫ ن ث ذ ت م يص ت خ‬١^ ‫ ح‬1‫الب‬ ‫ ؤ ة‬، ‫ ح‬1‫ ف ت ذ ض ب م لحي ا ل م‬٩ ٤^ ^ ١‫ إل ة‬،‫ث اتوا‬،‫ثن‬ ‫ال‬ ‫؛ لأ ر م‬

"‫م م‬ ‫ مئد اهل ذ ي أ خ ب ت‬١١‫ ؛نين يثق مح ق ون ؛‬١^ . ‫آل ؛ ؟‬/‫ و‬،‫بثتي‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫ل ط‬: Hz. İsa: “Ben size hayret etmeniz için değil
!başkalarına öğretmeniz için öğretiyorum. Siz ki yeryüzünün tuzu gibisiniz
Sakın kokmayın! Zira bir şey koktuğu zaman onu tuzlarlar. Ama tuz
koktuğu zaman onu düzeltecek bir şey kalmaz. Ben size öğreterek
karşılığında ne alıyorsam siz de öğrettiklerinize karşılık aynısını alın” dedi,

‫ ح د ب ي‬،‫ ثن ا عبد الل ه بن أ ح ن د بن ح ق ل‬، ‫ ] ثن ا أبو بكر بن مال ك‬٢٧i/v [ - ) ١٠٨١٩(

‫ ويثابيع‬، ‫' "ك ون وا أوعيه الكتاب ط‬٠ :‫ عيس ى علته ا لغ ال م‬3 ‫ قات نمي ان هما‬،‫ ئ ا ال‬،‫ وأبو م ع مر‬،‫أيي‬

‫ " أؤعيه‬: ‫ وقا د أ ح م د‬،" ‫يكثز لمحإ‬ ‫ال‬ ‫ ز ال يض رك م أن‬،‫ ن طوا الل ه وزى ثؤ؛ يؤم‬، ‫العل م‬

‫م اا‬

Süfyân b. Uyeyne der İri: Hz. İsa: “Kitab’ın kapları ve ilmin kaynağı
olun. Allah’tan rızkı günlük isteyin. Rrzkı si^e çok vermemesinin de size bir
zararı olmaz” dedi.
‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬ ‫‪501‬‬

‫م بذ ن اب ك‪ ،‬ثغ ا هم د الثؤ ئ أخنذ بن خ م ‪ ،‬محا‬ ‫(‪ ] y v i/v [ - ) ١ ٠٨٢ ٠‬خدتثا أم‬

‫إنن ا اخل ا إل‬ ‫بزفث ا ن م زالئي‪،‬‬


‫أبو م ‪ ،‬ظ ني ان ئ م حئق‪ ،‬قات‪ " :‬في ن اخلالي ا لذي م‬

‫ال ذ ي يئزمحث ا ل حثز بقع ة‪ ،‬ويئرفن القئ ث ج س ة "‬

‫‪,Süfyân b. Uyeyne der ki: “Âlim, hayrı ve şerri bilen kişi değildir. Âlim‬‬
‫”‪hayrı bilip ©na tabi olan, şerri bilip ondan uzak duran kişidir.‬‬

‫( ‪/ v [ “) ١٠٨٢١‬؛ ‪ v‬؟] ح د ئ إئزا مح ز ئذ عئد الله‪ ،‬ث إ تخثد ى إمئخ ا ق ا لمم في‪،‬‬

‫ت م ح م د بن يشم ‪ ، ^ ^ ١‬عا ‪ :3‬ش م ع ت ابن م حثث‪ ،‬يمولت‪ '٠ :‬أؤأل ا ل ع ل م‬ ‫شمع‬ ‫با د ‪:‬‬

‫م حن "‬ ‫‪P‬‬ ‫شث د‪،‬‬ ‫‪P‬‬ ‫ظ‪،‬‬ ‫ال ح‬ ‫‪ £ ٣ ١‬ث أ ا إل ك ا ث ‪ ،‬ئ أ‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “îlmin başı dinleme, sonra susma, sonra‬‬
‫”‪ezberleme, sonra onunla amel etme, sonra da onu yaymadır.‬‬

‫م ح م د ‪ ،‬محات‪ :‬ت م م ت م ح م د تن ع م رو‬ ‫ثن ا‬ ‫(‪ ] y y i/v [ - ) ١٠٨٢٢‬حدثن ا إئزايب‪،‬‬

‫الث ا هل ي‪ ،‬يأم و ل ‪ :‬ش م ع ت ابن ع سه‪ ،‬يأم و ل‪ ٠٠ :‬م ح ت أ ح رج إ ر ا ل م س ج د مات ص م ح ائ ظئ‪،‬‬

‫‪P‬‬ ‫ح ش ف ؤ الء ال ذ ثا ن ‪،‬‬ ‫م‬ ‫ه ق ز؛ ئ د ؛‬ ‫ب ث إ م ز‪،‬‬


‫ج‬ ‫و ش ئ‬ ‫ظء ذا زأ‪:‬ث م ح و ال‪،‬‬
‫م‪ 0‬م م‬
‫ننشدت‬

‫‪١‬‬
‫م ؤ د يب‪1‬لق ودد ‪.‬‬ ‫وم ن ‪£ ^ ^ ١‬‬

‫‪: Süfyân b. Uyeyne: “Mescide çıkıp‬نكل ‪Muhammed b. Amr el-Bâhilî der‬‬


‫‪gelenleri kontrol ederdim. Olgun ve yaşlı kişileri gördüğüm zaman da‬‬
‫‪:yanlarında otururdum. Bu gün ise etrafımda hep çocuklar var” der ve‬‬
‫‪Önderlikte tek olmam bedbahtliğtmdandtr” şeklinde bir beyit okurdu“.‬‬

‫ئ إنخ ا ة‪ ،‬قاد‪:‬‬ ‫ئ ي د ال م‪ ،‬ثن ا تخثد‬ ‫( ‪[ - ) ١٠٨٢٣‬؟‪ ] ٢٧٤ /‬خ د كا إوا م إ‬

‫أدري‬ ‫العالم ال‬ ‫ت م ح م د بن الصثا ح‪ ،‬يأمول ‪ :‬أقأثا نمتا ن ن غثئثق ‪ ،‬ه ا د ‪ '٠ :‬إذا رف‬ ‫ش مع‬

‫أص ين ت مهأتأة "‬


5 ‫ ه‬Süfyân b. Uyeyne 2

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Eğer âlim «bilmiyorum» sözünü terk edecek
olursa sözünün değeri olmaz.”

‫ ش م ع ت أبا ي حيى م ح م د بن‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ت خ ئ د‬C‫ \ ] حدثن ا إبراهي م‬v^/v [ ")١٠٨٢٤(

‫ ثق ونت‬،‫ إدا ن ئ د ضر فيرؤ‬،‫ كا ذ نئثا ن‬:‫ قات‬،‫ عن علي بن ال ندين ي‬:‫ يقولط‬،‫عبد الو ح م‬

" ‫ وشد ه ؛ هم ئ‬،٤^ ١ ‫ " ت ل‬:‫ " نذ بمأت؟ " م ح ول‬:‫ ص و ل‬،" ! ‫" ال أ ش ذ‬

A li b. el-Medînî der ‫لكا‬: Süfyân’a bir şey sorulduğunda: “Bu konuda


yeterli bilgim yoktur” derdi. “Kime sorayım?” dendiğinde ise: “Alimlere sor
ve Allah’tan başarı dile” karşılığını verirdi,

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا غيد الل ه ن ت ع د الزهري‬، ‫ ت ا ت خ ئ د‬،^ £ ١^ ‫حدقن ا‬ ] tv ö /v [ - ) ١٠٨٢٥(

‫ب‬ ‫ب‬ ‫ت‬ ،‫ وأتي ب ماؤ زمزم‬،‫ نأي ت تمتا ن شر عث ه‬:‫ ظلط‬،‫عتذ ال ؤ ح م ن بن ت ع د ا ل ج م ح ي‬

" ‫ " ظء زنن؛ بمزلة ال ي ال ي؛‬:‫ وقات‬،‫ؤض الذي غذ حمي‬


Abdurrahman b. Sa’d el-Cumahî der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye Zemzem
suyundan getirildiğini gördüm. Getirilen sudan ^tikten sonra sağında
olanlara da ikram etti ve: “Zemzem suyu koku gibidir ve reddedilemez”
dedi.

‫بن‬ ‫ ت ب غ ت ت ح م د بن‬: 3 ‫ د ا‬، ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ] حدثن ا إبزاه م‬٢٧٥/‫ ) ' [ ؟‬١ ٠٨٢٦(

‫ثد ح ن هذه‬ ‫ال‬ ٠٠ :‫ مولت‬،‫ت ت ها ا ن‬ ‫ش مع‬ :‫ ثمولط‬،‫ ش م ع ت ا لخنئني;ؤ‬:‫ يمولث‬، ‫حم ث ك ر‬

" ‫إ ال أشثى أ ه وول دة‬ ‫رجل‬ ‫نت‬


‫ا ل م حابز م‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫نكل‬: “Divit ile hokka bir adamın evine girdiği zaman
ailesi ve çocukları mutsuz oldular demektir.”

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا ابن وقتر‬،‫حدثن ا ت خ ئ د ن حم د الؤ ح م ن بن الن صل‬- ] yy ،‫؛‬/y [ - ) ١ ٠٨٢٧(

‫ اآ‬: ‫ مولت‬،‫ ت م ن ت سمتا ن بن عيس ه‬:‫ محالأ‬، ‫ ثغ ا تبي ن بن ئل بما ذ‬،‫عتد الؤ ح م ن بن عس ت ى‬

" ‫تق ض‬ ‫ال‬ ‫ والغ؛ثه‬،‫ ال د؛ ني م ح ى‬،‫امل؛بته أ ف د م ن اال؛ني‬


Süfyân b. Uyeyne 503

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Gıybet borçtan daha ağırdır. Zira borç ödenir
ancak gıybetin ödemesi yoktur.”

، ‫ ثن ا م ح م د ثن إبزاهين؛ بن قبي ب‬، ‫مه د الثؤ س م ح م د‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ] ٢٧٠/‫ )“ [ ؟‬١٠٨٢٨(

‫ " محنثهئ أ م حازئز‬:‫ قات‬،٠٠‫بم‬1 ‫ " و لدي م‬: ‫ ملة‬: ‫محا ق ي ا د‬ ،‫ذاؤئ‬ ‫محا ثي ن ا ذ ئ‬
‫ ء إ ذا ئ خ ذللث جاء‬،‫ ل ه ا ل م زيد‬،‫ل ي ز قيء بمال‬ ‫يفت ح‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫هز مه ه‬ ‫م ما‬ ‫إ ر ف يغ‬ ‫ثمئن و‬

‫ ة م ن‬:‫ م ن أن ث؟ ثموت‬:‫ ن وئأ ون‬،‫ ة؛ثاذوئت‬، ‫ ي شرف ن غ ي‬،‫فؤ‬


‫ ي‬١
^ ^ ‫ف نبا ثذ ي‬
‫ف يء ي‬

" 4 ‫ و لدت ا تتيد‬: ‫ا ليهق؛ات ال ه‬

Süleyman b. Dâvud der ‫كل‬: Süfyân b. Uyeyne, “Katımızda fazlası da


vardtf”* buyruğunu açıklarken şöyle dedi: “Cemıettekiler içinde
bulundukları nimetlerden dolayı artık başka bir şeyi aramaz olurlar. Ancak
onlara «Mezîd» denilen bir şey açılır. Açıldığı zaman da içinden, daha önce
”?görmedikleri bir şey çıkar. Onu üsderinde gördükleri zaman: “Sen kimsin
diye sorarlar. “Ben Allah’ın «Katımızda fazlası da vardır» buyurduğu
şeylerden biriyim” der.”

‫ وأب و أ ح م د م ح م د‬،‫ م ح م د بن بشر بن العباسي‬، ‫ ] حدثن ا أب و ت ع ي د‬yYo/v[ ")١٠٨٢٩(

‫ ش ج ن ت م ح م د س ع م رو بن أ ي‬:3 ‫ محا‬، ‫م ح م د بن إش ح ا ى ال ق إل‬ ‫ثن ا‬ :‫ ق ا ال‬، ‫بن أ خ ن ذ‬

٠' ‫ب إ يمح مبم بما جا ذة يقف وا‬


‫م‬ ‫ " خ ف ا م‬: ‫ ق و د‬، ‫ ش م غ ق ا;س ع ظ‬:‫ قا ت‬،‫ش وي‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Ateş, kulların onunla korkutulup günahı


bırakmaları için rahmet olarak yaratılmıştır.”

‫م‬ ‫ ئن إبزاه‬، ^ ١^ ١‫ ثن ا أب و عبيده عتد‬، ‫ ] حدق ا نلت م ا ن بن أ ح م د‬٢٧٥/^[ - ) ١ ٠٨٣٠(

:‫ قا ت ن محا ذ ئ م حثة‬: ‫ قا ت‬، ‫ ظ ا م ح ن ئ‬: ‫ ءات‬،‫ ئ وثري ئ ي ش ا ل م ق ر ي‬، ‫ما ن ي ق‬

:‫ قات‬، ‫بوأل‬
‫ي صم ن نأعث م ة ن ا م‬ ‫ال‬ ‫ لعلم ه‬: ‫ ق ن ق‬،‫ فتبعته‬، ‫ ج اء ي علو ف لأئ؛ي جا‬1‫ نأي ت أعزاإ‬٠٠

‫ ؤإ؟فلف ج ئ ت‬، ‫ زأنث أخز جثيي‬، ‫إثلث غ زي ت‬ ‫الل ه م‬ :‫ ممات‬،‫ن جاء ف طق باسثث ا ر ائكئهؤ‬

KâfSur. 35
504 Süfyân b. Uyeyne

،‫ق د ع ج ت إثلث ا أل صو ا ت‬ ‫الل ه م‬ ،‫ ح ظثغي‬- ‫ زأنث‬،‫ئلث أت خ ت‬1‫ ؤشغ‬،‫زأئث ح ق ت م ي‬

‫إذا‬ ‫ي ال‬
‫ال‬ ‫ ز ح ا جتى التلف أن ث ذ ن ي ى غلى هزل‬، ‫ ي ن ألوثلق ا ل ح ا ج ا ت‬،‫بصن و ف اللثا بي‬

"^ ١‫م‬ ‫نثي‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Kâbe’yi tavaf için gelen bir bedevi gördüm.
“Belki ne diyeceğini bilmiyordur, ona öğretirim” diye düşünüp peşine
takıldım. Bedevi yaklaşıp Kâbe’nin örtüsüne tutundu ve şöyle dedi:
“Ailahım! Senin rızan için çıktım, ama beni çıkaran sensin. Senin için
geldim, ama beni getiren sensin. Devemi evinin avlusunda ^ktürdüm, ama
beni buraya taşıtan sensin. Allahım! Değişik diller ve seslerle insanlar senden
ihtiyaçlarım istiyorlar. Benim de isteğim insanlar beni unuttuğu zaman
senin ben hatırlamandır.”

‫ح نت ن بن ائ خت ن أبو ت ع يد‬ ‫إ‬ ‫ ث‬،‫نق ما ن بن أخن ت‬ ‫حدتما‬ ] ٢٧٥/‫)" [ ؟‬١٠٨٣١(

‫ زقت‬،‫نيان تن ئقة‬, ‫؛ا س‬ ’’ :‫ ق ا د‬،٣ ^ ١ ‫ *ط ا لخئذ ئ غ ئ تن زايي‬،‫ال ق م ي‬

،‫نتثا ذر ا ل ساعز‬ ‫بن‬ ‫ ن حاء م ح م د‬، ‫يؤذن لثا‬ ‫ال‬ ‫ننثأذ ن عقه ه‬ ‫بال ح ج ا ب زئؤ‬ ‫ح ال‬

:‫ وأنشأ ق ول‬، ‫ف ا ي ت‬
‫ ق ي‬، ‫ (ئثأذة ثل ز يؤذن ه‬:‫تدخثون؟ ئ ك‬ ‫ال‬ ‫ق ا دت‬

‫ث ث ت ر ج ال ك عغذ المق ا م‬ ‫به م‬ ‫نبال ؤ م ي والسل ف ا لآوت‬ ، ‫ب ز د‬‫م‬


‫ل ح ائم؛‬ ‫ويو ما‬ ‫ل ح اقا ن‬ ‫ويوما‬ ‫ال د ه ر يؤ ما ل صال ح‬ ‫ج ع ل ت طوال‬

‫م‬ ‫خ ص ص ت حشثغ ا دون أه ل ال ئؤام‬ ‫يؤما ؤدوثه م‬ ‫ولئ ح ش ن الت ح ثاخ‬

‫م ا لأ نا م‬ ‫إ ال ال‬ ‫ندين ر حى‬ ‫أجد‬ ‫ها م‬ ‫ئا د الم ك ن فيلق‬

٠٠ ‫ هأدخنت ا زكتئثا عئة‬،‫ ي ع دا اثن مثا بر‬،‫ غذوة‬:‫ ممات‬،‫ت ئ م ج نقثان ن ن د ه عص ى‬3 ‫ه ا‬

Haşan b. A li b. Raşid el-Vâsıtî der ki: Süfyân b. Uyeyne’nin kapısında


bekliyorduk, o da içerde muhafızlarla sohbet ediyordu. Girmek için izin
istiyor, ancak girmemize izin verilmiyordu. Şair Muhammed b. Menâzir
gelip: “Neden içeri girmiyorsunuz?” diye sorunca: “izin istedik, ama izin
Süfyân b. Uyeyne 505

verilmedi” karşılığını verdik. Muhammed kapıyı çaldı ve şöyle bir şiir


okudu:

“Bu makamlarda sağlam bir şekilde durabiliyorsan


A m r’ttı, Zührî’nitı ve selefin sayesinde duruyorsun
Zamammn çoğunda bir günü Salih’e
Birgünü hakanlara, bir günü H âtim ’e,
Birini de Haşan b. Tahtâh’a ayırıyorsun
Tüm insanlar içinden birgünü de Hüseyin’e
Haline bakıp düşünüyorum da
Dirhemi almadan değirmeni döndürmüyorsun. ”
Bunun üzerine Süfyân içerden elinde sopayla çıktı ve: “Şunu tutun!”
dedi. îbn Menâzir kaçınca içeriye alındık ve onun rivayetlerini yazmaya
başladık.

‫ ثن ا ع د الثما ر بن أ ح م د‬،‫م ح م د بن ج عف ر‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا عئد الثؤ‬٢٧٦/٧ ‫ ل‬-) ١ ٠٨٣٢(

،‫ في م جل س ه‬،‫ أثى ر ج ل خ رات اني شت ا ن س ع س ه‬: ‫ قا د‬C‫ ثن ا ي حيى بن عت م ا ن‬،‫ا ل ح م ص ي‬

‫ب م‬، ‫نع وه اا‬ " :‫ ق ات‬، ‫ ثئ ز به أ ص حا ث الح دي ث‬C‫ حمدثي به م ا‬3 ‫ مما‬،‫ثزمى إقه بدره م تن‬

" : ‫ إل ظ ت‬، ‫د ض و ؛ ق ى‬

‫قق ن ك هم ز ف ز ال ي غ ررك قص م ي‬ ‫ ق ئ ر ت في غني ي‬°‫ا ع م د ب ث ئ ي وإن‬

Yahya b. Osmân der ki: Horasanlı bir adam Süfyân b. Uyeyne’nin


meclisine geldi, önüne iki dirhem attı ve: “Bu iki dirhem karşılığında bana
hadis rivâyet et” dedi. Süfyân’ın öğrencileri adama saldırmak istediler, ancak
Süfyân: “Onu bırakın!” dedi. Sonra başını önüne alıp ağlamaya başladı.
Sonra adama şöyle dedi:

“Amelimde kusurlu olsam da sen sözümle amel et


Zira sözüm sanafayda verir, kusurum zarar vermez. ”
506 Süfyân b. Uyeyne

‫س د ثن‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أيي‬،‫ئ حم د ال د تن ش جي‬ ‫ا خدثثا ا خل س‬ ٢٧٦/٧ ‫ ل‬-) ١ ٠٨٣٣(

،‫س ه‬
‫م م الم ك يش ج ن ت ابن عي‬
‫ قات حكي م بن أب‬،‫ عن مو ش بن م حي‬،‫م حبوب ا لرع مراثي‬

" :‫مب ثل‬

^ ١^ ‫مم د ب كلتة ص دئ؛لئ‬ ‫مح ؤ ى‬ ٤^ ١ ‫ ظ رأيت‬٩

‫ع واذل ه‬ ‫نق ا ال‬ ‫زقت ن ج ذ ث فيه‬ ‫وقد أ ئ ن ث ا لأعداء ج ه ال بثمس ه‬

‫ي ن القاسي إ ال زاي ال ث م م ه‬ ‫نثق ق ئ اق ض ال ك و خ عن ال هوى‬

Hakim b. Ebcer el-Mekkî, İbn Uyeyne’nin şu şiiri söylediğini nakleder:

“Kişiyi arzulartmn yönlendirdiğini görürsen


Artık kaybettikleri kendisini yok etmiştir
Cahilliğiyle düşmanları kendine güldürür
Zayıflığı hakkında çok şey söylenebilir
Nefsinin yoldan çıkmasına engel olmaz
Bunu ancak aklı kâmil olan yapabilir. ”

‫أ خ ن د بن ع مرو‬ ‫ثعا‬ ، ‫ ثت ا أ ح م د‬، ‫ ] حدثت ا س ق ن ان بن أ ح م د‬٢٧٦/‫ )“ [ ؟‬١٠٨٣٤(

‫لم ص ن دن‬1 ١^ ^ ،‫ ك ط عغذ <ثئتا ن بن عييثه‬:‫ ثق وب‬،‫ش غنن‬ ‫ ش م ع ت‬:‫ هات‬،‫ال» ح ال لأ‬

٠٠ :‫ ئأ ن ثأ ث م ا ن فوت‬،‫الثي؛ع زذث اؤة‬

‫و ز ة ثن ح ر ف‬ ‫ت ه د ب ' وأي ع ه‬ ‫م م ن م و ي ي ع قي م ؤ‬

‫ائ ح ر تغ رفن‬ ‫حل ج‬ ‫كأبة م ن‬ ‫ا ل ع م ل م حث ل ط‬ ‫وك م ض ع ي ف ض ع ي ف‬

ibn Ebî Ömer der ‫لغا‬: -Süfyân b. Uyeyne’nin yanındayken Fadl b. er


Rabî’den ve dehasından konu açıldı. Konu üzerine Süfyân şöyle bir şiir
:okudu

Nice güçlü, çalışkan ve akıllı kişiler var ki“


Rızkı bir türlü elde edemezler
Süfyân b. Uyeyne 507

Nice zayıf, tembel ve akılsız kişiler de var ki


Rızkı sanki denizden dolduruyor gibiler. ”

‫ ثت ا ا لخشن‬،‫ ثن ا ئ خ ئ د بن إشمحا ق‬،‫ن عبيد الل ه‬ ‫إ‬ ‫ ] حدثن ا ائزاي‬٢٧٦/'/[ - ) ١ ٠٨٣٥(

‫ أثة‬،‫ ي ح ك ي عن غ م ا ن بن غتثه‬،‫مر ع د الثرين الم و ي ء قادت ت م ن ت ت ث د بن ذاؤث‬

،‫ذاز م ن ئآ حية أ غن ى ئاعزتس عنة‬ ‫م‬ ،‫ ه اعزمن عنه‬، ‫ث‬ ‫ح‬ ‫جاءه زي ت م ن أ ص حا ب أيي‬

" :‫ نئ؛اق‬3‫ه ما‬

‫م‬ ‫ ث ؤ ك زوغ ش م ؛ ر ث‬٢ ‫؛ذ؛‬ ‫زظ ه ئ ا ال؛ؤاء أذ ق و ي‬

‫جبم أ‬ ‫م ث مبئم إر أ م صا ج ما‬ ‫اب غ صا جث ا‬


‫أبن؛ي وكن ط ي أو م‬

Süneyd b. Dâvud der ‫لكل‬: .Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinden biri, Süfyân b


Uyeyne’nin yanına geldi. Ancak Süfyân ona yüz vermedi. Adam başka bir
:taraftan yaklaşmak isteyince Süfyân yine yüz vermedi ve şöyle dedi

Bedenlerdeki ruhlar birbirlerini yakın görmezse“


Çok geçmeden topluluklar birbirinden ayrılır
Açık ve benim gibi ٠/.. ya da kendin gibi bir dost ara
Zira ben de kendime kendim gibi bir dost arıyorum . ”

، ‫عبد ال ؤ ح م ن بن معاونه ا ل م حخ‬ ‫ ثعا‬،‫أخن ت‬ ‫ ] حدثن ا ئل بما ن بن‬yyy/y [ “) ١ <٨٣٦(

‫ بغد ن ا أم ن ن ثثنق ث‬،‫ "كان نئ يا ن بن محثة‬: ‫ ه ا د‬،‫حثا ن بن ثآبع بن ضخي بن جوتريه‬- ‫ثت ا‬

" : ‫يقنا ال ي ت‬

‫ؤقتى س ين وت ص الئفاي أ‬ ‫ما‬‫حن م ؤا جت ن م قز‬


Süfyân b. Uyeyne yaşlandığı zaman, şu beyitleri devamlı söylemeye
başladı:

“Birine uzun ömür verildi diye tüm topluluk aldanır


Oysa küçük yaşta ölen çocukları unutmuşlardır. ”
‫‪Süfyân‬‬ ‫‪. Uyeyne‬ء ‪508‬‬

‫ئ ا ل م ح ن ا الثن ا ئ ‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪ ] yvv/ v [ - ) ١ ٠٨٣٧‬خددثا ن ي ن ا ذ ن أ خن ت‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د‬

‫أن الل ه ‪ ،‬ط أطأ م ن ائ ن؛دم‬ ‫{ و ^‬ ‫ه ا ‪3‬ت ظ‪ ،3‬ئمث‪ 1‬ن بن عتقه‪" :‬‬ ‫م ح د؛ ش س‬

‫‪" ،^ ^ ٧‬‬ ‫ظ ‪ ،٤^ ٠ ^ ٧٠١‬وادهن ل م ه ‪3 ،‬إدة ع ز ‪ ،^^ ٤‬ل ؤ م ي ‪،^ ^ ١ :‬‬

‫‪: “Şayet Allah üç şeyle insanın yükünü‬لكل ‪Süfyân b. Uyeyne der‬‬


‫‪hafifletmeseydi, insanın biçbir şeye gücü yetmezdi. Bundan dolayı bu üç şey‬‬
‫‪insanda her zaman var olur ve Allah bunlarla ona mükafat verir. Bu üç şey‬‬
‫”‪de fakirlik; hastalık ve ölümdür.‬‬

‫ح م ‪ ،‬ثت ا‬ ‫(‪ ] yvv/ v [ “) ١ ٠٨٣٨‬حدثن ا أبو بك ر بن مالك ‪ ،‬ثن ا عتد الئؤ بن أحم د بن‬

‫ض ائن م حثة‪ ،‬قا ت ‪ ٣ ١ " :‬إذ تإ يشنل ث < ك "‬ ‫أم م ‪،‬‬

‫”‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “ilim , eğer sana fayda vermezse zarar verir.‬‬

‫جئ م ر‬ ‫ئ‬ ‫ت خ م ا ك ا ئ ‪ ،‬ثن ا ه ث ال ثؤ‬ ‫ئ‬ ‫م حا ط‬ ‫خ د كا‬ ‫( ‪] y v v / v [ - ) ١٠٨٣٩‬‬

‫ا ل م صري‪ C‬ثن ا م ح م ذ ثق ج ع فر بن أني ر‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت إشئ ا ق بن أبي إنرايبم د ‪ ،‬مولت‪:‬‬

‫بن‬ ‫ئ ك لق م ا ن بن عيس هت يا أب ا م ح م د ‪ ،‬أ ج د ت الغاس ن م ن ال دي ن زال د ي‪ ،‬قات شقي ا ن‬

‫تن؛غ ز ال م فرغ ا ‪٠٠‬‬ ‫ال‬ ‫عيسه‪ ٠٠ :‬أ ج د وا ه‬

‫‪ishâk b. Ebî isrâil der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye: “Ey Ebû Muhammedi‬‬
‫‪”İnsanlar hem dünya hem de dünyalıklar konusunda kıtlığa maruz kaldılar‬‬
‫‪dediğimde: “Kıtlığa maruz kaldılar ve ne bir meraları ne de sığınacakları bir‬‬
‫‪yer var” karşılığını verdi,‬‬

‫(‪ ] yvv/ v [ “) ١٠٨٤٠‬خ ا؛ثن ا عتد الئؤ بن محم د‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن روح‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن‬

‫مغ ص وو‪ ،‬ثن ا بشن بن ي ح يى‪ ،‬محا د ‪ :‬ش مع ت اس عثتنه‪ ،‬يم وأل غى هزله‪ " :‬ؤأنزت ص الق ن اع‬

‫م ن ال ق ن اع ما‪ 6‬ها‪-‬حثمال ة اوأجا لب عقول ه ا ‪ ،‬ؤكذ بل ق‬ ‫أنأر ل‬ ‫ن اغ متال ت أوديةبمذرةن ا^؟> ‪ ،‬قا د ‪:‬‬

‫ؤزأث ا‬ ‫ال ب ذ ع وا لأه واء‪،‬‬ ‫هؤل أه ل‬


‫أ‬ ‫ج ماء^ نهز‬ ‫هب‬ ‫تامحل د هأما ال غد ث ذ‬
‫الثة ا ل حى وال‬

‫وا ل حزام‪٠٠‬‬ ‫ؤئؤ انأح ال ل‬ ‫ي خ ت في ا لأرض^‬


‫ن ا يتم غ الثامن ف‬
Süfyân b. Uyeyne 509

Bişr b. Yahya der ki: Süfyân b. Uyeyne, “٠ , gökten su indirdi de


dereler kendi ölçülerince dolup aktı”1 buyruğunu açıklarken: “Gökten
inen bu su, Kur’ân’dır ve insanlar onu akslarında taşırlar” dedi, “işte
Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp
gider”2 buyruğunu açıklarken: “Bunlar bidat sahibi ile arzularına göre
hareket edenlerin sözleridir” dedi, “insanlara yararlı olan ise yerde
kalır”3 buyruğunu açıklarken de: “Bunlar da helal ile haramlardır” dedi.

،‫إتاه_؛| بن ب غ ا ر‬
‫ ثن ا ا لخم س بن ر‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه ن محم د‬٢٧١٧٧[ “) ١ ٠٨٤١(

‫ " إن الث اقب إدا إل ق ف ع‬:‫ ك ا ن بجا ن‬:‫ قا ت‬، ‫ ث إ اتق م ح و‬،‫ظ ن ل بما ذ ئ ذاؤذ أم أثو ب‬

’’ ٣ ٤ ‫ه‬ ‫ و ذ غ ش ا م‬٢ ‫ش ل ا ل ث هلؤ‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: “Denilirdi ki, akıllı kişi nasihatin azından


faydalanamıyorsa çoğu, kötülüğünü arttırmaktan başka bir işe
yaramayacaktır.”

‫ ثن ا أ خ ن د‬، ^ ١^ ‫ ثن ا إ ش ثا ق بن‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن محم د‬y v y / v [ - ) ١ ٠٨٤٢(

‫ل أم ؛ ال‬ ‫ظ؛‬ ‫ظوئا ذتؤة‬- ‫ال‬ " : ‫ ق ود‬، ‫ي‬ ‫ث ثققا<ة ثن‬ ‫ب‬ : ‫ قا د‬،‫تق أيي ا لخزاري‬

‫افقه وا ما‬ ،‫ا ق‬ ‫أح ب‬ ‫ زنتن أ خ ي الم نان ق د‬،‫إو كم م ن الئؤ‬ ‫أح ب‬ ‫لآكون ف يء‬ ‫ال‬ ‫ز‬ ‫ح‬

" ‫ود هإ‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Allah’ı her şeyden daha çok sevmedikçe bu işin
zirvesinde (kâmil mümin) olamazsınız. Kur’ân’ı seven Allah’ı sevmiş olur.
S e söyle^ni anlayınız.”

1Ra'd Sur. 17
2 Ra'd Sur. 17
3 Ra'd Sur. 17
‫‪Süfyân‬‬ ‫‪. Uyeyne‬ء ‪510‬‬

‫م‪،‬‬ ‫ح‬ ‫(‪ ] yya/v [ -) ١ ٠٨٤٣‬حدبت ا أبو بكر بن مالل ث‪ ،‬ثن ا عئد ال ر بن أ ح ن ذ بن‬

‫خن ئ ؛ ئ ئ ‪،‬‬ ‫ص‬ ‫زي ل يمولأ‪ | ^ ١ " :‬ي‬ ‫ح د ب ي أثو نغنم‪ ،‬عن شمتا ‪:Ju ، 0‬‬

‫و ش ماخل افتة "‬

‫‪: Adamın biri: “Allahım! Beni hüsnü zanda‬ل ط ‪Süfyân b. Uyeyne der‬‬
‫‪bulunan ve afiyete şükreden biri kılmam istiyorum” diye dua ederdi,‬‬

‫(‪ ] yva/v [ -) ١ ٠٨٤٤‬حدق ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ثت ا هم د الل ه بن أ خن ذ ‪ ،‬ثت ا أ م معمر‪،‬‬

‫عأى د ب ‪ ،‬ث أ ش حونث منة ز ر همر‬ ‫م‬ ‫نزل أؤ مث ح ؤلت غ م مق‬


‫م أ‬ ‫بئ س‬ ‫ص ن م ا ن ‪ ،‬د\ لأ‪" :‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Bulunduğu yerde günah işlemişken tövbe‬‬


‫”‪etmeden başka bir yere geçen kul ne kötü bir kuldur.‬‬

‫م‪ .‬ح‬ ‫ح‬ ‫(‪ [ - ) ١ ٠٨٤٠‬؟‪ ] ٢٧٨/‬خ ا؛ثن ا أبو بك ر ئ ذ مال ك ‪ ،‬ثن ا ع د الثؤ بن أخن ت بن‬

‫م ئ خئان‪ ،‬ث إ إشثاحمي ئ ي د ال م ‪ ،‬قا ال‪ :‬ظ أثو ثوتى ا ال م حاري‪ ،‬ى‬ ‫مح‬ ‫وتحا أثو‬
‫ف‬ ‫ن ي ان‪ ،‬قاد‪ :‬ق ات الث لئ اء‪ " :‬ئئ إلت ظخ غش ق ز م ال م ‪ ،‬إلث ظخ عش قديرم‬
‫مس ه ‪٠٠‬‬

‫‪: Âlimler: “Allah’ın kendisi için seçip takdir‬نكل ‪Süfyân b. Uyeyne der‬‬
‫‪”ettiğiyle ıslah olmayan kişi, kendisi için kendi seçtiğiyle ıslah olacak değildir‬‬
‫‪demişlerdir.‬‬

‫بن يونف ئ بن‬ ‫ثن ا إب راهي م‬ ‫(‪ ] ٢٧٨/ v [ “) ١ ٠٨٤٦‬حدثن ا إت ح ا ق بن أ ح م د بن عل ي‪،‬‬

‫ثن‬ ‫نم‬ ‫ث‬ ‫؛ي‬ ‫ص‬ ‫ع ث د ا لل ‪ 4‬ال ائ ز ي ‪ 3 ،‬ا ت ‪:‬‬ ‫أ م‬ ‫أ ئ‪-‬ا‬ ‫ما ر ي‪،‬‬ ‫ال‬ ‫ئ أ ي‬ ‫أ خت ن‬ ‫ظ‬ ‫د‪،‬‬ ‫خال‬

‫م ثق اة يخت ل أ ك د بئة‪ ،‬أ ال ال‬ ‫م ل د قي لحنيي‪،‬‬ ‫ي ئ ‪ " :‬يا أب ا عبمد الثؤ إ‪ ،‬غثل ث ألل‬

‫ثد حوئن تي ق ة ‪ ،‬ؤأ^‬ ‫الغ اا‪،‬ئ "كثه م‬ ‫م م ن ‪ ^ ^ ^ ١‬وه‬ ‫هؤ الء‪ ،‬هلؤ ال ذ ى‬ ‫ثأئش‬

‫ص ء ذلل ف ناي؛ا "‬ ‫ؤ ي د ي ائغ ل أ ر م‬


Süfyân b. Uyeyne 511

Ebû Abdillah er-Râzî bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne bana: “Ey Ebû


Abdillah! Allah’ın sana verdiği nimete şükür etmen, bu nimet için ona
hamdedip, nimetten itaat yolunda yararlanmanda. Zira kendisine verilen
nimetten Allah’a itaat yolunda yararlanmayan kişi, nimet için Allah’a
şükretmiş sayılmaz” dedi.

‫ ثئ ا أ خ ن ذ بن‬،‫ى يونفث‬ ‫ثن ا إبراهي م‬ ،‫ ] حدثت ا إن ح ا ق بن أخن ت‬٢٧٨/‫ )“ [ ؟‬١ ٠٨٤٧(

‫ ؛ة‬،‫ق ^ ( ؛ ئ م حثة " ظ أي م د الله‬ :‫اد‬5 ،‫ء ال م'الثاؤكإ‬ ‫ ظ أثو‬،‫أ مح ا لخزاري‬

‫ ^ م ن‬١‫ ف ك ز‬u i ‫ غل ى‬1‫ وئنت م ئ به‬، ‫ ع ش ؛ ل أنت ؤ أ ن ث ح م د ة غ ق ي‬،‫؛‬JÜ1 ‫ش س ك ر‬

٠٠‫انتعان بنغمته علىتعصتته‬

!Ebû Abdillah er-Râzî der ki: Süfyân b. Uyeyne bana: “Ey Ebû Abdillah
Allah’ın sana İhsan ettiği nimete şükretmen, O ’na hamd ederek, bu nimeti
O ’na itaat için kullanmaya çalışarak olur. İhsan edilen nimeti günah olan bir
işte kullanan kişi Allah’a ^kretmiş ‫ ه‬1‫ ” م مآآا‬dedi.

، ‫ئ‬ ‫ ش م ع ت اب ن‬:‫ ه ا ت‬، ‫ ثن ا أ خ ن ذ‬، ‫ ] حدثن ا إ ش ت ا ق ب ن إبراهي م‬w a / v [ - ) ١ ٠٨٤٨ (

‫' ل ؤ أن‬٠ C‫ أنم غ ل ك م م ن ا ل ح دي ث‬4‫ ء إل‬، ‫ ا ن ن غ وا ن ا أما ل لك م‬:‫ وه ويمولط‬، ^ ^ ١١‫في ناي‬

‫ت م ن ما ل ر جل قسا فت ورع عنة م‬


‫ ه ج اء بؤ إ ر ورثته لكثا ثن ى دللث‬،‫ب؛ مته‬ ‫ال أ صا‬ ‫زي‬

‫ ن حاء إ ر ورمحه‬،‫أصا ب م ن ع رض ر جل مسا فت ورغ عنة ثنت مته‬ ‫زي ال‬ ‫ ولو أن‬،‫كث ازقله‬

،‫ن ا ي‬ ‫ئ‬ ‫هممح ذ النوم ن أ ظ‬ ، ‫أ ن ا ”ك ا ن ج ال‬ ‫ج‬ ‫م ا ل آ م م ح لوة في‬ ‫ن إ ر ج م يع‬

" ‫اقي واتا ثقأال ثقب‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Sizlere söyleyeceğim şeyleri dinleyip iyice


anlayın ki aranızda konuşmanızdan daha faydalıdır. Biri başkasının
malından hakkı olmayan bir şeyi alsa, mal sahibi öldükten sonra ise alan
adam bunun vebalinden çekinip aldığı şeyi gelip ölenin varislerine verse bu
davranışı onun günahına kefâret olur diye düşünürüz. Ancak biri başka
birinin onuru hakkında laf etse, onuruna laf ettiği adam öldükten sonra
bunu yapan adam vebalinden çekinip ölenin varislerine veya tüm dünya
Süfyân b. Uyeyne 512

ahalisine gelse ve helallik dilese, varisleri ve tüm dünya haklarını helal etseler
dahi bu yaptığı kendisine helal sayılmaz. Zira müminin onuru malından
daha önemli ve daha ağırdır. Sizlere söylenenleri iyice anlayın!”

‫ ثن ا ت خ ث د ب ن يزيد أث و‬، ‫ ثعا أ خ ن د‬، ‫ ثت ا إئزاي إ‬، ‫ ] حدق ا إ ش ث ا ق‬y y a /v [ ") ١ ٠٨٤٩(

‫ يا‬:‫لت‬ 3 ‫ مما‬C‫ وحول ه ج ماعه‬،‫ و ف مح ي ل بن عيا ض غش رأس نمثا ن‬: ‫ قا د‬،‫تك ر ا لأن ل م ي‬

‫لت‬ ‫هقأا ل‬ ،^‫يي ن عو ن‬ ‫مما‬ ‫ص‬- ‫حمته هبذلل ق ثل ث م ح وا ن ؤ‬-‫الل ه ؤبز‬ ‫ؤ ئ د ب م صل‬ : ‫أثا م ح م د‬

‫يم ر غ أتنا حش يأ ح ذ دواء الم نان ئ بمع ة غش داع‬ ‫ال‬ ‫ زالثؤ‬،‫الثؤ يا أثا عل ي‬ ‫بف ص ل‬ :‫ث م ان‬

‫شام‬

Ebû Bekr el-Eslemî der ki: Fudayl b. îyâdj bir topluluğun içinde oturmuş
olan Süfyân b. Uyeyne’nin başında durdu. “Ey Ebû Muhammed!” dedi ve
“De ki: Ancak Allah'ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla
sevinsinler. Bu, onlaHn toplayıp durduklarından daha hayırlıdır”1
âyetini okudu. Süfyân şu karşılığı verdi: “Allah’ın lütfuyla ey Ebû Ali! Ama
vallahi Kur’ân’ı ilaç gibi kalplerindeki hastalığa koymadıkça sevinemezler.”

‫ شين ت نمثا ن بن‬: ‫ قا ل‬، ‫ ثن ا أ خن د‬، ‫ ] حدثما إ ت خ ا ق بن إبراهي م‬٢٧٩/‫ [ ؟‬- ) ١٠٨٥٠(

‫ه ويتوب‬ ‫ت ا ل حفي ظ ال ذي ال ثئ وم م ن مجلس ه خ ز ينتغفز الل ه‬،‫ " ا اللاري‬:‫ بموت‬،‫س ه‬


‫عي‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Ewâb demek, meclisinden istiğfar ve tövbe


etmeden kalkmayan kişi demektir.”

،‫ى م ح ئ د بن ا لخشن‬ ‫ثن ا إبراهي م‬ ،‫حدق ا أثو م ح ئ د بن حقا ن‬ ‫ا‬ ٢٧٩/٧‫ ل‬- ) ١٠٨٥١(

‫ ظ ت م ح‬، ‫م ق ك ي م‬ ، ‫ ت ء ا ش ق ا م ح ت م ح ت ي م ح ال م‬. ‫تحا ء ث‬

: ‫ مما ل ل ي‬،‫ ج ئ بلع ة ح ثر ي‬،‫ وأب ا ت ي شقي ا ن بن عيس ه‬،‫أكلل ت ا لعليء ئأ ن ف ق ت ن ا " كا ن مع ي‬

‫فإت ف غ ش‬
‫تي م‬:‫ أ‬٠' : ‫ ىن‬3 ‫ إل ظ‬،‫م ه ق لث م ك م حق مم‬ ‫ ز‬،‫" ال ت ش غ د ظ ف اتا ق‬

: ‫ ث ل ث‬،" ‫ " دعأ لل ف خن لئ اتزم‬:‫ زنن دع ا ل ي؟ ق ا ت‬:‫ أتدري ص دظ لل ف؟ " ئنث‬،‫خم‬

1Yûnus Sur. 58
Süfyân b. Uyeyne 513

‫ وذغ ا لي نوح‬:‫ئلق‬،" ‫ بمائلف وئخ غي ا ص؛‬، ‫ م‬٠' :‫ذء لي خنق ا ت م ؟ أ قات‬


‫ رتا م ي عثؤ‬1 ‫ ذع ا ل ي‬: ‫ ئ ك‬،" ‫بما ثل ف إئزا م ز عقه ال ث ال؛‬ ، ‫ " م‬:‫عثته ا ل ث ال ر؟ أ قا ت‬

‫ " أن ا مثيئث‬:‫ أفن ئ<ا ؟ي؟ قا ت‬: ‫ ئ ك‬،٠٠ S ‫ ودظ لل ف ت غ ذ‬،‫ حنز‬٠' :‫؟ أ قا ت‬٣ ١

‫ويؤمن ون به‬ ‫م‬ ‫ؤا إل ئ يخب لون ال م س وم ن ح ؤلث يتئ ح ون ب ح م د ربه‬:‫قول ة ثغ ا إ ى‬

‫ ظتت " أظ ش م ئ ث‬٣ ١ ‫يق دء ق ئوع غ ي‬°‫ زأ‬: ‫ ئ ك‬،" ‫و سث م حون إ أ ب ؛ ن آ م ه‬

: ‫ ئ ك‬،" ‫ ^ ؛ ول ئ ن نتح د مح ئ ثؤمن ا وللجن و ب ن وال ئؤمثامح ت ه‬١^ ‫بولهت ؤ و ب ا م ح ر‬

‫ويما اضن ؛ي‬ ‫ " محا ض ن ت قزت ال م‬:‫تن ذغ ا ق إتزا م ز غ ي ا لق الز؟ قا ت‬:‫وأ‬

‫قه ر‬ :‫ محاين دعا لي محم د ؤإهإ قات‬: ‫ هل ت‬،" ^ ‫يؤم م وم ا ل جن اب‬ ‫وللمومن ئ‬ ‫ولوال د ي‬

، ‫ه‬،‫ؤائنبيثادب‬ ‫ؤللن بي؛ئ‬ ‫ <ؤوانثغغز‬٠٠ :‫ ق شي ع ت ق وثه ثث ا؟ى‬٠٠ ‫ت‬3 ‫ بم ه ا‬،‫نأته‬

٠٠‫بسيغ ئأ اليممنثة‬4‫أن يأم ره الل‬ ‫وأر حم‬ ، ‫ وأوأف يي‬،‫هكادت> أمئؤغ بثؤ‬

Temîm oğullarının azatlısı Yahya b. Ömer b. Râşid et-Teymî anlatıyor:


‫آ‬1‫ج‬ öğrenirken param bitti. Süfyân durumumdan haberdar olunca yanıma
geldi ve: “Kaçırdığın şeyler için hayıflanma! Bil ki şayet sana rızık takdir
edilmişse bu rızık yanına gelecektir” dedi. Sonra: “Ama sevin! Zira hayır
üzerindesin. Sana 1‫ ءع سع‬dua etti biliyor musun?” dedi. “Kim dua etti?” diye
sorduğumda: “Arş’ı taşıyanlar $ana dua etti” dedi. Ona: “Arş’ı taşıyanlar
bana mı dua etti?” dediğimde: “Evet!” karşılığını verdi ve: “Nuh da sana dua
etti” dedi. Ona: “Nuh mu bana dua etti?” diye sorduğumda: “Evet!”
karşılığım verdi ve: “ibrâhîm de sana dua etti” dedi. Ona: “ibrâhîm mi bana
dua etti?” diye sorduğumda: “Evet!” karşılığını verdi ve: “Muhammed (‫ال^ةااوااوة‬
aleyhi vBSEİlem) de sana dua etti” dedi.

Ona: “(Arş’ı taşıyanlar) bana nerede dua ettiler?” diye sorduğumda:


“Allah’ın «Arş’ı taşıyanlar ve onun ‫ ؟‬evresinde bulunanlar (melekler)
Rablerini hamd ederek teşbih ederler, O’na inanırlar ve inananlar
i‫ ؟‬in (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: Ey Rabbimiz! Senin
rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. ٠ halde tövbe eden ve senin
514 Süfyân ‫ء‬. Uyeyne

yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru”!


buyruğunu duymadın mı?” dedi.

Ona: “Nuh nerede bana dua etti?” diye sorduğumda: “Allah’ın


«Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri,
iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla»^ buyruğunu
duymadın mı?” dedi. Ona: “ibrâhîm nerede bana dua etti?” diye
sorduğumda: “Allah’ın «Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-
babamı ve inananları bağışla»^ buyruğunu duymadın mı?” dedi.

Ona: “Muhammed (sallallahu aleyhi vBSEİlem) nerede bana dua etti?” diye
sorduğumda başını salladı ve şöyle dedi: “Allah’ın «Hem kendinin, hem de
inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile»4
buyruğunu duymadın mı? Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Allah’a en çok itaat
eden ve ümmetine en çok şefkati gösteren kişiydi. Allah ona öyle bir emir
vermişken bunu yerine getirmeyecek değildir.”

،‫ ثن ا ا لخنن بن غ ئ‬،‫ ] حدق ا عئذ الثؤ بن م ح م د بن ج عئ ر‬٢٧٩/‫ [ ؟‬-) ١ ٠٨٥٢(

‫ "كا ن‬:‫ بئقس المم ه اء‬،‫ ه ال‬:‫ م ولأ‬،‫ت ابن عيس ه‬ ‫ ش مع‬.‘‫ثئأو ل‬ ، ‫ت علي بن حشزم‬ ‫ ش مع‬: ‫مح ا د‬

‫ ئأث ا ات ا إل ب م‬،‫ وع ا إل ب ا ش دا ر ال م‬،‫ وغ ا إل لأرال م‬،‫ ع ا إل ألل ي‬:‫ اممل ن اءر ق القة‬٠' :‫ق ال؛‬

‫ زك ات ا إلألل م فيؤ ال ذي ;خافن الق زالث م‬، ‫الثؤ نين ال ن ي ; م ال ث ة زال يخا ف ا ه‬

‫ي‬ ‫يدعى‬ ،‫ه ز;ةافن )ه‬ ‫ م زأ ر م ئهز اثبي >; م‬3‫ زك الخأ إل بأ‬، ‫ه‬

‫ي ه و ت الم‬
" ‫مت ناوا ت‬

Süfyân b. Uyeyne, fakihlerden birinden nakleder: ^öyle denirdi: “Âlimler


üç türlüdür: Allah’ı bilen, Allah’ın emirlerini bilen ve hem Allah’ı, hem
emirlerini bilen. Allah’ın emirlerini bilen: Sünneti öğretip Allah’tan

1Mü'minSur. 7
2HûdSur. 28
3 İbrâhîm Sur. 41
4 Muhammed 19 ‫ ؟‬١١٢
Süfyân b. Uyeyne 515

korkmayan kişidir. Allah’ı bilen kişi: Allah’tan korkan, ama sünneti


,bilmeyen kişidir. Hem Allah’ı, hem emirlerini bilen ise: Hem sünneti bilen
hem Allah’tan korkan kişidir, işte bu kişi gökyüzü mahlûklarınca üstün kişi
olarak adlandırılır,”

‫ثن ا‬ ، ‫ ثن ا م ح م د س إشث ا ق الممف ئ‬،‫أ ن عتد الثؤ‬ ‫م‬ ‫ ] حدت ا إبزا‬٢٨ </v [ -) ١٠٨٥٣(

‫ فا ت نقي ا ن بن م حنهت " آ س ثي ا لآتم‬:‫ قات‬،‫ ظ أيي‬،‫ء اش ئن <ار‬ ‫<اث ئ‬

‫ وأين هي‬:‫ ئالوا‬،'٠ ‫ " وهي في كثا ب الل ه‬:‫ ئ ا لأ‬،" ‫ؤئؤي ج د ذل ه بنت اه‬ ‫ال‬ ‫ض ا ج ي بدعة ا‬

‫ظهز م حث‬ ‫ ون الذيق اتخذوا ا نم د‬:‫ " أن ا ثجمحء قزل ة تث ا ر‬:‫م ذ كثا ب الثؤ؟ قا د‬

‫ ^ ^ حا ص ه إ‬١ ‫ن‬ ‫ال ص ح ا‬ ‫ هذه‬، ‫ يا أثا م ح م د‬:‫ قالوا‬، ‫م ن ربهز زؤ أل في ا ل حي اة ال د خ ا ه‬

‫وثب د ع ؛ ر ثزم‬
‫م‬ ،‫ ن ي ل آ ك ث ث م‬،4 ‫بدة ؤزكذب ث تجزي المئ ق ب‬
‫ما ظ م‬
‫ ا“ ه‬١ ‫ء‬ " ‫ت‬3 ‫ي‬
" ‫ا لمث اتؤ‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Yeryüzünde bir bidat ortaya koyan her kişi,
mutlaka bir zilletin de içine düşer. Bu, Allah’ın Kitabında da ifade
edilmiştir.” Kendisine: “Allah’ın Kitabı’nda nerede geçmektedir?” diye
sorulunca şöyle demiştir: “Allah’ın şu âyetini işitmediniz mi: “Buzağıyı
(tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap
ve dünya hayatında bir zillet erişecektir.”! Kendisine: “Ey Ebû
Muhammed! Bu, buzağıyı tanrı edinenlere has bir şey değil midir ki?”
dediklerinde ise şöyle karşılık verdi: “Hayır! Âyetin devamı olan şu ifadeyi
okuyun: “Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.”2 Bu zillet, kıyamet gününe
dek çıkacak her iftiracı ve bidatçi için geçerli olacaktır.”

‫ثن ا‬ ،‫ ثما ت ح م د بن إشحاى الئم في‬،‫أ ن عتد الئؤ‬ ‫حدق ا إئزا م‬ [YA./v] -((١٠٨٥٤

‫ ش م ع ت غ م ان بن عس ه‬:‫ مولت‬،‫ ت م ن ت م ح م د بن ع مرو بن ش مذعور‬:3 ‫د ا‬،

1A'râfSur. 152
2A'râfSur. 152
516 Süfyân b. Uyeyne

0‫ ؤإ‬، ‫ إل ن ي ل غ ح م د ا ه‬،‫ يشن ح ك ن ه الل ه‬،‫ ؤ الي ما ري‬،‫أز عقيه ا م ط يداري‬ ‫لم‬ ٠٠ : ‫يئولث‬

" a ‫ثب ت خ م د‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Aldatmadan ve gösteriş yapmadan söylediği


kabul edildiğinde de, reddedildiğinde de Allah'a hamdeden bir âlim görmüş
değilim.”

‫ثت ا‬ ،‫ ثتا مهزان بن ه ارون‬،‫ ] حدثت ا أ ح م د بن عتد الل ه بن م ح م ود‬YA./v[ - ) ١٠٨٠٥(

‫ن ذ طان ب‬ " :‫ قا ت ا;دق مح ثه‬:‫ قا ت‬،‫ ئ محت اش ئ غ و‬،‫ئ ائق ا م اوار ي‬ ‫أ خن ن‬

٠٠ ‫ا لخديت مم د بايع الثة‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Hadis ilmini öğrenmek isteyen kişi, Allah’a
biat etmiş demektir.”

‫ ثت ا عل ي بن‬،‫أيي داؤذ‬ ‫ئ‬ ‫م‬ ‫ ثن ا أبو‬،‫م‬ ‫ ] حدثن ا م ح م د بن الن‬٢٨ ‫م‬/‫ لمم‬-) ١ ٠٨٠٦(

‫الح دإ؛ت‬ ‫و‬ ‫ذ‬ ‫إل‬ ،‫تثئتد \ئ م أ ة‬،‫ا‬ ‫جال‬- ‫ر‬ ‫أن‬ ‫لو‬ " :‫ م وت‬،‫ ش م غ ت مهن عس ه‬:3 ‫ ه ا‬،‫حشزم‬

" ‫م وم ح ش ثغفز ثت‬ ‫ال‬ ‫لز ج ؤ ت أن‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kıbleye dönüp bir hadis ©kuyan kişinin
yerinden ayrılmadan bağışlanacağını umarım.”

:‫ فا د‬، ‫ ثن ا أثو ش عي ب ا ل م ا ئ‬،‫حبي ب بن ا ل ح ض‬ ‫حدثن ا‬ ] TA. / v [ - ) ١٠ ٨ ٥ ٧ (

٠٠ : ‫ م ولط‬، ‫ ش م ع ت أب ا حال د‬:‫ مولط‬،‫ ش م ع ت ش م ا ن بن عيينه‬:‫ مولت‬، ‫ش مع ت أثا ت وشى‬

:‫ا ل ح كم ه بت ال ث خ صا ل‬ ‫وث ل م ح‬ ،‫ والوعي‬،‫ واالست ما ع‬، ‫ ا إلئ صا ت‬: ‫ث ح ضز ا ل ح ك م ة بث ال ث‬

٠' ‫ ق د نزول ال ت ز ج‬0 ‫ وا ال ش ئ د ا د إل ت ث‬، ‫ زال بجا ق ي ص نا ي ا لمح ر‬، ‫ا إل ائ و إ ل نا ي ات ئث و ب‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriy©r: Ebû Hâlid’in şöyle dediğini işittim:


“Hikmet (bilgelik) üç şeyle elde edilir. Biri susmak, diğeri dinlemek,
üçüncüsü de bilinçli olmaktır, ü ç şeyle de kişideki hikmet aşılanıp daim
kalır. Biri dâr-1 bekaya yönelmek, diğeri gurur dünyasından yüz çevirmek,
üçüncüsü ise ecel gelmeden önce ölüme karşı hazırlıklı ©lmaktır.”
Süfyân b. Uyeyne 517

‫ ثئ ا أبو‬،‫ ثن ا أ ح ن ذ بق أبي عؤف‬، ‫ش‬ ‫ال ح‬ ‫ئذ‬ ‫ب‬ ‫حبي‬ ‫حدثن ا‬ ] ٢٨٠/‫ [ ؟‬- ) ١٠٨٥٨(

" ‫يمم ج م ن وع اء ق ط إ ال ض ا ز في دونه‬ ‫ال‬ ‫' إن ف ذا العلن؛‬٠ :‫ اثن عسثه‬3 ‫ ظ‬:‫ هات‬،‫نغني‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Bu ilim, bir kaptan (birinden) çıkacak olsa
mutlaka başka bir kaba (birine) girer.”

‫ثن ا‬ ، ‫ ثت ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن ح ي ل‬، ‫ ] حدق ا ئلف ما ن ى أ ح ن د‬٢ ٨٧٧ [ - ) ١٠٨٥٩(

،‫ر نميا ن بن عييثه‬ ‫إ‬ ‫ ا ي ث ن غ الثامن‬:‫ قات‬،‫المعا ن ي‬ ‫صا ح ب‬ ‫أ ح م د بن م ح م د بن أثوت‬

" : ‫ قا ت‬، ‫م ي ا أث ا ئ خ م‬ ‫ ت‬:‫ إل قالوا‬، ‫؟ " ن ط ي‬٢٠٧١ ‫خ‬ ‫ تذ أ ي إ ال قاص إر‬٠' ‫ت‬3 ‫ه ا‬

‫وه م‬ ،‫ع ايه الناس‬ ‫النه م‬ ،‫أمح خ‬ ‫به م‬ ‫ وذللث أن الج ه د‬،‫أخؤغ الغ ا س إلى ا ي ن م ا لعلماء‬

‫مب ألوذ‬

Meğâzî sahibi Ahmed b. Muhammed b. Eyyûb der ki: “Halk Süfyân b.


Uyeyne’nin yanında toplanınca İbn Uyeyne: “Kimin bu ilme en çok ihtiyacı
var?” diye sordu. Halk bir müddet sustuktan sonra: “Konuş ey Ebû
Muhammed!” deyince, İbn Uyeyne: “İnsanlar içinde ilme en çok ihtiyacı
olanlar âlimlerdir. Cehalet onlarda daha kötüdür; çünkü halk onlara yönelir
ve sorular onlara sorulur” dedi.

‫ ثن ا مه ذ الل ه بن م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا عثد الثؤ بن م ح م د بن ب غ م‬٢٨١/''/[ - ) ١ ٠٨٦٠

٠١ : ‫ ثئأو ل‬،‫ ش ج ن ت ابن محثة‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا ال دامعا ني‬4‫بن عطيه‬ ‫م‬ ‫ ثت ا أ ح م د بن ائئ امي‬، ‫يئئ و ب‬

‫ ف ا ن تزك أغد ا إل ت الم‬،‫ ز م ا إل ن الم‬، ‫م ا ل م‬ ‫م بثل‬ ‫محدتقن ن ا ف د ايلم؟ تقو‬

" ‫ إل ن تزك الث امن ائه؛ ض ا زالثا من يق ا ال‬،‫ا ل حه اد ج اؤ أغد اثكئرهأخدوا ا إل ت ال؛‬

Dâmeğânî bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne’nin şöyle dediğini işittim: “îlim


neye benzer bilir misiniz? îlim, Müslümanların yurdu ile kâfirlerin
yurdunun birbirlerine karşı olan tutumlarına benzer. Müslümanlar cihadı
bnaktıkları zaman kâfirler gelip İslam’ı yok ederler. Aynı şekilde insanlar
ilmi terk ettikleri zaman herkes cahil olacaktır.”
518 Süfyân b. Uyeyne

:‫ ق ا ال‬،‫ وأ ح م د ئ ذ إ ن خ ا ئ‬،‫ ] حدثن ا عبد الثؤ بن م ح م د بن جغمر‬yA\/v [ ")١٠٨٦١

،‫ ظ ن ي ا ن‬، ‫ي م‬ ‫ محا مح خ ث د ئ‬،‫ ثن ا ئخئت ئ الؤيب ال بمر ي‬، ‫تحا م ح ثن ئ مب ش‬

U ‫^ ه ز ي ره و ت بؤ‬ ١ ‫جب ن م‬ ‫ ال ذ ي‬:‫ ن ا ا ل م حن؟ قا ت‬:‫ " يف د م م ض ا لخئن اع‬:‫قاد‬

" ‫ لآك ا ن يغد خاله ا ال ول إذا إل ققق آمت ا ه ان الغ‬،‫ث وة ء م ح‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Bilgelerden birine: “Sabır nedir?” diye


sorulunca şöyle demiştir: “Kişinin başına hoşlanmayacağı bir durum geldiği
zaman buna sabretmesi ve böylesi bir durumla hiç karşılaşmamış gibi
davranmasıdır.

‫ ء ا دا‬،‫بأمر الثؤ‬ ‫سم‬ ‫ وا‬،‫ أمحص ل العلم؛ ا س م با ش‬٠٠ :‫ نئثان‬3 ‫ ] ؤئ‬٢٨٧٧ [ ")١ ٠٨٦٢(

‫ و إل ثص ن إ ر العت ا د نغ م ة أ م ح ل م ن‬،‫بأم ر الثي ققد بل غ‬ ‫وع ال ما‬ ،‫"كان ا لختذ غ ابئ ا ب ا ش‬

‫بأمر‬ ‫وا ل ج ه ل‬ ،‫باش‬ ‫ا ل جه ل‬ ‫عقوبة أ ف د م ن‬ ‫إليه م‬ ‫ ولم يص ن‬،‫ زافن م بأمر اللؤ‬،‫ا ف ن م بالل ه‬

"‫ه‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “En üstün ilim, Allah ve emirleri hakkındaki
ilimdir. Şayet kul Allah ve emirleri konusunda âlim biriyse kemale erer.
Kullara Allah ve emirleri hakkındaki ilimden daha üstün bir nimet verilecek
değildir. Allah ve emirleri konusundaki cehaletten daha çetin bir ceza da
görecek değillerdir.”

‫ نإدا أ م ح ك‬،‫م‬ ‫ " إذا أ م ح ل ف ال ئ ن ث ق‬:‫ ] نقا د ن ي ا ن‬٢ ٨ ٧ ٧ [ - ) ١٠٨٦٣ (

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Susmanın hoşuna gittiği zamanlarda konuş,


konuşmanın hoşuna gittiği zamanlarda ise sus.”

" ‫ ] ومحال ث محاذت " بغوا ا ل مزاؤ لم ؤ خترو‬٢ ٨ ١ /٧ ‫ ل‬- ) ١ ٠٨٦٤ (

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Hayrı çok az olduğu için tartışmayı biralın!”
Süfyân b. Uyeyne 519

‫ممن‬ ‫صال ح ح‬ ‫ " أ د نك ون للف عدو‬:‫ كا ن مالت‬: ‫ ] وه ا د ث م ا ن‬٢٨^ ٧ [ - ) ١ ٠٨٦٥(

‫؛ن ا‬ ‫ لأن ال ع د و ا ل صال ح ي ح جزه إين انة أن ث وذيلق أؤ ياللف‬، ‫أ د يأك ون للثم ص دي ى ئامس د‬

٠٠ ‫ والص_ديى م ح د ال محا؛ي ن ا ث ا ب ث ق‬،‫ثكنة‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Denilirdi ki: “Salih bir düşmanının olması,


fasık bir dostunun olmasından daha hayırlıdır. Çünkü salih 0 ‫ سا‬düşmanın
imanı, kendisini sana kötülük etmekten veya hoşlanmayacağın bir şekilde
sana dil uzatmaktan alıkoyar. Fasık dost ise sana karşı yaptıklarım
um ursam az.”

‫ب أل عئه ؛ ال يء‬
‫م‬ ‫ بم أ د‬٤١١^ ١ ‫ م ن يزأ‬٠٠ :0‫شئثا‬ ‫ء‬٢٨١/ v] -((١٠٨٦٦
‫تال ؤ‬،‫تب غ ا و‬
‫” ع ه ز ال غ الم إ ال ج‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kur’ân okuyan kişi, risâleti tebliğ dışında tüm
peygamberlerin hesaba çekildiği şeylerden hesaba çekilecektir.”

‫ ثت ا م ح م د س ث حثى بن ال ول د‬، ‫ ] حدثت ا عبد الئؤ بن م ح م د‬٢٨١/ v ‫ )“ ت‬١٠٨٦٧(

‫ما محو أ حزصئ‬ " :‫ قالوا لخئض ا ل ح ك ماء‬: ‫ محا د‬،‫ ث إ ش م ا ن‬، ‫ ثغ ا م ح ئ د بن ج ه ص م‬،‫التس ري‬

" ‫ ال?احم ت د حمي يب‬:١^ ‫؛؟‬Juj‫حمي ئ ر طلب ؛‬


Süfyân b. Uyeyne der ki: Bilgelere: “ilim öğrenmeye neden diğer bütün
insanlardan daha fazla önem veriyorsunuz?” diye sorulunca: “Çünkü ilimle
herkesten çok biz amel ediyoruz” karşılığım verdiler,

‫ج‬ ‫ر‬ ‫ أن ث ب‬: ‫ ف و د‬،‫ " الغ ال م غ وف ز‬:‫ هزه‬:‫ ] وقات ن يا ن‬٢٨٢٨ [ - ) ١٠٨٦٨(

‫بمحم يتثغي‬ ‫ ور ح م ه الل ه‬٣^٨^ ١ ‫ وعثت م‬:‫ ؤ م ولأ‬،‫يدع و أق‬ ‫م‬ ، ‫ل أ‬1‫وأئ ا متلق شث‬

‫ا‬ ‫م حي لث بن م حث أن ي‬ ‫ال‬ ‫ما‬ ‫م أن ثد وة من ظهب‬ ‫لهذين إدا ط؛ بمنين ا على‬


Süfyân b. Uyeyne der ki: Kişi “es-Selâmu aleykum” dediği zaman: “Sen
benden yana selamettesin, ben de senden yana selametteyim” diyor
demektir. Bunun üzerine karşıdaki kişi de ona dualar ederek: “Allah’ın
selâmeti, rahmeti ve bereketi üzerine olsun” der. Böylesi bir şekilde birbirine
Süfyân b. Uyeyne 520

selam veren iki kişiden biri, diğerini gıyabında gıybet türü hoşa gitmeyen bir
tarzca zikretmemesi gerekir,

‫ءيئلث و ج د ق خب ز ك‬،‫ أث ح ب أن ي‬٠٠ :‫ وهل ت ل م ن ق ر‬:‫ ] هأ أل ئ ي ا ن‬y ay /v [ - ) ١ ٠٨٦٩(

" ‫ث زين أن نونيتي وثوبمحي لي د‬-‫ إ‬،(١٤٠ 0‫ وإ‬، ‫ ن ع م‬1‫ ”ى ن ائ ص ح‬0‫ إ‬:3 ‫ه ا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Mis’ar’a: “Bir adamın yanına gelip kusurlarını
söylemesini ister misin?” diye sorduğumda: “Şayet öğüt vermek içinse
”isterim. Ancak bunu bana eziyet verip azarlamak için yapacaksa istemem
dedi.

‫بظ ثعبتلون بؤ‬ ‫إ ال‬ ‫ثئبهلوا اآل حثاء‬ ‫ال‬ " :‫ قثالث‬:‫ ] وه ا د ن يا ن‬yay/y[ ")١٠٨٧٠(

‫ص ؤإلمحك شه اا‬
‫فالن‬،SU :‫ح د‬
‫ إ كمح ط كت ندام‬،‫الأئزاث‬
Süfyân b. Uyeyne der ki: “ölenlerin neyine gıpta ediyorsanız hayatta
olanların da sadece o şeylerine gıpta edin, ö lü kişiye de şayet: «?ilan kişi
öldü ve geriye hiçbir şey bırakmadı» denildiği zaman gıpta edilmiş olur.”

،‫ ثئ ا ا لخثن بن إبراهي م بن يما ر‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو محم د ئذ خثا ذ‬yay/v [ “) ١ ٠ ٨ ٧ ١ (

٠ :‫ ص ش‬٩ ‫أم و ل‬ ‫ ن بمس‬15”" ‫ت‬3 ‫ ث ا‬،‫ ظ نئ؛ا ن‬، ‫ح د ظ أب و أيوب الش ا دءكوتحي‬

" ‫ ن ي ل ي تا ف ه ا‬1 ‫ا م ح أ‬

:Süfyân b. Uyeyne der ki: Âlimlerden biri namaz kılacağı zaman


Aflahım “‫؛‬Namazda olduğum sürece beni bağışla” diye dua ederdi.

،‫ت ا آيو ب‬
‫ ث‬، ^‫؟‬£١^ ‫ ثن ا ا خل س س‬،‫ ] حدثن ا أثو م خ ئ د بن حقا ن‬yay/v [ - ) ١٠ ٨ ٧ ٢ (

‫ ز ال ثقون ع اه ال حش‬،‫بي الثة ي مئ ل الث م ل‬


‫ ل م ج‬٠٠ :‫ ه ات‬، ‫ثت ا شقي ا نء عنبع ض أه ل ا س م‬

،‫ ؤالؤ<ئ ات مئة م أ م و ال‬،‫ت وائ‬°‫ ق ع د مئه ا ت ن ئ ه ح م تك ون \ثكثز منة نآ‬،‫ئكون فيه عشزه خ صا ل‬

‫ و ح ريستكثر مح د‬،‫ ؤاقئئ أخمي إقه من امحئى‬،‫و حش أكون الدن أخي إي بق ايئ‬
‫ر‬ ‫ زخ‬،‫ذ ال د ي اق و ث‬ ‫م‬ ‫يفون ن ي ة‬ ‫ر‬ ‫ زخ‬، ‫ي ث ن ي ه‬ ‫وبتقآل‬
‫م‬ ، ‫ا ك ر وف م ن ي‬
Süfyân b. Uyeyne 521

‫ ز الثلق اة أخت‬،‫ زغ ال به ا نكزه‬،‫ م جدة‬1‫ وا أل حرى ف ان به‬،£‫طوت غني‬ ‫للعلم‬ ^ ١^ ‫لآكون‬


" ‫نأى شثة دوئة‬ ‫؛ال‬
Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Âlimlerden biri: “Allah’a akıldan daha güzel
bir şeyle ibadet edilemez. Kişide on haslet olmadıktan sonra da akıllı biri
sayılmaz” dedi ve bunlardan dokuz tanesini şöyle saydı: “Bunlardan biri
kibirden uzak olmasıdır. Diğeri, doğru yolda kalmasının umulmasıdır.
Diğeri, zilleti izzetten daha fazla sevmesidir. Diğeri, fakirliği zenginlikten
daha fazla sevmesidir. Diğeri, başkasının kendisine yaptığı iyiliği küçük de
olsa büyük görmesidir. Diğeri, kendisinin başkasına yaptığı iyiliği büyük
olsa da küçük görmesidir. Diğeri, dünyadan nasibi günlük geçimi kadar
olmasıdır. Diğeri, ömrü boyunca ilim öğrenme gayretinde olmasıdır.
Diğerine gelince ise, kişinin bununla değeri yükselir ve saygınlığı daha da
artar, o da kendini dışarıda karşılaştığı her bir kişiden daha değersiz
görmesidir.”

‫ " شت ل ال ق ا ب خ ال ذي الت ح ئ أذ‬:‫ ؛ عئ‬١١‫[ زقات شمحان ؛‬yay/y] - ( (١٠ ٨ ٧ ٣

‫مب د ك ع ي أخد ؛ ال ه‬ "

Hz. Ali der ki: “Salih amel, insanlardan değil, sadece Allah’tan bir övgü
ve karşılık bekleyerek yapılan ameldir.”

‫ ثن ا إبراهي م ئن يوئفث‬،‫حدثن ا إشحاق بن أخنت بن عل ي‬ ] yay/ v [ - ) ١٠ ٨ ٧ ٤ (

‫ قات نقيا ن بن‬:‫ قات‬،‫ ح دبيي أبو عبد الل ه الرازي‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن أيي ال ح واري‬،‫ال هسن ج اني‬

‫ذ أ م‬ ‫م‬ ‫ه ع دة‬ ‫ذ وس ه 'ك ي‬ ‫م‬ ‫ بغد ظ أ ش‬%‫ وض‬، ‫ م حت ؛ م حت إبمة ا‬١٤‫' ؛‬٠ ‫م حثة‬

‫يطل ع الغ امس عقه ك جة اش عغذة م ن‬ ‫إل‬ ‫ب‬ ‫ين ا بس ه وبين ربه يذن‬
‫ ق ا ن زث ف‬،‫ا لخدل‬

‫ وت ريزئه أ ح شن م ن لتاس ه كتبه‬، ‫ إلذا أخلهن ال م د ي امئ ا‬،‫ لأن ذنتة محال ق ئ للتاس ه‬،‫ال جائر؛ ئ‬

‫يطل ع الغامس علته ودة الل ه‬ ‫إل‬ ‫ب‬ ‫يئ ا نمته وبين زم بذن‬
‫ فإن ئ ف‬، ‫الثة ص د ة م ن أه ل ال ق ه م‬

‫م‬ ‫جا‬ ‫ مهك م من‬،‫ لأن ذمحه م ح تبد لياسه‬،‫ق‬،‫ زثأ يكي من ا م حاجت؛‬٤^ ^ ١‫عن ا كن ز إ ر‬
Süfyân 522 ‫ء‬. Uyeyne

‫ ؤثذا‬، ‫ ف ذا يفنهن للغاس الت ج ارة يطل ع الل ه م ن قلبه عل ى أثت نابت قي ال د قا‬،‫مت ج اورين‬

" ‫لل د ي‬ ‫مح ب‬ ‫يقلهن للن ا س ال زئذ يطل ع الئت م نفلبه على أثق‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Kul kendini bir şekilde gösterir de içi de
kendini gösterdiği gibi olursa Allah onu adalet sahibi kişilerden biri olarak
yazar. Kendisiyle R^bbi arasında olan bir konuda bir günah işler de
.insanların bundan haberi olmazsa Allah onu zalimlerden biri olarak yazar
Zira kendini gösterdiği şekle muhalif bir şey yapmıştır. Kul kendini bir
şekilde gösterir de içi kendini gösterdiğinden daha iyi olursa Allah onu
fazilet sahibi kişilerden biri olarak yazar. Kendisiyle R^bbi arasında olan bir
konuda bir günah işler de insanların bundan haberi olmazsa Allah onu
,fazilet sahibi kişilerin arasından çıkarıp adalet sahibi kişilerin arasına katar
ancak onu zalimlerden biri olarak yazmaz. Çünkü kendini gösterdiği şekille
.böylesi bir günah işlemesi muhtemeldir

Yan yana olan nice ‫ظ‬ komşu vardır ki biri insanlara ticaretle uğraştığını
gösterir, ancak Allah kalbinde dünyaya karşı zahid olduğunu görür. Diğeri
ise insanlara zahid olduğunu gösterir, ancak Allah kalbinin dünya sevgisiyle
dolu olduğunu görür.”

‫ ثن ا أبو بكر‬،‫ ثئ ا أبو بكر‬،‫حدثن ا هم د ال ر ثن م ح م د بن جعمر‬- ] yav/v [ “) ١ ٠٨٧٠(

،‫ت كن ف عند نعظ ن بن عيتثه‬3 ‫ ئا‬، ^ ^ ١ ‫م بن‬ ‫حم‬ ‫ ظ‬٤^ ^ ١^ ١ ‫ ظ ثزفث‬،‫بن تهزم‬

‫ع اءى‬-‫ لأن أ‬:‫ أ ح مني غن ه و د م طؤف‬، ‫أي ت ح م د‬ \‫ل‬ :3 ‫ ءق ا‬،■‫إ؟قي زي ث م ن أ هدب ع ذاا؛‬

^ ١ : ‫ر مح م‬ ‫ أ ئ ن أ خ ي رمح ق أ م ت ز د أ ت يو‬،‫ذ أ ن ي‬ ‫ف أ ش م أ خ ي رئ ص أن أ ش‬

، ٠٠ ‫إ؟ي‬ ‫أح ب‬ ‫ئف و ف‬ ‫قؤأل‬ ٠٠ 3 ‫ ث أ ئ‬،‫ ن ن ك ث شكته‬:3 ‫رضيت لممس ي ظ رضيت ل ي؟ ه ا‬

‫ \ ل ب أ ث‬٠٠ :‫ ئ م ح لأ‬3 ‫ه ه؟ ق ا‬ ‫جبه‬ ‫ف ظ‬ ‫ه‬ ‫ص زقت زض ئ‬ :‫و ب د‬ 3 ‫قا‬

^‫ا ل منان قو ج د ت م ف أ شلت م ا ن علته الث ال م ن ع ا ل عافتة ا لخي ء ة م ه ا ؤيت م انئتد اثة أؤاث‬

^‫ وو ج د ت م ف أ آيوث علمته الث ال م مغ اخل الء ال ذ ي كا ذ ف ه ؤن عم الحتف إثة أؤاب‬،


Süfyân b. Uyeyne 523

‫ملئ ا‬ ،‫ ثز ج د ت الش جن مح د هأم نث ا ؛ الصغر‬،‫ وهذا نتثأى‬، ‫ ن ف ذا تث ا ر‬، ‫ئا ئ ؤ ت الصمت ا ن‬

٠٠‫اعتد ال ”كا ن ت اخلام ة نغ ا ل م حي أ خ ي إلي م ن الي الع م غ الصبر‬

Ömer b. es-Seken der ki: Süfyân b. Uyeyne’nin yanındayken Bağdat


ahalisinden bir adam kalktı ve ona: “Ey Ebû Muhammed! Mutarrif «Afiyette
olup şükretmem benim için musibete maruz kalıp sabretmemden daha
iyidir» diyor. Senin için de bu mu daha iyi, yoksa kardeşi Ebu’l-Alâ’nın
«Allahım! Senin bana ٢^، olduğuna ben de razıyım» sözü mü?” dedi. Süfyân
bir süre suskun kaldıktan sonra: “Benim için de Mutarrifin sözü daha
iyidir” karşılığını verdi. Adam: “Diğeri Allah’ın razı olduğuna razı olmuşken
nasıl Mutarrifin sözü senin için de daha iyi olur?” diye sorunca, Süfyân
şöyle dedi: “Kur’ân’ı okuduğumda afiyette olan Süleymân için “٠ ne güzel
kuldu! Şüphesiz ‫ ه‬, Allah'a ‫ ؟‬ok yönelen bir kimse ‫ ل” أ هأ‬denildiğini
gördüm. Maruz kaldığı belaların içinde olan Eyyûb hakkında ise “٠ ne
güzel kuldu! Şüphesiz ‫ ه‬, Allah'a ‫ ؟‬ok yönelen bir kimse idi”2
denildiğini gördüm. Bu şekilde biri afiyette, biri de musibette olmasına
rağmen her ikisi de aynı sıfata haiz oldu. Bunu dü^ndüğümde şükrün,
sabrın yerini tuttuğunu gördüm. İkisi aym değerde ise benim için afiyette
kalıp şükretmek, musibete maruz kalıp sabretmekten daha iyidir.”

‫ ثت ا ئل بما ن‬،‫ ثن ا ا لخشن بن ف ارون‬،‫ ] حدتما أ خ ن ذ ئ ذ إن ح ا ى‬٢٨٣/‫ [ ؟‬- ) ١ ٠٨٧٦(

‫ ثن ا أ ح م د بن‬،‫ ثن ا أبو ت ع يد المعيغي‬، ‫ ح ؤثغ ا عئد الل ه بن م ح م د‬.‫ث ذ داود الق ا ذم كو ئ‬

‫ في ائ م‬£١^ ١ ‫ة‬ ‫مح لولم‬‫ ز‬، ‫ ^أ‬٧ ‫ن‬ ‫ " ذع‬:‫؛ و د‬١١٤٠ :‫ ؛‬١١‫ ؛‬، ٤١١^ ‫ ئت ئ‬، ‫ىة‬ ‫ال‬
Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kibirlenmeyi ve övünmeyi bırak da mezarda
kalacağın uzun süreyi düşün” denirdi.

1SâdSur. 30
2 Sâd Sur. 44
524 Süfyân ‫ء‬. Uyeyne

‫ثت ا‬ ،‫ ثن ا أ خت ن بن م ح م د بن ت ع يد‬،‫حثا ن‬- ‫ ] حدثن ا أث و م ح م د بن‬٢٨٣/‫ [ ؟‬-) ١٠٨٧٧(

‫ " ؛ م ئ وم؛ بم م ظ ا خ مبإ‬: ‫ص أبو ا لأنئاء‬ :‫ قاد‬،‫ محا م ح ا ذ‬،‫اختن ئ مدة‬

،" ‫النطي ح‬ sllj ^ ‫؛ ر ك ز‬İJUJ1 ،b\‫؛‬f ‫ إدا‬٣ ‫ ويد‬، ‫جمارك مء نقيد ف؛ م حإ ب ا لخى ث ر ن‬

١۶٢ ‫ وا ج ث د‬، ‫و ' ها‬ ‫مح‬ ‫ وا جمنك‬،‫ض ئ رارثآ‬ ‫وأعق ا‬ ،‫س ارنا‬ ‫ن م حا‬ ‫أ‬ ‫ا مح‬ " : ‫وكان ف و د‬

" ‫ نإدا أ م ح ت ال ئ ا ل جيث ئ ال م ح ا مب دئب‬،‫مب د م حارن ا‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Hayırlılarınızı sevdikçe, aranızda hak söylendiğinde


değeri bilindikçe hayır üzeresiniz. Eğer aranızdaki âlim süsen koyun gibi
olur. Bu âlim : >‫س‬ ‫ أآآ ل ل‬Bizi hayırlılarımızla faydalandır ve plilerim ize
karşı bize yardımcı ol, hepimizi hayırlı yap, işlerimizi hayırlılarımıza teslim
et, eğer salihlerimizi yok edersen, onlardan sonra bizi yaşatma» derse size
yazıklar olsun.”

‫ثن ا‬ ، ‫ ثن ا أ خن ن بن م ح م د بن س ع د‬،‫ ] حدق ا أبو م ح م د بن حقا ن‬yav/y [ - ) ١ ٠٨٧٨(

‫ زقت‬، ‫ قاد بغضه م " قت ورد ا ال وأل وا ال حر تت ا ئ مت ع ب‬:‫ ه ات‬،‫ ثن ا نقيا ن‬،‫أ ح م د بن عئذه‬

‫ ن خ ئ‬0 ‫ ء إ‬،‫ ثف الون عنة‬1‫ ذأهنب؛غ وا ظ م ذمون عقه بم‬،‫ح س‬-‫ ن ط ي ء ا‬،‫مار'ب غ طاؤ جزلت‬

٠' ‫بع د ا ل م ا ئة‬٤‫ الثن ا انبث ا‬،‫ الثن ا ا خل اهبع د ا ل م و ت‬، ‫م‬ ‫لك ع‬ ‫ والس ك ن‬C‫للمحالق‬

:Süfyân b. Uyeyne’nin bildirdiğine göre âlimlerden biri şöyle demiştir


Öncekiler ve sonrakiler pek zorlu bir yere sevk edileceklerdir. Bolca verme“
ile fazlasıyla alma günü pek yalcındır. Bırakıp gideceğiniz şeyler vasıtasıyla
.varacağınız yeri ıslah edin. Zira hak yaratıcının, şükür nimet verenindir
Gerçek hayat ölümden, ebedi hayat da kıyametten sonradır.”

‫بن‬ ‫ ثئ ا أ خ ئ ذ‬، ‫ ثن ا أ ح م د ب ن م ح م د‬،‫ثا ن‬


‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن ح‬ya ‫ ؛‬/ y1 ")١ ٠٨٧٩(

‫ ظ للف ال‬٠٠ : ‫ ق ات اخل ا إل لئن اب د‬،‫ 'ك ان زب د ع ا إل وآ م غ ايت‬:‫ ق ات‬، ‫ ئ شق ا ذ‬،‫م ح دة‬

‫ ئءذا‬،‫ أة أني ئ ق ظ ة؛بمال ؤك أغتد به‬: ‫ض ؟ هد‬ ‫مح و ن ؛ ر‬- ‫ أثوبي وخ ثا‬،<‫أ م زالق ا‬
Süfyân b. Uyeyne 525

Süfyân ‫ط‬. Uyeyne der ‫لكا‬: ,Biri âlim, biri de âbid iki adam vardı. Âlim
âbide: “insanlar ilmime ihtiyaç duyup yanıma gelirken sen neden
gelmiyorsun?” diye sorunca, âbid: “Ben az şey biliyor ve onunla amel
ediyorum. Bitince de yanma gelirim” dedi,

‫ثن ا‬ ، ‫ ] حدق ا عتد الل ه بن م ح م د بن ج عف ر; ثن ا أبو ت ع يد ال ن ي ئ‬٢٨l / v [ ”) ١ ٠٨٨٠(

، ‫ ثن ا ح رغ مئة قه و ال ئ ؤ‬،‫غز ا ل ح شد‬ ‫خل ل‬


‫’ ا‬٠ :‫ا‬3 ‫ظ‬ ،‫ ثن ا نئثا ن بن م حنه‬،‫أ ح ئ د س عدة‬

- ) ١<٨٨١( " ‫ي ن يشثم أ خد أن ثك و ذ فيه فيء م ن ا لخند‬


‫ ن ف‬،‫زن ا م ي منة فه و الغؤ‬

” ‫ محج ه ا د مح د و نا جت و ج ه ا د كئمش ا ث تن ع ه‬،‫ ا ل ج ه ا د عثزة‬٠٠ :‫] كا ذ ما لأ‬٢٨٤/‫[؟‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kin denilen şey, hasedin kendisidir. Bu kinden
sadır olan şeyler şer (kötü) olarak nitelenir. Bunun, insanın içinde kalan
kısmı da kindir. Kişinin içinde hasetten bir şeyler var olduğu sürece selamete
.eremez

,Şöyle denilirdi: “Cihad on bölümdür. Biri düşmanla yapılan cihad


kalan dokuzu da kişinin kendi nefsine karşı yaptığı cihaddır.”

،‫ ثن ا ع مزو بن أبي الهثا م بن ال قز ح‬، ‫ ] حدثت ا نل بما د بن أ ح ت ذ‬٢٨i / v [ - ) ١ ٠٨٨٢(

' ‫ جا لس‬٠٠ :‫ أم ا ل‬0 ‫ كا‬:‫ قات‬،‫ ثن ا نئي ا ن بن عيس ه‬،‫ثن ا حقا ن س ثا بع بن ص خ رة بن ج ويرثه‬

٠٠‫م ن أ‬ ،‫ ز ص ح ث ه م ت ل م ه‬،‫ ق ان تجالتتهب عني م ه‬،‫ا لخك م اء‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Hikmet sahipleriyle beraber ol. Onlarla


beraber olmak ganimet, sohbetleri kurtuluş vesilesi, onlarla kardeşlik
kurmak ise şereftir.”

‫ ثن ا عبد الثؤ بن‬،‫ ثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن غنن‬،‫ ] خدثن ا أيي‬٢٨٤/‫ [ ؟‬- ) ١٠٨٨٣(

‫ ما ت؛‬، ‫ ع ن حس ي ن ب ن زيا د‬، ‫ئ ص ه ال ب ن غ ا م م‬ ، ‫ ثت ا سلم ه ب ن فبث ب‬،‫محم د ب ن مح ي‬

، ^ ‫ ؤ زممازن وا عل ى اب ث والممو ى‬:‫ و ن غ ل ص قول ه ثن ا آ ى‬٠٠ :‫ مولت‬،‫شب ع ت نميا ن ب ن مح ث ة‬

” ‫ وئدلط علته‬،‫وتين فيه‬


‫ ح‬،‫ وثدعو إ لته‬،‫ غز أن ثننن به‬:‫ق ا د‬
Süfyân b. Uyeyne 526

Hüseyn ‫ط‬. Ziyâd der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye Allah’ın “iyilik ve takva
,üzere yardımlaşın”1 buyruğu sorulunca şöyle dedi: “Bununla amel etmen
buna davet etmen, onun yapılması için başkalarına yardım etmen ve
başkalarını bu yola sevk etmendir.”

‫تحا‬ ،‫م‬ ‫ح‬ ‫هم د الل ه س ن‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثئ ا أ ح م د بن م ح م د‬،‫حدثن ا أيي‬- ]‫ ؟‬Ai/v [ - ) ١ ٠٨٨٤(

: ‫ بمولط‬،‫ بن عيس ه‬0 ‫ مثين ت شئي ا‬:‫ تمولط‬،‫ ش ج ن ت يلم ز بن ا ل ح ا ر ث‬:‫ ثن ا ئهتز^ء قات‬،‫شل ته‬

" ‫ ال ق ى‬U ‫ " ئث وا نئمحق ال م ا؛قؤا‬UjI

,Süfyân b. Uyeyne der ki: “Muttakîlerin bu isimle anılmalarının sebebi


insanların sakınmadığı şeyden sakınmaları (ittikâ) dolayısıyladır.”

‫ن ث ئن‬ ‫ ثن ا ع د الله ئ‬، ‫ ظ أخنت ئ ث خ م‬،‫ ] خ د قا أي‬٢٨٤ /‫ [؟‬- ) ١ ٠٨٨٥ (

، ‫ ثن ا أبو بكر بن عتيد‬، ‫ش‬ ‫محا‬ ، ‫ ح زثن ا م ح م د بن أ ح م د بن أبا ن‬. ‫ ثغ ا أي و بكر بن غم د‬،‫أثان‬

‫ز‬ ‫ح‬ ‫ئئزف وا‬ ‫لم‬ " :‫ ئئ؛ان بن محنه‬3 ‫ت ئ‬3 ‫ ه ا‬، ‫ ثت ا إمئخ ا ق بن مني ب‬، ‫ثت ا ف ارون بن غمت ان‬

11 ‫ثم وئا‬ ‫ال‬ ‫ت حقوا أن‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “insanlar ancak tanınmayı sevmedikleri zaman


tanınabilirler . ”

،‫ ش م ع ت ابن مكرم‬:،3‫ئ‬ ‫ئ ن ان بن م ح م د‬ ‫حدتما‬ ] YAl/v [ - ) ١٠٨٨٦(

‫ ث ب ن ت ط نة بن تثق انء ثذءكؤ ض اس‬:‫ قئ و لأ‬، ^ ^ ١^‫؛؟‬£١^ ١‫ ش م ع ت أ ح م د بن‬:‫مولت‬

،‫فنق‬
‫ف ات ؤ؛؛لث !ل ص ؤنؤ ي‬
‫ غثت م ن أن م‬،‫ف ن ؤ؛آلف‬
‫ال فيل ق ؛لقث ن ي‬1‫ " لأن يم‬:>‫ ظت‬،‫س ه‬‫عي‬

'٠ ‫الئ حتث وة ق خ محب تنمر ه و حض‬ ‫م نك م‬ ‫ك عصته‬ ‫ال‬ ‫ءواي‬.‫جا‬- ‫م ل\لآء ؤ |ن الف؛ن‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Sende olmadığı halde kötü şeylerin sana isnad
edilmesi, sende olan hayrın söylenmesinden daha hayırlıdır.” Süfyân sonra
şu âyeti okudu: “Haberiniz olsun ki ifk (iftira) ile gelenler içinizden bir

1MâideSur. 2
Süfyân b. Uyeyne 527

takımdır; onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki ٠, hakkınızda bir


hayırdır...”!

‫ ثن ا محم ذ‬،‫ ثئ ا م ح مد بن إشحاى‬،‫ ] حدت ا إتزا ميز شر هم د الل ه‬٢٨٥/'/[ -) ١٠٨٨٧(

‫\ زأقفز‬1\ ‫ " ؛ ز لحأ ني غ د ش م‬:‫ ;غ ول‬،‫ ثج ئ ق ثمحا<ة ئ محثة‬:‫ات‬1 ،‫ئ الئثأ ح‬

" ‫ي‬ ‫م يف و ن‬ ‫ أق ود ت ل ء أمح ي ه ؤ الء ؛ ال م ن‬، ‫ثأ وئ ض‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Yanıma geldiğinizi gördüğümde kendime


kızar: «Bunlar, bende olduğunu zannettikleri bir hayır sebebiyle yanıma
geliyorlar» derim.”

‫ ثت ا الحس ين ئئ‬،‫حدثن ا أبو خ ابي أ ح م د ى م خ م د بن ا ل ح س ن‬ ‫ا‬ ٢٨٧٧ ! “) ١ ٠٨٨٨(

‫ " عئد ذك ر‬:‫ بمولط‬،‫ت ابن عينته‬ ‫ش مع‬ ‫ قات؛‬،‫ ثئ ا م ح م د بن حث ا ن‬،‫م ح م د الجعس ي‬

٠٠‫الؤ ح م ه‬ ‫ا ل صا لح ينثأر ل‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Salih kişiler anıldığı zaman rahmet iner.”

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا هم د الثؤ بن أخن ت بن حمح ل‬، ‫ ] حدق ا أثو بكر بن مال ك‬ya ،‫؛‬/v [ ")١٠٨٨٩(

"‫ى‬ ‫ض‬ 0‫ " ص أ ب ث ا ي ك ئ ث ا‬:‫؛ ن ن لأ‬١١٤ : 3 ‫ ه‬،٣ ‫أبوتوتى ^؛‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “İyiliğin en güzeli, musibetlerin gizli


tutulmasıdır.”

‫دض م تن ال م د الق وؤ ال‬ ‫ال‬ " :‫ وش م م ت شمتا نء ثقوب‬:3 ‫ ] د ا‬yao/v [ -) ١٠٨٩٠(

" ^١^ ١١ ‫ى ا[ئ الة ق د‬ ،‫أ م خ ر ينش‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Ancak çağrıldığında gelen kötü köle gibi olma!
Ezandan önce namaza git.”

‫بث " م ن ثؤقير ا ل ص الة أن‬-‫ ثق وبت قا د ز‬، ‫ت وت م ن ت شقيا ن‬3 ‫[ قا‬YAö/v] - ( ١٠٨٩١)

1NûrSur. 11
‫‪528‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kâmet getirilmeden önce mescide gelmek‬‬


‫”‪namaza saygıdandır.‬‬

‫(‪ ] ٢٨٠/'/[ “) ١ ٠٨٩٢‬حدبت ا م خ م ذ بن إبراهي م ‪ ،‬ثن ا ا ل م ح ن بن م ح م د ا ل ج ند ي‪ ،‬قات‪:‬‬

‫ش عتا د الل ه أخت‬ ‫قس‬ ‫ش م ع ت إن ح اى ى ^‪£١‬؛^‪ ،‬بم ولث‪ :‬شمع ت ابن عس ه‪ ،‬يمولث ‪٠٠ :‬‬

‫ش م في‪" ^ ^ ^ ١‬‬ ‫نإم ا في ن عم ة‬ ‫ب‬ ‫إ ال ولل ه ا ل ح ح ة علته‪ ،‬إثا في أ‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Aflah’ın kullarından hiç kimse yoktur ki, ya‬‬
‫‪bir günah veya ona verdiği bir nimetin şükrünü hakkıyla eda edememesi‬‬
‫”‪sebebiyle, Allah’ın bu kişi üzerinde bahanesi olmasın.‬‬

‫( ‪[ - ) ١ ٠ ٨٩٣‬؟‪ ] ٢٨ ٥ /‬حدثن ا أث و م خ ث د بن حيا ن‪ ،‬ثن ا لم ي‪ ،‬ثن ا أبو طا م شهد س عتد‬

‫بس أ ص حابث ا ‪ ،‬ثن ا أبو ثوبه ال ثي خ بن ثابع ا ل حلبي ا ئزقوس ي‪ ،‬محا د ‪ :‬ن ئ د‬
‫الل هء محا د ‪ :‬أقأثا م‬

‫ج ئ بدأ به‪ ،‬م ما ‪3‬ت‬ ‫نئ؛ ا ن بن عيينة‪ ،‬عن ه ص ر ا ل ع؛ ل م ‪ ،‬هق ا ‪ ٠٠ : 3‬أنم ئن م ع ؛ ق هونه‬

‫سثقغؤن ؤنب لأب>‪ ،‬ؤهز شه ا دة أن‬


‫ث أ أنزه ؛ا ش ر‪ ،‬ءث ا ‪< : 3‬ؤؤا‬
‫إل ه إ ال الأتؤ>‪ ،‬م‬ ‫ال‬ ‫أثق‬ ‫<؟ؤه ا ظ م‬

‫ذ هال ه ا عفن أة ‪ ،‬ؤ ئ د‪ :‬ؤ ئ د لأنيق ق ى إنه ق ه وا ت م‬ ‫إ ال به ا م‬ ‫بث‬


‫ج‬ ‫ال‬ ‫إل ه إ ال ال ه‬ ‫ال‬

‫ي ن ا قت <تل خت ه‪ ،‬نقا ل ؤزن ا " كان الثق مع دبهز وهز يسغفزون^ ي و ح دون ‪ ،‬وه ات‪:‬‬

‫جنثمحوا ز م ه ء ذ ظازا؛>‪ ،‬ف و د ؤئدوة‪ ٣ ٧ ،‬ق د ؛ ل م أال تز‪1‬ة ئت‪< :‬ؤاغثئوا‬

‫و جنة غنءنؤ اه>‪ ،‬ئم ظ‪:،3‬‬ ‫م‬ ‫أى‪^ ١‬؛ الدي ‪ 4‬ق محويه‪ :‬ؤ«ث اي وا ق م م حة من ز‬
‫بت‪ ،‬وقا د‪< :‬ؤوا ظئوا أ ك‬
‫ظخذن غ ه م‬
‫<ؤواعل ما أ ك \ ‪ f ö \y‬زأزالد م ئ ‪ 4‬تأ ق\د‪ < :‬ح‬
‫بؤ ‪٠٠‬‬ ‫با ل ع م ل‬ ‫ش ف يغ هأن لل ه خنثة^>‪ ،‬ث م أنز‬ ‫غن مت م‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne’ye ilmin fazileti sorulunca şöyle dedi: “Sen yüce‬‬


‫;‪in bil ki‬؟‪Aflah'ın önce ilmi zikredip şöyle dediğini duymadın mı: «٠ ٨ ٧ ٨ i‬‬
‫‪Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur»1 Sonra ona ameli emredip: «Günahın‬‬

‫‪1Muhammed Sur. 19‬‬


Süfyân b. Uyeyne 529

‫ آاأ؟أ‬mağfiret dile»1 buyurdu. Mağfirete sebep olacak şey de Allah’tan başka


ilah olmadığına şahitlik etmektir. Kişiye ancak bu sözle mağfiret edilir, başka
şeyle mağfiret edilmez. Kim «Lâ İlahe illallah» derse ona mağfiret edilir.
Allah: «inkâr edenlere, (sana düşmanhktan) vazgeçerlerse, geçm iş
§ünahlarının bağışlanacağını söyle»* «Onlar bağışlanma dilerlerken
de elbette Allah azab edecek değildir»3 buyurdu. Buradaki bağışlanma
istemek, Allah’ı tevhid etmek demektir. «Gelin, Rabbinizin bağışlamasını
isteyin, çünkü ٠ , bağışlaması çok bir bağışlayandır»4 buyurarak
Ondan başka ilah olmadığına şahitlik ediniz deyip sonra ameli zikretti. Yine
Allah'ın: «Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundur, bir eğlencedir...
Rabbinizden bir mağfirete... birbirimizle yarışın»^ diye buyurduğunu;
«Bilin ki, mallarınız da, evlatlarınız da birer imtihandır»® diye
buyurduktan soma başka bir yerde: «٠ halde onlardan sakının»? diye
buyurduğu gibi; «Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin
beşte biri Allah'a... aittir»8 diye buyurup bundan sonra da ameli emreden
buyrukları duymadın mı?”

‫ثت ا‬ ، ‫ ثن ا ا لخشن بن م ح م د‬، ‫ ] حدق ا م ح م د بن أخن ت بن م ح م د‬٢٨٧٧ [ ")١ ٠٨٩٤(

‫م بن‬ ‫مح‬ ‫ عن‬، ‫ ش م ع ت نمثا ن بن عيسه ي ح د ت‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا خابت بن ي ح ش‬،‫أثو رزئ‬

"‫ذ ب‬ ‫يغم ز للعالم‬ ‫ ي غ م لل جا ه لسثتغون بتا ث ل أن‬٠٠ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬،‫عتا ض‬

1 Muhammed Sur. 19
2EnfalSur. 38)
3EnfalSur. 33
4 Nuh Sur. 10
5 Hadid Sur. 20-21
6EnfâlSur. 28
7 Teğâbun Sur. 14
8EnfâlSur. 41
530 Süfyân b. Uyeyne

Hâmid b. Yahya der ki: Süfyân b. Uyeyne’nin, Fudayl b. iyâd’a: “Âlimin


bir günahı bağışlanana kadar cahilin yetmiş günahı bağışlanır” dediğini
işittim.

‫ ثن ا أبو ال ث ى‬،‫بن ئ ح ئ د بن الح ض‬ ‫ثن ا إبراهي م‬ ،‫ثن ا أيي‬ ‫ا‬ ٢٨٦/٧‫ ل‬- ) ١٠٨٩٠(

،W ‫ سمع ت ن م؛ا ن ى‬:‫ ق ا د‬،‫بن عئد الؤ ح م ن‬ ‫ثن ا يون س‬ ،‫ئل بما ن بن داود الب ح ر ي‬

‫ لي أ ص ط ك ص ممق‬، < ‫ ^ بمقث م أق إل م‬١‫ أقوي غي الق ال مت‬3‫ " ءا‬:‫;قود‬


،‫ ثل ث فيه رص ى عل ى ال ذ ي ؟ي فيه هؤى‬،^^ ١ ‫ إ ال اثزث‬،‫مه رص ى زا ال ح ر ل ي فيه هؤى‬

‫ ص محع د ذللث بلث؟ قادت‬،‫ يا آيوث‬:‫ فن ودي ش عنامة ش عفنة آ ال ف صؤ ت‬:‫قات‬

٠٠ ‫ أ ن ث أ ن ث ي ر ب‬: 3 ‫ ثم ه ا‬، ‫ ^ حم ر ن أ ي ي‬١^ ١ ‫ص غ‬‫هو‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. Eyyûb: “Allahım! Sen de biliyorsun ki biri
senin rızan, diğeri de benim arzumun doğrultusunda olan iki şeyle
karşılaştığım zaman arzumun doğrultusunda olanı bırakıp senin rızan
doğrultusunda olanı seçmişimdir” deyince bir bulutun içinde on bin ses
ona: “Ey Eyyûb! Böyle yapmam sana ihsan eden kim?” diye sordu. Eyyûb
bunu duyunca başına toprak saçtı ve: “Sen! Sen ey R^bbim!” dedi,

‫ بن‬O‫ ثت ا ن صا‬، ‫ش‬ ‫ال ح‬ ‫^؛ بن م ح م د ثن‬£١^ ‫ئن ا‬ ،‫ ] حدثن ا أيي‬٢٨٦/‫)" ! ؟‬١٠٨٩٦(

‫ ارقع إ؟ي‬٠٠ ‫حازم‬ ‫لأبي‬ ‫ قا د‬، ‫ أن نلت ما ن ثن حم د ا ل م ل ك‬،‫ ثن ا نمتا ن س عس ه‬،‫وكيع‬

‫ ثن ا أحمعئاني‬،‫دوئة‬ ‫ا ل حؤائ ج‬ ‫ثختزن‬ ‫ال‬ ‫مح د ربئته ا إلى م ن‬ ‫ م ه ا ت‬:‫ قات‬،‫ح ا جتلث‬

:‫ مما ل لت‬، ‫أ م ا ئ ئ ز ي ث ؤ‬ ‫ ون ح ل أث و خ ا ز ؛ غل ى‬: ‫ قا ت‬،" ‫ زن ا ر ؤ ى ع ش ر ض ي ت‬، ‫م ن ه ا س ت‬

‫ أدئي ث‬0‫ ؤإ‬،‫أهن؛نئ ئ‬ ‫د هب‬ ‫ |ن أدشت أ غ د ؛ ك ز‬،‫ر إ بثاباف‬،‫ الئاا‬،‫ ؛ئظن‬٠٠ :‫ك لت‬ ‫م‬ ‫ ه‬،‫م‬ ‫ت‬

" ‫ف أغد ش م‬ ‫ئ‬1 ‫أند ال‬

ibn Uyeyne bildiriyor: Süleymân b. Abdilmelik, Ebû Hâzım’a: “Bir


ihtiyacın varsa bana söyle!” deyince, Ebû Hâzım şöyle karşılık verdi:
“Heyhat ki heyhat! Ben ihtiyacımı, ihtiyaçların sadece kendisine sunulduğu
Allah’a arzettim. Bana verdiğine kanaat eder, vermediği şeyler konusunda
Süfyân b. Uyeyne 531

rıza gösteririm.” Bir defasında da Ebû Hazım, Medine valisinin yanma girdi
ve şöyle dedi: “Kapma gelen insanlara dikkat et! İyi insanları kendine yakın
tuttuğun zaman kötü insanlar senden uzaklaşır. Kötü insanları yakınında
tuttuğun zaman ise iyi insanlar senden uzaklaşır.”

‫ ثت ا م ح ئ د بن‬،‫بن م ح م د بن الحس ن‬ ‫ثن ا إبراهي م‬ ،‫ ا س ء حدثت ا لم ي‬¥ ‫ )“ ل‬١ *٨٩٧(

‫ أ ال و ى إر ا ق ض م ال م حاذ تجع ق ه‬:‫ شد ل ث ي لآ‬:‫ ق ا ت‬،‫بمت ا ى‬ ‫ ظ اقبمئ ئ‬،‫جتيذ‬

‫تتكئ؛ مم‬ ‫ظ ظ‬ ‫بأ ت م س‬ ، ‫ ئزنت ا ك ا ن‬،^^^١‫' |دا مرخ‬٠ :‫لت‬1‫ ئث؛انت و”ك ا ن م‬3li ! ‫د معه‬

Fayd b. ishâk der ‫ كأ‬: Süfyân’a: “Fudayl’ın gözyaşlarının hiç dinmediğini


,görmüyor musun?” denilince: “Kalp sevindiği zaman gözlerden yaş gelir
denilirdi” karşılığını verdi. Sonra garip bir şekilde iç çekti,

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ خ ن د ثن هم د العزيز‬، ‫ ] حدثن ا م ح ا ن ن م ح ئ د ال ثت نا ئ‬٢٨٦/^^^ - ) ١ ٠٨٩٨(

‫تن‬ ‫إ ال‬ ‫مي م أنز اللمؤ‬ ‫ال‬ " :‫ قات علي‬:‫ب ولأ‬
‫ م‬، ‫ثمث ا ن‬
<‫ت‬ ‫ ش مع‬:3 ‫ ئا‬، ‫ ثن ا ا ألص ن ئ‬،‫أث و بمل ى‬

" ‫ ز ال ثتبغ ال ن ط ا ح‬،‫ ز ال ي صارغ‬،‫ال بمانع‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. Ali: “Allah'ın emirlerini ancak hakkı
uygularken başkalarına aldırmayan, amellerinde günahkarlara benzemeyen
ve hırslarının peşinde olmayanlar ayakta tutar” dedi,

‫ثت ا‬ ، ‫ال ول د‬ ‫بن‬ ‫ع د الثؤ ن م ح م د‬ ‫ثن ا‬ ،‫ \ ] حدثن ا أ خ ن د س إشمحا ق‬A“\/v [ “) ١ ٠٨٩٩(

‫؛ نا حرناة ع ر‬3‫ بموتت " قات ر ج‬،‫ ش مع ت ن م ا ن بن عينته‬: ‫ قا د‬،‫إف ت ا ق ئ ذ أ ي إشراس د‬

" ‫" ه' ة أن'ذ ق ط‬ ،" ‫أذ ال أخزن ؛‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Adamın biri: “üzülemediğime üzülüyorum!”


dedi.

îshâk b. Ebi isrâil der ki: “Gördüğüm kadarıyla Süfyân burada kendini
kast etmekteydi.”
532 Süfyân b. Uyeyne

0 ‫ ثت ا ثلتن ا‬،‫ ثت ا ا لخشن بن ف ارولأ‬،‫حدبت ا أ ح م د بن إمئخ ا ق‬ ‫ا‬ ٢٨٦/٧ ‫ )“ ل‬١٠٩٠٠(

‫ و؛كق‬،‫ " ل لأبد خفتإ‬:‫ك ذ‬ □ ١٤ :‫ ق ا ت‬،‫ ئ ش محا ذ ئ م حق‬، ‫ئ ذاؤة ا لث ا ذ ض د‬

‫دئون م ح دا ر إ ل ماا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Haşan: “Ebedi bir hayat için yaratıldınız. Ama
.şimdilik bir yerden bir yere intikal ediyorsunuz” dedi

‫ ث‬،‫ ثن ا ا لخنن بن ه ا رون‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن إشغ اق‬xay/v [ - ) ١ ٠ ٩ ٠ ١ (


O، ‫ت ا شقن ا‬

‫م و د غ ثزك ح ك مته‬ ‫هأ م س حكي م‬ ‫ " ا ال؛تا م‬:‫ال‬1‫ ”ىن يم‬:3 ‫ ئ ا‬،‫ث ا ن بن عيس ه‬1‫ظ ن‬

‫وه و‬ ،‫ خ ز أئالث ول ز ثأته‬،‫ ” كا ن ي حبلف ط ويل م حيؤ‬،‫ واقؤم ص دي ى تودغ‬،‫زأئث اق ا علتلف‬

‫ غنن ئ‬3 ‫ ق ا‬: 3 ‫ئ أتيي آؤ ال بخرن؟ " قا‬ ‫ ؤ ئ ال تدري أثقون‬، ^ ١ ‫م ح ق ض غ‬

'٠ ‫ أن ج ى ثة‬4‫ ؤن ظ ن أخذثز أثث مه لأة ظل‬، ^ ^ ^ ٩ ‫ عنتكز‬٠٠ : ، ^ ^ ١

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Denilir ki, günler üçtür. Biri bilge olan
.dündür. Hikmetini sana bırakmış ve veda edip gitmiştir. Diğeri bugündür
.O da sana veda edecek olan dosttur. Sana gelene kadar seni sevip durmuştur
.Sen ona gitmeden o yanına gelmiştir ve kısa zamanda da senden ayrılacaktır
Diğeri de yarındır, ancak yarının insanlarından olup olamayacağını
”.bilemezsin

Ömer b. el-Hattâb da şöyle demiştir: “Doğruluktan şaşmayın! Kişi


doğruluktan dolayı öldürüleceğini düşünse dahi bilmelidir ki bundan
kurtuiuşu için en yakın yol yine doğruluktur.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا خنس ثن ث م ا ن‬، ‫تن ث خ م اتئن ا ئ‬° ‫ ] خدقا م حا ذ‬٢٨٧ / ‫ [؟‬- ) ١ ٠ ٩ ٠ ٢ (

‫ " ظ أ حئهس عتد‬:‫ مولت‬،‫ شمع ت !شر عيس ه‬: ‫ محا د‬، ‫ ^ بن مث ج ز‬١^ ‫ ثط‬،‫عتتد بن ق ر ي ك‬

‫ وبصزه عي و ب‬، ‫ ؤأئطى لث ائة به ا‬، ‫أ ب ث الثة ا ل ح ك م ه في م ن ه ثاب ا‬ ‫ال‬ ‫ا‬ ‫يوما‬ ‫لل ه أوب عين‬

" ‫ ؤذواؤف ا‬،‫ ذاؤف ا‬: ‫ال دق ا‬


Süfyân b. Uyeyne 533

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Kul, Allah’a karşı kırk gün boyunca Ihlâslı
olursa, Allah onun kalbinde hikmeti yeşertip bitirir. Sözlerini hikmetli kılar,
dünyanın iyi kötü tüm kusurlarım kendisine ayân beyân eder.”

‫ ن ا فيء أضر عوك م م ن‬٠' ‫ م ولتت‬،‫ وش مع ت ابن عيينه‬:‫[ قات‬yav/v] - ( (١ ٠٩ ٠٣

٠٠ ‫ت ئ ت د به‬ ‫ال‬ ‫وئ ك الق وءء و عم‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “dizler için kötü yöneticiler ile kendisiyle amel
edilmeyen bir ilimden daha zararlı bir şey yoktur.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثما محم د ب ن ي ح ي ى ب ن ت ن د ه‬، ‫ح دثن ا أ ح ن د س إ ت خا ق‬ ] y a v / v [ “) ١ ٠ ٩ ٠ ٤ (

:‫ قات ن م ا ن بن عثتغه‬:‫ ه ات‬، ‫محم د بن ال ول ي د ض ا ج ي غندر; نحا م ح م د بن ج ب ف ت م‬

‫ج‬
" ‫تن‬ ‫ص‬ ‫ز‬ ‫ز‬ ‫ئ‬ ‫ن‬ ‫^ إ؛ا ئ ا ل ه ز ي‬ ١ ،‫ح ش‬
‫ك أ م ن )ل ب ن‬ ‫^ ؛ثب ي ي م أ ن‬ ١

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Şükreden (şâkir( ‫ل^كل‬, Allah’ın bu nimeti


kendisine nasıl şükredeceğini ve nasıl sabredeceğini görmesi için ihsan
ettiğini bilen kişidir.”

‫ ثن ا محم د بن‬،‫ ثن ا محم د بن ي ح ش‬،‫ ] حدثن ا أ ح م د بن إ ت خ ا ق‬yay/ v [ “) ١ ٠ ٩ ٠ ٥ (

‫ ي‬،‫ عن ال زهد‬،‫ مادت " ن ئ د المز ه ي‬،‫ ص نقيا ن بن عس ه‬،‫خ ئ ذ بن ج ه ص م‬ ‫ثن ا م‬ ، ‫ال ول د‬

" ‫ ص رم‬٢١^ ^ ١‫ ز ال‬،‫ ا ئ ك ز ه‬3‫ا ل ح ال‬ ‫لم ي عل ب‬ ‫ م ن‬:3 ‫ ئ‬،‫ د ي‬3‫ا‬

:Süfyân b. Uyeyne der ki: Zührî’ye dünyada zahidlik konusu sorulunca


Helal“ ‫ ه‬1‫س‬ şeyler şükrünün, haram olan şeyler ise sabrının önüne
geçmiyorsa kişi zahid biri demektir” dedi,

‫ ثغ ا ر جا ء ى‬،‫ ثعا محم د بن ي حيى‬،‫ ] حدث ا أ ح ن ذ ن إش ح ا ى‬yav/ v [ - ) ١ ٠ ٩ ٠ ٦ (

‫ " م حان تذ‬:‫ ق ا ت‬،‫ا ف إق ا نئث ا ذ ئذ م حق‬ :‫ قا ت‬،‫ ت ن أ م ح غ إ ئ‬: ‫ م ح م ح‬، ‫م ح ب‬

‫ ن ن ق خ م ء ؛ م ح ماا‬، ‫ء م م ح حد‬ ‫ض‬

A li b. Ebî A li der ki: Süfyân b. Uyeyne bize doğru döndü ve: “Geçen
yılın kötüleri, bugününüzün hayırhlarmdan daha hayırlıdır” dedi.
Süfyân b. Uyeyne 534

‫ ثن ا إ ت خ ا ق بن عتد الله بن‬، ‫خ ي م‬ ‫ ] حدثت ا م ح م د بن عل ي بن‬y a y / v [ - ) ١٠٩٠٧ (

‫ بمولط•' قات ق ارون‬،‫ ص ب غ ت نمي ا ن بن عيس ه‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا م ح م د بن ع مرو بن ا محا س‬،‫ت ل م ه‬،

" :‫ قات‬،'٠‫ إئلث م ت ي م ئ ان رب‬، ‫ " م حا ال ئ خ‬:‫حأبن الجنؤب ذ لأي إشخ ا ة اقزاري‬
" ‫ذ الثؤ ف قا يؤم ا ل ما تة‬ ‫م‬ ‫إ ة دللث ثق ش ي ع ي‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكا‬: - Müminlerin emiri Hârun, Ebû îshâk el


Fezârî’ye: “ihtiyar! Araplar içinde saygın bir konumun var” deyince, Ebû
ishâk: “Ama bunun kıyamet gününde Ailah katında bana bir faydası
olmayacaktır” karşılığını verdi,

‫ثن ا‬ ،‫معا ذ‬ ‫بن‬ ‫خئد‬ ‫م‬ ‫ ثن ا عياص بن‬،‫ثهتار‬


‫ ] حدثن ا أبو ا لمحب بن م‬٢٨٨/ ‫)" ل ؟‬١٠٩٠٨(

‫ ء ن‬:‫ فات‬، ‫ ظ م ح ا ذ ئ ي‬، ‫ م حل م تذ ا م ح ه‬: ‫ ئ إ‬، ‫غ ئ ئ ا ل خ ض تن أيي مح ض‬

‫ ز لخت "كان لت غثد محجاء يؤم ا ل ما ئ ة أ م ح ل‬:‫ح ن ن ه يؤم القيام ة ق ال قة‬ ‫ " أ ق د القاس ي‬:‫قث ا ث‬

‫ وو ج د ع ال م ل ز‬،‫ ور ج ل لت أمال ء م يتص د ق م نة ئئ ا ث محورئة غتزة فتص د ق بئة‬،‫ع م ال بنة‬

‫ي ت ب ع ب علم ه ه علم ة غيره ئا نث ف غ بؤ‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor; “Kıyamet gününde üç grup herkesten fazla


pişmanlık içinde olurlar. Bunlardan biri, dünyadaki kölesinin kendisinden
daha iyi amellerle huzura çıktığı kişidir. Diğeri de dünyadayken malı vardır
ve bu malından hiçbir infakta bulunmadan ölmüştür. Ancak malına varis
olan kişi bu maldan infakta bulunmuştur. Kendi malından başkaları sevap
kazandığı içindir ki bu da çok pişmanlık duyacaktır. Bir diğeri de âlim
kişidir ki kendi ilmi kendisine hiçbir fayda etmemiştir. Ancak ilmini
öğrettiği kişiler bundan faydalanmıştır. Böylesi bir âlim de herkesten çok
pişmanlık içinde olur.”

:‫ هات‬،‫ ثن ا ثعمو ث بق ح ج ر ا لخن م ال ني‬،‫ ] حدثن ا م ح م د س عل ي‬٢٨٧٧ [ ")١ ٠٩٠٩(

‫"هزة أ ص حا ب‬ ‫ل‬ \ ‫ وئفل ر‬: ‫ قئأو ل‬،‫ت ن م ان بن عسثه‬ ‫ ش مع‬: ‫بوت‬


‫م‬ ،‫شي ع ت أ ح م ذ بن ئئتا ن‬

٠٠ 0‫ وث ال ث ي م وتو‬،‫ زق ال ث الي مل ح ون‬، ‫ " ق ال ث يتب عون الث ل عن ان‬:‫ صالأ‬، ‫ا ل ح دي ث‬


Süfyân b. Uyeyne 535

Ahmed b. Şeybân der ki: Süfyân b. Uyeyne hadis ravilerinin çokluğunu


görünce: “üçü yöneticinin peşinden gider, üçü asla iflah olmaz, üçü de
ölür” dedi,.

، ‫ ثن ا أ خ ئ د س ا ل ح ن ش‬، ‫ ] ح دق ا ا ل ح س شر عئد الثؤ بن ت ع ي د‬y a a / y [ - ) ١ ٠٩١٠ (

" : ‫ مما د‬،‫بم د أ على رق ابؤ‬ ‫ال‬ ‫ ض غ زي‬،‫ إن ن م ا ن‬:‫ يقأو ل‬،‫بن ئهد‬ ‫إبراهي م‬ ‫ سم ئ ت‬:‫قات‬

" ‫ئكون ه اه عن‬ ‫ال‬ ‫ ه ا ن انمملع ت أن‬، ‫إ ذ ل ك ئ رمحماء رمم ه "ك ل ب‬

ibrâhîm b. Fehd der ki: Süfyân b. Uyeyne arkadaşlarım hor gören bir
adamla karşılaşınca ona: “Her grubun yanında onlara eşlik eden bir köpek
de bulunur. Elinden geldiği kadarıyla o sen olma!” dedi,

‫ ثت ا إبراهي م بن‬، ‫ ثن ا معا ذ بن ا ئ ن ث ز‬، ‫ن أ ح م د‬ ‫ ] حدثن ا نل بما ن‬y a a / v [ - ) ١ ٠٩١١ (

‫حص ن م ن‬ ‫إل خرا ج‬ ‫ " بؤ ا‬:‫ محا د ت غ د بن أيي ومحا ص‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا نتيا ن بن عيثه‬،‫ب سار‬

‫ا‬,‫ص‬ ‫ظ‬

,Sa'd b. Ebî Vakkâs der ki: “Dostların birbirlerine karşı iyilikleri


düşmanlıkları karşısında bir kale gibidir.”

،‫ ثن ا غثد ال ر بن أ خن ت ئن حمح ل‬، ‫ ] ح دق ا أبو ب ك ر بن مال ك‬y a a / v [ “) ١ ٠٩١٢ (

‫ز ي ه د ظ وثئن‬ ‫ن ي ي ربو حممه المموى‬ ‫ال‬ " :‫ قات‬،‫ ثن اشمثا ذ‬، ‫حدئنى ر‬
٠٠‫ و ح ى يذ غ اإلل ء زن ا ثش ابه منة‬، ‫ا لخزام ح ا ج را م ن اخل ال ء‬

Süfyân der ki: “Kişi, günahlara ve günaha benzeyen şeylere bulaşmasına


engel olacak şekilde haramla arasına helalden bir engel koymadan hakiki
anlamda takva sahibi (müttaki) olamaz.”

‫ ثن ا ن قا ن بن‬، ‫ ثت ا مه د الل ه بن أ ح م د‬، ‫ ] حدت ا أث و ب ك ر بن مال ك‬x a a / v [ “) ١ ٠٩١٣ (

‫ أخؤ ف ب ن‬،‫ لأن ا م ن أن أم ثغ ال دع اء‬٠٠ :‫حازم‬ ‫أب و‬ 3 ‫ ما‬:‫ قات‬،‫ ن عس ه‬0 ‫ ثت ا نمثا‬،‫وكيع‬
Süfyân b. Uyeyne 536

Ebû Hazım der ki: “Ben, dualarımın kabul görememişinden çok, dua
edememe durumuna düşmekten korkuyorum.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا ب س بن م و ت ى‬،‫حدثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لخنن‬ ] y a a / y [ “) ١٠٩١٤ (

‫فتبت‬
‫م‬ 0‫ إ‬٠٠ :‫ بمولط‬،‫ت ا لخشن‬ ‫شمع‬ :‫ قات‬، ‫ ثن ا أبو ث و ت ى إ ن زاي د‬،‫ ثن ا ث م ا ن‬،‫ا ل ح م ئد ي‬

‫ش د ا ل ل ن ب ال ق ا ت ب ؤ ياا‬

Hasan-ı Basrî der ‫لكل‬: “Kul bir günah işler de bundan dolayı içinde daima
bir sıkıntı taşır.”

‫ تحا أبو مو ت ى‬،‫ ثن ا نئتا ن‬،‫ث إ ا ل ح م ئ د ي‬، ‫ ] حدبن ا محم د بن ي م‬yaa/y [ ") ١ ٠ ٩ ١ ٥ (

‫أحص‬ ‫ " إن الر ج ل لي ع م ل ا ل ح س ه ن ا ع م د تس ه‬:‫ مولت‬،‫ ش ج ن ت أبا خ ازم‬:‫ات‬3 ، ‫مإنران د‬

" ‫' ظ ع م د خ ط أشخ ته م ه‬٠ ‫ ؛؛ه ي ت ل‬،‫غي بجا‬


Ebû Hâzım der ki: “Kişi bazen bir iyilik yapar ‫ لكل‬yaptığı hiçbir kötülük
bu iyiliğin verdiği zararı veremez. Bazen de bir kötülük yapar ki yaptığı
hiçbir iyilik bu kötülüğün sağladığı faydayı sağlayam az .”

‫ ثن ا عثذ ال م بن م ح م د ب ن عتد‬، ‫ح دق ا م ح م د ب ن أ ح م د‬ ] y a a / y [ ") ١٠٩١٦ (

‫ ن‬lir :‫ يأم و ل‬،‫ت ؛بن م حثة‬ ‫ ش م ع‬:،3‫د ا‬ ، ‫ ثت ا عئد ال ر بن م ح م د‬،‫ ثن ا أوئ زرعه غث ي‬،‫اثكل؛ م‬

‫ يا نئ؛ا ن أ إ ة الئناد؛أ ال ذ ي ي ح تاج إلتلثم إن دالف رن ا ن ن وء‬٠٠ :‫ مولت لي‬،‫ماللف بن مغول‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: Mâlik b. Miğvel bana: “Ey Süfyân! insanları
sana muhtaç bırakacak bir zaman kötü bir zamandır” derdi,

‫ي ذ ثذ‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أثو مح م بن عل ي‬،‫ ] حدثن ا أثو أ خ ن ذ ا لخزيم ي‬٢٨٧٧ [ ")١ ٠٩١٧(

‫ " ف ه د ت‬:‫ يم ول‬،‫ ش م ع ت اس عس ه‬:‫ هاد‬،‫ ثن ا نلت مان بن ايوث‬،‫مه د الصم د ال دم شق ي‬

” ‫ب م اني ئ مؤقئ ا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Arafat’taki seksen vakfede hazır bulundum.”


‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬ ‫‪537‬‬

‫حدثت ا أبو أ خ ن ذ الغهئر مجخ‪ ،‬ثن ا م خ ث د بن م و ت ى الحل واني‪ c‬ثن ا‬ ‫( ‪] y a V v [ “) ١ ٠٩١٨‬‬

‫م ح م د بن آيوب‪ ،‬قات‪ :‬ش ج ن ت متمت ا ن بن م حثة‪ ،‬مولت‪ :‬ئا ‪ 3‬لي بشن بن من ص ور ال زاهد "‬

‫لمضي حتلق إدا ن وب ؤ‬ ‫إل‬ ‫يا ثئ؛ا ن‪ ،‬أئلنمي م ن مئ رهة القاسي‪ ،‬لثثت أن يخون في ا ل ما م ة عدا أ‬

‫ص"‬ ‫ظ؛ل مق ب أ‬

‫‪!Süfyân b. Uyeyne der ki: Zahid Bişr b. Mansûr bana: “Ey Süfyân‬‬
‫‪Tanıdıklarını az tutmaya çalış. Zira kıyamet gününde yaptığın kötülükler‬‬
‫‪rtaya çıkarıldığı zaman mahcubiyetin daha az olur” dedi©,‬‬

‫( ‪ ] y a ،\/ v [ - ) ١٠٩١٩‬خ د كا أ ب و أ خ ت د ت ي ز ئ ‪ ،‬ثئ ا أ ث و ب ك ر ال د ئ ئ ‪ ،‬ثن ا ن م ط ئ‬

‫إثن ا‬ ‫يريد بن معاويه‪ ،‬قادت ش ج ن ت اثن عيس ه‪ ،‬تق ون‪ :‬س م ع ت متاورا ‪ ،^ ،^ ١‬م ولط ‪٠١ :‬‬

‫سب ج م ة اني لن اع ‪٠٠‬‬ ‫ال م جال‬ ‫ثه ث‬

‫”‪: “Meclisler, oradakilerin azlığıyla güzel olur.‬لكل ‪Musâvir el-Varrâk der‬‬

‫ثت ا‬ ‫ابن د ا م الوراق الث البي‪،‬‬ ‫ئ ريفي‪ ،‬ثعا‬


‫الغ ع‬ ‫(‪ [ - ) ١٠٩٢٠‬؟‪ ] ٢٨٩/‬حدثغ ا أبو أ خ ن ذ‬

‫به‪ ،‬هوهغ في‬ ‫ث ح ر م حي ر‬


‫ب ال‬ ‫رك‬ ‫ال‬ ‫ن ق ا د ‪ ،‬عن مش عر‪ ٠٠ ،‬أن زي‬ ‫ثن ا‬ ‫بن بق اي‪،‬‬ ‫ابناه م‬

‫^‪ ،^١‬فتنقل مما ل ‪:‬‬ ‫طعاما ز ال‬ ‫يآكز‬ ‫ولم‬ ‫ثن ى أ خذا‪،‬‬ ‫ال‬ ‫جزمه‪ ،‬ئ ذ ك تب الئه أ م‬

‫وض ا زالق ا ز ' كال ق ن ا ل خيب‬ ‫إدا ق ا ب الغزاث مح ث أ ش‬

‫ثناه‪:‬‬ ‫م جي ب ال‬ ‫هأ ج ايه‬

‫لآكو‪ 0‬وراءه هزج زي ت‬ ‫عس ى ائكز ث ال ذ ي أم شت ت فيه‬

‫ي ‪ ،‬ث ح مل وه ئأ ضا ب لحئؤا ء كةيرا ‪٠٠‬‬ ‫فنفل ز‪ ،‬ق ا د ا ش م ن ه ق د أ نل ت ‪ ،‬ئ ث ؤ خ‬

‫‪Mis’ar b. Kidâm anlatıyor: Bir adam deniz yolculuğuna çıktı ve gemi‬‬


‫‪batınca bir adaya düştü. Adada üç gün kaldı ve bu süre zarfında hiç kimseyi‬‬
‫‪göremeyip yemek yiyip su içemeyince şöyle bir şiir söyledi:‬‬

‫‪“Kargaların saçt ağarırsa ailemi görürüm‬‬


‫‪538‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫” ‪A rtık zift bile (benim için) sağılmış sütgibi oldu.‬‬


‫‪Göremediği bir ses adama şöyle karşılık verdi:‬‬

‫‪“Umulur ki içinde bulunduğun zorluğun‬‬


‫” ‪Ardından yakın birferahltk olur.‬‬
‫‪Adam bakınca gelmekte olan bir gemi gördü ve onlara kendisini‬‬
‫‪görmeleri için el salladı, adamı gemiye aldılar ve adam birçok mal elde etti.‬‬

‫إل ‪ ،‬ه ا د ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫س د ئ م د ال د تن ث خ م اق‬ ‫م‬ ‫ج‬ ‫أثو‬ ‫خ م حا‬ ‫(‪] ٢٨٧٧ { - ) ١٠٩٢١‬‬

‫تن ع ئ ال د ئ ئ ‪ ،‬ف و ه ‪:‬‬ ‫إ ‪ :‬م حل م‬ ‫ث‬ ‫ح ن ث ذ إ ومح م امحه ئ ‪ ،‬ف و د ‪:‬‬ ‫ال م‬ ‫جت ئ‬

‫أخا‬ ‫ش مع ت ي حيى بن ي حش‪ ،‬مولت‪* :‬كئت عند غ م ا ن بن عث ة‪ ،‬اد ج اء زي ن‪ ،‬صات‪ :‬يا‬

‫من ا‪ ،‬ئأزئ‬ ‫ع ‪1‬دث ا ز؟‬ ‫مبي مأئة‪ ،‬أة أدن‬ ‫ش‬ ‫ث خ م ‪ ،‬أئخو؛كث‬

‫م ‪:‬ا أب ا ث خ م ‪،‬‬ ‫ج زأتة‪ ،‬ق ا ت‪ :‬تثل ث ز بم ث إقه ا ودائ عوا‪ ،‬ق ا ت ‪:‬‬ ‫ئ ف ا ن ته‪ ،‬ثأ‬

‫إ ر اك ار> اقلي با ل م م ر‪ ،‬زنن ذهب إ ر‬ ‫ب‬ ‫قات‪ :‬نن ده ب إ ر ال م ا ميال ذة‪ ،‬زنق ذه‬
‫\ل دي ن ي ج م ع ؛لثت ل ه ال؟ز واأ ما ‪ 3‬نع الئ؛ي‪ ،‬ث أ أ ئ ث أ ي ح دقه‪ ،‬ءق ا ‪ ; 3‬كط |خ وه أرب عه‪:‬‬

‫ئنق ا‬ ‫م ح م د ‪ ،‬وع مران‪ C‬نابناهيز‪ ،‬ؤأئ ا ‪ ،‬ئ م ح م د أكتزل\‪ ،‬وعمران أص مد\‪ ،‬ن ك ث ألشهئه م‪4‬‬

‫أكيم منة حنثا ‪ ،‬ثاثث الة الل ه‬ ‫هئ‬ ‫في ا ل حش ب ‪ ،‬فتزؤغ من‬ ‫ب‬ ‫أواد م خم د أن ثثزؤغ رغ‬

‫نا‬ ‫أخذوا‬ ‫الة الئت بالممر‬ ‫في الن ان‪ ،‬فتزوغ م ن هي أ ك م بئة ن ا ال ئاثث‬ ‫ب‬ ‫يال ذ ئ‪ ،‬وع م ران رغ‬

‫م بن زا جي ‪،^ ^ ^ ٤‬‬ ‫علتن ا مع‬ ‫قغ عئ وة قس ا‪ ،‬ق م ت في أ رين ا ‪ ،‬ق ز ؛‬ ‫نلم‬ ‫في يديه‬

‫قأث ا‬ ‫وئصص ت عثه قص ة إ‪-‬حو ي ‪ ،‬هدؤئ ي ح د ي ث بمش بن ج ع دة و ح دي ت غ ا بث ة ‪،‬‬

‫ه " ق ي انيأ ةم ع ر أربع‪ :‬غش د؛نه ا ‪ ،‬و‪ -‬ح تب ه ا ‪،‬‬ ‫ح د ي ث ق ض بن جئذ ه‪ :‬ظ ‪ 3‬ه ي‬

‫‪ .‬ئا ‪٠٠ :3‬‬ ‫‪ ،'٠‬و ح دي ق غ ن ئ أ ن ؛ ي‬ ‫يئ؛ن ئربت‬


‫ال‬ ‫و‪-‬جمال ه ا ‪ ،‬ئ؛نليلثا‬

‫الث*ث اؤ يزكه أس ن ه ن ئؤئه "‪ ، ،‬م ح ن ت تمس ي ؛ند؛ ئ‪ ،‬وثخميمحن ‪ 1‬ل م‪ ٤١^^١‬بننة‬ ‫أعفأ م‬

‫ه ن جم ع‪ ^ ١‬تي؛نيئ ؤاك ا ‪ 3‬ئ غ الئإ؛تي‬ ‫رن و د ؛بر‬


Süfyân b. Uyeyne 539

Yahyâ b. Yahyâ anlatıyor: Süfyân b. Uyeyne’nin yanındayken adamın biri


geldi ve kendi hanımından yana: “Ey Ebû Muhammedi Şu kadım sana
şikâyet ediyorum! Zira gözünde en hakir ve en aşağılık kişi beniml” dedi.
Bunun üzerine Süfyân bir süre başını önüne eğdi. Sonra başını kaldırıp
adama: “Sanırım onunla izzet ve asaletin daha da artsın diye evlenmeyi
istemiştin, değil mi?” dedi. Adam: “öyle ey Ebû Muhammedi” karşılığını
verince, Süfyân: “İzzet ve onurun peşinde koşan kişi, zillete maruz kalır.
Zenginliğin peşinden giden, fakirliğe maruz kalır. D ini isteyen kişiye de
Allah dinle birlikte izzet ve zenginliği de verir” dedi ve şöyle anlatmaya
başladı:

Muhammed, imrân, ibrâhîm ve ben olmak üzere dört kardeştik. En


büyüğümüz Muhammed, en küçüğümüz imrân, ben de ortancalarıydım.
Muhammed evlenmek isteyince asaletin peşine düştü ve kendisinden daha
soylu olan bir kadınla evlendi. Ancak Allah onu zillete maruz bıraktı, imrân
da evliliğinde malın peşine düştü ve kendisinden daha fazla malı bulunan bir
kadınla evlendi. Allah onu da fakirliğe maruz bıraktı. Elinde ne kadar mal
varsa hepsini aldılar ve kendisine hiçbir şey bırakmadılar. Ben de onlara
bakarak evlenmedim. Nihâyet yanımıza Ma’mer b. Râşid gelince
kardeşlerimin durumunu ona anlattım. Bana biri Yahyâ b. Ca’de’den, biri
de Hz. Âişe’den olmak üzere ‫ نكال‬hadis aktardı. Yahyâ b. Ca’de’den gelen
rivâyette Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyordu: «Bir kadınla şu
dört şey için evlenilir: D in i için, soyu için , malı için ve güzelliği için. Sen dindar
olanını seç k i hayatın bereketlensin.» Hz. Âişe’den gelen rivâyette ise
Resûlullah (sallallahu □‫□؛‬٧^١ vBSEİİEm) şöyle buyurmuştur: «En fazla bereket getiren
kadınlar, en az malı olan kadınlardır!» Ben de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vasEİlem)

sünnetine uymak ve yükümü azaltmak için dindar biriyle evlendim. Bu


evliliğimle Allah bana dinimle birlikte mal ve izzet de ihsan etti.”

:‫ قات‬،‫ت خ ث د بن إ ت خ ا ق‬ ‫ثن ا‬ ، ‫س أ بن عثد الل ه‬


‫ [ حدثن ا إبزاه‬y ^ / y ] “( (١٠٩٢٢

‫بت‬
‫م‬ ‫' ا إلين ا ن قزت‬٠ :‫ يم ول‬،‫ ش م ع ت نميا ذ بن عيينه‬:‫ يم ولط‬،‫شر صع يد‬ ‫ شبغ ت‬،
540 Süfyân b. Uyeyne

‫ ز ج ف ه ث ن ا ل أ م وهزأ‬،'‫ث ش بثل ف ذ‬ ‫ال‬ ‫ خر‬، ‫م‬ :‫ ثنين ويقص د ؟ ق ا ت‬:‫مح د ق‬

Süfyân b. Uyeyne: “iman, söz ve ameldir” dedi. Kendisine: “Artıp eksilir


mi?” diye sorulunca: “Evet!” dedi ve yerden bir şey alarak ekledi: “Şunun
:kadar bir şey dahi kalmayıncaya kadar eksilebilir!” Sonra şu âyeti okudu
İnananların ise imanını artırmıştır“. ”1

:‫ قات‬،‫ب خ ا ئ‬
‫ن م‬ ‫سد‬ ‫ ثن ا‬، ‫ه د ال م‬
‫م‬ ‫ ] خدتثا إتزا م ز ئذ‬n ،/ v [ - ) ١٠ ٩ ٢ ٣ (

‫ ” مح ث أ ح ر ج‬: ‫ يموت‬،‫ ش م ع ت ئمث ا ن بن عييثه‬: ‫ يئولت‬، ^ £ ^ ١‫شمع ت م ح م د س ع م ر و‬

‫ وأتا الي وم هد‬،‫ إلئ؛ نأيت م ث تحه وكه و ال ج ل ن ت إثهب‬،‫إر ا لخن ج د قأب ص م ح ائ ظئ‬

: ‫ إل ئ د‬،‫م ح ق ي هؤ الء ال م ح ا ن‬

‫لئ و دد‬1‫وم ن ال ئ ث اع م ر ديب‬ ‫ ال د؛ إ ر ه ن د ت عتز نمود‬،‫ظ ي‬

Muhammed b. Amr el-Bâhilî der ‫نظ‬: Süfyân b. Uyeyne: “Mescide çıkıp


gelenleri kontrol ederdim. Olgun ve yaşlı kişileri gördüğüm zaman da
yanlarında otururdum. Bugün ise etrafımda hep çocuklar var” dedi ve şu
beyti okudu:

*٠Beldeler tenhalaşti ve hakkttn değilken önder oldum


Önderlikte tek olmam da bedbahtltğtmdandtr. ”

‫ ش ج ن ت م ح م د‬:3 ‫ ه ا‬،‫مبم آ ] حدثن ا أبو بكر م ح م د بن ج عف ر غغذر‬/‫ [ما‬- ) ١٠٩٢٤(

‫ ح رغ عليثا نميان‬:‫ يبمولث‬،‫ ت م ن ت العب امس الترمم ي‬:‫ ثئ و لأ‬، ‫خ ن ي أ‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫شه ل‬ ‫بن ج عف ر بن‬

:‫ قالوا‬٠' ‫م يخز؟‬ ‫ئ‬ ‫أ ط‬ ‫م‬ ‫ أف‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫خلا ب ا لخديث‬ ‫ وت ا ث ف ز إ ز‬،‫ئ محثئ‬

‫ " أمح خ إ‬:31İİ ، ٠٠ ‫ " ت ؤ م‬:‫ قالوا‬٠' ‫ف أ ا ه ث ئ ش م ؟‬ ‫ص مح‬ ‫نا‬ " :‫ ق ات‬،" ‫م‬ "

" ‫ ؟‬٣ ١ ‫ض م ؛ ئ تيت ه‬ ‫ص‬ ‫ما‬ " :‫ ق ات‬،" ‫"'ن ز أ‬


‫ح‬ :‫ قالوا‬٠’ ‫م ال مبؤ؟‬ ‫ئ‬ ‫أ خذ‬

1TevbeSur. 124
Süfyân b. Uyeyne 541

‫ نن ا‬٠٠ : ‫ قا ت‬،' ٠ ‫م أ‬ ٠٠ : ‫ قا ر ا‬٠٠ ‫م ج ض ؟‬ ‫ئ‬ ‫ " ث ل ي ف ز أ خ ت‬: ‫ قا د‬، ٠٠ ‫ " ت ش‬:‫قال وا‬

:‫ف م أخد ئ أ م ؤتئئ؟ " قالوا‬،<" :‫ قا د‬،" ‫ " مح ي‬:‫ق د محل ئ ا ص؟ "قالوا‬
‫م أط‬ ‫ " فت ف‬:‫ ق ا ت‬،" ‫ " ث ق‬:‫' قالوا‬٠ ‫م؟‬ ‫ " ن ا ف د ا م ح ذ ئ أ‬:‫ قا ت‬،" ‫" م حإ ا‬

٠' ‫ص؟‬ ‫ " غن ا ه د تغثذ ئ ئونفن ش‬:‫ ق ا ت‬،" ‫م أ‬ " :‫م مت اريه؟ " قالوا‬ ‫ئ‬

" : ‫أن ق ذ ف و د‬ P ، ‫ ق م ش ال‬:3 ‫ ءا‬،" ‫ " ت ؤ م‬:٧١‫؛‬

١ ‫ ^^^ م ؤدي ب\لقؤ دد‬١‫وم ن‬ ‫ظ ي ال د؛ ا ر ث ن د ت عزمس ود‬

Abbâs et-Turkufî anlatıyor: Bir gün Süfyân b. Uyeyne yanımıza çıktı ve


hadis ravilerine baktı. Onlara: “içinizde Mısırlı olan var mı?” diye sorunca:
“Var” dediler. “Leys b. Sa’d ne yapıyor?” diye sorunca: “Vefat etti” dediler.
“İçinizde Remle’den olan var mı?” diye sorunca: “Var” dediler. “Damra b.
Rabîa er-Remlî ne yapıyor?” diye sorunca: “Vefat etti” dediler, “içinizde
Humus’tan 0‫ سا‬var mı?” diye sorunca: “Var” dediler. “Bakiyye b. el-Velîd
ne yapıyor?” diye sorunca: “Vefat etti” dediler, “içinizde Dimaşk’tan olan
var ‫ ”?اآأل‬diye sorunca: “Var” dediler. “Velid b. Müslim ne yapıyor?” diye
sorunca: “Vefat etti” dediler, “içinizde Kayserya’dan olan var mı?” diye
sorunca: “Var” dediler. “Muhammed b. Yûsuf el-Firyâbî ne yapıyor?” diye
sorunca: “Vefat etti” dediler. Bunun üzerine Süfyân uzunca ağladı ve şu
beyti okudu:

“Beldeler tenhalaşti ve hakkim değilken önder oldum


Önderlikte tek olmam da bedbahtltğtmdandtr. ”

‫ نم ؛ان‬3 ‫ ظ‬:،3‫ ئ‬،‫ ثن ا ي حيى بن يون س‬،‫ ثن ا ا لخشن بن الم زج‬،‫ ثعا أبو بكر بن دريد‬،

: 3 ‫ ه ا‬،>^‫ؤ إ ذ اللة ي أ م بالع د ل وا إل حت ان‬ ‫ ع ن هول الل ه‬،‫ ن ئ د عل ي‬٠' ‫بن عس ه‬

‫ه اا؛اا ق ش ة‬ ‫ض‬ ‫ " آل ئ ئتيء‬: ‫ وت م د‬،" ‫ه ق و‬ :‫صث ا ن‬- ‫ وا إل‬، ^ ^ ١ :‫ش ذ ب‬

" ‫ " ثؤتذ غداته بالطاعة‬:‫ا ل ن ؤ س ؟ " قا ت‬


542 Süfyân b. Uyeyne

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكا‬: Hz. A li’ye, “Şüphesiz Allah, adaleti ve


ihsanı emreder”1 âyeti sorulunca: “Adaletten kasıt bakkaniyetli olmaktır.
İhsan ise başkalarına iyiliklerde bulunmaktır” dedi.

Hz. A li’ye: “Allah neden kendini «Mü’min» olarak isimlendirmiştir?”


diye sorulunca şöyle demiştir: “Azabından itaat sayesinde emin olunabildiği
içindir.”

‫ ثن ا مشهد بن‬،‫ ح دقتي أ ي‬،‫ ] حدثن ا عبد اللب بن م ح ئ د بن جغ مر‬٢٩١/‫ [ ؟‬- ) ١ ٠٩٢٦ (

3 ‫ قا‬،‫ ذئ؛ا ن بن عيثه‬3 ‫ ه ا‬3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا أبو ثوبه البيع سب ا بع‬، ‫ أ ص حابثا‬،‫ ثت ا سس‬،‫ه د الل ه‬ ‫م‬

‫ ه ا د‬، ٠٠‫ثل ض مقل يمحو‬ ‫ال‬ ،‫م مح ث اتت ا ل ض ج د قض‬ " :‫ب د ال د ته أ ه ز‬
‫ م‬،‫م‬
‫ي ق أتت‬
‫ض أذ تقوت يف‬ ‫ب دة‬
‫ لؤ خ ن ث ف ها م‬، ‫ " ثا أبين الجنؤ ب ذ‬:‫زيت زفز طلحه‬

‫ م ن أ ك ء‬٠' ‫ ءنئت‬3‫ فثا‬،" ‫ب ش م ح ذ‬:‫فل ز وئ ث ظ ؛ إثاءية؛ن ثا‬،‫ [ي‬٤ ^


‫ أغ م ي‬،‫م د ي‬
‫ ق؛كوس فتنه ل م ب‬، ‫ ووقاني فتنته ا‬، ‫عثغي الله ح جته ا‬3 ،‫الغيطان غلى ين ايلف‬

‫ ؤ ز ن ن ق ي‬: ‫® ق و د ال ق‬ ‫ء‬ ‫ي ظ أ ظ زشأو ل‬ ‫ئ أ عد‬ ! ‫م ق م ؟‬ ‫ض ؛ ت ئ آل‬ ‫ه‬

^ ‫الثث ي ج ع د ثت ت خ ن ي ا وثززمحئ م ن ح ي ت ال ي ح س ب‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫ل ط‬: :Hz. Ömer, Abdullah b. Erkam’a


Beytülmaldeki malları ayda bir, yok yok haftada bir müslümanlar arasında“
paylaştır” dedi. Talha: “Ey müminlerin emiri! Belki ilerde biri durum ortaya
?çıkar da paraya ihtiyacın olur. Bundan dolayı birazım bıraksan olmaz mı
İstersen müslümanların başına gelebilecek herhangi bir musibet için birazını
ayır” deyince, Hz. Ömer şu karşılığı verdi: “Şeytanın senin dilinle söylediği
bir sözdür bu! Ancak Allah bunun cevabını bana ilham etti ve böylesi bir
fitneden kurtardı. Ama benden sonra geleceklerin fitnesi olacaktır. Gelecek
yılın endişesiyle bu yıl Allah’a isyan mı edeyim? Bunun yerine olası
durumlar için Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yaptığı hazırlığın aynısını

1NahlSur. 90
Süfyân b. Uyeyne 543

yaparım. Zira Allah: «Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona
bir ‫ ؟‬ıkış yolu a ‫ ؟‬ar. ٠ ٨ ٧ beklemediği yerden rızıklandırır»ı buyurur.”

، ‫ ثت ا شهد مر ع د الل ه‬، ‫ ح د ق ي أبي‬، ‫خ ئ د‬ ‫م‬ ‫ ] حدق ا عئد الله ن‬٢٩٧٧ [ “) ١٠٩٢٧(

‫أنزئثا إقأك م‬ ‫ ؤ ق ذ‬:‫ عن مله‬،‫ " ن غ ل نمثا ن‬:‫ قات‬،‫ ثن ا أثو بؤيه ا مي ع‬،‫حاب ا‬
‫ثت ا سس أ ص م‬

‫ ثه م الذين‬،‫ا أل ح ال ق‬ ٤١١^ ١ ‫ أنزأل علته‬:‫ قا ت‬، ^ ‫كث اث ا فيه ذكزءك م أئ ال ئعقل و ن‬

‫ وص د ق‬،‫ وؤثاءبالع هد‬،‫ش ان جؤاي‬ ‫ح‬ ‫ ب ن‬، ‫به ا‬ ‫ومص ل ب ع ضه م ب عصا‬ ، ‫كان وا يش رفون به ا‬

‫به ا‬ ‫التي ك ئ ز‬ ‫ح القأك م‬ ‫ بم كارم أ‬. ‫ إثن ا ج اء محا م ح ث د‬:‫ ق ات‬،‫ زأذاؤ ا ألمائه‬، ‫الح دي ث‬

‫ ا ظزوا أ ث ل ج اء بقيء مث ا ك ئ م ثعيتون م ن ا أل ح ال ق المبي ح ة ا ش‬، 0‫ث ئ زمون ود ع ظن و‬

" :‫ وهاد ا لخثن س أيي ا لخنن‬،" ‫ي خ ش ا خل س ؟‬ ‫ولم‬ ،‫القبي ح‬ ‫بي ح‬


‫هل م م‬ ‫يوثق ا ؟‬..‫ثي‬ ‫م‬ ‫كت‬

" :‫ قات‬،" 4 ‫ اا وزفئثإ هف ذ م ك‬:‫س د‬ ‫ وق\ت‬،" ‫ن‬1‫ال م‬ ‫محاليى‬-‫م أ‬ ‫أئ ظق ظجب أ دي‬

'٠‫ه‬ ‫م‬ ‫ نن ول‬1‫ظ‬ ‫ل‬ ‫ وأشهد أق‬، ‫ ه‬٠٩ ‫ أنيت أة الم ه‬،‫و ^ د ي ض‬ ‫ال‬ ‫ال‬

Ebû Tevbe er-Rabî’ der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye “Andolsun, size öyle
bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı
kullanmayacak mısınız?”^ âyeti sorulunca şöyle dedi: “Kur’ân ahlaki
meziyetlerle inmiştir. Zira onlar daha önce iyi komşuluk, ahde vefa,
doğruluk, güvenilirlik gibi meziyetleri onurdan sayar ve bunlara göre
birbirlerini üstün tutarlardı. Âyet şunu demektedir: Muhammed (‫ الا)وااةااوة‬aleyhi

vesellem) sizin de onur ve şeref duyduğunuz ahlaki meziyetler ile geldi. Bakın
bakalım, sizin de kınadığınız kötü meziyetler getirmiş midir? Kötü olana
kötü, iyi olana da iyi dememiş midir?”

Haşan b. Ebi’l-Hasan bu âyeti açıklarken: “Dininiz size Kur’ân ahlakım


öğütlemektedir” demiştir.

1Talâk Sur. 2,3


2 Enbiyâ Sur. 10
544 Süfyân b. Uyeyne

Mücâhid de “Senin şanını yüceltmedik mi?”* âyetini açıklarken şöyle


demiştir: “Ben anıldığım zaman sen de benimle birlikte anılacaksın,
anlamındadır. Bu da «Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de
Allah’ın Resûlü olduğuna şahadet ederim» şeklindeki söz iledir.”

‫ محا ع ظ ال ي‬،‫ص اش اتيب ما ج‬ ‫ ] خ د ك تغئذ بن ت خ م بن‬٢ ٩ ٧ ٧ [ - ) ١ ٠٩٢٨ (

‫ هدم نئ؛ ان‬:3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا مئ ع ي ذ بن من ص ور‬،‫ ثن ا غلفن بن ع م رو ال ث ك ر ي‬،‫بن ج عف ر ال حاب اني‬

3 ‫ هق ا‬،‫ بج ثي‬0 ‫ ممع د ءئئت ا‬،‫يفتي‬ ‫ ر ج ل م ن آ ل‬1‫ م ك ه وفه‬،‫بن عثئنه‬

، ‫تزى م ن هذا ال ذ ي ب د م ب الدثا يفت ي؟ ه ك ث ب إلفه نق يا ن بن عييثه ح دئغ ي ع م و بن ب ثأ ر‬

‫ئ‬ ‫ئ ى‬ " ‫ غ و ي اءل ذ ي مب ت د ع ظ ي‬: ‫ي ال؛ئن إل‬ ‫هوي‬ " :‫ قاد‬، ‫م‬ ‫ض انن‬

‫لري‬،‫ا كك‬

Saıd b. Mansûr der ki: Süfyân b. Uyeyne, Mekke’ye geldiği zaman


Münkedir ailesinden bir adam insanlara fetva veriyordu. Süfyân da oraya
yerleşip fetva vermeye başladı. Münkedir ailesinden olan adam: “Beldemize
gelip de fetva veren bu adam da kim?” diye sorunca, Süfyân b. Uyeyne ona
:şöyle bir yazı yazdı: “Amr b. Dinar’ın bildirdiğine göre ibn Abbâs
”.Tevrat’ta «Benim düşmanım benim işi yapan kişidir» yazılıdır” demiştir“
Bunun üzerine Münkedir ailesinden olan adam onu rahat bıraktı.

‫حات م‬ ‫بن‬ ‫ثن ا متئ ح‬ ‫ثت ا‬ ،‫م ح م د بن إ ن خ ا ق‬ ‫حدث ا‬ ‫ء‬٢٩٢/ v ‫ )“ ت‬١٠٩٢٩(

،‫ ا جتم غ التاسى ص د رئق؛ان بن عثته بن ك ه‬:‫ ه ات‬،‫ ثن ا الول د ثن ع م رو ا ل ج دع ا تي‬C‫ال ث كلى‬

‫ نح ز ج ت حثه م ن‬،‫ ح زغ ر ج ل ثتص ث د‬٠٠ :3 ‫ مما‬،‫ح د ث الثا"نب ح د ي ث ال<ئة‬ ‫يؤ ج ل‬ 3 ‫هق ا‬

‫ م ن‬:‫ أ ج ري أ جازف ال ق أ ه ا د لف ا‬:‫ ثمم محال ت‬، ‫ ق ا ن ت غش ذيف ا‬،‫نا ي‬ ‫ب‬ ‫بتن هم و م شغ‬

‫ ت ذ ث ذآ ال ذ ي‬: ‫أ جيزي؟ قال ئ‬ ‫ص‬ ‫ و‬: 3 ‫ ثا‬، ‫ه ؛ ال 'ل ه‬ ‫ال‬ ‫ أن‬3‫م قي ا د‬ ‫ ص‬:‫أ ي ؟ ق ك‬

،‫ هقت ح ئاة‬،‫ في ثهلنل ث‬: ‫حمئا ك ؟ قال ئ‬-‫ وأس أ‬:‫ قاد‬،‫طيي إزثا إرب ا‬ ‫ إن هدر عل ي‬،‫حل م لف‬

1İnşirah Sur. 4
Süfyân ‫ء‬. Uyeyne 545

‫ حيه ح ز ج ت‬،‫ يا عتذ ال ثؤ‬: 3 ‫ صا‬، ‫قت أ ث د عل ى عمم ه خ ز ي ن ة‬ ‫ ء إ دا ر ج‬،‫هد ح ل ت في بقل يه‬

، ‫ ظ نأي ت ق يا‬:3 ‫ظ قولت؟ ظ‬ ‫ج ب‬ ‫ت ظ أع‬3 ‫ظ‬ ‫ت ظ وأنت‬3 ‫ا؟ ظ‬1‫م ن مح ن ق ز م ذاول‬

‫ ه ا ح م م ن ى‬:‫ قا ؟ ئ‬، ‫ ال‬: ‫ا‬-‫ ل ه‬3 ‫ ؟ ظ‬٥^٠٣ ‫ ث ن ى ش خص ه ؟ ث ن ى‬:‫ال ت لت‬-‫هه‬ ،‫و بد‬ ‫هو ر‬

! ‫تيني؟‬°‫ ظ ءمكاثأ‬:3 ‫ ظ‬، ١ ‫؟‬ '‫د' ك‬ ‫أؤ أ ف ثإل‬ ‫ أن أ ق ي م‬٩ ، ‫م ح لة من ق ي‬

:3‫بيق مح د؟ أ قا‬ ‫ثرن؟ أث ا غبم ث بمذاوي‬ ‫ال‬ ‫ ؤ إل ص يإ ال ث م و ن؛ ر نذ‬:‫ق ائث‬


‫ ز ال أ ل ح ي راي ح ه‬، ‫ أ خ ش ن بئ ة‬٤ ^ ‫س لم ي‬ ‫ي م‬ ‫تا ئ ؤ‬،‫ ء إ‬، ‫ط ح جم د‬ ‫ق‬ ‫ ا و ج د‬٤^

، ‫ ئدئ ع زقه ف ظ‬، ‫ ^ ئ ك ذ ة مححدقة ب ح د ي ث ف ث ؤ‬١


^ ‫لي‬1‫ م‬:3 ‫ مما‬C‫أئفنئث بؤي‬ ‫ز ال‬ ،‫يغث‬

‫ م ح لت هزم ى‬،‫و غذ؛‬ ‫ت‬3‫مما‬ ،‫م‬-‫حتنءج ث >ققثاة بأ دهغ!ثه ق ظ ا‬- ‫ د ا‬4İ‫؛‬fU )‫و ثذ‬ :3‫ق ا‬
‫ ث م ع ا ب عنب ص ره‬، ٧^ ^ ^ ١‫ أئ ا‬:‫أن ث تزخنلف الل ه؟ ا ه ات‬ ‫من‬ :‫ه مات‬ ‫به ا‬

Velîd b. Amr el-Ced’ânî anlatıyor: insanlar Mekke’de Süfyân b.


Uyeyne’nin yanında toplandıklarında bir adama: “Onlara yılan hikayesini
anlat” dedi. Adam şöyle anlattı:

Adamın biri ava çıktı. Av esnasında bir yılan bineğinin ayakları arasından
girip önünde durdu. Kuyruğunun üzerine dikilip adama: “Allah seni
korusun! Beni koru!” dedi. Adam: “Sen kimsin?” diye sorunca, yılan: “Lâ
ilâhe ilallah diyenlerden biriyim” dedi. Adam: “Seni kimden koruyayım?”
diye sorunca, yılan: “Arkanda olan adamdan! Zira beni yakalarsa parça parça
kesecek!” dedi. Adam: “Seni nerede saklayayım?” diye sorunca, yılan:
“Karnında” dedi. Bunun üzerine adam ağzım açtı, yılan da ağzından karnına
girdi.

Çok geçmeden arkadan boynunda kılıcı olan bir adam çıkageldi ve: “Ey
Ailah’ın kulu! Bineğinin ayaklarının arasından bir yılan çıkmıştı” dedi. Avcı:
“Bir şey görmedim” karşılığını verdi. Adam: “Ne tuhaf konuşuyorsun!”
deyince, avcı yine: “Bir şey görmedim” karşılığını verdi. Bunun üzerine
adam çekip gitti. Adam dönüp gidince yılan avcıya: “Adamı hâlâ görüyor
musun? Karartısı da gözden kayboldu mu?” diye sormaya başladı. Avcı:
“Görünmüyor” karşılığını verince, yılan: “O zaman iki şeyden birini seç. Ya
Süfyân b. Uyeyne 546

göğsünü delip çıkayım ve seni bu şekilde öldüreyim, ya da içeride ciğerini


,parça parça edeyim” dedi. Avcı: “İyiliğimin karşılığı bu mu?” diye sorunca
yılan: “Tanımadığın kimselere neden iyilik yapıyorsun ki? Daha önceden de
.atana (Âdem’e) olan düşmanlığımı bilmiyor musun?” karşılığını verdi

Bu sırada bir dağın yamacına kadar ulaştı. Orada bir adam gördü ki daha
önce böylesine güzel olan, böylesine hoş kokan ve giysileri böylesine temiz
olan birini görmemişti. Adam: “Hayırdır neyin var?” diye sorunca, avcı
”!yılanla arasında geçenleri anlattı. Adam ona bir şey verdi ve: “Bunu ye
dedi. Adam onu yiyince dudakları seğirmeye başladı. Sonra bir şey daha
verdi ve: “Bunu da ye!” dedi. Avcı yiyince yılanı ağzından parça parça
”?çıkardı. Avcı adama: “Allah merhametini senden esirgemesin! Sen kimsin
diye sorunca, adam: “Ben iyilik’im” dedi ve gözden kayboldu,

‫ثغ ا أبو ت صر‬ ، ‫ث خ ئ ذ بن إبرا مي؛ بن أ ح م د أبو حنا م‬ ‫حدق ا‬ ‫ء‬٢٩Y'/v ‫ )“ ت‬١٠٩٣٠(

‫ثن ا ي حيى بن‬ ‫ال ال‬ ‫ ثئ ا أ خن ن بن ائث الؤ أخ و ي‬،‫م ح م د بن ا ل ح ج ا ج الث ل م ي ا ل مق ر ئبالؤاف م ة‬

‫ و ك ا ن في ت جل س ه أئمح ن‬،‫غ م ا ن بن ع س ه‬ ‫م جل س‬ ‫ *كئت في‬:‫ قات‬، ‫عند ال ح م ي د ا ل ح م ا ئ‬

،‫ ئز‬:‫ ق ات‬،‫ نا ق ف ث في اخر مجلس ه إ ر ر ج ل كا ذ ص سه‬،‫ يريدون أؤ يمصون‬، ‫ز م‬

‫ وشال ت يف ون ابن‬،‫ثثتائة‬،‫ ئأ‬،‫ ق ات ال ر جلت أتئذون ي‬،‫نح د ث اقاسى ب ح دي ث ا ل حثة‬

‫ و ي‬١^ ١‫ أ ال‬:3 ‫ مم ئ‬،‫عس ه‬

Yahya b. Abdilhamîd el“Himmânî der ki: Süfyân b. Uyeyne’nin


meclisindeydim. Meclisinde de yaklaşık olarak bin kişi vardı. Sohbetinin
sonunda sağında oturan bir adama doğru baktı ve: “Kalk ve insanlara yılan
hikayesini anlat!” dedi. Adam: “Bana destek verin” deyince onu bir yere
dayadılar. Bu arada Süfyân’ın gözleri yaşardı ve oradakilere: ‘^yice dinleyip
anlayın!” dedi,

‫س م ثن‬ ‫ " أة زي ال 'ك ا ن مم مبثم‬، ‫ غذ خ د ي‬، ‫ ] خ د ش ر‬n r / v [ “) ١ ٠٩٣١ (

‫ ن ح مج‬،^ ^ ١‫ ^ ^ وبموم شء وكمن ثبتر ؛‬١‫ يصوم‬،‫ي ال معه ؤزغ‬3 >‫ وك اد‬، ‫ج م‬
‫ أ حزني أ ج ازف ا ه أ‬،‫ ي م ح م د بن ح مثر‬:‫ت له‬ ‫همال‬ ،‫ إئ عزص ت ل ه حيه‬، ‫ذابث يؤم يثص ث د‬
‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬ ‫‪547‬‬

‫قات لف ا م ح م د بن جتير‪ :‬مم ن؟ عال ت‪ :‬م ن عدوي ئد طإتغي‪ ،‬ظ ‪ :3‬وأتن ‪^ ^ ٤‬؟ مال ت‬

‫‪ .‬ئ ن ه د أن ال !له ؛ ال‪،^ ١‬‬ ‫ه ‪ :‬م ن ^‪ ،^ ١‬ظ ‪ :3‬م ن أي أثؤ أن ج‪،‬؟ ثالت>‪ :‬م ن أم ة ث ح ث د‬

‫ق ك ‪ :‬اد ح ل ي فيه‪ ،‬ق ال ئ ‪ :‬تزاني غذؤي‪ ،‬قا ت‪ :‬نش ل ت ه ز ي ‪،‬‬ ‫ه ا لأ‪ :‬مم ش ح ت ^؛‪٤^ ١‬‬

‫ئ ك نف ا ‪ :‬ئث ا ا إل ي أص نعيل ي؟‬ ‫قل ق‪ :‬ائ‪-‬محإي ص ألمت ا وي وب ل ي‪ ،‬محال ت ‪ :‬يزاني‬

‫فال ت ‪ :‬إن أ و د ت ا صطن ا ع الم م و ف ث ه ا ق ح ل ي ئا ك ح ز أ س ا ب فيه‪ ،‬قا ت‪ :‬أ غ ث ى أن‬

‫ثئث ب ي ي‪ ،‬قانئ‪،‬ت ال ‪ ، ^ ٧‬ال أه ل ك‪< û i \ ،‬ث ا هد عل ي بل‪،‬لإث ‪ ، ^ ^ ^ 3‬ؤأب؛اؤة زخن لة‬

‫م ش ه‪ ،‬وشك ا ن س ماواته إن أائ قلتلئ‪ ،‬فا ‪ 3‬م ح م د ‪ :‬ئ ال ممئأ ن ت ا ؤ ي مينه ا ‪ ،‬ممث ح ت محم ي‬

‫م ح ي ق ‪ ،‬أل ■ع ا رءبم ي ر ج ل ومع ه صمص‪1‬م ه‪ ،‬وما ‪3‬ت ي ت خئ ن‪ ،‬ئ ك ‪U :‬‬ ‫فيه‪ ،‬ب م‬ ‫ئأس‪ 1‬ب ت‬

‫ث‪،‬ث ا إ ؟ قا ‪3‬ت أني ث عدوي؟ هل ت‪ *.‬ؤم‪ 1‬عدوك؟ ء ا ‪ - :3‬حثه‪ ،‬ئ ك ‪ :‬الثه‪-‬م ال‪ ،‬زا«تثئثنث ن ز‬

‫‪ 3‬أس ه ا‬ ‫مال‪ 4‬مؤ‪ ،‬وقد غين ئ أتن هئ‪ ،‬ب م مص ئ ت أمح وأل دلل ا‪ ،‬أل هد أ حز ج ت‬ ‫ال‬ ‫من مش‬

‫أزى‬ ‫قس‬ ‫إئ‪،‬تث ائا ‪ ،‬ق ن ق ‪:‬‬ ‫\ ل‬ ‫‪٣‬‬ ‫ثذ؛ ‪ ، ^ ^ ١‬ق ن ت‬ ‫ص‬ ‫م ن ئب ي‪! ^ ١ :c«Jü jîi ،‬‬

‫ئ ‪ 3‬ن ح م د ‪ :‬يزم ت ت خن اإإ؛ئ‬ ‫م ح ي‪ ،‬مح ا ‪ -‬م ح ي‪ ،‬مح\ ل ت‪ :‬ئ ز‬ ‫س‬ ‫| س ا ال‪ ،‬؛ن أندبي‪ ،‬أن‬

‫ق ك ‪ :‬إن أ ر د ت أن ث خ ر ح ي‬ ‫غي ي غي ا ل ص حراء‪ ،‬ق إل أز ث ي خ ا ز ال ث ح صا ز ال إئ ت ائا ‪،‬‬

‫زن ا‬ ‫نا ج ذ؛ م ن امحتتن؟ ئ ك‪:‬‬ ‫حر‬ ‫أزى إئمن ائا ‪ ،‬قال ي‪ :‬ا الن يا م ح م د ‪ ،‬ا‬ ‫قل ص‬ ‫ب ا حن ج ي‪،‬‬

‫ب\ل‬
‫ك آ‬ ‫ت ذ ك ئأغثه في جؤفالل‪ ،،‬أؤ أ ئ خ ئ ئكثه ءأط زخ ج ت ذ‬
‫هي؟ د ا ؟ ت ‪ ٩ :‬أن أ م ح ق "ج‬

‫عهد ت |ل ي؟ أس ‪ ^ ^ ١‬الذ‪،‬ي‬ ‫روح‪ ،‬ظ ‪ :3‬ئ ك‪ ١^ :‬نت ح‪ 1‬ن ‪^١‬؛ ! أنن ‪^^^١‬‬

‫ت‬ ‫نس‬ ‫ع ا هدتيه؟ وان م ي ن ال ذ ي خشي‪ ،‬ل ي؟ ن ا أن ر غ ن ا نس يت ه إ قال ت لت‪ :‬يا م ح م د ‪ ،‬لني‬

‫ه ؤا حز جته م ن ا ل ج م ة؟ غأى أي ف يغ‬ ‫أمح‬ ‫ا لخداوة ‪ 1‬ل ى كا ن تبس ي وبئن أي لث اد؛‪ ،‬ح ي ث‬

‫ه ف اءئ‪%‬غ ال ن مو ف‪ ،‬ظ ‪ :3‬قلق لي‪ :‬ن ي‬


‫ف ن ند ص أ ذ ت ئ ث ي ي ؟ ‪ ١‬ئل ئ‪ :‬ز ء ؛ن‬

‫هأم هد‬ ‫ا ل؛تب ل‬ ‫"‪ 15‬ن بد م ن هئ إ‪-‬لث ! ظ ‪ :3‬ئ ك لهأ‪ :‬ظم هل؛ةي حش أ مي ز إ؟ى ث ح ت ^‪١‬‬

‫‪ ١‬ظ ‪ 3‬م ح م د ‪ :‬ئ ن ت ي ث أريت ا خل ‪ 3‬زقت أ ي ن ت م ن ا لخ؛اؤ‪،‬‬


‫نؤويئ ا ‪ ،‬ثا ؟ ث‪ :‬ف ه ف •‬ ‫يبمس‬

‫هل ت ‪ :‬يا لطيخن ال ئ ن بلهئفلث ا ل ح في يا ل طيفث‪،‬‬ ‫م‬ ‫إئ رم ي ت حنالص عس ي ئ ح و ا لخزش‪،‬‬


‫‪548‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫م يئ ل م‪ ^ ١^ ١‬أمر م نتث ؤ ك منة إ ال "كمسيه ا ‪ ،‬بم‬ ‫بالم درة ا ش اشتريت به ا عأى عزشلف ‪،‬‬

‫ال و ج ه‪ C‬ط ي ي الؤاثمح ة‪ ،‬محم ي م ن ال درن‪ ،‬ق ات لي‪:‬‬ ‫ح‬ ‫ن ث ي ت ‪ ،‬قعا رص ني ر ج ل صال ح صبي‬

‫>ث الم عوت م‪ ،‬ق ن ق‪ :‬زغ لمب ف ‪ ^ ^ ١‬؛ ‪ ٧‬أيي‪ :،Ju ،‬ظ ني أز؛لئ قذ ث ص ئؤئ ك؟ ق ك ‪ :‬ي‬

‫ظ م إ‪ :□ ١٠ ،‬وأين عدوك؟ ئنث‪ :‬قي ج ؤ ض ‪ ،‬ئ ‪ 3‬ق ‪ :‬خ خ ‪،‬ف‪،‬‬ ‫أخي م ن عدو ئد‬

‫ه ا ‪ :3‬ا"مح غ‪ ،‬واب[ع‪ ،‬هنص غت‬ ‫م‬ ‫ف ت ن ت نبي‪ ،‬موص غ فيه م ئ د وزمؤ زتمنه ^ ^‪،٤١‬‬
‫وبلع ت‪ ،‬دا ‪ 3‬محمد ‪ :‬ق م أئيئ إ ال سينا خ ز معصتتيب لى‪ ،‬م بج ت به ا م ن أن مل قهئعه‬

‫إل‬ ‫اثز؛ي م ن غل غ بنشء ئشجنف‪،‬‬ ‫ط‬ ‫ق ك ؛ ‪ ٧‬أي ي‪ ،‬أ حم د‬ ‫فتعك ث باو‪-‬جلب م‬ ‫قهئعه‪،‬‬
‫قات‪ :‬أ الئ رش؟ ئ ك ‪ :‬الل هأ ال‪ ،‬قات‪ :‬ثآ ت غث ذ تق ج م ‪ :‬ره نئ ا ء ذ ي ق وبئ ش ه‬

‫قأ د ه ‪:‬‬ ‫‪M‬‬ ‫ظ ءذ‪ ،‬زئ<ث يذي ك ال د ء؛ ق ي ئ ن ال;ةئ‪ ^ ١‬ن و ك ؛ ر‪^١١‬‬


‫ز ق ز ج ال ق‪ ،‬زيوءي زانين ا ص ض ئلز ئقانحا‪،‬ن' ‪<١٢‬؛ ح ئ م نا محلي ا م حه‬
‫بع ت د ي ‪ ،‬ئأنزي ى الل ه ؤأثا ال ذ ي أما ل لئ ا لمع ز و ف‪ ،‬ئ ن ث ق ؤ ي فى ال ث ن اع ا ل راب ع ة أن ا ئ‪ 1‬ئ‬

‫إ ر ا ل حنة ه ح ذ طاق؛ حضزاء‪ ،‬ما ل حى به ا عبدي م ح م د بن جنيي‪ ،‬يا ابن ج ئير عتئلث‬

‫باصطلثا ع ال ئ‪،‬موز ا ‪ ،‬ه ابه م ي مصا ر غ ؛لق وع‪ ،‬ؤإل‪ 4‬إ ن ص قن ة ‪ ^ ^ ^ ١‬إ؟يه لم يص ع عئد‬

‫‪(Adam oturup dayandıktan sonra şöyle dedi:) Babam, dedemden naklen‬‬


‫‪bana şunu anlattı: Muhammed b. Himyer adlı bir adam vardı. Bu adam‬‬
‫‪günahtan azami ölçüde korkan biriydi. Gündüzlerini oruçla gecelerini de‬‬
‫‪namazla geçirirdi. Ancak ava çok düşkündü. Bir gün av için gittiğinde‬‬
‫!‪karşısına bir yılan çıktı ve: “Ey Muhammed b. Himyer! Allah seni korusun‬‬
‫‪Beni koru!” dedi. Muhammed: “Kimden?” diye sorunca, yılan: “Peşimde‬‬
‫‪ ?” diye‬ظ ‪olan düşmanından” dedi. Muhammed: “Düşmanın nerede‬‬
‫‪sorunca, yılan: “Arkamdan geliyor” dedi. Muhammed: “Sen hangi‬‬
‫‪ümmettensin?” diye sorunca, yılan: “Muhammed‬‬ ‫‪ aleyhi‬ل ‪ ،‬هاوااوه(‬ ‫)‪vesellem‬‬

‫‪ümmetindenim ve Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederiz” dedi.‬‬


Süfyân b. Uyeyne 549

Muhammed sonrasını şöyle anlattı: Bunun üzerine abamı açtım ve


yılana: “İçine gir” dedim. Yılan: “Düşmanım beni görür” deyince gömleğimi
kaldırdım ve: “Gömleğim ile karnımın arasında dur” dedim. Yılan:
“Düşmanım yine beni görür” deyince, ona: “O zaman ne yapayım?” diye
sordum. Yılan: “Şayet bana iyilik yapacaksan ağzını aç içine gireyim” dedi.
Ona: “Beni öldürmenden korkarım” dediğimde: “Hayır! Vallahi seni
öldürmem! Buna Allah, melekleri, peygamberleri, Arş’ını taşıyanlar ve
semanın sakinleri şahit olsun!” karşılığını verdi.

Yeminine güvenerek ağzımı açtım. Yılan ağzımdan içime girince yoluma


devam ettim. Giderken karşıma elinde kılıcıyla bir adam çıktı. Bana: “Ey
Muhammed!” diye seslenince: “Ne istiyorsun?” dedim. “Düşmanımla
karşılaştın mı?” diye sorunca: “Düşmanın kim ki?” dedim. “Bir yılan”
karşılığını verince: “Allah için söylemek gerekirse hayır görmedim” dedim.
Ama yerini bildiğim halde böyle dediğim için de Rabbimden yüz defa
bağışlanma diledim. Kendi kendime bu şekilde söylenirken yılan başını
ağzımdan çıkardı ve: “Bak bakalım düşmanım gitti mi?” diye sordu.
Etrafıma baktığımda kimseyi göremeyince: “Kimseyi göremiyorum. Çıkmak
istiyorsan çık” karşılığını verdim. Yılan: “İyice bak!” deyince çöle doğru göz
gezdirdim. Gölge, karartı, insan namına bir şey göremediğimde yılana:
“Çıkmak istersen çıkabilirsin, zira kimseleri göremiyorum” dedim.

Yılan: “Ey Muhammed! İki şeyden birini seç” deyince: “Nedir?” diye
sordum. Yılan: “Ya ciğerini içeride paramparça edeyim ya da seni ısırıp
bedenini cansız bir şekilde yere sereyim” karşılığını verdi. Ona:
“Sübhânallah! Bana verdiğin söze ne oldu? Bana ettiğin yemine ne oldu? Ne
çabuk unuttun” dediğimde, yılan: “Ey Muhammed! Atan Âdem’le olan
düşmanlığımızı neden unuttun? Zira onu kandırmış ve cennetten
çıkarmıştım. Senden böylesi bir iyiliği yapmanı neden istemiş olabilirim ki?”
karşılığını verdi. Ona: “Beni öldürmek zorunda mısın?” dediğimde: “Vallahi
seni öldürmekten başka seçeneğim yok” karşılığını verdi. Ona: “Beni illa
öldüreceksen o zaman biraz zaman ver de şu dağın yamacına ulaşayım ve
orada kendime bir yer hazırlayayım” dediğimde: “Olur” karşılığını verdi.
550 Süfyân ‫ء‬. Uyeyne

Canımdan ümidimi kesmiş bir şekilde dağa doğru yürümeye başladım.


Giderken gözlerimi Arş’a doğru çevirdim ve: “Ey Lâtifi o görünmez lütfiınu
bana da göster! Ey Latifi Kudretinle Arş’a oturdun ki yerini Arş daha
bilememektedir, o kudretinle beni bu yılandan korumanı istiyorum” diye
dua ettim. Yürürken karşıma güzel görünüşlü, güler yüzlü, hoş kokulu ve
temiz giysili bir adam çıktı. “es-Selâmu aleykum” deyince: “Ve aleyke’s-
selâm kardeşim!” karşılığını verdim. Adam: “Bakıyorum da rengin atmış”
deyince: “Bana zulmeden düşmanımdan dolayı böyleyim” karşılığını
verdim. Adam: “Düşmanın nerede?” diye sorunca: ‘içim d e” karşılığını
verdim -

Adam bana: “Ağzını aç” deyince ağzımı açtım. Adam ağzıma zeytin
yaprağını andıran taze bir yaprak koydu ve: “Bunu iyice çiğne!” dedi, iyice
çiğneyip suyunu emdikten kısa bir süre sonra karnımda bir sancı başladı.
Sancıdan sonra onu arkamdan parça parça çıkardım. Yılanı çıkardıktan
sonra adama yapıştım ve: “Kardeşim! Lütfedip de seni bana gönderen
Ailah’a hamdolsun” dedim. Adam güldü ve: “Beni tanımıyor musun?” diye
sordu. Ona: “Allah için söylemek gerekirse hayır” karşılığını verdiğimde
adam şöyle dedi: “Ey M uhammed b. Himyer! Yılanla aranda o şeyler
olduktan sonra o duayı da edince yedi kat semanın melekleri ayaklandılar.
Allah da: «izzetim, celâlim, keremim ve bu mekandaki yüceliğime andolsun
ki yılanın kuluma yaptıklarını görüyordum» buyurdu, iyilik dediğiniz şey
benim, yerim de dördüncü kat semadadır. Allah bana: «Cennete gidip bir
tutam yaprak al ve kulum M uhamm ed b. Llimyer’e götür» emrini verdi. Ey
ibn Himyer! Sen de iyilik yapmaya bak. Zira iyilik kişiyi kötü durumlara
düşm ekten korur. Kendisine iyilik yaptığın kişi bunun kıymetini bilmese de
Allah katında heba olmaz.”

‫ زثتي عغه ئ خ ث ذ‬،‫خ ئ د بن نصتر قي كت ابه‬ ‫م‬ ‫ ] أ ح رثا ج ن م بن‬٢٩٧٧ [ - ) ١٠٩٣٢(

‫ ثما أبو عئد الئؤ‬C‫ ثت ا م ح م د بن ا ل ح س ن‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د بن مش روق‬، ‫بن إبزاه م‬

‫م تل ق اش ي غ م‬ ،‫م ق ي غي ي‬ ‫يال‬ ‫ " غمحل ق‬:‫ قات ش ا ن ت ذ م حقق‬:‫ ثاب‬،‫اواوي‬


Süfyân b. Uyeyne 551

‫ واال‬،‫ه‬،‫يد ح أ ون ا ل ج‬ ‫حب‬ ٧٢٠^ ١ ‫ ^ ^ ^ هأ حترني أق‬١‫علي تأنق م ن‬ ‫ط‬ ‫ ثؤ ه‬،‫أ م ح ن بئة‬

" ‫ص يذبلق نام؛ا‬ ،‫ن خب ي أنخل اا؛از‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “M ahlukatından yana Allah’a karşı dürüst ve


samimi ol. Zira Allah’ın huzuruna daha güzel bir amelle çıkamazsın. Şayet
gökten bir melek inse ve tüm insanların cennete benim ise cehenneme
gireceğini haber verse yine de buna rıza gösterirdim .”

‫ثن ا‬ ، ‫بم \ ء حدق ا م ح م د بن عل ي; ثن ا أ ح م د بن ا ل ح س ن بن ج ال ب‬0‫ ت'ا \ ا‬- ) ١ ٠٩٣٣(

‫ ؤ تأل ة‬٠٠ ، ‫ ش ج ن ت ئئث ا ن بن ع س ه‬:3 ‫ ئ‬، ‫ ثن ا مؤان بن م ح م د‬،‫أ ح م د بن أمي الحواري‬

،" ‫قد ء ئ ق‬ ‫وص‬ ، ‫ " ظ ي ت غ م‬: ‫ ه‬3 ‫ ق ا‬،" ‫أذري‬ ‫ال‬ " :3 ‫ ق ا‬،" ‫ت ي و غذ ت ث ه‬

" ١ ‫ فإ ش بم د ؟‬،‫أذري‬ ‫ال‬ ‫ ؤ ه‬،‫م ق‬ ‫م‬ ‫ ه ثققا<ةت " ئء ائ قت ء ه قت‬3 ‫فق ا‬

:Bir adam, Süfyân b. Uyeyne’ye bir konuyu sorunca, Süfyân


Bilmiyorum” karşılığını verdi. Adam: “Ey Ebû Muhammed! Ama bu “
mesele dediğim şekliyle oldu” deyince Süfyân: “Ne olacalt olmuşsa! Böylesi
bir mesele olmuş ve ben bilmiyorum, yapacak bir şey var mı!” diye çıkıştı,

‫ ثن ا أ خ ن ذ بن‬،‫أ خ ن ذ بن ا نم تئ ن‬ ‫ ثعا‬،‫عل ي‬ ‫ ] حدثن ا م ح م ذ بن‬y،\o/y [ - ) ١ <٩٣٤(

٠٠ ‫ ل ئت خ يغذه أؤ إ ر جانبه‬3 ‫ وظ‬،‫ قادت سم ع ت نقي ا ن بن عيس ه‬،‫ تحا مروان‬،‫أ ي الحواري‬

!‫ أ خن ئ و ش‬: 3 ‫ ي ي ت غ م ز قا‬، ‫ " ف ز‬: ‫ ه د‬،" ‫م مح ق ت ف ي ي ب الب ك‬ ‫ل‬: ، ‫ج‬ ‫ظ ه‬

Mervân der ki: Süfyân b. Uyeyne yanında bulunan yaşlı bir adama:
ihtiyar! Bana bildirilene göre memleketinde insanlara fetv^ar veriyor
muşsun?” deyince, adam: “Evet ey Ebû M uhammed!” karşılığını verdi.
Bunun üzerine Süfyân: “Vallahi akılsızsın!” dedi.

‫ ثن ا أ خئ ن‬،‫ ثن ا أ ح م د بن أيى ا ل حواري‬، ‫ ثن ا أ حم د‬، ‫ ] حدق ا م ح م د‬٢٩٥^ [ - ) ١٠٩٣٠(

،" ‫تت ا إل‬ ‫ ظ ى خثانة " تق ا ة زي ت غذ‬،‫ ضغث ا تخ ن ي ا ن ئن م حه‬: ‫ ث ا د‬،‫ئ أ ي ذاؤذ‬

" ‫ " ظ أن ي ئ‬: ‫قا د‬


‫‪552‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫‪: Süfyân b. Uyeyne ile birlikte birinin cenaze‬لكا ‪Ahmed b. Ebî Dâvud d e r‬‬
‫‪namazını kıldık. Namaz sonrası adamın biri ona bir konuyu sorunca,‬‬
‫‪Süfyân: “Bu konuda iyi bir cevap veremem” dedi.‬‬

‫(‪7 [ “) ١٠٩٣٦‬امبم \ ] قات؛ و س م ع ت ن مي ا ن بن عس ة‪ :‬و تأل ه ر ج ل قى ا ل م س ج د‬

‫؛ن جرا‪ £‬وسح ن عئذة جلوس‪ ،‬ي أي م ح م د ‪ ٩ ٠٠ ،‬ئئزو أزمن الؤ_وم‪ ،‬شح زج نن ظ ب ا ائ‪-‬حوده؟‬

‫بؤ ث "‬ ‫م‬ ‫^‪ ،٢‬ف إ ي أ‬ ‫" ه ات‪ " :‬ت ل غذ خ أغو‬

‫‪: Mescid-i Harâm’da Süfyân b. Uyeyne’yle‬كل ‪Alımed b. Ebî Dâvud der‬‬


‫‪birlikte oturmuşken adamın biri ona: “Ey Ebû Muhammed! Bizans‬‬
‫‪topraklarına savaşa gidiyoruz. Bizimle birlikte el değirmeni de götürülecek‬‬
‫‪mi?” diye sordu. Süfyân: “Bunu Şamlılara sor. Zira bunu benden daha iyi‬‬
‫‪b ilirle r” d e d i ,‬‬

‫خ ئ د بن ا ل ح ت ن بن‬ ‫ثن ا م‬ ‫بن عل ي‪،‬‬ ‫إبراهي م‬ ‫(‪</y [ “) ١ ٠٩٣٧‬؛‪ ] y ،\،‬حدثن ا ن ح ث د بن‬

‫قس ه‪ ،‬ثن ا إن م ا عيد بن إن راييد أبو م ح م د الل ؤل ئي‪ ،‬ح د ب ي ع مرو بن م ح ا ذ ال ر ي‪ ،‬قات؛‬

‫م ح ت عئد ن م ا ن ين ع س ه ‪ ،‬ن جاءه ل ج ‪ ، 3‬مما ت‪ :‬يا أب ا ت خ م ‪ ،‬ما ثق وب ; " ا إليئ ا ن تزين‬

‫يئم ى نغل ق منة ق ئء "‪ ،‬وعم د‬ ‫ال‬ ‫وي م ه ن؟ " قات‪ " :‬ي ن ن ا ش اخ اش‪ ،‬وتئقس حش‬

‫م ولون ‪ :‬ا إلين ا ن ك ال م؟ ! ‪ ٠٠‬قات‪:‬‬ ‫هؤ ما‬ ‫بق الثة أ صابغ‪ ،‬وحلىب ا إلبه ا م ؤالثث ابة‪ ،‬ق ات‪ " :‬ق ا ن‬

‫‪ ٠‬؛ز‬ ‫ه ؛ي‬ ‫تف‬


‫> ؤ‪ .‬ط وئة‪ ،‬ج‬
‫م‬ ‫ال‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ي أ‬ ‫ء أن‬ ‫" قد ‪ ٤١١٢‬ه ؤ د قؤمح ز‬

‫بم ت ي ا ‪،‬‬ ‫إ ال‬ ‫ا ه ‪ ،‬إلدا فالوث ا خقثوا به ا ؤت ا ؤئ ز ؤأئ ؤا ي‬ ‫إ ال‬ ‫إلة‬ ‫ال‬ ‫الثا م أ د ف ورا‪:‬‬

‫و‪ -‬حث ابهب غش ‪ ،^ ١‬ء ا م أ غبز ‪ ^ ١‬ص د ى دلالا م ن هلوره_^ أمنة أن ثأتزئب بأن ^ ^‪١‬‬

‫شتلوا ن ا ئ؛ظلم ا إلقرار ا الؤ لأ‪ ،‬ئنث ا ن ي الل ه ثن ا ر م د ق‬ ‫ولو لم‬ ‫شلوا‪،‬‬ ‫مح أمزه م‬ ‫ا ل ص الة‪،‬‬

‫ت يلو؛ ظ‬ ‫لم‬ ‫ذللث اب ئ ئلوره_^‪ ،‬أمنة أن يا ‪°‬مغ م أن يه ا‪-‬حروا إ ؟ى؛ئنزيثؤ‪ ،‬ظمه‪-‬م ^ ^‪ ، ١‬وثؤ‬

‫أن‬ ‫م‬ ‫ا إل ق رانا ال ؤلت‪ ،‬ز ال ا ل ص ال ة‪ ،‬ئنث ا علني الل ة ص د ى ذل لن م ن ءلو به‪-‬م أ م ة أن ت إ م زه‬ ‫ب سه م‬

‫م إمراره م ‪ ،‬وتشهدوا ببض‬ ‫بم‬ ‫ر قروا‬ ‫ح‬ ‫م وأبماءئ م‬ ‫ثز جغ وا إ ر م ك ه محا ش اب اءه‬

‫ف ه ا ذت هأ‪ ،‬ح ش إ ذ ا و ج د لي جيءب ال رأس‪ ،‬نموت‪ :‬قا رنوت الثؤ‪ ،‬ف ذا رأس ا ل س خ ا ل صاث‪،‬‬
Süfyân b. Uyeyne 553

‫ ئتثا في؛‬،‫ ؤثأ إل ئئغلرا ظ ش ي أ ا إلئزان ا الؤت زال ال غ الة زال ال هينة‬،‫قأتزئب قطوا‬
، ‫ثذ ل ال‬ ‫رءوس ه م‬ ‫ وتحلقوا‬،‫ف وا يا ئ ي ي تع قدا‬
‫أن تهئ و‬ ‫م‬ ‫أم نه‬ ‫م‬-‫ءلوبه‬ ‫الثه ص د ى دللف م ن‬

‫ ز ال الؤي و غ إ ل‬،‫ ؤ ال ال ه جزم‬،‫ ز ال ا ل ص اله‬،‫ا إلهزار ا الو لأ‬ ‫م‬ ‫ م ع إ وا ن ا ه‬٢ ‫ ول ؤ‬،‫قثت وا‬

‫ه ا‬1‫هي‬ :‫ر ك اه‬5‫ أنزه أن يأم ر هم أن ثؤي ا‬، ‫ م ن ئش ئ‬،İJJİ ‫ غي ر ؛بثت م ت ق‬1‫ ئلم‬،‫نقث‬

،‫ ز ال ا لهينة‬،‫ ز ال ال غ الة‬، ‫ ^ ^ ا الؤلط‬١ ‫تن ا‬ ‫هلوا‬ ‫لم‬ ‫ ول و‬،‫ بأم ن ه م ث طوا‬، ‫جوكنزه ا‬

‫الل ه ن ا ممابع‬ ‫قتث ا ع ل م‬ ، ‫رءوسه م‬ ‫ز ال حلم ه م‬ ، ‫ ز ال طوافه م بال ي ت‬، ‫ز ال الؤ ج و غ إ ر ت ق‬

‫ؤمح ت ن ث‬ ‫م‬ ‫مح ز بي‬ ‫ال‬ ‫ ج م حم أك‬: ‫ي‬ ‫ص‬ : ‫ ه‬3 ‫ ءا‬، ‫م ص‬ ‫و مح‬ ‫ئ م حايض‬ ‫ص‬ ‫غ‬

‫ص أز محي رة‬ ‫ص ب ك ه و ص ذب ك‬ ، 4 ‫ب ي ؤ بج ة ل ف أ ا إل ن م د أا‬


‫م م‬ ‫عأ‬

،^‫ ^؛‬١ ‫ هذه‬،‫مئ؛‬ 1‫ به‬،b\^* ١^ ^ ‫ ؤم ن ثزكي‬،‫ الق م ن ا إل؛آن اتي‬،‫ ؤءك ا ن عندث‬،‫ علته‬öllot

" ‫أئبع عني م ن سأثلف بن ال ن ن م ح ن‬

Amr b. Osman er-Rakkî anlatıyor: Süfyân b. Uyeyne’nin yanındayken


adamın biri geldi ve ona: “Ey Ebû Muhammedi Ne derin? Sence iman artar
ve eksilebilir mi?” diye sordu. Süfyân: “Ahah’ın dilediği kadarıyla artar, aynı
şekilde sende zerre iman kalmayıncaya kadar da eksilebilir” karşılığım verdi.
Sonra Süfyân üç parmağını yan yana getirdi, işaret parmağı ile başparmağım
halka oluşturacak şekilde birleştirdi ve şöyle devam etti: “Bazıları, imanın
sadece sözle de olabileceği görüşünü savundular. Ancak bu görüşleri, imanın
hüküm ve hadleri henüz nazil olmadan önce geçerliydi. Sonrasında Allah,
Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyhi vesellem) insanlara gönderdi. «Lâ ilâhe illallah»
demelerini, bunu demeleri halinde hak etmedikleri sürece canları ve
mallarının koruma altında olacağım, k^plerindekiler yönünden de
hesaplarının Allah’a kalmış olduğunu bildirdi. Allah, bu insanların
kalplerinin dille söylediklerinde samimi olduğunu gördüğünde,
Resûlullah’m (sallallahu aleyhi vesBİlem) onlara namaz kılmalarını emretmesini
söyledi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) namazı onlara emredince onlar da
bu namazı kıldılar. Şayet bu emre uyup da namazı kılm^alardı, dilleriyle
yaptıkları ilk ikrarın onlara bir faydası olmayacaktı. Allah, onların bu ikrarı
554 Süfyân b. Uyeyne

ve namazı kalpten ifa ettiklerini ve bunda samimi olduklarını gördüğünde


Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) onlara M edine’ye hicret etmelerini
emretmesini söyledi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara hicreti
emredince de hicret ettiler. Şayet bu emre uyup da hicret etmeselerdi,
dilleriyle yaptıkları ilk ikrarın ve kıldıkları namazın onlara bir faydası
olmayacaktı.

Allah, onların bunda samimi olduklarını gördüğünde Resûlullah’ın


(sallallahu aleyhi vesellem) onlara Mekke’ye dönmelerini, kendileri gibi ulûhiyeti ikrar
edip, yine kendi şahadetleri gibi şahadet edene dek müşrik babaları ve
oğullarıyla savaşmalarını emretmesini söyledi. Öyle ki bu savaşta biri
diğerinin kesik başını getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! İşte dalâlette olan
ihtiyarın başı!” demeye başlamıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onlara böylesi
bir savaşı emredince, onlar da bu emre itaat ettiler. Zira emre itaat
etmeselerdi, yaptıkları ilk ikrarın, kıldıkları namazın, ettikleri hicretin onlara
bir faydası olmayacaktı. Allah, onların bunda da samimi olduklarını
gördüğünde onlara, ibadet için Kâbe’yi tavaf etmelerini, itaatkârlıklarını
göstermesi bakımından da saçlarını traş etmelerini emretti. Bu emri de
yerine getirdiler. Zira bu emre itaat etmeselerdi, yaptıkları ilk ikrarın,
kıldıkları namazın, ettikleri hicretin ve Mekke’ye dönüşlerinin onlara bir
faydası olmayacaktı. Allah, onların bunda da samimi olduklarını
gördüğünde Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) onlara, az ya da çok zekâtı
vermelerini emretmesini söyledi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara
bunu emredince yerine getirdiler. Zira bu emre itaat etmeselerdi yaptıkları
ilk ikrarın, kıldıkları namazın, ettikleri hicretin, Mekke’ye dönüşlerinin,
Kâbe’yi tavaf etmelerinin ve saçlarını traş etmelerinin onlara bir faydası
olmayacaktı. Allah, onların gelen bütün emirlere itaat ettiklerini ve harfiyen
yerine getirdiklerini gördüğünde Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) onlara
şöyle demesini buyurmuştur: “Bugün, size dininizi bütünledim,
üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı
Süfyân ‫ء‬. Uyeyne 555

beğendim”1 Kim bunlardan herhangi bir şeyi üşenerek veya saygısızlık


ederek terk ederse bundan dolayı onu cezalandırırız. Bizim nazarımızda da
iman yönünden eksik biri olarak sayılır. Bunları bilerek terk eden kişi de
kâfir sayılır. Sünnet budur. M ^lüm anlardan sana bu konuda soru soranlara
da benim adıma bunları aktar.”

،‫ ثن ا ا ل ح م تد ي‬،‫ ثن ا بح م بن موشى‬، ‫ ] حدثت ا ئلت م ا ن بن أ ح م د‬٢٩٦/'/[ “) ١ ٠٩٣٨(

،‫ " إة الق مما ر ال ؤى ثن؛ اخلانة‬:‫ قود‬،‫ ال مه ؤ‬١^ ‫ إة‬:‫حمل بممحا ذ ئ حمق‬:‫قات‬
،‫ث ن ن ه كح ي وب ود ي‬ ‫م‬ ‫ل آ ؛ ي عن زم‬ ‫و‬ :‫س ب ع [ ر قؤبي‬ ‫أل م‬ ١‫أ‬ ‫؛ل م ح‬ ‫ ؛ ه‬3 ‫ ظت‬:،3‫مما‬

" ‫ل ال ووء ض ا لآغذاء؟ أ‬ ‫ل‬ ‫ فأي ف غ‬، ‫ و ا ه م‬،‫ض ا لأروع‬ ‫ب‬ ‫س‬ ‫فإدا ا‬

Humeydî bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne’ye: “Bişr el-Merîsî, kıyamet


gününde Allah’ın görülemeyeceğini söylüyor” dediklerinde şöyle karşılık
verdi: “Allah bu s^üngenin canım alsın! Allah’ın: «Hayır! Onlar şüphesiz
‫ ه‬gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır»2
buyruğunu işitmedin mi? Şayet Allah’ın hem dostları, hem de düşmanları
için bir mahrumiyet olacaksa o zaman dostların düşmanlardan ne üstünlüğü
kalıyor?”

‫ محا ض ث‬،‫ط ئئ إ ن خ ا ى‬ ‫ ثغ ا ث‬، ‫ ] خدتث ا إئزا م ز ئ ي د ال م‬٢٩٦/‫ [ ؟‬-) ١٠٩٣٩(

‫ ي ال ثثؤ ائتي‬، ‫ ش م ع ت ابن م حثة‬:‫ فات‬، ‫ ثن ا أبو بكر عتد الؤ ح ن ن ث ذ ع ما ن‬، ‫بن أيي طال ب‬

‫ ثأ ح ذ بثد إشحا ق بن‬، ‫ ق ا م ئق؛ ا ن م ن ا ل م ج لس معصئ ا‬،‫بنى‬


‫أغذوا بس نا ال م س ي م‬

‫جتن ا ب‬-‫ زأتزئ ا ب ا‬، ‫ لم د ثكثن وا قي المد*ر وا الءثرال‬٠٠ : ‫ وقا د‬، ‫اقاسئ‬ ‫ب‬ ‫ م د ح ن يث‬، ‫النس ي ب‬

‫أثوت ين‬ ‫و‬ ‫ ؤفذا ا ئ ا ن ه ي خ و ذ‬،‫ ف دا غن ى ئ دثار‬:‫ه اءنا‬ ‫ نأ و‬:‫ ق ات‬، ‫ال م‬

‫قات‬ ‫ص‬ ،‫ك ال م الل ه‬ ‫إ ال‬ ‫ ن ا تحره وئت‬، ‫ و متعنا‬،‫ ومن ص ورا‬، ‫ د و ا العن س‬،‫مو ت ى ح ش ا حرين‬

" ‫ ق ال خلال ث و خ ز أ‬،‫ ئن ا أ محه ث ن ا يح م ا ل م حا زى‬، ‫ ت و م‬، ‫ال م‬ ‫ئ‬ ‫محت ث ن ا ف ي‬

1Mâide Sur. 3
2 Mutaffifîn Sur. 15
556 Süfyân b. Uyeyne

Ebû Bekr Abdurrahman b. AJfifân anlatıyor: Bişr el-Merîsî’nin M ina’da


yakalandığı yıl Süfyân b. Uyeyne meclisinden öfkeli bir şekilde kalktı, ishâk
b. el-Müseyyeb’in elinden tutup söverek insanların yanına girdi. “Kader
konusunda konuşup ayrılmaktan bahsediyorlar” dedi ve bu insanlardan uzak
-durmamızı söyledi. Sonra: “Âlimlerimizden Amr b. Dînâr, ib n u ’l
,M ünkedir...” dedi ve bunların yanında Eyyûb b. Mûsa, A’meş, M ansûr
Mis’ar ile başkalarını zikredip şöyle devam etti: “Bütün bu âlimler bu
konunun Allah’ın kelamı olduğunu bilirler. Bunun aksini diyenlere Allah
lanet etsin! Allah lanet etsin! Zira bu sözleri Hıristiyanların sözlerine
benziyor. Onlarla oturmayın !”

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا م ح م ذ بن ا لخض بن قس ه‬٤^ ١^ ‫ ] خل؛ثن ا م ح م د بن‬y،\v/v [ -) ١ ٠٩٤٠(

، ‫ خم' ال ه‬،‫ " ال ي ن يت‬:‫ ص وغب تا ئؤ؟ قات‬، ‫س ءق ئ‬:‫ ق ي د ا‬:‫ قات‬، ‫ال ن ت ي ي ى واض ح‬

‫ |لثت‬.‫؟‬,‫؛ئك‬ ‫ص‬ ‫؛‬ ، ‫' م م ا‬,‫ ؛‬، ‫قت ت ق غ ا‬ :■‫لل‬3\ 0 ‫ ئ ا‬، ‫ه‬ ‫ل ق ق ذ أ'ا خةن‬1 ‫ثأى ظ أخ اء‬

. ‫ م ب‬,‫سم‬ ‫ ة م م‬، ‫ ؛‬، ‫م‬

Miiseyyeb b. Vâdıh der ‫لكل‬: Süfyân b. U yeyne’ye zühdün ne ‫ ه‬1‫ الغ ال ك‬sorulunca şöyle
demiştir: “Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden uzak durmandır. Zira sana helal kıldığı
şeyleri zaten yapman için helal kılmıştır, ?eygamberler de evJenmişler, binekler edinmişler
e yemekler yemişlerdir. Ancak Allah onlara bir şeyi yasakladığı zaman da ondan uzak ^
durmuşlardır. Bu davranışlarından dolayı zahid olmuşlardır .”

‫ ثن ا ن ق ا د بن‬،‫ ثن ا ث خ ث د بن إشي ا ق‬،‫ممب \ ] حدق ا أبو حام د بن جثل ة‬/‫ا‬/[


‫م‬ -) ١ ٠٩٤١(

‫م ن لدت ك ؟ قادت‬ ‫ناب م ئ‬ ٠٠‫ قيد ل م ح م د بن ا ك ك ز ي‬: ‫ يأمول‬،‫ ق ا نت ش م ع ت ش م ا ن‬،‫ؤكيع‬

‫اا‬ ‫ص‬ ‫ل ع‬.‫ وائ خ ا د ا ل م ح‬،‫ا أ ظ ا إل م حا ن‬

M uhammed b. el-Münkedir’e: “Daha neyi tatmak istersin?” diye


sorulunca, Muhammed: “Dostlarla buluşmayı ve kalplerini sevinçle
doldurmayı isterim” karşılığını verdi.
Süjyân b. Uyeyne 557

‫ثن ا‬ ،‫ ثت ا أثو بكر بن عتئد‬،‫ ثغ ا أبو ا لخشن ى أب ا ن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أبي‬n v / v [ -) ١ ٠٩٤٢(

‫ثقي م ما ي س ن د ؟‬ ‫ما‬ " :‫ قيد لئ ح م د ب ن ا ل م نكد ر‬: ‫ قا د‬،‫ ثئ ا ئئ؛ ا ن‬C‫إ ن خ ا ق بن إن م ا عيد‬

" ‫ش ا إل حزان‬ ‫ا إل م ح ال‬ :‫ق ات‬

”M uhammed b. €İ-Münkedir’e: “Lezzet aldığın şeylerden ne kaldı


deyince, “Kardeşlerle buluşmak ve onların m utlu olması” karşılığını verdi,

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أبو بكر ى م ح د‬،‫ ثن ا أبو ائ خث ن ى أت ا ن‬،‫ ؛\] خ ا؛ثن ا أ ى‬w /v [ -) ١٠ ٩٤٣(

‫نا‬ ٠٠ :‫ يأمول‬، ‫ ت ب ن ت نت اووا الوراق‬:‫ قات‬،‫ ث إ ئ مث ان بن عيسه‬،‫ كمء‬1 ‫م ح ئ ذ س عق اب‬


. ! ‫ث أ م حقة ق ه ئ ؛ لأك‬
‫ م‬،‫ش‬‫أج ئ م ا‬ ‫ل‬ \ :‫ى أرد نن جد‬
Müsâvir b. el-Verrâk der ‫كل‬: Birine: “Seni Allah için seviyorum” dedikten
sonra dünyalık bir şeyi ondan asla esirgemem !

، ‫ ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن م غذان‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د ب ن حث ا ن‬٢٩٧/‫)" [ ؟‬١٠٩٤٤(

‫ م ح ش‬:‫ مم ي ل لت‬،‫ ع ر و ج ل‬،‫ر ابن ال ئنكد و‬ ‫ص‬ " : ‫ ق ا د‬،‫ ثغ ا تقي ا ن‬،‫ ^ بن ش جي‬١^ ‫ثن ا‬

‫ إري أنت حي م ن الثؤ أن يعلني م ي أن ر حمته ثغ جز عن أخز م ن حلم ه‬:3 ‫غلى محال ن؟ إ هق ا‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: İbnu’l-M ünkedir bir adamın cenaze


namazını kıldırması üzerine kendisine: “^ ‫ل‬1‫س‬ kişinin namazını mı
kıldırıyorsun?” denildi, o da: “Benden dolayı Allah’ın rahmetinin bazı
kullarına uzanmayacağının düşünülmesinden utanç duyarım!” karşılığını
verdi.

‫ ثن ا عئد ال م ئ‬،‫س د ثن غتت‬ ‫ ثن ا أ خت ن ئ‬،‫حدث ا أ ي‬ ] ٢٩٧/‫)" [ ؟‬١٠٩٤٥(

‫ محا د ع ذ‬: ‫ ه ا د‬،‫ ض ا ل ح ك م ان ص ر ي‬،‫ ثن ا نقي ا ن‬، ‫ ثن ا علي ثن الح ئ د‬،‫م ح م د بن غ م ا ن‬

"‫ض‬ ^ ١‫و ب د ق س مي ي‬ ‫أل‬ " : ‫تنأن ي ث ر‬: ‫ال مب ن‬

Abdurrahman b. Ebî Leylâ der ki: “Bazen kişiye namazda beni düzelttiği
için teşekkür ediyorum.”
‫ ة‬5‫ة‬ Süfyân b. Uyeyne

‫ ثن ا ت ه د بن‬،‫ ح دبتي أبي‬،‫ ] حدثت ا عتد الل ه سئ ح ئ د بن جغمر‬٢٩٧/‫ [ ؟‬-) ١ ٠٩٤٦(

‫ غذ‬،‫ ن ئ د ت ن ا ن ئ م حثه‬: ‫ قا د‬،‫ئ ئ ن ا بع‬ ‫ال‬ ‫محو وثق‬.‫ ظ‬،‫لآ‬ ‫سا‬ ‫ ثن ا ; م حن‬،‫الثؤ‬ ‫ص‬

١ ، ٠٠ ‫ ز بجالجأ ب ز ال مه‬،‫ ي خ ص ؤ؛ أ‬- ‫ب أ أ م حت ه‬


‫م‬ ‫مه م حي‬ ‫ ا اثوشل مف أ ن ه‬:‫ق م ح‬

‫ ع الف؛ن‬١^ ^ ‫ ه إذ؛‬، ‫ه و‬ ‫وث وم أنفس‬ ‫ ؛ق ش‬3 ‫ا ظ‬-‫ كئز؟ إلم‬3‫ع به م ا‬1‫ثن ى أثة س‬ ‫أ ال‬ :‫ نئ؛ ا ن‬3 ‫ظ‬

‫ ول ك بجم محزم م وئ ن ا؟ممهخ ئ ال ي ر م ن‬،‫ل أ ك ة بج ز حيت م ن أ ذ قي ن ل ه م ئ وء أهن ا لهز‬

‫جئ‬ ‫ لآة هؤ الء وى أق ي و الت ف م‬، 4 ‫ذ‬ ‫ظال م‬ ١٤٠ ‫و ه إ؛ا‬ ‫ وإ‬: ‫هل م‬ ‫ه كق‬ ‫ين‬
‫ ن ف‬،‫غئة‬

:‫ ت ق ا د‬3 ‫ظ‬ ‫ثا ل ظل م‬ ، ‫ث ج م ه‬،‫أل ص حا ب ال‬ ‫م ئن ح ما‬ ‫ؤظعتزفوا بذنبه‬،‫رأوا الع دا ب‬

‫ لأن النعصثه نش إ‬،‫وم ن عص ى الل ه ئه و منتن‬

Ebû Tevbe Rabî’ b. Nâfi’ d e r ‫لعا‬: Süfyân b. Uyeyne’ye “insanlara, en iyi


,ibadederinin birbirlerini krnamak olduğu bir zamanın gelmesi uzak değildir
Böylesi bir zamanda ٠ insanlara «?islik» denilir” sözüyle kastım
sorduklarında şöyle dedi: “Şimdi işi küfre kadar götürdüklerini görmüyor
musun? Onların sadece pislik olduğu, birbirlerini kınayıp durdukları
bildirilmiştir. Şayet hak olan şeyleri kabul ediyorlarsa bu, kötü amellerinin
kendilerine güzel gelmesinden daha iyidir. Çirkin olan şeyi bilir, ancak
ondan uzak durmazlar. Bunlar “Eyvah bizlere! Bizler g erçe k ten zalim
k im seler idik”1 diyenler gibi değildirler. Çünkü bunlar “iş te böylece
günahlatını itiraf ederler. A rtık alevli a teştek iler A llah'ın
rah m etin d en uzak ‫ ه‬1‫ ة” أ ل سمك‬âyetinde ifade edildiği gibi azabı görünce
zalim olduklarını itiraf etmişlerdir. Zulüm de şirktir. Allah’a isyan eden de
pistir, zira masiyet pisliktir.”

‫ عن مح ول علي " ا ل م م ه حث الث م ه م ن ل م مغط‬،‫ ] و ضد ئئث ا ن‬٢٩٨/‫ [؟‬-) ١٠٩٤٧(

‫ ص د ى ا ال بكون‬: ‫ صا د‬،‫م في معا صي الثؤ‬ ‫ و ل م ؤ ح ش‬،‫الثامن من ر ح م ة الل ه‬

" ‫ ز ال ال قئه ط إ الفين ا ض‬، ‫ارلت خ مث إ ال في ا ل ط م‬

1Enbiyâ Sur. 14
2 Mülk Sur. 11
Süfyân b. Uyeyne 559

Süfyân b. Uyeyne’ye, Hz. Ali’nin: “Hakkıyla fakih olan, insanların,


Allah’ın rahmetinden ümidini kestirmeyen ve Allah’ın yasakladığı konularda
ruhsat vermeyen kişidir” sözü hakkında sorulunca şöyle karşılık verdi:
“Doğru söylemiştir. Ruhsat ancak gelecekte yapılanlarla ilgili, üm it kestirme
ise geçmişte yapılanlarla ilgili olur.”

،‫ ؤا مما ن م هلكت ا ن‬،‫ امحت ا ن ئن جثت ا ن‬٠٠ ‫عتد الل ه‬ ‫ثمال‬


‫وأ‬ : ‫ مثني ا ن‬3 ‫ ] ه ا‬٢٩٨/‫ )“ [ ؟‬١ ٠٩٤٨(

‫ والنهى أن ثنهى‬،‫بمممتئ‬ ‫فن ا‬


‫ي‬ ‫ نالتثه أن مح وي أن ثعليغ الئة‬، ‫ زال ش‬،‫ التيه‬:‫نأ ل مت ج سا ن‬

" ‫ ومح ي ل‬، ‫ ال غ ي ث‬:‫ وال ث هلكثا ن‬Ü ‫ق تلث غث ا خيأ ا ه‬

Süfyân b. Uyeyne, Abdullah (b. Mes’ûd)’un şöyle dediğini bildirir: “İki


.şey insanın kurtuluşuna vesile olurken iki şey de helak olmasına sebep olur
,Kişinin kurtuluşuna vesile olanlar; niyet ve yasaklara riayet etmektir. Niyet
karşılaşacağın her durumda Allah’a itaat etmendir. Yasaklara riâyet ise
Allah’ın haram ‫ ط‬1‫ لغلك‬şeylerden uzak durmaktır. Kişiyi helak eden şeyler ise
kendini beğenme ve Allah’ın rahmetinden um udu kesmedir.”

‫ زائثث و ط م ن ر ح م ة‬،‫ وأكثز الكت اثر ال ئز ك بالل ه‬٠٠ : ‫ ] قات ت م ا ن‬٢٩٨/‫ )“ [ ؟‬١ ٠٩٤٩(

‫ائفؤم‬ ‫إ ال‬ ‫ ب م ث الؤئ ال يام ن م ك ن الل ه‬،‫ وا لأس م ن م ك ر الئؤ‬،‫رس م ن وزح الثؤ‬°‫ واكأ‬،‫الثؤ‬

‫إ ال‬ ‫ ؤ ال سأيس م ن روح الئؤ‬، >^‫ؤإثت م ن يشركبالل ه مم د حزم الل ه علته ا ل جثه‬، ^‫ا ل حاب روث‬

" ^‫ؤوم نيم ت ط م ن ر حم ة زم ا ال ا ل صال ون‬، ^ 0‫ائثؤم اثك افزو‬

Süfyân b. Uyeyne: “En büyük günahlar; Allah’a şirk koşmak, Allah’ın


rahmeti ile inâyetinden um ut kesmek ve cezasından yana kendini emin
görmektir” dedi ve bu konuda şu âyetleri okudu: “Allah'm azabından
ancak ziyana uğrayanlar emin olabilir.”! “Kim Allah'a ortak koşarsa
artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır”2 “Allah’ın

1A'râfSur. 99
2MâideSur. 72
560 Süfyân ‫ء‬. Uyeyne

inâyetinden ancak kâfirler ümidini keser.”1 “Rabbinin rahmetinden,


saiklardan başka kim ümit keser?”2

‫إئت ا‬ ‫ت‬3 ‫ ظ‬، ‫ي ع‬


‫ئ ئء أ شد م ن ا ف‬ ‫ال‬ " ‫ ونغل غذ هزل ه‬: ‫ ] ه ا د‬٢٩^ ٧ [ - ) ١٠٩٥٠(

‫ وكيفث‬،‫ يينر ظ له وعثه‬1‫ ^ من أن بكون عالة‬£ ^ ١ ‫ق يء أث ث غأى‬ ‫ال‬ ‫معنى ذلل_ئ التة‬

‫ إدا ث ق ل‬،‫ وه و ال ذ ي يئ رقة العام ه‬، ‫ ورغ منص ت‬:‫ والورع عأى وجهين‬،‫يتقدم وكثفن يثأحر‬

،‫^ اقز؛غ‬ ١ ‫ زؤزغ ت ملئ يلزئة‬، ‫فن ا ث م‬


‫ ث ال ;ف وت إ ال ي‬، ‫ ال أ م‬:‫ ق ات‬، ‫غث ا ال ; م‬

،‫اأثث؛خ‬ ‫ وي م ح‬، ‫خت ئ‬ [‫ وي ح ث ن ا‬،‫ ويأم ر ب\لءحت ر‬، ‫النة ي عل م ئ ال ي ج د بدا م ن أن ي ك ز ال ن ئ ك ز‬

^ • ^ ١ ‫ وهز أث ث‬،‫يكثن وثه‬ ‫ز ال‬ ‫الكت ا ب لثسغه للن ا س‬ ‫ل‬ ‫وهو ال ذ ي أ خذ الثة به ميتاق أه‬

>‫ ^ ^ ؤإد‬١ ‫ءة على‬.‫ ؤالمما‬3‫ زأثا اقث‬، ‫ال ث ق و ت‬ ‫إ ال‬ ‫ زانت ا ثة ال يجعلون الززغ‬، ‫وأثمصلهن ا‬

" ‫م قلئ ال ززع ا أ‬ ‫ ئه وعئ‬، ‫كا ن عالت ا‬

Süfyân b. Uyeyne’ye “Vera’dan (günah korkusundan) daha çetin bir şey


yoktur” sözüyle neyi kastettiği sorulunca şöyle dedi: “Çünkü cahil biri için
lehinde ve aleyhinde olan şeyleri, kendisini ileriye veya geriye atacak şeyleri
bilip öğrenmek çetin ve zordur. Vera (günah korkusu) iki şekildedir. Biri
sessiz vera’dır ki herkes bunu bilebilir. Zira âlim birine bilmediği bir şey
sorulduğu zaman: “Bilmiyorum!” der. Sadece bildiği konularda konuşur.
Diğeri de konuşan vera’dır. Kötüyü reddetmesi, hayrı emretmesi, iyinin iyi
olup çirkinin çirkin olduğunu ifade etmesi gerektiği için bu tür vera’nın
konuşması da şarttır. Allah onunla Ehl-i kitap’tan söz almış, hakkın gizli
tutulmaması herkes tarafından bilinmesi bununla sağlanmak istenmiştir, iki
vera arasında en ağırı ve üstünü de budur. insanların geneli ise vera’yı sessiz
kalma olarak tanımlarlar. Ama cesaret edip hakkı söyleyen kişilerin âlim de
olsalar insanların nazarında veraları azdır.”

1Yûsuf Sur. 87
‫ ء‬Hier Sur. 56
Süfyân b. Uyeyne 561

‫ ثن ا عتد‬، ‫ ثغ ا م ح م د بن إن ح ا ى‬، ‫حام د ن جثثه‬ ‫حدق ا أب و‬ ] ١٠٩٦٣[ - ) ١٠٩٥١(

‫ ق ا دت‬،‫ ع ن م حي بن ع م ير‬،‫ عن ع م رو بن دبما ر‬،‫ ئ ئ محا ن بن م ح ثة‬، £ ^ ١ ‫ا ل حي ر بن‬

‫ ءأئ اغ م‬، ‫ئ جمغ وه م ظ ر ح وه م في قلي ب‬ ،‫يؤم بدر‬ ‫م‬ ‫امئثمحي ا ن ملمون م ن عؤرات إ ح وايه‬

، ‫ ب م ب أؤ م ن س مى منه م‬،3^ ‫ " أي د الن؛ا أي‬:‫ ن ج ع د ثقأو ل‬،‫ بزثم فن عقهب‬. ‫ا؟ث ئ‬

، ‫ " م‬:‫ب ت غ و ذ ؟ قات‬


‫ أز م‬، ‫تث وب ال م‬ ‫'إ‬ :‫ؤ غ م ا ه ؟ " قارا‬ ‫يت ا‬ ‫اإل ت ج د وا ) ه ت ه‬

" ‫س نون‬ ‫كن ا‬

Ubeyd b. Umeyr der ki: Bedir savaşı sırasında müslümaniar ölen


(müşrik) kardeşlerinin edeb yerlerinin açık olmasından dolayı utandılar ve
hepsini toplayıp bir su kanalına koydular. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)
yanlarına gelip durdu ve hepsinin veya bazılarının isimlerini de zikrederek
teker teker: "Ey filan! Allah'ın vaad ettiği şeyi size fazlasıyla verdiğini gördünüz
değil m it" demeye başladı. Ashâb: “Ey Allah’ın Resûlü! Seni duyarlar mı ‫”? ظ‬
diye sorunca. Resulullah (sallallabu aleyhi vesBİlem): "Evet, sizin beni duyduğunuz gibi!"
karşılığım verdi.

‫ ثن ا أ خ ن د بن عئد العزيز‬،‫بمب \ ] حدق ا عئد الل ه س م ح ئ د الص ثى‬/\‫ [را‬-) ١٠٩٥٢(

‫ قا را‬:‫ قات‬،‫ ص ن ف ا ذ ثن محقق‬، ‫ئ‬ ‫م ح‬ ‫ث إ ا‬، ‫ي إ‬ ‫ال م‬ ‫ ئ زكرثا ئ ي ض‬، ‫ا ل م < ي‬

‫ أؤ هرح‬،‫خ ا م د نعم ة‬ ‫إ ال‬ ‫ ن ا بم ي بال نديثؤ‬: ‫ثأيي ا لخدينه؟ ق ا د‬ ‫أ ال‬ ” : 0‫ل م د الئؤ بن نمؤ‬
١١ ٠٠/ ٠
‫بن ع مه‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Abdullah b. Urve’ye: “Neden Medine’ye


gelmiyorsun?” denilince: “Ç ünkü M edine’de bir nimete hasetle bakan veya
elindeki nimete sevinenler dışında kimseler kalmadı” karşılığı verdi.

‫ث خ ئ د بن مه د الل ه بن‬ ‫ثن ا‬ ،‫م ح م د بن حث ا ن‬ ‫حدق ا أب و‬ ] ٢٩٩/‫ [ ؟‬- ) ١٠٩٥٣(

:‫ قات‬،‫ عن ث م ا ن‬،‫ ثن ا |بزاهم تإ بنب سار‬،‫ ثن ا أث و ال ما س أخنفت بن م ح م د ا ل راهذ‬، ‫م ص ع ب‬

" ‫ص ال ك نز نخنق ئ ئ ق و‬ ‫؛ ى ء ن ع ض ظ ه الث ال م ال رين‬


562 Süfyân b. Uyeyne

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Hz. îsa nutfeden yaratılmadığı için kadınlara
ilgi duymazdı.”

‫ ثن ا عتد‬،‫س ع صا م‬ ‫ثن ا سأ م‬ ،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حث ا ن‬٢٩٩/‫ [ ؟‬-) ١٠٩٥٤(

:‫ ق ات‬،‫ وتغ ل عن الروع‬،‫ قادت أحبزثي من س ب غ ابن محنه‬،‫ا و خن ي بن ع مر بن رشته‬

‫زت ا‬ ،‫ وقلم ه ال ك ال م‬، ‫ وه و عغد قز؛ ط وأل ا ل ص م ت‬،‫ائززغ طل ي العلم! ال ذ ي يئرمح ن به ائززغ‬

"‫ت‬ ‫ا ل صا م‬ ‫ ؤأؤزغ م ن ا ل جا ه ل‬،‫أ م حث عندي‬ ‫ا ل عال م‬ ‫ئ ؤ "كذللث ا إ ذ ا ل م ث كل م‬

Abdurrahmân b. Ömer b. Ruste, îbn Uyeyne’den duyan birinden şöyle


nakleder: İbn Uyeyne’ye vera hakkında sorulunca, “Vera, veranın bilineceği
ilmi öğrenmektir. Bazılarına göre uzun süre susup az konuşmaktır; ama
aslında öyle değildir. Konuşan âlim, benim için susan cahilden daha üstün
ve daha çok vera sahibidir.

‫ثن ا‬ ،‫م‬ ‫ح‬ ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ خ ن ذ بن‬، ‫ك‬ ‫مال‬ ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن‬٢٩٧٧ [ - ) ١٠٩٥٠(

‫ ن ت أل ة ضر‬، ‫قي ال م‬ ‫ نأى ر ج ل الغبي‬: ‫ قا د‬،‫ عن داود بن م اثور‬،‫ ثن ا نقي ا ن‬،‫أبو م ع م ر‬

٠٠ ‫ ف زا ث ابن مؤه وأ ص ح ابؤ‬،‫ ث ذا شناب ال نيؤ؛ ئ‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫ف زا ب نويق اللؤو‬

Dâvud b. Sâbûr der ki: Adamın biri Hz. Peygamber’i (sallallahu aleyh‫) ؛‬vesellem

rüyasında gördü ve ona badem çorbası içmenin hükm ünü sordu. Resûlullah
sallallahu aleyhi vBSEİlem): "Lüks içinde şımaranların içeceğidir, ibn Ferve ve arkadaşlarının(
içeceğidir" karşılığını verdi,

‫ت‬3 ‫ ئ‬،‫ ثن ا نئي ا ن‬،‫ ح دبني أيي‬،‫ ثن ا عبد الثؤ‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر‬١ ٠٩٦٨[ “) ١ ٠٩٥٦(

" :‫؛‬١١‫ ؛‬،‫لئ‬1‫ " ه ت ن وة ش ن ت ؟ " ق؛نوات ظ ئ ز ئ‬:‫ه أق ات‬ ‫م ظى ز م متت ض‬

" ‫ن ا هؤ إدا ك ن ا ئقولون‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) yanında bir
adam övülerek anılınca: "ölümle arası nasıli'" diye sordu, “ö lü m ü fazla
anmaz” denilince, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "O zaman sizin övdüğünüz gibi
biri değildir" buyurdu.
Süfyân b. Uyeyne 563

‫ ثن ا ث خ ئ د بن‬، ‫مه د الل ه بن أ ح ن د‬ ‫ثن ا‬ ،‫ك‬ ‫مال‬ ‫ ] حدقت ا أبو بكر س‬٢٩٩/‫ ل ي‬- ) ١ ٠٩٥٧(

‫ أن السي‬C‫ عن عتد الل ه بن باب اه‬،‫ ص ع م رو بن دثار‬،‫ ثن ا نقي ا ن‬:‫ د\ ال‬، ‫ وأبو ن م‬،‫عق اب‬

‫ ن ا لقس ي‬:‫ قات نقي ا ن‬:‫ قات أثونن ث ر‬، ٠٠ ‫بال ك رم جاجن ن دون ج ه م‬ ‫' ج مي‬٠ : ‫ ت‬، ‫ه‬

‫تأ ش عن ف ذا ا ل ح د ي ث‬ ‫م ه ط إ ال‬ ‫ش‬ ‫م‬

:)Abdullah b. Bâbâh’ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem


"Yığınlar halinde, cehennemin yanında diz çöktüğünüzü görür gibiyim “
.buyurmuştur

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Ne zaman M is’ar’la karşılaşsam bana hep bu
hadisi sorardı.”

، ‫ ح دب ي عبد ال م بن أ ح ن ذ بن ح م‬، ‫ ] ثن ا أثو بكر بن مال ك‬y W v [ -) ١٠٩٠٨(

:‫ قات‬،‫ عن ابن أيي أ ج ج‬،‫ ثن ا ن مي ان ئ ذ م حنه‬،‫ ثت ا عبد او ح ش بن م هد ي‬،‫ح دب ي أيي‬


‫ب بما ن ا ظ م‬
‫ م‬،‫يؤتنا‬ ‫إل‬ ‫زن ا‬ ‫ " أومحث ا ظ أوئ ا همق‬:‫ه الث الز‬ ‫|ا د ن ش ا ن ئ ذاؤذ‬

،‫ؤاوضى‬ ‫ال ع ص ب‬ ‫ ”ك ل م ة ا ل ح ك م ة في‬:‫أ م ح ل م نب القة‬ ‫ولم ن ج د ف سا‬ ،‫بمنئ وا‬ ‫و ما إل‬ ‫الغاس ن‬

" ‫ ؤ ح شئ ئ ال ث ؤ ف ي ا ل ق ئ وا ل ع ال ي ة‬،‫ؤالمص د ف ي الث م ر وال غ ش‬

,ibn Ebi Necîh der ki: Hz. Süleyman b. Dâvud: “İnsanlara verilen de
verilmeyenler de bize verildi, insanların bildiklerini de bilmediklerini de biz
biliyoruz. Bunlar içinde üç şeyden daha üstün bir şey göremedik. Biri
öfkeliyken de, sakinken de hikmetli olan sözü söylemektir. Diğeri fakirlikte
de, zenginlikte de tutum lu olmaktır. Bir diğeri de gizli ve aleni yapılan her
şeyde Allah’tan korkmaktır” dedi ,

‫د‬ ‫م‬ :‫ ق ات‬، ‫ ثن ا شمث ا ن‬، ‫ ح دثني أيي‬، ‫ ثن ا عئد الثؤ‬،‫ ] ث إ أبو بكر‬٣٠ */v [ “) ١٠٩٠٩(

" ‫حتث س ة‬ ‫م‬ ‫ص أن وة‬ ‫ال‬ ‫ ا له ذ ي‬:3 ‫' أ ي ؛ م ثث؟ د ا‬٠ :‫ك ان‬ ‫ل‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Lokmân Hel^im’e: “insanlar içinde en kötü


ahlâklı kişi kimdir?” diye sorulunca: “insanların kendisini kötü görmelerini
umursamayan kişidir” karşılığını verdi.
Süfyân 564 ‫ء‬. Uyeyne

، ‫ ثن ا ن مت ا ن بن عس ه‬،‫أبو م ع م ر‬ ‫محا‬ ، ‫ ثن ا عئد الل ه‬،‫حدت ا أب و بكر‬- ]‫ م م مم‬/‫ اا‬3 - ) ١٠٩٦٠(

‫أن‬ ‫زن ا أ ح ب‬ ،‫ن ا فبع ت م ن ئ د م الثؤ‬ ‫م‬ ‫ ثؤ ط هزت ئلو‬٠٠ :‫ت قا د م ح ا ذ ئ ذ ع ما ن‬3 ‫ظ‬

‫صب‬ ‫ م ي ي‬،" ‫م‬ ‫م‬ ‫ق ه ^ أ ظن قي‬ ‫ز ال‬ ‫ ؤأ‬: ‫ثأ ئ ظ غ‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكا‬: Osmân b. AfFân: “Şayet kalpleriniz temiz


olsaydı Allah’ın kelamına doymazdı. Allah’ın kelamına (mushafa) bakmadan
tek bir gündüz ile gecemin geçmesini istemem” dedi,

‫ ثن ا جرين بن عئد‬،‫ ثن ا أبو نغ م ر‬، ‫ ثن ا عتد الل ه‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أب و بكر‬٣٠٠/٧[ “) ١٠٩٦١(

‫ ف إ ذا‬،‫وم ا ه وخهه " طن وا ال هز‬ ‫<ل ب‬ ‫ر‬ ‫ قات عل ء ئ‬:‫ قات‬،‫ ص شق ا ن‬، ‫ا ش د‬

‫ق ك‬ :‫ قا د أب و تغ ت ر‬،" ،‫بمحل ث فت م ج ه ائئلوبي‬ ‫ ؤ ال ث حلتل وه‬،‫ع ل مث م وة ثما ك ظ م وا عأثه‬

‫ حدثنيه حس ن بن ح ؤ‬:3 ‫ ئ مم ن س ين ش أن ث؟ ه ا‬، ‫ه به غ ئ‬1‫حدق‬- ‫ ج رش؛‬0‫ إ‬: ‫ؤنئ؛ ا ذ‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. Ali: “ilmi öğrenin ve öğrendilderinize iyice
sahip çıkın. Bu ilminize çok gülmeyi karıştırmayın ki kalpleriniz
.ho7.ıı1ma.sın” dedi

Ebû M a’mer der ki: Süfyân’a: “Cerîr de bunu senden naklen bize rivâyet
etti. Sen bunu kimden işittin?” diye sorduğumda: “Haşan b. Huyey’den
işittim” dedi,

‫ ثن ا ئص ز بن‬،‫مه د الثؤ بن أخن ت‬ ‫تا‬ ، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر بن ت ابلي‬٣٠ ، / v [ -) ١٠٩٦٢(

‫ن؛ ن ا في مح ت‬
‫م‬ " ، ‫ أ ة غلق ا‬،‫أبه‬
‫ غذ ج‬، ‫م‬ ‫م تن‬ ‫عاص‬ ‫ ص‬،‫ ثما نئث ا ذ ثق م حثة‬،‫ع ئ‬

‫ ث أ دع ا أمناء ا أل جن ا د هأهزغ‬،‫ئكشزه ضع كشر‬ ‫رغ ما‬ ‫ قز و ج د‬،‫ ^ ^ غلى شبمي أتث ا ع‬١
٠١ ‫ا م م ر م‬
‫ىإ‬
' ‫ نه‬٠‫م‬٠•‫ل‬

Âsim b. Kuleyb, babasından bildirir: “Hz. Ali beytülmalde bulunan


maiları yediye böldü. Sonra bir ekmek görünce onu da yedi parçaya ayırdı.
Ardından ordu komutanlarım çağırdı ve hangi bölümü alacakları konusunda
aralarında kura çekti.”
Süfyân b. Uyeyne 565

، ‫ال ج ن د‬ ‫بن \ل‬ ‫تال م‬ ‫ غذ‬،‫ ص عث ا ر ال د غ ي‬، ‫ ؤثت ا نمحا ذ‬: ‫ ] محا د‬٣٠ . / v [ - ) ١ ٠٩٦٣(

٠٠‫ ق ف ة‬،‫ " ي ق ا ك ؛ ي ث ي ت ث ة م ء إع‬:‫قات‬،‫ص أبجه‬


Sâlim b. Ebi’l-Ca’d, babasından bildirir: “Hz. Ali zamanında
içindekilerin hepsini dağıttığı için) koyunların beytülmalde dışkıladıklarını(
”.gördüm. Hz. Ali onları bile paylaştırırdı

efe '٠ ، ‫ أ ة علق ا‬،‫ ص ز ج ل‬، ‫ عن ا الحت م‬،‫ زثن ا ن ي ا ن‬:‫ ] قات‬٣٠ ،/ v [ -) ١ ٠٩٦٤(

’’ ‫ر فيه ركئس ن‬ ‫ص‬ ‫ ئ أ‬،‫إدا من م ن ا في بتت الئ ا ل ب ص ح ة‬

A’meş, bir adamdan bildirir: “Hz. Ali beytülmaldeki malları taksim


ettikten sonra yere su serpip iki rekat namaz kılardı.”

‫ ثن ا شق ا ن‬،‫ ح د بيي أيي‬،‫ ثن ا عتد الل ه‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬٣٠ ، / v [ -) ١ ٠ ٩٦٥(

‫ أيي‬5‫ " ظ كا ن أ م ح ل عث ائ‬:‫ ئث ا‬،‫ تأ قا أم ا لأنباء‬:‫ قات‬، ‫ ص م ن‬،‫ غذ <لل ي‬،‫ئ م ح ق‬

" ‫ وءن م ن م حق أووئا ا ل ل م‬: ‫ م ن م‬3 ‫ ئ‬:‫ ثئث ا<ة‬3 ‫ ئ‬0 ‫^ وا ال م حا‬ ١ : ‫قا ن غ‬.‫ا لأنائؤ؟‬

Avn der ki: Ü m m ü’d-Derdaya: “Ebu’d-Derdâ’nın en üstün ibadeti


.hangisiydi?” diye sorduğumuzda: “Tefekkür ve ibret alma idi” dedi

)Süfyân der ki: “Mis’ar, Ebu’d-Derdâ’mn (Kur’ân’da bahsi geçen


kendilerine ilim verilenlerden biri olduğunu söylemiştir.”

،‫ ثن ا ن ي ا ن ثق م حنه‬،‫ خدثني أ ي‬،‫ ثن ا عئد الثؤ‬،‫ ] خدئث ا أبو بكر‬٣ . . / v [ -) ١ ٠ ٩٦٦(

"‫م‬ ; ‫ال‬ ‫؛ " ي غ ذ ي اتثؤ ة ه ة و ث الجئ ؤ بث ش خي ق‬£١^ ^ ١‫ ص أ م‬:‫ق ات‬

Ebu’d-Derdâ der ki : “‫ ل^نكل‬her dem dikkatli olmalıdır! Zira müminlerin


kalpleri ona beklemediği bir yerden düşman kesilebilir. ”

‫ثت ا‬ ،‫ ح د ت ي ئ مثا ن بن وكيع‬،‫ ثن ا عتذ اللؤ‬،‫ ] حدت ا أبو بكر‬٣٠ . / v [ “) ١ ٠٩٦٧(

‫ ا ت ث غ ن ز الئغن ا ذ ى‬،‫ أن ع من‬، ‫بن أيي انجع د‬ ‫سال م‬ ‫ ص‬،‫ ص حص تن‬،‫نقي ا ن بن عيثه‬

‫وابثثي قي‬
‫ م‬،‫ بكت ب الحتن ان إقه "ي ا أميز ا ل م ؤمنين اعزل ي عن '” كذكر‬،‫ عأى "كذكر‬، ‫مق رن‬
‫‪566‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫م بغد م مشة ض إشزامح د‪ ،‬مم ي و وثن في ا م‬ ‫بغض ي و م ا ك لبين‪ ،‬بما مثل ك‬


‫ش ب ي غش‬ ‫‪ ،‬لأ‪ :‬ي ل ه مته‬ ‫بن م وته‪،‬‬
‫م‬ ‫م ر ش‪ C‬د ك ا ن ع من إذا د و الحتن ا ن بن ت هم ن‬

‫^‪١‬‬ ‫"‪١‬‬

‫‪Salim b. Ebi’l-Ca’d bildiriyor: Hz. Ömer, N u ’mân b. M ukarrin’i‬‬


‫‪Kesker’e vali olarak atamıştı. N u ’mân ona: “Ey müminlerin emiri! Beni‬‬
‫‪Kesker valiliğinden alıp müslümanların ordularından biriyle gönder. Zira‬‬
‫‪ oğullarının fahişesine benziyor. Günde iki defa kokulanıp‬ل ك ‪$‬أ‪Kesker, 1‬‬
‫‪süsleniyor” şeklinde bir mektup yazdı. N u ’mân’ın ölümünden sonra H^.‬‬
‫‪Ö mer onu andığı zamanlarda: “N u ’m ân’ı ne çok özlüyorum” derdi.‬‬

‫ع ذ ال م ‪ ،‬خد ش أيي‪ ،‬ظ ن ي ا ن‪ ،‬قا د ‪" :‬‬ ‫محا‬ ‫(‪ [ - ) ١ ٠٩٦٨‬ال ‪ /‬ا ‪ ] ٣٠‬خدمن ا أبو بكر‪،‬‬

‫ر در "‬ ‫بم ن ى ا‪°‬دن م ري م م ن‬ ‫م أ ط ‪١١٢‬؛؛ أ ف د ئ ظ و‬ ‫لم ث‬

‫‪)Süfyân b. Uyeyne der İri: “İsa b. Meryem’e Ebû Zer kadar (yaşantısı‬‬
‫”‪benzeyen birini daha tanımıyoruz .‬‬

‫( ‪ ] ٣ ٠ ٧ ٧ [ “) ١٠٩٦٩‬حدثن ا عبد الل ه بن م ح م د بن ج ع ف ر‪ C‬ح د ث ن ى أب ى ‪ ،‬ثن ا شه ن ث ن‬

‫حم د ال ئؤ‪ ،‬ثن ا ب ععس‪ C‬أ ص ح ابن ا قا ت أبو ثوبه ال ث ي خ بن د ا ؤعأ هأ لأ‪ ^ ٠١ :‬غ مت ا ن ن ع ق ه ‪ ،‬ع ن‬

‫ر م ح ؤظ ؤ«ط غة ا و مث‪ 1‬ر؛لمحن اغ ج يئف م ون^>‬ ‫تجا ف ى جنوبه م عن ن ن ف ن ا م ع يدعون‬ ‫هول ه‪ " :‬ؤ‬

‫ض غ إلى يؤل ه‬ ‫‪ ،‬د ا ‪ : 3‬هي ا لمكتوتة‪،‬ءؤ نبئ ا ززق ا هز ينف م ون^> ‪ ،‬ق ا د ‪ ،،^١^ ١ :‬ألب‬

‫حر‬ ‫محا ر ‪ :‬ؤ ول ق د اتسا ك شبما م ن الثان ي وال مءا ن ا لخفإحم ^ ‪ ،‬نإلى م ؤله‪ :‬ؤ ورزق حلف‬

‫صذث ة أمحص ن ص ق و ل‪ ،‬قا ت ن م ا ن ‪ :‬ز ال مح وت‬


‫نا ص م‬ ‫وأبقى ‪ ، 4‬ومحا ل روئلط الثؤ‬

‫ي أ ظ؛‬ ‫‪ 3‬ال‬ ‫ذ قني‪ :‬الم ه ^ ا ق ‪،‬‬ ‫م‬ ‫ص أ م حب‬


‫ف ن شتيء‬
‫ؤى ئ ي‬ ‫أ ال‬ ‫أ م ح ل ص اق;آتي‪،‬‬

‫^ ‪ ٤‬م ذ م ح ص ‪ ، 4‬و ظ ت‪ :‬ؤ ث خ ئ‬ ‫متأ‬ ‫ز ال أغث م ن ال ئ ة ؟ قا ت ال ق م م أ ى ‪ :‬ؤ ك ز ث‬

‫ال ش‪-‬وات ي ئ ر ن منه وبثفى ا لآلء را^> ‪11‬‬

‫‪Ebû Tevbe Rabî b. Nâfi’ der ki: Süfyân b. Uyeyne’ye “© nlar, k o rk arak‬‬
‫‪ in yatak ların d an kalkarlar.‬؟‪ve üm id ed erek R abjerine ib ad et e t ^ e k i‬‬
Süfyân b. Uyeyne 567

Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah i‫ ؟‬in harcarlar”1


âyeti sorulunca şöyle dedi: “Buradaki namazdan kasıt farz namazlardır.
Rızıktan kasıt ise Kur’ân’dır. Allah’ın “Andolsun, biz sana tekrarlanan
yedi âyeti ve büyük Kur'an'ı verdik”2 buyruğu ile “Rabbinin rızkı daha
hayırlı ve daha kalıcıdır”3 buyruğunu duymadın mı? Resûlullah (‫الااطاظمحة‬aleyhi
vesellem) de: "Bir sözden daha güzel sadaka olamaz" buyurmuştur. Kur’ân
sözlerinden de daha güzel söz yoktur. “Lâ ilâhe illallah” sözünden daha
güzel, şirkten daha kötü ve ağır bir sözün olmadığını görmez misin? Allah
“Ne büyük bir söz (bu) ağızlarından ‫ ؟‬ikan‫ *”؟‬buyurur. Yine:
“Rahman'a ‫ ؟‬ocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler
parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp ‫ ؟‬ökecektir‫^”؛‬
buyurmuştur.”

‫ ن ا ب ذ فيرغ أ م ح ز ص‬٠٠ :‫ محات ابن مش ع ود‬،‫ ] زقات نقث ا ن‬٣٠ ‫ا‬/‫ )“ ل ب‬١ ٠٩٧٠(

"‫ا ه‬ ‫إ ال‬ ‫إثة‬ ‫ال‬ :‫ ؤئؤ قزن‬،‫ض ا و ي‬

Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Doğruyu söyleyen bir dilden daha üstünü
yoktur. Bu doğru söz de «Lâ ilâhe illallah» sözüdür.”

‫ ثغ ا ص ه ن ين‬،‫ ح دقني أيي‬،‫ ] حدثن ا عئد الثؤ بن م ح ئ د بن جعمر‬٣٠١/٧ ‫ ل‬-) ١٠٩٧١(

‫ظ غد‬ ‫ ال ي‬:‫ ص هول ه‬، ‫ ن ئ د نمحا ذ‬:‫ ق ات‬،‫ ثن ا أثو تؤبه‬، ‫ ظ ; م ح ذ لخخ رت ا‬،‫مه د الثؤ‬

:3 ‫ ^ إثلف ح م ي د ن جيت؟ ق ا‬١^ )_‫ ^ ؛ وآأ‬١^ ‫ ك ث ص أن ت غش‬، ‫ زغلى آ ل م ح م د‬، ‫م ح م د‬

‫نز‬
‫ ^ج‬١‫ؤئؤ‬:‫قات‬،^^١‫ محل غي ئضرغلى‬٠ ‫آؤم ه أئ تغم‬
،‫الثكين ة‬ ‫مئ‬ ‫ وال ئ ك ن‬،>‫ "ؤ إنم ض الثلث ذ ي ليلمؤ‬. ‫ للغبي‬3 ‫ ؤد ا‬،4 ‫عوك م ون الء ه‬

1 Secde Sur. 16

2 Hicr Sur. 87

3 Tâhâ Sur. 131

4 Kehf Sur. 5

5 M eryem Sur. 90-91


Süfyân 568 ‫ء‬. Uyeyne

، ‫ وا ألسب ا ط‬،‫ ويع ق و ب‬، ‫ وإن خايى‬، ‫ وعأى إن نا عي د‬، ‫ك ن ا صأى على إبراهي م‬ ‫م‬ ‫ه م ش علته‬

‫فن ا ب ح د فيه‬
‫ي ي‬ ‫ح‬ ‫ وأد‬،‫ ل ص ال ة‬1‫ وع م الثة هذه ا الءم هب‬،‫وهؤ الء ا النبث اء ا ل م حهث و ص ون بني ز‬

‫ ^ ون الء ه ة نجنئ و ذ‬١‫ ؤ إنء‬:‫قؤل ة‬ ‫ ال‬5‫و‬ ،‫يد ح ز في ق ي ا |ال ب ح ث ت فيه أثثة‬ ‫و لم‬ . ‫م‬ ‫ببته‬

‫للف‬ ‫م حا‬ ‫ ؤة‬:‫ وذ و ق زل ت‬، ‫ ه ه‬: ‫م زن ال‬ ‫ل‬ ‫غ‬ ‫بمر‬ ‫ ؤ ئ ز ال ذ ي‬: 3 ‫وظ‬.‫ ا لآة‬، 4 ‫ح‬ ‫م‬ ‫عد‬

\ ‫ ثأ حز و ت أ ن عم ته عتيق ويهدينق صزاط‬1‫ ^ ظ م د م م ن دذيلثا وم‬١ ‫ق ك مب؛ئ ا يني ن لنف‬

‫يزدادوا إين اائ‬ ‫ا لمومث ئ‬ ‫م س م م ا وينصرك الل ه ثهت را عزيرا ئ ؤ ا إل ي أنزت ال ث كين ه في ئل وب‬

‫ ا ه غيئ ا خ ي ا ل ثد خد الجنؤب ذ‬0‫ثخ إيئ انهز وص يثوذ ال ش اوات ؤا لآض بم‬


‫والن ومغ ا ت ج نا ت تجري م نب حته ا ا الئه ا ر حال دي ن فيه ا ويكمن ع م مت ئث ي وكان ذللث‬

" ‫ الق ص ه‬،‫عند الل ه محؤرا غ ظيئ ا^؛‬

Süfyân b. Uyeyne: “Allahım! ibrâhîm ve yakınlarına merhamet ettiğin


gibi M uhamm ed’e ve yakınlarına da öyle merhamet et. Sen ki övülmeye
layıksın ve şanı yücesin” duasının anlamı sorulduğunda şöyle demiştir:

Allah, M uhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ümmetine lütfedip, diğer


peygamberlere yaptığı gibi onlara da merhamet etmiştir ve: “Sizleri
karanlıklatdan aydınlığa çık arm ak için m elekleri ile birlikte üzerinize
ra h m e t ve b erek e t indiren O 'd u r ve ٥ , m üm inlere ço k
m erham etlidir”1 buyurmuştur. Hz. Peygamber’e de (sallallahualeyhivEseösn): “Ç ünkü
senin d u an onlar için sü k û n e ttir”* buyurmuştur. Buradaki sükûnet de
güven ve yatıştırma anlamındadır. Allah, Hz. İbrâhîm, ismâil, ishâk, Yâkub
ve Esbât’a (torunlarına) ve Allah’ın diğer has peygamberlerine rahmet ettiği
gibi bu ümmete de rahmet etmiştir. Peygamberlerinden esirgemediği
rahmeti ümmetinden de esirgememiştir.”

Sonra Süfyân şu âyetleri okumuştur: “Ş ü p h esiz, Allah ve m elekleri


P ey§am bere sal§ t ederler. Ey im an edenler, siz de ona s a tâ t edin ve

1AhzâbSur. 43
2TevbeSur. 103
Süfyân b. Uyeyne 569

tam bir teslimiyetle ona selam verin.”1 “Sizleri karanhklardan


aydınlığa çıkarmak i‫ ؟‬in melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve
bereket indiren O'dur. üstelik ٠ , müminlere ‫ ؟‬ok merhametlidir.”^
“Doğrusu Biz sana apa‫ ؟‬ık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece,
senin geçm iş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini
tamamlar, seni doğru yola eriştirir. Böylece sana, kimsenin güç
yetiremeyeceği bir şekilde yardım eder. İnananların, imanlarını kat
kat artırmaları için, kalplerine güven indiren O'dur. Göklerdeki ve
yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakîm olandır, inanan
erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında
büyük kurtuluş işte budur.”3

‫ ثت ا‬،‫ف ر ا ل ج ما لأ‬
‫جع‬ ‫ ثن ا أ خ ئ د بن‬،‫حدثن ا أبو م ح ئ د ن حن ا ن‬ “) ١ ٠٩٧٢(

‫ ثابت " انتهى حكي م إلى‬،‫ عن ابن م حثة‬،‫ت ذ و ابن جب ل‬،3‫ ظ‬،‫أ خن ذ بن من صور زاج‬
4‫)ت ث ح د ي ب<ك ال^ قؤ؛ يغن م ون أن الل‬3‫ مما‬،‫سثئتي غجلي ز‬
‫ؤ‬ ‫م‬ ‫ بوئرأ عثه‬،‫قز؛ شح دبون‬

" ‫يف ن ن غ 'ك ال م ه م وا ل م ال بك ه يكتب ون‬

Süfyân b. Uyeyne bildiriyor: Bilgenin biri sohbet eden bir topluluğun


,yanına geldi. Başlarında dikilip selam yerdi ve şöyle dedi: “Allah’ın
konuşmalarını dinlediğinin ve meleklerin bu konuşmaları kayda geçtiğinin
bilincinde olan bir topluluk gibi konuşun ‫”؛‬

‫بن‬ ‫ثن ا ا خل س‬ ، ‫ ثن ا أبو ع ض ا ل ح ث ي‬، ‫ ] خدتث ا أثو ن خ م‬r'.v/v [ - ) ١٠٩٧٣(

‫ز ال‬ ،‫بزهد‬ ‫إ ال‬ ‫ " الئ صل ح عت ا دة‬: ‫ شق ا ن‬3 ‫ ه ا‬:‫ يم وأل‬، ‫ت ئ مي عا ال ي ت م‬ ‫ ش م ع‬:‫ قات‬،‫لأن ود‬ ‫ا‬

" ‫بم م‬ ‫فئة ؛ ال‬ ‫ ؤ ال ; طخ‬،‫فق ه‬ ‫رقد ؛ ال‬ ‫; ظخ‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫قط‬: “,Zühd olmadan ibadet, fıkıh olmadan zühd
sabır olmadan da fıkıh olmaz .”

1 A hzâb Sur. 56

2 A hzâb Sur. 43

3 Fetih Sur. 1-5


570 Süfyân b. Uyeyne

،‫ ؛‬١١^ ‫د بن‬ ‫أحم‬ ‫محئ د ن‬ ‫ثن ا‬ 4L)l^- ‫د بن‬ ‫ح دق ا أبو ت ح م‬ ] ٣٠ y/ y [ “) ١ ٠٩٧٤(

‫ " ال ذ خ ال؛قي ت ذ‬:‫ قاني ص؛‬:‫ تق وت‬،'‫ ت ي ث تمحان‬:‫ قاد‬،٧ ^ ١‫ظ إو م م‬


" ‫عز ف غ ث ة‬

Süfyân b. Uyeyne âlimlerin şöyle dediğini nakleder: “övülm ek, kendini


bileni aldatmaz .”

‫ ثن ا أ خ ن د بن‬،‫؛؟^ بن ئ ايل ه‬£ ١^ ‫ثن ا‬ ،‫ صا ن‬- ‫ ] حدثت ا أثو م ح م د بن‬٣ • y/ y [ - ) ١ ٠٩٧٥(

‫م حل س‬ ‫ ثكل ن ت في‬:‫ بمولأ‬،‫ ش م ع ت نئ ص وز س ع م ا ر‬: ‫ قا د‬4‫ ثن ا أبو ا ل م غ‬،‫ش ال حواري‬

‫ ئأث ا ئ ي ا ذ تق م حثه‬،‫ وحم د ال م ئ ا خل ا زك‬، ‫م‬ ‫محا‬ ‫ ؤ م ح د ئ‬،‫ب ه م ح ا ذ ثج ع لآ‬

‫ ن‬1‫ نأ ى المص‬4‫ د م وعه‬c J u J ‫ ز ك مهخ الث؛ ا رك‬4‫ق مث ا م ن ال د م و ع‬0 ‫ ه ثم أ‬1‫ عتث‬، ^^٤^

‫ ن ا منعلث أن ي جيء‬4‫ يا أث ا م ح م د‬: ‫ مح ن ت لتمث ان‬،‫ زائن ا نما رك‬،‫ ئنث ا هام محمييئ‬4‫ه اش ح ب‬

‫ أل مع ه |دا ح ر ج ت ا«ئثزاخ‬1 0‫ إ‬١ ‫ فذ؛ أك م د لئ حزن‬٠٠ □١٤ ‫حي ا ق؟‬-‫ث ث ظ ء غ م ن صا‬

" ‫هلي‬
Mansur b. Ammâr anlatıyor: Süfyân b. Uyeyne, Fudayl b. iyâd ve
Abdullah b. el-Mübârek’in bulunduğu bir mecliste konuşma yaptım.
Konuşmama Süfyân b. Uyeyne’nin gözleri buğulandr; ama ağlamadı, ib n u l-
M übârek’in gözyaşlart aktı. Fudayl ise sesli bir şekilde ağlamaya başladı.
Fudayl ve İbnu’l-Mübârek oradan kalkıp ayrıldıklarında, Süfyân’a: “£y Ebu
Muhammedi Diğer ‫ل‬1‫ ك‬arkadaşın gibi senin de ağlamana engel ‫ م‬1‫ س‬neydi?”
diye sordum. Süfyân: “Böylesi, hüznü daha fazla içerde tutar. Zira gözyaşı
çıktığı zaman kalp rahatlar” cevabım verdi.

‫ ثن ا عب امس‬،‫ ثغ ا أثو ا ل عب ا س ال ه ر وي‬،‫د بن حق ا ن‬ ‫محم‬ ‫ ] حدبن ا أبو‬٣٠ y/y] - ( (١ ٠٩٧٦

‫ قادت قات لي ن مي ان بن م حثهت قات ر ج ال‬،‫ ح دب ي م ح ئ د بن ج ع مر‬، ‫" '• ئذ م ح م د‬

‫ وه ا ؛ ق ئ ؛ ه ش م‬: ‫ ق ا (آ ه ن ح د‬4‫ل خ م خ ز ال ئ ت ي‬
‫بث‬ "
Süfyân b. Uyeyne 571

M uhammed b. Câfer bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne bana şöyle dedi:


Adamın biri: “Saygınlık sevgisi beni helak etti!” deyince, başka biri ona:
“Allah’a karşı takvalı olursan saygın biri olursun!” karşılığım verdi.

‫ ثن ا أ خ ن ذ بن أيي‬، ‫ ثن ا إشت ا ق بن أيي حث ا ن‬، ‫حدبن ا أبو م خ ث د‬ ‫ا‬ ٣٠٢/٧ ‫ ) ' ل‬١٠٩٧٧(

‫ال‬ ‫ئتثعوا ذووه ف ذا ا لأمر ح ش‬ ‫ال‬ ‫' زالثؤ‬٠ :‫ ثق وب‬،‫ ش م غ ت غ مت ا ن بن م حثة‬:،3‫ ئ‬،‫ا ل ح واري‬

٠٠ ‫ ظ يقت ثكمو‬١^ ^ ١ ،‫ة‬1‫(؛ هم د أخمي ال‬١^ ١‫ ثن ن أ خ ي‬، ^ ١‫من‬ ‫ثتك م‬3‫أ ح ب إ‬ ‫يكون ق ي ء‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫كل‬: “Vallahi Allah’ı her şeyden çok sevmedikçe
ilmin zirvesine ulaşamazsınız. Kur’ân’ı seven Allah’ı da sevmiş olur. Size
söylenenleri iyice anlayın !”

‫ثت ا‬ ،‫ ثن ا أ خن ن بن م ح م د بنمت ع د ا ل م ع ن ي‬،‫ حدق ا أبو م ح م د‬O . y / v [ “) ١٠٩٧٨(

‫شم؟ ا‬ ‫ال م‬ ‫ ودود منتن ئأين‬،‫ ح ج ز مح ذر‬٠٠‫ ق ادت مات ا لختن‬،‫ ثن ا نئ؛ ا ن‬،‫أ خ ن ذ بن عئدة‬

Haşan der ki: “Sonunda pis bir taşın altında, leşe çeviren kurtların
arasında olacağız, övünecek neyimiz var?”

‫ ثن ا أ ح م د بن‬،‫ ثن ا أ خ ن ذ ب ن م ا ن نت ن الحداء‬، ‫ ] حدثعا أبو م ح م د‬y،،v / v [ “) ١٠٩٧٩(

‫ " ع م د ن ي ل ثن أه ل ادكوثؤ‬:‫ ئال‬،‫ ثن ا ابن عيثه‬،‫ ثت ا مح ش بن عيس ى‬،‫إبراهي م الدؤرقي‬


:‫ قات‬،‫ محأعثق زي د جات ه خاريئ قكتإ ل د إئ غافاة الق مئ ذب ك الغلي‬،‫مبي ذنؤ‬
‫ ه اعتى عتذ الم رير بن أمي وواد جاريه ل ه ئ ك زا لل ه‬،‫وأمط رت م ك ه ن طنا ئهد م ت منه ائي و ت‬

" ‫ ةام ة ا ش ب‬£ 1‫أ‬


Süfyân b. Uyeyne der ki: “Küfeli bir adamın çok kötü d a v r a n ı ş la r ı vardı.
Bir komşusu da Allah’ın onu bu adamın kötü davranışlardan koruması
halinde şükür olarak bir cariyeyi azat etmeyi adadı. Yine bir defasında
Mekke’ye şiddetli bir yağmur yağdı ve yağmurdan dolayı birçok ev yıkıldı.
Abdulazîz b. Ebî Rewâd da Allah’ın onu bu yağmurdan koruması halinde
şükür olarak bir cariyesini azat etmeyi adadı.”
‫‪572‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫‪ ٣‬ئ حم د ا ش ‪ ،‬ثت ا أبو خ م ‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫(‪ [ -) ١ ٠٩٨٠‬؟‪ ] ٣٠٣/‬خدق ا ن ي ن ا ذ بن أ ح ن ذ ‪،‬‬

‫غذ <ثتين بن م حنه‪ ،‬أثت ^ ‪ " :3‬م ن أع طي ‪ ^١^ ١‬محم د عينيه إ؟ى '؛ؤؤ ب ى‬ ‫حكئ‬ ‫ظت‪:‬‬

‫ا‪3‬مزان ‪ ،‬أل ز س م ع مح ول ه دمنال ى‪ :‬ؤو ال ث م د ن غئي ف ور ت ا متعن ا بؤ‬ ‫م ال م ا ‪ 0‬هم د‬ ‫ص‬

‫ألوا ‪ -‬جاتلمه م نغزة ا ك؛اؤ ' لأك بمسه م فيه ورزئ ه ف حير وأ‪:‬ش>‪ ،‬بمي اق ر'ن "‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kime Kur’ân yerilir de bu kişi gözünü Kur’ân‬‬
‫‪dışında bir şeye dikerse, Kur’ân’a muhalefet etmiş olur. Allah’ın şu âyetini‬‬
‫‪ in, dünya hayatının sü sü‬؟‪duymuyor musun: “Kendilerini sın a m a k i‬‬
‫‪ imlik verdiğimiz k im selere sak ın göz dikm e,‬؟ ‪olarak bol bol g e‬‬
‫‪ Burada rızıktan kasıt‬ل’م ‪Rabbinin rızkı d ah a iyi ve d ah a devam lıdır.‬‬
‫”‪Kur’ân’dır.‬‬

‫(‪ - ) ١٠٩٨١‬ل ؟ ‪ ] ٣٠٣/‬حدثن ا عتد الل ه ب ن م ح م د ‪ ،‬ثن ا م ح م ذ بن ي حيى ‪ ،‬ثن ا أ خت ن بن‬

‫ن مت ان س عثتغه‪ ٠٠ :‬تتغ ا أنا أطو ف‪،‬‬ ‫أمحال‬ ‫من ص ور‪ ، ^ ^ ^ ١‬ثن ا أ ح م د بن جب ل‪ ،‬محا د ‪:‬‬

‫غلى الن ا س‪ ،‬ح ت ن القن ي‪ ،،‬ق ق ا بعصن ا ي غ م ‪ :‬ن ا أشبة ف ذا‬ ‫ادا أثاب ر ج ل حم ي‬ ‫ب‪ 1‬إل ت‬

‫^‪ ،^ ١‬وص؛ ر إ؟ى ال؛ م ا م‪،‬‬ ‫ص‬ ‫زق‬ ‫ح‬ ‫شن م ! ه ا ‪ :3‬مح\دتعغ اه‬
‫أن بكون م ن أغر م‬ ‫ال ؤ‪-‬جل‬

‫ف إ؛يا‪ ،‬ممات‪ :‬فد ئدتوت‬ ‫ص بدعو ك ‪P‬‬ ‫بم م ‪ ،‬ئتى ت م أحمب ئ د حمو‬ ‫نحل‬

‫أذ‬ ‫\ل‬ ‫آئءو"ق و‬ ‫م ؟ ئ ك ه ‪ :‬ؤت‪،‬ائ ؛‪ ١١‬؛ ه ؟ قت‪ 3 6 :‬نقفز‪ :‬أه ‪، ^ ١‬‬ ‫آل‬ ‫ت ائ| ؛‪□١‬‬

‫ك ث إ؟إثا ء ما ‪ :3‬ق ن ئدرون ^‪١‬‬ ‫م‬ ‫أ ق د غلى ش و هذ‪-‬ء ا بد‪-‬عؤات‪،‬‬ ‫م‬ ‫‪3‬كوذ وا ئل وئ‪،‬‬

‫لق ال ه؟ قات‪ :‬قات زحمز‪ :‬أائ اخل إ الذي ال‬


‫لأل زحم أ؟ ئك ه‪ :‬زت اذا ائت ي ا ث بم‬

‫ثم‬ ‫أث ن ع ر ا ل م‪1‬ة ثذعأ‬ ‫م‬ ‫ت ون ‪،‬‬


‫الى أن ثكون وم أ‪-‬خث اغ ال ث م و‬ ‫و م‬ ‫ي م و ت‪ ،‬أدع‬

‫؛تغ ث إ'و ا ق ات‪ :‬ق د ئنتر<؛ ت ه ‪ 3Û‬خ ف ز ؟ ئ ك‪ :‬ظائ لأت ه ؟ خ د ك ي بمنلق ال ق ؛ ‪،‬‬

‫أن ئني؛وا يءي ؛ ؛‪ ١‬أزئ‪-‬نء محق‬ ‫أئءو"ىإ أل‬ ‫؛‪١١‬؛‪ :‬؛‪ ٥١‬زثفز أة ش ي ‪ ٩‬أزذ ث ق ظ ء ذ ‪،‬‬

‫‪1TâhaSur. 131‬‬
Süfyân b. Uyeyne 573

‫ت‬3 ‫ ه ما‬، ‫بذبق‬


‫م‬ ‫ ^ ^ ثأخبزته‬١ ‫ث ان‬-‫ هث م ت شه‬،‫ئز؛ا‬ ‫ت ئل م‬ ‫ بأ أ ف‬:‫ ؛بن عث ة‬،3‫ د ا‬،‫ء ذ مح ز‬

‫ال بذاأل‬ ‫ يغني ا‬، ٠' ‫ ف ذا الحضن أؤ بغهس ه و الؤ‬0‫ن ا أشبة أن لآكو‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لظ‬: Kâbe’yi tavaf ederken herkesin görebileceği bir
yerde ağır başlı bir adam gördük. Birbirimize: “Bu adam ilim sahibi kişilere
benziyor” demeye başladık. Adam tavafını bitirene kadar onu izledik.
Tavafını bitirip Makâm’a gelince orada iki rekat namaz kıldı. Selam verip
bitirdikten sonra kıbleye doğru dönüp dualar etti. Sonra bize döndü ve:
“Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. “Rabbimiz ne dedi?”
dediğimizde: “Rabbiniz: «Tek hükümrân benim! Sizleri de birer hükümdar
olmaya çağırıyorum» diyor” karşılığını verdi.

Sonra yine kıbleye doğru dönüp dualar etti. Ardından bize döndü ve:
“Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?” diye sordu. “Allah merhametini
senden esirgemesin! Rabbimiz ne dedi?” dediğimizde: “Rabbiniz: «ölmeyip
hep diri kalacak olan benim! Sizleri de ölümsüz olup hep diri kalmaya
çağırıyorum» diyor” karşılığını verdi. Sonra yine kıbleye doğru dönüp dualar
etti. Ardından bize döndü ve: “Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?”
diye sordu. “Allah merhametini senden esirgemesin! Söyle, Rabbimiz ne
dedi?” dediğimizde: “Rabbiniz: “Bir şey istediğimde o şey olur. Sizi de her
ne halde olursanız olun bir şey istediğinizde istediğinizin olmasına
çağırıyorum» diyor” karşılığını verdi.

Sonrasında adam çekip gitti ve bir daha onu görmedik. Süfyân es-Sevrî
ile karşılaştığımda bu olayı ona anlattım. Süfyân es-Sevrî: “Bu adam Hızır’a
veya abdallardan birine benziyor” dedi.

‫ثما‬ ،‫م بن أ ح م د بن ئارس‬ ‫ثن ا جع‬ ، ‫ ] حدثن ا عئد الل ه ث ذ م ح م د‬٣٠ ٧ ٧ [ -) ١ ٠٩٨٢(

‫ب فن ع م‬
‫أن ج‬ ‫أ ح ب لل ر ج ل‬ " :‫ ا‬3‫ ي م و‬،‫ " كا ن ئ ق ا ن س عث ه‬:‫ قات‬،‫م ح م د بن الغ ع ما ن‬

٠* ‫بك ون ف ذا إ‬ ‫ما‬ ‫ وقئ‬: ‫قأأل نقي ا ن‬ ‫م‬ ،‫ وي م و ت م ؤ ت الئثزاؤ‬،‫ا لأني اؤ‬


Süfyân b. Uyeyne 574

M uham m ed b. en -N u 'm ân der ‫لكل‬: Süfyân b. Uyeyne: “Kişinin zengin


biri gibi yaşayıp fakir biri gibi ölmesini severim” der ve: “Ama böylesi kişiler
çok azdır” diye de eklerdi,

‫بش‬
‫ ثن ا م‬،‫ ثن ا أبو بكر بن م حي‬،‫ ثن ا أبو ا لخشن بن أب ابة‬،‫ ] ثن ا أيي‬٣٠ t /v [ -) ١٠ ٩٨٣(

‫ث و ت ى عقه‬ ‫\ل‬ ‫ه مح ش‬ ‫ " أؤ ض‬:‫ قات‬،‫ ص شفت ا ن‬، ‫ ال زل د‬.‫مثئ ئ‬ ‫ئ‬ ،‫ئ م ح ا ن‬

‫تي م ن‬1‫ أعد س عص‬1‫ؤإ د‬ ‫إبلث س؛ا ودال ث أبه أؤلت من‬ ‫! م أن أود م ن‬٨^ ١١

Süfyân b. Uyeyne der ki: Allah, Hz. M ûsa'ya şunu vahyetti: "Bana İlk
asi olan kişi olduğu için ilk ölen kişi iblis olm uştur. Bana asi olan her bir
kişiyi de ölülerden biri sayarım ."

،‫ ثئ ا أبو بكر بن عئد‬،‫ ثن ا أبو الحس ن بن أث ا ن‬،‫حدثن ا ش‬ ‫ا‬ ٣٠٤/٧‫ )“ ل‬١ ٠٩٨٤(

‫ ص نق ي ا ن بن‬، ^ ^ ١ ‫ ح د ب ي م ح ئ ذ ئ ذ الق ا ص م‬، ‫خ د ق ي ا ل ح شت ن س عثد ا و ح ن ن‬

‫ ص مح أ‬، ^ ‫أ<اب إث طوفث ؤئز ظ‬ ‫ه ج لأب‬ ‫ " ئ أئا أ طوفث‬:30 ،‫محثه‬


‫ ق ا ت؛ إل هي أ من أ ز ر‬، ‫ ث م جاء ه ما م بمح ذا ؤ ا ش ت‬، ‫ش و ك ث ي ن‬ ‫مم‬ ،‫طوائت جاء إ ر ا ل مث اب‬

،‫ئ ت ا ب ى‬ ،‫ وشد ح ل م تغي ص عي ما إ وم ن أؤئى بخا ل م و يغل ق ؤع لئ لث‬، ‫بالرل ل والت م ص ي ر ي ر‬

،‫ وا ل ح ج ة للف‬،‫ ؤع صسل ث ب علمل ث‬،‫ زال نئث غ ى للف‬، ،‫وق صا وك في ت ج؛ ل م ؟ إ أطئثل ئم ب إدنلث‬

‫ظ عم ت‬ ‫ا ال‬ ‫غثالئ ن م‬-‫ ز‬، >‫ي وق م ر ي إثيلق‬ ‫حج‬ ‫ زائؤءال ع‬،‫ ظ غ‬،‫ئ أ ن أ ك بو ج و ب ح جتل ا‬

‫بهؤ الؤ‬ ‫م‬ ‫تثة ق‬


‫ج‬ ‫جئ‬ ‫ه‬ ‫م فر خ ئ‬ ‫م‬ ‫بأ ظ آ‬
‫ فث ر خ غ ف م‬: ‫ شي ا ن‬3 ‫ ها‬، ١ ‫؛ي‬

" ‫اثقلن ا ت‬

Süfyân b. Uyeyne anlatıyor: Kâbe'yi tavaf ediyordum . Y anım da d a


tavafını sessizce yap an bir bedevi vardı. Bedevi tavafını bitirdikten
sonra M akâm 'a geldi ve iki rekat nam az kıldı. N am azdan sonra
K âbe'nin karşısında duı*du ve şöyle dem eye başladı: "ilahi! H ata ve
kusurlara benden daha layık kim olabilir? Zira beni zayıf biri olarak
yarattm . Senin m ağfiretini de benden daha fazla kim hakedebilir? Zira
hakkım daki bilgin benden de önce, takdirin de beni her taraftan
Süfyân b. Uyeyne 575

kuşatm ıştır, izninle sana itaat ettim ki en son d ö nüşüm üz sana olacaktır.
Bilgin dahilinde sana asi oldum , b u konuda d a hüccet şendedir. Benim
hüccetim in kesilip senin hüccetinin baskın çıkması, benim sana
m uhtaçlığım senin ise bana ih tiy a c ım olm am ası aşkına beni
bağışlam anı istiyorum!" A dam dan d u y d u ^ ım b u sözlere daha önce
hiçbir şeye sevinm ediğim kadar sevindim.

Takrîb 1205-b

‫ ثن ا عتد الل ه بن‬، ‫ ثئ ا أبي‬، ‫خ ا؛ثن ا م ح م د بن أخن ت بن ع م‬ “) ١٠٩٨٦(

‫ أ ة‬٠٠ ، ‫ ق ادت بلغ ع م بن ا كئ ا ب‬،‫ ثت ا س ما ن‬،‫ ثن ا اش ح ا ق ب ن إ س ما عيل‬،‫م ح م د بن شقي ا ن‬

‫ رين‬:‫ ئ ا لأ‬،‫أن ئ هذه ا ألم ة م ئ د فن م ن‬ ‫ط أحس ب‬ ‫ ئ ا ك‬:‫ ق ات‬،‫ش ب ا ال جؤ‬ ‫ال‬ ‫زي‬

Süfyân b. Uyeyne der iti: Ömer b. el-Hattâb, adamın birinin tuğla ile
bina yaptığım haber alınca: “Bu ümm et içinde Firavun gibi kimselerin
bulunabileceğini düşünmüyordum!” dedi. Hz. Ömer bu sözüyle şu âyetleri
‫! سم ط‬ediyordu: “Ey Hâm§n, bana yüksek bir kule yap.”* “Ey H§mân
Haydi, benim i‫ ؟‬in çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana
bir kule yap . ”2

‫ ثت ا امئخ ا ق بن‬،‫ ثن ا عتد الل ه‬،‫ ثن ا أيي‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د ثق أ خ ن ذ‬٣٠ ‫ ؛‬/ v [ -) ١ ٠٩٨٧(

٠' ‫بو؟‬
‫ هد ق م م‬،‫ "بل غ ي أ ة ال د ي ات بما ل غذ ي م ا لآيث‬:‫ قات‬، ‫ ئ نئي ا ذ‬،‫إ ومح ز‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Bana ulaştığına göre Deccâl çıkmak üzere iken
tuğladan binaların yapılmaya başlanıp başlanmadığım soracakmış.”

‫؛^ بن م ح م د‬£١^ ‫ ثن ا‬:‫ق ا ال‬ ،‫ وأبو م ح م د بن حي ا ن‬،‫ ] حدثن ا أ ي‬٣٠ o/v [ “) ١ ٠٩٨٨(

‫ ص ناهز تن‬،‫ ض ا لآخزص تن م م‬،‫ث إ ن ي ا ط‬،‫ ئ ظ الجب ر ئ اخل الع‬، ‫تن ا ن م‬


‫ ما بع د ظ‬1 :‫إثه‬ ‫دكث ب‬ ،‫ ؛ئش ي ى ب ح مقس‬،^ ^ ^ ١ ‫' أن أي‬٠ ،‫ بلغ ع من‬:‫ دا لأ‬، ‫تع د‬

1Mü'minSur. 36
2KasasSur. 38
576 Süfyân b. Uyeyne

‫زقت ادن الل ه‬ ‫اال؛تي ا‬ ‫فن ا ثن ي الؤوم عن ثني ن‬


‫ أن ا ك ا ن ت ثلف ك مايه ي‬،‫ي مر‬
‫عو‬

" ‫ عامتة بهذا‬:‫ ثقث ا ن‬3 ‫ ه ا‬،‫ ه ا دا أثالث كت ابي ث ذا ثا كق ن ب ن جن ح ن إلى د م شئ‬، ‫ب حنابه ا‬

Râşid b. Sa’d der ki: Hz. Ömer, Ebu’d-Derdâ’mn Hum us’ta bir hela
yaptığı haberini alınca şöyle bir mektup yazdı: “Ey Uveymir! Dünyanın
süslenmesi ye yenilenmesi konusunda Rumların yapmış oldukları sana
gelmiyor muydu? Bu mektubum sana ulaşınca H um us’tan ayrılıp Dimaşk’a
git•”
Süfyân b. Uyeyne der ki: “Hz. Ömer, helayı yaptığı için onu bu şekilde
cezalandırdı.”

‫ ثن ا عثد الل ه بن‬، ‫ ح د ب ي أيي‬، ‫خ ا؛ثغ ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن أب ا ذ‬ ‫ا‬ ٣٠٥/٧ ‫)" ل‬١٠٩٨٩(

،‫ ش ج ن ت سعت ا ن‬: ‫ ه ا د‬،‫ ثن ا أ و رد؛ عه نئن بن عؤف‬،‫ ثن ا إبراهي م بن راشد‬،‫م ح م د بن ن م ا ن‬

،‫أثثى يلف مؤعظ ه‬ ‫حكيم‬ ‫ءأ م س‬ :‫ ا اليا م ث الثة‬٠٠ :‫ا ل ج ك م‬ ‫أه ل‬ ‫ قات سس‬: ‫ي مو ل‬

‫ و ع دا ال‬، ‫ك ش ري ع ا ل ظ ع ن‬ ‫ ون و عن‬،‫الع ث ة‬ ‫ظ ق ط وي ل‬ ‫ والث وم صتمح ت كا ذ‬،‫مه زه‬ ‫فيل ق‬ ‫و رك‬

٠٠ ‫يد و ي م ن صا حبه‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Bilgelerden biri: “Günler üçtür. Biri bilge ve
öğretici olan dündür, ö ğ ü d ü n ü ve ibretini sana bırakıp gitmiştir. Diğeri
uzun zamandır seni bekleyen ye kısa sürede de bırakıp gidecek olan
bugündür. Diğeri de yarındır ki yarma kim çıkacak kimse bilemez” dedi.

Takrîb 1205-a

، ‫ى ه اش م‬ ‫يلم‬،‫ثما الئ ا‬ ، ‫ع د ال ر‬ ‫ثن ا‬ ، ‫ ثت ا أيي‬،‫ م م ] حدثن ا م ح م د‬0‫ )“ [مما‬١٠٩٩١(

‫من‬ ‫نحل‬ ‫ لم يع ط ا ل عت ا د أ‬٠٠ : ‫ يم وأل‬،‫ت ن م ان بن عث ة‬ ‫ش ع ثش م ع‬


‫لأ‬ ‫بن ا‬ ‫م م‬ ‫ هاد إبزا‬: 3 ‫ه ا‬

٠٠ ‫ به دحلوا ا ل حنه‬، ‫ال ه م‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kullara sabırdan daha güzel bir şey verilmiş
değildir. Zira sabırları dolayısıyla Cennete girerler.”
Süfyân b. Uyeyne 577

‫ ثن ا شهد بن عبد‬،‫ ثن ا أيي‬،‫خ ا؛ثغ ا عبد اللؤ بن م ح م د بن جعق ر‬ ‫ا‬ ٣ *٥/٧ ‫ )“ ل‬١٠٩٩٢(

:‫ ه مات‬،‫افن م‬ ‫محم ل‬ ‫ عن‬،‫ ن غ ل ئ مث ا ن بن عيس ه‬:‫ محات‬،‫ ثن ا أبو ثوبه‬، ‫ ثت ا بئقس أ ص حابما‬، ‫الل ه‬

‫بد‬
‫م‬ ‫ ثأ أنزة‬، 4 ‫ه ؛ ال اش‬ ‫ال‬ ‫أق‬ ‫م‬ ‫ رق‬:‫ فث ا د‬،‫بذأ بؤ‬ ‫جئ‬ ‫مخ قؤه‬ ‫م‬ ‫" م‬
‫ج ز إ ال‬
‫ب‬ ‫ال‬ ،‫إق إ ال ال ق‬ ‫ال‬ ‫ ثي ا ة؛ أن‬:‫ وهئ‬، ‫ص ق ولليئ فجب ه‬ ‫و اتة م ح ل‬ -:‫ ه ات‬،‫ذلل ق‬

:‫ وق ات‬، >‫ ؤ ئ د لل ذي ن ء ك مهوا إ ذ ينته وا ب غ ز ي ن ا قت شلفتؤ‬:‫ قات‬،‫ ن ذ قاله ا غم ز ؟ة‬، ‫ه ا‬

‫ ؤانتغفزوا زبئز إثة ”ك ا ن‬:‫ وهاد‬،‫ؤ ؤما ءك ا ن الل ه مع دبهز ؤهب ينتئفزون^ ثز ح دون‬

^ ١ ٤^ ١ ‫ <ؤا ظئ وا أ ك‬:‫؛‬١١٤ ، ‫و ة‬ ‫أ ال‬ ،‫شم‬ ‫ قد‬٣ ٧ ،‫ثماثوا‬-‫ ز‬:‫ ;غ و ل‬، 4 ‫غئ ا تا‬

‫أئؤ؛محلم‬ ‫ <ؤؤاحملئ وا أ ث‬:3 ‫ ودأ‬، ^‫و جغة‬ ‫ربك م‬ ‫ر مني ة من‬ ‫و‬ :‫من ب ولهو^> !ثى هؤنه‬

‫ين ثيء‬ ‫عننت م‬ Uj ! ‫ <ؤؤا علئ وا‬: ‫ ؤئ ت‬،‫بت‬


‫م‬ ، ‫ه‬ ‫زوغلم‬ <‫ ؤقاخذ‬:، JiS p < ، ■‫فتنة^؛‬ ‫ؤأؤ الدءك م‬

٠٠ ‫به‬ ‫مزئا‬1 ‫ب م‬، ‫ ش خنثة ^؛‬0‫ءأ‬

Ebû Tevbe der ‫لكل‬: Süfyân b. Uyeyne’ye ilmin fazileti sorulunca şöyle
dedi: Allah, Hz. Peygamber’e (sallallahü aleyhi vessllem) önce “Bil ki A llah'tan
b a ş k a hiçbir il§h y o k tu r”1 buyurmuş, sonra “H em kendinin, hem de
inanm ış erk ek ve kadm ların günahlarının b a l l a n m a s ı n ‫ ؛‬dile !” 2
buyruğuyla ona ameli emretmiştir, o da Allah’tan başka ilah olmadığına
şahadet etmektir. Zira bağışlanma ancak bu sözle olur. Bu sözü söyleyen kişi
,bağışlanır. Zira Allah: “inkar ed en lere söyle: Eğer (im an edip
d üşm anlık ve sa v a ş ta n ) v azg eçerlerse, g eçm iş günahları
b ağışlanır”3 buyurmuştur. Yine: “B ağ ışlan m a dilerlerken de Allah
onlara azap ed ec ek değildir”^ buyurmuştur. Bağışlanma dilemeleri de
Allah’ı birleme olan tevhiddir. Yine: “R abbinizden b ağ ışlam a dileyin ;

1 M uham m ed Sur. 19

2 M uham m ed Sur. 19
3 E ^ â lS u r . 38

4 EnfâlSur. 33
578 Süfyân b. Uyeyne

çünkü ‫ ه‬çok bağışlayıcıdır”1 buyurmuştur ‫ لكل‬bağışlanma dilemekten


‫ط‬ ‫ ل’ ي ن س ء‬tevhid etmeleridir.

İlim de amelden önce gelir. Allah’ın: “Bilin kİ, dünya hayatı ancak bir
oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve
evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nil^yet hepsi yok olur gider).
Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider.
Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün.
Sonra da çer çöp olur. Âhirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin
bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı,
aldanış metaından başka bir şey debidir. Rabbinizden bir
bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah'a ve
Resûlüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun”*
buyurduğunu işitmez misin?

Yine: “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme


aracıdır”3 buyurmuştur. Ardından bu konuda: “Ey iman edenler‫؟‬
Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır.
U la rd an sakının”* buyurmuştur. Yine: “Bilin ki, ganimet olarak
aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah'a, Peygamber'e,
onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir”^buyurmuş
ve bununla amel etmeyi emretmiştir.”

‫يئ ا ززى؟‬
‫ش ؟ أز ف‬ ‫نن ا مح‬
‫ج‬ :‫م‬ ‫ " أي ا ل خ م أ‬:‫[ ونغل‬r ،n/ v] -( (١٠٩٩٣

‫ه |د ا‬ ،‫به‬ ‫ص‬ ‫ةث ا ة عة أمحص ل ث أ‬-‫ لأن ظ أ‬،‫ وذالال‬،‫رؤى عنة ئ إل يسيك فيه‬ ‫مظ‬ :‫ ت‬1‫ق‬

‫ين ا زؤى‬
‫ نف‬،‫ين ا أع ط ى‬
‫ الثت م س ح م د ف‬،‫ ه ا ما إ دا أ ب مر وانث ت ل م ق ا ال م نا ج ت‬، ‫م ح ل ثيخين ا‬

‫ ال بم ي إ ال ئ اخ الثؤ‬، ‫ ؤئز الئض ا‬،‫" عئه‬

1N û h S u r . 10

2 H ad îd S u r. 20,21

3 EnfâlSur. 28

4 T eğâbunSur. 14
5 E nfâlSur. 41
Süfyân b. Uyeyne 579

Süfyân b. Uyeyne’ye: “‫ لكاث‬nimetten hangisi daha büyüktür? Allah’ın


verdiği nimet mi, yoksa vermediği nimet mi?” diye sorulunca şöyle dedi:
“Allah kuluna bir nimeti vermediği zaman onu bu nimetle sınamayacak
demektir. Çünkü kulu kendisine muhtaç etmediği nimet, verip kendisini
zengin kıldığı nimetten daha iyidir. Tabi ki bu da kişinin birini diğerinden
üstün görmesi durumunda gerçekleşir. Ancak kişi basiretli biriyse ve takdire
teslim olacaksa onun için her ikisi de bir olacaktır. Allah’ın verdiği ile
vermediğine hamd edecek, takdir edileni sevip ona razı olacaktır.”

‫ وعن ا ل رعبة فيه ا ن ا عل ن ه م ا ؟ قا دت‬، ‫ ] وتغ ل عن ال زهد في ال دق ا‬٣٠٦/'/[ ")١ ٠٩٩٤(

‫ه‬ ‫مم ظ‬-‫ت نمن إزاة‬ ‫غ ا;أ‬ ‫ض‬


‫ه‬
‫آقون ه قي لآ‬ ‫ال ل‬ ‫ وأق‬،‫ظ يق اء مه ا‬ ‫خي ض‬ ‫م‬ "
^ ١ ‫ص مح ز‬ 0 \ ‫ؤمح‬:‫ اإل ت ث ت ع محلت‬، ^ ١ ‫ ز م وغي خ ف‬، ‫يا‬-‫ئ ون اتمصاع الئ‬

: ‫ ق أ قا د‬، 4 ‫ه حال ص ة م ن دون القاس ي فتنئ ؤا ا ل م ؤ ت إ ن كتث م ءم ا دقي ن‬ ‫ عغد‬0‫ا ال خ ز‬

" ‫ق ا‬،‫ف ئ ؤ الثغ؛ئ ي الل‬,‫ يأ ح ت ز أ ن ذ لل‬، 4 ‫ؤو ق ج دثهب أ ج زم ن ا ة « م ظ ى حث ا ة‬

Süfyân b. Uyeyne’ye dünya nimetlerine karşı zahid olma ile bunlara


rağbet etme konusu ve bunların göstergeleri sorulunca şöyle dedi: “Dünya
sevgisinin göstergesi, kişinin onda kalma sevgisi ile dünya nimetlerine
yönelik sonu gelmeyen ve ancak ölümle bitecek olan bir hırs içinde
olmasıdır. Allah’ın: “De ‫أيا‬: Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki
âhiret yurdu (cennet) diğer insanlar i‫ ؟‬in değil de, yalnız sîzinse ve
doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin‫”؛‬i buyurduğunu
işitmez misin? Sonra: “Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün
insanlardan; hatta Allah'a ortak koşanlardan bile daha düşkün
olduklarını görürsün”^buyurmuş ve bunun dünyaya olan rağbet olduğunu
bildirmiştir.”

‫ آ‬Bakara ‫ ؟‬١٢- 94

‫ أ‬Bakara Sur . 96
‫‪580‬‬ ‫‪Süfyân b. Uyeyne‬‬

‫هم د الثؤ ئ‬ ‫ثغ ا‬ ‫ر ‪ ،‬ثت ا أ خ ئ د ئ ت خ م ئن ع م ‪،‬‬ ‫خدئث ا‬ ‫‪ [ -) ١٠٩٩٥‬؟‪] ٣٠٦/‬‬

‫م ح م د بن عتيد‪ ،‬ثن ا إ ن خ ا ق بن ^‪£١‬؛^‪ ،‬ه ات‪ :‬ت م ن ت ش م ا ن بن عس ة‪ ،‬مولت‪ " :‬الم ك ن ة‬

‫إوتقدخهةتلقمم‬
‫”‪dbine soktuğun bir nurdur .‬؛ ‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Tefekkür, k‬‬

‫( ‪ ] ٣٠ ٧ ٧ [ - ) ١٠٩٩٦‬ق ا د عتد ال ثؤ ؤثن ا أ و خ ص اقزتي إ ‪ ،‬ه ا ت‪' :‬كان م ح ا ذ ين‬

‫م حثة‪ ،‬داتئ ا مب قد‪" :‬‬

‫أل‬ ‫مم ي "؛ ‪ 5‬شؤؤ ه ع‬ ‫ء ن ث ثه فكزة‬ ‫؛ذ‬

‫‪Ebû Hafs el-Kureşî der ki: Süfyân b. Uyeyne çokça şu beyti okurdu:‬‬

‫‪“Bir kişinin varsa eğer tefekkürü‬‬


‫” ‪Her şeyde alacağı bir ibret de vardır.‬‬

‫س ه‪ ،‬ق ات‪ " :‬المم ك ن ممث ا ح‬


‫(‪ [ - ) ١٠٩٩٧‬؟‪ ] ٣٠ ٦/‬قات‪ :‬وبلع ني عن غ م ا ن بن نح‬

‫و خن ه ‪ ،‬أ ال ئزى أ ن ة ; ث ف ؤ ئ و ث؟ ! "‬

‫‪Süfyân b. Uyeyne der ki: “Tefekkür, rahmetin anahtarıdır. Görmez misin‬‬


‫‪ki kişi tefekkür ederek sonunda tövbe ediyor.‬‬

‫(‪ ] v * l / v [ - ) ١٠٩٩٨‬حدثن ا أ ي‪ ،‬ثت ا أ ح م د ب ن م ح م د ب ن ع م ‪ ،‬ثن ا عئد اللؤ بن‬

‫ال‬ ‫قات ع ئ ئ أيي ط ا ل ب ‪" :‬‬ ‫قات‪:‬‬ ‫ئ عث ا ن‪ ،‬عذ ق ت ا ن ئن م ح ق‪،‬‬ ‫ظ ال ثئ ج‬ ‫ن خم‪،‬‬

‫سالي م ا س د بؤ محوره‪ ٤^ ^ ١‬ز ال قالي أي ثومحه ابثذت "‬ ‫ال‬ ‫؛قون ا و ج د ي؛ أئيؤ حش‬

‫‪Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Kişi, kendi açlığını ne ile bastırdığını ve hangi‬‬
‫‪giysisinin‬‬ ‫‪eskidiğini‬‬ ‫‪önemsemeyecek‬‬ ‫‪duruma‬‬ ‫‪gelmedikçe‬‬ ‫‪ailesinin‬‬
‫”‪koruyucusu olamaz.‬‬

‫(‪ “) ١٠٩٩٩‬ل ‪ ] ٣٠٦/٧‬حدثن ا أيي‪ ،‬ثن ا أ خن د ‪ ،‬ثن ا غيد الثؤ‪ ،‬ثئ ا أبو فث ا^‪ ،‬ثن ا ت ه و بن‬

‫ز ال‬ ‫م ح م ود‪ ،‬قان‪ :‬ش م ع ت غ م ا ن بن عس ه‪ ،‬مولث‪" :‬ك ا ن م ا لأ‪ " :‬امنلخوا ن ي ل ف ئ‬

‫أهل ه ا‬ ‫ئئث ؤ جش وا م ن قل ة‬
Süfyân b. Uyeyne 581

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Denilir ki, hak yolda yürüyün ve ٠ yolda
gidenlerin azlığına aldırmayın.”

3 ‫ قا‬:‫ يمولط‬، ‫ت شب ع ت إ>ئ حاي ى‬3 ‫ ئ‬،‫ ظ أبو يغش‬، ‫ ] ح د ظ م ح م د‬٣٠٦/٧ ‫ ل‬-) ١١٠٠٠(

" ‫ " ؤظ ال د ي ؛ن م ح ث تاهه ا 'ب خ ءإ غش ظ ت أ‬:‫بثه‬


‫ا;تن ج‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Yeri gelince bir yudum su karşılığında onu
satacak olduktan sonra dünyanın değeri nedir ki?”

‫ن ح د أ غد ا ل جثة ان حغه‬ ‫إث ما‬ ‫ اا‬:‫ بمولط‬، ‫ ] ق ات; وش م ع ت ش مث ا ن‬٣٠ ٧ ٧ [ ")١١٠٠١(

"‫ش‬ ‫ألل‬

Süfyân b. Uyeyne der ‫لكل‬: “Cennet ahalisi cennete sabırları dolayısıyla


girmişlerdir.”

‫ زائ غ ل هز‬٠' :‫ ق ا د أثو خ ازم‬:‫ ف وت‬،‫ وش م غت ن ي ا ن‬:‫ ] قات‬٣٠٦/٧‫ ل‬-) ١١٠٠٢(

"!■‫ م ومح واءأ بجا‬1‫ال ئ ق‬

Ebû Hâzım der ‫لط‬: “Dünya onlara süslenince insanlar üzerine atladılar.”

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ ح ن ذ ن ع ئ بن ائنئثى‬،‫م ح ث د س عل ي‬ ‫حدثن ا‬ ] ٣٠٧/‫ )“ ^؟‬١١٠٠٣(

٠٠ ‫ذكر الل ه‬ ‫ن ا تغ م متن عمب مت ل‬ " : ‫ م ولت‬،‫ت غ م ا ن‬ ‫ ش م ع‬:‫ قات‬،‫هدا م ة‬ ‫خ ث د بن‬ ‫م‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: “Kişi Allah’ı zikirden daha güzel bir nimete
mazhar olacak değildir.”

‫ ن ا أ خ ش ذ ك ر ك في أفؤاو الغ؛نع ب دي ن إ‬:‫ ] وهات ذاؤد عق ه ا لث ال ؛‬٣ ٠ ٧ /٧ ‫ )“ ل‬١ ١٠٠٤ (

Süfyân b. Uyeyne der ki: Hz. Dâvud: “(R ^bim !) âbidlerin dilinde zikrin
ne tatlı oluyor” demiştir.

:‫ ممات‬،‫ زي ال‬3‫ وص ف ن ر ج‬٠ :‫ م و لت‬،‫ وش م ع ت ن مث ا ن‬: ‫ ] ه ا د‬٣٠٧/٧‫ )“ ل‬١١٠٠٥(

" ‫وبث حى ص ا م‬
‫عب ق يخ ا ف الق م‬
‫م‬ ‫ ؤالثؤ ن ا‬۵١٠٢
582 Süfyân b. Uyeyne

Süfyân b. Uyeyne der ki: Adamın biri başka birini anlatırken: “Vallahi
benim bildiğim Allah’tan korkan ve insanlardan utanan birisiydi” dedi,

‫ حتز‬٠٠ :‫ ائ د ق ن ا ن‬: ‫ مولت‬،‫ وش م ع ت ن مت ا ن بن م حنه‬:‫ ] ق ا د‬T'*v/v[ “) ١١٠٠٦(

‫ ثإذا‬،‫إ ي ئقخ‬ ‫خل ج‬ ‫ ^ إذا‬١‫ز م‬ ، ‫ ال‬:‫ي الن ا ي؟ ائت‬ ‫الئ ئ‬ : ‫ ي د‬،‫القمحي‬ ‫ل مإ‬ ‫ا ما‬

٠' ‫ مس؛ئ ا‬٧٢^ ١ ‫محاقي أن ثزاة‬ ‫ال‬ ‫م ر القاس ي؟ ق ا دت م ن‬ ‫ص‬ ‫يدت‬


‫ ف‬،‫انت غئ ي عنة ئقغ‬

Süfyân b. Uyeyne anlatıyor: Hz. Lokmân şöyle dedi: “En hayırlı kişi,
hayâ sahibi varlıklı İrişidir.” Kendisine: “Mal yönünden varlıklı olan İrişi
mi?” diye sorulunca: “Hayır! Asıl varlıklı kişi, kendisine ihtiyaç
duyulduğunda da, duyulmadığında da insanlara faydalı olan kişidir” dedi.
Kendisine: “İnsanların en kötüsü kimdir?” diye sorulunca da: “insanların
kendisini kötü biri olarak görmesini umursamayan kişidir” dedi.

Süfyân b. Uyeyne, tâbiûndan birçok kişiden rivâyette bulunm uştur.


Tâbiünun seçlrin âlim lerinden seksen altı kişiye yetişmiştir. Amr b. Dinâr,
Zührî, M uhamm ed b. el-Münkedir, Abdullah b. Dînâr, Zeyd b. Eşlem, Ebû
Hâzım ve Yahya b. Said el-Ensârî bunlardandır. Kufelilerden Ebû ishâk,
Abdulmelik b. Umeyr, Şeybânî, A’meş, M ansûr ve ismâîl b. Ebî Hâlid’i
sayabiliriz. Basralılardan Eyyûb, Süleymân et-Teymî, Dâvud b. Ebî Hind,
Ali b. Zeyd b. Cud’ân ve Humeyd et-Tavîl’i zikredebiliriz. Süfyân es-Sevrî,
Şu'be b. el-Haccâc, A m e^ ve Evza! gibi âlimlerden de rivâyetlerde
bulunm uştur.

‫ثن ا‬ ، ‫ ثن ا بئ ر بن م وت ى‬،‫ ] حدثن ا ئ خ ث ذ بن أ ح م د بن ا لخشن‬٣٠ y/y] "((١١٠٠٧

‫ ما رأي ت‬: ‫ و ك ا ن ف و د‬،‫ ث ا ب ت " ل ق ي ن ي ا ن بن ع س ة ي ئ ه و س اجن ن م ن الت ا م ي ن‬،‫ا ل خنئد ي‬

٠٠‫ي و و ت‬

Humeydî der ki: Süfyân b. Uyeyne tâbiûndan seksen altı İrişiyle


görüşmüştür ve: “içlerinde Eyyûb gibisini görmedim” derdi.

Takrîb 1748-a, Takrîb 1299, Takrıb 2952, Takrîb 427, Takrîb 3199,
Takrîb 4435-r, Takrîb 4067, Takrîb 3487, Takrîb 3493, Takrîb 4022, Takjfö
3138, Takrîb 4396, Takrîb 1398, Takrîb 1399, Takrîb 4283, Takrîb 2847,
Leys b. Sa’d 583

Takrîb 3123, Takrîb 23, Takrîb 4540-r, Takrîb 619, Takrîb 1141, Takrîb
4357, Takrîb 2501, Takrîb 1067, Takrîb 2535, Takrîb 3174-a, Takrîb 3072,
Takrîb 3174-b, Takrîb 2206-b, Takrîb 1984, Takrîb 2405, Takrîb 2091-b,
1997 ‫س‬ ‫أل‬, Takrîb 2132, Takrîb 783, Takrîb 3678, Takrîb 4171, Takrîb
316, Takrîb 1495, Takrîb 638, Takrîb 2500, Takrîb 3822, Takrîb 3589,
Takrîb 384, Takrîb 4410, Takrîb 2089, 958 ‫س‬ ‫أل‬

O nlardan biri de Ebu’l-Hâris Leys b. Sa’d’dır. Mert, cömert, dindar,


vefalı biriydi, ilminde çok zeki, malında da cöm ertti. Dini hüküm leri en
ince ak ın tısın a kadar bilir, mallarını infak etm ede çok cöm ert davranırdı.
Denilir ki: “Tasavvuf cöm ertlik ile vefadır.”

:‫ قات‬،‫ ثن ا م ح م د ثن إشمحا ئ‬،‫بن ص د الئؤ‬ ‫حدت ا اثز؛ ويلم‬ ‫ا‬ ٣١٩/٧‫ ل‬- ) ١١٠٥٩(

:‫ مولت‬،‫م بن ت ل م ه‬ ‫ف ص حم‬
‫أث ا ح‬ ‫ شي غ ق‬:‫ ثوئ لأ‬،‫ش م ع ت ا لخشن بن عبد العزيز ا ل جروي‬

، ‫ ث ي كثابلث و ه‬،‫ ;ا أبا اخلارث‬:‫ ق ات ه تي و‬،‫ ي شته‬،‫م‬ ‫ظي المحق ئ‬


" ‫ إذا نؤ بثا ف حماة بث وئو وأ مل يا‬U ‫ " م كثابي أؤ في حم ا‬: ‫قا د‬

Ebû Hafs Öm er b. Seleme der ki: Leys b. Sa’d bir konuda konuşunca
adamın biri: “Ey Ebu’l-Hâris! Ama kitabında bu konuda şimdi
söylediklerinden farklı şeyler demişsin” dedi. Leys: “Kitabımda veya
kitaplarımızda bu konuları aklımız ve dilimizle temizleyip daha düzgün
yapıyoruz” karşılığım verdi,

‫ثت ا أ خ ن ن بن إ ن م ا ع ي د‬ ‫ ] حدثن ا م ح م د بن هم د ا ل ر ح م ن بن‬٣١ ‫بم‬/‫ [مم‬- ) ١ ١٠٦٠ (

*' :‫ ثئأو ل‬،‫ ش م ع ت الش افع ي‬:‫ ق ا لأ‬،‫ م م آه ب ن يخ ش‬- ‫ نحا‬، ‫ نحا ي حش بن م ح ا ذ‬،‫الص دف ي‬
Leys b. S a’d 584

Şafiî der ki: “Leys b. Sa’d, rivâyetler konusunda Mâlik b. Enes’ten daha
ince eleyip sık dokuyan biridir .”

‫أيي ع جينه‬ ‫أغ و‬ ‫ح دبه‬ ، ‫؛^ بن ع ئ‬£ ١^ ‫ح د ظ م ح م د بن‬ ] r W v [ - ) ١١٠٦١(

‫أث ا‬ ‫ س م ع ت‬:3 ‫ ئ‬،‫ ثن ا غ ال ن بن الجن نزؤ‬،‫ م ح م د بن ت و ت ى ا لخنزم ي‬،‫الحاف ظ‬

‫ ن ن ب غ‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ف ن يشبه صا حتنا‬


‫ ي‬:‫ ث ق ا‬، ‫ ئام ثثغ عقن ا‬،‫بن أن ي‬ ‫مال ك‬ ‫ كث ا غلى ث ا ب‬: ‫تقأو ل‬

" :‫ ق ات‬، ‫ المح ق ئق ت م‬: ‫م ؟ غث ا‬ ‫تذضا ج‬ :‫ ق ات ق ا‬،‫ أذ خ ق ا غ ي‬، ‫حت ا‬ ‫م‬ ‫ئن ابلق‬

‫ ثأئقذ إلئث ا ن ا صت عث ا به‬، ‫م ت انما‬ ‫ ^ ^ ^ بز جل كتئثا إليه في محلبمل م حفيئصبغ بؤ‬٠^

٠٠ ‫ نبغن ا المص أ ه بال ف دث ا ر إ‬، ‫ وث ا ب حيزانث ا‬، ‫ثث اب أ وثث ا ث م ي انغ ا‬ ‫م‬

Ebû Sâlih der ki: Mâlik b. Enes’in kapısındayken i^eri girmemiz


engellendi. Biz: “Bu, arkadaşımıza benzemiyor” deyince Mâlik bizi duydu ve
yanma çağırarak: “Arkadaşınız kim?” diye sordu. Biz: “Leys b. Sa’d ” deyince,
“Beni, kendisinden çocuklarımızın elbiselerini boyamak için biraz safran
göndersin diye yazmamız üzerine, bizim, çocuklarımızın, komşularımızın
elbiselerini boyadıktan sonra kalanım bin dinara sattığımız safram gönderen
kişiye benzetiyorsunuz” dedi.

c(‫ن إ شمحا ى‬ ‫م حم د‬ ‫ثن ا‬ ،‫خ ث د بن ي ح ش‬ ‫م‬ ‫بن‬ ‫حدثن ا إبراهي م‬ ] ٣١ ٧ ٧ [ - ) ١ ١ ٠٦٢

‫ م ن‬، ‫ ق ق ا م غ الل ئ ث بن تع د‬٠٠ :‫ يم ولط‬،‫ سم ن ت أب ا ر جاؤ قس ه بن تع يد‬:‫قات‬

‫ ونفيث ه‬،‫ وش منه فيه ا عيال ه‬،‫ ش منه فيه ا مهئث ح ة‬:‫ين‬ ‫ش ما‬ ‫ت‬ ‫ال‬ ‫ زكا ذ مع ه ئ‬، ‫ا ال ئ ك ن د و ي ة‬

٠٠‫م ه ا أضثامح ة‬

Ebû Recâ Kuteybe b. Saîd der ki: “Leys b. Sa’d ile İskenderiye’den
d ö ş ü m ü z d e üç gemisi vardı. Gemilerden birinde mutfağı, birinde çoluk
çocuğu, birinde de misafirleri vardı.”

‫ثن ا أث و‬ ،‫ ثن ا ال ول ي د بن أب ا ن‬،‫عئد الل ه س م ح م د ب ن ج عف ر‬ ‫ح دمحا‬ ] ٣١ ٩/'/[ - ) ١١ ٠٦٣(

‫ ك ث عند ال ق ي بن‬: ‫ مولت‬،‫ ش م ع ت ش‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا ئل بما ن بن من ص ور بن ع م ار‬، ‫حات م‬

،‫ إن زو جي ي شتك ي‬،‫ يا أث ا الحا ر ث‬:‫ قثال ئ‬،‫ هأئئه ا مزأه ومع ه ا قد ح‬، ‫جالئ ا‬ ‫يؤما‬ ، ‫تع د‬
L eysb.Sct’d 585

، ٠٠ ‫ؤ ا م ن عت ل‬ ‫م‬ ‫ ادهبي إ ر أبي قسي م ة ممولي ل ه يئطيلف‬٠' : ‫ مما د‬،‫زقن ن ع ث لت ا لخند‬

،‫ محزثغ وأتة إ؟ةؤ‬،‫ت ثت‬1‫ د‬U ‫أدري‬ ‫ال‬ ،‫ؤ‬.‫لهيسي‬1‫ ئمث‬،‫ أبو ن س م ه‬٤^ ‫هذهئتء ئ آ أ ئ ت أن‬

،‫ وا ل م هل ز وائثز ق‬،" ‫ زأ ئ ئ ث اف ا يثذرثا‬، ‫ اثه ا سا ل ت بقذرف ا‬،‫ " ا د ه ب بأعقل ه ا م هل نا‬: 3 ‫مما‬

‫زالثزق عش رون وب ابه رط ل‬

Süleyman b. Mansûr b. Ammâr, babasının şöyle de^ğini nakleder: Bir


gün Leys b. Sa’d ’ın yanında otururken, bir ‫ي ا س‬
‫ ح‬elinde bardakla gelip: “Ey
Ebu’l-Hâris! Kocam hasta ve bal yemesini tavsiye ettiler” dedi. Leys: “Ebû
Kuseyme’ye git ve sana yüz yirmi okka bal versin” dedi. Kadın gidince çok
geçmeden Ebû Kuseyme gelip gizlice bilmediğim bir şeyler söyledi. Leys
başım kaldırıp: “Git ve ona yüz yirmi okka bal ver. o kendine göre istedi.
biz ise bize yakışanı veririz” dedi.

،‫ ثن ا عتد اللؤ س”ك وبه ا ألصثه ا ئ يذكه‬،‫خ ئ د ن عل ي‬ ‫حدق ا م‬ ] ٣٢ ،/ y [ -) ١١٠٦٤(

:‫ قال ئ‬، ‫ جا ء ت ا مزأة إ ر ال ثت ث ب ن سع د‬: ‫ محا د‬،‫ تحا ي ح ش ين ح ما د‬،‫ثغ ا ا لخنس ن يزيد‬

، ‫ن ك ؤ جثه ا عش ال‬ ‫اأم ل‬ 4‫ ثا ة ال م‬٠٠ ‫أمما ل‬ ،‫ ئه ب لي ذ ك ؤ ج ه‬،‫نم ت ل ة ا لخن إ^إ‬ ‫ حا‬1 ‫؛ي‬ ‫!ن‬

1‫ ؤأعتئثث ا ه‬، ‫ شأل ت‬٠٠ : ‫د‬1‫دت وص س ثأث ت نلأكؤ جه ! د‬1‫ مم‬، ٠٠ ‫ رة ش ع ن د‬1‫وأعطره‬

‫ر‬ ‫ ئ ائذ‬،‫ ئ ع مرو بن ف ا هين‬،" ، ‫ ^ ؛‬١ ‫ ؛ ق ا مرو م ن أ م‬،>‫ ز خة ؛ي ئإ لآ‬،‫مب د لآ‬

‫ ثدك ز د حوة‬، ، ‫ جا ء ت امزأه إ ر ال ي‬:‫؛ قس ه س سع يد‬3‫ ئ‬:‫ يمولط‬،‫ ش ج ن ت أيي‬:‫ قات‬،‫داود‬

Yahya b. Hammâd der ki: Kadmın biri Leys b. Sa’d’a geldi ve: “Hasta
kocama bal tavsiye ettiler. Bana bir tabak bal verebilir misin?” dedi. Leys,
hizmetçisine: “Oğlum! Tabağını bal doldur ve yanında bir tulum daha bal
ver” dedi. Hizmetçi: “Ama o sadece bir tabak istedi” deyince, Leys: “O
kendine göre istedi, biz ise bize yakışanı veririz. Bunu da yapmam gerekir,
zira Isbehân ahalisinden biriyim” karşılığım verdi.

‫ ثن ا الث ا ب ب بن‬،‫الزاو‬ ‫ثن ا أب و مست ل م‬ ،‫محقا ن‬- ‫ ] حدت ا أبو م ح م د بن‬٣٢٠/ y ‫ ل‬- ) ١١٠٦٥

٠٠ : ‫ مولت‬،‫ ش م ع ت من ص ور بن ع م او‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا م ح م د بن م و ت ى ا ل صابغ‬، ‫موشى ائزؤاق‬


‫ة ة‪5‬‬ ‫‪Leys b. Sa’d‬‬

‫إذا ث ك أ م ب م ص ز أ خ ت قث ا ة ‪ ،‬ف ت ك ث ن غ غي ن ن ج د ال جا م ع يؤ ما ‪ ،‬ء إ ذا‬ ‫كا ن ا ل ك ف ب ن‬

‫م نب ا ب ا ل م ن ج د‪ C‬فزقن ا غلى ا ل حل م ة ق ا ال؛ م ن اننث ك إل ؟ ئأث اروا إل ي‪،‬‬ ‫ال‬ ‫ني الي مح د ن خ‬

‫ءمأ ال ‪ :‬أ ج ي أي ‪ ، ^ ^ ١‬ال‪ 1‬ت ت ‪ ،‬ق ن ث زأ ال أم ولت ; وا'تؤأد ام ء أنث ى م ن م رني ^^^‪ ١‬؟ ثلث ا‬

‫ه‬ ‫م ن جن ك‬ ‫م م ؛ ف ج ز؟ ث ك ‪:‬‬ ‫ك ‪ ،‬فق‪ 1‬د إي‪ :‬أ ك ق ث‬ ‫د خ ك غش ه ي ت‬

‫ت به‪ ،‬ئأ ح ذ ت ي دللق ا ل م ج لس بمنه‪،‬‬ ‫وك ل م‬ ‫أ أممال لي‪ :‬اجل ش ورد علي ال ك الم ال ذ ي‬

‫و ق ى ا‪ 3‬ئ ي خ خ ر‬ ‫وا م ‪،‬‬ ‫ض ‪ ،‬ن أ خ ذ ث قي ص ف ة ا ل جنة‬ ‫و ب م ‪ ،‬ون ر ي‬ ‫م حغ‬ ‫قزى‬

‫ز خنت ه ‪ ،‬ث أ دأ ‪ 3‬ل ي ي د ه ‪ :‬ا < ذ ك ت‪ ،‬ء م‪ 1‬ت ل ي‪ :‬ظ ا<نن لف؟ ه ل ت ‪ :‬نت ص ور‪ ،‬ئ‪ :،3‬؛ ى م ن ؟‬

‫ي م‬ ‫إل‬ ‫ه اءل ل ي‬ ‫شتذ‬ ‫م‪ ^ ١٤ ،‬أ ك أبو ا ل م ‪ :‬إ ؟ ئل ق‪ :‬نح ز‪ ،‬؛‪١١‬؛‪:‬‬ ‫ئن ث‪ :‬ا‪:‬دق‬

‫جذ؛‬ ‫س‬ ‫^‪ ،^٤‬هرس ت بتن يدنه‪ 3 ^ ،‬لهأ‪ :‬ح س ي بكي‬ ‫حش زأقثث‪ ،‬م ‪3‬ات‪ :‬ظ‬

‫‪ ، ^ ; ^ ١‬ح ذ فذ؛ |لهلث ا ‪ ،‬وص ن قذ؛‬ ‫هق ا ‪ :3‬إ؛ا‬ ‫فيه أئفث‬ ‫س‬ ‫^‪ ،^٤‬بكي‬ ‫ؤكذد‬

‫أبؤ\ب الث ال‪،‬يتي‪ ،‬ز ال ث م ذ ح ن أ‪-‬ح دا م ن المحلوة؛نبع د م دحعلث‬ ‫ر‬ ‫ائ؛ة ال ؛ أن مهن بؤ ع‬

‫س‪،‬‬ ‫ح‬ ‫إ؟ي وأ‬ ‫أن ع م‬ ‫ئ ك ‪ :‬ز جتنف الل‪ ، 4‬إ‪ ^ ١0‬ئد‬ ‫شنة‬ ‫و‬ ‫ي ب‪^ ^ ١‬؛ ^‪ ،‬و؟ل ق في‬

‫ي‬ ‫‪ö te‬‬ ‫ئ ‪ : 3‬ال رد غ ئ فثى أم ا ك بؤ‪ ،‬ممثصته‪ 1‬وحز ج ئ‪ ،‬ئ‪ :،3‬ال محهئ ظي‪،‬‬
‫ل ي‪ ،‬ق كل ن ت ‪ ،‬ب ك ى‬ ‫م جل س‬ ‫ث ظ ‪ ،‬ءأ ح ذ ت غي‬ ‫أل و‬ ‫‪ ^ ^ ١ ^ ^ ١‬أ ي ة ‪ ،‬ق ا ‪ 3‬قي‪:‬‬

‫مادة‬ ‫حم س‬ ‫و ك م بك اوة‪ ،‬قنئ ا أزن ت أن أوئم قا د ‪ :‬ا'نثثن ن ا في ئ ال و سا دة‪ ،‬ظد‪1‬‬ ‫ح‬ ‫الش‬

‫أصئلق به‪،‬‬ ‫ف سا‬ ‫ثزد عأى‬ ‫ال‬ ‫ويث ار‪ ،‬قل ت ‪ :‬رجمل ق الثث‪ ،‬عهدي بمأتلث بأا ل م س ‪ ،‬قا د ‪:‬‬

‫^ ^‪، ^ ١‬‬ ‫شءأز؛لئ؟ ئ ك ‪\ :‬لء حئح ة الدا‪-‬خأه‪ ،‬ءال‪،‬ت كأتنف فن ق م حز؛ م ن أ‪ -‬م حاني‪،‬‬

‫أنته ئ ودع‪ ، 1‬عما‪ ،3‬ق‪ :‬غ ذ غي ف ي ء أد"كزلئ بؤ‪ ،‬مح ك ث ن ت ن ك ى ‪ 1‬ل ق ئ غ‬


‫‪ ^ ١‬م‬
‫)ئينغ ئ ‪^ ١‬‬

‫و ئ ز بك اؤه‪ ،‬ن أ ئ ‪ 3‬لي‪ :‬ثا ش ص ور‪ ،‬ائفلن ن ا في قني ال و سا دة‪ ،‬ؤذا بأد ث ب اقة دي ار‪ ،‬هات‪:‬‬

‫ق ات‪ :‬يا جاريه‪ ،‬ه ا ي ه ا ب إخزام‪ ،‬الحزام ش ص وي إ ئ جا ء ت ب إزار فيه‬ ‫أ عده ا ش حج ‪،‬‬

‫ق ا ‪ 3‬قي‪ :‬أ ث ز ب د '”كري م ‪ ،‬ن ص حثلف‬ ‫أربثون ثوي‪ ،‬ئ ك ‪ :‬ز ج نن ف ‪ ^ ١‬؟ أ ك ت ف ي‬

‫د السا ب معه‪ :‬وهذه‪ ^ ^ ١‬للف ا "‬ ‫ا لخي ئ ح م‬ ‫نقاد لل جارية‬ ‫قؤم‪،‬‬


Leys b. Sa’d 587

Mansûr b. Ammâr anlatıyor: Leys b. Sa'd, Mısır’da (mescidde) konuşma


yapanları takip ederdi. Bir defasında ben de merkez camiinde
konuşuyordum. Konuşurken mescidin kapısında iki adam belirdi,
konuştuğum halkanın yanında durup: “Konuşan kim?” diye sordular.
Oradakiler beni gösterince: “Ebu’l-Hâris (Leys) seni çağırıyor. Yanma
gideceğiz!” dediler. Ben de: “Vay hâlime! Şimdi nasıl bir cezayla
karşılaşacağım!” diye söylenerek kalktım. Leys’in yanma girdiğim zaman
selam yerdim. Bana: “Mescidde konuşan sen miydin?” diye sorunca: “Evet!
Allah rahmetini senden esirgemesin” karşılığını verdim. Bana: “Orada
konuştuğun şeyleri aynen bana da tekrar et!” deyince, ben de mescidde
konuştuklarımın aynısını orada da tekrarlamaya başladım. Bunun üzerine
Leys yumuşadı ve ağlamaya başladı. Anlattıklarımdan etkilendiklerini
görünce de Cennet ile Cehennemden bahsettim. Leys ağlamaya devam etti
ki; artık ben onun bu haline acımaya başladım. Eliyle bana: “Tamam! Sus!”
dedikten sonra: “Adın ne?” diye sordu. “Adım M ansûr” dediğimde: “Kimin
oğlusun?” diye sordu. “Ammâr’m oğluyum” dediğimde: “Ebu’s-Serî sen
misin?” diye sordu. “Evet!” karşılığını verdiğimde: “Seni görmeden canımı
almayan Allah’a hamdolsun!” diye dua etti. “Ey cariye!” diye seslenince
cariyesi gelip önünde durdu. Ona: “Filan keseyi!” getir deyince cariye içinde
bin dinar olan bir kese getirdi. Sonra bana şöyle dedi: “Bunu al! Ama bu
anlattıklarını sultanların kapısında heba etmekten de sakın! Âlemlerin
Rabbini böyle övdükten sonra mahlûkatından hiç kimseyi de bu şekilde
övmeye kalkma. H er yıl da bu kadar para sana verilecek!” Ben: “Allah
rahmetini senden esirgemesin! Ama Allah bana ziyadesiyle lütuflarda
bulunmuştur!” deyince: “Sana verdiğim bir şeyi sakın geri çevirme!”
karşılığını verdi. Bunun üzerine parayı alıp oradan çıktım. Çıkarken bana:
“Sakın arayı açma!” diye tembihledi.

ikinci Cuma tekrar yanma vardım. Bana: “Bir şeyler anlat” deyince,
oturdum ve anlatmaya başladım. Anlattıklarım üzerine Leys hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladı. Bitirip kalkmak istediğimde bana: “Yaslandığın yastığın
içine bak!” dedi. Baktığımda içinde beşyüz dinarın olduğunu gördüm. Ona:
588 Leys ‫ء‬. Sa’d

“Allah rahmetini senden esirgemesin! Ama daha yeni para almıştım!”


dediğimde yine: “Sana verdiğim bir şeyi geri çevirme” karşılığını verdi ve:
“Bir daha senin ne zaman göreceğim?” diye sordu. Ben de: “Gelecek Cum a”
karşılığını verdim. Giderken bana: “Gidişinle sanki uzuvlarımdan biri
kesiliyor gibi” dedi. Diğer Cuma olduğunda onunla vedalaşmak üzere
geldim. Bana: “Seni bana hatırlatacak bir şeyler anlat!” deyince konuşmaya
başladım. Leys yine hıçkıra hıçkıra ağladı. Sonra bana: “Ey Mansûr! Yastığın
içine bak!” dedi. Baktığımda içinde üçyüz dinar olduğunu gördüm. “Bunları
hac masrafların için kullan!” dedi ve cariyeye: “Ey cariye! M ansûr’un ihram
giysilerini getir!” emrini verdi. Cariye içinde kırk giysi olan bir peştamal
getirdi. Ona: “Allah rahmetini senden esirgemesin! Ama iki giysi bana yeterli
olur!” dediğimde: “Sen cömert birisin! Sana mutlaka bir topluluk yoldaşlık
edecektir. Kalanlarını onlara dağıtırsın” dedi ve giysileri getiren cariyeyi
göstererek ekledi: “Bu cariye de senin olsun!”

‫ ثن ا أبو‬،‫لولب د بن أت ا ن‬
‫ ثن ا ا م‬،‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د بن جعفر‬٣ ٢٧ ٧ [ ")١١٠٦٦(

‫يؤما‬ ، ‫ك غأى ال ثث ث بن مت ع د‬ ‫ح‬ ‫ ذ‬:‫ مولت‬، ‫ت ف م ن ت أيي‬3 ‫ ئ‬،‫بن من ص ور‬ ‫نل م‬ ‫لحا يم‬

‫ ائ ن ث خ ز غ م ن ث حته‬،‫ب د ه إ ر م ح ال ة‬
‫ ئ خ ر غ ث م ض ز ب الل ي ث ج‬، ‫وعل ى ر ن ه حا د م يغ م ره‬

‫ ق ي و ن‬، ‫ ال ض إ بما ا ن ي‬،‫ يا أثا ا ل ر ئ‬٠٠ ‫ إل قات‬،‫ إل زش به ا إي‬،‫نه أ ك دثار‬


‫ك ثا ج‬

" ‫غي‬

.Ebû H âtim Süleym b. Mansûr, babasından bildirir: Bir gün Leys b


Sa’d’ın yanma girdiğimde hizmetçisi başında durmuş ona kaş göz işareti
yapıyordu. Hizmetçi çıkınca Leys elini cebine attı ve içinde bin dinar
bulunan bir kese çıkartıp önüme attı. Sonra bana: “Ey Ebu’s-Seriy! Bunu
verdiğimi oğluma söyleme, zira bunu sana az görebilir” dedi ,

‫خدم‬ ، ‫دق حم د ال م‬° ‫ ثن ا إشث ا عيد‬،‫مه د الثؤ تق خغ م ر‬ ‫خدق ا‬ ] r \ > / v [ ")١١٠٦٧(

‫ ز ال يت ع ش ى زخت ة إ ال‬، ‫ ع شرين شنه ال قع د ى‬، ‫ ص ح ب ت الل ئ ث‬٠' : ‫ ئ ت‬، ‫عثذ الثؤ شر محت اب ح‬

٠' ‫بؤمن‬
‫خ؛ إ ال أة م‬
‫ م ا ل ل‬: ‫ ؤ*ىن ال‬،‫تع الق اص‬
‫‪Leys b. Sa’d‬‬ ‫‪589‬‬

‫‪: “Leys İle yirmi yıl beraber oldum ve bu müddet‬لظ ‪Abdullah b. Sâlih der‬‬
‫‪zarfında tek başına ne sabah, ne de akşam yemek yemezdi. Mutlaka‬‬
‫”‪başkalarıyla yerdi. Hasta olmadan da et yemezdi.‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪ “) ١١٠٦٨‬ل ‪ ] ٣٢١/٧‬حدثن ا عتد الله ين م ح م د بن جعفر‪ ،‬ثن ا ابن ص ص‪،‬‬

‫الل ي ث بن ت غ د م ن أ ه ل‬ ‫بم ن ‪ ،‬أ ص ح ابثا م و لت ‪٠٠ :‬‬ ‫إ ن ن ا مه د بن يزيد ‪ ،‬ما لأ‪ :‬ش م ع ت‬

‫ملخب ة ت ش م ممم‬

‫‪ismâil b. Yezîd der ki: “Arkadaşlarımızdan birinin bize dediğine göre‬‬


‫”‪Leys b. Sa’d, İran’ın Isbehân ahalisindendir.‬‬

‫(‪ [ -) ١١ ٠٦٩‬؟‪ ] ٣٢١/‬حدثن ا ع د الثؤ‪ ،‬ه ادت ش م ع ت أب ا ا لخض بن الت ل حا ن‪ ،‬م وأل‪:‬‬

‫أصثه ا ن‪،‬‬ ‫أغ ل‬ ‫يف غ بن تع د ‪ ،‬ي م وت‪ " :‬ث ح ن م ن‬


‫ت ابن زغبه‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت ال‬ ‫شمع‬

‫ة ا ت ث بمو ا ه ء خ ة ت ا ما‬

‫”‪Leys b. Sa’d der ki: “Biz Isbehânlıyız! Isbehanlılara iyi davranın.‬‬

‫ثت ا‬ ‫نأ بما ن بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا أ ح م د بن ي حش ال ح صزم ئ ‪،‬‬ ‫حدق ا‬ ‫(‪ ")١١ ٠٧٠‬ل ‪] ٣٢١/٧‬‬

‫بن الل ئ ث بن مت ع د ‪ ،‬قادت ت ب غ ت أشتد بن ن و ت ى ‪ ،‬مولط‪" :‬ك ا ن عئد‬ ‫ا ل م ل ك بن شعي ب‬ ‫عئد‬

‫ح ك‬ ‫م دخلته ا في هقة زبة‪ ،‬ئد‬ ‫مع‬ ‫الثؤ بن علي ثهلل ي بتي أتثه‪ ،‬نم ت م ‪ ،‬ثلث ا د ح ل ت‬

‫ثا ح رغ ائ وأد ا ن خ ز ي دهغ إلي صؤه ف‬


‫يف ا ماقه‬ ‫ا ج لش حش أ ح رغ إثلف‪ ،‬ث جل ن ت ‪،‬ثل‬

‫بم ة‬ ‫تج ث "‪،‬‬ ‫ض خ ب هذه ا‪ 5‬ةقق ؤ ‪ :‬م ح ن أ ر ف‪ ،‬و إل ش‬ ‫مدبارء_ق ا ت ق و ت آ أل ن ز ال ي‪" :‬‬

‫فى حو ن ق هنث‪1‬ن فيه ألفث د؛نارء قأخزي ث ائؤن؛ادث ‪ ،‬قل ق‪ :‬أال ع ه فى غش‪ ،‬انثأ‪°‬ذن‬
‫وأخمل‪4‬‬ ‫ك هأ ح مبة ي م ي ‪ ،‬ؤاعثذ‪،‬رت ؛قه م ن‬ ‫مد ح‬ ‫ق عإى ‪ ، ^ ^ [ ١‬ئا ت ثأ د ‪ 0‬ثي ‪،‬‬

‫ؤ!ئا‬ ‫ب م‪ 1‬ن ص ‪ ،‬مما‪ " :،3‬هذه صله وق ش ت بصذهة "‪ ،‬ق ك ‪ :‬أكنة أن أع ود م س ي ء ذ ؛‬

‫وت‬ ‫هل م‬ ‫في غنى‪ ،‬ق ات‪ " :‬ادثئه ا إئى بع ض أ ص حا ب ا ل ح د ي ث م ث ن ثزاة شتث جئ ا ل ه ا "‪،‬‬

‫بي ح ؤ أ ح دث ه ا م م ر ق ه ا عأى ج م ا عة‬


590 Leysb.Sa’d

Esed b. Mûsâ anlatıyor: Abdullah b. Ali, Umeyye oğullarından olanları


bulup öldürürdü. Ben Mısır’a eski püskü giysilerle girip Leys b. Sa’d ’ın
yanma gittim. Meclisinden ayrılıp çıkınca peşimden hizmetçisi koridorda
bana: “Ben yamna gelene kadar otur” dedi. O turdum , tek başımayken
yanıma gelip içinde yüz dinar olan bir kese verdi ve şöyle dedi: “Efendim:
«Bu parayla bazı işlerini yoluna koy ve kılığını düzelt» dedi.” Kemerimde
içinde yüz bin dinar olan iki dağarcık vardı. Dağarcıkları çıkarıp: “Benim bu
verdiklerine ihtiyacım yoktur. Benim şeyhin yanına girmem için izin al”
dedim. Bana izin aldı ve girerek ona nesebimi bildirip verdiği parayı
reddettiğim için özür dileyerek olanları anlattım. Bana: “Bunu sadaka
niyetiyle değil, aradaki bağları kuwetlendirmek için verdim” deyince ben:
“Kendimi, ihtiyacım olmadığı halde böyle şeyleri almaya alıştırmaktan
‫ط هأا‬ ‫ ”ل!ل ا‬dedim. Bana: “Hadis ehlinden bunu hak ettiğine inandığın
kişilere ver” dedi ve bu parayı alana kadar ısrar etti. Sonunda parayı alıp bir
topuluğa infak ettim.

:‫ ق ا لأ‬، ‫بن فج ي ب‬ ‫خ ا؛ثن ا م ط ل ب‬ ، ‫ ] حدثن ا نل بما ن بن أ خن ذ‬٣ ٢ ٧ ٧ [ - ) ١١٠٧١(

‫ه قدم ث عنى‬ :‫ مولت‬،‫ ت ئ ذ ت ع د‬4‫ سم ن ت الل‬:‫ثمولط‬ ‫لل ه بن‬1 ‫ش م ع ت عتذ‬

‫ص ال ح‬ ،‫ ثا أبي ن ا ل م ؤمنين‬٠٠ : ‫ئ ك‬ ‫ص ال ح‬ ‫ نا‬،‫ف ئ‬


‫ ياء ي‬:‫ ل ي‬،3 ‫ ه ا‬،‫ف ا رون ال ؤ شيد‬

‫ؤق ص ث ز م ؛ م ح ن‬ ‫ وم ن رأس م ح ن ق ش‬، ‫م أمم_ه ا‬ ‫ي‬


‫ ن م‬، ‫باء ' م‬-‫ج‬
‫إ‬ ‫هز ال‬

، ^ ^ ١‫ ص دم ت يا أب ا‬:‫ مما ل‬،" ‫ص م ت الث واقي‬

Leys b. Sa'd bildiriyor: H ârun er-Reşîd’in yanma geldiğim zaman bana:


“Ey Leys! Memleketinizin ıslahı nasıl gerçekleşebilir?” diye sordu. Ona: “Ey
müminlerin emiti! Memleketimizin ıslahı, Nil nehr i ni n ‫ اؤ طلء‬gibi valinin de
ıslah olmasına bağlıdır. Zira bulanıklık, kaynaktan gelir. Kaynak saf ve temiz
olduğu zaman çarşı (halk) da saf ve temiz olur” dediğimde: “Ey Ebu’l-Hâris!
Doğru söyledin!” karşılığını verdi.
Leys b. Sa’d ‫اوق‬

، ‫ وأ ح م ذ بن إن ح اى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عتذ الؤ حم ن بن م ح م د بن جغ م ر‬٣ ٢ ٧ ٧ [ “) ١١٠٧٢(

‫ " " كا ن ن خ ل‬:‫ بجو د‬، ‫ ش م غ ث ائذ ثذث ح‬:‫ فات‬، ‫ا و ئ‬ ‫إشت اع آل‬ ‫إ ئ خا ة ئ‬ ‫خ دمحا‬ :‫ق ا ال‬

‫ط‬ ‫م‬ ‫ ظ أ ن ي ب ال ه نحا ر ظقه د بمث ا يز‬،‫م ثن ي ي ج د ت م قن اجن ذ أ ك دثار‬ ‫ج‬ ‫اه‬

ibn Rumeyh bildiriyor: Leys b. Sa'd’ın yıllık geliri sek sn bin dinardı.
Ancak (hepsini infak ettiği için) bir dirhem dahi olsa Allah’ın farz kıldığı
zekâtı ödeme yükümlülüğü hiç olmamıştır.

‫س د ئ أخن ت بن‬ ‫خدتث ا‬ ، ‫ ] خد ق ا ع م ثن مه د الثؤ ئن ش م‬٣٢٢/‫ [ ؟‬-) ١١٠٧٣(

" :‫ ي مولأ‬،‫ ش ج ن ت أيي‬: ‫ ه ا د‬،‫ حدق ا ن ش أ بن من ص ور‬،‫ حدبن ا أثا ن بن قزين‬،‫يزيد ا ل ره ر ي‬

‫عثه ا ل ح ؤأل وعلته‬ ‫قأح و ل‬ ،‫"ك ا ن الل ئ ث بن تع د يتث غ ل في حث ت ه حم س ين ألقت دين او‬
‫ص )ا‬
‫دمح آ‬

Süleym b. Mansûr, babasından bildirir: “Leys b. Sa’d’ın her yıl elli bin
dinar geliri olurdu. Ancak (hepsini infak ettiğinden) yıl bitmeden borçlu
duruma düşerdi.”

‫بش بن‬
‫بن م‬ ‫ال مل ك‬ ‫ حدثت ا عتذ‬، ‫ ] خدثن ا نأي ن ا ن بن أ ح م د‬٣٢٢/‫)" [ ؟‬١١٠٧٤(

،‫ار‬1‫ آ ال ف د؛‬،0*^ ‫س‬ ‫أنف‬ ‫د ؛يلف ق بن تن ي‬ ‫وص‬ " ‫ ثئأو لت‬،‫ سم ن ت أيي‬:3 ‫ ئ‬، ‫ب ك م‬

‫بأهد ى إلثه ماللئ بن أنس رق ا على‬ ‫وحج‬ ،‫ ثع ث إثه بأل ف دينار‬،‫ا ح ثزفئ نار ابن لهيع ه‬

:‫ وقات‬،‫ح وز بن ع م ا ر ا ل ما ضي بأل ف دث ار‬ ‫م‬ ‫ ووص ل‬،‫ألفت دين ار‬ ‫الت ل س‬ ‫طتق هند إقه علي‬

‫إ ال‬ ‫ هوص إة بأل ف دين ا ر‬،‫بن الل ئ ث‬ ‫دللث شعن ب‬ ‫ نل غ‬،‫س م ع بهذا ائيي فته ون علته‬ ‫ال‬

" ‫ إ ى ش ن ق ث ف ذا ا لأيث ا ز لت ال أش ا وي ال ئ ي خ م غ ط ي ه‬:‫ ؤقاد‬،‫دث ازا‬

Abdulmelik b. Yahyâ b. Bukeyr, babasının şöyle dediğini nakleder: Leys


b. Sa’d üç kişiye üç bin dinar verdi, ibn Lehîa’m n evi yandığında ona bin
dinar yolladı. Hacca gittiğinde Mâlik b. Enes Leys’e bir tabak taze hurma
hediye edince, Leys tabağa bin dinar koyup Mâlik e gönderdi. Kadı Mansûr
b. Ammâr’a bin dinar verip: “Bunu verdiğimi oğluma söyleme, zira bunu
sana az görebilir” dedi. Şuayb b. Leys, babasının böyle yaptığım öğrenince
‫‪592‬‬ ‫‪Leys b. Sa’d‬‬

‫‪M ansûr’a dokuz yüz doksan dokuz dinar yolladı ve: “Babamla aynı miktarda‬‬
‫‪vermiş olmamak için bir dinar eksik verdim” dedi.‬‬

‫غ م تق ف ا ص‪ ،‬خدتث ا ا‪°‬تن داود ‪ ،‬قات‪ :‬ت م ن ت أبي‪،‬‬ ‫ا خدتث ا‬ ‫(‪ - ) ١١ ٠٧٥‬ل‪٣٢٢/٧‬‬

‫و ما و ج ب‬ ‫تنة‪،‬‬ ‫عشرين ألفث دين ا ر‬ ‫يئتغ ل‬ ‫بمولط‪ :‬قا د ق ي بن ت ع يد‪ ” :‬كا ن الل ث ت‬

‫علته زكاة ط ‪ ،‬وأعطى ابن لهيع ه أل فن ديث ار‪ ،‬وأعش ماللف بن أنس أئ ن دينار‪ ،‬وأعطى‬

‫من ص ور س ع م ا ر أنفت دثار‪ ،‬و جاريه ئ‪،‬ن ا ي ي ث ال ث ماقه ديا ر "‬

‫‪Kuteybe b. Saîd der ki: “Leys b. Sa’d’ın her yıl yirmi bin dinar geliri‬‬
‫‪olurdu. Ama (hepsini infak ettiğinden) hiçbir zaman zekat vermesi‬‬
‫‪.gerekmedi, ibn Lehia’ya bin dinar, Mâlik b. Enes’e bin dinar, Mansûr b‬‬
‫‪Ammâr’a da bin dinar ve bir de değeri üç yüz dinar tutan bir cariye‬‬
‫”‪vermiştir.‬‬

‫حدق ا م ح م ذ بن أ خ ن ذ بن م ح م د ال جرجاني‪ c‬حدثن ا أيو علي‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١١ ٠٧٦‬ل ‪٣٢٣/٧‬‬

‫ائخ ا ؤم حا دم ال ؤشيد‪ ،‬قات‪ '٠ :‬جرى ص‬ ‫حدثت ا أ ول و‬ ‫ال طرف ي ب م صز‪،‬‬ ‫ملي ح‬ ‫انح ش ن بن‬

‫ف ارون ال ؤشيد وبين ابنة ع م ه نبيذه ثثا طزة و م ال حا ة في ف يغ م ن ا لأئي اء‪ ،‬ق ات ق ارون لف ا‬

‫م ح ع ا ب هذه‬ ‫إل ث د م ؤا ق ئ ا‬ ‫غ ن م "ك ال م ه‪ :‬أ ن ي طال ئ إ ذ ل م أ ي م ن أ م ا ل ج نة‪،‬‬ ‫في‬

‫م عن هذه‬ ‫وش ا‬ ‫مص يتأ ل م و ضع ابم ة ع م ه مئة‪ ،‬ئجم غ المم ه اء‬ ‫به ما‬ ‫ا ل م ن‪ ،‬وئزل ت‬

‫د إلته ائمم ه اء‬ ‫أن ي ح م‬ ‫إ ز ش ائر التندان م ن ع مال ه‬ ‫ب‬ ‫انت م ين‪ ،‬دنؤ ي ج د منه ا ت خن ي اء بأ كت‬

‫ب ن يديه ألم ر إن ح ذ ت‬
‫ي وأد‪-‬خإوا عل يه‪ ،‬و م ح ت واقم أ ج‬ ‫ا‪-‬جث م ع وا جش ئ‬ ‫‪LJi2‬؛‪ı‬‬ ‫ئ‬

‫يأ‪°‬م رذي بن ا ق اؤ فيه‪ ،‬نتال هز ص يمس ه‪ ،‬وكن ت الغ م ز عنه‪ ،‬وهن لت منه ا م حثهى‪ ،‬هأ جابة‬

‫م ص ر وه و‬ ‫‪ ٤^ ^ ١‬بأ جوبة تخثيث و ‪ ،‬و"ك ا ن |د د‪ 1‬ك فيه م ‪1‬ل ق ت بن سع د في م ن أشخهى م ن‬

‫بث يء‪ ،‬وه ارون راعي المم ه اء نا ج ذا نا ج ذا‪ ،‬ق ات‪:‬‬ ‫الم ج ل س لم يتك ل م‬ ‫جال س في اخر‬

‫يئأو ل‬ ‫ه ‪! :‬ن أبين‪^ ^ ^ ١‬‬ ‫ك‬ ‫ط ئ ي !خر‪ ^٠٠^ ^ ١‬نم يتكثز ؛‪ ، £ ^ ٠‬ق‬ ‫بم ي‬

‫ممكث م *ك م‪ 1‬ث ك م أء ب ح‪1‬ب اف؟ هق ا ‪ :3‬قت ش م خ أبين ا ل م و مغ؛ن قزت ‪،£ ^ ^ ١‬‬ ‫ال‬ ‫للف‪ :‬نال؛ق‬

‫‪ ٠‬ش م عن ا م ن ءم ه ائث ا ولم‬


‫أزدثا ^ ^‬ ‫بمول‪ :‬ل ؤ‬
‫م ل ه‪ :‬إن أميز ا ل م ؤمنين‪ ،‬أ‬ ‫وفه م ئث ع‪ ،‬ق ات‪:‬‬
‫‪Leys b. Sa’d‬‬ ‫‪593‬‬

‫أميز الغ ب يين م حل ت ه‬ ‫يت حر‬ ‫دئ خص‪-‬ك م م ن ^؛‪ ٤^ ^ ١‬ؤ ث أ ح ضزت ف ذا ا ل م ج لس‪ ،‬قث اتت‬

‫المم ه اء‬ ‫مئ‬ ‫أ ي م الئوم نين‬ ‫كا ن ب م جل س‬ ‫إن أزاذ أن يش م ع ك ال ب ي في أللف‪ ،‬ئانص زفن م ن‬

‫ف ذا‬ ‫إ ال‬ ‫ي ن بال ح ق ن ة‬


‫ث أ ه ا ‪ :3‬ثك إل ‪ ،‬مما ل‪ :‬تدنس ي أبين ا لمومن؛ن؟ ق ات‪ :‬ف‬
‫زالث ا مم‪ ،‬م‬

‫ع ر ا آلما ن‪ C‬وعلى ط رح‬ ‫أدك ل م‬ ‫ع إيلث بئة عين‪ ،‬ق ا ن‪ :‬يا أبين ا ل م وم نين‬ ‫س‬ ‫ائئ ال م‪ ،‬وق‬

‫به؟ هالت‪،‬ت للف دللف‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫ن ا أ مر‬ ‫الحت م والهيبة والعئ اعة لي م ن أ م المؤمنين في جم يع‬

‫ج ا ح‪ ،‬قأنز بؤ مح أ حض ر‪ ،‬ق ات‪ :‬يأ ح ذه أبين ا ل م ومغين‬ ‫ا ل م ؤم نين ب مءبحمح_ا‬ ‫يدعو أبين‬

‫د إلى ن ورة ا و ح م ن‪ C‬مح أ ح ذه ؤث ص م ح ة حش و ص د إلى ن ورؤ ال ؤ حم ن‪4‬‬ ‫ز يص‬ ‫ق صف حه خ‬

‫قفن ثا‬ ‫مما ل‪ :‬يم زأ أبين ا لم ؤمنس‪ ،‬ممزأ ثلث ا بلغ‪ :‬ؤ ولم ن خ ا ف ن مق ا م ربه جغت ا ن^ ‪ ،‬قات؛‬

‫هوهفن‪ ،‬هق ا ‪ :3‬بموت أبين ا ل م و؛هن‪ :‬و ش ‪،‬ق أل عش ‪ ^ ^ ١‬وعأي‬ ‫أبين الن ومن؛ن‬

‫على ف ذا ؤقغ الق تل‪ ،‬ف ئ س أميز‬ ‫ا لمومي ئ‬ ‫دلل ك ‪ ،‬ق ا د ثق ف ازون‪ :‬ن ا ث ذا ؟ ه ا د ‪ :‬يا أبين‬

‫م ن ا ل م جل س ‪ ،‬ئن م غ‬ ‫هري ب‬ ‫م علته بتت‪،‬‬ ‫ثس‬ ‫ا ل م ؤمنين زأتة‪ ،‬زكا ن ت زنده في بيت‬

‫ه و ال ؤ حم ن‬ ‫إ ال‬ ‫إلة‬ ‫ال‬ ‫رقع ف ارون رأته إ ي‪ ،‬ممات‪ :‬والل ه ا عالأ‪ :‬ال ذ ي‬ ‫الخقن ا ت ‪ ،‬ب م‬

‫ا ي ي م ‪ ،‬إ ر أن بل غ اخز الث م ين‪ ،‬ب م قات‪ :‬إثلث ث ا أبين ا ل مؤمنين ثخ ا ف مق ا م الثؤ؟ ه ا د‬

‫ف ازون‪ :‬إ ي أحامحث مق ا م الثؤ‪ ،‬ق ات؛ يا أبين ا ل م ؤمنين‪ ،‬شهي جسا ن ول ئ ش ت جنه وا ج ده‬

‫كث ا ذ و الثت ثعالى في كت ابه‪ ،‬فش م ن ت التص فيئ ؤائثزخ م ن ‪-‬حل ف ا ل سر‪ ،‬وه ا د ف ارون‪:‬‬

‫ت ع د ‪ ،‬ث م قأا ل ق ارون‪ :‬يا‬ ‫أ خ ت ث زالثؤ‪ ،‬ب ا رك اللت فيل ق‪ ،‬بأ أنزب ال ج وائز وال خل ع ل ق ث بن‬

‫فيه‪ ،‬ثق ات‪ :‬يا أبين ا ل م ؤمنين‪ ،‬ؤثذا الحا دم‬ ‫تج ب‬ ‫ش ح ‪ ،‬ا حت ر ن ا ي غ ث ‪ ،‬نشن ن ا يغ ش‬

‫الواقفث على زأبلف؟ ق ات‪ :‬ن ف ذا ا ل حا دم‪ ،‬ق ات‪ :‬يا أبين ال ن ؤمث ئ‪ ،‬والصن ا ع ا ش ثلث‬

‫م إ ئ النظز في أ موره ا ؟ قات‪ :‬بد معلعلث إ ئ اع ا ‪،‬‬ ‫وس‬ ‫و ال ت ه عملف سمون عقه ا ‪،‬‬ ‫صر‬ ‫بب‬

‫ال‬ ‫رين ب ذ ف ذا ئ سا ‪ ،‬بد ثخون قي يد ي ل أ م ا لمجؤ ب ن‪ ،‬ه‬ ‫نا‬ ‫ق ادت ثا أبين ا ل مجؤ ب ن‪،‬‬

‫ين ا‬ ‫لت ز ي ت ك ن‬ ‫ب‬ ‫خب ن ائثثالي ‪ ،‬و أ م بذللف‪ ،‬مما ‪ :3‬ثل ث ذيل ق‪ ،‬وأمز أن يكت‬
‫م‬ ‫ي جري عأى‬

‫س ع ا ل جوائز وال خل ع وا ل حا دم‪ ،‬ؤأترت ج ن ة ه‬ ‫ب ن يد ي أ م الجن ؤ ب ذ‬


‫قات‪ ،‬و ح رغ م ن ج‬
594 Leys b. Sa’d

‫ أؤ‬، ‫ ن ح م د م ك ؤ ما‬،‫ وا ذئأ ذ ن ف ي ال ؤ ج و ع إل ى مص ز‬،‫ ن حم ي إليه‬،‫ب ضن ف ن ا أت ن به ال ؤ شيد‬

" ‫ك ن ا قات‬

H ârun Reşîd’ın hizmetçisi Lu’lu anlatıyor: H arun Reşid ile amcasının


kızı olan karısı Zübeyde arasında bir konudan dolayı tartışma oldu. H ârun
tartışması sırasında karısına: “Şayet cennet ahalisinden biri değilsem sen
boşsun!” dedi. Ancak sonradan böylesi bir yemin ettiği için pişman oldu ve
bu duruma ikisi de çok üzüldü. Karısı da amcası kızı olduğu için büyük bir
sıkıntıya girdiler. H ârun bütün fakihleri toplayıp bu yemininin hükm ünü
sordu, ancak hiç birinden bu yemini konusunda tatmin edici bir fetva
al a m a d ı -

Bunun üzerine diğer illerdeki valilerine bir mektup yazıp bölgelerindeki


fakihleri yanına göndermelerini istedi. Fakihler gelip toplanınca makamına
oturdu ve yanına geçirildiler. Ben de olası bir durumda bana vereceği emri
yerine getirmek ve sözlerini de onlara aktarmak için önünde duruyordum.
Hârun ettiği yemini ve bu yeminden kurtuluş yolunun olup olmadığım
sordu. Oradaki fakihler bu konuda farklı farklı cevaplar verdiler. Leys b.
Sa’d da Mısır’dan gelen fakih olarak meclisin en sonunda konuşmadan
sessizce oturuyordu. H ârun da gelen fakihlerin her birini ayrı ayrı
dinliyordu.

Sonunda Hârun: “Geriye meclisin sonunda oturan ve hiç konuşmayan şu


ihtiyar kaldı” deyince, Leys’e: “M üminlerin emiri diğerleri gibi neden
konuşmadığım soruyor” dedim. Leys: “Müminlerin emiri fakihlerin bu
konuda söylediklerini duydu ki kanaat edinmesi için yeterlidir” karşılığını
verdi. H ârun bana: “Ona, şayet bununla yetinecek olsaydık kendi
fakirlerimizi dinler, onu ve diğerlerini değişik illerden buraya getirmezdik,
dediğimi söyle” deyince, Leys: “Şayet müminlerin emiri bu konudaki
sözümü duymak istiyorsa bu meclisi boşaltsın” karşılığını verdi.

Müminlerin emirinin meclisinde bulunan fakihler dışarıya ^karılınca


H ârun, Leys’e: “Konuş!” dedi. Leys: “M üminlerin emiri beni yanma
Leys b. Sa’d 595

yaklaştırır mı?” diye sorunca, Hârun: “Yanımızda şu hizmetçiden başka


kimse kalmadı, ondan da çekinmene gerek yok” karşılığını verdi. Leys: “Ey
müminlerin emiri! Söyleyeceklerim saygısızlık gibi görünse de sana yapmanı
isteyeceklerim konusunda bana zarar gelmeyeceğine dair güvence verir
misin?” diye sorunca, Hârun: “Veriyorum” karşılığını verdi. Leys:
“M üminlerin emiri bütün sûrelerin bulunduğu bir mushaf getirilmesini
söylesin” deyince, Hârun emrederek böylesi bir mushaf getirildi. Leys:
“M üminlerin emiri mushafı açsın ve Rahman Suresi’ne varana kadar
sayfalarını çevirsin” deyince, Hârun sayfaları çevirerek Rahmân Suresi’ne
geldi. Leys: “Müminlerin emiri sûreyi okusun” deyince, Hârun okumaya
başladı. Hârun, “Rabbinin huzurunda (hesap vermek üzere)
duracağından korkan kimseye iki cennet vardır”1 âyetine ulaşınca Leys:
“Ey müminlerin emiri! Orada dur!” dedi. H ârun durunca, Leys: “Vallahi,
söyle” dedi. Bu durum hem H ârun’a hem de bana ağır geldi. Hârun: “Bu
ne?” diye çıkışınca, Leys: “Ama şartımız böyleydi” dedi. Leys böyle deyince
H ârun başını önüne eğdi.

Zübeyde de meclise yakın başka bir odada duruyordu. Arada perde vardı
ve konuşulanları duyuyordu. Sonra H ârun başını kaldırdı ve: “Kendisinden
başka ilah olmayan, Rahmân ve Rahîm olan Allah adına yemin ederim!”
dedi. Bu şekilde yeminini bitirince Leys ona: “Ey müminlerin emiri!
Allah’ın huzurunda (hesap için) duracağından korkarsın değil mi?” diye
sordu. Hârun: “Allah’ın huzurunda (hesap için) duracağımdan korkarım”
karşılığını verdi. Leys: “Ey müminlerin emiri! O zaman Allah’ın zikrettiği
gibi sana bir değil iki cennet vardır” deyince perde arkasından el çırpma ve
sevinç sesleri gelmeye başladı. Hârun, Leys’e: “Vallahi çok güzel bir fetva
verdin! Allah sana bereketler ihsan etsin!” dedi ve ona ödüllerle birlikte
kaftanlar da verilmesini emretti.

Sonra ona: “Hoca! İstediğin şeyi al, istediğin şeyi de iste hemen yerine
getirilecektir” deyince, Leys: “Ey müminlerin emiri! Bu yanında duran

1Rahmân Sur. 46
596 Ali b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih

hizmetçi de buna dahil mi?” diye sordu. Hârun: “Bu hizmetçi de dahil”
dedi. Leys: “Ey müminlerin emiri! Mısır’da sana ve amcan kızına (karına) ait
olan mezraların başında durup bakımını yapmak istiyorum” deyince,
Hârun: “Bunun yerine oraları ıkta olarak sana veriyoruz” karşılığını verdi.
Leys: “Ey müminlerin emiri! Ben bunu istemiyorum. ‫ه‬ mallar yine
müminlerin emirinin kalsın. Sadece oradaki valilerin bana eziyet vermesin,
bu bana yeter” deyince, Hârun: “istediğin olsun!” karşılığını verdi ve
bunların kayda geçirilip belge olarak ona verilmesini istedi.

Leys aldığı ödüller, kaftanlar ve hizmetçiyle birlikte müminlerin


huzurundan ayrıldı. Zübeyde de H ârun’un ona verdiğinin iki katının
verilmesini emretti. Yükü hazırlanınca da Mısır’a dönüş için izin istedi, izzet
ve ikram içinde de oradan ayrıldı.

Leys b. Sa’d; Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah b. Ubeydillah b. Ebi Muleyke


ve İbn Ö m er’in azatlısı NâfiJ gibi tâbiûnun ileri gelenlerinden rivâyetlerde
bulunm uştur. Tâbiûndan elli küsur kişiye, teba-i tâbiûndan ve onlardan
sonra gelen âlimlerden de yüz elli kişiye yetiştiği söylenir. Huşeym b.
Beşîr, Ali b. Ğurâb, H a ^ â n b. Ali el-Anez! ve Abdullah b. el-Mübârek,
M ısırlılardan da ibn Lehîa, Hişâm b. Sa’d ve Abdullah b. Vehb gibi seçkin
âlimlerden rivâyetlerde bulunm uştur.

Takrîb 2302, Takrîb 3367, Takrîb 3468, Takrîb 536, Takrîb 3741, Takrîb
659, Takrîb 455, Takrîb 358, Takrîb 630‫ل‬, Takrîb 4271, Takrîb 2282, Takrîb
162, Takrîb 385

Âli b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih


O nlardan ikisi de Sâlih b. Huyey’in oğulları Ali ve Hasan’dır. ikiz
kardeş olan Ali ile Hasan’m her ikisi de fakih ve âbiddi. Allah ikisine de
ilim, ibadet, kanaat ve zühd ihsan etmiştir.

،‫أن ركريا ا نمون‬ ‫حدثن ا ائف ا ب‬ ، ‫ ] حدق ا نل بما ن س أ خئ ذ‬٣٢٧/'/[ - ) ١١٠٩٠(

‫ " ” كا ن علي‬:‫ قول؛‬،‫ ش م ع ت وكيغ بن ا ل ج راح‬: ‫ ق ا د‬C‫حدبن ا ص د الثؤ ن هعق ا^ الط وس ي‬


‫‪. Salih ve Haşan b. Sâlih‬ء ‪Ali‬‬ ‫‪597‬‬

‫قد جزءوا ال ق د ق البه أ جزاء‪ ،‬مح ك ان ع ئ م وم ال ق ك‬ ‫وأم ه م ا‬ ‫بن ح ي‬ ‫اثثا صال ح‬ ‫وا لخشن‬

‫‪ ،٣‬و موم أ م ‪ ، ، ^ ١‬قأ ‪cJta 1‬مهث ا نحزأ الق إ‪،2‬‬ ‫ويممو م ؛ ن ن ذ ‪ ، ^ ١‬ثم‬ ‫ثأ‬

‫ظ ‪٠٠‬‬ ‫به‬ ‫صا م ا خل س‬ ‫ث أ ن ا ث عل ي‪،‬‬


‫بثنهن ا ‪ ،‬ثق انأ يقوما ن بؤ حش الصث ا خ‪ ،‬م‬

‫‪Vekî b. el-Cerrâh der ki: “Sâlih b. Huyey’in ©ğullarr Ali ile Haşan ve‬‬
‫‪anneleri geeeyi aralarında üçe bölmüşlerdi. Ali gecenin bu üç bölümünden‬‬
‫‪birini ibadede geçirip sonrasında uyurdu. O nun arkasından Haşan üç‬‬
‫‪bölümünden birini ibaderle geçirip o da sonrasında uyurdu. Kalan üçte‬‬
‫‪birini de anneleri ibadetle geçirirdi. Anneleri vefat edince geceyi aralarında‬‬
‫‪ikiye böldüler. Bu şekilde nöbetleşe geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmiş‬‬
‫‪olurlardı. Ali de vefat edince Haşan gecenin tüm ünü ibadetle geçirmeye‬‬
‫”‪başladı.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٢ ٧ ٧ [ “) ١١٠٩١‬حدثن ا أبو م ح ئ د شر حثا ن‪ ،‬إ م الء‪ ،‬حدثن ا عتد ا لر ح م ن بن‬

‫م ح م د بن إدري س‪ ،‬حدت ا م ح م ذ بن ي حش ‪ ، ^ ^ ١^ ١‬حالثغ‪ 1‬م ح م د بن م مر‪ ،‬ح د ظ عتد‬

‫ن صال ح ‪ ،‬زأغ وة عل ي‪ ،‬و”ك ا ن علي‬ ‫ان ح س‬ ‫ح م ‪ ،‬قات‪ " :‬ء د‬ ‫م‬ ‫ال قدو س بن بكر بن‬

‫م ‪ ،‬ال يث ا م ون‪ ،‬وب\لته ا ر‬ ‫ألل‬ ‫م صئ علته‪ ،‬و كائ ا يم نان ‪ ^١^ ١‬وأم ه م ا ‪ ،‬ثت عا و لو‪ 0‬غش اخل انة‬

‫نا ث‬ ‫أثي ن ا ‪ ،‬ف ل ما‬ ‫وعن‬ ‫عنه م ا‬ ‫ال يمطرون‪ ،‬قنث ا ن ا ث ث أثي ن ا ث عا وئ ا على افث ا م والصث ا م‬

‫حيه الزا و ي ‪ ،‬يع ن ي ال ينام‬ ‫لخنن عن شب ي ‪ ،‬وعئه م ا ‪ ،‬و ك ا ن ما لت ل ن ح ش ن‪:‬‬ ‫■‪ ^ ٤‬هام ا‬

‫حش نكون الثؤم هو ال ذ ي‬ ‫تك ل ما‬ ‫م ‪ ،‬وك ا ن يمولط‪ :‬إدي أتث جي م ن الثؤ بئالى أن أثا؛‬ ‫ألل‬

‫ال‬ ‫ه عس ي‪ ،‬واك ا ن‬ ‫غذ ت لائ م‪ ^ 1‬أنقذ‬ ‫م‬ ‫ين ت ‪ ،‬ئ أ ا‪،‬ئثئقفزغ‪،‬‬ ‫ص‬ ‫ثمين ع ر ‪ ،‬ء إ‪،‬تا‬

‫ء ئ ‪ ،‬ينئنه بس يؤ‬ ‫أال‬ ‫يم ت د م ن أ ح د ثتئ\ ق جيء ^ثه صبيه ؤهو في ال ن ن ج د‪ 0‬نأم و ل‪:‬‬

‫خ ز يذ ه ب ال*حا دم إلى الق وي نبي ع ظ عرل ت م ؤ البت ث ن نل م ‪ ،‬زيئثز ىبع ك‪ C‬ويشترى‬

‫فيجيء به فتق ل حنه‪ ،‬بم بئ جنة‪ ،‬فتخبرت ا ثنخد الصق ا ن وا ل حا دم‪ ،‬ونرثع لث‬ ‫ا ل س ع ير‪،‬‬ ‫سيئ ا م ن‬

‫ز ح ن ه «ه "‬ ‫ك‬ ‫ز‬ ‫ر‬ ‫غ‬ ‫ئ‬ ‫^ ‪، ١،‬فلز‬ ‫و ال ئيه‬

‫‪Abdulkuddûs b. Bekr b. Huneys bildiriyor: Haşan b. Sâlih ve kardeşi Ali‬‬


‫‪-ki Ali, Sâlih’ten daha üstün tutulurdu- anneleriyle beraber Kur’ân okur.‬‬
598 Ali b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih

gece uyumayıp beraber ibadet ederlerdi. Gündüz ise hep birlikte oruç
tutarlardı. Anneleri öldüğü zaman onun yerine de beraber gece namazı kılıp
oruç tutmaya başladılar. Ali öldüğü zaman da Haşan hem kendi, hem Ali,
hem de annesi adına bu ibadetleri yapardı. Geceleri uyumadığı için de
kendisine “Vadiyi ihya eden kişi” derlerdi.

Sâlih şöyle derdi: “Uyku beni ad am ad ık ça kendi isteğimle uyumaktan


Allah’tan utanırım. Eğer ben uyuyup uyandıktan sonra geri uyursam Allah
bir daha uyumamı bana nasip etmesin.” Sâlih, kimseden bir şey kabul
etmezdi. Mesciddeyken yanma çocuğu gelip: “Açım” dediğinde, çocuğu bir
şekilde oyalardı, o arada hizmetçisi çarşıya gidip Salih’in hanımının gece
eğirdiği şeyleri satar, karşılığında pamuk ve bir miktar arpa satın alırdı.
Hanım ı arpayı öğütüp yoğurur, çocukların ve hizmetçinin yiyeceği ekmeği
yapardı. Sâlih’e ve ailesine iftar etmeleri için birazını kaldırırdı. Sâlih’in bu
hali ölene kadar böyle devam etti.

،‫ حدبن ا م ح م د بن ب حر‬،‫ ] حدثن ا ع د الل ه بن ن ح م د بن جنفي‬٣٢٨/'/[ ")١١٠٩٢(

‫ ن ا رأيت أ خدا‬٠٠ :‫ بم ولط‬،‫دارئ‬-‫ س م ع ت أث ا ن ق م ا ن اا‬:‫ ف ات‬،‫خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن أيي ا ل ح واري‬

‫فق رأ ع م‬ ‫ ئء ئه‬،‫بن حي‬ ‫صا؟ ح‬ ‫كونت أ صت غش و ج ه ه خ ئ وغ من ؛ كن بن‬


٠' ‫ز ط ثغ م ح ي ز‬ ‫ح‬ ‫ثئين ي‬ ‫م‬ ‫ ئ غ ي ؤ ع ث ه ظ‬، ‫ءلون‬.‫شث ا‬

Ebû Süleymân ed-Dârânî der ki: “Haşan b. Sâlih b. Huyey gibi korkusu
ve haşyeti yüzüne yansıyan başka birini daha görmüş değilim. Bir gece
namaza kalkıp Nebe sûresini okudu. Ancak bitiremeden düşüp bayıldı.
Şafak sökene kadar bu sûreyi bitiremedi.”

-‫ خضن ا أبو بكر بن‬،‫ حدثت ا أ خ ن د بن م ح م د بن عنز‬، ‫ ا خ ا؛ثغ ا أيي‬٣٢٨/٧‫)" ل‬١١٠٩٣(

،‫ اشتهى ا لخشن بن ضاي ح‬:‫ قات‬،‫ا ل مغ ري‬ ‫س‬ ‫نلت م ان بن إدري‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫ ح د ي ي أيي‬،‫عبيد‬

‫ و ل م ق أ خ‬C‫هأم ز به هزيع‬ ‫قنكؤ د\صتل زثت‬،‫ثثؤ ال‬،‫ ثنث ا أ ي به\ وم د يده إ؟ى ا‬، ‫ت ن ك ؛‬

‫نا‬ ‫' ش د و ت ث ص زبت ب ث د ي ؛ ر بهئنه ا أن أؤد‬٠ 3 ‫ مما‬،‫ه م د لت في <ئرل ق‬ ‫منه‬

٠٠ ‫ ث م أقدر أن أذوقة‬، ‫ثمم ن م ن ا إل من انبعئثة‬


Ali b. Salih ve Haşan b. Salih 599

.Süleymân b. idrîs el-Mukrî der ki: Haşan b. Salih’in canı balık çekti
.Balık pişirilip de önüne konulduğunda elini balığın göbeğine doğru uzattı
Ancak elinde bir rahatsızlık varmış gibi geri çekti ve balığın kaldırılmasını
,istedi. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda ise: “Elimi uzattığımda
insanda ilk çürüyecek şeyin karnı olduğu aklıma geldi. Bunun için balığı
yiyemedim” dedi,

‫حدثت ا‬ ،‫ حدثن ا ن ح م د شر ي ح ش‬C‫حث ا ن‬- ‫ ] حدثت ا أبو م ح م د بن‬٣٢٩/'/[ “) ١١٠٩٤(

‫ مح أ ح ذ‬،‫حائ ط‬ ‫ت ل‬
‫أح‬ ‫ انتهى إ ر‬،‫ أن الح س ن بن صال ح‬،‫ خ ا؛ثن ا أثونعي م‬، ‫م ح م د بن عس ث ى‬

، 0‫ت م د ل‬
‫ ئ ط م‬1‫ح‬- ‫ !ي أ خ ذ ت م ن‬٠
٠ : 3 ‫ مما‬،،^^ ١ ^‫ ئدى عثه‬، 1‫م دره غتشثخ به‬

٠٠ ١ ‫ب ش ي قي جث‬
‫ م‬، ‫صث ح ث‬

Ebû Nuaym bildiriyor: Haşan b. Sâlih bir bahçeye girip toprak alarak
onunla teyemmüm etti. Sonra bahçe sahiplerinin kapısını çalıp: “Sizin
bahçenizden toprak alıp teyemmüm ettim. Hakkınızı helal ediniz” dedi.

‫ حدثن ا ا ل ح جا ج‬، ‫ حدق ا إشحا ق بن أ ح م د‬، ‫ ] حدثن ا أثو م ح م د‬٣٢٩/٧ ‫ ل‬-) ١١٠٩٠(

3 ‫ مما‬،‫لخشن بن ض ا ب ع‬ ‫ل‬ ‫ بعث ا جاريه‬:‫ ق ات‬،‫ حدق ا عق اب أبو عتته‬،‫ حدثن ا أب و يزيد‬،‫بن ح مزة‬

" ‫ق وة دى‬ ‫ث ش ث‬ ‫أص‬ ‫" م حثوغز‬

Abbâd Ebû Utbe der ‫لط‬: Haşan b. Salih’e ait bir cariyeyi sattık. Haşan
bize: “Cariyeyi alacaklara yanımızdayken bir defa burnundan kan geldiğini
de söyleyin” dedi,

‫ حدثت ا أ خ ن د بن‬،‫ ^ ب نب ائل ة‬١^ ‫حدت ا‬ ،‫ت خم‬ ‫ح دق ا أب و‬ ] y ^ / y [ - ) ١١٠٩٦(

،‫الق وق زأثا مع ه‬ ‫صال ح‬ ‫ ب ح د ا لخشن بن‬:3 ‫ ق ا‬، ‫ حدت ا إشحا ق بن غ ل ب‬،‫أيي ا ل ح واري‬

‫إله م ؛ل ت ؤ ت‬°‫ز يأ‬ ‫ح‬ ‫ ئتثل وذ‬، ^ ^ ^ ١" :3 ‫ م ئ‬، ‫ ن ك ى‬،‫ نفذ؛ يص ن ع‬، ‫ثزأى فذ؛ يخي ط‬

ishâk b. Halef bildiriyor: Bir defasında Haşan b. Salih ile çarşıya gittik.
Haşan çarşıda birilerinin dikiş diktiğini, birilerinin bir şeyler ürettiğini
görünce ağladı ve şöyle dedi: “Şunlara iyi bak! ö lü m kendilerini buluncaya
kadar işte böyle ©yalanıp duracaklar!”
‫‪600‬‬ ‫‪Ali b. Salih ve Haşan b. Sâlih‬‬

‫حدثن ا‬ ‫حدثن ا عئذ الل ه بن م ح م د ‪ ،‬حدت ا إش ح ا ق بن أ ح م د ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١١٠٩٧‬ل‪٣٢٩/٧‬‬

‫دت ش ج ن ت أث ا نعي م ‪ ،‬مولت ‪ :‬حدتما ا لخثن بن ض اي ح ‪ ،‬ئ ا لأت '‪ ٠‬فثئ غ ا ال ززغ‬ ‫محا‬ ‫ال ح جا ج ‪،‬‬

‫ه ل م ث ج دة ثي شيؤ أثل مئة في ال د ا ‪" 0‬‬

‫‪: “V eranın (günah korkusunun) nerelerde‬نظ ‪Haşan b. es-Sâlih der‬‬


‫”‪bulunduğuna baktık da en az vera’ya sahip olan şeyin dil olduğunu gördük .‬‬

‫خ ث د بن ع ئ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أبو بم ن ال ث ؤص ئ ‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫خ ا؛ثن ا م‬ ‫(‪ [ “) ١١٠٩٨‬؟‪] ٣٢٩/‬‬

‫ش ج غ ئ عتن ا ‪ 0‬بن أيى فتته‪ ،‬مولت‪ :‬ش م ع ت ح م ي د بن مه د ؛ و خ ش‪ ،‬مولت‪ :‬ش مع ت‬

‫مح د ح ثئز ت‬ ‫وكأن ال دئ‪1‬‬ ‫أصت ح ت وظ عندي‬ ‫م؛ نت ئ سر ص‪ 1‬ل ح ‪ ،‬ي م ول‪" :‬‬

‫خ‬ ‫لي ومحأ ي‬

‫‪Haşan b. Sâlih der ki: “Bazen tek bir dirhemim bile olmadan‬‬
‫‪sabahladığımda sanki tüm dünya benimmiş gibi sevinirdim. Tek korkum da‬‬
‫”‪elimde paranın bulunmasıdır.‬‬

‫(‪ “) ١١٠٩٩‬ل‪ ] ٣٢٩/٧‬حدثن ا أبو م ح ا ذ ن خ ئ د بن أ خ ن ذ بن الق ص ر‪ ،‬وال ول د بن‬

‫أ خن ذ ‪ ، ،‬ال‪ :‬خ ا؛ثن ا عتد ا لر ح م ن بن أ ي حات م ‪ ،‬حدق ا م ح م د بن ي حش الوا م حإ ي‪ ،‬ح دثني‬

‫م ح م د بن ذاوذ بن عتد الئؤ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ش م ع ت ي حيى بن يون س ‪ ،‬مولت ‪ ،‬ونكز عنده الحس ن‬

‫عثه‪ ،‬ينفئز إلى ا ل م متنة‬ ‫م ع سا‬ ‫أنزأل به‬ ‫إ ال‬ ‫أ حيء في وهم ت ص الة‬ ‫ما‬ ‫ئ ذ صال ح ‪ ،‬ق ا لأ‪٠' :‬‬

‫هاا‬ ‫ظ‬ ‫مف ن ث غ ث ب ش‬

‫‪Yahyâ b. Yahyâ, Haşan b. Sâlih’in yanında anılması üzerine şöyle‬‬


‫‪demiştir: “Namaz için ne zaman geldiysem onu hep baygın bir şekilde‬‬
‫”‪görürdüm. Zira Haşan mezarlığa bakar, bir çığlık atar ve düşüp bayılırdı.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٢٧ ٧ [ -) ١١١٠٠‬حدثن ا أ خ ن د س إ ئ خ ا ق‪ ،‬حدثن ا أ خ ن د بن علي ائ جارود‪ ،‬د ا‪،3‬ت‬

‫بن صال ح‪ ،‬يوئأل ‪ " :‬لث ا ا حتضن أخي‬ ‫ال ح س‬ ‫ش م ع ت علي بن ال ئئذر‪ ،‬ثئ و لأ‪ :‬ش م ع ت‬

‫م ن ال ث ي ذ وال غ د م ح ن‬ ‫م‬ ‫نز ال ق عقه‬


‫عل ي بن صال ح ‪ ،‬زئغ بص نم‪ ،‬بم ظت‪:‬ءؤم ع م حق أ ح‬
Ali b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih 601

‫ ءنتي؛أ إ ر جنبه ق ا دا‬:‫ محالأ‬،‫حز ج ت شث ة‬ ‫ ث م‬، ‫يئ ا ه‬


‫زف‬ ‫وال شهذاؤ وا ل صا ل حين و ح ن ن أوكلف‬

" ‫بم د إ ر جوفه و ما ع ل م به أ ح د م ن أنب ه‬ ‫م ج ي ؤقت‬ ‫ق ب‬

Haşan b. Salih anlatıyor: Kardeşim Ali b. Sâlih’in vefat am gelince


gözlerini yukarıya dikti ve şu âyeti okudu: “Kim Allah'a ve Resûl'e itaat
ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu
peygamberler, sıddıkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar
ne güzel arkadaştır1”‫ ؟‬Âyeti okuduktan sonra da ruhunu teslim etti. Yan
tarafına baktığımızda iç organlarına kadar ulaşan bir deliğin varlığını fark
ettik. Ailesinden kimsenin böylesi bir delikten haberi yoktu.

:‫ محات‬، ‫ خ ا؛ثن ا عئدان بن أ ح م د‬، ‫حدثت ا عتد الل ه بن م ح م د‬ ‫ا‬ ٣٢٩/٧ ‫ )“ ل‬١١١٠١(

‫ ش م ع ت علي بن‬:‫ يئأو ل‬،‫ ش م ع ت نقي ا ن ى عيس ه‬:‫ يمولث‬،‫ش م ع ت أث ا بك ر بن ح الب‬

،‫ مح زأيت الناسئ ي جارون ب ا لخثنة عشنا‬، ‫ " رأيت ” كا ن ا ل ما م ه قد قا ن ت‬:‫تق وت ا‬

" ‫ ال ثي ز ال عل غ‬: ‫^ بنص ف ؤ ز ف م و عند ي يؤم م ك ت و ب‬ ‫ووأي ت "كأي ب ص د ن ت‬

Ali b. Sâlih der ki: “Rüyamda kıyametin koptuğunu, insanların yaptıkları


iyiliğin mükafatım on katıyla aldığım gördüm. Yine rüyamda bir günde
yarım dirhem sadaka verdiğimi, bir günüm ün de «Ne lehinde, ne de
aleyhindedir» şeklinde kayda geçtiğini gördüm.”

، ‫ حدت آ أبو م ح م د بن أبي حات م‬، 0 ‫ ] حدق ا أبو م ح م د بن حي ا‬٣٣ ‫م‬/‫ )“ ل ما‬١١١٠٢(

‫ ك ث ص د‬:،3‫ محا‬،^ ١^ ١ ‫ خ ا؛ثن ا حم يد‬،‫ خ ا؛ثت ا ث و ت ى بن ذ وذ‬، ‫ح د ظ أ ح م د بن<إ سان‬

‫ نا ف ق يأإ ق‬، ‫ه‬ ‫م ح‬ ‫ م م ي ل م حإ غ ل ى < ال مب ه ء ا ق ئ ا‬، ‫ زا ل خ ض ض م حالج‬، ‫ئ ئ‬

‫ ورأيت‬،‫ ئؤق أفزاع‬،‫ إقه ا محؤق أفزاع‬،‫ " يا ح شن‬: ‫ مما د‬،‫ش زمح د ا ص ما و وا حتم ار‬ ‫ال ح‬

،‫ بئإ ج م عب ربة قنق س عش ح و ت ك ن عنة; ر ق د دبب ئ م ةءوا ح ص ا ر‬، ‫م؛ ن ن ذ أر\د أن يص ي خ‬

" ‫ اث‬1 ‫وامت‬

1Nisa Sur. 69
602 Ali b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih

Humeyd er-Ruvâsî anlatıyor: Salih’in oğulları Ali ve Hasan’ın


yanındaydım ve bir adam bana: “En büyük korku bile onlan üzmez ... ”1
!âyetini okuyordu. Ali, benzi atmış bir şekilde Hasan’a dönüp: “Ey Haşan
Korku üzerine korku” dedi, Hasan’ın bağırmak istediğini, ama sakinleşene
kadar giysisini toplayıp ısırdığını gördüm. Sakinleşince ağzı (hâlâ) büzülmüş
ve sararıp benzi atmıştı ,

‫بق‬ ‫ط‬ ‫خد ك ن‬ ).‫تن خبد'ب‬ ‫هم د ال م تق ا لخض‬ ‫خدق ا‬ ] r r . / v [ - ) ١١١٠٣(

،‫ عن ا لخض بن صا ل ح‬،‫ حدق ا ي حيى بن آدم‬،‫تن‬


‫ ح دمما ي حش بن ج‬،‫إ س ماعيل ال ئ ا يإ‬

‫ " ؤ ئك للن اس ا ب يذوثي ز م إلهين م ن‬: ‫ س ب غ ت أثث لق ا مح د م ح ت ى عقه الث ال؛‬:3 ‫ظ‬
٠٠‫ ثرايل ت تف ا م خ‬،‫دون ال ث ؤه‬

Haşan b. Sâlih der ‫لكا‬: “işittiğime göre Hz. İsa’ya “Sen mi insaniara
Allah'ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin?”2 denilince
eklemleri yerinden oynamıştır .”

‫حدثت ا‬ ،‫ حدثت ا ن ح م ذ بن إن م ا عيد‬، ‫ ] حدثن ا عتذ الل ه بن الح ش‬r r ،/ v [ - ) ١١١٠٤(

‫ " إن لم م ان‬:‫ م ولت‬،‫ ش ج ن ت الح س ن بن حتي‬:‫ قات‬،‫بمش بن ادم‬ ‫حدت ا‬ ،‫ي حيى بن معين‬

" ‫ م ك ن‬4 ‫ حبة م ن ح رذل‬3 ‫ البنهتؤاثه ا ؛ ن ئ مئث ا‬3 ‫لم أ ئ‬

Yahya b. Âdem der ki: Haşan b. Sâlih’i işittim; “Lokmân Hekim,


oğluna: (dedi ki) «Evladım‫ ؟‬işlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca
olsa da, bir kayanın ‫؟؛‬inde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde
bulunsa, Allah onu getirip meydana koyar»3 âyetini okuduktan sonra
düşünmeye başladı ve ardından vefat etti.

1Enbiyâ Sur. 103


2MâideSur. 116
3Lokmân Sur. 16
‫‪Ali b. Sâlih ve Haşan b. Sâlih‬‬ ‫‪603‬‬

‫مه د الل ه بن م ح م د بن جعف ر‪ C‬حدتما علي بن ر شم ‪،‬‬ ‫حدثت ا‬ ‫ا‬ ‫(‪٣٣ ٠/ v [ - ) ١١١٠٥‬‬

‫حدت ا أ خن ن بن يج ش ا ل ص و ئ‪ ،‬قادت ش م ع ت أب ا عث ا ن‪ ،‬مولت‪ :‬س م ع ت ا ل ح سن بن‬

‫م ا ل ح ‪ ،‬بمولط‪ " :‬اخل مئ ب ا لخنته محوه في ال تدن‪ ،‬زن وئ في ائق ل ب ‪ ،‬وصؤء في اخلصر‪،‬‬

‫حزات ن ثبالثس ة وهن في ائذ ن‪ ،‬وظ ل م ه في القن ب ‪ ،‬وع مي في ائت ص ر‪٠٠‬‬

‫‪Haşan b. Salih der ki: “iyilik yapmak bedene güç, kalbe nur, göze de fer‬‬
‫‪katar. Kötülük yapmak ise bedeni zayıflat^, kalbi karartır, gözü de kör‬‬
‫”‪eder.‬‬

‫هم د الل ه بن م ح م د‪ ،‬حدثن ا غلي بن رن م ‪ ،‬حدق ا أ خ ن د‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪ - ) ١١١٠٦‬تم\‪/‬م م مء‬

‫ت أب ا عش ا ن‪ ،‬ثق وب ‪ :‬ش م ع ت ا لخشن بن صال ح ‪ ،‬م ولت‪ :‬اا المحن‬ ‫ش مع‬ ‫بن ي ح ثى‪ ،‬قا د ‪:‬‬

‫ز؛فتي بمقت نزغرد روصي‪ ،‬نفو ت ا؛بجان‪:‬‬


‫ي‬ ‫م حي‪،‬‬ ‫و‬ ‫بب‪ ،‬ز إلت?اتي‬
‫ج‬ ‫‘ؤ‬ ‫زا م حان ي و ن‬

‫يزم للق بم د ي‪ ،‬وقرت ل ت ا المح ؛ ي ه ف "‬ ‫ال‬ ‫ق‬ ‫ال تذري ل‬ ‫^ ‪ ،‬ؤئ‬ ‫ا؛ذآثم'‪١ ،‬‬

‫‪Haşan b. Sâlih der ki: “Geee ve gündüz her yeniyi eskitir, her uzağı yakın‬‬
‫‪eder, her ödül ve cezayı getirir. Gündüz: «Ey Âdemoğlu! Beni iyi‬‬
‫‪değerlendir. Benden sonra bir gününün olup olmayacağını bilemezsin» der.‬‬
‫”‪Gece de aynı şeyi söyler.‬‬

‫(‪ “) ١١١٠٧‬ل‪ ] ٣٣٠/٧‬حدت ا أ ح م د بن م ح م د بن مو ت ى ‪ ،‬حدق ا ي و ئ ف ن بن م ح م د‬

‫ا ل م ؤبن ا ل صاع اييء حدق ا ي حيى بن أيي ث م ‪ ،‬ق ات‪ :‬ت م ن ت الحس ن بن صال ح ‪ ،‬م ولت‪٠٠ :‬‬

‫س‪ ،‬؛ل د ي "‬ ‫ي؛ي في يد ن ن‬ ‫ر ال‬ ‫ممة خ‬ ‫ال‬

‫‪Haşan b. Sâlih der ki: “Dünya malının kimin elinde olduğuna aldırış‬‬
‫”‪etmediğin zaman gerçek anlamda biri fakih olursun.‬‬

‫أ ح م د بن م ح م د بن‬ ‫حدت ا‬ ‫حدق ا أوئ م ح م د بن حق ا ن‪،‬‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١١١٠٨‬ل ‪٣٣١/٧‬‬

‫ين م و ب‪ ،‬حدثت ا م ح م د بن وئئف ن ا ل ج وهري‪- ،‬حدثت ا أبو عث ا ن ال نهد ي‪ ،‬ئا تآ؛ ش ج ن ت‬

‫الحس ن شر صال ح‪ ،‬مولت‪ ٠' :‬إن ال غي طا ن يئث ح لل م د تشع ه وتنعينب اب ا من الص ر زرين بؤ‬

‫ص ال ث وؤمامح‬ ‫‪:‬ا ي‬
604 D âvud et-Tâî

Haşan b. Sâlih der ki: “Şeytan bir tane kötülük kapısı aralayabilmek için
kula doksan dokuz iyilik kapısı açar.”

،(‫ حدثن ا أ خ ئ د بن م هد ي‬،‫ ] حدتما أ خ ن د بن جع فر بن مع تد‬٣٣١/٧ ‫ ل‬- ) ١١١٠٩

‫قي ا اليا^ انخ ا ي ه‬ ‫ئلئثلم‬،‫"ؤبن ا أ‬ ، ‫ حدثت ا الحع ث ن ن صال ح‬،‫ حدثن ا أ ح ن د ى يون س‬،

‫ ث م ت ا أمح ا لأث ا م‬:‫"قا ت‬

Haşan b. Sâlih der ki: “işittiğimize göre “Ge‫ ؟‬miş günlerde


yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, i‫ ؟‬in”i âyetinde geçmiş günlerde
yapılanlardan kasıt, tutulan oruçlardır.”

Ali ile Haşan, tâbiûn ve teba-i tâbiînden birçok kişiden rivâyette


bulunm uşlardır. Ancak ikisi içinden daha fazla rivâyette bulunup daha
fazla şöhret olan kişi Hasan’dı.

Takrîb 263, Takrîb 2054, Takrîb 206 ‫ل‬, ‫س‬ İ772, Takrîb 29İ4, Takrîb
2915, Takrîb 456, Takrîb 3091, Takrîb 1133, 1821 ‫س‬ ‫أل‬, Takrîb 2128-a,
Takrîb 652, Takrîb 416, Takrîb 795, Takrîb 1908, Takrîb 935, Takrîb 2881-
a, Takrîb 2139, Takrîb 4427, Takrîb 457, Takrîb 415

Dâvud et-Tâî
O nlardan biri de Ebû Süleymân Dâvud b. Nusayr et-Tâî’dir. Bilinçli bir
fakih, basiretli bir önder, boynu bükük bir âbiddir. ibretle bakan, gayrette
en başta duran, hizm ette en önde koşan, ölümü hiç aklından çıkarmayan,
ayrılıkların kahrını çeken ve hep endişe içinde olan biriydi.
Denilir ‫ثكل‬: “Tasavvuf, hedefe giden yolda her an tetikte beklemek ve
elden gelen gayreti gösterm ektir.”

1Hâkka Sur. 24
‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫‪ 5‬م‪6‬‬

‫بن إشحا ى‬ ‫حدثت ا إب راهي م‬ ‫(‪</y [ - ) ١١١٣٢‬؛‪ ] TT،‬خ ا؛ثن ا عتد الؤ ح ن ن س ا لخث ا س‪،‬‬

‫ال مب ي ‪ ،‬حدثن ا عئد الل ه بن م ح مود بن ثلم ة بن تع يد; قات‪ :‬ل ق ي ذاؤذ ال تإ‪ 1‬إل ‪ ،‬ت ي د ‪،‬‬

‫و‬ ‫آ‪ :‬ا در حروغ م سي ! "‪ ،‬قك اد‪ ،1‬نئ؛ ا ن ‪ ٩‬ذ‬ ‫ر‬ ‫نشأنه عن خ زي ي‪ ،‬هق ا ‪ " :3‬دعني‪ ،‬ؤ‬

‫ثازث‪،‬ئ ا مت ‪ :‬أ ب ال ة ئ م ة‬

‫‪Abdullah b. M ahmûd b. Seleme b. Saîd der ki: Adamın biri Dâvud er-‬‬
‫‪Tâî’yle karşılaşınca ona bir hadisi sordu. Dâvud: “Beni rahat bırak! Zira‬‬
‫‪ecelimle yarışıyorum” karşılığını verdi.‬‬

‫‪Bundan dolayı Süfyân es-Sevrî, Dâvud’u andığı zaman: “et-Tâî kendi‬‬


‫‪durum unun çok iyi farkındadır” derdi.‬‬

‫ع د الل ه ين‬ ‫حدت ا‬ ‫بن ح م دا ن(‪C‬‬ ‫ب ن جغ م ر‬ ‫‪ ٤٣٣٦/%^[ -) ١١ ١٣٣‬حدثن ا أب و بكر أ خ ن د‬

‫ت عتد الثؤ بن ا ل مت ا رك‪ ،‬ثق ون‪٠٠ :‬‬ ‫قات‪ :‬ش م ع‬ ‫أخنت بن حنب ل‪ ،‬حدثن ا الحس ن بن ي ث ى ‪،‬‬

‫" ز م ا ل أم إ ال ت ا كا ن غ ي ذاؤئ ال ئ ا ئ ؟ أ‬

‫‪Haşan b. îsa der ki: Abdullah b. el-Mübârek’in: “Olması gereken Dâvud‬‬


‫‪et-Tâî’nin yaptığından başkası mıdır?” dediğini işittim.‬‬

‫(‪ -) ١١١٣٤‬ل‪ ٣٣٦/٧‬ا حدثت ا أيي ‪ ،‬حدثن ا ^‪ ^ ١‬بن م ح م د بن ا ل ح س ن‪ ،‬حدثن ا أثو‬


‫ع مزان‪ ،‬حدثن ا أت ؤد بن ت ا ل م ‪ ،‬أن داود الهلم ا ئ‪ " ،‬كا ن يم و لأ‪ " :‬شتم ني ا ل عا بدون‪ ،‬ؤثم هلغ‬

‫زالقث اة ! "‬ ‫يي‪،‬‬


‫‪Esved b.‬‬ ‫‪sâlim bildiriyor: Dâvud et-Tâî: “Âbidler beni geçti, ben geride‬‬
‫‪kaldım- Vah bana!” derdi-‬‬

‫(‪ ] r v i / v [ - ) ١١١٣٥‬حدثت ا عتد الل ه ن م ح ث د بن جنفي‪ ،‬و م ح م د بن إبزاه_آإ‪ ،‬ق ا ال‪:‬‬

‫م ح ث ذ ى ا ل ح ت ت ن اث ر ج ال ئ‪ ،‬حدثن ا فل م بن هم د‬ ‫حدبن ا‬ ‫خ ا؛ثغ ا أبو بمأى المو صلي‪C‬‬

‫ك ل ذاؤذ‪ :‬يا أث ا نأ بما ن‪ ،‬ن ا ثن ى في الرم ي؟ ء إري‬ ‫مح‬ ‫ا و ح م ن‪ ،‬عن ي حيى ا ل ح ماني‪ ،‬ة ‪:3‬‬

‫أال م‪1‬ث‪،‬ف ا ظن يز م طثه‪" 1‬‬ ‫هئ‬ ‫أ ج ث أن أ ث ش ة ظ( ات " |ن‪ ^ ^ ١‬؟ ح ن ن ‪ ،‬وتكن‬


606 D âvud et-Tâî

Yahyâ el-Himmânî bildiriyor: Dâvud b. Nusayr et-Tâî’ye: “Ey Ebû


Süleymân! Atış hakkında ne düşünüyorsun? Ben atış tâlimi yapmak
istiyorum” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Atışı öğrenmek güzel bir şeydir;
ancak günlerin sayılı ve bunları ne ile geçirdiğine dikkat et.”

،‫ حدثن ا م ح م د بن يغ ش بن نئدة‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن ذ بن إ ت خ ا قآ‬٣٣٦/‫ )“ [ ؟‬١١١٣٦(

3‫ ظ‬: ‫ها د‬ ‫ حدق ا عتذ الثؤ ثن أ ح م د‬،‫أيي عت مان التلثالسي‬ ‫بن‬ ‫حدت ا م ح م د‬

،‫ث ا حسم ه‬1 ‫ ل س‬1‫ و* كا ن إ ح‬، ‫ث أ ع م د‬


‫ م‬،‫ع إ م‬ ‫ ب م‬،‫هم ة‬ ‫مم ن‬ ‫ "ى ن‬٠٠ :‫ذئ؛ ا ن بن م حنه‬

‫ وط ا ل لت اثلث ا‬،‫ يا أث ا تلث م ان أ طا ل ق يدك‬:‫حنيفة‬- ‫ ل ه أبو‬3 ‫ مما‬،‫ئح ذف ن يؤما ائت اثا‬

‫ في‬1‫ت ه ص ع ل م أقة بميت ع م د ؛لى كتبه ف همح ه‬3 ‫ قا‬،‫ ث أ ”ىن ي حت لم ن ؤ ال يثك ل ج‬:3 ‫ظ‬

، ‫ت ثآتاة يؤ ما‬3 ‫ ئا‬،‫ وك ان زائدة ين هدا م ة ص د ئ ا لت‬،‫ وثمحأى‬،‫ وأثل غش اخلانة‬،،‫ائثزابي‬

:‫ ق ات لق‬،‫ وك ان ي جي ب في هذه ا الية‬:3 ‫ ظ‬، ‫ ؤا ل م عل ئ ت ال ؤ و ه‬، ‫ يا أث ا ن لبما ذ‬:3 ‫مما‬

٠٠ ‫ زذغن بجته‬C‫ت ا معلغ ا ل ج و ا ب‬ ‫الصل‬ ‫ظ أبا‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Dâvud et-Tâî önce akleden sonra öğrenen sonra
.da öğrendikleriyle amel eden biriydi. Ebû Hanîfe’yle de birlikte otururdu
Bir gün Dâvud birine vurunca Ebû Hanîfe ona: “Ey Ebû Süleymân! Senin
elin de, dilin de fazla uzamış!” dedi. Bundan dolayı daha sonra Dâvud, Ebû
Hanîfe’nin yanına geldiğinde oturur, ama hiç konuşmazdı, ö lü m ammn
yaklaştığını gördüğünde de kitaplarım toplayıp Fırat nehrine attı. İnzivaya
çekilip kendini ibadete verdi. Zâide b. Kudâme onun arkadaşıydı. Bir gün
yanına geldi. Ona: “Ey Ebû Süleymân!” diyerek “Eiif Lâm Mîm. Rumlar
yenildi”! âyetini okudu, önceleri Dâvud bu âyet okunduğu zaman cevap
verirdi. Ancak bu kez Zâide’ye: “Ey Ebu’s-Salt! Cevap verecek 0‫ س م ا‬bu işleri
bıraktı” dedi ve evine girdi,

1RmnSur. 1 2 ,
‫‪Dâvud et-Tâî‬‬ ‫‪607‬‬

‫حدثن ا أيي‪ ،‬حدثن ا عثذ الل ه بن م ح م د بن يئ م و ب‪ ،‬خدثن ا أبو‬ ‫ا‬ ‫(‪ ")١١ ١٣٧‬ل‪٣٣٦/٧‬‬

‫ن و ف ا وزا م ئ اث ن ع م‬
‫ه ا و ج م ثن ح‬ ‫م ظ أب ا م ح ا ذ‬ ‫خ ا م ت خ ث د ئ إ ذ رس ت‪ ،‬قات‪ :‬ئ‬

‫ن ك ح بن ا ل خ م ب ا ل جزيرة‪ ،‬ثئ وت‪ :‬قا ت ابق ا ل ث ث ا ك ‪ ،‬قي رغد ذاؤذ ال غ ي ج ي ن ن ا ثت "‬

‫يا آته ا الغ امس إ إن أ هد ال دق ا سجلوا هن وم الق ل ب ‪ ،‬وه م وم ال ث ن ي ‪ ،‬ن ش ي ا لأبدان م غ شدة‬

‫فى ال د ى‬ ‫لأهل ه ا‬ ‫فى ال د ي وا ال جرة‪ ،‬زالؤث ا ذة را ح ه‬ ‫لأهله ا‬ ‫ائ جت ا ب ‪ ،‬قالؤغثة متعته‬

‫لم‬ ‫وا ال‪-‬خزةء نإن ذاود ثفل ز بقلبه إلى ظ ص يديه مح أحم ئ ى بص ز هلبه بص ز العي ون‪ ،،‬ئكأية‬

‫وه و م ن ك م‬ ‫بئة شحت ون‪،‬‬ ‫ئأنت م‬ ‫مح م و ن ن ا إلثه ينفلز‪،‬‬ ‫و كادك م ال‬ ‫ي ص ر ن ا إقه ثنفلزون‪،‬‬

‫حبه ا‬ ‫يت ع ج ب ‪ ،‬ثلث ا ثغلز إ و ف ز راغبين م مورين قذ دهي ت غش ال د ي عم ومحم‪ ،‬زن ا ئ ت م ن‬

‫م ‪ ،‬د كث ت ‪٩‬‬ ‫م‬ ‫الراه_د‬ ‫اد ئث ؤ ح س‬ ‫إقهأ أ بمالكب؛ا‬ ‫قل وهب‪ ،‬و‪-‬عشقته ا أ ق ث ك ز ‪،‬‬

‫مؤش ‪ ٧ ،‬داؤاد ظ‬ ‫ط‬ ‫أثة ‪ lir‬ن حي وش‬ ‫؛ثه عزفت أثت ش أ هد ؛ل د ي و ح س ‪،‬‬

‫م ن أ ش ^^^‪ ، ١‬أئزئث ثئ ظف ا ل ص م‪-‬ت حش‬ ‫ك‬ ‫أع ج ب ش محق ! زقن ثريد فى ع جبنف أن‬

‫رين ^‪ ،^ ^ ١‬و‪1‬دلأثه ا ؤإل م أ رين إع راز‪،‬م ا ‪ ،‬و؛لضعته ا وإنتأ‬ ‫أه‪1‬ثه ا و؛ئث ا‬ ‫هؤمثهأ غلى ال؛مدل‪،‬‬

‫رين را ح ثه ا ‪ ،‬وأ جئثه ا ن ي ا زين شبم ه ا ‪ ،‬ؤأفلمأبه ا الثن ا زين‬ ‫ثشريم ه ا ‪ ،‬وأئع قه ا نإثئ ا‬ ‫ثريد‬

‫م ثك‬ ‫وإد م‪ 1‬زيت لينة‪ ،‬و ج ث ن ث ‪ ^ ^ ١‬؛ وإدم‪ 1‬ث ريد طيبه‪ C‬وأم ت‬ ‫ال ن في‪،‬ئ‬ ‫يثه ا ‪ ،‬وحس ن ت‬

‫ال‬ ‫م‬ ‫ت د ت ‪ ،‬وعس ه ا عن الن ا س‬


‫ق د أن م حت‪ ،‬وعدته ا قبل أن ح‬ ‫وقتزئه ا‬ ‫ق د أن ثن و ث‪،‬‬

‫ئذ و‪ ،‬ورغئت يثئيطف ض‪ ٤^ ^ ١‬ق ز ر ل ه‪ 1‬محدر؛ ز ال ~ح ؤ ا ‪ ،‬ورغبت يثنيطف عن‪: ^ ١‬‬

‫عن أنزا جف ا ‪ ،‬ون طاع م ه ا ‪ ،‬و م البس ه ا ‪ ،‬إل ى ا ال خزة وأزوا ج ه ا ‪ ،‬ولياس ه ا ‪ ،‬و ن ئ د ب ه ا ‪ ،‬و حريره ا ‪،‬‬

‫قن ظ م ت ين ا طل ي ت‪ C‬وظ م ز ت ين ا فيه رغبت‪' ،‬ك ا ن بي ن اف في‬ ‫إ ال‬ ‫وإءمسثزهه_ا ‪ ،‬ئئ ا أظغلق‬

‫ع مل لف وب رك‪ ،‬و ل م ئك ن سين ا ك في و ج ه لث ز ال إظه ارك‪ ،‬مم ه ت قي دينلث‪ ،‬ث م م ك ت‬

‫ثزك ت النامح ن يت ح د دون ويؤوون‪ C‬و ح ر ن ت‬ ‫م‬ ‫الناسئ يمتون ويممم ه ون‪ ،‬وش م ع ت ا أل حا دي ت‬

‫مبد من‬ ‫ز ال‬ ‫ا الءشزال‪،‬‬ ‫ز ال ثعي ب‬ ‫عن ‪١^ ١‬؟)‪ ،‬وثزكت ؛لق من ينه لعون‪ ،‬ال ثحس د ؛ ال م حان‪،‬‬

‫إلى الن ا س في‬ ‫رغ ب‬ ‫ز ال‬ ‫ثدينلف ال ئهال ؛غ‪،‬‬ ‫ز ال‬ ‫م ن ا ال مزاع هديه‪،‬‬ ‫ز ال‬ ‫ال ث ائ ن عطثه‪،‬‬

‫الصن ائع‪ ،‬انس ن ا تخون إدا ك ث بالل ه حالي ا ‪ ،‬زأؤ ح س ن ا م ك ون ^‪ ١‬ك ث م غ الغاس‬
‫‪608‬‬ ‫‪D âvud et-Tâî‬‬

‫جال سا ‪ ،‬هأؤ ح س ن ا ئكون ان س ن ا تخ ون الثاسئ‪ ،‬وان س ن ا ‪0‬كون أو ح س ن ا ثقون الثامن أ‬

‫ءأ ما‬ ‫جا ؤزث ح د ا ل م سافرين في أن ما ره م ‪ ،‬و جا ورت ح د ا لخن ح و ي ن في ش جونه م ‪،‬‬

‫بر ا ن‬
‫هي خئزة أؤ خت‬ ‫ه ائ ما‬ ‫ال ط عا م وا ل ح الوة ن ا ‪:‬أ ك ر ن ‪ ،‬زأث ا أن ت‬ ‫مئ‬ ‫ال ن ت افزون ث حم لون‬

‫حا‪-‬جثلث ا ئحعقثه في‬ ‫م ته ا‬ ‫ث دأل ‪ ،‬رمي به ا في دن عندلث‪ ،‬ؤذا أ ئ ز ث أ ح ذ ت‬ ‫في‬

‫اص تي ع ت به مل جأ‪ ،‬مح هذا إذاثلق وحلزاؤك‪،‬‬ ‫م‬ ‫انن اؤ ن ا يكفيل ق‪،‬‬ ‫مئ‬ ‫معئهزتلث ‪ ،‬بأ ص ي ت‬

‫!ال مح د ل ج ئ ث‬ ‫أ أظ ل‬ ‫وكئ وئمنف‪ ،‬نم ن ت م غ ب ثلث صتن ضئزلئ‪ ،‬أؤ غز؛ عزملف‪ ،‬زظ‬

‫ن ت ا ل عا بدي ن‪ C‬داود‬
‫فد أ م‬ ‫إ ال‬ ‫أحسبلف‬ ‫ز ال‬ ‫ا ال حرين‪،‬‬ ‫ص ك‬ ‫ب ا ل ما’ يي ن ‪ ،‬زن ا أظغلق إ ال قت ب‬

‫أن ت "كنت حق ا في ا ال خرين‪ ،‬زقن ل ح ئ ث ب ا المؤلب ن‪ ،‬زأ ث في زم ن الؤاغبين‪ ،‬ؤلم د أ خ ذ ث‬

‫لأن العذب كي ئ‬ ‫س‬ ‫بذروة ا ل راهدين‪ ،‬زأث ا ال ن ن ج ون وكون نغ الناس م حث وئ ا قأئ‬

‫نغل ق‪،‬‬ ‫ز ال جلي س‬ ‫محد ث‬ ‫ئ ال‬ ‫مع ه‪ ،‬زأث ا أ ث مت ح ن ت شنلف في بسلف ؤ ح ذلث‪،‬‬ ‫م‬ ‫منه‬

‫أم ر م ح‪،‬‬ ‫أدري‪ :‬أي ‪ ^ ^ ^ ١‬أ ف د غملبف؟ ؛ كلؤة في ثتي ك ث مؤ يؤ الش إ ور‬

‫إ ر ف ي ! بجا ‪ ،‬ال ب س غلى ملف‪ ،‬ز ال فناس‬ ‫بنه ا ز ال ري ح‬ ‫أكد‬ ‫ال‬ ‫ا لخثت\ع م وا لخث ا ر ب‬

‫غداوك وع ساوك ‪ ،‬مهئهزثلق محل ت ك ‪،‬‬ ‫فيه ا‬ ‫ماؤك ‪ ،‬ز ال ق صع ة‬ ‫فيه ا‬ ‫ب حقلق ‪ ،‬ز ال محل ه يتند‬

‫ال ط عا م‬ ‫ز ال م ئ‬ ‫أمرلث ذاؤئ ع جب ا ! أن ا "كنت ئشثهي م ن الئ اؤب ا رده؟‬ ‫و‬ ‫ؤبصذنا ق ثؤرلئ‪ ،‬ز‬

‫ب عي ث إليه وزحم ت‬ ‫م ما‬ ‫طيبه؟ ز ال م ن اللثا س لس ه؟بل ى‪ ،‬ولكثلث زهد ت فيه بن ا بثن يديلف‬

‫فيه‪ ،‬قن ا أص غز ن ا ت ذ ك ! زن ا أ خ ق ن ن ا ئ ز ك ت أ زن امأ ب ز ن ا ه عل ت في جن ب ن ا أ ث ك أؤ‬

‫طل ث ت إ أث ا أن ث ق د ظ ت ي ت برؤح الن ا ح ل‪ ،‬وشع ن ت إن ف اء الئت في ا ال ح ل ‪ ،‬عزل ت‬

‫ن ث شهزلث نثلث‬ ‫ه؛لما‬ ‫ثد غألف غ ي ي ‪ ،‬ز ال ثئخقنق‬ ‫ج؛ اتلف ل ك ؛ ال‬ ‫السهؤ؛ه عن ك فى‬

‫ميئ ‪ ،‬قأظ هز‪ ^ ١‬؛ثؤم ئإلق ‪ ،‬وأكتز‬


‫ر‬ ‫ظ ع م ل ت في‬ ‫ر‬ ‫بثؤتالق‪ ،،‬وأنت ظق ^‪ ٤‬غنب ك ‪ ،‬ق م ثن‬

‫قت أكزمنش‬ ‫ربنط‬ ‫قغن ق‪ ،‬و ح شي ت ا ل جن ا‪-‬ئ‪ ،‬ئلؤ رأيت ؛نؤم *ك ره قعنق عزفت أن‬

‫بألسنته ا‪ C‬هم د أؤتث خ ائؤم حلق محل ه ا أن ك ث‬ ‫ن كل م‬ ‫وقؤئل ق‪ ،‬ه م د لخشيزتلف‪ :‬ائؤم‬

‫ب ه ‪ ،‬قل ؤ إل ئ ن ت ر ح إ ز ح تر ثئ ن لة إ ال ح ن ن ف ذ ا ال ث غ ر‪ C‬و ج م ي ل ف ذ ا الم س ه د ل ك رة ئ ذ ا‬


D âvud et-Tâî 609

‫عليهب‬ ‫م‬ ‫يئ ا أن‬


‫ تلم ك ن لحلم ه ن ا م ث غ ف‬، ‫ ز ال تنس ى صني عا‬، ‫ إن ربلق ال يص ي غ مطي عا‬4‫ال ت غ‬

" ! ‫وا تجاريا ي ا‬ ‫ا‬ ‫أكقت ص شكره و إئاة أ ئ ث بماثة ت‬

İbnu’s-Semmâk, Dâvûd et-Tâî vefat ettiği zaman onun zühdü hakkında


şöyle dedi: “Ey insanlar! Dünya ehli, hesabın şiddetine rağmen, kalplerini
onun sevgisiyle doldurup, arzularına uydu ve bedenlerini bitkin düşürdüler.
Dünyaya olan bağlılık; hem dünyada, hem âhirette yorucudur. Zühd kişiyi
hem dünyada, hem âhirette rahat ettirir.

Dâvûd, kalbiyle önündekilere baktı. O nun basireti gözlerinden daha


keskindi, o sanki sizin baktığınıza bakmıyordu ve sanki siz de onun
baktığına bakmıyordunuz. Bu sebeple siz ona hayret ederken, o da size
hayret ediyordu, o, sizin dünyaya kandığınızı, aklınızın uçtuğunu, dünya
sevgisiyle kalbinizin öldüğünü, nefislerinizin ona âşık olduğunu, gözlerinizin
hep ona baktığını görünce zühdün size çok uzak olduğunu gördü. Ben ona
bakınca, dünya ehlinden uzak, ölülerin ortasında yaşayan biri gibi olduğunu
görürdüm.

Ey Dâvûd! Senin halin ne garibtir. Senin hayret edilecek durum un


şuradan geliyordu: Sen zamanının adamısın. Nefsini susmaya alıştırdın ve
onu doğrultup (Kıyamet günü) yücelmesini istediğin için küçük düşürdün,
azizleşmesi için aşağıladın, rahat etmesi için yordun, doyması için aç
bıraktın, susuz kalmaması için susuz bıraktın. (Kıyamet günü) yumuşak
elbiseler giyebilmek için kaba elbiseler giydin, lezzetli yemekler yiyebilmek
için güzel olmayan yemekler yedin. Nefsin ölmeden önce onu öldürdün,
defnedilmeden önce onu sen defnettin, azab görmeden önce sen azab ettin
ve kimse anmasın diye onu halktan uzak tuttun. Dünyadan yüz çevirdin ve
ona zerre kadar değer vermedin. Kendini dünyadaki eşlerden, yemeklerden
ve giyeceklerden, ahiret hanımları, giyecekleri, ipekleri ve atlasları için
vazgeçtin.

İnanıyorum ki sen istediklerini elde ettin ve talep ettiklerine kavuştun.


Senin güzelliğin amelinde ve gösterişe kaçmadan bunları gizlice
610 D âvud et-Tâî

yapmandaydı. Dinde bilgi sahibi oldun ve insanları bir kenara bırakıp


fetvalarına karışmadın. Sen hadis ilmini bilmene rağmen insanları bıraktın
ve hadis okuyup rivâyet ederlerken sen onlarla olmadın. Sen sustun ve
insanları konuşmaları için bıraktın.

Sen hayırlıları kıskanmadın. Kötüleri ayıplamadın. Sultandan bahşiş ve


valilerden hediye kabul etmedin; tutkular seni alçaltmadı ve insanların
(rahat içinde) yaşamlarına rağbet etmedin.

Sen Allah ile baş başayken hiç yalnızlık hissetmez, halkın içinde olduğun
zaman ise yalnızlık hissederdin. En fazla yalnızlık hissettiğin an, insanların
hiç yalnızlık hissetmediği andı. Hiç yalnızlık hissetmediğin anlar ise
insanların yalnızlık hissettiği anlardı.

Sen yolcuların sefer anındaki tüm konaklarını geçip sınıra dayandın,


zindana girenlerin hududunu da aştın. Yolcular, yiyecekleri yemek ve
helvaları götürürken sen bir veya iki ekmek aldın. Kendine yetecek kadar su
aldın. İftar ettiğin zaman, ihtiyacın kadar suyu alıp ibriğe koydun ve onunla
abdest aldın senin azığın, helân ve uykun böyleydi.

Senin gibisini duyan var mı? Senin gibi sabreden, senin gibi azimli olan
var mı? İnanıyorum ki sen öncekilerin yanına gittin. İnanıyorum ki sen
sonradan gelenlerden üstünsün. Senin, (Seni örnek alacak olan) âbidlerin
çok yorulmalarına sebep oldun.

Ey Dâvûd! Sen sonrakiler arasında diriyken öncekilerin yanma gittin. Sen


dünyaya rağbet edenlerin arasında zahitliğinle zirve yaptın.

Zindanda olana gelince, insanlarla beraber hapsedilmiştir ve bu kişi


onlarla ünsiyet kurar. Çünkü onunla beraber çok kişi vardır. Ama sen
kendini evinde tek başına hapsettin. Seninle konuşacak ve beraber olacak
kimse yoktur. Hangi şeyin senin için daha zor olduğunu bilmiyorum; evde
aylarca ve senelerce tek başına oturman mı, yoksa yemekten içmekten
kesilip, kapın sürgüsüz, ayağının altı yaygısız, suyunu soğutacak testiden
mahrum, sabah ve akşam yemeğini koruyacak bir tasın bile olmaksızın
Dâvud et-Tâî 611

beklemek mİ?

Ey Dâvûd! Her halin hayrete şayandır! Canın hiç soğuk su, güzel bir
yemek, yumuşak elbise çekmez mi? Hayır, isterdi ama cennette sana vaad
edilen şeyler için bunlara karşı zahid davrandın.

Fedakârlık ettiğin şey ne kadar küçük, terk ettiğin şey ne kadar hakir,
umduğun veya istediğin şeyler karşısında yaptıkların ne kadar basit kalır.
Sen, inşaallah dünyayı terk etmekle zafer kazandın ve âhirette umduğuna
kavuştun. Hayatın boyunca, kendini beğenmişlik hissine kapılmamak,
fitnesine düşmemek için şehvetini kendinden hep uzak tuttun, öldüğün
zaman ise Allah seni ölümünle şöhretli yaptı. Gizli yaptığın hiçbir şeyi açığa
vurmadın, ama Allah bugün bunları açığa vurdu ve gizlice yapıp
açıklamadığın amelinin örtüsünü giydirdi. Allah, bugün bunları açığa
çıkardı ve gizlice yaptığın amellerin faydası böylece sana daha faydalı oldu.
Sen toplumun içine karışmaktan da sakınırdın.

Eğer bugün peşinden gelenlerin ne kadar çok olduğunu görseydin


Rabbinin sana ne kadar ikramda bulunduğunu ve değer verdiğini bilirdin.
Aşiretine, bugün kendi dilleriyle konuşmasını söyle. Senin, bu aşiretten
olman sebebiyle, Rabbin bu aşiretin faziletli olduğunu gösterdi. Hayır
yapmana rağmen şayet hâlâ için rahat değilse, yaptıklarından dolayı
peşinden getirdiğin bunca insan ve onların içinde bulundukları şu durumu
düşün. Elbette ki Rabbin itaat edenin itaatini boşa çıkarmaz ve yapılanı
unutmaz. Kullarının kendisine ürettiklerin den daha çok verdiği nimetlerle
onların yaptıklarının karşılığını verir. Yapılan amellerin sevabını bolca veren,
mükâfatlandıran ve sevap veren Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.

، ‫ حدت ا ت ح م ذ بن ا شغا قآ الئمف ئ‬،‫ ] جدت ا إبراهي م بن عتد الئؤ‬٣ ٣ ٧ ٧ [ “) ١١١٣٨(

،‫ !بن ال ث ئالي‬3 ‫ ه ا‬: 3 ‫ ه ا‬4‫ ح د ظ م ح م د بن الصثا ح‬،‫حدت ا م ح م د بن ع م ت ى بن ال ث م‬

‫لق‬،‫ أب ك م ن أغد زمان‬1‫ وئد يريد فى عءحبث‬١ ‫ ظ أع ج ب‬٠* ^ ^ ١ ‫بى جالزؤ د\ؤث‬

-‫ غن ذ ث ا؟ى ح رة أؤ ح ر ش هألم تثه\ ني‬،‫ وأمئه_ا ق د أن ئئ و ث‬،‫ه ر ت ئ ظف ث د أن م ر‬


612 D âvud et-Tâî

، ‫ بأ أذ مته ا‬،‫ وأخ ر ج ت محص ي ت علمته ا م ن الن اع‬،‫ ق إدا *كا ن ال ق د وئ ث متلهزثلث‬،‫دن عندك‬

‫ ؤ أ خ ش ت ا لملت س نإث ما ر ي د‬،‫ ^ ^ الثئا تريد ط ثثه‬١ ‫ أس ن ت‬،‫ ن ه ز حل و اؤك‬،‫فه و أذئل ق‬

‫ وأؤ ح س ن ا ت خ ون‬،‫ فان س ن ا ي ك ون الغ امس أؤ ح س ن ا ث خ و ن‬، ‫ ل ب ر م ا ئ ز ك ت عفليئ ا‬،‫لهثة‬

‫ ؤ س ل م ت لث مسلف وث ز ك ت‬، ‫ ؤ ر ك ت الغ امس يتف م ه ون‬،‫ ث ف ق ي ث لن م سل ثم‬، 0 ‫اثن امس ائ س ن ا ث ق و‬

‫ ئ م ن من م غب متللث عزم م ت د عرملف؟ وشع ل م ت دفعللث؟ إ غز ك الشه وم‬،‫الثامن يت علمون‬

،‫اؤ عمللث‬$‫ وأكننف ي‬، ‫ئنش م ت فهزك رب ك‬ ‫م ال ثميب ك‬ ٠^ ^ ^ ‫غئنق في‬

‫ وثؤ أن ءل؛ئا‬4‫ غبن ث أثت هد م وملف و م رءلف‬٠^ ^ ‫ هن و رأيت ق زم‬،‫ ءة ثنف‬1‫وحس د ا ل ج م‬

" ١^ 1‫ إد م ح مبجاأب‬،‫ت ق ك أ ب ي ه ق زةب ك ل خة ي‬

Muhammed b. es-Sabbâh der ki: İbnu’s-Semmâk, Dâvud et-Tâfnin


‫ع مم آلعء‬$‫ عك ^ل‬şöyle dedi: “Ne çok şaşılacak bir halin var! Bizi daha çok şaşırtan
şey de zamanının insanları içinde kabre konulmadan kendini kabre koyan,
ölmeden önce nefsini öldüren biri olmandır. Bir veya iki ekmek alıp
yanındaki bir kaba koyar, gece olunca su kabını alıp bu ekmeğin üzerine
döker ve ıslatıp yerdin. Yemeğin de, tatlın da buydu. Canın en güzel
yemekleri çektiği halde ekmeği kurutup yedin. Yumuşacık giysileri giymek
istediğin halde kaba giysiler giydin. Terk ettiğin şeyleri hiçbir zaman önemli
görmedin, insanların en kalabalık olduğu zamanlar kendini en çok yalnız
gördüğün zamanlar oldu, insanların kendilerini en yalnız gördükleri
zamanlar da senin en çok ünsiyet bulduğun anlar oldu.

Kendin için aklettin ve azletmeleri için insanları kendi hallerine bıraktın.


Kendin için öğrendin ve öğrenmeleri için insanları kendi hallerine bıraktın.
İnsanlar senin azmin ve yaptığın gibisini görmüş müdür ‫ ? ظ‬Fitnesine
kapılmamak için hayatın boyunca şehvetten uzak durdun, ölünce de
Rabbin seni meşhur edip, amelinin giysisini giydirdi ve insanları senin için
bir araya topladı. Şayet bugün peşinden çıkanları görseydin Rabbinin sana
ikramda bulunup şereflendirdiğini de görürdün. Senden dolayı tüm Tay
kabilesi şeref konusunda konuşabilir. Zira sen onlardan biriydin ey Ebû
Süleymân!”
‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫‪3‬ل ة‬

‫(‪ - ) ١١١٣٩‬ل ‪ ] ٣٣٩/٧‬حدثتا م حم د بن علي بن م ح م ‪ ،‬حدثت ا أثوشعي ب ان مأث ي‪،‬‬

‫حدبن ا أ خن ذ بن ع مزان ا‪ .‬آل حثسجء‪ C‬حدت ا ال ول ي د ن عئته‪ ،‬قالأ‪ :‬ش ج ن ت ر ج ال ‪1‬األ ل داود‬

‫ال ئء ؤ‪ ١٤ :‬أبا ه ا ا ؛ ا ‪ '٠‬أ ال ث ث ث خ ل ح ظ ق ‪ ، ١‬ة ت‪':‬إ ز ع ه ث ئ وئ د "‬

‫‪Velîd b. Utbe der ki: Adamın birinin Dâvud et'Tâî’ye: “Ey Ebû‬‬
‫‪Süleymân! Neden sakallarını düzeltmiyorsun?” dediğini işittim. Dâvud:‬‬
‫‪“Onunla ilgilenemeyecek kadar meşgulüm” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ - ) ١١١٤٠‬ل ‪ ٣٣٩/٧‬ا حدثت ا م ح ئ ذ بن حيا ن‪ ،‬حدبنا م ح ث د بن ي حيى بن بم ت ى‪،‬‬

‫قا د ‪ :‬ش م ع ت ابناه م بن م ح م د ا ل س م ي‪ ،‬مولت ‪ :‬مت م ع ت عئذ الل ه بن داود الحزيبي‪ ،‬مولث‪:‬‬

‫ص!"‬ ‫ثلث؟ ه ا د‪ :‬وم إذا‬


‫مح د ل د ون ال‪،‬ائ‪ " :‬ل م ال ل ت ئ لخ‬
‫‪Abdullah b. Dâvud el-Hureybî der ki: Dâvud et-Tâî’ye: “Neden‬‬
‫”‪sakallarını düzeltmiyorsun?” diye sorulunca: “Yaparsam gamsız biri olurum‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫ثئ م و ب ‪ ،‬حدثت ا أب و‬ ‫بن‬ ‫(‪ “) ١١١٤١‬ل ‪ ٣٣٩/٧‬ا خ ا؛ثن ا أبى‪ ،‬حدق ا عتد الل ه س م ح ئ د‬

‫حات م م ح م د بن إدري س‪ ،‬حدق ا م ح م د بن بمش بن ع من الواسملي‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن‬

‫بش ر‪ ،‬حدثت ا ح فت س ب ن ع م ا ل ج عفجخ‪ ،‬قا ت‪ :‬ق ي د ل دا و د ال طا ئ ‪ :‬لنز ال س ر ح ل حثتل ث؟ ه ا لأ‪:‬‬

‫" ض ذ و تأث م "‬

‫‪Hafs b. Ömer el-Cu’fî der ki: Dâvud et-Tâî’ye: “Neden sakallarını‬‬


‫‪düzeltmiyorsun?” diye sorulunca: “Dünya matem yeridir” dedi.‬‬

‫(‪[ “) ١١١٤٢‬؟‪ ] ٣٣٩/‬حدثن ا إبزا م أ ى عتد ال ر‪ ،‬حدت ا م ح م د شر إئ ح ا ق ‪ ،‬ح دقتي‬

‫أبو بكر بن حل ف‪ ،‬حدثن ا إشحا ق بن متصوو بتع ذاذ تن ه ح م س وحماتين‪ ،‬لثا ن ا ث داود‬

‫الط ائي في ع الناس ن جغ ازثة‪ ،‬ه ل ما دفن محام ابن الث م ا ك‪ ،‬ممات‪ " :‬يا ذازد‪ ،‬مح ث ئئب ئلتللث‬

‫إدا الغامس ين ا مون‪ ،‬ق ات ائقؤم ج ميع ا‪ :‬ص دق ت‪ ،‬وكن ت ر ح إذا الثامن يمحتزوذ ‪ ،‬قات‬

‫ض ون; قات الثام ن ج ميعا ‪ :‬ص دق ت‬‫الغاسى ج ميعا ‪ :‬م دث ت ‪ ،‬ن ك ث س ئ م إذا الثامن يخ و‬
614 D âvudet-Tâî

‫ ث م ه\د ت ي ر ب ون‬، ^ ١ ‫ن حم د‬ ‫ م أث وب ك ر‬1‫ ^ هزغ د‬٤ ، l£JL‫؛‬r ‫ح ز عدد ءص أ ه‬

" ‫م ه إ ر عتله‬ ‫ز ال‬ ،‫ ^ ه ب بمطث‬٤١٤ ‫ ش أ‬،‫ علئ وا‬U ‫ ت ج‬،‫بثز‬


‫م‬ ‫ن قت قش ظ‬،‫الثا‬

Ebû Bekr b. Hâlef der ‫كل‬: Hicri ‫ لكال‬.yüz beş yılında Bağdat’ta Ishâk b
Mansûr bize şunu anlattı: Dâvud et-Tâî öldüğü zaman insanlar cenazesine
çıktılar. Defnedildikten sonra Îbnu’s-Semmâk kalkıp: “Ey Dâvud! insanlar
:uyurken sen gecelerini ibadetle geçirirdin” dedi. Oradakiler hep birden
Doğru söylüyorsun” karşılığım verdiler. İbnu’s-Semmâk: “insanlar“
kaybederken sen kazanırdın” deyince, oradakiler her birden: “Doğru
söylüyorsun” karşılığını verdiler. İbnu’s-Semmâk: “insanlar günahlara
batarken sen günahtan yana selamette olurdun” deyince, oradakiler hep
birden: “Doğru söylüyorsun” karşılığını verdiler. Bu şekilde İbnu’s-Semmâk
.onun bütün faziletlerini saydı, oradakiler de hepsinde onu onayladı
!Bitirince Ebû Bekr en-Nehşelî kalktı. Allah’a hamd ettikten sonra: “Rabbim
.İnsanlar Dâvud hakkında söyleyeceklerini ve bildiklerini dile getirdiler
Allahım! Onu ameliyle başbaşa bırakma, rahmetinle onu bağışla” dedi.

‫ حدت ا أبو‬، ‫ حدق ا عتد ال قد س م ح م د بن يعق و ب‬،‫ء حدثنا أ ي‬٣ ٤ ٠/ v [ -) ١١١٤٣(

‫ حدثن ا‬،‫ ح دق ا م ح م د بن ثمم‬،‫ ح د ظ م ح م د بن ي حيى ائ وا>سط ي‬،‫ دلي س‬1 ‫ظت م م ح م د بن‬-

‫ ^ ؛ ^ محئ\ وك\ن ث ب ل ه ج ه أك ني آية‬١ ‫ث م ذ وئ‬ : ‫ قات‬،‫ ب مإ‬،‫خ س ئ غ ز اأ‬

،‫ مح أص ت خ مريصا هو ج دوه قت ن ا ث ؤرأثة على لينة‬،‫ ئكؤره ا بزازا غي قلته‬،‫يفف ا نكز الثاي‬

‫ ملما ثذلر إ ز‬،‫ وتته م ابن الق م ا ك‬، ‫ئفشمحوا با ي اال؛اي ون حل ثام ن م ن إ ح وانه و جيرانه‬

‫ي‬ ‫ ئلث ا خنلوة إ ر ه ره حرغ ي جثانته ظئ‬،‫ م ح ح ث الئؤاؤ‬،‫ قادت يا ذاؤذ‬،‫رأس ه‬

،‫نص‬
‫م‬ ‫ س ج ن ت ثئشلف ق د أن‬،‫ " يا داود‬:‫ ق ات ابن ال ئ ئ ا ك‬،‫ح ش حرغ دوات ا ل حذوو‬

،‫ زقت "كتت ئ م سي‬،‫ ثا لخؤم ثن ى بوات نا مح ث ر ج و‬، ‫ت ب‬


‫و حام ن ت ثنثلف ق د أن ئ حام‬

،‫ ا ص ال ث ك ل ذاؤئ إ ل قتلي‬: ‫ض ا ق م‬ ‫ء م زئؤ ظى‬ ‫ أنو ث م ئ ذ‬3 ‫ه‬ ، ‫زمم ت د‬


’’ ‫م‬ ‫ن ئ ا قا ن أثو‬.‫ئأغخ ت اقا‬
Dâvud et-Tâî 615

Hafs b. Ömer el-Cu’fı der ‫لكل‬: Dâvud et-Tâî hasta düştü ve hastalığı
birkaç gün sürdü. Hasta düşmesinin sebebi de gece namazından Kur’ân
okurken cehennemin zikredildiği bir âyetin gelmesiydi. Âyeti tekrar tekrar
okuyunca da sabah hasta oldu. Onu ölü olarak bulduklarında başı bir
tuğlanın üzerindeydi. Evinin kapısı açılınca içeriye kardeşlerinden ve
komşularından bazıları girdi. İbnu’s-Semmâk da girenlerden biriydi, ibnu’s-
Semmâk, Dâvud’un başına bakınca: “Ey Dâvud! Kur’ân hafızlarım rezil
ettin!” dedi. Onu mezarına götürürlerken cenazesine çok insan katıldı.
Evlerine çekilen genç kızlar dahi cenazesine çıktı. Mezarının başında ibnu’s-
Semmâk şöyle dedi: “Ey Dâvud! Mezara hapsedilmeden bendini hapsettin,
hesaba çekilmeden de kendini hesaba çektin. Bugün karşılığını beklediğin,
kendileri için gecelerini ibadetle geçirip amel ettiğin şeylerin sevabını
alacaksın.” Mezarının kenarında duran Ebû Bekr b. Ayyâş da: “Allahım!
Dâvud’u ameliyle baş başa bırakma!” dedi. Oradakiler Ebû Bekr’in bu
sözüne çok şaşırdılar.

، ‫ حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ر كد‬،،b&- (‫ ] ح د ظ أبو م ح م د بن‬٣٤ ‫ام‬¥ ‫ ل‬-) ١١١٤٤

‫ ^ ^ نثا دفن‬١‫ باعني أن ذاؤذ‬: ‫ محا د‬،‫ حدت ا ابن م هد ي‬،‫حدثن ا ث ح م ذ بن ح سا ن ا لأزرق‬

‫ " الل ي أ ال تكل ه ؛ ر مه ي‬: ‫ ق ا د‬، ‫ ف ز ف أ ب و ب م ! ق ه ش ئ غ د ي‬،‫" أ خذ ا مث فولون‬

ibn Mehdî der ki: Bana bildirilene göre Dâvud et-Tâî defnedildiği zaman
insanlar onun ame‫؛‬lerini konuşmaya başladılar. Bunun üzerine Ebû Bekr en-
Nehşelî mezarının başında durdu ve: “Allahım! Onu ameliyle baş başa
b ır a k m a ! ” dedi.

‫ حدثن ا م ح م د بن ع م بن‬،‫ ا حدت ا عئد الثؤ بن م ح م د ين جغمر‬٣ ٤ ٠/‫ )“ ل ما‬١١١٤٠(

‫ ت م ن ت أثا‬:‫ قات‬،‫حدثن ا ي ح ز بن بم ش‬ ، ‫ حدثن ا أ ح م د بن الم حل ل الئ وم س ئ‬،‫خف ص‬

،‫ د ظ ث على ذاؤذ ال هائ ئ ي م ن ا ث وئؤ ب ي ; ن ت ع ل ى ا ؛ي ب‬:‫ ف و د‬، ‫انثا س ئ ال ث ئ ا إل‬

، ‫ت ايه‬3‫ ^ ثثا؟ى ال و‬١ ‫ث أ د و ت ظ أعد‬ ‫ا نأي ت م ن‬-‫ و كت ت لم‬،‫زث ح ث رأس ه أبثه‬


616 D âvud et-Tâî

‫ ئالخؤم‬،‫ وعدبت ئنتلف ي د أن تح د ب‬،‫نمح ن‬ ‫ داود إ ش ج ن ت شثلق ث ل أن‬٠٠ : ‫ممل ت‬

‫; ى ي ث ت ا م ح ه ش أاا‬

Ebu’l-Abbâs b. es-Semmâk der ki: öldüğü gün Dâvud et-Tâî’nin yanına


girdim. Evin içinde toprağın üzerindeydi ve başının altında da bir tuğla
,vardı. Onun bu halini görünce ağlamaya başladım. Daha sonra Allah’ın
dostlarına hazırladığı mükafatları hatırlayınca şöyle dedim: “Dâvud! Mezara
hapsedilmeden kendini hapsettin, azaba maruz kalmadan da kendini
cezalandırdın. Bugün yaptığın amellerin sevabını alacaksın.”

‫<دثت ا عت د‬- ، ‫ ح د ظ أ خ ن ذ ب ن م ح م د ب ن ع م‬،‫ ء ح د ئ أي ي‬٣ ٤ ٠/ v ‫ )“ ت‬١١١٤٦ (

: ‫ ثئأو ل‬، ، ^ ^ ٠^ ‫ ف ي جن ا زة ؛شي ب ن‬، ‫ش ي ئ ت أبا جغهر ال ك ن د ي‬ ‫ قادت‬، ‫س م ح م د بن عتي دة‬

‫ " ذاؤئ‬:‫ ق ات‬،‫نت على القزاب‬: ‫ؤ غز ي‬ ‫ غش ذاؤة التا و جمث‬،‫نلح د ا ئ ال ث ثا ك‬

‫وئاث نا‬ ‫ ه اكؤم ثنى‬،‫ وعدبث ئئ ظف ق د أن نح دب‬،‫ث شنلق ق د أن نمحن‬ ‫ح‬ ‫إ ن‬


. " ‫مح ث ه مم ت د‬

Muhammed b. Ubeyde der ki: Bişr b. el-Hâris’in cenazesinde Ebû Câfer


-el-Kindî’nin şöyle dediğini işittim: “ibn Semmâk, vefat eden Dâvud et
:Tâî’nin yanma girdiğinde evde toprak üzerinde uzanıyordu. Bunun üzerine
Dâvud! Mezara hapsedilmeden kendini hapsettin, azaba maruz kalmadan“
da kendini cezalandırdın. Bugün yaptığın amellerin sevabını alacaksın” dedi,

، ٤١^ ^ ‫ حدبن ا أ خ ن ذ ب ن ال غ ت ن ن‬، ‫ ] ح دق ا أب و م ح م د ب ن حقا ن‬r ı . / v [ “) ١١١٤٧ (

‫يئ الثا'س‬°‫' نأ‬٠ :، ١١٠ ، ‫س د ب ن ع س ى ' و ب ق ي‬ ‫ ح د ي‬، ^ ^ ١ ‫ ^ ؛‬١^٦ ‫أ خ ن ن ئ ذ‬

‫ ظ‬،‫تتكون علته‬ ‫ونأيت الثا"ن‬ ‫هة أن م وثه م‬1‫ مءح‬J ü ‫<ههن ا‬


‫يأبون م‬

' ‫ئث ال إ ال ي م ا ل م ح ج ا ا‬

Muhammed b. İsa er-Râbişî der ki: “Davud’un cenaze namazını kaçırırlar


endişesiyle insanların üç gün boyunca buraya akın ettiklerini gördüm. Gelen
Dâvud et-Tâî 617

insanların tümünün Dâvud’a ağladıklarını gördüm. Bu ortamı görünce


kabirlerden çıkış gününe benzettim.”

‫ حدت ا‬،‫ن ثئ ن‬
‫ حدثن ا أ خن د بن ا م‬،‫خمح أ أبو م ح م د بن حقا ن‬ -) ١١١٤٨(

، ^ ^ ١ ‫ف ه د ت جن ا زة ذاؤذ‬ '٠ :‫ ه ا لأ‬،‫ ي دمح ي أ م ذاؤذ ال ق يالسعد‬- ،‫أ خ ن د بن إئ زاي ب‬

‫ أياة م ن ال؛نشي نت خ ذ نن م غ ئزعة ق د‬،‫و حض رثق عئد ؛ ل م ؤتء ^ زأئئ أغث ثرء بئة‬

٠٠ ‫ ث أ غ وأا ظ ه ل مة ئ م ا م ه إ ء ئ خ ظ ث‬، ‫ا ة ق ء ت‬

.Ebû Dâvud et-Tayâlisî der ki: “Dâvut et-Tâî’nin cenazesinde bulundum


Can verirken de yanındaydım. Can çekişmesi onun kadar çetin olan birini
daha görmedim. Yatsı zamam yanma geldiğimizde eve girmeden can
çekişmesinin seslerini duyuyorduk. Sabah yanına bir daha geldiğimizde hâlâ
can çekişiyordu. Çok geçmeden de vefat etti.”

‫ حدثن ا‬c‫ حدثت ا أ خ ن د بن ا ل ح س ن‬، ‫ ] حدثن ا أب و م ح م د بن حيان‬٣٤١/'/[ -) ١١١٤٩(

‫ "كان يعى ت اعه‬،‫ " حص ن ت جغ ازه داؤذ‬:،3‫ ظ‬،‫ حدت ا ال خ ش ن بن ؛مم‬، ‫أ ح م د بن إننا من؛‬

‫ ي م‬،‫حا م الغ\س عثه‬-‫م حنئ م ن ر‬ ‫ ن ح م د عش ش ريرين أؤ‬، ‫ ث م تق ذ ث‬،‫عة‬1‫بع د ت‬

‫ ن جيء قوم ث ح ملوئة‬، ‫ و ق د رأيته ثوص غ غلى ؛ل ف م‬،‫ وحب ش عثه كذ؛ وكن! مره‬،‫الم؛ئ‬

٠٠ ‫ بئأيعيدوثة إلىت وضع ثره‬،‫قذهثون بؤ‬

Haşan b. Bişr der ki: “Dâvud’un cenazesinde bulundum, ö lü m haberi


bir veriliyor, sonra da yalanlanıyordu. Mezara g tü ^ ü r k e n iki veya üç yatak
değiştirildi. Zira gelenlerin izdihamından dolayı kırılıyor, başkasıyla
değiştiriliyordu. Cenaze namazı birkaç defa kılındı. Çünkü cenaze namazı
kılındıktan sonra kabre konuluyor, ancak yeni bir topluluk gelince onu
çıkarıyorlardı. Götürüp namazım kıldıktan sonra da tekrar mezarına
koyuyorlardı.”
618 D âvudet-Tâî

‫ حدثن ا‬،‫ حدت ا م ح م د بن ي ح ش‬،‫ ] حدثن ا أ خ ئ ذ بن إمئ ح ا ى‬٣ ٤ ٧ ٧ [ -) ١١١٥٠(

‫ حص ن تبا كثوئة تؤ ت داؤذ‬٠٠ :‫ ثاب‬، ‫ خدثن ا أبو داود ال ق ال س ئ‬،‫الول ي د ا الم وي‬ ‫بن‬ ‫مح ث د‬

٠٠‫ور‬ ‫ ^ ك أ ه‬١^ • ‫ أ شت ع‬،‫ مئة ي س كتة‬1‫ح دا أثث مؤل‬-‫ قث نأيت أ‬، ^ ^ ١

Ebû Dâvud et-Tayâlisî der ‫لكل‬: “Kufe’de Dâvud et-Tâî’nin vefat anında
yanında bulundum. Can çeJtişmesi onun kadar çetin olan birini dalla
görmedim. Sessizlik olunca kendisinden öküz böğürtüsüne benzer bir sesin
geldiğini işitiyordum .”

‫حدث؛ا م ح ث ذ ئ ذ عبد‬- ،‫ ] حدبن ا إبراهي م بن أخنت بن أيي حصتن‬٣٤١/‫ [؟‬-) ١١١٥١(

‫ " زخن ئى‬: ‫ ي مولط‬،‫ ث م ن ت يونس بن مؤم‬: ‫ قا د‬،‫تنف ث بن هن ا س‬ ، ‫ ث ن ي ئ‬، ‫ا؟ل ه ال‬

" ‫ ^ غذ ن م هذهب‬١^ ‫ نت ل وا‬،‫ ^^^ ظى ئ وئ ا ث م نفهث ت‬١‫م جثازة ذاؤذ‬

Yûnus b. Urve der ki: “Dâvud et-Tâî’nin cenazesinde o kadar büyük bir
izdiham yaşandı ki bundan dolayı ayakkabımın bağı koptu. Abam
omuzl^ımdan çekilip gitti.”

‫ حدت ا أبو ا ل ح ريش أ خت ن‬،‫اا م ] حدق ا عتد الئؤ بن م ح م د بن جعفر‬/‫ [مم‬-) ١١١٠٢(

: ‫ مولت‬،‫ ش ج ن ت ش‬:‫ قات‬،‫ حدثت ا عتد الل ه بن أ ح م د بن ثثويه‬،‫بن عيسى ال ك البي‬

‫ ألي س‬٠٠ :‫ ق ات ذاؤد‬،‫ عن منال ة‬، ‫ث ا إل‬


‫ شال ت ذاؤذ الع؛‬: ‫ يئأول‬،‫شين ت خف ح ن بن ح م تد‬

‫بغ ه آ ه ؟ف إدا أئ ى ص تم ي ج ن ع اآلل ة‬


‫ج‬ ‫ين‬
‫ أف‬،‫ال ث خارث إذا أزاذ أق تل ق ى ا لخزي‬

'٠ ! ‫ ئ ش بمو ؟‬،‫ف أ ل ؛آثئ ه دأق ى غنزة ن ه‬


‫ ؛ة اي‬١
. ‫؟‬،‫ن ش بم ب ي‬

Hafs b. Humeyd bildiriyor: Dâvud et-^âî’ye bir konu hakkında soru


sorduğumda bana şu karşılığı verdi: “Savaşa çıkmak isteyen kişi, bu savaş
için gerekli malzeme ve silahı hazırlamaya çalışmaz mı? ?elti, ömrünü bu
malzeme ve silahları hazırlamakla geçiren kişi ne zaman savaşacak? îlim de
amel için bir araçtır. Kişi ömrünü bu araç için harcayacaksa ameli ne zaman
yapacak?”
D âvud et-Tâî 619

‫ خدقا‬،‫ خ دقا هم د الثؤ ثن انثا س‬،‫س د ئ خثا ن‬ ‫ ] حدقا أثو‬٣٤١/‫ [؟‬-) ١١١٥٣(

،‫حدئغي بئقس‬ ‫ ح د ظ أ ح م د بن أ ي‬،‫ ى بن حم ره‬1‫ ح د ظ عي‬،‫اذي‬1‫أبو بكر ا لأئ‬

‫ أمحمال ثت أبو‬،‫ إئن ا " كا ن ت ي ت عرل ة ذاؤذ القثا ء أئة " كان ي جالس أثا حش م ة‬:‫ قات‬، ‫أ ص حابما‬

‫ م ئ‬:‫ ئأي ق ئء م ئ؟ ئ ت‬:‫ ذ وئ‬3 ‫ ق ا‬، ‫ م ح اف ا‬-‫ ؛ ق ت أ‬١^ ١‫ ه‬، ‫ " ظص ئث ت ا ن‬: ‫حش مه‬

‫ا؛ ح ش تي ل م ي مع ه م م د‬-‫ س ك له‬،‫مح ذؤ‬-‫فعازعتغي م سي إلى ال مل ة زائز‬:‫ هات‬،‫الغ م د به‬

‫ن ئ أل ةث جيء‬
‫ دكا ن ت ا م‬:‫ قاد‬،‫ دكان ي جال ن ه ز تث؛ م د أن يعتزل‬:‫ قات‬،‫تمصي في م ن أل ة‬

‫عتزق إ مبع د‬-‫ قا‬: ‫ ظت‬، ‫حي ب ذ؛ه ا‬-‫ف ال ا‬٤^^^١ ‫لم حواد ب ذ؛ه ا م ن ائثهئث اتي \لى‬1‫وأب ا أزئد *مشه وة إ‬

Ahmed b. Ebi’l-Havârî, arkadaşlarından birinden bildiriyor: Dâvud er-


Tâî’nin uzlete çekilmesinin sebebi şöyleydi: Dâvud, Ebû Hanîfe ile
otururdu. Bir defasında Ebû Hanîfe ona: “Ey Ebû Süleymân! Malzememizi
(ilmimizi) sağlamlaştırdık” dedi. Dâvud: “Geriye ne kaldı?” diye sorunca,
Ebû Hanîfe: “Geriye onunla amel etmek kaldı” karşılığını verdi.

Dâvud et-Tâî sonrasını şöyle anlatır: Ebû Hanîfe’nin bu sözü üzerine


nefsim uzlete ve inzivaya çekilme yönünde bana baskı yaptı. Ancak:
“Sorulan hiçbir soruya cevap vermemek kaydıyla onların meclislerinde
oturmadan olmaz” dedim. Uzlete çekilmeden önce bir yıl kadar ilim
meclislerinde oturdum. Bazen bir soru sorulurdu. Susuz kalmış kişinin
canının suyu çekmesi gibi benim de canım ona cevap vermek isterdi, ama
cevap vermezdim. S o n r a s ın d a da uzlete çekildim.

‫ حدق ا عئد الثؤ بن‬،‫ب غم‬- ‫ ] حدثغا عتد الثؤ بن م ح م د بن‬٣٤٢/‫ [؟‬-) ١١١٥٤(

‫ حدق ا غئن ان بن‬، ‫ حدثن ا ت ه د ن ع ا صم‬، ‫ حدق ا ش ل م ه بن قبي ب‬،‫م ح م د بن المقا س‬

‫ وثان ق د‬،‫ كا ذ داود فزين ا الئ م اض ي عالج شت ة با ل صم ت‬٠٠ : ‫ ه ا د‬،‫ ح دقتي تع يد‬،‫نفز‬

‫ا؟ى‬ ‫م جئه ي ك‬-‫ ظ‬،‫مك ا[ك ال م‬ ‫مي‬ ‫ت ا ئعال؛ءثت ش ث ة‬-‫ وكان‬،£‫ ’كثير ال ك ال‬٠^ ^

،‫ح ز حر غ‬ ‫وه ت‬
‫ ن ق ذ حئئة يؤم \ في م‬، ‫ لممكر مننق شث ة‬1‫ ز‬، ‫؛ ق ق د‬

‫بي‬ ‫ أين زيت؟ مح تالالا‬: ‫ ق ك‬،‫الق بؤ عثز طريقه‬1‫ نت‬،‫ن ج د مئة ر ي ي‬،‫ئ ئ ث ي ث مع ه وا ل م‬
620 D âvud et-Tâî

‫ يا‬: 3 ‫ ه ما‬،‫ علتلث‬،^^ ١ ‫ الطر ش قئه‬: ‫ق ك‬ ،‫ا حالته ح ش حزغ غش ا ل م س ج د‬5‫س ت ة‬

'٠ ‫ إثث نا لحا ظ الغ امس أ خد إ ال س ؤ الع هد‬،‫ فؤ س القاسي فزازك م ن ال شيع‬، ‫ت ب ي د‬

Saîd bildiriyor‫ ؛‬Dâvud et-Tâî ‫عك‬¥‫ خل للة‬0‫ ظةآةل‬keyifsiz görünürdü ve


suskunlukla nefsini ıcrbiye etmeye çalışırdı. Dalla önceleri çok konuştuğu
içindir ki sonrada susarak nefsini terbiye etmeye başladı. Bu şekildeki
.suskunluğu kendisini tefekküre götürdü. Tefekkürler de nefsine hâkim oldu
Bir defasında namaz vakti yanma geldim. Çıkana kadar evinin önünde
bekledim. Evi mescide çok yakındı. Ancak çıktığında normal yoldan başka
bir yola girdi. Ona ; '‫‘؛‬Nereye gidiyorsun?” dedim; ama dinlemedi ve tenha
sokaklara girdi. $ ‫ ةمحس آأم‬da mescide vardık. Ona: “Ama oradaki yol mescide
daha yakındı” dediğimde ,‫؟‬öyle karşılık verdi: “Ey Saîd! insanlardan aslandan
,kaçar gibi kaçmahsın. Zira her kim insanların içine karıştıysa ölümü de
hesabı da unuttu .3

‫ ي أو ح م ن بن م ح م د بن‬- ‫ ح د ئ‬، ‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حثان‬y ^ \/v [ “) ١١١٥٥(

‫" أزاذ ذاؤئ الغئ أن بجؤب شثة؛ ئد محوى غر الثزلة؟هقعذ‬:‫قات‬،‫ غذ لزم‬،‫يزيد‬


" ‫ ثاعتر د الثا م ن‬، ‫ ق إل ي ق ك م‬، ‫في ن ج ل س أي ي ح نين ه ت ن ه‬

Luveyn der ‫لط‬: Bir defasında Dâvud et-Tâî uzlete gücünün yetip
yetmeyeceğini denemek istedi. Ebû Hanîfe’nin meclisine bir yıl boyunca hiç
konuşmadan devam etti. Bu şekilde insanlardan uzak durdu .”

،‫ حدق ا م ح م د بن أ ح م د بن مغذان‬،‫ ] حدثن ا أبو م ح م د س حثان‬٣ ٤ ٧ ٧ ‫ )“ و‬١١١٥٦(

‫ " ج ئ ت أثا وابن ع ظ داؤد‬:‫ ق الأ‬،‫ حدق ا أبو أت ا نة‬،‫حدق ا إبزاهد م ن تع ي د ا ل ج وه ري‬

" ‫ ح سماتي مء محال ثئ وذا إلي‬:‫ ق ا لأ‬، ‫التئا م‬

Ebû Usâme der ki: ibn Uyeyne ile birlikte Dâvud et-Tâî’nin yanına
gittiğimizde bize: “Yanıma bu defa geldiniz, ama bir daha gelmeyin” dedi,

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا م ح م د بن إ ت خا ق‬،‫ن عئد الئؤ‬ ‫ ] حدثن ا‬y'İy/y [ “) ١١١٥٧(

‫ داود ال ي ح رج م ن‬،‫بم‬ ،‫ مح ق د ود ال ةءيي‬:‫ ت‬، ٤^ ^ ١ ‫ عن 'لثمحع‬، ‫ممح ث د بن ر ك ة‬


Dâvud et-Tâî ‫ ة‬2‫ل‬

‫ محا دا ت ل م ا إلن ا م أ غذ ئ ه‬،‫ شمحر ج ق ص ر‬،‫ ها م ت ا ل ص ال ة‬: ‫ خ ز ي موت ا ل م ؤب ن‬،‫منزل ه‬

، ‫ ع ق رئللق‬، ‫م ال‬ ‫ ظ أي‬: ‫ ق ك ه‬،‫ ص م لآد ز ك غ ئ أذزكثث وى‬،‫زذخد ننزه‬

0 ‫ ن ؟لف وال دا‬JU( "15 ، ‫ ال؛ل ه‬٠٠ :‫ا‬3 ‫ ه ا‬،‫ أؤص ن ى‬، ‫ ظ ي >ت ائ ما ن‬: ‫ مم ك‬، ‫مح ومحمت ق‬

‫ وا جتن ب‬،‫ وا ج ع ل المعلن مؤثلث‬،‫ ؤيحلث إ صم اال؛ي‬:‫ في الؤابع ة‬،‫ بأ ه ال‬،‫ث ال ث م؛ ت‬

٠٠ ‫م‬ ‫بما‬ ‫ا م ن ي تارك‬

Rabî el-A’rec anlatıyor: Dâvud et-Tâi, müezzin: “Kad kâmeti’s-salatu”


diyene kadar evinden çıkmazdı, imam namazı bitirip de selam verince de
terliklerini alıp hemen evine giderdi. Bu durumu uzun sürünce bir defasında
namaz sonrası kendisine yetiştim ve: “Ey Ebû Süleymân! Yavaş ol‫ ”؛‬dedim.
Sesimi duyunca durdu. Ona: “Ey Ebû Süleymân! Bana nasihatte bulun!”
dedim. Dâvud üç defa: “Allah’a karşı takvalı 0‫ أل‬Anne baban varsa onlara da
iyilik et!” dedikten sonra dördüncüsünde şöyle dedi: “Vay sana! Dünyaya
karşı oruçlu ol (ondan uzak dur) ve iftarım da ölüm kıl. Cemaati bırakma,
ama insanlardan da uzak dur.”

‫ حدثنا أب و بكر‬،‫ ح دبني أيي‬،‫ ] حدق ا ت خ ث د بن أ خئ ذ بن أثا ن‬٣٤٣/‫ {؟‬-) ١١١٥٨(

، ‫أ خ ي و" كا ن ت أك ر م ن م ح ئ د‬ ‫ني‬ ‫ح دمم‬ : 3 ‫ ها‬،،^،٧١ ‫ ^ ^ بن عثد‬١ ‫ ح دقني‬،‫بن عبيد‬

‫ ممع د ت‬،‫ بأذن ل ي‬،‫ ال؛تثلم عش‬،‫ " أشت ذاؤذ الطا ئ‬:‫ قات‬4‫حدئغي م ح م د بن الء ح ت ن‬

‫ أنث و ح د ك ههغ ا ز جنلف الثت؟ إ قادت ر ح م ك الئث وه ل‬:‫ همل ت‬،‫غش ثا ب ال حجرة‬

‫ي‬ ‫ أن س ث د لث محي أؤ زللف‬،‫ ظ ق ي ث د للف‬١‫ئتق زا الم ح'ؤ؟‬-‫ا مالنث ائتم و ال د مح‬


Muhammed b. el-Hasan der ki: Selam verip hatırını sormak üzere Dâvud
et-Tâî’nin yanına geldim. Girmem için izin verince odasının kapısında
oturdum. Ona: “Allah merhametini senden esirgemesin! Burada yalnız mı
kalıyorsun?” diye sorduğumda şöyle dedi: “Allah sana merhamet etsin! Bu
zamanlarda yalnızlık ve uzlet dışında ünsiyet kuracağımız başka bir şey var
mı? Kendisine süslendiğin veya sana süslenen şeyden (insanlardan) ne türlü
bir hayır gelir ki?”
‫‪622‬‬ ‫‪Dâvud et-Tâî‬‬

‫(‪[ ") ١١١٥٩‬؟‪ ] ٣٤٣/‬حدثن ا إبزاهمت؛ بن عتد الثؤ‪ ،‬حدثت ا ت ح م د بن إ ن خا ئ‪ ،‬حدثت ا‬

‫عند الل ه ن م ح م د ‪ ،‬حدت ا م ح م د بن عتد الن جي الت مي مي ‪ ،‬حدثن ا عتذ الل ه بن إئي؛أسئ‪،‬‬

‫حن‬
‫لنا س‪ ،‬ئلغ ‪ :‬لأيي‪ ،‬قاتت ار‬
‫م‬ ‫ل دمغرئه ا‬
‫حاد ‪ ٠٠ :‬أق‬
‫صغي‪،‬م‬
‫قاد ‪ :‬ئ كل ذاوذ ‪^ ?^ ١‬؛ أؤ‬
‫بالسير م ن الدقا ‪ ،‬نع ت النؤ ال دي ن‪ ،‬كن ا رضي أغث ال د يبال د ي نخ نث ا د ال دي ن‪ ،‬ئ ك ‪:‬‬

‫رض‪ ،‬قا د ‪ :‬ا ب م ال دي ا وؤ‪ £‬ضئثة‪ ،‬ث أ أ ن ي ز ش ا ن ؤ ج "‬

‫‪Abdullah b. idrîs anlatıyor: Dâvûd et-Tâî’ye: “Bana öğüt ver” deyince,‬‬


‫‪“٨٤ insan tanı” dedi. “Nasihatini arttır” deyince ise: “Dünya ehlinin,‬‬
‫‪dinlerini bozarak dünyaya razı oldukları gibi sen de dinini kurtararak az bir‬‬
‫‪dünyalık ile yetin” karşılığını vereli. Ben: “Nasihatini arttır” deyince ise:‬‬
‫”‪“Dünyayı, oruçlu geçirdiğin gün gibi say ve ölümle iftar edeceğini düşün‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫‪ ") ١١١٦٠‬ل ؟ ‪ ] ٣٤٣/‬حدثن ا أبو بكر مم حم د ين أخنت بن م ح م د ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أبو ا لختن‬

‫بن أبا ن‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن ال ث ث ‪ ،‬حدثن ا غ م ان بن وكيع‪ ،‬ئا ن‪ :‬سم ن ت أثا يحش أخنت‬

‫ج ت‪،‬‬
‫فف ا إ ال ب‬
‫ين ي‬
‫م وا م غ ة حربة ف‬ ‫ب ن ضزار ا نحل ي ‪ ،‬ف و ت؛ أمح ث ذا وذ ‪ ٤^ ^ ١‬ؤ ئ ؤ ق ي‬

‫ينف ن علىبس هثابي‪ ،‬مما ‪ 3‬ثةبعص ائثؤم‪ :‬أ ث في ناي و ح ئ ة ‪ ،‬ئلو اث خذ ث لسلف ف ذا‬

‫باثا ؟ أنا ئ ش ؤ ح س ؟ مما ‪ " : 3‬حال ت و ح شة القتر بت ي وبتن وحس ه ال دقا '‪٠‬‬

‫‪Ahmed b. Dırâr el-Iclî der ki: Dâvud et-Tâî’nin yanma vardım. Harabe‬‬
‫‪gibi ve genişçe olan bir evdeydi. Evde tek bir oda vardı ve odanın da kapısı‬‬
‫‪yoktu. Bazıları ona: “İssız ve tenha olan bir evde kalıyorsun. Şuna bir kapı‬‬
‫‪koysana! Korkmuyor musun?” dediklerinde şöyle karşılık verdi: “Kabirdeki‬‬
‫”!‪korkum ve yalnızlığım, dünyadaki korkum ve yalnızlığımı unutturuyor‬‬

‫غنن‪ ،‬حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] t“tv7v [ ") ١١١٦١‬حدثن ا أ ي‪ ،‬حدق ا أ ح م د‬

‫بن عتيد‪ ،‬حدت ا ا ل ح ت ث ن بن ■علي بن ا لآتؤد‪ ،‬حدتما ح ش ن بن مال ك ‪ ،‬عن تكر اخل ا بد‪،‬‬

‫ه ا لأ‪ :‬سمع ت داود القثا ءء مولت‪٠٠ :‬ث و ح س م ن ال دقا ك ما محو ح س م ن الغبا ء ‪٠٠‬‬
D âvud et-Tâî 623

Bekr el-Âbid der ki: Dâvud et-Tâi’nin: “Vahşi hayvandan korkar gibi
dünyadan kork!” dediğini işittim ,

،‫ح‬
‫ م ع ظثةم‬1‫ز مب اتع‬ ،‫م ز ض بم ت‬ '٠ : ‫ ] وكان ذاؤذ مو د‬r t r l v [ -) ١٦١٦٢(

٠٠ ‫وكم ىب ال ما د ة ئ ئ ال‬

Dâvûd et-Tâî şöyle derdi: “Zühd olarak yakîn, ibadet olatak ilim,
meşguliyet olarak ibadet yeterlidir.”

‫ خ ا؛ثن ا أبو بكر‬،‫ ح دقتي أيي‬،‫ ] حدق ا م ح م د بن أخنت بن أبا ن‬٣٤٣/٧ ‫ ل‬-) ١١١٦٣(

‫ح د ش ع مثز‬ ‫ م ه أبو‬1‫ ح دثني رش م بن أت‬،‫ ن‬1‫ ح دثني م ح م د بن الحس‬، ‫بن ئ م ان‬

‫ نكثا ن جل س ج ميعا في خلقؤ أيي حنيفة‬، ‫بن ص دم ه; قادت ”كا ن ذاؤئ الطا ئ لي ص د ئ ا‬

‫ين‬
‫ ظ أي ت خ م ف‬: ‫ ق ات‬١ ‫بجزك‬- 0 ‫ " ي أي ت ك ا‬: ‫ ئأ ص ق ك‬،‫ وتمد‬3‫م‬ ‫خ ر‬

‫ه ! ثأ ئمم‬ ‫م‬ ‫ أ‬١ ‫؛ه‬ ‫مح‬


‫ئث‬.‫ ا‬:3‫ ئأ ئ‬،‫أتر ا آي<ة ق ثمغ‬‫مئل‬ ü\l ‫تهت‬

‫م حهماا‬

Umeyr b. Sadaka der ki: Dâvud et-Tâî benim arkadaşımdı ve birlikte


Ebû Hanîfe’nin ders halkasında otururduk. Daha sonra uzlete çekilip
kendini ibadete verdi. Yanına gidip: “Ey Ebû Süleymân! Bizden uzaklaştın”
dediğimde: “Ey Ebû Muhammed! Sizin o meclisimizde âhirete yönelik bir
şey yok” karşılığını verdi. Ardından: “Estağfirullah! Estağfîrullah!” deyip
bağışlanma diledi ve beni bırakıp kalktı.

‫ حدثن ا أبو بكر بن‬،‫ ح دبني أيي‬، ‫حدثن ا م ح م د بن أ ح م د‬ -) ١١١٦٤(

‫' ال‬٠ :‫ثمال ذاؤئ التئا ئ‬


‫ أ‬:‫ محأ لأ‬،‫ عن ئعئ ب بن ح زب‬،‫ ح دنني ا ل ح ت ن بن الصثا ح‬،‫ش متا ن‬

٠٠ ‫ أؤ ع ال م يثعنت ك‬،‫ثجلم ش لن ج لي ح م ظ تشثلف‬

Dâvud et-Tâî der ki: “Kusurlarını sayacak olan adamla veya seni sıkıntıya
‫ ة‬0‫^ ك ط‬cukla oturma.”
‫‪624‬‬ ‫‘‪Dâvud et-‬‬

‫( ‪ ] ٣٤٤ /%^[ “) ١١١٦٥‬خل؛ثن ا أيي ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أ خ ن د ن م ح ئ د ث ن ع م ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب و ب ك ر بن‬

‫ي م ‪ ،‬خد ش ا لخثن تن ال خن ش‪ ،‬ض اتن ال ث ئ ا ك‪ ،‬قات‪ :‬ظ ث ذاؤئ ال ئءئ ‪ ،‬ئ ك ‪ :‬لث‬

‫ج ا ك الن ا س؛ قادت " بما أئث مح ن امح ن‪ :‬مح ن ضي ر ال يومحك‪ ،‬وص ي ر بمصى‬

‫ص م ح م حاا‬

‫‪Îbnu’s-Semmâk der ki: Dâvûd et-Tâî’ye: “insanlarla otursan (nasıl‬‬


‫‪olur)?” deyince, “Sen iki şey arasındasın, ya sana saygı duymayan küçük veya‬‬
‫”‪ayıplarını sayan büyük.‬‬

‫(‪ “) ١١١٦٦‬ل ‪ ] ٣٤٤/٧‬حدثن ا ع د الل ه بن م ج م د بن جعفر‪ ،‬حدق ا عئد الثؤ بن م ح م د‬

‫ن ي ح ش‪،‬‬ ‫ح دب ي مح ث ذ‬ ‫ب ن العثا س ‪ ،‬حدثن ا م ش ه ن فيي ب ‪ ،‬حدثن ا ت ه د ن ‪-‬ع ا صم ‪،‬‬

‫غذ ذاؤذ الئايي‪ ،‬قادت " بث غ النؤ الثريدين الراهدين م ال د ك ئرك طث جلي س ال رين‬
‫بث تريدون '‪٠‬‬

‫‪: “Dünyada zahid olan ve âhirete yönelenlerin bir‬نظ ‪Dâvud et-Tâî der‬‬
‫‪özelliği de, kendileri gibi bir yönelişin içinde olmayan arkadaşlarından uzak‬‬
‫”‪durmalarıdır.‬‬

‫(‪[ “) ١١١٦٧‬ب‪ ] ٣٤٤/‬حدثن ا أيي‪ ،‬حدثن ا عتد الل ه ن م ح م د بن يئ م و ث‪ ،‬حدق ا أبو‬

‫حا م ‪ ،‬حدق ا م ح م د بن ي ح ش بن ع من‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن ثمم‪ ،‬حدثن ا حمقس بن ع من‬

‫ال يغم ي‪ ،‬قات‪ " :‬جاء ز ب د م ن ا م ح ا س رين أن ث ق ى ذاؤذ ‪ ^ ^ ١‬م حت ال ي م كن ه‬

‫خ ز يخ ر غ ثثقثئ ا بمبه كأثة حاميهت ‪ ،‬إل ذا ت غ م ا إلنا م جاء نن ر ع ا ء كاثه زيت ه ا رب خ ز‬

‫مب خ د ; ظمم‬

‫‪: Saygın bir adam Dâvud et-Tâî ile görüşmek için‬لكل ‪Ömer el-Cu’fî der‬‬
‫‪geldi. Ancak ne zaman onu evinden çıkarken görse birilerinden korkmuş‬‬
‫‪gibi yüzünü giysisiyle örtmüş olurdu. Namaz kılındıktan sonra imam selam‬‬
‫‪verir vermez Dâvud birinden kaçıyormuş gibi hemen gidip evine girdi,‬‬
Dâvud et- 625

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن إ ش غ ا ق‬، ‫ ] حدثن ا إئزا م أ بن عند الل ه‬v ' l l / v [ “) ١١١٦٨ (

، ‫ حدثن ا إ ن خا ق بن تن صري الثل و ئ‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن عئد ا ل م ج ي د‬، ‫مه د الل ه بن م ح م د‬

‫ ث ذ ا‬: ‫ مم ك ل صا ح ب ى‬،‫ ؤئ ؤ عل ى ال ت را ب‬، ‫ ن غل ق أائ و صا ح ب ل ى غ ز داود الط ا ئ ر‬: ‫قا د‬

" ‫ " ؛ ى ؛ صت تق قدن فكنك‬: ‫ د ود‬3 ‫ ه ا‬،‫زي ت وبت‬

îshâk b. Mansûr der ki: Bir arkadaşımla birlikte Davud’un yanma


girdiğimizde toprağın üzerinde oturuyordu. Arkadaşıma: “Bu adam zahid
biridir” dediğimde, Dâvud: “Zahid olan kişi dünyalıklara sahipken onları
terkedendir” karşılığını verdi.

‫ خئثت ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا أ ح م د بن ال غ تئ ن‬،‫ ما ن‬- ‫ ] حدثن ا أب و م ح م د بن‬٣ ٤ ٧ ٧ [ “) ١١١٦٩(

‫ هدم ا لخشن ب ن‬:‫ قا ت‬، ‫ج تن أ صحابن ا‬


‫ ح د ب ي ع م زو ب ن حئ ا د ه ت‬،‫أ ح ن ذ ب ن إبرا محم ال د ز رق ي‬

‫ هد ح د‬،‫ فت وئ د بز ج ل من الطالس ن‬:‫ قات‬،‫ ئأزاذ أن س أ ل عن مثال ة‬:‫ قات‬،‫ع طيه ادقومح ه‬

‫ وذاود سا ك ت عنه ال يزد‬،‫ نجع د ح ن ن ي ن أل ذاؤد عن ا ل م ن أل ة‬،‫ ؤئؤ ننهب‬،‫على ذاؤئ‬

،‫ و ب م ال ق'ئ قسم ت‬،‫م ئق ز غ‬ ‫ه أ ظ؛ د ك م ز و ئثز ودء غ ي د ود ف ه‬ ، ‫غي ف ه‬

‫ اا ؤءإدا‬:‫ ظت‬،‫لهبة؟ ص أ ك م غ ي‬ ‫س حم أ مق بم أ ك غذ ط ل ةء ال‬:‫ ي جهبق ا‬: ‫ ه‬3 ‫ق ا‬

" ^ ‫ن ق خ ف ي ا ل صويث ال أ س ا ث ت ت ه م يوم ئ ذ ز ال بمت ا ءل و ن‬

Amr b. Hamâde anlatıyor: Haşan b. Atiyye Kûfe’ye geldi. Bir konu


hakkında soru sormak isteyince, talebelerden birini aracı kılarak yanlarında
olan Dâvûd’un yanına girdi ve sorusunu sormaya başladı. Dâvûd ise susmuş
ona cevap vermiyordu. Haşan sorusunu defalarca tekrar etmesine rağmen
Dâvud ona hiçbir cevap vermedi. Bunun üzerine Haşan kalkıp çıkınca orada
oturmakta olan Tâî: “Amcan oğullarından biri sana bir meseleyi sormak için
geliyor, sen ise ona cevap vermiyorsun” dedi. Tâî bunu defalarca tekrar
edince Dâvûd ona şu âyeti okudu: “Sûr'a üfürüldi^ü ‫ ه‬günde aralarında
akrabalık bağı olmayacakta. Birbirlerine sor□ da sormazlar.”!

Müminûn Sur. 101


‫‪626‬‬ ‫‪Dâvud et-Tâî‬‬

‫جئعر‪ ،‬حدثت ا عئد الل ه بن ن ح م د‬ ‫بن‬ ‫‪ ") ١١١٧٠‬ل ‪ ] ٣٤٥/٧‬حدثت ا عتذ الثؤ بن م ح م د‬

‫المقا س‪ ،‬حدق ا ت ل م ه بن فبسب‪ ،‬حدبن ا ت ه ئ بن ع ا صم‪ ،‬حدت ا عند الثؤ بن عتد‬ ‫بن‬

‫م ائق عم ^؛‪ ،^ ٠^ ١ ^ ١‬ذاؤذ ي بئي عم‬ ‫بما عيد بن أ ح ن ذ ‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫ال ئ ن ز ‪ ،‬ح د ق ي‬
‫‪.‬ه‬ ‫‪٠‬‬ ‫‪.‬‬ ‫‪٠٠‬‬ ‫ء‪،١ ،‬‬ ‫ي‬‫✓‬ ‫ءم‬ ‫ا‪،،‬م‬ ‫م‬

‫م ي ك ث ن ة ‪ ،‬ثأكت ز ئبلف‪ ،‬طث ذب ك ال ي جيتة‪ ،‬محثض ب وكل ن ه‬ ‫لت ي ح دمهب أ حا د ي ت مع ه‪،‬‬

‫يوم ئ ذ ز ال‬ ‫بك ال م أ ئ ن غ ة ‪،‬ب م د ه ب ‪ ،‬ممات داود; ‪ ٠٠‬ؤء إ دا نف خ في ا ل ص ور محال أ س ا ب‬

‫يث ساء‬

‫‪: Dâvud et-Tâî’nin amcaoğullarından biri yine‬لظ ‪İsmail b. Ahmed der‬‬


‫‪başka bir amcaoğlu adına birkaç hadis konusunda Dâvud’la konuşmak‬‬
‫‪istedi. Ancak Dâvud hiç cevap vermedi. Adam ısrarla konuşmak isterken‬‬
‫‪Dâvud da ısrarla cevap vermek istemiyordu. Sonunda adam öfltelendi ve‬‬
‫ه ‪birkaç laf edip oradan ayrıldı. Adam gidince Dâvud: “Sûr'a üfürüldüğü‬‬
‫‪günde aralarında akrabalık bağı olmayacaktır. Birbirlerine soru da‬‬
‫‪sorm azlar”1 âyetini okudu.‬‬

‫م ح ئ د بن ا لخض‪ ،‬خ ا؛ثغ ا م ح م د‬ ‫بن‬ ‫(‪[ ") ١١١٧١‬؟‪ ] ٣٤٥/‬حدقا لمي‪ ،‬حدثن ا إئزاي إ‬

‫ب ن يزيد‪ ،‬حدثن ا ت خ ث د بن ب م ‪ ،‬ع ن ب ك ر ب ن م ح م د الن ا بي‪ ،‬ها ت‪ :‬ها ‪ 3‬ل ي داود ال ط ا ئ ي ‪" :‬‬

‫^‪ ^ ١‬ئ ا لأمم "‬ ‫م‬ ‫ص ال‬

‫‪Bekr b. Muhammed el-Âbid bildiriyor: Dâvud et-Tâî bana: “Aslandan‬‬


‫‪kaçar gibi insanlardan kaç!” dedi.‬‬

‫(‪ Crio/v [ -) ١١١٧٢‬حدثن ا أبو م ح م د بن حيان ‪ ،‬حدق ا عثاص بن ح م دا ن‪ ،‬حدثت ا‬

‫ائحصزمحد‪ ،‬حدق ا شهن بن نث مان النيل ي‪ ،‬حدثن ا عبد الل ه ا لأعرج‪ ،‬أؤ غيرة ‪ ،‬قات‪ :‬أس ت‬

‫ذاؤذ بص ق ت مع ه‪ ٩ ^ ١‬هك ا ن ال تثهإ و غ في ائن ن ج د ‪ ،‬فتبعثه محص ث ذ في ائصز‪ ،‬ه مل ت‪:‬‬

‫أضيمنق ‪^ ^ ١‬؟ قد ح د ؤذ ح ئ ت مع ه محص أى ظ ق‪1‬ء ‪ ، ^ ١‬بأ ح ر غ رغي م ت ن ثابت‪ 1‬ن‪ ،‬ئ ج نس‪،‬‬

‫‪1Müminûn Sur. 101‬‬


Dâvud et-Tâî 627

۶ ‫ب ي‬1‫ي األ‬ P
‫ ىامإ ن ق إ‬1 ، ‫ ي ق د‬،‫ قأئ قئ غ غك مح آ ف د ن ط‬،‫ ائ<؛ مح د‬:‫ق؛ت؛ي‬
‫ يا أبا شل بما ن! ل ؤ أ م ن ت م ن يث رن ثل ث ف ذ ا ائن ا ؤ؟ ق ا د‬: ‫ ق ك‬،‫صا ي ف مح أ ح ذ ي ش ز ب يئت‬

‫ وين ح ن لت في الئثاؤ الي ح ب لماء‬،‫' أنا ع ل م ت أبة ال ذ ي تزد لت ا ل ماء في الص ئ ف‬٠ :‫ل ي‬

‫ وا ج ع ل فتئرك منها في ا الخ رة‬،‫ صم الدي‬٠٠ ‫ قادت‬،‫ يا أبا نلبما ذأ أوصني‬:‫الله؟ " ئ ك‬
‫ئ ا ق‬،‫ت " بؤ والد‬3 ‫ ه ا‬،‫ ردتي‬:‫ ق ك‬،" ‫ ك م ح د ي ق‬13^ ‫ " لآكن‬:3 ^ ،‫ ردتي‬:‫ ئئ ك‬،'*

P ،" ‫فئ م ن الن ا س فزارك م ن ا لأشد ع م ممارق ل ج ماعته م‬ ‫ قادت‬،‫ ثلث؛ زدني‬،"
‫غزيثا‬

Abdullah el-A’rec veya başkası bildiriyor: Bir yaz gününde Dâvud et-
Tâî’nin yanına geldim ve onunla birlikte akşam namazını kıldım. Mescidde
de nafile namaz kılmazdı. Onu izlerken bir ara ٠ da beni süzmeye başladı.
Ona: “Bu gece misafirin olayım mı?” dedim ve birlikte evine gittik. Dâvud
bir süre namaz kıldıktan sonra kuru iki ekmek çıkardı. Getirip oturdu ve
bana: “Yaklaş ve ye!” dedi. Ona acıdım ve ekmeği bitmesin diye onunla
yemek istemedim. Yemeğini yedikten sonra kalktı ve evde asılı duran su
tulumunu alıp su içti. Ona: “Ey Ebû Süleymân! Birine söylesen de bu suyu
senin için soğutsa” dediğimde: “Yazın kendisine suyun soğutulduğu, kışın
da ısıtıldığı kişinin Allah’a kavuşmayı sevmediğini bilmiyor musun?”
karşılığını verdi.

Ona: “Ey Ebû Süleymân! Bana nasihat et” dediğimde: “Düny^klara


karşı oruçlu kişi gibi ol ve iftarını âhirete sakla” dedi. Ona: “Bir nasihat daha
ver” dediğimde: “Amellerini yazan melekleri aklından çıkarma” dedi. Ona:
“Bir nasihat daha ver” dediğimde: “Anne babana iyi davran” dedi. Ona: “Bir
nasihat daha ver” dediğimde: “Cemaatten ayrılma, ama aslandan kaçar gibi
de insanlardan kaç” dedi. Ardından yanından çıktım.

، ‫ حدثت ا أ ح م د بن م ح م د‬،‫ ها م ] خ ا؛ثن ا عئد الله بن مم حم د بن جعمر‬/ |‫ )“ [ما‬١١ ١٧٣(

‫ ح دب ي م ح م د بن‬، ‫ ح دق ي م ح م د س ال غ نت ن‬،‫حدتن ا عئد الل ه بن م ح م د بن عبيد‬

،‫ يا أبا نلت ما ن‬: ‫ ث ك لت ثوما‬: ‫ ها د‬، ^ ^ ١ ‫ ش أ م داود‬،‫ حدبغي ر جال‬،‫إئ كا ب ال صمار‬


628 D âvud et-‘.

‫ إثئ ا ال ق د‬، ‫ب م قات لي؛ " يا أي ي‬،‫ ئدمع ت عين ا ه‬:‫ هات‬،‫ ئأؤمي ي‬، ‫قد عزفت الر جمبسن ا‬

‫ ءإن‬، ‫ض به م ذللف إ ل ا ج ر ش ت ي ز‬ ‫ خ ر‬،‫ ي ث بالناس م رحل ه م رجا ه‬،‫زا محان مرا ج ل‬

‫ قان ا م طا ع الث مر عن‬،‫و تؤم مرحل ة زادا بنا بين يديه هاهع د‬ ‫انتقلع ت أن م دم في‬
،‫ ن ا ق م نا أ ث قا م م ن أ رف‬،‫ فتزود نش رف‬،‫هري ب نا هو أ ؤا ال م أع ج ل م ن ذبلث‬

‫ م م‬، ٠٠ ! ،İIJjÜ ‫ زظ أ م أخت؛ أش؛ دصي؛أعا مني‬،‫ ش القأول فذ؛‬، ‫تر قد بثتنث‬،‫هب ا لأ‬

,‫ئ‬
‫'م‬
Muhammed b. İşkâb el-Esfâr, bir adamdan bildiriyor: Bir gün, Dâvûd et-
Tâî’ye: “Ey Ebû Süleymân! Aramızdaki akrabalığı biliyorsun. Bana tavsiyede
bulun” dedim. Dâvûd5un gözleri yaşardı ve bana şöyle dedi: “Ey kardeşim!
Gece ve gündüz birer merhaledir. Bunlar insanlara merhale merhale inerler
ve böylece son seferlerine kadar bu böyle devam eder. Elinden geldiği
kadarıyla günün her aşamasında diğer aşama için kendine azık hazırla.
Çünkü yolculuğun bitmesi yakındır. Durum oyalanamayacak kadar
aceledir. Bu sebeple seferin için azık hazırla ve yapman gereken işleri sanki
ölüm seni istiyor gibi yap. Ben bunları söylüyorum, ama bunu benden çok
ihmal eden de yoktur.” Dâvûd bu sözleri söyledi ve kalkıp gitti.

‫ حدثنا أبو بكر بن‬،‫ حدثنا أثو ا ل ح ش سر أبان‬،‫] خضنا أيي‬٣٤٦/‫ [؟‬-) ١١١٧٤(
‫ قا ل ر جإل ل داوذ‬:‫ قالأ‬،‫ حدت ا صالح بن ث و ت ى‬،‫ائ غثت ن بن عئد الؤ حم ن‬ ‫بت ي‬ ‫ ح د‬،‫عبيد‬

،‫ ^ ثؤنه عصف‬١ ‫م‬ y j ‫ ؤ ي‬، ‫بم ت أغد الة ؤ ;يى‬ " :3 ‫ ق ا‬،‫ب ي‬
‫ أ ج‬:^ ٠^ ١

Sâlih b. Mûsa der ki: Adamın biri Dâvud et-Tâî’ye: “Bana nasihat ver”
deyince, Dâvüd: “Takva sahiplerini arkadaş edin. Zira insanlar içinde sana
en az yük, en fazla yardımcı olacaklar onlardır” dedi.

‫ حدقا إئرا صم‬،‫م قي كثابه إي‬ ‫ثا ج ئ م بن م ح ئ د بن‬


‫ ا أ ح ر‬٣٤٦/٧‫ ل‬-) ١١١٧٥

:‫ قات‬،‫ خد ش إبزاه م بن بغار الصوفي حا دم إ وصز بن ض ر‬،‫م ا صوري‬ ‫بن‬


‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫‪ 29‬ة‬

‫ئئزف ث‬ ‫ش م ع ت ^‪£١‬؛^؛ ن أ د ه م ‪ ،‬م ولت؛ 'كان داود ال ط ا ئ ي‪ ،‬يأمول ‪ " :‬إن لل ح ر ف‬

‫تاثون‪ ،‬وأين أولثلث؟ إ‬


‫في الحا ئفين‪ ،‬زنق ان ا ي يعربه ا ا ل م حبون‪ ،‬وإ'رع ا جا ت ثف ور به ا ال نئ م‬

‫أولئلف هب الق ابرون "‬

‫‪: ,Dâvud et-Tâi şöyle derdi: “Korkunun‬لكا ‪İbrahim b. Edhem der‬‬


‫‪korkanlarda görünen bazı göstergeleri, Allah’ı sevenlerin bilebileceği bazı‬‬
‫‪makamları ve sadece âhiret özlemi içinde olanların bunlardan kurtulacağı‬‬
‫‪bazı rahatsızlıkları vardır.‬‬ ‫‪Ama‬‬ ‫”?‪bunlar, bu kurtulanlar nerede‬‬

‫ؤتآق د‬ ‫(‪ -) ١١١٧٦‬ل ‪ ٣٤٦/٧‬ا نقا د ذاؤئ‪ ،‬لم ثي ن ا ن‪ " :‬إ ذ مح ث ت ز ب الن اؤ‬

‫م ا ش ا لأيل‪ ،‬نت ش ت ج ز ا لخؤث‪ ،‬ؤاق ذ و إ عل ى ال م ؟ أ "‬ ‫م حت ا س م ق ت‪ ،‬ؤ ص‬

‫وقى قتأل‬
‫‪Dâvûd, Süleymân’a şöyle dedi: “Soğuk suyu içip, lezzetli güzel yemekler‬‬
‫‪yiyorsan ve gölgelerde yürüyorsan Allah'ın huzuruna çıkmayı ne zaman‬‬
‫‪seveceksin?” Bunu duyan Süfyân ağladı.‬‬

‫بمو ت‪ ،‬خدثن ا أبو‬ ‫بن‬ ‫م حم د‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٣ ٤ ٧ ٧ [ “) ١١١٧٧‬حدثن ا أيي‪ ،‬حدت ا غيد الل ه‬

‫حا م ‪- ،‬حدثن ا م ح م د بن بمش بن ع من‪ ،‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن يمم‪- ،‬حدثت ا حمعس س ع من‬

‫ا ل ج ع ف ي‪ ،‬ها د ‪" :‬كان داود ال هائ ئ‪ ،‬فد ززث عن أم ه أوبخ مادة دره م ‪ ،‬ه م ك ت يممؤثه ا‬

‫ن ش ي والثواري‪،‬‬
‫ب اليين غ ائ ا ‪ ،‬ئلئ ا م ذ ت ج ع ديممقس نئ وفت الدوتزة نيث ف ا خ زبا غ أ م‬

‫واهن‪ ،‬ح و بقي قي نص ف مق ض‪ ،‬وكا ن حا ط داره م ن ف ذا ال م ن ا لخررمي ال ذ ي ي جع د‬

‫منة ائخثات ا ت وبا ث‪ ،‬خ ال ف مربوع ممس ‪ ،‬أن ع ال ما وث ب تقهن إ ر ال دار إ و جاء ص د ق‬

‫‪،٠‬؛^^؛؛‪ " ،‬ثؤ أن فسي هذه ب غ ي ل ث؟ لعأ؛ثا ننمممقب د لنف فيه‪ 1‬ق ظ‬ ‫ثق‪ ،‬ق‪1‬ت‪٧ :‬‬

‫يف ا علمية ثع د ا ل عش اء ا الخزة‪ ،‬ق ا د ‪:‬‬


‫م مح ك ؤ ف‬ ‫ثنتفع به‪ ،‬ئن ا زات به خ ز بقع ه ا إقه‪،‬‬

‫ي ‪،‬فاء ظ ئ ا "‬ ‫و‬ ‫صث أ ذ ي د خ د ف ه ن ي‬


‫ص‬ ‫ما(بف ا ظ غ‪ ،‬ئت ‪ :‬وب م ي أخي؟ ق‪1‬ت‪:‬‬

‫‪Hafs b. Ömer el-Cu’fî anlatıyor: Dâvud et-Tâî’ye annesinden miras‬‬


‫‪olarak dört yüz dirhem kalmıştı. Bu parayla da otuz sene boyunca idare etti.‬‬
630 D âvud et-Tâî

Para bitince de küçük evini parça parça söküp satmaya başladı. Çatıdaki
kalasları, boruları ve kerpiçleri bile sattı. Sonunda evinin üzerinde bir yarım
çatı kaldı. Evinin duvarları kiliselerin de yapımında kullanılan sert taşlardan
yapılmıştı. Evin arka kapısı da küçük ve alçaktı. Yani çocuk zıplasa kendini
evin içinde bulabilirdi. Bir gün yanına bir arkadaşı geldi ve: “Ey Ebû
Süleymân! Şu evi bana ver de satayım. Belki yerine senin daha çok işine
yarayacak bir şeyler alırız” dedi. Israr edince de Dâvud evi adama satması
için verdi. Ancak daha sonra durumu tekrar değerlendirdi ve yatsı
:namazında arkadaşını buldu. Adama: “Evi bana geri ver!” dedi. Arkadaşı
Neden kardeşim?” diye sorunca, Dâvud: “Parasına helal olmayan bir şeyin“
karışmasından korkuyorum!” dedi ve evi satmaktan vazgeçti,

‫ حدت ا أ خن د بن ا نم ش‬،‫ ] حدثن ا عتد الثؤ بن م ح م د ئن ج عفر‬y'1',، /v [ “) ١١ ١٧٨(

‫عن‬ ‫ سمع ت ر ج ال‬: ‫ محا د‬، ‫ ح دبتي أثو ن م م‬، ‫ حدبن ا أ ح م د بن ابناه م‬،‫الح داء‬

: 0 ‫ " ي بقي عندك ي ن قن ن ع الملث؟ ظ‬: ^ ^ ١ ‫ مح ك ل داود‬:‫ قات‬،‫حف ص بن غثا ث‬

: ‫ هلت‬:‫ ه ات‬،‫ أؤئ الثه عشن ديثارا‬،‫ أظنة امحي عشن دين ارا‬: ‫ أبوتعت م‬3 ‫ محا‬،‫*كدا وكذا دي ار‬

3 ‫ دا‬،‫ |ن ؛ ه ال ي ح د ع‬٤^ ١ ‫لئ‬، ‫ تثا‬: 3 ‫ دا‬،‫ث ك في م م ظ ممثفع به‬1‫ن ش ئ صرشه‬

" ‫ وثممئ ظي‬،1‫ببجا في بثتل‬،‫فت‬


‫م‬ ‫ ح ذ ه ا أنث‬°‫ ال دأ‬:‫ ثئ و لأ‬: ‫أبونعت م‬

Ebû Nuaym der ki: Adamın birinden işittiğime göre Hafs b. Ğiyâs şöyle
demiştir: Dâvud et-Tâî’ye: “Kölenin bedelinden geriye ne kadar kaldı?” diye
sorduğumda: “Şu kadar kaldı” dedi. — Ebû Nuaym der ki: Sanırım on iki
veya on üç dinar kaldığını söyledi.— Ona: “O zaman onları bana ver ki
onları senin de faydana olacak şekilde harcayalım” dediğimde, bana: “Allah
sana afiyet versin, ama Allah aldatılamaz” karşılığım verdi. Ebû Nuaym der
ki: Dâvud ona: “Bana harcaman yapman için bunları alıp evine koyma”
demek istemişti.

‫ حدثن ا‬،‫ حدق ا أ خن د بن اث ختئ ي‬، ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫خ'؟] حدثت ا عئد الل ه‬1'//'/[ “) ١١١٧٩(

: ‫ م ولت‬،‫ شمع ت عط اء بن من ل م الحلبي‬:‫ قال‬،‫ح دقتي عبيد بن جما د‬- ، ^ ١^ ‫أ ح م د بن‬


D âvud et-Tâî 631

: ‫ ممات‬،‫ ئأثا ة ابن أ خيه‬، ‫عأى م س ه‬ ‫غ ا ش ذاؤئ ال ط ا ئ ي عش ر ين سنه بمال ث مابة ب ر ق م‬

‫^ ث ن‬ ١٤ :‫ ؛‬١١‫ ؛‬، ‫ت ثب ي‬
‫ ؛ غي ي ف ه أ ج‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬،" ‫ " ال‬:‫<؛‬١‫ ؟ ؛‬٤^ ١ ‫ثم عم عزة‬

‫ أن ت طث‬٠٠ ‫ت‬3 ‫ ثا‬، \ ‫ هذه رئءح ه‬: 3 ‫ مما‬، ‫ؤب م‬


‫م‬ ‫ ب عشرين وماءث‬٥ ٣ ‫ محم ك ث قبئ؛ب م‬: 3 ‫ثا‬

،" ! ‫ أزدث أن ثئذ عغ ي‬، 3 ‫ يسعي أن بكون عندك بتت ما‬١


. ‫ب ح لل د ره م در<ء م ا ؟‬
‫ف هر ر‬

" ‫ " ث؛ علي ر م مالي‬:‫ وظت‬، ‫قاد؛ مرتى ه‬

Atâ b. Müslim el-Halebi der ki: Dâvud et-Tâî yirmi yıl boyunca kendine
:üç yüz dirhem harcadı ve bununla idare etti. Kardeşinin oğlu yanma gelip
”Amcacığım! Ticareti sevmiyor musun?” diye sorunca, Dâvud: “Hayır“
”karşılığını verdi. Yeğeni: “O zaman bana bir şey ver de ticaretini yapayım
deyince Dâvud ona altmış dirhem verdi. Aradan bir ay geçtikten sonra
.yeğeni ona yüz yirmi dirhem getirdi ve: “Kârınla birlikte paran bu” dedi
Dâvud: “Sen ayda her dirheme bir dirhem mi kazanıyorsun? o zaman
.yanında bir hâzinenin olması lazım. Sen beni kandırıyor musun!” dedi
Sonra parayı ona attı ve: “Sadece anaparamı ver!” dedi.

‫ حدث ا عيد الل ه بن م ح م د ين‬، ‫ ] حدثت ا عتد الل ه بن م ح م د‬r ı v / v [ ") ١١١٨٠(

: 3 ‫ ئا‬،‫ حدثن ا م حا ن ب ن نئن‬، ‫ ح دق ا ش ه د ب ن ع ا صم‬، ‫ حدبن ا ت ل م ه ب ن فبي ب‬0‫التب ا س‬

‫ ن م ح ا ي‬،‫ م ن أبيه عئرين دثارا‬،‫ " ورث ذاؤذ ال طاتي‬: ‫ قا د‬،‫أ م حي ابن ع م ل داود‬
‫ب نم يق و ن فيه ال‬
‫م‬ ، ‫ وورث ه‬، ‫ ومنة يتص د ق‬،‫ مئة ثن خد‬، \‫و تن ة دلن ار‬ ،‫ط‬ ‫عشرين‬

‫ نخ ر ب *كل ه إ ال راويه م نة‬،‫ إلى ئ اح تد أ حر ى‬3‫ ئ ئ ا ح ر ثت ئ ا جيه بركه ا و س ؤ‬، ‫ي ع م ه‬

" ‫يكو ن مح ه ا‬

Osmân b. Züfer, Dâvud’un bir kuzeninden bildiriyor: Dâvud et-Tâî’ye


babasından miras olarak yirmi dinar kaldı. Bu yirmi dinarla da yirmi yıl
idare etti. Her yıl bir dinar harcadı. Bu bir dinarın içinde de hem yemeği
hem de sadaka olarak verdikleri vardı. Miras olarak kendisine bir ev de
kalmıştı. Bu evde kalır, ama evde hiç tadilat yapmazdı. Evin bir odası harab
632 D âvud et-Tâî

olduğu zaman başka odada otururdu. Sonunda kaldığı oda hariç evin tüm
odaları harab oldu ,

،‫حقا نء حدقن ا إن ح ا ق ن أيي حق ا ن‬ ‫بن‬ ‫ء حدث ا أث و م ح م د‬٣ i v/v ‫ ت‬-) ١١١٨١(

‫ " ورث ذاؤئ ال طا ئ ص‬:‫ قات أ م غثتا ن ال دازا ئ‬:‫ قات‬،‫خدتثا أخنت ئ ض ا لخؤاري‬

،‫حر‬-‫ طثن ا حرب مح ت م ن اال؛اي؛كثب إ؟ى ا ال‬،‫ فكا ن يعت م د في بيوت الدار‬،‫أم ه ذازا وذبايز‬

‫يف ا‬
‫ ثكاد> يتقى ف‬،‫ وورت م ن أبيه ذئانيز‬: ‫ ها د‬،‫ ^ ح ش أش ع ر ع ام ة بيوت ال دار‬٧ ‫ز إل ؛؛‬

" ‫خ ر 'كسبا خره ا‬

Ebû Süleyman ed-Dârânî der ki: “Dâvud et-Tâî’ye annesinden miras


olarak bir ev ve bir miktar dinar kaldı. Bu evde kalır, kaldığı oda harab
olduğu zaman tadilatını yapmadan başka bir odaya geçerdi. Sonunda evin
tüm odalatı harab oldu. Yine babasından kendisine miras olarak bir miktar
dinar kalmıştı, öm rünün sonuna kadar bu dinarlarla idare etti. En son
kalan parasıyla da kefenlenmişti.”

:‫ قات‬، ‫ حدت ا م ح ئ د بن إن ح ا بأ‬،‫ ا حدق ا إبراهي م بن عئد الئؤ‬٣٤٧/٧ ‫ ل‬- ) ١١١٨٢(

‫ ’’ ورث داود ال هائ ئ م ن‬:‫ قات‬، ‫بس أ ص حايما‬


‫ شج ن ت م‬:‫ بمولأ‬، ‫ش م ع ت م ح م د بن ركريا‬

" ‫ط ح ز نا ث‬ ‫ ئ كثئ ة عشرين‬،‫موالة لت عشرين و ها نا‬

Muhammed b. Zekeriyâ, arkadaşlarından birinden bildirir: “Dâvud et-


Tâî’ye azatlı bir cariyesinden miras olarak yirmi dinar kaldı. Bu yirmi dinar
da vefat edene kadar kendisine yetti.”

،‫ حدثن ا م ح م ذ بن ي حيى بن م ئذه‬،‫ ا حدثن ا أ ح م د بن إ س حا ق‬٣٤٧/٧ ‫ )“ ل‬١١١٨٣(

‫ ف أ ي ث‬،‫ " اتث ث ا م م م ت د ئ غا م في وك ال بجازؤ‬:‫ قات‬، ‫خدتثا ع د ال مب ن ئ ض‬

‫ا‬-‫\ل أخ ه نتغذاث ظ أض‬ ‫ م حب‬: ‫ ئت‬، ‫ف‬ ‫ أن ممئ‬، ٣ ^ ١ ‫عثه ة ؤ ت غ ث ذ ئ‬

‫ ق م د‬،‫ع م د ه لث‬ ‫مح‬، ‫ ذ وذ ال ط اثي‬0‫ إ‬C‫ حاك‬-‫ ن م يئص‬،‫ مكت ب خؤت " أن أ ح وينث‬: 3 ‫ ئ‬،‫عليه‬
D âvud et-Tâî 633

‫ نإثا‬، ‫ إثا أذ ت ن ش ى‬،‫ ال‬:‫ ق ات‬:‫قات‬ ‫ها‬ ‫ ل ز خغ محا فى ال بجازؤ ثن غ د عثالق‬: ‫ه‬

‫ت ئن ا ث ؤقدبم ي م نه ا ؤيثار ئكع ن فيه‬3 ‫ محا‬، ‫ ن جع د يف ئ م نه ا دين ارا وين ا ال‬:‫ قات‬: ‫أن أشب م ه ا‬

Abdurrahman b. Amr der ‫لكل‬: Muhammed b. Âmir ticareti bırakma


konusunu bana danıştı. Muhammed b. en-Nu’mân ile birlikte ona
ticaretinde kalmasını tavsiye ettik. Bağdat’ta olan bir kardeşine mektup
yazıp ona yaptığımız tavsiyeyi zikredince kardeşi ona şöyle bir cevap
gönderdi: “Kardeşlerin sana hiç iyi bir tavsiyede bulunmamışlar. Zamanında
Dâvud et-Tâî bir tarlasını satmıştı. Ona: «Parasını ticarette kullan, bu
şekilde belli bir gelirin olur» dediklerinde: «Olmaz! Ya bu para ben ölmeden
bitmeli, ya da ben bu para bitmeden ölmeliyim» karşılığını verdi. Sonra bu
parayı dinar dinar harcamaya başladı, öldüğünde bu paradan geriye sadece
bir dinar kalmıştı ve kefeni için kullanıldı.”

،‫ خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن ا نم ت ن ن ا ل ح دا ء‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه س م ح م د‬٣٤٨ /''/[ - ) ١ ١ ١٨٤(

٠٠ ‫ قادت‬، ‫ ح دتني عئد ال م بن صالح بن ث م ش ج ئ‬، ‫ ^ ^ ؛‬١ ‫ ^؛‬١^ ‫حدثنا أ خ ت د بن ؛‬

‫ وق س فى محته إ ال دن مميت لآقون فيه‬،‫ذ ظ ئ غ د ذاؤذ ا طا ئ فى نزضه ال ذ ي نا ث مه ه‬

‫وهي‬ ‫ ه ا‬1‫ يءجع‬،،٢٨^ ١ ‫ وتبنه ث ا ها جا ت ه ي ز ه ع ر‬،‫ ونقثهزه‬،‫حثزيابمئ‬

" ‫ وق س ي بقه وري ز ال محت ؤ ال خمت‬،‫وهي م خدته‬

Abdullah b. Salih ‫ع‬1- 1‫ث ك‬der ki: “Vefatına sebep olan hastalığı sırasında
Dâvud et-Tâî’nin yanma girdim. Evinde sadece içine kuru ekmek koyduğu
içi ziftli bir testi, bir su matarası, bir de büyük kırmızı bir tuğlası vardı. Bu
.tuğlayı hem yaslanmak, hem de uyumak için yastık olarak kullanırdı
Evinde küçük veya büyük hiç hasır yoktu .”

، ٤١^ ^ ١ ‫ حدثن ا أ خ ن د بن ا لخض‬، ‫ ] حدثن ا عئد اللي ب ن م ح م د‬t ' i a / y [ “) ١١١٨٠ (

‫ " ن ا ثث ه ت ق ان‬:‫ قات‬، ‫ حدثن ا عئد الؤ ح م ن بن م ص ع ب‬،‫إبزاه م ا ال دورقي‬ ‫بن‬ ‫حدثن ا أ خ ن د‬

" ‫ظ ه ر ذاؤذ إ ال جزاثا فيه خزن ق د أبا ن ص ا ل ج ن ا ب ه ك ذ ا‬


634 Dâvud et-Tâî

Abdurrahman b. Mus’ab der ki: “Dâvud et-Tâî’nin sırtım ceviz dolu


torbaya benzettim. Zayıflıktan dolayı da bu cevizler torbanın dışından
görülüyor gibiydi.”

‫ حدت ا عتد الل ه‬،‫ حدق ا أ ح م د بن م ح م د بن ع من‬،‫خ ا؛ثن ا أيي‬ “) ١١ ١٨٦(

‫ أن‬٠٠ ‫ ح دثن ي ض ا ج ي إن ا‬: 3 ‫ قا‬، ‫ عن محبيص ة‬، ‫ خ ا؛ثن ا ابن أيي مي م‬،‫بن م ح م د بن غ م ا ن‬

‫ه |أى ائؤذ ج ئ إمح هال (ه ن غ‬ ‫ ممبع ث ت‬،‫ ^ ^ صنع ت رين؛ ب شئ ن‬١ ‫ م ن أ هد داؤ'د‬،‫ام|ه‬

‫ مأئتتهبالمص ث ة م وصجثه ا بين يدنؤ‬:‫ محالت ا ل ج اريه‬،‫ وك ا ن س ه ا وبس ه م ر صا غ‬، ‫جارية نف ا‬

،‫ مما م هدمع ه ا إقه‬،‫تا ب‬


‫ ه ج اء ش ا ئ ئزقفت عأى ال‬، ‫نمى ل تأ ك ل منه ا‬ :‫ قات‬،‫في ال ح ج رة‬

‫ص‬ ‫م‬ ‫ث م ع م د \ل‬AA^aİJI ‫ ثمم ن ح د ش ن ن‬،‫ خ ز أ"كنه ا‬، ‫لب‬1‫و جن س مع ه غش ائت‬

،‫ ودثته ا ائ‬،‫ مح وصع ة فى المصح ة‬،‫ ف ق ئ غ أثت ءك ان أعده لعث ائه‬:‫ قال ي ا ل جاويه‬،‫يديه‬

‫ وذثع التثا نا أزاذ أن‬،‫ ؤذئع إ ر الق اتل تا حشنا ة به‬: ^ ^ ١ ‫ قال ي‬،‫ أزيف ا الث ال ؛‬: ‫وها د‬

‫<ثدا‬- ‫ ثن ن ح د‬ö\j\ ‫ ءكئث‬:‫؛ قييص ه‬3‫ ها‬، ‫ ؛ال<طاويا‬،^ ٧ U ‫ زأظغة‬: cJU ،‫يمطن علته‬

Kabîsa bildiriyor: Bir arkadaşım bana şöyle anlattı: “Dâvud et-Tâ^nin


akrabalarından bir kadın yağla tirit yaptı ve bir cariyesiyle birlikte iftarına
yakın bir zamanda Dâvud’a gönderdi. Kadın ile Dâvud ailesi arasında
:sütkardeşlik dolayısıyla bir akrabalık vardı.” Cariye olayı şöyle anlatır

Yemek tabağını getirip odasında Dâvud’un önüne koydum. Dâvud


yemek için yaklaşınca bir dilenci gelip kapıda durdu. Dâvud kalkıp yemeği
.dilenciye verdi ve adam yemeği bitirinceye kadar da kapıda yanında oturdu
Yemek bitince Dâvud içeri girip yemek tabağını yıkadı ve daha önce önünde
bulunan hurmaya yöneldi. Bu hurmayı da (yemeği gönderen) Âişe’ye
vermek için hazırladığım zannettim. Dâvud bu hurmaları tabağa koyup
bana verdi ve: “Ona selamımı da ilet!” dedi. Dâvud bu şekilde kendisine
getirdiğimiz yemeği dilenciye, iftar için kendine hazırladığı hurmayı da bize
.vermiş oldu. Sanırım o günü de aç olarak geceledi

Kabîsa ekledi: “Bundan dolayıdır ki Dâvud cılız birisiydi.”


Dâvud, et-Tâî 635

‫ خ ا؛ثن ا‬،‫ حدثت ا إبراهي م بن وئنف ت‬، ‫ ا حدتما إ ت خا ق بن أ خن ذ‬٣٤٨/٧ ‫ ل‬-) ١١١٨٧(

‫ " ءأل د ود ئ ئ‬: ‫■ ق و ه‬٠^ ^ ^ ١ ‫ت ئ ص ن ق ن ال‬


‫ج‬ : ٥١٤ ،^ ١^ ١ ‫أ خت ن ئ أبى‬

‫ زم جنة م مخ ثن ة ي‬،‫ وأؤنعله قد دكؤغ‬،‫ أوله شح ن‬: ‫ث ابيا‬-‫ أط‬4‫ثنخد خبزه ع ز د الل‬

‫ قد ج ة في‬0 ‫^^^ ئكا‬١ ‫ ق ك ذن‬،‫ ودن شحت ر‬،‫ء‬1‫ ل أ م‬0 ‫بمتت لت دد\نت ث‬ ; 3 ‫ قا‬،‫م ت ت ي ة لت‬

‫ا ل آ م لئ ال بمط ا م ح خ م حث'ا‬

Ebû Süleymân ed-Dârânî der ‫لط‬: “.Dâvud et-Tâî ekmeği üç şekilde yerdi
Başta sıcak, sonra bayat, daha sonra ise matarasındaki suyla ıslatıp kuru
olarak yerdi. Biri su, biri de ekmek için olmak üzere iki ‫ او ك ل‬vardı. Su için
kullandığı kabı da rüzgarda soğumasın diye yere koyardı.”

‫ حدت ا‬، ‫ ^ بن ي ونف ن‬£ ١


^ ‫ حدثن ا‬، ‫ ا حدثغ ا إ ش خ ا ق بن أ ح م د‬٣٤٩/٧ ‫ )“ ل‬١١١٨٨(

‫ أ بما ن ب ش‬، ‫ أقام ذاؤذ ال ئ ئ‬:‫ ;ق وت‬،‫ ث ي ئ ق أبا ن ي ئ ا ن‬:‫ قات‬،‫أ خن ن ئ أبي ا نمؤاري‬

‫ إ‬/ ‫ ح ق ئ ي ز ث ي إ ع د إذزا‬،‫ " ئ‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬١ ‫ف ء ؟‬ ‫مهم ص و ت ض‬ : ‫ نج د ه‬، ‫ط أ و ب‬

‫ فنزى أثة م ن صتن ص هن عند‬:‫ ن‬1‫ أثو شث م‬3 ‫ د ا‬، ٠' ‫ ق م ذهب ت ف ه وئهن م ن ثئبي‬،‫سثغه‬

‫ إئة يك م ى موتتهن‬، ‫ يغرههن خ ال ال ز ال حزا ما‬٢ ،‫إدراكه سنه‬

Ebû Süleymân der ki: Dâvud et-Tâî altmış dört yıl boyunca bekar biri
olarak yaşadı. Ona: “Kadınsız nasıl sabrettin?” diye sorulunca: “Buluğa
erdiğimde bir yıl boyunca kadınlara karşı olan şehvetimi bastırdım. Daha
sonraları ise onlara karşı olan şehvetim kalbimden gitti” dedi. Bize göre de
kişi buluğa erdiği zaman bir yıl boyunca helal yoldan veya haram yoldan
olsun kadınsızlığa sabredebilen kişi daha sonra onların sıkıntısından
kurtulur-

‫ حدثت ا‬c‫ حدق ا م ح م د بن إن ح اى‬،‫ ^ بن مه د الثؤ‬£ ١


^ ‫ م ] حدت ا‬1‫ب‬/\
‫ )“ [ء م‬١١١٨٩(

‫ حدثن ا أبو بكر‬، ‫ حدت ا أ ح م د ى م ح م د بن أتان‬،‫ح و حدثنا ش‬.،‫إ سماعيل بن ش اخلايدب‬

‫ت ء ذ‬3 ‫ ئ‬،‫ ال ول؛ذ بن ع م ته‬1‫حدثئ‬- ;‫حثس ي‬-‫ ^ ا لأ‬١^ ^ ‫ ح د ظ أ ح م د بن‬: ‫ ه\ ال‬، ‫ ن‬1‫ش مت‬
‫بن م‬

،‫ ق ه ء قثإ غش بج م بن اء و مل ح‬،‫ ق م ح ا بش ر ط‬، ‫ ي وئن رغه ا‬، ‫م حث ل داود ا ط ا إل‬


636 D âvud et-Tâî

‫ ق ا ن ت ئحاءئهبس يؤ‬، ‫ وت و ال ه ل ة س ؤداء ثنفل ز إل يه‬:،3 ‫د ا‬ ‫ ن جع د‬، ‫ثأ ح ذ قل ه فق ؤه‬

‫ ئنث ا جاء زقت ا إل ئاي أ ح ذ‬، ‫ ؤأص ت خ صائ ما‬،‫ ث م أ حثا ثلته‬، ‫م غلى طثق مح أئ ز‬ ‫من‬

‫ جعل ت أ ئ ن غ ة يعات ب‬:‫ قات ال ول ي د بن ع م ته و ح د ب ي جا و ل ه محات‬،‫ و مل حا وماء‬،‫زنيفة‬

‫با شثهن ت اللئأل ه ئ م ! ا ال ذائ داؤذث م نا‬، ‫ " ائث هئ ت ائ ار ح ة م ! بأ طعم ئ ك‬: ‫ بم ولت‬، ‫شث ة‬

‫ قن ا داهه ا ج ش ن ا ث‬:‫ قا د م ح م د بن إ شحا ق في ح ديئه‬،" ‫ت ا دام في ناي ال دنما‬

Velîd b. Ukbe der ‫لط‬: Dâvud et-Tâî için altmış ekmek pişirilirdi. Dâvud
bunları bir yerde asar ve her gün iftarım tuz ve su ile birlikte bir ekmekle
yapardı. Bir akşam bir ekmeği alıp ©na baktı. Onu izleyen azatlı bir cariyesi
tabakta az bir hurma g e tirin c e Dâvud bunlarla iftarım yaptı. s©nra gecesini
ibadetle ihya edip güne ©ruçlu başladı. îftar vakti gelince bir ekmek ve tuz
ile su aldı.

Bir komşusu da bana şunu anlattı: “Bir gün kendi nefsine: «Dün akşam
canın hurma istedi, sana hurma yedirdim. Ama bu akşam da canın hurma
istiyor. Dâvud hayatta olduğu sürece artık hurma yemeyecek!» şeklinde
sitem ettiğini işittim, ölene kadar da hurma yemedi.”

‫ حدثن ا عثد الل ه بن م ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا أب و م ح م د بن حثا ن‬r t ^ v [ ") ١١١٩٠

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثت ا يي ا بي بن عب ا د‬، ‫ حدثت ا شهن بن ع ا ص م‬، ‫ حدق ا ت ل م ه بن قبي ب‬،‫ال م ا س‬

‫ ث أ ألح ذ‬، ‫ ئ ه ت ئ ق مع ه ا لمع ر< ب‬، ‫ ش ئ ج ذ‬، ‫اؤد الت؛ث ا إل‬3 ‫ ذ ح ن ت غ ز‬: 3‫ ه ا‬،‫م ح م د بن بش ر‬

،‫ ءأ ح ذ رغي ما بئة يابث ا هث مس ة في ائئ اع‬،‫ ق ا م إ ز دن أة ءكبي ر‬، ‫بقد ي مح د ح ك مع ه ال ي غ‬

^^١‫ء ثؤ أ خ ذ ث‬0 ‫ ي أي دئأي ما‬:‫ ه م ك‬، ‫ مح أ ئ ز‬،‫ ^ ^؛‬١‫ ب\رك‬: ‫ ه ك‬،" ‫ث ك د‬


‫ ؛دن م‬٠٠ )3‫ب م محا‬

‫ ز ال ذا ق ذاؤد مل حا‬C ‫ إ ذ ت سم ي تن ا'يعؤي مل حا‬٠٠ ‫قا ت؛‬ ،‫ ق ش ك ت مت ا عه‬: ‫م ن مل ح ؟ محا د‬

‫ ئن ا باقة ح ش ن ا ث ر ح م ة الثت‬: ‫ محا د‬،‫ا لأي‬ ‫هي‬ ‫ن ا ذا ؛‬

Muhammed b. Bişr der İri: Bir gün mescide Dâvud et-Tâî’nin yanma
girdim. Onunla birlikte akşam namazını kıldıktan sonra elimden tuttu ve
evine götürdü. Büyük bir kabın içinden kuru bir ekmek çıkardı, suya batırıp
Dâvud et-Tâî 637

bana: “Yaklaş ve ye!” dedi. “Allah sana bereketler ihsan etsin! Sen iftarını
yap” karşılığını verdim. Ona: “Ey Ebû Süleymân! Yanında biraz da tuz alsan
olmaz mı?” dediğimde biraz suskun kaldı ve: “Canım tuz istiyor. Ama
Dâvud hayatta olduğu sürece onun tadına bakmayacak!” dedi. Vefat edene
kadar da bir daha tuzu ağzına koymadı. Allah ona rahmet etsin.

‫ ح‬.‫ حدثن ا م ح م د ثن إ ت خا ق‬،‫ ا حدق ا إبزاهمن؛ بن ع د الثؤ‬٣٥٠/٧ ‫ )“ ل‬١١١٩١(

‫ حدت ا أبو تع ي د‬:‫ ق ا ال‬،‫ زخ ا؛ثن ا أ ح م د بن ع ئ بن ا ل جازود‬،‫و حدت ا أبو م ح م د بن حثا ن‬

‫ " ج ئ ت ذاؤذ‬:‫ هاد‬،‫ ح د بت ي عتذ الل ه بن عئد اثك ريم؛ء عن ح ما د بن أيي ح تيفة‬، ‫ا لأف ج‬

‫ ب م ائت هن ت‬، ‫ ائت هن ت جزال محأط عمث ك‬٠' : ‫ ئش م عته بمولط‬،‫ [ ^ ^ واخلا ب ع امه م ح ق ئ‬١

‫فت ة‬ ‫نا هؤ‬،‫ ود ح ك ظ‬، ‫ثن ت ن ت ش ت‬°‫ قا نثأ‬، ’’ ‫ذا‬:‫ ث ت أن الث م ح ه أ‬، ‫ما‬،‫جزر؛ ود‬

Hammâd b. Ebî Hanîfe der ki: Dâvud et-Tâî’ye geldiğimde kapısı


kapalıydı, içerde: “Canın havuç çekti yedirdim. Şimdi de havucun yanında
hurma da istiyorsun, inşallah ömrün boyunca onu yiyemezsin!” dediğini
işittim. İzin aldıktan sonra içeriye girip selam verdiğimde kendi kendine
konuştuğunu gördüm.

‫ حدثن ا م خ ث د ئ ذ عبد‬،‫ ] حدق ا إئزاي إ بن أ ح ن ذ بن أيي ح م ش‬٣٥٠/‫ )" [؟‬١١١٩٢(

‫ ج ئ ت‬: ‫ب وأل‬
‫ م‬،‫ ^ بن حث ا ن‬£ ١
^ ‫ ن م ع ت‬:‫ قات‬،‫حث ا ن‬ ‫ين‬ ‫ خ ا؛ثغ ا م ح م د‬، ‫الئؤ ا لخني ئ‬

‫ ث ظ نئ ت أن عئذه‬،‫شن ة‬ ‫ ئن م ئتة‬،‫ ^ ^ أريد أن أد ل ن عثه‬١ SJiS ‫إ؟ى با؛ب‬

‫ا‬
: 3 ‫ مما‬،‫ح ن ت‬-‫ مح د‬،" ‫ ؛دغل‬٠٠ '‫ ق د‬،‫ئثآثلت‬،‫ث أ اء‬ ‫ هأط ن ت ائؤق وفت‬،‫ ث كئئ ة‬، ‫إنن ا‬

‫كء‬ ‫م ئ ث ئ غ أن ص د ك‬ ‫خمظث ق‬ : ‫ ئ ك‬: ‫ئ باتي عبء؟ " ظت‬.‫ه أ أل ئ ا الم‬ ‫" ظ‬

‫ تنئ؛ ئخز جت‬٤^ ^ ١ ،^٠^ ^ ١١ ،‫حاص أإ شب ي‬-‫ ال ! ول ك ن "كنت أ‬٠٠ : 3 ‫ه ا‬

‫ ال م ؤا[ جرن‬3‫ا أن ال آ إ‬1 ‫ ئ أ ظ ن غ ؛ ه غه‬، ‫ ث ك ح ئ ق ب\لقن ر ! ئ ي ق ت ي د‬،‫أقثريه‬

" ‫حتى أ[ث ا ة‬

ibrâhîm b. Hassân der ki: Dâvud et-Tâî’nin kapısına geldim, içeriye


girmek istediğimde kendi kendine konuştuğunu işittim. Ben başka biriyle
638 D âvud et-Tâî

konuştuğunu zannedip kapıda bir müddet bekledim. Sonra izin aldığımda:


“Gir!” dedi. İçeriye girdiğimde bana: “Neden bekledin de izin alıp
girmedin?” diye sordu. Ona: “Konuşma sesini işitince biriyle konuşup
çekiştiğini zannettim” karşılığım yerdiğimde: “Hayır! Nefsimle
çekişiyordum Dün cam hurma çekmişti. Çıkıp hurma satın aldım.
Geldiğimde bu kez canı havuç da istedi. Ben de ölene kadar hurma ile
havucu yemeyeceğime dair Allah’a söz verdim” dedi.

‫ حدق ا‬،‫ف ص‬
‫ث ا ب م إبراهي م بن أ ح ت ذ بن أبي ح‬
‫ م ] حدثن ا أبو ال‬0 ‫م‬/‫ [مم‬-) ١١١٩٣(

‫ عتد الل ه ا لح م‬Q( ‫م ح م د‬


:‫ قات‬،‫ حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن عيس ى ال وابشي ائفؤاز‬،‫صزب ي‬

‫ئنث ا‬ ،‫ بقإثري ا شثزى أة به ت وا‬، ‫ أرشل يي داود القثا ئ‬: ‫ يأمو ل‬، £ ‫م ث ب ن ت م صع ب ن م ئد ا‬

" ‫ ش أين اغتنيت ث ذا الت مز؟‬٠٠ : 3 ‫ ءث ا‬،‫ ن جاء ن جل س إ ر جنبي‬،‫ء ن بغد دللث حست‬

‫ ^ ^ أ جؤذ م ن ف ئغ‬٠ ‫ ^ ظ ودعت‬١^ ‫ ما؟ة ظ أي‬: ‫ مم ك‬،‫ت ئفل ثئق أثث يع نه‬3 ‫قا‬

" ‫ ت ت ث ا ص‬3 ‫ ئ ظ ئ ق أن ال آ إ‬، ^ ١" :3 ‫ فئ ا‬:‫ ظد‬،‫ مم ق‬٠

Mus’ab b. Mikdâm der İri: Dâvud et-Tâî bana bir fah^rî* verdi ve kendisi
için hurma satın almamı istedi. Daha sonraları yanına geldiğimde gelip
yanımda oturdu ve: “Bu hurmayı nereden almıştın?” diye sordu. Ben
hurmayı beğenmediğini düşünüp: “Ey Ebû Süleymân! Hurmanın neyi var?
Vallahi bulduğum en güzel hurmayı almıştım” dediğimde, Dâvud: “Çok
hoşuma gidince bir daha hurma yememeye yemin ettim” karşılığını verdi.

‫عئد الل ه بن‬ ‫بن‬ ‫ خ ا؛ثت ا ث خ ئ د‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو م ح م د س ظا ذ‬٣٠٠/٧ ‫ )" ل‬١١١٩٤(

: ‫ لآل ئ ذاثئ ذاؤذ الت ا إل‬:‫ قات‬،‫ خدتثا إشتاص د ئ ال جا ن‬، ‫ خدثتا ع ئ ئ < إل‬، ‫حن م‬

‫ ص م ضغ ا ل ح ز وشزب الثي ب هناءه‬،‫ يا دايه‬٠٠ :‫ أنا ثشثهي ا لخز؟ قات‬،‫ثا أثا ئلث ما ن‬

٠٠ ‫ح م س ن اته‬

1Şam bölgesinde kullanılan ve dirhemin üçte ikisi değerinde olan bir para birimi.
Dâvud, et-Tâî 639

îsmâil b. ez-Zeyyân der ki: Dadısı Dâvud et-Tâîye: “Ey Ebû Süleymân!
Canın ekmek çekmiyor mu?” diye sorunca, Dâvud: “Dadıcığım! Ekmeği
çiğneyip yeme ile suya doğrayıp yeme arasında elli âyeti okuyacak kadar bir
zaman fark» vardır” dedi.

‫ حدثن ا غثاسث بن ح م دا ن‬،‫ ] حدثن ا عثذ الثؤ بن م ح م د بن ج ع م ر‬٣٥ v/y [ “) ١ ١١٩٥

‫ حدت ا ع ا مز بن إن م ا عيد‬،‫ حدثن ا ئتص س عتد ال ؤ ح م ن‬،‫ حدق ا ا ل ح قن زم يبالثصزة‬،‫ا ل ح نف ي‬

‫ ثهئل ي به‬، ^ ^ ١‫بلعني مأثن م ح د طث ثذم ؛ ن م‬ ‫ داؤذ‬5 ‫ ئ ك‬: 3 ‫ قا‬،‫حمس ي‬-‫ا لأ‬

‫ ء)دا‬، ^ ^ ١ ‫ ومح ن‬،‫م‬،‫اف ي‬


‫أ م ف غم ي‬ ‫ أ ؤ ! "كتفن ن ق ذ ميزت بس‬1‫ ن ا‬1‫ نت ح‬٠٠ )3‫ ه ما‬،‫ئ وئث‬،‫الئ‬

" ‫ دربن ا ي س ع ي‬،‫ئ ؤ مه د و و ءةب ا ئ ي إل ؟ أ زئكذ ق م ر ص م حر‬

Âmir b. îsmâil el-Ahmesî der ‫لكل‬: Dâvud et-Tâî’ye: “Bana söylendiğine


göre nefsini köreltme adına ekmeklerini kuru yiyormuşsun” dediğimde şu
karşılığı verdi: “Sübhânallah! Kuru ekmeği yeme ile taze ekmeği yeme
arasında iki yüz âyeti okuyacak kadar bir zaman farkı varken neden kuru
yiyeyim ki? Ama bana devamlı ekmek yapacak biri olmadığı için bazen
ekmeklerim kuruyor.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا ن خ ث د ب ن إش ح ا ق‬، ‫ ] حدثن ا إبزا من؛ ب ن عتد ال ثؤ‬٣ ٥ ٧ ٧ [ " ) ١١١٩٦ (

‫ص‬ :‫ ظت‬،‫ د بن أبي ن يم ة‬1‫ ص خئ‬، ‫ ^ ئ مه د ال م ؛ م‬١ ‫ خ د ك مه د‬، ^ ١‫أبو ت ج ز‬

‫ ف ي خ ث ه‬: ‫ قا د‬،" ‫ " ئا ق ي ي‬:‫ث ؟ هت‬ ‫ ل ؤ م ح ق للف‬،‫ ثا ن وة‬: ‫تز ال ؟ لداود ال ئا ئ‬

" ‫ت‬3 ‫ دا‬،‫ عل ى خا ض‬:‫ ” ما هع د أتتا م بنيف ال ن ؟ " ها ن ت‬: ‫ مما لط لف ا‬،‫ م أ جاءئه به‬، ‫ف ح ما‬

‫ " إذا‬:‫ و غلف أ إنت ا أ غ د ف ذا ا م حزبخا ل اءب ال مهئهزة إ قات‬: ‫ ق ا ك ه‬،" ‫ادم ي به إ ي‬

٠' ‫ ^ م ح وال‬١‫ ص د‬٤١١٢ ‫إدا آ ه ث ؤ الؤ ا لأكمم‬3 ،‫ ي كفئ‬٤١١٢ ‫أ ه‬

Hammâd b. Ebî Hanîfe bildiriyor: Bir hizmetçisi Dâvud et-Tâî’ye: “Ey


Dâvud! Sana yağlı yemek pişireyim mi?” diye sorunca, Dâvud: “Pişir!” dedi.
Bunun üzerine hizmetçi kadın, ona yağlı et pişirdi, önüne getirdiği zaman
da Dâvud: “Filan oğullarının yetim çocuklarına ne oldu?” diye sordu.
Kadın: “Durumları değişmedi” karşılığını verince, Dâvud: “O zaman bu
‫‪640‬‬ ‫‪Dâvud et-Tâî‬‬

‫‪” dedi. Kadın: “Sana kurban olayım! Bu yemeği‬؛‪yemeği onlara götür‬‬


‫‪gönderip sen şu mataradaki suyla ekmek mi yiyeceksin?” deyince, Dâvud‬‬
‫‪şöyle karşılık verdi: “Bu yemeği ben yersem sonunda yok olup gidecek. Ama‬‬
‫‪o yetimler yerse Allah’ın katında bu yemek benim için bir mükâfat olarak‬‬
‫”!‪durarak‬‬

‫(‪ ] ٣ ٥ ٧ ٧ [ “) ١١١٩٧‬حدثن ا أبي‪ ،‬حدق ا عئد الل ه بن م ح م د بن يعق و ب‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب و‬

‫خاب م ‪- ،‬حدثن ا م ح ئ د س ي حيى ين ع من ائؤاي ج ؤ‪ ،‬حدق ا م ح م د بن ب م ‪ ،‬حدثما خف م ن‬

‫ء‬ ‫ب ئ ‪ ،‬قات‪ :‬دخل ز ي د على ذاؤذ الطا ئ‪ ،‬ق ات‪: :‬ا أبا ن ف ا ذ ‪ ،‬ب ث‬
‫ئ ن ز ال م‬

‫ف ئء فى الدار ح ش التراث‪ ،‬و م ي تث ح ت نص ف م غ ف أ هل ؤ شويت ف ذا الثئف ت هكان‬

‫ذ ود‪ ^ ١ " :‬غفتا ‪ ١^ ١٢ ،‬يكز وئن م حوت‬ ‫‪ ١‬ء'‬


‫وال ط ر‪ ،‬ل\‪. <$‬‬ ‫يكئ ك بق ا لخث‪،‬‬

‫الك ال م‪ ،‬يا عتذ الل ه ا حرج عي‪ ،‬مم د ث ث ك علي ق ش‪ ،‬إ ي أثاور جم وفن الثل م‪ ،‬زمح إ ؤ‬

‫ا ل ص حيم ة "‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬يا أثا ئلنن ا ن‪ ،‬أئا عقلت ا ن‪ ،‬قات‪ " :‬اخزج واشرب "‪ ،‬ن جع د ثدور في‬

‫‪ ^١^ ١‬ز ال ي ج د ماء‪ ،‬ئزج غ إقه‪ ،‬ق ات‪ :‬يا أبا ن ش ا ز‪ ،‬ق س في اال؛اي ال ج ث‪ ،‬ز ال ‪-‬مء‪،‬‬

‫قات‪ ٠٠ :‬الل ه م • ^‪ ، ١‬ثز هنالث ماء آا ‪ ،‬قات‪ :‬ن خن خ يثت م س عا دا ذن م ن هذه ا ألصي ص ال ذ ي‬

‫ري‪ ،‬ءأ ح ذ يلل ث ال خ رقه يغرفن به ا ‪ ،‬؛ إ دا ن ا ة حا ر‬ ‫يدف ن فيه ال ت ي ن ‪ ،‬ؤقهلع ة ‪ -‬ممح ة أ ن م ن‬

‫ب د ر أد يس يثة‪ ،‬هر جغ ؤفب‪ ،‬ق ا د ‪ :‬يا أبا شلث م ا ن‪ ،‬م ئ د ف ذا الم م الثامن‬
‫لم م‬ ‫كأثة‬

‫يتك‪1‬دون ي؛ سل ح ون م ن شدة ؛ لخؤ‪ ،‬زنن مدهون في ا الةرءض‪ ،‬ز رن م ك ن ور ! قل ؤ كا ن ت‬

‫ج؛مي‪ ،‬و جره مداريه‪ ،‬وق ال ‪ 3‬من مشه‪ ،‬و جاريه حم ساء‪،‬‬ ‫جب‬ ‫جريرة ؤهل ه؟ مما د داود‪٠٠ :‬‬

‫وأب ا ت‪ ،‬وب ا ض؟ ! " قا ل أبو حا ت م‪ :‬يعييبالى ض الدنانير وال د ر ا م و م ح وت إ إ " ثؤ أزدت‬

‫ش ى ع ن ن ز و ال ش ه وا ت‪،‬‬ ‫ث ذ ا ال ذ ي ي ن ث ن ال ث ن ي ن ا ت ج ن ت شيم ى غيثا ‪ ،‬إثن ا طلم ت‬

‫جو ت ئ ت ش ي ‪ ،‬ح ر يخر جثي م و ال ي م ن ب ح ن ال د ك إ ر تؤح ا الخزة "‪ ،‬قات‪ :‬يا أثا‬

‫نفن ثث ط ح؟ ئت‪ " :‬ب يم أتث جي م ذ نزال ي أن‬


‫ص‪ ،‬ض ض ‪،‬ن إل أتن ‪ ۴‬ي‬

‫م م حي ر ض م ن‬ ‫فئ ر' ح ه شب ي ي اال؛تا ‪ ،‬ح ر ن م ن م ‪.‬ال ئ‬


‫ون ي أ ظو غ ز ؛ أ ي‬

‫ض وأئ‪1‬ه ا ” ‪ ،‬هل ت‪ :‬هأوصغي بوصثة‪ ،‬ظ‪ ٠' :،3‬ض م ‪ ^ ٠^ ١‬زأنين ع ر ‪ ، ، ^ ^ ١‬حش ‪٩‬‬
D âvud et-Tâî 641

‫ فتخزغ‬،‫*كا ن عند ا ل م عاينة آتالث رضؤان ا ل حازنبسرية شتاع ا ل حنة نشربثه ا غش ينايلف‬

‫ خ ز ثن غ د ا ل حنه زأئث‬،‫ب ن الدثا زأئث وثا ن ال ث ح ثأ ج إ ر حوض ش جثا ض ا القيثاع‬

‫لحا رئ م ن ا ل ع ما ل لل ه‬1‫ كأال ذاؤئ العئا ئء ؤت ح م د بن القصر‬:‫ ح م م ن ين غنن‬3 ‫ ظ‬،'٠ ‫وثان‬

:‫ قثا ن ا ث نأى ن جئ ش عقاب أغ ل ادك وثة أما ل لت‬،‫ ال ك ذ و ب ي ن ؛ى انياذؤ‬،‫بالطاعة‬

‫ و م ح م د‬٤^ ^ ١ ‫ هزأى مثث ادي\ مم د ي ل أ ال إ ة داوذ‬، ‫م ح م د ثن مت مون وثا ن يذ و م ن محمل ه‬

^ ^ ١‫ ؛‬١^ ‫ص ط ي ؟‬ ‫ئ ه نئ‬

Hafs b. Ömer el-Cu’fî anlatıyor: Adarriin biri Dâvud et-Tâl’nin yanına


girdi ve: “Ey Ebû Süleymân! Toprak dahil evinde ne kadar şey varsa hepsini
sattın ve yarım tavan altında kaldın. Bari şu tavanı yap da seni sıcaklardan,
yağmurdan ve soğuklardan korusun” dedi. Dâvud: “Allahım! Bizi bağışla!
Öncekiler fazla konuşmayı sevmezlerdi. Ey Allah’ın kulu! Yanımdan çık, zira
kalbimi meşgul ettin. Oysa ben amel defterimin kapanıp kaldırılmasıyla
yarışıyorum” karşılığım verdi.

Adam: “Ey Ebû Süleymân! Susadım” deyince, Dâvud: “Çık ve iç”


karşılığım verdi. Adam odadan çıkıp evde su aramaya koyuldu. Bulamayınca
da geri döndü ve: “Ey Ebû Süleymân! Evde ne bir kuyu, ne de bir testi var”
dedi. Dâvud: “Allahım! Bizi bağışla! Orada su var” karşılığını verdi. Adam
çıkıp arayınca içine çamur konulan bir küp buldu. Alt tarafından bez
parçasıyla bağlanmış bir tane de bardak gördü. Alıp küpün içine daldırdı,
ama su sanki kaynamış gibi sıcaktı. Sıcaklığından dolayı suyu içemeyince
yanında döndü ve: “Ey Ebû Süleymâıı! Dışarıda insanların derilerini soyacak
kadar aşırı bir sıcak var. Sen de ise toprağa konulmuş bir küp, bir de kırık
bir bardak var. Testi veya sürahi edinsen olmaz mıydı?” dedi. Dâvud şu
karşılığı verdi: “Suyu taze kuyular, kiremitten testiler, süslemeli sürahiler,
güzel cariyeler, bağ bahçeler, parıldayan dinarlar, dirhemler, işe yaramayan
şeyler... Şayet ben kalbi meşgul edecek bu tür şeyleri isteseydim kendimi
buraya hapsetmezdim. Allah beni dünya hapishanesinden çıkarıp âhiretteki
642 D âvud et-Tâî

ferâhlığa kavuşturana kadar nefsimi bu tür şehvetlerden azat edip onu


hapsettim.”

Adam: “Ey Ebû Süleyman! Evinin tavanı yokken bu sıcaklarda nerede


uyuyorsun?” diye sorunca, Dâvud: “Allah beni alıp dünya ve ahalisinden
yana rahatlatana kadar nefsimin rahatlığı için bir şeyler yaptığımı
görmesinden utanç duyarım” karşılığını verdi. Adam: “Bana öğütte bulun”
deyince, Dâvud şu öğütte bulundu: “Dünya nimetlerine karşı oruçlu ol ve
iftarını ölümle yap. Bu şekilde ölüm anı gelince Allah’ın seni bekleyen rızası,
sen rahat bir şekilde yatağında uzanmışken cennetten su getirip sana içirir.
Dünyadan ayrıldığın zaman hiçbir peygamberin su havuzuna ihtiyacın
olmayacak şekilde suya kanmış olarak ayrılır ve yine suya kanmış bir şekilde
cennete girersin.”

Hafs ekledi: Dâvud et-Tâî ile Muhammed b. Nadr el-Hârisî k en d ilerin i

Allah’a itaat yoluna adayan ve kendilerini ibadete veren kişilerdendi.


Öldükleri zaman Küfe ahalisinden faziletleriyle anılan Muhammed b.
Meymûn adında bir âbid rüyasında bir münadinin: “Dâvud et-Tâî ile
Muhammed b. Nadr el-Hârisî bir şeyi istediler ve bu isteklerine kavuştular!”
şeklinde seslendiğini gördü.

‫ حدثن ا عئد الل ه بن أ خ م ذ بن‬، ‫ ] حدثغ ا أخئت بن جعف ر بن مال ك‬٣٠٢/'/[ -) ١١١٩٨(

^ ^ ١ ‫يث ل د\ؤذ‬-‫ قات ز‬: 3 ‫ د ا‬، ‫ حدق ا عت ا ده بن "كلي ب‬،‫ ح دي ي أبوث و ت ى ا ال تحاري‬، ‫ح م‬

‫ب ث أ ة كا ن‬
‫ ق ع م‬٠٠ : ‫لز أتي ت بما ي ط ف ا ف ص ن س ج ان م ح وت مح ق ن ؟ قات ه‬

‫ن ن ك ث في ائيؤ ظ ي صر‬١٤٠ ‫ هدا‬1‫ " نبئت أن م ج‬:‫ ذ ود‬3 ‫ ث أ ظ‬٠٠ ‫ثكنة فضأو ل ا[غظر؟‬

‫بن به ا أ‬
‫ج‬ ‫سجب ن ل م‬

Ubâde b. Kuleyb der ki: Adamın biri Dâvud et-Tâî’ye: “Söylesen de şu


evin tavanım dolduran örümcek ağlarını temizleseler” deyince, Dâvud:
“Gereksiz yere bakınmaların kerih görüldüğünü bilmiyor musun?”
karşılığını verdi. Sonra adama: “Bana bildirilene göre Mücâhid kendi evinde
yıllar boyunca evin tavanındaki örümcek ağlarını fark etmemiştir” dedi.
‫‪Dâvud et-Tâî‬‬ ‫‪643‬‬

‫(‪ ] ٣۵٢/''/[ “) ١١١٩٩‬حدثن ا أيي‪ ،‬خ ا؛ثنا إتزاهيأ بن م ح م د بن ا لخشن‪ ،‬حدثن ا م ح م د‬

‫بن يريد ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن عتد ا و خ ن ن ‪ ،‬ض اب ن ال ق ثالي‪ ،‬محاد ‪ " :‬و ر ث داود ال تا ئ‬

‫ب الئه هم م دبمارا‪ ،‬نا م به ا عئ رين سغه‪ ،‬ل م ي م ال غ ث ‪ ،‬و لم ث م ال ت ق "‬

‫‪İbnu’s-Semmâk der ki: “Dâvud et-Tâî’ye miras olarak on üç dinar‬‬


‫‪kalmıştı. Dâvud bu parayla yirmi yıl boyunca idare etti. Bu süre zarfında da‬‬
‫”‪güzel yemekler yemedi, yumuşak giysiler giymedi.‬‬

‫(‪ -) ١١٢٠٠‬ل ‪ ] ٣٥٢/٧‬ح دمحا أ خ ن ذ بن إنمحا ى‪- ،‬حدثن ا ئ ح م ذ ى ي حيى بن ننده ‪،‬‬

‫حدثن ا ا لخثن بن من صور بن تق ا م ‪ ،‬حدثئ ا علي س م ح م د القلنافسجخ‪ ،‬حدتما عتد الؤ ح م ن‬

‫ن م ص ع ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬رؤي عأى داود ال طا ئ‪ ،‬جثه مثءممح ه‪ 4‬ق ات ل ة زيت ل ؤ ‪-‬مهلته ا ؟ قات‪:‬‬

‫" أظ ظن ث أ ه ئه ئ غذ م ح و د‪ ^ ١‬؟ "‬

‫‪Abdurrahman b. Mus’ab der ki: “Dâvud et-Tâî’nin üzerinde yırtık bir‬‬


‫‪:cübbe görüldü. Adamın biri ona: “Bunu diksen olmaz mı?” deyince, Dâvud‬‬
‫‪”?Gereksiz yere bakınmaların‬‬ ‫‪kerih‬‬ ‫‪görüldüğünü‬‬ ‫“ ‪bilmiyor musun‬‬
‫‪karşılığını verdi,‬‬

‫(‪ ] y®y/v[ “) ١١٢٠١‬حدثن ا عئد الل ه س م ح ئ د بن جغ مر‪ ،‬حدق ا أ ح م د بن اكتش‬

‫‪- ،٤١^ ١‬ح د ك أ خن ن بن إت'محلم ال دؤر ئ ‪ ،‬ح د ب ي ي حيى بن إ سما عيل‪ ،‬ح دقا بكر بن‬

‫واقتن‪،‬‬ ‫م ح م د ‪ ، ^ ^ ١‬قادت هئث ل داود ‪ " •‘^ ^ ١‬بأكل في ائثؤم ن نجئ ا ؟ محا د ‪:‬‬

‫ب ك ‪ :‬ثشبغ؟ د ا ‪3‬ت ئ م '‪٠‬‬

‫‪Bekr b. Muhammed el-Âbid der ki: Dâvud et-Tâî’ye: “Günde bir ekmek‬‬
‫‪.mi yiyorsun?” diye sorduğumda: “Evet! Bazen de iki ekmek yiyorum” dedi‬‬
‫‪” dedi.‬؛‪Ona: “?eki doyuyor musun?” diye sorduğumda: “Evet‬‬

‫(‪ ] yoy/v [ -) ١ ١٢٠٢‬ح دق ا عتد الل ه بن م ح ئ د بن جعفر‪ ،‬حدت ا أ ح م د بن ا نم ث ش‬

‫الح داء‪ ،‬حدثن ا أ ح م د بن إثز؛ ويلم ال دؤر ئ‪ ،‬ح دبت ي م ح م د بن عتيد الثؤ ا لخئدي‪ ،‬حدثن ا‬

‫م ح م د بن بشر ا لختدي‪ ،‬قات؛ ظ ‪ 3‬ح م ا د ل داود ال ط ايي ‪ :‬يا أب ا نلث ما ن‪ ،‬ق ذ رضيت من‬
644 D âvud et-Tâî

‫أ ه ى‬
4& ^ ١‫بت ي أ و بص ؟ ن ذ زضئ ؛‬
‫ ص ت ق ج‬2ÂÛ ‫ " أنمت‬:‫ ؛<(؛‬، ‫ال د ي ء غ م‬

‫ ا قي خ غنم ق عا ث ن ي ي‬،‫ ق ذ غ ز ك ا إل خاء ت ي ؤقثل ق‬:‫ قات ه غئ ائ‬،" ‫ض ا لآبزة ا‬

‫ ونت ا‬، ‫ قوص ئ ة قي زاويةتس ه‬،‫ نحا ءة ي ك دا وءكذا جثة‬: ‫ ظت‬، ٠' ‫أئت ه ي ثم نا م سا‬ ٠٠ :‫ قا د‬،‫به‬

‫م س ومن‬ ‫ت‬3 ‫ا ثنن؛ ؛ ئ‬-‫سم د ثغه‬

Muhammed b. Bişr el-Abdî der ki: Hammâd, Dâvud et-Tâî’ye: “Ey Ebû
Süleymân! Dünyalık olarak ‫ كال م‬az şeye razı oldun” deyince, Dâvud:
“Bundan daha azma razı olan kişiyi sana söyleyeyim mi? Âhiret yerine
dünyanın tümüne razı olan kişidir” karşılığını verdi. Hammâd: “Seninle
aramızda olan kardeşlik hukukunu biliyorsun. Benden beni mutlu edecek
bir şey iste” deyince, Dâvud: “Canım bernî cinsi hurma istiyor” karşılığını
verdi. Bunun üzerine Hammâd ona birkaç küfe hurma getirdi. Dâvud
bunları evin bir köşesine koydu, ama ondan tek bir hurma dahi yemedi.
Sonunda hurmalar çürüyüp gitti.

‫ ئ خذ ي‬، ‫ني لئا‬


‫ ^ " أ م‬١ ‫[ نقا د يؤئ ا ل ت ؤ الة ه كا ث ئ نقه في‬ro r/v ] -((١١٢٠٣

‫ م حق نخاءث‬:‫ قات‬،" ‫بن فؤ‬


‫ زال مح ي ى اتقا د م‬،‫ مآق به القات ائئ وى به يئا‬،‫جبئا‬
‫ ئ أ ك د ممط ن ائ؛ئأا ل بمت أ ي ثريد‬: 3 ‫ ظ‬،‫و ح م ت ه مح ئ ز يؤ_ما م ره‬ ‫يهء ل"ك انت ث خبز لت فى‬

‫م‬ :‫ " ملي اتئ ات ي ق تريدين ش ؟ " قا ئ ث‬: ‫)ت ق ات ل ها‬3‫ ءا‬، ‫ا ب نق ت ه‬:‫ألمح ن إام‬،

٠٠ ‫ ئن ا ع ا د فيه‬4‫ ارد م ه‬٠٠ : ‫ قا د‬،‫ أريده الش نلث ما ن‬: ‫ئ ك‬

(Muhammed b. Bişr el-Abdî der ‫نآل‬:‫ ر‬Bir gün Dâvud et-Tâî evinde kalan
azadı cariyesine: “‫ آ!ا ل ئ‬süt çekiyor. Bir ekmek alıp bakkala git ve ekmeği
verip karşılığında süt al. Ama kimin olduğunu söyleme” dedi. Cariye de on
beş günde bir ona ekmek pişirirdi. Sütü almak için bakkala gidince bakkal
sütü Dâvud için aldığım anladı. Bunun üzerine biraz fazla koydu. Getirince
Dâvud yemeye başladı. Bir ara: “Bakkal sütü kim için aldığım anladı mı?”
diye sorunca, cariye: “Evet, Ebû Süleymân’a aldığımı söyledim” karşılığını
verdi- Bunun üzerine Dâvud: “O zaman kaldır!” dedi ve bir daha ondan
yemedi.
D âvud et-Tâî 645

‫ و جل س م ح ال حا ر غ‬،‫ ] قادت و جا ءة م ح ال يؤما ه ل م يفت ح لت‬٣ ٥ ٣ / ‫ [ ؟‬- ) ١١٢٠٤ (

‫ ثن ت ل ن خ ث د بن‬، ‫ ث ل م قئثخ ه‬، ‫ ز م ح د ب ن م ج‬،‫امحا ب وهو ذا ج د ق م يق ذا ج ل‬


‫ش ره ئ ح حثهب‬ ، ‫ ه و و ا ع ك‬،‫" ين ل م ثفث خ أق اقتا ت ؟ قا دت ئ د * كا ن يفث خ ل هب‬ :‫بئ ر‬

‫ص ش و ا لخذ'مم ت ك ؟‬ ‫ ؤ ص ه أنة أو‬، ‫ نث ن آج ل ض ة ص وزاؤ ه ب‬،‫م‬

:‫أ‬3‫ ئ‬، ‫ ماد*ح ذ ت‬: 3 ‫ قا‬، ٠٠ ‫ قإ ر ريت أن أدع و إ“حواد ا ثي‬، ^ ١ ‫ أ ج ز ي ي‬٠٠ ‫ت‬3 ‫مما‬

‫ قز م مث؟‬: ‫ ى؛ ث ه ا ه‬،‫ ق ي ؛ تي ب‬: ‫ هت‬،‫^ ؛ال أئ خل ة‬ ‫م م الجبي‬ ‫ش ذ عر‬

‫و قيء‬ ‫ نت م‬،‫أث ة‬ ‫جئ‬ ‫ج ث ه د‬-‫ت ؤإدتأ ج د وا‬،3 ‫ ئا‬٠' ‫ ن م ن أءكثة ه ز ي ؟‬٠' ‫ت‬3 ‫ه ا‬

‫موسره‬ ‫ذمحئ‬ ،‫ثزكت خ ر برثب ا الءرض‬

(Muhammed b. Bişr el-Abdî der ki:) Bir gün Fudayl, Dâvud et-Tâî’nin
yanına geldi, ama kapıyı ona açmadı. Fudayl kapının önünde oturdu.
Dâvud da içerde ağlıyordu. Fudayl dışarıda oturuyor, Dâvud da içerde
ağlıyor, ama kapıyı da ona açmıyordu.

Ravi Muhammed der ki: Muhammed ‫ ط‬Bişr’e: “N ‫^؛‬ıl kapıyı ona


açmadı?” diye sorduğumda şöyle dedi: Daha önce kapıyı açıyordu. Ancak
gelip gidenler ‫؟‬ok olunca kapıyı kapattı ve hiçbirine kapıyı açmaz oldu.
Gelenlerle de kapı atlasından konuşmaya başladı. Bir defasında annesi ona:
“Canın bir şey çekiyorsa alayım” deyince, Dâvud: “Anneciğim‫ ؛‬Alacaksan
bolca ‫ أك‬Zira kardeşlerimi de davet etmek istiyorum” karşılığını verdi.
Annesi bol miktarda yiyecek alınca Dâvud kapıda oturdu ve gelip geçen tüm
dilencileri içeriye alıp yedirmeye başladı. Annesi: “Sen de yeseydin” deyince,
Dâvud: “Benden başka kim yedi İd?” karşılığını verdi. Annesi vefat edince
ondan miras olarak aldığı ne varsa hepsini başkalarına infak etti, sonunda
üzerine oturacak bir kilimi bile k a lm a d ı- Annesinin de maddi durumu
iyiydi.”

‫ ثن ا أ ح م د بن ان حس ن‬،‫[ حدت ا ت ح م د تن عئد الثؤ بن جع م ر‬v'ot'/v] -((١١٢٠٥

‫ ظ ثؤئت ئ عزو‬،‫م ا مح د ي‬ ‫ ظ شه ا ث ئ‬،‫ ظ أ خن ن ئ إثزا ص ال دؤزئ‬،‫ا لخداع‬


646 D âvudet-Tâî

‫ ف ذا‬،‫ قادت ي إ أبا ت ش ا ن‬، ‫ بعهس أ ص حابه بألم ي ب وه م‬، ‫ جاء داود ال ط ا ئ‬:‫ قا د‬،‫ال كل بي‬

،' ٠ ‫ ن م ن أ م ظ يأ ح ذو ن‬4‫ ال‬٠' 3 ‫ ها‬،‫ بهئئئة ز إل ثئ زة ثث ئئ*ثلف‬٢ ‫ ^ ؛لثت بؤ‬٤^• ‫ف ي ء‬

" ‫ " مح وثتر ئ أن لآوئن أن ض‬:3 ‫ب ص ق بغت؟ ئ‬:‫ثظ‬


‫ م‬:3 ‫قا‬

Süveyd b. Amr el-Kelbî der ki: Arkadaşlarından biri Dâvud et-Tâî’ye ‫لكال‬
bin dirhem getirdi ve: “Ey Ebû Süleymân! Bu, sen istemeden ve camn
çekmeden Allah’ın sana gönderdiği bir şeydir” dedi. Dâvud: “Kişinin
alabileceği en iyi mal bu şekilde gelen maldır” karşılığını verdi. Arkadaşı: “O
zaman sen neden almıyorsun?” diye sorunca: “Belki almamam beni
kurtuluşa daha çok yaklaştırır” dedi,

،‫ا ل ح شئن‬ ‫ب ن‬ ^ £ ١^ ‫شر‬ ‫ ثت ا أ ح م د‬، ‫ ] حدثن ا عتذ الل ه ب ن ئعح ئ د‬٣٥٣/٧ ‫ ل‬-) ١١٢٠٦(

‫ ن ح د مشعر‬:‫ ه ا د‬،‫ أ ص حابثا‬،‫ أ حثزتي بعهس‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ محا ع م رو بن ح ما د‬، ‫أخزتا ال دؤرقي‬

‫ت ن ث ؟ ق ات " امحقوا‬
‫ ق ات ه ز ا خ ج‬،‫بما فأئة‬ ‫ ف ش م‬،‫ زتغة زيت‬، ‫ع ز ذاؤذ ائ و‬

:‫ ئ ا لأ‬، ‫ ون ح ن للف غيثا‬،‫ ائ ث ذاؤذ‬:‫ ق ا ال ل ل ح ج اج‬،‫ ئت ر ج ا هأقثا جثاره بشر‬،‫|لي ا خلحا م‬

3 ‫ مما‬، ‫ ق ا م ق جاءني بهذا الدين ار ئأعطا ب ه‬،‫ ح ج متة؟‬:‫ ق ا لأ‬،‫محأثا ة ئ ح ج م ه ث أ ر جغ ئ ث أ ال ة‬

Ol،r ‫ عنده ص ثن ن ج\رتق‬3‫ ءص‬0 ‫ مكا‬،‫ ن م يأكن عنذة قيء غتز فذ؛‬4‫ أظ إل‬:‫ىثغنا‬-‫أ‬

" ‫ائ واف ا‬

Ömer b. Hammâd, arkadaşlarından birinden bildirir: Mis’ar bir adamla


birlikte Dâvud et-Tâî’nin yanma girdi. Dâvud rahatsızlığından yana onlara
şikâyette bulununca Mis’ar: “Hacamat yaptır” dedi. Dâvud: “O zaman bana
bir hacamatçı yollayın” deyince çıkıp Bişr mezarlığına gittiler. Oradaki
hacamatçıya: “Dâvud’un yanma git, biz seni burada bekliyoruz” dediler.
Hacamatçı gidip Dâvud’a hacamatı yaptı ve geri yanlarına döndü. Ne
yaptığım sorduklarında: “Ona hacamatı yaptım. Getirip bana şu dinarı
verdi” karşılığını verdi. Bunun üzerine içlerinden biri: “Yanında bu
dinardan başkası yoktu. Bu dinar da sattığı bir cariyenin bedelinden geriye
kalmıştı” dedi.
‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫‪647‬‬

‫(‪ -) ١١٢٠٧‬ل ‪ 7‬ا ئ ه مء خدثثا إئزاه م ئ عئد الثؤ‪ ،‬ثت ا ثخئ ت ئ إ ن خ ا ق‪ ،‬ثن ا أ خت ن‬

‫بن تع ي د الؤث ا ط ي‪ ،‬ثئ ا إئ ح ا ق بن من ص ور ‪.‬ح وثن ا عئد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا أ خ ن ذ بن‬

‫ائ خ *ثن ي‪ ،‬ثت ا أ خن ت ال د ؤ و ئ ‪ ،‬ثعا إبزاهيز ب ن ص د ال ؤ ح م ن ب ن م ه د ي ‪ ،‬ثنا إ ن خا ق ب ن‬

‫من ص ور بن حيا ن‪ ،‬ح دثني ‪-‬جس د ‪ ،‬ه ال‪،‬ت أس ت ذاؤذ ‪ ^ ^ ١‬ث إدا م ‪-‬حه ثن حز ج ت غلى‬

‫لش انه‪ ،‬قات‪ :‬ن ف ئ ت ه ا ‪ ،‬ها د ‪ :‬ءأ حز ج ت ش ال ش دواء ق ز مت ه ي خ رقة‪ ،‬مم ئ ت‪ :‬إدا كا ذ‬

‫ن ك ا ه ذ "‪ ،‬قات‪ :‬ي س هقا‪.‬د ظت‪ ،‬قات‪'٠ :‬‬


‫المح ل م حث علته ا ‪ ،‬قات‪ :‬ق ا د ‪ ٠' :‬ا ج ل‬

‫ح ذ ة ‪ ، ٠٠‬ئ ك ‪ :‬يا أثا نلئن ا ن‪ ،‬فيئ ف ذا ث م ن ئ ذا ‪ ،‬إثن ا ث م ن ئ ذ ا ذا ئ‪ ،‬قا ت‪ :‬ق وض ع ت‬

‫ا لأؤاؤ في حئ و حز ج ت‪ ،‬ب م عد ت تع ذ ثؤئئن إل ذا الدواء عأى حال ه‪ ،‬ئ ك ‪ :‬يا أبا‬

‫بهذ\ ‪ ^ ١^ ١‬ق ا د ‪ " :‬إ‪ 0‬أن ق لب أغب ‪ ^ ^ ^ ١‬لء‬ ‫ه ‪ ١‬يز نز‬ ‫نمحت لآ‪ ،‬ئ‪4‬غ ان‬

‫ه " إ ذ إل ه ن ة إل مح ال ي‪" 4‬‬ ‫امح ث ة " ‪ ،‬نقا د ال جا‬

‫‪(Hacamatçı) Cüneyd anlatıyor: Dâvûd et-Tâî’nin yanına gittiğimde‬‬


‫‪dilinde bir yara çıktığını gördüm. Yarayı açıp bira2 ilaç çıkarıp bir bez‬‬
‫‪parçasına koyarak: “Gece olunca bunu yaranın üzerine koy” dedim. Dâvûd:‬‬
‫‪“Şu keçeyi kaldır” deyince, keçeyi kaldırdım ve altında bir dinar olduğunu‬‬
‫‪gördüm. Bana: “Bunu al” deyince, “Ey Ebû Süleymân! Bu tedavinin‬‬
‫‪karşılığı değildir. Tedavinin karşılığı bir dâniktir” dedim ve ilacı duvardaki‬‬
‫‪rafa koyup çıktım, iki gün sonra yanına dönünce ilacın olduğu yerde‬‬
‫”?‪durduğunu gördüm ve: “Ey Ebû Süleymân! Neden bu ilacı kullanmadın‬‬
‫”‪diye sordum. Dâvûd: “Eğer sen bu dinarı almazsan ilaca elimi bile sürmem‬‬
‫‪karşılığını verdi. — Rabâtî rivayetinde: “Eğer sen bu dinarı almazsan, biz‬‬
‫‪onu bu ilaçla tedavi etmeyiz” ibaresi geçmiştir.‬‬

‫(‪[ ") ١١٢٠٨‬؟‪ ] ٣٠٤/‬حدبت ا إ?نامحلم بن أ ح م د بن أيي حص تن‪ ،‬ثن ا م ح ئ ذ بن عتد الل ه‬

‫‪ 1‬لح ن ي مئ ‪ ،‬ظ أي و يغ م و ث وئئف ئ ا ل م واريري‪ ،‬قا ت‪ :‬ش ج ن ت ج م دا ا ل ح ج ا م‪ ،‬قا نت أ ي ت‬

‫داود ‪ ^ ^ ١‬أل ح ج م ة‪ ،‬ئأغزغ ا[ي د؛ثا ال‪ ،‬مما ل‪ ٠٠ :‬إن أ ح ذبه نإ ال لزثصع يدك عنه ‪، ٠٠‬‬

‫زغيه‪ ، 1‬هق ا ‪ | ٠' : 3‬ن أ ح ذثه و | ال إلثص ع يدك علته "‬ ‫ه ا ‪ : 3‬وأس ت من‪،‬ما‪ ،‬ن أ ي ن ع‬
648 D âvud et-Tâî

Hacamatçı Cüneyd der ‫لط‬: Hacamat yapmak için Dâvûd et-Tâl’ye


geldiğimde bir dinar çıkardı ve: “Ya bunu alırsın ya da elini bana vurmazsın”
dedi. Hacamat için Mis’ar’ın yanına gittiğimde ‫ ه‬da bir ekmek çıkardı ve:
“Ya bunu alırsın ya da elini bana vurmazsın” dedi.

، ‫ ثت ا مه د الثو بن م ح م د بن م ص ع ب‬،‫حدثت ا أ خن ت بن إ شحا ى‬- ] ٣٠ ٧ ٧ [ - ) ١ ١٢٠٩(

‫ مأعتئا ة‬، ‫ح م ح ج ا م داود ال ط ا ئ‬ ٠٠ ‫ ثادت‬،‫ ثن ا إن م ا عين بن جان‬،،‫ثن ا علي بن خ ب ي‬

‫ وال يئيل ث م ح ة ءم‬،‫دث ا زا‬

ismâil b. Reyyân der ki: “Hacamatçının biri Dâvud et-Tâi’ye hacamat


yaptı. Karşılığında Dâvud çıkarıp bir dinar verdi ki yanında da ©ndan
başkası yoktu.”

‫ ثن ا أ ح م د بن م ح م د ئن بكر‬،‫ ] حدت ا على ى عتد الل ه بن غ مز‬٣ ‫ ه‬٤/٧ ‫ )" ل‬١١٢١٠(

‫ ش د‬،‫ ندخ ؤهوئ إ ر ا لخي ا م‬، ‫ذاؤذ ال ئ ئ‬ ‫م‬ ‫ اخث‬:‫ قا و‬، ‫ ظ أثو ت ع يد ال ث ك ر ي‬،‫ال هو ئ‬

" ‫ " ال عبم دةم ل ت ق ال م ء ة ل ه‬:‫ ق ات‬،‫ثزافئ‬-‫ ث إ‬: ‫ه‬

Ebû Saîd es-Sukkerî der ki: Dâvûd et-Tâî hacamat oldu ve haccâma bir
dinar verdi. Kendisine: “Bu yaptığın israftır” denince, “Cömert olmayanın
ibadeti de yoktur” karşılığını verdi.

‫ ثت ا عتد الل ه بن أ ح م د بن‬،‫ ] حدق ا أ ح م د بن جعف ر بن ح م دان‬٣٠٤/‫ )“ [ ؟‬١١٢١١(

‫ ئأال لي ج م د ا لخيا م " نزغئ ل داود‬:‫ ئ الأ‬،‫ ثن ا أثونمح م‬،‫ه ارون بن نقيا ن‬ ‫ح د بن ي‬ ،‫حم‬

" ‫ ح ذ ة‬:‫ قات‬،‫ إثن ا أ جز هذا نائما ن‬:‫ ممل ث‬، ‫ هأععثاتي بزه م ا‬،‫ ضزشة‬، ^ ^ ١

Cüneyd el-Haccâm der ki: Dâvûd et-Tâi’nin dişini çektiğimde bana bir
:dirhem verdi. Ona: “Diş çekmenin fiyatı sadece iki dâniktir” dediğimde
Dirhemi“ ‫ ” أك‬karşılığını verdi,

،‫ ] حدثت ا أبو م ح م د بن حيا ن; ثن ا عتد الثؤ بن م ح م د بن المثا س‬٣٠٠/‫ [؟‬-) ١١٢١٢(

‫ م د‬: ‫ قا د‬،‫ ئت ا ائئيت بن ع ميه‬،‫ ثتا عث ما ن تن رمز‬، ‫ ثئا ت ه ن بن ع ا صم‬، ‫ثن ا ش ل م ه بن فبي ب‬
Dâvud et-Tâî ‫ ة‬4‫و‬

‫ ول ك ي‬،‫ " ؛ ز لأئثهيه‬:Jul ، £ ‫ ودال ث قي يزم م‬،‫لئ م س‬1 ‫؛؛^ القئائي ئز حز ج ت ؛ ر‬١‫؛‬

٠٠‫ ؤثء ث ق ث ج‬، ‫غف ال آمصبجا‬

Velîd b. Ukbe der ‫لكل‬: Soğuk bir günde Dâvûd et-Tâî’ye: “Güneşe
çıksan!” denilince: “Çıkmak istiyorum, ancak (Allah’tan) karşılığını
bekleyebileceğim bir şey değil” karşılığını verdi ve çıkmadı,

،‫ ثت ا سلم ه‬، ‫ بن ث خ م‬4‫ ثن ا عتد الل‬،‫ ] حدثط أب و م ح م د بن حثا ن‬٣ ‫ ه‬٠/٧ ‫ و‬-) ١١٢١٣(

‫ مح د‬، ‫ رص داؤئ ال ق ئ‬:‫ قات‬،‫ خ د ش جث ئ تجا هد‬، ‫ط الئؤ ثق خ ق‬ ‫ ظ‬،‫ثما مث ال‬

‫ " ؛ ر لآشت جي ثن م أن أمحب فدمي؛ر ئ‬:‫ ئ د‬،‫ه لن خرج ت ؛ ر روحف رخ نحث‬


" ‫فيه را ح ه لخدني‬

Cebr b. Mücâhid der ki: Dâvud et-Tâî hasta olduğunda: “Açık bir alana
çıksan da biraz hava alıp ferahlaşan” denildi. Dâvud: “Bedenimi rahatlatacak
bir şey için yürümeye Allah’tan hayâ ederim” karşılığını verdi.

‫ ق ا الت ثن ا إبزا م أ بن م ح م د‬،‫ وأبو م ح م د بن حثا ن‬،‫ م م ^ حدق ا أيي‬/ ‫ )" ل م ا‬١١٢ ١ ٤(

، ‫ ظ عئد الؤ ح ئ ن بن ن صع ب‬،‫ ثت ا ع ئ القثن افس ي‬،‫ ثن ا ا ل م س بن مت صوو‬،‫بن ا لخض‬

‫ض م ال م ء ها أل‬ ‫ نز ختي ث إ ر‬،‫ يا أث ا ني ئ ان‬:‫ ق ا لوا‬،‫ ئت اذوة‬،‫ ترمن ذاؤذ الئ ا ئ‬: ‫ه ا د‬
" ‫تي;ذي‬-‫ " وي آ م ؛ أن أئ طؤ خ ة ئ خ ي ظى طلب زا‬3Ü ، ‫أزؤخ غه ق‬

Abdurrahman b. Mus’ab der ki: Dâvud et-Tâî hastalandığında ziyaretine


”geldiler ve: “Ey Ebû Süleymân! Evin avlusuna çıksan, biraz ferahlarsın
dediler. Dâvud: “Bedenimi rahatlatmak için atacağım adımların aleyhimde
yazılmasını istemem” karşılığını verdi,

‫ع ذ الل ه بن جغ مر‬ ‫ ثن ا‬، ‫حدت ا م ح ا ذ س م ح م د الثت ما ئ‬ ^ © ‫ ه‬/ ‫ [ ال‬- ) ١١٢١٥(

‫ بن‬3 ‫ قا دت أش ءصئ‬،‫ ثن ا عبد اللؤ بن م حق‬،‫ ثت ا يوئفن بن م وت ى ال نزززؤ‬، ‫الرب ه ت ؤ‬

"‫تق اقا'س‬
‫ إل ر ئد ح‬،‫ " أمحل من زيا ;م‬:‫ ه‬3‫ ق ا‬،‫بوده‬
‫ ج‬٤^ ^ ١‫ء؛ام د ون‬
650 D âvud et-Tâî

Abdullah b. Hubayk der ki: Fudayl b. iyâd hasta olan Dâvud et-Tâî’yi
ziyarete gelince Dâvud ona: “Bana olan ziyaretlerini azalt, zira insanlardan
uzak duruyorum” dedi.

، ‫ ثن ا عيس ى بن م ح م د الوس قف د ي‬، ‫ ] حدثن ا أث و م ح م د بن حيان‬٣٥٥^٧ ! ") ١١٢١٦(

،‫ شمع ت عبد الل ه بن ا لم زج‬: ‫ قا د‬، ‫ ثنا ف ارون بن ا ل ح ش‬،‫عتيد‬ ‫بن‬ ‫م حم د‬ ‫سر‬ ‫ثن ا عثد الثؤ‬

" :‫ ن ا ف ذا ؟ قات‬:‫ ه م د لت‬،‫ زوي داود ال ط ائي في ائنثا م قئد و ي ص حزاء ا ل حيرة‬: ‫يقأو ل‬

٠٠ ‫ ا‬،‫ فنفلزوا ق ا دا ئ ؤ قد ن ا ث في ذ ل ك ائزئي‬C‫الث ا نثأ غ زي ت م ن ا ل س ح ن‬

Abdullah b. el-Ferec der ki: Rüyada Dâvud et-Tâî’nin Hîre çölünde


”koştuğu görüldü. Ona: “Ne oldu?” diye sorulunca: “ö lüm hapisten çıktı
dedi. Rüyanın görüldüğü vakitte de Dâvud’un öldüğü görüldü,

:‫ ق ا ال‬،‫ح م دا ن‬ ‫بن‬ ‫ زت خئ د ن أ ح م د‬،‫أخنت‬ ‫بن‬ ‫ ] خ ا؛ثئ ا ال ول؛ ات‬٣٥٠/‫ )" وما‬١١٢١٧(

، ‫ ثن ا م خ ث د س الح ت ث ن‬، ‫ ثن ا م ح ث ذ بن ب ش الؤاس ه ئ‬، ‫ر حا ت م‬ ‫ن‬ ‫ح ن ن‬-‫ثن ا عتد الؤ‬

‫ ح زجن ا قي جنا ء ومعنا‬٠٠ :‫ ظت‬، ‫ ثغ ا خ ض بن محا ب‬،‫ح د ش ص ا ل ح ئ ذ بمش ا ل م ح ي‬

‫أك مانة‬ ،‫ ئنث ا صلين ا علته و جىءب ال م ث ت ليوص غ في هب رهء وربع ال تو ب‬، ‫ذاؤد القن ا ئ‬

" ‫م ن ن ب ه ظلته‬ ‫ث < خ ه‬،‫ض ئ ثاؤ‬

Hafs b. Ğıyâs bildiriyor: Dâvud et-Tâî ile birlikte bir cenazeye katıldı.
Cenaze namazı kılınıp da ölü mezara konulmak üzere getirildiğinde,
üzerindeki hırka da çekilip kefeni ortaya çıktığında Dâvud bir çığlık attı ve
kendinden geçerek yere yığıldı.

‫ ثت ا‬، ‫أي ي خ ث ا ن‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا إ ش ث ا ق‬، ‫م خ ث د‬ ‫بن‬ ‫ح د ق ا حم د الل ه‬ ^ ‫ ا“ ه‬/ ‫ ا‬/ ‫ )" ل‬١١٢١٨ (
D âvud et-Tâî 651

Dâvud et-Tâî der ki: “Allah bir kulu günahkârlık zilletinden kurtarıp
takva izzetine eriştirdiği zaman, bu kulu malı olmadan zengin, çevresi
olmadan aziz ve arkadaşı olmadan da ünsiyet içinde kılar.”

‫ ^ بن‬£ ١^ ‫ ثما‬،‫ ثن ا م ح م ذ بني ح ش‬، ‫ ] خ ك عتد الل ه بن م ح م د‬٣٠٦/‫ )“ [؟‬١١٢١٩(

،‫ ه ادت ئ ك ل داود الط ائي ; أؤص ن ي‬، ‫ ثغ ا بكن سر م ح م د‬،‫ عن عب ا س بن عئد ات حظم‬، ‫أروم أ‬

" ‫ " غ ذ ف ن ا ن ي ن ى ; ظ ث و ئ ل أ‬: ‫قا ت‬

Bekr b. Muhammed der ki: Dâvûd et-^âî’ye: “Bana nasihatte bulun”


deyince, “ölülerin askerleri seni bekliyorlar” karşılığını verdi.

‫ ثن ا عثد الئؤ بن‬،‫ ثئ ا أ خ ئ ذ بن م ح م د بن عم ر‬،‫ ا حدق ا أيي‬٣ ‫ ه‬٦/٧ ‫ ل‬- ) ١١٢٢٠(

،‫م وة إ'ر هيم ا‬ ‫ " طث‬:‫ قات ; وئ ال ئ ئ‬:‫ قات‬،‫ ظ ثخئن ئ غيد ائؤئاب‬،‫محي‬
٠٠‫ وم ه م وم بشر‬،‫ءنهنومب حئر‬

Dâvûd et-Tâî der ki: “Her nefts kendi derdine yönelir. Kimisi hayırlı bir
şey için, bazıları ise şer için üzülür.”

‫ ثغ ا ئ خ ث د ب ن‬، ‫ ثن ا إب را همم ب ن م ح ث د ب ن انحم ن ن‬،‫ ا ح د ق ا أي ي‬٣ ٥ ٦ /٧ ‫ ل‬- ) ١١٢٢١ (

‫ مح د‬، ‫ قي ا م ح؛ ج‬، ‫م بم د بن مح د فادت م ح ب داود ال ئ ئ‬ ،‫ ثنا إبراهي م ئ ذ مح د‬،‫يزيد‬


٠٠ ‫ ي ئ بق ل ب ضع ي ف ق س موم به م ةي جت م ع عثئه ه م ا ن؟ أ‬٠٠ :‫لك لو ئنؤ ج ت ؟ ق ا لأ‬

ibrâhîm b. Ubeyd der ki: Evlilik konusunda Dâvud et-Tâî’ye sitem edildi
ve: “Evlensen daha iyi olmaz mı?” denildi. Dâvud da: “Kalbi zayıf, erkeklik
organı da çalışmayan biri nasıl evlensin de iki derdi birden çeksin?”
karşılığını verdi.

‫ح وثئ ا أبو م ح م د‬.‫ ثن ا إبزا م أ بن م ح م د بن ا ل ختن‬،‫ حدبن ا ش‬٤٣٥٦/‫ )“ [؟‬١١٢٢٢(

‫ ثن ا‬، ‫ ثعا أبو بكر بن م ح م د بن يريد ال ن س م ئ‬:‫ قا ال‬،‫ ثت ا عتد الل ه بن م ندة‬،‫بن حقا ن‬
‫‪652‬‬ ‫‪Dâvud et-Tâî‬‬

‫با ت م ‪ " :‬ثا ع م ته‪ ،‬كثفت م تأ ى ص حزن س تت ج د د عثه ال ئ صا ب ب ي ءكئ وم ت ؟ ا‬

‫‪ '٠‬ن م عم تهتع شق عثه‬

‫‪: Bir gün Dâvud et-Tâî, arkadaşlarından biri‬لكل ‪Kâsım b. ed-Dahhâk der‬‬
‫‪olan Ukbe b. Musa’ya: “Ey Ukbe! Musibetleri her an yenilenen biri‬‬
‫‪üzüntüsünü nasıl dindirebilir?” deyince Ukbe düşüp bayıldı,‬‬

‫(‪«"،/v [ -) ١١٢٢٣‬؛‪ ] t'،‬حدثن ا أيي‪ ،‬ثعا ^‪ ^ ١‬ئ ذ ئ خ ث د بن يزيد‪ ،‬ثن ا إن ح ا ق بن‬


‫ت ن ش ‪ ،‬غذ عبمد ا ل أ ش تن ز م ا ل أ ئن ئ ‪ ،‬قات‪ :‬نأ‪:‬ث ذاؤئ الئا ئ‪ ،‬يؤك ا قاءيئ ا ظى‬

‫ش ا ط ئ ا ق زا ت ن بجوتا ‪ ،‬ق ل ق‪ U :‬يوفل ث ثهثا يا أثا ق ث ت ا ه ؟ قا د ‪ " :‬أ ئ ي إ ر الفل ك‬

‫ي ثث ج ر ي في الث ح ر مت حزات بأمر الل هبعا ن "‬

‫‪Abdula’lâ b. Ziyâd el-Esle^î der ki: Bir gün Dâvud et-Tâî’yi Fırat’ın‬‬
‫‪”?kenarında şaşkın bir şekilde gördüm. Ona: “Neden burada duruyorsun‬‬
‫‪diye sorduğumda: “Allah’ın emriyle gemilerin denizde nasıl yol aldığım‬‬
‫‪düşünüyorum” dedi,‬‬

‫(‪ ] t ^ l / v [ “) ١١٢٢٤‬حدبن ا عيذ الل ه بن م ح م د بن جغمر‪ ،‬و م ح م د بن عل ي‪ ،‬ق ا الت‬

‫ن ش اثري ال ئ‪ ،‬خ د ي إ ئ خ ا ة ا ل ظو إل ‪،‬‬


‫ب ر ائت ز م إل ‪ ،‬ظ مح غ ث ذ ئ ا م‬
‫ظ أثو م‬

‫كلي ‪ ^ ^ ١‬و" كا ن ئ أقة ظس ه‪” :cJÜ ،‬كم ن‬ ‫ح دبتني أم تع يد ن ع ل م ن ه و”ك ا ن تع يد م ن‬

‫تقن ا وس ن داود التلما ئ‪ ،‬ح ذا ر قميت‪ ،‬دكن ت أش م ع خبيثة غ ام ه الض ال يهدأ‪ ،‬قال ئ‪:‬‬

‫ب ج م مح ن ه زخ ات ث م وص‬ ‫ول بما ض ظ د خزف ال م ق و د ‪ :‬م'ا ل م ح ل م ط ث‬


‫الق ؤ ا<ي‪ ،‬وس و ي ا؟ى ‪ ١١‬؛ ^ ‪ dJuil‬م ثغ م ر ‪ ،^ ١^ ١‬ؤالق_ه وادت ا ‪ ،‬ئأال في ب ن ي ك آ ه اثكر ؛م‬

‫م تئ وئ ب ‪ : cJÜ ،*' ١٠‬ؤلؤبت‪-‬ا ر م في ‪ ^ ^ ١‬بق يء م ن اقنال؛ا‪ ،‬ثأزى أن ج م ي عئ م م ‪^ ^ ١‬‬

‫ن ي خ ؛ ي رمم هتللث ا لث ا ءة‪ 0‬محال ت ‪ :‬وك‪ 1‬ن لآك ون في اال؛اي و ح د ة وكا ن ال يصب ح ‪ ،‬ثئي ي‪:‬‬

‫ص‬ ‫ال‬

‫س‪ 1‬ه ‪ishâk es-Selûlî der ki: Nehalıların âbidlerinden biri‬‬ ‫‪.Sald b‬‬
‫‪Alkame’nin Tay kabilesinden olan annesi üm m ü Sa’d bize şunu anlattı:‬‬
Dâvud et-Tâî 653

Dâvud et-Tâî ile aramızda kısa bir duvar vardı. Bundan dolay! gece boyu
dinmeyen inlemesini duyardım. Bazen gece yarısında: “Allahım! Senden
dolayı olan derdim bana diğer tüm dertlerimi unutturdu ve uykularımı
kaçırdı. Sana bakmanın özlemi beni diğer tüm lezzetlerden uzaklaştırdı. Şu
an tutuklu biri gibi ben senin hapishanendeyim, ey Kerîm!” dediğini
işitirdim. Bazen de seher vakti Kur’ân’ı terennüm ettiğini duyardım. Bu
terennümünde de dünyanın tüm nimetlerinin yanma getirildiğini
düşünürdüm. Bazen evde tek başına olmasına rağmen geceleri ışık
yakmazdı.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا م ح م د ب ن ي ح ي ى ب ن م ن د ة‬، ‫ ] حدثن ا أ ح ت د س إ شحا ى‬y ^ v / y [ “) ١١٢٢٥ (

‫ يؤت إ ال‬U " :‫ قات ذازة الئآ ئ‬:‫ قات‬،‫ ت ن غزه‬: ‫ ص أ خ م ; ت ن خ م‬، ‫س‬ ‫إ وص أ ئق‬

" ‫ك ه م على ا لأنداد‬ ‫ ئأثا ا ق ريط فهز‬،‫ع ر خ ن ن ال فئ ة‬

Dâvud et-Tâî der ki: “Niyetler hüsnü zan üzere olmalıdır. Ancak genelde
bedenlere hâkim olan aşırılıktır!”

‫ محا‬،^‫ ؛‬١
^ ١ ‫ ثن ا أب و فص ب‬،‫ ] حدثت ا م ح م د بن ع ل ئ ئن م ح ش‬٣٥٧/٧ ‫ ل‬- ) ١١٢٢٦(

:>3‫ د ا‬، ^ ^ ! ١‫ ثط م ح م د بن عثف ال؛نزيز‬،‫ ثن ا م ح ا ن بن غ مز‬،‫أ خن ن ثن ع مزان ا أل حنس ي‬

‫ أز " ئزى‬، 4 ‫ ؤفتث ا را ش ا خل م م ن‬: ‫ص ثئزأ ف ذا ا ل م ف‬ " : ‫قاد ز ي د ل داؤد ال ثا ئ‬

" ‫ ه ث د ا أشغ‬: ‫ا ن بمان "؟ ئ ت‬

Muhammed b. Abdilazîz et-Teymî der ki: Adamın biri Dâvud et-Tâî’ye:


“٤١٢‫ ؛‬topluluk birbirini görünce”1 âyetini 'Terââ'l-cem'âm‫ م‬lafzıyla mı yoksa
'Tera'l-cem'ânt' lafzıyla mı okuyorsun?” diye sorunca, Dâvud: “Başka bir şey
yapsan daha faydalı olur” dedi.

‫ ثئ ا‬،‫ح م دا ن‬ ‫ ثت ا عب ا بس بن‬،‫ ] حدت ا أبو م خ ث د ى حيا ن‬٣٥٧/٧ ‫ )“ ل‬١١٢٢٧(

‫ و ى نلك ال مبب‬، ‫ض‬ ‫و ذاؤذ ا لخئا ئ غ د زقا ق‬ :‫ قات‬، ‫ا م ح ز ه ئ ث ئ ال ق ئ‬

1 Şuarâ Sur. 61
‫‪654‬‬ ‫‪D âvud et-Tâî‬‬

‫م صمما ‪ ،‬دك ا ن ئ ن ث ة دعته إ قه‪ ،‬ن جاء إلى ب ا ئع بنه م ‪ ،‬مما د ‪ " :‬مح ي ي بدوهم '‪ ، ٠‬مما ‪: 3‬‬

‫وأس ‪ ^ ^ ١‬؛ ؟ ق ا ‪3‬ت " عد؛ اع طينث "‪ ،‬ق ا ‪ 3‬لق‪| :‬ن صر ذأ ‪ ،‬و ه مبش سبعرف‬

‫فف ا مائة و زثم‪ ،‬مما ل ل ه ‪ :‬ا لخئة‪ ،‬ؤن أ خ ذ يغلف‬


‫ث ا ح ظ‪-‬صة‪ ،‬بأ حزغ صؤه ي‬
‫ه ج اء إلى ال‬

‫بدوه م نفزؤ ثلث‪ ،‬ئ ل ج ثة‪ ،‬زفؤ م ولت‪ ٢ ٠٠ :‬من وين في هذه ال دمحا دوه م ا ‪ ،‬ن أ ب ثريدئ‬

‫ال؛ءنه؟ ’‪ ٠‬ن ج هد لت أن ير جع ث أ ح ذ ‪ ،‬مح أبى‬

‫‪Buseyn et-Tâî der ki: Dâvud et-Tâî, Amr sokağından geçerken rüzgarda‬‬
‫‪sallanan hurma salkımlarım gördü ve canı hurma çekti. Bunun üzerine‬‬
‫‪hurma satan birine geldi ve: “Bana bir dirhemlik hurma ver” dedi. Satıcı:‬‬
‫‪“Dirhem nerde?” diye sorunca, Dâvud: “Yarın veririm” karşılığını verdi.‬‬
‫‪Satıcı da: “Git buradan!” dedi. Dâvud’u tanıyanlardan biri bu durumu‬‬
‫‪görünce satıcının yanına geldi. Ona içinde yüz dirhem olan bir kese verdi‬‬
‫‪ve: “Peşinden git! Şayet bir dirheme senden hurma satın alırsa bu kese‬‬
‫‪şenindir” dedi. Satıcı ona yetiştiğinde Dâvud (nefsine): “Bu dünyada bir‬‬
‫‪dirhem kadar değerin yok ve sen cenneti mi istiyorsun?” diyordu. Satıcı‬‬
‫‪hurma alması için ısrarlarda bulunduysa da Dâvud kabul etmedi.‬‬

‫س ذ تق إ ن خايى ‪ .‬ح وثن ا أ م‬ ‫(‪[ -) ١١٢٢٨‬؟‪ ] ٣٠٧/‬خدثثا إئزا م أ تن هم د ال م ‪ ،‬ثن ا‬

‫حام د أ ح م د بن م ح ئ د بن ا لخشن‪ ،‬ثن ا ا نم نئ ن بن إ سماعيل‪ ،‬ق ا ال‪ :‬ثت ا م ح م د بن ي حيى‬

‫ص د د ا ‪ : 3‬خ ز يا ذخ ذا ؤذ ال ت ا إل ‪،‬‬
‫ص ذهه ا ل را‬ ‫ا لأردي ‪ ،‬ثن ا بشن بن م صل ح‪ ،‬ثن ا أبو م ح م د ‪،‬‬

‫ز؛ئا بئة‪،‬‬ ‫فى جن‪1‬رة ب‪ 1‬ةكودة‪ ،‬ئ ‪3‬ت ممع د ذ ود ئا‪-‬حم ه ‪ ،‬وه ئ ئدهن‪ ،‬ه ج ا‪.‬ء القا‪*،‬ئ‬

‫ثع ؛د‪ ،‬زنن طا ‪ 3‬أملهضعفت ع ملت‪ ،‬ز و ظ ئ ؤ ا؛ت‬


‫ء ما ‪ ٠٠ : 3‬س حاو‪ )1‬الوع؛دثمعص حملته ال‬

‫م أ ة أغد‬ ‫قر ث‪ ٣ ٧ ،‬ظ أخي أن ء ف ي ء قئ ظف ء ق ت أ ك عي و ء ؛ ي ق ئ ث م أ ‪ ،‬و‬

‫ؤب ذ م و‪ 0‬غل ى ظ ي ح ل م ون‪ C‬م م‪1‬‬


‫م د م و ن‪ ،‬م‬ ‫؛ل د ي ج م ية‪ 1‬م ن أ م ‪ ،^^^ ١‬إئ م‪-‬ا يم ز ح ون‬

‫عقه أ ه د ؛ئمحوي ^ ^‪ ، ١‬وعثه أ ه د ؛ لأي يم تتأ ون‪ ،‬وفيه قثثاق‪،‬ث ودئ ‪ ،‬وعآيه عتد م ح‪ 1‬ة‬

‫يخث ص م ون "‬
D âvud et-Tâî 655

Ebû Muhammed Sadakatu’z-Zâhid anlatıyor: Dâvud et-Tâî île birlikte


Kûfe’de bir cenazenin peşinden çıktık. Defin işleri sırasında Dâvud bir
kenarda oturunca insanlar da gelip yakınında bir yerde oturdular. Dâvud
onlara şöyle dedi: “Vaad edilen günden korkan kişi ölümünü pek yakın
görür. Emellerini uzun tutan kişinin ameli de az olur. Gelecek olan her şey
pek yakın sayılır ve bil ki ey kardeşim, seni Rabbinden alıkoyan her şey, bir
felaketinin de habercisidir. Bil ki dünya ahalisinin hepsi de sonunda ölüp
kabir ahalisinden olacaklardır. Buna rağmen (maddi olarak) ilerisi için
yaptıklarına sevinir, kaçan fırsatlar için de üzülürler. Şimdiki kabir ahalisi de
zamanında bunlar için üzülmüşlerdi. Dünya ahalisi hâlihazırda bunun için
birbiriyle savaşmakta, bu konuda birbirleriyle çekişmekte, hâkimin
karşısında bunun için birbirlerine davacı olmaktadırlar.”

‫ ثنا أخنت ثق‬،‫سميز ئنائله‬


‫ ثنا إؤ‬،‫<| خدتثا أخ ط ئ إت خاق‬oa/y[ -)١١٢٢٩(
‫ فتم ك ن سا م‬، ‫ في ثل ة ئقبت ؤ‬، ‫ "كا ن ذاؤد ال ط ا ئ‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا إمئخ ا ق بن حل ف‬،‫أيي ا ل ح واري‬

‫ هو ب ض ا ج ي ال دا ر‬: ‫ مح ا د‬،‫ئن ش ى عش ا ل ث ت أ ح وه و ف ا خت س ح ش ومحع في دار جار نث‬

‫ ؤوص غ‬، ‫ ئنئ ا نأ ى داود ر ج غ قلب س ثي ابه‬، ‫ ظ ن أقه ل ه ى‬،‫م يال\ م ن ا لخزاش مح أ ح ذ الث ئمح ئ‬

'٠ ‫ أؤ ظ قغزث‬،‫ " تا دتي ت‬:‫ ش د ل داؤذ ق ات‬، ‫ب ده خ ر تبة إ ر ذارو‬


‫ زأ ظ ج‬، ‫ا لم ح ن‬

ishâk b. Halef der ki: Mehtaplı bir gecede Dâvud et-Tâî tefekküre daldı
ve evinin damında yürümeye başladı. Ancak yürürken damdan komşusunun
evinin avlusuna düştü. Komşusu hırsız olduğunu düşünerek çıplak bir
şekilde yatağından kalkıp kılıcını aldı ve avluya çıktı. Dâvud olduğunu
görünce içeriye girdi. Giysilerini giyip kılıcını yerine koydu. Sonra çıkıp
Dâvud’un elinden tuttu ve onu evine götürdü. Bu olay Dâvud’a
sorulduğunda: “Kendimde değildim” veya: “Ne olduğunu hatırlamıyorum”
dedi.
‫‪656‬‬ ‫‪Dâvud et-Tâî‬‬

‫(‪[ -) ١١٢٣٠‬؟‪ ] ٣٠٨/‬حدثنا أ ح م د بن إن حا ق‪ ،‬ثت ا م ح م د بن يمحى‪ ،‬ثن ا ن ق ن ا ‪ o‬ثن‬

‫" ائفلن أن ال يزاك ال ق‬ ‫يئ م و ب ‪ ،‬ح دقن ي اب ن الث م ا ك ‪ ،‬قاد ‪ :‬أؤ صا ن ي أ خ ي ذاؤئ‪ ،‬بوصية‪:‬‬

‫تلث ‪٠٠‬‬
‫وهدنته عل‬ ‫في مبه مغلق‪،‬‬ ‫ح ي ث نه ا ك‪ ،‬زأن ال يفق دلث ح ي ت أمنك‪ ،‬وام س ح‬

‫‪İbnu’s-Semmâk anlatıyor: Kardeşim Dâvûd bana şöyle bir tavsiyede‬‬


‫‪bulundu: “Allah’ın, seni yasakladığı yerde görmemesine, emrettiği yerde ise‬‬
‫س؟ ‪yokluğunu hissetmemesine dikkat et. Onun‬‬ ‫‪olan yakınlığından ve‬‬
‫”‪üzerinde olan kudretinden utan.‬‬

‫(‪ ")١١٢٣١‬ل ؟ ‪ /‬ح ه م ا حدتن ا أبو بك ر م ح م د بن أ خن ت بن م ح م د ‪ ،‬ثت ا ابن م و شى‬

‫ا الق صا ري‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ذاؤذ‪ ،‬محا د ‪ :‬ت ب ن ت سغدؤيؤ امحق ا لأ‪ ،‬محا د ‪ :‬قي د ل داود ال ط ا ئي‪:‬‬

‫ه ه إبال نئت و ف وئه ا ف أ ض ا ل خم؟ قا د ‪'٠ :‬‬ ‫زأئث زب ال نلح د ع ر هؤالء ا لأواء‬

‫أخا ف ن علمته ال ث ؤحن "‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ادهتم وى‪ ،‬قاتت ‪ ٠٠‬أ حا ق ن غلقو ال ئثف ث اآ ‪ ،‬قات‪ :‬اثت بم و ى‪C‬‬

‫ش يق ه ي ب "‬ ‫ظد ‪ ” :‬أ ح‪1‬مح ن ظ يه أالالء ؛ل‬

‫‪Dâvud et-Tâî’ye: “Yöneticilerin yanına girip de onlara iyiliği emreden‬‬


‫‪kişi hakkında ne dersin?” diye sorulduğunda:‬‬ ‫‪“Kırbaç yemesinden‬‬
‫‪:korkarım!” karşılığını verdi. Ona: “Bunun üstesinden gelirse” denildiğinde‬‬
‫‪” karşılığını verdi. “Bunun da‬؟“ ‪Kılıçla boynunun vurulmasından korkarım‬‬
‫‪üstesinden‬‬ ‫‪gelirse?” denildiğinde ise:‬‬ ‫‪“İçinde gizli duran‬‬ ‫‪hastalığa‬‬
‫‪”!yakalanmasından yani bu yüzden kendini beğenmesinden korkarım‬‬
‫‪karşılığını verdi,‬‬

‫(‪ ] y^a/y [ ") ١١٢٣٢‬حدق ا إبراهي م بن أ ح م د بن أيي حص تن‪ ،‬ثن ا ئ خ ث د ى عئد الثي‬

‫الحصزم ي‪ ،‬ثنا ابن أ ي وئت ى أبو غنن الزثاؤ>‪ ،‬هاد‪ :‬ش م عت أبا حال د ‪^ ^ ١‬ء يم ول‪:‬‬

‫يأ‪:‬ثة ‪ '٠‬ي م ‪ ،‬و مم ق ش;ة‬


‫ن ش قص ؤ ش ؛ ر ذ وذ‪ ،^ ٠^ ١‬ط ي عي‪ ،‬أ و ي ث ئء‪ ،‬ف‬

‫م ن ا ل من ج د‪ C‬هوثم ئ ت ؛‪ ^ ١‬؟ ‪ ،‬بئة‪ ،‬ئن ا نأي ت ذاؤذ ثا ه ب ثق ا ‪ ،‬ز ال ز غ‪ ،‬بن أقنز غل ى‬

‫ص الته "‪ ،‬أمحال الح صزم ي ‪ :‬ؤأ حتس ي ش م ع ت أبا حال د ‪ ،‬يذءكزه‬
Dâvud et-Tâî 657

Ebû Hâlid et-Tâî der ‫لط‬: Babamla birlikte, hatırını sormak üzere veya
başka bir şey için Dâvud et-Tâî’nin yanına gittik. Vardığımızda namaz
kılıyordu, o esnada mescidin duvarının üst bölümü çöküp Dâvud’un
hemen yanı başına düştü. Ancak Dâvud ne ürktü, ne de korktu.
İlgilenmeden namazına devam etti.,

‫ ثت ا ن خ م د بن عبد الل ه‬،‫ ] حدثتا إبراهي م بن أ ح ن د بن أبي خذ؛ني‬٣٥٨/‫؟‬/[ -) ١١٢٣٣(

‫ " ك ث‬:‫ ها ت‬،‫ ش م ع ت أ خ ن ت س ف زا عه‬:‫ قا ن‬، ‫هناس ن ال طا ئ ي‬ ‫بن‬ ‫ ثعا شتف ن‬،‫ا ل ح ق ن زم ي‬

‫ت‬
‫ ءإداغزق‬،‫أنؤإقه‬ ‫ت فد ئ‬
3 ‫ئ‬،‫يا‬‫ث عئد م ذاؤذ ا ائ إل مزا‬‫ قذأي‬،‫ص‬‫خلاءألل‬
‫ش ال ا‬
‫أ‬

‫ هدهيت هثا ث ح زبع د دللف‬،‫ ء إ دا أثابال ئزاج‬،‫ م غذ ث إ ر ئنبي ل ائناؤ‬: 3 ‫د ه بء ظ‬

، ‫ عند )ل ق م‬٤^ ١‫ ال س ب د‬: ‫ب وأل‬


‫ م‬، ‫ا ثن ى ال؛اميء "كأن إئ*ن ائا‬-‫ ب م ي م ت هزأيت ذ م‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ا‬1‫ل ال‬

" ‫ خ ر نأ ت‬٣ ‫يغ بؤ‬°‫يأ‬


‫ ف‬:‫ مثبمت‬3 ‫ ظ‬،‫ ثأ;ثني‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ فنز أق ت‬: 3 ‫ ظ‬،‫ تدن مئة‬١٧

Ahmed b. Şuraa anlatıyor: Gece vakti su çekmeye giderdim. Bir gece


Dâvud et-Tâî’nin mezarının yanında bir lambanın yandığını gördüm.
Bakmak için gittiğimde ışık kayboldu. Geri su çekmeye döndüğümde yine
aynı ışığı gördüm. Bakmaya gittiğimde yine ortadan kayboldu. Bu durum
üç defa tekrar etti. Daha sonra yattığımda rüyamda birinin bana: “Mezarın
yanında su çekme ve mezara yaklaşma” dediğini gördüm. Ravi der ki: Ancak
bunu kabul etmedi (ve mezara yaklaştı).

Seyf der ki: “Ahmed bundan dolayı verem hastalığına yakaiandı ve ölene
kadar bundan çekti.”

‫ ثغا عبد ال م بن إ؟نامحلم‬،‫ ثن ا الح صرمي‬، ‫ ] حدثنا إبراهي م بن أ ح م د‬٣٥٩/'/[ -) ١١٢٣٤(

‫ " د خ ك غش ذاؤذ‬:‫ قات‬،‫ه قزيز ئ تخثو ب‬ ^ ١‫ه‬ ‫ شمغ ق ي‬: 3 ‫ قأ‬، ‫ئ ي ش ئ‬

، ‫ " ثا ابن أي ي‬:‫ ق ات ل ي‬،‫ ئث ر ب ت‬: 3 ‫ قا‬، ‫"وكور مؤض و غ ثق ي ص ح ن أل ن ن ج د‬،‫ال تأ ائي‬

٠' ‫ ح ز س تأمز‬،‫ال ثئ ودن ئشزبي‬


658 D âvud et-Tâî

Abdulazîz b. Mahbûb der ‫نكل‬: Dâvud et-TâîJnin yanına girdiğimde


namazgâbında onun için bir bardak su konulduğunu gördüm. Bardağı alıp
içtiğimde bana: “Yeğenim! Bir daha sormadan içme!” dedi.

‫ إيش ذا؟‬:‫ ق ات‬،‫ ن جاءوا بش مزاخ‬،‫ " وص ن م ر جال تمحلم ه ثة‬:‫ ] قات‬٣٥٩/٧ ‫ )“ ل‬١١٢٣٥(

" ،^ ^ ١‫ء‬-‫ وبد■جا‬:،3‫ ائ‬، ‫ ر جئ صرم ثئلئ ثت‬:3 ‫قا‬

Abdulazîz b. Mahbûb der ‫لكا‬: ,Adamın biri hurmalarını toplayınca


Dâvud’a bir salkım şerirdiler. Dâvud: “Bu ne?” diye sorunca: “Hurmalarını
:toplayan adamın biri gönderdi” karşılığım verdiler. Bunun üzerine Dâvud
e hurma da geldi!” dedi^ “,

‫ ثت ا أخنت بن‬: ‫ ق ا ال‬،‫ وم ح م د بن أخنت بن أبا ن‬،‫ ا خدثتا ش‬٣٥٩/٧ ‫ )" ل‬١١٢٣٦(

‫متي م ح م د بن ا لخثنء ثن ا فييص ه‬


‫ ح د‬،‫ ثت ا عتد الل ه بن م ح م د بن عبيد‬،‫م ح م د بن غنن‬

‫ م ث غ‬Uj| :‫ت‬1‫ ذم‬،‫ ال ماء ئأق ى عنته‬1 ‫أثق نكز عئدبعض‬ ‫ ينح ذ ود‬:‫ ظت‬، ‫بن ع م ة‬

٠٠ ‫ ولو تثل م الثامن بمغن نا نح ن فيه ن ا دأل لغا لث ان بذكر ح م أبدا‬،‫ب س رة مح ن حل قه‬

Kabîsa b. Ukbe der ki: Dâvud et-Tâî, valinin birinin yanında


anıldığından ve valinin de onu övdüğünden haberdar olunca: “Kişi yüksek
mertebelere insanlar arasında tanınmadan ulaşabilir. Şayet insanlar
yaptığımız bazı şeyleri bilselerdi hiç kimse bizi hayırla yad etmezdi” dedi.

‫ ثن ا أ ح م د بن‬: ‫ ائ ال‬، ‫ و م ح م د بن أ ح م د بن أتا ن‬،‫ب ه م ] حدثن ا أيي‬/‫ )“ ملما‬١١٢٣٧(

‫ غن ي حش بن عتد‬،‫ ح دثني م ح م د ين الح س تن‬،‫ ثن ا عتد اللؤ بن ن ح م د‬،‫م ح م د بن عس‬

‫م‬ ‫ ئء ن ش ي ئ‬، ‫ت ي‬/ ‫و ها ال ذ‬ " : ‫ د ذاؤة ال ق ئ‬، ،‫ خ د ش ا ئ الثث ا ك‬، ‫ا ص د‬

٠' ‫م ن م جا ل ت ة ال نا س‬

Dâvûd et-^âî der ki: “Günahlar bizi terk ettiği zamandan beri insanlarla
sohbeti çoğaltmaya utanır olduk.”
‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫و‪ 5‬ة‬

‫م ح م د ‪،‬ثعا‬ ‫بن‬ ‫أ ح م د ‪ ،‬ق اال‪ :‬ثت ا أ خن ذ‬ ‫بن‬ ‫(‪ -) ١١٢٣٨‬ل ‪ ٣٥٩/٧‬ا حدق ا ر ‪ ،‬ؤم خ م ذ‬

‫مثي م ح م د بن الحس‪1‬ن‪ ،‬غذ م ح م د بن إ«سكا ث '‪ Cjl.fl.ygi‬ثا ‪: 3‬‬


‫عتد طؤ بن م ح م د ‪ ،‬ح د‬

‫قاد داؤه الهئا ئ‪ " :‬ف ش م ح ل ض ا و ف ذ م‪ ،‬و ث ئ ا لم‪1‬وبت ح ق إ ر ا و جاء "‬

‫‪Dâvud et-Tâî der ki: “Amellerimize bakıp karamsar oluyoruz; ama‬‬


‫”؛‪kalplerimiz yine de hep ümitvâr‬‬

‫س د بن أخن ت ال ئ ؤ د ذ ‪ ،‬ثئ ا أثو ا لخض بق‬ ‫(‪ [ - ) ١١٢٣٩‬؟‪ ] ٣٥٩/‬حدبن ا أبو بكر‬

‫ت ن ت ن ‪ ،‬ح د ث ي ‪ ^ £ ١^ ١‬بن عتيد‪ ،‬ثئ ا أبو‬


‫ثت ا أبو ب ك ر بن غ م ا ن‪ ،‬ح دثن ي م ح م د ن ان ح‬

‫خال د ا لأخنث‪ ،‬قات‪ :‬قات ذاؤئ الئا ئ " إ ة بممحتت لخزكات "‬

‫”‪: “Hüzün, kişinin duygularını harekete geçirir.‬لكا ‪Dâvud et-Tâî d e r‬‬

‫ي ‪ ،‬ثت ا أبو‬ ‫(‪ ] ٣ ٥ ٧ ٧ [ ") ١١٢٤٠‬خأ كا غتن ‪°‬رق أ خن ذ ئن ث ا ه ئ‪ ،‬ثن ا م ح ذ ال م ئ‬

‫ب بجر دت " هزأ علي ذاؤئ ال ة أ ي ‪ ،‬ملج ن ي‬ ‫ائث إد'يي ن‪،‬‬ ‫سع د ا لأف ج‪ ،‬ه ادت ت ب غ غ‬

‫ئذ وثت للق اس م بن ن ش ف ن ا ة الته‪ ،‬هل قيته‪ ،‬ق ا د ‪ :‬نا دعالث إلى أن ح ك ت‬

‫م ؟ ‪'٠‬‬ ‫الل‬

‫‪: Dâvûd et-Tâî bana bir şey okudu ve bir harfi yanlış‬نكل ‪ibn idrîs der‬‬
‫‪.söyledi. Bunu Kasım b. Ma’n’a söylediğimde, gidip bunu Dâvûd’a söyledi‬‬
‫‪”?Dâvûd ile karşılaştığımda, bana: “Neden o yanlışımı başkasına anlattın‬‬
‫‪d e d i-‬‬

‫(‪ - ) ١١٢٤١‬ل ‪ ] ٣٦٠/٧‬حدق ا أب و م ح ئ د س حقا ن‪ ،‬ثت ا عتد الؤ ح م ن بن ا لخشن‪ ،‬ثن ا‬

‫ع لي بن ح زب‪ ،‬ق ات‪ :‬س م ع ت ث ح م ذ بن ي م ‪ ،‬بجو د ‪ '* :‬قدم ع ل س ا داود ا لتئ ايي‪ ،‬م ن‬

‫ال ثؤاؤ ئكثاب ص ح لث منة‪ ،‬ئئ ا ن ا ث ح م ش انئا ”‬

‫‪Muhammed b. Bişr der ki: “Dâvud et-Tâî, Irak’tan yanımıza geldiği‬‬


‫”‪zaman onun haline gülerdik. Ancak öldüğünde bizim önderimizdi.‬‬
660 D âvud et-Tâî

‫ هزأت قي كتا ب‬:‫ قات‬،‫ ] حدثت ا عتد الل ه بن ئ ح ث د بن جن مر‬٣٦٠/٧ ‫ ل‬-) ١١٢٤٢(

‫ر ى‬: ‫ط ا لخنين ئ ت خ م " نألف س ا‬ ‫ قات‬:‫ قات‬،‫ء الثؤ‬ ‫ غذ ن ي ي ي‬، ‫ايي محب اوزاق‬

:‫ ظ زين؟ قل ق‬:‫ لي‬3 ‫ هق ا‬،‫ ص ي حضن؟ م ن ي حضن؟ هأثته‬: ‫ موت‬،‫ا؟ثايلم كأبة ه\ئ ال‬

‫ أما‬: ‫ ق ات لي‬،‫عن مغنى ح البلق‬ ‫ م نت حضن؟ م ني حضن؟ هاتتلف أتأللق‬:‫ش م عتلث مولت‬
‫ئل ظ قث ل ح م ة‬ ‫ ^ ^ ال ذ يي ح ه ل ب الثا من ويخبره م عن أعأى مزات ب ا لأؤياع؟‬١‫ثن ى‬

‫ظ من‬ ‫ ظت ا ل‬:‫ ؤئز قولت‬،‫ ف أ ي ءإدا م ح ن خ زه‬:‫ قات‬،‫ؤ ث ت ن خ م ح ة ق د انصرافه أ‬

‫جل |لى‬-‫ ي م ك لز‬،‫ ث أ سلن ونزت‬: 3 ‫ ئ‬،‫ ^ ^ |ن السؤ؛ى م ح نود‬١‫ ^ ^ ^ ئ مل ةمح أغش ص‬١

‫ ج ام‬،‫ فذا ذازة ال ئ ئ‬:‫ ائد‬،‫ ال‬: ‫ أنائرق؟ ئ ك‬:‫ ن ذ ثنا؟ قات‬:‫جمي‬
‫تئ قي تث ي‬
'٠‫ئ غذا وأ ك و‬ ‫ص‬ ‫ ث ؟ ؤالثي لل ذ ي ل د و د ه ت ال ر‬:‫ م ح ي ي مث ا زأ‬: ‫ه ق ات‬

Abdulazîz b. Muhammed anlatıyor: Rüyamda birinin: “Gelen yok mu?


Gelen yok mu?” diye seslendiğini gördüm. Yanına gittiğimde: “Ne
istiyorsun?” diye sordu. Ben de: “Gelen yok mu, gelen yok mu, diye
seslendiğini işittim. Ne demek istediğini anlamak için de yanına geldim”
karşılığını verdim. Bana: “Şurada insanlara hutbe veren ve evliyalığın en
yüksek mertebesini anlatan kişiyi görmüyor musun? Sen de yetiş, belki
hutbesine yetişir de bitirip gitmeden ne dediğini dinlersin” dedi. Hutbe
veren adamın yanma gittim, insanlar etrahnda toplanmışlardı ve şöyle
diyordu: “Kişi Rahmân’ın katında özlemden daha büyük bir şeyle derece
elde edemez! Şüphesiz özlem, övülen bir duygudur!” Sonra da selam verip
indi. Yanımda duran birine: “Bu kim?” diye sorduğumda: “Tanımıyor
musun?” dedi. “Hayır!” karşılığını verdiğimde: “Bu adam Dâvud et-Tâî!”
dedi. Rüyamda olmasına rağmen pek şaşırmıştım. Adam bana: “Şaşırıyor
musun? Oysa Dâvud’un Allah ‫ إء س ا أأ ط‬değeri, bundan çok daha fazladır!”
dedi. Dâvud hutbesinde yine şöyle demişti: “Kişi yanında olmayan birine
özlem duyar!”

" ‫ " بما يئثائ إ ر ع ا ب ب‬:‫ زقات ذازئ‬:‫ [ قات‬n * / v ] -(١١٢٤٣)

Dâvud et'Tâî der İri: “Kişi ancak yanında olmayanı özler.”


‫‪D âvud et-Tâî‬‬ ‫‪661‬‬

‫(‪ ") ١١٢٤٤‬ل ‪ ٣٦٠/٧‬ا حدثن ا أيي‪ ،‬ؤأبو م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ق اال‪ :‬ثن ا إثزايب بن م ح م د‬

‫بن ال خث ن ‪ ،‬ثت ا ال خ ش ن بن مغ صوو‪ ،‬ثت ا غ ئ ال هلن اه س ئ ‪ ،‬قا د ‪ :‬من م غت أ ج ئ ال خ ش ن‪C‬‬

‫م ء ن ز ال‪ ،‬ال‬ ‫خ ول؛ غذ ش مح م‪ ،‬ظ ‪3‬ت " ز ك ‪1‬؛؛ ‪ ^ ^ ^ ١ y‬مدور م ز جهه نتئئ‬

‫م بن محم‬ ‫جبث بما "‪،‬‬


‫‪: Dâvûd et-Tâî’nin yüzünde bir kanncan:n dolaştığını‬لكل ‪Ebû Nuaym der‬‬
‫" ‪gördüm. Üzüntüsünden karıncayı yüzünden kovmadı bile.‬‬

‫الحط ا ب‪،‬‬ ‫بن‬ ‫(‪ ") ١١٢٤٠‬ل ال ‪/‬م ‪ ] ٣٦‬حدثن ا أثو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثن ا م ح م د بن ا ل م ص ل‬

‫ص‪ ،‬قات‪ " :‬بغث ذاؤئ ال ق ئ ‪،‬‬ ‫سد‪ ،‬ظ ال قا ف ي ‪ ،‬ظ هم د ال مب ن ئ‬ ‫ظ عئ ئ‬

‫^ زر ؛ل ريب‪ ،‬ه ا ‪: 3‬‬ ‫^‪” ^ ١‬كد\ ‪ ،‬خ ز جرأ‪، ^ ^ ١‬‬ ‫بدرهما‪ ،‬ق ا ‪3‬ت ؛ ق م ين س ئ ‪،‬‬

‫ار ح ع‪ ،‬هؤد غثثا دره من ا ‪ ،‬ن ا كا ذ ينبغي ثا أن نمم ك ه بال د ي ن ‪٠٠‬‬

‫‪Abdurrahman b. Mus’ab der ki: Dâvud et-Tâî adamın birine bir dirhem‬‬
‫‪verdi. Ona: “Bir dânikle şunu al, bir dânikle şundan a l...” diyerek dirhemin‬‬
‫‪tümüyle bir şeyler almasını istedi. Adam dönüp giderken Dâvud ona: “Dön‬‬
‫‪ve dirhemimizi bize geri ver! Dinde lezzetlere dalmamız bize yakışmaz” dedi.‬‬

‫لخد بن‬ ‫(‪ -) ١١٢٤٦‬ل ‪ ٣٦٠/٧‬ا خدقا أبو ث م عئد الل ه بن ت خ م ‪ ،‬ثن ا غين ال م ئ‬

‫ت واده‪ ،‬ثن ا عي س ال مقف ي‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت معاويه ثن غرو‪ ،‬ثق وب ‪ :‬كثا عند داود التئ ا ئ ‪،‬‬

‫م ن الك وة‪ ،‬مما ل ل ه بئقس م ن حضن‪ :‬لو أذن ت لي شذب ت فذو‬ ‫ال غ م س‬ ‫يؤما ‪ ،‬قدحل ت‬

‫^ '‪٠‬‬ ‫س لآتيوئن م ح ول‪١‬‬ ‫‪ ،٤^ ١‬فئ ا ‪3‬ت "‬

‫‪Muâviye b. Amr der ki: Bir gün Dâvud et-Tâî’nin yanındayken güneş‬‬
‫‪pencereden içeriye girdi. Oradakilerden biri: “İzin versen de şu pencereyi‬‬
‫‪kapatsak” deyince, Dâvud: “öncekiler gereksiz şeylere bakınmayı mekruh‬‬
‫‪görürlerdi” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ") ١١٢٤٧‬ل ‪ ] ٣٦١/٧‬نكثا •يغذه تؤما اغزؤذا م ؤ ئ د سخ رق ‪ ،‬و حرج ‪-‬حمل ه‪ ،‬مما ‪ 3‬لت‬

‫مبس م ن ح صر‪ :‬ثؤ أذن ت لي حثهئته‪ ،‬ق ا ‪ ١^ ^ " : 3‬يكره ون فضو‪ 3‬؛لك ال م "‬
Muâviye b. Amr der ki: Bir gün Dâvud et-Tâî’nin yanındayken
kürkünün yırtılıp astarının dışarıya çıktığını gördük. Oradakilerden biri:
iz in versen de diksek” deyince, Dâvud: “öncekiler gereksiz yere konuşmayı
mekruh görürlerdi” karşılığını verdi,

‫ ثن ا ا ن ن ا ع ي د‬، ‫ ثت ا ئ خ ئ د مر إ ش ت ا ق‬، ‫بن عثد الثؤ‬ ‫إو مء‬ ‫ ا حدثن ا‬٣ ٦ ١ /٧ ‫ ل‬- ) ١١٢٤٨ (

‫جإئ‬-‫ ثا د ر‬: 3 ‫ ثا‬،>‫ ح دبت ي تع ي د ال ئ ئ اد‬،‫ ثغ ا م حا د ب ن رو‬، ‫ ثن ا ا أل حئس ي‬، ، ^ ^ ١ ‫بن ش‬

‫ أؤ ص‬،‫طثه ا ص تدئلث‬ ‫ أ ال يى إ ر ئثصث ص س لث أ ل ؤ‬،‫ا يا ش م حا ن‬: :‫يب وئ‬


" ‫انق اه للف في غ ال‬: " :‫قا د‬،‫بمازق‬
Saîd et-Tahhân der ‫لكل‬: Adamın biri Davud’a: “Ey Ebû Süleymân!
Ayakkabılarını sağ tarafına koyuyorsun. Önüne veya sol tarafına koysan
daha iyi olmaz mı?” deyince, Dâvud: “Allah senin fıkhını (anlayışım)
bereketli kılsın” karşılığım verdi.

‫ ئ‬،‫ط ا و خن ن ئ ا لخض‬ ‫ تحا‬، ‫هم د الثؤ تق ئ خ م‬ ‫ ] خدتثا‬٣ ٦ ٧ ٧ [ -) ١١٢٤٩(

‫ بمن‬،‫تج ث ذازذ ا ل ال ؤ‬ ‫ قاد اتق لآريس‬:‫ قات‬،‫ ئ بمامح د ئ أثا ن‬، ‫غ ئ ئ خن ي‬

" : ‫ث ن ا ال ئ ي ل صما ش ; ت ن ه دا ش‬

ibn idrîs der ki: Dâvud et-Tâî’nin Ubeydullah b. Abdillah’a ait olan şu
şiiri okuduğunu işittim:
Dâvud et-Tâî 663

“İrâk b. M âlik’e benden selam söyleyin


Ebû Bekr (b. Hazm)’ı da övmeden geçmeyin
Deyin ki: Öyle tavırlar içindesiniz ki
Beni kaya gibi sırtınızda bir yük görmeyin
Beni sorup selam vermekten çekinmeyin
İnsanın içinde kibirden daha kötü bir şey olamaz
Yaratıldığınız toprağa dokunun, ondan uzaklaşmayın
Zira tekrar ondan çıkacak ve mahşere gideceksiniz
İstesem ikiniz hakkmdaki kötü sözleri söyleyebilirim
Açıktan veya gizlice yanımda söylenenlerden
Bu tür şeyleri ne söylüyor ne de engel oluyorum
A şırı öfkelerine sadece gülüp geçiyorum. ”
Dâvud b. Nusayr et-Tâî, tâbiûndan Abdullah b. Umeyr, îsmâil b. Ebî
Hâlid, A’meş ve Humeyd et-Tavîl gibilerinden rivâyetlerde bulunmuştur.
Rivâyetlerinin geneli A'meş ve Dâvud b. Sa'b b. el-Mikdâm'dandır.
Kendisinden de îsmâil b. Uleyye ve Zâfır b. Süleymân rivâyetlerde
bulunmuştur. Dâvud, hicri 166 yılında vefat etti. 165 yılında vefat ettiğini
söyleyenler de vardır.

Takrîb 780, Takrîb 1366, Takrîb 2332, Takrîb 3005, Takrîb 1411, Takrîb
3672, Takrîb 4341, Takrîb 676, Takrîb 2870, Takrîb 1344, Takrîb 2611,
Takrîb 2902, Takrîb 821, Takrîb 4405, Takrîb 1658, Takrîb 769, Takrîb
1125, Takrîb 3132, Takrîb 2209, Takrîb 1318, Takrîb 1906, Takrîb 1659,
Takrîb 1660
M S S
٠^ ٠٠٠ ^<‫’<؛)؛‬

,^‫^"؛‬٠٠^ ٠^►^‫؛‬ j -*4*+>‫?؛‬٠Us_^-،*3îjJjfj U £‫؛‬w‫ ^ * ؟‬١c*‫^^**؛‬j،j^*4 j‫؛‬


٠ ^ U ‫ ؛‬، ^ ^ ، ٧٢، ^
'،C ^ j J L ä ، y ^ i ^ . O ^ c r ’J
cJL^ jaü ١٠٠١p(*£‫؛‬uÄ^ y ^ t^ U -‫ ^؛‬1XJUJ^C^jLlJ^j
cy*İS** ١UJ .‫؛‬J ‫ ؛‬a J ; Lfevj* **٤u * ‫ ^؛‬U*» f‫<؛‬-* ،
،-#،£* *U ^ 4‫؛‬j * i i ١^،، r ü « ^ y ÄÄy،‫ & ؛؛؛‬JA‫'؛‬٠‫؛<؛‬o ^ f ^ ^ d f i ^(
‫ ^*؛‬٢٤٢٠٢٠^ ،‫؛؛‬٢*C) ^ o ^ b jft J J^W ٤‫^؛‬
^ Lj*V&;ü /y ‫؛؛‬١ ،,P‫*؛‬6j)^*/L./ yjpbü^ljil ? ^ ‫؛‬٣

Ä f f i s S S S

t ı -^ ‫؛‬ ‫؛‬ ^ S â S i § S

s « »

‫؛؛ ^*؛؛‬٣ ٠ ^ ^ f.

١٧ J ‫*؟؛‬k

٤٠٤٠٠4 \<‫؛‬4/2roß%>^c‫ ^ ؛‬vüesil>-3t>r-if‫؛؛؟‬.^ ،^ fc


4‫؛*؟؛■*؟‬U^ J (j ^‫<؛‬Jt،A،A0 ،^‫؛‬C^0*^6^<i11 İf^Ö ^İSA ^İfû& fy
UjyJ&Ü>LjtİV J$>lts0kJU،^‘^ ^ ^ if*J ‫؛؛‬4‫؛؛‬j ‫*^؛‬
r ‫ ؛‬4 ٠‫؛‬،‫ ؛‬U ^ ^ ß j ^ a j *‫ ؛! ^ ؛)؛‬p ‫؟‬V ‫؛‬f ‫؛‬،ı J ٠ ‫ ^ ؟‬٠٤٣

^ W ^ ' ^ ^ < £ ‫ « ؛‬- iJ L ^5W J ü f t 1K jO I/iW i) tl<S‫^ _ ؛‬


١^ ٢^ ٧ )٩٣^ äJ>» y U^U'،،*، JL ^ o * ‫؛‬،S^XpJ t

Hilye’nin Berlin Staatbibliotek kütüphanesindeki elyazması


nüshasının ilk sayfası

You might also like