(Hilyetü'L-Evliya) Ebu Nuaym El-Isbehani 01.cilt

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 672

‫سال م‬ ■ D O S T L A R IN IN iD Ü N y K S I

HİLYETU’L
EVLİYÂ
ve-Tabakâtul-ftsfiyâ

‫ء‬
‫و شث ث ؛ثإف ةي ف إ ء‬

Ebu N uaym e l-I s b e h â n î

MENKIBELER BOLUMU
Hilyetu'l-Evliyâ

1. b a s k ı - İ s t a n b u l

Ocak 2015

Ö zg ün adı: H ily e tu 'l-E v liy â v e - T a b a k â t u 'l- A s f iy â

Y a z a r ı : E b û N u a y m A h m e d b . A b d i l l â h b . i s h â k e l - I s b e h â n î ( 4 3 0 / 1 0 3 8 .‫) ا ة‬.

A r a p ç a n e ş i r l e r i : 1 0 c i l t , K a h i r e 1 3 5 1 - 1 3 5 7 / 1 9 3 2 - 1 9 3 8 ; D â r u ' s - S e â d e , M ı s ı r 1 9 7 4 ; 12
cilt, yayına h a zırla yan: M u sta fa A b d ü lk â d ir Atâ, Beyrut 1418/1997).

İ S N : 978-605-4659-10-4

Tercüm e: Hüseyin Yıldız, Haşan Yıldız ve Zekeriya Yıldız

Redaksiyon: Yusuf Özbek

Kapak: Edib A gag jyshi

Baskı ve Cilt: S te p A j a n ‫ ؛‬M a t b a a c ı l ı k Ltd Şti.

G ö z t e p e M a h . B o s n a C a d . N o . 11

B a c ı l a r / ‫؛‬S T A N B U [

Tel: 0 2 1 2 . 4 4 6 8 8 4 6 M a t b . S ertifik a No: 122 66

İsteme ve H a b e rle ‫؟‬me Adresi

ww w .ocakyayincilik.com

OCAK YAYINCILIK

M illet Cad. Gülsen Apt.

N o . 1 9 K a t : 4 D. 7

Yusufpaşa

Aksaray, İstanbul

GSM: 05353107416 (Yusuf Özbek)


HİLYETU’L-

E BÛ NUAYM
e l-IS B E H Â N Î

Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b.

İshâk el-lsbehânî

(öl. H.430/M . 1038)

Cilt 1
İÇİNDEKİLER
Yayıncının Önsözü 13
Yazar Hakkında 15
Hîlye Hakkında 25
Müellifin Mukaddimesi 29
Ebû Bekr es-Sıddîk 52
Ömer ‫ ط‬. el-Hattâb 63
Osmân b. Affân 82
A lib . Ebî Tâlib 88
Talha b. Ubeydillab 116
Zübeyr b. el-Avvâm 119
Sa'd b. Ebî Vakkâs 1 12^
Saîd b. Zeyd 124
Abdurrahman b. Avf ١24

Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh 125


Osmân b. Maz'ûn 128
Mus'ab b. Uuıayr 129
Abdullah b. Cah§ 130
Âmir b. Fuheyre 130
Âsim b. Sâbit 131
Hubeyb b. Adiy 131 ‫ر‬
Câfer b. Ebî Tâlib 131
Abdullah b. Revâha el-Ensârî 138
Enes b. en-Nadr 138
Abdullah Zu'l-Bicâdeyn 138

Abdullah b. Mes'ûd 139


6 İç i n d e k il e r

A m m âr b. Y âsir 158

H ab b âb b. el-E ret 161

Bilâl b. R ebâh 162

Suheyb b. Sinân 163

E b û Z er el-Ğ ifârî 163

U tbe b. Ğ azvân 174

M ikdâd b. el-Esved 174

Sâlim, E b û H uzeyfe'nin Kölesi 176

 m ir b. R abîa 177

Sevbân, R esûlullah'ın (saiiailahu aleyhi vesellem) A zadlı Kölesi 179

Râfi' , ResÛİUİlah'm (saUaUahu aleyhi vesellem) Azadll Kölesi 179

Eşlem E b û Râfi' 180

Selm ân el-F ârisî 182

E b û 'd -D erd â 206

M uâz b. Cebel 242

Saîd b. A m ir 257

U m eyr b. Sa'd 264

Ubey b. K a'b 269

E b û M ûsa el-Eş’a rî 274

Ş eddâd b. Evs 284

H uzeyfe b. el-Yemân 288

A b du llah b. A m r b. el-Âs 305

A b du llah b. Ö m er b. el-H attâb 314

A bdullah b. A bbâs 354

A bdullah b. ez-Z übeyr 382

Suffe E hli 395


7

Evs b. Evs es-Sekafı 400


Esmâ' b. Hârise 400
Ağarru'l-Müzenî 401
Bilâl b. Rebâh 401
Berâ' b. Mâlik 401
Sevbân 402
Sâbit b. ed-Dahhâk 402
Sâbit b. Vedîa 403
Sakîf b. Amr 403
Cundub Ebû Zer 403

Cerhed b. Huveylid 403


s
Cuayl b. ur âka 404
Câriye b. Humeyl 404
Huzeyfe b. el-Yemân 404
Habîb b. Zeyd 404
Hârise b. en-Nu’mân 405
Hâzım b. Harmale 405
Hanzale b. Ebi Âmir 406
Haccâc b. Amr 406
Hakem b. Umayr 406
Harmale b. iyâs 406
Habbâb b. el-Eret 407 ‫ر‬

Huneys b. Huzâfe 407


Ebû Eyyûb el-Ensârî 408
Huraym b. Fâtik 408
Huraym b. Evs 408
‫ة‬ içindekiler

H ubeyb b. Y esâf 409


D ukeyn b. Saîd 409
A bdullah Z u'l-B icâdeyn 410
R ifâa E b û L u bâb e 40‫ل‬
E b û R ezîn 410

Z e y d b .e l-H a ttâ b 411


Selm ân el-F ârisî 411
Saîd b. Â m ir 412
Sefine E b û A b d irrah m a n 412
S a 'd b . M âlik 412
E b û H uzeyfe'nin A zadb Kölesi âlim s 413
Sâlim b. U beyd el-E şcaî 413
Sâlim b. U m eyr 413
S â ib b . H allâd 414
R esûlullah'ın (saUailahu aleyhi vesellem) A zadb Kölesi Ş u k rân 414
Suheyb b. Sinân 414
Safvân b. Beydâ 414
T ıb fe b . Kays 415
T alh a b. A m r 415
T ufâvî ed-D evsî 415
A bdullah b. M es'ûd 415
E b û H u re y re 416
A bdullah b. A bdi’l-E sed 424
A bdullah b. H avâle 425
A bdullah b. ü m m i M ektûm 425

A bdullah b. A m r b. H arâm 425


İç i n d e k il e r 9

Abdullah b. Uneys 425


Abdullah b. Zeyd el-Cühenî 426
Abdullah b. el-Hâris b. Gez’ 426
Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb 426
Abdurrahman b. Kurt 426
Abdurrahman b. Cebr b. Anır 427
Ukbe b. Âmir el-Cüheni 427
Abbâd b. Hâlid el-Ğifârî 427
Amr b. Avf el-Müzenî 427

Amr b. Tağlıb 427


Uveym b. Sâide el-Ensârî 428
Resulullah’m (saiiaiiahu aleyhi veseiiem) Azadlı Kölesi Ubeyd 428

Ukkâşe b. Mihsan el-Esedî 428


İrbâd b. Sâriye 428
Abdullah b. Hubşî 429
Utbe b. Abd 429
Utbe b. en-Nudder 429
Amr b. Abese 429
Ubâde b. Kurs 430
İyâd b. Himâr 430
Fadâle b. Ubeyd 430
Furât b. Hayyân 430 ‫؛‬
Kurre b. İyâs 431
Kennâz b. el-Husayn 431
Ka’b b. Amr 431
Resûlullah’ın (saüaüahualeyhi vesellem) Azadh Kölesi Ebû Kebşe 431
10 içindekiler

M us’ab b. U m eyr 432


M iktlâd b. el-Esved 432
M ıstah b. Esâse 432
Mes’û d b. er-R ab i’ 432
M uâz E b û H alîm e 432
Y âsile b. el-E ska’ 433
V âbisa b. M a’bed 433
M uğîre b. Şu’be’n in A zadlı Kölesi H ilâl 433
Y esâr E b û F ukeyhe 434
B eşîr b. el-H asâsiyye 435

R esûlullah ’m A zadlı K ölesi E b û M uveyhibe 435


R esûlullah’m A zadlı Kölesi E b û Asîb 435
E b û R eybâne 435
E b û S a le b e 436 ‫ل؛ء‬- ‫مح ء § ه‬

R ab îa b. K a’b el-Eslem î 437


E b û B erze el-Eslem î 438
M uâviye b. H akem es-Sülem î 439
Hz. H aşan b. Ali 441
Hz. H üseyin b. Ali 448
R esûlullah’m Kızı Hz. F âtım a 449
R esûlullah’m 451
Hz. Ö m er’in K ızı H afsa 458

Zeyneb b in ti Gab§ 458


R esûlullah’ın (sallailahualeyhiveseiiem)Hanımı Safiyye 459
E b û B ek r es-S ıddık’m Kızı Esm â 459

R um eysâ ü m m ü Süleym 461


İ ç i n d e k il e r 11

Ümmü Harâm Binti Mil hân 462


Ümmü Varaka el-Ensârîyye 462
Ümmü Salît el-Ensârîyye 462
Havle binti Kays 462
Ümmü Umâre 463
Havlâ’ binti Tuveyt 463
Ümmü Şerîk el-Esediyye 463
Ümmü Eymen 463
Yuseyra 463
Zeyneb es-Sekafiyye 464
Mâriye 464
Umayra binti Mes’ûd ve Kızkardeşleri 464
Sevdâ’ 464
el-Ensârîyye 464
Ümmü Buceyd el-Habibiyye 465
Ümmü Ferve 465
Ümmü İshâk 465
Esmâ binti Umeys 465
Esmâ binti Yezîd 466
Ümmü Hâni el-Ensâriyye 467
Selmâ binti Kays 467
Uveys b. Âmir el-Karanî (Veyselkaranî) 468
Âmir b. Abdi Kays 474
Mesrûk 488
Alkame b. Kays en-Nehaî 494
Esved b. Yezîd en-Nehaî 500
12 İ ç in d e k il e r

R ab î’ b. H useym 504
H erim b. H ayyân 524
E b û M üslim el-H avlânî 531
H aşan el-B asrî 545
Saıd b. el-M üseyyeb 599
U rye b. ez-Z übeyr 623
Kâsım b. M uham m ed b. E b î B ek r 632
E b û B ekr b. A b d irrah m a n 635
U beydullah b. A bdillah b. U tbe 636
H ârice b. Zeyd 638
Süleym an b. Y esâr 638
Salim b. A bdillah 641
M u ta rrif b. A bdillah 643
Yezîd b. A bdillah 666
Safvân b. M uhriz 668
YAYINCININ ONSOZU

Günümüzde İsfahan denilen ve zamanındaki adıyla Asbehân veya


Isbehân’da İslam kültür tarihinin altın çağlarının birinde dünyaya gelen bir
hafız, uzun ömrü ve geniş kapsamlı rivayet ve hadis birikimi ile döneminin en
parlak şahsiyeti olduğu, zamanında ve sonra gelen konunun uzmanlan
tarafından dile g irilm iş bir gerçektir. Eserlerinin daha hayatta iken çoğaltılıp
satışa sunulması ona gösterilen kabul ve teveccühün bir göstergesidir.
Hadis rıhleti /ilim seyahati sırasında bizatihi semamı yaparak elde ettiği
hadis birikimi yanında hocalarının ona güveni ve teveccühü sayesinde pek çok
(340) muhaddisin hadis birikimlerini de ona olan güvenleri sayesinde icazetle
almıştır ‫لكل‬, bu da onun gücüne güç katan bir unsur olsa gerektir kuşkusuz.
Hadis toplama işinde kardeşleri Ebû Ahmed Abdürrezzâk b. Abdillah (öl.
395) ve Muhammed b. Abdillah maddi olarak yardımda bulunmuşlardır, ilk
hadis dinlemesini İsfahan'ın müsnidi Abdullah b. Câfer b. Ahmed b. Fâris’ten
H. 344 senesinde yapmıştır.
Taberân! ve Ebu'ş-Şeyh gibi pek çok telifatı ile meşhur olmuş hadis
imamlarından da hadis alma frrsatını yakalamıştır. Verdiği eserler ise dikkat
çekecek kadar çoktur, öğrencileri ise daha sonra hadis hafızı olan pek çok
şahsiyet, evinde toplanıp onun hadis okumalarını dinlemişlerdir. Uzun ömrü
yanında zamanını çok verimli geçirmiş ve yürürken bile hadis nakletmiştir.
Sahabe konusundaki Ma’rifetu’s-sahâbe’si, Hz. Peygamberin mucizelerine dair
Delâilu'n-nübüvve’si ile Isbehân muhaddisleri hakkında kaleme aldığı Târîh’i
kendi alanlarında telif edilmiş ilk eserlerden s a lm ış tır.
Elinizdeki bu kitap, ibadet, takva ve zühdü ile zirve yapmış İslam
kültürünün yıldızı ^hsiyetlerinin biyografileri konusunda bilmen ilk kaynak
kolek^yonlarmdandır. Sahabe asrından başlayıp 3. hicri asra kadar yaşamış
âbid, zahid, bilge ve ilk dönem tasavvuf önderlerini ele almakta ve onlar
hakkında sarf edilmiş övgü dolu değerlendirmelerin yanısıra onların sarf
ettikleri özlü ve hikmetli sözlerden örnekler sunmaktadır. Müellifin muhaddis
kimliğinin bir tezahürü olarak ta bu zevât-1 kirâmın ravi zincirleri ile rivayette
bulundukları örnek hadis-i şeriflere de yer verilmiştir.
5000 kadar azımsanmayacak bir sayıda olan bu hadis-i şeriflerin önemli bir
kısmı, müellif tarafından biyografilerine yer verilmiş bu zevâtm rivayetinde tek
14 YAYINCININ Ö nsözü

kaldığı (=ğarîb) hadislerden seçilmiştir ki bu yönüyle hadis literatüründe


önemli bir yer işgal etmektedir. Bu, şu anlama gelmektedir, sadece ^ ‫؛‬lye’de
olup başka badis kabağında yer almayan nadir hadis-i şerifler ihtiva
etmektedir, içerdiği }izlerce şiir de esere ayrıca Arab Edebiyatı açısından
değerli bir kaynak hüviyeti kazandırmışta.
Hadis hafızı Silefî’nin de dillendirdiği gibi Hilye gibi bir eser kaleme
alınmamıştır. Bu eseri Türkçeye kazandırırken okuyucunun bundan azami
şekilde istifadesini göz önünde bulundurarak daha önce imam Ahmed’in
Müsned'inde konu tertipli neşrini yaptığımız gibi orijinal metni içindeki hadis-
i şerifleri ayrı bir bölüm halinde konu sıralamalı olarak vermeyi tercih ettik.
Hadis-i şeriflerin muhtevaları zaten kitabın kronolojik ve biyografik tertibi ve
sunumuyla doğrudan ya da dolaylı bir bağlantıları olmadığından sebep bunları
ayrı bir bölüm halinde vermenin uygun olacağına karar verdik. Geçmişte bu
ihtiyaca binaen yapılmış bir çalışmanın olduğunu gördük. Daha önce
ya^nevimizden çevrilerini gerçekleştirdiğimiz Mecmauzzevaid ve Mevâriduz-
zamân (ibn Hibbân Zevâidi) adlı yapıtlan hazırlayan hafrz Nüreddîn el-
Heysemî'nin Takrîbu'l-buğye bi-tertîbi ehâdîsi'l-Hilye adlı eserini esas aldık.
‫س‬ bilindiği üzere Heysemî bu çalışmasının tamamlayamamış onu itmam
etmek hadis hafızı ibn Hacer el-Askalânî’ye nasip olmuştur. Fakat çeviri
sırasında yine de bazı bölümlerin eserde eksik oldurma tanık olduk.
îbn Hacer’in de tamamlayamadığı ya da bize ulaşan nüshaların ibn Hacer
tarafından gözden geçirilmemiş olması ihtimali sebebiyle biz de yayınevi
olarak tertibi yapılmamış bölümleri ortaya çıkardık. Bunları kitabın sonuna
ekledik: Yönecilik Kitabı, Cihad Kitabı, Giyim ve Süslenme Kitabı, Hadler (Şer’i
Cezalar) Kitabı, ilave ettiğimiz bölümlerde 170, diğer bölümlerde ise yaklaşık
430 hadis-i şerifi Hilye’den alıp ilave ettik.
İlk seltiz cilt olan HİLYE’de hadislere numaralar sadece Arapça asıllarma
verilmiştir, ilk numara, baştan sona kadar müteselsil olan içinden Takrîb için
çıkarılmamış hadisler dahil numaralardır. Hadisler olmadığı yerlerde “Takrîb
xxx” formatmda son dört ciltteki Hadisler bölümünde var olduğu hadis
numarasına gönderme yapılmaktadır. P aran tez içindeki ikinci numara ise
“x/yyy” formatmda olup Hilye'nin Arapça en meşhur nüshasındaki cilt ve sayfa
numaralarını göstermektedir.
YAZAR HAKKINDA
Ebû Nuaym A hm edb. Abdillâh b. İshâk el-Isbehânî (ö. 430/1038)

Receb 336’da (Ocak-Şubat 948) İsfahan’da doğdu. Bazı kaynaklarda 330


(941-42) veya 334’te (945-46) doğduğu ileri sürülmüştür. Fars asıllı bir
aileye mensuptur. Dedelerinden Mihrân, Cafer b. Ebî Tâlib’in torunu
Abdullah b. Muâviye’nin (ö. 129/746-47) teşvikiyle İslâmiyet’i kabul
etmiştir. Babasının anne tarafından dedesi olup A rûsu’z-zuhhâd diye
meşhur olan Muhammed b. Yûsuf b. Ma‘dân (ö. 184/800), İsfahan’ın
meşhur sûfîlerindendir. Ebû Nuaym zamanında onun zühd mektebi hâlâ
faaliyetini sürdürmekteydi. Babası Ebû Muhammed Abdullah (ö. 365/976),
hadis toplamak üzere Suriye ve Irak’a seyahatler yapan bir hadis hafızıdır.
Hilye içinde de babası kanalıyla pek çok rivayetlerini aktarmıştır.

Devrin önemli ilim merkezlerinden İsfahan’da yaşayan Ebû Nuaym,


sekiz yaşından itibaren Ebuş-Şeyh ve İbnü’l-M ukrî el-Isbehânî gibi hadis
âlimlerinden ders almaya başladı. Diğer taraftan babası İsfahan dışındaki
birçok âlimden onun adına icazet aldı. Bunlar arasında Suriyeli muhaddis
Hayseme b. Süleyman, Nîşâburlu Ebu’l-Abbas el-Esam, Basralı İbn Dâse
zikredilebilir. Ebû Nuaym, 356 (967) yılında çıktığı İlmî seyahati sırasında
Askerimükrem, Tüster, Ahvaz, Basra, Vâsıt, Küfe, Bağdat, Mekke ve Eyle
gibi ilim merkezlerine giderek buralardaki hadis âlimlerinden hadis aldı.
Assâl, Ebû Bekir el-Ciâbî, Taberânî ve Ebû Bekir el-Katîî gibi
muhaddislerden faydalandı. Suriye’ye gitme arzusuna rağmen Fâtımîler’in
sebep olduğu karışıklıklar yüzünden buna muvaffak olamadı. Muhtemelen
ikinci bir seyahatinde Cürcân ve Horasan bölgelerine giderek Esterâbâd,
Cürcân ve Nîşâbur’daki âlimlerden hadis öğrendi. Ebû Nuaym, yegâne
râvisi olduğu pek çok âlimden hadis nakletti ve hocalarına dair Mu'cem u'ş-
şuyûh adlı bir eser kaleme aldı. Kendisinden rivayette bulunan birçok
muhaddis arasında Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Salih el-Müezzin, Ebû Ali el-
Vahşî ve Ebû Nuaym’ın hemen bütün eserlerini rivayet eden muhaddis ve
kıraat âlimi Ebû Ali el-Haddâd gibi tanınmış âlimler vardır. Uzun ömrü
16 Yazarı H a kk ın da

boyunca topladığı birçok hadisin âlî isnadına sahip olması sebebiyle


muhaddisler ondan hadis öğrenmek için İsfahan’a akın etmişlerdir.

Ebû Nuaym, 20 Muharrem 430 (22 Ekim 1038) tarihinde İsfahan’da


vefat etti. Kaynaklar onun büyük bir sûfî, meşhur bir muhaddis ve tarihçi
olduğu hususunda birleşirler. Ancak Ebû Nuaym, bir sûfî olmaktan çok
zühd ve takvasıyla tanınan bir tasavvuf tarihçisi olarak kabul edilmelidir.
Nitekim sûfî tabakat kitaplarında kendisine yer verilmemesi de bunu
gösterir.

Hatîb el-Bağdâdî’nin, Ebû Nuaym’ı bazı hadis terimlerini yerli yerinde


kullanmamakla itham etmesini doğru bulmayan Zehebî (M îzâ n u 'l-i'tid â l, I,
111 ) onun hadis ilimlerini iyi bildiğini, ancak mevzû hadisleri uydurma
olduğunu belirtmeksizin eserlerine almakla hata ettiğini söylemiştir.
Çağdaşı ve hemşehrisi Hanbelî Ebû Abdullah îbn Mende, o devirde
Hanbelîler’le Eş'arîler (Şâfıîler) arasında ileri seviyede olan mezhep taassubu
sebebiyle Ebû Nuaym’ı ağır ifadelerle suçlamış, Ebû Nuaym da ona karşılık
vermiştir. Bu iki âlimin birbiri hakkında kullandığı ifadeler, Zehebî gibi
kendilerini takdir edenlerce de hoş karşılanmamıştır. Hanbelî âlimlerinin
Ebû Nuaym’ı suçlamasında, onun kelâm ilmiyle uğraşmasının ve özellikle
Eş‘ariyye taraftarı olmasının rolü büyüktür. Hanbelîler’in Ebû Nuaym
hakkmdaki ithamları İbnü’n-Neccâr, Bağdadî, Zehebî ve Sübkî gibi Şâfıî
âlimleri tarafından cevaplandırılmıştır. Sübkî onun fıkıhla tasavvufu
uzlaştırdığını, hıfz ve zabtta, rivayet ve dirayette en yüksek mertebeye
çıktığını söyleyerek kendisini mübalağalı şekilde över (Tabakat, IV, 18).

Ebû Nuaym ile îbn Mende arasındaki tartışma, İsfahan’daki Şâfıî ve


Hanbelî hadisçilerini karşı karşıya getirmiştir. Ebû Nuaym’m Hanbelîler’i,
Kur’an ve hadislerdeki teşbihe dair ifadeleri lügat mânalarıyla
anlamalarından dolayı tenkit etmesine karşılık îbn Mende Ebû Nuaym’ı
dinî geleneklere bağlı olmayan bir akîdeye sahip olmakla suçlamıştır. Bu
tartışma yüzünden Hanbelî mezhebine mensup talebeleri onunla ilişkilerini
kesmişler ve kendisini İsfahan’daki büyük camiye sokmamışlardır.
Abdülvehhâb eş-Şa،rânî onun İsfahan’dan da çıkarıldığını ve muhaliflerince
Yazarı H akk ın da 17

öldürüldüğünü söyler. 420’de (1029) Gazneli Mahmud’un oğlu Mes’ûd’un


İsfahan’da adı geçen camide yaptığı katliam sırasında Ebû Nuaym’m
camide bulunmaması taraftarlarınca onun bir kerâmeti olarak
değerlendirilmiştir.

Ebû Nuaym el-Isbehânî’nin el-M u'tekad (el-İ'tikâd), es-Sıfât, Tesbîtü'l-


imâme, Delâ'ilü'n-nübüvve, Sıfatü'l-cenne, el-Fiten, Z ik rü 'l-M e h d î ve nü'ûtüh, er-
Red 'ale'l-Lafzıyye ve'l-Hulûliyye gibi eserlerinin bir kısmı doğrudan veya
dolaylı olarak kelâmla ilgilidir. Bunlardan bazıları günümüze ulaşmıştır,
încelenebilen eserlerinden, onun kelâmla ilgili özgün görüşlere sahip
olmadığı anlaşılmaktadır. Eserlerine aldığı rivayetler konusunda titizlik
göstermemesi sebebiyle çeşitli itikadî mezhep mensupları bu eserlerde Ebû
Nuaym’m kendi görüşlerine meylettiğini gösteren örnekler bulabilmişlerdir.
Nitekim Zehebî, Sübkî ve Îbnü’n-Neccâr gibi Eş‘arî âlimleri onu kendi
mezheplerinden saydıkları için Şiî ve Hanbelî müelliflerin ithamlarına karşı
savunmuşlardır. Ebu’l-Kâsım İbn Asâkir, Ebû Nuaym’ı Eş،arî tabakatı
içinde sayarken (Tebyînu kezibi'l-müfterî, s. 246) Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de
Eş‘arîliğe meyli olduğunu kaydeder (el-M untazam , XV, 268; XVI, 134).
Takıyyüddin İbn Teymiyye ise Ebû Nuaym’m İbn Mende ile yaptığı
Kur’an’m lafzı konusundaki tartışmada tilâvetin mahlûk olduğu görüşünü
savunduğunu ve bu hususta er-Red 'ale'l-Lafzıyye ve'l-Hulûliyye adlı eseri
yazarak Selefe ve selefi görüşleri savunan İbn Mende’ye karşı çıktığını
belirtir (M uvâfakatu sahihi'l-menkûl, I, 160).

Öte yandan bazı Selefi müellifler Ebû Nuaym’m Selef yanlısı olduğunu
savunmuşlardır. Meselâ İbn Teymiyye, M u v a fa k a t' taki görüşünün aksine
Mecmû’u fetâvâ’smda onun Ahmed b. Hanbel taraftarı olduğunu, “Bizim
yolumuz Kitab, sünnet‫ ؛‬ve icmâ-ı ümmete tâbi olan Selef yoludur” dediğini,
sıfatlar konusunda Selefin görüşlerine benzer düşünceler taşıdığını
nakleder. Ebû Nuaym’m lafız konusunda söylediklerinin İmam Ahmed’in
görüşlerine ters düşmediğini belirten İbn Teymiyye onun kitabının er-Red
'ale'l-Hurûfiyyeti'l-H ulûliyye, İbn Mende’nin eserinin ise er-Red 'ale'l-Lafzıyye
adını taşıdığını, her ikisinin de sıfatları inkâr edenleri hedef aldıklarını
18 Y azarı H a kk ın da

belirtir (Mecm û'u fetâvâ, V, 190; XII, 209). îbn Mende’nin K itâ b u 'l-îm â n ’ım
neşreden Ali b. M uhammed el-Fakîhî, Ebû Nuaym ile İbn Mende
arasındaki ihtilâfı benzer bir yaklaşımla açıklar. Ona göre İbn Mende tilâvet
ile metlûvvü (Kur’an’ı) kasteder ve onu yaratılmamış kabul eder. Ebû
Nuaym’m ise tilâvetten, okuyan kişiden çıkan sesi kastettiğini ve bu sesi
mahlûk saydığını, böylece aslında her ikisinin de aynı görüşü
savunduklarını ve Selefe bağlı kaldıklarını söyler (Kitâbu'l-îm ân, I, 47-48).

Sıfatü'l-cenne gibi eserlerinde konulara yaklaşım biçimiyle Zehebî ve


Suyûtî’nin onun el-İ'tikad ve es-Sıfât adlı eserlerinden yaptıkları iktibaslar
dikkate alınarak Ebû Nuaym’m Selefi bir eğilim taşıdığını söylemek
mümkündür. Onun Şiî olduğunu söyleyen Mirza Muhammed Bâkır el-
İsfahânî ve İbn Şehrâşûb gibi Şiî müellifleri ise iddialarına delil olarak bazı
eserlerinde, özellikle H ilyetü 'l-evliyâ‘‘ da. Hz. Ali hakkında yer alan
rivayetlerle M â nezele m ine'l-Kur'ân f î Em îri'l-m ü'm inîn 'A l î b. E b î Tâlib,
K itâ b u M enkıbeti'l-m utahharîn, Z ik rü 'l-M e h d î ve-nü'ûtüh gibi eserlerini
göstermektedirler. Ancak bunlar, onun Şîa’ya nisbeti için yeterli sebepler
değildir. Zira Ebû Nuaym’m H ilye tü 'l-e vliyâ' da, duyduğu bütün rivayetleri
naklettiğini ve bunlar arasında pek çok zayıf, hatta uydurma rivayetlerin
bulunduğunu Sünnî âlimlerin yanı sıra Şiî âlimler de kabul ederler (İbn
Teymiyye, Minhâcü's-sünne, VII, 52). Ebû Nuaym, Tesbîtu'l-imâme,
M a'rifetu's-sahâbe gibi eserlerinde Hz/ye’dekinin aksine haberleri ayıklamaya
çalışmıştır. Ayrıca Tesbîtu'l-imâme adlı kitabında (s. 45-53) ashaba ta،neden
Şîa’yı tenkit etmiştir. Ebû Nuaym’a ait olduğu söylenen M â nezele mine'l-
K u r'â n f î Em îri'l-m ü'm inîn A l î b. E b î T âlib adlı eser ise sadece Şiî yazarlarca
ona nisbet edilmekte olup Şîa dışındaki kaynaklarda onun böyle bir eser
yazdığından söz edilmemektedir. Bu sebeple söz konusu eserin Ebû
Nuaym’a ait olması ve dolayısıyla onun Şîa’ya nisbeti m üm kün
görünmemektedir (Zerrinkûb, s. 186).

E serleri. 1. H ilye tü 'l-e vliyâ' ve-tabakâta'l-asfiyâ'. 800 kadar sûfî ve


zâhidin biyografisini büyük ölçüde kronolojik sırayla, zaman zaman da
faziletlerine göre ele almaktadır. Aşere-i mübeşşere ile başlayan eser, diğer
Yazarı H a kk ın da ‫ول‬

zâhid sahâbîler, Ehl-i Suffe, tâbiûn ve tebeü’t-tâbiîn nesilleriyle müellifin


zamanına kadar yaşayan zâhidleri ihtiva etmektedir (1‫ ع‬, Kahire 1351-
1357/1932-1938).

2. Delâ'ilu'n-niibüvve. Hz. Peygamberin nübüvvetini ispat etmek


maksadıyla yazılan ve bu konuda delil sayılabilecek harikulade olaylarla
ilgili rivayetleri bir araya getiren eser, ilk olarak Haydarâbâd’da (1320), dalıa
sonra da Halep’te (1397/1977) ve nihayet Muhammed Revvâs Kal’acî ile
Abdulberr Abbâs’ın tahkiki ile 1406 ve 1419 yıllarında yayımlanmıştır.

3. Z ik ru ahbâri Isbehân. Târîhu Isbehân adıyla da tanınan eser, İsfahan’a


dair daha sonra yazılan kitaplara kaynak teşkil etmiştir. Eserin giriş
kısmında, Arap olmayan milletlerin ve bilhassa iraıılılar’m faziletleri
hakkında hadis diye rivayet edilen çeşitli sözlerle İsfahan’ın k u ru ş u n a ,
fethine ve özelliklerine dair bilgiler verilmekte, ardından başta muhaddisler
olmak üzere bu şehre mensup din âlimleri alfabetik sırayla ele alınmaktadır.
Bir âlimin hangi tarihte İsfahan’a geldiği, oradan ne zaman ayrıldığı, ne
zaman vefat ettiği gibi bilgiler özellikle kaydedilmektedir. Eser iki cilt
halinde önce Sven Dedering (Leiden 1931-1934), daha soma da Seyyid
Kisrevî Haşan (Beyrut 1990) tarafından neşredilmiştir.

4. M a'rifetü's-sahâbe. Giriş mahiyetinde olmak üzere bazı sahâbe gruplan


ve sahâbenin değeri hakkında bilgi verildikten sonra Aşere-i mübeşşere ve
adı Muhammed olan ashâbla esere başlanmakta, ardından diğer sahâbilerin
biyografileri alfabetik sırayla verilmektedir. 4235 sahabiyi ele almıştır.
Eserin tamamı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde iki cilt halinde
mevcuttur (III. Ahmed, nr. 497, I. cilt 353 varak, II. cilt 367 varak). Son
kısmının Millet Kütüphanesinde (Feyzullah Efendi, nr. 1527) bulunduğuna
dair bilgi ise yanlış olupbu numarada müellifin H ilyetu'l-evliyâ’sı kayıtlıdır.
Cemmâîlî diye tanınan Abdülganî el-Makdisî, bu eseri 290 konuda tenkit
etmek için Tebyînü'l-isâbe li-evhâmin hasalet li-E b î N u 'aym f î M a 'rife ti's -
sahabe adlı bir eser kaleme almıştır. M a'rifetu's-sahâbe, Topkapı nüshası ile
diğer bazı eksik nüshaları esas alınarak Muhammed Râdî b. Hâc Osman
20 Yaz arı H akkın da

tarafından yayımlanmıştır (I-III, Medine-Riyad 1408/1988). Ayrıca H.


1419’da Âdil el-Azzâzî tarafından neşredilmiştir.

5. K itâ b ü 'd -D u 'afâ'. îbn Hacer el-Askalânî’nin dediği gibi müellif bu


kitabı el-Müsnedü'l-müstahrec alâ S a hîh i M ü slim adlı eserine mukaddime
olarak yazmış, orada geçen ve muhtelif âlimler tarafından tenkit edilen 289
zayıf râvinin durumunu belirtmiştir. Eser Fâruk Hamade tarafından
yayımlanmıştır (Dârülbeyzâ 1405/1984).

6 . Sıfatu'l-cenne. Cennet ve cennet hayatıyla ilgili 454 hadisin bir araya


getirildiği eseri Ali Rızâ Abdullah tahkik ederek iki cilt halinde neşretmiştir
(Dımaşk 1407-1408/1987-1988; Beyrut 1988).

7. Fazîletu 'l-'â d ilin mine'l-vulât ve-men en'ame'n-nazar f î hâli'l-um m âl ves-


su'ât. Adaletle ve âdil kimselerle ilgili sahih, zayıf ve uydurma otuz yedi
hadisi ihtiva eden bu risâledeki rivayetler Muhammed b. Abdurrahman es-
Sehâvî tarafından Tahricu ehâdîsi'l-âdilîn adıyla değerlendirilmiş, eseri
Meşhûr Haşan Mahmûd Selmân tahkik ederek yayımlamıştır (Amman
1408/1988). Ayrıca 1418 yılında Avvâdu’l-Halef, neşdetmiştir. Neşre esas
alman nüshanın sonunda bulunan ve Ebû Nuaym’m rivayeti olmayan aynı
konudaki sekiz hadis de risâle ile birlikte basılmıştır.

8. el-Müsnedu'l-mustahrec alâ Sahîh i M ü slim . Türkiye (Bursa), Mısır,


Suriye ve İngiltere’de nüshaları bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, I, 446;
Suppl, I, 617). Ebû Nuaym’m ayrıca Buhârî ve Müslim’in el-Câm i'u's-
sahîh’ leri ve İbn Huzeyme’nin et-Tevhîd’i üzerine de müstahrecleri
bulunduğu kaynaklarda zikredilmektedir. 1417 senesinde Muhammed
Haşan eş-Şâfıî tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir. İhtiva ettiği
hadisler talâk konusuna kadar olup 3516 hadistir.

9. K itâ h u Tıbbi'n-nebî. Hz. Peygamber’in tıpla ilgili tavsiye ve


uygulamalarına dair rivayetleri ihtiva eden eserin Antalya (Akseki Yeğen
Mehmet Paşa, nr. 200, 198 varak) ve Adana (İl Halk, nr. 1156, 35 varak)
kütüphanelerinde birer nüshası, Süleymaniye Kütüphanesinde de
(Kadızâde Mehmed, nr. 349, 107 varak) bir Türkçe tercümesi
Yazarı H akk ın da 21

bulunmaktadır (eserin diğer nüshaları ve muhtasarları için bak.


Brockelmann, GAL, 1, 445-446; Suppl., I, 617).

10. Tesbîtu'l-imâme ve tertîbu'l-hilâfe. el-imâme ve el-imâme ve'r-red 'ale'r-


R âfiza adlarıyla da anılmaktadır. Ebû Nuaym, çeşitli fırkaların imârnet
konusundaki siyasî tercihlerine delil olmak üzere en faziletli sahâbîyi
tesbite çalışırken ihtilâfa düştüklerini, kendisinin bu ihtilâfı giderenek
maksadıyla bu eseri kaleme aldığım söyler. Ashabın faziletine dair âyetleri
zikrettikten sonra başta dört halife olmak üzere çeşitli sahâbîlerin
faziletlerine dair hadisleri nakleder. 225 rivayetin yer aldığı eseri İbrahim
Ali et-Tihâmî, Köprülü Kütüphanesi’ndeki (Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1617, 48
varak) yegâne nüshasına dayanarak el-imâme ve'r-red 'ale'r-Râfiza ünvanıyla
neşretmiştir (Beyrut 1497/1986).

11. K itâbü 'l-Erba'm 'alâ mezhebi'l-mütehakkıkîn tnine's-Sûfiyye. Tasavvuf


ehlinin ahlâk ve davranışlarına esas teşkil eden kırk hadisi içeren eser Bedr
Abdullah el-Bedr tarafından yayımlanmıştır (Beyrut 1414/1993).

12. Fezâ'ilu'l-hulefâ'i'l-erba'a ve-gayrihim. Köprülü K^üphanesi’nde bir


nüshası bulunmaktadır (Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 40, vr. 233-251). 239 merfû
ve mevkuf hadis ihtiva eden eser, Sâlih b. Muhammad el-Akîl’in tahkiki ile
1417 senesinde yayımlanmıştır.

13. Câm i'u ed'iyyeti'n-nebî. Eserin bir nüshası Süleymaniye


^ U p h a n e s i’ndedir (Çorlulu Ali Paşa, nr. 284/2, vr. 62-133).

14. el-Emâlî. iki mecliste imlâ ettiği bazı rivâyetlerini ihtiva eden eser
Köprülü Kütüphanesinde bulunmaktadır (Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 252, vr.
9-10, 83-86). Sâidb. öm erb. Ğâzî’nin tahkiki ile 1410 yılmdabasılmıştır.

15. el-Müntehab m in^Kitâbi'ş-Şu'arâ'. Adından da anlaşıldığı üzere asıl


eserden yapılan bir seçme olup bu seçimi kimin yaptığı bilinmemektedir.
Flepsi de ravi zincirleriyle gelen beyitlerin yanı sıra kitabın sonunda şiir ve
şairler hakkında varid olan hadisler yer almıştır. Abdülazîz b. Nâsır el-
Mâni‘ (Riyad 1982) ve ibrâhîm Sâlih (1994) tarafından *
22 Ya zarı H a kk ın da

16. C ü z ' min k ita b i Riyâzeti'l-ebdân. Günümüze ulaşmayan Riyâzetü'l-


ebdân adlı kendi eserinin bir bölümü olup Mahmûd el-Haddâd’m tahkiki ile
basılmıştır (Riyad 1408/1988). 23 adet hadis ve âsâr ihtiva etmektedir.

17. en-Nûrü'l-müşte'al min k ita b i M â nezele m ine'l-Kur'ân f î A l î aleyhi's-


selâm. Ebû Nuaym’a ııisbet edilen M â nezele m ine'l-Kur'ân adlı eserden
Muhammed Bakır el-Mahmûdî tarafından toplanıp tertip edilmiştir
(Tahran 1406/1986).

18. M üsnedu'l-îm âm E b î H anîfe. Ebû Hanife’nin rivayetlerini kendi


senedleriyle topladığı eserinde İmam’m 242 şeyhinin alfabetik olarak
isimlerine göre derlemiştir. 325 hadis-i şerif içermekte olup Ebû Hanîfe
kanalıyla gelen hadisi zikrettikten sonra rivayetteki mütabât ve şahit
durumları ile hadis illetlerine de elverdiğince yer vermiştir. Nazar b.
Muhammed el-Firyâbî’nin tahkiki ile 1405 yılında yayımlanmıştır.

19. S ıfatu 'n -N ifâ k ve-nu'ûtu'l-münâfikîn mine's-süneni'l-me'sûre an


Resûlillah (sav) Adından da anlaşıldığı üzere nifak ve münafıklar
hakkmdaki 181 hadis ve âsârı bir araya getirdiği eser, Âmir Haşan Sayrî’nin
tahkiki ile 1422 yılında yayımlanmıştır.

20. C ü z ' fîh i turuk hadîsi "İnne lilla h i tis'atu ve-tis'îne ismen". Esmâ-i
Hüsna’ya dair çoğunluğu Ebû Hureyre’den gelen 92 rivayetin ravi zincirleri
ile yer aldığı eser, Meşhûr b. Haşan Selmân tahkiki ile 1413 yılında
yayımlanmıştır.

21. Tesmiyetu ma'ntehâ ileynâ mine'r-ruvât an E b î N uaym el-Fadl b.


Dukeyn. Çoğunluğu merfû hadislerden oluşan senedli 79 hadis ihtiva eden
eser, Abdullah b. Yusuf el-Cudey’ tarafından 1409 senesinde
yayımlanmıştır.

22. Z ik ru meni'smuhu Şu'be. Taleb üzerine derlediği bu eserinde Ebû


Nuaym, meşhur Şu’be b. el-Haccâc dışında bu isme sahip 12 raviyi ele
almış ve çoğunluğu merfû hadislerden oluşan 37 hadise yer vermiştir. Târik
b. Muhammed el-Amûdî’nin tahkiki ile 1418 yılında yayımlanmıştır.
Yazarı H akk ın da 23

23. C ü z ' fîh i min hadîsihi an şeyhihi E b î A li es-Savvâf. Hocası olan


Savvâftan rivayet ettiği 10 hadis-i şerifin yer aldığı bu hadis cüzü,
Süleyman b. Abdilazîz el-Uraynî’nin tahkiki ile 1420 yılında.

24. Tesmiyetu ma'ntehâ iîeynâ mine'r-ruvât an S a îd b. M a n sû r âliyen. 25


hadis-i şerif ihtiva eden bu hadis cüz’ünde Saîd b. Mansûr’la müellif
arasında en az sayıda ravinin yer aldığı “âli” senedli rivayetlere yer verilmiş
olup Abdullah b. Yusuf el-Cudey’in tahkiki ile 1409 yılında basılmıştır.

25. M esânîdu E b î Firâs Yahya b. el-M uktib el-Kûft. 60 kadar tekrarsız


hadis-i şerif ihtiva eden bu hadis cüz’ünde Ebû Firâs’m hemen tamamında
sahabi ile arasında yalnızca bir ravinin olduğu “âli” senedli rivayetleri yer
almıştır. Ebû Yusuf Muhammed b. el-Hasan el-Mısrî’nin tahkiki ile 1413
yılında basılmıştır.

Kaynaklarda Ebû Nuaym el-Isbehânî’nin şu kitaplarından da söz


edilmektedir: Mu'cemu'ş-şuyûh, K itâ b f î ulûmi'l-hadîs, Tesmiyetü ashâbi A l î
ve'bni M es'ûd, Riyâzetü'l-m üte'ailim în, el-Mu'tekad, el-Mesâcid, Z ik rü 'l-M e h d î
ve-nu'ûtuh, es-Sıfât, Kurbânu'l-m üttahîn f î enne's-salâte kurretu ayni'l-âbidîn,
Erba'ûne hadîsen alâ mezhebi Ehli's-sünne ve'l-cemâ'a, el-Evâ'il, Amelu'l-yevm
ve'l-leyle , e s-S u 'â lM e n â k ıb u 'ş-Ş â fi'î, Tesbîtu'r-rü'yâ, el-Miiselselât, M üsnedu
A b d illâ h b. D în â r el-Adevî, C ü z ' f î men yuknâ bi-Ebî Rabî'a, el-M uhibbîn
ma'a'l-mahbûbîn. Brockelmann, Ebû Nuaym’a nisbet edilen K itâ b ıı'l-
Em vâl’ in (Kahire 1337) ona aidiyetinin şüpheli olduğunu söylemektedir
(GAL Suppl, I, 617).

Ayrıca Sem’ânî, el-Muntehab min M u'cem i'ş-şuyûh’unda. Ebu Nuaym’m


bu eserlerinin isimlerini vermiştir: et-Tevbe vel-i'tizâr, Şerefıı's-sabri ve-
aksâmuhu , el-Hass ala ik tisâ b i'l-h a lâ l vez-zebb an tenâvuli'l-harâm, H ıfz u 'l-
lisân, Sıfatu'l-ğurabâ, es-Sebktı ver-ramy, Fadlu't-teheccüd ve-kıyâmu'l-leyl, eî-
İcâz ve-cevâmiu'l-kelim, el-Hasâis f î fa d li A li, H u ta b ıı'n -N e b î (sav), er-Riyâda
ves-siyâse, Ta'zîm u'l-evliyâ bit-terhîb vet-takbîl, Fadîletu's-sâ'îni'l-ebtâl vel-
munfikîn ala'l-iyâl, Reful-yedeyn fis-salât, Tecvîzıı'l-m izâh, Cevaz kabûli'l-
hedâyâ, Hurmetu'l-mesâcid, Lebsu's-sûf Fadîletu'l-mutesahhirîn, Fadlu'l-câr, el-
24 Yazarı H akk ın da

Erbaûn fil-ahkâm, Medhu'l-kerem ve-şükrü'l-ma'rûf, il-iftirâ k ala 'isneteyn ve-


seb'îti firlea, el-M uhibbîn mea'l-mahbûbîn... ve diğerleri.

Ebû Nuaym’m biyografisini Ebû Tâhir es-Silefı Ahbâru E b î N u 'a ym


(Zehebî, A'lâm ü'n-nübelâ', XVII, 458), Abdülhafız Ali el-Karenî de e l-H âfız
Ebû N u 'a y m el-Isbehânî el-fakîh el-muhaddis es-sûfî el-müverrih (Kahire 1987)
adlı eserlerinde kaleme almışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Nuaym, Zikru ahbâri îsbahân (nşr. s. Dedering), Leiden 1931-34, 1-11‫ ؛‬Ebû
Nuaym, Tesbîtu'l-imâme, Beyrut 1986, s. 45-53; ibn Mende, Kitâbu'l-imân (nşr. Ali
b. Muhammed el-Fakîhî), Beyrut 1406/1985, naşirin mukaddimesi, I, 47-48; ibn
Asâ^ir, Tebyînu kezibi'l-müfterî, s. 246-247; ibn Şehrâşûb, Me'âlimu'l-ulemâ' (nşr.
Abbas İkbal), Tahran 1355/1936, s. 21; İbnü’l-Cevzî, d-Muntazam (Atâ), XV, 268;
XVI, 134; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 91-92; ibn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, V, 190;
XII, 209; İbn Teymiyye, Minhâcü's-sünne (nşr. M. Reşâd Salim), Riyad 1406/1986;
VII, 52; İbn Teymiyye, Muvâfakaiu sahîhi'l-menkul (Minhâcü's-sünne kenarında),
Kahire 1321, I, 160; Zehebi, M îzânu'l-i'tidâl, I, 111; Zehebî, Tezkiretu'l-huffâz, III,
175-179; Zehebî, A'lâmu'n-nubdâ', IX, 125-126; XVI, 281-282; XVII, 32, 453-464;
Safedî, d-Vâfî, VII, 81-84; Sübkî, Tabakât, IV, 18-25; ibn Kesîr, el-Bidâye, XII, 45;
İbnü’l-Cezerî, Gâyetu'n-nihâye, I, 71; ibn Tağrîberdî, en-Nücûmu'z-zâhire, IV, 59;
Şa،rânî, et-Tabakât, Kahire 1315, I, 51; Keşfü'z-zunûn, I, 53, 938; II, 1276, 1279, 1411,
1422, 1433, 1465; ibnü’l-imâd, Şezerât, III, 245; Hânsârî, Ravzâtü'l-cennât, Tahran
1390, I, 272-275; Erbilî, Keşfü'l-gumme (nşr. s. E. Miyânecî), Tebriz 1381/1961-62,
III, 368-378; Ma‘sûm Ali Şah, Tarâ'ik, II, 562; Abdülhüseyin Zerrinkûb, Cüstücû
der Tasavvuf-i îrân , Tahran 1^69 hş., s. 186; Brockelmann, GAL, I, 445-446; SuppL,
I, 616-617; Brockelmann, “Ebû Nuaym”, İA, IV, 41; Abdülemîr Selîm, “Berresî-yi
Icmâlî-yi Kitâb-ı Zikru ahbâri Isfahân” , Neşriyye-i Dânişkede-i Edebiyyât u Ulûm-i
İnsanî, XXVI/110, Tebriz 1353 hş., s. 197-212; Muhammed es-Sabbâğ, “Ebû
Nu'aym, hayâtuhû ve kitâbuhu'l-Hilye” , Edvâ’ü’ş-şerî’a, VII, Riyad 1396, s. 263-306;
]. Pedersen, “Abu Nu'aym al-Isfahân?\ EP (ing.), I, 142-143; w . Madelung, “Abu
No'aym al-Esfahân?\ El2., I, 354-355.

Osman Türer
H ily e H a k k ın d a 25

HÎLYE HAKKINDA

Eserin tam adı H ilyetu 'l-evliyâ’ ve-tabakâtu'l-asfiyâ'' dır. Müellif zâhid,


âbid ve sûfîlerin hayat hikâyelerini anlatan ve dinî hayatla ilgili vecizelerini
aktaran eserini, onları savunmak ve haklarında ileri sürülen suçlamalarla
ilişkileri bulunmadığım göstermek için kaleme aldığını belirtir (I, 3, 4). Bu
zümrenin arasına bazı ibâhiyeci ve hulûlcü fâsık ve kâfirlerin sızdığı, zâhir
ulemâsının bunları tenkit etmesi doğru olmakla birlikte fazilet sahibi zâhid
ve sûfîleri tenkitlerinin kapsamına almasının yanlış olduğuna dikkat çeker.

Sülemî, Tabakâtu's-sûfiyye’’ sine II. (VIII.) yüzyılda yaşayan İbrâhim b.


Edhem ve Fudayl b. İyâz gibi sûfîleri anlatarak başladığı halde Ebû Nuaym
eserine ashap, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin âbid ve zâhidleriyle başlamış,
ardından II-IV. (VIII-X.) yüzyıllarda yaşayan zâhid ve sûfîleri tanıtmış,
böylece tasavvufî hayatın Aşere-i mübeşşere, Ehl-i Suffe ve diğer
sahâbîlerle başladığını, daha sonraki’ dönemlerde gelişerek devam ettiğini
göstermek istemiştir. Kuşeyrî er-Risâle’de, Hucvîrî Keşfu'l-mahcûb’dz, Attâr
Tezkiretu'l-evliy â'd&, Abdurrahman Câmî Nefehâtü'l-üns’te Sülemî’nin
Tabakâtu's-sûfiyye'sini örnek alırken Şa،rânî, et-Tabakâtu'l-kübrâ ’smda,
Münâvî eî-Kevâkibü'd-dürriyye’ sinde Ebû Nuaym’m usulünü benimseyerek
eserlerine ashâbdan başlamışlardır.

Ebû Nuaym H ilyetü 'l-evliyâ’da kronolojik bir sıra takip etmiş, ancak
bazan daha faziletli olduğuna inandığı kişileri daha önce anlatmıştır. Eserin
başında velîler ve tasavvuf hakkında bilgi verilmiş, Hulefâ-yi Râşidîn,
Aşere-i mübeşşere anlatıldıktan sonra zühd ve ibadetleriyle tanınan
sahâbelere geçilmiştir. Ardından Suffe ve ehl-i Suffe ile yirmi sekiz kadar
kadın sahâbî tanıtılmıştır. Tâbiûn devrinde yaşayan zâhidler bazan
şöhretlerine, bazan da bulundukları bölgelere göre sıralanmıştır.

Eserde zâhid ve sûfîlerin doğum ve ölüm tarihleri belirtilmediği gibi


yaşadıkları yerler üzerinde de durulmamıştır. Baştan sona kadar nakil ve
rivayetlerle dolu olan eserde müellife ait herhangi bir açıklama,
değerlendirme ve yoruma rastlanmaz. Ebû Nuaym’m zâhid ve sûfîleri
26 H ily e H akk ın da

anlatmaya başlarken kullandığı secili ifadeler yapmacık, külfetli ve zevksiz


olduğu gibi bunların bazan anlatılan kişiyle de ilgisi yoktur. Müellif zâhid
ve sûfîlerle ilgili menkıbeleri, sözleri ve rivayetleri senedleriyle birlikte
vermiş, daha sonra onların rivayet ettikleri veya onlardan rivayet edilen
hadisleri yine senedleriyle kaydetmiştir. Özellikle zühd ve ahlâka dair
rivayet edilen hadislerin bir kısm ına başka kaynaklarda rastlanmadığından
eser hadis ilmi açısından da önemli kabul edilir.

Ebû Nuaym, H ilye tü 'l-e vliyâ’&aki bilgilerin çoğunu hocalarından ve


çağdaşı âlimlerden derlemiş, bir kısmını da başta Buhârî ve Müslim’in
eserleri olmak üzere hadis mecmualarından aktarmıştır. Ayrıca Ebû Saîd
İbnü’l-A،râbî’nin Tabakâtu'n-nussâk’ı ile Sülemî’nin Tabakâtu's-
sûfiyye’ sinden de (Hilye, II, 25) geniş ölçüde faydalanmıştır. Tâbiûn
zâhidlerini Ebû Saîd İbnü’l-A‘râbî’ye dayanarak anlatan Ebû Nuaym, İranlı
ve Horasanlı sûfıleri anlatırken Sülemî’ye dayanmış, onun Tabakâtu's-
sûfiyye’ sindeki bilgilerin hemen hemen tamamını eserine aktarmıştır.
H ilyetü 'l-evliyâ’m n X. cildi ile Sülemî’nin Tabakâtu's-sûfiyye’ si
karşılaştırıldığında b u durum açıkça görülür. Ebû Nuaym’m faydalandığı,
ancak çok defa adlarım zikretmediği kaynakların bir bölümü günümüze
ulaşmadığından H ilye tü 'l-e vliyâ’da ki bazı bilgileri başka kaynaklarda
bulmak m üm kün değildir.

Eserde zâhid ve sûfılerin menkıbe ve vecizelerinin yanı sıra birçok dinî


şiir ve miinâcâta da yer verilmiştir. İhtiva ettiği zengin malzeme sebebiyle
Ebû Tâhir es-Silefı, “Hilye gibi bir eser henüz yazılmadı” demiş, H ilye tü 'l-
evliyâ’n m Nîşâbur’a getirildiği zaman 400 dinara alıcı bulduğu söylenmiştir
(Zehebî, XVII, 458-459). Müellifin bazı mevzû hadisleri mevzû olduklarını
belirtmeden senedleriyle birlikte eserine alması başlıca tenkit konusu
olmuştur. Zâhidlerin menkıbelerine dair yazılan eserlerin en iyilerinden
birinin H ilye tii'l-e v liyâ ’ olduğunu söyleyen İbn Teymiyye, bu eserde ve bu
alanda yazılan diğer eserlerde zayıf ve mevzû hadislerin bulunduğuna
dikkat çeker (Mecmû'u fetâvâ, XVIII, 71-73). Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî de
daha önce aynı hususa işaret etmiş ve Ebû Nuaym’m eserine yanlış bilgiler
H a kk ın da 27

kaydettiğini belirterek ilk dört halifeyi ve büyük sahâbileri mutasavvıflar


arasında göstermesini eleştirmiştir ( Telbîsu İblîs, s. 185). İbnü’l-Cevzî, eserde
adları zikredilen bazı kimselerin durumları hakkında bilgi verilmeyip sadece
başkalarından yaptıkları rivayetlerin söz konusu edildiğini, Mücâhid,
İkrime ve Kâ‫؛‬b el-Ahbâr gibi kişiler anlatılırken eserin konusuyla ilgisi
bulunmayan tefsire dair parçalar aktarılıp Tevrat’tan nakiller yapıldığını,
bir şahısla ilgili bilgilerin ayrı ayrı yerlerde verildiğini, bazan da bir şalısın
iki yerde anlatıldığını söyler. Zühd ve ahlâka dair olmayan hadisler
hakkında geniş bilgi verilmesi de eserin amacına aykırı görülmüştür. Eserde
anlatılan kişilerin konuyla ilgisi bulunmayan sözlerine de yer verilmiş,
sahâbe olmayan âbid ve zâhid kadınlardan ise hiç bahsedilmemiştir.
Tasavvufî bir sonuç çıkarabilmek için bazı hadislere garip mânalar
yüklenmiş, şathiye türü sözler nakledilmiştir (Sıfatu's-safve, I, 20-32). Ebû
Nuaym mezhep taassubundan kendini kurtaramadığı, îmam Mâlik, Şâfıî ve
Ahmed b. Hanbel hakkında geniş bilgi verdiği, hatta Mürcie, Kaderiyye ve
Hâriciyye mezheplerine mensup bazı şahısları bile eserine aldığı halde Ebû
Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed ve Züfer’e yer vermediği için de tenkit
edilmiştir (İzmirli İsmail Hakkı, s. 86).

İbnü’l-Cevzî, ağır bir dille tenkit ettiği eseri Sıfatu's-safve adıyla


özetlemiş (Haydarâbâd 1339‫ ؛‬Haleb 1389/1969, bazı kaynaklarda Safvetü's-
safve [Keşfu’z-zunûn, I, 689]) ancak esere bazı kişi ve bölümlerle, özellikle
de evliya olarak kabul edilen 200 kadar kadın zâhidi ilâve etmiştir. İbnü’l-
Cevzî’nin bu eserini Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî Safvetü's-safve (Kahire,
tarihsiz; Mekke 1387) adıyla kısaltmıştır. İbrâhim er-Rakkî tarafından
yapılan Ehâsinu'l-mehâsin adlı muhtasar ise (Bursa Eski Yazma ve Basma
Eserler Ktp., Haraççıoğlu, nr. 9, 10; ayrıca bak. Brockelmann, GAL, I, 445;
Suppl., I, 617) henüz yayımlanmamıştır. Kitapla ilgili diğer çalışmalar
şunlardır:

Ali el-Harrât, en-Nedîm ve'l-halve (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim


Paşa, nr. 417); Muhammed b. Haşan el-Vâsıtî el-Hüseynî, M ecm a'u'l-ahbâr
f î menâktbi'l-ahyâr (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 762; Hacı Selim
28 H ily e H a k k ın d a

Ağa Ktp., nr. 844/7); Nûreddin el-Heysemî, Takrîbü'l-buğye f î tertîbi


ehâdîsi'l-H ilye (Kahire, Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 1/97); Abdülazîz b.
Muhammed es-Sıddik el-Gumârî, el-Buğye ■fî tertîbi ehâdîsi'l-H ilye (Kahire,
ts.); Muhammed b. Câbir, N azm u rica li H ilye ti'l-e vliyâ ' (Brockelmann, GAL,
1, 445; Suppl., I, 617). Ebû Hâcer Zağlûl, Fehârisu H ilye ti'l-e vliyâ ' adlı
eserinde (Beyrut 1986) H ilyetü 'l-evliyâ’ûaki hadisleri, sözleri, özel isimleri,
yer ve bölge adlarını ve şiirleri belli bir sistem içinde vermektedir. Birçok
yazma nüshası bulunan H ilyetü 'l-evliyâ’ iki defa basılmıştır (I-X, Kahire
131-1357/1932-1938; I-XII [nşr. Mustafa Abdülkâdir Atâ], Beyrut
1418/1997).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ", I-X, Kahire 1351-1357/1932-1938; Îbnü’l-Cevzî,


Sıfatu's-safve, 1, 20-31; Îbnü’l-Cevzî, Telbîsu Îblîs, s. 185; ibn Teymiyye, Mecmû'u
fetâvâ, XVIII, 71-73; Zehebî, Alâmu'n-nubelâ', XVII, 8-45, 458-459; Keşfu'z-zunûn,
I, 689; İzmirli İsmail Hakkı, Mustasvife Sözleri mit Tasavvufun Zaferleri mi: Hakk'ın
Zaferleri mi, İstanbul 1341, s. 77-78, 86, 108; ^©ckelmann, GAL, I, 445; Suppl., I,
616-617; H. Ritter, “Philologika III. Muhammedanische Höresiographen. IV. Die
Stambuler Handschriften der Hiljat al-Aulijâ des Abû Nu’aim”, Isl., sy. 18 (1929),
s. 55, 59; F. Krenkow, “The Hilyat al-Auliya Biographies of Early Sufis”, IC, VI
(1932), s. 427-430; R. F. Khoury, “Importance et authenticite des textes de Hilyat
al-Awliyâ’ wa-Tabaqaât al-Asfıyâ’ d’Abû Nu’aym al-Isbahânî”, St.I, XLVI (1977),
s. 73-113; Abdülkerîm Zühûr Adî, “Ebû Nu'aym el-isbahânî ve Kitâbu Hilyeti'l-evliyâ'
ve-tabakâti'l-asfiyâ',\ MMLADm., LIX/4 (1984), s. 709; Muhammed es-Sabbağ,
“Ebû Nu'aym el-isbahânî ve Kitâbu Hilyeti'l-evliyâ' ve tabakâti'l-asfiyâ/,\ Muhammed
es-Sabbağ, LX/1 (1985), s. 3-32; LX/2 (1985), s. 207-226; Muhammed es-Sabbağ,
‘1Ebû N u ’aym hayâtuhu ve kitâbuhu'l-Hilye” , Edvâ’u’ş-şerî’a, VII/7, Riyad 1396, s.
263-368.

Osman Türer
Hafız şeyh imam, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b.
Mûsa b. M ihrân el-Isbehânî (Allah rahm et etsin) der ki:
Kâinatı ve gözün gördüğü her şeyi yaratan Allah'a ham d olsun. Zamanı
ve zaman dilimlerini tanzim eden, bedenleri ve gönülleri var eden,
dostları ve sevgilileri seçen, ihlâslı kalpleri delillerle ve ilimle aydınlatan
odur. Kötülerin kalplerini, basiret ve hidâyetten m ahrum ederek bedbaht
eden de odur. Söz ve lisan onu anlatır. Eller ve parmaklar, onun âyetlere
ve Kur'ân'a muvafık, delillere ve beyana m utabık burhanlarına
tercüm anlık eder.
Allah, en büyük delilleri peygamberlerin liderlerine vermiş,
Peygamberlerin halifesi kıldığı hakikat ehlinin yolunu aydınlatmıştır.
Onlar yüce mertebelere yakın, süfli fiillerden münezzeh, marifet ve
hakikatin dayanağı, im an ve bağlılığın desteği konum undadırlar.
O nların marifetine dayanan marifeti kabul, onlara ters düşeni terk
etm ek vaciptir. Onların ön gördüklerine sarılmak gerekir, çünkü bu,
Peygamber şeriatının tahakkukuna destek sayılır.
Allah'tan aldığını tebliğ edip kanun koyan, onun emriyle kalkıp
görevini yerine getiren, kendisine tâbi olanlar için uğraşıp didinen
M uhammed Mustafa'ya (sallallahu aleyhi vesEİlem) salatü selam olsun. O nun
peygamber ve nebi kardeşlerine, âline ve seçilmiş ashabına salâtü selam
olsun...
Asıl konuya gelince;
Allah başarma başarı katsın, Allah'a tevekkül edip senin arzunu yerine
getirdim ve bazı şahsiyetlerin isimlerini, hadislerini ve konuşmalarını
anlatan bir kitap tedvin etm ek nasib oldu.
Böylece, sahabeden başlayarak, tâbiûn ve onlardan sonraki dönem lerde
yaşamış tasavvuf ehlini, imamlarını, hüccetlerini ve kademelerinin
tertibini anlatm a fırsatı elde edilecek. Delilleri ve hakikatleri bilenleri,
bütün tabakalardan ve yollardan geçmiş, sohbet ve m uhabbet
bahçelerinde yaşamış, engelleri ve zorlukları aşmış, kibirli ve kendini
beğenenlerden, iftiracılardan ve sapıklardan, tem bel ve işe
yaramayanlardan ve bunlara sözleriyle ve giyimleriyle benzemeye
30 Mukaddime

çalışanlardan uzak duranları, inanç ve fiilleriyle onlara muhalefet edenleri


anlatm a imkânı ortaya çıkacaktır.
Bu yüzden, bunlara intisab etmiş fısk ve fücûr ehli, her şeyi helal sayan
kâfirler ile ilgili, bizim ve m em leketin her yerindeki fıkıh ve hadis ehlinin
tenkitlerinden sana ulaşanlar, samimi ve hayırlı insanlarla veya saffet
ehlinin derecelerini ortaya koyan olaylarla ilgili gerçekleri yalanlama ve
inkâr değildir. Aksine bundan amaç, bu insanların, beyhude uğraşan
hainlerle ve yalancılarla hiçbir alakası olmayan insanlar olduklarını
göstermek, dürüstleri tenzih etm ek ve hak ehlini yüceltmektir.
Eğer yalancıların alçaklıklarını ve dine verdikleri zararları ortaya
çıkarmazsak onu doğrulamış, yaymış, korumuş ve desteklemiş oluruz.
Çünkü g r i l e r i m i z i n tasavvuf ve ilim yayma geçmişleri, bu alanda
şöhretleri vardır. Dedem M uhamm ed b. Yûsuf el-Benna (Allah rahm et
etsin) kendisine gelen birçok ismin duyulmasına ve birçok kişinin halinin
düzelmesine vesile olm uştur.
(Hadislerde geçtiği gibi evliyaya) eziyet edenle savaşmaya izin
verilmişken, Allah'ın evliya kullarını tenkid etmeyi nasıl caiz görürüz:
Takrîb 4029, Takrîb 4030, Takrîb 4031, Takrîb 4088, Takrîb 4033,
Takrîb 4034, Takrîb 4036, Takrîb 4050, Takrîb 4039, Takrîb 4040, Takrîb
2342

‫ حدثن ا عتد ال م بن أ ح م د‬، ‫ء حدق ا أب و بك ر أ خ ن د بن ج ع ف ر ثن خن ذا ن‬٧/١ ‫ )“ ل‬١٢(

‫ ت بن‬1‫ حدث؛ا الص‬، ‫ ح د ظ م ح م د س ثص ئ د‬٤^ ^ ^ ١ ‫ ح د ظ م ح م د بن يزين‬، ‫بن حس د‬

، ‫ ش م ع ت ت ض ن ن حا ب‬:‫ عن هدا م ة بن ح ما ظ ه ابن أ خ ت شه م بن من ج ا ب ; ها لأ‬،‫نهر‬

" :‫ ق ات‬،‫ وا ش م بتتا وبثثه م‬،‫ مهي رث ا حش أ ي دارين‬،‫مات؛ ع روتا مع اتث الؤ بن ا ل ح ئ ر ئ‬
‫جغؤمم‬- ‫الث^لم ذا‬ ‫ م أ ت د‬، ‫ عبيد ك; وفي رتب ا ا ائ‬، ‫ إ‬، ‫ ثا ع ظ م‬، ‫ ثا ص‬، ‫ يا حلي م‬، ‫يا ع ل م‬

^_‫ ئ*م جثا إلته‬، ٤^ ١ ‫ نحصغ ا نا طلع لي وذئا‬،‫ فتق ح م بغا ائمحر‬،‫لثا إليه م متبي ال ام‬

Sehm b. Mincâb anlatıyor: Alâ b. el-Hadramî ile birlikte savaşa gitmiştik.


Dârîn'e varıncaya kadar ilerledik. Düşmanla aramızda deniz vardı. Alâ “Yâ
Alîm, yâ Halım, yâ Aliy, yâ Azîm! Biz se n in kullarınız, senin yolunda
düşmanlarınla savaşıyoruz. Allahım! Onlara karşı muzaffer olmamız için bize
‫‪Mukaddime‬‬ ‫‪31‬‬

‫‪bir yol göster” diye dua edince, deniz bizi sürükledi. Keçelerimiz ıslanıncaya‬‬
‫‪kadar denizde yürüdük ve onları yendik.‬‬

‫(‪ ")١٣‬و ‪ ٨/١‬آ حدثن ا أثو حا م د بن جبل ه‪ ،‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن إن ح ا ق المم ف ي‪ ،‬حدثت ا‬

‫ئن أ ي‬ ‫م‬ ‫ظا شئ ئ ‪ :‬ك ر ‪ ،‬ص‬ ‫ه‬ ‫ت وال زل ة ت ذ ئ خ ا ع‪ ،‬ق ا ال‪:‬‬


‫مب ق و ث ت ذ إ‪< :‬ا ج‬

‫ع ن ي م ا ك ب ن ح ر ب ‪ ،‬ع ن أيي ه ر؛ ره قا دت " لم د ن أ ي ت قي اخل ال ء ب ن ا لحص رت ي‬ ‫صغيرة‪،‬‬


‫ن ا م نهن ‪-‬حصله إ ال وهي أع ج ب م ن صا حتته ا‪ :‬ا ئلئثا نبين ح ش هد من ا‬ ‫ث ال ث يصاب‪،‬‬
‫ات ح رين‪ ،‬وأثثا نبين حش كثا عل ى ث ط اخل حر‪ ،‬ئأما ل اخل الء‪ :‬بينوا ‪ ،‬ثأثى ا ي م هص ز ب‬

‫ب‪ ،‬ذزاي‪ ،‬ئلث ا زآنا ا ئ م ح ر ع ا م د ك ي ى ‪ ،‬قات‪ :‬ال‬


‫ج‬ ‫ذ ا و ئث ا ز ؤيزئأ نثة ظ بجاوو‬

‫والل ه ال م ا ي د هؤ الء‪ ،‬ث أ مح ذ ؛ ي ش مثة ه ل حى يما رس ن‬

‫‪Ebû Hureyre anlatyor: Alâ b. el-Hadramî'de üç haslet gördüm ki, bu‬‬


‫‪hallederden her biri diğerinden daha ilginçti. Birlikte yola çıktık ve‬‬
‫‪Bahreyn'e varıncaya kadar yürüdük. Sonra devam ettik ve deniz kıyısına‬‬
‫‪geldik. Âlâ “Yürüyün!” dedi ve denize yöneldi. Atma vurup ilerledi, biz de‬‬
‫‪onunla beraber ilerledik. Deniz bineklerimizin eğerlerine kadar ulaşıyordu.‬‬
‫‪Kisra'nın valisi ,Muka'ber bizi böyle görünce “Hayır, vallahi onlarla‬‬
‫‪savaşmayız” dedi. Ardından bir gemiye binip İran topraklarına doğru gitti.‬‬
‫‪Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: “ Onların bazıları, zamanın ve milletlerin‬‬
‫‪öncüsü olmalarının yanında, halis niyedi olduklara için rahmete ve yardıma‬‬
‫‪mazhar olmu§lardır.‬‬

‫‪Takrîb3660, Takrîb3684, Takrîb3685, Takrîb4038, Takrfo4039‬‬

‫الل ؤ بن أ خ ن ت‬ ‫عتد‬ ‫حد ت ا‬ ‫‪ “ ) ١‬ل ‪ ١ * / ١‬ا خ ا؛ثن ا أب و ب ك ر أ خ ن د شر ج ع ف ر بن مال ك ‪،‬‬

‫ت م ح م د بن ذاؤذ‬ ‫سمع‬ ‫ئن حق ل ‪ ،‬ح دبن ى أبى ‪ ،‬ح دثن ى عؤث بن جاب ر‪ ،‬قا د ‪:‬‬

‫بم ش ‪ ،‬ث ذ أ ؤ ئ ء ال م ال ذ ي ث ال‬ ‫ص أمح ه ‪ ،‬غ ذ و ئ ب ث ن ت م ‪ ،‬قا ت‪ " :‬قا ت ا لح واري و ن ‪ :‬ثا‬

‫ج ن‬ ‫ظ ئ إ ل ب ا ط ن ال د ي‬ ‫ه ش غ ي ا لث ال ز‪ :‬ال ذ ي ن‬ ‫ح و ف ئ ع ث ه ز ز ال ئ ز ي غ ز و ن؟ قا ت‬

‫غ ا ج يه ا ‪ ،‬ئأن ا وئا‬ ‫الغ ا م ز إ ر ظ ا ه ر ه ا ‪ ،‬وال ذ ي ن ت ظنوا إ ز ا ج ل ال د ئ ا ج ي ن ثفي الثا م ن إ ر‬ ‫و‬ ‫ئ‬

‫وتزكوا ن ا غين وا أن م س ر ك ه و ‪ ،‬ق صا ر ا>ئوخثا ره لم منه ا‬ ‫منه ا ن ا يمح قز ن أن‬

‫ص ث بجا‬ ‫بجا خ زنا‪ ،‬ئت ا ع ا ر ضه ب‬ ‫ب ي ز م ث ا أ ص ا ب وا‬


‫ؤأ م‬ ‫ب ز و ف ا ئزات ا ‪،‬‬
‫وذك م‬ ‫ا ي ئ ال ال ‪،‬‬
32 Mukaddime

‫ و حل م ت ال د ي عندهب ئل فن وا‬،‫ وما ع ا رص هز م ن رشه ا بمر الح ق ومحم عوة‬،‫رء صوة‬

‫زن ا ث ن في ص د و ر ه م م حث وا ي ح ث وئ ه ا بم ذ‬ ‫و ح ر ب ت مح و بجم ه ش وا‬ C‫ي ج د د و ن ه ا‬

‫ وأ حثؤا ن ك ز‬، ‫ ز ئ ز وا إ ر أقي ه ا صر عى ق ذ خل ت بهتي النئ ال ث‬،‫ف ه ئ م ا لمرج ي ن‬


‫دك انوا ي‬

‫ وينتضيئ ون بغووه ويضيئ ون‬،‫ق وي حثون نكزه‬ ‫ون ال ق‬ ‫ج‬ ،‫ زأن ات وا ن ك ز ا خلا ة‬، ،‫ائئؤبي‬

‫ نبه ج ئتلئ‬،‫ به م قا م الكت ا ب نبه قائ وا‬C‫ا لخبز ا ل ع جي ب‬ ‫وعنده م‬ ، ‫ ل هز حض غ ج ي ت‬،‫به‬

‫ؤ ال أن ائا‬ ،‫م غ ن ا ثالوا‬ ‫وا ينؤن ئاب ال‬ ‫زفن‬


‫ ي‬،‫ال ك تا ب لبه غبلوا‬ ‫نبه م ع ل م‬ ،‫ال ك ت ا ب نبه ئ ئ وا‬

٠٠ ‫ ز ال حؤظ دون ما ي حذرون‬C‫دون ن ا ي ر ج و ن‬

Vehb b. Münebbih anlatıyor: Bir gün havariler “Ey İsa! Kendilerine bir
korku olmayan ve üzülmeyecek olan Allah'ın kulları kimlerdir?” diye
sordular. Hz. İsa ‫؟‬öyle dedi: “insanlar dünyanın zahirine bakarken dünyanın
batınına bakıp görenler, herkes dünyada yaşananlara bakarken, sonradan
olacakları görenler. Dünyada iken kendilerini utandıracak şeyleri terk
edenler. Onları terk edecek şeyleri kendileri terk edenler. Böylece çok yerine
az isterler, dünyadan ve dünyada yaşayacaklarından değil, hatıralarından
bahsederler. Bu hayatta kazandıklarında sevineceklerine üzülürler. Dünyaya
bağlanmaya sebep olan her şeyi reddederler, faksız bir makam verildiğinde
kabul etmezler. Onların dünyası yıpranır yenilemezler, evleri tahrib olur
tamir etmezler. Dünya gönüllerinde ölür onu diriltmezler, aksine onu yıkıp
yerine âhiretlerini inşa ederler. Dünyayı satıp yerine baki olanı satın alırlar.
Dünyayı ellerinin tersiyle ittikleri için mutlu oldular. Dünya ehline baktılar,
uzanıp yattıklarını ve mazi olduklarını görünce ölüm hatırasını
canlandırdılar ve yaşama arzusunu öldürdüler. Allah'ı severler, Allah'ı
zikretmeyi severler. Allah'ın nuruyla görürler, onun nuruyla aydınlatırlar.
Yaşadıkları ilginç hikâyeleri vardır, ilginç hikâyeler anlatırlar. Kitap onlarla
canlı kalır, onlar Kitap’la yaşarlar. Kitap onların dilleriyle ses bulur, onlar
Kitab’ı konuşur. Onların sayesinde Kitap bilinir, onunla amel ederler. Hiç
kimsenin kendileri kadar şanslı olduğunu düşünmezler. Dileklerine
Mukaddime 33

kavuşacaklarına inandıkları kadar hiçbir şeye inanmazlar. Haramlardan


korktukları kadar hiçbir şeyden korkmazlar.”

Şeyh (Ebû Nuaym) der ki: “Onlar dünyanın mağrur ve a§ağılayd


bakı§mdan korunmuş, sevgililerinin takdirini düşünerek ve ibret
alarak fark edenlerdir.”

‫ حدثن ا عند الل ه بن أ ح م د بن‬، ‫ ] حدت ا أ خ ن د بن ج عف ر بن خن ذا ن‬١ ٠/ ١[ -) ٢ ٠(

‫ قا د ا لئي ح أب و‬،‫ غن زرقا ؤ‬،‫بن عيس ه‬ ‫ حدثن ا‬،‫ ح دبن ي ث م ا ن بن وكيع‬: ‫ محا د‬، ‫ح م‬

‫ عن ابن عيص قالتت " لغ ا تجش اللت‬،‫ عن ت ج د بن جسر‬،‫ والص وا ب وقاء بن إيا س‬: ‫ن ع م‬

‫ قان‬،‫قت ا و ئ ة ال ذ ي أ ق ظ‬0‫ ال تقث‬:‫ قات‬،‫ وئت ى وه ارون غي ن ا الث ال م ؛ ر يت م ن‬s


‫ ا ن ا م ت غ به م ن زبزة‬١ ١/ ١‫ ل‬1‫ ز ال إ مل ك م‬، ‫ب طى ز ال ي ز ف إ البإ ذي ي‬
‫ ه ال م‬، ‫ب د ي‬
‫ئاص تثه ج‬

‫ ^ ^ ب ش ي ا ي ع ر ف فزع ون أ ن قدزثه‬١ ‫ك م ا م ن زينة‬0 ‫ هثؤ ش ئ ت أ ن أرل‬،‫ت ر هين‬-‫ ^ ^ وريثة ا ل م‬١

‫م ن ائكزانؤ‬ ‫ائص يثك م ا‬ ‫ق‬ ‫محظ‬ ‫ ول ك ن‬،‫غيي‬ ‫دلل ث ل ه وانأك م ا‬ ‫نف ن‬


‫ ي‬، ‫ب ع جز عن دللث ق ئ غ ك‬

‫ ^ إء ق غ ذ‬١^ ١ ‫ئ قذوذ‬ ‫يآوئئ'أؤو ف عن ال؛يا‬


‫ ؤإ؛تي ل‬، ‫ظ اال؛يا ق ه‬ ‫ه‬ ١٢‫غش ؟‬

‫ أريد أن أنؤز‬، ‫مب ا ر ك المة؛> نإدي ال ج س ه ز زهزثه ا ك ن ا ي جن ب ال ؤاعي إينث ع ن م راتع أل ها ك ة‬

‫ وأ ر ه م ال ذ ي‬،‫ف ون به‬
‫ في ' س ما ه م ال ذ ي يغ ر‬، ‫ زأ ط هز بذللف محلوبه م‬، ٣ ١ ^ ‫بذللف‬

‫ وأن ا ال تايز لأوك ا ئ ي يؤم‬،‫ ق ث د ب ا رزني ب ال ع دا وة‬، ‫ واع ل م أثة س أ ح ا ف ل ي ولي ا‬C‫ي ض رون يه‬

" ‫ا ل مائ ة‬

ibn Abbâs anlatıyor: Allah, Hz. Mûsa ile H arun'u Firavun'a karşı
peygamber olarak gönderdiğinde onlara şöyle buyurdu: “O na giydirdiğim
elbise sizi yanıltmasın, onun perçemi elimdedir. Benim iznim olmadan ne
konuşabilir, ne de gözünü kırpabilir. Dünyanın güzelliğine sahip olması
veya yüksek bir mevkide olması sizi yanıltmasın, isteseydim sizi Firavun'un
gücünü aşan kıyafetlerle süslerdim. Bu davranışımın benim katımdaki
değerinizle ilgisi yoktur. Sizi, sizin değerinize yakışan kıyafetlerle donattım
ki dünya sizden bir şey almasın. Ben, çobanın develerini dinlenme
yerlerinden sürüp uzaklaştırdığı gibi veli kullarımı dünyadan uzaklaştırırım.
Onları, çobanın develerini zehirli otlaklardan sürüp uzaklaştırdığı gibi
‫‪34‬‬ ‫‪Mukaddime‬‬

‫‪dünyanın güzelliğinden uzaklaştırırım. Bu şekilde, bilinen yüzlerinde ve‬‬


‫‪onur duydukları mevkilerini, mertebelerini aydınlatmak ve kalplerini‬‬
‫‪ benim veli kullarımdan birini korkutan‬لكا ‪temizlemek isterim. Şunu bil‬‬
‫‪bana düşmanca meydan okumuş demektir. Velilerimin intikamını kıyamet‬‬
‫”‪gününde ben alırım.‬‬

‫[ ا ‪ /‬ا ا ] حدثن ا أ خ ئ د بن ‪ ، ^ ^ ١‬خ ا؛ثغ ا ا ل ح ش ن بن غ ب يي ا ئا ن‪ ،‬حدثن ا‬ ‫(‪-) ٢١‬‬

‫إ س ما عيل بن بم ن ى‪ ،‬حدثن ا إ ت خ ا ق بن بش ر‪ ،‬غذ ج ويبر‪ ،‬عن ا ل ص حا ك‪ ،‬عن ابن عب ا س‬


‫ث خ ئ د بن ت ه ل بن‬ ‫ر ض ى الل ه عنه م‪ ، 1‬و ح دمحا أ ي ي ‪ ،‬ح دثن ا إ شحا ق ب ن إبزا م م‪ 4‬ح دثن ا‬

‫ها د ‪ :‬س م ع ت‬ ‫غبم ال ق ن ي بن‬


‫م‬ ‫غ ذ ي حدثن ا إ س ما عيل بن عتد الكري م ‪ ،‬حدثت ا‬

‫ب ث ال ق م ا؛ى م ت ى وأ ءة ق ا ث وذ غ ي ن ا ال غ ال م إ ل فن م ن‪،‬‬
‫ه م‬ ‫وئ بء‪:‬تن ت م ‪ ،‬يئ ون‪:‬‬

‫ه ا زق ه ز ال ما ف غ به‪ ،‬ز ال تن دا أ ع ف ن ا إ ل ذب ك ‪ ،‬ء إنه ا نغزة ا خل اة‬ ‫قا د ‪ " :‬ال بمج‬

‫ش أؤ يشت أن ‪1‬زتنكت ا ب ن ا‪3‬دق ا بريثة كغن م فزع ون ج ئ ينغئز‬ ‫اال؛ي وزينة النمف؛ ئ‪،‬‬

‫اثه‪ 1‬أن مقدرئه ثئ ج ز ص مئد ظ أوؤ؛ثن ا ثثغل ئ ‪ ،‬وتكنى أرع ب هك م‪ 1‬غن ذب ك وأزويه‬

‫ه‬ ‫ه لآذوده م ع ن مح‬ ‫ظ ي ز ث له م قي م‬


‫دب ف‪،‬‬ ‫عن ك ما ‪ ،‬و ك ذ بم ق أ ف د ي أ ز و ث ي ‪،‬‬

‫ور حا ب ه ا ك ن ا ث ذ و د ال ؤا ع ى ال ئ م ي ئ عت م ه غ ذ م را ح ال ه ث ك ة‪ 4‬ال ر ال م ح ه م تل وثه ا و ع ي ث ئ ه ا‬

‫ك ن ا بج ث ي الث؛عي القفص إبل ة عن مب اوك الثرة‪ ،‬رن ا دللف ل ه وانه م عل ي‪ ،‬ول ك ن ل شنثكملوا‬

‫م أثق ل م تثرين‬ ‫بصيته م م ن كرام ي ش انئ ا موفورا‪ ،‬ل م بك ل م ة ال دق ا و ل م يعلغه ال ه و ى‪ ،‬زا‬


‫ي ي ذ‪ ،‬عقهز بغي وسئ‬
‫الع؛ ا د برية أ إل ‪ U-İ‬عندي م ن الؤ‪،‬مح د قي ال دق‪ ، 1‬قإ ى ريثة ف ن ج‬

‫م ا شم ‪ .‬ؤ ‪ ،‬أوك ك ه م‬ ‫ف ون به م ن ا ل م مغة زا ك ف و ع‪ ^ ^ ٠ ،‬ي و جوهه م م ن‬


‫يحر‬
‫^ ^‪، ٠‬‬ ‫وذل ل ل هز ق ك‬ ‫أؤلت‪ 1‬ب ي خق ح ظ‪ ،‬ه إذ؛ لميثه م ت ا ‪ \ /‬ا ] قا‪-‬ختي طئ له م‬

‫واع ل م أبد م ن أف ا ن لي ولق ا أؤ أ‪-‬حاءه ق د ب ارنني ب ال م ح اربة وب ا ذأني‪ ،‬و‪-‬متقر ا لي شن ة‬

‫حؤ أ ز و ق ‪ ،‬أ ظئ امح ي بمابئ؛ي أن ق و؛ قي؟ أن‬ ‫م‬ ‫ؤ ه أت ر غ ف يؤ ق‬ ‫ص‬ ‫؛‬ ‫زذ ص‬

‫ب ش ي أز ي و م ؟ د ي ن زأثا‬
‫يظن ال ذ ي م ا دي ي أن يئ ج زي؟ أز يقل ن ال ذ ي محا ش ي أن م‬

‫م‬ ‫بت ص ل ئق مح ض‬
‫ي " ‪ ،‬زان م‬ ‫زم إل‬ ‫مح‬ ‫أكد‬ ‫ال‬ ‫حق؟‬ ‫م‬ ‫وا‬ ‫ال دمحا‬ ‫م‬ ‫ام ح‪ -‬ي‬

‫هم ته م ح ز ي ‪ ،‬مح فنهث ع ر أ ج سا د ه م‬ ‫ديثه‪ " :‬ها ع ل م يا م وس ى أ ة أن ف ا ي اثر ي ن أئع ر وا‬ ‫ح‬
Mukaddime 35

‫ و س ا ه م‬،‫ وأمل ه م ال ذ ي به ي ذ و و ن‬، ‫ي ي م و ر و ن به يزم ال و ن ؤ‬


‫وس ه م و ج ه د ه م ا ف‬ ‫م‬

٠٠ ‫ ه ا دا لهنيز ئ ذئ د ل هز ئ منلق‬، ‫ال ذ ي ئؤتعزف ون‬

ibn Abbâs ve başka bir kanalla Vehb b. Miinebbih naklediyorlar: Allah,


Hz. Mûsa İle kardeşi Harun'u Firavun'a peygamber olarak gönderdiğinde
şöyle buyurdu: “Onun $‫لأ‬$‫ لآ‬ve verilen dünya malı sizi aldatmasın. Gözleriniz
bunlara takm asın. Bunlar, dünya hayatının güzelliği ve mevki sahiplerinin
süsüdür. İsteseydim, Firavun gördüğünde, kudretinin yetmeyeceğini kabul
edeceği süslü bir kıyafetle sizi donatabilirdim. Fakat ben sizi koruyup uzak
tutuyorum. Aynı şeyi veli kullarıma da yapıyorum. Eskiden beri onlar için
tercih ettiğim yol budur. Ben, merhametli bir çobanın koyunlarını zehirli
otlaklardan sürüp uzaklaştırdığı gibi, sizi onun nimetlerinden ve
rahatlığından uzak tutuyorum. Çobanm develerini dinlenme yerlerinden
sürüp uzaklaştırdığı gibi dünyanın aldatmasından ve cazibesinden onları
uzaklaştırırım. Bunu yapmamın sebebi benim katımda değersiz olmaları
değil, aksine benim cömertliğimden' kendilerine düşen payın tamamını,
dünyadan etkilenmeyecek ve hevâsına kapılmayacak derecede sağlıklı bir
şekilde elde etmeleri içindir.”
“Şunu bil ki; bana göre kulların zühd kadar güzel başka ziynetleri yoktur.
Zühd takva ehlinin süsüdür, bu kıyaFeti kuşandıklarında tevazu ve huşu ile
tanınırlar. Secde izinden yüzleri parlar. Onlar benim gerçek dostlarımdır.
Onlarla karşılaştığında onlara kanatlarını ger. Onlara karşı kalbini ve dilini
yumuşat.”
“Şunu da bil ki; kim benim veli kullarımdan birini hafife alır veya
korkutursa, bana savaş ilan edip saldırmış, canını ortaya koyup bana meydan
okumuş olur. Veli kullarımın imdadına yetişmekte benden daha hızlısı
yoktur. Bana savaş ‫ل‬1‫ و ة‬eden beni yeneceğini mi sanıyor? Bana düşmanlık
eden beni aciz bırakacağım mı sanıyor? Veya bana meydan okuyan beni
geçip üstün geleceğini mi sanıyor? Bu nasıl olabilir ki; dünyada ve âhirette
onların intikamını alacak olan benim? Kesinlikle onlara yardım etmeyi
kimseye bırakmam.”
ismâîl b. İsa rivayetinde şu ilave yer almıştır:
‫‪36‬‬ ‫‪Mukaddime‬‬

‫‪“Şunu bil ١٤٤, ey Mûsa! Takvayı kalplerine şiar edinen veli kullabın,‬‬
‫‪üstlerindeki‬‬ ‫‪kıyafetlerinden,‬‬ ‫‪kıyamet‬‬ ‫‪günü‬‬ ‫‪onlara‬‬ ‫‪başarı‬‬ ‫‪sağlayan‬‬
‫‪mücadelelerinden, kendisiyle anıldıkları ümitlerinden ve bilinen nur dolu‬‬
‫”‪yüzlerinden belli olurlar. Onlarla karşılaşırsan onlara alçak gönüllü davran.‬‬

‫(‪ [ ")٢٢‬ا ‪ /‬آ ا ] حدثن ا أب و ا لخشن أ خ ن د ى م ح م د بن ي غ ش م‪ ،‬حدثن ا ائثثاسئ بن‬

‫يونفث ال ش ك ئ ‪ ،‬ح دبغى م ح م د ب ن عتد النيل ي‪ ،‬قا د ‪ :‬ه ا ‪ 3‬عتد الب ا ريت هل ت ل ذ ي الغون‬

‫^ ز ج تة ه ‪ :‬م ئ ن ق ا لأثذات‪ ،‬ق ات‪ " :‬إئلث لثن ا ي ص ذث ا م ال ف م‪،‬‬ ‫‪١‬‬

‫‪ Ü‬بم م ه ء‬ ‫ء بئ ش ه ب ممظ ه ؤ ي‬ ‫م ح ن ي ل ك محت ‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ ،‬ئ ز تؤم ئ ووا ا مح‬

‫ن ه م الث وز العق ا ي غ م ن م حمتته‪ ،‬ؤرئغ له م‬


‫ظيي‪ ،‬أ م‬ ‫ب ج ال ل ه شهب ح ج ج ال ق ئغ ا ز غش‬

‫أ‪-‬ء ال م ال هذاتؤ إلى مؤا صلته‪ ،‬زأث ام هز مق ا م ا لأبط ا ل إلرادته‪ ،‬ؤأفزغ عليه م ا ل م حن عن‬

‫ت خ ا تنيؤ‪ ،‬وحل هن أبذائهز ب مزاهس ه و ط ق ه ز بطي ب أه ل م جاملته‪ ،‬رحمن ا ه م خ ل ال م ن س ج‬

‫نؤديه‪ ،‬زؤمثغ غ د رءوبه م سجان ن ء ‪ ،‬ث م أزذغ ا ق ر ب م ن ذخ ائر ائمح وب‪ ،‬مح ي‬
‫معلم ة بن وا صألته‪ ،‬به م و م ه م إليهب ايرة ‪ ،‬وأعثنه م إلته ب العن ب ث ا ظزة‪ ،‬قد أب ا ت ه م عل ى ث ا ب‬

‫مص ‪ ،‬إل ء د ‪ :‬؛ذ م ح م مح د ض‬ ‫م‬ ‫وض أ ء‬ ‫ه زأي ل م غ ر‬ ‫م ض‬

‫ممر ي ثذازوئ‪ ،‬أز ق ر ص ب ذ فنا ي ئت ا ب ي وة‪ ،‬أز حايمحتم ب ر ئأمثوة‪ ،‬أؤ ا م ن ب ر همح دروة‪،‬‬

‫بحنوة‪ ،‬أز زا ج ل م ي ودوة‪ ،‬أؤ ج ظ ‪ 0‬في ثث ا ج م ئ ث ي غ وة‪ ،‬أز‬


‫أؤ زا ه ي في توا صل ي ج‬

‫تب‬
‫ج‬ ‫أل‬ ‫رة‪،‬‬ ‫قا ط‬ ‫فغ ال ‪ ،‬أؤ ح شن ال ف ذ بي‬
‫ق م ي د و ة ‪ ،‬أؤ راج ال حت ا ي ي‬ ‫ب ن من‬
‫ل ي محو؛ ظثوة‪ ،‬أؤ ت ع ظ م لم د ر ي قثفئن وه ‪ ،‬أؤ م مئتو صمأكب ث ح و ي هأرشدوه‪ C‬أؤ مسيء بم د‬

‫إ حت ا ن قن ايتوه‪ ،‬زنن وا ص م ح ز في ئ زا م لوه‪ ،‬وم ن ع ا ث عنأك م ه ا فثقدوه ‪ ،‬وم ن أل زذك م‬

‫حن ايه ئاخئب لوة‪ ،‬وم ن هص ز في وا ج ب ح م ي ئ ار ك وه ‪ ،‬وس أ ظ أ ح طيئه ق ا ص ح وه‪ ،‬زن ن‬

‫ؤإ‪ 0‬اتث ح ا ز ب غ ز ت محوفت‬ ‫ت ا ‪ /‬م ا ] وس خزن‬ ‫رمح ن م ذ أؤوثي ئثوذوة‪،‬‬

‫ز ه ت ‪ ،‬وم ن ك م ا ل وب اء طل ي ت ‪ ،‬ول ك م اص ط م ت‬ ‫مث أ جيزوه‪ ،‬ي أولي ا يي مح ز غ ا ئئ ت‪ ،‬وفي‬

‫‪ ، ، ^ ^ ٧‬ول ك م انثء<ذمت وا حث ص ص ت ‪ ،‬التي ال أ ج ب ك ح ذا م ال جثا وين‪ ،‬ز ال مواص له‬

‫ا ل سكي رين‪ ،‬ز ال م صام حاه ا نمحل هلين‪ ،‬ز ال م ج اوبه ا نمحادعين‪ ،‬ز ال ق بم‪ ،‬ا ل م ع جبين‪ ،‬ز ال‬
Mukaddime 37

‫ وعتئا ث ي ل ك م‬،‫جزائي ل ك م أ م ح ال ا ل ج زاء‬ ‫ ثا أؤف اثي‬،‫م زا اله الش رهين‬ ‫ ز ال‬، ‫م جا ل ت ه ا ئال ي ن‬

‫ وتعامل ي ل خ م أ ن ز‬، ‫ و محل ي عث ك م أك ر ا ل م ص ل‬،‫ وبذلي مح م أ م حئ ال ثذ ل‬،‫أ جزأل ا ئاؤ‬

‫ ؤأئا مناق ب‬،‫ زأئا غ ال م ال ئثو ب‬،‫ أثأ م جتني القل و ب‬،‫ ومطالثتي ل ك م أ ق د ا ل م عنالتة‬،‫المعامل ة‬

٤^ ^ ١ ‫؛‬٧ ^ ١ ‫ال‬1 ، ‫ ^ ^ ^ غش ن خ ؤ م‬١ ‫ئ‬،‫الثخفالدي‬ ‫ال ج ظ‬ ‫ ت‬1‫ وأل‬، ، ^ ^ ^ ١

،‫ زنن وا ال ي ز زاقثن‬، ‫ ص غ ا ن م غ ا ذ و‬، ‫ ال ث ئ ز ئ ز أ و ط نا ن ئ ؤا ز‬،‫م حونوا ذغ اة إ ي‬

"‫ي‬ ‫ زنن ق ج ت ه إ‬، ‫ زنن أ خ س إ ق ئ ز جا ز و‬،‫زنن أدا م أئلكثث‬

Abdulbârî anlatıyor: Zünnun el-Mısrî'ye: “Bana Abdalları anlat”


dediğimde ‫؟‬öyle dedi: “Sen bana gece karanlıklarını soruyorsun. Sana şöyle
açıklayayım, ey Abdulbâri. Onlar kalpleriyle, tazim etmek amacıyla celâlini
bildikleri Allah'ı zikreden bir topluluktur. Onlar, Allah'ın yarattığı varlıklar
için birer hüccettir. Onları, muhabbetiyle parlayan nur ile donatmış,
kendisine ileten hidâyet sancaklarım yüceltmiştir. İradesinin kahramanları
yerine ikame etmiş, kendisine muhalefet etmeme sabır ve sebatını bolca
vermiştir. Bedenlerini murakabesiyle temizlemiş, beğendiği kişilerin
kokusunu vermiştir. Sevgisiyle ördüğü elbiseler giydirip, onları mutluluk
taçlarıyla taçlandırmıştır. Sonra kalplerine gayb hâzinelerini doldurmuştur.
Bu kalpler onunla bağlantılıdır. Onların dertleri ona ulaşır, gözleri ona
gaipten bakar. Onları kendine bakan, yakın kapılara dikmiş, marifet ehli
tabiplerinin kürsülerine oturtmuştur.
Onlara bazen; “Bana muhtaç bir hasta geldi onu tedavi edin” der. Bazen
de şöyle der: “Benden ayrı düştüğü için hasta olmuş birisi geldi, ona ilaç
verin. Benden korkmuş birisi var ona güven verin, kendini güvende gören
birisi var uyarın. Bana kavuşmak isteyen birisi var onu memnun edin, bana
doğru gelen var geri çevirin. Benimle ticaret yapmaktan korkan birisi var
cesaret verin, cömertliğimden ümidini kesmiş birisi var ona ümit verin.
İhsanımı dileyen biri var müjdeleyin, hakkımda hüsnü zan besleyen var
genişlik verin. Beni seven birisi var onu destekleyin, kudretimi tazim eden
biri var onu yüceltin. Bana gelmek için sizden bilgi isteyen var yol gösterin.
Nimet verildikten sonra günah işleyen biri var onu sorgulayın. Bana
ulaşmak isteyeni ulaştırın. Gözünüzden kaybolanı arayıp bulun. Size karşı
38 Mukaddime

suç işleyene tahammül edin. Benim emirlerim konusunda kusur işleyeni


bırakın. Bir hata işleyene nasihat edin. Veli kullarımdan birisi hastalanırsa
onu ziyaret edin, üzüntüsü olanı müjdeleyin. Dara düşen birisi sizden
yardım isterse yardım edin.”
“Ey veli kullarım! Size sitem ettim ve size yöneldim. Vefayı sizden
istedim. Karar verip sizi seçtim, sizi kendime ayırıp istihdam ettim, çünkü
zalimleri istihdam etmeyi sevmem. Kibirlilerle bağlantı içinde olmayı, helâlı
harama karıştıranların yanında olmayı sevmem, ^ d atan ların duasını kabul
etmem. Kendini beğenenlere yakın olmayı, işe yaramayanlarla oturmayı ve
hırsına yenik düşenlerle dostluk yapmayı sevmem.”
“Ey veli kullarım! Size verdiğim mükâfat en güzel mükâfat, size verdiğim
nimetler en bol nimetlerdir. Size harcadıklarım en güzel harcama, fazlım en
büyük fazıldır. Size karşı muamelem en vefalı muamele, sizden hesap
sormam da en şiddetli hesap sorma olacaktır. Kalplerin içinde gizlenenleri ve
gaybı bilen benim. Hareketleri takip eden ve saniyeleri izleyen benim.
Hatıralara vakıf olan ve akıldan geçenleri bilen de benim. Bana dua
edenlerden olun. Benim dışımda hiçbir güç sizi korkutmasın. Size
düşmanlık edene düşmanlık ederim. Size dost olana dost olurum. Size eziyet
edeni helak ederim. Size iyilik yapanı mükâfatlandırırım. Sizi yalnız bırakanı
terk ederim.”

Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: “Onlar Allah'a olan samimi a§klarını
kalplerinde hissedenler, hitabına ve sözüne mazhar olanlardır.”

Takrîb4049

‫ حدثن ا أبو محما ن‬،‫ حدت ا أ خ ن د بن م خ ث د ب ن مصثل ه‬،‫ ء حدثن ا أيي‬١٣/١ ‫ )“ ت‬٢٤(

‫ " إ ة لل ه‬:‫ ق ات‬C‫^ ا ل م ص ري‬£ ١^ ‫ حدث ا أبو الئت ض ذو القوي بن‬،‫ت ب ي د ن م ح ا ذ ا لخث ا ط‬

:،3^ ‫ ننه م ؟‬Uİ ٠٨۶ ،‫ ظ أي ؛ئثيض‬:‫ ش د له‬،" ‫لخ؛يه‬


‫ر‬ ‫ه‬ ‫ نثه‬0 ‫ ؤا‬،‫يخؤ أص وئه م ن ح ك ه‬

:‫ ق م ما لأ‬،" ‫ وأ ح ب ئ م و ط ا ل م نزل ة‬،‫ موأعهثى ا ل م ج ه ود في ا ل طاعة‬،‫ |دا حل خ ا ل ع ئد الؤا ح ه‬٠٠

‫ بليل ه ا أ ن ث ه ج ع ا‬، ^ ^ ١ ‫مم د‬ ‫مغع ا لم نان بوعده ووعيده‬


‫‪Mukaddime‬‬ ‫‪39‬‬

‫ئه ما ثذل ل ه‪ ،^ ^ ١‬وثحصغ ا‬ ‫مث ه م وا عن النيلي الك ري م "ك ال مه‬

‫و هأ د ثث ب ئ ق س م ن ‪ ۵١٤٠‬ف ي ا ل م ج ل س حا ضنات يا أثا ا ل م ص ‪ ،‬م ن ه ؤ ال ء ائف ؤ م يز ح ن ك‬

‫خل ا ص وش ا ذ ا ‪ ،‬ؤامح إ ت ل ي ش ه ز م ه ا ن ا ‪،‬‬ ‫صم‬ ‫طوا ا ل‬ ‫ا ه ؟ ق ا ت‪ " :‬و بمل ث‪ ،‬ث ؤ ال ؤ قزم‬

‫و حر ك ه م ب ا إل د ال ج ‪،‬‬ ‫ع ن ا لأزواج‪،‬‬ ‫جز‬


‫ثت ب‬ ‫ح ا ل ط المه ا ن ل ح و مه م ود م ا ء ه م‬ ‫ه ؤ الء قوم‬

‫ق و صعوة غش أفدتهب قانفز ج ت ‪ ،‬و ص م وه إ ر ص دوره م ه انس ز ح ت ‪ ،^٠٤^ ^ ،‬ه م م هز به‬

‫مزاي ا ‪ ،‬ولنؤم هز م ه ا دا‪ ،‬ولمثبيل ه و بئه ا ي ا ‪ ،‬و ل ح جتهز إئ ال ي ا ‪،‬‬ ‫د ك د ح ت ‪ ،‬ن ج عل وة‬

‫وبهروت ‪ ،‬وشبت الثامن ؤئئ وتو لأ‪ ،‬ويأس الثامن‬


‫م‬ ‫ي ي خ الغ امس وي حزوئن‪ ،‬ويما م الثامن‬

‫وي حاق ون‪ ،‬ئهز حايم ون‪ ،‬حذرون‪ ،‬وجلون‪ ،‬نشف م ون‪ ،‬م ش م ون ‪ ،‬سادرون م ن ائثؤ ج ‪،‬‬

‫لعداث ب ‪ ،‬و ح طر ما‬


‫ويشثع دون ش ؤ ت ‪ ،‬ل م يثفتمعر جحسم ذللث عنده م لعفث م ن ا يحامحون م ن أ م‬

‫يوغدون م ن ال ثزا ب‪ ،‬ذزي وا عل ى ف رايع الم نان ‪ ،‬زث حل ص وا ب حال ص القرب ا ن ‪ ،‬ؤاتقاروا بنوو‬

‫ي عهوده م ‪ ،‬ز أ خ ي ن غ وذة‪،‬‬ ‫ال‪ 5‬ح ن ن ‪ ،‬ث ظ ب ي أن أ تجز قه م ‪ ، ^ ١‬موعودة‪ ،‬وأؤز‬

‫وعيده‪ C‬فالوا يؤ ا و ه ا ي ي ‪ ،‬زغ ائق وا به اثك وا‪-‬ءث‪ ،‬وأمن وا به ا ل ع وا ط ب ‪ ،‬و حذروا يؤ‬ ‫ؤأ جا وه م‬

‫ا ل ع واق ب ‪ ،‬النه م ئازق وا ته ج ه ال د ي بم ن بالية‪ ،‬وئفلزوا إ ز بواب ا الخزة بم ن راضته‪،‬‬

‫زاشتزؤا التاقيه بالث انية‪ ،‬ن عم ن ا اس م وا‪ ،‬رب حوا ال دارين‪ ،‬و ج م ع وا ال متي ن‪ ،‬وانت ك ملوا‬

‫المص ق ن ‪ ،‬ثلث وا أمحص ل ائنثا ر لأ‪ ،‬بصبر أثا م ق ال ئد‪ ،‬ئ غ وا ا لأيا مب انسير‪ ،‬ح ذار تؤم ث مقلرير‪،‬‬

‫ؤش ازغ وا ي الئيلؤ‪ ،‬زباذزوا خز ف خواد ث الث اغ ا ج ‪ ،‬و إل ' ^‪ ١‬أثا ني ب با ش وائدا ت‪،‬‬

‫ب د غ اض وا‪ ،^ ١^ ^ ١‬ل ناقثا ت ا ل صال حا ت ‪ ،‬أوهن والل ه قؤثه م الحت ي‪ ،‬وغير أ لوابه م الن ص ب ‪،‬‬

‫ود وواثازا ذاث ل ه ب‪ ،‬نث ارعين إ ر ا ل حثزات‪ ،‬مغ م م ح ن عن ا لهزات‪ ،‬بريوئن م ن ا م‬


‫زا لخثا ‪ ،‬قهز حرس محصحاءء وع مي بصزاء‪ ،‬بعنه م م ص ر ال ئ ث ا ت ‪ ،‬نبهم بديع الثثن ا ئ ‪،‬‬

‫ظ‪ ،‬ؤأرش [ ا ‪ /‬م \ ] م حي غ ال؛‬ ‫م أ خ ر م حي ي ن ق ز‬ ‫ز م ح ء ث رن ‪، ^ ^ ١‬‬


‫ؤميت اهأ‪ ،‬س زاج العت ا د ‪ ،‬ومن ا ر الب ال د‪ ،‬مصابي ح ال د جى‪ ،‬ومعا دن الؤ ح م ة‪ ،‬ومن ابع الح ك م ة‪،‬‬

‫جن وبهز عن ا ل م صا ح ع‪ ،‬ئهز أ ق د القاسي لئنح ذوة‪ ،‬وأصفح ه م‬ ‫وقوام ا ألم ة‪ C‬ث جا ب ت‬

‫للم ن ي ة‪ C‬وأن م ح هز بالع طثة‪ ،‬فنظروا إلى ثنا ب الثؤ ء|يإنأ بأنف س ئ ايم ة ‪ ،‬وعي ون رام قة‪،‬‬
40 Mukaddime

‫ي‬ ‫ إل يد ع‬،‫ز ئ غ وا منه ا جبا ل ان ا ص‬ ،‫م‬


‫مطييلح]إؤل‬ ‫ ئ خ ل وا ض ال د ي‬،‫وأعنأل مؤاف م ة‬

‫ؤ ال‬ ، ‫ ق زائ ز لء قئئ ي وا ص ا لآتزاي م حوزق ا‬، ‫ش د ا‬ ‫ز ال‬ ‫ ب ذ أ ئ ؤ ال ه ء هم دا‬. ‫غ ز د ث ة هلم‬

‫ نل ك م ئ؛لثدا‬، ‫ ث ر‬،‫ئ ا ل م ص ور تهدف ا‬ ‫ز ال‬ ،‫ ز ال ص الت طا؛ا غريرق ا‬،‫بن ا لأزم لخؤوزئ ا‬
‫ ذ ا م‬: ‫ محق وا أ‬،‫ب ي أ م ق ال ئد‬
‫ج ز ظ <وئا م‬
‫ ن ت ب‬،‫م قإمحابي وف ز‬ ‫مب ن ي الثي ه ا ر‬
‫ نثل خ وا م ن‬،‫ وهربوا ب انفس هز عن ائئ ا ي م‬، ‫ض ألوان ا ل م طاع م‬ ‫م‬ ‫ نكث وا أيديه‬، ^ ^ ^ ١ ‫عن‬

‫الئن'ثا‬ ‫ ع ى عن‬، ‫ أ غد ال د ي ض م حبجم‬١^ ^ ،"٥^ ‫ؤ؛ إ ن وا‬ ‫حو‬ ‫م‬

‫ وم ن ك ر‬،‫ وم ن ا ل متر وضيقه‬،‫ ه ابوا ائنؤ ث وتكزايه وكرباته ون جعا يه‬، ‫وغ ص ص ا ل من ايا‬

،‫ وم ن انتق ا م بتن يد ي اللي عر نكزه‬، ‫واديه ا ره م ا ونوال ه م ا‬ ‫ وم ن‬، ‫ز ع م‬

" '٥ ٢ ‫زقأئ ئ‬

Ebû Osman Saîd b. Osman el-Hannât’ın bildirdiğine göre Ebu'l-Feyz


Ziinnûn el-Mısrî der ki: “Allah'ın yarattığı insanlar içinde özel olanları
vardır, Allah'ın seçtikleri vardır.” Kendisine “Ey Ebu'l-Fayd, onların
alametleri nedir?” dediklerinde “Kul rahatını bozarsa, taat için var gücüyle
çalışırsa ve alçak gönüllülüğü severse” dedi. Ardından şu beyitleri okudu:
Gören göze gece uyum asını
V aad ve v a id ile K u r ’ân meneder.
٠ kerim Sultanın va rsa ferm a n ı,
B oyunlar bükülür k ırılır beller.
Mecliste bulunanlardan biri ona “Ey Ebu'l-Feyz! Bu insanlar kimdir?
Söyle Allah sana merhamet etsin” deyince, ona şöyle cevap verdi:
“Yazıklar olsun sana, onlar öyle bir kavim ki; dizlerini alınlarına yastık
yaptılar, toprağı vücutlarına döşek yaptılar. Kur'ân onların hücrelerine ve
kanlarına öyle işlemiş ki eşlerinden ayırmış, seher vakti harekete geçirmiş.
Onu gönüllerine yerleştirince kederleri kaybolmuş, göğüslerine
bastırdıklarında yürekleri ferahlamıştır. Yaşlıları ondan etkilenip canlanmış
ve çaba göstermiştir.”
“Kur'ân'ı karanlıkları aydınlık, uykularına döşek, yollarına rehber,
delillerine destek yaptılar. İnsanlar sevinirken onlar üzülür, insanlar uyurken
Mukaddime 41

onlar uykusuz kalır, insanlar yerken onlar oruç tutar, insanlar güven
içindeyken onlar huzursuz olurlar. Onlar endişeli, huzursuz, rahatlan bozuk,
herkese acırlar ve her zaman uyanıklar. Geç kalmamak için uğraşıp ölüme
hazırlanırlar. Bu davranışları, azaba karşı duydukları korkunun ve
kendilerine vaad edilen sevabın yanında hiç kalır. Kur'ân'ın emirlerine uyup
terakki ettiler. Allah'a yaklaşma ümidiyle Kur'ân'a sarıldılar. Rahman'ın
nuruyla aydınlandılar. Zaman geçmeden Kur'ân onlara verdiği sözü yerine
getirdi. Onlara haklarını verdi, mutluluğa layık görüp azabından
uzaklaştırdı. Onunla refah ve mutluluğa erişip kucaklaştılar. Onunla
korkulardan emin oldular, tehlikelerden uzak kaldılar. Çünkü dünyanın
çekiciliğini kararlı gözlerle terk ettiler. Âhiret sevabına rıza gözüyle baktılar.
Baki hayatı fani hayatla satın aldılar. Ne güzel bir ticaret yaptılar, iki
dünyayı da kazandılar. İki hayrı toplayıp aldılar. İki nimetin tamamına sahip
oldular. En güzel mevkilere kavuştular. Zor bir günün korkusuyla sayılı
günlere sabırları sayesinde, günleri kolayca atlattılar. Dinleneceklerine
koştular ve yaşadıkları dakikaların !korkularını aştılar. Günlerini zevk ve
eğlencelerle geçirmediler. Aksine kalıcı iyilikler uğruna bütün engelleri
aştılar. Vallahi yorgunluktan güçleri takatleri kalmadı. Yorgunluktan
renkleri değişti. Alevli ateşi akıllarından çıkarmadılar. Hayırlara koştular,
eğlencelerden geri kaldılar, dedikodu ve nahoş konuşmalardan uzak
durdular. Onlar güzel konuşan dilsizler, keskin gözlü körlerdir. Kelimeler
onları anlatamaz, kan davaları onlarla engellenir ve bereket onlara iner.
Onlar konuşma ve estetik bakımından insanların en tatlısıdır. Söz ve güven
bakımından insanların en sağlamıdır. İnsanların feneri, ülkenin aydınlığı,
karanlıkların kandili, rahmet kaynakları, hikmetin pınarları ve ümmetin
direkleridir. Sert yataklarda yatmaktan vücutları nasırlaşmıştır. Onlar en
hoşgörülü, en çok affedebilen, en eli açık insanlardır. Allah'ın sevabına tok
bir nefisle, yaşlı gözlerle baktılar. Rızasına uygun fiillerle beklediler.
Dünyayı, kervanların dinlenme mekânı olarak gördüler. Dünya ile arzu
bağlarını kestiler. Allah korkusu onlarda miras kalan veya sonradan
kazanılan her hangi bir varlık bırakmadı. Onların, dünyanın hâzinelerine,
yünün tek bir parçasına, hızlı yürüyen develere ve yüksek köşklere arzu
duymadıklarını rahatlıkla görebilirsin. Aksine Allah'ın yardımına, ilhamına
42 Mukaddime

baktılar. Geçici günlere sabretmesini bildikleri için onlara güç verdi,


bedenlerini haramlardan uzak tuttular ve renk renk yiyeceklerden ellerini
çektiler. Nefislerini kötülüklerden kaçırdılar. Yolların en doğrusundan
yürüdüler. Dünya ehlinin âhiretine ortak oldular. Utanılacak fiillere
bulaşmadılar. Kaderin darboğazlarından başarıyla geçtiler. Ölümden ve
ölüm döşeğinden, sıkıntısından ve fecaatinden, kabirden ve darlığından,
Münker ve Nekir’den, onların heybetli gelişinden ve sorgularından
korktular. Esmâ-i Hüsna ile müsemma Aziz Allah'ın huzurunda durup
hesap vermekten korktular.”
Şeyh Ebû Nuaym dedi ki: “Onlar karanlığın kandilleridir, doğruluğun
ve hakikatin pınarlarıdır. Özel ve gizli özelliklerle donanmış ve ihlâsla
özenle işlenmişler.”
Takrîb 4041, Takrîb 4051
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Onlar (toplumu birbirine) sicimle
bağlayanlar, iyilik dağıtanlar ve adaletle hükmedenlerdir.
Takrîb 1992
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Onlar zahiren mutlu, içten içe sıkıntı
içindedirler. Rahatlatan ruh ve iştiyak onları mutlu eder, ayrılık ve uzaklık
onları tedirgin eder.
Takrîb 3952
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Onlar düşünmeden hak için koşarlar,
ayırım yapmadan ibadetleri ifa ederler.
Takrîb 4035, Takrîb 3781
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Evliyaların bazı menkıbelerini ve sûfilerin
mertebelerini nakletmiştik.
Tasavvufa gelince; işaret ehline göre, tanımmı yapan safa ve vefa ehline
göre ve lisanın icab ettiği hakikatlere göre kökü dört farklı kelimeden
tefe'ul babmdadır: Bunlar;
ı- Sufane. Bu kelime tüylü, kısa ve çekirdekli bir bitki adıdır.
2- Sûfa. Bu daha önce yaşamış bir kabile adıdır. Hacıların ihtiyaçlarını
karşılayıp Kâbeye hizmet ederlerdi.
3" Baştaki tüy. Başın arka tarafında biten tüylerdir.
Mukaddime 43

4 " Hayvanların sırtındaki malum yün.


Eğer tasavvuf kelimesi bitkinin adı olan “sufane” kelimesinden
alındıysa; insanların, Allah'ın tek yaratıcı olduğuyla yetinmelerinden ve
yarattığı varlıkları onların hizmetine teklifsiz vermesindendir.
Âdemoğullarına verdikleriyle, Allah'ın sevgili ve pak kulları gibi
ytindiklerindendir. Tıpkı muhacirlerin başlangıçta karşılaştıkları ilk
halleri gibi...
Takrîb 3321
Eğer kabile olan “Sufa”dan alınmış ise. Tasavvuf ehlinin haliyle yetinen,
malıyla geçinen, âhiretini kazanan, dünyada elde ettiklerine sahip çıkan
hidâyet göstergeleri olmalarındandır.
Tehlikelerden uzak durdukları, yakınlaşmak için çalıştıkları, zamanı iyi
değerlendirdikleri ve vakitlere itina göstrdiklerindendir. Onların yollarını
takip eden başına gelecek kötülüklerden kurtulur ve tehlikelerden salım
olur.
Takrîb 2766, Takrîb 2767, Takrîb 3047, Takrîb 3048, Takrfo3049

‫ حدت ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا غئد الل ه ن أ خ ن ذ بن ح م‬، ‫ آ ا ] حدثن ا أي و بكر بن مال ك‬/ ‫)" [ ا‬٣٧(

،‫ ص غ ا م ا آل ح و ل‬، ‫ ائ لأت ح د ب ي أيي‬،‫ حدثن ا تن ا ذ بن هث ا م‬،،^ ^ ١^ ١‫غيد اللؤ بن ع م ر‬

،‫زي‬ ‫ا‬: :‫ب ء ع ي الغ الء‬


‫ قات إ و م‬٠' :‫ قات‬، ‫ ص نزف ا إلقا ئ‬، ‫ص غيد البل ه ثن غ ا م‬

" ‫م‬،‫ أ‬4‫ ئأم ه م د الل‬، ‫ آ ال ف مل ك‬4‫ش د الل‬ ‫نأنأر ل‬ ،‫ب بد ك غزي‬
‫في ا الةرض أ خ د م‬ ‫فيئ‬

Nevf el-Bikâlî der ki: Hz. İbrahim “Ey Rabbim! Yeryüzünde benden
başka sana ibadet eden kimse yok” deyince Allah üç bin melek indirdi, ü ç
gün onlara imamlık yaptı.

‫ حدثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن‬، ‫ حم دا ن‬- ‫ ب ا ] حدبت ا أ خ ن د بن جعف ر بن‬/‫ )“ لما‬٣٨(

‫ " لث ا أ لم ئ‬:‫ قات‬،‫ حدثن ا بكن بن عئد الئؤ ال ئ ز ئ‬،‫ حدثت ا أثو ه ال ل‬،‫ حدت ا ق يا ن‬،‫حث ل‬

‫ خل ف ف ئل ق ى‬،‫ ي زي‬: ‫ ق ش‬، ‫ك ف ة ؛ ر ى ا‬ ‫ ي ؛ م ج أت ث ء ه‬٣ ١ ‫أ; را م ء ع ي‬

‫ ؤ؟ئا‬، ‫ي‬ ‫ف ن ق فى ' لآوض ممب د‬


‫ ^ غز ح ي د ي‬١٠ ،‫ ئ أذم ظ ئ عغث‬°‫ ثائذن‬، ‫فى ' م‬
،‫ هءح \ء ه ف ا[قءز‬: 3 ‫ ه ا‬،‫دم محدع وة‬1‫ ؤإ‬،‫ ءأن ا<ئثثامحلم هأغيئ وة‬،‫ي ن ئة رب هز ي‬
‫ربه ف‬

‫ا‬
، ‫ ن ؤ غ ي د‬: 3 ‫ ء‬، ^ ^ ١‫ ه ( ؛ ؟ي أنحمأءئفئ عنة ؛‬٤^ ^ ١ ‫؛ ث يئ ى في‬ ‫لم‬
‫لا‬
‫ح‬،‫ رب‬٧
44 Mukaddime

‫و ال‬ ،‫ ^ ^ م حت‬١ ‫ ف إ ن‬،‫ و أ ن ا ه ث س لجة ب مه ي‬، ‫ح ة‬ ‫م‬ ‫يف ن د ق اا ^ ص خي ت‬

‫أتا م م‬1 ‫ء ر‬ ‫ج‬ ‫ ؤ‬1‫م ش ي شئ‬ ‫ ؟‬:3 1 & \ 3 ‫ ق آ‬،‫أ ش ى ر م ذ ء حق‬ ‫ال‬ ‫ ق‬،‫نذغت‬

‫قت م قئثنغ ه ؤز'ع‬ ‫يي‬.‫يؤذئ يؤنثذ غفى أض ائنئ‬


‫ م آ ] ف‬/ ‫ [ا‬:‫ت‬1‫ ئ‬،"

Bekr b. Abdillah el-Müzenî der ki: Hz. ibrâhîm ateşe atadığında bütün
varlıklar Rablerine seslenip “Ey Rabbimiz‫ ؛‬Senin dostun ateşe atılıyor, izin
ver onu söndürelim” dediler. Allah “O benim yeryüzündeki tek dostumdur,
ben onun Rabbi'yim, benden başka rabbi de yoktur. Sizden yardım isterse
yardım edin, yoksa bırakın” diye €evap verdi. Yağmur meleği gelip “Ya Rab‫؛‬
Dostun ateşe atılıyor, izin ver onu yağmurla söndüreyim” deyinee, Allah “O
benim dostumdur, dünyada ondan başka dostum yoktur, ben onun
Rabbiyim, benden başka rabbi yoktur, senden yardım isterse yardım et,
yoksa bırak” diye cevap verdi. İbrâhîm ateşe atıldığında Rabbine dua etti.
Allah “Ey ateş‫ ؛‬ibrâhîm'e karşı soğuk ve selamet ol” diye emretti. Bunun
üzerine ateş o gün doğı^akilere de ,batıdakilere soğuk oldu ve yemek dahi
pişmedi.

،‫ خ ا؛ثن ا إن م اعس ل‬،‫ حدثن ا ال خ ش ن بن علزيؤ‬، ‫ ] حدتما أ خ ن د بن ا ل س د ي‬٢ ‫ م‬/‫ )“ [ ا‬٣٩(

‫ " نق ا جيء ب إبزاهي م ■علته الق ال م‬:‫ ؤشع يد‬،‫ قادت قا د تث ا ي د‬،‫خ ا؛ثن ا إن ح ا ق بن يمم‬

‫ ذ ك ت ال ث ن ا ؤا ت وا لأرمى ؤا ل جتأا ل‬،‫ ووضع في ا ل من جنيق‬،‫ وفدوا ق ما ط ة‬،‫ئ ئ غ وا ثاية‬

،‫زه‬ ‫ثا‬ :‫ق ول ون‬ ‫و‬ ،‫ز ا ي والشف ا ث وال م ح والئ ال يكه‬ ‫ض نا قت ي ؤات ز ئ‬ ‫زال‬

‫ يا زب‬: ‫ ق ا ن ي الثا ر وبك ت‬، ‫ ه ا ئذ ن قا في ن صرته‬،‫راتاه_أإ عندك يح نق بالغار‬

‫ض‬ ‫ زقي‬، ‫ إ ة عب د ي إيا ي عبذ‬: ‫ إل يه م‬. ‫ و عبد ك ي ح ن ق بيء م أ ز ح ى ا ه‬، ‫ل بني اد؛‬

‫ر ي د ه الث ال م‬ ‫ج‬ ^ ١ ‫ ق ه ض‬،" ‫ ت ي و ة‬1‫من ث م ت ئ‬1 0‫ ؤإ‬،‫ ؛ذ د ش أ جثت‬،‫أوذي‬

‫ أث ا‬: ‫ أن ك خ ا ط ؟ قا د‬،‫جريت‬ Û ، ‫مأ‬ ‫ا و ا‬: ‫ الث الم ه ث‬:‫ ق ات‬، ‫ص ا ض ه ق ز ا م‬

‫ ه ز ظى‬1 ‫ي د ن طل‬
‫ ت ق إ>ماف‬015" ‫ ئذ ف فى \&ل‬I‫ ثلث‬،‫ز ر‬ ‫م‬ ‫؛ر‬ ‫خا ح م‬ ،‫؛مح ق م د‬

‫ محلؤ لب يحلم هل ة لألق ال م ل كر‬،‫ زش ال ذ عل ى إئزايب‬١^ ‫ يا ثار"ك وني‬:‫ الث ن" غ‬3 ‫ ومحا‬،‫محن ا ط ه‬
Mukaddime 45

Mukâtil ile Saîd anlatıyor: Hz. İbrahim'i getirdiklerinde giysilerini


çıkardılar. Ellerini bağlayıp mancınığa koydular. Bunun üzerine semalar
ağladı, yeryüzü ağladı, Güneş, Ay, Arş, Kürsî, bulutlar, rüzgâr ve melekler
ağladı. Hepsi “Yâ Rab! Kulun İbrahim ateşe atılıyor, izin ver ona yardım
edelim” dediler. Ateş ağlayarak “Yâ Rab! Beni Âdemoğlunun hizmetine
verdin, ama kulun benimle yakılıyor” dedi. Allah onlara “Kulum bana
ibadet etti, tarafımda olduğu için eziyet gördü, bana dua ederse ona icabet
ederim, sizden yardım isterse yardım edersiniz” diye vahyetti. Atıldığında
Cibril onu mancınık ile ateş arasında karşılayıp “Selam sana ey İbrahim, ben
Cibril'im, bir ihtiyacın var mı?” dedi. İbrâhîm “Sana ihtiyacım yok, benim
Rabbime ihtiyacım var” diye cevap verdi.
Ateşe düştüğünde İsrafil onun önünden gidip ateşi bağlandığı ipe saldı.
Allah da “Ey ateş! İbrâhîm'e soğuk ve selamet ol” dedi. Eğer “selamet”
kavramım katmasaydı, ateşin içinde soğuktan donardı.

‫مم مح و‬ ‫م‬ ‫تا ممأ غيه الث ال م ث أ ي في ال م‬:‫إ‬


‫ي ت أن " ر‬ ‫ب‬ ‫ ئتت‬، ‫^ ئن ض‬ ١‫عن‬

‫و م ظ أ ق ءث شأ مإ د‬ ‫ئ أي ظ‬ ‫ ظ‬: ‫ قا د‬،‫ ن و أ م ح ن يزى‬،‫تجئ‬ ٩ ‫ظ أذري‬

" 1‫ف ه‬
‫ئ ي‬ ‫ي؛د‬ ‫ط‬ ‫ ؤؤ و ذ ث أن محمض ق محب ي‬،'‫مح ق فيه‬

Minhâl b. Amr diyor ki: Bana verilen bilgiye göre: “Hz. ibrâhîm ateşe
atıldığında içinde -tam olarak bilmiyorum- elli veya altmış gün kaldı.
Bununla ilgili “Hiçbir zaman ateşin içinde yaşadığım günler ve gecelerden
daha güzel bir hayat yaşamadım, hayatımın tümünün o ateşin içinde
geçmesini isterdim” demiştir.
Şeyh (Ebû Nuayırf) der ki: Bilinen “sûf’ yünden alınmış ise: Yün
elbiseler giymeyi tercih etmelerinden kaynaklanmıştır. Çünkü yünü
üretmek ve elde etmek insanlar için külfetli değildir. Kendini beğenmiş
nefisler yün giymekle zelil edilir. Nefsin arzu ve kibri, zillet ve alçaklıkla
kırılır, kemale ulaşır ve kanaatkâr olur. Bunun delillerini yün giyimi
konusunda ayrıntılı olarak anlatmıştık, işaret ehlinin bununla ilgili, farİdi
akıcılıkta bir çok cevabı olmuştur. Bunları başka bir kitapta ifade ettik. Bu
46 M ukaddime

konuda sadece, Câfer b. Muhammed es-Sâdık'a atfedilen şu sözü size


nakledeyim. Diyor ki: “Resûl'ün zahir fiilleriyle yaşayan sünnî, Resûl'ün
batmî fiillerine göre yaşayan sûfidir.” Câfer, Resûl'ün batınî fiilleri derken
zahiri ahlâkını ve âhireti tercihini kastetmiştir. Kim Resûl'ün ahlâkıyla
ahlâklanıp onun seçtiği hayatı seçer, davrandığı gibi davranır,
kaçındıklarından kaçınır, onun açtığı çığırdan giderse, sıkıntıdan uzak
olur, rahatsız edici durumlardan ve kıskançlıklardan kurtulur. Kim
Resûlullah'm ($‫ الساوااو‬aleyhi vesEİİBm) yolundan ve çizgisinden saparsa, nefsinin ve
karmaşasının emrine tabi olursa, boğazı ve şehveti için çalışırsa,
tasavvuftan uzak olur, cehalet içinde didinip durur ve en önemli
konulardan habersiz kalır.
Takrîb 2 7 6 4 , 2 7 6 2 ‫ألس‬
Şeyh (Ebû Nuaym) der ‫لكل‬: Bir kişi marifetullah gerçeğiyle karşı karşıya
geldiğinde ondan bıkar ve karıştırırsa, itaat etmesi istendiğinde
beceremez ve darmadağın ederse, sabır gerektiren bir sıkıntıyla
karşılaştığında korkar ve aciz kalırsa bu kişi nasıl tasavvufa mal edilebilir?
T asav ^ f âlimlerinin ileri gelenleri tasavvuf hakkında söylenmesi gereken
şeyleri söylemiş, tasavvufun sınırları, kavramları, bölümleri ve oluşumuyla
ilgili sorulara cevap vermişlerdir.
‫ و ح دمحي عنه اندثار ين‬: 3 ‫ قا‬،‫ق د كت ب ل ي جع فز بن م ح م د بن نصير ا ل حؤاتس‬

‫ ن ن ب ل ض‬:‫غ وت‬: ،‫بم أ الثؤ عثه‬ ‫ ش م ن غ ا ل س د ئ ث خ م‬:‫ قات‬، ‫ا ن الن ا ر ي‬ ‫ك‬ ‫ش‬

‫و ق يء م ن ؛ لأي عن ال قك ا ز‬ ‫ القق ل ل م ن‬:‫ئ ل م جا م ع شئنة م عاتي‬،‫ ا‬:‫ مما ل‬، ‫الت صوذ_ا‬

‫ الؤغثة في‬:‫ والتال ث‬،‫ظون إ ر ا لأنيا ب‬ ‫ل‬ ‫عأى الل ه ص ا‬ ‫اق ل ب‬ ‫ اعتن ا د‬:‫ والت ا ني‬، ‫يف ه ا‬

‫ إ ل‬£‫ زالث' ئت ا ل م حن غذ ق ي ال دمحا عن ا م حو‬،‫ال غع ا ت م ن ا وئ ع قي و جود الواقي‬


‫ الق إل‬:‫ وا لث ا دس ن‬، ‫ الت مييز في ا أل ح ذ عغذ و ج ود ال ئ ؤ ؤ‬:‫ والم حا م س‬،‫ل ة والشك و ى‬1‫ا لخن‬

‫آس ل‬ :‫ص‬
‫قا‬ ‫ وال‬، ‫ ال د م ا ن خ ئ غ ذ ج م ي ع ا ل أ د م‬: ‫ زال ث ا ئ‬، ‫ص ث ا ؤ ا لأغنا م‬ ٥ ‫ألل م‬

‫ ال قخون إ ز‬:‫ وا ل عاشر‬،‫ انقي ن في د ح و ل الغل ق‬: ‫ والتاسع‬،‫ا إل ح ال ص في دخ و ل الزن و ت ة‬

‫ال ال‬ ، ‫) انث حئ به ا ا الم م‬3 ‫ محا دا ا مش حم خ هذه أل خ صا‬،‫ه م ن ا ال ضهل زاب ؤال و حشة‬ ‫الثه‬

‫جب و كا ذ ب‬
Mukaddime

izdiyar b. Süleyman el-Fârisî'nin naklettiğine göre, Cüneyd b.


Muhammed'e tasavvufun mahiyeti sorulduğunda şöyle demiştir:
“Tasavvuf on farklı anlamı olan bir kavramdır:
1- Dünyada çok olan her şeyi azaltmak,
2- Kalbin sükûndan sebeplere kadar her konuda Allah'a güvenmesi,
3 - îbadetlere ve nafilelere tehlike anında da rağbet etmek,

4- Dünya malım kaybettiğinde sorgulamamak, şikâyet etmeyip


sabretmek,
5- Bulduğu bir şeyi alırken araştırmak ve seçmek,
6- Her şeyden fazla Allah'a zaman ayırmak,

7- Her türlü zikri gizli yapmak,


8- Vesvese geldiğinde ihlâsı muhafaza etmek,

‫و‬- Aklına şüphe düşüncesi geldiğinde imanı muhafaza ermek,


Yalnızlık ve sıkıntı anında Allah'a sığınıp sükûnet bulmak.
Bu özellikleri taşıyan kişi, bu isimle anılmayı hak eder, yoksa yalan
söylüyordur.”

‫ حدثت ا عتد الثؤ بن م ح م د بن‬،‫ \ أ ] حدبن ا م ح م د بن أ حم د بن يئق و ت‬/ ‫ )" [ ا‬٤٣(

‫ م ن إدا ئهلى أثا ن‬٠٠ :‫ قث ات‬،‫ عن ا ل ص وفي‬،‫ ش أ ك دا الن ون زخنة الل ه علته‬: ‫ محا د‬، 0‫مي م و‬

‫ نإن ذ ك ت ئطمب ت غثة ا ل ج وارحبم قئع ا ل ع الئق‬،‫ئ ئ ة عن ا ل ح مايق‬

Abdullah b. Muhammed b. Meymûn diyor ki: Zünnûn'a tasavvufiı


sordum, bana şöyle cevap verdi: “Bir kişinin konuştuğunda hakikati
konuşması, sustuğunda da bütün hücrelerinin onun dünyayla tüm
bağlantılarını kestiğini söylemesidir.”

:‫ محات‬، ‫بن م ح ئ د‬ ‫ف ر‬
‫حدثن ا جع‬ ،‫ ] حدق ا أب و م ح م د اندب ار ى نلبما ن‬yy/<[ ") ٤٤(

‫ نا ال‬،‫ ء ا ن ي ن وا ع ق ه ال م حن‬، ‫' التع ن ؤ ف ق م يق س محمص ة الئث أقؤائ ا‬٠ :‫الغ رين‬ ‫ أب و ا ئ خ ن ن‬،‫مال‬

٠' ‫؛ ه ه و‬ ‫ك‬ ‫ي ذب‬ ‫م ح م‬ ‫ءث‬


‫‪48‬‬ ‫‪Mukaddime‬‬

‫‪Ebu’l-Hasan el-Müzeyn der ki: “Tasavvuf, Allah'ın insanlara giydirdiği‬‬


‫‪bir gömlektir, eğer onun için şükredebilirlerse ne âlâ, değilse Allah bu‬‬
‫”‪konuda hasımları olur.‬‬

‫إ ال‬ ‫ب ر بؤ ض القاص‪،‬‬
‫و ش د ا لخؤاصت ض ا م ح ي ف ‪ ،‬ق ات‪ ٠' :‬انب ج‬ ‫ا‬ ‫(‪ -) ٤٥‬ل ‪٢٢/١‬‬

‫أ غ د ال د را ي ة ‪ ،‬ن ق ي د ما ه م "‬

‫‪Tasavvuf konusu el-Hawâs’a sorulduğunda: “insanlardan saklanmaya‬‬


‫‪yarayan bir isimdir, dirâyet ehli hariç, onlar da çok azdır” dedi,‬‬

‫ث أث ا بك ر‬ ‫تمع‬ ‫ت أث ا ا ل م ص ل ثص ز بن أبي ثص ر الت ل و س ؤ ‪ ،‬ثق و لأ‪:‬‬ ‫شمع‬ ‫(‪] yy / \ [ " ) ٤٦‬‬

‫و‬ ‫ين الم تاق ف‪ ،‬يقوأل ‪ :‬ت أل ت ائ ج نتذ بن م ح م د عن التصؤز_‪ ،،‬ءم‪ 1‬ت‪ ١ " :‬لخزوج غن‬

‫ش''‬ ‫ق‬ ‫ظ‬ ‫ي ء‬ ‫ت‬ ‫وال م ح‬ ‫ظقئ ئ‪،‬‬

‫‪Ebû Bekr b. el-Musâkif diyor ki: Cüneyd b. Muhammed'e tasavvufu‬‬


‫‪sorduğumda: “Seviyesiz davranışların tümünden sıyrılıp her türlü yüee‬‬
‫‪.davranışa bürünmektir” dedi‬‬

‫(‪t ٢٢/١ [ ") ٤٧‬‬ ‫ا ل ط وسي‪ C‬تم ولت ‪ :‬ش م ع ت أثا ا لختن الم زحمائي‪c‬‬ ‫أثا ا ل م ص ل‬ ‫وش م ع ت‬

‫م ا ل م ‪ :‬ن ا ع ال ن ة‪ ، ^ ^ ١‬؟ ق ات‪ " :‬ضدزة ن ث ئ ‪ ،‬و ق ه تجزوخ‪،‬‬ ‫ك أث ا‬ ‫ف وت‪ :‬ت أ‬

‫ؤ جن م ه نعلزوح "‪ ،‬ئ ك‪ :‬ث ذا ع ال م ة‪ ،^ ^ ١‬مم ن ا ل عا ر ف؟ محا‪ ،^ ^ ١" :،3‬ال ذ ي عزفن‬

‫ه ‪1‬لمح‬ ‫‪ Ü‬وعزف ^‪ ^١‬ء‬ ‫وغ م د ءث م ه ‪ ،‬و م م ن غث نهى ^ ^‪ ،^ ١‬ودظ مح\د‬

‫ه الل ه إ؟ى الثؤ‬ ‫‪ ،‬ق ك ‪ :‬غذا الغ ا ر ق ‪ ،‬فم ن ا ل ص وفي؟ ممات‪ " :‬م ن بنئ ا مح ث ة ص ف ى ‪،‬‬

‫‪ .‬ن ط ل ق ط ر ق انئ عث م ثقى‬ ‫ا ل ج ما ‪ ،‬محل ت لث‪:‬‬ ‫ط عم‬ ‫ورم ى الدث ا حل من ائقف ا ‪ ،‬ؤأذاق ال ه و ى‬

‫ظب "‪ ،‬ئ ك ه‪:‬‬ ‫ه واش وف‪ ،‬زا إل<امءئ ض‬ ‫ل‬‫ئذا الئ وئ‪ ،‬ن ا ا م حؤفث؟ قات‪ :‬ا‬
‫أ ح شن ص هذا ن ا ا م ح ؤ ف؟ قات‪ ٠٠ :‬ئن ل م ت ص م ه ‪ ^ ^ ١‬ل* ال م ؛ثئي و ب "‪ ،‬ه م ك له ‪:‬‬

‫أ ح ت ن ش فذ‪،‬ا ظ ‪1‬لتص ؤ ف؟ مما‪ ٠٠ :،3‬ب ع ظ م أ مر الأيت> وش م مته عنى عث‪ 1‬د |ش "‪ ،‬ق ن ت‬

‫لة ‪ :‬أ خ ت ن من ف ذا م ن ا ل ص وفي؟ قات‪ " :‬م ن صما م ن الكدر‪ ،‬وحلقس م ن ا ل ع كر‪ ،‬وامتث ال؛‬

‫وال ن ذ ر‬ ‫هب‬ ‫م ن الم ك ر‪ C‬زئت ا زى عنذه ال د‬


Mukaddime 49

Ebu’l-Hasan el-Ferğâni diyor ki: Ebû Bekr eş-Şiblî'ye “Ârifın alâmeti


nedir?” diye sorduğumda “Göğsü ferah, gönlü yaralı, vücudu bir işe
yaramaz” dedi. “Bunlar ârifın alametleri, peki ârif kimdir?” dedim. “Ârif;
Allah'ı bilen, Allah'ın muradını bilen, Allah'ın emrettiği şekilde amel eden,
Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak duran ve Allah'ın kullarını Allah'a
çağıran kişidir” dedi. “Ârif bu, peki sûfî kimdir?” diye sorunca “Kalbini
arındırıp her şeyden arınan, M ustafa'nın (sallallahu aleyhi vesellem ) yolundan giden,
dünyayı atıp sırt çeviren, aşkına cefanın lezzetini tattıran kişidir” dedi. “Sûfı
bu, peki tasavvuf nedir?” dedim. “Birleşmek ve farklı olmak, yük olmaktan
kaçınmaktır” dedi. O na “Biraz daha açar mısın tasavvuf nedir?” diye sorunca
“Kalplerin gaybı bilen Allah'a içten bağlandığı bir teslimiyettir” dedi. “Daha
güzel açıklar mısın, tasavvuf nedir?” diye tekrar edince “Allah'ın emrini
tazim edip daha fazla ciddiye almak ve Allah'ın kullarına şefkat etmektir”
dedi. “Daha güzel açıklar mısın, sûfî kimdir?” diye tekrar sordum.
“Kederden arman, bulanıklıktan kurtulan, düşüncelerle dolan, altınla
çamuru aynı gören kişidir” dedi.

‫ ش ج ن ت علي بن م ح م د‬:‫ يمولت‬،‫ ] وش م ع ت أث ا ا ل م ص ل ث م م بن أيي ئ ص ر‬٢٣/١ [ “) ٤٨(

، ‫ " الت ص ؤف ث حلى "كري م‬:‫ ق ا ت‬4‫) عن الت ص ؤ ز ا‬.*Jo a L S\ ‫نئد‬ :‫ بمولأ‬، ٧ ^ ١

" ‫يخ ر جه ا ث ي م إ ر ي كراء‬


Ali b. Muhammed el-Mısrî diyor ki: Seriy es-Sekatî'ye tasavvufu
sorduklarında şöyle cevap verdi: “Tasavvuf güzel ahlâktır, Kerim olan Allah,
onu kerem sahibi insanlara verir.”

، ‫ا ل ص وفي وني ل عن الصوفي‬ ‫م جي ب‬ ‫ث ب ن ت أث ا ه م ا م ع ذ الؤ ح م ن بن‬ ‫ا‬ ٢٣/١ ‫)" ل‬٤٩(

‫ ي ح ك م‬،‫ دائ م ال ز ج ل‬، ‫ و لل ح ل ق ئ ا ص ح‬،‫ ولع دوه جا رح‬، ‫ ول ه واه محاض ح‬، ‫ " تمس ه ذا ح‬:‫ممالأ‬

،‫ ؤ حزنة صن ا عه‬،‫ عنأره ب ما عة‬، ‫ ؤيغضي غل ى ال ز ل ل‬، ‫ و ي ن د ال حل ل‬،‫ ويت ع د ا آل م ل‬، ‫ش ن د‬

‫ وش جرة‬،‫ مت ة بؤه‬،‫ وعن ائخث غ ا ر ف‬، ‫ وعل ى التا ب ع ا ك ف ئ‬،>‫ ب ال ح ق غ ايفث‬،‫مو ه شه قاعة‬

‫ه'م‬ ‫مح مح‬ ‫ ونا‬، ‫د وئ‬


Ebû Hemmâm Abdurrahman b. Mucîb es-Sûfî'ye sûfî kimdir diye
sorulduğunda şöyle dediğini işittim: “Nefsini öldüren, aşkını ilan eden,
50 Mukaddime

düşmanını tenkid eden, insanlara nasihat eden kişi. Devamlı heyecanlı, işini
sağlam yapar, beklentileri erteler, sızıntıları engeller ve hataları görmez. Özrü
sermaye, hüznü yapmacık ve hayatı kanaatkardır. Hakkı bilir, kapıdan
ayrılmaz ve herkesten uzaktır. İyiliği terbiye, sevgisi ağaç ve sözünün de
eridir.”
Şeyh (Ebû Nuaym) der ki: Başka kitaplarda şeyhlerin tasavvufla ilgili
verdikleri cevaplardan ve değişik ifadelerinden bahsetmiştik. Her biri
kendine göre cevap vermiştir. Mutasavvıfların ifadeleri üç gruba
ayrılmaktadır.
Birincisi; tevhide işaret etmeleri; İkincisi; amaçtan ve onun
mertebelerinden bahsetmeleri; üçüncüsü de; müridi ve hallerini
anlatmalarıdır. Her üç konunun çoğaltılabilecek konuları ve ayrıntıları
vardır. Birinci metotları irfan, sonra da hizmetin şartları ve devamlılıktır.
Takrîb 2561-a, Takrîb 251
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Tasavvuf ve tahkik ehlinin hakikati dört
mertebedir;
ı- Allah'ı bilmek, marifet veya marifetullah; Allah'ın isimlerini ve
sıfatlarım bilmek,
2 - Nefisleri tanımak, tehlikelerini ve gerekçelerini bilmek,
3 - Düşmanın vesveselerini, tuzaklarını ve saptırmalarını bilmek,
4 - Dünyayı tanımak, baştan çıkarıcılığım, aldatmasını, göz boyamasını
bilmek, ondan kurtulmanın ve uzaklaşmanın yollarını bilmektir.
Ardından bu temelleri atıktan sonra nefislerini mücahedeye, zorlu
mücadeleye, vakitleri değerlendirmeye, ibadetleri geliştirmeye, rahatı terk
etmeye alıştırdılar. Elde ettikleri terakkiden lezzet almaya ve kendilerine
tahsis edilen kerametleri muhafaza etmeye dikkat ettiler. Ne sosyal
ilişkilerden koptular, ne de tevillere takıldılar. Bağlılıklardan uzak kaldılar,
engel kabul etmediler. Bütün dertleri, eski ve yeni bütün itirazları
birleştirdiler. Muhacir ve Ensâr’m yolundan gittiler. Engelleri ve itirazları
terk ettiler. Başkalarını ve başkalarının meselelerini kendi meselelerine
tercih ettiler. Gözlerin takibinden ve parmakla gösterilmekten, yaşadıkları
tuhaflıkların ve güzelliklerin işaret edilmesinden kaçmak için, dinlerini
rahat yaşamak için dağlara ve köşelerine çekildiler. Onlar gizli muttakiler
ve değerli gariblerdir. İnançları sağlıklı, mutlulukları sağlamdı.
Mukaddime 51

Takrîb 4042, Takrîb 3325, Takrîb 2 7 0 ‫ل‬, Takrîb 2711, Takrîb 2707,

Şeyh (Ebû Nuaym) der ki: Onurlu davranışlar, üstün hasletler


onlarmdır. Makamları yücedir ve duaları zariftir.
Takrîb 1162
Şeyh (Ebû Nuaym) der ki: Onlar halk içinde arabulucu, hakkın elinde
esirdir. Ayrılık onları rahatsız eder, endişeyse başlarını eğer.
Takrîb 4047, Takrîb 4048
Şeyh (Ebû Nuaym) der ki: Hakka âşıktırlar, Hak onları hem diriltir
hem tüketir. O'nun dışındaki varlıklar sadece oyalar ve teselli eder.
Takrîb 70-71
Şeyh (Ebû Nuaym) der ‫لكل‬: Bize rivayet edilen Muâz b. Cebel'in hadisi ve
diğer hadislerden; tasavvufun zor bir keyfiyet ve temiz bir ahlâk olduğu
anlaşılmaktadır, içinde bulundukları hâl, sufileri alıp götürür ve esir eder.
Yaşadıkları ahlâk onlara şekil verir, içten ve karşılık beklemeden hizmet
ederler. Şaşkın bakışlara aldırmadılar. Kesintiden ve fetretten kurtuldular.
Onun dışında kimsede sıcaklık bulamadılar, onun dışında hiç lrimseye
ısınamadılar. Onlar isabetli ferasetleriyle gabya muttali olan gönül ehlidir.
Sevgiliyi gözleyen, mal ve mülkü terk edip mal ve mülk peşinde koşanlarla
savaşanlardır. Sahabe ve tabiûnun yolundan ve onlara dünyada ve âhirette
meyleden nahif, hakikat ehli ve âlimlerin yolundan gittiler, ihlas ile riyayı
birbirinden ayıranlar, mühim olanı, himmeti, azimeti ve niyeti iyi
bilenlerdir. Sinirlerini hesaba çekenler, sırlarını muhafaza edenler,
nefislerine muhalefet edenlerdir. Sürekli tefekkür ederek, mütevazı olmak
ve zaman öldürmekten kaçmak için durmadan zikrederek sinsilikten
sakınanlardır. Dinsizler dışında kimse onlara hürmette kusur etmez.
Akılsızlar dışında kimse onların yerinde olmak istemez. Uyanıklar onlar
gibi iman eder. Hasret çekenler ve onları görmek için başını uzatanlar
onlara kıyamazlar. Biz buluşma zamanına kadar onlara uyar, onlara
bağlanırız.
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor İri: Sahabeden bir özelliğiyle öne çıkmış, en
güzel fiillerle örnek olmuş, zaaftan ve tembellikten masum olan birini
anlatarak başlıyoruz. Sözler ve bağlar onun için parçalanmış, onu ne
bezginlik ne de bıkkınlık durdurabilmiştir. Muhacirlerin birincisi:
52 Ebû Bekr es-Sıddîk

Ebû Bekr es-Sıddîk


Tasdik etmede birinci, Atik lakaplı, Allah tarafından başarıyla
desteklenmiş, hazarda ve seferde Resûlullah'm (‫ الااطاها(وة‬aleyhi vBSBİlem) dostu, her
yerde ve her zaman şefaatli arkadaşı. Vefat ettikten sonra da nurlarla
çevrili Ravza'da yanında yatan, Kur'ân-1 Kerim'de zikredilmek suretiyle
bütün hayırlı ve samimi insanları faziletle geçen, geçen asırlara rağmen
şan ve şerefi baki olan, eli ve gözü olan hiç kimsenin onun gölgesi bile
olamadığı insan. Sırlar âlemi Kur'ân-1 Kerim onunla ilgili “Mağaradaki İki
kişinin İkincisi...”! demiş ve buna benzer âyet ve hadislerde anılmış,
güneş misali yayılmış haber kaynaklarında meşhur olan, faziletle
anılanların en faziletlisi, mücadele eden ve savaşanlardan değerli olan biri.
Onunla ilgili “I‫ ؟‬inizden, fetihten önce mallarını Allah yolunda
harcayanlar başkalarıyla eşit değildir”* âyeti nazil olmuştur.
Sıdd‫؟‬k, davranışıyla ve gerçekleştirdiği işlerle birinci olmuştur. Allah'ın
tarafinı seçti, Allah da yoluna çağırdı. Mal ve mülkten, tamahkârlıktan
sıyrıldı. Kendini tevhidi g ü r e ş tir m e y e , amaçlara ve ideallere adadı.
Mihnetlerin hedefi, belanın odağı oldu, kendisi için önemli olan maddi
manevi her şeyden vazgeçti. Mahlûkata sarılmayı bırakıp Hakk’a yöneldi.
Derler ki: Tasavvuf, yollar karıştığında gerçeklere sarılmaktır.
Takrîb 3148
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Vefanın en güzelini, en samimi ve en üst
seviyede göstermeye çalışırdı.
Derler ki: Tasavvuf; kulun kendini, tek ve Samed olan Allah'a
vermesidir.

‫ حدثت ا عتد‬،‫إئزايب‬ ‫بن‬ ‫ ' حدثن ا إشت ا ق‬، ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫ ] حدبن ا نل بما ن‬٢ ٩ ٨ [ ")٦١(

‫ نق ا أن ق ذ ت‬:‫ أن ع ا يشه قا ث ث‬،‫ أختزني م و ه بن الزبتر‬،‫ ض الزه ر ي‬،‫ عن م ع م ر‬،‫ا ل رراق‬

1TevbeSur. 40
2HadidSur. 10
Ebû Bekr es-Sıddîk 53

،‫ زلثص ؤ م ه ا ن ا ف اخ‬،‫ قالوا لةت نز أثا بك ر بنع ث د نبه في داره‬،‫قري س ح وار ابن ال دغنة‬

‫ قع د أبو ب ك ر ثم أ بذا ل ة‬: ‫ مح ا د‬،‫ ؤ ال يؤذنا ز ال ي س ع ل نب ا ل ص الة في عثر داره‬،‫زل ئ ز أ ن ا ف اؤ‬

‫ وأبثاوئ م‬،‫ب ر فيه ويم زأ فتمص ق ن علته نش اء ا ل م ش ركي ن‬


‫ هك ا ن م‬، ‫ئاتثثى م ش ج دا بفث او ناره‬

‫ببلق‬
‫ و ك ا ن أب و بك ر رضى الثت غنة ر ج ال دك اء ال م‬،‫ ممأ] منه ويظنون ا؟ئه‬/ ‫ [ا‬0‫يتنءجثو‬

‫ ق ز م عل تهم‬، ^ ^ ١ ‫ قأفزغ دلل ثأ أفز؛ فن قزض ئأرت لو؛ إ؟ى !بن‬،‫^؛‬١^ ١ ‫د مع ه ج ئ ي م أ‬

‫نم ت اث إ؛ي عم د ت ممق عثهء ؤى أن‬ ‫ قذ‬،‫ ظ أي بكر‬: 3 ‫ ه ما‬،‫ال؛بؤ \ل\ ب كر‬
‫م‬ ‫ئآثى !ى‬

‫أ ج ث أن ئن م غ ا لخرب إدي أخفزت‬ ‫ال‬ ‫ر‬ ‫محا‬ ،‫ الث ا أن بر جع إ ز ذ متي‬،‫مثصز غش ذللف‬


‫ وأرص ى ب ج وار الل ه‬،‫ " ه ادي أنث إثلف ح وارك‬:‫ مثأا ل أب و بكر‬، ‫في ع م د ز ج ل عق د ت ثة‬

" ‫ه تزتئذ ي ن خ‬ ‫ول ولل‬


‫وزن ه " وزث ت ا ثؤ‬

Hz. Âişe anlatıyor: Kureyş İbnu’d-Dağine'nin Ebu Bekr'i himaye etme


kararını kabul edince, ona “Ebû Bekr'e söyle, Rabbine avlusunda ibadet
etsin, orada istediği kadar namaz kılsıh, istediği kadar Kur'ân okusun. Bize
eziyet etmesin, avlusunun dışında namazın kıldığım göstermesin” dediler.
Ebû Bekr bunu kabul etti ve evinin avlusunda bir mescid inşa etmeye
başladı. Orada namaz kılıp Kur'ân okuyordu. Müşriklerin kadınları ve
çocukları oraya gelmeye ve onu şaşkınlıkla izlemeye başladılar. Ebû Bekr
duygusal bir adamdı, Kur'ân okuduğunda gözyaşını tutamazdı. Bu durum
Kureyş ileri gelenlerini endişeye sevk etti ve k n u ’d-Dağine'ye haber
gönderdiler. !bnu’d-Dağine gelince Ebû Bekr'in yanma gidip “Ey Ebû Bekr!
Seninle anlaştığımız şartı biliyorsun, ya yerine getirirsin ya da himayemi geri
verirsin. Arapların benim, himayeme aldığım birine söz geçiremediğimi
duymalarım istemem” dedi. Ebû Bekr ona “Sana himayeni iade ediyorum ve
Allah'ın himayesine gir‫؛‬yorum” dedi, o sırada Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem )

Mekke'deydi.

Takrîb2463
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: O nun özelliklerinden birisi de acil olanla
(dünyayla) ilgilenmemek, sonrakine (âhirete) yakın olmaktır.
Derler ki: Tasavvuf dünyayı tam am en boşam ak ve sahip olm aktan ‫س ل‬
olarak vazgeçmektir.
54 Ebû Bekr es-Sıddîk

Takrîb 3776, Takrîb 3906


Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ‫ ;لكل‬Ebû Bekr gizlilik gerektiren durumlarda
gerekeni yapardı.
Derler ki: T a s a ^ ıf sevgiliye du^ılan hasret uğruna ateşe dayanmaktır.
Takrîb 2361
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Hakir kişilere ateşe yaklaşır gibi ciddiyetle
yaklaşırdı.
Derler ki: Tasavvuf dertleri nimetleri verene vakfetmektir-
Takrîb 3173, Takrîh3174
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Ebû Bekr durulukta duru, kardeşlikte
vefalıydı.
Derler ki: Tasavvuf özlem çilesini çekerken emeğini feda etmek ve her
şeyi gönülleri arındırma uğruna feda etmektir.
Takrîb 3167, Takrîb 3172
Hz. Ebû Bekr'in A z Duyulmuş Sözleri:
‫ حدثت ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا عند الل ه بن أ ح م د بن ح م‬، ‫ ا حدثن ا أ م بكر بن مال ك‬٣٣/ ١[ -) ٧ ٠(

‫ أن ع م ب ح د ع ر‬،‫ عن أمح ه‬، ‫م‬ ‫ عن زيد بن أ‬، ‫م‬ ‫ ح د ب ي ظا؛لئ بن‬، ^ ^ ١ ‫مصعب‬

‫ فذ؛‬٤١ " :‫ أبو بكر‬3 ‫ محق ا‬،‫ عئ ر الثت قل ق‬،‫ م ة‬:‫) لت ع ر‬3‫ مما‬،‫أيي بكر وه و ي ج ب ذ لت اثة‬

" ‫ الت وارد‬،‫جأززذت‬

Zeyd b. Eşlem, babasından şöyle nakleder: Hz. Ömer, Hz. Ebû BeJtr’in
yanına girdiğinde Ebû Bekr dilini kınıyordu. Ömer ona: “Sakin ol! Allah
seni bağışlasın!” diye çıkışınca, Ebû Bekr: “Beni (istemediğim) birçok olayla
karşı karşıya bırakan budur (dilimdir)!” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا ف ارون بن‬،‫ حدثن ا ع د او ح ش بن ان خث ن‬، ‫ ا حدثن ا أبي‬٣٣/١ ‫)" ل‬٧١(

‫ت أبو‬3 ‫ ئا‬: ‫ محا د‬،‫ ص طاري ئن شه ا ب‬،‫ئن أبى لحابي‬ ‫ل‬ ‫ غذ إن ن ا ي‬، ‫ أيأئا م د ة‬، ‫إشئ ا ة‬

" :‫فدت زذ ال؛ائمث؟ ظت‬


‫ ي‬،" ‫بن"ن ا ث فى القان\ت‬
‫ " طوق م‬:‫ث م الئديئ رضى ال ه ئ‬
" ‫ح د ة ا إلت الف‬
Ebû Bekr es-Sıddîk 55

Ebû Bekr es-Sıddîk der ki: “Ne mudu terk iie ölene.” Ona “terk” ne
demek?” diye sorduklarında ‘İslam'ı ciddiye almaktır” dedi.

‫ خ ا؛ثن ا ف ارون بن‬،‫ حدثن ا عتد الؤ ح ن ن بن ا لختن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أيي‬٣٣/١ ‫)" ت‬٧٢(

‫ا م‬ ]٣ ٧ ١ [ ‫م‬ ‫ نق ا قدم‬:‫ غذ أيي صال ح‬، ‫ غن ا م ح م‬، ‫ خد قا أثو مح ي ق‬، ‫إ ت خ ا ة‬

، ‫قن ي‬ ‫كن ا ب م‬ ‫ " <هكذا‬:‫م بكر‬ ،3 ‫ ق ا‬: ‫ قات‬، ‫مغوا ا[ئنان جغلو؛ س ك و ن‬-‫ أيي بك ر لس‬0 ‫رمت ا‬

‫ت ب م ع ربه‬ ‫وا ط ما‬ ‫ هويت‬،‫نم ت الئلوبي‬ ‫ ومعنى يؤت‬: ‫ قات المح غ ن ج ن ه الل ه‬، ٠' ،‫الئلوبي‬

‫ال م م حا؛ى‬

Ebû Sâlih der ki: Hz. Ebû Bekr zamanında Yemen ahalisi gelip de
Kur'ân’ı dinlediklerinde ağlamaya başladılar. Bunun üzerine Ebû Bekr: “Biz
de önceleri böyle ağlardık; ancak daha sonra kalplerimiz katılaştı” dedi,

‫حدق ا‬ c‫ خ ا؛ثن ا محم د بن عزيز‬،‫ئ مآ ] حدثن ا ا ل ح شث ن بن م ح م د بن صع ي د‬/ ‫)" [ا‬٧٣(

‫ أ ن أبا‬، ‫ع ن أمح ه‬ ‫ي‬ ‫ قا د ت ثالط اب ن شه ا ب أ خبرن ي عروة ب ن ا ل ر‬، ‫ ع ن ع مي ل‬، ‫ب ن ز ؤ ح‬ ‫ش ال م ة‬


‫ه‬ ‫ انت حث وا م ن الل ه‬،‫م نئشن ائنئيب ي ئ‬ " :‫ ممالأ‬،‫بكر رضى ال ق غنة حق لب الناسى‬

‫ئمئة ا ي م ي ا>نت حث اء م ن‬-‫ ^ ^ ^ م‬١‫ ^ ^ في‬١‫ف ن د ي تمس ي بثده ق لأخإ ؤ ج ئ أ ذ ف ي إ؟ى‬

‫ ع ن يون س م ح وه‬، ‫ رواه اب ن ا ل مب ا ر ك‬،" ‫ه‬ ‫ربي‬

Urve b. ez-Zübeyr, babasından bildiriyor: Hz. Ebu Bekr, Müslümanlara


bir hutbe verdi ve şöyle dedi: “Ey müslümanlar! Allah’tan hayâ edin! Canım
elinde olana yemin olsun ki helâya gittiğim zaman Rabbime karşı hayâmdan
dolayı ıssız yerlerde bile başım dâhil giysilerime sarınarak duruyorum.”

‫ حدثن ا غئد الل ه بن أ ح م د بن‬،‫ غ م ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د ى ينف ر بن خنذا ن‬/‫ [ا‬-) ٧٤(

‫ ترمح ن‬: ،3‫ ئ‬، ^ ١ ‫ عن أيي‬،،‫بن بثني‬ ‫ما؛ ك‬ ‫ غ ذ‬،‫وكيع‬ ‫ك‬ ‫ خ‬،‫ خ د ش أيي‬:،3 ‫ ئ‬، ‫م‬

:‫ قالوا‬،" ‫ ئ د راتى‬٠٠ :‫ئدع و للف الطبي ب ؟ ه ا لأ‬ ‫أ ال‬ :‫ قالوا‬،‫أث و بكر رضى الل ه عنه ئث ا دوة‬

" ‫ت أريد‬ ‫ قاتت " ؛ ز‬: 3 ‫ت ق؟ ق ا‬


‫ق ص ح‬ ‫فأي‬

Ebû's-Sefer der ki: Hz. Ebû Bekr hastalandığında onu ziyaret ettiler.
“Sana doktor çağıralım mı?” dediklerinde “Doktor beni gördü” dedi. “Sana
56 Ebû Bekr es-Sıddîk

ne dedi?” diye sorduklarında (âyeti telmih ederek) “Dilediği gibi hareket


ettiğini söyledi” dedi.

،‫ حدثن ا تج ي د بن عفتر‬،‫ حدثن ا أث و الؤي ا ع‬، ‫ ا مأ] خ ا؛ثن ا ن ث ن ان بن أ خ ن ذ‬/ ‫ )“ [ ا‬٧٥(

‫صال ح‬ ‫ وعن‬،‫ عن ح م يد بن عبد ا لر ح م ن بن عؤف‬،‫هات؛ ح دب ي عنوان بن ذاؤذ انحل ي‬


‫أش ب م‬ ‫ر‬ ‫ ذ ظ ق غ‬:‫ قات‬،‫أبه‬
‫ غذ ج‬،‫عبد ال مب ن بن < ف‬
‫مد بن م‬ ‫م‬ ‫ غذ‬،‫ي ا ن‬ ‫ين‬

‫ ^ ^ قد ^ثنت‬١ ‫ نأي ت‬٠٠ :3 ‫ مما‬،‫ ن ن ش ئ عنته‬،‫[^ عنة فى م رضه اثب'ي توق فيه‬١ ‫رضى‬

‫ زثأنن ون ص ج أئع‬،‫ وث ص ا ئد الديبا ج‬،‫ ؤم قح ذون نت وز ا ل حر؛ ر‬،‫ وهي جامن ه‬،‫س ين‬ ‫ل ما‬ ‫و‬

‫م‬ ‫ وؤالثه لأن م د م أ خد‬،‫قغذاتي‬،‫ال‬ ‫ك‬ ‫غلى حش‬ ‫م‬ ‫ " كا ن أ خذ‬،‫ا ل ص و ف ا لأزري‬

" ‫ حض ل ه م ن أ ن يست ح ف ي ع م زة ال د ق ا‬، ‫ي غ م ح د‬ ‫حم ق ه‬

Humeyd b. Abdirrahman b. Avf, babasından bildiriyor: Vefatına sebep


olan hastalığı sırasında Ebû Bekr’in yanına girdim. Kendisine selam
verdikten sonra bana: “Dünyanın bizlere doğru yöneldiğini gördüm; ama
bize henüz ulaşamadı. Fakat size gelecektir, ipekten perdeler, ipek işlemeli
giysiler edinecek, yünden yataklar ve örtüler içinde yatacaksınız; ama yine de
çakır dikenleri üzerindeymiş gibi olacaksınız. Vallahi birinizin haksız yere
boynunun vurulması sizin için dünya nimetleri için yüzmenizden daha
hayırlıdır” dedi.

،‫ح م‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا عئد الل ه س أخن ت‬، ‫ )“ [ ا ا ! م ] حدثن ا أب و بكر بن مال ك‬٧٦(

‫ أ ة أي بك ر‬، ‫م‬ ‫ عن ي ح يى بن أبي‬،‫ ح د ظ ا الوز'عي‬، ‫ خ ا؛قا ائئ؛ة بن ش م‬،‫خ د م أ ي‬

،‫ ا خل ط و جو هها‬،‫ أين ا لوض اء‬٠٠ :‫ يقولت في حهنتغه‬،‫الص دي ى رضى الل ه عنه "كاب‬

‫با ن؟ أس ال ذي ن كان وا‬


‫يع‬‫ا ل م ع جبون بقت ا بهز؟ أين ا ل ملوك ال ذي ن قوا ا ل م دائ ن و حصن و ه ابا نح‬

،‫ ل م ب ؟ قد ث صع ص غ بهن؛ ال دهن ءأصث حوا في ظلت ا ت العث ور‬1 ‫ي وئن ال ث ث ه في موا ط ن‬

] ٣٥٨ [" ‫ الت ح اء الن ج اء‬، ‫الزخ ا ائزخ ا‬

Yahyâ b . £‫ أظ‬Kesir, Ebû Bekr es-Sıddîk’in hutbesinde şöyle dediğini


nakleder: “Gençlikleriyle övünen güzel yüzlü gençler nerede? Şehirler inşa
eden ve bunları surlarla çeviren krallar nerede? Savaş meydanlarında zafer
‫‪Ebû Bekr es-Sıddîk‬‬ ‫‪57‬‬

‫‪kazananlar nerede? Zaman onları yok etti. Şimdi onlar, mezarların‬‬


‫”! ‪ Kurtulmaya bakınız‬؟‪karanlığındadır. Acele ediniz‬‬

‫( ‪ ] ٣٥ ٨ [ ")٧٧‬حدثن ا ع د الل ه ثن م ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن أ ي ش م ‪ ،‬حدتما غيد‬

‫بغ اى‪ ،‬ص مه د اش‬


‫الثؤ ئ ر هته‪ ،‬خدتثا ث خث ذ ئ م ح ل‪ ،‬غذ ئ د ال مب ن ق م‬

‫ئء‬ ‫م اص‬
‫م ق ت‪ :‬أق بت‪ " ،‬ءيني أو‬ ‫ا‬ ‫م‪ ،‬ئ ت ‪ :‬خ ق ك أبو‬ ‫مح‬ ‫م‬
‫^ ‪ ،‬غ ذ غبد ش ثن‬ ‫‪١‬‬

‫م ل ة أ غذ‪ ،‬ؤأن ث حل ه ل وا الؤغته بالؤهثة‪ C‬وب ج مث وا اخإل ل افت‬ ‫بتقوى الل ه ‪ ،‬زأن مموا عنته ؛ن ا‬

‫ا‬
‫ؤ ي ك م تث رءو‪ 0‬في‬ ‫ا‬
‫م ;ض ق ت ‪:‬‬ ‫ى وكري و ش‬ ‫اى ظ‬ ‫ب ط ؟ ة ‪ ،‬ق إ ن ؛ ه ثق ن أ ش‬ ‫ال‬
‫ا ل ح تزات زندع ونن ا رعت ا ورفثا و ك ان وا لثا حاشعين^؛‪ ،‬ث م اع ل م وا عبا د الل ه‪ ،‬أن الثة ثث ائى قي‬

‫‪ ^ ^ ١‬ب ح ع ه أد م ذ ح م ‪ ،‬نأ خ ذ عش ^^^‪ ٠‬مؤاثة مك_^ ‪ ،‬زا'شثزى م نك م الملي‪3‬؛ ‪^^١‬؛) بأثكئي ر‬

‫ن ف ذا يا ي الل ه ف ي ن م ال م ن ى ع جا س ه‪ C‬ز ال ئهئثأ ن وره‪ ،‬نح ثق وا هول ه‪ ،‬زان ت جحوا‬

‫كت ابة‪ ،‬وا >ئتثموا فيه لثؤم ال فثئن ؤ‪ ،‬ه ائ ما يلق م شت ا ذة‪ ،‬ووكل بكستي ال كرام ائك اتبي ئ‬

‫م ‪ ١^ ^ ١‬ع ظ ذ اأاؤ‪ ،‬أوكز ثع دون ؤ رو ح ون في أ ج د قد غي ب عنك م‬ ‫ي عل م و‪ 0‬ظ ثئغ ل وذ‪،‬‬

‫ع ل نة‪ ،‬ء ا ‪ 0‬ان م م ل ع م أن سض ئ ا أال ج ا ل وأنت م في ع م ل الثؤ ثائنل وا‪ ،‬ن ئ ئ ن ت هليغوا ذللف إ ال‬

‫ث م‪ ،‬ء إن‬
‫ب اأ‪-‬ل ؤ ‪ ،‬ئ‪،‬ث ايق وا في م ه د ا‪-‬جالك م ق د أن نث ض ي ا جال\؛ م ‪ ،‬نزد"ك م إ؟ى أئ وأ أع م ا‪3‬م‬

‫ص ‪، ^ ^ ١ ٢ ^١‬‬ ‫أ‬ ‫ب‬ ‫ء‬ ‫أن‬ ‫ص‬


‫‪،‬‬ ‫ض‬ ‫م م‬ ‫تثن‬ ‫ط ؛ آ‬

‫جج‬ ‫أ‬ ‫ي‬ ‫ي‬‫محاص ل جج‬ ‫‪،‬آ‬ ‫ا‬ ‫‪,‬‬

‫‪Abdullah b. Ukeym der ki: Hz. Ebû Bekr bize butbe verip şöyle dedi:‬‬
‫‪“Derim ki; Size Allah’tan korkmanızı, O nu şanına yakışır bir şekilde‬‬
‫‪anmanızı tavsiye ederim,‬‬ ‫‪ü m id i‬‬ ‫‪korkuya katmanızı.‬‬ ‫‪O ndan‬‬ ‫‪ısrarla‬‬
‫‪istemenizi tavsiye ederim. Çünkü Allah, Hz. Zekeriyâ ve ailesini överek‬‬
‫‪şöyle buyurdu: “Doğriısu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve‬‬
‫‪umarak Bize yalvarıyorlardı.‬‬ ‫‪Bize karşı gönülden‬‬ ‫‪saygı‬‬
‫‪duyuyorlardı.”! Ayrıca ey Allah'ın kulları bilin İti; Allah zaten sahip olduğu‬‬
‫‪nefislerinizi rehin aldı, bununla ilgili sizden söz aldı. Az ve fani olanı satın‬‬

‫‪1Enbiyâ Sur. 90‬‬


58 Ebû Bekr es-Sıddîk

alıp karşılığında size çok ve baki olanı verdi, işte elinizde Allah'ın Kitabı,
şaşırtıcı bilgileri bitmez tükenmez. Onun nuru söndürülemez. Sözüne itibar
edin, Kitab’ından ibret alın, karanlık günlerde size yol göstersin. Sizi sadece
kulluk edesiniz diye yarattı. Size, yaptıklarını bilen Kirâmen Kâtibin
meleklerini görevlendirdi. Ey Allah'ın kulları! Ayrıca şunu bilin ki;
bilmediğiniz bir ecele doğru yürüyüp gidiyorsunuz. Siz Allah'a ibadetle
uğraşırken ecelinizin gelip çatmasını istiyorsanız yapın, ancak Allah'ın
yardımı olmadan bünu yapamazsınız. Eceliniz gelmeden, imkânınız varken
yapacaklarınızı yapın ki kötü ‫!؛‬illerinizle baş başa kalmayın. Bazı kavimler
eceli başkasında gördüler ve kendilerine geleceğini unuttular. Sakın onlar
gibi olmayın. Çabuk olun çabuk, kendinizi kurtarın, arkanızda işini çabuk
yapan, isteki ve hırslı biri var.”

‫ حدق ا أبو عتيد‬،‫ حدثن ا علي بن عند العزيز‬، ‫ ] حدثن ا نلت مان ث ذ أ خ ن ذ‬٣٥٨ ‫ل‬ ")٧٨(

‫ عن ع م رو‬،‫ ح دبت ي أثو الهديل‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫ألل‬ ‫ و كا ن‬،‫ حدق ا أرهن بن عنتر‬،‫ائث ا ي م بن ت ال م‬

‫ زأن تثق وا‬،‫وه اهعك_^ أن تثق وة‬ ‫مبالله لمغ ر م‬ ‫ " رم ي‬:‫ حعن ب أث و بكر مما ل‬: ‫ قا د‬،‫بن دين ار‬

، ‫ هذ و د ح ؤ ح دي ث عتد الل ه بن عكئ م‬، ” ‫ زأن م نثغفزوه إثن * كا ن ع مارا‬،‫عثه ين ا هز أغلق‬

‫ ائء طزا‬، ‫ وخ م حز خف م‬،‫ م م حز أ ط م‬. ‫\ أ م ظ س م من ق‬j& \j " : ‫ؤزائ‬

‫ سثؤف وا سلم ف م ج ي ن ممر ك م‬، ‫ زاب غلوث ا وئافد مح ن أ ي د ق م‬، ‫^ في أثام ت ش خ إ‬ ١^

‫م' أ ص ؟ وأس ق م ا ل نم؟ أتن‬ ‫ أتن‬، ‫م‬ ‫ ق أ ت ف موا عث ا ذ اش سث ' كان ق‬، ‫وخ ا خ ق أ‬

‫ب ز ؛ي؛‬
‫ ج‬، ‫م‬ ‫و‬ ‫ون ؤ ن‬
‫م‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ب ثو ئ؟ قذ‬
‫م‬ ^ ^ ١ ^ ١^ ] ٣٦/١ ‫' ل طوق اثب؛ذ ل‬

‫ ^ ^ ؤ ف دب جس منه م‬١ ‫ وه م قي اظ أ ما ت‬، ‫حال;ه ب ظ ش ن و ه‬- ‫"كمحم ف يؤ ؤف بمف بثوبه م‬

‫ع ق‬ ‫وا ي ك م ؟ ئ ت و رب و؛‬ ‫زإ ح‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ن م وئ ن‬ ‫م‬ ‫ؤأئ ذ‬ ، # 0 ‫ع ثي ب‬ ‫س‬ ‫د أؤ‬ ‫أح‬ ‫من‬

، ‫ف نبس ه وبين أ ح د م ن حلم ه نت ب‬


‫ إن الل ه سالى ي‬،‫ ق ح ل وا الئ م وة زال ث غ ا ذة‬،‫ن ا هدموا‬

‫حتز بخيربع د ه‬ ‫ال‬ ‫ وأبة‬،‫بط اعته وابت ا ع أ رو‬ ‫إ ال‬ ،‫بمر ف غنة نوءا‬ ‫ز ال‬ ،‫يغ طيه به غئئ؛‬

٠٠ ‫ أق وت هولي ث ذ ا وأتت ص الل ه لي ول ك م‬،‫ ز ال فث بشربع د ه ا ل جنه‬،‫الثار‬

Amr b. Dînâr der ki: Ebû Bekr bir hutbe verdi ve dedi ki: “Size, değer
kazanmak için muhtaç olduğunuz Allah'tan sakınmanızı, şanına yakışır bir
Ebû Bekr es-Sıddîk 59

şekilde övmenizi ve af dilemenizi tavsiye ediyorum; çünkü ‫ ه‬, günahları


affedendir.”
Ravi, Abdullah b. Ukeym'in hadisine benzer bir şeyler aktardıktan sonra
şöyle devam etti: “Şunu bilin ki; Allah için bir şey yaparak Rabbinize itaat
etmiş, görevinize sadık kalmış olursunuz. Gençliğinizde vergilerinizi eda
edin, ilerisi için nafile olsun, ihtiyaç duyduğunuzda kullanırsınız. Sonra ey
Allah'ın kulları‫ ؟‬Sizden öncekileri düşünün. D ün neredeydiler? Bugün
neredeler? Yeryüzünde eserler bırakıp imar eden kırallar neredeler?
Unutuldular, isimleri de unutuldu. Bugün onlar hiç yaşamamış gibidirler,
işte orada evleri bomboş. Yaptıkları zulümlerden dolayı, kabirlerin
karanlıklarıyla başbaşa kaldılar. H er hangi birinin varlığından haberdar
mısınız? Sesini duyuyor musunuz? Tanıdığınız arkadaşlarınız ve
kardeşleriniz nerede? Geldiklere yere vardılar, bedbahtlığı ve bahtiyarlığı
tattılar. Allah ile hiç kimse arasında, kendisine fayda temin edecek veya
kötülüğü defedecek bir akrabalık bağı ,yoktur. Tek çare O 'na itaat etmek ve
emrine ittiba etmektir. Ardında cehennem olan bir hayırda hayır yoktur.
Sonu cennetle biten bir şer de şer değildir. Bu sözlerimi söyleyip kendim ve
sizin için Allah'tan af diliyorum.”

، ‫ حدثئ ا أ خ ن د س عقد ال و ه ا ب ب ن ن ج د ة‬، ‫ ] حدثن ا ن فيا ن س أ ح ن ذ‬٣ ٦ ٨ [ ")٧٩ (

‫ ه ات ; " كا ن في خطبة‬،‫ عن نعي م بن تن ح ه‬،‫ حدثت ا حريز بن ع سما ن‬،‫ حدثن ا أبو ائنبيزؤ‬: ‫محا د‬

،'* ‫ أن ا بئ ل م ون أ مح ز ثع ذون وثرو حون في أ ج ل معلوم‬٠٠ :‫أيي بك ر الص دي ق رضى الثت غثة‬

‫ " ز ال حتز في هول ال يزاد به ن ي ة الل ه‬:‫ وزاد‬، ‫قذ و ث ح و ح د ي ث ي د الل ه بن عكئ م‬

‫ز ال‬ ، ‫ب ئ ى فى تب ل الل ه جء و ال حتز م ن ذ يغ ل ب ج ه لت ج ك‬


‫ و ال حير فى ما ل ال م‬، ‫مما ر‬

" ‫حيز في م ني حامه ن قي الثؤ ل ؤم ه الث م‬


Nuaym b. Nemha der ‫لط‬: :Ebû Bekr es-Sıddîk'ın hutbesinde şu da vardı
.Malum bir ecele doğru yürüyüp gittiğinizi bilmiyor musunuz?” Abdullah b “
Ukeym hadisini naklettikten sonra şunları ekledi: “Allah'ın rızasını
kazanmayı amaçlamayan bir sözde hayır yoktur. Allah yolunda harcanmayan
senette de hayır yoktur. Cehaleti ahlâkına galebe çalan kişide hayır yoktur ,
60 Ebû Bekr es-Sıddîk

Allah için çalışırken insanların söyleyeceklerinden korkanda da hayır


yoktur.”

‫ حدت ا ح الب‬،‫ حدتما بشن بن م وشى‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ال خ ش ن‬٣٦٨ ‫ )“ ل‬٨٠(

‫نث ا حف ص‬ : ‫ ما د‬،‫ عن مه د ال ر ح م ن بن عبد ال ر بن ت ا ط‬،‫ حدثن ا طر بن حل يثه‬،‫بني ح يى‬

‫ء‬ ‫أن ق‬ ‫م‬ ‫ ز‬،‫ه ي غنز‬ ‫ " ؛تق‬: ‫ ه‬3 $ ‫ص‬ ‫رضى ا ه‬ ‫ءمح‬ ‫م شز ث ث ظ‬ ‫ا‬:‫أ‬

‫ ق د ئ ه خر ئؤأى‬V ‫ ؤأه‬،‫ فتهب ام حار‬١‫محل ؛‬3‫ فلت ء ش ؤ صب ا‬y ‫ص إ م‬


‫ مل ت مواز؛ن م ن مح ك نزار؛بة يؤم ائؤ؛ ا نؤ با ي ع ه _ نإ ن خ ئ في ال؛ئثا وث ملت‬1‫ وإ د‬،‫ائثي؛يخة‬

‫ت‬ ‫حم‬ ‫ت م وارنن م ن‬ ‫ال ثن ا حم‬ ، ‫ و حى ل م زا د ي و ض ع فيه ا ل حى ع دا أ ن ي ك و ن مي ال‬، ‫عل ي ه م‬

‫ و حى م حزالن> يوضع فيه اخلاط ن‬، ‫وخمته غ ص‬ ‫ال دمحا‬ ‫اناط د قي‬ ‫م‬ ‫موازينه يؤم القي ا م ة بامحأعه‬
، ‫عنال هو‬1 ‫ؤ ثم ذ وهز بأ ح ت ن‬،‫أغد الء جغ‬- ‫ش ثغ ا؟ى د و‬ ، ‫غذ؛ أن بكون لح ن ي ه‬

‫أن د‬ ‫أى أ و‬1‫ آ ه ل؛‬0‫ وإ‬،‫مق بهز‬


‫ أ ن‬V ‫خا ف أذ‬-‫ ؛ ز لآ‬: ‫ م؛ذا ن و مئ ك‬، ‫غذ تقص‬
‫ل ال‬ ‫آزيو أن‬ ‫ ؛ ز‬:‫ي ئن ث‬ ‫و‬ ‫ ظء ذا ذ‬، ‫م ظ‬‫ز أخ‬ ‫ وزئ‬، ‫ي‬ ‫مح‬ ‫ئز أن زأ‬ ‫و‬ ‫ر ئ ذ‬.‫اة‬

‫ال بم ش عل ى ؛للمؤ ز ال ثئث ط م ن ر ح مته‬ ، ‫ ل ت ك ون ا لع ب د واغب ا زا ج ا‬،‫أ"ك ون ئ غ ه و الؤ‬

،‫ وه و اتل ث‬، ‫ه ق ا ن أ ث ح مفل ش وصس ي م ال ب ك ن ع اثث ا أ ح ب إثل ث م ن ال ئ ؤ ج‬ ٢٣٧/‫[ ؟‬

" ‫ ول ن ت ب م ع جزه‬، ‫الن أن ث صثع ت ومس ي ث ال يتقق ع اق ا أبغقس إليل ق م ن ا ل م و ت‬

Abdurrahmân b. Abdillah b. Sabit bildiriyor: Hz. Ebû Bekr vefat edeceği


zaman, Hz. Ö m er’i çağırıp şöyle dedi: “Ey Ömer! Allah’tan kork. Şunu bil
ki, Allah’ın gündüz yapılmasını emrettiği ve gece yapıldığında kabul
etmediği ameller olduğu gibi, gece yapılmasını emredip, gündüz
yapıldığında kabul etmediği ameller vardır. Allah, farzlar yerine
gtirilm edikçe nafileleri kabul etmez.
Dünya hayatında hakka tâbi olup ciddiyet göstermesi sebebiyle, kıyamet
günü terazisinin hayır kefesi ağır gelenin terazisi ağır gelmiş demektir.
Kefesine hak konan terazinin hayır kefesi hafif gelenin terazisi haftf gelmiş
demektir. Kefesine batıl konan terazinin yarın hahf gelmesi kaçınılmazdır.
Allah, cennet ehlini zikredince yaptıkları güzel işler sebebiyle hatalarını
bağışladı. Sen onları andığında: “Onlarla beraber olamamaktan korkarım”
dersin. Allah, cehennemlikleri amnca, kötü amelleriyle andı ve bazı güzel
işlerini yüzlerine çarptı. Sen bunları andığında: “Bunlarla birlikte olmamayı
dilerim” dersin. Kul, Allah’a karşı üm it ve korku halinde bulunmalı, Allah
beni şöyle mükâfatlandırırsa diye temennilerde bulunmamalı, fakat
rahmetinden de ümidini kesmemelidir.
Eğer öğütlerimi tutarsan, senin için ölümden daha sevimli bir gaib
bulunmaz. Şâyet bu vasiyetlerimi önemsemezsen senin için ölümden daha
sevimsiz bir gaib olmaz. Sen ölümden Açabilecek te değilsin.”

‫ حدثن ا ج عف ر بن م ح م د‬،‫مه د الؤ ح م ن بن ا لخنن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ، ‫ ] حدثن ا أ ي‬٣٧/١ ‫)" ل‬٨١(

‫ ح دثن ي عق م ه س أيي‬: ‫ قا د‬، ‫حال د ى ن غ م ح د ب ي ن ل بما ن بن ب ال ل‬- ‫ قا د‬، ‫ائؤام ج ؤ‬

\‫ل\ ل‬ ‫ ب ن ئ وي ى ئ ف ئ ت أئظز إ؟ى دينى‬: ‫ثق ون‬ ،' ‫جال‬ ‫غ‬ ‫ ش م ع ت‬:c j li ،‫ ص أ م ه‬، ‫علم ن ه‬

‫ " أن ا‬، ‫ يا غ ا ب ث ة‬:‫ ئ د ح د ع ل ئ أثو بك ر ق ات‬، ‫ن ئ إ ر وب ى ن د ي ل‬


‫ زأ ج‬، ‫أ م شى فى ا ف‬

‫ل‬
" ‫آد‬ ‫ه مب ؤ ف ك‬ ‫ال م‬ ‫ت ش ذ أن‬

Hz Âişe der ki: Elbiselerimi giymiştim, elbisemin eteğini seyredip evde


yürümeye başladım. Dönüp dolaşıp elbiselerime ve eteğime bakıyordum, o
sırada (babam) Ebû Bekr yanıma geldi ve “Ey Âişe! Şu anda Allah'ın sana
bakmadığım biliyor musun?” dedi.

‫ ح دثن ا إ ن ن ا ج ي د‬،‫ حدثن ا ا ل ح س شر غ ب ي ة‬، ‫ ا حدثن ا أ خ ن د ى ا ل ئ ن د ي‬٣ ٧ /١ [ ")٨٢ (

‫ عن ع روه ئن‬،‫ عن م ح م د ئن زيد‬،‫ حدثن ا اثن شنغ ا ن‬،‫؛شدثن ا إ ن خ ا ق بن يش ر‬- C‫بن ع س ى‬

‫ ن ج ع ك أئ ظ ز ا؟ته‬،‫ ق ج ز؛ إ تا‬،‫ب ن ئ م ة درع‬ : ‫ د\ ل ت‬،‫ غئ إ‬4JU1 ‫ ت ش ع ا ؛ ث ه ر ض ى‬،‫ا[ؤإلر‬

‫ " و مئز ذا ك ؟‬: ‫ ئ ك‬،" ‫ي ن ين ا ظ ر إل ي ك‬


‫ي ئ ؟ إ ن الثث ف‬
‫ " ن ا ثن ظر‬:‫) أب و ب ك ر‬3 ‫ مما‬،‫زأع ج ي ت به‬

‫ه ح ش م ارق‬ ‫حل ه ال غ ي ي بزينة ال دث ا مقته ربه‬-‫ أن ا لع ت د إدا د‬،‫ " أن ا غيني‬:‫ محالأ‬،"

‫وك ي‬ ‫نب ث أ ن‬ ‫عث ى‬ " :‫ق ر‬ ‫فظ ت أث و‬ ،" ‫م ح ا ؛ ئ غ به‬ ‫ق ر صق‬ " : ‫ئل ئ‬ ،" ‫وث ه‬ ‫شف‬

" ‫ص‬
Hz Âişe der ki: Bir keresinde yeni bir kıyafetimi giymiştim. Çok
beğenmiştim, kendimi seyretmeye başladım. Ebû Bekr bana “Niye
bakıyorsun, Allah şu anda sana bakmıyor” dedi. Ben “Neden?” deyince
“Bilmiyor musun? Bir kul, dünya süsü içinde kendini beğenirse, ٠ süsünü
terk edinceye kadar Allah ona buğzeder” dedi. Bunun üzerine kıyafeti
çıkarıp birine verdim. Ebû Bekr “Umarım bu yaptığın senin için kefâret
olur” dedi.

: 3 ‫ ءا‬، ‫م‬ ‫ح‬ ‫ حدثن ا عتد الل ه بن أ ح م د بن‬،‫مامأ] خ ا؛ثن ا أب و بك ر بن مالل ث‬/‫ )“ [ ا‬٨٣(

،‫ن خن زة‬ ‫ب‬ ‫ حدرنى أبو ص مزه يغنى حبي‬،‫ خل؛ثن ا عقه‬،‫ حدثن ا أبو المغيرة‬، ‫ح دقنى أيي‬

،‫ قث ا ت وأى‬،‫ا ر وت اذؤ‬ ‫حظ‬ ‫ نجع د ائقثى ين‬،‫بكر الص دي ق‬ ‫لأبى‬ ‫ايما‬ ‫ ح قن ز ت ائزئا ة‬: ‫محا د‬

‫وئ ج دوا ث حثه ا‬ ‫ ذم‬1‫ ئزنث و؛ عنة الوت‬: 3 ‫ ئ‬،‫إلى ارت اذؤ‬ ‫زأئثا اتلف ي ل ح ظ‬ :‫لوا لأيي بكر‬،

‫ اثا لل ه نإئ‬٠٠ .'‫ يقأو ل‬،‫ج ده غش ا لأخرى يش ر حغ‬


‫ مح ضزت أب و بكر ب‬،‫ أؤ مثث‬،‫ح م ت ه بثانين‬

٠٠ ‫ ن ا أ خ ش ي جل د ك يتس ع لف ا‬،‫الثه را ج ع ون‬

Ebû Damra yani Habîb b. Damra anlatıyor: Ebû Bekr'in bir oğlu ölüm
döşeğindeydi. közleriyle yastığa bakmaya çalışıyordu. Ruhunu teslim
ettikten sonra Ebû Bekr'e “Oğlunun yastığa bakmaya çalıştığını gördük”
dediler. Hemen koşup yastığı kaldırdılar. Yastığın altında beş veya altı dinâr
buldular. Ebû Bekr eyvah manasında ellerini birbirine vurup “innâ lillah ve
innâ ileyhi raciun, cildinin buna dayanacağını sanmıyorum” dedi.

‫ حدق ا أ خ ن د بن محم د‬4‫حدن ا أب و بكر ث خ ئ د بن أ ح م د ئن م ح ئ د‬ ‫ا‬ ٣٧/١ 1 “) ٨٤(

،‫ حدثن ا ع ص ا م بن طل ق‬، ‫ال م ح ما ئ‬ ‫حدثن ا أب و إوا يج‬ ‫ء‬،‫ حدتحا محم د س هش ا م‬،‫بن عنز‬

‫ ي\ حنم م ه‬:‫ص دي ى قيد ثت‬3‫ أن أظ بك ر ا‬،‫ض ايتي‬/‫ ■عن أبى بكر بن م ح م د ا ال‬، ‫غن شش م ع \ن‬

‫ وتكر و‬،٣ ١ ٤ ‫ " ؛ ر أزى ؛‬: 3 ‫ذي ؟ ظ‬: ‫س د أغد‬


‫أ ة‬ ‫ين‬ ،‫ه غي‬ ‫و‬ ‫ص‬
‫ج ب د 'ش‬
‫ ام‬1‫أن أ ش ي زبال دي‬

Ebû Bekr b. Muhammed el-Ensârî bildiriyor: Ebû Bekr es-Sıddîk'a “Ey


Resûlullah'ın halifesi! Neden Bedir ehlini (vali olarak)
görevlendirmiyorsun?” diye sorduklarında “Ben onların ne kadar değerli
oldııklarını biliyorum, dünya işleriyle onları kirletmek istemem” dedi.

‫ حدثن ا م ح م د بن عت مان ثن أيى‬،‫حدتما م ح م د بن أ حم د ئن ا لخثن‬ ‫ا‬ ٣٨/١ ‫ )“ ل‬٨٥(

‫ عن‬،‫ ص إن ن ا ه؛ ن‬،‫ ح د ظ نئ؛ا ن‬:*yu ، ‫ وش ع ي ذ بن ع م‬،‫ ح د ظ ع م ي أبو بكر‬، ‫ق ث ه‬


Omer b. el-Hattâb 63

‫ ق ال وا ثؤ أبي ت‬، ‫ اشثزى أبو بكري ال ال ؤهؤ ندف ون ب ال ح ج ارة بخ م س أزاي نهت ا‬:‫ محالأ‬،‫ق س‬

" ‫خده‬ ‫ال‬ ‫' ذ أ خ ز إ الب اقة أ و و‬٠ :‫فات‬،‫مبثه‬ ‫إ ال ر ق ة ل‬

Kays (b. Ebî Hâzım) der ki: Hz. Ebû Bekr Bilal'i taşlara gömülmüş
vaziyette iken, beş ukiyeyle (yaklaşık 600 gr) altınla satın aldı. Ona “Pazarlık
yapsaydın onu sana bir ukiyeye satardık” dediklerinde “Siz direnseydiniz yüz
ukiyeye satın alırdım” dedi.

Ömer b. el-Hattâb
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Takımın İkincisi Ömeru'l-Fâruk, sağlam ve
kendisine layık makamın sahibi. Allah onunla tasdik edilen Sâdık'ın (sallallahu
aleyhi vesellem) davetini ilan etmiş, fazileti tevhidin şahidi olarak kendisine

vermiş, onunla çatlak sesleri ayırmıştı‫؛‬r. Bu sayede davet açıklanmış ve söz


etkili olmuştur. Allah onda topladığı etkili karakterle devlet olmalarını
sağlamış, zayıf duyulan tevhid sesi avaz olmuş, dağınık vaziyetleri
sağlamlaştırmıştır. Kendilerini var eden ve üstesinden gelen, parçalayan ve
buğzeden Allah'a beslediği sapasağlam imana dayanarak, müşriklerin
tuzaklarını alt etmiş, çokluklarına ve alçaklıklarına itibar etmemiş,
engelleme ve sataşmalarını umursamamıştır. Resûlullah'm (‫ الآ)ةااةااوة‬aleyhi
vesellem) tahammül ettiği sıkıntılara tahammül etmiş, ulaşmaya çalıştığı

amaçlar uğruna hoşlanmadığı durumlara sabretmiş, çıkar ve rahatlık için


uğraşanlardan uzak durmuş, her işe koşan ve her göreve hazır olanlarla
l^ealdaşmıştır. Sahabenin içinde kendini muhaliflerle mücadeleye
adamış, Âlemlerin Rabbine uygun fikirleriyle öne çıkmış kişidir. Huzur
onun diliyle konuşur, hakikat hikmetini onun beyanıyla yürütür. Adalete
meyilli, ağır işleri yüklenen ve Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan
birisiydi. ‫إ‬
Takrîb2384, Takrîb 2385, Takrîb2385-a
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ‫ ;لكل‬Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), taşıdığı tesirli
ve heybetli özelliklerden, onda gördüğü sağlam tevhid ve tevhidi
savunmaya olan bağlılığından ve mücadele ettiği insanların sayısını
64 Ömer b. el-Hattâb

umursamadığından dolayı onu tartışmalarda sahabenin içinden sözcü


olarak görevlendirmişti.
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Hz. Ömer borçlarını ilan eder, iyiliklerini
gizlerdi.
Derler ki: Tasavvuf açıkça söylenenlerden yola çıkıp gizlenmiş olanlara
ulaşabilmektir.
Takrîb 3175, Takrîb 3176, Takrîb 3180, Takrîb 3178
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Hz. Ömer konuşurken sakindi, gözü açık
ve kararlıydı. Kararlarında isabet ve adaletiyle meşhurdu.
Derler İd: Tasavvuf hakka uygun davranmak ve halkın durumuna göre
davranmaktır.
Takrîb 3185, Takrîb 3186, Takrîb 3188, Takrîb 3182, Takrîb 3189,
Takrîb 3190, Takrîb 1296
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Hz. Ömer bütün zamanını insanların
haklarım vermeye ayırdı. Allah onun isabetli fikirlerine uygun vahiy inzal
ederek Resûlullah'm (ssElallahu aieyhi vesellem) bazı kişilerin namazlarını kılmasına
mani olmuş, esir edip fidye aldığı kişileri önceden tanıdığına dayanarak
serbest bırakmıştır. Hasret çeken âşıkların yolu da böyledir. Sözlerinin
çoğunda barışı desteklemeli, hallerinde ve fiillerinde ayrılıktan uzak
olmalıdır. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) hayatında ve vefat ederken
birleştiriciydi. Rüyasında ve uyanık haliyle kendisine verilene tabi
oluyordu. Her halinde ona ittiba eder, her işini onunla tedavi ederdi.
Derler ‫كل‬: Tasavvuf yolları takip etmek ve güzelliklere doğru
ilerlemektir.
‫ عن عئد‬،‫ خ ا؛ثن ا إشتما ق بن إتزايب‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ئلبمان بن أخنت‬٤ ٤ ٨ [ - ) ١٠٠(

‫إ ئ خ اق ى‬ ‫حدق ا‬ ، ‫ حدثن ا الحع ث ن بن شقي ان‬،‫ ؤ حدثغ ا أبو ع مرو بن خنذا ن‬،‫ا ل رراق‬

،‫ عن ابن ع من‬،‫ ص مت ال م‬،‫عن الزه ر ي‬ ‫أختزب ا‬ :‫ قات‬،‫حدت ا عتد الؤراق‬

،‫ل ه مح أبثت إالم أن ؟قوه لنف‬1‫ |ديش م ع ت اأن ا؛س تقولون مه‬:‫ك‬ ‫ص‬ ،‫ك عأى أيي‬ ‫ح‬ ‫ ن‬:3 ‫ظ‬
‫ن وه‬ P ، ‫اءي عث‬3 ‫ز م إي ز أز‬
‫م‬ ‫ ؤأق أؤ ء ن ل ث‬، ‫م‬ ‫محق ي ث‬ ‫ذي‬
‫ه‬ ^ ١ 0‫ اء إ‬: ‫ د‬1‫ مم‬،‫زقته‬ ‫ئب م‬ ‫ هزضغ رأته ت أ‬، ‫ س أ ف د‬1‫ية ألن‬1‫ ئرع‬،‫ثزأيت أن قد ص ح‬
Omerb. el-Hattâb 65

‫ الن أشتحلف ط قإن أبا‬، ‫ه ل م ي سخلممه أ‬ ‫ لز أنتحلمه أ محا ن نن و ل الئؤ‬0‫ ؤإ‬،‫ي ح م ظ دنه‬

‫بم‬
‫ج‬ ‫ ف ي ن ق أثه ث م‬،‫ ^ وأي بكر‬١ ‫ ^؛ ظ هو إ ال أن د و زنوت‬١
^ ، ٠' ‫سءحل ر ا‬،‫بكر قي اا‬

‫ ؤأثة عئز نن فحل ف‬،‫ أخت؛‬. ‫لتع د د ؛ ز ن ونر الثؤ‬

ibn Ömer anlatıyor: Babamın yanına girdim ve dedim ki; “insanların bir
şeyler konuştuğunu duydum, sana sormadan bir şey söylemek istemedim;
senin, yerine bir halife seçmediğini söylediler. Sonra senin bir deve veya
koyun çobanın olsa da sürüyü getirip bıraksa kaybolacağını biliyorsun.
İnsanların yönetimi daha zordur.” Babam (Hz. Ömer) başını ellerinin
arasına koyup biraz durduktan sonra başını kaldırdı ve “Allah dinini korur,
yerime halife seçsem Resûlullah (sallallahu a(eyhi vBSEİİEm) seçmedi, yerime halife
seçmesem Ebû Bekr seçti.” Vailahi Hz. ?eygamber’i (sallallahu aleyhi vBSBİlem) ve Ebû
Bekr'i zikredince Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) hiç kimseyi tercih etmediğini
ve halife seçmediğini anladım.

Takrîb 1505

‫ حدثن ا أ شد بن‬،‫ حدثت ا ا ل م ق دا م بن داود‬، ‫ ه ا ] خدثما ثلت م ا ن بن أ خ ن ذ‬/ ‫ ل ا‬- ) ١ ٠٢(

‫ غذ‬، ‫ عن أييو‬، ‫ حدثن ا أب و ش ل م ه بن عتيد الل ه بن ع م‬،‫ حدثن ا ي حيى بن ا ل مث و ك ل‬،‫موشى‬

‫م د يا بني‬ ‫ ق ادت‬،‫ مم دع ا ني ب شمة‬،‫ت بس ن ع م ر رضى الثة غنة قبي ح ا ج دي دا‬،3‫ محا‬،‫ج ده‬

‫ محئعل ئ ت م ن ألك م ت ن‬، ‫ مم اههلع نافص د عنه ا‬،‫ زائزق يديل ق بأط راف أ صابع ي‬C‫"ك م ق ميصي‬

‫ ثؤ منوية‬،‫ ثا أبته‬:‫ق ك ل ه‬ ،‫ م ح ا ز ثز ا م ح إ بع ضه محؤق بع ض‬، ‫م ن جا س ه ج ميعا‬

‫ ئن ا زات عيه حش‬،" ‫ بمع د‬. ‫يئ رن وت الل ه‬°‫ ف ك ذا زأ‬، ‫ دعة يا بمئ‬:3 ‫ ءق ا‬،‫إ ن ش ئ‬
‫ههل عش مح د م ه‬1‫سكان تي ظ رأيت الحثو<ءل دث‬
‫ ؤء‬،‫م طغ‬

Abdullah b. Ömer anlatıyor: Hz. Ömer yeni bir gömlek giyip benden bir
bıçak istedi ve şöyle dedi: “Evladım! Gömleğimin kolunu çek ve
parmaklarımın üzerine kapat ve artan kısmını kes” dedi. Ben iki koldan ve
etrafından kestiğimde kollar yamuk yumuk oldu. Ben: “Babacığım! Bunu
makasla düzeltsem” deyince, “Bırak evladım! Resûlullah’ın böyle yaptığını
gördüm” dedi. Gömlek parçalanana kadar Hz. Ömer’in üzerinde kaldı.
66 Omerb. el-Hattâb

hatta bazen (uzun) gömleğin ipliklerinin ayaklarının dibine düştüğünü


görürdüm.”

Takrîb 3760
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi İd: Hz. Ömer hakikatlerde istekli ve ustaydı,
batılda oyalanır ve uzak dururdu.
Derler ki: Tasavvuf şuurda birikenleri gözetleyip felakete götüren
sebepleri defetmektir.
Takrîb 3193, Takrîb 3194
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) onun
hakkındaki iddiası, övgü ve medhiyeleri dinlemek için bir ruhsat ve
mubahlıktır. Şiirleri, Rabbine senası, Peygamberini (sallallahu aleyhi vesellem)
medhetmesine dayanarak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Ömer'in batılı
sevmediğini haber vermiştir.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Ömer hakkında: "O, b atıl olanı
sevmez!” buyurmuştur. Kişi başkalarını övmeyi meslek ve kazanç kapısı
haline getirdiği zaman övdüğü kişilerden yana bir beldenti içinde olur.

Keskin dilini kullanmak üzere de her türlü tören ve merasimlere katılır.


Kişileri hak etmedikleri şeylerle övmeye başlar. İstediğini kendisine
vermeyen kişilerin onurunu zedelemeye ve dil uzatmaya çalışır. Allah’ın
zelil kıldığı kişileri beklentilerinden dolayı sözleriyle övüp yüceltirken,
Allah’ın aziz kıldığı kişileri de öfkesinden dolayı küçümseyip aşağılar.
Böylesi bir meslek veya uzmanlık elbette İd batıldır. Hz. Peygamber de
(sallallahu aleyhi vesellem) Ömer için: “O, b atılı sevm ez” buyruğundan kasıt da

böylesi bir şeydir. Diğer taraftan özenli ve vezinli olan şiir, saldı kalmış
güzel hikmetli sözlerden sayılır. Allah da böylesi bir yeteneği ancak ilimde
becerikli ve kabiliyet sahibi ldşilere has kılmıştır. Bu cümleden olarak Ebû
Bekr, Ömer ve Hz. Ali de şiir söylerlerdi.
Takrîb 3195
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: Şirk ve inattan uzak, marifet ve sevgiyle
dolu olanların durumu da böyledir. Onları batıl olan hiçbir söz veya fiil
meşgul etmez. Hiçbir keyfiyet hakka yönelmiş istikametlerini bozmaz. En
mükemmel ve en ayrıntılı noktalara kadar hakkın yanında olurlar. Hz.
Ömer h. el-Hattâb 67

Ömer alçak gönüllülükle Mevla'dan güç ve izzet taleb eder, ibadetini


yerine getirmek için de refah ve bıkkınlığı terk ederdi.
Derler ki: Tasavvuf dünya makamlarına sırtım dönmek ve yüce
mertebeye tırmanmaktır.
Takrîb307

‫ حدثنا أب و بك ر‬،‫ حدثن ا ث خ ئ د بن شب ل‬، ‫ ] حدثن ا عثد الئؤ بن م حم د‬٤٧/١ [ - ) ١ ٠٨(

‫ نثا ئدم ع م رضى الله غنة‬:‫ 'قات‬،‫ عن قسي‬،‫ عن إن م ا عيد‬،‫ حدثنا زكيع‬،‫بن أبي م حث‬
‫ ئز زكبث يتدؤة )تق اك‬،‫ز اجلن[ب ذ‬ ‫ ي‬:‫ ق ش‬،‫ ^ ا>ئث ئة م حن زئز ظى ثم؛‬١
‫ ؤأق از بندم إز‬،‫ إئن ا ا ال م م ذ غيث ا‬،‫ئبما‬ ‫م‬ ‫ ق ات غنن " ال أز‬،‫ظت اغ الثا م ززيوئيب‬
] ia /n [** ‫ خ ل وا ت ب ي د جملي‬،‫ال ق ن اع‬

Kays bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Şam’a geldiği zaman insanlardan bir


topluluk onu karşılamaya çıktılar. Ömer devesi üzerinde gelince, onu
karşılamaya çıkanlar: “Ey müminlerin emiri! İnsanların önde gelen seçkin
.kişileriyle karşılaşacaksın, deveden inip ata binsen nasıl olur?” dediler
”!Ömer: “Bir daha beni bu şekilde karşılamaya çıktığınızı görmeyeceğim
dedi ve eliyle göğü işaret ederek şöyle devam etti: “Saygınlık oradan
gelmektedir! Devemin önünden çekilin!”

‫ " أن‬،‫ خ ا؛ثن ا ي حيى بن عتد الل ه ا لألناعي‬،‫ ء حدثن ا م ح م د بن نغمر‬٤٨/١ ‫ )“ و‬١٠٩(

،‫حز‬ ‫ئد‬ ،‫ع م ن‬ ‫ب‬ ‫ئذه‬ ،‫ط ل ح ه‬ ‫ئزاه‬ ، ‫م‬ ‫س واد ال‬ ‫في‬ ‫ح ز خ‬ ‫عنة‬ ‫ر ض ى الل ه‬ ‫ب‬ ‫بن ا ل ح ط ا‬ ‫غنن‬

،‫ فنق ا أص ي خ طنمحه د ه ت إ ر دللث الس ت قا دا ب ع جوز ع متاء ممع ذة‬،‫ب م ن خ ل ستا ا حن‬

‫ يأتني ؛ن ا‬،‫ إثد يتعا هدني م نذ ك ذا وكدا‬:‫بلي يأتيك؟ مال ت‬-‫ نا بالت ف ذا الث‬:‫ق ا د نف ا‬

" ‫ع م ر ث ت ع؟‬ ‫أعتزات‬ ،‫طت ح ه‬ ‫ا‬


‫ث كلتل ث أئل ف ث‬ :‫ح ه‬ ‫طأ‬ ‫قا ت‬ ،‫لأدى‬ ‫ر ا‬ ‫ع‬ ‫ويخرج‬ ،‫ي ص ل حني‬

Evzâî bildiriyor: H^. Ömer gece karanlığında çıkınca Talha onu gördü.
Hz. Ömer gidip bir eve girdi, sonra başka bir eve girdi. Sabah olup, Talha o
eve gidince yatalak ve kör ihtiyar bir kadın gördü. Kadın: “Bu adam neden
yanma geliyor?” diye sorunca, kadın: “Şu kadar zamandır yanıma uğrayıp
ihtiyacımı görecek şeyler getiriyor ve beni sıkıntıdan kurtarıyor” dedi.
68 Omer b. el-Hattâb

Bunun üzerine Tallıa: “Annen seni kaybetsin ey Talha! Ömer’in yanlışlarını


mı arıyorsun?” dedi.

،‫ حدثن ا ت خ ئ د بن مه د الثؤ بن ونته‬،‫ ] حدثن ا أ م م ح م د بن حثا ن‬١١٠[ ")١١٠(

‫ حدثن ا‬:‫ قات‬،‫ خ ا؛ثن ا عئد الثؤ بن أخن ت ثن خي ل‬، ‫أبو بكر بن مال ك‬ ،‫خنثن ا ق يا ن‬

، ‫ لأقهمب‬١‫ قل ثاء أث و‬، ‫ أؤ عيره‬،‫ثي‬،‫ عن ا لخ‬،‫ خ ا؛ثنا أبو ا الء ئ ه ب‬0‫ عبد ا ل صم د‬1‫ حدق‬،‫أيي‬
‫ نؤ عنز رضى ال ه عنة‬:‫ قات‬،‫ ق ات عن ا لح س ن‬،‫و إل يذ ر اثن أ ح م د بن ح م ال غل ق‬

‫ ” ق زو دي امحز ا ش ت حرصون‬: ‫ ق ا د‬، ‫ قكأ ن أ صحابة ثأدؤا به ا‬C‫غش مزبل ة ئ ا حثت س عنده ا‬

" ‫ أ ل ق ك ت و ن ظبجا‬، ‫عقه ا‬

Haşan der ki: Hz. Ömer bir mezbeleyle karşılaşınca üzerinde bir süre
durdu. Yanındaki arkadaşları mezbeleden rahatsız olur gibi olduklarında
onlara: “işte peşinden koştuğunuz (veya güvendiğiniz) dünyanız budur!”
dedi.
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Hz. Ömer yalancı dünyanın faniliğini
bırakıp âhiretin bekasına yönelmişti. Zorluklara sarılır ve süfli
d uyulardan kaçardı.
Derler ‫لكل‬: Tasav^f, nefsi en onurlu maksad olan vakara
yönlendirmektir.
‫ حدق ا عتد الل ه بن أ ح م د بن‬،‫ حم دا ن‬- ‫ ا حدبنا أ خ ن د بن جع فر بن‬٤٨/١ ‫ )“ ل‬١١١(

، ‫ عنئاي ج‬،‫ حدثن ا عتئد الل ه س ن مير‬،‫ ح دقني أثو الهيثم؛ م ح م ذ بن يئ م و ث الربال ي‬،‫حئت ل‬

‫ و كا ن قد حزم غش مس ه‬،‫ يأك ل ال زيت عا م ا و ما دة‬0 ‫ تمزقزبعئن غنن وكا‬:‫ ق الأ‬،‫عن أنمي‬

‫ |ده فيئ ثلف عئذث ا عتزه حتى‬،‫ تقعن‬U ‫ ت همقز‬٠٠ :‫ ث مب طثة بأصئعهء وهات‬:3 ‫ ها‬،‫ال ش ئ ذ‬

" ‫بجا الثامن‬

Enes der ki: Hz. Ömer'in karnı guruldamıştı. Kıtlık senesinde zeytinyağı
kullanırdı, katı yağı kendine yasaklamıştı. Karnı guruldayınca karnına vurup
“İstediğin kadar gurulda, kıtlık bitip insanlar kendine gelinceye kadar sana
başka bir şey yoktur” dedi.

Takrîb3853
Omer b. el-Hattâb 69

، ‫ حدثن ا ا لخشن بن اننث ز‬، ‫وئئف ن بن يئق و ت الن جيزمئ‬ ‫حدثن ا‬ ] ‫ آ ة‬/ ‫ [ ا‬- ) ١١٣(

‫ إ ي ل ؤ شئ ت‬٠' ‫ت والله‬3 ‫ أن ع من ظ‬،‫ حدثن ا ا لخشن‬،‫ حدثن ا ج رير بن خ ار؛‬،‫حدثن ا غث ا ن‬

‫و و‬ ‫ظ أخ ال ص‬ ‫إ ت‬3 ،‫ئ ا‬
‫ي‬ ‫ص ؤأ ز م‬ ‫ ؤأغوئب‬، ‫ث خ غ م ذ ك ق ز و ظ‬

،‫^ عثز هؤما بأ م ر ئئلوه‬ ‫ ول كن ي ت م ئ ت ال ه‬،‫ و ص اليق‬،—


‫ وعن ض الغ وصن اب‬، ‫وأ شنة‬

" ‫به ا‬ ‫م ح م‬ ‫ي خ ا ت ف ز ال د ي وا‬ ‫طق ا ; م‬ ‫ أ ذ ق ق أ‬:‫ق ات‬

Haşan, Hz. Ömer’in şöyle dediğini bildirir: “Vallahi eğer isteseydim sizin
giydiklerinizden daha güzel giysiler giyer, yediklerinizden daha güzel
yemekler yer ve sizden daha rahat bir yaşam sürerdim. Vallahi hayvanın sırt
ve hörgüç etinin çok lezzetli, kızarmış etin, kuru üzümün ve pişirilmiş
sebzelerin tadının çok güzel olduğunu bilmiyor değilim. Ancak Allah’ın bir
topluluğu bunlardan dolayı şöyle kınadığını işittim: “D ü n y a d ^ i
hayat»nızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini
sürdünüz; ama bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklük
taslamanızın ve yoldan ‫ ؟‬ıkmanızın karşılığında al‫ ؟‬altıcı bir azap
göreceksiniz!

‫ حدثن ا أ خ ن د بن‬،‫ حدثن ا |ترا مآإ بن م ح م د بن ا لختن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أيي‬٤٧١ ‫ل‬ ") ١١٤(

‫ غ ذ سمب د ث ن أب ى‬، ‫ أ ح ر ق ع م رو بن ا ل حا ر ث‬: ‫ قا د‬، ‫ حدثن ا عبد الل ه بن زغ ب‬، ‫تع ي د‬

" :‫ كا ن يم و لأ‬،‫ أ ة ع من ى ان ائب‬، ‫ عن مثال م بن عئد الل ه‬، ‫ غن موسى بن ت ن ز‬،‫ه ال ل‬

‫ وبأ مبلت ا ب ا ل حنقل ة ث خب ز‬، ‫تا بندا ت ال م ش أن ئ أ مب ص عار المعزى ق ن م ط لثا‬


‫نال ي ن ا ئع‬

‫ف ذا‬ ‫م حا‬ ‫م اث ظ و ب‬ ‫ خ ر إذا ض از طل‬،‫ زثأ إلبال ي ب م حن ثقا في ا لأئئ ا ن‬، ‫محا‬

‫م‬ ‫ ؤأذهي م محإقت افء‬:‫ الن ا س م عن ا ال ق مما ز ثق وب‬، ‫ نن سم ي طقت اتثا‬0‫ ولكثا نريد أ‬، ‫وق رتا ث ذا‬

Sâlim b. Abdillah der ki: Ömer b. el-Hattâb şöyle derdi: “Vallahi


istediğimizde yavru oğlaklar şişe dizilse, buğdayın özünden (beyaz) ekmek
yapılsa, keklik gözü misali kuru üzüm, tabakların içinde sunulsa, canımızın

1Ahkâf Sur. 20
70 öm erb . el-Hattâb

istediğini yiyip içsek de hayam lezzetlerini umursamayız. Biz geriye


güzelliklerimizi bırakmak istiyoruz. Çünkü yüce Allah'ın «Güzelliklerinizi
dünya hayat!nızda harcadınız »1 dediğini işittik.”

‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫ح د ثعا‬ ،‫ت ه ل‬ ‫أيي‬ ‫ابن‬ ‫ح د تا‬ ،‫م ح مد‬ ‫بن‬ ‫ع ئ د الل ه‬ ‫خا؛ثنا‬ ]‫ا‬ ‫م‬
‫ ب‬/‫[ ا‬ " ) ١ ١ ٠ (

: ‫ ص‬، ‫ ص مح د ؛ و خن ن ي أ ي ق د‬، ‫ي‬ ‫ ص أيي‬،‫ خد ك ثمحا<ة ئ ذ م حثة‬،‫ض م ح ة‬

'٠ :3 ‫ ه ما‬، ‫ هزأى ك أ م يمحوئن م ؛ ن ا‬،<‫تإ‬


‫م ا م حاد‬ ‫مح د م عأى ع م ر رضى ش عئة المت م ن‬
‫كغ ا نس تقي م ن دقائا‬-‫ ول‬، ‫ف ذا يا أ هد الع ناق ل ؤ ج ئ ت أن يده س لي ك ن ا يده س ث م‬

',^ ‫ ىإ ال د ي‬0‫ ؤأذهي م طقتا دكب في حثا‬: ‫ ل م‬،‫ه ه ال‬ ‫ ^ ^ الل ه‬٠١‫ أن ا‬، ‫ئ ج ده في اخزتثا‬

Abdurrahman b. Ebî Leylâ der ‫لكل‬: Hz. Ömer'in yanına Irak ahalisinden
birtakım insanlar gelmişti. Yemek yerken (etin sertliğinden dolayı) zorlanır
gibi olduklarını görünce şöyle dedi: ‘^şte böyle ey IraJdılar, etin size
yumuşatıldığı gibi bana da yumuşatılmasını isterdim, ama dünyada terk
ettiğimizi âhiretimizde bulacağız. Allah'ın bir kavme söylediği
Güzelliklerinizi dünya hayatınızda harcadınız»^ sözünü duymadınız«
٨١١?”

‫ حدثن ا عطد الؤ ح م ن بن م ح م د‬،‫ب ا ] حدق ا عتد الثؤ بن م ح م د بن جعف ر‬


‫ م‬/‫)" [ا‬١١٦(

‫ عن ب ض‬،‫ عن حبي ب بن أيي ناب ت‬،‫ حدثت ا ا العن س‬،‫ حدثن ا أثو معاوته‬، ‫م‬ ‫بن‬

:‫ قات‬،‫ فيهز جابز ئ ذ عئد الله‬،‫ قدم ■عقه ئا<س ش أه ل الع ناق‬:‫ هات‬،‫ عن ع من‬C‫أ صحابه‬

‫ي‬ ‫ ه مات‬، ‫ بأ ح ذوا أ ح دا صعي ما‬،‫ ق ا د ي ؛ غذوا‬،‫هأب ا ه مبعجفثت قت ص ي ن ت بخبز وزئت‬

‫ مم قذتا ي‬، ١^ ^ ‫ ثا ي قيء تريدون؟ حلوا زخا ب ق ا و حارا‬،‫ " قد نأى نا منمون‬: ‫ع م‬

" ‫شوئن‬
Habîb b. Ebî Sâbit, bir arkadaşından bildiriyor: Hz. Ömer'e İraklılardan
aralarında Câbir b. Abdillah'ın da bulunduğu bazı insanlar gelmişti. Ömer
onlara ekmek ve zeytinyağıyla hazırlanmış bir tepsi yemek getirip “Alın!”

1AhkâfSur. 20
2AhkâfSur. 20
Ömer b. el-Hattâb 71

dedi. Çok istekli almadıklarını görünce Ömer onlara; “Canınızın ne kadar et


çektiğini anıyorum, ne istiyorsunuz? Tatlı, ekşi, si€ak, soğuk sonra da
midelerinizi tıka basa doldurmak mı?” dedi.

‫ هادت‬،‫ حدثت ا هم د الئؤ بن أخن ت بن خي ل‬، ‫ع حدثن ا أبو تكر بن مال ك‬٤٩/١ ‫)" و‬١١٧(

‫ ن ت ن ت في‬٠٠ : 3 ‫ أن ع من د ا‬،‫ح ث ف بن ح ؤ ش ب‬- ‫بدء عن‬


‫م‬3‫ ح د ظ > ب ي ا غ بن ا ل و‬،‫ح دبتي أيي‬

١^ ، ‫ه‬ ‫ م ادا أا'ئ ث ا لآ<ة أ ذ ل‬،‫ثتا أضآ إ لآ<ة‬،‫"ئئ ال‬,‫ه ا الءن ن ط ئ اذما أ‬

- ‫جب ر‬ ‫س‬

Hz. Ömer der ki: “Bu meseleyi düşündüğümde baktım ki, dünyayı
istesem âhirete zarar vereceğim, âhireti istesem dünyaya zarar vereceğim.
Madem durum böyle, fani olana zarar veririm.”

‫ حدق ا عثذ الثؤ‬، ‫ حدت ا م ح م د بن ي م‬، ‫ « م ] حدتما ع ذ الل ه بن م ح م د‬/‫ )“ [ ا‬١١٨(

‫ عن تع يد بن‬، ‫ عن إ سماعيل ئن أيى حال د‬،‫ حدثن ا هم د الل ه بن إدري س‬، ‫بن ث ح م د ا ش ى‬
‫ " فإن‬،‫ أى بمن‬:‫ظ‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫م عثث ور أي ت و ت ى ا م ح ري ر ض‬ : ‫؛‬١١٤ ،‫أي بتدة‬
،‫ه م ن ف ه ن به رعيته‬ ‫ل ه‬3‫ ص د ا‬٥^ ١ ‫"زإن أ غث ى‬،‫ة ص تع د ت بؤ رعثتث‬1‫أ ن د ال يع‬

‫ه م ئ د ضيت ؤ ئفلزت إ؟ى ح م ة‬ 4‫ وكو ن بغ ل ك عغذ الل‬، ٠^ ٥ ‫ؤإ|اك أن ر غ نرئع‬

" ‫ والغ ال م ظ ال‬، ‫ظ ه ا ب ث ه ا‬ ‫ ثإئت ا‬، ‫ث م بذ ل ك ا ل م‬ ‫فف ا‬


‫ص ا ل أ م ئ بم ئ ي‬

Saîd b. Ebi Burde anlatıyor: Hz. Ömer, Ebû Müsa el-Eş’ari’ye şöyle bir
mektup y^dı: “Sonrasına gelince; bil ki en mutlu yönetici, halkın kendisiyle
mutlu olduğu yöneticidir. En kötü yönetici de halkın kendisinden dolayı
mutsuz olduğu yöneticidir. Sakın nefsine uyup dünyalıklara dalma ki
emrindeki idareciler de aym şeyi yapmaya başlamasın, o zaman da (Allah
katındaki) durumun, yerde gördüğü yeşil otları semizlemek için yemeye
çalışan hayvan gibi ol‫؛‬ır. Oysa bilmez ki ölümü (kesilmesi) semizliğinden
dolayı olacaktır. Baki selam.”

‫ حدق ا هنأد بن‬، ‫ حدثت ا أبوي حيى الرازي‬، ‫ ] حدثن ا أبو م ح م د ين حثا ن‬٥ ٠/ ١‫)" ل‬١١٩(

‫ كت ب‬:‫ محالأ‬، ‫ عن غاب ر الئعب ئ‬،‫ ض ا ل ر خ ثن إن م ا عيد‬، ‫ خ ا؛ثن ا م ح م د بن م حي ل‬، ‫ال ث ر ي‬

، ‫ه وص ه ي‬ ‫ص ا ه ئق ا ز ن ا‬ ‫ " ص ل ح ك ن و‬:‫غنثإ؛ ى ئ و ت ى رضى الثت عغهن ا‬


72 Omer b. el-Hattâb

‫ فن ا ظنل ق في بواب الثؤ في ع ا ج ل‬. ‫الئة ش قلبه ف انة الثت‬ ‫إل‬ ‫وم ن ثنين لل نا س ي غ ز ن ا قن‬

‫ب ته؟ زالث الز‬


‫م‬ ‫" رض وخزائن‬

Âmir eş-Şa’bî der ‫لكل‬: Hz. Ömer, Ebû Mûsa’ya şöyle bir mektup yazdı:
“Allah, niyeti halis olan kişiyi hiçbir şeyde diğer insanlara muhtaç bırakmaz.
Her kim de kalbinde olan ve Allah’ın da bildiği niyetten başka bir amaçla
davranış sergilerse Allah onun bu ayıbını açığa vurur. Allah’ın, kula
amellerinin karşılığını ve rızkını hemen vermesini ve engin rahmetini başka
neye yorarsın! Baki selam.”
Zühd ve Vera Hakkında Söyledikleri. Gerçek Kişiliğini ifade
Eden istisnai Sözleri

‫ حدثن ا عتد ال ر بن أ ح م د بن‬، ‫ م ه] خ ا؛ثت ا أ خ ن د بن جعف ر بن م ا ل ك‬/ ‫ )“ [ ا‬١٢٠(

3 ‫ ه ا‬:3 ‫ ظ‬،‫ عن تجا هد‬، ‫ حدثتا ا لأع م س‬،‫ خ ا؛ثن ا أب و معاويه‬،‫ مات؛ "ح د ب ي أيي‬، ‫خ م‬

''‫ا م ح ن‬ ‫ي‬ ‫ال م ح‬ ‫ " ؤه‬:‫ئ‬ ‫مح‬

Hz. Ömer: “Şunu gördük ki; hayatımızın en hayırlı hasleti sabırdır” dedi.

،‫ حدثن ا عند الثي بن أ حم د بن حق ل‬،‫أبو بكر بن حم دا ن‬ ‫خا؛ثن ا‬ ] ‫ م ه‬/ ‫ )“ ل ا‬١٢١(

‫ قادت قات ع م ثي‬،‫ غذ أمحه‬،‫ عن هث ا م ئن عروه‬،‫ ووكيع‬،‫ حدق ا أثو معاويه‬،‫خد ش أيي‬
‫م ن س يء اشثغثى‬ ‫يئ س‬ ‫) إدا‬3‫ زأبة ا ل ر ج‬،‫ وأن اخل امس غنى‬،‫ " ثعث م ون أن ال ئ ن غ فئ‬:‫حعلتة‬

‫عمر‬ ‫ عن‬، ‫ عن زقي ئي ال ت ق ن ي‬،^‫ عن هش ا‬، ٧ ^ ١‫ عن‬،‫ ززاة ابن وه ب‬،" ‫عنه‬

Urve der ki: Hz. Ömer bir hutbesinde: “Siz de biliyorsunuz ki


tamahkârlık fakirlik, maldan yana bir beklenti içinde olmamak da
zenginliktir. Zira kişinin bir şeye karşı içinde beklenti yoksa ona ihtiyacı da
olmaz” dedi.

،‫ حدثن ا أ خ ن د بن تع يد‬، ‫ حدثن ا إئز؛ ويلم بن م ح م د‬، ‫ م ه ا حدثت ا أيي‬/ ‫)" ل ا‬١٢٢(

‫ حدثن ا‬،‫ حدت ا ث خ ث د بن إ ن خ ا ق الئ مفجه‬،‫ حدثن ا أب و حام د بن جبل ه‬،‫ به‬، ‫حدبن ا ابن ؤ ه ب‬

، ] ‫ ا ه‬/ ‫ م الث ع ي ي [ ا‬1‫ ضر ع‬4‫ ح د ظ ركري بن أيي زائذه‬، ‫م‬ ‫مح‬ ‫ ح د ظ محم د بن‬،‫ه‬1 ‫عتد ال‬
‫‪Omer h. el-Hattâb‬‬ ‫‪73‬‬

‫م‬ ‫وئز‪ ،‬وق د 'ئ ظ‬ ‫ي لهو أئ ن م ن‬ ‫ه‬ ‫ع م ‪ " :‬ؤا‪.‬ش ق ذ ‪ ٤١٧‬م ‪ .‬قي‬ ‫ظ ‪:3‬‬

‫" قي الل ه ح ز ل ه و أ ف د م ن ا ل ح جر‬

‫‪ kadar yumuşadı ki, tereyağından‬ه ‪Hz. Ömer: “Vallahi! Allah için kalbim‬‬
‫‪daha yumuşak oldu. Yine kalbim Allah için ٠ kadar katılaştı ki, taştan daha‬‬
‫‪katı oldu” dedi.‬‬

‫(‪ “) ١٢٣‬ل ا ‪ /‬ا م ا خا؛ثن ا هم د الل ه بن ت خث ي‪ ،‬حدت ا ث خ ئ د بن أيى شه ل‪ ،‬حدثت ا أبو‬

‫تكر بن أبى فس ه‪ ،‬خ ا؛ثن ا ث خ ئ د بن يمم‪ ،‬حدثن ا م ن م ‪ ،‬غذ عون بن عتد الله ثن عتبة‪،‬‬

‫ب؛ وا ا جواب ذ‪ ،‬فإبجب أن ة ق ؤ ؤ أشدة "‬


‫م‬ ‫ف‪" :‬‬ ‫ةت‪ :‬قا ‪ 3‬فث ن ئ ا ئ‬

‫‪Ömer b. el-Hattâb der ki: “Çokça tövbe edenlerle birlikte oturmaya‬‬


‫”‪çalışın; zira insanlar içinde en yumuşak kalbe onlar sahiptir.‬‬

‫■‪ ٥‬ا خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جعف ر ثن ح م دا ن ‪ ،‬حدقا عتد الل ه بن أخن ت بن‬


‫(‪١/ ١[ -) ١٢٤‬‬

‫رن و؛‬ ‫خمح د ‪ ،‬ح دثنى أيي‪ ،‬محد‪.‬ثن ا نئ؛ا ن ن عسه‪ ،,‬ص أبى حال د‪ 4‬قا ن‪3 :‬ات ع م ر‪" :‬‬

‫م'‬ ‫م‬ ‫أؤعيه ال كتا ب‪ ،‬وثا ب خ ايل م‪ ،‬ن ط وا ال ق رزة‬

‫‪Hz. Ömer der ki: “Kitaplara kaplar olun, ilmin pınarları olun. Bir günün‬‬
‫”‪rızkım bir günle taleb edin.‬‬

‫(‪ ")١٢٥‬ل ا ‪ /‬ا م ] خ ا؛ثن ا أبو م ح م د بن حي ن ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أبوي ح ش ‪ ، ^ ٥١‬خ ا؛ثت ا هن ا د بن‬

‫الث ر ي‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب وئعاويه‪ ،‬ض ا لأع م ش‪• ،‬عن ^‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬قادت ش م ع ع من بن الح طا ب رضى‬

‫ب لف‪ ،‬ق ات ع مر• أز ال‬ ‫الل ه عنة زب ال ‪ ،‬بموت؛ الل ه م إ ي أت شغئ مالي و شي ي قي‬
‫ت ن ك ت أخد م لأن‪ ،‬ء ا‪ 0‬ايملي ضيز‪ ،‬ؤإ‪ 0‬ع وفي ف ك ز‬

‫‪Îbrâhîm(-i Nehaî) der ki: Ömer b. el-Hattâb, bir adamın: “Allahım! Hem‬‬
‫‪malımı, hem de kendimi senin yoluna bağışlıyorum!” dediğini işitince‬‬
‫‪adama şöyle dedi: “Biriniz böyle yaptığı zaman hiç susmayacak demektir.‬‬
‫”‪Musibete uğrayınca sabredecek, selamete erince de ^kredecektir.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٢٦‬ا ‪/‬ا م ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن حئث ل‪ 0‬خ ا؛ثن ا‬

‫ال ول د بن ئ جا ح بن ال ول يد‪ ،‬ح مدثي أيي‪ ،‬ح دمحي رثا د ث ذ ح سم ه‪ ،‬عن م ح م د بن ج حا ده‪،‬‬
‫‪74‬‬ ‫‪Omer b. el-Hattâb‬‬

‫ح دبه ز‪ ،‬عن ي حيى ى جع ده ‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ظ ‪ 3‬ع م ‪ ٠٠ :‬ئؤ ال ث ال ث‬ ‫بن أيي‬ ‫ب‬ ‫أن حبي‬

‫أل ح ي ت أن أ رن هد لم ي ت الثة‪ :‬لؤ ال أن أضغ جبهتي ش‪ ،‬أل أجلس في م جال س يتمم ى‬

‫‪ ،" .‬ززاة عن حبي ب ‪،‬‬ ‫ال ك ال م كن اثمم ى ج ي ذ ال م ‪ ،‬أؤ أن أمميز في تب ل ‪.‬الل ه‬ ‫ب‬ ‫يفف ا مإي‬

‫نن ص ور بن ائننثب ؤ‪ ،‬والتؤوي‪ ،‬وا لخنث و دي في ج ماعة‬

‫‪Hz. Ömer der ki: “ü ç şey ©!masaydı ölüp Allah’a kavuşmayı dilerdim.‬‬
‫‪Biri, Allah için almmı secdeye koymamdır. Diğeri, güzel hurmanın‬‬
‫‪kötüsünden seçilmesi gibi güzel sözlerin seçilip konuşulduğu meclislerde‬‬
‫”‪bulunmamdır. Diğeri de, Allah yolunda cihada katılmamdır.‬‬

‫حدثن ا أ ح م د بن جئ م ر بن ‪-‬حم دا ن ‪ ،‬حدق ا عتد الثؤ بن أ خ ئ ذ بن‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١٢٧‬ل‪٠ ١/ ١‬‬

‫م ‪- ،‬ح د ب ي أيي‪ ،‬حدبت ا شقت ا ن ن ذاؤذ‪ ،‬حدثن ا ئ غت ه‪ ،‬ص ن ق ما ن التئم ي ‪ ،‬عن أبي‬ ‫ح‬

‫عنز س الح طا ب‪ " :‬ال قثا ء غني م ة اخل ا ب د؛ئ ‪ ، ٠٠‬ززاة ز؛ يده و جن‪1‬عه‬ ‫ئأا ل‬ ‫م ح ا ذ ال غهدي‪،‬‬

‫عن المح ب ب‪ ،‬ثقل ه‬

‫”‪Ömer b. el-Hattâb der ki: “Kış, âbidler için bir ganimettir.‬‬

‫حدت ا أبو‬ ‫(‪ “) ١٢٨‬ل ا ‪ /‬ا م ء ح دق ا أيي ‪ ،‬خ ا؛ثت ا ابزاهين؛ بن م ح م د بن‬

‫” كزيب‪ ،‬حدق ا الن ج ي ين رياد‪ **،‬عن هم د الل ه بن عيس ى‪ ،‬د ا لأ‪:‬م " كا ن ي و ج ه ع م‬

‫ح ط ا ن ا>ئزثاتي م ن البك اع ‪٠٠‬‬

‫لكأل ‪Abdullah b. İsa der ki: “Hz. Ömer’in yüzünde ağlamaktan dolayı‬‬
‫”‪siyah çizgi oluşmuştu.‬‬

‫حدت ا‬ ‫حدثن ا مه د الل ه س م ح م د بن عتناء‪ ،‬حدثت ا ن خ ث د بن أيى شي ل‪،‬‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١٢٩‬ل ا ‪ /‬ا ه‬

‫م ثن نءن ا ن ‪- ،‬ح دق‪ 1‬م_ش ا م‪■ ،‬عنءا ل ح ت ن ‪،‬‬ ‫ح دق‪ 1‬جع‬ ‫أي و بك ر بن أيي غيبه‪ • ،‬حدل؛ا عه‪ 1‬ن‪،‬‬

‫يئرم تت ه ح ش ‪SI*J‬‬ ‫م‬ ‫ه ا ‪ 15" " :،3‬ن ع م ي مب\ اليئ في ووده فت خئئة قث ك ي ح ش ين م ط ‪،‬‬

‫ر يهما‬ ‫يحسبوله م‬

‫‪Haşan bildiriyor: “Hz. Ömer virdini okurken bir âyete gelir, boğulacak‬‬
‫‪gibi olur ve yere kapaklanıncaya kadar ağlardı. Sonra eve götürürler,‬‬
‫”‪evdekiler onu hasta sanarîardi-‬‬
Omer b. el-Hattâb 75

‫ حدثن ا أب و‬،] ٠٢/١ [‫ حدثغ ا عتد الثؤ س زيدان‬،‫ ا م ا حدثئ ا ث خ ث د س ح م ئد‬/ ‫)" ل ا‬١٣٠(

‫ عن ابن‬،‫ عن م ح ا رب بن دظر‬،‫ عن عبد الر ح م ن بن إشحا ى‬،‫ حدثن ا ابن إدريس‬، ‫” وي ب‬


٠٠ ‫ ئن م ع ت خبيثة م ن وراءب الئة صف و ف‬،‫ ص ق ت خل فن ع من‬٠٠ :3 ‫ قأ‬، ‫ع م‬

ibn Ömer der ‫لكا‬: “(Babam) Ömer’in ardında namaz kıldım, ü ç saf
gerisinden (ağlarken) inlemesini duydum.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا بشن ثن مو ت ى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لخشن‬٥٢/١ ‫)" ل‬١٣١(

‫ت قات ع من‬3 ‫ ه ا‬،‫ عنب ا ب ت بن ا ل ح جا ج‬،‫ حدق ا جعئ ر بن ربا ن‬،‫ حدثن ا نصا ن‬،‫ال غ م تد ي‬

‫ ؤثن أئؤن عوكب‬،‫ ل حاسنز؛م ا ق د أن ئخا<ثي وا‬،‫ أ ق ذ ك م ق د أن ثوزن و؛‬١^ " ‫بن‬
- . »٤ ‫ه‬ ٠ ،.‫؛‬ .‫ي‬ ‫ه‬
‫ تؤي وم ئ ذ ئعزض ون ال ث خف ى‬:‫ ؤبزيت وا لل محس ا لأكثر‬، ‫في ا ل ح عث ابس) عدا أن ث ح ا م نوا أش ي م‬

Ömer b. el-Hattâb der ki: “Siz tartılmadan önce kendinizi tartın. Siz
hesaba çekilmeden önce kendinizi hes‫؛‬ıba çekin. Kendinizi hesaba çekmeniz,
yarın hesaba çekileceğinizde size kolaylık sağlar. Büyük mahkeme için
bezenin; «huzura takdim edileceğiniz ‫ ه‬gün hi‫ ؟‬bir sırrınız gözden
kaçmaz»1.”

،‫ حدق ا عتذ الؤ حم ن بن ت شبم‬،‫ ] حدثت ا عتد الثؤ ى م ح م د بن جعف ر‬٥٢٨ 1 “) ١٣٢(

‫ أم قس ي ك ن ث‬: ‫ قادت قا د ع م‬،‫ عن ا ل ص حا ك‬،‫ صر جؤيبر‬،‫ أبو معاويه‬1‫ حدلت‬،‫ د‬1‫ح د ئ مغ‬

‫م حث م ن‬ ‫ م ح ق أت س ظ أكون‬٩ ‫ خ ز‬،‫بب‬
‫ب م ن ي ظ بد' ج‬
‫م‬ ،‫م حثن أغش‬
٠' ‫ ولم أك تجرم‬،‫ م جوذي عذره‬-‫ص ظ‬ ‫ ث م‬،‫ليدا‬،‫ وبع ضي د‬،‫ء‬1‫بع ضي شز‬١
^ ^ ^ ،‫ي حثون‬

Hz. Ömer der ki: “insan olmak yerine ailemin koyunu olmayı, bir süre
beni beslemelerini, sevdikleri yanlarına misafir olarak geldiği zaman da beni
kesip bir kısmımı pişirerek, bir kısmımı da kurutarak yemelerini; sonra da
beni gübre olarak atmış olmalarını ve dolayısıyla beşer olmamayı ne çok
isterdim.”

1HâkkaSur. 18
‫‪76‬‬ ‫‪Omer b. el-Hattâb‬‬

‫(‪ [ “) ١٣٣‬ا ‪ \ /‬م ] حدثن ا م ح م د بن ع ل ئ ‪ ،‬حدق ا ع د الثؤ بن م ح م د ‪ ،‬حدثن ا ع ئ بن‬

‫عن ابن ع من‪،‬‬ ‫ا ل ج ع د ‪ ،‬أ حتزئا شغثه‪ ،‬غذ غ ا م م بن م حب الثؤ‪ ،‬قادت ت ب غ ت سال ما‬

‫قات‪ :‬كا ن رش ع م ر عش ن خذ ي قي م رضه ال ذ ي نا ث مه ه‪ ،‬ق ا د لي‪ ٠٠ :‬ص غ رأسي غش‬

‫؛ ل أ ز م "‪ ،‬قات ‪ :‬ق ك ‪ :‬آل ا ‪ -‬ه ث ء ن ع ر ف خ ذ ي أم• غش ‪ ^ * ١٢١‬؟ ظت ‪ " :‬ضئه غلى‬

‫»يم"‪ ،‬هت؛ ئبم ظ غد‪1‬ر و م‪،‬قات‪ ":‬زم زؤئد أ ر إ‪ 0‬إل وعض م"‬
‫‪ibn Ömer bildiriyor: ölüm üne sebep olan suikast olayı sırasında Hz.‬‬
‫‪” dedi. “Başının‬؟‪Ömer’in başı dizimin üzerindeydi. Bana: “Başımı yere koy‬‬
‫‪dizimin üzerinde veya yerde olmasının senin için ne önemi var?” diye‬‬
‫‪” diye yineledi. Başını yere koyduğumda ise:‬؟‪sorduğumda: “Başımı yere koy‬‬
‫”!‪“Şâyet Rabbim bana merhamet etmezse vay halime! Vay anamın haline‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫(‪ - ) ١٣٤‬خ ا؛ثن ا أب و خا ب ز بن جيل ه‪ ،‬حدق ا ت خ ئ د بن إئ حا ق‪ ،‬خ ا؛ثن ا ثتق و ب ئي إئزا ب ‪،‬‬

‫حدق ا ابن غلته‪ ،‬خ ا؛ثن ا أثوبي الق ح ساتجخ ‪ ،‬عن ابن أيي ما وكه‪ ،‬عن ا ل م ئ ز ر ب ن م خزنة‪،‬‬

‫قات‪ :‬تث ا ش ن غنن‪ ،‬قا د ‪ '٠ :‬واش أؤ أ ة لي ي ال غ ا ل آ م نفيا ‪ ،‬ال ق د ت ث به م ذ عذا ب‬

‫المح ب ذ م أ ذ أ ن ا ة " ل ا ‪ /‬آ ه ]‬

‫‪Misver bildiriyor: Hz. Ömer, suikasta uğrayıp yaralandığı zaman:‬‬


‫‪“Vallahi dünya kadar altınım olsaydı, Allah’ın huzuruna çıkmadan önce‬‬
‫‪onun azabından kurtulmak için hepsini £eda ederdim” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٥٢/١ [ - ) ١٣٥‬حدثن ا م ح م د بن نعني‪ ،‬حدثن ا أثو شعي ب ا ل ح رايمح ‪ ،‬خل؛ثن ا ي حيى بن‬

‫سما ك‪ ،‬محا د ‪ :‬ت م ن ت عن الثؤ ن عثا س‪ ،‬يأمول‪ :‬ثق ا‬ ‫عتد الثؤ‪ ،‬حدق ا ا لآوزاعي‪ ،‬ح دمحي‬
‫طع ن ع من ن ح ك عش‪ ،‬ق ك له‪ :‬أئب نيا أبين ا ل م ؤمنين‪ ،‬قا ن الثه قد مص زبلث ا ألمصار‪،‬‬

‫ود خبلث ال ق ا ت‪ ،‬ثأ م ح‪.‬يلئ ا و ة ‪ ،‬قا د ‪ " :‬أقي ا إل < ة ق ي ع ئ ‪ ١٤‬ائ ذ ء س ؟ "‪،‬‬
‫ق ك ‪ :‬زخي ■عتره ا ‪ ،‬ظ ‪ :3‬وال ذ ي م س ي بيده '‪ ٠‬ل ودد ت أثي ح ز ج ت منه ا "ك ما نحل ت‬

‫يف ه ا ‪ ،‬ال ن ي و ال وأ ث "‬

‫‪Abdullah b. Abbâs der ki: Hz. Ömer suikasta uğrayıp da yaralandığı‬‬


‫‪zaman yanma girdim. Ona: “Ne mutlu sana ey müminlerin emiri! Allah‬‬
Ömer b. el-Hattâb 77

seninle şehirler imar etti, fitneleri defetti ve kullanna bol rızık ihsan etti”
dedim. Ömer: “Yöneticiliğim konusunda ‫س‬ beni övüyorsun?” diye
sorduğunda: “Hem idarede, hem de başka hususlarda” karşılığını verdi.
Bunun üzerine: “Canım elinde olana yemin olsun ki dünyaya geldiğim gibi,
günahım ve sevabım olmadan, aym şekilde geri çıkabilmeyi ne çok isterdim”
dedi.

‫ ح د ي ي‬،‫ حدثن ا عئد ال ر بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أب و بكر بن تالل ه‬٥ ٧ ١ [ ")١٣٦(

" :‫ ه ات‬،‫حدثن ا ا لخشن‬- ،‫ حدثن ا ماللف بن دين ار‬،‫ حدق ا جع م ن ئأئ ما ن‬،‫ حدثن ا بهز‬، ‫أيي‬

" ‫ وعلته إزائ فيه ثنتا عشزة رقنه‬،‫ زه و ح ل م ة‬، ‫ح ط ب ع م س ائ ائ ب‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Ömer b. el-Hattâb’ın halife iken bir hutbesine
şahit oldum, üzerindeki cübbede oniki yama vardı.”

، ‫ حدث ا عثد ال م ين ان خث ن ا ل حران ئ‬،‫ ] حدثن ا ئ خ ئ د بن معم ر‬٥ ٢ ٨ [ ")١٣٧(

‫ غي‬3U :‫ ئت‬،‫ خدش ذ ود ئ عئ‬، ‫ه ا لآززاعكمح‬ ،‫اتجمح‬:‫ثا ق ش ئ مد ه انا‬


‫طءت‬
‫م‬ ‫ ت م ئ ي إ ل ق ئ ث أ ة هت مح ش ت اءيإي‬1‫ غلى ش ط ال ي‬3‫ ق ا‬cJU ‫ " لز‬: ‫ف‬ ‫تق ا ئ‬

" ‫يزم ا ل م ائة‬

Ömer b. el-Hattâb der ki: “Fırat'ın kenarında bir koyun kaybolup ölse,
Allah'ın kıyamet gününde onu benden soracağını sanıyorum.”

‫ حدثن ا ي حيى بن‬، ‫ حدثن ا أبوشع ن ب ا ل حؤائي‬،‫ ] حدثن ا ت خ ئ د بن معمر‬٠٣/١ ‫)" ل‬١٣٨(

،‫م تن ا لخط ا ب‬ ‫ ص‬، ‫م‬ ‫ خد ك ي ش ئ أيي‬،‫ خدقثا ا لأوزائ‬،‫ض ال م ائ ا بئ ئ‬

‫ ؛ محز ثاخثون ا ل م ه م حز أ ج م عون ؛ال‬،‫ا مهق‬ ‫ي‬ : ^ ١‫م ص‬ ‫ " لز ئا ذ ى‬:‫قات‬

‫ إمح ز داخلون الثا ز إ ال‬،‫ أثف ا الثاسث‬: ‫ ولو ئا ذ ى من ا د‬،‫ ل خ ن ت أن أخون هز‬،‫زي ال نا ج ذا‬

‫م‬ ٠٠‫ لز ج ؤ ت أن أءك ون هؤ‬،‫زي ال وا ح دا‬

Ömer b. el-Hattâb der ki: Gökten birisi: “Ey insanlar! içinizden biri hariç
hepiniz Cennete gireceksiniz!” diye seslense Cennete giremeyecek o kişinin
kendim olmasından korkarım. Yine gökten birisi: “Ey insanlar! içinizden
biri hariç hepiniz Cehenneme gireceksiniz!” diye seslense Cehenneme
giremeyecek o kişinin kendim olmasını umarım.”
‫‪78‬‬ ‫‪Ömer b. el-Hattâb‬‬

‫(‪ ] ٥ ٣ ٨ [ ")١٣٩‬حدبن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا عبد ا[د بن أ ح م د بن حس د‪،‬‬

‫حدثنا أبو مغ مر‪ ،‬حدثن ا غيد العزيز ال دراوردي‪ ،‬عن عبيد الل ه بن ع من‪ ،‬عنئا يع‪ ،‬محا د ‪:‬مح"‬

‫بن ال "‪ ،‬ززاة ابن محنه‪ ،‬عن‬


‫ي ف و ال أز م‬ ‫م ع م ‪ ،‬ز ال في امحه‪،‬‬ ‫* كان البث ال ثئزفن‬
‫‪1‬لزه ر ي‪ ،‬ص عتيد الل‪ 4‬بن عثد ال ‪1‬ه‪ ،‬مئثه‬

‫‪Nâfı der ki: ‘iyilik Ömer'de ve onun oğlunda, konuşuncaya veya iş‬‬
‫”‪yapıncaya kadar belli olmazdı.‬‬

‫‪Takrîb4279-C‬‬
‫م حم د‬ ‫خل؛ثن ا‬ ‫(‪ - ) ١٤١‬ل ‪ ٣/١‬ه ] حدثن ا أبو خا ب ز بن جتل ه ‪ ،‬حدثن ا م ح م د س إن ح اى ‪،‬‬

‫ن ‪ ، ^ ^ ^ ١‬حدثن ا نئثا ن‪ ،‬ضر م نعر‪ ،‬غن أيي ص خ رة جا ب ع بن ق د ا د ‪ ،‬عن ا لأنود بن‬

‫ش ذ ال ق زأ ش غ ي‪،‬‬ ‫ه ال ل ا ك مهئ ‪ ،‬فات‪ :‬نث ا و ق ع ي ئ ا ئ طا ب قام عل ى ال ب م‬

‫) ي ف ت ف م ‪ ،‬وف حي ح ن ش م ‪،‬‬ ‫هم أل‬ ‫إل ^ ‪ 3‬آ ه ا ة م‪ " ،،‬أ ال ؛أ ي دا_ع م حب و'‪،‬‬
‫و صع يف ن مم ي "‬

‫‪Esved b. Hilâl el-Muhâribî der ki: Ömer b. el-Hattâb halifelik görevini‬‬


‫‪üsdenince minbere çıktı. Hamdü sena ettikten sonra şöyle devam etti: “Ey‬‬
‫‪insanlar! Size sesleniyorum, bana yol gösterin. Ahahım! Ben kabayım, beni‬‬
‫”‪ağırbaşlı eyle, cimriyim elimi aç, zayıfım güç ver.‬‬

‫(‪ -) ١٤٢‬ت ‪ ٣/١‬ه ] ‪-‬حدق ا إتزاه م بن مه د ال م ‪ ،‬حدت ا أبو ال م ا س الممف ئ ‪ ،‬خ ا؛ثن ا قتثة‬

‫م ‪ ،‬عن أبيه‪ ،‬أثت ت م غ ع من‬ ‫بن تع يد‪ ،‬حدت ا الل ث ت بن ت غ د ‪ ،‬عن هش ا م‪ ،‬عن زيد بن أ‬

‫ن‪ ، ^ ^ ^ ١‬ي م ولط‪ " :‬ال‪1‬ه م الئ ج ع ن محني ع ز يذي غ م قذ ش ج ذ ن ك ت ح ده يم حا‪ -‬جيي‬
‫به ا يؤم ا ل سام ة‪*٠‬‬

‫‪Ömer b. el-Hattâb der ki: “Ahahım! Benim ölümüm sana, kıyamet‬‬


‫”‪gününde bahane edeceği, bir secde bile etmiş bir kulun elinden olmasın.‬‬

‫(‪ - ) ١٤٣‬ل ‪ ] ٠٣/١‬حدثن ا ن ق ما ن بن أ خن ذ ‪ ،‬حدثن ا إتزا م أ بن ‪La‬ش م ‪ ،‬ح د ظ أنثه بن‬


‫‪b. el-Hattâb‬‬ ‫‪79‬‬

‫خفضة‪ ،‬محال ت‪ :‬ش م ع ت ع من‪ ،‬م ولت‪ ^ ^ ١ ٠٠ :‬ق ال في سب ا لف ‪ ،‬ؤوهاه في بند ئييلث "‪،‬‬

‫ئ ك ‪ :‬ؤأ ر [ ا ‪ /‬ة م ] يكون غذ؛؟ ئ د ‪ ٠٠ :‬يأتي به‪" ٤^ ٩ ^ ١‬‬

‫‪: Ömer'in “Allahım! Yolunda §ehid olmayı ve Resulünün‬كل ‪Hz. Hafsa der‬‬
‫‪toprağında vefat e ^ e y i nasib et” dediğini duydum. “Bu dediğin nasıl‬‬
‫‪olacak?” dedim, “Allah dilediğinde olur” dedi,‬‬

‫(‪ [ “) ١٤٤‬ا ‪ /‬ة م ] خ ا؛ثن ا م ح م د س أ ح م د بن يع ق و ب ‪ ،‬خل؛ثن ا أ خ ن د بن عئد الؤ ح م ن‪،‬‬

‫حدثنا ثريد بن فارون‪ ،‬أخبزنا ي حيى بن تع يد ا الن صا ري‪ ،‬أقت ش م ع تع يد بن ا ل مشي ب‬

‫ع م ن ‪ ،،^ ^ ^ ١‬ك ؤ؛ "كونه ش ب علحا‪.‬ءء مأز أئثى ظ ه ط ز ف ميه‪ ،‬ث م‬ ‫ثذ و‪ ،‬أن‬

‫م زت س ر ‪ ،‬ؤ ضغف ت قوي‪4‬‬ ‫ا ط قى عليه ا محزثع يديه إل ى الق ن اع‪ ،‬ث أ ه ا لأ‪ ٠٠ :‬الل ه م‬

‫واشثز ت رعيتي‪ ،‬ه اهبضغي إ و أل عتز م ص ح ز ال مئ ر ط "‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Ömer b. el-Hattâb çakıl taşlarından bir yığın‬‬
‫‪ve kendisi de üzerine uzanıp ellerini‬؛‪yapıp elbisesinin kenarını üzerine attı‬‬
‫‪havaya açtıktan sonra şöyle dua etti: “Allahım! Yaşım ilerledi, kuwetim‬‬
‫‪azaldı, raisem her tarafa dağıldı. Kaybetmeden ve haddi aşmadan beni‬‬
‫”‪huzuruna al.‬‬

‫(‪ [ -) ١٤٥‬ا ‪ /‬ة ه ] حدثن ا عتد الثؤ ن م ح م د ثن عط اء‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن شب ل‪ ،‬حدثن ا‬

‫مح د الثؤ ئ ث خثد اكس ل‪ ،‬ظءتثا اثن م ح ل‪ ،‬غذ ق ي‪ ،‬غث شه م ئي خئهه‪ ،‬عذ غتز‬
‫^ ؛ي أ وئذب ك أن بأ ح د ي غ ز م ة ‪ ،‬أن ب ذ ي قي‬ ‫^ ‪ ، ٧‬أق ه ة مولت " ‪١‬‬ ‫بن ‪١‬‬

‫ع م إل‪ ،‬أو ئ ب ش ب ن اكه ن > '‪٠‬‬


‫‪Süleym b. Hanzale, Ömer b. el-Hattâb'ın sık sık şöyle dediğini nakleder:‬‬
‫‪“Allahım! Kibirle imtihan etmenden, dalgınlığımla başbaşa bırakmandan‬‬
‫”‪yahut beni gafillerden saymandan sana sığınırım.‬‬

‫(‪ [ -) ١٤٦‬ا ‪ /‬ء م] حدثت ا أ خ ن د ب ن جعف ر ب ن ح م دا ن ‪ ،‬خ ا؛ثن ا عثد الثؤ بن أ ح م د بن‬

‫بق وبي‪ ،‬ال دؤوئ‪ ،‬حدبن ا زؤح‪ ،‬حدثن ا شعثة‪ ،‬أخبزتا يعأى بن عط اء‪ ،‬محا د ‪:‬‬
‫ح م ‪ ،‬حدثن ا م‬

‫ش م ع ت عتذ ألله ى ي ن ا م بم أ ئ ‪ ،‬غذ عنه‪ ،‬محالأ‪ :‬ش م ع ت عنز ن ا ل ح طا ب ‪ ،‬مولت في‬

‫بمبلف‪ ،‬وقو غ ر أ رق "‬


‫جثا م‬
‫محبيه " ال ه أ ا ت‬
‫‪80‬‬ ‫‪Omer b. el-Hattâb‬‬

‫‪Abdullah b. Hırâş, amcasından Ömer b. el-Hattâb'ın bir hutbesinde‬‬


‫‪şöyle dediğini naklediyor: “Allahım! Senin ipine sımsıkı tutunmayı ve‬‬
‫”‪emrinde sebat etmeyi nasib et.‬‬

‫(‪ [ “) ١٤٧‬ا ‪/‬أ ه ء ح دن ا أبو بكر أ خ ن د بن ال ث د ي ‪ ،‬حدثن ا ا خل س س عزته‪ ،‬حدثن ا‬

‫ه بن أنلي‪،‬‬ ‫إ سما عيل بن عيت ى‪ ،‬حدثن ا في ج دن ب ط ا م‪ ،‬عن نز ح بن الق ا ممم ‪ ،‬عن‬

‫م عن ز ‪ ،‬ق زأي ت ى‬ ‫ص ع ئ د الل ‪ 4‬ب ن غن ن ‪ ،‬أب ه ه ا ‪3‬ت م أ " ى ن ق ئ ^ أ خ ي ؛ ئ أ ن أ ع ث ن ة ص‬

‫ائنثا م قص نا‪ ،‬همل ت ‪ :‬ل م ن ف ذا ؟ قالوا‪ :‬لغ من بن ائ ائ ب ‪ ،‬نح رغ م ن الم صر غلقي مئ ح م ه‬

‫وا ‪ ،‬مةئ < شى بجوي ى لؤ ال أ ل‬ ‫ص ضئئ ث؟ قات‪" :‬‬ ‫ضد‪ ،‬ق ك‪:‬‬ ‫إه م‬

‫"‪ ،‬تق ك‪ :‬م نذ امح؛تي عق ره تنة‪ ،‬محق ا ‪٠٠ :3‬‬ ‫‪٣‬‬ ‫ن م ت ز‪ ،‬عف‪-‬لال‪ ،‬مم‪1‬ت‪ :‬م نذ‬

‫ا م ل ت ا الن مئ ا ل ح س ا ب "‬

‫‪Abdullah b. Ömer der ki: Benim için Ömer'le ilgili bir şey öğrenmekten‬‬
‫”?‪daha güzel bir şey yoktu. Rüyamda bir köşk gördüm “Bu kimin köşkü‬‬
‫‪diye sordum “Ömer b. el-Hattâb'ın” dediler,‬‬ ‫‪o sırada köşkten çıktı, sanki‬‬
‫‪yıkanmış gibiydi, üzerinde havlu vardı. Ona “Bunu nasıl yaptın?” diye‬‬
‫‪sorduğumda “iyilikle, Rabbimin mağfireti olmasaydı, tahtım beni alaşağı‬‬
‫”‪edecekti” dedi. “Sizden ne zaman ayrılmıştım?” dedi, “On iki sene önce‬‬
‫‪dediğimde “Ben hesaptan kurtuldum” dedi.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٤٨‬ا ‪ /‬ئ م ] حدثن ا أب و بكر ال طأ ح ئء حدثن ا ا لخشن بن جعف ر‪ ،‬حدثن ا ا ل من ج ا ب‬

‫بن ا ل حا و ث‪ ،‬حدثن ا عل ي بن مشهر‪ ،‬ض ن ح م د بن ع مرو‪ ،‬عن بمش بن عبد الر حم ن‪،‬‬

‫ئ جازا بمن بن ا ن ئا ب ‪ ،‬ئن ا زأتث أ ط م ن‬ ‫قات‪ :‬ئ ‪ 3‬امحاسن ئ ض ا ل طي ب‪:‬‬

‫‪ ٧۵١‬ئ ك‬ ‫ص ب م ن عنن‪ 0İ ،‬آ ه صال؛إ‪ ûU ،‬ئه\زه صت‪ 1‬م‪ ،‬وفى‬‫‪” ^"^ ١‬ى ن أمح‬

‫تيوفر عنز ت أ ك الل ه ‪ tü‬أن رنجؤ في الثؤم‪ ،‬مأيه فى الثؤم مقب ال متش ح ا م ن ن وق‬
‫النديغة‪ 0‬ئ ت ش ت عثه و شم غلي‪ ،‬ب م ئل ئ‪" :‬كثفن أئث؟ هأ ‪ :3‬يخثر‪ ،‬مم ئ ت قه‪ :‬ظ‬
‫و ج د ت ؟ قات‪ " :‬ا ال ذ محزغت س ائ جش ا ب‪ ،‬ولم ذ كا ذ غنجي يه وي بي تز ال أئي ن ج د ت‬
Omer b. el-Hattâb 81

Abbâs b. Abdilmuttalib der ki: Ömer b. el-Hattâb'ın komşusuydum.


İnsanların içinde Ömer'den daha iyisini görmedim. Geceleri namaz,
gündüzü ise ‫ بما ءه‬ve insanlara hizmettir. Ömer vefat ettiğinde rüyamda
göreyim diye Allah'a dua ettim. Bir gün rüyamda gördüm, süslü elbiseler
içinde Medine çarşısından geliyordu. Selam verdim, selamıma karşılık verdi.
Sonra “Nasılsın?” dedim, “iyiyim” dedi. “Neler buldun?” dediğimde şöyle
cevap verdi: “Şu anda hesaptan sorumlu değilim, Rabbimin rahmeti
olmasaydı tahtım beni alaşağı edecekti.”

‫ حدثن ا أبو‬،‫شهل‬ ‫بإى‬1 ‫ حدت ا محم د بن‬، ‫ م م ] حدثن ا مه د الل ه بن محم د‬/ ‫ )“ [ ا‬١٤٩(

‫ ص إبراهي م بن‬،‫تجال ن‬ ‫ ع ن م ح م د بن‬،‫ حدثن ا عيد الثؤ بن إدي؛ بن‬،‫بكر بن أيي م حق‬

‫فن ا ال بجل ة ؛‬
‫ ي‬، < ‫ " ال ت م‬:‫ قاد محن ئ ا ئا ب‬:‫ قات‬،‫ غذ ن غ م ئن شه ا ب‬،‫وة‬
‫ز ال‬ ،‫يمنأدأه ث ئء‬ ‫ال‬ ‫ ق ا ن ا الث؛ئ م ن ال ئؤم‬،‫ واحممغل م ن حلل لث ا ال ا لأمين‬،‫ عدؤك‬3‫واء ر‬

‫ ؤاتثمين في أ مرك ال ذي ن يخشون‬، ‫م إليه صرك‬ ‫ز التم‬ ،‫الئ ا حز ثئلملث شف حوره‬ ‫صح ب‬ ‫ث‬

‫ال ه ة ء 'ا‬

Ömer b. el-Hattâb der İri: “Seni ilgilendirmeyen konulara girme.


Düşmanından uzak dur. Emin olanları dışında birlikte olduğun kimselerden
yana dikkatli ol. Zira bir toplulukta emin olan kişinin dengi olabilecek başka
biri yoktur. Facir olanlardan arkadaş edinme ‫ لكل‬sana da facir olmayı öğretir.
Böylesi kişilere de sırrım açma, işlerinde de sadece Allah’tan korkanlarla
istişarede bulun.”

،‫هم د ال ي ب ذ ي م النئ ر ئ‬ ‫خ دمما‬ ، ‫لخن ن ع الن ال ن و ة‬ ‫خدثثا ا‬ ‫ا‬ ‫ م ه‬/ ‫ ل ا‬-) ١٥٠(

‫ غ ذ‬،‫ ح دثن ا ال ذ ك أ ب ن ه ش ا م؛‬، ‫ن أي ي أ ن ئ ه الققتي ئ‬ ‫ خ ا؛ثن ا ي و ئ ف ث‬، ‫حدون ا م ح م د ب ق غئ ن ا ن‬

‫ " إة لله ئاث؛ ي وئن‬: ‫ قآأل اثن ال ائ ف‬:‫ قات‬،‫ ض م ال ؤم‬،‫ي د النيلي ي غنم‬
،‫ خ اف وا ئ ال يأمغون‬،‫ ورهبوا ئزهثوا‬،‫ رغن وا تزعث وا‬،‫ وي حث ون ا ل حى ذ ك ره‬،‫ياف? إل آ ب ه جره‬

‫ه أ ا ل ح ؤ ف مح كان وا ي جزون‬ ‫أ حئص‬ ،‫ينايلوه‬ ‫إل‬ ‫ئ ط وه ين ا‬ ‫ثئ ايت وا ن‬ ‫ن ا لم‬ ‫أ بمروا م ن انقي ن‬

‫ محزو جوا ا ل حور‬،‫وا مة‬ ‫ زاننؤت ي‬،‫ ال حظة عثه م نتنه‬،‫ص ل ه م‬ ‫بق ظ ع عشه م بن ا‬
‫نا م‬
" ‫ ؤأخد م وا الول دا ن ال ن ح لد س‬،‫ال ص‬
Osman b. Affân

Ömer b. el-Hattâb der ki: “Allah’ın öyle kulları vardır ‫ لط‬batılı açıktan
yok edip işlemezler, gizlice de Allah’ı zikrederek hakkı ihya ederler. Allah’a
yönelip günahlardan dolayı tasalanır, dünyadan yüz çevirip âhiretteki
durumlarının endişesini taşırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar hesaptan yana
kendilerini güvende hissetmezler. Henüz tatmadıkları ve başlarına
gelmeyene (ölüme) yakînen inanıp, yaşamak zorunda oldukları hayatı da
isteksiz yaşarlar. Allah korkusu onları ihlâslı kılmış, kendilerine verilmeyen
şeylerin peşinde düşmezler, ölüm onlar için bir şereftir. Bundan dolayıdır ki
Cennette hurilerle evlendirilir, orada kendilerine sonsuza dek hizmet edecek
vildanlar verilir.”

Osman b. Affân
Takımın üçüncüsü, ibadetlerine bağlı, iki nur sahibi, Allah'tan korkan,
iki hicret sahibi, ila kıbleye namaz kılan kişi; Osman b. Affân. “iman edip
salih am el işleyenler, sonra çekinip iman edenler, sonra sakınıp
iyilik yapanlar”dan* idi. Gece saatlerini secde ve kıyamla geçiren, âhiretten
sakınıp Rabbinin rahmetini umanlardan idi. Her zaman cömert ve hayâ
sahibiydi, devamlı havf ve reca duyguları içindeydi. Bütün gün yaptığı
cömertlik ve oruç, gece yaptığı ise sücud ve kıyamdı. Belalarla müjdelenmiş,
kurtuluşla ödüllendirilmiştir.

Takrîb 3229, Takrîb 3 2 3 0 , 3 2 3 1 ‫س‬ , Takrîb 3232

،(‫ حدثن ا عئد الغي بن أ خ ن د بن ح م‬، ‫ ] حدثن ا أب و بكر تن مال ك‬٥٦/١ ‫ )“ ل‬١٥٥

‫ ونكز عت مان‬:3 ‫ محا‬،‫ حدثن ا ا لخشن‬، ‫ حدثن ا أب و ج ن خ‬،‫ حدثن ا ع د ا ل ص م د‬،‫ح دبني أيي‬

1MaideSur. 93
‫‪Osmân b. Affân‬‬ ‫‪83‬‬

‫وشدة حثايؤ ‪ ،‬ممات‪ ٠' :‬إن كا ن ل تك ون في ال بن ت وانت ا ب علته نئلئ‪ ،‬قن ا يضع غنة ال تو ت‬

‫ليفيتس عليه الئ اغي منع ه ا خلاء أن يجي ر صلثه '‪٠‬‬

‫‪Ebû Cumey’ der ki: Hasan-1 Basrî, Hz. Osman’ı ve ne kadar çok hayâlı‬‬
‫‪biri olduğunu zikredip şöyle dedi: “Bazen evdeyken kapılar kapalı olduğu‬‬
‫‪halde hayâsından dolayı banyoda, avret yerleri açıkta kalır diye giysilerini‬‬
‫”‪çıkarmazdı.‬‬

‫بن ميت ى ‪ ،‬حدثن ا ت ب ي د س‬ ‫ط\& ‪fj‬‬ ‫(‪[ - ) ١٥٦‬ا ‪ “\ /‬ه ] حدثن ا ن ث ما ن بن أ ح ن ذ ‪ ،‬خ ا؛ثن ا‬

‫أيي مري م‪ ،‬حدثن ا ابن لهيع ه‪ ،‬حدثن ا ا ل ح ا ر ث بن يزيد‪ ،‬عن علي بن ربا ح‪ ،‬أ د عئد الل ه بن‬

‫ع من‪ ،‬محا د ‪ " :‬ث الثة م ن قريش أص خ الناس ؤ ج وئ ا ‪ ،‬وأ ح س ه ا أخل الق‪ ،‬وأتته ا حيا ء‪ ،‬وإ‪0‬‬

‫ح دبوك نز يكذب و ك‪ ،‬ؤإ‪ 0‬ح د ق هو نز يكدبوك‪ :‬أث و بكر ال ئ ئ ؛ ئ ‪ ،‬وعت م‪1‬ن بن عم \ ن ‪ ،‬وأب و‬

‫جب د ة ئق ا ي م "‬

‫‪Abdullah b. Ömer der ki: “Kureyş'te üç kişi vardır ki, insanların en ak‬‬
‫‪yüzlü, en mükemmel ahlâklı ve en sağlam terbiyeli kişileridir. Sana bir şey‬‬
‫‪söylediklerinde yalan söylemezler; Ebû Bekr es-Sıddîk, Osmân b. Affân ve‬‬
‫”‪Ebü Ubeyde b. el-Cerrâh.‬‬

‫(‪ “) ١٥٧‬ل‪ ٠٦/١‬ا حدثن ا أ خ ن د بن جنفي بن ح م دا ن‪ ،‬حدثن ا ص د الثؤ بن أخن ت بن‬

‫خ م ‪ ،‬خد ش أيي‪ ،‬خدثثا خئ ا ذ ئ خ ابي‪ ،‬خدتثا الجثت ز ئ هم د ال م ‪ ،‬غذ ج دة لن قالت‬

‫أونؤ "‬ ‫ئ‬ ‫بأ‬


‫ث م‬ ‫؛ ال‬ ‫ش‬ ‫بت وم ال؛ي‪ ،‬وقوم‬
‫‪ ٠‬ء ن م ح ا نم م‬
‫ع‪٠ :‬‬ ‫م حنأ ‪،‬‬ ‫ص‬

‫‪Zübeyr b. Abdillah, Zehîme adında bir ninesinin şöyle dediğini‬‬


‫‪naklediyor: “Osmân devamlı oruç tutardı, başta bir şekerlemeden sonra‬‬
‫”‪geceyi de ibadetle geçirirdi.‬‬

‫^‪ ^ ١‬؛ بن مه د الل ه ‪ ،‬حدثن ا ئ ح ث د ثن إ ن خ ا ق‪ ،‬حدثن ا قس ة‬ ‫‪-‬حدثن ا‬ ‫‪] ٠٦٨‬‬ ‫ل‬ ‫(‪“) ١٠٨‬‬

‫ظ الئؤ ‪°‬بق ئ خ م ‪ ،‬ص م ح ا ذ ثن عبمد ال مب ن‬ ‫حدثث ا أبو ظ ئ ن ه ‪^ ^ ١‬‬ ‫ئق ت ع د ‪،‬‬

‫كهت ظ ن ن ق‬ ‫م‪ ،‬محا ‪ : 3‬ئ ك صمح ت‬ ‫ا م ح ؤ ‪ ،‬قا ‪ : 3‬ص أيي‪ :‬ل أ ظ ن ' هلث غ د 'ن‬

‫انتق ا م ح ش ق ن ت فيه‪ ،‬ه ا ‪ :3‬قين ا أئآ ثائم إذا ر ج|^ ؤص غ يده بين "كتم ي‪ ،‬ثا با ه و غئن ا ن‬

‫ا‪3‬مزا ‪ ، 0‬مح زكغ وت ح د‪ ،‬بأ أ غذ ثئثه ‪، ٠٠‬‬ ‫ح م‬ ‫بن غث اد؛أ‪ ،‬ثا ‪ ٠٠ :3‬ن ذ أ بأم الم _ان ممزأ حش‬
84 Osmân b. Affân

‫ عن‬، ‫م‬ ‫عن ث ح ئ د بن‬ ‫يريد ثق‬ ،‫ق د دبمئ ش و أي ال‬ ‫ر‬ ‫ئ د أدوي أض‬

‫ ئ حوه‬،‫ عن عبد الرحم ن بن عؤف‬، ‫م حم د بن إبراهي م‬

Osmân b. Abdirrahmân et-Teymî, babasının şöyle dediğini bildirir:


“Bugün Makam’a herkesten önce gideceğim” deyip gece namazından sonra
Makam’a geçip içinde durdum. Ben bu durumdayken bir adam elini
omuzlarım arasına koydu. Baktığımda Osmân b. Affân olduğunu gördüm.
Hz. Osmân, Fatiha’yla başlayıp bütün Kur’ân’ı hatmettikten sonra rükûa ve
secdeye vardı. Sonra ayakkabılarını alıp gitti. Daha önce hiç namaz kılıp
kılmadığını bilmiyorum.

‫ حدق ا أ شد بن‬، ‫ حدق ا أبو زيد ا لمزا طي س ئ‬، ‫ااه] حدثن ا ن ث ما ن بن أ ح م د‬7 ‫ [ا‬- ) ١٠٩(

‫ قال ي امأة عت ما ن بن ع ما ن‬:3 ‫ ه ا‬،‫ غن م ح م د بن سيرين‬، ‫ خ ا؛ثن ا ت ال م بن م ن ك ي ن‬، ‫م وت ى‬

‫ جثة فى ركع ة‬3‫ ء اال؛> ء ن ي ح يى الثئ‬0‫ |اء إ ن ثئثنوه أؤ م ك و‬:‫ج ئ أ<ط اف وا به ريدون قتثه‬

‫حآن ما‬ ‫م ها م‬ ‫جب غ‬

Muhammed b. Şîrîn der ki: “Hz. Osmân’ı öldürmek için kuşatmaya


aldıkları zaman hanımı: “Onu öldürürsünüz veya bırakırınız, o zaten bütün
geceyi bir rekâtta Kur’ân’ın tamamını okuyarak ihya ederdi” dedi.

‫ حدثغ ا أب و‬:‫ ف ا ال‬، ‫ن ا ن بن أ خ ن ذ‬


‫ف‬
‫ زئ ي‬، ‫ا ه ا حدثن ا أبو أ ح م د الغ طريف ئ‬/ / ‫)" ل ا‬١٦٠(

‫عن‬ ‫ ح د ظ‬،‫ى أبى جئف ر‬ ‫نت ئ‬ ‫ خ ا؛ثن ام؛‬C‫ خئحئ س ع م ال»ح ؤحممئ‬1‫ حدق‬،‫حنيم ة‬-

،‫م‬ : ‫ مح ا د‬،" ‫ ؟‬0 ‫ " ق ل م عتن ا‬:‫ م شنوق ل الشث ر‬:‫ ق ات‬،‫ لم ئ م نزوق ا لأنتن‬: ‫ قا د‬، ‫؛لئئ ئ‬

" ‫ و ئ‬u ı p ‫قا دت " ق و ش ق د ق ق وئ ة‬

Şa'bî der ki: Mesrûk, el-Eşter'le karşılaşmıştı. Mesrûk, Eşter'e “Osmân'ı


öldürdünüz mü?” diye sorunca Eşter “Evet” dedi. Mesrûk “Vallahi, onu
öldürdünüz, ama o gündüzleri sâim, geceleri kâim biriydi” dedi,

‫ حدثن ا م ح م ود‬، ‫م ح ئ د‬ ‫مر‬ ‫ خ ا؛ثن ا إ(زا وهلم‬،‫ < | ■خ ا؛ثغ ا ال غ ث ن ن بن عل ي‬/ ‫)" [ ا‬١٦١(

‫ قان ت ائزأة م ح ا ذ‬: ‫ محا د‬، ‫ عن أن ي ثن مال ك‬، ‫ عن ع ا ص م‬،‫ حدتما أبو معاويه‬،‫ن خدا ش‬
Osman b. Affân 85

‫أا ل أنس‬ss'\ 1~ ، ‫ " ثم د ئ ث ن وه وثة شحم ي علة يا[ئناتي في ركعة اا‬:‫ح ن قتلوه‬ ‫بن‬

‫ات أن ث بن مسمرين‬.‫ شر‬،‫ ؤنؤاة الغ امس‬،‫بن ممابش‬


Enes b. Mâlik der ki: öldürdüklerinde Osmân b. AfFân'ın hanımı şöyle
demişti: “Siz onu öldürdünüz, ama ٠ geceyi Kur'ân okuyarak bir rekâda
ihya ederdi.”
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Hz. Osmân'a mihnetlerle ve belalarla
karşılaşacağı haber verilmişti. Bu belalardan korku ve şikâyet etmesi söz
konusu değildi. Sabırla korkuya, şükürle belalara karşı koyardı.
Derler ki: Tasavvuf, kurtuluşun tadına varmak için belaların acısına
sabretmektir.
Takrîb 3236, 3237 ‫س‬ 1‫ل‬, Takrîb3238, Takrîto 3239

:3 (‫ ظ‬، ‫ حدت ا عئد الل ه بن أ حم د بن أ م‬، ‫ ح م ] خ ا؛ثن ا أ خ ئ د بن س دا د‬/ ‫ )" [ ا‬١٦٦

‫ ن‬1‫ "كا ن لغئ م‬٠٠ :،‫ مب و ل ط‬،‫ ش م ع ت عئد ا و ح ن ن بن م هد ي‬: ‫ مب و ل ط‬،‫ش م ع ت أ ح م د بن بثا ن‬

‫الناسئ‬ ‫ و جمع ة‬، ‫غش هس ه ح ش قت د مظأ وئ ا‬ : ‫ي ن لأيي بك ر ؤ ال ع من يثلهن ا‬


‫فيئ ا ن ف‬

‫ب‬ ‫ك‬ ‫" ضا‬

Abdurrahman b. Mehdî der ‫لط‬: “Hz. Osmân'ın iki özelliği vardı, Ebû
Bekr ve Ömer bu konuda onun gibi değillerdi. Haksız yere öldürülmesine
rağmen kendisi için sabretmesi ve insanları Kur'ân konusunda bir araya
getirmesidir.”
Mal varlığıyla Allah'ın rızasına kavuşmuş, sepetini infak konusunda
Allah'ın kullarını geçmiştir. Kendisini düşünmemiş, giyiminde ve
yemeğinde basit bir hayat tarzı seçmiştir.
Demişler ‫لكل‬: Tasawuf en ulvi maksada kavuşmak için yol aramaktır.
Takrîb 3235■ Takrîh 3245, Takrîb 3240, Takrîb 3241, Takrîb 3243,
Takrîb 3244

، ‫ حدثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ه‬ ‫بن تالل‬ ‫ آ م ] خ ا؛ثن ا أبو بكر‬/ ‫ )" [ ا‬١٧٣(

‫ عن‬،‫ عن ي ون س‬،‫جنفي‬ ‫خ ا؛ثن ا أب و‬ ، ] ٦ ٠/ ١[ ‫إ ت خ ا ق س نلي م ا ن‬ ‫ا‬ ‫ حدث‬، ‫ح د ب ي أيي‬


‫‪86‬‬ ‫‪Osmân b. Affân‬‬

‫ح ؤل ة أ خد‪ ،‬وه و أميز‬ ‫ملحم ة لي س‬ ‫في ال ن شح ثد في‬ ‫م ح ا ن ئاي ما‬ ‫ا لخشن‪ ،‬محا د ‪ ٠٠ :‬نأي ت‬

‫حن "‬ ‫ال م‬

‫‪: “Hilafeti zamanında Hz. Osmân’ı Mescid’de bir‬لكل ‪Hasan (-1 Basrî) der‬‬
‫”‪çarşafa sarınmış uyurken gördüm. Yanında ise kimseler yoktu .‬‬

‫(‪ [ “) ١٧٤‬ا‪ ] ٦ </‬حدثن ا نلبما ن بن أ ح م د ‪ ،‬حدثن ا أب و زيد المزا طيسئ ‪ ،‬حدثن ا أ شد بن‬

‫البل ه تن شداد تن‬ ‫ج‬ ‫ث اس لهغه‪ ،‬خدتثا أبو ا لأنزد‪ ،‬غذ م حز ال م ‪ ،‬ض‬ ‫ئ وت ى‪،‬‬

‫ئ‬ ‫‪ ، ^ ١‬ثا ‪ " :3‬ت ع ث م ح ا ‪ 0‬تن عق ن يزم ئ ي ن ه ؤ غلى ؛ ن م غ ي؛و ت عذ ئ ن ي ئ‬

‫أز م ة بزاهن؛‪ ،‬أؤ ح ن ش ة د زا م وزي ال ’ك و م ة م ن ش ف ة "‬

‫‪Abdulmelik b. Şeddâd b. el-Hâd der ki: “Cuma günü Osmân b. Affân’ı‬‬


‫‪minberin üzerinde gördüm, üzerinde Aden yapımı dört veya beş dirhem‬‬
‫‪değerinde kaba kumaştan bir izâr vardı. İzârının altına da Küfe yapımı ince‬‬
‫”‪ve yıpranmış bir giysi giymişti.‬‬

‫ع د الله بن أ ح م د بن‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪[ ") ١٧٥‬ا ‪ /‬م آم ] حدثت ا أ حم د بن جئغر بن ح م دا ن‪،‬‬

‫بن عتيد‪،‬‬ ‫حدثت ا يون س‬ ‫م ‪ ،‬ح دقني أ ي‪ ،‬خ ا؛ثن ا عتد الثؤ بن عس ى أثو حل ف ا ل ح ران‪،‬‬ ‫ح‬

‫مح ال قي‬ ‫ع ما ن‬ ‫م حا ذ ب ن‬ ‫قا ت " نأي ت‬ ‫ن ئ د ع ن ا لمائل ي ن في ا ل م س ج د ‪،‬‬ ‫أ ن ال ح س ن‬

‫الحص ى ب جنبه‪ ،‬قا ‪ : 3‬هممالت‪ :‬ف ذا أبين‬ ‫ر‬ ‫يوم ئ ذ حليم ه ‪ ،‬قات‪ :‬زثق وم وأ‬ ‫و‬ ‫المسث ج د ‪ ،‬وه‬

‫ح ن‪ ،‬ف ذا‬ ‫ال م‬

‫‪Yûnus b. Ubeyd bildiriyor: Hasan’a Mescid’de kaylûle yapanlar hakkında‬‬


‫‪soru sorulunca şu karşılığı verdi: Osmân b. Affân’ın Mescid’de uyuduğunu‬‬
‫‪gördüm. O zamanlar da halifeydi ve kalktığı zaman da bedeninde yerdeki‬‬
‫!‪çakıl taşlarının izleri görünürdü. Onu görenler de: “Bu, müminlerin emiri‬‬
‫‪Bu, müminlerin emiri!” diye şaşırırlardı.‬‬

‫جعمز ى محم د بن‬ ‫بن ي‬ ‫عتد الئؤ بن أ حم د ‪ ،‬ح د‬ ‫شر‬ ‫(‪ - ) ١٧٦‬ل‪ ] ٦ </١‬حدثت ا أ خ ن د‬

‫بن معت ل م ‪ ،‬أن‬ ‫شر حبي ل‬ ‫ال هص د ‪ ،‬حدثن ا ت خ ئ د بن حمتر‪ ،‬حدت ا إن م ا•عيد بن عثا ش‪ ،‬عن‬

‫عت م ا ‪ ^١^ " :0‬ين ي؛ الت ا‪،‬م ئ ط عا م ا إل م ارة‪ ،‬ويد ح د ثتثه ف أ ك د ا ل ح ؤ وال زيت '‪٠‬‬
‫‪Osman b.Affân‬‬ ‫‪87‬‬

‫‪Şurahbîl b. Müslim bildiriyor: “Hz. Osmân, müslümanlara idarenin‬‬


‫”‪çıkardığı yemeklerden yedirir; ancak kendisi eve girip sirke ile yağ yerdi.‬‬

‫(‪ “) ١٧٧‬ل ‪ ] ٦٠/١‬حدثن ا أبو بكر ى مال ك ‪ ،‬خ ا؛ثئ ا عثد الثؤ بن أ ح م د بن حق ل ‪،‬‬

‫حدق ا أ يا ن‪ ،‬حدثن ا محم د بن نا ج ز‪ ،‬حدثن ا نلبما ن بن موس ى‪ ،‬أن عت ما ن بن ع ما ن‪" ،‬‬

‫ص حا ‪،‬‬ ‫^‪ ، ١‬و رأ ى أ را‬ ‫م نت ح ‪ ،‬ء ح ر غ إ ث ه م ب و ج د ه م ق د‬ ‫د ع ي إ ز مح ؤم كان وا غ ش‬

‫بما دفهز‪ ،‬وأعتق رثه "‬ ‫إل‬ ‫نحم د الئث إذ‬

‫‪Süleymân b. Mûsa bildiriyor: “Osmân b. Affân durumları hoş olmayan‬‬


‫‪bir‬‬ ‫‪kavim‬‬ ‫‪tarafından‬‬ ‫‪davet‬‬ ‫‪edilmişti.‬‬ ‫‪Onların‬‬ ‫‪yanına‬‬ ‫‪vardığında‬‬
‫‪dağılmışlardı. Ama nahoşluk izlerini fark etti. Bunun üzerine geç kalıp bu‬‬
‫‪vaziyetlerine şahid olmadığı için Allah'a hamd etti, ardından bir köle azad‬‬
‫‪etti.‬‬

‫(‪ ] ٦ ٠ ٨ [ ") ١٧٨‬حدق ا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬خ ا؛ثت ا عند ألل ه بن أ حم د بن حسل ‪،‬‬

‫ه ا ن‪ ،‬عن‬ ‫ح د ب ي أبي‪ ،‬ح دديي محو ش ه ‪ ٤^ ١^ ١‬عن أيي عبد ا و ج م ‪ ،‬عنف را ت بن‬
‫مئ م ون بن مهزان‪ ،‬أخثزتي ال هم دا ئ ‪ :‬أبه " نأ ى عث ما ن بن غق ا ن‪ ،‬وهز غلى بعل ة وحلم ه‬

‫ت ي ا غ ال ئ نائت‪ ،‬ونز خ ي ف ة "‬

‫‪Hemdânî der ki: “Hilafeti zamanında Osmân b. Affân’ı bir katır üzerinde‬‬
‫”‪gördüm. Kölesi Nâil’i de terkine bindirmişti.‬‬

‫(‪ ] ٦ >/١[ ") ١٧٩‬خ ا؛ثت ا أ خ ن د بن جعف ر بن حم دا ن‪ ،‬حدثن ا عئد الل ه بن أ حم د بن‬

‫حي ل ‪ ،‬ح د ب ي أيي ‪ ،‬حدثن ا محم د بن بكر بن علي بن مس ئ غدة‪ ،‬تمالأ‪ :‬ش م ع ت عبد الل ه بن‬

‫‪ ، ^ ^ ١‬ئت‪ :‬بثثني أن ■ءئث ان‪ 4‬ق ا‪" :،3‬ت و أئ ي ص‪ ^ ^ ١‬والن\ر‪ ،‬ز ال أدري إ؟ى أيته م‪-‬ا يؤم‬
‫يد أذ أ م ق أتمهث أمي "‬ ‫بي ال‪-‬ئنئ أة أ رن ‪\i\ij‬‬
‫‪H^. Osmân der ki: “Cennetle Cehennem arasında konulsam ve hangisine‬‬
‫‪gideceğimi henüz bilmesem, ikisinden hangisine gireceğimi bilmeden önce‬‬
‫”‪kül olmayı dilerdim.‬‬

‫‪ “) ١٨٠‬ل ‪ ] ٦٠/١‬حدثن ا إبرا مي؛ س عثد الئؤ ‪ ،‬حدثن ا م ح ئ د بن إن ح ا ق ‪ ،‬حدق ا قتثتة‬

‫كان وا م غ عت ما ن‬ ‫أقه م‬ ‫ت ع د ‪ ،‬غذ عثد الل ه بن عامر بن ربيع ه‪C‬‬


‫ب ذ نع يد‪ ،‬حدتحا ال ثت ث بن م‬
88 Ali b. Ebî Tâlib

‫زن ا‬ ،‫إت ال م‬ ‫ال‬ ‫و‬ ‫ ] في جا هلثة‬٦١/١ [ ‫ " وايم ال ر ن ا زي ت‬.■،‫ ممال‬،^١^ ١ ‫رضى الل ه عغة في‬

٠٠ ‫اردذت ل إلئ ال م إ ال خقاع‬

Abdullah b. Âmir b. Rabîa'nın naklettiğine göre onlar Hz. Osmân ile


avludayken: “Allah'a yemin ederim ki, ne Cahiliye’de, ne de Müslüman iken
zinaya yaklaşmış değilim. İslam'da en fazla hayâ (utanma) duygularım
gelişmiştir” dedi.

‫ حدثن ا ص د الل ه بن محم د ثن شي ز بن‬، ‫حدثن ا ئثئ ما ن بن أ خ ن ذ‬ ‫ا‬ ٦١/١ ‫ )“ ل‬١٨١(

،‫بن ؤيثاي‬ ‫ال حل ب‬ ‫ عن‬،‫ حدثن ا نمثا ن التؤري‬،‫ حدثن ا ث خ ئ د ن قونف ت المنيابي‬، ‫أيي مريم‬

‫' ظ أ ح ذتة بثميني ثئ د‬٠ :‫بم و لأ‬ ‫ س‬،bujlp ‫ت ش ج ن ت‬3 ‫ د ا‬،‫ص عقبة بن ص ه ؛ ا ن‬

‫ يع ي ي ن وة‬،" ‫أ ن ث ن ث‬

Hz. Osmân der ‫لط‬: “Müslüman olduğum zamandan beri cinsel organıma
sağ elimle do^nm adım .”

‫ خ ا؛ثن ا عل ي بن‬، ‫الكش ئ‬ ‫م نلم‬ ‫ خ ا؛ثن ا أيو‬، ‫خ ا؛ثن ا محاووق الحتل\بجج‬ ‫ا‬ ٦١/١ [ ")١٨٢(

‫ ص ه ا ى مؤأى‬، ‫ب م‬
‫مه د الله بن ج‬ ‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا ي ق ا م س يونث ث‬،‫عتد الثؤ الم دين ي‬

" ‫لخثة‬ ‫بث‬


‫ ئ ى خ ن ى ج‬: ‫ أم ح ل إ<ثا ز ف ش م‬b\،r " :‫ قا د‬، ‫ئ ن ا ن‬

Osmân’ın azatlısı Hâni der ki: “Osmân b. Affân, bir mezarın başında
”.durduğu zaman sakalları ıslanana kadar ağlardı
Takrîb 3496-a, Takrîb 4127

Alı b. Ebî Tâlib


Halkın efendisi, varlıkların âşığı, Mabud'un sevgilisi. îlim ve ilimler
şehrinin kapısı. Muhatapların lideri, işaretlerin kâşifi, hidâyet ehlinin
sancağı ve itaatkâr insanların aydınlığıdır. Takva ehlinin dostu ve adalet
Ali b. Ebî Tâlib 89

ehlinin imamıdır. Davete icab edip ‫ل‬1‫ كل‬iman eden, en isabetli hüküm
veren, insanların en ağırbaşlısı, en âlimi Ali b. Ebî Tâlib (kerremellahu
vechehu). Muttakilerin önderi, ariflerin süsü, tevhid hakikatlerinin
habercisi, tevhid ilminin parıltılarını işaret eden insan. Kalbin ve adılların,
dilin ve soruların sahibi. Uyanık kulak, sözünün eri, fitnenin gözlerini
patlatan, mihnetin tuzaklarından kurtulan insan. Mürtedleri defetmiş,
adalet ehlini ikâme etmiş, bozguncuları damgalamıştır. Allah'ın dinini
araştıran ve Allah'm zatına mazhar olan kişi.
Takrîb 3249, Takrîb 3253, Takrîb 32fi6. Takrîb 3258, Takrîb 3260,
Takrîb 3306, Takrîb 3307, Takrîb 3254, Takrîb 3255, Takrîb 3257, Takrîb
3256, Takrîb 3259, Takrîb 3247, Takrîb 3248, Takrîb 3262, Takrîb 3263,
Takrîb 3265

‫ث خ ث د بن غئن ا ن بن أيي‬ ‫حدت ا‬ ‫^ خ ا؛ثن ا ت غ د شر محم د‬٦٧/^[ ") ٢٠٣(

‫ عن‬، ‫ عن الث د ي‬،‫ حدثن ا انلخكز بن فلهئر‬C‫بن محم د بن مي م ون‬ ‫حدثن ا إبراهي م‬ ، ‫قس ه‬

‫ أز خل ن غ أن ال أ ض ع‬، ‫ه أ ن ت‬ ‫ه ب ن نق و د ه ؤ‬ " ‫ ئ دت‬، ‫ غ ذ ع ئ‬،‫ي د خم‬

‫حر‬ ‫ع ن ظه ر ي‬ ‫م‬
‫ب ف ردائ ي‬ ‫ر دا ي ع ن ظ ه ر ي ح و أ ج م ع ما مح ن الل ؤ ح ن ؟ فن ا‬

٠٠ 0‫مب ث ال ي آ‬

H z. Ali der k i: “Resûlullah (sallallahu aleyhi VBSEİlem) vefat ettiğinde, iki kapağın
arasındakini bir araya getirmeden elbisemi sırtımdan çıkarmamaya yemin
ettim. Kur'ân'ı toplayıncaya kadar giysimi sırtımdan çıkarmadım.”

Takrîb 3295,Takrîb 3261

‫ خ ا؛ثن ا ث خ ئ د بن غئن ا ن بن‬،‫ ء خل؛ثغ ا ا لخشن بن عل ي بن ال حط ا ب‬٦٧/١ [ “) ٢٠٦(

‫ عن نلبما ن‬، ‫ن ن م‬
‫ عن م‬،‫ى غث ا ش‬ ‫بك ر‬ ‫ حدت ا أبو‬،‫ حدثن ا أ خ ن د س ي ون س‬، ‫أبي فس ه‬

‫فن ا‬
‫ي‬ ]™ /‫ " زاي ظ و ك آ ي أ إ ال ؤقت ع بم ق [ا‬:‫ قا د‬،‫ غذ ع ئ‬،‫ غذ أبج ه‬، ‫ا ل أ ش ؤ‬

"^ ، ‫زب ظ‬ ‫م و ه ب ق مح ك‬ ‫ إن‬3 ، ‫ ؤأ ئ أ ن ك‬، ‫أ ن ك‬

Hz. Ali der ki: “Vallahi! Allah’ın indirmiş olduğu bütün âyetlerin niçin
ve nerede nazil olduğunu bilirim. Rabbim bana anlayışı yüksek bir kalp ve
çok soru soran bir dil vermiştir.”
90 A lib .E b îT â lib

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ابسن بن ث و ت ى‬،‫ ] حدثن ا مح م د بن أ حم ذ بن ا لخثن‬٦٨/١ ‫ )“ و‬٢ ٠٧(

، ‫ نغ ل ع ئ عن مس ه‬: 3 ‫ ئ‬،‫ ص أبى الت حتري‬،‫ غذ غ ز و ثن م م‬، ‫ح د ظ م ن م‬

" ‫ثدت ث‬:‫ إذا ت ك ئ ا‬5 ، ‫ق ؛ ة ن ي ق أ غ ه غ‬ ‫مح‬ ٠٠ : ‫ق ات‬

Ebu'l-Bahterî der ‫أكل‬: :Hz. Ali'ye kendisi hakkında soru sordular, dedi ki
)Bana sorulduğunda verilirdi, (sorulmayıp ta) susarsam (yine verilmeye“
benden başlanırdı.”

‫ث خ ئ د بن‬ ‫حدق ا‬ ، ‫ ال؛ندال‬، ١^ ^ ^ ١ ‫ ] حدثما أ خ ن د بن بمو ت بن‬٦٨/^^ “) ٢٠٨(

،‫ حدق ا ع ئ بن ا ل ح ت ن ن بن عيس ى بن زم‬،‫ حدق ا محم د بن ش م‬، ‫الحس ثت ن بن حم ئ د‬

‫ق‬ ‫ غ ن ا ل م ن ه ا ل‬، ‫ غ ذ ع م ر و ب ن ق س‬،‫لحا ب ي‬ ‫ر‬ ‫بما ي آل ب ن‬ ‫ غ ذ‬، ‫غ ذ ج د ه مح ث ى ب ن ز م‬

‫ف ظ بي د ه ب ة‬ ‫م‬ ‫ ولنلن‬، ‫ا ك‬ ‫و‬ ‫قأ ث‬ ‫ص‬٠٠ : 3 ‫ قا‬،‫ع ئ‬ ‫ غذ‬،‫ ص ذي‬،‫غ رو‬

"0*3

Hz. Ali der ki: “Ben htnenin gözünü patlattım, içinizde ben olmasaydım
falan filan öldürülmezdi.”

Takrîb3302, Takrîb 3303, Takrîb 3294


Hz. Ali’nin görevi, teslimiyet ve bağlılıktı. Yeri ise, Allah'ın güç ve
kudretinin karşısında olmamaktı.
Demişler ki: Tasawuf gaybm, kalpleri evirip çeviren Ailah'a
teslimiyetidir.
Takrîb 1083, Takrîb 4251, Takrîb 4252
Hz. Ali hayatta darlık ve sıkıntı çektiğinde insanlardan uzaklaşır, çok
çalışıp kazanmaya yönelirdi.
Derler ‫لكا‬: Tasavvuf, açılan kapılardan kaderine kavuşmak için
sebeplere tutunup yükselmektir.
Takrîb 3855
Hz. Ali insanların içinde çeşitli özellikleriyle temayüz etmiş, takva ve
zühd ehlinin süsüyle süslenmişti.
Takrîb 3306,Takrîb 3778, Takrîb 3782
‫‪A lib .E b îT â lib‬‬ ‫‪91‬‬

‫‪Hz. Ali, Allah'ın zatı konusunda bilgiliydi, kalbindeki Allah marifeti de‬‬
‫‪.büyüktü‬‬
‫‪: Tasavvuf örtülerden sıyrılıp perdeleri aralamaktır .‬لكل ‪Derler‬‬

‫الث ا ي ؤ ‪،‬‬ ‫يون س‬ ‫(‪ ] ٧ ٢ ٨ [ “) ٢٢١‬حدثن ا أ حم د بن إبراهي م بن جعف ر‪ ،‬حدثت ا محم د بن‬

‫حدثت ا أبون عت م‪ C‬حدت ا حقا ن ى عل ي‪ ،‬عن م جا هد‪ ،‬عن الشعبي‪ ،‬عن ابن عثا س‪ ،‬أن عل ي‬

‫أبين ائن ب ي؛ ئ‪| " ،‬ني ظ غين ظق‬ ‫ل\‬ ‫ى ش طاب ب‪ ،‬أوتأة ا؟ى زيد بن ص و حا‪ ، 0‬د م‪1‬ال‪:‬‬
‫ه ك ي ص درك غ ه ج‪'٠‬‬ ‫طؤ ن م ‪،‬‬ ‫ب‬ ‫يذ‬

‫‪ibn Abbâs'ın bildirdiğine göre Ali b. Ebi Tâlib, onunla Zeyd b. Sûhan'a‬‬
‫‪haber gönderip çağırmıştı. Zeyd geldiğinde Hz. Ali'ye şöyle dedi: “Ey‬‬
‫‪Müminlerin F.miri! Ben seni Allah'ın zatı konusunda âlim bilirim, kalbinde‬‬
‫”‪de Allah'ın değeri büyüktür.‬‬

‫با ب‬
‫حدثن ا المص ل بن ا لخ‬ ‫(‪ ] ٧٢^ [ -) ٢٢٢‬حدق ا أ م بك ر بن محم د بن‬

‫ن د د ‪ ،‬خ ا؛ثن ا •عتد الوارث بن ت ع يد‪ ،‬عن م ح م د بن اشحا ى‪ ،‬ض‬


‫م‬ ‫حدثن ا‬ ‫ال ج م ح ئ ‪،‬‬

‫ث ‪ ،‬قات‪ :‬م ح قبال غوق ق ذ م ا إلت ا ة ‪ ،‬ناي غ ئ ثن أبي م ي ‪ ،‬إئ ن خ ل‬ ‫احلتن ا ن ثن‬

‫م ن اثهود‪ ،‬مم‪1‬ت‬ ‫ر ج ال‬ ‫ثث بن عتد الله‪ ،‬ق ات‪ :‬يا أبين ا"لنوم تين‪ ،‬لأتا ب أوبئ ون‬
‫علتن ا وئ م‬

‫غ ئ‪ ،‬م ف ن قا حلف ف ذا ال ذ ي ق‬ ‫‪:‬ا‬ ‫علم إ ‪ :‬ظ ء بهز‪ ،‬ئلث ا زق وا ; ئ يذ‪°‬يؤ‪، ،‬لوا ه ‪:‬‬

‫الق ن اع‪ ،‬ي ن نؤ‪ ،‬وكتفن ”كا ن‪ ،‬وم ش 'كا ن‪ ،‬وعأى أ ي ف يغ ئؤ؟ ئا تث ز ى علي جالئ ا ‪،‬‬

‫م‬ ‫م ‪Ü‬‬ ‫أل‬ ‫دت ا ‪ /‬ا أ ط مر ي‪،‬‬ ‫ال‬ ‫طرا ب ش‪ ،‬ز ال مح ش أ ذ‬ ‫ي يؤو‪ " ،‬ا‬
‫ز؛ات‪ :‬ش ي ‪ ،‬ف‬
‫نخيري‬ ‫ز ال‬ ‫شخ ق ش ‪،‬‬ ‫ز ال‬ ‫زئث ا ‪،‬‬ ‫ز ال خأا ل‬ ‫ثت ا زغ تبث ا ‪،‬‬ ‫ز ال‬ ‫ق د بث ا ‪،‬‬ ‫إل‬ ‫ا ال ؤ د‬

‫إ لآئ؛اء‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫م ؛ل‬ ‫ن ق ذ ‪ :^،^ ٤ ،‬ءاب ق ‪ ،‬ئ د ج د أ ذ و ه‬ ‫لم‬ ‫ء ذ بمت أ ذ‬ ‫ز ال‬ ‫تغ ز ى‪،‬‬

‫بن ث ا ن‪ ،‬و ص‬
‫كثف ن " كا ن‪ ،‬بنمر إل ثزأل ‪ ،‬ز ال يزوأل ال حت ال ف ا لأنناي‪ ،‬ز ال لتق ل ب ش ا ن م‬

‫س إل ث م ر ف ي ا لآئثا ء‪ ،‬ءثمالت ‪ :‬با ي ن ‪،‬‬ ‫ص م ح ت ب ا اللم ت ن الف عت ا ح ‪،‬‬ ‫يوص ف ن ب ا لأئثا ح ‪ ،‬و‬

‫مب ال ’كت م ة‪ ،‬ؤئ ز أمح ث من ح م ائني ب‪ ،‬وأبع د في‬ ‫مق‪ ،‬ب د‬ ‫م ‪ ،‬كما ن‪:‬‬ ‫ول م ي ق‬

‫ووز أئ ظ ة‪ ،‬ز ال‬ ‫و ب م د ‪ ،‬ال قخف ى علته م ن جباوو شخوصئ ل ح ظ ة‪ ،‬ز ال‬ ‫ال ئث ه م ن‬

‫ازد ال فن رمة‪ ،‬ز ال ابت ا ط حقتية‪ ،‬في غت ي ث ل داج‪ ،‬ؤ ال إد ال ج ال ص ت ى ‪-‬علته ال فنن‬
‫‪92‬‬ ‫‪A lib .E b îT â lib‬‬

‫م م ح ل‪ ،‬ز ال إد‪:‬اث‬ ‫م با ت اقوي‪ ،‬يخزيه ا في ا ل ك م ‪ ،‬ز ال إيا د‬ ‫ز ال ايث ا ل ال‬ ‫ال ني ئ‪،‬‬

‫م ‪ ،‬و ق د ج ن زأزاه‪،‬‬ ‫جد‬


‫نه ا ر ثن ي ‪ ،‬إال زهو ن ج ط بنا رين م ن ث ن ي ه ‪ ،‬ئه و ا لعالم ي‬
‫نن ن و ت‪ ،‬إل يحل ق ا لأئتاء‬
‫إ ر غتره م‬ ‫ط‬ ‫ز و ثف ا و وم د ة ‪ ،‬زا لأند إ ر ائخلي مضزوب ‪ ،‬ؤائ‬

‫مل ة ثديه‪ ،‬ثز حئى ظ حثى ه‪ 1‬م حئم ة ‪ ،‬وصؤر ‪ U‬صؤر‬ ‫بأو؛يد‬ ‫ز ال‬ ‫ش أص ول أؤثة‪،‬‬

‫بأحع ن ن ص ورته‪ C‬ئؤ ح د في عل وه‪ ،‬محس ل شيء م نة امتن ا ع‪ ،‬ز ال ل ه بط اعة ف يء م ن حلم ه‬

‫ل ه مطيع ة‪ ،‬علم ه‬ ‫لأزضم ئ‬ ‫وا‬ ‫ج‬ ‫ايث ا ع‪ ،‬إ جابته لل داعي ن شريع ة‪ ،‬وا ل م ال دكه في ال ث ن ز ا‬

‫ين ا‬ ‫فى الث م ؤا ت الئلى ”كعلم ه‬ ‫مما‬ ‫بأا لموات الث ا ثدي ن *كعلم هبأا ل حت اء المثمل يين‪ ،‬وعلم ه‬

‫قي ا الء ر ض ال قه‪ -‬ل ى ‪ ،‬وع ل م ه بأكزأ ق ي ؤ‪،‬ت ال س ص‪ ،‬ا الئ صو ا ت ‪ ،‬و‪/‬دم ئ ئعلت ال‪1‬عا ت ‪ ،‬ت م ي ع‬

‫ثديت سميئ عال مبأا لمور‪ ،‬حجء ق وم‪ ،‬ن بمحائة‬ ‫جوارح ثث‬ ‫؛ ال‬ ‫أل ل ص وات الئ حتلم ة ‪،‬‬

‫ز ال ل هنا ت‪ ،‬ن بمانه بما ز ص‬ ‫ز ال قش و‬ ‫أذنا ي‪،‬‬ ‫ؤ ال‬ ‫ج وارح‬ ‫ال‬ ‫موت ى ثكلي ما ب‬

‫أن‬ ‫و‬ ‫أن إل هنا م ح دود‪ C‬ق د ج ه د الحالى الم ئثود‪ ،‬وم ن ذ‬ ‫تزع م‬ ‫ثكيي ف ال ئ ث ابي‪ ،،‬م ن‬

‫ا لأن ا ك ئ به ئ حي ط ‪ ،‬تزم ت ه ائ جيزة واق ح ل ط ‪ ،‬ب د ه ؤ ال ن جي ط ب ك ج م كا ‪ ، 0‬ق ا ن مح ث صا دعا‬

‫آيه ا ائنثكثف ن ل وص ف ا ل ر ح م ن‪ ،‬ب ج ال ف ال م ؛ل ‪ ، ١^ ^ ٧‬هص ق ن لى ح بريد زميأك ا ئي د‬

‫يال‪،‬ئناف د ؟ هئه ا ث ‪ ،‬أث تجز ض ص ق ة محلوق متللف‪ ،‬ؤثص ف ئ الحالى الن عث ود‪ ،‬ؤأ ث تدرك‬

‫في ا الرضتن‬ ‫ما‬ ‫ئؤم؟ ل ه‬ ‫ز ال‬ ‫د ي ن م ن ‪ ٢‬ثأ خذة س نة‬ ‫ص ف ة زب ال هق ة زا لأذزا ج ‪،‬‬

‫ش ح دي ث اشث ا ن‪،‬‬ ‫يب‬


‫غر‬ ‫نهز ز ه الح ن ش ا ئ ث ه م "‪ ،‬ئ ذ ا ح دي ت‬ ‫ج زن ا بثه م ا‬ ‫زالثن ؤا‬

‫ال‬ ‫'كدا نواة ا ت ق إ ن خايى غ ئ ة ‪ ،‬م ت‬

‫‪N u’mân b. Sa'd anlatıyor: Kûfe'de vilâyet konağında, Ali b. Ebî Tâlib'in‬‬
‫‪evindeydik. Bulunduğumuz mekâna Nevf b. Abdillah geldi ve “Ey‬‬
‫”‪Müminlerin Emiri, kapıda kırk Yahudi adam var” dedi. Ali “Bana getirin‬‬
‫‪dedi. Huzuruna geldiklerinde ona: “Ey Ali! Semadaki Rabbini bize anlat,‬‬
‫”?‪eydir, nasıl oldu, ne zaman oldu, kendisi şimdi nerededir‬؟ ‪kendisi nasıl bir‬‬
‫‪diye sordular. Ali dik oturdu ve şöyle dedi: “Ey Yahudi milleti! Beni‬‬
‫‪dinleyin, benden başkasına sormayı da düşünmeyin. Benim Rabbim ilktir,‬‬
‫‪bir şeyden çıkmamıştır. Herhangi bir şeyle birleşik değildir. Herhangi bir‬‬
‫‪hali yoktur. Araştırarak bulunmaz. Saklanıp ihata edilemez. Yok iken var‬‬
Ali b. Ebî Tâlib 93

olmuş «hadis» dedikleri bir şey değildir. Aksine eşyaların nasıl olacaklarına
karar veren celal sahibidir. Sonu yoktur, zamanlar geçse de, kendisi zail
olmaz. Bir halden bir hale girmez. Eşyaya benzemeyen birisi şekille nasıl
vasıflandırılsın, fasih dillerle nasıl anlatılsın? Eşyadan olmayan nasıl açık
olsun, eşyadan ayrılmayan nasıl kâin olsun? Aksine o keyfiyetten
münezzehtir; şah damarından daha yakın, benzetmekte de en uzaktan daha
uzaktır. Kullarının bir anlık değişim, konuşulan tek kelime, bir dil hareketi,
bile ondan gizlenemez. Kapkaranlık bir gecenin ortasında ondan habersiz
tek bir adım atmak, mehtabın ışığında yürümek mümkün değildir. Her
harekete ışık saçan güneşin aydınlatması, vakti gelen gecenin gelmesi,
zamanı gelen gündüzün aydınlanması, ancak onun tekvin iradesinin
dâhilinde olur. Her yeri bilen odur, her anı ve zamanı, her sonu ve müddeti
bilen odur. Mahlûkatın eceli belirlenmiş, sınır başkasına nisbet edilmiştir.
Eşyayı ne baştaki bir asıldaıı, ne de öncesi olan bir başlangıçtan yaratmıştır.
Aksine yaratacağını istediği gibi var edip yaratmıştır. İstediğine istediği şekli
en güzel şekilde vermiştir. Yüceliğinde’tek olmuştur. Onun için hiçbir engel
yoktur. Yarattığı varlıkların itaatinden de her hangi bir menfaati yoktur.
Kendisine el açanların duasını hemen kabul eder, yeryüzünde ve
gökyüzündeki melekler ona itaat eder. Ölüp gidenler hakkındaki bilgisi ile
yaşamaya devam edenler hakkındaki bilgisi aynıdır. Yüksek semalarda olup
biten hakkındaki bilgisi de aşağıda yeryüzünde olup bitenler hakkındaki
bilgisi aynıdır. Her şey hakkındaki ilmi /de öyledir. Sesler onu şaşırtmaz,
diller onu oyalamaz, hiçbir organa muhtaç olmadan bütün sesleri duyar.
Her şeyi yönetir, görür, bilir. Diridir, her şeyi ayakta tutar. Hiçbir organ ve
araca, ses ve dudağa muhtaç olmadan Musa ile bizzat konuşmuştur.
Sıfatların şekillendirilmesinden münezzehtir. İlahımızın sınırlı olduğunu
iddia eden onu tanımamıştır. Mekânlara sığdığını söyleyen şaşkınlık ve ne
dediğini bilmiyor deme'ktir. Bilakis o bütün mekânları ihata eder. Ey bana
Rahman'ı soran! Eğer samimiysen Kur'ân'dan ve âyetlerden faydalanmadan
bana Cibril'i, Mikail'i ve İsrafil'i anlatabilir misin? Heyhat! Kendin gibi aciz
bir mahlûku bile nitelemekten acizken her şeyin ve her sebebin Yaratıcısı ve
Mabudu olanı nasıl anlatacaksın. Hem de ne uyuklaması, ne de uykusu söz
94 A lib .E b îT â lib

konusu değilken? Yerlerde, göklerde ve ikisinin arasında ne varsa ona aittir.


Büyük Arş’m Rabbi odur.”
Bu hadis, N u’mân'ın rivayetinde tek kaldığı bir hadistir ‫ ولط‬ibn ishak da
ondan mürsel olarak rivayet etmiştir.

‫بن م ح م د بن‬ ‫إ‬ ‫ حدثن ا إئزاي‬،‫م د الله بن مح م د بن جئف ر‬ ‫حدثن ا‬ ‫ آ‬٧٣/١ ‫ ت‬-) ٢٢٣(

‫ ش م ع ت‬:‫ ث ا لأ‬،‫ حدثن ا أ خ ن د س أيي ال حواري‬، ‫ حدثن ا ت ل م ه بن ئبي ب‬C] ٧٤/١ [ ‫ا ل ح ارمث‬

‫ولم‬ ‫وأدخل ت ا ل حنه‬ ‫طم ال‬ ‫مهت‬ ‫لو‬ ‫ " ن ا ي سر ي‬: ‫ علي بن أيي طالب‬3 ‫ ظ‬: ‫ يمولت‬،‫أثا المه ج‬

" $ ‫ص م ح مب م ؛‬
Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Çocukken ölüp de Cennete gireceğime,
büyümüş olup da Rabbimi tanımış olmamı daha çok seviyorum.”

‫ حدثت ا م ح م د بن عت ما ن بن‬،‫ ] حدت ا م ح م ذ بن أ خ ن ذ بن ا لخض‬٧ ٤ ٨ [ “) ٢٢٤(

‫ ص محم د بن عتد الثؤ‬،‫بن البريد‬ ‫ه اش م‬ ‫ ح دق ا علي بن‬، ‫ حدثن ا ض رار بن صزد‬،‫أم ي شيبة‬

‫ أنضخ الن ا س‬٠' : ‫ مات‬،‫ غذ عل ي‬،‫ غذ أيهي‬،‫ عن ع م بن علي بن ا ل خم‬،‫بن أبي راي‬
" ‫^ أقد ا؛ثامخي ز ممظث لم؛ة م ال إ'لت ؛ ال ه‬١‫ؤأئلتيز ؛‬
Hz. Ali der ki: “insanlar içinde en dürüst ve Allah’ı en çok bilen kişiler,
«Lâ ilâhe illallah» diyen kişilerin haklarına, kutsallarına en çok saygı duyan
ve onları seven kimselerdir.”

Takrîb66

‫حدثن ا أب و‬ ، ‫مم] حدثن ا أب و ا ل ح ت ن أ خ ن د بن يع ق و ب بن المهر جا ن‬0‫ )" [ ا ا‬٢٢٦(

، ‫ حدقا ث ش بن أبى م‬،‫ حدثن ا ا لآززائ‬،‫ حدقا ث ض ئذ عبد الثؤ‬٤^ ^ ١‫م حب‬
" ‫ " خ ز ن ا ئ ز أ ي ئ ة‬:‫ أ ال ئ إلئل ق؟ ق ات‬:‫ مح ل لخئ‬:‫ قات‬، ‫و ي م‬

Yahyâ b. Ebî Kesîr der ki: Hz. Ali’ye: “Seni koruyalım mı?” diye
sorulunca, “Kişiyi eceli korur” karşılığını verdi.
Sözleri sağlam, işaretleri incedir.
Ebü Nuaym der ‫ثكل‬: Ondan nakledilen sağlam ibareler ve ince
işaretlerden bazıları:
‫م‬
" ‫ببد؟‬ ‫غن ت‬ ‫جب ت آم ل‬ ،‫اق ؤ ى‬

Hz. Ali der ki: “Yaptığınız amellerin kabul görüp görmediği konusuna
ameli yapmanızdan daha fazla önem gösterin. Zira takva olunca amelleriniz
azalacak değildir. Kabul gören bir amel nasıl azalabilir ‫” ?ظ‬

‫ث ذ ئ خئ ز‬ ‫ثئ‬
‫لخ‬ ‫ خدما ا‬، ‫ اا ] حدثن ا ع مر بن محم د بن ع د ا ل ص م د‬0‫ [ ا ا‬-) ٢٢٨(

‫ ض‬،‫ع م ثن ال ؤ حا ل‬ ‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا حلم ن سب مي م‬،‫ حدثن ا ا ل ح ت ن بن عل ي‬،‫بن غنيم‬

،‫ ن ا ك وولدف‬، ‫ا ن و أ ذ ي ك م‬ ‫ئ‬ " :‫ قات‬، ‫ض غ ئ‬ ‫صتيني‬ ، ‫ائث الؤ ثن ال نت ث ب‬

‫ ه ا ن أ ح ض ت‬4‫ ^بحثا؛ثة لبلق‬۵١ ‫ زأن د؛ ا هي‬،‫ك ز‬ ‫ج‬ ‫م‬ ‫ وينظ‬،‫زنكن ال* حري أن يك ر ع كف‬

٠' ‫لل ه‬1 ‫ أ تأ ت ا؛نتغفن ث‬0‫ ؤإ‬، ^ ١ ‫حم د ت‬

Hz. Ali der ki: “Hayır, malının ve çocuklarının çoğalması demek değildir.
Hayır; ilminin artması, yumuşak huylu ve güzel ahlâklı olup Allah’a
herkesten çok ibadet etmendir. Güzel ameller yaptığında Allah’a hamd edip
kötülük işlediğinde de O ’ndan bağışlanma dilemendir.”

(‫ " ر ج(^ أذن ب دي ئه و لل\للث ذ ل ك‬:‫أل ح د رجل ت ن‬ ‫| ال‬ ^ ^ ١ ‫حثز في‬ ‫و ال‬ ] ٧٥/١ ‫)" ل‬٢٢٩

‫ ز ص م ث ظ ت ق و‬، ‫ أز زي ت نمائ ي ا م حزا ج ز ال ق ؤ غت ت م ق ؤ ى‬، ‫" ب م ء‬

Bil ki şu ‫ لكآل‬kişiden başkası için dünyada hiçbir hayır yoktur: Birisi, bir
günah işlediğinde derhal pişman olarak bu günahı sildiren kişidir. Diğeri ise
hayır yolunda koşan insandır. Takva ile yapılan hiç bir amel azımsanamaz.
Kabul edilecek olmasına rağmen nasıl azımsanabilir ki?”

‫ أخبزثا عثد‬، ^ ١^ ‫ خ ا؛ثن ا إ ن خ ا ق بن‬،‫ ] حدثن ا غلتن ا ن ن أخن ت‬٧٥/ ^ ") ٢٣٠(

‫عيي بن أيي‬ ‫ قادت‬،‫ عن عكرم ه بن خ ابي‬، ‫ عن ابن ل م‬،‫ أ حترث ا مئ مر‬،‫ا ل رراق‬
‫ حدثغ ا ع ون‬،‫ حدق ا حم د الل ه بن محم د بن شؤار‬: 3 ‫ د ا‬، ‫ي د 'الل ه بن م ح ئ د‬ ‫زثن ا‬ ، ‫طال ب‬
96 A lib .E b îT â lib

، ‫ا م‬ ‫ عن ايي‬، ‫ عن م ت بن آبي ص في ه‬، ‫ خذثق ا ع س ى بن ن ن ل م ا لط ه و ي‬، ‫م‬ ‫بن‬

‫بز ا إلبل د‬
‫ ق و ج‬،‫] م حئ ا‬٧^ ١[ ‫ " ا ظ وا ص‬:‫ قات غئ ئ أيي <لب‬:‫قات‬
‫ ز ال‬،‫ ز ال بت ه‬،‫بم‬ ‫ ؤ ال‬،‫ ال ت خ و ئ د ؛ال زو‬،‫طإي أل الم ح ق ئ وص ق و أ ذ تذركوئ ئ‬

:‫ م أن ق وت‬: ‫ال‬ ‫بمي ع ا إل إذا ت ب د غث ا‬ ‫ ز ال‬، ‫م‬ : ‫نأ ت غث ا ال‬: ‫ أ ن‬3‫مبي خ ا ه‬

‫ زال إيت ا ذ ي ق ال صرله‬،‫مد‬


‫ والمحن ئ ا إلينان بتثرتؤ الهي من ان ب‬،‫ال ه أ م‬

Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Bizden beş şey öğreniniz ki, bunları arayıp
bulmak için deveye binseniz onları bulmadan develeri telef edersiniz: Bir kul
Rabbinin dışında bir şey istemesin. O'na karşı günah işlemekten başka bir
şeyden korkmasın. Cahil olan bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim olan
da bilmediği bir şey için «Allah daha iyi bilir» demekten çekinmesin. Vücut
için baş neyse iman için sabır odur, sabrı olmayanın imam da olmaz.”

، ‫م ح م د مخ هم د ألثؤ ا ل ح ص زمئ‬ ‫حدق ا‬ ،‫بك ر الطئ حجد‬ ‫حدثن ا أب و‬ ] ٧٦/١ ‫ ل‬- ) ٢٣١(

‫ قا د ت قا ت عل ي ب ن‬، ‫م ب ن ع م ي ر‬ ‫ ع ن تف ا‬، ‫ ع ن ز ب ي د‬، ‫ حدثن ا أ ث و م ر ي م‬،‫ ب ن ت ال م‬0 ‫حدثن ا ع ؤ‬

‫ و ى فثع ث د‬-‫ ئأثآ اث؛ا ع اله‬، ‫ وطولت ا لأمل‬،>‫حا ف امحا ع املفزت‬-‫ " |ن أحومحئ ظ أ‬: ‫أيي ذ ب ب‬

0‫ أ ال ؤإ‬،‫ذ ئز ح ث ت تدين؛‬ ^ ‫ ^؛‬١ ،^‫؛‬3 ‫ أ ال‬،‫خ رم‬-‫ زأئ أطول ا الءمل فنس ى ا ال‬، ‫غن ؛بخ إ‬

‫ئخ ووئ؛‬ ‫ز ال‬ ،‫حزة‬-‫؛ ا ال‬.Ijjt ‫ ق ن ي و؛ ش‬،‫ح د ة م ن هصأ ي ون‬-‫ ونك ز وا‬،‫ه‬1‫خزه قد ئز ح ل ت مهب‬-‫ا ال‬

‫ ا م؛إ‬0‫ زوا‬،'٠ ‫ وعدا جتا ث زال عند‬،‫ الخؤم غتد زال جنا ت‬0‫ فإ‬، ‫ئ أثثا ء ا لأيا‬
‫ أئاذيي فذا‬:‫ قات أبو نغن م‬،‫بن عتم‬ ‫مها ج ر‬ ‫ز م قذ ووا‬ ‫ غذ عئ‬،‫ ضر وتد متل ه‬،‫و جن اعة‬
‫غذا الزخه‬ ‫أمحق إ ال ئ‬ ‫ ني‬، ‫اخل ريف اال ؛ا هن ي غذ ن ي ي‬

Ali b. Ebî Tâlib der ki: ،،En çok korktuğum şey, nefse tabi olmak ve aşırı
dünya sevgisidir. Nefse tabi olmak, haktan sapmaya sebep olur. Aşırı dünya
sevgisi de âtaireti unutturur. Dikkat edin! Dünya size sırtım dönmeye
hazırlanıyor, âhiret ise sizi karşılamaya hazırlanıyor, ‫ ؛‬ler ikisinin de ahalisi
vardır. Siz âhiret ehlinden olun, dünya ehlinden olmayın. Bugün amel var
hesap yok, yarın hesap var amel yok.”
'97

‫ حدثن ا إشت ا ق بن‬:‫ ق ا ال‬، ‫ وعئ س أ خئ ذ‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن ج عف ر‬٧ ٦ ٨ [ ")٢٣٢(

‫عن‬ ‫بن‬ ‫ال ك‬ ‫ غذ ن‬،^،Jj‫ حدثن ا ا ل م ح ا‬،‫ خئ'ثن ا ئ خ ث د بن يريد أث و ي ق ا م‬،‫إبزاه م؛؛‬

‫ب ث ثي‬ P ‫عيي اكا؛ء‬ ‫ر‬ ‫ ض‬:3 ‫ ه ا‬،‫أزا*كه‬ ‫ك‬ ‫ عن اثتك؛ء غذ أ‬،‫ بن ج عفي‬،‫نبز‬
‫ را ش‬1 ‫ " تئن نأيت‬:‫ئأ ئ د‬ ،‫ كأن عش ؤتة‬، ‫ر مح‬ ‫قيد‬ ‫لش م س‬1 ، ^ ^ ١ ‫م جنس ه خ ز‬

‫ون ف ظ م ؛‬ ‫ب‬ ‫؛ذ ء ي ف‬ ،‫ه ض أزى أ ث ن ئ بم ز‬ ‫صب ز وئ د !ش‬

^_‫ و ؤ ن و ذ بج ن أقذا مه‬، 4‫ ب ال أ‬،‫ قد ثأدو أ ثتأ ون كث‬،‫ بتن أعس ه م يئث رك ب ا ل منر ى‬، ‫ص م ؛‬

‫نهتا ن ث أتي إل ح ش ثبث‬1‫ مح‬، ‫ ثبي د ال ئ جنة ي يؤم ري ح‬UİT ١^ ^ ‫ ن ك ز ؛ ج‬٩ ‫حتاههزء‬-‫ؤ‬

٠٠ ‫ والل ه ثك ا ن الم ؤمباتوا ع افل ي ن‬،‫والل ه نماتهب‬

Ebû Erâke anlatıyor: Hz. Ali sabah namazını ‫ ط‬1‫لك‬ ve güneş bir mızrak
,boyu yükselinceye kadar oturduğu yerde kaldı. Sanki bir sıkıntısı vardı
Sonra şöyle dedi: “Resûlullah'ın (sallallahu ^١٣١٦‫ ؛‬٧^ ٥١١™( ashâbında öyle bir
davranışlar gördüm ki, onlara benzeye‫ ؟‬başka kimseyi görmedim. Onlar, toz
toprak içinde sararmış solmuş bir şekilde sabahı ederlerdi. Gözleri keçilerin
dizi gibi şişmiş olurdu. Geceyi Allah'ın Kitab’ını okuyarak, ayaklar ile
alınları arasında gidip gelerek geceyi geçirmiş olurlardı. Allah'ın adı
anıldığında, ağacın rüzgârlı bir günde sallandığı gibi sallanırlardı. Vallahi
elbiseleri ıslamncaya kadar gözlerinden yaş sel olurdu. Vallahi insanlar sanki
bundan gafil kaldılar.”

،‫ حدثغ ا فثاب‬،‫ خ ا؛ثن ا أبو ي حيى الرازي‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا مه د الل ه بن م ح م د‬٧٦/١ ‫)" ل‬٢٣٣(

‫ عزفن‬،‫ " ط وبى ل ك ق عئد نوم ة‬:‫ قا ت‬،‫ ض عل ي‬، ‫ عن ألح ت ن‬، ‫ ضر ث ث‬، ‫م‬ ‫مح‬ ‫تن‬°‫خضن ا ا‬

‫و‬ ‫ يك شف ن الثة عنه م‬،‫ أوكلث م صابي ح ال هد ى‬،‫ ؛‬١١^ ^ ‫ث ة الئث‬


‫ عز م‬،‫شاس ى‬
‫الن ا س ونز يئرفة أل‬

‫ ز ال ائيث اؤ‬،‫ ق س أولئلف بال نذاييع انذر‬،‫ ت ن د خل ه م الثت في ر ح م ة منه‬،‫فتنة مف ل ل م ة‬

Hz. Ali der ki: “Ne mutlu sessiz olan kimseye, kendisi insanları tanır,
insanlar onu tanımaz. Allah onu razı olarak bilir. Bu tip insanlar hidâyet
yolunun aydınlığıdırlar. Allah her karanlık fitneyi onlardan uzaklaştırır.
‫‪Allah onları kendi rahmetine dâhil edecektir. Onlar adından çokça söz‬‬
‫”‪edilenlerden veya kaba riyakârlardan değildirler.‬‬

‫ح دث ن ا‬ ‫م ‪،‬‬ ‫ال ح‬ ‫بن‬ ‫ئ خئ د بن‬ ‫ح د ق ا أب و جعف ر‬ ‫أي ي‪،‬‬ ‫ح دب ن ا‬ ‫(‪] ٢٣٤[ -)٢٣٤‬‬

‫يعق و ب بن إبراهي م الدؤرقي‪ ،‬حدثن ا شبما ع بن ال ول يد‪ ،‬عن رثا د بن ح ق ن ة ‪ ،‬عن لمي‬
‫م ال ف ائب ي ال بم ئ ط‬ ‫إ ت خا ئ‪ ،‬ص غا م م بن ضنزة‪ ،‬غ ذ ع ئ‪ ،‬قات‪ ” :‬أ ال إ ة ال ث ق ة‬

‫ز ال‬ ‫الثامن م ن ر ح م ة الله‪ ،‬ؤ ال يؤمنه م ش عذا ب الثؤ‪ ،‬ز ال محو ح مت ل ه م في مغاصي ال م ‪،‬‬

‫م‬ ‫فف ا ‪ ،‬ز ال ح م قي ع ل م ال قه‬


‫يد ع اق زاذ رمحه عنة إ ز غزو‪ ،‬ال ح م قي عب ا دة ال ع ل م ي‬

‫فيه‪ ،‬زال ح ي في وءة ال ئ د ث ز فيه ا " [ ا ‪\7‬مم]‬

‫‪Hz. Ali der ki: “Dikkat edin! Fakih; insanları Allah'ın rahmetinden‬‬
‫‪ümitsizliğe düşürmeyen, Allah'ın azabından emin kılmayan, Allah'ın‬‬
‫‪yasaklarına ruhsat vermeyen ve Kur'ân'ın dışında bir kitaba rağbet‬‬
‫‪edilmesine sebep olmayan kişidir. Bilgisizce yapılan ibadette hayır yoktur,‬‬
‫‪anlaşılmayan ilimde hayır yoktur, düşünmeden yapılan kıraatte de hayır‬‬
‫”‪yoktur.‬‬

‫(‪ ] ٧^ ١[ -) ٢٣٥‬ح دن ا م ح م د بن علي بن ل خيم‪ ،‬حدثن ا ع م ي أ خ ن د ى حثئش‪،‬‬

‫حدثن ا ا ل م ح روم ي‪ ،‬حدثنا م ح م د بن *كثير‪ ،‬عن ع م رو بن ق س ‪ ،‬عن ع م رو بن مهء عن‬

‫به‬ ‫ا‬
‫تغزف و‬ ‫اق ل و ب ‪،‬‬ ‫ي د ث‬ ‫ح ل ى الئثا ب ‪،‬‬ ‫‪،‬‬ ‫ض‬ ‫م ص ابي ح ال‬ ‫العلم‪،‬‬ ‫بيع‬ ‫ا ثنا‬
‫*كون و‬ ‫"‬ ‫د‪:‬‬ ‫ها‬ ‫عل ي ‪C‬‬

‫ال ث ناء‪ ،‬وتد ووا به في ا ل آ م "‬

‫‪Hz. Ali der ki: “ilmin kaynağı olun, gecenin aydınlığı, kalplerin yolu‬‬
‫”‪olun. Gökyüzünde bunlarla tanınır, yeıyüzünde bunlarla anılırsınız.‬‬

‫ر ك ريأ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫س‬ ‫ه د ال ر‬


‫م‬ ‫حدثنا‬ ‫ان‪،‬‬
‫حق‬ ‫بن‬ ‫محم د‬ ‫أبو‬ ‫‪ -‬حدثنا‬ ‫‪] ٧٧/ ١‬‬ ‫و‬ ‫( ‪- ) ٢ ٣ ٦‬‬

‫حدثن ا سلم ه س قبي ب ‪ ،‬حدق ا س ه د بن عا صم‪ ،‬خ ا؛ثن ا عدة‪ ،‬خ ا؛ثن ا إثزايب بن تجا>ؤع‪،‬‬

‫غ ذ ع مرو ثن عبد ال أه ‪ ،‬غ ذ أبى ت خ م ‪ ، ^ ^ ١‬غ ذ تك ر بن غ ي ة ‪ ،‬قاد؛ قات ع ئ بن‬

‫أيي ءلا ل ب‪ :‬أثف ا الناسى‪| ١٠ ،‬ةكز والل ه ل و حننت م حشن ال ول ه اشحا ل‪ ،‬ودعوت م بغ اء ال خن ا م‪،‬‬

‫< م‪ .‬إ ل ال م ئ ‪ ^^*١١١‬وا لأو الد ا لن اس ا م حؤ إك‬ ‫وخ م حأ يؤو ت ت م ال بجان‪P ،‬‬
‫قب‬3‫بإب محظ‬
‫ ظ م ح إل ت ش ق و ن به ال د < ظ اال !ئث داء م‬،‫ غ ل م ه ت ا 'وؤ و ي ز ل إل م‬£ ‫ش ظ‬

‫ؤلم م ن‬،‫ جعلن ا الل ه ؤإ‬، ‫ ن إ ر جس ه ي ص ر مم حم ا لم م سعل ون‬،‫ ول ك ن بز ح مته م حن ون‬،‫جنتة‬

" ‫الت ا س ئ ا لعا ب د ي ن‬

Hz. Ali b. Ebî Tâlib der ki: “Ey insanlar! Eğer siz, anasını yitiren buzağı
gibi inleseydiniz, güvercinler gibi dua etseydiniz, kendini ibadete veren
rahipler gibi feryad etseydiniz, sonra, Allah katındaki derecenizi yükseltmek
veya meleklerin yazdığı bir günahınızın bağışlanması için mallarınız ve
çocuklarınızdan vaz geçseydiniz, bu yaptıklarınız, Allah’ın size bahşedeceğini
umduğum sevap ve uğramanızdan korktuğum azab karşısında az kalırdı.
Allah’a yemin olsun ki! Allah’a yefoin olsun ‫ ألكا‬Allah’a yemin olsun ‫! ظ‬
Ondan korkarak ve Ona yönelerek gözleriniz önünüze aksa, sonra size
dünyada uzun bir hayat bahşedilse — ki zaten dünya bakî değildir— güç ve
kuşetinizden bir şey kalmayıncaya kadar ona ibadet etseniz bile, İslam’daki
hidâyetinizi daim kılma nimetinin karşılığını ödeyemezsiniz. Fakat Onun
rahmetiyle muamele göreceksiniz. Onun cennetine, adalete sarılıp orta yolu
tutanlar girer. Allah, bizi ve sizi, çok tövbe eden âbid kullarından eylesin.”

‫ كت ب إ ئ‬:3 ‫ ه ا‬،‫ حدثن ا إثزاي إ بن م ح م د بن ا ل ح ض‬،‫ ] حدثن ا أبى‬٧ ٧ ٨ [ -) ٢٣٧(

‫ عن‬،‫ حدثنا أب و ضفزا ن الق ا س م بن يزيد بن ع واثه‬،‫أ ح م د بن إب زاي ب بن هث ا م ال د م شق ي‬

‫ قئ غ‬، ‫ أ ة علقا‬،‫ غن ج ده‬،‫ ص أبيه‬، ‫ غذ جنقي بن م ح م د‬،‫تجال ن‬ ‫ عن ابن‬، ‫ابن حر ث‬

‫ أنا والله‬،‫ " نا وك و ن؟‬:‫ ممإ لأ‬،‫ء ث ل ما و ضغت في ل ح د ها ع ج أغلب ا ؤبك وا‬٧٨/١ ‫ ل‬،‫جنا نه‬

‫ خ‬، ‫يت ف ه ء ت ث ق أ إل م< ئ ئ‬


‫ ل‬0‫ وإ‬، ‫ثوان ا ظ ئ ء ي م حتل ي محا ت ث م ص ت ي ب‬:‫ل ن غا‬

‫ء ائإ؛ي < ب تك ز‬ ‫ أ و بئ ز ى‬SUp ‫ " رم ي م‬: 3 ‫ قا‬، ‫ ئ أ ة م‬،" ‫ي ب م أ ط‬ ١‫؛‬

‫ زأ;ض ا نا بم ي م غذ‬، ‫ و خ م ل غز أشئ اعاحتي ما غثاثا‬،‫ ززئث محز ا آلجا ل‬،‫ا لآئثالأ‬
‫‪100‬‬ ‫‪A lib.E bîT âlib‬‬

‫و أ ز ب د ا بأوفر ال ؤوافد‪،‬‬ ‫م ال ث ؤ ا ؤ ‪،‬‬ ‫ت‪،‬متي عنأكم ال غ و صم حا ‪ ،‬ث ل أكر م ك‪-‬م ألل‬


‫ؤ إل ج‬

‫وأ حا ط ي م ا إلخض اع‪ ،‬وأرص د محم ا ل جزاء في ال ثؤاء والصراع‪ C‬ثاثق وا ال ق عتا ذ الله و ح دوا‬

‫في ا ل طل ب ‪ ،‬وبادروا بالعت ل مقتلع النه م ا ت ‪ ،‬وه ا دم الل دا ت ‪ ،‬ء إ ‪ 0‬الدثا ال ثدومبع ين ه ا ‪،‬‬

‫ب ي ف ظرظ‪ ،‬ويودي‬
‫م‬ ‫زال تؤس نجامب ه ا ‪ ،‬عزور خا يل‪ ،‬زمح خ قا ئ‪ ،‬نبئائ نا ئل‪،‬‬
‫مستزدئ‪ ،‬بإمحا ب شه واته ا ‪ ،‬ن غ م ثناض ع ه ا ‪ ،‬ا س ل وا عب ا ذ الل ه ب ا ل م ر‪ C‬زاعتبروا ب ا لآيا ت‬

‫وا الثر‪ ،‬زازذ جزوا بالغدر‪ ،‬زانثيغ وا ب ال م واع ظ ‪ ،‬مح ك أ ن ق د عل ق ت ك ز م حال ب النس ة‪ ،‬وص ئ غ ز‬

‫س ت ال تراب‪ ،‬وذ هئئك ز م ق طعا ت ا ألمور بنفح ة ال غ وي‪ ،‬وتعرته القت ور‪ ،‬ومثابة الن ح س ر‪،‬‬

‫وم و ق ف ائ جث ا ب ب إ حا ط ة قدزؤ ا ل جماو‪ ،‬حث شمي مع ه ا سائق يش وبه ا ل م حش ر ه ا ‪ ،‬وف ا ه د‬

‫تشهد علته ابعنل ه ا ‪ ،‬ؤوأئزه ت ا لأزكى يمور ربه امح وؤضغ الكت ا ب و جيءبالتية؛؛ن والشهداء‬

‫وقضي بته مبا لح ق و ه م ال ئظلن و د ه ‪ ،‬مارب ح ت ل ذللف الثوم ‪ ^ ^ ١‬زئآذى الئث‪1‬دء وكا ن‬

‫تؤم الت ال ق ‪ ،‬وكشفن عن ش ا ي‪ ،‬وك سم ت الغ م س‪ ،‬و ح شزت ال و حوس م كا ن موا ط ن‬

‫—ت ا ا لأفثد‪ ، 3‬فنزل غ ي م ‪ ^^ ١‬م ن ا'لأؤ‬


‫‪ ، ^ ^ ١‬زبت ج ا الةنزال‪ ،‬و هثك ت ا الءشزار‪ ،‬وارد ج‬

‫تملؤه م ج يخه‪ ،‬ؤع م وبه ت س ح ه‪ ،‬وبزرت ا ل ج ح يم ل ه ا "كث ب و ل ج ب ‪ ،‬ومممب يفن ن ع د‪ ،‬وبثق ظ‬

‫ووعيد‪ ،‬ثأ ج ج ج ح ين ه ا ‪ ،‬نعل ى ح م ين ه ا ‪ ،‬وبومح د ش م و م ه ا ‪ ،‬ه ال ت م س حال د ه ا ‪ ،‬ز ال ئنش ط غ‬

‫زثصل ة ج حي م ‪ ،‬ع ن‬ ‫ح مي م ‪،‬‬ ‫ح ش زاث ه ا ‪ ،‬ز ال ش م "كتول ه ا ‪ ،‬مع ه م مال د ك ه ي غ ز و ن بن ز ل ص‬

‫الل ه م ح ج وبون ‪ ،‬و لأؤلثايه تق ايق ون‪ ،‬ؤإ؟ى الثاي من عللمون ‪ ،‬عتا د الئؤ ا موا الثة ئ م ه م ن ك خ‬

‫نحثغ‪ ،‬وو ح د تن خل‪ ،‬و ح ذ ر ثمأبص ز هارد جز‪ ،‬ه ا ح ث ث ط ي‪ ،‬زنيا هزبا ‪ ،‬وقدم بل ئغاب‪،‬‬

‫وانثغلهز بالزاد‪ ،‬وكم ى بالل ه ئنث مما وبصيرا‪ ،‬وكث ى بالكتا ب ح صما و ح جي جا ‪ ،‬وكم ى‬

‫با لجنة ثوابا ‪ ،‬وكم ىبالغ ا ر زب ا ال وعق ابا‪ C‬زأنتغ م ز الل ه لي ول ك م "‬

‫‪Câfer b. Muhammed, babasından, dedesinden şöyle nakleder: Hz. Ali bir‬‬


‫‪ mezara konulunca ailesi feryat ve figan edip‬لآ‪ 1‬ه ‪cenaze merasimindeydi.‬‬
‫‪?ağlamaya başlayınca, Hz. Ali onlara şöyle dedi: “Neden ağlıyorsunuz‬‬
‫‪,Vallahi! Eğer bunlar ölülerinin şu anda karşılaştığı şeyle karşılaşsaydı‬‬
‫‪karşılaştıkları şey onlara ölülerini unuttururdu. Bunlar -ağlayanlar- birer‬‬
‫”‪birer ölüme varacaklar ve içlerinden kimse kalmayacaktır.‬‬
Ali b. Ebî Tâlib 101

Sonra ayağa kalkıp şöyle dedi: “Size (ölen insanları) misal veren, ecelleri
tayin eden, kasdettiği şeyleri duyup belleyen kulaklar, kapaklarını açtığınızda
göreceğiniz gözler ve anlama sahasına giren şeyleri anlayan kalpler veren
Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Allah sizi boşuna yaratmamıştır. Sizden
vazgeçip yüz çevirmedi. Bilakis, size nimetini bolca ikram etti, size en geniş
şekilde destek verdi, sizi rahmetiyle kuşattı, iyi ve kötü günlerde size yardım
etti.
Ey Allah’ın kulları! Onun rahmetini elde etmek için gayret ediniz. İştahı
kesen, lezzetleri yok eden ölüm için amel etmek için uğraşınız. Çünkü
dünyanın nimetleri devamlı değildir. Felaketlerinden de emin olunamaz.
Dünya, aldatıcı bir yalan, boşuna sevindiren bir hayal, yıkılacak bir
dayanaktır. Şehvetlerine tabi olmakla ve değersiz mallarına düşkünlükle
üzerindekileri helak eder.
Ey Allah’ın kulları! İbretlerden ders alınız. Ayetlerden ve hadislerden
ibret alınız, tehlikelerden sakınınız، ve öğütlerden faydalanınız. Sanki
ölümün pençesi sizi yakalamış kabre koyuyor ve sanki surun üfîirülmesi,
kabirlerin içindekileri fırlatması, mahşerde toplanma, hesap yerinde bekleme
ve Cebbâr olan Allah’ın kudretinin her şeyi emri altına alması neticesinde
bir karmaşa ve sıkıntı sizi kuşatır. Herkesi mahşere sürükleyen ve ilmiyle,
Onun yaptıklarına şahitlik eden birileri vardır. “Yer, Rabbinin nuruyla
aydınlanacak. Kitab konulacak, peygamberlerle, şahitler getirilecek,
aralarında hak ile hüküm edilecek. Onlara zulmedilmez.”1 İşte bu gün
için memleketler sallanır ve biri: “İşte bu gün ayrılma vaktidir” diye seslenir.
O gün elbiseler sıvanır, güneşin ışığı giderilir, vahşi hayvanlar mahşer
meydanında toplanır, gizli şeyler ortaya çıkar, kötüler helak olur ve kalpler
titrer.
O zaman Allah tarafından cehennemliklere helak edici bir darbe indirilir.
Cehennem bütün şiddeti ve gürültüsüyle ortaya çıkarılır. Onun, şimşek
çakması gibi sesi, kızgınlığı ve intikam arzusu vardır. Cehennem alevlenir,
sular kaynar ve vücuda işleyen alevler oluşur. Orada devamlı kalacak olan,

1Zümer Sur. 69
102 A lib .E b îT â lib

soluk alamaz. Cehennemin, günahkârlara olan isteği bitip tükenmez ve


cehennemlikleri orada tutan bağlar kopmaz. Beraberlerinde, kendilerini
kaynar su ve yakıcı ateş ile müjdeleyen zebaniler vardır. îşte günahkârlarla
Allah arasında engeller vardır. Onlar, Allah’ın dostlarından da ayrıdırlar.
Ancak cehenneme doğru gidebilirler.
Ey Allah’ın kulları! Allah'a söz verip bu sözünde duran, ondan korkup
bunun gereğini yapan, Allah’tan sakınıp Onun emirlerini gözeterek boyun
eğen, samimiyetle talep eden, (günahlardan) kaçıp kurtulan ve Hakk’ın
huzuruna böyle gelen kişilerin korktuğu gibi Allah’tan korkunuz. Adaletle
davranan ve gözetleyen olarak Allah, davacı ve delil getirici olarak Kitap,
sevap olarak cennet ve ceza olarak ta cehennem yeter. Allah’tan kendim ve
sizin için bağışlanma dilerim.”

‫ حدثن ا عند‬، ‫ق م‬ ‫حدثنا أي و معت ل م‬ ،‫س ألح نذ‬ ‫ ] حدثن ا نل بمان‬٧ ٧ ١ [ ")٢٣٨(

‫ عن‬،‫ عن عبد ا العأى‬،‫ عن أبى على ا ل م ح فل‬، ‫ حدق ا ت ه د بنشعي ب‬،‫ح؛تزيز بن ا ل ح طا ب‬

،‫' يا و ف‬٠ ‫ ق ادت‬، ‫ رأيت علي بن أبي طال ب ح زغ قف ي إ ر افي و م‬:‫ هات‬،‫وئف 'ل بكال ي‬
‫ طو ق‬،‫ئزه ث‬
‫ " ظ م‬:‫ ممأت‬،‫ بد ئ ئ أ أبين ال ئ ؤمن؛ن‬:‫ ئ ن ذ‬،" ‫ زب ة ؟‬°‫أن س أن ث أم‬

، ‫ وتزابجا و ئ ا‬، ‫ أوأئلث قزم اثخذوا ا الجبن بتاطا‬،‫ ا ل م ح ن د ا لآخرة‬،‫إل ائي ي؛ ق فى ال د ي‬

،‫ قزض وا ال د ي عل ى منه ا ج النسي ح عقه ال ث ال ؛‬،‫ والمنان والدع اء دب ارا وشعارا‬C‫وماءها طيتا‬

٩ ‫بر'مح د أن ال آل ظو' ئ ب ن مح ق‬
‫ إنه ال ه ■مم؛ى أزض اء ر مح ن ى أن م ر بتى م‬، ‫ظ و ن‬
‫ وأل ح د من‬،‫ ق إدي ال أنت جي ب أل ح د بني ز‬،‫ وأيد تقية‬C‫حاشع ة‬- ‫ وأب صا ر‬،‫بمل و ب طاهنة‬

‫ ؤ ال‬، ‫ ز ال جابئا‬، ‫ ز ال ف نطي‬، ‫ريق ا‬ ‫ ز ال‬،‫ ال بك ن ث اع را‬،‫ ثا ثؤف‬٠٠ ، ٠٠ ‫ح تقى عنده مفئ ل م ه‬

‫عه ال يدغو هم د‬-‫ك سا‬ " :‫ ممات‬،" ‫عت م ن ه د‬1‫أ م ي ت‬،‫ د ود غ ي الث ال‬0 ‫ ما‬، ‫س اتا‬

،‫قا آ ز خ ابئ ا أؤ غئ ازا أؤض ا ج ت <ئ ة‬


‫ئ ا أز فنط‬
‫ إ ال أذ خيون ري‬، ‫ف ا‬
‫حتب هف‬
‫ي‬ ‫م‬ ‫؛ ال‬

" ‫ وه و ال تي ث‬،‫ أؤ صا ح ب "كوبة‬،‫زهؤ الطنبور‬

Nevf el-Bikâlî bildiriyor: Ali b. Ebî Tâlib’in bir ara dışarıya çıkıp
yıldızları seyrettiğini gördüm. Sonrasında bana: “Ey Nevf! Uyudun mu,
yoksa uyanık mısın?” diye sordu. “Uyanığım ey müminlerin emiri!”
A lib .E b îT â lib 103

karşılığını verdiğimde şöyle dedi: “Ey Nevf! Dünyada zahid olup da âhirete
yönelenlere ne mudu! Onlar yeri kilim, toprağı yatak, suyunu temizlenme
vasıtası, Kur'ân ve duayı da kendilerine giysi ve şiar edinmişlerdir. Onlar
dünyayı Hz. İsa gibi kalplerinden çıkarıp atmışlardır. Ey Nevf! Allah, Hz.
İsa’ya şöyle vahyetmiştir: «İsrail oğullarına söyle! Benim evlerimden herhangi
birine ancak temiz kalplerle, huşu içinde bakışlarla ve tertemiz (günaha
bulaşmamış) ellerle girsinler. Zira birine haksızlık yapmışsa eğer onun ve
onun durumunda olan diğer kılarımdan herhangi birinin duasına karşılık
vermem.» Ey Nevf! Sakın şair, bilirkişi, polis, zekât veya vergi memuru
olma! Zira Hz. Dâvud gecenin bir vaktinde kalkıp şöyle demiştir: “Şu anki
vakit öyle bir vakittir ‫ ل ط‬bilirkişi veya polis veya zekât memuru veya vergi
tahsildarı veya tanburcu veya davulcu olanlar dışında bu vakitte dua eden
her kulun bu duasına icabet edilir.”

‫حدت ا‬ ، ‫ن إشث ا ق‬ ‫موس ى‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ، ‫ل خشن‬ ‫ا‬ ‫بن‬ ‫حدق ا حبي ب‬ ] ٧ ٩ ٨ [ ")٢٣٩(

‫بن‬ ‫ضزار‬ ‫أثو ن عي م‬ ‫ا‬


‫م‬‫حدت‬ : ‫قالا‬ ،‫أية‬ ‫أيي‬ ‫عئما نا ب ن‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثنا‬ ، ‫بن أ ح م د‬ ‫ت ما ن‬
‫نل‬

‫ ث ن ي‬، ‫ال خ‬ ‫بن‬ ‫م حم د‬ ‫خا؛ثغا‬ ، ^ ^ ١ ‫بن أ ح م د‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫م ح م ذ‬ ‫أخنذ‬ ‫و حدثتا أب و‬ ،‫ص رب‬

، ‫ حدقن ا ع ا ص م بن ح م ي د ا ل حثا ط‬:‫ ق ا ال‬،‫ حدق ا إن ن ا عيد بن م وت ى المراري‬،‫ا ل حنحم ي‬

‫ عن م ح د بن‬،‫ غذ عبد ا لرخش بن جندب‬،‫ح د ك م غ بن أيي صم ه أ م خنزة الئن ا إل‬


‫با‬
‫ محلق ا أصهحر‬،‫م جني إلى ئأ حثؤ ا ل حقان‬-‫ت أ ح ذ ■عل ي بن أيي طال ب بثد ي ءأ‬3 ‫ محا‬،‫زيا د‬

‫ظ تا‬ ‫ زا‬، ‫زغ اف ا‬ ‫أؤعثأ نه وها‬ ‫ " اقل وت‬،‫ ثا م ح ل بن زيا د‬:‫ قات‬P ،‫ج ل ن ثم أ ت م ن‬

‫و‬ ‫ وه م ج رع ا غ أمحا غ‬،‫ ومت علم عأى سب ل ن جا ة‬،‫ ئ عالم رب ا ني‬:‫ الثام ن ث الثة‬:‫أقود للف‬

‫ ا ل ع ل م‬،‫ر م ؤمحي‬ ‫ و ل م ي م حوا إلى‬، ‫ ل م تستضيوئا بمور اتحلمأ‬، ‫و ري ح‬ ‫ محلون مخ‬،‫د ا ي ق‬


‫ زائن ات‬،‫ اي ئ وولآكو غ د ا ل خم‬،‫ص النات‬ ‫ زأئث‬،‫ انلم أ ن غ بملف‬،‫و م ن النانء‬

‫و ج ميل‬ ،‫حثاته‬ ‫في‬ ‫^ ال طا ع ه‬ ^ ١ ‫ب‬ ‫س‬ ‫يك‬ ‫ الي ل إ‬،‫بها‬ ‫يدان‬ ‫دين‬ ‫حثة العالم‬ ‫ون‬ ،‫ص ه الثثقأ‬ ‫تق‬

‫وال ثلما ء‬ ،‫و ه ز أ حثا ء‬ )‫خ ز ا ن ا أل موال‬ ‫ث‬ ‫نا‬ ،‫بزوال ه‬ ‫أل‬
‫ثزو‬ ^ ^ ١ ‫صنيع ه‬ ‫و‬ ‫موته؛ا‬ ‫ا ل ا ح دونة ث ع د‬

‫وأفأن‬ ‫ههنا‬ ‫إن‬ ،‫فاة‬ ،‫ن ز ي وذة‬ ‫ب‬ ‫ف ي المأ و‬ ‫وأمتال ه ز‬ ،‫ثقق وذة‬ ‫أعتا ت ه ز‬ ،‫لأئز‬ ‫ما بم ي ا‬ ‫باق و ن‬

‫ت ش ث ع م د آثه‬ ،‫عثه‬ ‫عثز مأ م و ن‬ ‫لم غا‬ ‫أ صنته‬ ‫ب ر‬ ،‫ح نل ه‬ ‫ثث‬ ‫ع ئما ل و أ ص ن ت‬ ‫صدره‬ ‫ل ى‬
‫بيده إ‬
104 Ali b.E bî Talih

‫ا ل حى ال‬ ‫الم‬ ‫ أؤ ت ق ا دا‬،‫ن م ه عأى عثا ده‬CJJ ،‫ تنت غ لهزب ح ج ج الل ه عإى كثا؛ؤ‬، ‫ ^ ^ لل د قا‬١

‫ أؤ‬،‫ ال ذا زال ذالث‬،‫ بأول عارض ش خنهة‬،‫ يم ت د ح ال غلق في شنه‬،‫ثمينة لت في إ حثاثه‬

‫ين ا م ن‬
‫ زف‬،‫ أؤ تغز ك ب ج م ع ا ألموال وا ال د حار‬،،^ ١^ ^ ‫ تيس ن ا ل م ا د‬،،^ ١^ ‫ننه وم ؟‬

‫ الل ه م‬،‫حامليه‬- ‫ ك دللثم ين و ت ا ل عا م ب م و ت‬،‫ أق ر ب فثه ا بهت ا ا لأنغا م الث ائ م ة‬،‫دع اة ال دي ن‬

‫ أوكلف هز ا لأق ل ون‬،‫ ق ال يل د ح ج ج الل ه زجثاتة‬،‫بلى ال ئئلو ا لأرض ش ه ا م لل هب ح ج ة‬

، ‫ حش ت ودوه ا إلى بغ رايه ج‬،‫يدفع الثت غذ ح ج ج ه‬ ‫ؤم‬°‫ ا‬، ‫ عند الثؤ هدرا‬0‫ ا لآع ظ ن و‬،‫عددا‬
‫ ه م به م ا ل عل م عأى حميم ه ا ال م ائنث الن وا نا امنتوعز منة‬C‫ي أئت ا هه م‬ ‫ويزرع وه ا في‬

‫ ص حثوا ال د ي بأبدان أنزاخب ا معلم ه‬، ‫ زأيث وا بث ا ا شؤ ح س منة ا ل جا ه ل ون‬،‫ا ل م حف و ذ‬

‫ قؤئا إ ر‬،‫ ف ا ة‬،‫ ث اة‬،‫ق ديته‬ ‫ ودع اته‬،‫ أوثبلف حل ماء الله في ب ال ده‬،‫ب ا ل م ن ظ ر ا لأغل ى‬

" ‫ زذ؛ ي غ ث ق ز‬،‫ ز ؟ ن ث ت ي امح ي زممف‬،‫هؤ م هز‬

K üm eyi b. Z iyâd’a V asiyeti

Kümeyi b. Zlyâd anlatıyor: Ali b. Ebî Tâlib elimden tutup beni çöle
doğru götürdü. Çöle vardığımızda oturup derin bir nefes alarak şöyle dedi:
“Ey Kümeyi b. Ziyâd! Kalpler kaplara benzer. Onların en hayırlısı içindekini
en iyi koruyandır.
Sana söyleyeceğimi iyi belle, insanlar üç sınıftır: Rabbâni âlimler,
kurtuluş yoluna girmek için ilim tahsil edenler, üçüncüsü ise her sese ‫س‬
veren, her rüzgâr estiğinde başka bir tara£a eğilen, ilim nuruyla kendilerini
aydınlatamayan ve sağlam bir esasa bağlanamayan sürülerdir.
İlim, maldan daha hayırlıdır, ilim seni korur. Malı ise sen korursun, ilim
onunla amel ettikçe artar. Mal harcanınca azalır. Âlimi sevmek dindendir.
İlim âlime, yaşarken taat kazandırır, öldükten sonra da hayırla anılmasını
sağlar. Mal biriktiren ise malla birlikte yok olur. Mal biriktirenler
hayattayken bile ölü gibidirler. Âlimler ise hayat âlem var oldukça yaşarlar.
Cisimleri kaybolup gitse de eserleri kalplerde yaşar.”
Sonra göğüslerine işaretle şöyle devam etti: “Burada çok derin ve geniş bir
bilgi vardır; fakat bunu taşıyabilecek ehil kimseleri bulamıyorum.
A lib .E b îT â lib 105

Bulunanlar ise sözü çabuk alan, ama güvenilmeyen, dini dünya isteğine âlet
eden, Allah'ın delil ve burhanlarıyla Allah'ın dostlarına karşı■ üstünlük
davasına girişen, Allah'ın nimetleriyle O'na isyana kalkışan kimselerdir.
Yahut gerçeğe sahip olanlara boyun eğen, fakat hakkın inceliklerine basireti
olmayan, kendine yönelen ilk şüpheyle tereddüde düşerek kalbinde şüphe
yerleşen kimsedir bıılduğum. Oysa ne bu (ilim öğrenmeye layıktır) ne de o.
Veya dünya lezzetine sarılan, şehvete uymaya yatkın yahut da mal mülk
toplamaya düşkün olan şahısları buluyorum ki bunlardan hiç biri dini
koruyabilecek basiret ve yakın sahibi kişiler değillerdir; bunlar daha çok
otlayan hayvanlara benzemektedir. Böylece ilim, ilim ehlinin ölümüyle ölüp

Fakat yeryüzü, Allah için delil ve hüccetiyle kaim bulunan birisinden boş
kalmaz; ama meydanda olur, bilinir veya Allah'ın apaçık delillerinin batıl
olmaması ve Kitab’ını rivayet edecek (halka açıklayacak) kimselerin yok
olmaması için korkup gizlenir. Nerededir onlar? Sayıları azdır onların; ama
değerleri pek büyüktür. Allah, onlar gibi başka birilerine teslim edinceye,
kendi benzerlerinin gönüllerine verinceye dek delillerini onlarla korur.'İlim
onları iman gerçeklerine vardırmış, yakîn ruhunu yakînden idrâk
etmişlerdir. Dünyaperest insanların zor ve ağır gördüğü (açlık, ibadet, cihad
vb.) şeyleri kolay karşılarlar;, cahillerin kaçındıkları, hor gördükleri şeyler hoş
görünür onlara; canları, ruhları melekût âlemine bağlı olan bedenlerle
dünyada yaşarlar. Yeryüzündeki halifeleri ve beldelerindeki ışıkları ve
insanları Allah’ın dinine çağıranlar bunlardır. Ah, onları görmeyi ne kadar
isterim! Allah'tan kendim ve senin için mağfiret dilerim. Eğer dilersen kalkıp
gidebilirsin.”

Z ühdü ve ib a d eti
Şeyh (Ebû Nuaym) dedi ki: Ondan nakledilenlere göre her şeyin azıyla
yetinen zâhid biriydi. Asanları devamlı uyardığı ve ibadetle meşgul
olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.
Derler ki: Tasavvuf asıl gayelere terakki ederken arızi olanlara
aldırmamaktır.
106 A lib .E b îT â lib

،‫ حدثما ع د الل ه بن أخن ت س حئت ل‬، ‫ م ح ] حدق ا أب و بكر بن مال ك‬/ ‫ )“ [ا‬٢٤٠(

‫ غذ عيي بن يعه‬، ‫م‬ ‫ ح د قا م خ ئ د بن‬،‫ حدتن ا وهب ئ ذ إ سماعيل‬،‫ح دب ي أيي‬


‫ اتث أل‬،‫ ثا أ م ز الجث ؤ ب ن‬:‫ قات‬،‫ خاءة اتذ اقا ج‬:‫ قات‬،‫<ل ب‬ ‫ ت ن أيي‬: ‫ ء ذ غ ئ‬، ‫الزال ئ‬

‫ قا م متوكئا عأى ابن‬،" ‫ ال ه أكثز‬٠' :‫ ق ات‬،‫ث ث مال) ا نمن ل م ئ ص صفزاء وبئصاء‬

" :‫ قث ات‬،‫ خقى ئام غش بثت ما ل ال ن ن ل مي ئ‬،‫ض ا ج‬


‫ال‬

‫وكئ جا ن يدة إ ر فيه‬ ‫هذا جغا ي وختارة م ه‬

‫ هأ ظ ى ج م ع ظ في‬،‫ قود ي قي اقا س‬:‫ قات‬،" ‫ ع م بأمحا ع ا وبة‬:‫يا ائذ البجا ح‬

‫ فا زفا " ح ش ما‬،‫ غ ر ي عيري‬،‫ ويا بيصاء‬،‫ يا صئ راء‬٠٠ :‫بيت ما ل ما نن ل م ي ن وهو م ولت‬

" ‫ ب مر ف ه ر م ح ن‬،‫بمجي‬ ‫ ثم أتنه‬، ‫بقي مئة دثا ر زال ؤبم أ‬

Ali b. Rabîa el'Vâlibî'nin naklettiğine göre, İbnu'n-Nebbâh Ali b. Ebî


Tâlib'e gelip “Ey Müminlerin Emiri! Müslümanların beytülmali altın ve
gümüşle doldu” deyince Ali “Allahu Ekber!” dedi. Kalktı, İbnu'n-Nebbâh'a
yaslanarak hazine odasına kadar gitti ve şu beyti söyledi:
“Bu benim bir batanıdır, iyiliği içinde,
H ata eden kişinin eti her an ağzında. ٩
Ardından “Ey İbnu'n-Nebbâh, Küfe'yi doyurmak benim görevimdir”
dedi. İnsanlara haber verildi, Müslümanların beytülmalinde ne varsa dağıttı.
Dağıtırken “Ey sarı (altın) ve ey beyaz (gümüş) başkasını kandır. Al, al!”
diyordu. Hazine odasında bir tek dirhem veya dînâr kalmayıncaya kadar
dağıttı. Sonra emir verip odayı temizletti ve içinde iki rekât namaz .‫ ط‬1‫لك‬

‫ خ ا؛ثنا غئد‬، ‫ خا؛ثن ا ت خ ث د س إشثا ق‬،‫ ] حدثنا أب و خا ب ز ى جبل ة‬٨ ١ ٨ [ “) ٢٤١)

C‫ عن تجم ع السمي‬، ‫ حدت ا أب و حقا ن ال ق ي ؤ‬، ‫ حدثنا ابن نن م‬،‫ حدت ا عس‬، ‫الثؤ ن ع م‬

‫ يكغ س بنت الئ ار> زبم أ ي فيه م خذه ت شح ذ ا ر جاء أن ي شهد لت يؤم‬٠٠ ‫ " كا ن علي‬:‫ق ا لأ‬

‫” ا خلا ن ة‬

1Eli ağza götürmek Araplarda utanma veya şaşırma hareketidir.


A lib .E b îT â lib 107

Mucemmi' et-Teymî diyor ki: “Hz. Ali, beytülmal odasını (boşalttıktan


sonra) temizleyip namaz kılardı, mescid olarak kullanırdı. Bunu kıyamet
günü kendisine şahitlik etmesi ümidiyle yapardı.”

‫ خ ا؛ثن ا‬، ‫ ^ ^ المبجل‬١‫ حدق ا ان حا ق س‬، ‫ ] حدثنا أب و بكر بن ح الب‬٨ ^ ١[ “) ٢٤٢(

‫ حدثن ا‬:‫ ق اال‬،‫ حدثت ا قتتثة‬،‫ حدثن ا م ح م د بن إ ن خا ق‬،‫ ^ بن ع د الل ه‬١


^ ‫ و حدبن ا‬، ‫مع ت د د‬

‫طب‬ ، ‫ أن عئ ئ ذ أيى ط ي‬،‫ غذ أ ن‬، ^ ١‫ غذ أبى غز و ئن‬، ‫عبد الوارث بن س م د‬


٤^ ١‫ زأ ز غ ؛‬،" ‫ ظ ززأث ئ مح ف ز ؛ ال ف ذ م‬،‫اش اثبي> ال ه ؛ ال ئز‬5 " :‫ ق ا د‬، ‫اقا س‬

‫ ن‬1‫ءذاه ا | إلر نزال ي دئ م‬،‫ أ‬:‫ قات‬،‫م محميص ه‬ ‫ص‬

Ebû Amr b. Alâ, babasından naklediyor: Ali b. Ebî Tâlib insanlara hitab
ederken “Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, sizden
kazandığım tek şey şudur” dedi ve elbisesinin cebinden bir şişe çıkardı.
Sonra “Bunu bana kölem Dihkan hediye etti” dedi.

‫ حدثت ا عتد الل ه بن أ خ ن ذ بن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جع فر بن ح م دا ن‬٨ ٧ ١ [ ")٢٤٣(

،،‫ عن أيي ذاؤذ ا ل م ك مو ن‬،‫ حدت ا أبو عث ا ن‬،‫ ح د ك ي غ م ا ن بن وكيع‬،‫ ح دمحي أيي‬،‫حس ل‬

‫ أثث أ ئ يئال وذغ محوضغ قدا م ه‬، ‫ عن علي بن أ ي طالب‬،‫ عن جئ؛‬،‫ص عبد الله بن ف ر ي ك‬
‫و‬ ‫و‬ ‫ل‬ ‫لل‬ ‫ح‬
‫ أكن أ ة أذ أ ة‬، ‫ ي ي ا خ م‬،‫ خت ن ا ؤن‬، ‫ " إت ق ق ي او‬:‫ ق ت‬،‫ص يدنؤ‬ ‫ل‬ ‫ا‬
٠٠ ‫مسي ن ا ل ز ثئثدة‬

Abdullah b. Şerîk, dedesinden şunları naklediyor: Ali b. Ebî Tâlib'e


,ballı) helva getirip önüne koydular. Bunun üzerine; “Sen güzel kokulusun(
güzel renklisin, tadın da güzel. Fakat nefsimi alışkın olmadığı bir tada
alıştırmaktan korkarım” dedi,

‫ حدثغا عتد الؤ حم ن بن م ح م د‬C‫ ا ح ] حدثنا غئد الثؤ بن م ح م د ئن جعف ر‬/ ‫)" ل ا‬٢٤٤(

‫ عن علي‬،‫ ص نرو بن يمي الن ال ئ‬،‫ عن ن يا ن‬،‫ ح د قا وك ح‬،‫ ح دقا قا د‬،‫م ط م‬

" ‫ب م ذ ج هز يمح د‬
‫ " أ ي م‬،‫ أ ة عو‬، ‫ي‬ ‫ق‬

Ali b. Sâbit’in bildirdiğine göre Hz. Ali’ye (ballı) helva getirilince yemedi.
108 A lib .E b îT â lib

، ‫ حدثن ا عتد الله بن أ خ ن ذ بن ح م‬، ‫ ] حدبن ا أبو بكر بن مال ك‬٨ ١ ٨ [ “) ٢٤٥(

‫ عن زيا د بن‬،‫ وه و ا ئا ن‬0 ‫ حدثن ا ع م را‬، ‫ حدثن ا هم د ا ل صم د‬،‫ح دقني أ ح ن د ى إشاه_آإ‬

" ‫ ق ات عييت‬،‫بجلوا آ كلون‬ ،‫ أي بث يغ من حبيص مح مبة ث ن أيديه م‬،‫ أة عو‬،‫مي ح‬


" ‫ف ن ببك ر ءفيا قء ول م ؛ قري س زأ ت ف ذ ا فتن ا ج ز ت علته‬
‫ ا إل س ال م ي‬0 ‫إ‬

Ziyâd b. Melîh’in naklettiğine göre Hz. Ali’nin hurma ve tereyağlı bir


tatlı getirilip önüne koydu. ■‫ ءا ؛ ك م‬da yemece başladılar. Ali onlara: “İslam
şaşkın bir genç değildir, Kureyş bunu gördü ve ona koştu” dedi.

،‫ حدقا م حم د بن أ ح م د بن بم ن ى‬،‫ ] حدثنا ا ل ح س بن علي ائزثا'ق‬٨٧١ ‫ ل‬-) ٢ ٤٦(

‫ قاتت‬،‫ ^ ؛ بن م ه ا جر‬١^ ‫ حدثت ا إ س ما عيل بن‬، ‫ خ ا؛ثئ ا أثو ن ع م‬، ‫حدق ا عم رو بن ن ي م‬

‫ أن غخا ا>ئثغنآت غش‬،‫ ش م ي ف‬،‫ ح دمعي ز ج ل‬:‫ بموت‬، ‫ش م ع ت عيد فتيل ه ئ ذ غن م‬

،‫ إدا كا ن عند ال ف م م خ إل ي‬:‫ لي‬،3‫^ ت ن ك ت ة انثصلونء وها‬١^ ١‫ و إل بك ن‬:3 ‫ ئ‬،‫غخ؛زا‬

‫و عن د ه م‬
‫ث د ح وءكوز ب ن‬ ‫جال سا‬ ‫ ف و ج د ت ه‬، ‫ع ن د ه حا حب ا ي حبس ن ى غن ه ل و ث ه‬ ‫ث لم أ ج د‬ ،‫تي إ ف‬ ‫لرح‬

، ‫يف ا‬
‫ ؤال أبزي نا ف‬،‫ لم د أمس ي ح ش يخر غ إلي جوهرا‬: ‫ ق ك في سي‬،‫ هدعا طينة‬،‫ماء‬

‫ قاخ ر ج منه ا محصب في الم د ح ئ صب عثه‬،‫فف ا ن وش‬


‫هإذا عليه ا حا ب م مح ك ش ز الحادآ؛ء محإذا ي‬

‫ أئصثع ث ذابالعناق وطعا م العناق‬،‫ يا أبين المومنين‬:‫ همل ت‬، ‫ ق إل أ م ز‬،‫تاء فئ ز ب وسماني‬

،‫ض‬ ‫ثا غ قدن ظ‬:‫و ث م أ‬ ،‫بم د غ ي‬ ‫م غي‬ ‫ " أظ وش ظ‬:‫أ ك و م ذ ذهث؟ ئ ت‬

" ‫ وأكزة أن أد خل بعنتي إ ال ط ي‬، ‫ نابن ا جمظ ي ل ذل ك‬،‫ع أ حا ن ن أن مبى محمب ث غ ئعت ره‬

Abdülmelik b. Umeyr’in Sakiften bir adamdan naklettiğine göre Hz. Ali


onu bal işinde çalıştırmış, o zaman henüz namaz kılanlar Küfe köylerinde
yaşamıyorlardı. Adam diyor ki: Hz. Ali bana “öğle olunca bana gel” dedi.
¥anma gittiğimde bulunduğu odadan başka kalacak bir yer bulamadım.
Kendisini gördüğümde yanında bir bardak, bir de su testisi vardı. Çömleğin
getirilmesini emretti, içimden “Sanırım bana güvendi, içinden mücevher
çıkarıp verecek” diye düşündüm, içinde ne olduğunu bilmiyordum. Ağzı
mühürlüydü. Kapağını kırdığında içinde un olduğunu gördüm. Birazım
çıkardı, bardağa koydu, üstüne su döktü içti ve bana içirdi. Dayanamadım
ve “Ey Müminlerin Emiri, sen 1‫ ه ء ك ا‬böyle mi yapıyorsun? üstelik Irak'ın
109

yiyeceği bundan çok fazlayken?” dedim. Bana şöyle cevap verdi: “Vallahi
ben cimriliğimden ağzını mühürlemiyorum. Sadece bana yerecek kadarını
çıkarıyorum. Bozulmasından ve boşuna yeniden hazırlanmasından
korkuyorum. İtina etmem ondandır. Karnıma temiz olmayan bir şeyin
girmesini istemem.”

،‫ حدثن ا عتد الله بن أ خ ن ذ ئن حنت ل‬، ‫ ] حدثت ا أ و بكر ثن مال ك‬a t/S [ -) ٢٤٧(

‫ "ى ن ع ئ يثد ي‬:‫أ‬3‫ئ‬ ‫ عن‬، ‫ ص نئ؛ا ذ‬، ‫ أث و أث ا ئة‬bu‫ ح د‬،‫ح دبني أبو تغني‬

" ‫ز ي غ ي وآ ك ل هو م ن ف يءي جيئه م ن ا ملخدب ة‬

A’meş der ki: “Hz. Ali arkadaşlarına öğle ile akşam yemekleri verir; ancak
kendisi Medine’den getirttiği yiyeceklerden az bir şey yerdi.”

‫أيي ا ل ح ش‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا أ خ ن د‬،‫تلم م‬ ‫بن‬- ‫جعق ر‬ ‫ \ ح ] حدثن ا أ خ ن د بن‬/ ‫)" ت ا‬٢٤٨(

‫ عن‬،‫ عن سرن بن عتتزة‬،‫الهث وقيء حدثن ا ق ش بن يونف ن ال قت> ح د ك عي د ى الم_ام‬

،‫ ؤه وت رعد ث ح ث شن ل ثمطيقة‬،‫با لحؤزنق‬ ‫ ذ ظ ث على على بن أبى‬:‫ ق الأ‬،‫أييي‬

‫ وأدت ثصنع‬،)^^١ ‫ ئد” ج ع د نف و لأئد يطق في ئذ؛‬û{\ "‫ |ن‬،‫ ي أميز ائن ب ي؛ ئ‬: ‫ص ك‬
‫ ل ي حرج ت‬1 1‫وإأه‬ ‫ل ك م‬1‫ ظ أقمحز م ن م‬4‫ت " والل‬3 ‫ ه ما‬،‫س غ‬
‫ش أل ظ تح‬

" ‫ من ا ملخدب ة‬:‫ أؤقات‬،‫ه ا م ن رمتبي‬


Hârun b. Antere, babasından bildiriyor: Havarnek’te Ali b. Ebi Tâlib’in
yanma girdiğimde eskimiş bir hırkanın altında tir tir titrediğini gördüm.
Ona: “Ey müminlerin emiri! Allah beytülmalden sana ve ailene bir pay kıldı.
Neden kendine bunu yapıyorsun?” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Vallahi
sahip olduğunuz mallara ihtiyacım yok; ama bu kadife evimden — veya:
Medine’den— çıkarken aldığım kadifeydi.”

‫ حدتما عثد الل ه بن أ ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا ن ح م د س أ ح ن د بن ا لختن‬٨٢/ ^ -) ٢٤٩(

‫ حدق ا‬C‫ خ ا؛ئن ا أب و ا لماي م ان عو ي‬C‫ و حدثن ا ث خ ئ د بن علي‬، ‫ خض ا علي بن ح ك م‬، ‫ح م‬

:3 ^ ، ‫ عن زيد ئن وه ب‬،‫ ئن أبى'ررعه‬0 ‫ عذ عئن ا‬،‫طءكا ئ ريف‬ :٧١‫ ؛‬، ‫ع ئ ثن ' ل م‬

‫ ا ف د ا ب ن‬: ‫ ت ل ه‬1‫ بم‬، ‫م ا م ح ا ر ج‬ ،‫م ا م حة فيه م ز ي ت من‬ ‫ع د عي ي و ن د ب ن‬ ‫قدم‬


،‫ ان لتوسى أبج د بن ال كبر‬، ‫ " ن ا للث ولثو م ى‬: ‫ ق ات ع ل ئ‬،‫ قناث ب عليا قى توب ي‬،‫شح ه‬

" ‫ ي د ر أ ن ش ي ائ ف ب أ‬. ‫و أ‬

Zeyd b. Vehb anlatıyor: Hz. Ali'nin huzuruna Basra'dan bir heyet


gelmişti. Aralarında Haricilerden Ca'd b. Na’ce adında bir adam vardı.
Giyim kuşamından dolayı Hz. Ali'yi eleştirdi. Ali ona şöyle dedi:
“Kıyafetimden ne istiyorsun? Kıyafetim kibirden çok uzak ve bir
Müslümana örnek olacak şekildedir.”

‫ حدثن ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن‬،‫ح م ذادأ‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا أ خ ئ د بن ج ئفر‬٨٣٨ ‫ ل‬-) ٢٥ ٠(

‫ غذ‬، ‫ ال مه ي‬0 ‫ ص ن ف أ‬، ‫ه إ;ترا م أ ئ ي ت ه‬ ، ‫ء ال ث ن يمح‬ ‫ خد ش أبو حم د‬، ‫خ م‬

‫ ل م ت ق محميصل ق؟ قات؛ ' يخ شع‬،‫ قاتت مح ل ل ملي'• ثا أبين ال ن ؤم هن‬،‫ع م رو بن محس‬


‫ ويم تد ي به ائنؤبن‬، ‫؛ل ثن ي‬

Amr b. Kays der ki: Hz. Ali’ye: “Ey müminlerin emiri! Neden gömleğine
yama atıyorsun?” diye sorulunca: “Kalp, huşu içinde olduğu zaman mümin
de onun peşinden gider” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا عئد‬،‫ حدثن ا م ح م د بن إ ت خ ا ق‬،‫ء حدثن ا أثو خا ب ز بن جبل ه‬٨٣/١ ‫ ت‬-) ٢٥١(

‫ وك ا ن إناثا‬،‫ ص أ ي تع د ا لآودي‬، ‫ ص إن نامح د تن ت ا م‬، ‫ خد قا غ م حء‬، ‫)لثي ئ ت ت ي م‬

‫ " ت ذ ص د ة ل < مت ا إل بث الثة ذتإي م ؟‬:‫ ي ق غلقا \ ل الث وئ ومحا ل‬:‫ قات‬،‫ش أئئة ا لأزؤ‬

‫ ال ذاف‬:‫ ق الأ‬،" ‫ " خلل ه حض ص د ل ك‬: ‫ ه ا د‬،‫ ه جاء به هأع حثة‬،‫ عندي‬:‫ ر جئ‬3 ‫ ه ما‬،"

‫ هزبم ت ن د عن‬bU ‫ هنت ه‬،‫طا ة‬-‫ع‬-‫ مأي ت ع ه يمرمحس رن\حل اال ؛زابم م ن ي ه هآ‬:3 ‫ ء ا‬،‫فتنة‬

‫ ق ا نز به ق ط ع نا قثن ل عن أط نا ف أصابع ه‬،‫أ طنا ب أصابع ه‬

Ezelilerin imamı ‫ ه‬1‫ س‬Ebû Saîd el-Ezdî bildiriyor: Hz. Ali’nin çarşıya
geldiğini gördüm. “Kimde üç dirheme sağlam bir gömlek bulunur?” diye
.sorunca, adamın biri: “Bende var!” dedi ve gömleği Hz. Ali’ye gösterdi. Hz
Ali gömleği beğenince: “Sanırım üç dirhemden daha fazla eder” dedi. Adam
da: “Hayır! Bunun değeri üç dirhemdir!” karşılığını verdi. Bunun üzerine
Hz. Ali’nin dirhemlerin bulunduğu kesenin bağını açıp parayı adama
‫‪verdiğini gördüm. Gömleği giyince kollarının parmaklarını geçtiğini gördü.‬‬
‫‪Emretti; gömlek kollarının parmaklarını geçen kısmı kesildi.‬‬

‫ط م ‪ ،‬حدثتا مو ت ى بن عيس ى‪ ،‬حدثن ا‬ ‫(‪ “) ٢٠٢‬و ‪ ٨٣/١‬آ حدثن ا ت خ ئ د بن ع م ر بن‬

‫‪ ١^٣‬بن بغؤر>‪ ،‬وث ريل ق‪ ،‬ضر‬ ‫‪ ، ^ ١‬حدثت ا‬


‫أ ح م د بن م ح م د ائ مم ئ ‪ ،‬حدت ا يشن بن ^‬

‫ط ا لث في ا لق وي‪ ،‬ويقود‪ " :‬من‬ ‫علي بن ا ل أ م ‪ ،‬غذ م ‪ ،‬ق ادت ز ك علي ا زئز ي غ‬
‫يغ ر ي ب ر <مدا أ لم قئفا‪،‬؟ م_ال ذ ي هثق الم‪-‬حثه ل طا؟ن ا م ح ف ن به‪ ، ^ ^ ١‬غذ و ج ه رن و د الل‪4‬‬

‫‪ .‬ولو * كا ن عندي ث م ن ازار نا بغتة ‪ ، ٠٠‬حدق ا ن ق ن ا ن س أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثن ا ث خ ق د بن‬

‫ح م ويه ا لأه وازي‪ ،‬حدبت ا ا لخنس بن بنا ن ا ل حنظلي‪ C‬حدق ا نل بما ن بن أ ل ح ك م‪ C‬ض‬

‫س ري ك بن هم د الل ه ‪ ،‬ص ع ئ بن ا لأمم‪ ،‬ض أمحه‪ ،‬قات‪ :‬زأيث علي‪ ،‬ئذ وئ حؤة‬

‫‪Ali b. el-Erkam, babasından bildiriyor: Hz. Ali’yi kılıcmı çarşıda satmaya‬‬


‫‪çalışırken gördüm. Satmaya uğraşırken ise şöyle diyordu: “Daneyi yaran‬‬
‫‪ VBSBİİBITI) bir çok‬؛آاأا^او ‪Allah’a and olsun ki bu kılıçla Resûlullah’ın (sallallahü‬‬
‫‪sıkıntısını gidermişimdir. Şayet bende bir izar parası olsaydı bunu asla‬‬
‫”‪satmazdım.‬‬

‫(‪ ")٢٥٣‬ل ‪ ] ٨٣٨‬حدثن ا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثنا مه د الل ه بن أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫ح د ش ر ك ة بن ث ض ائكش ا ئ ‪ ،‬ح دقا ائذ م ح م ‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬غذ تج ئ ع ا م ح ي‪،‬‬


‫ع ن ث زي ذ ب ن ب ح ج ز ‪ ،‬هات‪ :‬مح ئ م غ ع ئ و ه ز بال ؤ ح ث ة‪ ،‬ف د ع ى ب ن ت ف ئ ث ث ة ‪ ،‬مما ت‪ " :‬م ن‬

‫ظي ف ذا ؟ ئزالثؤ ثؤ كا ن عئدي تت ق إزار نا بغقه "‬ ‫ثغ ر ي‬

‫‪Yezîd b. Mihcen der ki: Hz. Ali'yle birlikte l^hbe’deydik. Bir kılıç‬‬
‫‪getirtti, kınından çıkardı: “Bu kılıcımı kim satın almak ister? Vallahi, bir‬‬
‫‪örtü alacak param olsaydı bunu satmazdım” dedi.‬‬

‫(‪ “) ٢٥٤‬ت ‪٨٣/١‬ء حدثنا أبو خا بي بن جبل ه‪ ،‬حدثن ا م ح ق د بن إشتا ق ‪ ،‬حدق ا ع د‬

‫الثؤ بن ع م ‪ ،‬حدثت ا عبد الل ه بن ن ن م ‪ ،‬وأ م أش ا نة‪ ،‬قا ال‪ :‬حدثن ا أ م حثان ا ل سم ي‪ C‬عن‬

‫م ‪ ،‬ق ات‪ " :‬م ن‬ ‫م ج م ع ا م ح ي‪ ،‬غذ أيي ر جاء‪ ،‬قاد؛ رأيت عيي بن ش طا ل ب حرج ي‬
112

‫ أثا أبيعلف‬C‫ يا أبين ا ل م ؤمنين‬:‫ محمل ت‬،" ‫ أيغه‬٢ ‫يش ري قذا؟ ل و كان عئدي ثن ن إزاي‬
‫ قث ا خزج ئاؤة أغ طا;ي‬:‫ زان أبوأش انة‬،‫ؤأيئلق إ ر ائئاؤ‬
Ebû Raca der ki: Ali b. Ebi Tâlib'in, elinde bir kılıçla çıktığını gördüm;
“Bunu kim satın alır? Elimde izar alacak param olsaydı satmazdım” dedi.
Ben “Ey Müminlerin Emiti, ben sana borç veririm, maaşını alıncaya kadar
beklerim” dedim.
(Ravi) Ebû Usâme “Maaşını aldığında da paramı verdi” cümlesini ekler.

‫ حدتما ال خ ت ن ن بن ع د الله‬، ‫ ] حدثن ا ن خ ئ د ن ا لخشن ال ئ تل ي ئ‬٨٤٨ [ “) ٢٠٥(

‫ حدثن ا ا ل ح ت ن بن ركرثأء‬،‫حدثن ا م ح م د بن حأل د انص ري‬- ،‫ خ ا؛ثن ا م ح ئ د ن عزف‬، ‫؛ل ق‬

‫ث اه زي ت م ن بيى‬
‫ وأد‬،‫ك ن‬ ‫ك ن ئذ ش‬ ‫ل ت شهد ت ؛‬، ،‫ عن ع ي ن ه اشحو_ي‬،‫ال ؛قن ق‬
‫ ثؤ "ىن عني ثأط د ين خش ب ا لمد؛ثة ل ص‬:‫\ أن ك ثئ ولأ‬s*}j ،‫ت ي أي تع يد‬،3‫ ءا‬،‫ جثه‬1‫ل‬

‫ والل ه ل ق د‬، ‫ "ك ل م ه ب ا طل خفن ت به ا ذئا‬، ‫ يا ابن أ ي ي‬: ‫ ا ل ح ت ن‬،3‫ح وا ل ة مما صغغ؟ مما‬

‫ أ ع ش‬،‫ و ال بموم ة عن أ م الثؤ‬،‫ والل ه فيئ بشزوقة لما ل الل ه‬، ‫ق د و ة شيئ ا ص مزاير طي ب‬

‫غأى جثاحض‬ ‫ح و أورده‬ ،‫ أخث حالله و حرم خزانة‬،‫فن ا عقه ول ه‬


‫ ^ ^) ■عزائ م ه ي‬١

" ‫ أبم ق غ ئ ئ أ ي ث ب يئا محخ‬، ‫ ؤ ة ض ميقي‬، ‫ش ق‬

Anbese en-Nahvî anlatıyor: Haşan b. Ebi'l-Hasan'ın bir olayına şahid


olmuştum. Kendisine Naciye oğullarından bir adam gelip “Ey Ebû Saîd
senin «Hz. Ali, Medine'nin bol hurmasından yeseydi bu yaptığından daha
iyi olurdu» dediğini duyduk” dedi. Haşan dedi ki: “Yeğenim, kan döktüğüm
boş bir sözdü. Vallahi onu bir oka muhtaç bıraktılar, lezzetler içinde acılar
tattırdılar. Vallahi Allah'ın malından en ufak bir kayırması, Allah'ın emri
önünde en küçük bir dalgınlığı olmamıştır. Kur'ân'a göre lehine ve aleyhine
düşeni en güzel bir şekilde yerine getirmiş, haramını haram, helalini de helal
kabul etmiştir. Bu durum onu bolluk ve berekete, güzel cennetlere
kavuşturmuştur, işte Ali b. Ebî Tâlib budur, pasaklı!”
M u â ^ y e '^ n M e c lis‫؛‬n d e V asfed ilm esi
‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا م ح م د مر ركرثا اخل ال ئ‬، ‫[ حدثن ا نل بمان ى أ ح م د‬ai/'İİ -(٢٥٦)
‫‪113‬‬

‫ا لخثاست‪ ،‬عن بكا ر الص ئي‪ ،‬حدبن ا عئد الؤا ج ز س أيي ع م رو ا ال ت د ي ‪ ،‬عن م ح م د بن‬

‫الغ ائ ب الكل بي‪ 4‬عن أ ي حن ا؛ ح‪ ،‬مح ا د ‪ :‬ب ح د ضزار ى صمزة الكت اني عأى محاوته‪ ،‬مما ل‬

‫قت‪ :‬م ف ن لي علكا ‪ ،‬ق ات‪ :‬أز تئنييي يا أبين ا ل م ؤمنين‪ ،‬ه ا‪ :،3‬ال أ محل ق‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬أثا ؛ ذ ال بد‪،‬‬

‫ش م ا ل عل م ص‬ ‫ءام ه * كا ن ؤالثؤ بع ي د ائنذ ى‪ ،‬ق د ي د ائئؤى‪ ،‬يم ولت ف صال ؤ؛ ح ىإ غد ال‪،‬‬

‫ج وانبه‪ ،‬وئنعلئ ‪ ^ ^ ^ ١‬م ن ئزا جيؤ‪ ،‬ئنت ؤ ح س م ن ال د قا ورميه ا ‪ ،‬وينتأن س بال ق د‬

‫و ظلمته‪ ،‬وكا ن والل ه عزيز ال مزه‪ ،‬طوين ا لم كن ة‪ ،‬ثق ل ي ”ك م ه‪ ،‬وي حا ط ب شن ه‪ ،‬ي عجبه م ن‬

‫ت ا س نا ق م م ‪ ،‬زم ن ال طعا م نا ي ن ي ‪ ،‬كا ن والل ه * كا حدتا يدنسا إدا أ ياه ‪ ،‬وي جيثن ا إدا‬
‫الل‬

‫فثن؛ هع ن مش ال ئؤ إل‬
‫شأقا ه‪ ،‬زكاذ نغ ب هميه إلثنا وميه من ا ال ئكئئئ هثه ثة‪ ،‬ف إن ي‬

‫ان ظوم‪ ،‬م ل م أ غد ال دي ن‪ ،‬وي ح ب ا لخن ا كي ن‪ ،‬ال ث لهغ ا همي قي باطل ه‪ ،‬ز ال ثئآمى‬
‫الصحيفئ م ن عدل ه‪ ،‬ئ أ ئ ف د بالل ه لم د نأيه فى بمص مواقفه‪ ،‬ؤقد أرغى الل ت د ن د ولئ‪،‬‬

‫^‪٤‬‬ ‫وعا ر ت ن ج و ئه‪ ،‬ي م ي د في م ح رابه ثماب صا غش لحس ه ‪ ،‬بم ث و ئ م ل م د ال ث ي م ‪ ،‬ويتك ي‬

‫دكأب ي أئ مغه ا ال ن وه و مولت‪ " :‬ي ربثا ‪ ،‬يا ربما ‪ ،‬يتفص ع إلفه‪ ،‬ز مولت للد ي ‪:‬‬

‫أئ ثثؤزت ‪ ،‬ا ئ ئث ؤئ ت ‪ ،‬هته ا ت هئه ا ت ‪ ،‬غر ي عتري‪ ،‬قد بتتلث ئ الب ا ‪ ،‬د ع<مك‬

‫و مجلن ك خ نجئ‪ ،‬و ح طنك ثسمميت‪ ٠١ ،‬اه م ن قل ة الؤاؤ‪ ،‬وبع د الث م ر‪ C‬وو ح شة ال تريق "‪،‬‬

‫ئ ز كئ ث دئ و ع معاويه غ ر لحس ه نا يملتكه ا‪ 4‬و جع د يثئ م ه ا ي قئ ؤ زقي اخ س الئؤم‬

‫بال ت ك اء‪ ،‬ه ما د ‪ :‬ك ذا كا ن أبو ا ل ح ث ن و ج م ة الل ه‪ ،‬غف ت و ج د ك ع ك قا ضزار؟ ها ‪ : 3‬ؤ ج د‬

‫ال رمح أ دمعته ا ‪ ،‬ز ال ينت ك ن حزبه ا ‪ ،‬بثإ ها م ئخزخ‬ ‫س ذب ح زا جدث ا في‬

‫‪Ebû Salih der ki: Dirâr b. Damra el-Kinâni Muâviye'nin huzuruna girdi.‬‬
‫‪Muâviye ona “Bana Ali'yi anlat” dedi. Dirâr “Beni bundan muaftutsan, ey‬‬
‫‪müminlerin emiri” diye cevap verince Muâviye “Hayır muaf tutmam” dedi.‬‬
‫ء‪Dirâr şöyle devam etti:‬‬
‫‪ konuşur‬ءلل‪£‬ع ‪Eğer illa istiyorsan anlatayım; vallahi o geniş ufuklu, güçlü,‬‬
‫‪ve adaletle hükmeder. Her tarafından ilim fışkırır, her azası hikmet konuşur.‬‬
‫‪Dünyadan ve güzelliğinden kaçar, gecede ve gecenin karanlığında huzur‬‬
‫‪bulur. Duygıılu ve gözü yaşlı, bol bol tefekkür eder. Çok düşünür, nefsini‬‬
‫‪hesaba çeker. Elbiselerin kısa olanım, yemeğin lezzetsiz olamm sever. Vallahi‬‬
herhangi birimiz gibiydi. Yanma gittiğimizde yakınlık gösterir, bir şey
istediğimizde yerine getirirdi. Bize yakın olmasına ve yakınlık göstermesine
rağmen, saygımızdan dolayı onu rahatsız etmezdik, inci dizisi gibi tebessüm
ederdi. Müslümanları sayar, miskinleri severdi. Güçlü kimse onun haksızlık
yapmasını beklemez, zayıf kimse de adaletinden ümidini kesmez. Allah'a
yemin ederim ki, onun bazı tavırlarını gördüm; her haliyle olgunlaşmış,
yıldızları kaybolmuş, sakalını sıvazlayıp mihrabında sallanırdı. Sağlıklı ama
rahat değildi. Hüzünlü hüzünlü ağlardı. Şimdi «Ey Rabbimiz, Ey Rabbimiz»
dediğini ve O'na yalvardığını duyar gibiyim. Sonra dünyaya «Bana süslendi,
kendini bana gösterdi, ama heyhat boşuna. Başkasını kandır, sende üç gece
kaldım, ömrün kısa, meclisin alçak, tehlikelerin çok. Ah, azık azlığından,
seferin uzunluğundan ve yolun tehlikelerinden ah!» dediğini duyar gibiyim.”
Dirâr sizlerini bitirdiğinde Muâviye'nin zapt edemediği gözyaşları
sakalına doğru sel olmuştu. Elbisesinin yeniyle kurutmaya çalıştı. Orada
bulunanların hıçkırıkları boğaklarına düğümlenmişti.
Muâviye “Ebu'l-Hasan (Hz. Ali) böyleydi, onunla ilgili duyguların
nasıldır ey Dirâr?” dedi. Dırâr “Tek evladı, kucağında öldürülen, gözyaşı
dinmeyen, yası bitmeyen kadının duyguları gibidir” dedi ve kalkıp gitti.

‫ حدثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن‬، ‫ ه خ ا خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن م خ ث د بن ت و ت ى‬/‫ )“ ل ا‬٢٥٧(

، ‫ عن أييوء عن جعمر بن م ح م د‬، ‫ حدثن ا علي بن م وت ى ا و صا‬،‫ حدثن ا أيي‬C‫غ ا م التئاثي‬

‫ أشد‬٠' :‫ قات‬، ‫ غذ م‬،‫ ل م ا لث ال أ‬# ‫ا س م ت ي غ إل‬ 4 ‫ غذ‬،‫ غئ‬،‫ غذ‬،‫غذ أمحه‬


‫ وئزات اةم ا الء ع ي‬، ‫ خا ل‬5‫؛؛‬f ‫ ظى‬h ‫ وذم‬، ‫شإ ئ ي ف‬ ‫ا م ح ار> ث الثئت إ ظاءر‬

" ‫ال ت م‬
Hz. Ali der İri: “En ağır ameller; birine hakkı olan bir şeyi gönül rızasıyla
vermek, her halükârda Allah’ı zikretmek ve mal konusunda kardeşine
ihsanlarda bulunmak, olmak üzere üç tanedir.”

‫ حدثعا‬،‫ حدق ا علي بن أيي قرنه‬،‫ ه ال ] حدثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن موشى‬/ ‫ ل ا‬-) ٢٥٨(

‫ عن هم د‬، ‫ ص م ح م د بنش وقق‬،‫ بمي ابن ش م ر‬،‫ حدبن ا ع م رو‬،‫ حدثن ا لمي‬، ‫ثعس بن ننا م‬

‫ ان صر ن أ عنا يا ابن‬:‫ ممات‬، ‫ ئا ذ ى حؤش ب ا خلري علقا يؤم مئي ن‬:‫ قات‬،‫الوا ح د ال د م شقي‬
Abdulvâhid ed-Dımaşkî anlatıyor: Havşeb el-Hayrî, Sıffîn günü Hz.
Ali’ye şöyle seslendi: “Ey Ebû Tâlib’in oğlu! Bizden uzaklaş. Bizler
kanlarımız ve senin kanın üzerine Allah’a yemin ederek söz veriyoruz ki:
Sana Irak’ı bırakacağız, sen de bize Şam’ı bırak. Böylece müslümanların kanı
akmamış olur.” Hz. Ali onun bu sözüne şöyle karşılık verdi: “Heyhat ey
ümmü Zuleym’in oğlu! Vallahi! Eğer dalkavukluk Allah’ın dininde caiz
olsaydı dediğini yapardım ve bu benim için daha kolay olurdu. Ama Allah
Kur’ân’a bağlı olanların dalkavukluk yapmasına, susmasına ve isyan
edilmesine razı olmaz.”

‫ حدثن ا‬،‫ حدقن ا بف ر بن موسى‬،‫ هخ ] خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ ح م د ثن ا لخض‬/‫ ل ا‬-) ٢٠٩(

، ‫ عن م ح م د بن"”كع ب‬، ‫ عن غ ا م م بن ”كلث ب‬،‫ حدثن ا شريلق‬، ‫م ح ئ د بن تج يد ا ألصنه ا ئ‬

‫ ] زأييي أرب ط ! لخم عنى بقئني م ن شدة ) ن ي نع‬٨٦٨ ‫ يمولت"" ثفن ل‬،‫ ت م ن ت ع ه‬:‫أ‬3‫ةا‬

" ‫ صدهتي الثوم لأربث ون أل ف ت دثا ر‬0 ‫ه و إ‬ ‫غش عهد ر وئ ل الل ه‬

Muhammed b. Ka’b bildiriyor: Hz. Ali’nin şöyle dediğini işittim:


“Resûlullah (sallallahu aleyh‫ ؛‬vesellem) zamanında açlıktan karnıma taş bağladığımı
bilirim. Oysa bugün (yıllık) nafakamız kırkbin dinara ulaşıyor.”

‫شت م ه ئ ذ‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫ ا حدبن ا أ خ ن د س علي بن م ح م د‬٨٦/١ [ ")٢٦٠(

‫ ع ن س أ م ه ب ن‬، ‫ ع ن ج د ه‬، ‫غ ذ أمح ه‬ ، ‫خ د ظ أي ي عل ي‬ ،٣ ^ ١ ‫ح دبنا إ ن نا ع ي د ا خلص ز ي ي‬

‫ ا لآنيان ش ذ‬،‫ أل دئ د الشف ا ه‬،‫غلم إ اخللن اف ائثك اغ‬ ‫ط‬ ‫ " ش‬:‫ قات‬،‫ ص تجا هد‬، ‫ن ي م‬

Mücâhid der ki: “Hz. Ali'nin taraftarları yumuşak huylu, ilim ehli,
dudakları solmuş, çok ibadet ettiklerinden takvayı iyi bilen seçkin kişilerdir.”
116 b. Ubeydillah

c‫*^ الت ج ئ‬٠^ ١ ‫ خ ا؛ثن ا علي بن‬، ‫ ا ح دمحا مخ م د بن ع مرو بنسث ل م‬٨٦/١ ‫ )“ ل‬٢٦١(

،‫ عن أمحه‬،‫ض د ئن مح ن ى بن ز م‬ ‫ عن‬،‫ض بن ا لخنين‬ ‫ غذ‬،‫لخت‬ ‫ثا بهار ئ‬

‫ وا إلتا م ث م ذ دعا ؛ ر‬،‫بثا ال د ئ د ال ئث او‬


‫ " ق ج‬:‫ قات‬، ‫ عق ع ئ ين ا ل خ م‬،‫غذ ج ده‬

" ‫طاغة الثؤ‬

Ali b. el-Hüseyn der ‫لظ‬: “.Bizim taraftarlarımız, soluk dudaklı insanlardır


”.Allah'ın emrine davet eden imam da bizdendir

Takrîb3273, Takrîb3274
Ebû Nuaym diyor ‫لكل‬: Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi Pak soyuna
bağlı olanlar; soluk dudaklı, geniş alınlı, alçak gönüllü, dünya ehli
asilerden uzak duran fedakârlardır. Refahın tümünü terk ettiler, bütün
lezzetlerden ve zevklerden, çeşit çeşit yemeklerden ve renk renk
içeceklerden uzak yaşadılar. Peygamberlerin ve sadık evliyanın yollarını
takip ettiler. Geçici ve fani olanı reddedip bereketli ve baki olana rağbet
ettiler. Nimetleri teslim alan ellerin ve nimetlerden faydalananların
sultanı, en faziletli lütufl^rm yatanında olmayı tercih ettiler,

Talha b. Ubeydillah
Meşhur isimlerden, kendine özgü tavırlara sahip, kişiliğiyle seçkin,
malvarlığıyla cömert Talha b. Ubeydillah. Canını ortaya koyup sırasını
savdı, Rabbine olan borcunu ödedi. Zorlukta ve darlıkta başkalarını
kendine tercih eden, varlıkta ve bollukta malını dağıtan biriydi.
Derler ki: Tasavvuf meşgalelerden uzaklaşıp ağırlıkları hafiflemektir.
Takrîb 3314, Takrîb3310, Takrîb3312

‫ خدت ا إن م ا عيد بن‬،‫ ] حدثت ا ا لخنن بن م ح م د بن ي ت ان الئ ح و ي‬٨٨/١ ‫ )“ ل‬٢٦٧(

‫ حدثنا‬،‫ و حدق ا إ و هم أ ن حم د الئؤ‬،‫ حدت ا علي بن عئد ال ر ا ل م دين ي‬، ‫إشحا ق ائقا ني ي‬

‫ تثن طل ح ه بن‬،‫ حدثن ا ن متان بن مح قه‬:‫ ق اال‬،‫ حدثن ا قس ة بن تع يد‬،‫ث خ ث د س ا ن خا ق‬


Talka b. Ubeydillah 117

4‫و كا ن ت ت ج إزاي طلءحه‬ ‫الم رية‬ ‫مي ت ع و ف‬ ‫ن غ ذ ى‬ ‫حدلت؛ي ج دتي‬- ،‫مبش بن طنخة‬

‫ورأيته‬ ‫ط ل حه‬ ‫عإي‬ ‫حد‬ ‫ب‬ :‫مح تتة‬ ‫أال‬


‫وق‬ ،‫خابز الن م س‬ ‫و م‬ ‫يؤم‬ ‫ذاث‬ ‫ط ل حه‬ ‫عل ي‬ ‫ح د‬ ‫ن‬ :‫ن غ‬ ‫ا‬
‫ق‬

‫ قأتيئ ك؟‬٤^ ٠ ‫ أل بن ي‬:‫ أزا‬،‫ئلف‬°‫ ظ ثأ‬:‫ ج ه؟ ؤئ ك‬-‫م خ الو‬ ‫اف‬3‫ ظ ني أ‬: ‫حمم ئ ت‬
‫ ^ ^ ع ن د ي‬١ ‫اال‬- ‫ ا ل م‬٠٠ ‫ ف أ مت ث ؟ م ا لأت‬U İ : ‫ ئ ك‬، ‫أن ب‬ ‫م‬ ‫ ؛ نم ن ب‬۶^ ١ ‫خب يلئ‬ ‫م‬ ‫ ون ي‬، ‫ ال‬: ، 3‫محا‬

‫ ثق ئ بئة ؤ زقإ‬U ‫ مم ت ن ة ح ش‬٠' :cJU ، ‫ ؤظ عن ك ي ن ة‬: ‫ ئ ك‬،" ‫قد ئ ز وأكزتئي‬

‫كا ن ائت ا لأ؟ قادت أرغ ماقة‬ ‫كز‬ . '‫ ئ ث أ ك خازن طل حه‬:‫ قا د طل ح ه سر ت حش‬،" ‫زا ج د‬

‫ألب‬
Talha b. Yahyâ b. Talha bildiriyor: Talha’nın nikâhı altında bulunan
ninem Sa'dâ binti Avf el-Murriyye bana şöyle anlattı: Bir gün Talha cam
sıkılmış bir şekilde yanıma girdi. -Kuteybe’nin rivayetinde: “Talha yanıma
girdiğinde onu üzgün gördüm” şeklinde geçer.- Ona: “Bakıyorum da suratın
asık, neyin var? Benden yana bir şüphen varsa söyle, yardımcı olayım”
dedim. Talha: “Hayır! Vallahi sen bir Müslüman için en iyi eşlerden
birisin!” karşılığım verdi. “O zaman neyin var?” diye sorduğumda:
“Yanımdaki para çoğaldı ve bu yüzden endişe içindeyim” karşılığını verdi.
Ona: “Neden canım sıkıyorsun ki, dağıt gitsin!” dediğimde tek bir dirhem
kalmayıncaya kadar hepsini dağıttı. Talha b. Yahyâ ekledi: Talha’nın
haznedarına: “Dağıttığı mal ne kadardı?” diye sorduğumda: “Dörtyüzbin
dirhem” dedi.

‫ حدثنا‬c(‫ حدثنا حل ف ن بن غ ز و ال غس د ي‬،‫ء خ ا؛ثنا حبي ب بن ان خث ن‬٨٨/١ [ “) ٢٦٨

‫* صح ن ت طل ح ه‬٠ ‫ قا ن ت‬،‫ عن هبيص ه بن جاب ر‬، ‫ ض الئ ع ئ‬، ‫ خ ا؛ثن ا محال د‬،‫ئ ق؛ا ن بن ع س ه‬

‫بن مح د اللبش ما رأيت زب ال أعش"ب جزي ل م ا ل م ن غ م مشال ة منه‬

Kabîsa der ‫ل ط‬: “Talha^b. Ubeydillah’ın arkadaşı idim. Kendisinden bir şey
istenmeden çokça para dağıtan başka birini görmüş değilim.”

‫ حدثن ا م ح م د‬،‫ حدق ا ن ح م د بن إ ن خا ق‬،‫[ خ ا؛ثن ا أب و خا ب ز ن جثثه‬aa/'\ ‫ )“ ل‬٢٦٩)


118 Talha b. Ubeydillah

Amr b. Dînâr der ki: “Talha b. Ubeydillah’ın her günkü kârı, tam olarak
bin dirhemdi.”

‫ حدثن ا ق ي‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن إشتما ق‬،‫ ] حدثنا أب و حام د بن جبل ه‬٨ ٨ ٨ [ ")٢٧٠(

JLj \S" " : ‫ل ت‬1‫ مح‬،‫ عن ن غ ذ ى بنت غ ؤ ز‬،‫ عن طلح ه بن ي ح ش‬، ‫ ح د ى شتيا ن‬،‫بن ش جي‬

" ‫ب ش ط لخه م ح ن‬
‫ م‬ü is'j ، ‫ؤا ئ‬ ‫م أك‬ ‫م‬ ‫هط ث‬

Su'da binti Avfder ‫قط‬: “)Talha'nın kasası her gün tam olarak bin (gümüş
olurdu. “Talha el-Feyyâd” olarak isim verilmişti.”

‫حدثن ا إن ن اعس ل ى إشحاى‬- ،‫ ] حدت ا ا نمس ن م ح ئ د بن "كئت ا ن‬a a M -) ٢٧١(

‫ عن م ح م د بن‬، ‫ حدثن ا ن ا بغ بن أيي نعت م‬،‫ حدثن ا ا أل صمع ي‬،‫ حدق ا تعص بن حلجي‬،‫ا لما ضي‬

‫ " ف ذ ثص د ق ط ل ح ه‬: ‫ محال ت‬،‫ امرأة طل حه بن عبيد الثؤ‬،‫ عن ن غ ذ ى يم ت ع و ف‬،‫ع مزان‬

٠٠‫ عن الرواح إل ى م ا ك ن ج د أن جم ع ت قه ص طربي م ه‬،‫ بم حتت‬،‫يؤماب ماقي أل ف دره م‬

Talha b. Ubeydillah’ın hanımı Sa'de binti Avf bildiriyor: Bir defasında


Talha yüzbin dirhemi infak etti. Ancak bir şeyi kalmadığı için eskimiş
giysisini onarana kadar mescide namaza gidemedi.

‫ حدث ا مه د الئؤ بن أ خ ن ذ بن‬، ‫ ] أب و بكر بن مال ك‬٨٩٨ ‫ ] حدثت ا ل‬٨٨/١ ‫ ت‬-) ٢٧٢(

‫طئ حه‬ " :3 ‫ ه ا‬، ‫ن ح ش‬١‫ عن‬،‫ ح د ظ ■ع و ف‬،‫ خ ا؛ثن ا روح بن عظ دة‬، ‫ ح د ب ي أيي‬،‫حس و‬

، ^ ^ ١ ‫فة ذي ث‬1‫أرئ م ن م ح‬ ‫ال عنده ثنه‬1‫ا ل م‬ ‫ ا ث‬،‫ ق‬، ‫ره أنف‬1‫أرص أ ثه بس بع م‬

٠٠ ^ ‫خ ر أ ش‬

Hasan(-1 Basrî) bildiriyor: Talha b. Ubeydillah, kendine ait olan bir


araziyi yediyüz bin dirheme sattı. Bu meblağ kendisinde bir gece kalınca mal
(biriktirmiş olma) korkusundan sabaha kadar gözüne uyku girmedi, sabah
olunca da bu parayı dağıttı.
Zübeyrb. el-Avvâm 119

Zübeyr b. el-Avvâm
Ebû Nuaym der ki; (Talha'nm) dostu Zübeyr b. el-Avvâm, sağlam
duruşlu, keskin kılıçlı ve tam isabetli görüşlüdür. Mevlasına boyun eğen,
ondan yardım isteyen, kahramanlar kahramanı ve mallarını Allah yolunda
dağıtan birisiydi.
Derler ki: Tasavvuf vefâ ve sebâttır, mallarda ve iyiliklerde
helalleşmektir.

‫ حدثن ا أشد‬، ‫ حدثن ا أبو يريد ا لم زاطس ي‬، ‫ بمال ] خ ا؛ثن ا ئإئ مان بن أ ح م د‬/‫)" تا‬٢٧٣(

‫أمئثم‬ :‫د‬ ‫ ها‬،‫لآنود‬ ‫أ ي ا‬ ‫ع ن‬ ،‫تند‬ ‫بن‬ ‫ث‬ ‫ق‬ ‫ال‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫ب‬ ‫و ه‬ ‫بن‬ ‫ع ب د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ، ‫مو ت ى‬ ‫بن‬

‫ كا ن همم المح ي‬، ‫ظ‬ ‫ وها ج ز ؤوئ ابن سا ن ع ي ه‬، ‫المحث بن الثؤام وهو ابن سا تي ب ي ي ذ‬

‫ ن موت الرص " ال‬،‫م‬ ‫ او ج ع إ ل ان‬: ‫ و ه و ثئ و د‬،‫ وي ذ ح ن ع ي ه بالقا ر‬،‫ل رب ر ف ي حصير‬


‫بمإل اج‬

٠' ‫م أ ج‬ ‫أ‬

Ebu’l-Esved der ki: Zübeyr b. el-Avvâm henüz sekiz yaşındayken


Müslüman oldu ve onsekiz yaşındayken de hicret etti. Zübeyr’in ameası,
onu dar bir yere kapatıp içeriye duman verir ve: “Küfre geri dön‫ ”؛‬derdi.
Zübeyr ise: “Asla küfre geri dönmem!” karşılığını verirdi.

،‫ حدت ا م ح م د بن م حا ن بن أيي قي ق‬،‫الص ؤا ف‬ ‫بن‬ ‫ ] حدت ا أ و علي‬٨٩/'‫ و ؛‬-) ٢٧٤(

٠٠ : ‫ قا د‬،‫ عن أبيه‬، ‫ عن هث ا م بن م وه‬،‫ حدثن ا أب و أش ا نة‬:‫ ق ا ال‬، ‫ وع م ي أب و ت غ‬،‫حدثن ا أيي‬

" ‫ عناقا نن و ل ال ل ه‬،‫ ؤئز شمح ك غذ غزوة‬، ‫ط‬ ‫أتلء ال ئ وغز ا ئ ب ئ صئزة‬

Hişâm b. Urve, babasından bildiriyor: “Zübeyr, henüz onaltı


yaşındayken Müslüman olmuş ve Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vBSBİlem) katıldığı
bütün savaşlarda kendisi de bulunmuştur.”

Takrîb3316-a
‫ حدثن ا‬، ‫ خل؛ثن ا يوش مم بن ثريد المزاطيس ي‬، ‫ ] حدثن ا نل بمان بن أ ح ن ذ‬٨ ^ ١[ “) ٢٧٦(

‫ قدم‬،‫ ح دبني فت خ‬،‫ خ ا؛ثن ا حمقس بن لحاني‬C ‫العزيز‬ ‫ خ ا؛ثن ا س كي ن بن عبد‬،‫أشد ن مو ت ى‬

‫حأ ص ابته‬
‫م‬ ،‫أغما ره‬ ‫ض‬ ‫بع‬ ‫في‬ ] ‫ م آ‬/‫[ ا‬ ^‫س الع ؤا‬ ‫ح ب ت الربئز‬ ‫ص‬ :‫ت‬ ‫ا‬
‫ق‬ ٤^ ^ ^ ١ ‫م ن‬ ‫علسا‬
120 Zübeyr b. el-Avvâm

‫ نحا ن ت م نى اثه ائت مائ محزأيته م ج دعا‬، ‫ نن مت ة‬،" ‫ " ات تر ق‬:‫ ممالأ‬،‫ج اثة بأرض قفي‬

‫ث ز ك؟‬:‫ " ؤقت زأ‬:٥١‫ ؛‬،‫ش ق ذ تأتث يم آثأنا ظ نأءئه ا أخز ط‬1‫ و‬: ‫ ت ك‬،‫ميثوف‬
،" 4‫ وفي ت ب ي د ال إ‬. ^ ١ ‫< را ح ه ؛ال ن ع ر وئ د‬- ‫ ظ م ه‬4‫ " أظ والل‬: 3 ‫ ءأ‬،■‫ب ع م‬:‫ بن ت‬،

، ^ ‫ ^ ؛‬١‫ مر‬ip ‫ ح دثنى أب و‬C‫للم ه بن أ خ ن ذ بن ح ئثد‬١ ‫ ع د‬1‫ حدلن‬، >‫ح د ظ أب و بكر بن ماللث‬

‫و قي ص دره المحات‬ ‫ نأى الؤثئز‬،‫ أخبزيي من‬،‫ غذ عل ي بن ويد‬،‫حدثن ا ح ما د بن ت ل م ه‬


‫ال ئتون ئ ا ل خ م ز ا م‬

Hafs ‫ط‬. Hâlid, Musul'dan kendilerine gelen bir ihtiyarın şu sözlerini


naklediyor: Zübeyr b. el-Avvâm'ın bazı seferlerine eşlik ettim. Açık bir
arazide gusül alma ihtiyacı olmuştu. Bana “Beni gizle” dedi. Onun önünde
.durdum. Bir ara gözüm vücuduna ilişti, her tarafında kılıç izleri gördüm
.Ona “Vallahi sende gördüğüm izleri daha önce kimsede görmedim” dedim
İzleri gördün mü?” dedi, “Evet” dediğimde “Vallahi bütün bu yaraları“
Resûlullah (sallallahu aleyhi vESEİlem) ile birlikte ve Allah yolunda almışım” dedi. Yine
Zübeyr'i gören birinin naklettiğine göre göğsünde göz göz ok ve mızrak
izleri vardı,

،‫ خل؛ثن ا ن و حئ ئ من صور‬،‫م بم ] خل؛ثغ ا ائق ا ني ي عيد الثؤ بن م ح م د بن ع من‬/ ‫ )" [ا‬٢٧٧(

‫ حدق ا عتد الل ه إن‬،‫ خ ا؛ثن ا أب و عريه ئ خ ئ د بن مو ت ى ا الن صا ري‬،‫حدق ا ال ريم بن ذك او‬

I‫ ص ج دته‬0‫ ^ ^ ثن الؤتث ر‬١ ‫ب ة بنت‬


‫ م‬، ‫ عن‬،‫ عن ب ث م بن غززة‬، ‫م حش ب بن م ت‬

‫ ؤخث ا ن بن‬. >‫ نؤ الرين بن ا لع وامب م ج لس م ن أ صحا ب ا مهي‬: ‫ مال ت‬،‫أن م اء اتئة أيي بكر‬

: ‫ أممال في مدي حه لل ز م‬،‫ ن م د ح حث ا ن بنب ا ب ت الربير‬، ‫ثا ب ت ين شده م‬

‫عن المص هلم ى زالثت يغ طي وي جزلط‬ ‫وثؤ د ب الرصبسيفه‬ ‫بك م‬

‫وليس تخ ون الدهن ن ا دام يذبل‬ ‫ئن ا مغل ة فيه م ؤ ال كا ن قل ة‬

‫وفعلل ق يا ابن ال ه اش مثؤ أمحم د‬ ‫ثنا ؤلث غئئ منفعا ل معا شر‬

Ebû Bekr'in kızı Esmâ der ki: Zübeyr b. el-Awâm Resûlullah'ın (sallallahu

aleyhi vesellem) ashabının bulunduğu bir meclise uğramıştı. Hassan b. Sâbit de


onlara şiir okuyordu. Hassân b. Sâbit, Zübeyr'i şöyle bir şiirle medhetti:
‫‪Zübeyr b. el-Avvâm‬‬ ‫‪121‬‬

‫‪K thctyla Resûl'ü kaç darbeden korudu‬‬ ‫‪,‬‬


‫‪Allah Zübeyr'e hayli ecrini verecektir.‬‬
‫‪Toktur onun gibisi, şim diye dek olmadı,‬‬
‫‪Zaman gelip geçse de asla olmayacaktır.‬‬
‫‪Şanın kabilelerin işinden hayırlıdır,‬‬
‫‪Ey H âşim î’nin oğlu, sonun hayır olacaktır.‬‬
‫(‪[ -) ٢٧٨‬ا ‪/‬م بم ] خ ا؛ثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ع د الل ه بن أخن ت ثن حئت ل‪،‬‬

‫ح دئني م ن ش م ع الول د بن ن ن ل م ‪ ،‬ثمولط‪ :‬ش م ع ت تع يد ن عبد ال ن ي ر‪ ،‬يقوأل‪* ٠٠ :‬كأ ن‬

‫إل ليل ة‪ ،‬ب م ثق وم إثى مغزل ه‬ ‫اتؤام أل فن مملوك يودون إلئه ائغزاغ‪ ،‬هكا ن يق س م ه‬
‫نل ؤ م ثن ح‬

‫م‬ ‫م أ '‬ ‫ؤآ م ح ي‬

‫‪Saîd b. Abdilazîz naklediyor: “Bin işçi Zübeyr b. el-Awâm'a gelir‬‬


‫‪getirilerdi. Kendisi her geee bunu paylaştırırdı. Sonra kalkıp evine‬‬
‫”‪döndüğünde bu paradan elinde bir şey kalmazdı.‬‬

‫)" لا‪ /‬مب ] خضن ا أبو حام د س جثل ة ‪ ،‬حدت ا ال ثؤا ج‪ ،‬خ ا؛ثن ا ا لخشن بن‬
‫(‪ ٢٧٩‬م‬

‫ه '‬ ‫الصب ا ح بن عي ه ‪ ،‬عن ا ال وزا ئ‪ ،‬عن نجي ك بن مري م ‪ ،‬عن م ح ث بن ن م ي‪ ،‬ئال‪" :‬‬
‫يل ؤ م أئفن مملوك ي ودون إقه ا ل ح زاغ‪ ،‬نا يد خ ل بثه ش حزا جهب ؤرفئ ا "‬

‫‪Muğis b. Sümeyy der ki: “Zübeyr'in kendisine gelir getiren bin kölesi‬‬
‫”‪vardı. Bu gelirden evine bir tek dirhem sokmazdı.‬‬

‫(‪ ] ٩ ٠ ٨ [ ") ٢٨٠‬حدثن ا أبو أ ح م ذ الغهلريف ئ‪ 4‬حدت ا عند الل ه بن فثززيه‪ ،‬حدثن ا‬

‫م هث‪ 1‬م بق م وه ‪ ،‬ص أييو ‪ ،‬م ر عند‬ ‫ث ن ت ال ن شثن ه‪ :‬أ ح د‬


‫م را<مويه‪ ،‬د ا ‪ : 3‬م‬ ‫انءحا؛ل>‬

‫الل ه ي ال ؤم‪ ،‬قات‪ :‬ثئ ا* كان يؤم ا محن ل جع د المحن ثومي بديه‪ ،‬و مود‪ ] ٩١/١ [ :‬يا بثي‬
‫" إن ع جزت ص ق ئء محاتث ئ عقه بت ؤ ال ي "‪ ،‬محا د ‪ :‬ئزاملثؤثن ا دريت ن ا أزاذ ح ش محل ت‪:‬‬

‫يا أب ي‪ ،‬م ن ن و ال ك؟ ق الأ‪ " :‬الثق " ‪ ،‬محا د‪ :‬هوالل ه ما ن قن ت في *كنب ة م ن ديته‪ ،‬إ ال ئ ك‪ :‬يأ‬

‫ن ز ر ا ؤ ز ‪ ،‬ا ئ م بث ه ف ن ي ة ‪ ،‬ق ي د الؤثئث و ل م يد ع دين ارا ز ال دره ما إ ال أرمشن ثبجا‬

‫ال‬ ‫فئتؤدعه وة‪ ،‬نق‬


‫بأأغ ا;ة ؤئ‪.‬وتا‪■ Ujij ،‬ىن ذ و ‪1‬ل ذ ي غي أ ة ؛ و ب دء ك ان يأتهب ك ل ي‬
122 S a’d b .E bîV a kk â s

‫ ئ خ ت ت ت ظ علته نزينث ق أ ض‬،" tyail«4 ‫ ثإري أ غ ف ى غ ي‬، ‫ ؤل كثه شنفئ‬، ‫ " ال‬:‫الؤ؛ئئ‬

‫ ت ذ أءللت غش و م‬:‫بن‬
‫ل م ئ ال ي م يالتؤ م أزح ج‬
‫صد ا‬‫م؛ قادي‬
‫ ب‬،‫ل ف شقيت‬
‫أ‬
‫ و كا ن ل ه أ رب ع س ئ‬، ‫ ئثث ا م ح ى أ رب ع ب ن ت ن ف ث ن ت بت ن ا ل ورقة التا ئ‬، ‫د ي ن ثئتآيثا محلمم ض ه‬

‫م‬ : ‫ث ا ئ ة‬1‫ ت أب و‬1‫ي ؟ ءة‬ ‫وماءتثا‬ ‫مأ ة أ ك‬ ‫و‬ ‫ص‬ ‫آ‬


Abdullah b. ez-Zübeyr bildiriyor: Cemel savaşına çıkmadan önce
(babam) Zübeyr, borcunun ödenmesi konusunda bize vasiyet etmeye
başladı. Bana: “Evladım! Eğer ödemekte zorlanırsan mevlamdan yardım
iste” diyordu. Abdullah dedi ki: Vallahi mevlamla ne demek istediğini
anlamadım. Onun için ona: “Ey babacığım! Senin mevlan kim?” diye
sordum, o da: “Mevlam, Allah’tır” karşılığını verdi. Vallahi daha sonra borç
konusunda ne zaman bir sıkıntıya düşecek olsam: “Ey Zübeyr’in mevlası!
Onun borcunu öde” diyor ve Allah da onun borcunu ödemeyi
kolaylaştırıyordu. Sonunda Zübeyr öldürüldü ve geriye biri Ğâbe’de
bulunan iki arazi ile evler dışında ne bir dinar, ne de bir dirhem bıraktı.
Onun borcu da şöyleydi: Kişi ona para getirip yanında emanet olarak
bırakmak istediğinde Zübeyr: “Bunu emanet olarak kabul edemem; ama
ödünç olarak bende dursun; zira kaybolmasından korkarım” diyordu.
Babamın borcunu hesapladığımda ‫ لكال‬milyon dirhem olduğunu gördüm ve
hepsini de ödedim.
Ravi der ki: Abdullah b. ez-Zübeyr dört yıl boyunca her hac mevsiminde:
“Zübeyr’den alacağı olan gelsin de alacağını verelim!” diye çağrılarda
bulunurdu. Dört yıl geçtikten sonra da geriye kalan malları varisler arasında
paylaştırdı. Zübeyr’in dört tane hanımı vardı. Her birine de bir milyon
i^ y ^ ‫ س >ه إ للظ‬düşmüştü.

Takrîb3315, Takrîb2510

Ebû Nuaym diyor ‫ثكل‬: Sa'd b. Ebî Vakkâs'a gelince eski ilklerden, vazifesi
zorluklara gö^is gererek ve sıkıntılar yaşayarak başlamıştır. Mekke'de
Resûlullah (saUallahu aleyhi vBSBİlem) ile birlikteyken zorluklara tahammül
Sa’db.E b îV a k k â s 123

etmesinde destek olmuş, aşiretini, malını ve mülkünü bırakıp giderken


yardımeı olmuştur. Çünkü kalbi İslam'la tanışmanın, mücadelenin ve
düşmanla savaşmanın tadına varmıştı. Dua edip istemesi ve duasının
kabul edilmesi en önemli özelliğidir. Sonra valilik ve siyaset vazifesiyle
karşı karşıya kaldı. Ardından istemediği bazı görevlerle ve muhafızlıkla
imtihan edildi. Allah onun eliyle nice memleketler ve nice topraklar
fethetti. Kendisine bir çok erkek ve kız çocuk nasib oldu. Sonra valilikten
ve verilen görevlerden vazgeçti. Uzlet ve riâyeti tercih etti. Geriye kalan
ömrünü tefekkürle geçirdi, iniş çıkışlı hayat yaşayanlar için örnek alınacak
biri. Fitnelerden kaçmak amacıyla yalnızlık ve uzlete sığınanlar için ispat
ve delillerle şüphelerden arındıracak bir hüccettir.
Takrîb 3317, Takrîb 3323, Takrîb 2093, Takrîb 3318, Takrîb 3324

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا الحا ر ث بن أ ي أش ا نة‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر بن ح الب‬٩٣/١ [ -) ٢٨٨(

،‫ ح ط ب عتبة ثن عزوان‬: ‫ ها د‬،‫ حدثن ا ا ل ح س‬،‫ حدثن ا مثا رلث ى محال ه‬،‫العيس ن ث ذ اف ص ل‬

‫ وما‬. ‫ب ؛ م غ زئ ول الل ه‬
‫ اارو لم د رأتتتي ت ا بع ت م‬،‫هكا ن أؤأل أبيي ح قن ب عل ى منتر ائصزة‬

‫بسى وبتن‬ ‫ث ا رده‬-‫ غئز أ ز اقثعئ‬، ‫ح ؤ ن ح ت أشداق ا‬ ‫ن ء؛ثثا م ؛ ال نزق‬

" ‫ ئظ بقئ م ث ال مبب المث بؤ إ ال أبيت غش بمي ئ ا م ح ا ر‬:‫ قات‬، ‫ت غ د تن تايل ه‬

Haşan bildiriyor: Utbe b. Ğazvân bizlere bir hutbe verdi. Basra


minberinde bize hutbe veren ilk vali kendisiydi ve hutbesinde şöyle demişti:
“Resûlullah’la (‫ المحاال؛ااوة‬aleyhi veseüem) birlikte yedi kişi iken ağaç yapraklarından
başka yiyeceğimizin olmadığı zamanları bilirim. Yaprak yemekten
ağızlarımız hep yara olmuştu. Bir defasında elime bir giysi geçti. Giysiyi
yırtıp bir parçasını Sa'd b. Mâlik’e verdim, diğer parçasını da ben aldım, o
yedi kişiden hayatta sadece bir kişi kaldı, o da şehirlerin birinde valilik
yapmaktadır.”

Takrîb 2069‫ث‬Takrîb "3824, Takrîb 3324-a, Takrîh 3325, Takrîb 4042,


Takrîb 3327, Takrîb 3326

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا ع م بن خف ص الثذوس ئ‬،‫ن ث ن‬


‫ غأء ] حدتن ا حبي ب ى ا م‬/‫ [ا‬-) ٢٩٥(

‫ ش ج ن ت طارئ م‬:3 ‫ ئا‬،‫ أختزي ي حتى بن حص ين‬،‫ حدق ا غي ة‬،‫ع ا صم ن عدي‬


‫بي ابن‬
124 Abdurrahman b. AvJ

، ‫ مح ذ ه ب ر ج ل يقع في حال د عند تع د‬،‫ت ع د ك ال م‬


‫ و م‬، ‫ " كا ن ي ن حال د‬:‫ يقولت‬، ‫شه ا ب‬

] ‫ م بم‬/‫ [ا‬,‫ " إن ما تنن ا إل يئل غ دينن ا ا‬،‫ م ة‬:‫مما ل‬

Yahya b. Husayn bildiriyor: Tarık b. Şihâb’ın şöyle dediğini işittim:


Hâlid ile Sa'd’ın arası bozuktu. Adamın biri Sa'd’ın yanında Hâlid’e dil
uzatmaya başlayınca, Sa'd adama: “Ağır ol! Hâlid ile aramızda olan sorun
birbirimize karşı günaha bulaşacak kadar büyük bir sorun değildir!” diye

Saîd b. Zeyd
Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nufeyle, eşi benzeri olmamasına ve kahredip
öldüren rüzgârına bir göz atalım. Allah yolunda insanların ne dediğine
aldırmayan ve duası kabul edilen birisiydi. Ömer b. el-Hattâb'tan önce
Müslüman olmuştu. Silahı ve sevabıyla Bedri yaşamıştır. Devlet
vazifelerinden uzak durmuş ve emir altında her işe hazır olmuştur.
Kendini kontrol edip dünya koşuşturmasından uzak durdu. Tuzağa
düşmeye ve dağınıklığa sebep olan fitneler ve karışıklık dönem inde
köşesine çekildi. Allah yolunda yükselmeye sebep olan konularda önde
olup herkesi geçm ede azimliydi. Makamlardan kaçan, dünya mevkilerine
karşı isteksiz, kullukta meraklı, kendi nefsini umursamaz biriydi.

Takrîb 3153, Takrîb 3153, Takrıb 3154, Takrîb 1962, Takrîb 1927,
Takrîb 1964, Takrîb 1965

Abdurrahman b. Avf
Abdurrahmân b. A vf a gelince; onun hali, nimeti bol bol verenin
yolunda hâzinesini dağıtan hazine görevlilerin hali gibidir. Onu fitne ve
kötülükleri yok etm ek için Allah yolunda kullanır. Onunla kardeşlerden
ve dostlardan uzak düşen hüzünler ve ağıtlar kesilir. O berekete kavuştu,
kıtlık ona ulaşamadı. Çokça malı var, sağlam bir duruşu var. Dağıtırken
elleri cömertleşir, gözü ve kalbi ibretler alır. Fakir ve muhtaçlara infakta,
cömert servet ehlinin yegâne misalidir.
Takrîb 3329, Takrîb 3334, Takrîb 3333, Takrîb 3335, Takrîb 3336,
Takrîb 3857, Takrîb 3858, Takrîb 3337

، ‫ حدثن ا عثد الؤ ح م ن بن جايي الهن ا ئ‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا ت ش ان ن أخن ت‬١٠٠/١ ‫ )“ ل‬٣١٢(

‫ عن إبراهي م بن عبد الر خ ص‬،‫ عن الره ر ي‬،‫ ص أمح ه‬،‫حدق ا بشر بن فغي ب بن أبي ح م ره‬
‫ زإليثا بالثؤاء ق ز‬،‫بئا ألل ف ه ئ و ال‬
‫ " ج‬:‫ قاد غبم ال ي م ئ م ف‬:‫ محات‬، ‫ثن م ف‬
١٠ ٠ ٠
‫لصب ر‬

Abdurrahman b. Avf der ki: “Darlığa maruz kaldık, sabrettik, ama


bollukta aynı sabrı gösteremedik.”

‫ حدثن ا أ ن د‬، ‫ يس إ‬1‫ حدث ا أبو ي د ال م‬، ‫ ] حدثن ا نل بما ن س أ خ ن د‬١ ٠٠/ ١‫ ل‬-) ٣١ ٣(

، ‫علقا‬- ‫ ت م ن ت‬:‫ قالأ‬،‫ عن ج ده‬،‫ عن أييي‬،^ ٩١^ ‫إتراا؛بإ بن ت غ د بن إ‬


‫ حدثن ا م‬، ‫بن ث و ت ى‬

‫بث‬
‫ ز ت م‬، ‫م عؤف ق د أد رك ت ص فن ه ا‬ ‫ اذه ب‬٠' :‫ث مو د يؤم ن ا ث ع د ا و خن ي ن عؤف‬

Îbrâhîm b. Sa’d b. Îbrâhîm, babasından, dedesinin şöyle dediğini


nakleder: Abdurrahmân b. Avf vefat ettiğinde Hz. Ali'nin şöyle dediğini
duydum: “Git ibn Avf git bakalım, en güzeline nail oldun, kıtlığı da yenip
geçtin.”

Ebu Ubeyde b. el-Ccrrâh


İçlerindeki güvenilir ve râşid, çalışkan ve zahid, İslam’ın güvenilir
insanı Ebû Ubeyde. Yabancı müminlere dost, yakın müşriklere karşı sertti.
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir toplumun Allah'a ve
Resûlü'ne düşmanlık edenleri sevdiğini görem ezsin...”! âyeti onun

1Mücâdele Sur. 22
‫‪hakkında nazil oldu. Hicret ve yolculuk zamanı gelinceye kadar az ile‬‬
‫‪yetinmeye sabretti.‬‬
‫‪Takrîb 3340, Takrîb 3339‬‬

‫(‪ ١ ٠١/١ [ -) ٣١ ٦‬ا ‪-‬حدثن ا أ خ ن د بن جع فر بن ح م ذا ن ‪ ،‬حدثن ا ي د الل ه بن أ خ ن ذ بن‬

‫خ ا؛ثن ا قت‪ 1‬دة ‪ ،‬أ د‬ ‫حس د‪ ،‬ح دبغ ى أث و يكر س أبى ق ث ه ‪ ،‬ح د ى أب و أت ا نأ؛ا ‪-‬حدق‪ 1‬أثو‬

‫أثا عتئده س الجراح‪ ،‬قا دت ‪ ٠٠‬نا ي ن القاسي م ن أ خن ز ؤ ال أتزن‪ ،‬لخؤ ز ال عتد‪ ،‬ع ج مجح ز ال‬

‫أ خ ي ت أ ن أ ز ن ف ي مسئ ال ‪ -‬خه "‬ ‫| ال‬ ‫ي بت ق و ى‬ ‫م‬ ‫د‬ ‫أتمص‬ ‫محصي ح ‪ ،‬أ م ح؛ أ ث ة‬

‫‪Katâde bildiriyor: Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh şöyle derdi: “İnsanlar içinde‬‬


‫)‪siyah veya beyaz, Arap veya Acem her kimin benden daha takvalı (müttaki‬‬
‫‪olduğunu öğrenirsem onu derisinden bir parçaymış gibi yanından‬‬
‫”‪ayrılmamayı isterim.‬‬

‫(‪ ١ ٠١/ ١[ “) ٣ ١٧‬ا حدبن ا عتد الثؤ س م ح م د ‪ ،‬خا؛ثن ا ئ خ ئ د ن شغ ل ‪ ،‬خئ'ننا أبو بكر‬

‫ن أبى شثه‪ ،‬حدثن ا أب و حال د ا آل ح م ‪ ،‬و حدثنا أب و بكر ى م ا ل ك ‪ ،‬حدثنا ص د الل ه بن‬

‫أخنت بن ح نثد‪ ،‬حدقني أيي ‪ ،‬ح د ظ غيد‪ ٤^ ١^ ١‬ح د ظ مع م ‪ ،‬د ا ال ‪.‬م عن هش‪ 1‬م بن عززه‪،‬‬

‫ض خ ظى‬ ‫جه‪ ،‬ئ ‪ :3‬ب خ د غ م ئ‪ ، ^ ١‬عنى أبي محدق بن مح م ‪ ،‬ء؛دا ئؤ‬


‫ص أب‬
‫طن م ت ة وحل ه نث ؤئدا ا ل حميثه‪ ،‬قا د ل ه ع م ‪ :‬أ ال اق خذ ث نا اسحف أ صحابل ق؟ ممالأ‪ :‬ثا‬

‫أبين ا ل م ؤمنين‪ " ،‬ف ذا يلعيي ا ل م ق ي د "‪ ،‬ومحا ‪ 3‬معس في حديقه‪ :‬نق ا مح دم عنن الئ ا م ثثئ اه‬

‫ئنث‪ :‬أئن أ ض؟ قش‪ :‬ت ذ ؟ قا ‪ :3‬أبو م حذق‪،‬‬ ‫اقا <‪ ،‬و ئ ن اءر ل ا ‪ /‬أ م ا ] أ ن ل ا لأت ر‪،‬ء‬
‫م‬
‫ؤئب ة‬ ‫س إل ذ خ د غثه; ؤة ث إل ي ز ب ي ‪ :‬ش هإ المت ب ة‬ ‫ق ما ‪ :‬؛ الن ‪:‬شف‪ ،‬ص أالةتر د‬

‫ؤزخلت‪ ،‬م أ ذ و نغزة‬

‫‪Hişâm b. Urve, babasından bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Ebû Ubeyde‬‬


‫‪b. el-Cerrâh’ın yanına girdiğinde, bineğinin üzerine attığı hırkanın üzerinde‬‬
‫‪uzanmış ve heybesine yaslanmış olduğunu gördü. Ona: “Sen de arkadaşların‬‬
‫!‪gibi kendine eşya alsana!” deyince, Ebû Ubeyde: “Ey müminlerin emiri‬‬
‫‪Dinlenmem için bunlar bana yeterli geliyor” karşılığım verdi.‬‬
Ebû JJbeyde b. el-Cerrâh 127

Ma’mer’in rivayetinde ibare şöyiedir: Hz. Ömer, Şam’a gittiğinde bölge


insanları ile önde gelen kişileri ©nu karşılamaya çıktılar. Ömer: “Kardeşim
nerede?” diye sorunca, ona: “Kardeşin kim?” karşılığım verdiler. Ömer:
“Ebû Ubeyde!” deyince ise: “Şimdi o da gelir” dediler. Ebû Ubeyde gelince
Ömer bineğinden inip ona sarıldı, sonra da Ebû Ubeyde’nin evine gitti.
Ancak evde kılıcı, zırhı ve devesinin semerinden başka bir şey göremedi.

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثتا بث ر بن مو ت ى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ث خ ئ د بن أ ح م د بن الح س ن‬١ *٢/١ [ ”) ٣١ ٨(

‫ عن‬،‫ أبة زيد ن أمتثني حدبه‬،‫ أختزتي أث و ضخي‬،‫ حي رة‬bu‫ ح د‬4‫لؤ حم ن الئئ رئ‬1 ‫أبو عند‬

‫ أ ث ن ز قؤ أن ق‬: ‫ ن جد‬،3‫ مما‬، \jX*j ٠' : ‫ الأ ص حابه‬3 ‫أثه قا‬ ‫ عن عنن بن‬،‫أييي‬

‫ أقت ر قز ص‬: ‫ت ز ي د‬
‫ ص‬،" ‫ " ئ م‬:‫ إل ئ ت‬، ‫ت د اش‬
‫ص اال!از مئن وؤم بث ي أن ش فى ج‬

:١^ ^ 4٠٠ ‫ت " ث م ي‬3 ‫ ئ إ د ا‬،‫ وأثص د ق‬،dJl ‫ أنفقه فى سبيد‬،‫ ز جوهر؟‬١‫ممنوءة لؤ؛ؤا وزبر ج د‬

‫جاال مئد أيي‬-‫طوءة ل‬ ^ ^ ١ ‫ " أث م نى ثؤ أن هذه‬: ‫مه م‬ ،،2‫ئ ئدري ل\ أميز ا لم ؤمتير‬

" ‫مح دة بن ا ل خ م‬

Ömer b. el-Hattâb dostlarına: “Temenni edin ‫ل طةظ‬1‫ ” س‬deyince, adamın


biri: “Şu evin benim olmasını, içinin altınla dolmasını ve hepsini de Allah
,yolunda infak etmeyi isterdim” dedi. Ömer yine: “Temenni edin!” deyince
başka biri: “îçinin inci, zebercet ve mücevherlerle dolu olmasını ve hepsini
.de Allah yolunda infak etmeyi, sadaka olarak dağıtmayı isterdim” dedi
Ömer bir daha: “Temenni edin‫ ”؛‬deyince, bu kez: “Ey müminlerin emiri‫؛‬
Hangi temennide bulunacağımızı bilemiyoruz” karşılığını verdiler. Bunun
üzerine Ömer: “Şu evin Ebû ubeyde b. el-Cerrâh gibi adamlarla dolu
olmasını isferdim” dedi,

‫ خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن أخن ت بن‬،‫ ا خل؛ثن ا أ ح م د بن جع فر بن خنذا ن‬١*٢٨ ‫ )“ ل‬٣١ ٩(

‫ خ ا؛ثن ا م ح م د بن‬،‫ و حدثن ا عتد اللهء بن م ح م د‬C‫ حدثن ا ي ق ا م بن الول د‬،‫ ح دثني أيي‬، ‫حسل‬

4‫ جرين بن عئ ما ن‬1‫ه\ الت حدثن‬ ‫ خ ا؛ثن ا ثريد بن‬،‫ خ د ظ أب و بكر ن أبى فتته‬،‫شب لء‬

،‫ أثه ئ؛؛ سير قي ا لخثكر‬، ‫ عن أيي مح ده بن امحراح‬، ^ ^ ١ ‫عنء ذ مران بن ب خن ي أبي‬


‫ ادرؤوا‬،‫رب م كرم" لمس ه و م قف ا مهين‬ ‫ أال‬،‫مدب س لدينه‬ ‫رب ن ق م لسابه‬ ‫ " أال‬:‫محب ولأ‬
‫ ه ل و أ ة أ خ ذ م ع م د م ن الثثئا ت ت ا س ه وبين‬،‫ألق سا ت ال ق ز ين ا ج ب ا ل ح ث ن أ ت ا ل خديثأت‬

" ‫ط لت ك ئؤة تقاته خ ر قهتغ ق‬ ‫ تأ غ م د‬،‫ال ث ناؤ‬

Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, orduya komutanlık ederken şöyle derdi:


“Elbisesini beyazlatan nice kimseler vardır ki dinini kirletir. Nefsine ikram
eden niceleri vardır ‫ لكل‬onu aşağılar. Eski günahlarınızı yeni sevaplarınızla
defediniz. Sizden biri yerle gök arası kadar günah işlese, sonra bir iyilik
yapsa, bu iyiliği yapmış olduğu kötülüklere üstün gelir ve onları yok eder.”

(‫ حدثنا‬، ‫ حدثت ا م ح م د س أيي ن ب ز‬، ‫ آ م ا ] حدثن ا عئد الثي بن م ح م د‬/ ‫ )“ [ ا‬٣٢ ٠

‫ عن خابي بن‬،‫ غذ ور بن يزيد‬، 0 ‫ عن ئ م ا‬،‫ حدثن ا وكيع‬، ‫عئد الثؤ ن م ح م د العثسجد‬

‫و‬ ‫ ي ق ث ي‬،‫ نثث ه ل ب ا ل مؤمن م م ا لع صمور‬٠٠ :‫ قات‬،‫ ص أ ي مح ذة بن ال جراح‬C‫مغذان‬

Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh şöyle der: “Müminin kalbi kuş gibidir. Her gün
defalarca bir o yana bir bu yana döner (hırıır.”

0$mân b. IHaz'ûn
Onlardan birisi de fakir ve mahzun, yaralı gözüyle imtihana tabi olmuş,
iki hicrete katılmış Osmân b. Maz'ûn. Allah'ın davetine ilk koşanlardan,
yüce mevkilere kavuşmuş, ibadetine sadık kalmış, savaş meydanlarının
hakkını vermiş birisiydi. Dur d u ra k bilmeden sevgiliye koşmuş ve dünya
sıkıntılarından kurtulmuştur.
Derler ki: Tasavvuf, kederden kaynaklanan pası temizleyip kaynağına
balamadan sevgiyi arındırmaktır.
Takrîb 3550, Takrîb 3551, Takrîb 3552, Takrîb 3553, 3554 ‫ ص س‬,
Takrîb 3555, Takrîb 3556, Takrîb 3557, Takrîb 3558, 2159 ‫س‬
M us’ab b. Umayr 129

Mus'ab b. Umayr
Onlardan birisi de Mus'ab b. Umayr ed-Dârî. Sevilen ve Uhud'da şehid
edilen öğretmen, ilk davetçilerden, muttakilerin efendisiydi. Binicilikte
birinci, sırasını savmış ve canını feda etmiş. Yemekten, eğlenceden ve
oyalanmaktan uzak durmuş, şefkati ve merhametiyle tanınmış birisi.
Derler ‫لكل‬: Tasavvuf, zikir ve dua bahçelerinde insaniyeti aramaktır.

Takrîb3594
‫ حدثن ا إشا؛ متإ بن‬،‫ حدثن ا زياد بن الخي ل‬،‫ ء حدثن ا ئازوق ال ائبي‬١ ٠٧/١ ‫ ت‬-) ٣٣٢(

‫ قاتت لث ا با يع‬، ، ‫ عن ابن شهمان‬،‫ حدثت ا موشى بن عتيق‬، ‫ حدثغ ا م ح م د بن هلئ ح‬،‫ا ل م نذر‬

‫ه‬ ‫ ن جحوا إ ز هؤم هم هدعؤهو بؤا ؤأخبزوهب بزئ و ل الثؤ‬. ‫أئ ن اخل متة رن وت الل ه‬

‫ معا ذ بن عفراء وراجغ ئ ذ‬. ‫ تعثوا إلى رئ و ل الل ه‬، 0 ‫ وثلؤا عليه م ال ي ا‬،‫وال ذ يبعثه الثة بؤ‬

‫ أن‬،‫ ف إ ه صر أي ح م ى‬، ‫ أ د ابع ث إلتنا زي ال م ن قللث ق د ع الن ا س بكتا ب الل ه‬:‫مال ك‬

‫ محلو ثنت عندهو‬،‫ م صع ب ن ع مير أخا بتي عئد ال دار‬. ‫ محمب ت إل يه م رنولط الثؤ‬٠٠ ،‫يقبع‬

،‫ح ز‬
‫م أ ء ن‬ ‫ ق د أ‬٩ ‫ه ض يدته خ ر قت ذ و ئ ئ ور ا الحت أ ر‬ ‫ج دي ه ء‬
‫ وب‬، ‫; ذ غ و ي‬

‫ ور ج ع‬،‫ و ك ان ا نمئبن ون أعز أه ل ا ل مدينة‬،‫وكح ي ت أطمث اثيب‬ ،‫ا ل ج ن و ح‬ ‫وأش لم ع م رو بن‬


‫بم؛ أؤد‬ :‫ أ و ؛ ئ ب ه ا ب‬،" ‫ه ه ؤ ء ة قن ص ئ ن ي ق‬ ‫م ح ي ئ غت ي ؛ ر نن ول‬

. ‫م ن جم ع ائيثغ ئبال تديث ة بال م س ل م ي ن قئز أن تم د ن ه ا رنوت الثؤ‬

ibn Şihâb der ki: Akabe'de Medine'liler Resûlullah'a (saliailahu aleyhi vesellem)

biat ettikten sonra kabilelerine dönüp onları gizlice İslam'a davet ettiler.
Resûlullah'ı (saliailahu aleyhi vesellem) ve onun Allah'tan getirdiklerini anlattılar.
Onlara Kur'ân okudular. Sonra Resûlullah'a (saliailahu aleyhi vesellem) Muâz b. Afra
ve Rafı b. Mâlik'i gönderip “Bize sen gelmeden önce Allah'ın Kitabı'm
öğretecek, işinin hakkını verecek ve örnek olacak bir adam gönder” diye
haber verdiler. Resûlullah (saliailahu aleyhi vesellem) onlara Abduddâr oğullarından
Mus'ab b. Umayr'ı gönderdi. Aralarında kaldığı müddet boyunca güvenli
bir şekilde İslam'a davet etti. Allah onun eliyle onlara hidâyet verdi.
Ensâr'dan misafir olduğu her kabilenin eşrafını ikna etmeyi başarmıştır. Artır
b. el-Cemûh da Müslüman oldu ve onların bütün putları kırıldı.
Medine'nin en şerefli şahsiyetleri Müslüman olmuştu. Mus'ab b. Umeyr,
Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanına döndüğünde “Öğretmen” olarak
biliniyordu.

İbn Şihâb diyor ki: “Resûlullah (sallallahu aİEyhi vesellem) Medine'ye gelmeden
önce orada Cuma namazını toplayıp kıldıran ilk kişiydi.”

Takrîb 3595-a, Takrîb 3595-b, Takrîb 3595

Abdullah b. Cahş
Onlardan birisi de Rabbine yem in eden, kendini onu sevmeye adayan,
kendisine sancak verilen ilk kişi, Abdullah b. Cahş. Annesi Resûlullah'ın
(sallallahu aleyhi vesellem) halası, Abdülmuttalib'in kızı Umeyme. Habeşistan'a

hicret edenlerden ve Bedir savaşma katılanlardan idi. Kız kardeşi Zeyneb


binti Cahş'ı Resûlullah'la (sallallahu aleyhi veselİEm) evlendirerek onun akrabası
olmuştur.
Derler ki: Tasavvuf, yüce mertebelere ulaşmak için zırhlara
bürünmektir.

Takrîb 3508, Takrîb 3509, Takrîb 3510

Âmir b. Fuheyre
Olgunluğu örnek alman, hasedden arman, vücudu yücelmiş olan Âmir
b. Fuheyre. Davete ilk icabet edenlerden ve hicrette Resûlullah’a (sallallahu
aleyhi vesellem) hizm et edip eşlik edenlerdendir.

Derler ki: Tasavvuf, sultanlardan rızası uğruna ölmekten bahtiyar


olmaktır.

Takrîb 2364, Takrîb 2365, Takrîb 2429, Takrîb 2430, Takrîb 2431
C âferb.E bîT âlib 131

Âsim b. Sâbît
Onlardan pak ve temiz, sözünde duran ve vefalı birisi. Sâbit b. Ebî'l-
Eklah el-Ensârî. Hayatta iken Allah'a olan borcunu ödedi. Vefat ettikten
sonra da Allah onu müşriklerden korudu.
Derler ki: Tasavvuf, görünüşten sıyrılıp asıl durağa varmaktır.

Takrîb 2425, Takrîb 2426

Hubeybb. Adiy
Ebû Nuaym diyor ‫لكل‬: Onlardan birisi çarmıha gerilerek şehid edilen
Hubeyb b. Adiy, sağlam durup sabreden ve Allah katında sevilen birisi.
Derler ki: Tasavvuf, ızdırap veren hastalığı, yüz kızartan çillere tercih
etmektir. ,

Takrîb 2423, Takrîb 2424

Ebû Nuaym diyor ki: Onlardan birisi de hatip ve önder, cömert ve


kerem sahibi, ariflerin sözcüsü, miskinlerin sığınağı, iki hicret sahibi, iki
kıbleye namaz lalan, kahraman cesur, seçkin ve yakışıklı, Câfer b. Ebî
Tâlib, farklı insan ve hakkı gözeten kişi.
Derler ki: Tasavvuf, halktan sıyrılıp hakka ^ n elm ek tir.

‫ حدثت ا أ ح م د‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن ي حش‬،‫ م ا ا ] حدت ا حبي ب س ال خ ش ن‬/ ‫ )“ [ ا‬٣٤٩(

‫ عن ابن شه ا ب‬،‫نخا ق‬،‫ عن م ح م د بن إ‬، ‫ حدثت ا إبزاهس أ ن ت غ د‬، ‫بن م ح م د بن أثوبي‬


‫‪132‬‬ ‫‪Câfer b. Ebî Tâlib‬‬

‫ئن م غ ق سا تكزهه ‪ ،‬ثلث ا بع ث ت قري س عبد الثؤ بن أيي ربيع ه‪ ،‬وع م رو بن العاصي بهدايا ه^‬

‫م ‪ ،‬قثا خا ءئز‬ ‫ه ئذ‬ ‫إ ل ال بجا ش ؤ ن إ ر ‪ :‬ط ه ‪ ،‬ر شد إ ر مح خا ب زئ و ل الثؤ‬

‫زن وثة ا جت م ع وا ئأ قا د بغضهز ي ه م ‪ :‬ما ئق وثوذ للرجل إذا جثتن وه؟ قالوا‪ :‬م وأل والل ه ما‬

‫مق‪ ،‬ق ل ما جاءوه‪ ،‬نقد دع ا اشجاش ئ‬ ‫•ع ل سا ‪ ،‬زن ا أمزئا به ديسا "كائن ا فى د لل ط نا هو‬

‫م خزه‪ ،‬إل ق ا م قا د ي ‪ :‬ظ ف ذا ال د ئ ال ذ ي ئا زق ز قه‬ ‫أت اقفثئ ق ث ي را م حا ج‬

‫ونز ىل‪ -‬حلوا به في ديني ز ال في دين أ ح د م ن هذه؛ لأن م ؟ ظ ‪3‬ا‪ :‬ئك ا ‪ 0‬ال ‪،‬ل ي كثن ة‬

‫يا أ غد خ ا ح ‪ ،‬مح ذ ا م ح ا م‪،‬‬ ‫م ‪ ،‬قات لت‪ " :‬أبجا ش ال ‪ ،‬ث أ‬ ‫ي م ئ أيي‬

‫و ش ي ع ا لأنخاب‪ ،‬نسم ي إ ا ل جنان‪ ،‬زثأ و ‪ ^ ^ ١‬من ا‬ ‫ؤثن خد ائنيثث‪ ،‬زتأ‪°‬ني ا لموا ج س‪،‬‬

‫ا‪ 3‬صعي م نأ ‪ ،‬زك‪ ،‬غش ذينق ح ز بع ت الث‪ 4‬لعا؟ى إأ؛ثا روئ ال بق‪ ،‬ئئرنث نتنة ؤصدهه‬

‫وأم‪1‬نتة وعه‪1‬ةة‪ ،‬هد‪-‬ع اد ا \ل ى ‪^١‬؛ مما؟ى نثو ح دم وئعثدهء‪ ،‬ؤثئلمخ ظ ك ط ئئ ن ث ح ن البا ل‪ 0‬م ن‬

‫و ص لة‬ ‫ا ألمائه‪،‬‬ ‫ؤأذاع‬ ‫ال ح د ي ث ‪،‬‬ ‫ب د ق‬


‫م‬ ‫ا‬
‫وأمنت‬ ‫ان‪،‬‬
‫والاوث‬ ‫]‬ ‫[ ‪١ ١ ٦ ٨‬‬ ‫ال ح ج ارة‬ ‫م ن‬ ‫دونه‬

‫او ج م ‪ ،‬و ح ن ن ا ل جزار‪ ،‬ؤال كف ئ عن ا ل س حار^ وال د ماؤ‪ ،‬وئه ائا عن ا ل م ح ش‪ ،‬وقول الؤوي‪،‬‬

‫وأك ل ما ل ا هل م ‪ ،‬وبذ ف المح صنة‪ ،‬وأمتا أن ثئثد الثث و ح ده ز ال نشرك به ق سا‪ C‬وأمنوا‬

‫بالص‪ -‬الة ؤالز ك اة ‪ cyi^ıij‬محا ‪3‬ت مح ت د د عقه أ مور ا إل‪،‬ئ ال م محعب ددئأه ز؛تثا به ؤ)قبئثاه غلى ‪U‬‬

‫ه وخذة ئ م م ك به ققا ‪ ،‬ؤ‪ .‬ثثتا ظ خوم ع ك ؤ ص ظ‬ ‫هؤ ‪ ٠‬مح ت‬ ‫م ن‬ ‫ه به‬


‫م‬ ‫س غ ي تزئظ ض‪/‬نأ ؤقوئئم غذ د؛‪ %‬و؛ونا ؛ ز ^ ذ ؤ ا لأزتا ‪ 0‬ص ءظ ذ ا‬ ‫أ خ و ئ‪،‬‬

‫ه زأن ئئث جث ن ا كثا ننث ج ث م ن الحثا ئ ث ‪ ،‬ئنث ا قهزوتا وظ ل م وئا وصث م وا علتن ا زخالوا‬

‫م جوارك‪ ،‬ورجزتا‬ ‫ب سا وص د سا ‪ ،‬ح زجغا إ ر ب ال د ك ها حمثا ك غ د ت ذ س واك‪ ،‬ورغبنا‬


‫أن ال ث ق م عئدلث أثمه ا البلق "‪ ،‬ق ات ه م حاش ئ‪ :‬ف د نثلث بثا خاؤ بؤ ض الل ه ص‬

‫ق يء؟ ممات ل ه جع م ‪ :‬م ز‪ ،‬قث ات ثق‪ :‬اقزأ عل ي‪ " C‬ممزأ عل ه ص درا م ن كهي ع ص "‪ ،‬ق ك ى‬

‫الغ جا شي ؤالثؤ ح ش أحص د لحس ه‪ ،‬و ق ئ أن ا ب ه خ ز أ م ح لوا م صاجمهب ج ئ ت ب غ وا‬

‫نا ي علثهب‪ ،‬ثم أ قأال الت ح ا شي‪ :‬إن ث ذا ؤال ذ ي جاء يؤ موشى ك م ج ش ملم كاة وا ح دة‪،‬‬

‫بمثث وم‪:‬‬ ‫^ فوش الم أ تج هز إ وف ن ا ‪ ،‬ؤ ال أ‪-‬كائ‪ ،‬ت أ دات ‪ :‬ا ‪ 0‬م ا ه ز ن ي م بأرضي‬ ‫‪١‬‬
C âferb.E bîT âlib 133

‫ ن ا أ ج ي أ ة ل ي بب ز د ه ب‬،‫م ن م ث ا ك م عرم‬ ‫ م ن م ث ك م‬،‫ا الم نو ن م ن م ث كج عرم‬

‫ ئ ال خ ا ج ه ل ي‬، ‫م م نال ي بما ن ا ملخي ة ا لخد نأ وا غ ي ن ا ثدايا ئ ن ا‬ ‫ز م آ د ئ ث زي ال‬

،‫ وظ أطا غ الغ امر‬،‫ؤئو ه ج ئ رد علي متك يفا خ ذ الث<شؤة فيه‬3‫ م ش ا‬4‫ ^ ظ أ ح ذ الل‬١^ ، 1‫به‬

‫ وأه من ا ع ده بختر نار‬،‫ نخز جا ش عنده نئث وح تن مردودا علته م ا نا جاءا به‬،‫قأطيعهنإ فيه‬

‫م جا ر‬ ‫مع‬
ü m m ü Seleme anlatıyor: Hicret edip de Habeşistan’a ulaştığımızda
hamilerin en hayırlısı olan Necâşi bize en güzel bir şekilde sahip çıktı.
Dinim iz ve ibadetimiz konusunda bizleri güvencesine aldı ve bu konularda
kötü bir muameleyle karşılaşmayacağımıza dair bizlere teminat verdi.
Kureyş, Abdullah b. Ebi Rabîa ve Amr b. el-Âs’ı, Necâşî ve piskoposlarına
hediyelerle birlikte gönderdiklerinde Necâşî, Muhammed’in (sallallahu aleyhi

vesellem) ashâbına haber gönderip yanma çağırdı. Necâşî’nin elçisi çağırmak


üzere Müslümanların yanma gelince ‫ محار‬araya toplandılar ve: “Necâşî’nin
yamna gidildiğinde ne söyleyeceğiz?” diye birbirlerine danıştılar. Sonunda:
“Vallahi ona ancak bildiklerimizi, Hz. ?eygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) bize
emrettiği şeyleri olduğu gibi ona anlatacağız” diye anlaştılar. Necâşî de kendi
piskoposlarını çağırdı ve onlar da ellerindeki mushafları Necâşî’nin yanında
açtılar.

Müslümanlar geldiklerinde onlara: “Kendisi için kavminizle ayrılığa


düştüğünüz, ne benim, ne de başka toplulukların dinine girmeyi kabul
etmeyip sıkıca tutunduğunuz bu din nedir?” diye sordu. Onunla Câfer b.
Ebî Tâlib konuştu ve şöyle dedi: “Ey ‫ أ س‬Bizler cahil bir topluluktuk.
Putlara tapar, ölü eti yer, çirkin işler yapar, babalarım ızı gözetmez ve
komşularımıza kötü davranırdık. Güçlü olanlarımız da zayıf olanlarımızı
sömürüp ezerdi. Bu durumdayken Allah bize içimizden olan, asaletini,
doğruluğunu, güvenilirliğini ve iffetini çok iyi bildiğimiz bir peygamber
gönderdi. Bizi Allah’a davet etti. Sadece onu birleyip ona kulluk etmeye,
O ’nu bırakıp da bizim ve atalarımızın taptığı taşlardan olan putlara
tapınmaktan vazgeçmeye çağırdı. Doğru sözlü olmayı, emanete vefa
göstermeyi, yakınlan gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, çirkin işlerden
134 Câfer b. Ebî Tâlib

ve kan akıtmaktan uzak durmayı emretti. Çirkin işlere bulaşmaktan, yalan


söylemekten, yetim malı yemekten, iffetli kadınlara zina iftirasında
bulunmaktan alıkoydu. Sadece Allah’a kulluk etmemizi ona hiçbir şeyi ortak
kılmamamızı, namazı, zekâtı ve orucu emretti.”
Ümmü Seleme der ki: Câfer, İslam dininin diğer tüm emirlerini
zikrettikten sonra şöyle devam etti: “Bizler de ona inandık ve iman ettik.
Allah’tan bize getirdiklerine tâbi olduk. Sadece Allah’a kulluk edip ona
hiçbir şeyi ortak etmedik, bize haram kıldıklarını kendimize haram kıldık,
helal kıldıklarını ise kendimize helal saydık. Ancak kavmimiz bundan dolayı
bize saldırıp işkence ettiler. Dinimizden geri çevirmek istediler. Allah’a
ibadeti bırakıp putlara tapınmamızı, daha önce işlediğimiz pis işleri yine
helal saymamızı istediler. Bize baskı yapıp zulmedip te Mekke’de hayatı bize
dar edince, dinimizi yaşamamıza engel olunca da senin topraklarına geldik.
Diğer bölgeler içinde senin bölgeni seçip senin himayene girmek istedik.
Senin himayen altında da zulme maruz kalmayacağımızı düşündük ey kral!”
Necâşî ona: “Yanında Allah’ın katından indiği söylenen bir şeyler var mı?”
diye sorunca, Câfer: “Evet var!” karşılığını verdi. Necâşî: “Onları bana oku”
deyince Câfer ona Meryem sûresinin baş taraflarından bir bölüm okudu.
Bunları duyan Necâşî sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Piskoposları da
Câfer’in okuduklarını duyduklarında ağlamaya başladılar. Öyle ki
ellerindeki mushaflar gözyaşlarıyla ıslandı.
Sonra Necâşî şöyle dedi: “Bu okudukları ile Mûsa’ya indirilenler aynı
kaynaktan çıkmadır.” Kureyş heyetine: “Allah’a andolsun ki bunları size asla
teslim etmem!” derken, Müslümanlara da: “Sizler de topraklarımda güven
içinde olacaksınız. Size dokunan bunun bedelini öder! Size dokunan bunun
bedelini öder! Size dokunan bunun bedelini öder! Altından bir dağım olacak
olsa dahi sizden birine en ufak bir eziyette bulunmak istemem!” dedi. Sonra
adamlarına: “Bunların (Kureyş’in) getirdikleri hediyeleri iade edin, bunlara
ihtiyacım yok! Allah bana krallığımı verirken benden rüşvet almadı ki ben
onun için olan bir şeyde rüşveti kabul edeyim. Allah krallığım konusunda
insanların görüşüne uymadı ki ben de bu konuda onların görüşünü dikkate
alayım” dedi. Kureyş heyeti, asık suratlarla, istekleri reddedilmiş bir şekilde
C âferb.E bîT âlib 135

oradan ayrıldılar. Bizler de en hayırlı haminin yanında, en hayırlı


topraklarda ikamet ettik.

‫حدثنا‬ ،‫ا ل م ا ئ ي‬ ‫س مؤدود‬ ‫حدثنا ال غ ت ن ن‬ ، ‫عل ي‬ ‫بن‬ ‫م ح ئ د‬ ‫خا؛ثنا‬ ] ١ ١٦ / ١‫ل‬ - ) ٣٥ ٠

‫ح د دني‬ ، ‫إض ح ا ك‬ ‫بن‬ ‫ع م تر‬ ‫ع ن‬ ،‫عؤن‬ ‫اثن‬ ‫حدثتا‬ ،‫معا ذ‬ ‫ى‬ ‫معا ذ‬ ‫خا؛ثنا‬ ،‫ي شا ر‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬

‫ ائذذ م‬:‫يغ‬°‫ " ائ ه ثا قث ا أ ي اثا ب مبي با ب المحاش إ ثائ‬:‫ قات‬،‫ئ ي و ئ اخل ا ص‬


‫بزو‬
i
،‫ محا ذن ثت محتلي‬،‫ ئت م غ صؤثه‬،‫ ائذن ل ح ز ب الل ه‬:‫ قا ذ ى جع م ش ح شي‬، ‫بن التا م‬

‫ و ح ؤل ة‬،‫ ا و جعف ر ها عد بين يديه‬١١٧/١ [ ،‫زذ ظ ئ إلئ؛ الن جا شي قا عد عأى شرم‬

‫ئ جع ق ة‬ ،‫ال غ ر ير‬ ‫ ممع د ت بتنة وبتن‬،‫ثنئة‬،‫ش د ه خا‬ ‫ ئنثا نأي ت‬،‫أ صحابة عأى ال وسا ئد‬

" ‫تابي‬،‫ ح ال من أص‬3 ‫حابه‬-‫ زأ ت ذ ث مح ن *قو ر ج م م ن أص‬،‫ظ ن ق تر ي‬

Amr b. el-Âs anlatıyor: Yola çıktık. Kapıya, yani Necâşî'nin kapısına


vardığımızda “Amr b. el-Âs'a müsaade et” diye seslendim. Arkamdan Câfer
“Allah'ın taraftarlarına müsaade et” diye seslendi. Onun sesini duydu ve
benden önce ona izin verdi. Ben girdiğimde Necâşî tahtında, Câfer de onun
karşısında oturuyordu. Etrafında da arkadaşları minderler derindeydiler.
Oturuşunu görünce kıskandım. Kendisiyle taht arasında bir yere oturdum.
Böylece onu arkamda bakmıştım. Arkadaşlarından her iki kişi arasına
benim adamlardan birini oturttum.

‫بن‬ ‫عث ما ن‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ح د قا‬ ، ‫ش‬ ‫بن ا ل ح‬ ‫أخنت‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثتا‬ ] ١ ١٧/ ١ [ - ) ٣٥ ١(

‫ خ ا؛ثن ا عتد الؤ حم ن‬، ‫ حدثن ا غابن بن ت ئ م‬،‫ع م ي أب و بكر س أ ي فتته‬ ،‫أبي غيث‬

،‫ه شا م‬ ‫بن‬ ، ^ ^ ١ ‫بن‬ ‫الر ح م ن‬ ‫عئد‬ ‫س‬ ‫بكر‬ ‫أب و‬ ‫ح د قا‬ ، ‫ح د قا ال ز ه ر ي‬ ،‫لعزم‬
‫ا‬ ‫عئد‬ ‫ى‬

‫عليه م‬ ‫اقزأ‬ : ‫ل ح عث ر‬ ‫ا ت‬
‫ق‬ ‫ثأ‬
‫م‬ ، ‫تحا ز ى‬ ‫و ج م ع لث ال‬ ‫طالب‬ ‫أيي‬ ‫بن‬ ‫ج عف ر‬ ‫د عا الن ج ا ش ي‬ ” :‫ت‬ ‫ا‬
‫ق‬

‫ ؤثزى أعيثه م‬:‫ ث زل ت‬، ‫ مماص ت أعثبجم‬،^ ‫ ؤكهي ع ص‬:‫ ممزأ عثهز‬، ، ^ ١ ‫ن ا نغلف م ن‬

" ٠^ ^ ٤^ ١،!٢‫؛‬

Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm der ki: Necâşî, Câfer b.


Ebî Tâlib'i çağırttı. Etrafına Hıristiyanları toplayıp “Onlara Kur'ân'dan ne
biliyorsan oku” dedi. Câfer onlara Meryem suresini okudu. Hepsinin
gözlerinden yaşlar akıyordu. Daha sonra “İndirilenin hakikat olduğunu
136 C âferb.E bîT âlib

anladıklarından dolayı gözlerinden yaş boşaldığını görürsün”1 âyeti


bununla ilgili nazil oldu.

،‫ حدثن ا إن م ا عيد ن إت ح ا ق ا لما ضي‬،‫ آ حدث ا أب و بكر بن ح الب‬١١٧/١ [ -) ٣٥٢(

‫ عن ابن أيي‬،‫ حدثن ا عبد ا ض بن م ح م د الدراوردي‬،‫حدثت ا إبراه م بن ح مره ا لرئ ر ي‬

،‫ ز ال أق س ان جرير‬،‫" ك ث ال آ ك د م حير‬ ،‫ عن أيي فريره‬، ^ ^ ١ ‫ عن‬،‫ذئ ب‬

‫م ق ص يي‬ ‫ وأ ط ر ي الرج ل ا الثه ب ن كثا ب ال ق ص ض‬، ^ ١ ‫ض ث ى‬ ‫زأ ك ئ‬


‫ وكا ن تئقب ت بنا ق علعمن ا ن ا‬، ‫ و كا ن حتز الثا س للم سا كي ن جع فز بن أيي طال ب‬4‫ءيه لعم ني‬

" ‫فف ا‬
‫ إ ذ كا ن ق خر ج إقثا امح كه ث ئ نجا ث ت ئ تا ي‬، ‫كا ن في ي‬

Ebû Hureyre der ki: “Ne ekmek yer, ne de ipek giyinirdim. Açıktan
karnım birbirine yapışırdı. Belki bana yemek yedirir umuduyla Kur'ân’dan
bildiğim bir âyeti bilmiyormuş gibi birine sorardım. Miskinlere karşı en iyi
davranan kişi de Câfer b. Ebî Tâlib idi. Evinde ne varsa biz yoksullara
yedirirdi. Bazen bize yağ dolu tulumu çıkarıp verirdi. Biz de onu açıp
kaşıklayarak yerdik.”

،‫كئ ئ‬ ‫ه‬ ‫ه ث خ ث ذ ئ عئد‬ ، ‫تن أ خن ذ‬° ‫ ] خدبثا ن ي ن ا ذ‬٣٠٣[ -) ٣٥٣(

‫ خ د ك إئزا'ييلم أثو‬، ^ ١ ‫بزا محلم‬°‫ خ د ك إت ت ا ه ؛ د ى إ‬، ^ ١ ‫سد‬ ‫لأي ت ذ‬1 ‫طءى ع ذ‬

‫ ” كا ن جع تزي ح ب ا ل م سا كي ن‬:‫ محالأ‬،‫ عن أيي فريره‬٤^ ^ ^ ١‫ غن سع يد‬، ‫ات ح اقط ا ل م حزوم ئ‬

٠٠ ‫ ي سميه أثا التش ا ك ي‬٠٠ . ‫ و كان رن ولط الل ه‬،‫وي جلس إليه م وي ح دئه م وي حدبونه‬

Ebû Hureyre der ki: “Câfer (b. Ebî Tâlib) miskinleri çok severdi. Onlarla
birlikte oturur; karşılıklı sohbet ederlerdi. Resûlullah da (‫؛‬
‫؛‬ellallel™ aleyhi vesellem)

onu: “Miskinlerin Babası” diye isimlendirmişti.

‫ حدثن ا عئد الل ه شر صالح‬،‫ ء خ ا؛ثت ا م ح م د بن ا ل م فإه ر‬١١٧/١ [ ")٣٥٤(

‫ حدبن ا ال مجمرة بن عبد ا ل ر حم ن بن عبد الل ه بن تع يد بن أبي‬،‫بئ و ب بن ح م يد‬


‫حدثت ا م‬

1Mâide Sur. 83
Cafer b. Ebî Tâlib 137

‫ثمالت م سنا جعئ ر‬


‫ا‬ ،‫ثه‬ ‫ثو‬ ‫ع ز وة‬ ‫ف ي‬ ‫جعف ر‬ ‫ن غ‬ ‫ت‬ ‫خ‬ " ‫ا‬
‫ق د ت‬ ،‫ن‬ ‫عم‬ ‫اب ن‬ ‫ع ن‬ ‫ا‬
، ‫ع ن ن ب ع‬ ، ‫هن د‬

‫م‬
٠٠ ‫ز ر ث ة‬ ‫ئث ة‬ ‫ط‬ ‫بت ن‬ ‫نا‬ ‫ي ن‬ ‫بع‬ ‫وت‬ ‫ي ق نعا‬ ‫ش د ه‬ ‫ج‬ ‫ف ي‬ ‫محوج د ئا‬

ibn Ömer der ‫ إكل‬: “,Mûte gazvesinde Cafer'le birlikteydim. Onu aradık
bulduğumuzda vücudunda yetmişin üzerinde kılıç, mızrak veya ok yarası
v a r d ı .”

‫ حدق ا أب و‬، ‫ حدثت ا علي ن إشخا ق‬، ‫ ا خضا عئد الثؤ بن م ح ث د‬١١٧/١ ‫ )“ ل‬٣٠٠(

، ‫ ص نا ف ع‬،‫ ئن عتز‬4‫ ع ذ عتد الئ‬، ‫طءتثا أ م أ ز م‬ ، ‫بق أث ال‬° ‫ئنا مه د‬،‫ث إ‬ ، ‫ ^ ؛ ؛‬١ ‫م حق‬

‫ ه و ج د ائ بؤ بثن‬، ‫ ئ ث ثاة في ا ق ش‬،‫ هابت " ممدئا جنفئ؛ يؤم موثه‬،‫عن ابن ع من‬

" ‫ ؤؤ جدثا دللف فين ا أقبل ش ج ت د ه‬،‫ ء طعنة ورميةب صعا وتمنع ين‬١١٨/ ١‫ز‬

İbn Ömer der ki: “Mûte savaşında Câfer'i bulamadık. Şehidler içinde
aramaya başladık. Bulduğumuzda vücudunda doksanın üzerinde kılıç,
veya ok yarası vardı. Bunların hepsi cesedinin ön tarafındaydı.”

‫ ح د ظ أ خ ن د‬، ‫ حدثنا م ح م د بن ي ح يى‬، ‫ ] حدثن ا حبي ب بن الح س ن‬١١٨/١ ‫ )“ ل‬٣٥ ٦(

‫ ح ددنى بمش ن عي د بن‬،‫ حدق ا ن ح م د بن إ ن خا ق‬، ‫ خ ا؛ثنا إثزاي إ بن ت ن ز‬، ‫بن م ح م د‬

‫ ح د ش أبى اثز؛ي أرص خ ى ل"كا ن فى ش ف فثززؤ عروة‬، ‫م‬ ‫ عن أمح ه‬، ‫م بن ؛ ؤ م‬ ‫عبد‬

‫ ث م‬4‫عه ه ا‬
‫ ب م م‬،‫ ^ ^ عن هزس ثث <ثقتاغ‬١‫ثكأبي أئتئز!تى جعف ر ج ئ‬ " ‫ت‬،‫ هالا‬،‫ن وئه‬

:‫ يقأو ل‬، ‫ ئأ ن ثأ جع م‬:‫ محد ات‬، ‫ عن ابن إ ن خائ‬:‫ وفا د عثز إئزايب بن ت ن ز‬،" ‫قا ث د ح ش ف د‬

‫تمح ه وبا رد سرابه ا‬ ‫يا ح ث ذا ا ل جغه واقترابه ا‬

^ ١^ ‫عل ي ئ ال ق ه‬ ^ ١^ ‫و ورم ث وأ قذ ذال ؛‬

Abdullah b. ez-Zübeyr der ki: “Mûte gazvesinde Câfer'in kır atına atlayıp
telef ettiğini, sonra öldüfrülünceye kadar savaştığını görür gibiyim.”

İbn ishâk'tan nakledildiğine göre Câfer savaşırken şöyle diyordu:

Cennet ne güzel, cennete yaklaşm ak ne güzel,


Cennet de güzel, cennetin şarabi da güzel,
Rum'a ve Romaltlara yaklaşm ıştır cehennem,
138 Abdullah Zu’l-Bicâdeyn

Karşıma çıkarlarsa vurmak elbet vazifem.

Abdullah b. Revâha el-Ensârî


Onlardan biri de; nüzulü sırasında âyetler üzerinde tefekkür eden,
görüş alışverişi sırasında dinleyen Abdullah b. Revâha el-Ensârî. Belka da
şehid olmuş, bekaya yönelm iş ve kavuşmaya koşmuş birisi.
Derler ki: Tasavvuf, dost ve rıza yolunda kor ateşlere basarak
yürümektir.

Takrîb 3511, Takrîb 3512, Takrîb 2416, Takrîb 2417, Takrîb 2418,
Takrîb 2419

Enes b. en-Nadr
Onlardan biri de Enes b. en-Nadr, dik duruş ve zaferlerle desteklenmiş,
Bedir savaşmı kaçırdıktan sonra Uhud'da şehid olmuş, etrafında kokular
uçuşmuş, her uzvunun hakkını vermiş ve ödüllere kavuşmuştur.
Derler ki: Tasavvuf, esintileri içine çekmek ve esmeyi arzulamaktır.

Takrîb 3547

Abdullah Zu'l-Bîcâdeyn
Onların içinde en çok dua edip okuyan kişi, boş itirazlardan m ünezzeh,
iki Ömer'in kardeşi olmuş kişi. Onu kabrine bizzat Resûlullah (sallallahu aleyhi
vesellem) koymuş ve dua etmiştir.

Takrîb 3547, Takrîb 3548, Takrîb 3549


Abdullah b. M es’ûd 139

Ebû Nuaym diyor ki: Aslında bu tabakadan Allah yolunda olan, ârif ve
âbid bir çok ismi sayamadan atlamak zorunda kaldık. Bunlar Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) dönem inde vefat eden, isimleri pek bilinmeyen
sahabilerdir. Bunlardan bazıları: Arkadaşlarıyla bir yerden dönerken
öldürülen Zeyd b. Desine, Bi’r-i Maûne'de öldürülen Münzir b. Amr b.
Amr ve Harâm b. Milhân, bunlardan “M a ’rife tu ’s-sahâbe” isimli
kitabımızda bahsetmiştik. İsimleri saymakla bitmez, Allah'tan onlardan
razı, onlar Allah'tan hoşnud olarak dünyadan geçip gittiler. Dünyada
ellerine geçen geçici güzelliklerle kirlenmediler, selameti en büyük nimet
olarak veren Mevlalarma kavuştular. Onların yoluna yönelen ve
sünnetlerine tâbi olan da kurtulur.

Takrîb 2427, Takrîb 2428

Abdullah b. Mes'ûd
İlk muhacirler kuşağından, çığır açan yöntem mimarlarından biri
olarak bilinir. Yol gösteren Kur’ân hafızı, genç öğretmen, ikna edici fakih,
ak ve karanın sahibi, her konuda ilk olan ve içlerinde en rahat ulaşılan, en
faziletli birisi. O bir dost, bir lider, bir vezir, herkesi kollayan, Görünen’i
gören, sözünde duran ve duası reddedilmeyen Abdullah b. Mes'ûd.
Derler ki: Tasavvuf, Görünen'i görmek, sözüne riâyet etm ek ve
saldırılara direnmektir.

Takrîb 3526, Takrîb 3528, Takrîb 3529, Takrîb 3530, Takrîb 3531,
Takrîb 3532, Takrîb 3533, Takrîb 3534, Takrîb 3535, Takrîb 3536, Takrîb
3537, Takrîb 3538, Takrîb 3539, Takrîb 3527, Takrîb 3541-3542, Takrîb
3662-a, Takrîb 3544, Takrîb 3545
‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا أ م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫ آ \ ا ] حدثن ا أب و حام د بن جتل ه‬/ ‫[ ا‬ ")٣٨٨(

‫ أ ن د عتد‬: ‫ ها د‬، ‫ غن زيد بن وه ب‬،‫ حدثنا ا لأع م س‬،‫ حدثت ا أب و معاويه‬،‫يونفن بن مو ت ى‬

" ‫ ق ا ت " م حت ئ ئ ف ه ا‬، ‫ و محت خ ص‬،‫ال م ذا ث تؤم‬


Zeyd b. Vehb der ki: Abdullalı (b. Mes’ûd) bir gün karşıdan çıkageldi.
Hz. Ömer oturuyordu, dedi ki: “Fıkıh dolu bir mahzen.”
‫‪140‬‬ ‫‪Abdullah b. Mes'ûd‬‬

‫( ‪ [ -) ٣٨٩‬ا ‪ /‬آ آ ا ] حدثت ا حبي ب ى ا ل ح ش ‪ ،‬حدثنا ع م بن ح ص ‪ ،‬حدبت ا ع ا صم‬

‫بن عل ي‪ ،‬ح دق ا ا لم سع ود ي‪ ،‬ص أبي حص ي ن‪ ،‬عن أبي ع طيه‪ ،‬أن أثا م وس ى ا لأئع ر ي‪،‬‬

‫ه "‪،‬‬ ‫ئت ‪ " :‬ال ت ئ ألونأ ص ث ئ ء‪ U ،‬ذا؛ ث ن ا ا لخن ص أظه رن ا ئ أمت ح ا ب ف غ م‬

‫س ود‬ ‫مب ي ا ئ ذ‬

‫‪Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: “Muhammed'in‬‬ ‫)‪(sallallahu aleyhi vesellem‬‬ ‫‪ashabından‬‬
‫‪bu âlim (yani ibn Mes'ûd) aramızda olduğu müddetçe bize bir şey‬‬
‫”‪sormayın.‬‬

‫ب رأا ] حدثن ا أبو خا ب ز ن جبل ه‪ ،‬حدق ا ت خ ئ د ن إ ن خا ق‪ ،‬حدثن ا أبو‬


‫(‪[ “) ٣٩٠‬ا‪ /‬م‬

‫تجالي‪ ،‬عن غا م ‪ ،‬ها ‪،3‬ت قات أثو موسىت "‬ ‫غثا ؛ ال ث؛من ق‪ ،‬حدثنا ي ح ش بن رم يا ‪ ،‬عن‬

‫"‪ ،‬مبي ائث ت ت ش‬ ‫م‬ ‫ث مت هي غذ شيء‪ ،‬ن ا ذا؛ فذا ا م حنف‬


‫ال م‬

‫‪Ebû Mûsa el-Eş'arî der ki: “Bu alim (yani ibn Mes'ûd) aranızda olduğu‬‬
‫”‪müddetçe bana bir şey sormayın.‬‬

‫ب \ ا ] حدق ا أبو خا ب ز بن جتل ه‪ ،‬حدثن ا م ح م د ن إ ن خا ق ‪ ،‬حدثن ا قس ة‪،‬‬


‫(‪[ -) ٣٩ ١‬ا‪ /‬م‬

‫حدثن ا جرش‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن ع م رو بن مه‪ ،‬عن أيي الب حتري‪ ،‬قا د ‪ :‬قالوا لعل ي حدثا‬

‫ي ؟ "‪ ،‬قالوا‪ :‬أ ل مزئا ص مه د الثؤ تن‬


‫ف‬ ‫ض‬ ‫‪ ٠‬قا ت‪ :‬ا|‬ ‫غ ذ أ ص ا ب ت خ م ن ن و ل ال م‬

‫ن ئ غ وؤ‪ ،‬قا د ‪ " :‬علني‪ ٤١١^ ١‬وال ثنه بثإ انثقى‪ ،‬وكم ى بذللث علئ ا "‬

‫”‪Ebu'l-Bahterî der ki: Hz. Ali'ye “Bize Resûlullah'ın ashabından bahset‬‬


‫‪dediler, “Hangisinden?” dedi. “Abdullah b. Mes'ûd'u anlat” dediler. Ali‬‬
‫”‪şöyle dedi: “Kur'ân'ı ve sünneti öğrendi ve bitirdi. Bu ilimlerle yetindi.‬‬

‫(‪ ] ١٢٩٨ [ -) ٣٩٢‬حدثن ا م ح م د تن إن حا ق ‪ ،‬حدق ا إئزا م أ ى تع دا ن‪ ،‬حدثن ا بكن‬

‫ه ن ن ث و د ‪ ،‬غ ذ غ ز و بن إله‪ ،‬عن أ ي اث ح تري‪ ،‬ئ ت ‪ :‬نث ب عيي ئ ذ أيي‬ ‫م ‪،‬‬ ‫تن‬

‫<طال ب عن ا‪:‬س م نث ود؟ ه ما ‪ ٠٠ :3‬هزأ الة را ‪ 0‬ثأ وهفن عنده ‪ ،‬وكم ى به‬

‫‪Ebu'l-Bahterî der ki: Ali b. Ebî Tâlib'e ibn Mes'ûd'u sordular, dedi ki:‬‬
‫”‪“Kur'ân'ı okudu, orada durdu ve bu ona yetti.‬‬

‫‪Onunla ilgili; âfetlerden uzak durduğu, kıyamete hazırlıklı olduğu‬‬


‫‪nakledilmektedir.‬‬
‫‪Abdullah b. Mes'ûd‬‬ ‫‪141‬‬

‫‪Derler İd: Tasavvuf, misafirlikte ikram görmek için misafire ibramda‬‬


‫‪bulunmaktır.‬‬

‫(‪[ ")٣٩٣‬ا‪ /‬بم \ ا ] حدق ا أ خ ئ د بن جعف ر بن ح م دان‪ ،‬حدثن ا غيد الل ه س أ ح ن د بن‬

‫أيي‪ ،‬حدثن ا غئد ا و ح م ن بن م ح م د ا ل م حاربي‪ C‬حدق ا ماللق بن مغ ول ‪،‬‬ ‫دب ي‬ ‫ح م ‪ ،‬ح‬

‫خا؛ثن ا أب و يعمور‪ ،‬عن ال ن س ب بن رابع ل ‪ ، ] ١٣٠/١‬عن عند الل ه بن م نث ود‪ ،‬ثمأ لأ‪" :‬‬

‫ينبغي ل حام ل ال ما ن أن ئئ ز ن بلتل ه إذا الناسى ئاي م ون‪ ،‬وبثه ا ر‪ 0‬إدا الت امس يمطرون ‪ ،‬نب حزنه‬

‫إدا الغ امس يم ز ح ون‪ ،‬ل ب كابؤ إذا الناسى ي ص ح كو ن‪ ،‬نب صمته إذا الثامن ي حل طون‪ ،‬لبخشوعه‬

‫ادا الغ امس ي حتالون‪ ،‬ينثغى ل حام ل ا لمناب‪ ،‬أن بك ون باكيا م حزونا حكي ما خبيث ا علي ما‬

‫بكيتا ‪ ،‬ينبغى ل خ ا ل ‪ ،١١^ ١‬أن ال بك ون ■^^‪ ٤‬و ال قاب ال ‪ ،‬ز ال صحابا ‪ ،‬و ال صث ا حا ‪ ،‬ز ال‬

‫م ح نا "‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kur'ân taşıyıcısının, halk uyurken gece‬‬


‫‪ibadetiyle, gündüz insanlar yerken o ٠oruç tutmasıyla, insanlar sevinirken‬‬
‫‪onun‬‬ ‫‪hüzünlenmesiyle,‬‬ ‫‪halk‬‬ ‫‪gülerken‬‬ ‫‪onun‬‬ ‫‪ağlamasıyla,‬‬ ‫‪insanlar‬‬
‫‪saçmalarken o susmasıyla, halk kibirlenirken o huşusuyla tanınması gerekir.‬‬
‫‪Kur’ân taşıyıcısının, ağlayan biri, hüzünlü, hikmetli konuşan, yumuşak‬‬
‫‪huylu, bilgili, gereksiz konuşmayan biri olması gerekir. Kur’ân taşıyıcısının,‬‬
‫”‪kaba, gâfil, bağırıp çağıran ve öfkeli olmaması gerekir.‬‬

‫(‪ ] ١٣٠٨ [ “) ٣٩٤‬حدق ا ن ش ا ز بن أ ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ح م د شر علي ال صايغ‪ ،‬خ ا؛ثن ا‬

‫بش بن وباب‪ ،‬قات‪ :‬محا د اس‬


‫ت ب ي د ن من صور‪ ،‬خ ا؛ثن ا أث و عوائه‪ ،‬عن ا ال عن ش‪ ،‬عن م‬

‫ص ‪ " :‬إ ي ل آؤة أ ذ أزى ا إل ب لفارغا ‪ ،‬ال قي غ ر ا لمحا ‪ ،‬زال ض ض ر اآل محة "‬

‫‪: “Kişinin, ne dünyası, ne de âhireti için bir uğraş‬نكل ‪ibn Mes’ûd der‬‬
‫”‪içinde olmadan öyle boş boş durmasından hoşlanmam .‬‬

‫(‪[ ")٣٩٥‬ا ‪ /‬م“ ا ا ] حدثن ا عتد اللي بن م ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن شئد‪ ،‬خ ا؛ثغ ا أبو بكر‬

‫ء‬ ‫ش م بن زابي ‪ ،‬قآد ‪ 3 U :‬ه ث‬ ‫ئ ‪ ،‬خ د ك أ م ث ث ز ؤ ‪ ،‬ض ا ه م ‪ ،‬عن‬ ‫ئ أي‬

‫ض ال؛محا ‪ ،‬ز ال غمم‬ ‫؛ و م ح ق ف ي د أن مح'ة‪ ،‬م ئا ‪ ،‬ق س م ح م ح‬ ‫بن مسعودت‬

‫ا لآ‪ -‬م حق "‬


142 Abdullah b. M es’ûd

Abdullah b. M es'ûd der ki: “Dünya işi olsun, âhiret işi ©lsun hiçbir şeyle
uğraşmayıp boş duran birini görmekten nefret ederim.”

‫ خ ا؛ثن ا معاوية بن‬،‫ن ي ا ن بن أ ح م د بن الن ص ر ا لأردي‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ] ‫ م آ ا‬/ ‫)" ل ا‬٣٩٦(

‫م‬ ‫؛ محت اشت " الم أتثئ أخ‬١١‫ ؛‬:‫ق ا د‬،‫ ص خقة‬،‫م‬ ‫م ح‬ ‫ ض ا‬،‫ث ا زأيل;ة‬
‫ وخدءث‬،‫م و‬
‫ حم د اللؤ بن أ خ ن د بن‬3 ‫ د ا‬:‫ك يقأو ل‬ ‫مال‬ ‫ ئ ز ب به ا ر " وش م ع ت أث ا بكر بن‬،‫حيثه ق ل‬

‫ وههن ا ساعه‬،‫ ا ل م عئزث ال ذ يي ج لس ههن ا ت اغه‬: ‫ ح ك ي لي عن ابن غث ة أثت ه ا د‬: ‫م‬ ‫ح‬

Abdullah b. Mes’ûd şöyle der: “Sizin, gecenin leşi gündüzün uyuşuğu


”.olanlarınızdan hoşlanmam
”îbn Uyeyne'nin bana: “Cahil, biraz şurada biraz orada oturan kişidir
dediği nakledildi,

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدق ا بشن بن ث و ت ى‬C‫حدثن ا ن خ ئ د بن أ خ ن ذ بن ال خ ش ن‬ ‫ا‬ ١٣٠/١‫)" ل‬٣٩٧(

‫م‬ ‫ذت ث‬ ‫ " ما‬: ‫ ءات‬، ‫ ض ت ي ال م‬، ‫ض و ة‬ ،‫غ ذ مح ب‬ ،‫ست‬ ‫ خدت ث ا‬،‫خ الن ئ بم ش‬

" ‫وم نت م ر عب ا ت المل ك يفت ح ل ه‬ ،‫ص الة ه ا ن ت م زعب ا ب ا لنيلي‬


Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Namazda olduğun sürece hükümdar (olan
Allah)ın kapısını çalıyorsun demektir. Hükümdarın kapısını çalana da bu
kapı açılır.”

،‫خم‬ ‫ حدثن ا عتد الئؤ سر أ ح ن د بن‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أ ح م د بن جع فر‬١٣٠/١ ‫)" ل‬٣٩٨(

‫ " إن‬:‫عتد الل ه س م نث ود‬ ‫هأا ل‬ : ‫ محا د‬،‫ عن مع ن‬،‫ عن مشعر‬،‫ حدثن ا وكيع‬، ‫ح دبيي أيي‬

‫قأوعه ا‬ ‫ه‬ ‫انغ و‬ ‫ ؤيايه ا ال ذين‬:‫ مادا ش م ع ت الل ه ققأو ل‬،‫ أن ث انن خ ا ؛ ث‬0‫انثت إ ع ت أن ئك و‬

" ‫ أز قثجب ى ئ‬،‫ي ث ؤ م به‬ ‫ه‬ ‫و‬ ‫ك‬ ‫ث‬

Abdullah b. Mes'ûd der ki: “Allah «Ey iman edenler...» dediğinde,


senden bahsedilmesini istiyorsan, kulaklarını aç. Muhakkak Allah ya bir
iyilik emrediyor ya da bir kötülük yasaklıyordur.”

‫ خ ا؛ثن ا إشث ا ق بن‬،‫ خ ا؛ثن ا ال دبر ي‬، ‫حدثن ا شقت ا ن س أ ح م د‬ ] ‫ م م ا‬/ ‫)" [ا‬٣٩٩(
‫‪Abdullah b. Mes’ûd‬‬ ‫‪143‬‬

‫ق ي ا هلت م ع ز ‪ ،‬ه ا ن أ صم ن‬ ‫إ دبة الل ه ‪ ،‬ه م ن ا ن ق ط ا ع أ ن يثعئني منه‬ ‫م ن ئ ود ‪ ٠٠ :‬إ ن ف ذ ا الم نا ن‬

‫لي س‬ ‫ال بيوت م ن ال خ ز ال ذ ي ق س فيه { ‪ ] ١٣١٨‬م ن كتا ب اللؤ ق ئ^‪ ،‬نإن ائي ش ال ذ ي‬

‫^‪" ،٤‬ك ح زاب انئ ت ال ذ ي ال غ ا م ز ثق‪ ،‬نإن ال غي طا ن يخ ر ج م ن ائئ ت‬ ‫فيه م ن كثا ب الل ه‬

‫ال ذ ي ت ش ن ع فيه ن ورة ا ك م ة‬

‫‪ibn Mes’ûd der ki: “Bu Kur’ân, Allah’ın verdiği bir ziyafettir. Kimin‬‬
‫‪ondan bir şey öğrenmeye gücü yeterse öğrensin. Zira en hayırsız ev içinde‬‬
‫‪Allah’ın Kitab’ından bir şeyin olmadığı (okunup öğretilmediği) evdir, içinde‬‬
‫‪Kur’ân’dan hiçbir şeyin bulunmadığı ev, tamircisi olmayan harabe ev‬‬
‫”‪^kara sûresinin okunduğu evden çıkıp gider.‬؛‪gibidir. Şeytan, B‬‬

‫(‪ ")٤٠٠‬ل ‪ ] ١٣١/١‬حدثن ا عند الل ه ن م ح ئ د ‪ ،‬حدت ا ت خ ئ د بن أيي شي ز‪ ،‬خ ا؛ثن ا‬

‫عئد الثؤ ن م ح م د العئس ى‪ C‬حدق ا عند الؤ ح م ن س م ح م د ا ل م ح انيء‪ ،‬خ ا؛ثغ ا ف ارون بن‬

‫مة ‪ ،‬غذ ئ د ال مب ن ي ا لأنزد‪ ،‬غذ أيي و ‪ ،‬قات‪ :‬قات مه د اش‪ " :‬إئت ا ف ذ و اقل وث‬

‫أوعيه‪ ،‬ء ا ئعلم وه‪ 1‬ب الم ز\ ن ‪ ،‬ال( * فئ ث ل و هأ بغيره ‪٠٠‬‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kalpler kaptır. Onları başka şeyle değil‬‬
‫”‪Kur’ân ile doldurdunuz.‬‬

‫(‪[ “) ٤٠١‬ا ‪/‬ا م ا ] حدثن ا أبو أ ح ن د الغعلريفي ‪ ،‬حدق ا أي و ح ل م ه ‪ ،‬حدت ا مش ل م بن‬

‫الثي‪ " :‬في ن ‪٣ ١‬‬ ‫ئ‬ ‫ه ا و‪ 3‬ئ غالي‪ ،‬ص م ن ‪ :‬س ض ال ز ‪ ،‬ق ات‪ :‬قات ثي‬ ‫جإ ؛ <ا ت‬

‫مبزؤ‪ ، £ $ ١‬و ث ك إ اي ‪0‬؛ ث خ ت ي ه "‬

‫‪Avn b. Abdillah bildiriyor: Abdullah b. Mes’ûd bana: “ilim demek, çokça‬‬


‫‪rivayette bulunmak değil, haşyet demektir” dedi.‬‬

‫م‪،‬‬ ‫ح‬ ‫م د الله بن أ ح م د بن‬ ‫حدثن ا‬ ‫بكر بن م ال ك ‪،‬‬ ‫و‬ ‫(‪[ -) ٤٠٢‬ا ‪/‬ا“ ا ا ] حدثن ا أ‬

‫ح د ش أبي‪ ،‬حدث ا م ح ئ ذ بن ك م ‪ ،‬ح دقا يزيد ث م ابن أيي ر م ‪ ،‬غذ إب راهي م ‪ ،‬غذ‬
‫ئ ال م ‪ " :‬ثثثئ وا ا ل ع لأ ‪ ،‬قإذا ع ل م ثاغن لوا "‬ ‫ه ن ة ‪ ،‬قات‪ :‬قات‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “ilmi öğrenin, öğrenince de onunla emel‬‬


‫”‪edin.‬‬
144 Abdullah b. M es’ûd

، ‫ حدثن ا ع د الله بن أ ح م د بن ح م‬C‫ ا خ ا؛ثن ا أبو بكر بن مال ك‬١٣١/١‫ )“ ل‬٤٠٣(

‫ قا د‬: ‫ قا د‬،‫ عن عدي بن عد ي‬، ‫ حدثنا معاوية بن صالح‬،‫ حدثن ا ع د الؤ ح م ن‬،‫ح دثني أيي‬

‫ وزنت ل ت ذ ث م ث أ ال م‬، ‫ ول ز ف اء ال ق ل ت ك‬، ‫ " وتو بمئ ال ث م‬:‫ث وب‬


، ٠' ‫ب ث ل‬ ‫اتق‬

‫س ح نثاد ؛ا‬

ibn Mes’ûd der ‫أكل‬: “Bilmeyene yazıklar olsun. Allah isteseydi ona
öğretirdi. Bildikten sonra amel etmeyene de yazıklar olsun.” Adiy, ibn
M es’ûd'un bunu yedi defa tekrar ettiğini naideder.

‫ حدثت ا‬، ‫ حدثن ا بشن بن مو ت ى‬،‫لخص‬ ‫ ا م ا ] حدثت ا م ح م د بن أخن ت بن ا‬/ ‫ )“ [ ا‬٤٠٤(

:‫ قات‬،‫ ص عئد الل ه تن م ح م‬،‫ غذ ه ال ل ائزران‬،‫ خ د م أبو غزاة‬،‫مبش ن إشث ائ‬


‫' ما ذ ك م م ن‬٠ :‫ مق ا ل‬،‫ في ف ذا ال ن ن ج د يئذأباثت م ين م د ال ك ال م‬،‫تب غ ت ابن منث ود‬،

، ٣ ‫ ي ض‬:‫ فنق و ل‬4‫ي لر‬


‫وته اف‬ ‫ثد ؤلم‬-‫ ي ح أ و أ‬UiT ‫أى تي ظو به‬1‫أ ح د إ ال أن ربة لع‬

" ‫نن ا غ بم ث ؟‬
‫ نا ذا ع م ك ج‬،‫تنآد م‬:‫ ن ا با أ خن ث ال مب ي ث ؟ ا‬،‫ سآدم‬:‫نا و ك ي ؟ ا‬

Abdullah b. Ukeym der ki: ibn Mes’ûd’un bu mescidde konuşmaya


başlamadan önee yemin edip şöyle dediğini duydum: “Vallahi sizin her
biriniz insanın ayın ondördünde Ay ile karşı karşıya olduğu gibi, Rabbi ile
karşı karşıya gelecektir. Allah kendisiyle yalnız kaldığı kişiye: «Ey Âdemoğlu!
Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Gönderdiğim
peygamberlere ne cevap verdin? Ey Âdemoğlu! Bildiğinin gereği olarak neler
yaptın?» diye soracak.”

‫ حدثن ا ب م‬، ‫ حدثن ا إثزاي إ بنشع ذان‬، ‫ ] خا؛ثتا ئ خ ئ د بن إ ن خا ق‬١٣١٨ [ ")٤٠٥(


‫ \ل ال من ث ا إل ب ل‬٠٠ :‫ث وب‬ ‫ قات ا ئ‬:‫ قات‬،‫ ض اق ا م‬،‫ قثا ا شتن ود ي‬،‫تق بكار‬

" ‫ي ت ى اي إل 'كا ن ت ئ ة ل ئ خ ي ئ ة يغ طه ا‬

İbn M es’ûd der ki: “Bana göre bir kişinin öğrenmiş olduğu ilmi
unutmasının sebebi, işlediği günahlardır.”
Ebû Nuaym diyor ki: ibn Mes'ûd dünyanın, aile, çocuk gibi
nimetlerinden mahrumdu. Nefsini, hallerini ve davranışlarını eleştirirdi.
Allah'ın verdiği tevhid nim etinden memnundu.
‫‪Abdullah b. Mes’ûd‬‬ ‫‪145‬‬

‫‪Derler ki: Tasavvuf, nefsi kurtuluşa teşvik edip havf ve‬‬ ‫‪ecâya‬‬
‫‪yücelmelctir.‬‬

‫(‪ “) ٤ ١٦‬ل‪ ١٣١/١‬ا حدثنا أ حم د بن جع فر بن حم دا ن‪ ،‬حدثنا ع د الل ه بن أ حم د ‪،‬‬

‫ح د ي أيي‪ ،‬حدق ا ل ا ‪ \ /‬م ا ] همح أ ء صر ثنيت بن أيي زياد‪ ،‬ص أيي ج س ه‪ ،‬قات‪ :‬قات‬

‫محزم تخفه ت ق د ث ئ ب م "‬ ‫ط ش " ن ش ب ص ئ ؤ ال دث‪ 1‬و م ؤ‬

‫‪; “Dünyanın sefası gitti, kederi kaldı, bugün‬ل ط ‪Abdullah b. Mes'ûd der‬‬
‫”‪ölüm her Müslüman için hediyedir.‬‬

‫هغ‬ ‫أبو‬ ‫حدثتا‬ ‫ج م ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫محم د‬ ‫حدثنا‬ ‫م ح مد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ‫[ ا ‪ \ /‬م أ ا]‬ ‫( ‪- ) ٤ ٠ ٧‬‬

‫بن أ ي م حق‪ ،‬حدقا عئد ال د ثذ إدري س‪ ،‬غذ ثريد بن أيي ريا د‪ ،‬عن أيي ج حيم ه‪ ،‬ه ادت‬
‫> مه د‪| '٠ : ^ ١‬د ما االثئ؛ا ^ ^ ‪ ،،٢‬د ه ب صمؤه وتقي كذره "‬
‫دا ‪3‬‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Dünya, duru suyu gidip geriye çamuru‬‬
‫”‪kalmış bir su birikintisi gibidir.‬‬

‫(‪ -) ٤٠٨‬ل‪ ١٣٢/١‬ا حدثت ا نل بما ن بن أ ح م د ‪ ،‬حدثن ا عنن بن حف ص ال ث ذ و م ي‪ ،‬حدثت ا‬

‫م‪ ،‬ءذ‬ ‫غاص ز ئ غ ئ‪ ،‬قا د ‪ :‬خدتثا ا ف غ و د ي ‪ ،‬خدتثا ع ئ ئ بدينه‪ ،‬ض فيل ت ن‬

‫محي‪ ، ^ ١‬قا ‪ " :3‬ي خ؛ذا ا ك موف ان‪ :‬ش ز ث واق ي‪ ،‬ؤا‪:‬دلم‪^١‬؛ إن‪ °‬ئ ؤ ؛ ال ف ش أو مح و ‪،‬‬

‫زن ا أثا ثيب ابه م ا ابتل ي ت ‪ ،‬إن * كا ن الغنى إ ذ فيه للغعئفت‪ ،‬نإن " كا ن ا لم م إن فيه لل ص ر‪٠٠‬‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Gevilmeyen, ancak en güzel olan şeyler,‬‬


‫‪ölüm ile fakirliktir. Allah’a yemin olsun ki zenginlik veya fakirlikten‬‬
‫‪hangisiyle mübtela olacağıma aldırış etmem. Zira zenginlikte başkasına‬‬
‫”‪şefkat, fakirlikte ise sabır vardır.‬‬

‫(‪ ] ١٣٢٨ [ -) ٤٠٩‬حدثن ا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬حدق ا عتد الله بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫حمدثى أبى‪ ،‬ثتا ثريد‪ ،‬حدبنا ا لخنع ودي‪ ،‬عن عزن بن حم د الثؤ‪ ،‬قا ‪ :3‬محات عتد الل ه‪ " :‬ال‬

‫ح ت بذ ر وت ه‪ ،‬ز ال ي ج ئ ي ذ ق ^ خ ر ي ك و ن ه ئ ئ أ خ ء ف ه‬
‫ت‬ ‫و‬ ‫إل ؛ن ا ن‬ ‫ت ب ع عب د ح م م ه‬

‫م ن الغنى‪ ،‬والتواضع أ ح ب إثه ص ال ئ ز ف ‪ ،‬نخ ش لآكو‪ 0‬حام د ه ؤدائة عنده شواء "‪،‬‬

‫ء ال م ‪ ،‬قالوا‪ :‬خ ش ذقون ال ث م ي اخل ال ل أ خ ي إ ي م ن ا لهش‬ ‫قات‪ :‬ق ث ز ث ا لخخا ث‬


146 Abdullah b. Mes’ûd

‫ وح ش يكون‬، ‫ ؤالثزاضغ في طاعة الل ه أ ح ب إقه م ن ال ئ ز ف في مغصثة الل ه‬،‫في ا ل حزام‬

‫ ^ ع م ده فى ا ل حى شراء‬١^ ‫حام د ه‬

Abdullah ‫ط‬. Mes’ûd der ki: “imanrn zirvesine ulaşmadığı müddetçe kul,
imanın hakikatine eremez. Fakirliği zenginlikten, tevazuyu onur sahibi
olmaktan daha çok sevmedikçe, kendisini öven ile yerenleri aynı değerde
görmedikçe de imanın ziı^esine erişemez.” Abdullah’ın öğreneileri onun bu
sözünü şöyle açıklamışlardır: “Kişinin, helal kazanca dayanan fakirliği haram
k^ançtan gelen zenginlikten, Allah yolunda mütevazi olmayı, Allah’a isyan
üzerinden gelecek onurdan daha fazla sevmesi, hak konusunda olduktan
sonra kendisini öven ve yeren kişileri aynı değerde görmesidir.”

‫ خ ا؛ثن ا عبد ا ل ر حم ن ب ن م ح م د بن‬، ‫ثؤا ذ‬-‫ ا حدثن ا أبو م ح م د رن‬١٣٢/١‫ )“ ل‬٤١٠(

‫ عن‬،‫ ص ش م ر بن عحلثه‬،‫ عن ا لأعنفب‬،‫ حدثن ا أب و معا ونه‬، ‫ حدثن ا هن ا د ن ال ث ر ي‬، ‫تلمم‬

‫ ظ‬، ‫ " واش ال ذ ي ال إل ه ت ي ة‬: ‫ظ ال م‬ ‫ قات‬:‫ فات‬، ‫جه‬


‫ ص أب‬، ‫ت تن ا ل أت ي‬ ‫ض خ ثن‬

١٠ ‫ثضؤ عئدا يصب ح غلى ا إلن ال م ويمس ي عنقه ن ا أ صابه قي ال د قا‬

Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a


andolsun ‫ لكل‬kul, İslam ile sabahlayıp yine İslam üzere akşamladığı sürece
dünyadayken karşılaştığı hiç bir sıkıntının ona bir zararı dokunmaz.”

‫ خ ا؛ثن ا عتد‬، ‫ حدثن ا م ح م د س ت ه ز‬، ‫ ] حدثن ا حم د الل ه ب ن م ح م د‬١٣٢/^[ “) ٤١١(

‫ ض اخلا ر ت‬، ‫ غذ إئزاه م الي م إ‬، ‫ عن ا ش م‬،‫ خدتثا أبو تثاويه‬، ‫ال م ئ ث غ م ا لخبمئ‬

‫ ظ م جون‬4‫ ظ أص خ عند آ ل عتد ال أ‬، ‫ ي ة‬٩ ‫ " ؤائبي> ال‬:‫ط اش‬ 3 ‫ قا‬:‫ ئ ت‬،‫ي شؤتد‬

‫يش ر ك‬ V 4 ‫ي ذ ال ث‬ ‫أن‬ ‫عب م‬ ‫قد‬ ‫ه‬ ‫أة‬ ،‫ن وج‬ ‫به‬ ‫م‬ ‫غ‬ ‫يدئغ‬ j ‫أ‬ ،‫ي ا‬ ‫بؤ‬ ‫ش‬ 1 ‫ببب ز‬
‫م‬
‫ج‬ ‫أن‬

‫ف ه اا‬ ‫به‬

Abdullah (b. Mes’ûd) der İri: “Kendisinden başka ‫ل‬1‫ ين‬olmayana yemin
olsun ki Abdullah’ın ailesinin yanında Allah’ın, aracılığıyla kendilerine
hayırlar (mal) getirecek veya kötülüğü kendilerinden defedecek bir şey
kalmadı. Ancak Allah da biliyor İri Abdullah, ona hiçbir şeyi ortak
koşmamıştır.”
‫‪Abdullah b. Mes’ûd‬‬ ‫‪147‬‬

‫(‪ ] ١٣٢٨ [ ")٤١٢‬حدثن ا أ ح م د بن جعف ر‪ ،‬خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د ‪ ،‬خدبيي أيي‪،‬‬

‫ص ت ‪ ] ١٣٣/١‬ت ز و ي ‪ ،‬قا ت‪ :‬قات‬ ‫حدثن ا يح يى بن تع ي د‪ ،‬عن مجال د ‪ ،‬أخبزنى‬

‫ب‬ ‫ح‬ ‫اننقثي ؛ ئ أ‬ ‫م ن‬ ‫رن‬ ‫أ‬ ‫‪،‬‬ ‫؛ ^‬ ‫ب ‪^ ١‬‬ ‫ح!‬ ‫ص‬ ‫أ‬ ‫ص‬ ‫هن‬
‫م‬ ‫أن‬ ‫ب‬ ‫ج‬ ‫أ‬ ‫ظ‬ ‫‪:‬‬ ‫^‬ ‫عئد ‪١‬‬ ‫عند‬ ‫ر ج ئ‬

‫لء ثبمث " مبي ق ث ة‬ ‫إ ي ‪ ،‬ئ دت ق ا ‪ 3‬م ح ذ ال د ‪ " :‬تك ن ‪ İİUİ‬زبت زق لن أثت ‪٩‬‬

‫‪Mesrûk der ki: Adamın biri Abdullah b. Mes’ûd’un yanında: “Ben‬‬


‫‪âhirette ashâbu’l-yemin zümresinden değil de, mukarrebîn zümresinden‬‬
‫‪olmayı isterim!” deyinee, Abdullah (kendini kast ederek): “Oysa (hesaptaki‬‬
‫‪korkudan dolayı) ölüp de tekrar dirilmeyi istemeyen kişiler de vardır” dedi,‬‬

‫(‪ ١٣٣/١[ -) ٤١٣‬ا حدثنا نأي ن ا ن ن أ ح ن ذ ‪ ،‬حدق ا ث ح ث د س علم إ ال صايغ‪ ،‬خ ا؛ثن ا‬

‫مشب د س من صور‪ ،‬خصت ا أب و معاونه ‪ ،‬حدثن ا ا م ^ بني حيى ‪ ،‬عن ا لخثن‪ ،‬قا د ‪ :‬قأا ل ع د‬

‫الله س نن ث ود‪ ٠' :‬ل و وه م ت ص ا ل حغة والن ار‪ ،‬مم ي ل لى‪ :‬ا خ م نخقزك م ن آيه ما ثكون‬

‫همة زظائ "‬ ‫أ خ ي ري ق‪ ،‬أز تكون زناة‪:‬ا؟ آل مح ث أ ذ‬

‫‪ibn Mes’ûd der ki: “Cennet ile Cehennem arasında durdurulsam ve de‬‬
‫‪bana: «Tercih senin! ister Cennete ister. Cehennemde gir veya istersen kül‬‬
‫”‪olmayı seç!» dense, ben kül olmayı seçerdim.‬‬

‫(‪ ")٤١٤‬ل ‪ ١٣٣/١‬آ أخثزثا عتد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن أ ت ز ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب و‬

‫طءتثا م حه‪ ،‬عن ا م ح م ‪ ،‬ص إ و م م الي م ؤ ‪ ،‬أن اخلا ر ت ئ شؤم‪،‬‬ ‫ذاؤذ ال ئا ي ؤ ‪،‬‬

‫ض لخمتأ ال ي\ت غش أ ي ي "‬ ‫قات‪ :‬قات اتق منق ود‪ " :‬ل ؤ ه و ن‬

‫‪İbn Mes'ûd der ki: “Benim ilmimi (bildiğimi) bilseydiniz yüzüme toprak‬‬
‫”‪atardınız.‬‬

‫(‪ “) ٤١٥‬ل‪ ١٣٣/ ١‬ء حدثن ا ع د ال ر ح م ن بن الجثا س‪ ،‬حدثن ا إئزا؛بيلم بن إشحا ق ال م ب ي ‪،‬‬

‫حدفنا أب و الول د‪ ،,‬حدق ا متارك بن محال ه‪ ،‬ض ا لخنن‪ ،‬ها د‪ :‬حدثن ا أبو ا الثحؤص‪ ،‬ها‪;،3‬‬

‫ب ح ك غلى م ر ن ت ه ود ‪ ،‬وعنده بن ون د الل‪ J^UfT 4‬الدد\نير‪ ،‬ئجعق‪ I‬ئئ ظن إآئه_^ ‪ ،‬ق ط ن ‪، ٩‬‬

‫حإ ي و م بهز؟ "‪ ،‬ئ ك‪ :‬وثل ه ل ال ث‪.‬يد ؛ الب م م هؤالء؟ يئخ زف ق‬ ‫م‬ ‫ه ا‪٠٠ :3‬‬
148 Abdullah b. Mes’ûd

‫' الن أ طون ق ض ت يد ي م ن تزاب‬٠ :‫ مما ل‬،‫م غ ف بئت ل ه قصير قد عئ س فيه حتثا ف‬

" ‫قبوره م أ خ ي إلي م ن أن يثغ تقس ث ن ا ا ل ح ل ف ن ن ي‬

Ebu’l-Ahvas anlatıyor: ibn Mes'ûd'un yanına girmiştik, yanında altın


gibi parlayan üç genç vardı, onlara bakmaya başladık. Bizi fark edince
“Onlardan dolayı beni kıskanıyor gibisiniz” dedi. Biz “insan bunlardan
dolayı kıskanılmaz mı?”dedik. Evinin, serçelerin yuva yaptığı alçak tavanına
baktı ve şöyle dedi: “Mezarları başında ellerimdeki toprağı çırpmayı, şu
serçenin yumurtasının düşüp kırılmasına tercib ederim.”

‫< حدثن ا‬،‫ حدثن ا إئزاي إ المبي‬،‫ ا حدثن ا عتد ا ل ر حم ن ين ال م ا س‬١٣٣/١‫)" ل‬٤١٦(

‫ أثت "ى ن‬:‫ ض !بن م ن غ ود‬،‫ ن‬1‫عن أ ي عت م‬ ‫ عن‬،‫ ح د ظ إ<ئ م ا ءيد‬،‫م شدد‬

‫ش الئه امأثان دوائا من ص ب‬


‫ وب حثه ب الئه و‬،‫ قين ما هؤ يؤم في مف غ ثة‬،‫ي جال ن ة بادقوهة‬

،‫ ب م قذف ن أذ ى بعليه‬،‫ إذ شمس ى على رأس ه عصف ور‬، ‫و ج ما ل نثق مئه م ا ول د ” كا ح س ن الول د‬

‫ الةن ي م وت آت حم د الل ه ئ أ أتغ هم أ ح ب إلي م ن أن ي م و ت ف ذا‬٠٠ ‫ وه ادت‬، ‫فنكثه بيده‬

"‫م حل م وز‬

Ebû Osman, Kûfe'de ibn Mes’ûd'un meclisinde bulunduğunu


naklederek şunları anlatır: o sırada nikahının altında iki tane, asalet sahibi
ve güzel olan iki kadın vardı. Birinden de çok güzel bir oğlu vardı. Bir gün
kendisine ait bir sofada otururken bir kuş gelip tepesinde ötmeye başladı,
ardından da karmndakini ibn Mes'ûd'un başına pisledi, ibn Mes'ûd pisliği
eliyle silip: “Benim için Abdullah'ın soyunun ölüp yok olması, bu kuşun
ölmesinden daha evladır” dedi.

T avsiyeleri ve N asihatleri

‫ حدثن ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا بشن بن مو ت ى‬،‫ ] حدت ا ث خ ئ د بن أخن ت بن ا لخض‬١٣٣/١ ‫)" ل‬٤١٧(

: ‫ قا د‬، ‫ ح دئن ي عتد الثؤ بن ال ول ي د‬، ‫ حدثن ا نع ي د بن أيي أثو ب‬،‫أبو عئد ال ؤ حم ن ا لممر ئ‬

‫ أثة كا ذ‬C‫ عن هم د الله بن من عود‬،‫عن أبيه‬ ‫ث م ن ت عتد الؤ حم ن بن ح حتزه‬

‫ وأعن ا ل‬، ‫ في ا جا ل منقوص ة‬،‫ " إم ك م في م م ال م والنه ا ر‬: ‫ ا قثت إ ي‬١٣٤/١ ‫يأمول ألل ل‬
‫‪Abdullah b. Mes’ûd‬‬ ‫‪149‬‬

‫م حف و ظ ة ‪ ،‬زانن ؤ ث يأ ي يغثه‪ ،‬محس يزرع حتزا ي وش ك أن يحص د بخته‪ c‬وم ن ثرزغ ق وا‬

‫يوش ك أن يحص ذ م دا م ه‪ ،‬ول ك د زايع م ئ د ما ززغ‪ ،‬ال ينب ئ بطيء ب ح فإه‪ ،‬ؤال يدرك‬

‫غ ‪ ،‬ه لع‪1‬ل ى أء ط‪ 1‬ه‪ ،‬زنن وقي فؤ؛ ‪ ،‬شبع ؛ ر‬ ‫حريقس ظ نم م د ر ته‪ ،‬محس أعط ي‬

‫‪ ، ٠٠‬الئممون ش ا بة‪ ،‬والمم ه اء قا ذة‪ ،‬ومجال ضهز زيا دة "‬

‫‪: Abdullah b. Mes’ûd oturduğu zaman şöyle derdi: “Sizler‬ل ط ‪Huceyre der‬‬
‫‪.gece ve gündüz sayılı günleriniz içinde belirli amelleri yapar durursunuz‬‬
‫‪Ölüm size ansızın gelir, iyilik ekenin hayır biçeceği, kötülük ekenin ise‬‬
‫‪pişmanlık biçeceği gün yakındır. Her ekene ektiğini biçmek vardır. Yavaş‬‬
‫‪davrananın nasibini kaçırmadığı gibi hırslı da kendisine takdir edilenden‬‬
‫‪başkasını alamaz. Kim başkasına iyiliklerde bulunursa Allah ta ona‬‬
‫‪iyiliklerde bulunur. Kim şerden sakınırsa, Allah da onu korur. Takva‬‬
‫‪sahipleri efendi,‬‬ ‫‪fakihlerse önderdir.‬‬ ‫‪Onlarla arkadaşlık etmek ise‬‬
‫”‪güzelliktir.‬‬

‫(‪ “) ٤١٨‬ل‪ ١٣٤/١‬ا خئ'ثن ا أ ب وأ خ ن ت ث خ ئ د بن أ ح م د ‪ ،‬ونث ما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ق اال‪ :‬ثن ا‬

‫أبو حليم ه‪ ،‬حدق ا مش ل م بن إ و م م‪ ،‬خا؛ثغ ا قؤة بن حال د ‪ ،‬عن ا ل ص حا ك بن مزا ح م‪ ،‬قادت‬

‫محا د عئد الل ه‪ ” :‬ما م د ف أ إ ال صمنهت وماله غارثة‪ ،‬والص نفن إلث ج ذ ‪ ،‬واخل اوية ؤ ا ة ا ر‬

‫'‬ ‫ص ‪-‬‬

‫‪: “Sizin her biriniz misafirdir ve malları‬لكا ‪Abdullah b. Mes'ud der‬‬


‫”‪iğretidir. Misafir göçmendir, iğreti eşya da asıl sahibine iade edilir.‬‬

‫بن‬ ‫(‪ “) ٤١٩‬ل‪ ١٣٤/١‬ا خ ا؛ثت ا ت خ ث د بن عل ي‪ ،‬في ج ماعة‪ C‬قالوات خ ا؛ثغ ا عتد الله‬

‫م ل أ ‪ ،‬ض ء ال ن ب ي ئن م ح ر‪ ،‬ص مه د‬ ‫ث خ ئ د الغ و ي‪ ،‬خدنما ع ئ ئ ا لخغد‪ ،‬خدئثا‬

‫ي ال مب ن‪،‬‬ ‫م قات‪ :‬يا أثا‬ ‫أبه‪ ،‬قا د ‪ :‬أثاة ز‬


‫ت ود‪ ،‬ص ج‬ ‫م ال د ثن‬ ‫ال مب ن تن‬

‫‪ ^١‬ح ي ث‬
‫ع ل م ني 'ك لما ت ج زاثغ ثواثع‪ ،‬ممات‪ " :‬اعتد الثت ؤ ال تشرك به ف بجا ‪ ،‬ورت م غ‪^ ١‬‬

‫زات‪ ،‬زنن جا ءك ب ال ح ق محا ق ز منه‪ ،‬نإن ءقا ن بع يدا بغي صا ‪ ،‬زنن جاءلف بان ا ط ل ثا زدد علته‬

‫نإن *كا ن خبيثا نيئا "‬


150 Abdullah b. Mes’ûd

Abdurrahman b. Abdillah b. Mes’ûd anlatıyor: Bir adam ibn Mes’ûd’un


yanma gelip: “Ey Ebû Abdirrahman! Bana özlü ve faydalı bir şeyler öğret”
deyince, Abdullah ona şöyle karşılık verdi: “Allah’a kulluk et ve Ona hiçbir
şeyi ortak koşma. Kur’ân’ın gittiği yöne git, sana hakkı kim söylerse söylesin,
velev ‫ ثكل‬sana uzak ve sevmediğin biri olsun kabul et. Batılı da sevdiğin bir
yakının söylese bile kabul etme.”

، ‫ حدثن ا عئد ا و خت ن س ض ل م‬،‫ ة“ آا ء حدثن ا هم د اللب س م ح ئ د بن جغف ر‬/ ‫ [ ا‬- ) ٤٢٠(

3 ‫ا‬
‫ق‬ : ‫قا ت‬ ،‫عنرو‬ ‫أيي‬ ‫ص‬ ،‫م حذق‬ ‫تن‬ ‫تو ت ى‬ ‫ص‬ ، ‫م‬ ‫؛ ئ‬ ‫خدتثأ‬ ، ^ ١ ‫ئ‬ ‫ظ‬ ‫خ د ك‬

" ‫ ورب ق ي ئ و رت لخزى ن ي ال‬،‫ واتاط د م حفت نب ي‬،‫ " ا ل حى ميت م ري‬: ^ ١‫عئد‬

Abdullah b, Mes’ûd der ki: “Hak, ağır ve sağlamdır, batıl ise hafif ve
‫ ل ك سإ‬1‫'ل ض ك‬, Nice şehvet de vardır ki, sahibini uzun üzüntüler içinde

‫ نبشر بن‬،‫ خا؛ثنا علي بن حم د ا لخزيو‬، ‫ أ م ا ] خا؛ثنا ن شا ن س أخن ت‬/ ‫ [ ا‬-) ٤٢١(

،‫ ص عيس ى بن عقثه‬،‫ عن ثريت بن حقا ن‬،‫ حدق ا ا لأع م س‬، ‫ ق ا الت حدثنا أب ونعت م‬، ‫م وت ى‬

‫ي‬ ‫ ت ا غلى ف م ا لأرض‬،‫ " زالثؤ ا إل ي ال إل ة إ ال ئؤ‬: ‫ قات محن الثؤ ئ ت ت ق‬:‫ظت‬

‫ب ن ب ن ها ن‬
‫م‬ ‫أ ح وج إ ر طولب‬

Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin


olsun ki yeryüzünde dilden daha fazla hapsinin (susmasının) uzun tutulması
gereken başka bir şey yoktur.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدت ا بشر بن مو ت ى‬C‫ غ م ا ] خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخشن‬/‫ [ا‬-) ٤٢٢(

‫ " إن بقل وب‬:‫ث وب‬ ‫ قات هم د ال م تق‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫ ص‬،‫ خ د ك ت ت‬، ‫خ ال ئ ي م‬

‫ ؤذع وف ا عغذ‬، 1‫ ئا غثين وث ا عند شهوته ا وائال ه‬،‫ ن للمل و ب فتن؛ ؤإ دبا را‬1‫ ؤ‬، ‫ن ه و ه ئ ق ا ال‬

" ‫ايفا‬:‫محب جا لآ‬


Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kalplerin şehvet ve arzuları olduğu gibi
dönüşleri ve gevşemeleri de vardır. Onun şehvet ve arzularını ganimet
biliniz. Dönüşleri ve gevşemeleri anında ise onları bırakınız.”
Abdullah b. M es’ûd 151

، ‫ح م‬ ‫بن‬ ‫أ حم د‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا ع د الل ه‬، ‫ ا حدثن ا أ و بك ر ثن م ا ل ك‬١٣٤٨ ‫)" ل‬٤٢٣(


،‫ث ب ن عب د ال م ب ن ئ ن ي زي د‬ ‫ن‬ ‫غذ‬ ،‫ ع ن م ح وي‬،‫ ح دبتا جريت‬، ‫ ا أي ي‬١ ٣ ٥ / ١ ‫ح د ش ل‬

٠٠ ‫ زن ا ح ز في ي ف من شيء م ذعه‬، ‫و حزايز الئل و ب‬ " : ‫ قات ع د الل ه‬: 3 ‫ ظ‬، ‫عن أبيه‬

İbn Mes’ûd der ki: “Vicdanı rahatsız edecek şeylerden sakının.


Vicdanınızı rahatsız edecek şeyi bırakın.”

،‫ حدثن ا أثو ي حيى الراوي‬،‫ ة م ا ] حدثن ا م د الئؤ بن م ح م د بن جعفر‬/ ‫ )“ ل ا‬٤٢٤(

‫ جاء‬: ‫ قا د‬،‫ ص منذو‬، ‫ عنسع ي د بن مشروق‬،‫ حدثنا أث و ا ألحوص‬، ^ ‫حدثنا ف ا د بن ا ل م‬

، ‫ قع ي ب الثامن ب ن بل ب رقابه م و صحته م‬،‫س ود‬ ‫نا س م ن ال د ه اشن إ ر عبد الل ه بن‬
‫ زثلم ؤن‬، ‫ وأم زضهز هلتا‬، ‫ " إدك م ثزؤن ال ك افر م ن أ ضخ القاسي ح سما‬:‫ سات عثد ال ثؤ‬:‫محا د‬

‫ت بوئدكز ن ض خ ت‬ ‫ص‬
‫قزر‬ ،‫ وائت؛ الثؤ‬، ‫ وأمزضهز جشئ ا‬، ‫ا ل م ؤم ن م ن أ صح الن ا س ئاي‬

" ‫أ ب م ا م ه ق ز أئؤن غلى الل ه ص ا ب ي الن‬

Münzir anlatıyor: Kabile reislerinden oluşan bir topluluk Abdullah b.


Mes’ûd’un yanına geldi. Kalk onların boyunlarının kalınlığı ve
şişmanlıklarına şaşınca, ibn Mes’ûd şöyle dedi: “Kâfire baktığınızda,
insanların sıhhatçe en iyisi kalben ise en hastası olduğunu müminin ise
sağlam bir kalbe, fakat hasta görünen bir vücuda sahip olduğunu
görürsünüz. Allah’a yemin ederim ki! Eğer kalpleriniz hasta olup,
vücutlarınız sıhhatli olsaydı, Allah katında iki tosun kadar bile değeriniz
o lm a z d ı.”

‫ خ ا؛ثن ا‬،‫ حدثن ا م ح م د بن أ ى ت ه ل‬، ‫ ] خل؛ثن ا عتد ال ثؤ بن م ح م د‬١٣٥٨ [ “) ٤٢٥(

‫ عن أيي‬،‫ عن أخيه‬، ‫ عن إ س ما عيل بن أيي حال د‬،‫ حدثن ا وكيغ‬،‫اتمب ي‬


‫مه د اللؤ بن ن ح م ح‬

0‫مره ح ي ث ال تآكل ه الث و س‬ ‫نثهنا غ م ن ك م أن ي ج ع د‬،‫؛ عثد اللهل " م ن ا‬3 ‫ت ثما‬3 ‫ د ا‬، ‫م ح ن ة‬

" ‫ي و م تع م ء‬ ‫ فإن‬،‫ظ الق؛ائ م حت‬ ‫ؤال‬

ibn Mes’ûd der ki: “Kim hâzinesini kurdun yiyemeyeceği ve hırsızın


y e tişe m e y e c e ğ i yere koyabilirse öyle yapsın (infak etsin). Çünkü kişinin kalbi
hâzinesiyle beraberdir (aklı hep onda kalır).”
‫‪152‬‬ ‫‪Abdullah b. Mes’ûd‬‬

‫خ ا؛ثن ا أب و‬ ‫ن ع ئ د الع زيز‪،‬‬ ‫عئ‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫ذ‪،‬‬ ‫أ حم‬ ‫ن‬ ‫ئ أ ‪ ،‬نا ن‬ ‫ح دث ن ا‬ ‫(‪] ١ ٣ ٥ ٨ [ “) ٤٢٦‬‬

‫م ح م ‪ ،‬حدتن ا ن يا ن‪ ،‬غ ذ ق س بن شتي م ‪ ،‬غذ ط ارق بن شه ا ب ‪ ،‬ه ادت جا ء ع ريس بن‬


‫غزوئب ا لم حا ئ إ ر ع د الثؤ‪ ،‬قات‪ :‬مثلث تق إل ث مبا من زوف ولب ظ عن ال ن ث ي‬

‫قات‪ " :‬بد ه ف نق إل ي ر ن ق ي ا نمزوف وتكث محت ال ه ز "‬

‫‪Târik b. Şihâb bildiriyor: Itrîs b. Urkûb eş-Şeybânî, Abdullalı b.‬‬


‫‪Mes’ûd’un yanına gelerek:‬‬ ‫‪“iyiliği‬‬ ‫‪emretmeyen ve kötülükten‬‬ ‫‪de‬‬
‫‪yasaklamayan kişi helak olmuştur!” dedi. Abdullah da şöyle karşılık verdi:‬‬
‫‪“Daha doğrusu, kalbi iyiliği bilmeyen ve yine kalbi kötülüğü inkâr etmeyen‬‬
‫”!‪kişi helak olmuştur‬‬

‫(‪ [ -) ٤٢٧‬ا ا‪ 0‬م ا ] خ ا؛ثن ا أبو أ ح م د م ح م د بن م ح م د ‪ ،‬ون ق ما ن بن أ ح م د ‪ ،‬ف اال‪:‬‬

‫ش ود‪ ،‬عن‬
‫حدثن ا أب و حليم ة‪ ،‬حدثن ا أب و ال ول د ‪ ،‬خ ا؛ثن ا شية‪ ،‬عن أيي إ شخ ا ق ‪ ،‬ص أيي ا لآ‬

‫محي ال م ‪ ،‬قات‪ : " :‬ذ ف ي ال ئ امبون أن الئا ‪ ،‬و ق ى أ غد ا م تق ال ه ر ه ت م ر ة "‬

‫‪Abdullah (b. Mes’ûd) der ki: “Salih kimseler birbiri ardınca göçüp‬‬
‫”‪giderler. Geriye ne bir iyiliği bilen, ne de kötülüğü reddeden kimseler kalır.‬‬

‫(‪ [ -) ٤٢٨‬ا ‪ /‬م“ ا ا ] خ ا؛ثن ا حبي ب س ا لخنن‪ ،‬خ ا؛ثن ا ع من بن حف ص ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ع ا صم‬

‫ئ ء إل ‪ ،‬خدتثا ا ف غ و د ي ‪ ،‬ض اق ا م‪ ،‬قات‪ :‬قات ز ي د ص ال ر ‪ :‬أؤمض يا أبا مح د‬

‫ال مب ن‪ ،‬قات " ي غلف قلق‪ ،‬زا م ح‪ ،‬بمائل ق‪ ،‬نائلي ظ ى ذ ك ر خط بجاف "‬

‫‪Kâsım der ki: Bir adam, Abdullah’a: “Ey Ebû Abdirrahman! Bana öğüt‬‬
‫‪ver” deyince, Abdullah adama: “Evinde otur, diline sahip ol ve günahını‬‬
‫‪hatırlayıp ağla” dedi.‬‬

‫(‪ [ -) ٤٢٩‬ا ‪ /‬ه م ا ] حدثت ا أبو اشحا ق ابناه م بن م ح م د بن حتزه‪■ ،‬خ ا؛ثغ ا م ح م د بن‬

‫ي حيى بن نلي ما ن‪ ،‬حدثن ا عا صم بن علي المسع ودي‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن أيي نابل‪ ،‬قا دت‬
‫ش م غ عتد الل ه زي ال‪ ،‬تق وت‪ :‬أين الزاهدون ي ال د قا ‪ ،‬الؤاغتون فى ا ال خزة؟ ق ات خ د الل ه‪:‬‬

‫" أولئلق أ صحا ب ا ل جا ي ة‪ ،‬ائثزحن ح م س مائة ين ا نمن ل ص أن ال ير جعوا ح ش ئئ ظوا‪،‬‬

‫ن ظئ وا رءوشه م زق وا الع د ؤ مم تأ وا إ ال م خ ر عنه م "ل ‪] ١٣٦/١‬‬


Abdullah b. Mes’ûd 153

Ebû Vâil (Şakîk b. Seleme) bildiriyor: Abdullah b. Mes’ûd, bir adamın:


“Dünyadan yüz çevirip âhirete yönelenler nerede!” dediğini işitinee şöyle
karşılık verdi: “Bunlar, Câbiye’de savaşanlardır. Zira müslümanlardan
beşyüz kişi, öldürülene kadar savaşmak ve asla geri dönmemek üzere
birbirleriyle sözleşmişler, saçlarım da kazıtıp düşman üzerine yürümüşlerdir.
Durumu Müslümanlara bildirmek üzere dönen bir kişi haricinde de hepsi
şehit edilmiştir.”

،‫ خ ا؛ثن ا أب و بكر بن أيي فس ه‬، ‫ ا حدثن ا عئد الثؤ بن م ح م د بن ج م‬١٣٦/١[ “) ٤٣٠(

،‫ ص عتد الغي‬،‫ ص عتد الؤ ح ن ن بن يزيد‬،‫ ص عنازة‬،‫ عن ا ال عن ش‬،‫حدقنا أبو معاويه‬

‫ه زم‬ ‫ ب زن ر د ؛ ئ ي‬،‫ ز محث اب؛ه ا ائ ض أ صت‬، ‫ زأك و ي الة‬، ‫ " أقي أ ك و م ؛انا‬: ‫ة د‬

‫ ز؟نن ي ي‬، ‫ " ئ ز ء ي أزنت ي الد ي‬:‫ل مب ن؟ لأل‬1 ‫ا ت ر‬:‫ إل ي أ‬:‫ئرا‬،‫ ق‬،" ‫م‬ ‫محتب‬

" ‫اآلتيتق‬

Abdullah b. Mes'ûd der ki: “Sizler Resûlullah’ın (sallallahü ^١^١٢١٦‫) ؛‬vesellem


;ashabından daha çok oruç tutuyor, namaz kılıyor ve çaba gösteriyorsunuz
ancak onlar sizden daha hayırlı idiler.” Kendisine: “Neden ey Ebû
Abdirrahman?” diye sorulunca ise: “Çünkü onlar, dünyada sizden daha fazla
zahiddiler ve âhirete sizden daha fazla yönelmişlerdi” karşılığını verdi,

،‫ حدثنا إئزاي إ بن إشحا ى ا ل مب ي‬،‫ ] حدثنا عئد الؤ ح ئ ن ن ال ما س‬٤٣١[ -) ٤٣١(

‫ ضر‬، ‫نثئ ب‬
‫بن ا م‬ ‫ع‬ ‫ عن الت ال‬، ‫ حدثن ا شقيا ن‬،‫ حدثن ا ابن ائئثا زك‬، ‫حدقا ث خ ئ د بن تق ا م‬
‫ ئ م ن كا ن ت زاخته في‬،‫ فيئ لل نوم ن زاخة دون لماؤ الل ه‬٠٠ :‫) اثن منث ود‬3 ‫ محا‬:3 ‫ د ا‬،^‫؛‬£١^

" ‫ثء ء ئكأ ن ئد‬

ibn Mes'ûd der ki: “Mümin için Allah'a kavuşmanın dışında rahat
yoktur. Allah'a kavuştuğunda rahat edeceğine inanan yolunu kat etmiş
sayılır.”

‫ ثن ا‬،‫ ثن ا إن ما عيد بن يزيد‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن جعمر‬،‫ ا حدق ا أيي‬١٣٣/٨[ “) ١١٩١٠(

‫ غذ غ م ال ق‬،‫ عن أمح ه‬، ‫ عن ات الؤ بن ال ن ش‬، ‫ ثن ا م ح ل ئ ذ محا م‬،‫إ ومحم بن ا ل آئغ ث‬


154 Abdullah b. Mes’ûd

‫ ص 'كا ن ث زاخثه في ش اء اللي‬M ‫ش ق ن زاخه دون ؛ق اع ال ئ‬ ‫ين‬


‫ " ف‬:‫ قا ت‬، ‫تن ن ن ن و د‬

‫آل‬4‫ض اخل الء ئظ عزة ش‬،‫ ال أ مي لم ح م‬،" ‫دك ان مح د‬


Abdullah b. M es’ûd der ‫ل ط‬: “M ümin için Allah’a kavuşmadan rahatlık
”. yoktur. Rahatlığı Allah’a kavuşmakta bulan kişi, rahata kavuşmuş gibidir

Takrıb319
‫ حدثن ا هم د الله بن أ خ ن ذ بن‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جنفي بن ح م دان‬١٣٦/^ ‫ ل‬-) ٤٣٣(

‫ عن مح ش بن‬،‫ عن أ ي حص ي ن‬،‫ أ ح رنا سريل ئ‬،‫م ا ز ركال ي‬ ‫ ح د ظ ت ح م د بن ج‬، ‫م‬

‫ إذا ء ن‬:‫ أز قا ت‬، ‫ " إذا م ح خ ا خد ئ إ ض ا بما‬:‫ قا ت‬، ‫ ص مه د اش‬، ‫ غ ذ تن ز و ي‬، ‫ز م‬

‫ نإداص ش صال ة‬C‫بم دمحق ض منه محن ح م ه ا عن شمال ه‬ ‫ نإدا‬،‫أ ح د” كز صابئ ا ثلتتز ج ز‬

" ‫أؤ ص و ئ ؤ عا م ح م حا ي نا ج م‬

Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Biriniz oruçlu bir şekilde sabahladığı (veya
oruçlu olduğu) zaman (oruçlu olduğunu belli etmeyip) evinden çıksın. Sağ
eliyle sadaka verirse bundan sol elinin bile haberi olmasın. Sünnet veya
nafîle namazı kılacağı zaman da bunu gizli bir şekilde kılsın.”

‫ حدثت ا معاونه‬،‫ خ ا؛ثت ا م ح م د بن اقصر‬،‫ ] حدق ا ن ق ما ن بن أ ح م د‬١٣٦/^[ -) ٤٣٤(

‫ عن عبد‬،‫ عن أبى ا ال ح و ص‬، ‫ عن سلم ة ئن محئ ل‬،‫ ض ا الحت ش‬،‫ ح د ق ا نابذة‬، ‫بن غ ز و‬

‫ ؤن ”كنت م ال بد‬،‫ كث ز نحز‬0‫ وإ‬، ‫ ؤن ؛ م ن م‬،‫ جال‬-‫ ال م ئد ن أ ح د م دينه ر‬٠' :3 ‫ ئ‬، ‫م‬

٠٠‫ها ن ا ل حي ال يؤم ن عليه الفتنة‬ ‫مم تدي ن ئاقثدوا‬

Abdullah b. M es’ûd der ki: “içinizden hiç kimse, iman ettiğinde iman
edecek, kâfir olduğunda da kâfir olacak şekilde dininde birini taklit etmesin,
illa-ki birini taklit edecekseniz ölü birisini taklit edin. Çünkü (taklit alman)
diri birisinin fitneye maruz kalmama güvencesi yoktur!”

، ‫الثاتو 'يم ئ‬ ‫ص‬ ‫خف‬ ‫بن‬ ‫عم ن‬ ‫خا؛ثنا‬ ،‫منن‬


‫ا ن‬ ‫بن‬ ‫ب‬ ‫حبي‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫ ا‬١ ٣ ٦ / ١ [ - ) ٤ ٣ ٥ (

‫ عن عبد ا و ح ش بن يزيد‬، ‫ط م ة بن محي ل‬ ‫ عن‬،‫حدثن ا ع ا صم بن عل ي ا لم سع ود ي‬

‫ا أثا هم د‬: ‫ زن ا ا إل ئ‬:‫ قالوا‬،"*‫بأ‬


‫م م‬ ‫ " ال بموئق أخ‬:‫ط الله‬ 3 ‫ ثا‬:‫ ^ ا ] ء قات‬/ ‫ل ا‬
Abdullah b. Mes'ûd 155

‫ أ ال ل ث ز ث إ‬، ‫ظل ق‬ ‫طوا‬ ü\J ،‫ ث‬:‫ " أئ ا نع القاص إي ائثذؤا ائثن‬:‫ ف و د‬:‫ال مب ن؟ قات‬

‫ث أق ال ق ق ق ت ' م‬- ‫م الثا‬ ‫أ ط م ق ط ظ ى رذ‬

”!Abdullah b. Mes’ûd der ki: “içinizden hiç kimse taklitçi olmasın


Kendisine: “Ey Ebû Abdirrahman! Taklitçi olmak da ne?” diye
sorulduğunda şöyle karşılık vermiştir: “Kişinin: «Ben de diğer insanlarla
beraberim. Onlar doğru yola girerlerse peşlerinden gider, saparlarsa da
saparım» demesidir. Sakın kendinizi: «insanlar küfre girerlerse ben de
girerim» diyecek bir duruma da d^ürm eyin !”

‫ عن عئد‬، ‫ ^ ؛‬١^ ‫ خ اث'نن ا إ ئ خا ق بن‬، ‫أ ح ن ذ‬ ‫بن‬ Û‫'مأا] حدثن ا شلت ما‬//'‫)" [ا‬٤٣٦(

‫ " ث ال ث‬: ‫ ه ا د‬،‫ عن ابن م ن ق ود‬،‫ عن لمي م حذق‬،‫ عن أيي إ ت خ ا ق‬،‫ عن تغني‬، ‫الوراق‬

‫تيأ ي‬ ‫ تذ ه‬Ü ‫ج‬


‫بند ا ه‬ ‫ ال‬: ‫ظ ك عي ه ا ت ؤ ن ث‬ ‫ ا م ط ئز‬3 ، ‫أ خ ب ث ئ ص آ‬

‫ ز ال م‬،‫ي ئزم' ا كا ت ة‬
‫بي‬ ‫ط ي م حا ق ي ئ‬ ‫ ز ال قث ؤ ر ال ق‬، ‫م ه‬ ‫م ال‬ ‫ا إل ن ال م‬

‫بي اللق غر غم ي‬
‫ ال م‬،‫ ؤاوايقت اشلن فت ك غلتها محنث‬،‫زبد قؤئا إال باء تغيب‬
" ‫ال د ي إ ال ' ت ي ظ م م ب ي ا لآخنة‬

ibn Mes'ûd der ki: “ü ç şey için yemin edebilirim, dördüncüsü için de
yemin edersem doğru yapmış olurum; Ailah, İslam'da nasibi olanla
olmayanı bir tutmaz. Dünyadayken Allah'ı dost edineni kıyamette Allah
başkasına havale etmez. Bir kimse ancak sevdiği toplulukla birlikte gelir.
Yemin ettiğimde yerinde yemin etmiş olacağım dördüncü şey ise; Allah bir
kulun ayıbını dünyada örterse âhirette de kesinlikle örter.”

‫ حدثن ا أبو عئد الل ه ث خ ث د بن أيي‬، ‫ ] ح دثني حم د الله بن م ح م د‬١٣٧٨ [ ")٤٣٧(

، ‫ ص شفتا ن ثن خ ش م‬، ‫ها غثان ئ ش م‬ ، ‫ خدتثا أث و م د الثؤ مح خ ث د ا م ح ئ‬، ‫ت م‬

‫ " نا ا ط ب ن القاص ثزم‬:‫ قاف‬، ‫ غ ذ ئ د ال م‬، ‫ غ ذ أيي زا م‬، ‫م‬ ‫م أو ان‬ ‫غ ذ أ ي ان‬

‫ب ح و أ ن ث ى مئ‬
‫ ؤظ ي ف م أ ح د م غش ظ أص‬،‫الؤ؛ا ن ؤ | ال بم ش أثة ء ذ ثأ و ف ي ؛ لأي قوى‬

‫ص م ن‬- ‫بمي أ خد م غلى ج مة ح ش ئ ث أ‬ ‫ و الن‬،‫ال د ي إ ال أن بكون قي ال ث ن ي خزازة‬


156 Abdullah b. Mes’ûd

Abdullah der ‫نط‬: “Kıyamet gününde, dünyadayken kuru ekmekle


beslenmiş olmayı temenni etmeyen kimse yoktur. Dünyada iken sabah
akşam size kalp ağrısı çekmek kadar zarar veren hiçbir şey yoktur. Birinizin
kor bir ateş parçasını ağzının içinde söndürmesi, Allah'ın takdir ettiği bir
olaya «keşke olmasaydı» demesinden daha hayırlıdır.”
Takrîb 2623
، ‫ خ ا؛ثن ا حم د الل ه بن أ ح م د بن ح م‬، ‫ ء حدث ا أب و بكر بن م ا ل ك‬١٣٨/١[ - ) ٤٣٩(

،‫ غذ غ ن م بن إرمحإل‬،^ ^ ^ ١‫م‬ ‫ غذ أيي‬، ‫ح دءط نئ؛ا ذ‬- ،‫ث وكيع‬ ،‫خد ش أ ي‬


،‫ ي قؤم‬، ‫ أضئ بم؛محا‬5‫ ا لآخت‬Slj* ‫ وس‬، ‫حثا أضئبامح م ة‬
‫ال دم‬ ‫ظ ش " تق‬ ‫ ق\د‬:‫دات‬

" ‫ثأضروا بالث اني محا ق‬


Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Dünyayı arzulayan kişi âhiretine, âhireti
arzulayan kişi de dünyasına zarar verir. Ey cemaat! Sizler baki olan (âhiret)
için fani olan şeye (dünyaya) zarar verin!”

، ‫ خ ا؛ثن ا إبراهي م بن تع دان‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د بن إ ن خا ق بن أث و ت‬١٣٨/١[ - ) ٤٤٠(

‫ أخثزني إيا س‬: ‫ مح ا د‬،‫ حدق ا ا نمتث ب بن زص‬،‫ حدثن ا حبي ب بن حب ا ن‬،‫حدثن ا بكن ن بكار‬

،‫ال دثا زاء ال ه به يؤم ا ل م ا م ة‬ ‫ م ن زاؤى‬٠٠ :‫ ثق وتآ‬،‫ ش م ع ت ابن مث عود‬:‫ قات‬، ‫اي ج ئ‬

‫ وم ن‬،‫ زنن بمتئا وأل س ل م ا يصع ة ال ق‬،‫ ^ به يؤم ا ل م ا ئة‬١ ‫ض نن م ع‬ ‫زنتن ينس خ في‬

٠٠ ‫ثثواص عث حلمعا يزهع ة الثث‬

iyâs el-Beceli bildiriyor: îbn Mes’ûd’un şöyle dediğini işittim: “Dünyada


(ameliyle) gösteriş yapan kişiyi Allah kıyamette herkese (riyakârlığı ile) teşhir
eder. Dünyada (ameliyle) nam salmaya çalışan kişinin, Allah kıyamet
gününde adını (kötü bir namla) herkese duyurur. Kibir yap‫ل‬p büyüklenen
kişiyi Allah zelil kılar. Allah korkusuyla mütevazı olan kişiyi ise yüceltir.”

، ‫ حدثن ا إثزاي إ س تئ دا ن‬، ‫ ] حدثت ا م ح م د بن إشثا ق س أث و ب‬١٣٨/١[ - ) ٤٤١(

‫) هم د‬3 ‫ فا‬: 3 ‫ ظ‬،‫ حدثن ا عئد ا ل ر ح م ن س عثاس‬، ‫خ ا؛ثن ا ع مزو بن ثا ب ت‬ ‫ا بكن بن‬-‫حلثت‬

‫ و ح م‬،‫ وأؤثئ الغزى 'كل ته ال ثئؤى‬. ‫ " إن أص د ق ا ل ح د ي ث يا ي الل ه‬:‫؛لل ه س ئن ث ود‬


‫‪Abdullah b. Mes'ûd‬‬ ‫‪157‬‬

‫ه ز و ق د ى غذى ‪ ^ ١‬؛ ‪ ،‬وأنيمح ‪،1‬‬ ‫و ك ئ القا ن شقه ث خ ئ د‬ ‫ا ل م‪ 1‬ل مة إيا م مأ‪،‬‬

‫ا لخديث ن ك ز الل ه‪ ،‬و جير الق ص ص‪ ، ٥١^ ١‬و حير ا الي ور ع واقبه ا‪ C‬وقؤ ا الي ور ثخذئاثف ا ‪ ،‬زتا‬

‫ت ي ح ت من مح ر| الت م ح ه'‪ ،‬زقي‪ ^ ١‬؛ ^ ج ئ‬


‫ج‬ ‫إل و مم ى حيث ث ء زمح ى‪ ،‬و م س‬
‫ي حضن ال ث ؤ ت ‪ ،‬زئث ال ندا م ة ثدا م ة القت ام ة‪ ،‬زث ؤ الصالل ة ال ث الثة بع د ال هد ى‪ ،‬و حير الغنى‬

‫غنى ال م ‪ ،‬و ح ر الراد ال ق ؤ ى‪ ،‬و حيث نا ألم ي قي اقل ب ا م حق‪ ،‬واونب م ن ا ل م‪ ،‬وت ر‬
‫م ن‬ ‫ش ي ة‬ ‫ب‬ ‫زا ل ئ تا‬ ‫حتال ه ا ل سهنان‪،‬‬ ‫وال ش تا ء‬ ‫إثم‪،‬‬ ‫و‬ ‫ج نا ع‬ ‫م‬ ‫وال ح‬ ‫غ ن ى الم ن ب ‪،‬‬ ‫ا لعم ى‬

‫و ال ق‬ ‫تد‬ ‫زلا‬ ‫ئ‪:‬ز ا‪،‬‬ ‫م ب ة إلا‬ ‫أ م ال‬ ‫ت ق لا‬ ‫س‬ ‫ذ‬ ‫ئ ال‬ ‫ؤ‬ ‫‪،‬‬ ‫ه‬ ‫م الجا‬ ‫غ‬ ‫و ح م ذ‬ ‫وا‬ ‫ال ي ث و ن ‪،‬‬

‫مال ه‬ ‫ز ح زنة‬ ‫وقتال ه‬ ‫ف ن و ق‪،‬‬ ‫الم ؤم ن‬ ‫ي‬ ‫ز ب با‬ ‫ائكزري‪،‬ء‬ ‫ا‬


‫ان ح طاي‬ ‫وأعفلم‬ ‫مم؛‪،‬‬ ‫إلا‬

‫ز ن ن يغم ز يغف ر الثة‬ ‫يأ ج ره الثت‪،‬‬ ‫ي ك ظ م الثتفل‬ ‫زنن‬ ‫عنة‪،‬‬ ‫يع ف ن الثت‬ ‫ب ن‬
‫م‬ ‫وم ن‬ ‫ذ م ه‪،‬‬ ‫ممة‬ ‫" ك‬

‫‪J U‬؛‬ ‫ال م ح ل‬ ‫زقي‬ ‫ص ال جا ‪،‬‬ ‫ب‬ ‫س‬ ‫ا ل ه‬ ‫وقي‬ ‫اه‪،‬‬ ‫م مة‬ ‫اوزئة‬ ‫غ ش‬ ‫جز‬
‫ت‬ ‫و س‬ ‫ه‪،‬‬

‫ض أ م ‪ ،‬نإئثا ل ‪ ١٣٩/١‬ا ي كف ى‬ ‫ا نجم ‪ ،‬والقع ي د م ن وع ظ ي م ‪ ،‬وال ق ف ي م ن شقي في‬

‫نا ق ن ت به ش ن ة ‪ ،‬الثت ا ث م ي ن إل ى أربع ة أ ذ ن ‪ ،‬وا ل أ م إ ر ا‪-‬خر ة ‪ ،‬و مال ك ا ل ع م ل‬ ‫ز‬ ‫خ د ف‬ ‫ل‬


‫اخل الء ت م ن‬ ‫حوات م ة‪ ،‬وث ر ا لرؤاتا رؤايا ائك ب‪ .‬ب‪ ،‬وأشر ف ا ل م ؤ ت ق ذ ال ش هدا ء‪ ،‬وم ن‬

‫ي ث ت غ ذيصع ة‪ ،‬زنن يتزر ا م حا شجر غثة‪ ،‬وس يطع‬


‫عليه‪ ،‬زنن ال تعرفن ت ك ز‪ ،‬زنن م‬

‫"‬ ‫بي ال ق‬
‫بص الثت‪ ،‬وس م‬
‫ال غي طا ن م‬

‫‪Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabı, bağların‬‬


‫‪en sağlamı takva, en hayırlı millet Hz. İbrahim milleti, en güzel sünnet Hz.‬‬
‫™جا‪1‬ةص ‪Muhammed’in (sallallahu aleyhi‬‬
‫‪) sünnetidir. En doğru yol peygamberlerin‬‬
‫‪yoludur. En yüce kelime Allah’ı zikretmektir. En güzel kıssalar Kurân’dadır.‬‬
‫‪İşlerin en kötüsü, sonradan çıkanlardır. Az olup yeten, çok olup meşgul‬‬
‫‪eden şeyden daha Çayırlıdır. Kurtarabileceğin bir nefis, hesabını‬‬
‫‪yapamadığın bir krallıksan daha hayırlıdır.‬‬
‫‪En kötü sitem, ölüm geldiği andaki sitemdir. En kötü pişmanlık, kıyamet‬‬
‫‪günü duyulacak pişmanlıktır. En derin sapıklık, hidâyeti bulduktan sonra‬‬
‫‪sapmaktır. En iyi zenginlik nefîs zenginliğidir. En hayırlı azık takvadır.‬‬
‫‪Kalbe konulan en hayırlı şey yakindir. Şüphe küfürdendir. En kötü körlük‬‬
158

kalp körlüğüdür. İçki her kötülüğü doğurur. Kadınlar şeytanın ipleridir.


Gençlik, delilikten bir şubedir. Ağıt yakmak cahiliye âdetlerindendir.
İnsanlardan bazıları cumaya istemeden geliyor ve Allah’ı ancak (insanlar
görünce) açıktan zikrediyor.
Hataların en büyüğü yalandır, mümine sövmek fısk, onunla çarpışmak
küfürdür. Onun malı, kanı gibi korunmuştur. Affedeni Allah da affeder.
Öfkesini bastıranın sevabını Allah verir. Başkasını bağışlayanın günahını da
Allah bağışlar. Musibete sabredene, sabrının karşılığını Allah verir.
En kötü kazanç, faizden elde edilen kazançtır. En kötü yemek yetim malı
yemektir. Bahtiyar, başkasından ibret alan kimsedir. Bahtsız ise anne
karnındayken bahtsız olan kimsedir.
Sizin için nefsinin kanaat getirdiği şey yeterlidir. Çünkü İçişinin sonu
dört arşınlık bir yerdir. Gidiş âhirete olacaktır. Amellerin esası sonundadır.
En kötü raviler, yalan söz nakledenlerdir. En şerefli ölüm, şehidin
ölümüdür. Belayı anlayan, ona sabreder. Anlamayan ise inkâr eder.
Kibirlenen hüsrana uğrar. Dünyaya sırtını dönene karşı dünya aciz kalır.
Şeytana itaat eden, Allah’a isyan etmiş olur. Allah’a isyan edeni ise Allah
azaba uğratır.”

Ammâr b. Yâsîr
Onlardan birisi de uyanık ve açıkgözlü Ammâr b. Yâsir. İman ve
yakinle dolup taşan, fitneler döneminde sağlam duran, zillete ve belalara
karşı sabredip direnen İçişi. Çabuk davranan ilklerden olup Peygamber
vesEİlem ) zamanında isyancılara karşı savaşa koşmuştu. Güler yüzlü
(sallallahu aleyhi

ve mütebessim, güzellikleri müjdeleyen biri. Dünyayı ve güzelliklerini bir


kenara koymuş, kendini feda etmeye odaklamış, İslam davasında olanları
yücelten, hidâyet rehberine tâbi olan birisiydi. Bedir kahramanlarmdandı,
Ömer onu Küfe valisi olarak görevlendirdiğinde onlara bir mektup yazıp
“Resûlullah'ın (sallallahu değerli sahabelerinden birisi olduğunu”
aleyhi vessllem)
Ammâr b. Yâsir 159

ifade etmiştir. Cennetin özlediği dört kişiden biriydi. Hayatı boyunca


onun için çabalamış ve özlem duymuştur. Sonunda sevdiklerine;
Resûluliah (sallallahu aleyhi veselİEm) ve taraftarlarına kavuşmuştur.
Derler ki: Tasavvuf, ölüme kavuşuncaya kadar (aşılması imkânsız
görünse de) surlara saldırmaktır.
Takrîb 3563, Takrîb 3564, Takrîb 3566, Takrîb 3568, Takrîb 3569,
Takrîb 3565,Takrîblll3,Takrîb 73,Takrîb 3305,Takrlb 3570

،‫ حدثنا أب و حص تن ا ل وادعي‬،‫ ا خ ا؛ثن ا جعف ر بن م ح م د بن ع م رو‬١٤١/١‫)" ل‬٤٥٢(

‫ عن أيي‬،،‫ عن عهثاؤ بن الث اب ي‬C‫ حدثت ا حال ذ بن عبد الل ه‬،‫حدثن ا ي حيى بن ا ل ح ماني‬

٠' :،3‫ه ظ‬ ‫ |ن ؛قبي‬:3 ‫ ق م ظ‬،‫ ال يؤم م ئ ي ن أ ي بقن فشربه‬1‫ أن ء م‬،‫ ؤممبزه‬،‫ائب؛ئثيؤ‬

٠٠ ‫ ه ما م مما ث ل خ ز مم د‬،‫قزو اخزف ربه أث رنه ا م ن ال د ي‬

Ebu’l-Bahterî ile Meysere bildiriyor: Sıffîn gününde Ammâr'a süt


getirmişlerdi, Ammâr, sütü içtikten sonra Resulullah’ın (sallallahu aleyhi vesBİlem) "Bu
(süt) benim dünyada içtiğim son yudumdur" demişti” dedikten sonra kalkıp
şehid oluncaya kadar savaştı.

‫ حدثن ا‬، ^ ^ ١ ‫ حدثن ا ا لخشن بن علي‬، ‫ ا ا ا ] خ ا؛ثن ا نل بما ن ب ن أ ح م د‬/ ‫)" ت ا‬٤٥٣(

‫ص‬ ،‫انئرئ‬ ‫ف ر بن ع م رو‬


‫ حدثن ا جع‬،‫ خ ا؛ثن ا أبو معش ر‬،‫ث خ ئ د بن شإي ما بآ بن أيي ال ؤ جا ء‬

] ‫ \ ة ا‬/ ‫اي ر د ء [ ا‬: ‫ ه ف غث ان تن‬:‫ قات‬M ‫أ ي سثان ال د ؤ ئ ض ا م م نن و ل الثؤ‬

‫ والثوم ألم ى ا أل حثه‬،‫ ص د ق الغث ززن وئت‬:‫؛‬3‫ م أ ها‬،‫بنة‬ ‫يشنا ب ثما ئبم د ح م ن ل ثن‬

، ٠٠ ‫' إ ة اخز ف يء تزؤذه م ن ال دقا م نحة ث ن‬٠ :‫ه محالأ‬ ‫ إن نن و ل الل ه‬،‫م ح م دا و ص حثة‬

‫ وهب غشب ا طل‬،‫ش ا ت ه جر ل علمن ا أثا غلى حئ‬


‫ والله لو ه ز موثا ح ز يت ل ع وئا تع‬:‫ب م ه ا لأ‬

Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından Ebû Sinân ed-Dûelî der İri:
Ammâr b. Yâsir'i görmiiştüm, (Sıffın’de) içecek bir şey istedi. Kendisine bir
bardak süt getirdiler. Onu içti ve “Allah ve Resûl'ü doğru söylemişler, bugün
sevdiklerime; Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ve ashâbına kavuşacağım.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) «Dünyada son içeceğin şey bir bardak süt olacak»
demişti” dedi. Ardından şöyle devam etti: “Vallahi bizi hezimete uğratıp
160 Ammâr b. Yâsir

Hacer hurmalıklarına kadar k©valasalar bile, bizim hak üzere olduğumuzu,


onların batıl üzere olduklarım artık biliyoruz.”

Takrîb3564~a, Takrîb 3571, Takrîb 3445-h


‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا بشن س مو ت ى‬،‫ آ ا ا ] حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخشن‬/ ‫ [ ا‬-) ٤٥٧(

‫ عن الحا ر ث بن‬،‫ عن إئزاهب ا ل سم ي‬،‫ عن ا ال عن ش‬،‫ن ف ةا'ن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫تن ي ح ي ى‬° ‫ح الب‬

‫ " المح أ إ ذ‬:‫م ث ;لغة‬ ‫ ق ا ت‬، ‫بما ر إ ل محن تن ا كئا ب‬ ‫ ز ث ى ز ي د‬:‫ قا ت‬، ‫ش ؤ م‬

" ‫ وابن ط ل ه م ن ال د ي‬،‫'كان "كاذبا ثاجعل ة م و طأ الن م ث ن‬

Hâris b. Süveyd bildiriyor: Adamın biri Ammâr’ı, Ömer b. el-Hattâb’a


çekiştirip ihbar etti. Durum Ammâr’ın kulağına gidince adam için şöyle dua
etti: “Allahım! Onu peşinden gidilen biri kıl ve dünya nimetlerini ayaklarına
ser.”

، ‫ حدثن ا حم د الل ه بن أ ح م د بن حنب ل‬، ‫ آ ا ا ] حدثنا أبو ب ك ر بن مال ك‬/ ‫[ ا‬ - ) ٤٥٨(

، ‫ عن غايب ثن ن م‬،‫ خ ا؛ثن ا ا لآن ود س ق يا ن‬،‫ حدثت ا ع د ا لرحم ن ن م هد ي‬،‫ح دبيى أ ى‬

‫ص غ ا ئدا‬ ‫ و ك ا ن ء ئ‬،‫حؤ‬ ‫ؤا م‬ ‫ طويل ا لخزي‬، ‫ب‬ ‫ طويل ال ئ‬٠٠‫ ء ن غث ان ئ م م‬: ‫ئت‬

"‫ث‬ ‫بال د ش‬

Hâlid b. Numeyr der ‫لكا‬: “Ammâr b. Yâsir; sürekli sessiz, devamlı


hüzünlü ve gamlıydı. Konuştuğunda genellikle fitnelerden Allah'a sığınırdı.”

، ‫ حدثن ا عئد الله ى أ ح م ذ بن ح م‬، ‫ ] حدثن ا أثو بكر بن مال ك‬١٤٢٨ [ -) ٤٥٩(

‫ ل ى ثن ى عب د‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫ر مح ذ ي د‬ ‫ ع ن عب د ' ه ب ن‬، ، ^ ‫ غ ذ أي ي‬،‫ ح د ى جريث‬،‫ط ي ي أي ي‬

" :‫ق ا ت‬ ‫ ثا ظ ث ئ‬، ‫ ث ن أ ا ئ ؤ إ ر ظ ب ث ت‬:‫بمار‬ ‫ قات‬،‫ث وب ذازة‬ ‫الثؤ ئ‬

٠٠ ‫ ؤثن و ث هريثا‬،‫ أو ثضبع يدا‬،‫ وأمل تبع يدا‬، ‫س ت ق دي دا‬

Abdullah b. Ebi'l-Hüzeyl der ki: Abdullah b. Mes’ûd evini inşa ettiğinde


Ammâr'a "Gel de yaptığıma bak” dedi. Ammâr gidip baktı ve: “Sağlam
yapmışsın, uzun süreli planlar yapmışsın, ama kısa zamanda ölürsün” dedi.
161

‫ حدثعا مه د الل ه بن أ خ ئ ذ بن‬، ‫ حم دا ن‬- ‫]■ حدثنا أ خ ن د ن جع فر بن‬١٤٢/١ ‫ )“ ل‬٤٦٠(

، ‫ حدثتا ح سا ن ب ن إبراهي م‬: ‫ قا ال‬، ‫ وا لأزرق ث ق عل ي‬، ] ١ 1 ‫ م‬/ ‫ ح د نا ذاؤئ ب ن ع م ول ا‬، ‫ح م‬

‫ ص سع يد بن عبد ا و خن ي بن‬،‫ غ ذ در‬،‫ عن ت ل م ه‬، ‫حدثن ا م ح م د بن س ل م ه بن م ح م‬

‫ " الله م‬:‫ أثة قأ د ؤهؤ يس ر غ ز ق ط ا لمر ا ت‬،‫ عن ع ماو‬،‫ عن عبد ال ر ح م ن بن أئزى‬،‫أئزى‬

° ‫ ونز ع بمف أن أن ض م ح م أ ن‬، ‫نز أ م أن ي ض ق ث ض أن أي؛ى أ شل ف ك‬

‫أل ق ي شيمي في ف ذا ا لماع ه اعرق فيه هعل ت‬

Abdurrahman b. Ebzâ der ‫أكل‬: Ammâr b. Yâsir, Fırat’ın kenarında


yürürken şöyle demiştir: “Allahım! Şâyet şurada tökezleyip düşmemin bana
karşı seni daha fazla razı edeceğini bilseydim bundan geri durmaz hemen■
yapardım. Allahım! Kendimi şu suya atıp da boğulmamın bana karşı seni
”.daha fazla razı edeceğini bilseydim, durmaz hemen kendimi atardım

Habbâb b. el-Eret
Onlardan birisi de gözü açık ve ilklerden, imrencelere maruz kalıp
imtihana tabi tutulan Habbâb b. el-Eret Ebû Abdillah, Zühre Oğulları'nın
,kölesi. Cam gönülden isteyerek Müslüman olmuş, hicrete koşmuş
mücahid yaşamış ve İslam'a şükrederek sağlam durmuştur. Ağıt yakıp
ağlayanlardandı, vücudundaki hastalıktan dolayı dağlandığında ağıtlar
yakmış, payına düşenle imtihan olduğunda ağlamıştır. Erken davranan
)Muhacirlerin fakirlerinden biriydi. Devamlı Resülullah'm (sallallahualeyhi vesellem
meclisinde bulunup teselli bulanlardandı. Kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili
,Sabah akşam Rablerine dua edenleri kovma”1 âyeti nazil olmuştur“
Allah'ın zikriyle teselli olur, Feygamber'den )‫ الأروالواا^ة‬aleyhi vESBİlem) ayrılmaz ve
devamlı meclisinde bulunurdu,
‫ ل آأ *! س‬3470

1En'âm Sur. 52
162 Bilâl b. Rebâh

c‫ حدثتا قلتن ا ن بن أ ح م ذء حدتما م ح م ذ بن مه د الثؤ ال خ ش زم ي‬٤١٤٣/^^ -) ٤٦٢(

‫ غذ أيي‬،‫ غذ أمح ه‬،‫ حدقا وك خ‬، ‫ حدقا ي حيى ب نآ د م‬،‫ ^ ^ ئ ذ علي ا كت زا خ‬١ ‫ها‬
‫ أ ي عتد الل ه بن مع نئ ود نئأئت غ ذ ط س م ال ئ غ زا ؤ ؟ ه ا دت‬: ‫ا‬3 ‫ ظ‬، ‫دي ب‬
‫غ‬ ‫ عن مع‬،‫إن ح ا ى‬

‫ه غثك ب بأبي هم د الثؤ خثا ب‬ ‫ب ن أ م ح ا ش نش وي ال م‬


‫ ؤل ك ذ غ ث ف ز م‬،‫" لمب ث سم ي‬

" ‫ي ' م حق‬


Ma'dî Kerib der ki: Tâ-sîn-mîm, yani Şuarâ sûresini sormak için
Abdullah b. Mes’ûd'a gittiğimizde şöyle dedi; “Sûre bende değil, onu
Resûlullah'tan (sallallahu aleyhi vesellem) alan kişiye gidin; Ebû Abdillah Habbâb b.
el-Eret’e.”
Takrîb 3472, Takrîb 3473, Takrîb 3475, Takrîb 3476, Takrîb 3481,
Takrîb 3482, Takrîb 3483, Takrîb 3484, Takrîh 3480, Takrîb 3479, Takrîb
1958, Takrîb 2491, Takrîb 3477

B!lâ! b. Rebâh
Onlardan birisi de ibadetine düşkün, yalnız yaşayan Bilâl b. Rebâh.
Fazilet sahibi ve geniş gönüllü Ebû Bekir es-Sıddik'ın azadlı kölesi. İslam
uğruna işkenceyle imtihana çekilenlerin lideri, Peygamberlerin Efendisi
Resûl-Ü Eminin haznedarı, sevip erken davranan, tevekkül edip güvenen
kişi.
Derler ki: Tasavvuf, bağımlılıkları bırakıp güvenli olana sarılmaktır.

‫ حدق ا أ ح م ذ‬،‫ حدق ا ا ل ح ن ت ن بن جعمر‬،‫ ] حدت ا أبو بكر القلئ ح ي‬١٤٧/^[ -) ٤٧٦(

‫ ”كا ن ع م‬:‫ قات‬،‫ عن جابر‬،‫ حدثن ا ابن ا ل م ح در‬، ‫ حدثن ا عئد الع و م الن ا جش ون‬،‫س يون س‬

‫ يعتيباتم ال‬، ‫ وأع س تئذئا‬، ‫ أث و بكرسثجدئا‬٠٠ :‫ يأمول‬، ‫ ب‬1‫بن الحءإ‬

Câbir der ki: Ömer b. el-Hattâb şöyle derdi: “Ebû Bekr bizim
efendimizdir ve efendimizi yani Bilâl b. Rebâh'ı azad etmiştir.”
EbûZerel-Ğifâri 163

Takrîb 3442, Takrîb 3443, Takrîb 3444, Takrîb 3445, Takrîb 3114,
Takrîb 3761, Takrîb 3762, Takrîb 3859,2357, Takrîb 3446, Takrîb 374,
Takrîb 3447, Takrîb 3448

Suheyb b. Sînân
Onlardan birisi de ilk muhacirlerden, misafirperver tüccar, malına
karşı fedakâr, nefsine karşı acımasız, dinine karşı mantıklı, Rabbine için
koşuşturup duran Suheyb b. Sinân b. Mâlik, hiç duraksamadan Allah'a ve
Resûl’ünün davetine koşmuştur.
Derler ‫ثكل‬: Tasavvuf, usulüne göre davranmak, lüksü terk etm ek ve
visâle hazırlanmaktır.

Takrîb 3502, Takrîb 3503, Takrîb 3504, Takrîb 3505, Takrîb 3763,
Takrîb 3501, Takrîb 2211, Takrîb 3500, Takrîb 1808, Takrîb 2126,, Takrîb
2662, Takrîb 4273, Takrîb 4401, Takrîb 4179, Takrîb 3634

Onlardan birisi de hayatını ibadet, zühd ve duayla geçirmiş, biricik, ilk


Müslümanların dördüncüsü, İslam'dan önce de putlara karşı çıkan kişi.
İslam gelm eden aylar yıllar önce ibadete başlamış, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi
vesellem) ilk defa İslam'ın selamıyla selam vermiş sahabi. Hak ve hakikat

uğrunda insanların ne dediğine aldırmamış, yöneticilerin ve otoritelerin


baskısını umursamamıştır. Beka ve fena kavramlarını ük telaffuz eden,
zorluklara ve meşakkatlere katlanan, verdiği sözlere, ahidlere ve
vasiyetlere riâyet eden, bela ve m ihnetlere sabreden, insanlara
karışmaktan uzak duran ve bu şekilde gayesine kavuşan Ebû Zer el-Ğifârî ,
Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) hizm et etmiş, İslam'ı öğrenmiş ve gösterişi
reddetmiştir.
Derler ki: Tasavvuf, masivaya bağlanmaktan kurtulmak için ibadete
sarılmak ve kalbi temizlemektir.
164 E bûZer el-Ğifârî

Takrîb 3454, Takrîb 3455, Takrîb 3457, Takrîb 3459, Takrîb 3460,
Takrîb 3456, Takrîb 1752■ Takrîb 281, Takrîb 2811, Takrîb 2672, Takrîb
303
‫ حدت ا عتد الل ه بن م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا ئ خ ئ د بن أ ح م د بن م ح م د‬١٦ ٠/ ١[ “) ٥ ١٦(

‫ حدثن ا‬، ‫ ح دق ا صمزة س ت غ د‬،‫ حدثن ا ا لخشن بن إ ن ما عيد بن ناشد الرمل ي‬،‫مإ‬-‫عتد اثكرإ‬

‫ عن عبد الثؤ بن الصام ت ابن أ جي أيي‬، ‫ عن حم ي د بن ه ال ل‬،‫ عن سم ر ف‬، ‫ابن ث ؤ ذ ب‬


،‫ن ز‬
‫ ح‬: 3 ‫ ءقأ‬، ٥^ ١ ‫ ائذن لي غي‬:0 ‫ ق ات لغئ ما‬، ‫)ت ب ح ك م غ ع م ي ع ز م حا ذ‬3 ‫ دا‬،‫در‬

‫ ت ك ف ي ي‬، ٠^ ‫ح ه ل ي ف ي‬- ‫حا‬- ‫ ال‬: ،3 ‫ ظ‬، ‫ن م الص د ق ة م د و عثلف و ر و ح‬


‫وبأم ن ثل ف ي ث غ م م ن ح‬

‫ و كان وا مت س م ون ن ا ل عتد‬، ‫ ؤدعؤئا وربما زؤيثثا‬،‫ اعزموا ديء كز‬:‫ مما ل‬،‫ ث أ قا م‬، ‫در م ز ن ة‬

‫ ظ ق و د م ن ذ ج م ع ف دا‬: ‫ ق ات م حا ذ ل م‬، ‫ وكا ن عدة 'مح ث‬،‫ال مب ن ثن غز ي‬

،‫ه لآر جو ل ه ~حريا‬ :3 ‫ص د ق منه ويعطى في ال قي ل و مع د و م غل؟ محا‬‫انت اب دكا ن بم‬

‫ نقا دت زنا يدريلث يا ابن الثه ودية؟ لي ودن صا ح ب‬، ‫مح تجب أب و در ؤرئغ ا ل م حا غش كئ ب‬

" ‫ف ذا التا ل يزم القثا تة ل ز كا ن ئ مما ر ث تنت ج ال ق ؤ ص ص ق ل‬

Ebû Zer'in yeğeni Abdullah b. es-Sâmit der 1‫لك‬: Amcam (Ebû Zer)'le
birlikte Hz. Osman'ın yanma girmiştik. Amcam Hz. Osman'a “Bana izin
ver Rebeze'ye gideyim” dedi. Hz. Osmân “Tamam git. Sana zekât
mallarından da veririz, yaşar gidersin” deyince, “Onlara ihtiyacım y©k, Ebû
Zer'in hafif yükü kendisine yeter” dedi. Ayağa kalktı ve “Siz dünyanızla
uğraşın, bizi de Rabbimizle ve dinimizle başbaşa bırakın” dedi. O sırada
.Abdurrahman b. Avfın mallarını paylaşıy©rlardı. Yanında da Ka'b vardı
Osmân, Ka'b'a dönüp “Bu malı kazanan kişi hakkında ne dersin, ondan
sadaka verip çeşitli yerlere yardım edip durmuyor muydu?” diye sordu. Ka'b
Ben onun hayırlı olduğunu düşünüyor ve ümid ediyorum” deyince Ebû“
Zer kızdı, asasını Ka'b'a vurmak için kaldırdı ve şöyle dedi; “Nereden
,biliyorsun ey Yahudi kadının oğlu? Bu malların sahibi kıyamet günü
kalbinin içini akreplerin sokmasını bu mallara sahip olmaya tercih
edecektir.”
E bûZer el-Ğifârî 165

،‫ حدثن ا م ح م د بن مه د الل ه الحص زم ي‬،‫ ا حدثن ا ن ق مان بن أخن ت‬١٦٠/١‫ )“ ل‬٥١٧(

، ‫ عن عثد الل ه بن ي ن ا م‬،‫ صر موشى بن عثذه‬،‫ حدثت ا أب و معاوته‬،‫حدثنا أ ح م د س أشد‬

‫ وه و جالس غش‬،‫ وث حثة ائزأة ثق س ح م اء‬،‫ نأي ت أبا دؤبالؤبذة في ظلة ل ه شؤداء‬: ‫قا د‬

‫ ائخن ن لل ه ال ذ ي يآم ح ذ هأإ م ن‬:‫ ممات‬، ‫ إثلق ا م ؤ نا سم ى للف ول د‬:‫ مم ي ل ثق‬4‫قطع ة جواليى‬

‫ قادت لأن‬،‫ ثب ا ح ذ ت امأه هم ز هذه‬،‫ يا أبأ دو‬:‫ قالوا‬،‫ ويدخزهز في ناي التقاء‬،‫دار القثاؤ‬

،‫ قي اسح ذ ت ي سالما أن ن م ن ف ذا‬:‫ قالوا لث‬،‫فعني‬


‫أدنؤغ امأه ثضعيي أ ح ب إ ئ م ن ام رأة ر‬

" ‫اا تك‬: ‫ خد ث قؤلث ظ‬،^ ٤١‫ شأ‬:‫ة ا د‬


Abdullah b. Hirâş bildiriyor: Rebeze’de Ebû Zeri gölgesi koyu olan bir
çardağın altında gördüm. Yanında da siyah tenli hanımı vardı. Ebû Zer
eskimiş bir hırkanın üzerinde oturuyordu. Kendisine: “Geride çocuk
bırakmadan ölüp gideceksin!” denildiğinde: “Dâr-1 fenada çocukları alıp
dar-ı bekâ’da bizler için saklayan Allah’a hamdolsun” karşılığını verdi.
Kendisine: “Ey Ebû Zer! Bu kadından başka bir kadınla evlensen olmaz mı?”
dediklerinde ise: “Beni gurura sevk edecek bir kadın yerine beni zelil
düşürecek bir kadınla evlenmeyi tercih ederim!” karşılığını verdi. Kendisine:
“Üzerine oturduğun bu yaygıdan daha yumuşak bir kilim edinsen olmaz
mı?” dediklerinde de: “Allahım! Bizleri bağışla ve bize ihsan ettiğin şeylerden
dilediğini al!” karşılığını verdi.

‫حدثنا‬ ،‫أ مام ه‬ ‫أيي‬ ‫بن‬ ‫الحا ر ث‬ ‫خا؛ثغا‬ ،‫ح ل ا ب‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ] ٥ ١ ٨ [ " ) ٠ ١ ٨ (

‫عأى‬ ‫ن ح د‬ ‫أثة‬ ‫ل ؤ ح ب ى‬1 ‫ء‬1 ‫أش ئ‬ ‫أيي‬ ‫ص‬ ‫أبي‬ ‫ص‬ ،‫ظدة‬ ‫ح د ظ‬ ،‫ م‬1 ‫ه ث‬ ‫خا؛ثنا‬ ، ‫ ن‬1 ‫عه‬

‫أثن ا لمءجام < د‬ \‫■عل ته‬ ‫س‬ ‫ث‬ ،‫قنثة‬ ‫<تؤدا ء‬ ‫ثة‬ 3 ‫ؤعنتده ا مزأ‬ ، ‫و ه و با و ذ ة‬ ‫ذو‬ ‫أيي‬

‫ مح ق‬1‫ ظد‬٤^ ^ ١‫ ؟ ب أ ن ي أ ذ م‬٤١^ ١‫ " أ ال ق ي و د ؛ ر ظ ث أ ئ ي به ئذو‬: ‫ ق ات‬: 3 ‫قا‬

‫ي ر جهن م طريق د؛ ن ح م‬ ‫ خب ص عهد وي أ ة دون‬0 \‫ ل‬،‫ علي بدى<محب‬١^ ‫اق‬3‫ياف‬

‫حنالثا ا"ةدار أخزى أن ك ي ؤ م ن أن ئأئ عمحه ونح ن نز'ؤن‬-‫ ش عمحه زقي أ‬°‫ ؤأة إن‬،‫ومزت‬

Ebû Esmâ er-Rahbî bildiriyor: ^ebeze’de bulunan Ebû Zer’in yanma


girdim. Ebû Zer’in siyah tenli üstü başı dağınık, süs ve koku namına bir şeyi
166 EbûZerel-Ğ ifârî

olmayan bir hanımı vardı. Ebû Zer bizlere şöyle dedi: “Bu siyah kadının
benden ne istediğini görüyor musunuz? Irak’a gitmemi istiyor! Irak’a
gidecek olsam İraklılar dünyalıklarıyla yamma gelecekler. Oysa dostum
(Resû^lah) bana Cehennemin üzerindeki köprüden önce kaygan ve inişli
bir yolun bulunduğunu bildirmiştir, öylesi bir yolda ise sırtımızda ağır bir
yük değil, hafif bir yük varsa kurtuluşa daha yakın oluruz.”

،‫ حدتما عتد الل ه بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬١٦١/١‫ ل‬-) ٥١٩(

‫ تج ف‬:3 ‫ ظ‬، ‫ عن أيي بكر بن ا لمم ك د ر‬،‫ حدثن ا م ح م د بن ع م رو‬،‫ حدثن ا ثنين‬، ‫ح دبئي أيي‬

‫ ا ت ث ب ذ به ا غش‬: ‫ نقاد‬،‫ وهو أم م الئ ا م إ ر أيي ذر بث ال ث ي اقة دثار‬، ‫حبي ب بن ن ش أ‬


^ ‫ أنا و خذ أ خدا أعث أل لأي بثا ؟ ن ا قا إ ال‬،‫ " ار جع به ا إ ي‬:‫ ق ات أثو ذإ‬،‫خاختلث‬

‫ ئ أ إ«ي لأو ح ؤمحث‬، ‫بص د ن ت علتن ا ب خذننه ا‬Ü ‫ وت و اله‬، ‫م روح علتن ا‬ ‫ و ج م ن‬،‫نتن؛ زى بؤ‬

" ‫اقف ل‬
Ebû Bekr b. el-Münkedir der ki: Şam valisi Habîb b. Mesleme, Ebû
Zer’e üçyüz dinar gönderdi ve: “İhtiyaçların için kullan” dedi. Ancak Ebû
Zer parayı getiren adama: “Bunları ona geri götür! Beni Allah yolundan
saptırmak için bunlardan başka bir şey bulamamış mı? İçinde barınacağımız
bir çadırımız, ihtiyaçlarımızı karşılayacak birkaç koyunumuz ve lütfedip
hizmetimizi gören bir eşimiz var. Bundan fazlasına sahip olmaktan da
korkarım!” karşılığını verdi.

Takrîb 1368
‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا عند الل ه بن أ ح م د بن ح م‬،‫ ] حدثنا أبو بكر بن ماللش‬٠٢١[ -) ٥٢١(

، ‫ ت ب غ ت عراك بن مال ك‬:3 ‫ ظ‬،‫ حدثت ا م ح م د بن ع م رو‬،‫ حدث ا ثرين بن ف ارون‬،‫ش‬

‫ف أئي‬1‫ ش وذل‬1‫ يوم ا ل م‬. ^ ١ ‫ييئ ا م ن زن و د‬،‫يتك م ن‬


‫ ش الةف‬: ‫ أثو در‬3 ‫ ءا‬: ‫بمول‬
‫أ‬

‫' إ ة أعزذك م م ي ت ج لت ا يؤم ا ل م ا تة م ن ح رغ م ن ال دثا‬٠ :‫ه ثئ ولأ‬ ‫ش م ع ت رن ولط الئي‬

‫ إلقة والل ه نا مدك م ئ أخي إ ال زقن ث ن ي ق بشيء منه ا عثري‬،" ‫"كهيئة نا ركته فيه ا‬
EbûZerel-Ğ ifârî 167

Ebû Zer el-Ğıfârî der ki: “Kıyamet gününde Resûlullah'a (sallallahu aleyhi

vesellem) en yakın oturacak olanınız benim. Bunun dayanağı Resûlullah'ın


(sallallahu aleyhi vesellem) şu sözüdür: «Kıyamet gününde bana en yakın oturacak
olan, bıraktığım haliyle dünyayı terk eden kişidir.» Vallahi benim dışımda
hepiniz dünyadan bir şeyler almaya teşebbüs etmiştir.”

‫بن‬ ‫أخنت‬ ‫بن‬ ‫ع ن د الل ه‬ ‫ح د ظ‬ ، ‫ئن‬ ‫ج عفر‬ ‫بن‬ ‫ح د ظ أ ح مد‬ ] ١ ٦ ٢ / ١ ‫ل‬ " ) ٥ ٢ ٢ (

‫ عن‬، ‫ عن أييو‬،‫ عن إءتر ا ه م ' م ح ي‬،‫ه ؛ ال منن‬ ، ‫ خد ك أ ب و م ؛‬، ‫ ح دثنى ر‬، ‫ح م‬


‫ " وظ أص ن ع بأن أ"ك ون‬:3 ‫ ؟ ها‬، (‫ ؛‬١^ ‫ا‬1‫ ال ت ت خ ذ صيع ه 'ك ظ ال*ح ذ د الت‬1 :‫ت قي د قه‬3 ‫أيي د ر ه ا‬

"‫م‬ ‫ زقي ا ل مبة محت ئ‬، ‫م أز م‬ ‫حأبرا؟ ثإثثأ ث م ح؛ي حث يؤو ث ه إ‬


İbrahim et-Teymî, babasından bildiriyor: Ebû Zer’e: “Sen de diğerleri
gibi bir bölgeye yönetici olsan olmaz mıydı?” denildiğinde şöyle karşılık
vermiştir: “Vali olup da ne yapacağım? Oysa günde bir içimlik su veya süt,
haftada ise bir ölçek tahıl bana yeterli olur.”
Takrîb 3845, Takrîb 3462
، ‫م‬ ‫ح‬ ‫بن‬ ‫أ ح مد‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الثؤ‬ ‫حدثنا‬ ، ‫مال ك‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ‫ا‬١ ٦ ٢ / ١ [ - ) ٥ ٢ ٥ (

‫ ع سس ب غ أثا در‬،‫ عن علي بن ريمح‬،‫ حدثتا نئثا ن بن محته‬،‫ح د ب ي نئثا ن بن وك ح‬

‫ وتقمر‬،‫ ؛ م ن ف ه ر ظ‬4 ‫ و ئ ن ا الرض أ خ ي‬،‫م ؤ'أةم‬ ‫ " ؛ن ثقي أتقه بهددتي‬:‫مبوت‬


‫ي قا وئا‬ ‫ه ث إر‬ ‫ ظ تلق إذا‬،‫ يا أبا ذإ‬: ‫ فثات ه ز ب د‬،'٠ ‫أ خ ي إ ئ مس الغش‬

" ‫ "إن ي م ح م ح إ ض م ح‬:‫ن و م ك ؟ قا ت‬

Ebû Zer der ki: “Umeyye oğullan beni fakirlik ve ölümle tehdit ediyor,
aslında benim için toprağın altı üstünden daha hayırlıdır. Fakirlik de benim
için zenginlikten hayırlıdır.” Bir adam kendisine “Ey Ebû Zer! Sana ne
oluyor, insanların yanarına oturduğunda kalkıp seni yalnız kakıyorlar?”
deyince de “Onları biriktirmekten men ediyorum da ondan” diye cevap
verdi-
Takrîb 3764
‫‪168‬‬ ‫‪EbûZerel-Ğifârî‬‬

‫(‪ “) ٥٢٧‬ل‪ ] ١٦٢/١‬حدق ا أثو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا عثد الل ه بن أ ح م د بن حئت ل‪،‬‬

‫ح دثني أيي ‪ ،‬خا؛ثن ا عتد ا ل صم د‪ 4‬خ ا؛ثن ا عبد الش بن بج م ‪ ،‬ح د ظ م ق ‪ ،‬أن أي در‪ ،‬نث‬

‫بأبي الذرداء رضى الثت عنه م ا ‪ ،‬وهوسني بقا لت‪ ،‬مما د ‪ " :‬لم د خ ن ك ال صحن غلى عواتق‬

‫الر‪-‬جا ل ‪ ،‬مما‪3‬أ‪ :‬إ د‪ 1‬هؤ بنت أتيي‪ ،‬مم‪1‬ال لت أثو در م ت د ذينف‪ ،‬مما‪ :،3‬ظ بيى ‪ ،‬ل ت ك‬

‫ئ د م ن دلل ثا‪ ،‬ها ‪ :3‬نؤ م ررت ينف زأ ث فى عذوة أئ م‬


‫بث "ىن أ خ ي‬ ‫و ج د ت عأئ فى‬

‫إل غ ث ت أ ف ق دو ما‬

‫‪Sabit bildiriyor: Ebû Zer, kendine bir ev inşa eden Ebu’d-Derdâ ile‬‬
‫‪karşılaşınca: “Koca kayaları insanların omuzlarına yüklüyorsun!” dedi.‬‬
‫‪Ebu’d-Derdâ ise: “Sadece kendime bir ev yapıyorum” karşılığını verdi. Ama‬‬
‫!‪Ebû Zer aym yönde birkaç söz daha söyledi. Ebu’d-Derdâ: “Kardeşim‬‬
‫‪Sanırım bunu yapmam seni pek rahatsız etti” deyince de Ebû Zer şöyle‬‬
‫‪karşılık verdi: “Seni hanımınla gerdekte görmem benim için, seni bu halde‬‬
‫”‪ev yapmaya çalışırken görmemden daha iyiydi.‬‬

‫(‪ ] ١٦٣٨ [ “) ٥٢٨‬حدثنا أيي‪ ،‬وأب و م ح م د بن حقا ن‪ ،‬قا ال‪ :‬حدتن ا إرتاه_نإ بن م ح م د‬

‫بن ا لخشن‪ ،‬حدثن ا أ ح ن د بن سع يد‪ ،‬حدثن ا ابن زغ ب ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت يمحى بن أثوب‬

‫^ ^‪ ٨‬؟‪،،‬‬ ‫‪ ،‬ويع م و ن‬ ‫ص ع ث ئ د ‪ ^ ١‬ب ن ز حي‪ ،‬أ ن أي د و قا ‪ ٠٠ : 3‬ي و أ د و ن‬ ‫يح د ث‪،‬‬

‫وي حر صون غش نا يم نى‪ ،‬ؤثتر ك و‪ 0‬تا يتقى‪ ،‬أ ال حقنا ا ل م كروه ا ن‪ :‬ائنؤ ت وا لممن "‬

‫‪: “insanlar ölmek için doğar, harap olmak için yaşar, fani‬لكل ‪Ebû Zer der‬‬
‫‪şeyler için çabalayıp baki kalacak şeyleri ise bırakırlar! üzerinde iyice‬‬
‫”‪düşünülmesi gereken iki sevilmeyen şey, ölüm ile fakirliktir.‬‬

‫(‪ -) ٥٢٩‬ل‪ ] ١٦٣/١‬حدثت ا عبد الل ه بن م ح م د بن جئ مر‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب و ي حيى الرازي‪،‬‬

‫ض تن م ن و ن‪ ،‬عذ أيي‪ ،‬عذ‬ ‫هم د ة ئ ذ ئ فيا ن ‪ ،‬غذ‬ ‫^ ‪،‬‬ ‫ه ثق ‪١‬‬ ‫خد ك‬

‫^‬ ‫غذ أيي در‪ ،‬أق قا ‪3‬ت " قي ‪١‬‬ ‫ز م م ن ض ن م ‪ ،‬ولت ه ؛ عبد ‪ ^ ١‬بن‬
‫ه ال ك أ ؤ م ؤ ت ‪ ،‬وال وا ر ت‬ ‫ئ‬ ‫ؤ ها‬ ‫أو ث‬ ‫ب خت رها‬ ‫سث ام ز ك أ ن ي ذ ه ب‬ ‫ال‬ ‫ئ ال ق ه شز ك ا ء ‪ :‬ا لم د ر‬

‫أ ع ج ز الغ ال ب ة ئ ال‬ ‫ثأ ك و ن‬ ‫ال‬ ‫ت أن‬ ‫اش مملع‬ ‫ؤ أ ث د مي م ‪ ،‬ء إ ن‬ ‫ت ن تا ب ه ا ‪،‬‬ ‫نأ تل ف ث م‬ ‫غ‬ ‫يئتفل ز أ ن ثص‬
EbûZerel-Ğ ifârî 169

‫ أ ال ن أل ف ذ ؛ ؛ل جم د‬،^‫ ت حث و ن‬1‫ مث‬١^ ^ ‫ إل ح ش‬1 ١^ ^ ‫ 'ؤث ن‬: ‫ يقوأل‬. ‫ ءإن ) ه‬،‫ل\كولن‬

" ‫ي‬ ‫تمس‬ ‫ه‬ ‫أ ه دم‬ ‫أ ن‬ ‫ت‬ ‫ئ‬ ‫ئأ ح‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫ي‬ ‫أج‬ ‫ش‬ ‫كن‬ ‫ ئ ا‬-‫ي‬

Ebû Zer der ki: Bir malda üç ortak vardır. Kader, hayır mı, yoksa felâket
veya ölüm gibi şer mi getireceğini san^ sormaz. Mirasçılar da bir an önce
başını yere koymam (ölmeni) bekler, ö lü n ce de malım alır götürür, hesabım
ise yine sen verirsin. Elinden geldiği kadarıyla bu üç ortağın en acizlerinden
olmamaya bak! Allah şöyle buyurur: “Sevdiriniz şeylerden sarf
etmedik‫ ؟‬e iyiliğe erişemezsiniz.”! Şunu bilin ‫ لكل‬şu deve, en sevdiğim
mallarımda^dır ve bunu kendim için, âhirette sevabım almak üzere infak
etmek istedim.

‫ حدثن ا أث و‬،‫ خ ا؛ثن ا علي بن عند العزيز‬، ‫ ] ح دقا متين ا ن س أ خ ن ذ‬١٦٣/١ [ -) ٥٣٠(

‫ قا ت؛ جاء زي ت إ ز أيي دريعرمحس‬،‫ صر أ ي فعبه‬، ‫ ص ع ما ر ال د هن ي‬،‫ ح دتحا ن مثا ن‬، ‫م‬ ‫ت‬

‫و م ح ال عظءة‬ ‫ و م م ر ه‬،‫ و حم ر دنة ال‬، \‫ " ج ئذال أع رئحلثه‬:‫أل أث و در‬1‫ مم‬،‫عقه س ه‬

٠
٠ ‫غ ش‬ ‫ب‬ ‫حارت‬-‫أ‬ ‫أن‬ ‫حا ذ ث‬-‫أ‬ ‫ش‬
‫ز‬ ،‫ك ن و ظ‬ ‫ع ن‬

Ebû Şu’be bildiriyor: Adamın biri Ebû Zer’i^ yanına geldi ve ona bir
miktar para vermeyi teklif etti. Ancak Ebû Zer: “Sütünü sağdığımız
^çilerim iz, yük için kullandığımız develerimiz, b ile t im iz i gören eşimiz ve
giyecek olarak birkaç cübbemiz var. Bundan fazlası için hesaba çekilmekten
korkarım!” karşılığını verdi.

‫ خدثثا مح أ د‬، ‫ خ ص أ ث و ث ش اواز ئ‬، ‫ه أثو ت ي م ئ ء ة‬ ] ١ ٦ ٣ ٨ [ - ) ٥٣١(

‫ ض ابن ا لآبرق‬،‫ عن ت ل م ه بن ”مح يل‬،‫ض ا الحتش‬ ‫ ح د ظ أثو ش ؤ هل‬، ‫بن الشري‬


‫ى محط‬ ^ ^ ١ ‫بلي فيه خ م ة‬-‫ كمح ن عثأت م زن اد> ي ع ط الث‬٠٠ : ‫ أيي دو ئ د‬، ‫ م‬، ^ ١^ ١

‫ء‬ " ‫ ] أبو س ن ة‬١٦ ٤/١ [ ‫اتزم م كب‬

Ebû Zer der ki: “Bir zaman gelecek, bugün size gıpta edildiğinin on katı
yükü hafif olan kişiye gıpta edilecek.”

1Âl-i-imrân Sur. 92
170 E bûZerel-Ğ ifâri

‫بن‬ ‫بن أ ح م د‬ ‫ه د الل ه‬


‫م‬ ‫ا‬
‫ح د تم‬ ،‫ح مدان‬ ‫بن‬ ‫ج عف ر‬ ‫بن‬ ‫حدثنا أ ح م د‬ ‫ ا‬١ ٦ ٣ ٨ ‫ل‬ - ) ٥ ٣ ٢ (

‫ ئ ا لأت‬، ‫ عن أيي ال ق ي ل‬،‫ حدثن ا ا ل ح ريري‬،‫ حدتن ا جعف ر‬،‫ حدثت ا تيا ر‬،‫ ح د ب ي أيي‬، ‫حئث ل‬

‫بتن‬ ‫ئم ئ ل ت‬ ، ‫لفا‬ ‫ئئأ‬ ‫ومع ها‬ ، ‫ال ح د ي ن‬ ‫ش معا ء‬ ، ‫ص و ف‬ ‫م ج س ا‬ ‫وعلتها‬ ‫در‬ ‫ش‬ ‫اي ه‬
‫م‬ ‫جا ء ت‬

‫ ضن أن أئن»نلئ فزو بهز ج ه؟‬1‫ و ا و‬،‫ نغ ز ائ»ثثازذ‬، ‫ ي س‬: ‫ ث ا ل!ا‬، 4‫يديه وعنده أ صحاب‬

‫ م عيه ا ه ا ن أخالي أصت ح ب ح م د الل ه ن ا يملل ث ش صف راء ز ال بت صاء ا ال‬،‫ت " ثا بس ه‬،3‫مما‬

‫أهنشه ه ذ ه اا‬

Ebû's-Selîl der ‫لكل‬: ,Ebû Zer'in kızı gelmişti, üzerinde yünlü iki örtü vardı
yüzü kararmış bir haldeydi. Elinde de bir sepet vardı. Ebû Zer'in yanında
arkadaşları vardı, karşısına geçti ve “Babacığım, askerler ve çiftçiler, senin bu
bir kaç kuruş paranın sebil olduğunu söylediler” dedi. Ebû Zer dedi ‫نط‬:
“Sevgili lazım‫ ؛‬Bırak onu, Allah'a şükür artık babanın bu birkaç kuruştan
başka ne beyazı (gümüşü) ne sarısı (altım) var.”

،‫أ ح م د ئن حئت ل‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا عتد الثؤ‬،‫ ] خض ا أ ح م د بن جعفر‬١٦٤٨ [ “) ٥٣٣(

‫ عن إ؟نا ونلم‬،‫ثئ ما ن‬-‫ ; ح دقني سث‬3 ، ،‫ عن ن م ؛ا ن‬،‫ خ ا؛ثنا ي حيى بن ش جي‬،‫ح د ق ي أبي‬

" ‫ابا من ذ ي ال“ ره م‬-‫ أ ف د جس‬، ^ ^ ١‫ ؛ " دو‬3 ، ‫ عن أيي ذر‬،‫أب ه‬


‫ ص ج‬،‫ش ؤ‬

Ebû Zer der ‫نكا‬: “iki dirhemi olan kişi, kıyamet gününde bir dirhemi olan
kişiden daha çetin bir hesaba maruz kalacaktır.”

‫هنا د‬ ‫ح د قا‬ ، ‫ش ال ر ا ز ي‬ ‫م‬


‫ب‬ ‫أثو‬ ‫حدبتا‬ ، ‫جيا ن‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫أثو‬ ‫حدثتا‬ ] ١ ٦ ٤ / ١ ‫ل‬ “ ) ٠ ٣ ٤ (

،‫ عن عبد الرحم ن بن أبي قإ ى‬،‫ عن ن جا هد‬،‫عن ا ال عن ش‬ ‫ حدق ا أثو‬، ، ‫بن ال م ؛‬

‫ مو الث فائ تم غ ر‬،‫ " وش ئزئ ظثون ^ أ م ظ ق ن ق ز ؛ ق دت ائقء‬:‫غذ أ ي ذ؛ا ةت‬

"‫ي‬ ‫ خقعي يزم خ ش ي م ح رة م حت ز ث ؤ ء‬. ‫ ؤ ء ي د ذ ت أ ة ' ه‬،‫م ح م‬

Ebû Zer şöyle demiştir: “Vallahi benim bildiklerimi bilseydiniz


Adalarınızdan zevk almaz ve yataklarınızda huzurla uyuyamazdınız! Allah’a
yemin olsun, Ailah’ın beni yaratacağı zaman dikenli ve m elesi yenilen bir
ağaç olarak yaratmasını isterdim.”
‫‪EbûZerel-Ğifârî‬‬ ‫‪171‬‬

‫(‪ “) ٥٣٥‬ل‪ ] ١٦٤/١‬خا؛ثن ا أبو بكر ى نالل ي‪ ،‬حدثت ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫ح دث ي أبي ‪ ،‬حدثت ا تثار‪ ،‬حدثن ا جع م ‪ ،‬حدثن ا خا رم ا لخثدي‪- ،‬ح دقتي فت خ م ن أ م‬

‫ا ل سا^ء ه ا ‪3‬ت ت م ن ت أي دريأمول‪ ٠٠ :‬م ن ‪1‬زاد ؛ ب يثة بنت صم د صم د‪،‬؛‪٠٠ ٧‬‬

‫”‪: “Cenneti isteyen onun için dirensin .‬لكل ‪Ebû Zer der‬‬

‫(‪ ")٥٣٦‬ل‪ ١٦٤/١‬ا حدثت ا أثو بكر ثن نال ك ‪ ،‬حدث ا ص ذ الئؤ بن أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫ح دب ي أيي‪ ،‬حدثت ا عتد الؤ ح م ن بن م هدي‪- ،‬حدثن ا عتذ ا ل ر ح م ن س محاله‪ ،‬ص بكر بن‬
‫محب الثب‪ ،‬غ ذ أ ي ذي قات‪ " :‬جبي ص ا لأغا ؛ ت ع ا ي ؛ ا ت ك ب ي المل خ ص ال شاج "‬

‫‪Ebû Zer der ki: “iyi amellerin yanında duanın önemi, tuzun yemekteki‬‬
‫”‪önemi gibidir.‬‬

‫(‪ ] ١٦٤٨ [ “) ٠٣٧‬حدبت ا أيي‪ ،‬حدبت ا م ح م ذ بن ^‪ ^ ١‬بن ي حيى‪ ،‬حدثت ا يغ م و ث‬

‫ال دؤر ئ‪ ،‬خدثن ا عتد الؤ ح م ن‪ ،‬حدثن ا قؤة بن غابي‪ ،‬غذ عؤن بن عتد الثؤ‪ ،‬قات‪ :‬قات أبو‬

‫ض و تا ن ه إ ن ت إ ال مح إ أل ك'بي "‬ ‫ي " ' ئ د ئزى م ح ن ‪U‬‬

‫‪Ebû Zer der ki: “insanların ne çok olduğunu görüyor musun? Oysa‬‬
‫”‪muttaki ve tewâb olanların dışındakilerin hiçbirinde hayır yoktur .‬‬

‫(‪ ] ١٦٤٨ [ “) ٠٣٨‬حدثن ا عتد الل ه ث ذ م ح م د ‪ ،‬حدث ا عتد الثؤ بن م ح م د بن ع ران‪،‬‬

‫حدت ا ح ثت ن ا ل مروري‪ ،‬حدثن ا الهت م بن ج مي ل‪ ،‬حدتما صالح ا ل م ؤي‪ ،‬عن م ح م د بن‬

‫ب أص غذ ي ء أبي ذر‪،‬‬
‫ر در م‬ ‫ب د ؤظ؛‬
‫و م ع ‪ ،‬أن ن بمم م ن ائ؛هيؤ رك ب ؛ د أم دو م‬

‫ي م"‬
‫آلال ق ق ات‪- :‬حممك قض؛ؤي ص عتا‪3‬ة أ ي وق ك‪ ٠' :‬ءأل اثه امنأ ‪ -‬ب غ ء و م‬

‫‪Muhammed b. Vâsi5 bildiriyor: Basralı bir adam Ebû Zer’in vefatından‬‬


‫‪sonra, Ebû Zer’in ibadetinin nasıl olduğunu sormak üzere ü m m ü Zer’in‬‬
‫‪yanına gitti. Ona: “Ebu Zer’in ibadetinin nasıl olduğunu söylemen için‬‬
‫‪yanına geldim” deyince, ü m m ü Zer: “Gündüzün genelini tefekkürle‬‬
‫‪geçirirdi” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ] ١٦٤٨ [ ")٥٣٩‬حدق ا أب و أ ح م د م ح م د بن أ ح م د الغعئريق ئء حدق ا أث و ح ل م ه‪،‬‬

‫ذر‬ ‫عن '؛ءث ما ن‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ب‪1‬نثا أ ة ل‪-‬جال نأى‬ ‫حدثن‪ 1‬أبو ظئر‪^~ ،‬للل\ جعف ر بن‬
172 E bûZer el-Gifârî

‫ شس ي هذه‬،‫ت ” أط ل ب م ؤ صعا أثا م فيه‬،3‫ ما تريد ثا أبا در؟ مما‬:‫ مما د ل ه‬، ‫وهؤثس ؤأ م كاثا‬

‫ه إن إل أرقى ه ا ل م ه ث ي‬
Osmân der ‫لكل‬: Bize ulaştığına gore adamın biri Ebû Zer’in bir yeri
düzelttiğini gördü, Ona: “Ey Ebû Zer! Ne yapmak istiyorsun?” diye sorunca
da Ebû Zer: “Uyumak için kendime bir yer hazırlıyorum! Zira nefsim benim
bineğimdir, ona şefkatli davranmazsam da beni hedefime ulaştırmaz” dedi.

، ‫م ا لأمازي‬ ■‫ ح د ق ا أثو‬،‫حدثن ا م حا ن بن م ح م د الئق ماتي‬- ‫ ا‬١٦٥/١‫ ل‬-) ٥٤٠

^١^ ^ ‫ خدثنا‬،‫ حدثن ا م ح ث ذ ثن رؤح‬، ‫ خ دثن ا م ح م د بن إدري س‬،‫حدتما ا ل ح س بن محما ن‬

‫ ة‬،‫ أ ي م ح ئ‬Û ‫؛‬3 ‫ ص د م حب ه ا‬Î s p 4 \ ‫ ظمم أ م در‬:3 ‫ ق ا‬، ^ ١^ ‫ ص‬، ‫ثن م ح‬


‫ص وق ب لز أ ة‬ ، ‫ا هم‬ ‫ص‬ ،‫ ط م ؛ ر ؛ ال ح ال ؛ ا م ع م حي‬، ^ ١١ ‫ي ئ د ث‬

‫ ئنف ر ز ي ي‬: ‫ قأ د‬،‫ بل ى‬:‫ ألي س بمح ذ م ن الؤاب ن ا ب مل ح ه ؤيتثئة؟ قالوا‬،‫أ ح دءكم أزاذ فف را‬

‫ ح ج وا ح جه‬٠' :‫ زنا بملحن ا ؟ محالأ‬:‫ قالوا‬، ‫ ئخذوا منة نا ئضبخ م‬،‫ا ل سام ة أبم د نا تريدون‬

‫ ضلوا ركع ش في م واد ال م ل و حشة‬،‫ صوموا يوما ق د ي دا ~مه ل طول املثئ وي‬،‫يفنا م ا الي وي‬

‫ ثص د ق بمالل ق‬، ‫م ن ة حتر مول ه ا أؤ م نه ن وء ئ م ت ك غ عني ا لوهزف ثؤ؛ ع ظي م‬ ،‫القتور‬

‫ و محلئ ا في‬،‫ م جلئ ا في طل ب ا ال حزة‬:‫ا ج ع ل ال د ي مجل ثت ن‬ ‫ل عل ك ثت ج و م ن‬

‫ ذره م ا س م ة‬:‫ دره مئن‬3 ‫ ا جع ل ا ل ما‬،‫ ال ئريدة‬،‫ يضرلث ز ال ي مئلف‬:‫ ؤالئا ب ئ‬،‫طل ب ال حال ل‬

‫ ق إ‬،‫ ال ثريده‬،،İJLİİIj ‫ يصرك زال‬: ،‫ م د مه الخرتل ث‬1‫ ودله م‬،‫للثا من ج ي‬1‫عنى ■عث‬

٠٠‫ ئ قت ف ز <ءئ ال ت د ر ي ه أ;دا‬،‫ ظ و ه ا مق‬:‫ءلأدى أ ش ضئؤ‬

Süfyân es-Sevrî bildiriyor: Ebû Zer el-Glfarî, Kâbe’nin yanında durup:


“Ey insanlar! Ben Cündüb el-Gıfâri’yim. $ize nasihat edecek merhametli
kardeşinize geliniz” deyince halk etrafını sardı. Ebû Zer: “Biriniz yolculuğa
çıkacağı zaman, işine yarayacak ve kendisini gideceği yere yetiştirecek azık
hazırlamaz mı?” diye sorunca, halk: “Evet” karşılığını verdi. Ebû Zer:
“Kıyamet gününün yolculuğu çıkacağınız en uzak yolculuktur. Onun için
işinize yarayacak azık hazırlayınız” deyince, halk: “Hangi şey işimize yarar?”
diye sordu.
Ebû Zer el-Ğifârî 173

Ebû Zer şöyle dedi: “Kıyamet yolculuğuna çıkanların yolculuğu güçtür.


Bu yolculuk için haccediniz. Diriliş gününün uzun ve sıcak anları için çok
sıcak bir günde oruç tutunuz. Kabirde yalnızlık çekmemek için gecenin, .zifîri
karanlığında iki rekât namaz kılınız. Söyleyeceğin hayırlı bir söz veya
söylemekten vazgeçtiğin kötü bir söz, büyük günde senin durdurulmana
sebep olur. Malının zekâtını ver ‫ ل ظ‬onun sebebiyle kıyamet günü
uğrayacağın sıkıntıdan kurtulasın. Dünyada iki meclisin olsun: Âhireti
arzuladığın bir meclis ve helal rızık aradığın bir meclis. Dünyada bir üçüncü
meclisin sana zararı olur, ama faydası olmaz; bu sebeple üçüncüsünü isteme.
Malı da iki dirhem yap, biriyle helalinden ailene harcarken, diğerini âhiretin
için sadaka olarak ver. üçüncü dirhemin sana zararı olur, ama faydası olmaz.
Onu da isteme.” Ebû Zer sonra avazının çıktığı kadar: “Ey insanlar!
Kendisine kesinlikle yetişemeyeceğiniz hırs sizi öldürdü” diye bağırdı.

، ‫ ح دقا عثد الل ه بن أ خ ن ذ بن ح م‬، ‫ ] حدثتا أثو ب ك ر بن مال ك‬١٦ ‫ ه‬/ ١‫ و‬- ) ٥٤١(

‫ "ى ن‬،‫ثن ا أن \ل\ ذر‬1‫ب‬ :‫بجولأ‬ ، ‫ ن ب ئ ت ف ي ث‬.‫ ظدبم‬، ‫ ^ س م ح م د‬١‫ ح د ئ غيد‬، ‫ح دثغى أبى‬

‫طو! في فل ت ة أ ل أ م ؤ خ ث ؤ‬ ، ‫ وش ع و ك ءث م ة‬، ‫ ؛ ر ت ئ ء م خ‬،‫ ه م حت‬5 ٧ " :‫ف وت‬

‫ ادى‬،‫ يا أيه ا الثا من‬،‫ ئص دقوا م حاهه يؤم عسي ر‬،‫ صوئ وا فى ال د ي ل م يؤم ا ل مئ وي‬،‫انئيور‬

" ‫ إ ن ي ء و ى إ ض ة‬، ‫ه إ ئا م خ‬

Ebû Zer der ki: “Ey insanlar! Ben size şefkatli bir nasihatçiyim. Kabrin
karanlığı için gecenin karanlığında namaz kılın. Mahşer gününün sıcaklığı
için dünyada oruç tutun. Zor günün korkunçluğu için sadaka verin. Ey
in s a n la r ! Ben size nasihat ediyorum, ben size acıyorum.”

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Ebû Zer Resûlullah'a (sallaliahu aleyhi vesellem) bağlı,
meclislerine devam e،‫؛‬en, soru sorup öğrenmeye ve ondan d u ^ u k latın ı
nakletmeye meraklı ve ondan öğrendiklerini uygulamayı seven birisiydi.
Resûlullah'a (‫ةق‬1‫ اها‬aleyhi vesellem) usul ve fiirûu, iman ve ihsanı sordu. Allah'ı
‫ال س‬

rüyetini sordu ve Allah'ın en çok sevdiği sözleri sordu. Kadir gecesini ve


peygamberlikle birlikte kalkıp kalkmayacağını sordu. O'na her şeyi sordu,
namaz kılarken çakıllara dokunmayı bile sordu.
174 M ikdâd b. el-Esved

Takrîb2527, Takrîb2528, Takrlb 273, Takrîb770


Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Ebû Zer, dünyayı terk edip ukbaya
.hazırlandı, Mevla'ya kavuşuncaya kadar belalardan kurtulamadı
Takrîb3463, Takrîb3464

IJ tb e b , Ğ a z v â n

Onlardan birisi de emirliğe ve saltanata yüz çeviren, şehir ve


‫ب‬ valiliğini bir kenara iten, imanın ve İslam'ın yedincisi Ebû
Abdillah Utbe b. Ğazvân. Camiini yaptırıp minberini diktikten sonra Basra
valiliğinden istifa etti. Rebeze'de vefat etti. Dünyayı terk edip ondan tecrid
.olmayla ve zamanın değişebileceğiyle ilgili meşhur konuşma ona aittir

Takrîb3993
‫ حدثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن‬C‫ ] حدبت ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخشن‬١٧١٨ [ -) ٥٧٤(

‫ خا؛ثن ا‬، ‫ ن و ر ثغي ه اش م‬،‫ خ ا؛ثن ا أبو سع د‬،‫ عن ئصن ل بن عياتض‬،‫ خا؛ثن ا أبو عبيدة‬،‫حنب ل‬

‫ " ثقت زأققثا‬:‫ قالأ‬،‫ عن عقه بن عروان‬،‫ عن مح س بن أيي حا زم‬،‫ عن أيي إ ن خا ق‬،‫ش لأ‬

‫ ح ز إن أخذئا‬، ‫ نا قتا شا م إال ززق ا ل حتل ه‬،‫ ت ا ب ع ش بمت‬. ‫ الل ه‬،‫ \ م ا ا ] زن ون‬/ ‫ن غ [ ا‬

٠٠ ‫ص غ ال ئ ا ة نا نحالت ال ق ي ء‬‫ليص غ ك ن ا ث‬

Utbe b. Ğazvân der ki: “Resûlullah’la (sallallahu ^‫ا‬£‫ أاا إل‬vesellem) birlikte yedi kişi
.iken asma yapraklarından başka yiyeceğimizin olmadığı zamanları bilirim
”.Öyle ki dışkımız koyunun dışkısı gibi sade çıkardı

Mikdâd b- e!-Esved
,Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Onlardan birisi de Mikdâd b. el-Esved
.kendisi Mikdâd b. Amr b. Sa’lebe, Esved b. Abdi Yağûs'un azadlı kölesidir
İlk Müslümanlardan, savaş ve ilerleme günlerinin süvarisi. Resûlullah'a
sallallahu aleyhi vesBİlem) su vermeye ve yemek yedirmeye karar verdiğinde delilleri(
M ikdâd b. el-Esved 175

ve alâmetleri fark eden kişi. Devlet görevlerinden uzak durdu. Fitne ve


belalara karşı Allah'a tutunup cihad ve ibadeti tercih etti.

‫ حدثن ا م ح م د بن محن ا ن بن أيي‬،‫ ا حدثن ا م ح م د ن أ ح م ذ بن ا لخنن‬١٧٢٨ ‫ )“ ل‬٠٧٠(

، ‫ ص غا م م‬،‫ حدثت ا رائده‬، ‫ حدثن ا ي حش بن ب ك م‬:‫ ق اال‬،‫ أ و يكر‬،‫ حدثن ا أيي وع م ي‬،‫ثتته‬

‫ زشوأل الثؤ ص وأبو‬:‫ " أؤد ت ذ أظهزإش ال تة ت بمه‬: ‫ت ود قا د‬ ‫ ص ي ر ش ثن‬،‫ص زإ‬

‫ س عة الل ه‬. ‫ قأثا روئلط الثؤ‬، ‫ زال بئ ذا د‬، ‫ نب اللط‬، ‫ وصهي ب‬،‫ وأم ه مشتقة‬،‫وع مار‬ ،‫ب ك ر‬

‫حمذة ن ا لمسر^كوإن‬-‫ش اؤزغلم ءأ‬


> ‫ نأى‬،‫لى ب م ؤم ه‬1‫مح ثع‬1 ‫ و ك أب و بكر س ع ة‬،‫د؛ت ال ى ب عم ه‬

" ‫م‬ ‫ن‬ ‫غ‬ ‫ف ي ال‬ ‫صهروئ م‬ ‫ئم‬ ، ‫أذزاغ ا ل ح د ي د‬ ‫و مح ن ره م‬

Abdullah b. Mes’ûd der ‫لكل‬: “Müslüman olduğunu ilk açıklayanlar yedi


,kişidir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesBİlem), Ebû Bekr, Ammâr ve annesi Sumeyye
Suheyb, Bilâl ve Mikdâd'dır. Allah, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) amcasıyla
korudu, Ebû Bekr'i kabilesiyle korudu. Geriye kalanları müşrikler alıp demir
”. zırh giydirdiler ve güneşin altında tuttular

Takrîb 3445, Takrîb 3612, Takrîb 3613, Takrîb 3614, Takrîb 4421 ,
Takrîb4422, Takrîb 145, Takrîb 2356
،‫ حدثن ا ا لختن بن م ح م د بن ح م ئد‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ‬١٧٦/١‫ )“ ل‬٥٨٥(

‫أن و د‬ ‫ل‬ ‫ب ن أ‬ ‫دا ن‬ ‫ا لم ع‬ ‫ن‬ ‫" كا‬ ‫ا‬


: ‫ه د‬ ، ‫ي د‬ ‫نو‬ ‫بن‬ ، ^ ^ ١ ‫ض‬ ، ‫ال ي ب ئ‬ ‫ت ش‬ ‫ا ال ح‬ ‫ض‬ ،‫ض‬ ‫أ ح ث ز ئا جر‬

‫ل‬
‫ث ئ ه‬ ‫ن ز‬ ‫ذه‬ ‫ز ي د‬ ‫ن‬ ‫ش ق‬ ‫م‬
، ‫ائ ب ة‬ ‫ز أ خ ت‬ ‫م‬
‫ب ئ‬ ‫ال‬ ‫أ ن‬ ‫ف ن ز‬ ، ‫ش ذ ؤ‬ ‫زئ ز‬ ‫م ح‬ ‫و‬ ‫تر‬ ‫ف ي‬

،‫ ئنث ائبئذاذ‬، ‫ نا نأي ت "ك ما كس ت اثؤم ط‬:‫ وهو يأمول‬،‫يث‬-‫ ء رجغ الث‬،‫ا لخزينة هصزبة‬

:3 ‫ محما‬،‫ق مع ه ح ش!ن ه ى |لى ؛ الثيب‬1‫و ئ‬ ‫فمم ث د‬،‫ث د و ثة قصثث‬


‫ئ لأ؟ م‬°‫ ظ قأ‬:3 ‫ءق ا‬

" ‫' آلموبن زا إلن ال م عزيو‬٠ :‫ وهو مولت‬،‫ هر ج غ ال بئذا ئ‬،‫ ئأقاذة ممنث ا الر ج ل‬،‫أقده م ن مس ه‬

Hâris b. Süveyd de ‫ •؛‬.ki: Mikdâd b. el-Esved bir askeri birlikteydi


Düşman onları muhasara etmişti. Birlik komutam kimsenin atını otlamaya
.bırakmamasını emretti. Bu emri duymayan bir adam atını otlatmaya bıraktı
Komutan görünce ona vurdu. Adam dönüp “Daha önce böyle bir gün
”?yaşamamıştım” dedi. Mikdâd adamın yanma gidip “Neyin var, ne oldu
dedi. Adam olayı kendisine anlattı. Mikdâd kılıcım kuşanıp adamla birlikte
176 Salim, Ebû Huzeyfe’nin Kölesi

komutana gitti ve “Kendisinden özür dile” dedi. Komutan özür diledi, adam
da affetti. Mikdâd yerine dönerken şöyle diyordu: “Ben öleceğim, ama İslam
aziz kalabaktır.”

‫ خ ا؛ثن ا‬، ‫ حدثتا أبو بكر بن أ ي ع ا صم‬، ‫ ا حدبتا مه د الثؤ بن م ح م د‬١٧٦/١ [ -) ٥٨٦(

،‫ منشؤه الحصزمى‬.‫ ح د ش عئد ال ؤ خن ن بن‬،‫ حدثما حرير بن عئ ما ن‬،‫ خل؛ثغآي م ه‬،‫ا ل ح ؤطئر‬

‫ خا لق ا‬٠ ‫ ا لآئؤد قا ر ن نن و ل ال م‬.‫ و ا ث غ ا ل م ئ د ا ذ تن‬: 3 ‫ قا‬،‫خدتثا أ م نا شد ا م ح زا ئ‬

:‫قت‬ ‫ق ئ ق‬ ■،‫ا'ئثؤؤ‬ ‫رين‬ ‫ظ ب ي‬ ‫يذ‬ ‫غ ي‬ ‫بد أ م ح ب‬ ،‫ب ح م ح ئ‬ ‫ئ! ن و ت ا' ل صثا'وثت‬ ‫ص‬ ‫غ ز لا ب و ي‬

" 4 ‫ئا وثقاال‬1‫" ك ء م ؤ هق و ث ج ت نوا خث‬ ‫ت‬.‫يف> ه ات‬


‫قت أغذز ؛ ه إف‬

Ebû Râşid el-Hübrânî der ‫ل ط‬: )Humus’ta, -Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem
süvarisi- Mikdâd b. el-Esved’i sarraflardan birine ait olan sandığın üzerinde
otururken gördüm, o kadar ağırlaşıp irileşmişti ki neredeyse sandıktan
taşıyordu ve gazveye çıkmak istiyordu. Ona: “Allah savaşa çıkmama
konusunda seni mazur görmüştür” dediğimde şöyle karşılık verdi: “Cihada
çıkmamız konusunda bize nazil olan âyet şudur: “ister hafif, ister ağır
olarak savaşa çıkınız... ”1

S a lım , E b û H u z e y fe 'n in K ö le s i

Onlardan birisi de hafiz ve kârî, aktif imam, Ebû J^eyfe'nin azadlı


kölesi Salim, özgün, sevgi dolu, Kur'ân incilerini seslendiren, ibadetinde
sadık ve imanlı bir kişi,
‫ حدثت ا؛ أثو م سل م‬:‫ ق ا ال‬،‫■ س ا لخشن‬
‫ و حبسب‬،‫ ] حدت ا محازوق ا ل ح طا بي‬٥٨٨[ “) ٥٨٧(

‫ ش مع ت‬: ‫ محا د‬،‫ ع مزو بن م ه‬. ‫ أ خ ت م‬،‫ حدثن ا شعبة‬، ‫ حدثن ا أبو الول د ال ق ه ل م ي‬، ‫ا ث ق ئ خ‬

:‫ه ثق ون‬ ‫ ال ق‬3‫ب ث نث و‬ : ‫مو قات‬ .‫ ص هم د ال م تن‬،‫ ص نس تنوق‬، ‫ب د ث‬


‫يا ه م م‬1

1 Tevbe Sur. 41
Âmir b. Rabîa YT7

، ‫ وأبي س "ك ع ب‬،‫ وتالغ ا مولى ح ذيفة‬،‫ ابن ن ن غ وؤ‬:‫ ئذ و‬، ‫" انممرن وا ال مهان م ن أربع ة‬

" ‫بما ذ ئ ذ ج م‬
Şu'be, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet ediyor: Resûlullah'ın
(sallallahü ^٧١٦،
^١ vesellsm) "Kur'ân okumayt dört kişiden dinleyin" dediğini işittim.
Sonra şu isimleri saydı: "ibn Mes'ûd, Huzeyfe'nin kölesi Salim, Ubey b. Ka'b ve
M uazb. Cebel."

Takrîb 655, Takrîb 3488, Takrîb 3489, Takrîb 3490, Takrîb3978

Onlardan birisi de Ebû Abdillah Âmir b. Rabîa. ödül ve ödeneklere


itibar etmemiş, Bedir'de ve diğer meydanlarda bulunmuş, unutulmayacak
k u lla r ve mescidler yaptırmıştır.' Öngörüsü sayesinde, başkalarının
düştüğü fitnelere düşmekten l<urtulmuştur. Şerefli yaşadı ve selametle
geçipgitti.

‫ حدثن ا‬،‫ حدثنا أ خ ن د بن ح ما د بن زغبة‬، ‫ آ خا؛ثن ا ئل بما ن ى أ ح م د‬١٧٨/١ ‫ ت‬-) ٥٩٣(

‫الثؤ‬ ‫عت د‬ ‫سبغ ت‬ :‫ت‬-‫ ئ‬، ‫ ع ن ق ض ب ن ت ع د‬، ‫ح دتن ا ي ح ش ب ن ا ي و ث‬ ، ‫أيي مي م‬ ‫ت م د بن‬

،‫ إل ثا م مأري في ا كا م‬،‫ش امت في ال فقة‬


‫م ن ال م ج ين ن ش ب ال‬‫بن غ ا م بن ربيع ه ب م ر‬
P ‫ ق ام ب م ر‬،" ‫يبذك ص الشكة ا لخي أغ اث بجاض ا ج عتاده‬
‫جن د ه " ئأ نت ل ال ه أن م‬
‫ م غ إ ال جثارة‬-‫ا ئ ث م ئتا‬

Yahyâ b. Saıd bildiriyor: Fitnenin baş gösterdiği zamanlarda bir gün


Abdullah 'b.. Âmir b. Rabîa gece ibadetini yaptıktan sonra uyudu. RüyaS'1-nda
birinin kendisine: “Allah daha önce salih kullarını fitneden nasıl koruduysa
seni de koruması için kalk ve bu fitneden Allah’a sığın!” dediğini gördü.
Hemen kalkıp namaz kılmaya başladı. Aynı gece rahatsızlandı ve sabaha
evden cenazesi çıktı.
178 Â m irb.R a bîa

‫ ثت ا‬، ‫ ] خدثن ا أ ح م د بن م ح م د ب ن سن ا ن ثئ ا م ح م د بن إ ت خا ق الثم ق ي‬١٧٨/١ ‫)" ل‬٥٩ ٤(

‫ عن عبد‬،‫ عن ي ح ق بن تن جي ا ال م حا ر ي‬،‫وار بن عبد الثؤ حدثن ا ق ش بن س ع د ا ئا ن‬

‫مش م ن‬
‫ ^ ^ على م حا ن قام أيي ب‬١‫ ثق ا ن ف ت الغ امس ي‬٠٠ : ‫ قاد‬،‫الل ه بن غا م بن ربيع ه‬

‫ ئن ا حر غ‬: ‫ قا د‬،*' ‫ " الل ه م قني م ن الفتنة مما و م ت به ا ل صال ج ن م ن عتا د ك‬:‫ال م زئا ن‬

‫إ ال بمازة‬
Abdullah b. Âmir b. Rabîa bildiriyor: insanlar, Hz. Osmân hakkında ileri
geri konuşmaya başladıkları bir dönemde babam gece vakti namaz kılmaya
kalktı ve: “Allahım! Salih kullarını koruduğun gibi beni de bu fitneden
koru!” diye dua etti. Sabah da evden cenazesi çıktı.

‫ حدثن ا م ح م د‬،‫ حدثت ا أبو ا لخقامس بن قس ه‬،‫ ء حدق ا م ح م د س عل ي‬١٧٨/١ ‫ و‬-) ٠٩٥(

: ‫ مات‬، ‫ عن أييي‬،‫ عن ابن ط ا و س‬، ‫ حدثن ا ن غ م‬، ‫ حدثتا عبد الرراق‬،‫بن ا ل مت و ك ل ا لخنق ال ن ي‬

‫ مم د‬1‫ د ل م‬،‫ ء إدي ن ي ون‬، ‫ أؤي موني ل ح دي د‬:‫ ال مي‬3‫ ر ج‬3 ‫ دا‬cûl^^• ‫ وبع ت فتنه‬1‫" لم‬

،'٠ ‫ وعاهاني م ن ق ل م حا ن‬C‫ ائخئ ن لل ه ال ذ ي ففا ي م ن ا ل جنون‬، ‫ ظوا ■ م‬:‫ قات‬،‫م حا ن‬

‫زؤاة عيره عن امر محبوس و س مى الر ج ل ع اب ر ئ ذ تبيع ه‬


ibn Tâvus, babasından bildiriyor: Hz. Osmân zamanındaki fitne baş
gösterdiği zaman adamın biri ailesine: “Ben delirdim, beni zincirlerle
bağlayın!” dedi. Osmân öldürüldükten sonra da: “Beni ‫؟‬üzebilirsiniz! Beni
deliliğimden kurtaran ve Osmân’ın öldürülmesinden uzak tutan Allah’a
hamdolsun!” dedi, ibn Tâvus’tan başka rivayet edenler adamın adının Âmir
b. Rabîa olduğunu zikretmişlerdir.
Takrîb 3506
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Onu zühd ve fakirliğe sevk eden, zikre
alışmasına sebep olan Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellam) ona öğrettikleri ve
savaş ve müfrezelerin vücudunda bıraktığı derin etkilerdir.
Takrîb 3507, Takrîb 632, Takrîb 775, Takrîb 4156
Râfi’ Resûlullah’ın Azadlı Kölesi 179

Sevbân, Resftli!İlflh'!n (‫ء‬،‫اءااماا‬,„ ‫اءءاء‬,‫ ا‬vasEiiem) Azadlı


Kölesi
Onlardan birisi de başı dik ve iffet sahibi, vefakâr ve zarif, Ebû Abdillah
Sevbân. Resûlullah'ın azadlı kölesi, sultana gidip istemeyi terk ettiği için
cennet bahçesine gireceği garanti edilen kişi.
Takrîb 3450, Takrîb 1364, Takrîb 1362, Takrîb 1365, Takrîb 1345,
Takrîb 1346, Takrîb 2728, Takrîb 4094, Takrîb 4095

Râfi' / Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesEİlam) Azâdll


Kölesi
Onlardan birisi de; geçici ve adi olanı hakir gören, baki ve yüce olanı
seven, Râfi' Ebu'l-Behiy, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vBsellem) seçkin ve özel
azadlı kölesi.
‫ حدثن ا‬،‫ خا؛ثغ ا أ ن د بن م وت ى‬،‫ن داؤذ‬ ‫ حدق ا ا ل م ئ دا م‬، ‫حدثن ا ن يا ن بن أ ح م د‬

‫ب ن ثغى‬
‫ '"كا ن ج‬،‫ " أن عدا‬،‫ عن م ح م د بن تع يد‬،‫ عن غ ز و بن ويثاب‬،‫ث م ان بن محثة‬

‫ تتئ شف غ به على‬. ‫ ئأئى الني ئ‬،‫ أ ال وا ح دا بني ز‬٥^ ۶^ ،‫ يع يي ابن ال ه ا ص‬،‫ش جي‬

‫ أة ت ز ر‬:‫ه ه ( ؛ قر ت‬ ‫ه قأئئقة ه خ‬ ‫ب يج‬


‫ و ه ة يي ق زف ي ) و ي د ن ي ن م‬،‫ا و م‬

‫ ؤ ءأل اتن ث زايتا أئا ا ح‬٠


] ١٨٧١ [ " ‫تي‬ ‫ا ي‬

Muhammed b. Saîd der ki: Said b. el-Âs oğullarında bir köle vardı.
Onlardan biri hariç köleyi azad ettiler. Resûluilah'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelip
ona şefaatçi olmasını istedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) adamla konuştu,
adam hissesini Hz. Peygambere (sallallahu aleyh‫ ؛‬vesellem) hibe etti. Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) de köleyi azad etti. Râfi' devamlı “Ben Resûlullah'ın (sallallahu
aleyhi vesellem) azadlı kölesiyim” derdi. Adı Râfi' Ebu'l-Behiy idi.
Takrîb 3486
‫‪180‬‬ ‫‪Eşlem Ebû Râfi3‬‬

‫'‪Eşlem Ebû Râfî‬‬


‫‪Onlardan birisi de Resûlullah'ın azadlı kölesi Eşlem Ebû Rafı. Bedr'den‬‬
‫)‪önce Müslüman oldu, ama (Hz. Peygamber’in sallallahu aleyhi vesellem amcası‬‬
‫‪Abbâs'la birlikte Müslüman‬‬ ‫‪olduğunu gizliyordu.‬‬ ‫‪Sonra Kureyş'in‬‬
‫‪mektubuyla Medine'ye ResûlullaE'a (sallallahu aleyhi vesellem) gelip Müslüman‬‬
‫‪olduğunu açıkladı ve burada kalmak istediğini söyledi. Hz. Peygamber‬‬
‫)‪(sallallahu aleyhi vesellem‬‬ ‫‪"Biz ne elçiyi hapsederiz, ne de ahdi bozarız" dedi ve geri‬‬
‫‪gönderdi. Resûlullah'ın‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi vesellem),‬‬ ‫‪kendisinden sonra fakirlik‬‬
‫‪çekeceğini haber verdiği kimselerden biriydi. Ona fazladan mal mülk‬‬
‫‪toplamasını yasaklamış ve para pul biriktirenlerin akıbetini öğretmişti.‬‬

‫‪Takrîb 1336, Takrîb 1813‬‬

‫‪ - ١٨١٣‬حدق ا عتد الئؤ بن م ح م د بن جعفر‪ ،‬خ ا؛ثت ا أبو بكر ن أيي ع ا صم ‪ ،‬حدثن ا‬

‫صال ح بن وتاب‪ ،‬و حدثن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬حدثن ا ا ل ح ت ث ن بن م ح ث د بن ح ما د ‪ ،‬حدث ا‬

‫ا ل مغيزة بن هم د ال ؤ ح م ن‪ ،‬ق ا ال‪ :‬حدثت ا م ح ا ن بن عئد الث‪-‬خنن‪ ،‬و ح د ب ت عن أيى جعمر‬

‫ت خ م بن إن نا ع ي‪ ،‬خدتثا ا لخنذ ن ع ئ ائ ظزا ئ ‪ ،‬خدش ا ثنيت ئ ه ازون‪ ،‬زال ث ظ ه ‪،‬‬

‫ر ن' لج‪ ،‬عن أبي رابع‬ ‫ور‬ ‫مه ا زا؛ حدثنا الجراح بن بجا ل‪ ،‬عن ا م ح ي‪ ،‬عن ن ي م‬
‫ب ؟مح ق ك ‪ :‬اقع دأ ت ق د م‬
‫‪ ٠‬ص‪ ^ ١٤ :‬؛ م ه ‪ " :‬ه تب ك ي أي زش ‪ ٩‬ا ث ق م‬ ‫تزر ؛ ي‬

‫ه ‪ Ü‬ق ا ‪ :3‬ال‪ ،‬مح ي‬ ‫جوأل أ ك‪ ،‬ومئ‬


‫ه ؟ قل ق‪ :‬أزب‬ ‫^‪ ٢‬ءا ‪ : :3‬ز ‪ ،‬ئا ‪ :3‬ظ‬ ‫فى‬
‫|أى ول د ك‪ ،‬ظ ‪ :3‬هل ت‪ :‬أ و ي •ع‪1‬ثغ ا يه رنوت ال‪1‬ه حى ‪LÜT‬‬ ‫بثص‪ 1‬زأني أل بئص‪، 1‬‬

‫ح أ ‪ ،‬خق ائزلب غ ر النابي أن ي ئ ت ة امحثا ب " ؤئا د م حا ذ ئ م د‬


‫ثا غ ي ؟ قات‪ :‬ن‬

‫جن‬
‫ب‬ ‫الر حم ن؛ كثا ث ال م ‪ im‬والرم ي ‪ ،‬والئتاح ه‪ ،‬زان ي د زأن يورقة طمحا قا د ‪ :‬وم تى‬

‫ه م ري؟ ئ ‪ :3‬بغد ي‪ ،‬ظ ‪ 3‬أبو سث م ‪ :‬فلقت رأيته محقن ينده‪ ،‬ح ز ”ى ن يم ئ د ‪ ،‬نئع د م م ول‪:‬‬

‫‪ ٠‬أة‬ ‫ء‬ ‫إ ض ؟ ص بم د ة غ ر ز ب د آ ه ة زت و د‬ ‫^ ؛ت م‬ ‫م‬


‫ب د ى غ ر‪١‬‬ ‫س‬

‫مشبثم ز بغده؟ م ن يتص د ق قا ن قذ الل ه ه ئ امحقا ‪ ،‬ويد ا ل مع طى الؤت ط ى‪ ،‬ويد الث اب ل‬

‫ا ل فق ش‪ ،‬ؤم ن شأأل عن ظهر غش ” كا ن لت شية ثئز ف ؛ف ا يؤم ا ل م ا ئة‪ ،‬ز ال ث ح ؤ الص دقة‬
Eşlem Ebû Râfi' 181

‫ هند عقه بنه ا‬،‫ ه لم د نأي ت ر ج ال أ ظاة أربع ه دراهم‬:‫ق الأ‬ ‫مؤ‬ ‫ ز ال‬، ‫لع ي‬

‫ه ئه ا ت ى أن أكن ز‬ ‫ ان رش وت ال م‬:،3 ‫ مما‬، ‫ ال تزد ع ل ئ ص دمح ت ى‬، ‫ يا عئذ الل ه‬:‫ ممالأ‬، ‫درهئا‬

‫ شز عذمهء و*كا ن‬1‫شتع ت ى حش أثى ثت ع‬١ ‫بن‬


‫ أبو ن ي مت قل قن رأيته م‬3 ‫ قا‬، ^ ^ ١ ‫ئض و د‬

‫ و ل م ن ك ن يكات ب ممل وكه إ ال بث منه‬:‫ ه ا لأ‬،‫في ممره أؤ وه و قي ت‬ ‫غ وتت ل ف ت أي ر\ؤع‬

] ١ ٨ ٧ ١ [ ‫ال ذ ي اش راة به‬

Hz. Peygamberin (sallaliahu aleyhi vesBİlam) azadlı kölesi Ebû Rafı' der ki:
Peygamber (sallaliahu aleyhi vasallem) "Ey Ebû Râfi'! Fakir olursan ne yaparsınL" dedi.
Ben “Bu konuda ilerlemeyecek miyim?” dediğimde "Evet, ne kadar malın
varL" dedi. “Kırk bin, ٠ da Allah yolunda” dedim. Resûlullah (sallaliahu aleyhi

vasellam) "Hayır, bir kısmını ver, bir kısmını tut. Çocuğuna da hazırlık yay" dedi.
Ben “Bizim onların üzerinde olduğu gibi, onların bizim üzerimizde hakları
var mı, ey Allah’ın Resûlü?” dedim, "Evet, çocuğun baba üzerindeki hakkı
okuma yazma öğretmektir" dedi. ,

— Ravi Osmân b، Abdirrahman; “Allah'ın Kitabı, atış ve yüzme”; Yezîd


ise; “Güzel miras bıralmıasıdır” ibaresini ekledi.—

Ebû Rafı' devamla şöyle diyor; Resûlullah'a (‫ ةة‬11‫ ك‬1‫ ش‬aleyhi vesellem) “N e zaman
fakir olacağım?” diye sorduğumda, "Benden sonra" dedi.

Ebû Süleym diyor ki: Ben Resûlullah'tan (sallaliahu aleyhi vesellem) sonra
fakirleştiğini gördüm. Hatta oturup şöyle derdi; “Kim bu kör yaşlıya
tasadduk edecek? Kim Resûlullah'm (sallaliahu aleyhi vesellem) kendisinden sonra
fakirleşeceğini haber verdiği kişiye yardım edecek? Kim yardım edecek?
Allah'ın eli üstündür, veren el ortadadır, alan el düşüktür. Kim zenginlikten
sonra muhtaç olup dilenirse, kıyamet gününde saçında beyazlık olur ve
kıyamet günü bununla^ tanınır. Sadaka zengine helal olmaz. Durumu iyi
olana da aynı şekildedir.”

Ebû Süleym diyor ki: Bir adamın kendisine dört dirhem verdiğini
gördüm. Bir dirhemini adama geri verince adam; “Ey Allah'ın kulu! Neden
sadakamı geri veriyorsun?” deyince, Ebû Râfi “Resûlullah (sallaliahu aleyhi vesellem)

fazla parayı saklamamı yasakladı” dedi.


182 Selmân el-Fârisî

Ebû Süleym diyor ki: Ondan sonra zenginleştiğini, (Cennetle


:müjdelenen on kişiden birinin) ona geldiğini gördüm. Ona şöyle derdi
Keşke Ebû Râfı' fakirliğinde, fakirken ölseydi.” Köleleriyle satın aldığı fiyat“
.üzerinden mukâtebe (hürriyet anlaşması) yapardı

Selmân el-Fârisî
,Onlardan birisi de Farslıların öncüsü olup ziyafetin lezzetine varan
müeadele edip kazanan, derleyen ve uzaklaşmayan, hikmetli hakim, bilen
âbid, Ebû Abdillah, İslam'ın oğlu Selmân, sancakları ve bayrakları
yücelten, şerefli dostlardan ve cennetin özlediği gariplerden biri. Gördüğü
.yakınlık ve fazilet uğruna yokluklara ve zorluklara sabretti
.Derler ki: Tasavvuf, bağlılığa riâyet uğruna endişelere kalkm aktır
Takrîb 3445-a, Takrîb 2152, Takrîb 2153

‫ حدق ا‬، ‫ حدت ا ؛شن بن مو ت ى‬C‫ ا خ ا؛ثن ا ت خ ث د بن أخن ت بن ا لخشن‬١٨٧/ ١‫)" ل‬٦١٩(

‫ ئادت ني ل علي‬،‫ غذ أيي الب حتري‬،‫ حدثن ا ع م رو بن ئث؛‬،‫ حدثن ا مشعر‬،‫تن ي حيى‬° ‫ح الب‬
‫ وا س م ا ل آ ي ؤ ال‬، ‫ ثا و نيلي ا ش‬:‫ ق ات‬،‫ش ا ذ رضى ال ئ غ ص ا ؟‬ ‫ئ أبي طال ب ص‬

" ‫يدرك ظ عندة‬

E k ’l-Bahterî'nin naklettiğine göre Ali b. Ebî Tâlib'e Selmân'ı


sorduklarında; “Hem eski ilimleri, hem yeni ilimleri öğrenip inceledi, neler
bildiğini de kimse bilmez” dedi,

‫ حدق ا أبو‬c‫ خ ا؛ثن ا عل ي بن عئد العزيز‬، ‫ ء حدق ا نلت مان بن أ ح م د‬١٨٧/ ١‫ )“ و‬٦٢٠(

‫ غذ ر‬، ‫ خدقا ي د النيلي ئ لخزت ج‬،‫ خدتثا خثا ن ئ ع ئ‬،‫عث ا ن تاللث ئ إن ن ا عيد‬

‫ب د على‬
‫ ء م‬:١^ ،^ ^ ١١ ‫ ص ر'دان‬،‫ وص ن ج د‬،‫<ب ثن أ ىا الءت ودء عذ أيهي‬
،‫ " ي أبمز الئؤثتي ئ‬: ‫ ق ش‬، ‫ث د ث ش ي ز ث ئ‬ ‫زم قؤش‬: ‫ر ص ؛ ه ئ دا ت‬

‫و‬ : 3 ‫ قا‬٠ ‫سب ت غ م‬ ‫م ح ي؟ ق ز ن غذ‬ ‫ غذ أ خ‬:‫ ئ ت‬، ‫ل خملئ‬ ‫خ د ك غذ‬

‫ل ئ ه م بذكرك‬3‫ عن \لذدن أل؛ثا ك دث‬:١^ ‫ص آيه م ؟‬ ، ‫ أص_ حادي‬. ‫أص خ' ب م ح ئ د‬


Selmân el-Fârisî 183

‫ ص دق ي سئ ل ق نا ن ال ش م ؟ ذاف‬:‫ قا ت‬، ‫ش ا ذ‬ ‫ خ د ك ض‬، ‫زال ئ الؤ غ ي ذ ود ال م‬

‫ زالكئا ت‬،‫ ز و اثكئا ب ا الوت‬،‫ زاني؛ ا لآبز‬،‫ أنزلق ال ه ؛ ا الوت‬، ‫ا ء ؤ يق قإقائ أغد ال ث ت‬

" ‫ ث ن ت ال ; ز ئ‬، ‫ا ال ي ن‬

Zâdân el-Kindî der ki: Bir gün Ali b. Ebî Tâlib'in yanındayken, insanlar
onun keyfinin yerinde olduğunu görüp “Ey Müminlerin Emiri! Bize
arkadaşlarından bahset” dediler. Ali b. Ebî Tâlib “Hangi arkadaşlarımdan?”
deyince “Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı” dediler. Ali b. Ebî Tâlib
“Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbımn tümü benim arkadaşlarımda.
Hangisini anlatayım?” dedi. Oradakiler “isimlerini diğer insanlardan farklı
bir şekilde, sevgiyle andığın ve dua ettiğin kişiler. Mesela Selmân'ı anlat”
dediklerinde Ali “Sizin için Lokman Hekim mesabesinde olanı mı? o
bizden bir kişidir, Ehl-i Beyt'e aittir. Eski ilimleri öğrenmiş, yeni ilimleri
öğrenmiş, eski kitabı okumuş, yeni kitabı ©kumuş, tükenmeyen bir
deryadır.”

Takrîb 1091, Takrîb 1092

‫ حدثن ا عئد‬، ‫ن متا ن‬ ‫بن‬ ‫ حدت ا ا ل ح س‬، ‫ ا حدثن ا أبو ع مرو ن ح ن دا ن‬١٨٨/١ ‫ )“ ل‬٦٢٣(

‫ع ن‬ ،‫مؤه‬ ‫بن‬ ‫ع م رو‬ ‫حدثني‬ ، ‫م ن م‬ ‫ح د ظ‬ ،‫يشي‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫خا؛ثنا‬ ، ‫لأش ع ر ي‬ ‫راد ا‬ ‫ين‬ ‫الل ه‬

، ‫ب م ن دجل ه ف ن ب ه‬ ‫ر‬ ‫ ن غ‬: ‫ قا ت‬، ‫و ج د م ن ثني ع س‬ ‫ صح ب شل ن ا ن‬: ‫ قا ت‬،‫أ ي ي الت حثري‬

‫ ؟‬1‫هذه ش ئ ت مغه‬ ‫ت أثن ى‬،3‫ دا‬، ‫ت ئد ر ؤي ت‬3 ‫ ظ‬، ^ ^ ٠، ‫ عد‬:‫ د ل ه >ثذن ا ن‬1‫هم‬

‫ نح ذ من ا ف ن م نا‬،‫ كذبلف اف إل ال يتق عى‬: ‫ ه ا د‬٤^ ^ ١ ‫ زنا يفقس مئه ا فنبه‬: ‫محا د‬

‫ةق غ لأ'م‬

Ebu’l-Bahterî der ki: Abs oğullarından bir adam Selmân'la yolculuk


yapmıştı, Dicle'den bir^avuç su içti. Selmân kendisine “Dön bir daha iç”
deyince adam “Suya kandım” dedi. Selmân “Senin bir avuç su içmenin
Dicle'nin suyunu eksilteceğini mi düşünüyorsun?” deyince, adam “Benim
içtiğim nasıl onu eksiltebilir ki?” dedi. Selmân “işte ilim öyledir eksilmez,
ilimden sana yarayanı al” dedi.
‫‪184‬‬ ‫‪Selmân el-Fârisî‬‬

‫(‪ ١٨٨/١ [ -) ٦٢٤‬ء حدثت ا عئذ الثؤ بن م ح م د بن جئ مر‪ ،‬خدثن ا م ح م د بن ا ل ح ض بن‬

‫ع ئ بن ب ح ر‪ ،‬خ ا؛ثن ا م خ ث د بن مرنوق‪ ،‬خ ا؛ثن ا عثئد س واقد‪ ،‬حدثن ا خف ح ئ بي ع من‬


‫طن ا ن ل ح د م ه‪ " :‬ظ أ‪-‬حا بتي ع س ‪! ،‬ن انم‪،‬م كيئ‪،‬‬ ‫الق غد ي‪ ،‬غن ع م ه‪ ،‬ه ا د ‪ :‬قا د‬

‫ل؛ن ا د ة اا‬ ‫ئ ال‬ ‫ي ؤ ة‪،‬‬ ‫ز ذ ع م‪I‬‬ ‫ث‪،‬‬ ‫أمر دي نل‬ ‫ج إل ت ه ف ي‬ ‫ا ل عل م ن ا ث حتا‬ ‫ب ن‬ ‫ئ خ ذ‬ ‫ز سم ي ت ‪،‬‬ ‫وال غ م‬

‫‪,Hafs b. Ömer es-Sadî, amcasının şöyle dediğini nakleder: Selmân‬‬


‫‪ kardeşi! ilim çoktur, ömür kısadır, dinin‬ه لللل م م ا ك ؛ ه ‪Huzeyfe'ye “Ey Abs‬‬
‫‪için ihtiyacın olan ilimleri öğren, geriye kalanı bırak, onunla uğraşma” dedi,‬‬

‫(‪ -) ٦٢٥‬ل‪٦٢٦‬ء حدق ا أث و ع مرو بن ح م دا ن‪ ،‬حدتن ا ا لخشن بن غ م ا ن‪ ،‬حدق ا قس ه‬

‫بن سع ي د‪ ،‬وأبو "كاب ر ‪ ،‬ق ا ال‪ :‬حدثن ا أبو ع واثة‪ ،‬عن عقن اؤ بن الث اثمب ‪ ،‬صر أيي الت حتري‪،‬‬

‫أ ة ج مئ ا ‪ ،‬م ن ب ي و م ا ل م سل م ي ن "كا ن ب يئ م طن ان ا لما رسمجخ‪ ،‬نحاصنوا قصنا ش محصور‬

‫‪S‬‬ ‫م‬ ‫ى زئ و د‬ ‫ن هد و ص؟ ه ا ‪ : 3‬ذ ن ي ي أ ذ م‬


‫ث ر ن ‪ ،‬فق اأوا؛ ظ أظ مه د اش ‪ ،‬أ ال م‬

‫أئآ ز ج ل مدك م ثا ر *يي ‪ ،‬أئزؤن ائثزدة<‪ ،‬ئ ه ئ ي ي ؟ ء إ ‪ 0‬أش ل مت م‬ ‫يدعوه م ‪ ،‬مما ‪ ،3‬له ز ‪" :‬‬

‫م ئ ب م م غ ي‪،‬‬ ‫ف ه ز م ئ د اءل ذ ي قا ‪ ،‬و ظ م يقد الل ي غ ي‪ ،‬وإن‪ °‬أ ي ز | ال دي‬

‫وأعطس ن وئا ا ل جنيه عن يد وأنت م صاغرون‪ ،‬هات‪ :‬ووط ن إ ي ب الم‪ 1‬رسثئ‪ :‬وأن م عتز‬

‫م حن ودش‪ ،‬الن أتيت م ثاتذ‪،‬ثا ؤلم ع ز بشراء ‪ ،‬قالوا‪ :‬ننا ئ ح ن بال ذ ي نؤم ن‪ ،‬ؤما ئ ح ن بال ذ ي‬

‫قالوا‪ :‬يا أثا ع د الل ه‪ ،‬أ ال نم هد إليه م ؟ د ا ‪ :3‬ال‪ ،‬قن‪-‬ة ائلم‬ ‫ثئط ي ا ل جنيه‪ ،‬ولكن ا‬

‫^ ا ل ح ص ن‬ ‫ا‬
‫ممت ح و‬ ‫ق ا ت‪:‬‬ ‫‪،‬‬ ‫ي‬ ‫ثهدوا إ‬ ‫إفه م‪،‬‬ ‫انفدوا‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫بأ‬ ‫فذا‪،‬‬ ‫مت ل‬ ‫إ ز‬ ‫ئلاثه‬

‫ؤنؤاة ح ما د و جرير نإش رايتد وعلي بن عاص م عن ععتاؤ نغزة ل ‪] ١٨٩٨‬‬

‫‪Ebu'l-Bahterî der ki: Müslüman‬‬ ‫‪o r d u la r ın d a n‬‬ ‫‪birinin komutanı Selmân-1‬‬


‫!‪Fârisî idi. Pers kalelerinden birini kuşattılar. Yanındakiler “Ey Ebû Abdillah‬‬
‫‪Onlara saldırmayacak mıyız?” deyince, “Bırakın Resûlullah'ın‬‬ ‫‪(sallallahu aleyhi‬‬

‫)‪vESEİlam‬‬ ‫‪yaptığı gibi onları İslam'a davet edeyim” dedi. Sonra düşmana dönüp‬‬
‫‪şöyle dedi; “Ben sizden biriyim; Farslıyım, Arapların bana nasıl itaat ettiğini‬‬
‫‪görüyor musunuz? Müslüman olursanız bizim elde ettiklerimizi siz de‬‬
‫‪kazanırsınız, bizim vazifelerimiz sizin de vazifeniz olur. Müslüman olmayı‬‬
‫‪reddedip dininizde kalmayı isterseniz, dininiz üzere bırakırız, boyun eğerek‬‬
Selmân el-Fârisî 185

bize cizye verirsiniz.” Sonra onlarla Farsça konuşup “O zaman hoş


karşılanmazsınız, doğrudan size saldırırız” dedi. Onlar ise “Biz iman edecek
değiliz, biz cizye de verecek değiliz, sizinle savaşırız” dediler. Yanındakiler
“Ey Ebû Abdillah! Onlara saidırmayacak mıyız?” dediler “Hayır” dedi, ü ç
gün boyunca onlara aym daveti tekrarladı. Sonra “Onlara saldırın” dedi.
Onların üzerine saldırdılar ve o kaleyi fethettiler.

Takrîb 951

‫ أخمئا عئد‬،‫ حدثن ا إ ن خا ق بن إ(زا ويلم‬،‫ ] حدثن ا نلبمان بن أ ح م د‬١٨٩٨ [ ")٦٢٧(

‫ أق ;ا ث‬،‫ ص طارق تن شه ا ب‬،‫ ض الجننزؤ تن ئ م‬،‫ ص أمحه‬،‫ها ال؟يءإ‬ ،‫اوزاق‬


‫ يز ال ذ ي "كا ن‬٢ ‫ثكأره‬
‫ م‬، ‫ مما م بم ر م ن اخر ال م‬: ‫ قا د‬،‫عئد ت ل م ا نخل ظز ن ا ا جته ا ده‬

o ljU S " ‫ن‬-‫ ه اثه‬، ‫ ء قأ ؤا ت ف خ ن س‬3‫ غل ى ه ذ ه ا‬١^ ^ " :‫ >ئ لن ا ن‬3 ‫ ه ما‬،‫قه‬ ‫و‬ ‫ينث ن ئ ذ‬

‫\لغ اءس ا ل عش اء ص دروا غلى‬ ‫ر‬ ‫ محا دا ض‬،‫ل هذه ا ل جرا حا ت ن ا إل ت ع ب ا ل م متنة يعيى ائكبابز‬

‫ زي ت‬، ‫ و ث م ن ذ ال ه و ال ه‬،‫لمح و ال ع ي‬,‫ب إ‬


‫ ؤ ج‬،‫ب أ ن ن ع ي و ال ل ه‬
‫ج‬ :‫ث ال ج مثارت‬

‫ و م م م ن‬،‫اغت م ظل ن ه ا ل إل ل وعمل ة القاسيثمزك ب زأشة في ال ن غ ا م ي ئذلل ق علته ز ال ثت‬

‫ؤ ب م ن ذ ال ه ز ال غ ي‬ ، ‫فدبئ ه ز ال غ ي‬
‫م‬ ‫ب و‬
‫بملة حمي ه ا مء م‬ ^ ‫ه ء ظننه‬

" ‫ك وال دوام‬ ‫وعثلثبا‬ ،‫فنب ت م ي ثأ ثا؛ ئدللث ال ه ز ال غ ي وف وا ل سفه‬

Târik b. Şihâb, Selmân’ın ne kadar ibadet ettiğini öğrenmek için yamnda


geceledi. Selmân, gecenin sonunda namaz kılmak için kalkınca, Târik b.
Şihâb Selmân’ın umduğu gibi fazla ibadet etmediğini görerek bunu
kendisine söyledi. Selmân: “Beş vakit namaza önem veriniz. Çünkü namaz,
kişiyi helak eden büyük günahlardan kaçımldığı müddetçe işlenen hatalara
kefarettir, insanlar yatsı namazım kıldıklarında üç gruba ayrılırlar: Kimisi
zarardadır ve hiç kârı yoktur, kimisinin kârı vardır ve zararı yoktur, kimisi
ne kârda ne de zarardadır. Kimi, gece karanlığı ve insanları uykuda olduğu
zamanı fırsat bilerek günaha daiar. Bu kişi zarardadır ve hiç kârı yoktur. Bir
grup vardır ki gece karanlığını ve insanların uykuda olduğu zamanı fırsat
bilip kalkarak namaz kılar. Bu kişi kârdadır ve hiç zararı yoktur. Ne kârı ne
de zararı olmayanlar ise, namazım kıldıktan sonra yatan kişidir. Bu kişinin
186 Selmân el-Fârisî

ne kârı ne de zararı vardır. Sakın gecenin başlangıcında yola çıkma. Sen


amellerde orta ‫ م‬11‫ ال‬ve devamlılığı esas almaya bak.”
Takrîb 3445- b, Takrîb 3445- ٠, Takrîb 3496, Takrîb 3497, Takrîb 3498,
Takrîb , 499, Takrîb 3897, Takrîb 3499, Takrîb 3898, Takrîb 3899, Takrîb
3900■ Takrîb 390‫ل‬

(‫ حدثن ا م ح م د مر ص د الل ه اخلص زمي‬، ‫ ] حدت ا نلت ما ن ب ن أ خ ن ذ‬١٩٧٨ [ -) ٦٤١،

‫ عن علي بن بذي م ه‬،‫ حدثن ا عق ث بن بشير‬،‫ ح دبثي م ح م د بن مح تد بن مي مون ا ل ج دع اثي‬،


٠٠ ‫ " ي ع متا غ شل ن ا ن هبثغ أريته عت ر دره م ا‬: ‫ق ا د‬

Ali b. Bezîme bildiriyor: “Selmân’ın, ölünce geriye bıraktığı eşyalar


satıldığında ancak ondört dirhem etmişti.”

‫ت‬3 ‫ ظ‬،‫ خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن ذاؤئ ا ل م ك ي‬، ‫ب ا ] حدثن ا ني ت ا ن بن أ خ ن ذ‬


‫اا م‬/‫ [ا‬-) ٦٤٢(

‫ خ ا؛ثن ا داود بن أيي‬،‫ حدثن ا ن ط م ه بن ع لم ن ه ا ل ما نني‬، ‫حدثن ا ق س بن حف ص ال دارمئ‬

‫ " جاء ابن أ ح ت لي م ن ا‬: ‫ قا د‬، ^ ^ ١ ‫ ص ت ال م ه‬،‫ عن س ما ك بن ح ر ب‬،‫هند‬


;‫خلا بية‬

‫ ن م جثا إليه‬،‫ثئلم عقه‬،‫ئأ‬ ^ ٠^ ^ ١ ‫ أ ج ب أن ألم ى طن ا ن‬:‫ ق ات ل ي‬،‫ ئدا م ه‬:‫أما ل ثق‬

‫ ن سلمثا‬، ‫ وو ج دثاه عش شرير يس فث حو صا‬، ‫محوجدثاه ب ال م دائ ن وهويوم ئ ذ غش عشرين ألئ ا‬

‫ ح ب أن ب مإل‬- ‫ ؛ئذ أ ح ت ؟ي هدم عأي م ن افي?;ثؤ ءأ‬İJÜ‫؛‬، ، ^ ١ ‫ ي أي مه د‬: ‫ ئ ك‬،‫غ ي‬

"‫ه‬ ‫ أ خ و‬: 3 ‫ ظ‬،‫مت ث‬


‫بز أ ه ي ح‬ ‫ و ظ ثه ا لث ال مر ؤ م‬: 3 ‫ قا‬،‫عق ث‬
‫ ث م‬: ‫ ئ ك‬، ‫ب إ الل ه‬

Selâme el-lclî anlatıyor: Kız kardeşimin Kudâme adındaki oğlu çöMen


gelmişti. Bana “Selmân-1 Fârisî'yle görüşmek, hatırını sormak istiyorum”
dedi. Beraber yola çıktık, Selmân'ı Medâin'de bulduk, o zaman yirmi bin
askere kumandanlık ediyordu. Yanına girdiğimizde bir döşeğin üzerinde
hurma atıştırıyordu. Selam verdikten sonra ona “Ey Ebû Abdillah! Bu
benim yeğenimdir, çölden yanıma geldi, seni görüp hal hatır sormak istedi”
dedim. Selmân “Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun” dedi. Ben “Seni
sevdiğini söylüyor” deyince de “Allah da onu sevsin” dedi.
Selmân el-Fârisî 187

،‫ حدق ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬١٩٧٨ [ ")٦٤٣(

‫ "كا ن ع مناء‬٠٠ :‫ ه ا لأ‬،‫ حدثن ا ا لخنس‬،‫ حدق ا هث ا م‬، ‫ حدق ا ج ئ م‬،‫ حدثت ا تثار‬،‫ح دقتي أيي‬

‫ وك\ن‬،‫ا من ا ل م»ن ل م ين‬-‫ وك\ن أييز؛ ظى زف اؤ قالميثن ألم‬، ‫دره م‬ ‫حن ش ه‬ ‫ث ل م ا ن‬،‫ا‬

‫ نإدا حر خ عطاؤة أ م حاة يمح ل م ن‬، ‫ي ح ط ب الثامن قي عب اءة يفترسبعص ه ا وين س بنص ه ا‬
‫ت ف ي ف يدم‬

Haşan bildiriyor: Selmân’ın maaşı beşbin dirhem idi. Müslümanlardan


da otuzbin kişilik bir topluluğun emiriydi. Bir abası vardı ve bunun bir
parçasını yatak ©larak kullanır, bir parçasını da hutbe verirken giyerdi. Maaşı
çıktığı zaman ise hepsini infak eder ve sadece kendi el emeğiyle kazandığını
yerdi.

‫حدثت ا أبو بكر بن‬ ‫ حدق ا عنتيد بن‬،‫ ء حدت ا أب و بكر القلن ح ي‬١٩٨/ ١‫ و‬-) ٦ ٤٤(

‫ عن ع مرو بن أبي مء‬C‫ ح د ظ ع م ر ثن محس‬، ‫ خ ا؛ثن ا م ن م‬، ‫ أبو أت ا ذه‬1‫ ■ محدث؛‬،‫أيي شثة‬

:1‫ ل ه‬tjlf‫ ءأثى فتزوج ن و اله ؛‬،‫ " عرح ن أيي عأى ت ل م ا ن أ حثه أن وو ج ه‬:‫ فات‬، ‫ال كن د ي‬

‫ئلتة‬ ،‫ه م ا قيء‬1‫ ^ ع‬١ ‫حذيم ه وين ت ك ن رضى‬- ‫ ثن غ أ;ا هؤه أثت"ى ن ص‬،‫ث م نه‬

‫ ف ت ن ه إثه ئ ل م ة ومع ه و ي د فيه بمئ قت أبلح ن ع صاه في م ؤة‬،‫هأ ح ره أثة في مبمل ة ثث‬

0‫ الث ال م ■عآتث م‬:‫ أم ما ل‬،‫ ب ائت ل ل م ا ح ز أ سا ذاز طن ا ن ئد ح د ال داو‬،‫الزئبي ل وهز عأى ع ا م ه‬

‫ ا جلش على‬:‫ق ات‬ ‫ ءا دا ث م ط مؤض و غ وعغذ نأيي بثا ت نإذا‬،‫ثأ أذن لأيي ره‬

٠٠ ‫م ؤ اليل ف ؛ ؤ نم ه د ب ث ن ب ه‬

Amr b. Ebî Kurre el-Kindî anlatıyor: Babam Selmân'a evlenmesi için kız
kardeşini teldi£ etti. Kabul etmedi, Bukayra adında azadlı bir cariyeyle
evlendi. Ebû Kurre, Sel^ıân'la Huzeyfe arasında bir şey olduğunu öğrendi.
Onu aradı, kendisine alt bir bostanda olduğunu öğrendi. Vardığında onu
sebze dolu zenbil taşırken buldu. Zenbilin kulplarına bir sopa geçirmiş ■ve
boynunun üzerinde taşıyordu, ikisi birlikte yola çıktılar ve Selmân'ın evine
vardılar. Avluya girdiler, Selmân “es-Selâmu aleykum” dedi. Ebû Kurre'ye
izin verdi. Yerde bir döşek, başında da kerpiçler vardı, etrafta da basit eşyalar
bulunuyordu. Selmân “Hanımının kendisi için hazırladığı yatağa otur” dedi.
‫‪188‬‬ ‫‪Selmân el-Fârisî‬‬

‫‪Takrîb 4090, Takrîb 3814, Takrîb 3862‬‬

‫(‪ -) ٦ ٤٩‬ل ‪ ١٩٩/١‬ا حدثن ا أبو م ح م د بن حيا ن ‪ ،‬حدثن ا أبو ي ح يى الراوي‪ ،‬خ ا؛ثن ا فثاب‬

‫بن ال ر ي ‪ ،‬حدتن ا وك ح‪ ،‬غذ ج م بن ت ئ ن ‪ ،‬غذ م ح ب بن أيي م رروق‪ ،‬غذ م ئنون بن‬

‫م ه ران‪ ،‬ص ر ج ل م ن بغي عبد اق ض‪ ،‬قادت زأ‪°‬يئ طن ا ن في سرية ف و أم ره ا عأى ج ما ر‬


‫طن ا نت ‪ ٠٠‬إثئ ا‬ ‫وعليه شزاويد و ح د مثا‪ ٥‬ثذبذب ا ن‪ ،‬وا ل جغد بمولو د ‪ :‬ق د جاء ا ألمين‪ ،‬مما ‪3‬‬

‫ا ن م والغي بم د ا م "‬

‫‪Abdulkays oğullarından bir adam bildiriyor: Selmân’ı bir müfrezede ordu‬‬


‫‪komutanı olarak bir merkebin üzerinde gördüm. Giysi olarak da uzunca bir‬‬
‫‪iç don giymişti, iki hizmetçisi tir tir titriyorlardı. Askerler onu görünce:‬‬
‫‪“Komutan geldi!” demeye başladılar. Selmân da: “Komutanlığımın bana‬‬
‫‪hayır mı, şer mi getireceği, artık bundan sonra belli olacak” dedi.‬‬

‫(‪ ] ١٩٩٨ [ “) ٦٥٠‬حدثن ا أ خ ن د بن جعه ر بن ح م دا ن‪ ،‬حدتن ا عئد الثؤ بن أخن ت بن‬

‫حس د‪ ،‬ح دثني أثو ءن ا ؛ ح ا ل<ك م بن مو ت ى ‪ ،‬ح د ظ صمزة‪ ،‬عن !بن ف و د ب‪ ،‬قا ‪ 15" : 3‬ن‬

‫ث ظ أي ع د طؤ؟ مما ‪ " : 3‬زى م حفث‬ ‫حيق تأ ط رف‪ ،‬ظ ‪ :3‬ثما ‪ 3‬له‪ :‬ظ‬ ‫طآ ذ‬

‫م حن ا ال جرة "‬
‫‪İbn Şevzeb bildiriyor: Selmân saçlarını usturayla keserdi. Kendisine: “Ey‬‬
‫‪Ebû Abdillah! Neden öyle yapıyorsun?” diye sorulduğu zaman da: “Asıl‬‬
‫‪yaşam â-hiretteki yaşamdır!” karşılığını verirdi.‬‬

‫( ‪ [ ")٦٥١‬ا ‪ /‬آ بم ا ] حدبن ا ن ث م ا ن س أ ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ن ع د ة بن ن ع د ال ت تا ر‪ ،‬حدثت ا‬

‫م بن زيد‪ ،‬عن ال ول د بن ربا ح‪ ،‬أن‬ ‫إئراي م بن ال ئنذ ر‪ ،‬ح د قا نمحا ن بن حمره‪ ،‬عن‬

‫ص ا‪،‬ثلنالت الث ار‪،‬يى وبئن إئ‪،‬ث اتي ثثاز‪-‬ئ‪ ،‬ق ا ‪ 3‬نلمن ا ن‬ ‫شهد ى ل خثي ح دثه ‪ ،‬أثث‬

‫ت متة ح ش يدركه أ خد ‪ ، ^ ^ ١‬ئنئا ذ ك ن غنة‬ ‫ل ا ‪ /‬م ‪ " : ] ٢٠‬ال أ^لم إ‪" 0‬ظن‬

‫ط ؟ قا د ‪ :‬أ حبزك‪ :‬ف ئ ال؛يا‬


‫يف ‪،‬‬ ‫ا لم ح ث ئ ك ‪: :‬ا أبا ئ د الثؤ‪ ،‬تا ال ذ ي ذغؤث به غ د‬

‫وفتثة أ م "كمتثة ال د جا ل‪ ،‬وش ح شحي ح يل ق ى عأى الن ا س إدا أصا ت ال ؤ ي د ال سالي مما‬
Selmân el-Fârisî 189

Sehl b. Huneyf anlatıyor: Selmân-1 Fârisî ile birisi arasında tartışma


yaşanmıştı. Selmân “Allahım! Eğer yalan söylüyorsa üç kişiden biri kendisine
kavuşuncaya kadar onun canını alma” dedi. Azgınlığı geçince ona “Ey Ebû
Abdillah! Bu adam için ne dua ettin?” dedim. Dedi ki; “Sana söyleyeyim;
Deccâl fitnesi; deccâl fitnesine benzer bir valinin (komutanın) fitnesi •ve
insana musallat olduğunda ne yapacağı belli olmayan kıskançlık derecesinde
bir cimriliğin insanların başına musallat olması.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا عثد الثؤ بن م ح م د ال تهيئ‬،‫عل ى‬ ‫بن‬ ‫ ] خ ا؛ثن ا ث خ ئ د‬٢٠ ‫ م‬/ ‫)" ل ا‬٦٥٢(

‫ أ ة تلمن ا ن ذع ا زب ال‬،‫ عن أبى الب حتري‬،‫ عن غن رو بن مء‬،‫ أختزئا شغثة‬،‫ع ل ئ بن الح غد‬

‫ " ص ن ه ا م ن ح ي ث‬:‫ طن ا ن‬3 ‫ مما‬،‫ ئ جاء م ن ك ي ن مح أ ح ذ الؤ ج د كش ره فن ازثت‬،‫إلى طعام ه‬

٠' ‫ ز رزر ظ ال‬،‫جر نمرك‬-‫ رع؛تا ق أن بكون ا أل‬1‫ مم‬،‫عؤالك أتأكد‬UjU 3 ، ‫ ح ذله ا‬1

Ebu'l-Bahterî bildiriyor: Selmân bir adamı yemek için davet etti, o


;sırada bir yoksul gelince adam bir parça yemek alıp ona uzattı. Selmân
Aldığın yere koy, seni yemeğe davet et'tik, yükün sana sevabın başkasına ait“
olmasını neden istiyorsun?” dedi,

‫بن‬ ‫ حدثن ا عنف الل ه بن أخنت‬،‫ مم اا ] خ ا؛ثن ا م ح ئ د ى أ ح ن د ب ن ا لخنن‬/‫)" [ا‬٦٥٣(


‫ ش م ع ت حبي ب بن‬: ‫ محا د‬،‫ حدثن ا شنته‬،‫ حدت ا م ح م د بن جعف ر‬، ‫ ح د ب ي أيي‬، ‫ح م‬

^ ^ ٠ ‫ م ا ب‬1 ١^ ، ‫ أن ىث ل م_\ن ; " ء ن ي ع مل بثديه‬،‫ص عند ؛ئؤ بن بزنده‬

'٠‫قأ"كاو ن مع ه‬ ‫ أو مت م ه قأ يدع و‬1‫شت ر ى به أ ح م‬١

Abdullah b. Bmeyde bildiriyor: Selmân, el emeği ile çalışırdı. Bir şeyler


kazandığı zaman et veya balık alır; sonra da cüzamlıları çağırıp beraber
yemek yerlerdi.

،‫أ ح م د بن حئت ل‬ ‫بن‬ ‫ حدق ا عئد الل ه‬، ‫ ] حدثت ا أبو بكر بن مال ك‬٢٠ ‫ م‬/‫ )“ ل ا‬٦٠٤(

، ‫ ؛ق ق ز ؤ‬0 ‫ ص أيي عت ما‬،‫ر‬1‫ ص أيي غ م‬،‫ل د ا الةح نز‬1‫ ح د ظ أب و ح‬،‫خ ا؛ثن ا ائق؛ا ن ن ن ك ح‬

‫ ! ر أل ح ب أن ح د م ن"كد يد ي‬٠٠ :‫ ةت‬،‫أن >ثلمئ ان الهأر م ي‬

Selmân-1 Fârisî der ki: “Kendi elimin emeğiyle kazandığımı yemeyi


severim.”
190 Selmân el-Fârisî

‫ حدق ا م ح م د‬، ‫شجج‬،‫ حدق ا أبو م ن ل م اثك‬، ‫ ا حدثن ا حبي ب س ا ل ح ش‬٢ ٠٠/١ ‫ ل‬-) ٦٥٥(

‫ " ئز‬: ‫ ص ش ك ذ قات‬، 0 ‫ غذ أيي عئت ا‬، ^ ١ ‫ث ا ن‬4‫ خد ك شأ‬، ‫ ^ ا ال م ح اري‬١ ‫ئ هم د‬

" ‫ب ئ ه ف ن ا قالواب ا ش‬
‫ث م اا؛اتي م ن الثؤ م‬

Selmân der ki: “insanlar, Allah'ın zayıflara olan desteğini bilselerdi, bu


kadar aşırı didinmezlerdi.”

‫ حدثن ا عتد الل ه‬، ‫' حدق ا ثعا د بن ال ئثئى‬،‫ ] حدت ا ئل بمان بن أ ح م د‬٢ ٠٠/ ١‫ )“ ل‬٦٥٦(

‫ دف ب ن غ طن ا ن‬،‫ أن أخا ا لأزذاؤ‬، ‫ حدثن ا قا ي ئ التثا ئ‬،‫بنش وارء حدثئ ا خئ ا ذ بن ش ل م ة‬

‫ ئد ح د ئذ و محص ل تلن ا ن وت ابقته‬،‫رضي اش عله م ا ي حق ل ب علته ا مزأه م ن بتي قفي‬

‫ ول ك ى‬، ‫ط ئ أ ن ق د نرؤج ة‬ ‫ ؛ أ ى‬١^ ^ ،‫ود و أث ث ي حعل ب إل ي ه م فتا ي ه ال ثه‬

:3li ، ‫ ن ش أنت حي أن أد وه ث ك‬،‫ ج قت "كا ن ف يء‬: 3 ‫ مما‬،‫ؤ ج ه ا م حر غ‬3‫فت‬

، 1‫ أال أ حى أن أنث حى ث ق أ د أ حهئته‬٠٠ :‫ >ثلن ان‬3 ‫ ق ا‬،‫قأخبزه أبو اال؛زثاع لأئق؛ي‬ ‫وظ‬

|‫ ل ك ا‬1‫ل ة ل؛ئال ى هد د صا ه‬3‫ؤ" كا ن ا‬

Sabit el-Bünânî bildiriyor: Ebû’d-Derdâ, Selmân’a kız istemek için


yanına Selmân’ı da alarak Leys oğullarına gitti. Selmân dışarıda bekledi,
Ebu’d-Derdâ ise içeri girdi. Leys oğullarına Selmân’ın biletlerini, ilk
miislümanlardan olduğunu, nasıl müslüman olduğunu zikrettikten sonra
filan kızlarına da talip olduğunu söyledi. Ancak onlar: “Biz Selmân’a kız
vermeyiz; ama istersen o kızı sana veririz” deyince Ebu’d-Derdâ kabul etti ve
onunla evlendi. Dışarı çıkınca Selmân’a: “içerde bir şey oldu; ama sana
bunu anlatmaktan utanıyorum” dedi. Selmân: “Ne oldu?” diye sorunca,
Ebu’d-Derdâ olanları anlattı. Bunun üzerine Selmân ona: “Asıl bu kıza talip
olmakla senden utanması gereken kişi benim. Zira Allah, bu kızı sana takdir
etmiş” dedi.

‫ حدثن ا مه د الل ه بن أ خ ن ذ ثن‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر ئن ح م دا ن‬٢ ٠‫ م‬/ ‫ )“ ل ا‬٦٥٧(

، ‫ ؤ ت غ ث ذ تق عتد ؛و خن ي ال ق ا وي‬، ‫ < ^؛‬٦ ‫ ح د ب ي شء ح د ت ي إت ن ا ه ؛ د ئ‬،‫م‬

،‫ " أبة زي ال ب ح د غش طن ا ن زئؤ يئ ج ن‬:‫ ] أيي ق الثه‬٢ ٠‫ ا‬/‫ عن [ ا‬،‫ائ الت* حدثنا أيوث‬
‫‪Selmân el-Fârisî‬‬ ‫‪191‬‬

‫علته‬ ‫ئ ج ن غ‬ ‫أن‬ ‫ب ك ر هنا‬ ‫صئنة‬ ‫غي‬ ‫ق الأ‪:‬‬ ‫أؤ‬ ‫ع م ل‪،‬‬ ‫ي‬ ‫لا د م‬
‫خ‬ ‫ا ا‬
‫تع ق‬ ‫د‪:‬‬ ‫قا‬ ‫فذا؟‬ ‫تا‬ ‫د‪:‬‬ ‫مما‬

‫ظ‬ ‫ظ‬ ‫ب ث؟ ئ تت‬


‫م ق م‬ ‫متث ا لث ال م ‪ ،‬ظتت‬
‫غ ن م أز قات ‪ :‬م ح ي ‪ ،‬إل ئ ت ‪ :‬م حت م ر‬

‫مب‪،0‬ق ات‪ :‬ق ا د‪ :‬أظ؛تك لز لء و ئ ءئئ أت آل إل ؤده"‬


‫‪Ebû Kılâbe bildiriyor: Selmân hamur yoğururken adamın biri yanına‬‬
‫‪gelerek: “Bu da ne?” diye $ordu. Selmân: “Hizmetçimizi bir iş için‬‬
‫‪gönderdik de iki işi de ona yüklemeyi hoş görmedik” karşılığını verdi. Adam‬‬
‫‪ona: “Filan kişinin sana selamı var” deyince, Selmân adama: “Ne zaman‬‬
‫‪geldin?” diye sordu. Adam: “Şu şu zamandan beri buradayım” karşılığını‬‬
‫‪verince de Selmân: “Şâyet gelip de selamı bana iletmeseydin emaneti ifa‬‬
‫‪e le m iş olurdun” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٦٠٨‬ل ا ‪ /‬ا‪ ] ٢ ٠‬حدثن ا ئل بما ن ن أخن ت‪ ،‬حدق ا م ح ئ د بن عتد الل ه ا ل ح قن زم ي‪،‬‬

‫ر م ح ذه بن م ش‪ ،‬مات‪ :‬ح دب ي أي‪ ،‬غذ أبيه‪،‬‬ ‫■ذك ا ي حش ئذ إبراهي م بن ت غ م بن‬


‫عن ا لأع م ش‪ ،‬عن أ ي ائث حتري‪ ،‬قات‪ :‬جاء‪,‬ا لأشغت بن محس‪ ،‬و جرير بن عبد اللب انجلي‬
‫إ ز طن ا ن رضى الثة عغهن ا ‪ ،‬ئد ح ال عقه فى حقس فى ائ حثة ا ل م دائ ن‪ ،‬ئأثياة ئتث ن ا علته‬

‫ن ز "‪ ،‬ق ا ال‪ :‬أ ك ض ا ج ي نن و ل الثؤ‬


‫زخيا ة‪ ،‬ث أ ق ا ال‪ :‬أ ك ش ا ذ اق ا رس د ؟ قات‪ " :‬ح‬

‫ف ن اء لل ي تريد‪ ،‬محما ‪ 3‬إلن ا‪ " :‬أة ءن ا ح ت خ‪1‬‬


‫‪ ٠‬ئ ت‪ " :‬ال أذري "‪ ،‬ثا و ;ا وقآ ال‪ :‬ن ظ ي‬

‫‪ .‬و جال س ه‪ ،‬نإئ ما صاحبة م ن ب ح د مع ه الجنه اا ‪،‬‬ ‫ال ذ ي تيي؛تاتي‪ ،‬نقد زأئت نن و ل الثؤ‬

‫بي أ خ للف ألل ئ ا م‪ ،‬قات‪ " :‬ت ذ ئز؟ " ق ا ال‪ :‬أثو‪،^ ^ ١‬‬
‫ثن ا خ ا ظن ا ؟ ق ا ال‪ :‬حش ا ك ئ م‬

‫طن ا ؟ " ئ ا ال ‪ :‬ظ آ بم د ت ظ بهدثه‪ ،‬قات‪ " :‬ا نجا ال ه‬ ‫قات‪ " :‬فأ ئ ف د ي ا ش أن ش د به ا‬

‫وأدي\ ا ألم‪1‬رة‪ ،‬ظ ج‪1‬ءتي أخت م ن عنده !ال ^‪ ٤‬نئة بهدية "‪ ،‬ه\ الت ال رئع علس‪ 1‬فذ؛‪ ،‬أل‬

‫قثا أئؤا ال با ح ث ك م فيه ا‪ C‬ق ات‪ '٠ :‬ن ا رين أ موال ك م ا ‪ ،‬ول ك ن رين ال هديه ا ش بع ث‬

‫معأك م‪ ،" 1‬د\ ال; ال والل‪ 4‬ظ يع ت ن ظ مييء‪ | ،‬ال أثه ق ا لأ‪ :‬إن مح ك م زي ال "كأن رنأو ل الل‪4‬‬

‫بؤ ‪ ٢‬ي ع أ‪ -‬ح دا غيره‪ ،‬ؤذ؛ أةئ م‪1‬ه ^ ^‪ ٥‬بش ا لث ال م‪ 4‬ه ا ‪3‬ت ‪ ٠٠‬مأي هدية‬ ‫ه ‪٩‬‬
‫^‪ ٢‬ت ح ثه ش عن د ال أ‪ 4‬مم ز ' ة ق أ ؟ ء‬ ‫ش ت ي ه ذ ه ‪ ،‬وأ ي ث د ث ة ء أ ئ ث د م ذ ‪١‬‬ ‫ئ أ ريد‬
192 Selmân el-Fârisî

Ebu’l-Bahterî bildiriyor: Eş’as b. Kays ile Cerîr b. Abdillah el-Becelî,


Selmân’ın yanına geldiler. Medâin’in uç mahallelerinde, kaldığı barakanın
içine girdiklerinde onu selamlayıp sarıldılar. Sonra ona: “Selmân el-Fârisî
sen misin?” diye sordular. Selmân: “Ever!” deyince, onlar: “Resûlullah’ın
sahabisi sen misin?” diye sordular. Selmân: “Bilmiyorum!”
(sallallahü aleyhi vBSEİlam)

deyince de şüpheye düştüler ve: “Sanırız aradığımız kişi bu değil” demeye


başladılar. Selmân: “Aradığınız kişi benim! Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi vesellem)
gördüm ve onunla birlikte oturdum. Ancak onun arkadaşları Cennette
onunla birlikte olanlardır. Ne istiyordunuz?” deyince, onlar: “Şam’da
bulunan bir kardeşinin yanından geliyoruz” karşılığını verdiler. Selmân:
“Kim o?” diye sorunca, Onlar: “Ebu’d-Derdâ” karşılığım verdiler. Selmân:
“Sizinle bana gönderdiği hediyesi nerede?” diye sorunca, onlar: “Bizimle
herhangi bir hediye göndermedi” dediler. Selmân: “Allah’tan korkun ve
emaneti sahibine verin! Çünkü onun yanından her kim geldiyse mutlaka
ondan bana bir hediye getirmiştir” deyince onlar: “Bizi bununla suçlama!
Mallarımız var dilediğin kadarını alabilirsin” karşılığını verdiler. Selmân:
“Ben sizin mallarınızı istemiyorum! Sizinle bana gönderdiği hediyeyi
istiyorum!” dedi. Onlar: “Vallahi bizimle birlikte bir şey göndermiş değil!
Ancak bize şöyle demiştir: “içinizde öyle bir adam var ki Resûlullah (sallallahü
aleyhi vesellem) onunla yalnız başına kaldığı zaman başkasının gelmesini
istemezdi. Onun yanına giderseniz selamımı iletiniz” dediklerinde de
Selmân: “Sizden istediğim hediye de bundan başkası mıydı ki? Selamdan
daha güzel bir hediye mi var? Zira selam, Allah’ın katından gelen bereketli
ve güzel bir esenlik dileğidir” dedi.

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا ئ خ ئ د بن إ ئ خ ا ق‬،‫ آ حدثن ا إبزاه م بن هم د الئؤ‬٢ ٠١/ ١.‫ )“ ل‬٦٥٩(

‫ وعبد الل ه‬، ‫ عن أ ي بهي ك‬،‫ عن ات الع بن بذر‬، ‫ ض ا ال حت م‬،‫طن ا ني ت‬ ،‫فت ة بن تع تد‬

‫ قادت ئت بجا و ج د‬، ‫ كثا نع شا ذ ي ج م ممرأ ت ج د ت وره مي م‬:‫ قا ل‬،‫بن حنفنل ه‬


‫ ومح ت د ذ ل لق ن ا ” كان قد‬، ‫طن ا ن محا ئ ت ك ى‬ ‫ ئأثى‬:‫ ه ا لأ‬،‫ح ش أد مثنا ه‬ :‫ ق ات‬C‫وابثه ا‬

‫ ي ر‬:‫ ق ا لأ‬، ‫د ا‬1‫ قأل‬: ‫ ظ د‬، ‫م ائث ك ى إ ر ن ش ذ‬ ‫ ا إلئت ا ن إذا‬0 ‫' و ك ا‬.'‫ث ض‬،‫ئثكى إثه‬،‫ا‬

‫ ؤلني تن مغ ونهب‬: ‫ قاد‬، ‫ هزأتا نوره ت رت م ئ ن ب م م زابثه ا‬:‫ ئثا‬: ‫صزبمم ف ذا الؤ ج د ؟ ه اد‬
Selmân el-Fârisî 193

‫ه قن ي‬ ‫ <ؤزال ئث؛وا اثب؛ئ يدعون ش دون‬:Ü ‫م‬ ‫ض م قزت‬ ‫ ] أ إل‬٢٠٢/^[ ‫ ^؟‬١^

‫ج ز < بملم مح م ءث ء ي‬
‫غ ن م إل ؛ ر ب‬ ‫ط كذب ك زو لآفد أ إل‬ ‫؛ه غ ء ي م‬

‫ زثث‬، ١^١‫س ؛‬،‫ وث ر الن ا‬، ‫ا‬1‫^ در‬٢٠^١١ ‫ء أل ز محون و؛ ث ر‬،‫ت ي م ن شز ال م دس‬3 ‫م ئ‬ ،^‫ي عملو ن‬

‫م ؟ والثه ك ه ئ أز‬ ‫ظوا ه ن بعؤة‬°‫ أتريدون أن ثآ‬، ‫ ئمحمبز ) ه ز ! ظ م‬، ‫ما ه ع ث‬

‫ صلو\ ظ تئن‬:3 ‫ ءق ا‬، ‫ث أ أ خذ بم كا‬


‫ م‬، ‫ ظ في أيد وكز محثتعطس ة ني م‬. ^ ١ ‫خذن‬°‫كآ‬

0‫ ^ ^ ق إن ملث ا‬١‫ وي ذ ه ب غنة نلثاة أؤل‬،‫ أح د م يخ م ف ئ عنة م ن جنيه‬0 ‫ف إ‬،£٧^ ١‫صال'بي‬

‫ ززاة أ ب وإ ت زا ي د الث ال ئ ض اخل الء ثغؤة‬،" ‫أؤل ال م تهدثة لآخره‬

Ebû Nuheyk ve Abdullah b. Hanzala anlatyorlar: Selmân'la birlikte bir


ordudaydık. Bir adam Meryem sûresini okudu. Başka biri de ona ve oğluna
hakaret etti. Biz de onu yakalayıncaya kadar dövdük. Adam Selmân'a gidip
şikâyet etti. Ondan önce ona şikâyet etmemişti. Birisi yanlış yapınca
Selmân'a şikâyet ederdi.
Selmân bize gelip “Bu adamı niye dövdünüz?” dedi. “Meryem sûresini
okuduğumuzda Meryem'e ve oğluna hakaret etti” dedik. Selmân “Bunu
neden onlara duyuruyorsunuz? Allah'ın “Onların Allah dışında dua
ettiklerine sövmeyin! Yoksa onlar da düşmanlıkla ve bilgisizce
Allah’a söverler. Biz her ümmete yaptığı işi bu şekilde süslü
gösterdik. Sonra hepsinin dönüşü Rablerinedir”1 sözünü duymadınız
mı?” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Ey Araplar! Siz dini hayat bakımından, devlet bakımından ve hayat
şekli bakımından insanların en kötüsü değil miydiniz? Allah sizi şereflendirdi
ve her şeyi verdi. Allah'ın size verdiği şerefle insanları ezmek mi istiyorsunuz?
Vallahi, ya buna son verirsiniz ya da Allah size verdiklerini alır başkasına
verir.” ،

Sonra bize öğretmeye başladı ve şöyle dedi: “Akşamın iki namazı


arasındakini kılın İri bu, kişinin yükünü hafifletir ve gecenin ilk bölümünde

1 En'âm Sur. 108


‫‪194‬‬ ‫‪Selmân el-Fârisî‬‬

‫‪sarf edilen boş sözlerin zararını giderir. Gecenin ilk vaktindeki boş sözler,‬‬
‫”‪gecenin sonunu çökertir.‬‬

‫ح م ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫أح ن د‬ ‫بن‬ ‫( ‪ - ) ٦٦٠‬ل ‪ ] ٢٠ ٢ ٨‬حدثن ا أبو ب ك ر بن م ال ك ‪ ،‬حدثن ا عند الل ه‬

‫ح د ب ي أ ي‪ ،‬ح د ت ي ت ش بن ادم‪ ،‬خ دقن ا ي ن ئ عند اخل رير‪ ،‬عن ا الحت م ‪ ،‬قات‪:‬‬

‫<ئبئتيلم يذ"كزون‪ ،‬أن ح ذيئه‪ ،‬قا ‪ 3‬لش ل م‪-‬ان رضى الث‪• 4‬ع‪ 1‬ه ما‪ :‬ظ أي عد؛ ش‪ ،‬أ ال أثيي لنف‬

‫^‪ ١‬اص هاءح غ ت في ه‬ ‫يظ‬ ‫ك‬ ‫ز أ خب ز ك أث ى أ ش ث‬ ‫ح‬ ‫ظ ؟ قا ‪ : 3‬ب ك ر ة دأل ل‪ 0‬ه ا ‪ ' ٠ : 3‬ر وي د ك‬

‫رأنلث م ن ف ذا الجان ب نزياللث م ن ا ل جان ب ا ال ر‪ ،‬نإدا ق ن ث أصا ب رأشلف‪ ،‬ها ‪3‬‬

‫ي"‬ ‫ط ا ن ‪ :‬ء ?ل ق ي ي‬

‫‪A’meş der ki: Birilerinin şöyle konuştuğunu işittim: Bir defasında‬‬


‫”?‪Huzeyfe, Selmân’a: “Ey Ebû Abdillah! Sana bir ev inşa etmeme ne dersin‬‬
‫‪dedi. Ancak Selmân’ın bundan hoşlanmadığını görünce de şöyle devam etti:‬‬
‫‪“Yavaş ol da sana bunu açıklayayım! öyle bir ev ki içinde uzandığında bir‬‬
‫‪ucunda başın diğer ucunda da ayakların olur. Başını da kaldırsan tavana‬‬
‫‪değer.” Bunun üzerine Selmân: “Sanki içimi okuyorsun!” dedi.‬‬

‫ن بن‬ ‫ال ؤ ح م‬ ‫غئ د‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫د ب ن جعف ر ‪،‬‬ ‫م حم‬ ‫ع ت د ال ث ؤ ب ن‬ ‫حد ق ا‬ ‫[ ‪ ٢ ٠ ٢/ ١‬أ‬ ‫(‪")٦٦١‬‬

‫ش ‪ ،‬ع ن أي ي ظبيا ن‪C‬‬ ‫لأع م‬ ‫م ح م د ب ن ت ا ل م ‪ ،‬خ ا؛ثن ا فثاب ب ن ال ث ر ي‪ C‬ح دث ن ا أ ب و معا و ي ه ‪ ،‬ع ن ا‬

‫لأنا‬ ‫في ا‬ ‫ؤ‬ ‫ثنا‬ ‫ص غ لله‬ ‫ا‬


‫س ثو‬ ‫ءإبه‬ ‫له‪،‬‬
‫ص ع ل‬ ‫ثوا‬ ‫جرين‪،‬‬ ‫" يا‬ ‫ن‪:‬‬ ‫تلم نا‬ ‫ا ل‬
‫ق‬ ‫ل‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫ج رير‪،‬‬ ‫ص‬

‫ه ن ة يؤم ال ما ئ ة "‬

‫‪Cerîr'den nakledildiğine göre Selmân: “Ey Cerîr! Allah'a karşı mütevazı‬‬


‫‪ol! Kim dünyada Allah'a karşı mütevazı olursa Allah kıyamet gününde onu‬‬
‫‪aziz kılar” dedi.‬‬

‫(‪ ")٦٦٢‬ل ا ‪ /‬آ ‪ " ] ٢٠‬ثا جرين‪ ،‬ف د ثدري نا ال ثئثن ا ت يؤم ا ل م ا ئة؟ ئ ك ‪ :‬ال أدري‪،‬‬

‫ة ‪:3‬‬ ‫مه‪،‬‬ ‫أم ح‬ ‫أزاهم ص‬ ‫أن‬ ‫ال ص‬ ‫ع زه‬ ‫أ غذ‬ ‫إل‬ ‫ال د ي ‪ ،‬ظ ‪: 3‬‬ ‫ي‬ ‫‪ ٣ ٠‬الث‪ 1‬س مح ث ه ز‬ ‫ئ ت‪:‬‬

‫عئد ‪ ، ^ ١‬م‬
‫ثأي ن‬ ‫أ;ا‬ ‫ئ ك‪ :‬ظ‬ ‫ث ج د ه ‪ ،‬د ا ‪ 3‬ا‪:‬‬ ‫إل‬ ‫ظ ج رين‪ ،‬ث ؤ مح ن ي ث ف ي ا ل ج؛ه ب ي ر ف ذ ؛ ؛لث وب‬

‫ص قا ب و س‬ ‫ض ث‪،‬‬ ‫ه ا ال ق ن ن " ‪ ،‬و ر واه‬ ‫وأ ع ال‬ ‫ل وال ش م ؟ قا ت‪ :‬أصول ه ا ‪ ^ ^ ١‬وال د ه ب ‪،‬‬ ‫الن ح‬
Selmân el-Fârisî 195

Cerîr bildiriyor: Selmân bana: “Ey Cerîr! Allah’a karşı tevazu içinde ol.
Zira dünyadayken mütevazı olanı Allah âhirette yüceltir” dedi ve: “Ey Cerîr!
Kıyamet günündeki karanlıkları (zulumâtı) biliyor musun?” diye sordu. Ben:
“Bilmiyorum” karşılığını verdiğimde: “insanların dünyada iken birbirlerine
ettiği ölüm lerdir” dedi. Sonra yerden bir çöp parçası aldı, o kadar küçüktü
ki parmakları arasında neredeyse görünmüyordu. Bana: “Ey Cerîr! Cennete
şu çöp kadar bir şeyi istesen dahi bulamazsın” dedi. Ona: “Peki bahsedilen
hurma ve diğer ağaçlar nerede?” diye sorduğumda: “Onların gövdeleri inci
ve altından, meyveleri de üst tarafında olacaktır” karşılığını verdi.

، ‫عبد الل ه ئ أخنت بن خ م‬


‫ خدتن ا م‬، ‫ ] خدتنا أ م بكر ثن ن ا ل ك‬٢ ٠ ٧١ ‫ ل‬-) ٦٦٣(

:‫ أن ت ل م ا ن الث ا رس ي ق ا لأ‬،‫ ش م ر بن ع طثه‬,‫ ص‬، ‫ حدت ا ا لأع م س‬،‫ خث'نن ا وكي غ‬، ‫ح دمحي أيي‬

" Ü ‫حة ء‬ ‫م‬ ‫في‬ ‫س‬ ‫ه م ذنري يزم ت ي ؤ م‬


‫أكثبز‬ ‫" أك و‬
,Selmân el-Fârisî der ki: “Kıyamet gününde en çok günahı olan kişiler
dünyadayken Allah’a isyan sayılan hususlarda hakkında en fazla konuşan
kişiler olacaktır.”

‫ خ ا؛ثن ا علي بن‬، ‫ خ ا؛ثن ا أبو الق ا س م انث ر ي‬، ‫ ا حدتما ث خ ئ د ن ع ئ‬٢ ٠٢/ ١‫ ل‬-) ٦ ٦٤(

‫ادى‬ ٠٠ : ‫ ط ن ا ن‬3 ‫ ه ا‬:، 3‫ ة ا‬، ‫ عن حارئه بن ئني ؤ ب‬،‫ ص أبى اشحا ق‬،‫ أخمثا زئئئ‬، ‫ا ل ح ع د‬

‫ متنه‬، >‫ عن أبي اسث ح او‬، ^ ^ ١ ‫ ززد‬،" ‫ د مى‬1‫أن أظ ن بءح‬ ،3‫لأعد ء را‬

] ^ ‫ م‬/ ‫[ا‬

Selmân der ki: “Hizmetçim hakkında zan beslerim endişesiyle kazanın


içindeki kemikleri sayıp rahatlıyorum.”

‫ئ‬ ‫ خدتثا‬، ‫ثا س ال ء ا غ‬


‫ خدش ا أثو ا لخ‬، ‫زاهز ئ غئد ال م‬
‫ ] خ دمما إئ م‬٢ ‫ آ م‬/ ‫ ل ا‬-) ٦٦٠(

،‫ ص ز ج ل ص أش ج ع‬، ‫ عن مه ئ د بن أبي ا ل ج ن د‬،‫ عن ا ال حتثب‬،‫ حدثن ا جرير‬،‫بن سع يد‬

‫ هأثؤه نجع أ وا يتوب ون إلته حش ا جئ م غ‬، ‫ت س ب غ الثا م ن؛ال غ ذا ء أن طن ا ن في ا لخن ج د‬3 ‫ئا‬

‫ ق خ ئ وزة‬١^ ‫ ص‬،" ١
^ ١ ‫ بمث وا‬-‫ " ا‬: ‫ ف و د‬، ‫ب د‬
‫ج‬ ‫ ى ؛‬: ‫ ظ د‬،‫ف ه س ؤ ص أن ف‬

" ‫ت‬،3‫ ومحا‬، ‫ ن جعلوا يتص د ع ون ويذهبون ح ش بقى فى ث ح و ي ائةئ قع ض ت‬، ‫ي و ت ن يقروه ا‬
196 Selmân el-Fârisî

‫ عن‬، ‫ئ و ة ا ش ي‬ ،" ‫م ئ ذ ت ي ز‬ ‫ص‬ ‫ظ م‬ ‫ ث أ وأ ف‬، ‫ثلم‬-‫^ أتذ‬ ١ ‫ا ؤ <ف ن ص‬

٠٠ ‫ك ذا‬ ‫ن ورة‬ ‫ وايه م ن‬، ‫ك ذا‬ ‫نووة‬ ‫ " ال ؤ خز ن تريدون؟ ايه م ن‬: ‫ زه ا د‬C‫ا لأع م ش‬

Ubeyd b. Ebi’l-Ca’d, Eşca’ kabilesinden bir adamdan şöyle nakleder:


Medâin’de halk Selmân’ın mescidde olduğunu duyunca yanma §idip onu
övmeye başladılar. Seimân’rn etrafında bin kişi civarında insan toplandı.
Selmân, ayağa kalkıp: “Oturun, oturun” dedi. Halk oturup Selmân, Yûsuf
Sûresini okumaya başlayınca insanlar kalkıp gitmeye başladı ve sonunda
yanında yüz kişi kadar insan kaldı. Selman kızıp: “Sizler, süslü sözler
istediniz. Ben size Allah’ın Kitabını okuyunca ise gittiniz” dedi.

‫ حدق ا‬،‫ حدثن ا م ح م د بن إ ن خا ق‬،‫ ا خل؛ثن ا إبراهي م بن عتد الئؤ‬٢ ٠٣/١ [ ")٦٦٦(

:‫ قات‬، ‫ي ئ ر ؤ‬
‫م أبي اف‬ ،‫ عن ع مرو بن مء‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ حدثت ا جرير‬،‫ق ي بن شع يد‬

‫ إ يسث ا ثز ت هوالئه ن ا أ زلت بأ ح د‬،‫ ن ا أ حشن صنيغ القاسي ا لخؤم‬:‫ إ ر تلن ا ذ ق ات‬3 ‫جاء ر ج‬

‫ قادت " يا‬، ‫ ق ادت ئ م قادت م ن ح ش صينع ه م ولطم ه م‬، ‫ر‬ ‫بجم إ ال ك ن ا أن ت غ د ا م‬
،‫حنل ه \ ئل ئ ئ به منرعه‬- ‫ثه ا‬1 ‫ ح م د ع‬٩ 4‫ أل ز ر اأداب‬،‫ داك طزهة ا إلل م أن‬، ‫ض أي ي‬

٠' ‫ به_ا؛نثث ق ث ك أ‬3 ‫ ثعال ؤ‬١^

Ebu’l-Bahterî bildiriyor: Selmân’ın yanına misafir olarak bir adam geldi


ve şöyle dedi: “Bu zamanlarda insanların davranışları ne kadar da güzelmiş.
Yolculuğa çıktım ve kimin yanında misafir oldumsa sanki kardeşimin evine
girmiş gibi bana hoş davranıp ikramlarda bulundu.” Bunun üzerine Selmân
ona şöyle karşılık verdi: “Yeğenim! Bu, imanın güzelliklerinden bir tanesidir.
Görmez misin ki hayvana yük vurulduğu zaman hızlıca yola koyulur,
yolculuk uzun sürdüğü zaman da bitkin düşüp yavaşlar!”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا ث خ ئ د بن ف ارون بن ثدينا‬، ‫ ] حدق ا ا لخثن بن ع ال ن‬٢ ٠٣/١ ‫)" ل‬٦٦٧(

، ‫ عن تلمن ا ذ‬،‫ا عن أبي ا كحثري‬، ‫ عن عقثاؤ بن الث اب ي‬،‫ حدثت ا جرير‬،^ ^ ^ ١‫م ح ث د س‬

‫ وم ن يف س د ج ؤائه‬،‫ محم ن ي صل ح جؤايئة بملح الل ه زاي ه‬،‫ " ل ك ئ ا م رئ جؤاني وزاني‬: ‫قا د‬

‫ عن عقن اغ متل ه‬، ‫ ووه ب وحال د‬، ‫ ززاة ال ثن ي‬،" ‫مب ب د الئث بؤاثه‬
Selmân el-Fârisî 197

Selmân el-Fârisî der ki: “Her insanın bir içi, bir de dışı vardır, içini ıslah
eden kişinin Allah da dışını ıslah eder, içini bozan kişinin Allah da dışını
bozar.”

‫ حدثن ا عتد الل ه بن‬،‫جاذي‬-‫أ ح م د ال ءم‬ ‫بن‬ ‫ ا حدق ا أبو أ ح م د م ح م د‬٢ ٠٣/١ [ “) ٦٦٨(

،‫ ض ا الحت ش‬،‫ وأب و معاونه‬،‫ أ حتزئا جرش‬،‫ حدثن ا إمئخ ا ق شر راه ويه‬،‫ئ ح ئ د بن شيزويه‬

‫ ص ش ا ذ ه ادت " ب ح د ن ج د ا ل حنه قى‬، ‫ عن طارق ئن شه ا ب‬،‫عن سلي ما ن ئن م نت زه‬

‫ م غذ ص' ق م حز‬0‫ م ن ج ال‬:‫ص ئ؛لئ؟ ظت‬ ‫ و‬:١^ ،‫ ا ب‬:‫ ؤذخدآخث ال؛ان ي ئ‬، ‫ س‬:‫د‬
، ‫ قالوا ألح د ه مت ؤ ب ف خا‬، ‫بي ئ‬
‫م‬ ‫عأى بأس ه م م ص م ال ي م بهز أخت ؛ ال هؤب‬

:‫ زقالوا ل إل حر‬،‫ذب اب ا ومص ى ئذ ح د الثاز‬ ، ‫ و ت ول ؤ ذب اب ا‬:‫ قالوا‬،‫ ن ا معى ث ئء‬:،‫ه ال‬

‫ عن‬، ‫ رو! ة شي ة‬،" ‫تيقق‬، ‫ئقثلوة ئ د ح د‬.‫ لأخي دون الأؤ‬،‫ ظ م ح ق ل أ ي‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫م ت >ق سا‬

‫ عن ا لم نه ا ل بن ع مرو‬،‫ غذ م ح وي‬،‫ ؤئؤاة جريت‬،‫ عن طارق متل ه‬، ‫ق س بن شتي م‬

‫ ص ش ا ن ممحزه‬،‫بن مربد‬ ‫ ص‬، ] ٢ ٠]\ / l

Târik b. Şihâb’ın bildirdiğine göre Selmân: “Bir adam bir sinek sebebiyle
cennete girdi. Başka biri de bir sinekle cehenneme girdi” dedi. Oradakiler
Selmân'a “Nasıl böyle oluyor?” dediklerinde şöyle dedi: “Sizden
öncekilerden iki adam puta tapan bir kavme uğradılar. Bu puta bir kurban
takdim etmeden hiç kimse oradan geçemezdi. Adamlardan birincisine «Bir
kurban sun!» dediler. «Bir şeyim yok» dedi. «Bir sinek de olsa bir şey takdim
.et!» dediler. Adam da bir sinek kurban etti ve geçti, cehenneme girdi
İkincisine «Bir şey kurban et!» dediklerinde «Allah'ın dışında hiç kimseye
kurban takdim etmem!» dedi. Onu öldürdüler, doğru cennete girdi.”

،‫ خ ا؛ثن ا هم د الله بن شيزويه‬،‫ ] حدثن ا أب و أ ح ن د م ح ث د مر أخن ت‬٢ ٠٤٨ [ ")٦٦٩(

،‫ عن طن ا ن‬،‫ عن أبي ئ ن ا ن‬،‫ عن ئل بما ن ا ل سم ي‬، ‫ أخثزئا ني ئ‬،‫حدثن ا إت ح ا ق بن راه ويه‬

‫ ويد و ا ه مما ش‬. ‫ خ ن ظ و ك ث ا ب الثؤ‬- ‫ وب ا ت آ‬،‫ " لزب ا ث ت ي و ث م ا لمحن ا ل م ا ن‬:‫قات‬

‫ص‬ ‫ عذ‬، 0 ‫^ ي خ ى ا ق ئ‬ ،‫ثن ى أ ة ال ذ ي يذ و ؛ ه أ م ح ل‬ : 0 ‫ شآبما‬3 ‫ قا‬،"


198 Selmân el-Fârisî

‫ خد ك أنو ث م ئ‬، ‫^ أ ك ي‬ ١^ ١^ ١ 0 ‫ب ن ا الما<ة ثقا‬


‫ج‬ ‫ زبت‬،3b: ‫ لث‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬، ‫م ح ؤ‬

‫ ثن ا ي ح ي ى ائف تا ن به‬،‫ ح د ب ي أي ي‬، ‫أ خ ن ت ب ن ح م‬ ‫ ثن ا عب د الله بن‬، ‫مال ك‬

Selmân der ‫ظ‬: “Bir adam durmadan gümüş paralarrm dağrtsa, bir diğeri
— ”.de durmadan Allah'ın Kitabı'm okuyup Allah'ın adını zikretse
Süleymân diyor ki: Sanki, Allah'ı zikreden kişinin daha faziledi olduğunu
— ,düşünüyor. Başka bir kanalla: “Bir adam kahramanlarla savaşsa bile
Allah'ı zikredip Kur'ân okuyan daha faziletli olurdu ”.

‫ حدثن ا‬،‫ حدتما أ خ ن د بن ع ئ ا ل جارود‬،‫ ] حدق ا أب و م ح م د بن حقا ن‬٢ ٠£ ‫)" ل اا‬٦٧٠(

،‫ عن ل ي ث‬:‫ ق ا ال‬،‫ وأبوي حيى ا ل س مجخ‬، ‫ خ ا؛ثن ا خف ح ئ بن جا ب‬، ‫عئد الثؤ بن تع يد ال كن د ي‬

‫زاد بثئد ق ع أؤ ث م ح أ ئزغ‬1 ‫نا‬،‫ ^ ل؛نالى إ‬١ ٠٠ : 3 ‫ ص ش ك ذ ها‬،^ ١^ ‫ ص‬،‫ص ع؛تن ا ن‬

‫ ف إث؛ كا ن مميتا نزعت منه الؤ ح ئ ة ق م ئلثة إ ال ئا‬، ‫ قل م ث لم ه إ ال مقيتا ئنئثا‬،‫منة ا خلاء‬

‫م ك‬ ‫ ف اء ذا‬، ‫ ف اء دا ء ن ك ذ ب ك وغ ث بلمه ا لآ؛ ا ق قء ث ق ة و ال خ اءثا ثخؤال‬، ‫غي ظ‬

"‫ه‬ ‫ص ي ة‬ ‫رغث رقة ! ال م ئ غ ي‬

Selmân der ki: “Allah bir kula kötülük dilediği veya onu helak etmek
istediği zaman ondan hayâyı çekip alır. Artık bu kişiyi ne zaman görsen
öfkelidir veya birini öfeelendiriyordur. öfkeli ve öfkelendiren birisi olduğu
zaman içinden rahmet çekilip alınır. Rahmet alındıktan sonra da onun her
zaman kaba ve katı olduğunu görürsün. Bu şekilde olduğu zaman içinden
emanet çeltilip alınır. Bu alındığı zaman da onu her dem hain olarak veya
hıyanet içinde görürsün, öyle olduğu zaman da İslam kemendi boynundan
sökülüp alınır ve lanetlenmiş olur.”

‫بش ع د‬
‫ حدق ا أثو م‬،‫ ] حدثن ا عثد الثؤ بن م ح م د بن جعف ر‬٢٠ ٧١ ‫ )“ ل‬٦٧١(

،‫ عن م ح م د بن ق س‬،‫ خ ا؛ثن ا وكيع‬، ‫ خ ا؛ثن ا فثاب ى الم ر ئ‬،‫الؤ ح م ن بن م ح م د الراوي‬

" : ‫ مما ل‬، ‫غ ز ر ج ل بمو دة ز هؤ ف ي ؛ل م‬ ‫ طن ا ن‬،‫ د حل‬:،3 ‫ دأ‬، ‫ع ن تلم م ب ن ععلثه ا ل أ ت د ي‬

" ‫ ق و ل؛ ق بم ق ل مؤم ن رمح ة‬٩ : ‫ ف و د الر ب د‬: ‫ ئت‬،‫محه ش بمث ' ه به‬
Selm b. Atiyye el-Esedî der ki: Selmân hasta bir adamı ziyarete gitmişti,
yanına girdiğinde ruhunu teslim ediyordu. Selmân “Ey melek ona
‫‪Selmân el-Fârisî‬‬ ‫‪199‬‬

‫‪: Melek “Ben her Müsliimana‬لكل ‪merhametli davran” dedi. Adam dedi‬‬
‫‪merhametli davranırım” diyor.‬‬

‫م‪،‬‬ ‫حدتنا عئد الثؤ ‪°‬س أخنت ثن‬ ‫حدتن ا أ م بكر ن تاللث‪،‬‬ ‫(‪ [ -) ٦٧٢‬ا ا ! م \ ]‬

‫ح دب ي أ ي‪ ،‬ح د قا ق ش بن ش ع ي د‪ ،‬غ ذ ز م ‪ ،‬خ دمن ا أبوإ ش ت ا ى‪ ،‬ص أن س ثنص ن غج ‪،‬‬

‫والنا ز س‬ ‫وث ص أ ي‬ ‫ج ال طعا م‪،‬‬ ‫ز ئ‬ ‫م ش ي ال ث لا ؛‪،‬‬ ‫ممالأ‪:‬‬ ‫ع م ل ب ع م له‪،‬‬ ‫ع ن‬ ‫طما ن‬ ‫نا‬


‫ت أل‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬

‫‪Evs b. Dam'ac der ki: Selmân'a ne yapmamız gerektiğini sorduk; “Selamı‬‬


‫‪yaygınlaştır, yemek yedir, insanlar uyurken namaz kıl” dedi.‬‬

‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫الل ه‬ ‫عئد‬ ‫حدثنا‬ ‫ب‪،‬‬ ‫ف عئ‬ ‫بن‬ ‫م ح مد‬ ‫أب و‬ ‫ح د ظ‬ ‫]‬ ‫!مأ‬ ‫[اا‬ ‫( ‪" ) ٦ ٧ ٣‬‬

‫ص' ‪، ^ ١‬‬ ‫^ تق طن ة ‪ ،‬غذ‬ ‫ثا‬


‫طءث‬ ‫ه هت ؛ل م تق ت خ م ‪، ^ ١‬‬ ‫‪، ^ ١‬‬

‫ما م ن مست ل م نكو ن بقي م ن ا ال رض ث ت وص أ أؤ ق م م‬ ‫عن أيي م ح ا ذ ‪ ،‬عن طن ا ن قات‪:‬‬

‫ج ودا م ن ت ا ‪ /‬ه م آ ء اخل ال ي ك ة ال ثن ى طرثه م أو ظ ‪،3‬ت ال ثن ى‬ ‫أر‬ ‫و مي م إ ال‬ ‫ثم‬

‫ي‪،‬غلم "‬
‫‪Selmân der ki: “Bir Müslüman, ıssız bir yerde abdest alır veya tey e^^ü m‬‬
‫‪ederse, sonra ezan okuyup kamet getirirse, meleklerden oluşan, ucu bucağı‬‬
‫”‪ kılar.‬ل ^ ل م م س أل (‪veya iki ucu) görünmeyen ordulara imam olarak‬‬

‫بن‬ ‫بن أ ح م د‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ‫ح مدان‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ج عفر‬ ‫بن‬ ‫أ ح م د‬ ‫ح د قا‬ ‫‪/‬ه ‪] ٢ ٠‬‬ ‫[ ا‬ ‫( ‪" ) ٦ ٧ ٤‬‬

‫أن أبا‬ ‫حي بن عتد ال م ‪ ،‬ح د ش ممابق بن م ‪ ،‬غذ ي ض ق تع د ‪،‬‬ ‫م‬ ‫م ‪ ،‬حد ي‬ ‫ح‬

‫م ؛ ر ا أل‪3‬ض ف ن ش ؤ ‪ ،‬م ح ب‬ ‫من ا ‪ :‬أ ة‬ ‫ي ق ش‪1‬ئ ا ن اق ا ي ي ؤ رضى \ &‬ ‫اتيذ‪:‬اؤ‬

‫مح ق‬ ‫بثنغى‬ ‫نقد‬ ‫طت‪،‬‬ ‫غ‬ ‫م ح ل ا‬ ‫م دس ن‬ ‫ؤاد مأ‬ ‫‪ 1‬حدا‪،‬‬ ‫م دس ن‬ ‫لا‬ ‫؛ ن ؛لا ر ت ن‬ ‫"‬ ‫ش ن ‪:‬‬ ‫ت‬ ‫؛قه‬

‫ي ه ش ي ي ءن م حث م ئ ش ث أ لأ‪ ،‬ئ ‪ 0‬م حش ت ث ق ‪ ،‬خذ ن أن ئ د إلث ا*ا ق د خ د‬

‫ف ق ي ز ش‬ ‫؛ م ح ى ‪ :‬ص ا ؛ م فأئ‪:‬ترا ص ه ث ؤ إ ؛ بما ‪ ،‬و ظ ت ‪:‬‬ ‫د‬ ‫؛‬ ‫\ ل‬ ‫‪Ö Ğ Z‬‬ ‫^ "‪،‬‬ ‫‪١‬‬

‫بم ش ب ن ش ج ي ‪ ،‬ع ن عب د الل ه ب ن م ح ن ة‪ ،‬أ ة‬ ‫غذ‬ ‫ه ه ن ا ‪ ،‬ززاة جريت‪،‬‬ ‫ار ج عا إ ي أ عي دا‬


200 Selmân el-Fârisî

Yahyâ b. Saîd bildiriyor: Ebu’d-Derdâ, Selmân el-Fârisî’ye bir mektup


yazarak mukaddes topraklara, yanma gelmesini istedi. Selmân da ona şöyle
bir cevap yazdı: “Topraklar kimseyi yüceltmez. Kişiyi yücelten ancak
amelidir. Bana ulaştığına göre tabiblik yapıyormuşsun. Şâyet insanlara şifa
verebiliyorsan ne iyi, ama tabibçilik oynuyorsan dikkat et de birinin
ölümüne sebep olma ki Cehenneme girersin.” Yahyâ der ki: “Bunun içindir
ki Ebu’d-Derdâ iki kişi arasındaki davada hükmü verdikten sonra taraflar
gitmeye hazırlandıklarında kendi kendine: «Vallahi tabibçilik yaptın!» der ve
taraflara: «Geri gelin ve olayı bana baştan anlatın!» diye seslenirdi.”

، ‫م‬ ‫ح‬ ‫بن‬ ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫حم د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ،‫م ا ل ك‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أ و‬ ‫حدثنا‬ ] ‫مآ‬ ‫م‬/‫[ا‬ - ) ٦ ٧ ٥ (

‫حدثتا‬ ،‫م ا ل ك‬ ‫ع ن‬ ، ‫ب ش‬
‫م‬ ‫بن‬ ^‫الم‬ ‫حدثتا‬ C ‫ح ثا ن‬ ‫بن‬ ‫حم ذ ا ل ص م د‬ ‫حدثنا‬ ،‫أيي‬ ‫حدبني‬

‫ئ‬ ‫ه ; ق ي مح ق ج ل ن ث‬ " :‫ي \ ل أيي اال؛زذاؤ‬ ‫طت ا<ثت‬ ‫ أ د‬، ‫ ^ ئ د م‬١ ‫عظ‬

" ‫ثاث‬3‫ ه ي أن ق ث د ش ن ت ف ج ث ث ك ا‬، ‫ ا ب ه ن‬:‫محم‬

Selmân, Ebu’d-Derdâ’ya şöyle bir mektup yazdı: “Bana ulaştığına göre


insanları tedavi etmeye çalışıyormuşsun. Dikkat et de bir müslümanın
ölümüne sebep olma! Yoksa Cehennem ateşini hak etmiş olursun.”

، ‫ بن أ ح م د بن ح س ل‬4‫ حدثن ا عتد الل‬، ‫حدثن ا أ و بكر بن مال ك‬ ]\ ‫ ه م‬/ ‫ [ا‬-) ٦٧٦(

‫ عن ع مرو بن‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ ■حدثنا أب و بكر بن عثا ش‬، ‫ م بن م ح م د ا ل عئس ي‬، ‫خ ا؛ثن ا ا ل م ا‬

‫ محا د‬، ‫ " ن ق د الق ل ب وأ ل ج ت د مغل أ عن ى وممع د‬: 3 ‫ غن طن ا ن ظ‬،‫ ص أيي الث حتري‬،‫م ه‬

٠٠ ‫ ئ حنل ة قأ ك د ؤأ ط ع م ة‬،‫ إري أزى قنن؛ ؤ ال أشثهليع أن أق و؛ إليه ا قاخبليي‬: ‫الئ ئ غ ذ‬

Selmân der ki: “Kalp ve ceset, kör ve kötürüm gibidir. Kötürüm: “Ben
meyve istiyorum, ama almak için kalkamıyorum. Beni oraya götür” der.
Kör, onu m edenin yanına götürür. Böylece kötürüm olan meyveden yer ve
köre de yedirir.”

‫ حدت ا ث خ ئ د‬، ‫ حدثت ا حم د الثؤ ن ا ل م ن ئ‬،‫ م\ ] حدثن ا ئ خ ئ د بن عل ى‬0‫ [ اا‬-) ٦٧٧(

،‫ ض ا ل مغيرة ثن ع د الؤ حم ن‬، ‫ عن م حم د ين كئ ب‬،‫ خ ا؛ثئا أبو مع ئر‬،‫بن جعف ر الور كا ئ‬

‫ نإن‬،‫ " إن ن ق هتل ي محا خ ب ي ن اثل ق ى‬:‫ ق ات‬،‫ ل م ئ ط ن ا ن ا ل مارسي عبد الل ه بن ت ال م‬: ‫ه ا د‬
Selmân el-Fârisî 201

\‫أن ث ظ \ل‬ ‫ت ي ن‬3 ‫ ه ما‬،‫ ^ ب ن >ت ال م‬١ ‫ت ك ن وأم عئد‬ ‫مخخ ذ‬:3 ‫ ه ا‬،‫أخبزك‬ ‫ن ف قي ف‬

‫ ث ظ‬3 ‫اقوك‬ ‫ث‬ ‫ز جن‬ : ‫ا ت‬3 ‫ب؟‬ ‫أم ح‬ ‫د ت‬ ‫ج‬ ‫و‬ >‫ أ ئ ا م ح ار‬:3 ‫ د ا‬، ‫ مب مر‬:3 ‫ء ؟ ئا‬ ‫مه د‬

،‫ بمل ة‬، ‫ غذ شي ز بن ال ن س ب‬،‫ ززاة علي ى زيد وي حيى شر ت ع د ا لأئ صا ري‬،" ‫ع جيب ا‬

‫ نث؛ي‬،‫ث‬-‫ دالل‬، ‫ ^ ^ ؛‬١٤^ ^ ١‫ ن م‬،^ ^ ‫ ؛‬٩ ‫ عق ك‬: ‫ ت كن‬3 ‫ثا‬

Muğîre b. Abdirralıman der ki: Abdullah b. Selâm, Selmân-1 Fârisî'yle


karşılaştığında ona “Benden önce ölürsen orada yaşadıklarını bana bildir,
ben senden önce ölürsem yaşadıklarımı sana bildiririm” demişti. Selmân
vefat edince, Abdullah b. Selâm onu rüyasında gördü ve “Nasılsın ey Ebû
Abdillah?” dedi. Selmân “iyiyim” dedi, ibn Selâm “Gördüğün fiiller içinde
en hayırlısı hangisiydi?” deyince Selmân “Tevekkülün çok harika olduğunu
gördüm” dedi. Aynı hadis, Saîd b. el-Müseyyeb kanalıyla şu ibare ile rivayet
edilmiştir:
Selmân, üç kez: “Tevekkülü elden bırakmayın, ne güzel bir şeymiş bu
tevekkül” demiştir.

‫ خ ا؛ثن ا‬،‫ حدق ا ع د الل ه س م ح م د بن شيزوته‬، ‫ ] حدثن ا أب و أخن ت‬٢ ٠‫ ه‬/ ١‫ ز‬-) ٦٧٨(

:‫ قات‬، ‫ ص ش ا ذ‬، ‫ ص أيي م ح ا ذ‬، ‫ ص ن ش ا ز ال ي إ‬،‫م ق‬ ‫ أيزئا‬،‫إ ئ خ ا ة ئ زافئ ه‬

‫ زثزى‬، ‫ ا ا ل م اليأكه بأ جن حته ا‬٢ »٦/١ [ ‫ انصرف وا أ ف ق ه ا‬١^ ، ‫" ”كا ن ت ا مزأة فزعؤن تع د ب‬

" ‫محته ا في ا ل حنة وهي نح د ب‬

Selmân der ki: “Firavun'un hanımı işkenceye maruz kalıyordu, işkence


edenler onu bırakıp gittiklerinde melekler kanatlarıyla ona gölge
yapıyorlardı, işkence edilirken cennetteki evini görüyordu.”

‫ حدق ا عتد ال ر بن م ح م د بن‬،‫ ا خل؛ثن ا أب و أ ح م د م ح م د بن أ ح م د‬٢٠٦/١‫)" ل‬٦٧٩(

،‫ ص أيي عت ما ن‬،‫ حدت ا نلث ماق ال م مجد‬،‫ حدثن ا جرض‬،‫ حدق ا إئ ح ا ق ن راهويه‬،‫شيزويه‬

‫ش ت ا ئه‬ ‫بجال‬ ،‫ف ي‬ ‫ال‬ ‫ظل ته ا لث ال ؛ أ ش ذا ن ئ أ أزي‬ ‫مم‬ ‫ " ي ؤ غ إلثزا‬:‫ ق ا ت‬، ‫ش ا ذ‬ ‫ص‬

" ‫ؤ س ح ذا ن لت‬

Selmân der ki: “iki aslan aç bırakılıp ibrâhîm'in üzerine salındı, fa n ın a


geldiklerinde yüzünü) yalayıp secde etmeye başladılar.”
‫‪202‬‬ ‫‪Selmân el-Fârisî‬‬

‫(‪ -) ٦٨٠‬ل‪ ٢٠٦/١‬ا حدق ا ئلئ ما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثت ا إن ح ا ق ى إبرا مي؛‪ ،‬عن عتد‬

‫ر م ج ‪ ،‬غذ ئا يع بن ي م بن هم ل م ‪ ،‬أ ة ط ن ا ن‬ ‫الوراق‪ ،‬عن التؤري‪ ،‬عن م ح ب ي‬


‫الما ر م ئ " كا ن يلت م س ن كائا ي م ش فيه‪ ،‬ق ا ن غ لة عئ جه‪ " :‬اق م ش مح ي ط اهزا وصئ ح ت ت‬

‫شئت "‪ ،‬ممات‪ :‬مم ه ت‪ ،‬ززاة ج م ن بزه ا ن ‪ ،‬عن م م ون بن مهزانث ح وة‬

‫‪ISTâfı b. Cübeyr b. M ut’im der ki: Selmân-1 Fârisî namaz kılacak bir yer‬‬
‫‪arıyordu. Kaba bir kadın ona “Temiz bir kalp bul sonra nerede istersen‬‬
‫‪orada namaz kıl” deyince, Selmân “Anladım” dedi. Bu hadis başka bir‬‬
‫‪:kanalla da Selmân’dan nakledilmiştir‬‬

‫(‪[ -) ٦٨١‬ا‪/‬ا م م\ ] حدثن ا إبزاه م بن عئد الئؤ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن إ ت خ ا ق ال ثقفي‪c‬‬

‫^‪ ^٤‬بن يزقا ن‪ ،‬عن من م ون بن‬ ‫ميز بن هث ا‪ ،£‬حدثن ا‬ ‫حدثن ا قس ه بن تع يد‪ ،‬حدثن ا‬

‫مهزان‪ ،‬ثمالأ‪ " :‬نزت حمذب ه ز طن ا ن رضى الل ه عنه م ا عل ى يبطية‪ ،‬ق ا ال ل ه ا‪ :‬ث ن ههثا‬

‫قفف‪ ،‬أممال أ ح ذهن اث ال ح رت حذف ا ح ك م ه‬


‫ح ش فيه؟ ق ا ن ي ال ي ث ه ‪ :‬طه ر ي‬
‫م كا ن <ءال تي ت‬

‫مبمة ه‪1‬ا‬
‫‪Meymûn b. Mihrân der ki: Huzeyfe ile Selmân, Nabatî bir kadına‬‬
‫”?‪misafir oldular. Kadına “Namaz kılacağımız temiz bir yer var mı‬‬
‫‪dediklerinde kadın, “Kalbini temizle” dedi. Biri diğerine “Kâfir bir kalpten‬‬
‫‪hikmetli bir söz al” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٦٨٢‬و ‪٢ ٠ ٦/١‬ع حدثن ا ئ ث ما ن بن أ خن ذ ‪ ،‬حدثن ا علي بن عتد اخل رير‪ ،‬حدبت ا‪ .‬أثو‬

‫ئ اؤ تن الث اء ب ‪ ،‬غذ أ ي ان محري‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫م ‪ ،‬طءثثا عظ الث ال م ن < ب ‪ ،‬غذ‬

‫طن ا ن جاريه‪ ،‬مما ‪ 3‬لغ ا ب الما وسثة‪ :‬ص ر ‪ ،‬هال ت ‪ :‬ال‪ ،‬قات‪ :‬ان ج د ي وا ج ده‪،‬‬ ‫أضا ي‬

‫ظ ك‪،‬‬ ‫م ا ش د ة ؟ قات‪ :‬إمحا ل ز ص ك‬

‫ه"‬ ‫إلال ال م‬
‫ء ال م ‪ ،‬زن ا ت ش‬ ‫ن د ‪ :‬يا أبا‬
‫ج‬

‫وقس ة ق ه قي م ي ا ت ء مت‬
‫‪: Selmân bir cariyeye rastladı, ona Farsça “Namaz‬نكل ‪Ebu'l-Bahterî der‬‬
‫قا ك ‪ :‬ال‪،‬‬

‫‪.kıl!” dediğinde cariye “Hayır” dedi. “Bir defa secde et” dedi, “Hayır” dedi‬‬
‫”?‪Selmân'a “Ey Ebû Abdillah! Bir secdenin ona ne faydası var ki‬‬
Selmân el-Fârisî 203

dediklerinde, Selmân; “Bir defa secde etse namaz kılar. İslam'da nasibi
olanla olmayan aynı değildir” dedi.

، ‫ حدثن ا أبو ي حيى ال واني‬،‫ ] حدثن ا عتد الله بن م ح م د ثن جعف ر‬٢٠٦/١‫ )“ ل‬٦٨٣(

، ‫ص سع يد ثن زغ ب‬ ‫ ص‬،‫ ال عن ش‬١‫ غن‬، ‫وية‬1‫ ح د ى أبو مث‬، ^ ^ ١‫^ س‬ ‫خ ا؛ثثا‬

4‫ " |ن ال أ‬:‫ ممات> ثق >ثلن ا ن‬،‫ع ز ص دي ق ئة ش كن ده بموده‬ ‫ ب ح ك م غ ؛تشن‬:‫ئ ت‬

‫محا ز يسل ي ع د ة ا ل م ؤم ن بالث الع ب م تن افيه و ك ون ” مماره بن ا محى ش س عث ب ف‬


، ‫ين ا بم ي‬

‫م اس تن ه يسل ي عتده ا ل ما ح زبال‬


‫ ث ال‬،‫ت الع بأ يعافيه وخون ك ائعير غقلوهب م أ ق ئ وه‬ ‫نإن ال ق‬

" ‫ ز ال يز أ طلئ وة ج ئ أمحئلئ وة‬،‫يدو ي في م ظ لوة ج ئ غث لوة‬

Saîd b. Vehb bildiriyor: Selmân ile birlikte Kindeli hasta bir arkadaşını
ziyarete gittik. Selmân ona şöyle dedi: “Allah mümin kuluna bela, hastalık
gönderir, sonra da ona ahyet verir. Bu şekilde bela, geçmiş günahların
kefareti olur. Gelecekte işleyeceği günahlardan onu sorumlu tutar. Allah
günahkâr kuluna da bela, hastalık gönderir; sonra da ona afiyet verir. Ancak
günahkâr kul, deve gibi davranır. Sahipleri onu bağlamış sonra salmışlardır.
Ancak bağlarken niye bağladıklarını, salarken de niye saldıklarım hiç
bilmez.”

،‫ حدثن ا عئد الؤ ح م ن بن داود‬، ‫ ] حدثن ا أب و بكر م ح ئ د س أ ح م د‬٢٠ ٦٨ ‫ )“ ل‬٦٨٤(

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا ضفؤان بن غزو‬،‫ حدثن ا أب و ا ل مغيرة‬، ‫ خ ا؛ثن ا أ خئ د ى عثد ائؤئا ب‬:‫ق الأ‬

‫ ل م ؤم ن في !ل دي 'ك مش‬١‫ " |د ما تقد‬:)3‫ ص ت ك ن ! كر د ا‬، ‫ ا‬٢ ٠٧/ ١‫ي ل‬-‫أث و مت ع د الوه‬

،‫ ال ثتيه‬: ‫ وشا د‬C‫ ءا دا اشتهى نا بمؤه مثعه‬،‫مريض مع ه طبيبة ال ذ ي بملم ذاؤه زذزاؤه‬

‫ وكذب ك فن ب ي ئ يشتهي‬،‫ ؤ ال وا(ت ي منع ه خ ز يتزأ م ن و جع ه‬،‫ه ادل قء ا ن أصئثه أئث كل اا‬

‫وة ئ م ح م في تق ه ؛ ه إ؛اة و س زة ئ خ ر ق زءة كدخثت‬ ‫ك ء ميزة ث ف ق د به‬

" ‫ا لخثه‬

Selmânu'1-Hayr der ki: “Dünyada müminin misali, hastalığını ve ilacım


bilen doktorunu yanında gezdiren hastaya benzer. Kendisine zarar veren bir
şeyi istediğinde doktoru onu engeller ve «Ona yaklaşma! o sana zarar verir»
der. Acısından kurtuluncaya kadar bu şekilde onu korur. Aym şekilde
204 Selmân el-Fârisî

müminin de canı, başkasına verilen hayat nimetlerinden birçok şeyi ister.


Allah ona vermez ve yasaklar, ruhunu alınca da cennete sokar.”

‫ حدثن ا عئد ا لله ب ن أخن ت ب ن م ح م د بن‬، ‫ ا حدثن ا أب و بكر ن م ا ل ك‬٢ ٠٧/١ ‫ )“ ل‬٦٨٥(

‫عثا أن ش ك ن‬1‫ت ب‬3 ‫ ه ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا ج ع م بن تره ا ن‬،^1‫ ح د ظ *كقيز بن هت‬،‫ ح دب ي أيي‬، ‫ح م‬

‫ ض ح ك ت م ن ت ؤ م ؛ لأي‬: ، ^ ‫زي‬1‫ؤأبك‬ ‫ ’’ أ ن خ ك ي ي‬: ‫يمولط‬ ‫رس ي‬1‫ا لم‬

، ‫ زخ ا ج ل ه منء فيه ال يدري أثس ئ خ ط نبه أم م ضيه‬،‫ وع اف ل ال يعم ل عنة‬،‫زال ن ؤ ث يعل ث ة‬

‫ زالؤق و ف‬،،‫ وهولت ا ل مقلل ع عند غننا ج ائنؤبي‬،‫زأئكاييث ال ثتف راق ا أل حثؤ م ح م د و جنبه‬

٠٠ ‫ة ق ت د ي ت ء ا ك ل م ه ق ج م ال أ م ي إ ر ا ه م م ح م ا م إ د ال ه‬

Câfer b. Burkan bildiriyor: Selmân el-Fârisî’nin şöyle dediği bize ulaştı:


“Üç şey beni güldürürken üç şey de ağlattı, ölüm , peşinde olmasına rağmen
dünyaya ümit bağlayan; kendisinden gafil olunmadığı halde kendisi gafil
olan; Râbbini razı mı etmiş, öfkelendirmiş mi bilmeden ağız dolusu gülen
kişiler beni g^dürmüştür. ü ç şey de beni ağlatmıştır. Biri sevdiğim
kişilerden, Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ve taraftarlarından ayrılmaktır.
Diğeri ölüm döşeğinde can çekişirken karşılaşılan durumlardır. Diğeri,
(kıyamet gününde) Allah’ın huzuruna çıkıp da Cehenneme mi yoksa
Cennete mi gideceğimi bilemediğin andır.”

‫ حدثت ا‬،‫ حدبن ا ن ح م د بن عل ي ال صا خ‬، ‫ آ حدثن ا شقت ا ن بن أ ح م د‬٢ ٧/١ ‫ )“ ل‬٦٨٦(


٠

،‫تن ب ال ل ال ث ز ا ه عن ش ا ب م ن ز ر زيد بن ص ر حا ن‬° ‫ خ م حا ابج ذ ت د‬،‫م ح ئ د ى معاويه‬

‫ ئئث علسا ط ن ا ن ا لما رس ي وبد اشثزى‬،‫ ط ئ غ نغ م ؤ ال ي زيد بن ص و حا ن في الق وي‬:،3‫محا‬

. ‫ س ن د ف ذا وأنت ض ا ج ي ون و ل الل ه‬،‫ يا أبا ع د الل ه‬:‫ قث ا ن ل ه زيد‬،‫زنق ا م ن طعا م‬

" ‫ وأي س م ه الزنزا<س‬، ‫ وئهم ع تخل لا دة‬،‫ ن ت‬1‫ ا طن‬1‫نا أ ح زنت رزمحه‬،‫ " ون اأقه_س إ‬:3 ‫ه ما‬

s
Zeyd b. Sûhân’ın uzadısı âlim bildiriyor: Efendim Zeyd b. Sûhân ile
birlikte çarşıdaydım. Bir ara yanımızdan Selmân geçti. Bir vesk tahıl satın
almıştı. Zeyd ona: “Ey Ebû Abdillah! Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem)
ashâbından biri olduğun halde bunu mu yapıyorsun?” diye sorunca, Selmân:
“Nefis rızkını elde ettiği zaman kendini güvende hisseder, ibadet için vakti
olur ve Şeytan ondan ümidini keser!” dedi.
‫‪Selmân el-Fârisî‬‬ ‫‪205‬‬

‫بن‬ ‫أخنت‬ ‫س‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ‫ح مدان‪،‬‬ ‫بن‬ ‫جئ م ر‬ ‫س‬ ‫أخئد‬ ‫حدثنا‬ ‫‪٢‬آ‬ ‫‪٠‬‬ ‫‪٧/‬‬ ‫و ‪١‬‬ ‫( ‪- ) ٦ ٨ ٧‬‬

‫‪3‬‬ ‫قا‬ ‫د‪:‬‬ ‫قا‬ ‫ع ن أييي ‪،‬‬ ‫غئقه‪،‬‬ ‫اس‬ ‫حدثنا‬ ‫س ه‪،‬‬ ‫ب ن تك‬ ‫غما ن‬ ‫حدثنا‬ ‫أب و ال ن ئ ث م ‪،‬‬ ‫حدثنا‬ ‫‪،‬‬ ‫م‬ ‫ح‬

‫تن ت لأ‪ " :‬إ ‪ 0‬؛ ق س إئ‪ 1‬أي ز ز ث ر ن ي ‪ 1‬ذ ا ئ ئ "‬

‫”‪: “Nefis, ihtiyacı olan rızkı kazandığında mutmain olur.‬لكل ‪Selmân der‬‬

‫ث ‪ ، 0‬حدثن ا‬ ‫(‪ -) ٦٨٨‬ل‪ ] ٢ ٠٧ / ١‬حدثن ا أبو ع م رو بن ح م دا ‪ ، 0‬خ ا؛ثن ا ا لخنن بن‬

‫علي بن خي ر ‪ ،‬خ ا؛ثن ا خث ائ بن هم زو‪ ،‬عن تع ي د بن مع روف‪ ،‬ص تع ت د بنش وقق‪ ،‬محادت‬
‫ئغ وده وص م بهل و‪ ، 0‬هأطلمثا الجل و س عغذه مح ش ى عل ته‪ ،‬مما ‪3‬‬ ‫طئ ا ن الئ ا رم ي‬ ‫ذلحلثا غش‬

‫ال مرأته ‪ :‬ن ا فل تب ا ل من ك ال ذ ي حق ا به من ب ش م ؟ مما ل ت ‪ :‬ه ز؛ا‪ ،‬محالط ‪ :‬أ ل م ه في ا ل م اؤ‪،‬‬

‫فث وا بإن س ز ال‬


‫م ان ص ح ي ح وت فزاشي‪ ،‬ء إل‪ 4‬ا ال ذ يأتين ا مح زم ي‬ ‫ل م ا صب ي بغص ة بتع ض‪،‬‬

‫ج ئ‪ ،‬ممعل ت و حر جن ا غنة ثئإ أثئثا ه مح ز‪-‬يلالم قد قب ص رضى اللت غنة " ل ‪ ٢ ٠ ٨/١‬ء‬

‫‪n rahatsız olan Selmân el-Fârisî’nin‬؛‪Saîd b. Sûka bildiriyor: Karnında‬‬


‫‪:ziyaretine gittik. Yanında fazla oturunca rahatsız oldu ve hanımına‬‬
‫“‪Belencer’den getirdiğimiz miski ne yaptın?” diye sordu. Hanımı: “işte‬‬
‫‪burada!” karşılığını verince, Selmân: “Onu suyun içine koy ve karıştır, sonra‬‬
‫‪da yatağımın etrafına serp. Zira cinlerden ve insanlardan olmayan bir‬‬
‫‪topluluk şimdi bize gelecek!” dedi. Hanımı denileni yaparken biz de‬‬
‫‪yanından çıktık. Daha sonra geldiğimizde ruhunu teslim etmişti,‬‬

‫عئد‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫خا؛ثغا‬ ‫أخند‪،‬‬ ‫حدثنا‬ ‫أ ح مد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ثلئ ما ن‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫‪] ٢٠٨/‬‬ ‫و ‪١‬‬ ‫( ‪- ) ٦ ٨ ٩‬‬

‫غ ذ‬ ‫ق يا ن ‪،‬‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫مو ت ى ‪،‬‬ ‫ين‬ ‫ع ئ د الل ه‬ ‫حدثنا‬ ‫ءي ‪،‬‬ ‫لإمحا‪-‬‬ ‫ه ثا م‬ ‫أب و‬ ‫حدثنا‬ ‫الل ه ا ل ح ق ن زم ي ‪،‬‬

‫ح ض ن‬ ‫ل غا‬ ‫ت ‪:‬‬ ‫فال‬ ‫م حنة‪،‬‬ ‫ط نا ن‬ ‫ض ا م رأة‬ ‫ا ل ح ر لأ‪،‬‬ ‫حدقتي‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬


‫م‬‫ث‬ ‫ع ن ا ل ئعبي‪،‬‬ ‫فناس‪،‬‬

‫شزة‪،‬‬ ‫ا‬
‫ي‬ ‫بواب‬
‫أ‬
‫ل‬ ‫هذه ا‬ ‫افت ح ي‬ ‫د‪:‬‬ ‫قا‬ ‫أبواب‪،‬‬ ‫أربع ة‬ ‫نفا‬ ‫علثة‬ ‫في‬ ‫زهؤ‬ ‫د عا ن ي‬ ‫ائنؤت‬ ‫ت لما ن‬

‫ب تن ي ه ‪ ،‬ث أ‬
‫فإن ق ق ؤ ؛ ‪ \j \ j j‬ال أذري ب ذ أي ف ذ م ا ن ي ا ب يد ظون غ م ‪ ،‬إل د ظ م‬

‫ش ك ب م محات‪ :‬ان ص حيه ح وت ينا ج ي ب م انزلي قا ف ي ئشؤفن‬ ‫ور‪،‬‬ ‫محالأ‪ :‬أذي م ه في‬

‫ب عللع ين فزيني عل ى فراشي‪ ،‬محاطلع تف إ ذا هؤ قد أ ج ذ رو ح ة قكأثهتايتأ غ ز فزاشه "‪ ،‬أؤ‬

‫نخؤا م ذ ف ذا‬
206 Ebû’d-Derdâ

Selmân'ın eşi Bukayra anlatıyor: Selmân ölüm döşeğindeyken beni


çağırdı, ikinci katta dört pencereli bir odada yatıyordu. Bana “Ey Bukayra!
Şu pencereleri aç! Bugün misafirlerim var, hangi pencereden yanıma
gireceklerini bilmiyorum” dedi. Ardından kendisine ait bir misk şişesini
istedi, “Bir tasın içine dök” dedi, döktüm. “Yatağımın etrafına serp, sonra
aşağı inip bekle. Sonra çıkar bana yatakta bakarsın” dedi. Daha sonra
baktım, ruhu kabzedilmişti. Yatağında uyuyor gibiydi-

Ebu'd-Derda
Onlardan birisi de irfan ve tefekkür ehli, âlim ve zâkir, nimetleri bilen,
nimetlerin yaratılmasını mutlulukta ve sıkıntıda düşünen kişi, ibadete
tutkuyla bağlanmış, ticareti terk etmiş, şevkle amellere devam etmiş,
kavuşmayı dört gözle beklemiştir. Dertleri kenara atınca anlayışı
genişleyen Ebu'd-Derdâ, hikmet ve ilim sahibidir.
Derler İd: Tasavvuf, yücelere cezbedene gönülden iştiyak duymaktır.

‫حدبنا‬ ، ‫ح د قا أب و ررعه ال د م ش ق ئ‬ ،‫ إملا ء‬،‫بن أ ح م د‬ ‫ا ن‬


‫م‬‫ن أ ب‬ ‫حدبنا‬ ‫ ء‬٢ ٠٨ / ١ ‫ت‬ " ) ٦ ٩ ٠ (

‫ت‬ ‫س أل‬ : ‫يق و لت‬ ،‫عتته‬ ‫بن‬ ‫ع ئ د الل ه‬ ‫بن‬ ‫ع ون‬ ‫ت‬ ‫ش م ع‬ :‫د‬ ‫ا‬
‫ق‬ ، )‫م غ و ل‬ ‫بن‬ ‫ما للط‬ ‫خا؛ثتا‬ ،‫أبو ن عي م‬

‫ ص‬،‫ وك إ‬i\ jj ،" ‫ن‬1‫ ال؛ت م ح وا ال ن ي‬:‫ ظ ء أل أ م ح ل ع م أ ي ال درداؤ؟ ق ا ل ي‬: ‫أم ال ي ذ اؤ‬

‫ك م قثة‬،‫مال‬

Avn b. Abdillah der ki: Ümmü’d-Derdâ’ya: “Ebu’d-Derdâ’nın en iyi


ameli hangisiydi?” diye sorduğumda: “Tefekkür edip ibret almak” karşılığını
verdi.

‫خا؛ثنا‬ : ‫قالا‬ c ‫ب ن أ ح م د إملا ء‬ ‫و نلث ما ن‬ ،‫ل خشن‬ ‫بن ا‬ ‫ب‬ ‫حبي‬ ‫خا؛ثتا‬ ‫ ء‬٢ ٠ ٨/ ١ [ " ) ٦ ٩ ١ (

‫ ض عؤن بن عتد الل ه بن‬،‫ خ ا؛ثن ا ا لخنأ و د ي‬، ‫ خ ا؛ثن ا ع رو بن تنزوي‬،‫ق و ن ف ن ا لما ض ي‬

‫ ق' ة‬،" ^ ١ : ‫ ن ي م‬، ‫ت غ م أيي اال ؛نذاع؟‬


‫ أ ك ر‬،( ١٤٠ ‫ " ظ‬:‫ محب ال م اال؛نذا ؤ‬: 3 ‫ ئا‬،‫م ح ة‬

‫ ض ا ف ن و دي‬،‫وك ح‬
‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪207‬‬

‫‪Avn b. Abdillah b. Utbe diyor ki: Ümmü'd-Derdâ'ya “Ebu'd-Derdâ'mn‬‬


‫‪en çok yaptığı şey neydi?” diye sorduklarında “ibret almak” dedi.‬‬

‫بن‬ ‫أخئذ‬ ‫بن‬ ‫ه د الثؤ‬


‫م‬ ‫حدثنا‬ ‫خ ن ذ ا ن‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ج ع فر‬ ‫ى‬ ‫ح د ق ي أ ح ن د‬ ‫‪٢‬ء‬ ‫‪٠٨/‬‬ ‫[ ‪١‬‬ ‫( ‪“ ) ٦ ٩ ٢‬‬

‫بن‬ ‫تالم‬ ‫ع ن‬ ‫ئؤة‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ع مرو‬ ‫ع ن‬ ‫س‪،‬‬ ‫لآعن‬ ‫حدثنا ا‬ ‫معاويه‪،‬‬ ‫أث و‬ ‫حدثنا‬ ‫أيي‪،‬‬ ‫حدبتي‬ ‫‪،‬‬ ‫م‬ ‫ح‬

‫ر ا لأزذاء؟ ق ا ل ت‪ :‬ا ق م "‬ ‫ف د ال ؛ ال دزداء‪ " :‬ن ا ' كان أ م ح ل غ م‬


‫لخد‪ ،‬ق ات‪ :‬ي‬ ‫أي ا‬

‫‪Salim b. Ebî'l-Ca'd naklediyor; Ümmü'd-Derdâ'ya “Ebu'd-Derdâ'mn en‬‬


‫‪hayırlı işi neydi?” diye sorduklarında “Tefekkür” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٦٩٣‬ل ‪ ٢ ٠ ٨/١‬ء خ ا؛ثن ا ت ب ي د بن م ح م د بن إب راهي م ‪ ،‬حدثت ا ث خ ئ د بن م ح ا ن بن‬

‫م‬ ‫م ' ش غ ‪ ،‬غذ‬ ‫ه س ذ ئن‬ ‫ب ط مبق س ي ى ‪،‬‬


‫ه [ ‪ ] ٢ ٠ ٧ ١‬إ’ ج‬ ‫أيي م حق‪،‬‬

‫بن أيي ا ل ح ع د ‪ ،‬ص م غذان‪ ،‬ص أيي‪ ،£١^ ^ ١‬أثق قا د ‪ " :‬م ك ن ت اعة ‪-‬ص م ن قث ا‪ £‬لتل ه "‬

‫‪: “Bir anlık tefekkür, bir gecelik ibadetten daha‬لكل ‪Ebu’d-Derdâ der‬‬
‫”‪hayırlıdır.‬‬

‫‪ ،^ ٣‬ح دق‪ 1‬مه د ‪ ^ ١‬بن أ ح م د بن ح ق د ‪ ،‬ح دقنى‬ ‫[ا‪/‬ب م \ ] خ ا؛ثن ا ت‬


‫م‬ ‫(‪-) ٦٩٤‬‬

‫ي‬ ‫أئى‬ ‫ر‪-‬حلا‬ ‫أن‬ ‫م‪،‬‬ ‫ه د‬


‫م‬ ‫بن‬ ‫ب‬ ‫حبي‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫‪: 3‬‬ ‫ئ‬ ‫نيئ‪،‬‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫ح د ظ أب و الم غ يز ‪، 3‬‬ ‫أيي‪،‬‬

‫ا ي داء وغز زين ف ق‪ ،‬ق ات‪ U :‬ي‪^ ١‬؛^ أنص ي‪ ،‬محا‪ " :3‬اد و ا لع في المثؤاؤ ثدؤك‬
‫تجر "‬ ‫ي ال ئ ء ‪ ،‬نإدا أ ئ ز ك غ د ف يؤ م ن ال د ك ه انقلن إلى ن ا‬
‫‪Habîb b. Abdillah der ki: Savaşa çıkmaya hazırlanan bir adam Ebu’d-‬‬
‫‪Derdâ’nın yanma gelerek: “Ey Ebu’d-Derdâ! Bana öğütte bulun!” dedi.‬‬
‫‪Ebu’d-Derdâ ise adama: “Rahat olduğun zamanlarda Ailah’ı zikret ki,‬‬ ‫‪o da‬‬
‫‪dar zamanlarında seni ansın. Dünyalık bir şeyle karşılaştığın zaman bu şeyin‬‬
‫‪sonunda ne olacağım düşün” dedi.‬‬

‫بكر‬ ‫حدثنا أثو‬ ‫ي م ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثنا‬ ‫م ح مد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ي د الثؤ‬ ‫حدثنا‬ ‫م؟]‬ ‫ب‬
‫م‬ ‫ا‪/‬‬ ‫[‬ ‫( ‪“ ) ٦ ٩ ٥‬‬

‫بن‬ ‫ع مرو‬ ‫ع ن‬ ‫ش‪C‬‬ ‫عم‬


‫لأ‬ ‫ع ن ا‬ ‫غ م ا ن ال ت ؤ و ي ‪،‬‬ ‫ح د قا‬ ‫ب ثا ؛ ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫معاوية‬ ‫حدثنا‬ ‫غيبه‪،‬‬ ‫أيي‬ ‫بن‬

‫قا م‬ ‫ي عملا ن‬ ‫ز ئ نا‬ ‫الا؛نثاع‬ ‫أيي‬ ‫عأى‬ ‫وزان‬ ‫م‬ ‫د‪:‬‬ ‫قا‬ ‫ا ل جغد‪،‬‬ ‫أيي‬ ‫بن‬ ‫نالم‬ ‫ع ن‬ ‫مؤه‪،‬‬

‫أخدغن ا ‪ ،‬ووه مت ا ال حز‪ ،‬ه ما ‪ >3‬أبو الدزداء‪ " :‬إن في ف ذا ل م عثتزا "‬
208 Ebû’d-Derdâ

Salim b. Ebi’l-Ca'd der ‫نظ‬: Ebu’d-Derdâ'nın yanından çalışan iki öküz


geçti, biri kalktı biri durdu. Ebu'd-Derdâ “Bunda bir ibret vardır” dedi.

،‫ حدثنا أ خ ن د بن إئزاي ب بن عثد الله‬، ‫ ] حدثنا أب و ع م رو بن خ ئ ذ ا ذ‬٢ ٠٧١ ‫ ل‬-) ٦٩٦(

:‫ قات‬،‫ ص غزو ثن مح و‬،‫ غن امحالؤ تن ال حب‬،‫ص‬ ‫ طءتثا ا ل‬،‫ذ كا عنى ئ دازة‬


‫ ث أ‬،‫ ا ه ءأتذث أن ت ص خ ق افيا ذة زاق جازئ‬5 ‫ زأة‬٠ ‫ " نج ث امحخ‬:‫؛‬١‫قات أيو ؛ ^ ؛‬

‫أن‬ ‫ي‬ ‫ج‬ ‫نا أ‬ ‫بيده‬ ‫أبي الا؛رذاع‬ ‫س‬ ‫ثف‬ ‫وال ذ ي‬ ،‫غ ش ا خلا نة‬ ‫ث‬ ‫وأئل‬ ‫ت الت ج ارة‬ ‫ض‬ ‫ح‬
‫م‬‫هز‬ ، ‫ي ج تمعا‬

‫ثغطقي محث صاله أ ئ يي ء يزم أنأ؛ءذ ب؛؛انا‬ ‫انت تجب ال‬ ‫ئ اثؤم خا ن ة ئ د ثاب‬
" :‫ و أثا ا لأنذا؛ء ؤت ا ت وة ض ز ك ؟ قا د‬:‫ مح د ل د‬،" ‫ب ل الثب‬
‫ؤ م ح د ئ بما 'ق ي ا ى ت م‬

، 0‫ غ ذ ع م رو بن م‬،3‫ ه ما‬،‫ ض ا ل م حا و ئ‬،‫ ززاه م ح م د بن جس د القث ار‬،" ‫شدة ائ جش ا ب‬

‫ ث ح وة‬،‫ غ ذ أيي اال؛نذاؤ‬، ‫حس ن ة‬- ،‫غ ذ أبيه‬

Amr b. Murre bildiriyor: Ebu’d-Derdâ der ki: “Resûlullah (salİBİlahu aleyhi


vBBBİlem) peygamber olarak gönderildiğinde ben ticaretle uğraşıyordum. Ticaret
ile ibadeti kendimde bir araya getirmek istedim; ama beceremedim. Bunun
üzerine ticareti bırakıp kendimi ibadete verdim. Ebu’d-Derdâ’mn canı
elinde olana yemin olsun ki bugün beni bir vakit namazdan dahi
alıkoymayacak, hemen mescidin dibinde bir dükkânımın olmasını, bu
dükkândan her gün kırk dinar kazanıp hepsini de Allah yolunda infak
etmeyi bile istemem.” Kendisine: “Ey Ebu’d-Derdâ! Bunu neyinden
hoşlanmıyorsun?” diye sorulunca: “Bundan dolayı kıyamet gününde
vereceğim çetin hesaptan!” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا م ح م د بن أبي شهل‬، ‫ ] حدثماه عئد الل ه س م ح م د‬٢٠ ٩٨ ‫ ل‬-) ٦٩٧(

‫ أب و‬،3 ‫ محا‬: ‫ قا د‬،‫ عن ح سم ه‬،‫ ض ا لأع م ش‬،‫ حدثن ا أث و معاويه‬،‫عئد الل ه س م ح ئ د العتس ي‬

، '‫ ^ ؛‬١‫ه وز ك‬ ‫ه ئل ى ي ث ث خ ئ د‬ ‫ب ق ن غئ ت‬
‫ئ ة ؟ ن ا ث د أن م‬ " :‫ا لأن;ا؛‬

" ‫و ر ك ت السجازه‬ C ‫ف ي ا لحا دة‬ ‫ئ أ غ ذ ت‬ ،‫ل ز ي ج تمعا‬


‫ئ‬ ‫والت ج ا رة‬

Ebu'd-Derdâ der ki: “Muhammed (sallallahu aleyhi vesEİİBm) peygamber olmadan


önce tüccardım. Muhammed (sallallahu aleyhi vBSEİlem) peygamber olunca ibadetle
Ebû’d-Derdâ 209

ticaretin bir arada olamayacağını fark ettim, ibadete koyuldum ve ticareti


terk ettim.”

،‫ ح د ت ي أيي‬،‫ حدثن ا حم د الثؤ س أخن ت‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬٢ • ‫ب‬/‫ا‬
‫ ل م‬-) ٦٩٨(

‫ت قات أبو‬3 ‫ ه ا‬، ‫ حدت ا أبو عثد رب‬:‫ محالأ‬،‫ حدثن ا عئد الله بن ث حير‬، ‫حدثن ا عتد ا ل صم د‬

‫ثا ب ؛ نمج ز هأبيع وأشتري هأصي ب حث يؤم‬


‫' ظ ينؤني أن أق و؛ غلى اال؛زج م ن مح‬٠ :‫اال؛نثاؤ‬

‫^ إل ي حئ ائ؛يع‬ 4‫ !ن الل‬: ‫ ظ أقأو ل‬، ^ ^ ٠^ ١ ‫ في‬L^iif ^ ^ ^ ١ ‫ أ غي د‬،‫تة و؛ة اي‬،‫م ا‬

‫ ا ي جاره ز ال إل غذ ؤ م‬٢ ١٠ ‫ ثن ا م حق ال " ب يب ل‬0‫م‬ ‫ ز ق أ ج ي أ ذ‬،‫وبمرم ال ى‬


"‫م‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Mescidin kaprsrmn yanında durup da ticaret yapıp


günde üçyüz dinar kazanmam, bu şekilde de tüm vakit namazlarım
mescidde kılmam beni mutlu etmez. Allah ticarete izin vermemiştir, malı
çoğaltmayı da haram kılmıştır, demiyorum; ama hiçbir ticaret ve satışın
kendilerini Allah’ın zikrinden alıkoymâyan kişilerden biri olmak isterim.”

‫ حدثن ا هم د الثؤ بن أ ح م د بن‬، ‫ م ا \ ] حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح مدان‬/ ‫ [ ا‬-) ٦٩٩(

‫ حدثن ا‬،‫ ح دوك م أبو اخل الء ا لختن بن ش واو‬، ‫ و ت غلى أيي غذا ا ل ح دي ث‬:‫ قالن‬،‫ح س ل‬

‫ عن‬، ‫ غذ ب م بن ن م‬،‫ر ال رام ج‬ ‫ عن‬،‫ عن ثناويه بن صالح‬، ‫ي ق م ي ائذ ت م‬


‫ وخزت العثة غن م ربومحس‬،‫ " أثث نأى في ائنثا م هته م ن أذم و مز جا أخصز‬، ‫ع و ف بن مال ك‬

:‫ ق ات‬،‫ بمد ال مبن ئن م ف‬:‫بن فذم ا ق ة في د‬


‫ م‬:‫ ئ ك‬:‫ ق ات‬،‫وثم ا لخيؤة‬ ‫ت جو‬

‫ؤئؤ أئ ز ك‬ ‫ه‬ ‫ ئاثا‬.‫ه الء ذ ي أ‬ ، ‫ ي م ل‬: ‫ ممات‬: ‫ ئ ت‬،‫ظ لخذين\ خ ر غزخ‬

‫ ه‬1‫ أعدة‬C>‫ زنزي ح طن غلى هلبلث‬،‫ ز؟نلم ئن مع أذ'ثلف‬،‫ ثز غئثث‬٢ ‫مؤ ترأيت ظ‬ ‫غلى هذه‬
" ‫شحر‬1‫ح م ن و‬-‫ النة ءكا ن يدثع اال؛يبالؤا‬،‫اء‬3‫ ^ ^ ^ ولت ا؟ى لأيي الدز‬، ١

Avf b. Mâlik der ki: Rüyamda bir küme buğday gördüm. Etrafında da
yemyeşil bir odak vardı. Kümenin etrafında bağlı koyunlar geviş getiriyor.
Dışkı yerine de hurma çıkarıyorlardı. “Bu küme kimin?” diye sorduğumda
“A bdurr^m an b, Avfın” dediler. Abdurrahman b. Avf dışarı çıkıncaya
kadar orada bekledik. Çıktığında şöyle dedi: “Ey Avf] Şu gördüğün Allah'ın
‫‪210‬‬

‫‪Kur'ân'da bize verdiğidir. Şu tepeye çıkarsan gözünün görmediği, kulağının‬‬


‫‪duymadığı ve aklına gelmeyecek şeyler görürsün. Allah bunu Ebu'd-Derdâ‬‬
‫”‪için hazırladı. Çünkü dünyayı yüklerle ve kurbanlarla dağıtıyordu.‬‬

‫حدقني‬ ‫‪: 3‬‬ ‫دأ‬ ‫أ ح م د‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ع ئ د الله‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫م ا ل ك‪،‬‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫ح د قا أث و‬ ‫ل ‪ ٢ ١ ٠/ ١‬ا‬ ‫' ‪“ ) ٧‬‬ ‫(‪٠‬‬

‫دزداء‪:‬‬ ‫أبو ال‬ ‫ا ت‬


‫ق‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬
‫ح‬‫لخثن‪ ،‬م‬ ‫ع ن ا‬ ‫عتيد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫س‬ ‫ع ن يون‬ ‫بن إبراهي م‪،‬‬ ‫إ ن نا ع ي د‬ ‫ا‬
‫م‬‫حدن‬ ‫ر‪،‬‬
‫وم ن‬ ‫غذائه‪،‬‬ ‫و ح ض ن‬ ‫ع مإه‬ ‫لإ‬ ‫ق د‬ ‫و م شنبه‬ ‫معلعم ه‬ ‫في‬ ‫ه إلا‬ ‫يع ن ه الل ه ■عق‬ ‫يئ ر ن أ‬ ‫لز‬ ‫س‬ ‫‪٠‬‬
‫‪٠‬‬

‫لو ذض ع ه عن‪^ ١‬؛^‪ ،‬ق د ذ ك ه "‬

‫‪: “Yiyecek ve içecekleri dışında Allah’ın kendisine‬نط ‪Ebu’d-Derdâ der‬‬


‫‪verdiği nimetleri bilmeyen kişinin ameli az, cezası da yakın olur. Dünyadan‬‬
‫”!‪yüz çeviremeyen kişinin de bir dünyası olmaz‬‬

‫بن حي ا ن ‪ ،‬حدق ا أ خ ن د س علي بن ان جارود ‪،‬‬ ‫م ح م د‬ ‫أب و‬ ‫‪ -) ٧ ١‬ل‪ ٢ ١ </ ١‬ا خ ا؛ثن ا‬ ‫‪٠‬‬

‫أيي‬ ‫ص‬ ‫ع ن ال خ ن ي ‪،‬‬ ‫خل ص ر ي ن ‪،‬‬


‫ض ا‬ ‫بع‬ ‫ع ن‬ ‫حال د ‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ‫ت ع يد الا ث غ ‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫خا؛ثنا‬

‫ت ا م"‬ ‫بتث ‪ k‬مما ر ي‬


‫اءذاؤ‪،‬قات•• " م ص م‬
‫”‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Allah'ın saki-n damarlarda nice nimetleri vardır.‬‬

‫م ح م ود‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫س ال ن ع أ ى‪،‬‬ ‫أخند‬ ‫حدثتا‬ ‫ش أ ح م د‪،‬‬ ‫ا ن‬


‫م‬‫نل ب‬ ‫حدبنا‬ ‫ل ‪] ٢ ١ ٠/ ١‬‬ ‫(‪- ) ٧ ٠٢‬‬

‫م غي ث‪ ،‬أ ة أب ا‬ ‫تجو ن ي د الزا ح د ‪ ،‬عن ا لأؤزائ‪ ،‬غذ خمق ا ن‬ ‫ئ خال د ‪ ،‬خدثث ا‬

‫ختا رد م ‪ ،‬زنا قي د فيك م ي ال حى محمفت م وه‪،‬‬ ‫ال ثزالون ي حتر ما أ ح سم‬ ‫‪ ، £ ^ ^ ١‬كا ن بموت ‪" :‬‬

‫ه‬ ‫ص ل ه " ‪ ،‬نواة اتق ا تجارك‪ ،‬ض ا لآزرائ‬ ‫‪٢١‬‬ ‫فإن‬

‫‪Hassân b. Atiyye bildiriyor: Ebu’d-Derdâ şöyle derdi: “Hayırlılarınızı‬‬


‫‪sevdiğiniz, size hak söylendiğinde onun değerini takdir ettiğiniz müddetçe‬‬
‫”‪hayır üzeresiniz demektir. Çünkü hakkı bilen onu yapan gibidir.‬‬

‫المم ف ي ‪،‬‬ ‫إ ن خا ق‬ ‫بن‬ ‫ت خ ئ د‬ ‫حدثنا‬ ‫جبل ه‪،‬‬ ‫بن‬ ‫خا ب ز‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ‫لا ‪] ٢ ١ < /‬‬ ‫( ‪- ) ٧ ٠٣‬‬

‫م ح مد‪،‬‬ ‫س‬ ‫ت الماسممي‬ ‫شمع‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬


‫ق‬ ‫م‪،‬‬ ‫تئ‬ ‫ع ن‬ ‫ش ق يا ن ‪،‬‬ ‫حدثنا‬ ‫ن ا ل صثا ح ‪،‬‬ ‫م ح م د‬ ‫خا؛ثنا‬

‫"‬ ‫نين ؛‬ ‫أوي‬ ‫م ن ائب؛ءق‬ ‫^‬ ‫^‬ ‫ء ذ أبو ‪١‬‬ ‫"‬ ‫ن‪:‬‬ ‫بجو‬
‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪211‬‬

‫‪: “Ebu'd-Derdâ, (Kur’ân’da sözü edilen) ilim‬لكل ‪Kasım b. Muhammed der‬‬


‫”‪verilenlerden biriydi.‬‬

‫‪Takrîb 2469‬‬

‫(ه ‪ ")٧٠‬ل ‪ ٢ ١١/١‬ا خ ا؛ثنا م ح م د بن أ ح م ذ بن ا لخنن‪ ،‬حدثن ا يث ن بن م وم نى ‪ ،‬حدثن ا‬

‫ا ل ح م تد ي‪ ،‬حدثن ا ئقيا ن‪ ،‬غن جعف ر بن يرمحا ن ‪ ،‬عن مي م ون بن مهزان‪ ،‬قا د ‪ :‬أمحال أب و‬

‫ب ن الث م‪ ،‬ؤلؤ ف اغ الق لخك‪ ،‬زؤئد ل ت قث م ز ال م‬


‫ب د "‪ ،‬تب غ‬ ‫الدوذاؤ‪ " :‬وتد م‬
‫م ؤات‬

‫‪: “Bilmeyene yazıldar ©lsun! Allah dileseydi ona‬لكل ‪Ebu'd-Derdâ der‬‬


‫‪öğretirdi. Bildiği halde amel etmeyene de yazıklar olsun.” Bunu yedi defa‬‬
‫‪tekrar etti,‬‬

‫بن‬ ‫(‪ -) ٧ ٠٦‬ل ‪ ] ٢ ١١/١‬حدثن ا أ خ ن د ن جع ف ر بن ح م دا ن ‪ ،‬خ ا؛ثن ا عئد الل ه ن أ ح ن د‬

‫إت م اعي د بن غ ج ة‪ ،‬ح د ظ أثو ي ال شحس‪ 1‬ئ ‪ ،‬ص أبي‬ ‫ح م ‪ ،‬ح د ق ي أيي‪،‬‬

‫ك خ ر تزى ه آ ن ؤي و ء ‪١٠‬‬ ‫ق ات ‪ 2Ü :‬أ م ا لأنداء‪ " :‬؛مم ق ال ‪ -‬ه "قو‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Sen Kur'ân'ın vücuhunu1 bilmezsen her şeyi‬‬


‫‪”.anlayamazsın‬‬

‫‪ph‬‬ ‫ه ئ في ج ئ ب‬ ‫ك خ ر ثئثث‬ ‫م‬ ‫( ‪ ") ٧٠٧‬ل ا‪ /‬ا ا\] " ‪5‬إةل ق ال تفئة‬

‫ئر جع إ؟ى ئ س ل‪ ،1‬فتخون لي أ ف د نئق ث ث لان ا س ‪٠٠‬‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Sen, Allah'ın katında insanlara buğz ettikten sonra,‬‬
‫‪kendi nefsine dönüp en fazla ondan nefret etmedikçe her şeyi‬‬
‫”‪anlayamazsın.‬‬

‫(‪ ")٧ ٠٨‬ل‪ ٢ ١١/ ١‬ا حدثن ا إئزاي إ بن عتيد الل ه ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن إ ن خا ق ‪ ،‬حدت ا ق ي‬

‫ثن تع ي د ‪ ،‬حدثن ا ال همج بن محال ه‪ ،‬عن ل ئن ا ن بن غ ا م ‪ ،‬عن أب ي اال؛رذاع‪ ،‬قا د ‪ " :‬م ن فقه‬

‫ت شؤ "‬
‫ال ر ج ل رفع ة في ج‬

‫‪1Vücuh; Kur'ân-ı Kerîm'i okuma farklılıklarım anlatan bir ilim dalıdır.‬‬


212 Ebû'd-Derdâ

Ebu'd-Derdâ der ki: “Kişinin anlayış sahibi olduğunun bir göstergesi de


yaşamında şefkat sahibi olmasıdır.”

، ‫ ] حدثغا أب و بك ر بن ماللثء حدثغ ا عئد الله بن أ ح م د ثن ح م‬٢١ ‫ ا‬/ ‫)" ل ا‬٧٠٩(

‫ عن ف ري ك‬، ‫ ح د ب ي شر ح بيل بن من ل م‬،‫ حدثن ا إن نامح ل بن عيا ش‬،‫حدثن ا ذاؤئ بن ع مرو‬

‫م غ‬ ‫ومحلنة‬ ‫وم خ ز ج ة‬ ‫وم د ح ل ة‬ ‫م م شاه‬ ‫م ن فم ه‬ " : 3 ‫ا‬


‫ق‬ ،‫أيي ال دوذاء‬ ‫ع ن‬ ،‫ك‬ ‫نهي‬ ‫بن‬

‫م اا‬ ‫م‬

Ebu'd-Derdâ der ki: “insanın yürümesi, girişi;, çıkışı ve ilim ehliyle


oturması fıkhından/anlayışındandır.”

، ‫ ح دقيى أبى‬، ‫ خ ا؛ثن ا هم د الله ن أ ح م د‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر‬٢ ١١/١ ‫)" ل‬٧١ ٠(

‫ " ل\ خثذ؛‬:‫ أقه ئ د‬،‫ ص أبى اال؛زذاغ‬،‫ عمر أ حتزه‬،‫ د ي‬1‫خمثا أبو سع ي د ال ك‬-‫ أ‬، ‫خ ا؛ثن ا و يد‬

‫ سيئ ون شهن ا ل حن م ى وصن ا ن ه م ؟ زبق ات دل| ث ن بر ص ا ح ب‬،1‫ي‬ ‫ث وم ا لآي س نإ ئاوف م‬

‫م و ى وي م ي ن ك إل زأ م ح ز وأر ج ح م ن أ مثال ا ل ج ما ل ب ن عب ا دة ا لن عترين‬

Ebu'd-Derdâ der ki: “Uyanık/zeki insanların uykusu ve iftarı ne güzeldir.


Ahmakların uykusuzluklarını ve oruç tutmalarını geride bırakırlar. Takva ve
iman sahibi bir kimsenin bir zerre ağırlığındaki iyiliği, aldanmış olanların
dağlar ağırlığındaki iyiliklerinden daha ağır ve daha hayırlıdır.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدق ا بشن بن مو ت ى‬،‫ ] حدثن ا م ح ث د س أ خ ن ذ بن ا لخشن‬٢ ١١/ ١[ ")٧ ١١(

‫ال‬ " :‫ أبو اتيائء‬3‫ ظ‬:3‫قا‬،‫ غذ أبي محئم‬،‫وؤ إ‬ ‫ك‬ ' ‫ خ ه‬،‫أثو عد وختن شئ رئ‬
‫ ق إثة‬،‫ ؛بن !دم غلمب ف ئ م ظف‬،‫*^ دوذ ربه م‬۵١ ١^ ^ ‫ ؤ_ال‬،١^ ^ ‫ر؛ ظ نز‬،‫ اةا‬١^ ^

" ‫م ن ق ع نا ثن ى في القا س ي غ د خزنة زال يش ف ع ظ ة‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “insanlara yükümlü olmadıkları şeyleri yüklemeyin


ve Rableri varken onları hesaba çekmeyin! Ey insanoğlu! Sen kendi nefsine
bak! Zira insanlarda bulunan kusurların peşine düşen kişinin üzüntüsü uzun
sürer ve kini de asla dinmez.”

‫ حدثن ا أبو نغ‬، ‫ خ ا؛ثن ا م ح م د بن ب م‬، ‫ ] حدثت ا عئد ال ر بن م ح م د‬٢ ١ ١ ٨ [ ")٧١٢(

‫ قات‬:‫ ] قات‬٢١٢/‫ [ ؟‬،‫ عن عبد الل ه بن م ه‬،‫ عن ا لأع م ش‬C‫ حدثن ا أث و معاويه‬،‫ئي أيي غيث‬
Ebû’d-Derdâ 213

‫ي ال‬1‫ءل ن وا أن م‬,‫ ^ ^ وا‬١ ‫ وعدو! أ ق ذ ك م م ن‬C‫ ^ '"كأدك م سؤته‬١ ‫ا؛ئبوا‬


‫م‬ ٠٠ : ‫أبو اال؛زذاؤ‬

٠٠ ‫ب ث ى‬
‫ وأن؛ إلل؛ ال م‬،‫ إل ال ق ش‬1 ‫ أ ة‬١
^ ٧ ،‫م‬ ‫ميله‬ ‫يتي ف م حيت ب ذ‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet ediniz, kendinizi


ölülerden sayınız ve biliniz ki, ihtiyaeınızı gören az şey, sizi oyalayacak çok
şeyden daha hayırlıdır. Biliniz ki, iyilik kaybolmaz kötülük unutulmaz.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدت ا ت خ ئ د بن أيي ت ه ل‬، ‫ ؟ ا أ ] حدق ا هم د الل ه شر ن ح م د‬/ ‫ ل ا‬-) ٧١٣(

،‫ عن معاويه ثن وه‬،‫ غن حال د بن دين ار‬،‫ حدثن ا أب و أت ا نه‬،‫ع د الل ه ن م ح م د ال مسجد‬

‫ ول ك ن ا ل حيز أن يئفلتي جئنلف‬،‫ي ن ا ل ح م أن يك ر مالل ط زز؟تف‬


‫ ف‬٠٠ : ‫ أبو اال ؛رائؤ‬3 ‫ ه ا‬: ‫محا د‬

‫ الن‬، ‫ أ ح شغث ح م د ت ال ق ما ر‬0 ‫ ء ا‬. ‫ زأن محا ري الغ امس فى عب ا دة الل ه‬،‫ويك ر علنل ث‬

". ‫ئ ط ثن ث هن‬.‫أتأت ى ؛ ا‬

Ebu’d-Derdâ der ‫كل‬: “.Hayır, malının ve çocuklarının artması değildir


Asıl hayır ağırbaşlılığının artması, ilminin çoğalması ve Allah’a ibadette diğer
tüm insanlarla yarışmandır. Bunları güzel şekilde yaparsan Allah’a hamd
eder, kötü yaparsan da Allah’tan mağfiret dilersin.”

،‫ حدق ا بشن بن مو شى‬،‫ ] حدق ا م خ ث د سر أ ح ن ذ بن ال خ ش ن‬٢ ١ ٢ ٨ [ ")٧١٤(

‫ غ ذ‬، ‫ ص مه د ال م تن ال ز ب د‬،‫ خدتثا ت ج د ئ أبي أثو ي‬، ‫خدتثا أثو هم د ا و خ ن ن ال ن ئ ر ئ‬

‫ال‬ ‫أذ‬ ‫ح ق‬ ‫م‬ ‫م‬ ‫ " لز ال ء ال ث‬:‫اال؛نذاؤ أة ئت‬ ‫أبى‬ ‫غ ذ‬ ،‫ر ي‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ئاس تن‬

‫بممح_> قي‬ ‫ " ثؤ ال و صو غ و جهي بمق جود‬:3 ^ ‫وظ ئ ن؟ ؛‬ :‫ق ك‬ ،" ‫أ ش قي ال؛تا‬
‫ وم ما عدة أقزام تثق ون ال ك الب‬،‫ و ظم أ اله وا ح ر‬، ‫ا ل ج ال ب المح ل والنه ا ر ثقو ن م د م ة لختا تى‬

‫ مح ش ائث ا كهه ا ا‬LÜr

Abbâs b. Huleyd ekHacrî bildiriyor: Ebu'd-Derdâ dedi ki: “ü ç dost


”?ortamı olmasaydı dünyada durmak istemezdim.” Ona “Bunlar nedir
deyince şöyle devam etti: “Eğer âhiret hayatıma hazırlık olsun diye, gece
veya gündüz, yüzümü yaradamma secde için yere koymasaydım; uzakta
olanları özlemeseydim ve meyve seçer gibi kelime seçerek konuşan insanlarla
muhabbet meclisleri-”
214 Ebû’d-Derdâ

‫ ا لختد ح ش تت م ة في مت ل ممما ل‬. ‫ ] " تت ا م المم و ى ا ذ تمم ي ال ق‬٢ ١ ٢ ٨ [ -) ٧١٥(

‫ يخون حا جزا تت ه وبين‬، ‫ حتى ت رك بغعس ن ا ثن ى أثت خ الت ح شثه أن ثق و ن حزا ما‬،‫ذثؤ‬

‫ ؤئنذ بمد‬:‫قات نحار‬،‫ إة الق حما ر قذ ئبجاوو الذي ئزب م وفز إي‬،‫ا لكرام‬
،‫ ق الث ح مزن ق ظ م ن ! ل م أنتمم ته‬، ‫ دنه فث؛ ث ز ه‬3 ‫ ذثؤ ~حريا يره زنن يع ن د مئث ا‬3 ‫ممما‬

٠
٠ ‫معلة‬ ‫ن ؛ ك ز أن‬ ‫م‬ ‫ف ظ‬ ‫زلا‬

Ebu’d-Derdâ şöyle dedi: “Takvanın kâmil ©lam da kişinin zerre kadarlık


bir şeyde dahi Allah’a karşı takvalı (muttaki) olmasıdır. Hatta helal ©larak
gördüğü bir şeyi haram olabilir endişesiyle terk etmesidir. Bu ise, onunla
haramlar arasında bir engel olur. Allah kullarına sonunda gidecekleri yeri
belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: «Kim zerre kadar iyilik yapmışsa ٥٨٧
görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.»! Bundan
dolayıdır ki kaçınmak için hiçbir kötü şeyi asla küçük görme! Yapmak için
de hiçbir iyi şeyi değersiz görme.”

‫ حدثت ا عنرو بن‬،‫ حدثن ا خئ ا د ن م د ر ك‬،‫ \ ا \ ] حدثن ا م ح م د بن بدر‬/ ‫ )“ [ ا‬٧١٦(

‫ " تا‬:‫ ص أيي ال دزداء ه ا لأ‬، ‫ز أيي ا ل ج ن د‬ ‫ عن‬،‫ عن نن صوي‬،‫ خث'نن ا زائدة‬، ‫م رزوق‬

‫ وا ل مثعلئي في ا ال م‬،‫ ق ا ن ثغ إل ا ل حير‬C‫ و ج هال ك ز ال يت علمون‬، 0‫سك م تذهث و‬


‫ل ى أزى عثن اء‬

‫ ز ال حئز في ت ابي القاسي ب ئ ذ ه م ا‬،‫س ناء‬

Ebu'd-Derdâ der ‫نظ‬: “,Bana ne oluyor da; âlimleriniz gittiğini


cahillerinizin de öğrenmediğini görüyorum? Güzel bilgilerin öğretmeni ile
öğreneni sevap bakımından eşittir. Geriye kalan insanlarda hayır yoktur.”

‫ حدثن ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا يشن بن مو ت ى‬،‫ال خ ش ن‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا م ح ئ د س أ ح ن د‬٢ ١٢/١ ‫ ل‬-) ٧١ ٧(

‫ت‬3 ‫ غن أيي الدرداع أثة ه ا‬، ‫ عن ق ن ا ن بن غا م‬،‫ حدت ا هزج بن محال ه‬،‫ي حيى س إ ن خا ق‬

" ‫نه‬
‫ ؤالقا ي ق غن ج ال خ ي ج‬، ‫ و م م ئ أ‬، ‫ غ ا إل‬:‫الثامنت الته‬

717-, Ebu'd-Derdâ der ki: ‘insanlar üç gruptur; bilen, öğrenen,


üçüncüsü de işe yaramayan a sık lard ır.”

1ZilzâlSur, 7-8
‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪215‬‬

‫(‪ ] ٢ ١ ٢ ٨ [ “) ٧١٨‬خ ا؛ثن ا محل د بن جعف ر‪ ،‬حدثن ا ال خ ش ن بن علويه‪ ،‬خ ا؛ثن ا عل ي شر‬

‫ا ل ج ن د ‪ ،‬حدثن ا شي ة ‪ ،‬عن ع مرو بن م ء‪ ،‬عن سال م بن أ ي ا ل ج ن د [ ‪ ٢١٣/١‬ا ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬قأا ل‬

‫أب و ا لأرذاع ت " ممثن وا‪ ،‬ق إ ن ‪ ^ ^ ١‬وا ل مثعلن؛ في ا أل جر شواء‪ ،‬ز ال حتز في ت ابي القاس ي‬

‫تند س ا "‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “öğrenin, âlim olan ve öğrenen sevap bakımından‬‬


‫”‪aynıdır. Geriye kalan insanlardaysa hayır y©ktur.‬‬

‫بش ‪ ،‬حدثن ا يغ م و ب بن‬


‫(‪ ٢ ١٣/١ [ “) ٧١ ٩‬ا حدثن ا أيي ‪ ،‬حدق ا ث خ ئ د بن إ ز ا ه م بن م‬

‫أب و ال د ر د ا ء ‪ " :‬يا‬ ‫ك ‪ ،‬ئ ا ل أ‪:‬‬ ‫ا ل ص حا‬ ‫ي زي ي‪ ،‬ع ن‬ ‫أختز ئا‬ ‫ي ري د ب ن ف ا ز و ن ‪،‬‬ ‫حدثتا‬ ‫إبراهي م ‪،‬‬

‫أئ ن و ن ش ئ‪ ،‬أنتم ا إل خؤان في ال دي ن‪ ،‬وا ل جيران في اال؛اي‪ ،‬وا الن صاز غش ا لأعذاؤ‪ ،‬ئ ا‬

‫مالي أزى م ح اء م يذهبون‪،‬م وب ‪4‬ال ت ال‬ ‫غ ي ر ك م‪،‬‬ ‫نإث ما مؤني غش‬ ‫مو د ي ؟‬ ‫م ن‬ ‫ي م ثي ك م‬

‫ي ثثؤا‬ ‫ت به؟ ي إنء‬


‫‪ :‬ظن ون‪ ،‬وأز م قد أثق ب غش ‪ U‬مح ئ د ه ز به‪ ،‬ؤ و ق ز ظ أ <م‬

‫ق دي دا ‪ ،‬و ج م عوا ”كثيرا ‪ ،‬ؤأثلوا بع يدا‪ ،‬ثأصب ح محانه م محوال ‪ ،‬وأمله م ^ ^‪ ، ١‬و ج ن غ ه ز ب ونا‪،‬‬

‫أ ال قثث ن وا‪ ،‬ق ان‪ ^ ^ ١‬وا ل متنلهز في ا أل جرش واء‪ ،‬ز ال حض في الن ا سبعدهن ا "‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Ey Şam ahalisi! Sizler dinde kardeş, evlerde komşu,‬‬
‫?‪düşmana karşı da birbirinizin desteğisiniz. Beni sevmenize engel olan nedir‬‬
‫‪Üstelik sırtınızda yük de değilim. Bana ne oluyor da; âlimlerinizin çekip‬‬
‫‪gittiğini, cahillerinizin de öğrenmediğini görüyorum. Size vereceğine söz‬‬
‫‪verdiği şeylere yöneldiğinizi ve emredilenleri terk ettiğinizi görüyorum.‬‬
‫‪Dikkat ediniz! Bazı kavimler, sağlam binalar yaptılar, çok mal topladılar,‬‬
‫‪uzun hayaller kurdular. Evleri makber oldu, hayalleri uçtu gitti, topladıkları‬‬
‫‪da hiçbir işe yaramadı. Dikkat edin; öğrenin, öğretenle öğrenen sevap‬‬
‫”‪bakımından eşittir. Geriye kalan insanlardaysa bir hayır yoktur.‬‬

‫‪ “) ٧٢٠‬ت‪ f (٢ ١٣/ ١‬حدقن ا عل ي س أ ح م د بن م ح م د ‪ ،‬خ ا؛ثن ا إن حا ق س إبزا مآإ;<‬

‫حدثن ا شنأ ن ج نانه‪ ،‬حدثن ا عئد ال ر ن ننثر‪ ،‬عن ال حجا ج بن دثار‪ ،‬غذ معاويه بن‬

‫قؤة‪ ،‬عن أييو ‪ ،‬عن أيي ا لأرذاع محا د ‪ " :‬م لئ وا ق د أن يرقغ ا ل ع ل م ‪ ،‬إن رفغ ا ل ع ل م نق ابيه‬
‫‪216‬‬ ‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬

‫م‬ ‫ز ال‬ ‫الثنن اع‪ ،‬إ ة الث ا إل ؤا ل مثع م في ا أل جر ت واء‪ ،‬الثن ا الغ امس ني الي‪ :‬غ ا إل‪ ،‬ؤمتعل تأ‪،‬‬

‫محما مح ن ذلل ث‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “ilim dünyadan çekilmeden önce öğrenin, ilmin‬‬


‫‪çekilmesi, âlimlerin çekip gitmesidir. Bilen ve öğrenen sevap bakımından‬‬
‫‪eşittirler, insanlar ikidir; bilen ve öğrenen, ikisinin arasındakilerde hayır‬‬
‫”‪yoktur.‬‬

‫(‪ ] ٢ ١٣/١ [ ")٧٢١‬حدثن ا أ ح م د بن جعف ر بن ح م دا ن ‪ ،‬ح دق ا عثد الل ه ن أ ح م د بن‬

‫حس د ‪ ،‬خ ا؛ثن ا م ح م د ب ن ج ع م ر ‪ ، ^ ^ ^ ١‬ح د ى ق ر ين ث‪ ،‬ع ن من ص و ر‪ ،‬ع ن أي ي ل \ ل د ‪ ،‬ع ن‬

‫أبيءأل درذاؤ‪ ،‬ه ا ‪! " : 3‬ري آل ر ئ مب‪ 1‬ل أ م وظ أشلة‪ ،‬ونكع ي أر ج و أن أ ؤ م عثته "‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Size emirleri ve yaptıklarımı emrediyorum. Fakat‬‬


‫”‪bunun için sevap almayı umuyorum.‬‬

‫أ ح ن د بن ن ق ما ن‬ ‫بن‬ ‫(‪ ")٧٢٢‬و ‪ ] ٢ ١٣/١‬حدثنا أ خ ن د ن إ ن خا ق‪ ،‬حدثن ا م ح م د‬

‫غذ ض منه‬ ‫‪- ، ^ ^ ١‬حدثن ا أ ح ن ذ ن تع ي د ‪ ،‬حدثن ا ابن زغ ب ‪ ،‬أ حتزني معاويه س‬

‫ول ن وك ونبالعل‪-‬م‬ ‫بن حبي ب ة ص أبى الدزدا‪.‬ء أثت دا ‪3‬ا ‪ " :‬ال بكون مي ح ش بكون‬

‫ج م ؛ ال ح ز يكون به ع ا م ال اا‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Kişi âlim olmadıkça takva sahibi olamaz ve ilmiyle‬‬
‫”‪amel etmedikçe seçkin bir âlim olamaz.‬‬

‫أ ح م د بن ا لخشن‪ ،‬حدثت ا بشر بن موس ى ‪ ،‬حدثن ا‬ ‫بن‬ ‫(‪ ")٧٢ ٣‬ل‪ ] ٢ ١٣/ ١‬حدثن ا م ح م د‬

‫أبو عئد ال ؤ ح م ن ا لئ م ر ئ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ن لبما ن بن ا ل مغيرة‪ ،.‬عن ح م ي د بن ه ال ل‪ ،‬ه ادت كا ذ أب و‬

‫ال درداؤ يقوأل‪ ٠٠ :‬ان أ خ ز ن نا أخا ف إذا وق م ت غش ائ جش ا ب أن ما د ل ى ‪ :‬قد ع ل م ت ‪،‬‬

‫ين ا عين ت ؟ "‬


‫ئئ ا ع م ك ف‬

‫‪Ebu’d-Derdâ der ki: “En çok korktuğum şey, hesaba çekileceğim zaman‬‬
‫؛‪« denilmesidir.‬؛ ‪bana: «Bilgin vardı, ancak bildiklerinle amel etmedin‬‬

‫(‪ -) ٧٢٤‬ت ‪ t ٢ ١٣/١‬حدق ا أوئ بك ر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا عتد الل ه بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫م ث ش ب م ‪ ،‬ع ن عل ي ب ن خؤش ب ‪ ،‬ع ن أيهي‪ ،‬ع ن أي ي‬ ‫خ ش ن ا نر ي ج ب ن يون س ‪ ،‬ح د ق ا ال ول د‬


Ebû’d-Derdâ 217

‫أغ بم ث أم‬ ‫' ي‬.‫ه م‬ ‫ أ خن ف ظ أ ءمحث أ ة و ت ق يؤم‬٠' : ‫ ] ئ ت‬٢١ ! ‫اال؛نثاع [ \ ا‬

‫ه ل‬ ‫ الامزة‬، ‫ب تها‬ ‫مر‬


‫بف‬ ‫أ خ ذ ت‬ ‫أؤ زا جرة إلا‬ ‫اية ا مزة‬ ‫بتم ى‬ ‫لا‬ ، ‫علم ت‬ :‫ث‬ ‫ئل‬ ‫قا ن‬ ‫ج هل ت ؟‬

‫ال‬ ‫و د عا ء‬ ،‫نغ‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫ نشي‬،‫يفغ‬ ‫ال‬ ‫عل م‬ ‫م ن‬ ‫زأع وذ بالل ه‬ ‫اقيمت؟ والرا جرة هل ازد جرت؟‬
H‫ميءس مم مع‬

Yine şöyle elemiştir: “En çok korktuğum şey kıyamet gününde bana: «Ey
Uveymir! Allah’ın buyruklarını biliyor muydun yoksa bilmiyor muydun?»
diye sorulmasıdır. Çünkü: «Biliyorum» desem o zaman Kur'ân’da emir
veren veya uyaran her bir âyet bana gelip: «Emirlerime uydun mu?
S andırdığım şeylerden uzak durdun mu?» diye hesap soracaktır. Fayda
vermeyen bir ilimden, doymak bilmeyen bir mideden ve kabul görmeyen bir
duadan Allah’a sığınırım.”

‫ خل؛ثن ا‬، ‫ خض ا م ح م د بن إ ت خا ق‬،‫ ائ \ ] حدثن ا إثزاي إ س عئد الل ه‬/ ‫[ ا‬ “) ٧٢٥(

‫ " إث ما‬: 3 ‫ عن أيي ال درداع محا‬، ‫ م ع ق ن ا ن بن غ ا م‬،‫ حدثن ا ال همج بن محال ه‬،‫قس ة بن تع يد‬

:‫ ف ن عل ن ت ؟ قاقولت‬،‫ يا عويبر‬:‫أ خ ش ى عل ى ش ب ي أن بمات لي غل ى رؤوسي ا ل ح اليق‬

" ‫ ما دا ع مل ت م ن ا علم ن ث ؟‬:‫ثمالت‬

Ebu'd-Derdâ der ‫نكل‬: “,Bana, bütün ahalinin önünde «Ey Uveymir


Öğrendin mi?» diye sorulmasından «Evet» dediğimde de «öğrendiğinin
”.hangisine göre amel ettin?» denilmesinden çok korkarım

Takrîb 624

‫ حدثن ا عئد‬، ‫بما ق بن وب راهت م‬ ‫ حدثن ا‬،‫ ا ا \ ] خ ا؛ثن ا نل بما ن بن أ ح م د‬/ ‫)" [ ا‬٧٢٦(

، ‫ خ ا؛ثن ا بشن بن ا ل حأك م‬، ‫ حدثن ا ا لخنن ن نشا ن‬، ‫ وخ ا؛ثغ ا أبو ع م رو س خن ذا ن‬،،‫؛؟‬١^ ١

‫ أن أبا ال دؤذاء كت ب ا ر تلمن ا ن رضى‬، ‫عن صا ح ب ل ه‬ ‫ حدق ا‬، ‫حدثن ا عيد الثثاق؛إ‬

‫ ^ ^ صحت ك وءزاعلف قئز أنث رتبلف م ن ان الء ن ا ال ينممل يع‬١ ، ‫ " ويا أي ي‬: ‫الثت عنه م ا‬

" ‫ زا يلم ن وة ا م ح ق‬، ‫افيا ذ ز ق ة‬

726- Ma’mer, bir arkadaşından şöyle nakleder: Ebu’d-Derdâ, Selmân’a


şöyle yazdı: “Ey kardeşim! Kulların engel olamayacağı belalar üzerine
218 Ebû’d-Derdâ

inmeden, sıhhatinin ve boş vaktinin değerini bil. Belaya maruz kalanın da


duasının kıymetini bil.

: ‫ه مولت‬ ‫ هادي سم ن ت رن وت الثؤ‬، ‫ و ك ن ا ل م س ج د بثثلث‬، ‫ ] ويا أ ي ي‬٧٢٨ [ “) ٧٢٧(

‫ب ثثوتيب ألل ي‬ ‫ بم ن م م ه ش‬٠ ٠ ‫ ؤقت ض م ن ؛ ه‬،" ‫و ت ئ‬ ‫ب مح ث‬ ‫ ش‬0‫" إ‬

M ‫ؤاواخة وا ل ج زار ض ال ئ ز ا ب إ ر ي خزا ن ا و ب‬

)Kardeşim! Mescid evin olsun. Çünkü Resûlullah’ın (sallallahu vesellem


şöyle dediğini duydum: "Mescitler her takva sahihinin evidir. Allah, meselleri
ev edinenlere gönül huzuru, rahatlık içinde sırat köprüsünden rahhinin rızasına
geçmesine garanti vermiştir."

‫ ق إدي‬،‫ وأدنه مغلف وأ ط ع ن ه ص طعا م لف‬، ‫ ار ح م ات س م‬، ‫ ] " ثا أي ي‬٧٢٩ [ “) ٧٢٨(

" ‫ه‬ ‫ ه‬1 ‫ ق ا د ق زغ ر د‬، ‫ لأة؛ ن ج و نئئ ك ى نت وة ي‬:‫؛ ® ف وت‬İl ‫ت ي غ ق زئ وت‬

‫ وأ طعم ه م ن‬،‫خ رأته‬-‫ ؤامث‬،‫لف‬1‫ ظ لطت " أدن اف؛آلم م‬، ‫م‬ :3 ‫أت ح ب أن يف ن م حئ؟ " ءق ا‬

٠٠ ‫ جؤلف‬-‫ ؤثئزر غش خ ا‬4‫ مح ق هفأي ل‬،İJJİ ‫ إل ة‬4‫طناملف‬

Kardeşim! Yetime karşı şefkatli ol ve onu kendine yakın tut. Ona kendi
yediğin yemekten yedir. Resûlullah’ın )‫ةق‬11‫ الساو‬aleyhi vesellem), gelip kalbinin
katılığından şikâyet eden birisine şöyle dediğini duydum: "Kalbinin
yumuşamasını ister m isini" Adam: “Evet” karşılığını verince, Resûlullah
sallallahu aleyhi vesellem): "Yetimi kendine yakın tut ve başını okşa, ona kendi(
yemeğinden yedir. Bunu yapman kalbini yumuşatır ve böylece sen de bu
sıkıntısını giderirsin" buyurdu ,

‫ه‬ ‫ ء إدي شب ع ت نن و ل الل ه‬، ‫ الب ج م ع ن ا ال ستعل يغ ف ك ن ه‬، ‫ ] يا أ ي ي‬٧٣٠ ‫)" ل‬٧٢٩(

‫يف ا زهؤ بين يد ي مال ه‬


‫ " ن جاء ب صا ح ب ال د خا يؤم القثام ة ال ذ ي أطا غ ال ق ما ز ف‬: ‫م ولت‬

،" ‫ك ة الل ي غث ك‬ ‫ ؛ ض ق ت أ دت ث‬:‫ ه نالت‬3 ‫ق تمح قأ ب ه الءت<اط محا‬ ، ‫ه‬ ■ ‫زه‬

‫ نصف ف ال‬: ‫ص ق إلة تال ة وق و د ه‬ ‫ " ز بجاغ بال ذ ي إل ي ي ع ا ه قي ؤت ا ه ص‬:‫قا ت‬

" ‫ غ و د كذبمف خ ر ي د م وال و م‬،‫ ئ‬. ‫م‬ ‫بؤ‬


‫م‬ ‫غ م ك‬

Kardeşim! Şükrünü eda edemeyeceğin malı biriktirme. Çünkü


Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dediğini duydum: "Kıyamet günü
Ebû’d-Derdâ 219

Allah'a itaat eden mal sahibi', malı arkasında olduğu halde getirilir. M alıyla
birlikte sırattan getirttirmen, malı ona: «Yürü! Sen üzerindeki görevi yerine
getirdin» der. Sonra malını Allah'a itaat için vesile kılmayan bir adam getirilir.
M a lı omuzlarının üzerinde olduğundan, ayağı tökezlemektedir. M a lı ona:
«Yazıklar olsun sanal Keşke beni Allah'a itaat için harcasaydın» der. Bu durum,
٥ kişi cehennemlik olarak çağrılıncaya kadar sürer."

‫ نإدي ت م ن ت رنوت الل ه‬، ‫ إ ي ح د ب ت أثلث اشتريت خاؤئا‬، ‫ ] قا أ ي ي‬٧٣١ [ ")٧٣٠(

‫ ؤذا خ د م و ج ب عثه‬، ‫ ي خد م‬٢ ‫ ه ا \ ] " ال ث زاال انثبمت م ن الل ه وهو منه نا‬/ ‫ يم ول أ ت [ ا‬.

‫ مح ك ر ه ت دلل ث بن ا ش م ع ت‬،‫ ؤأثا يوم ئ ذ موسر‬، ‫ وأن أر ا لأرذاع ت ألتني حا د ما‬، ٠' ‫ا ل حش ا ث‬
٠
‫م ن ا ل جن ا ب‬

Kardeşim! Duyduğuma göre bir hizmetçi satın almışsın. Hâlbuki ben


Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu duydum: "Bir kul,
kendisine hizmetçilik yapılmadıkça Allah'ın kuludur (kusurları bağışlanır)
Fakat kendisine hizmetçi edinince bunun hesabını vermesi gerekir." üm m ii’d-
Derdâ durumumun iyi olduğu bir zamanda benden hizmetçi almamı istedi.
Bunun hesabını vereceğimi duyduğum için hizmetçi almayı istemedim.

" ‫ م ن ل ي ؤللق بأن نزائ يؤم ا ل م ا ئة ز ال ث حا ف ح سابا‬، ‫ ] " يا أ ي ي‬٢ ١‫ ه‬/ ‫)" ل ا‬٧٣١(

Kardeşim! Ben ve sen kim oluyoruz da kıyamet günü bunun hesabını


vermekten ta ra y a c a ğ ız ? ”

‫ ق اثا قد عئن ابع د ه‬. ‫ ال ثغتزن ب ص ح ابة رنول الل ه‬، ‫ ثا أخى‬٠٠ ] ‫ ه ا أ‬/ ‫)" [ ا‬٧٣٢(

‫ ص‬، ‫ وال ط م ئ ا ل م ئ دا م‬، ‫ ززاة انق ج ا م‬،" ‫ب دة‬


‫مبال ذ ي أصتا ة م‬ ‫ ز ا ه أ‬، ‫ طوي ال‬1‫دئت‬

‫ه‬ ‫م \ل ت كن‬ ‫ أة ي الدزائء‬،‫بع‬


‫ئ خئ د ثن م‬
“Kardeşim! Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) sahabisi olmak seni
aldatmasın. Ondan so^ra uzun yıllar yaşadık. Ondan sonra neye maruz
kaldığımızı Allah bilir.” ibn Câbir ve M ut’im b. el-Mikdâm Muhammed b.
Vâsi’den, Ebu’d-Derdâ’nın buna benzer bir mektubu Selmân’a yazdığım
nakleder.
‫‪220‬‬ ‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬

‫مه د الل ه بن أ ح م د بن ح ق ل‪،‬‬ ‫(‪ “) ٧٣٣‬ل ‪ ] ٢ ١٥/١‬خ ا؛ثنا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا‬

‫ب ت ‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ ،‬محا‪3‬ا ‪ :‬ح ط ب‬


‫جع م بن <ئلت ما ن‪ ،‬خ ا؛ثن ا ج‬ ‫ح د ش أبى‪ ،‬خ ا؛ثن ا ت ه ر‪،‬‬

‫ث ا‪-‬ء يزيد ‪ :‬أص‪ 1‬حلف‬


‫ثريد ئ ذ م ع او؛ه ا؟ى أبي اال؛رثاؤ ‪ ^ ١‬اال؛زذاؤ هزده ‪ ،‬مم‪ 1‬أل ر جئ ش جلس‬

‫؛ش‪ ،‬ثأ‪°‬ئن ق أن ألزؤ‪-‬ج ه ا ؟ ‪3‬ات‪ :‬أغ ر ب زئن ك ‪ ،‬ما ‪)3‬ت ئائذ‪،‬ن [ي أحت‪-‬ل خل ق ‪ ، ^ ١‬ه ا ‪: 3‬‬

‫د ا ‪ : 3‬نحطيه‪ 1‬ها ل ك ح ه‪ 1‬أبو ال‪-‬درداء‪ ٤^ ^ ١‬محا‪،3‬ت دت‪-‬ا ر ذب ك فى ‪ : ^ ١‬أن ثرين ح ط ب إ؟ى‬

‫أبي اال؛نذاع هندم‪ ،‬و ح ط ب !أي ه زي ت م ن ص‪-‬عث اء ا ل مش إ‪-‬م س قأئك حة ‪ ،‬محا ‪3‬ل هق ا ‪ 3‬أب و‬

‫الد رد\ؤ‪ :‬ش ئفز ت لل_درثاء ء ظ ظ نك م بال د ر‪3‬اء ‪ ٩‬ه ام‪ -‬ت غلى ن أ ب ه الحصث ا ‪ 0‬؟ زثفل زت‬

‫فف ا بمره ا‪ ،‬أئث دبجا بجا يومئذ؟ "‬


‫قي محو جئمحتغ ي‬
‫‪Sabit ei-Bünânî der ki: Yezîd b. Muâviye, Ebu’d'Derdâ’dan kızı Derdâ’yı‬‬
‫‪istedi, ancak Ebu’d-Derdâ kabul etmedi. Yezîd’in meclis arkadaşların biri‬‬
‫‪Yezîd’e: “Allah sana selamet versin! Ebu’d-Derdâ’mn kızıyla evlenmeme‬‬
‫‪müsaade eder misin?” diye sorunca, Yezîd: “Olur!” karşılığını verdi. Bunun‬‬
‫‪üzerine arkadaşı kızı istedi. Ebu’d-Derdâ ise kızı ona verdi. Ancak insanların‬‬
‫‪arasında: “Yezîd kızım istedi de Ebu’d-Derdâ vermedi, ancak müslümanların‬‬
‫‪yoksullarından biri isteyince verdi!” sözleri dolaşmaya başladı. Bunun‬‬
‫‪üzerine Ebu’d-Derdâ: “Şâyet Derdâ (Yezîd’le evlenip de) sabah kalktığı‬‬
‫‪zaman başucunda hizmetçileri, çevresinde pırıl pırıl evleri görecekse o zaman‬‬
‫‪onun dini nasıl olacaktır?!” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٢١٠/ ^ -) ٧٣٤‬خ ا؛ثن ا أبو جع ف ر أ خ ن د بن م ح م د بن ن فيا ن‪ ،‬حدثن ا عئد الل ه ن‬

‫م ح ث د الت حزوم ي‪ ،‬حدثن ا أبو عزف عبد ال ر ح م ن بن مرزوق ‪ ،‬حدثن ا ذاؤد بن بهزاذ‪ ،‬قا ت‪:‬‬

‫ؤ ش ئ غل ى مح ن ل بن عتا ض‪ ،‬زأائ غ ال م‪ ،‬ئ ت ث ن غ علته‪ ،‬وعس اة ش وخثا( إ ‪ ،‬نأتا أظ غ أقث‬

‫ئك‪ :‬مغذ طوي ل‪،‬‬ ‫ينقلن إل ي‪ ،‬ق ن ك ق طوي الب م أطزق ‪ ،‬مما ت‪ :‬مغذ كز أن ث ههثا يا يئخ؟‬

‫قا ت‪ :‬أ ث في م ق ي ؤ ‪ ،‬وث ح ن في شيا ‪ ،‬ثم قا ‪3‬ت خ ا؛ثن ا ن ي ا ن بن مهزان‪ ،‬وكا ن ال بمولث‬

‫ا لأع م س ص سالم بن أيي ا ل ج ع د ‪ ،‬عن أيي ا لأرذاع دال‪،‬ت خذ ن ا مزؤ أن تئغص ة محل و ب‬

‫ا لم ومش ئ ص ح ن ت ال ي ش م ‪ ،‬ب م قات‪ :‬أثدر ي م ا ق ذا ؟ ع ن ت ‪ :‬ال ‪ ،‬قا د ‪ :‬ال ث ت ذ ي حل و‬

‫ب معا صي الثؤ ه و ث لم ي الغث بغضه في قل وب ا ل م ؤمنين م ن ح ي ث ال يش عر "‬


Ebû’d-Derdâ 221

Dâvud b. Mihrân der İd: Fudayl b. iyâd'ın başında durdum. Selam


verdim, gözleri açıktı. Ben bana baktığını samyoi'dum. Uzun süre bekledim.
Sonra kendine geldi ve “Ne zamandır buradasın evladım?” dedi. “Uzun
zamandır” deyince “Sen bir yerdesin, biz başka bir yerdeyiz” dedikten sonra
ekledi: Süleymân b. Mibrân’ın —ki bunun A’meş olduğunu
belirtm em iştir- Sâlim b. Ebi’l-Ca’d kanalıyla bize bildirdiğine göre Ebu’d-
Derdâ şöyle dedi: “Kişi Farkında olmadan müminlerin kendisine gönülleriyle
buğz etmelerinden sakınmalıdır!” Fudayl sonra bana: “Bu nasıl olur biliyor
musun?” diye sordu. “Bilmiyorum!” karşılığını verdiğimde ise: “Kişi, gizli
bir şekilde Allah’a karşı günah işler. Allah da müminlerin gönüllerine bu
kişiye karşı nefreti yerleştirir. Bu kişi de bunun farkına varmaz” dedi.

‫ خ ا؛ثغ ا‬،‫إ ن خا ق‬ ‫بن‬ ‫ حدثت ا م ح ث د‬،‫ ه ا \ ] حدثن ا إبزا م أ ن عند الل ه‬/ ‫ [ ا‬-) ٧٣٥(

" :‫ ص أ ي ال درذاء قات‬، ‫م‬ ‫ ص ق ن ا ن تن‬،‫ خدتثا ال قز غ ت إ محالة‬، ‫ف ق أ ئ ت ج د‬

‫ ز ال‬، ‫حا ك ن ب ذ ل ه‬-‫ ] أع ط أ‬٢^١٦/١ ‫ ت‬،‫ا طثؤ‬2‫ زن ن ق ك بأ جيل‬، ‫مع \دثة! ال ح خئئ لنف م ن مم د ه‬

^ ^ ^ ١ ‫ و ي ن و كي ه بع د‬، ‫ يأتي ك ف ت ؤ ت ي ك ف ي ك ق ذ ة‬، ‫ فت خ ون متنه عد؛‬١‫محم د‬1^- ‫ئ ط ع مه ه‬

‫ عن أ ي‬، ‫ عن أيي ال ئ'ممح‬،‫زقي حثاته نا قت مح ت م ك ث وصل ه؟ " رواه معاوية بن صالح‬


‫ ث ح وه‬،‫ال درداء‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Kardeşine (arkadaşına) sitem etmen ve onu \


uyarman, onu tümden kaybetmekten daha iyidir. Onu tamamen istediğin ١
gibi yapamazsın. Ona ihsanlarda bulun ve yumuşak davran. Ona haset eden ‫إ‬
birilerine sen de uyma, aksi takdirde onlar gibi olursun. Yarın öldüğün ‫ر‬
, zaman ölüm, kardeşinin yokluğunu sana hissettirmez. Kardeşin hayatta iken /
onunla ilgilenmediğin halde, öldükten sonra ardından nasıl ağlayacaksın?” /

‫ •حدثن ا عثد الثؤ بن أ خ ن ذ ثن‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د ن جعف ر ين ح م ذا(اا‬٢١٦/‫ [ ؟‬-) ٧٣٦(

‫ محات أث و‬: 3 ‫ دا‬، ‫ عن حزام بن خ ي م‬، ‫ ح د نحا تزد‬،‫ حدثن ا عث ر‬،‫ خ ا؛ثن ا داود بن ع من‬، ‫حق ل‬

‫ و ال ث ر بمإ‬، ‫م ف ش غ د ئ ه ئ‬ ‫ف ذ ش ن ج ت أ‬: ‫ذ‬/‫ص ون ظ أق ز زاء‬ ‫ " و‬:‫اال ؛نائؤ‬

‫ و ل حز ج م إ؟ى الص _ثدات ثضربوذ‬،‫ ز ال ب ح ل م بئ ت ن ت ه و ن فيه‬، ‫ق_زأيا غش ئ ه ئ‬

" ‫ ؤيدذقء م حز ق و؟ م ح ذ إل ت و كد‬، ‫ وتف و ز غ ر أ ي ف ز‬،‫القز‬ ‫مت‬


222 Ebû’d-Derdâ

Ebu’d-Derdâ der ‫نكل‬: “Eğer ölümden sonra göreceğiniz şeyleri bilseydiniz,


ne iştahla yemek yiyebilir, ne de kana kana bir şey içebilirdiniz. Dinlenmek
için eve girmez, dağlara çıkıp dövüne dövüne kendiniz için ağlardınız ve
silkelenip meyvesi yenen bir ağaç olmayı arzu ederdiniz.”

‫ حدبن ا م و ص بن ه ارون‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د بن عل ي بن م ح م‬٢١٦/١ ‫)" ل‬٧٣٧(


‫ عن‬،‫ ثن ا ب ج م بن تع ي د‬،‫ حدثن ا ث م ة‬:‫ ق اال‬، ‫ وداود ن ر ق م‬،‫ خ ا؛ثن ا أب و البي ع‬، ‫انخا ب ظ‬

0 ^ ‫ء أثة‬.‫ ص أبى اأدردا‬، 0 ‫ئ اتاي ئ أبو عتن ا‬


،‫ ح دثنى يزيد ى م ث د ائيى‬،‫ل د ثن م »دان‬1‫ح‬

،‫ زاإللحالصئ في ال توكل‬،‫ زالرص ى بالم در‬، ‫ا ل صر لل ح ك م‬ ‫ " نزوة‬:‫يمولأ‬

" Ü ‫وا ال ست ال م ل و ث ؛‬

,Ebu’d-Derdâ der ki: “imanın zirvesi, Allah’ın hükmüne sabretmek


takdirine razı olmak, ihlâs içinde ona tevekkül etmek ve teslimiyet
göstermektedir.”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا بش ر بن مو ت ى‬،‫ ا حدثن ا ث خ ئ د بن أخن ت بن ال خ شن‬٢ ١٦/ ١[ ")٧٣٨(

،‫ بلعني أن أبا اال؛رثاع‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ حدثن ا ع د ال ؤ ح م ن بن م ح م د ا ل م ح اي ئ‬،‫مه د الله س صال ح‬

، ‫ ؤقت ء ن ه أغو ئ لف‬٩ ‫ي؛ف‬


‫م اال‬ ‫أ ئء ش‬ ‫ك في‬ ‫ ئ‬،‫ي زر أ خ ه " " أى بمت‬

‫ ^ ^ ص‬١ ‫ ظائ بم غ د‬، ‫ف ن ل ث بغث ؛ ال ظ ث دئ ث ت ي ف‬


‫ ن ي‬،‫ ه أ غد بم د ك‬5 ‫زئز ءن ا‬

‫ نإثئ ا ئ ج م ع لوا ح د م ن‬،‫ب ئ دلئ‬


‫ ؤث ح م ع ل م ن ال م‬،‫ ئ\ىث ف د م على م ن ال بم ذ رلث‬،‫ول د ك‬

‫ الق ا ع ا مئ فيهب مئصتة الل ه فت شق ى‬،‫ف ئ غ دب م ا س ق ي ت بؤ‬


‫ إث ا ع ا مئ فيه بطاحمق الل ه ي‬:‫امح ن‬

‫ ز ال ت ويره عش‬،‫ وليس والل ه ؤا ج د منه م ا بأه ل أن سرد ل ة غلى ظهزك‬،‫ين ا ج م ع ت ثت‬

" ‫ ؤالق ال ؛‬،‫ ويئ ل ن ن بق ئ ب م روى ال ر‬،‫ن ى مته م نخنث الئؤ‬


‫ ازغ ل س ح‬،‫ي لف‬

Abdurrahmân b. Muhammed el-Muhâribî anlatıyor: Bana ulaşan habere


göre Ebu’d-Derdâ bir (din) kardeşine şöyle bir mektup yazdı:
“Derim ki! Dünya işleriyle ilişkimi kestim. Ancak, dünya malına senden
önce sahip olanlar vardı, senden sonra da olacaktır. Dünya malından sana
ait olan sadece kendin için kullandığındır. Bu sebeple kendini çocuklarına
tercih et. Çünkü sen, malı, seni günahtan kurtarmayacak birine bırakmış ve
seni hayırla yâd etmeyecek birisi için toplamış olacaksın. Sen ‫ لظل‬sebepten
Ebû’d-Derdâ 223

biri için çalışıyorsun. Ya Allah’a itaat yolunda harcayacak biri için ki bu da


senin sıkıntı içinde biriktirdiğin bu malla rahatlık içinde yaşayacaktır ya da
topladığın malla Allah’a isyan edecek biri için. Bu kişiye topladığın mal
sebebiyle sen hesap sıkıntısı çekeceksin. Vallahi bu iki kişiden hiç biri
kendisi için sırtım terletmeye ve onu kendine tercih etmeye değmez.
Evlatlarından ölenler için Allah’ın rahmetini dile. Hayatta kalanlar için de
Allah’ın Rezzak olduğuna güven. Selamlar,”

‫ثن‬ ‫بن أ ح م د‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫ح د قا‬ ،‫م ا ل ك‬ ‫بن‬ ‫ج عف ر‬ ‫بن‬ ‫أ ح م د‬ ‫حدثغا‬ ] ٢ ١ ٦ ٨ [ " ) ٧ ٣ ٩ (

‫عتد‬ ‫حدبغى‬ 4‫عمرو‬ ‫بن‬ ‫م< م وان‬ ‫خا؛ثغا‬ ،‫ش ئ ب م‬ ‫بن‬ ^ ^ ١ ‫خا؛ثنا‬ ،‫أيي‬ ‫حدبتي‬ ، ‫م‬ ‫ح‬

‫عن‬ ‫ عن غص ئن‬،‫ الئ؛ذ و ح ك ور‬:،3‫ ئ‬،‫ عن أمح ه‬،‫ا و ن ن بن جسر بن ص‬

]\ ‫ ا ا‬/ / ‫ت ا‬ ، ‫م‬ ‫إ ر‬ ‫ب ن هم‬


‫م‬ ‫و ق ى‬ ‫ب ن أمحا‬
‫ج‬ ‫فرق‬ ‫ئ ه ر م ن‬ ‫ي‬
‫ف‬ ‫ثقا‬ ‫ ها د ت‬،‫نقم‬ ‫بن‬ ‫م‬ ‫ب‬

‫ نا ثئكيا ق في يؤم أعز الله‬،‫ يا أبا اال ؛نائؤ‬:‫ ق ك‬،‫ورأيت أبا ا لأزذاؤ جالئ ا و ح ده يئكي‬

،‫ " وبملثيا م حن؛ ن ا أئؤن اخل لي غد اش إذا ئز و ي ا وة‬:‫محي ا إل س الم زأ ه ؟ قات‬


" ‫ه أ ل ي م ' م مئ و ي أ م ' ق م حاروا ؛ ر ظ ر ى‬ ‫ي هي أ ئ ظ<ة‬
Cübeyr b. Nüfeyr der ‫نكل‬: Kıbrıs fethedildiğinde, halkı dağıtıldı, insanlar
bir biri için ağlamaya başladılar. Ebu'd-Derdâ'mn da bir kenarda oturup
ağladığım gördüm. Ona “Ey Ebu'd-Derdâ! Allah'ın İslam'ı ve Müslümanları
:şereflendirdiği böyle bir günde neden ağlıyorsun?” deyince şöyle cevap verdi
Yazıklar olsun sana ey Cübeyr! Halkın Allah katında değersiz olmalarının“
sebebi, O 'nun emrine uymamalarıdır. Bunlar kalabalık, güçlü ve zengin
insanlar iken, Allah'ın emrini terk ettiler ve bu hale düştüler.”

‫ أن‬،‫ عن أر اال؛زذاؤ‬،‫م‬
‫من بم ث ل ل مث ل ساعتي‬
‫عن إسث م ا عيد بن م حب‬
‫ب ن د ل مت ل‬
، ‫م‬
‫ حدت ا عئد الل ه بن أخن ت بن‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن جئمر بن ح م دا ن‬٢ ١٧/١ [ “) ٧٤ ٠(

‫ خا؛ثن ا ال ول ؛د بن‬،‫ ح دب ي أي‬، ‫م‬


‫ " من م‬:‫ ج ع د ثق و لأ‬،‫ نئ ا ا حتض ر‬،‫أثا ال درذاء‬
‫ح‬

‫يؤمنوا‬ ٢ ‫ك نا‬ ‫و أ بما ر ه م‬ ‫أفئذثه م‬ ‫ب‬ ‫ؤ و مث‬ :‫ب و ت‬


‫م‬ ‫فذ ا ؟ ث م‬ ‫م ص ج ع ي‬ ‫ش‬ ‫لم‬ ‫ثغنن‬ ‫م ن‬ ‫هذه؟‬
224 Ebû’d-Derdâ

Ümmü’d-Derdâ bildiriyor: Ebu’d-Derdâ’nın vefat anı yaklaştığı zaman


.şöyle demeye başladı: “Kim benim bu günüm gibi bir gün için amel eder
Kim benim bu saatim gibi bir saat için amel eder, kim benim bu yatağa
düştüğüm bir durum için amel yapar.” Ebu’d-Derdâ bunları söyledikten
sonra şu âyeti okurdu: “Onların kalplerin‫؛‬, gözlerini, ona ilk defa
inanmad]kları gibi ‫ ؟‬eviririz; onları taşkınlıkları i‫ ؟‬inde şaşkın şaşkın
bırakırız. ”‫آ‬

، ‫ حدثن ا عئد الل ه ب ن أ خن ن بن خ م‬، ‫ ا حدثن ا أبو بكر ب ن مال ك‬٢ ١٧/١ [ -) ٧ ٤١(

‫"ى ن‬،‫ أن أي الدر_داء‬،‫لئئ ا ن‬،‫ خ ا؛ثغ ا فن؛ ت بن ن‬،^ ^ ١0 ‫ مغ م ز بن ن إل ما‬1‫ حدلن‬، ‫ح د ق ي أيي‬

،‫ يرى نا ص د الغاص ز ال ثنى تا عنده‬، ‫ كآثه ن ي ون‬٥، ‫ ثاغر‬،‫ ويد ل ك ز جئا ع‬٠' :‫يقأول‬

٠' ‫ ويل ه م ن حنامسم ع ل ظ ز عذ ف شديد‬،‫ول ؤ يثن طي ع لنصل ال ق دبالنه ار‬

Ebu'd-Derdâ şöyle derdi: “Seı^et toplayanın vay haline! Ağzım deliler


gibi açmış, insanların elindekini görür, kendi elindekini görmez. Gücü yetse
geceyi gündüze katar. Karşılaşacağı zor bir hesaptan ve şiddetli bir azaptan
dolayı vay haline!”

‫ خ م حا إبرا م حم بن‬، ‫تن ا م حا س بن عبد ال ؤ ح ن ن‬° ‫ م اا \ ] ح دق ا هم د الر ح ن ن‬/ ‫)" [ا‬٧٤٢(


‫ أن‬،‫ عن شر ح بيل‬،‫ حدثن ا إن ن ا ي د بن عقا ش‬،‫ ^ ^؛ ن حا ر ج ة‬١ ‫ خئ'ثن ا‬، ‫إشت ا ق ال م ب غ‬

‫ مؤعقل ه‬،‫ أؤ رو ح وا ^ثا غ ا دون‬، ‫ اغدوا ي ناب ح ون‬٠' : ‫ ها د‬،‫ كا ن إذا نأى ياز؛‬،‫أبا الدزداع‬

‫ وت ش ا ال خز ال حل م ل ةاا‬،‫ يذ ه ب ا ال وأل ئ ا الو لأ‬، ‫ كث ىب ال م ؤ ت واع ظا‬،‫ ن ظل؛ شريع ه‬،‫بليثه‬

Şurahbîl bildiriyor: Ebu’d-Derdâ bir cenaze gördüğü zaman: “Gidiniz!


Biz de geliyoruz, ö lüm açık bir öğüt ve (bu öğüdü alanların) çabuk unutup
gaflete düştükleri bir şeydir. Gerçekte ibret olarak ölüm yeter, ilk önce iyiler
gider ve geride ağırbaşlılığı olmayanlar kalır.”

1 En'âm Sur. 110


Ebu’d-Derdâ 225

‫ خدتث ا ع ئ‬،‫ خدتث ا إئزا م أ ا ل خي‬،‫ ] ذ كا م ذ ال مبض ئ انثا س‬٢١٧/^[ -) ٧٤٣(

‫ح ثهن‬-‫ ب ال ث أ‬٠٠ :‫ت أمال أب و الدرداء‬3 ‫ ظ‬،‫ ص معاويه بن قؤه‬،‫ أخبزتا شئثة‬، ‫بن ال ج ن د‬

" ‫ زال ن ؤ ت‬،‫ وال ن ز ك ى‬،‫ويكرههن الثا من؛ الممر‬

Ebu’d-Derdâ der ‫لكل‬: “ü ç şeyi severim ama haik sevmez: Fakirlik, hastalık
ve ölüm .”

‫ خدتث ا ع ي إ‬،‫ خدقا إئزا م ز ا ل خي‬،‫ ] خدتثا ع ذ ال مب ن ائ م حا س‬٢ ١ ٧ ١ [ -) ٧٤٤(

‫ " أ ج ث‬:‫ قات‬،‫ عن أيي ا لأزذاؤ‬،‫ غ ذ ع مرو ئن مة؛ا عن س ي خ‬،‫ أ خ رئا شعثة‬، ‫بن ا ل ج ن د‬

" ‫ ئ'كفيرا لحعلس ي‬٧^ ^ ١ ‫ وأ ح ب‬، ‫ وأ ج ب ؛مح قن ئزاء؛ثئ ا ي ز م‬،‫ا إ؟ى ربي‬1‫انن ؤ ث ائسا‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Rabbime olan özlemim sebebiyle ölümü


seviyorum. Rabbime olan tevazuum sebebiyle de fakirliği seviyorum.
Günahlarıma kefaret olduğu için de hastalığı seviyorum.”

‫ حدثن ا أب و ال ن ي ع‬،‫ ] حدثت ا أييء حدثن ا ا؟تايلم بن م ح م د بن ا لخنن‬٢ ١٧/١ ‫ ل‬-) ٧٤٥(

‫ عن ت ج د بن‬،‫ غ ذ لحابي ين يزيد‬،‫ أ م حي ب ض بن أث و ي‬، ‫ حددنا ا ئ ذ زغ ب‬، ‫الر ف دي ق ي‬

‫ أ ال منث حثون؟ ث ج م ع ون ئ‬،‫ يا مع شز أه ل و ن ش ئ‬٠" : ‫ ”كا ن يم ولث‬،‫ أن أثا ال درداؤ‬، ‫أيي ب ال ل‬

‫ا م ن ي إلك م‬
‫د‬‫ث‬
*‫م‬ ‫ قد ء ذ‬، ‫ زثأطون ظ ال بئثئ ون‬، ‫ وسن ون ظ ال س تك ن ون‬، ‫ال ثأحلون‬

،‫ بأصت ح ج مغه م ب ونا‬،‫ وسنون محث وثم ون‬،‫ ] ي بلون‬٢ ١٨/١ ‫ زيأملون ل‬، ‫ي ي ن غ ون ثي وع ون‬

،£ ١٥^ ‫ ف ذ م غ اث قت ئ لأث ظ ص غذن ؛ ر غت ا ذ أئؤا ال‬،‫ ومح و ي كونا‬، ١^ ٤ ‫وأ طهز‬

‫ث م ن يشتري م ني بركه آ ل ء ؤ بدره م ي ن؟‬

Said b. Ebi Hilâl'in naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ şöyle derdi: “Ey Şam
halkı! Utanmıyor musunuz? Yiyemeyeceğiniz kadar mal topluyorsunuz.
Oturmayacağınız bina‫؛‬ar inşa ediyorsunuz. Kavuşamayacağınız hayaller
kuruyorsunuz. Sizden 'önce kavimler vardı; topluyor ve ne yaptıklarını
biliyorlardı, hayal kurup uzun yaşıyorlardı, ev yapıp sağlamlaştırıyorlardı.
Topladıkları işe yaramadı, hayalleri onları kandırdı, evleri de mezar oldu.
İşte Âd, Aden ile Ammân arasını servet ve evlatla doldurdu. Şimdi Âd'ın
mirasım kim benden iki dirheme satın alır?”
226 Ebû’d-Derdâ

،‫ حدثنا إبزا م م س مح ئ د بن ا لخض‬،‫ حدثنا أيي ر جم ة الثة‬t ٢ ١٨/ ١[ -) ٧٤٦(

‫ غذ غ ز و بن‬،‫ حدثن ا ي حثى بن آيوب‬، ‫ حدثن ا ائ ذ زغ ب‬،‫خشن ا أثو التمحع ا ل ر غدمحي‬


‫ ردوا‬،‫ يا مع ق ز أهل ا ألم وال‬٠٠ :‫ "كا ن يمولت‬،‫ أن أبا اال؛رثاع‬،‫ عن صفوان بن ع مرو‬،‫عثا ش‬

‫فف ا زنتفلز‬
‫ فيئ إ ال أن ئئفثزوا ي‬،‫يف ا شواء‬
‫غلى جلوت م م ن أموال ك م ث ل أن ثكون وإيا"ك م ف‬

‫يفف ا مع ك م‬

Safvân b. Amr bildiriyor: Ebu’d-Derdâ şöyle derdi: “Ey mal sahipleri!


Mal konusunda fakir ve zenginimizin de eşit olacağı gün gelmeden infakta
bulunarak derilerinizi (ateşten yana) serinletin. Zira o günde herhangi bir
tasarruf hakkınız olmadan mallarınıza öylece bakacaksınız. Biz de sizinle
birlikte o mallara öylece bakıp duracağız.”

‫ " نإدي أخا ف عق ك م فهزه حميه في نعم ة‬:‫ ] نقا د أبو الدرذاء‬٢١ ٨/١ [ -) ٧٤٧(

" ‫ زث حوع ون ث ن ال ي ن‬،‫ وذللث ج ئ ه غ و ن م ث ال ئا م‬،‫طهثة‬

Ebu'd-Derdâ diyor ki: “Ben sizin için, oyalayıcı bir nimetle ilgili gizli bir
arzudan endişe edivorum. Bu da yemekten dovun ilme ac olacakınız
zamandır.”

‫ اذه ب بما‬:‫ " إن حمتزت أ ال ذ ي م ولت ل صاحبه‬:‫ء قات أبو الدرداؤ‬٢ ١٨/١ ‫ ت‬-) ٧٤٨(

‫ اده ب بما ثآ ك د وئشزب ز ه ق د‬:‫ وإ(ة شزار"كم ال د ي يأم و ل ب ق ا مؤ‬،‫ت ع ج ق د أن ثئ و ث‬

" ‫أ ة ئئ و ث‬

Ebu’d-Derdâ der ki: En hayırlılarınız arkadaşına: “Haydi ölüm gelip


çatmadan önce oruç tutalım!” diyebilen kimselerdir. En kötüleriniz de
arkadaşına: “Haydi ölüm gelip çatmadan önce gidip yiyelim, içelim ve
eğlenelim” diyen kimselerdir.

‫ " ت ج ددون‬:‫ت أبو اال؛نثاؤ‬١٠٤‫ ؛‬،‫بون‬


‫ء ع ز محؤم وه م ج‬.‫ ] و م أبو الدرذا‬٢١ ٨/ ١[ -) ٧٤٩(

" ‫ل ث غ ر ظ أ ف‬1‫ ؤ ا ه غ‬، ‫ ز ه رين <اث ه ا‬،‫اال؛ي‬


Ebû’d-Derdâ 227

Ebu’d-Derdâ yapı inşa eden birileriyle karşılaşınca onlara şöyle dedi:


“Dünyayı yenilemek mi istiyorsunuz? Oysa Allah, onun harap olmasını
dilemiştir ve dilediği gibi de olacaktır!”

‫ حدثن ا هن ا د‬،‫ حدق ا أب و ي ح يى الرازي‬،‫ء حدثن ا أبو م ح م د بن حثا ن‬٢ ١٨/١ ‫ و‬-) ٧٥٠(

‫ "كا ن أب و ال درداؤ ثتتبغ‬:‫ ص ت ق خ و ب فات‬،‫ويد‬ ‫بن‬ ‫ ص أش ائق‬،‫ خ ا؛ثن ا وكيع‬، ^ ^ ١ ‫س‬

‫ أش أئئلف ا ال ول ون؟ ر‬٤^ ^ ^ ١ ‫ " يا حرث‬:‫وب و لأ‬


‫ائني ت م‬

Mekhûl der ki: Ebu’d-Derdâ harabe olan yerleri gezer ve oralarda şöyle
derdi: “Ey harabeler harabesi! ilk sahiplerin nerede?”

،‫ حدثن ا ع من بن حم ص ال شدوبمي‬،‫ ] حدت ا حبي ب بن ال خ ض‬٢١ ٨/١ [ -) ٧٥١(

‫ ا ئ ث ك ى‬،‫ أن أبا ال درداؤ‬4‫ حدق ا أثو ي ال ب حدثن ا معاويه بن مم‬،‫حدثن ا ع ا ص م بن عل ي‬

: ١^ ،" ‫ " أ ق م أ ش‬: ‫|ا د‬ ‫ ظ ت ئ ث ك ى ظ ي‬: ‫ ق ش‬،‫مح د خ د غ ي ي ى ;ة‬

>‫اثبي‬ ‫ئز‬ " : ‫ئ ت‬ ‫ي ي ؟‬ ‫ئ د غ و مم ق‬ ‫أثيب‬ :‫ق ش‬ ،” ‫اك؟ه‬ ‫أئثهى‬ " : ‫ئ ت‬ ‫؟‬ ‫ض‬ ‫ئ‬ ‫ث‬

"‫أقي م‬
.Ebû Hilâl'in naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ rahatsızlığından şikâyet etti
Arkadaşları yanına girip “Neden şikâyet ediyorsun?” dediler. “Günahlarımı
şikâyet ediyorum” dedi. “Canın ne istiyor?” dediklerinde “Canım cenneti
istiyor” dedi. “Sana tabib çağıralım mı?” dediklerinde ise “Beni yatağa
düşüren O 'dur” dedi,

‫حدثن ا أث و بك ر‬ ، ‫ حدثن ا م ح م د بن ب م‬، ‫ ] حدت ا عتد الل ه بن ن ح م د‬٢١ a / ١[ ")٧٠٢(

‫ عن أيي‬،‫ ضر ع ون بن عبد الل ه‬، ‫ حدق ا م ن م‬،‫ حدثن ا م ح م د بن يقم‬،‫ش أيي غثة‬

‫ إن محا ر ض ت‬،‫ وس ال يع د ا ل ص ر لموا حع ا ألمور ي عجز‬،‫ م ن يممم د يفقد‬٠٠ :‫ ^ ؛ ^ قات‬١

‫ب؛‬
‫ ص ج‬،< ‫مه‬ " ‫؛؛‬١١‫ قاد= ئ ظ م ح ق ؟ ؛‬،" ‫ي و م حب ل ء محمح ك‬ ،‫ م حف‬، ‫ه ث‬
" ‫عزض ك لثؤم ممر ك‬

Ebu'd-Derdâ der ki: “Arayan kaybeder, olayların zorluklarına sabır


hazırlamayan aciz kalır, insanlara borç verirsen sana borç verirler. Onları
bıraksan onlar seni bırakmaz.” Ravi Ebu'd-Derdâ'ya “Bana ne tavsiye
‫‪228‬‬ ‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬

‫‪edersin?” diye sorunca ona: “Zengin olduğun günlerde fakir olacağın gün‬‬
‫‪için borç ver” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٢ ١٨/١ [ -) ٧٥٣‬حدت ا م ح م د بن علي بن ل خيم‪ ،‬حدق ا إن ن ا ي د بن إشحاى‬

‫ش واج‪ ،‬خدثثا ذاؤذ ئ نقم‪ ،‬خدتثا ائزيذ‪ ،‬ص ت ج د تن مه د اشر‪،‬قات‪ :‬م د لأيي‬
‫ال‬

‫^ "‬ ‫ا لأنداء ‪ " :‬ا ذ غ ؛ ه قا ‪ ،‬قات‪ " ] ٢ ١ ٧ ١ [ :‬ال ا ش ق ا ل ء ا خه ‪ ،‬وأخ‪ 1‬ف ن ‪١‬‬

‫‪Saîd b. Abdilazîz’in naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ'ya “Bizim için Allah'a‬‬


‫‪dua et” dediklerinde: “iyi yüzemem ve boğulmaktan korkarım” dedi.‬‬

‫(‪ -) ٧٠ ٤‬ل ‪ ] ٢ ١٩/١‬حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن جعفر‪ ،‬حدثن ا ت خ ئ د بن عتد الئؤ بن‬

‫رنته‪ ،‬حدثن ا ق يا ن بن ثؤوخ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أبو ا ل أئ ه ب ‪ ،‬عن ا لخض; ه ا ‪ :3‬كا ن أب و الدرداؤ‪،‬‬

‫يأمول‪ " :‬إن مما أخشى عن ك م نله ا ل عال م ‪ ،‬و ح داأل مثافق بال ي ا ‪ ، 0‬وال م ا ‪ 0‬حى‪ ،‬وعلى‬

‫ضم ذ ك ه "‬ ‫ا م ي ق ‪ ،‬وس إل ث خ ذ عه م ذ‬ ‫^‬ ‫ا[يآن‬

‫‪Hasan (-1 Basrî)’nin naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ şöyle derdi: “Sizin için‬‬
‫‪korktuğum şeylerden biri; âlimin hata yapması ve münafığın Kur'ân'ı‬‬
‫‪tartışmasıdır. Kur'ân haktır, Kur'ân'ın yol feneri gibi feneri vardır.‬‬
‫”‪Dünyadan bigâne olmayana dünya yoktur.‬‬

‫ن شلت ما ن بن‬ ‫حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خا ق‪ ،‬خ ا؛ثن ا عتد ال ر‬ ‫(‪")٧٥٥‬‬

‫ا لآشغي‪ ،‬حدثن ا م ح م ود بن حال د ‪ ،‬حدثن ا ع مرو بن عتد الوا ج د‪ ،‬ض ا الةلزاء ئ ‪ ،‬عن‬

‫ش م ع ه ثقأو ل ‪” :‬ى ن أبو اال؛زذاؤ‪ ،‬بموت‪ " :‬الل ه ‪ -‬م ! ر أع ود بنق م ن مرقي‪٠٣^ ١‬‬
‫بن تع د ‪ ،‬أثق م‬

‫"‪ ،‬محد ‪ :‬زن ا ق ر ة ا ل ي ؟ قات‪ " :‬أذ قومئخ لي ي ء واد نن ا ل "‬


‫‪Bilâl b. Sa’d der ki: Ebu’d-Derdâ şöyle derdi: “Allahım! Kalbin‬‬
‫‪dağılmasından sana sığınırım!” Kendisine: “Kalbin dağılması da ne?” diye‬‬
‫‪sorulunca da: “Her bir vadide (bölgede) benim için mal konulmasıdır” dedi.‬‬

‫(‪ ")٧٥٦‬ل ‪ ] ٢ ١٩٨‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن علي بن غ ي م ‪ ،‬حدق ا إ ش ي ا ق سر ت ن ئ ه ‪ ،‬حدق ا‬

‫أبو هث ا م الرء اعيء حدثما عتد ا ل ر حم ن بن م هد ي‪ ،‬خ ا؛ثن ا معاويه بن <ممت اني ‪ ،‬غذ عئد‬
‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪229‬‬

‫ذ ‪/‬‬ ‫أبث‪ ،‬غ ذ أيي ا م ح ذا؛ قا د‪ " :‬إ ة ا إل ي ذ أ ل م ت م ن ط أ‬


‫ال مب ن ن م ل خم ثن م ‪ ،‬ص م‬

‫‪ ü‬تن خ ل أخدئء ش ق زئؤ ي ن خ ث "‬ ‫شب‬

‫‪: “Dilleri Allah’ı zikirle ıslanmış ©lanlar. Cennete‬نكل ‪Ebu’d-Derdâ der‬‬


‫”‪ireceklerdir .‬ك‪ 1‬س م كج‬

‫(‪ -) ٧٥٧‬و ‪ ٢ ١٩/١‬آ حدق ا أ خ ئ د س جعف ر بن ح ن دا ن‪ ،‬حدت ا عيد الثؤ بن أ ح م د بن‬

‫عئد ال‪ 5‬خن ن ى م هد ي‪ ،‬ص شئث ا ‪ C0‬صر م ح وي‪ ،‬غذ <ن ا إ م‬ ‫حس د ‪ ،‬ح دتني أيي‪،‬‬

‫شغز‪ ،‬د ا ‪ : 3‬قيد لأبى ‪ ; ^ ^ ١‬إ‪ 0‬أي ت ع د ب ن ت ت م أعثئ مال‪ 4‬م ءمر‪ ،‬م م ا د ‪ " :‬إ‪0‬‬
‫ب ن أيي م‬

‫ب ا ق م ح رو م ن ما ل ر ج ل ل كيت‪ ،‬الن ج ث أقأئلث‪ ،‬ب ما هؤ أ م ح ل م ن دللث‪ ،‬إين ا ن ملزوم‬

‫ز ال و د ‪ d JjU‬ز ث ض ئ ك ي ال ث ي §| "‬ ‫تال م‬

‫‪Sâlim b. Ebi’l-Ca’d der ki: Ebu’d-Derdâ’ya: “Ebû Sa’d b. Münebbih yüz‬‬


‫‪köleyi azat etti” denilince şöyle karşılık vermiştir: “Tek bir kişinin, malından‬‬
‫‪yüz köleyi azat etmesi ç©ktur! Ama* istersen sevap ©larak bundan daha‬‬
‫‪üstününü söyleyeyim. Gece gündüz imanına sahip çıkman ve dilinin her‬‬
‫”‪dem Allah’ı zikirle meşgul olması bundan daha üstündür .‬‬

‫(‪ [ “) ٧٥٨‬ا ‪ /‬ه ا \ ] حدثت ا أ خ ئ د س جعف ر بن ح م ذا ن‪ ،‬حدق ا عتد الل ه بن أ ح م د بن‬

‫ح م ‪ ،‬ح دثني أيي‪ ،‬حدت ا عئد ال ؤ ح م ن ن م هد ي‪ ،‬حدق ا ق غ ة ‪ ،‬عن ع مزان المصير‪،‬‬

‫محا د ‪ :‬ش م ع ت أبا وجاء‪ ،‬يقولث‪ :‬أمحال أب و الدرداء‪ ٠٠ :‬لأن أكتر الثة ماقه مة أ ح ب ا ئ م ن أن‬

‫أثص د قب م‪ 1‬إل د؛ث ار "‬

‫‪Yine şöyle demiştir: “Yüze defa tekbir getirmem, benim için yüz dinar‬‬
‫”‪infak etmemden daha iyidir.‬‬

‫(‪ ] ٢ ١٩٨ [ “) ٧٥٩‬حدثن ا ع د الل ه بن م ح م د‪ C‬حدثن ا ب غ د بن أيي شهل‪ ،‬حدثن ا‬

‫عند الل ه ن م ح ئ د ال مس ي ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أب و أ سام ة‪ ،‬عن عتد ا ل ح م ي د بن جثثي‪ ،‬ح د ث ي صالح‬

‫س م ع ت ‪1‬ب ا اال؛زذن‪ ،‬بموت‪ " :‬أ ال‬ ‫ري ب ‪ ،‬عن ”كثير ثن مؤه ‪، ^ ^ ^ ١‬‬ ‫بن أيى‬

‫ء ش أن ت موا‬ ‫س في ثزخ ا " خإ‪،‬‬ ‫ز ض ؛ ر ت ي ك ئ ز ‪ ،‬وا‬ ‫يم‬


‫أم ي بمإ م‬
230 Ebû’d-Derdâ

‫ وظ‬:‫حض م ن إع طاء ا ل أ ن ا م والدئا ير؟ " قالوا‬ ‫غدؤ م ن ضر وا رقاجب م زبضربوا‬


٠' ‫ه محث‬ ‫ش ؤؤ و‬ ‫ " ذ م‬:3‫غزي أي اال؛نذاع؟ ءا‬
Kesîr b. Murre el-Hadramî bildiriyor: Ebu’d-Derdâ’nın şöyle dediğini
işittim: “Size en hayırlı amelin hangisi olduğunu söyleyeyim mi? Allah’ın en
çok sevdiği, Allah katında derecenizi en çok yükseltecek olan, düşmanınız
üzerine saldırıya geçip onların boyunlarım vurmanızdan veya onların sizin
boyunlarınızı vurmasından, dinar veya dirhemleri infak etmenizden daha
hayırlı olanını bildireyim mi?” Kendisine: “Ey Ebu’d-Derdâ! Hangi, amel?”
diye sorduklarında: “Allah’ı zikretmektir. Allah’ı zikretmek, hepsinden daha
değerlidir” karşılığını verdi.

‫تن أخن ت تن‬° ‫ ] خد ك عتد ال م‬٢٢ ‫ م‬/‫ ل ا‬، ‫ ا \ ] خدبن ا أبو ث م ئ نال ك‬، ‫ ا‬/ ‫ [ ا‬-) ٧٦٠(

‫ عن‬،‫ حدثن ا بزج س م حاقه‬،‫ حدثن ا أبو مه د الل ه م ح م د ن ت ا ل م ال ط ا ي ئ ش كتابه‬، ‫ح م‬

‫ من‬. ‫ " ظ في ؛ننؤبي بضعه أ ح ب إ؟ى \ش‬:‫ا‬3‫ دا‬،‫ء‬.‫ عن أيي الدردا‬، ‫عة‬-‫أ م د بن ؤذا‬

"‫ ش لش انه بؤ يد خلم ه الثاز‬. ‫ زن ا في ا لك افر بض ع ه أبغقس إلى الل ه‬، ‫لت ايه به يد خل ة ا ل حته‬

Ebu’d-Derdâ der ‫لظ‬: “Müminde, Allah için dilinden daha sevimli bir
,organ yoktur. Zira mümini dili dolayısıyla Cennetine sokar. Kâfirde de
Allah için dilinden daha sevimsiz bir organ yoktur. Zira dili dolayısıyla kâfiri
Cehenneme sokar.”

‫ حدت ا‬:‫ قالوا‬،‫ في ج ماعة‬،‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‬٢٢ ‫ م‬/‫)" ل ا‬٧٦١(

‫ حدثت ا ن ابلق بن مغ و ل; أناة عن عثد ا ل م ل ك‬،‫ حدثن ا إن ن ا ه د بن ع م رو‬،‫ث ح ئ د س نصثر‬

" ‫ ؤقد خ ت ذ ة‬،‫ " ت ذ م ح ز ذ م ش ن ج ق و وغث‬:‫ أثو ال ي د اء‬3 ‫ قا‬: ‫ ق ات‬، ‫ثن غن م‬

Ebu’d-Derdâ der ‫لكل‬: “ölüm ü çokça hatırlayanın sevinci ve kıskançlığı


a7.a1ır.”

، ‫ ] حدثن ا عئد الؤ ح م ن بن ا لعث ا سء حدثن ا إئزام إ بن إ ش حا ى ا ل مب ي‬٢ ٢ ٠ ٨ [ -) ٧٦٢ (

‫ عن أيي‬،‫يلم ا مح ب ي‬£‫ عن إئنا‬،‫ عن اتحؤام‬،‫ حدثن ا ابن خراش‬،‫حدثن ا عبد الل ه بن ع م ر‬

" ‫ و إل خ ت د ة‬، ‫ س أ كمح ذ م ش ن ج ئ ث ف بم ة‬, ‫ا لأنائء ق ادت م‬


‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪231‬‬

‫‪Ebu’d-Derdâ der ki: “ölüm ü çokça hatırlayanın sevinci‬‬ ‫‪ve‬‬ ‫‪kıskançlığı‬‬


‫”‪azalır.‬‬

‫( ‪ -) ٧٦٣‬ل ا‪ /‬م ‪ ] ٢٢‬ح دق ا عئد الر ح م ن شر ال م ا س‪ ،‬حدق ا إبراهي م ال مي ي ‪ ،‬حدثن ا عئد‬

‫س ال تق م حي ‪ ، ^ ١‬أن أ‪:‬ا‬ ‫م تق غنن أبو أ ظ ت ه ‪ ،‬ص هم د و خن ي ثن ثريد‪ ،‬خ د ش‬

‫^ بوقي ت غ ا لرأتا(ي‪ ،‬ز ال م ش ي م ع ا لآئراو "‬ ‫ا لأزذاؤ‪ ١٤٠ ،‬ن بموت‪١ " :‬‬

‫‪:öyle derdi‬؟ ‪ismâîl b. Ubeydillah'ın naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ‬‬


‫”‪Allahım! Ruhumu iyilerle birlikte al, kötülerin yanında bırakma“.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٢ ٠ ٨ [ “) ٧٦٤‬حدق ا ‪ ^ ١^ ١‬س ع د الل ه‪ ،‬حدثت ا م ح م ذ بن إن ح ا ى‪ ،‬حدق ا‬

‫قس ه بن ت ع د ‪ ،‬حدثن ا ال ثزغ بن محال ه‪ C‬عن ق ن ا ن بن غا م ‪ ،‬عن أبي ال درداؤ أثت ”كا ن‬

‫ال يلقيب عمل ض‪ ،‬أن ش بؤ وج د ض "‬ ‫بمو ة‪ " :‬ا محم‬


‫‪!Lokmân b. Âmir'in naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ şöyle derdi: “Allahım‬‬
‫”‪a kötü bir adam olarak hatırlanırım .‬؟‪Beni kötü bir fiille imtihan etme, son‬‬

‫(‪ “) ٧٦٠‬ل ا‪ /‬م ‪ ] ٢٢‬خ ا؛ثن ا عئد اللي بن م ح م د ‪ ،‬حدثت ا م ح م د بن ب م ‪ ،‬حدثت ا أبو ه غ‬

‫أة‬ ‫م بن م ح ئ د ‪،‬‬ ‫بن أيي م حث‪ ،‬خ م حا يزيد بن ه ارون‪ ،‬م حزال ي ح ق بن م ع يد‪ ،‬غذ أيي‬
‫م ها‬ ‫امن‬
‫يؤم ن ي الث‬ ‫لم‬ ‫ت‬ ‫ح‬ ‫ءأ صت‬ ‫ب ت أتل ه‬ ‫نا‬ ‫"‬ ‫أم و ل ‪:‬‬
‫ي‬ ‫ا ن‬
‫ك‬ ‫لأزذاؤ‪،‬‬ ‫أن أبا ا‬ ‫أ خ ره ‪،‬‬ ‫عون‪،‬‬ ‫أبا‬

‫‪٠‬‬
‫مه ن عمة ‪٠‬‬ ‫ر‬ ‫ص الثؤ مما‬ ‫عل ي‬ ‫أن‬ ‫نأيت‬ ‫ب د ا ه ة إلا‬

‫‪: “Gece yatıp, insanlar tarafından bir musibete‬لكل ‪Ebu’d-Derdâ der‬‬


‫‪uğramadan uyandığım her gece kendimi Allah tarafından bir nimetle‬‬
‫”‪niyetlendirilmiş sayarım.‬‬

‫(‪ ")٧٦٦‬ل ا‪ /‬م ‪ ] ٢٢‬خ ا؛ثن ا أ ح م ذ س جئف ر بن ح م دا ن ‪ ،‬حدت ا عتد ال ر ين أ ح م د بن‬

‫ج ئ أثا‬
‫ت‬ ‫م‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫ح م ‪ ،‬ح د ي أ ي‪ ،‬حدقا ي حش بنش جي‪ ،‬غذ عتد ال مب يرن ي‬
‫ي حيى ن ش جي‪ ،‬غن ح الب بن الث ا ب ي‪،‬ء ر ا لغ ائ ب بن ح الب‪،‬‬ ‫بكر بن م ح م د ‪،‬‬

‫قات‪ :‬قات أبو ال ي ائ ؛ ‪ " :‬ن ا ي ئ و ه ت ي ن ئ نج ه ا إل أزم' نجي ا بد سذ‪ ،‬ز ال أ ت ي غ ق ثنت ا‬

‫أزم فيه بداهة ل‪ ] ٢٢ ١/ ١‬إ ال ع و مت ع ا مه ة ع ظ ين ه "‬ ‫إل‬ ‫شل ن ث م ه‬


232 Ebû’d-Derdâ

Ebu'd-Derdâ der ‫لكل‬: “Sabahına sağ salim kavuştuğum her gece bir
musibete uğradım. Aynı şekilde akşamına sağ salim kavuştuğum her gün bir
musibete maruz kaldım. Ama her birinden muazzam bir şekilde
kurtuldum.”

‫ حدث ا‬،‫ حدبن ا م ح م د بن أ ي منه ل‬، ‫ ] حدثت ا عئد الثؤ بن م ح م د‬٢٢ ‫ ا‬/ ‫ ل ا‬-) ٧٦٧(

‫ ص ق ا م ئن أيي‬،‫ ص م ح ش‬، ‫ك م‬ ‫ خدثث ا مح خ ث د ن ذ‬، ‫ط الثؤ ئ ت خ م ا ن ه مئ‬

‫ ؤتضيعون‬،‫ ن ا لي أزا م ث جر صون عأى ن ا بك م د محي به‬٠٠ :‫ عن أيي الدرداؤ محات‬، ‫ا ل ج ع د‬

، ‫ ئ ائذيق ال ئآثوذ ال غ الة إ ال ذ و‬، ‫ص ل أت ه م‬ ‫يذ‬ ‫م‬ ‫ز ه يي؟ الثا أ‬ ‫تا‬

’’ ‫ ز ال يئ س م حرروه م‬،‫ ذ إ ال هجرا‬١^ ١ ‫ز ال ين م ع ون‬

Ebu'd-Derdâ der ki: “Bana ne oluyor da; size verileceği kesin olan şeylere
‫ءلل ا‬$ gösterdiğinizi, size emanet edilen görevleri kaybettiğinizi görüyorum?
Ben sizin kötülerinizi, baytarın attan anladığından daha fazla tanıyorum.
Onlar namaza en son gelenler, Kur'ân'ı yarım yamalak dinleyenler ve hür
olması gereken kölelerini azad etmeyenlerdir.”

‫ حدثن ا‬،‫ حدت ا أ ح م د بن م ح م د بن ا لخثن‬،‫ ] حدثت ا أبى ر ح م ة اللت‬٢٢١/^[ -) ٧٦٨(

" :‫الدرداؤ ئ ت‬: ‫ ص أيي‬،‫ عن ل م ما ن ين غ ابي‬، ‫ حدثن ا هزج س ه صال ه‬،‫ال ثب خ بن سل ب‬

٠٠ ‫م والثا م د قا م‬ ‫ألل‬ ‫س ريا ن‬ ‫ قإ ب ه م ا‬، ‫ا ل س م‬ ‫ز ذ ع ؤ ة ا ل ت ف ئل وم و د ع ؤ ه‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Mazlumun ve yetimin bedduasından sakının! Zira


onların duaları gece herkes uykudayken gökyüzüne doğru süzülür.”

، ‫ حدبن ا عتد الل ه ن أ خ ن ذ بن ح م‬، ‫ ] حدثنا أي و بكر ين مال ك‬٢٢ ١/ ١‫ ز‬-) ٧٦٩(

‫ " إ ة أبممحن الغ اص‬: ‫ء‬.‫نائ‬.‫ قا د ؛ قات أثو للئ‬،‫ عن أيي زام‬،‫ عن من ص ور‬،‫ح د ب ي أبو ج رم‬

"٠ ‫م‬ ١١‫ ي م ح ق غ ئ ؛‬١١^ ^ ١ ‫ولق أ ذ‬

Ebu’d-Derdâ der ‫كل‬: “En fazla, bana ‫ ل§ ممكل‬Allah’tan yardım dileyecek olan
kişiye zulmetmekten nefret ederim .”

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثت ا م ح م د ين إ ن خ ا ق‬،‫ ] حدثن ا |بزا مأإ بن هم د الل ه‬٢٢ ١/١ [ -) ٧٧٠(

‫ عن‬،‫ عن امحجب م بن ل حابي‬،‫ عن م حي ال م بن ز حر‬،‫دن م ح ر‬° ‫ حدثن ا ب م‬،‫قيئ بن س ع يد‬


Ebû’d-Derdâ 233

‫ ص غ ت أب ا‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ووزاءة غ ال ؛ ه‬،‫وئ ب ئ أئزثه زا ي‬ ‫يا‬ :‫ قات‬، ‫ن م ثن غ ا م‬

‫ض ه ' م‬ ‫ه‬ ‫^ ئ أ'ش ق ش م‬١^ ‫ أ ل ط‬3 ‫ " ال وا‬:-‫' بجود‬، ‫ا'لثنئ'او‬


‫به‬

Süleym b. Âmir diyor ki: Kureyb b. Ebrehe ile karşılaşmıştık. Bir hayvana
binmişti arkasında da (yürüyen) bir kölesi vardı, şöyle dedi: Ebu'd-
Derdâ'nın: “Kul, arkasında biri yürüdükçe Allah'tan uzaklaşmaya devam
eder” dediğini işittim.

،‫أخنت بن حنت ل‬ ‫بن‬ ‫ حدق ا عثد الل ه‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬٢٢ ١/١ [ -) ٧٧١(

‫ كا'ن |ذا ت م غ‬،‫ أن \ل\ اال ؛نثاؤ‬،‫م جج\ن‬ ‫ عن‬، ‫لؤلم د بن ن ئ ب م‬-‫ ح د ظ ■ا‬،‫ح دبئ ي أيي‬

‫ وثند ى هلوبه م‬،‫ بأبي النؤا حون على أنمس ه م مح ت د يؤم ا لمن ا م ة‬: ‫ا ل مته ج دي نبالع نا ن ثئ و د‬

‫ص‬، ‫تن م‬:‫ غن ا‬،‫ غن اثؤيي‬،‫ح قأ ئ غايجث‬


‫ ءاة ان‬،" H ‫ اللي‬/ ‫ أزل ذ‬،‫ذ م التي‬
‫ بغلة‬،‫ غذ أ ي؛ا ل أوا و‬،‫ئاؤ ب ن وق‬

ibn Câbir'in naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ ne zaman gece Kur'ân


okuyanları görse şöyle derdi: “Yemin ederim ki (bunlar) kıyamet kopmadan
kendileri için ağıt yakanlardır. Allah'ın adını zikretmekten veya zikretmek
için kalpleri gözyaşı döker.”
Heysem b. Hârice de Atâ b. Murre tarikiyle Ebu'd'Derdâ'dan benzer bir
hadisi nakleder.

‫ حدت ا أبو بكر‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن ي م‬، ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫ء حدثن ا عثد الله‬٢٢ ١/ ١[ “) ٧٧٢(

‫ عن‬، ‫ ا ك ك أ؛ ين م ح م‬:‫ يما د له‬،‫ حدت ا في خ مغآ‬،‫ حدت ا م ح م د س يشي‬،‫بن أيي فتته‬

‫بما ت‬ ‫ه وت إلضؤا‬ ‫م‬ ‫ " ا م ث وا إ ن ي دغ‬:‫ال د رذاؤ‬1 ‫ قات أثو‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫زند تن أ‬

‫ ن تلوا الل ه أن‬،‫ أظن ل ك ئث خ ا ج ;م ن رحمته يصمب بها م ن يساء م ن عتا ده‬،‫ر حم ة الثؤ‬

‫ء‬ " ‫بي ن زؤع ا ي ف م‬0 ‫يشتر عورايفم‬


Ebu'd-Derdâ der ki: “Hayatınız boyunca hayrı arayın. Allah'ın rahmet
esintilerine marıi7. kalın. Allah'ın rahmet esintileri vardır; kullarından kimi
dilerse ona isabet ettirir. Allah'tan ayıplarınızı örtmesini ve korkularınız
güvenceye almaşım dileyin.”
234 Ebû’d-Derdâ

‫حدثنا أ حم د بن‬- ،‫ ^ بن م حم د بن ا لخض‬£ ١^ ‫ حدتما‬،‫ ] حدثتا أ ي‬٢٢ ‫ ا‬/ ‫)" ل ا‬٧٧٣(

‫ ص مه د‬،‫ أ ة أباه ح دبه‬، ، ^ ^ ١‫ ] ع م و بن‬٢٢٢/١‫ أمحتيي ل‬، ‫ حدثت ا ابن وئ ب‬،‫تع يد‬

f ü ‫ عثنتي ك ب ن أ يمم ثن ي ؛ش‬: ^ ^ ١ ‫ لأيي‬3 ^ ‫جال‬-‫ أ ة ر‬،‫ح ن ن بن ي م بن نفم‬-‫الؤ‬

، ٠٠ ‫لجا ث ض د‬-‫ اتي‬Ü ‫ ص غ م د ب أل كا ن ثوائة‬، ‫بث ا‬


‫م‬ ‫ز م وث الى زأ بما‬ " :‫قات‬

‫ه وشد ه ء‬ ‫؛ ال‬ ‫دخل تثث‬- ‫ ز ال‬،‫ف إ ال ق‬ ‫ز ال‬ ،‫ق‬ ‫الت م حل ؛ ال‬ " :‫ق ات‬
‫ترءلجق بمب جب أ | ا‬

Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr bildiriyor: Adamın biri Ebu’d-


Derdâ’ya: “Bana bir söz öğret, belki Allah onunla bana fayda verir!” deyince,
Ebu’d-Derdâ ‫؟‬öyle karşılık verdi: “Ben sana iki, üç, dört hatta beş tane söz
öğreteyim ki bunları ifa eden kişiye Allah’ın mükâfatı yüksek dereceler
olacaktır: Sadece helal olan şeylerden ye. Sadece helal olan kazanca yönel.
Evine sadece helal olan şeyleri sok. Allah’tan sana günübirlik rızık
göndermesini dile.

‫ ثمكأئ ك ئد ئ ج ئ ث‬، ^١^ ٤^ ‫لد ق ظف ص‬،‫ أتي ح ت ظع‬١^ " [ yyy/ M -(٧٧٤)

“Sabahı bulduğun zaman kendini ölülerden biri olarak, sanki onların


içindeymişsin gibi say.”

‫ ئدعة ش‬،IjüuU ‫ص ت ي ث أؤ ئثنئ ف أؤ‬ Üt ‫ه‬ ‫ ] " زف ت عز< صاث‬٢ ٢ ٢ ٨ [ -) ٧٧٥(

' ' ‫م ام ح ه‬ ، ‫ أ ت أ ث‬١^ .

“Onurunun muhafazasını Allah’a bırak. Sana dil uzatanı, sana söveni,


seninle kavga edeni Allah’a havale et. Bir kötülük yaptığın zaman da
Allah’tan mağfiret dile!”

‫ ^ بن م ح م د بن‬١^ ١ ‫ حدثت ا‬، ‫الثؤ بن م ح م د بن جعف ر‬ ‫عبد‬ ‫ 'ا ؟ \ ] حدثت ا‬/ ‫ [ا‬-) ٧٧٦(

‫ ه ات‬:‫ مالأ‬،‫ غذ حل ف ئن ح ؤ ش ب‬،‫ حدت ا نقثا ن‬،‫ حدق ا عئذ ا ل جبا ر بن اتحالؤ‬،‫تني‬،‫ائخ‬

"‫ه ي‬ ‫هم ظ‬ ‫ وإنه‬،£‫ ق ض م ؤيوو أما‬٩ " : ‫اع‬3‫أبو ال ي‬


Ebû’d-Derdâ 235

Ebu’d-Derdâ der ki: “Biz bazı topluluklara karşı güler yüz gösteririz, ama
kalbimiz onlara lanet okur.”

‫ حدثن ا أ خ ن د بن‬،‫ حدثنا إبزاهيأ بن م ح م د بن ا ل ح ش‬،‫ ] حدبنا ش‬٢٢٢/١ ‫)" ل‬٧٧٧(

‫ غذ لحابي بن حدنر‬،‫م ق س واده‬ ‫ غذ‬،‫ أ حبزتي ابن لهيع ة‬، ‫ ح دقا ائذ وه ب‬،‫تع يد‬
‫ وعليه ك ت اء صو ف‬،‫ أثق ن ح د عل ى أ ي ا لأرذاع وث حثه فناس ص جل د أؤ صو ي‬،‫ا لأئ ل م ي‬

‫ ل ؤ شئ ت 'كشتت ينافلق بورق وكش اء مرعزي‬: ‫ ق ا د‬،‫ؤسس ه صو ف وهو و جع زقت ر ق‬

" ‫ ثإة ق لهق إ م ح ا وله ا مم ت د‬، ‫ " إة ث ا ذا ال‬:‫ قات‬،‫هث ا م م ث بؤ أ محث ا لجنؤ ب ذ‬
Hâlid b. Hudeyr el-Eslemi bildiriyor: Ebu’d-Derdâ’nın yanına
girdiğimde altında deri veya yünden bir minder, üzerinde yine yün ipliklerle
dikilmiş yünden bir giysi vardı. Rahatsızdı ve terliyordu. Ona: “Eğer istersen
minderine gümüş işlemeli bir örtü geçirip, giyecek olarak da müminlerin
emirinin kullandığı o yumuşacık giysilerden getireyim” dediğimde: “Bizim
gideceğimiz başka bir mekân (âhiret), bulunuyor. Oraya doğru gidiyor ve
orası için çalışıyoruz” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا ي حش‬، ‫ حدثن ا أبو ئع ن ب الجرايى‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن مئ مر‬٢٢٢٨ [ ")٧٧٨(

‫ ص حاال لأبى ال دزذاء ثصث م وة‬1 ‫ أن‬،‫ عن ح ث ن ثن ععلثه‬، ‫ خ ا؛ثن ا ا الور_اع ئ‬،‫ثن عثد الثؤ‬

١‫ ئ ه أصث ح •^؛‬،‫ى ئؤ‬ ‫ ت غشث؛ إبه‬1‫ ومنه م سب‬،‫ غلى بتذة‬oU ‫ س هز م ن‬،‫محث مهب‬

" ‫ ر جع‬1‫ ؤإقه‬، ‫' إن لغ ا دارا لف ا ث ج ن غ‬٠ :‫ ممات‬،‫علته م ئعزمحت ذللث م نهم‬

Hassân b. Atiyye bildiriyor: Ebu'd-Derdâ'nın bazı dostları kendisine


misafir oldular, o
da onları ağırladı. Kimi geceyi bir döşeğin üzerinde, kimi
günlük elbiseleriyle geceyi geçirdi. Sabah olup da onları böyle görünce:
“Bizim bir evimiz var, onun için çalışırız, oraya döneceğiz” dedi.

‫ خ ا؛ثن ا م ح م د‬، ‫ حدثما أخ ط س م ن عود‬، ‫ ] حدت ا ن ش ا ن مر أ خ ن ذ‬٢٢٢/‫ [ ؟‬-) ٧٧٩(

‫بثزب ا ن‬
‫ " أ ج‬:‫ل أ م ؤتئ ئ‬ ‫ فات أبو ا لأزذاء‬:‫ قات‬،‫ غذ خث ا ن‬،‫ خدثث ا ا لآزراعغ‬، ‫ئ م‬

‫ ظبالت م ح امب ز ; ش م ن‬،‫م‬ ‫ ال يذ و ال ق محا د ي • ا د‬، ‫ؤ غ اث ا سائ ا‬ ‫ف ه ز ص خم‬

‫ لخذو؛‬،‫نؤ ج ذوة‬ ‫ زلب | ك ط‬، ١‫وئ‬١‫ و م الزئ‬1‫ب ث وئ ذ ؟ ئؤ ئء ظن‬


‫ؤي ه اوتمو ال م‬
Ebû’d-Derdâ 236

‫ت اعها هؤاه ا وتزمحه ا‬


‫ه أثأ إ البا‬ U‫ ءؤالذي غيي يرم‬،‫ائؤي محزبالذي ظوفز‬
" 1‫أ ششه‬

Hassan bildiriyor: Ebu’d-Derdâ Şam halkına şöyle dedi: “Her sene


buğday ekmeği yemeye alıştınız da meclislerinizde Allah adı zikredilmez mi
oldu? Nede^ âlimleriniz gidiyor da cahilleriniz bir şey öğrenmiyor? Eğer
âlimleriniz isteseydi sayılarını arttırırlardı. Cahilleriniz arasaydı ilmi
bulurlardı. Siz üzerinize düşeni alın ve vazifenizi yapın. Canım elinde olana
yemin ederim ki! Helak olan her ümmet hevâsına tabi olması ve kendilerine
temize çıkarmaları sebebiyle helak oldular.”

‫ حدث ا ع ئ‬،‫ خ ص أث و بكر بن أبى ذاؤذ‬،‫بدار‬


‫ ا خ ا؛ثن ا أ خ ئ د بن م‬٢٢٢/١ [ -) ٧٨٠(

،‫ص ح ث ا ن ب ن عمل يه‬ ،‫ حدبن ا ا ال وزا ع ي‬، ‫ ] عيس ى ب ن يون س‬٢ ٢٣/١ [ ‫ حدثنا‬،‫بن ح ش ر م‬

" ‫ ^ أعزى بجم‬١^ ، ‫ " زوقومب ظ ش م‬:‫ قات‬، ‫ي ال قت زؤة و‬3 ‫ أ ي م مح وال ي ائ ه‬:‫؛ات‬

Hassân b. Atiyye bildiriyor: Ebu’d-Derdâ, oğlunu evlendiren birini


görünce ona: “Onları dilediğiniz kişilerle evlendirin; zira böylesi, onlar için
daha cezb edici ve daha uygundur” dedi.

‫ م ح م ود‬1‫حدق‬- ،‫ خ ا؛ثن ا أبو بكر ين أبي ذ وذ‬،^١‫<ددت ا أ خ ن د بن ^؛‬- ] ٢٢٣/١ [ -) ٧٨١(

،‫ من م غ ت حث ا ن بن ععلثه‬:‫ ثا ن‬، ‫ عن ا لأؤزاع ئ‬،‫ حدثن ا ع م بن عثد النا ج ز‬، ‫بن حال د‬

ajjUj» ‫ ق وهد |ل ى‬،‫ غ ي‬. ^ ١ ‫ ت س م م ك‬:،3 ‫ مما‬،‫ت ا م‬-‫ ق ك ى زيت رر أيي ال؛رائع أ‬:‫ثق وب‬

‫ نفذ‬،‫خيل ق‬-‫ ^ قد ثص زك عأى أ‬١‫ هن غبن ث أن‬٠٠ :^ ^ ^ ١‫؛ ثة أبو‬3‫ صا‬،‫بمال‬.‫جازهب ماءتة ت‬-‫دأ‬

" ‫ وول د ل ه ع ال م‬،‫غش مغ ارته فأ جازه ب مائة دين ار‬

Hassân b. Atiyye bildiriyor: Adamın biri kardeşini Ebu’d-Derdâ’ya


şikâyet edince, Ebu’d-Derdâ ona: “Allah ona karşı sana yardım edecektir”
karşılığım verdi. Sonrasında bu adamın kardeşi heyet içinde Muâviye’ye
gidince Muâviye ona ödül olarak yüz dinar verdi. Bunun üzerine Ebu’d-
Derdâ ona şöyle dedi: “Allah’ın, kardeşine karşı sana yardım ettiğini şimdi
anladm mı? Zira Muâviye’ye gitmesiyle birlikte Muâviye ona ödül olarak
yüz dinar verdi ve bir de erkek çocuğu dünyaya geldi.”
‫‪Ebû’d-Derdâ‬‬ ‫‪237‬‬

‫(‪ -) ٧٨٢‬ت ‪٢٢٣/١‬ء خ ا؛ثن ا أب و م ح م د بن حيا ‪ ، 0‬حدبن ا غل ي بن إ ن خا ق ‪ ،‬حدق ا‬

‫حس ي ن ‪ ، ^ ^ ١‬حدثن ا ابن أل نثا ز ك‪ ،‬أ ح رثا ز ي د ‪ ،‬م ث ا الن صا ر‪ ،‬صر يون س بن ت ن ف ‪،‬‬

‫م‬ ‫م ال؛اس عئد‬ ‫طءثثا أبو ي ه الث؛وإ إ‪ ،‬ئ ‪ :3‬ث م ن ت أي ا لأنثاؤ ف وت‪ " :‬؛ن ص‬

‫ء ئ رل ة يزم ا ل م ا ئ ة غ ا بما ال ت ك ئ م ل م و "‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Kıyamet gününde, Allah katında en kötü seviyede‬‬


‫”‪olan insan; ilminden faydalanmayan âlimdir.‬‬

‫حدثن ا غئد الثؤ بن نلت ما‪ O‬بن‬ ‫حدثن ا أ خ ن د بن إمئخا ق ‪،‬‬ ‫(‪٢٢٣/١ [ ”) ٧٨٣‬ء‬

‫ث مح ن ى بن يونس‪ ،‬ض ا ال ‪ /‬ن ا ئ ‪ ،‬غذ ح ث ن ي‬ ‫ا ل آئغ ث‪ ،‬خد ك علي ئق ح ئ زم‪،‬‬


‫صء ‪ ٠٠‬محو ‪:‬‬ ‫ئ أذ ئ ت م قو ث‬ ‫هم د‬ ‫غ ي ة ‪ ،‬أ ‪ 0‬أي ؛ ل أ ز م ‪ ،‬ء ن ف وة ‪ " :‬ش * ؛ ر‬

‫و كف ن ق ث ث ئلجوبب؟ ء د ‪ " :‬ت ؤ ش ‪٠٠‬‬

‫‪. :Atiyye'nin naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ şöyle derdi‬ط ‪Hassan‬‬


‫“ ‪”.Allahım! Âlimlerin kalplerinin behi lanetlemesinden sana sığınırım‬‬
‫‪Kendisine “Onların kepleri seni nasıl lanetlesin ki?” diye sorduklarında‬‬
‫‪Benden nefret ederler” dedi“.‬‬

‫خ ت ن ن‬ ‫حدثنا‬ ‫ان ح ا ق ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ع ئ‬ ‫ح د ثا‬ ‫حثا ن ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ح د قا أث و‬ ‫‪] ٢ ٢٣/‬‬ ‫ل ‪١‬‬ ‫( ‪- ) ٧ ٨ ٤‬‬

‫حدثنى‬ ‫ق الأ‪:‬‬ ‫ت ن ف ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ص يو ن س‬ ‫ظ ن ت الان ص ا ر ي ‪،‬‬ ‫ح د تا‬ ‫ابن ا لمتا و ك ‪،‬‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫‪،‬‬ ‫^‬ ‫^‬ ‫‪^١‬‬

‫^ ‪ ،‬ئ د ‪ :‬ت م غ ث أ‪:‬ا ال؛زثاؤ‪:،‬غ و ل‪ " :‬؛ة ص ص الن ا س عند ئ ؤ نزق‬ ‫أ ث و ي ة‪١‬‬

‫يؤم ا ل م ا ئة عالئ ا ال ينت م غب علم ه "‬

‫‪Ebu'd-Derdâ der ki: “Kıyamet gününde, Allah katında en kötü seviyede‬‬


‫”‪olan insan; ilminden faydalanmayan âlimdir.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٢ ٣ ٨ [ -) ٧٨٥‬حدثن ا أثو بكر بن م ا ل ك ‪ ،‬خ ا؛ثن ا غ م الل ه بن أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫خض ا ا ل ح ت ن بن عئد الع ز م المص ر ي‪ ،‬حدثن ا أثوبي بن ن زي د ‪ ،‬عن ابن جا م ‪ ،‬ح دبغي‬

‫أ‪ 0‬أي اال؛زثاؤ "ىن ي موت‪ " :‬زئ ل م ن "كد ب وعى وثت س مح ي ذ الئ ؤ‪1‬يى‪،‬‬ ‫ع م م بن‬

‫فن ا و و ال ص د ق "‬
238 Ebû’d-Derdâ

Ebu’d-Derdâ der ki: “Yalan söyleyip anne babasına asi olana, vermiş
olduğu ahdini bozana, iyilikten ve doğruluktan uzak olana yazıklar olsun.”

،‫ حدق ا عل ي بن إ ن خا ق‬،‫ ] حدق ا عئد الثؤ بن م ح م د بن جعف ر‬٢٢٣/١ ‫ و‬-) ٧٨٦(

‫ حدق ا عتد ال ؤ ح م ن بن ثريد‬،‫ ح دمحا عتد الله بن ا ل مثا زك‬،‫ حدق ا ا لخشن‬، ‫حدثن ا ال غ ث ت ن‬-

‫ازاأل ئف س أ ح د م ث ابه في‬ ‫ال‬ ٠٠ ‫ت‬3 ‫د ا‬ ‫ عن أيي‬، ^ ١ ‫أب و عتد‬ ‫بت ي‬ ‫حد‬ ‫بن‬

‫ وهل ي د ما‬،‫ إ ال ال ذي ن امت ح ن الثث محلوبه^ للمم وى‬،‫ م ن ال كبر‬٥^ ^ ‫ح ب ال شيء زقي ا ق ث ث‬

"‫هم‬

Ebu’d-Derdâ der ki: “Omuzlarınız birbirine değecek şekilde


ihtiyarlayıncaya kadar nefsiniz sevdiği bir şeyin peşinden koşup durur.
Allah’ın kalplerini takva ile sınadığı kullar bundan müstesnadır ki onlar da
pek azdır.”

‫ حدثغ ا عتد الل ه ابن أ ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬٢٢٣/١ [ “) ٧٨٧(

‫ ص‬،‫ ح دن ا "كهنس‬،‫ حدثن ا عتد الثي بن يزيد الئمر ئ‬، ‫أيي‬ ‫ي‬ ‫ح دمح‬ ، ] ٢٢ ٤٨ [ ‫خ م‬

‫ ال ئئ ط‬:‫تنآ ك م‬:‫م ا‬ ‫م‬ ‫ئ‬ ،‫م ح‬ " : ‫ ^ ^ ؛‬١ ‫ قأت أبو‬:‫ ؛‬١١‫ ؛‬، ‫ غذ ز م‬، ‫م ف‬

٠٠ ‫ ز ال ئزك عن مسال ق ي ن ايلق‬،‫ء ز ال لخت ئ بوجعل ث‬،‫مصيسلث‬

Ebu’d-Derdâ der ‫لكل‬: “:insanoğlu şu üç şeyi elden bırakmamalıdır


Uğradığı belalardan yana şikâyette bulunmamalıdır. Acılarını başkalarına
anlatmamalıdır. Kendi diliyle kendini küçük düşürmemelidir.”

‫ حدق ا أ خ ن د بن‬،‫ن ت ن‬
‫ ] خ ا؛ثن ا أوئ ع ل ئ م ح م د بن أخن ت ثن ا م‬٢٢٤٨ [ -) ٧٨٨(

‫ كا ذ‬: ‫ ه ا د‬،‫ ض ق س‬،‫ عن سا ن‬،‫ حدثن ا خف ح ئ‬،‫ حدثن ا سع ي د بن ن ق ما ن‬، ‫ي حيى ائ ظزا ئ‬

‫ي ؛ ذ ل آ ؤة آية‬ ،‫ ؛ د أ ي اال؛نثاع‬،‫هم‬ 0 ‫ أز ط ك ا‬، ‫ي ور ط م ا ن‬ 1‫أبو اال؛نذاؤ إئ‬

‫ب سما غن اب م ح ب ن م ن ا ل ص حم ة نتث ح ت ا ل ص حم ة وما‬٠٠ :‫ت نكثا نت ح د ث أثن‬3 ‫ ظ‬،‫ا ل ص حم ة‬

٠٠ ‫ف ي ه ا‬

Kays'ın naklettiğine göre Ebu'd-Derdâ, Selman'a mektup yazdığında


veya Selman Ebu'd-Derdâ'ya yazdığında, tepsi mucizesini hatırlatırdı. Kendi
Ebû’d-Derdâ 239

aramızda “Yemek yedikleri sırada tepsinin ve içindekilerin nasıl teşbih


ettiğini” anlatırdık.

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثت ا م ح م د بن أيي ت ه ل‬، ‫ ] حدق ا عئد الثؤ ن م ح م د‬٢ ٢٤٨ [ -) ٧٨٩(

‫ ص أبي‬،‫ ص عن رو بن مؤة‬،‫ ض ا ال عن ش‬،‫ ح د ب ي أبو أش ا نة‬،‫عتد الثؤ س م خ م ال مسجد‬

‫ إذ ش م غ أب و ال درداع في‬،‫ ن ط ن ا ن عنده‬،‫ت بثن ا أث و ال دزداؤ يوقد ث ح ث قد ر ل ه‬3 ‫ قا‬،‫الت حثري‬

‫ك م أ تث م‬0‫ ثأز نذرت ظ‬: 3 ‫ ه ا‬،^،£^ ١ ‫ؤتب سبي ح "كهيثة ص ؤ ت‬-‫ب م ؛ زثن خ ا ل ح‬،‫؛ لهذي ضؤى‬

‫ ا ظن إ ز‬،‫ يعا د يت يا ط ن ا ن‬£ ^ ^ ١‫ ن جع د أب و‬،‫ر ج ع ت إ ر م ك انه ا ل م يهتس ي م ئه ا ق ي ء‬

‫ أظ اد لق لؤ ذ ك ت‬٠٠ ‫ >ث لن ا ن‬3 ‫ ه ا‬،‫ ؛ ظن!أى ظ نمث ظن إ؟ى ث ه أن ث ز ال أبوك‬C‫الع*حم ب‬

" ‫س ث ئآيا ت الثؤ ال ئ ز ى‬

Ebu’l-Bahterî der ki: Bir gün Ebu'd-Derdâ tenceresinin altım yakmaya


ç^ışırken, Selmân da yanındaydı. Ebu'd-Derdâ tencereden bir ses çıktığını
duydu. Sonra bu ses teşbih eden bir çocuk sesi şeklinde yükseldi. Ben
korkudan yere yığıldım. Kendime gel'diğimde tencerenin bulunduğu yere
döndüm bir şey kalmamıştı. Ebu'd-Derdâ şöyle bağırmaya başladı: “Ey
Selmân! Şaşılacak şeye bak! Daha önce senin ve babanın görmediği olaya
bak!” Selman dedi ki; “Eğer sussaydın Allah'ın büyük mucizelerinden birini
duyardın.”

‫حدثن ا أبو ب غ‬ ، ‫ حدثن ا م ح م د بن ي م‬، ‫ ] حدثت ا عتد اللي ين م ح م د‬٢٢٤٨ [ ")٧٩٠(

‫ح دثتي عتد ؛لل ه‬- ،‫ رئ‬1‫ م ح م د بن محص م ء عن م ح م د بن ت غ د ا م ح‬bu‫ ح د‬،‫س أيي فئته‬

‫ قنئ ا‬،‫ أ د ث ي غ با ت ثل ة إ ر ا ل م شح ثد‬:‫ أي و الدزذا ء‬3 ‫ ; قا‬3 ‫ ذأ‬،^ ٠٧^ ١ ‫س تزيد بن ربيع ة‬

،‫ " ال ث ه أ خ ابفث منشحض هأ جرتي ش عذاب لق‬:‫د حل ت مزرت عل ى ر جل سا ج د وه ويم و لأ‬

‫ ول ك ن مذي ب‬،‫ز ال ذي مة مانتصز‬ ‫ ال ت ذب ي‬، ‫آل قيتفاززقيي ش قصللق‬،‫و ط‬


‫بماب ا‬ ‫س ;ة‬ ‫بن ال‬
‫ ئ لخخ أثو ال دزذاء م‬:‫ن ظفت " قات‬

Ebu'd-Derdâ anlatıyor: Bir gece seher vakti mescide gittim. Girdiğimde


secde eden bir adama rastladım. Secdede şöyle diyordu: Allahım! Senden
korkan bir af dilencisiyim! Beni azabından muhafaza et. Muhtaç bir
240 Ebû’d-Derdâ

dilenciyim, fazlu kereminden rızık ver. Ne günahkârdan özür diliyorum, ne


de güçlüden yardım istiyorum. Sadece günahkâr bir afdilencisiyim.”
Ravi diyor ki: Ondan sonra Ebu'd-Derdâ şaşkınlıkla bu sözleri
arkadaşlarına öğretmeye başladı.

‫ حدثن ا‬،‫ حدق ا م ح م د سر إن ح ا ق‬،‫مه د الله‬ ‫ )“ ل ا ا ! \ \ ] حدق ا إثزاي إ بن‬٧٩١(

:‫ أثف ا ق ا ل ت‬،‫ ص أ ر ا لأزذاؤ‬، ‫ عن ك ما ن بن غ ا م‬،‫ حدثن ا الثزغ بن م حا ل ه‬،‫قتثتة بن ت ع يد‬

‫ ؛فيف ز أ ن أ ك أ ذ‬،‫م ئأ ال أغ طثه‬


. ، ^ ١ ‫خ م ق ز ؤي ي ي‬ ‫" م ح أ إنه أي ال!نذاؤ‬

‫م ؤ ح ي‬ ‫ئلا‬ ‫أل‬
‫ا الا و‬
‫أئ‬ ‫ئ ك ن ت‬ ‫دلل ق‬ ‫أردت‬ 0 ‫ءإ‬ : ^‫؛‬ ^ ١ ‫مما ل ل ها أب و‬ ،‫ف ي ا ل جنة‬ ،‫تزو جنيه‬

C‫ت ئن ا ث أبو اال؛رذاؤ وكان ل ه ا جن ات و ح س ئح قي ه ا معاوية‬3 ‫ ] دأ‬٢ ٢ ٥ ٨ [ ، ‫مب د ي‬

" ‫ ب ي هو‬، ‫ه ي‬ ‫ء‬1‫ أثزؤغ ل[ي ا في أل؛محا ح ى أئزؤخ ص اال؛نذاؤ زن س‬V ‫ الم و ش‬: ‫ص‬

Ümmü’d-Derdâ şöyle demiştir: “Allahım! Ebu’d-Derdâ beni istedi ve


dünyadayken de evlendi. Allahım! Şimdi ben onu senden istiyor ve Cennette
onu benim eşim kılmanı istiyorum!” Ebu’d-Derdâ da ona: “Gerçekten bunu
istiyorsan o zaman ilk ve tek kocan ben olurum, benden sonra da
.evlenmezsin!” karşılığım verdi. Sonrasında Ebu’d-Derdâ vefat etti
Ümmü’d-Derdâ, güzel ve bakımlı bir kadındı. Muâviye evlenmek üzere onu
isteyince Ümmü’d-Derdâ: “Hayır! Vallahi Cennette Ebu’d-Derdâ ile
evlenene kadar dünyadayken başka bir erkekle artık evlenmem!” karşılığını
verdi.

‫ حدثت ا عئد‬،^ £ ١^ ‫ خ ا؛ثنا إ ت خا ق ى‬،‫أ خن ت‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا نل بما ن‬٧٩٣ [ “) ٧٩٢(

‫م غ ر زي ل قد أ ص ا ب‬ ‫ أن أثا ال دزذا و‬،‫ ص أ ي ق الته‬،‫ ص أثوت‬، ‫ عذ ش م‬، ‫اوالق‬

" ‫ أ إل تك ون وا مس ثث خ ر جيه؟‬، ‫ أرأت م ثؤ ؤ ج دتن وه في قلمي ب‬٠٠ : 3 ‫ مما‬،‫ م حان وا تنث وثه‬، ‫ني ا‬

‫ محب ئ بم ئ ة ؟‬: ‫ ق م ا‬،" ‫م‬ ‫ ءئ‬،^jJl ‫ه‬ ‫ وا خن د وا‬، ‫م‬ ‫ " ضم ث ن ي أخ‬: ‫ ق ات‬، ‫م‬ : ١^

‫ فإذ؛ ثركث ثم ه و أ خ ي‬،‫ إدم_ا أبغقس عمل ة‬٠' :3 ‫ه ا‬

Ebû Kılâbe bildiriyor: Ebu’d-Derdâ, işlediği bir günahtan dolayı


kendisine sövülen bir adamla kafşılaştı. Ona sövenlere: “Şâyet bu adamın bir
kuyunun içine düşmüş olduğunu görseniz onu çıkarmaz mıydınız?” diye
Ebû’d-Derdâ 241

sorunca: “Evet, çıkarırız!” karşılığını verdiler. Ebû Derdâ: "٠ zaman ona
sövmeyin de, sizi (onun işlediği) bu günahtan uzak tutan Allah’a hamdedin”
dedi. Onlar: “Peki, bu günahından dolayı sen ona kızmıyor musun?” diye
sorduklarında: “Ben yaptığı günaha kızarım; ama o günahı bırakırsa artık
kardeşimdir” karşılığını verdi.

‫يا ق ؛ ظ أن‬
‫ي ت يرء‬ ‫ " اد غ ال ق مما ر قي‬: ‫ ] ومحا ل أبو ا لأزذاء‬٢٢٠/^[ -) ٧٩٣(

٠٠ ‫تست جي ب ثل ث يؤم ءممؤايلثا‬

Ebu’d-Derdâ yine şöyle demiştir: “Rahat olduğun anlarda Allah’a dua et


ki, sıkıntılı anlarında edeceğin dualara icabet edilsin.”
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Ebu'd-Derdâ hikmet ve gönül ehliydi. Zeki
ve kabiliyetli bir tabipti. Sözleri geniş anlamlı, nasihatleri etkiliydi.
Hikmetli sözleri ve ilmi hastalara şifa olup iy^eşmiş olanların içini ısıtırdı.
Kişiye baktığında derdini anlar, konuştuğunda tedavi ederdi. Dünyanın
nimetlerini terk edip, ukbanm mertebeleri için çalışırdı.
،‫ حدثن ا عتد الل ه بن خي ل‬4‫ ه أ \ ] "كذا حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح م دا ن‬/ ‫ [ ا‬-) ٧٩٤(

:3 ‫ ه ا‬، ‫ ض!بن أيى م ث ك ه‬، ‫ ض؛ثن أبى ختت ن‬،‫ خ ا؛ثن ا نئ؛ان بن عس ه‬،‫ أبو معمر‬1‫حدل؛‬

‫ وال ذ؛ن‬،‫ " ""قا ن والل ه أب و الدرداء ين ائغلناؤ ا لخكن اؤ‬:‫ب و لأ‬
‫ م‬،‫ش م ع ت يزيد ن معاويه‬

٠٠‫يشف ون م ن اال؛اؤ‬

Yezîd b. Muâviye der İri: “Vallahi Ebu'd-Derdâ ilim, hikmet ehlinden ve


hastalıklara şifa verenlerdendi.”

‫ حدثت ا ذاؤد‬، ‫ حدثن ا ث خ ئ د بن إ ت خ ا ق‬C‫ ] خ ا؛ثن ا أب و حام د ن جبل ه‬٢٢٥٨ [ “) ٧٩٥(

‫ عن م خ ئ د بن يريد‬،‫ حدق ا إن نامح د بن عيا ش‬،‫ت د بن بمق و ت‬


‫ حدثن ا “ ج‬،‫بن رفئي‬

‫ي ؟ ف إ ة في ن ز ي د ه ;ي ق ئ ا ال تحاي ؛ ال‬ ‫ ظ إ أل ال‬: ‫ في د لآي اال ؛ ن م‬:‫ قات‬، ‫الث م إ‬

:‫ ؤأئا قد هل ت ثا شنئ وا‬٠٠ :3 ‫ ه ا‬،‫) شعرا‬3‫ؤقد ئ‬

‫تثاة ويأبى اللت إ ال ن ا أزاذا‬ ‫بر‬


‫رين انيءم أن م‬

‫زثئؤى الل ه أ مح ئ نا انثق ا ذا‬ ‫مولت ال م ء ه ا يدتى ؤمالى‬


242 M uâzb. Cebel

‫ خ ا؛ثن ا‬، ‫جع ف ر بن رمي س‬ ‫سر‬ ‫ خ ا؛ثن ا م ح م د‬،‫بتؤار الم صر ي‬ ‫بن‬ ‫حدثن ا ئ خ ث د س ث ح ئ د‬

‫ عن حبي ب بن أبي‬C‫ حدثن ا ن متا ن التوري‬،‫ابزا م ز بن هزاته‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫م ح ئ د س غ ل ب‬

‫ ث ذ و مقثه‬، ‫ ظ ل ك ال ت ش م‬:£ ^ ^ [ ١‫ قيد لأيي‬: ‫ ظ لط‬، ‫ ص لا؛ع بن ي م‬،‫ضيم‬

Muhammed b. Yezîd er-Rahabî bildiriyor: Ebu’d-Derdâ’ya: “Neden şiir


okumuyorsun? Zira Ensâr’dan hiçbir kişi yoktur ki şiir okumamış olsun”
denildiği zaman, Ebu’d-Derdâ şöyle karşılık vermiştir: Ben de okudum!
Dinleyin:
“İnsan istediklerinin kendisine verilmesini ister de
Allah ancak kendi dilediği kadartm ona verir
Kişi, faydalandığım şeylerim, mallarım diye söylenirde
Oysa Allah'a karşı takva enfaydalı olan şeydir. ”
Nâfi b. Cübeyr der ki: Ebu’d-Derdâ’ya: “Neden şiir okumuyorsun?” diye
soruldu... Devamı yukarıdaki rivayet gibidir.

Takrîb 3803, Takrîb 52, Takrîb 3799, Takrîb 4186, 3835 ‫س‬ , Takrîb

Muâz b. Cebel
Onlardan birisi de; Ebû Abdillah Muâz b. Cebel, işini sağlam yapan,
tartışmaktan uzak duran, âlimlerin öncüsü, bilgelerin imamı, mükrimlere
ikramda bulunan kişi. Okuyup dua eden, sevgisinde sebat eden, rahat
yürüyen, eli açık cömert, güvenilir vali, korunmuş vefalı; ibadet ve
malların emanet edildiği, engellerden ve olaylardan korunmuş şahsiyet.
Derler ki: Tasavvuf, Kudsiyet Kaynağının rızası uğruna, insaniyet
engelini bertaraf etmeye çalışmaktır.
Takrîb 3596, Takrîb 3597, Takrîb 3598, Takrîb 3599, Takrîb 3600,
Takrîb 3602, Takrîb 3603
‫‪M uâz b. Cebel‬‬ ‫‪243‬‬

‫(‪ ] ٢ ٢ ٩ ٨ [ ")٨١٠‬حدثن ا أ ح م د بن جع ف ر بن ح م دا ن انص ري‪ ،‬حدثن ا مه د الله م؛‬

‫ح مزة‪ ،‬خ ا؛ثن ا وئئف ث ا لما ضى‪ ،‬ق اال‪ :‬ح دق ا ع مرو‬ ‫بن‬ ‫أ خن ت ال د ؤ و ئ ‪ ،‬و حدثن ا أبو ان ح ا ق‬

‫بن مرنوق ‪ ،‬حدثن ا شئتة‪ ،‬عن قتا ذة‪ ،‬عن أنس بن مال ك قالأ‪ " :‬ج م غ الم نا ن عأى عهد‬

‫ه أربع ة‪" ،‬كل ه م مئ ا الن صاو‪ :‬أثي بن "ك ع ب ‪ ،‬ومعا ذ بن جث ل ‪ ،‬وزيد بن ثا ب ت ‪،‬‬ ‫وق و ل الل ه‬

‫زأبوزيد "‪ ،‬محل ت الن س‪ :‬من أثوويد؟قات‪ :‬أخد عنومتي [ا‪/‬ا‪] \ \ ،‬‬
‫إؤلكل ‪Enes b. Mâlik der ki: “Resûlullah (saliallahü BİByhi vESEİİEm) döneminde dört‬‬
‫‪.Kur'ân'ı topladı. Bunların hepsi Ensâr’dan idi; Ubey b. Ka'b, Muâz b‬‬
‫‪Cebel, Zeyd b. Sâbit ve Ebû Zeyd.” Enes'e “Ebû ^eyd kimdir?” dediğimde‬‬
‫‪Amcalarımdan birisi” dedi“.‬‬
‫‪ Takrîb 3605, Takrîb 3606, Takrîb 3607, Takrîb ,3604 3608,‬م س‬
‫‪Takrîb 3609, Takrîb 1955, Takrîb 1341‬‬

‫(‪[ ")٨١٩‬ا ‪'/‬آ م ؟ا ] حدثن ا م ح م د بن ا لم ظمر‪ ،‬خ ا؛ثن ا ن خ ث د بن م ح م د بن ن ث ما ن‪،‬‬

‫حدت ا ابن غي ال ن‪ ،‬عن الر م ي ‪ ،‬أبة أبا إدري س‬ ‫ن ن ن ل م‪،‬‬ ‫ح دن ا د ح ئ أ ‪ ،‬حدثن ا ال ول ي د‬

‫‪ ^ ^ ١‬ئ يك ر فيه ا ‪ ، ٥ ^ ١‬ويفثث ح‬


‫ى ج ن د مح آأل ‪| ٠٠ :‬ن م ن ^‬ ‫خ ه ‪ ،‬أن‬

‫ال م ا ‪ 0‬حش ي مه أه ا ل م و س زا ل مثاهى‪ ،‬والصغير وال كبي ر‪ C‬وا أل حم ر زا ل أنزد‪ ،‬قث وش ك قابت‬

‫بمولأ‪ :‬ظ ثي أقزأ عأى الثا ‪ ،‬م ‪ ^ ١^ ١‬محال يتب عوتي عإنهء ‪ Uİ‬أظ نه م يتب عوني عقه ح ش أثث د غ‬

‫نا ابثد غ‪ ،‬ء إ ن نا ابثد غ صالل‪ ، 4‬وأ‪-‬ح ذ رك ب زيغه الحكي م ‪ ،‬ء إ ن‬ ‫ل هز غيره‪| ،‬يا مت‬

‫بمول فى ا ل ح كي م ”ك ل م ة الثن التؤ‪ ،‬زقن يم ولث ا ل من افئ ”ك ل م ة ا ل حئ‪ ،‬محاهت ل وا ا لخى‬


‫ال شيطان أ‬

‫ؤ ذ غلى ؛ لخئ ن ون؛ ‪ ، ٠٠‬ق\ ل وا ‪ :‬وظ يدي؛؛ثا ‪ ،‬ن جن ك ت ‪ ٢٣٣/١‬ء \ل ه ‪ ،‬أبة الح كم آ| قد يقوأل‬

‫بئه‪ ،‬زثق ووئن‪ :‬ظ هذه؟ث ال ي س كز ه إثت ثوف أل‬ ‫”كن م ه الءق الثؤ؟ محا ‪ " : 3‬هي ”كن م ه‬

‫م ا ل سا مة‪ ،‬م ن‬ ‫ه ي نا إ ر‬ ‫يس ن ا ئئرفون‪ ،‬قإن ا ل ن د وا إلي ما ن‬


‫م‬ ‫أ ذ يفئ و و ج ع‬

‫ائثثا ئ ن ا وخدغن ا "‬

‫‪Muâz b. Cebel der ki: “Sizlerin ardından fitneler olacaktır. Bu fitnede‬‬


‫‪mallar çoğalacak, mümin münafık, küçük büyük, esmer tenli, siyah tenli‬‬
‫‪herkes tarafından Kur'ân açılıp okunacaktır. Kişinin: «insanlar neden bana‬‬
244 M uâz b. Cebel

tâbi olmuyorlar! Oysa onlara Kur'ân’ı okuyorum. Onlara Kur'ân’dan başka


bir şey okumadıktan sonra da bana tâbi olmayacaklar herhalde» demesi pek
yakındır. Dine sonradan katılan ve dinden olmayan şeylerden sakının! Zira
din adına bu ortaya atılanlar dalâlettir! Bilge kişilerin sapıtmasına karşı da
sizi uyarıyorum! Zira şeytan, dalâlet sözünü bu bilge kişinin diliyle sizlere
söyleyebilir. Münafık da bazen hak olan bir sözü söyleyebilir. Siz hak olan
şeylere yüzünüzü döndürün, zira hak olan şeylerde nur da vardır.”
(Ebû Îdrîs) der ‫لكل‬: Muâz’a: “Allah sana merhamet etsin! Ama bilge
kişinin daiâlet olan bir sözü söylediğini nasıl bilebiliriz?” diye sorulduğunda
şu karşılığı verdi: “Bu, ondan beklemediğiniz, ona yakıştıramadığınız ve
duyduğunuzda: «Bu da ne?» diyeceğiniz bir sözdür. Ancak böylesi kişilerden
de tamamen uzak durmayın. Zira söylediği bu sözleri bırakıp sizin de
bildiğiniz şeylere tekrar dönebilir. Bilin ki ilim ile iman, kıyamete dek
yerlerinde duracaklardır. Arayan ve isteyen kişiler, onları yerlerinde
bulacaktır.”

‫ حدثن ا يزيد‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن حل ىء حدق ا أثو ال م ا س س قس ه‬٢ ٣ ٣ ٨ [ -) ٨٢٠(

، ‫ أ ة أث ا ي ن ا لخز ال ئ‬،‫ ض ائن يحا ب‬،‫ ص م ح ل‬، ‫ه ا ا ه ف ئ ذ ت م‬ ،‫ئ ت بم ب‬

‫ وكان ال ي جل س مجلئ ا لل د م إ ال‬: ‫ قا د‬،‫ ئع أد‬،‫ و" كا ن ش أ صحامن‬،‫أختزه يريد س ع مينه‬

٠٠ ‫ هلل ث‬، ‫ ثتا رك ا ئ ن ه‬، ‫ " ال ق ح ك أ قسث ط‬:‫ ج ئ يجلس‬3 ‫ه ا‬

Muâz'ın öğrencilerinden biri olan Yezid b. Umayra der ki: Muâz b.


Cebel bir meclise geldiği zaman otururken muhakkak şöyle derdi: “Allahım!
Âdil bir Hakem’sin, ismin yücedir. Şüphe edenler mahvoldu.”

‫ زثئثخ فيف ا‬،‫ " إن ؤزاء م بما ت ك م مح ه ا الن اب‬: ‫ س ] ؤقاد تق ا ة يؤ ما‬/ ‫ ل ا‬-) ٨٢١(

، ‫ وا ل ح ر وال م د‬، ‫ وال صغير و ؛ث ي‬،‫ ؤا ل مأة‬3‫وا ل ر ج‬ ‫ ح ش يأ ح ذ ة ؛ ن ن ؤ ب ذ‬٧١١^ ١

‫ ن ا هز ب ش ي ح م أبتد غ‬،‫ ن ا لل نا س ال يتب عوني نق د هزأت ا ل م نا ن‬: 3‫قتوش أل محاي ئ أن يق و‬

‫ السئتقا ن‬0 ‫ ظ‬، ‫ وأ ح درك ب زيغه ا ل حكي م‬،‫ نا ابثدغ ض الل ة‬ûU ،‫ ق إيا"د م ؤما يتثد ع‬،‫يفأ هم زة‬

‫ ئ ك لمعان‬،" ‫ ن ق د يم وأل ا ل مثا فئ "ك ل م ه ا ل حى‬، ‫كلم ن ه الصالل ه غش لت ا ن الحكي م‬- ‫قد يق و د‬

‫ق و د‬: ‫ وأن الئثا فى‬،‫ أن ا ل حكي م بموت ”ك ل م ه ال ئ الثؤ‬،‫بن جمل• ما يدريتي ر حملق الل ه‬
M uâzb. Cebel 245

”‫ ن ا هذه؟ ز ال‬:‫ ا جتن ب م ن *ك ال م ا ل حكي_مأ ا نم نتهتزا ت ال ي مالت‬،‫ت "بل ى‬3 ‫ك ل م ه ا ل ح ى؟ ها‬

٠ ‫حى ن ور؛‬ ‫ فإن غل ى‬،‫ ت م ت ة‬٩ ‫ ؤثة لعثه تز حغ ويتبغ ال؛آحى‬،‫ث عنة‬1‫' ينين ق دل‬

Muâz bir gün dedi ‫لكإ‬: “Arkanızda fitneler ©iacak; servet çoğalacak ve
Kur'ân açılacak, öyle ki; onu mümin de alacak münafık da. Kadın ve erkek,
büyük ve küçük, köle ve hür herkes alacak. Neredeyse biri çıkıp «İnsanlara
ne oluyor da bana tâbi olmuyorlar? Halbuki Kur'ân'ı okudum? Bana tâbi
olmaları için muhakkak başka bir şey uydurmalıyım” diyecek. Bunun
uydurduklarından sakının. Uydurdukları dalâlettir. Ayrıca bilgelerin
kandırmasına karşı sizi uyarıyorum. Zira şeytan dalâlet sözlerini bilgelerin
diliyle söyler. Münafık da bazen hakikati söyler.”
Muâz b. Cebel'e “Allah sana merhamet etsin, bunu nereden anlayacağım?
Bilge dalâleti, münafık hakkı konuşur mu?” dedim. Muâz şöyle devam etti:
“Evet, bilgelerin «Bu da nedir?» denilen yalanlarından sakın. Ama bu durum
seni ondan uzaklaştırmasın. Umulur ki hakikat duyduğunda dönüp ona tâbi
olur. Çünkü halrikat ışık saçar.”

، ‫ حدثن ا مه د الثؤ بن أ ح م د بن حسل‬، ‫ ء خ ا؛ثن ا أي و بك ر بن مال ك‬٢٣٣/١3 ")٨٢٢(

‫ عن ع م رو ثن‬،‫ غن ن ث م ا ن ثن مهزان‬،‫ حدق ا م ح ي ل مر عت ا ض‬،‫حدثن ا عئد الل ه بن ص ند ل‬

‫ " ؤ ق د أن ث‬:‫ قات‬، ‫ ظ ش‬: ‫ قات ت ح د ل ذ ن ئن خ ل‬:‫ قا ت‬، ‫ط أ‬ ‫ ص مح د ال م ثن‬، 8‫ثث‬

‫ واكت س ب ز ال‬،‫و صال زثز‬ ،‫ز ق‬ ‫ محا دت " صم‬،‫ إ ي عل ى طاعتلف ل حرمب ى‬:‫ئعليع ي؟ " قا ت‬

٠' ‫ نإيا ك زذعؤة ال نفئ وئم‬، ‫ ز ال ئ م وثن إ ال ز أ ث ئات لتأ‬، ‫قلم‬°‫ثأ‬

Abdullah b. Seleme bildiriyor: Adamın biri Muâz b. Cebel’e: “Bana bir


şeyler öğret” dedi. Muâz adama: “Sana söyleyeceğim şeylerde bana itaat
edecek misin?” diye sorunca, adam: “Sana itaat etmek için elimden geleni
yapacağım” karşılığını ^erdi. Bunun üzerine Muâz şöyle dedi: “Bazen oruç
tut bazen tutma, bazen gece ibadetine kalk bazen uyu. iyi şeyler yapmaya
bak ve günahlara bulaşma, öleceğin zaman bir Müslüman olarak öl ve
mazlumun bedduasını alm aktan sakın!”
‫‪246‬‬ ‫‪M uâz b. Cebel‬‬

‫(‪ -) ٨٢٣‬ل ‪ ] ٢٣٣/١‬حدثن ا نل بما ن بن أ خن ت‪ ،‬حدثنا ش هد بن ث و ت ى ‪ ،‬حدثن ا ع مزو‬

‫م الؤاسبجح‪ ،‬ي ح د ث ص ث ور بن يزيد‪ ،‬ها د ‪ " :‬كا ن ثغ ا ذ‬ ‫س عل ي‪ ،‬محا د ‪ :‬ت م ع ت عزن ن‬

‫بن ج ت ل إذا ثه ح د م ن ال م ‪ ،‬قا د ‪ :‬الل ه م قد ثا ن ي ائغيون‪ ،‬وع ا ر ت اشي وم‪ ،‬زأن ث حي‬

‫قتوم‪ ،‬الل ه م ق ي لل جنة بطيء‪ ،‬وهص م ن القا ر صع يفئ‪ ،‬ا م ح أ ا ج ع ل لي عندك غذى‬
‫ردة إ؟ى تؤم اف؛با ء ‪ ،‬إثلف ال تمغل ف ن ائبيغا ذ ’‪٠‬‬

‫‪: Muâz b. Cebel geceleyin teheccüde kalktığında şöyle‬لكل ‪Sevr b. Yezîd der‬‬
‫‪derdi: “Allahım! Gözler uyudu, yıldızlar kayboldu, sen ise Hayy (diri) ve‬‬
‫‪,Kayyûm (her şeyi ayakta tutan)sın. Allahım! Cennete yolculuğum yavaş‬‬
‫‪cennetten kaçmam zayı£ Allahım! Beni kıyamet gününe götürecek bir yol‬‬
‫”‪nasib et, sen verdiğin söze aykırı davranmazsın.‬‬

‫ئ أ ح ن ذ بن‬ ‫حدقت ا عئد ال م‬ ‫ر بك ر ئ مال ك ‪،‬‬ ‫خدبنا‬ ‫(‪] ٢ ٣ ٣ ٨ [ -) ٨٢٤‬‬

‫خم[ ‪ ، ]٢٣٧١‬ح دثني أ ي‪ ،‬حدثن ا نل بما ن بن ■حثا ن‪ ،‬حدقن ا ريا د م ؤ ن ف ريش‪ ،‬عن‬

‫ث ق ت ؤ صالة‬
‫مغ اويه بن مء‪ ،‬ها د ‪ :‬قأال معا ذ س ج ث ل البنه‪ :‬يا تن ئ ‪ ،‬إذا صل ئ ث صاله م‬

‫ح ظ‬ ‫ن ؤأ ع ‪ ،‬ال ثفل ن أئل ث ثغ ود إث ه ا أبدا‪ ،‬واع ل م يا بثي أن ا ل م ؤم ن ي م و ت ص ح شنتثن‪:‬‬

‫مه ئ "‬ ‫ق ت؛ ث‪،‬ؤ خ ط‬

‫‪:Muâviye b. Kurre bildiriyor: Muâz b. Cebel oğluna şöyle demiştir‬‬


‫“‪Evladım! Namaz kılacağın zaman sanki son namazını kılıyormuş gibi, bir‬‬
‫‪ iyilik‬لك‪1‬ل س‪5‬آائ ! ‪daha namaz kılamayacakmışsın gibi kıl! Bil ki ey oğlum‬‬
‫”‪arasında ölmelidir: Biri yaptığı, diğeri de yapacağı iyiliktir.‬‬

‫(‪ ] y v i / ^ -) ٨٢٥‬خ ا؛ثن ا ئلئن ا ن بن أ ح م د ‪ ،‬حدثت ا س ه د بن مو ت ى ‪ ،‬حدثن ا م ح م د‬

‫بن ع د ا لأعل ى‪ ،‬خ ا؛ثن ا حال ذ شر ا ل ح ا و ث ‪ ،‬حدثن ا اثن ع و ن‪ ،‬ص م ح م د بن سي ر ين‪ ،‬ه ا ت‪:‬‬

‫أثى ر جإل معا د شر جب ل ‪ ،‬ومع ه أ صحابة ي سل م ون علته ؤي ودع وئة‪ C‬هقأا ل‪ " :‬إدي موصيلف‬

‫يأم زين‪ C‬إن ح ففئته ما حمفل ت ‪ ،‬إثة ال غنى ؛لف عن ثصيبلف م ن ا لأنا ‪ ،‬ؤأ ث إلى تصيب ك‬

‫مئ ا الخ رة أ ف م ‪ ،‬ه اثز نصيث ك م ن ا الخرة ع اى ثصيبلث م ن ال د ى‪ ،‬خ ز ثنثفل ن ة للف‪^ ^ ١‬‬
M uâzb. Cebel 247

Muhammed b. Şîrîn der ‫لط‬: Bir adam Muâz b. Cebel'e gelmişti, yanında
hal hatır sorup vedalaşan arkadaşları vardı. Adama şöyle dedi: “Sana iki
konuyu tavsiye edeeeğim, koruyabilirsen korunursun: Dünyadaki payından
sana fayda yoktur, sen asıl âhiretteki payına muhtaçsın. Âhiretteki payını
dünyadaki payına tercih et ki kendin için bir hazırlık olsun ve gittiğin yere
birlikte götürebilesin.”

‫ خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن ي حيى‬،‫ح ت ش‬ ‫حدثن ا م ح م د سر عل ي بن‬ ] ٢٣٤/١ ‫ ل‬-) ٨٢٦(

‫ ض‬، 0 ‫ عن ن ث م ا‬،‫ خ ا؛ثن ا م ح ن د بن عت ا ض‬، ‫ خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن حم د الثؤ بن يون س‬،‫الحلواني‬

‫ نا‬:‫ مما ل‬،‫ جاء ز ي د إلى معا ذ ئحع د يتك ي‬: 3 ‫ ئ‬،‫ عن ص د الل ه بن ت ل م ه‬،‫ع مرو بن م ء‬

‫ ول ك ن‬، ‫ ث ق‬1‫ ز ال ل د ي م ح ق أصيثه‬، ‫زبثنك‬ ‫جب ن ي‬ ‫ل ه ظ أبك ي‬3‫ ؤا‬: 3 ‫يتكيل ق؟ ذ ما‬

‫ م ن يرد ا ل ع ل م‬4‫ ء إل‬،‫ ق ال ثلث‬: ‫ محا د‬،‫ك غ ئ أصي ب يغلف ع لئ ا محاحا ف أن يك ون ئ د اقتل ع‬

" ‫زا محلم غ ي الغ ال ب و إل ف ذ يزتئذ عنأ ز ال إين ا ق‬:‫م إ‬ ‫زا إلين ا ذ يؤته ا ه محا ر ك ن ا‬

Abdullah b. Seleme der ki: Bir ad’am Muâz b. Cebel'e gelip ağlamaya
başladı. Muâz ona: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Adam “Vallahi seninle
olan akrabalığım veya senden gelen bir dünyalık için ağlıyor değilim. Senden
ilim alıyordum, bunun kesilmesinden korkuyorum” dedi. Muâz: “Ağlama!
‫ آ‬steyene Allah ilim ve imanı, ibrâhîm'e verdiği gibi verir, üstelik o zaman
ilim de yoktu, iman d a...” dedi.

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا ت خ ث د بن إ ن خ ا ق‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا إرن؛ي لم بن مه د الل ه‬٢٣٤/١ ‫ )“ ل‬٨٢٧(

‫ أبة معا د بن جب ل كا ن ت ثت‬،‫ عن ي حيى بن ت ع يد‬، ‫ حدثت ا الل ي ث بن ت ع د‬،‫ق س ة بن ت ع ي د‬

‫ ث م توءيثا في ال ث ث م ا ل د ي‬،‫ يث و صا ش بئت ا لأخرى‬٢ ‫ ؤ ذ كأا ل يؤم إ خذائ ن ا‬، ‫ا مزأئا ن‬

" ‫ف ي ال ق ز‬ ‫تقدم‬ ‫أبه م ا‬


‫م‬ ، ‫يأنه م ب س ه م ا‬ ‫في م ح هة‬ ‫هدفنتا‬ ، ‫ف م‬ ‫قي‬ ‫وال ى م ن‬ ،‫أ ص ابه م ا ألل ئا م‬

Yahyâ b. Saîd bildiriyor: Muâz b. Cebel’in iki tane hanımı vardı. Birinin
günü geldiği zaman o günü asla diğer eşinin yanında abdest almazdı.
Hanımları Şam’da çıkan vebada vefat edince, insanlar başka şeylerle meşgul
oldukları için defin işleriyle Muâz uğraştı. Onlar için bir çukur kazdı ve
hangisinin ilk kabre konulacağı konusunda aralarında kura çekti.
‫‪248‬‬ ‫‪M uâz b. Cebel‬‬

‫د بن‬ ‫أ حم‬ ‫•عت د ال ث ؤ ب ن‬ ‫حد قا‬ ‫خن ذا ن‪،‬‬ ‫أ خ ن د ب ن جع ف ر ب ن‬ ‫ح دث ن ا‬ ‫‪] ٢٣٤/ ١‬‬ ‫ل‬ ‫(‪-)٨٢٨‬‬

‫يف ئ بن حا ل د ا لخنخي‪ ،‬حدثن ا مالل ط بن أن ي‪ ،‬ص ي ح ش بن سع يد‪ ،‬محا د ‪" :‬‬


‫ح م ‪ ،‬خنثت ا ال‬

‫ب ت ت ا ل ا ح ر ى ‪*٠‬‬ ‫م ن‬ ‫ي ش ز ب‬ ‫لإ‬ ‫إ خ ذ ا ئ نا‬ ‫عغد‬ ‫”كا ن‬ ‫ادا‬


‫ح‬‫ج م ل انزأثا ن ‪ ،‬م‬ ‫بن‬ ‫معا ذ‬ ‫ت‬ ‫ح‬ ‫ا ن ت ث‬
‫ك‬

‫‪: “Muâz b. Cebel'in nikâhının altında iki kadın vardı.‬لط ‪Yahyâ b. Saîd der‬‬
‫”‪Birinin evindeyken diğerinin evinden su bile içmezdi.‬‬

‫(‪ -) ٨٢ ٩‬ل ‪٢٣٤/١‬ء حدثن ا أب و بك ر ى ^ ^‪ ، ١‬حدثن ا عتد الل ه بن أ ح م د ‪.‬بن ح م ‪،‬‬

‫م تع ي د ‪ ،‬غ ذ أيي ا ؤ م ‪،‬‬ ‫ح د ك عبد ال م بن ص ن د ل ‪ ،‬حدتحا م ح ل ئ ذ محا م ‪ ،‬غ ذ ي ض‬

‫فات‪ :‬أ خ ر ي سء ت ب ع محا ذ بق ج م ‪ ،‬زئ ؤث وئ ت‪ " :‬ن ا م ذ شيؤ أئ ض [\ ‪ ] x r » t‬ال م‬

‫ج د طؤ ‪Ü‬ث ال‪-‬ث نير ت‪،‬‬


‫^ في ت‬ ‫زال‪١‬‬ ‫&(\‪:‬‬ ‫‪،" s‬‬ ‫آدم م ذ ‪ ^ ١yûp‬ص ذ ‪■/‬ا‪-‬ش‬
‫حش ينق ح ل غ ‪ ، ٠٠‬رؤاه أبو ح ا ل د‬ ‫‪.‬‬ ‫قات‪ ٠٠ :‬ز ال ‪ ،‬إ ال أ د يضر ب بتيغ ه في شب ل ا ل ل ه‬

‫مرفوع ا‬ ‫ا أل ح مر‪ ،‬عن ث ش م أيي المحي‪ ،‬عن طاوس‪ ،‬عن معاؤ‬


‫‪Ebu’z-Zübeyr bildiriyor: işiten biri Muâz b. Cebel’in şöyle dediğini bana‬‬
‫‪aktardı: “Allah’ı zikretmek gibi kulu Allah’ın azabından kurtarabilecek başka‬‬
‫‪bir şey daha yoktur!” Kendisine İİÇ defa: “(Bu konuda zikir) Allah’ın‬‬
‫‪yolunda savaşmaktan da mı daha üstündür?” diye sorulunca: “Kişi savaşta‬‬
‫‪kılıcı kırılıncaya kadar savaşırsa tabii ki hayır!” demiştir.‬‬

‫د بن‬ ‫م حم‬ ‫ع ت د ا ل له ب ن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫د‪،‬‬ ‫حم‬ ‫ن أ‬ ‫أب و أ خ ن ت ت خ ئ د‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫(‪] ٢ ٣ ٠ ٨ [ -)٨٣٠‬‬

‫فينويه‪ C‬حدبن ا إ ن خا ق س زاهؤيه‪ ،‬حدبن ا إ ن خ ا ق بن ئل بما ذ ‪ ،‬و حدثتا أ خ ن د بن جعف ر‬

‫بن ح م دا ن‪ ،‬حدثن ا عئد الله بن أ ح م د بن ح م ‪ ،‬ح د ت ي أييء ح د نما ح جا ج ‪ ،‬ق ا ال‪:‬‬

‫حدبتا جرين س م ح ا ذ ‪ ،‬عن ;ا لخئتءح ة‪ ،‬عن أبي ب حريه‪ ،‬عن م عا ذ ق ات‪ " :‬ئا ع م د اد م ي‬

‫في‬ ‫غن ال أنض ق ص غدف اش ص ذكر الله "‪ ،‬قالوا‪ :‬قا أبا هم د ال مبن‪ ،‬ز ال ا لجه اد‬
‫تبي د ؛الثؤ؟ ق ا د ‪ ’٠ :‬ز ال‪ ،‬إ ال أن تج ي ي بشت م ه ح ش ينثعلغ‪ ،‬لأن ا لله معازى أم و ل في كت ابه‪:‬‬

‫‪Ebû Bahriyye bildiriyor: Muâz: “Kul, Allah’ı zikretmesi gibi kendisini‬‬


‫‪Allah’ın azabından kurtaracak daha üstün bir amelde bulunmamıştır!” dedi.‬‬
‫‪M uâz b. Cebel‬‬ ‫‪249‬‬

‫‪Kendisine: “Ey Ebû Abdirrahman! (Zikir) Allah’ın yolunda savaşmaktan da‬‬


‫‪mı üstündür?” diye sorulunca ise şu karşılığı verdi: “Kişi savaşta kılıcı‬‬
‫‪kırılıncaya kadar savaşmamışsa ondan da üstündür! Çünkü Allah Kitab’ında‬‬
‫*”‪şöyle buyurur: “Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.‬‬

‫حدثن ا أ خ ن د ثن ي حيى‬ ‫حدثت ا مم ح م د بن علي بن ل خيم‪،‬‬ ‫[ا ‪ /‬ه مآ ء‬ ‫(‪")٨٣١‬‬

‫ا ل حل وانيء خضن ا أ خ ن د بن يونس‪ ،‬حدثت ا زفت‪ ،‬حدثن ا ي حش بن تع ي د‪ ،‬عن تع ي د بن‬

‫م أ خ ي إل ي‬ ‫لأن أ ذ و ال ق م ا ر م ن ث م ة ح ت ى ال‬ ‫ا ك م ‪ ،‬ع ن معا ذ ئ ن ج م قا ت‪" :‬‬

‫ص أذ أخبل غد جاد ا ن م في محل ا ه ص محة خ ر ال م "‪ ،‬توأة المحق ئ ت‬


‫وابن عييثه مثل ه‪ ،‬عني حيى‬

‫‪Muâz b. Cebel der ki: “Sabahtan akşama kadar Allah’ı zikretmem, benim‬‬
‫‪için sabahtan akşama kadar Allah yolunda at üzerinde gitmekten daha‬‬
‫”■‪■Sevimlidir‬‬

‫‪Takrîb 716‬‬

‫زا م ن‬ ‫خل؛ثن ا‬ ‫إ ن خ ا ق‪،‬‬ ‫أبو حام د بن جبل ه‪ ،‬ح دق ا م ح م د بن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫(‪ ")٨٣٣‬ل‪٢٣٥/١١‬ء‬

‫ن عبد ا لأغل ى‪ ،‬حدبت ا أبو تكر بن عي ا ش‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن جا ي ع بن ف دا د ‪ ،‬عن ا لأنود‬

‫م ‪ ،‬قات‪ :‬ى ئ ئ ي ي ن ع ئث ا ذ‪ ،‬ق ات ث ا ‪ " :‬ا بموا بث ا |م ئ ق ا ص "‬ ‫ثن‬

‫‪Esved b. Hilâl der ki: Muâz'la birlikte yürüyorduk. Bize: “Hadi oturalım‬‬
‫‪da bir süre iman edelim” dedi.‬‬

‫ع ث د الل ه ب ن أ خ ن ت ب ن حئت ل ‪،‬‬ ‫ح دث ن ا‬ ‫ك‪،‬‬ ‫مال‬ ‫أب و ب ك ر ب ن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ‫( ‪ -)٨٣ ٤‬و‪ / ١‬ه ‪ ٢ ٣‬ء‬

‫تج ئ أي ؛ذريس‬ ‫طيي أ ي‪ ،‬ح د ظ ‪ ^ ١‬؛ بن م ئ ب م ‪ ،‬عن يزيد بن أ ي م نيم‪ ،‬ثا ‪: 3‬‬
‫الح ؤ ال ئ‪ ،‬يقولت ‪ :‬ل ‪ ٢٣٦/١‬ا ظ ‪ 3‬ئغ ا ذ ‪ " :‬إقل ق ئ جال س هؤما ال نحال ه يخ وضون في‬

‫^ ع ن د ذب ك ن ع ظ ت "‪ ،‬ئ ‪ : JçJjJi 3‬ق ذ ك ز‬ ‫ا لح د ي؛ ث‪ ،‬ه)دا رأتت ه م ‪ ١^ ٤‬د‪ 1‬ز ء ب إ؟ى م‬


‫زب ث‬

‫م ‪ ،‬قات‪ :‬نحم ح د ب ي أ م شح ه حكي م بن دين ار‪ ،‬أقه م كابوا‬ ‫يع ب د ال ر ح ن ن بن يزيد بن‬

‫‪1AnkebûtSur. 45‬‬
250 M uâzb. Cebel

‫ح ش عئد د ك‬
‫ج ك ن‬ ‫ \ ل‬c jjû ‫ظو؛‬ ‫ ب لآ؛ زأت ث ا ق أ متم‬1‫ت‬
‫ آ خ ا ش اء ا ك ج‬:‫قول ون‬

‫رعث ا ت‬

Muâz der ‫ل ط‬: “öyle İnsanlarla oturuyorsun ‫ وآكل‬ne yaparsan yap


konuşmaya dalıyorlar. Onların daldıklarını görünce, Rabbine o anda
rağbetle koş.”
(Ravi) Velîd ekledi: Bu hadis Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir'e
aktarılınca dedi ki: Ebû Talha Hakîm b. Dinâr'ın bize bildirdiğine göre
kendileri şöyle derlermiş: “Duanın kabul edilmesini istersen; insanların
uyuduklarını görünce, o anda rağbetle Yüce Rabbine yönel.”

‫ حدثن ا فثاب‬،‫ حدثن ا أبو ي ح يى الر ان ي‬،‫ ] ح دق ا أبو م ح م د بن حيا ن‬٢٣٦/١ ‫ )“ ل‬٨٣٥(

‫ ق ات ل ه‬، ‫ هدم تعا د بن جم ل أرصثا‬: ‫ مح ا د‬،‫ عن طا وس‬،‫ عن ل ئ ث‬،‫ خا؛ثن ا جرض‬، ‫بن ال ث ر ي‬

٠٠ ‫ت‬3 ‫ هق ا‬، ‫أئ؛ا ع قات ل ؤ ؤ ئ نغ م ز نلق م ن هذه ا ل حمحاوة ؤا ل حئ ب فتي ي نل ق م ش ج دا‬

'٠ ‫ ؤل ف ن خنئت يؤم ا ل م ا ئة غلى ظ هري‬1 ‫ادي أخا ف أن‬

Tavus bildiriyor: Muâz b. Cebel bizim topraklarımıza gelince bizden


birkaç ihtiyar ona: “istersen şu taşlardan ve kalaslardan getirelim de sana bir
mescid inşa edelim!” teklifini yaptılar. Muâz da: “Kıyamet gününde onu (n
vebalini) sırtımda taşımaktan korkarım!” karşılığını verdi.

Takrîb3988

،‫ خ ا؛ثنا عل ي بن إش ح ا ق‬،‫ ا حدثن ا عند الئؤ بن م ح م د بن جعف ر‬٢٣٦/١ ‫ ل‬-) ٨٣٧ (

‫ ع ن‬،‫ ح دثن ا ت ع ي د ب ن ع ئ د ا لع زيز‬، ‫ع ذ الل ه ب ن الئتا ر ك‬ ‫ ح دثغ ا‬، ‫حدثت ا ا لحس ي ن ب ن ا ئ خ ث ن‬

‫ بل ن‬،‫ " اع لث وا ن ا شث م أ ن ثئلن وا‬: ‫ قا ت معا ذ ب ن جب ل‬: ‫ قا ت‬،‫ي زيد ب ن ي زيد ب ن جا ب ر‬

‫م‬ ‫ عن‬، ‫مئ‬‫؛ هي‬ ‫خت ر؛‬ ‫م‬


‫بة‬ : ‫ه‬ ‫زن ة‬ ‫غ‬ ‫ ث‬1‫ ا‬3 ‫ة‬ ،" ‫وا‬ ‫ط‬‫خ ى ةن‬ ‫ذ‬ ‫ه‬ ‫زكز‬ ‫ح‬‫ثؤ‬

‫ عن معا ذ‬،‫ عن أبيه‬، ‫لجا م‬


Muâz b. Cebel der ki: “öğrenmek istediğiniz kadar öğrenin, amel
etmedikçe Allah size sevap vermez.”
‫‪M uâz b. Cebel‬‬ ‫‪251‬‬

‫ه ‪: Hamza en-Nasîb! bu hadisi, ibn Câbir'den,‬لكل ‪Şeyh (Ebû Nuaym) der‬‬


‫‪da babasından Muâz b. Cebel'e dayandırarak Resûlullah’m sözü olarak‬‬
‫‪aktarmıştır.‬‬
‫‪Takrîb312‬‬

‫(‪ ] ٢٣٦/١ [ “) ٨٣٩‬حدثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لختن‪ ،‬حدثن ا عئد الثؤ بن أخن ت بن‬

‫ح م ‪ ،‬ح دبني أيي‪ ،‬حدق ا م ح م د ى ج ع م ر‪ ،‬حدت ا ق ع تة‪ ،‬عن أ ئ غ ق ى ش لت م ‪ ،‬ق ا د ‪:‬‬

‫عن م عا ذ بن ج م ل ظ ‪3‬ت ‪ ٠٠‬ابتليت م ش ممي الضؤاع ئصثز م ‪،‬‬ ‫ت م ن ت ر جاء بن حيوه‬


‫ع و إ م محنه الغ‪،‬ت اء ‪ ٩‬ئنؤر ن ‪ ، ^ ^ ١‬واكص ه ‪،‬‬ ‫ؤ‪،‬مثقتأ ون ف ق ه ال قائ غ‪ ،‬وأحومحئ ‪U‬‬

‫و ن ت ن ريا ط ال ئ ا م وع ص ب اخل م ن‪ ،‬ءأتع ث ن ال ث ئ ‪ ،‬وكألم ن ا لمم يز نا ال ي ج د "‪ ،‬زؤام نس د ‪،‬‬

‫عن معا ذ مئل ه‪ ،‬حدثن ا م ح م د مي ا ت خا ق‪ ،‬حدثن ا ^‪ ^ ١‬بن تع دا ن‪ ،‬حدق ا بكن بن بكار‪،‬‬

‫حدئ ا م ح م د س طن ح ه‪ ،‬عن زثئد‪ ،‬قات‪ :‬ه ا ‪ 3‬ثغا ذ‪ :‬متل ة‬

‫‪Muâz b. Cebel der ki: “Sıkıntılarla sınandınız ve sabrettiniz. Ancak‬‬


‫‪refahla da sınanacaksınız,‬‬ ‫‪sizler‬‬ ‫‪için en çok da kadınların sebep olacağı‬‬
‫‪fitneden korkuyorum. Altından ve gümüşten takılar takıp, Şam yapımı‬‬
‫‪hırkalar, Yemen yapımı örtüler giydikleri ve fakirleri, kaldıramayacakları‬‬
‫”‪yüklerin altına soktukları zaman maruz kalacağınız fitneden korkuyorum.‬‬

‫(‪ “) ٨٤ ٠‬ل ‪ ٢٣٧/١‬ء حدثت ا أبو بكر بن م ا ل ك ‪ ،‬حدثن ا عثد الل ه بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫ح د ب ي أيي‪ ،‬حدثن ا عثذ ا ل م دو س بن بكر‪ ،‬عن م ح م د بن الن ص ر ا ل ح ا رئ‪ 4‬زئغة إ ر م عا ذ‬

‫بن ج ث د ‪ ،‬قا‪ '٠ :،3‬ض ئ م ن محل هن ق د ثع ؤحس ش ئ ت ‪ :‬ال ص ح‪1‬ث م ن عتر ع ج ب ‪ ،‬اللنؤ_م‬

‫م جوع "‬ ‫من عير س ه ر‪ ،‬وا ل آقد تن‬


‫‪Muâz b. Cebel der ki: “ü ç şey vardır, kim bunları yaparsa nefret‬‬
‫‪edilmeye maruz kalır: Şaşılacak bir şey olmadan gülmek, gece uyanmadan‬‬
‫”‪uyumak ve acıkmadan yemek.‬‬

‫(‪ ] ٢٣٧/١ [ “) ٨٤١‬حدثت ا نل بما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثن ا أبو زيد ا لمزا طيس ي ‪ ،‬حدثتا نعئئ؛‬

‫ه د‬
‫م‬ ‫ص‬ ‫خا زم‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫حدثتا‬ ‫ف‪،‬‬ ‫ثت و‬ ‫ئذ‬ ‫م حم د‬ ‫ا‬
‫أخثزث‬ ‫ارك‪،‬‬
‫ابن ألمث‬ ‫حدثنا‬ ‫ح م اد‪،‬‬ ‫بن‬

‫ا ل ر ح م ن بن ت ع ي د بن يرب و ع‪ ،‬عن مال ك ال داراني‪ ،‬أ‪ 0‬ص م بن ال حط ا ب رضى الل ه عغة أ ح ذ‬


252 M uâzb. Cebel

p ،‫ا ل جراح‬ ‫ا ذ ه ب به ا إ ز أيي م ح د ه بن‬ ٠


٠ :‫ل غ لا م‬
‫ل‬ ‫ قات‬، ‫ص ح‬ ‫في‬ ‫أربع ماثة دي ا ر ن بم ه ا‬

‫ ثق وب للف أبين‬:‫ ق ات‬،‫ ئذه ب به ا ائئ الم‬،" ‫ئ ز نا بمسغ‬ ‫ثل يئش اعه في الس ت خ ر‬
‫ مالي يا‬: ‫ ها د‬pj ، ‫ ق ادت وصل ة اش ؤز ج ن ه‬،‫بع ض حا جتلف‬ ‫ أ ج عن هذه‬:‫ا ل م ؤمنين‬

‫ذه ا ل ح م ت ة إلى‬-‫ وده‬، ‫ نب هذه ال خ م ت ة إ ر محالن‬، ‫ اذهبي بهذه المث بؤ إ ر ه ال ن‬،‫جا هة‬

‫ هزج ع الغ ال م إ ر ع م ر رضى ألل ه غنة وأختزه ه وج ذ ه قد أ غد متل ه ا‬، ‫ ح ش أنقذث ا‬، ‫ثمال ن‬

‫ اذه ب به ا إ ر معا ذ وئثه في ا ل ي ت ت اعه ح ش ثنفلز ن ا ي صم غ‬:‫ ق م ا لأ‬،‫جت ل‬ ‫بن‬ ‫ل م عان‬

:‫ ممات‬،‫ا هذه غي بع ض ح ا جتلف‬°‫ ا ج عإ‬:‫ ثقأو ل لل ق أيين ا ل م ؤمنين‬:‫ ق ات‬C‫ثذ ه ب به ا إليه‬

‫ ا ن ق ي إ ر بئت غ التي‬،‫ب ت محالن ؛كذا‬


‫ اذهبي إ ر ج‬،‫ ثت ا ي تا ج ارية‬،‫ر ج م ه الثة وو صلت‬

‫ و إل يس في الخ رقة إ ال‬، ‫ وت ح ن والل ه نث ا كي نثمأععلن ا‬: ‫ ائ طل غت ائزأة معا ذ ق ا ث غ‬، ‫مبال‬

‫ " إثه م إخؤة‬: ‫ ورج ع ائث ال م إل ى ع من قأختزه نق ث بذللف وه ا د‬، ‫دين اوان ئ د ح ا به م ا إليه ا‬

" ‫مب ق ي ز م ن ب ض‬
4687. Mâlik ed-Dârânî'den rivayet edildiğime göre Ömer b. Hattâb
dörtyiiz dirhemi bir keseye k©yup hizmetçiye dedi ki: “Bunu alıp Ebû
Ubeyde b. el-Cerrâh'a götür, sonra da evini bir müddet gözetle bakalım ne
yapacak?” Hizmetçi de keseyi alıp ona götürdü ve kendisine şöyle dedi:
“Müminlerin emiri, bu keseyi bir takım ihtiyaçlarınızı görmeniz için size
yolladı.” Bunun üzerine o da: “Allah bu yardımının karşılığım kendisinin
karşısına çıkarıp merhamet eylesin” dedikten sonra cariyesini yanına çağırıp
şöyle dedi: “Şu yedi dirhemi falanca kişiye, şu beş tanesini filanca kişiye, şu
beşini ise filana ...” şeklinde bitinceye kadar paylaştırarak dağıttı. Bunun
üzerine hizmetçi geri dönüp te gördüklerini Hz. Ömer'e anlatınca Muâz b.
Cebel'e verilmek üzere, aynısından bir kese daha hazırlamış olduğunu
gördü. Hz. Ömer hizmetçiye yine: “Bunu alıp Muâz b. Cebel'e götür, sonra
da evini bir müddet gözede bakalım ne yapacak?” Hizmetçi de keseyi alıp
ona götürdü ve kendisine şöyle dedi: “Müminlerin emiri, bu keseyi bir
takım ihtiyaçiarınızı görmeniz için size yolladı.” Bunun üzerine o da: “Allah
ona merhamet eylesin, bu yardımının karşılığını önüne çıkarsın” dedikten
sonra cariyesine: “Falancanın evine şu kadar, filancanın evine şu kadar ...
‫‪M uâz b. Cebel‬‬ ‫‪253‬‬

‫‪götür” şeklinde dağıtınca Muâz b. Cebel'in hanımı: “Vallahi biz ihtiyaç‬‬


‫‪sahipleriyiz, bizlere de ver” diye çıkıştı. Bezin içinde iki dinardan başkası‬‬
‫‪ iki dinarı da eşine verdi. Bunun üzerine hizmetçi geri dönerek‬ه ‪kalmayınca‬‬
‫‪gördüklerini Hz. Ömer'e anlatınca sevinçle şöyle dedi: “Onlar birbirlerinin‬‬
‫”‪kardeşleridir.‬‬

‫(‪ “) ٨٤٢‬ل ‪ ٢٣٧/١‬ا خ ا؛ثغ ا ن ث ما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثت ا أبو ثريد المزا طيس ي‪ c‬حدثما‬

‫خ ي ا ج بن إبزاهس؛؛‪ ،‬و حدثن ا ع د الل ه بن م ح م د ‪ ،‬حدثن ا م ح ث د س أيي ت م ‪ ،‬خا؛ثن ا عئد‬

‫الل ه بن م ح م د ا ل عئسي‪ 4‬ق ا ال ‪ :‬حدثغ ا مروان بن م عاونه‪ ،‬عن م ح م د بن ن ومح ه‪ ،‬قات‪ :‬أس ت‬

‫ر م ح ده بن م ح م ‪،‬‬ ‫م ح م بن أيي ه م ‪ ،‬ل ‪ ٢٣٨/١‬ا ءأ حرج إ ي ص حي م ه مإدا مح ه ا ‪ :‬ب ن‬


‫و معا ذ س جب ل إ ر ع م بن الح طا ب ‪ :‬ت ال م علئلث‪ ،‬أث ا م‬
‫ب د ‪ ،‬ؤ‪ ،‬عهدئا ك ز م يلق‬

‫يديل ق ال د ي ق ن‬ ‫ب ن‬
‫ج‬ ‫س‬ ‫ي ج ل‬ ‫أ س ودها ‪،‬‬
‫و‬ ‫ه ذ ه ا ألم ة أ ح م ر ها‬ ‫أ م‬ ‫و ل ت‬ ‫فد‬ ‫ث‬ ‫ثأ صي ح‬ ‫م ه إ‪،‬‬ ‫ثل ث‬

‫وال صدإ؛يى‪ ،‬ويك و ج ئ ت ه ي ئ ! ك د ل ‪ ،‬ءارذ؛لز ي ن أن ث عند ذب ك ي ع م ‪،‬‬ ‫ؤاائؤضيغ‪،‬‬

‫م ل ك‬ ‫ل ح حة‬ ‫ا نمجج‬ ‫فيه‬ ‫و س ط ع‬ ‫اقثوث ي ‪،‬‬


‫م‬ ‫فيه‬ ‫و ئجمح ث‬ ‫فيه ائ و ج وة‪،‬‬ ‫ثنيي‬ ‫يؤما‬ ‫ث حد رك‬ ‫وإما‬

‫أن‬ ‫ث‬ ‫د‬ ‫ح‬ ‫ك نا ن‬ ‫وإ؛ا‬ ‫عماته‪،‬‬ ‫وي ح اف و ن‬ ‫زخنثة‪،‬‬ ‫ير ج و ن‬ ‫داخ ر و ن ل ه ‪،‬‬ ‫ا لحلئ‬
‫ح‬‫ث ه ز ه ب ب جتزوته‪ ،‬م‬

‫أئن قزؤ ا الم ة شتز حع في اخر زمانه ا إ ز أن ذك ون وا إ خزاذ العالسؤ أعداء الغ ريزة‪ ،‬نإثا‬

‫صي ح ه‬ ‫ئ‬ ‫به‬ ‫ك يا‬ ‫ها ئنا‬ ‫ثا ‪،‬‬ ‫ش‬ ‫م ن‬ ‫ئزد‬ ‫س و ى الم ن ز ل ال ذ ي‬ ‫إقل ق‬ ‫ك تابنا‬ ‫ي ر د‬ ‫أن‬ ‫بالل ه‬ ‫ت ع وذ‬

‫للف‪ ،‬ؤا لق الز غي ف "‪ ،‬م حب إ م ن ا غ م ثن ا ئا ب رضى ال ق ئ ‪ :‬ب ذ غ م ي‬

‫ص‬ ‫ما ; خ ا‬ ‫ا لخئا ب إ ر أبي م ح ذة ؤثث ا ؤ‪ " :‬ت الم" ع و إن ا ‪ ،‬أق بم ن‪ ،‬أثا;نى‬

‫عهلىدئ‪-‬اذي ز م ن سمي لي م ه م ‪ ،‬مح أصت ح ت قد و ل ت أئن ق زو ا ألم‪ 4‬أ‪-‬حم ره ا زأ>نؤؤف ا ‪،‬‬

‫ك ت ث ئ‪: 1‬‬ ‫الع د ل ‪،‬‬ ‫مئ‬ ‫س بت ن ي د ي الت ر ي ف ئ وال و ض ي ع ‪ ،‬وا ل خدؤ والص د ي ى ‪ ،‬ؤل ك ؤ حص ت ة‬ ‫ي جل‬

‫‪Ü‬‬ ‫ذبف ؛ ال بم؛‬


‫نز هت م‬
‫و ج‬ ‫لآة ال خ زد ز ال‬ ‫ذبئ ي غ م ‪،‬‬
‫ص أ ك بم د م‬ ‫‪،‬ئ ه‬

‫زك؛ؤنات حدراني نا حدرت بنه االمم ز ثلثا‪ ،‬وئديما كان ا حت الف ال م والنه ارياجا ل‬
‫تن ‪ ،< ^ ١‬؛ ر‬
‫ج‬ ‫ي‬ ‫ء ج د ي د ‪ ،‬ثأ و ن ي خ و موع ود‬ ‫ء محي‪ ،‬و ت و ن‬ ‫اقا م تم ثبأ ن‬
254 M uâz b. Cebel

‫كتثثن ا‬ ،‫ فوز نقيق النأس يئضه^ إ ر ثئض لصالح دقاهب‬،‫ثفئهز فيه الؤعتة ؤالؤهته‬
‫ و ص ك؛تئثن ا به‬، ‫ك ما‬0 ‫ ^ ^ ^ ائز؛ي نزد م ن هأو‬١ ‫ما ; قت ا س و ى‬ ‫؛؛ أن أنزت‬1■‫ ^ ^؟‬١^ ^

‫ ؤزلث ال م‬C‫عشك ما‬ ‫بي‬ ‫ محإبه ال غنى‬، ‫ءأي‬ ‫ ث ال ثذع ا‬، 1‫ ن ق د حبددت م‬،‫ث صم ح ه ل ي‬

" ‫فوقنا‬
Muhammed b. Sûka anlatıyor: Nuaym b. Ebî Hind’in yanına gittiğimde
bana Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ve Muâz b. Cebel’in, Ömer b. el-Hattâb’a
yazdıkları bir mektubu çıkardı. Mektupta şöyle yazıyordu: “Allah’ın selamı
üzerinde olsun. Derim ki, bu ümmetin, kızılı olsun siyahı olsun tüm
M ^lümanlarının idaresi sana verilmiştir. Bil ki huzuruna eşraftan,
avamdan, düşman ve dost birçok kişi çıkacaktır ve her birinin de adaletten
payım vermen lazımdır. Onun için ey Ömer‫ ؛‬Onlar karşısında nasıl
davranacağına dikkat et. Seni öyle bir güne karşı uyarıyoruz ki o gün
yüzlerde tedirginlik, kalplerde katılık olacak, tüm mazeretler geçersiz
sayılacaktır, o gün her şeyin hükümranı (olan Allah) tüm insanları gücüyle
sultası altına alacak, tüm insanlar onun rahmetini umup azabından da
çekinerek huzurunda toplanacaklardır.
Biz de kendi aramızda bu ümmetin son zamanlarında geleceği durumu
konuşmuş, açıktan dost görünenlerin gizliden düşman olacaklarını
söylemiştik. Sana gönderdiğimiz bu mektup bizim kalplerimizde yer etmiştir
ve senin de kalbinin dışında bir yerde durmasından Allah’a sığınırız. Zira biz
mektupta sana ancak nasihat olan bir şey yazmışızdır. Allah'ın selamı üzerine
o lsu n .”

Bunun üzerine Ömer de cevaben onlara şöyle yazdı: “Ömer b. el-


Hattâb’tan, Ebû Ubeyde ile Muâz’a! Allah’ın selamı üzerinize olsun! Derim
ki, bana bir mektup yazarak içinde bulunduğum durumun önemini, kızılı ve
siyahıyla bu ümmetin tüm Müslümanlarının idaresini üstlendiğimi,
huzuruma eşraftan, avamdan, düşman ve dost olan her türlü kişinin
çıkacağını, bunların her birinin adaletten nasibini almaları gerektiğini
yazmışsınız. Yine, «Bu durumda sen nasıl davrandığına bak ey Ömer!» deyip
Allah’ın inâyetinden başka Ömer’in hiçbir dayanağının olamayacağını
yazmışsınız.
M uâz b. Cebel 255

Yine daha önceki toplulukların uyarıldığı şeyle beni uyarmışsınız ve


belirttiğiniz gibi «Zamanın gecesi ve gündüzü insanların ecellerini getirmiş,
uzağı yakınlaştırıp her yeni olan şeyi eskitmişlerdir. İnsanlar nihai menzilleri
olan Cennet ve Cehenneme ulaşana dek de zaman vaat edilmiş her türlü şeyi
başlarına getirecektir» demişsiniz.
Yine bu ümmetin son zamanlarında düşeceği durumu aranızda müzâkere
ettiğinizi ve bu durumunda açıktan dost görünenlerin gizliden düşmanlık
besleyeceğini belirtmişsiniz. Bilin ki siz onlardan değilsiniz ve bu zaman o
d ü ^ ^ ü ğ ü n ü z zaman değildir, o zamanlarda arzular ve korkular ortaya
çıkacak, insanların bazılarının arzusu dünya nimetleri elde etmek,
bazılarının k o rk usu da birbirlerinden olacaktır.
Mektubunuzda, sizin kalplerinizde yer eden bu nasihatin benim de
kalbim dışında bir yerde durmasından Allah’a sığınmışsınız. Bilin ki bana
yazdığınız şeylerde hep doğruyu söylemişsiniz. Bana yazmaktan geri
durmayın zira sizden ayrı duramam. Allah’ın selamı üzerinize olsun.”

‫ حدثن ا يعم و ث‬،‫ حدبن ا م ح ئ د بن إئ راهمم بن ي ح ش‬،‫ ] حدثن ا أ ي‬٢ ٣ ٨ ٨ [ -) ٨٤٣(

{‫ محزأت فذ‬:‫ مات‬، ] ٢٣٩٨ ‫ ^ ^ ^ أبو حم د الثؤ ل‬١ ‫ حدثت ا م ح م د بن م وت ى‬،‫ال دؤر ئ‬

،‫ت ش م عته م ن أيي ع صم ه عن ر ج د >نث ا ة‬3 ‫ محق ا‬، ‫ و"كا ن يم ه‬، ‫خ م بن م ح ئ د‬،‫ غلى دث ا‬، ^ ^ ^ ١

،‫ف إن ثثل ن ة لل ه مما ر ح شته‬، ‫ب عل م وا اف إل‬٠٠ : 3 ‫ ه ا‬، ‫عن ر جا و بن حيوه; عن م عا ذ بن جب ل‬

4‫ وثذل‬،‫ و غين ه ب ن ذ ال يغنم ص دمح ه‬،‫ د‬1‫ح ه‬- ‫ي ن ف عنه‬


‫ ز؛ ف‬، ‫ وم ذ امحكزئة ئمنيي ح‬، ‫وطلبه ءتا ئه‬

، ‫ ؤا الن س ي ائزخشؤ‬، ‫ زنث ار أه ل ا ل حنة‬،‫النة م عا ل م ال ح ال ل وا ل حزام‬ ، ‫لأهل ه مته‬

‫ زالئ ال ح ع إ ى‬،‫ ؤال د لم د عل ى ا لمثؤاء والصؤاء‬،‫ وا ل م ح د ث في ان ظزؤ‬، ‫وا ل ص ا ح ب في ال مث ة‬

،‫ وت ج ع له م في ا ك ر م أ دة وأئ م ه‬، ‫ يزئغ الل ه مما ر به أقؤائ ا‬،‫ وال دي ن عتذ ا أل ج الع‬،‫ا لأعداء‬

، ‫بجم‬ ‫ ثرع ب الن ال دكه قي‬، ‫وب تهى إ ر رأيه م‬


‫ م‬، ‫ وي م ت د ى بف عال ه م‬، ‫متي س اث اره م‬
،‫ ح ش ائ جيثا ن غي الت ح ر ؤه وا م ة‬، ‫ ينث غ ف ز ل هز ك ئ و ط ب وياب س‬، ‫ش ح ي أ‬ ‫جئ حته ا‬-‫ؤأ‬

،‫ ومصتا ح ا ال تحاي م ن ال فئنم‬C‫ لأن العن؛؛ حثاة ائئل و ب من ا ل ج ه ل‬،‫و متا ع الع م زأئعام ة‬

،‫ والمم ك ن فيه بمدلت يالصثا م‬،‫ وال د ر ج ة العليا في ال د قا زا ال خزة‬،‫يثل غ ب ال عل م تن ا زأل ا ألحتار‬
256 M uâz b. Cebel

‫ وا ل ع م د‬، ‫ إت ا م ا ل ع ما ل‬،‫ ويغر ف ان ح ال لت م ن ائخزام‬،‫ به تو ص د ا لأر حا م‬،^،‫وم دا رستهب المت ا‬

" ‫ وي حزم ة ا لأئقث اء‬،‫ ت ي ن ة القغدا ء‬،‫ ثا بثة‬: ‫ما د‬

Muâz b. Cebel der ki: “ilim öğreniniz! Muhakak ki, ilmi Allah için
öğrenmek saygıdır, taleb ermek ibadettir, ders çalışmak teşbihtir, ilmi
araştırmak cihaddır, bilmeyene öğretmek sadakadır, ehline vermek
yakınlaşmaktır. Zira ilim helal ve haramın göstergesidir, cennet ehlinin
feneridir, korku anında tesellidir, gurbette dosttur, yalnızlıkta sohbet
arkadaşıdır. Mutlulukta ve darlıkta yol gösterici, düşmana karşı silah, değerli
insanlara saygıdır. Allah ilimle kavimler yüceltir, hayırda önder ve imam
kılar; eserleri taklid edilir, yaptıkları örnek olur, fikirlerine müracaat edilir.
Melekler onlarla dost olmak ister, kanatlarıyla okşar, yaş ve kuru ne varsa
onlar için mağfiret diler, denizdeki balıklar ve deniz canlıları, büyük kuşlar
ve hayvanlar mağfiret diler. Çünkü ilim, kalplerin cehaletten kurtulup
canlanması, gözlerin karanlıktan kurtulup aydınlanmasıdır, ilimle değerli
insanların mertebesine erişilir, dünyada ve âhirette yüksek dereceler elde
edilir, ilimle ilgili tefekkür etmek oruç tutmaya, ilim çalışmak namaz
kılmaya denktir, ilimle sıla-1 rahim sağlanır, helal ile haram bilinir, işlerin
sultanıdır, ilmin peşinde koşan, bahtiyarlarla yaşar, eşkıyalar ona
yaklaşamaz.”

‫ حدق ا عئد الله بن أ ح م د بن‬،‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن ج نفي بن ح م دا ن‬٢ ٣ ٩ ٨ [ -) ٨٤٤(

‫ عن م عا ذ‬،‫ ع م ن ح دده‬،‫ غذ ع م رو بن مس‬،‫ حدت ا ش جا ع بن ال ول ي د‬، ‫ ح دثن ي أيي‬، ‫ح م‬

" :‫ ق ات‬،‫ إل م ح خ‬: ‫ " ا ت ي وا أتي خ ث ا ؟ " فأ ئ ش د‬:‫ قات‬،‫ثن ج م أنة ث م حزة ش ؤ ث‬

، ‫ ق د أصث ح ت‬: ‫ ح ز أ ي ف ي بع ض ذ ل ك مم ي ل‬، ‫ ت ص ح‬٢ : ‫ا ظزوا أصت حثا ؟ " ئ أ ئ ه م ي ن ل ه‬

‫ م حث خاء‬،‫ زاو تحق‬،‫<خببانزت <خبم‬‫م‬ ،‫ همدأللي ئ قلب صتالخها إر ام‬:‫قاد‬


‫ ا[محلم ؛ت قث م م لء أ م‬،‫ ه يز؛ أزيوك‬،‫فلث‬‫ شء أل قت محق أخا‬،‫غرفص‬
،‫ ومح ن ل ف ك ا ال هزا حر‬،‫ ز ال ل و س ا لأش جار‬،‫ب ن ي ا الثه ا ر‬
‫نف ا م‬
‫أ ج ي ال د ي ن ز ت اقف اؤ ج‬

‫ عن ج لي ال د ك ر‬، ‫ ؤتزاخئؤ ال ش اؤ يال ؤ م‬،‫و م ك ا ب دة الث اغ ا بي‬


Said b. Â m ir 257

Amr b. Kays’ın birinden bildirdiğine göre Muâz b. Cebel, vefat anı


geldiğinde yanındakilere: “Bakın sabah oldu mu?” diye sordu. Kendisine:
“Henüz sabahı etmedik” dediler. Sonra bir daha: “Sabah oldu mu?” diye
sordu. Yanındakiler: “Henüz sabah olmadı” karşılığını verdiler. Bir süre
sonra gelip ona: “Sabah oldu” dediklerinde Mûaz şöyle demeye başladı:
“Sabahında beni Cehennem ateşine götürecek olan bir geceden Allah’a
sığınırım! Merhaba ey ölüm! G u r b e tte n gelen ziyaretçi, ihtiyaç anında gelen
dost merhaba! Allahım! Ben ki beni cezalandırmandan korkardım, ama
şimdi merhametini umuyorum. Allahım! Dünyada coşan nehirler, dikilen
ağaçlar için kalmak istemediğimi, aksine uzlete çekilmek, zamanın
getirdiklerine sabretmek ve zikir halkalarında âlimlerle birlikte olmak için
kalmak istediğimi iyi biliyorsun.”

Takrîb 1234, Takrîb 2074, Takrîb 869, Takrîb 74, Takrîb 3 3 ‫ ل‬, Takrîb
324, Takrîb, 247, Takrîb 1248, Takrîb 56

Saîd b. Âmir
Onlardan biri de Saîd b. Âmir b. Cuzeym ^-Cumahî; fettan ve büyülü
dünyaya ilgi duymamış, onu arzulayanlara da küçümseyen bir gözle
bakmış, öncekiler gibi teşvik ve uyarma yolunu takip etmiş. Görev
üstlenmesine rağmen dünyadan yüz çevirmeyi başarmış, görevini ifa ettiği
sırada sözlerine bağlı ve emanete sadık kalmıştır.
Derler ki: Tasavvuf, arzuları engellemek için zamana direnmektir.

‫ حدثن ا ي ح يى‬، ‫ حدثن ا أبو ئعي ب ا ل ح رايى‬،‫ [ حدق ا م ح م د بن معمر‬y t i l \ ] -((٨٥٠

‫وت غنئ ئ‬ ‫ تث ا‬:‫ قات‬، ‫ خدتث ا خث ا ة ئ م ح و‬،‫ خدثث ا ا لأززائ‬، ‫ئ حم د ال م ا ل م ا ئ‬

٤^ ^ ^ ١ ‫ ب ع ت تع ي د بن ع ام ر بن جذي م‬، £۵ ‫ عن‬، ‫ق‬،‫ا ل ح طا ب رضى الثة عته محاوي‬

‫ ئئ ا ل ب ت إ ال يسيزا محش أ صابه حا ج ه‬C‫ نخ ر غ مع ه ب جارية م ن مي ش ثضيرة ال و ج ه‬:‫ها د‬

‫ مما ل‬،‫ هد ح د به ا عش ا مرأته‬:‫ قا ت‬،‫ ث ن غ دللف عنن ثع ت إلته بأل ف دثار‬:‫ ها د‬،‫ شديدة‬:

‫ ثؤ أثلث اشثزيت لن ا أذئا و طعاما واد ح ز ت تأين ه ا ؟‬: ‫ ممال ت‬،‫تش إقثا ؛ن ا ثنين‬
‫إن ع من ج‬
258 Saîdb. Â m ir

‫ ق أ ق د ب ذ‬،‫ي ثا مح ه‬ ‫ أز ال أدل ك ظ ى أ ن م م ذ زللف؟ مح ش ف ذا الن اب ن ق‬: ‫ق ات محا‬

‫ و طعاما زاقثز ى بع ينين‬١/ ٢٤o f ‫ ئا ئث ز ى أذئ ا و‬،‫ ف م إدا‬:‫ هال ت‬،‫ وض م انه ا علته‬، ‫وب ج ه ا‬

‫ ; ئ ما أب ث‬3 ‫ ها‬،‫ و وقه ا في ا لخن ا كي ن زأئ ل ا ل حا ج ة‬، ‫وع ال م ثن نئثاران غ ي ن ا ح وائ ج هأ‬

‫ هؤ م ح ث ز ك و ب د هأ خد ت ة م ن‬، ‫ئ و ئ ن ا‬ ‫ ق ق ذ‬:‫ ه ا و م ح‬cJu ‫ز‬ !‫| ال تسئ‬

‫ ن ت ك ت عنه ا حش‬: 3 ‫ ظ‬، ‫مم‬3‫م غ ا و‬ :3 ‫ ظ‬، ‫ ئ ت ك ت عغه ا‬:‫ قا ت‬،‫ ثائث؛يت ا ق م كاثه‬£ ^ ١

‫ ز ي د م ن أ م محته م غن يد ح د‬،‫بم‬ :‫ ئ ت‬، ‫م ق م‬ ‫ه يد ح د محته ؛ ال ب ذ‬ ‫ و ل م‬،^^١

‫ هتك ت‬:‫ قا د‬، ‫ نإثه قد ثص د ى ؛ذب ك ا ل ما ل‬،‫ ن ا تصنع ين ؟ |د ك قد اديتيه‬:‫ نف ا‬3 ‫ مما‬،‫بد خول ه‬

‫سي‬ ‫ ر‬Ö& ‫ ه‬، ‫ ض ر ن ب ك‬:3 ‫ فق ا‬،‫ ب خ د عث و ءى‬٩ ‫ ثم‬، ^١‫أ ط غش ز ك‬

‫ وآ و أبة حيره من‬، 1‫ ظ أ ج ي أئي ص د د ت عنه م وأن ني ؛ لأي زظ فيه‬، ‫زق وني م ن ذ زي ب‬1‫ة‬

‫ ولمهن ضؤء و ج هه ا الش م س‬،‫ا لأرض‬ ‫ال م‬ ‫م ن ال ق ن اع لأض ا ء ت‬ ‫ائلغث‬ ‫ث اتي‬،‫حض؛ ت ائ ج‬

‫ ئ لأنث أخزى فى ف س ى أن أن غل ق ل هن‬، ‫ وقص يف ئ م ح ث ى ح م م ن ال د قا و ما فيف ا‬C‫وا ل م ص‬

" ‫ت هم ت ن خ ت ورضيت‬3 ‫ ئ‬، ١^ ‫ي ن أن أبع ه ن‬

Hassân b. Atiyye bildiriyor: Ömer b. el-Hâttâb, Muâviye’yi Şam


valiliğinden azlettikten sonra yerine Saîd b. Âmîr b. Cüzeym el-Cumahî’yi
gönderdi. Saîd, Kureyşli güzel yüzlü bir cariyeyle görevine gitti. Ancak fazla
zaman geçmeden maddi olarak büyük bir sıkıntının içine girdi. Bu sıkıntısı
Ömer’in kulağına gidince ona bin dinar gönderdi. Bin dinarı alan Saîd,
hanımının yanına girdi ve: “Ömer bize bu gördüğün şeyleri gönderdi” dedi.
Karısı ona: “Bir kısmıyla giyecek ve yiyecek alsan da kalan kısmını zor
günler için saklasan” deyince, Saîd: “Sana bundan daha iyi olan bir şeyi
söyleyeyim mi? Bu malı bizim adımıza ticarette kullanacak birine verelim.
Getirdiği kârdan yer, anaparanın sorumluluğu da adamın olur” teklifini
yaptı. Karısı ise: “Güzel fikir, o zaman yiyecek, giyecek, iki deve ve bu
develer üzerinde çalışıp ihtiyaçlarını karşılayacak iki köle satın al” dedi.
Ancak çok bir zaman geçmedi ‫ ثكل‬karısı ona: “Evde şu şu kalmadı. Ticaret
için parayı verdiğin o adam gitsen de kârdan biraz alsan ve biten eşyaları
tedarik etsen!” dedi. Saîd sustu ve ona bir karşılık vermedi. Karısı bir daha
söyledi; ancak Saîd yine susup karşılık vermedi. Karısının ısrarları Saîd’i
‫‪Saîd b. Â m ir‬‬ ‫‪259‬‬

‫‪sıkmaya başladı. Saîd’in akrabalarından bir adam Saîd gibi eve rahat bir‬‬
‫‪şekilde girip çıkabiliyordu. Bu adam bir gün Said’in karısına: “Ne‬‬
‫‪yapıyorsun! Israrınla ona eziyet veriyorsun! Hâlbuki Saîd o parayı sadaka‬‬
‫‪olarak dağıttı” deyince Saîd’in karısı o malın gidişine üzülüp ağlamaya‬‬
‫‪başladı. Bir defasında Saîd eve girdi ve karısına şöyle dedi: “Sakin ol! Pek‬‬
‫‪yakın bir zamanda (öldükleri için) bazı arkadaşlarımdan ayrıldım. Dünya ve‬‬
‫‪üzerindekiler benim olsa dahi onlardan uzak kalmayı asla istemezdim.‬‬
‫‪^ yeryüzünü ışığa boğar,‬لء ا ‪Cennet hurilerinden biri semadan bakacak olsa‬‬
‫‪onun ışığından dolayı da Güneş ile Ay’ın ışığı yok olup giderdi, üzerindeki‬‬
‫‪bir örtü dahi, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Onlardan biri için‬‬
‫”!‪seni bırakmam, senin için onları bırakmamdan daha uygundur benim için‬‬
‫‪Bunun üzerine karısı yumuşayıp duruma rıza gösterdi.‬‬

‫تم ر‬
‫(‪ ] ٢ ٤ ٥ ٨ [ -) ٨٥٦‬خنثن ا م ح م د بن عئد الثؤ‪ ،‬حدت ا ا لخنن بن عل ي ثن ح‬

‫ال طوسي‪ ،‬حدقن ا م ح م د بن عثد الكري م الع ت د ي ‪ ،‬حدبن ا ‪ ^ ^ ١‬بن عد ي‪ ،‬حدت ا ور بن‬

‫يزيد ‪ ،‬حدثتا حالف بن متع ذا ‪ C0‬ه ا د ‪ :‬انت عم د عقن ا ع من بن الح طا ب ب ح متس تع ي د بن‬

‫غا م بن جذي م ا ل جن ح ئ ‪ ،‬ثنق ا قدم ع م ث ذ ا ل ح طا ب جن ح ن‪ ،‬قا دت يا أ ه د حم ح ن‪ ،‬ي ن‬

‫م ؟ ئ شك زة إ ي‪ ،‬وقا ن بجا ن ل أ م ج ض ‪ :‬ا ل و م ه ال ئ ز ىج ي ض ء‬ ‫و خد إل غ امأ‬

‫ص قو ربما ‪ :‬ال ي خث ج إ محا خ ر بما ر البجاث‪ ،‬قات‪ :‬أ م حب بما ‪ ،‬ئ ت ‪:‬‬ ‫متث ا ل‪ ،‬قالوا‪:‬‬
‫ال‬

‫ال‬ ‫ون ابا؟ قالوا‪ :‬الي جم ث أخدا ي م ‪ ،‬قات‪ :‬ؤغهنأ‪ ،‬قات‪ :‬ؤتاذا؟ قالوا‪ :‬زه يزم ق ال م‬
‫بي ثأخذه‬
‫يا م م‬
‫يخ ر ج فيه إلقا ‪ ،‬ئ د‪ :‬ع ظي م ة‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬وما دا؟ قال وا‪ :‬يعث ظ ا لعئظه بتن ا لأ‬

‫مؤثه‪ ،‬قا ت‪ :‬ئ جم غ ع م بثه م وبس ه‪ ،‬وئ ‪ ^ ١ :3‬ال ث م ل ا ي فيه اك ؤ_م‪ ،‬ظ ئئ ك و ن منة؟‬

‫فن ل أ م‬
‫محق لآؤة ن وة‪ ،‬ي‬ ‫إن‬ ‫بما ر البجاز‪ ،‬قا د‪ :‬زالثؤ‬ ‫يخئ إقثا خ ر‬ ‫ال‬ ‫قانوا‪:‬‬
‫ج زث م أ حبر حتزي‪ ،‬ه م أث زئأ ‪ ،‬ث م أ حر ج ت ي ب ‪،‬‬
‫ب‬ ‫جيي ث م أ جي س ح ر‬
‫ت‬ ‫‪-‬حا?‪:‬م أ ع ج ن‬

‫ق ات‪ :‬ن ا ث لم ك ون بنة؟ قالوا‪ :‬ال ي جي ب أ خدا ل ‪ ٢٤٦/١‬ا بلي ل ‪ ،‬قات‪ :‬ما ثق وب؟ قات‪ :‬إن‬

‫غ ‪ ١١٤‬؛‪ :‬ؤظ ت شف و ن؟ ‪: ^ ١٤‬‬ ‫ج ز ج ك الق‪ ،3‬ث‬


‫ث ث ل آي ة ن وة‪ \ ،‬ل ج ل ت ا ب ي ر' ي‪°‬‬

‫س د وب ي ‪،‬‬ ‫ي ن ل ي حا د م‬
‫م ال ي ح ر غ إ ك فيه‪ : 3 ^ ،‬ن ا ئق وت؟ قا ‪ : 3‬ف‬ ‫إن ه يؤما ي ال‬

‫م م ن؛ خ ر‪ ، ^ ١‬ها ‪: 3‬‬
‫ث أ جن س خ ز ئ ج فق ق م أدلتك‪ 4‬ا مم أ حرج أ ي ‪°‬‬
‫‪ 3‬ال ؟ي وب ي ص م حا ‪ ،‬م‬
260 Said b. Â m ir

‫ قادت ش هد ت مص ن ع خ ي ب ا الن صا ري‬،£‫ يئن ظ الئئ ظ ه بتن أ اليا‬:‫ن ا ث ئ غ ون منه؟ قالوا‬

‫ أئ ح ب أن ن خث ت؛صكالل ثأ؟‬: ١^ ،‫ب ن ك ه زقن بمع ث فري س إ ح م ة ثم أ خنلوة غ ز ج ذعة‬

‫ي‬ ‫ ث م‬،‫يلث بش ر كة‬،‫ؤ‬ ‫ الااؤ ظ أ ج ب أئي في أ ش وول د ي وأن‬: 3 ‫ه ما‬

‫نمرك ال أؤ م نبالثؤ‬ ‫ ؤأثا‬، ^ ^ ١ ‫ فن ا د و ت د للق اقؤم وبركي ن صزئه في يلل ق‬، ‫م ح ئ د‬

، ‫ ال يغ م ز ل ي بذ ل ك ا أل ب أبداء قادت ئصيثني يثلث ال غئ ه‬. ‫ا لع ظي م إ ال فثثئ غ أن الثث‬

‫ نقا دت انتع ن به ا‬،‫ محمب ت إلته بأل ف بتار‬،‫ ا ئ خ ن ذ لل ه ال ذ ي إل يم ث ل ه زات ي‬: ‫ ع م‬3 ‫مما‬

‫ ئهن أ ك فى‬:1‫ ل ه‬3 ‫ م ما‬، ‫عث اال عن ي د س م ك‬1 ‫ي‬،‫ انخن ات يثؤ الذ‬:‫ته‬1‫ا مز‬ ،‫غ لى أ رف‬

‫ هدع ا زي ال م ن‬، ‫ ئعم‬: ‫ قال ت‬، ‫ إليه ا‬0‫حتر م ن ذلل ث؟ تدهع ه ا إ ر م ن يأتين ا به ا أ خز غ ن ا ت ك و‬

‫ق تي م آ ل‬ ،>‫ت ادت؛لليى ب ه ذ ه ! ر أرمل ه آ ل ئاللن‬3 ‫ ث م قا‬١^^ ٠ ‫م ا‬،‫م بس ه ثئى به دصزر‬

‫ أ شقى هذه‬:‫ق ا ت‬ ‫ ئ؛ؤؤت بثه ا‬، ‫ ن إ ز مس ر آ ل محال ن‬، 0 ‫) د ال‬JT ‫ ن إ ز م ن ك ي ن‬، ‫محالن‬

‫ك‬ ‫ تأتي‬:‫ نا ق د ذللث ش ا د؟ قات‬،‫ أ ال تشمي قا خادثا‬: ‫ ق ا ك‬،‫غاذ إ ر غتيؤ‬ ‫إل‬

‫ مؤه وه اء ووصل ه ممحوع ا‬، ‫ مش ال‬،‫ ” كدا ززاة خث ا ن زخابن ن مع دا ن‬،" ‫س‬:‫م‬ ‫أ خؤ غ نا‬

‫ غذ عتد ال مب ن بن مق ا ي ب ال ب ن حي‬،‫ وم و ت ى ال ئ ال‬،‫يا ذم‬.‫يزيد بن أيي ز‬

Hâlid b. Ma’dân anlatıyor: Ömer b. el-Hattâb, Humus’ta bi^e vali ‫ م‬1‫م ح ة‬


,Saîd b. Âmir b. Cuzeym el-Cumahî’yi tayin etti. Ömer b. el-Hattâb
Humus’a geldiği zaman, ahaliye: “Ey Humus ahalisi! Valinizi nasıl
buldunuz?” diye sordu. Valilerinden yana çok şikâyetçi olduklar için de
Humus için “Küçük Küfe” denilirdi. Ömer’in bu sorusu üzerine: “Dört
şeyde ondan ^kâyetçiyiz. Yammıza sabah değil gün ilerledikten sonra
:ç^ıyor” karşılığını verdiler. Hz. Ömer: “Büyük bir kusurdur” dedi ve
.Ba$ka?” diye sordu. “Gece vakti kimseyle görüşmüyor!” karşılığını verdiler“
Ömer: “Bu da büyük bir kusurdur!” dedi ve: “Başka?” diye sordu. “Her ay
bir gün yammıza hiç çıkmaz” karşılığını verdiler. Ömer: “Bu da büyük bir
kusurdur!” dedi ve: “Başka?” diye sordu. “Bazı günlerde ölmüş gibi düşüp
bayılıyor” karşılığım verdiler. Bunun üzerine Ömer, Humus ahalisiyle vali
Saîd’i bir araya getirdi. Ömer: “Allahım! Bu gün onun hakkında
düşündüğüm şeyi kabul etme!” diye dua etti ve ahaliye: “Ondan şikâyetiniz
Saîd b. Â m ir 261

nedir?” diye sordu. Ahali: “Yanımıza sabah değil, gün ilerledikten sonra
çıkıyor” dediler. Saîd şöyle karşılık verdi: “Vallahi bunu söylemek
istemezdim, ama evde hizmetimi görecek hizmetçim bulunmamakta. Onun
için hamuru yoğuruyor, mayalanması için bekliyor, sonra da ekmeği
yapıyorum. Ekmekten sonra da abdestimi alıp yanlarına çıkıyorum.” Ömer:
“Başka ne şikâyetiniz var?” diye sorunca: “Gece vakti kimseyle görüşmüyor”
dediler. Ömer: “Bu konuda ne dersin?” diye sorunca Saîd şöyle karşılık
verdi: “Bunu da söylemek istemezdim; ama ben gündüzümü onlara,
gecelerimi ise Allah’a adadım.”
Ömer: “Başka ne şikâyetiniz var?” diye sorunca: “Her ay bir gün
yanımıza hiç çıkmaz” dediler. Ömer: “Bu konuda ne dersin?” diye sorunca
Saîd şöyle karşılık verdi: “Giysilerimi yıkayacak bir hizmetçim yok.
Giydiğimden başka giysim de olmadığı için kirlendiği zaman
değiştiremiyorum. Onun için onları yıkayıp kuruyuncaya kadar da
bekliyorum. Sonra da gün bitimi yanlarına çıkıyorum.” Ömer: “Başka ne
şikâyetiniz var?” diye sorunca: “Bazı günlerde ölmüş gibi düşüp bayılıyor”
dediler. Ömer: “Bu konuda ne dersin?” diye sorunca Saîd şöyle karşılık
verdi: “Mekke’de Hubeyb el-Ensârî’nin öldürülmesine şahit olmuştum.
Müşrikler onun etini parça parça kesmişler ve kendisini bir ağacın dalına
asmışlardı. Ona: «Şu an Muhammed’in, senin yerinde olmasını ister
miydin?» diye sorduklarında: «Ona bir dikenin batmasını bile şu an ailemin
yanında olmaya değişmem!» karşılığını vermiş ve: «Ey Muhammed!» diye
feryat etmişti. O zamanlar ben Allah’a inanmayan bir müşriktim. îşte o
anları ve ona yardım etmeyişimi hatırlayınca Allah’ın beni bundan dolayı
asla bağışlamayacağını düşünüyor ve kendimden geçip bayılıyorum.”
Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Bu konudaki ferasetimi boşa
çıkarmayan Allah’a hapıdolsun!” Sonra Saîd’e bin dinar gönderdi ve: “Bu
parayı ailen ve yakınların için kullan” dedi. Saîd’in karısı da: “Senin bize
hizmet etmene gerek bırakmayan Allah’a hamdolsun” diye şükredince, Saîd:
“Bunu daha hayırlı bir işte kullanmaya ne dersin? Bunları bize gelen ve
bizden daha fazla ihtiyacı olanlara dağıtalım” teklifinde bulundu. Karısı:
“Olur!” deyince, Saîd yakınlarından kendisine güvendiği bir adamı çağırdı.
‫‪262‬‬ ‫‪Saîdb. Â m ir‬‬

‫‪Bin dinarı keseier içine yerleştirerek adama: “Şu keseyi filan kişinin dul‬‬
‫‪karısına, şu keseyi filan kişinin yetim çoeuklarına, şunu filan kişinin‬‬
‫‪yoksullarına, şunu da filan ailenin sakatlarına ver” dedi. Geriye bir altın‬‬
‫‪kalınca da karısına: “Şunu da birilerine bağışla” dedi ve işine geri döndü.‬‬
‫”?‪Ancak karısı ona: “Bir altın karşılığında bize bir hizmetçi alsan olmaz mı‬‬
‫‪deyince, Saîd: “Elbette durumu senden daha kötü olan dirileriyle‬‬
‫‪karşılaşacaksın” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ] ٨٠٨ [ -) ٨٥٧‬حدثن ا ن ي ت ا ن بن أ ح م د ‪ ،‬حدثت ا ع ئ س ع د العزيز‪ ،‬حدثن ا أب و‬

‫غث ا ذ مالل ث بن إ ن ماعس ل‪ ،‬حدثن ا ن ئ غ وئ بن ت غ د ‪ ،‬و حدثن ا أبو ع مرو بن ‪ -‬حم دا ن‪ ،‬حدثن ا‬

‫ا ل ح س ئ ذ نقيا ن‪ ،‬حدثت ا إ ت خا ق ئ ذ إئزاي ب‪ ،‬أخبزتا جرش‪ ،‬ثما د ‪ :‬حدثن ا تؤيد بن أيي‬

‫وثاب‪ ،‬و حدثن ا ت خ ئ د بن أ ح م د ين ا نم ث ن ‪ ،‬حدثن ا م ح م د ين عت ما ن بن أيى ف ي ه ‪ ،‬حدثن ا‬

‫عئد ال خبي ر س ض اي ح ‪ ،‬حدث ا أب و معاونه‪ ،‬عن مو ت ى الصغير‪ ،‬ق اال‪ :‬ص عئد ال ؤ ح م ن بن‬

‫<ث ا ط الجن ح ي‪ ،‬د\ لأت دع ا ع م بن الح طا ب رضى الثث عنة ر ج ال م ن ثني ج ن خ قث اث قث‪:‬‬

‫ظ و ظ‪،‬‬ ‫أ م‬ ‫ين ي ذ م ‪ ،‬ق‪ 1‬د ه ‪ \ :‬ل ن ش ك [‪ ] ٢٤١٧١‬ض‬ ‫سد ئ‬

‫ه ما ‪ : 3‬ال متني ل\ أبين فنؤبتي ئ‪ : Ju ،‬و؛ ش ال أد‪-‬عل ق‪ ،‬هل د دث و ه‪ 1‬ي ع مم ي وبتركوني‪،‬‬

‫ءق ا ‪ : 3‬أ ال ئفرمحس نل ق نزقا ؟ ه ا لأ‪ :‬هد جع د الثق في عط ا ي ن ا يكفين ي بوئت‪ ،‬أؤ ه ص ال عأى‬

‫ظ ر يد‪ ،‬قادت وكان إذا ح رج ■عطاؤه ائثا غ لأهل ه ق و ي ‪ ،‬وثص د ق بت مته‪ ،‬فق وت ل ه ائزأتة‪:‬‬

‫ظ ‪ ،‬ؤإ‪0‬‬ ‫^‪! : ١‬ن لامحك غهف‬ ‫^‪ ٥‬ئار‪،‬ى‬ ‫أس ث ص د ع ط)إلث؟ فبم و لأ‪ :‬ئ د أقرضته‪،‬‬

‫ألص ه ارف عليلف خئ ا ‪ ،‬ءق ا ‪ : 3‬ن ا أثا بننثأث ر علم ت ها ‪ ،‬ز ال ب ملت م س ر صا أ ح د ي ن الن ا س‬

‫ل ط ل ب ا ل ح وو الع ين‪ C‬ل و ا ط لخت حتزة م ن غينا ي ا ل جنة لآشزقت نف ا ا ال رمحس ك ن ا تشبق‬

‫‪ .‬ثق وب ; "‬ ‫ب؛ أن ش ب غ ت ونأو ل الئؤ‬


‫ض انئثق ا ال ول م‬ ‫؛‪1‬ل ئ ن س ‪ ،‬زنا أائ‬

‫^‪ ٤١‬المو_م نين يرمحون ‪ u if‬تنفث انخن ا م‪ ،‬د؛ثاال‬ ‫س ‪ ^"^ ١‬ل‪ ،‬ل حت ا ب ث جئ‬ ‫ي ج م غ الل‪4‬‬

‫ي ‪ :‬؛ ^‪ ١‬عنذ الحمت‪ 1‬ب ‪ ،‬قم ولون‪ :‬نا عندئا جت ا ب ‪ ،‬ز ال أستنوئا ف خا ‪ ،‬قأمول ربه م‪:‬‬

‫م د ى عتا د ي ‪ ،‬قثفت ح لهب با ث ا ل حنؤ ق دحلوثه ا ق د القاسي بسبع ي ن غ ائ ا '‪ ، ٠‬ثئ ظ جر م‪،‬‬

‫ومحا ‪ 3‬مو ت ى الصغير في ح ديثه‪ :‬فل غ ع من أثة ي م ؤ به ك ذ ا وكذا ال يذ ح ن في بس ه‪ ،‬محأرشن‬


Saîdb. Â m ir 263

. ‫ ال ر‬،‫ ومحا ل ش م ع ت روئل‬، ‫ ءأ ح ذ ه ه صره صزرا و م د ى به ي مينا وش م ا ال‬، ‫إلئه ع مب ما ل‬

‫ محائا‬،" ‫و ذ ي روح‬ ‫ " ل ؤ أن حؤراء أ طثع ت أصب عا م ن أ صابع ه ا ل و ج د ري ح ه ا‬:‫م ولت‬

‫للف ى د م م‬،‫ ئ؛ ن‬،‫ ؤش لأقق أختص أة حمقق حم؟ سثقق‬،‫أذي ال حمق‬


١^ ‫ م س د ا ^ ؛‬، ‫ف ه ر بن حؤش ب عن سع ي د بن غ ا م‬

Abdurralıman b. Sâbıt el-Cumahî bildiriyor: Ömer b. el-Hattâb, Cumah


oğullarından Said b. Âmir b. Cuzeym adında birini yanına çağırdı ve: “Şu şu
bölgeye seni vali olarak atayacağım!” dedi. Saîd de: “Ey müminlerin emiri!
Beni sıluntıya sokma!” karşılığını verdi. Ancak Ömer: “Vallahi seni
bırakmam! Bu işi boynuma yüklediniz ve şimdi beni yalnız mı
bırakacaksınız!” dedi. Daha sonraları Ömer ona: “Sana ayrıca bir gelir tayin
edelim mi?” diye sorunca, Saîd: “Allah sayesinde (ganimetlerden) aldığım
pay bana yeterli oluyor ve başka mala da muhtaç bırakmıyor. Hatta
aldığımdan bir miktar da artıyor” dedi. Saîd, ganimetlerden olan payını
aldığı zaman da ailesinin geçimliğini anırır ve gerisini sadaka olarak dağıtırdı.
Karısı ona: “Maaşının geri kalan kısmı nerede?” diye sorduğu zaman o:
“Onu ödünç olarak verdim” karşılığını verirdi.
Bir defasında bazıları ona gelip: “Ailenin ve dünürlerinin senin üzerinde
hakları vardır!” dediler. Bunun üzerine Saîd şöyle karşılık verdi: “Ben
kendimi onlara tercih etmiyorum; ama dünyaya bakacak olsa dünyayı güneş
doğmuş gibi aydınlatan Cennetteki bir huri için de insanlardan hiç
kimsenin rızasını alacak değilim. Yine benden öncekilerden geri duracak
değilim. Zira Resûlullah’ın (salla'lahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim:
"Kıyamet gününde Allah insanları hesap için toplar, önce müminlerden fakir
olanlar öne çıkarılır; onlar da güvercin uğultusu gibi ses çıkarıp toplanırlar.
Kendilerine: «Hesap yerinde toplanın!» denilince onlar: «Bizim hesabımız yoktur;
zira bize (mal olarak) hiçbir ‫ مرء و‬verilmedi!» karşılığını verirler. Bunun üzerine
Allah: «Kullarım doğruyu söylüyor!» buyurur. Sonra Cennetin kapıları açılır ve
diğer insanlardan yetmiş yıl önce Cennete g ir e r le r -Cerîr bunu bu şekilde rivayet
etmiştir.-
Mûsa es-Sağîr ise şu ibarelerle nakletmiştir: Bazen Saîd’in evinde ard arda
birkaç gün geçip de yemek için ateşin yanmadığı haberi Ömer’e ulaşınca.
‫‪264‬‬ ‫‪Umeyrb. Sa’d‬‬

‫‪ona bir m ik ta r para yolladı. Saîd de bu parayı keselere ayırıp sağa sola sadaka‬‬
‫‪:‬لط ‪olarak dağıttı ve (bundan dolayı onu kınayanlara karşı) dedi‬‬
‫‪“Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurduğunu işittim: «Şâyet Cennet‬‬
‫‪hurilerinden biri parmağım dünyaya doğru çevirecek olsa, her canlı onun‬‬
‫‪kokusunu alırdı.» Ben bu hurileri sizin için bırakayım mı? Vallahi sizi onlar‬‬
‫”!‪için bırakmam; onları sizin için bırakmamdan daha evladır‬‬

‫‪Umeyrb. Sa'd‬‬
‫‪Onlardan biri de Umeyr b. Sa'd, ahdine vefalı, sözünde bağlı, sağlam‬‬
‫‪hafizalı ve zeki, iri ve güçlü, valilerin güzeli, yöneticilikte eşsiz. Ona‬‬
‫‪“emsalsiz örgü” derler.‬‬
‫( ‪ -) ٨٥٨‬ل ‪ ٢ ٤٧/١‬آ حدثت ا ئل بما ن بن أ خ ئ ذ ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن ال س يا ن ا ال د م ئ ‪،‬‬

‫خ ا؛ثن ا م ح م د بن حكي م ال ‪،‬إل ي‪ ،‬ح د ظ عبد ‪ ١^ ^ ١‬بن ه ار|لن بن عت ره‪ ،‬ح د بثي أيي‪ ،‬عن‬

‫م ئ ا ئا ب ع ا م ال عل ى ج ض ‪،‬‬ ‫جه‬
‫ب‬ ‫ع م ئن ت غ د ا ال م حا ر ي‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫ط ي‪ ،‬ص‬

‫م ‪ ،‬ئزالثؤ نا أناة‬ ‫ف ذ ق ث خ ز ال [ ‪ ] ٢ ٤ ٧ ١‬ال يأته ء ث ة ‪ ،‬ق ات غنئ وقاس ه‪ :‬ا ك ث ت إ ر‬

‫ب ز‪ ،‬وأهبب؛ن ا ج تئ ث م ن يفر ء ال ن ن ل م ي ن ج ئ ثنفلز‬


‫إ ال هد خ انن ا ‪ :‬إدا ج اءك كثابي خذا هأه م‬

‫ع م ج وابه ن ج ع د ف ه زاده وئ صعثث‪ ،‬وعأس إذازثئ‪ ،‬وأ ح ذ ع ربت‪ ،‬ث م‬ ‫ي كثا ب ي ف ذا ‪ ،‬نأ خ ذ‬

‫أ ق د ي م ش ى ش جن ح ن ح ش ب ح د ‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ ،‬قا ت‪ :‬محم د م زقت ش ح ب لزنة‪ ،‬واغبر و ج هة‪،‬‬

‫‪ "٣ ١‬عك ف ي أمحت الجن[ ب ذ ز بم أ ‪ -‬ه‬ ‫وط ا ؛ ث قغزئت‪ ،‬ف د خ د غ د محث‪ ،‬وقاتت‬

‫وبر ك اته ‪ ،‬ه ما‪ )3‬ع م ‪ :‬ن ا قأئلف؟ ق ات ع م ‪ :‬ن ا ثن ى من ق اني‪ ،‬أل ن ت رائي ص حي ح ائذ ن‬

‫قات‪ :‬زنا معل ث؟ قتل ن ع م أثت قد جاءب ما ل ‪ ،‬ممات‪:‬‬ ‫طا هز ا لأم محئ ال د ي أ جره ا‬

‫ل آت ي أخج ل‬ ‫مص جن'يي أ جع د فيه رادي ‪ ،‬و م ح ي آ ك ل مح ه وأعي ال محي نأي ي نوب ي‪،‬‬
‫| ال‬ ‫^‬ ‫ظ‪١‬‬ ‫ه غدي إ‪ 0‬عزص‪،‬‬ ‫جن ي وض وئى زقزآ؛ى‪ ،‬وعن ر ق أبوكأ■قمح ي ن ب يه ب د‬

‫قا ‪ 3‬عنز‪ :‬ف ج ئ ث ئ م ش ي ؟ قا ‪ : 3‬ن م ‪ ،‬ء ا ‪ : 3‬أ ظ "كا ن ننث أ ح د تس ئ لنف بذا؛ةة‬ ‫جت ع‬

‫ت ألته م ذللف؟ مم‪ 1‬ت ع م ‪ :‬ب س ال ن ن ل م ون ح ر ج ت م ن‬ ‫ر كت ه‪ 1‬؟ ئ ‪ : 3‬ظ قر‪ 1‬ال‪ ،‬وظ‬
‫‪U m eyrb.S a’d‬‬ ‫‪265‬‬

‫مما ‪ 3‬ثق م م ‪ :‬اش الثث يا ع م ‪ ،‬قد نه ا ك الثة عن الغيبة‪ ،‬ن ق د رأيه م يصلون‬

‫ص ال ه ائثذاؤ‪ ،‬قا د ع من‪ :‬تأين ثعتت ك ‪ ،‬ؤأي ف ئء صن ع ت ؟ د ا ‪ : 3‬زن ا نؤائلف يا أ ميز‬

‫ش ق ا ‪ 3‬م حت‪ :‬أ ظ و ال أ ر أ غ ث ى أ ذ أ م حق ظ‬ ‫س‪3‬‬ ‫الجن[ ب ذ ؟ ق ا ‪ 3‬محث‪:‬‬

‫ثئ ه م ‪ ،‬ح ز ادا‬ ‫ث وقثه م‬


‫أ‪-‬محمب ق‪ ،‬بعس ي ح و أس ت ‪ ^ ١‬؛ ه ج م م ت ص‪1‬محاء أ ن ه م‬

‫ج مئ وم زصعتة م واضع ة‪ ،‬ؤثؤ بألل ث بئة ‪ ٤^ ٠‬المحتل ث به‪ ،‬قا د ‪ :‬ئئا ج سا ؛ث ؤ ؤ ؟ ظ ‪3‬ت ال ‪،‬‬

‫قا د ‪ :‬لج ذذ وا لعم ثر عهدا‪ ،‬ه ات‪ :‬إن دللف لث ئءء ال عمل ت للف ز ال أل ح د بع دلث‪ ،‬والل ه ن ا‬

‫سن م ت ‪ ،‬ي د إ م أ ق م ‪ ،‬لم د ئ ك إثه؛ثزاني أي~أخزاك ؛ش‪ ،‬بهذ؛ ظ عرضس ي ثق ي عنن‪ ،‬ؤإ(ة‬

‫أ غث ى أي م ي يؤم ‪-‬حث م ت نقن ق ظ ع م ‪ ،‬ءا<ئتا ذده ئأذن ثق ير ج ع و ر منزنه‪ ،‬ظ ‪ : 3‬وس ه وص‬

‫بم د بما ‪ 3‬ل ه‪:‬‬ ‫ك ن ف م حت‪ U :‬أر‪ 1‬ة ؛ ال قذ ء ى ‪ ،‬م‬


‫ئب ث‬ ‫ص و محا ت‪ ،‬ق ا ‪ 3‬غ ي ج ئ‬

‫م‪ 3‬به "كأثك ص نف ت‪ ،‬قا ن‬ ‫ا ل حا ر ث‪ ،‬وأع طاه م اقه دين ار‪ ،‬مما ‪ 3‬ل ة‪ :‬ا ص إلى ع م ير ح ز‬

‫ب‪ ] \ 1‬محادهع إلثه هذه ا ل م اقه ا لأيث اي‪،‬‬


‫رأيت أثن ف ي ء قا م ‪ ،‬نإن رأيت خ ا ق ق د ي د ه [ا‪ /‬م‬

‫م حنل ق ائ*ئا ي ث ث إ دا ئ ؤب عمتر جالس ملي ق ميص ه إل ى جان ب أ ل حائ ط ‪ ،‬ن سلم عثه الر ج ل ‪،‬‬

‫مما ‪ 3‬ل ه ع م ‪ :‬انزل ز جنلف الثث‪ ،‬فنزتب م ت ألت‪ ،‬ق ا ‪ :3‬من أين ج ث ؟ ما ‪ :3‬م ن ال ئزيثؤ‪،‬‬

‫ئ ‪ : 3‬م ح ن م ك ث أمحن الجن ؤ ب ذ ؟ ظ ‪ :3‬ض ا بما ‪ ،‬قا د ‪ :‬م ح ف ن ت ن ك ث ال غ ن ي ي ن ؟ ظ ‪: 3‬‬

‫ائئا ل ه أش ئ ا ج شأ ئن ا ث م ن‬ ‫ي ن مي م ائ خذ وذ؟ محا د ‪ :‬ث ر ‪،‬‬


‫ء؛نال خني‪ ،‬قا د ‪ :‬أف‬

‫م‪ 3‬بؤ‬ ‫^ أعن غ م ‪ ،‬إل ز ال ك ن ة ؛ ال شد؛دا لخئة ت ك ‪ ،‬ظ ‪:3‬‬ ‫ء ‪ ،‬ق ا ‪ 3‬م حت‪١ :‬‬

‫^‪ ١‬ي ح ص وبه به‪-‬ا ويط وون‪ ،‬حش أل\هأإ ‪٤^ ^ ١‬‬ ‫ف ن ل هز |ال منص ة ص ف ج م‬
‫أ‪ ،‬م ن ي‬

‫بثثا ‪ ،‬إل ن وأنث أن ص م ‪ 3‬عى ئأ ش د ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬قأخزغ ال؛ئ اجنز‬


‫مما ‪ 3‬ته ع مم‪ ٠^^ :‬قد أ‪ -‬م‬

‫نحا خ ومحا ‪ : 3‬ال‬ ‫ئدهع ه ا إقه‪ ،‬ءث ا ‪3‬ت بئ ت به ا إث ك أم يز ائنؤبي؛ ئ‪ ، ،‬ت ث ب ن به ا ‪ ،‬ه ا د ‪:‬‬

‫نف ا ‪ ،‬رده ا ‪ ،‬ممال ت ثة ا مرأته‪ :‬إن ا حشح ت إث ه ا إل ال ثهنئه ا مواضع ه ا ‪ ،‬مما ‪3‬‬
‫حا ج ة ل ي ج‬

‫ع م ‪ :‬ؤا‪3‬ل ه ظ لى ق ئ‪ £‬أ ي ن ث ي فيه‪ ،‬ن م مت ائزأ?ة أ ن ث ن د‪3‬عه ا قأعطتة خرمح ه محجعنه‪ 1‬فيه_ا‬

‫^‪ ،^١‬ث م وج ع زال ثئ و‪ 3‬يظن أثة يعط ه منه‪-‬ا ئ ظ ‪،‬‬ ‫س الئهدا‪.‬ع ‪٧‬‬ ‫ثم ح زخ ش شت ي ص‬

‫مما ‪ 3‬ل ة ع م ‪ :‬أقرئ م ني أبين ا ل م وم نين ال غ ال م‪ ،‬ثم ز ج غ ا ل حا ر ث إل ى ع م ر‪ ،‬ءق ا ‪ :3‬ن ا رأي ت؟‬
266 Umeyr b .S a ’d

:‫ ه ا لأ‬،‫ ال أدري‬:‫ ئنا ص ثغبالدد انير؟ فا د‬:‫ ئا د‬،‫ نأي ت يا أ ميز الث ومنين خ ا ال ف زيدا‬:‫قا د‬

‫ قأ ق د إ ز غنن‬،3 ‫ إذا جاءك كثابي ث ذا ق ال ث صع ة ص يدف ح ش د مب‬، ‫بكت ب إلته ع م‬

،‫ ص ث غ ت ن ا صن ع ت‬:‫ نا صن ع ت بالدثانير؟ قا د‬:‫عم‬ ‫ أة‬3 ‫ مما‬،‫رضى الل ه عنة فد خ ل عليه‬

‫ت‬3 ‫ ظ‬،‫ت بد م ته! تمس ي‬3 ‫ه ظ‬ ‫ لت حبزني ظ ص ث ئ ث‬٠^ ^ ‫ أئئ ن‬:3 ‫ ^ غ ي؟ ءا‬١^ ‫وظ‬

‫ قد‬،‫ أث ا ال ط عا م ث ال ح ا ج ة ل ي فيه‬:‫ ثق ات‬،‫ مح أ مز ل ه بوشق م ن ط عا م وبؤبتن‬،‫ر ج م لث الغث‬

‫ و ل م‬،‫ |ل ى أن آ ك د دللف قد ج ا ء ال ه مما ز ب ال رزق‬، ‫ت ا عتن ش ف م‬


‫ ^ ^ ح‬١ ‫ز ك ت في‬

‫ق إل يل ت ث‬ ‫ مح أ حذئ ما ور جع إ ر‬، ‫ت إ ة أر محالن غ ا ي ة‬3 ‫ مما‬،‫ ؤأث ا التؤبا ن‬،‫يأخذ ال طعا م‬

‫ نح زخ بم ب ي ومع ه ا ل م ساءون‬،‫أ د ثثل ق ر ح م ة الل ه ث ت غ ع من ذللف هشى عقه و ر م عش‬

‫زبف ظ محر‬
‫ م‬:‫ قات زيد‬،‫ كئنن و رجل بت م أت؛؛ئت‬:‫ قا د ال حتايي‬،‫إ ر م ع ائثزقب‬
‫ ز ؛ ا د ل ت ي ودد ت ي أيمت‬، ‫ئ وق ذا‬ Ü ‫ ال م حق ب ز ي ي ه‬، ‫ا د ؤ س ن أن‘ عند ي ت‬

‫ ودد ت نز أن ثي ئؤة مح أم ث خ بدنو‬:‫ م‬-‫ ا‬3 ‫ وئ‬، ^١‫الن ب ي؛ ئ أن عندي ^ ال هأ مئ في شبيد‬

‫ ودد ت أ ة لي ر ج ال م ئ د ع مير بن ت ع د‬:‫كم‬ 3 ‫ مما‬،‫ ] بت ت الثؤ‬٢٥ ‫م‬/ ‫رم رم ل ح جا ج لا‬

" ‫ ا نمل بي ن‬3 ‫أ ضي ن به في أعن ا‬

Umeyr b. Sa'd el-Ensârî’den nakledilir: Ömer b. el-Hattâb, onu


Humus’a vali oiarak göndermişti. Ancak aradan bir yıl geçmesine rağmen
kendisinden bir baber alınamayınca Ömer, kâtibine: “Umeyr’e bir mektup
yaz‫ ؛‬Vaiiahi bize ihanet ettiğini düşünüyorum. Ona, mektubum $ana ulaştığı
zaman topladığın vergileri de alarak hemen yanımıza gel, diye yaz!” dedi.
Mektubu okuyan Umeyr, bir torbaya yiyecek ve kaplarını koydu, su kabını
ve mızrağını da yamna alarak yaya bir şekilde Humus’tan yola çıktı.
Medine’ye vardığı zaman rengi solmuş, yüzü toza bulanmış ve saçı sakalı
uzamıştı. Bu şekilde Ömer’in yanına geldi ve: “Allah’ın selamı, rahmeti ve
bereketi üzerine olsun!” diye selam verdi. Ömer: “Neyin var?” diye sorunca,
Umeyr: “Bende anormal bir durum mu görüyorsun ki? Bedenimin
sapasağlam, kanımın tertemiz, dünyayı da boynuzundan tutup peşimden
sürükleyerek geldiğimi görmüyor musun!” dedi. Ömer, onun bir sürü malla
geldiğini zannedip: “Ne getirdin ‫ ”? ظ‬diye sordu. Umeyr şu cevabı verdi:
Umeyrb. Sa’d 267

“Erzağımla, yemek yemek, başımı ve giyeceklerimi yıkamak için kullandığım


leğenim, içmek ve abdest için kullandığım tulumu içine koyduğum torbam,
bir de yürürken dayandığım, saldırıya uğrama durumunda düşmanıma karşı
kendimi savunacağım mızrağım var. Vallahi bu eşyalarımdan başka dünyalık
olarak hiçbir şeyim yok!” Ömer: “Yürüyerek mi geldin?” diye sorunca,
Umeyr: “Evet!” dedi. Ömer: “Binmen için sana bir binek verebilecek kimsen
yok muydu?” diye sorunca, Umeyr: “Kimse bana binek vermedi; ben de öyle
bir şey istemedim” karşılığını verdi. Ömer: “Yanlarından geldiğin
Müslümanlar ne kötü Müslümanlarmış öyle!” dedi. Ancak Umeyr: “Ey
Ömer! Allah’tan kork! Zira Allah sana gıybeti yasaklamıştır. Onların da
sabah namazını kıldıklarını gördüm!” şeklinde karşılık verdi, Ömer ona:
“Ben seni ne diye gönderdim, sen ise neler yapmışsın!” deyince, Umeyr: “Ey
müminlerin emiri! Bunu neden soruyorsun ki!” diye karşılık verdi. Ömer:
“Sübhânallah!” diye tepki verince, Umeyr: “Tereddütte kalmayacağını
bilseydim bunları sana anlatmazdım. Sen beni oraya gönderdin. Ulaştığımda
içlerinden salih zatları topladım ve vergilerini getirme görevini onlara
verdim. Bu vergileri topladıklarında ise gerekli olan yerlere dağıttım. Şayet
artan bir şey olsaydı onu sana getirirdim!” dedi.
Ömer: “Bize bir şey getirmedin mi?” diye sorunca, Umeyr: “Hayır!”
karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer: “Umeyr’in sözleşmesini yenileyin!”
emrini verince, Umeyr şöyle dedi: “Hayır! Böylesi bir görevi artık ne senin
için, ne de başkası için yapmam! Vallahi bu işin kötülüğünden kendimi
koruyamadım, koruyamam da, zira bir Hıristiyana: «Allah seni kahretsin!»
dedim. Beni de buna sen maruz bıraktın ey Ömer! En kötü günlerimi de bu
görevi senden kabul etmemle yaşadım!” Sonra Umeyr ayrılmak üzere izin
istedi. Ömer izin verince de Umeyr evine gitti. Umeyr’in evi ise Medine’den
birkaç mil uzaktaydı. Umeyr oradan ayrıldığı zaman Ömer ardından: “Öyle
zannediyorum ki bu adam bize ihanet etmiştir!” dedi ve Hâris adında bir
adamına yüz dinar vererek peşinden yolladı ve ona: “Umeyr’in yanma git ve
bir misafirmiş gibi yanında kal. Şâyet durumlarının iyi olduğunu görürsen
geri dön. Ancak onu sıkıntı içinde görürsen bu yüz dinarı ona ver” dedi.
Hâris yola çıktı ve Umeyr’i bir duvar kenarında gömleğini temizlerken
gördü. Ona selam verince, Umeyr: “Allah sana rahmet etsin! Buyur gel!”
268 Umeyr b. Sa’d

dedi. Haris bineğinden indi. Umeyr ona: “Nereden geliyorsun?” diye


sorunca, Hâris: “Medine’den” dedi. Umeyr: “En son bıraktığında
müminlerin emiri nasıldı?” diye sorunca, Hâris: “İyiydi” dedi. Umeyr:
“Müslümanlar nasıldı?” diye sorunca, Hâris: “Onlar da iyiydiler” dedi.
Umeyr: “Ömer hadleri (şer’i cezaları) uygulamıyor mu?” diye sorunca,
Hâris: “Bilakis uyguluyor! Hatta çirkin bir davranışta bulunan bir oğlunu
döve döve öldürdü” dedi. Bunun üzerine Umeyr: “Allahım! Ömer’e sen
yardım et; zira seni çokça sevdiğini iyi biliyorum” diye dua etti. Hâris,
Umeyr’in yanında üç gün misafir kaldı. Ancak yiyecek olarak biraz arpa
ekmekleri vardı ve sadece bunu yiyorlardı. Sonunda bu da bitip aç kaldılar.
Bunun üzerine Umeyr, Hâris’e: “Aç kalmamıza sebep oldun. Şâyet başka
yerde misafir olma imkânın varsa git!” dedi. Durumu gören Hâris de
dinarları çıkarıp ona verdi ve: “Bunları müminlerin emiri sana gönderdi.
Bunları harca” dedi.
Ancak Umeyr: “Buna ihtiyacım yok! Geri götür!” diye bağırdı. Hanımı:
“Şâyet Ûıtiyacm olursa kullanırsın. İhtiyacın olmazsa da bunları gerek
gördüğün kimselere dağıtırsın!” deyince, Umeyr: “Ama bunları koyacak bir
şeyim yok!” karşılığını verdi. Bunun üzerine hanımı, fistanının alt
taraflarından bir parça yırttı ve dinarları içine koydular. Umeyr gidip bu
dinarları şehitlerin çocukları ile yoksulların arasında paylaştırdı.
Döndüğünde Hâris de bu paradan kendisine de bir şeyler verir diye
bekliyordu. Ancak Umeyr ona: “Müminlerin emirine benden selam söyle!”
dedi. Hâris, Ömer’in yanma döndü. Ömer ona: “Durumlarını nasıl
gördün?” diye sorunca, Hâris: “Ey müminlerin emiri! Durumunun çok kötü
olduğunu gördüm” dedi. Ömer: “Peki dinarları ne yaptı?” diye sorunca,
Hâris: “Bilmiyorum!” dedi. Bunun üzerine Ömer, Umeyr’e bir mektup
yazarak: “Bu mektubum sana ulaştığı zaman elinden dahi bırakmadan
hemen yanıma gel!” dedi. Nihâyet Umeyr geldi ve Ömer’in yanma girdi.
Ömer ona: “Dinarları ne yaptın?” diye sorunca, Umeyr: “Yapacaklarımı
yaptım! Neden soruyorsun ki?” karşılığını verdi. Ömer: “Allah aşkına onlarla
ne yaptığını bana söyle!” deyince, Umeyr: “Onları kendi adıma, âhirette
karşılığını almak üzere infak ettim” karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer:
“Allah merhametini senden esirgemesin” dedi ve kendisine bir vesk (130kg)
U beyb.K a’b 269

tahıl ile iki giysi verilmesini emretti. Umeyr de: “Verdiğin tahıla ihtiyacım
yok; zira evde iki sâ’ (5kg) arpam var. Onları yiyip bitirinceye kadar Allah
rızkımı bana gönderir. Giysilere gelince filancanın annesinin giyecek bir şeyi
yok‫ ”؛‬dedi ve giysileri alıp geri evine döndü. Az bir zaman geçmeden de vefat
etti. Umeyr’in vefatı Ömer’i çok etkiledi. Ona rahmetler gönderdi ve
B ^ u ’l-Ğarkad’a kadar diğer Müslümanlarla birlikte cenazesine eşlik etti.
Sonra arkadaşlarına: “Her biriniz bir temennide bulunsun‫ ”؛‬dedi. Biri: “Ey
müminlerin emiri! Bende çokça paranın olmasını ve şu şu kadar köleyi Allah
rızası için azat etmeyi isterdim” dedi. Bir diğeri: “Ey müminlerin emiri! Ben
de çokça paramın olmasını ve Allah rızası için infak etmeyi isterdim” dedi.
Başka biri de: “Çok güçlü olmayı ve gelen hacıların hepsine kovayla
Zemzem suyu çekip dağıtmayı isterdim” dedi. Ömer ise: “Umeyr b. Sa'd
gibi bir adamımın olmasını ve-, onu Müslümanların işinde kullanmayı
isterdim” dedi.
Takrîb 2345

Ubey b. Ka'b
Onlardan biri de zor ve karanlık sorulara cevap veren, şevk ve kederde
yücelince haber veren ve Müslümanların efendisi Ubey b. Ka'b.
Takrîb 244 ‫ ء ل‬Takrîb 3423, Takrîb 2425, Takrîb 3429, Takrîb 3427,
Takrîb 3428, Takrîb 3429

‫ خ ا؛ثن ا أب و‬، ‫ حدثن ا تون س ن حبي ب‬،‫بف ر‬-‫ ] حدثغ ا عتد الئؤ بن م‬٢ ٥ ٢ ٨ [ “) ٨٦٧(

‫ عن ي س بن‬، ‫ ش م ع ت إيا س م قا د ه ي ح د ث‬: ‫ مح ا د‬، 0‫ أخب ريى أث و ح م ز‬،‫ ح دق ا شتية‬،‫ذاؤذ‬

‫ب ك ن فيه م أ خ د أ ح ب إلي‬ ‫ئن إ‬ ‫ه‬ ‫ " مح د م ت ا ل م دينه ييق اع أ ص حا ب م ح ئ د‬:‫ هات‬،‫عتا د‬

‫نأي ت‬ ، ‫لئ ا صلى ح د ت‬3 ‫ نح زج‬،>‫م ا ا ال لؤ‬-‫ ث م ت في الص‬، ‫و ء م ن أثي بن ”ك ع ب‬

‫ ظلف أ غد ا لعم د ورب‬:‫ا و جلت مث ح ت أعن ا به ا إ ز ف يء مت و ح ه ا إل يهء نث م ئته فولت‬


270 Ubey b. K a’b

‫ون ك ش ؛ت ى ع ر م ن ي القون‬ ‫ أ ظ إ؛ري ال ؛ ت ى‬، ١^ ^ ^ ١^ ^ ، ‫د الئا‬ ، ‫\ل كعثة‬

‫ بتل ه‬، ‫ي م ثن محا د‬


‫ عن ف‬،‫ زؤام أثو يحلي‬، ٠٠‫م ن ا ل م سل م ي ن‬

Kays b. Ubâd anlatıyor: Medine’deki mescidde ön safta namaz kılarken


arkamdan biri geldi ve beni yan tarafa iterek yerimde namaza durdu. Adam
namazını bitirip selam verdikten sonra ise bana döndü. Ubey b. Ka’b
olduğunu gördüm. Bana şöyle dedi: “Ey genç! Allah sana kötülük yüzü
göstermesin! Ama her zaman Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) ardında
(ilk safta) duracağımıza dair söz vermiştik.” Sonra kıbleye dönüp üç defa:
“Kâbe’nin Rabbine andolsun ki yöneticiler helak olmuştur!” dedi ve: “Ben
onlara değil, ama yoldan çıkaracakları ahaliye üzülüyorum!” diye ekledi^
Takrîb 695

‫ حدق ا‬، ‫ حدثن ا بسن بن موشى‬،‫ ] حدثتا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخشن‬٢ ٥ ٢ ٨ [ “) ٨٦٩(

‫ عن أ ي‬، ‫ عن ال ل ع بن أ س‬،‫ حدتحا عبد ال ر بن ا ل مب ارك‬،‫ث خ ئ د بن ت ع ي د بن ا ألص به اثي‬

‫ف ن ص م حب‬
‫ أ ه ي‬،‫م زا لثء‬ ‫ " ظجب م ألل‬:‫ ^ أ فات‬/ ‫ص ل ا‬ ‫ءع ين‬1 ‫ ص‬،‫ش ا ق ة‬
‫ وق س‬،‫ ف ش ق ه الثار‬. ‫ ق ا ض ت عساه م ن ح شية ال ر‬. ‫عل ى نبي ل وثنة ذ و الؤ ح م ن‬

‫ه إ ال ء كا ن م تأه‬ ‫ ه ا ق ق م ج ن ده م ن م حاقة الل ه‬،‫م ن عئد غش شبي ل ونغة د و ال ؤ ح م ن‬

‫ نإ ال‬، ‫*ك مث ل ش م ة تب س ورمح ه ا ن ج هي ” ك ذ ل ك إد أ صابته ا الري ح فت حا ت عنه ا ورهه ا‬

‫ نإن اهت صا دا في تبس ل ونغة ح م‬، ‫ث حا ف ت عنة ذن وبه ك ن ا ب حا ت عن هذه ا ل س حنة ورثه ا‬

‫ ئإ ن" كا ن ت ا جته ا دا أي اقت صا دا‬، ‫ ئا ئ ز وا أعمالك م‬، ‫م ن ا جته ا د في خ ال ف شب ل الثؤ ون ق ه‬

" ‫ه ا ج \ممثني اؤ ونس ه م‬1‫أن تكون غش م‬

Ubey b. Ka’b der ki: “Allah’ın yoluna ve Resûlullah’ın (sallallahu al^ ‫) ؛‬vBSEİİEm

sünnetine sımsıkı sarılın. Allah yolunda ve Resûlü’nün sünneti üzerinde olan


kul, Rahmân olan Allah’ı zikredip de haşyetten gözleri yaşarırsa o kula
Cehennem ateşi asla dokunmaz. Allah yolunda ve Resûlü’nün sünneti
üzerinde olan, Rahmân olan Allah’ı zikredip de korkudan tüyleri ürperen
kul, yaprakları sararıp kurumuş ağaca benzer. Rüzgâr estiği zaman ağacın
tüm yaprakları nasıl dökülüyorsa bu kulun günahları da ağacın yapraklarının
U beyb.K a’b 271

dökülmesi gibi dökülür. Allah yolunda ve Resûlü’nün sünneti üzerinde


itidalli bir hayat, Allah’ın yolu ile Resûlünün sünnetine muhalif olan bir
şeyde fazla çabadan daha hayırlıdır. Siz de amellerinize bakın. Çok çaba
gerektiren bir şey de olsa, itidalli de olsa işlerinizin peygamberlerin metodu
ile sünnetlerine m u v a fık olmasına d ik k a t ed in !”

‫ حدثما‬،‫ حدق ا ا ل ح ت ن بن نئث ا ن‬،‫بن ح م دا ن‬ ‫ع مرو‬ ‫] حدق ا أر و‬ ٢ ٥ ٣ ٨ ‫ ل‬-) ٨٧٠(

، ‫ عن ال ث ي بن أ س‬،‫ عن ا ل مغيرة بن شئب م‬، ‫ حدثن ا أثو حال د‬،‫علي بن ا ل ح ش بن ئ ث ن ا ن‬

، ‫ " اثم خذ كت ا ب الثؤ إن ائ ا‬: 3 ‫ محا‬،‫ أوص ني‬: ‫ البي بن "ك ع ب‬3‫ص أيي ا لعالية قاتت هات ر ج‬

‫ وف ا ه د ال‬،‫ ش م ع ئا غ‬، ‫ هام ه ال ذ ي اشت ح ل ن فيأكب زوئل ق م‬C‫وارضن به ه اضث ا و ح ك ما‬

" ‫ب ذ ءإ‬
‫ ؤ ح ر ق م وحض ن ا م‬، ‫ و ح ك م ما محثف م‬، ‫ مه ه ذك ر ئ م وذك ن م ن ث ل ئ م‬، ‫ق ه م‬

Ebu’l-Âliye bildiriyor: Bir adam, Ubey b. Kâb’a: “Bana tavsiyede bulun”


deyince, Ubey şöyle dedi: “Kur’ân’ı önder edin ve onu hüküm veren ve
hakem olarak kabul et. o, R e^ünü^ün size bıraktığı bu Kitap, şefaat
yetkisine sahip, kendisine boyun eğilen ve asla yalana bulaşmamış bir
şahittir. Bu kitapta sizinle beraber, sizden öncekiler anlatılıp aranızda
verilecek hükümden bahsedilir. Sizin ve sizden öncekilerin haberi de bu
kitaptadır.”

،‫حدثن ا مه د ال م بن أ خ ن ذ بن حغث ل‬- ، ‫ ء حدثن ا أبو بكر بن م ا ل ك‬٢٠٣/١ [ -) ٨٧١(

، ‫م‬ ‫ عن أبي بن‬،‫ غذ أ ي م حؤ‬،‫ ض المح؛ع‬، ‫ خد ك أبو ج م‬،‫ ح د ك وكيع‬،‫ح د ظ أ ي‬

،‫ ئ ئ أتيح‬:‫ لأب‬، > ‫ا منث إل ة ء‬: ‫ج د ئ ز ه ي ظى أ ذ ف ق غ ل م غتا‬ :‫ي قنب؛ جء‬

‫م س‬ ‫ بخ‬. ‫ نن ضي ه ائث'تي يغذ زق؛ رن ل ا ثؤ‬،‫ن خ ق‬


‫ل‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ال‬ ‫ ؤءق ئ ن ؤابع‬،‫وك هن عذاب‬
‫ل‬ ‫ل‬

.‫ وبقى إئثاي> واقعتا ن ال محال ه‬،‫ زذاق بع ضه م بأس بع ض‬، ‫ هألب س وا ي بجا‬:‫وعشرين سنه‬

‫ر‬ ‫ ا عن الؤب؛ع ث حؤة‬، ‫ زؤ؛ة ال ثن ي‬،" ‫ ؤ_ات ر جم‬،‫ا لخنفث‬

Ebu’l-Âliye, Ubey b. Ka'b'ın “De ki: Sizin üzerinizden size azap


g ö n d e ^ e y e muktedir olan O 'd u r...”1 âyetiyle ilgili şöyle dediğini

1 En'âm Sur. 65
naklediyor: “Bunlar dörttür, hepsi de azaptır, hepsi muhakkak
gerçekleşecektir. Resûlullah'ın vefatından yirmi beş sene sonra ikisi
gerçekleşti; Müslümanlar fırkalara ayrıldılar ve birbirlerine zarar verdiler.
İkisi kaldı, bunlar da muhakkak gerçeldeşecektir: Yerin dibine batmak ve
(gökten yağan taşlar ile) taşlanma.”

‫ حدثن ا مه د الؤ ح م ن بن‬:‫ محالأ‬،‫ م م \ ] ح دق ا أبو م ح م د حام د س حقا ن‬/ ‫ [ ا‬-) ٨٧٢(

‫ عن ش‬، ‫ عن يزيد بن إبراهي م‬،‫ حدثن ا وكيع‬،‫ حدبن ا فثاث بن ا ل ثر ي‬،‫ط م‬ ‫م خ ئ د بن‬

‫' ن ا‬٠ :‫ قاد‬، ‫م‬ ‫ ص أ ئ ئن‬،‫ ص م ح د تن عن ي‬،‫تن شداد‬:‫ ص م مإ‬، ‫< و ن هت ؤ إ‬

‫ ؤنا‬، ‫ح ث ث ال ي حت س ب‬- ‫م لحئت منة ش‬ ‫ه إ ال أئدأة الئث به نا‬ ‫ش غ م ثزك ف خا لل ه‬

‫ ^ ظ ن ؤ أ ف د عثئه مئة م ن ح ث ال‬١ ‫ ؛ ال أثا ة‬، ‫ده\ؤن به عتد هأ ح ذ ه م ن ح ئ ث ال ب مل ح‬


‫^ «ا‬1‫م‬.1'1|‫م^ م م|للل‬

Ubey b. Ka’b der ki: “Kul bir şeyi Allah için bırakırsa, Allah kendisine
beklemediği bir yerden ٠ şeyin daha hayırlı olamm verir. Ancak ‫ ل ط‬nereden
geldiğini önemsemeyip kendisine helal olmayan bir yolla bir şeyi aldığı
zaman Allah kendisine beklemediği bir yerden o şeyin vebalce daha ağırını
gönderir.”

Takrîb 3151, Takrîb 3150

‫ حدثن ا أث و‬، ‫ حدثن ا يون س بن حبي ب‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عئد الثؤ بن جعف ر‬٢ ٥ ٤ ٨ [ -) ٨٧٠(

‫ ط عا م ابن ادم‬0‫ أ ال إ‬٠٠ : ‫ عن أبي بن ك ع ب محا د‬،‫ عن ا لخنن‬، ‫ذاؤذء حدق ا أبو ا لأشه ب‬

٠' ‫ نإن ن ش ئ وهز ح ه‬، ‫ضرب لل د نا مت ال‬

Ubey b. Ka’b der ki: “Bilin ki tuzlansa da, güzelleştirilse de


Âdemoğlunun yemeği(nin sonu) dünyanın hali için verilmiş en güzel
örnektir!”
Şeyh (Ebû Nuaym) der ‫ ك ل‬: Ebû Huzeyfe, bunu Sevrî kanalıyla merfu
olarak rivayet etmiştir:

‫ حدثن ا أثو‬،‫ حدثن ا عل ي بن عند العزيز‬، ‫ ] حدثن ا شلت ما ن بن أ ح م د‬٨٧٧ [ “) ٨٧٦(

،‫ عن أبي‬،‫ ص ع ي‬،‫ عن ا لخشن‬،‫ غ ذ يون س بن محي‬،‫ حدبن ا نقيا ن ال م ز ي‬، ‫ح ذ ق ه‬


‫‪U beyb.K a’b‬‬ ‫‪273‬‬

‫‪ ٠٠‬إن نع ك؛ ابن ادم قد ضرب لل دثا نث ال‪ ،‬ئ ا ظن ن ا يخرج من‬ ‫قادت ئ ‪ 3‬روئلط الله‬

‫ابن ادم ؤإ‪ 0‬مل حة زمحر ح ه‪ ،‬قد ع ل م إلى نا ثمين " ل ا‪] ٢٥ £‬‬

‫‪. Ka'b'ın bildirdiğine göre Resûlullab‬ط ‪Ubey‬‬ ‫‪(sallallahu‬‬ ‫إ[م طو‬ ‫‪şöyle‬‬
‫‪.buyuruyor:‬‬ ‫‪"Dünyanın‬‬ ‫‪hali,‬‬ ‫‪Âdemoğlunun‬‬ ‫‪yediklerine‬‬ ‫‪benzetilmiştir‬‬
‫‪Âdemoğlundan yedilerine bak} soğanla, tuzla güzelleştirse de sonunda ne olacağı‬‬
‫"‪malumdur.‬‬

‫(‪[ -) ٨٧٧‬؟ ‪ ] ٢٥٤/‬حدثن ا أثو م ح م د بن حيا ن‪ ،‬حدثت ا أثو ي ح ي ى الرازي‪ ،‬حدثن ا فثاب‬

‫بن ا م ^ ‪ ،‬حدثن ا ث خ ث د بن م ح د‪ ،‬ص م حرر أيي ز جاؤ‪ ،‬عن ص د م ه‪ ،‬عن ابناه م بن‬

‫بث إ ر أ ئ‪ ،‬مما ل‪ :‬يا أبا ا ل م نذر‪ ،‬اية فى كثا ب الثي قد غمس ى‪ ،‬قا د‪:‬‬
‫م رة‪ ،‬قا د‪ :‬جاء ز ‪-‬م‬

‫أي اية؟ دا ‪ ٠٠ :3‬ؤ م ن يعم ل ن وءا ي جز به^>‪ ،‬ظ ‪ ^ ١^ :3‬الص د ا ل م ؤم ن ما أصابته م ن ئكتة‬

‫م صيبة ث عيمير ن ل مى القب عا ر ه ال دنت لت‪٠‬‬


‫‪ibrâhîm b. Murre'nin bildirdiğine göre bir adam Ubey b. Ka'b'ın yanma‬‬
‫‪gelip “Ey Ebu'l-Münzir! Kur'ân'da bir âyet beni endişelendirdi” dedi. Ubey‬‬
‫‪“Hangi âyet?” diye sordu. Adam “Kim kötülük yaparsa onunla‬‬
‫‪ mümin‬ره“ ‪cezalandırılır, âyeti”1 dedi. Ubey b. Ka'b şöyle devam etti:‬‬
‫‪f ve kısa süreli musibetlerle Allah'ın huzuruna‬؛‪kuldur. Başına gelen haf‬‬
‫”‪günahsız olarak çıkar.‬‬

‫‪Takrîb3044‬‬

‫(‪ “) ٨٧٩‬ل ‪ ٢٥٤/١‬ا حدثما أ خ ن د بن جعف ر بن ن غ م ‪ ،‬حدق ا أثو بكر ين القغت ايء‬

‫س د بن تع يد بن ش ا؛ي‪ ،‬ح د ك أثو ج م اوا'ري‪ ،‬عن الثي؛ع بن أن ي‪ ،‬غذ ر‬ ‫حد ظ‬


‫ؤ‬ ‫ش ش م‪،‬‬ ‫أتم‪ :‬إن ا ت ي م ح‪ ،‬ؤإ‪0‬‬ ‫م ظ ‪ ٠٠ :3‬ا م حئ ت ن‬ ‫م تن‬ ‫شا و ‪ ،‬ص‬

‫ظ ‪ 3‬ص د ق‪ ،‬ؤإ‪ 0‬ح ك م عد ‪ ، 3‬ههو صل ب قي ح م ت ة م ن الثور‪ ،‬زه و ا إل ي م ولت ال ثة‪:‬‬

‫ور غ ر ور ‪ ، 4‬ك ال م ه ئ ‪ ،‬وع ك ثوت‪ ،‬نم د ظ ض م ‪ ،‬وم خ رب ة ت ن م ‪ ،‬وت ص م م‬

‫‪1Nisa Sur. 133‬‬


274 Ebû Mûsa el-Eş’arî

،‫ وعمل ه ظل ن ة‬،‫ بك ال م ه فئننأ‬، ‫ وال كافر يتق ل ب في ح م شة م ن الفثن م‬،‫إ ر القوي يؤم ا ل سا م ة‬

‫ ومصيره إلى ا ل ظل ما ت يؤم القي ام ة‬، ‫ وم خز جة في ظ ل م ة‬، ‫وم د حلة ظل م ه‬

Ubey b. Ka’b der ‫لكا‬: “Mümin kişi devamlı olarak şu dört tavır
üzerindedir: Belaya maruz kaldığı zaman sabreder, kendisine nimet verildiği
zaman şükreder, konuşaeağı zaman doğruyu söyler, bükmedeceği zaman da
adil davranır. Bu şekilde mümin kişi beş nur arasında gidip gelir. Allah
bunu: «Nûr üstüne ٨٥٢»* şeklinde ifade eder ki müminin sözü nurdur, ilmi
nurdur, nur içine girer, nur içinden çıkar, kıyamet gününde de gideceği yer,
nurlu olan bir yerdir. Kâfir ise beş karanlık içinde gidip gelir: Sözü
karanlıktır, ameli karanlıktır, karanlıklar içine girer, karanlıklar içinden
çıkar, kıyamet gününde de gideceği yer kapkaranlık olan bir yerdir.”

Takrîb 2734- a, 79‫س أ‬ ‫ ل ل ل‬, Takrîb3969, Takrîb3989, Takrîb4187

Ebû Mûsa el-Eş'arî


Onlardan biri de ilmiyle âmil, öğretmen, kıraat ve nağme sahibi,
kendini at üstünde yoleuluklara adamış, el-Eş’arî Ebû Müsa, Abdullah b.
Kays b. Hıdâr. Hüküm ve kazada âlim, muhabbet ve müşahede vadilerine
âşıktı. Geceleri kıyamla geçirir ve Kur'ân'ı terennümle okurdu. Uzun sıcak
günleri katlayıp oruçlu geçirirdi.
Derler ki: Tasavvuf, âşık gönüllerin, şerefli ve baki atmosferlerde zaman
geçirmesidir.
Takrîb 2561, Takrîb 2563, Takrîb 2562, Takrîb 2569

‫ حدق ا أ خ ن د‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو أ ح م د ئ خ ث د ن أ ح م د اذخ]ؤظ أل جرجا ئ‬٢ ٥٧/ ١[ -) ٨٨٩(

‫ عن ريا د بن‬،‫ حدثن ا اس عليه‬، ‫ حدثن ا إن م ا عيد ئن تع د ال ك سا ئ‬،‫بن م و ت ى ئن ا محا س‬

‫ عن أي مت ى ا لأئقرؤ أق ج مع الذين محرءوا‬،‫ عن أي مائه‬، ‫ غذ محاويه بن و‬،‫م ح راق‬

Nûr. Sur. 35
‫‪Ebû Mûsa el-Eş’arî‬‬ ‫‪275‬‬

‫‪ ^ ١^ ١‬قإ دا ه م هري ب من ق ال ث ماقة‪ ،‬ئتق إل ا لم نا ن‪ ،‬وقا د ‪ ٠٠ :‬إن ف ذا ا لم نان "كا ئن لك م‬

‫أ جرا‪ 4‬و ك ا ئ ع وف ز وزرا‪ ،‬محاب ع وا ا ل م نان ؤ ال بمحقتك‪-‬تإ ‪ ، ، ^ ^ ١‬ق اثه م ن اب غ ا ل م نان هثط به‬

‫عأى ريا ض ال جنة‪ ،‬و م ن ثب ع ه ا لم نا ن زغ في قث اء هع ذمح ه في الثاي "‪ ،‬ززاه شنثة‪ ،‬عن زيا د‬

‫ه‬

‫‪: Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Kur’ân okuyanları topladığında‬لط ‪Ebû Kinâne der‬‬
‫‪üç yüz kişiye yakın hafız toplandı. Ebû Mûsâ, Kur’ân’ı ta’zim edip şüyle‬‬
‫‪.dedi: “Bu Kur’ân, sizin için ecir olduğu gibi, günah sebebi de olabilir‬‬
‫‪Kur’ân size değil, siz Kur’ân’a tâbi olunuz. Kim Kur’ân’a tâbi olursa Cennet‬‬
‫‪bahçelerine düş£r. Kim Kur’ân’ı kendine tâbi kılarsa Kur’ân onu sırtüstü‬‬
‫‪”.düşürüp cehenneme atar‬‬

‫‪Takrîb 3523, Takrîb 2591, Takrîb 3524‬‬

‫ع م بن ت ل م ‪ ،‬حدثن ا ع ئ س أيي ا لأز ر‬ ‫(‪ [ -) ٨٩٣‬؟‪ ] ٢٠٨/‬حدثن ا ث خ ئ د بن‬

‫ال ي ه ترئ ‪ ،‬حدثن ا أثو ع مير مح ت ى بن تخ م ' ‪ ،‬خشن ا أثوت ئ ذ شؤم ‪ ،‬عن يون س ئن يزيد‪،‬‬
‫لأيي م و ش ى ‪ :‬ب وئ ا ر ي‬ ‫ع ن ال ز ه ر ي ‪ ،‬ع ن أي ى ت ث ‪ ،‬قا ‪" " : 3‬ك ا ن عن ن ب ن ا لح ط ا ب مولت‬

‫‪Ebû Seleme bildiriyor: Hz. Ömer, Ebû Mûsa’ya: “Bize Rabbimizi‬‬


‫‪hatırlat!” derdi ve Ebû Mûsa da ona Kur'ân okurdu.‬‬

‫بن‬ ‫(‪٢٠٨/ ١[ -) ٨٩٤‬ء حدثن ا أ ح م د ب ن م ح م د ب ن قونف ت‪ ،‬حدثن ا عتد اللي ب ن م ح م د‬

‫عبد العزيز‪ C‬خ ا؛ثن ا عتيد الل ه بن ع من‪ ،‬خ ا؛ثن ا صف وان بن ع ي ت ى ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ئ آ بما ن ا ل س م ي ‪،‬‬

‫‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ " : Jli ،‬ص ر ‪ ٩‬أبو م و ت ى ا الءش ان ر ي حب‪ -‬ال ه الص‪ 1‬ح ‪ ،‬ئ ظ ن بع ث‬ ‫عن أي ي‬

‫ص ؤ ت صغ ج ز ال برب ط "ى ن أ ح ت ن ضزق منة '‪٠‬‬

‫‪Ebû Osmân en-Nehdî der ki: “Ebû Mûsa el-Eş’arî bize sabah namazım‬‬
‫”‪kıldırdı. Onun sesinden daha berrak ve daha ahenkli bir ses duymadım.‬‬

‫بن‬ ‫حدثن ا عئد الله تن أ خن ت‬ ‫حدثن ا أب و بك ر بن مال ك ‪،‬‬ ‫(‪] ٢٥٨٨ [ ")٨٩٥‬‬

‫خ م [ ‪ ، ] ٢٥٧١‬حدثن ا ص ر بن عل ي‪ ،‬حدثن ا مح ن ى بن وئن ن‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن محن ل م‬


276 Ebû Mûsa el-Eş’arî

‫ كن ا ت ع أبي م ت ى ا لآشنري في ت مفازانا ال ق د إ ر س ثأن‬:‫ هات‬،‫ غذ منزوي‬، ‫بن م ح ي‬

‫ ئد و من ح ن ن ص ك وش ح ش‬،‫ قام أبو نوتى من ال م ب مر‬،‫<ب ه رك محه‬


،‫ ومنلث الغ ال م‬،‫ " الل ه م أن ث الث ال م‬:‫ ث م قات‬،‫ و جع د ال ي م ب ث يغ إ ال قاثة‬:‫ ^ ه ا ت‬٤١^

‫ د ق ب ح ب‬1‫ؤأ ث الص‬ ، ^ ^ ^ ١ ‫ ^ ^ ^ ب ح ب‬١ ‫ زأن ث‬،‫زأ ث ؛لئ ب ي ئ ب ح ب فن ب ي ئ‬

" ‫ال ئ اؤئ‬


Mesrûk der ‫لكل‬: “Ebû Mûsa el-Eş’arî İle birlikte bir seferdeydik. Gece
bastırdığında bir bostanda kamp kurduk. Ebû Mûsa gece kalkıp namaz
kılmaya başladı.” Mesrûk burada Ebû Musa'nın sesinin ve kıraatim
güzelliğinden bahsetti ve şöyle devam etti: “Ebû Mûsa aklına gelen her şeyi
,söyledikten sonra; «Allahım! Selam sensin, selam şendendir. Mümin sensin
mümini seversin. Güven veren sensin, sana güven vereni seversin. Sadık
sensin sadığı seversin» dedi.”

، ‫حق ل‬ ‫ين‬ ‫أ خن ت‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا ع د الل ه‬، ‫ ] حدثن ا أبو ب م بن مال ك‬٢ ٥ ٩ ٨ [ -) ٨٩٦(

‫ عن أ ن ر‬، ^ ^ ١ ‫ عن ؤب‬، ‫ د بن ' ش أ‬1‫رونء أخبزتا ح م‬1‫ خ ا؛ثغ ا يزيد بن ه‬،‫ح دبث ي أ ي‬

،‫ ئش م غ ئ صاح ه‬، 0‫ ئت م غ الغ امس يث ح ددو‬،‫ كثا م ع أيي مو ت ى في مسير ثئ‬: ‫بن مال ك ها د‬

‫مر للمجا‬ ‫و ال‬


،‫ائ أخذغز أذ ي ا آ?;ي يثب‬%‫ فؤ ء‬k ،‫ ري ن؟ ظأ ققذ زو‬U‫ةق دت ما‬ ‫مح‬ ‫ا‬
،^ ١^ ^ ١ :‫ ئ ك‬: ‫ وظ ث ره م ع ه ؟ ئ د‬،‫لغ\س عن ؛ ال حزق‬1‫ ئ أبطأ ب‬، ‫ ي أب س‬: 3 ‫ثأز ما‬

١^ ^ U ‫ وقو ؤ ي‬،‫خ رة‬-‫ وأ حزت ا ال‬،^‫ ^؛‬١ ‫ وتك ن ع ج لت ل ب ز‬،‫ه‬1‫ ال وال‬: 3 ‫ ^ ^ ه ا‬۵^ ٧

٠٠ ‫زن ا يي وئا‬

Enes b. Mâlik bildiriyor: Ebû Mûsa ile birlikte yürüyorduk. Ebû Mûsa
aralarında sohbet eden bir toplulukla karşılaştı. Aralarında süslü bir dille
konuştuklarım işitince de bana: “Neler işitiyorum ey Enes? Hadi gel de biz
Râbbimizi zikredelim. Zira şunlardan her biri deriyi bile kesebilecek keskin
bir dile sahip” dedi. Sonra bana: “Ey Enes! insanların âhirete yönelik gevşek
davranmalarının, bu yönde çaba göstermemelerinin sebebi nedir?” diye
sordu. Ben: “Nefsani arzular ile Şeytan” karşılığını verdiğimde ise: “Vallahi
değil! Çünkü dünya, hemen önlerinde âhiret ise hâlihazırda pek uzaktadır.
‫‪Ebû Mûsa el-Eş’arî‬‬ ‫‪277‬‬

‫‪Oysa durum hakkmda iyice tefekkür etseler, âhiret için çalışmaktan asla‬‬
‫‪şaşmaz ve dünyaya yönelmezlerdi” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٨٩٨ [ -) ٨٩٧‬حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخنن‪ ،‬حدثن ا بشن بن ن وت ى ‪ ،‬حدثن ا‬

‫ا لخشن بن مو ت ى ا لأشي ب ‪ ،‬حدثتا ق يا ن‪ ،‬عن قتا ذة‪ ،‬عن أيي بوده بن أيي موشى‪ ،‬عن‬

‫‪ .‬إدا أ م ا بما الق ن ا ة لحس ن ت أن ري حن ا‬ ‫أييي ‪ ،‬قادت " يا يم ي‪ ،‬ل ؤ فهد ت ا زث ح ن ن غ ألن ئ‬

‫ري ح ألص أ ن " ززاه أب و ‪-‬ع وائه وت م د ؤ م ح ئ د بن خف ضة وحال د بن ق س وغتزه م ‪ ،‬عن قتا ذة‬

‫‪Ebû Burde b. Ebî Mûsa, babası (Ebû Mûsa)’nın şöyle dediğini nakleder:‬‬
‫‪“Evladım! Peygamber'le‬‬ ‫)‪(sallallahu aleyhi vesellem‬‬ ‫‪birlikte bizi görecektin, üzerimize‬‬
‫‪yağmur yağdığında (hepimiz yün giydiğimizden ordumuzu) koç sürüsü‬‬
‫”‪s a n ır d ın .‬‬

‫(‪ “) ٨٩٨‬حدتما أ خ ن ذ بن جع فر ثن ح م دا ن‪ ،‬خا؛ثن ا ع ذ الل ه بن أ ح م د ئن خي ل‪،‬‬

‫ح دبني أيي ‪ ،‬خ ا؛ثغ ا عئد ال ئ ن اي؛ا ‪-‬ح دق‪ 1‬أبو ‪ £‬يالف ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ^ ‪ ، ٥‬أبأ أي م وشى بنثة أن ض‬

‫ي مغثه م م ن ا ل جمع ة أن ال سا ت م ‪ ،‬مح س عباؤمب م ح رج ن حر باثاص "‬

‫‪Katâde'nin bildirdiğine göre Ebû Mûsa'ya bazı insanların, elbiseleri‬‬


‫‪olmadığından Cuma namazına gelmedikleri bilgisi ulaştı. Kendisi (kaba,‬‬
‫‪kalitesiz) bir aba giyip insanların önüne geçti ve Cuma namazını kıldırdı.‬‬
‫‪Takrîb 3064, Takrîb3525‬‬

‫(‪ ")٩٠١‬ل ‪ ] ٢٦٠/١‬حدق ا حبي ب ‪ ،‬حدثن ا ع من شر حف ص ال ث ذ و سئ ‪ ،‬حدثن ا ع ا صم بن‬

‫عل ي‪ ،‬حدثن ا مهدي بن منو ن‪ ،‬غذ وا صل مؤر أبي محته‪ ،‬عن مح ب‪ ،‬غذ أ ي و ق‪ ،‬غذ‬
‫قافين قي ا ل م‪ ،‬م ح ا نح ن ؤ'ل ثي خ قا ممحه زال ئ ئ قا م؛ و غ‪،‬‬
‫أ ي م وت ى قادت ‪-‬ي رجنا ي‬
‫بؤ أص زابي‪ ،‬قا د‬
‫محش م عثا ئتاديا ين ا د ي‪ :‬يا أئ ن القني؛ثؤ‪ ،‬قموا أخبرك م ‪ ،‬ح ش زا ر بتن ت م‬

‫أبو م وت ى ‪ :‬ف ئ ت غش ضدي القفيغةت> مم ك ‪ :‬م ن أ ث ؟ وم ن أئن أ ث ؟ أزظ ثن ى أين‬

‫ه غد‬ ‫ه‬ ‫ئ‬ ‫ن ص؟ وهد ئ ث ث ه غ ؤ وئة؟ ئ ت ‪ :‬ئ ب ي ا‪:‬ديي ال هتز ث ‪ :‬أ ال أ ل م مب م ح اؤ‬

‫مس ه ؟ ءا ‪ : 3‬ئن ق‪ :‬بآى أخبزد ا‪ 4‬ئ ‪ " : 3‬فإ ‪ 0‬ا؟أة لعا؟ى محص ى عأى م س ه أثق م ن ع ط س‬
278 Ebû Mûsa el-Eş’arî

‫أبو‬ : 3 ‫ ه ا‬،' ٠ ‫ م ة‬1‫ أن يؤويه تؤم ا ل م‬4‫خ ى عأى ا لث‬ ‫ ل‬1‫ح‬ ‫ش ن ه نثب ه ؤ فى تؤم‬

‫ث ا ن ن ص و م ه‬،‫ك ا د ت ئ ن ئ فيه ا إلئ‬0 ‫ ل م !ل ذ ي‬1 ‫ ^ ^ ؛ل ئ ز ي ذ‬١‫موس ى يت و حى ذل ث ق ؛‬

Ebû Mûsa anlatıyor: Bir defasında deniz yoluyla savaşa çıktık. Rüzgar
bizden yanaydı ve yelkenlerimiz rüzgarla doluydu. Bu şekilde yol alırken bir
ses bize: “Ey gemi ahalisi! Durun da size bir haber vereyim!” diye seslendi ve
aynı sözü yedi defa tekrar etti. Bunun üzerine geminin güvertesinde durdum
ve sese: “Sen kimsin ve neredesin? Nerede olduğumuzu görmüyor musun?
Böylesi bir yerde hiç durulur mu?” dedim. Ses: “Allah’ın takdir ettiği bir şeyi
size söyleyeyim mi?” diye seslenince, ben: “Söyle!” karşılığını verdim. Ses de
şöyle dedi: “Allah, sıcak bir günde kendisi için susuz kalan kişiyi kıyamet
gününde kanana kadar içirmeyi kendine takdir etti.” Ravi der ki: “Bundan
dolayıdır ki Ebû Mûsa, insanın derisini soyacak kadar sıcak olan günleri
gözler ve o günlerde oruç tutardı.”

،‫ح س ل‬ ‫بن‬ ‫أ ح م د‬ ‫ن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫حدثتا‬ ، ‫مال ك‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ] ‫ م آ م أ‬/‫[ ا‬ " ) ٩ ٠ ٢ (

: ‫ محالط‬،‫ عن أيي ب خ لي‬،‫ عن قت ا دة‬، ‫بن طن ة‬ ‫حماد‬ ‫ عن‬،‫عتد ا و خن ي‬ ‫حدثنا‬ ،‫أي‬ ‫ح دبتي‬

‫ " إ ي ل أ ش د ي م ح ت ا ل ن ف م نت ا أق م ص ل ي خ ر ا ح د ق ض حي اء من‬:‫قا د أثو نو ص‬

‫م‬
Ebû Miclez bildiriyor: Ebû Mûsa bana: “Kapkaranlık bir odada
yıkanıyorum, ama Rabbimden haya ettiğimden dolayı tenasül uzvuma
dokunamıyorum” dedi.

Takrîb 2651, Takrîb 3525

‫عل ي بن‬ ‫حدثنا‬ ، ‫أب والق ا س م ا ل مئيع ي‬ ‫حدثنا‬ ، ‫بن عل ي‬ ‫م ح ئ د‬ ‫حدثنا‬ ] ٢٦١/١ ‫ ل‬-) ٩٠٥

‫أيي‬ ‫ع ن‬ ، ‫ي ح د ث‬ ‫يس‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫غ‬ ‫ت‬ ‫نمع‬ :‫ت‬ ‫ا‬


‫ق‬ ، ‫ت ع يد ا ل حري ر ي‬ ‫ع ن‬ ،‫شغية‬ ‫ا‬
‫أخبزن‬ ،‫ا ل جئد‬

،" ‫ بغد ريقة بق ال | م ن ؛ لأرض‬،٢ ^ ١ ‫ نقث‬1‫ب‬


‫و م‬ ‫ش م ؛ق ل ي‬ ‫ئ ا‬،‫ " إل‬: 3 ‫ئ و ت ى ه ا‬

‫ مثل ه‬،‫ عن المير_ي‬، ‫تن ع و‬°‫زؤأل ا‬


‫‪Ebû Mûsa el-Eş’arî‬‬ ‫‪279‬‬

‫‪Ebû Mûsâ der ki: “Kalb’e bu ismin veriliş sebebi, sürekli dönüp‬‬
‫‪değişmesidir. Kalp bir ağaca asılı olan ve rüzgârın döndürerek savurduğu tüy‬‬
‫”‪gibidir.‬‬

‫(‪ ")٩٠٦‬ل ‪ ٢٦١/١‬ا حدثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬خل؛ثن ا عتد ال ر بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫ر ‪ ،‬حدثن ا عئد ا ل وه ا ب ‪ ،‬حدثن ا ع ونت ‪ ،‬عن ئ ن ام ه بن ز ه ر‪ ،‬قالأ‪ :‬حقلتغ ا أثو‬ ‫حدب ي‬

‫ت ك ون‬ ‫ما ‪ ،‬إل ة أ ي‬ ‫ا م ‪ ،‬ا;قوافاء ن إل وقئ ةت‬ ‫توشى بأكءمة ‪ ،‬مق ات‪ " :‬ي و ه‬

‫\ل د م و غ حش س ط غ‪ p < ،‬ق ك و ن ال د مأء ح ش قؤ أنب ك ذيهأ‪ ^ ^ ١‬؟ ج ز ت "‬

‫‪Kasâme b. Züheyr bildiriyor: Ebû Mûsa, Basra’da bir hutbe verdi ve şöyle‬‬
‫‪dedi: “Ey insanlar! Ağlayın! Şâyet ağlayamıyorsanız ağlıyor gibi yapın! Bilin‬‬
‫‪.ki Cehennem ahalisi gözlerinde tek bir damla kalmayıncaya kadar ağlarlar‬‬
‫‪Ardından kan ağlamaya başlarlar, o kadar çok kan ağlarlar ki, şâyet gemiler‬‬
‫”‪bırakılacak olsaydı bu kanın içinde yüzerlerdi.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٦ ٧ ١ [ “) ٩٠٧‬حدثن ا أ ي‪ ،‬وأبوئ جح ئ د بن خثا ن‪ ،‬ق ا ال‪ :‬خ ا؛ثن ا إئزاي إ بن م ح م د‬

‫بن ا لخنن‪ ،‬خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن بث ا ن‪ ،‬خ ا؛ثن ا يريد بن ه ارون ‪ ،‬أخي رتا ت ال م بن مح ن كي ن‪ ،‬غذ‬

‫غ ذ أ ي م ض ‪ ،‬ئا ‪ " : 3‬إنه أ غ د ا ‪ 0‬ر ث ث ق و‪ 0‬ص ال ة\ر خ و ‪ 3‬ؤ‬ ‫وة‪،‬‬ ‫ر‬ ‫غذ‬ ‫قا ذ ة‪،‬‬

‫لشكو_ن ؛ لأ؛ بغد !ل د م و ع‪ ،‬ن ب ش ظ ف م فيه‬ ‫أ ج ري ت ال ق س قي دموعه م ل ج ر ت ‪،‬‬

‫م ح ال "‪ ،‬ززاة يريد أ ل رق ا ش ي‪ ،‬عن م ح م ‪ ،‬عن أيي م وس ى‪ ،‬متل ه‬

‫;‪Ebû Mûsa der ki: “Cehennem ehli cehennemde o kadar ağlayacaklara ki‬‬
‫‪gözyaşlarında‬‬ ‫‪gemiler‬‬ ‫‪yürütülse‬‬ ‫‪yürür.‬‬ ‫‪Gözyaşından‬‬ ‫‪sonra‬‬ ‫‪kan‬‬
‫”‪ağlayacaklardır. Onların düştüğü duruma da ağlanır.‬‬

‫(‪ [ ")٩٠٨‬؟ ‪ ] ٢٦١/‬حدثن ا أ خ ن د بن إ ن خا ق‪ ،‬حدثن ا أبو بكر بن أيي داود‪ ،‬حدثن ا‬

‫بم ي ه اوون بن رب ا ب ‪ ،‬غ ذ‬ ‫ش م ‪ ،‬عن ا الوراعي‪،‬‬ ‫م ‪ ،‬ح د قا الزل ة بن‬ ‫ن غ ن و ذ بن‬

‫ما لى أزى عين لف ئ افره؟‬ ‫عتبه بن غزوان ا ل ره اش ئ ‪ ،‬ق ا دت قات ق أثن موس ى ا لأئ عر ي‪:‬‬
‫مم ن ت ‪ :‬ا؛ى الت م ‪ ^ ^ ١ 0‬مأن ت ج‪1‬رته كع ض ؛ ب ي ئ ش محلحظته‪ 1‬أ حظه ة صك\كته ا ص ك ه‬

‫ت ا رت از ن ا إل ى‪ ،‬ث ما ‪ ٠' : 3‬اش ش‪ °‬علف ظ ل م ت عثلف ‪ 5 ،‬أ ن ص أأ ‪ 3‬ثفزة‪،‬‬


‫فن ز ت م م‬

‫لءص ق ‪ ،‬بم‪،‬ر‬
280 Ebû Mûsa el-Eş’arî

Utbe b. Ğa^vân er-Rakkâşî bildiriyor: Ebû Mûsa el-Eş’arî bana:


“Gözlerin neden şişmiş?” diye ‫;؛‬orunca şöyle karşılık verdim: “Bir tarafa
dönüp bakınca komutanlardan birinin kızım gördüm. Baktım ki gözlerim
onu seyrediyor tutup kendi gözlerime bir yumruk attım. Sonuç da işte
gördüğün gibidir.” Bunun üzerine Ebû Mûsa bana: “Allah’tan bağışlanma
dile! Gözlerine haksızlık etmişsin! ilk bakış gözlerinin, ondan sonrası ise
şenindir” dedi.

‫ حدثن ا جع م تن م ح م د‬،‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن جئ مر‬٢ ٦ ١ ٨ [ ")٩٠٩(

‫ عن أيي‬،‫ عن أبى ظبيا ن‬،‫ عن ا لأعنش‬،‫ حدت ا أ خ ن د ى بنا ن أب و معاونه‬، ‫اكزيا ب د‬

" ‫ ؤأغتاله إتظ ش ز ف غ ي ز‬،‫ ^ يزم ا ل م ا ئة‬٥١ ‫ض قزئ‬ ‫ " إ ة ال‬: ‫ ءاد‬، ‫ت وت ى‬

Ebû Mûsa der ki: “Kıyamet gününde güneş insanların tepesinde


olacaktır. Amelleri onları gölgeler veya güneşin altında bırakır.”

‫ حدبت ا ج ع مز بن‬، ‫ ء‬y i y A [‫ ] حدثن ا عبد الل ه بن م ح م د بن ج عف ر‬٢ ٦ ٧ ١ [ ") ٩١٠(

،‫ حدبت ا أثو غا م ا ل ح ران‬،‫ حدثن ا م ح ا ن بن غنز‬،‫ حدبن ا م ح ق ذ بن من عو د‬، ‫م ح ث د ا لمنيا ب د‬

‫غ ذ أب ى م و ص قا د ت " يو ش ب ام ح د ذ م ا م حام ؤ‬ ، ‫ ع ن أب ى بل ذ ه‬، ‫ر ع م ران ا م ح ئ‬ ‫غذ‬

:‫ ويرى فؤا و م ولت‬، ‫ قد هبل ت‬: ‫ ثأمول‬،‫ ن ر ى لحئزا‬،‫ب د ه بثه وي ن القاس ي‬


‫يف نتزة الثت ثعال ى ج‬

‫ طوثى ل هذا الع ب د ال ذ ي ل م‬:‫ قم ولط ا ل ح ال ئ‬،‫فت ح د الع ث د عن ا لخم وال ئ ؤ‬


‫ ي‬،‫قد غف ر ت‬

" ‫مب ن د ش وع\ قط‬

Ebû Mûsa der ki: “Kıyamet gününde kul huzura getirilir, Allah eliyle
.onun insanlarla arasım ayırır. Amellerinde iyilik görünce «Kabul ettim» der
.Kötülük görünce «Affettim» der. Kul iyilik ve kötülük için boyun büker
İnsanlar der ki: Hiç kötülük işlemeyen bu kula ne mutlu .”

‫ حدثن ا ث خ ئ د بن أيي نثه لء حدثن ا‬C‫ ] حدثن ا عئد الثؤ بن م ح م د‬٢ ٦ ٢ ٨ [ ")٩١١(

، ‫ ص فني ي‬، ‫ ص غ ا ص م‬،‫ ص زائدة‬، ‫ خدكا خ ت ئ ئ عيإ‬، ‫ئ الثي ئ ت غ م ات ب م ئ‬

‫ فت ص ع د‬:‫ قات‬، ‫ " شخ ر ج ئف س ا ل م ؤم ن وهي أ ث ب ري ح ا م ن ا ل م ن ك‬: 3 ‫عن أيي م وت ى ئ ا‬

‫ م ن ف ذا‬:‫ محمولون‬،‫ الق ن اع‬0‫به ا الن ال ي ك ه ال ذي ن تتؤهؤئه ا طث ا هز مال ئ ك ه دو‬


‫‪Ebû Mûsa el-Eş’arî‬‬ ‫‪281‬‬

‫ق فث خ ل ه‬ ‫يق ول ون ئ ال ن‪ ،‬زنذ ووثث ب ا ح ث ن عمل ه‪ ،‬ق؛ق ووئن‪ :‬حثا"تىإ الثئ و حيا م ن‬

‫ه ويو جهه ثبمان م م ال ئ ن س ‪،‬‬ ‫أب و ا ب ا ل ق ن اع‪ ،‬ئ ت‪ :‬محتشرق و جهة‪ ،‬ئ ت‪ :‬قتأتى ا ل ر ب‬

‫جل يفة فت صع د به ا ا ل م الثأكه ال ذي ن ثتزئزنه ا‬


‫قالأ‪ :‬ؤأث ا ا ال ح ز فتخزج رو ح ه وهي أنتن م ن ا‬

‫موئه بأش وأ‬


‫سكره‬
‫فتلف اهب م ال ي ك ه دون ال ق ن اع‪ ،‬ئقولون ‪ :‬م ن ف ذا ئ ذ ك أ ؟ هثمول ون ‪ :‬حمال ن‪ ،‬ويذ‬

‫حلغه‬
‫عمل ه‪ ،‬ءيق ول ونت ردوه ه ما ظمل ة الل ه ف يا ‪ ،‬قات؛ وهزأ أبو موسى ‪ :‬ؤ ز ال يد ح أ ون ا‬

‫ي ي ل ج ا ل ج م ل قي ث أ‪" ^ ? ١^ ١‬‬
‫‪Ebû Mûsa der ki: “Müminin ruhu çıktığında miskten daha güzel kokar.‬‬
‫‪Onu kabzeden melekler alıp çıkarlar. Semanın üstünde bekleyen başka‬‬
‫‪melekler; «Kim bu elinizdeki?» derler. «Falanca» diyerek kişinin en güzel‬‬
‫‪amellerini sıralarlar. Bekleyen melekler «Allah sizi ve sizinle birlikte olanı‬‬
‫‪yaşatsın» derler. N in n in kapıları açılır ve Rab güneş gibi görünür.‬‬
‫‪Diğerlerinin ruhu çıktığında dışkıdan daha pis kokar. Onu kabzeden‬‬
‫;‪melekler alıp çıkarlar. Semanın üzerimde onları bekleyen başka melekler‬‬
‫‪«Kim bu elinizdeki?» derler. «Falanca» diyerek en kötü amellerini sayarlar.‬‬
‫‪«Geri götürün, Allah onu zulmetmiş değildir» derler.” Ebû Mûsa bunları‬‬
‫‪ e onlar cennete‬؟‪ medik‬؟‪söyledikten sonra; “Deve, iğne deliğinden §e‬‬
‫‪giremezler”* âyetini okudu.‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪ ") ٩١٢‬ل ‪ ] ٢٦٢/١‬حدثن احم ئ د س أخن ت بنحم ث د ‪ ،‬حدثن ا ا لختس س حمم د ‪،‬‬

‫ح بن •ىل د ‪ ،‬ظ ع ض بن يون س ‪ ،‬عن ه ش ق بثا ن ‪ ،‬ض ال ئ حا ك بن‬ ‫أ م لرعه ‪ ،‬ئ‬


‫عتد الؤمح ن ثن غنزر؟ ا ‪ ،‬قاد‪ :‬د ظ أبو موس ى ا لأشعري فئتاثة ج ئ حصزته ائؤثا ة‪ ،‬ممات‪:‬‬

‫ا‪،‬ئلثي وا زا‪ -‬ح ئ وئا وأوسعو؛ ^ ^ ^‪ ، ١‬ئحا‪.‬ءوا‪ C‬همالو\ ‪ :‬قد خفت‪ ،‬ألؤ‪،‬شئن ا وأعمم‪1‬ا ‪ ،‬ءق ا ‪JlîİJ : 3‬؛‪،‬‬

‫م وؤو منة أ م حق ^‪ ، ^ ١‬بم‬ ‫ي؛ثبي‪ ٩ ،‬قو شن ن عني قري ح ر تكون‬


‫؛ص إل ح د ى اكف‬

‫محمث ح ن قي ثا ب إ ر ا ل جنة ب لأئ ظرن إ ر أزوا جي نتا ش زنا أعد ال ق مما د لي م ن‬

‫بن ري ح ه ا ورؤ ج ه ا‬ ‫ا ل وانؤ‪ ،‬ثم لآكوئن أغذى إ ر م ي بمي امح م إ ل ث م ‪ ،‬ت م ق م ص‬

‫‪1A'râfSur. 40‬‬
282 Ebû Mûsa el-Eş’arî

‫ لثص ي س علي قر ي حتى يكون في‬، ‫ زئث وذ بالل ه بجا‬،‫ ا ال حزى‬،‫ ول ئن كاني‬، ‫ح ز أ بم غ‬

‫ إل لفت ح ن ؟ي با ب م ن أئؤاب جهن م ئ ل أن ؤ ة إ ل شالسلي‬،‫أ ت ي ي م ن اقثاؤ قي اوغ‬

‫إل‬ ،‫ ثم لآكونن ' ر ه د ي ب ن جهن م أهد ى ب ر امح م ق محي‬، ‫ؤأ؛ الإي ؤ ؛ ر مه‬
‫ غذ ب ض‬،‫ عن أيي حمالؤ‬،‫ وواه ال مقر ي‬،" ‫حم ث‬ ‫قص يي ي م ن ش مم ه ا و حم به ا خ ر‬
‫س ى مغل ة‬
‫مح د ة أبى م و‬

Dahhâk b. Abdirrahman b. Arzeb bildiriyor: Ebû Mûsâ vefat edeceği


zaman çoculdanm çağırıp: “Gidin ve geniş, derin bir mezar kazın” dedi.
Çocukları dediğini yapıp geldiler ve: “Geniş ve derin mezarı kazdık” dediler.
Ebû Mûsâ şöyle dedi: “Vailabi! Burası ‫ لكلن‬konaklama yerinden biridir.
Kabrim ya genişleyip her köşesi kırk arşın olacak, böylece cennete açılan bir
kapı ile AJlah’ın bana hazırladığı eşlerimi, sarayları ve bana hazırladığı
nimetleri görebileceğim. Oradaki evlerimi buradaki evlerimi gördüğümden
daha iyi bir şekilde göreceğim ve kıyamet kopana kadarki zaman içinde
cennet kokularını koklayacağım, ya da -bundan Ailah’a sığınırım- kabrim o
kadar daralacak ki mızrağın içindeki boşluktan daha dar olacak. Sonra
benim için cehennemin kapılarından biri açılacak ve oradaki zincir ve
bukağılarımı ve arkadaşlarımı seyredeceğim. Oradaki evlerimi buradaki
evlerimi gördüğümden daha iyi bir şekilde göreceğim ve dirileceğim güne
kadar kızgın ve zehirli ateşleri her yanımda hissedeceğim.”

‫ حدثن ا أ م بكر‬، ‫ حدثن ا حمم د بن ج م‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا مح د الل ه بن حمم د‬٢ ٦ ٣ ٨ [ -) ٩١٣(

: 3 ‫ ظ‬، ‫تئة‬
‫ ص أ ي ر‬، ‫ أثو حما ن‬1‫ طتث‬،‫أب ه‬
‫ ص ج‬،‫بما ن‬1‫ خد ك ث ي ئ ن‬، ‫ئ أيي ث ق ة‬

‫ب هد‬
‫ م‬3 ‫ ن ج‬۵١٤٠ : ‫ قاد‬، ‫ "يا ئ اذ وواض ا جي ا مل ح ب‬:‫ قات‬،‫نق ا حمزأثا توتى الزائة‬

‫ت ن ت ث ة أؤ ش ب‬3 ‫ ئ‬، ‫ ال ينزلط إ ال في يؤم وا ج د‬،‫ تنع ين تن ه‬: ‫ أناة قا د‬،‫في ص ؤمع ة‬

^ ^ ١ ‫ت ل م "كشفن عن‬3 ‫ ه ا‬،،‫ث‬


‫شب ه أ م وش ح م‬
‫م‬ ‫ هك ا ن مع ه ا‬،‫ال غيطا ن في عتنه امزأه‬

‫ف ازاه ال ق د إ ر د اكن " اكن عليه‬،‫ طثن ا حل طا ح قوئه صإى وت ح د‬0 ‫ ئتاك‬، ‫غهنأؤة ن م ر غثا و‬

‫يب ث‬
‫بتآب م زاي ي م‬
‫م‬ ، ‫ش ه ص ر ج ث ن منه م‬ ‫ فأدركت اخ لاء فزنى‬، ‫قا مح ق ز ب ئ ي‬

‫ء إ ثما ه‬ ‫ حماء ض ا ج ي ا مل ح بحم أ ظى‬، ‫م إ نما ؤ حمت ا‬ ‫ق م‬ ‫و ئة بأزغقة‬ ‫إ ي‬


Ebû Mûsa el-Eş’arî 283

‫ت‬1‫ ق‬،‫ق ظء ئا ة ن غ ث‬ ‫ت‬ ‫ م ال ذ ي خزغ ث ي ئ ق أنة‬- ‫ؤ و غلى دللث ا و‬, ،‫ن غ ث‬

‫ ن ا ت ك لز ممحلني رغيفي ن ا كا ذ يلف عنة غش؟ ق ادت أ رائي‬:‫أل ت م وك ل ص ا ح ب الؤغيف‬

‫ ^ أ ش ف ق‬١^ : ‫ ه د‬،‫ ال‬: ١^ ‫ن م ؟‬


‫ ف د أ ع ي ق أ ط ب م ن ج‬: ‫أ ن ه ظف؟ ت ل‬

‫ال ذي ذ س ؛قو م دفئة؛ر‬ ‫و نجب‬ ‫ ش ذ الم؛ا ب ؛ر‬، ‫ه ق ه‬ ‫ م ال أمغيلف‬3‫ ؤا‬،‫ظف‬


‫ من ب ت ال ثئ غ ونم ت ن هبالس ب ع القاإي هزحج ت‬: ‫ ئ ت‬، ‫ حماص ت خ التائ ب تثقا‬،‫ ^■^ ال ذ ي زلث‬١

‫ يا بتي‬:‫ ق ات أبو نو ص‬،‫ مم وزنت ال ثب ع ال ق الي بالرغيف ه ر ج ح الرغيفن‬،‫ال ث ع القال ي‬


‫اذ ووا من ا ج ت الجب ف اا‬

Ebû Burde bildiriyor: Ebû Mûsa’nın vefat anı geldiğinde oğullarına şöyle
dedi: “Oğullarım! Ekmek kıssasındaki adamı aklınızdan çıkarmayın ki bu
adam manastırına çekilip kendini ibadete vermişti. - R a v i der ki: Ebû
Mûsa, sanırım bu adamın yetmiş yıl boyunca manastırda kaldığını da
söyledi.— Haftada sadece bir gün ihtiyaçları için oradan çıkıyordu. Bir gün
Şeytan, kadın kılığında adama geldi. Adam kadın diye Şeytan’la yedi gün
veya yedi gece boyunca beraber oldu. Sonrasında Şeytan adama gerçek
yüzünü gösterince adam tövbe edip pişmanlık içinde oradan ayrıldı. Ancak
attığı her adımda secdeye gidiyordu. Gece vakti içinde oniki miskinin
barındığı bir dükkâna ulaştı. Yorgunluk ve bitkinlikten kendini kaybedince
de oradaki miskinlerden birinin ayakları dibinde düşüverdi. Rahibin biri de
her gece bu miskinlerden her birine birer ekmek gönderirdi. Ekmek dağıtan
adam geldi ve sırayla ekmekleri dağıtmaya başladı. Manastırdan tövbe edip
gelen adama geldiğinde onu da miskinlerden biri sanıp ekmeğini verdi.
Ekmek dağıtma işi bittiğinde bir kişi açıkta kaldı. Ekmeğini alamayan kişi:
“Benim ekmeğimi neden vermedin? Daha önce hep verirdin” deyince,
ekmek dağıtan: “Sen^ ekmeği bende tuttuğumu mu sanıyorsun?
Arkadaşlarına sor bakalım, iki ekmek alan var mı?” karşılığını verdi. Sorunca
da arkadaşları: “Hayır!” karşılığını verdiler. Bu kez ekmekleri dağıtan,
ekmeğini alamayan adama: “Ekmeği bende tuttuğumu düşünüyorsun değil
mi! O zaman Allah’a yemin olsun ki bu gece sana bir şey vermeyeceğim!”
dedi. Bunun üzerine tövbe edip gelen adam kendisine verilen ekmeği alıp,
ekmeksiz kalan adama verdi ve kendisi oracıkta öldü.
284 Şeddâd b. Evs

(Kıyamet günü) hesapta, adamın yaptığı yetmiş yıllık ibadeti Şeytan’la


(kadınla) geçirdiği yedi geceyle tartılınca, yedi gece daha ağır bastı. Yedi gece
verdiği bir ekmekle tartılınca ise ekmek daha ağır bastı.” Sonra Ebû Mûsa
ekledi: “Oğullarım‫ ؟‬Elikâyede, (ölme pahasına) ekmeğini veren bu adamın
davranışını sakın aklınızdan ،^karmayın!”

‫ خ ا؛ثن ا أبو بكر‬، ‫ خذيت ا حمم د بن ج م‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا غئد الثي بن حمم د‬٢٦٣/١ ‫)" ل‬٩١ ٤(

:‫ قات‬، ‫ ص أيي ث و ت ى‬، ‫ عن أيي كنث ة‬،‫ عن عامص‬، ‫م‬ ‫بن حم‬ ‫ حدثت ا علي‬،‫تن أيي ثس ه‬°
‫ ال قن ب م ت د ريشة معمل ة ب ش م ة في حماء م ن ا لأرض‬0‫وإ‬ ‫ أال‬،‫؛ ق ن ي م ن ثقل يه‬ ‫ ن م ي‬1‫إلم‬

" ‫تثيرهما الر خ طفنا ي طن‬


Ebû Mûsa der ki: “Kalp, adını kalbolmak (yön değiştirmekten almıştır.
Dikkat ediniz, kalp bir ağacın dalma takılmış havada duran bir tüy gibidir.
Rüzgâr onu bir ٠ yana bir bu yana çevirip durur.”

‫حدثن ا‬ ،‫ حدق ا ث خ ئ د بن إ ش خا ق‬،‫ ء حدثن ا إبراهيم بن ع د الثؤ‬٢٦٣/١ ‫ )“ و‬٩١٥(

‫ض د أبو وئت ى‬ : ‫ قا د‬، ‫ غذ أ م تن ءثد ال م‬،‫نحال ه‬ ‫ خدتثا اق ز غ ئ‬، ‫ق ط ئ ت ج د‬

" : ‫ ئ إ ه اد‬،‫ زأ ش عل ته‬، ‫ ب م ح رغ ن ح م د ال ثة نحا ر‬،‫ا لأش عر ي في ي ث ؤ يو حىب ح م ق س‬

‫ تذ ك ون بعذ"كز زن ا ن نكون‬،‫ إبك م ألث وم في زما ن للعام ل فيه لل ه مما ر أيت‬،‫يا آيه ا الن ا س‬

" ‫ش ام ل لل ه مما ز فيه أ جران‬

Ezher b. Abdillah der ki: Ebû Mûsa el-Eş’arî Humus'ta Yuhanna


Kilisesi'nde namaz ‫ ط‬1‫لك‬. Sonra çıktı, Allah'a hamdü sena etti ve: “Ey
insanlar! Bugün, Allah için çalışanların sevabını kazandığı bir zamandasınız.
Sizden sonra bir zaman gelecek; Allah için çalışanlara iki kat sevap
verilecektir” dedi.

Şeddâd b. £٧$
Odlardan biri de; az konuşan, sözü anlaşılan, endişe ve vera, gözyaşı ve
tevaz‫ ؟‬sahibi; Ebû Ya’lâ Şeddâd b. Evs el-Ensârî.
Şeddâd b. Evs 285

‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫ خنثنا حمم د ى إ ن خ ا ق‬،‫يمل بن مح د ال ر‬£‫ ] حدثن ا إئزا‬٢٦٤/^[ -) ٩١٦(

‫ عن شداد بن أؤس‬،‫ غذ أشد ين زذائ‬،‫ حدق ا الئزج بن حماله‬،‫قس ة بن تجيز‬


‫ " ؛ حم أ ؛ أ‬:‫ حمول‬،‫ يأتيه ؛ لأن؛‬١‫ ت ق ك غلى و شه ؛‬٧۶^ ١‫ ري أق ء لأ؛ذ؛ ب خ د‬1‫ا ال ص‬

" ‫حم ر خ ر يص خ‬ ‫ نق و م‬،‫ ^ ؛‬١ ‫ز‬ ‫\&ل أذ هب ت‬

Şeddâd ‫ظ‬. £ ٧$ el-Ensârî uyumak için yatağma girdiği zaman sağa sola
döner durur bir türlü uyuyamazdı Sonra: “Allahım! Cehennem korkusu
uykumu kaçırdı!” der ve kalkıp sabaha kadar namaz kılardı,

‫مس بن حمم د‬
‫ خ ا؛ثن ا إبزاه‬: ‫ ق ا ال‬، 0 ‫ نأ و حمم د بن حي‬،‫ ا حدت ا أيي‬٢٦٤/١ ‫ )" ل‬٩١٧(

: ‫ حماد‬،‫ عن وثاب بن ما هل ق‬،‫ ح دقني أيي‬: ‫ فا د‬،‫ حدثن ا ث خ ئ د بن أيي معش ر‬،‫بن ا كس‬

‫حما ص ال ئ ت ؛ ال‬ ‫ وتء‬،‫ة‬:‫ " ؛ م إل ؛ ظا ص حمي ؛ ال أحما‬:‫ غ و ل‬: ، ‫ء ة قئ'ئ ئ ذ أ ؤ م‬


‫ نإن ال د ي عزتس‬،‫ملت ب حذافيره في الثاي‬
‫ زال ئ ؤ 'ك‬،‫جلنة‬
‫ انفئ ز "كله ب ح ذاف ره في ا‬، ‫أشت اته‬

، ‫ زل ك ؤ بت ون‬،‫فف ا مل ك قايئ‬
‫ وا الخزة وعل صا د ق ي مح ح؛ ي‬،‫حا م أطث م نه ا الخؤ وائ ماحر‬

٠٠ ‫ ز ال تكون وا م ن أثثاع ال د قا‬،‫؛خون وا م ن أبن اء ا الخزة‬.

Şeddâd b. Evs der ki: “Siz iyiliğin sadece sebeplerini görüyorsunuz.


Kötülüğün de sadece sebeplerini görüyorsunuz, ‫ آ‬y‫لل‬ik çevresindekilere
birlikte cennettedir. Kötülük de çevresindekilere cehennemdedir. Dünya
hazır bir zenginliktir. Ondan fasık olan iyiler yer. Âhiret ise gerçek bir
sözdür. Onda Kahhar bir sultan hüküm sürer. Her iki dünyanın evlatları
vardır. Siz âhiret evladından olun. Sakın dünya evladından olmayın.”

، ‫*^ م ني وثى ع ك ز ال ئؤش ح ك‬۵١ ‫ م ن‬0‫ " ؤإ‬: ^ ^ ١‫ ا قات أ و‬٢٦٤/١‫ ل‬-) ٩١٨(
‫بتس ث ذ ا ا ل ح دي ث كي ن ن‬
‫ أنث ت م‬: ‫ أبوتعت م‬،3‫ د ا‬، ٠٠ ‫نإن أبا يع ز ق د أو ئ ع ل م ا ز جئئ ا‬

‫ب‬ ‫ت‬،‫ ص قدا‬،‫مة‬

Ebû'd-Derdâ diyor ki: “insanlardan bazılarına ilim verilmiş, fakat hilim


(yumuşak huyluluk) verilmemiştir. Ebû Ya’lâ'ya hem ilim, hem de hilim
verilmiştir.”
Bu söz, başka bir kanalla Resûlullah’ın hadisi olarak rivayet
olunmuştur.
‫‪286‬‬ ‫‪Şeddâd b. Evs‬‬

‫‪Takrîto 4017‬‬
‫(‪ ") ٩٢٠‬ل ‪ ] ٢٦٠/١‬حدت ا أيي ‪ ،‬وأبو حمم د بن حقا ن ‪ ،‬ق ا ال ‪ :‬حدق ا إئزاي إ بن حمم د‬

‫بن ا لخشن‪ ،‬حدق ا أب ومح ي د احلمص ي أمح د بن حمم د بن ر‪،‬سار‪ ،‬حدثت ا ‪ ^ ^ ١‬بن تريد‬

‫‪ ^ ^ ^ ١‬أبو حي وة‪ ،‬حدثت ا تن ا ذ بن رء اعة‪ ،‬عن أيي يريد احم ^ ‪ ،‬ع م ن ح دبه‪ ،‬عن أيي‬

‫‪ ،£١^ ^ ١‬أثة ء ن ثق وتت ‪ ٠٠‬إنء يخث أثغ ءميه‪-‬ا‪ C‬وإ ‪ 0‬هميه هده‪> ^ ^ ١‬ئداد بن أ ؤ م ‪٠٠‬‬

‫‪Ebû Yezîd el-Gavsî’nin birinden naklettiğine göre Ebû'd-Derdâ şöyle‬‬


‫‪derdi: “Her ümmetin bir fakıhi vardır. Bu ümmetin fakîhi de Şeddâd b .‬‬

‫س‬ ‫س‬

‫(‪ ] ٢٦٥٨ [ ") ٩٢٢‬حدق ا أب و غ ز و بن مح دا ن‪ ،‬حدثن ا مه د الل ه بن حمم د بن‬

‫سن ا ن‪ ،‬عن‬
‫شي رزته‪ ،‬حدق ا إ ئ خا ق بن راهويه‪ ،‬حدثن ا عئذ ائزئا ب ال ثقف ي‪ ،‬حدثت ا بزن بن م‬

‫به ا ‪ ،‬قات‪:‬حم أ ح ذ وه ا‬ ‫نلت ما ن ثن مو ت ى ‪ ،‬أن شداد بن أ ؤ م ‪ ،‬أهال يوما ‪ :‬ث ات وا ال ث ئ ز ة ئئت ث‬

‫‪ ٤،‬بنة‪ ،‬ءق ال‪،‬ت أ ي ثنى أ جى ‪ ! ،‬ر ظ ثكث م ت ي كين ؤ‬ ‫ا؟ى أيى يئأى ظ‬ ‫■عقه‪ ،‬ائ‪:،3‬‬

‫ه إ ال مزموم هحمتإوم ه ث ل غزو‪ ،‬فتغ اثؤا ح ش أ ح دوكز‪ ،‬ؤذع وا‬ ‫مغذ بامب ت زث و د الل ه‬

‫ه إ |ال ن ن أ ث ك‪ ^ ^ ١‬في ‪ 1‬ال م ‪ ،‬ؤ‪ 0‬نأأ ل ل عزينه ‪ ، ^ ^ ١‬ز ن ن أ ك‬ ‫هذه زخذو؛ غئئ؛ م‪1‬ه ا ‪:‬‬

‫ن ا ئئ ل م‪،‬‬ ‫زننألل ف خن'‬ ‫ئكز ن عمت ل ط و ح ن ن عنت اديل ق‪ ،‬و سأل ك قلت ا تلي ما ولمت ائا صا ب ئ‪،‬‬

‫ؤئث و ذ ؛لف من فئ ن ا ئغمل ‪ ،‬ث خذوا هذه زذع وا هذه‪ ،‬ك ذا زؤام ئلبمان ى ت و ت ىت وق وه ا ‪،‬‬

‫ورؤاه خ ث ا ن بن عحلثه‪ ،‬عن شداد مرف وعا‬

‫‪Süleymân b. Mûsa'mn bildirdiğine göre Şeddâd b. Evs bir gün “Sofrayı‬‬


‫‪getirin de oyalanalım” dedi; ona götürdüler. Birisi “Ebû Ya’lâ'ya bakın neler‬‬
‫‪söylüyor” deyince onlara şöyle dedi: “Yeğenim! Resûlullah'a (sallallahu aleyhi‬‬
‫)‪vesellem‬‬ ‫‪biat ettiğimden beri eleştirilmiş ya da yerilmiş bir söz söylemedim.‬‬
‫‪Gelin de size anlatayım. Bu sözü bırakın, bundan daha güzelini alın.‬‬
‫‪Allahım! Senden olaylar karşısında sağlam durmayı diliyoruz. Kamil‬‬
‫‪olmanın en doğrusunu istiyoruz. Nimetlerine şükretmeyi ve en güzel bir‬‬
‫‪şekilde ibadet etmeyi nasib et. Sağlıklı bir kalp, doğru söyleyen bir dil nasib‬‬
Şeddâd b. Evs 287

et. Bildiklerinden iyi olanı diliyoruz. Bildiklerinin kötü olanından sana


sığınırız, işte bunları alın, diğerini boş verin.”
Bu söz, başka bir kanalla Resûlullah’m hadisi olarak rivayet
olunmuştur.
Takrîb 4189, Takrîb 4190, Takrîb 4191, Takrîb 4192, 4193,
Takrîb 4019
،‫ حدثن ا عئد الل ه بن حمم د بن شيزويه‬،‫مح دا ن‬
- ‫ ] حدثن ا أب و ع م رو س‬٩٢٧ [ “) ٩٢٦(

‫ أيمول للن ا س‬C‫ ش مع ت الزه ر ي‬: ‫ ها د‬،‫ حدثن ا نقيا ن بن عثته‬،‫حدثن ا إ ش خا ق بن راه ويه‬

‫ أ حتزي حم م ود بن‬،‫ اجل ن وا‬: ‫زنا ت م عته ق ط قئ د يوم ئ ذ مولت ل ه م‬ ‫أح دمحم‬ ‫يؤما ; ا جل س وا‬

‫حا ف غوكز‬-‫' |د ا أ خ ز ن ظ أ‬٠ : ‫ حصزتة الود\ة‬1‫ لث‬Jü ‫ أمد‬،‫ ص ث ا؛اب بن أوس‬،‫الرب؛ع‬

‫ عن‬، ‫ ورؤاه مه د الل ه بن ب ذ م‬،‫ زؤاه صاحل بن "كثت ان بغثة‬،" ‫ا ي ء ؤال ئ ه وة احلص ه‬

،‫ ورواه حال د بن حم م ود بن ا م ح‬،‫ ص ع م ه عتد الل ه بن ويد‬، ‫ عن عب ا د بن ن ي م‬،‫ا لر ه ر ي‬

] ٢٦٨/١ [ ‫ عنس دا د‬، ‫عن عب ا ذه بن س ي‬

Süfyân b. Uyeyne der ki: Zührî bir gün insanlara: “Beni oturtun da size
bir hadis aktarayım” dedi. Onun o günden önce onlara “Beni oturtun!”
dediğini duymuş değildim. (Devam etti) “M ^ m û d b. er-Rabî’ bana
ölmekte olan Şeddâd b. Evs’in şöyle dediğini haber verdi: «Sizin adınıza en
çok riyakârlık ile gizli şehvetten yana endişeleniyorum!”
Bu hadis, “Zührî -A b b â d b. Temîm —amcası Abdullah ve Zeyd” ve
Hâlid b. Mahmûd b. er-Rabî’ —Ubâde b. Nusey —Şeddâd” kanallarıyla da
rivayet edilmiştir.
Takrîb 3982, Takrîb 3983, Takrîb 3984

‫حدثن ا‬ ،‫ حدق ا حمم د بن إشثا ق‬،‫ ] حدتحا إبراهيم بن عتد الثؤ‬٢٦٩/‫ )" ^؟‬٩٣١(

‫ عن حم مود‬،‫ عن ز جاع ثن حيوه‬،‫ ض ائن غي ال ن‬، ‫ خ ا؛ثن ا ال ق ث ئ ذ ت ن ز‬،‫قس ه بن تع يد‬

‫ج ع‬4‫حمزفن د اضق‬ P ،‫؛بق وق‬ )‫أل‬ ‫ أثت حر غ مع ه يزى‬،‫ عن ا ئداد ش أؤس‬،‫بن الرحمع‬
‫ هث ما ذ ه ب دل ل ن‬،‫ ال ي غ د ا إل س ال م‬،‫ ” أئا ال ق ري ب‬: ‫ قأكتز ن ا ه ا د‬،‫ بم ذك ى‬،‫وجسى بمبه‬

^ ^ ١ ‫ ح ا ف عوك م‬1 : 3 ‫ ه ا‬،‫ ثصثغة‬١^ ^ U ‫ لم د صنع ت شؤح ف ه‬: ‫ ئ ك له‬،‫غنة‬


288 Huzeyfe b. el-Yemân

\‫ت ك ق ك أحم ق ل‬ : ‫ حمت ؛ إل م ث خا ف ع ي ال ئ;ق؟ ئ ت‬: ‫ ئ ك ه‬، ‫ الخ ظ‬5‫والق ه ؤ‬

‫ غن ابن‬،‫ ززاة أب و حال د ا لأخنن‬،" ‫ أزنا م ن شرك إ ال أنث جع د مغ الل ه إل ه ا اغز؟‬،‫حم م ود‬

5 ‫س ال‬

Malımûd b. er-Rabî’ bildiriyor: Bir gün Şeddâd b. Evs’le birlikte çarşıya


çıktım. Sonrasında Şeddâd eve gidip uzandı, giysilerine de sarınıp ağlamaya
başladı. Ağlarken de hep şöyle diyordu: “İslam dini uzakta değil; ama asıl
ona yabancı olan benim!” Kendine gelince de ona: “Bugün öyle bir şey
yaptın ki daha önce böyle bir şey yaptığını hiç görmedim!” dedim. Bana:
“Sizin adınıza şirk ve gizli şehvetten endişe ediyorum!” karşılığını verdi.
Ona: “Müslüman olduktan sonra hâlâ şirkten yana bize endişeleniyor
musun?” dediğimde ise şöyle karşılık verdi: “Ey Mahmûd! Annen sensiz
kalsın emi! Şirkin sadece Allah’ın yanında başka ilahlar edinmek olduğunu
mu zannediyorsun?”

Takrîb3729

Huzeyfe b. el-Yemân
Onlardan biri de mihnetleri ve kalplerin hallerini bilen, fitneleri,
musibetleri ve hataları önceden gören Ebû Abdillah Huzeyfe b. el-Yemân.
Kötülüğü sorup ondan sakındı, iyiliği araştırıp tabi oldu. Darlıkta ve
yoklukta sabretti, af ve pişmanlık yolunu tu ttu . ‫ س‬arda geçen günlerin
ve zamanın önünde yaşadı.
Derler ki: Tasavvuf, Rahmân'ın takdirini teneffiis etmek, yokluğa ve
darlığa razı olmaktır.
Takrîb 2642, 2648 ‫ م س‬, Takrîb 2643, Takrîb 2644, Takrîb 2645,
Takrîb3698
،‫ حدثن ا أ خ ن د بن عتد الثؤ ثن تع يد‬، ‫حمم د‬ ‫بن‬ ‫ ] خ ا؛ثن ا عئد الثؤ‬٢ ٧ ٣ ٨ ‫ )" ل‬٩٣٩(

C‫ ص ح ديثة‬،‫ ص أبى عئ ا ر‬، ‫ ض عن اؤه ثن غن م‬،‫ ض ا الء عن ش‬0‫ثا ن‬


‫تن ح‬° ‫ بما ن‬1‫ ئ‬1‫حدرن‬

" ‫ مو ب ي تا بمو مي م‬، ‫ إن ا لو ي ل حم ح بمنبمص‬، ‫ " وال ذ ي ال إل ه ت ي ة‬: ‫قا د‬


Huzeyfeb. el-Yemân 289

Huzeyfe der ‫ كل‬: “Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki; kişi
sabahladığında gözleriyle görür iken, akşamladığında kirpiklerini görmez
olabilir.”

،‫ حدثن ا حمم د ن إن ح ا ق املمفجخ‬،‫ أ خا؛ثت ا إبزا م أ س عثد الثؤ‬٢٧٣/١ ‫ )“ ت‬٩٤٠(

:‫حمات‬،‫ح ذيفة‬- ‫ عن‬، ‫ عن زيد ين زغ ب‬،‫ عن ا ال حتثب‬،‫ حدق ا جرش‬،‫حدثن ا قس ه بن تع ي د‬

" ‫ت أ أث م <ذا ؤ تئل ي ت أ‬ ‫محي‬ ‫م‬ ‫ ث أ أث‬، ‫" أث م حم س محي مب ص‬

Huzeyfe der ki: “Size fitneler geldi, susuzlukla vurdu. Sonra gelip kızgın
taşlarla vurdu. Sonra karanlıklarla geldi.”

‫ حدثن ا مه د الل ه بن حمم د بن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أ و أمح د ممح ئ د بن أ خن ذ‬٢٧٣/١ [ ") ٩٤١(

‫ ص‬، ‫تن ض ع‬° ‫ عن ال ول د‬،‫^ بن م وت ى‬-٧ ١ ‫ حدثن ا‬،‫ حدق ا إت ح اق بن راهويؤ‬، ‫ب ي ئ ؤ‬


‫ ق ي وم ي‬: ‫يف‬-‫يئ‬
‫ " ه د ئ ض واوبع ة سوقه م إ ل ال‬: ‫ عن ح ذ ق ه ه ا د‬، ‫أيي ال ف م‬

‫ زال ؤايتة‬،‫ث ح ر‬
‫مل ه الخي ئئ و ج "كم ؤ ج ال‬
‫ وال ثؤداء آلثفئ‬،‫ نا ش رمي بال غشف‬،‫بالرضف‬

" ‫ي ف‬.‫يد‬
‫جد م بىز إ ن ال‬

Huzeyfe der ‫لكل‬: “ü ç çeşit fitne olacak, dördüncü fitne de insanları


Deccâl’e doğru sürükleyecektir. Birincisinde insanlar sanki kızgın taşlar
üzerinde oturuyormuş gibi olacaklardır. İkincisinde ayakları parçalayan
taşlar üzerinden yürüyormuş gibi olacaklardır, üçüncüsünde ise bir karanlık
denizin dalgaları gibi insanlar arasında yayılacaktır. Dördüncüsünde ise
insanlar Deccâl doğru sür^eneceklerdir .”

‫أ خ رئا عثد‬ ‫ حدثن ا إشحا ق بن‬، ‫ت ا نلت ما ن بن أ خ ن ذ‬‫ ء ح د‬٢٧٣/ ١‫ )“ ت‬٩٤٢(


‫حم‬

" : ‫ قا د‬، ‫ ص خ د م ه‬،‫ ص فن ا نة تن هم د الثؤ‬،‫ ص أ ي إ ن خ ا ى‬،‫ أيزئا تغنت‬،‫اوراق‬

‫حموالل ه ن ا ش خ مئ فيه ا زأ ح د إ ال ن ث فت ه *ك ما ينس ف ن‬،‫ ال يق خه س إث ه ا أ خد‬،‫مل ث ن‬


‫إياءكم ؤا‬

‫ وإ ذا‬، ‫ هذه تشبه زيين م دينه‬: ‫ إقه ا م شبهه مقبل ه ح ش م و د ا جلا ه د‬،‫ال ثي ب ال دم ن‬

" ‫ ة م ا آ ] و ئعوا أؤثارك م‬/ ‫ [ ا‬، ‫ وتمثروا نثوثث م‬، ‫فا ي ب ن وا في بثوبكم‬، ‫رأيت م و ه ا‬

Huzeyfe der ki•: “Fitnelerden uzak durun ve kimse kendini fitneye


bulaştırmasın. Zira fitne, yoluna çıkanları, selin çer çöpü götürmesi gibi
290 Huzeyfe b. el-Yemân

önüne katıp sürükler. Geldiği zaman da açık olarak kendini göstermez, öyle
ki 1‫ ل آ ك‬bir kişi: «Bu fitne değil şüpheli bir durum» diyebilir. Gelirken de
kendini gidiyor gibi gösterebilir, öylesi bir fitneyi gördüğünüz zaman
evlerinize kapanın, kılıçlarınızı kırın, yaylarınızın tellerini koparın!”

،‫ ة ما آ ء حدثغ ا أبو هم د الئؤ ا ل ح ت ئ ن بن ح مويه بن الحع تن ن الحت عم ي‬/ ‫ [ا‬- ) ٩٤٣(

‫ خ ا؛ثنا عتذ الر حم ن بن‬،‫ خ ا؛ثنا مص ؤ ف بن عن رو‬، ^ ^ ^ ١ ‫حدثن ا م حم ذ س عتد الثؤ‬

‫ عن حمذب ه‬، ‫ وزيد بن ن ه ب‬،‫ عن أ ي زا م‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ عن أيهي‬،‫مخ م د بن ط ل ح ه‬


‫ يعني‬،" ‫ ه م ن اتثهئا غ أن ين و ث في ومماته ا فمع د‬، ‫ " إن لل فتنة ومما ت وبثتا ت‬:‫هات‬

C.‫حذين‬ ‫ عن‬، ‫ عن زيد‬،‫ عن ا لأع م ش‬، ‫ زؤاة شئتة‬، ‫بال ومما ت ع م د ال ث ن ف‬

Yine şöyle demiştir: “Fitne zamanlarında bazen kılıçlar çekilecek bazen de


kınına geri sokulacaktır. Fitne ortamında kılıçlar kınına sokulduğu
zamanlarda ölebilen hiç durmadan ölsün!”

‫ حدثن ا ا لخشن بن ابناه م بن‬،‫ ^ بن خنزة‬£ ١^[ ‫ا'ا \ \ ] حدثن ا أبو إن ح اى‬/'‫ تا‬-) ٩٤٤(
،‫ صر ه م ا م‬،‫ عن إبزاه مني‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ حدثن ا ج رم‬،‫ حدق ا عئد الل ه بن ع مزان‬،‫ب سار‬

" ‫صء ا ميق‬ ‫' يمح ق غ د م ح ن زنا ة ال ; ئ ي و ذ ه إ ال س ئ غ ا ي ذ ء ء‬٠ : ‫غذ خذئث ه قا د‬

Yine şöyle demiştir: “insanlara öyle bir zaman (fitne) gelecek ki ancak
boğulmak üzere olan kişinin ettiği dua gibi dua edebilenler
kurtulabilecektir.”

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا ا لخنن بن ن م أ ن‬، ‫ا ™ ] حدق ا أب و ■ع م رو بن خن ذا ن‬/ ‫ [ا‬- ) ٩٤٥(

‫ قأال أبو ممن عود‬: ‫ قا د‬،‫ ص حثه‬،‫ عن ت شب م‬، ‫ن نن ه ر‬ ‫ حدت ا علي‬،‫ئ ز ي د س سع يد‬

‫ كثا ب الله‬،‫ أو إل يأيك م انقي ن‬: ‫ ئ ت‬،‫ نح دنن ي ما ش م عته‬،‫ إن الفتنه وثن ت‬٠٠• :‫ل حديم ه‬

Ebû Mes’ûd, Huzeyfe’ye: “Fime kapıda ve çıkmak üzere, bu konuda


duyduğun hadislerden haber versene” deyince, Huzeyfe: “Yakın olan
Allah'ın Kitab’ı size gelmedi mi ki!” karşılığını verdi.
Huzeyfe b. el-Yemân 291

‫ حدثت ا حمم ذ بن عتد الل ه‬،‫ ] حدثن ا ا نمت ص ى مح ويه الحئمعح د‬٢٧٤^ [ -) ٩٤٦(

‫ ص‬،‫ ح دحماحم ئ د بن ب ال ل‬،‫ حدثن ا حمم د بن عئد الل ه ثن ن مير‬، ‫حل قئ زمئ‬
‫ا‬

‫ " ظ ا كن < ئا بأ ذ ن يب ظ ول‬:‫ ص غ ن ة قات‬، ‫ ص أ ي زا م‬، ‫ ض ا حم م‬،‫اشئا ن‬

<‫بف ي ن ا حمم‬
‫ال مي‬

Huzeyfe der ‫لكل‬: “içki, fitne kadar insanların akıllarını devre dışı
bırakamaz.”

‫ حدثن ا عتد الئؤ ثن أ خ ن ذ بن‬،‫ ] حدق ا ث خ ث د ن أمح د بن ا لخشن‬٢ ٧ ٤ ٨ [ -) ٩٤٧(

‫ ص ريد ئن‬،‫ ض ؛ الحت ش‬،‫ ح د ظ شئثه‬،‫ حمم د بن جعف ر‬1‫ حدثن‬،‫ حدثغى أبى‬،‫ح ئتد‬

‫ال‬ ‫ د اشحر؛ر‬1‫ ب ا لح‬: ،_‫ وك لت بت الدث‬4‫ اكتث‬0 ‫' إ‬٠ :‫ت ب ن ت حذيم ه ثق و لأ‬ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬، ‫ن ئ ن‬

‫ بأما هذان‬، ‫ نبالس ي د‬، ‫ لحعلي ب ال ذ ي يدع و إليه ا‬1‫ وب‬، ‫يزم ع قت ق ي ء إ ال ق مع ه بال ث ن ي‬

" ‫ زأثا ال ث ث د فتت حئة ح ش ب ل و ن ا عندة‬C‫فتثهإ ح ه م ا ل و جوهه ما‬

Zeyd b. Vehb bildiriyor: Huzeyfe’nin şöyle dediğini işittim: “Fitne üç


kişiyi yok etmekle görevledirilmiştir. Biri, karşısına kimse çıksa kılıçla yere
indiren zorba yönetici, diğeri fitneye çağıran batip, diğeri de halkın içindeki
,efendidir. Zorba yönetici ile hatibi bulduğu yerde yüz üstü yere çalarken
”.efendi olan kişiye, sahip olduğu tüm şeylerde musibetler verir

Takrîb 2667
،‫ حدت ا حمم د بن عتد الل ه احلصزمجد‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا نلبما ن ى أمح د‬٢ ٧ ٥ ٨ [ “) ٩٤٩(

‫ عن‬،‫عنش‬-‫ نثن ا لأ‬، ‫ عن >ثتتا ن‬، ‫ بن ث و ت ى‬4‫ خ ا؛ثن ا عبيد الل‬،‫ن بن أيي غيثه‬1‫خ ا؛ثن ا ■عثم‬

‫م أ ئ ن "كيم ة‬ ‫مدب‬
‫ن‬ ‫ ثؤ شئ ت‬4‫ " والل‬:3 ‫ ه ا‬،‫ عن ح ذيفة‬، ^ ^ ١ ‫ عن ئئئلق‬C‫حسم ه‬

‫ كأإ ألفت‬0 ‫ ؤأ و شئتحل د‬، ‫ ^ د* اأى ززش ويؤ‬١‫ه ا وبط بثمني وص د من ي م ن أمر‬-‫ي عثي‬3‫د حث و‬

" ‫ زتكدبو ي‬y‫؛‬b ‫؛‬İ ^ j ‫حمي عل و‬ ‫م ن ةت‬


Huzeyfe der ki: “Vallahi, istesem size bin kelime söylerim; bundan dolayı
beni seversiniz, beni takip edersiniz, Allah ve Resül'ü ile ilgili anlattıklarımda
beni tasdik edersiniz. Veya istesem size bin kelime söylerim; bundan dolayı
benden nefret edersiniz, benden uzaklaşırsınız ve beni yalanlarsınız.”
292 Huzeyfe b. el-Yemân

، ‫ حدثت ا عتد الل ه ب ن شمويه‬، ‫ ه م م\ ] حدثن ا أي و أ خ ن ذ م ح م د ب ن أ خن ت‬/‫ )“ ل ا‬٩٥٠(

‫ عن أبي‬،‫ عن عنت بن مره‬،‫ عن ا الحتتب‬،‫ أخبزتا جرش‬،‫حدثن ا إشيا ق سر راه ويه‬


‫ت د م ن ي علته ا وتتا ب مي ي‬
‫ " ل ؤ ج ئ ت لحدبثأكب بأل ف ”كلغة ح‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ص حذيم ه‬، ^ ^ ^ ١

‫ وهن‬،‫ه ؤل جاز!تورغي وثنثوئني‬ ‫ث م بأنف "كننة دكدب وبغي‬0 ‫ ؤئؤ ب ئ ت ل ح د‬،‫وقص زوئ ي‬

" ‫م د ق م ن ال ر ورس ول ه‬

Huzeyfe der ‫نكل‬: “isteseydim size bin kelime söylerdim. Bundan dolayı
beni tasdik ederdiniz, bana tâbi olup yardım ederdiniz, isteseydim bin
kelime söylerdim. Bundan dolayı beni yalanlardınız, benden uzakiaşırdınız
ve hakaret ederdiniz. Bunların hepsi de doğru, Allah'tan ve Resulü’ndendir .”

‫حدثن ا‬ ،‫ •خ ا؛ثغ ا عئد الئؤ‬، ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا أئ و أ خن ت م ح م د‬٢ ٧ ٠ ٨ [ “) ٩٥١(

‫ عن ا لخشن عن ج غذب‬،‫ سم ع ت أيي ي ح د ث‬:‫ قا د‬،‫أ حثزثا الئعث مز س نلث ما ن‬

‫ وأئثاعة في‬،‫ " إ ي ل آ م ف محا ي د قؤ؛ في ا ل جنة‬: ‫ قا د‬،‫ غ ذ ح ذيقة‬،‫ ^ ب ن نئ يا ن‬١ ‫ين عتد‬

" ‫ زنا يدريلث ن ا تث ى ل ة‬:‫ زفن ف ذا إ ال "كتع ض نا تخئقونن ا بؤ؟ ممات‬: ‫ ق قا‬:‫ محالأ‬،‫الثاي‬

Cundub b. Abdillah b. Süfyân naklediyor: Huzeyfe: “Ben bir kavmin


komutanını tanıyorum, kendisi cennette, ona tâbi olanlar *
dedi. Biz; “Bu bize anlattıklarına benziyor değil mi?” deyince, Huzeyfe;
“Onun daha önce başından ne geçtiğini nereden bileceksin?” dedi.

‫ حدثن ا‬، ‫ ح دمحا ئ خ ث د بن ا ن خا ق‬،‫ ] حدثن ا إبراهي م ين عتد الله‬٢ ٧ ٥ ٨ [ ")٩٥٢(

:‫ قات‬،‫ ص أبيه‬، ‫ عن عتد الث ح م ن بن سع ي د بن وئ ب‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ت حط ج رم‬- ، ‫قس ه‬

، ‫ ز ا ك د ثالثا‬، ‫أ بما‬ : ‫ ق ا د‬، ‫ " مح م ؤ ي ئت محرخ ب تم‬: ‫ت م ن غ لخدئ ف و د‬

] ٢٧٦٨ ‫ش ء ي " ل‬ ‫ ن ص ا لخال ال ذ ي أفاء ال ه‬، ‫ئكا د ص ا ل آ ز م ز ك ا م‬

Huzeyfe der ki: “Deveye binen birinin size geleceğini görüyorum.


Devesini çökertip; «Bu topraklar bizim toprağımız, bu mallar bizim
malımız» diyecek. Sonra dullar ve miskinler ile Allah'ın babalarına ganimet
olarak verdiği malların arasına girecek.”
Huzeyfe ‫ء‬. el-Yemân 293

‫ حدق ا ا لخشن بن حمم د بن‬،‫ ] حدق ا حمم د ى عتد ال ؤمح ن‬٢٧٦/١ ‫ ل‬-) ٩٥٣(

:‫ ه ات‬،‫ عن ح ذيف ة‬، ^ ‫ ^ ؛‬١ ‫ عن أبي‬،‫ عن ع مرو بن م ه‬،‫مح ي د ثئ ا جرش عن ا لأع م ش‬

، ^ ^ ١ ‫ نذب ك قن ي‬،‫ زقن ي م صمح‬، ^ ^ ١ ‫ فذتنث ثن ي‬،‫ قن ي أع ك ن‬:‫ أربته‬،^ ^ ^ ١

‫ حمم ئ د ا إلي ما ن‬،‫ وقنب فيه يث ا ق نإيئ ا ن‬،‫ ئذاك قن ي امل ؤمن‬،‫نقل ي أ ج ند فيه مزاج يرهن‬

‫ع ل ب‬- ‫ ئآبج ن ا ظ‬،‫ث ق ح ودم‬ ‫ح ة‬-‫ وم ق ل ؛لثف ا ي م ئ د ائ م‬، ‫'كم ئ د ش م ة يم د ه ا ماء ط ي ي‬

" ، ‫هم‬ ‫عل ته‬

Huzeyfe der ki: “Kepler dört türlüdür: Kılıflı örtülü ‫تي ط‬. Bu kalp kâfirin
kalbidir. ikiyüzlü kalp, münafığın kalbidir. Saf ve içinde yanan bir kandilin
bulunduğu kalp ise müminin kalbidir. Bir de içinde nifak ve imanın
.bulunduğu kalp. Onda bulunan imanın hali tatlı su ile sulanan ağaç gibidir
.Nifak içinde olan kalbin hali ise kan ve irinle beslenen yara gibidir
”.Bunlardan hangisi diğerine galebe çalarsa, o öbürünü bastırır ve geriletir

Takrîb3743, Takrîb3746

‫حدثن ا‬ ، ‫تمتا ن‬ ‫حل س ب ن‬ ‫ خ ا؛ثن ا ا‬، ‫ح ن دا ن‬ ‫شر‬ ‫حدثن ا أب و غن رو‬- ] ٢٧٦/١ ‫ ل‬-) ٩٥٦(

‫ ح دبئ ي‬،‫ملغيرة‬
‫ عن الخن ا ن بن ا‬،‫ حدق ا ائقغا ز بن ع م نان‬،‫حمم د ين عتد ال ر بن ع مار‬

٠٠ ‫ي ئ ك ون ال حاج ة‬

Huzeyfe der ‫نكل‬: “En çok huzur bulduğum anlar, ailemin fakirlikten yana
bana sitemde bulundukları anlardır. Hasta ailesi hastalarını (sağlığı için)
yemekten nasıl alıkoyuyorlarsa Allah da mümin kulunu dünyadan öyle
^koyup korur.”

،‫ خ ا؛ثن ا هن ا د‬،‫ خ ا؛ثن ا أبوءي ح ش الرازي‬،‫ ] حدثن ا أثو حمم د بن حثان‬٢٧٦/١ ‫ ل‬-) ٩٥٧(

‫ حدثن ا‬،‫خ ا؛ثن ا ا لخشن بن ن مث ان‬ ،‫ و حدثن ا أب و ع م رو بنمح دا ن‬،‫ عن غ م ا ن‬،‫خ ا؛ثن ا هبيصه‬

،‫ عن أثا ن بن أيي عثا ش‬: ‫ ف ا ال‬،‫ خ ا؛ثن ا نابذة‬، ‫ حدثن ا ح نث ن بن ع ئ‬، ‫حلب ه‬
‫املاس ة بن مم‬
294 Huzeyfe b. el-Yemân

‫ ها د‬،" ‫مريصهأ؛ الطعا م‬ ‫س‬ ‫مل ؤم ن ثن ال دحما كث ا يمحي أغد انزي‬


‫نإن ال ق سا ر ك ح ب ي ا‬
‫ا‬ ٢٧٦/١ [ ‫ رهغ زايذه ال ك ال م ا لأخير في ا حلم ية‬: ‫؛ ن ئ ئ رمح ة ال ه‬

Huzeyfe der ‫لكا‬: “En mutlu ©Iduğum an, ailemin ihtiyacını bana şikâyet
ettiği andır. Allah, hasta sahibinin hastayı yemekten koruduğu gibi, mümini
”.dünyadan korur

Takrîb3809
‫ حدق ا عتد ال ؤمح ن بن‬،‫ ] حدثن ا عتد الثؤ بن حمم د بن يغف ر‬٢٧٧/١ [ -) ٩٥٩(

‫ قا د‬: ‫ قا د‬،‫حم عن ا لأعم ش‬


، ‫ عن ئمثا ن‬، ‫ حدثن ا هبيص ة‬،‫ حدثن ا ثقاب‬، ‫مل‬
‫حم ئ د بن م ن‬

‫ ال ندرك‬: ‫ ت غ د‬3 ‫ ^ ؟ ة ا‬١ 1‫ لخت‬1‫ إد‬£١^ ‫ص‬ :‫ه ء نا‬ ‫بم د تن س ر ص‬ ‫لخدقه‬

‫ زززاة‬، ^ ^ ١ ‫ ك ذا رواه‬،" ‫ وأعطيت ع إى ظنى‬،‫ " أ غ ش ع ز ظنه‬: ‫ قات حذتم ة‬،^ ١^

‫ عن خذيم ه‬،‫ ض ال هدي ل‬، ‫ ص طلح ه بن حمم ى‬، ‫ عن ا لأعم ش شب ال‬،‫جرش‬

A’meş der ki: Huzeyfe , Sa'd b. Muâz'a “Dünya zengini olsak ne olur
sence?” diye sordu. Sa'd: “O duruma düşmeyiz” dedi. Huzeyfe; “Ona
tahmin ettiği gibi, bana da tahmin ettiğim gibi rızık verildi” dedi.
Bu hadis, “A’meş —-Talha b. Musarrif —Huzeyl —Huzeyfe” kanalıyla
rivayet edilmiştir.

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا عتد الؤمح ن س حمم د‬، ‫ ] حدثن ا عئد ال م س حمم د‬٢ ٧ ٧ ٨ [ ") ٩٦٠(

‫ إن حذيم ة لث ا قدم‬٠٠ : ‫ قا د‬،‫ عن ابنسي رين‬، ‫ ص ت ال م بن م ن ك ي ن‬،‫ ^ ^ حدثن ا ؤكيع‬٤

‫ قا د‬،" ‫ وئ ؤ يآكئ غش ان جن اي‬، ‫ال ن داي ن قدم غلى حن ار غش و ف نحم دو رغيفئ وع رى‬

‫وه و‬ ‫ ق ادت‬،‫ ززاث‬،‫ متل ة‬، ‫ عن طلح ه بن حم م‬،‫ عن مال ك بن مغ ول‬،‫ حدثن ا وكيع‬:‫ثقاب‬

‫م ادت رجلته م ن جان ب‬

ibn Şîrîn bildiriyor: “Huzeyfe, Medâin’e geldiği zaman üzerinde bir


semerden başka bir şey olmayan bir merkebe binmiş bir şekilde geldi. Elinde
bir ekmek, bir de kemik parçası vardı ve merkebin üzerinde onları yiyordu.”
Başka bir kanalla “iki ayağım bir taraftan aşağı uzatmış bir halde” ibaresi
geçmiştir
‫‪Huzeyfe b. el-Yemân‬‬ ‫‪295‬‬

‫(‪ ") ٩٦١‬ل ‪ ٢٧٧/١‬ا حدثت ا ئلبما ن بن أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثئ ا إ ن خا ق بن إبزا م؛؛‪ ،‬أخثزثا هم د‬

‫م‬ ‫اوواق‪ ،‬غذ ت م ‪ ،‬غذ أ ي بمت ا ى‪ ،‬ص غن ازة تن غ م‪ ،‬غذ خد م ه‪ ،‬قات‪ ٠' :‬أ‬
‫مل ش ثا ص مه د الثؤ؟ قات‪ ٠٠ :‬أتؤاث ا لأتزاؤ‪ ،‬يد خ ل‬
‫وتزاققث ال فث ن "‪ ،‬حم ل‪ :‬ؤت ا ئ مرابث ا‬

‫ي ن هم ه "‬
‫‪ ١‬لمير قثصدهة لأئك إ ؛ب زثئ وت ظ ف‬
‫أ خذ م غش أ‬

‫‪Umâre b. Abd’in bildirdiğine göre Huzeyfe: “Fitne mekânlarından uzak‬‬


‫‪durun!” demiştir. Kendisine: “Ey Ebû Abdillah! Fitnenin mekânları‬‬
‫‪nerelerdir?” diye sorulunca ise; “Yöneticilerin kapılarıdır. Zira biriniz‬‬
‫‪yöneticinin yanına girer, onun söylediklerini onaylar ve onda bulunmayan‬‬
‫‪şeyleri söylemeye başlar” demiştir.‬‬

‫حدق ا‬ ‫(‪ ] ٢٧٧/١ [ “) ٩٦٢‬خ ا؛ثن ا ^‪£١‬؛؟^ بن عتد الل ه ‪ ،‬حدت ا حمم د بن إ ش غ ا ق‪،‬‬

‫قي ئ‪ ،‬خ ا؛ثن ا جرش‪ ،‬عن ا لأعم ش‪ ،‬عن أيي ظبيا ن‪ C‬قا د ‪ :‬أش ر جب^ ح ذيفة‪■ ،‬و حدق ا حمم د‬

‫بن أمح د بن ال خ ش ن‪ ،‬حدق ا عئد الل ه بن أ خ ن ذ بن ح م ‪ ،‬ح د ب ي أيي‪ ،‬حدثن ا حمم ذ بن‬

‫جعفر‪ ،‬حدثن ا شغثه‪ ،‬ض ا لأعم ش‪ ،‬عن زيد بن و ه ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬جاء زيت الى ح ذ م ه ‪،‬‬

‫ب ذا ا ال ي يتثقايؤ‪ ،‬ممات‪:‬‬
‫ممات‪ ٠٠ :‬اتث صل ي‪ ،‬ممات‪ :‬ال غ م الئث ثلف‪ ،‬إدي آ و ا>ئثغفنت ج‬

‫انثغف ن لي حذيم ة ‪ ٤٢٧٨/^^ ،‬أئ ح ب أن يجعألث الئق ت غ ح ذيفه؟ الل ه م اجعل ه ن غ‬

‫خد مه"‬

‫‪Ebû Zabyân ve Zeyd b. Vehb, farklı senedlerle şu olayı naklediyorlar: Bir‬‬


‫‪adam Huzeyfe'ye gelip “Benim için istiğfar et” dedi. Huzeyfe: “Allah sana‬‬
‫‪mağfiret etmesin, şu kötülükleriyle gelen için mağfiret dileseydim, «Huzeyfe‬‬
‫‪?benim için mağfiret diledi» derdi. Sen Huzeyfe ile birlikte olmak ister misin‬‬
‫‪.Allahım! Onu Huzeyfe ile birlikte kıl” dedi‬‬

‫تعري‪ c‬ح دق‪I‬‬


‫(‪ ] ٢ ٧ ٨ ٨ [ ") ٩٦٣‬ح دق ا حمم د بن عل ى‪ ،‬حدبن ا عتد ‪ ^ ١‬ثن حمم د ال‬

‫جل غد‪ ،‬أ خنثا فغثه‪ ،‬غن عبد النيلي ئن نتن زه‪ ،‬هات‪ :‬ش ج ن ت زيا دا ي ح د ث‪،‬‬
‫علئ بن ا‬

‫أقلق‪،‬‬ ‫إل‬ ‫ؤ ق م ال ن ؤ ث‬ ‫‪:‬زم ل‬ ‫غذ رث ئ تن ي ن ا م ‪ ،‬قات‪ :‬قات لخد م ه صد الن ز ت ‪ " :‬ي ي‬

‫ف ك ق ز م ق ت ءل ئ ق ‪ ٤^ ١‬؛‪ ١‬أ ر ي ظ ى ظ ه نج و "‬


‫‪296‬‬ ‫‪Huzeyfe b. el-Yemân‬‬

‫‪Rib’î b. Hirâş der ki: Huzeyfe ölüm anmda: “Nice günler vardı ki ölüm‬‬
‫‪bana gelseydi tereddüt etmezdim. Ama bugün öyle şeylere karıştım ki, şimdi‬‬
‫‪ben bunlarla ne durumdayım bilmiyorum” dedi.‬‬

‫(‪ ] ٢٧٨٨ [ -) ٩٦٤‬حدثن ا مه د الثؤ بن حم م د‪ ،‬حدثن ا ابن ي م ‪ ،‬حدثنا أبو بكر بن‬

‫أيي فس ه ‪ ،‬ح د ظ م خ ث د بن حم م ‪ ،‬عن ا الء عن ش‪ ،‬عن تو ص بن عبد الل ه بن يزيد‪ ،‬عن أم‬
‫لآك ون فى م ألى‬ ‫أن ق‬ ‫ط نة‪ ،‬د ا ‪ 3‬أب و بك ر‪ :‬ه ئ أقة‪: cJU ،‬شا ‪ )3‬حذيم ة ‪" :‬‬

‫ء"‬ ‫فل ء أ ذ خ د ع ر أ خ د خ ر أ ش ! ه‬ ‫إل أ ق ي ئ ظ غ‬

‫‪Huzeyfe: “Bir kişinin mallarımın başında olmasını isterdim. Ben de‬‬


‫" ”‬ ‫‪üstüme kapıyı kapatıp Allah'a kavuşuncaya kadar kimseyle‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫(‪ ] YYA/'ı[ -) ٩٦٥‬حدث ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدقن ا ي د الملؤ بن أمح د بن ح م ‪،‬‬

‫حدبن ا أ خ ن د بن م ح م د بن أيوب‪ ،‬حدثن ا أبو بكر ئن عي ا ش‪ ،‬ص ع ا ص م ‪ ،‬عن أيي وائل‪،‬‬


‫ت ذ ا ه ا لخد غيه ا أن ي ج د ة غ ا و بنمج ه "‬
‫قا د ‪ :‬قات خ د م ه ‪ " :‬ئ أ خ ي خ ا ل ج‬

‫‪Huzeyfe der ki: “Allah, kulunun en fazla yüzü secdedeyken olan halini‬‬
‫”‪sever.‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧ ٨ ٨ [ -) ٩٦٦‬خ ا؛ثن ا أ و حمم د بن حثا ن‪ ،‬حدق ا أبو ي ض الرازي‪ ،‬حدثن ا فثاب‪،‬‬

‫ب ر‪ ،‬عن ال ق‪،‬ئالي‪ ،‬ص حذيم ه ‪ ،‬ئ‪،3‬ت " ؛ن أ ح و ف ن ا‬


‫ن ‪ ،^ ^ ٧٠٠‬ض ج وي‬ ‫‪-‬ح دلنأ عئده‬

‫أخ ا ف غلى فزؤ اأ لم ة أن يؤثروا تا ينؤن على نا يغن م ون‪ ،‬ؤأن يض ل وا وهز ال ي شمو ن "‬

‫‪Huzeyfe der ki: “Bu ümmet için en çok korktuğum şey; gördüklerini‬‬
‫”‪bildiklerine tercih etmeleri ve farkında olmadan sapıtmalarıdır.‬‬

‫حدثت ا‬ ‫(‪ ] yya / \ [ ") ٩٦٧‬خ ا؛ثن ا إتزا م أ بن عتد الثؤ‪ ،‬حدثن ا حمم د بن إ ت خا ق‪،‬‬

‫حيركم‬ ‫فن‬
‫ق ي س تع ي د‪ ،‬خ ا؛ثن ا جرش‪ ،‬ع ن؛ ال حت م ‪ ،‬ظ ‪! : 3‬ن حذيم ه "كا ن‪ ،‬بموت‪ " :‬ي‬

‫ز م ‪ ^ ^ ١‬يتن ا زلون م ن‬ ‫ب د ي‪،‬‬


‫حم ن ث ر كون ' ال جرة م‬ ‫ز ال‬ ‫^ ث ر كون اال ؛ك ؛ ال ح رم‪،‬‬ ‫‪١‬‬
Huzeyfe b. el-Yemân 297

A’meş der ki: Huzeyfe derdi ki: “En hayırlınız, âhiret için dünyaya veya
dünya için âhirete yüz çeviren kişiler değil, her ikisi için de gerektiği gibi
çalışandır.”
Takrîb2490
‫ حدثن ا أبو‬،‫ حدق ا حمم د بن العثا س‬،‫ ء حدثن ا أ و حمم د ن حثا ن‬٢٧٨/١ ‫ ل‬-) ٩٦٩(

‫ عن طأرق بن‬،‫ ص نلت ما ن بن ن ن ه ر‬،‫ ح دق ا ؛ العن س‬،‫مح د بن حازم‬


‫ خدثن ا مم‬، ‫وي ب‬

‫ ال؛‬:‫ قات‬، ‫ قي ثؤم وا ح د و ك ئ بم و إسرائيل دقثه م‬: ‫ " ئ د ه‬:‫ قات‬،‫ عن خد م ه‬،‫شه ا ب‬

‫م‬ ‫ ح ر اب ط حوا من لي ه‬،‫ نإدا ي ا عن فيء ركبوه‬، ‫ث م ح م ه وا إدا أث روا بضء دركوه‬3

‫ عن أمحي‬، ‫ عن ع م رو بن مره‬،‫ عن ا لأع م ش‬، ‫ي‬ ‫ورواه‬. ،" ‫ى بمسب ح الر ج ل بن قميص ه‬
‫ غ ذ عتد الئؤ بن عتد‬،‫ ض ا ال حتش‬، ‫ زززاة ث ئ ر ن عتيد‬،‫ عن حذيم ه نح وة‬،‫ان حثري‬

‫ عن حم ثة‬، ‫ عن ا ب ن أبي ق ر‬، ^ ١


Târik b. Şihâb der ki: Huzeyfe’ye: >“isrâil oğulları dinlerini bir günde mi
terk etti?” diye sorulunca şöyle cevap verdi: “Hayır! Ama bir şeyi yapmaları
emredildiği zaman onu yapmazlar, bir şeyden s‫ل آ ل س ط ة‬1‫كللك‬arı zaman da bu
şeyi yaparlardı. Bu şekilde kişinin gömleğini ،‫^؛‬karması gibi onlar da
dinlerinden çıkmışlardır.”

‫ خا؛ثن ا أ خ ن د بن ي حيى‬، ‫حم م‬ ‫حدثن ا حمم د ئ ذ عل ي بن‬ ] ٢ ٧ ٩ ٨ [ -) ٩٧٠(

،‫ ض مت م ون بن مهزان‬، ‫ حدثن ا ا لآع م س‬،‫ خ ا؛ثن ا نفيت‬، ‫ا حلل وائء حدثت ا أ خ ن د ث ذ ي ونس‬

‫ والل ه ل تأمرنبامل صوف‬، ‫ لع ن ال ثة م ن فيئ بثا‬٠٠ : 3 ‫ ضر حذيم ة ها‬،‫عن عتد الل ه بن س دا ن‬

١١ ‫ حمئ أل محاتهإ غش حماي م نل ق م خ ر‬،‫ص تتقب‬ ‫جؤقب ؤأ ض حمي‬


" ‫جمطز‬
‫ب‬ ‫ إل ثدغ و ذ الثت جقآ ق('ي ج س م ح؛‬،‫ق ش أخد ث أ مب ا ل غ’وف ؤ ال ق ش غذ منك ر‬
Huzeyfe der ‫لكل‬: “Allah bizden olmayan kişiye lanet etsin! Vallahi ya iyiliği
,emredip kötülükten sakındırırsınız ya da aranızda savaşmaya başlar
kötüleriniz iyilerinize galip gelip onları öldürürler. Bu şekilde de iyiliği
emredip kötülükten sakındıran kimseler kalmaz, Allah’a dua ettiğinizde de
kötülüğünüzden dolayı size icabet etmez.”
‫‪298‬‬ ‫‪Huzeyfe b. el-Yemân‬‬

‫(‪ ] ٢ ٧ ٩ ٨ [ “) ٩٧١‬حدثن ا أبو بكر ين نال ك ‪ ،‬حدثن ا عتد الل ه س أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫جل هني‪ ،‬حدثعا أثو الؤقاب‪ ،‬قاد‪:‬‬


‫ح دبي ي أ ي‪ ،‬حدثن ا عبد اللؤ بن ن ن م ‪ ،‬حدثن ا رزين ا‬

‫نت كمل‬ ‫غ زي ت ن غ م ؤ ال ي زأثا غ ال م‪ ،‬ث دم ئ ت إلى ح ذيف ه وه و م ولت ‪ '٠ :‬إن *ثان ال ؤ ج د‬

‫مل ئ غ د‬
‫‪ .‬نصير به ا مثافماي نإ ر لأن مع ها م ن أ ح دءكم في ا‬ ‫بال كمل ة عأى عهد ونول الل ه‬

‫الوا ج د أن خ ما ت ‪ ،‬قأت زة بامل م و ف‪ ،‬زأتنهؤن ض ا ن ن ئ ي ولث ح ت س عأى ا لخم‪ ،‬أؤ‬

‫ب تجا ث‬
‫حمت ح ف م ا ه ن ي ئ ا ب ذ ب ‪ ،‬أؤ قحم تن عوقب شزازيز‪ ،‬إل يدعو يق ا م ئ ال م‬

‫مأ ت ا ا‬

‫‪Ebu’r-Rukâd bildiriyor: Henüz bir köle iken efendimle birlikte evden‬‬


‫‪çıktık. Huzeyfe’nin yanına vardığımızda şöyle diyordu: “Resûlullah (sallailahü‬‬
‫‪aleyhi vesellem) zamanında kişi söylediği bir söz yüzünden münafık olabiliyordu.‬‬
‫‪Oysa bugünlerde kişinin bir oturuşta böylesi bir cümleyi dört defa‬‬
‫‪söylediğini işitiyorum. Ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve hayırlı‬‬
‫‪işlere yönelirsiniz ya da Allah size büyük bir azap gönderir veya en‬‬
‫‪kötülerinizi başınıza getirir. Böylesi bir durumda da iyileriniz istediği kadar‬‬
‫”‪dua etsin size icabet edilmez.‬‬

‫ىي ا لرازي ‪ ،‬حدثن ا أثو قزين‬


‫(‪ ] ٢٧٩٨ [ -) ٩٧٢‬حدت ا أ خ ن ذ بن إشت ا ة ‪ ،‬حدثغ ا أبوي ح‬

‫ض ؛ ه م ‪ ،‬غذ أ ي ق ا ن ‪ ،‬ئ ت‪ :‬؟‪١١‬؛ خ د مه ‪ " :‬ظ ث ال ص ؤ أ ق ط‬ ‫^ ‪ ،‬ص م ح دة‪،‬‬ ‫‪١‬‬

‫إ ال خئ غق ه ء ا ق ؤ د •‪٠‬‬

‫‪Huzeyfe der ki: “Bir topluluk ne zaman karşılıklı lanetlenirse, bu lanet‬‬


‫”‪mutlaka üzerlerine hak olur.‬‬

‫ب ' \ \ ] حدثن ا أ خ ن د بن إش ح ا ق ‪ ،‬حدثن ا إيزاحم يز بن منويه‪ ،‬حدثت ا عتيد بن‬


‫(‪[ -) ٩٧٣‬ا‪ /‬م‬

‫خ ه أش‪ ،‬ض ا ش ش ‪ ،‬غذ مه د النيلي تن ت بمزة‪ ،‬ض ايل؛ؤاف تن ت ي ة ‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫‪،٣‬‬ ‫?‬

‫ه ال ذ ي ظ ق ي ظث؟‬ ‫ء نخ خدئث ه ف ي ا ك ى ‪ ،‬ذق‪ 1‬د ه حم لأ‪ :‬ظ ي مه د ال د ‪ ،‬ظ‬

‫مد‬
‫ه < غ ئك ‪ I; :‬أي ه‬ ‫لخذب ز ل أ ه ب‪،‬‬
‫ئ ت ‪ " :‬ظ ئ ك "‪ ،‬ةا‪ 3‬ه حملأ‪ :‬أ ك ج‬
‫الل ه‪ ،‬أل ز م ن‪ :‬ن ا ئ ك ؟ محا د ‪ '٠ :‬ثأى‪ ،‬ول ك ن ائثز ى ديته بغص ة ببع ض م حاثه أن ي ذ ه ب‬
Huzeyfe b. el-Yemân 299

Nezzâl b. Sebre anlatıyor: Huzeyfe ile evdeyken, Osmân ona: “Ey Ebû
Abdillah! Senin hakkında duyduğum bu şey de nedir?” dedi. Huzeyfe: “Ben
böyle bir şey demedim” deyince Osmân: “Sen onların en doğru söyleyeni ve
iyisisin” dedi. Osmân çıkınca Huzeyfe’ye: “Ey Ebû Abdillah! Sen bu sözleri
söylememiş miydin?” diye sorduğumda: “Söyledim, ama dinini tümden
kaybedeceğine, bir kısmıyla diğer bir kısmım satın alıyor” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا حمم د بن عتد الله‬،‫مع ي‬


‫حل ت ئ ن بن مح ويه الحت‬
‫خ ا؛ثن ا ا‬ ") ٩٧٤(

‫ عن‬،‫حدتما ا لأع م س‬ ‫ حدبن ا حبي ب بن‬،‫ حدثن ا عمر بن أيي الرطي ل‬،‫احلصزم ي‬

‫ عن أيي ع م رويعيي زاذان ه ات؛ قات ح ذيفة ت " ل يأت ن‬،‫ عن أبي الب حتري‬،‫ع م رو بن مره‬

‫حم ا ا‬ ‫ أ م ءمطح ف وبم ص‬: ‫حم محم ه صل ء‬ ‫غوقبزمت ا ن‬

Huzeyfe der İri: “öyle bir zaman gelecek ki en hayırlınız, iyiliği


emretmeyen ve k ö p ü k ten de sakındırmayanlarınız olacaktır.”

‫حدق ا‬ ، ‫ملزهبي ال كن د ي‬
‫ي ا ي ئ ا‬،‫ م ح \ ] حدت ا أ خن ن بن حمم د بن عل ي ائ‬/ ‫ )" [ا‬٩٧٠(

‫ عن حبي ب يعيي‬،‫ حدثت ا ئ ن بن حلي م ة‬،‫ حدثنا أبون ع م‬،‫ا ل ص نن بن علي بن ج عفر النق اء‬

" ‫ ودثلث ال تك ل ظ‬،‫ ؤغابل اثقافز‬، ‫ " خال ص ال مه ذ‬:‫ قا د‬،‫تن أيي تأب ت ص خدئفه‬:‫ا‬

Huzeyfe der ki: “Mümine karşı samimi ol, kâfire karış ama dinin
hakkında konuşturma.”

‫ حدثن ا بكن‬،‫ ^ ن متئدان‬١^ ‫ حدثن ا‬،‫ ] حدق ا حمم د بن إ ئ خا ق‬٢ ٨ ٠ ٨ [ ") ٩٧٦(

،‫ ت م ن ت أثا الئعثاء ا مل حا نب ي‬:‫ قات‬،‫ ح دق ا حبي ب بن أيي ظبت‬،‫ حدثت ا شعتة‬،‫بن بكار‬

" ،‫ إثن ا هؤ ائقئئ بغد ا إليت اي‬، ‫ د ه ب اثئ ا ق ث ال يث ا ق‬٠٠ :‫ ش م ع ت حذيم ه تق وت‬:‫بمول‬
‫أ‬

Huzeyfe der ki: “Münafıklık gitmiştir. Artık nifak yoktur, iman ettikten
sonra küfre düşmek vardır.”

‫ حدثن ا أيو‬، ‫ حدثن ا يونس بن حبي ب‬،‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن جنفي‬٢ ٨ ٠ ٨ [ “) ٩٧٧(

‫ املن افق ون الثوم قث‬٠٠ :‫ ح ذيف ة‬3 ‫ ه ا‬:‫ مات‬،‫ عن أيي زا م‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ حدثن ا شعبة‬،‫ذاوذ‬
‫‪300‬‬ ‫‪Huzeyfe b. el-Yemân‬‬

‫‪: “Bu günkü münafıklar, Resûlullalı‬لكل ‪Huzeyfe der‬‬ ‫)‪ aleyhi vesellem‬ال^وااوااةة(‬

‫‪zamanındaki münafıklardan daha kötüdür, o‬‬ ‫‪zaman‬‬ ‫‪nifaklarını‬‬


‫”‪gizliyorlardı. Şimdi ise açıktan münafıklık yapıyorlar.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ “) ٩٧٨‬و ‪ ] ٢٨٠٨‬خل؛ثن ا ابناه م^ بن مح د الل ه‪ ،‬خ ا؛ثن ا ئ خ ئ د س إ ن خ ا ق ‪،‬‬

‫قتتثة ى تع يد‪ ،‬حدثن ا جرض‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن ش م ر بن عطيه‪ ،‬قات؛ ثا ‪ 3‬ح ذيفة لن جدت‬

‫" أتثءق ه ث ق ك أني ن حمي؟ " ص م ‪ ،‬ظ ‪3‬ت " ؛‪ ١٤‬تخون أ حمز بئة "‬

‫‪Şimr b. Atiyye der ki: Huzeyfe bir adama “insanların en kötüsünü‬‬


‫‪öldürmek seni mutlu eder mi?” diye sordu. Adam “Evet” deyince Huzeyfe‬‬
‫‪“O zaman sen ondan daha kötü olursun” dedi.‬‬

‫حدثن ا وئنفن ا لماضي‪ ،‬حدثت ا ع مرو بن‬ ‫(‪ ] ٢٨٠٨ [ “) ٩٧٩‬حدثن ا علي بن‬
‫مرزوق ‪ ،‬حدثن ا ز و‪ ،‬ص أيي إ ن خا ق‪ ،‬غن ئ غ د بن ح ذيف ة‪ ،‬حما د ‪ :‬ش مع ت أبا عتد الثؤ‬

‫إ ال ه ازئ ا إل س ال م "‬ ‫مبي أب ا ة‪ ،‬ف و د ‪ " :‬واللي ن ا ثازئ زبت انجت ا ئ‬

‫‪Huzeyfe der ki: “Vallahi, bir adam cemaatten bir karış uzaklaşsa‬‬
‫”‪İslam'dan uzaklaşır.‬‬

‫(‪ [ “) ٩٨٠‬؟‪ ] ٢٨٠/‬حدبن ا أبو إن حا ق بن خنزة‪ ،‬حدثن ا عبئد بن عثا‪ ،£‬حدثن ا ابن‬

‫ن ن م ‪ ،‬حدث ا وكيع‪ ،‬عن ا لأعم ش‪ ،‬عن إبراهيم بن ه ما م‪ ،‬ه ات ؛ ما ‪ 3‬ح ذيف ة ‪ " :‬يا ت غث ز‬

‫سئ_ثك وا الءر؛ئ‪ ،‬كن تلكث موه لقن س ئ م ت ثبع؛دا‪ ،‬ولئن أ حذن م دمس‪ 1‬وش م‪ 1‬ال‬
‫‪ ،£١^ ١‬ا‬

‫ق ذ ظ م ض ال ال ‪ :‬ط "‬

‫‪Huzeyfe der ki: “Ey Kur’ân hafızları topluluğu! Yoldan ayrılmayın. Eğer‬‬
‫‪yolda düzgün yürürseniz, öncü olarak uzun yol alırsınız. Sağa veya sola‬‬
‫”‪meylederseniz büyük bir dalâlete düşersiniz.‬‬

‫(‪ ") ٩٨١‬ل ‪ ٢٨٠٨‬ا حدثن ا ن خ ئ د بن عل ى‪ ،‬خ ا؛ثن ا عئد الل ه بن حمم د ‪ ،‬حدثن ا غيد الثؤ‬

‫ن الم‪،‬بني‪ ،‬أخبرثا ث ريلئ ‪ ،‬عن مسا ك‪ ،‬عن أيي ت ال م ه‪ ،‬عن حذيم ه قا د ‪ ٠٠ :‬ل تك وئن عوكز‬

‫أنزاء‪ ،‬أؤ أبيت‪ ،‬ال يزن أ ح د ه ز عند الل ه توم ا ملا ئ ة قش رة فعيزة‬
Huzeyfe b. el-Yemân 301

Huzeyfe der ki: “Sizlerin başında ö^le yöneticiler veya öyle bir yönetici
olur ki kıyamet gününde Allah’ın katında bir arpa kabuğu kadar bile değer
taşımaz.”

‫ ] خض ا عثد الل ه بن أمح د بن‬٢٨١/‫ [ ؟‬، ‫ ا حدق ا أبو بكر بن مال ك‬٢٨ ٠/ ١‫ ل‬-) ٩٨٢(

‫مح ن‬
‫ عن أيي عند ال ر‬، ‫ عن غعثاؤ بن الق ا ف‬،‫ حدق ا فث ا م‬،‫ حدتما هدية بن حلالي‬، ‫ح م‬

‫ و ح ذيف ة بن‬، ‫ وثسثا وس ه ا م ت خ‬،‫ ا ئل ئ ئ إ ر ا جلم ع ة ن غ أيي بامل دائ ن‬: 3 ‫ ئ‬،‫الئمل ي‬

pi
‫ " ؤا ق زث ب ت ال ق ا عة‬: ‫حما د‬ ،‫ ؤأ ش غل يي‬، ‫مح د ال ث ة‬
‫ ئ صع د امل ص ن‬، ‫الخت ا ن غش ا ن ئ د ا ي ن‬

‫ثؤم‬3‫ أ ال وإنء ا‬C‫ د ي قد أؤنتبمز\ي‬3‫ ا‬0‫ أ ال ؤإ‬،‫ أ ال ؤإ( ا ؛كن ز شد ؛نشئ‬،>‫واذ>س ائثنزؤ‬

، " ‫ " ت ذ س ق إ ر ات ج ئ‬: 3 ‫ ن ا ث ش باملحا ق ؟ ق ا‬:‫ و ع دا ال يا ئ " قل ق ل أ ى‬،‫ال ب ض ا ن‬

‫ ص عطاء متل ه‬،‫ززاة جن ا عه‬

Ebû Abdirrahman es-Sülemî der ‫لكا‬: Medâin'de babamla birlikte cumaya


gitmiştim. Onunla aramızda bir fersah‫ ؛‬vardı. Huzeyfe b. el-Yemân Medâin
:valisiydi. Minbere çıktı, Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle konuştu
Kıyamet yaklaştı, Ay da yarıldı.”1 Dikkat ediniz Ay yarılmıştır. Dünya“
da ayrılacağı an için kulak kabartmıştır. Bugün tımar vaktidir, yarın da yarış
vardır.” Ben babama “Yarış ne demektir?” diye sordum, babam “Cennete
.koşmaktır” dedi
Takrîb3908
،‫ خ ا؛ثن ا أبو بكر بن أ ي غية‬، ‫ ] حدثن ا عبد الل ه بن م ح م د بن ب م‬٢٨١٨ [ -) ٩٨٤(

: ‫ ثق ون‬، ‫ ش م ع ت ح ذ م ه‬:‫ تال‬،‫ عن ن م العامري‬،‫ عن ا لأع م ش‬، ‫حدثت ا ممح د بن حم م‬

‫سثثغغؤ‬
‫ أ‬: ‫ أن بموت‬، ‫ه ن ي خ ن ب ه م ن اثكذ< ب‬ ‫ م ن العمل أن ي خ ش ى الثث‬£ ^ ١ ‫" ب ح ن ب‬

‫ب‬ ‫ ل أ ي م ئ ’آ‬، ‫احم‬

Süleym el-Âmiri der ki: Huzeyfe'nin şöyle derken duydum: “ilmin kişiye
Allah korkusu vermesi ona kâfidir. «Estağfirullah» dedikten sonra tekrar
harama dönmesi, yalancı olmasına kâfidir.”

1Kamer Sur. 1
302 Huzeyfe b. el-Yemân

،‫؛‬J **‫ “*؛‬Qi Qi aJÜ‫؛‬،،iJÜU ،jj jSsj jji UjJL jûp <- ] ٢٨١ / ١ [ - ) ٩ ٨

dJJU ،oiyii ‫؛ ؛‬٠^ ١ ٠٠^٤■ ، 0 ‫؛‬jjp ‫؛‬J^ J4-Î‫؛‬2‫؛‬ Uj،X?- ، ^ ١ ‫؛‬٠^ J،^~

0 ‫ ؛‬١/‫؛‬ ^jl‫ ؛‬0| ٠' :3 ،‫ ؛‬، 4i‫؛> ؛‬-٣ c4j‫؛‬jÂ<■ ‫؛‬jp

U،‫ ؟‬Jl J،s‫؛‬-،Aj V ،üU ،p_^J‫ ^؛‬aj ،2^‫) ؛‬j/î jjjll ‫؛‬J ‫؛‬

Huzeyfe der ki: “İçki satan içen gibidir. Domuzlardan geçinen de yiyen
gibidir. Kölelerinizle anlaşın ve paralarını nereden kazandıklarına bakın.
Haramla beslenen et cennete giremez.”

Lj،x>- ،J4 ^- ‫؛‬٠^ ١ XL^cj> Uj،x^- q> 4İ)I jûp ] ٢٨١/١ [ -) ٩٨٦(

4İi\ j^p ،^ ١ ^ ،jii^ j ،‫؛؛‬5 j ، ‫ ^ ؛‬١ ju ^ İ ،‫ ;؛‬£ 4İji İ

0 ‫؟؛؛‬ol3 u ~^~ ^ ٠‫ ؛‬ââ‫؛‬،L<- ‫؛‬j^ :3U ،ÂİjJj>J ٤١ qj ‫؛‬ ،Cp ٠‫ ■^؛‬c

Oj،aâİj U j <"‫؛‬J ‫؛‬١-^*‫ ^؛‬٠٠^‫؛‬ ö j^ âaî 1‫ ؛‬3 j ‫ " ؛‬: âj‫؛‬jJl>- 31İ :3^ ،Âli»

" H ‫؛‬، J1 ‫ ^ ؛‬o

Huzeyfe'nin yeğenlerinden Abdülazîz der ki: Kırk beş sene önce


Huzeyfe'nin şöyle dediğini duymuştum; “Dininizde ilk kaybedeceğiniz şey
huşudur. Dininizde son kaybedeceğiniz şey ise namazdır.”

4İ(‫ ؛‬JÛp hjJb>- jji ] ٢ A ١/ ١ [ - ) ٩ ٨ ٧ (

>٠^ ١J'V* o ‫؛ ؛‬٠^^ cJ^ ، ،(j ‫؛‬،^pv‫؛‬/lü،x>- ،^j ،JL>w 1>1

،lÂvaj ،‫^؛‬İJI " : 3 ^ ‫؛؟‬jfilHJ‫ ؛‬،^٢٠ : 4İ jİAJ J J :3 ^ ،٠^ ١ ] ٢٨٢/١ [ ،^llLj-1‫؛‬

" ٠, ٠٣٤ Yj ‫؛‬٠٠^ ١

,Ebû Yahyâ der ki: Huzeyfe’ye: “Münafık kimdir?” diye sorulunca


İslamiyet’ten bahsedip onunla amel etmeyen kişidir” karşılığını verdi“.

،£،£/‫؛‬٠^١ ،‫؛‬j-lfiJ‫؛‬ Qi wLp ] ٢٨٢/ ١[ “) ٩٨٨(

2‫؛؛‬ü ٠‫ ■^؛‬،j ‫ ^؛؛‬،y° o * ،‫؛‬٠■‫ ''؛^؛؛‬o* ls‫؛‬5“*‫؛؛‬ ،^ ‫ ؛؛‬٠^١ \ y. *J<. •^!<»،٠ ->bjO

aJ o l i ، *^3 : " ‫؛_؛‬i J ‫؛؛‬-‫؛‬، °y ‫؛‬3^ ،o ‘’^ ،^ ١ J j ■‫؛‬


‫زأؤل ئ ص ا ال'حمق نء أث م ؛ ؛ ‪ ،‬ال ي أ إ؟لئ‬
‫م أزى أن* قن'ا اأت ي'م ث ئ ي ن الد'قا أ‬ ‫ص‬

‫ئ أ ج ي حمن ظى نيش‪ ،‬وأ ج ي ‪ ^ ١‬غش نيئ‪ ،‬زأ ج ؤ ‪ ، ^ ١‬ظى‬ ‫م‬ ‫ممتث‬


‫ا خلا ة‪ ،‬حبي ب جاء غلى هام ة‪ ،‬ال أ ملح م ن ئدم ا ' ‪،‬د م ن ا ث رضي ال ق عئة‬

‫‪ hastalığında‬لآجلأك‪ 1‬ة ‪ibn Abbâs’ın azatlısı Ziyâd bildiriyor: Sebebiyle‬‬


‫‪:Huzeyfe’nin yanına giren bir kişi bana Huzeyfe’nin şöyle dediğini bildirdi‬‬
‫“‪Eğer bu günün dünyadaki son günüm, âhiretteki ilk günüm olduğunu‬‬
‫‪; fakirliği‬لكا ‪bil^eseydim söylemezdim. Allahım! Sen de biliyorsun‬‬
‫‪zenginlikten, zilleti azizlikten, ölümü hayattan daha çok seviyorum. Dost‬‬
‫‪ihtiyaç anında geldi. Pişman olan iflah olmaz.” Huzeyfe bunları söyledikten‬‬
‫‪sonra vefat etti,‬‬

‫^‪^ ١‬؛ بن ات حا ق‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪ ] ٢٨٢٨ [ ")٩٨٩‬حدثت ا عئد ‪ ^ ^ ^ ١‬ثن ا لخثا س‪،‬‬

‫انمب ئ ‪ ،‬حدثن ا ن ث مان بن حر ب‪ C‬حدت ا ال ثر ي بني حش‪ ،‬غن ا ل ح ش‪ ،‬قات‪ :‬لث ا حصن‬
‫أمح د؛ ش الن‪،‬ي تث ئ ي‬ ‫ح ذيفة‪ ،،^ ^ ١‬دآ ‪3‬ت ‪ ٠٠‬حبي ب ‪ ،‬خ ع ر د اهة‪ 0‬ال أهث ح م ن‬

‫‪Haşan der ki: Huzeyfe ölüm döşeğine düştüğünde: “Bir sevgili geldi,‬‬
‫‪ihtiyaç içinde. Pişman olan felah bulmasın. Fitneden, komutanlarından ve‬‬
‫”‪onun eşeklerinden (askerlerinden) beni koruyan Allah'a hamd ediyorum‬‬
‫‪dedi.‬‬

‫خ ا؛ثن ا أب و خ ا ب ز بن جبل ه‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن إش حا ق ال ث ؤا ج‪،‬‬ ‫(‪")٩٩٠‬‬

‫لأبن ا بمق و ب بن إئن'محلم‪ ،‬حدثن ا هشي م ‪ ،‬أخنثا م ح ئ ذ ‪ ،‬غذ أيي زا م‪ ،‬قات‪ :‬لث ا ق د‬
‫م ‪ ،‬مم ح ي حال د بن اليبع ا ك ي ‪ :‬أيا ة ؤئؤبال تداي ن‬ ‫ح ذ ق ه أب ا ه أثامت من يع ي‬

‫خ ر ن ط ا عي جؤف الض‪ ،‬فق ا د قا‪ " :‬أخ ت اعة غزو؟‪ "٠‬ئثا‪ :‬جزف ال م ‪ ،‬أ ؤ م‬
‫م "‪ ،‬إل قا ‪ " : 3‬أ ح م ن ف ز ؛ ^ ‪،٣‬؟ " ئ ك‪:‬‬ ‫م ق‬ ‫‪ ، ^ ١‬ةق ا د ‪ " :‬أعوذبالث‪ 4‬ص‬

‫م ‪ ،‬ة إ ل‪ 4‬حم د د ب ك ‪ ،‬ن و ت ه‬ ‫ع ن ذ الل ‪4‬‬ ‫^ ^‪ ١‬ب أ ك ما ن ي ‪ ،‬ة إ ل‪ | 4‬ن ي أ ك ن ل ص ا ‪ -‬ح ب أ أ م‬ ‫م ‪ ،‬هأ ‪ 3‬ا ; ‪٠٠‬‬

‫ك ئ ؤ ة خ وا بجا ‪ ،‬إل الث ظث ت ق "‬


304 Huzeyfe b. el-Yemân

Ebû Vâii anlatıyor; Huzeyfe’nin hastalığı ağırlaşınca Abs oğullarından


bazıları yanına geldiler. Hâlid b. er-Rabî el-Absî bana şöyle dedi:
Medâin’deyken yanına gittik ve gece yarısı -veya sonu- yanına girdik. Bize:
“Cehenneme varılacak sabahtan Allah’a sığınırım” dedi. Sonra:
“Beraberinizde kefen getirdiniz mi?” diye sorunca, biz: “Evet” karşılığım
verdik. Huzeyfe: “Bana pahalı kefen koymayınız. Eğer dostunuz Allah
katında hayırlı biriyse onun kefenini daha güzel bir elbiseyle değiştirir, yoksa
o kefen de kendisinden çekilip alınır” dedi.

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدق ا ت خ ئ د بن إ ن خ ا ق‬، ‫ ] حدثن ا أبو حام د بن جتل ه‬٢ ٨ ٢ ٨ [ -) ٩٩١(

‫ قادت لث ا أتي‬،‫ عن أيي مشغود‬،‫ عن محس‬،‫ عن إن ما عيد‬،‫ حدبن ا جرن ر‬،‫م ح م د بن الصب ا ح‬
‫ ظ ثص نغ ون‬٠٠ : 3 ‫ دق ا‬4‫ هأئ بكم ن ج د ي د‬،‫ |لى أيي مئئ ود‬1‫ مس ث د‬0 ‫ وئ‬،‫حذيم ه يكقيؤ‬

‫ل‬
‫ كا ن غثز ذإ ذ> لسرامن بؤ‬0‫بهذا؟ إن *كا ن صا ح ت ك ز صا حلا ل ق دل ن الل هبعالى بهء ؤإ‬

‫ت ج ن ا ئ إىل م ء ا ك ت ي ا ا‬
Kays, Ebû Mes’ûd’dan bildiriyor: Huzeyfe’ye kefenini getirdiklerinde
Ebû Mes’ûd'a dayanmıştı. Yeni bir kefen getirmişlerdi. (Huzeyfe) onlara
Siz bunu ne yapacaksınız? Arkadaşınız salih biriyse Allah daha güzelini“
verecektir. Değilse kıyamete kadar onunla (mezarın) kenarında atılı
kalacaktır.”

، ‫ حدثن ا حمم د بن عتد الل ه ا نم ن ي ؤ‬، ‫ ] حدثن ا ن ق ما ن بن أمح د‬y a y / o -) ٩٩٢(

‫ أ ة‬،‫ر إ<ئخا ق‬ ‫ ص‬،‫عن م ؤ‬ ‫ خ ا؛ئثا ت ش بن ر ق ة بن أ ي‬، ‫وي ب‬ ‫خ د ك أثو‬

‫ أق ح ذيف ةبعس ى وأبا م ن ئ ود همابئثا لت كثئا حمله ع ص ب يق المي مائة‬،‫ص أ ه شر زئر ح دثه‬

‫ إثن ا يكفين ي‬،‫ ن ا هذا ل ي بكم ن‬٠٠ :‫ هأريثاه ق ات‬،" ‫ " أرياني ت ا اثثئثن ا ل ي‬: ‫ ثق ا ل‬، ‫بزه م‬

‫ ه ا ر ال أتزلف إ ال ق بي ال ح ى أبدت ح زا م ن ه ما أؤ م را‬،‫ ق س معه م ا ئم يهى‬،‫ريعلثا ن ئ بماؤان‬

‫ئابثثالق زيهتقئن ب بجا ؤئن‬


‫جبن ا " م‬

Sıla b. Zufer anlatıyor: Huzeyfe, beni ve Ebû Mes’ûd’u kendisine kefen


almamız için gönderdi. Biz üç yüz dirheme çizgili bir kefen kumaşı satın alıp
gelince, “Benim için ne satın aldığınızı gösterin” dedi. Kefeni ona
gösterince,”Bu benim kefenim olmaz, iki beyaz kumaş ve bir gömlek bana
Abdullah b. A m r b. el-Âs 305

yeter. Ben daha sonra daha güzeliyle değiştirmek için -veya daha kötüsüyle
değiştirmemek için- dünyada çok az şey bıraktım” dedi. Bunun üzerine
kendisine ‫ قال‬beyaz kumaş parçası satın aldık.

Takrîb 3941
‫حدثن ا أبو بكر‬- ،‫ خا؛ثنا حمم د بن شب ل‬، ‫ حدثن ا مح د الله ن ممح د‬٢٢٨٣/^[ -) ٩٩٤(

‫ عن‬، ‫ عن حمم دمحبن ا ئ ئ ئ ث م‬، ‫ عن جمال د‬، ‫ حدق ا ع د ا و جي م بن نلئ ما ن‬،‫بن أبي قس ه‬

‫ ئم ن ح و‬، ‫ ويوم القيام ة حت ابا‬، ‫مل ر حشايا‬


‫يم ب‬ ‫ " إن في ا‬.'‫ عن حذيم ه قا د‬،‫ابن خراش‬

" ‫يزم ا ملا ئة عد ت‬

Huzeyfe der ki: “Muhakkak ki kabirde hesap vardır. Kıyamet gününde


de hesap vardır. Kıyamet gününde hesaba çekilen azap görür.”

Abdullah b. ^١١١[ b. el-Âs


Onlardan biri de, güçlü ve Allah'tan korkan, mütevazı Kur’ân hafızı,
namaz ve oruç sevdalısı, Abdullah b. Amr b. el-Âs . Doğruları söyler,
batıllardan kaçar, çalışmaya sarılır, tartışm adan uzak dururdu. Yemeği
yedirir, selamı yayar ve güzeli konuşurdu.
Derler ‫ ظ‬: Tasavvuf, asillerin ahlâkını ahlâk edinmek, ahkâm âyetlerine
teslim olmaktır.
Takrîb 93‫ هل‬, Takrîb 094‫ ل‬, Takrîb 095‫ل‬, Takrîb 1096, Takrîb 1107,
Takrîb 1108, Takrîb 308, Takrîb 2603, Takrîb 3894, Takrîb 2212, Takrîb
2213, Takrîb 271,Takrîb 1693

‫ ثن ا‬، ‫ء حدثن ا ن خ ئ د بن أخن ت بن ا لخضق حدبن ا يشز بن م و ت ى‬٢٨٧٨ ‫ ل‬- ) ١ ٠<٨(

،‫ حدثنى ا م حن ا ن بن ع م رو ئن حالد‬،‫ ثن ا تبيد شر أبى أث و ي‬،‫عئد الله بن ثرين النئ ر ئ‬

‫ ق ات‬،‫ص تن إنق ا ص قا م نجع‬ ‫ء يلوث ا عئد عئد ال د تن‬ :‫ قات‬، ‫خ م بن ش ق إ‬ ‫ص‬

، ^ ١ ‫<ن ا عن‬-‫ أ‬: ^ ١ ‫ط‬ ‫ه‬ ‫ه ن‬ ‫ص‬ ، ‫ا م أ<زت ت ذ عثه ا‬: ‫مح د اشت أ‬

،‫ وه ل ب م ي‬،‫ ال ئ ن ا ن الص دو ق‬: ‫ احلتزات الئ ال ث‬،‫ تغب‬: ‫ قا د‬، ‫ وال قؤا ت الث ال ث‬، ‫الق ال ب‬
306 Abdullah b. A m r b. el-Âs

‫ صات عبد‬،‫ وامرأة ن وء‬،‫ نقل ي ئ جر‬،‫ زالئؤا ت الث ال ث; يش ا ن ء كدو ب‬،‫وا مرأة صا لح ه‬

" ‫ ق ل ئ ك ث ك ز‬: ‫ال أ ه‬

Hüseyn b. Şufeyy der ki: Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın yanında


oturuyorduk. Bir hizmetçi geldi, Abdullah “Size (dünya üzerindeki) en arif
kişi geldi” dedi. Oturunca Abdullah ona “Bize üç güzel ve üç kötü şeyi
söyle” dedi. Hizmetçi dedi ‫لكل‬: “Peki, üç güzel şey: Doğru konuşan dil,
muttaki kalp ve saliha bir kadın, ü ç kötü şey ise: Yalancı dil, facir kalp ve
kötü kadındır.” Abdullah “Size söylemiştim” dedi.

‫حدثن ا‬ ،‫ حدثن ا حمم د ين إن حا ق‬،‫إتاه_أز بن عتد الل ه‬


‫ ] حدق ا ر‬٢ ٨ ٨ ٨ [ -) ١٠٠٩(

‫ر عبد‬ ‫ عن‬،‫ عن عي م بن عب ا س‬،‫ زائن لهيع ه‬، ‫ حدثن ا ا ه ف بن سع د‬، ‫حمس ة بن ت ع د‬


‫ لأن مس ون ع اش ر‬٠٠ : ‫ مسع ت ع ن د ال ثؤ ئ ذ ع م ر و ب ن العا ص يأمول‬: ‫ ه ا د‬، ‫ا و خ ن ي ا لحثل ي‬

‫هم‬ ‫ ف إ ن ا لأكثرين‬،‫ ع ا شز غثن ة أعساء‬0 ‫م‬ ‫أ ح ب إلي م ن أن‬ ‫ا ملا م ة‬ ‫يؤم‬ ‫ممت اكئ ئ‬ ‫محشنة‬

‫يمين ا ؤش م ا الء ملظ‬ ‫ يتص د ق‬: ‫يقولط‬ ،.٠٠ ‫ إ ال م ن قا د ف ك ذ ا و هكذا‬،‫م ة‬1‫يؤم القث‬ ‫ا القث و ن‬

‫ه ي‬

Abdullah b. Amr b. el-Âs der ‫لط‬: “Kıyamet günü on miskinin onuncusu


olmam, benim için (dünyada) on zenginin onuncusu olmamdan daha
)sevimlidir. Bugün çok mala sahip olanlar, kıyamet günü en az (salih amel
getirenler o lacak tır- eliyle işaret ederek— ancak sağa sola sadaka veren
hariç.”

‫س بة‬
‫ حدثن ا ق‬،‫ حدثن ا مو ت ى بن ثا روذ‬،‫ ] حدثن ا حم م د بن معمر‬٢٨٨/'‫ ل ؛‬- ) ١٠١٠(

: ‫ قا د‬،‫ عن أبى عبد ال ؤمح ن‬،‫ عن عيا ش دن عب ا س‬، ‫ حدثت ا ال ق ت س تع د‬،‫بن تع يد‬

‫ ج ش أن‬، ‫< رام ع ز "كد‬- ‫ " ؛ن ؛ يبث‬: ‫ بموت‬، ^ - ^ ١ ‫م بن غ ز و ئن‬ ‫ش مع ت عيد‬

٠٠ ‫;ص‬
Ebû Abdirrahman, Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın şöyle derken duyduğunu
naklediyor: “Cennete herhangi bir çirkin hasletin girmesi haramdır.”
‫‪Abdullah b. J{mrb. el-Âs‬‬ ‫‪307‬‬

‫حل ت ن ‪ ،‬حدق ا بشن ى مو ت ى ‪ ،‬خ ا؛ثن ا مح د الثؤ‬


‫(‪ -) ١ ٠١ ١‬ل <‪ ] yaa /‬حدق احم ئ د بن ا‬

‫م ‪ ،‬عن ح ن ي د ثن ه ال ل‪ ،‬عن عبد الله بن‬ ‫ر‬ ‫لأ‪ ،‬غذ‬ ‫حدثا ابن هل‬ ‫ئ تزيد النئ ر ئ‪،‬‬
‫ع م رو بنخا لا ص‪ ،‬أثة قادت ‪ ٠٠‬م ن شع ىحمت ملا ‪ ٤^ ٠‬ماؤبا عده الثة م ن ج ه م ف و طحمرس‬

‫''‪ ،‬حمي حم ز م‬
‫‪Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “Kim bir Müslümana bir yudum su‬‬
‫”‪içirirse, Allah onu cehennemden, bir atın bir koşu turu kadar uzaklaştırır.‬‬

‫حدث ا بث ر ب ن مو ت ى ‪،‬‬ ‫ح د ثما نمح د ب ن أمح د ب ن ال خ ش ن‪C‬‬ ‫[\‪] taa/‬‬ ‫(‪")١٠١٢‬‬

‫ملغيرة‪ ،‬عن مح ي د ئن ه ال ل‪ ،‬غذ‬


‫حدثن ا ع د الثؤ بن ثريد اننئ ر ئ ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ن ق مان بن ا‬

‫ز ال ئئطس‬ ‫حمي‪ ،‬قا ‪ : 3‬ك ان بمولأ‪ " :‬ذ ع ظ ل غ ث ينه قي‬


‫عبد اللب بن ع م رو بن العا«‬

‫‪٠٠‬‬ ‫يفن ا ال يئنيلف‪ ،‬ؤاخزن ين اثلث ”كظ بخرن‬

‫‪Abdullah b. Amr b. el-Âs bildiriyor: Denilirdi İri: “Seni ilgilendirmeyen‬‬


‫‪bir şeye burnunu sokma ve o şey hakkında konuşma, ?aram saklı tutup‬‬
‫”‪koruduğun gibi dilini de ağzında saldı tutup muhafaza et.‬‬

‫(‪ ] ٢٨٨/ ^ ") ١٠١٣‬حدثن ا حمم د بن أمح د بن ا لخنن‪ ،‬حدثن ا بشن بن مو ت ى ‪،‬‬

‫ه بن ع م رو ثن ‪،^^^ ١‬‬ ‫خل؛ثن ا ‪^ ^ ١‬؛؛؛‪ ،‬خل؛ثغ ا !س ثهيع ه‪ ،‬خ ا؛ثن ا !ى هثزة‪ 01 ،‬عئذ‬

‫ئت‪ " :‬؛ه ق ص وس حمي أنزت ه نحالى ض ث و تى غي الث المت إنء ه تمش‬
‫ت م ائ م ‪ ،‬والذ ي يلت م س‬ ‫محغقس من حلقهث الئ ‪ :‬ال ذ ي ي‬
‫ف رق بتن ا ل مت ح ا بين‪ ،‬وال ذ يت م شيبال‬

‫البريءلمبتة "‬

‫‪;Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “Allah'ın Musâ'ya indirdiği Namus'ta‬‬


‫‪Allah'ın kullarından üç lrişiye buğz edeceği yazılıdır. Bunlar; sekenlerin‬‬
‫”‪ gezdiren ve masumu zora sokmaya çalışan.‬؟‪arasım ayıran, dedikod‬‬

‫حدث ا‬ ‫(‪ ") ١٠١ ٤‬ت ‪ ١/ ٢AA‬ء حدثن ا ابناه م س عبد الل ه‪ ،‬حدثن ا حمم د بن إن حا ق‪c‬‬

‫ء ا ي ي ع م رو بن اخل ا ص‪،‬‬ ‫ق ي بن سميي‪ ،‬حدثن ا ابن لهيعه‪ ،‬عن غ ابي بن ثرين‪ ،‬غذ‬
‫قاد'■ م كت و ب في التؤواة‪ ٠٠ :‬م نث ج رف جز‪ ،‬وم ن ح م حمزة ن وء ل صا حبه وقع نجف ا‪٠٠‬‬
308 Abdullah b. A m r b. el-Âs

Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: Tevrat’ta şöyle yazılıdır: “Ticaretle


uğraşan kişi, günahlara bulaşır. Arkadaşı için tuzak kuran kişi de, kurduğu
bu tuzağa kendisi düşer.”

‫حدثت ا‬ ،‫ حدق ا حمم د تن إ شحا ق‬، ‫ع حدثن ا إتر ا ه_ج بن ع د الل ه‬٢٨٨/١ ‫ ت‬-) ١٠١٥(

‫ عن‬،‫ قادت ت م ن ت حيوه بن ق ري ح‬،‫ر حمل‬ ‫ عن‬،‫ حدثن ا ابن لهيع ه‬،‫قيئ بن تع يد‬
،‫دفيس م وم ق في ا الر«ض ا شلى‬°‫ " |ن إ‬:‫ ش م ع ت عتد الل ه بن ع م رو بموت‬: ‫ م ولط‬، ^ ١^

" ‫ائ حم ثق ء ذ جث قي ق ر ؛ لآض ت ن ا*ض حما ؛ ت ا ض ئخمكي‬£

Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “iblis süfli topraklarda güvenilen


birisidir. Kıpırdadığı anda yeryüzündeki her kötülük , ‫ل‬1‫ لك‬kişi arasında
tırmanmaya başlar.”

،‫ حدثن ا عئد الئؤ بن أمح د بن حق ل‬، ‫ ] حدثن ا أثو تكر بن مال ك‬ya ،\ / ^ ") ١٠١٦(

‫ عن عتد الل ه‬، ‫ عن ابن أبي م و ك ه‬،‫ حدق ا هم د ألجهار بن الزرؤ‬،‫ حدثن ا وكيغ‬،‫ح د ق ي أيي‬

‫ ول ؤئ عملون‬، ‫ لو ثنثئ ون ن ا أ م أحص كأ م ق بي ال ولتكئ م ك ينا‬٠٠ :‫بن ع مرو بن اخلا صحمأ لأ‬

” ‫ ونت ح ذ حأىثممعلغ ص ث ة‬،‫ح دك م ح ش يقط ع صوبة‬-‫حى العملئصزغ أ‬

Abdullah b. Amr b. el-Âs der ‫لط‬: “Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az


güler çok ağlardınız. Hakiki ilmi bilseydiniz, bilen ‫ ن§لكل‬sesi kısılıncaya kadar
çığlık atar, nefesi kesilinceye kadar secde ederdi.”

‫حدت ا‬ ، ‫ حدبت ا عتد ال ر بن أمح د بن ح م‬، ‫بما] حدب ا أبو بكر بن مال ك‬
‫حم‬/‫ تا‬- ) ١٠١٧(

‫بلعثا أن عئذ الل ه بن‬ ،‫ حدثن ا جع م بن أيي ع مزان‬، ^ ^ ١^ ١ ‫مح د الثؤ شر ع م رو‬

" :‫س غ ز و ت ا ث ن ا ؟ قات‬:‫ ثا ا‬: ‫ن د‬


‫ج‬ ، ‫ زأئا‬:‫ ق ات‬،‫ ق م ع ص زث الثاي‬، ‫ع ش تن ات ا م‬

" ‫ م ن أن تحا ذ فيه ا‬، ‫ اثب ا لتجسيز م ن الثاي ال ئ ز ى‬،‫وال ذ ي مس ي بج ده‬

Cafer b. Ebi imran der ki:Abdullah b. Amr b. el-Âs ateşin sesini


duyduğunda “Ben de” dedi Ona “Ey Amr'ın oğlu, nedir bu?” diye sordular,
şöyle devam etti: “Cammı elinde tutana yemin ederim ki bu, büyük ateş
(cehennem)den, ona dönmekten çekiniyor.”
Abdullah b. A m r b. el-Âs 309

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا عتد ال ر بن شيزويؤ‬، ‫ ] حدثن ا أنو ع م رو بن مح دا ن‬٢٨٩/ ^ - ) ١٠١٨(

،‫مذ ي أبو ه ا ى انح ؤ التي‬-‫ أ‬،^ ٣ ١ ‫ حدثن ا حت وة بن‬،‫ أخثرتا املق ر ئ‬،‫إ ش خا ق بن رأه ويؤ‬

‫ أنئثا ص قزاء‬:‫ قات ل ه‬، ‫ أن زي ال‬،‫ت ن غن رو‬:‫ب ال ش‬


‫ ص غ م‬،‫غذ \ ل مه د ال مب ن ا حم ئ‬

:‫ أشف ذ ق ن ئ ش ؟ ئ ت‬:‫ات‬3 ، ‫ ئ ز‬:3 ‫ ثر ي إ؛بجا ؟ هق ا‬t '{\ ‫ أ ل ك‬:3 ‫ال ثه ا حر؛ن؟ ءق ا‬

‫ شم ذ ي م ح م‬0‫ وإ‬،‫ فإن هقز م حم حم‬،‫ مم ئ ث ئ يء ال تححرش‬:‫ قات‬، ‫م‬


٠٠ ‫ ز ال ن نأ أل ف ظ‬،‫برص‬: 3 ‫ءق ا‬

Ebû Abdirrahman el-Hubulî'nin bildirdiğine göre bir adam Abdullah b.


Amr b. el-Âs'a “Biz £‫ آلكل ة‬Muhacirlerden değil miyiz?” diye sordu. Abdullah
ona “Sığınacağın bir eşin yok mu?” dedi, adam “Var” dedi. Abdullah
“Oturduğun bir evin var mı?” deyince, adam “Var” dedi. Abdullah “Sen
Fakir Muhacirlerden değilsin, istersek size veririz, isterseniz durumunuzu
yöneticiye anlatırız” deyince, adam “Biz sabrederiz ve bir şey istemeyiz”
dedi- '

‫ حدث ا هم د الل ه بن أمح د‬،‫ ] حدثن احم ئ د شر أ ح ن ذ بن ا لخنن‬٢ ٨ ٩ ٨ [ “) ١ ٠١٩(

‫ عن عند‬،‫ عن عمرو بن م ء‬،‫ حدثت ا شعثه‬،‫ حدثت ا حمم د بن جعف ر‬،‫ ح د ت ي أيي‬، ‫بن ح م‬

‫ أتن‬:‫ كما ل‬،‫حم غوذ‬ " : ‫ قا د‬،‫ غذ غ م ال م ئب ء ن ي‬، ‫م‬ ‫ ص أيي‬، ‫الله تن ا ن م ي‬

‫ ائثييثا‬،‫ ثا وب‬:‫ ما عغدءك م ؟ فتم ولون‬: ‫تحمت رزون نمولون‬3 ‫فثناء هذه ا ألم ة و مسا كيغه ا ؟ قا‬

: ‫؛‬١١٤ ،‫حمإ‬1 ‫ ص‬: ‫ فثق ال‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ص ت ي ث ا‬ ‫ و‬3 ‫ وول ث ا ال م ا‬، ‫ ؤأن ث أ م‬، ‫حممب‬

٠٠ ‫مس ى شدة اجلن ا ب على دوي ا لأم وال‬


‫ ؤ‬،‫جلثه ق د مائر اقا س بزما ن‬
‫ف د حث ون ا‬

Abdullah b. Amr der ki: Kıyamet gününde toplanacaksınız ve: “Bu


ümmetin yoksullan ve miskinleri nerede?” diye sorulacak. Sizler öne
çıkacaksınız. “Amel olarak neyiniz var?” diye sorulduğunda: “Rabbim!
Belalara maruz kaldık; ama sabrettik ki sen daha iyi bilirsin. Malı da,
sultanlığı da başkalarına verdin” dersiniz. Size: “Doğru söylüyorsunuz!”
karşılığı verilir, işte böylesi kişiler, diğerlerinden bir süre önce Cennete
girerler. Mal sahipleri de çetin bir hesapla karşı karşıya kalırlar.”
310 Abdullah b. A m r b. el-Âs

‫حدق ا أب و‬ ،‫ حدثما أبوحمتل م ادكشجح‬،‫نث ب‬


‫سب بن ا م‬‫ ] حدثن ا حب‬٢٨٩٨ ‫ )“ ل‬١ ٠ ٢ ٠(

‫حلنه‬
‫' ا‬٠ : ‫ حما د‬، ‫ عن عئد الثؤ بن غ ب‬،‫ غابي بن مع دا ن‬،‫ غذ‬،‫ عن بؤر بن يزيد‬، ‫عامص‬

‫ وأرواح ا مل وجب ن قي ج و ف طير‬،‫و ع ا م م ره‬ ‫ تنش ر في‬، ‫متن ي ة معلم ه بق رون ال ق ن ي‬

" ‫م ا ل جنة‬ ‫لح م” كالرزازير بماوف ون زوق و ذ م ن‬


Abdullah b. Amr der ki: “Cennet kumaş gibi katlanmış, güneşin
boynuzlarına takılı durmaktadır. Senede bir defa açılır. Müminlerin ruhları
yeşil bir kuş sürüsünün ortasında sığırcıklar gibidir. Birbirleriyle tanışırlar ve
cennet nimetlerinden faydalanırlar.”

، ‫ حدثن ا ع د ألل ه بن أمح ذ بن ح م‬C‫ب \ ] حدت ا أبو بكر بن مال ك‬


‫م م‬/‫ [ا‬- ) ١٠٢١

‫ أ ي‬٠٠ ،‫ ص أي‬،£‫بش بن ئا‬


‫ عن م‬،‫ حدثت ا شنثة‬،‫م‬ ‫ خ م حا م ن ك ي ن بن‬،‫ح د ب ي أ ي‬

‫ وتئيئ غ يب ابه‬:‫ قات‬،‫ و اك ن ن ك ي مس اوقاؤ‬،‫'كا ن ئ ص ئ إ ص ال م ثن عتب و ا ل نمل‬

" ‫ و كا ن ت أهي تحس ع ل ه ال ك ح ل‬:،‫ ه ال‬،‫ حءى رمص ت عين ا ه‬،‫ويئكي‬

Ya’lâ b. Atâ bildiriyor: Annem, Abdullah b. Amr’a sürme yapardı.


Abdullah da çok ağlayan birisiydi. Odaya girip kapıyı kapatır ve ağlardı.
Annem gözleri için de kendisine sürme yapardı,

، ‫ حدثن ا عبد الل ه بن شيرويه‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا أب و أمح د حمم د بن أمح د‬٢ ٩ ٠/ ١[ ") ١٠٢٢(

‫ عن إبزاه م بن‬، ‫ حدثن ا اثن أيي ذ ب‬،‫ أخث رتا حما ذ بن 'ع م رو‬،‫حدثن ا إ ن خا ق ن واه ويه‬

‫ جشت عبد ال ر بن ع م روبعربه‬:‫ قات‬،‫ عن عبد الل ه بنب اب اه‬، ‫بى رائعه ا م حقي‬
‫محد نزن م‬

‫ " تخون ص التي في‬: ‫مل صنع ت ف ذا ؟ قا د‬:‫ مم ك تك‬C‫حلزم‬


‫ورأيته قدحم نز ب ئنهئا طا في ا‬

" ‫ال‬ ‫حم ن ي ا‬ ‫ ة؛ائ ل خ ن ي غ إ ر أ ئ ن ي‬. ‫ال ي م‬

Abdullah b. Bâbâh der ki: Arafat’ta Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın yanına


geldim. Harem bölgesinde de bir çadır kurmuş olduğunu gördüm. Ona:
“Neden bunu yaptın?” diye sorduğumda: “Namazımı Harem bölgesi içinde
kılıyorum. Zira ailemin yanma gidersem, Harem bölgesi dışında kalmış
olurum” dedi.
‫‪Abdullah b. A m r b. el-Âs‬‬ ‫‪311‬‬

‫(‪ ") ١٠٢٣‬تا‪ /‬م بم \ ] ح دق ا نلبما ن بن أخن ت ‪ ،‬حدثن ا فارون بن ملول ‪ ،‬حدثن ا عتد‬

‫ال م بن يزيد املق رئ‪ ،‬حدقا ت ج د بن أيي أيوب‪ ،‬عن حال د بن يزيد‪ ،‬وعثد الثؤ بن‬
‫م على ر جل 'تغذ ص ال ة‬ ‫ئ ث ما ن‪ ،‬عن ع م رو بن ئاجع‪ ،‬عن عتد الل ؤ بن ع م رو‪ " ،‬أقة‬

‫الصئ ح ؤه وثا ي م ‪،‬حمءم"كة برجل ه ح ش اذثم ظ‪ ،‬مما ل لت‪ :‬أن ا عمل ت أ د ال ق ه ؤ يتلل غ ي‬

‫جلغه بزمح ته؟ أ "‪ ،‬حدثن ا أبو أمح د ‪ ،‬حدت ا اس‬


‫هذه الق اعة إلى حمل ه قي د خ دبل ه ين ه م ا‬

‫شي رويه‪ ،‬ح دق ا إث ح ا ق بن راف ويه‪ ،‬أخبزتا ال ن ز ر ‪ ،‬متل ه وقا د ع م رو بن ما نع‬

‫أمع‬ ‫‪b. Nâfı veya Mâni'nin naklettiğine göre, Abdullah b. Amr sabah‬‬
‫‪.namazından sonra uyuyan bir adama rastlamıştı. Ayağıyla dürtüp uyandırdı‬‬
‫‪Sonra: “Bilmiyor musun, bu saatte Allah kullarına bakar ve rahmetiyle üçte‬‬
‫‪birini cennete yollar” dedi,‬‬

‫(‪■ ] ٢ ٩ ٠ ٨ [ ") ١٠٢٤‬خ ا؛ثت ا نلت ما ن بن أمح د ‪ ،‬حدت ا ت خ ئ د بن إشت ا ق بن راهويه‪،‬‬

‫عن أبى ا م ح‪ ،‬غذ غزو بن‬ ‫ح د ^ ر ‪ ،‬أ ي ي حش بن آدم‪ ،‬حدتن‪ 1‬رمحر بن‬
‫م حب م‪1‬ء م ن غ إ نة‬ ‫ن م د ‪ ^ ١‬بن ع م رو‬ ‫ش ع ي ب‪ ،‬عن أييي ‪ ،‬عن ج ده‪ ،‬أن‬

‫تث ت ئ "‬
‫م ض ن أ ك‪ ،‬قأ ت غ ذ الثي ‪ :‬ال ب ئ ‪ -Û £û‬ح‬

‫‪.Amr b. Şuayb, babasından, o da dedesinden bildiriyor: “Abdullah b‬‬


‫‪:Amr’ın kölesi, ihtiyaç dışı olan suyu yirmi bin dirheme satınca, Abdullah‬‬
‫‪Suyu bu şekilde satma; çünkü suyun satılması helal değildir” dedi“.‬‬

‫ب آ ] حدثن ا حمم د بن حمم د بن ف ارون ا ل عبي ا ن ‪ ،‬حدثن ا ائ حا ق بن‬


‫(‪[ ") ١٠٢٥‬ا‪/‬م م‬

‫حمم د بن مروان‪ ،‬أخثرتا أيي ‪ ،‬ح دق ا إ(زا ويمل ن هزاته‪ ،‬ص حمم د بن منمل ال طا ي ئ ‪،‬‬

‫م ‪ ،‬ئ ت‪ " :‬م ن س ئ ل‬ ‫ي ‪ ،‬عن يعق و ب بن عاص م ‪ ،‬عن عتد الل ه بن‬ ‫عن إبراهي م بن‬
‫‪,‬‬ ‫مب؛ مح ش ف ه شبموذ أخث‪" 1‬‬
‫‪Abdullah b. Amr der ki: “Kim, Allah için bir şey istendiğinde verirse, ona‬‬
‫”‪yetmiş sevap yazılır.‬‬

‫بل ه‪ ،‬حدق ا حمم د بن إ ن خ ا ق ‪ ،‬حدثن ا عئد‬


‫(‪ ] ٢ ٩ ٠ ٨ [ ") ١٠٢٦‬حدثت ا أ و حام د بن ج‬

‫حدثن ا‬ ‫الوارث بن عتد الصم د ين عبد ‪ ، ، ^ ١^ ١‬ح دقني أيي‪ ،‬حدثن ا ح ت ت ن بن ائن غئم‪،‬‬
312 Abdullah b. A m r b. el-Âs

‫ أثةجح في إئزة معاويه ومع ه املنتصر بن‬،‫ أ ة ن ق ما ن بن ربيع ه ح دده‬، ‫عثد الملؤ بن يزيده‬

‫نقى ر ج ال‬ ‫ " زالت ال رجع حر‬:‫ قالوا‬،‫م ا م حتة‬ ‫اخلا ه ال غ م في ع صابة م ن ياء‬
‫ ق ز نزد ن نأ أل ح ش ح د ك أن عتذ الثؤ‬،‫ م رضي يح دق اب ح دي ث‬. ‫ش أ حصا بحم شد‬

‫ئ ح ن خ مل عظي م مث ح ث و ن‬ ‫وذا‬ ‫مع د ث ا إل ت ه‬


‫ ه‬،‫أ ن م مكه‬ ‫ثا ر ت ف ي‬ ‫م‬ ‫ى ع م ر و ب ن ائئ ا‬

‫ ل م د الثؤ بن‬:‫ مل ن ث ذا ال هثن؟ قالوا‬: ‫ ئحما‬،‫ منه ا مائة راحل ة ومائتا زامل ة‬، ‫ث ال ث بائق راجل ة‬

‫ أى ئ ذ؛ الب ا'ق‬:‫لرا‬،‫ ظئا ؟ ق‬1‫ ه س ئز‬1 ‫ض غ ج ص أق ت‬ ‫خ ه؟ زء‬ ‫خ‬ : ‫ ق ك‬،‫غ م و‬

‫مل ن أئرل عثه م ن أه ل أا لمصار قة‬


‫ زأثا ا ملائتا ن ف‬، ‫راحل ة ن إل خوانه يمحلهز عل يه ا‬

‫ ال جمتوا م ن ف ذا ؤ أ عتد الل ه بن‬:‫ قالوا‬،‫ق دي دا‬ ‫ع مجا‬ ‫ معجتن ا ش ذللث‬،‫وآلصتافه‬

:‫ حمملن ا‬،‫اده ثن ى محا عثه أن يكث ز م ن الراد ل س نزت عش م ن الناس‬3 ، ‫ع م رو ز ي د عغ ئ‬

‫ م ة‬5\‫جدد ا ه في د ر ائ‬-‫ثا ثهلص خش ؤ‬-‫حزام ا ئد طاه‬،‫ في ؛ل ن ن جي ال‬،ü| :‫لوا‬1‫ هه‬،‫دن ون غ ي‬

‫م‬ ‫ قت على ئع ث ؤ‬،‫ وق س عمحه س م حت‬،‫ين وعن ا نه‬°‫ بج ن ترذ‬،‫ زيت نميت أر محث‬، ‫جالئ ا‬
" ‫ين اي‬
Abdullah b. Bureyde, Süleyman b. Rabîa’dan bildiriyor: Muâviye
zamanında, Muntasır b. el-Hâris ve Basra ahalisinden bir grup Kur’ân hafızı
ile birlikte hacca gittim. Kendi kendimize: “Resülullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem)
ashâbından bize hadisler aktaracak biriyle görüşmeden kesinlikle geri
dönmeyiz’.” dedik. Bu şekilde birini ararken Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın
Mekke’nin aşağı taraflarında konaklamış olduğunu söylediler. Ona gitmek
için ^zırlamrken orada Abdullah’a gitmek üzere üçyüz devenin
hazırlandığını gördük. Bunların yüzü binmek için, ikiyüzü de yüklüydü.
“Bu yükler kimin?” diye sorduğumuzda: “Abdullah b. Amr’ın!” dediler.
Abdullah’ın çok mütevazı biri olduğu bize anlatıldığı için: “Bunların hepsi
onun mu?” diye sorduk. “Bu yüz deve Müslüman kardeşlerine binmeleri
için verilecek. Kalan ikiyüz deve de diğer kentlerden yanma gelip misafir
olanlar için kullanılacak” dediler. Bu duruma çok şaşırdık. Şaşkınlığımızı
görünce de: “Buna şaşırmayın! Abdullah b. Amr varlıklı birisidir. Yanma
misafir olarak gelenleri de ziyadesiyle ağırlamayı kendisine bir görev olarak
görür” dediler. “Onun yerini bize gösterin” dediğimizde: “Kendisi Mescid-i
‫‪Abdullah b. A m r b. el-Âs‬‬ ‫‪313‬‬

‫‪Haram’dadır” dediler. Yanma gittiğimizde Kâbe’nin arka tarafında oturmuş‬‬


‫‪olduğunu gördük. Kısa boylu ve gözleri çapaklı birisiydi, üzerinde iki‬‬
‫‪parçalı bir giysi vardı. Sarıklıydı, gömleği yoktu ve terliklerini sağ tarafına‬‬
‫‪asmıştı.‬‬

‫(‪ [ “) ١٠٢٧‬ا ‪ /‬ا آ أ ] حدثن ا حمم د بن معمر‪ ،‬حدثن ا أوئ ش ع ب ال مائ ي ‪ ،‬حدثن ا ي حيى‬

‫م ‪ ،‬خ د ي ز و ا ش ئ حمو ا نممحارق‪ ،‬ص‬ ‫ط نا ن ميق‬ ‫ها‬ ‫ئ مه د ال د ائ ال إل ‪،‬‬

‫ع د الل ه بن ع مرو قا د ‪ :‬أ ال أخبز""ئ م بأه ص ل ال ئ ه دا ء عئد الل ه ما ر منزل ه يؤم القيام ة ؟‬

‫ت يمين ا ز ال ش م ا ال إ ال‬ ‫الذين ي ملون ا لخدؤ وه م في الص ف ئ‪ ،‬ئ د\ وا ج ه وا عدوه ممل ي ق ف‬

‫بئ انؤم بتا أ ظ ن ن ي ال م ائخا و ‪،‬‬


‫واضظ تق ت غش ء ج ‪ ،‬خ و ل‪ " :‬الل ه أ إ ر ائ ئ م‬

‫هتم ث د غش دللث‪ ،‬ث ذللف م ن ال ئ ه ذا ء ال ذي ن بمل به لو‪ 0‬في العزف ائث ال م ن الجنة ح ن ث‬

‫ث اغوا "‬

‫‪Abdullah b. Amr b. el-Âs der ki: “^ıyamet gününde Allah’ın katında en‬‬
‫‪değerli şehitlerin kimler olduğunu sizlere söyleyeyim mi? Saflar halinde‬‬
‫‪düşmanın karşısında duran, düşmanla yüz yüze geldikleri zaman sağa sola‬‬
‫‪gitmeyen, kılıcını omzuna dayayıp: «Allahım! Geçmişte yaptıklarıma karşılık‬‬
‫‪bu gün senin rızam tercih ediyor ve umuyorum!» diyen ve bu şekilde‬‬
‫‪öldürülen kişilerdir, işte Cennette, en yüksek evlerde istedikleri yerde‬‬
‫”‪yerleşecek olan şehitler bunlardır.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ ] ٢ ٩ ١ ٨ [ “) ١٠٢٨‬حدق ا ئ خ ئ د بن معمر‪ ،‬حدثن ا أب و شعي ب الحراني‪،‬‬

‫بد‬
‫يمحى بن عبد الل ه ‪ ،‬ح دقا ا الوزاعي‪ ،‬ح دث ي ي حش بن أيي عنرو ال نحا خ ‪ ،‬قادت ر م‬

‫نم ن‬ ‫م‬ ‫م اثني‪ ،‬قالوا ه؛ ما ثق وب قي رج ل أ‬ ‫ال د بن غزو بن اناص ئ م م ن‬


‫ق ؤه ما‬ ‫إت ال ثه‪ ،‬وه ا ج ر ن ح ن ئ ت ه ج نته‪ ،‬ز جا ف ذ نمحس ج ه ا ده‪ ،‬بأ ر ج غ إ ر أب ويهب امقب ن‬

‫مج ه م ا ؟ ه ا ت‪ :‬ن ا ثق و وئن أن م ؟ قال وا‪ :‬ئم وأل قي ا رث د غل ى ع م ي ه ‪ ،‬ئال ‪ " :‬ب ‪ ،3‬ص ق ي‬
‫ور‬

‫احلنة‪ ،‬ول كن ا‪،‬نأخثزؤملبال مئد غش ع مته‪ ،‬زيت أن إل ئخ س إن الثه‪ ،‬وف ا جر قخننت‬


‫ه ج رته‪ ،‬ز جا فذ نحس ن جه اده‪،‬ثم عند إلى أ زمثطي ئأخذف ا منهب جرته ا ورزقه ا‪،‬ثم‬
‫ص"‬ ‫أ ق د قل ته ا ي م ء ؤؤلئ ج ه ا ئ ة ‪ ،‬ئ ذلل ق ال م ئ د ظى‬
314 Abdullah b. Omer

Yahyâ b. Ebî Amr eş-Şeybânî'nin naklettiğine göre Abdullah b. Amr b.


el-Âs'a Yemen ahalisinden birkaç adam uğramıştı. Ona dediler ki:
“Müslüman olup, dininin gereğini yerine getiren, hicret edip gereğini yapan,
sonra cihad edip cihadın hakkını veren, ardından Yemen'deki anne babasına
dönüp merhamet gösterdikten sonra onlara gereği gibi bakan bir kimse için
ne dersin?” Abdullah “Siz ne diyorsunuz?” dedi. “Biz; topuklarının üzerinde
gerisin geriye döndü, deriz” şeklinde cevap verdiler. Abdullah “Aksine o
cennettedir” dedi. Ardından şöyle devam etti: “Ben size asıl gerisin geriye
döneni söyleyeyim; Müslüman olan ve İslam'ın hakkını veren, hicret edip
gereğini yapan, cihad edip cihadın hakkını veren. Ondan sonra Nabatî
(putperest) bir ülkeye cihad için gidip, toprağını cizyesiyle ve geliriyle
birlikte alan, en sonunda da cihadı bırakıp bu toprakları işletmeye başlayan
adam, işte asıl gerisin geriye dönen kişi budur.”

Onlardan biri de hem valilikte, hem diğer kademelerde zühd ve


takvadan ayrılmayan, akrabalık ve menkıbelere merak salan, taabbud ve
teheccüd ehli, sağlam izlerin peşinde giden. Çakılların ve mescidlerin
sakini, olayları uzun uzun izlemeyi seven. Kendini dünyada yabancı sayan,
gelecek olan her şeyi yakın gören. Sık sık istiğfar ve tövbe eden, Ömer b.
el-Hattâb'ın oğlu Abdullah.
Derler ‫لكل‬: Tasavvuf, vazgeçmekten korkmak ve ulviyete rağbet
etmektir.

‫حدثن ا‬ ، ‫ئ حا ق‬،‫ حدثت ا حمم د بن إ‬،‫ ] حدثن ا إبراهي م بن عتد الثؤ‬٢ ٩ ٢ ٨ [ ") ١٠٢٩(

‫ حدثت ا عثد‬، ‫ حدثن ا حمم د بن يريد ال خسسئ‬،‫ حدق ا قي ئ ن سع يد‬،‫ان حا ى‬ ‫شر‬ ‫قس ه‬

:‫ح د مولت‬-‫ نت م عثث وهز ائ ا‬،‫ن ح د مهئ عمن ائكئ؛ث‬ ،‫ل\بع‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ، ‫ال؛نزرز س ش ر؛الد‬

٠٠ ‫ ^ ^ إ ال غؤئلث‬١ ‫ئ د بمئلت؛ ن ا ي منعني ش مرا ح م ة قريش عل ى هذه‬


Abdullah ‫ء‬. Omer 315

Nâfı'nin naklettiğine göre îbn Ömer, Kabe'ye girdi. Secde sırasında şöyle
dediğini işittim: “Biliyorsun ki; bu dünyada Kureyş'e karışmamı engelleyen
tek şey, senden korkmamdır.”

‫ ح دق ا علي ى‬،‫ب \ ] حدبن ا املا ضي عتد الل ه بن م خ ث د بن عمن‬


‫'ا م‬/‫ )" [ا‬١٠٣٠(

‫ حدق ا عتذ الله شر‬،‫ حدق ا و ة بن حبي ب ال ثنو ي‬،‫ حدت ا عثا د ى ال ول ي د‬،‫سع ي د ا لخذكري‬

، ‫ ض اثن غنز " أ ة أل\ة ز ي د‬،‫صتا بع‬ ‫ س ن ي‬: ‫ص ض ال ل‬ ، ‫م ين مه د ال م ال ئ ئ‬

‫ئ ما‬ ‫و‬ ‫ ئذ‬. ‫ و ص ا حب رن ول الثؤ‬،‫ أن ث ابن عمن‬،‫ ثا أبا عئد الث ح ض‬:‫ممات‬

‫ فإن س‬:‫ ىد‬، ‫أة الق مما ر <م ظغ دم ال ث م‬


‫ت‬ ‫مي‬ ‫م‬ ‫ي‬ :‫قتثقلق يذ فذا ا لآم؟ قاد‬
‫ثلثا هو‬1‫د‬ ‫ قد معلن ا نقد‬:‫بكون فتنة ونك ون ا لأتي بثؤه ه ات‬ ‫ال‬ ‫ ؤزقايلوهز خ ز‬:‫ م ولأ‬f-Kt

‫ زؤاة ج‬، " ‫ ال دي نمب الله‬0‫ ثأن م تريدون أ د ئقايلوا حش م ح‬،‫حش *كا ن ال دي ن لل ه‬
‫مغ بن‬

‫ إل ن ك ي ص خدي ث مه د الثؤ ثن‬: ‫ قات ال ئ ئ ز ح ن ه الل ه‬،‫ عذ حم د الل ه ظ ه‬، ‫اخ ل ار ج‬

‫ملزني إ ال م ن املاضي عتد الئؤ بن حمم د بن عمن‬


‫بكر ا‬

Nâfı’ bildiriyor: Adamın biri îbn Ömer’e gelerek: “Ey Ebû Abdirrahman!
Sen ki Hz. Ömer’in oğlu, Resûlullah’ın da (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbından
birisin” dedi ve onun faziletlerini saymaya başladı. Sonra: “Neden
yöneticilik işinden geri durdun?” diye sordu. îbn Ömer: “Çünkü Allah,
Müslüman kanı akıtmayı bana haram kıldı!” karşılığını verdi. Adam: “Ama
Allah: «Fitne tamamen yok edilinceye ve ،!in (kulluk) de yalnız Allah
i‫ ؟‬in oluncaya kadar onlarla savaşın»1 buyuruyor!” deyince de îbn Ömer
şöyle karşılık verdi: “Bunu yaptık ve din yaimz Allah’ın oluncaya kadar
onlarla savaştık. Ancak sizler din Allah’tan başkasının olsun diye savaşmak
istiyorsunuz!

، ‫ خ ا؛ثن ا مه د الل ه بن أمح د بن ح م‬، ‫ ء حدثن ا نلئن ا ن ن أ خ ئ ذ‬٢٩٣/١ ‫ )“ و‬١٠٣١

‫ ^ ^ ^ بن ائبئ ذا م‬١ ‫ ح دثن ي‬،‫ حدثت ا إن ما عيد بن عث ا ش‬،‫ ^ ^ ^ بن ث وت ى‬١ ‫حدتما‬

‫ بثثتي أثلث ط ق ت‬:‫ كت ب ال جحا ج بن ي وشمن إلى ع د الل ه بن عنن‬:‫ مالأ‬، ‫الصنغ ا ئ‬

1Bakara Sur. 193


316 Abdullah b. Omer

‫ أثا ن ا ذ و ث من‬٠' :‫ بكت ب إلئه‬،‫ وأن ال حالفة الب صل ح ش ي ز ال بخي ل ز ال غيور‬،‫ان حالفه‬

‫حل ل‬ ‫ زأثا ن ا د و ت من ائ ئ وا‬،‫هى م ن بالى‬ ‫وما‬ ، ‫ ئن ا طل ق ه ا‬، ‫ال خ القة أ ق ه بجا‬


‫ زأث ا ن ا‬، ‫ زنن أد ى زكا ة مال ه محلي س بتخي ل‬4‫ثأي سبيع ب‬
‫ م ن ج م ع كت ا ب ا ل له م‬0 ‫ ظ‬،‫وال صؤ‬

‫د و ت م ن ا ل عينة ق ا ن أ حى ن ا غزت فيه ول د ي أن يش ر م فيه غز ي‬

M ut’im b. el-Mikdâm es-San’ânî bildiriyor: (Zalim lakaplı) Haccâc b.


Yusuf, Abdullah b. Ömer’e şöyle bir mektup yazdı “Bana ulaştığına göre
hilafete talipmişsin. Ancak bil ki hilafet ahmakların, cimrilerin ve
kıskançların yapabileceği bir iş değildir!” Buna cevaben Abdullah b. Ömer
de şöyle yazdı: “Hilafete talip olduğumu yazmışsın; ama ben ne hilafeti
istedim, ne de aklımda öyle bir şey var! Ahmak, cimri ve kıskançlığa gelince,
bil ki Kur’ân’ı bir araya getirebilen kişi ahmak olamaz. Malının zekâtını
veren cimri olamaz. Kıskançlığa gelince ise, kıskanmada en fazla haklı
olduğum şey, oğlumda birinin bana ortak olmasıdır.”

‫ خ ا؛ثن ا ع م‬، ‫ حدثت ا نمح د بن إمنخ ا ق‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أب و خ ا ب ز بن جبل ه‬٢ ٩٣٨ ‫ )" ل‬١٠٣٢(

: ‫ أثق ول‬،‫ مسع ت ا لخنن‬:‫ قالأ‬، ‫ ح دثن ي ش ال م بن م ن ك ي ن‬، ‫سحم ئ د بن ا لخثن آا لم د ي‬

‫ أ ك تئ ن‬: ‫ه ئ ذ عنت ق ش‬ ‫ هم د‬١^ ، ‫م ال ف ق ة‬ ‫ئ‬ 0 ‫ه م ظ مى‬ ‫م‬ ‫ه 'ى ن م ذ‬

‫ ال يهزاف في‬،‫ ال والل ه‬:‫ ق ات‬،‫ اخرج نمايعلف‬، 0‫ؤالغاسى يلف الءب و‬ ‫ زائن‬،‫القاسي‬

‫ م ح د ل هت‬،‫أ ي نخ و ف‬ P :‫ قات‬،‫في ا ووخ‬ ‫ ؤ ال في سبي ن ا كا ذ‬،‫م ح ج م ة م ن دم‬


‫ئ ظرا بغث‬.‫ ئزا(أب ظ ا‬: ‫ ا ش م ث‬3 ^ ، ‫ت ي ق د ملب ا الرل‬،‫ ق‬، ‫ث ئ ي ي إ أؤ قئظق ظى و ش ق‬

" ‫ق ها خ رجلئ يالثي ئت ا ر‬

Sellâm b. Miskin bildiriyor: Hasan’ın şöyle dediğini işittim: “Fitne


zamanında insanlar Abdullah b. Ömer’in yanına geldiler ve: “Sen ki
insanların hem efendisi, hem de efendilerinin oğlusun! însanlar senin
yöneticiliğine razılar, çık da sana biat edelim!” dediler. Ancak ibn Ömer:
“Hayır! Vallahi hayatta olduğum sürece benim yüzümden bir damla kamn
dahi akıtılmasını kabul edemem!” karşılığını verdi. Daha sonra bir daha
yanına geldiler ve: “Ya çıkıp halifeliğini ilan edersin, ya da yattığın yerde
senin öldürürüz!” diyerek onu tehdit ettiler. Ancak kendisi daha önce verdiği
Abdullah b. Omer 317

cevabın aynısını verdi. Haşan şöyle devam etti: “Allah’a yemin olsun ki
ölene kadar da bu yönde ondan hiçbir şey koparamadılar.”

،‫ خ ا؛ثغ ا أب و الغثا س التئم ي‬،‫ ء خ ا؛ثن ا أ خ ئ د نحم ث د ب ن سن ا ن‬٢٩٣/١ ‫ ل‬- ) ١٠٣٣(

،‫ عن ي ح ش‬،‫حدثن ا جرير‬- ‫ء‬،‫ حدثن ا ن ق ن ا ن بن خندأ‬،‫حدق ا عبيد الثؤ بن جرير بن جثثه‬

‫ ال أزى‬:‫ قات أبو مو ت ى‬، ‫ نث ا قدم أب وت وشى وع مزو نخا لا ص أيا م خك ن ا‬: ‫عن ن افعء قا د‬

0‫ ه د ل ل أ أ‬، ‫ص ال‬ ‫ وه ن ي ة أن‬:‫غ ء و الءبن غنز‬ ،‫ه ب ه غتت‬ ‫جبن؛ ؛ ل أ م حمت ع م‬

،‫حتإى ن ا ال عظي ما غ ر أن ثد غ ف ذا ا ال ممل ن ئ ز أخزصئ علته يغلف؟ ئغض ب ابن ع من‬

‫ت ز ن ا ال عا ى أن‬
‫ ح‬: 3 ‫ إثث ا ئا‬،‫ يا أثا عبد الرمح ن‬:‫هما م ءأ ح ذ ابن الريئ ربط ز ف ثل ؤ ممات‬

: ‫ ه ا د‬،‫بلف‬
‫ أ جر‬: ‫ إثن ا ئ ك‬:‫ ع م رو‬3 ‫ ئ‬،‫ ] ؤيحل ق يا عممو‬٢ ٩ ٤ ٨ [ :‫ ق ات ابن غمز‬،‫أبايغل ق‬

‫ بث‬٨ ‫ ز ال أقحما إ ال غذ‬،‫ ؤ ال حمل ي‬، ‫ " ال و ش ال مم ش حم ا ق ه‬:‫ق ات ا ئ غنن‬

" ‫ك ل م ين‬

Nâfı’ bildiriyor: (Sıffîn savaşı sonrası) £bû Mûsa ve Amr b. el-Âs hakem
oldukları zaman £bû Mûsa kalkıp: “Halifelik işine Abdullah b. Ömer’den
daha uygun birini bilmiyorum!” dedi. Bunun üzerine Amr, îbn Ömer’e:
“Biz bu konuda sana biat etmek isteriz. Ancak mal karşılığında bu görevi, bu
işe senden daha fazla istekli olan birine bırakır mısın?” diye sordu. Bu söz
üzerine îbn Ömer öfkeyle kalktı ancak Î h ü ’z-Zübeyr giysisinin kenarından
tuttu ve: “£y £bû Abdirrahman! Bu adam, sana biat etmem karşılığında
bana mal verir misin, demek istiyor!” dedi. îbn Ömer: “Yazık sana ey Amr!”
diye çıkışınca, Amr: “Ben sadece seni denemek istedim” karşılığını verdi.
Bunun üzerine îbn Ömer şöyle dedi: “Vallahi bunun için ne mal almayı, ne
de mal vermeyi kabul ederim! Müslümanlar buna razı olmadıkları müddetçe
bu görevi de kabul etmem!”

‫حدت ا‬ ،‫ ح دق ا حمم د بن إ ن خ ا ق‬،‫ب آ ] حدثن ا أبو خ ا ب ز بن جهل ة‬


‫ )“ [اا! م‬١٠٣٤(

‫ عن املاي م بن عئد‬،‫ خشن ا اثن جابر‬، ‫ حدثن ا الول ي د ى ممنمل‬، ^ ^ ^ ١ ‫حمم د بن‬

‫ " قد حمق‬:‫ أ ال ئئزغ قق ا"يد؟ ق ات‬:‫ا الث؛ى‬ ‫! ك‬ ‫ التن عم في‬١^ ١‫ أ ي ؛‬،‫م‬-‫ال ئ‬


‫يد تئ‬-‫ ه أ وة أن مح‬، ‫ ئ أرض ال م ب‬١ ٠ ‫ه‬ ‫م ا‬،‫ ث قن و م ؤاث\ب خ ر ما‬1‫وا الحت‬
‫نن ول‬ ‫شى أ س‬ ‫ و ث ي ق أنأ ت أ ذ‬، ‫ قألوا ; ؤ؛ش ظ ق ف ز ك‬، ‫ ؛ ال ه‬٩ ‫ ال‬:‫;ق وت‬

‫تا لص التي ي غتت إت ازة‬


‫ م ر‬:‫يد‬ ‫ض إدا إل ت ق‬ ،‫بئ ا‬
‫بئي ن م‬
‫ه م‬ ‫ال م‬

‫ خئ غش‬، ‫ خئ غ ر ال ئ الؤ أ ج وق ز‬: ‫ ئ ق أ‬،‫ زتكئ إئ‬، ‫ ز ا ه ظ ألل ق ئ‬:‫ قات‬، ‫يش ف ه ذ‬
" ‫ ثإذا ايئ ت م إل أثارثقب‬، ‫ن‬
‫مم‬ ‫ قإذا اقتق ب لء‬، ‫الف ال ح خ ل م‬

Kasım b. Abdirrahman bildiriyor: Birinci fitne zamanında ibn Ömer’e:


“Sen de çıkıp savaşsana!” denilince, ibn Ömer şöyle karşılık verdi: “Putların
yok olması için Kâbe’de Rükn ile kapı arasında savaştım. Sonunda yüce
Allah putperestliği tüm Arap bölgesinden sildi. Ancak “Lâ ilâhe ‫ل‬11‫ ك‬1‫’ مم‬
diyen birine karşı savaşmam!” Ona: “Senin asıl düşüncen bu değil! Sen
ashâbın birbirini kırıp yok etmesini ve geriye sadece kendinin kalmasını
istiyorsun. Geriye bir tek sen kalınca da insanların: «Halife olarak Abdullah
b. Ömer’e biat edin!» diyeceklerini bekliyorsun” dediklerinde de şöyle
karşılık verdi: “Vallahi böyle bir şeyi düşünmüş değilim! «Haydi namaza»
dediğiniz zaman bu çağrınıza icabet ederim. «Haydi felaha» dediğiniz zaman
yine bu çağrınıza icabet ederim. Ama ihtilafa düşüp birbirinizden
ayrıldığınızda yanınıza gelmem. Bir araya geldiğinizde de yanınızdan
ayrılmam.”

‫ حدثن ا ت خ ث د بن ثونف ت البن اء‬،‫ ] حدت ا عثد الله بن حم م د‬٢ ٩ ٤ ٨ [ “) ١٠٣٠(

: ‫حم ا د‬ ‫ ص‬،‫ عن ا ال حتثب‬،‫ حدتما نقيا ن‬،‫ ح د قا مه د اجلمار ى ائت الؤ‬،‫ا ل ص و ئ‬

‫ف ع ن؛ لأي غئد شه ئ‬ ‫م ق م‬ ‫ " ؛ة ص أ م ه‬:‫ن م ن غ ود‬:‫ ^ مبي ا‬١ ‫ ظ‬3 ‫قأ‬

Abdullah b. Mes’ûd der ki: “Kureyş gençleri içinde, dünyadan uzak


durma konusunda nefsine en iyi hâkim olan Abdullah b. Ömer'dir .”

،‫ حدق ا عتد الل ه بن أمح د بن حسل‬C‫ ] حدت ا أبو بكر بن م ا ل ك‬٢ ٩ ٤ ٨ [ “) ١٠٣٦(

‫م قادت‬ ‫جا‬ ‫ غذ‬، ‫ غذ تامل بن أ ي اجل ن د‬، ‫حم ذ‬ ‫حدثن ا‬ ،‫طن ا ابن إدريس‬ ،‫ح دب ي أ ي‬
" ‫ غيد اش ت ذ غ م‬١١‫ ؛‬، ‫ بم ا‬a u ‫ ؛ ال قت ن ال' ئ ي؛ ؛ ق أز‬، ‫" ظ نأ; ث أ ز ظ أ ذ ز ئ أ ط‬
Abdullah b. Omer 319

Câbir der ki: “Dünyaya meyletmeyen veya dünyanın yüzüne gülmediği


hiç kimse görmedim, Abdullah b. Ömer hariç.”

‫ حدثنا‬،‫حدثت ا ث خ ث د بن ا ت خ ا ق‬ ،‫ ] حدتما إب راهي م بن ع د الئؤ‬٢٩٧١ ‫ )“ ل‬١٠٣٧(

‫ غذ‬،‫ حدبن ا عبد ا ش ر بن أغي رؤاؤ‬،‫ست بن يزيد بن م حي‬ ‫ ح د ق ا‬،‫م حه بن سع يد‬


‫ وكا ن‬: ‫ه هاد ئا ئ‬ ‫ دا اشتد ع حثة بس يؤ م ن مال ه مبه لزيه‬1‫ كا ن ابن عمن‬٠٠ : ‫ قا د‬، ‫م‬

‫س غنز عإى بن ك‬°‫ زآة ا‬bU ‫حمزب ظ شص أ خ ذ ف ز نأ زم ش ئ ج ذ‬،‫نقيم ه قت عزفو؛ ثللث> منة‬

‫ وال و ن ا يهب إ ال أن‬،‫مد ال مي ن‬


‫ يا أيا غب‬:‫ ث مو د ل ه أ حصابه‬،‫ائخائؤ ال غتئ ؤ أ مم ه‬

،^ ١^ ‫ ثلثت رأ;قا‬: ‫ ال ئ‬3 ‫ ظ‬،‫لعن ا ثق‬،‫ ل ح‬. ‫ ص خ ذ ئ ب\لل ه‬: ‫س ع م‬°‫ ن موت ا‬،‫ي ح د ع وف‬

‫ ئنث ا أع جبه تهزه‬،‫هبم \ ] أخذه ب م ا ل ع ظ م‬/‫عشية ززاخ ابن ع م عل ى ن جي ب ثة قد [ا‬

‫ ؤ جثلوه وأئعروه وأدخ ل وه‬،‫ انزع وا رنا نة ؤرحل ة‬،‫ يا تا بع‬:3 ‫ مما‬،‫ غنة‬3‫أث ا ح ة ن كاثت ب م ل ز‬

٠٠ ‫م ؛ ص‬

Nâfı’ bildiriyor: îbn Ömer malınclan herhangi bir şey hoşuna gittiği
zaman hemen onu Allah rızası için infak ederdi. Köleleri de onun bu halini
iyi bilirlerdi. Bu nedenle bazen kölelerden bazıları devamlı olarak mescide
namaza giderlerdi, ibn Ömer de kölenin bu güzel durumunu gördüğü
zaman onu azat ederdi. Arkadaşları ona: “Ey Ebû Abdirrahman! Vallahi
bunlar seni kandırıyorlar!” dediklerinde, !bn Ömer: “Her kim bizi Allah
adına kandıracaksa bilin ki biz Allah rızası için böylesi bir kandırılmaya da
hazırız” karşılığını verirdi. Bir defasında akşam vakti, îbn Ömer çok pahalıya
aldığı bir devesinin üzerine binmişti. îbn Ömer devenin yürüyüşünü çok
beğenince hemen onu çöktürüp üzerinden indi. Sonra bana: “Ey Nâfi’!
Bunun yularını ve semerini çıkarın. Temizleyip işaretleyin ve kurban
edilecek develerin arasına katın!” dedi.

‫ ح د ظ‬٤^ ^ ١١ ‫ أب و الثثا س‬1‫ حدت ا‬،‫م د ين جبل ه‬1‫ ] ح د ظ أبو ح‬٢ ٩ ٠ ٨ [ “) ١٠٣٨(

‫ذ غش •امم ه‬ ‫ " بجا ئ ؤ‬:3 ‫ ظ‬،‫ ع ذ ن ا بع‬، ‫م د ال م‬


‫ خدثثا شنا ن تق ه‬، ‫ث خ ث د ئ ا ملحا ح‬

،‫ ح ط عنه ا المبب‬،‫ يا تا ئ‬:3 ‫ ثم ما‬C‫ هأث ا ح ه ا‬،‫ أ خ أ خ‬:3 ‫ هما‬، ‫يغني ابن عنن إذ أعحس ة‬

‫ ئ ز ه د‬:‫ تي‬3 ‫ مما‬، 3 ‫ أؤ ي ث ؤ ؤ زا؛ة منه ا؛> ئح ت ئ ت ال ئ خ‬،‫د ك ت أزى أبه بشيؤ يريده‬
320 Abdullah b. Omer

‫ئ حثل ه ا‬ :‫ قات‬، ‫ أنشدف إثل ق إن شئ ت يغثه ا واف تريت بثنيه ا‬:‫ همل ت‬، ‫ثن ى علته ا م ي نأي ه ا‬

'٠ ‫ زنا أع حبة م ن مال ه قيء ط إ ال قدم ه‬،‫ وجعل ه ا قي ثديي‬، ‫وقل د ه ا‬

Nâfı’ anlatıyor: ibn Ömer, üzerinde yol aldığı devesini beğeninee “Ih ıh!”
diyerek durdurup çöktürdükten sonra: “Ey Nâfı! üzerindeki semeri çek!”
dedi. Yapmak istediği ya da kuşkulandığı bir husus nedeniyle bunu
istediğini sandım ve semerini çıkardım. Ondan dilerse satıp parasıyla başka
bir deve alabileceğimi söylediysem (de kabul etmeyince) çözüp kurbanlık
işareti ile işaretledikten sonra kurbanlık develer arasına onu da kattı, ibn
Ömer, malları arasında çok beğendiği bir şey olduğunda böyle yapardı.

‫ حدت احم ئ د بن إن حا ق‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن حمم د ثن سن ا ن‬٢٩٥/^[ -) ١٠٣٩(

، ‫ش ثن أ ي م ح ال‬1 ‫ ص هم د‬،‫ه أبو محدة ا لخ؛اذ‬ ، ^ ١^ ‫ثا غىن ئ‬


‫طءت‬ ، ٤١^ ١

‫ء‬ ‫ه‬ ‫تئ‬


‫ج‬ ‫ ق‬: 3 ‫ وقا‬، ‫ ي ق إ‬: ‫آ ش و ه ه‬ ‫ ء ذ حم ن ؛ ق ئ ذ‬:‫ؤت‬

‫ حم ق أ لح ف ك فى‬0 ‫ل ه إ‬-‫ ن خئ ؤاأ‬، ‫ ؛لبر ح م تبق وا بث ات جق و ز ه‬١^ ^ ‫ ؤل ذ ؛‬: ‫مولت فى كتابه‬

"٠ ‫م‬ ‫ ضث ي فأن ت م ؛ بؤبؤ‬، ‫ال؛يا‬

Abdullah b. Ebî Osmân der ki: Abdullah b. Ömer, Rümeyse adındaki


cariyesini azat ederken şöyle dedi: “Allah’ın, Kitab’ında şöyle buyurduğunu
işittim: «Sevdiğiniz şeylerden infak etm edik‫ ؟‬e iyiliğe erişemezsiniz.»1
Vallahi ben de dünyada seni çok seviyordum. Git, Allah rızası için hürsün!”

Takrîb 3519
، ‫ خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن أخن ت بن ح م‬، ‫ ه آ \ ] حدثن ا أب و بكر بن مال ك‬/ ‫ [ ا‬-) ١٠٤١(

‫ " أنت 'ى ن ال جمته‬: ‫س عئز‬:‫ عن ا‬،‫ غذ ص‬، ‫تد‬


‫ غذ ر‬،‫ئ ؛ ل أ ش‬ ‫ خد ك‬،‫خد ك أيي‬

" u t ‫ق ي ء ش مال ه إ ال رحت غ منه لل ؤ‬

Nâfı'nin naklettiğine göre, ibn Ömer mallarından, sadece bir bölümü


Allah için harcananı beğenirdi.

Âl-iİmrânSur. 92
‫‪Abdullah b. Ömer‬‬ ‫‪321‬‬

‫(‪[ - ) ١٠٤٢‬ا ‪ /‬م آ \ ] ه ا د ‪ ٠٠ :‬و اك ن ربن اثص د ق في ا مل جل س الوا ج د بث الثين أق ا ‪٠٠‬‬

‫‪(Nâfi'nin) dediğine göre bir oturumda ©tuz bin tasadduk ettiği olurdu.‬‬

‫(‪ ] ٢٩٠/^[ - ) ١٠٤٣‬قات‪ " :‬زأ ئا ة ابن غ ا م مر ش مال ي ن أق ا ‪ ،‬ق ات‪ :‬ثا تا ئ ‪ ،‬إدي‬

‫أ غ ا ف أ ن م ت ي ذ را ه م اب ن غ ا م ‪ ،‬ا ذ ه ب ف أ ن ث لخث ‪'٠‬‬

‫‪Yine dediğine göre ibn Âmir kendisine iki defa otuzar bin verince şöyle‬‬
‫‪dedi: “Ey Nâfı! ibn Âmir'in dirhemlerinin beni Andırmasından korkarım,‬‬
‫”‪git sen hürsün.‬‬

‫نما ئ أؤ في رمصان ‪ ،‬حما د‪:‬‬ ‫إ ال‬ ‫فهزا‬ ‫م‬ ‫يدم ن الث‬ ‫ال‬ ‫(‪ -) ١٠٤٤‬ل ‪ '٠ ] ٢٩٥/١‬وكان‬

‫ب ئ ث ال غ ي ال ثدوئ حمه أ رعهمل "‬


‫ؤ ءأل م‬

‫”‪“Misafirlik veya Ramazan dışında bir ay boyunca et yemediği olurdu.‬‬


‫”‪Diyor ki: “Bir parça etin tadına bakmadan bir ay geçirdiği olurdu.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫ب آ ] حدبن ا ني ت ا ن بن أمح د ‪ ،‬حدثن ا ن خ ئ د بن ال ث ر ي بن مهزان‪،‬‬


‫(‪[ - ) ١٠٤٥‬ا‪/‬م م‬

‫ا ل ح ك م بن ث و ت ى‪ ،‬خدقا ث ض ئ ذ خنزه‪ ،‬ص ود بن يت ا ه ‪ ،‬عن تابع‪ ،‬قادت ل‪] ٢٩٦/١‬‬

‫" إن كا ذ ابن عنن صم م قي الم ج لس النا ج زب ال ي ن أق ا‪ ،‬ق م قش عليه ف ال ن ا لأكل محه‬


‫م ئمل ا ا‬

‫‪: “ibn Ömer bir mecliste otuz bin dağıtırdı. Sonra bir parça et‬لكل ‪Nâfı der‬‬
‫”‪yemeden bir ay geçirdiği olurdu .‬‬

‫(‪ ] ٢٩٦/١ [ -) ١ ٠٤٦‬حدثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثت ا مح د الل ه بن أمح د ثن خي ر‪،‬‬

‫خ ه عس ى بن م ‪ ،‬عن م ننو ن بن ثي ران ‪ ،‬ئ ‪3‬ت‬ ‫ر ‪ ،‬ذ ظ •ىل د ئ ذ ع؛ا ذ ‪،‬‬ ‫حد ش‬

‫برئه ا‬ ‫أن ي ابن ع م ر اقان وعشرون أ ك ديثا ر ي م جل س‪ ،‬ف ل مي م م ح ز‬


‫‪ bildiriyor: “ibn Ömer, bir meclise yanında yirmiki‬؛ ‪Meymûn b. Mihrân‬‬
‫‪dinarla geldi,‬‬ ‫”‪o dinarları da orada dağıtmadan kalkmadı.‬‬ ‫‪١‬‬

‫(‪ - ) ١٠٤٧‬ل ‪ ] ٢٩٦/١‬حدتما أب و حام د بن مجل ه ‪ ،‬حدق ا ممح د بن إ ن خا ق ‪ ،‬خ ا؛ثن ا أبو‬

‫م‪ ،‬خدثثا غ ي ن مه د ازا ج د ‪ ،‬غذ غنز م ث خ م ش ر ي‪ ،‬ص نافع‪ ،‬قات‪ :‬ن ا نا ث‬

‫ب؛‪ ،‬أؤ زاد "‬


‫م‬ ‫ا‪:‬مث غ ن ز خ مم ح ؛ ك‬
‫‪322‬‬ ‫‪Abdullah b. Ömer‬‬

‫‪: “ibn Ömer vefat ettiğinde bin ya da daha fazla köleyi azat‬لكل ‪Nâfı’ der‬‬
‫”‪etmişti.‬‬

‫(‪ “) ١٠ ٤٨‬ل ‪ ] ٢٩٦/١‬خ ا؛ثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬خ ا؛ثن ا عئد ال ر بن أمح د بن ح م ‪،‬‬

‫ح د ب ي أيي‪ ،‬حدثنا ه اشت؛ بن الق ا ب م ‪ ،‬حدثن ا عامص يغني ابن حمم د ‪ ،‬عن أبيه‪ ،‬مالأ‪:‬‬

‫تثنن بن‪ 1‬ف ع عئ زه آ ال ف أؤ أئفث ب ه ار‪ ،‬ق ك ‪ :‬ي أي عئد الث‪-‬خنتي‪ Uİ ،‬ثنتظز أن‬ ‫أعط ي‬

‫و ش نلك ‪ ،‬ئ ؤ غث بؤبؤ ال م مما ر "‬ ‫جنع؟ قا د ‪ " :‬ف ه ال تا ن ي‬

‫‪Âsim b. Muhammed'in babasından naklettiğine göre Nâfı için îbn‬‬


‫‪Ömer'e on bin veya bin dinar teklif edildi. Ona; “Ey Ebû Abdirrahman! Ne‬‬
‫‪bekliyorsun satsana?” dedim. Bana şöyle cevap verdi: “O bundan daha‬‬
‫”‪değerli değil mi? Allah için kendisi hürdür.‬‬

‫(‪ ] ٢٩٦٨ [ “) ١ ٠ ٤٩‬حدق ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثت ا عئد الل ه بن أمح د بن حنث ل‪،‬‬

‫ح د ب ي أيي‪ ،‬حدثن ا وكيغ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ال ث خينة ن زيا د امل ؤص ئ ‪ ،‬ص ن ا فع‪ ،‬قالأ‪ ٠٠ :‬ثا غ اثن‬

‫حصا به ا‬ ‫ه واش ر ط غش أ‬ ‫حم ة‪ ،‬همح د غش ماقه م ئه ا في شب ل الل ه‬


‫ع م أنحبا ل هب مائتيثا‬

‫ه وا ح شت جاوروا به ا وادي اقز ى "‬ ‫ال‬ ‫أن‬

‫‪Nâh’ der ki: “îbn Ömer bir tarlasını ikiyüz deve karşılığında sattı. Bu‬‬
‫‪develerden yüz tanesini Allah yolunda binilmek üzere infak etti. Develeri‬‬
‫”‪alanlara da Vadi’l-Kurâ’yı geçene dek bunları satmamaları şartını koştu.‬‬

‫ثا س أل شؤا ج‪،‬‬


‫(‪ ] ٢ ٩ ٦ ٨ [ “) ١٠٥٠‬حدت ا أمح د س حمم د بن سن‪ 1‬ن‪ ،‬حدتما أبو ا لخ‬

‫حدثن ا ع‪،‬مو بن ززازة‪ ،‬حدثن ا إش م ا عين‪ ،‬عن أث و ب ‪ ،‬عنت افعء ‪ ٠٠‬أن معا وته‪،‬ب ع ت إ ر ابن‬

‫حلأؤل وعنذه منه ا ف ي ء ‪٠٠‬‬


‫ع م رب ا ق أن ب ‪ ،‬هن ا أ حال ا‬

‫‪Nâfı bildiriyor: “Muâviye, îbn Ömer’e yüzbin dirhem göndermişti.‬‬


‫‪Aradan bir yıl geçmeden de îbn Ömer’de dağıtmadık tek bir dirhem‬‬
‫”‪kalmamıştı.‬‬

‫سل بن‬
‫(‪ ") ١٠٠١‬ل ‪ ] ٢٩٦/١‬حدثن ا ا لخنس بن حمم د بن كثت ا ن‪ ،‬خ ا؛ثن ا إن ماع‬

‫إ ش خ ا ق ائق ا ني ي ‪ ،‬حدثت ا ت ق ن ا ن ئ حر ب ‪ ،‬حدثن ا أبو ه ال ل‪ ،‬حدثن ا آو و ب بن ؤايل‬

‫الؤاب ئ ‪ ،‬قالأ‪ " :‬ثم د ن ت ائنزيثق‪ ،‬هأختزني ر ج ل‪ ،‬جان ال بن غنن‪ ،‬أثة أش ابن عنز أربع ة‬
Abdullah b. Omer 323

‫ نحاء‬،‫ من قت ل احل ز وهطيم ة‬0 ‫ وأملا‬،‫ وأربع ة آ ال ف م ن قثل انن ا ن اغز‬،‫آ ال ف من قثل معاويه‬

، ‫ ءأشت م ريته‬،‫ ق د عزفت ال ذ ي ب ا ؤه‬، ‫إ ل الق وي زيد ع ملا لراحلته بدره م ن ي ئ‬

‫ ا عند‬:‫ أ ي ن قد أث ت أ‬: ‫ ئ ك‬،‫ وأ ح ب أنبص دقين ي‬،‫ |دي أريد أن أشأت ك عن فيرغ‬: ‫ئئل ئ‬

‫م ا حر‬ ‫ وأق ا ن ب ن‬،‫م إ ثما ه ا حر‬ ‫ وأر م ه آ ال ف م ن‬،‫أرت ه آ ال ف ئ ق م حمارته‬


‫ال مب ن ج‬

‫ حش‬o lj ‫ ظ‬:‫ ث\ل ت‬،‫ئ ا بدره م نمس ه‬1‫ إل ر رأيته يط ل ب ع‬: ‫ ئ ك‬، ‫ق‬ ‫وهطيم ه؟‬

‫ ي\ م ن ش ز‬: ‫ ق ك‬،‫ ئ أ د ه ب هو ج هه ا ق أ جاء‬،‫ فأ خذ املعليم ه قأملا ها غلى ظهره‬C‫رقه ا‬

‫ هأص ث خ ؛كؤم‬، ‫ح ه غث زة آ ال ف بوهم وض ح‬-‫ل د ي و! ن ع من أثتة الثار‬1‫ظ ثصغعونب‬

" ‫ممل ك وجلته غلق ا بد م مس ة‬

E)^yûb b. Vâil er-Râsibî der ‫لكل‬: Medine’ye geldiğimde îbn Ömer’in bir
komşusu bana şunu ‫ تل»ق س‬îbn Ömer’e Muâviye tarafından dörtbin
dirhem, başka biri tarafından dörtbin dirhem, başka biri tarafından ikibin
dirhem ce bir de kadife kumaş gönderildi. Bir ara îbn Ömer’in çarşıya gelip
.de bineği için bir dirheme ve borca yem almaya çalıştığını gördüm
Kendisine gelen dirhemleri de biliyordum. Bunun üzerine hanımının yanına
”!varıp: “Sana bir şey sormak istiyorum; ancak bana doğruyu söyleyeceksin
,dedikten sonra: “Ebû Abdirrahman’a Muâviye tarafından dörtbin dirhem
başka biri tarafından dört bin dirhem, başka biri tarafından da ikibin dirhem
!ve bir de kadife kumaş gönderilmedi mi?” diye sordum, o da: “Evet
Gönderildi” karşılığını verdi. Ben: “Ancak onu, bineğine bir dirheme ve
hem de borca yem satın almaya çalışırken gördüm” dediğimde ise: “Ama
gelen tüm dirhemleri gecelemeden dağıttı. Kadife kumaşı da sırtına aldı ve
götürüp onu da infak etti” karşılığını verdi. Bunun üzerine çarşı esn a fın a
şöyle seslendim: “Ey tüccarlar! ibn Ömer’e dün tam olarak on bin dirhem
geldiği halde, bugün beneğine bir dirhemlik ve de borca yem satın alıyorken
sizler kazandığınız dünyalıklarla ne yapıyorsunuz?”

‫ حدثن ا نع ن أ‬، ‫ خل؛ثن ا أبو تزيد المهاطيسي‬، ‫ ] ح دق ا ننئ ما ن بن أمح د‬٢ ٩ ٧ ٨ [ - ) ١٠٠٢(

‫ص‬ ، ‫م د ال م ت ن غ ت ز‬
‫ ب ن ه‬Jüj ‫ن غ م ئ ن‬ ‫غ م ثن‬ ‫ص‬ ، ‫خ د قا ا ئ املح ا ه‬ ، ‫ئ خ ثا د‬

: 3 ‫ صا‬، ‫ م ن ك ي ن‬٤^ ، ‫حم \ئث ز ى لث عنمود حمب بدؤه م‬،‫ئثك ى‬،‫ا‬ ‫ر‬ ‫ أن ؛ ن ع‬٠' ،‫د\ؤع‬
A bdullah b. O m er 324

;‫ ئ جا ءة امل مث كي ن‬c‫ نحال ف ن إق ه إنن ا ن ئا ئث زاه ينه بدرهم م م جاء بؤ إل يه‬،‫أغط وه إثا ه‬

^ ١^ ،‫ نحال ف ن إلته إئن ا ن ها ق راه مغه بدرهم ق إ جاء به إليه‬، ‫ ق ادت أ ظ و ه إثام‬،‫ث ت ألأ‬

‫ ثم أ غال فن إلثه إئن ا ن ثاشثزاة منة بدؤهم ئآزاذ أن‬،‫ أع طوه إئا ة‬:‫ مما ل‬،‫مل ث ك م ي ينالث‬
‫ا‬

‫ ولو عمل ابن غنن بذللث العنق ود نا باهه‬،‫يز حع ئمغغ‬

Nâfı’ bildiriyor: ibn Ömer rahatsızlanınca kendisine bir dirheme bir


saikım üzüm alındı. Ancak yoksulun biri gelince, ibn Ömer evdekilere:
“Üzümü ona verin!” dedi. Oradakilerden biri de yoksulun peşinden gidip
üzümü yine bir dirheme ondan satın aldı ve îbn Ömer’e getirdi. Yoksul
adam bir daha gelince, ibn Ömer evdekilere yine: “üzüm ü ona verin!” dedi.
Oradakilerden biri de yoksulun peşinden gidip üzümü bir dirheme satın alıp
geri getirdi. Yoksul kişi bir daha istemek üzere gelince îbn Ömer tekrar:
“Üzümü ona verin!” dedi. Oradakilerden biri, yine peşinden gidip üzümü
bir dirheme ondan satın alıp getirdi. Yoksul kişi bir daha ibn Ömer’in
yanına gelmek istedi; ancak ona izin vermediler, ibn Ömer’in de bundan
haberi olsaydı o üzümü kesinlikle ağzına koymazdı.

، ‫ حدت ا عتد الثؤ شر أ خن ت ب ن حقت ل‬، ‫ء حدق ا أبو بك ر ثن مال ك‬٢٩٧/١ ‫ ل‬- ) ١٠٥٣(

‫ غذ خ ب‬،‫ ^ ^ الأئفي‬١‫ أ ي ة منثبم ئذ مسحي‬،‫ خدظ ثريد بن صرن‬، ‫ح ديي ر‬


‫ شتزيت لت غق وة؛‬1‫ د‬،"‫ " ) ق ش عني ؤئ ؤ مريص‬،‫دن غنن‬°‫ أن ا‬،‫بن عند ال إ حض؛ا ض ز ا؛ع‬

: ‫أل ؛بن ع م‬1‫ مم‬،‫ م عأى ائ؛ا ب هتأت‬1‫ دم‬3 ‫ءة ت اي‬.‫ ه جا‬،‫بدرهم ن ج ئ ت به قوص نتة في يده‬

: 3 ‫ ثا‬،‫ هدمئتق ؛قه‬،‫ ؛ س ض‬،‫ ال‬: 3 ‫ د ا‬،‫ ذقه‬،‫و بئة‬ :‫بت ت‬ ،‫^ في يده‬ ^ ١

‫ اذئتق‬، : ‫ ق ا د ابن ع م‬،‫ قن ا د الث ا يز‬،‫ظش ريته منة بدره م ن ب ئ ت به إلته وئصعثه في يده‬

‫ ئن ا زاد ثث ود الث ا ئ ويأمر بدفع ه‬،‫ ئد هن ة‬،‫ ادئئة إليه‬،‫ ال‬:‫ هالت‬،‫ "كد ينه‬،‫ ذقة‬: ‫ ئ ك‬،‫إليه‬

‫بدوه م‬ ‫ ه اشثزيتة بنة‬،‫ ئ ا سث ح ي‬،‫ ويحلث‬:‫إلته ح ر ئ ك للئ اث ل قي الئالقؤ أو ا وابتة‬

٠٠ ‫ئ ج ئ ت به إلئه ظ" اك ة‬

Nâfi’ bildiriyor: Bir defasında ha5ta olan ibn Ömer’in cam üzüm çekti.
Kendisine bir dirheme bir üzüm saikımı alıp getirdim ve önüne koydum, o
esnada dilencinin biri geldi ve kapıda durup bir şeyler istedi, ibn Ömer:
Abdullah b. Omer 325

“Üzümü adamın eline ver!” deyince, ben: “Bari ondan az bir ye, tadına bak!”
demeye çalıştım; ancak ٠: “Hayır! üzüm ü ona ver!” diye ı$rar etti. Bunun
üzerine üzümü dilenciye verdim. Sonra gidip dilenciden aynı üzümü bir
dirheme geri satın aldım ve ibn Ömer’e getirdim. Ancak aynı dilenci tekrar
tekrar gelmeye başladı, her seferinde de îbn Ömer üzümü ona veriyordu.
Sonunda üçüncü veya dördüncü gelişinde ona: “Yazık sana! Utanmaz
mısın!” diye çıkıştım ve üzümü tekrar bir dirheme satın alıp îbn Ömer’e
getirdim. Bu şekilde üzümü yedi.

‫حدق ا‬ ، ‫ حدثن ا حمم د بن إن حا ق‬،‫ ^ بن عتد الئؤ‬£ ١^ ‫ ] حدثن ا‬٢ ٩ ٧ ٨ [ “) ١٠٥٤(

‫ ص تع ي د بن أيي ي ال ب أن‬،‫ عن خابب بن يزيد‬، ‫ خ ا؛ثن ا ال ق ث بن سع د‬C‫قتثة بن سع ي د‬

‫ ث وا له ق إل‬، ‫ قا ك‬،‫ |ني لأئتهي ح ساب ا‬٠' :‫ مما ل‬،‫مه د الثؤ ى ع م ئزأل ا ل ج ح مه وهو ف ا ك‬

‫ثمأئى‬، ‫ م مبم ة إل يه‬،‫ي ت أبي عبيد هصنعتة‬


‫ فأ خذته امزأتة ص بي ة م‬،‫ي ج دوا ل ه إ ال ح وقا وا ج دا‬

، ‫ قد عن سا‬،‫ ث يحا ن الثؤ‬:‫ مما ل أهل ه‬،‫ خذة‬: ‫ ل ة ابن ع م‬3 ‫ مما‬،‫م ن ك ي ن خ ز وق مم عملته‬

'٠ ‫ إ ذ عتذ الئي ي حثه‬:‫ ممات‬،‫ومعنا زاد ئئهلية‬

Saîd b. Ebî Hilâl bildiriyor: Abdullah b. Ömer, Cuhfe’de konakladığında


biraz rahatsızdı. “Canım balık çekiyor!” deyince oradakiler balık aradılar;
ancak sadece bir tane bulabildiler. Hanımı Safıyye binti Ebî Ubeyd balığı
alıp pişirdi ve îbn Ömer’in önüne koydu, o esnada yoksul biri geldi ve îbn
Ömer’in başında durdu. îbn Ömer de ona: “Balığı al!” dedi. Hanımı:
“Sübhânallah! Balığı bulana kadar bizi uğraştırdın! Balıktan başka da
yiyeceğimiz var, ondan verelim” diye karışınca, ibn Ömer: “Ama Abdullah
balığı seviyor (sevdiği şeyi infak eder)!” dedi.

‫حدق ا‬ ،‫ خ ا؛ثن ا أبو ي حيى الرازي‬،‫ ] حدت ا أ و حمم د بن حثا ن‬٢٩٧^ [ -) ١٠٥٥(

‫ عن أيي بكر بن‬، ‫ ثن ا ق س ن تأيمخءا لحمري‬،‫ حدثن ا بي ضة ى حم ة‬،‫فثاب بن الث ر ي‬

‫ قلق ا ؤضغ بين يديه‬،‫ب ا لث‬


‫ ائث ك ى ابن ع منحما ئث ه ى ح و‬:‫ قات‬، ‫ أن ع م بن تع د‬، ‫ف ص‬
‫ح‬

،‫ فهو أنفغ ل ه م ن غذا‬، ‫ نحطيه دره ما‬: ‫ قا ن ي امزأثة‬،‫ أ وئ ه اخ ل و ث‬:‫ ء مالأ‬،‫جاء ن ابت‬

" ‫ ش هن ي ظ رين‬:>3‫ مما‬،‫؛؛■ض أن ث شه و ئ بغث‬.{


326 Abdullah ‫ء‬. Ömer

Ömer b. Sa'd der ki: ibn Ömer’in cam balık istemiş bunu da dile
getirmişti. Hazırlanıp önüne konduğu sırada bir dilenci geldi, ibn Ömer
“Balığı ona verin” deyince karısı “Bir dirhem verseydik, kendisi için daha
faydalı olur. Sen de ‫ لل ااال آل ه‬isteğini yerine getirmiş olursun?” dedi, ibn
Ömer “Ben canımın istediğini istemiyorum” dedi.

‫حدثن ا أب و‬ ،‫نن ص بن أيي معشر‬


‫ حدثن ا ا م‬، ‫ ] حدثت ا حمم د بن عل ي‬٢ ٩٨/ ١‫ و‬- ) ١٠٥٦(

، ‫ثا‬
‫ اشتهى ابن ع مر ح و‬:‫ قات‬،‫ عن د اؤع‬،‫ حدثن ا آيوث‬،‫ حدثن ا حاتم بن زرذاذ‬،‫حل ط ا ب‬
‫ا‬

‫به ا "ك ما ه ئ نا‬ ‫ هأمز‬، ‫بأ أل‬


‫ نحاء ت أ ي د م‬،‫ج ن ثديه‬
‫ئا شتريت ل همس ك ه هشويت هوضع ت ب‬

" ‫ هأبى‬، ‫ن ه ا‬
‫ بثط يه حلت؛ م ن م‬:‫ ل وا‬1‫مم‬ ‫ ه ا‬1‫ا م‬5‫دا‬

Nâfı der ki: ibn Ömer'in canı balık istemişti. Ona bir balık satın aldım.
Pişirilip önüne kondu. Bir dilenci geldi, ibn Ömer, hiç dokunup tadına
bakmadan olduğu gibi verilmesini emretti. Ona “Dilenciye balığın
fiyatından fazla verelim” dediler, kabul etmedi.

‫حدبن ا‬ ،‫ حدق ا حمم د بن إث حا ق‬،‫ ؟آ ] حدق ا إبراهيم بن عئد الثؤ‬، ‫ خ‬/ ‫ )" ل ا‬١٠٥٧(

،‫ حدق ا مت م ون بن مهزان‬،‫ خ ا؛ثغ ا جتف ر س يزقا ن‬،‫ حدثنا ميز ى هث ا م‬،‫ق ي ه بن تع ي د‬

،‫س غ به‬
‫ت‬‫ ئن ا أح‬:‫ أن ا مل طم ي ن بهذا المس خ؟ ثثال ئ‬: ‫ ه م د نف ا‬،‫أن امزأه ابن ع من عوس ت فيه‬

‫م 'كانوا ي بمون‬ ‫ا خل ا‬ ‫طق إ ر ي من‬ ‫و‬ ، ‫ ؛ل ة ش ئا إ ال ذ ظ ش س آ ه‬1‫ال حم‬


‫ قم جاء إ ر‬، ‫ت ب ن وا بط ريقه‬
‫ي ال ج‬ ‫ وهال ت‬، ٣ ^ ٠^ ‫بطريقه إذا حرخ ص ا لخن ج د‬

‫ ؤقا ثئ'م |ن‬4‫لثه م بءنعا م‬1 ‫ زكث ب ؛ئ اتة أ ز ط ئ‬،‫ت> ؤإ؟ى ئ ال(تم‬
‫ أزبيلو؛ \ل ئالل‬:،3‫ ئن ا‬،‫من ته‬

" ‫يف ؛ ص‬- ‫بم ة‬ ‫ ف م‬، # ١‫ أمم ئ ى‬١‫ " أ ز م أن ؛‬: ‫بق غتت‬°‫ ا‬3 ‫ ثق ا‬،‫نغ م حمم تآتوة‬

Meymûn b. Mihrân bildiriyor: ibn Ömer’in hanımına, ibn Ömer’e


davranışlarından dolayı: “Bu ihtiyara neden hoşgörülü davranmıyorsun?”
şeklinde sitem edilince şöyle karşılık verdi: “Ona ne yapabilirim ki?
Kendisine ne zaman bir yemek yapsam mutlaka o yemeği yiyecek birilerini
davet ediyor. Bir defasında ibn Ömer’in mescit çıkışında, devamlı olarak
yolunda oturup kendisini bekleyen yoksul kişileri çağırıp onlara yemek
verdim ve: «Yolunda oturmayın!» diye de tembihledim, ibn Ömer eve
geldiği zaman: «Filana yemek gönderin, filana da yemek gönderin» demeye
Abdullah b. Omer 327

başladı. Oysa ben onlara önceden yemek göndermiş ve: «ibn Ömer sizi
çağırdığı zaman gelmeyin» demiştim. Bunun duyan îbn Ömer de: «Siz bu
gece yemek yemememi istiyorsunuz herbaide!» dedi ve ٠ gece yemek
yemedi.”

‫حدت ا‬ ،‫ خ ا؛ثن ا حمم د بن إشثا ئ‬،‫ ء ح دق ا أبو حام د بن جبل ه‬٢ ٩٨/١ ‫ ل‬- ) ١٠٥٨(

‫ع م ر ال‬ ‫ت كا ن عب د؛لثب بن‬3 ‫ ئ‬، ‫ عن حمم د بن م س‬،‫ حدثت ا أث و تغف ر‬،‫ فار‬:‫حمم ذ بن‬

‫ ةكا(ث‬،‫مسر‬
[‫ مم تثن ت ل ه ام زأئث فتئأ م ن ا‬، ‫يأ مر إ ال ئ غ ال ن ت ا كي ن خ ز أحص دل نقبجعت م ه‬

‫ظاا‬ ‫إ دا م‬

Muhammed b. Kays bildiriyor: Abdullah b. Ömer, yemeğini mutlaka


yoksullarla birlikte yerdi. Bundan dolayıdır ki bedeni zarar görmüştü.
Hanımı kendisine hurmadan içecek bir şeyler yapmıştı. Abdullah yemek
yiyeceği zaman hanımı ona bundan içirirdi.

‫ حدثن ا عتد‬، ‫ خ ا؛ثن ا إ ت خا ق بن إزا منز‬، ‫ ا حدثن ا ئلث مان بن أمح د‬٢ ٩٨/ ١‫ ل‬-) ١٠٥٩(

، ‫' ؤ أ ة ش ائ ا‬٠ :‫ قات‬،‫ ص خن زة تن ع د ال م ئن غتز‬،‫ عن الزهري‬، ‫ عذ ن م‬،‫اووي‬

‫ ئ د ح د عقه اثن مط ي ع‬، ‫كي ؤا كا ذ عند عبد ال ر بن عمن ن ا ق ب غ منه يغذ أن ي ج ذ ل هآ ك ال‬

‫ فتصتجى ق‬،‫ أ ال ئم يه لعل ه أن تزئد إ؟قي مجث م ة‬: ‫ ممات ل صم ه‬،‫قث وذه ثناه ئ دث ح د ح تم ة‬

‫ ؛ ال ئ ع ا هم‬،‫ب ي؛‬
‫ ز ال ت ذ م‬،‫ي ة ال يد غ أ ظ ص أئبؤ‬
‫ ز ج‬، ‫ ره ق ن ث و ز ك‬: ‫ث ء ؟ ق ك‬

‫ ] قي اق خذ ث‬٢ ٩ ٩ ٨ [ ،‫ ثا أبأ عتد الرمح ن‬:‫ مما ل ابن معل يع‬، ‫حم كمل ة أن ث في ذل ك‬،‫علته‬

،‫يف ا شبم ه نا ج ذ؛‬


‫ إثة لخآتي عأي قت ا ي س نين ن ا أحمع ف‬:‫ ممات‬،‫طعاما مز جغ إلثلث جنملق‬

‫إ ال‬ ‫ ثتى م ن ع ز ي‬٢ ‫ ري د أ ذ أش ج ج ئ‬0‫ ء ا ال‬،‫يف ا إ ال شبم ه وا ح ده‬


‫ ال أ ش ع ف‬: ‫أؤ ه ات‬

‫ عن أبيهث ح وة‬،‫ ع مر بن محره‬،,‫ رواء‬،" ‫ي مء مجا ر‬

Hamza b. Abdillah b. Ömer der ki: Abdullah b. Ömer’in yanında çok


yemek bulunduğu zaman, onunla yiyecek olan kimseler bulur ve kendisi bu
yemekten doyasıya yemezdi. Hastalandığında ibn Mutî onu ziyaret etti ve
zayıflamış olduğunu görüp Safiyye’ye: “Ona iyi bakmıyor musun? Ona
yemek yapsanız, belki sıhhatine kavuşur” deyince, Safiyye: “Yemek
yapıyoruz, ama ailesinden ve yanında bulunanlardan herkesi yemeğe
328 Abdullah b. Omer

çağırıyor (ve kendisine yemek kalmıyor) kendisiyle sen konuş” karşılığını


verdi. îbn Mutî: “Ey Ebû Abdirrahmân! Yemek yesen eski sıhhatine
kavuşursun” deyince ibn Ömer: “Sekiz yıldır bir defa bile doyasıya yemedim
-veya sadece bir defa doyasıya yedim- şimdi ömrümden bir merkebin
susuzluğunu gidereceği kadar ömrüm kalmışken doyasıya yememi mi
istiyorsun” karşılığını verdi.

،‫ حدق ا مه د الل ه بن أمح د بن حق ل‬، ‫ ] حدثت ا أب و يكر بن مال ك‬٢٩٩٨ [ - ) ١ ٠٦٠(

‫ عن عمن بن محره بن‬، ‫ حدثن ا عامص بن حمم د‬، ‫ شز بن ائث امي م‬1‫ خ ا؛ثن ا ه‬،‫ح دبن ي أيي‬

‫ه س ع من يؤم‬1‫ص ال‬ ‫ أ ن ي ي ظ ئ ك‬: 3 ‫ هث ا‬،‫ ك ط ن غ أيي قئث زي ت‬: 3 ‫ ئا‬،^ ١ ‫عئد‬

،‫ وغز يخف‬، ١^ ^ ^ ‫ثت‬


‫ رم‬،‫خنن‬-‫ ي ي •عتد الث‬: ‫ ئ ك‬: 3 ‫ ثا‬، ،_‫أ ظ ث ئ كثئ ة ب اث حزذ‬

٩ ‫وا لنف ق ظ‬1‫ ئنؤ أم ن ت أغث ك أن يءجع‬،‫ مح ك ؤ ال شزئك‬0‫وك ال ين روئ‬1‫وجلث‬

،‫ ز ال يشر عن زة تن ه‬،‫ والل ه ن ا فبع ت تئ ذ إ ح د ى عشزهس ئه‬،‫ ويحلث‬:‫ قات‬C‫و ج ع ت إليه م‬

‫ دكتفث ي نإثن ا بمئ م ني‬،‫ ز ال سه نا ج ذ؛‬،‫ ز ال أربع عشزه مننه‬،‫ز ال ث ال ث عشزه شنه‬

"‫كه ز ؤ اجلن ا ي‬

Ömer b. Hamza b. Abdillah bildiriyor: Babamla otururken bir adam


gelip: “C urufta Abdullah b. Ömer ile konuşurken ona ne dediğini söyle”
dedi. Ben şöyle dediğimi söyledim: “Ey Ebû Abdirrahmân‫ ؛‬Vücudun
zayıfladı ve yaşın ilerledi. Seninle beraber olanlar da senin onlar üzerindeki
‫ ا د ا ا‬ve mevkiini takdir etmiyorlar; ailene söyleyen de yanlarına dönünce
besleneceğin bir şeyler hazırlasalar” dedim . ‫ط‬ Ömer bana şu karşılığı verdi:
“Yazıklar olsun sana! Vallahi ne on bir yıldır, on iki, on üç ve de ondört
yıldır bir defa olsun doyasıya yemedim. Şimdi ömrümden bir merkebin
susuzluğunu gidereceği kadar bir zaman kalmışken nasıl karnımı
doyurayım.”

‫حدثن ا‬ ‫حل‬
،‫ حدثت ا ث خ ث د مىثصر ا ل صا يغ‬، ‫ ] حدت ا نلبما ن ئ ذ أ ن ذ‬٢ ٩ ٩ ٨ [ ") ١٠٦١(

‫ عن ابن‬،‫ عن ن افع‬،‫ عن حم د الل ه بن عمر‬، ‫ حدثن ا هم د العزيز بن حمم د‬،‫ ^ بن محره‬١^[


" ‫ " ظ ش ب ئ ط أ ط ث‬: ‫غنزقا ت‬

İbn Ömer der ki: “Müslüman olduğumdan beri doymadım.”


Abdullah b. Omer 329

‫ حدث ا عئد الثؤ بن أمح د ثن‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جعفر بنمح دا ن‬٢٩٩/ ‫ )" ال‬١٠٦٢(

‫ عن أبى بك ر ئن‬،‫ حدثنا ا لع الء بن خالي ا مل حا شمخ‬، ‫ خ ا؛ثغ ا الل ن ث بن حال د اكئ خئ‬، ‫حئت ل‬

" ‫ "ك ان ال يأكئ طعاما إ ال وعلى خزانه ت م‬،‫ أبة عتد الل ه بن عنن‬،‫حف ص‬

Ebû Hafs der ‫لظ‬: “Abdullah b. Ömer, sofrasında bir yetim olmadıktan
sonra asla yemek yemezdi.”

‫ حدثن ا أ خت ن بن ي حتى‬، ‫اأ ] حدثت ا م ح ث ذ بن عيي بن مح م‬،‫ ا‬،‫ ا‬/ ‫ تا‬-) ١٠٦٣(
‫ و حدثن ا أث و بكر‬،‫ عن ا لخض‬،‫حدثن ا الث ر ي سث حتى‬- ، ‫قون سئ‬ ‫ حدثن ا أ ح ن ذ ن‬،‫الحلواني‬

،‫ عن منصور‬، ‫ حدثت ا ئشيب‬،‫ ح دب ي أيي‬، ‫ حدق ا عتد الل ه بن أمح د بن جل م‬، ‫بن مال ك‬

،‫ ض ائ خ ش‬، ‫ ئئ؛ان ن ال خ ث ن‬، ‫ أخبزتا‬،‫ أ خ ن د و حدثن ا يزيد بن ف ازون‬3 ‫ ظ‬، ‫ض ا نم ث ن‬

‫يؤم‬ ‫ فتثا ؛ى‬، ^ ^ ١ ‫ ”ى ن إ؛نا ثث د ى أؤ ثع ث ى ذ ظ م ن حؤ؟ة ص‬٠٠ ،‫أ ن؛ب ن عنز‬

‫تد‬
‫ نجاء ا لسم وم‬،‫ وك ا ن ت ثق ن ؤقث ة حم ال ة تشربه ابع د غذائه‬، ‫ق م ي ج ده‬ ‫يتي م‬ ‫قأ رت ز إ ر‬

" ‫ وه ا دت خذف ا ئن ا أزاف غبنت‬،‫ فن ازلف ا إئا ة‬C‫حمزغ وا م ن الع داء ن ن د ه الق ويم ة لتشربه ا‬

Haşan bildiriyor: ibn Ömer, öğle veya akşam yemeği yiyeceği zaman
çevresinde bulunan yetimleri çağırır ve onlarla birlikte yerdi. Bir defasında
öğle yemeğini yemek istedi ve bir yetime gelmesi için haber saldı. Ancak
yetimi evde bulamadılar, ibn Ömer’in öğle yemeği sonrasında içtiği tatlı
ezmeden bir içeceği vardı. Haber gönderdiği yetim de ancak öğle yemeği
bittikten sonra gelebildi. Geldiğinde şerbet ibn Ömer’in elindeydi. Bunun
üzerine bu şerbeti yetime verdi ve: “Bunu al! Yine zararda sayılmazsın!” dedi,

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا ث حثى بن حكي م‬،‫ ] م ز ت ص ش اب م بن ع صا م‬٢٩٩٨ [ -) ١٠٦٤(


‫ئ ال خ ز‬1‫ت ”ى ن ؛س غ م ال تزد ت‬3 ‫ ه ا‬،‫ ش م ع ت أهإ ح بن ’كثير‬:،3‫حما‬، ‫ع م بن أبي خ ي ث أ‬

٠٠ ‫ صابع ه ؟تمطن دى‬1 ‫ ؤ|ن‬،‫مل_ءح ذوم ت أ ك د مع ه فيحصته‬


‫ ا‬0‫إ‬

Eflah b. Kesîr der ki: “ibn Ömer, kendisinden bir şeyler isteyen hiç
kimseyi geri çevirmezdi. Hatta bazen cüzamlı olan biriyle aym tabaktan
yemek yerdi ve bu esnada cüzamlı olanın parmaklarından kan da damlardı.”
330 Abdullah b. Omer

‫ حدثن ا أ خ ن ذ‬،‫ ^ بن حم م د بن ألحس ت ن‬£ ١^ ‫ حدثت ا‬، ‫ني‬1 ‫ م م“ا ] حدثن ا‬/ ‫ )“ ل ا‬١٠٦٥(

‫ غذ حم د ال م‬،‫ غذ حمي الثؤ بن ان حمؤ‬،‫ أ حمثي ابن ميع ة‬، ‫ ح د ك ابن وه ب‬،‫بن تع يد‬
" ‫ ق ادت‬،‫حم د م من ا لخناق ه جاءه يسمل علته‬،‫ وكا ن م ؤ ر لع ب د الل ه بن ع من‬4‫بن عد ي‬

‫ قيق و‬:‫ زنا جزارس؟ قات‬:‫ قات‬،‫ خزارس‬:‫ زنا مي؟ قاد‬:‫أئدتث إقلق هدئ؟ قات‬
'٠ ‫حمت ج بؤ‬
‫ نت ا أ‬،‫ نن ا م لأت بمل ي طعاما م ن ذ أوبص ن تن ه‬:‫ ه مالأ‬،‫الطعا م‬

Abdullah b. Ömer’in azatlısı Ubeydullah b. Adiy Irak’tan gelip îbn


Ömer’in yanına giderek hatırını sordu ve: “Sana hediye getirdim” dedi. îbn
Ömer: “Ne getirdin?” diye sorunca, “Cevâriş” karşılığını verdi. îbn Ömer:
“Cevâriş nedir?” deyince ise: “Yemeğin hazmedilmesine yarar” cevabını
verdi. Bunun üzerine îbn Ömer: “Ben kırk yıldır karnımı yemekle
doldurmuş değilim. Bunu ne yapayım?” dedi.

‫مح د‬
‫ ^ بن أ‬١ ‫م د‬
‫حد ظ ه‬ ، ‫ح د ظ أ خ ن ذ بن جعف ر ث ن‬ ‫ ا‬٣٠٠/ ١‫)" ل‬١٠٦٦(

‫ ال بن‬3 ‫ ظ‬،‫ أ ة بم د‬،‫ ض؛ ي سرين‬،‫أي زئآ سور‬ ‫ه‬ ، ‫ خ د ش ر‬،‫بن خص‬

،‫ قاد؛ ضء” إذا ظ ق ال غاز‬٧ ^ ١ ‫ نأ ي ئ ئء‬: ‫ ائ د‬،‫ " أ ب ت ل ئ ك ج زا رم‬: ‫ف ن‬

‫ ؤظ‬، ‫ءلمن ا م م ن ذ أربع ه أ غ د‬3‫ ظ ف ب ن ت م ن ا‬: ‫ ؛نخ ع م‬3 ‫ ه ا‬:‫ات‬3 ، ‫ئأضيث منه ت ه د ظ ك‬

٠' ‫ح ذا ء وثكني عهد ت هزئ يئتعون نؤة وي ج وع ون م ء‬-‫ذ ك أن ال أكون قئ ؤا‬

İbn Sîrîn'in naklettiğine göre bir adam ibn Ömer'e “Sana cevariş
yapayım mı?” dedi. îbn Ömer “Cevariş dediğin nasıl bir şey?” diye karşılık
verince adam “Canın yemek istediğinde ondan yersin, senin için
hazmettirici olur” dedi. îbn Ömer şöyle cevap verdi: “Dört aydan beri
yemeğe doymuş değilim. Dediğin şeyi daha önce görmedim. Ama bir acıkıp
bir doyan insanlarla karşılaştım.”

، ‫ حدثن ا عتد الل ه بن أمح د بن ح ق ل‬، ‫ م م م ] حدثنا أبو بك ر بن ت ابل ه‬/ ‫ ت ا‬- ) ١٠٦٧(

‫' أثق‬٠‫ ع ن ش غ م ز‬،‫ عن ال؛ع‬،‫يع ي ي؛ب ن مغ و ل‬ ‫حد ى‬ ‫ خ ا؛ثن ا أب و‬،‫ح دبت ي أيي‬

^ ^ ١‫ يم ر ئ‬4‫ ال‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ يمرينثم‬4‫ت إل‬3 ‫ ظتص ئ غ بهذ>ا؟ ء ا‬:3 ‫ ئ‬،‫ ائء؛ن‬:‫ت ته‬3‫أ ي بشيء يما‬

‫ت ا أحم ؛ إ ال المئ ب ه أ وال ت ي ي 'ا‬


Abdullah b. Omer 331

Nâfı'nin naklettiğine §öre ibn Ömer'e “kiber” denilen bir yemek


getirdiler. “Bununla ne yapacağız?” dediğinde “Seni rahatlatır” dediler. îbn
Ömer: “Bir veya iki ay geçiyor, ancak bir veya iki defa karnım doyuyor”
dedi.

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدق ا ن خ ث د بن إن حا ق‬،‫م د الثؤ‬


‫ ] حدثت ا إبزا منن بن ه‬٣٠ ‫ م‬/ ‫ )“ ل ا‬١٠٦٨(

،‫ حدثن ا تين ون بن مهزان‬،‫حمان‬


‫ حدث ا جع فر ئن م‬،‫ حدق ا ك نجز بن هث ا م‬،‫قي ئ بن تع ي د‬

C‫ ه جاء راعيه ا‬، ‫ ^ ^ ^ ع ر إبل لع ت د الل ه بن عنز ئاتثاوئف ا‬١ ‫ج د ة‬ ‫قادت ذ ر أ حصا ث‬

‫م به ا أ حصا ب نح د ه‬ : ‫ زن ا نف ا ؟ ثما د‬: 3 ‫ دأ‬،‫ ا حتس ب ا إلبل‬،‫ ثا يا عثد ال ؤمح ن‬:‫ممات‬

‫ ول ك ز‬، ‫ن تجا‬ ‫بى‬ ‫ قت كا زا حموا‬: ‫ ه ت أثي را ا إل ل ووكوك؟ قا د‬:‫ قات‬، ‫هذهثوا ه‬

:3 ‫\{أثمله م ؟ ئا‬ ‫أحب‬ ‫ أئث‬:3 ‫ت ظ خ ش ن ع ر أن برحمه م وحس ي؟ قا‬،3‫ ظ‬، ‫؛قل ئ ب م‬


،‫يئا‬
‫كنك ت‬ ‫ور‬ :‫ات‬1،‫يخ إ؛ةلق مب؟قاد;نظنلن‬
‫يل ال إ'لن؛ال ئز الم أ‬
،‫ل‬
‫آه ا‬
\_‫ ه اب امث مه‬1‫ ا[ئ لأتؤ شم‬١^^^ ‫ فن تنف في‬:3 ‫ هق ا‬، ‫ ثم أد امء ؛ ج‬، ‫سءم ك ث ظ م ك ت‬،‫ثأعثم ه‬

‫ جل سثء وءئمغ‬،‫^ وضع ة ن ز منكبيه ؤى؛‬ ،^ ١^ ‫أيثي‬ ‫ هو د؛ ض؛ ي الئ وؤ؛أ‬U


'٠ ‫ ي أطل ته ا ؟‬، ‫ ثقن ك ث ا ح ث ت ق ه ا‬: ‫ بئأ ئ د‬، ^ ١^

Meymûn b. Mihrân der ki: Necde el-Harûrî'nin arkadaşları, Abdullah b.


Ömer'e ait develeri sürüp götürdüler. Develerin çobanı gelip “Ey Ebû
Abdirrahman'. Develeri sadaka say” dedi, ibn Ömer “Niye, onlara ne oldu?”
deyince çoban “Necde'nin adamları alıp götürdüler” dedi. “Nasıl oluyor da
develeri götürüp seni bırakıyorlar?” diye sorunca çoban “Beni de
^türüyorlardı, ama onlardan kaçıp kurtuldum” dedi. îbn Ömer “Neden
onları bırakıp bana geldin?” diye sorunca, çoban “Benim için sen onlardan
değerlisin” dedi, ibn Ömer “Allah için onlardan daha değerli miyim?”
deyince ona yemin etti, ibn Ömer “Seni develerle birlikte bağışlıyorum”
dedi ve çobanı azad etti.
Bir zaman sonra biri geldi, devesinin adını söyleyerek “Falan deveni ister
misin? İşte orada çarşıda satılmakta” dedi, ibn Ömer “Bana abamı göster”
dedi. Abasını omuzlarına attıktan sonra, yerine oturdu. Abasını çıkarıp şöyle
dedi: “Ben onu bağışlamıştım, neden sahipleniyorum ‫”? ظ‬
332 Abdullah b. Omer

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا ن خ ئ د س إش ح ا ق‬، ‫ ] حدثن ا إئزا م أ بن عتد الثؤ‬٣ ٠ ١ ٨ [ ") ١٠٦٩(

،‫ خ ا؛ثن ا مي م ون بن مهزان‬، ‫ حدثن ا جعف ر بن يزقا ن‬،‫ حدثت ا كي ن ن بث ا ؛‬،‫قس ه ن تع يد‬

‫ ئنث ا ح ج أأؤل ال ث ي م أثا ه ال ن كا ئ ي‬، ‫ ودمح ه ا عثه تجوئ ا‬،‫أن ابن ع م " * اك ب ع ال ما ثق‬

‫ش ا خ‬/‫ أق ج ئ ث ي يا‬:‫ ا;تن غن ن‬3 ‫ د ا‬، ‫ ث ئ أ غ ت د ز أ ت أ د‬: 3 ‫ط ؟ ظ‬ ‫ م ذ أت ن حم ث‬: ‫ ئ ث أ ه‬،‫به‬

" ‫ نثلث ما حشت به‬،‫معنيه ا ؟ أن ث حرل ز ج ه الل ه‬


‫ال نا س ي د أن ئ‬

Meymûn b. Mihrân bildiriyor: îbn Ömer bir kölesiyle mukâtebe yaptı ve


ödemeyi taksitlere böldü, ilk taksitin ödeme zamanı gelince köle bu meblağı
getirip İbn Ömer’e vermek istedi, ibn Ömer: “Bunu nasıl kazandın?” diye
sorunca, köle: “Hem çalıştım, hem de dilendim” karşılığını verdi. Bunun
üzerine ibn Ömer: “insanların kirlerini getirip de bana yedirmek mi
istiyorsun! Allah rızası için özgürsün, getirdiğin bu para da senin olsun!”
dedi.

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدتما ن خ ئ د بن إ ت خ ا ق‬، ‫ ا م م ] حدق ا إ صيم بن عتد الل ه‬/ ‫ [ ا‬-) ١٠٧٠

‫ " أن زي ال م ن ثني ■عتد الله بن‬،‫ حدثن ا مت م ون‬،‫ خ ا؛ثت ا جنفئ‬،‫ حدق ا كيئ‬،‫قتيبه شر تع يد‬

‫ بكرة‬، ‫ ا ئ ع إزازلئ م اكثس ة‬:‫ ق ات ثق‬،‫ قد بمحرك إزاري‬:‫ وقات‬،^ ١^ ‫ا'نثك ت ا ة‬ ‫ع من‬

‫ اش الل ه ال و ق و و م ن ال ئؤم ال ذي ن‬،‫ زئحلث‬:‫ أ ممال لت •عتد الثؤ بن عمن‬،‫حم ش دللث‬

" ‫ي جعلون ما ررئه م ال ق م ا ر قي ب ن ي م وعش ظ ه ورث م‬


Meymûn b. Mihrân bildiriyor: Abdullah b. Ömer’in çocuklarından biri:
“Giydiğim izar eskidi!” diyerek kendisinden bir izar istedi. Abdullah ona:
“Eskiyen izarını kes ve onu tekrar giy!” dedi. Ancak çocuk bundan pek de
hoşlanmayınca Abdullah b. Ömer ona: “Yazık sana! Allah’tan kork! Allah’ın
kendilerine verdiği rızkı yiyecek ve giyecek için harcayan kimselerden biri
olma!” dedi.

‫حدثت ا‬ ، ‫إ ت خا ق‬ ‫بن‬ ‫ حدثن ا نمح د‬، ‫بل ه‬


‫ ا م م ] حدثن ا أبو خا ب ز بن ج‬/ ‫ )" [ ا‬١٠٧١(

‫ عن ميمون بن‬،‫ عن ر جاء بن أيي سمل ه‬،‫ ص مصزه‬،‫ا لخشن بن عبد العزيز ا حم زي ؤ‬
'٠‫ش ا ي ف ذا‬ ‫بن ى‬
‫م‬ ‫ما‬ ‫ ع ه‬۵٤٠ ‫ ئت ا‬،‫ " ذ غ ك ت ر د ائن غ ز‬:3 ‫ ئا‬،‫مهزان‬
Abdullah b. Omer 333

Meymûn b. Mihrân der ki: “ibn Ömer’in evine girdim de, içinde
olanların hepsi satılacak olsa benim şu giydiğim kaftanımı bile almaya
yetmezdi.”

،‫ خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن أ خن ت بن ح م‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر بن تالل ه‬٣٠١/^[ - ) ١٠٧٢(

‫ " ن ا نأي ت‬: ‫ قال ت‬،‫ ص عائشة‬،‫ عن أبيه‬،‫ خ ا؛ثن ا يوئف ئ بن الن ا جش ون‬،‫خ ا؛ثن ا أبو معمر‬

" ‫ ش ئ ن حم‬1‫ ^ ^ ش هم د‬١ ‫ في‬١^ ‫ه حمق‬ ‫أ ط أ ش هباةء مم ب ؛ ي‬

Hz. Âişe der ki: “Resûlullah'ın (sallallahu ‫ الاااثا)لإ‬veseiİBm) Nimâr'da defnedilen


ashabı arasında, kendisine Abdullah b. Ömer’den daba fazla benzeyenini
görmedim .”

، ‫ حدق ا عئد الل ه شر أ خ ن ذ بن حسل‬، ‫ ] ح دحما أبو بكر بن مال ك‬٣ ٠١/ ١‫ )“ ل‬١٠٧٣(

‫دن‬°‫ت ح دب ت أن ا‬،3‫ حما‬،‫بن أن ي‬ ‫ ش م ع ت‬.’3u ‫حدث؛ا مو ت ى بن‬- ،‫ح دبتي أ ي‬

: ‫ ها د‬،‫ اذه ب بهلعاملث إ ز ابن ع ز‬:‫ مما ل ابن غ ا م بن "كرمحلثازه‬، ‫ع م نزد اجلمح ه‬

‫ ق ات ابن‬،‫ ب م جاءباءخرى زأزاذ أن ثزمخغ ا لأوأى‬، ‫ ضغه ا‬:‫ ق ات ابن غنن‬، ‫نجاءب حصم ة‬

0‫ه جاء‬ ‫ ن‬153 : 3 ‫ د ا‬،‫ ص ب غحم ي هذه‬، 1‫ ذعه‬: 3 ‫حم ا‬ ‫ أريد أن‬: 3 ‫ ظ لنف؟حما‬:‫غنن‬

‫ ث ذا‬:‫ ق ات‬، ‫ ] اثن غ ا م‬٣٠ ‫ أ‬/ ‫ ءذه ب الع بد إ ر ل ا‬: ‫ قا د‬،‫ب ص حم ة صبه ا غش ا لأخرى‬
" ‫ ف ذا ا ئ ع م‬، ‫ظ ك‬ ‫ ف ذا‬: ‫ ق ات ل ه اتق غا م‬، ^ ١^ ! ‫خا ف‬

Mâlik b. Enes der ‫نظ‬: Bana anlatıldığına göre ibn Ömer, Cuhfe'ye misafir
.olmuştu. İbn Âmir b. Keriz ekmekçisine “Yemeğini îbn Ömer'e götür” dedi
Ekmekçi tepsiyle gelince ibn Ömer “Onu yere bırak” dedi. Sonra ikinci
.tepsiyi getirip birinciyi almak isteyince ibn Ömer “Ne yapıyorsun?” dedi
Ekmekçi “Bunu kaldırmak istiyordum” deyince “Kalsın, getirdiğini üzerine
.koy” dedi. Ondan sonra getirdiği her tepsiyi yerdeki tepsiye boşalttı
Hizmetçi ibn Âmir'e g‫؛‬dip “Bu kaba bir bedevi” deyince, ibn Âmir ona “Bu
senin efendin, bu Ömer'in oğludur” dedi,

4‫ حدثن ا مه د الله بن أمح د بن حئثل‬، ‫ ] حدثن ا أبو ب م س مال ك‬٣ ٠ ٢ ٨ [ ") ١٠٧٤(

:‫ قات‬،‫ عن أيي جعف ر الق اري‬، ‫ر‬ ‫ حدثن ا ماللف بن‬،‫ حدت ا مو ت ى بن ذاؤذ‬،‫أيي‬ ‫ح دمح ي‬
334 Abdullah b. Omer

‫المح ئ ش‬ ‫و‬ ‫ ئ' كا ن الث"بد قأ‬،‫أ" كابز ووده يدئل وذ قأ ك لون‬ :‫ ظد‬،‫تأكأ ون مع ه‬

:٢٠^ ١ ‫ د‬1‫ مق‬،‫ع من‬ ‫؛ئ ئ‬ ‫ه‬1‫ةدع‬ ‫ء اع ال م أئزئ‬1‫و ج‬ ‫بى]خا‬ ‫ فغزل ف ي خ ق أ‬،،^ ^ ٧

" ‫ ه زأي ت ؛ئ ذ ع م نت ن ح ى خقى أئرهة إ؟ى ص دره‬، ١^ ١^ ‫ هد‬، 1‫أ ج ذ مؤضع‬ ‫|بي ال‬

Ebû Cafer el-Kârî anlatıyor: Efendim bana: “ibn Ö m er’le birlikte git ve
onun hizmetlerini gör” dedi, ibn Ömer konakladığı her subaşında su
sahiplerini çağırır ve onunla beraber yemek yerlerdi. Oğullarından büyük
olanlar da içeri giriyor, b a b a lık ta n her biri kişi ancak iki veya üç lokma
yiyebiliyordu. En $٠٨ Cuhfe’de konakladığımızda çıplak ve zenci bir köle
geldi. İbn Ömer onu da yemeğe davet etti. Zenci köle geldi ve: “Oturmaya
yer yok! Biraz sıkışın!” dedi. Bunun üzerine ibn Ömer öyle bir sıkıştı ki
neredeyse köle onun göğsüne yapıştı.

‫ حدق ا عتد الل ه ين أ ح م د بن‬،‫ آ م م ] حدثن ا أ خ ن د بن جع فر بن ح م دا ن‬/‫ [ ا‬- ) ١٠٧٥(

‫ " تأتث‬:‫ قات‬،‫ غذ معه‬،‫ ص ه ال ل بن خثا ب‬،‫ خدثثا أبو غزاة‬، ‫ خدثثا أ ث و م‬،‫م‬
‫ إ ر أثئ ك بم ؤ ب ل ثن‬، ‫ ي ا أب ا عئد الؤ ح ئ ن‬:‫ ص ن ت ل ه‬،‫ ح شته‬- ‫ أؤ‬،‫م ع م ر ث اب ا ح شنه‬ ‫غر‬

:‫ مما ل‬،‫ ق ان عليلف ساب ا حشنه أؤ حشثه‬،‫ وثم ؤ عتغ ا ئ أن أناة عثلث‬، ‫مئ ا يصسغ يخزاش ا ذ‬

: ‫ قا د‬،‫ إثت من ئهئن‬، ‫ ال‬: ‫ وف ادت أ ريت ث ذا ؟ ئ ك‬، ‫ ء ل م ت ة بقده‬:‫ قات‬، ‫ز أئفلز إليه‬ ‫ح‬ ‫أييؤ‬

" ‫و م حت ا ل ن خ ور‬ ‫ والل ه الي ح ب‬،‫ أخ ا ف أن م ن ثئث ا ال ئ خ وزا‬،‫يقة‬


‫إري أخ ا ف أن أف‬

Kaza’a bildiriyor: ibn Ö m er’in üzerinde kaba kumaştan giysiler gördüm.


Ona: “Ey Ebû Abdirrahman! Sana Horasan yapımı güzel bir giysi getirdim.
Bunları giyersen içim rahat edecek; zira üzerine çok kaba giysiler var!”
dedim, ibn Ömer: “Göster de bakayım” deyince, getirdiğim giysiyi ona
gösterdim, ibn Ömer giysiye dokundu ve: “ipek mi?” diye sordu. Ben:
“Hayır! ?am uklu” karşılığım verdiğimde: “Ben bunu giymekten korkarım!
Giyip de kibre ve övünmeye bulaşmaktan korkarım. Zira Allah, kibirlenip
övünenleri sevmez” dedi.

، ‫ حدثن ا م ح م د بن عتد الثي اخل ص زمي‬، ‫ن ق ن ا ن بن أ خن ذ‬ ‫حدثعا‬ [ v*x/ \ ] - ( (١ ٠٧٦

‫ س م ع ت ابن‬:‫ قات‬،‫ عن أيي ؤمح دا ن‬،‫ عن يونس بن أيي يئف ور‬C‫حدثن ا م حا ذ بن أيي قيية‬
Abdullah b. Omer 335

‫ ؤ ال يئتتلث به‬،‫يزدريلق فيه ألق م ه اء‬ ‫ن ا ال‬ ٠٠ :‫ ومتألت ر ج لت ن ا أن س م ن المحا ب ؟ ما لأ‬،‫ع م ر‬

" ‫ " ئ ا ص ال غ ن ت ة إ ر اي ئ ريق ؤزثئ ا‬:‫نؤ؟ ق ات‬ ‫ما‬ :‫ قات‬،" ‫م اءر‬ ‫م‬ ‫ا‬

Vakdân der ‫لكل‬: Bir adam, ibn Ö m er’e: “Hangi elbiseyi giyeyim?” diye
sorunca: “Sefihlerin seni ayıplamayacağı, hilim sahiplerinin kınamayacağı
elbiseyi giy” karşılığını verdi. Adam: “O elbise nasıldır?” deyince ise, “Beş ile
yirmi dirhem arasında fiyatı olan elbisedir” dedi ,

‫ حدثن ا ع ارم‬،‫ حدثن ا علي بن عئد العزيز‬، ‫ ا حدثن ا شث ما ن بن أ حم د‬٣٠٢/١ ‫ )“ ل‬١٠٧٧(

‫ " نأيت غش ابن ع من وئبثن‬:‫ ق ا د‬،‫ ص عتد الله بن حيش‬،‫ حدن ا أبو مائة‬،‫أبو الغغن ان‬
٠' ‫ وهان بوبه إلى نص ف الش ا ق‬،‫م عافرين‬

Abdullah b. Hubeyş der ‫لظ‬: “ibn Öm er’in üzerinde Yemen kumaşından


yapılmış iki elbise gördüm, ib n Ö m er’in giysisinin boyu, baldırlarının
ortasına kadar yetişirdi.”

‫ حدثن ا أثو‬، ‫ ا حدثن ا أ خ ن د تن م ح م د ب ن مسن ا ن أب و المق ا س ال ق ائ ج‬٣٠٢/١‫)" ل‬١٠٧٨(

‫ " ن ا وض ع ت بثل ع ز‬: ‫ ض ابن عس قا د‬،‫ عن غ زو يئغى ابن دين ار‬،‫ عن غ م ا ن‬، ‫ن م‬
"‫ه‬ ‫م‬ ‫في ن‬ ‫ط‬ ‫ئ ئئ ق‬ ‫ي‬ ‫ز ال‬ ،‫ي ق‬

İbn Ömer der ki: “Resûlullah (sallallahu aleyhi vefat ettiğinden beri;
kerpiç üstüne kerpiç koymadım, toprağa bir hurma fidanı dikmedim.”

‫حدت ا‬ ،‫ حدثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫“أممممء حدق ا أبو حا م د بن جتل ة‬/ ‫)" [ ا‬١٠٧٩(

،‫ عن أبيه‬،‫ ح دثني الص دو ق ائؤ ع م بن م ح م د بن زيد‬،‫ حدق ا نئيا ن‬، ‫م خ ه ذ بن الصق ا ح‬

‫ ن لم يع زل ه‬،‫ م حن ع س ه و لم ثئقل ز إقه‬،‫ نئن ه ا ج ر بغث‬، ‫" كا ذ ابن عنز إذا نث بتي ه م‬

Ömer b. Muhammed b. Zeyd, babasının şöyle dediğini nakleder: “İbn


Ömer daha önce ayrıldığı obasının yanından geçerken, gözlerini kapar ve
oraya bakmazdı. Ayrıca orada hiç konaklamazdı.”

Takrîb 3520
‫‪336‬‬ ‫‪Abdullah b. Ömer‬‬

‫(‪٣٠٣/١3 -) ١٠٨١‬ء حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا ل ح س ن‪ ،‬حدق ا بشن بن ئ و ت ى ‪،‬‬

‫م ح م د بن ‪ -‬حث ان ‪،‬‬ ‫و حدثن ا أب و‬ ‫ح الب بن ي ح ش‪ ،‬حدثن ا عئد ا لعزيز بن أيي وواد ‪،‬‬ ‫وثن ا‬

‫أبو بمش ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن ا ل ح س ن اق ر ج ال ئ ‪ ،‬ح دن ا زيد بن ا لخب ا ب ‪ ،‬حدثن ا عئد‬ ‫م حا‬

‫ثا‬
‫أح‬ ‫زيي بن أبى زؤاد‪ ،‬عن ن ا غ ‪ ،‬أثة ابن عنن ‪ ٠٠‬كا ن إدا ئ اثتة ص الة ا ل عق اؤ في ج ماعة‬

‫ه‬ ‫ق ي‪ 3UJ ،'٠‬بمئث تق م وت ى ‪ :‬أ ي‬ ‫إل‬

‫؟‪Nâfi bildiriyor: ibn Ömer, yatsı namazını cemaatle kılmayı kaçırdı‬‬


‫‪zaman gecenin kalan bölümünü ibadetle geçirirdi. Bişr b. Mûsâ rivayetind‬‬
‫؛ ‪ise: “Kalan” sözcüğünü kullanmadan, “Gecesini ibadetle geçirirdi” ibare‬‬
‫‪geçmiştir.‬‬

‫أ خن ذ ‪ ،‬حدثن ا يزيد ا ل م راطي س ئ ‪ ،‬حدت ا ل غد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ن ث ن ان‬ ‫حدق ا‬ ‫(‪ “) ١٠٨٢‬و ‪ ٣ ٠ ٣/١‬آ‬

‫حدثن ا ال ول د ب إ ت شبم‪ ،‬حدثن ا اثن جابر‪ ،‬ح دثني ئ فيا ن ثن م و ت ى ‪ ،‬عن ن ا بع‪ ،‬عن ابن‬

‫كن ز أثن * كا ن ي حيي المح ل ض الت‪ ،‬مم ثق وثآ ‪ ٠٠ :‬يا ئأبع‪ ،‬أهئ حزئا ؟ ‪ ٠٠‬قم وأل ‪ :‬ال ‪ ،‬هنعا ود‬

‫ز يصب ح‬ ‫ن ز‪ ،‬همم غد وي سغفز ويدعو خ‬


‫ل ص الة ‪،‬ب م بمولط‪ ٠٠ :‬ثاب ا بغ‪ ،‬أنخزئا ؟ " ث موأل ‪ :‬ح‬

‫!‪Nâfı bildiriyor: ibn Ömer, geceyi namaz kılarak geçirir, sonra: “Ey Naß‬‬
‫‪Seher vakti oldu mu?” diye sorardı. Nâfî: “Hayır” cevabını verince namaza‬‬
‫‪döner ve bir müddet sonra yine: “Ey Nâfı! Seher vakti geldi mi?” diye‬‬
‫‪sorardı. Nâfî: “Evet” deyince oturup sabaha kadar istiğfar ve dua ederdi.‬‬

‫س ممدود ‪ ،‬حدق ا يئذار‪،‬‬ ‫ص ص‬ ‫ال‬ ‫ح دمحا‬ ‫(‪ “) ١٠ ٨٣‬ل ا ‪ /‬ة م“آ] حدق ا م ح م د بن ع ئ ‪،‬‬

‫من‬ ‫ظ‬ ‫ظ‬ ‫ه ا‬ ‫خ ه ا‪:‬تن أ ي غد ي‪ ،‬عن اثن غزه‪ ،‬ص ت خ م ‪ ،‬ق ات‪ :‬ء ن اثن غنن‬

‫ال مم خ'م‬
‫‪M uhammed (b. Şîrîn) der ki: ibn Ömer gece vakti her uyanışında namaz‬‬
‫‪kılardı.‬‬

‫(‪ ] ٣٠ ٤/ ١[ “) ١٠٨٤‬خ ش ا أب و بك ر بن ن ابل ي‪ ،‬حدثن ا م ند الل ه بن أ ح م د بن حق ل‪،‬‬

‫هم‪ ،‬مؤر حا؟ي بن م ز‬ ‫ح د ش أثو ع ا مر ا ك د ي ‪ ،‬أ م حى د ود ئق أبى ا م حأت ‪ ،‬غذ أيى‬


‫ب ه ي ذ ب ن ‪ 3Uİ ، ^ ١‬ش أ ك قلي‬
‫ا‪:‬دق غنز و د ظ ظ بن ك ه‪ ،‬ئ ة ‪ 0‬م‬ ‫اش ‪: 3İİ ،‬‬
‫‪Abdullah b. Omer‬‬ ‫‪337‬‬

‫ذئا‬ ‫مح تت د الصئ ح‪ " :‬يا أثا ع ال ب ‪ ،‬أ ال م وم شن ر ‪ ،‬ؤل ؤ د م‪ 1‬بثل ث الم نا ن؟ " ممل ث‪ :‬قد‬

‫أخت تثدألثلث‬ ‫ئ د ه زالمح‬ ‫بب ال م آ‪ 0‬؟ مما د ‪ ٠' :‬إنء ث وزة‪ 1‬إلخ الص‬
‫مت أ و م‬
‫؛ضخ‪ ،‬ق ب‬
‫‪٢^ ١‬؛‪" ،‬‬

‫‪Hâlid b. Abdillah'ın kölesi Ebû Ğalib der ki: ibn Ömer Mekke'ye‬‬
‫‪geldiğinde bize misafir olurdu. Geceleri teheccüde kalkardı. Bir gece sabaha‬‬
‫‪ Neden kalkıp namaz kılmıyorsun? Kur'ân'ın‬؛‪doğru bana; “Ey Ebû Ğalib‬‬
‫‪üçte birini de okusan yeter” dedi. Ben “Sabah yaklaştı, Kur'ân'ın üçte birini‬‬
‫‪nasıl okuyabilirim?” deyince: “ihlâs Suresi; «Kul huvellahu ehad» Kur’ân'ın‬‬
‫‪üçte birine denktir” dedi,‬‬

‫حق ل ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫أ خن ت‬ ‫بن‬ ‫ن ا ل ك ‪ ،‬أخبزتا عئد الل ه‬ ‫بن‬ ‫(‪ [ “) ١ ٠٨٥‬ا ‪ ] ٣٠ i /‬حدت ا أبو بك ر‬

‫جه‪ ،‬غذ‬
‫خدثثا صاإل ئ مه د ال م ا مح ذ ي‪ ،‬خدثثا ت غ ث ذ ئ م حل ئن وزان‪ ،‬غذ أب‬
‫ن ا فع‪ ،‬ض أئن ئ و '‪ ٠‬أ ه كا ذ ب ض ص ا ش إ ر ا لخم "‬

‫‪Nâfi bildiriyor: ibn Ömer, öğle namazı ile ikindi namazı arasında nafile‬‬
‫‪namazı kılardı.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ ")١٠٨٦‬ل ‪ ] ٣٠ ٤٨‬حدثت ا أث و حام د بن جبل ة‪ ،‬حدثت ا محم د بن إشحا ق‪،‬‬

‫م ره‪ ،‬ع ن طا ؤ س‪،‬‬


‫مح خ ث د ب ن الصب ا ح ‪ ،‬حدثن ا ال ول ي د ‪ ،‬ع ن اب ن جري ج ‪ ،‬ع ن إبراهيم بن م ب‬

‫وه‬ ‫قا د‪ ٠' :‬ت ا نأ‪:‬ث محيا م ق ة حم د الل ه ثن غنز‪ ،‬ؤأفأ ا ن ه ا ال ل ص بن جم ه‬


‫وقدمته‪٠٠‬‬

‫‪Tavus der ki: “Abdullah b. Ömer gibi huşu içinde namaz kılan, onun‬‬
‫‪gibi )özüyle, elleriyle ve ayaklarıyla tamamen Kâbe’ye yönelen birini daha‬‬

‫أ نذ‪،‬‬
‫ص‬
‫حل‬
‫”‪görmüş değilim.‬‬

‫م ‪،‬‬
‫شر‬

‫ي‬
‫صالح‬

‫غ ن‬
‫حدثتا‬

‫ظ‪،‬‬ ‫ع‬ ‫بن‬


‫؛‪،,‬‬
‫ئ‬ ‫ل خ ش ن التم ط ي‬

‫ئ ئ ثا ن‬ ‫ح د قا‬
‫بن ا‬ ‫م ح م د‬

‫مع ز و ف ‪،‬‬ ‫بن‬


‫خا؛ثنا‬

‫بش ر‬ ‫بن‬
‫‪] ٣٠‬‬ ‫ا‪/‬ة‬

‫أ ح م د‬
‫ل‬

‫بن‬
‫(‪- ) ١ ٠٨٧‬‬

‫حدثنا الما بسم‬

‫ت ذ وه و‬
‫ج‬ ‫غ ذ أبيه‪ ،‬ه ا دت صل ي ت إل ى جن ب اب ن غن ن ئ ت مع ثه ج ئ‬ ‫‪1‬ن ع ي د ب ن أي ي برده‪،‬‬

‫يقولطت '‪ ٠‬الث إل أجعللف أ خ ي ق ؤ غ إلي؛> زأ خئ ى ق يغ عند ي "‬


338 Abdullah b. Ömer

Said b. Ebî Bürde, babasının şöyle dediğini nakleder: ibn Ömer'in


yanında namaz kıldım. Secde ettiği sırada şöyle dediğini duydum: “Allahım!
Seni, benim için en sevgili varlık ve en çok çekindiğim varlık olarak kabul
ediyorum.”

‫ " رب بنا أ ف ن ت علئ مر أ رن‬:‫ ا وتمعتة مولت في ت ج وده‬٣٠٤/١‫ ل‬-) ١٠٨٨(

" ‫ظهيرا ل ل م جرمين‬


Yine secde ettiği sırada şöyle derken işittim: “Rabbim bana verdiğin
nimetlerle, suçlulara destek olmayacağım.”

‫ ن ا ص غ ت ض ال ؛ مغذ أتل ن غ إ ال زأثا أر ج و أن بكون‬٠٠ : 3 ‫ ] وها‬٣٠٤/١ ‫ )“ ل‬١٠٨٩(

Yine şöyle demiştir: “Müslüman olduğumdan bu yana kıldığım her bir


namazın bir günahıma kefaret olmasını ummuşumdur.”

‫حدثت ا‬ ، ‫حدثن ا تعان شر ا ئ ن ث ز‬ ،‫حدثن ا نل بما ن شر أحلنذ‬ ] ‫ غ م م‬/‫ زا‬- ) ١٠٩٠(

‫ ءأل ائ ذ غن ز إذا‬: ‫ قا د‬، 8‫ ت ن ث ي‬4‫ ص مه د الث‬، ‫ ص حم م‬، ‫ ظءتثا أ م ع زاة‬، ‫ئ طئ‬


، ٥١^ ١ ‫و ح م م سم ه‬ ‫بيب في‬،‫ثه‬
‫م‬ ‫ ج ع ن ي م ن أ ظ م نءتا د ك عندك‬1 ‫لم‬،‫' ال أ‬٠ :‫ال‬1‫ مح‬، ‫أ ت ي خ‬

‫وفتنه ثصرمح ه ا‬ ‫ وب الء‬،‫ وضؤا بكشم ة‬،‫ ؤوزمحا ئبنط ة‬، ‫ وز ح ن ه ثششزه ا‬،‫ون ورا ثيب ي به‬
١١

Abdullah b. Sebre der ki: Abdullah b. Ömer sabah uyandığında şöyle


derdi: “Allahım! Kullara her sabah; dağıttığın hayırdan, gösterdiğin
hidâyetten, dağıttığın rahmetten, verdiğin rızıktan, engellediğin zarardan,
kaldırdığın beladan ve uzak tuttuğun fitneden bana en büyük payı ver.”

،‫ حدثن ا ا ل ح ت ن ي ن محم د بن ت غ ا ر‬، ‫ غ م“ آ] حدثت ا محم د بن عل ي‬/‫)" [ا‬١٠٩١(

‫ ش مع ت قتا ده‬: ‫ ها د‬،‫ حدثت ا ش عته‬،‫ ق ا الت حدثن ا محم د بن جعمر‬،‫و مح ئ ذ ن النف ش‬

‫ وما في ا لأوض أ ح د‬، ‫ " ن ا ث ابن ع من يؤم ن ا ث‬: ‫ قا د‬، ‫نتئ ب‬


‫ ص ت ع ي د بن ا م‬، ‫ي ح د ت‬

" ‫ب م ء ة‬
‫ م‬. ‫أ خ ي إ؛غ أ ذ أ ش ؛ق‬
Abdullah b. Omer 339

Saîd b. el-Müseyyeb der ‫لعا‬: “ibn Ömer vefat etti. Vefat ettiği gün, onun
yaptıkları kadar hoşuma giden, Allah'ın huzuruna çıkabileceğim am el
yoktu.”

، ‫ حدثت ا عئد الل ه ين أمح د‬، 0 ‫ ] حدثت ا أمح د بن جعف ر بن ح ن د ا‬٣٠ ‫ ه‬/ ‫ )“ ل ا‬١٠٩٢(

‫ ح دثني م ن‬،‫مس بن أ ي ره‬


‫ عن القا‬C‫حدثت ا هئ ا م ال دسسوائي‬- ،‫ حدق ا وكيع‬،‫ح د ت ي أيي‬

:‫ قات‬، 4 ‫' ب أ رويت لل ن ق ق ف ي ن خ ربل غ يزم ف و؛ الئامث لزب ات ا حم‬٠ : ‫مس ع ابن غنن‬

" ‫ وام ث غ م ن هزاءة ما بئ ذة‬،‫و ك ى حش غث‬

Kâsım b. Ebî Bezze’nin işiten birinden bildirdiğine göre ibn Ömer:


“İnsanlardan, kendileri bir şeyi öl‫ ؟‬erek aldıkları zaman tam alan;
ama onlara bir şeyi öl‫ ؟‬üp tartarak verdiklerinde eksik tutan
kimselerin, vay haiine! Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini
sanm‫ا‬yorIar m!? ٠ gün insanlar Âlemlerin Rabbinin huzurunda
dururlar.”! âyetlerini okuduktan sonra kendinden geçinceye kadar ağladı ve
gerisini okuyamadı.

، ‫ ح دقتي أيي‬، ‫ خ ا؛ثن ا عئد الثؤ بن أخنت‬،‫ ء حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر‬٣٠٠/١ ‫ )" ل‬١٠٩٣(

،‫ مسع ت ثانئا م ولي ابن ع ز‬:‫ قات‬، ‫ حدثن ا ا ل راء بن ن أ ث م‬، ‫حدثن ا ائ ما عيد ين ع م‬

‫ ظ‬١^ ‫ <ثإذ ؛‬: ‫م ئ اتض ' ص ط ي ذ م ن و ة ان؛قتق ؛ ال ث م‬ ‫ " ظ ؤأ آ ذ‬:‫ثئ و لأ‬


" ‫ بأ نق و د; إن ق ذا إل ح ص اء ق ي يد‬،'‫أؤ تخف وه بما 'يأغ لم به أ'للتأه‬ ‫ي‬

Nâfı’ bildiriyor: ibn Ömer, ne zaman Bakara sûresinden: “Göklerde ve


yerde olanlar Allah'ındır, içinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de
‫سم‬1 sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar ve dilediğine
azabeder. Allah her şeye Kadir'dir”^ âyeti ile başlayan son iki âyeti okusa
ağlar ve: “Bu, pek çetin bir hesap olacaktır‫ ”؛‬derdi.

، ‫ حدثن ا عئد الل ه بن أمح د بن ح ق د‬،‫ ه م م ] حدثن ا أمح د س جعف ر‬/ ‫ [ا‬-) ١٠٩٤(

‫ عن‬،‫ ح د ي ي إ شثا عيد بن حم د‬4‫بق ئئ بما ذ‬° ‫ خ د ش ج غ م‬،‫ خ د ش بجز‬،‫خ د ش أ ي‬

‫ل‬ Mutaffifîn Sur. 1-6


2 Bakara Sur. 284
‫‪340‬‬ ‫‪Abdullah b. Omer‬‬

‫يف ا ن ك ز الثاي‪ ،‬ثقف ث‬


‫نا ي ‪ ،‬قا د ‪ ٠' :‬كا ذ عتد الله بق غنن رضى ا ه يم زأ في ص التهب ا الية ف‬

‫عنده ا ن د ع وويشث جيربالل ه يمل ه ا ‪*٠‬‬

‫‪Nâfı der ki: “Abdullah b. Ömer namazında cehennemden bahseden‬‬


‫‪âyetler okuduğunda durup Allah'tan affetmesini ister, cehennemden uzak‬‬
‫”‪tu tm asını dilerdi.‬‬

‫حدثت ا‬ ‫(‪[ -) ١٠٩٥‬ا ‪ /‬ه م م ] حدثن ا أ خ ن د بن مثا ن‪- ،‬حدثن ا نمح د بن ان حا ق املمفجخ‪،‬‬

‫عئد الل ه بن نط يع‪ ،‬ويئم و ث‪ ،‬ق ا ال ‪ :‬حدت ا هتث؛أ‪ ،‬عن أبي م د ‪ ،‬ص يوشم ن بن ن اقل ه ‪،‬‬

‫ئت و‪-‬ةا "‬ ‫وأن ت؛ئ ة ع م عند■حم ئ د ب ن عتتر وه و متس و‪-‬عتثا ة‬

‫‪Yûsuf b. Mahek der ki: “ibn Ömer'i, ubeyd b. Umeyr'in yanında‬‬


‫”‪gördüm. Hem anlatıyor, hem gözlerinden yaşlar akıyordu.‬‬

‫حدثت ا أب و‬ ‫(‪ -) ١ ٠٩٦‬ل ا ‪ /‬ه ‪ ] ٣٠‬حدت ا عتد الل ه ي ن حمم د ‪ ،‬حدثنا ن خ ئ د بن ي م ‪،‬‬

‫بكر س أيي قتث ه ‪ ،‬حدق ا أب و أتام ة ‪ ،‬عن غتما ن بن واقد‪ ،‬عن ئا بع‪ ،‬قا د ‪ " :‬اك ن اثن عنن‬

‫نم ث خحملوبهب نذكر الثؤه> بك ى ح ز يئنثه‪" ٤^ ١‬‬ ‫‪ ٩‬مأ‪< :‬ؤألمل تأن بم وئ‪ ١^ ١‬أن‬

‫‪Nâfı der ki: îbn Ömer, “iman edenlerin, Allah'ı zikretmekten‬‬


‫‪kalplerinin saygıyla ürperme zamanı‬‬ ‫‪gelmedi‬‬ ‫‪mi?”1 âyetini‬‬
‫‪okuduğunda tıkanmcaya kadar ağlardı.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٠٥/١ [ “) ١٠٩٧‬ح دق ا حمم د بن أمح د بن حمم د ‪ ،‬حدثن ا أمح د بن موشى بن‬

‫إنحاىي‪ 4‬خ ا؛ثن ا ئ و ت ى بن شمثا ن‪ ،‬حدق ا عتذ الل ه بن الج هم‪ ،‬خ ا؛ثن ا ع م رو بن أيي حمس‪،‬‬

‫ص أيي غ م ا ن‪ ،‬ص عنز بن ئثه ا ن‪ ،‬عن ا لخنن‪ ،‬ص عئد الل ه بن ع م ‪،‬حم ا د ‪ " :‬م ن كا ذ‬

‫أثبما‬ ‫‪ ٠‬كاوئا حمن ث ذ و اأ ل إل ‪،‬‬ ‫ي ن ئ بت ن ق ت ا ث‪ ،‬و ي ق أضخ ا ث ت خ م‬


‫حم ت ظ ئف‬

‫وشثم‬ ‫ه عثه‬ ‫ئلوي‪ ،‬وأ عنقه‪ 1‬عأئ ا‪ 4‬ؤأهله_\ حم ك ‪ ،‬قزم ا حث\رهنإ !ش بم ن ي ؤ ث ص أ ى‬

‫‪ .‬كان وا غش ال هد ى‬ ‫^‪ ١‬؛ ^ فهز أ حصا ب م خ ث د‬ ‫فتتث ه وا بأ ح ال ق هم‬ ‫وش ل دينه‪،‬‬

‫‪1HadidSur.16‬‬
Abdullah b. Omer 341

،‫حماربه ابملبلف وهملف‬


‫ و‬،‫ صا ح ب الدثا بثديلث‬،‫ يا ابن ادم‬، ‫ والل ه رب ال ك ن ة‬،‫ا مل مس م‬

٠٠‫ لحئز‬1 ‫تزف‬°‫ يا‬، ^ ^ ١‫ ص ي دي ق عنذ‬UJ ‫ ن غ ذ مي في يدينف‬، ‫ه إثنف م ؤحمونت ع ر غني ك‬

,Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: “Bir sünnete tâbi olmak isteyen kişi
ölenlerin sünnetine tâbi olsun. Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı bu
ümmetin en hayırlı, en temiz kalpli, en derin bilgili ve en az sorumluluk
sahibi kimseleridir. Allah onları ?eygamber’inin (sallallah،، aleyhi vESEİlem) arkadaşı ve
dininin tebliğcisi kılmıştır. Onların ahlâklarını örnek alın ve onların
,yollarından gidin. Kâbe’nin Rabbi olan Allah’a andolsun ki onlar
Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbıydılar ve dosdoğru yolun
üzerindeydiler. Ey insanoğlu! Bedenin dünyada, ama kalbin ve derdin
âhirette olsun! Bil ki yarın ameline göre hesaba çekileceksin, ö lüm sonrası
hayatın için şimdiki hayatını iyi değerlendir ki hayırlara eresin.”

‫خ ا؛ثن ا‬ ،‫قائج‬،‫ حدثن ا أبو الع ثا س ال‬،‫ ] ■خ ا؛ثن ا أي و خا ب ز ن ج تأه‬٣٠٦/١ ‫ )" ل‬١٠٩٨(

‫ رأيت‬٠٠ : ‫ قا د‬، ‫ ض الق ئ;إ‬،‫ عن حمم د بن أتا ن‬، ‫ حدثن ا أبى‬،‫عمن ثن حمم د بن ا لخض‬

‫ ا ظ بج ز غ ش‬،‫ي ن‬
‫ؤ س يئ ن أذ ف‬ ،‫ وص م حة‬، ‫ه ت ج د‬ ،‫ئق غزو‬-‫مح د المح‬

" ‫تن غنز‬:‫ إ ال ا‬s ‫اخل ال ائي؛يفا ق عي ث خئدا‬


Süddî der ki: “Abdullah b. Amr, Ebû Said, Ebû Hureyre ile başka
sahabileri gördüm ki bunlar; ibn Ömer dışında, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi
vesetlem) bıraktığı vaziyette kalan kimse olduğunu düşünmüyorlardı.”

‫ح دحما‬ ،‫ حدثغ ا حمم ذ ثن أيى ت ه ل‬، ‫ ] خدثن ا ي د الل ه بن حمم د‬٣٠ ٦/١ ‫ ل‬- ) ١ ٠٩٩(

،‫ عن زي ل‬، ‫ غن ق ث‬،‫ عن نقيا ن‬،‫ خ ا؛ثن ا يمح ى بن ي ما ن‬، ‫عئد ال ر بن حمم د الغئسئ‬

‫ ز ال يمحر‬، ‫م ي ن كاتي ح ز ال بمص ذ م ن هؤقه‬-‫ " ال ثق ون ؛ل و ج د م ن العل‬:‫عن ابن ع م قات‬


” ‫ ز ال يتتغيبالعمل ئنئا‬،‫م ن دوئة‬

Ömer der ki: “‫ل^لكل‬, dininde diğer insanları akılsız ve eksik


görmedikçe imanın zİ!vesine ulaşamaz.”
‫‪342‬‬ ‫‪Abdullah b. Omer‬‬

‫حمم د ‪ ،‬حدثن ا حمم د بن أيي شه ل‪ ،‬حدثن ا مه د‬ ‫بن‬ ‫(‪ ") ١١٠٠‬ل ‪ ] ٣٠ ٦٨‬خ ا؛ثن ا غئد الل ه‬

‫الثؤ ت ق ‪ .‬ث ث ا نم ه ‪ ،‬خدتثا وكيع‪ ،‬غذ نمحا ذ ‪ ،‬ص م ح وي‪ ،‬غذ تال م ي أ ي ا لخد‪،‬‬

‫^ ح ش ي وهقي "‬ ‫م غننحم ا ت‪ " :‬اليئل ع ع ت د خمم ه ا س ل؛ا خ ر قثئ‪١‬‬ ‫عن‬

‫‪: “Kul, dinine göre insanları aptalmış gibi kabul‬لط ‪îbn Ömer der‬‬
‫”‪etmedikçe hakiki imana erişemez.‬‬

‫(‪ ") ١١٠١‬ل‪ ] ٣ ٠٦/ ١‬حدق ا ي وئف ن بن يعق و ب الثت جيزمي ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ا لخنس بن ال نثث ى ‪،‬‬

‫حدثن ا غئ ان ‪ ،‬حدث ا حال د ن أيي عت مان ‪ ،‬حدثن ا ا‪،‬ث إيث‪ ،‬أن ابن عمر ه ا د ‪ ٠' :‬راءواباحلتر‪،‬‬

‫ز ال تز؛وئا أللئئ‬
‫‪ibn Ömer der ki: “İyilik yaparken görünün, kötülük yaparken‬‬
‫”‪görünmeyin.‬‬

‫(‪ [ ") ١١٠٢‬ا ‪ /‬آم ‪ ،‬م ] حدثن ا أثو ممح د بن حقا ن‪ ،‬حدثن ا أب و ثن ش الؤازي‪ ،‬حدثن ا قثا د‬

‫ال‬ ‫بن الث ر ي‪ ،‬حدثن ا أبو معاوية‪ ،‬ح دق ا ا لأع م س‪ ،‬عن نجا هد‪ ،‬عن ابن ع م قات ‪" :‬‬

‫‪ .‬ؤإ‪ 3‬ا ”ىن عثه '‪5‬رلئ ا "‪،‬‬ ‫ي م ي ي عتد ث ظ م ن الدق\ إ ال ثق س م ن در جات‪ 4‬عند طؤ‬

‫به‬
‫إشزاب د‪ ،‬عن م ‪ ،‬عن تجا هد‪ ،‬م‬
‫ج‬ ‫تؤاة‬
‫‪İbn Ömer der ki: “Kul, dünyalık olarak bir şey elde ettiği zaman Allah‬‬
‫‪katındaki değeri biraz daha eksilir. Allah ona karşı cömert olsa dahi bu‬‬
‫”‪durum değişmez.‬‬

‫(‪[ ") ١١٠٣‬ا‪/‬آم‪ ،‬م ] حدثن ا حمم د بن حثا ‪ ، 0‬حدق ا أبوي ح ش الراري ‪ ،‬حدثن ا ثقاب عن‬

‫مح د بم د ال ق مم ع م ر ؛ " ت و م ريد بن‬ ‫‪ ، ٤^ ^ ١‬عن ع مرو بن ص ج‪ ،‬ءن ي ‪،‬‬


‫حا رمه ا الن صا ر ي‪ ،‬قات‪ :‬ن ج ن ه الثتء قيد ثة ‪ :‬يا أب ا عند ا و ح ن ن ‪ ،‬ئزك ب اره أل ف ‪ ،‬ها د ‪ :‬ل ك ن‬

‫و ة ما‬ ‫حم إل‬

‫‪Amr b. Meymûn, babasından bildiriyor: ibn Ömer’e: “Zeyd b. Harise el-‬‬


‫‪Ensârî vefat etti” denildiğinde: “Allah ona rahmet etsin” karşılığını verdi.‬‬
‫‪“Ey Ebû Abdirrahman! Geriye yüz bin dirhem bıraktı” denildiğinde ise:‬‬
‫‪“Ama dirhemler onu bırakmayacaktır!” karşılığını verdi.‬‬
‫‪Abdullah b. Ömer‬‬ ‫‪343‬‬

‫بن‬ ‫ع ئ د ال ؤ ح م ن‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫ج عف ر‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح مد‬ ‫بن‬ ‫غ ئ د الله‬ ‫حدثنا‬ ‫‪] ٣٠‬‬ ‫[ا ‪/‬آ م‬ ‫(‪- ) ١ ١ ٠ ٤‬‬

‫ا أل ح ول‪ ،‬ع م ن‬ ‫غ ا ص م‬ ‫عن‬ ‫المحا ئ ي ‪،‬‬ ‫حدثن ا‬ ‫حدثن ا ثقاب بن الث ر ي‪،‬‬ ‫ط م‪،‬‬ ‫محم د بن‬

‫^ في ا ال خ رة؟‬ ‫خ ه ‪ ،‬عن ابن ع م أق س ب غ زي ال ‪ ،‬ثق وب‪ :‬أين ال زاهدون قي ال د ك ‪١^ ١‬‬

‫ئأزاة قي ا م ® لأي ت ق د ‪ ،‬زغتز‪ ،‬ق ات‪ " :‬ص ق ؤ الء ثنأ ت "‬

‫‪Âsim el-Ahvel’in birisinden naklettiğine göre ibn Ömer bir adamın:‬‬


‫‪“Dünyadan yüz çevirenler ve âbirete yönelenler nerede!” dediğini işitince‬‬
‫‪adama Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi‬‬ ‫‪Ebû Bekr ve Ömer’in kabirlerini‬‬
‫‪göstererek: “Bunları mı soruyorsun?” dedi.‬‬

‫(‪ - ) ١١٠٥‬ز‪ ٣ ٠٧/ ١‬إ ح دمحا م ح م د بن معمر‪ ،‬حدثن ا أبوش ع ب الحؤاني ‪ ،‬خ ا؛ثذ ا بمش ن‬

‫مه د ال م ‪ ،‬خدثثا ا لأؤزائ ‪ ،‬خ دءتثا ن ي ن أل ئ م ح ب ‪ ،‬ظ ‪ Ö& :،3‬ا‪:‬دق غنز ف وت‪" :‬‬

‫ئز ضغ ت أصنعي في ح م ر نا أ ح ي ت أن ثتتع ني "‬

‫‪Süleyman b. Habîb'in naklettiğine göre ibn Ömer şöyle derdi:‬‬


‫‪“Parmağımı şaraba batırmış olsam, (parmağımın bu halde) benimle‬‬
‫”‪gelmesini istemezdim.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ ")١١٠٦‬ز‪ ٣ ٠٧/ ١‬آ حدثن ا ي ون ف بن يعق و ب‪ ،‬خ ا؛ثن ا ا لخشن بن المم ف ي‪،‬‬

‫عف ا ن‪ ،‬خدثثا خئ ائ‪ ،‬ء ق ع إل ئ ت ي ه ‪ ،‬ء ذ قو س تن م يزا ن‪ ،‬ض اتن غ ز قا ت‪ ٠٠ :‬لأن‬

‫أ ئ ز ب س م‪ 1‬قد أعيي ‪ ،‬أ ح ن ق ظ أ‪ -‬م ق ‪ ،‬وأتقى ظ أثثى ‪ ،‬أ ح ب |لي ش أن أشزب ئبيذ‬

‫ا محئ "‬

‫‪: “Pis şarabı içeceğime, kaynamış bir testiden içmeyi‬لكل ‪İbn Ömer der‬‬
‫”‪tercih ederim, yanacağım kadar yanarım, bana da ne olacaksa olsun.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ - ) ١١٠٧‬و‪٣ ٠٧/ ١‬ء حدثن ا يونف ث بن يع ق و ب‪ C‬حدثن اب ا ل ح س بن ا ن ن ث ز ‪،‬‬

‫ف ن س ت ع د ‪ ،‬أن عتد الل ه شر عنن‪" ،‬كا ن يم أول في‬


‫غئ ا ن‪ ،‬حدثن ا ج رش بن حا زم‪ ،‬ح دقن ي ي‬

‫ر ج ل اشثكرة ع د ف ر ب ال خ ز ‪ ،‬ويأكل ل ح ز ال خنزير‪ ،‬ئ ت‪ " :‬إ ذ لم بمع د ح ر مح د‬

‫وا‪ ،‬ؤإن‪ °‬غز أ ^د وشر ت ئق ؤ غدت "‬ ‫أض ا ج‬


344 Abdullah b. Omer

Kays b. Sa'd'ın naklettiğine göre Abdullah b. Ömer şarap içmeye ve


domuz eti yemeye zorlanan hakkında şöyle derdi: “öldürülecek olsa dahi
yapmazsa sevabını alır, ama yiyip içse mazur görülür.”

، ‫ حدثن ا إبراهيم‬،‫ء حدثنا أبو بك ر بن م خ ق د بن أ خ ن ذ بن فازون‬٣ ٠٧/١ [ - ) ١١٠٨(

،‫ حدثن ا ي ح ش‬، ‫ حدثن ا ن ؤ ي حدثت ا شمتا ن‬،‫ حدثن احم ئ د بن ج وان‬،‫ص محا د الئ ا ضى‬

‫ ص‬، ‫بأ‬
‫ ززاة المه و ئ ؤ م‬،" ‫ " أخق ن ا ط ي ا لخد بمائث‬:‫م غ م قات‬ ‫ ض‬،‫غذ ن ا فع‬

‫ابن ع م ر‬ ‫ عن‬،‫عبد الأه بن دين ار‬


ibn Ömer der ‫لكل‬: “Kulun en fazla temiz tutması gereken şeyi dilidir.”

‫ب ا عئد‬
‫ أخ ر‬، ^ ١
^ ‫ حدثن ا إ ت خا ق ب ن‬، ‫ حدق ا ن ق ن ا ن بن أمح د‬f ٣ ٠٧/ ١[ - ) ١١٠٩(

‫ إ ال نا ج ذا‬، ‫ " نا لخن ائ ق عت ت ط خاؤى‬:‫ قات‬، ‫ ص ش ا م‬،‫ ض الؤئ ر ي‬، ‫ غذ ن م‬، ^ ١^ ١

:‫ وهات‬، ‫ت ث ه ا‬
‫ ف إل ح‬،‫ الثي إ الخ‬:‫ ق ات‬،‫مل س حا دم ة‬
‫ أزاذ ابن غنن أن ي‬:‫ وقات الزه ر ي‬، ‫ثأعمم ة‬

٠٠ ‫ا‬،‫هذه م ن أ ظ أ ج ث أن أقول‬

Sâlim der ki: (Babam) ibn Ömer, biri hariç, hiçbir kölesine lanet okumuş
değildir. Lanet okuduğu bu köleyi de bundan dolayı azat etmiştir.” Zührî
der ki: “ibn Ömer, kölesine lanet okumak istemiş ancak: «Allahım! Lane...»
diyerek sözünü tamamlamadan kesmiş ve: “Bu, söylemesini hiç sevmediğim
bir kelimedir” demiştir.

، ‫ أخبزتا عبد الرواق‬، ‫ خ ا؛ثن ا إت ح ا ق‬، ‫ء حدثن ا نلت ما ن ب ن أ خ ن ذ‬٣ ٠٧/ ١[ ")١١١٠(

‫م أزقا ائث‬ ‫ال‬ ‫ء‬ ‫ ثا‬: ‫غ م‬ ‫ أن زي ال قات ال ئن‬، ‫ غذ نا ي ؤ حمة‬، ‫ غذ ؤ ب‬، ‫م‬ ‫غذ‬

‫ نل م محت ين محاد‬،‫ ز ال اثن م اقاس‬،‫ " نا أثا بمر اقاس‬:‫ ق ات آ ذ م ح‬،‫م اةس‬
" ‫ زالثؤ لق و لواب ا و ي ل ض بجل ف و ة‬،‫ أزي و ال ق محا ز ؤأ ل حائة‬، ‫ال م‬

Nâfı ve başkaları bildiriyor: Bir adam ibn Ömer’e: “Ey insanların en


hayırlısı -veya en hayırlısının oğlu-“ diye hitab edince, ibn Ömer: “Ben ne
insanların en hayırlısı, ne de en hayırlısının oğluyum; ama Allah’ın
kullarından bir kulum. Allah’ı(n affını) umar ondan korkarım. Vallahi! Siz
insanı helak etmeden bırakmazsınız” dedi.
Abdullah b. Ömer 345

Takrîb 1642, Takrîb 1643


،‫مل نذر‬
‫ حدثن ا حمم د بن ي حيى بن ا‬، ‫ ] حدثن ا نلبما ن بن أمح د‬٣٠٨/١ ‫ )“ ل‬١١١٣(

‫يد ع و‬ ‫ أن ابن ع م "كا ن‬،‫ عن ن ا؛ع‬،‫ خ ا؛ثن ا فث ا م بن ي ح ش‬C‫خ ا؛ثن ا حفحئ بن ع م ا حل وضي‬

،‫الل ه أ ج ئتني لخدوذف‬ ، ‫زنولل ق‬ ‫ءثة‬-‫الل ه م اعص نن ي بدينلث وطزاعتتلث وطزا‬ " : ‫عأى ال ئ ث ا‬

،‫ د ك ؛ل تجل ين‬1‫ وي ح ب عت‬،‫ ؤث ح ب زئللف‬، ١^ ^ ^ ‫وي ح ب‬ ،‫الل ه م اجعلنيمم نتمحت ك‬

‫ص‬ ‫ ال مق‬،‫ إل ل حماءف الئ ا لخذ‬،‫ ق ب مال‬،‫ث إ ر ن ال تي ف‬،‫حملق‬


‫ا هأ خ م إ‬
،‫ زا ب ش ض أبغث النحم ذ‬،‫د ق ا الجن؛ زا لآور‬ ‫ز'حم‬ ،‫ زمجح ى شن ز ى‬،‫ملح ترى‬
‫قنى‬:‫ل ي أ ؛أ غت‬1 ،‫ئ‬،‫ ئ ئ ب ث انيءغ‬١١ ‫ ق‬1‫ وإ؛‬، ‫ت ي ه ز‬
‫أن ج‬ :‫بف ئن ث‬
‫ هأ م‬1‫اا‬

‫ ء ن يدع و هذ؛ الل'ء اء‬، " ‫ ز ال ثزعة م ر ح ش مبص ني ؤاثا عثه‬،‫ئ ال م قيث ثتزعني بئة‬،‫إ إل‬

،‫ ز م ال ت ؤا ف‬، ‫ وي بم ع ص اني ن ز ي‬،‫م ن دع اؤ ه طويل غش ال ئ ث ا وال ن ي ة نبعرقا ت‬

‫ عنئا ي متل ه‬،‫زؤاة آيوث‬

Nâfi’ bildiriyor: Safâ tepesinde ibn Ömer şöyle dua ederdi: “Allahım!
Dininle, sana ve Resûlüne olan itaatimle beni günahlardan arındır.Allahım!
Beni haramlardan uzak tut! Allahım! Beni seni, meleklerini, elçilerini ve
salih kullarını seven kişilerden eyle! Allahım! Beni kendine, meleklerine,
elçilerine ve salih kullarına da sevdir. Allahım! Beni kolaylıklara yönelt ve
zorluklardan uzak tut. Allahım! Âhirette de, dünyada da beni bağışla ve
mülakilerin önderi ‫لكل‬1‫ إ‬Allahım! Sen ki: «Bana dua edin size icabet
edeyim»! dedin. Şüphesiz verdiğin sözden dönmezsin. Allahım! Senden,
beni İslam’la hidâyete erdirdiğin gibi, onu benden almamam ve canımı
Müslüman olarak almanı diliyorum.” Nâft’ ekledi: “Bu, ibn Ömer’in
Safâ’da, M e te ’de, Arafat’ta, Müzdelife’de, iki cemre (Şeytan) arasında ve
tavafta ettiği uzunca duacın bir bölümüdür.”

1Mü'min Sur. 60
‫‪346‬‬ ‫‪Abdullah b. Omer‬‬

‫(‪ “) ١١١٤‬ل ‪٣٠٨/١‬ء حدثن ا أثو بكر بن ح الب‪ ،‬حدثن ا إبراهيم ا ل مي ي ‪ ،‬حدثن ا أث و ع ر‬

‫ر ج م ‪ ،‬غذجسي بن أيي حره‪ ،‬عن ن ا بع‪ ،‬ض ابن ع مر‪،‬‬ ‫احلوضي‪ ،‬عن احل ش بن‬
‫ه ؛ و ك ذ ‪ l/ ^ $ ، 3‬ا د‪ ٠' :‬بن م ش ز ه حمث "‬ ‫أ ة ‪ ۵١٤٠‬إ‪1‬ا‬

‫‪:Nâfı’ bildiriyor:‬‬ ‫‪îbn‬‬ ‫‪Ömer,‬‬ ‫‪Hacer-i esved’i selamladığı zaman‬‬


‫‪Bismillah! Allahu Ekber!” derdi“.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٠٨/ ١[ -) ١١١٠‬خ ا؛ثن ا ن ق مان بن أمح د ‪ ،‬حدثت ا إ ش يا ق بن إئزا‪£‬يمل ‪ ،‬غ ذ عثد‬

‫م حتى‬ ‫ال‬ ‫غش‬ ‫ومج‬ ‫‪ ،^ ١^ ١‬عن حمي ال د بن غتت‪ ،‬غذ م ع‪ ،‬ظال‪ :‬ك ا ذ ائذ ع م ر‬
‫ثزغخت‪ ،‬ثمئأ ي جيء‪ ،‬ئئسل ة "‬
‫‪Nâfı’ der ki: ibn Ömer, Riikn’ü selamlarken öyle bir sıkıştırılırdı ki‬‬
‫‪burnu kanardı. Selamladıktan sonra da gelip kanı yıkardı.‬‬

‫(‪ ] ٣ ٠٨/ ١[ “) ١١١٦‬حدثن ا ت خ ئ د بن أخن ت ئن ا لخثن‪ ،‬حدثن ا بث ر بن موشى ‪،‬‬

‫حلال د بن تخ ش‪ ،‬عن عتد العزيز س أبى رؤاد‪ ،‬قات‪ :‬شمم ت ئافعا ‪ ،‬بمولط ‪" :‬كا ن عبد‬

‫ص غش‬ ‫إل‬ ‫غي وذظ ه‪،‬‬ ‫صر‬ ‫ح د وبهه و‬ ‫م‬ ‫ه‬ ‫م '‪ \1\ ٠‬قدم‪ ^ ^ ١‬أش و ؛ ي‬
‫بو‬
‫أي تكر م حب و جهة مح د عمحه وذظ ه‪ ،‬ثم أنت ع د ع م ‪ ،‬ت مح و وجهة م‬

‫علته ودع ا لق‪ ،‬ل ‪ ٣ ٠٩/١‬ا ويتم أول ‪ :‬يا أثثا ه ‪ ،‬يا أثثا ه ‪ ، ٠٠‬زؤام خئ ا د بن زيد ‪ ،‬عن آيوب ‪ ،‬متل ه‬

‫‪: Abdullah, Medine'ye geldiğinde R s^ullah'ın (sallallahu aleyhi‬لط ‪Nâfı’ der‬‬


‫‪vesellem) kabrine gelir, yüzünü döner namaz kılar ve ona dua ederdi. Sonra‬‬
‫‪.Ebû Bekr'in kabrine gider, yüzünü dönüp namaz kılar, ona dua ederdi‬‬
‫‪,Sonra Ömer'in kabrine gider, yüzünü döner, namaz kılıp dua ederdi‬‬
‫‪Babacığım! Babacığım!” derdi“.‬‬

‫(‪[ “) ١١١٧‬ا‪ /‬بم م م ] حدت ا حمم د بن أمح د بن ا لخص‪ ،‬حدتحا بشن بن ث و ت ى ‪،‬‬

‫‪-‬حدثن ا أبو هم د ا و خن ي ال ئقر ئ‪ ،‬حدثن ا ح نطه‪ ،‬ح دئن ي أبو ا لأشود‪ ،‬هالط ‪ :‬ش ج ن ت عروه بن‬

‫ملي ج ب ي‬
‫بتة وت ح ن في ا ل واف ئ ث ك ت و‬
‫‪ ٠‬ح ف ت إ ر مه د الق بن غتن ام‬
‫ؤ م ‪ ،‬ف وت‪٠ :‬‬
‫مل ن ة ^؛‪ ، ١‬ص د ر ثة أن ت ذ ر إ ز‬
‫يف ا بك‬
‫أزا جغه ف‬ ‫ال‬ ‫واش‬ ‫يكينؤ‪ ،‬هم ئ ت ‪ :‬ثؤ رضي‬

‫‪ .‬ئنل ئ ئ عليه وأدي ت اثه م ن مح ه‬ ‫\لثديته قل ي‪ ،‬بأ هدم ت هدحل ت من ح ذ ‪^^،،^!١‬؛‬


Abdullah b. Omer 347

‫ ق ادت أ ك ث‬،‫ فذا حين هدومي‬:‫ت متى هدئت؟ ممل ت‬3 ‫ ه ائتثة ور ح ب بي زقا‬،‫نا ئؤ أئلة‬
‫ وحم ث ئادزا‬،‫ء ص كثا‬ ‫ب ث مه د الثؤ ونمي قي ال ؤ ا ف نثخ ا; ال ال ق‬
‫د و ت؛ ي < ذة م‬

: ‫ ت ظ نحم ق ؤ م ؟ ث ك‬:‫ ص‬، ‫م م‬ ‫ ء د‬:‫م ذبمف ؛ل زط ن؟ قل ق‬ ‫أ ذ ثق اني في‬

" ‫و ه الثؤ ثزؤ ض‬ ، ‫ ثدغ ا ابم ه ت ا بما‬، ‫أخزهئ تا حم ق ع ي ط‬

Urve b. ez-Zübeyr bildiriyor: Tavaf sırasında Abdullah b. Ömer’den


kızım istedim. Ancak sustu ve herhangi bir şey söylemedi. Kendi kendime:
“Şâyet kabul etseydi, bana bir cevap verirdi. Vallahi bu konuda artık
kendisine tek bir laf dahi etmem‫ ”؛‬dedim. Takdiri ilahi ki benden önce
Medine’ye gelmişti. Ardından ben Medine’ye girdim. Resûlullab’m (sallallahu
aleyhi vasellem) Mescid’ine geldim, selam verdim ve Mescid’e karşı olan görevimi
gerektiği gibi ifa ettim. Ardından Abdullah b. Ömer’in yanına vardım. Beni
hoş bir şekilde karşıladı ve: “Ne zaman geldin?” diye sordu. “Henüz daha
yeni geldim” karşılığını verdim. Bana: “Hatırlıyor musun tavaf esnasında
Allah’ın huzurundayken Şevde binti Abdillah’ı (evlenmek için) bana
zikretmiştin. Oysa bu konu hakkında o mekândan başka bir yerde de
benimle konuşabilirdin” deyince, ben: “öyle takdir edilmiş demek”
karşılığını verdim. Bana: “Peki, o konu hakkında şimdi ne düşünüyorsun?”
diye sorunca, ben: “Her zamankinden daha çok istiyorum” dedim. Bunun
üzerine (şahit olarak) oğulları sâlim ile Abdullah’ı çağırıp beni Şevde ile
evlendirdi.

،‫ حدثن ا أ خ ن د س زيد ثن اخل ريش‬، ‫ ] حدت ا غنتن ا ن بن أمح د‬٣٠ ٩٨ ‫ )“ ل‬١١١٨(

‫ ص‬، ^ ^ ١ ‫مح ن ئ ذ أيي‬


-‫ ح د ظ عتد الؤ‬، ‫ ح د ظ ا ال؛ص ن ط‬،‫لا!ث جنثازي‬1 ‫ح د ظ أبو خزم‬

، ‫ وعبد الل ه بن ع م‬، ‫ وعبد الل ه بن ال ؤ م‬، ‫ وغ رزه‬،‫ ا جثم غ في ا حل ج ر نص غ ي‬:‫ تما لأ‬،‫أبيه‬

‫ أال‬d ‫ م و ةت‬3 ‫ وئا‬،‫ أال ثأئ ش ا'ل خ القه‬d :‫م ئ ؤم‬ ‫عظ‬ ، ‫ " تءا‬:‫ل وا‬1‫مق‬

‫ وا جل م ع بثن عا ت ث ة‬،‫ أثا أئا هأب م ر إمرة العراق‬:‫ م ص ع ب‬3 ‫حما‬


‫ و‬، ‫ءا ئذ ش أن يؤ ح ذ ع ي العمل‬

: ‫ ها د‬،‫ أثا أئا ما ئن ش ا ملع فنة‬:‫ وقا د عئد الل ه بن عمن‬،‫س كينه يم ت ا حل س ن‬
‫بغت طئ ح ه و‬
348 Abdullah b. Omer

Abdurrahman b. Ebi’z-Zinâd, babasından bildiriyor: Zübeyr’in oğulları


olan Mus’ab, Urve, Abdullah ile (Ömer’in oğlu) Abdullah b. Ömer, Hicr’in
yanında toplandılar. Birbirlerine “Haydi temennilerde bulunun!” dediler.
Abdullah b. ez-Zübeyr: “Ben halife olmak isterdim!” dedi. Uı^e: “Ben, ilmin
benden çekilip alınmasını isterdim” dedi. Mus’ab da: “Ben Irak’ın başına
geçmeyi, Âişe binti Talha ile Sekine binti Hüseyn’i (nikâhımda) bir araya
getirmeyi isterdim” dedi. Abdullah b. Ömer ise: “Bana gelince, Allah’ın beni
bağışlamasını isterdim” dedi. Hepsi de istediklerine nail oldu, ibn Ömer de
umarım bağışlanmıştır.

‫ حدثما‬،‫ حدثن ا إئ ن ا عيد س عتد الثؤ‬،‫مه د الل ه بن جغ مر‬ ‫ آ م م ] حدتما‬/ ‫ )“ [ ا‬١١١٩(

‫ف د البن ع مر‬
‫ قاتت ي‬،‫ عنن ا غ‬،‫ عن يون س بن م ح د‬،‫ن ا أبو شه ا ب‬
‫لأب‬ ،‫أ خند بن يونس‬
‫ و م ح ه م ف ت ل‬،‫ن ر خ هؤ الء ونع ه و الء‬
‫ " أ ح‬:‫ وا ل م حية‬، ‫ ز' ك زايج‬، ‫رم ن ابن ال ؤ م‬

‫ال ج‬
‫ وس‬، ‫م غ د ائث ح أ و‬ ‫ م‬:‫ ؤتذقات‬،‫ خئ غلى الئ الؤ أج ئ‬: ‫ صقاد‬:‫بجا؟ قات‬
" ‫ ال‬: ‫ هئ ت‬،‫لم وأ ح ذ م‬-‫خيل ق ا نم‬-‫ق\إ ات ح ي ع ز مم د أ‬

Nâft’ bildiriyor: İbnu’z-Ziibeyr olaylarının, Hâricîlerin ve (Cehmiye’nin


bir kolu) Haşebiyye’nin kol gezdiği zamanlarda ibn Ömer’e: “Bunlar
birbirlerini öldürürken sen hepsinin yanında namaz mı kılıyorsun?”
denildiğinde şöyle karşılık vermiştir: “Haydi namaza, diyen herkesin bu
davetine icabet ederim. Haydi felaha, diyen herkesin bu davetine icabet
ederim. Ama «Haydi müslüman kardeşinin kanım dökmeye ve mallarını
almaya» diyenlerin bu davetine asla icabet etmem!”

، ‫ خ ا؛ثن ا بش ر بن مو ت ى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لخشن‬٣٠٩/١ ‫)" ل‬١١٢٠(

‫ ع ن‬،‫ ع ن عب د الل ه ب ن عبي د ب ن م حي‬، ^ ١^ ٦ ‫ ح دثن ا غ ا زون ب ن‬، ‫ب ش‬


‫م‬ ‫ح دثنا ح الب ب ن‬

‫ؤا ت سثون ظى خ ا ثةء‬£ ‫ئ د ي‬ ‫ظ ي مح ق ؤ‬ ‫ " ؛ ى م كا ن‬: 3 ‫م د ا‬ ‫حم‬ ‫ئ د ال أؤ'تن‬

‫ هأ ح ذ ثع ضهب ي مينا وش م ا ال محاحع ئأ‬، ‫ محتتثذت_\ هز "كذ ل ك إذ عشثتهب ش ح ابة وظل ت ه‬C‫يعرف وبه ا‬

‫ ؛‬ö j â 3‫دب ق ظ م ح ن ة ط ري ه ا الو‬


‫ه م‬ ‫ ز ك ج ئ أ م ء ز ك خ ر ب و‬،‫اإلي؛ئ‬
Abdullah b. Omer 349

‫ ما أبالي أن‬، ‫ إلئن ا هؤ الء فتيا ن قريش يمتتلون غش القلتئا ن وعلى هذه ال دثا‬،‫ؤأ حذثا فيه‬

‫ ^ ؛‬١^ ١‫م‬ ‫بئ ل ئ ف ا‬


‫" أ ك و ن ل ي ما ي ق د م ح ي ب م ح ا م‬

Abdullah b. Ömer der ‫لظ‬: “Bizler, bu fitneler zamanında bilinen bir


caddede yürüyen bir topluluk gibiyiz. Bunlar caddede yürürken yola bir
bulut ve karanlık çöküyor. Bunun üzerine insanlardan bazıları sağa ve sola
sapıp yoldan çıkıyorlar. Durumu fark edince de duruyoruz. Allah ortalığı
aydınlatınca da daha önce yürümekte olduğumuz yolda devam ediyoruz.
İşte bu topluluk, dünya ve saltanat için savaşan Kureyş gençleridir. Oysa
dünyaya, eskimiş olan şu iki çarığım kadar bile değer vermem.”

‫ حدثن ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا بش ر بن مو ت ى‬،‫وثر‬ ‫ء خ ا؛ثن ا م ح ئ د بن ا م‬٣ ١ ٠/ ١‫)" ت‬١١٢١(


‫ن ن ن ثن‬

: 3 ‫ ظ‬،‫ عن داؤع‬،‫ ص م و ت ى بن ع م ه‬،‫ ر ج ه بن ن صع ب‬1<- ‫ خ ا؛ثن ا‬،‫ ن‬1‫عتد ا ل ص م د بن حث‬

" ‫ غ ذا تخثرن‬: ‫قك‬ ‫ؤع ا ي ا ي ه‬1 |‫إئ‬ ‫تنف و‬:‫ا‬ ‫'ل ى‬ ‫" وئ و ت إ‬
N â fı der ki: “ibn Ömer’e baksaydın, Resûlullah’ın (saliallahu aleyhi vesellem)

izinden gitmeye o kadar dikkat ederdi ki kendisine deli derdin.”

، ‫ حدثن ا أبو ب ك ر بن أيي فتت ه‬، ‫ ] حدثنا عثد الثؤ بن م ح م د بن شب ل‬٣ ١ ٠ ٨ [ ") ١١٢٢ (

‫تن غن ز؛ائ و‬:‫ ا‬Ö& : 3 ‫ ئ‬، ‫ص خ ه‬ ، ‫م ا لأخزل‬ ‫ ء‬،‫ غذ‬، ‫م‬ ‫ ه ئ‬1 ‫خدئتثا م د‬

"‫ه‬ ‫ ش إ‬1‫ش م‬ ‫أخت ظ ق أ ن ب ه ق ةا شت‬

^ ı m el-Ahvel, birisinden bildiriyor: “ibn Ömer’i gören birisi,


Resûlullah’ın (saliallahu sİEyhi vesellem) izinden gitmeye gösterdiği titizlikten dolayı
aklında bir noksanlık olduğunu zannederdi.”

‫ حدثما ن ح م د بن شت لء حدثن ا أبو‬، ‫ م ا م ] حدثن ا عئد الثؤ بن م ح م د‬/ ‫ )" [ ا‬١١٢٣(

‫ ع ن اب ن ع م ر أ ق كا ذ ف ي‬،/‫ع ن ن ا فع‬ ،‫ر م ؤذ ود‬ ‫ ع ن‬، ‫ حدثت ا و ك ي ع‬،‫م ب ن أي ي م حث‬

‫حنث‬ ‫مبي‬ ، ‫ظ‬ ‫عر‬ ‫ " لع ث حما ج‬:‫وب و ت‬


‫بع‬ ‫ م‬، ‫ز ي ي م ك ه أ غ ذ جن أ س نا ج ي يتقيه ا‬

‫زاجتي ا ق ة ه 'ا‬

Nâfı bildiriyor: ibn Ömer Mekke yolundayken, belki Resûlullah'ın


bineğinin bastığı yerlere denk gelir diye aym yerden iki defa geçirirdi.”
350 Abdullah b. Omer

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثن ا بشن بن مو ت ى‬،‫ ] حدثن ا أبوب حرت ح م د ن ا لخض‬٣١ ٠٨ ‫ )“ ل‬١١٢٤(

'٠ :‫ هات‬،‫ عن أي ه‬،‫ عن زيد بن أنل؛؛‬، ‫ ح دمحا حار ج ه بن م صع ب‬،‫عئد ا ل ص م د بن حث ا ن‬

‫ن ا ئا ئه أصل ت ثمينف ا ي ه ال ة ب ن ا لأرض بأ طل ب ال م م ن ابن غنن لمح ت ن بن الح ط ا ب‬

" ‫من ا‬ ‫ر ص الق‬


Zeyd b. Eşlem, babasından şöyle nakleder: “ibn Ömer’in, babası Ömer
b. El-Hattâb^n izini takib etmede gösterdiği istek ve titizliği, çölde kaybolan
yavrusunun izini süren deve bile gösteremez.”

‫حدثن ا‬ ،،‫ حدق ا م ح م د س •ق اب ي‬، ‫ م ا م ] حدثت ا أبو بكر بن ح الب‬/ ‫ )" [ ا‬١١٢٥(

‫م‬ ‫ أة ا ط م د تن أ ئ ثن‬،‫ غذ بما ة ئن ء ال د ئن أيي ط لظ‬،‫ غذتالل ه‬،‫اقئث ئ‬


‫دؤد ا إ؟ى‬،‫ ء‬Ş " : 3 ‫ ه ا‬،،‫؛‬٠٣١١ ‫أخ ره أثن "ى ن يأ ق عثذ طؤ ثن عنن ق ع د و تغه |لى‬

‫ش ز ال أ خ د إ ال‬ ‫ط ا ب ز ال صا ح ب ثبم ة ز ال‬ ‫ط الل ه تق غ م غلى‬ ‫الق و ق إل ي إل‬

‫ و ال‬، ‫ ؤ ال س أل عن ال غ ي‬،‫ ظثص ن غبالث وق زأنث ال م ف ن غش التيع‬: ‫ ق ن ت‬،‫و ت م عثه‬

‫ لي عبذ‬،3‫مما‬ ‫ ا ج لش بثا ههنا‬:‫ وأقو لأ‬:‫ ز ال م جل س في م جال س ؟ قات‬، ‫مثن وم به ا‬

‫ نت ل م على‬،‫ ] و كا ن ال ف ي ل ذا بهل ن إثن ا ئند و م ن أ ج ل الغ ال م‬٣١ ‫ ا‬/ ‫ يا أبا بهل ن ل ا‬:‫الل ه‬

"‫تذم ح ث‬
Tufeyl b. Ebi Ka’b bildiriyor: Abdullah b. Ömer’in yanına gelir birlikte
çarşıya çıkardık. Çarşıda demirci, satıcı, miskin, karşılaştığı herkese selam
verirdi. Bir defasında ona: “Çarşıda bir şey satmıyor, almak için bir eşyanın
fiyatını sormuyor, pazarlık yapmıyor, orada bulunanlarla birlikte
oturmuyorsun. Peki, neden çarşıya çıkıyorsun?” dediğimde: “Şurada otur da
konuşalım” karşılığını verdi. Benim biraz göbeğim vardı, oturduğumuzda
Abdullah bana: “Ey göbekli adam! Biz çarşıya sadece selam vermek için
çıkıyott .z. Onun için sen de karşılaştığın herkese selam ver” dedi.

‫ خدتثا‬،‫ط ت ذ إ ن خا ى‬ ‫ خدتثا ش‬، ‫ [ خدتثا إتزا م أ ئ ع د ال م‬v \ \ h ) "((١١٢٦

‫ عن عتيد الل ه بن ع د ألل ه بن عتبه‬،^‫ عن ال ؤ م‬،‫ حدثن ا ماللث بن أن ي‬،‫قس ة بن ش جي‬،


Abdullah b. Omer 351

‫ نواة مح ق أ تق‬، ٠٠ ‫ خش ق و ال أؤ ض ال‬،‫ و ال في امحه‬،‫و ه ي غئز‬ ‫ايث‬ Ö& ‫نا‬ " :‫قات‬

‫ ص مال ك بغثة‬،‫عد ي‬

Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe der ‫لكل‬: “,Ömer'de ve oğlunda iyilik


konuşuncaya veya yapmcaya kadar fark edilmezdi.”

‫ حدت ا بكر‬، ‫ خ ا؛ثن ا إبزاي إ بن تع دا ن‬، ‫ ] حدثن ا م ح م د ن إ شحا ق‬٣١١/١ ‫ )" ل‬١١٢ ٧(

‫ ثا أي‬٠٠ :‫ لي ابن شع دا ن‬3 ‫ ها‬: ‫ ها د‬،‫ صر م جا هد‬،‫ عن ا لخكم‬،‫ حدثن ا شهبة‬،‫بن بكار‬

، ‫ش ذ عاك ا‬ ‫ أ ك تث ة إ ال‬:‫ قل ث‬:‫ه الث الز ي قزم ه؟ قات‬ ‫م ب ث وئع‬ ،‫ائثا ري‬

‫ ح الم هز | ال ثئ صااا‬-‫ وأ‬،‫ م هز‬1‫ وأ جت‬، ‫ غي أ؛ئن ايبلم‬١^ ١٧ ‫ ل م‬٧٢۵١ ‫ ق إن‬: 3 ‫ه ا‬

Mücâhid der ‫لكل‬: îbn Sa'dân bana “Ey Ebu'l-Gâzi! Hz. Nuh, kavminin
:içinde kaç yıl yaşadı?” diye sordu, “Bin yılın elli eksiği” deyince bana
İnsanların yaşı, vücut yapıları ve hayalleri durmadan eksildi” dedi“.

‫ أخبزتا عتد‬، ^ £ ١^ ‫ حدثن ا إشثا ق بن‬، ‫ ا ا مأ] ح دق ا ئأث ما ن مع أ ح م د‬/ ‫ [ ا‬-) ١١٢٨(

٠ ‫ غد ء ن أ ئ خا ي ال م‬: ‫ت ب د ات ذ غ م‬ :‫ قات‬،‫ غ ذ قاذق‬، ‫ ق ئ ت م‬. ، ‫ال ث ائ ي‬

" ‫ زا إليت ا ن ي ي ه م أعفنن م ن ا ل جب ا ل‬،‫ن ز‬


‫ " ح‬:‫ي ص ح ك و ن؟ قات‬

Katâde der ki: ibn Ömer’e: “Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashabı güler
miydi?” diye sorulunca: “Evet! Ama kalplerindeki iman da dağlardan
yüceydi!” karşılığını verdi.

‫ ح دثن ا ن خ ئ د ب ن عت د و س‬، ‫^ ب ن أث و ب‬ ١^ ‫ ا ا م أ ] خ ا؛ثن ا عب د الل ه ب ن‬/ ‫ت ا‬ “ ) ١١٢ ٩ (

٤١‫ ؛ " ؛‬٥ ، ‫ ض ا؛تن غ م‬، ٤ ۶ ‫ د‬:‫ صآ ك م‬،‫ ا ز و‬- ‫ م ح‬،‫ ظ ك ظ ق ؛ ت ن م حي‬، ‫ثن ص‬
‫ثمهس‬
‫ب‬
‫ يممحى أؤ م‬:‫ وما ا ك س ون؟ ه ات‬:‫ ممات‬: 3 ‫ ه ا‬،‫أثاث ا يدعؤن يؤم ا لمثا ن ة ا ل منقص ين‬

‫د‬ " ‫أ ح د ه ز ص الئهبالت ماته ووضوئه‬

İbn Ömer der ki: “Kıyamet gününde bir topluluk «Eksiltenler» olarak
anılırlar. Eksiltenler’in ne olduğunu biliyor musunuz? Kişinin namazını veya
abdestini eksik olarak ifa etmesidir.”
352 Abdullah b. Omer

‫ حدثن ا ج د ي أثو‬،‫ ا ا م ] حدثن ا إبراهي م بن أ خن ت بن أيي حص ئ ن‬/ ‫ت ا‬ - ) ١١٣٠(

‫ " أثت‬،‫ عن ابن عنز‬،‫ عن ن ا؛ع‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ حدثن ا ني ئ‬،‫ي خ بن وكيع‬
‫ حدثن ا نف‬،‫حصين‬
٠
٠ ‫م ن نابثا‬ ‫•علسا‬ ‫ أنف ئ‬، ‫ا ب غ‬
‫يا ئ‬ ‫ت‬،3 ‫دا‬ ،‫ث ليا ل‬ ‫م ح ت ثلا‬ ‫ثنثا‬ ‫ز ج ل‬ ‫غل ى‬ ‫نزد‬

Nâfi'nin naklettiğine göre; ibn Ömer bir adamın evine misafir olmuştu.
Misafirliğinin üzerinden üç gece geçince “Ey Nâfı! Bize kendi malımızdan
ver” dedi.

،‫ عن تغ م ر‬،‫ حدثن ا مه د اوواق‬،‫ حدث ا إ ت خ ا ق‬،‫] حدق ا نث مان‬٣١١/‫ [؟‬-) ١١٣١(


‫ ق غ ح‬: ‫ م ح ا ال‬، ‫ فت يق ي نث ه ا غت د‬، ‫ ن ئ د اتق غتن ض ال إ ه إ ال ا ه‬:‫ ق ات‬،‫ض ق ا ذة‬
" ‫ ع إل و ال ثئتر‬:‫و بجا غ ث و قا د اس عس‬

Katâde der ki: ibn Ömer’e, “Lâ ilâhe illallah” sözü konusunda: “Bu sözü
söyleyen kişinin işlediği kötü amellerin kendisine bir zararı dokunur mu?
Veya bu sözü söylemedikten sonra kişinin işleyeceği iyi bir amelin kendisine
faydası olur mu?” diye sorulunca: “Senden istenilen şeyleri yap ve olmayan
şeylerle boşuna uğraşma” karşılığını verdi.

‫حدثن ا ع ا صم‬ ، ‫ حدت ا ع م بن حف ص‬، ‫ ] حدثن ا حبي ب بن ا ل ح ش‬٣ ١ ١ ٨ [ - ) ١١٣٢(

‫ثق ا‬ ‫ قادت‬،‫ت د ا ل جبي‬


‫ غذ ج‬، ‫ عنث عاوثه بن و‬،‫بن علي عن اق ا ي م بن ا ل م ص ل ا لخدايي‬

^ ١ ‫في‬ ‫إا‬ ‫أ ة ء ن شأ‬ ‫؛ ال‬ ،‫ا ل م شه ؛ ال غ م د به‬ ‫مئ‬ ‫ذغ‬: ‫إل‬ ‫ زيت‬:‫ء ئن غنن‬ ‫ص‬

‫ و ال أئة ءق‬،‫ئ شه و ال غيد بؤ‬1 ‫ يذع م ذ اا‬٢ ‫ ي ي و‬:‫ ئ ك‬،" ‫ " ه ئ ث ة‬:‫هد‬ M
" ‫ ق و‬Vj ‫ " غثي‬:3 ‫ه ه ا‬ ‫م‬ ‫ ؤأة ش ظ؛ زن وت‬، ‫مم ه د أن الم ه إالم ال ه‬

Ma’bed el-Cühenî bildiriyor: Abdullah b. Ömer’e: “Adamın biri ne kadar


”hayır varsa hepsini işlemiş, ancal^ Allah konusunda şüphesi var
dediğimizde, Abdullah: “Bu adam kesinlikle helak olmuştur!” karşılığını
verdi. “Peki, adamın biri de ne kadar kötülük varsa hepsini işlemiştir; ancak
Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in de Allah’ın resûlü olduğuna
şahadet ediyor” dediğimizde ise: “Senden istenilen şeyleri yap ve olmayan
şeylerle boşuna uğraşma” karşılığını verdi,
Abdullakb. Omer 353

‫ حدثن ا عثامح ن‬، ‫ حدثن ا إبزاه م بنتايته‬، ‫ ] حدثت ا أ خ ن د بن إن ح ا ق‬٣ ١ ١ ٨ [ ") ١١٣٣(

‫مبمامحس ن ق د‬ ‫ أن ابن ع من‬،‫ عن أبيه‬، ‫ عن ع من بن أيي ش ل م ه‬،‫ حدق ا أب و ع وائة‬،‫بن ال ول يد‬

‫ ئ ز‬،‫ وئ م حز إن ا ه نحا ر أ ؤ ث بث ا و ه و لأ‬،‫ " ئ خ ال ق ق د و ا لأندى‬:‫ ق ات‬، ‫زئئ وا أئ دي ز‬

" ‫بب‬.‫مح‬
‫أقرب إ ر أ ح ز م مت ح م ا م‬

Ömer b. Ebî Seleme'nin, babasından naklettiğine göre !bn Ömer yolda


bir hikâyeciye rastladı. Dinleyenler ellerini kaldırmışlardı, ibn Ömer: “Allah
bu elleri kırsın, yazıklar olsun size, yazıklar olsun! Allah ellerinizi
kaldırdığınız yerden daha yakındır, o size şah damarınızdan daha yakındır”
dedi.

‫ حدثن ا‬، ‫ حدثما ا لخشن بن ائنث ز‬،‫حدق ا ي ونف ئ بن يعق و ب‬ ] ٣١٢/١ ‫ ل‬- ) ١١٣٤(

‫ قنئ اف ئ‬،‫ س ه د ت م غ ابن ع م ر جن ا نه‬: ‫ ي مول‬، ‫ ش م ع ت ثافئا‬:‫ قات‬،‫ حدثن ا جزيرته‬،‫ع ما ن‬

، ‫ " إنء ا م الئ؛ت ال إل ق ؤ ؤ‬:‫دق غتز‬:‫ا‬ ‫ص‬ ‫ص ا(بموا غ ر 'ن م‬ 3 ‫ قا‬، ‫ص ذت ي ا‬

" ‫زل ي ا بمواب اش م الثؤ‬

Nâfi bildiriyor: ibn Ömer ile bir cenazede bulundum. Cenaze


defnedilince bir kişi: “Haydi, Allah'ın adı üzerine ellerinizi kaldırınız”
deyince, ibn Ömer: “Allah’ın adı her şeyden yücedir. Allahın adı üzerine
değil, Allah'ın adıyla kaldırınız” karşılığım verdi.

، ‫ حدثن ا عثد الله بن أ ح م د بن ح م‬، ‫ ] حدثن ا أثو بكر بن مال ك‬٣١٢/١ ‫ ل‬- ) ١١٣٥(

‫ت ك ن ئ‬3 ‫ ما‬،‫ عن م ج ا هد‬، ‫ صر أيي ح ف ش‬،‫ ح دنما مالل ثم‬،‫ حدثن ا أب و معاويه‬،‫ح دئيي أيي‬

‫ ي‬: ‫ نا محع د أئلل ي؟ " ق ن ت‬،‫ " يا حربة‬:‫ ق ا د مح ل‬،‫أ م شي ن غ ابن ع من ن م غش ح ربة‬

" ‫ وب ص أغن ا ي‬،‫ م حوا‬٠' :‫ ما ق و أ ه ي ؟ ق ات ا ئ غنز‬،‫خرق‬

Mücâhid bildiriyor•/ ibn Ömer’le birlikte yürürken harabe olan bir


yerden geçtik, ibn Ömer bana: “Harabeye sor bakalım, sakinlerine ne
olmuş?” deyince, ben de: “Ey harabe! Sakinlerine ne oldu?” diye sordum.
İbn Ömer: “işlerini bırakıp gittiler!” karşılığını verdi.
354 Abdullah b. Abbâs

،‫ حدق ا عثد الئؤ بن أ خنذ بن حنت ل‬،‫حدثن ا أيو بك ر بن مال ك‬ ‫ا‬ ٣١٢/١‫ ل‬-) ١١٣٦(
‫ م‬:‫ قات‬،‫ عن أيي خ ارم‬، ‫ حدق ا ت ع يد بن مه د الؤ ح م ن ا ل جن حي‬،‫ى يوش‬ ‫حدق ا ثزي ج‬

‫ ر ئ عقه ال ي آ نم‬6 ‫ه ؛‬ : ١^ " ‫ " ظ ث أ ه ؟‬:3‫ ه ا‬،‫ي ذ أ م ا ت ي ق‬ ‫م‬ ‫تن غ م ي م‬:‫ا‬


‫ط‬ ‫ زن ا نن ئ‬،‫ " إثا ل ث ش ق ى الله‬:‫ ق ا لأ‬،‫بمسته غذا‬

Ebû H âzım der ki: ib n Ö m er, Irak ahalisinden yerde uzanmış bir adamla
karşılaştı. Oradakilere: “Neyi var bunun?” diye sorunca: “Kendisine K ur'ân
okunduğu zaman bu hale geliyor‫ ”؛‬karşılığını verdiler. B unun üzerine ib n
Ö m er: “Bizler de Allah’tan korkarız, am a böyle kendimizi yere atmayız!”
dedi.

Takrîb 101, Takrîb 1206, Takrîb 4045, Takrîb 649, Takrîb 4439

A b d u lla h b . A b t â s

Onlardan biri de bilen ve telkin eden, zeki ve anlayan, iftihar


edilenlerin iftiharı, haberlerin mehtabı, feleklerin kutbu, mülkün
unsurudur. Zengin bir derya, keskin bir göz, Kur'ân'm müfessiri, tevilin
mübeyyini, keskin zekâlı, abdest kıyafetli, meclisindekilere ikramda
bulunan, dostlara yemek yediren Abdullah b. Abbâs.
Derler ki: Tasavvuf, enfes davranışlarda nefes nefese yarışmak ve nefîs
alışkanlıklardan nefsi l<urtarmaktır.
Takrîb 2078

‫ حدثت ا م ح م ذ بن أ ح م د بن أ ي‬،‫ ا حدثن ا مح ئ د بن جع ق ر بن محجب م‬١١٤٥‫ ل‬- ) ١١٤٤(

،‫ عن ع م رو بن دبمار‬،‫ حدثن ا حا ت م بن أ ي صغيزه‬C‫ حدثن ا عتد الل ه بن بك ر الس ه م ي‬،‫الع وام‬

‫ م ن ا جر ال م مح ش‬٠ ‫ظ ن ال ق ي‬ ‫ " ص غ ت‬:‫م عثاص قات‬ ‫ عن‬،‫ أمحزة‬، ‫وقا‬ ‫أة‬

‫ زأن ث رنولط الل ه ال ذ ي‬،‫ب أ ى انذاف‬


‫ وتتغى أل ح د أن م‬:‫ ئ ك ثق‬، ‫ هنئ ا اتص ن ف‬،‫ج ذاؤه‬

] ٣١ £ ‫ه أن يزيدني به مم وع ك " ل اا‬ 1‫ ك ) ه ؟ ئلىع‬1‫أعاط‬


Abdullah b. Abbâs 355

ibn Abbâs der ‫لكل‬: Gecenin sonunda Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem)

arkasında namaz kıldım. Beni hizasına aldı. Bitirdiğinde ona “Bir kimsenin
bu şekilde namaz kılması olur mu, üstelik sen Allah'ın sana verdiği
Resûlullah'sın?” dedim. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellam), bana ilim ve
anlayış vermesi için Allah'a dua etti.

‫ خ ا؛ثن ا م ح م د بن عتد الثؤ‬،‫ ] حدثن ا هم د الل ه بن م ح م د ئن جعف ر‬١١٤٦[ -) ١ ١٤٥(

، ‫ئ خا ق‬،‫ عن أيى إ‬،‫يون س‬ ، ‫ !شص س ئ م ت د‬1‫ح دق‬ ‫ ح د ظ أبو يزيد‬،‫بن ونته‬

‫ ئ؛ ل‬٠ ‫ه‬ ‫ م ح ق صد ز وئ د‬: ‫رق غيص‬:‫ ا‬3 ‫قا‬ ، ‫ظ ش ق ن ا م ح اري‬ ‫خد ش‬

‫ه قم ن ت و ؤ ئ أ ث‬ ‫مؤ‬ ‫ الهع ن ن تحا ث ن د‬4‫ ؤالل‬:‫مح ن ت‬ ‫ثبدب ا‬،‫مثء فت وضأ ز‬

‫ محلما محص ى‬، ‫ هأق ا رإ؟ي الواري به أوئم عن ي م ينه؛ قأبي ت‬،‫ بأ ضفف ت ظ ثة‬، ‫ؤئرب ت هآت م ا‬

‫ أ ك أ ج ؤ فى‬، ‫ يا نن ول ال م‬: ‫ " ن ا ت ق ذ أ ذ ال ت وئ ن وازتث مح ؟ " ئ ك‬:‫ قا د‬،‫ص الته‬

] r \ o l \[ " ‫ئ‬ ‫ ؛ت ج‬4‫ " ا هأآ ت‬: ‫ ه ات‬، ‫ و أ م ئ أ ذ أواز يبا ق‬، ‫غ م‬
‫ا‬
îbn Abbâs anlatıyor: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanındaydım. Suya
‫ةكل‬1‫ ل ط‬, abdest aldı ve ayakta su içti. İçimden “Vallahi Resûlullah'ın yaptığı
gibi yapacağım” dedim. Kalktım, abdest aldım ve ayakta su içtim, sonra
arkasında namaza durdum. Bana, yanında durmam için sağım işaret etti.
Dediğini yapmadım. Namazını bitirince "Neden yanımda durmadınl'"
deyince, ben: “Ey Allah’ın Resûlü‫ ؛‬Sen gözümde daha yücesin, senin
yanında durmamdan daha değerlisin” dedim. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi

vesellem)"Allahım! Ona hikmeti ver!" dedi.

‫ خ ا؛ثن ا قتثة بن‬،‫ف ر اتيثا بي‬


‫ خ ا؛ثن ا جع‬، ‫ ] حدثن ا ا لخشن بن ع ال ن‬١١ ٤٧[ -) ١ ١٤٦(

‫ عن ابن‬،٤^ ^ ‫ عن‬،‫ عن حالف ا لخداع‬، ^ ^ ١ ‫ حدثن ا م حث و ث بن ا لختن‬،‫تع يد‬

" ‫ت " ال ث ي أ ق ة ائ ج ئ‬3 ‫ ث أ ق ا‬S ‫م زش ون ال د‬ ‫ مح‬:‫ء س قات‬

îbn Abbâs der ki: “Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) beni kucakladı ve
Allahım! Ona hikmeti öğret!" dedi".

‫ حدثن ا‬،‫ حدق ا م ح ئ د بن ع ئ بن م هد ي‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر ال ق ج ئ‬١ ١ ٤٨[ -) ١ ١ ٤٧(

‫ ض‬،‫ عن زيد بن أنل م‬،‫ حدثن ا ذاؤئ بن عتناء‬،‫ حدثني ش ا عذم بن عبد الل ه‬،‫الربير بن بك ار‬
‫‪356‬‬ ‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬

‫اتن غتن قات‪ :‬ذغا زئولت القي ‪ ٠‬ل م ال م ثن امح ا م ‪ ،‬ق ات‪ " :‬ال ث ي أتارك محي‪ ،‬وائقؤ‬
‫منة "‬

‫!‪ibn Ömer der ki: “Resûlullah (sallallahu ^١٢٠١‬‬


‫‪^١vesellem) Abdullah b. Abbâs için‬‬
‫"‪dua edip şöyle dedi: "Allahım! Onu mübarek kıl ve ondan (ilmi) dağıt.‬‬

‫ن ث ن بن عل ى ‪ ،‬حدبن ا‬
‫(‪ ] ١١٤٩[ “) ١١٤٨‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن ائ م ظم ر‪ ،‬حدثن ا ع م بن ا م‬

‫عئد ‪ ^ ١‬بن م ح م د بن م حي ا الء مو ي ‪ ،‬حدثن ا م ح م د بن ص‪-‬الح اكذي;ؤ‪ ،‬خ ا؛ثن ا ال ه ر بن‬

‫ج م ا م ح م ي‪ ،‬ح دقا عبد الزير بن عبد ا ل صم د ات م ي‪ ،‬أ م حي علي بن ريد بن‬


‫ه فتق ا ه ‪1‬ل م ارمى‪،‬‬ ‫ج دعا ن‪ ،‬عنسثنع ي د بن ال ن س ب ‪ ،‬عن أيي ه ريره قادت حزغ نن ول الثؤ‬

‫بي‬ ‫ء ؛ثث خ‬ ‫ش ‪ ١١٤‬؛‪ " :‬؛ ة ؛ ه‬ ‫ش م ؟ " قا ‪ : 3‬بش مإ زشود‬ ‫ق ا د ‪ " :‬ص أنتي ك ظ أي‬

‫فذ؛ ا ال م ‪ ،‬بيذ‪،‬ئؤلف ث خين ة ‪ ، ٠٠‬م ؤد به الهز بن جعف ر‪ ،‬زنؤ ح دي ث غرين‬

‫‪Ebû Hureyre der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vBSBİİEm) evden çıkınca Abbâs'la‬‬
‫‪karşılaştı. Ona “Ey Ebu'l-Fadl! Sana müjde vereyim mi?” dedi. Abbâs “Olur,‬‬
‫‪ey Allah’ın Resûlü!” deyincej Hz. ?eygamber (sallallahu aleyhi vESEİlem) şöyle‬‬
‫"‪buyurdu: "Allah bu iği benimle başlattı, senin zürriyetinle tamamlayacaktır.‬‬

‫‪Takrîb 4544‬‬
‫‪ [ -) ١ ١٠ ٠‬ا ‪ /‬ام ‪- ] ٣١‬حدقن ا ئ ح م د بن أخنت بن ا لخض‪ ،‬حدت ا م ح م د بن عت ما ن بن‬

‫أيي‪ ،‬ح د ظ أبو |ش ا م ه ‪ ،‬حدثت‪ I‬ا ألحمم‪،‬س‪ C‬عن ئ‪-‬محا هد‪ ،‬ما‪)3‬ت ‪" '٠‬ى ن ؛بن‬ ‫أيي شيبه‪،‬‬

‫م ة بجؤ '‪٠‬‬ ‫عب ا س بم ش الب حر م ن‬


‫‪: “ibn Abbâs ilminin çokluğundan derya olarak‬ثكل ‪Mücahid der‬‬
‫”‪isimlendirilirdi.‬‬

‫(‪ ] ١١٠٢[ “) ١١٥١‬حدتما م خلم د بن جغ م ر أبو عيس ى ا لخقئ‪ ،‬حدت ا أ ح م د بن‬

‫ئن ص ور‪ ،‬حدتما سع دا ن بن جعف ر ‪ ، ^ ^ ^ ١‬يم ه أم ي ن عن عتد ا ل م ؤم ن ثن حال د ‪ ،‬ب ات‪:‬‬

‫‪ S‬وعئذة‬ ‫ء ئ ي؛تة ت خ د ث‪ ،‬عن ا‪:‬س ئ أ س أق ظت ‪ :‬م ح غ ؛ ر ا ي‪2‬‬ ‫ق م ن ئ عبمت‬

‫مق خ ي ئ ذ و ا آل إل ثا ت ئ ز م بؤ‬ ‫ج ي د غ ي الث ال م‪ /‬ه ا ‪ 3‬ه ح ري د ع ي الغ ال م‪ " :‬إ ه‬

‫‪-‬ص؛ '‪ ٠‬م ؤد به عتذ ا ل م ؤم ن ثن حال د ‪ ،‬وه و ح ديته‬


Abdullah b. Abbâs 357

İbn Abbâs der ‫لكل‬: Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ٧^^^١١□^) yanına ‫ر ^ل أ و ل س ل ج‬

yanında da Cibril vardı. Cibril O'na: “Bu ümmetin alimi olacaktır. Ona
hayır tavsiye et” dedi.

‫ ح دنما‬،‫ خ ا؛ثن ا مه د الل ه بن شع ي د ا لر ئ‬، ‫ ] حدق ا ئأث ما ن بن أ ح م د‬١١ ٥٣ [ - ) ١ ١٥٢(

‫ ع ن عت د الل ه ئ ن عب ا س‬،‫ ع ن مي م ون ب ن م ه ر ا ن‬، ‫ حدثت ا ف زا ت ب ن ا لث ا ي ب‬،‫ع ا مز ب ن م سا ره‬

‫ وعث م ه‬، ٤^ ^ ١ ‫ م أعطه‬4 ‫ الل‬٠٠ ‫ ممات)ت‬،‫ه وضغ يده عأى رأس عتد ظؤ‬ ‫م‬ ‫أن رن و د‬

:‫ قات‬P ، ‫ض‬ ‫ ووضع يده غلى ءت ا ؛يأ مح ؤ ج د عبد ال م بن عب ا س وذث ا قي‬، ٠' ‫الق ر يب‬
،‫ ق ز ينث ز حقن في ن س ه إلى تت ا م أ خد م ذ الثا س‬،" ‫ز ه ا‬ ‫بما‬ ‫ش أ اخثث <ئ ق‬

. 4‫ونو تزأل ح م هذه ا ال؛م ة ح ش قبضة الل‬

Meymûn b. Mihrân'ın Abdullah b. Abbâs'tan naklettiğine göre


Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) elini Abdullah'ın başına koyup "'Allahım! Ona
hikmeti ٢^٧ ve tevili öğret!" dedi. Sonra elini göğsüne koyunca Abdullah b.
Abbâs elinin soğukluğunu sırtında hissetti. Ardından Hz. Peygamber (sallallahu
aleyhi vesellem): "Allahım! Kalbini hikmet ve ilimle doldur" buyurdu. Bundan sonra

İbn Abbâs insanların hiçbir sorusuna şaşırmadı. Allah ruhunu kabzedinceye


kadar da bu ümmetin âlimi olarak kaldı.

‫حدت ا‬- ، ‫ف ر بن أ ح م د ئن ج ن زاذ‬


‫ حدثتا جع‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر الق لل ح ئ‬١١٥٤[ ") ١١٥٣(

، ‫ض ائئ ؤا م ب ن ح ؤ ش ب‬ ، ‫ حدثت ا ع ب ذ ال ر ب ن ي ن ا م‬، ‫إبراهي م ب ن ي و ث ق ن الص ي رف ي ا د ك و ق ي‬

‫ب؛ تر جم أ ن‬
‫م‬ :‫ وها ت‬،‫ن ر‬
‫ج‬ ‫ب ح م‬. ‫ ع ن اب ن غثا س ها تت د ع ا ل ى ر ن و ت الل ه‬، ‫ص م جا ه د‬

" .‫ا ق ؟تيأن ث‬

İbn Abbâs der ki: Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bana birçok defa hayırla
dua etti ve şöyle dedi: "IÇur'ân'ın en güzel tercümanı sensin."

‫ حدثما ع م‬، ‫ خ ا؛ثن ا أبو المقا س ال ق ائ ج‬،‫ ] حدثن ا أبو خا ب ز بن جمل ه‬٣١ ٦/١ [ ") ١١٥٤(

‫ ع ن‬، ^ ^ ١ ‫ ع ن م ن ذ ر‬، ‫ع ن تع ت د ب ن م ش ر و ق‬ ‫ ح دثن ا أث و‬،‫ب ن م ح م د ب ن ا ل خشن‬

" ‫ء ف ذ م ا أل إل‬ ‫ " ' كا ن ا ئ ء س‬:‫ قات‬، ‫اتن ا ل خثه‬

İbnu’l-Hanefîyye der ki: “ibn Abbâs, bu ümmetin âlimiydi.”


358 Abdullah b. Abbâs

‫ حدثت ا ع ارم‬،‫ حدق ا غل ي بن عتد العزيز‬، ‫ ] حدت ا ئ فيا ن بن أ ح م د‬٣١ ٦٨ ‫ و‬- ) ١١٠٠(

:‫ مات‬،‫ عن ابن عبا س‬، ‫نع ي د بن ج م‬، ‫ عن‬،‫ عن أيي بش ر‬،‫ حدثن ا أبو ع واثه‬، 0 ‫أب و اشئ ا‬

‫ زقا أبثأء‬، ‫ئد خ د ف ذا انثثى معن ا‬ : ‫ قات بغضه م‬،‫"كا ن غنن يد خلني ن غ أئنا خ بدر‬

‫ زنا زأبم ه دع اتي‬،‫ ودع اني مع هئإ‬،‫ ندع ا ب م با ت يزم‬: ‫ ه ا د‬، ‫ص قذ عل نث ز‬ ‫ إثث‬: ‫بغثة؟ فق ا د‬

‫ ؤإذا جاء رقص الله والثئ ح^> ح ش حث؛؛ الث ورة؟‬:‫ ن ا ثقول وذ‬:‫ ق ات‬، ‫يوم ئ ذ إ ال ليريه م ب ر‬

‫ وهاد‬،‫ أمزل\ أن ث ح م د الثة م ا ز ون سغفزة إدا جاء ئ م م الل ه ن ف خ غأقثا‬: ‫ءقأا ل بئضهز‬

: ‫ ^ مولت؟ ئ ك‬١^ >‫ ي ؛بن عب است‬:‫ لي‬،3^‫؛‬ ‫ب د بم ن ه م‬


‫ ونم م‬،‫ ال م در ي‬: ‫مب ئ ه ز‬

‫م‬ ‫م‬ ‫ ؤ ذما ء غ‬: ‫ ه ن ئ ا ة‬s ‫م‬ ‫ " ئ ز أ خ د زث و د‬:‫ئ ق و ل ؟ ئن ث‬ ; ‫ ئ د‬،‫ال‬

، ٠٠ ‫ ي ؤئتق خ بمحم د زئلف واشثغمه إثه كا ذ ثؤائا ه‬،‫وا لمئ ح ^ ث خ م ك ه مذاف ع ال م ه أ جللث‬

" ‫ غ ي ظ محإلمبجا إالناث م‬3‫ةى‬


îbn Abbâs der ‫أكل‬: .Hz. Ömer beni Bedir yaşlılarının meclisine götürürdü
Birisi “Neden bu çocuğu getiriyorsun, bizim de onun yaşında çocuklarımız
var?” deyince, Ömer “O tanıdrğınız biri” dedi. Bir gün onları davet etti, beni
de çağırdı, o gün beni onlara göstermek için çağırdığım anlamıştım. Ömer
onlara Nasr sûresi hakkında ne diyorsunuz?” dedi ve sûrenin tamamım
okudu. Birisi “Allah'ın yardımı gelip fetih nasib olunca, Allah'a hamd edip
istiğfar etmemizi emrediyor” dedi. Kimisi “Bilmiyoruz” dedi. Kimisi de
,hiçbir şey demedi. Bana “Ey ibn Abbâs, sen de öyle mi diyorsun?” deyince
,Hayır” dedim. “Ne diyorsun?” deyince ben şöyle cevap verdim: “O “
...Resûlullah'ın bildirdiği ecelidir. Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde
Mekke'nin fethi, o senin ecelinin işareti geldiğinde. Rabbine hamd edip
teşbihte bulun ve ©'ndan istiğfar dile. ٠ ”. tövbeleri kabul edendir
Bunun üzerine Ömer “Ben senin dediğinden başka bir şey bilmiyorum ”

٠ ٠
‫غذ‬ l ^ ^ ^ ١‫لق ا إ ن خ ا ق بن إثز؛ ويلم‬،‫ ح‬، ‫ ] حدثن ا ئل بما ن س أ خن ت‬٣ ١٨/ ١[ “) ١١٥٧(

‫ " إ ة‬:‫ ق ات‬،‫ " ذ غ ك غ ر ا لخض‬:‫ قا د‬، ‫ غ ذ أ ي نق ر اتي ذ إل‬،‫ غ ذ م حتة‬، ‫م د اىلثراف‬
Abdullah b. Abbâs 359

، ‫ لت ل ظ‬0‫ إ‬، ‫فتى الكه_ول‬ : ‫ ء ن ع م مولت‬،‫ ب منزل‬0 ‫!س عيص "ى ن م ن الءزا‬

‫ عشيه عزمح ه ثم زأ ش ورة ائ؛ثزؤ‬: 3 ‫ ”ى ن بق وم غل ى منترئ\ فذ؛ أ ح تث ه ه ا‬، ‫ وق ك غئ و ال‬، ‫ط و ال‬

'٠ ‫ و" كا ن مت ج هث جت؛‬،‫؛؛‬١ ‫ ؛يه‬1‫ ب أ شث زئ ن‬، 0 ‫ ع مزا‬JT ‫ونونه‬

Ebû Bekr el-Huzelî diyor ‫لط‬: Hasan'ın yanına girmiştim; dedi ki: ibn
Abbâs Kur'ân konusunda bir mertebeye sahipti. Ömer onun hakkında “Şu
”gördüğünüz olgun delikanlı; sorgulayıcı bir dile, akılcı bir kalbe sahiptir
derdi. Arefe akşamı minberimize çıkar. Bakara ve Âl-i imran sûrelerini
okurdu, ardından âyet âyet tefsir ederdi. Coşkulu, mantıklı ve derin
görüşlüydü.

‫ حدثن ا إن م ا عيد بن‬، ‫ آ حدثن ا ا خل س بن م ح م د بن م ح ا ن‬٣١٨/١ ‫ و‬- ) ١١٥٨(

‫ ح دثن ى ع اي ر‬، ‫ حدثن ا مجال د‬،‫ حدثن ا أبو أ سام ه‬، ‫ خ ا؛ثن ا ع ئ س ال ن د ئ‬،‫ات ح ا ق ا لما ضى‬

‫ م حق‬.‫ص ثت‬ ‫ ؛ ر أزى أ ص‬،‫ " أ ئ ت ئ‬:‫د أ ى‬ ‫ ص‬:‫ ؛ا"د‬، ‫ ض ا"ئن ء س‬،‫م ح ن‬
‫؛لغت ال‬ ‫خقفن ع ي‬، . 4‫ رن و ل الل‬،_‫اث ويثثشيزك نغ أ صحاد‬،‫وثمب‬

‫ ق ك ال ق‬:‫ د غ ا مث‬، ، " ‫ ز ال ثثثا;دق بم د ة أ خدا‬، ‫ ز ال تن ش ئ ه ي ح‬،‫ص كذب ه‬ ‫بي ج ج‬

‫ش ء آ ال ف‬ ‫و‬ |‫و وا حت‬ : ‫ ةات‬، ‫و وا ح د | خت م ق م‬ :‫ء س‬

İbn Abbâs der ki: Babam bana şöyle demişti: “Evladım! Anladığım
kadarıyla; müminlerin emiri seni Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbının
meclisine çağırıp fikrinden istifade edecek ve danışacak. Orada benim için
üç haslete dikkat et; Allah'tan kork ve yalana başvurma, onun herhangi bir
sırrını ifşa etme ve onun yanında kimsenin gıybetini yapma.”
Âmir diyor ki: ibn Abbâs'a “Bu nasihatlerin her biri bin değer”
dediğimde şöyle devam etti: “Her biri on bin değer.”

‫ حدثن ا أب و‬،‫ خضن ا علي بن عتد ا لعزيز‬، ‫ ] حدثن ا ن فيا ن ن أ ح م د‬١١٦٠[ “) ١١٠٩(

، ‫ حدثت ا عبد ا لرراق‬،‫ حدثنا إ ن خا ق‬،‫ و حدتحا نلبما ن‬،‫حذيم ة م وشى سر من عود ال ن هد ي‬

'٠ :‫ قات‬، ‫ ص مح د اش تن ء س‬،‫ خدتثا أ م ز م ا ل م د‬،‫م‬ ‫ خدمما ن ي ن ئ‬:‫قات‬

‫م ف ؤ الء اق ن؛‬ ‫ أ ي د ص ال ئ الؤ ك ر‬، ‫جز الجن ؤ ب ذ‬


‫تا أب‬:‫ ق ئ لخئ‬، ' ^ ١ ‫لث ا ا و ك‬
‫‪360‬‬ ‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬

‫لم ه ا ‪| :3‬ر أثخؤئهب غلئ ك‪ ،‬ما ‪ :3‬ئ ك ‪ 5"" :‬ال إد> ث‪1‬ء ‪ ،^ ١‬ثملب ن ئ أ ح ت ن ظ‬ ‫إ)يثتي ‪،‬‬
‫أهدز علته ش هذه اخل ما ت ة ‪ ،‬قأ ب ح ك عثه ز وهم قابلون في ث حر ا ل ظهيرة‪ ،‬ئ د ح ل ت عأى‬

‫بب‪ ،‬أ مح بب ك أ ي م ن زد‪ ،‬وو ج وهه م مث ل ه م ن ‪^^ ١‬‬


‫م أر بوئ مح ط أ ف د ا‪ -‬بجا ائ ج‬ ‫ي‬
‫^‪ ٤‬يلف؟ قا د ‪ :‬ج ئ ت‬ ‫ا لث ج ود؛ا محا ‪ : 3‬قد ح ل ت‪ ،‬ق ا وئا‪ :‬نزخئا يل ق ثا ابن ■عثا س ‪،‬مح م ا‬

‫ه ض ر ‪ ^ ١‬عقه وسئ م نزد الو‪-‬ح ي‪ ،‬وه م أعل م بثأ‪°‬ويإ ه ‪،‬‬ ‫أ خ د ه ز ‪ ،‬غ ر أ صاح‪ 1‬ب رئ ول‬

‫مما ‪ 3‬بئضهب‪ :‬ال د ح ددوه‪ 4‬ومحا لثع ضهز‪ :‬لن ح دثنه‪ ،‬قات‪ :‬ئ ك ‪ :‬أ حبزوني ن ا س م ون عإى‬

‫‪ .‬مع ه ؟ قا وئا‪:‬‬ ‫ابن عأ ر وئل الثؤ ؤإفد وحس ه ‪ ،‬وأول م ن ا م ن بؤ‪ ،‬وأ ص حا ب رن ول الثؤ‬

‫نن م أ علته ق البا‪ ،‬ئ ك ‪ :‬زن ا هن؟ قالوا‪ :‬أو ال هن أقت ح ك م الث جا ‪ 3‬في دي ن الل ه ن ق د ها ‪ 3‬الل ه‬

‫ظ ‪ : 3‬مح ن ت‪ :‬وما ذا؟ قالوا‪ :‬قا ث د و ل م بم ب ؤ إل يغن م ‪ ،‬ل ئن‬ ‫هؤت ؤإ ن الممح ص إ ال‬

‫^‪ ، ^ ١‬وإ‪ ١^ ^ 0‬موم تي ن ق ذ ‪ -‬م م ت عليه د ماؤئ‪ -‬م ‪ ،‬ها ‪ : 3‬هئت‪:‬‬ ‫ج ة لقن ح ث ت‬ ‫^ ^‪١‬‬

‫زن اذا؟ قالوات وم ح ا شن ه عن أ م ا ل مجؤبن‪ ،‬ؤن ل م لآكن أبين الجنؤ بن بج و أبين ادك اقرين‪،‬‬
‫م ه ؛ ا لئ ي م‪ ،‬وخدقئء ش شقة تقف ز‬ ‫ظ‪ : 3‬ئ ك ‪ :‬أزأقز؛ذ و ت عوقز ش‬
‫ه ظ ال ثنكزون أ ر ج ع ون؟ بالوم‪ :‬ئ عمء ظ ‪ :3‬ئ ك‪ :‬أى محولك م‪ :‬زقه ح ك م الئ جا ‪3‬‬ ‫مح ئ د‬

‫‪ ١‬ال ثئتلو؛ ‪ ^ ^ ١‬وأن م حزم زنن قتل ة ن ف ز‬


‫في دين ‪^ ١‬؛‪ ،‬ظل‪ 4‬بموت‪ :‬ؤ إيه‪ 1‬؛ل ذين ‪^ ١‬‬

‫مت عم د‪ ١‬ن جزاء إلى مح ول ه ‪ :‬ي ح ك م به دوا عد ‪ 3‬منك م ^ وهم ا ‪ 3‬قي ا ل م رأة وزو ج ه ات ؤ إلن خفت م‬

‫ش ما ى بس ه ما محأتعتوا ح ك ئ ا ئ أهل ه و ح ك ما م ن أهل ه ا^>‪ ،‬ألثذ""د م الئث‪ ،‬أئ ح ك م ا و جا ل‬

‫م حم ن دنايهز وأ سهب و ص ال ح بات بيه م أ حى أم قي أ م متئه ا نبع د م؟ قالوا‪:‬‬


‫‪ ^ ١‬في طي دن ايهب‪ ،‬ب مال ح ‪ ،^ ١٤‬محنه م‪ ،‬ه ا ‪3‬ت أ خ زي ئ من هذه؟ قالوا؛ الل ه م م ‪،‬‬
‫ه ا ‪ ; 3‬ؤص هودك م‪ ^ :‬ظت ‪ 3‬و ل م بمب و ل م ^ ‪ ، ٣‬أ ست ون محك م‪ 4‬ثم أ فنت ح ز ن مغه‪ 1‬ظ‬

‫وإد> نع م م أص ث ش تبمحك‪-‬م ق ذ ” ك مهئ م و حر جت م م ن‬ ‫جئ ن تن و ذ ص غترهأ‪ ،‬ه م د‬

‫ب ذ ئ أ ي ه ز لأ وب ة م ح ي > ‪ ،‬ف أ م‬
‫وق ئ أ ز ر ء ش ؤ ج‬ ‫ه ‪ M‬ف و د‪:‬‬ ‫ا إل‪-‬ث ال م‪ ،‬؛ة‬

‫قا ‪: 3‬‬ ‫ث ر ددون ص ءم< الل تثن ثا خازوا اته م ا شئت م ‪ ،‬أ غ زي ت م ن هذه؟ قالوا‪ :‬الل ه م‬

‫‪ .‬دعا قزيئ ا يؤم ا ل ح ذيبتة عل ى‬ ‫زأق مح ؤ م حإ م ح\ ئ ف ت ة م ن أ ي م الوئمنين‪ ،‬ثإن ن ن و‪ 3‬الل ه‬


Abdullah b. Abbâs 361

: ‫ هالوا‬،‫عي محغثت زئأول اش‬ ‫ ظ ظ‬:‫ اكقب‬: ‫ هث ات‬،‫ا‬:‫أذ تكقث ي ومحثهز ما‬
‫ ن خئ ن ئ‬: ‫ زل ي اكق ث‬،‫^ قائك؛ث‬ ، ‫ ئ ةلئ غن ق ي‬1 ‫ ي‬،‫نز ء ئ م أث ث زئ و د اش ت‬

، ^ ١ ‫ ن خئ ن ئ غ م‬:‫ض ة غ ئ‬ ، ‫ زا؛ثب إ؛ل وغ ر د ؛ش ئ(؛ م ح م ي‬: 3 ‫؛‬، ‫ش‬ ‫تب‬

‫ ئر جع بنه م‬، ‫ الل هم ن عم‬:‫ أ خ ز ي ئ ص غزو؟ قالوا‬،‫ "قان أ مح ل م ن غ ئ‬. ‫ءروئلط اللي‬

] ٣ ١٩/١ [ " ‫ همتلوأ‬، ‫ وتقي أربئة آ ال ف‬، ‫■صف رون ألما‬

Abdullah b. Abbâs anlatıyor: Hâriciler, müsliimanların cemaatinden


ayrılınca (onlarla yapılacak savaş öncesi) Hz. Ali’ye: “Ey müminlerin emiri!
Namazı biraz geciktir de şu adamların yanma gidip konuşmayı deneyeyim‫”؛‬
dedim. Hz. Ali: “Sana zarar vermelerinden korkarım!” deyince, ben:
‘^nşaallah bir şey olmaz!” karşılığını verdim ve Yemen işi en güzel giysilerimi
giyip yanlarına gittim. Güneş tepede olduğu için konaklamışlardı. Orada bir
topluluğun yanına girdim İti onlar kadar ibadet edeni daha önce hiç
görmedim. Elleri devenin ayak tabanları gibiydi, secde izlerinden de
yüzlerinin şekli değişmişti. Yanlarına girdiğimde: “Hoş geldin ey ibn Abbâs!
Neden geldin?” dediler. Ben de: “Sizinle konuşmaya geldim. Vahiy
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbına indi, onun için onlar Kur'ân’ı
sizden daha biliyorlar” karşılığını verdim. îçlerinden bazıları: “Onunla
konuşmayın!” derken, bazıları da: “Hayır! Onunla konuşalım!” demeye
başladı.
Onlara: “Söyleyin bakalım! Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) amcası oğlu,
damadı ve ona ilk inanan kişiye, ashâbın yanında yer aldığı zata neden
düşmansınız?” diye sordum, “ü ç nedenden dolayı ona düşmanız!” karşılığını
verdiler. “Bunlar nedir?” diye sorduğumda ise şöyle dediler: “Birincisi
Allah’ın dininde hakem tayin etti. Oysa Allah: «Hüküm, ancak
Allah^ndtf»* buyurur،” “Diğeri ne?” diye sorduğumda şöyle dediler:
“Savaştı; ancak esir ve ganimet almayı kabul etmedi. Şâyet savaştığı kişiler
kâfir iseler onların malları kendisine helal olur. Ancak savaştığı kişiler
mümin iseler o zaman döktüğü kanlar haram olan kanlardı.” “Diğeri ne?”

1En'âmSur. 57
362 Abdullah b. Abbâs

diye sorduğumda ise şöyle dediler: “Bir diğeri de, kendini müminlerin emiri
sıfatından silmesidir. Müminlerin emiri değilse o zaman kâfirlerin emiridir!”
Onlara: “Peki sizlere hak olan Kur'ân âyetlerinden, Peygamberinizin
(sallallahu aleyhi vesellem) sünnetinden, sizin de bilip kabul edeceğiniz bir şeyler

söylesem bu fikirlerinizden döner misiniz?” diye sorduğumda: “Tabii ki


döneriz!” karşılığını verdiler. Onlara şöyle dedim: “Allah’ın dininde bazı
adamları hakem tayin etti” diyorsunuz. Oysa Allah şöyle buyurur: “Ey
inananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene,
ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki dürüst
kimsenin hükmedeceği, Kâbe’ye ulaşacak bir kurbanı ödeme yahut
düşkünlere yemek yedirme şeklinde kefaret ya da yaptığının
ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır.”1 Yine kadın
ile kocası konusunda şöyle buyurmuştur: “Karı kocanın arasının
açılmasından endişelenirseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve
kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzeltmek isterlerse,
Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi Bilen ve
haberdar olandır.”2 Şimdi Allah aşkına söyleyin! Müslümanların kanının
akmasının önlenmesi ve aralarının düzelmesi konusunda mı hakem tayin
etmek daha evladır, yoksa değeri çeyrek dirhem bile etmeyen bir tavşanın
öldürülmemesi konusunda mı?” Bu soru üzerine: “Tabii ki Müslümanların
kanının akıtılmaması ve aralarının düzelmesi için hakem tayin etmek daha
evladır” dediler. Bunun üzerine onlara: “Bu sorunu hallettik mi?” diye
sorduğumda: “Allah için söylemek gerekirse evet, halloldu!” dediler.
Şöyle devam ettim: “Savaştığı halde karşı taraftan esir ve ganimet
almadığı konusuna gelince, esir olarak annenizi (Hz. Âişe’yi) mi esir
alacaksınız? Diğer esirleri kendinize helal kıldığınız gibi annenizi de mi
kendinize helal kılacaksınız? Şayet onu anneniz olarak görmüyorsanız o
zaman küfre girer, İslam dininden çıkmış olursunuz. Zira Allah:
«Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir;

1Mâide Sur. 95
2 Nisa Sur. 35
Abdullah b. Abbâs 363

onun eşleri onların anneleridir»1 buyurur. Her ‫هإل أ ك ط‬:>‫ لكال ةل‬sapkınlık
içinde olacaksınız. Ya annenizi esir alacaksınız, ya da küfre gireceksiniz.
İkisinden birini seçin!” Sonra onlara: aBu sorunu da hallettik mi?” diye
sorduğumda: “Allah için söylemek gerekirse evet, halloldu!” dediler.
Şöyle devam ettim: “Yine kendini müminlerin emiri sıfatından sildiğini
söylüyorsunuz. Hudeybiye’de Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) anlaşmanın
metnini yazmak üzere Kureyşlileri çağırmıştı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem):

"Yaz: işte bu metin, Resûlullah olan Muhammenin hükümlerini içerir" buyurdu.


Ancak Kureyşliler: “Vallahi senin Allah’ın Resûlü olduğunu kabul etseydik
seni Kabe’den alıkoymaz ve seninle savaşmazdık. Onun için bunun yerine
«Muhammed b. Abdillah» yaz” diye itiraz ettiler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) de: "Beni yalanlasanız da ben Allah'ın Resulüyüm!" karşılığını verdi ve:
"Ey A li! Muhammed b. Abdillah yaz" emrini verdi. Resûlullah (sallallahu aleyhi

vesellem) Ali’den daha üstün birisidir.” Ardından: “Bu sorunu da hallettik mi?”
diye sorduğumda: “Allah için söylenmek gerekirse evet, bu da halloldu!”
dediler. Bu münâzaramn ardından içlerinden yirmi bin kişi esiri
fikirlerinden geri döndü. Kalan dört bin kişi ise savaşta öldürüldü.

‫ حدثت ا إبراهي م بن ف ر ي ك‬، ‫ ] حدثت ا م ح ث د بن علي بن مح م‬٣٢ ‫ م‬/ ‫ ل ا‬- ) ١١٦٠(


‫ أن‬، ‫ عن ت ع ي د بن ج م‬،‫ حدتحا هشئتأء عن أيي بش ر‬،‫ حدثت ا ع م ه بن م كزم‬،‫ا ل أتد ي‬

‫ ل ئغاويه‬1 ‫ إن هزئن كت ب‬:‫ ومحا ل‬،‫ كت ب أ ل ابن عب ا س س أل ه عن ث الثة أئثا ء‬،‫معاوية‬

‫م ء س س ه ض‬ ‫ ف ي إل‬، ‫م‬ ‫س‬:‫ ا‬: ‫ب ذا ؟ مح د‬


‫ نت ن ج‬:‫ ق ات محاؤئق‬، ‫ص‬ ‫مب ه‬

‫ وعن م كا ن م ن ا لآرح ى طلع ت فيه ال ئ ن س ل م ظل ع ث ل دللث اثؤم‬،‫ وعن ا لم وس‬،‫ا ل م ج رة‬


‫ وك محزم ئ ظءت ا ن‬،‫^ ؤ ي تئشق بئة‬ ١‫س‬ ‫ ك ش ح؛‬٠٠ : ‫م‬ ‫س‬:‫ا‬ ،‫ؤ ال بم دة‬

‫اللق ا م‬3 ‫ص ال ذ ي ش ث غ ي ال ئ ي ئ إل ظل ع ث ل‬ ‫ ؤأثا ا‬،‫لأغ ل ا ل أ م م ن ا لخزي‬

" ‫ص ال د ي ائثزخ ص ش م ض إءاث آل‬ ‫ؤ ال ; ن د ة ئ ا‬

Saîd b. Cübeyr'in naklettiğine göre Muâviye, ibn Abbâs'a mektup yazıp


üç konuyu sormuştu. Anlatılanlara göre Heraklius Muâviye'ye mektup yazıp

1 Ahzâb Sur. 6
364 Abdullah b. Abbâs

bu soruları sormuştu. Muâviye “Bu sorulara kim cevap verebilir?” dediğinde


“ibn Abbâs” dediler, o da ibn Abbâs'a mektup yazıp sordu. Bunlar
(samanyolu) semanın kapısı, (kavs) yay ve yeryüzünde güneşin sadece bir
gün doğduğu, önceden ve sonradan doğmadığı yer.
İbn Abbâs bunlara mektup yazıp şöyle dedi: “Samanyolu, semanın
kapsıdır. Gökyüzü buradan açılır (yağmur yağdırır). Yay (gökkuşağı),
yeryüzü halkının güvencesidir. Onları (yağmurdan dolayı) boğulmaktan
korur. Yeryüzünde güneşin sadece bir gün doğduğu, önceden ve sonradan
doğmadığı yer ise denizin İsrail oğullan için yarılıp açıldığı yerdir.”

، ‫ حدثن ا إ ن ن ا عيد س إن ح ا ق ا لما ضي‬، ‫ م آ م ] حدثن ا أب و بكر بن ح الب‬/ ‫ )“ [ ا‬١١٦١(

،‫ ع ن اب ن عن ن‬،‫س دين ا ر‬° ‫ ع ن عب د الل ه‬، ‫ ع ن خ ن ز ة ب ن أب ي م ح م د‬، ‫ح دثن ا إبراهي م ب ن خ ن ز ة‬

‫ ل أ ث ي ؛ ز‬: ‫ ئ ت‬، 4 ‫س مثا ئ ن ا‬ ‫نت ق‬ ‫ ؤا الء م ح‬، ^ ١^ ‫ ^ م‬١ ‫جال‬.‫" أ ة ن‬


١^ ‫ب ه ض‬

‫ت !بن‬1‫ ق‬، ‫ ئ ذ ه ب إ؟ى !بن عيص ن ا ه‬3 ‫م ثعا؟ى هأخبئي ظ دا‬ ،‫ الئ ؛ ح ئا>ئأئة‬،İJUİ

‫ ه متئ هذه‬، ‫ ؤ" كا ت ت ؛ لأزمحن زئق ال ثب ت‬،‫ال قن ؤا ت رئظ ال ب م ط ر‬ " :‫س‬،‫غثا‬

‫ إن ابن عب ا س ئ د‬:‫ ممات‬،‫بال ن هلرء زفتئ هذهبال ي ت " هر جغ ا و ي د إلى ابن ع م محا ختنه‬

‫م‬ ‫ بمط ي ب أ ؛‬U :‫ قت م ح ق أقود‬:‫تن نحز‬:‫ ث أ قا د ا‬، ‫ ص د ى ه < ء ة‬، ‫أوي ء ك‬

'٠ ‫ب ت أثت قذ أوئ ع ك‬


‫) هد ع م‬b'yu ، 0 ‫عيص غش م س ير المزا‬

Abdullah b. Dînâr'ın naklettiğine göre, bir adam ibn Ömer'e gelip


Semalar ve yeryüzü bitişik iken bizim onları ayırdığımızı...”1 âyetini“
sormak istedi. Ona “Oradaki yaşlı adama git ve ona sor. Sonra ne dediğini
gelip bana da söyle” dedi. Adam ibn Abbâs'a gidip sordu, ibn Abbâs ona
şöyle dedi: “Gökyüzü bitişik idi ve yağmur yağdırmıyordu. Yeryüzü bitişik
”.idi ve bitki bitirmiyordu. Birini yağmurla ayırdı, birini de bitkilerle ayırdı
:Bunları dinleyen adam ibn Ömer'e dönüp bunları aktarınca ibn Ömer
İbn Abbâs'a ilim verilmiştir, doğru söylüyor, dediği gibiydiler” dedi. Daha“
,sonra ibn Ömer: “Eskiden; ibn Abbâs'ın Kur'ân tefsirini beğenmem
derdim. Fakat şimdi gerçekten ona ilim verildiğini anladım” dedi,

1 Enbiya Sur. 30
‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬ ‫‪365‬‬

‫(‪ “) ١١٦٢‬ل ا ‪ /‬م ‪ ] ٣٢‬خ ا؛ثن ا أبو حا م د بن جبل ه‪ ،‬حدتما م ح م د بن إشحاى المم ف ي‪،‬‬

‫حدثن ا عتد الل ه بن ع من بن أبا ن ا ل ج ع ف ي‪ ،‬حدثت ا يوت س ثن يكتر‪ ،‬حدثن ا أب و ح مزه الثن ا إل ‪،‬‬

‫ع ن أي ي صال ح ‪ ،‬قا ت‪ " :‬ق ذ رأي ت ث ن اب ن عي ص م ج بما ل ؤ أ ة ج م ي ع مح زي ش نح ز ت به‬

‫ئ العلريى‪ ،‬ئئ ا ” كا ن أ خد يم د ر‬ ‫ل كا ن لغ ا ئمحرا‪ ،‬لم د رأيت الن ا س ا ي ث ن غ وا ح ز صا ق‬

‫عأى أن ي جئ ز ال أن ي ذ ه ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬هد ح ل ت عثه عأ حتزبث بذك ا يهز غشبابه‪ ،‬ق ات‪ :‬ل ي‪:‬‬

‫ضغ لي وصوءا‪ C‬قات‪ :‬فتزص أ وجل س نقا د ‪ :‬اخ ر ج وئد م ‪ :‬م‪ 1‬م ن ل ا ‪ /‬ا \ م ] 'كا ن ريد‬

‫أن ي شأأل عن ‪ ،١١^ ١‬و حروفه زنا أزاذ بئة ق د ح ن ‪ ٠٠‬ه ا د ‪ :‬ئي ر جت ثأ<ؤنمي لم ‪ ،‬ئ دحلوا ح ز‬

‫ئ أؤ‬ ‫نق وا امح ث وا لخيرة‪ ،‬ثن ا شأل وة غذ أ ئء إ ال أ ي ز ه أ بؤ ززاذقأ م ث ل نا ت ألوا‬

‫أك ر‪ ،‬مم محا ‪ " :3‬إخؤ؛محلم " ء حز‪-‬جواء ث م ظد ‪ ٠٠ :‬رخزغ قد ت م ن أزرئ أن يتأ ت عن‬

‫م سير ‪ ،١١^ ١‬وثأويل ه ئئثد حز ‪ ٠٠‬قاث‪ :‬ئ ح ر ج ت ظذنتهز‪ 4‬ئ د حلوا ح ش تلغ وا الس ت‬

‫وا لخية ‪ ،‬ءث تأ ز ة غذ ث ئء ؛ ال أ ي ه أ بؤ ز ال م م ئ د ظ شأزة عتة أز أكي‪ ،‬إل ئ ت ‪:‬‬

‫" إخ وائك م ئحز ج وا‪ ،‬ث م قات‪ :‬اخزغ مم ن‪ :‬س أزاذ أن يئأل‪ ،‬عن ا ك الر> وا ل حزام والف م ه‬

‫ئ ث د ح ن‪ ،‬ئخز ج ت ممل ت ل هز‪ ،‬مح ا د ‪ :‬ئ د حل وا ح ز نلئ وا ائي ث وا ك م ء ‪ ،‬ه ما ت ألوة إ ال‬

‫أخثزهز بؤ وزانه م متل ه ‪ ،‬م ها د ‪ :‬إخزادكز ‪ ٠٠‬ئ م ج وا‪،‬ب م قات‪ " :‬اخزغ قد ت من أراد أن‬

‫ئد حلوا خ ز نلئ وا‬ ‫ن م جت‬ ‫ين غن " قات‪:‬‬


‫ين ا ل عن القزابض زنا أ ش ه ه ا قف‬

‫ائي ث والحمم؛‪ ،‬ئن ا ت ألوه عن شيغ إ ال أخثزهب به وزادهو بغل ة‪ ،‬ث أ ء ا لأ‪ " :‬إخزا م حز "‬

‫نحر ج وا‪ ،‬ق م قات‪ " :‬اخزغ مم د ‪ :‬م ن أزاذ أن بما ل عن الجم ب ة والش عر وال ري ب ص الك ال م‬

‫ق د ح ن ‪ ٠٠‬قات‪ :‬هذ حل وا ح ش نلئ وا الس ت وا ل ح جرة ئن ا شألوة ض شيء إ ال أ حثزهز به‬

‫في‪ 1‬ا ح ي ن م ت ^‪ ٠^،‬لت<كان ‪ ،١^ ٤‬ئ ظ نأيت يغد‬


‫وزادهن| متنت‪ ،‬ئ‪ 3‬أبوص‪1‬أ ح‪ :‬ءئؤ أبة ي‬

‫ه ل آ خ د صا ه س ا ا‬

‫‪Ebû Salih der ki: ibn Abbâs'ı öyle bir mecliste gördüm ki, bütün Kureyş‬‬
‫‪bununla iftihar etse onlar için iftihar vesilesidir. Gördüğüm insanlar ٠‬‬
‫‪kadara kalabalıktı ki, yollar tıkandı. Asanlar oraya gelemez ve oradan‬‬
‫‪ayrılamaz oldular. Yanına girdim ve insanların kapıda olduğunu haber‬‬
‫‪verdim. Bana “Abdest almam için su hazırla” dedi. Abdest aldı, oturdu ve‬‬
366 Abdullah b. Abbâs

“Çık onlara söyle; kim Kur'ân'dan, harflerinden ve herhangi bir yerinden


soru sormak istiyorsa girsin” dedi. Ben çıkıp onları içeri aldım. Girdiler, evi
ve odayı doldurdular. Ona ne sordularsa cevap verdi. Hatta istediklerinden
fazlasını anlattı. Sonra onlara “Kardeşlerinizin yanma gidin” dedi. Bana da
“Çık söyle; kim Kur'ân'ın tefsiri ve tevili konusunda soru soracaksa girsin”
dedi. Ben çıkıp onları içeri aldım. Onlar da girdiler, evi ve odayı
doldurdular. Ne sordularsa cevap verdi. Sorduklarının fazlasını anlattı.
Sonra onlara da “Kardeşlerinizin yanına gidin” dedi. Bana da “Çık söyle;
kim helâlı, haramı ve fıkhı sormak istiyorsa girsin” dedi. Ben çıkıp onlara
söyledim Onlar da girdiler evi ve odayı doldurdular. Ne sordularsa cevap
verdi. Sorduklarının fazlasını anlattı. Sonra onlara da “Kardeşlerinizin
yanına gidin” dedi. Bana da “Çık söyle; kim farzları ve benzeri konuları
sormak istiyorsa girsin” dedi. Ben çıkıp onlara söyledim. Onlar da girdiler
evi ve odayı doldurdular. Onlar da girdiler evi ve odayı doldurdular. Ne
sordularsa cevap verdi. Sorduklarının fazlasını anlattı. Sonra onlara da
“Kardeşlerinizin yanına gidin” dedi. Bana da “Çık söyle; kim Arapça’yı, şiiri
ve garip kelimeleri sormak istiyorsa girsin” dedi. Ben çıkıp onlara söyledim.
Onlar da girdiler evi ve odayı doldurdular. Onlar da girdiler evi ve odayı
doldurdular. Ne sordularsa fazlasıyla cevap verdi.
Ebû Salih diyor ki: Bütün Kureyş bununla iftihar etse, bununla iftihar
etmek hakkıdır. Hiç kimseye bu kadar ilgi gösterildiğini görmedim.

‫ خدتثا ا نم ي‬،‫ ] خدقا أ م هم د ال م ث خ ث د ئ م ح د الثؤ ائكا ت ث‬٣٢١٨ ‫ ل‬- ) ١١٦٣(

‫ ح دئني أبذ‬،‫ ^ ^ ى عد ي‬١ ‫ حدثت ا‬، ‫ حدثن ا م ح م د بن عبد الك ري م‬،‫س ع ئ ال طوس ي‬

‫ ن ت ت ي ا ش ثن‬: ‫ش‬ ‫ " ظ رأهيئ بقا ظ أ ك م وغ اغ بماء و خ م‬: ‫ قا د‬،‫ ص ئاء‬، ‫ينت ج‬

" ‫ا محا س‬

Atâ der ki: “Hiçbir evde ibn Abbâs'ın evinde olduğu kadar su kabı ve
ekmek kabı görmedim.”

‫ خ ا؛ثن ا عئد الئؤ‬،‫ خ ا؛ثغ ا ث خ ئ د س إ ت خا ق‬،‫ ] حدثن ا أبو حام د بن ج ثته‬٣٢ ‫ ا‬/ ‫ ل ا‬- ) ١١٦٤(

‫ عن عبد اللؤ بن عبز الر حم ن بن أيي‬،‫بن م ح ة‬ ‫لأبن ا فبي ب‬ ،‫ حدبت ا أ م معاونه‬، ‫س ع م‬


‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬ ‫‪367‬‬

‫م ح ي ‪ ،‬قا د ‪ U " :‬زأتث ظ ء ذ أ ك م طغانا ز ال ث راي ز ال ن م ي أ ز ال يلتا ي ذ ق ي محب‬

‫اش م ح ء ا س ’ا‬
‫‪: “Hiçbir evde Abdullah‬لء‪Abdullah b. Abdirrahman b. Ebî Hüseyn der 1‬‬
‫”‪b. Abbâs'ın evinden fazla; yemek, içecek, m e^ e ve ilim görmedim.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫حدق ا ن فيان بن أ خ ن ذ ‪ ،‬حدثت ا يشن بن م وشى ‪،‬‬ ‫(‪ “) ١١٦٥‬ل ‪] ٣٢١/١‬‬

‫ان م ح د ي‪ ،‬حدثثا م ح ا ذ ئ م حثة‪ ،‬غذ ق نا ن الثزري‪ ،‬ض ا م ي ز‪ :‬ح ‪ ،‬ص م ح ا ذ بن‬

‫م مت ة "‬ ‫م ام ا ئ ي ى تؤي بأل ف د‬ ‫أ ي نأ بما ‪ ، 0‬أن ا‪:‬تن‬

‫‪Osmân b. Ebî Süleymân'm naklettiğine göre; îbn Abbâs, bin dirheme bir‬‬
‫‪giysi aldı ve giydi.‬‬

‫حدثت ا بشن بن‬ ‫م ح م د ين أ ح م د بن ا ل ح ش ‪،‬‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪ ") ١١٦٦‬ل ا ‪ /‬ا ‪] ٣٢‬‬

‫ق و ث ى [ ^‪ ،] ٣٢٢/‬حدثن ا أثو عبد ال ر ح م ن الئ مر ئ‪ ،‬عن ”كه م س بن ا لخض‪ ،‬عن اس‬

‫خص‪ 1‬ل‪:‬‬ ‫مي‪ ،‬ق ات أبن ه ي ؛ &!‪ ،‬ق ئ ئ ن ي و ئ‬ ‫بريده‪ ،‬قادت فث م ر ج ل ابن‬
‫م‪،‬‬ ‫ه ون بجا نا أ‬ ‫إ ر لآي ض ا لآيؤ م ذ يا ب اش مما ل ف زدذ ت أ ة ن ي خ اقا س‬

‫ب دلط ف ي ح ك م ه مح أ ي خ به‪ ،‬ول ش ال أقا ض ي‬


‫ق إ ر ل أ ت ب ع ب ال حا ك م م ن ح كا م ا منن ل م ي ن م‬

‫تل د م نب ال د ال ن ن ل م ي ن ئأفزح به‪ ،‬ما لي به م ن‬


‫إليه يت؛‪ ،‬نإ ي لأن م عبالع ئ ث قد أط ا ب ال‬

‫ث ا بت ة "‬
‫‪İbn Büreyde der ki: Bir adam ibn Abbâ$'a hakaret etmişti, ibn Abbâs ©na‬‬
‫;‪şöyle cevap verdi: “Sen bana hakaret ediy©rsun ama benim üç özelliğim var‬‬
‫‪Allah’ın Kitab’ındaki her âyetle ilgili bildiklerimi bütün insanların bilmesini‬‬
‫‪isterim. Müslüman hâkimlerden birinin adil bir‬‬ ‫‪karar‬‬ ‫‪vermesine; önünde‬‬
‫‪muhakeme edilmeyecek ©lsam bile ben de sevinirim. Müslümanların‬‬
‫‪t©praklarma yağmur '^ağdığını duyduğum‬‬ ‫‪zaman, yağmura muhtaç‬‬
‫” ‪sürülerim ©lmasa da s e v i n i r i m ,‬‬

‫(‪ “) ١ ١٦٧‬ل ‪ ] ٣٢٢/١‬خدتثا ن ق ن ا ن ئ أ خ ن د ‪ ،‬خدقا ع ئ ى عئد ات ويز‪ ،‬خدثثا أثو‬

‫ب ن م ره‪ ،‬ع ن سع ي د ب ن ج بير‪ ،‬ض اب ن عبا س‪ ،‬قاتت ‪ ٠٠‬ث ؤ‬ ‫نمح م ‪ ،‬ح دثن ا ن مثا ن ‪ ،‬ع ن ض رار‬

‫قات لي فرعون ‪:‬بارك الثث ؤ؛؛لف‪ ،‬لئ ك ‪ :‬وفيلث ”‬


368 Abdullah b. Abbâs

ibn Abbâs der ‫لكل‬: “Firavun bana «Allah sana bereket versin» derse, ona
»•‫؟‬ana da» derdim .”

، ‫ خ ا؛ثن ا بشن ى ث و ت ى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا ث خ ئ د بن أ ح ن د بن ا لخشن‬٣٢٢/^[ ") ١١٦٨(

‫ قا د ابن‬: ‫ قا د‬،‫ ص م جا هد‬،،‫ عن أيي ي ح ش ائقثابي‬، ‫ حدت ا ئ ئ‬،‫حدثت ا ح الب بن ي ح ش‬

٠٠ ^ ١‫ ; ش ه خ م ل ذ ة‬،‫ وأ د م خ ال م‬٠٠ : ‫ئا س‬

ibn Abbâs der ki: “Şâyet bir dağ bile başka bir dağa haksızlık edecek olsa
haksızlık eden yerle bir edilirdi.”

‫ حدقن ا نشئ ا ن‬،‫ حدت ا ب وئف ئ ائقاح ي ى‬C‫ ] حدثن ا تميمي بن ا لخشن‬٣٢٢/١ [ -) ١ ١٦٩(

‫ " نا‬: ‫ محا د‬،‫ عن ابن عب ا س‬، ‫ت ل م‬


‫ عن ا لح س ن بن مس‬، ‫ عن ا ل ح ك م‬،‫ حدثن ا شي ئ‬،‫بن ح زب‬

" ‫ب ان‬
‫محن ا ت ق م ي ط إ ال فهز م ه م الث و‬

İbn Abbâs der ‫نظ‬: “Bir toplulukta zulüm baş gösterdiği zaman ölümcül
hastalıklar da ortaya çıkar.”

،‫حدثت ا م ح م د س أ ح م د بن م ح ندء حدثن ا أبو إن م ا عيد ا م ح ذ ي‬ - ) ١١٧٠(

، ‫ عن م ع يد بن ج م‬،‫ عن ا ل منه ا ل بن ع مرو‬،‫ حدثت ا يون س بن أيي إشحا ى‬،‫حدثن ا أثون ع م‬

،‫ ) ه أكي‬: ‫ ق ل‬، ‫ب ي ظثلف‬


‫ا ن بمي ث خأمحث أ ذ م‬-‫ مح ث ئ ئا‬£ ‫ " ؛‬: ‫ ئ ت‬،‫تن غثأس‬:‫ض ا‬

،‫ )ثب ي ال زلة إالم ئز‬،‫؛‬k ‫ أعوذ‬،‫ ؛ ه أ م ث ض ث زأخذث‬، ‫ب‬ ‫ه أ م ص ختم ه‬

‫ ه النء و ج نده‬:‫ م ن ف ز عبده‬،‫ ^ ^ ^ لل ث ن وات ال ث غ أن م غ غش ا لأرض إ ال بإ ذيؤ‬١

، ‫ وع ر جارك‬،‫ جث ب ؤلن‬،‫ا م ن ئمح ز‬.‫م لي جال‬ ‫ق أ‬ ،‫وأ“محاعه وأتي ك ه ث ن الج ن و ا إلذ س‬


" ‫ ث ال ث مرات‬،‫ ز ال إل ه عئؤك‬،‫وثثارك اشنلف‬

İbn Abbâs der ki: Sana eziyet vermesinden korktuğun bir yöneticinin
huzuruna çıkacağın zaman üç defa şöyle dua et: “Ailah büyükler büyüğüdür!
Ailab, tüm yaratıklarından daha üstündür! Allah, korktuğum ve sakındığım
şeylerden de üstündür. Filan kulunun şerrinden, cin ve insanlardan olan
askerlerinin, yandaşlarının ve taraftarlarının şerrinden, kendisinden başka
ilah olmayan ve izni dışında düşmemesi için yedi kat göğü ayakta tutan
Allah’a sığınırım. Allahım! Bunların şerrinden beni sen koru! övgün pek
‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬ ‫‪369‬‬

‫‪yücedir, en üstün himaye senin himayendir, şanın yücedir ve senden başka‬‬


‫”!‪da ilah yoktur‬‬

‫(‪ ] ٣٢٢/^^ - ) ١١٧١‬حدثن ا نأي ن ا ن‪ ،‬حدثن ا بكن بن شه ل‪ ،‬حدثن ا ع م و بن ف ا ي م ‪،‬‬

‫حدثن ا نلبما ن بن أبي ي ن ة ‪ ،‬عن ي ن ي عن ا ل ص حا ك‪ ،‬عن ابن عب ا س‪ ،‬ئا د ‪ " :‬م ن‬

‫ئ ‪ : 3‬بن م ‪^ ١‬؛ ق د ذ و ه ‪ ،‬وم ن ظد‪ ^ ^ ^ ١ :‬بثؤ‪ ،‬ق د ف ك ز‪ ، ^ ١‬و س ئ د ; ‪1‬لثت أك ر‪،‬‬

‫م ال ه‪ ،‬وسق اد‪ ]٣٢٣/^[ :‬ال إله إ ال الق‪ ،‬ق ذ وخذ اه‪ ،‬زننئ اد‪ :‬ال <د‬ ‫قت‬
‫بن؛ ه ‪ ٤ ٠‬ز إل في م حثؤ "‬
‫م‬ ‫ز ال ي إ ال ألل م ‪ ،‬ق ذ أتلي و ا ش ف أ ‪،‬‬

‫‪,İbn Abbâs der ki: “Bismillah!” diyen kişi, Allah’ı zikretmiş olur‬‬
‫‪ !” diyen kişi, Allah’a şükretmiş olur. “Allahu Ekber!” diyen‬س‪1‬ل‪Elhamdu“ 1‬‬
‫‪kişi, Allah’ı yüceltmiş olur. “Lâ ilâhe illallah” diyen kişi, Allah’ı tevhîd etmiş‬‬
‫‪olur. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” diyen kişi, müslüman olmuş ve‬‬
‫‪teslimiyet göstermiş olur. Cennette de bir ışıltısı ve hâzinesi bulunur ,‬‬

‫ا ئ ئ م ‪ ،‬خددثا أثو ع ا ص م‬ ‫(‪ ] rY r /<[ - ) ١١٧٢‬حدبثا م ح ب‪ 1 ،‬خدبن ا أثو ف ت ي م‬

‫ال ي د ‪ ،‬خ ا؛ثغ ا حم د ا ل ح م ي د بن جعف ر‪ ،‬غذ أييي‪ ،‬أن ابن عأ س‪ ٠' ،‬كا ذ يأ خذ ا ل حثه م ن‬

‫^‬ ‫ف ن م‪١‬‬
‫‪ ، ^ ١‬ن م ح ا ‪ ،‬ش د ه ‪ :‬ي ا‪:‬تن ء؛اص ي م مم ث ل ث ؟ ئ ت‪ :‬ه ‪ :‬ه ي ه ي‬

‫زثانه ثت ق خإ ال ي م ب ذ خ ي ا لخثة‪ ،‬س ه ا ص ‪٠٠‬‬

‫‪Abdulhamîd b. Cafer, babasından bildiriyor: ibn Abbâs, narı tane tane‬‬


‫‪alıp yerdi.‬‬ ‫‪Ona “Ey ibn Abbâs! Neden böyle yapıyorsun?” diye‬‬
‫‪sorduklarında şöyle cevap verdi: “Duyduğuma göre, yeryüzündeki her nar,‬‬
‫”‪cennetten gelen bir taneyle tozlaşır. Belki yediğim tane bu olur.‬‬

‫ن د ‪ ،‬خدتن ا عتذ الله ئ أ خ ئ ذ ئن ث ا ب ‪،‬‬


‫م‬ ‫(‪ -) ١١٧٣‬ل ا ‪ /‬م \ م ] خد قا ع رو تن‬

‫حدت ا ع ئ بن عس ت ى ‪ ،‬خ ا؛ثن ا هش ا م بن مه د الل ه الراوي‪ ،‬جدت ا وشد؛ن بن تع د ‪ ،‬غذ‬

‫م عث‪ 1‬س‪ ،‬أثة ثث د ى ع د ؛بي؛ لختتيك ودل نق ثع دم \‬ ‫عن‬ ‫عن‬ ‫مع‪1‬وثه بن‬

‫ح ج ت بمممه‪ ،‬ءئ لأ‪ " :‬فوقع ت عش خواننا ء جزاذه‪ ،‬ئأغذثف ا ئدمحعته ا إلى ائن عثا س‪،‬‬

‫‪ .‬وه م ت غش خ وانن ا جزادة ‪ ،‬مما‪ ،3‬ل ي‪ :‬عكرم ة ؟ مح ن ت‪:‬‬ ‫ومح ن ت ‪ :‬يا اثن عثإ رنول الئؤ‬

‫م ال‬ ‫ه و ال أفآ و خد ي‪ ،‬ال‬ ‫ه ال‬ ‫ه يا ل ي ث ا ; ء ‪ :‬ور أئ ا‬ ‫ك ث ‪ ،‬قا ‪ : 3‬ئ؛ ئ كث و ث‬


370 Abdullah b. Abbâs

‫أغ ا إ‬ ‫ أ م ي ي به م ن‬:‫ أؤ ه ا لأ‬،‫ انجزاد ج ند م ن ج لد ي أتئ هل ة على من أف اء م ن عتا د ي‬،‫ل ي‬

‫م ح مياا‬
ikrime'nin naklettiğine göre îbn Abbâs gözleri kör olduktan sonra bir
gün İbnu'1-Hanefiyye'nin yanında öğle yemeğini yiyordu. Soframıza bir
,çekirge düştü. Elime aldım “Ey Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi vesellem) amcası oğlu
”!soframıza bir çekirge düştü” diyerek ibn Abbâs'a yerdim. Bana “îkrime
dedi. “Efendim” dedim. Bunun üzerinde Süryanice şöyle yazıyor: “Ben
.Allah’ım, benden başka hiç bir ilah yoktur, benim ortağım da yoktur
Çekirgeler benim askerlerimdendir, kullarımdan istediğimin üzerine
salarım.”

‫حدثن ا‬ ‫ حدثن ا ي حش بن‬، ‫ ] حدثن ا أ ح ن ذ بن ج ع ث ر بن ن ن م‬t'YY'/S[ -) ١١٧٤(

‫ر لج‬
‫ا ؤراء‬ ‫ح ا لم‬
‫ غذ‬،‫ دق ي‬،‫ا نكري‬ ‫ حدقا ث ش بن عئرو ثن ن الك ل‬،‫<؛^؛‬٦ ‫مشي م بن‬
‫ " شه ا د ة أن‬:‫ مح ا ت‬، 4 ‫ش ي م‬ ‫ ق ي م ؤل ه مما ؛ ى ت ؤ إ ال م ن أ ش ا ه ي ث م‬،‫ ع ن اب ن عبا س‬،‫الجث ب ي‬

٠٠ ‫ال إ ه إ ال ال ه‬

Ebu'l-Cevzâ' er-Rabaî'nin naklettiğine göre ibn Abbâs “Allah'a arınmış


bir kalple gelen b a ş k a . âyetiyle ilgili; “Allah'tan başka ilah olmadığına
şahadet etmektir” dedi.

‫حدثن ا‬ ، ‫ حدثن ا حام د ن شغ ب‬،‫ ] حدق ا حبي ب س ا لخض‬٣٢٣/١ ‫ و‬-) ١١٧٥(

، ‫ قاتت قات أيي ح د ب ي ا الع م س‬،‫ حدق ا علي بن ا ل ح س ين بن واقد‬،‫المحس ي ن بن ح زي ث‬


‫ " إذا أ ث تقثزث‬:‫ قات‬،‫ؤعلمأ| حائنه ا لأعين^؛‬ :‫ عن ابن عثا س‬، ‫ح د ش تج ي د بن ي م‬

‫إث ه ا تريد الختائه أم ال ؟ ؤؤنا ت خف ي الص د و ر ^ إذا أ ث هذرت ■عقه ا ثزني به ا أم ال ؟‬

‫وا ه‬ :‫ قات‬،‫ بل ى‬: ‫ ئ ك‬:‫ ؛‬١١‫ أ ال أم ز بم لأش تي ه ا ؟ ؛‬:‫ ق ات‬،‫ ث ق ث ا م حثث‬- ‫ ئ إ‬: ‫ئت‬

‫ ؤ إ ة الل ه ه و ا ل س م ي ع‬،‫ فيا لثثث ؤ ا لم ثثئه‬، ‫ قا در أن ي جزيب ا ل ح تن ة ال خ ط‬c>‫يم ضيب ال حى^؛‬

1 Şuarâ Sur. 89
Abdullah b. Abbâs 371

A’meş, Saîd b. Cübeyr’den bildiriyor: ibn Abbâs, “Allah, gözlerin hain


bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir”1 âyeti hakkında şöyle demiştir:
“Hain bakıştan kasıt, bir kadına baktığın zaman ona hıyanet edip
etmeyeceğindir. Kalplerin gizlediğiyle kasıt da, kadına gücün yettiği zaman
onunla zina edip etmeyeceğindir.” Ravi der ki: A’meş bunları naklettikten
sonra sustu. Daha sonra: “Bir sonraki âyeti de sana açıklayayım ^ 1?” diye
sordu. Ona: “Tabii ki açıkla!” karşılığını verdiğimde: “Allah adaletle
hükmeder, iyiliğe iyilikle, kötülüğe de kötülükle karşılık vermeye
muktedirdir. Şüphesiz Allah^hakkıyla işiten ve görendir” dedi.

‫ خ ا؛ثن ا عتد الثؤ بن م ح م د بن عتد‬،‫ ] خ ا؛ثن ا حبي ب بن ا لخض‬٣٢٣/١ ‫ )“ ل‬١١٧٦(

‫ مالأت ن ئ د اثن‬،‫ عن ابن أيي مل ت ك ه‬،‫حدثن ا ئا ب ع بن عنز‬ ‫ حدثت ا ذاؤد بن‬،‫العزيز‬

‫ يا‬:‫ " جل س ي ح ؤ هتائة ن ي خ به‬:‫ ] يونف ث؟ قات‬٣ ٢ ٤ ٨ [ ‫ م ا بل غ من ه م‬:‫عب ا س‬

" ‫زئى قن ذ فيئ ثة ري س‬ ،٧^ ‫ء ن له‬ ‫ كن‬0 ‫ ال‬،‫وئنف ن‬

ibn Ebî Müleyke'nin naklettiğine göre ibn Abbâs'a Hz. Yusufun


davranışından ne bildiğini sorduklarında, şöyle cevap verdi: “Oturup
elbisesini çözmeye başlamıştı ki, «Ey Yûsuf! Tüylü iken, zina ettiği için
tüysüz kalan bir kuş gibi olma» diye bir feryad duyuldu.”

‫ حدثن ا عثد الل ه بن أ ح م ذ بن‬،‫ إ أ م ] حدثن ا أ خ ن د بن جع فر بن مال ك‬/ ‫ [ ا‬- ) ١١٧٧(

: ‫ عن ابن عب ا س‬، ‫ غذ ي‬،‫ر خا ن‬ ‫ عن قابوس بن‬،‫ حدثن ا جرير‬، ‫ر‬ ‫ ح د ش‬،‫حق ل‬


‫ عند ا لما ضي‬Û‫ " الؤ ج الن ي جل سا‬:‫ محالأ‬،‫رن وا بؤاب سب ا ل م ن ط شهداء لل ه‬ ‫تآيه ا ال ذي ن ا مت وا‬

" ‫قةر<؛ إل اق ا ي ي ثإ <ائ ئ لأخي اائي؛تي غ ر ا ال م‬

Kâbus b. Ebî Zabyân’ın babasından naklettiğine göre ibn Abbâs “Ey


iman edenler‫ ؟‬Allah i‫ ؟‬in tanıklık yaparak adaleti tam ,olarak yerine
getirenlerden olun...”‫ ة‬âyetiyle ilgili: “iki adam hâkimin karşısında
otururlar, hâkim adamlardan birine karşı, diğerinin tarafına meyleder” dedi.

1Mümin Sur. 19
2NisâSur. 135
‫‪372‬‬ ‫‪Abdullah b. Abbâs‬‬

‫(‪ [ -) ١ ١٧٨‬ا ‪ /‬ة ‪ ] ٣٢‬حدتما أ خ ن د بن جعف ر ثن مال ك ‪ ،‬حدثن ا عتد الغي بن أ خ ن ذ ثن‬

‫ح م ‪ ،‬حدق ا صال ح ن عثد الل ه الترم ذ ي ‪ ،‬حدثن ا ش ه د س ثونق ث‪ ،‬ص ن ي ئ ا ن التئ م ي‪،‬‬

‫م‬ ‫م ا‬
‫الق ئ‪ ،‬أث‬ ‫ا‬
‫م ص الق غة‪ :‬أت‬ ‫ص أي تئزة‪ ،‬عن ا‪:‬س ء س ‪١١٤‬؛‪ " :‬وؤي‬
‫و خ إ وتت ت‪ ،‬قات‪ :‬هقا د ي النثا ؤ ي‪ :‬و لخن ا م مق ائزم؟ ب م‬ ‫بن ه ا‬
‫م‬ ‫الث ا ئ ‪ ،‬خ ر‬

‫النا ج ز اقي ا ه "‬

‫‪ibn Abbâs der ki: Kıyamet gününde bir münadi; “Kıyamet zamanı geldi,‬‬
‫‪kıyamet zamanı geldi” diye seslenir. Böyiece bütün ölüler ve diriler duyar.‬‬
‫‪Münadi tekrar şöyle seslenir: “Bu gün hükümranlık kimindir? Gücü her‬‬
‫”!‪şeye yeten Tek Allah'ındır.‬‬
‫بل ه‪ ،‬حدثن ا م ح ئ د ش رإن خا ق ‪ ،‬خ ا؛ثن ا عتذ‬
‫(‪ ] ٣٢ ٤٨ [ ") ١١٧٩‬حدق ا أث و حا م د بن ج‬

‫ا[ثي ئن ع من انحعف ئ ‪ ،‬حدثن ا أبو معاونه‪ ،‬حدثت ا ا العن س ‪ ،‬عن فتي ق ‪ ،‬ه ا ‪ ” : 3‬حطبت ا ابن‬

‫عي س ؤئؤ عش ا ل م ؤ>سم ‪ ،‬ق غ نووة فبقزؤ نجع د ي مه أ وي م ئ ز‪ ،‬نحع ئ ت أهولت‪ :‬ظ رأيت‬

‫بئة م ت وا م حم ال من ث "‬ ‫ب ة‪ ،‬لن‬


‫س ‪ ٣٢‬زم م‬ ‫ز ال ن‬

‫‪Şakîk der ki: ‘^bn Abbâs, hac mevsiminde bize bir hutbe okudu. Bakara‬‬
‫‪Sûresini açtı, okuyup tefsir etmeye başladı. Kendi kendime şöyle demeye‬‬
‫‪başladım: “Bunun gibi bir adamı ne gördüm, ne de duydum. Persler ve‬‬
‫”‪Rumlar bunu dinleseydi Müslüman olurlardı.‬‬

‫حدثن ا‬ ‫(‪ ] ٣ ٢ ٤ ٨ [ -) ١١٨٠‬حدثت ا أ خ ن د بن ال شتد ي‪ ،‬حدثتا ا لخشن بن ■عل ي‪،‬‬

‫إشت ا عيد ى عيت ى ا ائ ز ‪ ،‬ح دق ا إت ح ا ق بن بش ر بن ج و ي عن ال ق ث ا ء ‪ ،‬عن ابن‬

‫عثا س‪ ،‬أثة مالأ‪ " :‬يا صا ح ب ا أل ب ‪ ،‬ال ما ص م ن ئ وؤ عاقتيته‪ ،‬زلن ا ح ح ال دن ب أع ظ م‬

‫ؤ أ قأة حثاي ل ط م م ن غش ا ل م ن زغلى ال غن ا ء ‪ ،‬زأنث على‬ ‫م ن الدن ب إدا ع ل مته‪،‬‬

‫ث ا ج ؛لف أع ظ م‬
‫ا أل ب ‪ ،‬أ ئ م م ن ال دن ب ال ذ ي عملثث‪ ،‬و ص ح ك ك زأ ث ال بدري ن ا الل ه ح‬

‫م ن الدن ب ‪ ،‬ومحز ح ك بالدت ب إدا قثنزث به أ ظ ^ م ن الدن ب ‪ ،‬و حزب ك غش الدن ب إذا‬

‫‪1ĞafirSur. 40‬‬
Abdullah b. Abbâs 373

‫ وحومحلف م ن الؤي ح إدا حر ك ت ستزب ابلق وأنث عأى‬،‫به‬ ‫هاثلث أعثنن؛ م ن الدن ب إدا‬

‫ ث ل‬،‫ ومملث‬،‫ال دن ب ز ال ي ق ز ث فؤاذلث م ذ ن ظر الئؤ إقلف أ ئ إ ف ال دن ب إذا علم تثة‬

‫بدري ن ا ”كان دن ب آيوت عا قه الث ال م ءاتت ال ه الئة ثئ ا ز ياك الع في ج ت د ه ؤذه ا ب مال ه؟‬

،‫ ئنز سنة‬،‫ئتعا ن به م ن ك ي ن على ظئ م يدروة غثة‬،‫ ن دن ب أيوب عنته الث ال م أثت ا‬İS"" 1‫إل م‬

" Ü ‫ ه آ م ] ائئث ال ة ا ج‬/ \ [ ، ^ ^ ١İJ^ ‫زني تأ’ م بئ إل وف ؤيثة ال ائ إل ص ظل م‬

ibn Abbâs der ‫أكل‬: “Ey günah işleyen kişi! işlediğin bu günahın
akıbetinden yana sakınarak kendini güven içinde hissetme! Bir günaha sessiz
kalmak veya günahkârların peşinden gitmek, günahı işlemekten daha
büyüktür. Günah işlerken sağ ve sol omuzlarında bulunan meleklerden
utancının az olması yapacağın günahtan daha büyüktür. Allah'ın bundan
dolayı sana ne yapacağını umursamadan gülüyor olman da yaptığın
günahtan daha büyüktür. Günahı işlemiş olmana sevinmen de işlemiş
olduğun günahtan daha büyüktür. Gün‫؛‬ahı işleyememiş olmana üzülmen de
onu işlemiş olman durumunda gireceğin vebalden daha ağırdır. Günah
işlerken, Allah’ın seni görüyor olmasından dolayı içinde bir sıkıntının
olmaması, ama rüzgârın esip de perde açılır ve insanlar beni görür diye
.korku içinde olman işlediğin o günahtan daha büyüktür. Yazık sana! Hz
Eyyûb’un, Allah’ın bedenine hastalık vermesi ve mallarını yok etmesine
sebep olan günahı nedir bilir misin? Hz. Eyyûb’un tek suçu, miskin olan
,birinin uğradığı haksızlık karşısında yardım isteğine cevap vermemesi
miskine zulmeden adama iyiliği emretmemesi ve onu bu zulmünden
alıkoymamasıdır. Bundan dolayıdır ki Allah ona bu musibetleri vermiştir!”

‫ حدثن ا أ خ ن د بن ي حتى‬، ‫ ه \ م ] حدبن ا م ح ئ د بن علي بن م ح م‬/ ‫ [ ا‬- ) ١١٨١(

‫ عن ابن‬، ‫ عزم إبراهي م بن مو ت ى‬، ‫ حدثن ا أثو شه ا ب‬،‫ حدثت ا حل ف ن بن هث ا م‬،‫الحلواني‬


‫ حدثن ا‬، ‫ ح دثنيجأنب‬، ‫ حدثن ا عئد الل ه بن أ خ ئ ذ بن ح م‬، ‫ ؤخ ا؛ثغ ا أبو بكر بن مال ك‬،‫مس ه‬

‫ و ح د قا‬،‫ غذ أييي‬، ‫ عن إدريس ي زغ ب بن ث م‬،‫ حدتثا أقو بكر بن عقا ش‬، ‫مب ش ب ن آ د م‬

،‫ ح دمحا أ ح م د بن بنا ن‬، ‫ خ ا؛ثن ا حم د الؤ ح م ن ن م ح م د بن إدي؛؛سئ‬، ‫الحس ي ن بن علي‬

،£‫ خ ا؛ثن ا م وت ى بن أيي دار‬،‫ حدتما موا ن ى عتد ائؤا ج ز‬،‫خ ا؛ثن ا عتذ الؤ ح م ن بن م هد ي‬
374 Abdullah b. Abbâs

،‫ أن هزما عنذتا ب بغي شهم يخت ص مون أظغة‬٠٠ ‫ أ نمن اس عثا س‬: ‫ محا د‬، ‫عن و ه ب بن ت م‬

‫ وا أل حرى‬،‫ ووص غ إ ح د ى يديه علته‬، ٤^ ^ ‫ في ا لم د ر فنف ض إث ه م وأع ط ى م نحنه‬:‫قات‬

‫م‬ ‫م شه ا ب‬ ‫ قات‬،‫ب ي ش‬
‫ ف دإ ج‬،‫بوا ه وزيرا به‬
‫ ئثث ا اق ض إ ي أ م‬،‫غ د طا ؤس‬

‫ أز ما‬:،3‫ مما‬، ‫ ئا نثت ي وا ل ه أؤ م ن ان س ب يلم ه م‬،‫ انتسنوا لي أ ر م ح ز‬:‫ لهب‬3 ‫ مما‬:‫ح ديثه‬

‫ص‬ ‫ و أ ي ته م ش‬، ‫م بك م و ال ع إ‬ ‫ئ‬ ‫م حثة‬ ‫كث ي‬ ١^ ‫ت م‬ ‫ع ي م أن ئ‬

‫ء‬ ^ ١ ‫ ئ ئ ه‬١^ ^ \‫م \أ‬ ‫ي‬ . 4‫ ب أ م الث‬٤^ ١ ، ٤^ ٧ ‫و ا هم‬ ‫إ‬، ‫ز ا ك‬

‫ خ ر إدا ات ق اق وا ص دللف‬، ‫ وا م هلع ت ي ن ي‬، ‫ وائ كن ز ت ئلوبه م‬،‫محئا ش ئ ل ذللف محول ين‬

‫ يثدون‬:‫ ززاذ هم د ال مب ن ئ ن هد ي في خزيبؤ‬،‫ با م ح ا و ا و اكة‬Ü ‫ثش ازغ وا إ ر ال م‬

،‫ وم خ ال ظ ال م ي ن وا ل ط ا س نا ب ه م مح ي ر بناء‬،‫لآقا م ع ر يا ء‬ ‫أ م س ه م م ع النع رط ي ن نإثه م‬

‫ غز‬، ‫غيباحما ل‬ ‫ون‬‫ زالحمل‬، ‫ زال ي مبؤنلت ا ق ي د‬،‫يت كي و نلت ا حم‬ ‫؛ال أثيب ال‬
‫ قاتت وانص رمح ن عنه م هزج ع إ ر مجلس ه‬،‫ثف؛ثبلم مهت م ون ومشغ م ون و حل ون حائم ون‬
‫حيتن ا ي‬
١٠

Üç farklı kanalla Vehb b. Münebbih’ten nakledilen bir rivayete göre ibn


Abbâs'a Sehm oğulları kapısının yanında bir grubun tartıştığını haber
verdiler. Sanırım kaderle ilgiliydi. Hemen ayağa kalktı, asasım ikrime'ye
verdi, bir elini omzuna koydu, bir eliyle de Tâvus’a tutundu. Onların yanına
vardığında, yer verip güzelce karşıladılar, ama oturmadı.
Ebû Şihâb rivayetinde ifade: Onlara “Kendiniz tanıtın, sizi tanıyayım”
dedi. Kendilerini tanıttılar veya bazıları kendini tanıttı.
ibn Abbâs şöyle devam etti: “Ailah'ın bazı kulları vardır, dilsiz ve
konuşma engelli olmadıkları halde Allah korkusu onları susturur, üstelik
içlerinde âlimler, fasih konuşanlar, özgür ve seçkinler olduğu halde. Ayrıca
Allah'ın azametini hatırladıklarında, Allah'ın günlerini bilenlerin beyinleri
şaşar, kalpleri kırılır, dilleri kesilirdi. Bundan kurtuldukları anda fırlayıp
Allah için güzel amellere yapmaya koşarlardı.”
Abdurrahman b. Mehdî rivayetinde ilave yer alır: “Çok güzel insanlardan
olmalarına rağmen kendilerini aşırıya gidenlerden, iyi ve günahsız
Abdullah b. Abbâs 375

olmalarına rağmen zalimlerden kabul ederlerdi. Onlar çok iyilik apm alarına
rağmen Allah yolunda çok görmezler, amellerin azma kanaat etmezler,
yaptıklarına güvenip de yeter demezler. Onları ne zaman nerede görsen;
dertli, endişeli, havf ve huşu içinde görürsün.”
ibn Abbâs bunları söyledikten sonra dönüp yerine gitti.

‫ خ ا؛ثن ا أبو‬،‫ حدق ا غلي بن عئد العزيز‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا نل ث م بن أ ح م د‬٣٢ ‫ ه‬/ ‫ )" ل ا‬١١٨٢(

، ‫سثب د بن ي م‬
‫ عن م‬،‫ ح د ش ب ك ر بن شه ا ب‬، ‫م خد ظ عبد الثؤ ئ ذ ال ولي اأ?خ إل‬

‫ و ل م‬:‫ قالوا‬،" ‫ " ثزؤدت أن عند ي زي ال م ن أهل ا لم د ر محز ج أ ت رأشه‬:‫عن ابن عب ا س قات‬

‫ ق ل م ه‬،‫ ن قا هثاق وثة ح مزاء‬،‫ " لأن الثث م ا ز حاس ل ؤ حا م ح ف وظ أ م ن دثؤ ت بماء‬: 3 ‫محا‬

‫ث ال ت ماقة‬
‫و ث وم ئ ن و‬ ‫ شئن فيه‬،‫ن ن ؛ل شن اؤ وا لأرض‬
‫ و مص ة ظ ح‬،‫ وكتابه ثوت‬،‫نوت‬

"‫ ؤيثؤقبل؛ء و سندنا يماء‬،‫] و محت‬٣٢٦/١[ ‫ ز م‬،‫ يغل ة يفت ثخة‬،‫ئخؤ‬


Saîd b. Cübeyr bildiriyor: ibn Abbâs: “Yanımda Kaderiyye’den bir
adamın olmasını ve onun başını kesmeyi isterdim” deyince, yamndakiler:
“Neden?” diye sordu, ibn Abbâs: “Çünkü Allah, Levh-i Mahfûz’u beyaz bir
inciden, kenarlarını da kırmızı yakuttan yarattı, kalemi de, yazısı da nurdur.
Genişliği de gök ile yer arası büyüklüğündedir. Allah her gün buna üç yüz
altmış defa bakar, her bakışta da öldürür, diriltir, aziz kılar, zelil eder ve
dilediğini yapar” karşılığını verdi.

‫ حدثن ا جعمز بن م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا أ ح م د بن جعف ر بن ن غ م‬٣٢٦/١ ‫ )“ ل‬١١٨٣(

0‫ ص م ح م د بن عؤ‬، ‫ حدثت ا إن م ا عيد بن ركريا‬،‫ حدثت ا ت خ ئ د بن ت ل م ا ن‬، ‫ف ري ك‬

،‫ " عق كبالنزايض‬: ‫ ش م ع ت ابن عثا س بموت‬:‫ قات‬،‫ عن أيي عال ب ا ل حن ج ي‬،‫ا ل حزاش ا ني‬

‫ فإ ة الث م م ذ غ م‬،‫زنا زق ت ال ق مما ر عثلث ئ ظ ه ف أ م و ا ش ن ال ه غش دللث‬

‫ب ث ة نا‬
‫ وه و الملل ق م‬،‫ين ا عنده م ن حم ئ ن ب وابه إ ال أ حزه غئ ار يكنه‬
‫م د ق ثة و حرصا ف‬

- ‫ص‬
İbn Abbâs der ki: “Farzları eda etmeye çalış. Allah’ın sana yüklediği
hakları da ifa et ve bunları ifada Allah’tan yardım dile. Zira Allah, kulunun
niyetinde samimi olduğunu ve sadece katındaki mükâfatları umduğunu
376 Abdullah b. Abbâs

bildiği zaman hoşlanmayacağı şeyleri kendisinden uzak tutar. Tek


hükümrân Allah’tır ve dilediği tasarrufta bulunur.”

، ‫ حدثت ا م ح ث د بن ح م ن د‬، ‫ حدثن ا ال خ ش ن ن ت خ م‬، ‫ ا خ ا؛ثن ا أبى‬٣٢٦/١ ‫ ل‬-) ١١٨٤(

،‫ عن تع ي د بن جسر‬،‫ حدثت ا جعف ر بن أبي الئنيزؤ‬،‫حدثن ا يئ م و ث ى عثد الل ه ا لأشعر ي‬

،‫ت " م ا من ت ؤب ن ز ال ها حر إ ال ن ف د كت ب ال ه مما ز ة رزقة مث اخل ال ل‬3 ‫ض ابن غثاص ه ا‬

‫ ه م ن رزقه‬1‫ قص ة ال‬£‫ م ن ا ل حزا‬1‫ نإن جرغ فتن ا ول شئ‬، ‫ ^ دمن ال ى‬١ ‫إل ن ص ر حتى يمح ه مح ه‬

" ‫اخل ال ل‬

îbn Abbâs der ki: “Mümin olsun, günahkâr olsun Allah her kula helal bir
rızık takdir ve tayin etmiştir. Kişi bu rızık kendisine gelene kadar sabrederse
Allah rızkı ona gönderir. Ancak sabretmez de sıkıntıya düşerim korkusuyla
haram olan bir şeye el uzatırsa Allah kendisine takdir edilen o helal rızkı da
ondan keser.”

، ‫ حدثن ا ا خل س بن ركريا‬، ‫ ] حدثت ا م ح م د بن علي بن م ح م‬٣٢٦/١‫ ل‬-) ١١٨٠(

‫ ص‬،‫ غذ ث خ م ق مح ن‬، ‫ خدتثا إن نامح د ئ ذ ز يا‬، ‫خدت ا ش مخثذ ئ ظ بما ن ل ئ‬

‫ ؤا ل م أ ح س ب الن امس أن ي ز را أن ققولوا امغ ا وه م‬: ‫مل ه ثن ا ر‬ ‫ ض ابن عيص في‬، ‫ع ن ي ة‬

‫ه م أخيه‬ ‫ن ه ز؛ ز‬
‫تب ث ه ئ ور أ ي م ح ق ج‬
‫ ماء ^ ن اش تث ا؟ى م‬: ‫ ة د‬، 4 ‫ ف مه ن‬V

‫ غش‬٩ : ‫ ينه م‬٤^ ‫ أؤ م ن‬، ‫ ^ د؛نالى إ؟ته فتأمو ل ا المح م نبع ده‬١ ‫ ث أ مبضة‬، 1‫مئ الددث‬

‫ما ي‬ '‫س ء ش ظ ء ن‬ ‫م‬ ،‫ ث وت ا ه تث ا ر ب هو ان الء‬،‫بجا ج ال ث م و م ح ي‬

٠٠ ‫ئه و اثكا ذ ث‬ ‫ زنن حال ف ن إلى عتر‬،‫ئهؤ ا ل صا د ق‬

ibn Abbâs: “Elif. Lâm. Mîm. insanlar, im tihandan geçirilmeden,


sadece «iman ettik» demeleriyie btfakriwereceklerini mi sandılar?”1
âyeti hakkında şöyle demiştir: “Allah, insanlara peygamberlerini gönderir,
onlar da ecelleri gelinceye kadar içlerinde yaşarlardı. Allah, ^ygamberlerini
katına aldıktan sonra ümmet (veya bazıları): «Bizler Hz. ?eygamber’in izi ve
yolu üzerindeyiz» derlerdi. Ardından Allah onlara belalar gönderir. Belalar

1Ankebût Sur. 1-2


Abdullah b. Abbâs 377

karşısında Peygamber’in izi ve yolunda sebat gösterenler sözlerinde sadık


olanlardır. Sebat gösteremeyip Peygamber’in yolundan ayrılanlar da
sözlerinde yalancı olanlardır.”

‫حدثن ا أث و‬ ،‫ حدثن ا ي ونف ن ا لما ضى‬، ‫ ا حدثن ا ن ث ئ ا ن ن أ خ ئ ذ‬٣٢٦/١ ‫ )" ل‬١١٨٦(

،‫ عن عن مم ة ي مر قد‬، ‫أئب ة‬
‫م‬ ‫ ي حيى بن أيي‬bu‫ح د‬ ‫ ح د ظ عؤن بن‬، ^ ١^ ^ ١‫ال ث ي ع‬

‫و ف ز وق د ب‬ ‫ " "كا ذ ز ج ل م ث ن‬:‫ عن ابن عيص ؤت‬، ‫غذ علي بن ال غ م‬

‫ يحن ق نإ‬:‫ن ه و ي ■عقه‬ ‫ قخزخ إلىمح ا ب ي؛ائؤ هو ج د ق ح ف ن وأس‬،‫زكا ذ محسئا إلى ا مرأته‬

‫ ئ أ‬C‫ ب م أ ح ن ئ إليه ا‬،‫ زنقته إلى ا مرأته‬، ‫ت فأ خذه نحع أ ه في ت م ط‬3 ‫ ه ا‬، ‫يذرى في ال م ح‬

‫ ئه ل‬، ‫ ي ر كا ن ي حس ن وؤجلث الصنيع ه إلي ك‬،‫ يا أر محال ن‬:‫ ممل ن‬، ‫ ^ جاراثه ا‬٤^ ‫ش ائن‬

‫ ممام ت ع وزا‬، ‫ثا ن فيه رأمس حلينة ل ه‬ ، ‫ ف ذا القف ط‬C‫ ئ عم‬: ‫ائتؤذع ك ق سا ؟ قال ئ‬

‫ ا حرقيه‬،‫ ن ا بصنع ين به‬،‫ ثدرين يا أم ه ال ن‬:‫ مح نن‬،‫مغص به ح ش فت حته ه إ ق فيه ق ح ف ن رأس‬

‫ نا ف ن د‬: ‫ ق ات ل ه ا‬،‫ زه ئ مغص ثه‬،‫ ق د م زو ج ه ا ' ش ش مره‬،‫ب م دربه في ا و ج ممعل ت‬

٠٠ ‫ هر جغ ص قول ه‬،‫ وص د ئ تبال قد ر‬،‫ ا م ن تبالل ه‬:‫ ق ات‬،‫ نح دقتهب ال ح دي ث‬،‫القق ط‬

ibn Abbâs bildiriyor: Sizden öncekilerden kaderi inkâr eden bir adam
vardı ve bu kişi hanımına kötü davranan biriydi. (Bir gün) mezarlığa gidince
üzerine: “Yakılacak ve sonra rüzgârda savrulacak” yazan bir kafatası buldu.
Kafatasım alıp bir sepete koydu ve hanımına verdi. Sonra hanımına iyi
davranmaya başladı. Daha sonra sefere çıkınca, hanımının komşuları gelip:
“Ey falanm annesi! Kocan sana neden iyi davranıyordu? Giderken sana bir
şey bıraktı mı?” dediler. Kadın: “Evet. Şu sepeti bıraktı” dedi. Komşuları:
“Bu sepette beraber olduğu bir kadının kafası var” deyince kadın
kıskançlıkla sinirli bir şekilde kalkıp sepeti açtı. Sepette bir kafatası
olduğunu görünce komşüları: “Bu kafatasını ne yapacağını biliyor musun ey
falamn annesi? Sen bunu yak ve rüzgârda savur” dediler. Kadın da onların
dediği gibi yaptı. Adam seferden döndüğünde hanımının sinirli olduğunu
gördü ve: “Sepete ne oldu?” diye sordu. Hanımı kendisine olanları anlatınca
adam: “Allah’a iman ettim ve kadere inandım” deyip daha önceki
i n k â r ı n d a n döndü.
378 Abdullah b. Abbâs

‫حدثن ا‬ ،‫ حدثن ا ا لخشن بن عثويه‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن ال ئن د ي‬٣ ٢ ٧ ٨ [ ") ١١٨٧(

،‫محق ا ن‬- ‫بن‬ ‫ وهث ا م‬C‫ عن لمي بكر ال هذلي‬،‫ خ ا؛ثن ا إشت ا ق ن ؛شي‬،‫إئ ن ا عيد ئ ذ عي ش‬

‫ كا ذ ت ي د في س كا ذ ث م ح م عتد الل ه مما؟ى‬:‫ عن ابن عب ا س قات‬،‫ ع م ن أخب ره‬، ‫ومق ات ل‬


‫ أيته ا الق؛اؤي‬: ‫ ئأثى ا ل م ا ئ ثاذاثا‬، ‫ ق أ إثه أ حطا ح هلس ه خا ف آ يلم ه ا عإى ئمس ه‬، ‫ط‬ ‫ثن ا ي ن‬

‫ هن فيلي م كا ن يواريني‬، ‫ ا م حزمت العه ا‬، ‫ ال كثيرة دوابه ا‬، ‫ال كثيزه ع صا ئ ه ا‬ ‫ال كثيرة‬

‫ والل ه نا غي ئت ت ز ال ش جر إ ال ن طلق‬، ‫ ثا ف ذا‬: ‫ ع أ جابته ائئ؛ا ني بإ ذن الل ه‬tin ‫ص زبي‬

‫ اه تجت‬،‫ آثف ا الب ح ر ا لخنين ما ؤه‬:‫ ق ات‬،‫ دكئفث أؤاريلف عن الل ه محا ر ؟ ئأش اخل ح ر‬،‫ثؤ و بؤ‬

‫ نال ي نا في‬، ‫ يا ف ذا‬: ‫ قث ات‬، ‫ مح أ جابهبإ ذن الل ه‬. ‫رب ي‬ ‫ ه د فيل ق م كا ن يزاويي م ن‬،‫جيثانة‬

‫ ثا‬:‫ ممات‬، 3 ‫؛ قأئى ان يا‬m ‫ح صا ة ؤ ال دابة إ ال نبه ا ملل ق ث ز ه دكتف ن أؤاي؛ألف عن الل ه‬

‫م محا ر ؟‬ ‫ه د مح ك م كا ن يوارين ي م ن‬ ، ‫ ا م ح ه مح ز ا ي‬، ۶^ ١‫^ في‬ ^ ١ ‫أي ه‬

‫ ئأه ا م يتع ب د‬: ‫ ئأين قا د‬،‫ والل ه نا فيغا ش ح صا ة ز ال ق اي إ ال ؤمللث ت وك ل به‬:‫ت ا لأ‬
‫قال ي ا ل ج‬

‫ ائبض زو جي في‬،‫ يا رب‬:‫ ق ات‬، ‫ ح ز م ح نة ائنؤ ث ن ك ى‬،‫هثاللث ويث م س التؤبه‬


٠٠ ‫ ز ال ثئعتني يؤم ا ل مثا ن ة‬،‫ و ج ش د ي في ا أل جت اب‬،‫ا لأرواح‬

ibn Abbâs anlatıyor: Sizden önceki kavimlerin birinde bir adam vardı.
Seksen yıl Allah'a ibadet etti. Sonra bir hata işledi ve bundan korktu. Çöllere
gitti ve şöyle seslendi: “Ey kumları bol çöller, çalıları bol, vahşi hayvanı bol,
sıcağı bol çöller, beni Rabbimden saklayacak bir yerin var mı?” Çöller
Allah'ın izniyle dile gelip ona şöyle seslendi: “Ey seslenen‫ ؛‬Vallahi, birer
meleğin görevli olmadığı ne bir bitki, ne de bir ağaç var. Ben seni Allah'tan
nasıl gi: eyim?
Adam denize gitti. Ona “Ey suyu aziz derya, balıkları bol deniz, beni
Rabbimden saklayacak bir yerin var mı?” diye seslendi. Deniz Allah'ın
izniyle dile gelip ona şöyle seslendi: “Ey adam! Vallahi, birer meleğin görevli
olmadıkları ne bir çakıl, ne de bir canlı var, ben seni Allah'tan nasıl
saklayayım?
Adam dağlara gitti. Dağlara “Ey gökleri delen dağlar, mağaraları bol
dağlar, beni Rabbimden saklayacak bir yeriniz var mı?” diye seslendi. Dağlar
Abdullah b. Abbâs 379

ona; “Vallahi bizde birer meleğin görevli olmadığı bir ne bir taş, ne de bir
mağara var, nereye saklayalım?” dediler.
Adam orada ibadet edip tövbesinin kabulünü istemeye başladı. Bu
şekilde ecel saati geldi çattı. Ağlayarak: “Ruhumu ruhlarla kabzet, cesedimi
de diğer cesetler gibi al, kıyamet gününde de beni diriltme” dedi.

>‫ خ ا؛ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن حنت ل؛‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬٣ ٢ ٧ ٨ [ -) ١ ١٨٨(

‫ب ا صال ح ئ‬
‫ أ ح ر‬: ‫ءيأل يع يي ابن علية ق ا ال‬1‫ ؤإن م‬،‫ خ ا؛ثن ا أبو عتتذه الح داد‬،‫ح د ي ي أيي‬

،‫ش ذ ة إ ر ا لخدتة‬ ‫م‬ ‫ض ي ق ائ ذ‬ " :‫ قات‬، ‫ عث غتد ال م ى أيي ت و ق ة‬، ‫ي م‬

‫ص و ة ؟ ص " وأ ؤ ز جا ؛ ث‬ : ‫ ئ ث ه و ث‬: ‫ ظت‬، ٠٠ ‫م‬ ‫ ف ز‬٢١٤ ‫ و د‬١٤١ ‫(؛‬١٤٤

، ٠٠ ‫النشي ج‬ ‫ب ن د قز إل ويكثر قي‬


‫ ئ م‬، ‫ نا ك ث يغث ث ج ي ذ ه‬١^^^ ‫س كن ه ا ل م ؤ تب ال حى‬

‫قط أي محدة‬
Abdullah b. Ebî Muleyke bildiriyor: “îbn AbbâsJa Mekke’den Medine’ye
kadar yoldaşlık yaptım. Konakladığı zamanlarda gece yarısı kalkıp namaz
kılardı.” Ravi der ki: Eyyub, Abdullah’a: “ibn Abbâs’ın kıraati nasıldı?” diye
sorduğunda, Abdullah ifade etmek için: “ölüm sarhoşluğu gerçekten
gelir de: işte (ey insan) bu, senin öteden beri ka‫ ؟‬t!ğ!n şeydir, denir”1
âyetini tertîl üzere ağlayıp hıçkırarak okudu.

‫ حدثن ا عتد الل ه بن أ ح م د ثن‬،‫ ] خ ش ا أ خ ن د بن جع فر بن ح م دان‬٣٢٧/^^ “) ١١٨٩(

:‫ قات‬،‫ عن و ج ل‬،‫ ا سع ي د اأ جر؛ ر ي‬٣٢٨/١ ‫ عن ل‬،‫ حدثت ا مه د ال وه ا ب‬،‫ ح دبيي أيي‬، ‫ح م‬


‫ وان ك ت غذ‬، ‫ ئ د حتزا م م م‬C‫ وي حلف‬٠٠ : ‫ زئؤيم ولط‬،‫نأي ت ابن عثا س أ خذ بق مزة لش انه‬

‫اك م ث ه وة يثسم ق ق وت ئ ؟‬3‫ ظ ؟ي أ‬، ‫م‬ ‫تن‬:‫ ئ ا‬: ‫ أق ز ي د‬3‫ قا‬،" ‫م‬ ‫في ئ‬

٠٠ ‫ " إثتب لعني أن الع ئ ذ يؤم ا لمثا ن ة فيئ ه و غلى ق يغ أ حثي منه غلى لت اته‬:‫قات‬

Saîd el-Cureyrî, bir adamdan bildiriyor: ibn Abbâs’ın, dilinin ucunu


tutup da şöyle dediğine şahit oldum: “Vay sana! Hayırlı şeyler söyle ki
kazançlı çıkasın! Kötü şeyleri söylemekten sakın ki selamete eresin!” Adamın

1KâfSur. 19
3‫ ة‬0 Abdullah b. Abbâs

biri ona: “Ey îbn Abbâs! Bakıyorum da dilinin ucundan tutmuş


söyleniyorsun!” deyince de ibn Abbâs: “Bana bildirildiğine göre kıyamet
gününde kul, en çok diliyle ettiklerinden dolayı üzülecektir!” karşılığını
verdi.

‫ ح د ظ ا خلس ن بن عل ى ئن‬،‫ ] حدثن ا ث ح ث د بن أخن ت ئن ا لخثن‬٣٢٨/١ ‫)" ل‬١١٩٠(

،‫ ح عتد محق وي بن سع يد‬1‫ خل؛ثن ا أبو الصث‬، ‫ حدثن ا حل ف ن ن ع د ا ل ح م ي د‬،‫ن و ي‬،‫ا ل م‬

‫ق ق ي ص‬ ‫ ” ال ذ محدب‬:‫م قا د‬ ‫م‬ ‫ ض‬،‫ئ م الثئا ؛؛ء ص ي ك رتق‬ ‫ص أي‬


‫ زل قإ س ؛ذاني‬،‫ال ن ئ ل مي ئ ف ت؛ أؤ ج م ع ه أؤ نا ف اؤ الثة أ ح ب إل ي م ن ح ج ة يغذ ح ج ة‬

" Ü ‫ م أمحئئ د ت ج د ممب‬-‫أ م حب إ'لى أ ع؛ ي م ج ب أ خ ي ؛ ئ ص ب‬

îbn Abbâs der ki: “Muhtaç durumda olan Müslüman bir aileye bir ay
veya bir hafta veya Allah’ın dilediği bir süre boyunca yardımlarda
bulunmam, benim için ikinci bir haccı ifa etmemden daha sevimlidir. Allah
rızası için Müslüman kardeşime bir dânik (0,5gr) değerindeki tabağı hediye
etmem, benim için Allah yolunda bir dinar infak etmemden daha
sevimlidir ”

‫ حدثن ا م ح م د بن‬، ‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د بن عث ما ن اقزاي ج ئ‬VYA^ [ “) ١١٩١(

‫ حدق ا عيت ى ثن‬،‫ حدثن ا كي ن بن ي ق ا م‬،‫ خ ا؛ثعا ع ئ بن ال خ ش بن إ ئ كا ب‬،‫إ>ئخا ئ‬

‫ " نئا‬:‫م ء س قا د‬ ‫ ض‬،‫ غن ال ئ ئال ه‬،‫م م حي ا ء اقزاري‬ ‫ ص ن خئ ي‬، ‫و ؛ ت ي إ‬

‫إ‬
‫ ومة‬،‫ أئ ث ئن ة محل بي‬:‫ ومحآ لأ‬،‫ألح ذ ه إبلي س ثموضع ة غش عينيه‬ ‫ل د ثا ز‬1 ‫ض ر ت‬

‫ أن‬1‫ د م ب ح ب اثدق‬1 ‫ أ د ي د ال ؛ا ز ر ضي ت س ش‬،1‫ وبل‬،‫ه ذ أكئ ز‬ ،‫ بغث أطغى‬،‫غئيى‬

"‫مب ثذ ك‬

îbn Abbâs der ki: Dirhem ve dinar bastırıldığında, îblis alıp gözlerine
koydu ve şöyle dedi: “Sen kalbimin meyvesisin, gözümün nurusun. Seninle
isyan ettirir, seninle küfre sürüklerim ve seninle cehenneme götürürüm.
Âdemoğlunun sana tapması, dünya sevgisinin göstergesi olarak bana yeter.”

‫ حدتن ا أث و‬،‫ حدثن ا عل ي بن عتد العزيز‬، ‫ ا خ ا؛ثغ ا ئلبما ن بن أ ح م د‬٣٢٨/١ ‫ ل‬- ) ١ ١٩٢(

" ‫* قات ابن عب ا س ؛‬.‫ قات‬،‫ ص أيي م و ك ه‬،‫ عن ابن جري ح‬،‫ ح د ظ نئ؛ا ن التؤري‬،‫ن ع م‬
Abdullah b. Abbâs 381

، ‫ال باثا س‬ ‫مق ي‬ ‫ " ال ذ ي ن‬: ‫ وت ا ا ق ت ئ ا ئ؟ محا د‬: ‫ ق ي‬، " ‫و ب ئ القشث ام ث‬ ، ‫ذ ف ت الثا م ن‬

" ‫ؤقث و ا ي م‬

Ebû Müleyke'nin naklettiğine göre ibn Abbâs; “insanlar çekip gitti,


(nasnas) insancıklar kaldı” de)'ince, ona “insancıklar (nasnas) nedir?” diye
sordular, ibn Abbâs; “insan olmadıkları halde insanlara benzemeye
çalışanlardır” diye cevap verdi.

‫ن ث‬ ‫ خل؛قثا ع ئ تن‬، ‫ص‬ ‫ع م ثن أ ج م د ثن‬ ‫ ا خ د ك‬٣٢٨/١ ‫ ل‬-) ١١٩٣(

،‫ي ي‬
‫ عن ف‬،‫ئرر إ ئأ‬، ‫ خ ا؛ثغ ا‬،‫ خ ا؛ثن ا أثونعت م‬، ^ ^ ١ ‫نن ا ي ل‬،‫ م ح م د بن إ‬1‫ •حدثت‬، ‫ر ي‬،‫المص‬

‫غ د اقا س زما ن ي م ج محي ب عمو د افا س ح ر ال‬ ‫ " يأت ي‬:‫ ع ن عت د الل ه ها ت‬، ‫غ ذ م جا ه د‬

٠٠‫ح دا د؛ ع م د‬- ‫ث ج د فيه أ‬

Abdullah der ki: “öyle bir zaman gelecek ki, insanların akılları alınıp
semaya çıkarılacak. Zaman içinde akıllı bir kimse bulamayacaksın.”

‫هلم‬£‫إئنا‬ ‫بن‬ ‫إ ن خا ق‬ ‫حدثن ا‬ ،‫ح الب‬ ‫بكو بن‬ ‫أثو‬ ‫حدق ا‬ ] ٣٢٨/١ ‫ ل‬- ) ١١٩٤(

‫ عن‬،‫ عن أبج ه‬،‫ حدثن ا شئث ا ن ؛ عن ابن طا وس‬،‫ حدثن ا عباد بن ت وت ى‬،‫ اء ؟ م ء‬/ ‫ا ل م ب ي [ ا‬

‫ أثا‬،‫عت ما ن‬- ‫ ز ال عأى مل ة‬:‫ أنش عل ى مل ة عل ي؟ثم ن ت‬: ‫ قات لي معاوية‬٠' :‫ابن عثا س قا ل‬

"‫ه‬ ‫م‬ ‫غ ر ق زن و د‬

İbn Abbâs der ki: Muâviye bana “Sen Ali'nin tarafında mısın?” diye
sorunca, ona “Osmân'ın tarafında da değilim. Ben Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi

vBSBİlem) tarafındanım” dedim.

،‫ حدت ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن حئت ل‬، ‫ب \ م ] حدثت ا أبو بكر بن مال ك‬


‫ م‬/‫ [ا‬-) ١١٩٠(

: ‫ قا د‬،‫ ص أيي ز جاؤ‬، ‫ عن ئ م ب‬،‫ ق ا الت حدثن ا تغنت‬،‫ت ن‬


‫ وي حيى بن ج‬، ‫ر‬ ‫حد ش‬
1'‫ كأثة ال ئ زالث التال ي‬،‫' كا ن ث ذ ا الن وضغ م ن ابن عب ا س م جزى ال د م وع‬

Ebû Recâ der ki: “ibn Abbâs'ın buradaki yeri (gözlerinin altı), gözyaşının
aktığı yerdi. Sanki eskimiş kayış gibiydi.”
382 Abdullah b. ez-Zübeyr

، ‫ حدثن ا عيد الثؤ بن أ ح ن ذ بن خ م‬، ‫ ] حدق ا أبو بكر بن م ا ل ك‬٣٢٩/١ ‫ )“ ل‬١١٩٦(

، ‫ نبئت أن طاؤق ا‬: ‫ قا د‬،‫ عن آيوث الث ح ساتي‬، ‫ خ ا؛ثن ا إن ن ا ي ل بن إبزا من؛‬، ‫حدبغي أيي‬

‫ك‬ JJ ‫ ش‬1‫ ث ن غيص و‬1 ‫ من‬4‫الث‬ ‫ ن أ ف دت شهئ ا‬ıs" ‫ خدا‬1 ‫ ظ تأي ق‬٠٠ :‫ء ن خ ول‬

‫ ذوم حأ ن م ح ي أ ظ ث ا ا‬٩

Tâvus der ‫لكل‬: “îbn Abbâs kadar Allah’ın buyruklarına hürmet eden birini
görmüş değilim. Vallahi ibn Abbâs’ı hatırladığım zaman kendimi tutmasam
ağlarım.”

‫ حدثن ا‬،‫ ] حدبن ا أبو ا ل ح ض علي بن م ح ئ د بن إبراهي م ا إلم ا م‬٣ ٢ ٧ ١ [ -) ١١٩٧(

‫ خ ا؛ثن ا‬C‫ حدق ا خف ح ئ بن ع م أبو ع م ال مذ ك ي‬،‫تص ري‬


‫م ح ث د ى عس شى بن ن ش ان ال‬

‫ء الثؤ ى عقاس‬ ‫' ش هد ت بما و‬٠ :‫ فات‬،‫ ص نتن و ن تن بج مبآ‬، ‫ ئ ال ث أ ب‬، ^ ١

‫ مح الت م س ب ل م‬،‫ محلما ؤضغ لثص أ ى عليه جاء طابت أبثتس ح ش ن ح د في أك ماته‬،‫بالع نات ف‬

‫ نن م غ صؤثه ز ال ثن ى ش خص ه <ؤيآيته ا ؛لثنمث‬1‫ا مؤل‬1‫لما ن وي غ ي سمئ‬،‫ ث‬، ‫ي و ج د‬

" 4 ‫بي إ ل ربك رامح ة م ر م ة قا ذ ح ك ي محا ؤي وادخيي ج ض‬


‫ال ن ق ظ ا ج‬

Meymûn b. Mihrân der ki: Taifte Abdullah b. Abbâs'ın eenazesine şahid


oldum. Cenaze namazı için konduğunda beyaz bir kuş gelip kefenin içine
girdi. Aradılar bulamadılar, üzeri ört^düğünde sahibini göremediğimiz bir
ses duyduk. Şöyle dedi: “Ey huzur içinde olan nefis, sen © 'ndan razı, ‫ه‬
‫ ول‬senden razı olarak Rabbine dön. (‫؛‬yi) kullarımın arasına gir ve
Cennetime gir.”1

Abdullah b. ez-Zübeyr
Onlardan biri de; hak üzere yürüyen, doğruyu söyleyen, peygamberlik
busesine mazhar olan, annesi ve babası yüzünden saygı duyulan.

*Fecr Sur. 27-30


Abdullah b. ez-Zübeyr 383

kıyamlarda görülen, oruçları sıralayan, keskin kılıçlı, sağlam görüşlü,


kahramanlara karşı mübareze eden ve Kur'ân hafızı. Resûlullah'a (‫الأااوة‬1‫الااو‬
aleyhi vesellem) ayrılmadan yapışmış, Sıddık'la birleşmiş, Hz. Peygamberin

(sallallahü aleyhi vesellem) halasının torunu, sadık ve vefakâr eşinin yeğeni;

kıskançları ayıran, zırhlılarla savaşan Abdullah b. ez-Zübeyr.


Takrîb 3514, Takrîb 3515

‫حدثن ا‬ ،‫ حدثن ا ا ل ح س ن بن ن ودود‬،‫حدثن ا ئ خ ئ د بن عل ي‬ ] ٣ ٣ ‫ م‬/ ‫ )" ل ا‬١٢٠٠(

‫ ■عن صال ح بن‬،‫ حدق ا أيي‬، ‫ خ ا؛ثن ا يئ م و ث بن إبراهي م بن شع د‬، ‫نلت ما ن بن ي و نف ت‬

،‫ أن معاو_يه أ ل مز‬،‫إللم بن ث خث ز بن أيي بكر‬،‫ أ حثزني ائثا‬:‫ت‬1‫ ه‬،‫ه ا ب‬-‫م ش‬ ‫عن‬

‫ وعتذ الل ه بن الوب ر حر جوا م ن ا ل م دينة‬،‫ وعتد ا و خن ي بن أيي بكر‬،‫أبة عبد الل ه بن غتن‬
‫ ثلث ا هدم معاويه م ك ه ثثث ا ه عتد الل ه س‬: 3 ‫ ثا‬،‫ع ا بدي ن لأئكئبؤ م ن سع ة ثويت بن معاويه‬

،‫ و ل م ينرحس بث يغ من ا ل أم ال ذ يبلع ة‬،‫ال ؤ مبالتن ع م م حا ح ك ة مغاويه ن ت ألق عن ا ألموال‬

‫ ب م دع ا‬، ‫م ي ن‬ ‫ث م لم ي عبد الله بن عنز وعبد او ح ش ئ ذ أبي بكر قما وصا معه في‬
‫ و ص ت ف ذا‬،‫ اشتزلل ت ف ذ قي الؤ ج ق ن‬،‫ ف ذا صنيعلف أن ث‬:‫ ق ات لث‬، ‫معاوية ابن ال ؤ م‬

‫ين‬
‫ ف‬٠٠ : ‫ ق ات ابن ال ؤ م‬،‫ قإئت ا أن ث سل ب ال ثخ ر ج من ج حي إ ال د ح ل ت في ا حن‬، ‫ا ال م‬

‫ ^ ؟‬١^ ٧ ‫بد أذ أ غي ئ هيؤث‬


‫ ص أطيخ م‬،‫ وثكذ أكنة اة آت\يخ زيلي‬،‫بث لآ‬ ‫بي‬

‫عقه‬- ‫ مما م معاوية ج ئ أبؤا‬،" ‫ب عك نغلف‬


‫ فن ح ن فت ا‬،‫ق ا ن ك ث مال ك ا ألما نة فا ي ع لتزيد‬

‫ ن ق د كا نب لعني ص هؤ الء ال ؤئ ط أ حا دي ث و ج دثه ا‬،‫ أ ال إن ح دي ت الن ا س با ت غزر‬:‫ممات‬

‫ وقد س م ع وا ؤأكناغ وا زذ ظوا في صل ح نا ن ح ل ت فيه ا لأثه‬C‫"كذبا‬

,Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr'in naklettiğine göre Muâviye


-Abdullah b. Ömer'in Abdurrahman b. Ebî Bekr'in ve Abdullah b. ez
Zübeyr'in Medine'den Kabe'ye doğru yola çıktıkları ve Yezîd b. Muâviye'ye
biat etmek istemedikleri haberini almıştı. Muâviye Mekke'ye geldiğinde
Abdullah b. ez-Zübeyr, onu Ten'im'de karşıladı. Muâviye ona tebessüm
edip malları sordu, kendisine gelen haberlerle ilgili bir şey söylemedi. Sonra
Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebî Bekir'le karşılaştı. Onlarla Yezîd
olayım tartıştılar. Bunun üzerine Muâviye, İbnu’z-Zübeyr'i çağırdı ve ona
384 Abdullah b. ez-Zübeyr

“Bu senin işin. Bu iki adamı kandırdın ve bu olayı ortaya çıkardın. Sen bir
delikten çıkmadan başka bir deliğe giren bir tilkisin” dedi.
İbnu’z-Zübeyr ona şöyle cevap verdi: Ben bölücü değilim. Fakat iki kişiye
biat etmek istemem. İkinize söz ve güvenceler verdikten sonra hanginize
itaat edeyim? Hila£ete malik isen Yezid'e biat et, biz de seninle birlikte biat
edelim.”
Muâviye kendisine biat etmeyi reddettiklerinde ayağa kalkıp şöyle dedi:
“İnsanların anlattığı tuzakmış, o insanlardan hadisler almış ve yalan
olduğunu görmüştüm. Hâlbuki işitmişler, itaat etmişler ve halkın girdiği
barışa da girmişlerdi.”

‫ حدثن ا‬، ‫ خ ا؛ثن ا أبو بكر بن أيي ع ا ص م‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا عئد الل ه بن م ح م د‬٣٣١٨ ‫ )" ل‬١٢ ٠١(

‫ غذ‬،‫ ص هش ا م تن ؤ زة‬،‫ خدتثا م ح ي ئ إ ئ خا ى‬: ‫ ق ا ال‬، ‫بزو ئ م ح ا ذ‬


‫م‬ ، ‫ا لخزط إ‬

‫سل ة م نفص ة‬1‫ ! ر قد تغشت بس‬٠٠ : ‫ ب ن ؛ ؤ م‬4İH ‫ كت ب ا؟ى عند‬،‫ويه‬1‫ أن يزيذ س مع‬، ‫أييو‬

‫ بن‬4‫ محأئم ى حم د الل‬، ‫ تن ى فى ذب ك‬0‫جلأن ل ثأ‬1‫ و ح ل م ت ب‬، ‫ مع ة ي ن محص ة‬1‫وي دي ن م ن ده ب و ج‬

‫م‬.'‫ ذف‬،‫ا لربثر الكتا ب‬

‫خ ز يل يق لضزس اخل ا ضع ا ل ح جز‬ ‫ؤ ال أل ي ن ب م ا ل حى أ ت أل ه‬

Hişâm b. Urve'nin, babasından naklettiğine göre Yezîd b. Muâviye,


Abdullah b. ez-Zübeyr'e mektup yazıp şöyle demiş; “Ben bir zincir gümüş,
iki altın bilezik ve gümüş bir gerdanlık göndermiştim. Allah'a yemin ettim,
onları bana göndermelisin.” Abdullah b. ez-Zübeyr mektubu attı ve şöyle
dedi:
Boyun eğip dilenm em H ak dışın da kim seye.
Ç iğneyenin d işin de ta şla r gevşese bile.

، ‫ خدثن ا ع ئ ئ المحازك ال قئئ ن ا ئ‬،‫ ] خدتثا ن ي ن ا ذ ثن أخن ت‬٣٣١/^[ - ) ١٢٠٢(

‫ه خدتثا قاس م ثن‬ ‫مه د النيل ي ئ مح د ال مب ن ال أ ;ا‬ ‫خ دتكا‬ ، ^ ^ ١ ‫خ دهتثا تزيد ئ‬

‫ط ال م ئ ال ؤ م غذ‬ ‫ " نئ ا ن ا ث ئغ اويه تثا ق ل‬: ‫ قا د‬،‫ ص أي ه‬، ‫ ص هش ا م تن م و ة‬،‫ن ش‬

‫ نإ ال‬، ‫ ث ن غ ذللف يزيد مح أقم م ال يوش بؤ إ ال نثث و ال‬، ‫ وأقلهن ق ت ن ة‬،‫طاعة يزيد بن معاوية‬
‫‪. ez-Zübeyr‬ء ‪Abdullah‬‬ ‫‪385‬‬

‫أ رن ن إليه ‪ ،‬مم ي ل ال ب ن الزثئر‪ :‬أ ال ئص نغ للف غ ال شفص ة ئ ل س عثه ال تؤ ب وثثؤ هش م ه‪،‬‬

‫نم ة‪ ،‬ت أ ظت ‪:‬‬ ‫ه‬ ‫م ح ل خ ألج ن دب ك ؟ ‪ ^ ١٤‬ال أ و‬

‫لخن‬ ‫بث لضزس الن ا ج ع ا‬


‫ج‬ ‫ز ال أي ن ب م ا لخى أ ش خ ر‬

‫‪ P‬قات‪ :‬والله لصزبة بنت ف في عز أ خ ي إ إل ش صزبةبس و ط ي ذ ؤ‪ ،‬قأ ذغ ا إ ر‬

‫قب ت إليه ثريد حص ئ ن بن ن مير ال كن د ي ‪ ،‬وقات لت‪:‬‬


‫م س ه وأخل هن ال خ ال ف كزيد بن معا ونه‪ ،‬م‬

‫يا ابن بزدعه ائ جئ اي‪ ،‬اخذز ح دا ع ق ز م ‪ ،‬ز البعامل ه ^ إ ال بالمما ف ب أ ال ق طا ف‪ ،‬وئرد‬

‫ح ضتن م ك ه مما ثل به ا ابن الربتر وأ ح ن ق ائكئبث‪ ،‬ب أ ب لعت نؤ ت يريد ثؤنري‪،‬ء قثث ا ن ا ث‬

‫يزيد دع ا موان بن ا لخكم إلى م س ه‪ ،‬ث أ نا ث مروان هدع ا عئد المل ك إ ر م س ه ‪ ،‬س د‬

‫بب غي ا ك حنص يرمي‬


‫م‬ ‫مح س‬ ‫م إ ل م فه‪ ،‬ثورذ م كه و محن غش ابن‬ ‫ج‬ ‫لل ح جا ج م‬
‫به ائذ ال ر م زنن مئة م ا لخن ج د‪ ،‬قث ا " كان ال ثداه اش ي د فيف ا ائذ المحيب ح د ائذ‬
‫ؤ إل‬ ‫ال ؤ م غ ز أم ه أ ن م اء يم ت أي ي ثق ي‪ ،‬وهي يوم ئ ذ اثثة ي اقة ت ث ؤ ‪ ،‬ل م مبئ ط ني ا س ن‪،‬‬

‫ظ و ص‬ ‫ي ث ت محا بمت‪ ،‬قال ث‪; :‬ا ئ د ال م ن ا ث ل ث فى خ ز ك ؟ قات‪ :‬بلغ وا زقا ن‬

‫أا‪،‬تن ا إ ‪ :‬ي بثى‪ ،‬قيث ك ^ ^‪ ٥‬لى ‪ ،‬م ا أ ج ث‬ ‫زحن ج ك ‪ ،‬له ا ‪ : 3‬إ ‪ 0‬فى ‪، ٤^ ١^ ، ^ ^ ١‬‬

‫أن أغ و ث ح ز !تى عأى أخز ط زي ث إثا أن ثئبنف فتقؤ يذب ك غ ش‪ ،‬ؤا م‪ 1‬أن م ث د‬

‫مح ش‪،‬‬ ‫‪ :‬ظ بمئ ‪ ،‬إ؛يا ك أن مح ش حصلمه م ن د؛نلف‬ ‫مئأ خثب بف‪ ،‬ق أ ودعه‪، 1‬‬

‫و حر غ غ ي ئ د ح د ش ن ج د ‪ ،‬فنج ن لث‪ :‬أ ال ئ كتن ه ز في ا[ثقني؟ مم‪1‬ت‪ :‬أو حمي صل ح ^‪ ١‬؟‬

‫زال‪-‬ل ه ثؤ و ج دوك م في ج و ف ائكغ؛ؤ ثذب خ و م ‪ ،‬م أ ئ ث أث م ونت ‪:‬‬

‫ز ال مرثق م ن ح س ة ا ل م ؤ ت ئث ن ا‬ ‫وأس تب متثا ع ا ل حثا ة بذل ة‬

‫ز ال‬ ‫ظ يكن و جهة‪،‬‬ ‫ني سيئة‬


‫ثم أمح و ع ر آل ' م حبتعظه م ‪ ،‬نق و د‪ :‬لآكن أ م‬

‫ينكسن شبم ه ق د ف ع غ ذ شس ه ت د ه كأثت ائزأة‪ ،‬والل ه ن ا لقس ت ز حما ق ط إ ال في الؤعي ل‬

‫م ح م د عقه م ومع ه >ثت ما ن‪ ،‬قأؤأل‬ ‫ا ال ؤل>‪ ،‬ؤظ أبغ ث ‪ -‬م‪-‬حا ق ط ز ال أن نكون أن إ اال؛زاؤ‪،‬‬

‫م ن ل م ه ا ألس ود محصزبة ب س م ه ح ش أ طق رجل ة ‪ ،‬أممال ا لأنود‪ :‬أ خ يا اثن ا لرائية ‪ ،‬مما د ل ه‬

‫ابن ال ؤ م ‪ :‬ا ح شأ يا ابن حا م‪ ،‬أ‪،‬ئن ا إ زانية‪ ،‬ث م أ ‪ -‬م ج ه م م ن ا ل م ن ج د ئن ا زات ي ح م د‬


386 Abdullah ‫ء‬. ez-Zübeyr

‫ قات؛ وعل ى ظه ر‬،‫ وبموتت ل ؤ " كا ن مني وا ج دا ’ك متة‬، ‫'عليه م ويخر ج ه م م ن ا ل م س ج د‬

،‫صاب ة ا جؤه في مفرقه خ ز ق ام ت رأته‬


‫ هأ م‬،‫ا لخن ج د م ن أع وانه م ن ثني ي عذؤةب ا ال ج ر‬

‫ ؤنئثا غش ا لأعه ا ب ثد م ى ءكلوةثثا ول ك ن غلى أقدا من ا معلن ا لأن ا‬: ‫هوه مث هائ ما ؤهو م ولت‬

‫ م م نغز‬: ‫ قا د‬C‫ الع ث ذ ي حم ي ربه وي حت م ي‬: ‫ب و الن‬


‫م وقع ه م ح ب عأنه مؤكا ن زئن ا م‬ :‫هأ لأ‬

| ‫جإأب ئ ك ر ن أ ث ة ا‬

Hişâm b. Urve'nin babasından naklettiğine göre: Muâviye öldüğünde,


Abdullah b. ez-Zübeyr, Yezîd b. Muâviye'nin emrine girmeyi ağırdan aldı.
Tenkillerini de açıkça beyan etti. Bu durum Yezîd'e ulaşınca, zincire
vurularak getirilmesi, aksi takdirde üzerine ©rdu göndereceğine dair yemin
etti. İbnu’z-Zübeyr'e “Sana gümüşten bir zincir yapalım, takıp üzerine
elbiseni giyersin, böylece onun yeminini yerine getirmiş olursun?” dediler.
“Vallahi onun yeminine uymam” dedi ve şu beyti söyledi:
Boyun eğip dilenm em H ak d tştn da kim seye,
Çiğneyenin dişin de ta şla rg evşese bile.
Ardından şöyle devam etti: “Vallahi, benim için şerefle alman bir kılıç
darbesi, zül içinde bir kırbaç darbesinden daha makbuldür.”
Bundan sonra kendine biat için çağrıda bulundu ve Yezîd b. Muâviye'ye
muhalefetini ilan etti. Yezîd üzerine Husayn b. Numeyr el-Kindî'yi
gönderip şöyle dedi: “Ey eşek semerinin oğlu! Kureyş'in hilelerine dikkat et.
Onlara kılıç ve biçme dışında bir üslup kullanma.” Husayn, Mekke'ye
vardığında İbnu’z-Zübeyr'le savaştı ve Kâbe'yi yaktı. Bu sırada Yezîd'in
öldüğü haberini alınca kaçtı. Yezîd ölünce Mervân b. el-Hakem insanları
kendisine biat etmeye davet etti. Mervân ölünce, Abdülmelik insanları
kendisine biat etmeye davet etti. Haccâc komutanlığında Mekke'ye bir ordu
göndermeye karar verdi. Mekke'ye vardığında Benî Kubeys dağına mancınık
kurdu ve Mescid-i Haram'daki İbnu’z-Zübeyr ve yanındakileri taşlamaya
başladı.
İbnu’z-Zübeyr'in öldüğü günün sabahında İbnu’z-Zübeyr, annesi Ebû
Bekr'in kızı Esmâ'nın yanma girdi. Kendisi o gün yüz yaşındaydı, ama
ağzından bir tek dişi düşmemiş, gözleri bozulmamıştı. İbnu’z-Zübeyr'e “Ey
Abdullah b. ez-Zübeyr 387

Abdullah! Savaşını ne yaptın?” deyince “Şöyle şöyle yaptılar” diye olanları


anlattı ve ardından güldü. Sonra “ölüm de rahatlık vardır” deyince, Esmâ
şöyle dedi: “Oğlum benim için istiyor gibisin, ben senin iki seçeneğinden
birini görünceye kadar ölmeyi istemem; ya galip gelirsin mutlu olurum, ya
da öldürülürsün sayende sevap kazanırım.” Sonra annesiyle vedalaşırken
Esmâ “Oğlum! Sakın ölüm korkusuyla bir taviz vereyim deme” dedi, ibnu’z-
Zübeyr oradan ayrılıp Mescid'e girdi. Ona “Onlarla barışı konuşmayacak
mısın?” dediklerinde “Şimdi barış zamanı mı? Vallahi, sizi Kâbe'nin
ortasında bulsalar keserler” dedi. Sonra şu beyti okudu:
Zül ile yaşam aya asla müşteri olmam,
Ölümden korkarak da merdivene tırmanmam.
Bunun ardından Zübeyr ailesinin karşısına geçti. Nasihat edip şöyle dedi:
“Her birinizin kılıcı nasılsa yüzü de öyle olsun. Kılıcınız kırıldığında
yüzünüzü kadınlar gibi ellerinizle savunmayın. Vallahi öndekilerin savaşı
kadar önemli savaş görmedim. Tedavi acısı kadar da acı duymadım.”
Sonra karşıdakilere iki elinde iki kılıçla saldırdı. ‫ث‬1‫ ءل‬karşılaştığı kişi Esved
oldu. Kılıcıyla vurup ayağını kesti. Esved “Ah zaniyenin oğlu!” deyince,
İbnu’z-Zübeyr “Kes sesini Ham'ın oğlu. Esmâ zaniye mi?” diye cevap verdi.
Bu şekilde onları Mescid-i Haram'dan çıkardı. Hem saldırıyor hem de “Bir
tane dengim olsaydı ona yeterdim” diyordu. Bu sırada Mescid'in üzerinde
yardımcıları ve düşmanları birbirlerine ok veya mızrak atıyorlardı. Bu sırada
başının tam ortasına bir mızrak saplanıp kaldı, başını parçaladı. Ayakta
durup şöyle dedi: “Bizim yaralarımız (kaçarken) topuklarımızın üzerine
kanamaz, (önden yara alırız) kanımız önümüze damlar.”
Sonra yere düştü, üzerine iki köle kapanıp “Kul efendisini korur ve ona
sığınır” dediler. Sonra değerleri üzerine gidip başını kestiler.

‫ خدتن ا ثئن تن‬،‫خ ه ع ئ ئ المحا زك‬ ،‫لخد‬ ‫ه نل؛ن ا ذ ئ‬ ] ‫ \ م م‬/ ‫ ت ا‬- ) ١٢٠٣(

‫أي‬ ‫ط‬ :‫ قات‬، ‫أ ي م إ و مهز ئ إ ش غا ة‬ ‫قا‬ ‫ ] ض ا ج ي‬٣٣٣/^[ ‫ أ خ ي‬، ‫ه‬ ‫المحا‬


‫ جعل ت ا ل جت وس‬،‫حلزام‬
‫ مب ولت• أثا حاضر ق د ابن ال ز م قز؛ قتل في ا لخن ج د ا‬، ‫إن حا ق‬

،‫و ح دة ح ر يحر جه م‬ ‫من ه مح د عل يه م‬


‫ د ك أ ن ا ن ح د هزم م ن ب ا‬، ‫ئ أ و ب ا ف ج د‬ ‫ثد ح د‬
388 Abdullah b. ez-Zübeyr

‫رأ س ه‬ ‫عل ى‬ ‫ت‬ ‫حوش ع‬


‫م‬ ‫ا ل م س ج د‬ ، ^، ^١ ‫م ن‬ ‫ث رهه‬ ‫جا ء ت‬ ‫إد‬ ‫الحال ة‬ ‫ك‬ ‫ب‬ ‫عأى‬ ‫ئؤ‬ ‫قثنا‬

:‫ل ث‬
‫م و‬ ، ‫لأثا ت‬ ‫بهذه ا‬ ‫قم ت د‬ ‫وهز‬ ،‫ص زعتة‬ ‫ق‬

‫مل يس إ ال خت م ي وديني‬ ‫أش ما ءإ نمم ك ال و ك ي ي‬

‫وصارم ال ئ ئ بؤ حميي‬

1204- Ebû ishâk anlatıyor: İbnu’z-Zübeyr’in Mescid-i Haram’da


öldürüldüğünde ben de oradaydım. Ordular Mescid’in kapılarından
giriyorlardı. Bir kapıdan bir grup girdiğinde tek başına üzerlerine hücum
edip onları dışarı çıkarıyordu, o bu halde iken Mescid’in üzerindeki yapı
taşlarından biri gelip başına düşünce yere yuvarlandı. Bu esnada şu beyitleri
söylüyordu:
(Annem) Esmâ! öldürülürsem saktn bana ağlama
Şerefim ve dinimden başkası kalmadı
Keskin bir kılıç sağyan ım ı yumuşattı

‫لدة‬، ‫ خب ئ مه د حمزيز ئن مع‬،‫ ] خد ىف اررق ئن عيد؛ حمر ا كئابي‬٣٣٣/١ [ —) ١٢٠٤ (


‫ اك ن مه د ط ث ذ ) ق‬: ‫ث ا ل‬،‫ صأ بجه‬،‫ة‬3‫ م‬،‫ه ث ؛ ؛‬ ،‫طن ئ < ن‬ ‫ه‬ ، ‫ام هن ي‬

‫ كميته‬١^ ١^ ‫ ق م‬،‫ " ل ؤ م ح‬:‫واب وه و يرث حر ويق ول‬-‫ه م حتى يخر ج ه م م ن ا لأي‬ ‫ي حم د‬

‫ثئطت اال؛ئ ا‬ ^ ١^ ‫ لأعة ا ب ثدمى ك ل و ث ول ك ن على‬1‫ول ت على‬

Hişâm b. Urve'niiı babasından naklettiğine göre Abdullah b. ez-Zübeyr


adamlara saldırıp kapılardan dışarı çıkarmaya çalışırken “Bir tane dengim
olsaydı gününü gösterirdim” şeklinde recez söylüyor ve şu beyti okuyordu:
Bizim yaralarım ız topuklara kanamaz,
Kanım ız önümüzden ayağımıza damlar.
Takrîb3513, Takrîb3516, Takrîb3517

‫ حدثن ا أبومح ش ال وادعغء حدتن ا أ خ ن ذ‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بك ر العللح ي‬٣٣٤/١ [ “) ١٢٠٨(

‫ أدس ت عثد ظؤ بن عنز‬:‫ ت‬، ،‫ عن ن ا؛ع‬٤^ ^ ١ ‫ عن ت ن ف أيي‬،‫ ح د ى م ن ذتأ‬،‫بن يونس‬


Abdullah b. ez-Zübeyr 389

‫ل صؤاما‬ ‫ت‬ ‫"كن‬ ‫إن‬ ‫هوالل ه‬ ،‫ث ز خ نل ق الثت‬ " :‫ت‬ ‫مما‬ ، ‫عنه م ا‬ ‫ر ض ى الل ه‬ ‫ابن الربت ر‬ ‫ج ذ ع‬ ‫م ن‬

"‫وائ ا‬

Nâfı der ki: Abdullah b. Ömer'i , İbnu’z-Zübeyr'in yanma yaklaştırdım.


Ona şöyle dedi: “Allah sana merhamet etsin. Vallahi sen oruçlu namazlı
birisin.”

، ‫المم ن ئ‬ ‫ان ح ا ق‬ ‫بن‬ ‫م حم د‬ ‫حدثنا‬ ،‫جثل ه‬ ‫شر‬ ‫حام د‬ ‫أث و‬ ‫ا‬


‫م‬‫حدث‬ ] ٣٣٤/ ١ [ - ) ١ ٢ ٠٩(

‫لا ئ ن‬ ‫ا ذ‬
‫ك‬ " :‫هاد‬ ،‫س‬ ‫ق‬ ‫بن‬ ‫عم ن‬ ‫ض‬ ،‫ع ا ص م‬ ‫أبو‬ ‫ح د تا‬ ، ^ ١^ ١ ‫ت ع يد‬ ‫بن‬ ‫أخنذ‬ ‫ح د قا‬

‫مج‬
‫ء وا ج د ب‬ ‫و م أ قل م‬ ‫دن‬°‫ ه اك ن ا‬، ‫مل طث ع ال م م نه م ب ك أ غ ن ى‬
‫املح ي ث ا بة غ ال م لآق‬

‫نإدا‬ ،‫عتن‬ ‫طزهة‬ ‫ثرد ال ق‬ ‫لم‬ ‫ر ج ل‬ ‫ثذا‬ : ‫ك‬ ‫ئ‬ ،‫ب قاه‬ ‫م‬ ‫في‬ ‫ليه‬
‫ثقل ز ت إ‬ ‫إدا‬ ‫د ك ئ ت‬ ‫بلعتهء‬

" ‫ فذا ز ج و ؛ آ رب ال دي ؤهه عتن‬: ‫إي قي م اخثيه ئ ك‬


Ömer b. Kays bildiriyor: İbnu’z-Zübeyr’in yüz kölesi vardı. Bunların her
biri ayrı bir dili konuşur, İbnu’z-Zübeyr de her biriyle kendi diliyle
konuşurdu. İbnu’z-Zübeyr’in dünyalık işlerine baktığın zaman: “Bu adam
bir an bile Allah’a yönelmiş değildir‫ ”؛‬dersin. Yine âhireti için yaptıklarına
baksan: “Bu adam bir an bile dünyaya yüz vermemiştir!” dersin.

،‫ حدق ا أبو العثا س القؤا ج‬،‫ ا م أم ] حدثن ا أ خ ئ د سحم ئ د بنسن ا ن‬/ ‫ )“ [ ا‬١٢١ ٠(

‫ع ن‬ ‫ابن‬ ‫ض‬ ،‫ان‬


‫ئتي‬ ‫ح د ثعا‬ : ‫قالا‬ ،‫م ئ ئ و ن‬ ‫سر‬ ‫و م حم د‬ ، ‫بن ا ل ص ثا ح‬ ‫م ح م د‬ ‫ح د ثا‬

‫" ء ن‬٠ : ‫ ة ات‬، ‫تن ء ص رضى اش ث بما‬:‫ ئ و م ث ا‬١ ‫ ن ي ق‬: ‫ ئ د‬، ‫م أ ي ن و ق م‬

‫ح د ي ج ة؛‬ ‫و ع مته‬ ،‫ت ك ر‬ ‫و ج د ه أب و‬ ،‫أ غ نا إ‬ ‫ؤأقق‬ ، ‫ أي وم الر ص‬،،^'١


^ ^ ١
^ ^ ،‫ف ى الإ ن ل ا م‬ ‫ج غ نئا‬

‫بكر‬ ‫د‬
‫آ‬‫ل‬ ‫أ خا ش ها‬ ‫تا‬ ‫م ح ااتته‬ ‫شس ى‬ ‫فى‬ ‫ألحاس ي ن ل ه‬ ‫ؤ؛لل ه‬ ،‫ء‬. ‫ئالش‬- ‫ حا ك ة‬-‫ؤ‬ ،‫ص فقه‬ ‫و ج دثة‬

‫ر‬ " ‫ز ال بم ت ن‬
ibn Ebî Muleyke der ki: ibn Abbâs'ın yanında İbnu’z-Zübeyr'den
bahsettim, ibn Abbâs şöyle dedi: “İslam'a çok bağlıydı, Kur'ân'ı çok okurdu.
Babası Zübeyr (b. el-Awâm). Annesi Esmâ, dedesi Ebû Bekr, halası Hatice,
ninesi Safiyye, teyzesi de Âişe. Vallahi ona duyduğum saygıyı, Ebû Bekir ve
Ömer'e duymadım.”
‫‪Abdullah‬‬ ‫‪. ez-Zübeyr‬ء ‪390‬‬

‫‪،‬‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫بن‬ ‫أخنذ‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫ا‬


‫ح د تم‬ ‫مال ك ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أثو‬ ‫حدثنا‬ ‫‪] ٣٣٥/‬‬ ‫‪١‬‬ ‫ل‬ ‫( ‪- ) ١ ٢ ١ ١‬‬

‫لز ئحلابي اوي إ‪ ،‬قات‪ :‬شمغث عش بن‬


‫لتبي‪ ،‬خدثثا شئ‬
‫سن ئ الؤيي ار‬
‫حما‬
‫خدم ا‬
‫ب ن الربتر ‪' ٠‬‬ ‫ض لا ؛ م ن • ص د الل ه‬ ‫ط أ ح س ن‬ ‫ي‬ ‫م ص‬ ‫نأيت‬ ‫نا‬ ‫'‪٠‬‬ ‫يقأو ل ‪:‬‬ ‫دينا ر‪،‬‬

‫‪: “Abdullah b. ez-Ziibeyr'den daha güzel namaz kılan‬لكل ‪Amr b. Dînâr der‬‬
‫”‪hiçbir kimse görmedim .‬‬

‫حيل‪،‬‬ ‫بن‬ ‫أخنذ‬ ‫بن‬ ‫ع ت ذ الثؤ‬ ‫ا‬


‫م‬‫حدت‬ ‫م ا ل ك‪،‬‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫ح د قا‬ ‫‪] ٣٣٠/‬‬ ‫‪١‬‬ ‫ل‬ ‫( ‪“ ) ١٢ ١ ٢‬‬

‫ابن‬ ‫‪ 3‬ل ي‬ ‫دا‬ ‫م و لت ‪:‬‬ ‫عروه‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ه شا م‬ ‫ش ب غ ت‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬


‫ق‬ ‫ن ئ ثا ن ‪،‬‬ ‫حدثنا‬ ‫عبا د ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح مد‬ ‫حدثنا‬

‫بئئف ا الري ح ‪ ،‬نإن‬


‫م‬ ‫ق ك ‪ :‬غص ن ش م ه‬ ‫الئ غأ ك د ر ‪ " :‬ثؤ رأي ت ابن ال ز م وهو ب مر‬

‫ال ضن ص قم ع ههن ا ز يا نا سال ي "‬

‫‪Hişâm b. Urve bildiriyor: İbnul-Münkedir bana şöyle dedi: “ibnü’z-‬‬


‫‪Zübeyr’i namaz kılarken görsen rüzgâr tarafından dövülen bir ağacın dalına‬‬
‫‪benzetirdin. Mancınıkların attığı taşlar oraya buraya düşüyorken kendisi‬‬
‫”‪buna hiç aldırmıyordu.‬‬

‫حدثنا‬ ‫ش ال و ا د ع ي ‪،‬‬ ‫ح م‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬ ‫ب ك ر ال ق ل ل ح ئ ‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫ا‬


‫م‬‫ؤ حدث‬ ‫[ ا ‪/‬ه م م ]‬ ‫( ‪- ) ١ ٢ ١ ٣‬‬

‫ب ن ال ر م‬ ‫ع ث ذ الل ه‬ ‫" كا ن‬ ‫‪٠‬‬


‫‪٠‬‬ ‫د‪:‬‬ ‫عا‬ ‫مجا ه د ‪،‬‬ ‫غ ن‬ ‫من ص ور‪،‬‬ ‫ع ن‬ ‫زائدة‪،‬‬ ‫ح د نا‬ ‫س‪،‬‬ ‫يون‬ ‫ن‬ ‫أ ح ن د‬

‫‪ ،IjJİ‬م ن‪ ^ ^ ^ ١‬في ا‪ 3‬ص الة "‬ ‫ل ت‪:‬‬


‫م و‬ ‫|دا ف؛ في ا ل ص ال‪ 5‬كأثت غ وئ‪ ،‬و”كا ن‬

‫‪Mücâhid der ki: “Abdullah b. ez-Zübeyr namaza kalktığı zaman yere‬‬


‫‪dikilmiş bir sopa gibi durur ve bunun namazdaki huşûdan olduğunu‬‬
‫”‪söylerdi.‬‬

‫ه د‬
‫م‬ ‫غ ن‬ ‫ب ن إبراهي م ‪،‬‬ ‫إ ش تا ق‬ ‫حدثنا‬ ‫أخنت‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ا ن‬
‫م‬‫ن أ ب‬ ‫حدثنا‬ ‫ه ‪] ٣ ٣‬‬ ‫[ ‪/١‬‬ ‫( ‪- ) ١٢ ١ ٤‬‬

‫ص مت"‬ ‫اوزاق‪ ،‬عن اتن ي ن ق م ‪ ،‬غذ ظا ء‪ ،‬قات‪ " :‬ء ن ائق ال ث م ؛ ائ ذ ر ؤ ة‬

‫‪ zaman yere dikilmiş bir kemik‬لغاك‪ 1‬ط ‪Atâ der ki: “İbnü’z-Zübeyr namaz‬‬
‫”‪parçası gibi hareketsiz dururdu .‬‬

‫م حم د‬ ‫بن‬ ‫س‬ ‫حدثنا ال خ ن‬ ‫ع ا ص م‪،‬‬ ‫بن‬ ‫عل ي‬ ‫بن‬ ‫ئ خ ئ د‬ ‫حدثنا‬ ‫‪] ٣ ٣ ٥ /‬‬ ‫ل ‪١‬‬ ‫( ‪- ) ١ ٢ ١ ٥‬‬

‫م اط رة‬ ‫حدبتنا‬ ‫ا ن ئ ‪:‬‬


‫ق‬ ‫أم ي ‪،‬‬ ‫ح د ق ي‬ ‫ال ت ق ن ي ‪،‬‬ ‫م د‬
‫ه‬ ‫بن‬ ‫‪،‬‬ ‫‪^١‬‬
‫^‬ ‫‪١‬‬ ‫عئد‬ ‫ح د قا‬ ‫ال ح راتي ‪C‬‬
‫‪Abdullah b. ez-Zübeyr‬‬ ‫‪391‬‬

‫أيي‬ ‫بغت‬ ‫أ ن نا ؤ‬ ‫عأى‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫تل‬ ‫أثفا‬ ‫ال ع م ا ن ‪،‬‬ ‫ت‬ ‫م‬
‫ي‬ ‫ج عف ر‬ ‫ي أم‬ ‫‪-‬حال‬ ‫ح دمح ن ي‬ ‫ت ‪:‬‬ ‫بال‬ ‫ا لم ه د ي ه ‪،‬‬

‫ث م ‪ ،‬ود و حمدث ا مه ذ ال م ئ ا ؤ م ‪ ،‬قال ئ‪' :‬اك ن ا‪:‬تن ا ؤ م تؤام ال ض‪ ،‬ص ؤام البجاي‪،‬‬

‫‪٠‬‬
‫ج د ‪٠‬‬ ‫خ نا ؛ ا ل م ن‬ ‫يش م ى ‪:‬‬ ‫وكان‬

‫‪üm m ü Câfer binti’n-Nu’mân'ın naklettiğine göre kendisi, Hz. Ebû‬‬


‫‪Bekr'in kızı Esmâ'yı ziyaret edip hal hatır sorduktan sonra (oğlu) Abdullah‬‬
‫‪b. ez-Zübeyr'in adı geçince Esmâ şöyle dedi: “İbnu’z-Zübeyr geceleri kaim,‬‬
‫‪ biriydi. Ayrıca kendisine «Mescid'in Güvercini» diye isim‬آلللق‪gündüzleri $‬‬
‫”‪takılmıştı.‬‬

‫ح د تا أ ح م د‬ ‫ا شحا ى ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م حم د‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫جثثه‪،‬‬ ‫بن‬ ‫حام د‬ ‫أبو‬ ‫ح د قا‬ ‫[ ا‪ /‬ه م م ]‬ ‫( ‪- ) ١ ٢ ١ ٦‬‬

‫بن سع د ‪ ،‬حدثت ا عل ي ب ن ا لخض ب ن ف ق ي ق ‪ ،‬ح د قا ثا ي خ ئ ذ ع م ‪ ،‬ع ن اب ن أي ي م ال ك ه‪،‬‬

‫ق ا ت‪ :‬قات ق ع م ب ن مه د ا ل عزيز‪ " :‬إ ن غى ي ف م ن ائ ن ا ل ربتر‪ ،‬ق ا ت‪ :‬ئل ت‪ :‬ثؤ زأيته ن ا‬

‫نأي ت ئث ا حث ا بثل ة "‬

‫‪ ^ z bana ‘% n u ’z-Zübeyr ile ilgili‬؛‪ibn Ebî Muleyke der ki: Ömer b. Abdil‬‬
‫‪kalbinde bir şey var ^ 1?” deyince şöyle dedim: “Onu görseydin, onun gibi‬‬
‫”‪dua eden olmadığım görürdün .‬‬

‫حلرايي ‪،‬‬
‫حدثن ا احل ت ي ن بن حمم د ا‬ ‫عل ي ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪ - ) ١٢١٧‬ل ‪] ٣٣٥/١‬‬

‫د‪:‬‬ ‫ها‬ ‫ابن م أتكه‪،‬‬ ‫ع ن‬ ‫ب ن الع ق ه ي د ‪،‬‬ ‫ب‬ ‫حبي‬ ‫ص‬ ‫عتا ده‪،‬‬ ‫بن‬ ‫رؤح‬ ‫ع ن‬ ‫ب شار‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثنا‬

‫فت ا '‪٠‬‬
‫ب ه أ م ‪ ،‬ويص ي خ يؤم الق ا ب ع ز ئ ؤ أ ي‬
‫" كا ذ اب ن ال ر م تواص ل ش م‬

‫‪İbn Ebî Müleyke bildiriyor: “İbnu’z-Zübeyr yedi gün üst üste oruç tutar,‬‬
‫”‪yedinci günü sabahı kalktığında da hepimizden daha dinç görünürdü.‬‬

‫م حمد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ح و ره‬ ‫ح د تا‬ ‫ا ال ث ا حجد‪،‬‬


‫ركري‬ ‫حدثنا‬ ‫سأتنا ن ‪،‬‬ ‫ح دمحا‬ ‫‪٣ ٣ ٥ /‬ا‬ ‫‪١‬‬ ‫ل‬ ‫( ‪“ ) ١ ٢ ١ ٨‬‬

‫ع ت د الل ه الممفجح‪،‬‬ ‫بن‬ ‫حدثنا أ م ح م د‬ ‫ت عد‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫ب ن المزريا ن‬ ‫ت ع يد‬ ‫ح د قا‬ ‫أتام ه‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫حدثنا‬

‫س م ‪ ،‬حر خ غثثا ث ل الترويةحم ؤم‪ ،‬وه و‬


‫قا ت‪ " :‬ف ي د ئ [ ‪ ٣٣٦/١‬ا حطبه ابن ال ز م ب ا لخؤ‬

‫أىبع د‪ ،‬قإ ثك م‬ ‫حمرم‪ ،‬ءلتى بأ ح ت ن ن ي ة <تيئئف ا ط ‪ ،‬بأمح د ؛ ه زأش •كلته‪ ،‬بم ؛‪:٥١‬‬

‫جا ء‬ ‫كا ذ‬ ‫ئم ن‬ ‫نفذه‪،‬‬ ‫يكرم‬ ‫أن‬ ‫ع أ ى ال ر‬ ‫نح ى‬ ‫^‬ ‫إ ز الل ه‬ ‫ؤف ودا‬ ‫ف ز‬ ‫اها ق‬ ‫م ن‬ ‫حمحم‬
392 Abdullah b. ez-Zübeyr

،‫ ءص د وئا قزق م بف ع ل إل ة م ال ك ا لم ؤل الفع ل‬، ‫يهئ ل ب نا عئذ الل ه ء ان طا ل ب الل ه ال يخي ب‬

‫ جئت م‬C‫ن و ب‬٠٧١ ‫ه ا‬-‫م تغفن ذ‬،‫ ء)ده ا أ‬،‫هذه‬ ‫ ^ ي‬١^!١ ،‫قل وي‬ ، 4‫وال*يه الس‬

‫لا‬
،‫ت‬- ‫ ئأ قى ؤش اق‬، ‫ون ظ ه‬ ‫ رج‬،‫ي فر قي عير بمائ زال م يما ل زال ذي‬،‫م ن ا‬
٠٠ ‫ثمما نأي ت يؤما ط ' كا ن أ ك مباكيا من يوم ئ ذ‬

Muhammed b. Abdillah es-Sekafî der ki: Hac mevsiminde ibnu’z-


Zübeyr’in verdiği bir hutbeye şahit oldum. Terviye gününden bir gün önce
ihramlı bir şekilde yanımıza çıktı. Daha önce bu kadar güzelini asla
duymadığım bir telbiye etti. Sonra Allah’a hamdü senâda bulunup şöyle
dedi: “Sonrasına gelince, Allah’ın çağrısına icabet edip değişik bölgelerden
buraya akın ettiniz. Allah da yanma gelen bu ‫ ا طكك ك ل ^ مأ‬elbette ki
mükâfatlandıracaktır. Her kim Allah’ın katındakileri istiyorsa bilsin ki
Allah’tan bir şey isteyen kişi hüsrana uğramayacaktır. Onun için sözünüzü
amelle doğrulayın. Zira sözün dayanağı amel, niyetin dayanağı niyet, kalbin
ise yine kalptir. Allah, Allah ki ne değerli günjerdesiniz! Bunlar günahların
bağışlanacağı günlerdir. Ticari bir amaç taşımadan ve dünyalık herhangi bir
şey istemeden, buradaki maneviyatın peşinden ve değişik yerlerden buralara
geldiniz.” Sonra Îbnu’z-Zübeyr telbiye getirince oradaki insanlar da hep
birden telbiyeye başladılar, o günkü gibi ağlayanın bu kadar çok olduğu
başka bir gün daha görmedim.

‫ حدثن ا‬،‫ حدثن ا ا ل ح شث ن بن نقيا ن‬،‫ ] حدثن ا أب و ع مرو بن ح م دا ن‬٣٣٦٨ ‫ ل‬-) ١٢١٩(

‫ عن و ه ب بن‬،‫ حدثن ا ماللث بن أن ي‬،‫ حدثن ا عتد الل ه بن ا ل مب ا رك‬، ‫حبي ب بن م وسى‬

‫م القئؤى‬ ‫ال‬ ‫ف ان‬،‫بث‬


‫ " أث ا م‬:‫ إي م ح د ال م ئ ا ؤم بنؤعفلة‬،‫مه‬ :‫ ق ات‬،‫ح ا د‬ ‫م‬

‫ زئ ك ر‬،‫ و و شبا شصاء‬،‫ من ص بر عش اخل الؤ‬، ‫ ويئ ره وبه ا ش أ ن ف ض‬، ‫ع ال ما ت يئزهون به ا‬

‫ إن ئفئ ا ل حى‬، ‫ الثن ا ا إل ما م "كا لق وق نا ئفئ فيه ا ح م ن إث ه ا‬،‫ وذؤ ل ح ك م ال مهان‬،‫ال ثئ ن اؤ‬

" ‫ نإن ئفئ اناط د ع د ة جاءه أغث اث ا ط ل زئفئ عنده‬،‫عنده ح م ن إق ه و جاءه أغث ا ل حئ‬

Vehb b. Keysân bildiriyor: Abdullah b. ez-Zübeyr nasihat babında bana


şöyle bir mektup yazdı: “Sonrasına gelince, bil ki takva ehlinin bazı hasletleri
vardır. Bu hasletlerle t an ı nı r l ar ve kendileri de bunların ne olduklarını
Abdullah b. ez-Zübeyr 393

bilirler. Bunlar musibetlere sabretmek, Allah’ın takdirine razı olmak,


nimetlere şükretmek ve Kur'ân’ın hükümlerine boyun eğmektir. Lider, çarşı
gibidir. Orada satılabilen şeye göre insanlar yanına gelirler. Şâyet hak olan
şeyler satılabiliyorsa hak ehli olanlar kendisine gelir. Batıl olan şeyler
satılıyorsa da batıl ehli olanlar yanına gider ve kendisine batıl olan şeyleri
satarlar.”

‫ ح دقنى ئ خ ئ د بن ن غ ش‬: 3 ‫ ثا‬، ‫و ؛ل ت ي ئ‬ ‫ ] ح د ظ أثو‬٣ ٣ ٦ ٨ [ - ) ١٢٢٠(

‫ غذ هث ا م بن‬،‫ حدثن ا معاوية‬: 3 ‫ د ا‬،‫ حدثن ا أ خ ن د بن عبد الل ه بن يوت س‬: ‫ مح ا د‬، ‫ائ وادعي‬

‫ت " ما نأي ت حم ذ الثؤ بن ال زيريعطى ت ل م ه زب ال قف‬3 ‫ ه ا‬،‫ عن وهب بن ك بما ن‬، ‫م وه‬

"‫ ئلظء زال حمزة‬،‫ؤقة زاللنية‬


Vehb b. Keysân der ki: Abdullah b. ez-Zübeyr’in sultan veya başkası
olsun, birinden korktuğu veya ondan bir beklenti içinde olduğu için boyun
eğdiğini görmüş değilim.”

‫نن ش‬
‫ ح دثن ى م ح م د بن ا م‬: ‫ ها د‬، ‫ ا حدبن ا أثو بكر ال ق ي ى‬٣٣٦/١ ‫ ل‬- ) ١٢٢١(

‫ غن ي ق ا م بن‬،‫ حدثن ا أث و معاويه‬:‫ ق ا لأ‬،‫ خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن عبد الل ه بن يونس‬: 3 ‫ د ا‬،‫ال زادعي‬

‫ ظ 'ب ن‬: ‫دن م ق ر يق و و ن ه‬°‫^ ي م ر و ن ا‬ ١ ‫أ غد‬ ‫ت‬3 ‫ ئا‬، ‫ ع ن وئ ب ب ن م ه ث ا ن‬،‫عزوه‬


‫ ؤإل م أ "ث! ن ي طا ق ش م مته‬0‫ اءين‬1‫أي؛ي لد ك بالنه‬
‫ر‬ ‫ لت أئ مأء " !به م‬JLJU ،‫دات> ا ذ ف قت ن‬

‫ هك انوا‬: 3 ‫ ه ا‬،" ‫قزب هب ا ال ح ر‬


‫ وأوكتت م‬، ‫ أ ح د ه م ا‬. ‫ ن ج ع ك فى ن مرة رنول الثؤ‬،‫يص فئ ن‬

‫ و ش ث ق ه ؟ ظ < ع ئ < قا‬: ‫ص‬ ‫ وص و ز ث ا‬:‫غ و ت‬: ، ‫و وة با ئا ي‬ ‫ه‬ ‫مب ن‬

Vehb b. Keysân der ki: Şam halkı İbnu’z-Zübeyr'i iki kuşaklı diye
takılırlardı. Esmâ kendisine “Sana ‫ل‬1‫ ك‬kuşaklı, diye takılıyorlar. Aslında bir
kuşaktı, ikiye ayırdım. Biriyle Resûlullah'ın (sallallahu alayhi vESBİlem) azığım
bağladım, diğeriyle se^n kırbanı bağladım” dedi. Bundan sonra iki kuşaklı
diyene şöyle der oldu: “Kâbe'nin R^bbi'ne yemin olsun ki; bu şikâyetin ayıbı
sende görünüyor.”

،‫ حدق ا أث و من ل م الكشجح‬،‫ ا حدثن ا محاووق بن عبد ا ل م م ان حطابي‬٣٣٦/١ ‫ ل‬- ) ١٢٢٢(

‫ص ي حيى بن‬ ‫ حدثنا ث خ ث د بن‬،‫ حدثغا تقيا ن بن عتثه‬،‫حدثن ا إبزاه م بن يمار‬


Abdullah 394 ‫ء‬. ez-Zübeyr

‫ ؤب م إدك م يؤم ا ل م ا م ة‬:‫ قادت نث ا نزأث هذه ا اليه‬، ‫ عن ابن ا لر م‬، ‫عئد ا ل ر ح م ن بن حا ط ب‬

‫ أثكؤو علتثا ظ *ى ن بقن ا في ال د ي م ع‬، ‫ل*•' يا رنوت الل ه‬£‫ قات \<ل‬،‫عند ندك م بخت ص مون^؛‬

" ‫ خ ر يؤدى ق "ئث ذي حق ظ ة‬، ‫ " م‬:3 ‫؟ ه ا‬،^ ^ ١‫ئ‬-‫خزاء‬


İbnu’z-Zübeyr der ki: “Sonra SİZ Rabbinizin huzurunda
!davalaşacaksınız”! âyeti nazil olduğundaj Zübeyr “Ey Allah’ın Resûlü
Dünyada aramızda ‫ ه‬1‫ س‬günahların ayrıntıları bize tekrar edilecek mi?” diye
sordu. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) "Evet, böylece haklıya hakkını
verecektir" buyurdu ,

‫نم د‬ ‫ خد ك مه د ال م ثن‬،‫لخد ئن ا ل خم‬ ‫سقت ئ‬ ‫ ] خدقثا‬r r v ^ [ -) ١٢٢٣(

‫ح‬
‫ غذ ي ض بن عئد او ئ ن‬، ‫م‬ ‫د بن‬ ‫ غذ س‬،‫حدثنا محاذ‬،‫ح دت ي ر‬، ‫قح م‬
: ‫ قا د ال ي ن‬، ‫ق آ م ثزتئي ض المث ب ه‬ :‫ نث ا ن ز ك‬:‫ قات‬،‫ي المحي‬:‫ ض ا‬،‫ئن خا ض‬

‫ " ق إ<؛ف;الئ‬:‫ ةت‬،‫ ^ ؤا ف م‬١ :‫تؤذاتي‬.‫ غظ ا لآ‬1‫و زئ و د ش أي نجم نتأت ئ ؟ ؤإئت‬


" ‫تذك و ن‬

İbnu’z-Zübeyr der ki: “Nihâyet ٠ gün (dünyada yararlandığınız)


nimetlerden elbette hesaba ‫ ؟‬edileceksiniz”2 âyeti nazil olduğunda
Zübeyr: “Ey Allah’ın Resulü! Hangi nimetlerden hesaba çekileceğiz? iki ‫ق ط‬
şeyden; su ve hurmadan mı?” diye sordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) "O da
olacaktır" buyurdu.

Takrîb 3829

1 Zümer Sur. 31
2Tekâsür Sur. 8
SuffeEhli 395

SuffeEhli
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Sahabenin bazı ileri gelenlerinden ve âbid
olanlarından bahsettik. Ayrıca ibadet ve zikirle meşhur olmuş, Allah'a ve
sevgisine âşık olmuş sahabi önderler ve liderlerden bahsettik. Onlar
ariflere ve âlimlere çığır açtılar. Dünyaya meftun olup ona ümit
bağlayanlara yol gösterici oldular.
Şimdi de Allah'ın yardımıyla Ehl-i Suffe'den, onların ahlâkından,
hallerinden bahsedip, meşhur isnadlarda ve olaylarda adı geçenlerin
isimlerini sıralayacağız. Allah onları merkezden taşralara serpiştirip
fitnelerden ve zorunluluklardan korumuştur. Yukarıda hhsettiklerim izi
arif ve âlimlere örnek kıldığı gibi, onları da fakir ve kimsesizlere örnek
kılmıştır. Onlar bir ailenin yanında veya mal mülk içinde yaşayamazlar.
Hiçbir ticaret veya durum Allah'ın zikrinden alıkoyamaz. Dünyada
kaybettikleri hiçbir şeye üzülmezler. Âhirete fayda sağlamayan hiçbir şeye
sevinmezler. Sevinçleri Mabudları ve Sultanları için, hüzünleri ise
kaçırdıkları ibadet ve zikir sevaplarıydı. Onlar ticaret ve alışverişin
Allah'ın zikrinden alıkoymadığı adamlardı. Kaçırdıkları hiçbir şeye
üzülmezlerdi. Kazandıkları hiçbir şeye sevinmezlerdi. Sultanları, şımarıp
aşırıya kaçmasınlar diye, onları dünya zevklerinden ve dünyada rahat
etmekten korumuştur. Geçmişte yola çıkıp dağılmaya üzülmeyi, soy sop
ve paraya sevinmeyi reddettiler.
Takrîb 2513, Takrîb 2512
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Allah dünyayı onlardan uzaklaştırdı.
Şımarmaktan korumak için elinde tutup onlara vermedi. Onun
himayesinde ağırlıklardan muhafaza edilmiş ve meşguliyetten korunmuş
oldular. Mal mülk onları zelil etmemiş, iniş çıkışları da olmamıştır.
Takrîb 4064, Takrîb 3616
‫ثا‬
‫ خدت‬، ‫ خدقا ا لخثئ ئ ن فا د‬، 0 ‫ ] خد قا أثو ع م ئ خ ن دا‬١٢٣٠[ -) ١٢٢٩(

‫ ع ن أي ي ح ر ب ب ن أي ي‬، ‫ه م‬ ‫ ع ن ذا زذ ب ن أي ي‬، ‫ حدثت ا حال د ب ن عب د ال م‬،‫ز ن ي ب ن بقي ه‬


396 SuffeEhli

‫ي ء وثا ن ه‬ ‫ ن دم ئ د ا‬٩ ‫ " ء ن او غ ل‬: ‫ قا د‬،‫ ص طل ئ ; ت ن غن ي‬، ‫ا ال ئ ؤو ا لأؤ إل‬

‫ وكنت‬:‫ قات‬،‫ئزل ؛غ أ صحا ب الصمة‬


‫ لم لآكن ئة غرييت أ‬١^ ،‫مغربت ر د غثي‬
‫و ثؤ^ ئد ين‬ . ‫ وقان ي جزى غثثا ش ون ول الثؤ‬،‫ي ن ذ نزأل الصم ه ئزاس ق زب ال‬
]٣ ٢ ٧ ١ [ " ‫م ق ذ ن ي م‬
Talha b. Amr der ki: Bir adam Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellem) yanına
geldiğinde, Medine’de tanıdığı varsa ona misafir olurdu. Tanıdığı yoksa
Ashâb-ı Suffe'ye misafir olurdu. Suffe’ye misafir olanlardan biriydim. Bir
adama denk geldim; her gün Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi vesellem) bize iki kişilik
bir müd1 hurma gelirdi.

Takrîb 1809
‫ حدثن ا أ ر حم د‬، ‫ خدئن ا ب ي تن ث و ت ى‬،‫س د بن ا ل خم‬ ‫ ا خدقا‬١٢٣٢ [ -) ١٢٣١(

‫ أثت ش م غ‬، ‫ز ت ي خ ح د ث ه‬ ‫عئ‬ ‫ أ ن أي‬، ‫ه ا ى‬ ‫أ خ ز ي ي أبو‬ ،‫ا ح ي وه‬-‫ح د ى‬ ^ ^ ^ ١

‫ إدا ص ر بالناس يخر رجالط م ن قا مته م في‬. ‫' " جا ن رشوت ال م‬.‫ ثق وب‬،‫ال ه بن م ح د‬-‫ثص‬
‫ ان هؤ الء‬:،^ ١^ ٧١ ‫ خ ر م وت‬، ” ‫ وه م أ ص حا ث ا ل صم ة‬، ‫صال تهز ين ا ب هو م ن الح صا ص ة‬

‫ ا‬٣٣٩/١ ‫ عن ابن ه ا ى ل‬، ‫ ززاة ائق وه ب‬،‫تجانين‬

Fadâle b. Ubeyd der ki: “Resûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) insanlara namaz
kıldırdığında bazı adamlar ihtiyaç içinde olmalarından dolayı
kıyamlarından, düşer gibi secdeye kapanırlardı. Bunlar Ashab-1 Suffe idi.”
Öyle ki, bazı insanlar “Bunlar delidir” derdi.
Takrîb 3866, Takrîh . 867‫■ ؟‬Takrîb 3826, Takrîb 3827
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Suffe sakinlerinin sayısı, zamana ve
durumlara göre değişirdi. Bazen oradan ayrılan garipler ve eksilen sakinler
olurdu ve sayılarının azaldığı olur, bazen de oranın müdavimleri toplanır,
gruplar katılır ve çoğaldıkları olurdu. Ancak görünen halleri ve
haklarındaki bilgi; fakirliğe yenik düşmüş olmaları, aza kanaat edip tercih

1Bir müd 687 gr.


SuffeEhli 397

etmeleridir. Hiçbir zaman aynı anda iki gömlekleri ve iki tür yemekleri
olmamıştır. Bunun delili de şudur:
Takrîb 581, Takrîb 3868, Takrîb 4065, Takrîb 2567-2568

، ( ‫ؤ‬ ‫ز‬ ‫ي‬ ‫إ ن نا ع ي د ال‬ ‫خا؛ثغا أب و‬ ، ‫محل د‬ ‫بن‬ ‫س أ ح م د‬ ‫م ح م د‬ ‫ح د تا‬ ] ١ ٢ ٤ ١ [ - ) ١ ٢ ٤ ٠

‫ أ ة ريع ه بن أ ي عتد‬،‫م بن عزو‬.‫ غذ عن ار‬،‫س أهينه‬°‫ه ا‬ ‫م‬ ‫ث ي حش بن‬

‫هحما ب أ‬ ‫أف د أب و طلح ه يؤما ع إ ذا النبجء‬


‫ ي‬٠٠ ; ‫ يق ولط‬، ‫ أ خ ره أثق ش م غ أن س بن مال ك‬،‫مح ن‬
‫الي‬

‫جل و ع‬
‫به مصح ه من ا‬ ‫ه ت م ي د منجح ر‬ ‫ع ز بل‬ ‫" م ر ئ أ حصا ب الصم ة‬

Enes ‫ط‬. Mâlik der ki: “Bir gün Ebû Talha çıkageldi, o sırada Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) Ashâb-1 SufFe'yi okutuyordu. Karnına açlığa dayanmasına
yardımcı olması için bir taş parçası (bağlıydı).”
îşleri piçleri Kur'ân'ı anlamak ve öğrenmekti. Bütün uğraşları
okuyarak terennüm edip tekrarlamalarıydı.
Takrîb 4059, Takrîb 4115
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Fakirliği bizzat yaşayan sahabeler ve
kıyamet gününe kadar onlara tabi olanlar emareleridir. Sıdk ve doğruluk
alâmetleri meşhurdur. Yürekleri hakkı müşahede ile mamurdur. Çünkü
hakikat onların şahidi ve siyasetleridir. Resûl (sallallahu aleyhi vesellem) onların
temsilcileri ve öğretmenleridir.
Bu yüzden, dünyadan ve aldatmacasından yüz çeviren, ukbaya ve
mutluluğuna yönelen, zail ve sıkıcı şeylerden bıkan, süsleri ve eğlenceleri
terk eden. Bir ve Bakinin sanatını müşahede eden İtişinin, aynca âhiretten
ve güzelliklerden, sonsuz mekânın çekiciliğinden, misafirliğin
yaklaşmasının güzelliğinden ve Mabud'u seyretme lezzetinden yayılan
güzel kokuları koklayan kişinin, Mabud'un verdiği fakirlil<ten razı olması,
elinden aldığına razı olması, emrettiğine koşan, vicdanına dikkat eden biri
olması gerekir. ‫ء‬
Böylece temiz olanların arasına, zayıf ve E şkinlerin zümresine
girebilir, velilerin ve salihlerin özelliklerine yaklaşabilir. ٠ zaman
birbirine karışmamış olanların içine karışmaktan faydalanır. Vaktini
bozgunculara teslim etmekten kurtarır ve her haliyle peygamberler ve
temsilcilerin Efendisi'ne ittiba ederek Rabbu'l-Âlemîn'in ibadetiyle meşgul
olur.
398 SuffeEhli

Takrîb 1082
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Onlar Suffe’ye yerleşip kederden arındılar,
tozlardan temizlendiler, nefislerin ve insanların etkilerinden muhafaza
edildiler. Onlar için hazırlanan “iyiler” zümresine yerleştirildiler, ardından
Naim bahçelerinde misafir edildiler ve Tesnim'in özünden içirildiler.
‫ حدت ا عتد الل ه بن أ ح م د بن‬، ‫ ا حدثن ا أ ح م د بن جعف ر بن ح م دا ن‬٣٤٣/١ ‫ ل‬- ) ١٢٤٦(

‫ غ ذ‬،‫ غذ إشن ا عيد‬،‫ طءتثا عنزان تق م حثه‬، ‫م‬ ‫ء الل ه ئ‬ ‫ حدتثا ئ خ ث ذ ئ‬،‫م‬

، ،‫ هو أئرمح ن ف زا ب أ ه ل ا ل جنة للمن ه بي ن ضن‬: ‫ محا د‬، ^ ‫ ؤ ومزا ج ة م ن ئتني م‬٠٠ ; ‫أيي صال ح‬

Ebû Sâlih der ki: “Onun katkısı Tesnim'den...”1 âyetindeki Tesnim;


cennet ehlinin en üstün içeceğidir. Allah'a yakın olanlar için bol bol,
insanlara da tadımlık verilir.
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫نكل‬: Ehl-i Suffe, kabilelerin ve bölgelerinin en
iyileridir. Mabud'un onlara nasib ettiği kanaat ve bilgiler sayesinde
gizemler ve sırlar aydınlanmıştır. Dünya düşkünlerinin düştükleri
tuzaklara düşmediler. Zarar veren, geçiei ve yokluğa mahkum şeyleri
toplayıp saklayanlardan uzak durdular. Kıskanç düşmanlara teslim
olmaktan kaçındılar. Onları fazlasıyla koruyana sarıldılar. Dünyadan
bütünüyle ayrıldılar, kumaş parçalarını giymekten uzak durdular. O'nun
dışında kimseye yönelmediler. Onun muhabbetinden ve rızasından başka
bir şeye meyletmediler. Melekler onları ziyaret etmeyi ve onlara karışmayı
arzulardı. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesEİlem), devamlı onlarla muhabbet etmeyi
ve meclislerinde oturmayı emretmişti.
Takrîb 24‫ ل و‬, Takrîb 2 4 2 ‫و‬, Takrîb 2460, Takrîb 2461, Takrîb 2462

(‫ حدثن ا م ح م د بن عت د الل ه بن‬، ‫ ] حدثغ ا ع م بن م ح م د بن حات م‬١٢٥٣[ “) ١٢٥٢

‫ عن معأوته بن مه؛ا عن ع اءيذ‬،‫ ظ ب ت‬I‫ حدثن‬،‫ ح د ظ ■خث ائ بن شل ته‬، 0 ‫ ح د ظ ع ما‬،‫تنزوي‬

‫ نا أ ح ذ ت ال قيوف ئ م ن‬:‫ ق ا را‬،‫ نب ال ل‬، ‫ وصهن ب‬،‫ أن أبا ن فان ن رب طن ا ن‬،‫بن ع م رو‬

‫ ث م أئى املثي‬، ‫ ثقول وذ ف ذا ل ث ي خ ق ز م و ت ق د ه ا‬:‫ ق ا د لهب أب و بكر‬C‫عني غدؤ \{\> م أ ح ذ ه ا‬

1MutaffifmSur. 27
SuffeEhli 399

cJ ‫؛‬fT ‫ وال ذ ي مس ي بقده أ ئ‬،‫ خلللف أغصس هز‬،‫ " يا \ل\ بكر‬:‫ ممات‬،‫محأختزه بال ذ ي قالوا‬

: ‫ ه ا دت ظ إ <ا ي أ ش أ م ح م ؟ ق ش‬، ‫ فيج خ إ ي‬،" ‫أ م حثهز ق د أ م ح ث زبمف‬

] ‫ ا ة م‬/ ‫ م ح المحلل غ [ ا‬، ‫ث\أبا م‬،‫ال‬

Âiz b. Amr bildiriyor: Ebû Süfyân; Selmân, Suheyb ve Bilâl’in yanlardan


geçerken ona: “Kılıçlar henüz Allah düşmanlarının boyunlarındaki yerini
almadı” dediler. Bunu duyan Ebû Bekr de onlara: “Kureyş’in ileri geleni ve
efendisi için öyle bir şeyi nasıl söylersiniz!” diye çıkıştı. Sonrasında Ebû
Bekr, Resûlullah’ın (sallallatıu aleyhi veselletn) yanına geldi ve yaptıklarını ona aktardı.
Resûlullah (‫ ال^اوااوااوة‬aleyhi vesellem) ona: "Ey Ebû Bekr! Onları kızdırmış olmayasın!
Canım elinde olana yemin olsun ki şayet onları kızdırmışsan Rabbini de
kızdırmışsın demektir!" buyurunca, Ebû Bekr onların yanına geri giderek:
“Yoksa sizleri kızdırdım mı?” diye sordu. Onlar: “Hayır, ey Ebû Bekr! Allah
senin bağışlasın” karşılığını verdiler.

‫ خنثن ا ع د ا ل م ؤم ن بن‬،‫ ] حدق ا م ح م د بن’ م ح م د بن عثد الثه‬١٢٥٤[ -) ١٢٥٣(

، ‫ خدتثا أبو ئ د ال مب ن ال ن ي‬،‫ش از‬ ‫ خدتثا ال غ ش ئ ئ عيإ ال‬، ‫أ خ ئ د ال ي بما ئ‬

‫ " يتئغ اش‬: ‫ قات نن ول الثؤ ه‬:‫ قات‬، ‫ غذ م‬، ‫ غذ غ ن م‬،‫ن ي ث ئ ئ ري ك‬


‫طءتثا ا م‬

، ‫ و رمى محن ا ي‬، ‫ و م ثت س اثارف م‬،‫بهذا ا س م أئزائا ء بجل هم قان؛ س ث د ى به م غي ا لخز‬

‫ ا‬٣٤٦/١ ‫جغ حته ا س ش غ ه م " ل‬-‫ وبأ‬، ‫و رع ب الن ال ي ك ه في ح ك ه م‬

Enes, Resûlullah'ın ^□^□١١^٨٦) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:


(sallallahu aleyhi

"Allah bu ilimle kavimler yüceltir; onları, ‫رر'ء‬///‫ ظ‬çığır açan, hikâyeleri anlatılan,
amellerine gıpta edilen; meleklerin dostluklarına rağbet ettiği ve kanatlarıyla
okşadığı liderler haline getirir."

Takrîb3535
،‫ حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن شؤار‬،‫ ] حدثتا أبو م ح م د بن حثا ن‬٣ ٤ ٧ ٨ [ “) ١٢٥٥(

‫ ص‬،‫ عن ؤا؛مي ا العمالي أيي ح مزه‬،‫ حدثن ا ئ خ ئ د بن مروان‬،‫خ ا؛ثن ا أبو ه ال ل ا لأقعر ي‬

‫ ؤ ول ئ يغزون ا م ة‬،'‫ ت ن ا لختض ي غ ئ ي أ ي طالب ظ ث ه أ ال غ الم‬: ‫ن خ ئ ب ئ ن ظ ي‬

"^ ١‫م‬ ‫في‬ ‫ غ د ه ز‬١^ ‫ ش ه بظ‬٧ ١ ” : ‫ ظت‬، 4 ‫ءث صروا‬


400 SuffeEhli

Ebû Hamza'nın naklettiğine göre; “İşte onlar, sabretmelerinin


karşılığı olarak saraylarla mükâfatlandırılırlar”1 âyetiyle ilgili olarak Hz.
Ali'nin torunlarından, Muhammed b. Ali şöyle diyor: Buradaki “Gurfe”
cennettir. Dünya hayatında fakirliğe sabrettiklerinin mükâfatıdır.
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Suffe Ehlinin isimleri konusuna gelince
yeni nesil âlimlerin, onları alfabetik sıraya göre derleyip saydıklarını,
ardından anlattığımız fakir muhacirleri sıraladıklarını gördüm.
Dostlarımızdan biri, kendi kitabına bir göz atmamı istedi. Kitabında emin
olamadığı bazı isimler vardı. Çünkü Kubbe Ehli diye bilinen bir grup vardı
ve bunlar Suffe Ehliyle karıştırılmıştı. Bu da rivayetlerden
kaynaklanmaktadır. O konuya vardığımızda inşallah açıklayacağız.
Şimdi başlayacağımız isim:

Evs b. Evs es-Sekafı


Evs b. Huzeyfe diyenler de olmuştur. Suffe ehline nisbet edilmiş olması
yanılgıdır. Çünkü Sakîf heyetiyle birlikte, Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi

son döneminde gelmişti. Kendisi Resûlullah'ın Suffe'ye değil


vesellem)

Kubbeye misafir ettiği anlaşmalı Mâlikîlerdendi. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi


birden fazla hadis rivayet etmiş, Ehl-i Suffe'yle birlikte nakledilmiş
vesellem)

herhangi bir olayı yoktur. Ondan nakledilen:

Takrîb 4, Takrîb 2422

Esmâ' b. Hârîse
Hind'in kardeşi Esmâ' b. Hârise. Ebû Hureyre şöyle derdi: Ben, Esmâ'
ve Hind'i sadece Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellem) hizmetçileri olarak bilirim,
çünkü devamlı yanında kalır ve ona hizmet ederlerdi.
Müteahhirin âlimler, Esmâ'yı Ehl-i Suffe'den kabul ederler.

1 Furkân Sur. 75
SuffeEhli 401

:‫د‬ ‫ها‬ ، ‫اق ع و ي‬ ‫محم د‬ ‫بن‬ ‫ع ئ د الل ؤ‬ ‫ثنا‬ ، ‫يوشمح ن ا ل ص ز ص ر ي‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫أخند‬ ‫ح د قا‬

‫بن‬ ‫ع ب د الل ي‬ ‫ثن‬ ‫ت ع يد‬ ‫بن‬ ‫خارقة‬ ‫بن‬ ‫أ ئ نا ء‬ ٠


٠ :‫ز ا ق د ي‬ ‫مت ع د ال‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ب‬ ‫ك تا‬ ‫فى‬ ‫رأيت‬

‫ ث قا ن م ن‬، ‫ه‬ ‫عبا د بن ت غ د بن عنرو بن غ ا م بنممحمق بن نائل ي بن أ ف ض ح جت ب ال م‬

٠‫ وه وي ومئذ ابنب م اتين تث ة‬،‫ب ا ك معرة سثه مس ن‬ ، ‫أغ ل الق ب م ه‬

Abdullah b. Muhammed el-Beğavî diyor ki: Vâkıdi'nin katibi


Muhammed b. Sa'd'ın kitabında şunları okumuştum: Mâlik b. Afsa
kabilesinden Esmâ' b. Hârise b. Saîd b. Abdillah b. Abbâd b. Sa'd b. Âmir
b. Sa’lebe; Resûlullah'ın sahabelerinden ve Ehl-i Suffe'den
( s a l l a l l a h ü a l e y h i v B S B İ l e m)

idi. Basra'da 60 yılında, seksen yaşındayken vefat etti. Ondan nakledilen:


Takrîb 1531

Ağarru'l-Mâzenı
Saydığı isimlerden biri de Ağarru'l-Müzenî. Ehl-i Suffe'den olduğu
isnad olmadan Mûsa b. Ukbe'ye dayandırmıştır.
Takrîb 3739, Takrîb 3738

Bilâl b. Rebâh'ı da Ehl-i Suffe'den saymıştır. Onun Allah ve Resûl'ü için


işkence gören ‫ل‬1‫ ط‬Müslümanlardan olduğunu daha önce anlatmıştık.
Takrîb 3100 ‫و‬

Berâ' b. Mâlik
Berâ' b. Mâlik el-Ensârîj Enes b. M âlikin kardeşidir. Muhammed b.
ishâk'tan nakledildiğine göre o da Ehl-i Suffe'dendir. Fakat İbn îshâk
402 SuffeEhli

senedini vermez. Berâ1 Uhud'da bulundu, ama öncekilerde yoktu. Testür


günü şehid oldu, iyi kalpliydi, semâyı sever terennümden hoşlanırdı.
Kahraman süvarilerdendi■

Takrîb 3440, Takrîb 1609, Takrîb 3441

Sevbân
Resûlullah'ın ($‫وامح‬1‫ ال ل لخا‬aleyhi vesellem) azadlı kölesi Sevbân'ı da zikredip, Amr b.
Ali’ye dayandırarak Ehl-i Suffe'den saymıştır. Sevbân'm, başı dik, iffetli,
vefalı ve nazik biri olduğunu daha önce anlatmıştık.
Takrîb 2478, Takrîb 1388

Sabit b. ed-Dahhâk
Sâbit b. Dahhâk el-Ensârî Ebû Zeyd el-Eşhelî'yi de zikredip Ehl-i
Suffe'den saymıştır. Kendisi Ehl-i Suffe'dendir. Ağaç altında biat eden yerli
Ensârî olup, herhangi bir Ehl-i Suffe mensubu değildir.
‫ حدثعا م ح م د بن عئ ما ن بن‬،‫ ] حدثن ا م ح ن د بن أ ح م د بن ا لح س ن‬١٢٦٩[ ") ١٢٦٨(

‫ عن ي ش بن أبي‬، ‫م‬ ‫ص ه بن‬ ‫ حدثن ا‬،‫ حدتن ا ي ش بن بم م ا ل ح ريري‬،‫أبي م حق‬

‫ث ح ث‬. ‫ أبه با يع رن وت الله‬، ‫ أن ثا ب ت بن ال قئ ثالب أ خ ره‬،‫ أن أبا ق اليه اختزه‬،‫"كثير‬

] ‫ ؟ م م‬/ ‫" م ن مح ذ ف موث بك مر ئهو"كثئنه " ل ا‬ . ‫م‬ ‫ ؤأن زنوت‬، ‫ال س جر؛ة‬

Ebû Kılabe'nin kendisinden naklettiğine göre Sâbit b. ed-Dahhâk,


Resûlullah'a (sallallahü alsyhi VBselİBm) ağacın altında biat etmişti. H z . Peygamber
(sallallahü aleyhi veselİBm); "Kim bir mümine küfür isnad ederse onu öldürmüş gibi olur"
buyurdu.

Takrîb 2021
Suffe Ehli 403

Sabit h. Vedîa
Sâbit b. Vedîa el-Ensârî'yi saymış ve Ehl-i Suffe'ye nisbet etmiştir. Oysa
Suffe'de değil Kûfe'de yaşamıştır. O ndan şu hadis nakledilmiştir:
Takrîb 1822

Sakîf b. Amr
Sakîf b. Amr b. Şumayt el-Esedî adını da zikretmiştir. Kendisi Umeyye
Oğullarının himayesinde birisi olup Hayber'de şehid edilmiştir. Halife b.
Hayyât'tan nakille Ehl-i Suffe'ye mensub olduğunu söylemiştir.

Cundub Ebû Zer


Ayrıca Cundub b. Cünâde Ebû Zer el-Ğifârî'yi zikreder. Biz daha önce
onun mahiyetini zikrettik. Öncülerden ve M üslümanların dördüncüsü
olduğunu anlatmış, Medine'ye gelişinden sonra da Mescid-i Nebevi'de
ikamet ettiğini söylemiştik. Kendisi yalnız ve ibadetine bağlı biridir. Belki
de Ehl-i Suffe'yle aynı ortam da bulunup onlarla sohbet ettiği için onların
içinde saymıştır.
Takrîb 642, Takrîb 643

Cerhed b. Huvcylîd
Cerhed b. Huveylid'i sayar, onun İbn Ruzâh el-Eslemî olarak vermiştir.
Uzaktan gelip Suffe'de ikam et etmiş ve Hudeybiye'de bulunm uştur.
Hudeybiye’de bulunm uştur.
404 Suffe Ehli

Cuayl b. Surâka
Cuayl b. Surâka ed-Damrî yi Suffe sakinlerinden sayar.
Takrîb 3452, Taknb 3453

Câriye b. Humeyl
Ehl-i Suffe'den saydığı bir diğer isim; Câriye b. Humeyl b. Şebbe b.
Kurt. D ârekutnî'den nakille, İbn Cerîr'in Câriye’yi Suffe ahalisinden
saydığını zikreder.

Huzeyfe b. el-Yemân
Huzeyfe b. el-Yemân'ın bir süre Ehl-i Suffe'ye karıştığını söyleyip,
M uhacirlerden onu ve babasını sayar. Resûlullah’m (sallallahu aleyhi vesellem) hicret
ile nusret arasında seçim yapmasını istemiş, kendisi de Ensar'dan olmayı
tercih etmiş, bu yüzden onlardan sayılmıştır.
İlk tabakada ondan ve hayatından bahsetmiştik. Kendisi fitneleri ve
musibetleri bilen, kendini ilim ve ibadete adamış, dünya nim etlerinden
uzak durmuş birisidir. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Ahzâb günü tek başına
askeri birlik olarak göndermiş, soğuk ve rüzgârlı bir gecede görevini ifa
ettikten sonra abasını ona giydirmiştir.
Takrîb 2390, Takrîb 1488

Habîb b. Zeyd
Habîb b. Zeyd b. Asım el-Ensârî el-Ezdî, Neccâr oğullarmdandır. Ehl-i
Suffe'ye m ensub olduğunu söyler, ama yanılmıştır, çünkü Habîb, Akabe
ehlindendir.
Suffe Ehli 405

١^ ^ ^ ‫لتت أثشهد أن‬ ‫ن جع د يأم و ل‬ ، ‫ ] أ خذه معنت ل م ه اث ق دا ث‬٣٠٦/^[ - ) ١٢٨٠(

، ٠' ‫أ ش ح‬ ‫ال‬ " :‫ء ؟ محق ون‬ ‫زشوأل‬ ‫م‬ ‫ أ م م ه د‬:‫ محق ون‬، ٠٠ ‫ " محي‬:‫م ؟ فق و ل‬ ‫ننول؛‬

‫ نحز ج ت في خ الفة أيي‬،‫ائ م ه ا تسيبه من أ م المن مية‬ ‫ب‬ ‫ وك ا ث ت أم حبي‬،‫قثئعه مست ل م ه‬

‫ ور ج ع ت ا ر‬،‫ز مم د مست ل م ه‬ ‫ح‬ ، ‫بكر ؛غ ا ل م س ل م ين إ ر م س ل م ه ق ا ف ز ت الح ز ب بثمس ه ا‬

‫ حدثما م ح م د ى‬،‫بن ا ل ح شن‬ ‫ب‬ ‫جزاعأش م ن طئغة ومحرتة حدق ام حبي‬ ‫لبه ا‬ ‫ا ل م ديثه‬

،‫ عن ابن إش ح ا ى‬، ‫؛^ س تع د‬£١^ ‫حدق ا‬ ، ‫ حدثت ا أ ح م د بن م ح م د بن أثوب‬،‫ي ح ش‬

" ‫ب ه ذا‬

^seylem etu'l-K ezzâb onu esir alıp “M uhamm ed'in Allah’ın elçisi
olduğuna şahidik ediyor musun?” dediğinde “Evet” diyordu. Müseyleme
“Benim Allah'ın elçisi olduğuma şahidik ediyor musun?” dediğinde ise
“Duymuyorum” diyordu. Müseylime onu kesip biçti. (Karısı) ü m m ü
H abîb'in adı Nuseybe olup Akabe ehlinden idi. Ebû Bekr’in halifeliği
döneminde Müslüman ordularıyla birlikte Müseyleme'ye karşı savaşa gitti.
Bizzat savaşa katıldı, Müseylime ölünee de Medine'ye döndü, üzerinde kılıç
ve mızrak darbelerinden dolayı yaraları vardı.
Bu bilgileri îbn ishâk vermiştir.

Harise b. en-Nu'mân
Ebû Abdirrahman en-Nesâî'ye dayanarak, Hârise b. en-Nu’m ân el-
Ensârî en-Neccârî'yi de Ehl-i Suffe'den saymıştır. Kendisi Bedir ehlinden
idi, Huneyn Günü yerinde durup kaçmayan seksen kişiden biriydi.
Ö m rünün son yıllarında gözlerinden rahatsızlanmıştır.
Takrîb 3466, Takrîb 1438

Hâzım b. Harmale
Haşan b. Süfyân'a dayanarak Hâzım b. Harmale'yi Ehl-i Suffe'den
saymıştır.
406 Sujfe Ehli

Takrîb 4146

Hanzale b. Ebî Âmir


Ebû Mûsa Muhammed b. el-Musenna'ya dayanarak, Hanzale b. Ebî
Âmir er-Râhib el-Ensârî'yi Ehl-i Suffe'den saymıştır. Hanzale, meleklerin
yıkadığı sahabidir.
Takrîb 2379

Haccâc b. Amr
Haccâc b. Amr el-Eslemî’yi Ehl-i Suffe'den saymış, Ebû Abdillah el-
Hâfiz'a dayandırdığı bu görüş düşük bir ihtimaldir. Çünkü Haccâc el-
Eslemî, Haccâc b. Mâlik ve Haccâc b. Haccâc'm babasıdır. Haccâc b. Amr
ise, el-Mâzinî el-Ensârî’dir. Her İlcisinin de Ehl-i Suffe'yle ilgili bir bilgisi
nakledilmemiştir. Şu hadis ondan aktarılmıştır:
Takrîb 1676

Hakem b. Umayr
Hakem b. Umayr'ı da zikredip Ehl-i Suffe'den saymıştır. Kendisi Şam'da
yaşamıştır.

Takrîb 4012, Takrîb 3949

Harmale
Halîfe b. Hayyât'a dayanarak Harmale b. îyâs'ı Ehl-i Suffe'den saymıştır.
Harmale b. Abdillah el-Anberî olduğunu söyleyenler vardır.
SuffeEhli 407

^ ٦١ 2081, Takrîb 2082

Habbâb b. el-Erct
Habbâb b. Eret'i Kürdûs'e dayanarak Ehl-i Suffe'den saymıştır, ilk
muhacirlerden bitiydi. Daha önce ondan bahsetmiştik, işkence görenlerden
biriydi, ayrıca Bedir'e ve diğer savaşlara katılmıştı.

‫ حدثت ا ث خ ئ ذ بن عث ما ن ثن‬،‫ بم م“ آ] حدق ا م ح م د بن أ ح م د بن ا ل ح ض‬/‫ )“ تأ‬١٢٩١(

‫ ع ن محس ب ن‬،‫ ع ن م نع ر‬، ‫ح دبن ا نمحا ن ب ن ع ي ث ه‬ ‫ح د ن ا سع ي د ب ن‬ ، ‫أي ي م ح ه‬

‫ و كا ن مم ن ين د ث في‬،‫ هادت ”كا ن حب ا ب من ا ل م ه ا جرين‬، ‫ عن طارق بن شه ا ب‬، ‫مش ل م‬


‫ء‬

Târik b. Şihâb der ‫كل‬: “Habbâb, Mühâcirler'dendi ve Allah için işkence


görenlerdendi.”

‫ بن‬O‫ خ ا؛ثن ا م ح م د بن عت ما‬،‫ ] ح دق ا م ح م د ن أ خ ن ذ بن ا لخض‬٣ ٥ ٩ ٨ [ “) ١٢٩٢(

، ‫وذوق ا‬ ‫ نب ع ت‬: ‫ مح ا د‬، ‫ عن أييو‬،‫ حدثن ا م ح م د بن قصئ ل‬،‫ ح د ق ي أبو بك ر‬،‫ش فئت ه‬

" ‫ وكا ن لت ن د س ا إل ن ال م‬، ‫ ”كا ن غثا ي سر ا لأرت أشليي ش اؤسئ مس ة‬٠٠ : ‫م ولت‬

Kürdûs der ki: “Habbâb b. el-Eret, Müslüman olan ilk altı kişinin
altıncısıydı ve İslam'ın altıda biri onundur.”

Takrîb 3473, Takrîb 3478, Takrîb 2654, Takrîb 3902

Huneys b. Huzâfe
Huneys b. Huzâfe es-Sehmî'yi Ehl-i Suffe'de saymıştır. Bunu Ebû Tâlib
el-Hâfiz ve Muhammed b. İshâk b. Yesâr'a dayandırır. Huneys ilk
Muhâcirlerdendir. Eşi, Habeşistan muhacirlerinden Hafsa binti Ömer’dir.
Kendisi Bedir'de savaşmış, İslam'ın ilk döneminde Medine'de vefat
408 Suffe Ehli

etmiştir. Hafsa ondan dul kalınca Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendisiyle
evlenmiştir.
Takrîb 102

Ebû Eyyûb el-Ensârî


Hâlid b. Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'yi de Ehl-i Suffe'den saymıştır. Bunu
Muhammed b. Cerîr'e dayandırır. Ebû Eyyûb, Resûlullah'm (sallallahu aleyhi
vesellem) Medine'ye geldiğinde misafir olduğu meşhur evin sahibidir. Hz.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Mescid-i Nebevi ve etrafındaki odalar inşa
edilinceye kadar burada kalmıştır. Ebû Eyyûb bu gün Medine'de adıyla
anılan bu evde yaşamış, Suffe de kalmamıştır. Bedir'de savaşmış ve
Akabe'de bulunmuştur. Kendisi Akabe ehlindendir, Suffe ehlinden
değildir. Vefat edince, (evinin) duvarının yanma defnedilmiştir.
Takrîb 2102, Takrîb 2363, Takrîb 761, Takrîb 2079, Takrîb 4390

Huraym b. Fâtîk
Huraym b. Fâtik de Ahmed b. Süleymân el-Mervezî'ye dayanarak Ehl-i
Suffe'den sayılmıştır. Huraym, Bedir'de savaşmıştır. Irak taşlıklarında gece
vakti gaibten bir ses duyan kişidir. Duyduğu ses kendisine; “Sana yazıklar
olsun, celal, şeref, beka ve üstünlük sahibi, Allah'a sığın; Enfal âyetlerini
oku, Allah'ı tevhid et ve hiçbir şeyi umursama” diyordu. Hemen Medine'ye
gitmek için yola koyuldu. Geldiğinde Resûlullah'ı (sallallahu aleyhi vesellem)
minberde hutbe verirken gördü. Müslüman oldu ve Bedir'e iştirak etti.
Rivâyet ettiği hadislerden biri şudur:
Takrîb 4501

Huraym b. Evs
Huraym b. Evs et-Tâî’yi Ehl-i Suffe'den saymıştır. Bunu Ebu'l-Hasan Ali
ed-Dârekutnî'ye dayandırır. Huraym, Muhâcirlerdendir. Resûlullah (sallallahu
aleyhi vesellem), ashâbma, Hîre'nin kendisine verildiğini ve Bukayle'nin kızı
Şeyma'yı kara bir örtüye bürünmüş, boz bir katırın üstünde gördüğünü
Suffe Ehli 409

söylediğinde, Huraym; “Ey Allah’ın Resûlü! Eğer Hîre'yi fethedersek ve


onu anlattığın şekilde bulursak benim olsun mu?” demiş, Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesBİlem) de “Senin olsun” demişti. Huraym, Hâlid b. el-Velîd'le
Müseyleme'ye karşı savaşmaya gitti. Müseyleme'yi öldürdüler. Ardından
sahil boyu yürüyüp Hîre'ye girdiler. Karşılarına ilk çıkan, tıpkı
Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) anlattığı gibi boz bir katırın üzerinde
Bukayle'nin kızı Şeyma oldu. Huraym hemen onu tutup kendine ait
olduğunu söyledi. Muhammed b. Mesleme ve Abdullah b. Ömer de
şahitlik yapınca Hâlid b. el-Velîd Şeyma'yı ona teslim etti. Kızın kardeşi
Abdulmesih gelip “Onu bana sat” dedi. Huraym “Vallahi onu, on tane
yüzden daha aşağı vermem” deyince, kızın kardeşi Huraym'a bin verdi.
Ardından “Eğer yüz bin deseydin sana verirdim” deyince, Huraym “Bir
malın (paranın) on tane yüzden daha fazla edebileceğini hiç
hesaplamadım” dedi.
Takrîb 3485

Hubeyb b. Yesâf
Hubeyb b. Yesâf b. Utbe Ebû Abdirrahman'ı, Ebû Abdillah Hâfız en-
Nîsâbûrî'ye dayanarak Ehl-i Suffe'den saymıştır. Ebû Bekr b. Ebî Dâvud'a
dayanarak da Bedir ehlinden olduğunu söylemiştir.

Takrîb 4457

Dukeyn b. Saıd
Dukeyn b. Saîd el-Müzenî'yi de Ehl-i Suffe'den kabul eder. Kûfe'de
yaşamış ve Resûlullah'a (sallallahu aleyhi vesellem) dört yüz kişiyle gelmişti. Ondan
yemek istediklerinde de yemek yedirip azıklarını vermişti. Şeyh (Ebû
Nuaym) diyor ki: Onun Suffe'de gelip yerleşmesiyle ilgili sağlam bir
kaynak bilmiyorum.
Takrîb 3102
410 Suffe Ehli

Abdullah Zu'l-Bîcâdeyn
Abdullah Zu'l-Bicâdeyn'i de Ali b. el-Medînî'ye dayanarak Ehl-i
Suffe'den saymıştır. ilk Muhâcirler bölümünde bahsi geçmişti. Zu'l-
Bicâdeyn isminin verilmesi ^öyleydi:
Abdullah Zulbicâdeyn, amcasının himayesinde bir yetimdi. Amcası ona
her türlü ‫ ا سعلل‬da yapardı. Ancak Müslüman olunca amcası üzerindeki
giysiler dâhil neyi varsa hepsini aldı. Abdullah yine de İslam’dan dönmedi.
Bunun üzerine annesi ona bir aba verdi. Abdullah bunu ikiye bölüp yarısını
belden aşağısına izar, diğer yansım da belden yukarısına ridâ yaptı.
Ardından Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) yanına girdi. Hz. Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellam) ona: "Adın net" diye sorunca, Abdullah: “Abduluzza”
karşılığını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Hayır! Sen
(artık) Abdullah Zulbicâdeyn'sin (iki abalı)!" buyurdu. Abdullah, Tebûk
seferi sırasında vefat etti. Resûlullah (sallallahu aleyhi veselİEm) bizzat mezarına inerek
onu defnetti.

Rifâa Ebû Lubâbe


Rifâa Ebû Lübâbe el-Ensârî'yi Ebû Abdillah Hâfız en-Nîsâbûrî'ye
dayanarak Ehl-i Suffe'den saymıştır. Asıl adı Beşir b. Abdilmünzir olup
Amr b. Avfoğullarmdandır. Rifâa, Bedr’in kahramanlarından idi.
Takrîb 878

Ebû Rezîn
Ebû Rezîn’i aşağıdaki rivayete dayanarak Ehl-i Suffe’den saymıştır:

‫م‬ ‫ز ' ت تم ذ ي خدي ث رو'ة ع مرو ئ ذ‬ ، ‫ رزين في أ م 'ل غ د‬٧‫أبو رزين ود و ؛‬

. ‫ عن ال ن ي‬،‫ عن أمحه‬،‫ عن أبي م ل م ة بن عم الر ح م ن‬،‫ عن م خ ئ د بن زيد‬، ‫ال ث ك ت ك ي‬


Suffe Ehli 411

/ ‫د‬ ‫ا ن م ؛ ئ ؛ غلزث ئ إل ذ بم ه ق‬:‫ " و أ‬: ‫أثل لأل ي م ض أ م 'كثئو ي م أ؛ا ن م‬


‫ وان‬، ‫إ ن مح ث فى ع ال ت ة ئ ص ال ة ا ل ع ال ث ة‬.‫ ؤثلث ال ئزاأل فى ص ال ة ن ا د و ت زثل ق‬،‫ال ثؤ‬

‫يا أثا وزين ادا " كا ب د اثاسئ قت ا م ا لأي ل ن م ي ا ؛ ال نه ا ر ئ ك ا ب د أ ن ث‬.‫مح ث حالي ا م ح ال ة ا ل ح لوة‬

‫م ئأ ح ي ش أن‬ ‫^ ق شي‬ ١ ‫ ي أي رزئن ؛ذآ أ ي د م ح ن غ د‬، ‫ك ئ ي ه ن‬ ‫؛يت ه‬

‫با‬.‫أ‬
‫ق ج‬،‫ قأئذ غ ر أذال‬١‫يفون تث مغل أبوي^ ه؛وأ ن ي ت وأق محو ؛‬
Ebû Seleme b. Abdirrahman, babasından bildiriyor: Resûlullah (sallallahu

Suffe ehlinden olan Ebû Rezîn denilen bir ldşiye şöyle buyurdu:
aleyhi vesellem)

"Ey Ebû Rezîn! Yalnız kalınca, dilini Allah'ı zikretmek için hareket ettir. Rabbini
zikrettiğin müddetçe namazdaymış gibi sevap alırsın. Açıktan yaptığın zikir için
açıktan kılınan namaz, gizli yaptığın zikir için ise gizlice kıldığın namaz sevabı.
Ey Ebû Rezîn! insanlar gece kıyamı, gündüz orucu için zorluklara katlanırken
sen Müslümanlara nasihat etme zorluğuna katlan. Ey Ebû Rezîn! İnsanlarAllah
için cihada çıkarken sen de onlar gibi sevap almak istersen mescide devam et ve
ezan oku. Bunun karşılığı da ücret alma."'

Takrîb 4100

Zeyd b. el-Hattâb
Ebû Abdillah el-Hâfız'a dayanarak Zeyd b. el-Hattâb'ı Ehl-i Suffe'den
saymıştır. Zeyd, Müseyleme'yle yapılan savaşta şehid olmuştu. Bedir'de
savaşmıştır. Ebû Abdirrahman künyesiyle bilinir.
Nâfı'nin İbn Ömer'den naklettiğine göre: Uhud günü Ömer , kardeşi
Zeyd'e “Benim zırhımı al” demişti. Zeyd “Ben de senin gibi şehid olmak
istiyorum” deyince ikisin de zırhı bıraktılar.

Takrîb 1836

Selmân el-Fârisî
Selmân-ı Fârisi’yi de Ehl-i Suffe'den sayar. Onun hayatından, seçkin
kişiliğinden ve ilk gariplerden olduğundan daha önce bahsetmiştik.
412 Suffe Ehli

Takrîb 4008-a, Takrîb 4087, Takrîb 1185, Takrîb 4042

Saîd b. Âmir
Saîd b. Âmir b. Cüzeym el-Cumahî'yi Vâkıdî’ye dayanarak Ehl-i
Suffe'den saymıştır. Medine'de bir evi olduğuna dair bilgisi olmadığını
ifade eder. Ondan, dünyadan uzak duran hayat tarzından ve Muhâcirler
içinde fakirliği tercih etmesinden bahsetmiştik.

Sefine Ebû Abdirrahman


Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellem) azadlı kölesi Sefine Ebû Abdirrahman'ı
Yahyâ b. Saîd el-Kattân'a dayanarak Ehl-i Suffe'den saymıştır. Peygambere
(sallallahü aleyhi vEsellem) yaşadığı müddetçe hizmet etmesi şartıyla Ümmü Seleme
tarafından azad edilmişti. On sene hizmet etti. Ehl-i Suffe'ye karışırdı ve
ileri gelenlerindendi.

Takrîb 2057, Takrîb 3494, Takrîb 3495, Takrîb 1807

Sa'd b. Mâlik
Sa'd b. Mâlik Ebû Saîd el-Hudrî'yi Kâsım b. Selâm'a dayanarak Ehl-i
Suffe'den saymıştır. Hayat tarzı Ehl-i Suffe'ninkine yakındır. Ensârî olsa da
metanet, sabır ve iffetli yaşamak için fakirliği tercih etmesine bakarak böyle
düşünmüştür.

Takrîb 1379, Takrîb 1380, Takrîb 1186, Takrîb 68-b


SuffeEhli 413

Ebû Huzeyfenin Azadlı Kölesi Salim


Ebû Huzeyfenin Azadlı Kölesi Sâlim'i de Ehl-i Suffe'den sayar. Daha
önce Yemâme'de şehid olduğunu anlatmıştık. Sancağı eline almıştı, sağ eli
kesilince sol eline almış o da kesilmiş, sancağı kucaklayıp ölünceye kadar;
“Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce de peygamberler
gelip geçmiştir. Şimdi ölürse veya öldürülürse gerisin geriye (eski
dininize) mi döneceksiniz?”1 âyetini okumuştu.
Takrîb 3491

Salim b. Ubeyd el-Eşcaî'yi de zikreder. Kendisi Suffe'de yaşamış daha


sonra Kûfe'ye yerleşmiştir. ,

Takrîb 3148-a

Sâlîm b. Umeyr
Ebû Abdillah'a dayanarak Sâlim b. Umeyr'i Ehl-i Suffe'den saymıştır.
Kendisi Bedirde savaşmıştır. Evs'ten; Salebe b. Amr b. Avf
oğullarmdandır. Tövbe edenlerden birisiydi; “Gözlerinden yaşlar aka
aka ...”2 âyeti onun ve arkadaşlarının hakkında nazil olmuştu.
Takrîb 2470

1Âl-i İmrân Sur. 144


2 Tevbe Sur. 92
414 SuffeEhli

sâib b. Hallâd
Ebû Abdillah el-Hâfız'a dayanarak Sâib b. Hallâd'ı Ehl-i Suffe'den
saymıştır.
Takrîb 1761

Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellem) Azâdll KÖİ6S‫؛‬


Şükran
Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellem) azadlı kölesi Şukrân'ı da Ehl-i Suffe'den
saymıştır.
Takrîb 993
Ş e d d â d b . Useyd
Şeddâd b. Useyd'ı Ehl-i Suffe'den saymıştır. Amr b. Kayzî b. Âmir b.
Şeddâd'ın babasından, onun da dedesinden naklettiğine göre;
Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi vesellsm) yanma geldiğinde onu Suffe'ye
yerleştirmişti.
Takrîb 3499-a

Suheyb b. Sinan
Ebû Hureyre'ye dayanarak Suheyb b. Sinân'ı Ehl-i Suffe'den saymıştır.
İlk Müslümanlar bölümünde ondan bahsetmiştik.
Takrîb 4179

Safvân b. Beydâ
Ebû Abdillah el-Hâfız'a dayanarak Safvân b. Beydâ'yı Ehl-i Suffe'den
saymıştır. Fihr oğullarından biridir. Bedir'de savaşmıştır. Resûlullah (sallallahü
aleyhi vesellem) onu, Abdullah b. Cahş müfrezesinde görevlendirdi. “İman
SujfeEhli 415

edenler ve hicret edip Allah yolunda s a v a şa n la r var ya, iş te onlar


A llah ın rahm etini u m arlar”1 âyeti onlarla ilgili nazil olmuştur.

Tıhfe b. Kays el-Ğıfârî'yi Ehl-i Suffe'den sayar. Kendisi Medine'ye


yerleşmiş ve Suffe'de vefat etmiştir.
Takrîb 644

Talha b. Amr el-Basrî'nin bir süre Suffe'de yaşadığım sonra da Basra'ya


yerleştiğini nakleder.
Takrîb 645

Tufâvîed'Devsî
Tufâvl ed-Devsî'yi Ebû Nadra'ya dayanarak Ehl-i Suffe'den sayar.
Takrîb 1201

Abdullah b. Mes'ûd
Abdullah b. Mes'ûd'u Yahyâ b. Maîn'e dayanarak Ehl-i Suffe'den
saymıştır. İlk Muhâcirler tabakası bahsinde onu, hayatını ve bazı sözlerini
aktarmıştık. Kur'ân ve hadise özel ilgisinden dolayı; özel konuları özenle
konuşanların efendisiydi. Resûlullah'm (sallallahu aleyhi vesellem) ashabı içinde

1 Bakara Sur. 218


416 Suffe Ehli

korunanlardan biriydi. Sahabeden korunmuş olanlar, Allah'a


diğerlerinden daha yakın olduklarını bilir.
Takrîb 317, Takrîb 234, Takrîb 4312, Takrîb 2625

Ebû Hureyre
Abdi Şems veya Abdurrahman b. Sahr Ebû Harira ed-Devsî. Kendisi
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hayatı boyunca, hiç ayrılmadan Suffe'de
yaşayıp yerleşenlerin en meşhuru idi. Suffe'de yaşayan yerli ve yabancı
sakinleri en iyi bilen İtişiydi. ResûluJlah (sallallahu aleyhi vesEİlem) Ehl-i Suffe'yi
getirilen bir yemek için toplamak istediğinde Ebû Hureyre'yi
görevlendirirdi. Çünkü onları en iyi tanıyan, yerlerini bilen ve
durumlarından haberdar olan kişi oydu. Fakir ve miskinlerin içinde en çok
tanınan İtişiydi. Koyu gölgelere uzanıncaya kadar şiddetli fakirliğe
sabretti. Bahçelerle uğraşmaktan, suyollarının peşinde koşmaktan,
zenginlerle ve tüccarlarla dostluk etmekten uzak kalmıştır. Mabud'un
sunacağı nimetlerden faydalanmayı gözetleyip sınırlı ve biteni terk
etmiştir. Yumuşak ve ipek kumaşları giymekten kaçındı, karşılığında; her
şeyden haberdar olanın hikmetlerine kavuşmuştur.
Takrîb 3616, Takrîb 3617, Takrîb 3618, Takrîb 3619, Takrîb 3620,
Takrîb 3621, Takrîb 3622; Takrîb 3623, Takrîb 3624, Takrîb 3625, Takrîb
3626
، ‫ حدق ا عثد الل ه بن أ ح م د بن حنث ل‬، ‫ ] ح دق ا أبو بكو بن مال ك‬٣ ٨ ‫ م‬/‫ ل ا‬-) ١٣٤٧(

‫ثا‬
‫ كا ن ل‬: ‫ قا د‬، ‫ت ل م‬
‫ عن عت ما ن تن مس‬، ‫ حدثن ا م ن م‬،‫ حدثنا م ح م د بن يش ر‬،‫ح د ب ي أيي‬

، ‫ دت ث نج ي ه‬، ‫ " غ الم" عثأا ل ز بم أ ال م‬:‫ قات‬،‫ محا ذ إذا ش م غ ي‬،‫ن ؤ ر ي م أثا ئز لآ‬

" ‫شتل ق ئ الت اي‬:‫زأكئن ا ه بت ن أ‬

Osmân b. Müslim der ki: Ebû Hureyre'ye çok yakın bir azadlı kölemiz
vardı. Ona selam verdiğinde şöyle derdi: “Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine
yağsın. Hep seri oldun. Allah seni sevmeyenin malını çoğalttı.”
‫‪Ebû Hureyre‬‬ ‫‪417‬‬

‫إثزايب‪ ،‬أثاثا عند‬ ‫بن‬ ‫(‪ ] ٣ ٨ ٠ ٨ [ “) ١٣٤٨‬حدثن ا ئ فيا ن ئ ذ أ ح ن ذ ‪ ،‬حدق ا إ ن خا ق‬

‫الرواق‪ ،‬غذ معمر‪ ،‬عن أيوب ‪ ،‬و حدق ا أبو م ح م د يخ حثانء‪ ،‬خ ا؛ثن ا ا لمنيا بي‪ ،‬حدق ا قس ه‬

‫ئ زي ر ه ‪،‬‬ ‫أثا‬ ‫خ ث د ب ن س ري ن‪ ،‬أ ن‬ ‫م‬ ‫ضر‬ ‫غ ذ أث و ب ي ‪ ،‬ظ ‪: 3‬‬ ‫خث ا ذ ب ن وي د ‪،‬‬ ‫حد ثا‬ ‫ب ن سع ي د ‪،‬‬

‫كا ن مولت البس ه ‪ " :‬ال ثتس ي ‪ ، ، ^ ^ ١‬ء إدي أ غ ث ى عق ك ال‪ 1‬ه ب "‪ ،‬ززاة بق ر بن بكر‪،‬‬

‫عن ا ال و وا ئ‪ ،‬عن ابن س م ن‪ ،‬مت أ ي محق؛‬


‫‪Muhammed b. Sîrin'in naklettiğine göre Ebû Hureyre kızına şöyle derdi:‬‬
‫”‪“Altın takma, senin için alevden korkarım.‬‬

‫(‪ “) ١٣٤٩‬ت‪ ] ٣٨ ٠/ ١‬حدق ا ث خ ئ د بن أخن ت بن ا ل ح ش ‪ ،‬حدبت ا بق ر بن ث و ت ى ‪،‬‬

‫حدق ا ا ل ح م ئد ي‪ ،‬حدثن ا ن م ا ن بن عيثثه‪ ،‬مح ا د ‪ :‬ش م ع ت ابن طا وس‪ ،‬ثئأو ل ‪ :‬ت ب غ ت أ ي‪،‬‬

‫ه وئل ي‪:‬‬ ‫ف ودت سبع ت أثا ئريره‪ ،‬ثق ون ال‬

‫ي ح ث ى علي حث 'م ح ب‬ ‫أيي أ ق أن بم تن ي‪، ^ ^ ١‬‬

‫‪Tavûs'un babasından rivayet ettiğine göre; Ebû Hureyre kızına şöyle‬‬


‫‪derdi:‬‬
‫‪“D e ki; Babam altın takm am ı red d etti,‬‬
‫” ‪A levin sıcağın da yanm am dan korktu.‬‬

‫(‪٣٨ ٠/١ [ -) ١٣٥٠‬ء حدبن ا أ و بكر بن مال ك ‪ ،‬حدثن ا مه د الله بن أ ح م د بن حق ل‪،‬‬

‫غ ذ أي ي ال م ‪ ،‬ع ن أي ي‬ ‫م خب ي‪،،‬‬ ‫ح د ش أ ي ‪ ،‬حدبثا خ يا غ ‪ ،‬ح د ك م ح ه ‪ ،‬ع ن يمن ا ك‬

‫ه ريره‪ ،‬أثث محا ‪ " :3‬هذه اثكغ ا ت ة م هل ك ه ب ن ا م واخزدكب ‪٠٠‬‬

‫‪Ebû Hureyre der ki: “Bu çöpler dünyanızın ve âhiretinizin mahvolma‬‬


‫”‪sebebidir.‬‬

‫(‪ -) ١٣٥١‬ت‪٣٨ ٠ / ١‬ء حدثن ا نلبما ن بن أ خ ئ ذ ‪ ،‬حدثت ا م م ح م د بن إن ح ا ق >ق ا قا ن ‪،‬‬

‫ص أ ي و ب ال ث ح سا ن ي ‪ ،‬ع ن‬ ‫ح د ت ا أ ي ي ‪ ،‬ح دثن ا سع ي د س الهث ا ب ج ‪ ،‬حدثت ا ي ح ي ى س العلتاو ‪،‬‬

‫م ح م د بن ب ي ن ‪ ،‬عن أيي هريره‪ " ،‬أن ع من بن ا ل ح طا ب رضى الئت غثة دع ا ه كنتعمل ه‪،‬‬

‫‪<-‬يا يغلق؟ ق ا لأ‪ :‬م ن؟ هات‪:‬‬


‫ر‬ ‫هأبى أن يعم ل لت‪ ،‬ق ات‪ :‬أثكزه ا ل ع م د ن ق د طلته م ن كا ذ‬
418 SuffeEhli

‫ ؤأئا أبو‬،‫الثؤ‬ ‫نب ي‬ ‫الئؤ ابن‬ ‫ثب ي‬ ‫ يوئفن‬:‫ ممات أثو هتيزه‬،‫الث ال م‬ ‫عليه م ا‬ ‫يئق و ث‬ ‫س‬ ‫يونفن‬
‫ أ خ ش ى أ ن أقأول‬:‫ أئ الحم ك ح ن ئ ا ؟ حمالأ‬: ‫ ع م‬3 ‫ مما‬، ‫س ن‬‫حم‬
‫ ق أ خ ق ى ث الثا وا‬،‫ن أنث ه‬ ‫هزيزه‬

"‫ ويش م عر ضي‬، ‫م‬ ‫مرغ‬


‫ و ب‬، ‫ وأن ي غ ر ب ظ ه ر ي‬، ‫ن ي ب م ح ك م‬
‫ و أ م‬، ‫مل‬
‫ي مع‬

Ebû Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Ömer b. el-Hattâb onu devlet


işinde görevlendirmek üzere çağırmıştı. Ebû Hureyre görev almayı reddetti.
Hz. Ömer ona “Görev almayı istemiyor musun? üstelik senden hayırlı
olanlar isterken” dedi. Ebû Hureyre “Kimmiş o?” deyince, Hz. Ömer
“Yakûb’un oğlu Yûsuf “ dedi. Ebû Hureyre “Yûsuf, peygamber oğlu
peygamberdir. Ben ise Umeyye'nin oğlu Ebû Hureyre'yim. ü ç ve iki şeyden
korkarım” deyince, Hz. Ömer “Neden beş demedin?” dedi. Ebû Hureyre
şöyle dedi: “Bilmeden konuşmaktan korkarım. Haksız hüküm vermekten
korkarım. Sırtımın ^rbaçlanmasından, malımın yağmalanmasından ve
namusuma dil uzatılmasından korkarım.”

Takrîb 3627, Takrîb 3628, Takrîb 265, Takrîb 266

،‫حئت ل‬ ‫بن‬ ‫بن أ ح م د‬ ‫ع د الل ه‬ ‫حدثتا‬ ،‫م ا ل ك‬ ‫ئي‬ ‫بكر‬ y \ ( ‫حدثنا‬ ‫ء‬٣ ٨ ١ / ١ ‫و‬ - ) ١ ٣ ٥ ٦

‫" ألا‬ ‫ادت‬


‫ق‬ ،‫ه ريره‬ ‫أيي‬ ‫ع ن‬ ، ‫ع ن أنس ب‬ ،‫قتا ذة‬ ‫خا؛ثغا‬ ،‫ف ئا م‬ ‫ح د قا‬ ، ‫حال د‬ ‫ن‬ ‫هدبة‬ ‫حدثنا‬

[T'Ay/> ] " ‫ ا لخثزم ي الئثاؤ‬:‫ ؟ قات‬8‫ ن ا ذا يا أبا ي ق‬:‫أذ حمز غ د ص ةبا رذة؟ قالوا‬

Ebû Hureyre: “Size serin bir ganimeti söyleyeyim mi?” diye sorunca,
yanındakiler: “Ey Ebû Hureyre! Nedir bu?” dediler. Ebû Hureyre de: “Kışın
tutulan oruçtur” karşılığını verdi.

‫■عل ي‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثنا‬ ،‫ج ع فر‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الثؤ‬ ‫حدثتا‬ “ ) ١ ٣ ٥ ٧ (

،‫ث ر و خ‬ ‫بن‬ ‫عبا م س‬ ‫حدثنا‬ ،‫زيد‬ ‫بن‬ ‫خ ئا د‬ ‫حدثنا‬ ، ‫ج تا ب‬ ‫بن‬ ‫عتثد‬ ‫ن‬ ‫م حثد‬ ‫ح د قا‬ ،‫نشته‬

‫ن‬ ‫ي‬ :‫ك ل ه‬ ‫ق‬ ، ‫قا ل‬ ‫س غ‬ ‫ئزيزة‬ ‫أي‬ ‫مح ث ف غ‬ :‫ب و لأ‬
‫م‬ ،‫؛ققزؤ‬ ‫ ن‬1 ‫■عتئ‬ ‫أي‬ ‫ت‬ ‫ش م ع‬ : 3 ‫ها‬

‫ثي‬ ‫د ت‬ ‫ح‬ ‫ؤئ‬ ‫أؤد‬ ‫هأ ص وم‬ ‫أ ى ألا‬ ٠


٠ : 3 ‫ا‬
‫ق‬ ‫هزئزة؟‬ ‫با‬1 ‫ي‬ ‫ما ث‬1 ‫صث‬ ‫ن‬ ‫ي‬ ‫أؤ‬ ‫ثتئ وم‬

‫خد ث ' ى ذن ي حم م م ي ’م‬

Abbâs b. Ferrûh der ki: Ebû Osmân en-Nehdî’nin şöyle dediğini işittim:
“Ebû Hureyre’yi yedi gece yanımda ağırladım. Ona: “Ey Ebû Hureyre!
‫‪EbûHureyre‬‬ ‫‪419‬‬

‫‪Orucu nasıl tutuyorsun?” diye sorduğumda: “Her ayın başından üç gün‬‬


‫‪oruç tutuyorum. Başıma bir şey gelirse (ölürsem) bir aylık oruç sevabı‬‬
‫‪.alırım” dedi‬‬
‫ا ‪ 58‬ل ‪Takrîb‬‬
‫(‪ ] ٣ ٨ ٢ ٨ [ “) ١٣٥٩‬حدثن ا أبو بكر بن تالل ه ‪ ،‬حدثن ا عتد الل ه بن أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫بمامح د ‪ ،‬غذ أيي ال ن و م ‪ ،‬ص أيي‬ ‫خ د ي أ ي‪ ،‬خدتثا غبمد شبل ه ئ غ ن ه ‪ ،‬خدتثا‬

‫ه رئره‪ ،‬أثت كا ن وأ ص حابه‪ ،‬كان وا إدا ض ات وا قثدوا في المست ج د ‪ ،‬زقالوا‪ " :‬تتلهن صثائئا ‪٠٠‬‬

‫‪Ebu’l-Mütevekkil’in bildirdiğine göre Ebû Hureyre ve arkadaşları oruçlu‬‬


‫‪oldukları zaman Mescid’de oturur ve: “Orucumuzu temizliyoruz” derlerdi.‬‬

‫(‪ ] ٣٨٢/١ [ ") ١٣٦٠‬حدق ا حبي ب بن ا لخثن‪ ،‬حدق ا أب و مست ل م ال ك ش ي‪ ،‬ح دق ا أبو‬

‫غا م م ‪ ،‬عن ابن أيي ذئ ب‪ ،‬غن ■عث ما ن بنئ جي ح ‪ ،‬عن سع ي د بن ا شث ئ ب ‪ ،‬قات‪ :‬نأي ت أثا‬

‫هزيزه ي طو ف ب‪1‬لق وق ئ إ يأتي أغلت‪ ،‬نم ون‪ ٦' :‬ف د عنذ م ي ن ف يغ "‪ ،‬ه إ ‪ 0‬قالو‪ : 1‬ال ‪،‬‬

‫ءاد‪ :‬ا م ه ن ي ص ا ث أ | ا‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Ebû Hureyre çarşıda dolaştıktan sonra eve‬‬
‫‪gelir ve: “Yanınızda yiyecek bir şey var mı?” diye sorardı. “Yok” karşılığını‬‬
‫‪verirlerse: “Zaten oruçluyum” derdi.‬‬

‫(‪ -) ١٣٦١‬ل ‪ ٣٨٢/١‬ا حدثن ا أ خ ن د بن جئ مر بن ح ن د ا ‪ ، 0‬حدثن ا ع د الل ه ثن أ ح م د ثن‬

‫حس د ‪ ،‬ح د ش أيي ‪ ،‬ح د ظ أب و عتئده ا لخدائ‪ ،‬ح د ظ عتت‪ 1‬ن ‪ ٣^ ^ ١‬أبو ط نة‪ ،‬حدثن‪ 1‬مشد‬

‫بت‪ ،‬ؤئزف وت’• " ويد ز بن بغ ى‪ ،‬ادا أ م حقق‬


‫أ و غريرةي طوفن م‬ ‫ا لشنخى‪،‬‬
‫ظ ي ‪ ،‬ؤإ‪ 0‬أ ج ئقه ت م "‬

‫‪Ferkad es-Sebahî der ki: Ebû Hureyre Kâbe’yi tavaf eder bir yandan da‬‬
‫‪şöyle derdi: “Midemden dolayı yazık bana! Doyursam yük oluyor, aç‬‬
‫”!‪bıraksam bana sövüyor‬‬

‫(‪ ") ١٣٦٢‬ل ‪ ] ٣٨٢٨‬خا؛ثن ا أبو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬خا؛ثغ ا م ح م د بن هم د ال ر ين ونته‪،‬‬

‫حدت ا م ح م د بن عثتد بن جش ا ب‪ ،‬خ ا؛ثن ا خث ا د بن زيد ‪ ،‬حدثن ا عب اسر إ بن ءروخ ‪ ،‬ظ ‪: 3‬‬
‫‪420‬‬ ‫‪SuffeEhli‬‬

‫ب ره ش ع خلا ل ‪ ،‬ث ك\ ن ن ؤ‬
‫ثني ث ف ت أي ه ر‬
‫م‬ ‫ش ج ن ت أي عئ م‪ 1‬ن [ ‪ ٣ ٨ ٣ /١‬ا ال ئ ه د ي ‪ ،‬يئأو ل ‪'٠ :‬‬

‫و حا د م ة وا م رأته يئممن ون ال ق د أب ال ظ ‪٠٠‬‬

‫‪Ebû Osmân en-Nehdî bildiriyor: “Ebû Hureyre’ye yedi gece misafir‬‬


‫”‪oldum. Kendisi, hizmetçisi ve hanım!, geceyi üçe taksim etmişlerdi.‬‬

‫لخد بن خ م ‪،‬‬ ‫(‪ -) ١٣٦٣‬ل ا ‪7‬ا حمآ] خ د قأ أثو بكر بن نا ب ي ‪ ،‬خدتثا مه د الثؤ ئ‬

‫ح دبني أيي‪ ،‬نإئراهي م بن زيا د‪ ،‬ق ا الت خدنما إن م ا ع ال بن عليه‪ ،‬عن لحابي ا ل حداء‪ ،‬عن‬
‫و‬
‫م اءقتي غض أ كت ة‪،‬‬ ‫و‬ ‫غفز؛ ق وأتوث؛ق‬ ‫مح ل‬ ‫عكرنه‪ ،‬ئت‪ ، :‬د أتو < ي ة‪ " :‬إ؛ل‬

‫مح م مح‬
‫ودبت ع د قدر د ي أؤ در د ه "‬ ‫م‬
‫‪Ebu Hureyre der ki: “Ben günde on iki bin defa; Allah'a istiğfar edip‬‬
‫‪tövbe ediyorum. Bu da dinimin (veya Allah'ın dininin) hakkın! vermek‬‬
‫”‪içindir.‬‬

‫(‪٣٨٣/١ [ -) ١٣٦٤‬ء حدثن ا أ خ ن ذ بن جع ه ر بن ح م دا ن‪ ،‬حدت ا هم د الثؤ ين أ ح م د بن‬

‫ب ا ب ‪ ،‬عن عتد الؤا ح د بن مو ت ى ‪،‬‬


‫ح م ‪ ،‬حدثتا ا خل س ن الطيا ت‪ ،‬حدثن ا ويد بن ا لخ‬

‫ظ هه‬‫م‬ ‫ا‬
‫غزو‪ " ،‬ه ك ذ ق‬ ‫بن أيي هريرة‪ ،‬غذ جده ر‬ ‫أ بن‬ ‫قات‪ :‬أ خ م مح‬
‫أئن ا ع م د ة ‪ ،‬ه ال جثا م ح ز م‬
‫ب ئ خ به "‬

‫‪Nuaym b. el-Muharrar’ın bildirdiğine göre dedesi Ebû Hureyre’nin,‬‬


‫‪ bir ipi vard! ve ipteki düğümler sayısınca tesbîhat‬س ل‪üzerinde bin düğümü 0‬‬
‫‪getirmeden uyumazdı.‬‬

‫(‪ ] ٣٨٣/١ [ - ) ١٣٦٥‬حدت ا أ خ ن د ب نمبدار‪ ،‬حدثن ا إئزايهء س م ح ئ د ب ن ‪، ، ^ ^ ١‬‬

‫خ ا؛ثن ا غي س ال ث زي ؤ ‪ ،‬خ ا؛ثن ا عبد ال وه ا ب بن ائززب‪ ،‬حدثن ا ‪ ^ ^ ٠‬بن ثبي ي بن ي خ ز ‪ ،‬أن‬

‫م‬ ‫" ق ؛ ر ال أ م غ د نق‬ ‫ج م ‪ ،‬مح د ه ‪ :‬ظ م م ك ؟‬ ‫ي م ح ة‪ ،‬ث م في‬

‫هذه‪ ،‬ول كن ي أ م غ ر بغد ت مري وق زادي‪ ،‬زأش أ م ح ح ت قي صعود م ي غش جغة‬


‫ز م ‪ ،‬ال أدري أثين ا ثؤ ح ذ يي‬

‫‪Salim b. Bişr b. Cahl bildiriyor: Hastahğ! zamanında Ebû Hureyre‬‬


‫‪ağlayınca kendisine: “Neden ağlıyorsun?” diye soruldu. Ebû Hureyre de‬‬
‫‪Ebû Hureyre‬‬ ‫‪421‬‬

‫‪şöyle karşılık verdi: “Ben sizin şu dünyanız için ağlamıyorum. Ancak‬‬


‫‪yolculuğumun uzunluğundan ve azığımın azlığından dolayı ağlıyorum.‬‬
‫‪Şimdi artık ya Cennete yükselecek, ya da Cehenneme düşeceğim, üstelik‬‬
‫”‪bunlardan hangisine götürüleceğimi de bilmiyorum.‬‬

‫(‪٣٨٣/١ [ “) ١٣٦٦‬ء حدق ا إبزا م أ ن مه د الل ه ‪ ،‬حدبن ا م ح م د بن إ ت خا ق‪ ،‬حدثن ا قتثة‬

‫" ‪ ١^١‬زؤق م‬ ‫ئ ‪ ،‬غذ أيي شبم د‪ ،‬غذ أيي هريره‪،‬‬ ‫خ ه م ح ج بن‬ ‫ئئ ت ج ز‪،‬‬
‫ن ن ا جن؛ؤلم ‪ ،‬و حق م م صا حم\ء م ‪ ،‬هال د م‪ 1‬ر عق ئ م ‪٠٠‬‬

‫‪: “,Camilerinizi süsleyip, mushaflarınızı süslediğinizde‬لط ‪Ebû Hureyre der‬‬


‫”‪helak olma zamanınız gelmiştir.‬‬

‫( ‪ “) ١٣٦٧‬ل ‪ ] ٣٨٣/١‬حدثعا نل بما ن بن أ ح م د ‪ ،‬حدثن ا إ ش خا ق بن ^‪ ، ^ ١‬أيأثا غيد‬

‫الوراق‪ ،‬ص م ع مر‪ ،‬فات‪ :‬ب ل عتي عن أيي هزيزه‪ ،‬أثة كا ن إدا نث ب جثا ثه‪ ،‬قادت " رو جي إلثا‬

‫ع ا د و ن‪ ،‬أو ا غ د ي ظء ناب ح و ن‪ ،‬م ؤع ظ ه بل يث ه ‪ ،‬وعمله ت ر يثه‪ ،‬ي ذ ه ب ا ال^_أل ويثهى ا ال حز‪،‬‬

‫زال ظ ل "‬

‫‪Ma’mer'in rivayet ettiğine göre Ebû Hureyre bir cenazeye rastladığında‬‬


‫‪şöyle derdi: “Sen git biz de geliyoruz, etkili bir nasihat ve ani bir uyku‬‬
‫”‪(ölüm). Biri gider diğeri kalır, ama düşünen yok.‬‬

‫حدثن ا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬حدق ا مه د الل ه بن أخن ت بن ح م ‪،‬‬ ‫(‪[ -) ١٣٦٨‬‬

‫ها هت ال ت ي ن ئ ذ ي د الثؤ ال ث ذ وس ق‪3 ،‬ات‪:‬‬ ‫ف ئ ئ خال د اث لخغ‪،‬‬


‫خدتثا أثو بكر ي‬

‫‪ .‬ب ال م دين ة ‪ ،‬دون‬ ‫ت م ن ت أبا يريد ا ل م دي ن ي ‪ ،‬م ولت ‪ :‬ه ا م أب و ه ريره عأى مغتر ن ن و ل الل ه‬

‫للإ ئ لا م‪ ،‬ا ل ح م د لل ه‬ ‫هزيزه‬ ‫أ غ ذ ى أبا‬ ‫‪ ٠‬ا ل ح م د لل ه ال ذ ي‬


‫‪٠‬‬ ‫ت‪:‬‬ ‫مما‬ ‫‪ .‬ب عئثة‪،‬‬ ‫ر ئ و ل الل ه‬ ‫تقا م‬

‫نثه‬ ‫ن خ ن ن‬ ‫ف‬ ‫ه ريره ب م ح م د‬ ‫أيي‬ ‫غل ى‬ ‫م ن‬ ‫؛! ذ ي‬ ‫ف خ ن ن لل ‪4‬‬ ‫هزيزه البيان ‪4‬‬ ‫‪IjI‬‬ ‫؛ أ د ي ءع لمأ‬

‫ال ذ ي أ ط ع مني ا ل ح مير‪ ،‬وأن س ي ا ل حرين‪ ،‬ا ل ح م د لل ه ال ذ ي زو جيي يم ت عنوان تجذنا مح ق‬

‫م " إل قا ت‪":‬و ئ ‪ 3‬ل ت م ‪ ،‬ش ق ي‬ ‫ل من؛ محا بم ي م ض ‪ ،‬ي خ ش ثأ بممحا كن ا أ بم‬


‫فف ا بال ه و ى‪ C‬ويقت ل ون بالثتتسب " ‪٠٠‬‬
‫ي م ن إما رة الصتثا ن‪ ،‬ي حأك م ون ي‬ ‫مح د ا ق ز ب ‪ ،‬ز ئ‬

‫ب ده لو أن ال دي ن ت شبالضيا قالت م م أقزا ر "‬


‫أ م حوا يا ض وو خ‪ ،‬وال ذ ي ي ي ج‬
SuffeEhli 422

Ebû Yezîd el-Medînî der ki: Ebû Hureyre, Medine'de Resûlullah'ın


sallallahu aleyhi vESBİlem) minberine çıktı. Hz. Peygamber’in durduğu merdivenden(
bir aşağıda durdu ve şöyle dedi: “Ebû Hureyre’ye hidâyet edip İslam'a ileten
.Allalı'a hamdolsun. Ebû Hureyre'ye Kur'ân'ı öğreten Allah'a hamdolsun
Ebû Hureyre'ye Muhammed'i lütfeden Allah'a hamdolsun. Bana ekmek
yediren ve ipek giydiren Allah'a hamdolsun. Karın tokluğu karşılığında
hizmet ettiğim Ğazvân'ın kızıyla evlendiren Allah'a hamdolsun. o beni
”.geçindirdi, beni geçindirdiği gibi ben de onu geçindirdim
Sonra şöyle devam etti: “Yaklaşan bir l^tülükten dolayı Arapların vay
haline, çocukların saltanatından dolayı vay haline. Saltanatlarında keyiflerine
”.göre hükmedip, kızdıklarım öldürürler
,Ey Ferrûh'un evlatları! Canım elinde olana yemin ederim ki, İslam“
Süreyya yıldızında bile olsa bir gün milletler sizden onu devralır.”

‫ خ ا؛ثن ا‬، ‫ح م‬ ‫بن‬ ‫ حدق ا مه د الثؤ ن أ ح م د‬، ‫ ] حدثن ا أبو تك ر بن مال ك‬rA i ^ [ - ) ١٣٧١(

‫ ص أيي‬، ‫م عب ا س‬ ‫مد‬ ، ‫ ص أبي ز م‬،‫ ص د ط أن رم‬، ‫دن م ت‬° ‫ءئ‬- ‫ ح د ئ‬،‫أ ي‬


،‫ و ش م ت بخ م س‬، ‫ ه أ ئ ي ت غلى خ ن ي‬،‫ آا كا ن ت لي ح م س عشزة ث منه‬:3 ‫ ه ا‬،‫هزيزه‬

" ‫وبص ت حئث ا فيع ر ي‬

Ebû Hureyre der İri: “Benim on beş hurmam vardı. Beşiyle iftar ettim,
beşiyle sahurumu yaptım, iftarıma da beş tane kaldı.”

‫ ح دبئ ى‬، ‫ حدق ا مه د الل ه س أ خ ن ذ‬، ‫ ] حدتما أبو بكر بن مال ك‬٣ ٨ ٤ ٨ [ - ) ١٣٧٢(

‫ أن‬، ^ ١ ‫ ص \ ل‬،‫ ي ش مح د ي‬، ‫ خأ ك إشثا مه د‬، ‫^ ئ ض‬ ‫ه م‬


١ ‫غبد‬ ،‫أ ى‬

‫ " لو ال‬:‫ ق ا ت‬، ‫يؤم ا‬ ‫ا ل ث ؤط‬ ‫هزهع حمل ته ا‬ ‫ج ئ ه هد ع م ت ه أ‬


‫ "كانت ل ه ز ت‬،‫أي ئزيزه‬

٠٠ 4‫ اد<مح ب ي هأن ت لث‬، ‫ ون كت ي تأبي ع ك مم ن يزءيني ب من ك‬،‫ ^ ^ ^ لأعشي ك به‬١

Ebu’l-Mütevekkil bildiriyor: Ebû Hureyre’nin, yaptıkları dolayısıyla


kendisine sıkıntılar veren zenci bir cariyesi vardı. Bir gün dövmek üzere
kamçısını kaldırdı, sonra da şöyle dedi: “Şâyet kısas olmasaydı bayılana
kadar seni bununla döverdim. Ancak seni, bedelini tamamıyla bana verecek
olana (Allah’a) satacağım! Git, Allah rızası için özgürsün!”
Ebû Hureyre 423

‫ خدتثا إ ي ا ه م ئ إشتا ى‬،‫ط ا و خ ش ثن ال ما س‬ ‫ خدثثا‬٤٣٨٤/^[ - ) ١٣٧٣(

،‫ ص ي حيى بن أبي محير‬،‫ حدثن ا أثوبي‬،‫ حدثن ا خث ائ‬،‫ حدثن ا عتيد الل ه بن غنز‬، ‫ال مب ي‬

،‫ثا ئزيزة‬1 ‫ ^ ^ ؛شفب‬١ :‫ ق ك‬،‫ أن ي هزمه مرح ن هذ ح ك عثه أغ وذة‬،‫ص أيي شثنة‬

‫ يوشلئ أن يا ئ غلى القاسي زنا ن بكون ال نؤ ت‬، ‫ يا ط ن أ‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ الل ه م ال ر ج ع ه ا‬: 3 ‫مما‬

" ‫أ خ ي إ ر ا خ د م بن ا ش ب ا ل آ م‬

Ebû Seleme bildiriyor: Ebû Hureyre hast‫^؛‬anmrştr. Ziyaret etmek için


!yanma gittim. “Allahım! Ebû Hureyre'ye şifa ver” deyince, kendisi “Allahım
Kabul etme” dedi. Sonra şöyle devam etti: “Ey Ebû Seleme! Yakında
insanlar öyle bir zamanda yaşayacaklar ki; onlar için ölüm kırmızı altından
daha değerli olacak.”

‫ حدبن ا م ح م د‬، ‫ خ ا؛ثن ا إبراهي م ا ل مب ي‬،‫ ] خ ا؛ثن ا عتذ الل ه بن العب ا س‬٣ ٨ ٧ ١ [ -) ١٣٧٤(

‫ قات أبو‬:‫ قات‬،‫ عن عطاء‬،‫ حدت ا حات م بن راشد‬، ‫حدبن ا ال ح س ث ذ مو ت ى‬ ‫بن‬

‫قيذب ق أ ش ش ؤ ث‬
‫م‬ ■ ‫ ءإن م م غ همن أ خ د م ي يده ه ' ه‬،‫زأقز ي ق‬ :‫غ ريرة‬

،‫ م‬1‫ ومح طع ت ا لأر ح‬،‫ وبهرن لأل؛م‬، ‫محفلم‬،‫ نبيع ائ‬،٤^ ^ ١ ‫ محرت‬٩ : ‫أغا ف أن تدركني‬

٠٠‫^ مزا مير‬١^ ١‫ب خذون‬


‫ نس أ نب ئ م‬،‫وئع ت ا ل ج الوزم‬

Ebû Hureyre der ki: “Altı şey görüldüğü zaman her kimin ölmek elinden
geliyorsa bunu yapsın! Bu yüzden ben de bunları görmemek için önceden
ölmeyi diliyorum. Bu altı şeyden biri, sefihlerin yönetici olmasıdır. İkincisi,
hükümlerin parayla satın alınmasıdır, üçüncüsü, kişinin kanının değersiz
görülmesidir. Dördüncüsü, akrabalarla ilişkilerin kesilmesidir. Beşincisi,
cihada çıkacak askerin bulunmamasıdır. Altıncısı da Kur'ân’ı nağme aracı
kılan bir neslin ortaya çıkmasıdır.”

‫ ح د ظ أ خ ئ ذ‬، ‫ حدق ا إبزا م أ بن م ح م د بن \ ل ح ث ن‬، ‫ ا حدث ا أبي‬٣٨٥/١ ‫ ل‬-) ١٣٧٥(

‫ أن م حه بن‬٤^ ^ ^ ١ ‫ غذ ثريت ئن ز م‬، ‫ ح دبثى ع مرو بن انحا رث‬، ‫ئذ تمح ز ي زغ ب‬


،‫ ^ ^ ي ح م د حرم ة ح هل ب‬١ ‫ ] أي هزيره أ ق د في‬٣٨٥٨ [ ‫أن‬ ، ‫ ل ك اإا؛زظىج‬1‫أيي م‬
424 SuffeEhli

‫ ي ك ف ي‬:‫ ممل ئ ثق‬، ‫ أ ؤ ي ع ا ل ط ر ق أل لم ي ر يا اب ن أ ي مال ك‬:‫ ق ا ت‬،‫وهز يؤم ئ ذ حليم ة ل م وان‬

‫ أو سع ال ط ر ق أل لمير وا ل ح رم ة عل ت ه‬: ‫ ق ا د‬، ‫ف ذ ا‬

Sa’lebe b. Ebî Mâlik el-Kurazî'nin naklettiğine göre Ebû Hureyre sırtında


bir bağ odunla çarşıya çıkmıştı, o gün Mervan'ın temsilcisiydi. Bana “Vali
için yolu aç, ey ibn Ebî Mâlik!” dedi. Ben ona “Bu kadar yeter” deyince,
kendisi “Valinin yolunu aç” dedi. Odun da sırtındaydı.

‫ حدثن ا أ خ ن د‬،‫ حدثما إبراهي م بن م ح م د بن ا لخنن‬،‫ ] حدثت ا أيي‬٣ ٨ ٠ ٨ [ ")١٣٧٦(

‫ بش ر ج ت‬: ‫ قا ت‬، ‫ ع ن ض االس ؤ د‬، ‫ ح د ش إبراهي م ب ن م ح ب‬، ‫ ح د قا ا ئ ذ وه ب‬، ‫ئ ذ شثبم د‬

‫مم يا‬ ‫ ق‬:)3 ‫ هما‬،‫دارا ب ال م دين ة ; ث لما هزغ ب ه م أثو ه ريره عل ته ا وه و واقمحت عل ى ثا ب داره‬

‫ ؛جثي ظى‬:‫ت أبو ه ريرة‬، ‫ظئ م؛ا‬ :،3‫ ظ أكت ب ع ر باد ب ذايي>؟ دا‬،‫ص ه ريره‬

، ‫ ب س نا هل ت يا ف ي خ‬:‫ ا لأعرابي‬3 ‫ مما‬، ، ^ ١^ ‫ ؤا ج ن غ‬، ‫ نئن لل ئ ك ل‬، ‫ اب ن لل ح ر ا ب‬: ‫با به ا‬

". ‫ ف ذا أب و هزيزه ض ا ج ي ون و ل الل ه‬،‫ ويحلف‬:^١^ ١‫مما د ض ا ج ي‬

Ebu’l-Esved der ki: Bir adam Medine'de bir ev inşa etti. Adam inşaatı
bitirmiş kapısında dururken Ebû Hureyre'nin yolu oradan geçti. Adam “Ey
Ebû Hureyre, dur! Evimin kapısına ne yazayım?” dedi. Orada bir de bedevi
duruyordu. Ebû Hureyre dedi ‫ثظ‬: “Şöyle yaz; Yap yıkılsın, çocuk yap ölsün,
biriktir mirasçı yesin.” ö b ü r taraftan bedevi; “Ne kadar kötü söyledin
ihtiyar!” deyince, ev sahibi şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bu adam
R e s f ı l ı ı l l a h ' ı n (sallallahu aleyhi vesellam) sahabisidir.”

Abdullah b. Abdi'l-Esed
Abdullah b. el-Mübârek’e göre, Abdullah b. Abdi’l-Esed Ebû
Seleme el-Mahzûm‫؟‬, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Kendisi iki hicrete
katılanlardan biriydi. Uhud savaşından sonra, savaşta aldığı bir yara
sonucu vefat etmiştir.
Takrîb 1241
Suffe Ehli 425

Abdullah b. Havâle
Ebû İsâ et-Tirmizî’ye göre, Abdullah b. Havâle el-Ezdî Ehl-i Suffe’den
sayılmıştır. Kendisi Şam’a yerleşenler sahabedendi.
Takrîb 1402-z

Abdullah b. Ümitli Mektûm


Ebû Rezîn’e göre Abdullah b. Ümmi Mektûm Ehl-i Suffe’den
sayılmıştır. Bedir’den kısa bir süre sonra Medine’ye geldi ve Suffe’ye (Ebû
Rezîn’e) arkadaşlarla birlikte yerleşti. Resûlullah (sallallahu aleyhi veselİEm) Gizâ evine
yerleştirdi ki bu ev, Mahreme b. Nevfel’in evidir. Abese suresindeki “Âma
yanma geldi diye, yüzünü ekşitti ve başka yöne döndü ”1 âyet onunla
ilgili nazil olmuştur.
Takrîb 4013

Abdullah b. Anır b. Harâm


Ahmed b. Hilâl eş-Şatavî’ye göre, Abdullah b. Amr b. Harâm el-Ensârî
es-Sülemî Ebû Câbir, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Kendisi Uhud’da şehid
olduktan sonra Allah’ın izniyle canlanıp savaşa teşvik konuşması yapan
kişidir. Ayrıca Akabe ve Bedir ehlinden olup kabilesinin temsilcisi idi.
Takrîb 3521

Abdullah b. Uneys
Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Abdullah b. Uneys, Ehl-i
Suffe’den kabul edilmiştir. Cüheyne kabilesinin çölde oturanlarından olup
daha sonra Ramazan ayında bir gece Medine’ye gelip Mescid-i Nebevî’de
Suffe ahalisiyle birlikte gecelemiştir. Kıyamet gününde sembol olarak
taşıması için Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) verdiği hurma dalının sahibidir.
Takrîb 1527, Takrîb 2432

1 Abese Sur. 1
426 Suffe Ehli

Abdullah b. Zeyd el-Cühenî


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre, Abdullah b. Zeyd el-Cühenî,
Ehl-i Suffe’den kabul edilir. Vakıdî’nin dediğine göre; Mekke Fethinde
Cüheyne kabilesinin sancağını taşıyan dört kişiden biriydi. Muâviye
döneminde vefat etti.
Takrîb 4540

Abdullah b. el-Hâris b. Cez'


Abdullah b. el-Hâris b. Cez’ ez-Zübeydî, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır.
Mahmiyye b. Cez’in yeğeni olduğunu söylerler. Daha sonra Mısır’a göçtü,
son günlerinde gözleri görmez oldu. Allah’ı zikir ve teşbihle uğraşıp
insanlarla görüşmez olmuştu.
Takrîb 4140, Takrîb 406

Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Ömer b. H attâb’m oğlu
Abdullah, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Daha önce bazı sözlerini ve hallerini;
Mescid-i Nebevî’nin müdavimlerinden olduğunu ve devamlı oraya sığınıp
orada yaşadığını anlatmıştık.
Takrîb 2680, Takrîb 3873-a

Abdurrahman b. Kurt
Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Abdurrahman b. Kurt da,
Ehl-i Suffe arasında sayılmıştır.
Takrîb 4138
Suffe Ehli 427

Abdurrahman b. Cebr b. Amr


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Abdurrahman b. Cebr Ebû
Ubeys el-Ensârî el-Hârisî, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır.
Takrîb 4435-a

Ukbe b. Âmir el-Cühenî


Ukbe b. Âmir el-Cühenî, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Onlara
karışanlardan biriydi. Mısır’a yerleşip orada vefat etti.
Takrîb 2568, Takrîb 3927, Takrîb 1079, Takrîb 1081

Abbâd b. Hâlid el-Gîfârî


Vâkıdî’ye göre Abbâd b. Hâlid el-Ğifârî, Ehl-i Suffe’den kabul edilir.
Ayrıca, Hudeybiye’de kuyuya okla inenin kendisi olduğunu söyler.
Takrîb 2932

Amr b. Avf el-Müzenî


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Amr b. Avf el-Müzenî, Ehl-i
Suffe’den kabul edilir.
Takrîb 1775, Takrîb 330, Takrîb 2686

Amr b. Tağlîb
Amr b. Tağlib, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Kendisi Suffe’de yaşamış daha
sonra Basra’ya yerleşmiştir.
Takrîb 3588
428 Suffe Ehli

Uveym b. Sâıde el-Ensârî


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Uveym b. Sâide el-Ensârî,
Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Kendisi Amr b. Avf oğullarının müttefiki olarak
Bedir’e iştirak edenlerdendir. Onlardan olduğunu söyleyenler de vardır.
Takrîb 3645, Takrîb 4097, Takrîb 75, Takrîb 711

Resulullah'm (sallallahu aleyhi veseUem) AZddll K.ÖİCS‫؛‬


Ubeyd
Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrf ye göre Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem)
azadlı kölesi Ubeyd, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Naklettiğine göre; kendisi
Ebû Âmir el-Eş’arî’dir ve Huneyn savaşında şehid edilmiştir. Aslında ise Ebû
Âmir el-Eş’arî Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) azadlı kölesi olan Ubeyd
değildir.
Takrîb 1045

Ukkâşe b. Mıhsan el-Esedî


Ebû Abdillah el-Hâfız en-Nisâbûrî’ye göre Ukkâşe b. Mihsan el-Esedî,
Ashâb-ı Suffe’den sayılmıştır. Ukkâşe, Buzâha savaşında şehid olmuştur.
O nu Ridde savaşlarında Tuleyha öldürmüştür.
Takrîb 4385

İrbâd b. Sâriye
îrbâd b. Sâriye, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Kendisi (savaşa katılmaya
imkân bulamadıkları için) ağlayanlardandı. “Sarf edecek bir şey
bulamadıklarından, üzüntüyle gözlerinden gözyaşı döke döke geri
dönenler...”1 âyeti onlarla ilgili nazil olmuştu.

1Tevbe Sur. 92
Suffe Ehli 429

Takrîb 691, Takrîb 3560, Takrîb 3561, Takrîb 3562

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: İbnu’l-A’râbî’nin ayn harfi


bölümünde Ehl-i Suffe’den sayıp, Sülemî’nin saymadığı isimler:

Abdullah b. Hubşî
Ebû Saïd b. el-A’râbî, Abdullah b. Hubşî el-Has’amî’yi Ashâb-ı Suffe’den
sayar.
Takrîb 57

Utbe b. Abd
Ebû Saïd b. el-A’râbî, Utbe b. Abd es-Sülemî’yi, Ehl-i Suffe’den sayar.
Takrîb 3985, Takrîb 3891

Utbe b. en-Nudder
Ebû Saïd b. el-A’râbî, Utbe b. en-Nudder es-Sülemî’yi Ehl-i Suffe’den
sayar.
Takrîb 2499

Amr b. Abese
Ebû Saïd b. el-A’râbî, Amr b. Abese es-Sülemî’yi Ehl-i Suffe’den sayar.
Takrîb 3164, Takrîb ,3592
430 Suffe Ehli

Ubâde b. Kurs
Ubâde b. Kurs veya Kurt, Ebû Saîd b. el-A’râbî onu da Ehl-i Suffe’den
saymıştır.
Takrîb 3699

iyâd b. Himâr el-Mucâcişiî’yi, Ebû Saîd b. el-A’râbî Ehl-i Suffe’den


saymıştır.
Takrîb 4386-a, Takrîb 2828

Fadâle b. Ubeyd
Fadâle b. Ubeyd el-Ensârî’yi İbnu’l-A’râbî Ehl-i Suffe’den saymıştır.
Takrîb 3865
‫ ثن ا م ح ب بن إبراهي م‬، ‫ ^؛ بن ا ل ح ك م‬١
^ ‫ ثن ا ن ح ئ د بن ؛‬،‫حدثن ا أيي‬ ‫ ا‬١١٧٢[ ")١٤ ١٩(
، ‫ محني‬Ü 3. ‫ ع ن م حا ؟ه‬، ‫ ء ن مح' ج ي ب ن تر ي د‬، ‫لتي ل ش د ي ن‬ ،‫ ثن ا ب شير ب ن زاذا ن‬،‫ال د ؤ ر ق ي‬

‫ أ ح ب |لجج م ن ؛ لأي‬،‫ات حثة من ح زب و‬-‫ ^ م ث و م ني متة‬١ 0‫ " لأن أع ل م أ‬:‫بوت‬


‫أثق "ى ن م‬

" ^ * ‫ ^ ؛‬١‫ الن 'ل قثغالى ق ولت ؤإ ك يتقبل ال ق ث ن‬،‫وظ مهم‬


Fadâle b. Ubeyd şöyle derdi: “Allah’ın, hardal tanesi kadarlık da olsa bir
amelimi kabul etmiş olduğunu bilmem, benim için dünyadan ve
içindekilerden daha iyidir. Çünkü Allah şöyle buyurur: “Allah ancak
takvâ sahiplerinden kabul eder.”1

Furât b. Hayyan
Ebû Abdirrahmân es-Sülemî, Süfyan es-Sevrî’ye dayanarak Furât b.
Hayyân el-iclî’yi Ehl-i Suffe’den saymıştır.

1MâideSur. 27
Suffe Ehli 431

Takrîb 5, Takrîb 1061

Kurre b. İyâs el-Müzenî Ebû Muâviye, İbnu’l-A’râbî tarafından Ehl-i


Suffe’den sayılmıştır.
Takrîb 3870

Kennâz b. el-Husayn
Ebû Abdirrahman es-Sülemî, Kennâz b. el-Husayn Ebû Mersed el-
Ğanevî’yi Ehl-i Suffe’den saymıştır. Bunu Vâkidî ve Ebû Abdillah el-Hâfız’a
dayandırır. Kennâz, Hamza b. Abdilmuttalib’in müttefiki idi ve Bedir
savaşına katılmıştır.
Takrîb 637

Ka'b b. Amr
Ka’b b. Amr Ebu’l-Yesr el-Ensârî, Ebû Abdillah el-Hâfız tarafından Ehl-i
Suffe’den sayılmıştır. Kendisi Bedir Savaşma katışanlardan biriydi.
Takrîb 2375, Takrîb 1953

ReSUİUİlah m (sallallahu aleyhi vesellem) AZâdll KÖlCSl


Ebû Kebşe
Ebû Abdillâh el-Hâfız’a göre Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) azadlı kölesi
Ebû Kebşe, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır.
Takrîb 2098, Takrîb 3953
432 Suffe Ehli

Mus'ab b. Umeyr
Muhammed b. İshâk onu Ehl-i Suffe’den saymıştır.

Mikdâd b. el-Esved
Muhammed b. Yahyâ ed-Duelî’ye göre, Mikdâd b. el-Esved, Ehl-i
SufFe’den sayılmıştır. İkisinden daha önce Muhâcirler tabakasında
bahsetmiştik.

Mıstah b. Esâse
Ebû Abdillah el-Hâfız’a göre Mıstah b. Esâse Ebû Abbâd, Ehl-i Suffe’den
sayılmıştır. Hz. Âişe’ye iftira hadisinde de adı geçer. Fakir ve gariban
olduğundan Ebû Bekr Es-Sıddîk’ın yardım ettiği kişidir. İleri geri
konuşunca yardım etmemeye yemin etti. “Kusurları bağışlasınlar ve
aldırmasınlar. Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? ”1
âyeti nazil olunca Hz. Ebû Bekr yardım etmeye devam etti ve “Evet, Allah’ın
beni bağışlamasından hoşlanırım” dedi.

Mes'ûd b. er-Rabi'
Ebû Abdillah el-Hâfız’a göre Mes’ûd b. er-Rabi’ el-Kârî, Ehl-i Suffe’den
sayılmıştır.
Takrîb 1363

Muâz Ebû Halîme


Ebû Abdillah el-Hafız’a göre Muâz Ebû Halîme el-Kârî, Ehl-i Suffe’den
sayılmıştır.

1Mâide Sur. 27
SujfeEhli 433

،‫ ثن ا عتذ الل ه بن م ح م د التع وي‬،‫ ا أ ] حدثن ا أ ح م د بن م ح م د بن يوئفث‬/ \ [ -) ١٤٢٩(

،‫د‬ ‫م حم‬ ‫عن أ ي بك ر بن‬ ‫ع‬


،‫ش بن ت يد‬ ‫ق‬ ‫ثنا‬ ،‫د ب ن ريد‬ ‫حما‬ ‫عن‬ ‫م‬ ‫ثنا مح لل‬
،‫ذ ا ه ب ن ع ر‬

، ‫ نجغل ت أ ح في قواءق‬، ‫ق م ت أض ر م ن ال م‬ ‫قاتت زازئثا ابنه ع م بن عبد‬


‫ ؤثه نا كان يوقظثا ألل م إ ال هناءة ئغاؤ‬،،١١^ ^ ‫ت ه ر‬
‫قال ئ لي؛ ثا اثن أي ي؛ " أ ال ج‬

‫ر ح‬
" ‫أت ب‬ ‫ ^ ^ ض‬١
Yahyâ b. Saîd, Ebû Bekr b. Muhammed’in şöyle dediğini naklediyor:
Ömer b. Abdirrahman’ın kızı bizi ziyarete gelmişti. Gece namaz kılmaya
kalktığımda sesimi kısarak namaz kılmaya başladım. Bana: “Yeğenim!
Neden sesli namaz kılmıyorsun? Geceleri bizi uyandıran tek şey, Ebû
Eyyûb’un azadlı kölesi Muâz el-Kârî’nin sesli kıraati olurdu” dedi.

vâ$‫؛‬leb. el-Eska'
Vasile b. el-Eska’, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Orada yaşayanlardandı.
Bunu Vâkıdi ve Yahyâ b. Maîn söylerler. Vâkıdî der ki: “Vâsile, Müslüman
olduğunda Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Tebûk için hazırlık yapıyordu.”
Takrîb 3869, Takrîb 3884, Takrîb 3 0 3 ‫ل‬, Takrîb 4061

vâbisa b. Ma'bed
Vâbisa b. Ma’bed el-Cühenî, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır. Eyyûb b.
Mekrez diyor ki: Vâbisa fakirlerle arkadaş olur ve “Onlar benim Resûlullah
(sallallahu aleyhi vesellem) zamanındaki kardeşlerimdir” derdi. Vâbisa, Rakka’ya

yerleşti ve orada vefat etti.


Takrîb 277 ‫ر‬

Muğîre b. Şu’be’nin azadlı kölesi Hilâl, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır.


Takrîb 3615
434 Suffe Ehli

Yesâr Ebû Fukeyhe


Muhammed b. İshâk’a göre Safvân b. Umeyye’nin azadlı kölesi Yesâr
Ebû Fukeyhe, Ehl-i Suffe’den sayılmıştır.
Takrîb 2494

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki:


Şeyh Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin zikrettiği ve Suffe’de
yaşadıklarını saydığı isimlere geldik.
Sülemî, ilk dönem selefilerin tanımladığı şekliyle tasavvufa dâhil
olup mükemmel bir itinayla düzenleyen kişilerden kabul ettiğimiz
insanlardandır. Onların ulviyetine saygılı olmuş, yollarına bağlı
kalmış ve izlerini takip etmiştir. Bu grubun cahillerinin
yaptıklarından, hevesine kapılanlardan ve bozguncularından uzak
durmuştur ve onları reddetmiştir.
Çünkü ona göre bu yolun hakikati; Resûlullah’m (sallallahu aleyhi
vesellem ) bildirdiği, vazettiği, gösterip, işaret ettiğine uymaktır. Sonra
mutasavvıf âlimlere, hadis ravilerine ve fıkıh âlimlerine ittiba
etmektir.
Bu sebeple; her yönüyle alm açık, güvenilir, Ebû Saîd İbnu’l-
A’râbî’nin saydığı isimleri ekledim. Kendisi tasavvuf hadislerinin
ravilerinin ileri gelenlerinden biriydi, mutasavıfların sîreti, halleri,
yolculukları, çileleri ve sözlerinin nakledilmesiyle ilgili meşhur
tasnifleri vardır.
Sonra da onun sayesinde kitabm geri kalan bölümünde tabiini
zikretmeyi tercih ettim. Çünkü kendisi tasavvuf ehlinin tabakatını
telif etmeye başlamıştır.
İnşallah her tabakadan birkaç kişinin adım zikretmekle
yetineceğim. Bulabilirsem her birine dair bir müsned hadis, bir, iki
veya üç tane de hikâye nakledeceğim. Allah nasib ederse, O’na
güvendim, O’nun güzel yardımına dayandım. Çünkü yardım edecek
o la n O ’dur...
Sülemî ve Ibm ı’l-A’râbî’nin zikretmediği Suffe sakinleri ve Mescid-
i Nebevî müdavimleri.
Suffe Ehli 435

Beşîr b. el-Hasâsiyye
Beşîr b. Ma'bed b. Şurahbîl b. Seb’ b. Dubar b. Sedûs, Cahiliye
dönemindeki adı Nezîr veya Zaham idi. Resûlullah’a (sallallahu aleyhi
vesellem) hicret edince ona Beşîr adım verdi ve Suffe’ye yerleştirdi.

Takrîb 1319
M uhamm ed b. Abdilkerîm bildiriyor: Rabîatu’l-Feres’e bu ismin konulm a
sebebi şöyledir. Babası Nizâr b. Ma’d’m bir atı, deriden bir çadırı ve bir de
merkebi vardı. Atı en büyük oğlu Rabîaya, çadırı ortanca oğlu M udar’a,
merkebi de üçüncü oğlu olan İyâd’a verdi. Bundan dolayıdır ki onlara
Rabîatu’l-Feres (At sahibi Rabîa), Mudar el-Ham râ (Çadır sahibi Mudar)
ve İyâd el-Himâr (Merkeb sahibi İyâd) denilmiştir.

ResûluIIah'm Azadlı Kölesi Ebû Muveyhıbe


Resûlullah’ın azadlı kölesi Ebû. Müveyhibe Mescid-i Nebevi’de yatar,
Ehl-i Suffe’ye karışırdı.
Takrîb 1320

ResûluIIah’m Azadlı Kölesi Ebû Asîb


ResûluIIah’m azadlı kölesi Ebû Asîb de Mescid-i Nebevi’de yatar, Ehl-
Suffe’ye karışırdı.
Takrîb 3903

Ebû Reyhâne
Ebû Reyhâne Şem’ûn el-Ezdî veya el-Ensârî, çalışkan müdafilerdendi.
Ehl-i Suffe içinde sayılmıştır.
Takrîb 712-a, Takrîb 173, Takrîb 1065
436 SuffeEhli

‫ثن ا‬ ، ‫ ثن ا م ح ئ ذ بن م ص ع ب‬، ‫ عن عب ا س بن م ح ئ د بن خ اب م‬،‫ ا و حمدث ت‬٢٩/٢ ‫ ل‬- ) ١٤٤٤(


‫ه ل م أ قدم ظى أئيؤ‬ ‫ أي رإ حأئه ؤ ن‬0‫ أ‬، ‫ صض منه بن حبي ب‬C‫أبو بكر بن أيي م رت م‬
‫بمر‬ ‫ قا م‬،‫ ئنث ا ان صزمح ن إ ر بس ه‬،‫ا ل عق اء ا الخ رة‬ ‫ص ر‬ ‫ح ر ج إ ز ا لخن ج د ه‬ ‫م‬ ،‫حت ق ى‬
‫ وشمع ا ل م ودن ث ث د عقه ثق ابه‬، ‫ محلي ترنأ "كدللف ح ش طل ع ا ل م م‬، ‫فوزه وي حت م ه ا‬ ‫تفتت ح‬

‫م‬ ‫ ب‬، ‫ة ك ث في ع روتلث ت ا ك ث‬ ‫ي ا أب ا ري ح ا‬ ‫ ه ما ل ت ثث صاح سق‬، ‫ك م ج ا ر ا لخن ج د‬


‫ول ك ن‬ ‫ك ا ذ ثل ي ثصي ب‬ ‫ ش ا ثقت‬:‫ ق ات‬،‫ ئت ا ك ا ن لى فيل ق تحس ب أؤ ح ظ‬، ‫ق زن ث ا ال ذ‬
‫ قل بي يهوى‬3 ‫ را‬U ١١ ‫ت‬3 ‫ زظ اث إ؛ي فعلملث عش؟ قا‬، 4‫ث ظ ي ري حال‬،‫ئ ي ن ث عش كء قانلم‬

" ‫جنن ا وص فن الق م ن لت ا سه ا وأزوا جه ا و ف ه ا زن ا ح ي ت ؛ ي غشت ا ل خ ر طلخ ا ل م حن‬


Damra b. Habîb bildiriyor: Ebû Reyhâne seferinden ailesine döndüğü
zaman akşam yemeğini yiyip Mescid’e çıkarak yatsı namazını kıldı. Evine
döndüğü zaman kalkıp sûreleri peş peşe ©kuyarak namaz kılmaya başladı.
Fecir vakti müezzinin sesini duyunca M escidi gitmek için elbiselerini
giyince 1‫ ل ص س ل‬: ،‘Ey Ebû Reyhâne! Sen uzun bir süredir gazalara katılarak
yoruldun. Bu arada biz senin yüzünü dahi göremedik. Acaba bizim senin
üzerinde bir hakkımız yok mudur?” dedi. Ebû Reyhâne: “Evet! Allah’a
yemin ederim ki senin benim üzerimde bir hakkın vardır. Fakat ben bunu
unuttum ” diye cevap verince, hanımı: “Feki seni bu kadar meşgul eden şey
nedir?” diye sordu. Ebû Reyhâne: “Allah’ın, cennet giyecekleri, hanımları ve
onun nimetleri ‫س آل‬ ^ ‫ ط‬söylediklerini düşünüyordum, dalmışım. Kendime
geldiğimde fecir vakti olmuştu” karşılığını verdi.

Ebû Sa'lebe el'Huşenı


Ebû Sa’lebe el-Huşem şarabilerdendir ve Ehl-i Suffe içinde adı
zikredilmiştir.
Takrîb2458, Taltrîh278: T ^rîh 1613-a

‫ ثن ا هم م و ثن‬،‫ ثعا أثو بكر س أيي ع ا ص م‬،‫بدار‬


‫ح دبنا أ خئ د بن م‬ [r>h] -((١٤٤٨
‫ غ ابن بن م ح م د‬، ‫ نحا خال د بن م ح م د ثغ ا ؤئؤ أث و م ح م د وأ ح م د ائث ا حال د ا ل وئ ئ‬،‫عتت ا ن‬

‫ " ش لأر ج و‬:‫ مولت‬٤^ ٠^ ١‫ت أي بئقه‬ ‫ ش م ع‬:‫يمول‬


‫أ‬ ، ‫ ^ ؛‬١^ ١‫ ; ت م ن ت أي‬3 ‫ه ا‬ ‫ئ‬ ‫ني ز‬
Suffe Ehli 437

‫ئ ؤي م ش في ج و ف‬ ‫ن س ما‬ :‫ ق ات‬٤^ ^ ١ ‫ه كن ا أز؛ؤلم ثخثئ و ذ عند‬ ‫يخشي ا ه‬ ‫ال‬ ‫أن‬


‫ش ا نسمفل ت هزعه ق ا ذ ث أثف ا أس‬، ‫ و ت ايمته أ ة أث اث ا قد ن ا ث‬،‫ قبهس ؤئؤ محاح د‬، ‫ال م‬
‫ ئم"كته وئمخ بم ي‬،‫ ئأيق ظتة ء و ج دبه م ا ج دا‬C‫ محادئه ه ل م ي جبه ا‬،‫ في م ح الة‬:‫أيي؟ قاث ث‬
‫ن وا ا ا‬

Ebu’z-Zâhiriyye, Ebû Sa’lebe el-Huşenî’nin şöyle dediğini nakleder:


“Allah’tan ölüm anında, sizlerde gördüğüm gibi bana da can çektirmemesini
umarım.” Bir gün gece yarısı namaz kılarken secde halindeyken vefat etti.
Kızı, rüyasında babasının vefat ettiğini görünce korkarak uyandı ve
annesine: “Babam nerede?” diye sordu. Annesi: “Namazgâhında” deyince,
kız babasına seslendi ve ondan cevap Ramayınca babasını uyarmak için
yamna gitti ve secde halinde olduğunu gördü. O na dokununca, Ebû Sa’lebe
yan tarafına ölü olarak düştü.

،‫ ثن ا إن ما م ح د بن إن ح ا ق ا ل س راج‬،‫بن حبيش‬,‫ ] حدثت ا م ح م د بن عل ي‬٣١/‫ [ ؟‬-) ١٤٤٩(


‫ال‬ ‫أن‬ ‫ال ر ج و‬ ‫\ل‬ " : ‫ "ىن ثق ون‬،‫منته‬ \‫(ل‬ ‫ أن‬،‫ ظ المو؛لب ذ بن ن شبم‬،‫ثط ذ ود بن رغيد‬
، ‫ اد تأذ ى يا عثد ال ؤ ح م ن‬،‫ ء ق ما ه و في ص ح ة داوم‬: ‫قاد‬ ‫ "ك م ا‬. ‫ي خئقغ ي الثث‬

‫ أ ز من ج د يته نح ز‬،‫أخ مع ب ائ م ؤ ت‬ ‫محلما‬ ‫نقد مح ل غيد الؤ ح م ن ئغ ر وئ ل الثؤ ي ه‬


٠٠ ‫ ئن ا ث ؤئؤ سا ج د‬،‫ت ا ج دا‬

Velîd b. Müslim’in naklettiğine göre Ebû Sa’lebe; “Ben Allah’ın, sizi


boğduğu gibi beni boğmamasını diliyorum” derdi. Bir gün evinin
damındayken “Ey Abdurrahman!” diye seslendi. Abdurrahman ise
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesBİİBm) yanında vefat etmişti, öleceğini hissedince
evinde namaz kıldığı yere geldi ve secdeye kapandı. Secde halindeyken vefat
etti.
i

Rabîa b. Ka’b el-Eslemî de Mescid’den ayrılmayanlardan ve Resûlullah’a


hizmet edenlerdendi. Ehl-i Suffe’yle bağlantısı vardır.
(sallallahu aleyhi vBSBİİBm)

Takrîb 1062, Takrîb 1063


‫‪438‬‬ ‫‪SuffeEhli‬‬

‫‪Ebû Berze el-Eslemî‬‬


‫‪Ebû Berze el-Eslemî Nadle b. Ubeyd. Dünyayı umursamayan ve Allah’ı‬‬
‫‪zikriyle tamnanlardandı. Suffe’ye ve ehline dâhil oldu.‬‬
‫‪Takrîb2099-a‬‬
‫(‪ [ -) ١٤٥٣‬؟‪ ] ٣٢/‬ثن ا أبو بكر بن ح الب ‪ ،‬ثن ا‪ ، ^ ^ ١‬س أيي أست ا ذة ‪ ،‬ثن ا هؤذة بن حلبمم ه ‪،‬‬
‫محا م ف ا ل أ < ا ه غذ أ ي ا ل مبجا ل‪ ،‬قات‪ :‬نق ا 'كا ن زنن أ ر غ ات ذ ز م وقب موا ن‬
‫أي ي ع ما ئ د ي د ا ‪،‬‬ ‫يد ع ون ا لمؤاء بالثهص ة ‪ ،‬غز‬ ‫بالش ا م ‪ ،‬زائن ال ؤ م ب ن ك ه ‪ ،‬وؤق ب ال د ي ن كان وا‬

‫وكا ن ق ي ض ل م حا‪ ،‬قات‪ :‬قات ل ي‪ :‬ا م م ق إ ل ف ذا الث ج ل ا إل ي ص لخخا ب زثول‬

‫‪ ٠‬إ ر أب ي بزره ا لأشلم ي ‪ ،‬محا ن ق م ت مع ه خ ر ن ح ك عق ه ف ي داره‪ ،‬نإ دا ه و ف ي ظال‬ ‫المح‬


‫عل ؤ ل ه ش قن ب في‪ .‬يؤم س د ي د ا ل م ن ج ل ن ت إقه‪ ،‬محادث هأئثأ أيي ي سهئ ع م ة ا ل ح دي ت‪،‬‬
‫وه ا ‪ :3‬ي أي بزره‪ ،‬ي ثن ى؟ ‪ :3U‬يىك‪ 1‬ن أؤأل شيء بكث م به‪ ،‬أن ه ال‪،‬ت " ش أ حت س ب عند‬

‫‪ .‬أبي أصث ح ت ن اختئا غلى أ حياء ق ز م ‪ ،‬وأبك م ننث ر ال ث ز ب كنت م عأى ا ل حا ل‬ ‫\لل ؤ‬
‫ه ثع ث ك م أل إلت ال م‪،‬‬ ‫ا إل ي قد ع ل مت م م ن ج هالسك‪-‬ج والمل ة وال دل ة والصالل ة‪ ،‬وأ‪ 0‬الل ه‬

‫ه حم ر ا لأن ا م‪ ،‬خ ز بل غ بك م ما ثزؤن‪ ،‬وأن هذه ال د ي ه ئ ا ش أ ف ت ذ ت‬ ‫نب ن ع ق د‬


‫خ ؤ م ال ذ؛ ن‬ ‫ثق اتي إ ال عأى ؛ لأي‪ ،‬ن آل ال ذ؛ ن‬ ‫إلث؛فلم ‪ ،‬وإ‪ ^ ١٤ 0‬؛ إل يب الق‪ 1‬م و؛ ش‬
‫ه لء يد ع أ ط ‪ ،‬قا ‪ 3‬ه أبي‪:‬‬ ‫ل ذ يق ا‪-‬يلوا | ال ض ال؛محا '‪ ، ٠‬ةت‪:‬‬ ‫ئذغوتيز ق بم فز ‪،‬‬
‫م‬
‫بس ا وئ ن ص أئزال‬ ‫ي القا س اقؤم إ ال بماثه مح ق ن؛‪،‬‬ ‫بظ ل أ م ‪ ١٤١‬؟ قا ‪ " : 3‬ال أزى‬
‫‪ ٧ ^١١‬خ ما ف ن الظه ور م ن دتت ايه^ "•رواه ا ل متا رك بن ثصال ه‪ ،‬عن أيي ا ل م نه ا ل ب حوم‬

‫]‪[n/x‬‬

‫‪Ebu’l-Minhâl bildiriyor: İbn Ziyâd (valisi olduğu Basra’dan) çatığı‬‬


‫‪zaman Mervân Şam’da, İbnu’z-Zübeyr Mekke’de, kurrâ olarak bilinen‬‬
‫— ‪kesim de Basra’da hşkaldırmışlardı. Bu durum babamı çok üzmüştü.‬‬
‫‪Ravi der ki: Ebu’l-Minhâl babasını hep hayırla yâd ederdi.— Bunun üzerine‬‬
‫‪JLLL ،Jeı^i vesellem) ashâbından olan Ebû Berze‬؛( ‪bana: “Kalk da Resûlullah’ın‬‬
‫‪el-Eslemî’nin yanına gidelim!” dedi. Babamla birlikte Ebû Berze’nin evine‬‬
‫‪gittik. Havalar çok sıcaktı ve Ebû Berze kamışlardan yaptığı bir çardağın‬‬
‫‪gölgesinde oturuyordu. Yanında oturduğumuzda babam onu konuşturmaya‬‬
Suffe Ehli 439

çalıştı. Son olarak: “Ey Ebû Berze! Neler olduğunu görmüyor musun?” diye
sordu. Ebû Berze ilk olarak ağzını açtı ve şöyle dedi: “Karşılığım Allah’tan
bekleyerek Kureyşlilerin hayatta kalanlarına karşı içimde bir öfke
duyuyorum. Siz ey Ataplar! Daha önce içinde bulunduğunuz cehaleti,
yokluğu, zilleti ve dalâleti biliyorsunuz. Allah sizleri İslâm dini ve insanların
en hayırlısı olan Muhammed’le (raLLL Je4kî ve‫؛‬ellem) ^ ş e r r e f kılıp sizlere hayat
verdi ki bu günlere kadar geldiniz. Ancak aranızı bozan bu dünya oldu.
Vallahi şu an Şam’da bulunan o kişi (Mervân) sadece dünya için
savaşmaktadır. Çevrenizde bulunan ve kurrâmız diye grdüğünüz kişiler de
vallahi ancak dünya için savaşacaklardır.” Babam ona: “?eki, ne yapmamı
emredersin?” diye sorunca, Ebû Berze şöyle dedi: “Bugün en hayırlı olarak
gördüğüm topluluk, midelerini başkalarının mallarından uzak tutan,
başkalarının kamnı dökmek gibi bir vebalin altına girmekten sakınan ve bu
konuda birbirine destek veren topluluktur.”

‫أب و‬ ‫ثنا‬ ، ‫ق يا ن‬ ‫ثنا‬ ،‫ل ه‬


‫اي‬‫ئ‬ ‫بن‬ ‫إئزاي إ‬ ‫ثنا‬ ، ‫إ ن خا ق‬ ‫بن‬ ‫أخند‬ ‫حدثنا‬ ‫ا‬٣ ٣ / ٢ [ - ) ١ ٤ ٥ ٤ (

‫ ل ؤ أن ر ج ال في ح جره بثانين‬٠' : ‫ أبو بزره ا لأت ل م ي‬3 ‫ محا‬: 3 ‫ء ا‬ ،‫جابر بنضزد‬ ‫ ثن ا‬، ‫ه ال ل‬

" 3‫ ال د ا ك ن أ م ح‬0 ‫ ثقا‬. ‫ ث و المح‬: ‫ زم‬، ‫مب ي و‬

Ebû Berze el-Eslemî der ‫لط‬: “İki kişiden biri kucağındaki dinarları
altınları) infak etse, diğeri de Allah’ı zikretse, Allah’ı zikreden kişi(
”.diğerinden daha üstün sayılır

Muâviye b. Hakem es-Sülemî


.Muâviye b. Hakem es-Sülemî de Suffe’ye yerleşmiştir
Takrîb 645, Takrîb 3071

. . .

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor k i :


440 Ehl-iBeyt

İşte böyle; Resûlullah’m (sallallahu aleyhi vesellem ) Ehl-i Beyt’i ve


çocukları, Ehl-i Suffe’yi ve fakirleri gözetirlerdi. Resûlullah’a (sallallahu
aleyhi vesellem ) tâbi olup sünnetine uyarlar ve onlarla hinlikte
yaşarlardı. Onlarla en fazla arkadaşlık eden, beraber olan ve diğer
fakirlerle her zaman arkadaşla eden ki§i Ali b. Ehi Tâlib’in oğlu
Haşan ve Abdullah b. Câfer’dir. Bu ikisine göre; onları sevmek dini
tamamlamak, birlikte oturmak onuru " Ayrıca bunu
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem ) onlara verdiği değerle şerefyap
olmak için, O’nun gibi davranarak fakirlerin dualarından
.faydalanmak ve ahlâklarını örnek almak için yapıyorlardı
Aynı şekilde bütün sahabe, değerli ihlâslı olan insanların dualarını
ve h^likteliklerini fırsat kabul ederlerdi. Hatta bazıları kardeşlerine
bu konuda dua ederdi,
‫ ح دد ي‬، ‫ ثن ا ع د الثي ن أ ح م د بن ح م‬، ‫ ] متا نحا أبو بكر بن تالل ه‬n h ( -) ١٤٥٧(
‫عن‬ ‫ ش م ع ت بأبما الثن ا ئ‬: ‫ ها د‬،‫ ثت ا جع م بن نن بما ن‬، ‫م ح ئ د ن غئ د بن حت ا ب‬
،‫م إم‬ ‫ ج ن د ا ه ع وق ز صال ة‬:‫ب ص‬
‫ " ءأل ;شقتا يدغ و م‬:‫ قات‬، ‫أنس تن نا ب ي‬

"‫ ل بموابا بنة ز ال محجا ر‬،‫يق ومون ال ق ز ويص و مون القف از‬
Sabit el-Bunanî’nin rivayet ettiğine göre Enes b. Mâlik diyor ki:
“Birbirimize «Allah size; geceleri namaz l^lan, gündüzleri oruç tutan,
kötülük ve hata yapmayan iyi insanlarm dua etmesini nasib etsin» diye dua
ederdik.”

، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د بن حث ل‬،‫ ] ثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح م دا ن‬٣ ٤ ٨ [ - ) ١٤٥٨(


‫ ض‬،‫م‬ ‫ ئ بن طا م ئ أ‬،‫بي ئ ن ي ئ ا ن‬
‫م‬ ‫ ظ‬، ‫خ د م ن خ ق ذ ئ م حد ئن جت ا ب‬
، ‫ " إذا ك ث في قزم يد وون ا ه مما ر‬،‫ يا بثي‬:‫ قات ل ي‬: ‫ قا د‬،‫ج ه‬
‫ عن أب‬،‫ئئاويه بن وق‬
" ‫ييكا م ا ذائ وا يلوق ا‬
‫ هإنلث ال ئزاأل لهز >ف‬،‫ج ئ ئق وم‬ ‫م‬ ‫ ن ي علنه‬،‫ج ة‬-‫خا‬ ‫ك‬ ‫قد تن‬
Muâviye b. Kurre bildiriyor: Babam bana şöyle dedi: “Evladım! Allah’ı
zikreden bir topluluğun içindeysen ve bir ihtiyacın için kalkman gerekiyorsa
kalkarken onlara selam ver. Zira selam verirsen oturdukları sürece onların
kazanacakları sevaba sen de ortak olursun.”
‫‪Hz. Hasan‬‬ ‫‪441‬‬

‫‪- Ali‬ظ ‪Hz. Haşan‬‬


‫;‪Şerefli Seyyld, bilge ve Allah’a yakın olan Haşan b. Aii’ye gelince‬‬
‫‪tasavvuf dünyasının mânâ ikliminde güneş gibi aydınlatıcı ve‬‬
‫‪düzenli sözlere, ona yakışan güzel bir konuma sahiptir.‬‬
‫‪Derler ki: Tasavvuf, ifadeleri aydınlatmak ve davranışları‬‬
‫‪arındırmaktır.‬‬
‫‪Takrîb3349, Takrîb3350, Takrîb 3351‬‬
‫— ‪.‬ت ‪٣٠/٢‬ء حدت ا نأ بما ن بن أ ح م د ‪ ،‬ثن ا ئ ح م د بن هم د الل ه الح ص زم ي‪ ،‬ثن ا ابن‬
‫(‪) ١٤٦٢‬‬
‫م ن أغ ل تس ثثز‪ ،‬ثن ا‬ ‫ا ل م ن ذ ر ‪ ،‬ثن ا ئ ن ا ن بن تع يد‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن عئد الل ه أبو ر جاء ا لخ‬
‫ت طي‬

‫م ح ه ئ م ح ا ج‪ ،‬ص أبي إ ئ خا ة ال ه ن دا ئ ‪ ،‬ض ا ن م ي ‪ ،‬ق ات‪ :‬تأ ت غي إ اتة ال خ ت ن‬


‫ك ي‬ ‫ص أشاء م ذ أ م ا ل ووءة‪ ،‬ق ات‪ :‬يا م ‪ ،‬ظ ال ث ذ ا ذ ؟ قات‪; " :‬ا أب ت‪ ،‬القذائ د خ‬
‫أللتئزوفب‪ ،‬هأت‪ :‬ئئ ا الس ز ف؟ قا د‪ :‬اصطن ا ع ا لخشيزة‪ ،‬ؤ خ ئ ذ ا ل ج ريرة‪ ،‬ثا د ‪ :‬ئن ا ا ل مروءة؟‬
‫قات‪ :‬ائثث ا ف ن إ ص ال ح ‪ ٤^ ^ ١‬قا د ‪ :‬ئئ ا المبة؟ قا د ‪ :‬اقفلن في التسير وم نع ا ل حقير‪ ،‬ها د ‪:‬‬
‫غبة‪ ،‬ق ات‪ :‬ئن ا ال ث ن اخ؟ث ا د‪ :‬اندب في حات م‬
‫م‬ ‫قن ا ا ل لؤم؟ قات‪ :‬إخاز'ا لتنء ق ث ة و ه‬
‫والس نر‪ ،‬ئ ‪3‬ت ئن ا ال ف غ ؟ محا د ‪ :‬أن ثن ى ن ا في يديلف فزئا زن ا أنفقثث ثلئ ا ‪ ،‬قات‪ :‬ه ما‬

‫ا إلل حاق؟ قال‪ ^ ١^ ١ :‬؛ ق ا ث؛ؤ وال بماؤ ‪ ،‬قا ‪ :3‬ئ ظ ‪ ^ ١‬؟ ظ ‪ :3‬ال مأ ةء غ ر ال ث!ي ق‬
‫وال نكأو ل ض اتح ذؤ‪ ،‬ظ ‪ :3‬ئن ا ؛ئنينئ؟ قا د ‪ :‬الؤغتة فى )ل ثئؤى زا وث ا ذة ى !ل د ي هئ‬
‫م قات‪ :‬ئت ا اي ش؟ قات‪:‬‬ ‫ظ أ الغ ظ ‪ ،‬و ف ق ال‬ ‫ال ش ت ه اثارذة‪ ،‬قات‪ :‬ئن ا ات ج إل ؟ قات‪:‬‬
‫رضى ال ث ن ي ب ما نت م الل ه دعا ر ل ه ا إلن إل‪ ،‬نابغ ا الغنى غنى الن مس‪ ،‬قا ل‪ :‬ئن ا اك ب؟‬
‫إل ف يء‪ ،‬محا ‪3‬ت ئ ظ ‪ ^ ^ ١‬؟ ظ ‪ :3‬زنثاز‪-‬ةة ا‪-‬عراؤ الثا «م‪ ،‬شدة ق أسي‬ ‫ظ ‪ : 3‬شنه القصمري‪ ،‬في‬
‫ك ذ و ؤ ‪ ،‬قات‪ :‬ئن ا ان ئ ؟ قات‪ :‬امح قب ا ل ك ن وة‬ ‫قات‪ :‬ئت ا ال ذ لأ؟ قات‪ :‬اق ز غ عئد‬
‫ا لخزي ع د ش خا ث ة ‪ ،‬قات‪ :‬ئنا ان مأ ة ؟ قات‪ :‬ث ؤ ا ق إ لآؤ ض قات‪ :‬ئن ا ال ئ ه ؟ قات‪:‬‬
‫ض فى ن ق زثئقؤ ض ‪، ^ ١‬‬ ‫ين ا ال بجك ‪ ،‬قات‪ :‬ئن ا ش ي ن ؟ قا ‪ : 3‬أن‬
‫ك الثلف ف‬
‫و تا اتث ؤ ئ ‪ ،‬قات‪ :‬نا ان ز ئ ؟ فات‪ :‬محاذات ك‬ ‫تجل ا ي‬ ‫قات‪ :‬ئنا ا ت ئ د ؟ قات‪:‬‬
‫ه قات‪ :‬إن ا القثاع؟ قات‪ :‬إمحا ن اخل م ل‪ ،‬نوف ال نجح ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا‬ ‫سف وزئثلث غ ي 'ك ال‬

‫المحزم؟ مات‪ :‬طو د ا الن ا ة‪ ،‬زالؤفئبال ؤال ة‪ ،‬قا د ‪ :‬ئن ا ال ث ق ة ؟ قات‪ :‬امحا ع الدثا ه‪ ،‬و مصاحثة‬
442 Ehl-i Beyt

: ‫ الأ<تا ق؟ ه ات‬u i : ‫ض د ك دات‬ ‫و ظف‬ ، ‫ ثني ك الئ ج د‬:>3‫ ئ ظ هئلئ؟ ظ‬: ‫ قات‬،‫ ؛‬١^ ١
‫ ا لآخنئ ق ناي والئئه اون فى‬:‫ ئن ا ال ثئ ن؟ قات‬:‫ قات‬،‫ص‬ ‫ومحق خ ف ق نقذ رمن‬
‫ سمع ت نن و ل‬: ‫ ؤا ل مت حزن يأ مر عشيرته ئ ؤ ا ل س د " ق ات ■عل ي‬، ‫ يش م ق ال ي جي ب‬،‫عزضه‬

] ٣٠/‫ ز ال آ ت أئزئ ين الغض " [؟‬، ‫م‬ ‫ " ال قت أ ق د بث ا ل ج‬:‫ ;غول‬٠ ‫؛ لأي‬
Haris bildiriyor: H^. Ali, (oğlu) Hz. Hasan’a yiğitlik hakkında sorular
sorup şöyle dedi: “Ey oğlum! Doğruluk nedir?” Hz. Haşan: “Babacığım!
Doğruluk; kötülüğü iyilikle savmaktır” dedi.
Hz. Ali: “Şeref nedir?” diye sorunca, Hz. Haşan: “Aileye iyilik etmek,
günahlardan uzaklaşmak, kardeşlerle iyi geçinmek ve komşulara sahip
akmaktır” dedi.
Hz. Ali: “Yiğitlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “İffetli olmak ve malı
haramdan temizlemektir” karşılığını verdi.
Hz. Ali “Dikkat nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Basit şeyleri de
önemsemek, değersiz olan şeyleri defetmektir” dedi.
Hz. Aii: “Adilik nedir?” diye sorunca, Hz. Haşan: “Kişinin kendini
koruması, ama ırzını/onurunu savunmamasıdır” karşılığım verdi.
Hz. Ali: “Cömertlik nedir?” deyince, Hz. Haşan şu karşılığı verdi:
“Azdan da, çoktan da vermektir.”
Hz. Ali: “Cimrilik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “infak ettiğini heba
olmuş gibi saymandır” dedi.
Hz. Ali: “Kardeşlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Kişiye, darlıkta da
bollukta da aym şekilde davranmandır” dedi.
Hz. Ali: “Korkaklık nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Dosta karşı cesur,
düşmana karşı ürkek olmakta” dedi.
Hz. Ali: “Ganimet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Takvalı olmayı
arzulamak, dünyaya karşı zahid olmaktır ki bu da en kârlı ganimettir” dedi.
Hz. Ali: “Ağırbaşlılık nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “öfkeyi yenmek
ve kişinin kendine hâkim olmasıdır” dedi.
Hz. Hasan 443

Hz. Ali: "Zenginlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Az da olsa nefsin,
Allah’ın kendisine takdir ettiğine razı olmasıdır. Asıl zenginlik de gönül
zenginliğidir” dedi.
Hz. Ali: “Fakirlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Kişinin her şeye
karşı açgözlü olmasıdır” dedi.
Hz. Ali: “Güç nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Şiddetli zorluklara
göğüs germe ve güçlü insanların zorbalığına karşı koyabilmedir” dedi.
Hz. Ali: “Zillet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Düşman saldırısı
karşısında korkuya düşmektir” dedi.
Hz. Ali: “(Konuşmakta) acizlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Asık
surat ve insanlarla konuşurken tükürük saçmaktır” dedi.
Hz. Ali: “Cesaret nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Kişinin akranlarıyla
karşı karşıya gelebilmesidir” dedi.
Hz. Hz. Ali: “Külfet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Seni
ilgilendirmeyen konuda konuşmandır” dedi.
Hz. Ali: “Fazilet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Sevdiğin şeyi
verebilmen ve sana yapılan kötülükleri affedebilmendir” dedi.
Hz. Ali: “Akıllılık nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Öğrendikçe kalbini
koruyabilmendir” dedi.
Hz. Ali: “Kusur nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Liderinden ayrı
düşmen ve ona karşı sesini yükseltmendir” dedi.
Hz. Ali “Güzel huy nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Güzel olanı
yapmak, kötü olanı bırakmaktır” dedi.
Hz. Ali: “Kararlılık nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Sabırlı olmak ve
yöneticilere karşı ılımlı olmaktır” dedi.
Hz. Ali: “Sefihlik nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Adi olanların
peşinden gitmek ve sapmış olanlarla arkadaşlık etmektir” dedi.
Hz. Ali: “Gaflet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Mescidden uzak
durman ve müfsid olanlara itaat etmendir” dedi.
Ehl-iBeyt

Hz. Ali: “M ahrumiyet nedir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Sana


sunulduğu halde nasibini bırakmandır” dedi.

Hz. Ali: “Ahmak kimdir?” diye sorunca; Hz. Haşan: “Malım idare
edemeyen ve onurunu önemsemeyendir” dedi.

Sonra Hz. Ali şöyle dedi: “Resûlullah^n (JUUU Je4ki ve‫؛‬ellem) şöyle
buyurduğunu işittim: "Cehaletten daha büyük bir fakirlik , akıldan daha
değerli mal yoktur."

‫ خ دت ي‬، ‫لخد ثن خ م‬ ‫تن‬° ‫هم د الثؤ‬ ‫ثن ا‬ ، ‫خدبن ا ئ ي ن ا ذ ئ أ خن ذ‬ ‫ا‬ ٣٦/٢ ‫ ل‬-) ١٤٦٤(
‫ عن عبد‬، ‫ س م ع ت يزيد بن ح مير‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ش عثه‬،‫ ئن ا م ح م د بن جعمر‬،‫أيي‬
‫ إثلف ريد‬: ‫ إ ذ اثت امس تق ولون‬:‫لخنن‬ ‫ل‬ ‫ك‬ ‫مح‬ ‫ت‬3 ‫ ئ‬،‫ ص أيي‬،‫نقم‬ ‫بن‬ ‫م‬ ‫ج‬ ‫بن‬ ‫ح ن ن‬-‫الؤ‬
‫ وبمال نو ن‬،‫ ي حارب ون م ن حا رب ت‬،‫اتح ز ب في يد ي‬ ‫ج ما ح م‬ ‫ " قت " كا ن ت‬: ‫ال خالمح ه؟ مما د‬

’’ ‫ه‬ ‫ و حم ن د ماء أمة م ح م د‬،‫ فمكثه ا ابت عاء و ج ه الل ه‬، ‫س ت ا ن ن غ‬

:Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr, babasından bildiriyor: Hz. Hasan’a


İnsanlar senin hilafeti istediğini söylüyorlar” dediğim zaman şöyle karşılık“
verdi: “insanların başları benim elimdeydi ve benim savaştığ:m kişilerle
savaşır, barış yaptığım kişilerle de barış yaparlardı. Allah rızası ve
M uhammed (salUUu ‫ شءا م‬veJiem) ümmetinin kanlarının dökülmemesi için
hilafetten çekildim !”

‫ ثن ا م ح د الل ه بن‬،‫ ثن ا م ح م د بن إت ح ا ق‬، 4‫ ] حدثن ا أبو حا م د بن جتأل‬n / \ [ ")١٤٦٥(


‫ ف ي د ت ا لخنن بن علي جين‬:‫ مات‬،‫ عن ا لئ عبي‬، ‫ عن مجال د‬،‫ثن ا غ مت ا ن ن حمتثه‬
، ‫ ق م ءأخبر الث امن أثلث ز ك ت غذا ا ل آم و سل مثه إني‬:‫؛ م عاوية‬3‫ مما‬، ‫ا ل آ ئ م عاويةب اشحئل ة‬،‫و‬
،‫حس ؛ ه ى‬ ‫م‬ ‫أم ح س‬ ‫ ه)ن‬،‫ " أظ بغد‬:3 ‫وا‬ ‫قم‬ ،‫ه ؤأئثى عنته‬ ‫ ث ح م ذ‬،‫ س‬،‫ا لخ‬
‫أن يكون حق‬ ‫إ ما‬ ،‫م ال ذ ي ا حتلم ت فيه أن ا و معاوية‬ ‫ال‬ ‫ ف ذا ا‬0‫ وإ‬،‫ائ غئ ق اشي وز‬ ‫ح س‬ ‫وأ‬
‫ ق د ثركته إز؛ئق إص< ال ح ا ال؟م ة و حم ن‬،‫أن نك ون خق هؤ ل ي‬ ‫و‬ ،‫ن رئ ئه و أ حى به بثي‬،‫ا‬
" ‫ نإن أبز ي لعنه فتنة ل ك م زنث ا ع إلى ج ين‬، ‫د مائه ا‬
Şa’bî anlatıyor: Haşan b. Ali’yi Nuhayle’de, Muâviye kendisiyle barış
yaparken görmüştüm. Muâviye kendisine “Kalk, insanlara bu işten
vazgeçtiğini ve bana teslim ettiğini ilan et” dedi. Haşan kalktı, Allah’a
Hz. Hasan 445

hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi: “Asıl meseleye gelince; en güzel
güzellik takvadır. En ahmak ahmaklık da kötülüktür. Ben ve Muâviye
arasında çıkan bu ihtilaf, ister benden daha layık bir kişinin hakkı olsun,
isterse benim hakkım olsun; insanların iradesinin gerçekleşmesi ve kan
dökülmesinin engellenmesi için terk etmiş bulunmaktayım. Sizin için bir
imtihan ve bir süreliğine fırsat olduğunun farkındayım.”

‫بن‬ ‫ ثن ا أ خ ن د‬،‫حل ف أب و بكر‬ ‫بن‬ ، ^ ^ ١‫م ح ئ د ب ن‬ ‫بن‬ ‫ ] حدث ا أ خ ن د‬٣ ٧ ٨ [ -) ١٤٦٦(


‫ ثن ا إ س ما عيل س‬، ‫ ثن ا أيي‬،‫ ثغ ا م ح م د شر أ ح م د بن ا لخشن اق طواني‬،‫م ح م د بن سع يد‬
‫ ت ب غ ت‬:‫ ث م و د‬، ‫ بمولت ; ش م ع ت أع ا ذ بن ال ق م‬،‫ ش م ع ت ال ول ي د بن ج م ح‬.'‫ قاد‬،‫ي ح ش‬
٠' ‫خزة بثأب ك‬-‫وفي ا ال‬ ‫ك‬ ‫ذي‬، ^ ^ ١‫ " ء كن قي‬:‫ تق و د لئ ح ض‬،‫'علي‬

Ebân b. et-Tufeyl bildiriyor: Hz. Ali’nin, oğlu Hasan’a şöyle dediğini


işittim: “Vücudun dünyada, kalbin ise âhirette olsun!”

‫ثن ا‬ ،‫م ح م د بن نصير‬ ‫ثن ا‬ ،‫ ] خ ا؛ثن ا عئد الثؤ بن م ح م د بن جنفي‬٣٧/٢ ‫ )“ ل‬١٤٦٧(

‫ عن ن ح م د بن‬،‫' عن الث اب م بن عبد الر ح م ن‬،‫ ثن ا القيمس بن الن ص ل‬،‫إ س ما عيل بن ع رو‬
‫أ م إر‬ ‫ول م‬ ‫ " إم الم حي ش م أن أق اة‬:‫قات اخل س بجي اه ئ‬:‫قات‬،‫ظع‬
‫ ئ ن ف ى عش رين مره م ن ا ل م دينة على و جليه‬، ‫محته‬
Hz. Haşan: “Kâbe’ye yürüyerek gitmeden Rabbimin huzuruna
çıkmaktan utanç duyarım” demiş ve M edine’den Mekke’ye yirmi defa
yürüyerek hacca gitmiştir.”

‫ثن‬ ‫ل‬ ‫ ثن ا أ خ ن د س س ه‬C‫ ] ثت ا أبو ئ خ ئ د ن أخن ت بن إشك ا ق ا الن ما ط ئ‬٣٧/‫ [ ؟‬-) ١٤٦٨(
‫ أن‬، ‫ عن أيي ن جي ح‬،‫ ثن ا ا ل مغيرة بن رياد‬،‫ ثن ا عتد الثؤ بن ذاؤذ‬،‫ ثن ا حليم ه بن لحج ا ي‬،‫أثوب‬

" ‫ وق س م مال ه ن ص ص‬، ‫الحس ن بن علي علي " ح ج م اشي ا‬


Ebû Necih’in bildirdiğine göre Haşan b. Ali, yürüyerek hacca gitmiş ve
malım ikiye bölmüştür.

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ خ ن د بن شهل بن أثوب‬،‫ ] ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن إ ن خ ا ق‬٣٧/٢ [ - ) ١٤٦٩(

‫ أ ة ا ل ح س ئ ذ علي " ق ا س م‬، ‫ ثن ا شه ا ث بن غ ا م‬،‫م‬ ‫ ثن ا ع ا م بن‬،‫حي م ه بن حي ا ط‬


" ‫زب ص د ق ب م د ثئل ه‬ ‫ح‬ ‫ه مالق م ر ش‬ ‫الله‬
‫‪446‬‬ ‫‪Ehl-iBeyt‬‬

‫‪Şihâb b. Âmir bildiriyor: Haşan b. Ali, iki defa malını Allah (için infak‬‬
‫‪edilmek üzere) ikiye böldü. Sonunda ayakkabısının tekini de sadaka olarak‬‬
‫‪verdi.‬‬

‫م ‪ ،‬ثن ا ا لم حن بن‬ ‫(‪ - ) ١٤٧٠‬ل ‪ ٣٧/٢‬ا ثغ ا عتد الثؤ بن ن خ ث د ‪ ،‬ثن ا ا لخشن بن علي بن‬
‫بكار‪ ،‬ثن ا ع مي‪[ ،‬؟‪ ] ٣٨/‬ق ادت نكز عن علي بن زيد بن ج دع ا ن‪ ،‬قادت " حرغ ا ل ح س ن‬
‫ح ز إن كا ن أ نمل ي ئئ ال‬ ‫م‪ 1‬ت ‪،‬‬ ‫م م ن ‪ ،‬ومح ام م ال ق م ا ز ن اقة ث ال ث‬ ‫ث ذ ع ئ م ن مال ه‬

‫ظ"‬ ‫و بملث‬ ‫ظ‬ ‫و ب م ل أ ق ال‪ ،‬وبمض‬

‫‪Ali b. Zeyd b. C üd’ân der ki: “Haşan b. Ali malından ve mülkünden iki‬‬
‫‪defa vazgeçti, ü ç defa da Allah’la bölüştü, ö y le ki, bir ayakkabı tasadduk‬‬
‫‪eder, diğerini kendine ayırırdı. Bir gömleği tasadduk eder, diğerini kendine‬‬
‫”‪sa k la rd ı,‬‬

‫ا نمس ن بن خئ اؤ‪ ،‬ثن ا نل بما ن بن‬ ‫ثن ا‬ ‫م ح ث د بن إبراهي م ‪،‬‬ ‫حدثن ا‬ ‫ا‬ ‫(‪ - ) ١٤٧١‬ل ‪٣٨/٢‬‬
‫'ب ي ذ‬
‫بن إبراهي م ‪ ،‬ثن ا مء بن غالي‪ ،‬ق ا ‪3‬ت أ م م غ قي مح ت م ح م د بن م‬ ‫ثن ا ت ل م‬ ‫س ف‪،‬‬
‫طن ا م ا ‪ ،‬ئنث ا أن فب ع ت أ خ ذ ت ا ل م ندي ل ورهنت يد ي‪ C‬ه مات م ح م د ‪ :‬إن ا ل ح س ن ى ع ل ئ ‪،‬‬
‫فيه "‬ ‫م‬ ‫ظ ‪ " : 3‬إن العلغ ا م أئؤن م ن أن شت‬

‫‪.Kurre b. Hâlid der ki: M uhammed b. Sîrîn’in evinde yemek yemiştim‬‬


‫‪:Doyduğumda mendilimi alıp elimi çektiğimde Muhammed şöyle dedi‬‬
‫‪Haşan b. Ali “¥emeği yemek, onu uylaşm aktan daha kolaydır” demişti.‬‬

‫م ح ا ن ‪°‬س أيي‬ ‫ثن ا‬ ‫ا نم ت ئ ن ‪°‬س إ ش ت ا ئ‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫نأ ت ن ا ‪ 0‬ن أ خ ن ذ ‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫(‪Ct'a/y [ - ) ١٤٧٢‬‬

‫ت رين‪ ،‬ق ادت " ثزوغ ا ل ح س ن بن‬


‫م ح ة‪ ،‬ظ عتد ا آلنءل ى‪ ،‬ص هش ا م بن حق ا ن‪ ،‬عن ابن س‬
‫و ج ارية أ ك دره م ‪٠٠‬‬ ‫عئ امأه‪ ،‬ئأرشد إل ه ا بث ابة جارية‪ ،‬مغ‬
‫‪ibn Şîrîn der ki: “Haşan b. Ali, bir kızla evlendi. O nu getirmek üzere her‬‬
‫”‪birinde bin dirhem olan bin cariye gönderdi.‬‬

‫ء اوراق‪،‬‬ ‫بمغ ا ة بن إ!تر ا ه م ‪ ،‬ص‬ ‫محا‬ ‫لخد‪،‬‬ ‫(‪ ] v a /x [ - ) ١٤٧٣‬خدتث ا ثي ت ا ذ بن‬


‫عن مث م ه ا ‪ ،٧ ^ ١ 0‬عن عبد الر ح م ن بن عبد الثب‪ ،‬عن أييي‪ ،‬عن ا ل ح س ن بن ت ن د ‪ ،‬عن‬
‫ض م ‪ ،‬قا ك إ خ ذائ نا‬ ‫م غ ر ين أق ا ‪ ،‬وزقا ق م ن‬ ‫أبيه‪ ،‬قات ‪ " :‬ق ع ا لخنن بن عل ي ا م أ ق ن‬

‫م حب ذ م اري "‬ ‫ئ‬ ‫زأزاق ا الثث مه‪ :‬ث ا غ ق ي د‬


Hz. Hasan 447

Haşan b. Ali, boşadığı iki hanımından her birine yirmişer bin dirhem ile
birer tulum bal gönderdi. Bunun üzerine ikisinden biri: “Bunlar, bizden
ayrılan sevgiliye nazaran pek değersiz bir meblağdır” dedi ,

‫ ثن ا ئل بمان بن ع من بن‬C‫ ثن ا أبو عزوته ال مائ ي‬،‫ ] حدثن ا م ح م د بن عل ي‬٣٨/‫؟‬ ‫ل‬ - ) ١٤٧٤(
‫ظ ق أن ا و زب د غ د‬ :‫ قات‬،‫ح ر ق إ ئ خ ا ئ‬ ‫م‬ ‫ ص‬، 0‫ ص أيي م ح‬، ‫ نحا اثن ع و‬،‫خال د‬
‫ن ش ف خ و نحافثلث‬ ‫ال‬ ‫واش‬ ‫ال‬ :‫ فات‬،" ‫ا ئ ال ذ طيي‬: " :‫ ق ات‬،‫ا لخض ئن عيإ م دمة‬
، ٠' ‫طي‬ ‫طيي ق د أن ال‬ " ‫ت‬،1‫ه مال‬ ‫ مم ب ح د بم ح ر غ‬:‫ قات‬، ‫نتأت ك‬ ،^ ١
٣ ١ ‫؛ ن م ت‬Jjjj ‫ايقه ص "كبدي‬1‫ ق ذ ث م ت ء‬٠٠ : 3 ‫ ه ا‬، ‫ بد بمؤ؛لف ؛ ه مم أ ت أ ل ك‬:‫ت‬1‫هم‬
‫ك علته م ن ا ل ع د وه وث ج وئ بثمس ه زائ غتي ن‬ ‫ح‬ ‫ ث م ب‬، ‫أ ن ى م ث ل هذه ال م م اا‬ ‫ئل م‬ ،‫بزازا‬
‫ إن يك ن‬٠' :‫ قات‬،‫ د م‬:‫" ق ات‬ " :‫ يأ أخي م ن تته م ؟ قات‬:‫ وه ات‬،‫عنذ رأيه‬
‫ ث م‬،٠
٠ ‫بريء‬ ‫ي ت د بي‬
‫^ أ ج ث أن م‬ ،‫بك ن‬ ‫ إ ال‬3 ، ‫ال‬ ،‫ئ ا وأف د ثث‬°‫ ئ\ل ه أضئ رأ‬،‫ن ي أظ ن‬، ‫ال‬
‫ الئث ثئ انى علته‬0 ‫ه صى رض وا‬

Umeyr b. ishâk anlatıyor: Bir adamla birlikte, (zehirlenip) hasta düşen


Haşan b. Ali’yi ziyarete gittik. H^. Haşan yanımdaki adama: “Ey filan!
Soracağın varsa sor!” deyince, adam: “Hayır! Vallahi iyileşene kadar sana bir
şey sormayız! iyileşince sorarız” karşılığını verdi. Sonrasında Hz. Haşan içeri
girdi. Tekrar yanımıza çıkınca da: “Soru sorma imkânını kaybetmeden önce
varsa bir sorun sor!” dedi. Ancak adam yine: “Hayır! Allah seni iyileştirsin de
ondan sonra sorarız!” karşılığını verdi. Hz. Haşan da: “Daha önce ciğerimin
bir parçasını kaybettim. Çok defa da zehir içirildim. Ancak bu kez durum
çok farklı” dedi, ikinci gün yanına gittiğimde durumu çok kötüydü.
Kardeşi Hz. Hüseyin başında durmuştu. Ona: “Kardeşim! Kimden
şüpheleniyorsun?” diye sorduğunda, Hz. Haşan: “Neden? O nu öldürmek
için mi (soruyorsun)?” dedi. Hz. Hüseyin: “Evet!” karşılığını verince de Hz.
Haşan: “Beni zehirleyen kişi şâyet zannettiğim kişi ise Allah onu senden
daha iyi bir şekilde cezalandıracak ve bunun hesabını soracaktır. Yok, eğer
zannettiğim kişi değilse, benden dolayı suçsuz birinin öldürülmesini
istemem!” dedi. Bunun ardından da ruhunu teslim etti.
448 Ehl-■%Beyt

‫ثنا‬ ، ‫ا ل ح ص زم ي‬ ‫الئؤ‬ ‫عند‬ ‫ن‬ ‫م ح م د‬ ‫ثنا‬ ،‫أ ح مد‬ ‫بن‬ ‫شا ز‬ ‫ن‬ ‫حدثنا‬ ] t a / y [ " ) ١٤٧٥

‫ب‬
‫ه‬ ‫ ئ دت‬،‫ ص ز و بن تهنقآق‬، ‫ ض ث ي آل ئن ي ث ق‬، ‫ ظ أثو أت ا ئ ة‬، ‫ئ‬ ‫أم ح ل ئ أ ي‬

،٠' ‫ " أحرجوي إر ال شماؤ لخر أ ظن إز هو ت القناؤ‬:‫قات‬،‫منن ا لخشن بن علي‬


‫ ء إنه ا أغز ا ل أ ش م‬،‫ " الل هم إدي أحسسب ش ب ي عغذك‬: ‫ قا د‬،‫ هث ما أخرغ به‬،‫يعني ا اليا ت‬
‫ ن ق د‬: ‫ال ئة محا ر‬ ‫ ال س ح ن ج ن ه‬3 ‫ محا‬، ‫ هكا ن مما ص ث غ ال ه ه ؤ لن أثه ا ح ف ت ب ئف ظ‬،" ‫عل ي‬

‫ و عبد‬، ‫م أ ي ط ا ل ب‬ ‫ز م ال غ مة' • ا ل م ح ن ب ن عل ي‬ £١^ ١ ‫ح ت ب ن زالؤ‬


‫كا ذ م ن أ م ا ن‬

‫ إذ‬٠ ‫ر طال ب ي جا بمانه م ا تجاثا في م جال س ه م و سهز يا ي‬ ‫الل ه بن جئمر بن‬


‫ وكدللف س بغده ش أ ص حابه‬، ‫أبزوا بالصبر على ث جا ل تيه م نإلرام موا ظبته م ومحال هلته م‬

‫ ن أ ي كان وا‬،‫ ح ن ث ما ا شئ ر عنه م وا م ح ر‬، ‫ئثازوا م ودثه م ومحال نث ه م‬-‫ زا‬، ‫أكتزوا ريارئه م‬
‫م مش ا رقهم‬ ^ ^ ١ ‫ واخل ا ل‬،‫م قي ث غاله لهز‬ ‫ والنما م ا ل‬،‫انني مع ه م‬
‫تزود ا محقن ح‬
‫ كن ا ح ك ي عن ال خ م بن علي م ن المح يب ام حش مع م ن بمابفن *سربه م‬،‫ومثا بديهم‬
Rakabe b. Maskale anlatıyor: Haşan b. Ali öleceğini anladığında “Beni
sahraya çıkarın, belki semanın melekûtunu seyrederim” dedi. Onu sahraya
çıkardıklarında şöyle dedi: “Allahım! Ben kendi şahsımı sana vakfediyorum.
Benim için en değerli şahsiyet budur.” Allah kendisine kendini vakfetme
imkanı hazırlamıştı.

Hz. Hüseyin b. Ali


Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki:
Ehl-i Beyt’ten fakirlerin dostu ve Ehl-i Suffe’den olanlar vardı.
Bunlar Haşan b. Ali b. Ebi Tâlib ve Abdullah b. Câfer ‫(آ‬. 1‫ م ا آ‬Tâlib
idi. Fakirlerle ve Ashâb - 1 Suffe’ye, Resûlullah’m (sallallahu aleyhi
vesellem) sünnetine uymak için onlara karı§ır, sohbet eder ve
arkadaşlık ederlerdi. Resûlullah’tan (sallallalıu aleyhi vesellem ) sonra
ashâbı devamlı onları ziyaret ederler, dostluklarını ve sohbetlerini
tereih ederlerdi. Bildikleri ve tam dıkla^ kadarıyla... Onlarla
beraber olmayı huzurlu bir hayat, onlara karışmayı yüee bir mertebe
ve onlardan ayrılmayı ve uzak kalmayı da eksiklik telakki ederlerdi.
Hz. Fâtıma 449

Hüseyn b. Ali’nin de onların hayatına aykırı davrananlardan uzak


ya§amaya dair ifadeleri nakledilmiştir.

‫بر‬
‫ ثن ا ا لر‬،‫ ثن ا علي بن عتد العزيز‬، ‫^ زهؤت ا حدثن اه ن فيا ن بن أ خن ذ‬٣٩/^[ -) ١٤٧٦(

‫ ى؛‬، ‫ وة‬1‫ ثر ت ن ق ؤ م بأ لح س ين وأيم ن أثهز ه ات‬ı‫؛‬ü :3 ‫ ظ‬،‫ ح دبتي م ح م د بن الح ض‬،‫بن بكار‬
‫ نإن‬، ‫ فد نزت م ن ا ال ر ن ا ثرؤن‬٠٠ ‫ ن م ه ابت‬،‫ ن حم د الل ه زأثثى علته‬،‫في أ ص حابه ح طيثأ‬
‫ إ ال‬،‫ ح ش إل يس إ ال "كصتابة ا إلثاؤ‬، ٥ ^ ^ ٧ ‫ وأدبر مغزومح ه ا‬، ‫ال د ي قد ث من ت وتنكرت‬

، ‫مبى ئ‬ ‫ واتاط د ال‬،‫ب د بؤ‬


‫م‬ ‫ أ ال ت ي ن ا لخئ ال‬، ‫^ ا ب ي ل‬ ١٢ ‫ض ن غض‬
‫ وا خلا ة ن ع ا ش ق إ ال‬،‫لأي ال أزى اننؤ ث إ ال ت غا ذة‬ ، ‫وص ي ا ئ ث ق ق ي قاع ال م‬
١١ ‫مءءا‬
‫ج رما‬

Muhammed b. el-Hasan der ki; insanlar Hz. Hüseyin’] çevirdiklerinde ve


kendisini öldüreceklerini anladığında, arkadaşlarına bir konuşma yaptı;
Allah’a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:
“Olaylar gördüğünüz duruma geldi. Dünya değişmiş ve tanınmaz
olmuştur. Dünyamn iyiliği yok olmuş kendisi de gitmek üzeredir, öyle ki;
içmeye yetecek kadar bir damla su veya atık suda yeşeren bir tutam pis otlak
kadar iyilik kalmamıştır.
Görmüyor musunuz; hakla amel edilmiyor, batıl da nehyedilmiyor.
Mümin, Allah’la buluşmaya rağbet etmeli, ben de ölümü mutluluk,
zalimlerle birlikte yaşamayı ise cinâyet olarak gfiriiyorıım-

Resûlullah'ın Kızı Hz. Fâtıma


Şeyh (Ehû Nuaym) diyor ki: Arınmışların yolunu tutan,
seçkinlerin arınmışlarından biri olan Hz. Fâtıma. Betül hanımefendi,
Resûlullah’m (salJallahu aleyhi vesellem ) kendisine benzeyen parçası,
çocukları içinde kalhinde en fazla yer kaplayan ve irtihalinden sonra
ona ilk iltihak eden kızı. Dünyadan ve zevklerinden uzaktı, dünyanın
parıltısından ve çekiciliğinden uzaktı.
Derler ki: Tasavvuf, anlayışta sebat etmek ve kavuşmaya hazır
olmaktır.
Takrîb 3361, Takrîb 3365, Takrîb 3375, Takrîb 3368, Takrîb 3369
450 Ehl-iBeyt

،‫ ثن ا عئد الله بن أخن ت بن حئت ل‬،‫ ا ا ] حدثن ا م ح م د بن أ ح م د بن ا ل ح شن‬/ \ ‫ )“ ل‬١٤٨٢(

‫ عن ابن‬،‫ عن أيي الورد‬،‫ ثن ا سع يد ا ل حريري‬،‫ ثت ا عتد الوا ج د بن زيا د‬، ‫ثت ا عب امس بن ال ول د‬
‫م‬ ‫تت نش وي‬:‫ ء ن ي ا‬، ‫ص و ص ف سم ن ه‬ ‫ أ ال أ ل م وق‬، ‫تن أ ي ن‬:‫ " ظ ا‬: ‫ غ ئ‬31‫ ؛‬: ‫ ئ ت‬، ‫أ خ ذ‬

‫ زانث ق ت‬،‫ب د ها‬


‫ ن م ت بال ؤ حا ح ش أ ر ت ال ؤ حا ج‬، ‫ وك ا ن ت زو ج ت ي‬،‫؛ ه وأك ز م أ هل ه عل ت ه‬

‫ وأ ؤ ئ د ت ث ح ث ال ق د ر‬، ‫ ال ب ي ت ح ش اغ ر ت خائفا‬،‫نق ش ي‬ ‫بال قربة ح ش أ ر ت ا ل م نب ه‬

] ٤١/ t [ " ‫ وأ صابه ا م ن د ل لك م ر‬، ‫ح ش ن س ت سابه ا‬


,Ebu’l-Verd, ibn A’bud’dan şöyle nakleder: Hz. Ali: “Ey ibn Abd! Sana
benden ve Fâuma’dan bir şey söyleyeyim mi? o , Resûlullah’ın (JU LU ale4ki
vesellem) kızı ve ailesi içinde en üstün tuttuğu kişiydi ve benim h a m m ^ d ^ o
kadar değirmen çevirirdi ki bu elinde iz bırakırdı. Kırbayla ‫ ه‬kadar su taşırdı
ki kırba elin de iz bırakırdı. Evi temizlerken elbiseleri tozlanırdı. Tencerenin
:altmı yakardı ve giysileri kirlenirdi. Bu sebepten rahatsızlandı.” Zührî der ki
Resûlullah’ın “ )‫؛‬aLLL ‫هل‬،‫ ! إا‬ve‫؛‬ellem) kızı Hz. Fâtıma eli kabarana kadar
”.değirmen çevirdi ve değirmenin demiri elinde iz bıraktı

Takrîb 3372, Takrîb 3373, Takrîb 3370, ‫س‬ ‫ أل‬Takrîb ,3360 3362,
Takrîb3376, Takrîb 3374

، ‫ أخبزتا عبد الؤؤاي‬، ‫ ثن ا إش حا ق بن إبزا م م‬، ‫ ] ثن ا ئل بما ن بن أ خن ذ‬٤ ٣ ٨ [ - ) ١٤٩٠(


‫لغ ا حصزئه ا‬ " ‫ أن قاط ن ة رضى الئت عنه ا‬،‫خ ث د ثن عمي ل‬ ‫م‬ ‫ ص حم د الل ه ئن‬،‫ص مغت ر‬
‫همح ت‬ ‫ ودعت ؤ؛ا ب‬،‫ ش ث وئ ه ز ت‬، ‫ال‬ ‫ث‬،‫ ئ‬1‫ أم ن ت عني مح زضغ ل ه‬،‫ة‬،‫ال ز‬
‫و ك ث ف ن إدا‬ ‫ م أ أنز ت علقا أن ال‬،‫ ن ن ش ئ مئ ا ك وي‬، ‫بثيا ب غ ال ظ خص محإب ضه ا‬
: ‫ت أ خذا ه ع د دللف؟ قا د‬ ‫ع لم‬ ‫ هن‬:‫ صل ت لت‬،" ‫هي في ثنا ه ا‬ ‫ددرغء *ك ما‬ ‫ زأن‬، ‫هبص ت‬
‫اه‬ ‫م أ ذ ال إ ه إال‬ ‫بن م ط ئ‬
‫ج‬ :‫م أ زا ف أكف ا نه‬ ‫ و ي‬،‫ئ امحا س‬ ، ‫م‬

Abdullah b. M uhammed b. Akıl bildiriyor: H^. Fâtıma vefat edeceği


zaman Hz. Ali’ye gusül için su hazırlamasını söyledi. Gusledip
temizlendikten sonra kefen olarak kullanacağı elbiseleri istedi. Kendisine
getirdikleri kalın ve sert giysileri giyip koku süründü ve Hz. Ali’ye, vefat
ettiği zaman üzerinin açılmamasını ve bu giysilerle defnedilmesini söyledi.
Ben, Hz. Ali’ye: “Böyle yaptığını kimseye bildirdin mi?” diye sorunca, Hz.
Hz. Âişe 451

Ali: “Evet. Kesîr b. Abbâs biliyordu. H atta onun kefeninin kenarlarına:


«Kesîr b. Abbâs, Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik eder» diye yazdı”
karşılığını verdi.

Takrîb3377

R e s u l u l l a h 'ı n (saUaiiahu aleyhi . ‫س‬ ‫ ر‬H a n ım ı H z.


A îş c

Onlardan birisi de; Sıddık’ın kızı Sıddıka, (cehennemden)


özgürün lazı özgür. Sevgilinin sevgilisi. Yakın olan; Resûllerin
Efendisi’nin dostu. Kusurlardan münezzeh, gaybı bilen Allah'ın
Resûl’ü Cibril’i görerek kalplerin şüphelerinden beraat eden
müminlerin annesi Âişe. Dünyayı terk etmişti, sırlarını
umursamamıştı, sevgilisini kaybettiği için gözyaşı dökmüştü.
Derler İri: Tasavvuf, inlemeyi bırakıp merhamete sarılmaktır.
‫ ثت ا أب و ب ك ر ب ن أي ي‬، ‫ ثت ا 'أ ب و ب ك ر س أي ي ع ا ص م‬،‫حدثن ا م خ ث د ب ن م غت ر‬ - ) ١٤٩٢ (

، ‫أ ي ال غ ش‬ ‫صر‬ ،‫ عن م حب بن أيي قا ي ب‬،‫ ثن ا مش ع ر بن ك ذ إل‬،‫ ثن ا ج م حت ئذ غزه‬،‫م حث‬


‫ الئثؤأة في كث ا ب‬،‫ حبيتة حبي ب الل ه‬،‫ " ح دثتني ال ص د ف ة ؛ ب ت ال ص دي ق‬: ‫ قا د‬، ‫ثوئي‬،‫عن ش‬
" ‫م‬
Ebû’d-D uha’nm naklettiğine göre Mesrûk, “Sıddık’ın kızı Sıddıka,
sevgilinin sevgilisi ve Allah’ın Kitabıyla beraat eden bana anlattı...” diyerek
hadis rivayet etti.

‫بن‬ ‫ ثن ا م ح م د‬، ‫ ثن ا م ح م د بن إن ح ا ى‬،‫حا م د بن جبل ه‬ ‫و‬ ‫ غا ] خ ا؛ثغ ا أ‬/ \ [ “) ١٤٩٣(


‫ كا ذ م نزوق إدا ح د ت عن‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ عن ن شبم بن ص ي ع‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ ثن ا ج رش‬، ^ ^ ^ ١
٠٠ ^ ١‫ي ت ال ئ ئ؛ ي حبيبه حبي ب‬
‫ حدقتغي ال ص د؛ م ه م‬٠٠ ‫ت‬3 ‫ ه ا‬، ‫ ث ق ة‬U‫•؛‬

Müslim b. Subayh diyor ki: Mesrûk, Âişe’den hadis rivayet ederken


.Sıddık’ın kızı Sıddıka, Allah’ın Sevgilisi’nin sevgilisi bana an lattı...” derdi “
Takrîb 3379, Takrîb 3378, Takrîb 3380, Takrîb 3382, Takrîb 3381,
Takrîb3383
‫‪452‬‬ ‫‪Hz. Âişe‬‬

‫(‪ / \ [ -) ١٥٠٠‬ه ا ] حدث ا نأث ما ن ئ ذ أخن ت‪ ،‬ثن ا إ ن خا ق بن إبراهي م ‪ ،‬ثن ا عيد ا لرراف ‪ ،‬ثنا‬

‫ذ إ ا ا أي‬ ‫م ح ظ‬ ‫تئت ت‪ ،‬ض ا و م ي ‪ ،‬غذ غزوة‪ ،‬؛‪ ١١‬؛‪ :‬ق ك ء ب ث أ ‪ " :‬ي ق ش‬

‫حيضه‬
‫‪Urve der ki: Âişe “Keşke unutulup gitmiş olsaydım ”1 yani yalnız‬‬
‫‪kalsaydım” dedi.‬‬
‫‪Takrîb 3090, Takrîb 3385, Takrîb 3386, Takrîb 3876‬‬
‫(‪ -) ١٥ ٠٥‬ل ‪ ٤ ٦ ٨‬ا ثن ا اتثامخ ى أ ح م د بن ف ا ج م ائكثا ئ ‪ ،‬ت ا ا نمن ص بن جعم ر ائقثا ت ‪،‬‬
‫[ ‪ ] iv /y‬ثن ا هم د ال خبي ر ى صال ح ‪ ،‬ثن ا ابن الئتا رك‪ ،‬وأبو معاويه‪ ،‬عن بشعر‪ ،‬عن تع يد‬

‫ه م ئدغون أ ك د‬ ‫‪٠٠ : eJU‬‬ ‫م أبي مده‪ ،‬غذ أبيه‪ ،‬عن ' لأنود بن يزيد‪ ،‬غذ‬
‫اخلا ن ة‪ :‬ال ق زائ ع "‬
‫”!‪Hz. Âişe der ki: “En üstün ibadet olan tevazuyu terk ediyorsunuz‬‬
‫‪^£١‬؛ بن تع دا ن ‪ ،‬ثنا يكز بن يكاو‪ ،‬ثن ا‬
‫(‪ U y / y [ - ) ١٥٠٦‬ثن ا ث خ ئ د ن إ ن خا ق ‪ ،‬ثن ا ^‬
‫مه د طؤ بن م ن ‪ ،‬عن ا ك م بن م ح ئ د ‪ ،‬ه ات ‪ :‬كا ن ئ عا ئ ق ة أم ال ئ ؤمغين " ث صوم ح ش‬
‫ت دل ق ه ا ال ق ز م "‬

‫‪Kasım b. Muhammed der ki: “Müminlerin annesi Hz. Âişe, bîtâp‬‬


‫”‪düşünceye kadar oruç tutardı.‬‬
‫(‪ y /y [ - ) ١٥٠٧‬؛ ] ثن ا ا ل ح ع س ن ن ح م د ب ذ ي ث ا ن‪ ،‬ثن ا إ س ما عيل ن إ ن خا ق ا لما ضي‪،‬‬

‫ط ئ ذ خ ازم‪ ،‬تحا ب ث ا ء ئن م د ه ‪ ،‬ص امح‬ ‫ي ال م ا ل خدئ‪ ،‬ظ ش‬ ‫أ~ محثا غ ئ تن‬


‫قي محارش‪ ، ،‬ن ئ ‪:‬‬ ‫تث إأ؛آه ا‬
‫قالث‪،‬ت ح‬ ‫حق ى‬
‫ت‬ ‫الئغ\كدر‪ ،‬غذ أم ذره‪،‬‬
‫أل ي ‪ ،‬ئد ع ت بعثتي ومح ي يوم ئ ذ ص‪ 1‬ئنه ه ج ن ت ت م س أ بتن ‪٧ ۵ ١‬‬ ‫\ل\‪ 1‬د م اذ؛ن أؤ‬
‫هأ م ش ت زن ا عنده ا ش دللف و نقب‪ ،‬قنث ا أ شن ت‪ ،‬محا ل ت‪ " :‬يا جارته ف ل مي فهئري "‪،‬‬
‫^‪ ^ ٤‬يختر وزيت‪ ،‬ق ا ن غ نف ا أم دره ‪ :‬أن ا ان ممئع ت مث ا ث ث ن ت اقؤم أن م متري ثا‬

‫س ين ي ‪ ،‬ث ؤ ك ب ذ وتيني ل ث غ ك "‪<-.‬دثعا م ح ئ د‬ ‫ل غ ئ ا بد ؤه م م ط ز عآثه ‪ ٠٠ : cJlİ ،‬ال‬

‫‪1Meryem Sur. 23‬‬


Hz. Âişe 453

‫ ثن ا امح ق أ‬، ‫ ظ ت غ ث ذ ئ ي د ال ي م‬، ‫ ئ ا لخنق ئ ع ئ ا طو سإ‬، ‫ئق محي ال م اثقا ت ث‬


‫ه‬، ‫صث مإ‬ ، ‫ئق غدئ‬

Hz. Âişe’nin yanına sıkça gidip gelen üm m ü Zerre bildiriyor: Bir


defasında Hz. Âişe’ye ‫ل‬1‫ لك‬torba içinde seksen veya yüz bin dirhem
gönderildi, o günü de oruçluydu. Hz. Âişe bir tabak istedi ve parayı üzerine
döküp insanlara dağıtmaya başladı. Akşam olduğunda tabakta tek bir
dirhem dahi kalmamıştı. îftar vakti gelince cariyesine: “Ey cariye! Akşam
yemeğini getir de yiyelim!” dedi. Cariye yemek olarak zeytinyağı ile ekmek
getirdi. Ben kendisine: “Bugün dağıttığın paranın bir dirhemini ayırıp iftar
için biraz et alamaz miydin!” dediğimde: “Beni gücendirme! Şâyet dağıtırken
söyleseydin dediğini yapardım” karşılığını verdi,

‫ ثن ا م ح م د بن‬، ‫ ثن ا م ح م د بن ا ل ح ش بن قس ه‬،‫ ] ثن ا م ح م د بن عل ي‬i v / y [ “) ١٥٠٨ (

، ‫ عن م و ه‬،‫طف‬ ‫ تثن ث مي م بن‬،‫ ثمإ ا لأعن س‬،‫ ثن ا ماللئ بن تع يد‬، ‫مه د اللمؤ الحلمئجي‬
٠٠ ‫ نابه ا لتر فع جن ب دوعه ا‬، ‫س ز شئع ي ن أق ا‬ ‫ ل ث ن رأي ت ع ا ي شه ر ضى الثت عنه ا‬٠٠ :‫قا ت‬

Urve der ki: “Hz. Âlşe’nin, elbisesinin cebini yamarken, yetmiş bin
dirhem dağıttığını gördüm .”

‫ ثن ا م ح م د ثن إش ح ا ق أبو ا ل أئ غ ي‬،‫جثثه‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثت ا أب و حا م د‬، y /y [ “) ١٥٠٩(


‫ أن‬،‫ عن أيه‬، ‫ عن هث ا م بن غ روه‬،‫ عن هث ا م بن حث ا ن‬،‫ثن ا م ح م د بن بكر‬
‫ هوالل ه نا ع ا ث ت ال غ م س غن دللف‬، ‫معاونه ب ع ت إ ر عا يشه رضى الل ه عنه ا ب مابة أل ي‬
: ‫ ق ا ن غ‬، ‫ئ ه ذه ا ل أ ن ا م بد ره م ق غ ئ ا‬ ‫ بال ت م ؤ اله ثف ا ل و ا ش تر ي ت ق ا‬، ‫الث وم ح ز وقف ا‬

‫ ق د أ ن أ و بم ق ط ق ا ا‬، ‫ا| أ ز ي‬

Hişâm b. Urve, babasından bildiriyor: Muâviye, Hz. Âişe’ye yüzbin


dirisem gönderdi. Vallahi aym gün henüz güneş batmadan dağıtmadık tek
bir dirhemi bile kalmadı. Bir hizmetçisi: “Bu dirhemlerden bir tanesiyle bize
biraz et alsaydın ya” deyince, Hz. Âişe: “Dağıtmadan önce söyleseydin
dediğini yapardım” karşılığını verdi.
454 Hz. Âişe

‫ ثن ا أثو‬، ‫ ثن ا ا لخثن بن ت ح م د‬، ‫ ] حدثنا م ح م د بن أ ح م د بن م ح م د‬٤٧/‫ )“ [ ؟‬١٥١٠


‫ عن‬،‫ ثئ ا عتذ الثؤ بن ئ ؤ د ب‬،‫ ثغ ا أثوت بن ن ويد‬،‫ حدثت ا قونفن بن يئ م و ث‬،‫زرعه ا لراوي‬
‫ شث مثه ئ أ أ ئ ز ت‬،‫ أئ ف‬ÂjLo ‫ل ه ا‬1‫ءت م‬-‫ أ يثا‬٠٠ :‫ثة‬،‫ ص غاؤ‬،‫ غذ أي ه‬،‫ه_ث ا م ب ن عروه‬
‫ درف ظ سري‬w ‫ أ ال مح ت أ ي ئ م ذ ذما‬:‫ ل ه ا‬3‫ ق ك ي ني ال‬، ^ ١‫م‬ ‫غش‬

٠٠ ‫ض‬ ‫ح‬ ‫م‬ ‫ب‬ ‫ ال‬- ‫ أ ن ه‬٠٠ :‫^ ■ ت‬ ‫به ث خ ئ ف ت أ ك ن ي ن و ئ آ ك د‬


‫ا‬

Hişâm b. Urve, babasından bildiriyor: Hz. Âişe mallarını yüz bine sattı.
(Bütün parayı) dağıttı ve (sırf) arpa ekmeğiyle kahvaltısı™ yaptı. Hizmetlisi
kendisine “Neden bize bir dirhem kaldırmadın? Biraz et satın alırdık, sen
yerdin biz de seninle birlikte yerdik?” dediğinde, Hz. Âişe “Neden bana
h a t ı r l a t m a d ı n ? ” d e d i.

‫ ثغ ا ابن‬،‫ ] خ ا؛ثن ا إبراهي م بن م ح م د بن ا ل ح ش ; ثن ا أ خ ن د بن شع يد‬1a/y [ ")١٥١١(


‫ه‬ «‫م‬ »‫م‬ ‫م ه‬ ‫ي م‬ ‫|«م‬ /‫م‬ ‫أ ء < م هء‬ ، ٠٠ ٥ ٠ ٠ ‫؛‬ ‫ ه‬.
‫ غذ محب ال ر حم ن‬، ‫ أة مبش بن تع ي د ك ت ت إقه ي خ أ ئ‬،‫ ا ح رني ي حش بن ايوث‬،‫وه ب‬
‫م‬ ‫مح‬ ‫م‬ ‫ح‬

‫ قثث ا‬، ‫ أغذ ى معاوية لعائشة ثابا وووئ ؤأئثاء ت و ضغ في أ ئ ه ل وانه ا‬:‫ أثت محات‬، ‫بن الث ا ب م‬

‫ إل وقق تجن ئذا‬٠ ‫لثب‬1‫ " م حق زوئت‬:‫ص‬ P ،‫ ني ث؛ ق وقش‬1‫غزبئ ءئ‬ ‫ل‬

>‫ ئلث ا أ ئ ز ت وكان ت ثص وم م ن بمب رنول‬،>‫ ث م م ق ة و ل م يس مغه ' ؛ ؤ ة وعغذه ا ءمثدت‬،"

‫ يا أر الغ ب ي ين أ و أم ن ت بدره م م ن ال ذ ي‬: ‫ ق ا ن ي ال م أ ه‬، ‫الثؤ ؛ ه أ ئ ز ت غلى ختن ؤزن ج‬


‫ هزالل ه نا‬،‫ " م ي‬: ‫ قال ئ غا ب ق ة رضى الل ه عنه ا‬،‫ثا به ل مفمحقا ة‬
‫أ هد ي لل ي ما قت ر ي ل‬

Abdurrahman b. el-Kâsım bildiriyor: Muâviye, Hz. Âişe’ye giysi, gümüş


ve bir takım şeyleri hediye olarak günderdi ve bunların kapısının önüne
konulmasını emretti. Hz. Âişe evden çıkıp da bunları gördüğü zaman
ağlayarak: “Ama Resûlullah (‫؛‬JJalıu c،‫؛‬e4ki ve‫؛‬ellsm) bunları bulamazdı” dedi ve
hepsini dağıttı. Yanında da bir misafiri vardı. Hz. Âişe iftarım - ‫لكل‬
Resûlullah’ın (=٠١١٠١١٠١٦٧Je4ki veJlem) vefatından sonra devamlı olarak oruç tutardı-
ekmek ve zeytinyağıyla yaptı. Misafiri olan kadın: “Ey müminlerin annesi!
Sana hediye olarak gelen paradan bir dirhemi kaldırıp da onunla yememiz
için biraz et aldırsaydın olmaz mıydı?” deyinee, Hz. Âişe: “Sen yemene bak!
Hz. Âişe 455

Vallahi hediye olarak gelen her şeyi dağıttım ve bir şey kalmadı!“ karşılığını
verdi.

‫ ورق ع ت‬،‫ أهد ي لف ا س ال لط م ن عن ب ءئت مئة‬:‫ عتد الؤ ح م ن‬3 ‫ ] ء ا‬، a /y [ “) ١٠١٢(
‫ نثال غ ع ائشة رضى‬،‫بيثة‬،‫ائ‬
‫م‬ ‫ ثلث ا * كا ن ال ق د جا ء ت به‬،‫به ا ع ا ئ ق ة‬ ‫ولم ثئ ل م‬ ‫ا ل جاريه شل ه‬
‫ ه ا ؛ ث ء ي ق ة‬، ‫جث[ب ذ ي ق ل أ ئ‬
‫ أز ظ أم ال‬، ‫ ظ ت ث ذ ي‬:‫ل ئ‬1‫ظ ؟ " د‬ ‫ا ق ء ا " نا‬
" \‫م ح ق منه \لل‬ ‫ ال‬4‫ والث‬، ‫ح دا‬-‫ ^ ^ وا‬٤ ‫ " ه ال‬:‫ ^ غ ي‬١ ‫رضى‬
Abdurrahman der ‫لكل‬: Bir defasında kendisine birkaç sepet üzüm hediye
edilmişti. Hz. Âişe üzümün hepsini dağıttı. Aneak cariyesi, Hz. Âişe’nin
haberi olmadan bir sepetini kaldırıp sakladı. Akşam olunca cariye bu üzümü
:getirdi. Hz. Âişe ona: “Bu da ne?” diye sorunca, cariye: “Efendim! — veya
.Ey müminlerin annesi-Y em ek için bunu saklamıştım” karşılığını verdi
Ancak Hz. Âişe: “Tek bir salkımını dahi istemiyorum!” dedi. Vallahi o
üzümden hiçbir şey yemedi,

‫ ثن ا ع ا رم أب و‬،‫مه د ا ل ع زيز‬ ‫ ق ا عل ي ب ن‬، ‫ن ث ن ا ن ب ن أ ح م د‬ ‫حد ق ا‬ ] ٤ ٨ /٢ ‫ ل‬- ) ١٠١٣ (

‫ و ك ا ن رضي عا‬، ‫ ص أي ي ش ع ي د‬، ‫ ع ن ئ عئ ب ب ن ا ل ح ي حا ب‬،‫ ثئ ا ح م ا د ب ن وي د‬، ‫الق مت ا ن‬

‫ يا أم‬: ‫ هل ت‬، ‫ن ظ ن عأى ع ايس ة ر ض ى الل ه عنه ا وه ي ثخي ط ئ مته نف ا‬ :‫ محا ت‬، ‫ل عا ت ق ه‬

" ‫ فئ ة ه‬١٢ ‫ ج د د بتن‬١‫ " ؛‬:cJu . ‫ين قد أؤ شغ!ه‬


‫؛لجنز ب ذ أف‬
Hz. Âişe’nin sütkardeşi olan Ebû Saîd der ki: Hz. Âişe bir söküğünü
dikerken yanına girdim ve: “Ey müminlerin annesi! Allah sana genişlik
”vermedi mi?” dedim. Hz. Âişe: “Eskisi olmayanın yenisi de olmaz
karşılığını verdi,

،‫ ح د بني أيي‬، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د بن حق ل‬، ‫م بن ت الل ه‬ ‫ ] ثن ا أبو‬٤ ٨ ٨ [ - ) ١٥١٤(

‫ ح دب ي م ن‬،‫ ص أيي ا لخض‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ عن ش م ا ن‬،‫ثن ا عتد ا ل ر ح م ن بن م هد ي‬


‫' س ع ل ئ‬٠ :‫ ؤئ م ن الئة ع ل سا ؤؤه ائ ا عذابيه اقث م وم^؛ف م م و لأ‬:‫ش م غ غ ا ب ث ة ثئزأ ي ا ل ص الة‬

" ‫وقني عذا ت ال ث ن وم‬

Ebu’d-Duhâ der ki: işitin birinin bana bildirdiğine göre Hz. Âişe, “Allah
bize lütfetti de bizi (vücûdun( ‫؛؟؛‬ne işleyen (kavurucu) azabdan
H z. işe 456

korudu”1 âyetini namazda okuyup “Allah bana lütfetti de beni yakıcı


azabdan korudu” dedi-

: ‫ق زا‬ " ‫م ا‬ ] ٤ ٧ ٢ [ ‫ر ض ى ال ق‬ ‫ش م خ غا ب ث ة‬ ‫و خ دثي ي م ذ‬ : ‫ ] قا ت‬i a / y [ - ) ١ ٠ ١ ٥ (

‫ؤوبرت قي مح ف ز والب ر ج ن ثؤغ ا ل جا ه ج ا لآور وأق س ا ل ص اله ومح ن الركام وأطع ن ا ه‬


‫ر‬ ‫ح‬ ‫م‬ ‫ق‬ ‫ي ر ه‬ ‫قر ك م م ح‬ ‫ي‬ ‫ح‬
‫ا نت‬ ‫أ غد‬ ‫م ال ر جس‬ ‫ع‬ ‫قدهب‬ ‫ل‬
‫ي ريد ' ق‬ ‫و ر ن ول د إث نا‬
‫ئ ث ث خ ن ا مب ا ا‬
Hz. Âişe: “Evlerinizde oturun; eski Cahiliye’de olduğu gibi açılıp
saçılmayın; namazı kılın; zekâtı verin; Allah’a ve Peygamberine itaat
edin. Ey Peygamberin ev halkı! (Ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden
kusuru giderip sizi tertem iz yapm ak ister”2 âyetini okur ve örtüsü
ıslanana kadar ağlardı,

‫ن‬ ‫ ثن ا ر ؤ ح‬، ‫ ثن ا ا لحا ر ث ب ن أ ي ي أ ت ا ن ة‬،‫ح ال ب‬ ‫ح دث غ ا أ ب و ب ك ر ب ن‬ ] ^ / y [ - ) ١٥١٦(

، ‫ أن ع ائشة ي ث ط ل ح ه ح د ق ة‬،‫ ثما عئد اللب بن أبي ث و ك ه‬،‫عثادهء ثن ا حات م بن أ ي ضنينة‬

" : ‫ ق ا ك‬، ‫ والل ه لم د محتلتهت م ن ل م ا‬:‫نف ت لف ا‬


‫ ي‬،‫ ^ ^؛‬١ ‫أ ة ع ا يشه قتل غ جاد ات ظرن ت في ما ثن ى‬

‫ ; ذئ ب ق قل ه إ ال‬ûi‫؛‬r ‫ و ث ل‬: ‫ مح د بجا‬،" ٠ ‫لؤ ء ذ ث ن ت ظ ن خ ل غ د أرزاء ا ي‬

‫ أ م‬. ‫ قأص ي خ ت وهي قزعه '* قأتزتبا ش غث ز أئقا ن ج تأئه ا في شيي ل الثي‬، ‫وعق ك قابل ه‬

Âişe binti Talha’nın naklettiğine göre: Hz. Âişe (farkında olmadan) bir
cini öldürmüştü. Rüyasında kendisine “Vallahi sen Müslüman bir cin
öldürdün” dediler. Hz. Âişe “Eğer Müslüman olsaydı Resûlullah’ın (sallallahu
aleyhi vBSBİlem) eşlerinin evine girmezdi” diye cevap verdi. Kendisine “Elbiselerin
yokken mi girmişti?” diye sorduklarında korkmaya başladı. Sabah
olduğunda hemen emredip Allah rızası için on iki bin (dirhem) tasadduk
etti.

،‫ ثن ا م ح م ذ بن "كثير‬، ‫ ثن ا أ ح م د بن منث ود‬، ‫ ] حدق ا ئلئ ما ن بن أ ح ن د‬i،\/y [ - ) ١٥١٧(

‫ أ م حى عؤمح ن بن اخلا ر ج ئن ا ل م ح ل ونو ابن أخى عا ئ ق‬،‫ عن الره ري‬،‫ثن ا ا ألل ز'ئ‬
‫ئة زضي الل ه‬،‫ مما ؟ت غاؤ‬، ‫ثه ا‬1‫ آل حجزن حم‬: ‫^ !"ن؛ل ؤ م‬١^ ، 1‫ رناعه‬JLpIj ‫ ئشه‬1‫أن ع‬

1TûrSur. 27
2 Ahzâb Sur. 33
Hz. Âişe 457

‫ ظ ظ ف خ‬، ‫ ه ي بجا‬،‫؛‬J IİÎ ، " ‫؛ ) لأك‬jjûı ‫تن ؤ م خ ر‬:‫ " ث غ م أن■ ال م ح؛ ا‬: ‫غئه ا‬
‫ل ئ‬1‫ ئ ك ط‬،" ‫ بدا‬1 ‫ فيه‬٣ ‫ " ؤ؛ ش ال‬: cJIa ® ، ‫؛بن ؛ن ؤم بك ج أخز مح أب ت أن وكث م ة‬
‫ ئ دحلوا عل ئه ا ن غي ز‬،‫ وعتذ ال ؤ ح ن ن شر ا لآنزد ع ا يشه‬،‫ ك م ا ل من ور بن م خزم ة‬، ‫مجرته ا‬
‫وث\شلها‬ ،‫ي‬ ٤١٤‫ ^ ع ه ؛‬١ ‫رضى‬ ‫و ث ئ ئ ظءيث إ‬ ‫م ق م‬ ‫و‬ ‫ص آئ‬ ،‫ثق ال ي ر‬1
‫ ز و‬0‫ص ث أ بم ئ ئ إ ر امح ت نف ا م خ محا أنتوئ‬ ‫ ق ئا م حا ق محا‬،‫اتق ا ؤ م ا ه زا إل ج ز‬

1‫ فس ك ي ح ش ثبت د موعه‬، ‫ إن ك‬U،jJu ‫ ئ م ن ب غ ت بع د دن ك ثد و‬:‫ عر ف‬،3‫ ظ‬، 1‫دأعممته‬


‫ي ن ارثا‬

Anne tarafından Hz. Âişe’nin erkek kardeşinin oğlu Avfb. el-Hâris b. et-
Tufeyl bildiriyor: Hz. Âişe bir arazisini satınca İbnü’z-Zübeyr: “Bunu
yapmasına müsaade etmeyeceğim!” dedi. Hz. Âişe de: “Allah adına adağım
olsun ki ölene kadar İbnü’z-Zübeyr’le konuşmayacağım!” dedi. Daha sonra
İbnü’z-Zübeyr onunla barışmak için birçok kişiyi aracı yaptı; ancak Hz.
Âişe: “Vallahi ondan dolayı adağımı ‫ء‬bozup da günaha girmem!” diyerek
onunla konuşmayı kabul etmedi. Hz. Âişe’nin bu küslüğü uzun sürünce
Misver b. Mahrame ve Abdurrahman b. el-Esved, Hz. Âişe’yle konuştular.
İbnu’z-Zübeyr’i de alıp yanına girdiler. Girince İbnü’z-Zübeyr hemen
boynuna sarılıp ağlamaya başladı. Hz. Âişe de çok ağladı. İbnü’z-Zübeyr,
Allah ve akrabalık aşkına kendisiyle konuşmasını rica etti. Yaptıkları ısrarlar
sonucu da Hz. Âişe tekrar onunla konuşmaya başladı. Hz. Âişe sonra
birilerini Yemen’e göndererek kırk köle satın aldı ve hepsini azat etti.
Avf ekledi: “Daha sonra Hz. Âişe, bu adağını her hatırlamasında örtüsü
ıslanana kadar ağlardı.”

‫بن‬ ‫ ثنا ت خ ئ د‬،‫ ثن ا يونفن ا لما ضي‬،‫[ خ ا؛ثغ ا عئد ا ل م ل ك ئ ذ ا لخض‬i،\/y] - ( (١٥١٨
‫ أبة معاونه افثن ى م ن ع ايشه بقا‬،‫ ثن ا ي ق ا م بن مؤم‬،‫ ثن ا ح ما د بن زيد‬،‫عتيد بن جش ا ب‬

‫ وأئ ز ت عأى خبز وزيت‬،‫ " ئ ما أ ن ث ت ؤعغذه ا درهأ‬، ‫" ب م اقة أ ل ب يع ت به ا إليه ا‬،
‫ " غ ال‬:‫ قال ث‬، ‫د م ل ئ ئ ا‬ ‫ب ذ ل ز مح ت ا ئ ث ي ى قا‬
‫ ثا أم انن ؤ ج‬: ‫زقا ك محا و ال؟ محا‬

‫ ’’ أ ؤ ن همي ش ك‬:‫ و ع‬،" ‫”من هي‬


458 ZeynebbintiCahş

Hişâm b. Urve’nin naklettiğine göre Muâviye, Hz. Âişe’den yüz bine bir
ev satın alıp parayı kendisine gönderdi. Akşama geldiğinde bir dirhemi bile
kalmamıştı, iftarını ekmek ve zeytinyağıyla yaptı. Bir hizmetçisi kendisine
“Ey Müminlerin Annesi! Bir dirheme bize biraz et alsaydın” dediğinde. Hz.
Âişe “Keşke bana hatırlatsaydın - v e y a - Bana hatırlatsaydın dediğini
yapardım” dedi.

‫ ثت ا نجا ث بن‬،‫ ثن ا جعث ر ا لمنيابي‬، ‫ ] حدثتا ا لخنن بن ع الن الوراق‬٤٩٨ ! -) ١٠١٩(


‫ " ن ا نأي ت أ خذا ب ن‬:‫ فات‬،‫ عن أيي‬،‫ ثن ا ي ق ا م بن عروه‬،‫ ثن ا علي س م نهر‬، ^ ^ ١
‫مر ب ة ز ال ب ح ال ل ز ال ب حزام ز ال بشعر ز ال ب ح د ي ث ا لعر ب‬
‫ ز ال ي م‬،١١^ ^ ‫القاسي أع ا م‬

'٠ ‫ب ن ب م ن ع ائشة رضى الئت عنه ا‬


‫ مه ] ز ال م‬/‫[أ‬

Urve der ki: “insanlar içinde, ne Kur’ân konusunda, ne miras


konusunda, ne helal ve haramda, ne şiirde, ne Arapların dilinde ve ne de
nesep ilmi konusunda Hz. Âişe’den bilgilisini görmedim.”

Takrîb 3387

Hz. Ömer'in Kızı Hafsa


Onlardan birisi de; geceleri kaim, gündüzleri saim olan, kendi
nefsini hor gören ve levmeden Ömer b. Hattâb'm kızı Hafsa.
Mushaf haline getirilen Kur an’ın da vârisi.
Takrîb 3391, Takrîb 3392, Takrîb 2195, Takrîb 2196, Takrîb 2553

Onlardan birisi de; Allah’tan korkan ve haline rıza gösteren, her


zaman Allah’a müracaat edip dua eden Zeyneb binti Cahş.
Takrîb 3393, Takrîb 3395, Takrîb 3394, Takrîb 3396, Takrîb 3397,
Takrîb 3398, Takrîb 3400, Takrîb 3399
Esma bintiE bîB ekr 459

Resûlullah'in (sallallahu aleyhi vesellem) Hânımı


S a fiy y e

Onlardan birisi de; muttaki ve zeki olan, gözleri yaşlı,


arınmışların arınmışı Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) hanımı
Safiyye.
Takrıb 3401
‫ ثن ا حشتن‬،‫ ئن ا ■علي بن ائ ح ا ق‬،‫ ] حدبنا عتد الل ه بن م ح م د بن جعمر‬٥ ٥ ٨ [ “) ١٥٣٠(
‫ ص ي د الل ه ق‬،‫ ئ ت و ت ى ئ م ح دة ا وبذ ي‬، ‫جد ان رير ئ أيي م ح ا ذ‬ ‫ ه ا‬، ‫ال ت م * ؛‬

‫ فذ ووا ال ق زثنؤا‬٠ ‫م خي زة ض ظ بث ت لخئ ززج ال ي إ‬ ‫ أن وئا ا بمغ وا‬،‫محذق‬


" ! ‫ص؟‬ ‫ فأتن‬، ، ^ ^ ١ ‫ي الوة‬-‫ص ون و‬ ‫ظ‬ " :‫يص فث ه‬-‫بم ش قا ئ‬ ‫ مآ ن‬5‫ا‬

Abdullah b. Ubeyde bildiriyor: Birkaç kişi Hz. Peygamber’in (saLLL ،Je4hi


vesellem) hanımı Safiyye binti Huyey’in odasında toplandılar. Burada Allah’ı
zikredip, Kur’ân okudular ve secdeleı‫ ؛‬ettiler. Bir ara Safiyye onlara şöyle
”?seslendi: “Secde edip Kur’ân okudunuz! Peki, ağlamanız nerede

E b û B ek r e s -S ıd d ık 'm K ız ı E s m a

,Onlardan birisi de; sadık, güvenilir ve devamlı Allah’ı zikreden


sabredip şükreden Sıddık’m kızı Esmâ. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi
vesellem) kırbasını bağlayıp asmak için kemerini ikiye ayıran kadın,

، ‫ ح د ب ي أيي‬، ‫ ثن ا ع د الل ه بن أ ح ن د بن ح م‬،‫ ] محا أبو بك ر ئ ذ ت ابل ي‬٥ö/y [ - ) ١٥٣٦(


، ‫ د ح ل ت عأى أت ن اء وهي تح ش‬:‫ قا ت‬،‫ ص أبيه‬، ‫ ثن ا ي ق ا م شر م و ه‬،‫ثن ا ابن نن ي‬

،‫ ؤئ م ن الل ه علتن ا ووقانا غذا ب ال ث ن و ه هاشتعا د ت‬:‫ " مزأ هذه ا اليه‬، ‫ث ت ب ن بجا وهي‬
" ‫ أ شت الق وقب م ر جع ت زهي في بكائه ا ئنتع ي ذ‬،‫ ئنث ا أطا ل عل ي‬،‫ق ن ئ وهي ئ س ع يذ‬

Urve b. ez-Zübeyr der ‫نكل‬: )Hz. Ebû Bekr’in kızı) Esmâ’mn yanına
girdiğimde namaz kılıyordu. Namazda: “Allah bize lütfetti de bizi
460 Esma bintiE bîB ekr

vücudun içine işleyen azaptan korudu"1 âyetini okuyunca istiâze edip


Allah’a sığınmaya başladı. Kendi istiâze ederken ben kalktım, istiâzesi uzun
sürünce de çarşıya gittim. Çarşıdan döndüğümde ise hâlâ ağlayıp istiâze
.ediyordu

Takrîb3406

‫ ثن ا أ خ ن د بن م ح م د‬،‫ ثن ا ث خ ث د بن يح ش‬،‫ ] حدثن ا حبي ب بن ا ل ح س ن‬oo/y [ - ) ١٥٣٨(

‫ عن ي حش بن عب ا د بن‬،‫ عن ش ت م بن إ ت خ ا ئ‬، ‫ ] ثت ا إبراهي م بن س م‬٥٦/‫ [ ؟‬،‫بن أيوب‬


‫ه <ج‬ " :‫ال ئ‬3 ، ‫نم ث م‬
‫ف ء ين ي أ ج‬ ‫ ص خديه‬،‫ خدتة‬î\ş\ ‫ أ ة‬، ‫ ^ بن ؤ م‬١ ‫ف‬

‫ أؤ سته‬، ‫ ^ ^ أبو بكر ^ *كثه مع ه ح ن ن ه‬١ ،‫ ق ه و ح رغ أبو بكر مع ه‬4‫نن و ه الل‬


، ‫محه زقن ده ب بمرة‬1‫ فد ح د ع إ ظ ج د ي أب و محح‬:‫ ن ئ‬، ،‫ه مع ه‬ ‫ ظئ؛ئ‬،‫آ ال ف درهم‬
‫ره قد ثزك ق‬1 ،‫ي أبة‬ : ‫ ئ ك‬: cJlİ ،‫ إه ن غ شب ي‬1‫ |ني لأز)ة مح د ئ ج ع؛كز بن‬4‫ والث‬: 3 ‫مما‬
،‫ه ا تالت‬-‫ "ى ن أييتص غف؛‬، ^ ^ ١ ‫ ئأ ح ذ ت أ ح ج\را هزضعئه ا في ك ئ في‬: ‫ل ئ‬1‫ د‬، ‫ا كيت؛‬.‫رحي‬
‫ قادت‬،‫ ص ع يذك يا أب ت غش ف ذا ا ل ما ل‬:‫ قل ث‬،‫ب ده‬
‫ م أ ح ذ ت ج‬،‫مث أ وص غ ت ع انه ا وبأ‬

، ‫ هم ي فذ؛ ثك م ثهدغ‬،‫ ن *كا ن ثزك محز فذ؛ ق د أ ح ش ن‬1 ‫ ال ب ش‬: 3 ‫ ثما‬،‫وئص غ يده‬
" ‫ يذبم ق‬٤ ^ ١‫ وت ك ن أزذث أن أ ش‬، ‫ئ‬ ‫ ز م ظ تزك ك‬N : ‫ئ ك‬

Esmâ binti Ebî Bekr anlatıyor: Resûlullah )‫؛‬JJ،>ku Je4k‫ ؛‬ve‫؛‬ellem) Medine’ye
doğru yola çıkınca Ebû Bekr de beş bin veya altın bin dirhemlik olan tüm
parasını yanına alıp Resûlullah’la OJUUu ale4ki vesellem) birlikte gitti. Gittikten
sonra görme yetisini kaybeden dedem Ebû Kuhâfe bize geldi. Bize: “Vallahi
gördüğüm kadarıyla (Ebû Bekr) parasını da yanında götürerek sizi de yolduk
içinde bıraktı” dedi. Ben de: “Hayır dedeciğim! Bize de bol miktarda mal
bıraktı” karşılığını verdim. Evde, babamın içine parasını koyduğu bir delik
vardı. Hemen ufak taşlar toplayıp içine koydum onların üzerine de bir giysi
.attım. Sonra dedemin elinden tutup: “Dedeciğim elini koy da gör!” dedim
;Dedem elini üzerlerine koyunca: “Bunları size bırakmasıyla güzel yapmış
zira burada size yeteri kadar para var” dedi. Oysa vallahi babam bizlere

1Tûr. Sur. 27
Ummü Süleym 461

hiçbir şey bırakmamıştı. Bunu da sırf ihtiyar dedemin rahatlaması için


yapmıştım.

‫ " نق ا ح ر ج رن وت الل ه‬: ‫ هال ت‬،‫ ص أ ن م ا ء‬، ‫ ] هات اس إ شحا ق و ح د ب ت‬٠ ٦ ٨ [ - ) ١٠٣٩ (

‫ر بكر ن ئ ز ي غ‬ ‫ ثز ق وا ع ر ثا ب‬، ‫م فيهز أبو ج ه ل‬ ‫ أثاثا ئقت م ن‬، ‫م‬ ‫ زأوئ‬٠

:‫ع‬ ،‫ ال أذري زض أش أ ي‬: ‫ ئ ك‬: ‫ع‬ ‫ أ ق ذ أثوي ظ بم ث أ ي م ؟‬: ‫ ق ش‬،‫( ص‬


‫م‬ :‫ بال ت‬، ‫ هثعلني ح د ي ئ ن ه لحث منه ا هزط ي‬، ‫م خ أبو ج ه ل يده و كا ن ئ اجئ ا حبيئا‬
" ‫ا‬
‫صرف و‬ ‫ان‬

Esmâ binti Ebî Bekr bildiriyor: Resûlullah (JUUu Je4k; vesellem) ile Ebû Bekr,
Medine’ye doğru Mekke’den ^ola çıktıklarında, Kureyş’ten, içlerinde Ebû
Cehl’in de bulunduğu birkaç kişi geldi. Ebû Bekr’in kapısında
durduklarında karşılarına çıktım. Bana: “Ey Ebû Bekr’in kızı! Baban
nerede?” diye sordular. Ben: “Vallahi nerede olduğunu bilmiyorum” dedim.
Haşin, pis ve kaba biri olan Ebû Cehl, elini kaldırıp yanağıma öyle bir tokat
attı ki kulağımdaki küpe düştü. Sonra çekip gittiler.

Takrîb 2696, Takrîb 2697, Takrîb 4525-a

Rumeysâ Ummü Süleym


Onlardan birisi de; Rumeysâ üm mü Süleym, Sevgili’nin
hükmüne teslim olan. Savaşlarda ve ©laylar patlak verdiğinde
hançerlerle vurup kesen kadın.
Derler ‫ كل‬: Tasavvuf, sükûneti ve seçmeyi terk etmek, belalar gelip
seni seçtiğinde ise sükûnete sarılmaktır.
Takrîb 3411, Takrîb 1242, Takrîb 3414, 3415 ‫س‬ , Takrîb 3416,
Takrîb 3410, Takrîb 3409, Takrîb 3408, Takrîb 3407, Takrîb 2413, Takrîb
2412, Takrîb 2380, Takrfo 3413, Takrîb 3412
462 H avle bin ti K ays

Ümmü Harâm Binti Mîlhân


Onlardan birisi de; karaların en çok şükreden kadını, denizlerin
şehidi, cennetlere kavuşmayı arzulayan Ümmü Harâm binti Milhân.
Derler ki: Tasavvuf, fedakârca paylaşmak ve şerefli şahsiyetlere
hizmetle şerefyap olmaktır.
Takrîb 3417, Takrîb 3418, Takrîb 3419, Takrîb 3420

Ümmü Varaka el-Ensârîyye


Onlardan birisi de; Kur’ân okuyan şehid Ümmü Varaka el-
Entariye. Muhâcir mümin kadınlara imamlık yapardı. Ara sıra
Resûlullah (saüallahu aleyhi vesellem) onu ziyaret ederdi.
Takrîb 3421

Ümmü Salît el-Ensârîyye


Onlardan birisi de; Ümmü Salît el-Ensârîyye. Kahraman savaşçı,
Resûlullah’ın safında Uhud’da savaştı ve başarılar kaydetti. Allah’tan
başka hiç kimseden korkmazdı.
Takrîb 3630

Havle binti Kays


Onlardan birisi de; herkese nasihat eden, saliha kadın Havle binti

Takrîb 1397
Yuseyra 463

Ümmü Umâre
Onlardan birisi de; Akabe’de biat eden, erkekleri ve gençleri
savunmak için savaşan Ümmü Umâre. Çalışkan ve fedakâr olduğu
kadar, oruç tutar, ibadetlerine bağlı ve güvenilir bir kadındı.
Takrîb 3632, Takrîb 1538

Havlâ' binti Tuveyt


Onlardan birisi de; Rabbine bağlı, muhâcir, teheccüdü seven ve
sağlam duran Havlâ’ binti Tuveyt.
Takrîb 1098, Takrîb 1099

Ümmü Şerîk el-Esediyye


Onlardan birisi de; Ümmü Şerîk el-Esediyye, hal ve hareketleriyle
Allah’ın rızasını kazanmış, değerli ve yüce hasletler sahibi bir kadın.
Takrîb 3631

Ümmü Eymen
Onlardan birisi de; yürüyerek hicret eden, iftar etmeden oruç
tutan, hüngür hüngür ağlayan kadın. Şifa veren ve memnun eden
semavi şerbeti içmeye doyamayan Ümmü Eymen.
Takrîb 3403, Takrîb 3085, Takrîb 3892, Takrîb 3404, Takrîb 3405

Yuseyra
Onlardan birisi de; muhâcir Yuseyra; bol teşbih eden, kelime-
tevhid ile Allah’ı zikreden kadın.
464 el-Ensârîyye

Takrîb 4142

Zeyneb es-Sekafiyye
Onlardan birisi de; bolca tasadduk eden, namazına bağlı Zeyneb
es-Sekafiyye. Süslenmeyi terk eden, hakiki dostuna yakın olmak için
süslenen kadın.
Takrîb 1435, Takrîb 1436, Takrîb 433

Mârîyc
Onlardan birisi de; Resûlullah’in (sallallahu aleyhi vesellem) hizmetçisi
Mâriye. Mücahid ve dayanıldı kadın.
Takrıb 3593

Umayra bintî Mes'ud ve Kızkardeşleri


Umayra binti Mes’ûd ve Kızkardeşleri de onlardandır.
Takrîb 3093

Sevda'
Onlardan birisi de Sevda; mescidleri vatan edinmiş, toplumda ve
toplantılarda masumiyeti ikrar edilmiş kadın.
Takrîb 3633

el-Ensârîyye
Onlardan birisi de musibetlere ve imtihanlara aldırmayan,
hastalıkları ve belaları umursamayan kadın.
Esmâ binti Umeys 465

Takrîb 2381

Ümmü Buceyd el-Habibiyye


Onlardan birisi de Ümmü Buceyd el-Habibiyye, bolca dağıtıp
infak eden kadın.
Takrîb 1443, Takrîb 1442

Ümmü Ferve
Onlardan birisi de Ümmü Ferve, biat eden, durmadan çalışan
kadın.
Takrîb 514

Ümmü lshâk
Onlardan birisi de; muhâcir Ümmü İshâlc, yalnızlık ve ayrılık
içinde ölen kadın.
Takrîb 3629

Esmâ binti Umeys


Onlardan birisi de; iki hicrete hicret etmiş, iki kıbleye namaz
kılmış, Habeşli Bahriye olarak da bilinen, şereflilerin arkadaşı,
sevenlerin kardeşi Esmâ binti Umeys el-Has’amiyye. Câfer-i
Tayyâr’a nikâhlanmış, vefatının ardından ilk Müslümanlardan olan
es-Sıddık onunla evlenmiş, hayırlıların efendisi Vasiy Ali ise onunla
nikâhlıyken vefat etmiştir.
Takrîb 3643, Takrîb 3644, Takrîb 3363, Takrîb 3166
466 Esmâ binti Yezîd

Esmâ bint‫ ؛‬Yezîd


Onlardan birisi de; Ensârlı Esma binti Yezîd b. es-Seken.
Aldanma ve fitnelerden miras kalanı elinin tersiyle iten kadın.
‫ ثن ا ح الب بن‬، ‫ ثن ا بغ ز بن مو ت ى‬،‫ ] خ ا؛ثن ا م ح م ذ بن أ خ ن ذ بن ا لخنن‬١٥٩٤[ -) ١٠٩٢(
‫ أس ت‬: ‫ هال ت‬،‫ي ت يزيد‬
‫ ص أش ماء م‬، ‫ ثغ ا ذاؤئ ا لأوديء ح د ق ي ف ه ز بن ح و س ب‬،‫يح ي‬

‫ أل ق ي‬٠٠ :‫ ق ات‬،‫ قص ز بتصيعب ه ما‬، ‫ محدئ و ت وعل ي سواران م ن د ه ب‬،‫بايع ه‬


‫الغي ق ه لأ‬
‫ ع ا ل مته م ا قن ا‬:‫ محال ت‬، ٠٠ ‫س ورك الثت بأ ساور م ن ثا ر؟‬ ‫ أنا سحا في ن أن‬،‫الغزا زي ن يا أن م اء‬

‫ا م \ ا‬/ \ ‫أ م ي ت ذ أ خ ذ ئ ث ا ل‬
Esmâ binti Yezîd det ki: Kendisine biat etmek için Resûlullah’a )‫ال^وااوااوق‬
.aleyhi vesellem) gittim. Ona yaklaşum, elimde de takılı iki altın bileziğim vardı
Bileziklerin parladıklarını görünce “Bilezikleri çıkar, ey Esmâ, Allah’ın seni
’ateşten bileziklerle kelepçelemesinden korkmuyor m ^un?” dedi. Esmâ
diyor ki: “Hemen çıkarıp attım, kimin aldığını da bilmiyorum .”
، ‫ ثن ا حم د الل ه ى أخن ت بن ح م‬،‫ ] ح دقا أ خ ن د بن جعثر بن خن ذا ن‬١٥٩٥[ -) ١٥٩٣(
،‫م م خؤ ش ب‬ ‫ غذ‬، ‫ تحا هم د اخل ل ل ا ق ب مإ‬،‫ظ ائزئا ب ئ ئاء‬ ‫ تحا‬،‫خ د ش أ ي‬

: ‫ل ت‬1‫ مح‬،‫ل تى‬1‫ح‬- ^ ٤^ ‫ ذ‬1 ‫ عنده‬٧! 1‫ ثثن‬: cJU ‫ه‬ ‫ ل مغ‬1 ‫ث خ دم‬ ‫ئن اؤ م‬،‫أق أ‬
‫يت يزيت‬

‫ " أتني ك "أ ن م ح ك‬: ‫غ‬ ^ ١‫ه نن ول‬ ،3 ‫ ق ا‬، ‫ئ د ئ ب‬ ، ^ ١^ ‫ز ه‬ ‫ ئ ه‬1‫من ك تت‬

C‫ وألفته م ا‬: ‫ قال ت‬،‫ يا ناقاه إث ما يعنى ي واريك هذين‬:‫ ئ ك‬:‫ محال ت‬،" ‫ ن ش ن ار؟‬1‫ممؤاز‬

‫ه‬ ‫ء‬ ‫ قهن ج ك رن وت‬،‫ح ه ن‬-‫ ث م بمح ق ن صي م ن عغذ أرؤا‬٩ ‫ه ة‬ ،‫ ظ ثبي الث؛أ‬:

‫ث أ ث حل م ة بزعف ران‬
‫ م‬،‫ ؤ ج مائه م ن م ح ة‬،‫ " |ما منت ط يغ أن سيع د ح ؤمحا م ن فص ة‬:‫ ا‬3‫ؤه ا‬

‫ ” ك و ي به ا يزم‬، ‫حربص مب ة‬- ‫ إلثث م ن ث ح و ن ؤ ذ عي ن جر ادة أ ز‬، ‫و ك و ن كأث ت م ن ذ ه ب‬

] ٧ ٦ /٢ ‫ا ل ما ئ ة " ل‬

Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) hizmet etmekte olan Esmâ binti Yezîd
anlatıyor: Ben Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) yanındayken yanına teyzem
geldi. Ona soru sormaya başlamıştı, elinde de iki altın bileziği vardı.
Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) kendisine "Ateşten bileziklerle kelepçelenmek
hoşuna gider m i('" dedi. Ben teyzeme “Teyzeciğim, şu iki bileziği
kastediyor” deyince, çıkardı ve “Ey Allah’ın Resûlü! Kadınlar *
Tâbiûn 467

kocalarının yanında mutlu olurlar mı?” dedi. Resûlullaü (sallallahu aleyhi vesellem)
güldü ve şöyle dedi: "Gümüş veya gümüş suyuna batırılmış bir halka alıp,
zafirana bulama imkanı yok mu£ A ynı altın gibi olur. Gerçek şu ki; kim
bir çekirge veya ateş böceği gözü ağırlığında bir altınla süslenirse, kıyamet
günü onunla dağlanır "
Takrîb 3759

Ümmü Hâni el-Ensârîyye


Onlardan birisi de Ensârlı Ümmü Hâni; fedakârlıktan sonra
bundan vazgeçmeyi sorgulayan kadın.
Takrîb 4394

Selmâ bınti Kays


Onlardan birisi de; iki kıbleye namaz kılmış, iki biate bağlı
kalkmış Selmâ binti Kays en-Neccâriyye.
Takrîb 99

٠٠٠
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki;
Yüzyılların en değerli şahsiyetlerinin haberlerini ve eserlerini
naklettikten sonra; dinine bağlı, ibadet, kanaat ve zühdüyle bilinen;
dünya ve onun tuzaklarından yüz çevirip, ibadete ve takvaya yönelen
tabiûn tabakasından* birçok ismin, yaygın ve meşhur bir kısmını
zikrediyoruz.

Takrîb 3656-c, Takrîb 3657, Takrîb 3656-a, Takrîb 3656-, Takrîb 3658-
a, Takrîb 3658-b
468 Uveys b. Â m ir el-Karanî

Uv،‫)؛‬ys b. Âmir el-Karanî (Veyselkaranî


-Abidlerin efendisi, zühd ehli sufîlerin zirvesi; Uveys b. Âmir el
Karanî. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) onu müjdelemiş ve
.sahabeye vasiyet etmiştir
Takrîb 3434, Takrîb 3436
‫ ثن ا‬، ‫ ثئ ا م ح م د ن ح م م‬،‫ ثغ ا م ح م د شر ج رم‬،‫ ] حدث ا م ح ئ ذ ثن جعم ر‬av'/y[ -) ١٦٠٦(

‫ قات؛ مر رءت ئ ن مرا و ء د أ ز م‬، ‫ عن ا م حي‬،‫ ء ن جاجن‬، ‫ عن م ه‬،‫نافث ئق نل بما ن‬


‫ ي ن الؤنا ن علتلث‬: ‫ قا د‬، ٠٠ ‫ " أصب ح ت أ خن ن الل ه‬: ‫ ي ن أصث ح ت ؟ ه ا د‬: ‫ ق ا د‬، ^ ^ ١
‫ نأل أتتى ظ إ أن ال‬،‫" ص المب<ة غش ز م و أت ي ح ظي أة ال مب ي‬ ‫؟‬
‫ إن ا ل م ؤ ت ن ؤ وه ل م ي د ع ل م ؤم ن‬،‫ يا أ خا م زاد‬،‫ج ق ئ بالغار‬
‫ أؤ ب‬،‫ف ش م بالج نة‬ ، ‫مب خ‬

‫ نإ ة قيام ةب ال حئ ل م يت رك‬، ‫ نإن ع ل م ةب حقوق الل ه إل ي زلن ثة في مال هفص ه ز ال ذهثا‬، ‫محز حا‬
" ‫ه من ز ه ا‬

:Şa’bî anlatıyor: Murâd kabilesinden bir adam Uveys el-Karanî’ye uğrayıp


”Nasıl sabahladın?” diye sorunca, “Allah’a hamd ederek sabahladım“
karşılığını verdi. Adam: “Zamanın nasıl geçiyor?” diye sorunca ise şu
karşılığı verdi: “Sabah olduğunda akşama yaşamayacağını, akşam olunca ise
sabaha çıkmayacağını zanneden cennetle mi, yoksa cehennemle mi
müjdeleneceğini bilmeyen kişinin zamanı nasıl geçer? Ey Murâd kabilesinin
mensubu! ö lüm ve onu hatırlamak, müminde sevinç bırakmadı. Allah’ın
.üzerindeki hakkını bilmek kişinin malında ne gümüş, ne de altın bıraktı
Hakkı ikame etmek için uğraşması ise etrafında dost kalmamasına sebep
oldu .”

‫ ح دبنى ركري بن‬،‫ بن أخن ت‬4‫ ظ غيد الل‬، ‫ ] خا؛قثا أبو بكر بن مج ه‬âT'/ \[ ") ١٦٠٧(

‫ غذ عبد‬،‫ عن أمح ه‬،‫ ثن ا عبد اش بن غ ز و بن مره‬،‫^ بن عد ي‬ ١ ‫ ظ‬،‫ب نيه‬


‫م‬ ‫ي حيى بن‬
‫ ئنث ا‬، ‫ زم ن ع من بن الح طا ب ومعن ا أويس ائني غ‬0 ‫ " غزؤثا أذربي حا‬:‫ قات‬،‫الئؤ بن ت ل م ه‬

‫ وما ء‬،‫ فنزلثا قا دا ي نخف ور‬، ‫ محل ز سث م س ك ئن ا ث‬C‫ن جعن ا مرح ن عثتن ا يع ن ي أؤيئ ا ق ح م ثا ه‬
‫‪Uveys b. Â m ir el-Karanî‬‬ ‫‪469‬‬

‫م ن ك و ب ‪ ،‬وك م ن زخغ و ئ‪ ،‬ئثثلثاة وك مت اة [ ؟‪ ] ٨٤/‬وصلتغ ا علته ودفن ا ه‪ ،‬مما ‪ 3‬تعصن ا‬

‫مب م ‪ :‬لؤ بمثا ظثا محنة‪ ،‬ق بمئا ودا ال قون زال أب"‬
‫‪Abdullah b. Seleme anlatıyor: Ömer b. Hattâb döneminde Azerbaycan’a‬‬
‫‪sefere çıkmıştık. Yanımızda Uveys el-Karanî de vardı. Dönerken Uveys‬‬
‫‪hastalandı, onu taşıdık; ama dayanamadı ve öldü. Mola verdik, durduğumuz‬‬
‫‪yerde; önceden kazılmış bir mezar, hazırlanmış su, kefen ve koku bulduk.‬‬
‫‪Onu yıkadık, kefenledik, namazını kıldık ve defnettik. Sonra birbirimize‬‬
‫‪“Dönüp bakalım da kabrinin yerini unutmayalım” dedik. Dönüp‬‬
‫‪baktığımızda ne bir mezar, ne de bir iz bulabildik.‬‬
‫‪Takrto3437‬‬
‫‪ / y] "( ( ١٦٠ ٩‬؛ ‪ [ a‬ثن ا أ خ ن د بن جعف ر ثن ح م ذا ن ‪ ،‬ثن ا حم د الل ه بن أ خ ن ذ بن خ ي ل ‪ ،‬ثت ا‬

‫ر م ح ه‪ ،‬ثن ا أثو يك ر بن عقا ش‪ ،‬غذ ثغيزه‪ ،‬ئ ‪3‬ت وكا ن أوي س مح ي‬ ‫م حا ذ ئئ‬
‫ب ا الي ج ذ نا يزوغ فيه أي إ ز ا ل ج م ع ة ‪٠٠‬‬
‫ت م ند ق ش ابه‪ ،‬حش ي جل س مثا‬
‫لخ‬

‫‪,Muğîre bildiriyor: “Uveys el-Karânî bazen giysilerini bile infak eder‬‬


‫‪Cuma namazına gitmeye giyecek bir şey bulamadığı için de çıplak bir‬‬
‫”‪şekilde öylece otururdu .‬‬

‫(‪ ] At/Y[ -) ١٦١٠‬حدت ا أب و بكر بن مال ك ‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن أخن ت‪ ،‬ح دبني أيي‪ ،‬و عيد‬

‫عن‬ ‫الل ه ‪°‬تن عن ن‪ ،‬ثن ا عب د الث‪-‬مح نت ي ب ن م ه د ي ‪ ،‬ثن ا ئ نا ن ‪ ،‬ع ن محس ب ن ب شير ب ن‬

‫أمح ه‪ ،‬قات‪ " :‬جم ن ن ث أوبما ا م ح إل م ح ن س ال ميى ا ا‬


‫”‪Beşîr b. Amr der ki: “Uveys el-Karanî’ye iki gömlek giydirdim .‬‬
‫( ‪/ y [ - ) ١٦١١‬؛‪ ] a ،‬حدثن ا ع د الثؤ بن م ح م د بن جعف ر‪ ،‬ثن ا م ح م د بن الم م ا س بن آي و ب‪،‬‬

‫م أثو غث ا ن‪ ،‬ثن ا امحق م ئذ ج رمز‪ ،‬غذ‬ ‫بش ئذ‬


‫تحا ي حش بن ت خ م بن ال ث م ‪ ،‬ثن ا م‬
‫^ ‪ ،‬غذ ز م ثن‬ ‫ن ي ئ ‪ ،‬عن ال ئ حاك ‪١‬‬
‫م ا م‬ ‫خن ذا ن‪ ،‬ص ق ي ان اق م إ ‪ ،‬غذ أ‬
‫حي ن ‪ ، ^ ^ ^ ١‬ه ا ‪ ; 3‬فد م ت ائ\كوقه‪ ،‬ئ إل تني ر ثي ن إ إ‪1‬لآم اوئش\ أ ث آ ه عغة‪ ،‬هدهع ت خؤ‬
‫بش ا طئ ائئزابي‪ ،‬يتوضأ ويعس نب وبه ‪ ،‬بمق ت بالنع ت ؤذا و ج د ادم م حل وق الرأس‪" ،‬كث‬
‫محسلم ت عل ثه زنت ذ ت اقه يد ي الصاف ح ة ءأبى أن يصاف حني‪،‬‬ ‫ا ل م ن ظ ر‪،‬‬ ‫الئ حثؤ‪ ،‬مهي ب‬

‫نحثقتغي المد رة بن ا نأي ت م ن حال ه‪ ،‬ق ك‪ :‬الث الم عليلث يا أوي س‪ ،‬ي ن أ ث يا أ ي ي ؟‬
‫‪Uveys b. Â m ir el-Karanî‬‬ ‫‪470‬‬

‫بمل‬
‫آ‬ ‫‪ ü‬ئ ت; '‪ ٠‬ت‬ ‫ه‬ ‫ق ا د‪ " :‬ؤأنث ئخ؛ اف ‪ 1‬ه ي ثرم ئ خة ا ن ‪ ،‬ت ذ ذ ك ع ئ؟ قل ق‪:‬‬
‫ر ؟‬ ‫< ك ا م ض واث ب‬ ‫ذ أئ ن‬ ‫ال ا ه م‬ ‫"‪ ،‬ئ ك ‪ :‬أ خ‬ ‫كا ن ؤ ظ حثا ؟ شوال‬ ‫ا‬
‫ي ‪ ،‬إذ‬

‫‪ U ^ ١‬رأيتك م ط ز ال زأ إل؛ي‪ ،‬ظ لت " عزم ت زو جي روحل‪1‬ا ‪-‬ص ت "كثنت شب ي‪ ،‬لأن‬


‫^‬
‫م‬ ‫‪ .‬نإن ثأ ت به‬ ‫ا لأرواح نف ا أنم س كأنفسي ا ال جت ا د‪ ،‬نإن ا ل م ب ينين ه انف و ذ بنوح الله‬

‫ه ح د ي ث آل حمفلة‬ ‫ال‪،‬الز و م ي ت بهن؛ ‪ :٤١^ ، ٠' ^ ^ ١‬ئ ك ‪ :‬ح دبتي عن ر وئ ل ‪^ ١‬‬

‫ه و لم ينير لي مع ه ص ح ة ‪ ،‬نقد زأ‪°‬يئ ز جا ال‬ ‫عن ك ‪ ،‬ق ا ‪ ٢٠ : 3‬؛ ز إل أنزلق رن وت ؛لل ه‬


‫زل ن غ أ ج ؤ أن أف خ فذم ال؛ادي ا غش‬ ‫رأوه‪ ،‬زقن بلعني غذ حديقه "كتع ض ظ‬
‫‪ ٣‬؛ ‪ ،^ ٧١‬م ن‬ ‫ك‪:‬‬ ‫مح‬ ‫أن أكون ه اء؛بئ ا أؤ ممتي فى شس ى ف ئ د ” ‪ ،‬ق ا ‪:3‬‬ ‫أج ب‬ ‫ش ص‪N ،‬‬
‫‪ .‬أ ن م ع هن متل ق‪ C‬قا د ع الل ه لي بدع و ا ت ؤأؤصني بوص ثة‪ ،‬قادت مح أ ح ذ بيدي‬ ‫كث ا ب الل ه‬

‫م ‪ S‬زأ متذة‬ ‫م نأ خ ذ‪ ، ^ ١‬قزت‬ ‫؛‪١١‬؛‪ " :‬محا‪،3‬‬ ‫‪P‬‬ ‫ب ي ع ر >ئا طئ‪^ ١‬‬
‫‪،،^ ١‬‬ ‫مب و م‬
‫من‬ ‫هل م‬ ‫ال ك ال م ك ال م ربي‪ :‬أع وذ بالل ه الئ م يع ا‬ ‫ح س‬ ‫ه وأ‬ ‫ا ل ح د‪.‬ي ث ح د ي ث رب ي‬
‫ز ميق اته_^ ا جن ع ئ ^‪ ،‬د ا‪3‬ا‪ :‬ثم أ ف ه ى شه م همءأئ ا أ‪ -‬صمثه‪،‬‬ ‫؛ق ط‬ ‫الشتءال ‪ 0‬الؤ‪-‬حي م ‪ :‬ؤإ‪ 0‬يؤم‬

‫ق ث ق و ال هم م حزون (ال م ن و ج م‬ ‫ق عن‬ ‫بي‬


‫قت عشي غي‪ ،‬ل م و ‪ :‬ؤزم ال ج‬
‫‪ ^ ١‬إثت ئ ؤ‪ ١‬لخزيز الئ جيلمؤ> "‪ ،‬ثم أ ث ظ زإلي؛ا ق ا ت‪ :‬يا ه رم س حق ا ن‪ '٠ ،‬ن ا ث أبوك ويرش لثم‬

‫أن ئن و ث‪ ،‬زن ا ث أب و حقا ن‪ ،‬الق ا إ ر ا ل حنة وإم‪ 1‬إلى الثاي‪ ،‬و ما ت ادم ؤن ا ئ ت ح واء‪ ،‬يا اثن‬

‫حق ا ن‪ ،‬ؤت ا ث ابناه م ح ي د الر ح م ن‪ ،‬ثا ائذ خث ا لأ‪ ،‬و ما ت م وت ى ئ جي الرخص‪ ،‬يا ابن‬
‫ألل ه ف ه وعلته م أ ج م عين‪ ،‬ت إ ابن حق ا ن ‪ ،‬ؤن ا ث أبو بك ر حليم ة‬ ‫رئأو ل‬ ‫حق ا ن ‪ ،‬ؤت ا ث م ح م د‬

‫النش ل ج س‪ ،‬و ما ت أي ي نصديمي وص في ي ع من‪ ،‬زاعنزاه ؤاعنزاه "‪ ،‬قاتت ود ل ل ط في ا جر‬


‫‪ .‬قد ظه‬ ‫م‬ ‫■* ‪ û'ÿd‬ع من‪ ،‬ظ د ‪ :‬قن ت‪ :‬يز ح ن ك‪ ^ ١‬إ‪ 0‬عنن ن م ث ن ت ‪ ،‬ظ د‪ ٠٠ :‬ش |ن‬
‫بأ ه ا ‪:3‬‬ ‫ث أ ث ظ بد‪-‬عؤات‬
‫ثي نقذ غين ث ظ ئن ت‪ C‬وك وأنت عد؛ في ننزئ ى "‪ ،‬م‬

‫‪ .‬نبن ي ا ل صا لحين م ن ا ل م و م ف ن ؤا ل صال ح ين‬ ‫‪ ٠٠‬هذه وص ق ي للف يا ابن حق ا ن‪ ،‬كت ا ث ال ر‬


‫م ارق محلتل ذ‬ ‫ال‬ ‫م ن ا ل م س ل م ين‪ ،‬ونع ي ت للث م سى محعثل ق بذكر ائنؤ ج ‪ ،‬ئإن انثعل غت أن‬
‫‪ ٩‬ر ج ع ت إثه‪ -‬م ‪ ،‬واء ك ذ ح ^ ^ ^‪ ، ١‬ؤإ؛يا ك أن ى زق‬ ‫ؤ ظذ‬ ‫طزهه عتن ق ا ثن ز‪ ،‬وأنذر‬
‫ئشثز‪ ،‬فتن و ث فتد ح د الثا ز يؤم القي ا م ة ما ‪ ،‬ثم محا د ‪:‬‬ ‫ال‬ ‫ديثلف وأنت‬ ‫تم‪1‬ر ي ى‬
‫مح‬ ‫؛‪،sJ‬؛‪^ LL‬‬

‫‪ ^ ١‬؛‪ ٤١‬هد؛ يرغ م أة ي جبي محلف‪ ،‬وزاي م ن أ جيلث‪ ،‬فأدخله علي رايتإ م ا ل حنة ناي‬
Uveys b. Â m ir el-Karanî 471

‫ وا جع له‬،‫ زن ا أعقلسة م ن ف يء في ال د ي في يسير وع افته‬،‫ وأرضه م ن ال د يبالثسير‬،‫ا لق ال م‬


‫ال‬ ‫ ؤالث ال م غثلث‬،‫ أش ودعلق الل ه يا هرم بن حي ا ن‬،‫الئ اكرش‬ ‫ال ع م ل م ئ‬ ‫بما ئعطيه م ن‬
‫ذث ا خ ر‬1‫ئيق ه‬ ، ‫ ثء ال ه‬۵١ ‫ أد وك ؤآذغو ل ث‬،‫ ث م ا د ظي‬Nj ‫أ ز ه بم ن؛ق زم ث ط ك ي‬
‫ ث م د ح و‬، ‫ف تبك ي ن أ ت ي‬
‫ م ى‬3 ‫ ئأتى عآي‬،‫ ظث ت ت أن أم شي مع ه تأعه‬،" ‫أ ظ ئ <ء اذن ا‬

‫ م ح ز طوقه بع د دللث و تأل ت عنة ئن ا و ج د ت أ ح دا يخبزني غثة‬، ‫ي بع ض ا ل ئ ك ك‬


‫ زززاة‬،‫ح غ غذ رم‬ ‫م‬ ‫ وقات ال ئ ئ آل ا‬، ‫م ب ه‬ ‫ال‬ ‫ه ان‬ ‫ ص‬،‫ئ غ و ا ل حق ان‬ ‫س‬ ‫زوائ قو‬.‫بنيؤ‬
‫ت س ج ن ت هرم ب ن خث ا ذ‬3 ‫ ئ ا‬،‫ ع ن شي خ م ن ب ي خ زام‬، ‫ ع ن مت ص ور ب ن ن ش ب م‬، ‫سمب ن ب ن ه ا رون ا ق بج غ‬

‫ زززاة أبو‬،‫ ئد و ث حوه‬،‫ ^ ^ ق د م ت امحوفأ‬١ ‫ حز ج ت م ن اثصزة ي طن ب اوص‬:‫ مولت‬،‫ا شد ي‬


‫ عن رم ن حوه‬،‫ع صمه‬

Herim b. Hayyân el-Abdî anlatıyor: Kûfe’ye gitmiştim. Uveys’in dışında


bir işim yoktu, onu arıyordum. O nu Fırat kıyısında buldum, abdest alıyor
ve elbisesini yıkıyordu. G rü n ü şü n d e n tamdım, saçlarını kazıtmış, gür
sakallı ve heybetli bir adamdı. Selam verdim ve musafaha etmek için elimi
uzattım. Benimle musafaha etm eyi' reddetti. Halini görünce hıçkırık
boğazımda düğümlendi. “es-Selâmu aleyke, ey Uveys, nasılsın kardeşim?”
dedim. “Seni de Allah mübarek kılsın ey H erim b. Hayyân, kim seni bana
gönderdi?” dedi, “Allah” dedim. “Sübhanallah, Allah'ın dediği olur” dedi.
“Allah merhamet etsin, benim ve babamın adını nereden bildin? Vallahi ne
ben seni gördüm, ne de sen b en i...” dediğimde “Ruhum ruhunla tanışmış
ve konuşmuş, çünkü ruhların insanlar gibi kişilikleri vardır. Müminler ise;
evleri uzak veya ayrı olsa da Allah’ın ruhu sayesinde tanışırlar” diye cevap
verdi.
Kendisine “Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi vesEİlem) bir hadis rivayet et, senin
adına öğrenip nakledeyim” dediğimde bana şöyle dedi: “Ben Resûlullah’a
(sallallahu aleyhi veselİBm) kavuşmadım, onunla herhangi bir sohbetim olmadı. O nu
gören adamları gördüm. Size geldiği gibi bana da hadisleri geldi. Kendime
böyle bir kapı açmak 'istemiyorum. Ben kadı ya da fet^a makamı olup
kendime iş çıkarmak istemiyorum.”
O na “Bana Allah’ın Kitabı’ndan âyetler oku da senden duymuş olayım,
benim için Allah’a dua et ve bana bir nasihat et” dedim. Elimden tuttu ve
Fırat kıyısında yürümeye başladı, sonra şöyle dedi: “Konuşmaya en çok
hakkı olan, en doğru konuşan ve en güzel konuşan Rabbim şöyle buyurdu:
472 Uveys b. Â m ir el-Karanî

“Recmedilmiş şeytandan, her şeyi işiten ve bilen Allah’a sığınırım.


“Şüphesiz ayırım günü, hepsinin buluşacağı zamandır.”1 Âyeti
okuduktan sonra öyle bir hıçkırdı ki, bayıldığını sandım. Sonra “O gün
hiçbir dost, dostunu savunamaz, Allah’ın merhamet ettikleri dışında
yardım da görmezler. Zira O, Aziz’dir, Rahim’dir”2 âyetlerini okudu.
Ardından bana bakıp şöyle devam etti: “Ey Herim b. Hayyân! Baban
öldü, sen de ölmek üzeresin. Ebû Hayyân da öldü, ya cennete veya
cehenneme gitmiştir. Âdem öldü, Havva öldü. Ey İbn Hayyân! Allah’ın
dostu İbrâhîm de öldü. Ey İbn Hayyân! R ahm anın kurtardığı Musa da
öldü. Ey İbn Hayyân! Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) de öldü. Ey İbn Hayyân!
Müslümanların Halifesi Ebû Bekr de öldü. Benim kardeşim, dostum, yakın
arkadaşım Ömer de öldü, ah Ömer a h ...”
Bu olay Ö m er’in halifeliğinin son günlerinde olmuştu. Ben Uveys’e
“Allah senin hayrını versin, Ömer daha ölmedi k i...” dediğimde şöyle cevap
verdi: “Hayır, Rabbim bana ölüm haberini verdi, ben ne dediğimi
biliyorum. Ben de, sen de yarın ölüler arasında olacağız.”
Sonra bir kaç dua etti ve şöyle dedi: “Bu benim sana vasiyetimdir Ey İbn
Hayyân! Allah’ın Kitabı, salih müminlere ve salih Müslümanlara ölümü,
sana kendi ölümümü de hatırlatıyorum, ölümü hatırla. Eğer bir göz
kırpması kadar ölüm ün kalbinden ayrılmamasına gücün yeterse öyle yap.
Kavmine döndüğünde onları da uyar. Kendin için de uğraş. Sakin
cemaatten ayrılma, fark etmeden dininden ayrılırsın, ölürsün ve kıyamet
günü cehenneme girersin.”
Sonra şöyle devam etti: “Allahım! Bu adam beni sevdiğini ve beni senin
hatırın için ziyaret ettiğini iddia ediyor. Cennette, D aru’s-Selâm’da benim
ziyaretçim olmasını nasib et. Dünyada yetecek kadar rızıkla, verdiğin basit
ihtiyaçlarla ve afiyetle memnun et. Verdiğin işlere şükretmesini nasib et. Ey
Herim b. Hayyân! Seni Allah’a ısmarlıyorum. Sana selam olsun, bundan
sonra beni aramanı ve sormanı istemiyorum. Ben seni inşallah hatırlayacak
ve senin için dua edeceğim. Sen şöyle git ben de böyle gideyim.”

1Duhân Sur. 40
2Duhân Sur. 41-42
Uveys b. Â m ir el-Karanî 473

O nunla bir müddet yürümek istedim. Kabul etmedi, beni duygulandırdı,


ağlamaya başladı, beni de ağlattı. Sonra yollardan birine saptı, ondan sonra
çok arayıp sordum, onun hakkında en ufak bir bilgi yeren kimse
bulamadım.
Başka bir kanalla Herim b. Hayyân el-Abdî’nin bu rivayeti, “Uveys el-
Karanî’yi bulmak için Basra’dan yola çıktım. Kûfe’ye geldim ...” ibaresiyle
başlayıp devam etmektedir.

‫ثن ا‬ ،‫ ثن ا أ خ ن د بن م و ت ى بن ال م ا س‬،‫ ] حدتما أبو أ ح م د الغقئريم ي‬٨٦/٢ ‫ ل‬- ) ١٦١٢(


‫ عن أبي‬،‫ ثن ا أبو الصث ا ح‬،‫ ثن ا عتد الص ن د س حث ا ن‬، ‫إن ن ا ع ذ بن ت ع يد ال ك ت ا ئ‬
‫ه رم بن‬ ‫أثبن ا ت م ع ا‬ ‫ م من هم د ا ل مس ح دثاني‬-‫وا‬ ‫و‬ ‫ زك ا ذ جازا ل ه رم بن حق ان ه‬،‫■ع ص م ه‬

،‫ه ي ح دي ث أ حمفل ة عن ا ق‬ ‫ ئ ك حمدثي عن ر وئ ل الئؤ‬:‫ ه ات‬،^ ‫ ^؛‬١ ‫ عن أو ص‬،‫حق ا ن‬

،‫حت‬ ‫م‬ ‫ط‬ ‫ ز ' إل ن ق ذ ؛ ي‬٠ ‫ق لم ه ره ا ي إ‬ " :‫د‬،‫؛‬ '

‫ ئ ن و ئ ن ز ة‬، " ‫ز ي لآئؤا<؛ |ش ئغ ا؛ى غ ي‬ ‫م حو‬. ‫ي‬ ‫ؤل ك ذ قت زأئث ص نأ ى ر‬

Herim b. Hayyân der ki: Uveys el-Karanî’ye “Bana Resûlullah’tan (sallallahu


aleyhi vesellem) bir hadis söyle, senden öğrenmiş olayım” dediğimde ağlamaya

başladı. Hz. ?eygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem) salâvat getirdi ve: “Ben
Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) kavuşamadım, onunla sohbet etmedim, ama
Ömer gibi Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi vesellem) görenleri (Allah hepsinden razı
- olsun) gördüm” dedi. — Rivayet yukarıdaki gibi devam etmektedir
Takrîb 3438, Takrîb 3682-a
‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م ذ بن ح م‬، ‫ ] حدثن ا أ م ب ك ر بن م ا ل ك‬a v / y [ - ) ١٦١٥ (

‫ت " إثئ ا م ثع‬،3‫ د ا‬،‫ عن أ ص ع بن زيد‬،‫ ثن ا ص نزة‬،‫بن عث ا ش‬ ‫إ‬ ‫ ثن ا إئزاي‬، ^ ١^ ‫أ خ ن د بن‬


٠' ‫ ق ه بؤه بأم ه‬4‫أوتت أن يقد؛ ع ر رن و د الل‬

Asbağ b. Zeyd der ki‫؛‬: “Uveys’in Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) gitmesine
mani olan şey; annesine olan sadakatidir.”

‫ ثن ا عثتد‬، ‫ ثن ا ا لخنس بن م ح م د‬، ‫ ] خ ا؛ثت ا أبو ب ك ر بن م ح م د بن أ خ ن ذ‬a v / y [ “) ١٦١٦ (

‫ عن أص بغ بن‬،‫ عن تن م ره بن ربيع ه‬،‫ ثن ا ت ب ي د بن أس د بن م و ش‬، ‫الل ه بن عبد الكري م‬


‫ءي"كغ ح ش يصبخء‬
‫ ر‬، ^ ^ ١‫ " هذه قل ه‬:‫ بموت‬، ‫ أ شنى‬٩ ‫ ن أوي س ؛ققزيغ‬15"" :‫ ظ د‬،‫زيد‬
‫‪474‬‬ ‫‪Â m ir b. Abdi Kays‬‬

‫وك ا ن مولت إذا أ ن ث ى ‪ :‬هذه قلم ه الق ح ود ‪ ،‬ق شج ذ حأى يصب ح‪ ،‬و كان إذا أ ن ث ى بص د ى‬

‫بن ا في محته م ن ا ك ن ز م ن التث ا م وا ل سا ب‪،‬ب م ي م ولت ا ي م ن ن ا ث جوع ا همال بؤا ج ذيي‬


‫وئا خذ ي بؤ '‪٠‬‬ ‫ال‬ ‫به‪ ،‬وم ن ن ا ث مثابا‪ ،‬ف‬
‫‪Asbağ b. Zeyd bildiriyor: Uveys el-Karânî gecelediği zaman: “Bu gece‬‬
‫‪:rükû gecesidir!” der ve sabaha kadar rükû ederdi. Bazen de gecelediği zaman‬‬
‫“ ‪Bu gece secde gecesidir!” der ve sabaha kadar secde ederdi. Yine akşam‬‬
‫‪olduğu zaman evinde bulunan kendi ihtiyacı dışındaki yemek ile giyecekleri‬‬
‫‪sadaka olarak dağıtır ve: “Allahım! Aç olarak ölen kişiden dolayı beni‬‬
‫‪”!sorumlu tutma! Çıplak olarak ölenden dolayı da bana sorumluluk yükleme‬‬
‫‪.diye dua ederdi‬‬

‫‪Âmir b. Abdi Kays‬‬


‫‪.Onlardan birisi de; hayatın lezzetinden rahatsız olan Âmir b‬‬
‫‪Abdillah b. Abdi Kays. Nefsini murakabe eden, utangaç, sabıklı ve‬‬
‫‪.aydın bir adam‬‬
‫‪Derler ki: Tasavvuf, terakkinin canlanması ve vuslatın terakki‬‬
‫‪etmesidir.‬‬
‫ال ح رائر ‪ ،‬ثن ا حال د بن يزيد‬ ‫ثن ا أبوش عئ ب‬ ‫بن ا لخشن‪C‬‬ ‫ب‬ ‫(‪ ] ay/y [ -) ١٦١٧‬خض ا حبي‬
‫ائد‪ ،‬ص هنة ثن <م‪ ،‬قات‪ ٠• :‬اقش ال ين إر‬ ‫\ ل‬ ‫ال م ئ‪ ،‬ظ ءبمم م ؤ ئ‬
‫ئت ا و ؛ غ ا م ي م د ال م بن عتد م ‪ ،‬وأو ص الق رني‪ ،‬ؤ م بن حق ا ن‪ ،‬والثمحع بن م ح م‪،‬‬
‫م م ا لخؤ ال ئ‪ ،‬وا لخض ي أيي ا ل ح ض‪،‬‬ ‫بن ا أل ج د ع‪ ،‬وا ال ت و د بن ثنيت‪ ،‬زش‬ ‫ذنزاي‬
‫ع امز بن عتد الله‪ ،‬فك ان تمولت‪ " :‬في ال د ق الئن وم وا أل حزان‪ ،‬في ا ال خ رة الث ا ر‬ ‫ئأ ما‬

‫وا ل جن ا ب‪ ،‬ئأين اوا حه وال م خ ؟ أ إلهي خل ق ي و لم تؤاث رني قي ظ مي‪ ،‬وأذك ض ث الثا‬
‫أن‬ ‫م‬ ‫^‪ ١‬ق‬ ‫ن ئ ك ن ي ؟ ‪ .١‬ض ي‬ ‫| ن نم م‬ ‫ك‬ ‫أئ ثمس‬ ‫ك ‪ ،‬ه كئ ف ن‬ ‫ا>تثمس‬ ‫ئ ك ئي ‪:‬‬ ‫الل'نيا ‪ ،‬إل‬
‫بهذا‬ ‫والل ه ن ا أع ل م‬ ‫متألتنيه ا لجعلته ا للف ئ ه ب لي ئ سم ي‪،‬‬ ‫م‬ ‫ح ذافيره ا‬ ‫ثؤ كا ن ت لي ا لأن اب‬

‫^‪ ،٤‬ومح ل له‪ :‬إن ا م حق "درك بدون نا ثصغع‪ ،‬نإن النار ت ش‬ ‫جين يد ح د زال جين‬
‫حش ال أل وم شب ي‪،‬‬ ‫ال‬ ‫بذون ن ا ثص نغ‪ ،‬ثأم و ل‪:‬‬
 m ir b. Abdi Kays 475

Alkame b. Mersed der ki: “Zühd, şu sekiz kişide son noktaya gelmiştir:
Âmir b. Abdillah b. Abdikays, Uveys el-Karanî, H erim b. Hayyân, Rebî b.
Huseym, Mesrûk b. el-Ecda, Esved b. Yezîd, Ebû Müslim el-Havlânî ve
Haşan b. Ebi’l-Hasan (el-Basrî).”
Âmir b. Abdillah şöyle derdi: “Dünyada dertler ve üzüntüler, âhirette ise
cehennem ve hesap bulunmaktadır. Peki, rahatlık ve sevinç nerede? ilahi!
Beni yarattın, ancak yaratırken bana danışmadın. Sonra dünyadaki
sıkıntıların içinde bırakıp bana: «Ondan sakın!» buyurdun. Sen beni
korumazsan ben kendi halimle ondan nasıl sakınabilirim ‫ ?لكا‬ilahi! Sen de
biliyorsun ‫ لكل‬dünya, her şeyiyle benim olsa ve onu benden istesen hemen
verirdim, o halde nefsimi (dünya sıkıntılarından ve Cehennem ateşinden
uzak tutup) bana bağışla!

‫م‬ ‫^ وائث اءر‬ ١ ‫ قأى‬،‫ ؤاال؛ن از‬، ‫ ؤاقثم‬،‫ وائث اءم‬، ‫ ش ال‬: ‫ الدق\ أ بجأ‬،^ ١^ :‫ ف وت‬0 ‫و ك ا‬
‫ ول ق د‬،‫ج هد ي‬ ‫ما‬ ‫ هوالل ه لأضؤن به‬، ‫بد لي منهث ا‬ ‫ع ال‬ ‫ زأث ا الثؤم وال ط عا م‬، ‫ن ي ن ا‬
‫حا ج ه لي ج‬

‫ إل ذا ن ا ن ج ذ‬،‫ زقت * كا ن إبلي س يلتوي في ن وضع ئ ح وده‬، ‫ ؤيفنؤ صائ م ا‬، ‫يبيت ماي م ا‬
،‫^ "كهيثة \لءحثة‬٤^ ‫ زئؤ‬،‫ح دا‬-‫غفق ش ا‬
‫ي‬ ‫ نو ال ن ظق نم أزت‬:‫ ت أ م ولت‬،‫ري حة د ح\ة بيده‬

‫ م ح د لق؛‬،‫ء وثي ابه م ال ي ح يد‬ ‫ق د ح دب ح ت م ح ص ه خ ر ث ئ إ غ م ن‬ ‫بمر‬ ‫ورمحت ؤئز‬


،‫غمم‬ ‫ف سا‬ ‫ والل ه إري لأشث حي م ن الثؤ ثن ا ز أن أغ ا ن‬:‫أ ال تن حي ا ل حثه؟ ث م و لأ‬

Ayrıca (Âmir b. Abdillah) şöyle derdi: “Dünya lezzederi dörttür; mal,


kadınlar, uyku ve yemek. Mal ve kadınlarla işim yoktur, uyku ve yemek
olmadan yaşayamam. Vallahi bu ikisiyle emeğime zarar veririm.” Bu yüzden
geceleri namaz kılarak, gündüzleri de oruç tutarak geçirirdi, iblis secde ettiği
yere kıvrılırdı. Kokusunu hissettiğinde onu eliyle kenara iter ve şöyle derdi:
“Senin pis kokun olmasa devamlı üzerine secde ederdim.” iblis yılan şekline
girerdi. O nu namaz kılarken görmüştüm, iblis gömleğinin altından girer
yeninden ve elbiselerinin içinden çıkardı, o
ise hiç kıpırdamazdı. Kendisine
“Neden yılanı üzerindkn atmıyorsun?” dediklerinde şöyle cevap verirdi:
“Vallahi, Allah’ın dışında bir şeyden korktuğum için utanırım. Vallahi
bunun ne zaman girip ne zaman çıktığını bilmiyorum”
Kendisine “Senin yaptığına gerek olmadan cennete girilebilir, senin
yaptığına gerek kalmadan cehennemden korunmak m üm kün” dediklerinde
ise şöyle derdi: “Kendimi kınamamak için yapmamalıyım.”
476 Â m ir b. Abdi Kays

,Âmir b. Abdillah namaz kıldığı zaman yılan gelip giysisinin altına girer
.dolaşıp kolundan çıkar giderdi. Buna rağmen Âmir hiç namazını bozmadı
:Bir defasında kendisine: “Yılandan korkmuyor musun?” diye sorulunca
Vallahi Allah karşısında kendisinden başka bir şeyden korkmaktan hayâ“
ederim” karşılığını verdi,

‫ ن ا ^ ال أبك ي‬:‫ نا يتكيلف ؤقد مح ث نقد م حش؟ ثبمولأ‬:‫ مم ي د لت‬،‫ ومرح ن مح ك ى‬:،ju

‫ ولمكن؛بي‬،،‫ والله ما أ م حرصا غش ال دك زال جرعا من ان ي‬،‫وس أحىباوقاءب ر‬


‫أدري إ ر آيه م ا‬ ‫ ئ ال‬،‫ جنه أؤ ثان‬،‫ نإدي أ ن ت ن ت في صعود وهبوط‬،‫ت م ري وقلة زا و ي‬
١١ ‫أ ر‬
‫صي ر‬‫ا‬

Âmir b. Abdi Kays hastalanınca ağlamaya başladı. Kendisine: “Neden


ağlıyorsun? Oysa sen şöyle şöyle (iyi) biriydin!” dediklerinde şu karşılığı
verdi: “Neden ağlamayayım? Ben ağlamayım da kimler ağlasın? Vallahi ne
dünya sevgisi, ne de ölüm korkusundan dolayı ağlıyorum. Ancak
.yolculuğumun uzunluğundan ve azığımın azlığından dolayı ağlıyorum
Şimdi artık ya Cennete yükselecek, ya da Cehenneme düşeceğim, üstelik
sonumun hangisinde olacağını da bilmiyorum .”

‫ ح د ب ي ي أب و حم ي د‬،‫ ثنا إب را ه م ب ن ث خ ئ د ب ن ا لخض‬،‫ ] حدثنا أب ي‬a a / y [ - ) ١٦١٨ (

‫ عن ع ل م م ة بن‬،‫ ثن ا يزيد شر عطاء‬،‫ ثن ا ي حيى بن تع يد‬،‫أ خ ن ذ ن م ح ث د ا لجم ص ي‬


،‫ " آل ج ثهذن‬:3 ‫ ود ا‬،‫ وزاد‬،‫ ئذ وث ح وه‬،" ‫ " ائثهى ال ؤئد إلى ب ما نية م ن التابعين‬:3 ‫ها‬
‫ نا أبك ي غلى بقاءك م‬: ‫ و كان يم وأل‬،‫ نحل ت الثاز هليع د ج هد ي‬0‫ وإ‬، ‫ن ج و ت فيح ن ة الل ه‬

" ‫م الئثاؤ‬ ‫ ز م‬، ‫ ول ك ن أ ث م غ ر ش أ محو ا م‬، ‫فق ا‬


‫زف ه ي‬
Alkame b. Mersed “Zühd, tabiinden sekiz kişide son bulmuştur”
dedikten sonra, yukarıdaki hadisin benzerini nakleder ve şunu ekler:
Ayrıca der ki: “Ben çalışacağım, kurtulursam Allah’ın rahmeti
sayesindedir. Cehenneme girersem çalışmamım yetersizliğindendir.”
Ayrıca şöyle derdi: “Ben sizin dünyanıza ona rağbetimden dolayı
ağlamıyorum, aksine öğle sıcağında susuz kalamayacağıma ve kış gecelerinde
namaz Allamayacağıma ağlıyorum.”
‫‪Âm ir b. Abdi Kays‬‬ ‫‪477‬‬

‫(‪ ] a a / t [ - ) ١٦١٩‬حدثن ا م ح م د بن أ ح م د ئن م ح م د الع ئد ي‪ C‬ثن ا أبى‪ ،‬ثت ا أبو بكر س‬

‫ص أي ي جئث ر المق اب ح ‪،‬‬ ‫خ د الق ر ش ي ‪ ،‬ثن ا م ح ئ د ب ن ي ح ت ى ا لأردي‪ ،‬ثن ا جثم ت ا و ز ي ‪،‬‬

‫ئ ذ محي محس‬ ‫أ ي ا‪:‬س وه ب ‪ ،‬زمحزق‪ ،‬يزيد بنص ه م غش ب ض قي ‪ ^ ١‬؛ ^ ‪ " :‬أن‬


‫م أ ف ر مح ة‪ ،‬تقوم عند ل لوع‬ ‫و‬ ‫ف‬ ‫كا ذ بن أ نحر اخلا بدين‪ ،‬ويم ن غ د‬
‫م ين صر ف ن زقي ا ن ث ف خ ث ث ائا ة وقد ما ه ‪ ،‬ث م و لأ‪ :‬يا‬ ‫الش م س ‪ ،‬ث ال ينالت هائ ما إ ر ا لع صر‪،‬‬

‫ش ال إ خ د ا ي‬
‫ف‪ 1‬ي‬ ‫قوال أ‪ 4‬م ح لي ب ك غ‪ 1‬ال‬ ‫م ‪ ،‬؛ئظ خ ف شثأ ئ| ظ أ م ؛‬
‫بغل ه ن ي ئا ‪ ،‬قا دت وهب ط زاؤقا ‪ ،‬يق ا د ل هت زاؤي الشتا ع ‪ ،‬وفي ال زاؤي ع ا ب د حثشجج ‪ ،‬أما ل‬

‫ثة‪ :‬ح م م ه‪ ،‬ه ام ن ه د غابت في ئأ حتة و ح م م ه فيب ا حثة بم غان ‪ ،‬ال ف ذا تنضهت ؤى ف ذا ز ال‬

‫ف ذا ين صر ف إ ر ف ذا أرت م ن يؤما وأربع ين لتل ه ‪ ،‬إدا جاع وقت ائ زيفنؤ ص ي ث أ أخ ال‬


‫ث م ‪ ^ ^ ^ ١‬غابت بمن أربع ين يؤما نحاء إ ز ح م م ه‪ ،‬ق ات‪ :‬م ن أ ث يز حن ك‬

‫ه ؟ ^ ‪ -.3‬د ش وئ ر ‪ ،‬ئا ‪ :3‬أ ئ ث ن ث ه ث ‪ ،‬ثا ‪ :3‬أال خ ط‪ ،‬قا ‪ 3‬م حت‪ :‬أ ئ م حش‬
‫ح ن ن ه ال ذ ي نك ز لي‪ ،‬لأنث أعبد م ن قي ا الوض‪ ،‬أ حبزتي غذ أ م ح ل ‪-‬خصل ة؟ قات‪ :‬إدي‬
‫ل مئ صر زثؤ ال م واقيت ال ئ الؤ مقلع غأغ ا ل م ا م وال ش حوب‪ ،‬ال ح ئ ت أن أ ب غ ل ع م ري راكعا‬

‫وو ج هي تف رق ا خ ز أف ا ة‪ ،‬ول ك ن‪ ٧^ ١^ ١‬ال ئدعني أ س د ^ ^‪ ٤‬نت ن أن ث ن ج ن ك )ش؟‬


‫م ‪ ،‬محا ‪ :3‬إ‪ 0‬م ح ث ع ا ^ا اثبي> نك ز ض ه ث أ ي ن القا سء‬ ‫ثأ ‪3‬ت ه ع ا < ثن هم د‬
‫هأ ح ب يب م ح ل حصل ة ؟ محا د ‪ :‬إ ي لئ مقص‪ ،‬نل ك ن وا ج دة ‪ ،‬ع ظ ن ت هيه الثؤ في ص در ي‬
‫ح ش نا أقابي‪ ،‬ف يا مهزه‪ ،‬محاكتثم ته الئيا ع‪ ،‬فأثا ة ش ح محوئ ب عثته م ن حلم ه ه وضغ يديه‬
‫تجو ع ه ا ه ي ز زلل ث يزم ن ث ي و د م ثلثا‬ ‫ؤ زلل ث يزم‬ ‫م ه وغا بت ‪:‬ظ و ئ ذ و ا ل آ و‪:‬‬ ‫غد ذ‬

‫نأى ال ق ع أقه ال ه ك إ ث به د ه ب ‪ ،‬قا د ح م م ة ‪ :‬بالل ه يا ع امز نا فاثل ق نا رأيت؟ محا ‪3‬ت‬


‫‪ .‬ا;ث الئا‬ ‫ه‬ ‫^ أن‬ ‫ي ‪ ،‬ئ ‪ 3‬خ ط‪:‬‬ ‫‪ Ü‬أذ أ س ف ه‬ ‫ء‬ ‫؛ ر لأ ض ي م ذ‬
‫م إ ال راكعا أؤ ت ا ج ذا‪ ،‬و كا ن ب م ر في‬ ‫بإ نعئن‪ ،‬ؤذا أكلثا ال بد قا م ن اتخذبيه نا راني‬
‫ثا دة وكا ن يعات ب ن ف ت ه ‪٠٠‬‬
‫الث وم قن اي مائة زكع ة‪ ،‬و كا ن تق ون ‪ :‬إري لممقص في ا لع‬

‫‪ibn Vehb ve başka ravilerin, birbirlerinden aşağı yukarı benzer şekillerde‬‬


‫‪naklettiğine göre: Amir b. Abdi Kays en faziletli âbidlerdendi. Kendine‬‬
‫‪günde bin rekât namazı farz kılmıştı. Güneş doğarken başlar, ikindiye kadar‬‬
‫‪devam ederdi. Sonra bitirdiğinde ayaklan ve topukları şişmiş olurdu. Kendi‬‬
‫‪kendine şöyle derdi: “Ey nefis! Sen ibadet için yaratıldın. Ey kötülüğü‬‬
#78 Â m ir b. Abdi Kays

emreden nefis! Vallahi sana öyle işler yaptıracağım ki, yatak senden hiç
istifade edemeyecek.”
Aslanla: Vadisi denilen bir vadiye inmişti. Vadide Humeme adında
Habeşli bir âbid vardı. Âmir bir köşeye çekildi, Humeme de bir köşeye
çekildi ve namaz kılmaya başladılar. Kırk gün kırk gece ne bu ona, ne o
bunun yanma gitti. Farz kılma zamanı geldiğinde birlikte kılıp nafile kılmak
için herkes bir kenara çekiliyordu. Kırk gün geçince Âmir, Humeme’nin
yanma gelip “Sen kimsin Allah merhamet etsin?” dedi. Humeme “Beni
derdimle baş başa bırak” deyince Âmir “Allah’ın adını andım” dedi.
Humeme “Benim adım Humeme” dedi. Âmir “Eğer bana anlatılan
Humeme ‫؛‬isen yeryüzünde en çok ibadet eden kişi sensin. Bana en faziletli
dayranışın ne olduğunu söyle” dedi. Humeme şöyle cevap verdi: “Ben bana
düşeni eksik yapıyorum. Namaz vakitleri kıyam ve sücudumu kesmeseydi,
O’na kavuşuncaya kadar hayatımı rükûda geçirip yüzümü sürmek isterdim.
Fakat farzlar bunu yapmama izin vermiyor. Peki, sen kimsin, Allah
merhamet etsin?”
Âmir “Benim adım Âmir b. Abdi Kays” dedi. Humeme “Eğer sen, bana
anlatılan Âmir isen, sen insanların en çok ibadet eden insanısın. Bana en
faziletli davranışın ne olduğu anlat” deyince, Âmir şöyle dedi: “Ben bana
düşeni eksik yapıyorum, ama bir yerde; Allah korkusunu kalbimde öyle
büyüttüm ki, ondan başka hiçbir şeyden korkmaz oldum.”
O sırada aslanlar etrafını çevirdi. Bir aslan arkasından gelip üzerine atladı.
Pençelerini omzuna dayadı. O sırada Âmir “O bütün insanların
toplanacağı bir gündür ve o gün herkesin hazır olacağı bir gündür”1
âyetini okuyordu. Aslan onun tedirgin olmadığını görünce çekip gitti.
Humeme f“Allah için ey Âmir, bu sende gördüğüm şey nedir?” deyince,
Âmir “Ben Allah huzurunda, kendisinden başka bir şeyden korkmaktan
utanç duyarım” dedi. Humeme: “Keşke Allah bize mide belasını vermemiş
olsaydı, yediğimizde de hacete çıkmak zorunda kalmamış olsaydık. O zaman
Rabbim beni sadece rükû ve secde ederken görürdü” dedi.
Günde sekiz yüz rekât kılardı, “Bana düşeni tam olarak yerine
getiremiyorum” deyip kendi kendine kızardı.

1 Hûd Sur. 103


 m ir b. Abdi Kays 479

،‫ح زم‬ ‫أ خو‬ ‫ ثتا ت ه ئ‬،‫ ثن ا شعي ب ث ن م ح رز‬،‫ ثنا أب و ا لخض‬،‫ثن ا أي ي‬ ") ١ ٢٠ (

‫م‬ ‫ غي‬3 ‫ء ت ه‬ "31 ‫ه‬ ‫ " أم ح ق‬:‫ج وه‬


‫ ج ء<؛ ب‬، ‫م‬ ‫ ه ي ئ ذ ء م ث ه محب‬: ‫ئ ت‬
" ‫ قن ا أثاثي تغ جثي إثاة م ا أصب ح ت عثه زن ا أ ن ت ن ت‬،‫و محصية‬ ‫ ورمحا ي في‬،‫بة‬.‫مص‬
Hazm’ın kardeşi Sehl’den nakledildiğine göre Âmir b. Abdi Kays, şöyle
derdi: “Allah’ı sevinee bana her musibeti kolaylaştırdı ve her olaydan hoşnud
etti. O ’nu sevdikten sonra başıma gelen ve karşılaştığım hiçbir şeye
aldırmam.”
،‫ ثت ا محس ة بن ت ج ز‬،‫ ثغ ا ث خ ئ د بن إشحا ق‬،‫ ^ س عتد الل ه‬١^ ‫مآء ح دمحا‬/‫ )“ ترآ‬١٦٢١(

‫جف‬
‫ أ ن ع ام ر ئ ذ عي د محس ت‬، ‫ ثن ا م ي ن و ن ب ن م ي زا ن‬، ‫ غ ذ جعمر ئ ن ضهما ن‬، ‫ميث ب ن ي ق ا م‬ ‫ثن ا‬
٠' : ‫ ؟ ئ ت‬٤^ ١‫ ل لث ال ئزؤغ‬1‫ج ذ أ ت م أن أنأث ك ئ‬
‫ آل ز آ ن ث ؤ ب‬:‫ ةق ات‬، ‫؛ثه أ مث ا ن ي ؤ‬
‫ ” أن ا ب أ م‬:‫ زن اثلث الت محل ا لخن؟ قات‬:‫ قات‬،٠' ‫وقي ن نإ و لذائث قي ا لخفة‬ ‫ا'ا‬

‫ زن ا‬:‫ قا ت‬، ٠' ‫ ءا ن ش هد سا ه دا ن م ن ال س ل م ي ن أن ث س فيه مسه سمئثت‬،‫ ه ا م ج و س‬i

‫ ئادع وهب ؤا م ح و؛‬، ‫ إ ذ ل د ى أب وابك^ ط ال ب ا ل حا جا ت‬٠٠ :‫ئ ا ألمناء؟ قاد‬°‫ي مثئلث أن دأ‬
‫ و د ق ن ق ال خا خ ة ه إ ل م ا ا‬، ‫مخزاب هأ‬
Meymûn b. Mihrân’ın naklettiğine göre Basra valisi, Âmir b. Abdi Kays’a
haber gönderdi. Adam gelip “Müminlerin emiri sana; neden kadınlarla
evlenmediğini sormamı emretti” deyince “Onları terk etmiş değilim, kız
istemekten y o r u ld u m ” dedi. Adam “Peki neden peynir yemiyorsun?” diye
sorunca “Ben Mecusilerin olduğu topraklarda yaşıyorum, içinde ölü
(madde) olmadığına dair iki Müslüman şahitlik ederse yerim” dedi. Adam
“Yöneticileri ziyaret etmene mani olan şey nedir?” dediğinde “Sizin
kapılarınızda ihtiyacım istemeye gelenler var, onları çağırıp ihtiyaçlarım
karşılayın. Size muhtaç olmayanları bırakın” diye cevap verdi.

‫ع م بن‬ ‫ ثن ا م ح ث د ب ن‬، ‫ ثن ا إبزا م نم ب ن م ح ئ د ب ن ا ل ح ض‬، ‫ م آ ] حدثت ا أي ي‬/ ‫ [ ا ا‬- ) ١٦٢٢ (

‫ قات غا بن بن‬:‫ قات‬،‫ ت ب غ ت ص خر بن أ ي ضخي‬: ‫ مح ا د‬،‫عل ي بن دهت ل بن همس ال غتدي‬


" ! ‫ أ ن ش يد خ ل تيث ث؟‬، ‫م ش ث‬ ‫ أن ك ئ‬، ‫م ش ث‬ ‫ ئ‬Û " : ‫م‬ ‫مه د‬

Sahr b. Ebî Sahr, Âmir b. Abdi Kays’ın şöyle dediğini nakleder: “Ben mi
cennet ehlindenim?” Veya “Ben cennet ehlinden miyim? Benim gibiler
cennete girebilir mi?”
480 Â m ir b. Abdi Kays

‫ حمدثي‬، ‫ ثن ا عتد الله بن أ ح م د بن ح م‬، ‫أب و ؤ ر ئ ذ نابل ه‬ ‫ء‬٩ ٠/٢‫ و‬-) ١٦٢٣(
‫ قادت بع ت معاوية إ ر هم د الل ه بن‬،‫ عن ال خ ش ن‬، ‫ ثنا حؤف ب‬،‫ ثن ا جعئ ر‬،‫ ثن ا تثار‬،‫أيي‬
‫وأم ه ن‬ ‫قا ع‬ ‫م ن‬ ‫ار‬ ‫ي حق ل ب‬ ‫أن‬ ‫ؤمه‬ ‫وأكرمه‬ ‫بأ ح س ن إذئة‬ ‫س‬ ‫ي‬
‫ف‬ ‫عثد‬ ‫بن‬ ‫عاي ر‬ ‫ابفز‬ ‫غا ي ر أن‬

‫ أبين ا ل م وم؛ين قد كت ب ال ي أن أخب ئ اذن أل‬0‫ قأزت ن إث هء أ‬،،_‫عنهء م ن بتت المال‬

‫جال كا ذ أطات ا ال حت ال ف إل يه م‬-‫ بمي ر‬،" ‫" ق ال ن أخؤغ إ ل دللث ش‬ ‫ بموت‬: 3 ‫ظ‬
" :‫ هات‬،>‫ال يؤذن ل ه وأمرني أن ا مزك أنب ح ط ب إ ر م ن شئ ت وأمهن عنل ق م ن بئت ائناز‬
:‫ قات‬،" ‫ " إ ز س يم ت د م ر ائثلثة ناش ره‬: ‫ إ ز م ن؟ ها د‬:‫ ه ا لأ‬،" ‫أنا في الخقلتة دائ ب‬
‫صض‬ ‫م ض أ خد إ ال‬ ‫ غد ي‬:‫ ق ا م " أ ر ت ائمحز ئأ م ح؛ي‬،‫بجايب‬ ‫إل أمح ل غ د‬
‫م ض أ خ د ؛ال لزنب ؛ ض ئ ل‬ ‫ " ئ ه د ب‬: ‫ ائت‬، ‫ أي ت ر‬، ‫ ا(محلم ال‬: ١^ ١‫ي ق ي ئ ؟ " ؛‬
‫م‬ ‫لآن■ ت خ ب ف ت ا ال*يئق‬ ،‫م يد ء‬ ‫ " ز و ي‬: 3 ‫ قا‬، ‫ أ ي ث ر‬، ‫ ال‬1 ‫ ا مح‬: ^ ١‫م ح أ ؟ " ؛‬

3 ‫ قا‬،" ‫ح دا‬-‫اظ واللع آلجع ئ ن ق ر هث\ ؤا‬ ‫ن حي أ ح ب ال ي م ن أن أ رن‬

‫ ومح ت د‬: ‫ا ل ح س‬
Hasan (-1 Basrî) der ki: Muâviye, Abdullah b. Âmir’e “Âmir b. Abdi
Kays’ı gözet, iyice araştır, ikramda bulun, istediği yerde konuşma yapmasını
emret ve be)rtülmalden ödenek bağla” diye haber gönderdi. Abdullah b.
Âmir, Âmir b. Abdi Kays’a haber gönderip “Müminlerin Emiri; sana yetki
verip ikramda bulunmamı emretti” dedi. Âmir “Buna falamn daha fazla
ihtiyacı var” dedi. Bunu söylerken, yönetimle meselesi olan ve bir şey
yapmasına izin verilmeyen birini kastediyordu. Abdullah “Seni istediğin bir
yerde konuşma yapman veya hutbe vermen için görevlendirmemi ve
beytülmalden ödenek ayırmamı emretti” dedi. Âmir “Ben devamlı konuşma
yapıyorum” dedi, Abdullah “Kime?” deyince, Âmir “Benden hem hurmayı,
hem çekirdeğini kabul edenlere” diye cevap verdi.
Sonra dostlarına dönüp; “Size bir şey danışacağım, bana söyleyin;
İçinizde, kalbinde ailesine yer vermeyen var ‫ ”? ال آل‬diye sordu, “Vallahi hayır”
yani; yer veriyoruz dediler. Âmir “içinizde; kalbinde çocuklarına yer
vermeyen var mı?” deyince, “Vallahi hayır” yani yer veriyoruz dediler. Âmir
şöyle dedi; “Beni elinde tutana yemin ederim ki; testerelerin kollarımda
gidip gelmesi böyle olmamdan daha hayırlıdır. Vallahi, bütün dertleri tek
dert haline getireceğim.”
Haşan “Bunu da gerçekleştirdi” diye ekledi.
‫‪Â m ir b. Abdi Kays‬‬ ‫‪481‬‬

‫(‪[ -) ١٦٢٤‬اا'‪/‬مبم ] حدثن ا ^‪£١‬؛^؛ بن عئد الثؤ‪ ،‬ثن ا ت خ ئ د بن إ شغ ا ق ‪ ،‬ثن ا قتتثة س تع يد‪،‬‬
‫ثنا ظ ن بن حل م ة ‪ ،‬عن أبي ه اش م ‪ ،‬عن غا م بن عبد ق س ا لخير ي‪ ،‬قادت " و ج د ت أمز‬
‫ال د ي ثمين إ ز أربع‪ :‬ا ل ما ل‪ ،‬وا ل س اؤ‪ ،‬والن وم‪ ،‬وا لأك ل ‪ ،‬ه ال حا جه لي في ا ل ما ل والسث اؤ‪،‬‬
‫قأث ا ال ي وا لأكل‪،‬ف ائز ال م ‪ ،‬لئن اض م ح ق أم ح ل هت ا "‬
‫‪: “Dünyanın dört şey üzerinde‬لكل ‪Âmir b. Abdi Kays eJ-Anberî der‬‬
‫‪yürüdüğünü gördüm; para, kadınlar, uyku ve yemek. Para ve kadınlarla işim‬‬
‫‪,yok. Uyku ve yemeğe gelince; Allah’a yemin ederim ki, gücüm yettiği kadar‬‬
‫”‪ikisini de mahvedeceğim.‬‬

‫مه د الل ه ب ن م حم د ‪ ،‬ثنا م ح م د ب ن ج م ‪ ،‬ثنا أب و ب ك ر ب ن أب ي‬ ‫( ‪ [ - ) ١٦٢٥‬؟ ‪ ] ٩١ /‬خ ا؛ثنا‬


‫عامر بن‬ ‫ح د قن ي ئ الن‪ ،‬أة‬ ‫ماللف بن دين ار‪،‬‬ ‫ح د ثن ي‬ ‫قئتة‪ ،‬ثن ا غث ا ن‪ ،‬ثئ ا جعف ر بن نلت ما ن‪،‬‬
‫ئأق ى عا م رداءه‪ C‬ثأز قالحت ‪ ٠٠‬ال أزى ذ م ه الل ه‬ ‫^‪ ١‬ذمي‬ ‫عثد الل ه نؤ في الؤ حتة‬
‫ت ئ ث ث ؤ أل ا م ء ‪ ،‬ئ ت ة ث ذ ة ‪٠٠‬‬

‫‪Mâlik b. Dînâr birinden bildiriyor; Âmir b. Abdillah, Rahbe’de zulme‬‬


‫‪uğrayan bir azınlık tebayla (zimmiyle) karşılaşınca, cübbesini üzerinden attı‬‬
‫‪ve: “Ben hayatta oldukça Yüce Alah’ın verdiği bir zimmetin çiğnenmesine‬‬
‫‪seyirci kalamam!” diyerek zimmîyi kurtardı.‬‬

‫ب ] ثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح م ذا ن‪ ،‬ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬


‫(‪/\[ “) ١٦٢٦‬ا م‬

‫أبه‪،‬‬
‫ح دثني أيي‪ ،‬ثن ا عبيد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا عتذ الل ه بن عثا فن مو ز بيي جش م ‪ ،‬عن ج‬

‫م بز جل م ن‬ ‫عن ش ح ‪ ،‬ق ذ شثا ة و كا ن ق ذ أدزف ن س ب ثشيير غا م بن عتد ال ر‪ ،‬محا د ‪:‬‬


‫أع وان ا ل ئ ائ ن وه و ي م ن مقا وال د م غ ينث غي ت به‪ ،‬هاد‪ :‬ءأقد عأى ا ل أ م ‪ ،‬ق ا ن‪" :‬‬
‫أدي ت جزثثلف؟ بالطت نحم ‪ ،‬هأقد علته‪ ،‬ق ا د ‪ :‬نا زين بئة؟ قات‪ :‬ال غ ي به يكش ح دار‬
‫غل ى ال د م ي ‪ ،‬مما ت‪ :‬بطي ب ث ئل ق ثق ب هذا ؟ ه ا دت يشع ن ي ص ضي ق ي ‪،‬‬ ‫قأمح د‬ ‫ا ألمير‪ ،‬قا تت‬

‫م ظ ‪ " :3‬ال‬ ‫ه ا ‪ :3‬دعة‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ال أذ ئ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬دعة‪ ،‬محا ‪ :3‬ال أذ ئ‪ ،‬ئ ‪ :3‬هؤص ع ك ت‪1‬ءة‪،‬‬

‫وأثا حي "‪ ،‬ث أ حثص ه منه‪ ،‬قات‪ :‬فتزاهى ذللث ح ش جا ن تث ب‬ ‫ت خ م ذمة م ح م د‬


‫لمسيي ر ه‬

‫‪Cüşem oğullarının azatlısı Abdullah b. Ayyaş, babasından, o da ismini‬‬


‫‪verdiği ve Âmir b. Abdillah’ın sürgün edilmesinin sebebine şahit olan bir‬‬
482 Â m ir b. Abdi Kays

ihtiyardan bildiriyor: Abdullah b. Âmir, sultanın adamlarından biri


tarafından sürüklenerek götürülen bir zimmî ile karşılaştı. Zimmî de
etraftan yardım istiyordu. Abdullah, zimmîye: “Cizyeni ödedin mi?” diye
sordu. Zimmî: “Evet!” karşılığını verince, Abdullah sultanın adamına
dönüp: “Bundan ne istiyorsun!” diye sordu. Adam: “Valinin evini
temizlemesi için götürüyorum!” deyince bu sefer zimmî olana: “Sen bu işi
kendi rızanla yapmak istiyor musun?” diye sordu. Zimmî: “Bunu yaparsam
”!tarladaki işlerim kalır!” deyince, Abdullah valinin adamına: “Onu bırak
dedi. Adam: “Onu bırakmam!” deyince, Abdullah yine: “Onu bırak!” diye
.çıkıştı. Adam yine: “Onu bırakmam!” deyince Abdullah cübbesini çıkardı
Sonra adama: “Ben hayattayken Muhammed’in (JUUu ale4ki ve5eiiem) verdiği
zimmeti değersiz kılamazsın!” dedi ve zimmîyi elinden kurtardı. Bu olay
büyüdü ve Abdullah’ın sürgün edilmesine sebep oldu ,

‫ ثتا مه د الل ه بن‬، ‫ ثن ا م ح م د ن أيي ت م‬، ‫ء حدثنا عتد الل ه بن ن خ م‬٩ ١/ x ‫ و‬- ) ١٦٢٧(
‫ لغ ا ت ث ن عامر‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا ت ب ي ت الحرير ي‬، ‫ ثن ا جعمر ب ن ئ ق ما ن‬، ‫ ثنا غئ ا د‬، ‫م حم د العنس ي‬
،،‫ ث ابي‬:‫ قالوا‬، ٠٠ ‫ إري ذا ع مح أمغوا‬٠* :‫ مما ل‬،‫ ثثع ة إخؤانة و كا ن بفل ه ر الو؛نرز‬،‫س هم د الثؤ‬

‫م ن وف ى بي و ك د ت ع ي وأ“ مجثي م ن مص ري‬ ‫ "شء‬:‫ا‬3‫ دا‬،‫ متلف‬١^ ‫ء نغ ض‬ ‫قذ‬

" ‫يم ه ن م د ع مره‬ ‫ زأ م خ‬، ‫ ا ه م أكثر ما ه وول ده‬، ‫ؤ ؤ ة محي ث ق ن الح زا م‬


Saîd el-Cüreyrî’nin naklettiğine göre: Âmir b. Abdillah sürgüne
gönderildiğinde arkadaşları onu yolcu ettiler. Tutsak bineğinin üzerindeydi.
Arkadaşlarına “Dua edeceğim, amîn deyin” dedi “Haydi, biz de bunu
arzuluyorduk” dediler. Şöyle dua etti: “Allahım, kim bana iftira attıysa,
adıma yalan söylediyse, memleketimden çıkardıysa, kardeşlerimden
ayırdıysa; malını ve çocuklarını çoğalt, sağlık ve uzun ömür ver.”

‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا عبد الل ه ئن أخن ت بن ع م‬، ١^ ٣ ‫ ] حدثنا أب و بكو بن‬،\‫ا‬/\‫ )" ت‬١٦٢٨(
‫ قات•' بج ث بعا م بن عبد محس إ ل‬،‫ عن ا لخشن‬، ‫ عن أ ئ غ ت‬،‫شثب د‬
‫م‬ ‫ثن ا ث ش بن‬ ،‫ر‬
" ‫ " ا لخنف ه الذي خ ش ي زايا‬:‫ ق ات‬،‫المق ام‬
Hasan (-1 Basrî)’nin naklettiğine göre: “Âmir b. Abdi Kays Şâm’a
gönderildi. Dedi ki: “Beni binek üzerinde süren Allah’a hamd olsun.”
‫‪Â m ir b. Abdi Kays‬‬ ‫‪483‬‬

‫(‪ - ) ١٦٢٩‬ل ' آ ‪ /‬؟ آ ] حدثغا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ثنا عتد الل ه ثن أ خ ن ذ بن ح م ‪ ،‬ح د ب ي‬
‫ش‪ ،‬ثن ا عتيد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ق ا لأت ' سمع ت تع يد بن غا م ‪ ،‬يأمول ; قيد لعامر بن عئد‬
‫م ‪ :‬ل و ‪ 1‬م م مب إ ر ا ك ز ؤ ؟ قا د ‪ " :‬زالثؤ إ ة لتل د ال ذ ي ثا < ث إي ه و ت ث ك بؤ‬
‫ا ق آ ن ‪ ،‬و د ئ ر خ ن ئ ف ؤ ى ما‬

‫‪Saîd b. Âmir’in naklettiğine göre Âmir b. Abdi Kays’a “Keşke Basra’ya‬‬


‫‪inseydin?” dediklerinde şöyle dedi: “Vallahi, daha önce hicret edip Kur’ân’ı‬‬
‫”‪öğrendiğim şehirdir. Fakat bu öylesine bir yolculuktur.‬‬

‫خا؛ثن ا عئد الل ه بن م ح م د ثن جعف ر‪ ،‬ثن ا أبو العب ا س ال ه روي‪ ،‬ثن ا‬ ‫(•‪- ) ١٦٣‬‬
‫م خ ق د ال منص ور العثوب ئ ‪ ،‬ثن ا عنزو س ع ا ص م ‪ ،‬ص فق ا م‪ ،‬ص قا ذة‪ ،‬محأ لأ‪ :‬ت أ ل غ ابئ‬
‫متت هم د محس ربه أن " بجون غ ي ا طهوز في ال قاؤ‪ ،‬و ك ا ‪ 0‬ثؤشبا ك ء زنة بمات "‬
‫‪Katâde bildiriyor: Âmir b. Abdikays, Allah’tan kış günlerinde abdestini‬‬
‫‪kolaylaştırmasını dilemişti. Onun içindir ki kış günlerinde abdest için‬‬
‫‪kendisine getirilen sudan buhar çıkardı.‬‬

‫(‪ [ -) ١٦٣١‬؟‪ ] ٩٢/‬حدثنا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ثما مه د الثي بن أ حم د بن ح م ‪ ،‬ح دمحي‬
‫م مح ث د ب ن ي ح ش ا لآودي‪ ،‬ثنا ن ن ل م ب ن إبراهي م ‪ ،‬ثت ا عن اره ب ن أب ي م ح ب ا ال ز د ي ‪ ،‬ثن ا‬
‫فل ه قي ا ح ب ش ت ‪ ،‬ق ات ل هز‪ " :‬ن ا‬
‫م ع ا مز ئ ذ عئد ش ي‪ ،‬ءإ دا ه ا‬ ‫ماللث ن دين ار‪ ،‬ها د ‪:‬‬
‫ل غز ال ث مؤون؟ " قالوا‪ :‬ا لأشد أحا ل بثثا وث ن ال ئريي‪ ،‬فات‪ " :‬ف ذا ” كن ب م ن ال ك ال ب ‪،‬‬
‫ن م به ح ز أ صا ب ثويت ئر ا لأشد ‪٠٠‬‬

‫‪Mâlik b. Dînâr bildiriyor: Âmir b. Abdikays, yoluna devam edemeyen bir‬‬


‫‪kafileye uğrayınca, “Neden gitmiyorsunuz?” diye sordu. Onlar: “Aslan‬‬
‫‪geçeceğimiz yolda olduğundan geçemiyoruz” karşılığını verince: “Bu,‬‬
‫‪herhangi bir yırtıcı hakandır” deyip yanma gitti ve o kadar yaklaştı ki‬‬
‫‪elbisesi aslanın ağzına d^ğdi.‬‬

‫ب ] خضن ا م ح م د بن أ ح م د بن ع م ر‪ ،‬ثن ا أيي ‪ ،‬ثن ا عئد الل ه بن م ح م د ‪،‬‬


‫(‪ \/\[ -) ١٦٣٢‬م‬

‫بش ا لآزدي‪ ،‬ثتا جع م بن أيي جئ مر‪ ،‬عن أخ م د بن أيي ا ل حواري‪،‬‬


‫ح دب ي ف غ ئ ذ بن م‬

‫غذ أبي ن ق ما ن ‪ ١^ ١‬؛ ؛ ‪ ،‬ه ا ‪3‬ت قيد بمامر بن عبد محس‪ :‬الثان م د ن ش ئ قريب ا م ن ذارق‪،‬‬
484 Â m ir b. Abdi Kays

‫ هت مابلع ت ذازم عدل ت‬،‫ بأ ح ذ ت الثار‬،‫ قإبه ا تأث وزة " زأمح د على صالته‬، ‫ ” ذع وقا‬:‫ممات‬
‫ما‬

Ebû Süleymân ed-Dârânî der ki: Âmir b. Abdikays’a: “Evine yakm bir
yere ateş düştü” denince, “Onu bırakın, ona emredilmiştir” deyip namaza
durdu. Ateş ilerleyip evine yetişince, onun evini yakmayıp başka yöne saptı,

،‫ ثن ا عب امس بن إبراهي م ا لمزا ط س ي‬، ‫] حدبن ا أتو أ ح ن ذ م خ ث د بن أ خ ن ذ‬،\ y/y [ - ) ١٦٣٣(


‫ل‬ ‫زج‬ ‫نأ ى‬ ‫و‬ ‫ا‬
:‫ ;ث ت‬، ‫ئ ذ د ث ر‬ ‫م م ام‬
‫ت بث‬ ‫ا‬
‫ ش‬:‫ ق ت‬،‫خنث ت‬ ‫ثنا‬ ‫ظ‬ ، ‫ش م‬ ‫ئ‬ ‫غ ئ‬ ‫ظ‬

‫ا م أ ة غا ف تن مه د الثؤ يتقى ا ه مما ر يزم‬ ‫ي ا خلا م 'كأن ف ا لآيا تا د ي " أ ل مزوا‬


" ‫ وو جهة بغز اقن يلفل ه ا لخدر‬، ‫ش ة‬

Malik b. Dinar’ın naklettiğine göre Âmir b. Abdillah’ın Allah’a


kavuştuğu gün, bir adam rüyasında bir münadinin şöyle seslendiğini gördü:
“İnsanları haberdar edin; Âmir b. Abdillah Allah’a kavuştu, yüzü de
mehtaplı bir gecedeki Ay gibiydi.”
‫ ح د ش‬، ‫ ثن ا مه د الثي بن أ ح م د‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح م دا ن‬٩٢ / ‫ [ ؟‬- ) ١٦٣٤ (

‫ سم ظ ز غ امز بن‬:‫ قات‬، ‫ عن الح ش‬،‫ ص هق ا م‬،‫ ثنا عتد ا لأغن‬، ‫عئد ال؛مار س م خ ئ د‬
٠٠ :‫ هات‬، ‫ ئعم‬:‫ قالوا‬٠٠ ‫ أث جذوئث؟‬٠٠ :‫ د ا ل‬،‫عئد محس زنا تذءكؤوئث ش أ م الصتع ة في ال صال ة‬

"‫م‬ ‫ف ذاب ر في صال‬ ‫ أ خ ي إلي منأ أن‬، ‫زالثؤ لأن ئمحمبتم ا ل آي ة قي ج ز م‬


Hasan (-1 Basrî) bildiriyor: Namazda dünya işlerini düşünmeyi ve huşû
içinde olamamayı konuşurken Âmir b. Abdikays bizleri işitti ve: “Siz
namazda bunu mu hissediyorsunuz?” diye sorunca: “Evet‫ ”؛‬karşılığını
verdik. Bunun üzerine: “Vallahi iç yağlarımın erimesi, benim için namazda
öylesi bir duruma düşmemden daha iyidir” dedi,

‫م بن‬ ‫ ثنا أبو‬، ‫ ثنا ن ح م د بن أيي ت م‬، ‫ ] خ ا؛ثعا عبد الل ه بن ث خ ث د‬،\ y/y [ -) ١٦٣٥(
‫ ال ت ي ع م‬3 ‫ ال‬، ^ ١ ‫ا م ز بن عتد‬-‫ أن ء‬، ‫ عن ظب ت‬، ‫ ثط خ الب بن شت م ه‬،^١^ ‫ ظ‬، ‫ش فتت ه‬

" ‫ " و ت أ ر محا إ ر الئؤ تن تر يخا‬:‫ل ه‬

Sâbit’in naklettiğine göre Âmir b. Abdillah amcasının iki oğluna şöyle


dedi: “İşlerinizi Allah’a havale edin, rahat edersiniz.”
‫‪. Abdi Kays‬ء ‪Â m ir‬‬ ‫‪485‬‬

‫(‪ “) ١٦٣٦‬و‪٩٢/٢‬ء حدثن ا أث و م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ثن ا أ خ ن د ن ال خ شت ن‪ ،٤١^ ^ ١‬ثن ا أ خ ن د‬

‫ا ل م م ي‪ ،‬غ ذ أبي‬ ‫جت‪ ،‬محا‬


‫ب‬ ‫تن إ‪:‬را م ء ا لم ح ئ ‪ ،‬تحا محن ال ش د ئ مح د ‪ ، ^ ١^ ١‬ئ‬
‫ا ل ع الؤ‪ ،‬قا د ‪ :‬ق ات ر ج ل ل عا م ر بن مه د الله‪ :‬ائثغف ز لى ‪ ،‬ق ادت ‪ ٠٠‬إثلف س أأل م ن قد ع ج ر‬
‫غذ •ف‪ ،‬ز م أط ع؛ه ‪ P‬ائمئ ي م ح ب لث "‬
‫‪Ebu’l-Alâ’nın naklettiğine göre bir adam Âmir b. Abdillah’a gelip‬‬
‫“‪Benim için mağfiret dile” deyince şöyle cevap verdi: “Sen kendini‬‬
‫‪affettirmekten aciz birinden istiğfar etmesini istiyorsun. Sen git Allah’ın‬‬
‫”‪emirlerini yerine getir, sonra da dua et, senin duanı kabul eder.‬‬

‫ثت ا أبو بكر بن ت الل ه ‪ ،‬ثن ا عبد الثؤ بن أ ح م د بن حم ح ل‪ ،‬ثن ا أيي ‪ ،‬ثن ا‬ ‫(‪“) ١٦٣٧‬‬
‫عثتذ الل ه بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا في خ ثكث ى أب ا ركريا مؤأى لل مهخئ ئ‪ ،‬صبع ض م سا يخه‪ ،‬قا د ‪:‬‬
‫" كا ئ ت اته عأ ع ا م ر أم ا ل لف ا‪ :‬عتئده‪ ،‬ثن ى ما يص ثغ ش ه ‪ ،‬فت عال ج لت الثريد فتأته به‪،‬‬
‫ف خ ر ج إ؟ى أ م ن خ ؤ ن د ع و ئ ز‪ ،‬قتوئ لأ‪ :‬إءث ع م‪1‬ته ا للف بثدي لئآكل ه‪ ، 1‬ن م و لأ‪ " :‬أق س‬

‫في‪ " : 1‬ي‪ 1‬عتيدة تنزي عن اال؛ي ب ال مزات‪1‬إ ‪ ،‬إلثت‬ ‫يقأو ل‬ ‫إد م‪ 1‬أرد ت أن ثف ع يني؟ '‪ ٠‬د ا ‪ : 3‬و ‪5‬ان‬
‫م ن ل م ي ت م ^ ^‪ ، ١١‬ع ن اال ؛ ي ‪ ،‬مق ل ع ت ئ ف ث ة ع ر !ل د ي ~ح ش ز ا ت ‪٠٠‬‬

‫‪Ebû Zekeriyâ’nın hocalarından birinden naklettiğine göre: Âmir’in‬‬


‫‪Ubeyde adında bir amcakızı vardı. Âmir’in kendine nasıl davrandığını‬‬
‫‪görür, tirid hazırlayıp getirirdi. Kendisi çıkıp mahallenin yetimlerini‬‬
‫‪toplardı. Ubeyde “Ben yiyesin diye senin için yaptım” derdi. Âmir “Sen‬‬
‫‪bana yardım etmek istemedin mi?” diye cevap verirdi, sonra da şöyle derdi:‬‬
‫‪Ey Ubeyde! Kur’ân’a dayanarak dünyaya kadan, kim Kur’ân’a dayanarak‬‬
‫”‪dünyaya sabretmezse, dünya hasretinden içi ^rçalamr.‬‬

‫(‪ ] ٩ ٣ ٨ [ “) ١٦٣٨‬حدثن ا أ ح م د بن ج ع فر بن ح م دا ن‪ ،‬ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬


‫ح دئتي أيي‪ ،‬ثت ا عتيد الثؤ بن م ح م د ‪ ،‬ثن ا هم د ا ل عزيز بن ت شبم‪ ،‬غن خندأ‪،‬ء ض ا لختن‪،‬‬
‫قات‪ :‬كا ن بت ا م بن عئد الل ه بن هم د ق س م ج لس ي ا لخن ج د‪ ،‬ق ر ئ حش قلقا أثت فد‬
‫بق؟ قات‪" :‬‬
‫ي ا فجد ق م‬ ‫ص‬ ‫ض ا ئ ك خا ب ا لآئؤاء محا ة‪ ،‬ق ثا ه ‪ ۵١٤٠ :‬ل ك‬
‫أ ج د‪ ،‬إثق ل م ج لس "كثين ا لل ع ط والت ح ل ط "‪ ،‬قات‪ :‬هأي من ا أثت قد حن ا زغ أ ص ح ا ت ا لأهؤاء‪،‬‬

‫ه‬ ‫ثئ لث ا‪ :‬ن ا م ول ط فيه م ؟ ه ات‪ :‬و ما ع س ى أن أقوت فيه م ‪ ،‬نأي ت ئثزا ص أ ص ح ا ب ال ن غ‬
‫و ص حبته م‪ C‬ن حدلول\‪ :‬أن ‪ ٠٠‬أص ف ى الن ا س إيئ ائا يؤم ا ل م ا ئة أ ق د ه ز م ح ا ت ن ه في ال دث ا ‪ ،‬وإ (ا‬
486 Â m ir b. Abdi Kays

‫ج ه قي ا ل ل ق أ‬
‫ر ال نأ س م ت‬
‫ أك ت‬0‫ وإ‬،‫ يؤم اف؛ا ن ؤ‬،‫في ؛ لأي أ ق د ف ز ح ز‬ ‫حا‬-‫ ^ ^ ءر‬١ ‫أث ث‬
‫"أكفزغب ثئاغ يؤم ا كا ت ؤ‬

Hasan(-1 Basrî) der ki: Âmir ‫ظ‬. Abdi Kays’ın mescidde bir mekânı vardı.
Yerine gelmez olunca, hevâ ehline uyduğunu sandık, yanına gidip
“Mescidde yerin vardı, terk ettin” dedik. Bize “Doğrudur, gürültüsü ve
karışıklığı bol bir mescid” deyince, hevâ ehline uyduğuna kani olduk. O na
“Onlar hakkında ne diyorsun?” diye sorduk, “Onlar hakkında ne diyebilirim
İri; Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) dostlarından bir grup gördüm ve onlarla
arkadaşlık ettim. Bize hadis nakledip şöyle dediler: “Kıyamet gününde en saf
imana sahip olacak olanlar, dünyada kendini en çok hesaba çekenlerdir.
Dünyada en çok sevinenler, kıyamet gününde en çok üzülecek olanlardır.
Dünyada en fazla gülenler, kıyamet gününde en çok ağlayacak olanlardır.”

، ١^ ^ - ‫ وخد‬، ‫ ؤق ي ن قا‬،‫ أ ة " ال ه نحا ر ز م ن هزائمحن‬: ‫ ا و حدثرن ا‬٩٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٦٣٩(


‫ وم ن ع م د‬، ، ‫ ب ح د الجثه ي غ م حشمان‬،‫لخدوذة‬ ‫ب‬ ‫ وا جت‬C‫همم ن ع م د بئ رائض الثؤ وشتم ه‬
‫ب م ثا ب امئ مم ت د ال س ذائ د ؤ و ال زد وا لآ<ات ئ أ يد ح د‬،‫ ورك ب خدوذه‬،‫بفزايض اللؤ ونثئه‬
‫ ل ق ي‬،‫م ن ا ث تحرا غ ر د للف‬ C‫ ونك ب ح دوده‬،‫ زنن ع م ل بنزايض الثؤ وئثته‬،‫ا ل حغه‬
،" ‫ء غدبه‬1‫ ف‬0‫ وإ‬،‫ئ ا ؛ ن ث؛ ع ملت‬1‫؛لت نث‬

Yine bize anlattıklarına göre Allah, farzlar kılmış, sünnetler koymuş ve


sınırlar (hadler) belirlemiştir. Kim Allah’ın farzlarını, sünnetlerini ‫ طأ‬eder ve
sınırları aşmazsa, maddi manevi herhangi bir pislik taşımadan Cennete girer.
Allah’ın farzları ile sünnetini ifa eden, ancak sınırları aşıp sonradan tövbe
eden kişi de kıyamet gününde sıkıntılar, sarsıntılar ve eziyet verici şeyler ile
karşılaşır, sonrasında ise Cennete girer. Allah’ın farzları ile sünnetini ifa
eden, ancak sınırları aşıp tövbe etmeden ölen kişi, Allah’ın huzuruna
Müslüman olarak çıkar. Artık Allah dilerse onu affeder, dilerse de
cezalandırır.”

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Bu anlattıklarını Âmir bu şekilde mevkûf


olarak rivayet etti. Aynı lafızlar Ebu’d-Derdâ, Ebû Salebe, Ubâde b. es-
Sâmit ve başkalarından başka bir kanalla Resûlullah’tan (sallallahu alayh! vesellem)

merfo olarak rivayet edilmiştir.


A m ir b. Abdi Kays 487

‫ ثن ا م ح م د بن عتد‬C‫ ثت ا أبو ع ئ ا ل ما ل ك ي‬،‫ب ] حدت ا أبو م ح م د بن حق ا ن‬


‫ة م‬/‫ )“ [ ا ا‬١٦٤٠(

‫ عن‬، ‫ غذ علي بن علي ا و ئ ئ‬،‫ ثن ا عبد الل ه بن ا لمحا رك‬،‫ا المحا ري‬ ‫م‬ ‫او ح ش بن شي‬
:‫ " ث م < م الثا من يزم ا ل ما ئ ة ث ال ث عزض ا ت‬:‫ قا ت‬، ‫م‬ ‫ق ال م ت ه‬ ‫غذ‬ ،‫ما ن ي‬

٠' ‫ ق ا خ ذ بث ميغه واخذ بش ما ل ه‬، ‫ والعر ص ة القارئ ئاض الك س ب‬،‫ثع زصت ا ن جش ا ي و معاذير‬

Senedinde Abdullah b. Mübarek’in de olduğu bir hadiste Haşan,


Abdullah b. Kaysın şöyle dediğini nakleder: “Kıyamet gününde insanlar üç
kısımda takdim edilirler, ikisi hesap ve özürlerden oluşur, üçüncüsü ise
kitapların uçuşmasıdır; sağından alanlar, solundan alanlar...”

Ardından İbnu’l-Mübârek kendine ait şu beyitleri mırıldandı:


Sahifeler uçuştu dolaştı elden ele,
Cebbâr’tn önünde içinde sırlar ile.
Nasıl dalgın olursun haberler dile düşer,
Bilmeden biraz sonra neler olacak neler...
Ya ebedi bir hayat, hayat dolu bahçeler,
Ya önüne geleni yakıp yıkan ateşler...
A lır sakinlerini gâh atar gâh çıkarır,
Azaptan çıkmak istâr zorla geri atılır.
İlim, ibret vermeli hayattayken ehline,
Nice isteyen oldu dönemediler yine...
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫ثكل‬: Âmir, bu sözlerini bu şekilde mevkuf
olarak rivayet etmiştir.
488 Mesrûk b. el-Ecda'

Ali b. Zeyd de, Haşan, Ebû Mûsa yoluyla Resûlullah’tan (sallallahu


aleyhi vesellem) merfu olarak rivayet eder.

Âmir b. Kays hadisi Ebû Mûsa’dan işitip mürsel olarak rivayet


etmişe benziyor. Çünkü Âmir, Kuranı Basra’ya geldiğinde Ebû
Mûsa ve arkadaşlarından öğrenmiş ve Basralılara öğretmiştir.
Hadisi Mervan el-Asfar da Ebû Vâil kanalıyla Abdullah (b.
Mes’ûd)’dan onun sözü olarak rivayet eder.
Konuya Uveys’i anlatarak başladık; çünkü kendisi tabiûn tarikat
ehlinin duayenidir, ikinci olarak Âmir b. Abdi Kays’ı anlattık.
Kendisi Anber Oğullarındandır. o da Basra’da tarikat ehlinin
ilklerinden kabul edilen ve ibadet seven biridir.
Basra, Kûfe’den daha eski olduğundan, onu diğer Kûfelilerden
önce zikrettik. Çünkü Basra, Kûfe’den dört sene önce kuruldu. Aynı
şekilde tarikat ve ibadet bakımından Basralılar, Kûfelilerden daha
eski ve daha meşhurdur.
Âmir b. Abdi Kays, tarikat ve ibadet konusunda, Ebû Mûsa el-
Eş’arî’den icazet alanlardandır. Kur’ân’ı ondan öğrenmiş, tarikatı
ondan devralmıştır.
‫ ثن ا أبو بكر‬،‫ ثن ا م ح م د بن أبي شه ل‬،‫ا بم ] ك ذا خ ا؛ثن اه عئد الل ه بن م ح م د‬/\[ “) ١٦٤٢(

‫ت كت ب أث و م و ت ى‬،‫ ظل‬،‫ ع ن اب ن مسم ري ن‬،‫ ع ن ابن ع ؤ ن‬، ‫ ثن ا معا د بن معا ذ‬،‫بن أيي م حث‬

‫ا‬ ‫ " أن‬: ‫ تضغ ا م ئ مد م‬Û& ‫م الذي‬ ‫مح‬ ‫تنء‬:‫ا هم ئ إرغا م تن ماش‬
]،\®/\[ " ‫قي ش وعد‬، ،‫ ه إدي عهدقف عش أم ر وبنعيي أتمف ث من ت‬، ‫تع ذ‬
ibn Sîrin’in naklettiğine göre: Ebû Mûsa el-Eş’arî, Âmir b. Abdi Kays
olarak bilinen; Âmir b. Abdillah b. Abdi Kays’a yazıp şöyle dedi: “Asıl
meseleye gelince; Ben sena bir görev verdim, ama değiştiğini duydum.
Allah’tan kork ve (eski haline) dön”

Mesrûk
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki: Onlardan birisi de Rabbini bilen,
aşkı uğruna göz yaşı döken, günahını hatırlayan, ilimde kök salmış.
‫’‪Mesrûk b. el-Ecda‬‬ ‫‪489‬‬

‫‪sözünde güvenilir, Allah’ın kulları tarafından sevilmiş; Ebû Âişe,‬‬


‫‪Mesrûk b. Abdirrahman el-Hemedânî el-Kûfi.‬‬
‫‪Derler ki: Tasavvuf, gitmeye ve kavuşmaya hazır olmak, varlığa‬‬
‫‪ve yollara dayanmaktır.‬‬
‫الت ل ل حي ‪ ،‬ثن ا ائحس ث ن بن ج ع فر ائثثا ت ‪ ،‬ثن ا أ خ ن د بن‬ ‫(‪/\[ - ) ١٦٤٣‬هب ] خ ؛ثن أب بغ‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫م‬

‫عتد الل ه بن يونس‪ ،‬ثن ا نابذة‪ ،‬عن ا ال عن ش‪ ،‬عن مش ل م‪ ،‬عن مش روق‪ ،‬قات‪ " :‬كث ى‬
‫أن ي ع ج ببعمله‬ ‫ال‬ ‫أن يمح ق ى الثث‪ ،‬وكث ىب ال مرء ج ه‬ ‫ع ل ما‬ ‫ب ال مرء‬

‫‪Mesrûk der ki: “Kişiye ilim olarak Allah’tan korkması (huşû) yeterli olur.‬‬
‫”‪Yine kişiye cehalet olarak kendi amellerini beğenmesi yeterli olur.‬‬

‫ب ن أب ي‬ ‫ب ن عت ما ن‬ ‫ب ن ا ل ح ش ن ‪ ،‬ثغ ا م ح م د‬ ‫ن أحم د‬ ‫خ ا؛ثن ا م ح م د‬ ‫[\‪ /‬ه م‬


‫ب]‬ ‫(‪- ) ١٦٤٤‬‬

‫شتته‪ ،‬ثنا تبي د ن■ع مرو‪ ،‬ثنا ن مان ين عس ة‪ ،‬عن أيوب القناثي‪ ،‬ظ ‪ :3‬ت أ ك الئعبي‬
‫ب ذ س مق "‬ ‫م‬ ‫في‬ ‫سم‬ ‫ص ت ت ألب‪ ،‬ق ات‪ " :‬ظ تأ‪:‬ث أ ط أ ش‬
‫‪Eyyûb et-Tâi diyor ki: Şa’bî’ye bir meseleyi sormuştum, şöyle cevap‬‬
‫”‪verdi: “Mesrûk kadar ilim öğrenmeye meraklı hiç kimse görmedim.‬‬
‫ثنا‬ ‫عتما ن ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ث خ ث د‬ ‫ثنا‬ ‫ائخثن‪،‬‬ ‫ثن‬ ‫أ ح م د‬ ‫أبى‬ ‫بن‬ ‫ث خ ث د‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫[ ‪] ٩ ٥ ٨‬‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٤ ٥‬‬

‫ين ال د ا ال ئ ‪ ،‬عن ا ل م ح ي‪،‬‬


‫يي خا‬
‫مح د بن بجس ‪ ،‬ثن ا ي حش بن اد م‪ ،‬ثن ا عن د الث ال م‪ ،‬عن أ‬

‫بما ‪،‬‬ ‫فيه ا‬ ‫ينال ه عن اية‪ ،‬ق لم ي ج د عنده‬ ‫رجل‬ ‫قات‪ " :‬حرغ مش روق إلى ال بمرة إ ر‬
‫ي‬ ‫الر ج ل‬ ‫م ق ذللق‬ ‫'ل‬ ‫‪ P‬خن خ ؛ ر‬ ‫ص‬ ‫ذ‬ ‫ق ز؛ غص‬ ‫م ^‪٢‬‬ ‫ت م حزة غذ ر ج د م ن‬
‫ط يا "‬

‫‪,Şa’bî der ki: Mesrûk, bir adama bir âyeti sormak için Basra’ya gitmişti‬‬
‫‪adamda âyet hakkında bir bilgi bulamadı. Adam kendisine Şâm halkından‬‬
‫‪birine gitmesini söyleyince buraya, yanımıza geldi. Sonra adama âyeti‬‬
‫‪sormak için Şâm’a gitti,‬‬

‫عنن‬ ‫ثنا أب و‬ ‫ج م ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫محم د‬ ‫ثغا‬ ‫ح مئد‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫الثؤ‬ ‫م د‬
‫ه‬ ‫خا؛ثنا‬ ‫‪] W‬‬ ‫‪y‬‬ ‫[‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٤ ٦‬‬

‫ر ث ث ه ‪ ،‬ثن ا عتئذة ن ح ن ت د ‪ ،‬ص مصوو‪ ،‬ص ه ال ل بن يش ا ف‪ ،‬وه ال‪ :،‬ه ا د‬ ‫ن‬

‫لب ن ‪ ،‬وع لم ا ال ج ري ن‪ ،‬وعل م ال دمحا وا ال ج ر ة‪ ،‬محم رأ‬


‫ممن ز و ئ‪ " :‬م ن شره أ ن يعل م عل م ا ال وم‬

‫ن ون ه ا و اتثة "‬
‫‪490‬‬ ‫د‪Mesrûk b. el-Ecda‬‬

‫‪Mesrûk: “Kim eskilerin ve yenilerin, dünya ve âhiretin ilmini‬‬


‫‪öğrenmekten hoşnud olacaksa, Vakıa Sûresini okusun” dedi.‬‬

‫ا‬
‫ح‬‫ت‬ ‫لخغد‪،‬‬ ‫ى ا‬ ‫ع ئ‬ ‫ثتا‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫ثنا‬ ‫عل ي ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ثتا‬ ‫ل أ‪ /‬ه ا م]‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٤ ٧‬‬

‫ق ي إ ‪ ،‬ص أ ي إ ن خ ا ى‪ ،‬قات‪ " :‬خ خ شن ع رة ئت ا ‪:‬ا ث إ ال ت ا ح دا '‪٠‬‬

‫”‪Ebû ishâk der ki: “Mesrûk, hac boyunca gecelerini secdeyle geçirirdi.‬‬
‫أبو‬ ‫ثنا‬ ‫ن ثا ؛‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫ثتا‬ ‫إ م ئ خا ئ ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ثنا‬ ‫جثته‪،‬‬ ‫بن‬ ‫خا ب ز‬ ‫أبو‬ ‫ا‬
‫ح‬‫ت‬ ‫م ]‬
‫[آ ا ‪ 0‬ب‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٤ ٨‬‬

‫صم زة‪ ،‬عن ائث الع بن ف ا رون‪ ،‬قاد ‪ :‬ش م عثت م ولت‪ ٠٠ :‬ح ج مش روق ‪ ،‬ئن ا ائ ر س إ ال ج بهته‬

‫خش م ح ز ن " [ ‪] ٩ ٦ ٨‬‬

‫‪Alâ b. Hârun der ki: “Mesrûk hacca gitti, oradan ayrılıncaya kadar‬‬
‫”‪yüzünün dışında hiçbir yerini yere değdirmedi.‬‬

‫أبي‬ ‫بن‬ ‫محا ذ‬ ‫بن‬ ‫نم ح ث د‬ ‫ثنا‬ ‫ل خشن‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫أخنذ‬ ‫ى‬ ‫م ح م د‬ ‫حدثنا‬ ‫[ ‪] ٩ ٦ ٨‬‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٤ ٩‬‬

‫ين ‪ ،‬ثن ا ق ش بن سع ي د ‪ ،‬غ ذ سمحا ن‪ ،‬عن أ ي إش ح ا ئ ‪ ،‬غ ذ ت ع د‬


‫فس ه‪ ،‬ثن ا عيي بن الم دمح‬

‫ما م ئ ف ئ ء و ع ب شه إ ال أن مح ي‬ ‫ىن ت ت ي و ة ‪ ،‬ق ا ت ‪ :‬ثا سمبد ‪:‬‬


‫بن م ح ر‪ ،‬قا ت‪ :‬لم‬

‫و جوهن ا ي ال ي' ب "‬


‫!‪Saıd b. Cübeyr der ki: Mesrûk benimle karşılaştığı zaman: “Ey Saîd‬‬
‫‪Hayatta‬‬ ‫‪)özümüzü‬‬ ‫‪toprağa‬‬ ‫‪sürmekten‬‬ ‫‪(secde‬‬ ‫)‪etmekten‬‬ ‫‪başka‬‬
‫‪isteyebileceğimiz bir şey kalmadı” dedi.‬‬

‫م ح م د‬ ‫ين‬ ‫الل ه‬ ‫عئد‬ ‫ثنا‬ ‫شهل‪،‬‬ ‫أ ي‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫بن‬ ‫ع ث ذ الثؤ‬ ‫ح د قا‬ ‫ل ‪] ٩ ٦ / ٢‬‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٥ ٠‬‬

‫ع ن الحس ن ب ن محي الل ه ‪ ،‬ع ن أب ي الض ح ى‪ ،‬ع ن مش ر و ق‪ ،‬قات ‪:‬‬ ‫ا لمخب ي ‪ ،‬ثن ا اب ن إدري س‪،‬‬
‫ر وه و ت ا ج د ‪'٠‬‬ ‫اللي محا‬ ‫‪ ٠٠‬أمح زب نا ثخون املتبت إلى‬

‫‪Mesrûk: “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde ettiği andır” dedi.‬‬

‫ي وئق ن بن‬ ‫خ ا ق‪ ،‬ثعا‬ ‫(‪ ] ٩ ٦ ٨ [ “) ١٦٥١‬حدثن ا أثو خ ا ب ز بن جبل ه‪ ،‬ثن ا محم د تن إ ئ‬


‫صنزوق‬ ‫ا ذ‬
‫ك‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫ص أيي ال ض خ ى ‪،‬‬ ‫س‪،‬‬ ‫لأعن‬ ‫ا ا‬
‫أ حثزئ‬ ‫بن مغزاء‪،‬‬ ‫غ ي د ال ؤ ح ن ن‬ ‫ثنا‬ ‫مو ت ى ‪،‬‬

‫ح‪ 1‬ج ة محز ه ا دءكؤوه ا تي م د أن‬ ‫و‬ ‫الهنه ‪١^ ^ ٠٠ :‬‬ ‫بمول‬
‫أ‬ ‫ثئ وم مهمب أ ي كأثت را<محب ‪ ،‬وكا‪0‬‬

‫أ ز زإ ر ال ئ ال ؤ "‬
Mesrûk ‫ء‬. el-Ecda‫ر‬ 491

Ebu’d-Duhâ der ‫لعا‬: Mesrûk, namaza durduğu zaman dünyayla tüm


ilgisini keserdi. Ailesine de: “Namaza kalkmadan önce ne ihtiyacınız varsa

، ‫ئ‬

"
‫ر‬
söyleyin, gidereyim!” derdi.

‫ا ل‬

‫ننزوق‬
‫بن‬ ‫هنا ذ‬

‫"كا ن‬ :‫د‬
‫ا‬
‫م‬‫ث‬

‫ا‬
‫ف‬
، ‫إ شحا ى‬

،‫املسي ر‬
‫بن‬

‫بن‬
‫م ح م د‬

‫م ح م د‬
‫ثعا‬

‫بن‬
، ‫جبل ه‬

‫ ^ ؛‬£١
^
‫س‬

١ ‫ص‬
‫حامد‬ ‫حدثتا أب و‬

،‫م ن عر‬ ‫ض ر‬
] ‫ أ م آ‬/\[ “ ) ١ ٦ ٥ ٢ (

،‫ثنا أبو حال د ا أل ح مر‬

" ‫ ومح ل غش ص الته وي ح ل ه م ودنا ه م‬،‫بجحي ال ث م بجثه ومح ن أهل ه‬


ibrâhîm b. Muhammed b. el-Münteşir der ki: Mesrûk ailesiyle arasına
perdeyi çeker, ailesini dünyalarıyla başbaşa bırakıp öyle namaza dururdu.

،‫ ظ عئ ئ الغززاء‬، ‫ ئ ع ذ ال م ئ ت خ م‬،‫ ] خدثثا مح خ ث ذ ئ عئ‬٩٦/^[ -) ١٦٥٣(


‫ ح ذ‬°‫يأ‬ ‫ال‬ " ‫ أثت ”كا ن‬، ‫ عن ننزو ي‬،‫ عن أبيه‬، ‫ عن ائزايب بن محم د بن ال ن ق م‬،‫ثن ا ئ عتة‬
‫بأن‬ ‫ش ن ه م وأموال ه م‬ ‫ ؤ إ ة التث ائثز ى م ن الم وم نين أ‬:‫ ويثآولت فزو ا اليه‬،‫عأى ال ث م اع أي ؤا‬
‫في التوراة وا إلن ج يل‬ ‫حما‬ ‫التي ثم ئإ ون ويم ثلون وعدا عثته‬ ‫ل‬ ‫ي ا ل جنه يق اتلون في تب‬

‫به وديلف ن ز الث ور‬ ‫مح ذ ك م ال ذي ب ايئثم‬ ‫والم نان زنن أ ن ز بع هده م ن ال م هاتسئ روأ‬

İbrahim b. Muhammed b. el-Münteşir, babasından naklediyor: Mesrûk,


kadılıktan ücret almaz ve buna sebep olarak ta şu âyeti gösterirdi: “Allah
şüphesiz, ٨١١^ ١٦ yolunda savaşıp, öldüren ve ö!dürülen müminlerin
canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve K u r^ n ’da söz verilmiş bir hak
olarak cennete karşılık satın almıştır. V erd^i sözü Allah’san daha
‫س‬ tu tan kim vardır? A le v s e , vaptrâmız alışverişe sevinin: bu
^üyük başarıdır.”!
‫بن‬ ‫ثنا ا ل م ص ل‬ ، ‫إ ت خا ق‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ثغا‬ ،‫جثثه‬ ‫ى‬ ‫حامد‬ ‫أبو‬ ٥^ ^ - ] ٩ ٦ ٨ [ - ) ١ ٦ ٥ ٤ (

: ‫قات‬ ، ‫بن ال ن ق م‬ ‫إبراهي م بن م ح ئ د بن إبراهي م‬ ‫ عن‬، ‫م ن م‬ ‫ ثن ا‬،‫ ثت ا م خ ئ د بن بشر‬، ‫ش ي ز‬

‫قد يم ه‬ ‫ك ن ا ت أ ب ا ل ح ي رة‬ ‫ بم ؛' يأ ت ي‬، ‫حلم ه‬ ‫ج م ع ة بعل ه وي حمل ن ي‬ ‫و‬ ‫ي م‬


‫خب‬ ‫من ز و ق‬ ‫كا ن‬

" ‫ص‬ ^ ^ ١ " : ‫ ث أ ف و د‬، ‫ئمم‬: ‫د مح ي‬ ‫شمحم‬

Tevbe Sur. 111


492 Mesrûk b. el-Ecda’

İbrahim b. Muhammed b. el-Münteşir diyor ki: “Mesrûk, her Cuma bir


katıra biner, beni de arkasına bindirirdi. Sonra Hire’de eski bir çöpiüğe gelip
katırını üzerine çıkarır, sonra da şöyle derdi: “Dünya altımızdadır.”

:‫ ه ا لأ‬،‫ ] أخبزثا ا ل ما ضي أب و أ خ ن ذ م ح م د بن أ خ ن ذ بن إبراهي م في كثابه‬٩٦/ ‫ )“ ل ؟‬١٦٥٥(


‫ بن‬،‫ ثن ا بمئ وبي‬،‫ أ حبرتا شع ي ذ ن منصور‬، ‫ قادت ثن ا م ح م د بن أثو ب‬،‫ثن ا م ح م د بن كثائه‬
‫ بم ش أن مستزوئ أ خ ذ بثد‬: ‫ قا د‬،‫ بن من عود‬.‫ ثن ا خنزة بن عتد الل ه بن عفته‬،‫عئد الؤ ح م ن‬
‫ص أ هل و ئ‬ ‫ ؟ ق ي؛‬، ‫ ؛ " ألا ري ك ه‬١١‫ ؛‬، ‫يمح و ة‬ ‫تئق ى بي غ ر‬،‫ ذ‬،‫ا;س أ ع لن‬
‫ واست ح را فيه ا‬،‫ ت م ك وا فيه ا د ماءهز‬، ‫ركبوه ا ئأنضؤف ا‬ ، ‫ وين وف ا ظبلوه ا‬، ‫عأمحتؤه ا‬
‫فف ا أ ر حام ه م‬
‫ ز ئ غ وا ي‬، ‫محا وم ه م‬

Hamza b. Abdillah’ın naklettiğine göre: Mesrûk, bir yeğenini alıp,


Küfe’de bir çöplüğün tepesine tırmandı. Sonra ona şöyle dedi: “Sana
dünyayı göstereyim mi? işte dünya bu, yiyip bitirdiler, giyip yıprattılar,
binip yordular. Onun uğrunda birbirlerinin kanlarını akıttılar, üzerinde
haramlarını helal saydılar, akrabalık bağlarını kopardılar.”
‫ ثن ا أبو بكن بن أيي‬، ‫ ثن ا م ح م د ن ش م‬، ‫ممب ] حدثن ا حم د الل ه بن ث ح م د‬/\[
‫م‬ - ) ١٦٥٦(
‫ " نا‬:‫ قات‬،‫ عن منزوي‬، ‫ عن إبراهي م بن م ح ث د بن ال ن ق م‬،‫ عن م نغر‬،‫ ثنا وكيغ‬، ‫أ ي ة‬

" ‫ وأم ن م ذ ع ذ ا ب الل ه‬، ‫م ن ث ي)ؤ حيت للمجؤ ب ن م ن ل ح د ئ د ا ن ث زا خ م ن ف ن وم ال ذ ي‬

Mesrûk der ki: “Mümin için, dünya dertlerinden kurtulup Allah’ın


azabından emin olacağı bir mezardan daha hayırlısı yoktur.”

‫ ثن ا‬، ‫ ثعا عئد الؤ ح م ن ن م ح ث د بن من ا ل م‬،‫ ] حدثما أبو م ح م د بن حقا ن‬٩٧/‫ )“ [ ؟‬١٦٥٧(

" :‫ قا د‬، ‫ غذ نن محق‬،‫ أؤ ن ي‬، ‫ غذ ش م‬،‫ ظ ا شث ث‬،‫ث إ أ م ثناوثه‬،‫ه ئ ال م خ‬


‫نت زال دره م "■زواه‬
‫ج‬ ‫إءي أ م ح ن ما أ ز ن مث ج ين ف وت ؛ي اتلحا ؤأ؛ مح ن قي مح ت‬
‫ غذ تنزو ي‬،‫ غذ ي ال م م وة‬، ‫ ض ا م ح م‬، ‫ال ي إ‬

Mesrûk: “Hizmetçinin bana “Evde ne bir kafız* ne de bir dirhem kaldı”


dediği an, en huzurlu olduğum andır” dedi.

1 Kafiz, hacim ve uzunluk birimidir; hacim olarak 33 litre, uzunluk olarak 136.6
metredir.
Mesrûk b. el-Ecda3 493

‫ ثن ا أبو ا لعثا س‬،‫م ح م د بن ا ل ح ش ا ل صائغ‬ ‫أ خ ن د بن‬ ‫ثن ا‬ ] ٩٧^ [ “) ١٦٠٨(


‫فف ا‬
‫ة ل ح م ى أن بك ون ثة م جال س يحل و ي‬.‫ " ائنن‬. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ‫الثؤا ج‬

'٠‫يثذكز ذن ويت ويشثغغزيلمه ا‬


Mesrûk: “Kişinin, kendi kendine kalabileceği, günahlarını düşünüp
istiğfar edeceği yerlere sahip olması şarttır” dedi,

‫ ثن ا م ح م د بن م ح ا ذ بن أيي‬، ‫] ح دمحا م ح م د بن أ ح م د بن ا نم ث ي‬،\ y / y [ - ) ١٦٥٩ (

‫ " ظ‬:‫ قات‬،‫ ص س م ق‬، ‫ غذ ر ؤا م‬، ‫ ثن ا ن ي ا ن‬،‫ ثغ ا ث خ ث ذ ئ مه د ال م ا ل أتد ي‬،‫م حق‬


" ‫ إ ال ائث أل عتزة‬،‫حة‬ ‫ائث لأ;ؤئ‬
Mesrûk der ki: “Bir ev m a r i f e t l e dolarsa muhakkak ibretle d o l a r . ”

‫ شب ع ت‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن عقبة‬،‫ممبء خ ا؛ثن ا أب و حام د بن جمل ه‬/\


‫م‬ [ ")١٦٦٠(
:‫ م شنوق يت م ث ل‬0 ‫ كا‬:‫ مولت‬، ‫ أل صمعي‬١

‫به ال غي مل ح و<ثيى‬
‫وأرخئ ج‬ ‫ويكف ال بثا أغلق اثا ث ئ وثث‬

‫ثعا رحس أ ص حا ب ا ش د انن إلي‬ ‫وماء فنا جباردب م ثئثد ي‬

‫ه ق أ ي ثباةلزان ئ م ؛ ك م‬ ‫ أ إ دا نا ف أ ئ خ م ا‬1 ‫جت‬

Asmaî diyor ki: Mesrûk, şunları mırıldanırdı:


Kapı kapandığında kalanlar sana yeter
Bir de tuz ekilirse ekmeğe seyran olur,
Fırat'ın berrak suyu soğuk ise öğlenler
Süslenmiş tirid ile yiyenler hayran ‫ م‬/ ‫ سم‬.
Onlar nasıl doyarsa senin de gözün doyar,
İştah açan yemekle beslenmiş gibi olur.

Mesrûk çok sayıd^ hadisi senediyle rivayet etmiştir. Tek kanallı


olanlarından biri:
Takrîb 1410, Takrîb 4541-a
‫‪494‬‬ ‫‪Alkameb. Kays en-Nehaî‬‬

‫! ‪A lk a m e b . K a y s e n - N e h a‬‬

‫‪Onlardan birisi de, Rabbini bilen, âlim Alkame b. Kays en-Nebaî‬‬


‫‪Ebû Şibl el-Hemedânî. Fıkıh, ibadet, güzel tilavet ve zühd sahibidir.‬‬
‫( ‪ ] ٩ ٨ ٨ [ - ) ١٦٦٣‬ثن ا م خ ث ذ بن أ ح ن ذ بن ا لخشن‪ ،‬ه ا ت‪ :‬ثن ا م خ ث د بن م ح ا ذ بن أب ي‬

‫بن البيع‪ ،‬عن أبي اشحا ق‪،‬‬ ‫ثت ا ق س‬ ‫إ شحاوء الص يني‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫بن‬ ‫ق ث ه ‪ ،‬ئالأ‪ :‬ثن ا إثزايب‬
‫ل ذي ق ثئزءو‪ 0‬ا ق آ ( ا "‬
‫^ اء‬ ‫ءا ‪ 3‬و ؛ ال ي ث ‪ " :‬ء ن م ك ة ئ‪١‬‬
‫‪Murre et-Tayyib der ki: “Alkame Kur’ân okuyan, dinine bağlı‬‬
‫”‪insanlardandı.‬‬
‫ثن ا‬ ‫إ ت خ ا ق‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫بن‬ ‫(‪ ! - ) ١٦٦٤‬؟‪ ] ٩٨/‬حدثن ا أبو حا م د بن جثته‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ت خ ئ د‬

‫عن معق ل‪،‬‬ ‫بن‬ ‫مال ك‬ ‫إن ما عيد بن أبى اخل ا ر ج ‪ ،‬ه اد ‪ :‬ثت ا عبد العزيز بن أبان‪ ،‬عن‬
‫م ص ض ا بجؤ "‬ ‫هنأ ئ‬ ‫غذ أيي ال م ‪ ،‬ض مح و ‪ ،‬قات‪Ö& " :‬‬

‫‪: “Alkame b. Kays, bu ümmetin içinde Rabbini en‬لكل ‪Murre et-Tayyib der‬‬
‫”‪iyi bilen kişiydi.‬‬
‫أي‪،‬‬ ‫حدقتي‬ ‫بن أ ح م د ‪،‬‬ ‫ع ث د ال ر‬ ‫ثنا‬ ‫‪: 3‬‬ ‫ظ‬ ‫تابل ي ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫ح د قا‬ ‫[ ‪] ٩ ٨ ٨‬‬ ‫( ‪- ) ١ ٦ ٦ ٥‬‬

‫ه غذ أيي ن م ‪ ،‬قات‪ :‬ذ ظثا غش‬ ‫غن ا‬ ‫قات‪ :‬ثن ا ت غ ث ذ ئ ي م ‪ ،‬قات‪ :‬ظ ا لآضث‪ ،‬غذ‬
‫ع من بن شر ح بيل‪ C‬ممال ‪ ٠٠ :‬ائهللئ وا بما إ ز أفت ه القا س ثديا وش مت ا ب م د الل ه بن تن ث ود ‪،‬‬

‫ك ةاا‬ ‫ظ‬ ‫ش‬ ‫ظا‬ ‫فد‬

‫‪:Ebû Ma’mer der ki: Ömer b. Şurahbîl’in yanına gitmiştik. Bize dedi ki‬‬
‫“‪Kalkın! Hidâyet ve şekil bakımından, Abdullah b. Mes’ûd’a en çok‬‬
‫‪benzeyen kişinin yanına gidelim” dedi ve Alkame’nin yanma gittik ,‬‬

‫ح د ت ا م ح م ذ ب ن أ ح م د ب ن ال خ ض ‪ ،‬قأ لأ‪ :‬ثن ا م ح م د ب ن م ح ا ذ ب ن‬ ‫( ‪]،\a / x [ - ) ١ ٦ ٦ ٦‬‬

‫أل ئ‬ ‫م ‪ ،‬ص ق م س ‪ :‬ت ن أ ن ي خا ن‪ ،‬قات‪ :‬ة ئ لآني‪:‬‬ ‫ج‬ ‫ر ‪ ،‬قات‪ :‬ظ‬ ‫م حق‪ ،‬قات‪ :‬ظ‬ ‫ر‬

‫ه‬ ‫ه قات‪ " :‬نأي ت أ ص حا ث التبجح‬ ‫ق يغ ك ث ثأ ي ظ ق ن أ وم د ع أ ص حا ث النبي‬


‫س أ ل ون ع ل م ن ه ويمسفت ول‪٠٠ 4‬‬

‫‪Kâbus b. Ebî Zabyân der ki: Babama “Neden Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi‬‬
‫)‪vesellem‬‬ ‫‪sahabilerini bırakıp Alkame’nin yanına gidiyordun?" diye‬‬
Alkame b. Kays en-Nehaî 495

sorduğumda; “Resûlullah’ın sahabilerinin, Alkame’ye soru


(sallallahu aleyhi ve s e lle m )

sorup fetva istediklerini gördüm” diye cevap verdi.


، ‫ال ما س‬ ‫بن‬ ‫مو ت ى‬ ‫شر‬ ‫أخنذ‬ ‫ثنا‬ :‫ح ا د‬
‫ م‬،‫ن أ حنى‬ ‫م ح م د‬ ‫ثنا أثو أ ح م د‬ ‫ء‬٩ ٨ / ٢ [ - ) ١ ٦ ٦ ٧ (

‫عت ما ن‬ ‫بن‬ ‫ب‬ ‫ع ن ا لم ه ل‬ ،‫ج ع م ر ا لم ذائغي‬ ‫شر‬ ‫م ح م د‬ ‫ثئا‬ :‫ت‬ ‫ها‬ ،‫س ع يد‬ ‫بن‬ ‫إن م ا ع ي د‬ ‫ثتا‬ :‫ت‬ ‫ا‬
‫ق‬

‫ ص ت ي‬، ‫ غذ مح خا ب ت ي ا ش‬، ‫ ص إ ث ء ق ثن ج د ال م‬،‫ غذ ي زا ر ثن م و‬،‫ا لأردي‬


‫يف ا عق م ه وا ل أئؤد وم سروق وأ ص حا ب ه م ئزقن‬
‫ ب ا ب ي‬٠' :‫ مما ت‬،|‫ح ت عل ت هأ‬ ‫مب حل م ة ف‬ :‫الل ه أثث‬

‫و ر ح م ه الثؤ‬ ،‫عئزبز‬ ‫شح ذ الل ه‬ ‫وم‬ ‫ب الل ه‬ ‫و ك تا‬ ،‫ا ئ ئ ئلم‬ ‫ج و ح الل ه‬
‫ن‬ ،‫العلما ء‬ ‫وأم ي‬

" ‫م‬ ‫ه س أخ‬ ‫بم ث‬ & \ ‫ م ح ف ز‬، ‫ما كفي ت‬

îshâk b. Abdillah’ın, Abdullah (b. Mes’ûd)’un öğrencilerinden


naklettiğine göre Abdullah (b. Mes’ûd), içinde ^kam e, Esved, Mesrûk ve
bunlann arkadaşlarının bulunduğu bir ilim halkasına uğramıştı. Yanlarında
durup şöyle dedi: “Anam babam âlimlere feda olsun. Allah sevgisiyle
birleştiniz, Allah’ın Kitabı’nı tilavet ettiniz, Allah’ın mescidini inşa ettiniz,
Allah’ın rahmetini gözlediniz. Allah sizi) sevsin, sizi seveni de Allah sevsin.”
‫ ثن ا عبيد‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ث خئ ن بن إ ت خ ا ق‬: ‫ ها د‬، ‫حمل ه‬- ‫ ] حدثن ا أبو خ ا ب ز ن‬٩٩/‫ [ ؟‬-) ١٦٦٨(
‫ ص عبد ا لر ح م ن بن‬،‫ عن أبي إ ت خ ا ق‬،‫ ثن ا فريلث‬: ‫ قا د‬،‫ ثئ ا عم ي‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫الل ه بن ت ع د‬
‫؛ال‬ ‫ " ظ أئزأ ق ه وال أ م ق ه‬:‫؛ مح د ه ئ ننغود‬١١‫ ؛‬:‫ قأد‬،‫ي و حنن تن يزيد‬
‫ " ش إثت‬:‫ قات‬، ‫ والل ه ن ا عئمم ه بأمرين ا‬، ‫ يا أبا هم د ال ؤ ح ن ن‬:‫ قيد‬،" ‫علم ن ه بمزؤة أؤ ثئلم ة‬

‫حف؛ ء‬ ‫م‬ ‫دا ه‬


Abdurrahman b. Abdirrahman b. Yezîd’in naklettiğine göre Abdullah b.
Mes’ûd şöyle dedi: “Okuduğum ve bildiğim ne varsa Alkame de okumuş ve
öğrenmiştir.” Ona “Ey Ebû Abdillah! Alkame bizim içimizdeki en iyi
(Kur’ân) okuyucu(su) değildir” dediklerinde ise “Hayır vallahi, o sizin
içinizde en iyi okuyan kişidir” diye cevap verdi.

‫مه د‬ ‫ ثن ا‬: ‫ فأ د‬، ‫ ثن ا ي ح ي ى بن أي و ب‬:‫ مالأ‬، ‫ن أ خ ن ذ‬ ‫حدبت ا نلت م ا ن‬ - ) ١٦٦٩ (

‫ غذ‬،‫ ئ خئ ائ ئ أيي ئ ث ن ا ن‬: ‫ قا د‬،‫ب ذ ئ زن ي‬


‫ تحا أثو مح دة ث م‬: ‫ مح ا د‬،‫ائئ اي ئ ذاؤذ‬

‫قت أعطاني الئت ح ش ن الص ؤ ت‬ ‫ال‬ ‫ ك ث زي‬:‫قات‬ ،‫س‬ ‫م‬ ‫بن‬ ‫ ص ع لم ت ه‬، ‫إبراهي م الغ ح ئ‬
‫ م‬:‫؛‬3 ‫ دا‬،‫ان‬°‫ نص ن غ ود ئزب ال ! ئ ئأقزأ عقه المم‬4‫ عثد الل‬ö fc j ، 0‫ب ا مها‬
‫ ئزغئ ش‬٩ ‫ث كئ ت‬
" ‫ " ردئا ش هذا‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫هناءتي‬
‫‪496‬‬ ‫‪Alkame b. Kays en-Nehaî‬‬

‫‪: “Allah’ın Kur’ân okumak için güzel ses verdiği bir‬لكل ‪Alkame b. Kays der‬‬
‫‪adam idim. Abdullah b. Mes’ûd beni çağırırdı ve ona Kur’ân okurdum.‬‬
‫”‪Okumayı bıraktığımda «Şundan biraz daha dinlet» derdi.‬‬
‫الح ص ئ ن‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا م خ م د س إ ئ خ ا ق‪،‬‬ ‫بن‬ ‫(‪[ - ) ١٦٧٠‬آ ‪/‬آ بم ] حدثن ا أ خ ن د س م ح ئ د‬

‫قا د ‪ :‬تحا س و ث ئ إتزا م ز‪ ،‬قا د ‪ :‬تحا ئ ث ن أ ‪ ،‬ص م ح ور‪ ،‬ص و ا ه م أ ة ه ن ة " و‬

‫أيي وأم ي‪ ،‬ظل‪ 4‬زين ‪،^١^ ١‬‬ ‫ق ا ‪ 3‬لت ر جت• زثز‬ ‫ح شن‬ ‫غش عبد ‪^ ١‬‬

‫"•ززاه محنة‪ ،‬عن إبراهي م مثل ه‬


‫‪Îbrâhîm’in naklettiğine göre Alkame, Abdullah (b. Mes’ûd)’a Kur’ân‬‬
‫‪okumuştu, sesi çok güzeldi. Bir adam ona: “Tertil et! Anam babam sana‬‬
‫‪kıırhan olsun, o Kur’ân’ın süsüdür” dedi.‬‬

‫ق ي‪،‬‬ ‫(‪ ] ٩ ٧ ٢ [ - ) ١٦٧١‬ثن ا إثزاي إ ن حم د الثؤ‪ ،‬مح ا د ‪ :‬ثن ا ث خ ئ د س إ ش ي ا ق ‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثغ ا‬


‫و ح مي س ‪'٠‬‬ ‫ه ا د‪ :‬ثن ا ن ي ئ ‪ ،‬ص مت ص ور‪ ،‬ص إئزامب‪ ،‬قات‪ " :‬كا ن علم ن ه " يخت م ا لم نان‬

‫”‪ibrâhîm(-i Nehaî) der ki: “Alkame her Perşembe Kur’ân’ı hatmederdi.‬‬

‫م ح ا ن ثن‬ ‫بن‬ ‫(‪ [ “) ١٦٧٢‬؟‪ ] ٩٩/‬خ ا؛ثئ ا م ح ئ د بن أ خن ت بن ا نم ث ن ‪ ،‬قادت ظ م ح م د‬

‫ل م ح ة ‪ ،‬قات‪ :‬تحا ر ‪ ،‬ق ادت ئ اثن أ ي ك م ‪ ،‬غ ذ ش ‪ ،‬غذ بمالي‪ ،‬غذ إ‪:‬مبجم ‪ ،‬ض‬
‫عنم ن ه ‪ ،‬أثت *ى ن يم وأل ملأ<تم ح ابه‪ " :‬ائ‪-‬ش وا ‪ ٩‬ئرذد إ؛أن ائا ‪ ،‬يعني يتث م ه ون "‬

‫‪ibrâhîm, Alkame’nin dostlarına şöyle dediğini naklediyor: “Haydi‬‬


‫‪yürüyün, imanımızı arttıralım.” ilimle uğraşarak, demek istiyor.‬‬

‫م بن مال ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عئد الثؤ بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ح د ب ي أيي ‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫(‪ [ - ) ١٦٧٣‬؟‪ ] ٩٩/‬ثنا أبو‬
‫ثن ا وكيغ‪ ،‬قا د‪ :‬ثن ا ا الع م س ‪ ،‬ض ا نمتث ب بن رابع‪ ،‬محا د ‪ " :‬كان وا ي‪ -‬ح لون عش ع ل م م ة‬
‫بن "‬
‫وئز م ئ غثنة و بملث و م‬

‫‪Müseyyeb b. Râfi’ der ki: “Alkame’nin yanına girdiğimizde koyun‬‬


‫”‪sürüsünü kendisinin topladığını, onları sağıp yemlediğini görürdük.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٦٧٤‬أ ‪ /‬آ آ ] خ ا؛ثن ا م ح ئ د بن أ ح ن د بن ا لخشن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ث خ ئ د بن م ح ا ذ بن‬


‫أبى ف ت ة ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا ابن ننثر‪ ،‬قادت ثن ا حفهس س غي ا ث‪ ،‬عن ا ال حتش‪ ،‬عن ال نت ث ب بن‬
‫ز ق‪ ،‬ها ‪3‬ت قيد [ ‪ ] ١ ٠ ٨‬محلعئم ن ه ‪ :‬ثؤ ج ل ن ث ثأقزأث ‪ ^ ١^ ١‬و ح دممهز‪ ،‬ه ا ‪ " : 3‬أكنه أن‬
‫‪٠‬‬

‫ب ت ل ه م‪،‬‬
‫يوط أ غي ي ‪ ،‬زأن ت ما لأ‪ :‬ف ذا عن م م ه "‪ ،‬و ك ا ن نك ون ي مبيته يعل ف ن عث م ه ز م‬
Alkame b. Kays en-Nehaî 497

‫ ض‬،‫ ز وا ة يريد بن عبد ا ش ر بن بتا ه‬.‫ دق ا ن مع ه ف ي ء ب م ئ مح نهن إدا قا ئ ص‬:‫قا ت‬


*،‫لآ ض ء‬

Müseyyeb. b. Râfı’nin naklettiğine göre Alkame’ye “Otursan da Kur’ân


okuyup insanlara hadis nakletsen” dediklerinde şöyle cevap verdi:
“Arkamdan yürüyüp; «Bu, Alkame’dir» demelerinden hoşlanmam.”
Evindeyken koyunlarını yemler, eliyle doğrayıp yedirirdi. Elinde bir şey
vardı, koyunlar kavgaya tutuştuğunda onunla gürültü çıkarıp ayrılmalarını
sağlardı.
: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا أ خ ئ د بن مو ت ى‬: ‫ قا د‬، ‫ م م ا ] حدثنا أ و أ ح م د م ح م د بن أ ح م د‬/ ‫ [ أ‬-) ١٦٧٥(
‫ عن مال ك‬،‫ عن ا لأع م ش‬،‫ عن نابذة‬،‫ عن ع م رو‬،‫ ثن ا معاويه‬: ‫ قا د‬، ‫ثن ا إ س ما عيل بن ’ت ج ز‬
‫ أ ال ث د خ د ا ف ج ذ ث ي ث ب خ‬:‫ي د بمسه‬
‫ ف‬:‫ قات‬،‫ غذ هم د ال مب ن بن يزيد‬،‫ئن اخلا ر ث‬
،‫ ش أكنة أن يوط أ غي ي‬٠٠ :3 ‫ ؤثه س أل م ن ه و دوثنف؟ ه ا‬، ١^ ^ ‫ س‬1‫بم أ د فن ج‬ ،‫|ليلث‬
" ‫ال عا ق ة‬،‫ ه‬:‫ت‬3‫هث ما‬
Abdurrahman b. Yezîd’in naklettiğine göre Alkame’ye “Neden mescide
.girmiyorsun, insanlar toplanır, sana sorular sorarlar, biz de seninle otururuz
Senin seviyenin altında olanlara sorular soruluyor” dediler. Şöyle cevap
verdi: “Arkamdan yürünmesinden ve «Bu, Aikame’dir» denmesinden
hoşlanmam .”
، ‫ ثن ا م ح م د بن م ح ا ذ‬:‫ قات‬،‫ ] حدت ا م ح م د بن أ ح م د بن ا لخض‬١ ٠ ٠/ y [ - ) ١٦٧٦(

، ‫ عن إبراهي م‬،‫ عن منصور‬، ‫ ثن ا م ح د بن محا م‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا إ سما عيل بن أيي خ ي م‬:‫قات‬
‫" مبي نثأث‬ ‫ ذؤهء ي‬، ^ ١‫ ء ذ ظ ثنأ " إذما زآى بن أ م‬:3‫ها‬
Îbrâhîm anlatıyor: Alkame, halkta bir gevşeklik gördüğünde, dinç ve
canlı oldukları günleri onlara hatırlatıp harekete geçirirdi.

‫ح د بن ى‬ :‫ قات‬، ‫ ثن ا غئد إلئؤ بن أ ح م د‬:3 ‫ محا‬، ‫ م م ا ] حدتما أثوب كر ب ن مال ك‬/ ‫ [ أ‬-) ١٦٧٧(

" :‫ قا د‬، ‫ل خ م ئن م حي الثؤ ال ض‬ ‫ ض ا‬، ‫ ظ أ م ث م‬:‫ قات‬، ‫ب ش ت ق آ د م‬


‫ ظ م‬:‫ قات‬،‫أيي‬
٠٠ ‫ وأوص ى به ل ن ز ر ل ة "كان تق وم عثه في م ضه‬C‫ل م يت رك ع ل م م ه إ ال ذازة نبردؤبأ و م ص حئ ا‬
498 Alkame b. Kays en-Nehaî

Hasan b. Ubeydillah en-Nehaî der ki: “Alkame vefat ettiğinde geriye bir
ev, bir birzevn cinsi at ve bir de mushaf bıraktı. Mushafını da hastalığı
zamanında kendisiyle ilgilenen azatlısına vasiyetle bıraktı. ”

‫ ثن ا ابن‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا م ح م د بن إئ ح ا ق‬:‫ مات‬،‫ ] ثن ا أب و حا م د بن جبل ه‬١ ٠ ٠ / y [ -) ١٦٧٨(


‫ ثمؤج إ ر‬٠' ‫ 'كان ظئ ط‬:‫ ه ا د‬،‫ ص إ وصز‬،‫ نحا ا م حثئ‬:‫س قات‬ ‫ ظ أ م أ‬:‫ قات‬،‫وائة‬
٠' ‫ زيد بذللف القزمح غ‬،‫أهل بثت دون يته‬
ibrâhim-i Nehaî der ki: A’meş, tevazu olsun diye ailesi ve akrabası
dışında olanlardan da kız alıp verirdi.

‫م‬ ‫ ثت ا إت ح ا ق ين إبزاه‬: ‫ ه ا د‬،‫ ا ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د ن م ح م د بن ا ل ح شن‬. . / ‫ )“ [ أ‬١٦٧٩(

، ‫ غذ إبرامحم‬،‫ عن أبى ح م ره‬،‫ ثن ا فريلئ‬:‫ ق ات‬،‫ ئ إن ن ا عيد بن عبد الل ه‬:‫ قات‬٤^ ^ ١
‫ لع ج الل ه ترزمح ك بمس‬،‫ ئزينى ؤاقغزي عند رأسى‬٠٠ :‫ أثة ق ا د ال مرأته فى منضد‬، ‫ص ع ا م ن ه‬

" ‫ما ب ي‬
:İbrâhim-i Nehaî der ki: Alkame, hastalandığı zaman hanımına şöyle dedi
Süslenip başucumda otur. Belki böylece Allah, beni ziyaret edenlerden “
biriyle evlenmeni nasib eder.”

‫ثن ا‬ : ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا م ح ئ د شر إ ن خ ا ق‬: 3 ‫ ال‬،‫ ] حدثن ا أئ و خ ا ب ز ن جتأة‬١٠٠/ y [ -) ١٦٨٠(


‫ جاؤ‬:‫ قاد‬، ‫ ص إ و م م‬،‫ح قن‬ ‫م‬ ‫ ث إ ا‬:‫ ق ات‬، ‫ ظ بم د ئ ي م‬: ‫ ق ا د‬، ‫م ح ذ ؛ل ب ئ ت ع د‬
‫ا ل م ؤمي ئ وا ل م و مث ا ت بعث ر ن ا‬ ‫ " ؤوال ذي ن يؤذون‬:‫ مما د عئ م ن ه‬، ‫ز ج ل |لى عت س ة ئ قثئ ه‬
" ‫ " أزي و‬:‫ أنؤم ق أن ث؟ ق ات‬: ‫ ق ات و ب د‬،" ‫ي م‬ ‫لآث ا‬ ‫جثا؟ا‬
‫ب‬ ‫ئ طوا‬-‫ ق د ا‬١^ ١
İbrahim bildiriyor: Adamın biri Alkame b. Kays en-Nehaî’ye geldi ve ona
dil uzattı. Bunun üzerine Alkame cevap olarak şu âyeti okudu: “inanan
erkek ve kadroları, yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler,
şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar. ”1 Adam:
“Sen mümin misin?” diye sorunca, Alkame: “M ümin olduğumu
umuyorum!” dedi.

1Ahzâb Sur. 58
‫‪Alkame b. Kays en-Nehaî‬‬ ‫‪499‬‬

‫(‪ -) ١٦٨١‬ل آ ‪ /‬م‪ ] ١ ٠‬حدت ا ا لخشن بن أ ح م د ئن ائئ خ اري‪ ،‬قا ‪3‬ت ثن ا ث خ ئ د بن ا نم ث ن‬


‫ئ أثو م ح م ‪ ،‬قات‪ :‬تحا ا ال منئ ‪ ،‬غذ إ‪:‬دبجب‪ ،‬ص ه ن ة ‪ ،‬قا د‪ " :‬ظ‬ ‫ئن ض ا ئ‪ ،‬قا د‬

‫م ث ت ؛ ةأن قث م"‬ ‫م أ ظث ؛ م ح‬ ‫خ ف ق ك ؤك ث ء‬
‫‪Alkame: “Genç yaştayken ezberlediklerim sanki önümde bir kağıt veya‬‬
‫‪sayfada ve ben ©na bakıyormuşum gibi hafızamdadır” dedi.‬‬

‫حدثت ا أبو م ح م د ى حق ا ن ‪ ،‬ها لأ‪ :‬ثن ا م ح م د بن ع ئ الحزاعي‪ ،‬محالأ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫(‪ “) ١٦٨٢‬ل إل ‪ /‬ا‪١٠‬‬
‫ثن ا ا ل س إ ‪ ،‬قات‪ :‬ظ ع اب مت‪ ،‬ئ ‪3‬ت قات ظ ئنإ ‪ " :‬إ خ اغ ا س م ال ندا وة "‬
‫‪Alkame: “ilmi diri tutmak; tekrar etmekle olur” dedi.‬‬

‫ثن ا‬ ‫بن ائ خ ك م‪ ،‬محات‪:‬‬ ‫إبراهي م‬ ‫(‪ [ -) ١٦٨٣‬؟‪ ] ١٠ ١/‬خدبئي أيي‪ ،‬هالط‪ :‬ثن ا م ح م د بن‬
‫يئق و ث بن إئزايه^ الدؤرقي‪ ،‬محات‪ :‬ثن ا عتد ا و ح ش ثن م هد ي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا نئث ا ن‪ ،‬عن‬
‫ا لأع م ش‪ ،‬ص ^‪ ^ ١‬؛‪ ،‬غذ عق م ه‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أ ح م ذ ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن موتى ‪ ،‬ظ‪:،3‬‬

‫محا إن ن ام ح د بن مت ع يد‪ ،‬ق اتت تحا عيسى بن يون س‪ ،‬عن ا لأع م ش‪ ،‬عن إبراهي م ‪ ،‬قا دت مح ك‬
‫لعلم ن ه ‪ :‬ظ شي اقزائض‪ ،‬ق ات‪ '٠ :‬أ م ث جينات ك "‬

‫‪İbrahim der ki: Alkame’ye “Bana ferâizi1 öğret” dediğimde “Komşularını‬‬


‫‪öldür” dedi ,‬‬

‫(‪ t A٠١/ y [ -) ١٦٨٤‬حدثن ا م ح ث د بن■حث ا ن‪ ،‬ق ات‪ :‬ثن ا أ خن د ثن علي بن ا ل ج ارود‪ ،‬قات‪:‬‬
‫ثن ا أبو‪^،٠‬؛؛^ ا لآفغ‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثت ا أبو حال د‪ ،‬ص أشغث‪ ،‬عن ا ل ح ك م ‪ ،‬عن إ(زا وي لم‪ ،‬عن‬
‫ز ال‬ ‫تؤذن وا م ي أ ح دا وأع ل م وا ‪،^^ ١‬‬ ‫ز ال‬ ‫ث م ن ي كنعي أهل ا ب ي ا ج جؤ‪،‬‬ ‫ال‬ ‫علق م ة‪ ،‬محا‪" :،3‬‬
‫إل ه إ ال الثت محاقتلوا "‬ ‫ال‬ ‫ئتعني ائزأة‪ ،‬و ال'تتب ع وزي بمار‪ ،‬نإن ا‪،‬ئثهئئقلم أن تخ ون ا ي ز ك ال ب ي‬

‫‪Alkame der ki: “ölü m ü m ü Cahiliye âdemlerinde olduğu gibi ilan‬‬


‫‪etmeyiniz ve benim sebebimle kimseyi rahatsız etmeyiniz. (Cenazem evden‬‬
‫‪çıkınca) kapıyı kapatınız ve mezara giderken peşimden hiçbir kadın‬‬
‫‪gelmesin. Beni götürürken ateş yakmayınız. Eğer son sözümün «Lâ ilahe‬‬
‫”‪illallah» olmasını sağlayabilirseniz (telkin edebilirseniz) yapınız.‬‬

‫‪1Feraiz; İslâm'da miras hukuku.‬‬


500 Esvedb. Yezîd en-Nehaî

‫ت‬3 ‫ محا‬، ‫ ح دبتي ث خ ئ د ى إن ح ا ق‬:‫ فآت‬،‫ ] ■خضن ا إبزا متي بن ع د الئؤ‬١ ٠٧ ٢ [ -) ١٦٨٠(
‫ ثا د ع ل م م ة‬:‫ه ا لأ‬ ‫ عن علي بن‬،‫ عن مت صور‬،‫ نحا ج رش‬: ‫ ثما د‬،‫ثن ا قتثتة شر تع يد‬
‫حا ف‬-‫ ؤ ر أ‬،‫ ئ د ثعنى لأخي‬، ‫ م ت‬Üİ ١^ ،^ ١‫ ال‬1 ‫ا؟ه‬ ‫ال‬ :‫ دلشنى‬،‫م ت‬ ‫أال‬ 0 ‫ " إ‬:‫لأئ وذ‬
‫يخزج‬ ‫ج ئ‬ ‫ ق ا دا حز جت م ب جن ا ن ي ب ن ال دارة هأع ل م وا ائ ا ب‬، ‫ ^ ^ ؛‬١ ‫أن يأك ون تعق ا كغت ى‬

" ‫أر ب؛ ي أم ح ل‬ ‫ال‬ ‫ ؤئة‬،‫كء‬ ‫ وعلىت أؤل‬، ‫؛خ ر الر جا ل‬


Ali b. M üdrik’in naklettiğine göre Alkame, Esved’e “öldüğüm de; Lâ
ilâhe ‫ل‬11‫ طفل ك‬diyerek bana talkın et. öldüğüm de ölümümü kimseye ilan
etme; ölümümün Cahiliye döneminde olduğu gibi ilan edilmesinden
korkuyorum. Cenazemi evden çıkarırken, son erkeğin arkasından, ilk
kadının üzerine kapıyı kapatın (cenazemin arkasından gelmesinler), onlara
ihtiyacım yoktur.”

Rivayetinde tek ‫صل‬1‫ لغ ل ك‬hadislerin bazıları:


Takrîb 962, Takrîb 3774, Takrîb 3818, Takrîb 2984, Takrîb 1403

Onlardan birisi de; Kur’ân okuyan ve çok namaz kılan, devamlı


oruç tutan, etkili fakih, fakir ve esir Esved b. Yezid en-Nehaî.
‫ ق ادت‬، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أخنت بن ح م‬: 3 ‫ محا‬، ‫ ] ثغ ا أبو ث م بن م ا ل ك‬١ ٠ ٢ ٨ [ -) ١٦٩١(
‫ " كا ن‬:‫ ق ات‬، ‫ عن إبراهي م‬،‫ح وي‬ ‫م‬ ‫ عن‬، ‫م‬ ‫محا‬ ‫ح د بن‬ ‫م‬ ‫ثن ا‬ ‫ت‬3 ‫ق ا‬ ‫ه ن‬ ‫ثغ ا عئد‬
‫ وكان‬،‫ وك ا ن ت ا م بتن الت ر ب زا نمق اء‬،‫و م ن‬ ‫و‬ ‫' يش م ا لم نان في ز م صا ن قي‬٠ ‫ا لأ<ئؤئ‬

" ‫ م صا ن ي سم د س ت ذ ل‬.‫م ر‬ ‫ ي‬٤١١^ ١‫ي حت م‬


İbrahim der ki: “Esved b. Yezîd en-Nehaî, Ramazan ayında iki günde bir
Kur’ân’ı hatmederdi. Bu ay içinde al^am ile yatsı n a m la r ı arasında da
uyurdu. Ramazan ayı dışındaki zamanlarda ise altı günde bir Kur’ân’ı
hatmederdi.”
‫‪Esvedb. Yezîden-Nehaî‬‬ ‫‪501‬‬

‫(‪ ] ١*it/y [ - ) ١٦٩٢‬ثنا بكن بن مال ك ‪ ،‬محالط‪ :‬ثنا عئد الثؤ بن أ ح ن ذ بن ح م ‪ ،‬ح دبتي‬
‫أيي ‪ ،‬ثن ا عتذ ال ؤ ح م ن‪ ،‬ص شغثه‪ ،‬عن أيي إن ح ا ى‪ ،‬قات‪ ٠٠ :‬خ غ ا لآن ود ب ما ي ن ن ا بتن‬

‫ح جة و هم مؤ ”•رواه ابن عليه‪ ،‬عن مي م ون بن خنزة‪ ،‬عن إبراهي م م تأه‬


‫‪Ebû îshâk der ki: “Esved b. Yezîd en-Nehaî bazısı hac için, bazısı da‬‬
‫”‪umre için olmak üzere seksen defa Mekke’ye gitmiştir.‬‬

‫م‬ ‫س د تن ج م ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثئ ا أبو‬ ‫( ‪ ] ١ <?h [ - ) ١٦٩٣‬محا عثذ اش ت ن ث خ م ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثعا‬

‫بن أي ي فيب ه ‪ ،‬قا دت ثن ا إن م ا همال بن عل يه‪ ،‬عن ابن عؤن‪ ،‬عن الشع ب ي‪ ،‬قا دت و ت غ ل عن‬
‫ا الءنود‪ ،‬ق ات‪' " :‬كا ن صؤائا ه وام ا ح جا جا "‬

‫‪İbn Avn’ın naklettiğine göre: Şa’bî’ye, Esved’i sorduklarında: “O,‬‬


‫‪devamlı oruç tutar, çok namaz kılar ve hacca giderdi” dedi.‬‬

‫(‪ ] ١ ٠ ٣ ٨ [ -) ١٦٩٤‬حدت ا أبو ح ا م د بن جبل ة‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثن ا أبو ا ل عيص ال ث ؤا غ ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا‬
‫أ محو‬ ‫ب ص‪ :‬ه ن أ‬
‫ت غ ث ذ ئ غزو ائاهئ‪،‬قات‪ :‬ئ أبمئ‪ ،‬ض ائن غزه‪،‬قات‪ :‬ئ ك م‬
‫أم ا لأئؤد ؟ محا د ‪ ٠٠ :‬ع ل م م ه‪ ،‬وكا ن ا لأن ود زي ال ح جا جا ‪ ،‬وكا ن عئ م م ه بطيئا وه و يدرأل‬

‫ال ر خ "‬
‫‪îbn Avn der ki: Şa’bî’ye “Alkame mi daha üstün, Esved mi?” dediğimde,‬‬
‫‪şöyle cevap verdi: “Alkame. Esved çok hacceden bir adamdı. Alkame‬‬
‫”‪yavaşken, hızlı olana yetişirdi.‬‬
‫حدثن ا أبو خابب بن جثثه‪ ،‬ثن ا ث خ ئ د بن إ ت خا ق‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ع م ر بن‬ ‫‪ ١٠٣/٢ [ - ) ١٦٩٥‬ا‬
‫‪,‬م‬ ‫ة‬ ‫*‬ ‫ص‬ ‫‪٠‬‬
‫مح م ثن ا لخض‪ ،‬قات‪ :‬نحا ر‪ ،‬قات‪ :‬ظ أخ ط ئ يمم‪ ،‬غذ بمامحد‪ ،‬ض ال م ‪،‬‬
‫قا د ‪ " :‬أثث ‪:‬ن تحمخي م وا شحنة ‪ :‬عل ق ن ه ‪ ،‬ؤا لأ‪،‬ئؤد‪ ،‬و عبد الر ح م ن‬

‫‪Şa’bî der ki: “Cennet için yaratılan ev halkı; Alkame, Esved ve‬‬
‫”‪Abdurrahman’dır.‬‬

‫^‪ ^ ١‬س ت طب ب ن ا لخشن‪ c‬ها د ‪ :‬ثن ا أبو‬ ‫( ‪ ] ١ ' ? h l “) ١٦٩٦‬حدبن ا أي ي‪ ،‬قات؛ ثن ا‬

‫ح م ي د الحم ص ي أ خ ن ذ بن م ح م د بن تثا ر‪ ،‬قادت ثن ا ي ح ش بن تع يد‪ ،‬ئ ‪3‬ت ثت ا يزيد بن‬

‫ان ه ى ال ز ئ ذ إ ر سايية ث ن التابع ي ن م نه م ‪ :‬ا لآت ون بن‬


‫عط ا ء‪ ،‬عن ع ق ن ه ين ر م ‪ ،‬قا ت‪ '٠ :‬م‬
‫‪. ٢‬ما م‬ ‫‪١٦‬‬ ‫‪ ٠ .‬م ‪,‬م م ‪ .‬مع ع م ء ب ه‬ ‫‪ ,‬ر ر عء‬ ‫‪ ,‬؟ ‪ ,.‬م‬ ‫ت 'ا ه م ء ‪.,‬‬ ‫"‬
‫ثنيت‪ ،‬كا ذ م ج تهدا في اخلا دة‪ ،‬ي صوم ح ز يخ ص جس تذه ويص م ‪ [ ،‬؟‪ ] ١٠٤/‬وثا ن‬

‫ع لم ن ه بن محس ث م و د قة‪ :‬ل م ت حت ف ذا ا ل ج ت ذ ؟ محا د ‪ :‬زاخة ف ذا ا ل ج ت د ريد‪ ،‬قلق ا‬


502 Esved b. Yezîd en-Nehaî

‫ زالثؤ‬، ‫أ ي ن ع زنن أ حى بذللث ب ر‬ ‫ال‬ ‫ ن ا ف ذا الجزع؟ مادت ن ا ثي‬:‫ مم ي ل ل ة‬،‫ا حتضن بك ى‬


‫ إ ن ا و ج د و ق و ن بينه‬، ‫ه ل ه م ت ي ا خل ا ء م نة مما ق د ص ث ئ ت ه‬ ‫ل ؤ أ ي ت باملئق_زة مئ ال ثؤ‬

‫ و لم د ح ج ا لأن ود ثن ا ي ن‬،‫ ه ال يزا أل م س حيث ا بئة‬،‫وص الؤ ج د ؛ لأني ا ل حبين ف؛ئف و عنه‬
M‫ء؛‬
‫ح جه‬٠٠

Alkame b. Mersed der ‫لط‬: Zühd, tâbiûndan sekiz kişide son noktasını
.bulmuştur. Bunlardan Esved b. Yezîd en-Nehaî, çok ibadet eden birisiydi
:Rengi solup bedeni zayıf düşünceye kadar oruç tutardı. Alkame b. Kays ona
Bu bedenine neden bu kadar eziyet edersin“ ‫ ”?نظ‬deyince, Esved: “Aksine
ben, bu bedenin rahatlamasını istiyorum” karşılığını verirdi. Vefat anı
geldiğinde ağlamaya başladı. Kendisine: “Bu üzüntün de ne?” diye
sorulunca: “Neden üzülmeyeyim? üzülmeyi benden daha fazla hak eden var
mı ‫ ?ظ‬Vallahi Allah beni bağışlayacak olsa dahi yaptıklarımdan dolayı
utancım, yine en büyük derdim. Burada (dünyada) bile biri birine karşı bir
.suç işlediği zaman affedilse bile devamlı olarak ondan utanır durur” dedi
Esved hayatı boyunca seksen defa haccetmiştir.

،‫ ح دبيي أيي‬، ‫ ثنا ع د الله ى أ ح م د‬:‫ قات‬، ‫'*؛> ] حدثن ا أبو بكر بن ن ا ب ي‬t / y [ ") ١٦٩٧(
‫ عن عثد ا و خن ي بن وزان أيي ق س‬،‫ ثئ ا ئ ح م د بن طئ ح ه‬: ‫ محا د‬،‫ح ج ا ج‬ ‫ثئ ا‬ ‫قا دت‬
‫جت د م‬ ‫يختص‬ ‫ ن ا ال ثئؤد بن يزيد ي ج هد ش ن ة في ا ل ح زم واخلا دة ح ش‬15" :‫ محالأ‬،‫ا لأؤدي‬
‫م‬ ‫ا ال‬ 0‫' إ‬٠ : ‫بمول‬
‫ إ أ‬٠٠ ‫ف ذا ا ل ج ت ذ ؟‬ ‫زي حا ق ب ر‬ '٠ :‫ب أول لت‬
‫ و" كا ن علم ن ه م‬،‫ف ر‬
‫ويص‬

‫ إ ة ا ن ي ج ائ'م‬، ‫ج د‬

Abdurrahman b. Servân b. Kays el-Evdî’nin naklettiğine göre Esved b.


Yezîd oruçtan ve ibadet etmekten o kadar yorulurdu ki, vücudu morarır ve
sararırdı. Alkame ona ‘Yazıklar olsun sana, neden bu vücuda işkence
ediyorsun?” derdi, o da “Mesele gerçekten ciddi, mesele çok ciddi” diyerek
cevap verirdi.

، ‫ ثن ا عئد الله بن أ ح م د‬: ‫ ها د‬،‫حم دا ن‬- ‫ ] ح دق ا أ ح م د بن جع فر بن‬١٠ ٧ ٢ [ - ) ١٦٩٨(


‫ن بن ن أن ع ق ن ه‬ ‫م‬ ‫ظ عئد‬ : 3 ‫ ه ا‬،^ ١ 0 ‫ظ م ع س بن ن ث ئ ا‬ ‫ت‬3 ‫ د ا‬،‫ح د ب ي أيي‬

‫ الثا من بال ه جير‬0‫ وصا م يؤما ىكا‬، ‫ زكان ا لأش ود ض ا ج ت ءن اذة'ت''؛‬، ‫وا لآئزد ن ثنيت ح ج ا‬
‫‪Esved b. Yezîd en-Nehaî‬‬ ‫‪503‬‬

‫وهد ر بد و جهة‪ ،‬ئأثا ة ع ل م ن هف ص زب غلى ن خذو‪ ،‬ق ا د ‪ " :‬أ ال ض الل ه يا أب ا غ ز و فى‬
‫ق دا ا لخثد‪ ،‬غ ال م مح د ث ق دا ا ل ختد؟ ‪ ٠٠‬ق ات ا لأئزد‪" :‬ثا أب ا ش م ا ل ج د ا ل ج د‬

‫‪Abdullah b. Bişr’in naklettiğine göre Alkame ve Esved hacea gitmişlerdi.‬‬


‫‪Esved ibadetine düşkün biriydi. Bir gün oruç tuttu, insanlar da yoldaydı.‬‬
‫‪Yüzü sarardı, Alkame yanma gelip dizine vurdu ve şöyle dedi: “Bu vüeut için‬‬
‫‪Allah’tan korkmuyor musun, ey Ebû Amr?” dedi. Esved “Ey Ebû Şibl, zor‬‬
‫‪zor” diye cevap verdi.‬‬

‫(‪ / \ [ ") ١٦٩٩‬ة م ا ] حدثن ا أبو ح ا م د بن جبل ه‪ ،‬قادت ثن ا م ح م د بن إت ح ا ق‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا‬


‫ا ل م صل بن تلإ ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا أث وأ ح م د ث خ ث د بن عبد ال ر‪ ،‬محا ‪3‬ت ثن ا ح س بن حا رث‪ ،‬عن‬
‫■علي بن تدرك‪ ،‬قات‪ :‬ظ ‪ 3‬ع لم ن ه ل لأتزد‪ '٠ :‬ل متع د ت ف ذا ا ل ج شد زهؤيصوم؟ " مح اد‪" :‬‬
‫ال مب هأ ري د ؛ ه "‬

‫‪Ali b. Müdrik’in naklettiğine göre Alkame, Esved’e “Oruç tutan bu‬‬


‫‪vücuda neden işkence ediyorsun?” diye sorduğunda, Esved “Onu (öbür‬‬
‫‪dünyada) rahat ettirmek istiyorum” diye cevap verdi.‬‬

‫(‪ “) ١٧٠ ٠‬ت \ا ! ما ] ثن ا عتد الل ه بن ت ح م د ‪ ،‬قاد‪ :‬ثن ا م ح م د بن شت ل ‪ ،‬تمالأ‪ :‬ثن ا أث و بك ر‬

‫ثق أي ئ‪،‬قات‪ :‬ظ ا ق ئ د بق ذ م ‪ ،‬قات‪ :‬محا ه ن ئ خارث‪ ،‬أد‪ :‬ي ق ا لأتزذ‪٠‬؛‬


‫دهت ث إ خذ ى عشه م ئ ال صزم ‪٠٠‬‬

‫”‪Haneş b. Hâris: “Esved’i gördüm, oruç tutmaktan bir gözü gitmişti‬‬


‫‪dedi.‬‬
‫(‪ / \ [ ")١٧٠١‬ا » ا ] خ ا؛ثن ا عئد الل ه بن م ح م د ‪ ،‬أخثزئا ت خ ئ د بن فن ل ‪ ،‬قا ن‪ :‬ثن ا أب و‬

‫ت ا لأنزدم ؛ال‬
‫ع م ‪ ،‬ض ا ال منش ‪ ،‬ص غن ا ه قات‪ " :‬ظ م ح‬ ‫بكر‪ ،‬قات‪ :‬ظ أبو خال د ا‬
‫زانا م ن ال بما ن "‬

‫‪Umâre der ki: “Esved, ،kendini dünyadan tecrid etmiş, Allah’a adamış bir‬‬
‫”‪muttakiydi.‬‬

‫‪ ، ٠^٣‬مح ا د ‪ :‬ثن ا هم د الل ه بن أ ح ن ذ ‪ ،‬ح دقتي أيي‪،‬‬ ‫(‪ ] ١ • ٧ ٢ [ ")١٧٠٢‬حدثت ا أب و بك ر بن‬


‫ت عن ا لأتزد‪ " ،‬نإدا نأ و‬
‫جزة‪ ،‬ص إ ‪ :‬زا ج‬
‫قات‪ :‬نحا ث ق ن ا ذ ا لأخنئ‪ ،‬غذ شقة‪ ،‬غذ ئن‬
‫ئل ث‪ :‬زا ج ا من الؤهث ا ن‪ ،‬الذا ح ص ن ت ال غ الة أئا غ ول ؤ غ ر ح ج ر‪'٠‬‬
504 Rabî’ b. Huseym

İbrahim, Esved hakkında şöyle diyor: Onu gördüğünde “Kendini Allah’a


adamış bir rahip” dersin. Namaz vakti geldiğinde, taş da olsa üzerine secde
.ederdi
:Rivayetinde tek kaldığı hadislerin bazıları
Takrîb 1322, Takrîb 1889, Takrîb 658, Takrîb 3836

Rabî' b. Huseym
Onlardan birisi de iman ve vera’ sahibi, yere basan, semaya
,bakan, sırrına sadık, konuştuğunu bilen, günahını kabul eden
.Rabbinden isteyen; Ebû Yezid Rabi’ b. Huseym. Sekiz zahidden biri
Derler İd: Tasavvuf, esrarı karşılamak, zevahirden yüz
ç e k m e k tir .
‫ ثن ا أرفن ئ ذ‬:‫ محات‬، ‫ ثن ا عئدان ن أ ح م د‬، ‫ « \ ] خ ا؛ثن ا ن ق ن ا ن بن أ ح م د‬o /y [ - ) ١٧٠٧(

‫ ثن ا أب و‬: ‫ قا د‬، ‫ ثنا عتيد الثؤ بن ا لب يع بن خ ي م‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا عبد الوا ج د بن ريا د‬: ‫ قا د‬،‫مروان‬

‫ء ال د ئن‬ ‫ كا ن ال ئ ئ مح م إذا ن خ ل ع ر‬:‫ قات‬، ‫م ثن ن ت ث و د‬ ‫م ح د ة ئ محب‬


:‫ ق ات عيد الل ه‬:‫ ه ات‬،‫و وا ج د م ن م ا ج ه‬ ‫م ن غ ود إل ن ك ن غلثي إذن ال م ح ش بمر غ‬

" ‫ زظ أ ق ف ز ال د و ت ش ت ي ق‬، ‫ م ح ك‬٠ ‫ع‬ ‫ي ي يريد ئز أ ق نن و ل‬

Abdullah b. Mes’ûd’un oğlu, Ebû Ubeyde’nin naklettiğine göre Rabî’ b.


Huseymj Abdullah b. Mes’ûd’un yanma girdiğinde, iki dost birbirinden
ayrılıncaya kadar, başka birinin girmesine izin verilmezdi.
Abdullah ona: “Ey Ebû Yezîd! Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) seni görseydi
severdi. Seni her gördüğümde mütevazi insanları hatırlarım” dedi.

، ‫ ثت ا م ح م د بن إ ت خ ا ق‬:3 ‫ ثا‬، 0 ‫ث‬ ‫م ح م د بن‬ ‫بن‬ ‫ م ا ] حدثن ا أ خ ن د‬،‫ ا‬/ \ [ - ) ١٧٠٨(

، ‫ ص خث اؤ تن أيي نل بما ذ‬، ‫ب م ص‬ ‫ص‬ ‫ ظ‬:‫ قات‬، ‫ط ئ ا ل خ م‬ ‫ ئ ش‬:‫قات‬


‫ وي ح ل ن ة إ ر‬،" ‫ " ن ر حبا يا أثا ي ن‬:‫ قات‬،‫ كان ابن من عود إذا نأى ا لب يع بن خث م‬:‫قات‬
" ‫ لآ خ ق‬٠ ‫ " لز ولق زئولت صب‬: ‫ وق ود‬،‫ج ي‬
Rabî’ b. Hüseyni 505

Hammâd b. Ebî Süleyman’ın naklettiğine göre îbn Mes’ud, Rabî’ b.


Huseym’i gördüğünde “Hoş geldin ey Ebû Yezîd!” der ve yanma oturturdu.
Ona şöyle derdi: “Resûlullah (sallallahü aleyhi vesellem) seni görseydi severdi.”

،‫ ثن ا هم د الثة س أخن ت بن حنب ل‬:‫ هاأل‬، ١^٣ ‫ ا حدثت ا أبو بكر س‬١ ٠٦/٢ ‫ ل‬-) ١٧٠٩(

‫ عن ياس ن‬،‫ ثنا محارك بن سع يد‬،‫نهد بن م حم ود‬- ‫ ثن ا‬:‫ قات‬،‫ح د م أ خئ د بن إبراهي م‬


،‫ ذش غد تذ ئؤ و بمث‬:‫ قات‬،‫ خاء ائ محؤاؤ إر البيع ئن محم‬:‫ قات‬،‫اواج‬
" ‫ نه و لحئئ بثي‬، ‫ ومسيره ثد ي‬،‫ و صمته م كن؛‬،‫ ئئهلم ة نكز؛‬0 ^ ‫نئن‬ " :‫ظت‬

Yâsin ez-Zeyyât’ın naklettiğine göre İbnu’l-Kevvâ’, Rabî’ b. Huseym’e


gelip “Bana senden daha hayırlı birini göster” dediğinde, Rabî: “Evet;
konuşması zikir, suskunluğu tefekkür ve yolculuğu ibret olan benden daha
hayırlıdır” dedi.

‫ ثن ا حم د ال ؤ ح م ن بن ت ح م د‬:‫ قا د‬،‫ ] ثي ا هم د الل ه بن م ح م د بن جنف ر‬١ ٠“\/ \ [ ")١٧١٠(


‫ ق ي‬:‫ قات‬،‫ض إ ئ مح د البل ه ئن غني‬ ‫ محا ا‬:‫ قات‬،‫ ظ ظ دم ئ ا م ي‬:‫تمالأ‬،‫تن ت ل م‬
‫ ؤوع ا دا زئن وذ‬: ‫ د‬، ‫ ث م‬،‫ " أبفل زوي قمم ك ن‬:‫فالت‬ ‫ أ ال ئدع و للف‬:‫للبي ع بن خث م‬

‫ م د و جرص ه م غ د ال؛محا ور م ح ه م وظ‬: ‫ ئال‬، 4 ‫ مح ن ذب ك م حا‬،‫؛وس زئزو‬


‫ ئ ال أزى ا ل ئذا و ي م ئء ز ال‬، ‫ " قد كا ئ ن فيه م أ طب اء و ك ا ن في ه و ر ض‬:‫ ومحا ل‬، ‫كان وا فيه ا‬
، ‫ذغ لوي‬ ‫بن‬ ‫ ال ح ا ج ه لي فيه اا أ زززاه ف ن م‬،‫ وأه ل لف الن ا ع ت زائنئغ و ت‬،‫أزى ائنذاز ى‬

‫ عن الجبعئ حوه‬، ‫غذ بكر بن ن ا م‬


Abdulmelik b. Umeyr anlatıyor: Rabî’ b. Huseym’e: “Senin için doktor
çağırsak olmaz mı?” diye sorulunca, “Bekleyin” deyip bir süre düşündükte
sonra: “Ad, Sem ud milletleri İle R e ss’lileri ve bunların arasında
birçok nesilleri de yerle bir ettik ”* âyetini okuyup dünyaya olan
hırslarından ve isteklerinden bahsedip: “Bu kavimlerde de doktorlar ve
hastalar vardı. Ne tedavi‫ ؛‬edenin, ne de tedavi edilenin kaimadığını gördüm.
Allah hastayı da, tedaviyle uğraşanı da helak etti. Bu sebeple benim doktora
ihtiyacım yoktur” dedi.

1FurkânSur. 38
506 Rabî’ b. Huseym

‫ ثن ا أثو‬:‫ ق ات‬، ‫ ثن ا إئن؛محلم بن م خ ث د بن ا ل ح ش‬: ‫ قا د‬،‫ ] حدثن ا أبي‬١ ٠٦/٢ ‫ ل‬-) ١٧١١(
‫ عن‬،‫ ثن ا تزيد بن ع ط اء‬: ‫ ه ا د‬،‫ ه ادت ثن ا بم ش س سع ي د‬،‫ح م ي د أ ح م د بن م ح م د ا ل ح م ص ي‬

‫ م ح د ه‬، ‫ها ال ئ بن م ح م‬ ‫ " ا ض اؤئ ن إ رب م انية من القا مبذت‬:‫ قات‬، ‫ع ق ن ه بن م ر م‬


،‫؛‬Slp ‫ وثكن ذ ؤ ت‬،‫ء حى‬.‫ لم د ع ل م ت أن اأدؤا‬٠٠ :‫ت‬1‫ مم‬، 0 ‫ ل ؤثذاوي‬: ^ ^ ١ 4‫ج ئ أ صال‬

‫ و" كا ن ئ ل ه م‬،‫م ه م ا الةؤ جا غ‬ ،‫ي‬ ‫ بتن دللث‬،‫ ؤئزو‬، ^ ١ ‫ ؤأص_ ح ا ت‬،‫زثن وذ‬
‫ " ن ا أنا غذ‬:‫ أ ال تد و ا ض ؟ قات‬: ‫ نج د ه‬،" ‫ ق ال ال ئذا و ي م ئ ز ال ال ئذا ز ى‬،‫ا ل آ ء إ‬

‫ي‬ ‫ئتا؛ ى‬ ‫؛ ه‬ ‫ب‬ ‫ ى‬- ‫ا قا * ن‬ ‫أل‬ ‫ا‬.‫س‬ ‫ا ثا‬ ‫د م‬ ‫ر‬ ‫؛‬ ‫ه ا‬-‫حة‬ ‫م ن‬ ‫ئ‬ ‫هأ م‬ ] ١ ٠ v / \ ‫ت‬ ‫م‬ ‫ز‬ ‫ي‬ ‫ي‬ ‫ي‬

‫ أصث حغ ا تذنبي ن ت ا م‬: ‫ كئف ن أصث ح ت ؟ ها د‬:‫ي د لت‬


‫ نف‬،" ‫م‬-‫ذن و ب الثا س وأبن وا غ ر ذذوبه‬
" 1‫يالقث ا و كف ال آ ي اق‬

Alkame b. Mersed der ‫كل‬: Zühd, tâbiûndan sekiz kişide son noktasını
bulmuştur. Bunlardan Rabî’ b. Huseym’e felç olduğu zaman: “Tedavi
olsana” denildi. Rabî’ şöyle karşılık verdi: “Tedavinin hak bir şey olduğunu
biliyorum; ama Âd, Semûd, ^es kavmini ve bunlar gibi birçok kavmi
düşündüm de bunlar birçok hastalığa yakalanmışlardı. Doktorları da
”.olmasına rağmen ne tedavi olan, ne de tedavi eden hayatta kalabildi
Kendisine: “İnsanlara nasihatte bulunmayacak mısın?” diye sorulduğunda
ise şöyle dedi: “Ben nefsimden razı değilim ki, kendi nefsimi bırakıp
insanların nefislerini kınayayım, insanlar kendi günahlarından yana güven
:içindeymiş gibi başk^arının günahları için Allah’tan korkuyorlar.” Yine ona
Nasıl oldun?” diye sorulunca: “Günahkâr olduk! Bize ihsan edilen rızıkları“
yiyip ecelimizi bekliyoruz” karşılığını vermiştir,

‫ أنا إبة م ح م د ا‬c‫ وبئ ر ا ل م حبتين‬٠٠ : ‫ مح ا د‬،‫ ] و ص اثن نن ث ود إدا زاه‬١٠٧^ [ “) ١٧١٢(

‫م ل ؤزآ ق م ح ا ق ما‬

Abdullah b. Mes’ûd onu gördüğünde şöyle derdi: “Mütevazi olanları


müjdele.”1 Gerçekten Resûlullah (sallallahualeyhi vesellem) görseydi seni severdi.”

1Hac Sur. 34
Rabî’ b.Huseym 507

‫ وي ر‬،‫ ؤ خذ في ج ه ا د ك‬،‫ ئأعد زادك‬، ‫ أث اثع د‬٠٠ :‫ م و لت‬،‫ ] وكان ال ثي خ‬١ ٠ ٧ ٨ ‫ )" ت‬١٧١٣(
" ‫وص ي ئ سلث‬

Rabî’ de şöyle derdi: “Asıl meseleye gelince; azığını hazırla, çalışmana


sarıl ve kendine uyarıcı ol.”

‫ ثن ا‬:‫ ه ات‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن إ ت خا ق‬:3 ‫ ظ‬،‫ ] حدثن ا أبو خا ب ز بن جيل ه‬١ ٠٧٨ ‫ )“ ت‬١٧١ ٤(

3 ‫أ ه قا‬ ،‫ه ض ويع تن مح م‬ ‫و‬ ‫ غذ مح ذ ر‬، ‫م ؛ ش م‬ ،‫ ئ وك إ‬:3 ‫ ئ‬،‫ه ئ‬


‫ ن جع د يئثن ة و لعابه س ي د ة‬،‫ ئصثئ وا لت ئدغ ا زي ال به حتئ‬، ٠٠ ‫ ا صثث وا ق ا حبي صا‬٠٠ ; ‫لأهل ه‬
"‫ه‬ ‫ " محق‬:‫ومخ‬ 3 ‫ قا‬، ‫ه ظ م‬ ‫ يدري‬U ‫بم ت‬ ‫ ظ ئ‬- : ‫ أ ه‬3‫ ظ‬، ‫ف‬ ‫ص‬

Münzir es-Sevrî bildiriyor: Rabî5 b. Huseym ev halkına: “Bize meyve


tatlısı yapın” defince evdekiler tatlı yaptılar. Sonrasında Rabî’ deli bir adamı
davet edip kendi eliyle tatlıdan yedirmeye başladı. Deli adam yemeği yerken
bir yandan da ağzından salyası akıyordu. Yemeği bitirip gittiğinde evdekiler
Rabî’ye: “O kadar zahmet edip bu yemeği yaptık. Oysa adam ne yediğinin
bile farkında olmamıştır!” dediklerinde, Rabî’: “Sizi Allah’a havale
ediyorum!” diye çıkıştı,

‫ ثت ا عئد الل ه بن أ ح م د بن‬:‫ قات‬، ‫ ] ثئ ا أ خ ن د بن جئث ر بن ح م ذا ن‬١ ٠y/y [ ")١٧١٥(

:3 ‫ ئ‬،‫ نحا ثئ؛ا ن‬:3 ‫ ظ‬،‫ قادت ثت ا ح الب بن ت ح تى‬C‫مثي أ ح م د بن إبزاه م‬


‫ حد‬، ‫ح م‬

‫ جت‬-‫ 'ن ”ى ن ل جيء الث‬، ‫ئ‬ ‫ *ى ن " ع ن د 'ل ي ع غ ة‬: ‫ع‬ ،‫أ ح م ش ن ي ؛ل ث ب ع ى م ح م‬
‫ عن نعيا ن مقل ة‬، ‫ززاة ا لأع م س‬. ٠٠ 4‫ن ق ذ ن غ ز الئ ص ح ف ن ي ه ل بتؤب‬

;Rabî’ b. Huseym’in cariyesi: “Rabî’nin bütün işleri gizliydi, öyle ki


açıkken biri gelse onu elbisesiyle örterdi” dedi,

‫ ثن ا‬:‫ قال‬،‫ ثت ا م ح م د بن أيي ت ه ب‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د‬١ ، v /y [ ") ١٧١٦(
‫ت‬3 ‫ ظ‬، ‫ عن ال ل ع بن ح سم‬،‫ عن ز ج ل‬،‫ غذ شقتا ن‬،‫ ثن ا وكيع‬:‫ قات‬، ‫أثو بكر بن أيي ئ ث ه‬
" ‫ ش حث‬: ‫و ن ا ال ق ش خ ن ي ة ال م مما ر‬ ٠'

Rabî’ b. Huseym: “Allah’ın rızası amaçlanmayan her şey, yok olur” dedi.
‫‪Rabî’ b.Huseym‬‬ ‫‪508‬‬

‫(‪ ] ١ *v /y [ - ) ١٧١٧‬ثن ا م ح ئ د ى أ ح ن د ثن ال غ ت ن ن ‪ ،‬قات‪ :‬ثعا ث خ ئ د ئ ذ عقن ا ن بن أبي‬

‫م حث‪ ،‬ح دق ي أيي‪ ،‬وع م ي‪ ،‬قاال؛ ثن ا عبد الل ه بن إدري س‪ ،‬عن ع م ه‪ ،‬عن الشعبي ‪ ،‬ود و‬
‫م وبما "‬ ‫لخخ ا ت عبم د الثؤ‪ ،‬ق ات‪ " :‬أت ا ال ئ آ ؤ‬

‫‪Şa’bî, Abdullah (b. Mes’ûd)’un öğrencilerinden bahsederken: “Rabî’ya‬‬


‫‪gelince; içlerinde Ailah’tan en çok korkan kişidir” dedi.‬‬
‫(‪ [ - ) ١٧١٨‬أ ‪ ] ١ ٠٧/‬حدثن ا ئ خ ئ د بن أ ح م د ‪ ،‬قادت ثغ ا م ح م د بن عت ما ن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا عتيد‬

‫بفن‪،‬فات‪ :‬ثنا بمش بن ادم‪،‬قادت ثنا ماللف بن معول‪،‬قاد‪ :‬قات المحي‪ :‬أمشيب‬
‫بن ج‬
‫بام‬
‫^ ئ خثئ م أ ف د م و م‬ ‫ه ؤ ك ق ه د ي ؟ " "‪315‬؛ ‪١‬‬ ‫ي‬ ‫هث ي ي أ س م ي‬

‫‪Şa’bî diyor ki; “Sana Abdullah (b. Mes’ûd)’un öğrencilerini öyle‬‬


‫‪anlatırım ki, görmüş gibi olursun. Rabî’ b. Huseym, içlerinde Allah’tan en‬‬
‫”‪çok korkan kişiydi.‬‬

‫(‪ - ) ١٧١٩‬آ ‪ ] ١ ٠ ٧ ٨‬خ ا؛ثن ا أبو بك ر بن مال ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ‪ ,‬عث د الل ه بن م ح م د بن حق ل ‪،‬‬
‫ئ م‬ ‫سد ق تتي و ي ‪ ،‬غذ‬ ‫ق ات ‪ :‬ئ فث ائ ئ أ ل م ي ‪ ،‬قات‪ :‬ئ أبو ا لآخزص‪ ،‬ص‬
‫‪ ، ^ ^ ١‬قات‪ :‬ق ات ال ئ ‪ ٠٠ :‬وئزة وف ا الث ا ئ قصيزة نأتا أزاث ا مريق غف بم أ ‪ ،‬ال ق مما ر‬
‫من حنا فيئ لف ا حل ي ط ‪ ،‬ء ا م ح م هزأه ا ق ال ي ج ن س الثه ا ف يا اشت م ال ال ؤلتع م أبه ا م جزثه ‪، ٠٠‬‬

‫مبي نوره ا إل ح ال ص‬
‫‪ Sûresini kasd ederek, şöyle dediğini‬ةف‪ 1‬أل ‪Münzir es-Sevri, Rabî’nin ,‬‬
‫‪nakleder: “insanların kısa gördüğü, benim de uzun ve büyük gördüğüm bir‬‬
‫‪,sûredir. Allah onu bize katıksız hediye etmiştir, içinizden onu okuyan‬‬
‫”‪azımsayıp ona bir şey eklemesin. Onun yeterli olduğunu bilsin.‬‬

‫(‪ - ) ١٧٢٠‬ل ؟‪ /‬مد ما ا حدتما أثو ح ا م د بن جثثه‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا أب و ا ل عثا س ا ل شؤاج‪ ،‬قا د ‪ :‬ثئ ا‬
‫^ بن ‪ ، ^ ^ ١‬ه ا د ‪ :‬ثنا أثو ا أل ح و ص‪ ،‬ض تص د يعني ابن مش روق‪ ،‬ص مح ذ ر التؤري‪،‬‬
‫فن ا عبم ث‪ ،‬وئ ا ا ت ث ن و ه ف‬
‫ب ه ‪ ،‬ق ات‪ ’’ :‬ا م ال ه ي‬
‫ص‪ .‬ء ن ؛ م خ إد‪ 1‬أئا ة _ ا و ي د م‬
‫و كنه إ؟ى ظيب ؤ‪ ،‬ال ‪ ،‬عث ك م في الع ن د أ خنف ت م ني عل ي ك م في ا ل ح ط إ‪ ،‬زنا ختزدك م انؤم‬

‫م م ن اغز قث بنة‪ ،‬زنا ق م‪ 0‬ا ل حيز حى ابتا عه‪ ،‬زئا مؤون م ن ا ل م حى‬ ‫يختر‪ ،‬ؤل ك ث ه‬

‫و ظ ئي؛ون' ئتتر<؛ ظ ئز؟ إل‬ ‫‪ ٠‬أئتكقب ‪ ،‬ز ال‬ ‫و ظ ر ت؛ ر ن غ م‬ ‫ق م ء ‪١٧ ،‬‬


Rabî’ b. Huseym 509

،" ‫ ا م ن وا ذواءئة‬،‫ ا ل ث ز و القزأين ا ل ال ق ت ئ ق ئ ئ الثا س ؤ ق ذ ل د محا ر بزاد‬: ‫ف و د‬

‫ " زظ ذواؤ<ص آل أن ق و ي ئ أ ال ثث وذ‬:‫ب م ثق وب‬

Münzir es-Sevrî der ki: Rabî’, yanına gelip de bir şeyler soran kişiye şöyle
derdi: “Bildiklerin konusunda Allah’tan kork. Seni aşan konuları da
bilenlere havale et. Hatayla yaptığınız şeylerden değil, ama daha çok kasıtlı
olarak yaptığınız şeylerden endişe ediyorum. Bugün hayırlı olarak
gördüğünüz kişiler hayırda değildir, fakat bundan daha kötü olan bir
duruma göre hayırda sayılırlar. Ne gerektiği gibi hayrın peşinden gidiyor, ne
de gerektiği gibi kötülüklerden kaçıyorsunuz. Ne Muhammed’e (sallallahu aleyhi
vesellem) indirilen bütün şeylere yetiştiniz, ne de okuduğunuz her şeyi hakkıyla
anlayabiliyorsunuz.” Sonra dedi ‫نظ‬: “insanlardan saklı kalmış gizli sırlar/kötü
niyetler (işlenmiş günahlar) Allah’ın bildiği şeyler olup onların ilacını arayın.
Onların ilacı ise dönmemek üzere tövbe etmektir.”
‫ ثن ا عئد الئؤ بن‬13 ‫ ه ا‬، ‫ ثت ا م ح ئ د بن ج م‬، ‫ ] ثن ا عئد الل ه سر م ح ث د‬١ ٠٨/ \ [ “) ١٧٢١(

:‫ ه ا لأ‬، ‫ عن بك ر بن نا م‬،‫ عن أبيه‬، 0 ‫اثت ا ن ميا‬:‫ ظت‬،‫ت ثن ا أئ و أ ما م ه‬3 ‫ قا‬، ‫م ح م د الغ س ئ‬


‫ ما ؛ ل‬،‫ه ؛ ال ث ل ك ز ال عه ث‬ ‫ أخرن غي ك بم‬، ‫ " ي ب م ئ ت م‬:‫ومخ ئ حت م‬ 3‫ئ‬
‫ ال?ا‬، ‫ئئ م ح به ه ف قكل ه إش ع ا ل م ه‬،‫ أميع ا ه نجن ا ع ل ن ث وذ ا ا‬،‫ماق ب غ الثامن غش دي ي‬
‫رواة‬.‫ ئذ و م ت د خزي ي ا أل حزص‬،" ‫ظ م في ا ل ع م د أخنفن م ي غله م في ا كو‬
‫ غذ م نذ ر بتل ه‬،‫ غذ س ت ي د بن ننن و ي‬، ‫إش رامح د‬
Bekr b. Mâiz, Rabî’ b. Huseym’in şöyle dediğini naklediyor: “Ey Bekr b.
Mâiz! Seninle ‫ ا س‬olmayan konularda diline sahip ol, ben dinime dayanıp
insanlara ithamda bulundum. Bildiğin konularda Allalı’a itaat et. Seni aşan
konuları ehline havale et. Sizin yanlışlıkla yaptıklarınızdan korktuğumdan
çok, kasden yaptıklarınızdan korkarım.”

،‫ ثن ا عبد الل ه بن أ ح م د بن حنت ل‬:‫ هات‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أبو بكر بن م ا ل ك‬١ ٠٨/ \ [ “) ١٧٢٢(
‫ عن‬،‫ ثت ا هم د ال ت ن ك شر االص ن ه اني‬:3 ‫ ثا‬،‫ حدثقي ال ن ص بن إن ن ا عيد‬:‫ قات‬،‫ح دمحي أيي‬
" ‫ ئدرون ما ال داء وال دواء وا لشق اء؟‬٠٠ :‫ أثق هأا ل أل ص حابه‬،‫ عن ا لب ي ع ثن ختئم‬،‫ج دته‬
٠' ‫ زالئث ا إ أن ممو ث بثإ ال ثث وذ‬،‫ئيئق ار‬،‫ء ا ال‬.‫ا ؤالدؤا‬، ‫ء الثنندي‬.‫ الدا‬٠٠ ‫ت‬3 ‫ د ا‬،‫قالو؛ت ال‬

Abdülmelik b. el-Isbehânî’nin ninesinden naklettiğine göre Rabî’ b.


Huseym arkadaşlarına; “Hastalığın, ilacın ve şifanın ne olduğunu biliyor
‫‪510‬‬ ‫‪Rabî’ b. Hüseyni‬‬

‫‪musunuz?” dediğinde, “Hayır” dediler. Şöyle devam etti: “Hastalık‬‬


‫”‪günahlardır, ilacı istiğfar, şifa ise tövbe edip bir daha tekrar etmemektir.‬‬

‫(‪ [ “) ١٧٢٣‬؟‪ ] ١ ٠٨/‬خ ا؛ثن ا أبو خ ا ب ز بن جبل ه ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثن ا م ح م د بن إشث ا ق‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا أب و‬
‫الن صر انمجئ‪،‬ئال‪ :‬ثت ا عتيد الثؤ بنت وتى‪،‬قاد‪ :‬ثن ا شتيان‪ ،‬عن نن م بن ذعأ وق‪ ،‬ه اد‪:‬‬
‫يث ال ل ح ثه ذتر ئ‪ ،‬م ح وت‪ " :‬أذرقا أئؤات ا كثا ي م ح ه م‬ ‫"ظ ن م خ بن حم حم مح ك ي‬
‫كوت ”‬
‫‪Nuseyr b. Za’lûk der ki: Rabî’ b. Huseym, akan yaşlarından dolayı sakalı‬‬
‫‪ıslanacak kadar ağlar ve: “öyle topluluklarla karşılaştık ki onların halleriyle‬‬
‫‪bizimkini kıyaslayacak olursak bizler yanlarında hırsız gibi dururduk” derdi.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٧٢٤‬؟‪ ١ ٠٩/‬ء ح د قا عتد الل ه بن م ح ئ د بن جئ عر‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أ خ ئ د بن عل ي بن‬


‫ال ن ث ز ‪ ،‬قا ل ‪ :‬ثن ا ع د ا ل ص م د بن ي ن ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت م ح ي ن ن عثا ض‪ ،‬يأمول‪ :‬كا ذ ال ث ي خ‬
‫ي ث ه بجا‬ ‫م دع ائه‪ " :‬ا وئ إقل ق خ ا ط ال بم م ي م حا إ ال إمحلف‪،‬‬ ‫ئ غ م ;ق و د‬

‫يزأمثإ فق ا ا‬
‫‪Rabî’ b. Huseym şöyle dua ederdi: “Allahım! Ellerimi sadece sana‬‬
‫‪açtırmayacak bir fakirliği sana şikâyet ederim. Bundan dolayı da sana‬‬
‫”‪yönelir, beni bağışlamanı dilerim.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٧٢٥‬؟‪- ] ١ ٠ ٩/‬حدثن ا أب و م ح ئ د س حيا ن‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ثن ا ث خ ئ د س أ خن ت بن ن ائ ما ن‬

‫‪ ، ^ ^ ١‬ها ‪ :3‬ثن ا أ خ ئ د ى غئ رو ثن عبيد ا لع صمر ي‪ ،‬ه ات ‪ :‬ثن ا م ح ا ن تن ن ز ‪ ،‬قات‪ :‬ثغ ا‬

‫^ غذ أبج ه‪ ،‬فات‪ :‬قات ال ئ بن ح س م ‪ " :‬م ن ا ت ث م الثة نحا ر ‪ ،‬ب ب قي‬ ‫و خ ئ‪١‬‬
‫را حته‪ :‬أم ن م ن ا لخذاب ‪٠٠‬‬

‫‪Rabî’ b. Huseym der ki: Allah’a istiğfarda bulunan kişinin avucuna (amel‬‬
‫‪defterine); “Azaptan emin kılındı” diye yazılır.‬‬

‫م ح م د بن منا ن‪ ،‬محالأ‪ :‬ثت ا أثو المق ا س ا ل ث ؤا ج‪،‬‬ ‫بن‬ ‫(‪ ■")١٧٢٦‬لمأ‪ /‬ب م ا ] حدق ا أ ح ن د‬
‫هات‪ :‬ثن ا نئ يا ن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا وكيع‪ ،‬مح ا د ‪ :‬نحا نئثا ن بن عيثه‪ ،‬ص ع م ر بن دو‪ ،‬قادت قيد‬
‫يريد ؟ قا ‪3‬ت ” أ<؛بت حثا صعه‪1‬ء م ذنبي ن ئأ ط د أزز؛قا‬ ‫\ ل\‬ ‫ح م ‪ :‬ي ! ‪ ،‬أص ي خ ث ظ‬ ‫بن‬ ‫إلرب؛ع‬
‫مو ن ه ‪ 1‬جاث ا "‬
RabV b. Huseym 511

Ömer b. Zerr’in naklettiğine göre Rabî’ b. Huseym’e “Nasıl oldun, ey


Ebû Yezîd?” diye sorduklarında: “Zayıf, günahkâr olduk. Nasibimizi yiyor,
ecelimizi beldiyoruz” dedi.
‫ ثن ا أبو بكر‬:‫ هاد‬،‫ ثت ا ئ خ ئ د ب ن شث ل‬: ‫ ه ا د‬، ‫ئ خ ث د‬ ‫بن‬ ‫ ] ثت ا مح د الثؤ‬١ <‫ب‬/‫ )“ ل إلم‬١٧٢٧(
،‫ غ ذ ل بم ش‬، ‫ ظ ئ ي أل ا هم ي‬: ‫ الت‬، ‫ء إ‬ ‫ ظ محن و م حب ئ‬: ‫ لات‬،‫ئ ر م حث‬
‫ش ن أ م أزر|ق زئقي ث‬ ‫ " ض ث ء‬:‫م ؟ ;ق و ل‬ ‫ص أ ي‬ :‫ ي د لق‬1‫ل ي خ إذ‬1 0 ‫ئ د؛ مح‬

‫ عنة متل ة‬، ‫ عن بكر بن ن ا م‬، ‫نن بن دعلوق‬


‫زؤاة م‬. ٠٠ ‫ثا‬
‫ا جال‬

Ebû Yalâ der ki: Rabî’ye “Nasıl oldun?” dediklerinde şöyle derdi: “Zayıf,
günahkâr olduk. Nasibimizi yiyor, ecelimizi bekliyoruz.”

‫ ثن ا عئد‬:‫ ثن ا ث خ ث د ن أبى شه لء قا ت‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ] ثنا مه د ألل ه بن ت ح م‬١ ٠٩/‫ )“ [ ؟‬١٧٢٨(

‫ عن‬،‫ عن اش مسمرين‬، ‫ غذ أ ئ غ غ‬،‫ قادت ئن ا حفقس بن غيا ث‬،‫ن ي‬


‫ال م بن م ح م ا م‬

،‫ وئؤاللث م حن‬،‫ و ص ل‬، ‫ و ت م‬، ‫م م‬ :‫ث‬ ‫ أ ش م ح ال ؛ إ ال‬٠٠ : ‫ ق ا د‬،‫ا ومحع ئن ل خم‬


‫ززاة م ن ذ ر‬." ، ١١^ ١ ‫ وقراءة‬،‫ وئهيلف عن ال نئك ي‬، ‫ وأم رك ب ال م ع روف‬،‫وثعو ذك م ن القئ‬

‫ ض الرب؛ع يت إ ة‬،‫؛لتوري‬
‫ ’ أ س‬:b. Huseym der ki: “Şu dokuz şey haricinde çok az konuşun
Teşbih, tekbîr, tehlîl, tahmîd, hayırlı olan bir şeyi dileme, kütlü k ten
Allah’a sığınma, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma ve Kur’ân’ı
okuma.”

‫ تحا أب و‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا أب و العيصال*ثئالج‬:،3‫ ه ا‬،‫ ] ثن ا أب و خا ب ز س جتل ه‬١ ٠٩/ Y[ “) ١٧٢٩(

‫ " نا أزى‬: ‫ قات ئ ال د‬:‫ قات‬،|‫ عن إئزاهين‬،‫ عن من صور‬،‫ ثن ا نئ يا ن‬، ‫ ثن ا أي ونعت م‬: 3 ‫ ثا‬،‫ه م ا م‬

" ‫ إ ال بك ل م ة ث صع د‬، ‫وبيعا ث كأ م بك ال م م ن ذ عشرين ع اما‬

Îbrâhîm(-i Nehaî), bir adamın şöyle dediğini naklediyor: “Yirmi yıldır,


Rabî’nin dua veya ibadet ibareleri dışında konuştuğunu görmedim.”
: 3 ‫ ئ‬،‫إشث ا ق‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا ت خ ئ د‬: ‫ قا د‬،‫ين ا ن‬ ‫بن‬ ‫م حمد‬ ‫بن‬ ‫ ] ثئ ا أ خ ن د‬١ ٠ ٩ ٨ [ -) ١٧٣٠(
‫ " ص حبن ا الثي؛خ بن ح س م عشرين‬:‫ ق ا ل‬:‫ ق ات‬،‫ ثن ا ن مث ا ن‬:‫ قا د‬،‫ثن ا مم ح م ذ بن ال صثا ح‬
" ‫ ه ي و ال ت ي م‬Uİ ‫ف م‬ ‫ " ض ح ظ‬:‫ و ظ ت آ م‬،" ‫بم ة م ح ط‬ ‫ ف ظت م ؛ ال‬، ‫ط‬

Süfyân der ki: “Rabî’ b. Huseym’le yirmi yıl boyunca arkadaşlık ettik. Bu
süre zarfında ağzından gereksiz tek bir kelime dahi çıkmamıştır.”
512 Rabî’ b. Huseym

‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن‬:‫ قا ت‬،‫ ] حدثنا أ خ ن د بن جع ث ر بن ح م دا ن‬١١٠/‫ [ ؟‬- ) ١٧٣١(

‫ه غذ ر جل م ن‬ ‫و‬ ‫ عن شقيا ن‬،‫ قات•■ ثنا ئ حا غ ئ ذ ال ول ي د‬،‫ ه ابت ح دق ي لمي‬،‫م حل‬


‫ ه م أ ش معتة ي ن أل م ر ف يؤ ش أم رمحالديا‬٠٠ ،‫ا ل ح؛خ عشن م هن‬ ‫ت‬3 ‫ قا‬،‫بني ت م؛نث ؤ‬
" ‫ ؟‬١^ ‫م ل كب‬ " :‫ثلف خثه؟ " وقات ن وة‬
“‫ " زابم‬:‫ قات ن وة‬، ‫؛ الت و م‬

Temîm oğullarından bir adam der ki: “Rabî’ b. Huseym ile yirmi yıl
arkadaşlık ettim, iki kez dışında dünyayı ilgilendiren bir şey hakkında soru
sorduğunu hiç işitmedim. Bu ikisinden birinde de bana: “Annen hayatta
mı?” diye sormuştu. İkincisinde ise: “Kaç mescidiniz var?” diye sormuştu,

‫ ثتا ش هد‬:‫ مالأ‬،‫ ثنا أ خ ن د ن مت اور‬:‫ قات‬،‫ أبو م ح ئ د ن حيا ن‬Uj ] ١١ ‫ م‬/\‫ و‬- ) ١٧٣٢(

‫ عن بكر بن‬،‫ عن سير بن ذعلوق‬،‫ ثغا تع ي د بن عبد ال ر بن اجلثبع‬: ‫ قا [ا‬، ‫ ن‬1‫ن •عئ م‬
‫ ق م ؤ بتللف‬،،‫من جود إ ر ف ا ط ئ ائئزابي‬ ‫بن‬ ‫ت ائتلن ل ئ ال م ع ن خ س م وعند الل ه‬3 ‫ ئ‬،‫ماعز‬

‫ ب ل م‬،" ‫ يا نبيع‬١٠ :‫ ممات‬،‫ قت ما نأ ى ي ل ك امحزان خؤ معشقا عشه فر ج ع إليه‬،‫انح داد س‬

‫ ق إل ي جم ة‬،" ‫ يا نب ح‬،‫ " يا زيغ‬:‫ ق ات‬،‫لخز ب م رج غ إليه‬ ‫ محاب طاس محصل ى بالن ا س ا‬،‫ي جئه‬

‫ ئلم ي جبه خ ر‬،" ‫ئ يا رب ح‬ ‫ا‬


‫ ق دت " يآ‬،‫رجع‬ P ‫نحربالناس انن رب‬ ،^ '١ ‫إل‬
‫ عن عتد الل ه‬، ‫رواه أثو زا م‬.‫صربه بند الث ح ر‬

Bekr b. Mâiz bildiriyor: Rabî’ b. Hüseyin ile Abdullah b. Mes’ûd,


Fırat’ın kenarına doğru yola çıktılar. Giderken demircilerle karşılaştılar.
Rabî’ demircilerin kullandığı ateşi görünce (Cehennem ateşi aldına geldi ve)
yere düşüp bayıldı, ibn Mes’ûd hemen dönüp: “£y Rabî’‫ ؟‬£y Rabî’!” diye
seslendi; fakat Rabî’ cevap vermedi, ibn Mes’ûd gidip cemaate ikindi
namazını kıldırdı. Sonra gelip yine: “£y Rabî’! £y Rabî’!” diye seslendiyse de
Rabî’ yine cevap vermedi, ibn Mes’ûd gidip cemaate akşam namazını
kıldırdı. Sonra gelip yine: “Ey Rab‫ ؛’؛‬Ey Rabî’!” diye seslendi; ancak Rabî’
yine cevap vermedi. Rabî’ sabahleyin seherin serinliğine kadar da öyle
baygın kaldı.

، ‫ ثن ا مه د ا لل ه ب ن أ ح م د بن ح م‬:‫ ق ا ن‬، ‫ ] حدثن ا أتو بكر بن مال ك‬١١ ٠‫ أ \ ا‬- ) ١٧٣٣(

، ‫ قادت ثن ا عيس ى بن ن م‬،‫ ثن ا أثو بك ر بن عي ا ش‬: ‫ ئال‬، ‫ ?؛^ ال دلرق ي‬١^ ‫ح د ب ي أ خ ن د بن‬
Rabî’ b. Huseym 513

‫ ن س و على‬،‫' حو جنا مع عبد اش بن تنغ و ؤ ومعنا ال ي ع ثن م ح م‬٠ ■■‫ ماد‬، ‫غذ أيي ؤ م‬
‫ ئمص ى عتد‬، ‫ي ن ق ذ‬
‫ " فنفثز نبيع إلفه ا فت ما ي د ف‬،‫ ه ما م عثد الثؤ ينفئز ح دي د ه في الثار‬، ‫ح دا د‬
‫م ؤاا؛اث ث ن ي ي م خزفه هزآ‬ ‫ظ‬ ‫ص نأى‬ ، ‫ طتى ال ي ا ت‬1‫؛ش خ ر أ ي ظى و ه ض ت‬
‫ صت ما‬، ‫هذه ا اليهت ؤإذا رأئه م ث ن م ك ا نبع ي د ش م عوا لف ا ئثقغئ ا وزفيرا ال ذ أئئ وا منه ا ن ك ا‬
‫ قادت ئمم رابطه‬،‫ف ص عئ ا ل ب يع ائخثئ لث ا ه نحقن ا بؤ إ ز أهل ه‬: ‫مم ؤتين ذعؤا هنا للف محورات قا د‬
" ‫ !^ \ ل أغيي‬١‫ محر جغ هم د‬،t a 4‫ ن أ إد‬،‫م م ئ‬ ‫إ؟ى ا ل مئر_ب‬

.Ebû Vâil bildiriyor: Abdullah b. Mes’ûd ile birlikte, yanımıza Rabî’ b


Huseym’i de alarak Fırat’ın kenarına doğru gitmek üzere çıktık. Yolda bir
demirciyle karşılaştık. Abdullah durup ateşin içinde olan bir demiri izlemeye
koyuldu. Rabî’ de o demire bakınca düşecek gibi oldu. Sonra yolumuza
.devam ettik ve Fırat kenarında bulunan bir ateş fırınının yanına geldik
Abdullah fırının içinde yanan ateşi görünce: “Bu ateş, onlara uzak bir
yerden gözükünce, onun kaynama^m ve uğultusunu İşitirler. Elleri
boyunlarına babanm ış , ‫ ؟‬atılmış olarak cehennemin daracık bir
yerine atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler”! âyetine
kadar okudu. Bunun üzerine Rabî’ bayılıp yere düştü. Onu taşıyıp evine
’getirdik. Abdullah akşama kadar Rabî’nin başında beldedi; ancak Rabî
kendine gelmedi. Daha sonra kendine geldiğinde ise Abdullah evine
gitmişti.

‫ ن ا ثزالئ ثعي ب‬:‫ أقه قا د للبي ع‬،‫ ] ح دمحا عن عتد الل ه بن م ح م د ادكؤاؤ‬١ ١ ‫ م‬/ ‫)" ل أ‬١٧٣٤(

‫ ظ أ ال عن شس ي ي ز م هأثئ ر غ م ن ب ن ب ي ا؟ى‬،‫غ‬.‫ ويللث ي؛ئذ اثمكؤا‬٠٠ :‫ ممات‬، ‫أ خذا ز ال ثذ م ة‬


"'‫في ه ز‬ ‫ ؤآيثوة ظ ى‬، ‫ه نح ش غلى ذنوب اا ؛ا م‬ ‫ ؛ة ه ن غ ش‬،‫خ زي ي‬

Abdullah b. Muhammed el-Kevâ, Rabî’ye: “Senin kimseyi ayıpladığını


veya tenkid ettiğini görmedik” dediğinde şöyle cevap verdiğini naklediyor:
“Yazıklar olsun sana ey İbnu’l-Kevvâ’! Ben kendimden razı değilim ki,
kendimi bırakıp (başkası hakkında) konuşayım, insanlar Allah’tan
başkalarının günahları için korkup kendilerini güvende görürler.”

1Furkân Sur. 13
‫‪514‬‬ ‫‪Rabî’ b. Huseym‬‬

‫(‪ [ “) ١٧٣٥‬؟ ‪ /‬م ا ا ] حدثنا أبو خا ب ز ئن جبل ة‪ ،‬ثن ا أث و الثثاسي ا ل س راج‪ ،‬ه ات‪ :‬ظ أثو‬

‫م‪ ،‬قا ل ‪ :‬ثن ا سع يد بن عتد ال د بن الثمحع‪ ،‬عن من ر بن ذظو ي‪ ،‬غذ ث م ئي نا م ‪،‬‬


‫ال ح س م ‪ " :‬الغ امس ن ي الي م ؤ م ن و جا ه د ‪ ،‬ئأث ا الغ وص محال ئؤذه‪ ،‬وأ ما‬ ‫ه ا ‪ : 3‬فات ال ل غ‬
‫ا خل ا ه د ئ الت ج ا هل ه "‬

‫‪: “insanlar ikî türlüdür; mümîn ve cahil. Mümine‬لط ‪Rabî’ b. Huseym der‬‬
‫”‪zarar verme, cahille de cahil olma.‬‬

‫(‪ [ -) ١٧٣٦‬آ ‪ /‬ا ا ا ] حدثن ا أثو بكر بن م ا ل ك ‪ ،‬ب ا د ‪ :‬ثت ا ع د الل ه بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬
‫قات‪ :‬تحا ائزين ئ ب ي ا ع‪ ،‬قات‪ :‬أ ي ال م خ ئ غ م ‪ ،‬ق ا د ‪ U " :‬خ اء بغز؟ ا " ئث ا ‪:‬‬
‫حكزم نغلف‪ ،‬قادت ‪ '٠‬اخل م ذ لل ه إذ ث م‬
‫جمحا لث ح م ذ ال ق وب ح م د ه نغلف‪ ،‬وثذ و اش ؤدذم‬

‫ثأ‪°‬قوني ثئ ول وذ ‪ :‬ح ق ا م م زث فغشزب نغلف‪ ،‬وبزيي فغ رتي نغلف ‪٠٠‬‬

‫‪Velîd b. Şucâ’ der ki: Rabî’ b. Huseym’i ziyarete gittik. Bize “Gelişinizin‬‬
‫‪sebebi nedir?” deyince, “Allah’a hamd edersin biz de seninle hamd ederiz,‬‬
‫‪Allah’ı zikredersin biz de seninle zikrederiz, diye geldik” dedik. Bize:‬‬
‫‪“Allah’a hamd olsun ki; sen içersin biz de seninle içeriz, zina edersin biz de‬‬
‫‪ederiz, diyerek gelmediniz” dedi.‬‬
‫حدثن ا أ خ ن د ن ج ع م ر ب ن ح ن دا ن ‪ ،‬ما ‪ : 3‬ثن ا عثد الثؤ س أ ح ن ذ ‪،‬‬ ‫(‪] ١١ ٧ ٢ [ “) ١٧٣٧‬‬

‫قادت ثن ا ال ول ي د شر ف جا ع ‪ ،‬قا دت ثئ ا غط اء بن ت شب م‪ ،‬ما د ‪ :‬ش ج ن ت ائئ الؤ ن ا نمتث ب ‪،‬‬

‫غ م قزس‪ ،‬ق ات أ غد سل م ن ه ‪ :‬اد ع ال ق عليه‪ ،‬قات‪ " :‬ب د أدع و‬ ‫مولت‪ :‬ث رى للب يع بن‬
‫ش ‪ ،‬أإ‪ öf r 0‬ي ! ئأعيه "‬ ‫^ ون م ح؛ ع ه أ ب د‬ ‫) ه ه ‪١:‬‬

‫‪.Alâ b. Müseyyeb der ki: Rabî’ b. Huseym’in bir atı çalınmıştı‬‬


‫‪Arkadaşları “Hırsız için Allah’tan beddua dile” dediklerinde şöyle cevap‬‬
‫‪,verdi: “Aksine onun için Allah’a dua ederim; Allahım, zenginse kalbini aç‬‬
‫”!‪fakirse zengin et‬‬

‫(‪ [ - ) ١٧٣٨‬؟‪ ] ١١١/‬حدثت ا أبو ح ا م د بن جثثهء قات‪ :‬ثت ا م ح م د ئ ذ إ ت خ ا ق‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا‬


‫بمع و ب بن إبراهي م ‪ ، ،‬ت‪ :‬ثن ا عئد ا و ح ش‪ ،‬ص غ متا ن‪ ،‬غذ ن ت ز ‪ ،‬عن هتثزه بن ح زنتة‪،‬‬

‫ظ‪،3‬ت " أ ال أؤد من أش ' م خ ث ذ ح م ي م ' م ح ن بن عيي "‬


‫‪Hubeyre b. Huzeyme der İri: Rabî’ b. Huseym’e, Hüseyn b. Aii’nin şehit‬‬
‫”‪edildiği haberini ilk ben getirdim.‬‬
‫‪Rabî’ b. Hüseyni‬‬ ‫‪515‬‬

‫ثن ا‬ ‫هم د الل ه بن أ ح م د ‪ ،‬ق ا لأ‪:‬‬ ‫ثن ا‬ ‫(‪ [ - ) ١٧٣٩‬؟‪ ] ١١١/‬و حدثت ا أيو بكر ين مال ك ‪ ،‬ه ا د‪:‬‬

‫م‪ ،‬غذ ب ال ل تن‬ ‫أ ظ ئ إ‪<:‬امحلم‪ ،‬قات‪ :‬تحا ئ ا شأ ت ذ الق ا س م‪ ،‬ق ات‪ :‬ث إ نك رة ن‬
‫اس ت خر ج ه ا أبدا‪،‬‬ ‫لم‬ ‫أ>مثثخيج ائؤم م س ه م ن ال ث ي ع أل ح د‬ ‫إل‬ ‫ال منذر‪ ،‬محا ‪ : 3‬هاد و جئ‪ :‬إن‬
‫هذه‬ ‫ال‬ ‫قاد‪ :‬محن ت ‪ :‬ي ا أب ا يزيد‪ ،‬هتد اس ئ ا ط م ه علتهت ا ال ث ال م‪ ،‬محا د ‪ '٠ :‬هاذ ر ج ع‪ ،‬ث م ث‬
‫ؤالئف اذؤ أئ ث ث ط م مح ن عت ا د ك‬ ‫غا ل م ا م ح ب‬ ‫ه ال ث ن ؤا ت ؤا لآض‬ ‫محا‬ ‫ؤ م‪^ ١‬‬ ‫ا لآيه‪:‬‬
‫في ‪ U‬كان وا فيه يئثبئ و ذ ه "‪ ،‬ه ا ‪ :3‬بل ت ‪ :‬ن ا ثق و لأ؟ محا د ‪ " :‬ن ا أق و لأ‪ :‬إ ر ال ر‬
‫بن الق ا س م‬ ‫م "‪ ،‬لئفل ه ا شم‬ ‫جش ا‬ ‫ن غ ر الثؤ‬

‫‪. el-Münzir bildiriyor: Adamın biri: “Şâyet bugün Rabî’den birileri‬ظ ‪Bilâl‬‬
‫‪hakkmda kötü bir söz çıkartamazsam artık hiç çıkartamam!” dedi. Sonra‬‬
‫‪.Rabî’ye gidip: “Ey Ebû Yezîd! Bugün Hz. Fâtıma’mn oğlu öldürüldü!” dedi‬‬
‫‪Rabî’: “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” dedikten sonra: “De ki: Ey‬‬
‫‪ Kullarının‬؟ ‪gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de, aşikârı da bilen Allah‬‬
‫‪arasında, ayrılığa düştükleri şeyin'hükmünü ancak sen vereceksin ”1‬‬
‫‪:’âyetini okudu. Adam ona: “Sen ne diyorsun?” diye sorunca, Rabî‬‬
‫“ ‪”!Sonunda Allah’a dönecekler ve hesaplarım da Allah görecektir, diyorum‬‬
‫‪karşılığını verdi,‬‬

‫( ‪ ١ ١ ١/ Y[ - ) ١٧٤٠‬ء خ ا؛ثن ا أبو أ ح م د ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثغ ا أ خ ئ د بن م و ت ى بن ا ل عثا س‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا‬

‫إن ن ا عيد ى تع يد‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثن ا جرش‪ ،‬م ر أيي حي ن ا ل سم ي‪ ،‬عن أبيه‪ ،‬محا د ‪ :‬كا ث ت وصيه‬

‫ال م ع ‪ '٠ :‬هذا م ا أز ض بؤ ال ي ع‪'٠‬‬


‫‪Ebû Hayyân et-Teymî, babasının şöyle dediğini naklediyor: Rabî’nin‬‬
‫‪vasiyeti “Rabî’nin vasiyeti budur” şeklindeydi.‬‬

‫(‪ [ “) ١٧٤١‬؟‪ ] ١١١/‬ثن ا أ ح م د بن ج ع فر بن ح م ذا ‪ ، 0‬تمالأ‪ :‬ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن‬


‫حس د ‪ ،‬ح دثني أيي ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ظ وكيع‪ ،‬ظ د‪ :‬ثط نئ؛ ا ن‪ ،‬ص ال؛أذه‪ ،‬عن مغذو ؛لتوري‪ ،‬عن‬
‫أوصى بؤ ال ثي غ غش شبي‪ ،‬وأفم هد الثث غي‪،‬‬ ‫ما‬ ‫نفع؛‪ ،‬أثة أوصى عئذ ي ؤ ‪ ،‬ق ات‪ " :‬ف ذا‬
‫و م م ى يه شهيدا ‪ ،‬و جاريا خل ا دم ا ل ص ا ل حين ز ي ا ‪ ،‬إ ي رضيت بالله رب ا ‪ ،‬نب م ح ئ د بي‪،‬‬
‫ود ا إلئ ال‪ £‬دئ ا ‪ ،‬ورضيت بثني ي زنن أط اعني بأن أعبد الل ه في ا ل عا بدين‪ ،‬زأ خنذه في‬

‫‪1ZümerSur. 46‬‬
Rabî’ b. Huseym 516

،‫ عن ا لب يع‬،‫ عن سع ي د بن م شنوق‬،‫ورواه شغبه‬-M‫ وأن صح ل جماعة ال ن ن ي ب ي ذ‬،‫اخلا بزين‬


‫ ض ا ل ب يع متنة‬،‫ م ن حدب ك بهذا؟ قات ح د ي ه ا ل ح ي‬:‫ قئ ك ين ج ي‬:‫محا د ق غته‬

Miinzir es-Sevrî’nin naklettiğine göre: Rabî’ vefat ettiğinde şöyle vasiyet


etmişti: “Rabî’nin kendine vasiyeti budur. Buna Allah’ı da şahid kılmıştır, o
şahid olarak yeterlidir. Salih kullarını ödüllendirip ihsanda bulunur. Ben
Rab olarak Allah’ı, peygamber olarak Muhammed’i, din olarak İslâm’ı kabul
ettim. Ben, bana itaat edenlerle, âbidlerin içinde ibadet etmeyi, hamd
edenlerin içinde hamd etmeyi ve Müslümanlara nasihat etmeyi seçtim.”

‫ ثتا‬:‫ هات‬،‫ ثنا إبراهيم المبي‬:‫ فات‬،‫ ] ثنا عئد الرحمن بن العباس‬١١٢/‫)" [؟‬١٧٤٢(
: ‫ ه ا د‬،‫ و حدت ا أث و م ح م د ن حيا ن‬،‫ عن غ م ا ن‬،‫ نحا ابن الئت ا رك‬:‫ ه ات‬،‫م ح ئ د ن مماي ل‬

‫ وأكثروا ن ك ز ف ذا‬، ‫يدوا بهذا ال خ م الل ه تنالوه ال يعت ره‬ ‫ر‬


،‫ ش م ع ت نقيا ن‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا أئ ج حي‬:‫ مالأ‬،‫ ثغ ا ي عمو ب ال دورقي‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ثن ا جع م ن الصثا ح‬

'٠ :‫ثق وبت قات س خ ون ختئ م‬


‫ وانمظزه‬،‫ ث ا ن ا لعات ب إدا طال ت عتبته و ج ب ت ن خب ئ‬،‫ا ل م ؤ ت ال ذ ي إل ثذومحوا هأل ة بغثة‬

‫ غنة متل ه‬، ‫ عن بك ر بن غ ا م‬،‫زواه بشير‬. ٠٠ ‫ ؤأؤقلف أن م د م علته م‬، ‫أ ه‬

,Rabî’ b. Huseym der ki: “Bunu söylemekle sizin, başka birinden değil
Allah’tan hayırlar elde etmenizi istiyorum: Daha önee onun gibisinin tadına
bakmadığınız şu ölümü çokça anınız. Çünkü gurbette olan kişi, özlem
içinde daha fazla sevilir ve ailesi, bir an önce dönmesi için kendisini bekler.”

‫ ثن ا م ح م د ين عئد الل ه بن‬:‫ هات‬،‫ ] حدق ا عتد الثؤ بن م ح م د بن جع فر‬١١y /y [ - ) ١٧٤٣(

‫ ثن ا ال ثي خ بن‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا مروان بن م عا وقه‬:‫ قا د‬،‫ ثن ا مه د ا ل ج مار بن انث الؤ‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫م ص ع ب‬


‫ع‬.‫وة ثغ ا‬ ‫)ت " ال‬3‫ ق ا‬، ‫ ك ث‬:‫ ه ل ت‬،‫ ا لرب؛ع•' ي ثئذو‬3 ‫ ظ‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ عن أبيه‬،‫ذر‬1‫ا لئ‬
" ‫ءبت؛محف طك‬
‫ فإه م‬،‫يص شك‬‫مح‬

Münzir bildiriyor: Rabî’ b. Huseym bana: “Ey Münzir!” diye seslenince:


“Buyur, emrindeyim!” karşılığını verdim. Bunun üzerine bana: “insanların
seni çokça övmesi seni aldatmasın; zira sana sadece yaptığın amellerin
k alacak tır” dedi.

: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا عتد الل ه س أ ح ت د بن ح م‬:‫ ه ا لأ‬، ‫و ئ ذ مال ك‬ ‫ ] ثما أث و‬١١٢/ ‫ ل ؟‬- ) ١٧٤٤(
‫ظ ال مب ن ئ‬ ‫ نحا‬:‫ قات‬، ‫ ظ ال ئ ذ ا ئ‬:‫ قات‬،‫ ى ع ئ ئ يزيد‬:‫ قات‬،‫ئ أثوب‬ ‫ظ‬
RabV b. Huseym 517

‫ ؤأم‬:‫ هت ر بهذه ا الثة‬، ‫ ” تف ا ؛ ي ص ر‬،‫با ت قل ة‬ ‫خئئ م‬ ‫ ب ت عند ا ل ب يع بن‬: ‫ محا د‬،‫غي ال ن‬


‫م‬ ‫ائت وا ؤغبلوا ا ل ص ا لحا ت ت واء م حت ا ه‬ ‫أن ب جعل هز "كالذي ئ‬ ‫ال ذمن ا جثز ح وا الث سا ت‬ ‫حسب‬

‫خ ن ا جاوز هذه ا اليه إ ز عتره ا بذك اء‬ ‫أص‬ ‫ ئ م ك ت ل يقه ح ش‬،>^‫و م مانهب ت اء ن ا ي حك م ون‬

" ‫ق دي د‬

Abdurrahman b. Aclân der ki: Bir gece Rabî’ b. Huseym’in yanında


kaldım. Rabî’ kalkıp namaz kıldı ve: “Yoksa kötülük işleyen kimseler,
ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen
kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm
veriyorlar‫ *”؛‬âyetine geiince tüm geceyi bu âyeti okumakla geçirdi ve
ağlamaktan bu âyetten başkasını okuyamadı.

،‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن حنب ل‬:‫ ه ات‬، ‫بكر بن م ا ل ك‬ ‫و‬ ‫ ] حدثن ا أ‬١١٢/‫ )“ [ ؟‬١٧٤٥(
‫ ئ خث ا د ا ال ص ز ا ل حئ ا ئ غ ق‬:‫ قات‬،‫ ئ ع ئ ئ زين‬:‫ قات‬،‫ نحا ريان ئ أيوث‬:‫قات‬
‫ ئ أ‬،‫ وبئ ا علنن ا قعزه عند ا ل مش اء و ك ا ن ذا وفزة‬٠٠ :‫ قات‬،‫ب الربيع‬ ‫ص حا‬ ‫حدرة عن بغض أ‬
" ‫ب ع جئثة لتل ه على فزاشه‬
‫ م‬٢ ‫ ثعرنت أن ال ثي خ‬،‫هي‬ ‫وا ل ع المة "ك م ا‬ ‫يصب ح‬

Rabî’nin öğrencilerinden biri der ki: “Bazen akşamları saçım görürdük;


düzenli ve kulaklarını kapatırdı. Sabahleyin de aynı şekilde olurdu, o gece
Rabî’nin, başını yastığa koymadığı anlaşılırdı.”

‫ثن ا‬ :3 ‫ محا‬، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د‬: ‫ محا د‬، ‫بكر بن م ا ل ك‬ ‫و‬ ‫حدثن ا أ‬- ‫ا‬ ١١٣/٢ ‫ )“ ل‬١٧٤٦(

‫أ ال‬ : ‫ م د للب ي ع بن غ م‬:‫ ق اض‬،‫ عن غ ا م م‬،‫ ثن ا أثو بكر بن عي ا ش‬:‫يوسخن ا ل ص م اوء قات‬
، ‫ " ظ م ن ف ي غ حم م به ؛ ال ت ي ي‬: 3 ‫ ؟ ه ا‬0‫ أءمم_ء حابلث ا ثت م تأ و‬،b\3r ‫تت م م ب ي ت شع ر مم د‬

‫في‬ ‫مح أ وه أن أقزأ قي أ م ي مح ث ش م يؤم‬3


^ ı m bildiriyor: Ra^î’ b. Huseym’e: “Neden sen de şiir okumuyorsun?
Oysa arkadaşların şiir okurlardı” dedikleri zaman şöyle karşılık verdi:
“Kişinin şiir olarak okuduğu her şey, amel defterinde kayda geçer. Kıyamet
gününde, önümde amel defterimin içinden bir beyitlik de olsa şiir
okunmasını kerih görüyorum.”

1CâsiyeSur. 21
518 Rabî’ b. Huseym

‫ ه ا بت ثن ا‬، ‫يى‬1‫ قادت ثن ا م ح م د بن إءت ح‬، ‫ آ حدثن ا أبو حا م د س جبل ه‬١ ١٣/٢ [ “) ١٧٤٧(
‫فن‬
‫أئ ي‬ ،‫محم‬ ‫ص ئي‬ ‫ ض‬،‫ ض ا ت ن نن ثو ق‬، ‫ص ل‬ ،‫م ح ل‬ ‫ محا ا ئ ذ‬:‫ قا ت‬، ‫ه‬

‫ و|دا أن«ثلة بثغ‬،‫س د ة‬ ‫ به ^ئ ة بلغ‬1‫ ظذ‬،‫م أؤ أربع ة‬-‫رام ب م ن ل الل؛ئ ئراه‬1 1‫ق ب ي ت مئغت الئق‬

‫لخنه‬ ‫ أي‬: ‫م م ولت‬ ،‫ ص غ يه ف‬١^ ‫ أ ي م حن‬٠٠ ‫ت‬،3‫ ء ا‬،‫ءس محبي ع ي‬1‫ نأ ى بث‬١^ ،‫زة‬1‫أ ظم‬
‫ض ا ل أي ي ذ ك ا ذ ء وخ اء تثلث زالث ل ث‬ ‫ و ي‬، ‫ص م مث ا ن إدا ن ر ج ا هل ا د‬ ‫أي د ط‬
" ‫صتئ ا ضث ا و جيء يو م ئ ذب جهغ م ^ ؟‬
ibn Mesrûk der ‫لط‬: Rab‫ ’؛‬b. Huseym ancak üç veya dört dirhem
değerinde olan uzunca bir gömlek giyerdi. Kolları parmaklarının ucuna
.kadar gelirdi. Aşağıdan bıraktığı zaman da topuklarına kadar ulaşırdı
Gömleğinin beyazlığını gördüğü zaman: “Ey aciz kul! Rabbine karşı
,mütevazı ol!” derdi. Sonra şöyle derdi: “Ey bedenim! Ey ederim! Yer
çarpılıp paralandığı zaman, melekler sıra sıra dizilip, Rabbinin buyruğu da
geldiği zaman ve o gün Cehennem ortaya konulduğu zaman ne
yapacaksınız?”

‫ ثن ا عتد ال م ثن أ خ ن ذ بن‬: ‫ قا د‬،‫ ا ثئ ا أ خ ئ د بن ج عف ر بن ح م دا ن‬١١٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٧٤٨(


: ‫ قا د‬،‫ ح د ب ي أيي‬:‫ ق ا لأ‬،‫ ثت ا أبو حي ا ن‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ي حيى بن س م د‬:‫ قات‬،‫ حدبغي أيي‬، ‫خ م‬
‫ ؤء كا ن أ ص ح ا ث عتد‬،‫*ك ا ن ال ث ي غ تع د ما س م ط شقه يه ا د ى ص ر ج آت ن ا ر م ن ج د هؤمه‬
‫ " إنه ك ن ا‬: ‫ ققأو ل‬،‫ حعر إ الل ه للق ثؤ م ث ث في محثلث‬-‫ لم د ر‬،‫ يا أثا يزيد‬:‫ بمولون‬،‫الل ه‬
‫ص ش م ع ة مدك م بما د ي حي عش‬ ،‫ ول ك ي ش م عته قا د ي ح ي غش الق ال ع‬،‫ثئ ول وذ‬
‫ ص أيي حق ان ن ح وه‬،‫ و ل و حبوا "•ززاه جرير‬،‫ ^ ^ هق جتة و ل و ز ح ما‬١
Ebû Hayyân babasından bildiriyor: Rabî’ b. Huseym bedeninin bir tarafı
tutmaz hale geldiğinde kabilesinin mescidine iki kişinin tutmasıyla
gidiyordu. Abdullah’ın öğrencileri kendisine: “Ey Ebû Yezîd! Allah bu
konuda sana ruhsat vermiş, namazım evinde kılsana!” dedikleri zaman Rabî’:
“Dediğiniz doğru ama müezzinin: «Haydi kurtuluşa!» çağrısını işittim.
İçinizden biri «Haydi kurtuluşa!» çağrısını işittiği zaman emekleyerek de
olsa, sürünerek de olsa bu çağrıya icabet etmelidir!” karşılığım verdi.
‫‪Rabî’ b. Huseym‬‬ ‫‪519‬‬

‫ثا د ‪:‬‬
‫(‪ -) ١٧٤٩‬ل ‪ ] ١١٣/٢‬حدق ا أ خ ن د س م ح م د بن مث ابة‪ ،‬هاد‪ :‬ثت ا أبو ا لعي س ا لممف ئ ‪ ،‬م‬
‫ثن ا م ح م ذ بن الصثا ح ‪ ،‬قادت ثن ا جرش‪ ،‬عن ش حقا ن ا ل سم ي‪ C‬عن أييو ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬أتن ا ي ا م خ‬

‫ائ مال ج‪ ،‬مح كا ن ي ح ن ن ‪ J j‬اا‪ -‬ص ال ة‪ ،‬محم د ل ه ؛ ق هد ر م ح ن نلف‪ ،‬محا د ‪ ٠٠ :‬مح د ع ل م ئ ‪ ،‬ول ك ن‬
‫أ شن ع ال ئذاؤب ا ل م ال ح ‪٠٠‬‬

‫‪Ebû Hayyân et-Teymî, babasının şöyle dediğini naklediyor: Rabi’ felç‬‬


‫”‪olmuştu. Namaza taşınarak götürülürdü. Ona “Senin için ruhsat verilmiştir‬‬
‫”‪dediklerinde, şöyle cevap verdi: “Biliyorum, ama felaha çağrıyı duyuyorum.‬‬

‫(‪ - ) ١٧٠٠‬ل ‪ ١ ١ ٣ ٨‬ا حدبن ا ع د الل ه ن م ح ئ د ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا م ح م د بن أيي ن ه ل ‪ ،‬مات‪ :‬ثن ا‬

‫أثو بكر بن أيي م حث‪ ،‬ق ات‪ :‬ثن ا ابن م هد ي‪ ،‬عن ن ميا ن‪ ،‬عن أمح ه‪ ،‬عن أ ي ثئأى‪ ،‬عن‬
‫‪ .‬بموت‪ :‬وب م ح ن ت عأى ئ ب ي لي ال ؤ ح م ة ‪،‬‬ ‫ا ل ب يع‪ ،‬ه ا لأ‪ " :‬ن ا أ ج ب من ا ف ذ ه ال م د لزيه‬
‫م ح ي ث عإى ئ م س ك كد! ل»سئ طتي‪ ،‬ومم رأيت أخذ؛ يئ و لأ‪ :‬مح د أدي ت اثلم؛ي عأى و أ د ‪U‬‬
‫ظ ال "‬

‫‪: “Kulun Rabbine serzenişte bulunup «Rabbim kendine‬ن ظ ‪Rabî’ der‬‬


‫‪rahmet yazdın, kendine şunu farz kıldın...» deyip tembellik etmesinden‬‬
‫‪»hoşlanmam. «Rabbim, ben kendime düşeni yaptım, sen de sana düşeni yap‬‬
‫”‪diyen hiç kimseyi görmedim .‬‬

‫(‪ ] m / t [ -) ١٧٥١‬حدثن ا عتد الؤ ح م ن ن ا ل عثا س‪ ،‬هات‪ :‬ثن ا إبراهي م ا ل مب ي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا‬
‫أب و بكر‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا تع ي د بن عئد ال م ‪ ،‬عن نشز‪ ،‬عن بكر بن ن ا م ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬كا ن ال ثي خ‪،‬‬
‫ه"‬ ‫;ث وت‪ :‬أ أك ئ ذ و ث ش ن ج ا لل ي لز تن و ي وته‬

‫‪Rabî’ şöyle derdi: “Daha önce onun gibi bir şeyin tadına bakmadığınız‬‬
‫”‪ölümü çokça anınız.‬‬

‫(‪ / \ [ - ) ١٧٥٢‬ة ا ا ] حدق ا غئد الثؤ شر م ح م د ‪ ،‬ها د ‪ :‬ثتا ث خ ئ د ثن فن ل ‪ ،‬ها ت‪ :‬ثن ا عتد‬

‫ب ش‪ ،‬عنمح ا م ع بن ح سم ‪،‬‬
‫الل ه ت ذ ث خ م ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا وكعء غذ شئثا ن‪ ،‬غذ أمح ه‪ ،‬عن أ ي م‬

‫قات‪ " :‬ئ ع ا ئ ث ;قف وة ا ل ث ق ق م حت ي ذ ا ل ت ز جم "‬

‫س‬ ‫‪ ’ b. Huseym: “Mümin için, ölümden daha hayırlı beklediği bir gaib‬أ‬
‫‪yoktur” dedi,‬‬
520 Rabî’ b. Hüseyni

‫ ثن ا‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د بن أبى ش م‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه س م ح ئ د‬١١٤/‫ )“ [ ؟‬١٧٠٣(
، ‫ لث ا حضن ال ثي خ‬: ‫ قا ن غ‬،‫ ص شؤية ا مي ع‬،‫ ثن ا ابن م هد ي‬: ‫ قا د‬،‫أبو بكر بن أيي غيث‬
" ‫ يا بئ تإ ئ أش ا لخن‬:‫ب ق؟ قول ي‬
‫ "ثا جئ بما ث ج‬: ‫ع ق ا د‬ 1 ‫جب ت‬

Rabî’nin cariyesi der ‫ لط‬: ,Rabî’nin ölüm anı geldiği zaman kızı ağlayınca
R h î’ ona şöyle dedi: “Ey kızım! Neden ağlıyorsun? Müjdeler olsun! Hayır
geldi, de .”

‫ ح دبئ ي‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د‬:‫ قا ت‬،‫ ة ا ا ] ثن ا أبو بكو ئن ن ابل ي‬/ \ [ “) ١٧٥٤(

‫ غذ ر ج ل م ن أ ظ ؛ م ن ا ل مبكرين إ ل‬، ‫ ضر ئ خ م‬، ‫ ثنا م حق ئ علم إ‬:‫ قات‬،‫أيي‬


‫ فت جيء ا ل م ح ا ي د‬،‫ كا ن الثي؛غ بن ح س م " إدا ش ج د كأتت بؤب معئزوح‬:‫ قا ت‬، ‫ا ل سث ج د‬

‫ق ئ ع هاا‬
Eşlem kabilesinden mescide erken gelen biri der ki: Rabî’ b. Huseym
secdeye gittiği zaman yere atılmış bir giysi parçası gibi dururdu ki, bazen
kuşlar gelip üzerine konardı,

‫ ثن ا‬، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن ح س ل‬:‫ قا ت‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬١١ ، / y [ - ) ١٧٥٥(

‫ بل ه أن أم ء ا ني ع‬: 3 ‫ محا‬، ‫ عن ث ن‬،‫ ظ ت خ ئ د بن تزيد بن خثث س‬: 3 ‫ثما‬ ‫أ خن د ن‬

‫ثا ص س‬٠٠:‫ محول‬،‫بخ أ ال قام‬


‫ثا ج‬، ‫يا م‬: ‫ قئ ود‬،‫ي ه ا ال ى‬
‫ئن ف م م مغ ة دي ا م‬
‫ محلمابل غ ززأت ن ا يل ق ى من‬:‫ قا ن‬، ٠٠ ‫ حئ ثة أن ال قا م‬، ‫جش علته ال ق د وهؤ ي خا ف التتامش‬

‫' د م يا وال د ه قد ق ت ك‬٠ :‫ ق ا ت‬، ‫ يا بثي أ ع ل ك ق ت ك ف يال‬: ‫ ق ا ن غ‬،‫ائتك اء والقه ر ثا ذتة‬


‫ زنن ف ذا ال قتي ل يا ثنى ح ز ثث ح ئ د ش أئبؤ ق عم ون؟ زالثؤ ل ؤي علمون ن ا‬: ‫ مال ت‬،" ‫م ال‬
'٠ ‫ ي وال د ة ه ئ م س ي‬٠' :‫ ث م و د‬،‫ ^ ^ ^ ؤا لث_ه ربع د لم د زخنولئ‬١‫بئقى م ن‬

Süfyân anlatıyor: Bize bildirilene göre Rabî’ b. Huseym’in annesi oğluna:


“Ey oğul! Ey Rabî! Uyumayacak mısın?” diye seslenirdi. Rabî: “Anneciğim!
Kötülüklerden korkan birisi gece karanlığında yatmamalıdır” derdi. Ne
zaman ki gelir onu ağlarken bulur: “Ey oğul‫ ؛‬Birisini mi öldürdün de böyle
ağlıyorsun?” diye sorar, o da: “Evet, ben birisini ^dürdüm ” cevabını verirdi.
Annesi: “Kim olduğunu söyle de, sahibine haber verelim de seni affetsinler,
Vallahi! Eğer senin bu ağlamanı ve geceleri uyumadığını bilseler sana
‫‪Rabî’ b. Huseym‬‬ ‫‪521‬‬

‫‪ , nefsimdir” karşılığını‬ه !‪merhamet ederlerdi” deyince, Rabî: “Anneciğim‬‬


‫‪verirdi.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٧٥٦‬؟‪ ] ١١ ٤/‬حدثن ا أبو محم د بن حيا ن‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثن ا محم د بن عند الثؤ بن رنته‪،‬‬
‫ثن ا أب و أ م ب ‪ ،‬ه ا ت‪ :‬ثن ا نأ ي م ا ‪ ، 0‬حما د ‪ :‬ش م ع ت مالل ث ب ن ديث ا ر‪ ،‬مولت ‪ :‬قا ن ي‪ ،‬اثثة اليب ع‬

‫ت ب غ أبا ك أ ة ء م "‬ ‫ال‬ ‫يل م ع ‪ :‬ثا أب ت بما ال تث ا م و ا م تا ث و‪ ، 0‬ق ا د ‪ " :‬؛ ة ؛محا ش ‪٧ ١‬‬

‫‪Mâlik b. Dînâr bildiriyor: Kızının, Rabî’ye: “Babacığım! Herkes‬‬


‫‪uyuyorken sen neden uyumuyorsun?” diye sorduğunu işittim. R^bî’ ise şöyle‬‬
‫‪cevap verdi: “Yarın içinde geceleyeceğimiz ateş, babanın uyumasına izin‬‬
‫”!‪vermiyor‬‬

‫حدثن ا أب و حام د بن ‪-‬؟؛‪ C4İ‬حما د ‪ :‬ثما حم م د بن إ شحا ق ‪ ،‬ه ا ت‪ :‬ثن ا‬ ‫( ‪ [ - ) ١٧٥٧‬؟ ‪] ١١٥ /‬‬

‫هن ا د ب ن ال ث ر ي ‪ ،‬ه ا ت‪ :‬ثن ا ممح د بن ئصئ ل ‪ ،‬ع ن عت د ‪ ^ ^ ^ ١‬بن غ ي ال ن ‪ ،‬ع ن ن س ر بن‬

‫ذعل وق ‪ ،‬فات‪ :‬ك ا ن ال ث ي خ بن خ س م ‪ ،‬ثق ولت ‪ " :‬إذا ج اء ش ا ئ أ ط عئ وة ن وا‪ ،‬محا ذ الثي؛خ‬

‫ي يا ئ ز' م‬

‫‪Rabî’ b. Huseym şöyle derdi: “Size bir dilenci geldiği zaman ona şeker‬‬
‫”‪verin. Zira R.abî’ (ben) şekeri çoksever(im).‬‬

‫اب‬
‫فث‬ ‫ثنا‬ ‫ظ ‪:،3‬‬ ‫إ ن خا ق ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫م ح م د‬ ‫ثنا‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬
‫ح‬‫م‬ ‫جثثه‪،‬‬ ‫سر‬ ‫خا ب ز‬ ‫أث و‬ ‫ثنا‬ ‫]‬ ‫[ ‪١ ١ ٥ ٨‬‬ ‫( ‪" ) ١ ٧ ٠ ٨‬‬

‫نا م ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫بكر‬ ‫ع ن‬ ‫مره ‪،‬‬ ‫بن‬ ‫ع م رو‬ ‫ع ن‬ ‫ع م ش ‪،‬‬


‫أ‬‫ل‬ ‫ع ن ا‬ ‫أثو‬ ‫ثنا‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫بن ا ل ث ر ي ‪،‬‬

‫يؤما‬ ‫قات‪ :‬كا ن ب ا‪3‬ؤديع بن خس م خبو م ن ا لمالج ‪ ،‬و كا ن يس ي ل ش فيه لعا ب‪ ،‬ثن ث حتة‬

‫‪' .‬م‪.‬تؤاة‬ ‫ظى ‪1‬ل د‬ ‫لأ‪°‬ةلم‬ ‫و‪ 1‬ش ظ أ ج ي ظ ض ا‬ ‫ون ي م ئ غ ذد لأ‪ ،‬ق ات ‪" :‬‬

‫المب ارك بن ت ج ز‪ ،‬عن أييي‪ ،‬عن ال ضب ح وة‬


‫‪Bekr b. Mâiz’in naklettiğine göre: Rabî’ b. Huseym’in organlarında felç‬‬
‫‪. Bir gün onu silerken, hoşlanmadığımı görünce:‬اكةكل ئ ‪vardı. Ağzının suyu‬‬
‫‪“Vallahi billahi, siyah birinin Allah’a karşı kibirlenmesini sevmem” dedi.‬‬

‫م جع فر بن ح م ذا ن‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن خي ل‪،‬‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪ / \ [ “) ١٧٥٩‬ه‪] ١ ١‬‬


‫أ ن ث ءأم‬ ‫ز ا م‪:‬‬ ‫لأيي‬ ‫ف د‬
‫ي‬ ‫د‪:‬‬ ‫ا‬
‫ح‬‫م‬ ‫أبيه‪،‬‬ ‫ع ن‬ ‫ش جي‪،‬‬ ‫ن‬ ‫متا ر ك‬ ‫ثنا‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫ن غ م ر‪،‬‬ ‫أبو‬ ‫ثنا‬ ‫ت‪:‬‬ ‫ا‬
‫ق‬
‫‪Rabî’ b. Huseym‬‬ ‫‪522‬‬

‫‪Mübârek b. Saîd’in babasından naklettiğine göre: Ebû Vâil’e “Sen mi‬‬


‫(‪:büyüksün) Rabî’ b. Huseym mi?” diye sorduklarında şöyle cevap verdi‬‬
‫”‪ bakımından .‬س ‪Ben ondan yaş bakımından daha büyüğüm “, ٠ ise‬‬

‫(‪ “) ١٧٦٠‬ل ؟ ‪ ] ١١٥/‬حدثن ا أ ح م د بن جئ م ر‪ ،‬قا ت‪ :‬ثنا عتد الل ه بن أ ح م د ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ن ز ج‬

‫بن يو ش‪ ،‬قات‪ :‬ثنا إن نا عيد بن جعفر عن م حب بن حث ا ن‪ ،‬عن ت شي م انطح ن أ ة ال ى‬


‫مل ي ‪ -‬ي "‬ ‫ني أ ن ي ؟ ق ات‪ ٠٠ :‬ا ض‬
‫بثة‪ ،‬ق ا ك ‪ :‬يا محا ة أ م‬
‫ئ ذ خث م خ اءتن ا م‬

‫‪Müslim el-Batîn bildiriyor: Rabî’ b. Huseym’in yanına kızı gelip:‬‬


‫‪“Babacığım! Oyun oynamaya gidebilir miyim?” diye sordu. Rabî’ de: “Git,‬‬
‫‪ama hayırdan başka bir söz ağzından çıkmasın!” dedi.‬‬
‫(‪ [ - ) ١٧٦١‬؟‪ ] ١١٥/‬حدثن ا أ خ ن د سر م ح م د ب ن من ا ن‪ ،‬فا د‪ :‬ثت ا أب و ال م ا س ال ث ؤا ج ‪،‬‬
‫مالأ‪ :‬ثن ا أب و هدا م ه‪ ،‬ص عتتد الئؤ بن ن ع د ‪ ،‬قاد‪ :‬ثن ا نئ؛ا ن‪ ،‬صر سال م بن أ ي ‪-‬حمص ه‪،‬‬

‫غ ذ م ن ذ ر ال ي إ ‪ ،‬عن ال ي ع بن م ح م‪ ،‬قا ت‪ " :‬حرنت واتن ا حر ف‪ ،‬م ن يط ع و ن وت مم د‬

‫‪ aleyhi‬الآاواال؛ااوق) ‪Rabî’ b. Huseym der ki: “Bir harf, herhangi bir harfle, Resûl’e‬‬
‫”‪vesellem) itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٧٦٢‬آ ‪ /‬ه ا‪ ] ١‬حدت ا أ خ ن د بن م ح م د بن م نا ن‪ ،‬ه ادت ثن ا أبو ال م ا س‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا ابن‬

‫يزيد‪ ،‬ص ح ص تن‪ ،‬قا د ‪ :‬قات ال ث ي غ بن خ سم‪ " :‬غ ج ب غ بن ش ي ‪ ، ^ ^ ١‬وق الثة‪ ،‬بنبلي‬
‫ي م ث غ في ح ص ونه ن أ ت ه ملل ث ا ل م ؤ ت قئز غ ث م ت ه ويد ع مل ك ة حل م ة ‪ ،‬ومس ك ي ن مسوذ ي‬

‫فرغ شن ه ويدع قذزم ‪٠٠‬‬


‫ا ل طريق بم ذره اقامحئ أن يدن و منه ال يئذرم ن للق النؤبب‪ ،‬أن يأتة ي‬

‫‪Rabî’ b. Huseym der ki: “ölüm meleği ve üç kişiye şaşırdım; Biri‬‬


‫‪kalelerinde korunan bir sultan; ölüm meleği geldiğinde ruhunu alır ve‬‬
‫‪saltanatını geride bırakır. İkincisi; yolda atılmış bir miskin, insanlar‬‬
‫‪kendilerine yaklaşmasından iğrenirler; ölüm meleği ondan iğrenmez,‬‬
‫”‪ruhunu alır iğrençliğini bırakır.‬‬

‫ت ع وي‪ ،‬ء ا ‪ : 3‬ثن ا أ خ ن د بن‬


‫(‪ - ) ١٧٦٣‬ل ‪ ] ١١٦/٢‬حدت ا أثو م ح م د بن حي ا ن‪ ،‬قأت‪ :‬ثت ا ال‬
‫رهت ر‪ ،‬ث ا د ‪ :‬ثن ا ق ث ا ن بن الن م ص ل ائث ال ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت م ن يذ و أ ة ال ي ع بن ختئ م‬
‫كا ن ب ا لأهؤاز ومع ه ض ا ج ي لت‪ ،‬فنفثزت إن ه ا مزأه‪ ،‬فت مص ت لت ئدعته إ ر ش خ ا ‪ ،‬ن ك ى‬
Rabî’ b. Huseym 523

‫ى‬-‫زأث قيو‬ ‫إ ال‬ ‫ت ي م‬ ‫ت ق ع قي‬ ‫إل‬ ‫؛ص‬ " : ‫ ظ ممل ث؟ ظت‬: ‫ ه ءن ا محب‬3Ü،* ، ‫ا ل ق خ‬
" ‫م‬

Ğassân b. el-Mufassal el-Ğalâbî bildiriyor: Duyduğuma göre, Rabî’ b.


Huseym, bir arkadaşıyla Ahvaz’dayken kendisine bir kadın bakıp sarkıntılık
etti ve onu birlikte olmaya davet etti. Bunun üzerine Rabî’ ağlaymea,
arkadaşı: “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. ‫س‬ ‫’ أ‬: “Bizim gibi ihtiyarları
görene dek bu kadın hiç ihtiyarlara heveslenmiş değildir” karşılığını verdi.

‫ ثن ا ش ع ي د‬:‫ قا ثآ‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن ا ت خ ا ق‬: 3 ‫ ها‬،‫ ا ثغ ا أبو خ ا ب ز بن ج ثأة‬١١٦/٢ ‫ )“ ل‬١٧٦٤(

،‫ غذ ح ض مبي ائق م ا ل ح‬،‫ غذ م ا ل ك بن معول‬،‫ر‬ ‫ قاد؛ و خ د م‬،‫بن ي ض ا ألموي‬


‫م تا ئ ف شد‬ ‫شن ت‬ ‫و‬ ‫' ثؤفازى ؤ‬٠ :‫ لز خا ن ن قا ؟ ق ات‬: ‫ف د للبي ع تن غ م‬
‫ ي‬:‫قات‬

"‫غ ئ‬
Haşan b. Sâlih der ‫لكل‬: ”Rabî’ b. Huseym’e: “Bizimle beraber otursan
”denilince, “Eğer ölümü hatırlamak kalbimi bir an terk etse kalbim bozulur
kişiliğini verdi,

‫ ثن ا أبو‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا م ح م د ى ي م‬:‫ ه ا ت‬، ‫ ] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د‬١ ١٦ /٢ ‫ )“ ل‬١٧٦٥ (

‫ قادت ما جل س‬، ‫ا ل م‬ ‫عن‬ ‫ك بن‬ ‫مال‬ ‫ غذ‬،‫ قادت ظ وكيع‬،‫بكر بن أيي م حق‬
‫ أؤ ي ئ ث د ي ر ج ل‬، ‫م حة‬ ‫ أ خ ا ف أن ثقئ ل م ز ي د ق ال‬٠٠ :‫ وقا ت‬،‫جثب غ في م ج لس ث ث ذ ثأؤز‬
‫ال‬

‫ أ ؤ يقع ا خل ا ب ز ث ال‬، ‫ ؤ ال أ ه د ي ا مل ي ز‬، ‫ ز ال أغقس ائص ز‬،‫عأى ر ج ل قاسم ك عإئه الشه ا د ة‬

" ‫أخب ت غ ي‬
Şa’bî der ki: Rabî’ b. Huseym, izar giymeye başladıktan sonra yol
kenarlarında oturmadı. Bunun sebebini ise şöyle açıkladı: “Oturduğum
yerde zulme uğrayan birine yardım edememekten veya biri tarafından
iftiraya maruz kalan bibine şahitlik etmem sorumluluğunu yüklenmekten,
gözümü (harama bakmaktan) koruyamamaktan ve insanları doğru yola sevk
edememekten veya önümde düşen hamile bir kadına yardım edememekten
^^n iy o ru m .”
524 Herim b. Hayyân

‫ قادت ثن ا أب و‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د ن شب ل‬:‫ محالأ‬، ‫ ] حدثت ا هم د الثؤ بن م ح م د‬١١٦/٢ ‫ ل‬- ) ١٧٦٦(

‫أة ء ذ‬ ‫ عن ال ؛ ي ع‬، ‫م‬ ‫عن‬ ‫ عن‬،‫ص• ئ وكيع‬ ، ‫بكر بن أبي ف ي ه‬


‫ قا دت " إ ي أ ج ي أن ا خذ بنصيبي م ن‬، ‫ إثلف بك م ى ف ذا‬:‫ ق م د ل ه‬،‫يكن س ا ل ح س بنف س ه‬

" ‫ال م ي ة‬

Münzir bildiriyor: Rabî’ b. Huseym çer çöpü bizzat kendisi süpürüp


temizlerdi. Kendisine: “Yerine başkası da bunu yapar” denildiği zaman da:
“Bu işten kendi nasibimi almak isterim” karşılığını verirdi.

‫ ثن ا‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا ا ل ح س ن بن قني ي‬:‫ قا ت‬،‫ ] حدثن ا أبو أ ح ن د ا لخقئريم ي‬١١٦/٢ ‫ )“ ل‬١٧٦٧(

‫ ”ك ا ن ال ل خ بن‬:‫ قات‬،‫ ثن ا حفت س بن ع مر‬:‫ فات‬،‫ نحا ص ن زه‬: ‫ مح ا د‬، ‫ع ال ب بن الوزير الثر ي‬

‫ه أن أزى عدا‬ ‫ ب ن نش‬١^ ^ ^ ‫ " إ ي‬: ‫ وث مولت‬،‫م ش نمح م ا‬ ،٣ ١ ‫خق م ال بخص‬


" ‫في ن ن ا م ي ف ت زغيف‬
Hafs b. Ömer der ki: Rabî’ b. Huseym dilenciye bir ekmekten daha az
asla vermez ve şöyle derdi: “Kıyamet günü Mizan’daki kefemde yarım
ekmek görürsem Rabbimden utanç duyarım.”
Rabî’ b. Huseym’in rivayet ettiği birkaç hadis:
3841 ‫س‬ , Takrîb 1112, Takrîb 1111, Takrîb 1944, Takrîb 2708, Takrîb
2931

Herim b. Hayyân
Onlardan birisi de; aşık ve ha^rcan, çok namaz kılıp çok susayan.
Herim b. Hayyân. Aşlcıyla yanıp tutuşarak yaşadı. Defnedildiği
zaman kabri yağmur ve bereketle doldu.
Derler ki: Tasawuf, ayrılık endişesiyle yanmak, visal yurduna
özlem duymaktır.
‫ ثن ا عند الثؤ بن أ ح م د بن‬:‫ محالأ‬،‫ ] حدثنا أ خ ن د بن جع ف ر بن ح م دا ن‬١ ١٩^ [ ")١٧٧٦(

‫ با ت ه رم بن حيا ن الع ب د ي‬:،3‫ ها‬، ‫ ح د ب ي ن طت ا ل وراق‬، ‫ ثن ا جع م‬:‫ قا ت‬،‫ ح د ث ي أيي‬، ‫ح م‬


Herim b. Hayyân 525

‫ث م ' م حا خ ش أت ي ح قنئا‬ ‫ ئبا ث غ ط وقت‬: ‫ قات‬٠ ‫م زئ و ل الثي‬ ‫ضد غ ن ت أ يا‬

‫تب و اقبرن‬
‫ " أ و ث قل ة مح ب م ظي ا م‬:‫ تا أئك اف؟ قا د‬،‫ط‬ ‫ 'إ غ‬: ‫ ه ق ي أ‬3 ‫ ه‬،‫م ح خ‬
‫با‬
‫بمعن حثا ن أ حثا‬ ‫ و ك اتا‬: ‫ قا د‬،" ‫ذللق‬ ‫ وثممار ن ج وم الث ن اؤ ثابكاني‬C‫ن خ رج م ن فيه ا‬
‫ ثم أ ثمحا ن الح دادي ن‬، ‫ ش ئ أ الن ال ق ب عا ن ا ل حنه ويدع وان‬١^ ^ ^ ١ ‫يالغه ا ر قأتا ن ن وق‬

‫ قأ م ترمحا ن إل ى نثا زلهن ا‬،‫مه قنؤدان م ن الثاي‬

Matar el-Verrâk anlatıyor: Herim b. Hayyân el-Abdî, Resûlullah’ın


(‫؛‬ralUUıu ale4lıi ve‫؛‬ellem) ashâbından biri olan Hameme’nin yanında geceledi.
Hamerae gece boyu sabaha kadar ağladı. Sabah olduğunda Herim b.
Hayyân ona: “Ey Hameme'. Seni böyle ağlatan nedir?” diye sorunca, şöyle
cevap verdi: “Sabahında kabirlerin açılıp içindekilerin çıkartılacağı, semadaki
yıldızların saçılıp dağılacağı geceyi düşündüm de ondan ağladım.” Herim ile
Hameme bazen gündüz vakitlerinde de beraber olup gezerlerdi. Güzel
kokulu bitkilerin bulunduğu yerlere geldiklerinde Allah’tan Cenneti dileyip
dua ederler, demircilerin olduğu yere -.geldiklerinde ise Cehennemden
Allah’a sığınırlardı. Sonra da her biri kendi evine giderdi.

‫ ثعا أ خ ن د بن‬: ‫ قا د‬،‫ن ت ح ئ د بن خنزة‬ ‫ آ ا ا ] خ ا؛ثن ا أبو إن ح ا ق‬/ \ [ -) ١٧٧٧(


‫ ثن ا ال ن ش بن‬:‫ قات‬،‫ ص نونف ث بن ععلثه‬، ‫تن ن ل بما ذ‬° ‫ ثن ا ت ب ي د‬:‫ ه ات‬،‫ي حتى ائ حنزائر‬

‫ عجمت من‬:‫ كا ذ هرم بن حيان " يم ج قي بض ال م وقاديبا عدصنته‬:‫قات‬،‫زياد‬


‫ ؤ ئ أم ن أ غد‬:‫ص قا م ق ارته ا ؟ أ إل قرأ‬ ‫ب مب غ م ن ا م‬
‫م‬ ، ‫ص قا م طالثه ا‬ ‫الثقة‬

‫بم يرجع الى أغيي‬،‫لها"كم‬


‫وأ‬ :‫ئإ ثئزأ‬،‫نثاث؛ائا وهزاليئو ذه‬°‫بهم بأ‬
‫الم_ى أن يأج‬
١(

Muallâ b. Ziyâd’ın naklettiğine göre Herim b. Hayyân, gecenin bir


vaktinde çıkıp var Jgücüyle; “Cennet isteyenlere şaşıyorum nasıl
uyuyabiliyorlar! Cehennemden kaçanlara şaşıyorum nasıl uyuyabiliyorlar!”
diye bağırırdı. Sonra da “Bu beldelerin halkı, azabımızın kendilerine
gece uyurlarken gelmesinden emin mi oldular?”! âyetini okurdu.
Ardından Tekâsür sûresini ve Asr sûresini okuyup evine dönerdi.

1A'râf Sur. 97
526 Herim ‫ء‬. Hayyân

،‫لخت ئن م ح ل‬ ‫ ظ م ذ ال م ئ ذ‬: ‫ قا د‬، ‫م ئ ذ ن ا ل ك‬ ‫ ] أمحزئا أثو‬m / r [ - ) ١٧٧٨(


‫ قانت‬،‫ ثن ا إ ن خا ق بن البيع‬: ‫ ها د‬،‫ ثن ا أثو خنزة ا ئاز‬:‫ قات‬،‫ ثن ا فتت ا ن ن أيي قي ئ‬: ‫محا د‬
، ‫ ن ا نأي ت مغل ا ل جنةثا م طالثه ا‬٠٠ :‫ أثة "كا ن م ولأ‬،‫ ص ه رم بن حقا ن الع دوى‬،‫ثن ا ا لخنس‬
٠٠ ‫و ال م ي القار م ث اربجا‬
Herim b. Hayyân el-Abdî şöyle derdi: “Cenneti isteyen ve Cehennemden
kaçan gibi uyuyan kimseyi görmedim.” Yine şöyle derdi: “Dünya sevgisini
kalbinizden çıkarın ve kalbinize âhiret sevgisini yerleştirin.”

‫ وأدخلوا في‬، ‫الدتا‬ ‫م خب‬ ‫ و كان يقولط ؛ " أ رب وا م ن ش‬: ‫ ] قا د‬١ ١ ٧ ٢ ! - ) ١٧٧٩(
‫خ ي امح م ة ا ا‬ ‫م‬ ‫ئر‬

Herim b. Hayyân şöyle derdi: “Kalplerinizden dünya sevgisini çıkartın.


Kalplerinize âhiret sevgisini yerleştirin.”

: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا عتد الل ه ى أ ح ن ذ بن ح ق ل‬:‫ قات‬، ‫ئ ذ مال ك‬ ‫م‬ ‫ ] ثن ا أبو‬١ ١ ٩ ٨ [ -) ١٧٨٠(


‫ ع ن‬، ‫ قا د ت ثعا حمل د ثئ غ ى اب ن مح م‬، ‫ ] أب و ف ئ ا م ال ول ي د ب ن ش جا ع‬١ ٢ ٠/ \ [ ‫ح د ث ن ي‬

‫حم ن جع د‬
،‫ ح ر غ ه رم ب ن حي ا ن و عبد ال ثؤ ب ن غ ا م يوما ن ا ل حءجا ل‬: ‫ قا د‬،‫ن‬-‫ و ع ن احلسث‬، ‫هش ا م‬

‫أب ك ف جزه م ن هذه‬ ‫بح ب‬


‫ أ‬٠' : ‫رم ال ب ن غ ا م‬ ‫ سا د‬، ‫أعن ا ى رواجل هن ا سحالجا ن ا ش م‬
‫ قات ه‬،‫زللف‬ ‫ئ‬ ‫بمؤ الثؤ ت ا ئ ؤ أ ؤت غ‬ ‫ذ‬ ‫قزي و م‬ ‫ؤال م إ ة‬ ‫ال‬ : ‫رق غ ا م‬:‫ ا‬3 ‫ مما‬،" ‫ال ف م‬
،‫حي‬ ‫م‬ ‫ثذو‬ ‫ئ‬ ‫تجة‬ ‫م‬ ‫م ز ء ؤؤذ ث‬ ‫"ل‬ : ^ ١‫؛‬ ‫ؤا ه ي ظ‬ ‫وي م‬ ‫رأ و ء ن أق ة‬
‫ إث ا إ ر ا ل حنة نإ ما‬، ‫ث ذثتن ي م ! ول ز أء كا ب د ا ل حت ا ب يؤم ا لمثا ن ة‬
‫ ق أ م‬، ‫م ي هذ ه ال ؤاحل ة‬ ‫قد أ‬

‫ ص‬،‫ غذ خ ابر‬،‫نؤاة ني ت‬." ‫حق ال ه ز ى‬ ‫م‬ ‫ زبملف ثا ائ ذ غ ا م إ ي أخ ا ن ا‬، ‫إ ر ا م‬


‫ئ ج وه‬ ‫ه لا ل‬ ‫بن‬ ‫ح ميد‬

Hişâm ve Haşan bildiriyor: Herim b. Hayyân ile Abdullah b. Âmir,


Hicâz’a gitmek üzere yola çıktılar. Bineklerinin boyunları yoldaki ağaçlara
sürtünmeye başlayınca, Herem, ibn Âmir’e: “Şu ağaçlardan biri olmayı ister
miydin?” diye sordu, ibn Âmir: “Hayır! Zira biz Allah’ın rahmetine
dayanarak bundan daha iyisini umuyoruz” karşılığını verince, ibn Âmir’den
daha fakih ve Allah’ı daha iyi bilen Herim şöyle dedi: “Vallahi ben, kıyamet
gününde hesap anındaki sıkıntıyı çekeceğime, Cennete mi, yoksa
Herim b. Hayyân 527

Cehenneme mi gideceğimi bilmeden yaşayacağıma, bu ağaçlardan biri


olmayı, bu bineğin beni yiyip dışkı olarak da atmış olmasını isterdim. Vay
sana ey ibn Âmir‫ ؛‬Ben asıl o büyük felaketten (Cehennemden)
korkuyorum!”

‫ ثغ ا أ خ ن د بن ا ل ح ض‬:‫ قات‬،‫مه د الل ه بن محم د بن جعفر‬ ‫حدثن ا‬ ] ١٢ ٠/٢ [ - ) ١٧٨١(

‫بي ائ ذ‬
‫ ظ إ ص ء تن م د ال مب ن م‬: ‫ قا د‬،‫ئ إ و م م ا ل أ ز ي‬ ‫ط‬ ‫ ئ أخ‬:‫ قات‬،‫ا لخداع‬
،‫بن دين ار‬ ‫مال ك‬ ‫ عن‬،‫ ثن ا جئ مر بن سلي مان‬:‫ قات‬، ‫ ححدتىي حثى بن ال ن ق م‬:‫ قات‬،‫م هد ئ‬
‫ظ وبي ن م ن ي ت ه‬ ‫ ب أ م بن ا و ئأ و ق د ت‬،‫ ئظ ن أ ن قؤتة ا ئ ثأءت ولة‬، ‫رم سر حق ا ن‬ ‫مع د‬
‫ ان ت‬: ‫قا د‬

‫ زالثؤ‬:‫ قالوا‬،" ‫ " م حث ا ب م ؤم ي ادن وا‬:‫ ممات‬، ‫ قو م ه يمن ل م ون غ لئؤ ش بع ي د‬0‫ ئ جاء‬،‫م ن ا ل م ؤم‬

‫ قا دت " وأنت م تريدون أن ئ ل م وتي في ثار‬،‫ لم د خ ا ن ي الثا ر إلئث ا وتقلف‬،‫ئ ا ننث طي غ أن ثدنؤ‬

‫ م ج ع وا‬:‫ قات‬، ٠٠ ‫ قي ثاو ج هن م‬، ‫أعظ مثلم ه ا‬


Mâlik b. Dînâr’ın naklettiğine göre Herim b. Hayyân vali olarak
görevlendirilmişti. Akrabalarının kendisine geleceklerini düşünerek,
akrabalarıyla arasına bir ateş yakılmasını emretti. Sonra akrabaları hatırını
sormak için geldiklerinde, onlara “Hoş geldiniz akrabalarım, yaklaşın” diye
seslendi. “Vallahi yaklaşamayız, aramıza ateş girdi” dediklerinde ise: “Siz
beni bundan daha büyük bir ateşin içine atmak istiyorsunuz” dedi. Bunun
üzerine geri döndüler.

‫بكر‬ ‫أبو‬ ‫ثغا‬ :‫ت‬ ‫ا‬


‫ق‬ ،‫شب ل‬ ‫بن‬ ‫ت خ ئ د‬ ‫ثتا‬ :‫ ا ت‬3 ،‫م ح مد‬ ‫بن‬ ‫ع ت د الل ه‬ ‫ثتا‬ ] ١ ٢ ٠ ٨ [ - ) ١ ٧ ٨ ٢ (

‫ه رم‬ 3 ‫ها‬ :‫ محات‬،‫ ثغا إننا ي د بن أيي حال د‬: ‫ قاد‬،‫ ثنا ظ ن بن حليمه‬:‫ قات‬،‫بن أيي في؛‬
،‫ وثامر محي ي بمب‬، ‫أ إ ي أغ وذ يلف ب ذ ف ئ ز م سإذ نج ه م بجرئ م‬ ‫المح‬ " :‫بن حيا ن‬
‫ م ه‬، ‫م‬ ،‫م " ء ا ة ا لخنف‬ ‫ص مح ؤآ خا‬ ‫و‬
Herim b. Hayyân şöyle dua etti: “Allahım! Küçüklerinin asi,
büyüklerinin idareci, he‫■؛‬ikisinin de ecellerinin yakın olacağı bir zamanın
şerrinden sana sığınırım.”

‫ قاد ت ثن ا أب و‬، ‫ب م‬ ‫ ثن ا حم م د ب ن‬:،3 ‫ ظ‬، ‫خذيت ا عئ د الل ه ب ن حم م د‬ - ) ١٧٨٣ (

‫ أن ع م‬،.‫ ص أيي ئعئزه‬، ^ ، ^ ١ ‫ ص أص خ‬،‫ ثط غل فن بن يحف ثه‬: 3 ^ ،‫بكر بن أ ي قي ق‬


، ‫ ئعض ب عأ ى ز ج ل ب أ م بهحم و ح ئ ت عمم ه‬، ‫ر ض ى الل ه عنة ب ع ت ه رم ب ن حثا ن عأ ى ال خ م‬
528 Herim b. Hayyân

‫ز ال‬ ، ‫ج ئ ثمل ت‬ ‫ ن ا ب ص حت م و ن ي‬، ‫ح ي را‬ ‫م الل ه‬ ‫جز‬ ‫ال‬ ’٠ : ‫ مما ل‬، ‫أ م ح ا ب ه‬ ‫عا ى‬ ‫م أقثد‬

،‫كت ت إثى عننت "ثا أمحن الئ وجب ن‬ ‫ب م‬، ‫محم ع م ال‬ ‫ نالي ال ألي‬،‫’كم ئت ن وني غ ذ غ م ي‬
'٠ ‫طاقه ل يبا وع ج ئاحن ئ إلى عنيلث‬ ‫ال‬

Ebû Nadra bildiriyor: Hz. Ömer, Herim b. Hayyân komutasmda bir


süvari birliği gönderdi. Herim askerlerden birine kızınca emretti, adamın
boynu vuruldu. Daha sonra askerlere döndü ve: “AİJah size hayırlar
vermesin! Bu emri verirken beni ne uyardınız, ne de ötelenm em e engel
oldunuz! V a lili bundan sonra asla başınızda durmam!” dedi. Sonra Ömer’e
şöyle bir mektup yazdı: “Ey müminlerin emiri! Benim, bunların başında
durma gücüm kalmadı. Onun için yerime başkasını gönder!”

:‫ت‬ ‫ها‬ ،٤١^ ^ ١ ‫ل خ ض‬ ‫س ا‬ ‫أخئد‬ ‫ثنا‬ :‫ح ا د‬


‫م‬ ، ‫حقا ن‬ ‫ى‬ ‫م ح م د‬ ‫ثنا أب و‬ ] ١ ٢ ٧ ٢ [ - ) ١ ٧ ٨ ٤ (

:‫ قات‬، ‫أثو ا لآئه ب‬ ‫محا‬ ; ‫ ظت‬، ^ ١^ ١ ‫ تحا مه د ال ئ ن د ئ عبمد‬:‫ قات‬،‫ئ أتناهب‬ ‫ظ‬ ‫ظ أ‬
‫ محاستتآدته ر ج ل زهؤ ثن ى أثه‬،‫ أن ه رم ن حين " كا ن غأىب ع ض تللث اننث ا ري‬،‫لخس‬ ‫ثنا ا‬
٠٠ ‫ أي ن م ح ث ؟‬٠٠ : ‫ ق ا د له‬،‫ مح تب ت ن ا أب ت ئ آ ج ا ء‬، ‫ينتأ د ن ي ن ه ي ا ل حزائ ج ئ لحى بأهل ه‬

‫ قا ت أ ب و‬، ‫ قا د ت ن عم‬٠٠ ‫ محا ر د ت دلل ث ل ذلل ف ؟‬٠٠ : ‫ محا د‬، ‫ا ئ تا د كل ق ي ؤم "كذا ق أ ذ ن ث إ ي‬ : 3 ‫دا‬

‫ ولم و ك لم ة أ خ د م ن جل ش ا ي ه ب ح ي ث‬، ‫ ل دلل ف ا ل ر ج ل محوال ف ز ي ن ا‬3 ‫ ئ‬٠' ‫ا لأ<شه بت ثل ث ن ي أ ل‬

‫رويي‬ ، ‫الثت ش ج لت اء ف ع‬ " : ‫ ق ا ت له ز‬،‫لأخيه ن ا ثق ولت‬ ‫زأؤ؛ ع ص ته وهو ثقأو ل‬

‫ ا لث وؤ ل ز ما ن‬D‫ظ ن ر جا‬ ^ ١ ، ‫بج ي أ خ د م د ك م ص دل ك‬ ‫لأخي ن ا أقولت ول م‬ ‫أق ولت‬

‫ ع ن مح ي د ب ن ه ال ل ئ ح وه‬،‫ وشلث م ا ن ب ن امل غيرة‬،‫حل ض ئ ح و ه‬


‫ ع ن ا‬، ‫الق وؤ "•زؤاة ي ق ا م‬

Haşan bildiriyor: Herim b. Hayyân gazvelerden birinde komutan iken


bir adam ondan izin istedi. Harem ise onun bazı ihtiyaçları için izin
istediğini zannedip izin verdi. Adam ailesinin yanma gidip bir müddet
kaldıkta sonra geldi. Herim: “Neredeydin?” diye sorunca, adam: “Falan gün
senden izin istemiştim ve sen de bana izin vermiştin” karşılığını verdi.
Herim: “Sen izni bunun için mi aldın?” deyince ise: “Evet” cevabını verdi.
Ebu’l-Eşheb der ki: “öğrendiğime göre Herim o adama ağır laflar etti ve
oradakilerden hiç kimse, kızgın olduğu için kendisine bir şey söyleyemedi.
Sonunda, Herim onlara: “Allah müstahakkınızı versin siz ne kötü
Herim b. Hayyân 529

arkadaşlarsınız. Kardeşime dediklerimi duyduğunuz halde sizden hiç İrimse


heni böyle söylemekten alıkoymadı. Allahım! Kötü adamları kötü zamanlara
bırak” dedi-

‫ ق ا إت ح ا ق بن ال خ ض‬:‫ فات‬،‫ \ ] حدثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لخنن‬V\/y [ - ) ١٧٨٥(


‫ أ ك ز قا أ ة <م ثن‬:‫ قات‬،‫ غذ مح آذة‬، ‫ غ ذ م حا ذ‬، ‫ح ن ئ ئ خ م‬ ‫ال م‬ ‫ ظ‬:‫ قات‬،‫ا ل خي‬
‫ ول ك ن بيغ وأ درع ي‬، ‫ م ا أد و ي ن ا أ و م ي‬٠٠ : ‫ قا د‬،‫ أؤ ص‬:‫ي د لك‬
‫ ف‬، ‫حقا ن نئ ا حص زة ا ن ث ؤ ت‬

‫ وأوص ه م ي خ واحمم ال ق م ؛ ؤ ا د ع إ ز شب ل‬، ‫ ؤ ن لم ي ف ي ث را ع ال ب ي‬،‫ائ حم وا غث ي ديت ي‬

' ٠ ^‫ل ختثة‬ ‫ربل ق با ل ح ك م ة وا ل م ؤ ع ظة ا‬

Katâde bildiriyor: Bize anlatıldığına göre Herim b. Hayyân vefat edeceği


zaman kendisine: “Vasiyette bulun” dendi. Herim: “Ne vasiyet edeceğimi
bilmiyorum, ama zırhımı satın ve borcumu ödeyin. Eğer zırhımın parası
borcumu kapatmaya yetmezse kölemi satın. Yine size Nahl Sûresinin son
âyetlerini okumanızı tavsiye ediyorum: “Rabbinin yoluna, hikmetle,
güzel öğütle ‫ ؟‬ağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin,
kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. ٠ , doğru yolda olanları da en
iyi bilir.”1

:‫ت‬ ‫ها‬ ، ‫تو ئ ى‬ ‫ن‬ ‫بشن‬ ‫ثتا‬ :‫ت‬ ‫قا‬ ،‫ل ختن‬ ‫بن ا‬ ‫أخئذ‬ ‫بن‬ ‫م ح ئ د‬ ‫حدبنا‬ ‫ ا آ ا ا‬/‫ل ؟‬ - ) ١ ٧ ٨ ٦ (

:‫ت‬ ‫ا‬
‫ق‬ ، ‫ه لا ل‬ ‫بن‬ ‫ح ميد‬ ‫ ثنا‬:‫ق ا د‬ ،‫الئغيزة‬ ‫بن‬ ‫ا ن‬
‫م‬‫ب‬ ‫ثل‬ ‫ثنا‬ :‫د‬ ‫ا‬
‫ق‬ ، ‫ثنا أب و ع ئ د ا و ح ن ب ا ل م ع ر ئ‬

‫د فيء ر م ي‬ ‫ا م حاؤ زن ا‬ ‫د م م حي قي‬ ‫' ص‬٠ ■'‫قاد‬ ،‫ أوص‬:‫مح د بجرم بن حيا د م ح د ي‬


‫ ول كمى اوصيكث م بخؤايم ئ ورؤ الث ح ل‬، ‫به‬

Humeyd b. HilâTin naklettiğine göre: Herim b. Hayyân’a “Vasiyet et”


dediklerinde: “Hayatta nefsim beni tasdik etti. Vasiyet edecek bir şeyim yok.
Fakat ben yine size Nahl sûresinin sonundaki âyetleri tavsiye edeyim” dedi.

‫ت ثنا قتثتة‬3 ‫ ءا‬،‫ ثت ا ث حم د بزإ ن حاق‬:‫ قات‬،‫ ] ثنا إبزاهم أ بن عند الله‬١٢١/‫ )“ [؟‬١٧٨٧(
‫ أثه‬، ‫ ع ن هرم ب ن خثا ن‬، ‫ ع ن ع ون ب ن أي ي ش دا د‬، ‫ظ ن ب ن حليم ة‬ ‫ قا د ت ثن ا‬، ‫ب ن إ مسا عي ل‬

،" ‫صوا عني ديتي‬ ‫م‬ ‫ " ر م ي ئ ز أن‬: ‫ ق ا د‬، ‫رب أ ؤ م‬ ‫ قالوا لقت ق ا‬،‫انن ؤ ت‬ ‫نزت به‬ ‫جئ‬

‫ ل‬Nahl Sur. 125


Ebû Müslim el-Havlânî 530

‫ " ؤاذ ع‬:‫ هزأ عشه م‬p ،" ‫م‬ ‫ال‬ ‫أ ر م ه مباخر ن ورة‬ : ‫ قا د‬،‫رم‬ ٧ ‫ما زا؛ نم ا تومي‬
‫قا ة‬.'‫س ل م ون ي م‬ ‫و اثني ن خء‬ :‫ن مر ي قب ا ل ح م ح ة وال نؤعظة ا ل خ ذ ه إ ر قزل ؤ‬ ‫إر‬
،‫ عن ا لخشن‬، ، ‫ زيف ا ؛‬،‫ عن لمي نحرم‬،‫ وان جريري‬،‫ عن أبي قرعه‬، ‫ عن ابن قو س‬،‫شي ة‬

‫غذ رم م حث‬
Avn b. Ebî Şeddâd’ın naklettiğine göre: Herim b. Hayyâna ölüm
döşeğinde ،‘Ey Herim, vasiyet et!” dediklerinde, “Borçlarımı ödemenizi
vasiyet ediyorum” dedi. “Başka ne vasiyet ediyorsun, ey Herim?” dediler,
“Nahl sûresinin son âyetlerini vasiyet ediyorum” dedi ve “Rabbinin yoluna
hikmetle ve güzel nasihatle davet e t...”1 âyetinden “Allah muttaki
olup ihsanda bulunanlarla beraberdir”^âyetine kadar okudu.

، ‫ ثئ ا عئد الل ه بن أ ح ن ذ بن ح م‬:‫ قات‬، ‫ ] ثن ا أثو بكر ئ ذ مال ك‬١٢٢/‫ [ ؟‬- ) ١٧٨٨(
، ‫ ص م ح م د بن زيد ال م د ي‬C‫ عنبعلته‬،‫ عن ا ل م نذ ر‬،‫ ثن ا عبد انزا ج ز ائخ ا ؛اد‬،‫ح دبغي أبي‬
:‫ قاد عئد الل ه‬، ‫ أنز؛محلم ب ال ص الة را‬،‫ إدا نأى أغلت يكثرون ا ل ص ح لق‬٠' ‫رم‬ ‫ *كا ن‬: 3 ‫محا‬
٠٠ ‫ " أ م زهوب ا ل ص ال ة‬: ‫ نقا د‬،‫و ح دقتي س ش م غ أب ا حم د الل ه عئد الؤا جزبإسن ا ده‬

Muhammed b. Zeyd el-Abdî der ki: “Herim b. Hayyâ^, ailesinin çokça


güldüğünü gördüğü zaman namaz kılmalarını söylerdi veya emrederdi.”

، ‫تن أ خ ن ذ بن ح م‬° ‫ ثن ا عتد الثب‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا أثو بكر بن م ا ل ك‬h y / y I - ) ١٧٨٩(
‫ قات هرم بن‬:‫ قات‬،‫ عن اثن ف ؤ د ب‬،‫ ثن ا خن زة‬:‫ ما لأ‬،‫ ثن ا ث ارون ن تنزو ي‬،‫ح د ب ي أيي‬
‫ش م ه و د أ ال‬ ‫ق ال ئل و م‬, ‫إل أذ ع ا لختل‬ ،‫م ام‬ ‫ " ل ؤ ي د ي ر م ض‬:‫ظ لأ‬
" ‫ أ ال محعل ت‬، ‫صنع ت‬

Herim b. Hayyân: “Bana, cehennem ahalisinden olduğumu söyleseler


bile; nefsim beni kınayıp «Neden yapmadın, neden etmedin» demesin diye
ibadet etmeyi ‫ك س‬etmem” dedi,

،‫ ثن ا أ خ ن د بن ق ش الحل واني‬:‫ قات‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أب و إشحاقط بن خنزة‬١٢٢/٢ ‫ ل‬- ) ١٧٩٠(


، 0 ‫ ثن ا ب ث ا م بن حثا‬: ‫ قا د‬،‫ عن ع د الوا ج د بن ن ي ئ ا ن الثراء‬،‫ ثنا ت ع د ن نل بما ن‬:3 ‫دا‬

1NaM Sur. 125


2 Nahl Sur. 128
Ebû Müslim el-Havlânî 531

‫وا أيدي ه و‬ ‫ ئنث ا نفض‬، ‫رم بن حق ان في يؤم م ا ش شديد ا ل م‬ ‫ ن ا ث‬٠٠ :‫ قال‬،‫ض ا لخض‬
،‫بك ن أحل ول منة ز ال أقضن منة‬ ‫هل م‬ ، ‫ جا ء ت س حابة ث س ر ح ش قا ن ت عأى ي‬، ‫غذ قترو‬
" ‫ل أ ئ ه ش ق م ح ل أ ا م ح <ئ ئ‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: Herim b. Hayyân çok sıcak bir yaz günü vefat etti,
insaniar onu defnedip ellerinin tozunu silkelediklerinde, bir bulut gelip
meza^mn üzerinde durdu. Bulut, mezarmdan uzun da değildi, kısa da
değildi. Kabri doyuruncaya kadar sulayıp gitti.

‫ ثن ا أ خ ن د بن ا لخثن ثن ي د‬: ‫ محا د‬،‫ ] حدثت ا أبو م ح م د بن حثا ن‬١٢٢٨ [ - ) ١٧٩١(


‫ عن‬C‫ ^ ^ تن ي حش‬١ ‫ عن‬، ‫ص مزة‬ ‫ثن ا‬ :،3‫ محا‬،‫ ثن ا أثوبي بن م ح م د الزث؛ن‬: ‫ قا د‬، ‫المل ك‬
‫ وأنثت ا لع ن ب م ن يؤمهاا‬،‫ " أمطن قث رم بن حق ا ن م ن يؤم ه‬:3 ‫ ظ‬،‫قت ا ده‬

Katâde der ‫لكل‬: “Herim b. Hayyân’ın kabri, ilk gününde yağmurla sulandı
ve aynı gün otları bitti .”

،‫ ثن ا علي ن إ ن خ ا ق‬:‫ قاد‬،‫ <] حدثن ا حم د الثؤ ثن م ح ئ د بن جئ م ر‬Yy/y[ - ) ١٧٩٢(


‫ ض‬،‫ ئ هش ا م‬:‫ ئ ا د‬، ‫ع م ئ خنذا ن أثو ال م‬ ‫نحا‬ :‫ ائد‬، ‫ش ئ ي‬ ‫ ظ خ ت ئ‬:‫ق ا ت‬
‫ جاءته ت ح ابة هظلل ث‬، ‫' نث ا ما ت هرم بن حث ا ن ر ح م ة الثؤ علته ورض وانة‬٠ :‫ قا ت‬،‫ا لخشن‬
" ‫ص ث خ ؤد مح ي ق ه‬ ‫ هث‬،‫ ئ ث نفث ن ش ئ عش ال م ه‬،‫ت ريزة‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Herim b. Hayyân vefat ettiğinde bir bulut gelip
naaşım gölgeledi. Defnedilince de kabrini suladı. Kabrin etrafına hiç yağmur
değmedi.”

Ebû Müslim el-Havlân‫؛‬


Onlardan birisi de; dertleri ve sıkıntıları bir kenara atmış, zikir ve
emredilen ibadeti erte‫؛‬teselli ©Imuş el-Havlânî Ebû Müslim Abdullah
b. Sevb, ümmetin bilgesi ve temsilcisi, hizmetin müdavimi ve
geliştiricisi.
Derler ki: Tasavvuf, gelip geçecek olan faniden vazgeçmek,
sürükleyip götürecek olan bakide teselli bulmaktır.
‫‪532‬‬ ‫‪Ebû M üslim el-Havlânî‬‬

‫(‪ ] ١٢٣^ [ - ) ١٧٩٣‬ثن ا أ ي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا إبراهي م ى ا لخشن‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا أثو م ح ز بن م ح م د‬
‫م ا ل حم ص ي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا بم ش س تع ي د ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا عطاء بن ثريد‪ ،‬ص ■ع ل م ن ه بن‬ ‫بن‬

‫بمة ال‬ ‫أثو ن م انح ؤ اليي‪،‬‬ ‫ه ‪ ،‬قات‪ :‬امحى وغن إ ر ئن ا ت ة ثن القابعين ثلمه م‬
‫ي جال س أ خذا هط‪ ،‬ز ال يثكق؛ في ف ي ء م ن أمر ال د ي إ ال ث حولط عنه‪ ،‬ئ د ح د ذا ث يؤم‬

‫ا ل م تح د فثثت إلىثمر مح د ا ي ث ن غ وا‪ ،‬هز جا أن ذك ون وا غش ذ ك ر و حقر ن جل س إل ي ه م ‪ ،‬ء إ دا‬

‫تعص ه م مولت‪ :‬هدم ع ال م ي فأ صا ب *كدا وكدا‪ ،‬نقا د ا حن‪ :‬ج ه ر ت ع ال م ي فنفن إليه م ‪،‬‬
‫قادت ‪ ٠٠‬ئئ حا ن اللمؤ إ آتدزون نا متلي زئمح ز؟ و ج ل أ صابه م هلر ريئ واب ‪ ،3‬قالت م ث‬
‫مما د ‪ :‬ل و ن خن ق ف ذا ائي ث خ ز ي ذ ه ب غش ف ذا الئحلؤ‪،‬‬ ‫ها دا ئ ؤبمصزاعثن‬
‫ه ث ووفز ؤأة أزي و أن تق ون و\ ع د ذكر و ش ظءذا‬ ‫ف د خ د ةذا ق غ ال طفث ق‪،‬‬
‫أغ م أ صحا ث ال د ي "‪ ،‬وئ‪3‬؛ له قائد ج ئ محز ورى‪ :‬نؤ هص ز ت ص بغض نا ئص ث ع ؟‬

‫م ق ول وأل بم مب أ د ع و ‪ dfclj‬ه ‪ ،‬خ ر ‪٩‬‬ ‫ه‪1‬ت‪1 :‬ت‪1‬قء ل ثأ ث ط ىإ؛ م حب في م ح ة‪ ،‬أث‬


‫رأيت م الث ايه ق ال سثبق وا منه ا ق يا ؟ قالوا‪ :‬بأى ‪ ،‬محاد ‪ ٠٠ :‬قاري أبص ز ت ا لعايه نإن ي إل ت ا ع‬
‫إل ش ا ع ائث ؤ ت ئت ا بى ؤتن ي وق اا ‪ .‬حدثن ا غيد الله بن م ح م د بن جعف ر‪،‬‬ ‫ع ابه‪ ،‬وع اية‬

‫^ ^‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ظ ا ئ ا م حا ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ئ‬ ‫قات‪ :‬محا غ ئ تن إ ض ائ ‪ ،‬قاد ‪ :‬ئ خن س ‪١‬‬


‫إئن؛ ويلم ن ن ب ي ي ‪ ،‬قاد‪ :‬ثن ا ا لخثن بن روتا ‪ 0‬أن أبأ من ل م ا ل ح ؤ الني ب ح د ا لخئ ج ذ ف ن خ‬

‫م قي ا ي ث ن غ وا‪ ،‬ئ ذ و متل ةست واء إل ى محول ه‪ :‬ه ا دا أن م أ ص حا ب دنا‬ ‫إلى‬

‫‪: “Zühd, aralarında Ebû Müslim el-Havlânî’nin‬لكل ‪Alkame b. Mersed der‬‬


‫‪,olduğu tablûndan sekiz kişiyle bitti. Ebû Müslim, kimseyle oturmaz‬‬
‫‪dünyayla ilgili ne konuşulsa hemen orayı terk ederdi. Bir gün mescide girdi‬‬
‫‪ve bir araya gelmiş bir grubu görüp hayır için toplanmış olmalarını temenni‬‬
‫‪,”ederek yanlarına oturdu. Baktığında, birinin: “Oğlum geldi şunu getirdi‬‬
‫‪diğerinin “Oğlumu hazırladım” gibi laflar ettiklerini gördü. Onlara bakıp‬‬
‫‪şöyle dedi: “Sübhanallah! Benle siz neye benzeriz bilir misiniz? Sağanak‬‬
‫‪yağmura maruz kalan bir adam baktığında büyük bir kapı görür ve: «Şu‬‬
‫‪yağmur bitene kadar eve gireyim» deyip eve girer ve evin tavanının‬‬
‫‪olmadığını görür. Biz bu misale benziyoruz. Yanınıza zikir ve hayırla meşgul‬‬
‫‪olmanızı temenni ederek oturdum, ama sizin dünya ehli olduğunuzu‬‬
‫”‪gördüm .‬‬
Ebû Müslim el-Havlânî 533

Yaşlandığı ve zayıf düştüğü zaman kendisine: “YaptıJdarından bazılarını


bıraksan” denildiğinde, “Siz, atı yarışmakta olan atların arasına yollasanız ve
yarışın bitmek üzere olduğunu görünce onun binicisine onu bırak ve
yumuşak davran deyip atın kazanmasını istemez misiniz?” diye sordu.
Onlar: “Elbette kazanmasını isteriz” karşılığını verince, Ebû Müslim şöyle
dedi: “Ben hedefi gördüm. Koşan herkesin bir hedefi vardır. Her koşanın da
varacağı yer ölümdür, ister yarışı kazanmış olsun, ister kaybetmiş fark
etmez.” Ebû Müslim yaşlanıp da güçten düştüğü zaman biri ona: “Şu
yaptıklarını biraz azaltsan olmaz mı?” dedi. Ebû Müslim: “Atınızı yarış atları
içinde saldığınız zaman binicisine: «Onu kendine bırak ve fazla zorlama!»
dersiniz. Ama hedef göründüğü zaman ise binicisinin onu hızlandırmasını
istersiniz, değil mi?” diye sorunca, onlar da: “öyle!” dediler. Bunun üzerine
Ebû Müslim: “işte ben de hedefi görmüş bulunmaktayım. Çaba içinde olan
her kişinin varacağı bir hedef vardır. Bu hedef de ölümdür. Ama kimi önce,
kimi de sonra bu hedefe varır” dedi. '
Haşan b. Sevbân’ın bildirdiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî, mescide
girdiğinde bir araya gelmiş bir toplulukla karşılaştı... -R iv ay et yukarıdaki
gibi devam etm ektedir-

‫ ثن ا أب و ؤ ز‬:‫ قات‬،‫نب ل‬
‫سد ئ م‬ ‫ ثن ا‬:‫ قات‬، ‫س د‬ ‫ ] ثن ا مه د الثؤ ئ‬١ ٢ ٣ ٨ [ -) ١٧٩٤(
: ‫ محا د‬، ‫ عن صموأن بن ممئ ل م‬، ‫ ثن ا ت خ ئ د بن غ ن ه‬:‫ محات‬،‫ ثن ا أت ا نة‬:‫ قات‬،‫بن أيي شتثه‬
، ‫وذق م ه‬ ‫ قبم أ اقن؛ شؤك ال‬،‫جه‬
‫^ وزقا ال قزق ن‬-^ ١ ‫ " كان‬:‫ل خزال ئ‬
‫سم ا‬ ‫قات أثو‬
٠٠ ‫ث ر كولث‬٢ ‫ نإن ر كثهز‬،‫ نإنثاهدئه مئ ا ق د ولث‬،‫إن 'ئ اثب م إل ن ابوك‬

Ebû Müslim el-Havlâni der ki: “Eskiden insanlar dikensiz yapraklardan


oluşuyordu. Şimdi yapraksız diken olmuşlar. Söversen onlar da sana
söverler, tartışırsan onlar da seninle tartışırlar, onları terk edersen onlar seni
terk etmezler.”

‫ عن أبي‬،‫ عن عبد ا ل ر ح م ن بن ج م ر بن نفير‬،‫ ] رواه صف وان بن ع م رو‬١٢٣/‫ )" [ ؟‬١٧٩٥(


‫ " ف ي ع ر صلف‬:‫ ئئ ا أص ثغ؟ محا ل‬: ‫ مح ا د‬،" ‫ نإن ن هم ت منه م ئدز طولئ‬٠' :‫ ززاذ‬،‫ف ن ل م متل ه‬
" ‫زخذ شقا ص ال ق ي ء‬ ‫يؤم‬
‫‪534‬‬ ‫‪Ebû Müslim el-Havlânî‬‬

‫‪Saivân başka bir kanalla aynısını rivayet edi^ şunu ekler: Ebû Müslim‬‬
‫“‪Onları bırakıp gidersen sana yetişirler” diyerek sözünü bitirince ben “Peki‬‬
‫‪ne yapmalıyım?” dedim. “Rahatını, muhtaç olacağın gün için feda et ve‬‬
‫‪hiçbir şeyden biraz al” cevabını verdi,‬‬

‫(‪ Myi / y [ -) ١٧٩٦‬حدثن ا أثو بكر بن مال ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عبد الل ه بن أ ح م د بن حمحل‪،‬‬
‫ح د بغى أبي‪ ،‬قا ت‪ :‬ثنا أبو ا ل مغيرة‪ C‬محا د ‪ :‬ثن ا ضفؤان ب ن ع مزويه‪ ،‬ثن ا م ح م د بن أ ح م د بن‬

‫م وت ى‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا ا ئ ن ز ئ ‪ ،‬محات‪ :‬ثن ا ‪ ^ ١‬لهيع ه‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا ابن‬ ‫بن‬ ‫‪ 1‬لخض‪ ،‬د ا ‪ : 3‬ثن ا بشن‬
‫هتئزه; أن كئ ج "ى ن يموت ‪| " :‬ن حك؛‪-‬؛؛ هذه ا ال؛م ة أبو م نل م ؛ ك ز ال ؤ ‪٠٠‬‬

‫‪ibn Hübeyre’nin naklettiğine göre Ka’b(u’l-ahbâr) şöyle derdi: “Bu‬‬


‫”‪ümmetin bilgesi, Ebû Müslim el-Havlânî’dir.‬‬
‫(‪ [ -) ١٧٩٧‬؟‪ ] ١٢٤/‬حدثن ا أ خ ن د ث ذ م ح م د بن ا ل م ص ل ‪ ،‬ما لأ‪ :‬ثن ا ث خ ئ د بن إ ئ خ ا ق‪،‬‬
‫بجت‪ ،‬غ ذت الل ه ئي دثار‪ ،‬قات‪:‬‬ ‫ئ ال ق ئ أ ي زيا د‪ ،‬قاد‪ :‬ظ تث ات‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ث إ‬ ‫ئ ت‪ :‬ظ‬
‫ت م‬ ‫م ا نأ ى أث ا شتي م ال خ ؤ ال ئ‪ ،‬ق ات‪ " :‬ص ف ذا ؟ " قالوا‪ :‬ف ذا محو‬ ‫ثل ثا أ ة‬
‫م م ص ا لآثه "‬ ‫انخؤ ال ئ ‪ ،‬ق ات‪ :‬ما ف دا‬
‫‪: Bize ulaşan bilgilere göre Ka’b(u’l-ahbâr), Ebû‬كل ‪Mâlik b. Dînâr der‬‬
‫‪Müslim el-Havlânî’yi gördüğünde “Kim bu?” diye sordu. “Bu Ebû Müslim‬‬
‫‪el-Havlânî” dedilderinde “Bu adam, bu ümmetin bilgesidir” dedi.‬‬

‫(‪ [ “) ١٧٩٨‬؟‪ ] ١٢٤/‬خ ا؛ثن ا أبو خا ب ز شر جثا ه ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أب و ا لعي س ال ث ؤا ج‪ ،‬قا ت‪ :‬ثنا‬

‫م ح ئ د س الصث ا ح‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا نتي ا ن‪ ،‬محا د ‪ :‬ت ب غ ت أث ا ف ارون ث و ت ى بن أيي مح ن ى ‪،‬‬


‫ف ود‪r :‬؛‪ ûl‬ق ا د ‪:‬ماا ؛ أص شتيم ا كؤ ال؛تي ن طل هذه ا خم "‬
‫‪Ebû Hârun Mûsa b. Ebî İsa det ki: Eskiler “Ebû Müslim el-Havlânî bu‬‬
‫‪ümmetin temsilcisidir” derlerdi,‬‬

‫(‪ ] H i / y [ -) ١٧٩٩‬ثنا أثو ث م ئ مال ك ‪ ،‬محات‪ :‬ثغ ا عبد ال م بن أ ح ن ذ ‪ ،‬خد ش ي حيى بن‬
‫قاد‪ :‬ثن ا أبو الن ل ح‪ ،‬عن يزيد قئيي ابن ج ابرء ه ات‪ :‬كا ذ أبو من ل م‬
‫‪ 1‬لح ؤ ال ئ " يكث زأ ن مث غ صؤد‪4‬بال تكبي ر ح ز م غ ال قث ياي "‬
‫‪Ebû Müslim el-Havlânî‬‬ ‫‪535‬‬

‫‪Yezîd b. Câbir der ki: Ebû Müslim el-Havlânî çocuklarla beraber olsa‬‬
‫‪dahi tekbîr getireceği zaman sesini yükseltirdi. Ayrıca şöyle derdi: “Allah’ı‬‬
‫”!‪öyle bir zikredin ١٤٤, cahiller gördüğü zaman sizleri deli sansın‬‬

‫(‪ [ “) ١٨٠١‬؟‪ - ] ١٢٤/‬حدثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا مه د الل ه بن أ ح م د بن ح س ل ;‬

‫م عون‪ ،‬عن ا ل ح ش‪ ،‬قا ‪3‬ت ئ[‪ ،‬أثو م ث م‬ ‫ح د ب ي أيي‪ :،3^ ،‬ظ ؛بن أيي عد ي‪ ،‬عن‬
‫أة‬ ‫مو ب‪°‬‬ ‫ب د اش ‪،‬‬
‫ذ م عد؛ م‬ ‫ب ئه ا ‪ ،‬ووذ م ا ‪،‬‬
‫م‬ ‫ك ز ال ه " إلقء ش ى إنء أ ال أ ؤ ت ه ‪،‬‬
‫م ;‪b‬‬ ‫بج ث ظي ئ‪ ،" 1‬قالوا ‪ :‬ت ذت‬ ‫ى ‪ ١١٤‬؛‪" :‬‬ ‫ن م ص وأ م ح ق ه‪ I‬ز خل ل ي "‪ ،‬أؤ‬
‫م زاي ي ي "‬ ‫أث ا ث ن ب م ؟ قات‪" :‬ت‬
‫‪;Hasan(-i Basrî) der ki: Ebû Müslim el-Havlânî dedi ki: “Bir düşünün‬‬
‫‪birine İram da bulunsam, yedirsem ve her şeyi versem, yarın Allah’ın‬‬
‫‪huzurunda beni kötüler. Ama onu kızdırsam, yorsam ve çalıştırsam, yarın‬‬
‫‪.benden razı olur.” Orada bulunanlar “Kimmiş o ey Ebû Müslim?” dediler‬‬
‫‪Vallahi o ne£simdir” dedi“.‬‬

‫(‪ ] n \ i / x [ -) ١٨٠٢‬حدثن ا أ خ ن د بن ج ع مر بن ح م دا ن‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ثن ا عئد الل ه بن أ ح ن د بن‬


‫خ م ‪ ،‬خ د ي مه د اش تن مه د ال ي م ال شممب دي‪ ،‬قات‪ :‬ث إت ر واذ‪ ،‬قات‪ :‬نما ف غث ت ئ‬
‫فد‬
‫م ال خ ز ال ئ‪ " :‬لز ي‬ ‫س ت ق ء ا لخنين‪ ،‬قات‪ :‬قات أبو ت‬ ‫خثأا ل ال ئ < ي ‪ ،‬قات‪ ، :‬ط‬
‫نقن‪ ،‬نا انتتل غت أن أزيد في عملي "‬
‫إن ج ه م م‬

‫‪Ebû Müslim el-Havlânî der ki: “Bana Cehennemin kızıştırılıp artık hazır‬‬
‫”‪hale geldiğini söyleseler şu an yaptığım amellerden daha fazlasını yapamam.‬‬

‫(‪ \ [ “) ١٨٠٣‬ا ! \ ا ] حدثن ا أثو م ح م د بن خقا ن‪ ،‬ثا ن ‪ :‬ثن ا إئزاي إ بن م ح م د بن‪، ، ^ ^ ١‬‬

‫^‪ ٤٠‬أتت؛ ظى‬ ‫سم‪١‬‬ ‫أةص‬ ‫ص م‪،‬‬ ‫ط أ ‪ ،‬عن‬ ‫ظ ‪3‬ت ئ هدبه‪ ،‬ئا ‪ : 3‬ظ خا ن تن‬

‫ه نأيي بكر و ع م وعتن‪ 1‬ن‬ ‫عي د معاوية ‪ ،‬مم ي د ‪ :‬ما من ع ك أن ب س ل م ع ر عهد ال غي‬

‫رضى الثت •كنه م ؟ ممات‪ " :‬إري ن ج د ت هذه ا ال م ه غش ئ الثؤ أطن ا ب ‪ :‬ص ن ف يدحلون‬
‫أ ل حثه يغير ج ن ا ب‪ ،‬وصمنمحس‪ ،‬يحاسثنون ح سابا يممسراء وصنف‪ ،‬ئصييه م ف يءب م يد حل ون‬
‫ب‪،‬ثي و ذ ح ظي‬
‫م‬ ‫؛ ب يثث‪ ،‬ظ رد ت أن أ ط وذ م ن ا ال ول؛ ئ‪ ،‬إلن ن م أ"كن بنهز م ح ق م ن م ح ن‬

‫ب ز ف ي ء ‪ P‬يد حلون ‪1‬ئ جثه "‪ Ij S ' ،‬زز؛ة‬


‫م بنه م مح ئ ب ن ال ذ ؛ ن ي ب ي ج‬ ‫س م ؛ ‪ ،‬ؤن ل م‬

‫م غش عهد معاويه‪ ،‬ول ك ن محاجر إ ر ا ل آ م ال ن ق دس ة قي أقا م محاويه وت كن ه ا‬ ‫أ‬


536 Ebû Müslim el-Havlânî

Kâsım’ın naklettiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî, Muâviye döneminde


Müslüman olmuştu. Kendisine “Peygamber (sallallahü aleyhi vesellem), Ebû Bekr,
Ömer ve Osmân döneminde Müslüman olmana mani olan nedir?”
dediklerinde şöyle cevap verdi: “Bu ümmetin üç sınıftan oluştuğunu
gördüm: Bir sınıf cennete hesap vermeden girerler. Bir sınıf hesaptan
rahatlıkla geçer. Bir sınıf biraz sıkıntı çekip cennete girer. Ben birinci
sınıftan olmak istedim. Onlardan olamazsam hesabı rahatlıkla geçenlerden
olurum. Onlardan da olamazsam, biraz sıkıntı çekip cennete girenlerden
olurum-”
Başka bir rivayetinde: “Muâviye döneminde Müslüman oldu, Muâviye
döneminde mukaddes topraklara hicret etti ve oraya yerleşti” ibaresi
geçmiştir.

‫ قادت ثن ا‬، ‫ ثن ا م ح ئ د بن إن ح ا ق‬:‫ ه ات‬،‫ ] حدثن ا أبو ح ا م د بن جثثه‬١ ٢ ٥ ٨ [ ") ١٨٠٤(


‫ عن أيي ع د الثؤ‬،‫ عن جعف ر بن رقا ن‬، ‫ ثن ا عل ي بن ثا ب ت‬:‫ هات‬٤^ ^ ^ ١ ‫م ح م د ئ ذ‬

‫ ن ح د أثو س ل م ا ل ح ؤ اليي عش معاويه‬:‫ قات‬،‫ و كا ن م ن حزس ع م بن عبد الزير‬، ‫ا ن ي ث ؤ‬


‫ إل‬، ‫ش م‬ ‫ ا ال ى ; ا أبا‬: ‫ ق ات ال م‬، ٠' ‫ " الث الز عوق ب أبجا ا أل جي‬:3 ‫ وئ‬،‫ثن أ ي ن يا ن‬

‫م‬ ‫ط‬ ‫ ذغوا أب ا‬:‫ ق ات من اويه‬،‫ ا ن ي‬:‫ ق ات ال ض‬،" ‫ " ا لغ ال ء غثلث أبجا ا ي‬:‫قات‬
‫ و ج ع د‬،‫ " إثن ا ظ لف م قل و جل ا ن ث أ ج ر أ جيزا فز ال ه ماخس ة‬: ‫ قا د أبو ش م م‬،‫م ب ما م و لأ‬ ‫أ‬

‫ ءإن غز أ خت ن وعيته ا ووهر جراؤه ا‬، ‫ب ن ال ي ث ه وت ري جراؤه ا وأيبه ا‬


‫م‬ ‫ه ا آل جر غ د أن‬
‫ نإن ن ؤ ل م ي حس ن‬،‫ أ ظا ه أ جنة ززاذ م ن قتل ه ريا نة‬،‫حض ث ل حى الصغيره و س م ن ا ل ع ج ماء‬
، ‫ ؤ إل تز ر جزاره ا وألثائه ا‬،‫ وشح ف ن الث مينه‬،‫هأ ا ث ا ل ع حث اء‬5 ‫ خش‬، ‫وعسه ا وأ صاعه ا‬

‫ نا ف اء الثت " كا ن‬:‫ معاوية‬3 ‫ مما‬،" ‫ و إل يعط ه ا أل ج ز‬، ‫غض ب علته ض ا ج ي ا ال م قن ا ق ة‬

Ömer b. Abdilazîz’in muhafızlarından Ebû Ahdillah el'Harasî’nin


naklettiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî bir gün Muâviye b. Ebî Süfyân’ın
huzuruna girip “es-Selâmu aleyke, ey kahya” dedi, insanlar ،‘Ey vali” diye
düzeltmek istediler. Muâviye “Ebû Müslim’i rahat bırakın, kendisi ne
dediğini iyi bilir” dedi. Ebû Müslim şöyle devam etti: “Senin durumun,
birinin ücret karşılığında tuttuğu ve sürüsünü sorumlu tuttuğu kişiye
benzer, ücretini de güzel çobanlık yapmasına, sürünün yünlerinden ve
sütlerinden iyi kâr etmesine bağlamıştır. Eğer güzelce otlatırsa, yünlerinden
kâr edip küçüğü büyütürse ve zayıfı beslerse ücretini öder ve içinden gelerek
Ebû Müslim el-Havlânî 537

fazlasını verir. Eğer güzel gütmezse, kaybederse, zayıfın ölmesine, besilinin


zayıflamasına sebep olursa, yününden ve sütünden kâr etmezse, kiralayan
kişi ona kızar ve ücretini ödemez.” Muâviye “Allah’ın dediği ne ise o olur”
dedi.
‫ ثن ا‬: ‫ ب ا د‬، ‫ ثن ا ث خ ث د بن إ ن خ ا ق‬:‫ قات‬،‫ ه \ ا ء حدثن ا أي و حام د بن جثثه‬/ \ [ ")١٨٠٥(

‫ ك ال أ م‬: 3 ‫ قا‬،‫ غذ أمح ه‬،‫م ئ ق ت ظ‬ ‫ ظ م حت‬:‫ قات‬،‫ظت‬ ‫ ئ‬:‫ قات‬،‫غ ايرن ئ ع د الثؤ‬
:‫ لق‬3 ‫ مما‬،‫ء ا ة‬-‫ ئأش مث اويه مم ي ل قه ة ئأ زت ز إقه ىل‬،‫م ن ل م ا ل ح ؤ ال ئ قط و ف بن عي ا إلت ال م‬
‫ إن •ع م ل ت حتزا‬، ‫م عن قلي ل‬ ‫ " ئ أ ث ح دوئة‬: ‫ هل ت‬:‫ معاوية‬: ‫' ها د‬٠ ‫ن ا اشثل ث؟‬

‫م‬ ، ‫ يا معاونه إن عذل ت عل ى أه ل ا لأرض ج ميعا‬،‫ نإن ع م ل ت ئؤا ج زي ت به‬،‫ج زي ت به‬

" ‫ج زت غ ر ز ج ل وا ج د ن ات ج نت ك بث دللث‬
Şumayt’ın naklettiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî etrafta dolaşıp artık
İslâm’ın öldüğünü söylüyordu. Muâviye’nin bulunduğu yere geldiğinde onu
çağırtıp duasını almasını söylediler, o
da Muâviye’ye: “Adın ne?” diye
sorunca, “Muâviye” dedi. “Bilâkis, (ölünce) az bir süre sonra bir kabirle
karşılaşacaksın, iyilik yapmışsan karşılığını göreceksin, bir kötülük yaptıysan
da onun karşılığın göreceksin. Ey Muâviye! Bütün yeryüzü ahalisine adaletli
olsan da içlerinden yalnızca birine haksızlık yapmış olsan zulmün adaletini
alaşağı eder.”

‫بما ة‬ ‫ ظ إ و صز بن‬:‫ قات‬،‫ ا خدتثآ محت ال ي م ئ ا م حا س‬١٢٦/٢ ‫ )" ل‬١٨٠٦(

‫ عن‬، ‫ عن شر ح بي ل بن مش ل م‬،‫ ث إ إ س ما عي ل بن عثا ش‬،‫ت ق ا الهيث م س حا ر ج ه‬،3‫ ئ‬، ‫الحربي‬


‫ أين أه ل ك ؟ دهث وا‬،‫ " يا حربة‬: ‫ محا د‬،‫ أثه ” كا ن إدا ومح ق ن غش حربة‬،‫أيي ت شب م الح ؤ ال ني‬
‫ اثن ادم رك ال ح طيئة أهؤن ص‬،‫ وا م طث ت ا لشه وات وب م ت ا ل ح ظليئه‬،^ ‫وت م ت أع مال ه‬
‫ش ب ال من ة ا ا‬

Şurahbîl b. Müslim’in naklettiğine göre Ebû Müslim el-Havlânî bir


harabe gördüğünde şöy^e derdi: “Ey harabe, sahiplerin nerede? Kendileri
gitti amelleri kaldı. Zevkleri kesildi günahları kaldı. Ey Âdemoğlu, günahı
yapmamak tövbe istemekten kolaydır.”

‫ ثن ا عتد الثؤ بن أ ح م د بن‬:‫ باد‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جعف ر بن ح م دا ن‬١٢٦/٢ ‫)" ل‬١٨٠٧(

،‫يونس بن ال هزم‬ ‫ حدبي‬،‫بن الثار‬ ‫ ثن ا هش ا م‬:‫ قات‬،‫ ثن ا الجن نزة‬:‫ قات‬،‫ ح د ب ي أيي‬، ‫خ م‬
538 Ebû Müslim el-Havlânî

، ‫ أقه ئا ذ ى معاوثه ئ ذ أيي سمحا ن ؤئز جا لس على م مب م ن ى‬،‫عن أ ي م ن ي م ا ل ح ؤ ال ئ‬


‫ نإن ل مث ج ئ‬،‫ إن ج ث ث بق يء ك ا ن لل ق قيء‬،‫أ ث هتز م ن المثور‬ ‫إث ما‬ ‫ " يا‬: ‫مما ل‬
‫ ول ك ن ال خ الءه‬،‫ ال ث ح تت ن ال خ الءه ج م غ الغالب و مع ه‬،‫ يا سماوية‬،‫ف يء للف‬ ‫ال‬ ‫بث يغ ب‬

‫محاقي ي ك د ر‬ ‫ال‬ ،‫يا معاوية إ‬. ‫ وأ ح ذ الغ امس في با ت ال ر‬،‫ والم ؤألبالتع ذل ة‬،‫ ^ ^ب ا لح ق‬١
‫ إئالئ أن ث حيفن غش قبيل ة م ن‬،‫ يا م عاوية‬، ‫نإثلف رأس ع س ا‬ ‫سا‬ ‫ا النه ا ر م ا ضف ئ ث ا رش ع‬
،‫م ما قه أ ق د عثه م عاويه‬ ‫م نل م‬ ‫ ء ل م ا قصى أبو‬،" ‫ح بملف بع دلل ط‬ ‫ب‬ ‫اق ر ب ي ذ ه‬ ‫قائ ل‬

‫ الثة‬٠^ ^ ^ :‫ممات‬

Ebû Müslim el-Havlânî, Dimaşk (Şam) minberinde otururken Muâviye


b. Ebî Süfyân’a şöyle dedi: “Ey Muâviye! Sen mezarlardan bir mezarsın.
Sana bir şeyler getirilirse ona sabip olursun, getirilmediği zaman da bir şeye
sahip olamazsın. Ey Muâviye! Halifeliği mal biriktirip dağıtmak zannetme.
Hilâfet; hak ile amel etmek, doğruyu söylemek ve insanları idare ederken
Allah’ın hükümlerini icra etmekle y ü k i^ ü s ü n . Ey Muâviye! Kaynağımız
saf ve duru olduktan sonra günlerin getireceği sıkıntılara aldırış etmeyiz.
Kaynağımız da sensin. Ey Muâviye! Sakın Arap kabilelerinden birine
haksızlık edeyim deme. Zulm ün adaletini götürür.” Ebû Müslim sözünü
bitirince Muâviye ona dönüp: “Allah sana merhamet etsin” dedi.

،‫ ^ الدب ر ي‬١^ ‫ ثن ا إت ح ا ق بن‬:‫ ق ات‬، ‫ق ث ئ ا ن سر أ ح م د‬ ‫حدق ا‬ ] ١٢٦/^[ - ) ١٨٠٨(


:‫ قات‬،‫ غذ أيي ت م ا ك ز ال ئ‬،‫ة‬:‫ ص أيي ق ال‬،‫ ص أثوب‬، ‫ ص ن م‬،‫أ ي جد اوواي‬

‫م ع ه م ف ح ومحن‬ ‫مثل ا إل م ئ ز عين ع ظي م ة ض ا و ث ة اخل اء ي جري بجا إ ل‬


‫ال م ن ئ ث د‬ ‫ل‬ ‫ كا ن \دقدث م ن ق‬0 ‫ ظ‬، ‫صف و ال م ن‬ ‫م‬ ‫ويعود عليه‬ ‫الثامن الجب ز‬
‫ ال قق وم الثن ود‬،‫ و ف د ا إلذل\م وم قل الناس ”ك مث ل ئئتب ا ط ال س نتقئ إ البع ن ود‬:‫ مح\ لأ‬،^^ ١
‫إ ال‬ ‫ طخ الثامن‬: ‫ال‬ ‫ ب ا الزثآد م ح ب ا ز ع وتدا زان ا لخوئد وغى‬:‫ أز ئ د‬، ‫ا ال ي ا لآق ا ب‬
٠٠‫ وال تيال خ ا إلن ا م إ البالثأص‬،‫م‬ ‫ب ا إل‬

Ebû Müslim el-Havlânî der ki: “imam (lider/devlet başkanı), güçlü, duru
ve temiz olan bir kaynağa benzer. Bu kaynağın suyu, büyük bir nehre
dökülür. İnsanlar da bu nehre girip yıkanırlar. Kaynağın duruluğu da onlara
geçer. Ancak kaynağın suyu bulamk olursa, nehir de bulanık akar. Yine
Ebû Müslim el-Havlânî 539

imam ile h alinin birbirlerine karşı durumu, tek direk üzerinde duran çadıra
benzer. Direk de ancak iplerle veya kazıklarla ayakta durabilir. Her kazığın
yerinden çıkarılışında ise direk daha da gevşer. Buradan da anlaşılacağı üzere
halk, ancak imamla, imam da ancak halkla birlikte ayakta durabilir.”

، ‫ ثن ا غل ي بن إشي ا ق‬:‫ ق ات‬،‫ ا ح دمحا عبد الل ه بن م ح م د بن ج ع م ر‬١ ٢ ٦ ٨ ‫ ل‬-) ١٨٠٩(


‫ خ د ش‬،‫بما مه د ئ غق ا ش‬ ‫ ثن ا‬:‫ قات‬،‫ تحا ا;تن ا خل ازك‬:‫ ه ات‬، ‫ ثما م ح ق ال م ي‬:‫قات‬

، ‫ أآل شب ع أثا ث ن ب م ان إل ال ؤ‬،‫ عن ع مر بن تن ف ا لخؤال ئ‬،‫شرحبيل بن ثش ل م ا ل ح ؤالثي‬


‫ ظ‬،‫ أ عي ي‬0 ‫به و كا‬1‫ لأن يول د ؛ ي مول ود ي حس ن الئت ئثاثه ح ز |دا انت و ى عأى سث‬٠٠ :‫بمول‬
‫أ‬

٠٠ ‫ أ ح ب إل ي م ن أن لآك ون لي ال د ي زنا فيه ا‬،‫لآكون إلي محثص ة الل ه بثي‬

Ebû Müslim el-Havlânî der ki: “Bir çocuğumun olması, Allah’ın ahlâkını
güzelleştirmesi, gençliğinin baharında en çok seveceğim yaşına geldiğinde de
ruhunu kabzetmesi, benim için dünyaya ve içindekilere sahip olmaktan
daha değerlidir.”

‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا عتد ال م س أ ح م د بن ح م‬:‫ قا ت‬، ‫م ث ذ مال ك‬ ‫ <] ثن ا أثو‬Yy/y [ ")١٨١٠(

‫ أ ة‬، ‫ ص ئ ز ن ي د ئن ن م‬، ‫ء م‬ ‫ تحا إئ ن ام ح د ئ‬:‫ قات‬، ‫ن ئ ز ئثا و‬


‫ نحا ا م‬: ‫ قا د‬،‫أ ي‬
‫ هأثثا‬، ‫ئ ؤ في ا ل م شح د‬ :‫ صا د بع ص أهل ه‬،‫رجل ي ن أثثا أبا تغ ي م الح ؤ اليي في مغزل ه‬

‫ ظ قفل نا انصرافه وأحصتا ركوعه ءأحص ى أخنغن ا أثة ركغب ال ت‬، ‫' ء و ج ذاه ر ق ع‬٠ ‫ا ل مث ج ذ‬
" ‫ وا ال ح ر أربع ماقة ث ل أن ين صر فن‬،‫ماقة‬

Şurahbîl b. Müslim’in naklettiğine göre iki adam ziyaret etmek için Ebû
,Müslim el-Havlânî’nin evine gelmişti. Ev halkından birisi “Mescidde olmalı
mescide gidin” dedi. Oraya gittiklerinde namaz kılıyordu. Bitirmesini
beklediler. Beklerken kıldığı rekâtları saydılar. Bitirinceye kadar adamlardan
biri üç yüz rekât, diğeri dört yüz rekât saymıştı,

،‫ ثن ا عتد الثؤ بن أ خن ت بن حق ل‬:3 ‫ ها‬، ‫ حدثت ا أثو بكر بن مال ك‬h x v / x [ - ) ١٨١ ١(

٤^ ^ ١ ‫ تن ش ت ح م‬4‫ خ د ش أثو ث م ئ مه د الث‬،‫ ة‬3‫ص ظ أبو انثغه‬ ،‫طيي أ ي‬


‫ و كا ن‬،‫ أن أثاث ا م ن أ م د م ش ى أثؤا أبا م سل م ا ل حؤ ال ئ في مغزل ه‬،‫ي س‬ ‫بن‬ ‫ح دمم ي ععليه‬

‫ زأفزغ‬، ‫ ووص غ في ا ل ح مهؤ يهئئ ا‬،‫ط ا ط ه حت ره‬ ‫س‬ ‫ مح و ج دوه هد ا حتث ر في‬،‫ع ازيا أرض الؤوم‬
‫نما م وقد‬ ‫ نا ي حمل لف غل ى الصتا^ ؤأن ث‬:‫ ق ا د لت ال غم‬، ‫م اء ثه ويممتلئ م ه زه و صائ م‬
540 Ebû Müslim el-Havlânî

‫ " ل ؤ ح صن قثالت ل آئ ز ت و م وت ت‬:‫ ^ ^ فى ا ل ق ز زائثؤو؟ مما لأ‬١ ‫ر حتس ؛لغت ثغ ا؟ى نلف‬

‫أيدين ا‬ ‫ مح ن‬0‫ إ‬،‫ح ' ي‬ ‫م‬ ‫وم ح‬ ، ‫ ف د ي ر‬، ‫ وهي ب د ن‬،^ ‫ ^؛‬١‫حب ال جري‬ ‫م‬ ‫أل‬

" ‫أث اث ا ل ه ا مم ت د‬
Atiyye b. Kays bildiriyor: Şam’dan bazı kişiler Ebû Müslim el'
Havlânî’nin konakladığı yere geldiler. Ebû Müslim o sıralarda Rum
diyarında bir gazveye katılmıştı. Çadırına geldiklerinde, oruçlu olduğu için
çadırın orta yerine bir çukur kazdığını, dibine deri bir yaygı koyup suyla
doldurduğunu ve o suyun içine girip serinlemeye çalıştığım gördüler. “Sen
seferde ve savaşta olduğun için Allah oruç tutmamana ruhsat vermiştir!
Neden oruç tutuyorsun ki?” diye sorduklarında ise şöyle karşılık verdi:
“Şâyet şu an savaşta olsaydım gücümü toparlamak için orucumu bozardım.
At ham iken değil ancak eğitimli ise kişiyi hedefine götürebilir, önüm üzde
zorlu günler bulunmakta ve şimdiden o günler için hazırlığımızı yapıyor ve
çalışıyoruz.”

،‫ ثت ا أبو ال م ا س ال ئؤا ج‬: 3 ‫ ئ‬،‫بث ا ن‬ ‫بن‬ ‫محئ د‬ ‫ن‬ ‫حدثن ا أ خ ئ د‬ ‫ا‬ ١٢٧٨ [ - ) ١٨١٢(
،‫أيي ا ل عا تكة‬ ‫بن‬ ‫ ص م ح ا ذ‬، ‫ابن ن ن ل م‬ ‫مب ي‬ ‫ ثت ا ال ول د‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ال ول ي د س ف ج ا ع‬:3 ‫قا‬
‫ " أثا أ ق‬:‫ ويم ولط‬،‫في م شحثده‬ ‫ت ؤلما‬ ‫ن م الح ؤ الني أن على‬ ‫أيي‬ ‫ر‬ ‫ * كا ن م ن أ‬:‫قات‬
" ‫ شزظ أؤ ش ن ق ن‬4‫قزة ن ث ق ت اق‬ ‫ظ‬ ‫ ئء ائ‬،‫اتي‬/‫مب ت ي و م ئ ال د‬

Osman b. Ebi’l-Âtike bildiriyor: Ebû Müslim el-Havlânî, namazgâhına


bir kamçı asmıştı ve: “Ben kamçı yemeyi hakanlardan daha fazla hak
ediyorum” derdi. Namazgâhında belirli aralıklarla kamçısını alıp bacaklarına
bir iki tane atardı.

‫ ول ن‬،‫ ن ا ' كا ن عن د ي محرن ت اد‬، ‫ " ئز ل ج ئ ا لخغه عث ان ا‬: ‫ ] وكا ن م و د‬١ ٢٧/٢ [ - ) ١٨١٣ (

" ‫ ع د ي شتثوة‬٤١١٢ ‫ ظ‬، ‫تأت ث ا ل م ح ع آلا‬

Ebû Müslim şöyle derdi: “Cenneti ayan beyan önümde görecek olsam
dahi ibadetim şu an yaptığımdan daha fazla olamazdı. Yine Cehennemi ayan
beyan önümde görecek olsam dahi ibadetim şu an yaptığımdan daha fazla
olamazdı.”
Ebû Müslim el-Havlânî 541

، ‫ ثما عئد الله بن أ ح م د‬:‫ محات‬C‫ ] حدثت ا أ ح م د بن ج ئث ر ش ح م دا ن‬١٢٧/‫ [ ؟‬-) ١٨١٤(


‫ بم ولثت‬،^ ‫ ^؛‬١ ‫' ت م ن ت نلت م ان بن يزيد‬. 3 ‫ية ئ‬-‫ ثن ا رمغت‬: ‫ محا د‬،‫قا لت ثن ا ع م روب ن عل ي‬
‫ف ن غأ ى خ ه م ن م حة ا ا‬
‫ءق ي‬
‫بث ك ظ‬
‫ < ي م‬،‫ " ظ أم شنبم‬: ‫ ^ محو ف ت ي م‬١٤

Ebû Müslim: “Ey ü m m ü Müslim! Yolculuk için azığını hazırla. Çünkü


cehennemden kurtuluş yolu yoktur” dedi ,

‫ ثت ا‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا بشن ب ن م و ت ى‬: 3 ‫ هأ‬C‫ ] ثن ا ن خ ئ د ب ن أ ح ن د بن ا لخشن‬u a / y [ “) ١٨١٥ (


،‫ا لخز ال ئ‬ ‫م‬ ‫م‬ ‫ ص محي البل ه ت نن ي غ ذ [ ن ى‬،‫نمحائ‬ ‫مما‬ : ‫ ق اد‬،‫خ الب ئ يمحى‬
3 ‫مذدة؛ا ائئوئت زن ا‬ ‫ؤ ال‬ ‫عمة‬ ‫ز ال ح ج ز ال‬ ‫اد‬- ‫ قي ح ه‬: ‫يتقبل ن في أ ي‬ ‫ال‬ ‫ أربع‬٠٠ : ‫ه اد‬
‫ال مل ك‬ ‫ عن حم د‬،‫ و عيت ة في ج ماعة‬،‫رؤاه زيت‬. ٠٠ ‫زان ي اثئ وا لثرمحه‬ ‫ت م‬
‫ا لخ‬

Ebû Müslim el-Havlânî der ki: “D ört şeyle, dört ibadet makbul olmaz;
haksız ganimet, yetim malı, hıyanet ve hırsızlıkla; cihad, hac, umre ve sadaka
olmaz.”

‫ ثن ا‬:‫ ه ات‬،‫إشت ا ق‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا ث خ ث د‬:3 ‫ ظ‬،‫جبل ه‬ ‫ب ن؛‬ ‫ ] حدت ا أبو خ ا ب ز‬١٢٨٨ [ -) ١٨١٦(
،‫سم‬ ‫ ص ئ ز ن ي د بن‬، ‫ ت ا إت ن ا م د‬:3 ‫ ظ‬، ‫ ظ أثو ا ف ي إل‬:‫ ه ات‬، ‫ش ط ئ هم د البل ه‬
‫ا أث ا ش م ؟‬: ‫ ه ت تج ذ ئ ث ق بم ث‬:‫ ئة‬3 ‫ ئ‬،‫ى ا آل ح ا د‬ ‫ أ ة‬: ‫ن م انخز ال ئ‬ ‫غذ أيي‬
‫ ت ا ه ك دا‬:‫ لت 'كئ ب‬3 ‫ مما‬، ‫ أ ج د ه ز يا أب ا ات ح ا ق ي حثوئتي‬:‫ثق ا ل أبو مش ل م‬
:‫ "نحب‬3 ‫ و ي ن ممو ل الثؤزاة يا أث ا إشن ا ق؟ سا‬:‫ أب و م سل م‬3 ‫ مما‬، ‫ الثززاة ثا أث ا مش ل م‬3‫تم و‬
‫ ميخا س ا الئ'تي‬،‫ ؛ ص ؤ ئ‬, ‫ ؟ة محرى ال مر بالءيإ‬٠٠ : ‫قو د‬ 0 ‫ي أي أ س ا‬
‫ب ش ا ل وزاة‬
‫م‬ : ‫ ائ د أثو ث م‬، ٠٠ ‫نا ال و ث‬
Şurahbtt b. M üslim’in naklettiğine göre: Ka’bu’l- ^ b â r , Ebû Müslim el'
Havlânî’ye “Halkının sana karşı tutum unu nasıl buluyorsun, ey Ebû
Müslim?” diye sorunca, Ebû Müslim “Ey Ebû ishâk! Bana saygı gösterip
ikramda bulunduklarıni;görüyorum” dedi. Ka’b ona “Tevrat öyle demiyor,
ey Ebû Müslim” dedi, Ebû Müslim “Tevrat nasıl diyor ey Ebû İshâk?”
deyince, Ka’b “Ey Ebû Müslim, Tevrat diyor ‫ ;لكل‬kavminin içinde salih olan
bir kişiye en büyük düşmanlığı yapanlar, akrabaları ve yakınlarıdır” dedi.
Ebû Müslim “Tevrat doğru söylemiş” dedi.
‫‪542‬‬ ‫‪Ebû Müslim el-Havlânî‬‬

‫(‪ [ “) ١٨١٧‬؟‪ ] ١٢٨/‬حدتما أثو بكر بن م ا ل ك ‪ ،‬ت ا لأ‪ :‬ثن ا ع د الل ه بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ن ج د ت‬
‫ى كت ا ب أيىب ح ط يده ي ح د ت ‪ ،‬عن م ح م د ثن ش ي ب ‪ ،‬عن ب مص م س ح ة و ن ش ئ‪ ،‬ه ابت‬

‫أمحقا م ن أرض ا ووم‪ ،‬قات‪ :‬هنئا حرجن ا م ن ج ض ق ز م ي ن إ ق د ش ‪ ،‬م ررئا أل ل ص‬


‫م بن أر م ة أميا ل في اخر ال م ‪ ،‬ثلثا شبع ا و ه ب ‪ ،^^١‬في‬ ‫م ج ض عر‬ ‫ال ذ ي‬
‫الص ؤمعة*'ءك ال مثا اطل غ إلتثا ‪،‬ء ق ات‪ :‬م ن أتتز؟ فلن ا‪ :‬لا سحم م ن أه ل دمس ى أمحقا م ن أوص‬

‫الؤوم‪ ،‬ق ات‪ :‬هز مف و‪ 0‬أب ا مث ل م ا ل ح ؤ الني ؟ محملن ا ‪ :‬نحم ‪ ،‬قا د ‪ " :‬قا دا أثي ن وه ن ر رم‬
‫الث الث‪ ،‬وأع ل م وه أثا ت ج د ة في الكت ب رفيى مب ث ى ابن م ي م عليه ا لث ال م‪ ،‬أن ا إدك م إن‬
‫ه أ ئ ز ه ه و طق ‪ :‬ه ت زه "‬ ‫ت دوتة خي‪3 ،‬ات‪:‬‬
‫م حز ث ي و ث ة ال ج‬

‫‪Muhammed b. Şuayb, Şam’daki hocalardan birinin şöyle dediğini‬‬


‫‪nakleder: Bizans topraklarından gelmiştik. Humus’tan Şam’a doğru yola‬‬
‫‪çıktığımızda, gecenin sonuna doğru, Humus’a dört mil uzaklıktaki Amîr’a‬‬
‫‪uğradık. Manastırdaki rahip konuşmalarımızı duyunca, karşımıza çıkıp “Siz‬‬
‫”‪kimsiniz?” dedi. “Biz Şâm halkındanız, Bizans topraklarından geliyoruz‬‬
‫‪dediğimizde, “Ebû Müslim el-Havlânî’yi tanıyor musunuz?” dedi. Biz‬‬
‫;‪“Evet” deyince şöyle dedi: “Ona gittiğinizde selam söyleyin ve kendisine‬‬
‫‪onu İsa b. Meryem’in arkadaşı olarak kitaplarda gördüğümüzü bildirin.‬‬
‫‪Fakat onu tanıyorsanız hayatta bulamayacaksınız.” Ğota’ya geldiğimizde‬‬
‫‪onun öldüğünü öğrendik.‬‬

‫(‪ ] ١ ٢ ٨ ٨ [ - ) ١٨١٨‬ثن ا أبو أ ح م د م ح م د بن أ ح م د ‪ ،‬ظ‪ :،3‬ثن ا عثد ا ل م ل ك بن م ح م د بن‬


‫هم د ال ن ه ا ب س ئ ج ذه‪ ،‬قا د‪ :‬ثن ا‬ ‫عد ي‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا صال ح س ع ئ ‪ ، ^ ^ ١١‬ق ا لأ‪ :‬ث إ‬

‫إ سما عيل بن عيا ش‪ ،‬غذ شر حبيل ا ل ح ؤال ئ‪ ،‬قات‪ " :‬محثا ا لآنود بق ي س بن ذي ائ جن اي‬
‫‪ ٠‬زشوأل ؛ لأي؟ ظد ‪:‬‬ ‫‪1‬ل ض ء ؛‪ ، ^ ١‬ئ أ ز ت د ؛ ر أ ي ن م ‪ ،‬ق ات ه ‪ :‬أثم ن ه ن أئ ت غ ث ت‬
‫ت و طر ح‬ ‫م رن و د الثؤ؟ ق ا لأ‪ :‬ما أئ م غ‪ ،‬ئ ا لأ‪ :‬ث أ م بن ا و غ غين ة قأ ج ج‬ ‫تن م ‪ ،‬قا د ; فت ش هد‬

‫يفف ا أثو فت ل م ه ا م بض رة‪ ،‬مما ‪ 3‬قت أ ه د ممل كت ه‪ :‬إن ئ زك ت ف ذا في بل د ك أ فن ذ ق ا عثل ث‪،‬‬

‫ءأمزه بالؤ حي ل مم د م ا ل م دينه‪ ،‬ن ق د يمح ن روئأل الل ه ؛ ه وانت حل مث أبو بكر‪ ،‬ثع ث د را ح ق ة‬

‫إليه ا ‪ ،‬ن صر به غنن بن‬ ‫مبر‬ ‫غلى تا ب ال ن ن ج د وهام إل ى ش ارية م ن ت ز ر ي الم س ج د‬

‫ش قات‪ :‬قن ا ص غذؤ‬ ‫ئ أين ا و ي د ؟ قات‪ :‬ئ أ‬ ‫ه ئ قآثا ة‪ ،‬ق ات‪:‬‬ ‫^ ‪ ،‬رص‬ ‫‪١‬‬
‫الل هب صا ح مثا ا إل ي ‪-‬مد‪4‬بالغ ار ثنز ثضؤه؟ قات‪ :‬داك غئد الل ه ب ن ثؤب ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثثد ثلفبالل ه‬
Ebû Müslim el-Havlânî 543

‫ مم ب د ن ا مح ن م حوب م ج اء به ح ى أ ج ل ت ه محنة ومح ن أيي‬:‫ قات‬، ‫ الل ه م د م‬:‫أن ث ه و ؟ قات‬

‫ من‬٠ ‫ " ا لخنذ ل د ال ذ ي ل م ق ض من ا لأك خ ر أ زا م قي أ م ة م ح م‬:‫ وقات‬، ‫ث م‬


،" ‫ ^ ؛ لحي ل ال مب ن غ ي ا لث الز‬١^١ ‫ي د بؤ كن ا مح د‬
Şurahbîl el-Havlânî anlatıyor: Esved b. Kays b. Zi’l-Himâr el-Ansî
Yemen’deyken, Ebû Müslim’e haber gönderip: “Muhammed’in (‫؛‬JJaku ale4ki
ve‫؛‬ellem), Allah’ın Resûlü olduğuna şahadet eder misin?” diye sordu. Ebû
Müslim: “Evet” karşılığını verince, Esved: “Benim, Allah’ın Resûlü
olduğuma şahadet eder misin?” diye sordu. Ebû Müslim: “Duymuyorum”
deyince Esved büyük bir ateş yakılmasını emretti ve ateş yakılınca Ebû
Müslim içine atıldı, ama ateş ona bir zarar vermedi. Halk Esved’e: “Bunu
burada bırakırsan halkı bozar” deyince, Esved, Ebû Müslim’in göç etmesini
emretti. Ebû Müslim Medine’ye geldiğinde Resûlullah (JULku Je4ki vesilem)
vefat etmişti ve Hz. Ebû Bekr hilafete gelmişti. Ebû Müslim bineğini
Mescid’in kapısına bağladı ve mescidin'sütunlarının birinin yanında namaz
kılmaya başladı. Ömer b. el-Hattâb onu görünce yanına gidip: “Nerelisin?”
diye sorunca, “Yemen’denim” karşılığını verdi. Allah’ın düşmanı (Esved)
ateşe attığı fakat ateşin yakmadığı mümin kardeşimiz ne yapıyor?” diye
sorunca, Ebû Müslim: “O kişi Abdullah b. Sevb’tir” dedi. Hz. Ömer: “Allah
için söylemeni istiyorum, o sen misin?” deyince Ebû Müslim: “Vallahi evet”
karşılığım verdi. Hz. Ömer, Ebû Müslim’in alnından öptü ve onu alıp Hz.
Ebû Bekir’in yanına götürerek kendisiyle Hz. Ebû Bekr’in arasında oturtup
şöyle dedi: “Allah’a hamd olsun ki, bu üm m et-i Muhammed’in içinde, Hz.
ibrâhîm gibi kendisini ateşin yakmadığı kimseyi, ölmeden önce bana
gösterdi.”

‫ك ؛اؤئ ال ذي ن نأ وا م ذ ا ئ س‬ ‫ " ثأائ م ح ك ث مث ا ب ن‬:‫ قات ب م س د‬:‫قاد ا لخزي‬


‫حبرال ناب ت ى‬-‫ أ‬، ٠٠ ، ‫م‬ ‫ث م ال ذ ي ~ميى صا حتغ ا بال نارق ل م‬
‫حإل‬-‫ م ا‬:‫يق ول ون لم ؤم م ن عن س‬

‫ ثت ا عئد ا ل م ل ك متل ه زال يا ق لق‬:‫ ها ت‬، ‫ ثن ا ئ خ ئ د بن إ ت خ ا ق‬:‫ محات‬، ‫أ ح م د‬


‫‪544‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫‪ismâîl b. Ayyâş der ki: Yemen’de yaşayan methiyecilerden bir gruba şahit‬‬
‫‪oldum, Ans kabilesinden bir topluluğa hitaben “Arkadaşımızın ateşe attığı‬‬
‫‪halde ateşin ona zarar vermediği arkadaşımız” derlerdi.‬‬

‫عتد ال ؤ ح م ن بن‬ ‫بن‬ ‫(‪ -) ١٨١٩‬ل ؟‪ ١٢٩/‬ا حدثن ا أثو م ح م د بن حثا ن‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا عثئد الل ه‬
‫واقد‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ح دقنى أبى‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا ض رة‪ ،‬عنب ال ل بن "ك ع ب ‪ ، ^ ^ ١‬ه ا ‪ ” : 3‬كا ن الظب ئ‬
‫بم ث ة ع ق ه ن ة بأئديث ا ‪" ،‬‬ ‫ض‬ ‫ه لأ‪:‬‬ ‫قتي إ ي مح م ‪ ^ ١‬؛ ؛ ‪ ،‬م موت ه‬
‫يدعو‪ ١^ ١‬ه ؤ فث حبمئة خ ز يأخذوه بأيديهز "‬

‫‪-Bilal b. Ka’b el-Akkî’nin naklettiğine göre geyik Ebû Müslim el‬‬


‫‪Havlânî’nin yanma gelirdi, iki çocuk kendisine “Allah’a dua et, onu burada‬‬
‫‪tutsun, ellerimizle tutup okşayalım” derlerdi. Kendisi de dua ederdi, geyik‬‬
‫‪durur, onlar da elleriyle dokunurlardı,‬‬

‫(‪ ] \ \ ، \ / x [ - ) ١٨٢٠‬حدت ا ث خ ئ د بن أ ح م د بن م ح م د‪ C‬محا د ؛ ثن ا أبو ورعه‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا‬

‫س م ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬حدثن ا ض م ة ‪ ،‬ص غئن ا ن بن عطاء‪ ،‬ص أبيه‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬كا ن أب و م ن ل م‬
‫تبيد س أ‬

‫الح ؤ الني إذا انصزنط إلى منزل ه ص الم س ج د ‪ ،‬كت ز غلى با ب منزل ه هتكتن ا مرأته‪* ١^ ،‬كا ن‬

‫^‪ ١‬بل غ با ت يته كث ز محت جيثه امأتة‪ ،‬قانص زمح ن ذا ت‬ ‫فى ص ح ن داره‪ ،‬كث ز فت جيبه ا مرأتك ‪،‬‬

‫ص‬ ‫ث كث ز عند با<ب د‪1‬ره ق إل ي جئه أخت‪ ،‬ذلئ‪ 15” 1‬ن في ‪ ^ ^ ^ ١‬كث ز ق م ي جئه أ خ د‪،‬‬
‫ثلة م‬

‫كا ذ عند با ب بس ه كي ز ث م ي جئه أ خ د‪ ،‬و كا ن إذا ب ح ز بئثة أ خ ذ ج ا مرأته رداءه ؤئع ثثه ث م‬

‫ف ن نجو س زاج نإدا ا مأ“ثت خال ت ه ي ال ي ت‬


‫أممه ب طن ا م ه‪ ،‬قات‪ :‬ف د خ ل ال ي ث ‪ ،‬ه إ دا ا م ح ق ي‬

‫ف ن لن ا‬
‫م تك مث ة دئ ك ت ب عود مع ه ا ‪ ،‬ق ا ل تف ا ‪ :‬ن ا لل ي؟ محال ت ‪ :‬أ ث للف منزل ه م ن ثقا ي ق‪ ،‬ن ي‬

‫ب<ف ا " ‪،‬‬


‫خ ا وأ‪ ،‬ق ز ت أ ق ة ئ خاد؛ظ زأ ئ لآ‪ ،‬ق ا د ‪ " :‬ال ا ‪ 4‬أ ن ذ أ ص غ إل ائزأ ب ي ه م ج‬
‫قا د ‪ :‬نق د جاءئه ا ائزأة هئ‪ 3‬د ل ك قق ا ن غ ل ه ا‪ :‬زو ج ك لت مغزل ه م ن معاويه‪ ،‬هثؤ محل ت لت‬
‫ي ن أل معاويه ي ح دث ه ويع طيه عشت م ‪ ،‬محا د ‪ :‬قثثا ت ك ‪ ^ ^ ١‬جال ت ه فى ثيب ا ‪ ،‬إذ أئ ك ز ت‬

‫مب ن ه ا ‪ ،‬ممال ت ‪ :‬نا يب زا ج م ط ف ئ ؟ إ قالوا‪ :‬ال ‪ ،‬ق م ئ ت دئثه اء هأقث ت إ ز أبي من ل م‬

‫‪ .‬ل ه‪ 1‬أن ود علثه‪ 1‬لصزه_ا ‪ ،‬مح ا‪،3‬ت هز‪ -‬ح م ه ا أب و مشن م ‪ ،‬ةد‪-‬ع ا‬ ‫ث ك ى ؤئمنألة أن يدعو ش‬

‫ا لم حل ه ا و ط ه ا جت ه ا ا ا‬

‫‪Osmân b. Ata,‬‬ ‫‪babasından bildiriyor: Ebû Müslim‬‬ ‫‪el-Havlânî,‬‬


‫‪mescidden eve döndüğü zaman evin kapısında tekbir getirir, hanımı da‬‬
Hasan el-Basrî 545

onun tekbirine tekbirle karşılık verirdi. Evin avlusuna gelince yine tekbir
getirir, hanımı da karşılık verirdi. Odanın kapısına gelince yine tekbir getirir
hanımı yine karşılık verirdi. Bir gece mescidden eve gelip evinin kapısının
yanında tekbir getirdi ama kimse cevap vermedi. Evin avlusuna gelince yine
tekbir getirdi, yine cevap veren olmadı. Odanın kapısına gelince yine tekbir
getirdi, yine cevap veren olmadı. Daha önce, eve girdiğinde hanımı abasını
ve ayakkabılarını alır, sonra kendisine yemek getirirdi. Eve girince lambanın
yanmadığını, hanımının da başını eğip oturmuş bir çubukla yeri deşelediğini
gördü Hanımına: “Neyin var?” diye sorunca, hanımı: “Senin, Muâviye’nin
yanında değerin var. Bizim ise bir hizmetçimiz yok. Ondan bize bir hizmetçi
vermesini isteseydin verirdi” dedi. Ebû Müslim: “Allahım! Hanımımı kim
bana karşı doldurmuşsa gözlerini kör et” diye dua etti. Hanımının yanına
daha önce bir kadın gelmiş ve: “Kocan, Muâviye’nin yanında değerli
birisidir. Eğer kocana, Muâviye’den bir hizmetçi istemesini söylesen,
Muâviye ona hizmetçi verir ve siz de ‫؛‬rahat yaşarsınız” demişti. Bu kadın
evinde otururken aniden görmez oldu ve: “Lamba neden söndü?” dedi.
Kendisine lambanın sönmediği söylenince, günahını anladı ve Ebû
Müslim’e gelip gözlerini açması için Allah’a dua etmesini istedi. Ebû
Müslim kadına acıyıp Allah’a dua edince kadının gözleri açıldı.
Rivayet ettiği hadislerden bazıları:
Takrîb 187-a, Takrîb 4083

Onlardan birisi de■ endişe ve hüznün arkadaşı, dert ve sıkıntıya


aşina, uyku ve dinlenme mahrumu; Ebû Saîd Haşan b. Ebi’l-Hasan.
Fakih ve zahid, hazırlıklı ve âbid. Dünya ve çekiciliğine sırt
çevirmiş, nefsin arzularına ve kibrine karşı dayanıklı.
Derler ki: Tasavvuf, asli vatanda ikamet edebilmek için; pislikten
arınmak ve bedenden korunmaktır.
‫‪546‬‬ ‫‪Hasan el-Basn‬‬

‫أخن ت بن معحل د ‪ ،‬قادت ثن ا أ خ ن د بن‬ ‫بن‬ ‫(‪ “) ١٨٢٥‬ل ‪ ١٣٢/٢‬ا حدقن ا أثو حم د الثي ت خ ث د‬
‫م وشى ا ل ق و ط ي‪ ،‬قا ل‪ :‬ثغ ا م ح م د بن ش ابق‪ ،‬ق ات‪ :‬ثن ا ماللف بن بغز ال عن م ح م د بن‬
‫ج ح ا دة‪ ،‬عن ا لخشن‪ ،‬قات‪ " :‬ذهب ت ‪ ، ^ ^ ^ ١‬ز م ث ت ا ل من ا كز‪ ،‬زنن بقي م ن ا لمعئ ل م ي ن‬
‫ص‪1‬ا‬
‫‪°.‬رم وم‬ ‫؛■ر م م‬
‫هه و م ع‬

‫‪,Hasan(-1 Basrî) der ki: “İyilikler gitmiş‬‬ ‫‪kötülükler‬‬ ‫‪kalmış‬‬


‫”‪Müslümanlardan kim kaldıysa gam içindedir.‬‬

‫( ‪ v y / y [ - ) ١٨٢٦‬؛ '] حدثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن جعف ر‪ ،‬قا د ت ثت ا ‪£١^٦‬؛^؛ بن م ح م د بن‬

‫‪ ، ، ^ ^ ١‬مح ا د ‪ :‬ثن ا م ح م د بن ا ل مغيرة ‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا ج نزان بن حال د ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ق ات ا ل ح س ن‪ " :‬إن‬
‫^‪ : ^ ٤‬س ن د ب قت‬ ‫^‪ ، ١‬النة ص‬ ‫ال مؤمن بم ب خ حزئا زينب ي حنثا ‪ ،‬ز ال س ع ه عتز‬

‫بنع مهه‪ ،‬ومحن م قذ ث م ال يدرينا بميت مه ثن الم هالك‬


‫ض ال يدري ما الق م‬

‫‪Haşan el-Basrî der ki: “Mümin kişi, hüzünle sabahlayıp yine hüzünle‬‬
‫‪akşamı eder. Onun için bundan başka durum da söz konusu olamaz. Çünkü‬‬
‫‪devamlı iki korku arasındadır. Biri geçmişte işlenen ve Allah’ın buna karşı‬‬
‫‪ne yapacağı bilinmeyen günahlardan dolayı duyulan korku. Diğeri de geriye‬‬
‫‪kalan‬‬ ‫‪ömürden‬‬ ‫‪yana,‬‬ ‫‪hangi‬‬ ‫‪musibetlere‬‬ ‫‪maruz‬‬ ‫‪kalınacağının‬‬
‫”‪bilinmeyişinden doğan korkudur.‬‬

‫(‪ ] ١ ٣ ٧ ٢ [ -) ١٨٢٧‬حدثن ا أ خ ن د س م ح م د بن ال ئ ق م ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا أبو التث ا س ا لم ثؤاج‪،‬‬


‫محا د ‪ :‬ثن ا حا مت؛ بن الل ت ث‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا محبيص ة ‪ ،‬قادت ثن ا ن مي ا ن ‪ ، ^ ^ ١‬عن يون سئ ‪ ،‬قات‪:‬‬
‫"ك ا ن ا ل ح س ز ح ن ه الئت ق ي م حزوئا "‪ .‬خ ا؛ثت ا أ ح م د بن ث ح ئ د بن ا ل م ص ل‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬خ ا؛ثن ا‬
‫م ح ث د ب ن إ ت خ ا ق‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ح ابن؛ تن ال ق ث ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثغ ا أبو فث ا ذ مالل ق ثن إن ن ا ع ي‪،‬‬
‫ق ات‪ :‬تما غ ذ المب ض ئ ت خ م ا نم م ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ا لخي ا غ ن دثار‪ ،‬قات‪ :‬كا ن انذق ب‬

‫بن ح ج ل ص دي ق البن ’ ي ي ذ ‪ ،‬محلئا نا ث ائذ سرين خزن غ ي ض جع د سا د كن ا بجان‬


‫م قصر ب ذ و‬ ‫همك‬ ‫م ال ت ائ م يعيي ابن س رين‬ ‫‪ ،٧٢^ ^ ١‬ق ط ث بم ن‪ ،‬قات‪ :‬نأي ت أخي‬
‫م ن ه س ه لأثق عأى أ م ح ل حا ل‪ ،‬همل ت لت‪ :‬أ ي أ ي ي قد أزاف في ح ا ل ينري ي ئئ ا ص ئع‬
‫ح ؤقي م نع ي ن درج ه "‪ ،‬قئك ‪ :‬نب ئا ذاف؟ قا ت‪ :‬اا بطول حرنه‬
‫س ن‪ ،‬قات " ربغم‬
‫!لح‬
‫”‪Yûnus der ki: Hasan(-1 Basrî)’nin kalbi mahzun idi.‬‬
Hasan el-Basrî 547

Haccâc b. Dînâr’ın naklettiğine göre Hakem b. Hueel, ibn Sîrîn’in


arkadaşaydı, ibn Şîrîn vefat ettiğinde onun için öyle üzüldü ki; hasta gibi
ziyaret etmeye başlamışlardı, o
sırada şöyle demişti: Kardeşim ibn Sîrîn’i
rüyamda gördüm; bir saraydaydı, durumundan bahsetti ve çok iyi olduğunu
söyledi. Ona “Kardeşim seni çok iyi durumda gördüm ve mutlu oldum.
Haşan ne yaptı?” diye sordum, “Benden doksan derece daha yükseğe
çıkarıldı” dedi. “Neden?” dediğimde ise “Çok hüzünlü olduğundan” dedi.
‫ ثغ ا حم د الل ه بن أ ح م د بن‬: ‫ قا د‬،‫ ؟ م أ ا ] خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جع ف ر بن ح م دا ن‬/ ‫ تآ‬- ) ١٨٢٨(

‫ خ دب ى‬،‫ ظ م ح ذ ج ئ م ح ب‬:‫ فات‬،‫ تحا تيات‬:‫ قات‬، ‫ي ئ ش م‬ ‫ ئ‬:‫ قات‬، ‫خ م‬


‫سل ب‬ ‫حزين ا ويئسي حزين ا و‬ ‫ا ل م ؤم ن يصب ح‬ ‫ إن‬٠٠ : ‫ بمولط‬،‫ شيئ ت ا لخثن‬:‫ء قات‬،‫أبي‬
" ‫ ؤا ل م ح ة م ن اخلاء‬، ‫ ا م حئ م ن ال م‬:‫ ويكفيه نا جبي ا مح ثزه‬، ‫ب ا ل م ن في الخزي‬
Hasan(-1 Basrî) der ki: “Mümin hazin uyanır, hazin yatar ve hüzünle
yakîne geçer. Bir keçiye yeten; bir avuç hurma ve bir yudum su ona yeter.”

‫ ظ‬:‫ قات‬،‫ ثن ا عتد الل ه ى أبى داود‬: ‫ ه ا د‬، 0 ‫ ا حدثن ا أبو م خ ث د بن حثا‬١٣٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٨٢٩(
‫ " إن اأن[ص م ح خ خن ث‬:‫ ء قات‬،‫ عن ا نم م‬، ‫ظ‬ ‫ غذ‬،‫ ئ غث ات‬:‫ قات‬، ‫ع ئ ئ ش م‬

" ‫بي امحرة‬


‫ ويكفننا ج‬،‫وبب قي ا لخزي‬
‫ م‬،‫موبي حزها‬
Hasan(-1 Basrî) der ki: “Müminin gecesi hazin, gündüzü hazin olur ve
hüzünle değişir. Bir keçiye yeten ona da yeter.”

،‫ ثن ا أثو ا ل أئغ ب‬:‫ قات‬،‫ ثن ا أثو عزوته‬:‫ قات‬،‫ ا خ دمما ت غ ث ذ ن ع ئ‬١٣٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٨٣٠(
‫ ت ا‬:‫ت ئ ا لخث ئ " بملفث باش ال ذ ي ال إ ه إ ال ئز‬
‫ج‬ :‫ قات‬، ‫ ظ < م ئ أيي < أ‬:‫قات‬
" ‫س ع ال ئ ؤم ن ي ديته إ ال ا لخزن‬

Hazm b. Ebî Hazm der ki: Hasan’ın, kendisinden başka ilah olmayan
Allah’a yemin ederek “Mümin, ancak hüzünle dinine yerleşir” dediğini
işittim.
‫ ثن ا عتد الله بن أ ح م د ئن‬:‫ هات‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن جع ف ر بن ح م دا ن‬١٣٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٨٣١(

‫ ثن ا‬:‫ت‬، ،‫ ثن ا ج غ م بن نأي ن ا ن‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا محتا ر‬:‫ ها ت‬، ‫ ح دقني عل ي بن من ل م‬،‫حنب ل‬

‫ط‬ ‫ وظ نأيه‬، ^ ^ ١‫ مئ‬Û ‫ح دا أط و ل حز‬-‫ " ظ نأي ت أ‬:3 ‫ ئ‬، ‫ ك ذ ك ر ي‬1 ‫لم بن عس ث ى‬-‫إثزان‬
" ‫إ ال حس ق ه ح د ي ت عهد بنصيثة‬
‫‪548‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫‪ibrâhîm b. İsa el-Yeşkurî der ki: “Hasan’dan daha hüzünlü birini‬‬


‫‪görmedim ve her gördüğümde yeni bir musibetle karşı karşıya kalmış‬‬
‫”‪sanırdım.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٨٣٢‬؟‪ ٤١٣٣/‬خ ا؛ثن ا أ خ ن د بن إشث ا ق ‪ ،‬ائ ‪ : 3‬نحا ن ح م د بن ائ عث\س بن آيوت‪،‬‬


‫قات‪ :‬ثن ا ع ئ ن ش م ‪ ،‬قات‪ :‬ظ ز و ئ ئلبما ذ ‪ ،‬قات‪ :‬ذ و أبو <وا ن يت ي ا وخا د ‪ ،‬ض‬
‫ا ل ح ض‪ ،‬ئ ‪3‬ت ‪ ٠٠‬ي حى ل س ي علم أن ائن ؤ ث ^ ^‪ ٥‬وأن ا لث ا ئ م ؤعده‪ ،‬وأن القيا م ت ن‬

‫يد ى الثؤ ثتالى ن شي د ة ‪ ،‬أن ي طو ل خزنة ‪'٠‬‬

‫‪Haşan el-Basrî şöyle der: “öleceğini, kıyametin mutlaka kopacağını ve‬‬


‫‪sonunda Ailah’ın huzuruna çıkacağım bilen kişinin devamlı bir hüzün‬‬
‫”‪içinde olması hakkıdır.‬‬

‫(‪ [ - ) ١٨٣٣‬؟‪ ] ١٣٣/‬ح دق ا م حا د بن جعف ر‪ ،‬عا ‪ : 3‬ثن ا تع ي د بن ع ج ب ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثن ا تع ي د‬


‫م ‪ ،‬ص أ ت د بن ن ي ئ ا ن‪ ،‬عن ا لخض‪ ،‬ث ا د ‪ " :‬طوت‬ ‫ئ بهلزان‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عق اب ئ‬
‫ا لخزن في ال د يت ل م ح ا ل خ م ال ئ ا ؛ ح "‬

‫‪Haşan el-Basrî der ki: “Dünyada zamanın çoğunun hüzünle geçirilmesi,‬‬


‫”‪a d ile rin a^lanmas demektir.‬‬

‫م بن م خ ث د بن ا ل ح ض ‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا بت ر س موس ى‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫(‪ - ) ١٨٣٤‬ل ‪ ] ١٣٣/٢‬حدثن ا أبو‬


‫ي الص ن د بن خش ا ن ‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثن ا ا م ^ بن ي ح يى‪ ،‬عن ا لخنن‪ ،‬أثت محا د ‪ " :‬نال ي ن ا‬ ‫ثن ا‬

‫س‬ ‫م ت ج د أنزق اق آل ا ال و‪ 3‬أ م ح ح ق ذ م حا;محفلم ‪ ،‬إ ال م ح خ تئ ن وئا وأ‬ ‫من‬


‫ءءا?أ‬ ‫م ‪ ٠.‬م‬
‫م ع م وم ا‬

‫‪Haşan der İri: “Vallahi, bu insanlar içinde birinci asrı sizin içinizde,‬‬
‫‪sizinle birlikte yaşayıp, gecesi gamlı gündüzü gamlı olmayan hiçbir kimse‬‬
‫”‪yoktur.‬‬

‫(‪ - ) ١٨٣٥‬ل ‪ ١٣٣/٢‬ا حدق ا أ خ ن د بن جعم ر بن ح م دا ن‪ ،‬ثا د ‪ :‬ثت ا عئد الثؤ بن أ ح م د ‪،‬‬

‫ظ ‪ : 3‬ثن ا عل ي بن محت ل م ‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثن ا مثار‪ ،‬محات‪ :‬ثن ا ج عمر‪ ،‬ظ ‪ :3‬ش م ع ت هش ا م ن حث ا ن‪،‬‬
‫ما ‪ :3‬ثغ ا ‪ ^ ^ ١‬بن تن ش ‪ ،‬عن ا ل ح ش ‪ ،‬أثت ظ ‪ " : 3‬والل ه ال يوم ن ع د بهذا الم نا ن إ ال‬

‫تج ب‪ ،‬إل ال با ت ‪ ،‬نإ ال س ب "‬ ‫حرن زوبد‪ ،‬إل ال‬


‫‪Hasan el-Basrî‬‬ ‫‪549‬‬

‫‪: “Vallahi, bu Kur’ân’a inandıktan sonra; hüzünlenip‬لكل ‪Haşan der‬‬


‫”‪solmayan, hastalanmayan, erimeyen ve yorulmayan hiçbir kul yoktur.‬‬

‫(‪ [ -) ١٨٣٦‬؟‪ ] ١٣٣/‬خدتثا أبو بكر ئ م ا ل ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا مه د الثؤ تن أ خ ن ذ ئن خي ل ‪،‬‬


‫قا د ‪ :‬ئ ع ئ ن تئ ي م ‪ ،‬قات‪ :‬ئ ت؛اث‪ ،‬ق‪ 1‬ت‪ :‬ئ ‪-‬بم ي‪ ، ،‬د ‪ :‬ض م ث خزمحا ‪ ،‬ف و ة ‪:‬‬
‫ش م ع ت ا لخشن يحل ف ن بالله‪ ،‬يق و ه ‪ ٠٠ :‬واش يا ابن ادم لثن هزأت ال مه ان ئ أ ا مشت به‪،‬‬

‫‪٠٠‬‬ ‫كهلوثن ي اال؛ق ا حزتني‪ ،‬و كئث د ن في ال د ق أ خز ك ‪ ،‬ؤكك رن قي ‪^ ^ ١‬‬

‫‪:Havşeb der ki: Hasan’ın, Allah adına yemin ederek şöyle dediğini işittim‬‬
‫‪ ,edeeek olsan‬آل ةآااإ“ ‪Vallahi Ey Âdemoğlu! Eğer Kur’ân’ı okuyup sonra o n a‬‬
‫”‪dünyadaki hüznün uzar, korkun şiddetlenir ve ağlaman artar.‬‬

‫(‪ ] \ r t h [ -) ١٨٣٧‬خدتني أيي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا إئزا م أ بن ت غ م تن ا لخض‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أبو‬
‫ح ن ئ د أ ح م د بن م ح م د ا ل ح م صجد‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا ي ح ش ث ذ ش ع يد‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثغ ا يريد بن عقثاء‪ ،‬عن‬

‫ن ن بن أبي‬
‫عق م ة بن مد د ‪ ،‬قا د ؛ " انتفى ال ؤئ ذ إ ر قث ا ت ة م ن التام ب ن‪ ،‬س ه م ا م‬
‫ا ل ح ش ‪ ،‬ئن ا رأين ا أ خذا م ن القا س " كا ن أ طوت خنثا بئه‪ ،‬ن ا كثا ثناه إ ال أثه ح دي ث عهد‬
‫ص ‪ ^ ١‬مح د اط‪،‬ل غ ع قبع ض أع م‪1‬لن ا ‪ ،‬ءق ا ‪ : 3‬ال‬ ‫ز ال ئدري‪،‬‬ ‫بن صيتة‪ ،‬بم ه ا ‪٠٠ : 3‬‬
‫إدهحم س م حى ‪ ^ ١‬مم د‬ ‫ث ن ف ت ة ال‪1‬ه‬ ‫أخث م نك م ف؛ئ ا ‪ ،‬ؤي حنف ي\ ؛ب ن!دم‪ ،‬ه د‬
‫تين‪،‬‬ ‫والل‪ 4‬ن م د أ ب ر ئ ت تتع ين ثدري\ أ ك م يا؛يي لم ا[ ص وؤث‪ ،‬وتؤ رأيت م وه م ء ل م‪:‬‬

‫قالوات م ا لهؤ الء م ن خ ال ي‪ ،‬زلؤ زأؤا شرارك م قالوات ن ا يؤمن ث ؤ الء بجزم‬ ‫ؤلؤ رأوا م ح ا م‬
‫ا ل جن ا ب‪ ،‬و ق د نأي ت أوئا ما " كا ن ت ال د ق ا أه ون غلى أ ح د هأ م ن التراب ئ ح ت قد مته‪،‬‬
‫ن ق ذ وأتت أئزائ ا ي ن ق ي أ خ دف ز زت ا ي ج د عغذة إ ال وئقا ‪ ،‬ن موت ‪ :‬ال أب غ ل ف ذا "كثة غى‬
‫هاا‬ ‫ه محيتص د ق بثع ضه‪ ،‬الن "ك ا ن ئ ؤ أخزخ م س يتص د ق به‬ ‫ب ل ي‪ ،‬أل جعلمنبعص ة لل ه‬

‫‪Alkame b. Mersed der ki: Zahidlik mertebesi, en son tâbiûndan sekiz‬‬


‫‪kişide kaldı ki bunlardan biri Haşan b. Ebi’l-Hasan el-Basrî’dir. insanlar‬‬
‫‪içinde Haşan gibi devamlı bir şekilde üzüntülü olan başka birini daha‬‬
‫‪görmüş değiliz. Onu ne zaman görsek sanki başına henüz yeni gelmiş bir‬‬
‫‪musibetin içindeymiş gibi olurdu. Bunun içindir ki şöyle derdi: “Gülelim‬‬
‫‪mi? Oysa bilmiyoruz, belki Allah bazı amellerimize bakıp da: «Sizin hiçbir‬‬
‫‪amelinizi kabul etmiyorum!» demiştir. Yazık sana ey insanoğlu! Allah’a karşı‬‬
‫‪savaşmaya güoün yeter mi ki? Oysa ona isyan eden, ona karşı savaş açmış‬‬
‫‪550‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫‪demektir. Vallahi Bedir savaşma katılan yetmiş kişiye ulaştım. Çoğu zaman‬‬
‫‪yünden giysiler giyerlerdi. Onları görseniz: «Bunlar deli!» derdiniz. Onlar da‬‬
‫‪sizin en hayırlılarınızı görselerdi: «Bunların âhiretten nasibi olmaz!» derlerdi.‬‬
‫‪Sizin kötülerinizi görselerdi: «Bunlar hesap gününe inanmıyor!» derlerdi.‬‬
‫‪Öyle topluluklarla karşılaştım ki dünya onlar için ayakları altındaki‬‬
‫‪topraktan bile değersizdi, öyle topluluklarla karşılaştım ki, biri geceyi‬‬
‫‪bulduğunda o günkü yiyeceğinden başka bir şeyi olmazdı. Yine de: «Bunun‬‬
‫‪hepsini mideme indiremem! Bir kısmını Allah rızası için vereyim!» der ve‬‬
‫‪yiyeceğinin bir kısmını infak ederdi. Oysa belki de kendisi infakta‬‬
‫”‪bulunduğu kişiden daha fazla ihtiyaç sahibi olurdu.‬‬

‫‪Ömer b. Abdilazîz’e Yazdığı Mektup‬‬

‫ث ا س الس راج ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا م ح د‬


‫(‪ “) ١٨٣٨‬ا \ ا ! م ا ] ثت ا أبو خ ا ب ز ثن جتل ه‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أبو ا لخ‬
‫الل ه ى حرب بن جبل ة‪ ،‬ثن ا خنزة بن رثي د أثو عل ي‪ ،‬محا ‪3‬ت ح د ب ي ع م رو بن عبد الل ه‬
‫اتزير‪ ،‬و ح دلث ي‬
‫‪ ، ^ ^ ١‬عن أ ي ح م ي د ا م ح ؤ‪ ،‬ئ ت‪ :‬كت ب ا ل ح س ن إ ز ع م ر بن عبد ح‬

‫ن خ ئ د ن بدر‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثن ا خئ ا د بن م د ر ك‪ ،‬ها د ‪ :‬ثن ا قئق وبي بن ن مثا ن‪ ،‬قادت ثن ا م ح م د‬

‫ئ تزيد ال ق ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ظ نئ ن ث ذ مح ض‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ظ إ و مح م‪ ،‬ص مح ب ا ه ئن أبي ا لآتؤؤ‪،‬‬


‫ض‪ ،‬ه ي إر عم ته عقد انويز‪ ،‬زال يائ لأيي خ م الئائ‪ " :‬م أة‬‫عن ا لخ‬
‫'لمم ؤ يدعو إ ر ا م وا ش م بؤ‪ ،‬وال ندم ع د ا ل و يدعو إ ل ركه‪ ،‬وقس نا ق ى نإن‬
‫*كأن كث را يع دأل ن ا يتقى‪ ،‬نإن * كا ن طلثه عزيرا ‪ ،‬ناخبنأا ل ا ل موئنة ا ل متم طع ة ا ش ث ئ ق ي‬
‫الؤا ح ه ا لعلويل ة ‪-‬ص شب ع ج ل را ح ة م ق طع ة ئ ئ ق ي مئ ونهب ا ي ‪ ،‬محاح ذ و فزو اال؛از ا ل صاوعة‬
‫ؤ قن ئ أغ لف ا بأمل ه ا ‪ ،‬وئشوئ ت‬ ‫ال حا دعة ا ل ح اتا ة ال ى قذ رمب ت بخداعه ا ‪ ،‬وغؤت‬
‫ل ح ط ابه ا ‪ ،‬ئأصث ح ت "كال م و س ائن يلؤؤ‪ ،‬ائثي ون اقه ا ائ ظزة‪ ،‬ؤالن م وس ل ه ا ع اش م ه ‪ ،‬ؤالمل و ب‬

‫قاتل ه ‪ ،‬ق ال اك ا قي لأنن اح ي ي ث م ‪ ،‬ز ال‬ ‫اثه ا وال هة و اللت ابه ا دا م ع ة‪ ،‬وهي لأووا ح ه ا‬
‫ا ال خ ر ين ا نأ ى ب ن ا ال ول م زد جر‪ ،‬ز ال ال ب ي ت بكتز‪ 5‬اق جا ز ب مئمم ع‪ ،‬ز ال ‪ ، ^ ^ ١‬بالل ؤ‬
‫وا لم ص د ق ل ه ج ئ أخبز عنه ا م دك ر‪ ،‬مح أب ت ائئ لوبي‪ ،‬ل ه ا إ ال حق ا ‪ ،‬وأبت الغموس ن به ا إ ال‬
‫ضن ا ‪ ،‬زن ا ث ذ ا من ا لف ا إ ال عئ ما ‪ ،‬زن ن عشئ ق سا ل م يعم ن عتزه‪ ،‬زن ا ث في طلبه أؤ يقل م‬

‫به‪ ،‬ثبن ا عائ م ا‪ Û‬ءقيالن> لف ا ‪ ،‬هعا شى قد ظم ز به ا زاغثؤ وط ش و س ئ به ا ال ن ت ذ أ وا ل ميعا د‪،‬‬


Hasan el-Basri 551

As‫؛‬jJ» aJ c J ، ‫ ؛‬L‫؛‬ Aj‫ ؛‬L‫؟‬-j cA^JS LgJiP C -Jj ‫؛‬٠^ “ aJLäP ly 3 ^ j A‫ ؟؛‬L^j ‫؛‬J ^ ‫^ ؛‬

aIJlp■ c —*»»•‫؟؛؛‬-‫؛‬J ،Aj^SsX،‫ ؛‬،j ^ L* ٤٠ O A s-M j ، A j ، ‘،•‫'؛‬٠١■■^ Q«^|iä* 9

5
JI* o L » ^ 5‫؛‬- ‫؛‬J ، ‫ ؛‬JjJ ^٠ ٠—■‫؛‬j-s، J•-* jj‫؛‬£■ 4 3 O jJ «-١١ o j^ S w ،

٠^٢٠ ،u ‫؛‬،o‫؛‬j ^ -jj ‫*؛‬J j c J Is U ١^ ٠٠ ‫؛‬٠-‫ ؛‬،^ * ^ j 4 4


t -~Ä،^® ،^ ‫ ■؟؛‬Lxj ‫_ ؛ * ؛‬y ^‫ ؛؛؛‬،٠١١

l^jli c،ü5" lA jJ i‫<؛‬-li j ‫ ■^؛‬،٠^،-^• ^ j j j ‫؛؛‬äj \J‫؛‬-‫؛‬->،-5j- L‫؟‬-^‫ ■■؛؛؛‬،،_ —v2i‫؟‬lj ،‫»؛‬J c il

‫؛‬k-s،^j ،، 4-^‫ ؛‬،‫ *؛ ^؛‬- ١۵‫ ؛‬١-‫ ؛ ^ ؛‬j L y 1-‫؛^؛‬5‫؛^؛‬y ١٠٠٠٤' ،>،(*٩‫ ؛‬l ^‫؛‬L£.،j J ■‫?•؛‬

L‫؛‬-‫> ^؛‬Am‫<؛‬١ L« ^ ، L iJ ، l4 ‫؛؛‬j ‫^؛ ؛‬٢‫ ؛‬aj o jlö jIJ ، ، ^ ٢٠ c .J jlp L»J L£j‫؛‬٠ ٣ ، ،lL p

4
I *® oLü^l U J ^ Ly>-Ly 2 ،1)U ،L^J 0jSsJ L« jj^ ، - l L y O jS j L‫؛‬ y ^ \ ‫> ^ ؛‬j t c i ) \j

4
Aj c ، » ^ ‫^ ؛‬lip -‫؛‬٨■‫) ^"؟‬،Z ls ^ • L«JSj L O j^ J * j L^-iP A^va>*،،il aJ jJ Ij 3^5-^1‫؛‬٠^ ١
JJ ly ٤^ ١ J x ij ، ^ L y ٤^ ١j c jU , \JJ> ly ^ l^ 3‫ ؛‬Jlj ‫& ؛‬ L y jliJ U

Jlä ‫؛‬j] | ^Jai l ^4‫؛؟‬ ، Cr* ^ ‫ ؛‬J ، lij^ a J i L y SL‫ ؛‬tJ١»5 ^<-‫؛‬J ،O^pJL ،‫ ؛‬Jj-dJ« ü ، jj ‫ ؛‬i > ،‫؟‬.Ui

jsjj،>^ ،‫؛‬j^ L U l Jjjj L^jI 33 4


،، ^‫ ؛؛ ؛‬،J - ^ ‫؛‬ X 3 ، ( J jllU ‫؛‬
Oli b،jj^>-U L y o l ja L« Vj 5
L‫ ؛‬j،^ )_ ‫؟‬j ‫^ ؛‬٠ ٤ ‫"؟‬.^ ٠^ ، ،lr ‫ ؛‬V^‫؛‬

١^٠١ ، ‫^؛‬Ip L^jl« c-Jij ،JJ،r Lftji^»j ،xSsj L y j ^ ، 5JlJ^Vj LgJUl o lj ،aoIS" L^jL»‫؛‬

aIJip C ^ jJ S ' JLai‫ ؛‬، Ä‫ ؛‬v?l‫ ؛‬A‫ ؛‬ö« l‫ ^»؛‬،، ü L^-ji Alw^ai L‫؛‬،^ caJjL‫ ؛‬A‫ ؛‬Ij L^lj äjL*j

،_ ^ ^ ٠^١ ) k‫؛‬j 2 2
، j *^‫) "؛‬J ^ ،^ j ^ ‫> ؛‬lr ‫؛‬J J ^■ ،^ ٤ ‫؟‬-U ^ S ‫ ؛‬٠‫ ^؛‬j » j ، j l p Oj ،uöw،![‫؛‬

Ly j k p j ، ^ Lgj ‫؛‬J j ، j ^ ^ f‫؛‬ 4 ٣ ‫> ؛‬J t ä oiBr j i i c ، ^ j

‫؛‬٠^ ^ 2
^ ٧١ ) ^‫•؛ ؛‬L‫؟‬- -& j C X ^ i 3
، ^ ^ ‫ ؛؛‬، ^ - ^ J ‫؛‬٠^ ^ ١ ٠^‫ ؟‬j ‫؛‬،^‫ ؛‬o jl5 3

،< ^ ١١ b j j J u ; aIji j، Ip 14‫؛‬ c jjs Ü ^ ١١ 1i ‫؛‬ ١ ‫ ؟‬i e ' i 1^ j ‫' ؟ ؛‬ 3


،،,^^٣١١ ^‫؛؟‬-٠٠‫؛ "؟‬٠^٤ ٥١^‫؛‬ 2
، Lva^»J‫^ ؛‬٢٠ öLs، ^،- jlAÄa ،٠^ ^ ٠ ^٧١ ^ ٠^

1
Jtlij cL^J ll،L‫ ؛‬L‫ ؛‬j >- ،Li L^l‫؛‬l ^)aj *)lj ،l ‫ ؛‬jjJ ‫؛‬ a151 ‫؛؛‬AjI o>jJj LL‫ ^؛‬UJb‫؛‬-

،Dl 2
٥^ d ۶^•‫ ؛‬،u، i ^ ٢٠-^ L^juIj^-j L^^'U ^j UlJ ،_^-‫ '؛‬cu-s،‫؛‬,j p

aJÜI 0 ‫؛؛ ؛‬-Lp ،٠^١ ٠^ ١ ،‫؛^)•؛‬٠ ،٠^ ^ ^ ‫؟‬١ cI J4 £ ٢‫ ؛‬a䣫 U j c

L ^ ۵١‫ ؛‬Jl‫؛‬jJ j c jh 3 ^‫»؛‬٣٠ c ö^jk*{3$ l£‫^؛‬ü ،A^،aj»jli llw» ،JU j

a51، ‫؛‬L« L‫ ؛‬٤٤^ ü lj ،AiJl^- ‫؛‬ji ‫؛‬ajo‫ ؛‬L‫؛؛‬ Ol öj5” ،LgJjia LäLI a‫^؛‬- ‫^؛‬Ip

IJljJ 3^ : b‫؟‬ JU j & \ Ö \ ^ ١ c jl ‫ ؛‬ül öJLi & f j jJ j


552 Hasan el-Basn

ÄjjJLp ١^■‫؛‬،‫ ؛‬ApljaJl ،^ ٢٧٠^^‫^ ؛‬١^ ۶ ١-‫؛‬-‫؛؛؛‬j -،‫؛‬P ‫؛‬Jjc‫؟‬sj OlJ ،


^،‫^؛‬١ ‫^؛‬٢۶ ‫؛‬-*‫؛‬Jj >٠^ ^ ‫ ^؛‬١ ،^١ ٥^ ٠ j -•'‘’ ‫_؛‬5^ ٧٧ ،^ -‫؟^؛‬J ، ١-‫؛‬-*^■
،c‫^؛‬s i Uj ‫ ؛‬aj‫ ؛‬1^‫؛‬1p• OjiäXJlj I^j ^‫؛؛*؛‬J ، ‫؛‬j !3^‫؛‬J ‫؛‬j ^■‫؛ ^؛‬٠^ ‫( *؛‬ ، ljl‫؛‬i>-l

Ü ^*)l$\Jlj، ٢^٨٠^ ١ ^‫؛‬ip y *'$ ‫؛؛‬ffll‫* ( ^ ؛‬g^iig^■]' JX^wLj Ais^a t

aII p ‫؛‬٠^ ٠j i l ‫«؛‬lj ، ٤٠^^١ ٠^٢* ^4‫؛؛‬j ‫_؛‬J ‫■^؛‬j 5‫■*؛‬


‫■**؛‬
‫ ؛؟‬AJui ^fH^‫؛‬ i‫؛؛‬u ،،،jL>-iiij

٠^! ،٣١١ ،J ‫ ؛‬،^J ‫ ؛‬c‫ ؛؛‬،J ^ ^٧١ ^٠ ‫<؛^؛‬٠ ،!٢٠ ،‫؛‬/‫ ؛‬،٣ ١ ‫^؛‬-^٢■ )j.ij <
١^١ ^ ،3‫^؛؛ ؛‬،١١ ٠٠^ ١ ،-^١ '■■■'’ ،■^-‫؛؛‬٤١J-^ "W ،‫ “؟<!؟■؛؛‬،!٢‫ ^^ ؛‬٦‫ ؛؛‬Ul*J‫؛‬s
J Jii J ،‫؛‬5l ،AS )_5‫*؛‬l‫ ؛؟‬،^‫ ؛‬j ‫؛■؛‬13 ^ “_/* J -،^ !٨٢٠^٠ y ^ \ c-j ‫؛‬j
Jjij OlS:" ،،،‫؟؛؛‬،P ٥^٠١ ‫؛‬J^\J،<،4 ^٠٤۵‫؛‬j £\J^‫ ؛‬،LyäJ ■،LxSJLj C،JLJ■٢٠۶‫؛‬i 0|j ،،UjjjiP 0 -1‫<؛‬sP

، ^ ١ L5‫ ' ؟‬j ^ i ،L^ ١^ ١‫؛‬-‫ ؛‬،،-‫؛‬J ^ ' ،،-ipJl C S j^ j ، ٤^ ٩٠١١ ، ^ ١


C~ol ^ \‫ ^؛‬ü ،^ ( ٠^ ١ j\ u ~ 0 ،‫^ ؛‬، - ٤٠١١ ‫؟‬.\llJ \ ،‫؛؛؛‬tJ&L^fS 3
،٢٠^٨٧١ LL^iip sj‫؛‬s ^ jl ^i L‫؛‬،o cuäjj o .^1j Jj ،،y•‫ ؛‬L5‫"؛^“ ؛^؛‬١،y^J ‫؛؛‬,l^ ،_s‫ ؟‬،j "‫!؛؟‬i
J-Ülj ^!٠١ *٣ ^ )‫؟؛؛‬£ j ‫؛‬£-‫ < ^؛‬٢ ‫ ؛‬٣١‫ ؛‬،>٠٢٠^ ١ ،‫؛؛‬5? ‫؛‬%
4 ‫؟‬J ‫) ؛‬j 4 ^
،٣ ; j u . ^ ٦‫ ؛‬،s iy ،jäji J ‫ ^ ؛‬١ ٤ ٣ ٧ ١ ،< ٠‫> ؛‬p ‫ ؛‬٤۴ ١٤٤
‫؛؟‬Ü? 4.Ü1 (ji‫؛‬2^‫^ ؛‬٠ 0j»/?*°j ١،^-‫ ؛‬J ،‫؛‬-" ^٢٠ ^ iül ‫؛‬j*4^J ‫«؛‬UJaJI ‫^؛‬٢٠ ‫؛‬io^2‫؛‬J ‫؛‬
، ٢٠-‫؛‬-‫^■؟‬-‫؛؛‬-‫^ ؛‬-٠٧ ÜjjJLyill ^■۵‫؛‬،‫؛‬، ٢١-‫ ؛‬، wAj،‫؛‬J U،‫؛؛‬l)j ،X*jjj 3 ‫؛‬٠^ ^ ^-٧١ j^W3 ١٠٠
،^p jäa^.äW ‫؛‬Jjj-Vl s،xi ،٠^‫؛ ؛‬jj ‫؛‬-^j Ij^äJaSlj ،vSlll ‫«؛‬-äjIjIj 1jJj>-1j
j j ^ j ،IgJjt J '‫\ ؛‬/J & p j b ‫؛‬ül J ‫^\ ؛‬ jjf r j i^ f j J l ،^jjl ،jj^Jl

1k،‫ ^ ؛‬jj‫؟‬j 3 ^ ' p4^ ‫ ؟‬٧ ^ ١ p J\ 'j^ ‫؛؛‬ ^‫\؛‬j 5^^■ J


Lgj^ IjiS^li Sjj^^Ji JL<- ‫؛‬٠^ ٠^ ١ ١^ ٠ J ،‫؟‬J ٠^ ،٠^ ١ ^*^١١ ^،٢‫^ ^؛‬-'g-y-Äj

jyü j L il ، ‫؛‬٠^[‫ ؛‬i،L ‫ ؟‬J ‫؛‬ ،)٠^ ١ ،_sf ‫؛؛‬J ،!٣^ ١ ”‫؛‬j ‫^ ؛‬٠

،^<٣ ‫؛؛‬ j^ ‫؛‬ °>*v ^ ١ ،^ ٤ d (-‫ ؛^؛‬١-^ ،!٢٠ 5 ^


،Ir‫؛‬ ^4 ‫؛‬ Crt ^ < ٠ ٥■^ c -J^ j ^4 ^ ، ، ^ ١١ ،‫؛‬/‫^ ؛‬-‫ ؛‬٠^١ ،^ ١
،j ^‫ ؛‬Ojil^sj ١/ c£y ^٠١ • )_OjijijJ ®5 ، ١^ ١ 4 ■‫ ؛»؛؛‬J ^"^‫؛‬

^ ‫ ^؟؛‬١ cft ،‫؛‬r 3‫؛ ؟‬$‫ ؟‬١٧ ^ ^ ‫ ؛‬١ L5? cs‫'"؟‬ ^ ' j L??i ‫؟‬،^ ‫ ؛‬١ ‫ ؛؛‬J ،^J“^ ^٠١ ،،(٤^ ١
^‫؛‬j ‫؛‬٠^ Uj ^JJlj ^‫؛‬j ،^j1-^5‫ ^ ؛*؛‬٠ !^!‫؟‬sjc^I UljSl 0 ‫_ ؛‬3‫ ’؛^؛‬، ،‫؛‬i‫؛‬j-v‫؛؛‬,j ^‫؛‬
Hasan el-Basri 553

J ij ، ö،up SjLJl b» ٠^J ، ،،‫؛‬sj ،l>sj ١ / ،-jü V l

ü\r 4j‫ ؛‬i L j i ،‫؛^؛‬a‫ ؛‬I4J ois" ،‫؛‬ü١ ٥^‫؛‬،« ^‫؛؛‬s" ^b» b£-*p ‫؛‬٠^٠ ،١-‫؛‬١
،1)15”" aj١ ٥^ ١ LjoJLu« 0l5" jl bg_‫؛‬i ،1)15" ،٧١ ٥^ ٠١ \$J OlfT j\ ،bL^bJ l ^‫؛‬
‫؛‬i

^،4[‫ ؛‬، Ä‫ ؛‬li L^‫؛‬i ‫«؛‬j،iJL‫؛>؛‬j caüI*,،» I^IaI ‫■؛‬،/‫؛‬,j ‫ ؛‬o ~‫؛‬S" ،‫؛‬L Jlj١^‫؛‬äjU ،،،‫؛‬٠٣ l^‫؛؛‬3

aJl‫؟‬-j ULi ١^ ٠ ^‫؛‬jl ،^٠ ،‫؛؛‬٠^١ c-jl5" jJ aJJ‫؛‬J cü،^‫؛‬i J -‫«^؛ ؛*؛‬J ^-^r‫ "؛‬،_5^■ )3‫ ؛؛■^؛؛؛‬d-^■‫؛‬
aJL*J A‫؛‬a --i aJJI ،5٠٣٠^‫؛‬j [ !٤٣ ‫؛‬ ،!<-١ ‫؛‬aj! ^!۶ ،،_^vaj ،__Jils j 51‫؛؛‬p ‫؛‬٠^٠٠ 5^‫ “؟‬،^١١

j،X?~ ‫_؛‬jÄ5sj b«J aJ^5 jJ5 ٠^١ Vj ٠^ 0‫؛؛‬JiÜlJ ‫؛‬٠^‫ ؛؛؛‬،4jLi، 153)1،‫؟‬- ‫_؛‬g^ ^،٤

٠^ ^j ‫■ ؛؛‬٢^١ o^5si lil b äj*]Aj l^-j.9‫؛‬j>JJ‫^ ؛‬-‫؛؛‬3 ،^ ^‫ ^؟‬١١ ‫؛؛‬,^-^ 3١٠٣^١


iJ jJ J ‫ ^؟‬٢٠١ aIa! qa o J‫؛‬ ٠^ ٧^ )*j -‫؛‬J ،،C^xij 0‫؛‬،j *‫■؛ ؛؛؛؛‬J c ~‫؛؛‬ ، öj ‫"؟‬j j
0‫؛‬3 ، ١١ ،،l jJ * ‫؛‬-o ji j‫؛_؛‬5o^i ،j*«-4‫ ؛‬b»li ،aJU 0 ،i<LUJ

،‫؛‬j ‫؛‬.l‫؟‬- JJLi As*vsl JÜ‫؛‬ c «-‫؛‬A£<،>^>- d،b،^J، ”"5 ‫^؛‬2‫) ؛‬٠^ ١ “^٠^ A^،*jl‫؛‬j dJ■*5^‫ ؛‬،AS ül5"

،٠^‫؛ ؛‬-v2j ‫ ؛‬ll\i‫؛‬j ،a!<-^[1^‫؛؛‬j -‫؛‬،' dJ^ ،!(٠^١ 5■‫^*؛؛■؛‬،(‫؛؛‬J ^5 dl*^ 015"* t*x» ، J ‫؛‬l <-

3"‫■؛؛‬-^-‫؛‬ol iib jj cj^-'i/l ،JjJLs«- 3‫؛؛‬J r tb 4ly ‫؛‬3 3“*■*^ ٠١^ ١ J>sk2 ، ،üj»١ ax* dXj j
u ‫؛‬٠^ oi c^^jij ،li-xjj ،2jj__p- ^ oj> j «jjo u ‫♦؛‬-Ä j ‫ ؛‬،xp ‫؛‬٠-‫؛‬، ^ ‫ ؛‬١١ ‫!^؛‬۶

،‫؛‬J^^b ^ Lf>J C)_y<^\ ‫؛؛‬j j JjLclJI 3=5" ،—٠^^٠ ،،^ ٠^١


،،‫ ؛‬j^Jj f 4J o ^ i i j ,‫؛‬JUiP ، J ^ ١ ،1U i i) j ، 1-^ 11^ 3‫؛‬S/i ‫ (؛‬١ j j j

jü^ji J ‫ ؛‬äipSj ، ^ ^ [ ١ J ‫ ؛ ؛‬JipS • & \ j l \ 1‫ ؛‬3 ‫ ^؛‬i ‫(؛‬١#

o jl ÄpL«j ،Ä‫؛‬j 1ApL-J Al^U ApU- ،‫^؛‬IxpL‫؛‬،، ApLC- dJ،J & j^ a ä \j

apL‫؛‬،> 1
‫؛‬jjüI b‫؛‬،‫_|؛‬j ،1111 LL‫؛‬jt‫ ؟؛^؛‬J ^4 ٥٠^-‫؛‬ a1.,،?UJ1Ul‫ ؛‬، 14^

c،-llp 0 ‫ ؛‬٢^ ١" ،_5‫؛؟‬ ^‫ ^ ؛‬١١ o ،j 1

dJJJu djdp d l ‫ ؟‬JLg-،^i ٥١^٧ aJjj i،i~‫؛؛‬-‫؛‬،o<-1 ،1(1‫ ؛‬، d-b‫■^؛‬ dX; 3 y ،^-Ä^v‫’؛‬

aJj^j ob«jj b«j‫<؛‬j ،dJ44^-،')_5‫ ؛‬3W- ®


‫؛‬j ‫؛‬ )*^bjv3 ob ^، 3‫؛‬،‫ ؛‬o lj ،dJ‫^؟‬
^٦١ caITJ ، !ill: 11J ٥١^ ، ^ J f j j a‫؟؛‬o U i u i i d 1،1^ 35‫؛‬

b« dJJ ^ä*jj ،^‫؟؛‬١ dJ،j‫؛‬-b^l j^*«-<،j ^ ١ d l‫؛‬bc،j>-l j l i d-b‫• ~؟؛؛؛‬AS ‫؛‬٠^١ ; 3^‫؛؛‬

Axa <^JlL>xj ،L‫؛‬i ،dJ-‫؛‬P *W ،di‫؟^؛‬-J Xb c J jj i| d ijjJ i ،C -،*^،‫’؛‬

dJÜfi 0‫ ؛‬dJb2JL=‫؛‬-\ b»i 3yyb ^<-٠^١ ، c«jw5‫ ؛‬-^‫ ؛‬U cJjsp ،1


(^
554 Hasan el-Basrî

‫ محل و ج م ع ت ال د نا "كل ه ا‬،‫بشه ادتهئ ا عثلف أ إن ال ذ ي ثم ي م ن الث م ر ال ث م ن ل ه ز ال عد لأ‬

‫ ز ال ي ك وثن‬،‫ محال ئبع الثوم ؤثئدأه م ن ال د قا يغتر فتته‬،‫م ا عذل ت يؤما بقي م ن ع م ر صا حبه‬

‫ هث مم ر ي آ و أن م دمحول\ في هث ره م د ل ه؛‬، ‫ثذيف ث ث وه وث ك‬


‫م‬ ‫ في‬1‫ ل م‬1‫ائنئيور أعفن؛؛ دئظي م‬

‫ شن ك ث‬،‫فف ا م ن ورايلف‬
‫ ^ ^ب جعل ه ا ل ول د ك م ن بع د ك يسق م ون ي‬١ ‫ ^ ^ أول ه ا إلى‬١ ‫هذه‬

۵١٤٠ ‫ ؤظ‬، ‫ب ق أم يزم ئ ئ م ه مم ت د ش أل ال ن ي و ذب ك‬


‫ أ خ ي م‬، ‫وث س إ أل هأ ؤ ئ ز‬
‫وف ا‬ ‫ ثل أو ا م ح ز ع ر ت اعة‬،‫مأ ن ع ال ي م ق ه إ ال اخث از ق زم غ ي ز ي أ فيه وتئفي ئ ا ق‬
‫ إ ال ا حتار الث ا ئ لن س م ه غأى‬،‫جتم عافه نك ون ل س واه‬
‫و ما ي ن أ صمن ا ف ن ا و ص م ت ألش وأح‬
‫ ب د ني اقصز عأى "ك ل م ة مول ه ا ئكت ب لث وثئن ما و ص مت للف‬،‫أ ص عا ف د للف بك ون ن م ره‬
، ٤^ ^ ١‫ وأع ظ م‬، ‫ ثانتم د انؤم ل ن يلق وأب صر الث ا ئ‬،‫وأضعافي ال حتا ز ا ئ ك ي ئ أ الوا ج دة عثه‬

‫لئ‬1‫ش ث ه ؤإي‬ ،‫ ز ال ئأم ن أن دك ون ل هد؛ ا[ك ال م ح ج ه‬،‫ح ذ ر ؛ل خ ن ز ة عئد نزول الشكز؛ة‬-‫وا‬

" ‫و ا ت ز ي ؤا لق ال ر ع وق ز ؤ بم إ ال د وبر ك اته‬ ‫ب ا لخزعفو زززقا إلثالئ‬

Haşan, Ömer b. Abdilazîz’e şöyle bir mektup yazdı: Bilmelisin ki


tefekkür kişiyi hayra ve hayırlı şeyleri yapmaya yönlendirir. Yapılan
kötülükten dolayı duyulan pişmanlık da ‫ ه‬kötülükten uzak durmaya
götürür. Çok olsa dahi, seni varlıklı kılacak olsa dahi, fani olan bir şey, asla
bâki olan bir şeyin dengi olamaz. Uzunca bir rahatlığı ardından getirecek
geçici sıkıntılar, ardından uzunca sıkıntıları getirecek geçici rahatlıktan daha
hayırlıdır. Bu yok edici, aldatıcı, kandırmak için türlü hilelerle süslenen
ikiyüzlü dünyadan sakın! Hileleriyle insanları aldatır, peşinde koşanları
helak eder. Damat adaylarına süslenip bir gelin gibi görünür. Gözler hep
üzerinde olur, nefisler hep onu arzu eder. Kalpler ona meyleder, düşünmeyi
iptal eder. Oysa kendisiyle evlenecek herkesin katili olur. Ancak geriye
kalanlar ölüp gidenlerden ibret almaz, yenisi eskisine bakarak uzak durmaya
çalışmaz. Akıllı kişiler bu konuda yaşadığı tecrübelerden faydalanmaz,
Allah’ı tanıyan ve onu tasdik eden kişi de uyarıldığı zaman öğüt alıp
düşünmez. Ona âşık olununca kalpler onu sevmekten, nefisler onu
arzulamaktan geri duramaz. Bir şeye âşık olan kişinin gözü artık başka bir
şeyi görmez, aklı başka bir şeyle meşgul olmaz. Artık ya bu maşukuna
kavuşur ya da onun hasretiyle ölüp gider.
Hasan el-Basri 555

Dünya âşıkları iki türlüdür. Biri bu aşkında istediğini elde eder. Bununla
aldanıp haddi aşmıştır. Nereden geldiğini nereye gideceğini unutmuştur.
Tüm aklını, tüm düşüncesini dünyasına verdiği için de ayağı kaymıştır.
Buna karşılık dünya, beklentilerinden daha fazlasını kendisine sunduğu için
pişmanlığı da ‫ ه‬oranda fazla olacaktır. Dünya nimetleri içinde bu kendini
kaybetmişliğiyle daha çok arzuları ve daha çok sıkıntıları olacaktır. Ancak
ölümü d^ündükçe daha çok acı çekecek, ölüm korkusu hayatını zehir
edecektir ki onun bu halini anlatmak mümkün değildir. Diğer âşık ise
beklediği hiçbir şeyi elde edemeden, bu yolda çektiği sıkıntılar ve dertleri ile
ölüp gidecektir. Dünyadan istediklerini elde edememiş, bu uğurda devamlı
bir çaba içinde olduğu içinde de rahat yüzü görmemiştir. Ancak her iki âşık
da âhirete yönelik azıkları olmadan dünyadan ayrılmışlar, hiç de rahat
etmeyecekleri bir yere gelmişlerdir.
Sen her şeyiyle dünyadan sakın! Bil İri dünya yılana benzer. Dokunursun
yumuşaktır, ama öldürücü bir zehri vardır. Giderken ondan çok ‫؛‬İZ bir şey
götürebileceğin için nefsine hoş gelen şeylerden uzak durmaya çalış. Sana
türlü acılar tattıracağını, bir gün ondan ayrılacağını bildiğin için
kendisinden yana endişelere kapılma. Ondan yana bir rahatlık içinde
olacağına vereceği sıkıntılar karşısında dayanıklı ol. Seni sürüklemesinden
sakın ve içinde bulunduğun durumdan dolayı da sevin. Bil İri dünya peşinde
koşan kişi, içinde bulunduğu durumun sevinciyle kendini güven içinde
hissettiği sürece dünya önüne yeni sıkıntılar serecektir. Dünyalık olarak ne
zaman bir şeyler elde etse ve biri bundan dolayı onu övse, dünya mutlaka bu
durumu tersine çevirecektir. Dünyada kendini mutlu sanan kişi aldanmıştır,
şimdi ondan faydalanan kişi yarın bunun zararını çekecektir. Ondan gelen
rahatlık belalara, ona bağlanma ise yok olmaya doğru götürür. Ondan gelen
mutluluk üzüntüyle karışmıştır, öm rünün sonunda da kişiyi zayıf ve rezil
bir duruma düşürecektir.
Sen dünyaya ona âşık veya sevdalı kişinin gözüyle değil, zahid olan ve
ondan ayrılmak üzere olan kişinin gözüyle bak! Ayrıca unutma İri, dünya
kendi halinde yaşayanları da bertaraf eder, kendini güven içinde sanan
556 Hasan el-Basri

mağrur kişileri de türlü acılarla baş başa bırakır. Kaybettirdiği ve senden


aldığı şeyler bir daha geri gelmez. Ne getireceği de belli olmadığı için nasıl
bir bekleyişte olunması gerektiği de bilinmez. Bu nedenle sen tümüyle
dünyadan sakın! Bil ki vaad ettikleri yalandır ve verdiği umutlar boştur.
Yaşamı çileli ve duruluğu gerçekte bulanıktır. Dünyadan yana her zaman bir
tehlike içindesindir. Ya gelip geçici bir nimet verecek, ya da başına bir bela
örecektir. Ya acı dolu bir musibete maruz bırakacak, ya da seni helak edecek
bir arzunun içinde dolaştıracaktır. Kişi akıllı olursa yaşamı zorlu olur; ama
dünyadan yana bir tehlike içinde olduğunu da bilir. Sonunda hesaba
çekileceğine inandığı için de tedbirini alıp sakınır.
Allah, dünya hakkında gerekli açıklamaları yapmasaydı, bu konuda
örnekler vermeseydi ve ona karşı zahid olmayı emretmeseydi bile dünya,
uyuyanları uykusundan etmek ve gafilleri kendine getirmek için yeterli
olurdu. O halde Allah tarafından dünyayı yeren ve ona karşı uyaran
buyruklar varken ondan sakınmamız gerekmez mi? Allah katında dünyanın
en ufak bir değeri, küçük de olsa bir önemi yoktur. Allah katında çakıl
taşları arasında bir çakıl taşı kadar, çöller içinde bir kum tanesi kadar bile bir
değer taşımaz. Yarattıkları arasında dünyadan daha fazla öfke duyduğu ve
kerih gördüğü bir şey de yoktur. Ona karşı o kadar öfkelidir ki,
yarattığından beri bir kez dahi olsun ona dönüp de bakmış değildir.
Değerinden hiçbir şey düşürmeden de hâzinelerinin anahtarlarını
Peygamberimize (JULL a\e^\ vesilem) sunmuş; ancak Resûlullah (JU L L Je^i

vesellem) kabul etmemiştir. Allah katındaki değerinden hiçbir şeyi azaltmayacak


olmasına rağmen Hz. Peygamber (JU L L Je4k; vesellem) onu reddetmiştir; çünkü:
Allah’ın sevmediği bir şeyi kendisi de asla sevmez, Allah’ın değersiz gördüğü
bir şeyi kendisi de değersiz görür, Allah’ın terk ettiği bir şeyi kendisi de terk
eder. Şayet onu kabul etseydi bu onu sevdiğini gösterecekti. Ancak
yaratıcısının sevmediğini sevmeyi, değer vermediğine de değer vermeyi kerih
görmüştür. Allah, dünyanın kötü bir yer olduğunu kendisine göstermeseydi
dahi Hz. Peygamber (JLLL ،Je4k; vesellem) için durum değişmeyecekti. Allah,
dünyadaki nimetleri kendisine itaat edenlere sevap, sıkıntılarını da kendisine
Hasan el-Basrî 557

karşı gelenlere ceza olarak kılmıştır. Bunun içindir ki dünyada iken


kendisine itaat edenlerin mükâfatı ile kendisine isyan edenlerin cezasını
âhirete ertelemiştir. Allah’ın dünyayı peygamberlerine, sevdiği kullarına uzak
tutması ve onu diğer insanlar için sınama ve imtihan aracı yapması,
dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu anlamak için yeterli gelir. Ona
aldanıp sahip olan kişi de Allah tarafından dünyanın kendisine ikram
edildiğini zannedip, Allah’ın bu konuda Muhammed’e (‫؛‬JÜLL de4١٦‫ ؛‬vesilem) ve
Hz. Musa’ya neler yaptığını, onlarla nasıl konuştuğunu unutmuştur.
Peygamberimiz (‫؛‬JULL ،Je4k vesilem) açlıktan dolayı karnına taş bağlamıştı.
Hz. Mûsa ise açlıktan yerden topladığı otları yediği için bir deri bir kemik
kalmıştı. Ancak yine de hiçbir zaman Allah’tan karnını doyuracak kadar
yemekten daha fazlasını asla istemiş değildir. Gelen rivayetlerde Allah, Hz.
Mûsa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Mûsa! Fakirliğin sana doğru yöneldiğini
gördüğün zaman: «Salih kulların şiarı hoş gelmiş!» de. Zenginliğin sana
doğru geldiğini gördüğün zaman da: «Günahın hemen verilen bir cezasıdır
bu!» de.”
Ey müminlerin emiri! Bu konuda üçüncü kişinin, Allah’ın ruhu ve
kelimesi olan Hz. İsa’nın durumunu da örnek alabilirsin ki o, şöyle demiştir:
“Açlık katığım, korku şiarım, yünler giysim, ayaklarım bineğim, Ay geceleri
lambam, Güneş kışın ısıtıcım, yerin yabani ve ehli hayvanlar için bitirdiği
otlar da yiyeceğim ve meyvemdir. Hiçbir şeyim olmadan, ama herkesten
daha zengin bir şekilde de gecelerim.” İstersen bu konuda dördüncü kişi
olarak Hz. Dâvud’u örnek alabilirsin ki onun da durumu diğerlerinden daha
iyi değildir. Ahali buğday ekmeği yerken arkadaşları ile birlikte kendisi arpa
ekmeği yer, ailesine de kepek ekmeği yedirirdi. Gece geldiği zaman
cübbesini giyer, başını ellerinin arasına koyar ve sabaha kadar ağlardı. Basit
yemeklerden yer ve kıldan giysiler giyerdi. Bu peygamberler de, Allah’ın
sevmediğini sevmemek, değer vermediğine değer vermemek ve yüz çevirdiği
şeyden kendileri de yüz çevirmek maksadıyla bunu yapmışlardır.
Daha sonra sâlih kullar onların bu metotlarını kendilerine yol edinip
peşlerinden gitmişler, dertlere ve sıkıntılara talip olmuşlardır. Her dem
558 Hasan el-Basri

tefekkür içinde, kısacık ömürlerinde geçici ve aldatıcı dünya nimetlerinden


yüz çevirmişlerdir. Dünyanın başlangıcını değil, sonunu dikkate almışlar,
vereceği kısacık bir zevki değil, acılarından doğacak sonucu
önemsemişlerdir. Sonrasında sabra yaslanıp dünyayı, zorunlu durumlar
haricinde yenmesi helal olmayan bir leş olarak görmüşlerdir. Bu nedenle
dünyadan açlıklarını bastıracak kadar, ruhlarını çirkin şeylerden koruyacak
kadar ve o günü ayakta duracak kadar yemişlerdir. Dünyayı, kokusu ortalığı
saran, her yanından geçen kişinin burnunu kapattığı bir leş olarak
görmüşlerdir. Sadece zorunlu durumlarda yeteri kadarıyla ondan bir şeyler
almışlar, leş olduğu için de doyacak kadar ondan yemekten sakınmışlardır.
Yanlarında dünya öylesi bir konumda olduğu için de hep onlardan uzakta
durmuştur. Bunlar, kendisinden doyana kadar yiyenlere, umursamaz bir
şekilde zevk alanlara şaşırır ve içlerinden: “Bunlar nasıl böyle korkusuz bir
şekilde dünyayı yiyorlar? Leş kokusunu hiç mi duymuyorlar?” derler.
Vallahi kardeşim, dünya hem şimdi, hem de sonrası için çürümüş bir
leşten daha pistir. Ancak bazıları ona karşı sabredemediği için bu leşin
kokusunu da alamamaktadır. Pis kokular içinde yetişip büyüyen kişi, elbette
ki leşin kokusunu alamaz, yanından geçenlerin veya yanında oturanların
böylesi bir kokudan rahatsız olabileceklerini düşünmez. Öldüğünde geriye
birçok mal bırakacak olan kişi, fakir bir şekilde yaşamış olabilmeyi daha çok
ister. Yine insanların seçkinlerinden olan biri ölürken mütevazı bir hayatı
yaşamış olmaya daha çok sevinir. Ömrü boyunca selamet içinde yaşamış
biri, ölürken musibetlerle dolu bir hayatı yaşamış olmayı diler. Yönetici olan
biri de, ölürken halktan biri olarak yaşamış olmayı daha çok temenni eder.
Dünyadan ayrıldığında insanlar içinde en az mala sahip, insanların en fakiri
olmandan dolayı sevinirsin. Bütün bunlar düşünen biri için dünyanın ne
kötü bir şey olduğunu anlamasına yetmez mi? Vallahi her bir kişi, aldığı bir
şeyde Allah’ın hakkının bulunduğunu, bunun hesabının sorulacağını bilmek
şartı ile, dünyadan istediği bir şeyi çaba göstermeden ve güç harcamadan
hemen yanında bulacak olsaydı dahi yine de akıllı olan kişinin, sorulacak
Hasan el-Basrî 559

hesabın şiddetinden dolayı ancak geçimliği kadar ve kendisine yetecek kadar


olan miktarı alması gerekirdi.
Düşünsen dünyanın üç günden ibaret olduğunu göreceksin. Biri
geçmiştir ve artık ondan alabileceğin bir şey yoktur. Diğeri içinde yaşadığın
gündür ve bu günü lehine çevirmen gerekir. Bir diğeri de yarındır; ancak
yarma çıkıp çıkamayacağını da bilemezsin. Kim bilir belki de yarın
gelmeden ölmüş olursun. Dün, seni eğiten bir bilge gibidir. Bugün, senden
ayrılacak bir dost gibidir. Dün, her ne kadar gidişiyle sana acı vermiş olsa da,
onu kaybetmiş olsan da sana öğütlerini bırakmıştır. Dünün halefi de
(bugün) sana gelmiştir. Uzun bir zamandır beklediğindi ve çok kısa bir süre
sonra da senden tekrar ayrılacaktır. Yarın için ise elinde sadece ümitlerin
vardır. Onun için amellerine dayan ve ecel gelmeden ümitlerinle aldanma.
Yarının veya sonraki günlerin kaygılarını da sakın bugüne taşıma! Zira bu
şekilde hem üzüntünü, hem de yorgunluğunu arttırmış olur, birkaç gün için
yetecek olan bir şeyi tek günde bir afaya getirmeyi dilemiş olursun. Ama
heyhat! Meşguliyet arttıkça üzüntüler de çoğaldı, yorgunluklar arttı. İnsan,
ümitleri uğrunda amellerini heba etti. Şâyet yarına olan ümidin kalbinden
çıkacak olsa idi bugünün amelini en iyi şekilde yapmış olur, yarma eksiksiz
bir şekilde girmiş olurdun. Ancak yarından yana olan ümidin seni aşırılığa
sevk etti ve taleplerini artırdı. Oysa istesen sadece bugününle ilgilenirdin. Bil
ki dünya sadece iki an arasında olan bir andan ibarettir. Bir anı geçmiştir,
bir anı gelecektir, diğeri de senin içinde bulunduğun andır. Geçen ve
gelecek andan yana alacağın bir lezzet, tadacağın bir acı yoktur!;
Ama dünya bu iki an arasındaki bir andır. İşte seni aldatıp da Cennetten
alıkoyan ve seni Cehenneme götüren an, bu andır. İyice düşünürsen
bugünün senin yanında /bir misafir olduğunu ve senden ayrılacağını anlarsın.
Bu misafirini, iyi bir şekilde ağırlar ve gerekli ikramı yaparsan yarın senin
lehine şahitlik eder, yaptıklarından dolayı seni över ve seni doğrular. Ancak
kötü bir şekilde ağırlar ve ikramlarda bulunmazsan gözlerinin önünden
süzülüp gider. Bunlar da kardeş olan iki gün gibidir. Biri yanında misafir
olmuştur. Onu iyi ağırlamamış ve ikramını yapmamışsan diğer kardeşi
560 Hasan el-Basrî

geldiğinde sana der ki: “Kardeşimden sonra sana geldim. Bana yapacağın
iyilikler kardeşime yaptığın kötülükleri silecek, ona yaptıkların
bağışlanacaktır. Bunu iyi değerlendir. Giden kardeşimden sonra yamna
geldim. Eğer akıllı davranırsan sen kârlı çıkarsın. Artık sen karar ver ve ne
yapacaksan yap!” Eğer ona da önceki kardeşi gibi kötü davranacak olursan
öldüğünde bu iki kardeş aleyhinde tanıklık edeceklerdir, öm ründen geriye
kalanın paha biçilmez bir değeri vardır. Dünyayı bir araya getirsen dahi
ömürden kalan bir güne eşdeğer olmaz. Onun için bugününü harcama!
Dünyalık şeylerle ona değer biçip heba etme! ölm üş olan düne, şu an elinde
ve senin ‫ م‬1‫ س‬bugünden daha fazla değer verme!
Hayatıma and olsun ki ölüp de kabrinde yatan birine: “Başından sonuna
kadar işte dünya! En büyük derdin çocukların değil miydi? Şimdi tüm
dünyanın onlara verilmesini, ondan diledikleri gibi faydalanmasını mı
istersin, yoksa amel yapmak için bir günlüğüne sana hayat verilmesini mi?”
diye sorulsa amelde bulunmak için bir günlüğüne dirilmeyi tercih ederdi.
Böylesi bir günün karşısına ne koyarsan koy, değerinden ve öneminden
dolayı yine bir günlük dirilmeyi tercih edecektir. Hatta bir anlık dirilme ile
başkalarının çok daha uzun bir süreliğine dirilmesi arasında tercihte bırakılsa
yine kendisinin bir anlığına dahi olsa dirilmesini tercih edecektir. Hatta
amel defterinde lehine yazılmak üzere bir kelime söyleyebilmesi ile
başkalarının daha fazla söz söyleyebilmesi arasında bir tercihte bırakılacak
olsa yine kendi kelimesini söyleyebilmeyi tercih edecektir. Onun için bu
gününde kendi kendini hesaba çek, anını değerlendir, söylemen lazım gelen
kelimeleri söylemeye bak. ölüm anı geldiğinde pişman olmaktan sakın. Kim
bilir belki bu sözler de senin aleyhinde hüccet olacaktır! Allah sizi de, bizi de
öğütlerden nasibini alanlardan eylesin. Her ikimize de hayırlı sonuçlar ihsan
etsin. Allah’ın selamı ve bereketi üzerine olsun.

‫ ثن ا‬: ‫ ها د‬،‫ قا د ؛ ثن ا أتو ط ا ل ب ب ن ت وابة‬، ‫مه د الثؤ ب ن م ح م د‬ ‫ع خض ا‬١٤ ٠/٢ ‫ ز‬- ) ١٨٣٩(

‫ ثن ا أب و عبيده ت ع ي د بن‬:‫ ئ ا لأ‬،‫ ثن ا ع د ائزئ ا ب بن عقثاء‬:3 ‫ فا‬٤^ ^ ^ ١‫ي وئف ن بنب ح ر‬


‫ م ن ص حبه ا‬،‫ " إن ال د ق ا نار ع م ل‬: ‫ م و لت‬،‫ ش م ع ت ا لختن ي ع ظ أ ص حابه‬:‫ محالأ‬، ‫نربي‬
‫فف ا ؤا ل م حثة‬
‫ وم ن ص حته ا عأى الؤغتة ي‬، ‫بالغ م ص لف ا والزه ا دة فيه ا ت ع ذ به ا وئف عته صح س ه ا‬
‫هث م أمئثنئق إ ر ن ا ال ص م ثة علته ز ال طا قه آه‬ ‫ ف ق ي به ا ؤأي خف تب ح ظ ه م ن الثؤ‬، ‫نف ا‬
Hasan el-Basri 561

J j J tä &\j ، ، ^ fc I^IJlp £HiJ‫؛‬j ،3^5 l*p&j U^U ،،‫!؛‬١١ y lip ‫ ؛‬٢٠ ^


‫؛‬٠^ yJ&\ )1 i jt y \ &‫؛*؛؛‬ V Jjlli ‫؛‬J l I^Ip L ^ ij ،L^ ‫^ ؛‬
dJL‫؛■؟‬ ٠^١ ‫؛‬j ‫؛‬ \jjjs>-(b i Lg^ ‫؛•؟‬j ‫؛؛؛‬ S
' ^ ،-‫؛‬Ü ٠^J ،Ojjj^‫؛؛‬،

lg-!l‫<؛‬- jl ،،1 Uj‫؛^ <؛‬٤٦ bjJl 0« ٢^١ ،،-«liiiJl qj\ \j ،21‫؛■؟‬

l‫؛؛‬jjJl ‫؛‬٠^١ ،،iiil5 (Jä (‫^؛ ؛‬aJ C-'Äi P £ijdj dX^ßj‫"؛؛؛‬ t« &'*
£,* dJj

L،‫؛؛‬lü ‫؟^؛‬١ ^‫؛‬-١۵٨٠ ، ^JhS:* ،Ia^،/? ٤٠٣ ،Jjli* ،LiljJ

oi‫ ؛‬،،u* ou '‫؛؛‬li ،fJj^ ‫؛‬٠^ u ٠^j ،v^sii ^ ١،2^1 ^‫ ؛‬c f ٠^ ٤ ، ‫؛‬a-»،-l3، ،_j‫؛‬jp j ،aLjIs

،‫؛‬JÜ.‫ ؛‬٠^٠٢٠ j،j Mj cONl ‫؛‬٠^ ٢ lg-‫؛‬-‫) ؛‬j ^‫؛‬-‫؛ ^^؛‬٠-‫ ؛‬c j U lü iJ cLUUl ‫؛؛‬jip N ‫ ؛‬3 j ^-‫؛؛‬

^٠١^ ^٢‫؛‬ ‫؛‬-*،j -‫؛‬1 ،^٢? ^٠١ ، ،!^،،-i-llj ،iJ-L


O^äU lA^-i ،j ،-‫؛‬J ، ■‫؛‬،^P^i dJJ،il5 ، ،-JjLil‫ ؛‬APjÄi Sjj،X?xJ« 4ijJ‫؛‬،i slu j j ‫؛‬، ،JjL‫؛‬-»

j^i‫؛‬i lij^p ‫^؛‬،٠ ،j^iixjMi aäjj-‫ ^؛ “؛‬i ،!jl«j‫؛‬aj ‫؛‬ji^jj ١‫؛‬j ،،,£‫^؛‬١ ٤^ ٠٠١١

l^tivs<‫؛ ؛‬j^ldl Ol lyLlplJ ! ja^i ،‫؛‬iJI ‫؛‬٠^١١ ‫؛‬٠^ ٠ ١/ ،‫؛‬Jj^ ، 1>ap 1،xp ‫؛‬J-‫؟؛‬j ٠١/J

J ^ ^ ‫؛‬0 ، ٤٢٠"‫> ؛؛‬3‫ ””؛؛‬LS‫ ؛‬،‫؛‬١٨^ ۵‫؛^ ؛‬٠^ ١ ‫؛‬£٧ LS? (Ip‫■^؛؛‬
^ U‫؛‬5j aJLa‫؛‬ J،l‫ ؛‬aJJI äpÜ? I Ü aJJ ،iJJii °^ a \$ 3 m ^J U i ،^!٠ SiSjj ،٧١ ،Jlp

١ j ، ٢٠-®‫؛‬,^٢٠١ ،^‫"؛‬J ^ ٠^ ١ oLs،‫ ؛*؛؛‬،١^ ،dJ‫ ؛‬ÄpÜ? aJJI ‫؛‬٠^٤ ،fJJ^ 0 l^T L‫؛‬J ، ،4*j<‫؛‬

،^!ip ،)‫^؛‬٥‫ ؛‬١-‫؛‬ ^ ، ٥‘,^^'J ،rJ^ ' ‫*؛‬-Ä،^:j? t^ A ‫؟‬i


jJ^Jlj % Aiii ‫(؛‬i ii l J45J، S/ ،،p ^ ، ^ i ۶ ١ ‫؛‬،jdl ،‫؛‬JUi ^‫؛‬١ d lii ^ ، ^ ‫ ؛‬Ijj

: ^ ١ j^i ٥^ ^ Jj‫ ؛‬Zja iukäi i j ‫ ؛ ؛‬ji ، ^ u m ^ j\y 3 5‫؛‬j 0<:


l'JLJ>- L‫؛‬J ،،Sj^ÄPj 4,L‫؛‬j‫؛‬،^،> ،l1 ^*,bä#j i &\ < L L * j l^J l‫_؛^ ؛؛‬y j 4} ^yja,ß*.t

44،‫؛ ؛‬٠^٤ j^v،y ،^١ j^ j ٥^ ٠١ ١^ ٠ ،-١^ ^٧١ )j ^‫ ؛‬،^ ^ ١ ٥٤١٩" ،^٢‫ ؛‬،y ‫ ^؛‬c^‫ “*؛‬o ^ J ، ü ‫؛‬Ajj
‫؛‬j ^‫ ؛‬iil ‫؛^ ؛‬U ،j*4^J 0 ‫ ؛‬t^jaP >!١١ ،AiP ^y‫؛‬، U ،_5? 0 ‫؛‬J ،^‫؟؛‬-٧٠ ^-٧١ ،AiP Ja U
j،i ، ٥^■‫ ؛‬a^_‫؛‬1-. •Ajw U p ،j^jp <3 y l .‫^؛‬

^äLjjj ‫؛‬i-Ä^jj Ia،Aj،A^- J b ‫ ^؛‬Jj *ij ‫؛‬،j،Xj M ، s)'jj•

‫ ؛ ^ ^؟‬j ٢^ ٠٠٠ ، ü ^‫؛‬jJ j ‫^؛ ^؛؛‬٢٠[ ‫؛‬3‫■^؟‬ ، ،J ^ y ، \_^J_،،‫\؛‬j x‫؟‬l‫ ؛؛‬، l ^ ‫ ؛‬p

Oj5\j U ^l^ySL‫؛ ؛؛‬٠^١^ ، U^l dJJ 1‫؛‬Äj ،AS Ö&J ،،L^äi^ ٠^ ٠‫ ؛‬J ‫) ؛؛‬J ‫ ؛‬٢^ ١ C-ji ، ٢^١٠^ ١ \j

dXx^< 0 ^ 5 ^■‫؛‬١^ ١ ١‫؛؛ ؛‬-٧١ ،J5^ ،‫؛‬jM" j y ^\ ^-‫؛‬٠١ ،5‫ ؛!^ !؟‬٠^ p
562 Hasan el-Basri

*!٨٤ ،،lliUi Oj-U ،‫؛‬5 ^٠ ٠^١‫ ؛‬ls-*‫؛‬1 ،/‫ ؛‬٠^ ٧ ٧٠^ ‫؛‬٠^
aääJI ،x*il ^jjj c ،iX^JLs‫؛‬- 4S > - ،iijl c —،،^■ ٠٨‫ ؛‬U ، ll ^ i j ‫؛^؛؛‬j V j ، ! ٧ U ،ijL*jij

J^ 4® j j lj ٠^٠ U >٧١ ‫؛‬.L^aS q * 2)ji‫ ؛‬0 ‫؛‬ ^ J lS i* \ * \ jij» ،3j i ‫ ؛‬5J d jö 'c p - ‫«؛‬IjI SJjJI ^JlpIJ

l‫؛‬jjJl ،J>،ai‫؛‬iliP،، J١■ ‫_؛‬£‫ ؟■*؛‬٠^ c -،-^‫؛‬aj Ji ‫؛‬ol ٠^ ١ U c —


‫؛‬l li>Ü ،_£،ÄJ1 Oj.‫؛‬
٠‫؛‬/ ^ OUj'y‫^ ؛‬4jl o4■^ 1 ،LU■‫ ؛‬c-JL*i lii ،iJjU J-s،iÄ‫ ؛؟‬4 -‫ ^؛‬£_‫؛‬-3 ،‫؛‬-‫ ^؛‬٠١ 4 ^ ‫ ؟ * ^؛‬5

0 ‫ ؛‬،J4® ^■١ C-~fll>- L«J ^ ، a5"Ü ، S^x‫" ؛‬Vj 4^-lj Ala،'‫؛‬/ ،3 *4 ‫^؛!^ ؛‬-٠‫ ’؛‬،‫؟‬-*‫؛‬،A■‫؛ •؛‬j^ ،— J ، JJj ■‫؛‬

،،‫؛‬،LIäj ‫؛‬4 ‫؟‬jlij ،!!،L1.ÄJ l‫؛‬iwüi < *_ ss> A S p cI^pUjü«-‫؛‬ ‫؛؛‬٣ ،‫ ؛؛‬jj ^^‫ ؛‬،-‫؛‬-^ ،3jj‫؛‬j

u ^^-١١ ،٠٣ >2^‫ ؛؛‬ü ^ - j ،^‫؛‬-‫) ؛؟‬2r‫ ؛‬،‫؛‬-^٠-^‫) ؛‬2^‫ ؛‬،l i l ،‫؛؛‬،« ،as ١-‫؛‬-^ ،^*j‫؛‬j ،as ١^٠ v! i *jLd j

L^‫؛؛‬1jj،j l^j L^_L 3،‫ \<؛‬،^<1‫؟‬،p1 ،3j^i،ij ®J^‫ ؛‬،JJ ،‫ ؛‬،j ■‫؛‬- ^^٤ ،،^‫؛‬£ ‫؛‬١“®‫؛‬
١! uLjäp ١^ ١ dJ ‫؛‬L“ ،Iß‫؛ ؛‬oT^ ١ ١; ، iyi‫؛‬r ،Uüj^ ^ } U \ ‫؛<؛‬، ، i&
٤y ‫؛‬5jp ،aSJ ،ii ■(‫؛‬،^- ^ ‫ ؛‬aj Vj ، ،_^y c j l j s - ^ y ٠^٨٤ ،

lijj ،lUjJÜI C -‫<؛‬v -/‫’؛‬، ١■‫ ^؛‬،‫؛‬ij l^ P ،^،al>-U ،iJJ (J^ÄiJ J j L!Lj > C-Jlj ،،fjillp

3Jj‫ ؟‬u * ;( ٠٤ ^ ^ ١ ۵١‫ ؛‬، ^ ^‫ ؛‬sj‫ ؛‬Vj 3 > Ü }* J ٤ ،‫؛‬£ s

j i ‫؛ ؛‬٠^‫^ ؛‬JL^xlv‫ ؛*؛؛‬٢٠- ^ ^ ^-٧١ 4p U‫؛‬2J ‫ ؛‬١^ ١ j -‫؛؛‬j ،‫؛^؛*•؛‬J £^"^ ١ ،_5? ^ ١

C q* l^-i ،^-4J■^"‫ ؛‬،،-W 5^‫؟‬i ١٠^٣١ ١^١ J ■‫ ؛■؟‬١-‫^^؟؛‬ J C---iU‫ & “؛‬y>X«

،^‫؛■؟‬٠ o t )٠-^ ^٠٦‫ ^؛‬٥‫^ ؛‬ )٠^ ٠ ،^,^■‫؛ ^؛‬v-Ä،^‫؛‬-5*“١ ٢٠ ،^ ١‫ ؛‬،X


،<‫ ؛‬P 5r‫؛‬W® ،‫؛؛؛‬l ،، 5‫ ؛‬Jl l^dp ٢٠ ^ ٤•JJ ،Äpl^il ،[‫ ؟‬٣٠ ،٠^ ^ ١٠-^ )lr‫؛‬T? ، 5^•،‫^؛‬

،yjlp ‫؛‬2^ ،٠^ l^-j ‫ ♦ ؛‬- ‫ ^ ؛‬، 5‫■^؛‬ ٣ ^ ^ ■ ‫) ؟‬1^ ‫ ؛‬dr‫ '؛‬،<^ j ، ٤١ p4 ^‫؛‬

،^-١١ £L‫«؛‬-!،<i p j (.^ jP y S C ^ * J tf’ l^ . ., y / 9 I J ،‫؛‬J-«■،‫■؛‬ ^-٧١ ‫؛‬2^ ۶١^‫ "؟‬3 "^‫^؟‬،، J

AlüUjaJ^ Ü ، ^ j V j ،AiL‫؛‬- l l ‫؛‬-‫ ؛‬b jJ l ٠٠^٠ C s -J A lte ' ^ J^ llp J jjlj ٥^ ‫؛‬J ‫؛‬

،^ PjJ L?^ ‫ ؛‬J ،- ٠^ ١ ،-^jV’ Jj


J jU ،،!‫؛‬i i j l ^)&p 4]■ c-wSA<- ،^^ ١١ ;٢٠٠^ ١ ül ٥^١^ ‫ ؟‬،2^? ،_5?

‫؛‬jU- j ‫ ؛؛‬i^Kj ،l:i1p J4 Ji‫ ؛‬p Nj ،b:‫؛<؛‬ U j ١! j ‫؛‬s J 1 ،13t ^ ^ Ü j ،clU Ji

o * ٧ *$ • ^ ^ p 4 ‫؛‬j ^ ١٠^ ‫ ^؛‬١ ،^ ١ . ^ o i

j Ai ،5،ÄJl 4-£‫“؟‬J ،'4 ‫“؟‬J 5■^‫_) ؛‬s? J ‫ ؛؛‬١■‫!؛؛‬ s j? ^ ~ ٥٠^ ‫ “ ؟‬3 '^‫ ؛‬s-‫ ؛؛‬c i i ? !،Alp 4Ü1 ، p4^j

L،‫؛‬J ١^١ b jJ i ،aj‫؛‬،aj‫؛‬i ،٠^٠ ،lijiv?! ،^jüi ‫ ؛‬i^-s،2j u ‫؛‬o i ‫ ^؛‬١ ^ ،ii->^j ،^ -‫“ ؟‬J
Hasan el-Basrî 563

‫ محم امحا؛ثضمحؤ‬،‫ ^؛‬١‫ ه ئ خ‬، 4‫ الشاي‬f t j j ‫ رمحم اقةا؟ث خر‬،‫ح م ة‬


‫ام‬
‫ والل ه لم د ص حبن ا أقزائ ا كان وا تقولون ; ق س تثا فى ال د ق ا‬، ‫عند ذعزؤ ا لله محا ر وكرا مته‬
‫ب م والل ه ح ش أمزقوا‬،‫ ئلتوا ا ل جنةبع د وه م وزوا ج ه م وتهرهب‬، ‫ فيئ لف ا ح ل منا‬،‫ح ا ج ه‬
‫م ال ي ز ي أخذغز ي ز ال ق ر ف ة ز ال ثق ا ة‬ ‫يا‬ ،‫يفف ا د ظءئز وزخزا ئأ ق خ وا و تجزأ‬
‫ خ ش إذا ن خ ل إ ر أئبؤ إ ذ و ت إث ه ن يم م حت إل ال‬، ‫إ ال صابئ ا ذي ال م مائث ا خ ابئ ا‬
:‫ ثم م مالأ‬،‫ ال ينال ه م غذ ف يؤ نا ف ذا زنا ف ذا‬،‫ش ك ت‬

‫إئن ا ا ن ي غ ي غ ا لأي اؤ‬ ‫يفن ست ا تف ا تث زا خ ب ي ت‬

Saîd b. Zerbiy bildiriyor: Hasan-1 Basri’nin, arkadaşlarına vaazında şöyle


dediğini işittim: Dünya, amel yeridir. Ona yüz vermeden zahid bir şekilde
yaşayan kişi mutlu olur ve dünyayla girdiği böylesi bir ilişkinin faydasını
görür. Ancak nimetlerini arzulayarak ve onu severek yaşayan kişi mutsuz
olur, Allah’tan nasibini de yok eder. Sonunda dünya, onu sabır
gösteremeyeceği işlere sürükler, Allah tarafından da kazanamayacağı azaba
maruz bırakır. Dünya, pek önemsiz bir yerdir, insana verebilecekleri de
azdır. Allah ona yok olmayı takdir etmiştir ki sonunda onun tek mirasçısı da
kendisi olacaktır. Dünya ahalisi de dünyadan ayrılıp harap olmayan ve
zamanla değişime uğramayan mekânlara götürüleceklerdir. Bir gün
dünyadan ayrılacağınızı aklınızdan çıkarmayın ve gideceğiniz mekân için
hazırlıklı olun. Ey Âdemoğlu! Ya dünyadan yana olan endişelerini içinden
koparıp atarsın ya da dünya kendisinden yana tutunduğun ipleri sen
üzerindeyken koparır! îşte o zaman ne için yaratıldığını unutur, kalbin
haktan sapar ve dünyaya tümden yönelirsin. Seni zelil bir duruma düşürür.
Öyle durumlar ki kötülüğü aşikârdır ve tek bir faydası dahi yoktur. Dünya,
sevenlerini uzun sürece^ bir pişmanlığa ve âhirette de çetin bir azaba
sürükler. Onun için ey Âdemoğlu! Dünyaya aldanma! Emân Allah’tan
gelmediği sürece sakın kendini güven içinde hissetme! Zira kıyamet
günündeki korkunç ve ürkütücü durumlar henüz önünde seni
beklemektedir. Artık Allah seni ya affedip böylesi durumlardan kurtarır ya
da helak olup gidersin. Sıkıntılı, ürkütücü ve kalplere korku verici
mekânlara salınırsın. Onun için böylesi zamanlara hazırlıklı ol ve böylesi
564 Hasan el-Basrî

mekânlara düşmekten olabildiğince kaçmaya çalış! Gelip geçici olan dünya


malları seni asıl görevinden meşgul etmesin. Uzun bir gelecekten yana
hesaplar içine girme. Zira ömrün pek hızlı bir şekilde eksilip tükenmektedir.
Ecelinden önce davran ve sakın: “Yarın yaparım! Yarın yaparım!” deme! Zira
Allah’ın katma ne zaman gideceğini bilemezsin.

Bilin ki insanlar, dünya ziynetlerinin peşine düşüp, yetişebildikleri her


şeyi elde etmeye çalışıyorlar. Herkes içinde bulunduğu durumdan memnun,
razı ve sahip olduğu şeyleri daha da arttırmak için çabalamaktadır. Ama
bilin ki, Allah’a itaat yolunda olmayan bütün çabalar sahibini hüsrana
uğratacak, sonunda da bu çabalar heba olacaktır. Ancak Allah’a itaat için
olan çabalar, sahiplerini doğru yolda tutacak ve bu çabadan nasiplerini
alacaklardır. Allah’ın Kitabı ve ahdi insanların elindedir. Geçmiş hakkında
yeteri kadar bilgi verdiği gibi, gelecek hakkında da gerekli açıklamaları
yapmıştır. Allah’ın takdiri geçmişte olduğu gibi bu gün de, yarın da aynı
olacaktır. Çünkü Allah’ın hücceti mazerete mahal vermeyecek kadar sağlam
ve açıktır. Herkes yaptığı işle, amelle Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Ardından
Allah kullarından yana hesabını yapıp hükmünü verecektir. Vereceği bu
hüküm de iki türlü olacaktır. Kimine rahmeti ve mükâfatlarıyla hükm ünü
verirken, kimine de öfkesi ve azabıyla hüküm verecektir. İşte o zaman nice
hayıflanmalar, nice pişmanlıklar yaşanacaktır; ancak Allah’ın daha önce
gönderdiği beyanlarını bilen bir kişi hükmün bu şekilde de verileceğini bilir.
Allah’ın gözünde değersiz olan bir şeyi kendisinin de değersiz görmesi
gerektiğini, Allah’ın katında önemli ve değerli olan şeyleri de önemsemesi ve
bunlara büyük değer vermesi gerektiğinin bilincindedir. Allah, ölüm sonrası
karşılaşılacak kötü ve hoşlanılmayan durumları zikretmemiş midir? Kişinin
dünya ve nimetlerine karşı kendini nasıl temiz tutacağının yollarını da
belirtmemiş midir? Bilin ki dünya yok olmaya mahkûmdur, nimetleri daimi
değildir. Kendisine yönelinmesi durum unda sebep olacağı sıkıntılardan
emin olunamaz. Dünya, her yeni şeyi eskitir, her sağlam olanı yıpratır ve her
zengini fakir kılar. Peşinde koşanlara yönelir ve her halükarda onlarla
Hasan el-Basrî 565

oyununu oynar. Düşünenler için ondan alınacak nice ibretler vardır ve


bunları kişi bizzat yaşayarak anlar.

Ey Âdemoğlu! Şu an senin dilini konuşan bir dünyada yaşıyorsun ve


aslında ne olduğunu öğrenmeye pek yaklaştın. Bil ki eceline doğru hızlı bir
gidişin içindesin. Sonrasında tüm dünya ahalisi en korkunç ve en tehlikeli
durumlarla baş başa kalır. O nun için Allah’a karşı takvalı ol ey Âdemoğlu!
Dünyada iken tüm çaban âhiretin için olsun. Âhiret için yapıp önden
gönderdiklerin dışında dünyadan elde edebileceğin bir şey olmayacaktır.
Sahip olduğun malı infaktan çekinip biriktirme, ölüp de geride bırakacağın
malın peşinden nefsinin koşmasına fırsat verme! Aniden ölüm gelip de seni
istemediğin ve beklemediğin durumlarla karşı karşıya getirmeden önce
henüz hayattayken ve yaşıyorken âhiret için çaba göster, gereken
hazırlıklarını yap. Ölüm sonrası pişman olmanın artık sana bir faydası
dokunmayacaktır. Dünya peşinde koşmayı reddet, nefsini ondan uzak tut ve
ihtiyacın dışında olan şeyleri bırak. Şayet böyle yaparsan en büyük kazancı,
elinden gitmeyecek nimetleri elde eder, maruz kalanların asla rahat yüzü
göremeyecekleri, dinlenemeyecekleri çetin azaptan kurtulursun. Durumlar,
altından kalkılamayacak kadar zora girmeden, sarpa sarmadan önce
yaratıldığın amaç için çalış. Dünyayı sadece bedeninle yaşa kalbinle de
ondan uzak dur. Dünyada gördüklerinden, geçmişte yaşadıklarından, gelip
geçici ancak vebali korkunç olan dünya nimetleri peşinde koşan insanların
içinde bulunduğu durumdan dersler al. Onların dünyaya olan bu sevgisi
senin zühdünü, ondan sakınmanı arttırsın. Zira sâlih insanlar hep öyle
yapmışlardır.

Ey Âdemoğlu! Bil ki çok büyük ve değerli bir şeyi istiyorsun ve bunda


ancak mahrum olan, helake sürüklenen kişiler kusurlu davranır. Seni nereye
götüreceğini bildiği halde sakın gururuna kapılıp gitme. Kendisinden
sorumlu tutulacağını ve hesap vereceğini unutm adan da ayağına gelen
kısmeti geri çevirme. Amelini ihlâsla yap. Sabahladığın zaman akşama
ölümü bekle, akşamladığın zaman da aynı şekilde ölüm beklentisi içinde ol.
Bil ki Allah’a dayanmayan hiçbir güç ve irade yoktur! İnsanlar içinde
566 Hasan el-Basri

kurtulanlar, hem bolluk, hem darlık halinde Allah’ın indirdikleriyle amel


eden, insanlara Allah’a ve Resûlüne itaati emredip öğütleyen kişiler
olacaktır. Zemmedilmiş ve fitne olarak yaratılmış bir dünyadasınız. Dünya
ahalisine bir ecel takdir edilmiştir ve bitiminde ölüp gideceklerdir. İçinde
çeşitli bitkiler bitirilmiş ve her türlü hayvandan yaratılmıştır. Ancak Allah
insanların, sonunda gidecekleri yeri bildirmiş, kendisine itaati emretmiştir.
Onlara bu itaatin yollarını da göstermiş, itaate karşılık onlara Cenneti vaad
etmiştir. İnsanlar Allah’ın tasarrufu altındadırlar, içlerinden hiç kimse onu
aciz bırakamaz, yaptıkları hiçbir iş ondan gizli kalmaz. İnsanlardan kimi
Allah’a karşı isyan içindedir, kimisi de ona itaat etmektedir. Ancak Allah her
birine de yaptıklarının karşılığını eksiksiz bir şekilde verecektir.

Allah’ın vaad ettikleri ile Kitab’ında indirdikleri arasında mahlûkatından


hiç kimseyi dünyaya rağbet ettirdiğini işitmiş değilim. Aynı şekilde
insanların dünyadan yana kendilerini güven içinde hissetmelerine ve peşinde
koşmalarına razı değildir. Aksine dünyanın kusurlarını âyetleriyle açıklamış,
bu konuda örnekler de vermiş, dünya peşinde koşmaktan sakındırıp
insanları dünyaya değil âhirete rağbet ettirmiştir. Aynı şekilde dünya ile
insanların çok büyük ve zorlu bir amaç için yaratıldığını vurgulamıştır.
Kendilerini dünyadan alıp ödülleri kendi ödüllerine, cezaları da kendi
cezalarına hiç de benzemeyen ebedi yurda götüreceğini de bildirmiştir. Bu
yurtta Allah insanları amellerine göre hesaba çekip herkesi ikamet edeceği
yere yerleştirecektir. Ki artık bundan sonra ne bir kötülük, ne de iyilik,
sahipleri için bir önem arz etmez. Helal olan rızık için çaba gösteren, eline
geçirdiği zaman da üzerinde bulunduğu hayırlı işlerde kullanan kişinin
üzerinden Allah merhametini esirgemesin. Yazık sana ey Âdemoğlu! Âhirette
hayırları elde edecek olduktan sonra dünyada iken çektiğin sıkıntıların senin
için ne önemi olabilir ki?

“(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla


oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize
Hasan el-Basrî 567

(kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü."1 insanların içinde


bulundukları kötü durumu nasıl da ortaya koymuştur! Allah’ın daveti ve size
ihsanlarına rağmen çoklukla o kadar çok meşgul oldunuz ki Cenneti de
unuttunuz, öyle insanları gördük ki: “Dünyayla işimiz olmaz! Zira onun
için yaratılmadık!” demişler ve evlerinde, çarşılarda, yoleuluklarmda sadeee
Cenneti istemişlerdir. Evet, bu uğurda kanlarını da dökmüşler ve karşılığını
sadece Allah’tan beklemişlerdir. Yürüdükleri doğru yolda da sonunda
kurtuluşa ermişlerdir. Ne mutlu onlara! Bunların katlayacak veya açacak
giysileri yoktu. Onları ne zaman görsen oruçlu, boyun eğmiş, dertli ve
sıkıntılıdırlar. Evlerine girdikleri zaman önlerine yemek konursa yer,
konmazsa da seslerini çıkarmadan otururlardı. Evdekilere de bir şey
konusunda: “Bu ne? Şu ne?” gibi sorular sormazlardı.
Sonra Haşan şu beyti okudu:
“ö lü değ ild ir canini verip de ku rtu lfin
H enüz d iriyken ölendir, a sil ölü olan. ”

،‫ ثن ا م ح م د بن عند اللؤ ثن رتثئ‬:‫ ها د‬،‫ ] حدثت ا أب و م ح م د بن حتا ن‬١٤٣٨ [ “) ١٨٤٠(


‫ا ائ ذ‬: " : ‫ ظت‬،‫لخن‬ ‫ ض ا‬، ‫ص ال م‬ ‫ نما مه د الين ف ن ئ‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫ ظ طال وث ئ ذ‬:‫قات‬
‫ !ن لأهد‬، ‫ م حن عش أ ي خ ه ثئقى غنألث‬، ، ‫ هو ل خنن ق زذن ك‬1‫ ءأل م‬،‫ ^ ع مل ل ق غنألث‬١
‫ء ور ح م ه‬، ‫ و صل ه ال ؤ ح م‬،‫ والوب اء ب ال ع هد‬، ‫ م د ق ا ل ح دي ث‬: ‫ال ثئؤ ى ع ال م ا ت يع ززن به ا‬
،‫ و ح ن ن ؛ كلق‬،‫ ة يلق ا«س‬1‫ وقثه النت ا ه‬،>‫ وبذ أل ا لئ ا روز‬،‫ؤال؛غث الع‬ ‫ وقأه‬،‫ء‬1‫ا ل ص ع ه‬

،‫ ث ا ح إ؟ى ع م ل ك يوزن حيره وق ره‬١^ ^ ،‫ه ي ؛ ن؛ د م‬ ‫ؤشثة ا ل ح ل ق م ما يم ؤب ب!لى الل ه‬


‫ز الث ح مزن م ن ؛إئ ئ‬ ‫ ه إثنف إ<نا رأيثة شؤك‬،‫م مغز‬ >‫ث الث حق رن م ن ؛ لخم ف ق وإد‬
‫ ال‬، ‫ ج ال م ت ح قي زأنفئثمص د! وهدم ئ‬- ‫ل ه ر‬1 ‫ث اءك نك انهن> محز م‬
،‫ رأيته ا‬٩ ‫ ء ك‬، ‫ق ظ‬
‫ هئه ا ت هيه ا ت ذهب ت ال د ي ب ح اآتى م آل ه ا ون م ت ا العن الط ق ال ئ د فى‬،‫لخؤم ممره وف اهته‬
‫بخت ا ر ك ز ش ما ثنتقل ز و ن ؟‬ ‫أن ز ع‬ ‫نقد‬ ، ‫ث ن وو ح م‬ ‫ئ ن وق و ن الثا م ن وا ل ق ا ع ة‬ ‫ أن م‬، ‫أعن ا ق ك ز‬

1Tekâsür Sur. 1-2


568 Hasan el-Basrî

‫ ك‬1‫ ^ بع ذق‬١ Q i\ ‫ ي‬، ‫بع د كتابت <م ز ال ثبي بع د ئبث؛؛ م‬ ‫ ال‬٩ ‫ فكأ ن قت‬،‫الئ؛ن ا يثه‬

٠' ‫ ؤ ال بيع ن اخزئ ك بذق ا ك فتخشزئ م ا ج مي عا‬، ‫ب ح ه م ا ج مي عا‬


‫ب اخزتلث ر‬

Haşan el-Basrî şöyle demiştir: “Ey Âdemoğlu! Varsa yoksa amelin! o


senin etin ve kamndır. Nasıl bir amel üzere olduğuna bak. Takva ehlinin
kendilerine özgü alâmetleri vardır. Doğru sözlüdürler, sözlerinde dururlar,
akrabalarıyla alakayı kesmezler, zayıflara merhamet ederler, kibir ve
kuruntulara kapılmazlar, iyilik etmeye çalışırlar, insanlara karşı övünmezler,
güzel bir ahlâka sahiptirler, kendilerini Allah’a yaklaştıran müsamahakâr bir
tavır içindedirler. Ey Âdemoğlu! Sen iyisi ve kötüsü ile tek tek tartılacak olan
amellerinle karşılaşacaksın. Küçük de olsa hayırlı olan hiçbir şeyi basit
görme. Zira bir bakarsın ki basit gördüğün bu hayırlı amelin (hesapta) seni
sevince boğmuştur. Aynı şekilde küçük de olsa kötü olan hiçbir şeyi basit
görme. Zira bir bakarsın ki basit gördüğün bu kötü amelin (hesapta) seni
üzüntüye boğmuştur. Allah, helalden kazanan, itidalli bir şekilde harcayan
ve ihtiyaç duyacağı gün için bol bol infakta bulunan kişiye merhamet etsin.
Heyhat ki heyhat! Dünya sona erecek ve yaptığınız ameller boyunlarınızda
asılı kalacak. Siz insanları sürerken kıyamet de sizleri önüne katmış
sürmektedir, ölüm sizin hayırlılarınızı götürdü, daha neyi bekliyorsunuz?
Hesaba çekilmeyi mi? Oysa o da pek yakındır. Kitabınızdan sonra başka bir
kitap. Peygamberinizden sonra da başka bir peygamber gelmeyecek. Ey
Âdemoğlu! Dünyanı âhiretin karşılığında sat ve böylece ikisinden de karlı
çık. Âhiretini dünyan karşılığında satıp ikisini de kaybetme.”

‫ ثت ا عئد الثؤ بن أ خ ن ذ بن‬: ‫ محا د‬،‫ م ا ا ] خ ا؛ثن ا أ خ ئ د بن ج ع فر بن خن ذا ن‬/ \ [ - ) ١٨٤١(


، ‫ ص ح م ئ د‬،‫ ثت ا ماللث ى مغ و ل‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ث ح ئ ذ بن ظيق‬:‫ قات‬،‫ ح دبتى أيى‬، ‫ح ق ل‬
‫س م ا ا لخنن في يؤم م ن ر ج ب في ا ل م س ج د ؤئ ؤ ين عس ماء وين ج ه ت ئ ن تشق ا‬ : ‫ما د‬
‫ و ب‬1‫ أ و أن ب ال م‬،‫ ه‬1‫حث‬- ‫ " ثؤ أن لأ[ئ ل وب‬:‫ت‬، ‫ ث أ‬،‫كت ا ة‬1‫ ^ ؛ ؛ م‬١ ‫ق دي د ؛ إل بك ى ح ش‬
‫ إن ثلم ه ث م حهس عن صبي ح ة يوم ا لمن ا م ة‬C‫ الةئكستأ م ي ذ قل ة صبي حئه ا يؤم ا ل سا م ة‬، ‫ص ال ح ا‬

" ‫ م ن ي ا م حامؤ‬،‫ ؤ ال عينب اكية‬،‫ظ ضخ اخل ال ئ ي؛ ط أكي مه ه م ن عونهب ادية‬


Hasan el-Basrî 569

Humeyd der ki: Haşan el-Basrî -Recep ayrnda bir gün- mescidde suyu
ağzına alıp tükürürken derin bir nefes alıp ©muzları sarsıla sarsıla ağladıktan
sonra şöyle dedi: “Eğer kalplerde hayat, gönüllerde salah olsaydı, sabahı
kıyamet olan bir gece için ağlarlardı. Hiçbir yaratık sabahı kıyamet olan o
gece kadar avretlerin ortaya çıktığı ve ağıtların her yeri doldurduğu bir gece
yaşamayacak.”

، ‫ ثن ا عبد الثؤ بن أ خن ذ‬: ‫ قا د‬C‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن ج ع فر بن م ا ل ك‬١٤٤/‫ [ ؟‬-) ١٨٤٢(


" :‫ قأال ا خل س‬:‫ ثن ا ماللف بن بغزب محات‬:‫ محات‬،‫ ثن ا ث ح ئ د بن ت ابق‬: ‫ محا د‬،‫ح دب ي أيي‬
،‫ ال ع ا ج ل ة ل ن ن ال اخزه ثق‬٩ ‫ وم ن ه م بث يؤ أكتر ش ذكرو‬،‫و ا م ر ئ فين ا يهثة‬ ‫عدا‬
" ‫وم ن اثن ذق ا ة على اخ ريه ق ال دق ا ل ه ز ال ا خزه‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Her bir kişi, derdini taşıdığı şeyle beslenir. Kişi
bir şeyi dert ettiği zaman da onu çok anar. Bilin ki âhireti olmayanın
dünyası da olmaz. Dünyasını âhiretine tercih eden kişinin de ne dünyası, ne
de âhireti olur.”

‫ ثن ا علي‬: ‫ محا د‬، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح ن ذ‬: ‫ قات‬، ‫ ] حدت ا أثو بكر بنت ابلي‬u i / y [ ") ١٨٤٣(
:‫ قات‬،‫ نما إ و م أ ئ ع ض ائ شي ث‬:‫ قات‬،‫م‬ ‫ج‬ ‫محا‬ :‫ قات‬،‫ ى ط ات‬:‫ قات‬، ‫م‬ ‫مح‬ ‫ئ‬
‫ ز ال شلن؛‬، ‫ نال ي ن ا ي م ت ل ه ز ال ثقئ أغ ا‬٠٠ : ‫ يقأو ل‬، ‫ش م ع ت ا لخشن إدا ذ و ص ا ح ب ال د ث ا‬

" ‫ و ق د أ ر غ منه ا في ح نق‬، ‫بن ه ا زال م ه ا ز ال جش ابه ا‬


‫من م‬

ibrâhîm b. îsa el-Yeşkürî der ki: Hasan’ın dünyaya bağlı insanlardan


bahsederken şöyle dediğini duymuştum: “Vallahi, ne dünya ona bâki, ne de
kendisi dünyada bâki. Onun peşinde koşturmaktan, l^tülüğünden ve
hesabından kurtulamaz. Ondan bir bez parçasıyla ayrılır.”

‫ ثن ا ع د الل ه بن م ح م د بن‬:‫ محالأ‬، ‫ ] ثن ا أ خ ن د بن ج عف ر بن ن ن م‬١ ٤ ٧ ٢ [ “) ١٨٤٤(


‫ ثن ا م غل د س‬:‫ قات‬،‫ و ك ا ن بمالت إبت م ئ ا لأبذال‬،‫ ثن ا م ح م د بن ادم ا ل م ط هعج د‬:‫ قات‬،‫ال ثئن ا ي‬

‫م‬ ‫ " جمحا ؤم اقز إوا كت ابثه إ ر ف ك ت‬: ‫ء‬ ‫ قي هول ه‬،‫ عن ا لخض‬،‫ عن هش ا م‬، ‫ما ن م‬
‫ نإة ائنتابئ أش اع‬،‫ قادت إن ال م ؤم ن أ ح ت ن ال ظن ينئي فأ ح ت ن اتح ن ن‬،‫م الق جن ا يقم؛‬
" ‫ا ش ئأت ا ؛ ا ل ت ل‬
‫‪570‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫‪Hişâm’ın naklettiğine göre: Hasan (-1 Basrî), Allah’ın “Alın kitabımı‬‬


‫‪ ekileceğimi biliyordum”1 âyetleriyle ilgili:‬؟ ‪okuyun. Ben hesaba‬‬
‫‪“Mümin, J^bbiyle ilgili hüsnü zan besledi ve amelini güzelce yaptı.‬‬
‫‪Münafık ise suizan besledi ve kötülük yaptı” dedi.‬‬
‫(‪ / \ [ - ) ١٨٤٥‬ا ا ا ] حدثن ا أبو م ن غ ود عئد الل ه بن م ح ئ د بن أ ح م د ا لأدي ب ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا‬

‫ص ا فيو ئ ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أبو خ اي م ال جتثا ئ ‪ ،‬ثما د ‪ :‬ه ا ا م ح ن ئ ‪،‬‬ ‫سد ئ أ خ ن ذ ئن‬
‫قات‪ :‬ئئ ا عيث ى ن ع من‪ ،‬محا د ‪ :‬قا د ا لخشن‪ " :‬ح ادثوا هذه المل و ث ء اثه ا ن ن ي ث ة ال د ور‪،‬‬
‫بك م إ؟ى ف ئ ء‪ 1‬إه‬
‫الهزع و‪ 1‬الغ م وءم ر‪ ،‬ء)ده ا حبيمنه ؤإث م ح| |ن أ ط ئقئ و‪،‬م ات ر د م‬

‫‪.Haşan el-Basrî der ki: “Şu kalpleri parlatın, zira kalpler çabuk kirlenir‬‬
‫‪Nefisleri de terbiye edin. Zira nefis yoldan çıkmaya müsaittir. Eğer nefsinize‬‬
‫”‪itaat edecek olursanız, sizi en kötü duruma düşürür.‬‬

‫ئن‬ ‫محن‬ ‫ظ‬ ‫هم د ال ث ؤ ا ق ر ي ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫ئ‬ ‫ث خثد‬ ‫خ د ك أث و ب ك ر‬ ‫[ ‪]u i / y‬‬ ‫(‪- ) ١٨٤٦‬‬

‫ال خ ش ن‪ ،‬قأال ‪ :‬ثن ا ن ق ما ن بن ذاؤذ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا أب و معاوية ال هرين‪ ،‬ق الأ‪ :‬ثن ا ا لع وام بن‬
‫نت ئ‪ ،‬تق و د‪ " :‬م ن كا ث ت ل ة أربع خ الل) ~م م ة اللت غش اقاي‪،‬‬
‫حؤش ب ‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ن م ع ت ؛ م‬

‫و عند الثصس ب ا‪,‬‬ ‫وأع‪ 1‬د ة م ق ا ل ئ ئ هل‪1‬ن ‪ :‬س ي ن ب ن ئ ئ ف ث ة عن د ال ؤ؛كتة‪ ،‬والؤ<هتة‪ ،‬و عند‬

‫‪Haşan el-Basrî şöyle der: “Kimde şu dört haslet bulunursa, Allah onu‬‬
‫‪cehenneme haram eder ve Şeytandan korur: Tutku, korku, şehvet ve‬‬
‫”‪kızgınlık anında nefsine hâkim olmak.‬‬

‫ظ ا خل س‬ ‫ئ م ح د ال م ال ك ا ب ي ‪ ،‬قا ت‪:‬‬ ‫سد‬ ‫ي د اش‬ ‫( ‪ ] ١ ! i / y [ - ) ١ ٨ ٤ ٧‬خ دت ثا أ ب و‬

‫ان ق ز ئ غد ئ ‪ ،‬ص‪ :‬ئ أثو‬


‫ئ ظ إ ا لم ر م ي‪ ،‬قات‪ :‬ئ ث خ ظ ئ محب ا م م ‪ ،‬قات‪ :‬ئ ح‬

‫بكر ال ه ذ ئ‪ ،‬با د ‪ :‬كثا ن جل س عنذ ا لخشن‪ ،‬ئأثاه ا ت‪ ،‬مما ل‪ :‬يا أيا ت ع د ‪ ،‬د حقا ايئ ا ع ز‬
‫ع ق الثؤ بن ا ألمحث م ق ا دا هز ي ج ود بنف س ه‪ C‬ققئث ا ‪ :‬يا أبا معمر " ي ن م ج د لئ؟ محا‪ :،3‬أ ج دي ي‬
‫والل ه و ج ع ا ‪ ،‬ز ال أ ظنيى إ ال لث ا بي‪ ،‬ول ك ن ث ا ثق ول وذ في ب ا ق أل ف في ف ذا ال ص ندو ق ل م‬

‫ت و د م ن ه ا زكا‪ ، 3‬و إل يوص د م ن ه ا ز ج ر ‪ ،‬ث قا ‪ :‬يا أب ا نغ ئ ر‪ ،‬ي ؛ م ح ث ث ح م ي ه ا قاد ‪ " :‬كنت‬

‫زالثؤ أ ج ن ث ه ا ل روعة ‪ ،^ ^ ١‬و ج ف ؤة القلقثا ن ‪ ،‬و م كابرة أ ل خشنة‪ ،‬ه ما ‪ 3‬ا لخشن‪ ٠٠ :‬ان ظروا‬

‫‪1HâkkaSur. 19-20‬‬
Hasan el-Basrî 571

،‫ و جف وه ن ل ط ايه غئ ا اشثؤدعه ا ه إئا ه‬،‫ف ذا الث ات س أ ر أثا ه ا ل س ط ا ن ئ ح دره روعه ز مانه‬


‫ ال سح ذ غ كن ا‬، ^ ١^ ١ ‫ إيه ا عنلق آثف ا‬، ‫وع مزة فيه ح ر غ والل ه منة ”ك س ا حزين ا د مي م ا ت ل وك ا‬

‫ أثالث‬، ‫ه أثالث غذا انن ات خ ال ال ق إثا ك إلثا ق أ ذ ذقون وب ا ال عو لق‬ ‫ض ز ي ئ أن ا‬ ‫خد ع‬


‫ ش‬،‫تلع فيه ا ل م ع اون والق مار‬
‫ بم‬،‫والل ه م م ن "ك ا ن ل ه ج م وع ا من وع ا يدأ ث فيه ال ق د والنه او‬

‫ ؤلز يص د‬،‫ يود منة زكا ؛‬٢ ،‫ نف ث ة ءأو ك ا ة‬،‫ جنع ة ظوع ا ه‬،‫ وم ن ح ئ من ع ه‬،‫ب ا ط ل ج م ع ه‬
‫ إلن أع ظ م ا ل ح س نا ت غدا أن ثن ى أ حدءك م مال ه في‬، ‫ إن ثوم القي ا م ة ذو خ ن نا ي‬، ‫منة ر جئ ا‬
‫ ؟ ر جل اتا ة الئت ن ا ال وأمنهب إ م اقه في صغ و ف ح قوق الل ه‬٣ ١ ^ ‫ أوبدرون ي ن‬،‫ميزان عتره‬
” ‫ محه و ين؛ ة في ميراد> عيرهء ي لي ع رة الث ف د وبؤبة ال ط( ؛‬،^ ١^ ١‫ن خ ب به ه ورثة فذ؛‬

Ebû Bekr el-Hüzelî bildiriyor: Bir defasında Hasan’ın yanında


oturmuşken biri gelerek şöyle dedi: “Ey Ebû Saîd! İbrahim b. Edhem’in
yanma girdik de ağır hasta olduğunu gördük. Kendisine: “Ey Ebû Ma’mer!
Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorduğumuzda şöyle karşılık verdi:
“Vallahi kendimi ağır hissediyorum ve 'sanırım yolculuk zamanı artık geldi.
Onu bırakın da şu sandıkta bulunan zekâtı ödenmemiş, akrabaların hakkı
ifa edilmemiş yüzbin dirhem hakkında ne dersiniz?” Biz: “Ey Ebû Ma’mer!
Bu parayı ne diye biriktiriyordun?” diye sorduğumuzda: “Dar zamanlar için,
yöneticilerin zulmünü önlemek için, çoluk çocuk için biriktirmiştim”
karşılığını verdi.” Bunları işiten Haşan şöyle dedi: “Şu kötü adama bakın
hele! Nasıl da Şeytan kendisine gelmiş, dara düşmekten, sultan tarafından
zulme uğramaktan yana kendisini uyarmış. Bu şekilde Allah’ın kendisine
emanet olarak verdiği malını elinde tu ‫;؛‬muş. Vallahi bu mal ondan (^karken
kendisi karamsar, üzgün, aşağılanmış ve hakir bir şekilde olacaktır. Ey bu
mala varis olan İrişi! Senden önceki bu arkadaşının aldanması gibi sakın sen
de aldanma! Bu mal san^ helal bir şekilde geldi, ama sakın ve sakın bu mal
üzerinde bir vebal olarak durmasın! Allah bu malı sana, h arcam ad an

biriktiren, gece gündüz çalışan, bunun için vadileri çölleri aşan, batıl
yollardan toplayıp hakkı olan yerlerde harcamayan, biriktirip saklayan,
topladığı keselerin ağzını sıkıca bağlayan, ancak bu maldan ne zekât ödeyen,
ne de akrabalarını gözeten birinden vermiştir. Kıyamet gününde insanlar
çok üzüntüler yaşayacaklardır. En büyük üzüntü de kişinin kendi malını
572 Hasan el-Basrî

başkasının terazisinde gördüğü zaman olacaktır. Bu nasıl olur biliyor


musunuz? Allah birine mal ihsan eder ve bu malı Allah’ın hakkı olan bazı
yerlerde infak etmesini emreder. Ancak bu kişi cimri davranıp bu hakları ifa
etmez. Sonunda malı varislerine kalır. Kıyamet günü hesapta da malını bu
şekilde başkalarını terazisinde görür. Bu ne büyük ve dile gelmeyecek bir
tökezlemedir‫ ؛‬Ve artık orada edeceği tövbenin bir değeri olmayacaktır.”

‫ ثن ا ن خ ئ د‬:‫ قات‬،‫ ثن ا إبراهي م ى م ح ئ د بن ا لخنس‬: ‫ ظلط‬،‫ ه ة ا ] حدثت ا أيي‬/ ‫ [ آ‬- ) ١٨٤٨(


‫ " ر ج م الل ه ائزأ‬:‫ ا لخشن‬3 ‫ قا د أبو عبيده محا‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا يزيد بن ف ارون‬: 3 ‫ د ا‬،‫بن الوزير‬
‫ محال هز أبز را‬،‫ ء إن أقزاث ا ع رفوا محانتزغ ا ل جزع أين ا نه ز‬، ‫أبن ر ن م م‬
‫ ث م م‬،‫عزفب م صب ر‬

‫ اتموا هذه ا لآهؤاؤ ا ل ئ ضأه ائع يذه م ن الل ه ا لخي‬، ‫نن ا حننب وا ز ال هز ر ج عوا إلى ن ا ئرك وا‬
‫ ؤ س أ صابته هثئئةء يا ابن‬،‫ م ن أ صابه ا أ ص لتة‬،‫جن اعه ا ا ل ص ال ل ه ومي عا د ه ا الثاز لهب م حنة‬
‫ نإن‬،‫ ل ح نلق زد ملف إن س ل م للف دنلث ين ل م نلف ل ح م لث زذثلف‬4‫ادم ؤيثلف بثلث ظل‬
‫ ونف س ال‬، ‫ ال ي ق د أتت؛‬،‫ زنثذاري‬،‫ و ج ن ح ال يزأ‬،‫ث ار ال ثهئثأ‬1‫ه ظمح‬1‫ لأخزى ق غ وذبال‬١‫بك ن‬

‫ ن خ ذ م ما في يديلف بن ا‬،‫ يا ابن ادم إثلف م وقوف بس يد ي ربل ق و مثه نب عمللف‬،‫ئن و ت‬

‫ |ن نثبمت ال ترالمز يختر‬،‫ ز ال ن ج د جؤي‬3‫ رثلث ئ ت و‬،‫ ^ ^ يأت لق \ ل حتز‬١ ‫عند‬ ‫ص‬
‫م ا"ك ا ن ل ه واع ظ م ن م س ه وك ا ن ت ا ل م حا سثه م ن ه م ه‬

Haşan el-Basrî şöyle der: “Bilip sabreden, sonra bakıp gören insana Allah
rahmet etsin.

Bazı topluklular bildiler, ama korku gözlerini çekip aldı. Böylece bunlar
ne istediklerine kavuşabildiler, ne de terk ettiklerine geri dönebildiler.
Kişiyi dalâlete düşürüp Allah’tan uzaklaştıran şu hevâlardan sakınınız.
Hevâ, kişiyi dalâlete düşürür ve sonunda ateşe atar. Kişi hevâsıyla sınanır:
Ona uyanı, hevâsı yoldan çıkarır. Kimi de hevâsı elde ederse onu öldürür.
Ey Âdemoğlu! Dinine sımsıkı sarıl, çünkü o senin tenin ve kanındır. Eğer
dinin selamette olursa, tenin ve kanın da selamette olur. Eğer tersi olacak
olursa, böyle bir şeyden Allah’a sığınırız; bu sönmeyen ateş, iyileşmeyen
yara, bitmeyen bir azab ve ölmeyen bir nefis demektir.
Hasan el-Basrî 573

Ey Âdemoğlu! Amelinin karşılığı olarak Rabbinin huzurunda


durdurulacaksın. Elindekinden, ölümden sonrası için alıp gönder. Yoksa
sorulduğu zaman verecek cevap bulamazsın. Kulun kendi içinde öğütçü
olduğu ve hesap vereceğini bilip bunu önemsediği müddetçe hayır üzeredir.”

،‫ ثن ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن ح س ل‬:‫ محات‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن مال ك‬١ ٤ ٧ ٢ { “) ١٨٤٩(
" : ‫ م و لت‬،‫ ش م ع ت ا لخنس‬:‫ قات‬،‫ ثن ا هش ا م‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا صف وان ين عس ت ى‬:‫ ه ا لأ‬،‫ح دبي ي أيي‬
‫ ز ال أنتن ي أهل هبصن ع ة ط عا م‬، ‫والل ه أ م د أدرك ت أقؤائ ا ن ا ط و ي أل ح د ه م فيبس ه و ب ط‬
‫ ثزؤدت أثي أكل ت‬: ‫ كا ن أ خده ز خل م ونت‬0‫ ؤإ‬، ‫ زن ا ج ع د يس ه وبين ا لأرض ف ي ا ط‬، ‫ط‬
،‫مه ثئقى في ائئ اعث ال ث ما إل سنة‬- ‫ بلغن ا إن ا ال‬:‫ و م ولت‬: ‫ محا د‬،‫أكل ه في ج وفي مغل ا ال جؤؤ‬
‫ والل ه ل م ج ه ود شديد‬4‫ وإل‬:‫ ه ات‬،‫زلم د أدرك ت أقؤائ ا إن "ك ان أ خده ز لخرث ا ل م ا د ال ت ه ب‬
‫ ول ك ز‬،‫ يأ أخى إ ر قد عل ن ث أن ذا ميزاث وهو خ الت‬:‫ ق؛ق ول أ لأخيه‬:‫ قات‬،‫ا ل ج هد‬
‫ محال مزأ منه ئ سا أبدا‬:3 ‫ دا‬،‫ ئه وثلث ال حا ج ة لي فيه‬، ‫أغ ا ف أن يفس د علي هلبي وعملي‬
, " ‫ م جهود ش دي د ؛ ل جيب‬4‫وإد‬
Haşan el-Basrî der ki: “öyle topluluklara ulaştım ki hiçbirinin evinde asla
bir ikinci giysisi olmamıştır. Hanımına kendisi için bir yemek yapmasını asla
istememiştir. Oturmak veya uzanmak için yerle arasına asla bir şey (yaygı)
koymamıştır. Her biri: «Yemek olarak mideme bir kiremit indirmeyi
isterdim. Çünkü bize ulaştığına göre bir kiremit, suyun içinde üçyüz yıl
drabiliyormuş!» derdi. Yine öyle topluluklara ulaştım ki içlerinden birine
çok büyük bir meblağda miras kalmasına rağmen bunu kullanmaz, maddi
sıkıntılar içinde ve çok zor şartlarda yaşamaya çalışırdı. Bu durumdayken
bile kardeşine: «Kardeşim! Bunun miras malı olduğunu ve bana da helal
sayıldığını biliyorum; ama yüreğimi ve amelimi bozmasından korkuyorum!
Onun için bu malı al sejlin olsun; zira benim ona ihtiyacım yok!» derdi. Bu
şekilde, maddi sıkıntılar ve çok zor şartlar içinde yaşamasına rağmen ٠
maldan bir şey almazdı.”

‫ت ثن ا ث خ ئ د‬3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا إزا م أ بن م ح م د بن ال خ ش ن‬:‫ قات‬،‫ ] خ ا؛ثغ ا أيي‬١ ٤ ٦ ٨ [ ") ١٨٥٠(


‫ ت ؤلما‬،‫ "ثا ابن اد؛‬:‫ محا د أب و عتتدة قال ا لختن‬:‫ قا ل‬،‫ ثن ا تزيد بن ه ارون‬:‫ قات‬،‫بن الوزير‬

: ‫ ث م ق ي د‬،‫ رك و ب ال د إ و ل ولبوس الل ين‬،‫ نف ثا شدا قي و ك اء‬،‫ ج م ع ا ج م ع ا قي وع اء‬، ‫ت ز ظ‬


574 Hasan el-Basrî

‫ إنه ا م ح س غ م د ق نح ' ر أي ظ ق ذ ة ف ذ ؤ ظ ندم أن‬،§‫ ئأ م ح ى وشه ؛ ر اأ م ح‬o U


‫ ال دقا ثث با ن ت ه ائه ا رف ضنن ا الخزيه ؤثزؤذ‬،‫وكون أط ا ب م ن ثعي م ه ا ور حايه ا ول ك ن نائي‬

‫ و ل م‬، ‫ج ب ه ا و ل م قئزخ بر حا بجا‬


‫ن‬ ‫ و ل م يرع ب قي‬،‫م قس ه بدار‬ ‫ ه ل م بك ن ال دمحا‬، ‫بجا‬
‫ و إل ي حت س ب‬،‫خل الء إن نزد به تغ ا حتعثابه ب ال م عند الئؤ‬
‫يتعاظ م في شيمي فيء بى ا‬
‫ ويق ن‬، ‫ مح أث ن الئت بذللث روعته و ذ ر عؤرئه‬، ‫تهيئ ا هنيئ ا‬
‫نزال ال د ي ح ز م ح ى راغب ا زا ج ا م‬

‫ و ح ظ م ن ال د ل جة‬،‫ إثن ا هو ا لع دو والرواح‬:‫ ثقولون‬،‫ و ك ان ا لأكثاس م ن اشث ل مين‬،‫جت ابه‬


‫ ح ز إن ال ث ث ذ إذا رزقه الل ه مما ر العحقه‬، ‫ب ن ك يا ابن ادم بان عن ا ك ر‬
‫ ال م‬،‫وا النت ما نة‬

‫ وهد ائثئ ال ئ غ‬،‫ إل ة الثق ثثا ر ال ي ح ذ ع عن جس ه وال يعطي أل لأنا يي‬،‫ق د أئأخ‬
‫" و م ح ن ت ا لأن اني و ش ا ك ر ق ع م ح م‬
Haşan el-Basrî der ‫ ل ظ‬: Ey Âdemoğlu! Çabuk ol, hızlı davran! Kaplarınızı
(amel defterlerinizi iyiliklerle) doldurmaya bakınız. Bağlarınızı sağlam tutup,
uysal bineklere binip, yumuşak elbiseler giyersiniz, sonra sizin için: “Vallahi
öldü ve âhirete gitti” denir.
Mümin, Allah için birkaç gün amel eder. Vallahi! Dünya nimetlerinden
ve rahatlığından faydalandığı için pişman olmaz, ama dünya ona doğru
akmasına rağmen o dünyayı önemsemez ve âhireti için dünyaya meyletmez.
Dünyada, âhireti için azık hazırlar ve dünya onun için bir yurt olmaz,
nimetlerine rağbet etmez, rahatlığına se v in m e z , başına gelen bir beladan
dolayı, sevabını Allah’tan umar, ama kendini büyük görmez. Dünyayı elde
etmeyi ummaz ve ölene kadar, Allah’ın rahmetini umut etmekle beraber
rızasını kazanamamaktan korkar.
Bu kişiye ne mutlu! Allah onu korkusundan emin kıldı, ayıbını örttü ve
hesabını kolaylaştırdı. Müslümanların güzelleri şöyle derlerdi: “Hayat;
sabah, akşam ve geeenin bir bölümünde olan yolculuktur. Ey Âdemoğlu!
Hayırda olman seni oyalamasın. Kul, Allah kendisine cenneti nasip ettiği
zaman kurtuluşa ermiştir. Allah cennetiyle kimseyi aldatmaz ve kimseye
eman (cennete gireceğine dair garanti) vermemiştir. Cimrilik arttı ve
insanlar kendini güvende hissetmeye başladı. Temenni eden batıl şeylerle
aldanarak Allah hakkında temennilerde bulunmaya başladı.
‫‪Hasan el-Basrî‬‬ ‫‪575‬‬

‫م بن أيي م حق‪ ،‬قادت ثن ا‬ ‫(‪ [ -) ١٨٠١‬؟‪ ] ١٤٧/‬حدثن ا هم د الل ه بن م ح م د‪ ،‬قات؛ ثت ا أبو‬


‫أ سا مه‪ ،‬عن سمي ا ن‪ ،‬عن ع م زاذ الم صير‪ ،‬ث ابت ق أ ك ا لخشن غذ ف ئ !‪ ،‬ه مل ت‪ :‬ان‬
‫ا ل م م ه اء ي مولون ' كدا وكذا ‪ ،‬ممات‪ " :‬زفن نأي ت ه م يه ابعين ك ؟ إثن ا ال ثني ة ال زاهد فى ال د ي‪،‬‬
‫ه"‬ ‫ا لهين بدينه‪ ،‬ا ل م داوم غ ر عت ا دة نبه‬

‫‪Imrân el-Kasîr der ki: Haşana bir konuyu sorup “Fakihler (dini‬‬
‫‪konularda derinleşenler) şöyle şöyle diyorlar...” dedim. Bana şöyle cevap‬‬
‫‪ ? Fakih dediğin; dünyadan‬س ل ‪verdi: “Sen hiç kendi gözünle fakih gördün‬‬
‫”‪elini eteğini çekmiş, dininin farın d a ve Rabbine ibadetle meşgul olur.‬‬

‫ثات‪ :‬ثت ا ت خ ث د بن إ ئ خ ا ق ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا‬


‫(‪ -) ١٨٥٢‬ل ‪ ١٤٧/٢‬ء حدثن ا أبو حا م د بن جمل ه‪ ،‬م‬

‫م من‬ ‫ظنتت‪ ،‬غذ ن فا ‪ 0‬ثن عقت‪ ،‬غذ أقو ي‪ ،‬ق ا ‪ ٠' : 3‬ئؤ زأثث شتم ت ن ق لث أقف إل‬

‫جتنق ا قهث ‪٠٠‬‬


‫‪: “Hasan’ı görsen; daha önce hiç fakih görmediğini‬لكل ‪Eyyûb der‬‬
‫”‪düşünürsün.‬‬
‫(‪ /\[ -) ١٨٠٣‬ما غا] ثن ا عئد ال ر بن م ح م د بن ج عف ر‪ ،‬ئات‪ :‬ثن ا عتد الل ه بن م ح م د بن‬
‫ثئ‬
‫' ك ا م ل‪ ،‬قات‪ :‬تحا ئزق؛ ئ ن ي ئ ‪ ،‬غذ م ف تن أ ي ج ب ة ا ل أ<ائ‪ ،‬قات‪ :‬ء ن ا لخ‬

‫ت ل م ه جاريته ا في ‪ -‬حا جته ا ‪ ،‬ق ك ى ا لختن‬ ‫قع ث ت‬ ‫ط ن ة زؤج النبي‬ ‫ابنا ل ج اوية أ؛‬
‫بتك‪1‬ء <ئديدا‪ ،‬هزهت عأيه أر ط ن ة ءأ حذثت ثم و صعثث في ‪ -‬ح ج ر ه‪ 1‬محأش م تة لديه\ مح ذ ر عأيه‬
‫نئ ر ث م نه‪ ،‬فك ان م ا لأ‪ " :‬إن ا ل م ئث غ ال ذ ي بثع ه ال خ ش ن ب ن الح ك م ة من ^ ^‪ ١‬ال م ال ذ ي‬

‫‪Avf b. Ebî Cemîle el-A’râbî’nin naklettiğine göre Haşan, Resûlullah’m‬‬


‫(‪hanımı üm m ü Seleme’nin cariyesinin oğlu idi. Bir gün‬‬
‫)‪sallallahu aleyhi vesellem‬‬

‫‪üm m ü Seleme cariyesini bir iş için gönderince Haşan çok ağladı, üm m ü‬‬
‫‪Seleme ona acıdı ve kucağına aldı. Onu emzirince Haşan doya doya süt‬‬
‫‪ı’ın ulaştığı hikmet mertebesi, Resûlullah’ın (sallallahu‬؛‪emdi. Bu yüzden “Hasa‬‬
‫‪aleyhi vesellem) eşi üm m ü Seleme’den emdiği o sütün bereketindendir” derlerdi,‬‬

‫(‪ ] u v /y [ “) ١٨٥٤‬حدثت ا م ح ان بن م ح م د الثت ماني‪ 0‬قا د ‪ :‬ثنا ث خ ئ د ن حمدوس‬


‫ال ه اش م ي‪ ،‬ق ا ن ‪ :‬ثن ا عث ا س بن ي ن ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ح مهس بن غي ا ث‪ ،‬ثق و لأ‪ :‬ش م ع ت‬
‫ا لأعن س ‪ ،‬تق و د‪ '٠ :‬نا زات ا لخشن ان صري مي ا ل ح ك م ة خ ز ئهلئ به ا "‪ ،‬وكا ن إدا ن ك ز‬
576 Hasan el-Basrî

‫ ذالئ ال ذ ي ي شيه "ك ال م ه ”ك ال م ا النبث ا ء‬٠٠ : ‫ محات‬،‫ثن ي‬، ‫عند أي ي ج عف ر م ح ئ د ب ن عل ي ب ن ا نم‬


‫»ا‬

A’meş der ‫لكل‬: “Hasan (-1 Basrî) kendini hikmete ‫ ه‬kadar verdi ki, sonunda
onunla konuşmaya başladı.” Ebû Câfer Muhammed b. Ali b. Hüseyn’in
yanında adından bahsedildiğinde; “O (Haşan), sözleri peygamberlerin
sözlerine benzeyen kişidir” derdi.

‫ثن ا‬ :‫ قات‬،‫إئ ح ا ق‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا م ح ئ د‬: ‫ محا د‬،‫جثثه‬ ‫بن‬ ‫ ] حدبت ا أبو حا م د‬١٤٧/‫ )“ [ ؟‬١٨٥٠(
،‫ ثن ا م ح م د شر دكوان‬: ‫ محا د‬،‫ ح دقتى أيى‬، ‫عئد ائزارب س عثد ا ل ص م د بن ع د انزارب‬
، ‫ يا حال د‬: ‫ قا د‬،‫ت لغ ا ل قي ت من ل م ه ى مه د ا ل م ل كب ا ل حيرة‬3 ‫ قا‬،‫ ثن ا حال د بن صغ وان‬: ‫محا د‬
‫ لة إ؟ى‬1‫د ا ج‬1 ،‫ ألمين أخبزك عنهبعت م‬١ ^ ١ ‫ " أ ص ل ح‬: ‫أ حثزني ص ح ن ن أ ه دا كصزة؛ا مح ك‬
‫ وأفته مح و ال‬،‫ أئب ة ال نا س س ريره ب ع ال ق ة‬،‫ وأع ل م م ن قبل ي به‬،‫ و ج ل ن ة في م جل س ه‬،‫جنبه‬

‫ي‬،‫ أتن ب أ م ء ذ أ غن ن الغ اا‬،1(‫ وا‬،‫ ق؛ غلى أنيبع د عقه‬ü \j ،‫ م به‬1‫ إن ثع د عأى أ مر ه‬، ‫ش ع د‬
‫ن‬، ‫ ووأيت الثا‬، ^ ^ ١ ‫مح رأيته ن س عني ض‬، ‫^ ل ة‬٣^ ١ ‫ ئهى غذ شى! "ى ن أزف‬0 ‫ ؤإ‬،‫به‬
" ‫ نئ ثلثثا خال د ه ت ي ب ق قزم ف ذا تجب؟ أ‬:‫ قات‬،‫ئخث ا ج ئ إيه‬

Hâlid b. Safvân der ki: Mesleme b. Abdilmelik ile Hire’de görüştüğümde


.bana “Ey Hâlid! Bana Basra ahalisinden Haşan hakkında haber ver” dedi
,Ona şöyle dedim: “Allah valiyi ıslah etsin. Sana onu doğrudan anlatayım
ben onun yakın komşusuyum. Meclisinde arkadaşıyım, onu bütün kalbimle
tanıyorum; içi dışına en çok benzeyen, sözü fiiline en fazla uyan kişidir. Bir
konu için oturursa onunla kalkar, bir konu için kalkarsa onunla oturur. Bir
şeyin yapılmasını isterse, yapmaya en istekli kişi kendisi olur, yapılmamasını
isterse de terk etmeye en istekli o olurdu. Onu insanlara dua ederken
gördüm. İnsanların da ona muhtaç olduklarım gördüm .”

، ‫ ثن ا عل ي ى م ن ل م‬:‫ قات‬،‫ ] حدثن ا ع د الثؤ بن م خ ئ د بن الئزهق‬u a / y [ -) ١٨٥٦(


‫ هدم علقنا ا لخثن ن جل ن ت‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا ط ل ح ه بن غ ز و ا ل ح ع ن ي ى‬:‫ قات‬،‫ ثن ا أبو داود‬: ‫ه ا د‬
‫ خإقثلث وثئبد‬،‫ يا ابن ادم‬٠' : ‫ ب ل عتا أن الثث ثعا ز ثقأو ل‬: ‫ ئت م عته بم ولت‬،‫إث ه ن غ ع ط اء‬
‫ ث م ا ال‬،" ‫ ثذ؛ أل ظل م ظل م في ا الةلض‬0‫زأذغ وف ؤئم ؤ بني إ‬ ‫ وأذ وك‬،‫عيري‬
‫^ نغلو‬ ١‫أل‬ ‫ه‬ ‫ام نترقت‬
Hasan el-Basrî 577

Talha b. Amr el-Hadramî der ‫لظ‬: Haşan bize gelmişti. Atâ ile birlikte
yanma oturdum. Şöyle dediğini duydum: “Bize, Allah’ın şöyle dediği ulaştı:
“Ey Âdem oğlu, seni ben yarattım, benden başkasına mı ibadet ediyorsun?
Ben seni anıyorum, seni beni unutuyor musun? Seni çağırıyorum, benden
kaçıyor musun? Bu, yeryüzündeki en büyük zulümdür.”
Sonra Haşan, “Ey oğlum! Allah’a şirk koşma. Şüphesiz ki şirk ‫ ؟‬ok
büyük bir zulümdür”1 âyetini okudu.

:‫ قات‬4‫ ثت ا أ خ ن د بن م ه د ي‬:‫ ئ ألا‬،‫ ] حدثت ا أ خ ن د بن ج ع مر بن م غتد‬١ ٤ ٧ ٢ [ -) ١٨٥٧(


‫ عن ا لخض بن أيي‬،‫ عن أيي عتيد‬،‫ ثن ا معاويه بن ضال ج‬:‫ قات‬، ‫ثن ا هم د الل ه بن ض ي‬
‫ ائ خن ذ لل ه ال ذ ي بن ع مته ئي إ‬: ‫ ث م و د‬،‫ ن ا م ن ر جل ثن ى ن ع م ه الثؤ عل ته‬rr : ‫ محا د‬،‫ا ل ح ش ن‬

" ‫ إ ال أق اة ال ه م ما ر وزانة‬،‫الئ ايي اث‬


Haşan b. Ebî’l-Hasan der ki: “Allah’ın kendisine verdiği nimetleri görüp
İyiliklerin, verdiği nimetlerle tamamlandığı Allah’a hamdolsun” diyen“
herkesi Allah kesinlikle zengin eder ve ona fazlasını verir.”
‫ ثن ا‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا علي بن مه د ا ل عزيز‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ] حدت ا ن ي ئ ا ن بن أ ح م د‬u a / y [ “) ١٨٥٨(

‫ " ا ئ آ د م إئت ا‬:‫ قات‬،‫ عن ا لخض‬، ‫ ئ ص ا ئ ال ئ ئ ي‬:‫ قات‬،‫م ح ذ الل ه ئ ت خ م بن غ ا ئشه‬

" ‫بق‬
‫ه ذهب يؤم ذهب م‬ ،‫أ كأثام‬
Haşan el-Basrî der ki: “Ey Âdemoğlu! Sen günler gibisin; her günün
gidişinde bir bölümün de gider.”

‫ ثن ا‬:‫ ه ا لأ‬،‫ نحا ث خ ئ د بن ن صير‬: ‫ قا د‬،‫مه د الل ه بن جغ م ر‬ ‫حدثن ا‬ ] \ 1 a /t [ “) ١٨٥٩(


‫ إ ة أ ف ن ئ‬٠' ; ‫ ثق ون‬، ‫ ش م ع ت ا ل ح ت ن‬:‫ مالأ‬، ‫ ثن ا محا ر ك بن قصال ه‬:‫ محا ت‬، ‫غ ر و‬ ‫بن‬ ‫إن م ا عي ن‬

‫ تي م أ ة‬،‫ي ن علي بأس‬


‫ ف‬: ‫ ومول؛‬،‫و ي ة و س ح ب ع د وبه‬ ‫اق ا ب ق ي ن ال ذ ي ترك ب‬
٠٠ ‫ ا ل جن ا ب‬£‫ ورب م ا أ حزه ا لثؤ‬، ‫ال ثة مما ر رئن ا ع جل الث موبه في الدنيا‬

Haşan el-Basrî der îdi: “Fasıkların en ileri gideni, her büyük günahı
işledikten sonra elbisesini gururla yukarı çekip: “Bunu yapmamda bir
sakınca yoktur” diyen kişidir, o, Allah’ın akıbetini dünyada verdiğini veya
geciktirip âhirete aktardığını nereden bilecek?”

1Lokman Sur. 13
‫‪578‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫(‪ ] ١i a / y [ - ) ١٨٦ ٠‬حدثن ا أثو م ح م د بن حيا ن‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن ج ع فر ا لخئ ا لأ‪ ،‬ه ا ل ط‪:‬‬
‫ب ق و ث ا ل أ ئ ث ئ ‪ ،‬قات‪ :‬ثنا غثائ ئ ' ي ‪ ،‬قات‪ :‬ثئا ت زف ي ئ ئ د ال م ‪ ،‬قات‪ :‬لثا‬
‫ظ م‬
‫بت‪،‬‬
‫هم‪ ،‬إثه ا س ق انصري ماثا ;ذأ محه ش ه ‪ " :‬أثا م‬ ‫ك غ ي ئ غد الزير‬ ‫ض‬
‫ق ا ن ال د ي داو مخي م ة‪ ،‬إثما أهبط ادم م ن ال جثة إليه ا عق وبه‪ ،‬واع ل م أن ص نعته ا في ن ت‬
‫يف ا يا أبين ال ن ؤمش ئ كا ننذا و ي‬
‫ن و‪ ،‬مح ذ ف‬
‫ء جن ج‬ ‫كال ت ي ث ؤ ‪ ،‬م ذ أ ؤ ن ه ا يهن‪ ،‬ومحا ى‬
‫جر ح ة يصبن عل ى شدة الدواء جيفة طو ل الب الء‪ ،‬زا لث ال م ‪ ٠٠‬ل ‪ ١٤٧٢‬ا‬

‫‪Mevheb b. Abdillah der ki: Ömer b. Abdilazîz halife olduğu zaman‬‬


‫‪Haşan el-Basrî ona bir mektup yazdı. Mektuba önce kendi adıyla başlamış,‬‬
‫‪sonra da şöyle demişti: “Dünya korkutucu bir yerdir ve Hz. Âdem de bir‬‬
‫‪ceza olarak Cennetten dünyaya indirilmiştir. Bil ki dünyanın kişiyi‬‬
‫‪öldürmesi, normal bir öldürme gibi değildir! Ona değer vereni küçük‬‬
‫‪düşürür. Her an birini de yok eder. Ey müminlerin emiri! Sen dünyada‬‬
‫‪yarasını tedaviye çalışan, hastalığının uzun sürmemesi adına tedavinin‬‬
‫”‪acısına katlanan ve sabreden kimseler gibi ol! Baki selam.‬‬

‫(‪ ] ١٤ ٧ ٢ [ - ) ١٨٦١‬ثن ا أ خ ن د بن ج عف ر بن مع تد‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا أي و م بن الن ع ما ن‪ ،‬ق ات‪ :‬ثت ا‬


‫أبو ربي ع ه‪ ،‬ؤ حدثن ا م ح م د بن مه د ا ل ر ح م ن بن ا ل م ص ل ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثن ا ركريا الث ا ج ؤ ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا‬

‫مبش بن حبي ب ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا خئ ا د بن زيد‪ ،‬عن هش ا م‪ ،‬عن ا ل ح ش‪ ،‬قات‪ " :‬ر ج م الل ه‬

‫زي ال لب س ح ما‪ ،‬ز م كش ره‪ ،‬بم س أل ل أ م و ب م على ا لخيئة‪ ،‬ودأب قي ايب ادؤ "‬
‫‪,Haşan el-Basrî der ki: “Eski giyen, kırıntı yiyen, tevazuyla yürüyen‬‬
‫”‪günahlarına ağlayan ve ibadetlerini aksatmayan kişiye Allah rahmet etsin.‬‬

‫(‪ ] ni ،\ / t [ - ) ١٨٦٢‬حدبن ا عئد الثؤ ن م ح ئ د بن الئؤهق‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا ع ئ ن أب ا ن‪ ،‬قات‪:‬‬


‫ثن ا أ ح م د بن ش ي ب بنثريد‪ ،‬قات‪ :‬ثغ ا أ ح م د بن معاويه‪ ،‬محا د ‪ :‬ت م ع ت أبا حف ص ال م د ي ‪،‬‬
‫ه ا د‪ :‬ثن ا ح ؤش ب بن م سل م ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ش م ع ت ا ل ح ت ن ‪ ،‬م وت‪ " :‬أن ا والل ه فير ثدقده ت به م‬
‫الهن ا ل ج وو ط ئ ت الؤأج ا ل م حا بي ز‪ ،‬إ ة دث ائنغ ا م ي ل ف ي مهبه م ‪ ،‬ن ق ذ أ ق الثت أن يعصثه‬
‫ئ د ا ال أ & "‬
‫‪Hasan el-Basrî‬‬ ‫‪579‬‬

‫‪Haşan der ki: “Vallahi, develeri katar katar yük taşısa da, insanlar onları‬‬
‫‪adım adım takip etse de; günahların düşürdüğü zül kalplerinin içine‬‬
‫”‪işlemiştir. Allah, kendisine karşı geleni zelil etmeden kesinlikle bırakmaz.‬‬
‫إ;تا م ز س إشحا ى‬
‫[ \ ‪ /‬آ ة ا ] حدثن ا عتد الؤ ح ن ن ى ال م ا س‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ر‬ ‫(‪- ) ١٨٦٣‬‬
‫ال مب ي ‪ ،‬ها‪ :،3‬ثن ا تع يد بن تلث ما ن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا مب ارك ى فئ اثئ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ا ل ح س‪،‬‬
‫قز حا ‪' ٠‬‬ ‫بمولأ‪ " :‬ثمص خ ا ل م ؤ ت ال د قا ‪ ،‬محامي ركيفف ا ل ذ ي لي‪،‬‬

‫‪: “ölüm , dünya hayatını zehir etmiş ve hiçbir akıllı‬نكل ‪Haşan el-Basrî der‬‬
‫”‪kişide huzur bırakmamıştır.‬‬

‫(‪ ] ١٤٩٨ [ -) ١٨٦٤‬حدت ا أبي‪ ،‬قا دت ثن ا إراي إ ى م ح ئ د بن ا ل ح ض‪ ،‬ه ات‪ :‬نحا أ خ ن د‬


‫بن ئ خ ث د بن س ار‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا ي حش بن شبمي‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا يزيد ‪°‬ش عط اء‪ ،‬عن ع ل م ن ه بن‬
‫ج نا‬
‫ي شزاق‪ ،‬أ بم د إ ل ا لخض إل ل ال م ‪ ،‬ف أ م ب‬ ‫ه ‪ ،‬قات‪ :‬نثا ش ن ث ئ‬
‫ب ئ ت و" كاتا فيه ف ه ر؛ أؤئ ح وه‪ ،‬ث م إ ة الحه‪،‬إمي غت؛ عق ه ظ ؛ائ؛ش يؤم‪ ،‬مما ‪ : 3‬إن ا ألمين‬
‫دا خ‪ 3‬ع‪1‬ئكن ا ‪! ،‬؟؛؛^‪ ۶‬ع م يثؤكأ ع ر ع صا ال‪ ، 4‬م ئ ز بأ جلس محظم أ أ‪،‬ن ا ‪ ،‬صا‪)3‬تإ<؛‬
‫أبين ا ل م و مش ئ ثنين بن حم د ال تن ك ينفذ "محا أ ز ق فى إق اؤثا ال هأ ك ه‪ ،‬ءا ن أحثئثث عص ئ ت‬
‫ال ق‪ ،‬وإ‪ 0‬محظ أ ش غ ال ق م نلجئ‪ ،‬ث هد تنيا لى فى تثاب ص إوة قني ا ؟ ق ات ا نمئ‪ :‬ثا‬
‫أبا ع م رو أ ج ب ا ألمين‪ ،‬فتك لم الق حيجي محان ح ط في حب ل ابن هبيره‪ ،‬ق ات‪ :‬ن ا ثقأو ل أ ث يا‬
‫موأه أ ث يا أبا‬ ‫تمال ال ئ م غ نا قد ش م ع ت ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬نا‬
‫أبا ت ن ي ؟ ق ا د ‪ :‬أيه ا ا ألمين‪ ،‬قد أ‬

‫ت ج يد؟ ق ات‪ ” :‬أقولت يا ع من شر هثثزه‪ ،‬يوش أل أن ينزل‪ ،‬بلف طلق م ن م ال دكة الثؤ ثئ ا ر ‪،‬‬
‫ق ظ علميف ل ال ي حص ي ال ق ن ا أ م نة‪ ،‬قث خ ر ج ك م ن م م ة ق ص رك إل ى ضيق قت ر ك‪ ،‬يا ع م بن‬

‫هثتزه‪ ،‬إن تثق ال ق يغ صمل ق ش تريد بن حم د ا ل م ل ك ز ال يئ صمل ق ثريد بن عند ا ل م ل ك م ن‬

‫ال ر رلآة|أ يا ع م س هتئزة‪ ،‬ال ثأ‪°‬س أن ينفلز الل ه إلتا ق غلى أقب ح ن ا س د في طاعة يزيد بن‬
‫يف ا ب ا ب ا ل مث م نة دوئلف‪ ،‬يا بممر بن هتتزه‪ ،‬لم د أ د ر ك ت‬
‫عتد اننبليم تفنه م ئ ت نئلى ف‬
‫^‪ ١‬ؤالل‪ 4‬ظ ى ال؛ي وه ئ ث ق ة أ ف د إذ‪ :‬إلا ب ذ إثا‪ 3‬ئ أ غي ي‬ ‫الظ ئ تي د ر هذ و؛ لأم‬
‫وهي ئديزة ‪ ،‬يا ع م ر س هبيره إ ي أ حموث ك نث ائا ح ؤهكة الثث محا ز ‪ ،‬ممات‪ :‬ؤذيلث ل م ن‬
‫خ ا فن نق ا ي ي زخامحن لعيد^>‪ ،‬يا ع م بن هتتزه‪ ،‬إبة قلق م ع الثؤ م ا ر في طاعته‪ C‬كث اف‬
‫ب ايع ه يزيد بن عئد النيلي‪ ،‬وإ‪ 0‬ئ م غ يزيد بن عثد ا ل م ل ك غلى معا صي الثؤ‪ ،‬وك ل لق الل ه‬
580 Hasan el-Basrî

‫ أ رت ن إليه م اب ادئه م ا و جوائزه م ا‬، ‫ فنق ا 'كان م ن ا ل ع د‬، ‫ع م زقا ؛ ث م رته‬ ‫ ن ك ى‬:‫ ق ا لأ‬،" ‫إقه‬
‫ نحر ج ا ل م حي إ ل‬،‫بم ن ا إلقاي‬ ‫م جايريه ل ل م حي‬ ‫ وكان‬،‫ز و منة ن ا ل لخض‬
،‫ يا أثف ا الغ امس م ن ا ت ئ ا غ م دك م أن ي ويز الثة ث عا ر ع ر ح ل م ه ملث م غ د‬:‫ مما ل‬، ‫ا ل م ن ج د‬

‫ ول ك ن أزد ث ن ي ة اس فتينه‬،‫ ما ع لن؛ ا ل ح ش ن م نة ف خ ا ن ج ه ل ته‬،‫هزال ذ ي ئ م س ي بقده‬

‫ ئ ! ه بئة‬1‫ص‬‫ظمح‬

Alkame b. Mersed anlatıyor: Ömer b. Hubeyre Irak’a vali olunca Haşan


ve Şa’bî’yi çağırdı ve oturmaları için bir ev tahsis etti. Evde bir aya yakın
‫ال؛لظ ل س‬:‫ضاا‬ h a re m a ğ a sı bir sabah yanlarına gelip: “Müminlerin emiri
yanınıza girecek” dedi. Ömer asasına dayanarak geldi ve selam verip asaya
değer verdiğini gösterir bir şekilde oturdu ve: “Müminlerin emiri Yezîd b.
Abdilmelik bazı kitapları yok ediyor. Ben de bunların yok edilmesinin
helake sebep olacağını sanıyorum. Eğer ona itaat edecek olursam Allah’a
isyan etmiş olurum. Eğer Yezîd’e isyan edecek olursam Allah’a itaat etmiş
olurum. Siz benim için bir çıkış yolu bulabilir misiniz?” dedi. Haşan: “Ey
Ebû Amr! Valiye cevap ver” deyince, Şa’bî, ibn Hubeyre’nin nefsine hoş
gelecek şeyler söyledi, ibn Hubeyre, Hasan’a: “Ey Ebû Saîd! Sen ne dersin?”
diye sorunca, Haşan: “Ey vali! Şa’bî duyduğun gibi söyleyeceğini söyledi”
karşılığını verdi, ibn Hubeyre yine: “Ey Ebû Saîd! Sen ne dersin?” diye
sorunca, Haşan: “Ey Ömer b. Hubeyre! Kaba ve katı ‫ ي ط‬1‫ ل‬ölüm meleğinin
Allah tarafından sana gönderileceği gün yakındır, o, Allah’ın kendisine
emrettiği şeyde isyan etmez, ö lü m meleği seni sarayının genişliğinden
mezarının darlığına taşıyacaktır. Ey Ömer b. Hubeyre! Eğer Allah’tan
sakınırsan seni Yezîd b. Abdilmelik’ten korur. Ama Yezîd b. Abdilmelik seni
Allah’tan koruyamaz. Ey Ömer b. Hubeyre! Senin Yezîd b. Abdilmelik’e
itaat ederken yaptığın en kötü amelin dolayısıyla Allah’ın sana buğz
etmesinden ve sana mağfiret kapısını kapatmasından emin olma. Ey Ömer
b. Hubeyre! Bu ümmetin ileri gelenlerinden bazılarına yetiştin. Vallahi
onlar, dünya kendilerine koşarken onların dünyaya sırt dönmesi, dünyanın
sizden kaçarken sizin peşinden koşmanızdan daha şiddetliydi. Ey Ömer b.
Hubeyre! Allah’ın seni korkuttuğu bir makamla korkutuyorum: “...işte bu,
Hasan el-Basrî 581

makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere


mahsustur.”* Ey Ömer b. Hubeyre! Eğer Allah ile beraber olup Ona itaat
edecek olursan, Allah seni Yezîd b. Abdilmelik’ten gelecek olan l^tülükten
korur. Eğer Allah’a isyan olan şeylerde Yezîd b. Abdulmelik ile beraber
olursan Allah seni Yezîd’e hırakır.”
Bunun üzerine Ömer ağlayarak kalkıp gitti. îkinci gün onlara hediyeler
gönderip gidebileceklerini söyledi. Hasan’a verdiği hediyeler Şa’bi’ye
verilenden daha fazlaydı. Şa’bî’nin hediyelerini az vermişti. Şa’bî mescide
çıkıp şöyle dedi: “Ey insanlar! Kim Allah’ı yarattıklarına tercih edebilirse
öyle yapsın. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; Hasan’ın söylediği her
şeyi ben de biliyorum, ama ibn Hubeyre’yi razı etmek istedim. Bu
hareketime karşılık Allah, ibn Hubeyre’nin bana katı davranmasını sağladı.”

‫ ي ن‬:‫ ممات‬،‫تني‬،‫ يؤم إ ر الخ‬،^ ١٤ ‫ائثنزة بن محادش‬


‫ج‬ ‫ وه ام‬: ‫ مها] قاد‬/ \ [ -) ١٨٦٥(

‫ؤالثؤ لآن ث ص ح ب أئزائ ا‬ ‫ئص ثغ بامحوام يخؤوئنن ا ح ش ثك ا د قلوثثا ثطي ر؟ محق ادء ا ل ح س نت‬
‫حصلق‬1‫ص ل ك ص أن ث ص ح ب أهؤا م \ تومن وئ ك خ ز ي‬- ،‫ حش يدركلف ا الة س‬.‫قخؤوئثلف‬
" ‫ال ق ز ن‬
Yine der ki: Bir gün Muğîre b. Muhâdiş, Hasan’ın yanma gidip: “Bizi
korkutup, kalplerimizi uçacak dereceye getiren kavimlere karşı ne yapalım?”
dedi. Haşan şöyle cevap verdi: “Vallah, seni korkutup imana kavuşmanı
sağlayacak kişilerle arkadaşlık etmen; sana güven veren ve sonunda korkuya
düşmeni sağlayan kişilerle arkadaşlık etmenden daha hayırlıdır.”

:‫ أخبزتا ص ف ة أ ص ح ا ب رن و ل الل ه ق ه ه ا لأ‬:‫اف ؤم‬ ‫ م ه ا ] ممات لت مبس‬/ ‫ [ آ‬- ) ١٨٦٦(


، ‫ والص د ق‬،‫ وال هد ي‬، ‫ وا ل ث ن ت‬،‫ " خل هزت منه م ع ال م ا ت ال خ م في القيئ اؤ‬:‫ ومح ال‬،‫ئثك ى‬
،‫ومقئ عم هز‬ ‫ ومنمطبهي‬،‫ و مم ئ ا هز بال ي ضع‬،‫و ح وئئ ة ت ال س هز ب ا القت صا د‬

‫ واشث اذته م لل حى فين ا‬، ‫ و ح ق وعه م بال غاعة ي ه ب مما ر‬،‫جو تبه م بال ي ب م ن اورق‬

‫ظ م أ ت هوا جزف م زث ح ل ت أ جت ا م ه م‬ ،‫ ؤ|ععالثهأأ ا ل حى م ن أ م سهب‬C‫أخق وا وكره وا‬

‫واست حق وا بت ح ط ا لمحلوقين ر محا ا خل ابي ل م م رطوا قي عض ب و ل م ق جيف وا ي جؤر ولم‬

1ibrâhîm Sur. 14
582 Hasan el-Basrî

‫جئ‬ ‫ بذلوا د ما ءئز‬،‫ ث ظوا ا الل ن ئ بال دك ر‬، ‫م الثؤ ثمن ا ز في الم نا ن‬ ‫ي ح اوزوا‬

‫ ح ن ن ت‬،‫ و ل م سغغه م ح و م ص ال ن ئلوؤ؛ ئ‬، ‫ زثذلوا أموال ه م ج ئ اشممرص ه م‬، ‫ا<ئث مح نغلم‬
" ‫ وك ما ه م ا ف ي ر من دمحاق م إ ر ا ج رته م‬،‫ وه ا ن ت موئن ه م‬، ‫أ ح المه ه م‬
Yine der ki: Bir gün Muğîre b. Muhâdiş kalkıp Haşan el-Basrî’ye:
“Kalplerimiz yerinden çıkacak gibi kendilerinden korktuğumuz bir topluluk
hakkında ne dersin?” diye sordu. Haşan şöyle karşılık verdi: “Güvene
ulaşana kadar seni korkutan bir toplulukla beraber olman, korkuya maruz
kalana kadar sana güven veren bir toplulukla beraber olmandan daha
hayırlıdır.” Bazıları ona: “Bize, Resûlullah’ın (‫؛‬JJUu ،Jeyki ve‫؛‬ellem) ashabının
özelliklerini anlatsana” dedi. Haşan ağladı ve şöyle dedi: “Hayırlı olmaları
onların simalarında, hareketlerinde, hidâyetlerinde, doğruluklarında, kaba
giysiler giymelerinde, tutumlu olmalarında, tevazuyla yürümelerinde,
söylediklerini yapmalarında, helal olan şeyleri yiyip içmelerinde, Rablerine
huşu içinde boyun eğmelerinde, hoşlarına gitse de gitmese de sadece hakka
tâbi olmalarında kendini göstermiştir. Hak yolunda susuz kalmış, bedenleri
zayıf düşmüş, Râblerinin rızası için insanların öfkelenmelerine aldırış
etmemişlerdir. Aşırı öfkeye kaçmamışlar, haddi aşıp zulmetmemişler ve
Allah’ın Kur’ân’daki buyruklarının dışına asla çıkmamışlardır. Zikri
dillerinden düşürmemişlerdir. Allah onlardan yardım istediği zaman da
kanlarını dökmekten, onlardan borç istediği zaman da mallarını
harcamaktan çekinmemişlerdir, insanlardan korkuları bunları yapmalarına
hiçbir zaman engel olmamıştır. Ahlâkları güzel ve malları az olmuştur.
Âhiretleri için az bir dünyalıkla yetinebilmişlerdir.”
‫ ثت ا م ح م د بن هم د‬:3 ‫ د ا‬،‫ م ه ا ] حدق ا م ح م د ن عند الؤ ح م ن بن ا لم ص ل‬/ ‫ [أ‬- ) ١٨٦٧(
‫ ثن ا‬:‫ ثت ا ع ص م ة ئ ذ نلت م ا ن ا ل ح رانىء ه ا ت‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثت ا أ خ ن د بن زيا ده‬:‫ ق ا ت‬، ‫الل ه ثن سث ع ي د‬

، ‫غ د ائا ب‬ ‫م‬ ‫ ء إ دا‬،‫ت لح زغ انحس ن م ن عغد ابن م حرم‬3 ‫ ظ‬،‫م ح ل بن جعمر‬


‫ ظ‬4‫ق والل‬ ١ ‫صء؟‬ ‫ غل ى هؤالؤ‬3‫تريدون ال د خ و‬ ‫م‬ ‫ش‬ ‫ " ظ‬: 3 ‫ئثا‬
‫ قد لمحأ م‬، ‫ ح كز ؤأ جت ا د م‬-‫وق وا و ق الل ه يئن أروا‬ ،‫محال تئ ه ز بئ جا ل ت ة ا لآبزاو‬
‫فن ا‬
‫ أئ ا والل ه ل ؤ زهدن م ي‬،‫ ق ص ح م ائإ راء ة ص ح\ئ م الثت‬،‫جرزأ م ش ع و ركم‬-‫ و‬4‫وث م رت م ثثا بك م‬
‫ م‬،‫ ثك محم رغثم ؤ؛آن ا عندهز ئزبذو؛ فيت\ عند’ كز‬، ‫ عند م‬U-J ١^ ^ ‫عندهز ؟‬
‫أب ذ ! ه س‬
Hasan el-Basrî 583

Fudayl b. Cafer der ki: Haşan, bir gün ibn Hubeyre’nin evinden
çıkıyordu. Birden kapıda bir grup Kur’ân okuyucu gördü. Onlara “Neden
burada oturuyorsunuz? o
habislerin yanına mı girmek istiyorsunuz? Vallahi
onlarla oturmak, iyi insanların işi değildir. Ayrılın gidin, Allah ruhunuzu
cesedinizden ayırsın. Ayakkabılarınızı giymiş, elbiselerinizi sıvamış,
saçlarınızı taramışsınız. Kur’ân okuyucularını rezil ettiniz, Allah da sizi rezil
etsin. Vallahi onlarda olanlara aldırış etmeseydiniz, onlar sizde olana ilgi
duyarlardı. Ama siz onlarda olanlara ilgi gösterince onlar sizde olana
aldırmadılar. Uzaklaştıram Allah uzaklaştırır” dedi.

‫ ثن ا ن ج م د‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا بشن بن م و ت ى‬:‫ ه ات‬، ‫ بن أ ح م د‬0‫ ] حدت ا نل بما‬١٥٧٢ [ - ) ١٨٦٨(

‫ عن عبد ا ل ح م ي د‬،‫ قادت ثن ا م ن ل م ة بن جئف ر ا أل ح ن ج ي ا لأع ور‬، ‫بن ع م ران بن أيي أ ق ر‬


‫* إذ‬٠:3‫قا‬، ‫ عن ا لخض اقصري ر ح مة الثق م ا ز‬،‫ ؤه و عذ ال حميد ن ؤديد‬،‫الريادي‬
‫بم ن نأ ى أ ن د ا م ق ا ها‬ ‫ ق م‬، ‫ف ةمح‬ ‫ م ح ن نأ ى ص ال ؛ ق ق‬١٤٠ « ‫ه‬
‫ ص روا أثائ ا‬،‫ ح واي جهب ح فيفه وأشنه ب عفيفه‬،‫ مح أ وبه م م حزومة ز<قوئرغلم ماموئة‬،‫محل دي ن‬

،‫نم د ذت ولهز غ ز خدودهز‬ ، ‫ أثا ال ق د م ح أ ة أئ ذاث هأ‬،‫ه ي زاخأ ن يل ة‬ ‫بمازا‬


‫يثلن‬
‫ م‬C‫ زأث ا النه ا ر نحلن اء علن اء بؤرة أئ م اء كا م ا لم دا ح‬، ‫ي جأرون إزى ربه م ري زي ا‬

‫ أز حول طوا زقت حال ط الث وم م ن ذكر‬،‫إقه م القا ه ر ق بميه م مر ض زن ابالق وم م ن مرض‬
‫ا لآخرةمحت ء ظ م‬
"‫ص‬

Haşan el-Basrî der ki: “Allah’ın kulları vardır; kalıcı cennet ehlini
cennette görmüş gibidirler, kalıcı cehennem ehlini de cehennemde görmüş
gibidirler. Kalpleri mahzun, kötülüklerden emindirler, ihtiyaçları basit ve
kişilikleri iffetlidir. Ardından gelecek uzun bir rahat için kısa günlere
sabrettiler. Geceleri topukları nöbet tutar. Gözyaşları yanaklarında sel olur.
Rablerine “Rabbimiz! R^bim iz!” diye haykırırlar. Gündüzleri ise;
halimdirler, selimdirler, âlimdirler, ihlâslı ve muttakidirler, kuru dal
gibidirler. Onlara bakan hasta olduklarım düşünür, ama onlarda ‫ ط‬$ ‫ءل ك‬
yoktur. Veya akıllarını kaybettiklerini düşünür, aslında onların akıllarını
başından alan âhireti ve büyük olayı d^ünm ektir.”

‫ ثت ا أبو‬:‫ محالأ‬، ‫إ ن خا ق‬ ‫بن‬ ‫ ثغ ا م ح م د‬:3 ‫ ظ‬،‫ ] حدت ا أثو حام د بن جبل ه‬١٥١/‫ )“ [ ؟‬١٨٦٩(
، ‫ عن ح م ي د التوئي ل‬،‫ ثن ا ج وترثة‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ق ادت ثن ا ت ب ي د بن غ ا م‬،‫قدامه عس د الثؤ بن نن ج ي‬

‫ مح ذ هب ت‬،‫ فكأ ن قد رضية‬: ‫ مح ا د‬، ‫ حق ل ب زي ت إ ر الحس ن ؤ كن ئ أثا الث منبسه م ا‬: ‫فا د‬
584 Hasan el-Basrî

٠٠ ‫)ت‬3 ‫ محا‬، ‫ لت ح م س ي ن أئفت دره م‬0 ‫ وأزيدئث أ‬، ‫ ه م ل ت ظ اب ا ت ع ي د‬،‫تزى أ ث ئ عشه بين يديه‬

‫ اثت ك ن ا ع ف ت ؤرغ‬، ‫ يا أب ا ت ع ي د‬: ‫ هل ت‬،" ‫لت ح ن ن و ن ألئ ا ن ا ا جث م غ ت م ن ح ال ل‬

‫ ال نال ي ال ج رى ب س ا‬،‫ " إن ' كان ج م ع ه ا م ن ح ال ل ق ذ ضن به ا عن ح ئ‬:‫ قات‬،‫ن شبم‬


" ‫وبثه صهت أبدا‬

Humeyd et-Tavîl bildiriyor: Adamın biri Haşan el-Basrî’den kız istedi.


Adamla Haşan arasındaki elçi de bendim. Haşan da vermeye niyetli gibiydi.
Bir gün gittim ve damadı Hasan’a övmek istedim. Ona: “Ey Ebû Said! Şunu
da ekleyeyim ki adamın elli bin dirhemi var!” dedim. Haşan: “Ellibin
dirhemi mi var? Bu kadar bir meblağ helal bir yoldan elde edilemez!”
karşılığını verdi. Ona: “Ey Ebû Saîd! Bildiğin gibi adam müslüman ve
günahtan korkan birisidir!” dediğimde ise şöyle karşılık verdi: “Şâyet helal
yoldan bunları biriktirmişse o zaman hakkı olan yerlerde hiç kullanmamış
demektir. Hayır! Vallahi o adamla aramızda asla bir dünürlük olamaz!”

‫ ثن ا‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ث خ ئ د بن إ ن خ ا ق‬: ‫ محا د‬،‫ ا ه ا ] حدثن ا أبو حا م د بن جبل ه‬/ ‫ )“ [ آ‬١٨٧٠(
‫تا ن‬
‫ عن ش متا نء عن أيي غ م‬،‫ ثن ا م ح م د بن يونفن‬:‫ ه ات‬، ‫عب ا س بن م ح م د القزمح ف ي‬

‫ وا ال حر قي‬،‫ أ ح ذف ن ا قي أؤل ا محاي‬: ‫ أ ه كا ذ بممر بهذين ا ق م‬،‫ عن ا ستن‬،‫طريف‬


" :‫م هم‬

4‫ اءل ذ ي ئ ز ئ ا‬٤١^ ١‫ <ءن‬٩ ‫م مذ قى‬ ‫ين ي مح ش ظ ء ن‬

" ‫ز ال ح ي عل ى ال د ي ^ ا ي‬ ‫ ^ ^ بب اقية ل ح ي‬١ ‫زن ا‬

Ebu Süfyân Tarifin naklettiğine göre Haşan devamlı şu beyitleri


söylerdi; birini günün başında, diğerini de günün sonunda:
Yiğidi mutlu eder haztr olmak takvaya,
Onun katili olan hastalığı bilirse.
Asla kalıcı değil bu dünya hiç kimseye,
Asla kalıcı değil bu dünyada hiç kimse.
‫أ خ ن ذ بن‬ ‫شر‬ ‫ ثت ا عئد الثؤ‬:‫ قا ت‬، ‫ج ع ف ر بن ح م دا ن‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثن ا أ خ ن د‬١٥٢/ ‫ [ ؟‬- ) ١٨٧١

‫ ح دبن ي‬، ‫ ثن ا مش م ع بن ع ا ص م‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا تث ا ر‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ح دقت ي ع ئ ن من ل م ه‬: ‫ قا د‬، ‫ح س ل‬


Hasan el-Basrî 585

‫ؤائكبثن‬
‫م‬ ، ‫ ابن ادم ا ل ئ ك ي ن ث ج د‬٠٠ :‫ يأم و ل‬،‫ ش م ع ت ا ل ح س ن‬:‫ ه ات‬،‫ال ول ي د ا ل م ن نع ي‬
‫مم رماا‬ ‫مممآم م م اا ء ء؛م م‬
‫ والتنور ي س ج‬، ‫ي ع ت ل ى‬

Haşan der ‫كل‬: “Ey Âdemoğlu! Bıçak bileniyor, koç yemleniyor, fırın da
yakılıyor.”

‫ حدبني‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د‬:‫ قات‬،‫\ ها] حدثن ا أ خ ن د بن جعف ر‬/‫)" [ رآ‬١٨٧٢(
‫ث ا لخت ئ‬ : ‫ ظت‬،‫ نحا هشا م‬:‫ قات‬،‫ ظ ج قت‬:‫ء قات‬ ‫ تحا‬:‫ قات‬، ‫غ ئ ئ ت م‬
" ‫مب ن بم؛ " ظ أ م أ ط الل؛نغء إالم أ ه ؛ ه‬

Hişâm bildiriyor: Haşan el-Basrî’nin, Allah adına yemin ederek şöyle


dediğini işittim: “Dirheme (paraya) değer veren kişiyi Allah mudaka zelil
k ıla r!”

‫؛؟^ بن إشتا ئ‬£١^ ‫ قات؛ ثقا‬،‫ \ ه ا ] حدثنا عئد ال ؤ حم ن ئ ذ امحا س‬/ \ [ - ) ١٨٧٣(
" : ‫ قات ال غ ت ذ‬:‫ قات‬،‫ غذ عال ب‬،‫ ئ ا ل مبجات‬:‫ قاد‬، ‫ ظ محن ال م ئ غ م‬:‫ قات‬، ‫ما ن ي‬

‫ ه اما‬،‫م جا ن يل غ غ ي ال م والمحا ر حش م ذ م ا ال خزه‬ ‫ابن ادم أ م ح ح ت مح ن م ط م ال‬

" ‫ نت ن أع ظ م خقوا ه ف‬،‫إ ز ا لجع ة •ثإثا إ ر الثار‬


Haşan el-Basrî der ki: “Ey Âdemoğlu! Seni taşımaktan aciz olmayan iki
bineğin arasındasın. Bunlar gecenin ve gündüzün tehlikesidir. Âhirete kadar
sen bu iki binek arasındasın. Bunlar seni ya cennete veya cehenneme
götürür. Senden daha büyük tehlike de olan var mı?”

:‫ ه ا ت‬،‫ ثن ا بشن بن م وس ى‬:‫ قا ت‬، ‫ ؟ ه ا ا حدت ا ث خ ئ د ن أ ح ئ د بن ا ل ح ض‬/ ‫ ل أ‬- ) ١٨٧٤(

،‫ ت م غ ت الح س ن‬:‫ قات‬، ‫ قادت ثن ا أثو مو ت ى‬،‫ بن عس ه‬0 ‫ ثن ا ن ميا‬:‫ قات‬، ‫ثن ا ا ل ح م ئ د ي‬
،" ‫فأءائلمح يؤثث‬، ‫ " خش ا م ح‬:‫ ظت‬،‫ فأوص ي‬: ^ ١‫ وز أزين‬:‫ ه ات‬، ‫ ز!ثاة ز ي د‬:‫يق و لأ‬
‫قادت ثمحم فن ت وص ق ه ئئ ا "ك ا ن به ا أخت أعز م ر ح ز و جع تر‬

Ebû Mûsa der ‫لكل‬: Adamın biri Haşan el-Basrî’ye gelerek: “Sind’e doğru
gidiyorum, bana nasihatte bulun” dediğini işittim. Haşan da adama şöyle bir
nasihatte bulundu: “Nerede olursan ol Allah’a gereken izzeti göster ki o da
senin aziz kılsın.” Adam: “Hasan’ın nasihatine uydum. Geri dönene kadar
Sind’de benden daha saygın biriyle karşılaşmadım” dedi.
‫‪586‬‬ ‫‪Haşan el-Basrî‬‬

‫(‪ [ ")١٨٧٥‬؟‪ ] ١٥٢/‬حدثن ا ي و ئ ف ن س يئ م و ت‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا ا لخشن ى ا ن ن ث ز ‪ ،‬محا ‪ :3‬ثن ا‬


‫عن سال م ‪ ،‬عن ا ل ح ض‪ ،‬هابت ‪ '٠‬ض ح لق ا ل م ؤم ن‬ ‫ع ما ن‪ ،‬عن ح م ا د بن ت ل م ه‪ ،‬عن‬
‫غفق ئ ش ا |‬

‫”‪Haşan el-Basrî der ki: “Müminin gülmesi, kalbinin gafletidir.‬‬

‫'ك ره ا ل ص ح لث ثبي ت‬ ‫(‪ ] ١٠٢٨ [ “) ١٨٧٦‬وعن ح م ا د‪ ،‬عن ح م يد‪ ،‬عن ا ل ح شن‪ ،‬قا د ‪:‬‬
‫هل ي "‬

‫”‪Haşan el-Basrî der ki: “Çok gülme, kalbi öldürür.‬‬

‫لح‬
‫حدثت ا م ح م ذ بن أ نذ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا بشن بن م و ت ى ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا‬ ‫(‪ [ “) ١٨٧٧‬؟‪] ١٥٢/‬‬
‫ا ل ح نت د ي ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا نئ؛ ا ن‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثت ا أب و مو ت ى ‪ ،‬قات‪ :‬ش م ع ت ا لخشن‪ ،‬بمولط‪ ٠٠ :‬ا إلئ ال م‬
‫زنا ا إلث ال م؟ ال ئ ؤ وا ل ع ال ت ه فيه م شتيهه‪ ،‬زأن ين ل م مل يل ق لل ه‪ ،‬زأن ينل؛؛ منل ث ح ل مست ل م‬

‫ء"‬ ‫وكن ذ ي‬
‫‪Haşan der ki: “İslâm... Nedir İslâm? Onda açık ve gizli aynıdır. Kalbinin‬‬
‫‪Allah’a teslim olmasıdır. Ayrıca her Müslüman’ın ve anlaşmalı tebamn‬‬
‫”‪senden emin o lm a sıd ır .‬‬

‫(‪ [ “) ١٨٧٨‬؟‪ ] ١٥٣/‬حدق ا أبو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ئالط‪ :‬ثن ا علي بن إن ح ا ق‪ ،‬ه ا ل‪ :‬ثن ا‬
‫ش ي ال نئ ثاي‪ ،‬غن‬ ‫ط الئؤ ئ الثتازك‪ ،‬غذ ن م ‪ ،‬غذ‬ ‫ما نث ئ انيوزي‪ ،‬قات‪ :‬ظ‬
‫ا لخشن‪ ،‬قا د ‪ ٠' :‬والله نا ثعا ظ م في أنفس ه م نا طمحوا بؤ ا لمب ه ج ئ ثكا ئ ب ا ل ح وفن ب ن‬
‫اتي م م ؛ ى"‬

‫‪Hasan (-1 Basrî) der ki:: “Vallahi onlar, Allah’tan korkularından dolayı‬‬
‫‪ağladıkları zaman bu, Cenneti elde etmek için yapacakları amelleri zor‬‬
‫”!‪gördüklerinden dolayı olan bir ağlama değildir‬‬

‫(‪ - ) ١٨٧٩‬ل‪ ] ١٥٣/٢‬حدق ا أب و م ح م د بن حقا ن‪ ،‬ثن ا غلي ت ز إ م ح ا ق‪ ،‬ظ ‪ :3‬ت ا ا لخثن‪،‬‬


‫يئ ف ن ص‬
‫قات‪ :‬ظ ع ذ الثؤ ئ ا م حا زك‪ ،‬قا ت‪ :‬تحا ق ط ئ م ح ح ‪ ،‬ض ا لخض‪ ،‬قات‪ " :‬ال‬

‫؛ م خزه‪ ،‬لز‬ ‫ند‬


‫ج‬ ‫ئد‬ ‫ى ظ ‪ ، 3‬والئ[م ق أخ شن ءآلا س‬ ‫‪Ü‬‬ ‫ه‬ ‫ث م أن ظ د ا ‪3‬‬
‫أنف ئ جث ال ش ما ل ن ا أ م ن دون أن يعا ين‪ ،‬ز ال يزداد ص ال ح ا نبؤا ؤعث ا ذة إ ال ازذاذ هزه ا ‪،‬‬
Hasan el-Basrî 587

‫ش ى‬ ،‫ب ر! ي ز ال ب ش عل ي‬
‫^ الئ ارس ”كثير و ت ج‬,٣ ‫ بم ولت؛‬،‫مولتت ال أن جو وا ك ا مح‬
٠٠ ‫ وثث ش عل ى ال م مما ر‬:‫ وقات‬،‫ا لختل‬

Haşan el-Basrî der ‫لكل‬:: “Mümin kişi, Allah’rn buyruğunu olduğu gibi
.bilen ve kabul edendir. Mümin kişi, insanlar içinde ameli en iyi olan kişidir
Aynı zamanda Allah’ın azabından en çok korkan kişidir. Dağ kadar malı
infak etse dahi hesab gününü görmeden kendini güvende saymaz. Salih
:amelleri, iyilikleri ve ibadeti artttğı oranda azaptan yana endişesi de artar ve
Kurtulamayabilirim!» diye düşünür. Münafığa gelince: «Benim gibileri«
çoktur, Allah aralarında beni de affeder! Korkacak bir şey yok» diye
düşünür. Bu şekilde de amel yapmayı unutup Allah’ın kendisini azaptan
uzak tutacağı beklentisiyle yaşar.”

،‫ ثن ا ابن ا ل مب ا ر ك‬:‫ هاد‬، ‫ ثغ ا ا ل ح ت ن‬: 3 ‫ ئ‬،‫ \ ] حدثن ا أبو م ح م د بن حق ا ن‬o r h ( - ) ١٨٨٠(

‫ ؤئالثومح أ امحا ؛‬٠٠ :‫ 'كان ا ل بي إداثال قذو ا لآيق‬:‫ قات‬،‫ ثما المحازف ئ محاق‬:‫قات‬
" ‫ م ن قأال دا؟ هال ه م ن حلم ه ا وه و أع ل م به ا‬: ‫ ئا د‬،‫ل موري‬1 ‫ زبالل ه‬5‫ال دسا ؤ ال ي م ة‬

Mübarek b. Fadâle der ki: Haşan “Dünya hayat! sizi aldatmasın , ‫ه‬
:çok mağrur olan, sizi Allah ile aldatmasın ”1 âyetini okuduğunda
Bunu kim söyledi? Bunu söyleyen dünyayı yaratandır, onu en iyi bilen de“
O ’dur” dedi.

‫نزة‬
‫ ء إ ن ال د ي ك ج‬، ‫زن ا ف غ د م ن ال دتا‬ '٠ :‫ ؤه ات ا لخثن‬:‫ ] قات‬١٥٣/٢‫)" ل‬١٨٨١(
‫ف م ؛ ال أؤقث دبمف تي ي أن ق خ عثؤ عشزة‬ ‫قخ زيد عر ف‬: ‫ ال‬،‫قثابي‬.‫ا لأ‬
" ‫أبواب‬
Yine şöyle demiştir: “Dünyayla meşgul olmaktan sakının! Zira dünyanın
meşguliyeti pek çoktur. Kişi kendine bir meşguliyet kapısı açsa, o kapının
on meşgale kapısı daha Açması pek yakın demektir!”

، ‫ ثن ا ال خ ت ن بن م ح م د‬: ‫ قا د‬،‫ ا خشن ا م ح ئ د س أخن ت بن م ح م د‬١٥٣/٢‫)" ل‬١٨٨٢(


:‫ قات‬، ‫ ثتا ئتلم ث إ ئ ج م‬:‫ قات‬،‫ خدئثا نابلئ ئ إن نا ع ي‬: ‫ ئت‬، ‫ ظ أبو لءعه‬:‫قات‬

1Fâtır Sur. 5
588 Hasan el-Basrî

‫ف ون و جهة ويعرف ون‬


‫ م ح م دا ق ه يعر‬. ‫ لث ابع ت ال ه‬٠٠ : ‫ " كا ن يقوأل‬،‫ش م ع ت أن ا ل ح س ن‬
‫ أن ا نالي ن ا ” كان يغذى علته‬، ‫ خذوا م ن نس ه وشبيل ه‬،‫ ف ذا خياري‬، ‫ فذا دب ئ‬:‫ محالأ‬،‫ن س ه‬
، ^ ٠^ ^ ‫ "ى ن ي ج لس‬،‫ ح جته‬JI ‫ ز ال ثئ وم بوئت‬،‫ ؤ ال ئزاح و ال يعل ى دوثت أ لأبواث‬، ‫ب ا ل ج م ا ن‬
" ‫ و ك ا ن يلمثى يدة‬، ‫ وثزدمح ن حل م ة‬،‫ و ي خمب ائ جن از‬، ‫ب س الثلي ظ‬
‫ ويل‬،‫ويوص غ ط عا م هب ا لآرض‬

Haşan el-Basrî der ki: “Allah, Muhammed’i )‫؛‬JUUu ale4k‫؛‬ve‫؛‬ellem) gönderdiği


”.zaman Onun ne kadar üstün Birisi olduğunu ve nesebini biliyorlardı
Haşan şöyle devam etti: “Bu, Peygamberdir ve insanlara gönderilmek için
seçilendir. Onun sünnetine ve yoluna uyunuz. Vallahi! Kötülüklerle onun
yanma gidilip gelinemezdi. Hiçbir kapı onun yüzüne kapanmazdı. Yerde
oturur, yemeğini yerde yer, kaba elbise giyer, merkebe biner ve terkisine de
birini bindirir, (yemekten sonra) elini (parmaklarım) yalardı”

‫م زن ا‬ ‫ اللي‬y ‫ " تا م حت ا وا ضذ غذ ئئ ز‬:‫ غ و ل ا خل س‬:‫ ا م ا ] ز ء ذ‬7 ‫ [ أ‬- ) ١٨٨٣(


، ‫ ز هي ز‬$‫م ؛؟‬ ‫ ئ ق ئ م‬،‫ فلوي غ ال ة م حث ري زغن و د‬۵١ ‫م حت اا؛ارمم ق ي ! نأ‬
‫مم‬- ‫ تن‬:‫ ؤبمولون‬،‫ ؤزخزف وث ا‬،‫ وتقنوا ائي غ‬١
^ ^ ‫زغن وا أن ال ? ل ن غليه م مت ا أقلوا‬
‫ت ا ب ه ؤالغث ا ت م ن ا ورق ويذهث ون به ا إ ر عتر ن ا ذ ه ب الئة به ا‬
‫رنه اللؤ ا ش أخزغ ل ع‬

‫ زال خ ا ث ت ا بم د ال ه‬، ‫ الؤيثئ ن ا جب ب ظ ال‬،‫ إثن ا ج ت د ال ق د ل ك لآزوء ال ش ثا ن‬،‫إ ي‬


‫ ن ج ع ل ه ا م الع ب لت عنيه وفر ح ه وظهره‬،‫ ن عم د أ ح ده ز إ ر نغ م ة الل ه ع إ ثه‬، ‫نحا ر في بطونه ا‬
‫بغ وذ محلوا‬
‫م‬ ‫ ول كن ت ق ه ا ين ا‬، ‫ب اخ زللث م‬
‫ؤلزش اء الق إذا مح ش اياذ ن ا أ ظائز أ‬
‫ه نيق ا‬ ‫م‬ ‫ فن ن أ خذ ش ة ال م و ط ع مثة‬،‫ إ ه ال ت ج ئ ا ل ث ئ رمح ن‬١^ ٠ ‫ؤائزوئا ز ال‬

'٠‫ زنن جعل ه ا مالع ب لخفه وم ج ه غ د ظ ه ره جغل ه ا وب ا ال يزم ا ل م ا ئة‬، ‫م ؛أا‬


Haşan şöyle derdi: Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetinden ayrılan ne
çok, onu terk eden ne çok insan var! Ayrıca kaba saba insanlar, fâsıklar, faiz
ve istif yiyenler... Rabbim onları oyalayıp buğz etmiştir. Yiyip içtiklerinde,
evi gizlemelerinde ve s ü s le m e le r in d e herhangi bir zarar ziyan olmadığım ileri
sürerler; “Allahın kullan için çıkarttığı ziynet ve temiz rızıkiarı kim
haram kıldı?”1 derler ve Allah’ın ileri sürdüğünden başka bir yere çekerler.
Allah bunları şeytanın dostları için hazırlamıştır. Ziynet sırtına yüklenen.

1A'râfSur. 32
Hasan el-Basrî 589

temiz şeyler ise Allah’ın onun midesi için yarattığıdır. Kişi Allah’ın
kendisine verdiği nimete kasd edip, karnı, cinsi arzuları ve sırtı için oyuncak
yapar. Allah isteseydi onlara verdiği nimetleri mubah kılardı. Fakat hemen
ardından duyacakları şekilde “Yiyin, için 've israf etmeyin. Çünkü ٠
israf edenleri sevm ez ”1 âyetiyle hitap etmiştir. Allah’ın nimetini ve
lokmasını alıp yiyene afiyet olsun. Ama kim nimeti midesi, sıttı veya cinsi
arzuları için oyun telakki ederse kıyamet günü için vebal yüklenmiş olur.

‫ ثن ا‬:‫ ه ا ت‬، ‫ ثن ا أ خ ن د بن عل ي بن ال ن ث ز‬:‫ ق ا ت‬،‫ ا حدثن ا م ح ئ د بن عل ي‬١ ٥ ٧ ٢ [ “) ١٨٨٤(

‫ ■ح دثني حال د أب و بكر م ولى‬،‫ ثغ ا بقثة بن ال ول يد‬:‫ قات‬،‫نلت ما ن بن ذاؤذ أب و الرب؛ع الحتل ي‬
‫ م ع ج ب‬،‫ " إيؤ ابن اد؛‬: ‫ ق ا د‬،‫م به وعثه ردة لت ئد ع ا ة‬ ‫ أبة ف اث ا‬،‫ عن ا لخض‬، ‫ح ن ئ د‬

‫ و كاق ك مح د ال م ت‬،‫ ”كا ن ا ل م ز مح د زازى بدثلف‬،‫ م ع ج ب بثثابه‬،‫ ث ن ي ي ب جمال ه‬،‫؛فيابؤ‬


" ‫ ئداو ه لثلث ق ا ن ح ا جة الثؤ إلى عت ا ده ص ال ح ئ لهز‬،‫عن للف‬

,Humeyd’in azadlısı Ebû Bekir Hâlid der İri: Haşan el-Basri’ye bir genç
,üzerinde bir giysiyle uğrayınca, onu çağırıp: “Ey gençliğiyle, güzelliğiyle
elbiseleriyle böbürlenen Âdemoğlu! Şu an kabrin bedenini çür^tüğünü ve
amelinle baş başa kaldığını düşün ve kalbini tedavi et. Çünkü Allah
kullarından salih bir kalp ister” dedi,

‫ ثنا ئمحتا ذ‬:‫ قات‬،‫ ئ أخ ط ئ ع ئ‬:‫ قات‬، ‫ ] خدتثا ث خ ث ذ ت ن' ء إل‬١٠ ! h [ “) ١٨٨٥(
‫ أثه لغا حض ره‬،‫ عن ال خ ش ن‬،‫م حقر‬ ‫بن‬ ‫ ص أتا ن‬، ‫ ثن ا بقثة ن ائزل د‬:‫ ق ا لأ‬،‫س ذاؤذ‬
‫ زؤدئا من ك ك ي ن ا ج ثئئثثا‬،‫ يا أب ا ت ع يد‬:‫ ق الوا ل ه‬،‫ ن ح د علته ر جالت ش أ ص حابؤ‬،‫اننؤ ت‬

‫ ما‬،‫ت " |نى مزلد م حإ ث ال ث "ك ل ما ت مم قوموا عني ون من ي زبن ا ثو ج ه ت لت‬،3‫ ظ‬،‫بهن‬

‫ زن ا ا م رئم بؤ م ن مغروف ئ م حا بن أع م ل‬،‫و زا م ن أ رك الن ا س ق‬ ‫حتت م عنة م ن أ م‬


‫ و\ع لئ وا أن ح ط ا م ح عئزثان ح هلزه م ح ز و حهئزه ع و ك ز ثائفثزوا أئنب ع د و ن وأين‬،‫غ ا س به‬3‫ا‬

‫ء‬ " ‫تثوخون‬


Ebân b. Muhabber bildiriyor: Haşan el-Basrî’nin vefat anı yaklaştığı
zaman yanma arkadaşlarından bazıları girdi ve: “Ey Ebû Saîd! Bize
faydalanacağımız bir şeyler söyle” deyince, Haşan el-Basrî şöyle karşılık

1A'râfSur. 31
590 Hasan el-Basrî

verdi: “Size üç söz söyleyeceğim. Sonra kalkıp gidin ve beni karşı karşıya
olduğum şeyle baş başa bırakın. Hangi şeyden nehyederseniz, siz bu şeyden
insanlar içinde en çok uzaklaşan kişiler olunuz. Emrettiğiniz her iyiliği de en
fazla siz yapınız. Sizin attığınız her adım ya lehinize veya aleyhinizedir. Bu
sebeple nereye gidip geldiğinize dikkat ediniz.”

‫ ثن ا أبو‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا ا لخشن بن م ح م د‬:‫ قات‬،‫ ] حدثن ا ث خ ئ د بن أخن ت‬١ ٥ ٧ ٢ [ - ) ١٨٨٦(


، ‫ محا أبو ئ د ال م خ ابت ئ شزذب ال خ ف ي‬:‫ قات‬، ‫ ثما نالل ن ئق إشن ا مه د‬: ‫ ق ا د‬،‫رزئ‬

‫ب ع لبثه‬
‫ ل م م‬، ‫ م ن نأ ى م ح م دا ؛ ه ق د زاه ع اديا راث ح ا‬٠٠ : ‫ م وت‬C‫ ش مع ت ا لخشن‬:‫محات‬

‫ ال بجا ال بجا ث أ ائزخ ا ال بما ض ت ا‬، ‫ئ ه عبأ ئ ث ث ز ه‬ ‫غش ب ة ز ال م ح أ ع ر م ح ة‬

" ‫ ا خل ا ن ا م حا ن‬،‫م مذ ل ون‬ ‫ه وأنت م حث‬ ‫ ن ق د أن ز ع بختا ركز وذه ب مح ك م‬0‫ل م ج و‬

Hasan (-1 Basrî) der ki: “Muhammed’i (sallaliahu aleyhi vesellem) düşünen, sırf
gelip gittiğini düşünmüş. Kerpiç üstüne bir kerpiç koymamış, iki kamışı bir
birine çatmamış, adına bir bayrak çekilmiş, ona hazır konmuş gibi.
Kendinizi kurtarın! Kendinizi kurtarın! Tırmanın, acele edin! Acele edin! iyi
olanlarınız hızlı davranıp gitti, Peygamberiniz (sallaliahu aleyhi vesellem) gitti. Siz ise
her gün daha rezil duruma düşüyorsunuz. Uyanın! Uyanın!”

‫ ح د ب ي‬، ‫ ثن ا عتد الل ه ن أ خن ت بن ح م‬:‫ قا ت‬، ‫م بك ر ى م ا ل ك‬ ‫ ا ظ‬١٥ ٧٢ [ - ) ١٨٨٧(

‫ ثن ا بك ر ئ ذ‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا عبد ال ؤ ح ت ن بن م هد ي‬:‫ ق ا ال‬،‫م ها ا ويع ق و ب ال د ؤ ر ئ‬/‫ ل أ‬، ‫أيي‬


‫ ر ج م الل ه ر ج ال ل م يمء‬٠٠ :‫ بمو ت‬،‫ ش م ع ت ا لخشن‬:‫ ه ا ت‬، ‫ عن صال ح بن رش م‬،‫لخئزان‬
‫ وتبم ث‬، ‫ ؤثد ح د ا ل م ز و ح د ك‬، ‫ ابن ادم إثل ق ثن و ت ز ح ذ ك‬،‫"ك رة ئ ا ثن ى م ن "كتز ة الن ا س‬
" ‫ ابن ادم زأ ث ا ل مغني نإيا ك يزاد‬،‫ وث ح ا س ب ؤخذف‬،‫ز خذ لأ‬

Haşan el-Basrî der ki: “insanların çoğunda bulunan çokluğun kendisini


değiştirmeyen kişiye Allah rahmet etsin. Ey Âdemoğlu! Sen yalnız öleceksin,
kabre tek başına gireceksin, tek başına diriltileceksin ve tek başına hesaba
çeltileceksin. Ey Âdemoğlu! Kastedilen ve istenen sensin.”

،‫ ثن ا ابن الن ع ما ن‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن يغف ر بن م ح م د ئن ن غ م‬١٥٥/ ‫ )“ [؟‬١٨٨٨(

:‫ تق ولت‬،‫ ش م ع ت ا لخشن‬:‫ ق ا ت‬، ‫ قاتت ثن ا أثو ج م ح ت ا ل م‬،‫ ثن ا أبو ربيع ه زيد بن عوف‬:‫قا د‬
‫ وأنهى ال نا س عن م دكر‬،‫نر النا س ب ا ل م م و فمحزا حذهب به‬°‫" ل ق د أدزك ت أقزائا كان وا أأ‬
Hasan el-Basrî 591

‫ زأ ش الناس عن‬،‫ زقت محثا في أقزام أ م النا س ب المعروف وأ ص م بغث‬، ‫وأ ر كه م ه‬


" ‫ م ح ن ا م ح ائ ن ع ث ؤ الؤ؟ ا‬، ‫م و؟ل ج م م ه‬ ‫الن‬

Haşan el-Basrî der ki: “Zamanında öyle topluluklarla beraber ©ldum ki


insanlar içinde en fazla iyiliği emreden ve en &zla iyilik yapan ©nlardı. Yine
insanlar içinde en fazla kötülükten sakındıran ve ondan en çok uzak duran
onlardı. Ancak şimdi öyle bir topluluk içinde yaşıyoruz ki insanlar içinde en
fazla kendileri iyiliği emrediyorlar, ancak iyilikten en uzak duran yine
kendileridir. İnsanları kötülükten en fazla onlar sakındırıyorlar, ancak en
fazla kötülüğü yine onlar yapıyorlar. Bunlarla nasıl yaşanır ki!”

،‫ ح دممي م ح ئ ذ بن الث عما ن الق ل م ئر‬، ‫حدثن ا م ح م د س ع م بن ش ا ل م‬- ] ١‫ هم‬/‫ و؟‬-) ١٨٨٩(
‫ " بئ س العقي مان‬: ‫ ي م وت‬،‫ ن ب غ ت ا ل ح س‬:‫ قات‬،‫ ثت ا خزم بن أيي ح رم‬:‫ قات‬،‫ ثت ا هديه‬: 3 ‫ئ‬
" ‫ز يم؟اق‬ ‫ ال س انلث‬،‫ال د م ؤا م ح و‬
Haşan el-Basrî der ki: “Dirhem ile dinar ne kötü arkadaştırlar! Senden
ayrılana kadar bir faydalarını g ö r e m e z s in !”

‫ ثن ا ع د ا و خن ي بن م ح م د بن‬:‫ ق ا لأ‬،‫ م ه ا ] حدثت ا أ خ ن د بن عتد الثؤ‬/ \ [ “) ١٨٩٠(


: ‫ محا د‬،‫ ثن ا الئث ارك بن م حا ل ه‬،‫ ثن ا أبو ذاؤذ‬:‫ قا د‬، ‫ ثن ا يون س بن حبي ب‬: 3 ‫ ظ‬،‫إدري س‬
‫ إثلف إل ثرت‬،‫ ء ابه ا ص قف ي ر م تنك‬،‫ب دملف‬
‫ " اس ادم ط أ ا لأرص ن م‬: ‫ يق ولط‬،‫ش م ع ت ا لخنس‬

٠٠ ‫في ه دم ع م ر ك م ن ذ تثعل ث ب ن بهل ن أئلف‬

Haşan el-Basrî der ki: “Âdemoğlu! Dünyayı ayaklarının altına al, zira az
bir süre sonra senin kabrin olacaktır! Bil ki annenden doğduğundan beri
ömrünü tüketmektesin!”

،‫خ م ت د‬ ‫بن‬ ‫ ثت ا م ح م د ب ن ف ارون‬:‫ ه ات‬،‫إئزايب‬ ‫سر‬ ‫ ه م ا ] حدثن ا ث خ ث د‬/ ‫ )“ [ أ‬١٨٩١(


‫ال‬ " :‫ قات‬،‫ عن ا لخض‬، ‫ غذ أي م‬،‫ ظ زو ئ غثت ان‬:‫ قات‬،‫س‬ ‫ تحا عئ ئ‬:‫قات‬
" ‫ ق ا ن خ الب ا ص أ م ره ع مزان داو قضي عل ته ا ال خزاي‬،‫ن ح ا ل موا الل ه عن أ رو‬

Haşan der ki: “Allah’a emirleri hususunda muhalif olmayın. Onun


emrine aykırı davranmak; harab olmaya mahkûm olan bir ev inşa etmek
gibidir.”
‫‪592‬‬ ‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫(‪ ] ١ ٥ ٥ ٨ [ “) ١٨٩٢‬خ ا؛ثن ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬محا ‪3‬ت ثن ا مه د الثؤ ن أب ا ن ا لخن م ال ئ ‪ ،‬ئ د ;‬


‫ثن ا بكتن بن ن صثر‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ضنزة ‪ ،‬عن ائن ق زد ب‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬لث ا ن ا ث ال ح جا ج وولي‬
‫‪<،‬ثآبما ن‪ ،‬مح أ ئ ع اقا'س ‪ ،^ ١^ ١‬ن جع د ‪ ٧^ ١‬يأخذون‪،‬ء ه م \د ؛ئ ئ ا لخ‪،‬ثن لأبيه ‪ :‬؟و أ ‪-‬ح ذال‬
‫كنا تأ خذ الغ امس‪ ،‬ق اد ‪ ٠٠ :‬ا ذ ك ت ‪ ،‬نا ينؤني أن لي ما بين‪ ^ ^ ^ ١‬بزببي ل تواب "‬
‫‪: Haccâc öldüğünde ve Süleymân vali olduğunda,‬لط ‪ibn Şevzeb der‬‬
‫‪insanlara ölen yakınları için ödenek bağladı, insanlar da almaya başladı.‬‬
‫!‪Hasan’ın oğlu, babasına “Biz de insanlar gibi alsak?” deyince. Haşan “Sus‬‬
‫‪İki köprü arasında bir zembil toprağım dahi olmasını istemem” dedi.‬‬

‫(‪ “) ١٨٩٣‬ل آ ‪ /‬ه ه ا ا حدثغ ا م ح م د بن ع إي ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا عئد الل ه س ث دا د ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا بكتن‬
‫ست صغر‪ ،‬محا د‪ :‬ثن ا ص مزة‪ ،‬عن ح م ي د بن نون ا ن‪ ،‬عن ا ل ح ش " أبى الل ه مما ر أن ي عط ي‬

‫م ه ذا م ن عت ا ده فيئ ا س ال د ي ‪ ،‬إ الب عوض حتلر متل ه صب الء‪ ،‬إث ا غ ا ج ال الث ا ا ج ال "‬

‫‪Haşan der ki: “Allah, herhangi bir kuluna, tehlikeli bir belanın karşılığı‬‬
‫”‪dışında hiçbir şey vermek istemez, ya muaccel veya müeccel olarak.‬‬

‫(‪ [ ") ١٨٩٤‬؟‪ ] ١٥٦/‬حدثن ا م خ ث د بن أ ح ن د بن الحس ن‪ ،‬قا ن‪ :‬ثن ا بشن ن ت و ت ى ‪ ،‬قا د ‪:‬‬
‫ه ا ت‪ :‬ثن ا نئي ا ن‪ ،‬محا د‪ :‬ش م ع ت أب ا م و ت ى ‪ ،‬م و لت ‪ :‬كثا عئذ ا لخنن‪ ،‬ه ج اء‬ ‫ثن ا‬

‫ا‪:‬ث ه‪ ،‬ق ا ت‪ :‬أ ي أ و‪ ،‬إ ة ق ذا ا ل م ئ د ا ع م ‪ ،‬ق ف ي إ ي ا خل س‪ ،‬ق ا ت‪ " :‬ا ل آم أع ج ل‬

‫م ن ذب ك‬
‫‪Ebû Musa der ki: Hasan’ın yanındaydık. Oğlu gelip “Babacığım! Bu ok‬‬
‫”‪kırılmış” dedi. Haşan ona baktı ve şöyle dedi: “Mesele bundan daha acildir.‬‬

‫‪[ “) ١٨٩٥‬؟ ‪ ] ١٥٦/‬حدثن ا م د الل ه بن م ح م د بن ج عث ر‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا إبراهي م بن عل ي بن‬


‫ال حا رث‪ C‬دأ ‪ : 3‬ثن ا ث خ ئ د بن ا ل مغيرة‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ع ران بن حالف ‪ ،‬عن ا لخشن‪ :‬و ت أل ه ر جان‬
‫أن ز ج ال ه ا د ل لختن‪ :‬يا أثا ت ع يد‪ ،‬ن ا ا إلين ا ن؟ قا ن‪ ٠٠ :‬ا ل حز زالث ن ا خة ‪ C٠٠‬أمحمال الر جل‪:‬‬
‫;ا أب ا ت ج ز‪ ،‬قن ا ا ق ؤا ل ث ن ا ط ؟ قات‪ " :‬ال ي ن ص م ح ة ال م ‪ ،‬ؤا ل ثت ا ط بأذاء ف ن ا م‬

‫”?‪imrân b. Hâlid der ki: Adamın biri Hasan’a: “Ey Ebû Saîd! iman nedir‬‬
‫!‪diye sorunca, Haşan: “Sabır ve cömertliktir!” dedi. Adam: “Ey Ebû Saîd‬‬
‫‪Peki, sabır ve cömertlik nedir?” diye sorunca da Haşan: “Allah’a isyan‬‬
‫‪Hasan el-Basrî‬‬ ‫‪593‬‬

‫‪anında geri durup sabretmektir. Cömertlik de Allahın buyruklarını ifa‬‬


‫‪etmede elden geleni yapmaktır” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ ] ١٥ ٦ ٨ [ “) ١٨٩٦‬حدثت ا أبو ح ا م د س جثثه‪ ،‬محالأ‪ :‬ثن ا م ح م د بن إث ح ا ق‪ ،‬ح دثن ي ‪. . . .‬‬


‫‪ ،.‬ما د ‪ :‬ثن ا أبو ي ح ش‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا عتئد الل ه ن غ ا ب ث أ ‪ ،‬محا ‪ : 3‬ثن ا رويد بن م ج ا شع‪ ،‬عن‬
‫ع ا ل ب المعلمان ‪ ،‬عن ا لخنن‪ ،‬ه ادت ‪ ٠٠‬ئ ئ ذ الف عا ل عل ى ا ل م م ا ل م ك زم ة ‪ ،‬ؤه ص د ا ل م ع ا ل غلى‬
‫اف غ ان) منق ص ه "‬

‫‪Haşan el-Basrî der ki: “Amel edenin konuşana üstünlüğü, Allah katında‬‬
‫”‪itibardır. Konuşanın amel edene üstünlüğü ise eksikliğidir.‬‬

‫(‪ ] ١ ٥ ٦ ٨ [ “) ١٨٩٧‬خ ا؛ثن ا عئد ا و ح م ن ن م ح م د ‪ ،‬قا ل‪ :‬ثن ا ع د ال ر بن ت ل م ه بن‬


‫ن ي ب ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا أثو ال زل د تن محا ث ا ل م ح ئ ‪ ،‬قا ت‪ :‬نما صالح ال ث ئ ‪ ،‬ما د ‪ :‬دعي ا لخش ئ‬

‫زوق إ ا ل ثث خ ي إلى ولي م ة‪ ،‬ق ر ب إليه م ا أئزان ال ط عا م‪ ،‬قاعتزأل هزقد و ل م ثأكز‪ ،‬هقأا ل‬

‫ا لخن س ‪ " :‬ن اثلف يا فزيم د ‪ ،‬أثن ى أن ثلف ء ص ال غ ز إخؤايلف بكن يلث ف ذا ؟ أ ق دثلثغى‬
‫حة "‬ ‫لخخ‪ 1‬ث م‬ ‫أن ء ئ أ م ا م‬

‫‪Sâlih el-Murriy der ki: Haşan ve Ferkad es-Sebahî bir ziyafete davet‬‬
‫‪edilmişlerdi. Onlara renkli renkli yemekler takdim edildi. Ferkad çekildi ve‬‬
‫‪yemedi. Haşan şöyle dedi: “Sana ne oldu ey Furaykıd? Bu tavrınla‬‬
‫;‪kardeşlerine üstün olacağını mı sanıyorsun? Bana ulaşan bilgilere göre‬‬
‫”‪cehennem ehlinin tümü tavır takınanlardır.‬‬

‫‪ ،^ ٣‬ق ا د ‪ :‬ثن ا ع د الثؤ بن أخن ت ئن ح ق ل‪،‬‬ ‫(‪ [ “) ١٨٩٨‬؟‪ ] ١٥٦/‬خشن ا أثو بكر بن‬
‫لولب د بن شي ا ع‪ ،‬محا‪ :،3‬ثن ا ص مزة ‪ ،‬عن ا لخض‪ ،‬قا د ; " الؤ جاء وانح ؤ ف معليث ا‬
‫ه ادت ثن ا ا م‬

‫^ "‬ ‫‪١‬‬
‫)‪Haşan el-Basrî der ki: “ü m it ile korku, müminin (âhirete yolculuğunda‬‬
‫*”‪en önemli bineklerdir.‬‬

‫(‪ [ “) ١٨٩٩‬؟‪ ] ١٥٦/‬حدثن ا أثو تك ر بن مال ك ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا عند الثؤ بن أ خ ن ذ بن ح م ‪،‬‬
‫قات‪ :‬ح د ش ف ارون‪ ،‬قا ن ‪ :‬ثت ا تثار‪ ،‬قا د ‪ :‬ثت ا ح ؤ ش ب‪ ،‬قا د ‪ :‬ش م ع ت ا ل ح ت ن ‪ ،‬تق وت‪٠٠ :‬‬
‫زالثؤ لم د عثذ ت ثن و إ ن زا ي د ا ألصن ا مبع د عي ا دته^ ل إل ح م ن ئغ ا رب حثه_أإ ال دق ا ‪٠٠‬‬
‫‪Hasan el-Basrî‬‬

‫‪Haşan el-Basrî der ki: “Vallahi İsrail oğulları dünyaya olan sevgilerinden‬‬
‫”‪dolayı, Rahmân’a ibadet ederken sonradan putlara tapar olmuşlardır.‬‬

‫(‪ -) ١٩٠ ٠‬ل ‪ ] ١٥٦/٢‬حدثن ا أ م بكر س م ا ل ك ‪ ،‬ه ات‪ :‬ثغ ا عتد الثؤ س أخن ت‪ ،‬ح د بن ي أيي‪،‬‬
‫ه ا لأ‪ :‬ثن ا فث امحس شر م ح ئ د ‪ ،‬ما لأ‪ :‬ثن ابعقس أ ص ح ابن ا يكنى أبا أي و ب‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ب ح د ا لخشن‬
‫ا لئ س ح ثد و مع ه وقت‪ ،‬ممع د إ ر جش ب خل ثؤ ثثكث ن و ذ ئهتث ش ل ح د ث ه م ‪ ،‬ث م أ ق د عأى‬
‫محزهد‪ ،‬مما ل‪ " :‬يا وق د‪ ،‬والل ه ن ا هؤ الء إ ال هزم ن ل وا ا ل عت ا ده‪ ،‬وو ج دوا ال ك ال م أه ون ظه ب‪،‬‬

‫س وا ‪-‬‬ ‫ؤ؛دؤتءيء‬
‫‪Ebû Eyyûb der ki: Haşan el-Basrî, Ferkad ile mescide girdi ve sohbet‬‬
‫‪eden bir grubun yanına yaklaştı. Onları biraz dinledikten sonra Ferkad’a‬‬
‫‪dönüp şöyle dedi: “Ey Ferkad! Bunlar ibadetten usanmışlar, konuşmayı da‬‬
‫‪ibadetten daha kolay bulmuşlar. Günahtan yana korkuları azaldığı için de‬‬
‫”‪böyle konuşuyorlar.‬‬

‫(‪ [ -) ١٩٠١‬؟‪ ] ١٥٧/‬خ ا؛ئن ا عتد ا لله بن م ح م د ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ثن ا ث خ ث د بن شت ل‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أبو‬
‫‪ ،‬أنء ا ل ص س‪ ،‬قا ‪: 3‬‬ ‫صا‪ -‬ح ب‬ ‫بكر ى أيي ق ت ه ‪ ،‬و\ل‪ :‬ظ أبو ‪1‬ت ا م ة‪ ،‬عن أبي‬

‫" وائ م ال ثؤ‪ ،‬ن ا من عبد م م قت رزق يؤم مح زم‪ ،‬ث ل م ثئ إل أثت ف د خي ر ل ه إ ال ع ا ج ر أؤ غبي‬

‫اوم"‬
‫‪Haşan der ki: “Allah’a yemin ederim ki; rızkı gün be gün taksim edilen‬‬
‫‪her bir kul, kendisi için hayırlı olanın bu olduğunu bilmezse, ya acizdir veya‬‬
‫”‪ahmak görüşlüdür.‬‬
‫(‪ ] \ ° v h [ - ) ١٩٠٢‬خض ا ع د الثي س م ح م د ‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثن ا ئ خ ث د بن شت ل ‪ ،‬هأ ‪3‬ت ثن ا أثو‬

‫بك ر بن مال ك ‪ ،‬ص م ع م ر‪ ،‬عن يمحى بن ائنئ ث اي‪ ،‬عن ا لخض‪ ،‬محادت ‪ '٠‬إن ا ل م و م ن هوام‬
‫عل ىبمس ه ي حا س ب شئ ه لل ه‪ ،‬نإنن ا ححنق ا ل جت ا ث يؤم ا ل م ا م ة عأى عوم حا ت ن وا أ ش ن ه م‬

‫ه ا شئ ائ جت ا بي تؤم ا ل سام ة غش م م أخذوا ف ذا ا ال م عأى غتر م حام ت ة‪ ،‬ان‬ ‫فى ال د ي‪،‬‬

‫فن ب ي ئ ب م جوة‪٤^ ١‬ي ع جبه‪ ،‬م ح وت‪ :‬والل ه إ ز السثهيلف نإتمف ل ئ ن خ ا ض ول ك ن وا للي‬
‫ن ا م ن و صل ة إقلق هيه ا ت ج يد محيي ومحثلف‪ ،‬وفرط بغث‪ ٤^ ^ ١‬قر جغ إ ر ي ي ن م وت‪:‬‬
‫ظ ظ ئ ؤبج ذ' ؟ ‪١‬سواش ظ ق عدت ث و‪3‬ال ق ال محوذ له‪،‬ال أ;دا إنم ثء‬ ‫ظ أ زن ت ؛ ر‬
‫الجن[ بث محؤم أن م ه م الم‪-‬زان و حا‪ ،3‬محنه م وبئن هنكته م ‪| ،‬ن؛نن ب ي ئ أييث في اال؛محا‬ ‫‪ü \ ،^ ١‬‬
Hasan el-Basrî 595

‫طئؤ‬ ‫ه يغن م أثت مأخ وذ عثه ش‬ ‫س ث ظ خ ز يئمى هن‬°‫ينجى في ؤكا؛ي رقيه ال يأ‬
٢٠

Haşan el-Basrî şöyle der; “Mümin, nefsini düzelten ve Allah için kendini
hesaba çekendir. Nefislerini dünyadayken hesaba çekenler için kıyamet günü
hesap kolay olur. Dünya hayatını kendilerini hesaba çekmeden yaşayanlar
için ise kıyamet günü hesap zor olacaktır. Mümin hoşuna giden bir şeyle
karşılaşınca: «Vallahi‫ ؛‬Benim canım seni istiyor ve sana ihtiyacım var. Ama
vallahi sana ulaşmam imkânsız. Seninle aramızda engel var» der. Mümin
yanlışlık yapınca kendi nefsine döner ve: «Ben bunu istememiştim. Bu
şeyden bana ne? Vallahi bunu yaparken hiçbir mazeretim yoktu ve vallahi
inşallah bir daha bu hatayı yapmayacağım» der. Müminleri Kur’ân
birbirlerine bağlamış ve helak olmalarına engel olmuştur. Mümin, dünyada
esir gibidir ve esaretten kurtulmak için çalışır. Allah’a kavuşmadan hiçbir
şeyden emin olmaz ve bütün yaptıklarından hesaba çekileceğini bilir.”

‫ ثن ا م ح م د‬:‫ محالأ‬،‫ قادت ثن ا إئزايب ن م ح م د بن ا لخض‬،‫ ] خدبثا أيي‬١٥٧/‫ )“ [ ؟‬١٩٠٣(


‫ت " يا ابن‬3 ‫ محا‬، ‫ عن ا ل م‬،‫ عن أيي مح ده الن ا جي‬،‫ قادت دنا تزيد بن ه ارون‬،‫بن الوزير‬
‫م م حمبء وت ا ا م حازوا‬ ‫ثهب في‬:‫ نإذا أ‬، ‫م مح ه‬ ‫ا م قي ختر ثاب‬ ‫ ث‬:‫ إذا تأ‬،‫آذم‬
‫ يا ابن‬،‫ قذرا وهثأكوا زافت ج ح وا‬، ‫ رأبنا أقؤائ ا ا'ننوا ع ا جن م غلى ع اقس هز‬،‫ قد‬، ‫ال” ن ف ي يلم‬
‫ وم ن خ ك ز يغتر ح ك م الل ه‬،‫ ئ م ن خ ك زب ح ك م الئؤ ق ا ما م غدت‬،‫مح مت ح ك م ا ن‬،‫ إثئ ا ائ‬،‫ادم‬
،‫ل هبطاعته‬
‫ل نؤ س مم د ا‬
‫ آثا ا‬،‫ ؤ م ن ؤئثافئ‬،‫ ثؤ ئ‬:‫نمح كز اخل ا م إئثا ا صتالق ه‬
‫ زك ا ك ا فئ ئه ائثا مثتا في ال غ ض وال ز ق‬،‫خبز‬
‫م‬ ‫ؤأث ا ا م حا ي ق ذ أ ه ال ه م ح ا ث ذ‬
‫ وإنء‬، ‫زب ز بأغئال ه أ ا ن ي ة‬
‫ووا إئكامب ز ج‬ ‫ ا‬،‫وا لأن واق تئ و أ ألل م زالثؤ نا < وئا زبج ز‬
‫ه‬ ‫ ال خاءيئا‬1 ‫بي‬
‫ ز ال م‬، ‫ز ال ذب ك‬ ‫ب ال م ح مب ه‬ ‫ال ئؤ ص ال م ح خ ؛ ال خاءيئا موإن ء ذ ث‬
،‫كا ن م ح س ا ال"ذه ص م حا فتين بين ذن ب قد م ح ى ال يدري ما ذا يص ثع ال ق نحا ز فيه‬

‫ إن الن ب يين فه ود ال م فى‬،‫بي ب فيه م ن الهل كا ت‬


‫ومحن أي ل قد مئ ال تدوي ما م‬
،"‫م ثن ق ز ش كثأ ب \ش خب ت هت غ ي‬ ‫ تقي آ ذ ؛ غ ز كثا ب‬3 ‫ ^ تغ رضون محئ ا‬٠^ ١
596 Hasan el-Basrî

‫حال ه ن كت ا ت الل ه عزف وا أثت محالغث لكث ا ب الل ه وعزف وا ب الع نان ض الل ه م ن ح ئث م ن‬
‫م‬ ‫وم ن‬
‫ال ئ ي' م‬
Haşan el-Basrî der ki: “Ey Âdemoğlu! insanları hayır üzere görürsen, bu
hayırda onlarla yarış. Eğer helaklerine sebep olacak şeyler yaptıklarım
görürsen onları tercihleriyle baş başa bırak, ö y le topluluklar gördük ki;
dünyalarını âhiretlerine tercih ettiler ve helak olup rezil oldular.

Ey Âdemoğlu! H üküm ikidir. Kim Allah’ın hükmüyle hüküm verirse, bu


kişi adil bir liderdir. Kim de Allah’ın hükmünden başkasıyla hüküm verirse
bu kişinin hükmü cahiliye hükmüdür.

İnsanlar üç kısımdır: M ümin, kâfir ve münafik: M ümin, Allah’a itaat


ederek yaşar, kâfiri ise gördüğünüz gibi Allah zelil eder. Münafığa gelince bu
kişi, evlerde, yollarda, çarşılarda bizimle yaşar. Bundan Allah’a sığınırız;
bunlar Rablerini bilmezler ve işledikleri kötü amelleriyle de Allah’ı inkâr
etmişlerdir. M üm in her zaman korku içindedir. Sürekli güzel ameller yapsa
da geçmişte işlemiş olduğu bir günah sebebiyle Allah’ın kendisine nasıl
muamele edeceğini bilmeme korkusu ve hayatının kalan kısmında kendisini
helak edecek hangi ameli yapacağım bilmeme korkusu sebebiyle devamlı iki
korku arasındadır.

Müminler, Allah’ın yeryüzündeki şahitleridir. Âdemoğullarımn amelleri


Allah’ın Kitab’ına göre değerlendirilir. Kim Allah’ın Kitab’ma uygun
hareket ederse bu hareketlerinden dolayı Allah’a hamd eder. Kitabullah’a
muhalif olan amelleri ise yine bu müminler Allah’ın Kitab’ına bakıp tanırlar.
Yine bu kişiler Kur’ân’a bakıp insanlardan kimin dalâlete düştüğünü
bilirler”

‫ثن ا‬ :‫ ق ا د‬،‫أيي شه ل‬ ‫خ ث دئ ئ‬ ‫ ثن ا ث‬:‫ قا د‬، ‫\[ حدثن ا غئد الل ه بن م ح م د‬oa/ y] - ( (١٩٠٤
‫ء إدا‬ ” ; ‫ ئ ت‬، ‫ غذ أ ش ق‬، ‫ ئط خ ض ئ ه؛ ا ب‬:‫ ثاد‬، ‫الثي ئ ن غ ئ ي ا ت بمئ‬ ‫ط‬

‫ك ي> غزي ظ ز ال مم د ا؛دي ق ظ‬ ‫" ذ غ ك غش ا‬

Eş’as der ki: “Hasan’ın yanına girdiğimiz zaman, dünyaya hiç değer
vermez bir halde çıkardık.”
‫‪Hasan el-Basrî‬‬ ‫‪597‬‬

‫حدثن ا أثو خ ا ب ز بن جبل ه‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا م ح م د بن إشحا ق أب و المق ا س‬ ‫ا‬ ‫(‪ ")١٩ ٠٥‬ل ‪١٠ ٨ ٨‬‬
‫القث؛ج‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا خ ايب بن الل ي ث‪ ،‬قاد‪ :‬ثن ا إت ح ا ق بن إن م ا عيد ال ط ائ م ا ئ ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثت ا بكتن‬
‫أزى ع م و ال ‪،‬‬ ‫ز جا ال ز ال‬ ‫بن م ح م د ا ل عا د ي ‪ ،‬ح د ق ي أبو رهم‪ ،‬ض ال خ ض‪ ،‬قات‪ " :‬أزى‬
‫وأ خد ث قوي ‪٠٠‬‬ ‫أفيظ‬ ‫حي‬ ‫م‬ ‫أ شت غ لخزا ة ا ز ال أزى أ مث ا ‪ ،‬أ‬

‫‪Haşan der ki: “Adamlar görüyorum, ama akıl göremiyorum. Sesler‬‬


‫” ‪duyuyorum, ama teselli etmiyor. Dilleri uzun, kalpleri kurak görüyorum .‬‬

‫(‪ ] w / y [ - ) ١٩٠٦‬خدثث ا م م ث ت ئ عل ع‪ ،‬ق ات‪ :‬ثما هت ال م ئ شداد‪ ،‬ق ات‪ :‬ظ و ي‬


‫ح ق اث‪ ،‬م ن ا لع تد إدا‬ ‫م‬ ‫ش ‪ ،‬قات‪" :‬‬ ‫ال ح‬ ‫بن ت صئر‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ص نزة‪ ،‬غذ ي ث ا ؛‪ ،‬عن‬

‫و ال‬ ‫ه ا ن في ال حت ة‪ ،‬ق ات ا ه ه و‪:‬‬ ‫وال‬ ‫طح ت ا س نائ ن ا‪ :‬اوثون إ ر ا ه ؤ ‪،‬‬ ‫طمحا‬

‫م‬ ‫‪< : Ü‬ؤز ال ق خ و ثم ه ث ح و غ ق‬ ‫ه‬ ‫ق ث ت ف م ا م ح ‪ ، 4‬وئ ‪3‬‬ ‫ق اءل ذ ي ن ف ل ي‬ ‫تتر ة و ا‬

‫‪Haşan el-Basrî der ki: “Kulda şu iki şey düzgün olursa diğer huyları da‬‬
‫‪düzgün olur. Bunlar:; zulme boyun eğmemek ve nimet içindeyken‬‬
‫‪,azmamaktır. Allah şöyle buyuruyor: “Haksızlık yapanlara yönelmeyin‬‬
‫‪yoksa ateş size de dokunur.”1 Yine yüce Allah şöyle buyurur: “Size‬‬
‫‪rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz ve helâl olanlarından yiyin. Bu‬‬
‫‪konuda aşırı da gitmeyin, yoksa üzerinize gazabım iner. ”2‬‬

‫ت خ ث د ثن أ ح ن ذ بن ال خ ض ‪ ،‬ق ا ت‪ :‬ثت ا بشن بن م و شى‪ ،‬ق ا ت‪:‬‬ ‫ح دق ا‬ ‫(‪] < a /y [ - ) ١٩٠٧‬‬

‫ثن ا ا ل ح م تد ي‪ ،‬ئ ‪ :3‬ثن ا ن ق ا ن‪ ،‬محا د ‪ :‬ثغ ا أبو م وس ى ‪ ،‬قات‪ :‬ت م م ت ا ل ح شن‪ ،‬بمولط‪ :‬اء إن‬
‫؟بن ل ال دن ب‪ ،‬ق ال قزالث به""ك س ا "‬
‫الص د ا ل م ؤم ن ج‬

‫‪Haşan der ki: “M ümin kul, günahı işler, ama ondan dolayı huzursuz‬‬
‫”‪k a lır.‬‬

‫(‪ -) ١٩٠٨‬ل ‪ ١٠٨/٢‬ا نحا ئ خ ئ د بن أ ح م د ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا م ح م د بن ي حيى ‪ ٤^ ^ ^ ١‬قات‪ :‬ظ‬


‫ت الح س ن هزأ هذه ا البه‪ :‬ؤ ن الله‬ ‫قات‪ :‬ش م ع‬ ‫بن عل ي‪ ،‬ق ات‪ :‬ثت ا جوترثة ن م حي‪،‬‬ ‫عا ص م‬

‫ل‬ ‫‪Hûd Sur. 133‬‬


‫‪2TâhâSur. 81‬‬
598 Haşan el-Basrî

‫ ^ ج م غ ثك م ؛نحير طثق ز؛ل ئ ئ *كثب غي‬١ 0‫ إ‬٠٠ : 3 ‫وئفث ء ما‬ ‫مم‬ ،>^‫يأم زبال ؛ندل ال إل ح شاال‬
‫ثزك‬ ‫ز ال‬ ،‫ج م ع ه‬ ‫إ ال‬ . ‫من طاعة الله‬ ‫ق سا‬ ‫ وا إل ح سا ن‬3 ‫ محزالل ه ن ا ثزك الع د‬،‫اية وا ح دة‬
" ‫جنعة‬ ‫قتئ ا إ ال‬ ‫ لم نك ن ناق ض ص من صتة الل ه‬1‫اله ح ق اء و‬

Cüveyriyye b. Beşîr der ki: Haşan; “M uhakkak ki Allah, ad aleti ve


‫ أؤأ{أمثأ‬e m re d e r...”1 âyetini okudu, sonra durdu ve şöyie dedi: “Allah bütün
iyilikleri ve kötülükleri bu tek âyette toplamıştır. Vallah, “adalet” ve “ihsan”
Allah’a itaat alanındaki her şeyi içerir, “fuhşiyat”, “münker” ve “bağy” ise
Allah’ın emirlerine karşı gelme alanındaki her şeyi içerir.”

‫ثن ا‬ :3 ‫ ظ‬، ‫ ثن ا بشن بن م و ت ى‬:‫ ق ات‬، ‫ث خ ث د بن أ ح م د‬ ‫خ شا‬ ] ‫ ح ه ا‬/ \ [ - ) ١٩٠٩(


‫ت أ ح ثزت‬3 ‫ د ا‬،‫ ^ بن زيد بن ج دع ا ن‬٤• ‫ ص‬،‫ن عتد ال ؤ ح ن ن‬ ‫ ظ‬:3 ‫ ء ا‬، ^ ^ ^ ١
‫وأو حن ا‬ ‫ ث ا ئ ع نس ه‬،‫ت " الل ه م ع مزك وأنت قتقة‬3 ‫ زقا‬، ‫ا لخنس ب م و ت ال ح جا ج نت ح د‬
" ‫ ودع ا عثه‬،‫ص ن ي وأعنا لد ان حبيتة‬

Ali b. £eyd b. C ud’an der ki: Hasan’a, (Zalim lakaplı vali) Haccâc’ın
ölüm haberini verdiğimde secdeye kapanıp şöyle dedi: “Allahım! Senin
iktidarsız kulunu sen öldürdün. Sünnetini (getirdiği kuralları) kes, onun
sünnetinden ve pis işlerinden bizi kurtar” dedi ve beddua etti.

،‫ ثن ا ي حيى ن م ح م د الحن اء‬: ‫ ه ات‬، ‫ ء حدثن ا علي بن ف ارون بن ت خ م‬١‫ ه‬٩/٢ ‫ و‬-) ١٩١ ٠(
‫ ش م ع ت عتذ النا ج ز‬:‫ قات‬، ‫ ثغ ا مص ز ا ل مارس ئ‬:‫ قال‬،^ ^ ١^ ١‫عبد الل ه سر ع م ر‬
‫ ثن ا م‬: ‫محا د‬

‫ضة‬ ‫ت ق ن زبج ز يزم‬ ‫ال‬ ‫ " ل ؤ ء هأ ال م د و ن آ م‬: ‫ ثئ ة‬،‫تج ف ا خل ص‬ :‫ م حت‬، ‫بن ز م‬


" ‫تن اثرا‬
H asan (-1 Basrî) der ‫ثكل‬: “Çok ibadet edenler, kıyamet gününde Rablerini
”.göremeyeceklerini bilselerdi ölürlerdi

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ki; Hasan’m sözlerinden, bu


anlattıklarımızla yetiniyoruz. Ardından onun rivayetinde tek kaldığı
:hadislerinden örnekler veriyoruz
Takrîb 2509-a, Takrîb 235, Takrîb 6, Takrîb 2774, Takrîb 1829, Takrîb
Takrîb 331, Takrîb 3717-a ,2884

‫ أ‬NahI Sur. 90
Saîd b. el-Müseyyeb 599

. . .

Şeyh (E bû N uaym ) diyor k i‫ ؛‬B u ta b a k a y ı M edine ahalisinin


tab ak ası takip eder. O nlarda fıkıh ve d ini anlam a galip gelmi§ ve
onunla tam nm ı§lardır. in s a n la r o n ların fetv aların a d ay an arak ,
kar§ıla§tıkları im tih an lard an b aşarıy la çıkm ışlardır, ib a d e t ve ta a t
k o n u su n d a büyük p ay ları vard ı. B u n u y ap ark e n de açıkça değil,
kim seye söylem eden gizhee y ap m ışlard ır.
O n lard an bazıları: Saîd b. el-M üseyyeb, U rve b. ez-Z übeyr, Kâsım
b. M uham m ed b. E b î B ekr, E b û B ek r b. A b d irrah m an b. el-H âris,
H ârice b. Zeyd b. Sâbit, U beydullah b. A bdillah b. U tbe ve Süleym ân
b. Yesâr.
B unlar, ib ad etleri ve ta a tla rı, b ir çok m eşhu r âbidin ib ad etin d en
ü stü n olan; yedi fakih diye b ilinen k işilerd ir. H e r b irin i; sözlerinden
ve h allerin d en bahseden b ire r hadisle kısaca anlattık. Böyleee ö rn ek
edinm ek isteyen; d av ran ışların ı, i'badet ve ta atte tak ip ettik leri
m etodları anlayıp vakıf olsun.

Saîd b. el-Müseyyeb
Ebû Muhammed Saîd b. el-Müseyyeb b. Hazen el-Mahzûmî,
imtihana maruz kalanlardan idi. imtihana tâbi tutuldu,
kmayanlartn sözlerine aldırmadı, ibadet ve cemaat ehli, iffet ve
kanaat sahibiydi. Adı gibi taatte (saîd) cennetlik, masiyet ve
cehaletten uzaktı.
Derler ki: Tasavvuf, hizmet etmeye imkân bulmak ve hürmete
hürmet etmektir.
‫ ثن ا الن ص ل بن م ح م د‬:‫ محالأ‬،‫حدثن ا م ح ث د ن عئد الثؤ بن ا ل م ص ل‬ ‫ا‬ ١٦١/٢‫ )“ ل‬١٩١٩(
‫نحا‬ :‫ ق ات‬،‫تن أبى زؤاد‬:‫ا‬ ‫مبى‬ ‫د‬ ‫ج‬ ‫ظ الن‬ ‫ ظ‬:‫ ئت‬، ‫ نما مت ا ي ث ئ م م ذ‬:‫ قات‬، ‫ال ي د ي‬
‫ ئل ت لت ع ي د بن ال نت ث ب وهم د نأي ت أقؤائ ا ب طون‬:‫ ق ا لأ‬،‫ عن بكر بن خ سس‬، ‫ت ع م‬
‫ " يا ائن أخي إنه ا ل مب ت‬:‫ لي‬،3‫ مما‬،‫ أآل ك م د ئغ هؤ الء الم ؤم‬، ‫ يا أث ا م ح ئ د‬:‫زثتمدون‬
600 Saîd b. el-Müseyyeb

‫ ؤائززغ ص‬، ‫ " ال ق ؤ ي أ م ال م‬: ‫ ئت ا القهت يا أب ا ث خ م ؟ ه ا د‬: ‫ ئ ك ه‬،" ‫ببما ذة‬


٠٠ ^ ١‫ء هزمحس‬1‫ وأئ‬،‫ ^؛‬١ ‫رم‬1‫م ح‬

Bekr b. Huneys anlatıyor: Namaz kılıp ibadetlerde bulunan bir topluluk


gördüğümde, Saîd b. el-Müseyyeb’e: “Ey Ebû Muhammed! Şu topluluğun
ibadetine sen de katılmaz mısın?” diye sordum. Bana: "Yeğenim! İbadet o
değildir” dedi. Ben: “Peki, ibadet nedir?” diye sorduğumda ise: ‘ibadet,
Allah’ın buyrukları üzerinde tefekkür etmek, yasakladığı şeylerden uzak
durmak ve farzları yerine getirmektir” dedi.

‫ ثن ا م ح ث د بن ا ل ح ض بن‬:‫ قات‬، ‫ ا حدثت ا م ح ث د بن علي بن ع ا ص م‬١٦٢/٢ ‫ )“ ل‬١٩٢٠(


‫عن صال ح بن‬ ‫ائفث بن‬ ‫ ثن ا‬: ‫ قا د‬، ‫ ل م ن ي ي‬1 ‫ ثن ا م ح م د بن ع مرو‬: ‫ قا د‬، ‫ال طثئ د‬

‫ و ك ان وا ثزو ح و ذ يال ه ا ح رة إ ر ا ل مش ح د‬، ١^^٤ ‫ أن فتيه م ن بني ث ث كان وا‬،‫م ح م د بن رائده‬


‫ ل ؤ ئ م و ى‬،‫ هذه ه ئ ائبب ا ذة‬:‫ ق ات صال ح لت ع ي د‬،‫ز ال يزال ون ي صلون ح ش بم ش ا لع صز‬
‫ ول ك ن ا ل م ا دة ا لممم ة‬،‫ " ن ا هذه ا خل ا نة‬:‫ ت ع ي د‬3 ‫ مما‬،‫غش ن ا بم ؤ ى علته هؤ الء ائيخا ن‬
" ‫ والقم م في أ ر الثؤ محا ر‬،‫بال دين‬
Salih b. Muhammed b. Zâide bildiriyor: Leys oğullarından birkaç genç
öğle vakti mescide gider ve ikindi namazı vakti girene kadar namaz kılıp
dururlardı. Ben, Saîd’e: “işte ibadet budur! Keşke bizim de bu gençlerin
yaptığına gücümüz yetseydi” dediğimde Saîd şöyle karşılık verdi: “ibadet bu
değildir. Asıl ibadet, dinde fakih biri olmak ve Allah’ın buyrukları üzerinde
tefekkür etmektir.”

‫بما ة‬ ‫ ظ ت غ ث د ئ‬:3 ‫ قا‬،‫بمائ‬ ‫ئ م د اش بن‬ ‫م‬ ‫تر اه‬:‫ ا خدتث ا إ‬١٦٢/٢‫ ل‬-) ١٩٢١(
،‫حرما ه‬ ‫ين‬ ‫ ص عتد الؤ ح م ن‬،‫حال د‬ ‫بن‬ ‫ ثن ا عط ا ف‬:3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا قيئ بن سع يد‬:3 ‫ ظ‬،‫المم في‬
‫أل‬ ‫ مم د م‬،‫في ج م اعة‬ ‫ال ح م س‬ ‫ " م ن حائفل عأى ا ل صا وات‬:3 ‫ ظ‬، ‫عنش ع يد بن ا نمتئ ب‬
‫ا و وا لخم محادة اا‬
Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Kim beş vakit namazını cemaatle kılmaya
dikkat ederse, karayı ve denizi ibadetle doldurmuş olur.”

‫ ثن ا م ح ئ د بن إ ش حا ى‬: ‫ ق ا ال‬، ‫س جبل ه‬° ‫ زأبو خ ا ب ز‬، ^ ١^٦ ‫ ] ثن ا‬١٦٢/‫ [ ؟‬-) ١٩٢٢(
‫ عن شع يد بن‬،‫ عن ابن خزتثق‬،‫ت ثن ا غ طافت‬3 ‫ ها‬،‫ ثت ا قيئ بن ت ع يد‬:3 ‫ ظ‬،‫المم في‬
‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪601‬‬

‫ي ش دلث‪; :‬ا أثا ئ خ م ‪،‬لز لح زي ث إ ر ا تمهي ثف ز ث إ ل‬ ‫لن حب‪ ،‬أ ة ا ئ ث م‬


‫ا‬
‫بم ن ك ‪ ،‬ق ا ت ش عي د ‪ ٠٠ :‬ث ك ف ث أص ث غ ب شه ود ا ل ع ت م ة‬ ‫ا ل ح ص زة محوج د ت ر خ ائ رية لغ م غ دلل ث‬

‫ز؛ل ئ ن ي ؟ "‬
‫‪îbn Harmele bildiriyor: Saîd b. el-Müseyyeb bir defasında gözlerinden‬‬
‫‪rahatsızlandı. Kendisine: “Ey Ebû Muhammed! Akîk taraflarına gitsen de‬‬
‫‪orada yeşillikleri, ağaçların otların kokusunu alsan belki gözlerin için bir‬‬
‫‪faydası dokunur” dediklerinde: “Yatsı ile sabah namazlarını eemaatle‬‬
‫‪kılacakken, nasıl gidebilirim?” karşılığını verdi.‬‬

‫(‪ -) ١٩٢٣‬ل ‪ ١٦٢/٢‬ا خدمما أخن ت ئ اق ف ل‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أثو م حا م ال ء ا غ ‪ ،‬قات‪ :‬تحا م ح ه‬
‫بن تع يد‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ع طا ف ن لحالي‪ ،‬عن ابن حزمله‪ ،‬ص ت ع د بن ال ن ث ئ ب ‪ ،‬أثت قا د ‪" :‬‬
‫ط ز نم ذ تئ ه "‬ ‫ن ا ه ا ئي ي ال ئ الئ في انجت اعة‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki:: “Kırk yıl boyunca tek bir cemaat namazını‬‬
‫”‪bile kaçırmış değilim.‬‬ ‫'‬

‫(‪ -) ١٩٢٤‬ل إل ‪ /‬س ] حدثن ا أثو بكر بن تالل ه ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عتد الل ه بن أ ح ن د بن حنت ل‪،‬‬

‫ء م‪،‬‬ ‫ر ت ه ل ؤنؤ م ح ا ن بن أيي‬ ‫ر ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا وكيع‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا ن مي ا ن بن‬ ‫ح د م‬


‫قات ‪ :‬ت م ن ت ت ع ي د بن ال ن ث ئ ب ‪ ،‬يأم و ل ‪ " :‬ن ا أ ذ ن ا ل م ؤ ب ن م غذ ب ال يي ن ت ن ه إ ال وأتا ف ي‬

‫ا لخن ح د ”‬

‫”‪: “Otuz yıldır, müezzin ezam ben mescidde iken okumuştur.‬لظ ‪Yine der‬‬

‫(‪ \ \ / \ [ - ) ١٩٢٥‬ما ] خ ا؛ثن ا أب و بكر بن م ا ل ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عئد الثؤ بن أ ح م د بن ح م ‪،‬‬

‫ح د ق أيي‪ ،‬ق ادت ثن ا إ س م ا عيل ئ ذ يزيد ا ل ر يء قا ت‪ :‬ثن ا ج ع م بن وقا ن‪ ،‬عن م ن ون بن‬


‫نئ ب " ن ك ث أوب ع ن تن ه ل ز يلى ا ل م ؤم ئد خز ج وا م ن المست ج د‬
‫بب زاذ أن سع ي د بن ا م‬

‫‪٢‬‬ ‫وهرغ وا م ن ا ل ص الة "‬

‫‪Meymûn b. Mihrân’ın bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb kırk yıl‬‬


‫‪boyunca (hep cemaatle namaz kıldığı için) insanları mescitten çıkarken‬‬
‫‪görmüş değildir.‬‬
‫‪602‬‬ ‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬

‫(‪ [ - ) ١٩٢٦‬آ ‪ /‬م آم ا ] حدثت ا ^‪ ^ ١‬بن عئد الثؤ‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا ت خ ث د بن إشث ا ق ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثن ا‬

‫م ح ه بن ش جي‪ ،‬ئت ‪ :‬حدثا أب س بمي ائ ذ محا م ‪ ،‬غ ذ عبد ا و ح ن ن بن حرمل ه‪ ،‬عن برد‬
‫نننئ ب ‪ ،‬قا ت‪ ٠٠ :‬ن ا ن و د ي ل ل ص الة م ن ذ أربع ين تن ه إ ال وت ع ي د في ا ل من ج د‪'1‬‬
‫مولى ابن ا م‬

‫‪İbnu’l-Müseyyeb’in azatlısı Bürd der ki: “Kırk yıldır ne za^ai} ezan‬‬


‫”‪okunsa Saîd hep mescidde olurdu.‬‬

‫(‪ ] ١ ٦ ٣ ٨ [ “) ١٩٢٧‬حدثن ا أبو حا م د بن جتل ه ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أبو المق ا س ا ل ثؤا ج‪ ،‬ه ال طت ثت ا‬

‫بمامح د ثن أ م ة ‪،‬‬ ‫ب ش تن ز ا م ‪ ،‬غ ذ ذازذ ئن غ و ‪ ،‬غ ذ‬


‫جب ث ئ ا وص م ‪ ،‬قات ‪ :‬ئ م‬
‫ظ ء وقث ص ال ة‪ ،‬إ ال ؤقذ أ ط ق م ح ه ا ‪ ،‬ز ال‬ ‫ش م ‪ ،‬قات‪ " :‬ت ا ‪ 3‬خ د‬ ‫صتجد ق‬
‫دخلظغ ئ اءر ق م ‪ ،‬إال زه إيحمئثائ "‬
‫‪ gelse mutlaka kendimi ona‬إ ا؛ك‪Said der ki: “Ne zaman bir namaz ¥‬‬
‫‪hazırlamışımdır. Ne zaman da farz olan bir namaza başlasam onu büyük bir‬‬
‫”‪özlem içinde kılarım .‬‬

‫^‪ ، ٤١‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا‬ ‫(‪ [ -) ١٩٢٨‬؟‪ ] ١٦٣/‬حدثن ا أبو خ ا ب ز بن جبل ه ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ثن ا أب و المقا س ‪١‬‬
‫عتئد ال ر ى ت ع يد‪ ،‬محات‪ :‬ثن ا معا ذ تن هف ا م‪ ،‬ح دثن ي أيي ‪ ،‬غذ هق ا ده‪ ،‬محات‪ :‬ه ات ت ع ي د بن‬
‫ما نتئ ب با ت م ‪ ٠٠ :‬ن ا ئظزت في أ مماء هزم شت م ونيب ا ل ص الة تث ذ عشرين تن ه "‬

‫‪: “Yirmi yıldır namazda, mescide benden önce gelenlerin‬لظ ‪Saîd der‬‬
‫”‪sırtını seyretmiş değilim (hep erken gelip en ön safta namaz kılıyorum(.‬‬

‫(‪ “) ١٩٢٩‬ل ‪ ] ١٦٣/٢‬حدثت ا أ خ ن د تن ج عف ر بن ح م دا ‪ ، 0‬قا د ‪ :‬ثن ا عتد الل ه بن أخن ت ئن‬

‫ط أ ‪ ،‬عن ا الوواعي‪،‬‬ ‫م‪ ،‬ح د ب ي ا لخنن بن عبد ا لخنين‪ ،‬قادت سمع ت ع رو بن أبي‬
‫لتع ي د بن ال نت ئ ب ثمضيثه ال تعل ن ه ا كا ث ت أل ح د م ن التابعين‪ ،‬لب مئة‬ ‫ئ د‪" :‬‬

‫ا ل مق ال ة قي ج ماعة أربعين تنه عشرين بجا ل م بمفلر قي أه مية الن ا س‬


‫‪Evzaî der ki: “Saîd b. el-Müseyyeb’in başka hiç kimsede göremediğimiz‬‬
‫^‪bir fazileti vardı. Kırk yıl boyunca cemaatle tek bir namazı dahi kaçırm‬‬
‫”‪değildir ve bunun yirmi yılında hep en ön safta namazı kılmıştır.‬‬
‫‪Saîd b. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪603‬‬

‫(‪ “) ١٩٣٠‬ل ‪ ١٦٣/٢‬ا ثن ا أبو م ح ئ د بن ‪ -‬م ا ن‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن زؤح‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن‬
‫خ ا ب ز‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عئد ال ن ئ ب م بن إدوي س‪ ،‬عن أبيه‪ ،‬محا د ‪ ٠' :‬صأى من ع د ن ال ن ث ئ ب ا ل ع ذاه‬
‫ب وض وء ا لعث م ة ح م س ن تث ه‬
‫‪Abdulmun’im b. idrîs, babasından bildiriyor: “Saîd b. el-Müseyyeb, elli‬‬
‫”‪yıl boyunca y^tsı namazının abdestiyle sabah namazlarını kılmıştır.‬‬

‫ظ خبي ث‬ ‫(‪ -) ١٩٣١‬ل ‪ ] ١٦٣/٢‬وقات ت ع ي د ئ ال ش ي ب ‪ " :‬ن ا ثا ئ ش ا م حه ا الر؛ى‬


‫شنه‪ ،‬و ما ئقل ز ت ي قث ا ر ج ل في ا ل ص الة م ن ذ ح م س ن تن ه '‪٠‬‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Elli senedir, (namazın) ilk tekbirini kaçırmış‬‬
‫‪ kılıp) bir adamın ensesine‬ممل !اةآل ‪değilim, ayrıca elli senedir (arka saflarda‬‬
‫”‪bakmış değilim.‬‬

‫(‪ “) ١٩٣٢‬ل‪ ١٦٣/ ٢‬ا حدثت ا عبذ ا لله بن م ح م د بن ج عف ر الف ريا بي‪ ،‬ه ا د‪ :‬ثن ا وئ ب بن‬
‫نتئ ب ‪ ،‬ئ ا ل أ‪ :‬وشأقه ن ا‬
‫ث م ه‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا حال د ص داود يثني ا ن أيي هند‪ ،‬ص ت ع ي د ئن ا م‬

‫يئ طغ ال غ ال ة ؟ث ا ‪ '٠ : 3‬ا ل م جوز ويستغرق ا المم ؤ ى ‪٠٠‬‬


‫‪Dâvud b. Ebî Hind diyor ki: Saîd b. el-Müseyyeb’e “Namaza zarar veren‬‬
‫‪nedir?” diye sorduğumda, “Günahlar” dedi, “Takva da onu korur” diye‬‬
‫‪ekledi-‬‬

‫(‪ ] ١ ٦ ٣ ٨ [ - ) ١٩٣٣‬ح د ي أيي‪ ،‬قا ت‪ :‬ثغ ا ركرئ ا بن ي ح يى ا لث ا ج ي‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا م حة بن‬


‫قاد‪ :‬ثن ا خئ ا د بن زيد‪ ،‬قا د‪ :‬ثن ا تريد س ح ا زم‪ ،‬أن ت ج ي د بن ال ش ي ب " كا ن ‪٠٠‬‬ ‫لحابي‪،‬‬

‫بآم ل ال ئ ز م "‬
‫‪¥ezîd b. Hâzım’ın naklettiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, kesintisiz oruç‬‬
‫‪tutardı.‬‬

‫(‪ “) ١٩٣٤‬ل‪ ١٦٣/ ٢‬ا حدبن ا أثو بك ر بن م ا ل ك ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا عبد ال ر بن أ ح ن ذ بن ح م ‪،‬‬

‫محا د‪ :‬ثن ا نلت م ا ن بن أيي‬ ‫قا ت‪ :‬ح د ب ي جغ م ر بن م ح م د المبغ ئ ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا ابن أيي‬
‫نثث ب ‪ ،‬تق ون ‪ ٠' :‬لم د ح ج ج ت أربع ين‬
‫قات‪ :‬ت م ن ت ش ع ي د بن ا م‬ ‫ب ال ل‪ ،‬عن ابن‬
‫ح جه "‬

‫”‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Kırk defa haccettim.‬‬


Saîd b. el-Müseyyeb 604

y <\ ‫ثتا‬ :‫ ئت‬، ‫ قادت ثن ا م ح م د بن ج م‬،‫ ] حدثن ا عبد الثؤ بن م ح م د‬١٦٤/‫)" [ ؟‬١٩٣٠(
‫ ثن ا ع مران‬: ‫ ما د‬، ‫ قا دت ثن ا ت ال م بن مس ت ك ي ن‬، ‫ ثن ا غئ ا ن بن م ن ل م‬: ‫ ه ا د‬، ‫بك ر بن ش ف ي أ‬

‫نتث ب كا ئ ت أهؤن علته في‬


‫ إن م س سع ي د بن ا م‬٠٠ ‫ قادت‬،‫بن عئد الل ه بن ط ل ح ة ا ل حزاعي‬

" ‫ الل ه م ن نف س ذبا ب‬،‫ذابي‬


îmrân b. Abdillah b. Talha el-Huzâî der ki: “Saîd b. el-Müseyyeb, Allah
yolunda canını, bir sineğin canından daha az değerde görürdü .”

‫ قادت ثن ا م ح م د بن ع م رو بن‬C‫ ] حدثت ا ا لخثن بن عبد الل ه بن سع ي د‬١٦٤/‫ )“ [ ؟‬١٩٣٦(


‫ ثن ا ت ع ي د‬:‫ محات‬، ‫ ثن ا عند الل ه ن م ح م د‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا م ح م د بن ركريا‬: ‫ محا د‬،‫ت ع د ان ص ر ي‬
‫ أق ش ي‬، ‫ زال ك ال‬٠٠ ‫أق ش ي يم م ذعت م‬ ‫ " ظ أ و ن ت‬: ‫ ئت‬، ‫ئ ش يب‬
‫ وك مىب ا ل م ؤم ن ن ص ره م ن الل ه أن ثن ى عدوه ي ع ملب مع ص ثة الئؤ‬، ‫ب مت ل مع صئؤ ال م‬

Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “insanlar kendilerine, Allah’a itaat kadar


değerli bir ikramda bulunmamışlardır. Kendilerine, Allah’ın emirlerine karşı
,gelmek kadar büyük bir ihanette de Olunmamışlardır. Mümin için
düşmanının Allah’ın yasakladığı şeylerle uğraştığını görmesi, Allah’tan gelen
bir zafer olarak yeter.”

‫ ثن ا‬:‫ قات‬،‫ قادت ثن ا ث خ ث د بن إ ت خ ا ق‬،‫ ] حدثن ا إشاه_إإ س حم د الثؤ‬١٦ l/x [ “) ١٩٣٧(

‫ قادت ح رغ ش ي د بن‬، ‫ ض ابن غ ز ة‬: 3 ‫ ما‬،‫ ثن ا ع ط ا ف بن لحالي‬:‫ قات‬،‫قتثة س سع يد‬


‫ ءأدركه عتد ال ؤ ح م ن بن ع م رو بن‬،‫ال ن ت ئ ب في ثل ة ن طر و ط ين و ظل م ة مغصرظ م ن ا ل عش ا ء‬
‫ ح ش إذا حا ب ى‬،‫ نن إل عش عئد ال ؤ ح م ن زن جيا ش حا دبان‬،‫ش م ؤ مع ة غ ال م مع ه س نا ج‬
‫ ممات‬،‫ ا م ش ئ غ أيي م ح م د ؛الق ر ا ء‬:‫؛ يلئ ال م‬3‫ مما‬، ‫ع د ا ل ر ح م ن بداره ان صزف إليه ا‬

" ‫ الق ح م بن نورك م‬،‫ب ورثم‬


‫س ع د ؛ " ال حا جه لي م‬
ibn Harmele anlatıyor: Yağmurlu, çamurlu ve karanlık bir gecede, Saîd
b. el-Müseyyeb yatsı namazından çıkmıştı. Abdurrahman b. Amr b. Sehl,
elinde idare lambası olan hizmetçisiyle arkasından yetişti. *'
kendisine selam verdi ve konuşarak yürümeye devam ettiler. Abdurrahman
evinin hizasına gelince, evine yöneldi ve çocuğa “Sen lambayı alıp Ebû
Muhammed’le yürü” dedi. Saîd: “Sizin ışığınıza ihtiyacım yok, Allah sizin
ışığınızdan daha hayırlıdır” dedi.
‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪605‬‬

‫(‪ “) ١٩٣٨‬ل ‪ ١٦٤/٢‬ا ‪-‬مدثن ا عتد الل ه ب ن م ح م د ‪ ،‬محا ‪3‬ت ثت ا م ح م د بن شت ل‪ ،‬محالأت ثن ا أبو‬
‫بكر بن أيي ف ئ ة ‪ ،‬د ال‪،‬ت ثن ا ع ما ن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا خث ا د بن ويد‪ ،‬عن ي حيى بن سع ي دأ ن ن ع ي د‬
‫بن ال ن ش " ' كا ن يكئ زأ ن ‪:‬ق وت في م جل س ه ‪ :‬ال ي ت م ش م "‬

‫‪Yahya b. Saîd’in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, meelis içinde‬‬


‫‪çokça: “Allahım! Bize selamet ver! Selamet ver!” derdi.‬‬

‫(‪ ") ١٩٣٩‬ل ‪ ] ١٦٤/٢‬حدثن ا إبراهي م بن عتد الل ه ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا ئ خ ث د بن إشت ا ق‪ ،‬محات‪ :‬ثن ا‬

‫ص اثن‬ ‫ق ي بن ت ع يد‪ ،‬محالأ‪ :‬ثن ا عطامح ن بن حال د ‪ ،‬ض ابن ^ ^‪ ، ٤‬قا ‪ : 3‬ن ي ظ ئ‬
‫يد غ‬ ‫ال‬ ‫ثأخثزيي ‪ ،‬مما ‪3‬؛‪ " :‬ؤ ء ذ‬ ‫وع م ل ة بالقه ا ر‪ ،‬ئ ث أل ت ن ز اله عن ع م ل ه‬ ‫ب‬ ‫ا ل م تئ‬

‫و ثنئ‪ ،‬ئ ت أ ك عن د؛ ا ث‪ ،‬قأخت ئ ي‪ ،‬ه ما ‪ ،31 : 3‬ر ‪ -‬ج ال م ن ا ال"لءن اي‬ ‫أن يمزأ ب ص ؤال م‪.‬ءان‬
‫م با لث ح د ة سن ج د و س ج د ت ا ل س م ة مع ه نني غ ي ا‬ ‫صأى إ ز ش م م ‪ ،‬مح م أ ب‪ :‬ص‪ ،‬ئنث ا‬

‫فحتي؛م‬ ‫ه وزر'‪ ،‬ؤ؛ن م ح ي به ا‬ ‫م و ل ط ‪ " :‬ا ل ل ه م أ ع طن ي بقز ث ا ل ش ح ذ ة أ ي ن ا ‪ ،‬و ص غ غ ش‬

‫وب مثل ه ا مني ك ن ا مثلته ا ش عتدك داود "‬


‫‪ namazları‬لغاك ل ط ‪ibn Harmele anlatıyor: İbnu’l-Müseyyeb’in gündüz‬‬
‫‪öğrendim ve azatlısına gece hangi ibadetleri yaptığını sordum. Bana şöyle‬‬
‫‪karşılık verdi: “Her gece Sâd Süresiyle namaz kılardı. Kendisine bunun‬‬
‫‪sebebini sorduğumda, Ensâr’dan bir adamın bir ağacın yanında namaz‬‬
‫‪ ve Sâd Sûresini okuduğunu secde âyetine gelip secde ettiğinde‬ل ^لغ ل ك‪ 1‬ط‬
‫‪,ağacın da secdeye vardığını ve: «Allahım! Bu secdemle bana sevap ver‬‬
‫‪ .nasib ederek, Hz‬؛ ‪onunla günahımı sil ve bu secdeyle sana şükretmem‬‬
‫‪Dâvûd’un secdesini kabul ettiğin gibi benim de secdemi kabul et» diye dua‬‬
‫”‪ettiğini söyledi.‬‬

‫(‪ | [ “) ١٩٤٠‬ا ‪ /‬م ام ا ] حدثن ا إبراهي م بن عبد الل ه‪ ،‬ئ ا ‪ : 3‬ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‪ ،‬ه ا ‪3‬ت ثن ا‬

‫قيبة بن ن ج ز‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا حات م بن إ سما عيل‪ ،‬عن عبد ا و خن ي بن خ ز ه ‪ ،‬ئا ‪3‬ت مروا عش‬
‫نتث ب ‪ " :‬ن ا م وأل‬
‫ابن الن س بب ج نانه و مع ه ا إنن ا ن‪ ،‬بموت‪ :‬اذثغفزوا الل ه ل ه‪ ،‬ق ات ابن ا م‬

‫را حزه م ف ذا ؟ خؤئ ت عإى أهلي أن ين جزوا معي را جزهز ف ذا زأن موت ن ا ث تبي ت‬
‫بش وا معيب م ج م رات‪ ،‬إن أ"كن ط نحا ه م ا‬
‫‪ .‬وأن م‬ ‫ئا ق ي د و ه ‪ ،‬ح نب ي م ن يملتيي إ ز ري‬
‫مب ؛ل ث ؤ أ ز ي "‬
606 Saîdb. el-Müseyyeb

Abdurrahmân b. Harmele anlatıyor: Bir cenazeyle İbnu’l-Müseyyeb’in


yanından geçerken, cenazenin yanındaki bir adam: “Onun için Allah’a
istiğfar ediniz” diyordu. İbnu’l-Müseyyeb: “Böyle söyleyen kim? Ben aileme
arkamdan böyle söylemelerini yasakladım. Ailem: «Saîd öldü. Cenazesine
katılın» desin. Beni Rabbime götürecek kişilerin buhurla yürümesi benim
için yeterlidir. Eğer ben iyiysem Rabbimin katında olanlar daha iyidir” dedi.

،‫ ثن ا ا ل ح س بن ال نثئ ى‬:‫ قات‬، ‫ ا حدثن ا أث و يونفن بن م ح م د الن جيزمئ‬١٦٥/٢ [ - ) ١٩٤١


‫ قي د‬:‫ محات‬،‫ أخبزتا ع ئ بن زيد بن ج د ع ا ن‬، ‫ ثن ا خئ ا د بن ط ن أ‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا غئ ان‬: 3 ‫ئ‬
‫ والل ه‬٠٠ : ‫يب ث إلتلث ز ال يهي ج لف ؤ ال يؤذي ك مح ا د‬
‫ م ا قأ ن ا ل ح ج ا ج ال م‬: ‫لت ع ي د ب ن ما ن ئ ب‬

، ‫ ن ج ع د ال يجإ ^كوعه ا ز ال ن ج و ده ا‬،‫ال أدري همز أبه ض ر ذا ث يؤم غ أمح ه ض ال ؛‬


" ‫ ثن ا ز ك أ ض ق ال غ ال ة‬:‫ قات ا لخي ا غ‬، ‫ظ ص م ح اء ئ م ح و به ا‬ ‫فا خ د ت‬

Ali b. Zeyd b. Cud’ân anlatıyor: Saîd b. el-Müseyyeb’e: “Neden Haccâc


yanma gelmiyor, seni kışkırtmıyor ve sana eziyet etmiyor?” diye
sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Vallahi sebebini bilmiyorum! Ancak bir
defasında Haccâc babasıyla birlikte namaz kıldı. Ancak rükû ve secdeleri
hakkıyla yapmadığını gördüğümde bir avuç çakıl taşını alıp üzerine
fırlattım. Haccâc da: «o gün bugün namazımı düzgün kılıyorum!»
١٢-

‫ثن ا‬ : ‫ قا د‬،‫ صان‬- ‫ ثن ا ن خ ئ د بن أ ح م د بن‬:3 ‫ ظ‬، ‫ ] ثن اف اروق ا ل ح ط اب ئ‬١٦٥٨[ ")١٩٤٢(


‫ ثنا‬:‫ تمالأ‬، ‫ي ئ‬ ‫ و حدثن ا أبو بكر ال ت‬،‫ بنب ال ل‬D‫ ثن ا نق ن ا‬: ‫ قا د‬،‫عتد الي س ت ث ن أ المعمنء‬
:‫ محات‬،‫ ثنا عئ بن م نه ر‬:‫ محالأ‬، ، ^ ^ ١‫ ثن ا من ج ا ب بن‬:‫ قا د‬،‫ا ل ح تئ ن ن جعفر ا لمت ا لأ‬
" :‫ محالأ‬، ‫ه ؤ ء ن ل الواتس غ و ر ه‬ " : ‫سد تن ا نمتث ب‬ ‫ ص‬، ‫ص ت ض بن ض د‬

" ‫ ثقوبي ز ال بمود في ث ي ء قن ت؛‬P ‫ي تذي ب ث م ثقوبي ق م يذي ب‬،‫الذ‬

,Yahyâ b. Saîd’in bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb — 1942


Bilesiniz ki “; ‫ ه‬, tövbe edip kendisine yönelenleri bağışlar”! âyetiyle
ilgili şöyle diyor: “Günah işleyip tövbe eden, sonra bir daha günah işleyip
tövbe eden, ama hiş bir şeyi kasıtlı olarak yapmayan kişidir.”
Saîd b. el-Müseyyeb 607

‫ ^ بن إ ئ خ ا ق‬١^ ‫ ثئ ا‬: ‫ ه ا د‬٧ ،‫مه د الؤ ح م ن س ؛[؛‬ ‫حدثن ا‬ ‫ ا‬١٦٥/٢ ‫ )“ ل‬١٩٤٣(

‫ ظ عئذ ا لغ ال م ق ش ا;تن‬:‫ قات‬،‫ ظ أ م عشا ن‬:‫ قات‬،‫ ث إ م حن ال م ئ غنز‬:‫ قات‬، ‫ا ن م ئ‬


‫ ممال ت أم‬، ‫ د حأن ا غلى ت ع ي دب ع وده ؤ معغ ا ئا ب غ بن ج م‬: ‫ قا د‬،‫ غذ ي حيى بن سن ع يد‬، ‫ح ر ب‬
‫ م ن أ ه د الئ ؛ ا ئ دن ث‬١^ :‫ ىت ال ئ بن م حي‬، ‫ و ل م ثأ و مغذ ؤ الد ؛ ا قكث ن وه‬:‫ول د م‬
‫ " كف ت يأكل ن ئ ء ذ‬:^ ١‫ ه و ه غ ق ه ؛ ؛‬،‫ق ث بم بمح هز‬ ‫ ز ال يد ل أ م‬، ‫ف ه ا‬
‫ل‬ ‫ا ا‬
‫ ا ذ غ ا ه أذ‬:‫؟ إ " ق تث ئ‬ ‫إراك‬ ‫إ ر ا م أؤ‬ ‫منه ض ث به ا‬
‫ب‬ ‫ا‬
،‫ب م خ و هذه‬ ‫غر‬
‫' بن أ ح ر جيى ش‬٠ ‫ت‬3 ‫ ق ا‬،‫ م ن ش ن ج ز‬،2‫ قت *ى ن يغيظه م ك اىل‬0 ‫ ء إن ا لئنقال‬، ‫تل ثم‬-‫يشغ‬
‫محا مد م ث ة ب <أل ا ' م‬
Yahyâ ‫ط‬. Saîd bildiriyor: Yanımıza Nâfi’ b. Cübeyr’i de alarak hasta olan
Saîd b. el-Müseyyeb’i ziyarete gittik, üm m ü veledi (cariyesi): “ü ç gündür
:yemek yemiyor! Yemesi için onunla konuşun” deyinee, Nâfi’ b. Cübeyr ona
.Madem hâlâ dünyada ve hayattasın o zaman dünya ahalisinden birisin“
Dünya ahalisinin de sağlıkları için bir,şeyler yemeleri gerekir! Sen de bir
şeyler ye” dedi. Saîd de: “Benim durumumda olan biri nasıl bir şeyler
yiyebilir ‫ ?نكل‬Zira az bir zaman sonra ya Cehenneme, ya da Cennete
götürüleceğim” karşılığını verdi. Nâfi’: “Allah’tan sana şifa vermesi için dua
ediyoruz. Şeytan, senin mesciddeki konumundan dolayı sana karşı pek
öfkeli ki yemek yemene mani oluyor” deyince, Saîd b. el-Müseyyeb: “Aksine
Allah beni aranızdan sağ salim bir şekilde çıkardı” karşılığım verdi.

‫ ثن ا هم د الل ه بن أ ح م د بن‬: 3 ‫ قا‬، ‫ ا حدت ا أ خ ئ د بن ج عف ر بن ح م دا ن‬١٦٦٨ ‫ )“ ل‬١٩٤٤(


‫ ثت ا ع منان بن هم د الثؤ‬: ‫ قا د‬، ‫ ثن ا ت ال م بن ص ن ك ي ن‬: ‫ ق ا د‬، ‫ ثن ا م ح ا ن بن هروغ‬:‫ قات‬، ‫ح م‬
‫ال‬ ٠' :‫ ممات‬، ‫إ ر ني ف وب ال ي ن أق ا لتأ ح ذ ه ا‬ ‫ب‬ ‫د بن ا نمتئ‬ ‫تع‬ ‫ دعي‬:‫ قات‬،‫بن ط ل ح ه‬

" ‫ مححئ م محي ومحنهم‬،‫م مروان خ ر أ ش الق‬ ‫حا جه ئي فيف ا ز ال‬


îmrân b. Abdillah b. Talha der İri: Saîd b. Müseyyeb’e alması için, otuz
bin küsur para teklif edildi. Şöyle dedi: “Ne bu paraya ihtiyacım var, ne de
Mervân oğullarına... Allah’a kavuştuğumda onlarla aramızda hükmünü
verir.”
‫‪608‬‬ ‫‪Saîd b. el-Müseyyeb‬‬

‫(‪ ] ١ ٦ ٦ ٨ [ -) ١٩٤٠‬خ ا؛ثن ا أ خ ن د س بمدار‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن م ح م د الخزاعي‪ ،‬ه ا د ‪:‬‬


‫ئ الث عن؛ ئ ‪ ،‬ه اتت ظ ماللف بن أن ي ‪ ،‬قا د ‪" :‬ك ا ن ت ع ي د بن ا ل متئ ب ‪ ٠٠‬ي ما وي ع ال م ا ثق ي‬
‫ئكي دره م ‪ ،‬زأثا؛ا همئ عئه بأربع ة آ ال ف و رغم هأبى أن نأغذ‪،‬ث ا ‪٠٠‬‬

‫‪: Saîd b. el-Müseyyeb, bir dirhemin üçte ikisiyle bir‬لكل ‪Mâlik b. Enes der‬‬
‫‪:,Aştırıyordu. Amcasmrn oğlu kendisine dört bin dirhem getirdi‬؟ ‪hizmetçi‬‬
‫”‪almayı reddetti.‬‬
‫(‪ ] ١٦٦/٢ [ -) ١٩٤٦‬حدتحا م ح م د س أ ح ن ذ ب ن ا لخشن‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثن ا م ح م د بن عت م ا ن بن‬
‫‪ ،‬ثن ا ع م ا ن‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا خئ ائ ن ش ل نه‪ ،‬ص ع ئ بن زيد‪ ،‬ص ت ع ي د بن‬ ‫ر‬ ‫س ت ة ‪ ،‬ثن ا‬ ‫لمي‬
‫ما ن ث م ‪ ،‬ء أثت محا‪ " :،3‬قد بتن ت تن ا;س تن ه‪ ،‬وظ ق ي ء أخؤ ف عند ي م ن اق‪،‬ث اع "‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb: “Seksen yaşma gelmeme rağmen kadınlardan‬‬


‫‪korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmam” dedi,‬‬

‫(‪ -) ١٩٤٧‬ل ؟‪ ١٦٦/‬ا حدثن ا م ح م د ن أ ح م د بن ال غ ت ش ‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثن ا ث خ ئ د بن عت ما‪ O‬بن‬


‫ط ن ة‪ ،‬ض ابن زيد‪ ،‬عن ت ج ز‬ ‫ف ي ه ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أيي‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثن ا غئ ا ن‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثن ا خئ ا د س‬
‫بن ا نم‪،‬ث ب ي ‪ ،‬أثة ظ ‪ " :،3‬قد بثن ت ثث;س تن ه‪ ،‬ؤ ال ف ي ء أ خنف ن عندي م ن الئ‪،‬ث اع "‪،‬‬
‫مبن بمنه هد ذه ب‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Seksen yaşına gelmeme rağmen kadınlardan‬‬


‫‪korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmam” dedi. Saîd’in gözleri‬‬
‫‪görmüyordu.‬‬

‫(‪ ٤١٦٦/^[ -) ١٩٤٨‬حدثن ا أبو حا م د بن جبل ه‪ ،‬قا د ‪ :‬ثعا ئ خ ئ د بن إ ت خ ا ق‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا‬

‫ق ا زوذ ئ م د ال م ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ن ي ا ن ئ م حثه‪ ،‬ص ع ئ تن وئد‪ ،‬ص ت ج د ثن ال ش م ‪،‬‬


‫قات‪ :‬اا ‪ ,‬ظ أي س ا ل م حت ا ط م ذ شيء إ ال أت ا ة ص ص ال ق ن اع "؛‬
‫‪Saîd b. el-Müseyyeb: “Şeytan ümidini kestiği kimseye kadınlar vasıtasıyla‬‬
‫‪yaklaşır” dedi.‬‬

‫(‪ “) ١٩٤٩‬ل ‪ ١٦٦/٢‬ا وهاد‪ :‬أخبزتا تع يد وغز ابن أربع وب م ا ي ن نقد ن ه ت إ ح د ى عس ه‬


‫وه و بمف رب ا لأ خ ر ى‪ " :‬ن ا س يء أ خ ؤ ف ع ن د ي م ن الن س ا ء "‬
Saîd b. el-Müseyyeb 609

Ali b. Zeyd der ‫ كل‬: Saîd seksen dört yaşındayken ve gözlerinden biri kör,
diğeri de az gördüğü halde şöyle derdi: “Kadınlardan korktuğum kadar
hiçbir şeyden korkmam.”

‫ ثن ا أب و‬: ‫ قا د‬، ‫لزا مأإ بن م ح م د بن ال خ ت ن‬°‫ ثن ا إ‬:‫ قات‬،‫ ] خنثت ا أيي‬١٦٦/‫ )" [ ؟‬١٩٥٠(

‫ أ ة مح ذ الل ه بن عبد‬، ‫دن جئ ج‬°‫ أ ح ربي ا‬:‫ قات‬، ‫ قادت ثت ا ابن وه ب‬،‫الثمحع الر غدمحتي‬
‫ ث م ن رقع ش ن ة‬،‫ يد الثؤ هوى عب ا ده‬٠٠ : ‫ ثئأو ل‬، ‫ أثة ش م غ ت ع د بن النس ي ب‬، ‫الر ح م ن أني زة‬
‫ ء إ دا أراد الثق‬، ‫ الثامن ث ح ث كنفه يئن ل ون ألمن ا م‬،‫ زنن وضغه ا ربتة الئث‬،‫وض ع ة الثت‬
٠٠ ‫ ن د ت للن ا س عؤربق‬، ‫ أ حز ج ة م نث ح ت ءكمم ه‬، ‫ئضي ح ه غ م‬
Saîd b. el-Müseyyeb der ‫لكل‬: “Allah’ın eli kullarının üzerindedir. Kim
kendini yüeeltirse, Allah onu düşürür. Kim nefsini alçaltırsa, Allah onu
yüceltir, insanlar amellerini O ’nun himayesinde yapaklar; Allah bir kulun
rezil olmasını isterse, himayesinden çıkarır, böylece mahremiyeti insanların
gözü önüne saçılır.”
‫ ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬: 3 ‫ ه ا‬، ‫ ن‬1‫ ] حدثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د بن ءسغ‬١ ٦ ٦ ٨ [ -) ١٩٥١(
،‫ ثت ا خئ ا د بن ت ل م ه‬: 3 ‫ ئ‬،‫ ثن ا ح ج ا ج‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثت ا ح ات م بن املث ي ا ل ج وه ر ي‬:‫ قات‬، ‫ض م ي‬
‫ال‬

‫ا م ن ؛ ل غ محث‬1‫ت يوع م قزئنف أ ث ي مثثل‬،‫ ب ك لن ع د بن ا نمبي‬: ‫ ال د‬،‫^ بن زيد‬ ‫صر‬

، ‫ ئئ ا ه ت ك دلل ق‬٠٠ : ‫ ه ا د‬،‫جعل ت للؤ غيلث إذا رأيت ال ك ئ ت ه أن ثدعؤ الل ه على بني مروان‬
‫ح ج ج ت وا عثم ت ب ص عا‬ ‫ ن إ ر فد‬،‫ في ص ال ة إ ال دع و ت عل ئهز‬. ‫وم ا أض ر لل ه‬
" ‫ ح ج ه وا ج د ه‬- ‫ قإتت ا " م ح ت علي‬،‫وعش رين م ه‬
Ali b. Zeyd der ki: Saîd b. el-Müseyyeb’e “Kavmin senin, Kâbe’yi
gördüğünde Mervân oğullarına beddua etmeye yemin ettiğin için, hacca
gidemediğini söylüyorlar” dediğimizde, şöyle cevap verdi: “Bu dediğinizi
yapmadım. Ama kıldığım her namazda onlara beddua ettim. Ayrıca bana bir
defa hacca gitmek farz kılındığı halde, yirmi küsur defa hacca veya umreye
gittim .” ‫رإ'ا‬

‫ ثن ا قتتة بن‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا أب و المق ا س الئ م ف ي‬: ‫ مح ا د‬،‫ ] ثت ا إبزا مئ؛ بن عتد الل ه‬١٩٠٤[ ") ١٩٠٢(
‫ م ا ش ج ن ت ت ع ي د بن ال ئ ت ئ ب‬:‫ ه ات‬،‫ عن ابن خزنل ة‬،‫ ثت ا عهل\ذت بن لحابي‬:‫ قات‬،‫ت ع يد‬
‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪610‬‬

‫ن ب أ‪-‬ح دا م ن‪ ١‬لأئ م ة قط‪ ،‬ر ال أثيش معتة مول؛ ‪ ٠٠ :‬داد إ‪ 3 ^ ١،2‬الد ا ‪ ûfr ،‬أؤد نتن عثز دتئ‪1‬ء‬
‫ؤيا م ا خل جت " [ ‪] m / r‬‬ ‫‪ " : ٠‬ائزل ذ‬ ‫‪ ٠‬زقن قات امحق‬ ‫زش ول الثي‬
‫‪: Ben Saîd b. el-Müseyyeb’in imamlardan herhangi‬لكا ‪ibn Harmale der‬‬
‫‪:birine asla hakaret ettiğini duymadım. Ancak onun şöyle dediğini duydum‬‬
‫“‪Allah falanı kahretsin. Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesEİlertı) hüküm verme şeklini‬‬
‫‪değiştirdi. Çünkü Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi veseflem) «Çocuk yatağın sahibi‬‬
‫”‪erkeğe aittir, zina eden de taşlanır/mahrum bırakılır » demiştir.‬‬

‫م‪،‬‬ ‫(‪ -)١٩٥٣‬ل‪ ١٦٧/٢‬ا خدثثا أبو م ئ نال ك‪ ،‬قاد‪ :‬ظ هم د ال م ثذ أخئذ تن‬
‫ت ج ذ ثن‬ ‫قان ‪ :‬ظ بجان‪ ،‬قا د ‪ :‬محا ت الم ئ م ن ك ن ‪ ،‬ص عنزان ‪°‬بن هم د الثؤ‪ ،‬ثآ د ‪:‬‬
‫ك م " ال ق د ئ أخد هو ال ؤ؛اتا ز ال ومب أ ز ال شظ "‪ ،‬قان‪ " :‬ؤ؛ي ا رمن‬
‫عثه ا لأنيق‪ ،‬ثئرمسث ال ثش ر ث بن ف راب أخز تنهز‪'٠‬‬
‫‪imrân b. Abdillah bildiriyor: “Saîd b. el-Müseyyeb hiç kimseden ne bir‬‬
‫‪dinar, ne bir dirhem, ne de başka bir şey kabul etmezdi. Bazen birileri ona‬‬
‫‪içecek bir şeyler ikram eder, ancak onlardan yüz çevirir, kimsenin‬‬
‫‪içeceğinden içmezdi,‬‬

‫م ئ ذ مال ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عتد الل ه <‪ Q‬أخن ت بن ح م ‪ ،‬قا د ‪:‬‬ ‫(‪ ! - ) ١٩٥٤‬؟‪ ] ١٦٧/‬ثن ا أبو‬
‫م إك خنزة ئ زيغه‪ ،‬ص إئزي ثن مد ال م‬ ‫تحا ا نمي ئ هم د الزير‪ ،‬ئت‪:‬‬
‫اث ؤا ئ‪ ،‬أة سد ئ ا ك م " زؤغ ا‪:‬س د بمس "‬
‫‪ibrâhîm b. Abdillah el-Kittânî’nin bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb,‬‬
‫‪kızını iki dirhemle evlendirdi-‬‬

‫(‪ -) ١٩٠٥‬ل ‪ ] ١٦٧/٢‬ح دق ا ع م بن أ ح م د بن م ح ا ذ ‪ ،‬قات‪ :‬ثغ ا عثد الل ه بن ن ث م ا ن بن‬


‫ا لآئ ع ث‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أ ح م د بن حزم أه‪ ،‬عن ابن وه ب‪ ،‬قادت ثن ا ع م ي عتذ الثؤ بن ن ه ب ‪،‬‬

‫س د ثذ‬ ‫م حم أم ج ا م ح‬ ‫< ظق‪ ،‬ض اثن أ ي ؤذا ئ‪ ،‬قات‪" :‬‬ ‫م‬ ‫ط ا ف ي غ ابي‬ ‫غذ‬
‫ص ت ؤئ ث أ ش ؛ ئ ث ث ك ه ‪،‬‬ ‫ه جممق‪ ،‬ظتت أ ئ م ح ث؟‬ ‫كث ب ‪ ،‬ق ق ذ ق أثائ ا ‪،‬‬
‫هد ا>ئت ح ذد ث ا‪ ،‬رأة؟ ق ك ‪:‬‬ ‫ه ا ‪ : 3‬ب م أزد ت أن أمحوم‪،‬‬ ‫ءق ا ‪ :3‬أ ال أ ح؛رت ا‬

‫ش‪-‬ح نلثا ‪ ،^ ١‬ؤس يزو جني ؤظ أتينق !ال دره م ت ن أؤ د الل‪ 4‬؟ هق ا ‪ :3‬أال‪ ،‬سن ت ‪ :‬أوثمع د ؟‬

‫ب ث ن‪ ،‬أؤ قا د ‪:‬‬
‫‪ ٠‬ؤزؤ ض غش د م‬ ‫إل ح ب ذ ال ه ما ر ن ض و غ د ال م‬ ‫سم‪،‬‬ ‫قات‪:‬‬
‫‪Saïd b. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪611‬‬

‫م مس‬ ‫أم‬ ‫ت‬ ‫وجعل‬ ‫ق البة ‪ ،‬ظ ‪ :3‬ق ن ق ز ال أدري ن ا أص ثغ م ن الم ه ح‪ ،‬ئص م ت إلى تنزلي‬
‫ا غذ ومم ن أشتدين‪ ،‬ئ هنئ ث المع ر ب وائهص ئ ت إ ر مولي واش ر ح ت ‪ ،‬و مح ت ن خ ز ي‬
‫صابئ ا ‪ ،‬ق ا ؛ئ ت عش ا ي أ ئ ن”كا ن حترا وزيتا ‪ ،‬ء إ دا با ت م زغ‪ ،‬قن ق‪ :‬م ن ف ذا ؟ ه ا د‪:‬‬
‫ا‪0‬ت ا ن ا‪،‬ن م ة ت ع يد ؛ ال ش ع يد بن ش ت ي ب ‪، ،‬ثق قم ثز أربع ين‬ ‫تبي ت‪ ،‬ئا ‪ :3‬ف؛ئنيث قي‬
‫نتث ب ‪ ،‬ئ ث ئ ث أثت تذم لة‪،‬‬
‫بتنيسه والم شح؛د‪ ،‬ق ن ث نحز ج ت‪ ،‬ؤئ؛ ت ع يد بن ) م‬ ‫تن ه ؛ ال‬

‫ظ ‪ : 3‬لأفت أ ح ق أن دوثى ‪ ،‬ظ ‪ :3‬ها نت‪ :‬ئم‪1‬‬ ‫هم ك ‪ :‬ي أي م ح ث د ‪ ،‬أن أ ن ش ك ؛ئ‬
‫عري" فتزو ج ت ‪ ،‬ئك ر ه ت أن ببيت امل ؛ ب و ح د ك‪ ،‬وهذه‬ ‫ر ‪-‬جال‬ ‫ن ث‬ ‫إد ل؛ا‬ ‫ثأ م ؟ ئ ‪:3‬‬
‫أخذف ا بيده ا ‪ ،‬ئدفنه ا بأنا ب وزد اقتا ت ‪،‬‬ ‫موئيؤ‪ ،‬ب م‬ ‫ائزأثلف‪ ،‬ء ا دا ه ئ ئايم ه م ن حلم ه في‬
‫يف ا ا ل ر ي ت‬
‫المزأه ص ا خلاء‪ ،‬ائ ئ ت ز م ت م ن الثا ب ‪ ،‬ئ أ قدمته ا إ ر الق صع ة ا لخي ف‬ ‫ج‬ ‫نشن‬
‫إ ر ال ث مئ ح مزم ي ت ان جيزان‬ ‫ثناه‪ ،‬بأ‬ ‫ال‬ ‫ؤان ح و‪ ،‬مح وصعثه ا في ظ ج ال ئزا ج ب م‬
‫ئ جاعو‪5‬ي ‪ ،‬قالوا‪ :‬ن ا قأئل ق؟ بل ت‪ :‬و؛ ح ك م ‪ ،‬زو جيي ت ب ي د ى ال ن ت ئ ب ائثثث ائؤم زقت‬
‫م وه ا هي في اال؛اي‪،‬‬ ‫زؤجلث أ هل ت‪:‬‬ ‫ح ب‬ ‫جاء به ا عأى عمدت‪ ،‬قالوا‪ :‬ت ع يد ن خ'الن‬

‫ظ‪3‬ت فنزلوا نز إقه ا وبلغ م ئ جاءت‪ ،‬زئالغ ‪ :‬وجهي من وج هك حزام إذ م شنته ا مح ل‬


‫به‪ ، 1‬إإ‪،‬ائ هي م ن أ ي م‬ ‫ح ك‬ ‫دج ه‪\ 1‬ثى ل الل‪،‬ئ أ ‪،‬آ ‪ ،‬ما ‪ :3‬ث أ ق ن غ ل الل‪ 4‬أ م ث أ ب‬ ‫أص‬ ‫أن‬

‫‪ ٠‬زأ مي ه ز‬ ‫ل م ‪ ،‬ل أ ظب ه ز ل ث زئ ر ل القي‬


‫لقاصل ك ئا ب ا‬
‫ا م ‪ 5 ،‬إائ ي ئ ض أ خئ ب ا‬

‫‪ ، ^ ^ ١‬أس ت‬ ‫يأتني ت ع يد ز ال ‪١‬تيه ‪ ،‬علم \ كا ‪3‬‬ ‫ال‬ ‫ب حى ؛ؤزج‪ ،‬ئ ‪ : 3‬محم ك ت ت >قؤائ‬
‫^ (‪ ٧‬أ ن د‬ ‫سع ؛دا زئ ز في حتم ته‪ ،‬ه ط ت ت عث ه هند عل غ ‪ ^ ١‬؛ وآب ي كئ ش ي ح ز‬

‫يتى غزي‪ ،‬ظ ‪ :3‬نا ح ا ‪ 3‬ذللث ا إلئت ا ن؟ ئ ك ‪ :‬حتزا يا أب ا م ح م د ‪،‬‬ ‫قنث ا لم‬ ‫ا ل م ج لس‪،‬‬
‫الص دي ى ويكنه الع دو‪ ،‬ظ ‪3‬ت إن رابلف ‪ ٤^ ٠‬ءالع صا ‪ ،‬ئائص زشغ إ ر مغزل ى‪،‬‬ ‫نا ي ج ب‬ ‫عإى‬
‫ي ت ت ع يد بن‬
‫هز ج ه إلي ب عش ربن أنفن ب وهم "‪ ،‬ظ ‪ 3‬عتذ الل ه بن ن اقت ان ‪ :‬وكان ت م‬

‫جين ز الة الع هد‪ ،‬هأيى‬ ‫ال مل ك‬ ‫م ا ن ت ئ ب ‪ -‬ح قي ه ا عبد النيلي ى مؤان البنه ال ول د ئن عبد‬
‫م يز ‪ 3‬عئد النبل ي ي حثا ‪ 3‬عل ى تع ي د ‪-‬فت ى ضزبه ماقه ت ؤ ط في يؤم‬ ‫تع ي د أن يزوج ه‪،‬‬

‫ب ارد زح ن ي علته ج ره ن اغ‪ ،‬وأكت ة جثه صو ف‪ ،‬ظ ‪ 3‬مه د ال ثؤ‪ :‬وابن أيي وذاعه هذا ئ ن‬
‫ي تن أبي وذاعة‬ ‫م‬
‫حمث تق ض ا ن‬

‫‪îbn Ebî V edaa bildiriyor: Said b. el-Müseyyeb’in meclisinde bulunur,‬‬


‫‪onunla otururdum. Bir ara beni uzun bir süre göremedi. Daha sonra yanına‬‬
612 Saîd b. el-Müseyyeb

gittiğimde bana: “Neredeydin?” diye sordu. “Eşim vefat etti, onun defin
işiyle meşgul oldum” karşılığım verdiğimde: “Bize de haber verseydin ya, biz
de cenazede bulunurduk” dedi. Yanından kalkmak istediğimde bana:
“Kendine yeni bir kadın buldun mu?” diye sordu. Ona: “Allah merhametini
senden esirgemesin, ama benimle kim evlenir ki? İki veya üç dirhemden
başka hiçbir şeyim yok!” dediğimde: “Ben seni evlendiririm!” karşılığını
verdi. Ona: “Bunu gerçekten yapar mısın?” diye sorduğumda: “Evet!” dedi.
Sonra Allah’a ham d edip Peygamberimize de (JULL ،Je4kı vesilem) salavât
getirdikten sonra iki veya üç dirhem mehir karşılığında beni evlendirdi.
Sevincimden ne yapacağımı bilmiyordum. Bu şekilde eve gittim ve kimden
yardım veya borç alacağımı düşünmeye başladım. Mescide gidip akşam
namazını kıldıktan sonra da tekrar eve döndüm. Biraz istirahat ettim,
yalnızdım ve oruçluydum. İftarımı yapmak üzere ekmek ve zeytinyağından
olan yemeğimi önüme koydum. O esnada kapı çalındı. “Kim o?” diye
seslendiğimde, dışardan biri: “Saîd!” dedi. Tanıdığım bütün Saîd’leri
düşünerek kim olabileceğini çıkarmaya çalıştım. Saîd b. el-Müseyyeb kırk yıl
boyunca eviyle mescit arasında gidip geldiği için onun olabileceği hiç aklıma
gelmiyordu. Kapıyı açıp çıktığımda Saîd b. el-Müseyyeb olduğunu gördüm.
Beni görmek istediğini düşünüp: “Ey Ebû Muhammed! Haber verseydin
ben senin yanına gelirdim!” dedim. Ancak Saîd: “Asıl yanma gelinmesi
gereken kişi sensin!” karşılığını verdi. Ona: “Bir emrin var mı?” dediğimde:
“Bekâr bir adamdın ve evlendin. Bu geceyi de yalnız başına geçirmeni hoş
görmedim ve hanımını getirdim” karşılığını verdi. Baktığımda kadın hemen
ardında duruyordu. Saîd, kadını elinden tutup kapıdan içeriye soktu ve
tekrar kapattı. Kadın utancından az daha yere düşecekti ki kapıya tutundu.

Ardından iftar için hazırlamış olduğum ekmek ile zeytinyağı yemeğini


önüne getirdim. Yemeğin ne olduğunu görmemesi için de onu lambanın
gölgesinde bıraktım. Ardından dama çıktım; ama yan komşuların avlusuna
düştüm. Komşular çıkıp: “Sana ne oldu böyle?” diye sorduklarında: “Vay
size! Saîd b. el-Müseyyeb bu gün beni kızıyla evlendirdi; ancak
beklemediğim bir anda onu getirdi” karşılığını verdim. Komşular şaşkınlık
Saîdb. el-Müseyyeb 613

içinde: “Saîd b. el-Müseyyeb mi seni kızıyla evlendirdi?” diye sorduklarında,


ben: “Evet! Şu an evde!” dedim. Emin olmak için de gelip baktılar.

Bu evliliğimden annemin haberi olunca bana: “ü ç gün boyunca, onu


hazırlayana kadar ona dokunursan bir daha yüzümü göremezsin!” dedi.
Annem onu hazırlayana kadar üç gün bekledim ve ardından yanma girdim.
En güzel kızlardan, Allah’ın Kitabı’m, Resûlullah’ın (‫؛‬J J X Je4ki vesellem)
sünnetini, kocasına karşı olan görevlerini en iyi bilenlerden biri olduğunu
gördüm. Aradan bir aya yakın bir zaman geçmesine rağmen ne Saîd bize
geldi, ne de ben ona gittim. Bir ayın tamamlanmasına birkaç gün kala ben
yanma gittim. Ders halkasında oturuyordu. O na selam verdiğimde selamımı
aldı; ancak benimle konuşmadı. Meclistekilerin hepsi oradan ayrıldıktan
sonra bana: “O insanın (kızımın) durum unu nasıl buldun?” diye sordu.
“Çok iyi ey Ebû Muhammed! Dostu sevindirecek, düşmanı da çatlatacak
kadar iyi” karşılığım verdim. Bana: “Hakkında bir konuda şüpheye düşersen
sopayı eksik etme!” dedikten sonra da e^ime döndüm. Saîd o zamanlar bana
yirmibin dirhem gönderdi.

Abdullah b. Süleymân der ki: Saîd b. el-Müseyyeb’in kızını, Abdulmelik


b. Meı^ân halife yaptığı oğlu Velîd b. Abdilmelik’e istedi; ancak Saîd kabul
etmedi. Abdulmelik bu konuda çok ısrarcı davrandı, öyle ki vermeye
zorlamak için soğuk bir günde Saîd’e yüz kırbaç attırdı, üzerine bir testi
soğuk su döktü ve yünden ıslak bir tulum giydirdi.

‫علئ‬ ‫ ثن ا ا لخشن بن‬:‫ ه ا د‬، ‫م ح م د بن عتتد الثؤ ال ك ا ب ي‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ] ١٦٩/ ‫ )“ [؟‬١٩٥٦(


‫ ثن ا ي حيى بن‬:‫ قات‬،‫^ بن علي‬ ١ ‫ ثن ا‬:‫ ه ات‬،‫ ثن ا م ح ئ ذ بن هم د الكرم م‬:‫ قات‬، ‫التل وم ي‬
‫ وأظ ن أن مح د‬:‫ قات‬،‫ د ح ل ت ا لخن ج ذ لتل ه إ ص حثان‬:‫ سعيد‬3 ‫ ظ‬،‫ت ع يد ئن الن س ب‬
‫ ة إ؛ثا <محاتفئ يهتفن ش‬،‫ ه ج أنن ت أدعو‬، ‫ت أض ر‬ ‫همم‬ ‫ ح اؤق‬-‫؛ ف د على‬ ،‫أصث ح ت‬
‫أك م ي ق‬ ‫ " أمح ء \ ل أنمح ث‬: ‫ ق د‬: ‫ ذ د‬، ‫ ظ أ وئ د ؟‬: ‫ ث ك‬، ‫م د طؤ ق د‬
‫ يم ه‬: ‫غ ش‬

‫^ ذعؤ ت ث‬ : ‫ تع ي د‬3 ‫ ما‬،" ‫ و ظ ث ث أ م ن أ ر لآكن‬، ‫ه د م‬ ‫و‬ ‫ زأث ث عآى‬، ، ^ ^ ١

‫هط بق ي ء إال رأي تب ج ح ة‬

Saîd b. el-Müseyyeb der ki: Havanın açık olduğu bir gece mescide
girmiştim. Sanırım sabah olmuştu, ama hala geceydi. Kalkıp namaz kıldım.
Saîd b. el-Müseyyeb 614

sonra oturup dua etmeye başladım. Birden arkamdan “Ey kul, söyle” diyen
!bir ses duydum. Ben “Ne söyleyeyim?” deyince, şunları söyle dedi: “Allahım
Senden istiyorum, çünkü sen bütün mülkün malikisin ve sen her şeye
kadirsin, istediklerimden, senin istediğin her şey olur.” O ndan sonra bu
ibareyle ne istediysem başarılı oldu ,

‫ثن ا‬ :‫ ه ات‬c‫ ثن ا م ح م د بن اش حا ى‬:‫ قات‬،‫ ] حدثن ا أبو حا م د بن جثثه‬١ ٦ ٩ ٨ { “) ١٩٥٧(


‫ ثعا يئم و ث بن م ح م د الزه ري فاأل ثن ا الرص ى حبي ب أمحال ثن ا طل ح ة‬:‫ قا د‬،‫أ ح م د ين ال ول يد‬
‫ب‬ ‫بن حن ع ن ب غش ت ع يد بن ا ل متئ‬ ‫الن عإ ل ب‬ ‫ت ب ح د‬3 ‫ د ا‬، ‫ب‬ ‫س‬ ‫بن م ح م د بنسث ع يد بن الن‬
‫ اري‬٠' :‫ قات‬،‫ ئأه ع ذوة‬،" ‫ أه ع ذوتي‬٠٠ :‫ ممات‬، ‫في مرضه ؤفز مصهئ جع ئتال ه عن خ زي ي‬

٠٠ ‫وأنا م قنق ل ج ع‬ ‫أكنة أن أ ح د ث ح د ي ث ون و ل الل ه‬

Talha b. M uhammed b. Saîd b. el-Müseyyeb bildiriyor: M uttalib b.


Hantab, hasta olduğu için yatağında uzanmış olan Saîd b. el-Müseyyeb’in
yanına girdi ve bir hadisi sordu. Saîd: “Beni oturtun!” dedi. Kendisini
oturttukları zaman: “Uzanmış yatarken Resûlullah’ın (saLLL öleylıi ve‫؛‬ellem)
hadisini aktarmayı istemem” dedi.

‫ ئ مح إ ئ‬:‫ قات‬،‫ ئ أثر م ح ي‬: ‫ قا د‬،‫راصإ ئ م د الثي‬:‫خ د ه إ‬ ] ١٦٩/ ‫ [ ؟‬- ) ١٩٠٨(

‫ عن مت م ون بن مهزان أن عئد‬C‫ ثن ا ج عف ر بن يزقا ن‬: ‫ ه ا د‬،‫ ثت ا ك ي ن بن هق ا م‬: ‫ قا د‬، ‫ت ع ي د‬


‫ ائفلز ه د ثن ى في‬: ‫ ق ا د ل ح ا حبه‬، ‫م ن قائلته‬ ‫ء ا ن سمظ‬ ‫بن مؤان قدم ا لخدينه‬ ‫ال مل ك‬

، ‫ ث م ثن ى م ه إ ال ش ع ي ذ ن ال ن ت ئ بء ءأق ا ز إقه بإح ن ي ؤ‬، ‫ال ن ن ج د أ ح دا ش ح دا ي‬

" ‫ " ؤتا خاخثلف؟‬:‫م أضيز إقل ف؟ ئالأ‬ ‫ أ إل ي‬:‫ قا ت‬، ‫ أثا ة اخل ا ح ث‬P ، ‫ق إل ك ت ه ت‬

‫ ل ه‬3 ‫ ائفلن هن ثن ى فى المست ج د أ خذا م ن ح داث ى؟ مما‬:‫ ق ات‬،‫أبين المومغين‬ ‫سث ظ‬‫ان‬ :‫مما ل‬
‫خا‬ ‫ثي‬ ‫إ ال‬ ‫ ن ا و ج د ت في ا لخن ج د‬:‫ ق ا ت‬،‫ج ي‬ ‫اخل ا‬ ‫ ئخرغ‬، ^١^ ‫ن غ من‬ ‫ل‬ :‫م شبت‬
‫ ^ ث ن ثن ى أخت؛ م ن‬١ ; ‫ ثي‬3 ‫ئتتمغل ود ا‬،‫ أبين المومغ؛ن ا‬0‫ إ‬:‫ ئ ك لت‬،‫ث نز يم ز‬
‫أس ن ت خؤ م‬

‫ ذلنث‬:‫رؤان‬-‫ بن م‬٠^ ^ ١ ‫ عبد‬3 ‫ ظ‬،‫أ م الجم ؤ ب ن‬ ‫ |ري ن غ ث من‬:3 ‫ قا‬، ‫<داث ي‬-
" ‫س ئ ائ ك يب"ئص‬

M eymûn b. M ihrân bildiriyor: Abdulmelik b. Mervân, M edine’ye geldiği


zaman muhafızına: “Mescid’e bak bakalım, bana bir şeyler anlatacak birileri
٨١ ^ ٧،?” dedi. Muhafız, Mescid’de Saîd b. el-Müseyyeb’den başkasını
Saîd b. el-Müseyyeb 615

göremedi. O na da parmağıyla, gel diye işaret etti; ama Saîd hiç oralı olmadı.
Bunun üzerine muhafız Saîd’in yanma gitti ve: “Sana işaret ediyorum!
Görmüyor musun!” diye çıkıştı. Saîd: “N e istiyorsun?” diye sorunca,
muhafız şöyle dedi: “Müminlerin emiri uyandı ve bana: «Mescid’e bir bak,
bana bir şeyler anlatacak birileri var mı?» dedi.” Saîd: “Ben ona bir şeyler
anlatabilecek biri değilim!” deyince, muhafız oradan ayrıldı. Abdulmelik’e
gidince şöyle dedi: “Mescid’de ihtiyar birinden başka kimseyi göremedim;
ancak ona da işaret edince hiç yerinden kıpırdamadı. Yanına gidip:
«Müminlerin emiri uyandı ve bana: “Mescid’e bir bak bana bir şeyler
anlatacak birileri var mı?” dedi» dediğimde ise: «Ben müminlerin emirine bir
şeyler anlatabilecek biri değilim!» karşılığını verdi.” Bunun üzerine
Abdulmelik b. Meı^ân: “O, Saîd •b. el-Müse)^eb’dir, onu kendi haline
bırak!” dedi.

‫ ثن ا عبيد الثؤ بن عتد‬:‫ قا د‬، ‫ع م بن أ ح م د بن ف ا ي ن‬ ‫حدقن ا‬ ] ١٧ ٠/y ] “( (١٩٥٩


‫ قات‬،‫ نحا شا ذ ئ محئة‬:3‫ ئ‬، ‫ ثن ا ا ل أي ن ئ‬:‫ قاد‬،‫ ظ ن يا ئ يمح ى‬:‫ قات‬،‫ال مبن‬:
ta‫ م ن أ ح ذ‬1‫ زأئذأل منه‬،‫ئ ذ د أمح ل‬ ‫و‬ ‫ ثذثه وهي ا؟ى‬1‫ ال دق‬0‫' إ‬٠ : ‫ ت ع يد بن شتي ب‬3 ‫قا‬

‫عترسبيل ه ا‬ ‫ ووحئ ع ه ا ثي‬، ‫ وطلبه ا ب م و جهه ا‬،‫" ب م حم ه ا‬


Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Dünya, aşağılık bir yerdir ve türlü aşağılığa
da pek meyillidir. Ancak dünyadan da daha aşağı olan kişiler, hakkı
olmayan, haram yollardan onu elde etmeye çalışan ve bu elde ettiğini uygun
olmayan yerlerde harcayan kişilerdir.”

‫ قادت ثن ا م ح م ود بن م ح م د‬،‫ي د الل ه بن ث ح م د بن عت ما ن‬ ‫خ ا؛ثن ا‬ ] ١٧٠/ ‫ )" [؟‬١٩٦٠(


، ‫ض شئ ف ال ؤ‬ ‫بق مه د‬° ‫ ث إ ت خ ئ ن‬:‫ قا ت‬، ‫ ثما ه ت ال ب هبق م د الزئا ب‬: ‫ قا د‬، ‫ال ز ا ب ي إ‬

:‫ قا ت‬، ‫ غذ ت ع يد بن ال ن ش‬،‫ عن أبي ع س ى ا ل حرا سا ني‬،‫بن أ م حز‬ ‫إبرامحم‬ ‫قادت ح د ش‬


‫ هإ‬1‫حن أءت‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ؤ مض ئرفز‬ ‫ال‬ ‫ح مض أقزاب> هتي ز‬ ‫م‬ ،‫" ال ئتقو‬
" ‫ال صالحة‬
Saîd b. el-Müseyyeb der İri: “Yaptığınız salih amellerin heba olmaması
için kalbinizden onları reddetmedikçe sakın zalimlerin yardımcılarına bakıp
durmayın.”
‫‪616‬‬ ‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬

‫(‪ ] ١٧ ٠/ y [ - ) ١٩٦١‬حدبن ا أثو بك ر بن تالل ه ‪ ،‬قادت ثغ ا عيد الثؤ بن أ ح م د ثن خ م ‪،‬‬


‫د م‬ ‫بانم ئ ئ د ال م ‪ ،‬قات‪:‬‬
‫ج‬ ‫ب‪ ،‬قات‪ :‬ظ‬
‫ج‬ ‫؛‪ ١١‬؛‪ :‬ئ م حا ذ ‪ ،‬قات‪ :‬ئ ت ال م ئ‬
‫ب د مه د ال بل ه ئ ن ر نا ن‪ ،‬قاد ‪ :‬ق ات ‪ " :‬ال‬
‫ت ج د ئ ال غ ي ب لثمم ة للزل د ‪ ،‬زئي ت ا ذ م‬

‫ض ال ق د زا م حاث "‪ ،‬قات‪ :‬م ح د ‪ :‬ان خ ل ص ائ ا ب وا خ ئ م ذ ق ا ب‬ ‫آتا‪.‬خل م ح ن ن ا‬


‫ي ثة ائنث و خ‬
‫ا ال ح ر‪ ،‬ه اد ‪ ٠٠ :‬والل ه اليم تد ي ي أخت م ن القاسي "‪ ،‬هاد ‪ :‬نجل د ةي اقة ؤأف‬
‫‪: .Saîd b. el-Müseyyeb, Abdülmelik b‬لط ‪imrân b. Abdillah der‬‬
‫‪Mervân’dan sonra gelen Velîd’e ve Süleyman’a biat etmeye davet edildiğinde‬‬
‫“ ^ ‪”ece ve gündüz birbirini takip ettiği müddetçe bu ikisine biat etmem‬‬
‫‪”dedi. Kendisine “(En azından saraya) bir kapıdan gir başka bir kapıdan çık‬‬
‫‪.dediklerinde ise “Vallahi insanlardan hiç kimse bana tâbi olmaz” dedi‬‬
‫‪Bunun üzerine yüz kırbaç cezası verip kıl kumaştan elbise giydirdi.‬‬

‫(‪ ] ١٧٠/^[ - ) ١٩٦٢‬ثنا أثو ث م ئ ذ تالل ه ‪ ،‬قا ت‪ :‬ح د ش عئد الل ه بن أ ح ن ذ بن حمح ل‪،‬‬
‫ح دقت ى ا لخن س ن ع د ا ل ع زيز‪ ،‬ظ ‪ : 3‬كت ت اثن ا ض م نة‪ ،‬و حدق ا م ح م د بن عل ى‪ ،‬ه ات‪ :‬تن ا‬

‫ث ح ث د س ا نم ث ن بن ق س ه ‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثن ا أ خ ن د بن زيد‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ص مزة‪ ،‬ه ات‪ :‬ثن ا ر جاء بن‬
‫ج مي ل ا لأيئ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ئ ‪• 3‬عتذ ال ؤ ح م ن ئ ذ عئد الق ار ئ لت ع ي د ثن ا لن س ب حين فد م ت‬
‫التتعهء ل ل زالل‪ ،‬وغلت مانب ال مدينةبع د م ؤت أبيه م ات إ ي غبيت عليلث بخ صا لب ال ث ‪ ،‬قاد‪:‬‬
‫" ؤت ا ه ئ ؟ " قا ت‪ :‬ت م ت مانلف مإتمئ غز و خن ث ذا ق هش ا م ئ إت ناص د ‪ ،‬ق ا ت‪ " :‬ن ا‬

‫مح ق ال ك ز مم\ما س ه م نذ أربع ين تنه "‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ثخ ر ج معرث يا‪ 4‬ه ا ‪ ٠٠ :3‬ظ ك ث الئمى‬
‫ي ن لي فيه قه "‪ ،‬قات‪ :‬ئن ا ال؟اوئ؟ قات‪ :‬ثايغ‪ ،‬هات‪" :‬‬
‫م م وأ ج هد بدني في ث ؤ ع ف‬
‫‪ " ١‬ق\ل‪ :‬ت ظ ع ي؟ ‪ ١١٤‬؛‪ :‬و ء ن‬
‫ى أ ض م حزف؟ ‪.‬‬ ‫ه م حى م حف‬ ‫أتا ل غ ' إ ة ء ن‬
‫أغن ى ‪ ،‬ه ا ‪ 3‬ر جا ء‪ :‬هدحما ه هش ا م إلى البيع ة هأثى‪ ،‬مكث ب فيه إ ر مه د ا ل م ل ك ‪ ،‬مكت ب إق ه‬
‫ح ك ئ‪ 1‬ن ي بم ^‪^ ٠‬‬
‫ه مئة ق ئءم نكزئة‪ ،‬ه ؛ أ ن‬ ‫ط ) لهي‪ :‬ظ هث و س د ‪ ،‬ظ ء ن‬
‫بس ته ب ا ن ق ر وأوق م ة للن ا س ق ال يم ت د ي به الثامن‪ ،‬هدع ا ه هت ا م هأبى‪ ،‬وه ات‪ " :‬ال‬
‫ت ؤ ط وأل‬

‫ت ا يع الم ح ن "‪ ،‬ظ ‪ : 3‬هصزبه ق ال ي ن ت ؤ طا ‪ ،‬وأ ي ت ة سا ن ف عر‪ ،‬وأؤمم ة بلث ا س‪ ،‬ه ا ‪ 3‬ر جاء‪:‬‬
‫‪1‬‬
‫^‪ : ١‬ع ث أق ال ت ه مي ق ال طابما ‪،‬‬ ‫خ د ش ا لأنل ثو‪ \ 0‬ل ذيى ء ي في ال ئ ز ب ب ش د ه‬
‫هن نه ‪ :‬ظ أي م ح م د إةه‪-‬الثئث ه‪ 1‬ث ر غؤزث‪1‬ث‪ ،‬ئ ‪ : 3‬هآبشة ئ !ما ض ر ت‪ ،‬هك ثت‪٩ :‬‬
Saîdb. el-Müseyyeb 617

‫كن‬ 1 ‫ ل ئ ذ‬،" ‫ أ و ظ ثئ ث ه ؛ ق م ظ ب ت ئ‬T( ،‫ " ي م م ي إ ة أ م وق‬: ‫ ق ات‬،‫ ؛‬١^


‫بن مه د العزيز‬

Recâ b. Cemîl el-Eylî anlatıyor: Babalarının ölümünden sonra,


Medine’de Velîd ve Süleymân’a biat edilirken Abdurrahman b. Abdilkâri,
Saîd b. el-Müseyyeb’e “Sana üç yol göstermek istiyorum” dedi. Saîd b. el-
Müseyyeb “Onlar nedir?” deyince Abdurrahman “İkamet ettiğin mekanı
değiştir. Hişâm b. Ismâîl’in göreceği yerdesin” dedi. Saîd b. el-Müseyyeb
“Kırk seneden beri oturduğum yeri değiştirecek değilim” dedi.
Abdurrahman “Umre için yola çık” deyince, “önceden niyet etmediğim bir
şey için paramı harcayacak ve bedenimi yoracak değilim, üçüncüsü nedir?”
dedi. Abdurrahman “Biat etmendir” deyince, Saîd b. el-Müseyyeb şöyle
dedi: “Biliyor musun? Allah senin gözünü kör ettiği gibi kalbini de kör
etmiş. Bunu yapmak zorunda değilim.” Abdurrahman’ın gözleri kör idi.
Recâ diyor ki: Hişâm onu biat etmeye çağırdı, kabul etmedi. Mektup
yazıp durumunu Abdülmelik’e haber verdi. Abdülmelik mektup yazıp şöyle
dedi: “Saîd’den ne istiyorsun? Onun hoşumuza gitmeyecek bir işi
olmamıştır. Ama istersen ona otur kırbaç vur. Kılla örülmüş kumaştan iç
çamaşırı giydir ve insanlara teşhir et ki kimse ona tâbi olmasın.”
Hişâm onu biate davet etti. Reddedip “îki kişiye biat etmem” dedi.
Bunun üzerine otuz kırbaç vurdu, kılla örülmüş iç çamaşırı giydirdi ve
insanların karşısına çıkardı.
Recâ’mn naklettiğine göre, bazı £yle kabilesi mensubu Medine
muhafızları şöyle diyor: Saîd b. el-Müseyyeb söz konusu çamaşırı kendi
isteğiyle giymedi. Ona “Ey £bû Muhammedi öleceksin avretini ört”
deyince giydi. Kırbaçlanınca “Seni kandırdık” dedik, şöyle dedi: “Ey Eyle
halkının eceli nerdesin? öldürüleceğimi sanmasaydım bunu giymezdim.” —
T.af«7• Haşan b. Abdilazîz’e aittir-—

،‫ ثن ا عتد الل ه بن أ ح م د ثن حق ل‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا أبو ب م بن مال ك‬١ ٧ ١ ٨ [ ") ١٩٦٣(
‫ رأيت‬:‫ قات‬،‫ عن هث ا م بن زيد‬، ‫ ثن ا ح ج ا ج بن م ح م د‬: 3 ‫ ظ‬،‫ح د ب ي م ح م د بن ا ل م زج‬

" ‫سع يد بن ا ك ي ب ج ينم" صر ب في و ن م ن ث م‬


Hişâm b. Zeyd der ki: “Saîd b. Müseyyeb’in kıl bir iç çamaşırı giydirilip
kırbaçlandığını görmüştüm.”
‫‪618‬‬ ‫‪Saîdb. el-Müseyyeb‬‬

‫(‪ ] ١ ٧ ٧ ٢ [ ") ١٩٦٤‬محا أثو حا م د ثن ج تأه‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا نمح ث د ن إ ت خ ا قآ ‪ ،‬قالط ‪ :‬ثت ا ابن‬
‫أيي الث ل ج ‪ ،‬قات‪ :‬شي ن ت ي حيى بن عت ال ن‪ ،‬ما لأ‪ :‬ثئ ا أبو ع وا ده‪ ،‬عن قت ا ذة‪ ،‬ئ ا لأ‪ :‬أ ي ت‬
‫أف ن ي ‪ 0‬فغي وأ م؛؛ في القن*ي‪ ،‬ق ك ف‪1‬ثد ي‪ :‬أدنيي منة‪،‬‬
‫تع ي د بن ائن‪،‬ي ب وهد " ي‬

‫قأذثايي مئة‪ ،‬ن ج ع ل ت أتأثث حومحأ م ن ا ةث م وبني زغؤي جيثثي ح نث ه زالتاسى ثث ع حثون ‪٠٠‬‬

‫‪: Saîd b. el-Müseyyeb’in yanma vardığımda, kıl kumaştan‬لكل ‪Katâde der‬‬


‫‪bir iç çamaşırı giydirilmiş, güneşin altında ayakta durdurulmuştu. Atımın‬‬
‫‪dizginini tutana “Beni ona yaklaştır” dedim, yanma yaklaştırdı. Ben bu‬‬

‫ل‬
‫‪fırsatı kaçırma korkusuyla ona sorular sormaya başladım. Kendisi ise Allah‬‬
‫‪rızası için bana cevap veriyordu, insanlar da şaşkın şaşkın bakıyorlardı,‬‬

‫خدمل عن م ح م د بن ا ل ماب م بن ثق اب‪ ، ^ ^ ١‬قادت ثت ا أيي‪ ،‬عن‬ ‫(‪] ١٩٦٧[ - ) ١٩٦٥‬‬

‫اق اب م بن م حي الل ه بن أ ح م د بن ‪ ، ^ ^ ١‬ئن غ ز و ا ل ع دو ى‪ ،‬ص ي ح ش بن ت ج ز‪ ،‬قا ل‪:‬‬


‫اثب ة ل ت زي د‬
‫م‬ ‫و آذ أ ة أ غد ا ل ن د ة أ م ح وا غ ز‬ ‫ي وال ى ا لخدتة إ ز هم د ا ض ى ثن‬
‫نتث ب ‪ ،‬ئكث ب أن أعرص ه على ا لمث ن ه_‪ ،،‬نزن م ح ى ؤا‪/‬لآم ئا‪ -‬جل د ة‬
‫ب ن إ ال م ع ي د س ر؛ م‬
‫ون‪ 1‬م‬

‫ح م س ن جل د ه ؤمحلنت به أت ؤا ن ال نزيثؤ‪ ،‬ئلث ا ب دم الكثا ث عل ى ائ ه ي ب ح د م ه م ا ن بن‬


‫بماي‪ ،‬و م وه بن ال ز ي وت ا ل م بن عتد الل ه عأى ت ع ي د بن ا نمثئ ب ‪ ،‬ق الوا‪ :‬اثا ئ د ح سالق‬
‫في أذ ر قت فدم محلف كثا بي م ن عتد ا لمل ك بن مؤا ن إن ل م ثت ا يع ضربت عن ملف‪ ،‬وث ح ن‬
‫م م ئ غ ي ك خقن ا ال ئ ال؛ا دأئ‪ %‬إ‪.‬محلم ائ ئ ء إ ‪ 0‬اتي؛ي ئذ ب و ط ق أن ثئزأ عصق ‪£ ١^ ١‬‬
‫ظ أ‪-‬ا بم‪1‬ع ل ‪ ،'٠‬ظ ‪:3‬‬ ‫نمحم ثئن ال ز ال تعم ‪ ،‬عا‪ ٠٠ ،3‬ثم أول ‪ :٧^^ ١‬با يع تع يد بن‬
‫و ك ا ن إدا قات‪ :‬ال‪ ،‬ي طيق وا عنه أن يق و د ‪ :‬ثثز‪ ،‬قا د‪ ٠٠ :‬مص ت وا ح د ة وي م ت اثنت ا ن '‪، ٠‬‬
‫قالوا‪ :‬فت ج لس يب س ك ه ال ث خ ر ج إ ر الهث الؤ أثائ ا إلثق م د منلث اذا طل ت ت في م جل س لث‬
‫ء م ي ج د ك‪،‬ب ات‪ " :‬زأائ أ ن م غ ا لآذان هؤق أذيي حي عأى ا ل ص ال ة حي عأى ائئ ال ح ن ا أثا‬

‫ت ي بل ق إ ر عزه قإل‪4‬‬
‫ج‬ ‫ب ما ع ل " ‪ ،‬قال وا‪ :‬م ص ت ا صا ن وي م ت ؤا ح د م‪ ،‬قال وا‪ :‬ه اقم ن م ن‬

‫ق زبذ؛أ ى م حل س‪ 1‬ق ؤن ‪ ٢‬ي ج د ك أ شتن ق ‪ ، djlp‬دا ‪3‬ت ‪ ٠٠‬هزئ ش حلوق ظ ة ب ن ق د م‬


‫شئنا و ال مت ا ح ر شترا ؛‪ ، ٠‬ئخز ج وا زخزخ إ ز ا ل ص ال ة ض الؤ ال ف م م جن س في م جل س ه الذ ي‬
‫ء ن ي ج ل س ف ه ثثث ا ص أ ى ا ل وانيب ع ث إلته ئأ ئ به‪ ،‬ممات‪ :‬إ ذ أبين ا ل م ؤم نين كت ب يأ مزب ا‬

‫إ‪ 0‬إل م ع ذز؟اسك‪ ،‬ئت‪ " :‬ئقى زئوت اه ‪٠‬صمم م "‪ ،‬قظ زآة ال م‬
‫نبث‬
‫غئئئ و ئ ك عثه اد؛يوؤع ق ه راه ئ د م حى أمز بؤ‪ ،‬ن م د ء)دا‬ ‫أخرج ور ‪SİİJ1‬‬
Saîdb. el-Müseyyeb 619

‫ م حزثة بؤ‬،" >^$١ ‫ب‬


‫ال ن م‬ ‫م ال أ ق د ظ ؛ئث‬ ‫عب ئ‬
‫م‬ ‫ " أز‬: 3 ‫ عما‬، ‫م‬ ‫غي و ن‬
‫ن به أتؤائ ا ل مدينة ئلث ا ندة ؤالائس مغ ص روئن م ن ص الة العصر‬ ‫م طا‬ ،‫ ح م س ن ت و طأ‬،
[NVt/y] " ‫جب ذ ط‬
‫' إنح ذو ائزيوة نائ وث إيفا ط مأب‬٠ :‫قا د‬
Yahyâ b. Saîd anlatıyor: Medine valisi, Abdülmelik b. Mervân’a mektup
yazıp, Medine halkımn Velîd ve Süleymân’a biat etmeyi kabul ettiklerini,
Saîd b. Müseyyeb’in kabul etmediğini haber verdi. Abdülmelik cevap yazıp
“Kılıçla tehdit et, yine kabul etmezse; elli kırbaç vurdur ve Medine
sokaklarında dolaştır” dedi. Mektup valiye ulaştığında, Süleymân b. Yesâr,
Urve b. ez-Zübeyr ve sâlim b. Abdillah, Saîd b. el-Müseyyeb’in yanına
girdiler. Ona şöyle dediler: “Seninle ‫ ا س‬Abdülmelik b. Mervân’dan gelen
bir emir sebebiyle sana geldik, biat etmezsen boynun vurulacak. Biz sana üç
seçenek sunacağız, birini tercih et. Vali, mektubu sana okuduğunda “evet —
veya— hayır” dememeni kabul etti.”
Saîd b. el-Müseyyeb ‘insanlar; Saîd b. el-Müseyyeb, biat etmeyi kabul
etti, diyecekler. Bunu yapmam” dçdi. “Hayır” dediği takdirde “evet”
demeye zorlayacaklarını söyledi. “Birincisi geçti, iki seçenek kaldı” dedi.
Ona “Evinde oturur, birkaç gün namaza gitmezsin. Böylece olman
gereken yerde aranmış, ama bulunmamış olursun, bu da kabul edilebilir”
dediler. “Ben ezanın kulağımın dibinde «Haydi namaza, haydi felaha» diye
çağırırken ha? Yapamam” diyerek cevap verdi, ‘ikisi geçti bir tane kaldı”
dediler-
Ona “Devamlı kaldığın yerden başka bir yer taşın. Seni aradıklarında
bulamaz ve bırakırlar” dediklerinde, “Bir mahlûk için, ben ne bir karış ileri
ne de geri giderim” diyerek cevap verdi.
Bunun üzerine yanından ayrıldılar. Kendisi de namaza, öğle namazına
gitmek için evden çıktı. Her zaman oturduğu yerde oturdu. Vali namazını
kılınca kendisine birini gönderdi. Adam gelip ona “Müminlerin emiri b iz e
mektup yazıp; biat ethıezsen boynunu kılıçla vurmamızı emretti” deyince,
“Resûlullah (sallallahu ^١^٧١٦١ vBseUem) İki biati yasakladı” dedi. Cevap vermediğini
görünce zindana götürüldü. Boynu uzatıldı, üzerine kılıçlar çekildi,
kararından dönmediğini görünce, emir verildi ve üzeri soyuldu, üzerinde
kılla örülmüş iç çamaşırı vardı, “öldürülmeyeceğimi bilseydim, bu çamaşırla
görünmezdim” dedi. O şekilde elli kırbaç vurdular. Sonra Medine
620 Saîdb. el-Müseyyeb

sokaklarını dolaştırdılar. Geri getirdiklerinde, insanlar ikindi namazından


dönüyorlardı, şöyle dedi: “Bu yüzlere kırk seneden beri bakmadım.”
‫ ] قا ل م ح م د بن الق اس م و س م ع ت ث يحن ا يزيد ي ح د ي ث سع يدبإ نغ ا د‬١٧٢٨ [ - ) ١٩٦٦(
٣ ‫ظ‬ ‫ إنء‬: ‫ه إ و ف ن ز ت‬

" ‫ن ي ز ي هزرئ ا‬ ‫م‬


‫ ذ لث ه م أ ة‬،‫ه ي و شن ز ب‬ ‫ط‬ ‫ إنه‬: ‫ظ‬ ‫ال أخ‬

‫ " م ن‬:‫ لي ت ع يد‬3 ‫ مما‬، ‫ ل حر ي‬١

Başka bir kanalla gelen rivayette Saîd b. el-Müseyyeb, kırbaçlanmak için


üzeri soyulduğunda bir kadın “Bu rezil bir durumdur” dedi. Saîd ona “Biz
rezil durumdan kaçıyoruz” diye cevap verdi,

‫ ثن ا‬:‫ قا ت‬، ‫ ثن ا أثو ا محا س بن العثثئ ل‬: ‫ قا د‬،‫ ] حدبت ا م ح ث د بن عل ى‬w y / y [ ")١٩٦٧(

‫ ج ن ن ث‬:‫ قات‬، ‫ غ ذ مه د الثؤ ثن اق اي م‬، ‫ ض ا ي ئ ؤ ذ ب‬،‫ مما ضنزة‬:‫ قات‬،‫أ خن ن ئ وئد‬

‫ ؛ ز ز ب د‬:‫ص ثل ث‬ ،” ‫ض‬ ‫ م م؛قئ ت م ح م ح‬: 3 ‫ ه ا‬، ^ ١ ‫س ئن‬ ,‫إر‬


" ‫ " ص أ خ ن ق أن أ س ق‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ع ر ث‬
Abdullah b. el-Kâsım der ki: Saîd b. el-Müseyyeb’in yanma oturmuştum.
Bana “Benim yanımda oturulması yasaklandı” dedi. Ona “Ben yabancı bir
adamım” deyince, “Ben bilesin diye söyledim” dedi.

، ‫ ثن ا عثد الل ه بن أ ح ن ذ بن ح م‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ ا حدت ا أثو بك ر بن مال ك‬١٧٢٨ ‫ )" ت‬١٩٦٨(
‫ ج ل ن ت إ ر ت ع ي د بن‬: 3 ‫ ما‬، ‫ ثن ا ا ل ع الء بن عبد اثكر؛ م‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ال ول ي د س ش جا ع‬:‫قا ل‬
"‫ب م‬
‫ه ق ماء ن ي غذ ث م‬ : 3 ‫ فث ا‬، ‫ا ك ي ب‬
,Alâ b. Abdilkerîm der ki: Saîd b. el-Müseyyeb’in yanma oturmuştum
Benim yanımda oturulması yasaklandı” dedi“.

‫ ثت ا‬:3 ‫ قادت ثن ا أبو العثا س ال شؤاجء ظ‬،‫ ] خ ا؛ثن ا أب و حام د بن جبل ه‬W t/y [ -) ١٩٦٩(

‫ عن متع يد بن‬،‫ عن قا ذة‬،‫ ثت ا ه م ا م‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا غئ ا ن‬:3 ‫ ظ‬C‫ ا ل ج وهري‬، ‫حات م بن ال ي‬


‫ إ ي قد جلمدوتي ومثغ وا الثامن أن‬٠٠ :3 ‫ ظ‬،‫ أثث كا ن إذا أزاذ الرج ل أن يجال ثه‬، ٠٣^ ^ ١
" ‫بجا بموني‬
Katâde’nin naklettiğine göre herhangi bir adam, Saîd b. el-Müseyyeb’in
yanına oturmak istediğinde “Beni kırbaçladılar ve insanların benimle
oturmalarını yasakladılar” derdi.
‫‪Saîd b. el-Müseyyeb‬‬ ‫‪621‬‬

‫بن ع د الئؤ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثت ا ت خ ث د ثن إ ئ خ ا ق‪ ،‬محا د‪ :‬ثن ا‬ ‫(‪ -) ١٩٧٠‬ل‪ ١٧٢/٢‬ا حدثن ا‬
‫نتئ ب‪:‬‬
‫ت ع يد بن ا م‬ ‫هأا ل‬ ‫محالأ‪:‬‬ ‫ائفث بن حال د ‪ ،‬عن ابن‬ ‫ثغ ا‬ ‫قس ه بن ت ع يد‪ ،‬قاد‪:‬‬
‫ح شن ج م ي ل "‬ ‫و غه ج‬ ‫م س ج د ‪ ،‬ن ا" كا ن لثؤ ثه‬ ‫ؤ ال‬ ‫" ال ثئ ووئا‪ :‬مصت ح فئ‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Mushafçık, mescitçik” demeyin! Zira‬‬


‫”‪Allah’a ait olan bir şey büyüktür, en iyi ve en güzel olandır .‬‬

‫(‪ ] wvYy [ “) ١٩٧١‬حدثن ا م ح م د بن أ ح م د ئن ؛ لختن‪ ،‬ئ ‪ :3‬ثط م ح م د بن عث م‪ 1‬ن ئن‬

‫أيي م حث‪ ،‬قات؛ ثن ا أيي ‪ ،‬قا دت ثن ا إ سما عيل بن عيا ش‪ ،‬عن عبد الو ح م ن بن حرمل ه‪ ،‬ظ ‪3‬ت‬
‫ز تس أذئة‬ ‫ح‬ ‫كا ذ إئن ا ن ي جثرئ صل ى سع ي د ب ن ال س ئ بءيث‪1‬إه عن ق ي غ‬ ‫مإ‬ ‫"‬

‫سثأ ذ ذاأ م حاا‬

‫‪Abdurrahman b. Harmele der ki: “Validen izin alır gibi kendisinden‬‬


‫”‪müsaade istemeden hiç kimse Saîd b. el-Müseyyeb’e bir şey soramazdı.‬‬

‫خ ث د بن أ خ ن ذ بن ا لخض‪ ،‬قا د‪ :‬ثت ا بشن ن م وت ى‪ ،‬قا د‪:‬‬ ‫حدثن ا م‬ ‫(‪] ١٧٣٨ [ -) ١٩٧٢‬‬

‫بن‬ ‫بن زياد بن أنغم‪ ،‬ح د ب يي حيى‬ ‫هم د ا ل ر ح م ن بن الئ مر ئ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا عبد الالحني‬ ‫ثن ا‬

‫رين ج م ع ‪ ^ ^ ١‬م ن‬ ‫ال‬ ‫حتز في م ن‬ ‫ال‬ ‫ن تئ ب‪ ،‬يقولث ‪٠' :‬‬


‫ت ت ع ي د بن ا م‬ ‫سمع‬ ‫شي ز ‪ ،‬قات‪:‬‬
‫ج ر ‪ ،‬يغطي منة حم ة‪ ،‬ويكفث به و جهة عن القاسي ”‬

‫‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Malım helal yoldan biriktirmek istemeyen‬‬


‫‪kişiden hayır gelmez. Bu da ancak kişinin, malında başkalarının hakkı olan‬‬
‫”‪miktarı vermesi ve insanlara mal konusunda muhtaç düşmemesiyle olur.‬‬

‫مه د ال مب ن ئن انثا س‪ ،‬قا ت‪ :‬ثما أ خ ن ن بن داود‬ ‫خ د كا‬ ‫(‪] ١ ٧ ٣ ٨ [ - ) ١٩٧٣‬‬

‫سد‪،‬‬ ‫جتثا ؤ ‪ ،‬قات‪ :‬تحا ا لخشن ئ ت ؤ م‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا المح ق ئ تن ز ‪ ،‬ص ي ض بن‬ ‫ال‬

‫د به ر ح م ة‪ ،‬وي و د ي‬ ‫األ ما ل يص‬ ‫ف ذا‬ ‫ال ي ح ب‬ ‫ح يز فيم ن‬ ‫ال‬ ‫عن ش ع ي د بن ال ن ت ئ ب ‪ ،‬قات‪" :‬‬

‫ء‬ ‫به أمانته‪ ،‬وشتئيي بؤ غذ لحلي ج "‬


‫)‪Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Yakınlarını gözetmek, emanetini (borcunu‬‬
‫‪ödemek veya insanlara muhtaç olmamak için sahip olunan malı sevmeyen‬‬
‫”‪kişide hayır yoktur.‬‬
622 Saîdb. el-Müseyyeb

،‫ ثت ا أيو مع تغود‬: ‫ قا د‬، ‫ ثت ا أ خن ذ بن ت خ م‬:3 ‫ ئا‬،‫ ] ثن ا أ خن ذ بن يدار‬١٧٣٨ [ -) ١٩٧٤(


‫ أثث‬، ‫نئ ب‬
‫ ضر ت ع يد بن ا م‬،‫ عن ي حش بن ت ع يد‬،‫ عن عب ا د‬، ‫ت ظ م ح م د بن ه ش‬،3‫ظ‬

٠٠‫ا ويقي وحسبي‬-‫آلصون به‬ ‫كقه ا | ال‬3‫ظ د‬ " :3 ‫ ود ا‬،‫ؤ م‬ ‫ وثنك أن م ن أؤ‬،Su
Yalıyâ ‫ظ‬. Saîd’in naklettiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb, öldüğünde ve iki
;veya üç bin dinar bırakmış ve şöyle demişti: “Bunu bırakmamın tek sebebi
dinimi ve şerefimi korumaktı .”

‫رك ب ا ق‬ :‫ وه ا ت‬، ‫ ص ت ع ي د‬، ‫ عن ث حثى بن سع ي د‬،‫ \ ] زؤاة ال ق رن ي‬Vy7y[ - ) ١٩٧٠(

" ‫حي‬ ‫م‬ ‫ " م ح و ذ به ا ومحي و‬:‫ وقا ت‬،‫دين ار‬


Aynı hadisi Yahyâ b. Saîd şu ibareyle nakleder: Yüz dinar bıraktı ve
.Bununla dinimi ve şerefimi koruyorum” dedi“

c‫الن ح و ي‬ ‫سل ب‬ ‫ ثن ا أ ح م د بن يغ ش‬:‫ ثا ن‬، ‫خنثن ا ق ث ت ا ن بن أ ح م د‬ ‫ا‬ ١٧٣/٢ ‫ ل‬- ) ١٩٧٦(

‫خ ث د بن عثد اللؤ ابن أخي‬ ‫م‬ ‫ عن‬،‫خ ئ د بن مغن الغ ما ري‬ ‫م‬ ‫ى عن ام ه ص‬ ‫ئأا ل ذوي ب‬

" ‫ ض ا ت ث ش بالل ه ا ث ث ز الثا من إ ي‬٠٠ :‫ قا ن‬، ‫ش م‬ ‫ست ن‬ ‫ ص‬، ‫ ص ث‬. ، ‫ال مئ‬

Saîd b. el-Müseyyeb der ki: “Rızıkta sadece Allah’a dayanan kişiye diğer
tüm insanlar ihtiyaç duyar.”

‫ ثن ا ث ح ث د س‬: ‫ ه ا د‬،‫ ] حدت ا م ح ئ د بن أ ح ن ذ بن إبراهي م قي كتابه‬١٧٣/٢‫ ل‬-) ١٩٧٧(


‫ قات؛ زايي ت ع يد بن‬،‫ تحا علي بن زيد‬:‫ ئات‬،‫ ثت ا خث ائ بن زم‬: ‫ قا د‬،‫ تحا ع ارم‬:‫ ئال‬،‫آيوت‬
‫ ئغتى عنى زقت أ ن ث د ه‬UJ : ‫ ئ ك‬،" ‫ن جم د ؛ م حؤ‬ " ‫ا‬3‫ ق ا‬،‫ج ثه ح ر‬- ‫وعأ ئ‬ ‫؛ كتي ب‬
" ‫ شئ ت‬U ‫ " أمتن خ م حث وشمن‬:‫ ذ ل ت ع يد‬، ‫ظ غ ظ إل‬

Ali b. Zeyd der ki: “Saîd b. el-Müseyyeb, halis ipekten olan bir cübbe
giydiğimi görünce: “Cübben de pek güzelmiş” dedi. Ben: “Sâlim, bu zevki
bana zehir ettikten sonra güzelliğini ne yapayım ki?” deyince Saîd: “Kalbini
.ıslah ettikten sonra dilediğini giy” dedi
:Rivayet ettiği hadislerden bazıları

Takrîb 4532, Takrîb 493, Takrîb 3 ‫ل‬24-‫ة‬, Takrîb 715, Takrîb 3365-a, Takrîb
Takrîb 3016-a, Takrîb 2773, Takrîb3197, Takrîb ,3904 2870
Urve b. ez-Zübeyr 623

Urve b. ez-Zübeyr
Onlardan birisi; dileklerine kavuşan, ilmi taşıyan ve ilimle birlikte anılan,
itaat etme fırsatı bulduğunda değerlendiren, mihnete uğradığında itina
gösteren, Urve b. ez-Zübeyr b. el-Awâm; çalışkan, ibadetle meşgul olan, bol
oruç tutan kişi.
Derler ki: Tasavvuf, nimetlerin farkında olmak, sıkıntıları gizli tutmaktır.

،‫ ثن ا هم د الثؤ بن ثلت مان ثن ا ل أئغ ث‬:‫ ه ا د‬،‫حدت ا أ ح م د بن بم ذار‬ ‫ا‬ ١٧٦/ ٢‫ ل‬-) ١٩٨٩(

،‫ غ ذ أمح ه‬، ‫ غ ذ م د ال مب ن ئن أ ي ال و د‬، ‫ ظ ا ال من ن خ‬:‫ قا ت‬، ‫م‬ ‫ تحا ئ ق ئا ذ ئ ذ‬:‫قا ت‬

‫ وعبد‬،‫ وعبد الل ه بن الرمحر‬، ‫ و روه بن ا ؤ م‬، ‫بن ال ر م‬ ‫مصعب‬ ‫م‬ ‫ال ج‬ ‫ت " ا بم خ ق‬3 ‫ظ‬
:‫م و ة‬ ، ^ ^ ١ ‫ ه ش‬، ‫ أى ة‬:‫م‬
‫ط م ئ اؤه‬ ، ‫ ت وا‬: ‫ ق ش‬،‫ض ت ذ غنز‬

‫ وا ل ج م ع‬، ‫ هآتم ش إمزه الع ناق‬،‫ أث ا أائ‬:‫ وب ا د نص غ ي‬، ٢ ^ ١ ‫ ئا تن ش أن يأ خذ غني‬، ‫أثا أثا‬
:‫ وه ا د ع ذ الثؤ بن ع م رضى الله عغهت ا‬، ‫ن ثت ن‬
‫ي ت ا م‬
‫ و ن ك ث ه م‬،‫ص ع ا يشه بث ت طل ح ه‬

‫م قد غ م ه‬ ‫س‬:‫ظت وم ونحج ا‬ ‫'كمحم‬ ‫لوا‬1‫ ق‬:3 ‫ ه‬،" ٤^ ١‫' ك ه ه ش‬٠


Abdurrahman b. Ebî’z-Zinâd, babasının şöyle dediğini naklediyor:
M us’ab b. ez-Zübeyr, Urve b. ez-Zübeyr, Abdullah b. ez-Zübeyr ve
Abdullah b. Ömer, H icr’de toplanmışlardı. Birbirlerine “Dilekte bulunun”
dediler:
Abdullah b. ez-Zübeyr; “Ben halife olmayı isterim” dedi.
Urve; “Ben, insanların benden ilim a lm a s ın ı isterim” dedi.
Mus’ab; “Ben, Irak valisi olmayı ve Âişe binti Talha ile Sekîne binti
Hüseyin’le evlenmek isterim” dedi.
Abdullah b. Ömer; “Ben mağfiret diliyorum” dedi.
Her birisi emeline ulaştı. U m ulur ki; îbn Öm er de mağfirete mazhar
olmuştur.

‫ محا‬: ‫ قا د‬،‫ست بن إ ش ثا ى‬ ‫ ثتا‬: ‫ قات‬، ‫ ] خدتثا إ وا م ز ن مه د ال م‬١٧٠٧٢[ - ) ١٩٩٠(


‫ س غأى‬1‫ ن ثثأنفن الق‬15" ‫ أثث‬، ‫غن م وه‬ ‫ عن‬،‫ ظ ئق؛ا ن‬:‫ ظلط‬،‫قي ئ بن ن ع يد‬
٠' ‫ت ل مؤا م ر‬
‫ اني ي ف‬٠' :‫ ق ات‬، ‫ أي اة‬:‫ قا د ع م رو بن دي ا ر‬،‫ح دث ه‬
624 Urve b. ez-Zübeyr

Zührî’nin naklettiğine göre insanlar Urve’nin sohbetinden hoşlanırlardı.


Amr b. Dînâr diyor ki: O nun yanına gitmiştik. Bize “Gelin benden
öğrenin” dedi.

‫ ثن ا‬:‫ محا د‬، ‫إ ئ خ اق‬ ‫ ثن ا ئ خ ئ د بن‬:‫ قا د‬، ‫ ] حدق ا أبو ح ا مد بن جتأة‬١٧ ٦/ ٢ ‫ )“ ل‬١ ٩ ٩ ١ (

‫تن‬ ‫ قا ت‬:‫ قا ت‬، ‫ ض اثن أ ي ال و د‬، ‫ ظ ا م ح ن ئ‬: ‫ قا د‬،‫ا س ق‬. ‫مم ت ن ئ ذ ع ن ي‬


‫م‬ ‫^ل زث ئ ث أن‬ ، ‫م‬ ‫ ن ت خ ن ث‬،‫؛لأي‬ ‫م‬ ‫ ال ق ي د •و ي خ‬:‫لت‬
‫ ق و‬١٤■ " :‫ا ؤ م‬

‫ الثو قي ا <تئتث ت مريزثه‬،‫ ا أ كثامي‬،‫م غد ي‬

Urve b. ez-Zübeyr der ‫قكل‬: “Eskiden “Allah’ın Kitabı dışında kitap


edinmeyiz” derdik. Ben de kitaplarımı yok ettim. Vallahi, kitaplarımın
yanımda olmasını isterdim; zaman geçtikçe Allah’ın Kitab’ımn etkisi
artmıştır .”

‫ ثما ع ئ ثن ه‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ ا خدتثا ئ ي نا ذ ئ ألح ن ذ‬١٧٦/٢ ‫ ل‬- ) ١٩٩٢(


‫ ثنا‬:‫ قا ت‬، ‫م د ا م ن‬
‫ انت ؤد غ م ؤ ة بن الرثثر طن ح ه بن عبيد‬:‫ قا ت‬،‫ ح دبني م ح ئ د ى ا ل ص حا ك‬،‫ا ل ربير ى ذك ار‬

‫بن ال ؤ م نق ا حرغ إ ر‬ ‫ب‬ ‫ال ر بن عبد ا ل ر ح م ن بن أبي بكر الص ديق ن ا ال م ن ما ل بتي م حغ‬
‫ محتل غ م وه أن ط ل ح ه تئيي ؤيتثا ع اوتجئ‬،‫ وأم طل ح ه ع ائشة يشت طل حه بن عتد الل ه‬،‫الئ ا م‬
‫ ن ج ع د يلق اه وينت حي م ن‬،‫ ثلث ا مح د م "كره أن يكشم ة ؤأن يقتضثة ا ل ما لأ‬، ‫وا إل بل وا ل ع م‬
،‫ محا رس د ث خذه‬:‫ محا د‬، ٠٠ ‫ " ش‬3 ‫ريد ناللف؟ مما‬ ‫أ ال‬ :‫ تؤم‬، ^١^ ‫ ق ا ل ثت ط ل حه‬،‫ما ضيه‬
‫بيتا‬ ‫ ئ ؤ قت ف ذ ؛ ■علته‬١^^ ‫زن و ال‬ ‫ م تى شئ ت؟ هبم ت معه م وه‬:‫ تش؟ قات‬:‫ق ات عروه‬
:١^ ‫ف طب عروة ■عند‬،‫ محأثى به‬3 ‫ئثخنخ الئ ا‬،‫ئاا‬

‫عتن ق‬
‫ءك مئ ل ال دي ن أؤ ح س ب م‬ ‫بسا‬
‫رجل ح‬ ‫سثث ا^ب لت ا فى‬
‫ه ما ا‬

‫ص غ عئذ ئامت ة ؛ ن ئز ي‬‫ز؛‬ ‫صث ا ب أكرم م أ ي ق‬-‫دؤو ا لأ‬

M uhammed b. ed-Dahhâk der İti: Urve b. ez-Zübeyr, Şam’a gideceği


sırada M us’ab b. ez-Zübeyr’in oğullarına ait bir miktar parayı Talha b.
Ubeydillah b. Abdirrahman b. Ebî Bekr es-Sıddîk’in yanında emanet
bıraktı. Talha’mn annesi olan Âişe binti Talha b. Abdillah, oğlunun yapılar
inşa ettiği, köle, deve ve koyun ticareti yaptığını işitti. Urve, Şam’dan
döndüğü zaman Talha’nın bu işini ifşa etmeyi ve onunla davalaşmayı
istemedi. O nunla her karşılaştığında utanıyor ve dava etmiyordu. Bir
Urve b. ez-Zübeyr 625

defasında Talha ona: “Malını geri almayacak mısın?” diye sorunca, Urve:
“Tabi ki alacağım!” karşılığını verdi. Talha da: “O zaman birini gönder de
parayı aldır‫ ”؛‬dedi. Uı^e: “Ne zaman?” diye sorunca, Talha: “istediğin
zaman!” dedi. Bunun üzerine Urve, Talha’yla birlikte birini gönderdi. Talha
emanet olarak aldığı parayı bir evin altına gömmüş ve evi de üzerine
yıkmıştı. Parayı çıkarıp adama verdi. Adam da parayı Urve’ye iletti ve
durum u da anlattı. Bunun üzerine Urve şöyle bir şiir okudu:
“Birinde bir emanet bırakacağım zaman
Ödünç mal veya köle gibi
Asalet sahipleri bu iş için pek cömerttir
Alacaklarım konusunda bir musibet durumunda da sabrederim. ”

‫ثعا‬ :‫ قات‬،‫دق ف ام هي‬° ‫ ثن ا أختن‬:‫ قات‬،‫تن أخنت‬° ‫ ] حدقت ا ني ن ا ذ‬١٧v/y] -((١٩٩٣


‫ت قات عروه بن الرمحرت‬3 ‫ ما‬،‫ تحا هش ا م بن موه‬،‫ ح دب ي أيي‬، ^ ‫م ص ع ب بن عبد الل ه ال ؤ م‬
‫سي عزا طوي ال‬‫ل غة ذق ا ح ث ن ق ه ا أوزب‬
‫" " ز ب "ك‬

Urve b. ez-Zübeyr der ki: “Nice söz vardı ki ben onu zillet olarak
düşünmeme rağmen uzun bir süre beni aziz kılmıştır.”

‫ ثن ا أبو‬:‫ محالأ‬، ‫م‬ ‫ج‬ ‫ ثن ا م ح م د بن‬:‫ قا ت‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا عتد الل ه بن م ح م د‬١٧٧/ ‫ [؟‬-) ١٩٩٤(
‫ " إذا‬: ‫ قا د‬،‫ ص أبيه‬، ٤^ ‫ عن هثا م بن‬، ‫ ثنا خ ض بن غيا ث‬:‫ قا ت‬،‫بك ر بن أيي محث‬

‫ م أن‬، ،‫ ال ث ة ق‬- ‫ إل؛ ت أ و ي ت د‬، ‫ أ ة ل ي ع د ة أ خ زا ت‬٣ ‫كء‬ ‫م‬


‫بد‬ ‫ث ؛ و ي د‬:‫زأ‬

" ‫ئد ث عأى أ حؤايه ا‬ ‫ نؤذ‬، ‫ثؤايق ا‬-‫ عأى أ‬٤١‫ ءإ ن ؛ل خ ط ئ د‬،‫ح زا ت‬-‫ص عغذه أ‬

Hişâm b. Urve, babasının şöyle dediğini nakleder: “Bir adamın iyilik


yaptığını görürsen; bu iyiliğin kardeşleri (başka iyilikler) olduğunu bil. iyilik
kardeşlerine delalet eder. Kötülük de kardeşlerine delalet eder.”

‫ ثن ا إن ن ا ي د بن إن ح ا ق‬: ‫ قا د‬،‫س م ح ئ د ب ن "يت ا ن‬ ‫خم س‬


‫ل‬ ‫ ] ثغ ا ا‬١ ٧ ٧ ٨ [ “) ١٩٩٥(

‫ ثت ا أ خ ن د‬:‫ ه ات‬،‫مه د الثؤ بن م ح م د بن هم د الله‬ ‫و حدثعا‬ ،‫ ثن ا ئص ز ن عل ي‬: 3 ‫ ئ‬4‫الماحب ي‬


‫ ظ‬:‫ قا ت‬، ‫ ئ ا م ح ن ئ‬:‫ قاال‬، ‫ وأتو ز م‬،‫ ظ غ و ئ شقه‬:‫ قا ت‬، ‫ئ مح د ا ش ا لخزثرئ‬

‫يهدين‬ ‫ال‬ ‫ يا بئي‬:‫إبي‬


‫ قات ع روة ج‬: ‫ قا د‬،‫ عن بث ا م بن عروه‬،‫ثا د‬
‫عبد ا ل ر ح م ن بن أيي ا ل ر‬
626 Urve b. ez-Zübeyr

‫ وأ حى‬٤^ ^ ١ ‫ه أ ؤ م‬ ^ ١ ‫ ؤ ة‬، ‫ ظ بمئ جي أن ي ه دي ه ؛ ر ي ن ي‬. ‫أ حذ"تىإ إ؟ى ربه‬

‫س م ح إ مح ا ا‬
Hişâm b. Urve bildiriyor: Urve, oğullarına şöyle dedi: “Oğullarım!
İçinizden hiç kimse sevdiği birisine vermekten utanacağı bir yardımı Ailah
rızası için başkasına vermesin! Zira Allah, cömertlerin cömerdi ve kendisi
için verilecek bir şeyde en fazla hak sahibi olandır.”

‫ ء إدك م إن تخون وا محت عزاء هزم عس ى أن‬، ‫ظن وا‬ ‫ "ثا بتي‬: ‫ ] و ك ان بموت‬١٧١٧٢ ‫ ل‬-) ١٩٩٦(
" ‫واشزأتاة ن ا ذا أ ن خ م ق قئ خ خ ا هل؟ أ‬ ‫تكونوا‬
^öyle derdi: “Evlatlarım! öğrenin. Kavmin küçüğü olsanız da onların
büyüğü olacaksınız. E ^ahlar olsun! Yaşlı bir cahilden daha kötü ne
olabilir?”

‫ نإن كا ن‬،‫م را م ه ص ز ج ل ه ا ح ذووة‬ ‫ " إذا رأيت م حل ه‬: ‫ ] وك ان م و لت‬١٧٧/‫ [ ؟‬-) ١٩٩٧(
‫حنر رائع ة م ن ر ج ل ق ال‬ ‫ الذا رأيت م ح ال‬،‫عغذ ال نا س ر جل ص د ق ء ا ن ثف ا عنده أخؤا ث‬

" ،<‫ عغذه أ ح وادت‬1‫ ؤ ة ل ه‬،‫ س ر جب تزغ‬1‫ "ى ن عغد الغ‬0‫ غثة إيا ذ ك ز؛ا وإ‬١^ ^ ‫؛‬

Şöyle derdi: “Eğer bir adam tarafından yapılan kötü bir hareket
görürseniz ondan sakının, insanlar tarafından dürüst bilinse de, o kötü
hasletin kardeşleri vardır.”
“Bir adamın güzel bir hareketini görürseniz ondan ümidinizi kesmeyin.
İnsanlar tarafından kötü biri olarak bilinse de, o güzel hareketinin kardeşleri
vardır.”

‫ ئئ ظ‬،" ‫ " الغ امس أ ر ش ه م أ م حث م ي ز ب اب ايهب رمح ه ا يهز‬:‫ ] وقات‬١٧٧/٢ ‫ )" ل‬١٩٩٨(

‫ان ج ؤه ر ي‬

Der ki: “insanlar kendi yaşlarında; babalarına ve annelerine benzerler.”

‫ ثن ا إت ت ا ع ال تق‬:‫ قات‬، ‫تن م ح ئ د بن م ح ا ذ‬° ‫حدثن ا ا لخنن‬ ] ١w /y [ - ) ١٩٩٩(


‫ ص‬،‫ عن ابن أيي ال ه ا ؤ‬،‫ ثن ا ا آلص ن ع ي‬:‫ قات‬،‫ ] ثص ز بن عل ي‬١٧٨/‫[ ؟‬ ‫ثن ا‬ :‫ قا ت‬،‫إ ش حا ى‬

‫ ق ث د الئة‬،‫ " إ ي لأعثق ال ئ زف ن كن ا أع م ق ا ل جن ا لأ‬: ‫ ثق ون‬،‫ء ذ ع روة‬ : 0 ‫ ث ا‬، ٢^


٠٠ ‫ه الن وهز بيقس ط والطفأم ل م س ودا ق صارا‬ ‫بن ي‬ ‫أئن ئ‬
Urve b. ez-Zübeyr 627

Urve der ‫لكل‬: “Ben güzelliğe âşık olduğum kadar şerefe aşığım. Vallahi,
nice falan kadın, falanın oğluna yönelmiş, çekici ve uzun boylu iken, itici ve
kısa boylu bir şekle dönmüştür.”

،‫ ثن ا ع ئ بن إش ح ا ى‬:‫ قا د‬،‫ ] حدثت ا عئد الثؤ بن م ح م د بن ج عفر‬١٧٨٨ [ “) ٢٠٠٠(


‫ عن‬،‫ ثن ا هت ا م بن عروه‬:3 ‫ ه ا‬،‫ ثغ ا أب و معاويه ال ثرين‬:‫ ه ا لأ‬،‫قادت ثن ا ا لخشس بن ا لخض‬
‫أح ب‬ ‫ ول ذك ن و ج هلق بمئقئا بك ن‬، ‫غ أ‬ ‫ل ت ك ن "ك لمت ك‬ :‫ م كت و ب في ال ح ك م ة‬٠٠ :3 ‫ د ا‬،‫أبيه‬
" ‫ق الثا م م ث ن ن ئ ي ه آا ا ئاؤ‬
Urve b. ez-Zübeyr der ki: Hikmet kitabında şöyle yazılıdır: “Sözlerin
temiz ve hoş, yüzün de mütebessim olsun ki insanların en sevdiği ve türlü
ihsanlara nail olan kişilerden olasın .”

‫ثن ا أب و‬ :‫ ثا د‬،‫ن ال ئثزك ل‬ ‫ثن ا ا خل س‬ :‫د‬ ‫محا‬ ، ‫ ] حدثن ا ئ ث ن ا ن س أ ح ن د‬wa / y [ -) ٢ ٠٠١(


‫ مح د م عروة بن ا ل ربثر غآى ال ول ي د بن عبد‬:‫ قا ت‬،‫ عن م ن ل م ه بن م حا ر ب‬،‫ال محس ن ا لم ذايتى‬
‫صزبه دا؛به ن م‬
‫ ف د خ د ف ج م د ن م و ه ذ ر ال؛زارئ ا " ثمم‬، ‫ ^ ت ح م د ى م و ه‬١ ‫ ^ ^ ^ ومع ه‬١

:‫ ق ات لت ال ول يد‬، ٥^^ ‫يذ ع تللث القل ة‬ ‫ولم‬ ،‫م وه ا الكل ه‬ ‫وجل‬ ‫ ووقع ت في‬، ‫ش د تثقا‬
‫ ا م ح ا نإال أ ن ث ذ ث ظ ال‬: ‫ قا ت ه ال ي ن‬، ‫ ق ز ئ غ إ ر ظةؤ‬،" ‫ " ال‬:‫ قا ت‬، ‫؛ م ح ا‬
‫ي ئ‬ ‫ؤقد‬ : ‫ وئ ت‬، ‫م ك ة أ ظ‬
‫ب‬ ‫ي فنز‬ ‫ب ئ ب\ ك ا ر وغز ش خ‬
‫ " ق م‬، ‫مب د ك‬

" ‫شمرتا هذا ئهتميا ه‬


Mesleme b. M uhârib’in naklettiğine göre Urve b. ez-Zübeyr, oğlu
M uhammed b. Urve ile birlikte, Velîd b. Abdülmelik’in yanına gitmişti.
M uhammed b. Urve atların bulunduğu ahıra girdi. Bir at ona vurunca yere
düştü. Kaldırdıklarına ölmüştü. Urve’nin ayağı kangren olmuştu, o gece
ibadet ve dualarını terk etmedi. Velîd kendisine “Ayağını kes” dedi. “Hayır”
dedi. Kangren bacağına ulaştı. Velîd “Kes, yoksa bütün vücudunu
çürütecek” deyince, teskereyle kesildi. Kendisi yaşlı olmasına rağmen kimse
onu tutmamıştı. Şöyle dedi: “Bu yolculuğumuzdan çok yorgun
düştük”! dedi.

1KehfSur. 62
‫‪628‬‬ ‫‪. ez-Zübeyr‬ء ‪Urve‬‬

‫م ح م د ن إشت ا ق‬ ‫ثي ا‬ ‫أ خ ن د بن م ح م د بن مسا ن‪ ،‬ه ا د‪:‬‬ ‫حدثن ا‬ ‫(‪] wa / y [ -) ٢٠٠٢‬‬

‫روه بن ؤ م ورنة إ ال في‬ ‫ال ق ف ي ‪ ،‬ض غ ث عبد‪^١‬؛ بن م ح م د بن مح د‪ ،‬ثئ و د‪ :‬لمت رك‬


‫فف ا رجل ه‪ ،‬ظت‪ :‬وئم ت د أئثا ث مش بن أوس‪:‬‬
‫القل ة ال ي ئ ه ت ي‬

‫حملس ي ث ح و عآ حس ة رجل ي‬ ‫ز ال‬ ‫خل م زك ما أ ه و ي ت ك ئ ي لريثة‬

‫ز ال عملي‬ ‫م حا‬ ‫ؤ ال ذل ي ن ر‬ ‫محا‬ ‫بمري‬ ‫ز ال‬ ‫ز الب ا بني ش ض‬

‫من ؛ لأني | ال ه د أ م‪ 1‬ث ت قش ثن ي‬ ‫سه‬


‫س ي تح‬
‫تح‬ ‫وأع ل م أثي ثم‬

‫‪A b d u ll^ b. M uhammed b. Ubeyd der ki: Urve b. ez-Zübeyr, ayağının‬‬


‫‪kesildiği gece dışında hiçbir zaman virdini terk etmedi, o gün M a’n b.‬‬
‫‪Evs’in şu beyitlerini mırıldanmıştı:‬‬
‫‪Ne elimi bir harama uzatmışım bir gün,‬‬
‫‪Ne ayağım bir günaha yürüdü yemin olsun.‬‬
‫‪Ne alıp götürdü beni gözüm kulağım,‬‬
‫‪Ne haram aklıma geldi ne de düşündüm.‬‬
‫‪Biliyorum başıma her ne geldiyse benim.‬‬
‫‪kesinlikle başına uğramıştır birinin.‬‬

‫قات‪ :‬ثعا ي حيى‬ ‫ثن ا أبو ا محا س‬ ‫قا م‬ ‫‪ [ wa/ y] -((٢٠ ٠٣‬ثت ا أبو حا م د ن ج تأه‪،‬‬

‫ئ ذ طل ح ه‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا مح ث ى بن يون س‪ ،‬عن عبد الوا ج د م ز ر عروه‪ ،‬ه ا ت‪ :‬ف ه د ت عروه بن‬
‫زئؤمصابإ‬ ‫ا لمم ص ل‬ ‫ذ‬ ‫م‬ ‫" ال ر م " ئ ي غ ر ج ه‬
‫‪.Urve’nin azadlısı Abdulvâhid der ki: “Ayağı dizinden kesilirken Urve b‬‬
‫”‪ez-Zübeyr’e şahid oldum, kendisi ٠ sırada oruçluydu .‬‬

‫(‪ ] wa / y [ ") ٢ ٠٠٤‬حدثن ا أ ح م د بن م ح م د ثن الم صل ‪ ،‬ئ ‪ :3‬ثن ا م ح ئ د بن اش حا ق ثن‬


‫إب زاه م ‪ ،‬قادت ثعا مح د الل ه بن س ع د ‪ ^ ^ ١‬؛ ‪ ،‬قات‪ :‬ثنا غازون س م م و ف ‪ ،‬محالأ‪ :‬ثنا‬

‫ء يوم ثي‬ ‫م وةم بن المح ي " مح أ ربع ‪،?١^ ١‬‬ ‫ء ة ‪ ،‬عن ابن ق ؤ د ب ‪ ،‬قا ت‪ :‬كا ن‬
‫ن ف وق وم بؤ ق ه "‪ ،‬قا ت‪ " :‬قنا و بجا إلا وق ق د رخبه "‪ ،‬قا ت‪ " :‬ث أ غا وذ‬ ‫ما‬

‫ج و ئ القل ة ا ل م ح ل ة "‪ ،‬ق ات‪ " :‬ك ا ذ و م ح ق قي ري ه ا لآكل ة "‪ ،‬ق ات‪ " :‬ش ق ه ا "‬
‫‪ibn Şevzeb der ki: Urve b. ez-Zübeyr, her gün Kur’ân’ın dörtte birini‬‬
‫‪mushaftan okurdu. Geceleyin de o okuduğuyla namaz kılardı. Ayağının‬‬
Urve b. ez-Zübeyr 629

kesildiği gün dışında bu âdetini terk etmedi. Ertesi geceden itibaren bu


alışkanlığına devam etti. Ayağında yara çıktığı için onu kestirmişti,

‫ثن ا‬ :‫ محا ت‬c‫ ثن ا أبو ائعثا س ا ل سراج‬:‫ ه ا د‬،‫ ] حدثت ا أبو حا م د بن جثثه‬١٧٩٨ [ “) ٢٠٠٥(

‫ حزج‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا هش ا م بن م وه‬:‫قات‬ ‫صال ح‬ ‫ ثن ا عامي بن‬:3 ‫ ه ا‬، ‫ ^؛‬١^٦ ‫بمو ت بن‬
‫ أزى‬، ‫ثاأث ا هم د ال م‬:‫ ق ات لت اتزيت‬،‫ ثزقخ م رغه ا آل ظ‬، ‫ر إ ر الزل د ثن هم د البل ه‬
‫ ون ح ل ابن قة أكثز ول ده‬:‫ ئا لأ‬،‫ئئ ا ثصؤر و جهة‬ ‫لصائ م‬ 4‫ قب يع ؤإل‬:‫ قا ت‬، ‫تلف هقثلع ه ا‬
،‫ز قدم المد؛ثه‬ ‫ح‬ ‫ ن م غ م ن أيي ي دننثم ق يء‬1‫ د م‬،‫ ^ ممتئتة‬١^ ‫ ^ ^ اال؛زاي محزنس ة‬١
‫ ن‬1‫وك‬ ‫ شف‬، 4‫حادا وأبم ئ ت ل الل‬-‫|ثة ك ا ن (ي أ ز ؛ ف أرتع ه مح أ ح ذ ت وا‬ ‫م حر‬ ٠٠ ‫ت‬3 ‫ا‬-‫هم‬
‫ ئ أ ح ذ ت لثن‬، 4‫ ل\يز الل‬، ‫ ^^ ؛‬١ ‫ أرب عه بأ ح د ت وا“ح دا وأبم ت ث ني ث الث؛ء هال(ث‬0‫ب و‬
‫تي م‬

‫م ح ت وكن أ ش ث ط الت ا ع ا ث ث ام‬


Hişâm b. Urve bildiriyor: Babam, Velîd b. Abdilmelik’i ziyarete gitti.
Orada ayağı kangren olunca Velîd ona: “Ey Ebû Abdillah! Ayağının
kesilmesinin senin için daha iyi olacağım düşünüyorum” dedi ve babamın
ayağı kesildi. Ayağı kesilirken babam oruçluydu ve yüzünde acıya yönelik
hiçbir ifade görünmedi. Yine orada en büyük oğlu ahıra girince h ak an ın
biri onu tepip öldürdü. Babamdan bu ölüm üzerine de tek bir şey dahi
işitilmedi. M edine’ye geri geldiğinde ise şöyle dedi: “Allahım! D ört tane
organım (iki el, iki ayak) vardı, birini alıp üçünü bıraktın. Yine sana
hamdler olsun. D ört tane çocuğum vardı, birini alıp üç tanesini bıraktın.
Yine sana hamdler olsun. Allah’a yemin olsun ki bir şeyler aldınsa geriye de
bir şeyler bıraktın. Belalara maruz bıraktın; ama sonunda afiyet de verdin.”

‫ ثئ ا أبو‬:3 ‫ ئ‬c(‫ ثن ا ا ل ح ت ن بن الم ت وك ل‬:‫ ه ا د‬، ‫أ ح م د‬ ‫بن‬ ‫ ] حدثت ا ن ي ئ ا ن‬١٧٩٨ [ ^)٢٠ ٠٦


‫ع روة م ن عند ال ول يد إ ر الم دينة‬ ‫خع ئ‬ ‫ لث ا ث‬:‫ غن من لم ة بن م حا و ب‬، ‫ش الم ذ ا ئ‬ ‫ال ح‬

‫ يا أب ا‬:‫الل ه‬ ‫ أممال لث عيسى بن طل ح ه بن عتيد‬،‫وا الن صا ر ينزوئة ي ابنه ورجل ه‬ ‫هزيس‬ ‫أئئة‬
‫نا‬ ‫ ن ا أ ح شن‬٠٠ :‫ ق ا ت‬، ‫ والل ه ن ا يلق ح ا ج ه إ ز ائ ن ث ي‬،‫ هد ص ثغ الله يلف لحينا‬،‫م ه د الثؤ‬
‫ نأ خذ‬،‫ ثم أ خذ نا ج ذا وأبقى يس ه‬،‫تب عه بنين ئم قنغي به م ن ا ف اؤ‬ ‫ب‬ ‫ص ثغ الثت إ ئ إ وه‬
‫و بمزا‬ ‫ال وشن عا‬ ‫" عض وا زأئقى لي خن ئ ا يدين نزي‬
630 Urve b. ez-Zübeyr

M esleme b. Muhârib bildiriyor: Urve, Velîd b. Abdilmelik’in yanından


ayrılıp M edine’ye geldiğinde, ölen oğlu ile kesilen ayağı için taziyede
bulunmak üzere yanına Kureyşliler ve Ensâr geldi. İsa b. Talha b.
Ubeydillah ona: “Ey Ebû Abdillah! Allah sana en hayırlısını yapmış. Zira
vallahi yürümeye ihtiyacın kalmadı!” dedi. Babam da şöyle karşılık verdi:
“Allah bana en hayırlısını yaptı. Bana yedi oğul verdi ve dilediği bir zamana
kadar beni onlarla birlikte yaşattı. Sonra bir tanesini alıp altı tanesini bıraktı.
Yine bir organımı alıp, ‫ نكال‬el, bir ayak, kulak ve göz olmak üzere de beşini
bana bıraktı.”

‫ ثن ا ث خ ئ د‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثت ا ت خ ث د ب ن إ ن خ ا ق‬:‫ قا ن‬،‫ ] ثت ا أب و حا م د ب ن جبل ه‬١٧٧٢ [ “) ٢ ٠ ٠٧(


‫ وقع ت قي‬: ‫ ه ا د‬،‫ عن ا ل رئ ر ي‬،‫ عن معمر‬،‫ ثن ا عبد الوراق‬:‫ قات‬C‫ك بن وت ح ويه‬ ‫المل‬ ‫بن عتد‬
‫فيئ نف ا‬ :‫ قالوا‬،‫ ث ع ت ال ول يد إلته ا ألطثاء‬،‫ ئصع د ت في ت ائه‬:‫ قانآ‬،‫و ج ل غزوه ا الكل ه‬
" ‫ " سطع ت ئت ا م حؤز و جهة‬:>3‫ ه ا‬،‫دواء إ ال ا لمقلع‬
Zührî’nin naklettiğine göre Urve’nin ayağı kangren olmuş, bacağına
doğru çıkıyordu. Velîd ona doktorları gönderdi, “O nun tedavisi yok,
kesilmesi lazım” dediler. Zührî diyor ki: “Ayağı kesildiğinde yüzü bile
buruşmadı.”

‫ثت ا أب و‬ : ‫ ه ا د‬، ‫ ثغ ا ث خ ث د س ي م‬:‫ قا ن‬، ‫ ] خض ا عئد الل ه س م ح ئ د‬١٧٩/‫ [ ؟‬-) ٢ ٠ ٠ ٨(


‫ نأى‬٩ " :‫ أبي‬3 ‫ ظ‬:3 ‫ ظ‬، ‫ بن ع روة‬£‫ عن هث ا‬،‫ث ا م ه‬،‫ ظ أبو أم‬:3 ‫ ظ‬،‫بكر ى أيي شئثه‬
: 3 ‫ قا‬، ‫م‬
‫ل ضل ي عأتب‬
‫مغب با ل ئ ال | و‬°‫ ق أ ت أ ه وكآ‬، ‫ه وز<ته ا‬ ‫أ خ د م ق غ ش رثة‬

‫نهزه ا ل حي اة‬ ‫أنزاي ا منه م‬ ‫ ؤ و ال ئم د ن عتنتلث إ ر نا متئن ا به‬: ‫قا د ال ق ل؛نالى لسه ؛ ه‬
" >^‫قيه‬ ‫ال د ي‬

Urve der ki: “Sizden birisi, dünyanın süsü ve güzelliğinden bir şey
görürse, ailesine gidip namaz kılmalarını emretsin, kendisi de devamlı
namaz kılsın. Allah Peygaröber’ine şöyle buyurdu: “imtihan etmek için,
onlardan bazılarına, dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere
gözünü dikme .”1

TâhâSur. 131
Urve b. ez-Zübeyr 631

‫ ثن ا أ ح م د سر‬: ‫ محا د‬، ‫ ئ‬1‫ ا ل عتن‬،buJtP ‫ شر م ح م د بن‬0 ‫ ] حدق ا عئ ما‬w ^ Y [ ") ٢٠٠٩(
‫ ص ي ق ا م‬،‫ ثن ا أبو ص نزه أ س ن عثا ض‬:‫ قات‬،‫ ثنا الرص س بك ار‬: ‫ قا د‬،‫نثت ن ا ن الحلو ب ي‬
‫ جف و ت م شح ذ رن ول الل ه‬:‫ مح ا د لة الغامز‬،‫ لث ا اق خذ م و ه ص نهب ال ع قيق‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ئن ع روه‬

، ‫ ؤالئ\ ح شة فيف ج ا ج هز غ ا ي ة‬،‫ئؤائي لم عالثه‬،‫ زأ‬،‫ " إ ر رأيت مت ا ح ذ م ال هته‬:‫ؤ ه ممات‬


" ‫ لآه‬1‫ ا هنإ فيه •ع‬1‫) ■ع‬٤^ ‫ئك\ن م ظ‬

Hişâm b. Urve der ki: Urve, Akîk’te bir köşk edindiğinde insanlar
kendisine “Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem) mescidine saygısızlık ettin”
dediler. Şöyle cevap verdi: “Ben insanların mescidlerini amacına aykırı
kullandıklarını gördüm. Çarşılarını pahalı buldum. Her yerlerinden kötülük
yükseliyor. Burada olan şey, onların içinde bulunduğu durumdan daha
sağlıklıdır.”

‫ ثن ا ث خ ئ د بن ان ح ا ق‬:‫ ه ا لأ‬،‫ ا حدت ا م ح م د بن أ ح م د بن مث ا ن‬١ ٨ ٠ ٨ [ ") ٢٠١٠(


‫ عن‬، ‫ ثن ا ض م نة‬: ‫ ث ا د‬، ‫ ثن ا ث ازون ن م م و ف‬:‫ ق ا لأ‬، ‫ ثن ا عتيد الل ه ئ ذ ت ع ي د‬:)3 ‫ ئ‬، ^ ^ ١

‫بث سب‬ ‫يأذن‬ ‫م‬ ‫ يتثز‬، ‫ ن أي م اؤ<ءإ ب‬15" ٩ ^ ^ ١‫ ” ى ن م ؤ ة س‬٠٠ ‫)ت‬3 ‫ ه ا‬،‫؛بن <قؤث ب‬

، ‫افل و‬
‫ن م ذ أ ض ي‬- ‫خ ز ه األا‬ ‫ ق و د‬0 ‫لآئ ا‬ " : ‫ قا ت‬،" ‫ و س ل ون‬0 ‫و أ ك ت و‬ ‫قت ف ز < ة‬ ‫فه‬

‫ ؤ زل ؤ ال إد ب ح ك جغتلف‬:‫ زكا ذ إذا ن خل ة ندد فزو ا الثه‬، ‫ق د حثون ؤيآك ل ون زبمب ل وذ‬
" ‫ ح ش ي خ ر غ م ئ ا ل ح ا ئ ط‬، ‫يل ت ن ا ف اؤ الل ه ال قوه إ اليال ث ؤ ه‬

ibn Şevzeb der ki: Urve b. ez-Zübeyr, hurma mevsiminde bahçesini açar
ve sonra halka gelmeleri için seslenir. Halk ta gelip hurmalardan yerler ve
götürürlerdi. Bahçenin etrafında vahalardan gelenler konaklar, bahçeye girip
yerler ve beraberinde götürürlerdi. Urve bahçeye girince, çıkana kadar:
“Aslında bahçene girdiğinde “Maşaallah” gerçek gü‫ ؟‬, Allah’ın
tekelindedir deseydin ya! Gerçi sen İnalımın ve evlatlarımın
seninkilerden az olduğunu görüyorsun”! âyetini tekrar ederdi.

Şeyh (Ebû Nuaym) diyor kİ: Urve b. ez-Zübeyr, kadın olsun erkek
olsun sahabenin ço ^ n u n ileri gelenlerinden, sayılamayacak kadar

KehfSur. 39
632 Kasım ‫ء‬. Muhammed

hadisler rivayet etmiştir. Babasından ve başka sahabelerden


naklettiği hadislerden örnekler:
Takrîb 4511, Takrîb 613, Takrîb 1966, Takrîb 1686, Takrîb 345, Takrîb
1437, Takrîb 4259, Takrîb 352, Takrîb 1198, Takrîb 3301, Takrîb 3652

Kâsım b. Mııhammed b. Ebl Bekr


Onlardan birisi de fakih ve vera sahibi, merhamet ve takva
sahibi, asil s©ylu Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr es-Sıddîk.
Hükümlerin hikmetlerine vakıf, ahlaki güzelliklere öncülük etmiş
birisiydi.
Derler İd: Tasavvuf, kendini cemale adamak ve yücelere terakki
etmektir.
، ‫ ثن ا إشي ا ق س عتما ن بن طل حه‬:‫ محال أ‬، ‫ن فيا ن بن أ خن ذ‬ ‫حدق ا‬ ] ١av/ t ] "((٢٠٢٢
‫ ت ن م د ال ز ي ر‬:‫ أسمح ن ظ ث ه غ ي‬، ‫ى ا ل بل ه ت ن م و ا ن نق ا ت ؤ ي‬ ‫أة‬ ،‫م‬ ‫غ ذ أ ق خ ب ن خل‬

‫ لت ائف ا ي ب بن‬3 ‫ هما‬،‫محسعي ئ لتل ه‬ ‫ح‬ ‫ نقد " كان ناع ما مح ا ئ ت ش م ا ل من‬، ‫ا ئ ت م‬ ‫مئ‬ ‫أتئ ا نتعة‬
‫ا ل م صائ ب بالت ج م ل‬ ‫ " محمب ث أبة م ن مص ى م ن تليثا كان وا ي حبون ا ت ق ا د‬: ‫ م ح م د‬،

‫اقت ن‬ ‫أه ل‬ ‫ يناغ ع م م ن عشية يؤم ه قي شلعا ت م ن جث ر ات‬،" ‫مبال تذ لل‬ ‫ال‬ ‫وموا جهة‬،
‫ ؤثازق ن ا "كا ن يص ث غ‬،‫شراؤه ا مماب مائة بثأ ر‬

Eflah b. Humeyd der ki: Abdulmelik b. Mervân’ın vefat edişine Ömer b.


Abdilazîz öyle çok üzüldü ki hayattan elini eteğini çekti. Narin bir yapıda
olmasına rağmen yetmiş gün boyunca kıldan giysiler giydi. Kâsım b.
M uhammed ona: “Biliyor musun, bizden öncekiler musibetleri süslenerek,
nimetleri de tevazu ile karşılamayı severlerdi” deyince Ömer b. Abdilazîz o
günün akşamı gidip sekiz yüz dinara Yemen işi işlemeli gömlekler satın aldı
ve bu şekilde içinde bulunduğu yas durum unu terk etti.

‫ثن ا‬ : 3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا ئ خ ئ د بن إشت ا ق‬:‫ قات‬،‫بن عبد الثؤ‬ ‫حدبن ا إبراهي م‬ ] ١٨٣٨ [ ")٢٠٢٣(
‫ ن‬lif ‫ أثت‬،‫ عن أبيه‬، ‫ عن عئد الؤ ح م ن بن الما<يم م‬،‫بن أنمي‬ ‫ثن ا ماللط‬ :‫ قات‬، ‫محس ة بن ت ع د‬
' ‫ ال ج ثة بأهل ه ا‬، ^ ^ ١‫ " إن هذه‬:‫يم ولط‬
‫‪Kâsım b. Muhammedi‬‬ ‫‪633‬‬

‫‪Abdurrahman b. el-Kâsım’ın naklettiğine göre babası şöyle derdi: “Bu‬‬


‫”‪günahlar sahiplerini takip edip bulacaktır.‬‬

‫ع د الل ه س أخن ت بن خي ل‪،‬‬ ‫ثن ا‬ ‫‪ ] ١٨٣٨‬حدثن ا أبو بكر بن مال ك ‪ ،‬ه ا‪:،3‬‬ ‫ل‬ ‫(‪“) ٢ ٠٢ ٤‬‬
‫قا ت‪ :‬ثت ا أثو غ ا م ا لأش ع ر ي‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا اب ن إدري س ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا ابن أيي الئ؛ ا ؤ‪ ،‬ص أبيه‪ ،‬محا د ‪:‬‬

‫" نا أل ق ش ي ا أمح ل ي ن اق ا م تن ت خ م "‬

‫‪ibn Ebî’z-Zinâd, babasının şöyle dediğini naklediyor: “Kâsım b.‬‬


‫”‪M uhamm ed’den daha üstün bir fakih görmedim.‬‬

‫م‪،‬‬ ‫ح‬ ‫بن مال ك ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عئد الل ه س أ ح ن ذ بن‬ ‫م‬ ‫(‪ ] ١٨٧٢ [ -) ٢٠٢٥‬حدثما أثو‬
‫د م ‪ ،‬ص ي ح ش بن ت ع يد‪،‬‬ ‫ح‬ ‫شزدن ‪،‬‬
‫م‬ ‫محالأ‪ :‬ثن ا ال ول د بن ف ج ا ع ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا صمزة ‪ ،‬أن ابن‬

‫ظ ‪ " :3‬ظ أ م ة أ ب؛ ن د ق أخت؛ ق ئ ق ع ر افأسمإ بن ث خ م "‬

‫‪Yahyâ b. Saîd der ki: “M edine’de Kâsım b. M uhammed’e tercih‬‬


‫”‪edeceğimiz bir kimse görmedik.‬‬

‫ثغ ا‬ ‫حا م د تن ا جتل ه‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثت ا م ح ئ د ن إ ن خا ق‪ ،‬محا د ‪:‬‬ ‫حدت ا أث و‬ ‫(‪ ")٢٠٢٦‬ت\‪ /‬ئ\اا]‬
‫أ خ ن د بن ش ع يد ‪ ،^^^١^ ١‬ئ ‪ :3‬ثغ ا حيا ن بن ه ال ل‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا خئ ا د بن زيد‪ ،‬عن أثو ب ‪،‬‬
‫^‪ ١‬قمحي‪ ،‬ئ‪:3‬‬ ‫ه ‪ :3‬شيغق ا ك‪.‬يب يتأت م‬
‫بش‪ ،‬ق وئ د ‪ " :‬ال‪;^١‬؛^‪ ١١ ،‬أ م "‪ ،‬ئل ظ‬
‫آ تن م ن قئق‪،‬زثزغيتئاتا محئآئز‪ ،‬وال خد ئ آن ه ئ ز "‬ ‫" زالثب نائ م و‬
‫‪,Eyyûb der ki: M ina’da Kâsım’a soru sorulduğunda “Ben anlamam‬‬
‫‪bilmiyorum” dediğini duydum. Israrla sorduklarında da: “Vallahi‬‬
‫‪sorduğunuz her şeyi bilmiyoruz. Bilseydik gizlemezdik, ayrıca gizlememiz‬‬
‫‪bize helal değildir” dedi,‬‬

‫نا‬ ‫(‪ ] Ul / Y [ “) ٢٠٢٧‬ئ ‪3‬ت وش م ع ت ي ح يى بن ت ع ي د‪ ،‬ي موت ‪ :‬ش م ع ت الق ا س م‪ c‬بمو ت‪" :‬‬

‫الر ج ل ج اب البع د أن ت رفن حى ال ر ثت ا ر عليه‪ ،‬حض‬ ‫يس‬


‫ولستع‬ ‫ننأت عغة‪،‬‬ ‫و ما‬ ‫ئغ ل م‬

‫ر‬ ‫لت ب ذ أن ثمو ‪ 3‬نا ال يعلمني "‬

‫‪K âsı^ der ki: “Bize sorulan her soruyu bilmiyoruz. Bir kişinin, Allah’ın‬‬
‫‪üzerindeki hakkını bildikten sonra, cahil olarak yaşaması; bilmediği konular‬‬
‫”‪hakkında konuşmasından hayırlıdır.‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪ / \ [ ")٢٠٢٨‬ة ح ا ] حدثن ا أب و خ ا ب ز بن جبل ه‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثن ا ث خ ئ د بن إ ن خ ا ق‪ ،‬قادت‬

‫إن نامج د ئ أ ي ا ن م ي ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثما ال ئ ثا خ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثما مح ذ ال مب ن ئن أيي الرئأد‪ ،‬غذ‬


‫‪Kasım‬‬ ‫‪. Muhammed‬ء ‪634‬‬

‫أبيه‪ ،‬ق ادت ‪ ٠٠‬ن ا رأيت أختا أ م ح؛ب ال س ة م ن ا ل م ا م م بن م ح م د‪ C‬و ك ا ن ‪1‬ل ؤ ج د ال يغد ر ‪ -‬ج ال‬

‫ئ ‪'٠‬‬ ‫خر م ن‬

‫‪Ebu’z-Zinâd der ki: “Sünneti Kâsım b. Muhammed’den daha iyi bilen‬‬


‫”‪bir kimse görmedim, o zaman bir kişi sünneti bilmeden adam sayılmazdı.‬‬

‫(‪ ] \ A i/ y [ -) ٢٠٢٩‬ح دق ا أبو ثك و بن مال ك ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا عتد الل ه بن أ ح ن د بن ح م ‪،‬‬


‫ط ن أ ‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ن ا ث ائف ا م ج‬ ‫ئ ا لأت ثن ا ال ول د بن ق ج ا ع‪ ،‬ه ا‪ : ،3‬ثن ا ض م نه‪ ،‬عن ر جاؤ بن أيي‬
‫بن م ح م د بس ن ك ه وا ل م دينة ح ا ج ا أؤ مئث مرا ‪ ،‬ق ات البغه ‪ " :‬ن ن علي التراب ط ‪ ،‬وت و‬

‫فل غ قر ي‪ ،‬و ش ق لأنهق زوق أ ذ قوت &‪ Û‬و ء ن "‬


‫‪: Kâsım b. Muhammed, hacca veya umreye‬لكا ‪Recâ b. Ebî Seleme der‬‬
‫‪giderken, Mekke ile Medine arasında bir yerde vefat etti, öleceğini‬‬
‫‪anladığında ©ğluna şöyle dedi: “Toprağı üzerime güzelce serp ve mezarımın‬‬
‫‪»üzerini güzelce düzelt. Sonra ailene yetiş, sakın «Babam şöyleydi, böyleydi‬‬
‫”‪deme.‬‬
‫(‪ ] \ Ai/y [ “) ٢٠٣٠‬حدثن ا أ خ ن د بن م ح م د بن محس ان‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثما أبو ال م ا س ال ث ؤا ج ‪،‬‬
‫قات‪ :‬ثما ح ايأي بن الل ت ث‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ابن ن مير‪ ،‬ثن ا يون س بن ب م ‪ ،‬قا د ; ثئ ا ت خ ئ ذ بن‬
‫م أز ش ا إل ؟ ق ات‪" :‬‬ ‫إ ت خ ا ئ‪ ،‬قا د‪ :‬خ اء محزا ئ إ ر اق ا م تن ث خ م ‪ ،‬فق ا د ‪ :‬أن ث أ‬
‫ذاك منزأل سال م ‪ ،‬ه ا م يزده عل ته ا ح ز ه ا م ا العرابي ‪ ،' ٠‬هأد م ح م د بن إشث ا ق‪ :‬م ؛ أن‬
‫م و د ئ ؤ أعأ م مني ن ك ذ ب ‪ ،‬أؤ م و د ‪1‬ال ‪ 1‬ظ م منة ق و م ش ن ة‬

‫‪ibn ishak’ın naklettiğine göre bir Bedevi Kâsım b. Muhammed’e gelip‬‬


‫”‪“Sen mi daha âlimsin, Sâlim mi?” diye sordu. Kâsım “Sâlim’in'evi orada‬‬
‫‪dedi, başka da bir şey demeyince Bedevi kalkıp gitti, ibn ishâk diyor ki: “O‬‬
‫‪benden âlimdir” deyip yalan söylemek istemedi. Veya “Ben ondan daha‬‬
‫‪âlimim” deyip kendini öne çıkarmak istemedi.‬‬
‫(‪ ] ١٨^ ٢ [ -) ٢ ٠٣١‬حدت ا أ خ ن د بن م ح م د بن ع د ال ن ه ا ب ا ل صا ع ‪ ،‬هأا ل ‪ :‬ث ا ن خ ئ د بن‬
‫إ ئ خ ا ى بن إ ي ا م مأ‪ ،‬قا د ‪ :‬ظ خ ا ي أ ا ل م م ي ‪ ،‬قات‪ :‬ظ غ ارم‪ ،‬قات‪ :‬ئ خئ ا ذ ئ ط ن أ ‪،‬‬
‫نثن ايوث‪ ،‬قات‪ ٠* :‬نأي ت غش الث ا م م بن م ح ئ د بثئن وه ش حز أ ح صن‪ ،‬ورداء ش ابريا لت‬

‫وق مصبوغ بث يؤ م ن ر م حان ‪ ،‬ويدع م اءته أل ف ظ جآ ج قي ق سه ث ه فيء "‬ ‫علم‬


Ebû Bekr b. Abdirrahman 635

Eyyûb der ‫لعا‬: “Kâsım b. Muhammed’in üzerinde yeşil yün bir başlık ve
üzerinde desenleri zafiranla boyanmış, güzel bir aba görmüştüm. Yüz bin
borç verirken yüzünde hafif bir tebessüm vardı.”
Şeyh Ebu Nuaym diyor ‫لكل‬: Kasım b. Muhammed, çok hadis rivayet
etmiştir. Rivayet ettiği hadislerin çoğu menasık ve hükümlerle alakalıdır.
Onun rivayetinde tek kaldığı hadislerinden bazıları:
Takrîb 2444, Takrîb 3148-c, Takrîb 1025, Takrîb 1414, Takrîb 2118,
Takrîb 2119,, Takrîb 1992, Takrîb 2864

Fhıı Bekr b. Abdirrahman


Onlardan birisi de; önde gelen fakih, uyanık âbid, Kureyş’in rahip
ve âbidi; Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm el-
Mahzûmî. Kaza ve ahkamla ilgili çokça hadis rivayet etmiştir.
: ‫ ئا د‬، ‫ ثن ا أ ح ن ذ بن يممحى مبث عل ب‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا نل بما ن بن أ ح م د‬١٨v/ t ] -((٢ ٠٤٠
‫ذؤ‬.‫ ن ا ب ي النب‬: ‫ " ء أل أثو ت م تق ئ د ال مب ن ى ا ل م ث ق ات ه‬: ‫" قا د ا ؤ و ث ق ث م‬

Zübeyr b. Bekkâr der ki: Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris’e


Medine’nin zahidi” derlerdi“-

:‫ قأ لأ‬، ‫ ثن ا م خ م ذ بن إ ت خ ا ئ الئ م ف غ‬: ‫ قا د‬،‫ ] حدثن ا أبو حا م د بن ج تأه‬u y / y [ “) ٢ ٠٤١(


: ‫ ف ا د ه‬۵١٤٠ ، ‫مب ن ئن ا خل ا ر ج‬ ‫ال‬ ‫ي‬ ‫ " أ ة أب ا ب ك ر ئ‬: ‫زأن ث ئ كث ا ب أ ى حث ا ن‬

" ‫راهب مي ش ل كتزة صالته‬


.Muhammed b. îshâk diyor ki; Ebû Hassân’ın kitabında; Ebû Bekr b
”Abdirrahman b. el-Hâris’e; çok namaz kıldığı için “Kureyş’in zahidi
dendiğini okumuştum ,

‫ ثن ا‬:‫ ئت‬،‫ ثن ا عئ بن ي د ان ويز‬:‫ ما لأ‬،‫لخد‬ ‫ ] خدمما ني ئ ان ن‬nav/y[ -)٢٠٤٢(


‫نن؛ ئ مه د ال مب ن‬
‫ ظ ائن ج‬:‫ قات‬، ‫م شل ك امح دير ئ‬ ‫ ظ ب ش ئ‬:‫ قات‬،‫ظر‬ ‫ م ح تذ‬1

^ ١ " ‫ أ ة ثاد؛‬،‫ غن أبى تك ر بن غثي؛ و خ ض ن انمحا'ي ج بن هش ا م‬،‫ صر أيي‬،‫انت حروثي‬


‫ أز‬،‫ أؤ ل ذ ي دين يرين به دينه‬،‫ف ذا اي ل م لوا ح د م ن ئ ال إل•■ بزي س ب يزين بؤ م ح ة‬
636 Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe

‫أ ح دا أ ج م غ ل هذه ا ل ح ال ل م ن عروه بن ال ؤ ي و ع م‬ ‫م‬ ‫ ز ال أ‬،‫ب ن ئا ن يتث ج ع ة به‬ ‫م حت ل ط‬

" ‫ و س ا ل ث ئ ا ن ب م ن ز ل‬، ‫ ك الغن ا ذ و دين ز حت ب‬،‫بن عتد اخل رير‬

Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm der ki: “ilim üç kişiden


birine nasip olur: Asalet sahibine; soyuna değer katar. Dindar kişiye;
takvasını güçlendirir. Veya güçle birlik olup kişiye güç katar. Bu özelliklere
sahip sadece iki kişi tanıyorum; Urve b. ez-Zübeyr ve Ömer b. Abdilazîz.
İkisi de dinine bağlı ve soyluydu. Ayrıca belirli güçleri vardı.”

Naklettiği Edişlerden biri:


Takrîb 3742

Ubeydullah b. Abdillah b. utbe


Onlardan birisi de; Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes’ûd el-
Huzelî, dört d efad an birisi, sabahın erken saatlerinde harekete
geçen, şeref ve karşılaşma endişesiyle dünyayı kenara iten kişi.
‫ ش م ع ت‬:‫ هات‬،^ ١٣١ ‫ ثن ا أب و العقاص‬:‫ قات‬،‫ ] ثن ا أبو حا م د بن جتل ه‬١٨٨/‫ )“ [ ؟‬٢٠ ٤٤(

،‫ ثن ا عتد اوراق‬:‫ قالوا‬،‫ ب م ط بن س ه ل بن ح م م‬،‫ ب م ط بن ث ض‬،‫وئخ بن م ح ب‬


‫ؤأثا‬ ‫ ت ع يد ى‬:‫ " أدرك ت أربعه بمحور بن قريش‬:‫ قات‬، ‫ عن ا ل ر م ي‬،‫عن معمر‬
" ‫ وع روه بن ال ريم‬،‫ و مح د الل ه بن عتبه‬،‫بكر بن عبد ا ل ر ح ش بن ا ل ح ا ر ث‬
-Zührî der ki: “Kureyş’ten dört deryayı görme imkanı buldum; Saîd b. el
Müseyyeb, Ebû Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris, Ubeydullah b. Utbe ve
Urve b. ez-Zübeyr.”

‫ ثن ا إ سما عيل بن‬،‫ ثئ ا ث خ ئ د بن إ ت خ ا ق‬،‫ ] حدثن ا أبو حا م د بن جبل ة‬١aa/y [ -) ٢٠٤٥(


‫ عس بن‬3 ‫ د ا‬: ‫ ه ا د‬،‫ عن ا لمغيرة‬،‫ عن ج رم‬،‫ ث إ إ ن خ ا ق بن إت م ا عيد‬: ‫ قا د‬، ، ^ ^ ١ ‫أيي‬
‫أما فيه‬ ‫إل ما‬ ‫ له ا ن ع‬،‫ " قز أد رك ي عتئد الل ه ين عئثه إد زمح ئ ت فين ا وهنت فيه‬:‫عئد ا لخرير‬
١١

Ömer b. Abdilazîz der ki: “Eğer düştüğüm durumlara düştüğümde,


Abdullah b. Utbe olsaydı, düştüğüm durum benim için kolay olurdu.”
Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe 637

، ‫ ثن ا أب و الثث ا س ا لممف ئ‬:‫ محالأ‬، ‫ ] ثت ا أ خ ن د س م ح ث د بن عتد ائزئ ا ب‬١٨٨ / ‫ [ ؟‬- ) ٢٠٤٦ (

،‫ غ ذ أيهي‬، ‫ ؛ ئ ؛ ب ن أيي ا و د‬3 ^ ،‫ ح دبن ي أيي‬، ‫ح د ي س ذ بن ' ل خت م بن أ م ح ب‬

،‫اتزيز قي إماتته يا ي مح ذ الل ه بن عبد الل ه بن عمحه‬


‫بن عبد ح‬ ‫ع مر‬ ‫ط ئ ئ أزى‬ ‫رب ما‬ " ‫ق ادت‬
٠٠ ‫أذن ل ه‬ ‫ورب ما‬ ‫ح جبه‬ ‫محزب ما‬

.ibn Ebî’z-Zinâd, babasının şöyle dediğini nakleder: “Bazen Ömer b


Abdilazîz’in halifeliği sırasında, Ubeydullah b. Abdillah b. U tbe’ye gittiğini
görürdüm. Bazen onu vezir tayin eder, bazen serbest bırakırdı.”

:‫ محأ لأ‬،‫ النؤبل ي‬O‫بن نلت ما‬ ‫فر‬


‫ثن ا جع‬ :‫ ق ا لأ‬، ‫ ] حدق ا نأث ن ا ن ن أ ح م د‬١٨٨/ ‫ )“ [ ؟‬٢٠٤٧(

، ‫ ص عيد ا لر ح م ن بن أيي ا لرئا د‬،‫ بن المغيرة‬، ^ ^ ١‫ ه ا دت ثن ا عبد‬،‫ ^ بن ال نغذر‬١^ ‫ثئ ا‬


: ‫م د ال م؛ ز‬
‫س ه‬° ‫ ^ بن عقه ق ع م‬١ ‫ه بق عتد‬ ‫ مح د‬،‫مه‬ : 3 ‫ ها‬، ‫ص م ؤ‬

‫وا ل ح م د لل ه أث ا بغد يا ع م‬ ‫يا ن م ال ذ ي أنزل ت م ن عنده الث ور‬

‫ب ك ن غلى خذي قد ينفغ ا ل ح ذ ر‬ ‫ي زن ا ثل ر‬°‫إن "كنت ثعن م ن ا ثأ‬

‫إ ال تس ع يؤم ا صف وة” كد ر‬ ‫ن ؤبه‬


‫م‬ ‫حمس‬ ‫ئن ا حتئ ا ال مر ئ‬

Abdurrahman b. Ebî’z-Zinâd, babasının şöyle dediğini nakleder:


Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe, Ömer b. Abdilazîz’e mektup yazıp şöyle
dedi:
Sureleri indirenin adtyla bir bir...
A llah’a hamdolsun, bil ki ey Ömer!
Bileydin bu dünyaya ne gelirdin ne gider...
Dikkatli ٠/ dikkatfaydalı olur.
Huzurlu olmak için ömür feda edilir
Her rahatın ardtnda kesin kederler gelir.
Birçok hadis ‫؟‬ıaltletmiştir. Naklettiği hadislerin çoğu,
Resûlullah’m (sallallahu aleyhi vesellem) ashabına dünyayı bir kenara
bırakmayı tavsiye ettiği ve kötülediği hadisleridir.
Takrîb 3773-a, Takrîb 3111, Takrîb 3149
638 Süleyman ‫ء‬. Yesâr

Hârice b. Zeyd
Onlardan biri de; fakih Hârice b. Zeyd b. Sâbit el-Ensârî,
Medine’nin fakih ve âbidlerinden biriydi. Sonra çekildi ve uzleti
tercih etti. Onun sözlerinden nakledilen fazla bir şey yoktur.
Hadislerinin tümü, kaza ve ahkâmla ilgilidir. Rivayet ettiği
hadislerden bazıları:
Takrîb 1396, Takrîb 2715

Süleyman b. Yesâr
Onlardan biri de; âbid ve kendini Allah’a vermiş, fitne sırasında
kötülerden uzak kalmış; Ebû Eyyûb Süleymân b. Yesâr.
‫و حدثن ا‬ ، ‫ ث إ أ خ ن ذ بن ي حيى بنب عل ب‬: ‫ محا د‬، ‫أ خن ذ‬ ‫بن‬ ‫ م آ ا ] ثن ا ئلئ ما ن‬/ \ ‫)" ل‬٢٠٥٣(

‫ ح دبتي أبو بكر‬،‫خ ث د ئ ذ حل ف بن وكيع‬ ‫ثن ا م‬ :‫ ه ات‬،‫بن محا ن‬ ‫إبواهي م‬ ‫عبد الل ه بن‬
‫ص غ ي بن‬‫ ثنا ن‬: ‫ ها د‬،‫ص غ ي بن ع د الل ه ال زبتري‬‫ ثنا ت‬:‫ هالأ‬،‫ زنل بما ن س ايو ب‬،‫خالامر ي‬

‫ ءد~حال ت عنقه م أ ة ئ ت ألتة‬، ‫ ة س زي ي‬1 ‫ "ى ن <ئلث ما ن بن ل*سا ر م ن أ خ ت ي‬:،3‫ ظ‬، 0 ‫عئ ما‬
‫ ن ث ما ن بن‬3 ‫ ئ‬،‫ ن حر غ ه ارب ا م ن مغزل ه و ر كه ا م ه‬،‫ ادن‬:‫ ق ا ن غ ل ة‬C‫شت ة هام ثثغ علته ا‬
‫ وكأثي أهولت ل هت أن ث‬،‫يوئف ن عثه الث ال م‬ ‫الن ائ م‬ ‫فن ا ثن ى‬
‫ مح زأيت بغد دللف ي‬٠
٠ :‫ست ار‬
‫ ئئقث و ك ع‬، ‫اا‬ ‫إل ثه م‬ ‫ زأنث نلت ما ن ال ذ ي‬، ‫ أئا ثونفث ال ذ ي ف ن ن غ‬، ‫يونف ث؟ قادت ئعم‬

M us’ab b. Osmân bildiriyor: Süleymân b. Yesâr’ın çok güzel bir yüzü


vardı. Yanma bir kadın girip onunla birlikte olmak istediğini söyleyince, o
bunu kabul etmedi. Kadın: “Yaklaş!” deyince Süleymân evinden koşarak
çıkıp kaçtı ve kadını evde bıraktı. Süleymân b. Yesâr der ki: “Daha sonra
rüyamda Hz. Y ûsufu gördüm. Ona: “Sen Yûsuf musun?” diye sorduğumda,
o: “Evet! Ben (Züleyha’dan) kaçamayan Yûsuf um, ama sen o kadından
kaçtın!” dedi.”

‫ زخ مي عنه محم د‬،‫م قي كتابه‬ ‫م بن‬ ‫ح‬ ‫بن م‬ ‫جئ مر‬ ‫ ا آ ا ] وأ ح متي‬/ ‫ [ أ‬-) ٢٠٥٤(
‫ ظ‬: ‫ قا د‬، ‫م ا ك م‬ ‫ ئ ا ئ خ و ن‬:‫ ئا ت‬، ‫ ئ أثو انثا س ئ ت م ر ي‬: ‫ قا د‬،‫راءيب‬:‫ئ إ‬
‫‪. Yesâr‬ء ‪Süleymân‬‬ ‫‪639‬‬

‫بن يث ا ر‬ ‫حبي ب‬ ‫ثخئ ت بن بئ ر ال كند ي‪ ،‬ظل‪،‬ت ثت ا عبد ال مبي ئ ذ ج رم بن مح د بن‬


‫ا م ح ال ئ ‪ ،‬ح د ش غذ أيي حازم‪ ،‬قات‪ :‬ح زغ ن ي ن ا ذ بن بما ر لحا ب يا م ن‪ ^ ^ ١‬وم عه‬
‫إ ر الق وي يثثا غ ل ه م ‪ ،‬وقع ذ‬ ‫زائهئلئ‬ ‫رفس لث ح ش نزلواب ا البواع‪ C‬ءق ا م رفيم ه‪ ،‬ءأ ح ذ الثمنه‬

‫اقأس و ج ه ا ‪ ،‬وأروع الن ا س‪ ،‬نص ر ت به أعرامحه م ن‬ ‫أجمل‬ ‫ئ ث ن ان قي ا ل حيم ة وكان ثن‬


‫ومح ي قي حتمته ا ‪ ،‬ئإث ا زأ ث ح نن ه وجمالت‪ ،‬ائ ح ذ ر ت وعثه ا التزثع ؤالق ما زان‪،‬‬ ‫خل ل‬ ‫هل ؤ ا‬
‫ئ جا ء ت تثن يديه ءأنم ز ت عن و جه لف ا كأثتفلم ه ثغ ر‪ ،‬ق ا ن ئ ‪ :‬أهثثئى؟ ئفل ن أبه ا وين‬
‫بج ن م ن‬ ‫نا‬ ‫القئزؤ لثعحلته ا ‪ ،‬ق ا نغ‪ :‬ن ن غ رين فذا‪ ،‬إثن ا رين‬ ‫محل‬ ‫طعاما ‪ ،‬ق ام إ ر‬
‫وضخ زأ ط بئ ذ م ح ه فأ خ ذ في‬ ‫او يل إ ر أغ ال ‪ ،‬قا د ‪ ٠٠ :‬خق ز ك إ ي إ ; ف ث ‪، ٠٠‬‬

‫ر جث ه ا‬ ‫ق ع ر و جهه ا ورس ت‬ ‫امح‬ ‫^‪ ، ١‬ت دل ت‬ ‫ثنت مح ك ي‪ ،‬ثلث ا زأث‬ ‫ه لم‬ ‫الن حي ب ‪،‬‬
‫م ت ا يزممهب‪ ،‬ئنث ا زاه وهد‬ ‫بأكوا ب خ ز ر ج م ت إ ز ح مته ا ‪ ،‬ه ج اء رقيقة وقد ائثا غ‬
‫م ن و ت صس ي "‪،‬‬ ‫‪-‬‬ ‫ا كف خ ث غين اه م ن ال ب كاء وا م قثع خل ئ ة ‪ ،‬قا د ‪ :‬ن ا يكيلق؟ قا ‪3‬ت ‪٠٠‬‬
‫يز‪ 3‬بؤ رمم ه خ ز‬ ‫هل م‬ ‫د ا ‪ :3‬ال‪! ،‬ن لنف قص ه‪ ،‬و ك عهدكب ص سا؛ث م ن ذ د ال*ث أؤ د ح وه‪، 1‬‬
‫ث زص غ‪ ^ ^ ^ ١‬و ج ع د يبك ي ^‪ ٤‬ف د ي دا‪ 4‬ق ا ‪ 3‬لت ن ثم‪ 1‬ن‪ ٠' :‬أن ث‬
‫م‬ ‫أنينه بئأ ن‬
‫ظ ع ك ؟ " ‪ :^ ١٤‬أ ة أ ي ق يالتكا ؛ بثك ‪ ،‬لأل‪ " :‬ف ؟ " ق‪،‬ت‪ :‬ال ي أ غ ث ى نز مح ق‬

‫ه‬ ‫ت م ح‪ ،‬نتا ي ي ت م ا ‪ ،‬قاد‪ :‬نتا زا ال ت عان‪ ،‬قاد‪ :‬قئا ا ش ئي تا ذ إ ر‬


‫م ح د طو'ت ث ر ج ب ل ه‬ ‫سي م‬‫و‬ ‫ي ز'خش بتيه ش ن ‪ ،‬هإق ر جت‬ ‫؛ل ج‬ ‫ؤ ش ن وسعى‪ ،‬أش‬
‫ث ا زة ح س ه ؤواث ح ة ط يبه‪ ،‬ق ا د ل ه ن ل بما ن ‪ " :‬م ن أ ث ز جنلف ا ج ؟ ‪ ٠٠‬ه ا د ‪ :‬أثا وئن ف ث‬

‫م ‪ ،‬هل ت ‪ " :‬إن في ئأنلث وثأ ن امرأة العزيز‬ ‫بن يئقو ت‪ ،‬ه ات‪ :‬يونفث الص دي ى؟ قا د ‪:‬‬
‫لق اك م حا "‪ ،‬قا ت ه ث ون ف ن ‪ :‬ث أ ئ ث ؤ ف أ ذ محاج ة ا لآئزاؤ أ م ح ي‬

‫‪. Yesâr bir arkadaşıyla birlikte‬ط ‪Ebû Hazım anlatıyor: Süleymân‬‬


‫‪Medine’den‬‬ ‫‪Mekke’ye‬‬ ‫‪doğru‬‬ ‫‪yola‬‬ ‫‪çıktı.‬‬ ‫‪Ebvâ’ya vardıklarında‬‬ ‫‪da‬‬
‫‪.konakladılar. Arkadaşı azık olarak bir şeyler almak için çarşıya gitti‬‬
‫‪Süleymân ise kurdukları çadırda oturup beklemeye koyuldu. Süleymân’ın‬‬
‫‪çok güzel bir yüzü ve g ^ ü n ü şü vardı. Orada oturmuşken yan taraftaki‬‬
‫‪tepenin başında çadırı içinden bedevi bir kadın onu g ^ d ü . Yüzünde peçesi‬‬
‫‪ ^ ü^de durdu. Yüzündeki peçeyi‬؛ ‪ellerinde eldivenleriyle de yanına inip‬‬
‫‪kaldırınca Ay’ı andıran yüzü ortaya çıktı. Kadın ona: “Bana bir şey verir‬‬
640 Süleymân b. Yesâr

misin?” deyince, Süleymân kadının yiyecek olarak bir şeyler istediğini sandı
ve azıkta fazla olan yiyeceklerden ona bir şeyler vermek istedi. Kadın ona:
“Senden istediğim bu değildi. Ben senden bir kadının kocasından
isteyebileceği şeyi istiyorum” deyince, Süleymân: “Seni bana İblis gönderdi!”
karşılığını verdi ve ellerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Kadın onun bu
şekilde ağladığını görünce tekrar peçesini yüzüne taktı ve aceleyle çadırına
geri döndü.

Bir zaman sonra Süleymân’ın arkadaşı yol boyunca kendilerine lazım


olan erzakı almış bir şekilde geri döndü. Ancak Süleymân’ın, ağlamaktan
gözlerinin çıktığını sesinin kısıldığını görünce ona: “Neden ağlıyorsun?” diye
sordu. Süleymân: “Kötü bir şey yok! Sadece kızımı hatırladım” karşılığını
verdi. Ancak arkadaşı: “Hayır! Senin başına bir şey gelmiş! Zira kızından
ayrılalı üç gün veya buna yakın bir süre ancak oldu” dedi. Arkadaşının
ısrarları üzerine de sonunda Süleymân bedevi kızla başından geçen olayı
anlattı. Süleymân arkadaşına bunu anlatınca arkadaşı elindeki eşyaları yere
koydu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Süleymân ona: “Peki, sen neden
ağlıyorsun?” diye sorunca, arkadaşı: “Ben ağlamayı senden daha fazla hak
ediyorum. Zira yerinde olsaydım belki de senin gibi kendimi tutamazdım”
dedi. Bunun üzerine ikisi de ağlamaya başladı.

Sonunda Süleymân, Mekke’ye vardı. Tavafını ve sa’yını ifa edip H icr’e


geldi. Giysilerine sarınınca uykusu da geldi. O esnada karşısına güler ve
güzel yüzlü, uzun boylu, düzgün görünüşlü, temiz giysili ve güzel kokulu bir
adam çıktı. Süleymân ona: “Sen kimsin?” diye sorunca, adam: “Ben Yûsuf b.
Yâkub’um!” dedi. Süleymân: “Sıddîk olan Yûsuf mu?” diye sorunca, adam:
“Evet!” karşılığını verdi. Süleymân ona: “Aziz’in hanımı ile aranızda geçen
olay pek şaşırtıcı bir olaydı” deyince adam: “Seninle Ebvâ’daki bedevi kadın
arasında geçenler daha da şaşırtıcı!” karşılığını verdi.

Şeyh (Ebu Nuaym) diyor ki: Rivayet ettiği hadislerin çoğunu Ebû
Hureyre, İbn Abbâs, İbn Ömer ve Ümmü Seleme’den nakletmiştir.
Rivayet ettiği hadislerden bazıları:
Takrîb 3971, Takrîb 213, Takrîb 83
Salim b. Abdillah 641

sâlîm b. Abdillah
Onlardan biri de; Allah'tan korkan ve kendini O’na adayan fakih;
Sâlim b. Abdillah b. Ömer b. el-Hattâb. Allah’tan çok korkardı, aşırı
alçak gnüllüydü ve zaman buldukça namaz kılardı.
‫ثن ا‬ : ‫ قا د‬،‫س ع ئ بنئ ص ر‬ ‫ائء ح س‬ ‫ ظ‬: ‫ قا د‬،‫ ] ثت ا م ح م د بن عبد الثؤ‬٢ ٠٦١ ‫)" ل‬٢ ٠٥٩(

‫ثن ا‬ ‫ ه ادت‬،‫بن زيد‬ ‫يوث س‬ ‫ ظ‬:‫ هأت‬،‫بن عدي‬ ‫تم‬


‫مح‬ ‫ثن ا‬ :‫ قات‬، ‫س د بن عئد ا مم‬
‫ ف د خ ل ع ك اقا ب أ‬، ‫ب ي ش د ت ة‬
‫ ق د م ئ ق تا ة ئ ذ محي ش م‬:‫ قا ت‬،‫ا س أ ئ ئ د ال م ا لأتئ‬
:‫ا عث ر ن ا حثغ اثل ق؟ ه ا د‬: ‫ ظ أ‬:3 ‫ ظ‬، 4jJ،^r ‫حسئه ما‬-‫مال م أ‬ ‫ نإدا‬:‫ قات‬،‫بن حم د الثؤ‬ ‫وش ال م‬

‫ و جا ء ت‬،‫ث أ ذ ظ ل ين اب عالخة‬
‫ت م‬3 ‫ ئ‬، ‫ز أ ن ي ة‬ ‫ح‬ ‫ أدعه‬:‫ وئشثهيه؟ قات‬:‫ قات‬،‫ا ل ح تزوال ري ت‬
‫ال د غ ن‬ ‫تغ ا ز ال‬ ‫ثأ‬
‫ م‬، ‫ تن شر غثا‬: ‫ ق ا د‬، ‫جاريه وضيقه ال نب ي نزيتئ القام ة ث ذ هن ت ئنيه ن ا‬

‫ ثيئ ة‬، ‫ ي‬، ‫ " ءن؛ئ؛ أئ ;ا ش ن اا‬٠ ^ ١‫ ؛ة نق و د‬:‫ ئ ال‬P ، ‫اثقتا‬ ‫إل‬ ،‫ يئن‬،‫ئيت‬
‫ ذ خ ك ق ش ائزي ب ث ن‬: ‫ ف ود‬، ‫ ت ب غ ق ت ا ؛ إل ت ذ ج د ا ش‬:‫ قا ت‬،‫ئ أ ا د ق ث " ض ا<ثئ ي ءآ‬

:‫ قات‬،" ‫ " ائكنلئ ؤال ؤئت‬: ‫ ن ا أ ح شن ح نملث ا ئئ ا طعاملف؟ هل ت‬:‫ مما ل‬، ‫عئد ا ل مل ك‬
‫ عن‬،‫ ونوى ماللف بن أ س‬،" ‫س ه م حت‬
‫ ء إ دا اشئه‬، ‫' أدعه حض أ ش ي‬٠ :‫وثشثهيه؟ هنت‬

‫ه‬ ‫و‬ ‫ قا ت لثال م ف د‬،‫د اننبل ي‬ ‫ائ ن ص‬ ‫ أ ز ض‬، ‫ال ز ي د‬

Hakem b. Abdillah. el-Eyli anlatıyor: Süleymân b. Abdilmelik M edine’ye


gelmişti. Kâsım ve Sâlim b. Abdillah yanma girdiler. Sâlim içimizdeki en
kilolu kişiydi. Abdülmelik “Ey Ebû Ömer, ne yiyorsun?” deyince “Ekmek ve
zeytinyağı” diye cevap verdi. “Bunları canın çekiyor mu?” deyince de
“Canım çekinceye kadar yemiyorum” dedi. Bunun üzerine onlar için et
getirmelerini emretti. Güzel yüzlü, uzun boylu bir cariye gelip onlara etli
yemekten dağıtmaya başladı. Abdülmelik ona “Bizi yalnız bırak” dedi. Sonra
eti yemeye başladılar. Yediler ve elleri yağlandı, ikisi şöyle dedi:
“Resûlullah’a (sallallahualeyhi yesellem) lezzetli et ‘ ondan yer ve ellerini
bulaştırırdı.”
Zührî diyor İri: Sâlim b. Abdillah’ın şöyle dediğini işittim: Velîd b.
Abdilmelik’in yanına girdim. Bana “Vücudun ne kadar gürbüz, neyle
besleniyorsun?” diye sorunca “Çörek ve zeytinyağı” dedim. “Peki, camn
çekiyor mu?” dediğinde “Canım çekinceye kadar yemiyorum, canım çekince
yiyorum” dedim.
‫‪642‬‬ ‫‪. Abdillah‬ء ‪Sâlim‬‬

‫‪Mâlik b. Enes de Velîd veya ibn Abdülmelik’in Sâlim’e böyle dediğini‬‬


‫‪nakleder ve hadis aynı şekilde devam eder.‬‬
‫(‪ ] ١ ٩ ٧ ٢ [ “) ٢ ٠٦١‬حدثن ا أبو م ح م د بن ‪-‬ح ثان‪ ،‬قات ‪ :‬ثن ا إثزامب ب ن ث ح م د بن ا لخثن‪،‬‬
‫قات‪ :‬ثت ا م ح م د بن أيي ص فوان‪ ،‬ه ا دت ثت ا يمحى بن "كثير‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا عتذ ال ر بن إ ت خ ا ئ‪،‬‬
‫ظ ‪3‬ت ت ب غ ت ت ا ل م بن مه د الل ه ‪ ،‬م و لت‪ '٠ :‬إياءك م نإذا م ه ا ل ل ح م ‪ ،‬م ا ن لث صراوه ""كصزاوة‬
‫ال ئ زا ب "‬

‫‪: “Devamlı olarak et yemekten sakının ki etin de‬كل ‪Sâlim b. Abdillah der‬‬
‫”‪ gibi bağımlılık yapma özelliği vardır.‬كلء>ل‬

‫( ‪- ] ١ ٩ ٤ ٨ [ - ) ٢٠٦٢‬ح د ق ت ي أي ي ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثت ا إبزاهيئي ب ن ئ ح ث د ب ن ا ل ختن‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أ خ ن د‬

‫بن عتد الل ه ‪ '٠‬ي خر ج إل ى‬ ‫'ث ا إل‬ ‫بن ت ع ي د ‪ ،‬ثن ا ابن زغ ب ‪ ،‬حدبع ي حنفلل ه‪ ،‬ق ادت نأي ت‬

‫الق وق هممسثري ح واقع ئ ن ؤ‬


‫‪Hanzala der ki: “Sâlim b. Abdillah’ın çarşıya çıkıp hususi ihtiyaçlarım‬‬
‫”‪satın aldığını gördüm.‬‬
‫(‪ “) ٢٠٦٣‬ل ؟ ‪ ] ١٩٤/‬حدبت ا ش ات م ا ن بن أ ح م د ‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثت ا ابنث ا حته‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا م ح م د بن‬

‫عب ا د ي م و ت ى‪ ،‬قات‪ :‬ح دب ي أيي‪ ،‬غذ •بجا ب بن إئزامخ؛‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا أ ق ن ي بن أر ح ث ‪،‬‬
‫ه ا د ‪ :‬أنم ت ت ال؛؛ س عئد ال ر وهؤ ثئي إ ص دق ه ع م ‪ ،‬ئ شأ ك‪ ،‬قأ ئ ز ن عل ي ش ‪ -‬ح ؤ ح ة‪،‬‬
‫ق ات‪ " :‬ؤ بملث ثا أ ئ غ ي أ ال ت ت أ د "‬

‫‪Eş’ab b. üm m i Humeyd der ki: Sâlim b. Abdillah’a gittim, kendisi‬‬


‫‪Ömer’in sadakasını ayırıyordu. Ondan bir şeyler istedim, bana bir erik‬‬
‫‪( ilenme!” dedi,‬؟ !‪getirdi ve “Sana yazıklar olsun ey Eş’ab‬‬

‫(‪ ] ١ ٩ ٧ ٢ [ “) ٢٠٦٤‬خ ا؛ثن ا م ح م ذ بن عبد اخل رير‪ ،‬ثئ ا م ح م د س عئد الل ه بن م ك ح و ل‪،‬‬
‫فات‪ :‬ئ م ح ا ذ ئن غ و ذ ‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ئ إ‪:‬ترا مء ئ < ي ة ‪ ،‬قات‪ :‬ئ محو غ ا م م ‪ ،‬قات‪ :‬ه ا‬

‫خ د م أ ئ غ ي ‪ ،‬ق ا ‪ 5 : 3‬ا د ل ي < إل ئ ق م ح د ش " ال ئ ت أ د أ ط‬ ‫يؤتريه ئ أشث اء‪ ،‬ق ات ‪:‬‬

‫م ح' م ح "‬
‫‪Eş’ab der ki: Sâlim b. Abdillah bana “Allah’tan başka kimseden bir şey‬‬
‫‪isteme” dedi.‬‬
M utarrifb. Abdillah 643

‫بن‬ ‫ر ح‬ ‫ ثن ا ئ‬:‫ قات‬،‫)" [ آ ا ! آ ا ] ح دب ت عن عند الثؤ بن ث ح ئ د بن مه د العزيز‬٢٠٦٠(


‫ع م بن‬ ‫ب‬ ‫ كت‬:‫ قا لأ‬،‫ ثن ا حنفثإه ين أيي نمت ا ن‬: ‫ قا د‬،‫ ثن ا إ ت خ ا ق بن تأث ما ن‬:‫؛‬3 ‫ ئ‬، ‫يون س‬

، ‫ع م بن ائح ئ ب‬ ‫ئل‬
‫زش ا‬ ‫إلي بث يؤ ش‬ ‫اكت ب‬ ‫ أن‬، ‫بن عبد ال م‬ ‫ت ال م‬ ‫عتد ال ش ن إ ر‬
، ‫ ق ض ت ذ م‬١‫^ ء ئ غ ؛‬ ١ ، ‫^ اثب؛ذ ث ث ئ أ ث مح ي‬ ١‫ ل أ م‬، ‫ف ي أ ن ة " ي غ م‬

‫ وث ح ت أكن افه ا أن‬،‫ و صاروا حمق ا في ا لأرض‬، ‫يئثث ون به ا‬ ‫كان وا ال‬ ‫اش‬ ‫ثهلونه م‬ ‫زائثثأ ث‬
" ‫ح ن لأذى بري حهب‬ ‫م‬ ‫ئب‬
‫ج‬ ‫رز‬ ‫ص‬ ‫لن‬
Hanzale b. Ebî Süfyân der ki: Ömer b. Abdilazîz, sâlim b. Abdillah’a
mektup yazıp “Bana Ömer b. el-Hattâb’ın mektuplarından bir şeyler yaz”
dedi. Sâlim şöyle yazdı: “Ey Ömer! Kralları hatırla; zevki doymayan gözleri
patladı, doyuramadıkları karınları parçalandı. Yeryüzünde ve yerin altında
birer leş oldular. Bu leşleri bir miskinin yanına denk gelse kokularından
rahatsi7. olurdu.”

(‫ ثت ا أخنن بن ث خ ى‬: ‫ ه ا د‬، ‫■بن عبي بن ل خ م‬.‫ ] حدثن ا محمد‬١٩٧٢ [ -) ٢٠٦٦


‫ ثت ا مو ت ى بن ع مته‬:‫ قا لأ‬،‫ ثث ا ر ه م بن معاويه‬:‫ محات‬، ‫ ; ثن ا أ ح م د ى ي ونس‬3 ‫ ه ا‬،‫الحل واني‬،

‫وبوت‬
‫ م‬، ‫مغم عإمح‬ ‫إ ال‬ ‫• أثة نأى سال م بن عبد اللب بن ع م ر ال يم ر بمبر ي م ز ال بجا ر‬
‫يئأو ل‬ ül،r ‫ بأ حتزني عن أبيه أثق‬، ‫ ئ ئ ك نة في‬،" ‫ع وكز‬ ‫ال ر‬ ‫ال*ث‬
Mûsâ b. Ukbe bildiriyor: sâlim b. Abdillah b. Ömer, gece olsun, gündüz
olsun ne zaman bir kabre gitse selam verip: “Allah’ın selamı üzerinize olsun”
dediğini görünce kendisine bunun nedenini sordum. Bana, babasının böyle
dediğini söyledi.

Sâlim, çoğunluğu babasından olmak üzere bir grup sahabeden hadis


rivayet etmiştir; bunlardan birkaçı:

Takrfo 1086, Takrîb 2995, Takrîb 2930, Takrfo 3909, 302 ‫س‬ ‫ل‬,‫أ‬ Takrîb
4203, Takrîb 4077, Takrîb 3702-a, Takrîb 4 4 7 ‫ل‬

Mutarrıf b. Abdillah
Onlardan biri de; ibadet ve şükür ehli, Mutarrifb. Abdillah b. eş-
Ş^hîr, alçak gönüllü ve Ahah’ı çokça zikreden biriydi.
644 M utarrifb. Abdillah

Derler ‫لكل‬: Tasavvuf, alçak gönüllü ve çalışkan olmayı sürdürmek,


erlngen ve tembel olmaktan Açınmaktır.
‫ثغ ا‬ :‫ قات‬، ‫بق م ح د ال غ م‬° ‫ ثعا حل فن‬: ‫ قا د‬، ‫خدكا ئل بما ذ تن أ خن ذ‬ ‫ا‬ ١٩٨/٢‫ ل‬-) ٢ ٠٧٦(
:‫ قات‬، ‫ عن ؤ ب اقئا ئ‬،‫ ثن ا ن أ بما ن بن المغيرة‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا ا ألصمعئ‬:3 ‫ ه ا‬،‫ثص ز بن ع ئ‬

‫م د حني أخت ظ | ال ث صا عزت عل ي مس ي‬ ‫ما‬ " : ‫قات مق إل ف بن عئد الثؤ البن أيي ث ن ب م‬
)‫ا‬

M utarrif b. Abdillah, ibn Ebî M üslim’e: “Biri beni övdüğü zaman


mudaka nefsim nazarımda daha da değersizleşir” dedi.

‫ ظ خ اجي ئ‬:‫ قات‬،‫ ا خدثثا ثخئن ئ هم د ال م انقو ئ ال ئ زئ‬١٩٨/٢‫ ل‬-)٢٠٧٧(


‫ثن ا‬ :‫ قات‬،‫م ى ن ث ن ا ن‬ ‫ثن ا ج ع‬ :‫ قاد‬،‫ ثن ا س او‬:‫ قات‬، ‫ش‬ ‫ال ح‬ ‫ تحا خث ائ شر‬:‫ هاد‬،‫أيي بكر‬

‫ وأني س‬٤١١^ ١‫ بأثذبز‬، ‫ ^ غ د و ب ي‬١ ‫آل ظ م ي م ن‬ ‫؛ ر‬ " :‫ت مهوفئ‬، :3 ‫ ئا‬،‫ظبت‬


،^‫م ن ا يه ج ع و ن‬ ‫كان وا ؤثملي ال م ن ال‬ C‫ ء إ دا أغنال ب ز شديدة‬،‫ا ل جثة‬ ‫ع م ل أه ل‬ ‫عمل ي غأى‬

‫فيه م‬ ‫أزايي‬ ‫ق ال‬ ،^ ‫م ت ا جتا وه اي ما‬ ‫ال‬ ‫ أث ن هو قا ب ت ان اؤ‬، ‫ن ج دا وقياما‬ ‫ؤثب سون لربه م‬

‫و أ م بهذه‬ ،‫دبي ن‬ ‫ ئأزى الم ؤم ال ن ك‬، ‫سثل كأ كم في ت ث ز ه‬‫ ؤنا‬:‫مثأع رتس تسم ي غش هذه ا الية‬
‫أثا‬ ‫ ؛أر ج و أن أحوذ‬، ‫نا ح ر تثئا ه‬ ‫صال حا‬ ‫ع م ال‬ ‫حلم هلوا‬ ‫اعثزف وا بذلوده_م‬ ‫ ؤزا إل وذ‬:‫ا الية‬
‫موأ ت ثا إ إل ا ة ه ز ا ا‬

M utarrifb. Abdillah der ki: Gece yatağıma uzanınca, Kurân’ı düşünüp


amelimi Cennet ehlinin ameliyle kıyaslarım ve onların daha zor ameller
yaptığını görürüm: “G ece boyunca da p ek az uyu rlard a”, “O nlar,
R ablerine se c d e ed ere k ve kıyam a d u rarak g ecelerler^ ”, “¥ o k s a
geceleyin se c d e ed ere k ve kıyam da d u rarak İbadet eden, âh ire tte n
‫ ؟‬ekinen ve Rabbinin rah m etin i dileyen k im se (‫ ه‬inkarcı gibi)
m idir?”^ Bu âyetlere baktığımda kendimi onların arasında göremiyorum.
Sonra kendimi şu âyete arz ediyorum: “Sizi §٧ yak!Ci a te ş e so k a n

*ZâriyâtSur. 17
2FurkânSur. 64
3 Zümer Sur. 9
M utarrifb. Abdillah 645

nedir?"1 Bunların yalanlayan kişiler olduğunu görüp geçiyorum ve şu âyetle


karşılaşıyorum: “Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli
diğer kötü bir amelle karıştırdılar. (Tövbe ederlerse) umulur ki Allah
onların tövbesini kabul eder. Çünkü Allah ‫ ؟‬ok bağışlayan, pek
esirgeyendir.”2 Ey kardeşlerim! Benim ve sizin bu kişilerden olmasını
dilerim.

، ‫ ثن ا عئد الل ه بن أ ح م د بن ح م‬:‫ ه ات‬، ‫ ] حدثت ا أبو بكر ن م ا ل ك‬١٩٩/''‫ ['؛‬-) ٢٠٧٨(

" :‫ ه ا د‬، ،‫ عن م هون‬،‫ر م ؛‬ ‫ عن محالن‬، ‫ ثن ا عبد ال ر ح م ن ي؛ ه ي‬:‫ مات‬، ‫ر‬ ‫ح د م‬


‫م ةغ اأى و ض ث‬ ‫بق أة‬
‫ ؤقت ع م‬،‫ ئ خ ض ء أ خ ق بذبمش‬1‫ث ز ت أ ك ؛ ه أن ي ث‬

Mutarrif der ki: “Allah’tan, kendisinden korktuğumuz için canımızı


almasını dileseydik, hakkımız olurdu. Fakat Rabbim bunu yapmadığımız
takdirde, bizden razı olacağını biliyorum.”

‫ ثن ا أثو بكر ين‬، ‫ ثن ا م ح م د بن ج م‬:‫ قات‬، ‫ ] حدق ا مه د ا للي بن م ح م د‬١٩٩/^^ -) ٢ ٠٧٩(


٠٠ ‫و‬
٠ « ._ ‫م‬ < . / ٠٠ ‫ ص‬٠٠ ٠٠‫م‬ ، ‫؟‬. ٠ » ‫مح‬ ‫م‬. ‫م‬ ٤‫م‬ ‫م‬
،‫ ثن ا عت الن بن مت م ون‬:‫ ق ا لأ‬،‫ ص م ه د ي بن مغ م ون‬،‫ب ا ب‬ ‫ ثن ا نئن بن ا لخ‬: ‫ قا د‬،‫أ ي في ئ‬

‫م محا ر ئ ح م أ م ا ل حثة أؤ ق الثاي‬ ‫من‬ ‫ج‬ ‫ لؤأثاثي ا‬٠٠ ‫ ف ولت‬،‫تجف مطرئ‬ ‫قات؛‬
" ‫ ا‬: ‫مرحت ئ أن أ مي ز يا‬-‫ ا ؟ ا‬: ‫أز أ مي ز يا‬

Mutarrif der ki: “Rabbimden bana bir elçi gelse de beni Cennete veya
Cehenneme girme veya toprak olma arasında bir tercihte bıraksa toprak
olmayı tercih ederdim.”

‫ ثن ا أبو بك ر شر‬، ‫ ثت ا م ح م د بن ج م‬: ‫ ه ا د‬، ‫ح دمحا عتد الل ه بن م ح م د‬ -) ٢٠٨٠


‫ أن ن ط ر ف ن مه د‬،‫ ثن ا ئا ب ت‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا خئ ا د بن ت ث ئ أ‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ص ا ن‬: ‫ قا د‬،‫أيي غيث‬
‫ ؤن ه ج م ت عأى حثر‬،‫حذئ م ا ق د ا ال؛خ إل ى‬-‫ ق د م ت أ‬، >‫ ن ني ئئث ارة‬15" ‫ ثؤ‬٠٠ : 3 ‫ ه ا‬،‫؛نثؤ‬
‫ح د ة ظ أدري غلى ظ ثه ج م ؟ حير أز‬-‫ ول ك ن إثن ا لي م س وا‬،‫ا‬-‫مى و | ال أ م شكته‬-‫ ا الي‬1‫أثعته‬

1Müddessir Sur. 42
2TevbeSur. 102
646 M utarrifb. Abdillah

Mutarrif b. Abdillab der ki: “Eğer iki nefsim olsaydı birini diğerinden
önce bırakırdım. Eğer bıraktığım hayra yönelirse diğerini de onun peşinden
salardım, yoksa tutardım. Ama tek nefsim var ve hayra mı, yoksa şerre mi
saldırdığını bilmiyorum.”

،‫ ثن ا م ح ئ د ب ن إت ح ا ق ا ل ث ؤا ج‬: ‫ قا د‬،‫ ] حدثن ا أبو حا م د شر جمل ه‬١٩٩/‫ [ ؟‬-) ٢٠٨١(


‫ ثن ا ا ل ح ج ا ج بن م ح م د ء عن م هد ي‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ا نم ث ئ ذ ن مت ص ور أبو علويه ا ل ص وفي‬: 3 ‫ئ‬
،‫' ص ال ح اق ل ب ب ص ال ح ا ل ع م ل‬٠ : ‫ قا ل م قون ت‬: ‫ محا د‬،‫ غن عت الن بن جرير‬C‫بن مي مون‬
٠٠ ‫و ص ال ح ا ل ع م لب ص ح ة الغثة‬

M utarrifb. Abdillah der ki: “Kalbin salâhı (dirliği), amelin salih olmasına
bağlıdır. Amelin salâhı ise niyetin iyi olmasına bağlıdır.”

،‫ قادت ثت ا ا لخشن بن علي بن ا ل متوكل‬،‫ ] حدثن ا نأ بمان ى أ خنذ‬١٩٩/‫ [؟‬-)٢٠٨٢(


:‫ ف وه‬، ^ ١‫^ ت ه ف ز وا‬ ١‫ قات أثوت ح م‬: ‫ قا د‬،‫ ئ أبو ا لخض ائث ص‬:‫قاو‬
، ‫ نحرج غ ر ا ل حي ئد ر ج ل بغثة زب ن ح ك‬، ‫ب و ف بن هم د الل ه تن ال غ م‬
‫نا ث اتن م‬
‫ثزوني أن أ ن ث ك ي ن أل م صيتة؟ إ‬°‫ أئآ‬٠٠ : 3 ‫ صا‬،‫ ما رضى يغل ق بهذا زقت ن ا ث ابملث‬:‫مم ي ز ل ة‬
‫ ن ا رأيته ا‬،‫هوالل ه لؤ أن الدث ا زن ا م ه ا إي هأ ح ذ ه ا الل ه ي ر ووعدني علته ا شزبه ن اغ عدا‬

٠٠ ‫ با ل ص ل زات وال هد ى وال ؤ ح م ة ا‬، ‫ يى ي ا‬، ‫لتنلث القربة أغ ال‬

Züheyr el-Bânî bildiriyor: M utarrifb. Abdillah b. eş-Şıhhîr, oğullarından


birinin vefat etmesi üzerine saçlarını taradı, yeni cübbesini de giyip
kabilesinin yanına çıktı. Ona: “Oğlun ölmüşken senin böyle hiçbir şey
olmamış gibi davranmanı doğru bulmuyoruz!” dediklerinde Mutarrif şöyle
karşılık verdi: “Böylesi bir musibete boyun eğmemi mi istiyorsunuz? Vallahi
dünya ve içindekiler benim olsa, Allah da kıyamet gününde bir içimlik su
verme karşılığında bunları benden istese, o bir içimlik suyun karşılığı olacak
bir değerde olmadıklarım düşünüyorum. Hal bu iken namaz, hidâyet ve
rahmet karşısında dünya ve içindekilerin değeri ne olabilir ”?‫ظ‬

‫ ثن ا أبو عبد‬:‫ ما د‬،‫ ا حدثت ا أبو بك ر بن عتد الل ه بن م خ ث د بن عقن اء‬١٩٧٢ ‫ ل‬-) ٢ ٠٨٣)
M utarrifb. Abdillah 647

،‫ال د ي ل ى‬ ‫أو‬ " :Jü ، ‫ أن مهوئ‬،‫ غذ ثاب ت‬،‫ح ما ذ بن ت ل م ه‬ ‫ثن ا‬ :3 ‫ ظ‬،،Up)1


٠٠ ‫ سث‬1‫ ” ى ن مح د أع حز\ذي به‬،‫مح أ ح ذ ه ا اللت ب ش بشربة ن اغ بمسي به ا يؤم ائؤ؛ ا نؤ‬

M utarrif der ‫ ظ‬: “Dünya benim olsaydı da Ailah onu, kıyamet gününden
içireceği bir yudum suysa karşılık elimden alsaydı, gerçek fiyatını vermiş
olurdıi-”

‫ ثن ا مه د الثؤ ى أ ح ن ذ بن‬:3 ‫ ئ‬، ‫ ] حدثن ا أ خت ن بن ج عف ر بن ح ئ ذا ن‬٢ ٠‫ م‬/ ‫ لإل‬-) ٢٠٨٤(


‫ * كا ن م هو ف‬:‫قات‬ ‫ ص‬،‫ ص ت ع يد‬،‫ حدثن ا زؤخ س خا نة‬:‫ قات‬،‫ ح د ب ي أ ي‬، ‫م‬ ‫ح‬

‫ث ق‬:‫ ا ل ن ي إذا ا‬، ^ ١‫ئ أ خ ي ء د الثؤ إ ر ا هت ا ئ ؛ ا ز‬ ‫ إن‬٠' : ‫ ف و د‬، ‫ء ال م‬ ‫ئ‬

" ‫ وئدا أعطيش و‬،‫ص ر‬


Katâde bildiriyor: M utarrifb. Abdillah şöyle derdi: “Allah’ın en sevdiği
,kulları, belaya uğradığı zaman sabreden, nimet verildiği zaman da şükreden
sabırlı ve şükredici ‫ل ط‬1‫آ ل س‬. ”

: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ا ت خ ا ق ين أيي حق ا ن‬:‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا أبو م ح م د بن خثا ن‬٢ ٠‫ م‬/ ‫)" ل إل‬٢ ٠٨٠(

‫مت و ف ثن‬ ‫يسئ‬ : ‫ ثق ون‬، ‫داراذي‬-‫ ت ب غ ت أثا ن ق ما ن ال‬:‫ قات‬،‫ثت ا أ ح م د بن أيي ا ل ح واري‬
cj‫ جث\ر‬- ‫ ن‬15" ‫ أمح ي‬0 ‫ " ا‬:JIas ،‫ ه م د ثت في ذلل ث‬،‫عئد الل ه ا ل صو ف و جلس م ع ا لخت ا كي ن‬

" ‫ و ئ ه يحم ف ن عن أيي ث حقزة‬. ‫حب أن أ؛زاءنغ ئ ي‬-‫ءأ‬

Ebû Süleyman ed-Dârânî bildiriyor: M utarrifb. Abdillah yünden giysiler


giydi ve miskinlerle beraber oturdu. Neden öyle yaptığı sorulunca da:
“Babam zorba birisiydi. Bense R^bbime karşı mütevazı ©İmak istiyorum;
belki R^bbim babamın zorbalığına vereceği cezayı hafifletir” dedi.

،‫ ث إ ا لخنن س ال نثتى‬:‫ هات‬،‫ م م \ ] حدق ا قوئفث بن يئم و ث الق جيزم ي‬/ \ [ -) ٢٠٨٦(
‫ كا ن ث ؤ ف ن‬: ‫ محا د‬،‫ ثن ا ح م ت د بن ه ال ل‬:‫ محالأ‬،‫ ثما ن فيا ن بن الجن نزؤ‬:‫ قات‬،‫ت ثت ا غئ ا ن‬3 ‫ظ‬
‫ ؛ ال‬،‫ ؤوقؤ ضء آ ة إ ث وخدثه‬،‫ و ال ث ئ م ه و ال آث ه‬. ‫ " ن و ت ظ‬: ‫ م ود‬،‫ئ هم د الل ه‬
‫مأ ن ب زمح د ص م ما‬

Humeyd b. Hilâl’ın naklettiğine göre M utarrif b. Abdillah şöyle derdi:


“H er güzellikte bir kötülük ve bela gördüm. Karşılaştığım her şeyde bir
musibet vardı, ancak kul şükrettiğinde bunlardan m uaf olur.”
‫‪648‬‬ ‫‪M utarrif b. Abdillah‬‬

‫(‪ [ “) ٢ ٠٨٧‬؟‪ ٢ ٠ ٠/‬ا حدثن ا ^‪ ^ ١‬بن عبد ائب‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ثت ا ث خ ئ د بن إن ح ا ق ‪ ،‬قا د ‪ :‬محا‬

‫ن و ن ئ غيي الثي‪ " :‬لأن‬


‫م حئ ئ ت بمي ‪ ،‬قا د‪ :‬ظ أتر غزاة‪ ،‬ص قاذق‪ ،‬قا د‪ :‬قا د م‬

‫أ ء ش ئ ش م‪ ،‬أ خ ي وئ ئ أ ذ أت ب ئ م حن "‬

‫‪Mutarrif b. Abdillah der ki: “Afiyet verilip de buna şükretmem benim‬‬


‫”‪için, belaya maruz kalıp da buna sabretmemden daha sevimlidir.‬‬

‫ظ ة‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أبو ا م حا س ال ثء غ‪ ،‬قات‪ :‬ظ ا ف ق د‬ ‫(‪ -) ٢ ٠٨٨‬ل أ ‪ /‬م ‪ ] ٢٠‬ظ محو خ ا م د ن‬
‫‪ ٠‬ثن ا ثنين بن ه ازون‪ ،‬أخبزتا أثو ا الك ئ ه ب ‪ ،‬ص زي ل‪ ،‬قا د ‪ :‬قات ث ؤن ت ‪" :‬‬
‫بن شي ز‪•^^ ،‬‬
‫سب "‬
‫وأض حن ادك ا ‪ ،‬أ خ ي ؛ ي م ذ أن أ ب ث قاءث ا و لخخء م‬ ‫لآن ج‬
‫أب ث‬

‫‪Mutarrif b. Abdillah b. eş-Şıhhîr der ki: “Geceyi uykuyla geçirip sabah‬‬


‫‪pişmanlıkla uyanmam benim için, geceyi ibadetle geçirip sabahında kendimi‬‬
‫”‪beğenmemden daha sevimlidir.‬‬

‫(‪ ] Y. . / Y [ “) ٢٠٨٩‬حدثن ا أ م حا م د بن جبل ه‪ ،‬قا ت‪ :‬تما أبو ال م ا س الث ؤا ج‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا‬


‫عئد الل ه بن أيي زياد‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا تث ار‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ج م ‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ثن ا ثا ي ت‪ ،‬ص ن ط ي ‪ ،‬قا د ‪:‬‬
‫لأن ي ن أ ل ي ربي ه ؤ يؤم ا ل مثا ن ة يا مق و ف أ ال هعلم ث؟ أ ح ب إ ي م ن أن ثق وب‪ :‬يا‬ ‫"‬
‫ئ بمي؛ م ح؟‬
‫‪Mutarrif der ki: Rabbim’in kıyamet günü bana “Ey Mutarrif, Neden‬‬
‫‪yapmadın?” diye sorması; “Ey Mutarrif, Neden yaptın?” demesinden iyidir.‬‬

‫(‪ [ -) ٢ ٠٩٠‬؟‪ ] ٢٠١/‬حدثن ا ئ خ ئ د بن مه د ‪ ^ ١‬بن ا ل م ص ل‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ئ ألث م ا ن بن ا لخنن‪،‬‬


‫محالأ‪ :‬ثن ا ع د ائزا جي بن غتا ث‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ح م ا د بن ت ل م ه ‪ ،‬عن ظبت‪ ،‬عن مت و ف‪ C‬ئ ‪: 3‬‬

‫‪.‬‬ ‫" أؤ خثن ث ز ج ؤ ت أن بث‪ ،‬إل‪ 4‬فيئ أ خد م ن ا‪3‬غ ا س | ال وهو ممق صف ؛ ما بثه وبتن ربه‬
‫"‬

‫‪: “insanların içinde, Rabbine karşı kusur işlemeyen hiç‬لك‪Mutarrif der 1‬‬
‫”‪kimsenin olmadığına yemin edersem sanırım haklı olurum .‬‬

‫(‪ ] y o / y [ “) ٢٠٩١‬ثن ا أ خ ن د بن ج ع م ر بن مع ب د ‪ ،‬قات ‪ :‬ثن ا أ خ ن د بن م ه د ي‪ ،‬محال ‪ :،‬ثن ا‬

‫أبو ت ش ث خ ئ د ى ال ئ ل ب ‪ ،‬قادت ثن ا ابن خن ه ‪ ،‬عن ابن أيي عروبه‪ ،‬عن قا ذة‪ ،‬عن‬
M utarrifb. Abdillah 649

،‫ " ؟ئ ز و جن ا ج ن هم ت ش‬:3 ‫ ه ا‬،4 ‫ن‬


‫ج ءرآة قي تؤاء ا ن م‬ ‫ا ل‬،‫ؤ‬ : ‫حن و ي قي م ؤل ه محا ر‬
" ‫ وستزة‬،‫ ^^ ج ره‬١ ‫وقد عثزت‬

*”Katâde, Allah’ın “Bir baktı, onu cehennemin ortasında görüverdi


âyetiyle ilgili M utarrifin şöyle dediğini nakleder: “Gördüğünde hepsinin
kaynadığını görür. Ateş onun rengini ve şeklini değiştirmiştir.”

،‫ ^ بن أ ح ن ى ئن حنب ل‬١ ‫ لل\ عتد‬: JU ، ‫بن مال ك‬ ‫م‬ ‫ ] حدثن ا أبو‬٢٠ ٧ ٢ ‫ )“ ل‬٢٠٩٢(
‫ آ د‬:‫ ظت‬،‫ي محا ئ‬ ‫ ئ‬:‫ ظت‬، ‫ ظ روح ئ ذ ا نم ت ي ب‬:‫ مات‬،‫بن عل ي‬ ‫ي ئ صر‬ ‫ه‬ :‫قات‬
‫ وهزأ م ؤد الثؤ‬،" ‫فيه‬ ‫<يرا‬- ‫ ^ فيه‬١ ‫ إن ج ع د‬،‫ " ا إلنن ان بتنزل ة ا ل ح ج ر‬:‫مه وهمط‬
‫ه‬ ‫شن و‬ ‫الل ه لةن ونا ئن ا لت‬ ‫ ي جعل‬٢ ‫ ؤ وم ن‬:‫ئ بمحاثه‬

Sâbit el-Bunânî’nin naklettiğine göre: Mutarrif; “insan taşa benzer, Allah


takdir etmişse, içinde hayır bulunur” dedi ve şu âyeti okudu; “Allah kime
nur vermemişse, artık onun i‫ ؟‬in nur yoktur. ”*
،‫حلرا المحنه‬-‫ءوا د‬1‫م إ(آ ئ‬ ‫ يزع م ون‬1‫ءغ ا دؤم‬،‫ " |ن ه ا‬:‫ ] نقا د مق و ف‬٢٠١/ y ‫ )“ ت‬٢ ٠٩٣(
‫يد ح د ت ي ث ة‬ ‫ال‬ ‫ أن‬، ‫ ؛ م جتهد؛‬١^ 4‫د الد‬ ‫حن ن ثهؤ ق‬ ‫ ثم‬،" ^^ ١ ‫حلوا‬-‫ ائ اءوا د‬،1‫وإد‬
)‫ء أن ت د طث و ئ ص د‬1‫ئ ث‬ ٩ ‫مه د أ ث‬

M utarrif diyor ‫كل‬: “Burada, istediklerinde cennete, istediklerinde


cehenneme gireceklerini ileri süren bir kavim var.” Bunu söyledikten sonra
Mutarrif; Allah’ın doğrudan sokmak istediği kulun dışında hiç kimsenin
cennete giremeyeceğine dair, üç defa içtenlikle yemin etti ,

:‫ قات‬،‫ ثن ا جرير بن حازم‬:‫ قات‬،‫ ] حدثن ا عئد الل ه بن م ح م د بن جعمر‬٢ ٠٧ ٢ [ “) ٢ ٠٩٤(


‫ " إ ز و ج د ت ال م د ملمى بين ربه‬:‫ م هو ف بن عئد الثؤ‬3 ‫ قادت ه ا‬،‫ثن ا ح م ي د بن ه ال ل‬
" ‫ ؤإ(ن تزكه ؤالئت عز\ن ن ف ت به‬، 1‫ة ن ج‬،‫ئثئ ال ة نبه أي امئثئفذ‬،‫ ء)ن ا‬،‫ءال ن‬1‫الت‬ ‫وص‬ ^^،^‫؛‬،٠

M utarrifb. Abdilla^ der ‫لظ‬: “Ben kulun, Rabbi ile şeytan arasına atılmış
olduğunu fark ettim. Eğer Rabbi onu çekip alırsa kurtulur, bırakırsa şeytan
alıp götürür .”

1 Saffât Sur. 55
2NûrSur. 40
‫‪650‬‬ ‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬

‫عبد الل ه بن أ ح م د بن‬ ‫إ‬ ‫حدثن ا أ ح م د ثن ج ع فر س ح م دا ن ‪ ،‬ئأا ل ‪ :‬ث‬ ‫ا‬ ‫‪٢ ٠١‬‬ ‫ل‬ ‫‪-) ٢ ٠٩٥‬‬
‫م بن ن ث ما ن ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثت ا ثاب ت‪،‬‬ ‫ثن ا ج ع‬ ‫خي ل‪ ،‬ح دثن ى م ح م د بن عثتد بن جن ا ب ‪ ،‬ه ا د ‪:‬‬

‫ج د في‬
‫ج د في يدي هذه امحت اي‪ ،‬وجيء ل أ م ت‬
‫قات‪ :‬ها د نهوف‪ " :‬لن أ رغ هي ت‬
‫ف ز ؤ الث م ن ى ‪ ،‬ن ا ا ت ث ه ث ن غ أن أو ل ج هل ب ي مئة ق سا ح ؤ ت ق و ن ال ق ثغ ا ئ ى ي ص ع ة ”‬

‫‪M utarrifb. Abdillah der ki: “Eğer kalbim çıkarılıp şu sol elime konsa ve‬‬
‫‪hayır getirilip sağ elime konsa, Ailah dilemedikçe kalbime bu hayırlardan bir‬‬
‫”‪şeykatamam.‬‬

‫أ خ ن ذ بن علي‬ ‫إ‬ ‫(‪ ] ٢٠٧٢ [ ")٢٠٩٦‬حدبن ا عتذ الل ه بن م ح م د بن ج ع مر‪ ،‬ظ ‪ :3‬ث‬

‫ه قا د ‪" :‬‬ ‫ال ق و م قا ت‪ :‬ئ خئائ‪ ،‬غ ذ ذ وذ تن أبي ث ‪ ،‬غ ذ ث و ب ئن مه د ال ثؤ‪،‬‬


‫»‬ ‫م‬ ‫م؛؛‬ ‫و ‪،.‬‬ ‫؟‪٥‬‬ ‫م_‬ ‫سه‬ ‫ء م‪°‬‬ ‫‪٠٤‬‬ ‫‪٤ .‬‬ ‫م‬
‫يف ن ال ح د أن يصع د ثلم ي شنئ بن هؤق ال ب ز وبموتت ئدر ثي‪ ،‬زل ك ذ ي ح ذ ر وي ج تهد‬
‫ه ه"‬ ‫تق رال ظ ص‬
‫ج‬ ‫و ش ‪ ،‬فإن أض ا‪:‬ة ه ئء غي؛ أ هلء‬

‫‪M utarrifb. Abdillah der ki: H iç kimsenin bir uçurumun kenarına gelip:‬‬
‫‪“Benim kaderim böyledir” deyi^ kendini atma hakkı yoktur. Aksine kişinin‬‬
‫‪bundan sakınması, düşmemek için çalışması gerekir. Eğer başına bir şey‬‬
‫‪geleeek olursa, başına gelenin takdir-i ilahiden başka bir şey olmadığım‬‬
‫‪bilmesi gerekir.‬‬

‫ثن ا غ ان مان بن أخن ت‪ ،‬ق ا لأ‪ :‬ثت ا إشث ا ق بن ابناه م‪ c‬أ حترثا عتد‬ ‫(‪-) ٢٠٩٧‬‬
‫ا ل رراف ‪ ،‬ص مغت ر‪ ،‬ص قت ا ذ ة ‪ ،‬وبدي ل ‪^ ١‬؛ ^‪ ،‬ع ن م ت و ف بن ص د الل ه ‪ ،‬قات ‪ ٠٠ :‬إبة اللت‬

‫تجر و ن ‪'٠‬‬ ‫"‪ ،‬وقا ت ب ذ ي ل ق ي حد ي ث ه ‪ " :‬ن إ ق ه‬ ‫ث م الغ ا مس إ ر ا ق د ر ب إ ق ه ي ث و ب و ن‬ ‫ء لم‬

‫‪M utarrif b. Abdillah der ki: “Allah, insanları tamamen kaderlerine terk‬‬
‫‪etmemiştir. Sonunda yine ona geleceklerdir.” Büdeyl ise: “Sonunda yine ona‬‬
‫‪döneceklerdir” şeklinde rivayet etmiştir.‬‬

‫ثت ا‬ ‫(‪ ] \ * y /x [ “) ٢ ٠٩٨‬حدث ا أثو م ح م د بن حقا ن‪ ،‬د ا ‪ :3‬ثن ا عتذ الئؤ بن يئ وئ ث ‪ ،‬قا لأ‪:‬‬
‫بمري قا ت‪ :‬أ ئ ث أ أبو ب ك ر ال ئ ه ث ئ‬
‫ظ ن ئ ال ز ي د ال ج‬ ‫خمح د ئ إ ت خا ى‪ ،‬؛اد ‪ :‬قا ت‬

‫ج م ش ال‪ ،‬ؤ ق ف أ زذ ث بؤ ز ق ه‬
‫؛ ^‪ ٤‬ض ب‬ ‫ح و ن ‪ " :‬كق ى‬
‫مب أ ك ‪ ،‬ئ د ‪ :‬ةا ‪ 3‬ن‬

‫ف § جا "‬ ‫با‬ ‫مزذبمف‬


M utarrifb. Abdillah 651

M utarrif b. Abdillah şöyle der: “Senin güzel gördüğün bir şey sebebiyle
insanlara karşı övünmen, Allah katında senin için kötülük olarak yeter.”

،‫ئ ذ أيي بكر‬ ‫ثن ا ح ا ح ب‬ :‫ قات‬، ‫ ] حدثن ا ممحم ذ بن عبد الثؤ النئوئ إل‬y*y/y [ “) ٢٠٩٩(
،‫ ثن ا ال ن ش بن زيا د‬:3 ^ ‫ ظ‬:3 ‫ظ‬ ‫ثت ا‬ ‫ قاتت‬،‫قادت ثن ا خئ ائ بن ال خشن‬
‫ال أد ر ي ن ا‬ ٠٠ : ‫ د م هل ؤمح ث‬1‫ ءه‬،‫ ن خ اض وا فى ذ ك ر ا ب ي؛ؤ‬، 0‫م عئذ‬ ‫ ح وان تعل‬-‫ ن ا‬tef :‫قا ت‬

" .‫م ومح ن اتك ئ‬ ‫ل ون؟ خا ل د و ا م‬


‫مم و‬

Muallâ b. Ziyâd’ın naklettiğine göre: M utarrif in yanında kardeşleri


vardı, cennetten bahsetmeye başladılar. Mutarrif: “Neden bahsediyorsunuz
bilmiyorum? Cehennemi düşünmek, cennetle aramıza girdi” dedi ,

‫ ئ أبو بك ر‬:‫ قات‬، ‫ث م‬ ‫تنأيى‬: ‫ا‬ ‫ ئ‬:‫ قات‬، ‫ ] خ دمم أ مه د ال م ت ذ ئ غ م‬y«y/ y [ “) ٢١٠ ٠(

،‫ عن محالن بن ج رير‬،‫ عن م هد ي ئن مي م ون‬،‫ ثن ا زيد بن ا لخبا ب‬:‫ قات‬،‫بن أيى م حق‬


" ‫به ي و‬ ‫ا ل خز؛ة مبى‬ ‫ و ؤ ن‬، ‫ " ء ه ه رجم ق ض ق ه‬: ‫ ي و د‬، ‫ح و ه‬
‫ ثم ن ق ن‬: ‫ئ ت‬

M utarrif b. Abdillah der ki: “Sanki kalpler bizden değildir ve sanki bu


sözlede İz le r değil de b ‫ س ك يب‬G e d iliy o r .”

،‫ ثنا خثائ‬:‫ قا ت‬، ‫ ثنا ظا ذ‬:‫ ئالأ‬، ‫س إ‬‫ث ال م‬ ‫ ] خد قا ه ت الثؤ بن ن‬٢ ٠ ٢ ٨ [ - ) ٢١ ٠١(

‫ ي حتأه أنيس‬٥١^‫؛؛‬ ‫ال‬ ‫ د‬1‫ دا والص‬1‫نأ ى ءب‬ ‫جال‬- ‫ل‬ ‫ " آ و أن‬:‫ بقأو ل‬bis" C‫ أن م ؤ ظ‬،‫عن ظب ت‬
‫ ثثع ب ي ي ث‬٥١^ ‫ال‬ ‫^ ون ح ن‬١^ ‫ ن ئ ؤ‬1‫ف إ ن الشتهإ‬:3 ‫ ه ا‬، ‫ ب ر‬:١^ ،‫يوخ أل أن يأ ح ذة‬

Sâbit bildiriyor: Mutarrif: “Bir adam bir av h a ^ a m görse ancak hayvan


kendisini görmese, adamın ona tuzak kurması halinde onu yakalaması çok
kolay olmaz mı?” diye sorunca yanındakiler: “Tabii ki yakalar” karşılığını
;verdiler. Bunun üzerine Mutarrif: “Şeytan da aym şekildedir, o bizi görür
ancak biz onu göremeyiz ve bu şekilde bizi tuzağına düşürür” dedi,

‫ث ي محد‬ ‫تن مح‬ ‫ ها محت اش‬:‫ قاد‬،‫بد م ئ م ح ب‬


‫] خدك غم‬٢. r / r [ “)٢١٠٢(
‫ م ) أيي‬، ‫ ثغ ا ال مي ريى‬:‫ ه ات‬، ‫ ثن ا وهي ب‬:‫ قات‬،‫م ح م د ا لخيس ي‬ ‫بن‬ ‫م ذ الل ه‬ ‫ ثن ا‬: ‫قا د‬ ،‫العزيز‬
" ‫ب د ا إليمان أ ك د م ذ ال ث م‬
‫ نن ا أرم عبمد م‬٠٠ :‫ هق ات‬،‫ غذ م ح و ي‬،‫اقت الع‬
M utarrif b. Abdillah der ki: “im andan sonra kula verilen en değerli şey
akıldır.”
‫‪652‬‬ ‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬

‫حدثن ا ت خ ئ د بن م ح م د بن إ ت خ ا ق ا لئ القا ئ ‪ ،‬ه ا لأ‪ :‬ثن ا ركريا‬ ‫(‪ [ -) ٢١٠٣‬؟‪] ٢٠٣/‬‬


‫الث ا حي ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ث خ ث د بن خالي بن غ ز ه ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا ن ه د ي بن مئ م ون‪ ،‬عن ع الن بن‬
‫م ون ه ز "‬ ‫ض ‪ ،‬غذ ل و ي ‪ ،‬قات‪ " :‬ف و د اقأ س ض‬

‫‪Yine şöyle demiştir: “insamn aklı zamanının akıl (bilgi) seviyesi‬‬


‫”‪düzeyindedir.‬‬

‫(‪ [ -) ٢ ١ ٠٤‬؟‪ ] ٢ ٠٣/‬حدق ا أ ح م د بن م ح م د ئن ا ل م ص ل‪ ،‬ه ا ‪ : 3‬ث إ م ح م د بن اش حا ق ‪،‬‬


‫ظ ‪ : 3‬ئ غ م ئ مح خ ث د تن ا لخض‪ ،‬قاد‪ :‬ئ ر ‪ ،‬قا ‪ :3‬نحا ثي د ي ‪ ،‬غذ محال ن‪ ،‬أ ة‬
‫^‪ ١‬ي ظء م ح ب "‬ ‫س‬ ‫ت ه وة ‪ ،‬مى ‪ 0‬ف و د ‪ " :‬ئ ز ا ف ث زئز ال ق ص ‪ ،‬زأزى‬

‫‪Mutarrif: “insanlar vardır, in s a n c ık la r vardır. Bazen insanların suyuna‬‬


‫‪batırılmış kişiler görüyorum” derdi.‬‬
‫(‪ ] ٢٠ ٣ ٨ [ -) ٢١٠٥‬خ ا؛ثغ ا أ خ ن د بن م ح م د ثن عتد الزئ ا ب‪ ،‬د ا ‪3‬ت ثن ا أبو ال م ا س‬
‫ا ل ئؤا ج‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا م ح د الل ه‪ ،‬ئ ‪3‬ت ش ي د أبو قدا م ه‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا عئد ال ؤ ح ن ن‪ C‬ص شغتة‪ ،‬ص‬
‫لحابي اخل م ح ‪ ،‬غذ محال ‪ 0‬ثن ج رم‪ ،‬غذ محو ف‪ ،‬ظ ‪ ٠' :3‬ال ق د ‪ :‬إ ‪ 0‬ا ه بجو د ومح ن قد‪:‬‬
‫ي‬ ‫ط ؟ نق ود‪ :‬ال ش ئء ال شتيء‪،‬‬ ‫ظ ‪ 3‬ه ‪ ،‬وظ ‪ :3‬إنء ال ئي ‪ 3‬أ ق ذ ث ت م و د ل ه ظ‬

‫ءث يء؟ "‬


‫‪ iki defa‬ءن^نكل ‪Mutarrif der ki: “Bu ne?” sorusuna: “Hiçbir şey!” diyen‬‬
‫?‪yalan söylemiştir. Zira hiçbir şey de bir şey değil midir‬‬

‫بت‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ظ ت خ ث ذ ئ م حي‬


‫م‬ ‫(‪ [ -) ٢١ ٠٦‬أ ‪ /‬م م ‪ ] ٢‬خ د ك ص أ ن ت ثن مه د ال م تن‬
‫ال‬ ‫بن ج ن ا ب‪ ،‬دا ‪3‬ت ثن ا ح ما د بن يزيد‪ ،‬ظ ‪3‬ت ثن ا إ ن خ ا ق بن ن ريد‪ ،‬غذ مت و ف‪ C‬قا د ‪٠٠ :‬‬
‫و ث ق ل ‪ :‬أم ح ز ‪ ،‬ه ب ك ع ظ "‬ ‫ه أ خد‪،‬‬ ‫ي م‬ ‫ه ال‬ ‫ئ ‪ ،‬فإ ن‬ ‫ه ي ث‬ ‫قول ق أ خ ذ م س م‬

‫‪.Mutarrif der ki: Kimse: “Allah seninle bu gözü nimetlendirsin” demesin‬‬


‫‪:Çünkü Allah, kişinin gözünü hiç kimseyle nimetlendirmez. Eğer diyecekse‬‬
‫‪Allah seni bu gözle nimetlendirsin” desin“.‬‬

‫(‪ ] Y'T'/yJ -) ٢١٠٧‬ثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ بن ا لختن‪ ،‬دا ‪ :3‬ثتا إشتا ق بن ا لخشن‬


‫ا ل مب ي‪ ،‬ظ ‪ : 3‬ثن ا ا ل ح س ن بن م ح م د ‪ ،‬ظ ‪ :3‬ثنا ق يا ن‪ ،‬عن محا دة ؤإنأ ال ذين يت ل ون كتا ب‬
‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬ ‫‪653‬‬

‫ئب و زه‪ ،‬قا د‪ :‬كا ن‬ ‫ال‬ ‫؛لل ه زأقات وا ا ل ص ال ة زأنفق وا مث ا زرقا هز سؤا وع ال ت ه يز ج ون ت ج اره‬

‫حن ومح ت‪ ،‬قولت‪ " :‬ص آ ق ا ة ث ا ء | ا‬

‫‪Katâde’den nakledildiğine göre; “A llah’ın K itabı’nı okuyanlar, nam azı‬‬


‫‪ a infak edenler,‬؟‪ ık‬؟‪kılanlar ve onlara verdiğimiz rızıklardan gizli ve a‬‬
‫‪asla zarar etm ey ecek bir tic a re t u m a rlar”1 âyeti için Mutarrif, “Bu‬‬
‫‪kurrânın (Kur’ân hafızlarının) âyetidir” derdi.‬‬

‫(‪ -) ٢١٠٨‬ل \ ‪ /‬مما<] خدتن ا مه د الثؤ ثن ف غ م ئن عفاء‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أبو غم ال م ثذ محرم‪،‬‬
‫قا د ‪ :‬ثن ا عئد الل ه شر م ح م د العئسجج ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا عغذر‪ ،‬قات‪ :‬ثت ا ش عبة‪ ،‬عن يريد اوغل ن‪،‬‬
‫ن وي‪ " :‬ؤن اثب ؛ ئ ق لون كث اث ال ث ه ‪ ،‬ق ات‪ :‬ي ج القص "‬
‫غذ ح‬

‫‪* Yezîd er-Reşk’in naklettiğine göre “A llah’ın K itabı’nı‬‬


‫‪âyeti için Mutarrif, “Bu kurrânın (Kur’ân hafızlarının) âyetidir” derdi ,‬‬

‫سا ه‬ ‫و خ س ئن امحا س‪ ،‬قا ت‪ :‬ئ إئزامح أ ئ ذ‬ ‫مد‬ ‫(‪ ] y . i / y [ - ) ٢١٠٩‬خدثثا‬


‫ال م ب ي ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أب و”كزي ب ‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا إن ح ا ق بن ن ث ما ن‪ ،‬عن ش جعف ر ا ل رازي‪ ،‬عن‬
‫م الن عي م ئع ين ه ز‪ ،‬ءاطأث وا‬ ‫ص ث ؤ ي ‪ ،‬قا د ‪ " :‬إن ث ذا ال ئ ؤ ث قد أ ف ت د عأى‬
‫ي ذ ز ث ف ه 'ا‬
‫ج نث ا ال‬
‫‪: “Şu ölüm, nimet içinde ©lanların hayatını zehir etti. Siz‬نظ ‪M utarrif der‬‬
‫”‪içinde ölüm olmayan nimetler isteyiniz.‬‬

‫وئئف ن س يئم و ب اث ج يزبي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ا لخنن س إننثئى‪،‬‬ ‫حدبن ا‬ ‫(‪ “) ٢١١٠‬ت \ ‪ /‬ئ م \ ]‬
‫ئ‪3‬ت ظ غقان‪ ،‬هالأ‪ :‬ثنا فئار‪ ،‬ئالأ‪:‬شمع ت قتاذة‪ ،‬ه ا د‪ :‬ثنا معوف‪ ،‬قات‪ :‬كثا نأي زيد‬
‫بن ص ؤ ح‪ 1‬ن‪ ،‬وك\ن أم و ل ‪ :‬ظ ع ظ د ‪ ٠٠ ،^ ١‬أ ‪/‬ض ا زأيبلو؛ ؤ ى وسينه ا لع؛ا د إ؟ى طؤ‬
‫ي ذ ئ ذا‬ ‫م حا‬ ‫ماثا ش ط وا‬ ‫"‪ ،‬م حت ذا ت و؛ ؤقت ' محوا‬ ‫وال ق ح‬ ‫مب ي ‪ :‬ال خ ز ف‪،‬‬
‫حالمن ا‬ ‫ه زك‪ ،‬ؤ م حث؛دا ئبسا ‪ ،‬والق ران إمامن ا ‪ ،‬ؤم ن" كا ن معن ا كثا نكثا إث‪ ،‬وم ن‬ ‫!شحو‪ :‬؛ن‬

‫زي ال‪ ،‬ثمول ون‪" :‬‬ ‫ج ال‬ ‫” كا ن ت يدنا علته نكثا نكثا ‪ ،‬قات‪ :‬ن جع د ي ممحس الكتا ب غليجإل ر‬
‫ال‬ ‫محو' إ؛غ‪ ،‬قال 'وت " أقززث ظ ع الم ؟ " ق ك‪ :‬ال‪ ،‬ظ ‪" :3‬‬ ‫ر‬ ‫أتي ث ي هبة ؟ '‪ ٠‬خ‬

‫‪1FâtırSur. 29‬‬
‫‪2FâtırSur. 29‬‬
654 M utarrifb. Abdillah

‫ " إ ة اللت قذ أ غذ غئ م د ا ي‬: ‫ ئ ك‬: ‫ا غ الم ؟ " قا د‬: ‫ نا ق ول‬،‫ممجثوا غلى ائئ الم‬
‫ بزيغ القزم جئت‬:‫ ائت‬،‫ غي‬Ü ‫ ^ أغذ؛ ا ه‬١‫فل ذ أخبث غهدا بزى التهد‬،‫كئ ابي‬
‫ ث م كتث م ؟ قات؛ زق ا ؛ث ال ي ن زي ال‬:‫ قادت ئ ك لنت إل ف‬، ‫يلم نا أ م به أخت بنه م‬،‫ايي‬

Katâde, M utarrif in şöyle dediğini nakleder: Zeyd b. Savhân’a giderdik,


şöyle derdi: “Ey Allah’ın kulları! Cömert olun ve iyilik yapın. Kulların
Allah’a ulaşması için iki yol vardır; havf (korku) ve reca (ümit).”
Mutarrif anlatmaya devam edip şöyle diyor: Bir gün ona gittim. Bir yazı
yazmışlardı, içinde şuna benzer sözler vardı; “Allah Rabbimiz, Muhammed
peygamberimiz, Kur’ân liderimizdir. Bizim yanımızda olanın biz de şöyle
böyle yanında oluruz. Kim bize muhalefet ederse, elimiz üzerinde olur, biz
de kesinlikle şöyle böyle oluruz.”
Yazıyı tek tek gezdirmeye başladı. Sırayla “Ey falan, kabul ettin mi?” diye
soruyorlardı. Bana geldiklerinde “Kabul ettin mi ey çocuk?” dediler. Ben
“Hayır” dedim. Zeyd b. Savhân “Çocuğu zorlamayın. Ne diyorsun çocuk?”
dedi. Ben dedim ki; “Benden Allah, Kitabı’nda söz almıştı. Allah’a verdiğim
sözün üzerine başka bir söz veremem.”
Benden sonra, son kişiye kadar, sordukları hiç kimse teklifi kabul etmedi.
Katâde diyor ki; M utarrife “Kaç kişiydiniz?” dediğimde, “Yaklaşık otuz
kişiydik” dedi.

‫ زكا ذ‬،‫ بهى عنه ا وهرب‬، ‫ و ك ا ن م ق و ف إدا ” كا ن ت ال ف ق ه‬:‫ ] قات قا ذة‬٢ ٠٧ ٢ [ -) ٢ ١١ ١(


‫ ال بز ج ل يح دن الثامن‬1 ‫ " نا م حه ا خل س‬:‫ مق و ف‬3 ‫ وما‬،‫ا لخشن ينهى عنه ا ز ال يم ح‬

" ‫ال ق ي د ويق وم م حبه‬


Katâde der ki: “Fitne çıktığı zamanlarda Mutarrif fitneden uzak
durulmasını söyler, kendisi de ondan kaçardı. Haşan da fitneden uzak
durulmasını söyler, ancak fitne ortamından ayrılmazdı. Bunun içindir ki
Mutarrif, Haşan için şöyle demiştir: “Hasan’ı, insanları sele karşı uyaran,
ancak kendisi önünde duran bir adama b e n z e t ir im .”

‫ ثن ا‬:3 ‫ ظ‬، ‫ت حاي ى‬،‫ ثن ا م ح م د بن إ‬:3 ‫ ظ‬،‫ [ \ ا ! م \ ] حدثن ا أثو حام د بن جتل ه‬-) ٢١١٢(

‫ " إن الفتنه ل مبث ثأ ي م هد ي‬: ‫ نق و ف‬3 ‫ ظ‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثغ ا ئمحا ن‬:3 ‫ ظ‬،‫م ح م د بن الصب ا ح‬
‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬ ‫‪655‬‬

‫ك تأ ي ق ئ ائثؤ؛ين غ ذ ب‪،‬يي‪ ،‬ؤ لأذ فو ت اا ه ‪ :‬إل ال ق ك ئ ال؛ا ؟ أ خ ي‬ ‫مح ن‪ ،‬ؤ؛كق‬


‫مح ك ئ الئا ؟ "‬ ‫إلي م ن أن ي م ول ‪:‬‬

‫‪Mutarrif der ١٤٤: “Fitne (siyasi/fikri kargaşa) insanlara doğru yolu‬‬


‫‪göstermek üzere gelmez. Aksine mümini dininden ^karmak için gelir.‬‬
‫‪Allah’m bana: «Niye filan ^S yi öldürmedin?» diye sorması benim için:‬‬
‫”‪«Niye filan kişiyi öldürdün?» diye sormasından daha iyidir.‬‬

‫(‪ [ ") ٢١ ١٣‬؟‪ ] ٢ ٠٤/‬حدثن ا م ح م د بن أ خ ن ذ ‪ ،‬ه ا ‪3‬ت ثط تغشت بن ش هد‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثت ا ح م ي د‬
‫ف ر بن ئلت م ا ن‪ ،‬قات‪ :‬ق ا ظبت‪ ،‬ص ثطؤز‪ ٠' :،‬إن ال ف ق ه ال‬
‫بن م نع دة ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا ج ع‬

‫ت جيء تهد ي الغ امس‪ ،‬ول ك نت جيء م ا رغ الن و س غذ دينه "‬


‫‪Mutarrif der ki: “Fitne, insanlara yol göstermek için gelmez. Bilakis,‬‬
‫”‪mümini diniyle kavga ettirmek için gelir.‬‬
‫(‪ ] ٢ ٠٧ ٢ [ “) ٢ ١١٤‬حدتما أبو م ح م د بن حق ا ن ‪ ،‬ه ا د‪ :‬ظ عتد الؤ‪-‬ح ن ن ن م ح م د‪ ،‬قا ل‪:‬‬

‫ثئ ا هغ ا د بن ا لث ر ي‪ ،‬ئا ل‪ :‬ثعا وكنع‪ ،‬عن أبي ا ل ع الء ا ل ص ح ا ك بن ثمن اي‪ ،‬ص ثرين بن عبد‬
‫هاد ‪ ’٠ :‬إن ا لختد ائ) ‪ ٣١١‬ت رثر؛نثة وع التته‪ ،‬قات الق‬ ‫؛لثب ثر• الت حير ‪ ،‬ع• أخيي‬
‫ظ"‬ ‫ه ‪ :‬اتتا ءب ن‬
‫‪Mutarrif der ki: “Bir kulun içi ve dışı aynı olunca Allah «Bu, hakiki‬‬
‫”‪kulumdur» der.‬‬

‫(‪ -) ٢١١٠‬ل‪ ] ٢٠٥/٢‬قات‪ :‬نقا ل ثع ونت‪ " :‬ق حلص ن ا لجمان مح ن ا ل ح اليق يؤم القي ام ة‪،‬‬

‫ب ق ل هميه ا '‪٠‬‬
‫ح ز ثؤ ح ذ لل ج ماع م ن الق رن اء م‬

‫‪: “Cebbâr olan Allah, kıyamet gününde; boynuzu‬كل ‪Mutarrif diyor‬‬


‫‪olmayanın hakkım, boynuzlu olandan, boynuz üstünlüğü sebebiyle hakkını‬‬
‫”‪alıncaya kadar, yaratılanların hakkım taksim eder.‬‬
‫نم د ئن خ م ‪،‬‬ ‫ظ الثؤ ئ‬ ‫و ئ محايل ه ‪ ،‬قات‪ :‬ظ‬ ‫(‪ ] Y . c / r [ -) ٢١١٦‬خدتثا أبو‬
‫ف ر س نلت م ا ن‪ ،‬ح دبه أبو‪ ، ^ ^ ١١‬ه ا د‪:‬‬
‫ح دبت ي م ح ئ ذ بن عتيد بن ج‪،‬ث ادت‪ ،،‬ه ا ‪3‬ت ثت ا ج ع‬

‫كا ذ مق و ف بن عتد ا لله يتذو‪ ،‬ء إ دا " كا ن قل ه ا ل ج م ع ة‪ ،‬أب ل ج غ ر محز م ه‪ C‬هزب م ا نؤز ثت‬
‫شؤ ط ه‪ ،‬د ا ‪ : 3‬محأدن ج ئ ه ‪ ،‬خ ز |د ا '‪ bis‬ص د ‪ ^ ^ ^ ١‬هؤم عأى قزم ه ‪ ،‬د ا ‪ : 3‬هزأيت أ غد‬
‫م ج‪ 1‬ل س غش هب ره ‪ ،‬ثلث ا رأوني‪ ،‬قالوا‪ :‬غذا م ه و ف يا ي ا ل ج م ع ه‪،‬‬ ‫و‬ ‫م حوي ص ا ح ب‬
656 M utarrif b. Abdillah

'. ‫ ئ ك‬،‫ ئعل م م ا ئقأو ل ال تئ ن فيه‬،‫' نح ز‬.‫ أب علن ون عنذ"ة م يؤم ا ل ج م ع ة ؟ قا را‬٠٠ : ‫ ; ئ ك‬3 ‫قا‬
" ‫ ثقولث س ال م ت ال م ش يؤم محت ا ؟ ح‬:‫زن ا ئ م ولط ال خ ز ؟ قالوا‬

Ebut-Teyyâh’ın naklettiğine göre Mutarrif b. Abdillah, Cuma gecesi


olunca çıkardı. Atının üzerinde gece dolaşırdı. Bazen kırbacı kendisine yol
.gösteriyordu
Bir gece dolaşmaya çıktı. Mezarlığın yanına gelince atı uyuklamaya
başladı. Mutarrif olayı anlatırken şöyle diyor: Mezardakilere baktım, her
birinin kendi mezarının üzerinde oturduğunu gördüm. Beni gördüklerinde
Bu Mutarrif, Cumaya geliyor” dediler. Onlara “Siz Cuma gününün “
”geldiğini biliyor musunuz?” dedim. “Evet, kuşların konuşmalarından biliriz
,dediler. Ben “Kuşlar ne der?” deyince, “Selam, güzel bir günden selam
derler” diye cevap verdiler,

:‫ قات‬،‫لخرئا مه د اوراق‬ ،‫ ثن ا إبزاهيز‬:‫ ه ات‬، ‫ ] خدتن ا ن فيا ن ئ أ خ ن ذ‬٢ ٠ ö/y [ -) ٢١ ١٧(


‫ "ك ا ن مت و ف بن مه د الثؤ بن الت حي ر و ص ا ح ب ل ه شري ا في لثل ة‬: ‫ ه ا د‬،‫ص قا دة‬ ‫ثن ا‬

، ‫ أث ا أثا نؤ ح د ك الن ا س بهذا لكدب وئا‬: 3 ‫ صا‬،‫ ء إ دا ؤف ث ش و ط أ خ زي ن ا عغذه صؤء‬، ‫نقلل ن ة‬


" ‫حي ش ة هي مح ذ ث‬ ‫م‬ " :‫ بجود‬،" ‫ " | ك ق ث ث أ ك ذ ث‬: ‫ت نح و ن‬،‫ق‬
Katâde şöyle bildirir: Mutarrif b. Abdillah ve bir arkadaşı karanlık bir
:gecede yolculuk ederken birisinin asasının ışık saçtığını gördüler. Arkadaşı
,Eğer bunu insanlara anlatacak olsak yalan söylediğimizi söylerler” deyince“
Mutarrif: “Allah’ın nimetini görmezden gelerek yalanlayan en büyük
yalancıdır” karşılığını verdi,

‫ ح دثن ي‬c‫ ثن ا ت خ ئ د بن إ ش حا ق‬: ‫ محا د‬،‫ ] حدبن ا أبو حا م د بن جثثه‬y . o / y [ ") ٢١١٨(
‫ عن عي ال ن بن‬،‫ صر م ه د ي بن م ن و ن‬، ‫ ثن ا ح ج ا ج بن م ح م د‬:‫ قا ت‬،‫ا ل ح س ن م ح وي‬

‫م سير س ب غ قي‬ ‫ محا‬،‫م أ خ لث ض ا م حق زكا ذ يبدو‬ ‫ ه ادت أمح ل ت ه و ئ خ‬،‫جرير‬


، ‫ بوئا‬j ir ‫ ل ؤ ح د قا الغ ا س ب ه ذا‬، ‫ يا أثا عث د ال ر‬: ‫ لت اب ن أ خي ه‬،‫ ممال‬، ‫ط ر ف ت ؤ ط ه "كالس نب ي ح‬

" ‫ ^ ؛ ^ أ ك د ث اقا س‬١ " : ‫ نحمأ ب‬3 ‫مما‬

Ğaylân b. Cerîr’in naklettiğine göre: Mutarrif bir gün yeğeniyle


dolaşmaya çıktığı çölden geliyordu. Yürürken kırbacının olduğu tarafta
tesbihata benzer bir ses duydu. Yeğeni kendisine “Ey Ebû Abdillah!
M utarrif b. Abdillah 657

İnsanlara bunu anlatırsak bizim yalan söylediğimizi düşünürler” dedi.


Mutarrif şöyle dedi: “Yalanlayan, insanlann en yalancısıdır.”

‫ ثعا أب و بكر‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ثن ا ابن أبى شه ل‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ ا حدثن ا عئد اللؤ ب ن م ح م د‬٢ • ‫ ه‬/ ‫ )“ ل آ‬٢ ١١٩(
‫ أثة أ ي د م ن‬٠٠ ، ‫ عن م ط م ز‬،‫عن ظبت‬ ‫ ه\دت ظ‬،،3Up ‫ت ظ‬3 ‫ ما‬،‫بن أبى فتته‬
" ‫ ن جع د ثبي ن ألل ص ه ا صا ء ل ة س ن ؤ ط ة‬، ‫م تداه‬
.Sâbit’in naklettiğine göre Mutarrif, çölde dolaşmış, dönüyordu
Geceleyin yol almaya başladı, kırbacı yolunu aydınlattı.

‫ ثن ا عبد الثؤ بن أ ح م د ئن‬: 3 ‫ ظ‬،‫ ] حدثن ا أ خ ئ د بن ج ع فر ثن خن ذا ن‬y»o/y [ ") ٢١٢٠(


‫ " كا ن‬:‫ قات‬،‫ ثغ ا ن ي ئ ا ن بن ا ل م ع ينة‬:‫ قات‬،‫ ثن ا ه اش م س الث ا ب ب‬:‫ ه ات‬،‫ حدبغي أيي‬،‫حق ل‬
” ‫بس ه‬4‫ محشح ت مع ه ات‬، ‫متلزف بن عتد الل ه ” إذا ن غ ل س تة‬
Süleymân b. Muğîre’nin naklettiğine göre: Mutarrif b. Abdillah evine
girdiğinde, ev eşyaları kendisiyle birlikte teşbih ederlerdi,
‫ ثن ا أ خ ن د بن ص د‬:‫ قات‬، ‫ ] خ ا؛ثن ا أث و بك ر م ح م د س أخن ت بن م ح م د‬y >،\/y [ ") ٢١٢١(

، ‫ غ ذ ح م ي د بن ه ال ل‬،‫ أ م حزثا جرين بن ح ا رم‬،‫ ثن ا يريد بن ه ارون‬:‫ قا ت‬،‫ال م ب ن ا لثف ط ي‬


، ‫ إن خ ث كاذبا‬٠' :‫ لث م هل زف‬3 ‫ مما‬،‫ كا ذ ي ن مهإر ف وبين ز ج ل من قومه ث ئء‬:‫قات‬
‫ ظت ث ئ ذ ى أ ظ اعدا ز م‬: 3 ‫ ظ‬، ‫ ن م نف ه ت‬: 3 ‫ ئ‬، ‫ أز مح ي د ' ه بنق‬، ‫فأن ات ك ؛ ه‬
‫ هي دع وة ر ج د‬:‫ ر ي\د‬3 ‫ مما‬، ‫ ال‬: ١^ ^ ‫ ف ن ضزبة؟ ه ز ق شة؟‬:‫ لهب ز ي\د‬3 ‫ ءق ا‬،‫عأى ال ب مرة‬

" ‫محت ا ؟ ح نا ش ئ مح د و الثؤ‬

Humeyd b. Hilâl’in naklettiğine göre: Mutarrif ve halkından *biri


arasında bir mesele olmuştu. Mutarrif adama; “Yalan söylüyorsan Allah
canını alsın veya Allah ecelinde acele etsin” der demez adam olduğu yere
düşüp öldü.
Adamın yakınları, Basra valisi olan Ziyâd’a çıkıp şikâyetçi oldular. Ziyâd
onlara “Ona vurdu mu? Veya dokundu mu?” diye sordu. “Hayır” diye cevap
verdiklerinde: “Bu, salih bir adamın duasıdır, Allah’ın takdirine denk
gelmiştir” dedi.

،‫ ثن ا هم د الل ه بن أ ح م د بن حق ل‬:‫ قاد‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر ى مال ك‬٢ ٠ ٦ ٨ [ ") ٢١٢٢(
، ‫م ا ال ت د ي‬ ‫ ئ بم م ئ‬: ‫ قا د‬، ‫ تما أبو ع ا م ا ش ئ‬:3 ‫ ظ‬،‫ ثما أخنن تن إ را م ز‬:‫ه ا د‬
658 M utarrifb. Abdillah

،‫ و ج هه‬3 ‫ ح ط م ن ج دا وركز ع صا ه حي ا‬،‫ رأيت مت و ف بن عتد الل ه إدا نزت ب ا بيه‬:‫ه ا ت‬

، ٠' ‫ت د ه‬ ‫ا لل رص‬
‫ئة‬ ‫ " ا هأز أ‬:‫ض خ ت ثق ت‬ ‫مر ال‬
‫ف‬ ‫كا ج ج‬
‫و" ن *كن ب أ ب س ت ن ؤ ب ن ي دي ه ز ئ ؤ ب‬

‫ ه ال أعلئة إ ال"كا ن يحال ط الص ئ ذ ئ اليص ي د‬:‫ بشن‬3 ‫وئ‬

Bişr b. Kesîr el-Esedî der ki: Mutarrif b. Abdillah’ı görmüştüm. Çölde


dolaşmaya çıktığında, bir mescid çizip ve asasını karşısına dikmişti. Namaz
kılarken beyaz bir köpek önüne geçmiş gitmiyordu, “Allahım onu avdan
mahrum et” dedi.
Bişr der ki: o köpeğin ava gittiğini, ama avlanamadığını biliyorum.
‫ ق ا دت‬،‫ ثن ا أبو م ن غ ود عثدان‬: ‫ قا د‬،‫ ] ثن ا مه د الل ه بن م ح م د ثن ج عف ر‬٢٠ ٦ ٨ ‫ )“ ل‬٢١٢٣(
‫ ص‬،‫ ئ إ ا نم ن ئ غ رو ال وار ي‬:‫ قان‬، ‫ نحا ي د الل ه ئ خ م‬:‫ قات‬، ‫نجب‬ ‫شأ ئ‬ ‫ئ‬
‫ قان ت ئ ن علع ت بئ ة‬،‫ أ ث ي ن ا د ح ال عل ى م غ ف و ه و ن غ ش عل ته‬:‫ ور ج ل ا حن‬، ^ ‫ ^ ؛‬١ ‫ثا ب ت‬

‫ت محا ك ذللث‬3 ‫ قا‬،‫ وبور م ن رجليه وقد مته‬،‫ نزت م ن وتي ه‬،‫ثور م ن رأسه‬ ‫أدو'ر‬
‫ قت زك ف و‬:‫ فق ا ال‬،٠٠ ‫ ضز إل‬٠٠ :3 ‫ ؟ ق ا‬4‫ ي ن أئث ظ أي ي الث‬:‫ لث‬VIİİ ، ‫فأئ ي ى‬
: ١^ " ‫ذبش؟‬
‫ " زقت ز أ م م‬: ‫ ق ات‬، ‫ص ث ق‬ ‫ ^ ش‬٢ : ‫ " ؤظ غ ز ؟ " ق ث ا‬: ‫ ق ات‬،‫ ء ك‬.
‫ وو سط ه ا م ن‬،‫ تقلع أول ه ا م ن رأب ي‬،‫ وهي ق التون ابه‬،‫ " ينلق ث ر يد الق ج ذة‬:‫ قات‬، ‫م‬

" ‫ مح ذا ثوابه اي ح رئغي‬،‫ زقت ص ورت م م مع لي‬،‫ واخره ا م ن قد مي‬،‫وسطي‬


Haşan b. Amr el-Fezârî’nin naklettiğine göre Sâbit el-Bünânî ve bir adam
M utarrifin yanma girdiler. Kendisi baygın yatıyordu. Ondan üç nur saçıldı.
Biri başından, biri ortasından, bir nur da ayaklarından çıktı. Sâbit diyor ki;
“Bu durum bizi hayrete düşürdü.”
Uyandığında ona “Nasılsın ey Ebû Abdillah?” diye sorduklarında
‘iyiyim” dedi. “Biz bir şey gördük, çok şaşırdık” dediklerinde, “Ne
gördünüz?” diye sordu. “Senden parlayan ışıklar gördük” dediler. Mutarrif
“Gerçekten öyle mi gördünüz?” diye sorunca, “Evet” dediler. Mutarrif:
“Bunlar secdenin âyetleridir. Otuz âyettir, ilk onu başımdan parladı, ortası
belimden parladı, sonu da ayaklarımdan parladı. Bana şefaat ederken
göründü. Bu onun, beni koruyan sevabıdır” dedi.

‫ ه ا د ; ثن ا أب و ا لعب ا س‬، ‫ ] حدثن ا أ خ ن د بن ت ح م د بن هم د ال وه ا ب‬٢٠ ٦ ٨ [ “) ٢١٢٤(


‫ا‬
،‫ ثن ا خث ا د بن زيد‬: 3 ‫ ثن ا حال ذ بن خذا شء ظ‬:‫ محات‬، ‫ ثن ا خ ب ز بن ال ق ث‬: ‫ محا د‬، ‫الثثا غ‬
M utarrifb. Abdillah 659

‫ ق ات لي‬،‫ ح م س ا لخي ا غ مورظ ا ل ع ج ل ي في ا ل غ ض‬: ‫ قا د‬،‫قادت ثن ا عي ال ن بن ج رير‬


ilil ،‫ئه‬1‫ تهوفث ؤ أ ه غ ز دء‬1‫ ىلع‬،" ‫ " ثئ ا؟ى ح ش ندع و و أ م‬: 4‫م ؤ ف ن بن عئد الث‬
‫ مما ل ا ل ح ج ا ج‬،‫ ون ح ل أبو م ورق في م ن ن خ ل‬،‫ حرغ ا ل ح ج ا ج ون حل الغ امس‬،‫"ك ا ن ا نمث اء‬
‫ ح اإ_د ; ش عتر أن يكئ م ة فيه‬3 ‫ ئ‬،‫ اده ب إ ز ال شح ن ثا دث ع ابن ق ذا ا ل م ح خ خؤ‬: ‫لح زب ه‬

‫أخت م ن الغ ا س‬
Ğaylân b. Cerîr’in şöyle dediğini naklediyor: Haccâc, Muvarrik el-icli’yi
hapse attırmıştı. Mutarrif b. Abdillah bana “Gel, ben dua edeyim siz de
amin deyin” dedi. Mutarrif dua etti biz de duasına amin dedik. Yatsı
olduğunda Haccâc göründü, insanlar da huzuruna girdi, Muvarrik’in babası
da girenlerin içindeydi. Haccâc muhafızına “Zindana git ve bu yaşlı adamın
çocuğunu kendisine teslim et” dedi. Hâlid der ki; Haccâc bunu hiç kimseyle
konuşmadan önce söylemişti,

‫ ثن ا أثو بكر‬:‫ ثمات‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د بن بي ل‬: ‫ محا د‬، ‫ ] ثن ا هم د الل ه بن ت خ م‬y ،y / y [ -) ٢١٢٠(


،‫س ا لئ ح؛ر‬° ‫ ن ن و ف‬15" : 3 ‫ قا‬،،Up>*3 ‫ص أبي‬ ‫ ث ط أث و‬: 3 ‫ د ا‬، ‫س أيي ف ي ه‬

‫ وأع وذ ؛لف‬،‫ب‬-‫ث جري به أش النه‬U ‫ وم ن ف ؤ‬، 0 ‫ " الل ه أ إ ي أع وذ ؛لف م ن ثث الثلعال‬:‫م ولت‬
،‫ زأع وذ ؛لف أن أبزين يلق م بشيء يقس ني عنلث‬،‫به عين طاعتلف‬ ‫أطليه‬ ‫أن أق وت ب حئ‬

‫ ؤمحوذ ب ك م ن أن ئج ش‬،‫س؛ثيلث غ د حني ثرت ي‬ ‫وأعوذ بنف أن أ ش ن بث يؤ ش‬


‫ الل ه م ال ثخزتي‬، ‫ وأعوذ؛ل ق أن تج ند أختا أ ن غ ذ ؛ ن ا ع م لته ب ر‬،‫ع ره أل ح د م ن حل م لق‬
‫م ي‬ ‫ي‬ ‫ غذ‬،‫ط ه‬ ‫ ق ا ة أ خت ن ئ‬. ‫ م ح أ ال تح دي ي أطف غ ي ئؤت اا‬،‫إمبف يي غ ا إل‬

‫ حدثن ا‬، ‫ عن م طر ف‬، ‫ عن ع م رو بن غا م‬،‫ ؤززاة ابن م حنه‬،‫ عن مقل رف ب ح رة‬،‫ا محزاي‬
،‫ ثن ا ج د ي‬: ‫ قا د‬، ‫ قا دت ثن ا عثد ا ل ر ح م ن ن م ح م د ثن ع د الل ه ائنئ ر ئ‬، ‫تغ ص ور بن أ خن ذ‬

‫ ثابت " كان مهوفن بن‬، ‫ غذ غز و بن غ ا م‬،‫ ق ا الت ثن ا سمحان بن عيثه‬، ‫وي ش بن ال ي‬
‫ ث ذ و متل ه‬،‫عيد الل ه ثدع و‬

Ebû Ğaylân’ın naklettiğine; Mutarrif b. eş-Şıhhir şöyle derdi: “Allahım!


Sultanın şerrinden ve kalemlerinin yazdığından sana sığınırım. Senden, sana
itaatin dışında bir şey istemekten sana sığınırım. Beni sana karşı mahcup
edecek bir şeyle süslenip insanların karşısına çıkmaktan sana sığınırım.
Başıma gelen bir beladan kurtulmak için sana karşı gelecek bir şeyden
yardım istemekten sana sığınırım. Beni kullarından her hangi birine ibret
M utarrif b. Abdillah 660

yapmandan sana sığınırım. Yaptığım bir fiilden dolayı, birini benden daha
mesut kılmandan sana sığınırım. Allahım! Beni utandırma, sen beni
”.biliyorsun. Allahım! Beni cezalandırma, sen bana kadirsin
Ahmed b. Seleme, ibn Uyeyne ve Mansur b. Ahmed farklı senedlerle
Mutarrif ten aym hadisi, benzer ifadelerle nakletmişlerdir.

:‫ محالأ‬،‫ ثنا أنو بكر بن عتيد‬:‫ محالأ‬،‫ ] حدق ا أ خ ن د بن م ح م د بن أبا ن‬y»v/y [ -) ٢١٢٦(
‫ بن عئد‬،—‫ م ول ط ; "ك ا ن ب غ اء مقلزن‬، ‫ قادت ش م ع ت ن م ا ن بن عيس ه‬،‫ثت ا م ح م د بن ئدا م ة‬
‫ظ ه هث‬ ‫ث‬ ،‫نى أن ش ز ك ث مح ث [كث ينق ث أ غذ ث هؤ‬-‫ش " ا [ ي إ‬
‫ ل ط قئبي هيه‬1‫ج ه الئ يىح‬-‫ ن غ ن غ أئي أزد ت به ؤ‬I‫ وأنتغفزك مم‬،‫غش م س ي نم أ إل أ و ن به‬
"‫ن امق د غ ب ش‬

Muhammed b. Kudame, Süfyân b. Uyeyne’nin şöyle dediğini


naklediyor: Mutarrif b. Abdillah şöyle dua ederdi: “Allahım! Tevbe edip
tekrar işlediğim günahlar için senden mağfiret diliyorum. Senin için
yapmaya söz verdiğim ve yerine getiremediğim sözlerimden dolayı mağfiret
diliyorum. Senin rızan için yaptığımı söylediğim ama içimde ona neler
karıştığını benden daha iyi bildiğin fiillerimden dolayı mağfiret diliyorum .”

‫ م ح م د بن‬Qi ‫ ثت ا عثد الثؤ‬:‫ قا ت‬،‫ ثن ا أ خ ن د بن أبا ن‬:‫ قات‬،‫ ] ثن ا أيي‬y ،v / y [ -) ٢١٢٧(

‫ قادت ثن ا حيا ن بن‬، ‫ عن س ي خ م ن ب ي عق ل ح دبه م‬،‫ ثنا عنز بن أبي الحا ر ث‬:‫ قات‬،‫مح د‬
‫مر‬
‫ الل ه م اومس‬٠٠ '•‫ يق ولت‬، ‫ "ك ا ن م تإؤ ف بن ع د الل ه‬: ‫ محا د‬،‫ ثما م خ ث د س واس ع‬:‫ قا د‬، ‫يئ‬
٠' ‫ ق ا ن ال ن ز ر هد بمو ص ■عئدو وئؤ عنة غئن ز ا م‬، ‫ مح س غثا محا عفئ غثا‬٢ ‫ إل ذ‬، ‫غثا‬

hayan b. Yesâr, Muhammed b. Vâsi’in şöyle dediğini naklediyor:


Mutarrif b. Abdillah şöyle derdi: “Alicim ! Bizden razı ol. Bizden razı
olmazsan affet. Zira efendi, kulundan razı olmasa da onu affeder.”

:‫ قات‬،‫ ثن ا أ و عتد الل ه س ش رزاد‬: 3 ‫ محا‬، ‫س ث ح ث د‬° ‫ ] حدبن ا عئد الل ه‬٢٠٧/٢ [ -) ٢١٢٨(
،‫ عن ظب ت‬،‫ خئ ائ بن سئ م ه‬١^ ^ ١ ، ٤٧^ ‫ ظ ثنين بن‬:،3 ‫ ه ا‬،‫ثط أبو ب ك ر بن أبي فتت ه‬

‫ب‬-‫ ^ اكت‬١ ، ‫ ^ ث م ل مني ص؛اما‬١ ‫ ^ م ث ل مني ض ال ؛ ا‬١ " :‫ بموت‬،‫ن م هوف‬15” :3 ‫ه ا‬


" 4 ‫ ظ ء ا ه ص ا ل م ح‬: ‫ ^ " ؤ ئ ظ‬١٤ ‫ ن أ‬، " ‫ط‬ ‫لي‬
M utarrifb. Abdillah 661

Mutarrif şöyle derdi: “Allahım, benden namazı kabul et. Allahım,


benden ©rucu kabul et. Allahım, bana sevap yaz.” Ardından şunu eklerdi:
“Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder.”1
‫ ثن ا تؤار بن‬، ‫ ثت ا م ح م د بن إ ش حا ق‬: ‫ ه ا د‬،‫ ا خ ا؛ثن ا أب و حا م د بن ج ثآه‬٢ ٠٨/‫ )" ل ؟‬٢ ١٢٩(
" : ‫ ها د م ق و ف‬: ‫ قا د‬،‫ ص ل\ب ت‬، ‫ ص حئ ا د بن شل ن ه‬،‫ ثن ا أي ي‬: ‫ ها د‬،‫عتد الل ه بن شوار‬
‫ " فش ن ذ‬: ‫ ئ ك‬:‫ قات‬،" ‫•<ت قي بدع ه ا لأم مثن ئز؟ ودا ئؤ ئ ال م مما ر‬
" ‫ وني ت ظب ال ء ؟ ودا م ال ء الدع اءم‬، ‫ئن ائة؟ق ادا ئ ؤ غ رالئي نحا ر‬
Salim, M utarrif in şöyle dediğini naklediyor: “Bu mesele meydana
geldiğinde, işin kimden kaynaklandığına baktım. Baktım ki, Allah’tan
geliyor; «Kim halleder?» dedim. Baktım ki, Allah halledebilir; «O’na etki
edecek nedir?» deyince, bunun dua olduğunu fark ettim .”

: ‫ ه ا د‬، ‫ ثن ا هم د ا و خن ي بن م ح م د‬: ‫ ه ا د‬، ‫ ] حدثن ا أ م م ح م د بن حقا ن‬y . a / y [ -) ٢ ١٣٠(


،‫ ص أمح ه‬،‫م ثن م د ا ن ي‬ ‫ ص‬،‫ ظ ا ي ا لثت ا ز ك‬: ‫ قات‬،‫ي إ ا ل م ق ر ي‬ ‫ال‬ ‫ظ ئ‬ ‫تحا‬

" ‫ قإن ا ظ م أن يدغز ل ئ ز إل ه قد خ رك‬، ‫ إدا دخقز غش ال ر ي م‬٠' :‫ قات‬،‫صث و ي‬


Mutarrif b. Abdillah der ‫لعا‬: “Bir hastayı ziyarete gittiğiniz zaman
elinizden geliyorsa onun size dua etmesini sağlayın. Zira hasta kişinin
duaları, içinde bulunduğu durum dolayısıyla kabul görmeye daha yakın
olur. ”

‫ ثن ا‬:‫ قا ت‬،‫ فادت ثن ا م ح م د بن إ ن خ ا ق‬،‫ ] حدثت ا أ و ح ا م د بن جثثه‬y*a/ y [ “) ٢١٣١(


،‫ " ل ؤ وزن ح ؤفن ا ل م ؤم ن ور جا ؤه‬: ‫ ه ا د ثعلزف‬: 3 ‫ ه ا‬،‫ ثن ا نئي ا ن‬:‫ قات‬،‫م ح م ذ بن الصث ا ح‬
٠٠ ‫ حبه‬L/5 ‫ ال زين أخ ا ؛ئ ن ا غش‬، ٤١^ ‫ج ذا‬-‫لو‬

Mutarrif der ki: “Müminin ümit ile korkusu, karşılıJdı olarak tartılacak
olsa, birinin diğerinden ‫ر‬daha ağır basmadığı ve ikisinin aym olduğu
görülecektir.”

1Mâide Sur. 27
‫‪662‬‬ ‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬

‫( ‪ ] y ،a / y [ “) ٢١٣٢‬ح دق ا م ح م د بن عل ي‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا ا لخنس ن ث خ ث د ب ن ح ما د ‪ ،‬ثعا‬

‫طف بن فبي ب ‪ ،‬أ ح رثا عبد الرواق‪ ،‬محا ‪3‬ت ثن ا ت غ م ‪ ،‬ص قا ذة‪ ،‬ئ ت ‪ :‬محا ‪ )3‬ئعثؤفث ‪٠٠ :‬‬
‫و ج دثا أنضخ عت ا د الثؤ لعثا د ال م ا ل م ال يكه‪ ،‬زز جدثا أغ س ا ل عب ا د لعت اب الثي القيا ب ئ‪'٠‬‬

‫‪: “Allah’ın kulları içinde, Allah’ın kullarına en çok nasihat‬لكل ‪Mutarrif der‬‬
‫‪edenlerin melekler olduğunu fark ettik. Kulların içinde, Allah’ın kullarını en‬‬
‫”‪çok kandıranların şeytanlar olduğunu fark ettik .‬‬

‫( ‪ ] y * a / x [ “) ٢١٣٣‬حدثن ا أ خ ن ذ بن م ح م د ث ن من ا ن ‪ ،‬محالأ‪ :‬ثن ا م ح م د بن إ ت خا ق‬

‫نا‬ ‫ح م د بن ال صث ا ح ‪ ،‬قاد ‪ :‬ثن ا ئ ئ؛ ا ن‪ ،‬محاد ‪ :‬قا ت مئ ونت ‪ " :‬إن أئث خ‬ ‫م‬ ‫ثن ا‬ ‫ا لمم ف ي ‪ ،‬ق ا لأ‪:‬‬

‫ط ي ب ت به ‪ ^ ١‬؛ ^ ع م د ا ال‪-‬خزة "‬

‫‪Mutarrif der ki: “Dünyadan istenen en kötü şey, âhiret için amel‬‬
‫”‪etmektir.‬‬

‫(‪ “) ٢١٣٤‬ل ‪ ] ٢ ٠٨/٢‬خ ا؛ثن ا ت خ ئ د بن إ ت خ ا ق ‪ ،‬محات ‪ :‬ثن ا ابزاهيأ بن ت غ ذا ن ‪ ،‬قا د ‪ :‬ثت ا بكن‬
‫بن بك ار‪ ،‬محا‪ :،3‬ثن ا قؤة بن حال د ‪ ،‬ثن ا تزيد بن مه د الل ه‪ ،‬ما د ‪ :‬محا ‪ )3‬م طأ ئ ‪ :‬ئ ك ل ع م نان بن‬
‫ت م‬ ‫عي ث‬ ‫م م غ خ نا ئ‪،‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫م ح ش ‪ " :‬أ‪-‬ا أ ق ن ؛ ز ا لخن‪ 1‬عة م ذ غ ي وي أ ز م ‪ ،‬ال ه‬

‫صص‬ ‫ؤؤ ض‪ ،‬نإذا 'ك ا ن ت اهعئ ا م ح س عإغ أ ري '‪ ، ٠‬قات ه‪ :‬إة ه د م و ج د "‬
‫ذلل ق ن ا ت خ ا ذز "‬

‫‪Mutarrif der ki: imrân b. Husayn’a dedim ki; “Cemaate, yaşlı ve dul bir‬‬
‫‪kadından daha fazla muhtacım. Çünkü, cemaat olunca, kıblemi ve yönümü‬‬
‫‪,bilirim. Ayrı olduğum zaman işlerim karma karışık olur.” imrân “Allah‬‬
‫‪özendiğinden dolayı sana ecrini verecektir” dedi,‬‬

‫( ‪ ] y . a / y [ “) ٢١٣٥‬حدثن ا أب و حام د بن جبل ة ‪ ،‬قا د‪ :‬ثن ا أث و ا ل عقا س ال ق ؤا ج ‪ ،‬مح اد‪ :‬ثن ا‬

‫ا ل ح س ن بن شت ري‪ ،‬ئا ‪ : 3‬ثن ا ا ل ح جا ج بن م هد ي‪ ،‬ص محال ن‪ ،‬غذ م ق و ف ‪ ،‬قا ت‪ ٠٠ :‬ن ا‬


‫أز ظ خال ت ه غ د نقيق ا بأخزج إ ر ا ل جماعئ بش "‬
‫‪Mutarrif der ki: “Eteklerini toplayıp oturan yaşlı ve dul bir kadın, benim‬‬
‫”‪cemaate olan ihtiyacımdan daha muhtaç değildir.‬‬

‫( ‪ ] y . a / y [ - ) ٢١٣٦‬حدثن ا أبو خا ب ز بن جبل ه ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثت ا م ح م د بن إ ن خا ق ‪ ،‬قا ت‪ :‬ثن ا‬

‫ع من بن م ح م د بن ا ل ح ض‪ ،‬قات‪ :‬ح د ب ي أيي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ن لبما ن بن ا ل مغيرة‪ ،‬عنثا ب ت‪،‬‬


‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬ ‫‪663‬‬

‫نمثز‬ ‫ن ق وأل‬ ‫الل ه أن ئذ ووة عند ائ جن اي و؛ل كل ب‪،‬‬ ‫ج اللط‬ ‫ف إل‬


‫ب‬
‫م‬ ‫قا د ‪ :‬ق ات مع ونت ‪'٠ :‬‬
‫وقد‪ ،‬اؤبقجا‪-‬ب‪ :‬أ‪.‬ئثاق ه وفم هب ك "‬
‫‪: “Allah’ın adını, köpek veya merkebin yanında da‬آكل ‪M utarrif der‬‬
‫‪zikretseniz şanı yücelir. Biriniz köpeğine veya koyununa; “Allah seni rezil‬‬
‫”‪etsin ve Allah seni şöyle şöyle yapsın” diyebilir.‬‬

‫حا م د ث ح م ذ بن أ ح م د ا ل مجال؛خ‪ ،‬ث ا ‪ :3‬ثن ا أ ح م د س‬ ‫حدت ا أب و‬ ‫(‪ /\[ “) ٢١٣٧‬بم م أ ]‬


‫بن سع يد ال كعت ا ئ‪ ،‬ه ا ‪ :3‬ثت ا أب و عليه‪ ،‬عن‬ ‫ل‬ ‫م و ت ى بن ال م ا س ا لخذوي‪ ،‬محالأ‪ :‬ثن ا إن ن ا ي‬
‫ه اش ‪٣ ١ ،‬‬ ‫مب خا ة تن شؤم‪ ،‬قا د ‪ :‬تق د ظ الف ئ ئف و ف‪ ،‬ق ات ق أبؤة ‪ " :‬أي‬
‫ر حمة‬ ‫سح‬ ‫ذ م ن ا ل ع م ل ‪ ،‬ؤا لثسئ س ن ا ل ح س ق ن ‪ ،‬وشر الئ س ن ا ل ح م حهه "‪ ،‬د ا ‪ 3‬ال‬ ‫أم ح‬

‫ال ق‪ ” :‬كدا الئسه بتن ا لخت س ن‪ ،‬وهد قيد‪ :‬ا خل ط مح ن الثثمح تن مبي ب رك ائئل ؤ والتمص ير‬

‫‪ishâk b. Süveyd’in naklettiğine göre Abdullah b. M utarrif ibadet etmişti.‬‬


‫‪Babası ona şöyle dedi: “Ey Abdullah! ilim amelden daha faziletlidir. Kötülük‬‬
‫”‪^kahadır.‬؛‪iki iyiliğin arasındadır, iki kötü şeyden bibisi k‬‬

‫‪Şeyh (Ebu Nuaym) der ki: Evet aynen öyledir; kötülük iki iyiliğin‬‬
‫‪arasın d ad ır.‬‬

‫‪Baztları da der ki: iyilik iki kötülüğün arastndadır, yani abartma‬‬


‫‪ve ihmalkârlığı bırakmak sayesinde.‬‬
‫أ ح م د ث خ ث د بن أ ح م د ‪ ،‬محا ‪ :3‬ثت ا أ ح م د ثن م و ت ى بن‬ ‫و‬ ‫‪ ] ٢ ٠‬حدثن ا أ‬ ‫ل‬ ‫(‪“) ٢ ١٣٨‬‬
‫أ م البجا ح‪ ،‬غذ‬ ‫إ‬ ‫ه ص أمحه‪ ،‬قات‪ :‬ث‬ ‫ال و‬ ‫ا م حا س‪ ،‬قات‪ :‬ظ إشت ا عيد ئ ت ج د ‪ ،‬قات‪ :‬ئ‬
‫ي ي أ ي ه ز ‪ ٠^ ^ ١‬ز ك‬ ‫أم ح‬ ‫ش ئ ت‪ " :‬أش ض اا ؛ا م زئ<ة‬ ‫حن و ف ئن ي د‬

‫'مح ن؛ هأهصل هز في أ ش هم ' ن ن م "‬


‫;‪M utarrif b. Abdillah der ki: “insanlara öyle bir zaman gelecek ki‬‬
‫‪içlerindeki en üstün kişi, en hızlı olan olacaktır. Günümüzde ise en üstün‬‬
‫”‪kişi, sakin davranandır.‬‬

‫ثن ا‬ ‫ب م \ ] ثن ا أب و أخن ت ث خ ث د بن أ ح م د ‪ ،‬ه ا‪ :،3‬ثن ا أ خ ن د بن م و ت ى‪ ،‬محا د ‪:‬‬


‫(‪ /\[ “) ٢١٣٩‬م‬

‫ؤمحا ‪ " ،‬كا ن‬ ‫م‬ ‫ن ت ع يد‪ ،‬ق ا د ‪ :‬ثن ا ابن علته‪ ،‬صر أث و ب الق ح ساني‪ ،‬قا د ‪ :‬نبئت أن‬ ‫ل‬ ‫إن ن ا ي‬

‫ت م ‪ ،‬د ا كن إقؤ‬ ‫ب‬ ‫معه ب اقة أت‬ ‫زجل‬ ‫أقوم إ ق‬ ‫ر‬ ‫ع اي خ‬ ‫نص ص‬ ‫يمول‪ " :‬إدا كا ن ديني‬

‫حئ "‬ ‫م‬ ‫مب ة ق لى عق و ؛ن ديتى ادا‬


M utarrif b. Abdillah 664

Eyyûb es-Sahtiyanî’nin naklettiğine göre Mutarrif şöyle derdi: “Eğer


dinim, elinde yüz bin kılıç olan bir adamın karşısına geçip beni öldüreceği
bir kelime söylemem için zorlayacaksa, dinim ondan daha baskıcı olur.”

‫ ح دبن ي‬،‫ ثت ا أ خ ئ د بن أيي ال ح واري‬:‫ محات‬، ‫ ] حدثن ا إ ت خ ا ق ين خش ا ن‬y * ‫؟‬/ y [ ") ٢١٤٠(
،‫ نأ خ ذ ع صا أؤ ف من ه في يده‬،‫ ءأب س جبه‬،‫ ع ا ب ابن لن ع ر ف‬: 3 ‫ قا‬،‫ أؤ همزة‬،‫عتد ا لعزيز‬

٠•: ‫م ول د ي‬ ‫ئ‬ ‫بض‬


‫م تق ث م‬ ‫ " أ ص ك ذ‬: ‫ن قا د‬
Abdülazîz’in naklettiğine göre M utarrif in bir oğlu kaybolmuştu.
Cübbesini giydi, eline bir asa veya bir kamış aldı ve şöyle dedi: “Rabbime
miskin görüneyim, belki bana acır ve çocuğumu geri getirir.”

‫ ثغ ا م ح م د بن‬:‫ ه ا لأ‬،‫ ] ح دثني أ ح م د بن م ح م د بن حم د ائزئ ا ب‬٢ ٠ ٩ ٨ [ ") ٢١٤١(


:‫ قات‬،‫ ثن اثابت‬:‫ قات‬، ‫ ثن ا جع م‬:‫ قا د‬،‫ عن ست ار‬،‫ ت ا مه د الله بن أيي رياد‬:‫قان‬،‫إت خ اق‬
‫د كث ا ب اش‬ ‫ئ كا ن ن بمثا ث ن ا بخ ا ني ئ قا‬ ‫ " زالثؤ‬: ‫ج ال م‬ ‫قات نح ومحث ئ‬
٠٠ ‫لث ا‬ ‫سم‬ ‫نا ق‬ ‫م‬ ‫شت م لن‬ ‫م ما‬ ‫ لت عي؛ ن ا ن ب ئ ثث ا ول ئ ن" ك ا ن الثت أ ئ اثا ه‬، ‫ا لث ا ي‬

Mutarrif b. Abdillah der ki: “Vallahi, bu meclisimiz eğer önceden


Allah’ın Kitabı’nda bizi^ için yazılanlardan ise, bizim için çok güzel şeyler
yazılmış demektir. Eğer Allah onu bize, paylaşılanlardan verdiyse, bizim için
çok güzel şeyler pay edilmiş demektir.”

‫ ثن ا‬: ‫ محا د‬،‫س م ح وي‬° ‫ ثن ا ا نم ن س‬:‫ قات‬،‫ ] حدقن ا أبو خ ا ب ز ن جثثه‬٢٠٩/^[ ") ٢١٤٢(

‫ قات م طرمح ن بن‬:،3‫ ظ‬،‫ عن محالن بن جر م‬،‫ م هد ي بن مت مون‬،‫ غذ‬، ‫ح جا ج بن ن ح م د‬


"‫ط ق نف س ي ق ق ث م حن‬ ‫ " نن‬: ‫ئ د اش‬

Mutarrif b. Abdillah der ki: “Eğer kendime översem, insanları


küstürmüş olurum .”

:‫ ه ات‬،‫ ثن ا أثو ال م ا س المم ف ي‬: ‫ ] خ ا؛ثن ا أ ح م د بن م ج م د بن ميت انء محا د‬٢١ */y [ ") ٢١٤٣(
‫ عن‬،‫ ص عي ال ن‬،‫ ثن ا م هد ي‬:‫ قات‬،‫ ح دبت ي أيي‬:‫ قات‬،‫ثن ا ع من بن م ح م د بن ا لخنن‬
١' ‫ حثرن وا م ن الثار*ي بن و ؤ ا ل ظ ن‬-‫' ا‬١ :‫بوت‬
‫ أثث "ك ا ن م‬، ‫متل ؤف‬

Ğaylân’ın naklettiğine göre Mutarrif şöyle derdi: “Sûizan ile insanlardan


korunun.”
‫‪M utarrifb. Abdillah‬‬ ‫‪665‬‬

‫^‪ ^ ١‬؛ س تع ذان‪ ،‬ئ ‪ : 3‬ثن ا بكن‬ ‫ثن ا‬ ‫(‪ “) ٢ ١٤٤‬ل أ ‪ /‬م ‪ ] ٢ ١‬حدثن ا م ح م د بن إ ت خ ا ق‪ ،‬قات‪:‬‬
‫بن بك ار‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا قؤة ‪ ،‬عن حال د ‪ ،‬ه ا د ‪ :‬ثن ا يزيد بن هم د الل ه‪ ،‬ئ ‪3‬ت قا د مق و ف ‪ ٠٠ :‬ان‬
‫ثص د س !كؤم ؛لي‬
‫ح مزه‪ ،‬ق ا ‪3‬ث " لأ‬ ‫ط لير ح‪-‬م بز ح مته الئصئ وال "‪ ،‬ثاد ‪:‬‬ ‫؛ه‬

‫ءأ ى منا خ ك " ءنأ ر ط ه ا‬


‫‪,Yezîd b. Abdillah, M utarrif in şöyle dediğini naklediyor:‬‬ ‫‪“Allah‬‬
‫‪”. merhametiyle kuşa merhamet eder‬‬
‫‪Naklettiğine göre bir gün kızıl bir kuş yakalamıştı “Bugün seni‬‬
‫‪yavrularına bağışlayacağım” dedi ve salıverdi,‬‬

‫ثن ا‬ ‫(‪٢ ١٠/ y [ -) ٢ ١٤٥‬ء حدثن ا م ح م د بن‪ ^ ^ ١‬ا ل حنبلي ‪ ،‬ظ ‪ '.3‬ثن ا أب و بكر ا لأزرق ‪ ،‬ما ‪3‬ت‬
‫بن عزم ه‪ ،‬ئ ‪3‬ت ثن ا أب و بكر ال ث ه مجح‪ ،‬ح دب ي قئ خ قا ثكنى أثا بكر‪ ،‬أن ئت و ف‬ ‫ال ح س‬

‫إل خاخهث ال‬ ‫تذ عم الثؤ ئن ال م ‪ ،‬قات مبي إ حزانه‪" :‬يا أثا محالن‪ ،‬إذا كا ث ئ للف إ‬
‫جها‪ ،‬ول كن اكمحه ا 'ئ في رنةثم‪ ^ ١‬؛أي‪ ،‬ؤ ر أكره أن أ ه قي وجه ك دة‬
‫ئكك ي ن‬
‫مث‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ا ل ق ؤا ل ‪ ،‬وئد‬

‫إلئث ا انن ز ث ئ ؤا أل ا و جا ل‬ ‫ال ممث؛ق انتؤث تؤث ا ي ر‬


‫^‪^ ١‬‬ ‫أ ق د ش ^!‪ ^ ١‬نذئ ‪١‬‬ ‫ك ال‪،‬من ا مؤبت نل ك ن ‪b‬‬

‫وظ ‪ 3‬الش ا يئ ن ق ا‪:‬‬

‫ع و صا وإ‪ 0‬د ا ‪ 3‬ائيثى بنؤال‬ ‫نا اصاتسب لآ‪.‬ل و جهه بن واله‬

‫و ج ح القوالت و حفق و وال‬ ‫متعا م حا ‪ 3‬و زمح‬ ‫‪3‬اذا ال ثؤات‬

‫ك ا‪3‬‬ ‫ظل ك قيا‬ ‫فا‬ ‫و ج هلثش اي ال‬ ‫ب د‪3‬‬


‫قإدا ابتل يت ج‬

‫‪M utarrif b. Abdillah b. eş-Şıhhîr, Müslüman kardeşlerinden birine şöyle‬‬


‫‪Bir ihtiyacın olup da benden isteyeceğin zaman‬؛ !‪dedi: “Ey filanın babası‬‬
‫‪kendin gelip de benden isteme. Bunun yerine o ihtiyacını bir kâğıda yazıp‬‬
‫‪bana yolla. Zira yüzünde bir şeyi istemekten dolayı oluşan mahcubiyeti‬‬
‫‪görmek istemem. Şair de şöyle demiştir:‬‬
‫‪“Ölümün sadece yaşhltktan olacağını sanma‬‬
‫‪A sıl ölüm, kişinin birilerine el açmasıdır‬‬
666 Yezîd b. Abdillah

Her ikisi de ölümdür ama


El açmak diğerinden daha ağırdır.”
Şair yine der ki:
“Başkasına el açarken kişi, . ‫ء‬. durumu
Aldtğtyla zengin olsa dahi telafi edemez
El açma ile bununla hedeflenen tartılacak olsa
El açma daha ağtr basar ve her türlü hedefhafifkalır
Birilerine el açmak zorunda kalırsan
Saygın ve cömert kişilere aç elini. ”

‫ ثن ا‬:‫ قات‬،‫ ثن ا أب و بكر بن م كرم‬: ‫ قا د‬،‫ ] ح دق ا أبو م ح م د بن حيا ن‬٢١ ‫م‬/ ‫ )“ لإل‬٢١٤٦(

‫ عن‬،‫ ثن ا أثوبي بن ئ ع ن ب‬: ‫ مح ا د‬،‫بن مت صوو‬ ‫ ثن ا‬: ‫ مح ا د‬،‫م شر ف بن سع ي د الوا> سط ى‬

‫ه ف فى‬ ‫ " و ج د ت ه ن إ ة آ ش أ ك ئ‬: ‫عبد اش‬


‫د نح و ف ئ م‬ ‫ ء د‬: ‫ ئ د‬،‫ا ال ف ش‬

‫ا عش قدو‬- ‫ وثؤ أق ى قي ئنيه م ا ل حؤذ‬،‫محلوب الئد؛تي ن م ن■حشه ر حمه و جم ه م به ا‬


،'٠ ‫معرممهز ن ا هغ م حز ال م س‬

A’meş der ki: Mutarrif b. Abdillah bana dedi ki; “Allahın, sadık kulların
kalbine yerleştirdiği gafletij onlara acıdığı için bir merhamet olarak verdiğini
fark ettim. Eğer anlayışları nispetinde kalplerine korkuyu yerleştirseydi,
onlara hayatta huzur vermezdi.”
Şeyh (Ebû Nuaym) diyor ‫لكل‬: Mutarrifbirden çok sahabeden hadis
nakletmiştir. Babası Abdullah b. eş-Şıhhfr’den naklettiği
hadislerden bazıları:
Takrîb762, Takrîb3832, Takrîb 1539, Takrîb3840, Takrîb215

Yezîd b. Abdillah
Onlardan birisi de; Ebul-Alâ Yezîd b. Abdillah b. eş-Şıhhîr,
Mutarrif in kardeşi, ibadetle çok meşgul olduğu meşhurdur. Az
konuşmuş olsa da sözleri bilinir. Ondan nakledilenlerden bazı
örnekler:
Yezîdb. Abdillah 667

:O na “Mescidimizi yükseltir misin?” dediklerinde şöyle cevap verdi


”.Kalplerinizi ıslah edin, mescidiniz size yeter“
Ayrıca şöyle derdi: “Cehennemlik olan, kendisinden gizlenen bir şey için
Allah’a karşı gelmeye dayanamayan kişidir.”

،‫مل ي‬ ‫ ث إ إئزا م ز ئ‬:‫ قات‬، ‫س د بن خ غ م‬ ‫ < \ ] خدتث ا عند ال م ثن‬y/ \ [ -) ٢١٠٢ (

‫ "كان‬: ،‫ ص بدئ ل تن نبمزة‬،‫ قادت ظ خئاذ ئ زئد‬،‫م‬ ‫ ظ شه ا ث ئ‬:‫قاد‬


٠٠‫ لأن أ ء ش ف أ ش م أ خ ي ومم ش أق أ ش ه ي‬٠' :‫ ف وت‬،‫حن وف ت‬

Büdeyl b. Meysere’nin naklettiğine göre: M utarrif şöyle derdi: “Belaya


maruz kalıp sabretmektense, m uaf olup şükretmeyi tercih ederim.”

‫^ "ك ا ن ~صا س ح ل‬ ‫أي‬ ‫الل ه م‬ " :‫ تق وت‬،‫ ] وكا ن أغ وة أبو اخل الؤ‬٢١٧٢ [ -) ٢١٠٣(

V
Kardeşi Ebu’l'Alâ şöyle derdi: “Allahım*. Bunlardan hangisi benim için
hayırlıysa onu takdir et .”

‫ محا مشرفت‬:‫ مح اد‬،‫مكزم‬ ‫بن‬ ‫ ثتا أبوبكر‬:‫ قا د‬،‫ ] حدثت ا م حم د بن حقان‬y ^ / y [ -)٢١٥٤(
‫ئ عئد ئ قان تن محثه ق ام [ي زيو م ذ‬ :‫ قات‬، ‫ ئ غنثو ئ ا ل ث م‬:‫ قاد‬، ‫ال م ب ي إ‬
‫ |لي‬،‫ لأن أ ء ز ذأئ خ ز أخي‬: ‫ أ حب ئي عن هؤد مت و ف‬، ‫ت ظ أي م ح م د‬3 ‫ هق ا‬،‫ ؛‬١^ ‫أ هد ؛‬
‫بج ث ب غ ي ي ظ‬ ^ ١ " : ^ ١ ‫ أئ ؤ أ خ ي ؛محف أم ؤ د أ ج ه أيي‬، ‫ آ م ي‬J z \ ‫ئ أن‬

:‫ ق ات الر ج إ ا‬،" ‫إ ئ‬ ‫أح ب‬ ‫ قؤلط مهثرف‬:3 ‫ نم ئا‬،‫)ت ن ن ك ث شكته‬3‫وص ي ت ل ي؟ " د ا‬


‫ هو ج د ت‬٤^١^ ١ ‫ إ ر هزأت‬٠٠ : ‫غ م ان‬ ‫قأأل‬ ‫” كثفن زقت رضى ف ذا لغمس ه ن ا رضيه اش ثت؟‬
‫ وو ج د ت صم ه أي و ب ن غ‬،‫ ينز ال م د إثت أؤابي‬:‫صم ه نلت مان مع العامح ة ال ي ”كان فيه ا‬

،‫ زثذا تنا ر نف ذا م ش‬،‫ ها تثن ت ال غ متان‬،4 ‫بز ا لخد إ ه أؤاث‬


‫ائ الؤ ال ذي كان فه ؤ م‬

‫قثه مغ ؛نث م أ ح ب ا؟غ م ن‬1‫ ائع‬Ojtef ‫ل ال‬،‫ ثنثا اعث‬،^،^١‫ه وج د ت ن م حز قذ ؤ؛ نى؛‬


٠٠‫ث الؤ مغ الصغر‬
‫ال‬

Amr b. es-Seken bildiriyor: Süfyân b. Uyeyne’nin yakındayken Bağdat


ahalisinden bir adam kalkıp, Süfyân’a: “Ey Ebû Muhammedi Söylesene,
senin için M utarrif in: «Afîyet verilip de buna şükretmem benim için, belaya
maruz kalıp da buna sabretmemden daha sevimlidir» sözü mü daha iyidir,
yoksa kardeşi Ebu’l-Alâ’nm: «Allahım! Senin bana razı olduğun şeye ben de
668 Safuân b. Muhriz

razıyım» sözü mü?” diye sordu. Süfyân az bir sustuktan sonra: “Benim için
Mutarrif in sözü daha iyidir” dedi. Adam: “Bu adam Allah’ın kendisi için
razı olduğuna razı olu;،ken sen diğerini nasıl iyi görebilirsin?” diye sorunca,
Süfyân şöyle dedi: “Kur’ân’ı okuduğumda afiyet anında Hz. Süleymân’ın
sıfatının: «Süleymân ne güzel bir kuldu! Doğrusu ٠ , daima Allah’a
yönelirdi»1 olduğunu gördüm. Belalar karşısında da Hz. Eyyub’un sıfatının:
«٠ , ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi»*
olduğunu gördüm. Biri afiyette, biri de belada olmasına rağmen her ikisi de
aynı sıfatta birleşmişlerdir. Burada ise şükrün, sabrın yerini tuttuğunu
gördüm. İkisi aym değerde ise benim için şükür içinde afiyet, sabır içinde
beladan daha iyidir.”

، ‫ ثن ا عتد الل ه بن أخن ت بن خ م‬:‫ تمالأ‬، ‫ ] حدثن ا أبو بكر بن م ا ل ك‬٢١٣/‫ [ ؟‬-) ٢١٥٥(
‫ثن ا‬ : 3 ‫ ه ا‬،‫بي اس ا ل مث ا ر ك‬
‫م‬ ‫ أخبزتا غثد الل ه‬، ‫ ح د ب ي غل ي يغني ابن إ ئ خ ا ق‬،‫ح دبي ي أيي‬

‫ مح د لأيي اخل الء ثريد بن‬،‫ قادت كا ذ ا ل ح س في مجل س‬،‫ عن ثابت‬، ‫سالم بن أيي م ي ع‬
‫ا ت‬3 ، ‫و ب ن ت ه‬ ‫زت ؤنت ه‬ ‫م‬ ‫ال‬ ‫ال ؛ ك‬ ‫و‬ ‫د‬ ‫م‬ ‫ ب‬،" ‫د ا ؟‬1 ‫ أ ؤ‬٠٠ : ‫ ت‬1‫ مم‬، ‫إل‬ ‫ئ ك‬ : ^ ^ ١ ‫بن‬ 4 ‫ع ئ د الل‬

‫ مح أ عجتني‬:‫م ق‬
Sâbit’in naklettiğine göre: Hasan (-1 Basrî) mecliste iken, Ebu’l-Alâ Yezîd
b. Abdillah b. eş-Şıhhir’e “Konuş” dediler. “Ben o mertebede miyim?” dedi.
Sâbit diyor ki: Ondan sonraki konuşması, vaziyeti ve tarzı hoşuma gitti.
Rivayet ettiği hadislerden birkaçı:
1203 ‫س ا‬ , Takrîb 3810,

$afvân b. Muhriz
Onlardan birisi de; çok ibadet eden ve gözyaşı döken, yalnızlığı ve duayı
seven Safvân b. Muhriz el-Mâzinî.

1SâdSur. 30
2SâdSur. 44
‫‪Safvân b. Muhriz‬‬ ‫‪669‬‬

‫(‪ / \ [ “) ٢١٥٨‬ةا \ ] حدق ا أ و إ ن ح ا ق ^‪ ^ £ ١‬بن م ح م د بن خنزة إ م الء‪ ،‬قا د ‪ :‬ثن ا أ ح م د‬

‫بن ي حش ا ل ح لواني‪ ،‬محا دت ثن ا ت ب ي د س ئل بما ن‪ ،‬عن ابن شه ا ب‪ ،‬ص هث ا م‪ ،‬عن‬


‫ا لخشن‪ ،‬أ ة صف وان بن م ح رز‪ ،‬ق ات‪ ٠٠ :‬إدا ر جع ت إلى أئ^ي وقد م وا |ل ي وغي ما ئ ز د عني‬
‫؛ئي و غ‪ ،‬تج ز ى ؛ ه اللي\ ص أ ي ف ي "‬

‫‪: “Ailemin yanma dönünce ve bana bir ekmek‬نظ ‪Safvân b. Muhriz der‬‬
‫‪verip açlığımı giderdiklerinde, Allah dünyadan ve ahalisinden bir kötülüğü‬‬
‫”‪def eder.‬‬

‫(‪ ] ٢١٧٢ [ -) ٢١٥٩‬ثن ا عثد الل ه بن ج عف ر‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا أثو بم ن ا لخؤصل ي‪ ،‬قات‪ :‬ثن ا ال خ ش ن‬
‫ئ أيي ح م ‪ ،‬ق ا ‪ : 3‬ظ أبو نث اويه‪ ،‬ص غ ا م م ا لأخزو‪ ،‬غذ ي الي ‪:‬ي نب ا ح‪ ،‬قات‪ :‬ء ن‬
‫ت م‬ ‫حثوآ أي‬
‫ئ ز ا‪ 0‬ئ ثمرن ‪yUJl‬؛‪،‬؛ " ؛‪ ١٤‬قزأ فذم آالم‪ :‬ؤزتث م مح؛ئ ن‬
‫يممإثون^>‪ ،‬بكى حقى أقوت ‪ :‬؛ئدىثمصيعس زوره "‬
‫‪Abdullah b. Rebâh der ki: Safvân b. M uhriz el-Mâzinî: “Haksızlık eden‬‬
‫‪kimseler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını anlayacaklardır”! âyetini‬‬
‫‪okuduğu zaman öyle bir ağlardı ki artık: “Göğüs kafesi çatlayacak!” demeye‬‬
‫‪başlardım.‬‬

‫(‪ / \[ ")٢١٦٠‬غا\ ] حدثن ا معب‪ ،‬الله بن م ح م د ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا أب و عئد الل ه س شيززاد‪ ،‬محا د ‪:‬‬
‫ت‬ ‫شمع‬ ‫بن ن فيا ‪ ، 0‬محات‪:‬‬ ‫جعمر‬ ‫ثن ا‬ ‫ثن ا أبو بك ر بن أيي فتته‪ ،‬د ا ‪ :3‬ثن ا غئ ا ن‪ ،‬ق ا ن‪:‬‬
‫ش بن ري ا د‪ C‬ثق ون‪ " :‬كا ن لصلمؤان بن م حرر شزب يبكي فيه‪ ،‬و ك ا ن ثق وب ‪ " :‬ئد أزى‬ ‫ال م‬

‫م ك ا ن الئ_ه ا دة ل ؤ ق‪1‬يعتني شس ي ‪٠٠‬‬

‫‪Muallâ b. Ziyâd’ın naklettiğine göre: Safvân b. M uhriz’in bir çardağı‬‬


‫‪vardı. Orada ağlar ve şöyle derdi: “Nefsim bana tâbi olsa, şahadet yerini‬‬
‫”‪görebilirim.‬‬

‫نززاذ‪ ،‬قات‪:‬‬
‫مه د ال م ئ ن خ م ‪ ،‬ق ات‪ :‬ظ أثو مه د ال م تق ج‬ ‫خدتث ا‬ ‫‪ [ -) ٢١٦١‬؟‪] ٢١٤/‬‬
‫ثغ ا أبو بكر ين أبي في ق‪ ،‬قاد‪ :‬ثن ا ع م ا ن‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا م هد ي بن من م ود> ‪ ،‬محا د ‪ :‬ثن ا عي الن بن‬
‫ال ؤمح ه‪،‬‬ ‫يل ك‬ ‫ينؤن‬ ‫ئ ال‬ ‫جرش‪ ،‬غن ص فوان‪ ،‬د ا ‪ :3‬كان وا ي جت م ع ون ئ ؤ وإ‪-‬حزال ة يث حدئ ون ‪،‬‬

‫‪1 Şuarâ Sur. 227‬‬


Safvân b. Muhriz 670

‫ ثرى الثؤم وس ي د‬:‫ ه ا د‬c" ‫ ال خ م ذ للؤ‬٠٠ :‫ ق مولأ‬:‫ قالأ‬،‫ ح د ت أ صحابلف‬،‫ يا صفوان‬:‫قا د‬


^ ١^ ١ ‫ أ ت ي ة‬1‫؛ لأتوغ ش أعثنهز و ك اته‬

Ğaylân ‫ط‬. Cerîr’in naklettiğine göre Safvân ve arkadaşları toplanıp sohbet


!ederlerdi, ama duygusal bir hava bulamazlardı. Birisi ona “Ey Safvân
Arkadaşlarına bir şeyler söyle” derdi. Safvân “Elhamdu lillah...” der demez
insanlar duygusallaşırdı ve gözlerinden oluk gibi yaşlar boşanırdı,

،‫ قادت تحا خث ا ذ بن ا لختن‬،‫ح د ك عن عتد الل ه بن أ ح م د بن ع مته‬ ")٢١٦٢(


‫تن أخ ى‬:‫ " أ ظ م ح د اش ئ زياد ا‬:‫ قا ت‬، ‫ ص ث ا ب‬،‫ج قت‬ ‫ ئ‬:‫ قا د‬،‫ ئ تثات‬:‫قات‬
‫ ثنب ثز ل ح ا جته‬،‫د علتهبالن ا س ق م يس أخت إ ال *كلم ة فيه‬ ‫فت ح م‬ ،‫صف وان بن م حرز ا ل ما نتي‬
،‫ ئنث ا نقذ أثاة ا ت فى منام ه‬،‫ ممح د قى م ح ال ة‬، ‫ر‬ ‫وه ويص‬ ‫ ثا ت ف ت ة فى م ح الة‬، ‫ائ ج ا ح ا‬
‫ مما م زثزمئأ هصأى‬،‫ أمح ل‬:‫ قات‬، ‫و جهه ا‬ ‫قت ل‬ ‫م ه ا طل ب ح ا جتلف م ن‬ ،‫ ثا ضفؤان‬:‫ق ات‬
،‫ عإغبابن أخى صمزان‬:‫ ق ات‬،‫ب ص المحل‬
‫ فتي ابن زيا د ل حا جة صفوان فى م‬:‫ قات‬، ‫ودع ا‬

‫ ففت ح ت أبواب ال ش ص حءى ا >تقمغ ابن أخي‬،‫ ن جاء ان حزمس والشرط زا لأيزان‬:‫ف ا لأ‬
‫ه ما‬ ،‫ ئأزتلة‬: ‫قا د‬ : ‫ أ ث اثن أخي صف وان؟ قا د‬:‫ ق ات ثن‬،‫صف وان نح يء به إ ز زياد‬
‫ت أنا ئ الن ئثة ا ألمين فى بغض‬،‫ م ن فذا؟ مال‬:‫ مما ل‬،‫ت ا ب‬
‫فغن صموان حش متمت عليه ال‬

‫عنى ب م‬ ‫ن حال‬ ، ‫ وفت ح ت أبواث ال ق ش‬،‫ و جىء بامحزان‬،‫ نجاء ا ل ح رس زال ئ ز ل‬،‫المحل‬
" ‫'كفال ة‬

Sâbit’in naklettiğine göre: Ubeydullah b. Ziyâd, Safvân b. M uhriz el-


Mazinî’nin yeğenini alıp zindana atmıştı. İnsanlardan yardım istedi, onun
için konuşmadığı kimse kalmadı. Ama amacım grçekleştirm e imkânı
bulamadı, o geceyi namazgâhında geçirdi ve orada uyuyakaldı. Rüyasında
biri gelip; “Ey Safvân! Kalk ve isteğini sahibinden iste” deyince, “Kalkayım”
dedi. Kalktı, abdest alıp namaz kıldı ve dua etti.
İbn Ziyâd gecenin bir yarısı, Safcân’ın isteğini gerçekleştirmek için
uykusundan uyandı. “Bana Safvân’ın yeğenini getirin” dedi. Muhafızlar ve
nöbetçiler toplandı, ışıklar yakıldı, zindanların kapıları açıldı ve Safvân’ın
yeğeni çıkarıldı, ibn Ziyâd’ın huzuruna getirdiler. O na “Safvân’ın yeğeni
sen misin?” dedi, “Evet” diye cevap verdi. O nu salıverdi. kapısının
çalınmasıyla kendine geldi, “Kim o?” dedi, yeğeni “Ben falamm” dedi ve
Safvân b. M uhriz 671

,şöyle devam etti: “Vali gece yarısında uyandı, muhafızlar ve bekçiler geldiler
ışıklar yakıldı, zindanların kapıları açıldı ve beni kefaletsiz salıverdiler.”

‫ ثن ا‬:‫ قا ن‬، ‫ت ا ل م‬
‫ ثن ا عند ال ؤ ح ن ن بن م‬:‫ قات‬،‫ ] ثن ا أثو م ح ث د بن حق ا ن‬y W y [ -) ٢١٦٣(
‫ تن‬0 ‫ عن ص مؤا‬، ‫ ح د ب ي ق ب ق‬،<‫ عن أبي ه الل‬، ‫ م ه‬1‫ ه ا لأل ظ !ن أبي أت‬٤^ ^ ١ ‫^ ن‬
،‫ئ غدا ب الثؤ‬ ‫ أؤة‬:‫ ف وت‬،‫ " كا ن لذاوئ ئ خ الثؤ غ ي ا ل مث ال م يؤم قأؤة ف ه‬: ‫ ما د‬،‫ت خ رن‬
‫م‬ ‫ فد ك بما ص ئ زا ن ذا ث‬:‫ قات‬،" ‫ ق د ال أؤة‬،‫ئ غدا ب الثؤ‬ ‫ أؤة‬،‫ الثؤ‬-‫أؤة ص عباب‬
‫ ن ك ى حتى ع لثة البك اء مما م‬، ‫زئؤ في م جل س ه‬

Safvân b. Muhriz der ki: “Dâvud Peygamberin, ah çekmek için özel bir
günü vardı. ‫ ه‬gün “Ah Allah’ın azabından! Ah Allah’ın azabından! Ah
Allah’ın agahından! Ah demeden önce...” derdi-
Safrân bir gün meclisinde bunu anlattı ve ağlamaya başladı, o kadar
ağladı ki kendine gelemedi, kalkıp (gitti).

:‫ قات‬،‫م ئ ذ الغ م ا ن‬ ‫ ثت ا أث و‬:‫ قات‬،‫ ] حدبت ا أ خ ن ذ بن ج ع م ر بن م غثد‬٢١٥/‫ [ ؟‬-) ٢١٦٤(

‫ عن ص فوان‬، ‫ عن ال ي ع بن أ ن ي‬،‫ ثن ا أبو ج عق ر ا ل رازي‬:‫ ق ا د‬،‫ثت ا ث خ ث د بن س ع د بن سابق‬


‫ت‬1‫ق‬ ‫ش أ ص ح \ ب ا الئؤ؛ع ن ذ و ل ه‬ ‫ ئ د ح د عنئه‬،‫ * مح ت عندة‬: 3 ‫ قا‬،‫ثن م حرز‬
:‫ه ت ش‬ ‫غ ول‬: ‫ه أزوؤة؟‬ ‫ ش مح ق آ م خ م ء‬1 *‫«؛‬£ ‫ أ طف غ د‬a ‫ق )ق ش‬ " :‫لت‬
" ‫ ئ ه‬: ‫ ا ئ ث ذ‬١٤١ ‫ ي ئ ؤ م ت ق ضد‬١‫م ؛‬ ‫م أش‬ ‫ه ائب؛ ئ آ ش ا عن‬

Rabî’ b. Enes bildiriyor: Safvân b. Muhriz’in yanındayken, heva ehlinden


:bir genç girdi ve kendisine bir şey söyledi. Safoân gence dönerek şöyle dedi
Delikanlı! Sana Allah'ın veli kullarına hoş kıldığı bir nitelikten bahsedeyim“
;mi? Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın
doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez . .. ”‫آ‬

‫ ثت ا أ خن ن بن ي ح ش‬:‫ قات‬، ‫غ م‬ ‫ م ا \ ] خ ا؛ثث ا م ح ئ د بن عل ي بن‬/ ‫ [ أ‬-) ٢١٦٥(


‫ ثن ا ئ خ ئ د بن‬:‫ ثاب‬،‫ ثن ا حئ ا د بن زيد‬:‫ قات‬،‫ ثن ا أ خ ئ د س أبى قو ص‬: ‫ قا د‬،^‫ ؛‬١^ ^ ١
،‫ وأنت صغ وان بن م حرز زأثائ ا في ا لخن ج د نيئ ا منة ؤأ ص ح اثة يت ج ا دلون‬: ‫ ئ د‬، ‫ن ب ع‬
٠٠ ‫ " |د م ا أنت م ج ر ب‬: 3 ‫ وه ا‬، ‫ءق ا مء و مهس ق وبة‬

1MâideSur. 105
Safvân b. Muhriz 672

.Muhammed b. Vâsi’ bildiriyor: Safvân b. Muhriz’i mescidde gördüm


Yan tarafında arkadaşiarı birileriyle münakaşa ediyorlardı. Bunun üzerine
Safvân giysisini silkerek kalktı ve onlara: “İğrençsiniz‫ ”؛‬dedi.

:‫ ه ات‬، ‫ ثن ا ث خ ئ د بن أيي ت ه ل‬:‫ ما لأ‬، ‫ ا حدثن ا ع د الل ه بن م ح م د‬٢١٥/٢ ‫ ل‬-) ٢١٦٦(


‫ أن ص موان بن‬، ‫ عنئاي ج‬،‫ ثن ا خث ا د‬:‫ محات‬،‫ ثن ا غث ا ن‬:‫ ق ا لأ‬،‫ثت ا عتد الل ه مخ م ح م د ا لعئسجخ‬
،‫ " ذغ وة‬:‫م ح ي غ ه ؟ ق ات‬ ‫أال‬ : ‫ نج د ه‬،‫ف ا صز ا ل ج د غ‬، ‫ش ر ر 'ك ا ن ه خم إ نج ه ج د ع‬
" !‫؛ ى أت و ث عد‬

Sâbit’in bildirdiğine göre Safvân b. Muhriz’in küçük bir penceresi vardı.


Bu pencerenin parmaklığı vardı ve parmaklık kırılmıştı. Ona “Neden
yaptırmıyorsun?” dediklerinde, “Bırakın kalsın, nasılsa yarın öleceğim” dedi.
Safaân, aralarında Abdullah b. Ömer, Ebû Mûsa el-E‫’؟‬ar!, îmrân b.
Husayn ve Hakim b. Hizâm’ın olduğu bir grup sahabeden hadis rivayet
etmiştir.
Takrîb 4 3 2 9 , 1 2 7 ‫س‬ , Takrîb 1250, Takrîb 139

You might also like