Professional Documents
Culture Documents
Formalizm, Sovyetler Sineması, Bela Balazs
Formalizm, Sovyetler Sineması, Bela Balazs
Formalizm, 20. yüzyıl başı Rusya’sında edebiyat eleştirisine somut, bilimsel bir temel kazandırmak
amacıyla ortaya koyulan, ama zaman içerisinde başka sanatları da konusu haline getiren ve “20.
yüzyılın estetiğe katkısı” olarak değerlendirilebilecek ölçüde etkili olmuş bir düşüncedir. (Christie,
s.56). Formalizmin önemli isimleri olarak Viktor Shklovsky, Boris Eikhenbaum, Vladimir Propp,
Formalizmin edebiyat tartışmasının merkezinde literaturnost, yani edebiyatı “edebi” hale getiren ve bu
medyumu diğer estetik pratiklerden ayıran temel yasa ve prensiplerin dilbilimsel yöntemlerle
tanımlanması ve algının estetik süreç içindeki rolünün saptanması problemi yer almaktadır. Bu
noktada Shklovsky’ye göre sanat, şeyleri garipleştirip formu karmaşıklaştırarak algı sürecini daha
uzun ve daha zor bir hale getirir, böylelikle algı süreci kendi başına bir amaç (end in itself) haline gelir
(Aitken, s.8). Shklovsky’nin ostranenie (defamiliarise) dediği işlem estetiğin temelini oluşturmakta ve
odağı algılanan nesneden algı sürecini uzatan, “sanatsal” hale getiren formal ve formal olduğu ölçüde
de medyuma bağlı olan işlemlere getirmektedir. Estetik sürecin araç değil, amaç olduğu düşüncesi ise
Kant’ın estetiğinin formalistler üzerindeki etkisini göstermektedir, tıpkı Kant gibi, Shklovsky de
estetik yargının işlevsel amacın dışında otonom bir alan olduğunu teslim etmektedir. Ancak bu
düşünce, sanatın işlevsel gerçeklikten uzakta, sadece algı ve tefekkür amacıyla var olduğu düşüncesi,
Rus formalistleri daha politik ve daha az estetik merkezli bir pozisyona itecek sosyal ve politik
bağlamla çatışmaktadır (Aitken, p.10). Söz konusu çatışma, formalistlerden etkilenmiş olan Rus
Montaj sinemacıları arasındaki stilistik ve teorik farklılıkları da temelidir. Ancak bu çatışmayı daha iyi
Manifesto’da end in itself estetiği yakalamak için resmin kendi gerçekliği dışında bütün temsillerden
isimli tablosu ile örneklenebilir. Devrim sonrasında ise bir yandan Naum Gabo (bkz. Linear
Construction No.2) gibi isimler resimde form odaklı temsilsiz kompozisyonu sürdürürken, Vladimir
Tatlin, Aleksandr Rodchenko ve El Lissitsky gibi isimler Sovyetler Birliğinin modern ve devrimsel bir
devlet olması katkıda bulunacak şekilde bir makine gibi mühendislik sonucu oluşmuş, endüstriyel
üretime yakın bir sanatı savunmaktadır– Tatlin’in Üçüncü Enternasyonel İçin Anıt’ı ve Lissitsky’nin
Beat the Whites with the Red Wedge’i örnek gösterilebilir (Aitken, s.10-11). Konstrüktivist olarak
anılan bu akımın dikkat edilmesi gereken özelliği, algı sürecini uzatmakta kullanılacak repertuarı
ortaya koymak için medyumun formal özelliklerinin araştırılmasından çok, medyumun özelliklerinin
sosyal ve politik zeminde deterministik bir biçimde kullanılması söz konusudur. Bu bağlamda tıpkı
formalizm gibi konstrüktivizmin de Kant’çı bir estetikten yola çıkıp, formalizmle benzer bir işlevsellik
tartışması yaşamış ve sonunda formalizme göre daha politik bir yöne sapmıştır, deterministik ve
Devrim sonrası Sovyet sinemasına baktığımızda ise formalizm ve konstrüktivizmin etkilerinin bir
Formalistlerin sinema ile ilişkisine döndüğümüzde ise kökeni edebiyatta olan dilin şiirsel ve şiirsel
Shklovsky’ye göre şiirsel dil kullanımında düz kullanımda olmayan çeşitli teknik aygıtlar
kullanılmakta, şiirselden düz kullanıma (sanatsız kullanıma) doğru ilerlendikçe ostranenie etkisinin,
yani algı sürecini yavaşlatan sanatsal etkinin kaybolduğunu savunmaktadır (Christie, s.57). Ancak bu
geçiş geniş bir spectrumda gerçekleşmektedir ve edebiyatın sanatsallığı da düz yazı anlatımında söz
konusu tekniklerin kullanılması ile ortaya çıkmaktadır. Bu noktada İngilizceye story/plot olarak
çevrilen fabula/syuzet ayrımı yapılmaktadır: fabula anlatılan hikayedir ve bu hikaye syuzet, yani
tekrarlama, saklama, zaman kaymaları gibi medyuma ait tekniklerin uygulanması ile ortaya çıkan
aktüel anlatı örüntüsüdür (Christie, s.58). Shklovsky şiirsel ve şiirsel olmayan kullanım üzerinden
Boris Eikhenbaum ise fabula ve syuzet’in karşılığı olarak photogeny (yani fotografsal ham madde,
filme alınan şey ve insanları çekici yapan nitelik) ve montaja (söz konusu imajları bir araya getiren
sentaktik temel prensip, plot yaratımı) odaklanmaktadır (Christie, 58). Bunun yanında
Eikhenbaum’un internal speech teorisi – montajda ard arda gelen imajların neden keyfi değil de bir
amaca yönelik olarak algılandığı sorusuna verdiği iç konuşma cevabı, yani seyircinin geçişleri kendi
temellendirmesi açısından önemlidir. Bu teori için verilen Devil’s Wheel (1926) filminden bilardo
masası sahnesi ve Eisenstein’ın October (1928) filminden tanrılar sekansı internal speech ile Kuleshov
İçerik ve montaj olarak karşılanabilecek fabula ve syuzet ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda,
1930’larda ikisi de montajcı olan Pudovkin ve Eisenstein’ın aynı ölçüde formalizmle suçlanmamasının
sebebi Eisenstein’ın çatışma montajının algı sürecini çok daha çetrefilli hale getirmesi, içeriğe
Sovyet montajcıları ve formalist çevrelerinin çağdaşı olan Macar yazar ve teorisyen Bela Balazs’a
baktığımızda ise film estetiğinin çok daha farklı bir noktada temellendiğini görmekteyiz.
Balazs Avrupa kültür ve siyaset çevrelerinin önemli figürlerinden ve diğer figürlerle bağlarının
teorisinde önemli noktalara işaret edebileceğini söyleyebiliriz. Balazs’ın Bela Bartok ve Zoltan
Kodaly ile 20.yüzyılın başında Macaristan’ın multi-etnik bölgelerine düzenlenen, yerel şarkıların
toplandığı, araştırıldığı gezilere katılması oldukça önemli; tıpkı Bartok ve Kodaly’nin yerel kültürden
beslenen modernist beste stilleri gibi, Balazs da yerel kültürün öğelerini kendi alanında kullaıyor ve
şiir, drama, kurgu düzyazıları ile yeni ve modern bir Macar halk kültürü oluşturmayı amaçlıyor
(Carter, s.xviii). Halk kültürüne olan bu bakış, pre-kapitalist döneme ütopik bir değer atfeden,
devrimci bir kültür kurmaya çalışan bir bakış (Carter, s. xxii). Söz konusu bakış Balazs’ın hem
entelektüel çevrelerden, hem de Macar Sosyalist Partisinden yakın arkadaşı olan Gyorgi Lukacs
tarafından belirli bir süre paylaşılmış, fakat ilerleyen yıllarda sanat eserlerinin meta niteliğini yok
etmenin imkansızlığı yüzünden vazgeçilmiş olsa da, Ernst Bloch gibi figürler tarafından
Balazs’a göre matbaa ile birlikte oluşan yazı/söz kültürü maddeselliğini kaybetmiş, soyutlanmış, aşırı
derecede entelektüelleştirilmiş bir kültür, film ise kültüre yeniden jest ve mimiklerin evrensel dilini
dahil ederek kapitalizm ve onu destekleyen matbaa kültürünün yarattığı yabancılaşmayı yıkabilecek
bir medyum (Carter, s.xxiv); bedenin dolayımsız bir şekilde görünür olan ruha dönüştüğü bir medyum.
Bedenin medyum ile ilişkisi Balazs’ın teorisinde fizyonomi (physiognomy) ile açıklanmakta, ancak
bedenden çok daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Mimiklerden insanın karakterine ilişkin çıkarımdan
bulunan bu psikoloji pratiği Balazs’ın teorisinde iki noktada genişletilmiş halde izleyicinin gördüğü ile
kurduğu ilişkiye yönelik bir hale gelmektedir. İlk olarak, Balazs fizyonominin alanına insan yüzünün
yanı sıra nesneleri, hatta sahneye giren her şeyi koymaktadır, ki buna kitleler ve toplumsal gruplar da
dahildir, Balazs kitlelerin ve şeylerin fizyonomisinden bahseder. İkinci olarak, film teknolojisi belirli
mekanlarla etkileşime geçtiği ölçüde bahsi geçen fizyonomi gerçeklik ve ampirik deneyimin alanından
Balazs’ın film teorisi ve fizyonomisi içinde en önemli kavramlardan biri olan yakın plan çekim tekniği
aynı zamanda Balazs’ın teorisini ütopik işlevle ilişkilendiren bir kavram. Balazs’a göre yakın plan
çekim, filmin asıl zemini; bütün dramanın lirik özü ve görüntüyü anlatın doğrusal zamanından
önemli özelliklerinden biri (Visible Man metninde geçtiği üzere) eş zamanlılık, Balazs diğerlerinin
aksine eşzamanlılığı montaja değil, yakın plan çekime yüklüyor. Yakın planın eş zamanlılığına
verilebilecek en önemli örneklerden biri, Griffith’in Way Down East filminde Balazs’ın Lilian Gish’in
yüzünde saptadığı duyguların bir akor gibi eşzamanlı alımlanmasıyla oluşan etki gösterilebilir. Bu
noktada yakın plan çekimin zamansallığı ile ütopik niteliğe sahip halk masallarının zamansallığı
arasında bir ilişki kurulabilir; halk masallarında anlatı bir sebep sonuç ilişkisi içinde değil, şimdinin
geçmiş ve gelecekle karıştığı, yer değiştirdiği büyülü dönüşümlerin ortaya koyduğu bağlantılarla
ilerlemektedir (Carter, s.xxxi). The Spirit of Film metninde ise Balazs bu iddiasını daha da ilerletmiş
ve yüze yapılan yakın çekimlerin zaman ve mekandan tamamen bağımsız bir duygusal deneyim
boyutunda bir ifadeyi mümkün kıldığını söylemektedir; yakın plan çekim ve fizyonomi artık mood
veya atmosferin sezgi yoluyla elde edilmesinden öte duyguyu en saf halinde görünür kılan bir boyut
(Carter, s.xxxi). Balazs’a göre fizyonomik özellikler her ne kadar uzaysal değerlere sahip olsa da
sahnedeki yüzün uzay ile ilişkisi, melodinin zamanla ilişkisi gibidir; öğelerin birbirleriyle ilişkisi
Balazs’ın teorisinde montajdan bahsetmek için öncelikle Eisenstein ile olan tartışmalarına bakmak
gerektir. Eisenstein, Balazs’ın filmin merkezine kameraman ve kamera karşısındaki aktörü koymasını
bir burjuva bireyciliği olarak niteler; Eisenstein’ın çağdaş montajda belirlediği üç eğilim içinde (diğer
ikisi montajı anlatının emrine tabi kılan Amerikan montajı, bir fikir üretmek için görüntüleri diyalektik
bir şekilde ilişkilendiren Sovyet montajı) Balazs, sahneyi tamamen izole olarak düşünen Alman
montaj eğilimine yerleşmektedir. Eisenstein’a göre Balazs montajı medyumun asıl potansiyeli olarak
tanımamaktadır (Carter, s.xxxxv). Balazs ise Sovyet sinemasını anlamı sadece ideograma indirgediği
Eisenstein’ın Balazs’ın montajı tanımadığı yönündeki eleştirisi biraz dengesiz gibi görünmektedir,
özellikle Balazs’ın yayınlarında montaja azımsanmayacak bir yer ayırdığı düşünülürse. Bu metinlere
bakıldığında Balazs’ın Pudovkin’in linkage teorisine yakın bir montaj savunduğu söylenebilir, optik
olarak deneyimlenen, ama görünür olmayan bir ritmik formasyon. Burada anlam üretimi montaj
anında değil, imajda gerçekleşmektedir, fakat montaj, tüm bu imajların üzerinde pürüzsüz bir şekilde
aktığı bir düzenlemedir. Montajın görevi tekil imajların ilişkisini düzenleyerek onları güçlendirmektir.
Aitken, I. (2002). European Film Theory and Cinema: A Critical Introduction. Edinburgh University
Press
Christie, I. (2000). Formalism and neo-formalism In W.J. Hill & P.C. Gibson (Eds.), Film Studies:
Critical Approaches. Oxford University Press
Carter, E. (2010). Introduction In E. Carter (Eds.) Bela Balazs: Early Film Theory (p.xv-xlvi). New
York: Berghan