Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 781

ANORMAL PSİKOLOJİSİ

(Abnormal Psychology)

Gerald C. Davison
John M. Neale

Çeviri Editörü
İhsan Dağ

7. Basım

TÜBA 2008 YILI ÜNİVERSİTE DERS KİTAPLARI


TELİF VE ÇEVİRİ ESER ÖDÜLÜ
Yazarlar : Gerald C. Davison, John M. Neale
Kitabın Özgün Adı : Abnormal Psychology (Seventh Edition)
Kitabın Adı : Anormal Psikolojisi

Çeviri Editörü: Doç. Dr. İhsan DAĞ

Çeviri Kurulu (Soyada göre Alfabetik Sırada)


Yrd. Doç. Dr. Ayşegül DURAK BATIGÜN Doç. Dr. Gülsen ERDEN
Prof. Dr. Levent KÜEY Dr. Psk. Mehmet Akif SAYILGAN
Doç. Dr. İhsan DAĞ Doç. Dr. Buket ERKAL
Prof. Dr. Ferhunde ÖKTEM Doç. Dr. Gonca SOYGÜT
Doç. Dr. Ceylan DAŞ Uzm. Psk. Ahmet TOSUN
Prof. Dr. Işık SAVAŞIR

Teknik Editör : Ayşegül DURAK BATIGÜN


Sayfa Tasarımı : Ejder KORKMAZ
Grafik Çizim ve Düzenlemesi : Ejder KORKMAZ, Ayşe KORKMAZ
Kapak Tasarımı : Ejder KORKMAZ
Baskı : DETAMAT Tel: 0 312 384 47 21

©Türk Psikologlar Derneği 2004 (Türkçe Baskısı).


Tüm hakları saklıdır. John Wiley & Sons, Inc. tarafından yayınlanan İngilizce basımından yetkili tercümedir.
Yazılı izin almaksızın tamamen veya kısmen çoğaltılamaz. Kaynak gösterilerek kısa alıntılar yapılabilir.

©Türk Psikologlar Derneği 2011 (Düzeltilmiş 2. Baskı).


Kitabı Düzeltilmiş 2. Baskıya Hazırlayan: Dr. Sedat IŞIKLI

Kitabın Özgün Baskısının Yayın Hakları ve Katalog Bilgileri


Copyright © 1998 by John Wiley & Sons, Inc. All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, stored
in a retrieval system or transmitted in any form or by any means, electronic, mechanical, photocopying, recording, scan­
ning or otherwise, except as permited under Sections 107 or 108 of the 1976 United States Copyright Act, without either
the prior written permission of the Publisher, or authorization through payment of the appropriate per-copy fee to the
Copyright Clearance Center, 222 Rosewood Drive, Danvers, MA 01923, (508) 750-8400, fax (508) 750-4470. Request
to the Publisher for permission should be addressed to the Permissions Department, John Wiley & Sons, Inc., 605 Third
Avenue, New York, NY 10158-0012, (212) 850-6011, fax (212) 850-6008, E-Mail: PERMREQ@WILEY.COM

Library of Congress Cataloging in Pubication Data:


Davison, Gerald C.
Abnormal Psychology / Gerald C. Davison, John M. Neale - 7th ed. P. cm.
Includes bibliographical references and index. ISBN 0-471-11122-8 (cloth: alk. paper) Psychology, Pathological. I. Neale,
John M., 1943-
I. Title.
[DNLM: 1. Psychopathology. 2. Mental Disorders. WM 100 D265a 1997]
RC454. D3 1997
616. 89-dc21
DNLM/DLC for Library of Congress 97-21696 CIP
Printed in the United States of America 10 9 8 7 6 5 4 3 2

Türk Psikologlar Derneği


Meşrutiyet Cad. 22/12 Kızılay 06650 ANKARA
Tel: 0312-425 67 65 - Tel/Faks: 0312-417 40 59
E-mail: bilgi@psikolog.org.tr
WEB: www.psikolog.org.tr

Türk Psikologlar Derneği Yayınları No: 29


ISBN: 975-6761-09-1
Sevgili Hocamız Prof. Dr. Işık Savaşır’ın anısına...
IV √√

ÇEVİRİ KURULU
Çeviri Editörü: Doç. Dr. İhsan DAĞ
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Prof. Dr. Işık SAVAŞIR (Bölüm 6, Bölüm 7, Bölüm 8, Bölüm 10, Bölüm 11)
Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Prof. Dr. Ferhunde ÖKTEM (Bölüm 15, Bölüm 16)
Hacettepe Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı Anabilim Dalı
Prof. Dr. Levent KÜEY (Bölüm 3, Bölüm 17)
Beyoğlu Eğitim Hastanesi Psikiyatri Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Doç. Dr. Buket ERKAL (Bölüm 2, Bölüm 4, Bölüm 19’da Toplum Psikolojisi kısmı)
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Doç. Dr. İhsan DAĞ (Bölüm 1, Bölümler dışındaki materyal)
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Doç. Dr. Ceylan DAŞ (Bölüm 14, Bölüm 19’da Grup, Çift ve Aile Terapisi kısmı)
Psikolojik Değerlendirme, Terapi ve Eğitim Merkezi, Ankara
Doç. Dr. Gonca SOYGÜT (Bölüm 9)
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Doç. Dr. Gülsen ERDEN (Bölüm 20)
Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Yard. Doç. Dr. Ayşegül DURAK BATIGÜN (Bölüm 12)
Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Dr. Psk. Mehmet Akif SAYILGAN (Bölüm 18)
Serbest Psikoterapist, Ankara
Uzm. Psk. Ahmet TOSUN (Bölüm 5, Bölüm 13)
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Prof. Dr. Işık SAVAŞIR’ın vefatından önce kitabın bir önceki baskısından yaptığı çevirilerin
yeni baskı­daki kontrollerini ve değişikliklerini yapmaya, eksikliklerini tamamlamaya katkıda
bulunanlar:

Doç. Dr. Gonca SOYGÜT (koordinatörlüğünde)


Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Uzm. Psk. Çağay DÜRÜ
Başkent Üniversitesi Psikiyatri Bölümü
Uzm. Psk. Sedat IŞIKLI
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Uzm. Psk. Sait ULUÇ
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Uzm. Psk. Zeynep Tüzün Özgüner
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ergen Bölümü
Uzm. Psk. Cem Özgen
Bilkent Üniversitesi Öğrenci Gelişim ve Danışma Merkezi
Uzm. Psk. Çağla Gülol
Psikolojik Değerlendirme, Terapi ve Eğitim Merkezi, Ankara
V
√√

İÇİNDEKİLER
İTHAF......................................................................................................................................................... Ill
ÇEVİRİ KURULU....................................................................................................................................... IV
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................................................... V
ÇEVİRİ ÖNSÖZÜ ...................................................................................................................................... VI
YAZARLAR HAKKINDA ........................................................................................................................... VII
ÖNSÖZ . .............. ..................................................................................................................................... VIII
İÇİNDEKİLER (AYRINTILI) . ..................................................................................................................... XV

KISIM I: GİRİŞ VE TEMEL KONULAR .......................................................................................................... 1

BÖLÜM 1 GİRİŞ TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER.............................................................. 3


BÖLÜM 2 PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR...................... 24
BÖLÜM 3 SINIFLANDIRMA VE TANI ........................................................................................................... 56
BÖLÜM 4 KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ....................................................................................... 73
BÖLÜM 5 ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ .............................. 105

KISIM II: PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR.................................................................................................... 125

BÖLÜM 6 KAYGI BOZUKLUKLARI............................................................................................................. 127


BÖLÜM 7 SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR.................................................................. 160
BÖLÜM 8 PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ ............................................. 184
BÖLÜM 9 YEME BOZUKLUKLARI . ........................................................................................................... 213
BÖLÜM 10 DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI .......................................................................................... 234
BÖLÜM 11 ŞİZOFRENİ .............................................................................................................................. 272
BÖLÜM 12 MADDE BAĞIMLILIĞI İLE İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR .............................................................. 303
BÖLÜM 13 KİŞİLİK BOZUKLUKLARI . ....................................................................................................... 345
BÖLÜM 14 CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI............................................. 372

KISIM III: YAŞAM-BOYU GELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR.......................................................................... 423

BÖLÜM 15 ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI ................................................................................. 425


BÖLÜM 16 YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR........................................................................ 471
KISIM IV: MÜDAHALE VE YASAL VE ETİK KONULAR............................................................................ 511
BÖLÜM 17 İÇGÖRÜ TERAPİLERİ.............................................................................................................. 513
BÖLÜM 18 BİLİŞSEL VE DAVRANIŞSAL TERAPİLER.............................................................................. 542
BÖLÜM 19 GRUP ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ VE TOPLUM PSİKOLOJİSİ................................................... 582
BÖLÜM 20 YASAL VE ETİK KONULAR ..................................................................................................... 620

SÖZLÜK....................................................................................................................................................... S-1
KAYNAKLAR .............................................................................................................................................. R-1
İNDEKS........................................................................................................................................................ İ- 1
VI √√

ÇEVİRİ ÖNSÖZÜ
1997’de Türk Psikologlar Derneği’nin o dönemki Başkanı Sayın Prof. Dr. Nail Şahin, Amerikan
Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği ile bir anlaşma yaparak, psikoloji eğitiminde Türkçe kaynak eksikliği­ni gider­
meye dönük olarak 3 ayrı kitabın Türkçe yayın haklarını aldırmıştı. Bu kitapların tercüme faslı ne yazık ki
çok uzun bir sürece yayılmıştır. TPD, 2002’de “Psikolojiyi Anlamak” adlı giriş kitabını, 2003’de de “Anor­
mal Davranışlar Psikolojisinde Vak’a Çalışmaları” adlı kitabı yayımladıktan sonra, şimdi de son olarak
elinizdeki bu kitabı yayımlamaktadır.
2000 Yılı Aralık Ayında Dernek Yönetim Kurulu toplantımızda birkaç yıldır ortada duran bu kitaplardan
ikisinin çeviri editörlüğünü üstüme aldığımda işimin hiç de kolay olmadığını biliyordum. Ancak çok yorucu
yaklaşık bir 4 yılın sonunda, sorumluluğunu üstlendiğim bu işleri bitirmenin huzurunu yaşıyorum. 2003’de
yayınlanan vak’a kitabımızın bütünleyicisi olduğu ve gerek usta yazarları gerekse benzerleri arasında
kapsam açısından en görkemlisi olan bu Anormal Psikolojisi kitabını da psikoloji eğitimimizin hizmetine
sunuyoruz. Bu, tüm bu çalışmalara en baştan beri tama­men gönüllü olarak karar vermiş, hizmet etmiş
veya katkıda bulunmuş tüm meslektaşlarımız için bir gururdur, hepsine minnettarız.
Bu kitabın ilk çeviri çalışmalarına rahmetli ve sevgili hocamız Prof. Dr. Işık Savaşır başlamıştı. Ken­
disinin vefatından sonra bilgisayarında bu kitabın bir önceki baskısının 5 Bölümünün ilk çeviri­lerinin
bulunduğu görülmüştü. Bu Bölümler, Doç. Dr. Gonca Soygüt başkanlığında Hacettepe Üniversitesi Klinik
Psikoloji Doktora öğrencileri tarafından kontrol edilerek yeni baskıya göre güncellenmiştir. Kalan 15 Bölü­
mü ise ben ve 8 meslektaşımız ile bir psikiyatri uzmanı arkadaşımız çevirdik. Çok kapsamlı olmasından
dolayı aynı zamanda çok uzun da olan bu Bölümlerin çevirisi gerçekten büyük zahmetlerle ve özveriyle
yapılabilmiştir. Ancak konuyla ilgili uzmanlık düzeyleri tam olan meslektaşlarımız tarafından çevrildiği
için, çeviri editörlüğü çalışmalarım görece kolay olmuştur. Bununla birlikte, kitabın İngilizcesi, yazarların
cümle kurma tarzları açısından görece olarak zordu ve bu durum, çevirinin Amerikan Elçiliği tarafından
sözleşme gereği kontrolden geçirilmesi nedeniyle çevirilerimize de kısmen yansımış olmalıdır. Dileriz
okuyucumuz kitabımızın dili konusunda önemli bir sorun yaşamaz. Yine de kavram ve dil birliği konusun­
da, alanımızda herkesçe kabul görmüş karşılıklar yeterince bulunmadığı için mükemmele ulaşabilmemiz
kuşkusuz mümkün değildir.
Vak’a kitabımızla birlikte bu kitabın ülkemizdeki psikoloji eğitimine önemli katkıları olacağı açık­tır. İlk
kez anormal psikolojisi konusunda konunun uzmanları tarafından yazılmış ve çevrilmiş Türkçe bir ders
kitabımız olmaktadır. Aslında kitabımızın, psikiyatrik bozuklukların etiyolojisinde psikolojik kuramsal bakış
açılarını da kapsamlı biçimde ve kendi dillerinde öğrenmek isteyen psikiyatri uzmanlık öğrencileri ve hatta
uzmanları için de çok yararlı bir kaynağı oluşturacağı söylenebilir. Aynı şekilde Sosyal Çalışmacıların,
Psikolojik Danışma ve Rehberlik öğrencilerinin eğitimlerinde de çok önemli katkıları olabilir.
Kitabımızı, çevirenlerin tümü olarak sevgili hocamız rahmetli Prof. Dr. Işık Savaşır’a ithaf ediyoruz.
O’nun eserleri olarak bulunduğumuz konumlarda çalışmalar yapabiliyoruz. Ruhu şad olsun. Çeviri
çalışmalarına katılan ve katkıda bulunan tüm Hocalarıma, meslektaşlarıma ve öğrencilerimize bu titiz,
özverili ve dakik çalışmalarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Levent Küey’e
de bize katıldığı için çok teşekkür ediyorum. Çevirmenlerimizden birinin çevirilerini bilgisayar ortamına
aktaran Sayın Gelincik Tegin’e çok teşekkür ediyorum. Kitabın yayın haklarını Türk Psikologlar Derneği
adına satın alan ve basımını da ayrıca destekleyen Amerikan Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği yetkililerine de
Dernek adına çok teşekkür ediyoruz. Kitabın basım aşamasına geldiğinde Dernek Yönetiminde bulunan
arkadaşlarımıza da gösterdikleri empati ve kolaylık nedeniyle çok teşekkür ediyorum.
Kitabın eğitim çabalarımıza yapacağı katkı, hepimizin bu özverili yorgunluğumuzu fazlasıyla
unutturacaktır.

Esenlik dileklerimizle,
Doç. Dr. İhsan Dağ
Çeviri Editörü
Ekim, 2004

Düzeltilmiş Baskıya Çeviri Önsözü Eki:

Kitabın 2. Baskıya girmeden önce dizgi hatalarının giderilmesi için özveri ile çalışan başta Dr. Sedat
Işıklı olmak üzere Ar. Gör. Volkan Gülüm ve 4. sınıf öğrencimiz Hüseyin Nergiz’e çok teşekkür ederim.
İ.D.
VII
√√

YAZARLAR HAKKINDA

GERALD C. DAVISON, aynı zamanda JOHN M. NEALE, anormal psikolojisi li­


1979’dan 1984’e kadar Klinik Eğitimi Yöneti­ sans derslerini düzenli olarak okuttuğu Stony
cisi ve 1984’den 1990’a kadar Bölüm Başka­ Brook’daki State University of New York’da psi­
nı olduğu Southern California Üniversitesinde koloji profesörüdür. B.A. derecesini University
psikoloji profesörüdür. Kendisi önceden Stony of Toronto’dan ve M.A. ve Ph.D. derecelerini
Brook’daki State University of New York’ta Vanderbilt Üniversitesinden almıştır. Langley
(1966 - 1979) psikoloji fakültesindeydi. B.A. Porter Nöropsikiyatri Enstitüsünde Tıbbi Psiko­
derecesini Harvard’dan ve Ph.D. derecesini lojide klinik psikoloji intörnlüğünü tamamlamış­
de Stanford’dan almıştır. Amerikan Psikoloji tır. 1975’te İngiltere Londra’da Psikiyatri Ensti­
Birliğinin (APA) üyesidir ve Klinik Psikoloji Bö­ tüsünde misafir öğre­tim üyesi olarak bulunmuş­
lümünün, Bilimsel Konular Kurulunun, Bilimsel tur. 1974’de şizofrenideki bilişsel süreçler üzeri­
Ödüller Komitesinin ve Temsilciler Konseyinin ne yaptığı araştırmaları için Amerikan Psikoloji
Yürütme Kurulu Üyesidir. Kendisi ayrıca Ame­ Birliği’nin Erken Kariyer Ödülünü kazanmıştır.
rikan Psikoloji Topluluğunun (APS) imtiyazlı 1991’de Amerikan Psikoloji Birliği’nden Klinik
üyesi ve Davranış Tedavisinin Geliştirilmesi Psikoloji Bilimi için Dernek Topluluğu üstün bi­
Derneğinin (AABT) eski başkanıdır. Ayrıca Ulu­ lim insanı ödülünü kazanmıştır. Bir çok derginin
sal Bilimler Akademisinin İnsan Performansının Yayın Kurulu Üyeliğini yapmıştır ve “Journal of
Arttırılması Komitesinde de iki dönem çalışmış­ Abnormal Psychology”nin Yayın Yönetmen Yar­
tır. Davison 1988’de APA’nın Toplumsal ve Etik dımcısıdır. Mesleki dergilerdeki sayısız makale­
Sorumluluk Kurulundan üstün başarı ödülü al­ lerinden başka, televizyondaki şiddetin çocuklar
mıştır. 1989’da Albert S. Raubenheimer Özel üzerindeki etkileri, araştırma yöntem­leri, şizofre­
Fakülte Ödülünü USC’nin Edebiyat ve Sanat ni, anormal psikolojide vak’a çalış­maları, sağlık
ve Bilimler Kolejinden almıştır. 1993’de USC’de üzerine psikolojik etkiler gibi konularda kitaplar
Öğretimde Mükemmellik akademik ödülüne la­ yayınlamıştır. Şizofreni, araştırmalarının temel
yık görülmüştür. 1976’da Marvin Goldfried ile odağıdır ve son bir kaç yıldır donuk duygula­
ortak yazarlığını yaptığı ve 1994’de genişletil­ nım belirtileri konusunda çalışmaktadır. Ayrıca
miş bir baskı ile yayınlanan Klinik Davranış Te­ stresin sağlık üzerindeki etkileri üzerine araştır­
davisi (Clinical Behavior Therapy), Sosyal Bilim­ malar yapmaktadır ve halen başa çıkmaların bu
lerde Atıf İndekslerinde atıf klasiği olarak kabul ilişkiye nasıl eşlik ettiğini araştırmaktadır.
edilen iki yayından biridir. “Behavior Therapy”,
“Cognitive Therapy and Research”, “Journal of
Cognitive Psychotherapy” ve “Journal of Psyc­
hotherapy lntegration”da Yayın Kurulu Üyeliği
yapmaktadır. Güncel araştırma pro­gramı bilişler
ile çeşitli davranışsal ve duygusal sorunlar ara­
sındaki ilişkilere odaklanmıştır. Davison öğretim
ve araştırmacılığına ek olarak, klinik psikolog
sıfatıyla uygulama da yapmaktadır.
VIII √√

ÖNSÖZ
Stony Brook’daki anormal psikoloji lisans derslerindeki deneyimlerimizi paylaşmaya başladığımız
günden bu yana yirmi beş yıl oldu. O günkü konuşmamızdan ortak olarak yayınlamaya karar verdiği­
miz bir ders kitabının ana hatları da çıkmıştı. Bu kitabın o zamanki ders kitaplarından klinik ile görgül/
deneysel karışım dengesi, organize edici olarak paradigmaları kullanması ve okuyucuyu, klinisyen­
ler ile bilim insanlarının uğraştığı problem çözmeye katma çabası açısından farklı olması kararlaş­
tırılmıştı. Genç akademisyenler olarak amaçladığımız çabanın meslektaşlarımız ve onların lisans
öğrencileri tarafından nasıl karşılanacağı konusunda hiç bir fikrimiz yoktu. Bu yüzden 1974’de ilk
baskının yayınlanmasından sonra kitabın gördüğü ilgi bizim için sürpriz oldu ve çok sevindik. Daha
sonraki baskıların aynı şekilde devam eden kabulü yalnızca memnuniyetimizi artırdı. Güncellediği­
miz her yeni baskıyla değişiklikler yaptık, kitabın akademik ve didaktik karakteristiğini yükseltecek
önemli özellikler ekledik. Karmaşık kavramları kolay anlaşılır ve canlı bir yazıma dönüştürmek için de
çok çaba sarf ettik. Psikopatoloji ve müdahale alanları giderek teknik bir hale gelmektedir. Bu yüzden
iyi bir anormal psikoloji ders kitabı öğrencilerin dakik ve odaklanmış dikka­tini çekmek zorundadır,
öyle ki ancak bu sayede öğrenciler konuların derin bir anlayışını kazan­abilirler. Daha azına da layık
değildirler. İnanıyoruz ki, bu yedinci baskı karmaşık konuların sulandırılmamış tartışılması ile öğrenci
için ilgi çekici ve bilgilendirici bir arkadaş olma arasında uygun bir denge sağlayacaktır. Yıllardır ders
öğretim sorumluları ve öğrencilerden aldığımız geri bildirimler gösteriyor ki, bu çabamızda başarılı­
yız.

KİTABIN AMAÇLARI
Çağdaş anormal psikolojisinde çok az tam ve hızlı yanıt vardır. Gerçekte alan bir çok biçimde kavram­
sallaştırılmaktadır ve sorulması gereken soruların türleri sıcak tartışma konularını oluştur­maktadır.
Bu kitapta, iki temel soruya verilebilecek olası yanıtlara kısa bakışları sunmaya çalıştık: Psikopato-
lojiye neler neden olur? ve Psikolojik sorunları azaltmada veya önlemede hangi tedaviler en etkili
yollardır?
Bu ders kitabını yazmadaki amacımız psikopatolojideki ve müdahaledeki kuramlar ve araştır­maları
sunmak değildir ama aynı zamanda insanoğlunun karşılaştığı en kafa karıştırıcı sorulardan bazıla­
rına yanıt bulma arayışımıza eşlik eden entellektüel heyecanımızı aktarmaktır. Bir defasında önceki
baskılarımızdan birini gözden geçiren bir meslektaşımız kitabımızın, sorunu ve çözümünü vermek­
ten fazlasını içermesi nedeniyle bir dedektif öyküsü gibi okunduğunu söylemişti. Biz daha çok öğ­
renciyi ipuçlarının araştırılmasına, sezgilerini izlemeye ve alanın bilim ve sanat kısımlarından gelen
kanıtların değerlendirilmesi sürecine katmaya çalıştık. Psikopatolojinin kökenleri ve özgül müdaha­
lelerin etkililikleri üzerine kanıtları elekten geçirirken, öğrencileri bizimle bir keşif sürecine katılmaya
cesaretlendirmeyi denedik.

BİLİMSEL KLİNİK YAKLAŞIM


Bu kitabın önceki altı baskısında olduğu gibi, bilimsel yaklaşıma güçlü bir bağlılığı paylaşıyoruz ama
aynı zamanda konunun sıklıkla kontrol edilemeyen doğasını ve klinik bulguların önemini de dikkate
alıyoruz. Algının seçici doğasını tanımak psikolojide ortak bir yer etmiştir ve bu konuyu bütün kitap
boyunca seslendiriyoruz. Okuyucuları eleştirel olarak düşünmeye ve bizim ve diğer­lerinin görüşleri­
nin faziletlerini dikkate almaya cesaretlendiriyoruz. Çağdaş psikopatolojideki temel alternatif kavram­
sallaştırmaları kapsamlı ve yansız bir şekilde sunmayı başardığımıza inanıyoruz.

ORGANİZE EDİCİ İLKELER OLARAK PARADİGMALAR


Kitapta tekrarlayan bir tema temel bakış açılarının, Kuhn’un (1962) dediği gibi, paradigmaların öne­
midir. Lisans öğrencilerinin eğitimindeki deneyimimiz, herhangi bir bilginin altında yatan ifade edilme­
miş varsayımları açık hale getirmenin önemini kavramamızı sağlamıştır. Paradigmaları ele alışımız­
da, önermelerini açık hale getirmeye çalıştık. Özgül olgular unutulduktan uzun zaman sonra, öğrenci
psikopatoloji alanındaki temel sorunların kavranmasını devam ettirebilmelidir. Aynı zamanda da va­
rılan cevapların, bu soruları sorma yöntemleri ile ortaya atılan sorular tarafından fark ettirmeden ama
önemle kısıtlandığını anlayabilmelidir. Kitap boyunca dört ana paradigmayı tartışıyoruz: psikanalitik,
öğrenme (davranışsal), bilişsel ve biyolojik. Terapileri tartışırken, ayrıca insancıl ve varoluşsal para­
digmaları da tanımlıyoruz.
IX
√√

Alakalı bir konu da anormal psikolojinin çalışıl­ analitik bir giriş oluşturması nedeniyle ödev
masında birden fazla paradigmanın kullanıl­ olarak okutulduğunu bilmekten memnunuz. Bu
masıdır. Tüm alanı, örneğin bir biyolojik para­ kapanış bölümü, bir yanda bil­imsel bulgular ve
digmanın içine zorlamaktan çok, psikopatolo­ kuramlar arasındaki karmaşık karşılıklı oyunun
jideki farklı çerçeveler içerisinde analiz edilme­si derinlemesine bir çalışılması­na, diğer yanda da
mümkün çeşitli sorunlarla ilgili varolan bilgi­leri etiğin ve yasaların rolüne adanmıştır ki bu, ‘bili­
tartıştık. Örneğin, zihinsel gerilikler ve şizofreni min söyledikleri’ ile ‘insanların günlük yaşamla­
incelenirken biyolojik süreçler dikkate alınmalı rını kontrol ederken bilim­in nasıl uygun olarak
ama depresyon gibi diğer bozukluklar ele alı­ kullanılabileceği’ arasındaki diyalektik gerilimi
nırken, bilişsel davranışsal kuram da o kadar oluşturmasıyla temel bir konudur.
gereklidir. Örneğin dissosiyatif bozukluk­lar gibi
başkaları incelenirken de psikanalitik kuramlar ORGANİZASYONDAKİ
anlayışımızı yükseltebilir. Bir kaç revizyonumuz DEĞİŞİKLİKLER
süreci boyunca stres - yatkınlık yaklaşımının Bu Yedinci Baskıda, önceden bu bozukluklara
önemi daha da belirginleşmiştir. Ortaya çıkan ayırdığımız iki bölümün yerine, cinsel bozukluk­
veriler göstermiştir ki, birçok bozukluk, beden­ lar (14) ve çocukluk dönemi bozuklukları (15)
sel ya da psikolojik yatkın­lıklar ile stresli yaşam üzerine ayrı birer bölümümüz var. Bu her iki
olayları arasındaki hemen göze çarpmayan konuda da sınamamızın daha odaklanmış ve
etkileşimlerden ortaya çık­maktadır. Kapsamı­ bütünleşmiş olmasını sağladı. Yeme bozukluk­
mız bu hipotez ve bulguları yansıtmaya devam larının çalışılmasını da daha önce yer aldığı ço­
ediyor, bir çok psikopatolo­jinin anlaşılması için cuk bölümünden taşıdık ve önemi giderek artan
gerekli stres - yatkınlık par­adigmasına dayanan bu konunun kapsamını yeni bir bölümde (Bölüm
pozisyonumuzu güçlendiriyor. 9) genişlettik. Bununla birlikte, çocuk­luk dönemi
bozukluklarıyla ilgili kapsamımızı azaltmadık,
YEDİNCİ BASKININ çocukluktaki kaygı ve duygudurum bozuklukla­
ORGANİZASYONU rı şimdi sırasıyla Bölüm 9 ve 10’da tartışmaya
İlk kısımda (1-5. Bölümler) alanı tarihsel bağ­ devam ettik. Bu organizasyonel değişiklikler bö­
lamına yerleştirdik, bilimde paradigmaların lüm sayılarında bir azalmayla sonuçlanarak ki­
kavramlarını sunduk, psikopatoloji ve müda­ tabı bir dönemlik derste daha kolay ince­lenebilir
halede temel paradigmaları tanımladık, DSM- hale getirdi.
IV’ü (The Diagnostic and Statistical Manual of
Mental Disorders) gözden geçirdik, geçerliğini BU BASKIDAKİ YENİLİKLER
ve güvenirliğini eleştirel olarak tartıştık ve son­ Bu Yedinci Baskıda birkaç tema ve konu yenidir
ra da klinik değerlendirmedeki temel yaklaşım­ ya da genişletilmiştir.
ların ve tekniklerin genel bir gözden geçirmesi­
ni yaptık. Önceki baskılarda olduğu gibi, özgül KÜLTÜREL VE KÜLTÜRLERARASI
bozukluklar ve tedavileri 2. ve 3. Kısımlarda KONULAR
(6- 16. Bölümler) tartışıldı. 1982’deki Üçüncü Psikopatolojinin ve müdahalenin çalışılmasında
baskımızdaki yaşlanmayla ilgili bölümümüz, kültürel faktörler üzerine dikkate değer malze­
bu tür bir kitaptaki ilk bölümdü ve inanıyoruz ki, meyi kitap boyunca kullandık. Aynı zamanda
şimdiki 16. bölümümüz, bir anormal psikoloji bizim kültürümüzden farklı kültürlerde anormal
ders kitabında önemli ama hâlâ yetersiz olarak davranışın farklı kavranma yollarının tartış­
çalışılmış konuların en kapsamlı tartışmasıdır. masını yaptık. Örneğin, DSM-IV’ün klinisyenleri
Son kısım olan 4. Kısım (17-20. Bölümler), mü­ ve araştırmacıları anormal davranışın biçimlen­
dahaleler üzerinedir ve inanmaya devam edi­ mesinde kültürün rolü konusunda nasıl duyarlı
yoruz ki, ruhsal bozuklukları önlemeye veya hale getirdiğini ve psikolojik anormalliklerin dün­
tedavi etmeye çalışan sağlık profesyonelleri yanın farklı bölgelerinde nasıl görüldüğünü tar­
tarafından karşılaşılan birçok kafa karıştırıcı ve tıştık. Örneğin, Kaygı Bozuklukları Bölümünde
ilginç sorunu okuyucuyla beraber keşfetmem­ize (Bölüm 6), denizde uzun süre yal­nız kalan fok
izin veren tek ayrı ve geniş gözden geçirmedir. avcıları arasında bulunan bir tür panik bozuklu­
Ayrıca, yasal ve etik sorunlar üzer­ine olan 20. ğu olan kayak-angst’i tanımladık. Klinik Değer­
Bölümümüzü güncellemeye ve güçlendirme­ lendirme Bölümünde (Bölüm 4), değerlendir­
ye devam ettik. Ki, bu bölümün hukuk fakülte­ mede kültürel yanlılığa ve algıdaki bu seçiciliğe
lerinde sınıflara ruh sağlığı yasalarına tam ve karşı önlemlere ilişkin tartışmamızı genişlettik.
X √√

Kültürel etkiler yeni Yeme Bozuklukları Bölümü­ • Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun merkezi
müzde de (Bölüm 9) keşfedilmektedir. Beden bir yönü olarak endişe üzerine araştırmaların
biçiminde neyin güzel ve istenir olduğuna dair tartışılması (Bölüm 6).
toplumsal kavramlar, kişilerin beden ağırlıklarını • Deneysel yöntemle ortaya çıkarılmış panik
kontrol etmede başvurdukları aşırılıklarda katkı ataklarının aracısı olarak kaygı duyarlığı
yapan faktörler olarak sunuldu. (Bölüm 6).
• Dissosiyatif bozukluk dâhil çeşitli bozukluk­
BİYOLOJİK FAKTÖRLER VE STRES - larda çocukluk cinsel istismarının rolünün
YATKINLIK PARADİGMASI eleştirel tartışması (Bölüm 7); sınır kişilik bo­
zukluğunda (Bölüm 13), cinsel işlev bozuk­
Kitabımız hem etiyolojide hem de tedavideki bi­ luklarında (Bölüm 14) ve bastırılmış anıların
yolojik faktörlere büyük bir pay ayırmaya devam psikoterapide hatırlanmasına ilişkin anlaş­
etmektedir. Nörobilimde süre giden iler­lemeler, mazlıklar (Bölüm 7) ile bazı yetişkin hasta­
psikopatolojinin kökenleri ve bunların nasıl te­ ların ebeveynlerine karşı yaptıkları suçla­
davi edileceği veya önleneceği konusunda yeni malardan ortaya çıkan bazı yasal sonuçlar
ve önemli bilgiler getirmektedir. Obsesif kom­ (Bölüm 20).
pulsif bozukluk, şizofreni, duygudurum bozuk­ • Dissosiyatif ve konversiyon bozuklukları ara­
lukları, davranım bozukluğu, dikkat eksikliği / sındaki benzerlikler (Bölüm 7).
hiperaktivite bozukluğu, otistik bozukluk ve Al­ • Acil durumlara müdahale eden görevliler­deki
zheimer hastalığının kökenleri üzerine biyolo­ kan basıncı üzerine son araştırmalar (Bölüm
jik bulgular özel olarak belirtilme­lidir. Bununla 8).
beraber, ‘anatomi kader değildir’ deyişinde ol­ • Sosyal destek konusundaki en son laboratu­
duğu gibi, biyolojik determinizmin haksız aşırı­ ar araştırmaları (Bölüm 8).
lıklarından kaçınma gayretimiz doğrultusunda • Başa çıkma ve göğüs kanseri arasındaki iliş­
odağımızın stres - yatkınlık görüşünde kalma­ kiler (Bölüm 8).
• Bulimia için yeni tedaviler (Bölüm 9). İki uçlu
sına devam ediyoruz. Böylece, gelişen ikiz ve
bozukluk ve yaratıcılık üzerine yeni araştır­
evlattık çalışmaları ile yeni nörokimyasal bulgu­
malar (Bölüm 10)
lar, anormal davranışın bedensel nedenlerine
• Karışık kaygı ve depresyon üzerine güncel
ilişkin değerlendirmeler­imizi yükseltiyor ise de, çalışmalar (Bölüm 10).
önemli oranda bir varyans bu faktörlerce açık­ • Depresyonu bilişsel faktörlerden yordama
lanamadan kalmak­tadır. Bu yüzden, biyolojik konusundaki son araştırmalar (Bölüm 10).
yatkınlıkların çevre­sel faktörlerle, özellikle de • G-proteinleri ve iki uçlu bozukluk üzerine son
karşılaştığımız stres kaynaklarıyla etkileştiği çalışmalar (Bölüm 10).
sayısız ve karmaşık yol­ları keşfetmeye devam • Alanın, dopaminden nörotransmitterlerin
etmek zorundayız. daha geniş bir menziline nasıl kaydığını gös­
teren şizofreni üzerine son çalışmalar (Bö­
GENİŞLETİLMİŞ KAPSAM lüm 11).
Güncellemelerimize ilişkin genel türden bil­ • Alkol duyarlığından alkolizmi yordama konu­
gilendirmelerimize ek olarak, aşağıda bu Yedin­ sunda yeni materyal (Bölüm 12).
ci Baskıdaki bazı yeni materyallere ilişkin küçük • Çocuk ve ergenlerde madde kullanımını ve
bir örneklemi listeliyoruz: kötüye kullanımını önlemede yeni çabalar
• Karmaşık insan davranışını açıklamada in­ (Bölüm 12).
dirgemeciliğin sınırlarının yeni tartışması • Kişiliğin beş faktör modelinin kullanımıyla ki­
şilik bozukluklarını sınıflamada boyutsal bir
(Bölüm 2).
yaklaşım (Bölüm 13).
• Çağdaş psikodinamik kuramlar ve araştırma­
• Homofobinin bastırılmış eşcinsel eğilimler­
lar üzerine baştan sona yeni materyal (Bir­
den ortaya çıktığına ilişkin psikanalitik hipo­
çok bölümde, ama özellikle Bölüm 2, 17 ve tezi destekleyen son deneysel kanıtlar (Bö­
18’de). lüm 14).
• Biyokimyasal değerlendirmede ilerlemeler • Çocukların tacizinde olumsuz duygu durum
(Bölüm 4). üzerine yeni bilgiler (Bölüm 14). Davranım
• Kaos kuramı ve karmaşık bir dünyada kar­ bozukluğunda zaman sınırlıya karşın yaşam
maşık insan davranışlarının anlaşılmasında­ boyu kalıcı örüntüler üzerine yeni veriler ve
ki sınırlar için doğurguları üzerine yeni Odak kuramları da içeren genişletilmiş tartışma
Kutusu (Bölüm 5). (Bölüm 15).
XI
√√

• Kişinin potansiyelini en üst düzeye çıkarmak madan çok özelleşmiş bir konuyla ilgilendirme­
için gereken destek sistemlerine vurgu yapan ye izin vermektedir. Bazen bir odak kutusu me­
Amerikan Zihinsel Gerilik Derneği’nin yeni tindeki bir noktayı açımlarken, bazen tamamen
sınıflama sistemi (Bölüm 15). Otistik bozuk­ farklı, sıklıkla da tartışmalı ama ilgili bir konuyu
lukla bağlantılı zihinsel özür­lerin bazılarının ele almaktadır. Bu kutuların dikkatle okunma­
olumlu uzun vadeli sonuçları (Bölüm 15).
sı okuyucunun konuyla ilgili anlayışını derin­
• Alzheimer hastalığının gidişinde ve tedavi­
leştirecektir.
sinde östrojenin olası rolü (Bölüm 16). Alzhe­
• Bölüm-Açılış Vak’aları. 6’dan 16’ya Send­
imer hastalığında tau proteinleri ve nörofibril
iplikcikler üzerine son araştırmalar (Bölüm rom Bölümleri, geniş vak’a öyküleriyle açılmak­
16). tadır. Bu vak’alar Bölümde dikkatimizin büyük
• Uyku apnesini de içeren uyku bozukluk­larının bölümünü meşgul eden kuram ve araştırmalar
yeni ve genişletilmiş tartışması (Bölüm 16). için klinik bir bağlam sağlamakta ve psikopa­
• Kadınların yaşlanmanın getirdiği değişiklik­ tologlar ve klinisyenlerin görgül çalışmalarının
lere uyum sağlamada sahip oldukları avan­ canlı gerçek yaşam doğurgularını oluşturmaya
tajlar ve sosyal cinsiyet rolü esnekliğinin dik­ yardım etmektedirler.
kate alınması (Bölüm 16). Psikoterapi sonuç­ • Bölüm Özetleri. Her Bölümün sonunda bir
ları üzerine araştırmalarda temel konuların özet bulunmaktadır ve okuyucular bunları Bölü­
yeni tartışması; örneğin tedavi el kitaplarının
mün kendisini okumadan önce okumayı yararlı
güçlü ve sınırlı yönleri ve yeterlik ve etkililik
bulabilirler. Bu özetler okuyucuya ne okuyacağı­
çalışmaları arasındaki farklar (Bölüm 17).
• Hastaların tedavilerle eşleştirilmesi ve Proje­ na dair iyi bir anlayış verirler. Özetler, Bölümün
ct Match sonuçları; alkol kötüye kul­lanımının kendisinin okunmasından sonra tekrar okun­
tedavisinde temel olan çok merkezli bir ça­ duğunda öğrencinin anlayışını yük­seltecektir
lışma (Bölüm 18). Eklektisizm ve psikoterapi ve Bölümün sadece bir okunması durumunda
bütünleştir­ilmesinde süregelen gelişmeler bile öğrenilenlerin hızlı bir şekilde anlaşılmasını
(Bölüm 2 ve 18). sağlayacak­tır.
• Yakın ilişkilerde şiddetin doğası ve sonuçları • Sözlük ve Anahtar Sözcükler. Önemli bir
(Bölüm 19). terim sunulduğunda koyu olarak basılmakta
• Psikoterapide kültürel ve ırksal olarak dikka­ ve Bölümün sonundaki Anahtar Sözcüklerde
te alınan noktaların genişletilmiş tartışılması liste­lenmektedir. Bu terimin bir tanımı ve/ya
(Bölüm 19).
tartışması metinde hemen ilk göründüğü yeri
• Şiddeti yordama üzerine son araştırmalar
izlemektedir. Elbette bu terim kitapta daha iler­
ve sivil mahkûmiyet ile ilişkileri (Bölüm 20).
Kamuya tehlike oluşturmanın kısmen yük­ de tekrar görünebilmektedir ama bu sefer koyu
sek olduğu durumlarda önleyici tutuklamayı basılı olmamaktadır. Kitabın sonunda tüm bu
düzenleyen ve son zamanlarda kabul edilen terimleri içeren bir sözlük de sağladık.
cinsel saldırganlık yasası (Bölüm 20). Genel • DSM-IV Tablosu. Kitabın son sayfalarında
bilimsel ilkelerin bireysel vak’aların karma­ şimdiki psikiyatrik sınıflamanın, DSM-IV’e göre
şıklığında hayata nasıl geçtiğini göstermek bir özeti verilmektedir. Bu, bozuklukların nerede
üzere kitap boyunca çoğu kendi klinik çalış­ sınıflandığını gösteren kolay bir rehber sağla­
mamıza dayanan klinik vak’a malzemelerinin maktadır. Okuyucular DSM-IV’ü sıklıkla kul­
artan kullanımı. landığımızı göreceklerdir ama bu, çoğunlukla
KİTABIN ÖĞRENCİ OKURUN ÖZEL seçi­ci olarak ve eleştirel bir bakışı da beraberin­
de getirerek yapılmaktadır. Bazen belli bir prob­
İLGİSİ İÇİN ÖZELLİKLERİ
lemle ilgili kuram ve araştırmaları DSM’nin kav­
Bu kitabın öğrencilerin malzemeden hoşlan­
ramsallaştırmasından farklı bir yolla tartış­mayı
malarını ve daha kolay ustalaşmalarını sağla­
daha iyi bulduk.
mak, konuları kullanıcıya arkadaş kılmak üzere
bazı özellikleri vardır. • Kaynaklar. Güncel kalmaya adanmış olma­
• Odak Kutuları. Kitap boyunca odak kutu­ mız ve ileriye bakıyor olmamız, kendisini yarı­
larında çerçevelenmiş seçme konuların derinle­ sından çoğu 1994-1997 arasında yayınlanmış
mesine tartışılması sağlanmaktadır. Bu özellik 1300’den fazla yeni kaynağın dâhil edilmesiyle
okuyu­cuyu ana metnin akıcılığından uzaklaştır­ göstermektedir.
XII √√

YARDIMCILAR
Yeni Psikopatoloji Videobantları hastaların
10-15 dakikalık bantlarını içerir, sorunları ve
aldıkları profesyonel bakım anlatılır. Bu bantlar
temel bozukluklar içindir. (Türkiye için geçerli
değildir. Ç.N.).
Yeni bir Sınıf CD ROM Sunumu tepegöz yan­
sılarını içerir ve öğretim üyesinin el kitabına
göre düzenlenmiştir. (Türkiye için geçerli değil­
dir. Ç.N.).
Bir Öğrenci Çalışma Rehberi Eastern Ken­
tucky University’den Douglas Hindman tarafın­
dan yazılmıştır ve öğrencinin ders kitabını oku­
masına ve çalışmasına yardımcı olmak üzere
hazırlanmıştır. (Türkiye için geçerli değildir.
Ç.N.).
Yeni bir Davison ve Neale Web Sitesi (Orjinal
kitabı alanların kullanımına açıktır, Türkiye için
geçerli değildir. Ç.N.).
Okutman Kaynağı Marian Williams’in yazarlı­
ğında (University of California at Los Angeles)
dersin okutmanının yararlanacağı çeşitli mater­
yaller (Türkiye için geçerli değildir. Ç.N.).
Tam Test Bankası Marian Williams tarafından
hazırlanan ve gerek basılı gerekse CD ortamın­
da sunulan soru bankası (Türkiye için geçerli
değildir. Ç.N.).
XIII
√√

TEŞEKKÜR Todd F. Heatherton


Dartmouth College
Bu Yedinci Baskıya çok sayıda meslektaşımızın
William lacono
katkıları için teşekkür etmek bizim için bir zevktir.
University of Minnesota
Onların zengin yorumları kitabı iyileştirmemize
ve rafine etmemize yardım etmiştir. Harvey Irwin
The University of New England
Gordon D. Atlas
Alfred University Carlton James
Rutgers University
Manuel Barrera
Arizona State University Russell T. Jones
Virginia Tech University
Ronald W. Belter
University of West Florida Carolin Keutzer
University of Oregon
Larry E. Beutler
University of California—Santa Barbara Peter M. Lewinsohn
Oregon Research Institute—Eugene
Jack Blanchard
University of New Mexico Christopher Martin
Western Psychiatric Institute—Pittsburgh
Ronald L. Blount
The University of Georgia David McCord
W. Carolina University
Wolfgang G. Bringmann
University of South Alabama Richard J. McNally
Harvard University
Carol Carlson
University of Wisconsin—Osh Kosh David E. Powley
University of Mobile
Sarah Cirese
College of Marin James A. Schmidt
Western Illinois University
John D. Cone
United States International University—San Sandra T. Sigmon
Diego University of Maine

James O. Davis Hugh Stephenson


Southwest Missouri State University Ithaca College

Margaret T. Davis Zvi Strassberg


University of Baltimore State University of New York—Stony Brook

S. Wayne Duncan Bob Summer


University of Washington University of California—Davis

Mitchell Earleywine Lisa Terre


University of Southern California University of Missouri—Kansas City

Anthony Fazio Fred W. Whitford


University of Wisconsin—Milwaukee Montana State University

Thomas C. Greenland Thomas A. Widiger


Kentucky State University University of Kentucky—Lexington

David A. F. Haaga W. Joseph Wyatt


American University Marshall University
XIV √√

Yararlı kütüphane araştırması University of Southern California’da Eve H. Davison, Unda Ferry,
ve Todd O’Hearn tarafından sağlandı. Marian Williams’a taslağı hazırlaması ve Bölüm 4 ve 15’in
ana kısımlarının yeniden organize edilmesini sağladığı için çok teşekkür ediyoruz. Todd O’Hearn’a
da Bölüm 19’daki benzeri çalışması için teşekkür ediyoruz. Değerli sekreterya yardımı Jean Camp­
bell, Rebecca Krakov ve Amanda Schelling tarafından verilmiştir. Birkaç Bölüm Stony Brook’daki
meslektaşlarımız — Joseph Schwartz, Arthur Stone ve Gerdi Weidner’in tartışma ve tavsiyelerine
dayanmıştır. Stony Brook’da daha ileri yardım Antonis Kotsaftis ve Susanne Triesch tarafından sağ­
lanmıştır.
Wiley ile 1971’de anlaştık ve bu revizyonla “Wiley ailemizin” bağlılık ve becerilerinden memnun
olmaya devam ettik: Chris Rogers, Pui Szeto, Johrtna Barto, Jeanie Berke, Mary Ann Price, Carrie
Ann Sabato, Jenifer Cooke, Madalyn Stone, Maddy Lesure, Kimberly Manzi, Pam Kennedy, Caroline
Ryan ve Laura Lerardi. Özel teşekkürlerimiz, bilimsel kesinlikten ve sorumluluktan taviz vermeden
metni daha ilginç ve okunabilir kılan çok yararlı gözden geçirmeler ve geliştirme önerileri sağlayan
Leslie Carr’a gitmektedir.
Ders kitabımızın önceki kullanıcılarının hoşlandığı şeylerden biri okunabilirliği ve okuyucuyu psi­
kolojinin karşılaştığı en kafa karıştırıcı problemlerin bazı cevapları için yazarlarla ortak bir sorgu­
lamaya davet eden tarzıdır. Zaman zaman öğrenciler ve meslektaşlar kitap hakkındaki yorumlarını
bize yazarlar. Bu iletişimleri daima memnuniyetle karşılarız. Okurlar bizle e-posta ile temas kurmayı
daha kolay bulabilirler (abnormal@wiley.com) ya da bize mektup yazabilirler (Adres: Department of
Psychology, University of Southern California, Los Angeles, CA 90089-1061 (Davison); veya Depart­
ment of Psychology, State University of New York, Stony Brook, NY 11794-1200 (Neale).
Zaman zaman oluşan danışıklı sınırlı ulaşılabildiğimiz ve duygudurum oynamalarımız için, daima
varolan moral destek için yaşamımızdaki en önemli kişilere özel teşekkürlerimizi sunuyoruz — Bu
kitabı sevgi ve teşekkürlerimizle kendilerine adadığımız Kathleen Chambers, Eve ve Asher Davison
(GCD), ve Gail ve Sean Neale (JMN). Son olarak, yazarlık sıramızı ilk baskıda olduğu gibi yazı tura
atarak kararlaştırdık.

Haziran 1997

Gerald C. Davison
Los Angeles

John M. Neale
Stony Brook
XV
√√

İÇİNDEKİLER (AYRINTILI)

Bölüm 1
GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER 3

ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? 6


İstatistiksel Seyreklik 6
Normların İhlâl Edilmesi 6
Kişisel Rahatsızlık Hissetme 7
Yeti Yitimi ya da İşlev Bozulması 8
Beklenmedik Olma 8
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 8
Erken Dönem Şeytancı Anlayış 8
Somatogenez 10
Karanlık Çağlar ve Şeytancılık 11
Ruh Hastalarının Büyücü Olarak Kabul Edilmeleri 12
Tımarhanelerinin Gelişimi 13
Moral Tedavi 14
Çağdaş Düşüncenin Başlangıcı 17
BİLİM: BİR İNSAN UĞRAŞI 20
Bilimde Öznellik: Paradigmaların Rolü 21
Anormal Psikolojisinde Paradigmaların Bir Örneği 21
ÖZET 23

Bölüm 2
PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR 24

BİYOLOJİK PARADİGMA 25
Biyolojik Paradigmada Çağdaş Yaklaşımlar 26
Tedavide Biyolojik Yaklaşımlar 29
Biyolojik Paradigmanın Değerlendirilmesi 30
PSİKANALİTİK PARADİGMA 30
Klasik Psikanalitik Kuram 30
Yeni-Freudcu Psikodinamik Bakış Açıları 34
Psikanalitik Paradigmanın Değerlendirilmesi 37
Psikanalitik Terapi 39
ÖĞRENME PARADİGMALARI 40
Davranışçılığın Doğuşu 41
Aracı Öğrenme Paradigmaları 44
Öğrenme Paradigmalarının Değerlendirilmesi 45
Davranışçı Terapi 45
BİLİŞSEL PARADİGMA 47
Bilişsel Kuramın Temelleri 47
Bilişsel Paradigmanın Değerlendirilmesi 48
Bilişsel Davranışçı Terapi 48
ÖĞRENME PARADİGMALARI VE BİLİŞSEL PARADİGMALAR 49
BİR PARADİGMAYI BENİMSEMENİN SONUÇLARI 50
XVI √√

YATKINLIK-STRES: BÜTÜNLEŞTİRİCİ PARADİGMA 50


KLİNİK BİR SORUNA DEĞİŞİK BAKIŞ AÇILARI İLE YAKLAŞMAK 52
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİK YAKLAŞIM: UYGULAMA KUSURSUZ DEĞİL 53
ÖZET 54

Bölüm 3
SINIFLANDIRMA VE TANI 56 YİRMİNCİ YÜZYILDA TANI 57

AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 58


Sınıflandırmanın Beş Boyutu 58
Tanı Kategorileri 59
ANORMAL DAVRANIŞIN SINIFLANDIRILMASINDA SORUNLAR 66
Tanıya İlişkin Genel Eleştiriler 66
Sınıflandırma ve Tanının Değeri 67
Tanıya İlişkin Özgül Eleştiriler 67
Güvenilirlik: Bir Tanı Sisteminin Köşe Taşı 68
Tanı Kategorileri Ne Kadar Geçerlidir? 68
DSM ve Tanıya İlişkin Eleştiriler 69
ÖZET 72

Bölüm 4
KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ 73

PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 74
Klinik Görüşmeler 74
Psikolojik Testler 77
Davranışçı ve Bilişsel Değerlendirme 82
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 88
Beyin Görüntüleme: Beyni “Görme” 88
Nörokimyasal Değerlendirme 91
Nöropsikolojik Değerlendirme 92
Psikofizyolojik Ölçme 94
DEĞERLENDİRMEDE GÜVENİRLİK VE GEÇERLİK 97
Güvenirlik 97
Geçerlik 98
KÜLTÜREL FARKLILIK VE KLİNİK DEĞERLENDİRME 99
Değerlendirmede Kültürel Yanlılıktan Kaçınma Stratejileri 100
DAVRANIŞIN TUTARLIĞI VE DEĞİŞKENLİĞİ 101
ÖZET 103

Bölüm 5
ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 105

BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER 106


Sınanabilirlik ve Tekrarlanabilirlik 106
Kuramın Rolü 106
XVII
√√

ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 109


Vak’a Çalışması 109
Epidemiyolojik Araştırma 111
Korelasyonel Yöntem 113
Deney 116
Tek Denekli Deneysel Araştırma 120
Karışık Desenler 121
ÖZET 122

Bölüm 6
KAYGI BOZUKLUKLARI 217

FOBİLER 129
Özgül Fobiler 130
Sosyal Fobiler 130
Fobilerin Etiyolojisi 131
Fobilerin Tedavisi 135
PANİK BOZUKLUK 140
Panik Bozukluğun Etiyolojisi 141
Panik Bozukluk ve Agorafobiye Yönelik Terapiler 143
GENELLENMİŞ KAYGI BOZUKLUĞU 144
Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun Etiyolojisi 144
Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun Tedavisi 146
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK 146
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Etiyolojisi 148
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Tedavileri 150
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU 152
Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Etiyolojisi 154
Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Tedavileri 155
ÖZET 158

Bölüm 7
SOMATOFORM VE DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 160

SOMATAFORM BOZUKLUKLAR 161


Konversiyon Bozukluğu 162
Somatizasyon Bozukluğu 164
Somatoform Bozuklukların Etiyolojisi 166
Somatoform Bozuklukların Tedavisi 171
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 173
Dissosiyatif Amnezi 173
Dissosiyatif Kaçış 175
Depersonalizasyon Bozukluğu 176
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu 176
Dissosiyatif Bozuklukların Etiyolojisi 179
Dissosiyatif Bozukluklarda Tedavi 179
ÖZET 182
XVIII √√

Bölüm 8
PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ 184

STRES VE SAĞLIK 186


Stres Kavramını Tanımlamadaki Güçlükler 186
Stresi Ölçme Çabaları 187
Başa Çıkmanın Değerlendirilmesi 190
Stres-Hastalık Bağlantısındaki Ara Değişkenler 192
STRES-HASTALIK BAĞLANTISI KURAMLARI 193
Biyolojik Kuramlar 193 Psikolojik Kuramlar 194
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 195
Esansiyel Yüksek Tansiyon 195
Koroner Kalp Hastalığı 199
ASTIM 202
Hastalığın Özellikleri 203
Astımın Etiyolojisi 204
PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA TEDAVİ 206
Yüksek Tansiyon Tedavisi 207
A Tipi Davranış Değiştirmek 210
Stres Yönetimi 210
ÖZET 212

Bölüm 9
YEME BOZUKLUKLARI 213

KLİNİK TANIMLAMA 214


Anoreksiya Nervoza 214
Bulimia Nervoza 216
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu 218
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 218
Biyolojik Etkenler 218
Sosyokültürel Değişkenler 220
Cinsiyet Etkileri 223
Kültürel Etkiler 223
Psikodinamik Görüşler 224
Bilişsel-Davranışçı Görüşler 227
YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 229
Biyolojik Tedaviler 229
Anoreksiyanın Tedavisi 229
Bulimianın Tedavisi 230
ÖZET 232

Bölüm 10
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI 234

DEPRESYON VE MANİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ 235


XIX
√√

Resmi Tanı Listeleri 236


Tek uçlu (unipolar)- İki uçlu (bipolar) Bozukluk Ayırımının Geçerliği 238
Kategoriler Arasındaki Heterojenlik 238
Kronik Duygudurum Bozuklukları 239
DUYGUDURUM (MOOD) BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 240
Depresyonun Psikanalitik Kuramı 240
Depresyonun Bilişsel Kuramları 241
Depresyonun Kişilerarası Kuramı 247
İki uçlu Bozukluğun Psikolojik Kuramları 248
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ BİYOLOJİK KURAMLARI 249
Kalıtsal Veriler 249
Nörokimya ve Duygudurum Bozuklukları 249
Nöroendokrin Sistem 252
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARINDA TEDAVİ 252
Psikolojik Tedaviler 252
Biyolojik Tedaviler 255
ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE DEPRESYON 257
Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun Semptomları ve Yaygınlığı 257
Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun Etiyolojisi 259
Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunda Tedavi 259
İNTİHAR 260
İntiharla ilgili Gerçekler 262
İntihara Bakış Açıları 263
İntiharın Psikolojik Testlerle Yordanması 266
İntiharı Önleme 266
İntiharla Çalışmada Klinik ve Etik Sorunlar 268
ÖZET 271

Bölüm 11
ŞİZOFRENİ 272

ŞİZOFRENİNİN KLİNİK BELİRTİLERİ 273


Pozitif Belirtiler 273
Negatif Belirtiler 276
Diğer Belirtiler 277
KAVRAMIN TARİHÇESİ 277
Şizofreninin Erken Tanımlamaları 277
Birleşik Devletler’in Genişletilmiş Kavramı 279
DSM-IV Tanısı 279
DSM-IV’e Göre Şizofreninin Alt Tipleri 280
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 281
Kalıtsal Veriler 282
Biyokimyasal Faktörler 286
Beyin ve Şizofreni 289
Psikolojik Stres ve Şizofreni 290
Şizofreninin Yüksek Risk Araştırmaları 293
ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ 294
XX √√

Biyolojik Tedaviler 295


Psikolojik Tedaviler 297
Tedavide Genel Eğilimler 299
Şizofreni Hastalarının Tedavisinde Süregelen Konular 299
ÖZET 301

Bölüm 12
MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR 303

ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞI 305


Alkol Kötüye Kullanımının Yaygınlığı 306
Bozukluğun Gidişi 307
Alkol Bağımlılığının Bedeli 307
Alkolün Kısa Süreli Etkileri 308
Uzamış Alkol Kötüye Kullanımının Uzun Süreli Etkileri 308
NİKOTİN VE SİGARA İÇME 310
Sigara İçmenin Yaygınlığı ve Sağlık Açısından Sonuçları 310
Pasif İçiciliğin Sonuçları 311
MARİHUANA 312
Marihuana Kullanımının Yaygınlığı 312
Marihuana’nın Etkileri 312
YATIŞTIRICILAR ve UYARICILAR 315
Yatıştırıcılar (sedatifler) 315
Uyarıcılar (stimulanlar) 318
LSD VE DİĞER HALÜSİNOJENLER 321
Halüsinojenlerin Etkileri 322
MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ ETİYOLOJİSİ 324
Sosyokültürel Değişkenler 324
Psikolojik Değişkenler 326
Biyolojik Değişkenler 328
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ 329
Problemi Kabullenme 329
Geleneksel Hastane Tedavisi 330
Biyolojik Tedaviler 330
Adsız Alkolikler 331
Çift Terapisi 332
Bilişsel ve Davranışçı Tedaviler 332
Alkol Kötüye Kullanımı Tedavisinde Klinik Değerlendirmeler 334
YASADIŞI MADDE KULLANIMI İÇİN TEDAVİ 335
Biyolojik Tedaviler 336
Psikolojik Tedaviler 337
SİGARA İÇMENİN TEDAVİSİ 338
Psikolojik Tedaviler 338
Biyolojik Tedaviler 339
Yinelenmeyi Önleme 340
MADDE KÖTÜYE KULLANIMININ ÖNLENMESİ 341
ÖZET 343
XXI
√√

Bölüm 13
KİŞİLİK BOZUKLUKLARI 345

KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ SINIFLANDIRILMASI: KÜMELER, KATEGORİLER VE SORUN-


LAR 347
TUHAF / EKSANTRİK KÜME 348
Paranoid Kişilik Bozukluğu 349
Şizoid Kişilik Bozukluğu 349
Şizotipal Kişilik Bozukluğu 349
Tuhaf / Eksantrik Kümenin Etiyolojisi 350
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 350
Sınır Kişilik Bozukluğu 350
Histriyonik Kişilik Bozukluğu 352
Narsistik Kişilik Bozukluğu 353
Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Psikopati 354
KAYGILI / KORKULU KÜME 360
Çekingen Kişilik Bozukluğu 360
Bağımlı Kişilik Bozukluğu 361
Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu 361
Kaygılı / Korkulu Kümenin Etiyolojisi 362
KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN TERAPİLER 364
Sınır Kişiliğin Terapisi 365
Bozukluktan Tarza: Hedefler Üzerine Bir Yorum 368
Psikopatiye Yönelik Terapi 368
ÖZET 370

Bölüm 14
CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI 372

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI 373


Cinsel Kimlik Bozukluğu 374
Çocukluk Dönemindeki Cinsel Kimlik Bozukluğu 375
Cinsel Kimlik Bozukluklarının Terapisi 376
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 379
Fetişizm 380
Travestik Fetişizm 380
Pedofili ve Yasaksevi (Incest) 381
Gözetlemecilik 383
Teşhircilik 384
Cinsel Sadizm ve Cinsel Mazoşizm 384
Parafililerin Nedenleri 388
Parafililerin Tedavisi 390
TECAVÜZ 393
Suç 393
Mağdur, Saldırı ve Kötü Sonuçlar 394
Tecavüz Eden Kişi 395
Tecavüz Edenlerin ve Tecavüze Uğrayanların Terapisi 397
XXII √√

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 398


Cinsel İşlev Bozuklukları ve İnsanlardaki Cinsel Tepki Döngüsü 399
Cinsel İşlev Bozukluklarının Tanımlanması ve Nedenleri 402
Cinsel İşlev Bozuklukları ile İlgili Genel Kuramlar 406
Cinsel İşlev Bozukluklarının Terapisi 409
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN OKUMA 413
Problemin Boyutu 413
Hastalığın Tanımlanması 414
Hastalığın Yayılması 414
HIV ve AIDS’in İlaçla Tedavisi 415
Hastalığın Önlenmesi 415
HIV Pozitif ve AlDS’li Hastaların Terapisi 417
ÖZET 419

Bölüm 15
ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI 425

ÇOCUKLUK ÇAĞI BOZUKLUKLARI SINIFLANDIRMASI 426


DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 428
Dikkat Eksikliği / Hiperaktivite Bozukluğu 429
Davranım Bozukluğu 433
ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ 440
Öğrenme Bozuklukları 440
İletişim Bozuklukları 440
Motor Beceri Bozuklukları 441
Öğrenme Bozukluklarının Etiyolojisi 441
Öğrenme Bozukluklarının Tedavisi 444
ZEKÂ GERİLİĞİ 444
Zekâ Geriliği için Geleneksel Ölçütler 444
Zekâ Geriliğinin Sınıflandırılması 446
Amerikan Zekâ Geriliği Birliğinin Yaklaşımı 447
Zekâ Geriliğinde Becerilerde ve Bilişsel Yeteneklerde Gözlenen Yetersizlikler 447
Zekâ Geriliğinin Etiyolojisi 449
Zekâ Geriliğinin Önlenmesi ve Tedavisi 452
OTİSTİK BOZUKLUK 456
Otistik Bozukluğun Tanısal Özellikleri 547
Otistik Bozukluğun Etiyolojisi 463
Otistik Bozukluğun Tedavisi 466
ÖZET 469

Bölüm 16
YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR 471

YAŞLI ERİŞKİNLERİN İNCELENMESİNDE KONULAR, KAVRAMLAR VE YÖNTEMLER 474


Yaşlı Erişkinlerdeki Çeşitlilik 474
Yaş, Kuşak ve Ölçüm Zamanının Etkileri 474
Yaşamın İleri Döneminde Psikopatoloji Tanısının Konması 476
Sorunlardaki Çeşitlilik 476
XXIII
√√

İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 476


Demans 476
Delirium 482
İLERİ YAŞ VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR 484
Yaşamın İleri Döneminde Ruhsal Bozuklukların Genel Yaygınlığı 484
Depresyon 485
Kaygı Bozuklukları 488
Sanrılı (Paranoid) Bozukluklar 488
Şizofreni 491
Madde Bağımlılığı ile İlişkili Bozukluklar 492
Hipokondri 494
Uyku Bozuklukları 494
İntihar 496
Cinsellik ve Yaşlanma 497
YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE BAKIMI 500
Bakım Evleri 501
Toplum Temelli Bakım 502
YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİYE ÖZGÜ KONULAR 505
Yaşlı Erişkinlerdeki Terapinin İçeriği 505
Yaşlı Erişkinlerdeki Terapi Süreci 508
ÖZET 509

Bölüm 17
İÇGÖRÜ TERAPİLERİ 513

PSİKOTERAPİ NEDİR? 514


PSİKOTERAPİ ARAŞTIRMALARINI DEĞERLENDİRMEDE GENEL SORUNLAR 515
Plasebo Etkisi 516
Araştırma ve Uygulamada Terapi 516
Süreç ve Sonuç 518
Tedavi Görmeyen Kontrol Grupları 518
Kaos Kuramı ve Yaşam 518
PSİKANALİTİK TERAPİLER 519
Klasik Psikanalizde Temel Teknikler ve Kavramlar 519
Çağdaş Analitik Terapiler 524
Analitik Terapilerin Değerlendirilmesi 527
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 529
Karl Rogers’ın Danışan Merkezli Terapisi 530
Varoluşçu Terapi 534
Geştalt Terapi 536
ÖZET 540

Bölüm 18
BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ 542

KARŞI KOŞULLAMA 543


XXIV √√

Sistematik Duyarsızlaştırma 543


İtici uyarıcılarla Terapi 545
EDİMSEL KOŞULLAMA 546
Ödül Biriktirme Tekniği 546
Çocuklarla Edimsel Çalışma 549
MODEL ALMA 549
Model Alma Yoluyla Tedavi Edilen Sorunlar 549
Bilişin Rolü 550
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 552
Ellis’in Akılcı-Duygusal Davranış Terapisi 553
Beck’in Bilişsel Terapisi 555
Beck ile Ellis’in Terapileri Arasında Bazı Karşılaştırmalar 557
Sosyal Problem Çözümlemesi 558 Çok Yaklaşımlı Terapi 559
Bilişsel Davranışçı Terapi Hakkında Düşünceler 559
DAVRANIŞSAL TIP 563
Ağrı Tedavisi 563
Kronik Hastalıklar ve Yaşam Tarzı 565
Biyolojik Geri Bildirim 566
TEDAVİ ETKİLERİNİN GENELLENMESİ VE SÜRDÜRÜLMESİ 567
Aralıklı ve Doğal Pekiştirme 567
Çevresel Değişim 567
İkincil Kazancın Elenmesi 567
Nüksün Önlenmesi 567
Kendine Yükleme 568
BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLERDE TEMEL KONULAR 570
İçsel Davranış ve Biliş 570
Bilinçdışı Etkenler ve Altta Yatan Nedenler 570
Geniş Spektrumlu Tedavi 571
İlişki Etkenleri 572
Kuramsal İskeletin Üstündeki Et 572
PSİKANALİZ VE DAVRANIŞÇI TERAPİ - BİR UZLAŞMA MI? 574
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME 575
Lazarus Messer Tartışması 576
Olgunlaşmamış Bütünleştirmeye Karşı İddialar 579
ÖZET 581

Bölüm 19
GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ 582

GRUP TERAPİSİ 583


Grup Terapisinin Temel Özellikleri 584
İçgörü-Yönelimli Grup Terapisi 585
Davranışçı Grup Terapisi 588
Grup Terapisinin Değerlendirilmesi 590
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 591
Çatışmanın Normalliği 591
Bireysel Terapiden Birlikte Terapiye 593
XXV
√√

Birlikte Terapinin Temelleri 594


Genel Konular ve Dikkat Edilmesi Gereken Özel Noktalar 599
Çift ve Aile Terapisinin Değerlendirilmesi 599
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 602
Odak: Önleme 602
Tutum: Beklemek Yerine Aramak 603
Değerler ve “Ne Zaman Müdahale Edilir?” Sorusu 604
Toplum Psikolojisinin Faaliyetleri 604
Toplum Psikolojisi Çalışmalarının Değerlendirilmesi 611
Toplum Psikolojisinde Politik ve Etik Faktörler 612
TOPLUM RUH SAĞLIĞI 613
Toplum Ruh Sağlığının Amaçları 613
Toplum Ruh Sağlığının Değerlendirilmesi 614
PSİKOLOJİK MÜDAHALELERDE KÜLTÜREL VE IRKSAL FAKTÖRLER 615
Afrika Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 616
Latin Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 616
Asya Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 617
Amerikan Yerlileri ve Psikolojik Müdahale 617
Davranışın Daha Eksiksiz Bir Bilimine Doğru 618
ÖZET 618

Bölüm 20
YASAL VE ETİK KONULAR 620

CEZAİ MAHKÛMİYET 621


Delilik Savunması 622
Yargılanma Yeterliği 629
SİVİL MAHKÛMİYET 631
Önleyici Tutuklama ve Tehlikenin Yordanmasında Sorunlar 632
Daha Fazla Koruma için Güncel Eğilimler 634
Kurum Dışına Çıkarma, İnsan Hakları ve Ruh Sağlığı 644
TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 646
Araştırmada Etik Kısıtlamalar 646
Bilgilendirilmiş Onam 648
Gizlilik ve Ayrıcalıklı İletişim 649
Hasta ya da Müşteri Kimdir? 649
Hedeflerin Seçimi 649
Tekniklerin Seçimi 650
Hatırlanan Anıların Etik ve Yasal Boyutları 653
ÖZET 654

SÖZLÜK S-1
KAYNAKLAR R-1
İNDEKS İ-1
KISIM I
GİRİŞ VE TEMEL
KONULAR
1

Jedd Garet,
“Dünya gerçekte neye benziyor”, 1984

GİRİŞ:
TARİHSEL VE
BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER
Çeviri: Doç. Dr. İhsan Dağ

ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? BİLİM: BİR İNSAN UĞRAŞI


İstatistiksel Seyreklik Bilimde Öznellik: Paradigmaların Rolü
Normların İhlâl Edilmesi Anormal Psikolojisinde Paradigmaların Bir
Kişisel Rahatsızlık Hissetme Örneği
Yeti Yitimi ya da İşlev Bozulması ÖZET
Beklenmedik Olma
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ
Erken Dönem Şeytancı Anlayış
Somatogenez
Karanlık Çağlar ve Şeytancılık
Ruh Hastalarının Büyücü Olarak Kabul
Edilmeleri
Tımarhanelerinin Gelişimi
Moral Tedavi
Çağdaş Düşüncenin Başlangıcı
4 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

35 yaşında bir polis memuru olan Ernest H, rahat nekleri hakkında duyduğu kuşku vardı. Üniversitede son
koltuğa yığılmış halde, bir dizi sorunla mücadele eden yılındaki seminerler Ernest için dayanılmaz olmuştu ve
terapistine kuşkuyla baktı. Son defasında karısıyla sevi- bir polis memurunun üniforması ile rozetinin, kendiliğin-
şirken ereksiyona ulaşamaması terapi aramasının yakın den kazanılmayacakmış gibi görünen saygı ve ani tanın-
nedeniydi. Ancak terapistin uygun teşvikiyle Ernest bazı- mayı ona verebileceği umutları vardı.
ları çocukluğundan başlayan ama birçoğu önceki birkaç Ernest’in akademiye gitmesine yardımcı olmak için
yıldan kaynaklanan çok sayıda diğer zorluğunun hikâye- eşi Ernest’in yalvarmalarına karşın üçüncü yılının sonun-
sini anlattı. da üniversiteyi bıraktı ve bir sekreterlik işi aradı. Ernest
Ernest’in çocukluğu mutlu değildi. Çok sevdiği anne- eşinin kendisinden daha parlak olduğunu düşünüyordu ve
si, o altı yaşındayken birdenbire ölmüştü ve sonraki on yıl onun potansiyelini kurban edip kendisine yolunu çizme-
boyunca o ya babasıyla ya da teyzesiyle yaşadı. Babası de yardım etmesi için bir neden görmüyordu. Ancak aynı
ağır alkol kullanıcısıydı. Alkol almadan geçirdiği günler zamanda parasal gerçekleri de fark etmişti ve eşinin mali
nadirdi. Üstelik adamın duygu durumu aşırı değişkendi; desteğini istemeyerek kabul etti.
hatta birkaç ay bir devlet hastanesinde manik depresif Polis akademisi üniversiteden bile stresliydi. Ernest’in
psikoz tanısıyla yatmıştı. Babasının geliri o kadar düşük- duygu durum dalgalanmaları, daha az sıklıkla da olsa,
tü ki, faturaları nadiren zamanında ödeyebilirdi ve sade- hâlâ onu kaygılandırıyordu. O sırada bir devlet akıl has-
ce en fakir mahallelerde oturabilecek kadar parası vardı. tanesinde tutulmakta olan babası gibi, psikolojik acıyı
Bazen Ernest’in babası, oğlu şöyle dursun tümüyle ken- azaltmak için içiyordu. Doğru bildiği bir cevabı sınıfın
dine bakamaz duruma düşüyordu. O zamanlarda Ernest önünde kalkıp vermekte zorluk çektiği zaman hocalarının
haftalar, bazen aylarca yakındaki varoşlarda teyzesi ile kendisini ahmak olarak gördüklerini düşünüyordu. Ancak
kalıyordu. akademinin fiziksel, zihinsel ve sosyal zorluklarını başar-
Bu belirgin zorluklara rağmen, Ernest liseyi bitirdi ve dı ve şehrin refah düzeyi yüksek bir bölgesine gezici dev-
harç ödemesi olmayan şehirdeki fakülteye girdi. Çeşitli riye olarak atandı.
masraflarını küçük bir restoranda garsonluk yaparak çı- Birkaç yıl sonra, yaşamı kolaylaşması gerekirken o
karıyordu. Üniversite yılları süresince psikolojik sorun-
kendisini daha da büyük bir karmaşanın içinde buldu.
ları onu endişelendirmeye başladı. Görünür herhangi bir
Şimdi 32 yaşındaydı, iyi kazandığı oldukça güvenceli bir
neden olmaksızın sıklıkla belirgin biçimde depresif olu-
işi vardı, artık çocuk yapmayı düşünmeye başladı. Bunu
yordu ve bu üzüntü nöbetlerini bazen manik yükselme dö-
eşi de istiyordu ve iktidarsızlık (empotans) sorunları bu
nemleri izliyordu. Duygu durum dalgalanmalarının üze-
dönemde başladı. Önce bunun nedeninin alkol olduğunu
rinde kontrolünün olmayışı bu örüntünün aynısını alkolik
düşündü, çünkü gece nöbeti olduğu günler hariç, her gece
babasında da gözlediği için onu fazlasıyla kaygılandırı-
en az 175 ml burbon içiyordu. Bununla beraber kısa bir
yordu. Ayrıca, kendi üzerinde otorite konumundaki kişi-
süre sonra gerçekte bir çocuk sahibi olmanın sorumlu-
lere, patronuna, hocalara ve hatta kendisini olumsuz bir
luğundan kaçındığından endişelenmeye başladı ve daha
şekilde kıyasladığı bazı sınıf arkadaşlarına yönelik aşırı
sonra eşinin kendisini çekici bulup istediğinden kuşkulan-
utangaçlık hissediyordu.
maya başladı. Zaman zaman tam bir cinsel ilişki kurmak
Ernest özellikle arkadaşlarınınkiyle kıyasladığında
eski ve aşınmış giysileri hakkında duyarlıydı; onların ai- için gösterdiği aceleci çabaları karşısında eşi anlayış ve
leleri kendisininkinden daha fazla paraya sahipti. sabır gösterdikçe, kendisini daha az erkek hissediyordu.
Gelecekteki eşini üçüncü sınıfın derslerinin başlangıç Eşinden yardım kabul edemiyordu, bunun cinsel bir iliş-
günü ilk kez görmüştü. Uzun ince genç kadın, sandalyesi- kiyi sağlamanın doğru yolu olduğuna inanmıyordu. Ya-
ne doğru zarafet ve kendine güvenle yürürken onu izleyen taktaki sorunlar yaşamlarının diğer alanlarına yayıldı.
gözler yalnızca Ernest’inkiler değildi. Ernest o dönemin Ne kadar az sıklıkla aşk yaptılarsa, otuzlarına girerken
geri kalanında onu uzaktan izledi, ona dikkat çekmeden daha canlı ve güzel olan eşinden o kadar kuşkulanır oldu.
bir bakış imkanı verecek yerlere oturmaya dikkat etti. Bir Buna ilaveten, karısı çalıştığı hukuk bürosunda yardımcı
gün diğer öğrencilerle birlikte sınıflan çıkarlarken kazay- idareci pozisyonuna yükselmişti. Karısı ona, muhtemelen
la birbirlerine çarptılar ve kadının sıcaklığı ve büyüsü sataşmak için, şehrin dışındaki lüks lokantada patronuyla
Ernest’i birlikte kahve içmeyi teklif etmeye cesaretlendir- yediği içkili uzun öğle yemeklerinden bahsediyordu.
di. O evet derken. Ernest neredeyse hayır demesini arzu- Terapiste gitme isteğinin nedeni, karısının bir akşam
lamıştı. saat 10’dan sonra işten eve geldiğinde olan kötü bir tar-
Ernest’e göre, şaşırtıcı biçimde kısa zamanda âşık ol- tışmaydı. Ernest birkaç gündür ajite durumdaydı. Kon-
dular ve üçüncü yılın sonuna doğru evlendiler. trolünü kaybettiği korkusuyla mücadele etmek üzere, her
Ernest güzel olduğu kadar zeki olan eşinin, onu ger- gece neredeyse tam bir şişe burbon tüketiyordu. Son gece
çekten sevdiğine tamamen inanamamıştı. Yıllar geçtikçe karısı kapıdan girdiğinde, Ernest zaten aşırı alkollüydü
kendisi ve eşinin ona yönelik duyguları hakkındaki kuşku- ve eşine sadakatsizlik iddiasıyla hem sözel hem de fizik-
ları büyümeye devam etti. sel olarak saldırdı. Karısı kendi öfke ve korkusuyla onun
Hukuk fakültesine girmeyi umut etmişti ve notları ile bir kadını dövdüğü için erkekliği üzerine laflar etti ve aşk
giriş puanları bu planları bir olasılık haline getirmişti yaparlarkenki hayal kırıklıklarıyla alay etti. Ernest evden
ama bunun yerine polis akademisine girmeye karar verdi. dışarı fırladı, geceyi yakındaki bir barda geçirdi ve öbür
Terapistine ilettiği nedenler arasında değerlendirildiğini gün her nasılsa profesyonel yardım aramaya yetecek ka-
hissettiği durumlarda artan rahatsızlığı ve zihinsel yete- dar kendini toparladı.
ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? 5
√√

Yaşamımızın her günü diğer insanları anla­ Konuya yakınlığımız konunun kendinden
maya çalışıyoruz. Davranışları Ernest’inki kadar ilginçliğini artırıyor; anormal psikolojisi lisans
aşırı olmadığında bile, diğer bir kişinin bir şeyi dersleri, psikoloji bölümlerinde ve gerçekte
neden düşündüğünü ya da yaptığını belirlemek tüm üniversite programında en popüler der­
zor bir iştir. Düşünce ve davranışlarımızın ge­ sler arasındadır. Anormal psikolojisi lisans
rekçelerini bilmek her zaman mümkün olmaya­ dersleri, psikoloji bölümlerinde ve gerçekte
bilir. Normal gördüğümüz beklenen davranışa tüm üniversite programında en popüler der­
ilişkin içgörü kazanmak yeterince zordur; yuka­ sler arasındadır. Konuya tanıdık olduğumuz
rıda tarif edilen polis memurununki gibi normal düşüncemiz anormal psikolojiyi çalışmaya bizi
sınırların ötesindeki insan davranışını anlamak cesaretlendiriyor ama bir de dezavantajı var.
daha da zordur. Hepimiz çalışmamızı konu neyse onun önceden
Bu kitap anormalliğin tanımlanmasıyla, ne­ tasavvur edilmiş kavramlarına dayandırırız.
denleriyle ve tedavisiyle, yani tüm menziliyle Davranış hakkında belli konuşma ve düşünme
ilgilidir. Bu alanda sayısız zorluklarla yüz yüze­ yolları geliştirdik: bir şekilde uyar görünen bel­
yiz. İlk olarak söz konusu alandaki belirsizlikle­ li sözcükler ve kavramlar. Örneğin, korkuyu
re tolerans gerekliliği vardır. Bu, geçici olanla, çalışmanın yararlı yolunun korku yaşanmasına
sıklıkla çelişen bilgilerle rahat olabilme yetene­ odaklanmak olduğuna inanabiliriz ki, bu fenom­
ğidir. Tabi daha sonra o bilgiyle iş yapmaya, ça­ enolojik yaklaşım olarak bilinir. Bu, korkuya
lışmaya ve onu araştırmaya dayanma gücüne bakış yollarından biridir ama tek yol değildir.
sahip olmalıyız. Göreceğiniz gibi, insan zihninin Davranış bilimciler olarak, insan yaşantı ve
anlaşılması zordur; alanımızın umduğumuzdan davranışları hakkında konuşmanın uygun yolu
çok daha azını kesin olarak biliyoruz. Anormal olduğunu hissedebildiklerimiz ile onu öğrenmek
davranışın, düşüncelerin ve duyguların gelişimi ve çalışmak için tanımlamanın daha verimli bir
yolu arasındaki farkla boğuşmak zorundayız.
ve doğasıyla ilgili alan olan psikopatolojinin ça­
Örneğin, birçok kişi “dehşet hissi”nden bah­
lışılmasına yaklaşırken, çok iyi bilmemiz gerekir
sederken, korkuyu çalışan bilim insanları şöyle
ki, bu konu çok az sağlam ve hızlı cevap sağlar.
bir cümleyi kullanma eğilimindedirler: “büyük
Bilimsel sorgulamaya ilişkin yönelimimizi tartı­
boyutlu korku tepkisi.” Bunu yaparken sadece
şırken belli olacağı gibi, psikopatolojinin çalı­
sözcüklerle oynamayız. Anormal davranışı bil­
şılması belirsizliklerinden dolayı az değerli bir iş
imsel olarak çalışmak için kullandığımız sözcük
değildir. Özgül cevaplardan çok sorulan sorula­
ve kavramlar, belli insan fenomenlerine sıradan
rın türleri alanın özünü oluşturur.
biçimde bağlanan uygunluk öznel hislerinden
Anormal psikolojisini çalışırken karşı karşıya bağımsız olmak zorundadır. Bu kitabı okurken
olduğumuz bir diğer güçlük nesnel kalmaktır. ve tartıştığı ruhsal bozuklukları anlamaya
Konumuz olan insan davranışı kişiseldir ve bu çalışırken, alıştığınızdan ve aslında bizim pro­
kişisellik bizi güçlü bir biçimde etkiler; nesnelliği fesyonel hayatımız dışında kullandığımızdan
zorlaştırır ama gereksiz kılmaz. Anormal davra­ farklı bakış açılarını edinmenizi isteyebiliriz.
nışın yayılganlığı ve rahatsız edici etkileri kendi Bu bölümün başındaki vaka çalışması yo­
yaşamlarımıza da zorla girer. Kim mantıkdışı rumların geniş bir menziline açıktır. Kuşkusuz
düşünceler, düşlemler ve duygular yaşamamış­ siz de Ernest’in sorunlarının nasıl geliştiğine, bi­
tır? Kim koşulların açıklayabileceğinden daha rincil zorluklarının ne olduğu ve hatta muhteme­
aşırı belirgin üzüntü, hatta depresyon hisset­ len ona nasıl yardımcı olabileceğinize dair bazı
memiştir? Birçokları davranışları sinir edici ve düşüncelere sahipsinizdir. Psikolojik sorunları
kavraması imkânsız birini, bir arkadaş ya da olan bir kişinin yaşamını nasıl kavramsallaştıra­
muhtemelen bir akrabayı bilir. Psikolojik zorluk­ cağımıza ve onu nasıl en iyi tedavi edeceğimize
lardan yakınan birini anlamak ve ona yardım karar vermekten daha büyük bir zihinsel ya da
etmeye çalışmanın ne denli hayal kırıklığı ve duygusal zorluk tanımıyoruz. İkinci Bölüm’de
korku yaratıcı olduğunu fark edersiniz. Anormal Ernest H vakasına farklı kuramsal yönelimler­
davranışın aşırılıklarıyla kişisel bir deneyiminiz den kişilerin nasıl tanımlama getirdiklerini ve
bulunmasa da, ruhsal yönden rahatsız olarak ta­ yardım etmeye çalıştıklarını gösterirken tekrar
nımlanan bir kişinin dehşet verici hareketlerine atıfta bulunacağız. Şimdi anormal davranış kav­
dair haberlerden muhtemelen etkilenmişinizdir. ramından ne anladığımız tartışmasına geçiyo­
Bu kişilerin ruhsal olarak sabit olmadıklarına, ruz. Sonra anormallik görüşümüzün tarih içinde
hatta bazen bir ruh hastalıkları hastanesinde günümüzün daha bilimsel bakış açılarına nasıl
tutulduklarına dair bir tarihçeleri vardır. geliştiğine kısaca bakacağız.
6 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR?


Anormal psikolojisi alanında yüz yüze oldu­
ğumuz en zor güçlüklerden biri anormal davra-

Kişi Sayısı
nışı tanımlamaktır. Burada anormal davranışın
bileşeni olarak önerilen birçok özelliği ele alaca­
ğız. Her biri tam bir tanımın bir parçası olabile­
cek değerde olsa da, hiçbirinin tek başına yeterli
olmadığını göreceğiz. Sonuç olarak, anormallik
genellikle birkaç özelliğin aynı anda varlığına
dayalı olarak belirlenir. Anormal davranışa iliş­ 20 100 200
kin en iyi tanımımız istatistiksel seyreklik, norm­ Zekâ Katsayısı
ların ihlâl edilmesi, kişisel rahatsızlık hissetme, Şekil 1.1 Yetişkinlerde normal ya da çan eğrisi biçimindeki zekâ
yeti yitimi ya da işlev bozulması ve beklenmedik dağılımı.
olma özelliklerini hesaba katar.

İSTATİSTİKSEL SEYREKLİK seyrek davranışları ya da özellikleri bize anor­


mal gelse de, bazı örneklerde bu ilişki yok olur.
Anormal davranışın bir yönü, seyrek (infre­ Büyük bir atletik yeteneğe sahip olma seyrektir
quent) olmasıdır. Normal eğri ya da çan eğrisi, ama bunu hemen hemen kimse anormal diye
insanların çoğunluğunu ilgilenilen herhangi bir değerlendirmez. Yalnızca belli seyrek davranış­
özellik açısından ortaya yerleştirir; çok az in­ lar, örneğin varsanılara sahip olma ya da derin
san her iki aşırı uca düşer. Bir kişinin normal bir depresyon yaşama bu kitapta dikkate alınan
olduğuna dair iddia, belli bir özellik ya da dav­
alana düşer. Ne yazık ki, istatistiksel bileşen,
ranış örüntüsünde onun ortalamadan çok fazla
psikopatoloji uzmanlarının çalışacakları seyrek
sapmadığını imâ eder. İstatistiksel seyreklik, zi­
davranışların neler olduğunu belirlemede bize
hinsel geriliğin tanısında açıkça kullanılır. Şekil
rehberlik etmez.
1.1 zekâ bölümü ölçümlerinin nüfustaki normal
dağılımını göstermektedir. Zihinsel gerilik tanısı
koymada çok sayıda ölçüm kullanılsa da, dü­
NORMLARIN İHLÂL EDİLMESİ
şük zekâ temel bir ölçüttür. Bireyin zekâ bölümü Anormalliği belirlerken dikkate alınması ge­
70’in altında olduğunda, zihinsel işlevleri zekâ reken bir diğer özellik, davranışın toplumsal
geriliği biçiminde tanımlamaya yeterli derecede normları ihlâl edip etmediği ya da bunu gözle­
normalaltı olarak kabul edilir. İnsanların bazı yenleri tehdit edip etmediği veya kaygılandırıp

Anormal davranış seyrek de


olsa, Gail Devers’inki gibi
atletik yetenekler de seyrektir.
Bu yüzden seyreklik anormal
davranışın yeterli bir tanımı
değildir.
ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? 7
√√

kaygılandırmadığıdır. Bu özellik de en azından


kısmen gerçeği belli eder. Anoreksik durumda
kişinin kendini aç bırakması, obsesif-kompul­
sif durumu olan kişinin törensel davranışları ve
psikotik durumda olan hastanın hayali seslerle
konuşmasındaki gibi tanıma uyar. Normların
ihlâli, anormalliği açıkça göreli bir kavram ya­
par; alışık olunmayan davranışların birçok biçi­
mi, yürürlükteki kültürel normlara dayalı olarak
hoş görülebilir. Bu bileşen aynı zamanda hem
çok geniş hem de çok dardır. Suçlular ve hayat
kadınları toplumsal normları ihlâl ederler ama
genellikle anormal psikoloji alanı içinde çalışıl­
mazlar. Yüksek derecede kaygılı bir kişi, ge­
nellikle anormal psikolojisi alanında merkezi bir
özellik olarak değerlendirilir ama tipik durumda Fahişelik normların açık bir ihlâlidir ama psikopatolojiyi
toplumsal normları ihlâl etmez ve gözlemcilere göstermesi gerekmez.
rahatsızlık vermez.
Buna ek olarak, kültürel farklılık insanların
toplumsal normları nasıl gördüklerini etkileyebi­ Ancak bazı bozukluklar ille de rahatsızlık his­
lir. Bir kültürde norm olan, bir diğerinde anormal setmeyi içermez. Örneğin, psikopat diğerlerine
olabilir. Bu ince konuya tüm kitap boyunca deği­ soğukkanlılıkla davranır ve herhangi bir suçlu­
nilmiştir (özellikle 4. Bölüm’e bakınız). luk, pişmanlık ya da hiçbir kaygı duymaksızın
sürekli olarak yasaları çiğner. Rahatsızlık hissi­
KİŞİSEL RAHATSIZLIK HİSSETME nin bazı biçimleri, örneğin, açlık ya da doğum
sancısı alana ait görülmez. Kişisel rahatsızlığı
Anormalliğin bazı biçimlerinin bir diğer özel­
liği kişisel mustarip olmadır, yani davranış, onu belirleyici özellik olarak kullanmanın bir diğer
yaşayan kişide büyük bir rahatsızlık hissi (dis­ güçlüğü bunun doğası gereği öznel olmasıdır.
tress) ve ıstırap yaratıyorsa anormaldir. Kişisel Ne kadar mustarip olduklarına kişilerin kendileri
rahatsızlık hissetme, bu kitapta ele alınan anor­ karar verir ve bildirirler. İnsanların kendi psikolo­
mallik biçimlerinin birçoğuna açıkça uyar. Kaygı jik durumlarını belirlemedeki standartları büyük
ve depresyon bozuklukları yaşayan kişiler ger­ oranda değişebildiği için, rahatsızlık hissinin dü­
çekten büyük ölçüde mustariptirler. zeylerinin karşılaştırılması güçtür.

Kişisel rahatsızlık hissetme


de anormal davranışın
tanımının bir parçasıdır
ama sevilen birinin kaybına
beklendik bir tepki olan
kederden farklı olarak
psikopatolojiyle bağlantılı
rahatsızlık hissi, olduğu
durumda beklendik değildir.
8 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

YETİ YİTİMİ YA DA İŞLEV BOZULMASI BEKLENMEDİK OLMA


Yeti yitimi (disability), yani, bireyin anormallik Tüm rahatsızlık hissetme ya da yeti yitimi du­
nedeniyle yaşamın önemli bazı alanlarında bo­ rumlarının anormal psikolojisi alanı içine nasıl
zulması (örn., iş ya da kişisel ilişkiler) anormal girmediğini önceden tanımlamış bulunuyoruz.
davranışın bir bileşeni olabilir. Örneğin, madde Rahatsızlık hissetme ve yeti yitimi çevresel
kullanım bozuklukları, madde kötüye kullanımı­ stres kaynaklarına beklenmedik tepkiler olduk­
nın yarattığı mesleki ve toplumsal yeti yitimiyle larında anormal olarak değerlendirilirler (Wake­
kısmen tanımlanır (örn., iş başarısının düşüklü­ field, 1992). Örneğin, durumu iyi olduğu halde
ğü, eşle ciddi tartışmalar). Benzer şekilde, fobi mali durumuna ilişkin sürekli endişe içinde olan
hem kişisel rahatsızlık hem de yeti yitimi göste­ kişide olduğu gibi, kaygı beklenmedik ve duru­
rebilir. Örneğin, ciddi bir uçma korkusunun kişi­ ma oransız olduğunda kaygı bozuklukları tanısı
nin işinde yükselmesini önlüyor olması. Mustarip konur. Diğer yandan, açlık yememeye beklen­
olmadaki gibi, yeti yitimi tüm bozukluklara değil dik bir tepkidir ve bu yüzden anormal davranış­
ama bazı bozukluklara uygulanabilir. Örneğin, la ilgili bir rahatsızlık hissetme durumu dışında
eğer kişiye rahatsızlık hissettiriyorsa halen bir kalacaktır.
ruhsal bozukluk olarak tanı konan transvestizm Burada anormal davranış tanımının temel özel­
(cinsel doyum için karşı cinsin giysilerini giyin­ liklerinden birkaçını değerlendirdik. Bunlardan
me) ille de bir yeti yitimi değildir. Birçok trans­ hiçbiri tek başına doyurucu bir tanım ortaya
vestist evlidir, geleneksel bir yaşam sürdürür koymamaktadır ama hepsi birlikte anormalliği
ve genellikle özel yaşamında karşı cins giysisi tanımlamaya başlamak için yararlı bir çerçeve
giyer. Diğer taraftan bazı durumlarda yetersizlik sağlamaktadır.
olarak değerlendirilebilecek diğer özellikler, ör­ Bunun gibi bir yazıda sunacağımız, halen anor­
neğin, eğer profesyonel bir basketbol oyuncusu mal olarak değerlendirilen koşulların bir liste­
olmak istiyorsanız kısa olmanız, anormal psiko­ sidir. Listedeki bozukluklar zamanla kuşkusuz
lojisi alanına girmez. Rahatsızlık hissinde oldu­ değişecektir. Alan sürekli olarak geliştiği için,
ğu gibi, yeti yitiminin daha kesin bir tanımının anormalliğin, tüm yönlerini içine alan basit bir
yokluğu, hangi yetersizliklerin girip hangisinin tanımını sağlamak olanaklı değildir. Sunulan
girmeyeceğini belirlememize izin vermez. özellikler kısmi bir tanımı oluşturur ama bunlar
her tanıya eşit olarak uygulanabilir değildir.
Anormal davranış sıklıkla yeti yitimi ya da işlev bozulması
yaratır. Ancak transvestizm gibi bazı tanılar açıkça yeti yitimi
oluşturmaz. PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ
Psikopatoloji uzmanları olarak ilgimiz sapkın
davranışın nedenlerinedir. Nedenlerin araştırıl­
ması uzun bir zamandan beri devam etmektedir.
Bilimsel sorgulama çağından önce, insanoğlu­
nun kontrolünün dışındaki gücün iyi ve kötü tüm
gösterimleri —güneş ve ay tutulmaları, deprem­
ler, fırtınalar, yangınlar, ciddi ve yeti kaybına yol
açan hastalıklar, mevsimlerin geçmesi— doğa­
üstü olarak değerlendiriliyordu. Açıkça bireysel
kontrol dışındaki davranışlara benzer yorumlar
veriliyordu. Zihinsel bozuklukları olanları çalı­
şan ilk filozofların, din bilginlerinin ve doktorların
yazıları, sapkınlığın Tanrıların memnuniyetsizli­
ğinin ya da şeytanların kişileri etkileri altına al­
malarının bir yansıması olduğunu bildiriyordu.

ERKEN DÖNEMDEKİ ŞEYTANCILIK


Bir kişinin içinde yaşayabilen ve onun zihnini ve
bedenini kontrolü altında tutabilen şeytan gibi
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 9
√√

ODAK 1.1 RUH SAĞLIĞI ÇALIŞANLARI

Psikolojik hizmetler sağlamaya yetkili çeşitli mes-


lekler olan klinisyenlerin eğitimi, farklı biçimler alır.
Bir klinik psikolog (bu ders kitabı yazarlarının mesle-
ği) olmak için Psikoloji Bilimi’nde Felsefe Doktorası
(Ph.D.) ya da Psikoloji’de Doktora (Psy.D.) derecesi
gerekir ve lisans sonrası dört ila yedi yıllık bir eğiti-
mi kapsar. Klinik psikolojide Ph.D. için eğilim diğer
psikolojik uzmanlıklar için olana benzer yoğun bir
laboratuar çalışması, araştırma dizaynı, istatistik ve
görgül yönteme dayalı insan ve hayvan davranışları
çalışmalarına vurguyu gerektirir. Psikolojinin diğer
alanlarında olduğu gibi, derece temelde bir araştırma
derecesidir ve adayların belli bir konuda araştırıp bir Çeşitli derecelerle klinisyenler bu tanısal toplantıdaki gibi
doktora tezi yazmalarını gerektirir. Klinik psikolojide bir ekip içinde çalışırlar.
adaylar onları psikolojideki diğer Ph.D. adaylarından
ayıran iki ek alanda beceriler öğrenirler. Birincisi, birçok psikolog da karşı çıkmaktadır. Kârlar ayrı bir
ruhsal bozuklukların tanı ve değerlendirme teknikle- meseledir ama asıl sorun, tıp doktoru olmayan birinin
rini öğrenirler: yani, bir hastanın belli bir bozukluğu ilaçların etkilerini izleyebilecek ve ters yan etkilerden
gösteren sorunlarını ve belirtilerini belirlemek için ve ilaç etkileşimlerinden hastayı koruyabilecek kadar
gereken becerileri öğrenirler. İkincisi, psikoterapinin yeterli biyokimya ve fizyoloji öğrenip öğrenemeyece-
nasıl yapıldığını öğrenirler. Bu, tedirgin bireylerin ğiyle ilgilidir. Bu tartışma herhangi bir sonuca ulaşın-
düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını, stresin caya dek kuşkusuz bir süre daha devam edecektir.
olumsuz sonuçlarını azaltmaları ve daha fazla yaşam Bir psikanalist psikanalitik enstitüde uzmanlık
doyumunu başarmaları için değiştirmelerinde birincil eğitimi almıştır. Program genellikle birkaç yıllık klinik
olarak sözel bir yardım etme yöntemidir. Öğrenciler eğitimi ve eğitim alanın derinlemesine bir psikanaliz-
yakın mesleki süpervizyon altında özel tekniklerde den geçmesini içerir. Sigmund Freud psikanalistlerin
ustalaştıkları dersler alırlar. Daha sonra, yoğun bir tıbbi bir eğitime gereksinimleri olmadığını belirtmişse
intörnlük süresince ya da doktora sonrası eğitimde, de, son zamanlara kadar A.B.D’deki birçok psikanali-
hastaların bakımı için derece derece artan sorumluluk tik enstitü eğitime aldıkları kişilerde bir M.D. derecesi
alırlar. ve psikiyatrik ihtisas eğitimi almış olma koşulunu ara-
Diğer klinik eğitim programları daha çok uygu- mışlardır. Psikanalist olmak için 10 yıla kadar süren
lamaya odaklanmıştır. Bu programlar göreli olarak bir lisansüstü eğitim gerekmektedir.
yeni Psy.D. (psikolojide doktora) derecesini sağlarlar. Bir sosyal çalışmacı sosyal çalışma alanında uz-
Program genellikle Ph.D. öğrencilerine sağlanan ile manlık derecesine sahiptir (M.S.W). Danışma psiko-
aynıdır ama araştırmaya daha az klinik eğitime daha logları için uzmanlık ve doktora programları bir öl-
çok vurgu vardır. Bu yaklaşımın arkasındaki düşünce, çüde klinik psikolojide lisansüstü eğitime benzer ama
klinik psikoloji, uygulama ve araştırmanın birleştiril- genellikle araştırma vurgusu daha azdır.
mesinden çok, özel terapötik müdahalelerde ve değer- Klinisyen terimi mesleki derecesi fark etmeksizin
lendirme tekniklerinde yoğun eğilimi haklı, çıkaran ve halka tanısal ve terapötik hizmetler veren kişiler için
gerektiren bilgiye ve kesinlik düzeyine ilerlemiştir. kullanılır. Klinisyenler klinik ya da danışma psikolo-
Bir psikiyatr Tıp Doktorası (M.D.) derecesine sa- jisinde Ph.D. derecesine, Psy.D. derecesine, M.S.W.
hiptir ve tanı ve psikoterapide süpervizyon aldığı ih- derecesine sahip kişiler ya da psikiyatrlar olabilirler.
tisas dönemi olarak adlandırılan lisansüstü eğitime Bu terim bu kitabın yazarları gibi hem araştırma hem
tabidir. Tıbbi derece sayesinde ve psikologların aksine de klinik çalışma yapan kişilere de uygulanır. Oldukça
psikiyatrlar aynı zamanda hekim olarak fiziksel mua- farklı bir grup insan psikopatologlar olarak adlan-
yene yapma, tıbbi sorunlara tanı koyma ve benzeri iş- dırılırlar. Bu kişiler terapist meslektaşlarının tedavi
levleri görmeye devanı ederler. Bununla beraber daha etmeye çalıştığı çeşitli hastalıkların doğası ve geliş-
sıklıkla, psikiyatrların ilgilendiği tıbbi uygulamanın mesine yönelik araştırmalar yürütürler. Psikopato-
tek yönü, insanların nasıl hissettiklerini ve düşündük- loglar birçok disiplinden gelebilirler: bazıları klinik
lerini etkileyebilen kimyasal bileşikler olan psikoaktif psikologlardır ama diğerlerinin eğitimsel ard alanları
ilaçlar için reçete yazmaktır. biyokimyadan gelişim psikolojisine kadar geniş bir
Son zamanlarda uygun eğitim alan klinik psiko- menzildedir. Bunları birleştiren ise anormal davranı-
logların psikoaktif ilaçlar için reçete yazmalarının şın nasıl geliştiğini çalışmaya adanmışlıklarıdır. Psi-
faydalarıyla ilgili hareketli ve bazen buruk bir tartış- kopatoloji hakkında hâlâ daha öğrenecek çok şeyimiz
ma sürmekledir. Tahmin edilebileceği gibi, böyle bir olduğundan, ard alanların ve ilgilerin çeşitliliği bir
hamleye mesleki alanlarının açık bir ihlâlini temsil avantajdır ve bu sayede çok yakında hangi alanın asıl
edeceği için psikiyatrlarca karşı çıkılmaktadır. Buna ilerlemeyi sağlayacağından emin olabileceğiz.
10 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

beyin patolojisinin gösterimleri olduğunu düşün­


dü. Hipokrat sıklıkla somatogenezin -bedende
(soma) yanlış giden bir şeylerin düşünce ve ha­
reketleri de bozacağı düşüncesi- en erken sa­
vunuculardan biri olarak değerlendirilir. Bunun
aksine psikogenez, rahatsızlığın psikolojik kö­
kenleri bulunduğu inancıdır.
Hipokrat ruhsal bozuklukları üç kategoriye
ayırdı: mani, melankoli ve frenitis ya da beyin
ateşi. Onun öğrettikleriyle anormal davranış ol­
gusu daha açık bir biçimde din adamlarından
çok doktorların alanına girmiştir. Hipokrat’ın
önerdiği tedaviler erken dönem şeytan kovu­
Karanlık Çağ’da Hıristiyan Kilisesi akıl hastalarını tedavi etmede cu işkencelerinden oldukça farklıydı. Melankoli
önemli bir rol üstlenmişti. Bu resimde Azize Catherine şeytanın
sahip olduğu bir kadından şeytan kovarken görülmektedir. için sükûnet, ayıklık, yiyecek içecek seçiminde
özen ve cinsel etkinlikten mahrumiyeti reçete
etti. Böyle bir rejimin beyin ve beden üzerinde
kötü bir varlığın var olduğu öğretisi, şeytancı- sağlıklı etkileri olacağı varsayılıyordu. Çünkü
lık (demonology) olarak adlandırılır. Şeytancı Hipokrat doğaüstü nedenlerden çok doğal ne­
düşünüşün örnekleri eski Çinlilerin, Mısırlıların, denlere inanıyordu ve kendi yakın gözlemleri­
Babillilerin ve Yunanlıların kayıtlarında bulunabi­ ne dayanıyordu; bir klinisyen olarak çok değerli
lir. İbraniler arasında sapkınlık, kişinin Tanrı’nın katkılar yaptı. Günümüzde epilepsi, alkolik san­
korumasını çekip gazaba uğratmasından sonra rılar, inme ve paranoya olarak bilinen belirtilerin
kötü ruhlar tarafından etki altına alınmasına at­ birçoğunu tanımlayan önemli miktarda ayrıntılı
fedilir. Hazreti İsa’nın temiz ruhlu olmayan bir kayıtlar da bıraktı.
adamı içindeki şeytanları dışarı çıkarmak ve bir Hipokrat’ın fizyolojisi, normal beyin işleyişini
domuz sürüsünü üstüne yağdırmak suretiyle ve böylece ruh sağlığını kavrayış biçimiyle ol­
iyileştirdiği bildirilmiştir (Mark 5:8-13). dukça kabacaydı; çünkü bedenin dört sıvısı ya
Şeytan çıkarma (exorcism), kötü ruhların da mizacı arasındaki nazik dengeye bağımIı
törensel mâniler söyleyerek ya da işkence ya­
parak dışarıya çıkarılması, tipik olarak ayrıntılı Yunan hekim Hipokrat anormal davranışın somatojenik görüşüne
sahipli, psikopatolojiyi beynin bir hastalığı olarak görüyordu.
dua ayinleri, gürültü çıkarma, kişinin dehşet ve­
rici kötü lezzette içecekler içmeye zorlanması,
bazen de bedeni şeytanlar için barınılamaz hâle
getirmek üzere kırbaçlama ve aç bırakma gibi
çok daha aşırı çareler biçimini alıyordu.

SOMATOGENEZ
Milattan önce beşinci yüzyılda, genellikle mo­
dern tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat
(M.Ö.460?-377?), tıbbı din, büyü ve batıl inanç­
lardan ayırdı. Hipokrat Tanrıların ciddi fiziksel
hastalıkları ve ruhsal bozuklukları ceza olarak
gönderdiği şeklindeki yaygın Yunan inancını
reddetti ve bunun yerine bu tür hastalıkların
doğal nedenlerinin bulunduğunu ve bu yüzden
soğuk algınlığı ve kabızlık gibi diğer yaygın has­
talıklarla aynı biçimde ele alınması gerektiğini
iddia etti. Hipokrat beyni bilinçliliğin, entelektüel
yaşamın ve duyguların organı olarak kabul etti.
Böylece sapkın düşünce ve davranışın bir tür
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 11
√√

Bu Orta Çağ resminde Hipokrat’ın izleyicilerinin


öğrettikleri dört sıvının aşırılığından olan mizaçlar
resmedilmiştir. Sol üstte huzursuz, sağ üstte
melankolik, sol altta durgun, sağ altla değişken bir
insan görülmektedir.

olarak görüyordu: kan, kara safra, sarı safra edilen ikinci yüzyıl Yunanlısı Galen’in (M.S.
ve balgam. Bunlarda bir dengesizlik bozukluğu 130- 200) ölümünün tüm tıbbın ve özellikle de
üretiyordu. Örneğin, bir kişi durgun ve donuksa, anormal davranışın incelenmesi ve tedavisi için
bedenin balgamın hâkimiyetinde olduğu varsa­ karanlık çağların başlangıcını belirlediğini be­
yılıyordu. Kara safranın bolluğu melankolinin lirtirler. Birkaç yüzyıl süren gerilemeden sonra
açıklamasıydı; çok fazla sarı safra huzursuzluk Yunan ve Roma uygarlıkları çöktü. Kilise et­
ve kaygılı oluşu açıklıyordu; çok fazla kan ise de­ kinlik kazandı ve papalığın devletten bağımsız
ğişken mizacı oluşturuyordu. Hipokrat’ın mizacî
olduğu ilan edildi. Hıristiyan manastırları, mi­
fizyolojisi daha sonraki bilimsel incelemelerde
syonerleri aracılığıyla ve eğitimsel çalışmalarla
destek bulmadı. Bununla beraber onun temel
iyileştiriciler ve ruhsal bozukluklar üzerine yet­
öncülü olan, insan davranışının belirgin olarak
kililer olarak doktorların yerine geçtiler.
bedensel yapılardan ve maddelerden etkilendiği
ve anormal davranışların bir tür dengesizlikten Manastırlar hastalara bakıyorlardı; birkaç ta­
ve hatta hasardan ortaya çıktığı düşüncesi, çağ­ nesi klasik Yunan tıp yazmalarının deposu ol­
daş düşüncenin habercisi niteliğindeydi. Daha masına rağmen bu çalışmalardaki bilgileri dahi
sonraki yedi yüzyılda, Hipokrat’ın bozukluklara kullanamamış olabilirler. Keşişler ruhsal bo­
doğal yaklaşımı, diğer Yunanlılarca ve şehirleri zukluklara bakarken, bu kişilere dua ediyor ve
eski Avrupa’da güç merkezi olmasından sonra Peygamber’den kalan kutsal eşyalar ile doku­
Yunanlıların tıbbini benimseyen Romalılarca nuyorlardı ya da ayın kaybolmaya yüz tuttuğu
genellikle kabul edildi sırada içmeleri için onlara fantastik iksirler ha­
zırlıyorlardı. Ruh hastalarının aileleri onları ma­
KARANLIK ÇAĞLAR VE ŞEYTANCILIK betlere getiriyorlardı. Ruh hastalarının birçoğu
Tarihçiler yaptıkları yaygın genellemede ülke çapında dolaşıyor, giderek daha çok hasta­
klasik çağın son esaslı doktoru olarak kabul lanıyor, yeteneklerini daha çok kaybediyorlardı.
12 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

RUH HASTALARININ BÜYÜCÜ Bu dönemin kayıtları güvenilir olmamakla bir­


OLARAK KABUL EDİLMELERİ likte, izleyen birkaç yüzyıl boyunca yüz binlerce
kadın, erkek ve çocuğun suçlandığı, işkenceye
On üçüncü ve izleyen yüzyıllar boyunca, top­ uğradığı ve öldürüldüğü düşünülüyor.
lumsal huzursuzluktan ve tekrarlayan kıtlık ve Orta Çağ’ın sonlarının ruh hastalarının bü­
salgınlardan zaten çekmekte olan halk bu fe­ yücü olarak kabul edildikleri, bir süredir önde
laketleri açıklamak için şeytancılığa döndü. İn­ gelen yorumdur (Zilboorg & Henry, 1941). Suç­
sanlar zihinlerini şeytanla meşgul eder oldular. lananların itiraflarında şeytanla cinsel ilişkiye
Sapık öğretileri olan insanların güçlü şeytanı girdikleri, kültlerinin gizli toplantılarına seyahat
tarafından teşvik edildiğine inanılan büyücülük, ettikleri bildirilmiştir. Bu raporlar çağdaş yazar­
Tanrı’nın inkâr edilmesi ve ona karşı gelinmesi lar tarafından sanrılar ya da varsanılar olarak
olarak görülmeye başlandı. Sonra, günümüzde­ yorumlanmaktadır ve buradan büyücü diye ad­
ki gibi, açıklayamadıkları ve korkutucu olaylarla landırılanların bazılarının psikotik olduklarının
yüz yüze gelen insanlar elde varolan açıklama göstergesi olarak almaktadırlar.
her neyse ona tutunma eğilimine girdiler. Zaman Bununla birlikte, bu tarihsel sürecin daha ay­
büyücü olarak görülen kişiler üzerine muazzam rıntılı bir incelemesi, suçlananların çoğunun ruh
suç yüklemek için komplo kurma zamanıydı ve hastası olmadıklarını gösterir. Büyücü avları­
bu şanssızlar büyük bir şevkle infaz edildiler. nın dikkatlice analiz edilmesi ortaya çıkarmıştır
1484’te Papa VIII Innocent, açıklamasında, ki, suçlanan büyücülerin bazıları ruhsal olarak
Avrupa papazlarını büyücüleri araştırmada altı­ hasta olsalar da, çok daha fazla normal insan
na bakılmamış taş bırakmamaya teşvik etti. İki yargılanmıştır. Sanrı benzeri itiraflar tipik olarak
Dominik keşişini kuzey Almanya’ya sorgulama­ vahşi işkence altında sağlanıyordu; zamanın
cı olarak gönderdi. Bunlar iki yıl sonra büyücü ve suçlayıcıların inanışları yüzünden bu itiraflar
avına rehberlik etmek üzere kapsayıcı ve açık işkence görenlerin ağzından zorla alınıyordu.
bir el kitabı yayınladılar: Büyücülerin Çekici Ayrıca, işkenceye izin verilmeyen İngiltere’de,
(Malleus Maleficarum). Bu hukuki ve dinbilgisel itiraflar sanrı ve varsanıların gösterimleri olan
belge Katolik ve Protestanlarca büyücülük üze­ tanımlamaları genellikle içermiyordu (Schoene­
rine bir temel kitap olarak değerlendirildi. Büyü­ man, 1977; Spanos, 1978).
cülükle suçlananlara, itiraf etmedikleri sürece Diğer bilgi kaynaklarının değerlendirilmesi
işkence yapılmalıydı; suçlu bulunup ve tövbe de büyücülüğün ruhsal hastalıkların birincil yo­
edenler ömür boyu hapse mahkûm ediliyorlar­ rumu olmadığını gösterir. On üçüncü yüzyıldan
dı; suçlu bulunup da tövbekâr olmayanlar infaz beri Avrupa şehirleri büyüdükçe, hastaneler
yasasına göre asılıyorlardı. Elkitabı, bir kişinin laik yetkilere kavuştular. Güç kazanan belediye
aklını ani kaybetmesini, şeytani tutsaklığın bir yetkilileri, kilisenin faaliyetlerinin bir bölümünü
belirtisi olarak tanımlıyordu ve varsayılan şey­ devralma ya da destek olma eğilimine girdiler;
tanı kovmak için alışılmış yöntem kişinin diri diri bunlardan biri de hastaların bakımıydı. İngiltere
yakılmasıydı. Salisbury’deki Kutsal Vakıf Hastanesi, on dör­
Batırma testinde eğer kadın
batmazsa şeytanla ortak
olduğu düşünülürdü, yani
nihayetinde kadının kazanması
olanak dışıydı.
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 13
√√

düncü yüzyılın ortalarından itibaren hastanenin feksiyonun doğu kaynaklarını koparmasından


amaçlarını tanımladı ve bunlar arasında “delile­ dolayı, cüzzam Avrupa’dan yavaş yavaş kay­
rin akılları yerine gelene kadar güvenlik altında boldu. Cüzzamın artık o kadar çok toplumsal bir
tutulacaklardır” ifadesi de vardı. Bu dönemdeki endişe kaynağı olmaktan çıkmasıyla dikkatler
İngiliz yasaları tehlikeli akıl hastaları ve yeter­ delilerin üzerine dönmüş görünüyordu.
sizlikleri olanların bir hastanede gözetim altında Akıl hastalarının hapsedilmesi on beş ve
tutulmalarına izin veriyordu. Özellikle gözetim on altıncı yüzyıllarda ciddi olarak başlamıştı.
altında tutulacak kişiler “cinli” şeklinde tanım­ Cüzzam hastaneleri tımarhanelere (asylums)
lanmamıştı (Allderidge, 1979).
dönüştürüldü, akıl hastalarının hapsedilme ve
On üçüncü yüzyıldan başlayarak İngiltere’de
bakımları için yerler oluşturuldu. Bu tımarhane­
kişinin akıl sağlığının olup olmadığını belirlemek
lerin birçoğu karışık birçok rahatsızlıkları olan
üzere cinnet duruşmaları yapılmaktaydı. Duruş­
kişileri ve dilencileri aldılar. Dilenciler o zaman­
malar hükümdarın zihinsel özürlülerin korunma
hakları altında yapılıyordu ve delilik yargısı hü­ lar büyük bir toplumsal sorun olarak değerlen­
kümdarın cinnet geçiren kişinin tüm varlığının diriliyordu. On altıncı yüzyıl Paris’i 100.000‘den
bekçisi olmasına izin veriyordu (Neugebauer, az nüfusta 30.000 dilenciyi içeriyordu (Fouca­
1979). Davalının yönelimi, belleği, zekâsı, gün­ ult, 1965). Bu tımarhanelerin kişileri çalıştır­
delik yaşamı ve alışkanlıkları duruşmalarda ele maktan başka özel bir rejimleri yoktu; ancak
alınan konulardı. Garip davranışların açıklama­ aynı dönemde akıl hastalarının hapsedilmesi
sı bunları tipik olarak fiziksel hastalığa ya da için özgül düzenlere sahip hastaneler de orta­
yaralanmaya veya duygusal şoka bağlanıyor­ ya çıktı. “The Priory of St. Mary of Bethlehem”
du. Neugebauer’ın incelediği tüm vakalardan 1243’te kuruldu. 1403’te altı akıl hastası erkek
sadece birinde şeytanın etki altına almasına burada kalıyordu ve 1547’de VIII. Henry bura­
atıfta bulunuluyordu. Böylece, kanıtların pek yı Londra şehrinin üzerine geçirdi, sonrasında
çoğu ruhsal bozukluğun bu açıklamasının Orta sadece akıl hastalarının hapsedildiği bir hasta­
Çağ’da daha önce düşünüldüğü kadar baskın ne oldu. Bethlehem’de koşullar içler acısıydı.
olmadığını gösteriyor. Yıllar geçtikçe “bedlam” sözcüğü bu hastane
için sıkıştırılmış ve popüler bir isim ve de vahşi
TIMARHANELERİN GELİŞİMİ karmaşa ve şamatanın olduğu yeri tanımlayıcı
On beşinci yüzyılda Haçlı Seferlerinin sonu­ bir ad oldu. Bethlehem nihayetinde Londra’nın
na kadar Avrupa’da cüzzamlılar için binlercesi en büyük turist çeken yerlerinden biri oldu; on
olmasına rağmen çok az akıl hastanesi vardı. sekizinci yüzyılda hem Westminster Manastırı
On ikinci yüzyılda İngiltere ve İskoçya bir buçuk hem de Londra Kulesi ile rekabet ediyordu. On
milyonluk bir nüfus için 220 cüzzam hastanesi­ dokuzuncu yüzyılda bile, saldırgan hastaları ve
ne sahipti. Haçlı Seferlerinin ana savaşlarından tuhaf davranışlarını izlemek eğlence olarak gö­
sonra, muhtemelen savaşın son bulmasının en­ rülüyordu ve Bedlam’a giriş biletleri satılıyordu.
Hogarth’ın bu on sekizinci yüzyıl
resminde, St. Mary’nin Bedlam’da
turu, bu iki üst sınıf kadını için bir
eğlence idi.
14 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

linceye kadar hasta su altında tutuluyor, sonra


çıkarılıyor ve eğer zaten ölmediyse masaj ile
canlandırılıyordu!” (Deutsch, 1949, s. 82).

MORAL TEDAVİ
Philippe Pinel (1745-1826) akıl hastanelerin­
de ruh hastalarının insancıl tedavisine yönelik
harekette önemli bir kişi olarak değerlendirilir.
Burada 1773’te Virginia Williamsburg’da kurulan ilk Amerikan 1793’te, Fransız Devrimi’nin heyecanı devam
akıl hastanesi görülmekledir. ederken, Pinel Paris’te La Bicetre olarak bilinen
büyük bir akıl hastanesinde görevlendirildi. Bir
Benzer şekilde, Viyana’da 1784’te Cinnet Geçi­ tarihçi bu hastanedeki koşulları şu şekilde tarif
renler Kulesi inşa edildi; hastalar dış duvarların etmiştir:
hemen içinde hapsediliyor ve böylece gelen ge­
çenlerce izlenebiliyorlardı. Birleşik Devletler’de [Hastalar] hücrelerindeki duvarlara zincirlenmişlerdi,
ilk akıl hastanesi Williamsburg, Virginia’da duvara paralel durmalarını sağlayan demirden tasmalar
1773’te kuruldu. yüzünden çok az hareket edebilmekteydiler... Kural gereği
Anormal davranışların hastanelerin alanı­ geceleri yatamıyorlardı... Hastaların bellerinde genellikle
demir bir kasnak takılıydı ve ayrıca... hem ellerinde hem de
na dahil edilmesinin ille de daha insancıl ve
ayaklarında zincirler bağlıydı... Bu zincirler hastanın ken­
etkili tedavilere yol açtığı varsayılmamalıdır.
dini bir çanaktan besleyebilmesine yetecek kadar uzundu,
Tıbbi tedaviler genellikle kaba ve acı vericiydi.
yiyecek de genellikle yulaf lapasıydı —yalkı bir çorba içi­
Philadelphia’da 1769’da tıp pratiğine başlayan ne batırılmış ekmek. Diyetle ilgili çok az şey bilindiğinden,
Benjamin Rush (1745-1813), ülkesinin bağım­ hastalara verilen öğün türüne hiç dikkat edilmiyordu. Hay­
sızlık mücadelesinde de önemli rol almıştır ve van oldukları varsayılıyordu ve yiyeceklerinin iyi ya da kötü
Amerikan Psikiyatrisi’nin babası olarak değer­ olmasına dikkat edilmiyordu (Selling, 1940, s. 54).
lendirilir. Rush, ruhsal bozuklukların beyinde
aşırı kan bulunmasından kaynaklandığına ina­ Pinel La Bicetre’de hapsedilmiş bu insanla­
nıyordu. Sonuç olarak, benimsediği tedavi “deli rın zincirlerini çıkarttı ve onları hayvanlar gibi
yapan” aşırı kan miktarını beyinden çekmekti! değil ama hasta insanlar olarak tedavi etmeye
(Farina, 1976) Rush’un diğer bazı hipotezleri de başladı. Tümüyle kontrol edilemez hâle gelmiş
vardı; birçok “cinnet getirmiş” kişinin korkutula­ olan birçoğu sakinleşmişlerdi ve çok daha kolay
rak iyileştirilebileceğini düşünmüştü. Doktorla­ zapt edilir olmuşlardı. Önceden tehlikeli olarak
ra tavsiye ettiği bir işlem de hastayı yaklaşan değerlendirilenler hastanede dolaşıyorlardı ve
ölümüne inandırmaktı. On dokuzuncu yüzyılda hiçbir rahatsızlık verme ya da kimseye zarar
New England’lı bir doktor bu reçeteyi dahice bir verme eğilimleri yoktu. Zindanların yerine ışıklı
tarzda uygulamıştı. “Delikli tabuta benzer bir ku­ ve havadar koğuşlar yapıldı. Yıllardır hapsedil­
tuya ayakta pozisyonda konulan hasta su dolu miş olanlardan bazıları sağlıklarına kavuştular
bir tanka indiriliyordu... Hava kabarcıkları kesi­ ve sonunda hastaneden taburcu edildiler.

Pinel’in La Bicetre’deki hastaları


serbest bırakması, sıklıkla akıl
hastalarının daha insancıl tedavi
edilmelerinin başlangıcı olarak
değerlendirilir.
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 15
√√

Hastaları kısıtlı durumlarından kurtarmak


Pinel’in savunduğu tek insancıl reform değildi.
Yeni Fransız Cumhuriyeti’nin eşitlikçiliğiyle tu­
tarlı olarak, bakımındaki ruh hastaları, şefkat
ve anlayışla yaklaşılması gereken, birey olarak
onurlarıyla tedavi edilmeleri gereken özünde
normal insanlardı. Pinel, bu hastaların ağır kişi­
sel ve toplumsal sorunlar yüzünden delirdilerse
rahatlatıcı tavsiyelerle ve amaçlı faaliyetlere yö­
nelterek düzeltebileceklerini tahmin ediyordu.
Pinel’in ruh hastalan için yaptığı tüm iyi şey­
lere rağmen o bu hastaların tedavisinde eşitlik­
çilik ve aydınlanmanın mükemmel bir örneği de­
ğildi. Daha insancıl tedavileri daha üst sınıflara
ayırmıştı; düşük sınıftan hastalar hala kontrol
aracı olarak baskı ve korkutmaya maruzdular—
yeni bir idarede önyargının ikiyüzlülüğü üzerine
On dokuzuncu yüzyılda birçok akıl hastanesi moral tedavi
çarpıcı bir yorum (Szasz, 1974). ilkelerine göre kuruldu. Bu resim bir New York Hastanesinde
Pinel’in La Bicetre’deki devrimci uygulama­ dans eden hastaları göstermekledir.
larının izinde, Avrupa ve Birleşik Devletler’de
kurulan hastaneler görece olarak küçüktü ve
tedavilerdi ve alkolü, kanabisi, afyonu ve kloral
özel olarak destekleniyorlardı. Protestan mez­
hidratı (sersemletici damla) içeriyordu. İkincisi,
hebinin bir üyesi ve ünlü bir tüccar olan William
sonuçlar çok istenir düzeyde görünmüyordu;
Tuke (1732-1822), İngiltere’deki York akıl has­
tanesindeki koşullardan şok olmuştu; Dostlar hastaların üçte birinden azı düzelmiş ya da iyi­
Topluluğu’na kendi kuruluşlarını kurmayı öner­ leşmiş olarak taburcu ediliyordu. Moral tedavi
di. 1796’da York Dinlenme Evi kırda bulunan bir uyuşturmaktan başka bir şey olmayabilir.
villada kuruldu. Burası ruh hastalarına yaşaya­
cakları, çalışacakları ve dinlenecekleri sessiz On dokuzuncu yüzyılda Dorthea Dix Birleşik Devletler’de daha
ve dindar bir ortam sağladı. Hastalar sorunlarını çok akıl hastanesi açılmasında temel bir rol oynadı.
görevlilerle tartışıyorlardı, bahçede çalışıyorlar­
dı ve kırlık alanlarda yürüyüşler yapıyorlardı.
Birleşik Devletler’de 1817’de Pennsylvania’da
kurulan Dostlar Akıl Hastanesi ve 1824’te
Connecticut’ta kurulan Hartford Dinlenme Evi,
York Dinlenme Evi örnek alınarak yapıldı. Di­
ğer Bileşik Devletler hastaneleri Pinel ve Tuke
tarafından sağlanan anlayışlı ve dikkatli tedavi­
den etkilendiler. Moral tedavi olarak bilinen bu
yaklaşımla uyumlu olarak, hastalar görevlilerle
yakın temastaydılar; bu görevliler onlarla konu­
şuyor, onlara okuyor ve amaçlı faaliyetlere on­
ları cesaretlendiriyorlardı. Hastalar olabildiğince
normal olarak yaşamlarını sürdürüyor ve genel­
de hastalıklarının sınırlamaları içinde kendi so­
rumluluklarını taşıyorlardı.
York Dinlenme Evi’nin 1880’den 1884’e ka­
darki ayrıntılı vaka kayıtlarının son yapılan bir
taramasından iki bulgu çıkarıldı (Renvoise &
Beveridge, 1989). İlki, uyuşturucular en yaygın
16 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

ODAK 1.2 BUGÜNÜN AKIL HASTANESİ

Her yıl iki milyondan fazla Amerikalı ruhsal sürece bir tür tedavinin yapıldığı varsayılır.
bozukluklar nedeniyle hastaneye yatırılmaktadır. En iyi hastanelerde bile genellikle hastaların psi-
1970’lerde akıl hastanelerinin kısıtlayıcı ortamına kiyatr ya da klinik psikologlarla çok az ve değerli bir
ilişkin endişeler çok sayıda akıl hastanesi hastasının temasları vardır. Bu durum Cordon Paul ve çalışma
kurum dışına çıkarılmasına (deinstitutionalization) arkadaşlarının dikkatli gözlemleri ile de doğrulan-
yol açtı. 1980’lerde ve 1990’larda yapılan bütçe ke- mıştır. Bu araştırmacılar hastaların uyanık oldukları
sintileri bu eğilimin devam etmesine neden olmuştur. zamanın %80 ila 90’lık bölümünde personelle temas-
Ancak, kurumda bakım altına alınamayan kronik has- ları olmadığını ortaya koymuşlardır ve klinik personel
talar sorunu henüz yeterince çözümlenememiştir (20. çalışma sürelerinin dörtle birinden azını hastalarla
Bölüm’de ayrıntılı olarak tartışacağımız gibi). Kamu temasta geçirmekledirler (Paul. 1987. 1988). Bir has-
akıl hastanelerindeki tedavi, öncelikli olarak koruyucu tanın gününün ve akşamının büyük bir bölümü yalnız
niteliktedir. Hastalar hayatta tutulur ama az bir tedavi ya da diğer hastalarla veya lise eğitiminden fazla
alırlar; varlıkları çoğunlukla monoton ve yerleşik bir eğitimi olmayan yardımcı personelle geçmekledir.
özelliktedir. Hapiste olduğu gibi, ağırlıklı duygu çaresizlik ve de-
Bugün Birleşik Devletler’deki akıl hastaneleri ge- personalizasyondur. Hastalar sonsuz saatler boyunca
nellikle ya federal hükümet ya da devlet tarafından koridorlarda otururlar ve akşam yemeği salonunun
fonlanmaktadır (aslında devlet hastanesi terimi devle- açılmasını, ilaçların dağıtılmasını ve psikologların,
tin işlettiği akıl hastanesi anlamındadır). Hayrete dü- sosyal çalışmacıların ve meslek danışmanlarının da-
şürücü maliyetlerine rağmen genellikle eskidirler, iç nışma saatlerinin başlamasını beklerler. Ağır derece-
karartıcı ve büyük şehir merkezlerinden uzaktadırlar. de rahatsız olanlar hariç hastaların hastanenin ağaç
Emekliler İdaresi hastanelerinin ve genel tıp hastane- işleri atölyesinden, yüzme havuzundan, spor salonun-
lerinin birçoğunun aynı zamanda psikiyatri koğuşları dan, sepet örme atölyesine kadar değişen çeşitli ola-
vardır. naklarına ulaşmaları mümkündür.
Buna ek olarak, özel akıl hastaneleri vardır. Hastanelerden birçoğunda hastaların grup tedavi-
Maryland’daki Sheppard ve Enoch Pratt ile Belmont. sine devam etmeleri gereklidir. Grup tedavisi, en az
Massachusetts’teki McLean Hastanesi en ünlü iki iki hastanın birbirleri ile ve bir grup lideriyle bir oda-
özel hastanedir. Özel hastanelerdeki fiziki olanaklar da belli bir süre ilişkide bulunmalarının öngörüldüğü
ve profesyonel bakım bir tek nedenle devlet hasta- sürece işaret eden genel bir kavramdır. Bazı hastalar
nelerine üstün gelmektedir: özel hastanelerin daha uzman bir terapist ile yalnız olarak çok az seansa ka-
çok parası vardır. Bu özel kurumlarda hastalar için tılabilirler. Bununla beraber çoğunlukla, geleneksel
maliyetler günde 1.000 doları aşabilir ve üstelik bu hastane tedavisi son kırk yıldır psikoterapi sağlamak-
maliyete uzmanlaşmış bir personelle yapılan bireysel tan çok ilaç dağılmaya yönelmiştir. Kurumsal bakımın
tedavi seansları dâhil değildir! Birçok hastanın ge- kendisi, destekleyici bakım sağlamanın ve kendilerine
nellikle doksan günlük bakımla sınırlı sağlık sigortası bakmaları neredeyse imkânsız durumda olan ya da
bulunmasına rağmen, bu hastaneler açıkça birçok va- onları dayanılmaz bir yük altına sokacak veya başka-
tandaşın olanaklarının ötesindedir. larına tehdit oluşturacak hastaları korumak ve gözet-
Zaman zaman hapishane hastanesi olarak da mek biçimini almıştır (Paul & Menditto, 1992).
adlandırılan bir ölçüde uzmanlaşmış bir akıl hastane- Rahatsız edici bir sorun, insanlar akıl hastanesin-
si, mahkemede yargılanamayacağına karar verilmiş de bir yıldan fazla bir kez kaldıktan sonra kurumda
ve delilik nedeniyle beraat etmiş suç işleyen kişiler bakıma alışmanın tersine çevrilmesinin zor olmasıdır.
içindir. Bu hastalar hapse gönderilmemekle birlikte, Birkaç ayda belirgin şekilde düzelmiş bir hastaya has-
yaşamlarında silahlı korumalar altındadırlar ve sıkı taneden çıkmaya neden isteksiz olduğunu sorduğumu-
bir güvenlik rejimi uygulanır. Hapiste tutuldukları zu hatırlıyoruz. Ciddi bir şekilde “Doktor, dışarıda

Moral tedavi on dokuzuncu yüzyılın son bö­ şok olmuştu. İlgisi akıl hastanelerindeki koşulla­
lümünde terkedildi. İronik biçimde, ruh hastala­ ra ve tedavi için hiçbir yerleri olmayan zamanın
rının koşullarının iyileştirilmesi için taraftar olan ruh hastalarına yayıldı. Dix birçok ruh hastasını
ve onların bakımı için yapılmış hastaneleri oluş­ iyileştirmek için kuvvetli bir kampanya düzenle­
turmak için savaşan Dorothea Dix’in çabaları di; onun yardımları otuziki tane devlet hastanesi
(1802-1877), bu değişimin olmasına yardımcı yapımını sağladı. Ne yazık ki, özel kuruluşların
oldu. Boston’da bir öğretmen olan Dix, bölge ha­ hizmet veremeyeceği çok sayıda hastaya hiz­
pishanesinde Pazar okulunda dersler veriyordu met vermek üzere inşa edilmiş büyük kamu has­
ve orada yaşayanların içler acısı koşullarından tanelerinin personeli hastalara bireysel dikkat
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 17
√√

tehlike var demişti. Onun hu görüşüyle tümüyle hem- Bu iddialı çalışmada Paul ve Lentz ortanı tedavisi
fikir olamasak da, dışarıda yaşamın az da olsa avan- ile birlikte öğrenme temelli bir tedavi ile kronik ve zor
tajları vardı. Uzun süre bakım gören hu adamın klinik hastalarda cesaret verici düzelmeyi göstermişlerdir.
dosyasının kalınlığı 60 santimden fazlaydı. Çeşitli Öğrenme temelli tedavide hastalar, diğer hastalarla
Gazi İdaresi hastanelerinin koruyucu çevresine o ka- sosyalleşmeleri, yataklarını yapmaları, günaydın de-
dar alışmıştı ki ayrılma ihtimali onun için hiç akıl has-
mek gibi sosyal gelenekleri izlemeleri, saçlarını tara-
tanesinde bulunmamış biri için oraya girme ihtimali
maları ve hastane dışında yaşamaları için gereken be-
ne kadar korkutucu ise o kadar çok korkutucuydu.
Bazen uygulanan bir tedavi de ortam tedavisidir cerilerin öğretildiği derslere devam etmeleri için ödül
(milieu therapy) ve bunda tüm hastane “terapötik bir kazanabilmektedirler. 18. Bölüm’de ayrıntılı olarak
topluluğu” oluşturur (örn., Jones. 1953). Süre giden tanımlandığı gibi, bu öğrenme temelli tedavi hastaları
tüm faaliyetler ve tüm personel tedavi programının belli bir hiçimde davrandıkları için onlara istedikleri
parçası olur. Ortam tedavisi on dokuzuncu yüzyılın şeyleri alabilmelerinde ya da imtiyaz kazanabilmede
moral uygulamalarına bir geri dönüş gibi görünmek- kullanabilecekleri plastik markalar yermek suretiyle
tedir. Sosyal etkileşimler ve grup etkinlikleri teşvik ödüllendirir. Tedavilerin etkinliklerinin ölçümlerinin
edilir, öyle ki grup baskısı yoluyla hastalar normal birçoğunda öğrenme programı ortam tedavisinden
işlev görmeye yöneltilir. Hastalara koruma altına daha başarılıdır. Her iki tedavi de eski bir Illinois
alınmış vakalar gibi değil ama sorumlu insanlar ola- Devlet Hastanesi’ndeki sıradan yönetime kıyasla üs-
rak muamele edilir (Paul, 1969). Kendilerinin tekrar
tün bulunmuştur. Akıl hastaneleri, özellikle dışarıda
uyum yapmalarına yakın arkadaşları olan hastalar
işlev görmede zorlukları olan kişiler için öngöreme-
kadar kendilerinin katkıda bulunmaları beklenir. Açık
koğuşlar onlara önemli oranda özgürlük tanır. Ortam yeceğimiz bir geleceğe kadar gerekli olduğundan, bu
tedavisinin etkililiğine dair bazı kanıtlar vardır (örn., çalışma özellikle önemlidir. Kronik hastalara sadece
Fairweather. 1964; Greenblatt ve ark., 1965), en inan- hastanedeyken değil ama taburcu edildiklerinde de
dırıcı olanı da Paul ve Lentz (1977)’in köşe taşı nite- yardım edilebilecek yöntemleri önermektedir.
liğindeki projeleridir.
Devlet akıl hastanelerindeki odaların çoğu kasvetli ve uyarandan yoksundur.

gösteremiyorlardı (Bockhoven, 1963). Dahası, ÇAĞDAŞ DÜŞÜNCENİN BAŞLANGICI


bu hastaneler hastalığın biyolojik yönleriyle ve SOMATOGENEZE DÖNÜŞ
ruh hastalarının psikolojikten çok fiziksel iyilik
Greko-Romen uygarlığının düşüşünden son­
haliyle ilgilenen doktorlar tarafından idare edi­
ra Galen’in yazıları hem fiziksel hem de ruhsal
liyordu. Önceleri görevlilerin ücretlerine giden hastalıklar hakkındaki standart bilgi kaynağıydı.
paralar şimdi laboratuar ve araçlara gidiyordu. Orta çağa kadar herhangi bir yeni olgu ortaya
Bugünün ruh hastalıkları kuruluşlarının koşulla­ çıkmamıştı. Flaman anatomi bilgini ve Doktor
rının bir incelemesi için Odak 1.2’ye bakınız. Vesalius (1514-1564) tarafından bulunan ilerle­
18 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

me sağlayan bir gelişme, Galen’in insan anato­ şey bilinmiyordu. Bununla beraber, yaşlılıktaki
misine ilişkin sunumlarının doğru olmadığıydı. ve yaşlılık öncesindeki psikozlarla bağlantılı be­
Galen insan fizyolojisinin, çalıştığı maymunla­ yin hücrelerindeki yıkım yönündeki değişimler
rınkine benzediğini varsaymıştı. Onun yaşadığı ile zihinsel geriliğe eşlik eden bazı yapısal bo­
dönemlerde izin verilmeyen insan otopsi çalış­ zukluklar belirlendi. Muhtemelen en çarpıcı tıbbi
maları ile Galen’in yanıldığını kanıtlamaya baş­ başarı zührevi bir hastalık olan ve birkaç yüzyıl­
lamak bin yıldan fazla sürmüştü. Bilginin doğru­ dır bilinen frenginin kökeninin ve tüm doğasının
dan gözleme dayalı olduğu görgül tıp bilimi, ünlü keşfedilmesiydi.
İngiliz Doktor Thomas Sydenham’ın çabalarıyla Bu keşif öyküsü, çağdaş bilimler ve çalışma­
(1624-1689) bir ilerleme yapmıştı. Sydenham, lar için temel oluşturan görgül yaklaşımın harika
ruhsal bozukluklarla ilgilenenlerin, sonunda et­ bir resmini sağlar. 1798’den beri biliniyordu ki,
kilendiği sınıflama ve tanıya görgül bir yaklaşı­ bazı ruh hastaları ilerleyen bir felç ile büyüklük
mı savunmada özellikle etkili olmuştu. sanrılarını da içeren hem fiziksel hem de ruhsal
Sydenham’ın yaklaşımından etkilenenlerden yeteneklerin kalıcı bir bozulması ile belirgin bir
biri, bir Alman doktor olan Wilhelm Griesinger sendromu gösteriyorlardı. Bu belirtiler tanındık­
idi. Griesinger herhangi bir ruhsal bozukluk tanı­ tan hemen sonra bu hastaların asla iyileşme­
sının biyolojik bir nedeninin bulunduğunu iddia dikleri anlaşıldı. 1825’te ruhsal ve fiziksel sağ­
ediyordu ki bu ilk önceleri Hipokrat tarafından lıkta bu tür bir bozulma bir hastalığı, genel felç
desteklenen somatojenik görüşlere açık bir geri olarak tanımlanıyordu. Felç olan bazı hastaların
dönüştü. Bir psikiyatri ders kitabı, Griesinger’ın daha önce frengilerinin bulunduğu 1857’de an­
iyi bilinen izleyicilerinden Emil Kraepelin (1856- laşılmış olsa da, felcin kökeninin rekabet eden
1926) tarafından yazıldı ve ilk olarak 1883’te birçok kuramı vardı. Örneğin, bu bozukluğun
yayınlandı; bu kitap ruhsal hastalıkların organik denizcilerdeki yüksek oranını açıklamak üze­
doğasını oluşturmak üzere bir sınıflama sistemi re bazıları deniz suyunun bu hastalığın nedeni
de getirmişti. Kraepelin sendrom diye adlan­ olabileceğini düşündü. Griesinger, erkekler ara­
dırdığı, tıpkı belli bir tıbbi hastalıkta olduğu gibi, sındaki yüksek oranı açıklama çabasıyla alkollü
altta yatan fiziksel bir nedeni bulunduğunu dü­ içki, tütün ve kahvenin işe karışabileceği spekü­
şünmeye yetecek şekilde, düzenli olarak birlikte lasyonunu yaptı. 1860’larda ve 1870’lerde Lou­
görülen belli bir grup belirti için bir eğilim olan is Pasteur hastalıkların mikrop kuramını oluş­
ruhsal bozukluklar arasında ayrım yaptı ve bi­ turmuştu ve buna göre hastalıklara bedenin çok
yolojik bir işlev bozukluğuna atfedilebilecek bu küçük organizmalarla bulaşmış (enfeksiyon)
belirtiler topluluğunun sendromu oluşturduğunu olması neden oluyordu. Bu kuram frengi ve ge­
savundu. O her bir ruhsal hastalığın diğerlerin­ nel felç arasındaki ilişkiyi gösteren ön hazırlığı
den farklı olduğunu, kendi başlangıcı, gidişi ve oluşturdu. 1897’de Richard von Krafft-Ebing
sonucu olduğunu düşündü. Tedaviler açıklan­ felçli hastaları frengi yaralarından elde ettiği
mamış da olsa en azından hastalığın gidişi tah­ maddelerle aşıladı; hastalar frengi geliştirmedi­
min edilebilirdi. Kraepelin ağır ruhsal hastalık­ ler ki bu onların daha önce enfekte olduklarını
ların iki büyük grubunu önerdi: şizofreni için ilk gösteriyordu. Nihayetinde, 1905’te, frengiye ne­
kullanılan terim olan erken bunama (dementia den olan özgül mikroorganizma keşfedildi. En­
praecox) ve manik-depresif psikoz. Kraepelin feksiyon ile beynin belli bölgelerinin bozulması
şizofreninin nedeni olarak kimyasal bir denge­ ve belli bir psikopatoloji türü arasında nedensel
sizliği ve manik-depresif psikozun açıklaması bir bağlantı kuruldu. Eğer belli bir psikopatoloji
olarak metabolizmada bir düzensizliği öngördü. türü (genel felç) biyolojik bir nedene dayanıyor
Kraepelin’in bu ve diğer ruhsal hastalıkları sınıf­ ise diğerleri de dayanabilirdi. Somatogenez gü­
lama şeması 3. Bölüm’de çok daha ayrıntılı ta­ venirlik kazandı ve daha fazla biyolojik neden
nımlanacak olan şimdiki tanısal kategoriler için arayışı hız kazandı.
bir temel oldu.
Sinir sisteminin işleyişi 1800’lerin ortalarında PSİKOGENEZ
bir miktar anlaşılmış olmasına rağmen, çeşitli Somatojenik nedenlerin arayışı psikiyatride
ruhsal bozuklukları açıklayabilecek yapıda bek­ 20. yüzyıla dek başat olmaya devam etti. Kuşku­
lenen anormallikleri ortaya çıkaracak çok fazla suz bunda genel felçle ilgili harika keşifler etkili
PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 19
√√

olmuştu. Ancak, 18. yüzyılın sonları ve 19. yüz­


yıl boyunca Batı Avrupa’nın diğer bölgelerinde
akıl hastalıkları tümüyle farklı bir kökene bağlı
olarak görülüyordu. Akıl hastalıklarını psikolojik
işleyişteki bozukluklara yükleyen çeşitli psikoje­
nik görüşler Fransa ve Avusturya’da moda ol­
muştu. O zamanlar Batı Avrupa’daki birçok in­
san histerik durumlara yakalanmışlardı. Fiziksel
bir nedenin bulunamadığı körlük ya da felç gibi
fiziksel güç yetersizliklerinden mustariptiler.
On sekizinci yüzyıl sonlarında Viyana ve
Paris’te çalışan bir Avusturyalı hekim olan Franz Mesmer’in hayvani manyetizmayı iletme işlemi genellikle bir
Anton Mesmer (1734-1815), histerik bozuklukla­ çeşit hipnoz olarak değerlendirilmiştir.
ra bedendeki evrensel bir manyetik sıvının kısmi
sadece anestezi ve felç gibi histerik durumları
dağılımının sebep olduğuna inanıyordu. Bunun
değil ama körlük, sağırlık, konvulsif ataklar ve
da ötesinde, bir insanın bir başkasının davranı­
histerinin neden olduğu bellek boşluklarını da
şında değişiklik yapacak biçimde o kişinin sıvı­
çalıştı. Charcot başlarda somatojenik bir görü­
sını etkileyebileceğini düşünüyordu. Gizem ve
şü destekliyordu. Ancak bir gün uyanık öğren­
gizemcilik kisvesine bürünmüş toplantılar yapı­
cilerinden bazıları normal bir kadını hipnotize
yordu. Bu toplantılarda, alttaki çeşitli kimyasal
ettiler ve belli histerik semptomları telkin ettiler.
maddelerle dolu şişelerin ağzından çıkan ince
Charcot kadının gerçek bir histerik hasta oldu­
demir çubuklarla kaplanmış bir teknenin içine
ğuna kanmıştı. Öğrencileri kadını uyandırarak
oturtulmuş bedensel özürlü hastalara müda­
belirtilerinin nasıl çabucak ortadan kalktığını
halede bulunuyordu. Mesmer odaya giriyordu,
ona gösterdiklerinde, Charcot histeri hakkındaki
tekneden çeşitli çubuklar alıp bunlarla hastanın
düşüncelerini değiştirmiş ve bu kafa karıştırıcı
bedeninin özürlü bölgelerine dokunuyordu. Bu
olgunun nörofizyolojik yorumlarıyla ilgilenmeye
çubukların hayvani manyetizmayı geçirdiğine,
başlamıştı.
evrensel manyetik sıvının dağılımını ayarladı­
Bu sıralarda Viyana’da Josef Breuer (1842-
ğına ve böylece histerik anestezi ve felçlerin
1925) adında bir hekim çeşitli histerik belirtiler­
ortadan kalkacağına inanılıyordu. Bugün bunun
le yatalak olmuş bir genç kadını tedavi etmişti.
kuşkulu bir kuramsal açıklama ve işlem olduğu­
Bacakları, sağ kolu ve sağ tarafı felçliydi. Gör­
nu düşünüyor da olsak Mesmer birçok insana
mesi ve işitmesi de bozulmuştu. Sıklıkla konuş­
histerik sorunlarının üstesinden gelmede açık­
ma güçlüğü de çekiyordu. Zaman zaman da
ça yardım etmişti. Mesmer histerik bozukluk­
rüyadaymış gibi bir duruma giriyor ya da kendi
ları tümüyle fiziksel olarak değerlendirdiği için
kendine mırıldanırken “kaybolmuş” gibi hissedi­
okuyucular bu çalışmaları psikojenik nedenler
yordu; kafası tedirgin edici düşüncelerle meşgul
başlığı altında tartışmamıza şaşırmış olabilirler.
Fransız psikiyatr Jean Charcot bu ünlü resimde histeri üzerine
Bununla beraber, Mesmer’in hastalarıyla çalış­ derste görülüyor. Charcot psikogeneze olan ilginin yenilemesinde
tığı ortamdan dolayı, kendisi 7. Bölüm’de ayrın­ önemli bir kişidir.
tılı olarak tartışılacak olan modern hipnozun ilk
uygulamacılarından biri olarak değerlendirilebi­
lir. Mesmerize etme, hipnotize etme için eski­
den kullanılan bir deyimdir. (Bununla beraber
olgunun kendisi, muhtemelen bütün kültürlerin
antik dönemlerinden beri hokkabazların yaptığı
büyücülük ve sihir ile inançla iyileştiricilerin uy­
gulamalarının bir bölümü olarak biliniyordu.)
Mesmer çağdaşlarınca bir şarlatan olarak de­
ğerlendirilmesine rağmen, hipnoz çalışmalarına
giderek artan bir saygı oluştu. Büyük bir Parisli
nörolog olan Jean Martin Charcot (1825-1893),
20 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

Avusturyalı hekim ve fizyolog Josef Breuer psikanalizin erken


gelişim döneminde Freud’la ortak çalışmıştır. Sadece Anna
O.’yu kendi bulduğu katartik yöntemle tedavi etmiştir. Sonradan
aktarım ve karşıt aktarım olarak adlandırılan durumun farkına
vararak, yöntemini bir arkadaşına tarif etmiş ve hastayı ona
devretmiştir.
Anna O., gerçek adıyla Bertha Paphenheim Breuer’in katartik
görünüyordu. Bir tedavi seansı sırasında Breu­ yöntemle tedavi ettiği ünlü vakadır.
er Anna O.’yu hipnotize etti ve mırıldadığı söz­
cüklerden bazılarını tekrarladı. Daha serbestçe
konuşturmayı başarmıştı ve kadın nihayetinde BİLİM: BİR İNSAN UĞRAŞI
geçmişteki sıkıntı veren bazı olayların duygusu­
nu yaşayarak konuşmaya başlamıştı. Anna O. Uzayın keşfinde oldukça karmaşık uydular göz­
bu hipnotik seanslardan uyandığında kendisini lemler yapmak üzere dünya dışına gönderilmiş­
sıklıkla daha iyi hissediyordu. Anna O. ve diğer tir. Bununla birlikte, belli olguların, aletlerimiz
histerik hastalar ile Breuer, belirtilerin iyilik döne­ onları yakalamaya yeterli duyarlıkta olmadıkları
mi ve bunlardan kurtulmuş olmanın, eğer hasta için kaçmış olması mümkündür. Ulusal Havacı­
hipnoz altındayken belirtileri başlatan olayları lık ve Uzay İdaresi (NASA) tarafından 7 Ağus­
hatırlayabildiyse ve orijinal duygu ifade edildiy­ tos 1996’da yapılan açıklamaya ilişkin bazı son
se daha uzun süre gittiğini bulmuştu. Önceki bir tartışmaları düşünelim. Mars’ta bir zamanlar
felaket yaşantısının açığa çıkarılması ve daha yaşam bulunduğuna dair işaretler, yaklaşık 16
önce unutulmuş olayla ilgili düşüncelerin ürettiği milyon yıl önce uzaya bir asteroidin çarpma­
gerilimin giderilmesi katarsis olarak adlandırıl­ sıyla sıçrayan ve yeryüzüne 13 milyon yıl önce
dı. Breuer’in yöntemi katartik yöntem olarak yerçekimi nedeniyle düştüğüne inanılan bir par­
bilinir oldu. 1895’te arkadaşlarından biri ile bir­ ça kayada bulunmuştu. Antarktika’da 1984’te
likte anormal psikolojisinde bir köşe taşı olarak bulunan bu kaya kimyagerlerin ve uzay bilim­
değerlendirilen Histeri Üzerine Çalışmalar adlı cilerin çalışmalarına ve muhtemelen 3.6 milyon
kitabı yayınladı. Gelecek bölümde Breuer’in ar­ yıl evvelki Mars mikroplarının işaretlerini taşı­
kadaşı, Sigmund Freud1’un düşüncelerini ele
dığı yönünde spekülasyonlarına konu olmuştu.
alacağız.
Bulguların geçerliği ile ilgili tartışmalar sürse
1
Anna O., Breuer tarafından katartik yöntemle ya da ‘konuşma tedavisi ile tedavi de, burada bizi ilgilendiren, şimdi kıraç olan bir
edilen genç kadın, tüm psikoterapi literatüründe en iyi bilinen vaka olmuştur.
Yukarıda belirtildiği gibi bu vaka raporu ve diğer dördü 1895’te Freud’un sonraki gezegende bir zamanlar hayatın var olduğuna
önemli katkılarının temelini oluşturmuştur. Ancak, Ellenberger (1972) tarafından
yapılan tarihsel incelemeler Breuer’in raporunun kesinliği üzerine ciddi kuşkular
ilişkin işaretler bulunduğuna gerçekten nasıl ka­
düşürmüştür. Gerçekten de, Anna O.—aslında iyi bilinen bir Viyana ailesinin rar verildiğini ele alan bazı yorumlardır. Neyin
üyesi olan Bertha Pappenheim— Breuer’in konuşma tedavisinden yalnızca geçici
olarak yararlanmış görünüyordu. Freud’un ünlü meslektaşı Carl Jung, 1925’te canlı olduğu anlayışımızla Mars’ta bir zamanlar
bir konferansta, Freud’un kendisine Anna O.’nun asla iyileşmediğini söylediğini
ifade etmişti. Ellenberger’in keşfettiği hastane kayıtları da Anna O.’nun Breuer’in
yaşamış olanın eşleştiğinden nasıl emin olabi­
katarsisle ortadan kaldırmakla ünlendiği “histerik” sorunlarını rahatlatmak için liriz? Bir NASA astrofizikçisi, “Yaşamla ilgili bil­
morfine dayanmaya devam ettiğini doğruluyordu. Gerçekte, kanıtlar onun bazı
sorunlarının psikolojik değil biyolojik olduğunu telkin etmektedir. diğimiz her şey yeryüzünde öğrendiklerimizden
BİLİM: BİR İNSAN UĞRAŞI 21
√√

gelmektedir” demiştir (Cole, 1996, s. Al’de bah­ oluşturan temel varsayımlar grubudur. Bir para­
sediliyor). Bir başka bilim insanı: “Tek bir yaşam digma belli bir zamanda bilim insanlarının na­
örneği ile çalışıyoruz: bu sadece elmalar üze­ sıl çalışacaklarına dair önemli doğurgulara sa­
rinde çalışıp meyveleri öğrenmeye çalışmaya hiptir. “Araştırmaları, paylaşılan paradigmalara
benziyor. Daha çok elmaya ve portakala bak­ dayanan insanlar bilimsel pratik için aynı kural
mak zorundayız” şeklinde ifade etmiştir (Cole, ve standartlara bağlıdırlar”. (Kuhn, 1962, s. 11).
1996, s. A29’da bahsediliyor). Paradigmalar bilim insanlarının hangi sorunları
Bir başka gezegendeki hayata yalnızca elimiz­ inceleyeceklerini ve incelemeyi nasıl yapacakla­
deki araçlarla bakılabilir ve bu araçların tasarımı rını belirler. Paradigmalar bilimin esas kısmıdır,
sadece teknoloji tarafından değil ama yaşamın önemli bir kısım olan izlenecek kuralları gös­
ne olduğuna dair öncül kavramlarımızca belirle­ terme işine hizmet ederler. Algısal olarak ifade
nir. Güneş sisteminin bir diğer bölümünden ge­ edildiğinde, bir paradigma belli etkenleri görme,
len madde üzerinde uygulanan testler, her yer­ diğerlerini görmeme eğilimi şeklindeki genel bir
de evrimleşebilecek olanla eşleşemeyebilecek bakış açısına ya da yaklaşıma benzetilebilir.
olan orada yaşayan şeyin doğası hakkındaki Bir paradigma verilerin toplanmasına ve tanım­
varsayımlara dayanır. lanmasına kaçınılmaz yanlılıkları sokmaya ek
Uzayın keşfine ilişkin bu tartışma, bilimsel göz­ olarak, ayrıca olguların yorumlanmasını da etki­
lemin, yalnızca insanın dehasının ve akademik leyebilir. Bir diğer deyişle, verilere verilen önem
çalışmalarının güçlerini değil ama evrenimizin ve anlam önemli oranda paradigmaya dayana­
doğasını tam olarak kavrama ile ilgili doğuştan bilir. Gelecek bölümde anormal psikolojisindeki
varolan güçsüzlüğümüzü yansıtan bir insan uğ­ ana paradigmaları tanımlayacağız, ancak bura­
raşı olduğuna işaret etmenin bir yoludur. Bilim da bunların nasıl çalıştığına dair bir fikir vermek
insanları yalnızca bazı ön fikirlere sahip olduk­ istiyoruz.
ları gözlem türlerini yapmak için araçlar tasar­
layabilirler. Bazı gözlemlerin evrenin genel do­ ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE
ğası hakkındaki bilgilerimizin kısıtlı olmasından PARADİGMALARIN BİR ÖRNEĞİ
dolayı yapılmadığının farkındadırlar.
Langer ve Abelson (1974) kuramsal yönelimler
ve paradigmaların eğitilmiş klinisyenlerin bir in­
BİLİMDE ÖZNELLİK:
sanın uyumunu görmelerini nasıl etkilediği ile
PARADİGMALARIN ROLÜ ilgilenmişler, bununla ilgili olarak bir deney dü­
Bilim yalnızca varolan bilginin bilimsel sorgula­ zenlemişlerdir.
ma üzerine koyduğu kısıtlamalarla değil ama Gelecek bölümde daha çok tartışacağımız
aynı zamanda bilim insanının kendi kısıtlılık­ gibi, davranış tedavisi psikolojinin açık davranı­
larınca sınırlanır. Şimdi bu bölümün başındaki şın gözlenmesiyle ilgilenen ve davranışları belli
noktaya —anormal davranışı bilmeye ve çalış­ türden öğrenmelerin bir ürünü olarak gören dav­
maya çabalarken nesnel kalabilme mücadele­ ranışçılık - öğrenme kolundan kaynaklanmakta­
sine dönüyoruz. Anormal davranışı çalışmak dır. Davranış tedavicileri, anormal davranışın,
için gösterilen tüm çabalar bilimsel ilkelere göre normal davranışla aynı öğrenme ilkelerine göre
yapılmalıdır. Ancak bilim tamamen nesnel ve kazanıldığına inanırlar ve açık davranışlara
kesin bir uğraş değildir. Daha çok, bilim felse­ odaklanmaya eğilimlidirler. Daha geleneksel
fecisi Thomas Kuhn’un önerdiği gibi, evrene ba­ olarak eğitilmiş klinisyenler bozuk davranışa
kışımızdaki kısıtlılıklar kadar öznel faktörler de neden olan içteki muhtemelen gizli çatışmayı
bilimsel sorgulamanın yapılışına dâhil olur. aramaya eğilimlidirler. Bunlar davranışı hasta­
Kuhn’un görüşlerinde bilimsel ilkelerin herhangi nın zihninde nelerin olup bittiğini çıkarsamada
bir uygulamasında merkezi kavram olan para- bir araç olarak görme eğilimindedirler. Sıklıkla
digma bilim insanının içinde çalıştığı kavramsal bu çıkarsamalar hastanın farkında olmadığı
bir çerçeve ya da yaklaşımdır. Kuhn’a göre bir süreçleri kapsar. Langer ve Abelson, davranış
paradigma, verileri toplayıp yorumlamada kulla­ tedavicilerinin gözlenen davranışa odaklanma­
nılabilecek yöntemleri olduğu kadar geçerli ola­ ya eğitildikleri için, bir insanın hasta olduğunun
rak değerlendirilen kavramları belirleyen bilim­ söylenmesinden, açıkça normal davranışları
sel sorgulamanın kısmî evreninin ana hatlarını olasılıkla bilinçdışı ya da gizli sorunları maske­
22 √√ BÖLÜM 1 - GİRİŞ: TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER

leyen davranışlar olarak gören geleneksel eği­ Çok iyi uyumlu

tilmiş klinisyenlerden daha az etkileneceklerini


düşündüler. Bu varsayımı test etmek için, izle­
yen deneyi tasarladılar. Bir grup davranış tedavi­

Uyum derecelendirmesi
cisi ve psikanaliz eğitimi almış diğer geleneksel
klinisyenlere iki erkek arasında süre giden bir
görüşmenin video kaydını gösterdiler. Bu kay­
dı görmeden önce, her gruptaki katılımcıların
yarısına görüşülenin iş başvurusu olan bir kişi
olduğu, diğer yarısına ise bu kişinin bir hasta Davranış Tedavici

olduğu söylendi. Görüşülenin hasta olduğunun Geleneksel Tedavici


söylendiği geleneksel klinisyenlerin bu kişiyi iş Çok rahatsız
başvurusu olduğu söylenenden daha rahatsız İş Başvuranı Hasta
olarak derecelendirmeleri beklendi. İki gruptaki Tanım

davranış tedavicilerinin derecelendirmelerinin Şekil 1.2 Araştırmacının tanımlamasına ve tanı koyanın eğitimine
etiketlerden daha az etkilenecekleri ve böylece göre görüşene verilen ortalama uyum derecelendirmeleri.
Langer ve Abelson (1974)’den uyarlanmıştır. (Copyright 1974
daha çok benzeyecekleri beklendi. by APA. Reprinted by permission)
Sakallı bir profesörün yirmili yaşlarının orta­
larındaki bir genç adamla mülakatını içeren vi­
deobant tüm katılımcılara gösterildi. Görüşülen, dirmelerini destekliyordu. Davranış tedavicileri
son zamanlarda bir iş başvurusu olmuş olmak adamı etiketini dikkate almadan “gerçekçi”, “say­
koşulunu karşılayan, bir mülakata gireceği ve gılı”, ve “sorumlu” olarak tanımlarlarken, adamı
bunun videobanta alınacağı, buna karşılık ola­ bir hasta olarak gören geleneksel klinisyenler
rak da 10 dolar ödeneceği belirtilen bir gazete “gergin, savunmacı bir kişi”, “eşcinsellik üzerine
ilanı yoluyla bulunmuştu. Orijinal görüşmenin çatışmaları var” ve “katılığıyla dürtüselliğini gös­
on beş dakikalık bir bölümü alındı. Bu bölümde teriyor” gibi tanımlamalarda bulundular.
genç adam dağınık bir otobiyografik monolog­ Bu deneyde davranış tedavicileri niçin yansız
da bulunuyor ve son olarak çalıştığı işleri ta­ görünüyorlar? Langer ve Abelson bunu şu yolla
nımlıyor, buralardaki bürokratlarla çatışmaları açıklıyorlar. Davranışçı yaklaşım, klinisyenleri
üzerinde duruyordu. Tarzı, Langer ve Abelson açık ya da görünür davranışa yoğunlaşmaya
tarafından yoğun ama belirsiz olarak tanımlan­ ve hâlihazırda görünür olmayan hastalıkla ilgili
mıştır. Onlara göre genç ya saygılı ve çabala­ kuşkucu olmaya teşvik ediyor. Böyle bir yöneli­
yan biri olarak ya da kafası karışık ve tedirgin mi olanlar bu deneyde avantajlıydılar, çünkü gö­
biri olarak değerlendirilebilirdi. rüşülen konuyu dağıtıyor da olsa denge üzerine
Bir anket klinisyenlerin görüşülenin ruh sağ­ davranışı açıkça rahatsız değildi. Geleneksel
lığı hakkındaki izlenimlerini ölçtü. Görüşülen iş tedaviciler bir danışanda en açık olanın ötesi­
başvurusu olan bir kişi olarak sunulduğunda ge­ ne bakmaya eğitilmişlerdir, bu yüzden adamın
leneksel klinisyenlerin ve davranış tedavicilerin bürokratlarla ilgili olumsuz değerlendirmelerine
uyum derecelendirmeleri arasında fark yoktu. daha fazla dikkat göstermişlerdir ve adamda
Ancak hasta etiketi, beklendiği gibi, keskin fark­ temelde bazı şeylerin yanlış olduğunu çıkarsa­
lılıklar yarattı (Şekil 1.2). Görüşülen bir hasta malardır.
olarak sunulduğunda geleneksel klinisyenler, Langer ve Abelson okuyucuları onlara farklı
adamı iş başvurusu olan biri olarak gören ge­ bir çalışmayı hatırlatarak deneylerinin kısıtlılık­
leneksel klinisyenlerden de anlamlı ve göreli ları konusunda uygun biçimde uyarmaktadırlar:
olarak daha rahatsız biçiminde değerlendirdiler. muhtemelen açıkça rahatsız olan bir görüşülen
Buna karşılık, davranış tedavicileri “hasta” gö­ kullanımı, davranış tedavicilerini dezavantajlı bir
rüşüleni göreli olarak daha iyi uyumlu biçiminde konuma sokabilirdi. Deneyin amacı ve bu tartış­
derecelendirdiler. Aslında, iyi uyum derecelen­ ması bir yönelimin diğeriyle yarıştırılması değil
dirmeleri, kişiyi iş başvurusu olan bir kişi olarak ama daha çok bir paradigmanın belli ayrıntılara
düşünen davranış tedavicilerinin derecelen­ dikkat etmemize ve diğerlerini göz ardı etme­
dirdiklerinden daha az değildi. Klinisyenlerden mize neden olan algıyı nasıl etkileyebileceğini
sağlanan niteliksel değerlendirmeler derecelen­ göstermektir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER 23
√√

ÖZET
Psikopatolojinin çalışılması, insanların niçin beklenmedik, bazen garip ve tipik olarak da kendini
bozguna uğratan biçimlerde davrandıkları, düşündükleri ve hissettiklerinin araştırılmasıdır. Bilmek
istediğimizden çok azını bilmekteyiz. Bu kitap psikopatologların anormal davranışın nedenlerini öğ­
renmeye çalışma yollarına ve bunları önleme ve azaltma hakkında bildiklerine odaklanacaktır.
Bir davranışın anormal olup olmadığını değerlendirirken dikkate alınan birkaç özellik: istatistiksel
seyreklik, toplumsal normların ihlâli, kişisel rahatsızlık hissetme, yeti yitimi ya da işlevlerin bozulması
ve beklenmedik olmadır. Her bir özellik neyin anormal olarak görülebileceğiyle ilgili bir şeyler söyler
ama kavramlar zamanla değişir, bütününde anormalliği kapsayacak basit bir tanımlama sunulmasını
imkânsız kılar.
Anormal psikolojisi alanı antik şeytancılık ve üstünkörü tıbbi kuramlaştırmada köklerine sahiptir.
Anormal davranışın bilimsel sorgulamasının başlangıcından beri iki ana görüş dikkat çekmek üzere
yarışmıştır: her ruhsal sapmaya hatalı bir fiziksel işleyişin neden olduğunu varsayan somatojenik
görüş ve sıkıntı çeken kişinin bedeninin bir sorununun olmadığını ve zorlukların psikolojik kavram­
larla açıklanabileceğini varsayan psikojenik görüş. Bugün her ikisi de anormal davranışa katkı yapar
görülmektedir.
Bilimsel sorgulama insanoğlunun dünyası hakkındaki bilgileri edinmenin özel bir yolu olarak su­
nulmuştur. Çok önemli bir anlamda, insanlar neyi görmeye hazırlandıysalar onu görebilirler ve belli
olgular yakalanamayabilir, çünkü bilim insanları yalnızca zaten hakkında bazı genel fikirlere sahip
oldukları şeyleri keşfedebilirler. Günlük algılama ve problem çözmede olduğu gibi bilimde de öznellik
vardır. Kişinin paradigmasını ya da bilimsel bakış açısını tanımlamakla, öznel etkilerin izi daha iyi
sürülebilir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
psikopatoloji psikanalist moral tedavi
anormal davranış sosyal çalışmacı sendrom
normal eğrisi danışma psikologları ortam (milieu) tedavisi
klinisyenler psikopatologlar genel felç
klinik psikolog şeytancılık (hastalıkların) mikrop kuramı
tanı şeytan kovma katartik yöntem
psikoterapi somatogenez paradigma
psikiyatr psikogenez
psikoaktif ilaçlar tımarhane
2

Joan Genovese, “La Ruta”, 1980.

PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE
GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ
PARADİGMALAR
Çeviri: Doç. Dr. Buket Erkal

BİYOLOJİK PARADİGMA BİLİŞSEL PARADİGMA


Biyolojik Paradigmada Çağdaş Yaklaşımlar Bilişsel Kuramın Temelleri
Tedavide Biyolojik Yaklaşımlar Bilişsel Paradigmanın Değerlendirilmesi
Biyolojik Paradigmanın Değerlendirilmesi Bilişsel Davranışçı Terapi
PSİKANALİTİK PARADİGMA ÖĞRENME PARADİGMALARI VE BİLİŞSEL
Klasik Psikanalitik Kuram PARADİGMALAR
Yeni-Freudcu Psikodinamik Bakış Açıları BİR PARADİGMAYI BENİMSEMENİN
Psikanalitik Paradigmanın Değerlendirilmesi SONUÇLARI
Psikanalitik Terapi YATKINLIK - STRES: BÜTÜNLEŞTİRİCİ
ÖĞRENME PARADİGMALARI PARADİGMA
Davranışçılığın Doğuşu KLİNİK BİR SORUNA DEĞİŞİK BAKIŞ
Aracı Öğrenme Paradigmaları AÇILARI İLE YAKLAŞMAK
Öğrenme Paradigmalarının PSİKOTERAPİDE EKLEKTİK YAKLAŞIM:
Değerlendirilmesi UYGULAMA KUSURSUZ DEĞİL
Davranışçı Terapi ÖZET
BİYOLOJİK PARADİGMA 25
√√

Bir önceki bölümde anormallik - tarihçesi, odaklanırlar; yaşamın anlamı, insanın o yaşam­
kişisel rahatsızlık ve normların ihlâli gibi özel­ da nasıl bir yer edindiği gibi konularla ilgilenirler;
liklerle nasıl tanımlandığı - ele alınmıştı. Bu bö­ psikolojik rahatsızlıklardan kurtularak rahatlama
lümde, anormal davranışın ve tedavinin günü­ üzerinde durmak yerine kişisel büyüme ve doyu­
müz paradigmalarını ele alacağız. Paradigma, ma ulaşmayı teşvik ederler. Bu paradigmaların
bilgi veya verinin kavramsallaştırılması, çalı­ önder isimleri: Carl Rogers, Abraham Maslow,
şılması, toparlanması ve yorumlanması; hatta Viktor Frankl ve Frederic (Fritz) Perls’dür.
belirli bir konuda nasıl düşünülmesi gerektiğini Birçok insan psikopatolojiyi kendi benimse­
tanımlayan temel sayıltılar kümesidir. Anormal diği paradigmayı dışarıda bırakmadan çalışma­
davranışın kavramsallaştırılmasına ilişkin çeşit­ ya çabalamakta. Bu bölümde belirtileceği ve
li paradigmalar vardır. Burada ele aldıklarımız, Langer ve Abelson’un 1. Bölüm’de yer alan ça­
anormal davranışın etiyolojisi ya da nedenleri ile lışmalarında da gördüğümüz gibi, bir paradig­
terapötik anlaşılması üzerinde durmaktadır. 17 - manın seçilmiş olmasının, anormal davranışın
19. Bölümlerde anormal davranışı daha detaylı tanımlanması, araştırılarak incelenmesi ve te­
bir biçimde bu bakış açısıyla inceleyeceğiz. davisinde çok önemli doğurguları vardır. Bizim
Bu bölümde, anormal psikolojisinin dört para­ paradigmaları tartışmamız, belli başlı bozukluk
digması ele alınmaktadır: biyolojik, psikanalitik, kategorilerinin incelenmesi ve kitabın geri kalan
öğrenme ve bilişsel. Anormal davranışın günü­ kısmını oluşturan müdahale konusu için zemin
müzde ele alınışı çok yönlülük içerir. Klinisyen­ çalışması olacaktır.
lerin ve araştırmacıların çalışmalarında değişik
birçok paradigmanın güçlü yanları ve sınırlılık­ BİYOLOJİK PARADİGMA
ları olduğu kadar, psikopatolojinin oluşmasında
çevresel etkenlerin oynadığı rolün etkilerine ait Anormal davranışın biyolojik paradigma-
bir bilinçlenmeyi, farkındalığı hissedersiniz. Bu sı 1. Bölüm’de betimlenen Somatogenez yak­
nedenle anormal davranışla ilgili günümüzdeki laşımın devamıdır. Bu geniş, kuramsal bakış
görüşler değişik paradigmaların kaynaşmasını açısı, ruhsal bozukluklara yanlış somatik, biyo­
yansıtma eğilimindedirler. Bu bölümün sonunda lojik ya da bedensel süreçlerin neden olduğunu
başka bir paradigmayı, bütünleştirici yaklaşımın savunur. Bu paradigma çoğunlukla tıbbi model
temelini oluşturan, yatkınlık (diathesis) - stres veya hastalık modeli olarak anılır.
paradigmasını, betimlemeye çalışacağız. Anormal davranışın çalışılması, tarihsel ola­
Bu kitabın önceki baskılarında, insancıl ve rak tıpla ilintilidir. Birçok öncül çalışmacı ve hat­
varoluşçu paradigmaları da aynı boyutta tartış­ ta çağdaşları, fiziksel veya organik hastalık mo­
mıştık. Ancak bu baskıda anılan paradigmalar­ delini, sapkın davranışların nedenini anlamada
la ilgili eksik kalanları 17. Bölüm’de tartışmak temel olarak kullanmışlardır. Anormal davranış
üzere saklıyoruz. Bunlar kısaca, terapideki alanında tıp terminolojisi oldukça yaygın ve
günümüz yaklaşımlarının karşılaştırılması ve yerleşiktir. Bir şizofreni araştırmacısı olarak bi­
incelenmesidir. Bununla ilgili gerekçemiz ise in­ linen Brendan Maher’in belirttiği gibi “[sapkın]
sancıl ve varoluşçu paradigmaları önerenlerin, davranışa patolojik denir ve belirtiler (semptom­
psikopatolojinin ya da bozukluklarının sınıflan­ lar) temelinde sınıflandırılır. Bu sınıflandırmaya
dırılarak (örneğin şizofreni ve kaygı bozuklukla­ da tanı denmiştir. Davranışın değiştirilmesi için
rı) ele alınmasına karşı çıkmalarıdır. Yine bu pa­ düzenlenen süreçlere terapi denir ve [bazen]
radigmalar psikolojik sorunların nasıl geliştiğinin bunlar hastalara akıl hastanelerinde uygulanır.
analizinde çok seyrek olarak kullanılırlar. Bun­ Sapkın davranış son bulduğunda da hasta iyi­
lar, bozukluktan çok kişisel büyüme üzerinde leşti” şeklinde betimlenir (1966, s. 22).
dururlar. Bazı yönleriyle farklılık göstermelerine Daha önce de anlatıldığı gibi, Louis Pasteur
karşın insancıl ve varoluşçu yaklaşımlar birkaç bakteri ve hastalık arasındaki ilişkiyi keşfedip
önemli özelliği paylaşırlar. Bu yaklaşımlar özgür hemen ardından virüsler postulasını ortaya attı­
iradeyi vurgular ve kişinin fenomenolojik dünya­ ğında, hastalıkla ilgili mikrop kuramı, patolojiye
sının davranışlarının en önemli belirleyicisi ol­ yeni bir açıklama getirmiş oldu. Dışsal belirtile­
duğunu, yani onun olayları nasıl yaşadığını ve rin gözle görülemeyecek kadar küçücük orga­
yorumladığını, anlamlandırdığını önemserler. nizmaların neden olduğu vücuttaki hastalıktan
İnsanın yetersizliklerinden çok yeterliliklerine kaynaklandığı varsayılmıştı. Bir dönem mikrop
26 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

kuramı, tıbbın paradigması oldu, ancak kısa bilmecesinin yanıtlarının bedende bulunacağını
bir süre sonra hastalıkların tümünün bu kuram­ varsaymaktadır. Bu bölümde, verilerin özellikle
la açıklanamayacağı açıkça görüldü. Örneğin, ilginç olduğu - davranış genetiği ve biyokimya
pankreasın insülin salgılayan hücrelerinin işlev­ gibi - biyolojik paradigmanın iki araştırma alanı­
sel bozukluğu olan diyabet veya şeker hastalı­ na göz atacağız.
ğı, mikroba veya virüse bağlı bir hastalığa, yani
enfeksiyona bağlanamaz. Ayrıca bu hastalığın DAVRANIŞ GENETİĞİ
tek bir nedeni olduğu da söylenemez. Diğer bir
Dişi üreme hücresi yumurta, erkek spermi ile
örnek de kalp hastalığıdır. Genetik yatkınlık,
buluştuğunda, zigot ya da döllenmiş yumurta
sigara içmeye ve oburluğa bağlı stres, yaşam
oluşur. Bu yumurta, 46 kromozomu, yani bir in­
stresi ve belki de A tipi davranış türü gibi çok
sanın sahip olabileceği bir takım özellikleri içerir.
sayıda etken, kalp hastalığının sıklığını açık­
Her bir kromozom, ana-babadan çocuğa geçen
layabilir. Tıbbi hastalıklar, nedenleri açısından
genetik bilgilerin (DNA) taşıyıcısı olan binlerce
birbirlerinden epey farklılık gösterebilirler. Ne
genden oluşur. İnsan bedenindeki her bir hücre,
var ki hepsinin paylaştığı ortak özellik şudur: bir
çekirdeğinde, tüm bu genleri ve kromozomları
biyolojik süreç bozulmuştur ya da işlevini gör­
taşır.
memektedir. İşte bu nedenle biyolojik paradig­
Davranış genetiği, kısmen genetik düzen
ma demeyi yeğledik.
farklılığına atfedilebilecek, davranışlardaki bi­
reysel farlılıkların incelenmesidir. Bireyin kalı­
BİYOLOJİK PARADİGMADA tımla geçen genlerini kapsayan genetik yapısına
ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR veya düzenine genotip (genotype) denir. Bire­
Psikopatolojiyle ilgili biyolojik etkenleri ele yin genotipi, onun gözlenemez, fizyolojik yapı
alan gerek kuramsal, gerekse araştırma tabanlı veya bünyesidir. Buna karşılık, kaygı derecesi
hatırı sayılır miktarda yayın bulunmaktadır. Ka­ gibi gözlenebilir özelliklerin atfedildiği yapıya
lıtım, bir ihtimal fizyolojik işlev bozukluğu yoluy­ ise fenotip (fenotype) denir. Genotip, doğumda
la kişiyi şizofreni geliştirmeye yatkın bir hale ge­ belirlenmiştir, ancak sabit bir varlık olarak düşü­
tirebilir (bkz. Bölüm 11); depresyon, beyindeki nülmemelidir. Gelişimin birçok değişik özelliğini
kimyasal dengelerin bozulması sonucu ortaya kontrol eden genler, belirli zamanlarda, örneğin
çıkabilir (Bölüm 10); kaygı bozuklukları, kişinin fiziksel gelişimin çeşitli yönlerini kontrol etmek
kolayca heyecanlanmasına neden olan otono­ için, harekete geçer ve dururlar.
mik sinir sistemindeki bir bozukluktan kaynakla­ Fenotip zaman içinde değişir ve genellikle
nabilir (Bölüm 6); Delirium ve demansın nedeni, genotip ile yaşantı veya deneyim arasındaki
beyin yapısındaki bozulmalara bağlanabilir (Bö­ etkileşimin bir ürünü olduğu düşünülür. Örne­
lüm 16). Her birinde, psikopatoloji, bir biyolojik ğin, birey yüksek zihinsel kapasite ile doğmuş
sürecin bozulması ile açıklanmaktadır. Biyolojik olabilir, ancak genlerle geçen bu potansiyeli
paradigmalar üzerinde çalışanlar, psikopatoloji geliştirip geliştiremeyeceği, yetiştirilme koşulları
Davranış genetiği, fiziksel benzerlik ya da psikopatoloji gibi
ve eğitim gibi çevresel etkenlere bağlıdır. Buna
özelliklerin, genetik paylaşımdan dolayı aile fertleri arasında ne göre, zekânın herhangi bir ölçüsü en iyi fenotip
dereceye kadar paylaşıldığını inceler. göstergesidir.
Fenotip ve genotip arasındaki farklılığa da­
yanarak, çeşitli klinik sendromların fenotipe ait
bozukluklar olduğunu fark ediyoruz. O halde,
şizofreni veya kaygı bozukluğunun doğrudan
kalıtımla olduğunu söylemek doğru olmaz. Olsa
olsa sadece bu bozukluklara ait genotipler alı­
nabilir. Bu genotiplerin sonunda fenotipik davra­
nış bozukluğuna yol açıp açmayacağı çevre ve
yaşantıya bağlı olacaktır. Yatkınlık (predisposi­
tion), kalıtımla da alınabilir, ancak bozukluğun
kendisi alınamayabilir.
Davranış genetiği, psikopatolojiye yatkınlığın
genetik yolla alınıp alınmadığını ortaya çıkarmak
BİYOLOJİK PARADİGMA 27
√√

bir yumurtadan gelişirler ve genetik olarak tıpa­


tıp aynıdırlar. Ayrı yumurta ikizleri - ya da özdeş
olmayan ikizler - ise ayrı ayrı döllenen iki yu­
murtadan gelişirler ve genetik olarak %50’lik bir
benzerlik gösterirler. Herhangi iki kardeş kadar
benzerlikleri vardır. Tek yumurta ya da özdeş
ikizler daima aynı cinsiyetten olurlarken; ayrı
yumurta ikizlerinde kardeşler aynı cinsiyetten
olabilecekleri gibi farklı cinsiyetten de olabilirler.
İkiz yöntemi kullanıldığında, çalışma tanı konul­
muş vakalar ile başlar ve diğer ikizde o bozuk­
luğun varlığı aranır. İkizler benzer ya da aynı ta­
nıyı alırlarsa aynılık var demektir. Psikopatolojik
bir bozukluğa yatkınlığın kalıtsal yolla geçtiğinin
başlıca destekleyicisi ikizlerle yapılan çalışma­
Davranış genetiğinde ikizlerle yapılan araştırmaların büyük larda bozukluğun tek yumurta ikizlerinde gö­
önemi vardır. Bu yöntemde anahtar, tek ve ayrı yumurta rülme oranının, ayrı yumurta ikizlerinde görül­
ikizlerinde uyum oranlarının karşılaştırılmasıdır.
me oranından yüksek olması gerekir. Yani tek
için üç temel yönteme güvenmiştir: aile üyele­ yumurta ikizlerinde bozukluğa ait bir uyumun,
rinin karşılaştırılması, ikiz çiftlerin karşılaştırıl­ aynılığın olması beklenir. Bu sonuç çıktığında,
ması ve evlat edinilen çocukların araştırılması. incelenen özelliğin (psikopatoloji türü) kalıtsal
Kan bağı olan iki akrabanın paylaştığı ortalama olduğu söylenebilir.
gen sayısı bilindiği için, aile yöntemi, bir ailenin Her ne kadar aile ve ikiz çalışmalarında izle­
üyelerini karşılaştırmak için kullanılabilir. nen yöntem temiz ise de, elde edilen sonuçların
Çocuklar, genlerinin bir yarısını anadan, öbür yorumlanması her zaman kolay olmamaktadır.
yarısını da babadan alırlar. Böylece normal ola­ Agorafobik - açık alanlarda olmaktan ve dışarı
rak kardeşler, ebeveynler ve çocuklar genetik çıkmaktan korkma - ebeveynleri olan çocukla­
art alan bakımından %50 oranında benzerlik rın, kendilerinin de hissedilir derecede agora­
gösterirler. Genlerinin %50’sini paylaştıkları ki­ fobik olduklarını varsayalım. Bu, anılan kaygı
şilerle bu kişiler arasında birinci derecede ak­ bozukluğuna ait yatkınlığın genetik yolla aktarıl­
rabalık vardır. Uzak akrabalıkta, paylaşılan gen dığı anlamına mı gelmektedir? Her zaman de­
sayısı veya oranı daha azdır. Örneğin kız ve ğil. Agorafobiklerin çoğu, fobik ebeveynin çocuk
erkek kardeş çocukları, yeğenler, dayı/amca­ yetiştirme veya terbiye kural ve uygulamalarını,
nın genetik yapısının %25’ini paylaşırlar! Eğer gözledikleri yetişkinin davranışlarını taklit etme­
bir zihinsel veya ruhsal bozukluk için yatkınlık nin etkilerini de yansıtabilirler.
kalıtımla alınabiliyor ise, ailede yapılacak bir İkiz çalışmalarından elde edilen verilerin ge­
araştırmada, akrabalar arasında paylaşılan netik anlamda yorumlanabilmesi, bir sayıltı ola­
gen sayısı ve bozukluk arasında bir korelasyon rak çevresel eşitlik ya da sabitliğin sağlanması
bulunmalıdır. Bu gibi araştırmalarda başlangıç ile olasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi, psikopato­
noktası, araştırma konusu tanıya uyan kişilerin loji yönünden ikizler arasında olan uyum, gene­
örneklem için bir araya getirilmeleridir. Bu kişile­ tik ve çevresel etkenlerin birlikte hareket etme­
re indeks - işaret vakalar ya da katılımcı denir. lerinin bir sonucudur. Eşit çevre sayıltısı; hangi
Daha sonra akrabalar arasında tanının tekrarla­ tanı çalışılıyor olursa olsun, tanı birlikteliğinin
ma sıklığı araştırılır. Eğer incelenen bozukluğa veya uyumunun kısmi belirleyicisi olan çevre­
ait genetik yatkınlık varsa, işaret vakalardaki sel etkenlerin etkisinin hem tek yumurta ikizleri,
yakın akrabalar da bu bozukluğun görülme ora­ hem de ayrı yumurta ikizleri için aynı olduğu­
nı genel nüfusta görülme oranından çok daha dur. Eşit çevre sayıltısının kanıtlarını araştıran
yüksek olacaktır. Kendler (1993) sayıltının çoğunlukla akla yakın,
İkiz yönteminde hem tek yumurta ikizle- doğru olduğu sonucuna varırken; yine de daha
ri (monozygotic twins), hem de ayrı-yumurta çok araştırma yapılmasının gerekli olduğunu
ikizleri (dizygotic twins) karşılaştırılırlar. Tek yu­ savunmuştur. Buna göre ikiz araştırmaları, aile
murta ikizleri -veya özdeş ikizler- döllenen tek araştırma yöntemine kıyasla psikopatoloji için
28 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR
Sinaptik boşluk

Alıcı nöron Dendritler Sinaptik


kesecikler

Mitokondri

Hücre gövdesi
Çekirdek
Hocre
gövdesi

Akson uç dalları

Uç düğmeleri

Sinir Şekil 2.2 İki akson dalının, başka bir nöronun hücre gövdesinin
empülsü çok küçük bir parçasıyla yakın temas halinde olan sonlandırma
düğmelerini gösteren sinaps.
Akson

psikopatolojiyi araştırmak adına hemen hiçbir


araştırma bu yöntemi kullanmamaktadır. Ne var
ki 13. Bölüm’de kişilik treytlerinin kalıtım yoluyla
Akson geçip geçmediğini incelemek için birbirlerinden
kılıf hücreleri ayrılan ikizler üzerinde yapılan araştırmalar gö­
receğiz).
Agorafobik ebeveynlerden ayrılarak yetiş­
tirilen çocuklarda yüksek sıklıkta agorafobinin
gözlenmesi, bozukluğun ortaya çıkmasında ge­
Akson

netik etken kuramının geçerliliğine ikna edici bir
uç dalları
düğmeleri destek sağlayabilecektir.

SİNİR SİSTEMİNDE BİYOKİMYA


Şekil 2.1 Sinir sisteminin ana birimi nöron. Sinir sistemi, milyarlarca nörondan oluşmuş­
tur. Bazı yönlerden ayrılsalar da, her nöronda
gerekli yatkınlık hakkında vardamalarda bulun­ dört ana kısım vardır: (1) hücre gövdesi, (2) bir­
mak adına daha elverişli konumdadır. kaç dendrit; kısa ve kalın lifler, (3) bir veya daha
fazla akson, ama genellikle sadece bir tek, uzun
Evlat edinilen ve anormal ebeveynlerden ve ince, hücre gövdesinden çıkarak epey uza­
tamamen ayrı ortamlarda büyütülen çocuklar, yan akson; ve (4) aksonun birçok bitiş dalındaki
daha önce sözü edilen sorunlara konu olmazlar. sonlanım düğmeleri (Şekil 2.1). Bir nöron uygun
Seyrek de olsa, bu durumun, psikolojik bozuk­ bir biçimde hücre gövdesi içinde veya dendritle­
luğu olan ebeveynler tarafından büyütülmenin ri yoluyla uyarıldığında, hücrenin elektrik potan­
olumsuz etkilerini bertaraf edici ya da azaltıcı, siyelinde bir değişme olan sinir akımı (nerve
dolayısıyla yararlı etkisi vardır (Birbirlerinden impulse), akson boyunca terminal uçlara doğru
tamamen ayrı yetiştirilen tek yumurta ikizleri ile yol alır. Gönderen aksonun terminal ucu ile alan
yapılacak çalışmalar da çok değerli olabilir. An­ nöronlar arasında sinaps (synapse) adı verilen
cak bu o kadar nadir rastlanan bir durumdur ki, küçük bir aralık vardır (Şekil 2.2).
BİYOLOJİK PARADİGMA 29
√√

Bir sinir akımının bir nörondan başka bir nö­ sonrası tekrar eski durumlarına dönmeleri sı­
rona geçmesi için sinaptik alanı bağlayan bir rasında yer alan alışıldık süreçlerde meydana
köprü olmalıdır. Her bir aksonun sonlandırma gelen değişikliklerden kaynaklanır.
düğmeleri sinaptik kesecikleri barındırır. Bun­ Sonuç olarak, günümüz araştırmaları ağırlık­
lar, nörotransmiterle dolu olan küçük yapılardır. lı olarak hatanın alıcılarda olabileceği üzerinde
Nörotransmitterler, sinir akımını bir nörondan durmaktadır. Eğer sinaps sonrası nörondaki
diğerine taşımada önemi olan kimyasal madde­ alıcılar çok sayıda veya kolayca uyarılıyor ol­
lerdir. Sinir hücreleri, sinaptik keseciklerin ba­ salardı çok fazla nörotransmiterin salınmasına
rındırdıkları nörotransmitter madde birimlerinin benzer bir sonuç gözlenirdi. Örneğin, şizofreni­
salınmasına neden olur. Salınan nörotransmit­ deki sanrı ve varsanıların dopamin alıcılarının
ter maddeleri sinapsı doldurur ve sonra da si­ fazlalığından kaynaklandığı düşünülmektedir.
naps sonrası nörondaki alıcı sitelerle etkileşime
girebilir. TEDAVİDE BİYOLOJİK
Bir kere nörotransmitterleri ateşledikten ve YAKLAŞIMLAR
saldıktan sonra nöron için atılacak son adım,
Biyolojik paradigmanın önemli bir doğurgu­
onun tekrar normal durumuna geri dönmesidir.
su, zihinsel veya ruhsal bozuklukların önlenme­
Salınan ya da boşalan nörotransmiterlerin her
sinin ya da tedavisinin bedensel işlevlerin de­
zaman hepsi de sinaps sonrası alıcılara ulaşma
ğiştirilmesi yoluyla mümkün olabileceğidir. Bir
yolunu bulamazlar. Sinapsta kalanın bir kısmı
sorunun altında veya ortaya çıkmasında belli bir
enzimler tarafından parçalanır; bir kısmı da geri
biyokimyasal maddenin yetersizliği sorumluysa
alım denilen bir süreç yoluyla sinaps öncesi
akla en yakın gelen çare, yetersizliğin gideril­
hücrenin içine geri pompalanır. mesi için uygun doz kimyasalın dengeyi sağla­
Birkaç anahtar nörotransmiter tanımlanmış mak için yerine konmasıdır. Bu gibi durumlarda
ve psikopatolojiyle ilişkilerinin olduğu gösteril­ bozukluğa biyolojik yetersizlik olarak bakmakla
miştir. Bunlar: norepinefrin, dopamin ve seroto­ hatayı biyolojik müdahale yoluyla düzeltmek
nindir. Norepinefrin yüksek uyarılma durumlarını arasında açık-seçik bir bağlantı olduğu görülür.
ortaya çıkaran, periferal sempatik sinir sistemi­ Örneğin, phenylketonuria (PKU) genetiğe
nin bir nörotransmiteridir. Serotonin ve dopa­ bağlı enzim yetersizliğinin neden olduğu bir
min beynin nörotransmiterleridir. Bunlar ödül zekâ geriliği türüdür. Bu yetersizlik, organizma­
ve ceza etkilerine aracılık etmede önemlidirler. nın phenylalanini tyrosine metabolize edeme­
Diğer önemli beyin nörotransmiteri bazı sinir mesiyle sonuçlanır. Eyalet yasaları, yeni doğan
akımlarını ketleyen gammaaminobutrik asittir bebeklerin phenylalanine fazlalığına karşı rutin
(GABA). Bu nörotransmiterdeki bir yetersizlik, olarak kan testinden geçirilmesini öngörür. Eğer
ortaya çıkabilecek yüksek uyarılmışlık durumla­ test pozitif çıkarsa düşük aminoasit içeren özel
rına izin verir ve böylece kaygı bozukluklarında bir diyet uygulanır. Böylelikle zekâ geriliğine
rol oynar. mahkum çocuklar normal zeka düzeyine yakın
Nörotransmiterlerle psikopatolojiyi ilişkilen­ noktaya gelebilirler (Bölüm15). Bunun gibi bo­
diren kuramlar, genelde söz konusu psikopa­ zuklukların önlenmesi, biyolojik bir anormalliği
tolojiye, çok az ya da aşırı miktardaki belirli bir düzeltmek için yapılan başarılı bir müdahaleye
nörotransmiterlerin neden olduğunu ileri sü­ örnektir.
rerler (örn., mani, aşırı norepinefrinden; kaygı Genelde yapıla gelen diğer biyolojik müdaha­
bozuklukları çok az GABA’dan kaynaklanır). leler, mutlaka her zaman söz konusu bozuklu­
Nörotransmiterler nöron içinde bir seri metabo­ ğun nedenine ait bir bilgiye dayanılarak yapılan
lik adımlardan geçerek sentezlenirler. Bu işlem müdahaleler değildirler. Valyum gibi sakinleştiri­
genellikle aminoasitle başlar. Gerçek bir nörot­ ciler, kaygı bozukluğuna bağlı gerginliği, bir ola­
ransmiterlerin üretim sürecinde ortaya çıkan her sılık GABA alıcılarını uyararak, azaltmada etkili
reaksiyon bir enzim tarafından katalize olur. Be­ olabilirler.
lirli bir nörotransmiterlerin aşırı ya da çok az ol­ Prozac gibi, depresyonda yaygın olarak kul­
ması, bu metabolik yol veya süreçte yer alan bir lanılan antidepresanlar serotonin gerialımını
hatadan kaynaklanır. Belirli nörotransmiterlerin ketleyerek serotonin nöronlarındaki sinir iletisi­
miktarlarında ortaya çıkan buna benzer bozul­ ni yükseltirler. Thorazine gibi şizofreninin teda­
malar, nörotransmiterlerin sinapsa boşalımları visinde kullanılan antipsikotik ilaçlar, alıcılarını
30 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

bloke etmek suretiyle dopamin nöronlarının ak­


tivitesini azaltırlar. Uyarıcılar, dikkat bozukluğu
olan çocukların tedavisinde sıklıkla kullanılırlar.
Bunlar birkaç ileti maddesinin (transmitter) dü­
zeyini arttırırlar, bu da çocuğun dikkat etmesine
yardımcı olur.
Bu somatik terapilerin, henüz, adı geçen bo­
zuklukların olası nedenlerinin tanımlanmasına
bağlı olup olmadıkları bilinmemektedir. Bunun
da ötesinde kişi, ruhsal bozuklukları biyolojik ku­
ramla açıklasa da, psikolojik müdahale veya te­
davi önerebilir. Bölüm 1’den anımsayın, Hipok­
rat melankoli için dinlenme örneğinde olduğu
gibi somatik olmayan terapileri, somatik kökenli
olduğuna inandığı bir takım ruhsal bozukluklarla
başa çıkmak için önermişti. Günümüzde biyolo­
jik olmayan müdahalelerin yararlı olabilecek et­
kilerini takdir eden çalışmacılar vardır.

BİYOLOJİK PARADİGMANIN
DEĞERLENDİRİLMESİ Sigmund Freud psikanalitik paradigmanın kurucusuydu ve hem
ruhsal bozuklukların nedenlerine yönelik bir kuram önermiş
Biyolojik araştırmalar, son yirmi yılda, beyin- hem de yeni bir terapi yöntemi geliştirmişti.
davranış ilişkilerini açıklamada büyük ilerleme
kaydetti. Psikopatolojinin nedenleri ve tedavisi birkaç tane de daha küçük levhadan meydana
üzerinde yapılan biyolojik temelli araştırmalar, gelmektedir. Bu levhaların kendi sınırları içinde
sonraki bölümlerde belli psikopatolojileri ince­ hareket etmeleri birçok depreme neden olur.
lerken göreceğimiz gibi, çok hızla ilerlemekte­ Yeryüzü levhaları kayalardan, kayalar da atom­
dir. Her ne kadar biz bu gelişmelere olumlu bir lardan oluşmaktaysa da, tektonik hareket bizim
açıdan bakıyor olsak da, bazı biyolojik yönelimli atomlar hakkındaki bilgimizle açıklanamayabilir.
araştırmacıların düştükleri indirgemecilik (redu­ Buna benzer olarak, anormal psikolojisi alanın­
ctionism) denen hatalı pozisyona karşı tedbirli da, sanrısal inançlar, işlevsel bozulmalar ve bi­
olunmasını istiyoruz. limsel çarpıtmalar gibi sorunların iyi bir biyolojik
İndirgemecilik, incelenen her ne ise, onu en açıklamasını yapmak, insandaki nöron davra­
temel öğelerine veya bileşenlerine indirgemeyi nışları ayrıntılarıyla anlaşılsa dahi mümkün ol­
savunan görüşü ifade eder. Ruhsal bozukluk­ mayabilir (Turkheim, basımda).
larda bu, karmaşık ruhsal ve duygusal tepkileri
basit biyolojiye indirgemeyi önerir. Bu mantık­ PSİKANALİTİK PARADİGMA
tan hareketle, tartışma bunun da ötesine çeki­
lerek, biyolojinin atomik fiziğe indirgenebileceği Sigmund Freud (1856-1939) tarafından ge­
önerilir. Aşırı şekliyle indirgemecilik, psikolojinin liştirilmiş olan psikanalitik ya da psikodina-
önünde sonunda biyolojiden başka bir şey ol­ mik paradigmanın ana sayıltısı, psikopatoloji­
mayacağını ileri sürer. Felsefi çevrelerde ise nin bilinçaltı çatışmalarından kaynaklandığıdır.
indirgemecilik çok az ciddiye alınır. İnsanın si­ Freud’un bu paradigmanın geliştirilmesindeki
nir hücreleri gibi temel öğeler, nöral yollar veya etkilerine bakmak için epey zaman harcayaca­
dolaşım gibi karmaşık yapılar ya da sistemler ğız. Ancak, geçen yıllarla birlikte bu paradigma­
şeklinde bir kere örgütlenirlerse, bu sistemlerin nın odak noktasında da kaymalar, değişmeler
nitelik ve özellikleri, bileşenlerinin nitelik veya olmuştur; biz bu değişmeleri de inceleyeceğiz.
özelliklerinden çıkarsanamaz. Bütün, onu oluş­
turan parçaların toplamından büyüktür. Levha
KLASİK PSİKANALİTİK KURAM
tektoniği diye bilinen, yeryüzü örtüsü veya ka­ Klasik psikanalitik kuram, Freud’un orijinal
buğunun hareket kuramı iyi bir örnek oluşturur. görüşlerine yer verir. Kuram, hem zihin yapısını
Yeryüzünün dış kabuğu, bir düzine kadar geniş, hem de kişiliğin gelişimini ve dinamiğini içerir.
PSİKANALİTİK PARADİGMA 31
√√

ZİHNİN YAPISI
Freud zihni ya da ruhsal yapıyı id (o), ego
(ben) ve süperego (üst ben) olmak üzere üç
temel kısma ayırır. Bunlar belirli işlevsellik ya
da enerji yapısına sahiptirler. Freud’a göre id,
doğuşta vardır ve psişik enerjinin depolandığı
zihinsel yapıdır. Yemek, su, dışkılama, ısınma,
şefkat ve cinsellik için temel itkileri (urges) kap­
sar. Nörolog olması nedeniyle Freud id’in enerji
kaynağını tümüyle biyolojiye bağlar. Yalnız, libi-
do adını verdiği bu biyolojik enerji, yeni doğan
bebeğin büyümesi ve gelişmesiyle birlikte psişik
enerjiye dönüşür. Bu, farkındalığa erişmeyen,
bilinçaltı bir süreçtir.
İd, Freud’un zevk ilkesi (pleasure princip­
le) dediği ilkeye göre çalışır ve hemen doyuma
ulaşmayı hedefler. Doyuma ulaşmazsa gergin­
lik ortaya çıkar ve id bu gerginliği bir an önce
gidermek için çaba sarf eder. Örneğin, yeni do­
ğan bebek açlık hisseder ve emme davranışla­
rını yaparak aranır, doyuma ulaşmamış olan bu
dürtünün yarattığı gerginliği azaltmaya çabalar.
Doyum elde etmenin bir diğer yolu da birincil
süreç (primary process) tarzı düşüncedir. Yani,
İlk psikoseksüel dönem oral dönemdir. Bu dönem boyunca id
arzulanan şeyin hayalini kurmak, imge üretmek­ dürtülerinin en çok doyumu emme ile olmaktadır.
tir. Annesinin sütünü isteyen bebek, annesinin
memesini hayal eder ve böylelikle kısa süreli de
olsa açlık dürtüsünü, arzu doyurucu fantezi ya
da hayalini kurma yoluyla doyurur.
İd’den sonra gelişen ruhsal yapı ego’dur.
İd’den farklı olarak ego, bilinci ifade eder ve
doğumdan sonraki ikinci 6 ay boyunca id’den
kaynaklanarak gelişir. İd, gerekirse hayal işle­ İkinci psikoseksüel dönem anal dönemdir. Haz bölgesi anüse
mini kullanırken, ego’nun görevi, gerçekle uğ­ kayar ve bu dönemde tipik olarak tuvalet eğitimi başlar.
raşmaktır. Hayaller organizmayı canlı tutmaya
yetmeyeceği için ego, birincil süreç düşünce
tarzını kullanmaz. İkincil süreç düşünce (se­
condary process) denen, planlama ve karar
verme işlevleri yoluyla, ego, id’in yapmak iste­
yeceği gibi hemen her zaman haz ilkesine göre
çalışmanın, yaşamı sürdürmenin etkili ve yeterli
bir yolu olmadığını fark eder. Böylece ego, ger­
çeğin talepleri ve id’in, anında doyum arzuları
arasında gerçeklik ilkesine göre çalışarak ara­
cılık eder.
Ancak, ego tüm enerjisini id’den alır. Bu
durum, enerjisini bindiği attan alan bir at bini­
cisine benzetilebilir. At binicisi her ne kadar atı
sürerken kendi enerjisi ile ve attan bağımsız
düşünerek, planlayarak ve hareket ederek onu
yönlendiriyorsa da, ego, tüm enerjisini id’den al­
maktadır. At binicisi bir taraftan da bu enerjiye
göre yönlendirmesini yapmaktadır.
32 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

İd ve ego’dan sonra ortaya çıkan sonuncu


ruhsal yapı süperego’dur. Süperego, vicda­
ni işlevleri temsil eder ve çocukluk süresince
gelişir. Freud’a göre süperego, ego’nun id’den
gelişmesi gibi, ego’dan gelişmektedir. Çocuklar,
ısırma veya yatağını ıslatma gibi birçok içtepile­
rinin ebeveynleri için kabul edilemez olduğunu
fark ettikçe, bunların değerlerini kendilerininmiş
gibi içe alarak onaylanmamaktan kaçınırken,
aynı zamanda ebeveynleri tarafından onaylan­
manın keyfine varırlar.
Freud’un kavramsallaştırmasına göre in­
san davranışı, görüldüğü gibi zihinsel yapıyı
Freud tüm çocukların karşı cinsten ebeveynlerine arzular
oluşturan üç zihinsel güç arasındaki karmaşık, geliştirdiklerine inanmıştı. Bu arzuları ifade etmekten dolayı
karşılıklı bir etkileşimdir. Bunlar her zaman da cezalandırılmaktan korkma, bu çatışmanın bastırılması,
uzlaşamayan gaye ve hedeflerine ulaşmaya oğlanlarda Odipal, kızlarda Elektra kompleksini yaratır.
çabalarlar. Bu güçler arasındaki etkileşmeye ki-
şiliğin dinamiği denir. Freud’un görüşlerini ve PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM DÖNEMLERİ
düşüncelerini izleyen kuramcılara da psikodina­ Freud, kişiliğin dört ayrı psikoseksüel dö-
mik kuramcılar denir. nemden geçerek geliştiğini ileri sürmüştür. Her
Freud’un ruhsal yapıyı incelemeye başla­ bir dönemde bedenin değişik bir bölgesi cinsel
ması, hipnotizma ve histeri üzerinde Breuer ile uyarılmaya çok duyarlı olup id’in libidinal do­
birlikte çalıştıkları döneme rastlar. Hastaların yumunu sağlar. Oral dönem psikoseksüel dö­
farkında olmadıkları birtakım etkenlerin oyna­ nemlerin ilkidir. Doğumdan 18. aya kadar yeni
dıkları güçlü rolü açıkça fark etmesi, onu dav­ doğan bebeğin id talepleri birincil olarak beslen­
ranışlarımızın çoğunun farkındalık düzeyine me, emme ve onlara eşlik eden ısırma ile do­
gelmeyen ya da bilinçli olmayan güçlerden kay­ yuma ulaşır. Bunun sonucu olarak, bu dönemle
naklandığı varsayımında bulunmaya yöneltmiş­ ilgili beden bölgeleri dudaklar, ağız ve dildir. 18.
tir. İd’in içgüdüleri ve süperego’nun faaliyetleri, aydan 3. yaşa kadar çocuğun ilgi ve haz bölgesi
her ikisi de, bilinçli değildirler. Ego birincil olarak anüse kayar. Anal dönem denen bu dönemde
bilinçlidir; bilinci temsil eder, çünkü düşünme ve çocuğun başlıca libidinal haz kaynağı, dışkısıy­
planlamaya ait psişik veya zihinsel sistemlerle la, tutarak ya da salıvererek, meşgul olmasıdır.
ilgilidir. Ancak ego’nun, onu kaygıdan koruyan Fallik dönem 3 yaşından 5-6 yaşına kadar ki
savunma mekanizmaları dediğimiz önemli bir dönemdir. Bu dönemde id’in başlıca haz veya
bilinçdışı yönü de vardır (bunların üzerinde ileri­ doyum kaynağı genital uyarılmalardır. 6 ve 12
deki sayfalarda durulacaktır). Freud davranışın yaşları arasında çocuk gizil dönemdedir. Bu
büyük ölçüde bilinçdışı etkenlerden kaynak­ yıllarda id’e ait içtepiler, davranışı güdülemede
landığını düşünmüştür. başlıca rolü oynamazlar. En son yetişkinlik dö­
nemi genital dönemdir. Bu dönemde hetero­
seksüel ilgiler baskındır.
Psikoseksüel aşamalardan birinde çok fazla ya da çok az doyum Her dönem boyunca büyümekte olan kişi,
sağlama, stres altında bu aşamaya gerilemeye neden olabilir. id’in istekleri ile çevrenin sağladıkları arasındaki
çatışmayı çözmelidir. Bunun nasıl yerine getiril­
diği, kişinin yaşamı boyunca sürecek olan temel
kişilik özelliklerinin belirleyicisi olacaktır. Örne­
ğin, anal dönemde olan kişi, yetersiz ya da aşırı
doyum yaşamışsa, tabi olduğu tuvalet eğitimi
işlemine göre bu döneme saplantı geliştirecek
ve ne zaman bir stres durumuna girecek olsa
bu döneme gerileme eğilimi gösterecektir. Böy­
lece, herhangi biri obsesif-kompulsif bozukluğu
geliştirebilir ve aşırı temiz veya cimri olabilir.
PSİKANALİTİK PARADİGMA 33
√√

Gelişimin belki de en önemli krizi, fallik dö­ yordur. Belki de bu arzu ve gereksinimleri ço­
nemde, yani 4 yaş civarında yer almaktadır. cuklukta engellenmiştir. Kir ve pislikten korkan
Freud, çocuğun bu dönemde karşı cinsten olan bir kız çocuğu ısrarlı bir şekilde temizlenmeye
ebeveynine karşı cinsel arzular içinde olduğu­ çalışırken, aslında, çocukluğunda tuvalet eğiti­
nu; aynı zamanda da kendi cinsinden olan ebe­ mi sırasında kendisinin dışkısına olan hayran­
veynini hasım, rakip olarak gördüğünü ve bu lığına karşı ebeveynin katı, onaylamayan veya
yüzden de cezalandırılacağına inandığını ileri tiksinen tavrından kaynaklanan bir korkuyu ya­
sürmüştür. Kendisiyle aynı cinsiyette olan ebe­ şamaktadır.
veyni tarafından cezalandırılacağı tehdidi, ço­ Freud’un ilk görüşlerini yansıtan bu nörotik
cuğun bu çatışmayı, yani cinsel ve saldırganlık kaygı tanımlamasından - id içtepilerinin bastı­
dürtülerini bilinçdışına bastırmasına (repressi­ rılması - olacaktır ki Freudçuların nörotik ol­
on) neden olur. Bu arzu ve bastırmaya (bir son­ mamak için olabildiğince içtepi veya dürtülerin
raki bölümde tartışılacak) erkek çocukta Odipal doyurulmasını öğütlediklerini duyarız. Ancak
kompleks, kız çocukta Elektra kompleks de­ durum böyle değildir. Freudçular için nörotik
nir. İkilem, genellikle, çocuğun ebeveynini cin­ kaygının özünde bastırma vardır. Nörotik kay­
sel olarak arzulamasını yasaklayan toplumun gının temelinde id’in talep ve zorlamalarını
ahlaki kural ve değerlerini benimseyerek ve azaltmak için isteksiz, gönülsüz, çabasız veya
aynı cinsiyetten olan ebeveyni ile aşırı özdeşim yetersiz olmaktan çok, çatışmanın farkında ol­
kurarak çözümlenir. Bu ahlaki değerlerin öğre­ maması yatar. Örneğin, bekâr bir katolik rahip
nilmesiyle süperego gelişir. Freud’a göre Odi­ ya da rahibe, cinsel ve saldırganlık eğilimlerini
pal veya Elektra Kompleksinin çözümlenmesi bilinçli olarak tanıyıp açıkça belirttiklerinden do­
çocuğun sürmekte olan cinsel gelişiminde çok layı nevroz adayları sayılmazlar. Bu gibi kimse­
önemlidir. Başarısızlık, yani sağlıklı bir biçimde ler nörotik kaygıyı önlemek için, hissettikleri bu
çözümlenmemesi, çocuğun cinsel arzuların­ duyguları hayata geçirmek zorunda kalmazlar.
dan dolayı kendini suçlamasına, yakın ilişkiden Sadece onlar ifade bulmak istediklerinde, bu tür
korkmasına ya da duygusal ilişkilerde zorluklar duygularının ve gereksinimlerinin olduğunu bi­
yaşamasına neden olur. lerek davranırlar.

NÖROTİK KAYGI SAVUNMA MEKANİZMALARI: KAYGIYLA


Bir kimsenin yaşamı tehlike altındaysa nes- BAŞAÇIKMA
nel bir kaygı ya da gerçek kaygı duyar. Freud’a Freud’a ve onun görüşlerini daha da geliş­
göre bu, ego’nun dış dünyadan gelebilecek teh­ tiren, kendisi de tanınmış bir psikanalist olan
likelere karşı gösterdiği bir tepkidir. Belki de şu kızı Anna Freud’a göre (A. Freud, 1966), kaygılı
veya bu döneme saplanmış olmasından dolayı ego’nun yaşadığı rahatsızlık, birkaç yolla azaltı­
kişiliği tamamen gelişmemiş olan biri, gerçek bir labilir. Gerçeğe dayanan nesnel kaygı dış dün­
tehdit veya tehlike unsuruyla ilgisi bulunmayın, yadaki tehlikeden kaçarak, onu ortadan kaldıra­
gerçekçi olmayan bir duygu olarak tanımlanan rak ya da onunla akılcı yollarla baş ederek ele
nörotik kaygıyı yaşayabilir. Başlangıçta Freud, alınabilir. Nörotik kaygı, gerçeğin, bilinç dışının
nörotik kaygının, ketlenen ya da baskı altına alı­ çarpıtılması olan savunma mekanizmalarıyla ele
nan bilinçdışı içtepilerden kaynaklandığını dü­ alınmasıdır. Savunma mekanizması, ego’yu
şünmüştür. Buna göre örneğin, küçük alanlarda kaygıdan korumak için bilinçsiz olarak devreye
kalmaktan veya bulunmaktan korkan bir kişi nö­ sokulan bir stratejidir. Bu stratejiler içinde belki
rotik kaygıyı, yakınlık kurma gereksinimini bas­ de en önemlisi, ego’ya yabancı olan ya da onun
tırmış olmasından dolayı yaşayabilir. tarafından kabul edilemez olan içtepi/dürtü ve
Daha sonraları Freud nörotik kaygıya olduk­ düşünceleri bilinç dışına iten, bastırmadır. Bas­
ça farklı bakmaya başlamıştır. Şöyle ki, bilinçdı­ tırma, yalnızca gömülen bu arzuların bilince çık­
şı içtepilerin ifade yoksunluğundan değil, daha masını önlemekle kalmaz, onların büyümesine
önce ifadesine izin verilen ama cezalandırılan de engel olur (Wachtel, 1977). Bastırılmış olan
bir içtepinin, tekrar ifadesi sonrası benzer şe­ bu bebeklik anıları, yetişkinlikteki yaşantılarla
kilde kötü sonuçlanacağı korkusundan kaynak­ düzeltilemez ve bu nedenle de asıl yoğunluk­
lanmaktadır. Kapalı yerlerde kalmaktan korkan larını korurlar. Paranoid bozukluklarda önemi
bir erkek çocuk aslında cinsel arzularını ve özel olan (bkz. 11. Bölüm) savunma mekanizması,
yakın ilişki gereksinimini ifade etmekten korku­ yansıtma veya projeksiyondur. Yansıtma, bi­
34 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

reyin bilinçli farkındalığının kabul etmeyeceği güçlü dürtü veya id’in içgüdülerinden kaynak­
ama yine de sahip olduğu bazı özelliklerinin ya landığına inanır. Bunlar belirli bir psikoseksüel
da arzularının, onlar sanki kendisine ait değiller döneme ait bilinç dışı çatışmaların geliştirilme­
de başkasına aitlermiş gibi, o başkasına atfedil­ sine zemin hazırlar. Örneğin, fobilerin çözüm­
mesidir. Örneğin, saldırgan ve öfkeli bir kadın lenmemiş Odipal çatışmadan kaynaklandıkları
bilinç dışında başkalarına karşı bu tür duygular ileri sürülür. Baba korkusunun, başka bir durum
içinde olmayı çok itici bulabilir ve bu öfke duy­ veya nesneyle yer değiştirmesidir. Buna benzer
gularını onlara yükleyebilir. Böylece onları ken­ olarak obsesif-kompulsif bozukluk da anal dö­
disine karşı öfkeli olarak algılar. neme bağlanır; dışkıyla pisletme veya saldırma
Savunma mekanizmalarının diğerleri şunlar­ itkisi, karşıt-tepki mekanizmasıyla kompulsif te­
dır: Yer Değiştirme (displacement), heyecan­ mizliğe dönüştürülür.
sal tepkiyi olası tehlikeli nesnenin aslından baş­ İlk yazılarında ve konferanslarında Freud,
kasına yöneltmektir. Örneğin, işinde patronuna hastalarının histerik sorunlarının çevreden kay­
kızan erkeğin eve geldiğinde acısını karısın­ naklanan nedeninin, tipik olarak baba tarafından
dan çıkarması ve ona bağırması. Karşıt Tepki tecavüze uğramaya bağlı, çocukluktaki cinsel
Geliştirme (reaction formation), bir duyguyu, taciz olduğunu iddia etmiştir. Bu görüşleri mes­
örneğin nefreti, onun aksine çevirmektir (örn., lektaşlarında tepkilere yol açsa da 1897’ye ka­
nefretin aşka dönüştürülmesi gibi). Gerileme dar görüşlerinde ısrar etti. Bu tarihte meslektaşı
(regression), saplanmayla bağlantılı olarak Wilhelm Fleiss’a yazdığı bir mektupta hastala­
daha önceki bir dönemin veya yaşın davranış rının çoğunun itiraflarının hayal ürünü olduğu­
örüntülerine geri dönmektir. Mantığa bürünme na artık inanmaya başladığını belirtmişti. Bunu
ya da rasyonalizasyon, akla mantığa uymayan izleyen birkaç yıl boyunca Freud, bu birbiriyle
bir davranış veya tutuma akla yakın, mantıklı bir rekabet eden kuramlar arasında uğraştı durdu;
gerekçe uydurmaktır. Yüceltme (sublimation), bazen birini diğerine tercih etti, bazen de bir
cinsel veya saldırgan dürtülerin, toplum tarafın­ başkasını. Ancak 1905’lerde hayal kurma, fan­
dan beğenilen, değer verilen sosyal davranışla­ tezi kuramı, açıkça kazandı (Masson, 1984).
ra dönüştürülmesidir. Bu mekanizma, kendisini Bu değişme, psikanalizin gelişmesi üzerinde
özellikle yaratıcı faaliyetlerin ortaya çıkmasında çok derin etkiler yaptı çünkü psikopatolojilerde
gösterir. neden arayışının yönünü çevreden hastaya,
Bu mekanizmaların hepsi, ego’nun asıl do­ onun hayal ve fantezilerine yönlendirmiştir. Da­
ğasıyla dürüstçe yüzleşmediği id enerjisini açı­ hası, psikanalitik düşüncede köşe taşı niteliğin­
ğa çıkarmasına, deşarj olmasına yardımcı olur­ deki odipal çatışmanın keşfi çok önemliydi. Aynı
şekilde fantezi üzerine vurgu yapılması da, A.
lar. Bozuk bir kişiliğe ait belirtilerden daha çok
Freud’un Jeffrey Mason’a bir mektubunda da
savunma mekanizmalarının daha ön planda ve
onsuz psikanaliz olamazdı diye belirttiği gibi
açık olarak gözlenebilmeleri, kişinin kendisinde
önemlidir.
bir şeylerin doğru gitmediğini fark ederek bir uz­
mana başvurmasına hız kazandırır. Şu da belir­
tilmelidir ki günümüz psikanalistleri, sağlıklı ve YENİ FREUDÇU PSİKODİNAMİK
uyumlu bir yaşam için bazı savunma mekaniz­ BAKIŞ AÇILARI
malarının kullanılmasını önerirler. Çok sevilen Freud’un kuramlarının ve klinik çalışmaları­
birisinin ölümünü bir süre kabul etmeme ya da nın önemi çağdaşları tarafından büyük ölçüde
inkâr etme, kayba uyum yapma olanağını ve­ kabul görmüştür. Carl Jung ve Alfred Adler’in de
rebilir. Bireyin cinsel dürtülerini veya içtepilerini dâhil olduğu birkaçı psikanalitik kuramı ve te­
çok çalışmaya veya yaratıcılığa dönüştürmesi, rapiyi tartışmak için düzenli aralıklarla Freud’la
yani yüceltme, cinsel ilişki yaşanmasının müm­ buluşuyordu. Her zaman olduğu gibi çok parlak,
kün olmadığı durumlarda, onun bu dürtüyle zeki bir lider, kendisi gibi çok parlak meslektaşla­
başa çıkmasında yararlı olur. Ancak çoğunlukla rıyla bir araya geldiğinde, id’in ego’dan ve biyo­
psikanalistler, savunma mekanizmalarının kişi­ lojik - içgüdüsel dürtülerin, sosyokültürel neden­
nin başkalarıyla olan etkileşimlerinin gelişmesi­ lerden daha önemli olup olmadıkları; yaşamın
ne engel olduğuna inanmaktadırlar.
ilk yıllarının yetişkinlik yıllarına göre önemliliği;
davranışların temelinde cinsel dürtülerin yatıp
PSİKOPATOLOJİ İLE İLİŞKİSİ yatmadığı; bilince karşı bilinç dışı süreçlerin
Freud, psikopatolojinin çeşitli şekillerinin, rolü ve bilinçli ego düşüncelerinin baskınlığında
ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? 35
√√

amaçlı davranışlara karşı id’in refleksif tabiatlı ve yaratıcı yönleri fark ederek ifade etmeye baş­
içtepilerinin önemi gibi konularda da anlaşmaz­ laması ile yaşadığı kişisel doyum, yani kendini
lıklar çıkmaktaydı. gerçekleştirme kavramını kullanmasıdır.
Bu konuların bazılarını geniş açıdan ince­ Jung, Freud’un vurguladığı bilinç dışına ek
lemek için, Freud’un düşüncelerini benimse­ olarak, insanlığın sosyal tarihçesine ait bilgileri
yerek kendi yaklaşımlarını geliştiren başlıca kapsayan kolektif (ortak) bilinç dışı kavramı­
üç kuramcının görüşlerini özetlemeye çalışa­ nı getirmiştir. Kolektif bilinç dışı, insanlığın ta­
cağız. Freud’un görüşlerini yine benimseyen rih boyunca, yüzyıllardır geçirdiği yaşantılara
ancak değişimleyen (modify) diğer kuramcılar ait bilgilerin deposudur. Freud’un bilinç dışının
13. Bölüm’de (nesne-ilişkileri kuramcıları) ve aksine bu, cinsel ve saldırgan dürtülerden çok
17. Bölüm’de (kısa süreli analitik terapi) tartışıl­ olumlu ve yaratıcı gizilgüçleri kapsamaktadır.
maktadır. Hepsi de Freud’un davranışın zihin­ Jung, her insanın karışık olarak hem erkek hem
sel yapılar arasındaki dinamikten kaynaklandığı de dişi özelliklerine sahip olduğunu ve insan­
görüşünü benimseyerek devam ettirmişlerdir. ların dinsel ve ruhsal gereksinimlerinin en az
Bu nedenle hepsi, ruhsal bozukluklara psikodi­ libidinal gereksinimleri kadar temel olduğunu
namik bakış açısını Freud’la paylaşan kuram­ ileri sürmüştür. Jung çeşitli kişilik tipleri de sı­
cılardır. nıflamıştır. Bunlar arasında belki de en önemlisi
dışa dönüklük (dış çevreye, dış dünyaya yöne­
JUNG VE ANALİTİK PSİKOLOJİ lik) ya da içe dönüklüktür (içe, kişisel dünyaya
Başlangıçtan beri Freud’un açık mirasçısı yönelik). Jung dinsel sembolizm ve yaşamın an­
olarak görülen İsviçreli psikiyatr Carl Gustav lamı üzerine yazılar yazmış, bunun sonucunda
Jung (1887-1961), yedi yıllık görüş birliktelikle­ da ruhani kişiler, romancılar ve şairler arasında
rini, 1914’te, giderek birçok konuda anlaşmaz­ popüler olmuştur. Sonuç olarak Freud şimdiki
lığa düştüklerinden dolayı bıraktı ve Freud’dan ve gelecekteki davranışlarımızın birincil olarak
koptu. Bundan sonra Jung, Freud’dan radikal geçmişten kaynaklandığını kabul ederken; Jung
olarak farklı görüşler ileri sürdü ve Freudçu psi­ geleceğe ait gayelerden, kararlar verme ve he­
koloji ile insancıl psikolojinin karması olan ana- defler edinme gibi gelecekle ilgili öğelerin önemi
litik psikolojiyi geliştirdi. Jung’un kuramının üzerinde durmuştur. Jung’a göre insanları an­
insancıl kuramlara benzerliği, davranışın baş­ lamak için, önemli olsalar da yalnızca geçmiş
lıca nedeninin biyolojik dürtüler olduğu savını yaşantıları değil, bireyin gelecekle ilgili beklenti
önemsememesi ve kişinin, kendisindeki olumlu ve özlemleri ile rüyaları da dikkate alınmalıdır
(Jung,1928).
Analitik Psikolojinin kurucusu Carl Jung, Freudcu ve insancıl
kavramların karışımını yaratmıştır. ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ
Freud’un ilk taraftarlarından olan Alfred Ad­
ler (1870-1937), Jung’dan daha keskin olarak
Freud’un içgüdü görüşünden ayrılmıştır. Bu
nedenle Freud, ilişkileri bittikten sonra Adler’e
karşı hep bir burukluk hissetmiştir. Viyana’da
hastalıklı bir çocukluk geçiren ve aşağılık duy­
gularını yenmek için büyük uğraş veren Adler,
yaklaşımında, üstünlük için çabalama kavra­
mına - antisosyal anlamda değil - önem verdi.
Gerçekten de insanların yaşadıkları topluma
çok yönlü bir bağlılık gösterdiklerini, bunun ne­
deninin de sosyal yararlılıklarda bulunmanın
insana iyi gelmesi, doyum sağlaması olduğuna
inanmıştır. Jung gibi, o da edinilen amaçlar için
çalışmanın önemini vurgulamış; yine onun gibi
kuramsal yaklaşımında büyük ölçüde geleceğin
insancıl terapisini hazırlayıcı unsurlar kapsan­
mıştır (Adler, 1924).
36 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

Alfred Adler bireysel psikolojinin kurucusu olup, aşağılık Eric Erikson yaşam boyu psikososyal gelişimin önemini vurgu-
kompleksi kavramıyla tanınır. lamıştır. Erikson insanların büyüme kapasitelerinin sürekliliği-
ne olan inancıyla Freud’dan daha iyimser bir tablo çizmiştir.
Adler’in çalışmalarında en önemli anahtar tık bu iki kavram arasında ayırım yapabilmekte,
öğe, kişiyi anlamada onun fenomenolojisini ya gelişim psikolojisinin ise tüm yaşam boyunca
da bireysel psikolojiyi (individual psychology) sürdüğünü onaylamaktadır. Bunlardan dolayı
vurgulamasıdır. Adler hastalarına mantık dışı, Erikson’a teşekkür borçluyuz.
hatalı düşünce ve beklentilerini değiştirmeleri Eric Erikson gelişimin psikososyal dö-
için yardım etmeye çalışmıştır. Zira kendini iyi nemlerine ilişkin sekiz evre önermiştir. Bu dö­
hissetmek ve daha iyi davranışlarda bulunmak nemlerin her birinde, onu karakterize eden bir
için insanın öncelikle daha mantıklı, akılcı ol­ kriz vardır. Bir dönemdeki krizin çözümlenmesi,
ması gerektiğine inanır. Bu görüşlerini yansıtan kişinin izleyen dönemlerde neyle, nasıl başa çı­
yaklaşımı günümüz davranışçı-bilişsel terapi­ kacağını etkiler (Tablo 2.1). Eğer bir önceki kriz
nin gelişmesine öncülük etmiştir. Sonuç olarak yeterince ele alınıp hallolmamışsa bir sonraki
Adler’in büyüme ve sorunların önlenmesi ile dönemin krizinin çözümü güçleşecektir.
toplumun iyileştirilmesi konularına olan ilgisi, Bunu göstermek için dönemler içinde belki
çocuk rehberlik merkezlerinin geliştirilmesi ve de en önemlisi olan beşinci döneme birlikte ba­
ana-baba eğitimi üzerinde etkili olmuştur. kalım. Bu dönemde Erikson, onu meşhur eden
kimlik krizi kavramını sunmuştur. Erikson’un
ERIKSON VE GELİŞİMİN PSİKOSOSYAL kendi çocukluğu ve ergenliği bu kavrama kat­
DÖNEMLERİ kıda bulunmuş olabilir (Hail, Lindsey & Mano­
Eric Erikson (1902-1995) ego’nun id’den sevitz, 1985). Erikson doğumdan önce birbir­
bağımsız olduğunu vurgulaması ve ona, dav­ lerinden ayrılan Hollandalı bir anne-babanın
ranışın gelişmesinde daha büyük rol atfetmesi çocuğu olarak Almanya’da doğmuştu. Biyolo­
nedeniyle bir ego psikoloğu olarak tanımlanır. jik babasını hiç tanımamış ve Alman bir üvey
Gelişimin yaşamın ilk yıllarında son bulduğu­ baba tarafından büyütülmüştü. Lise yıllarında
na inanan Freud’a karşılık Erikson, gelişimin kendini boşlukta hissedip, belki de bir sanatçı
yaşam boyu sürdüğünü, orta yaşlılıktan yetiş­ olmak istediğini düşünüp Avrupa’da dolaşmış,
kinliğin son dönemlerine doğru insanın değiş­ çizimler yapmıştır. 25 yaşında Freud’la tanıştı­
mesini sürdürerek farklılaştığı görüşünü içe­ ğı Viyana’da öğretmenlik yapmaya başlamıştır.
ren yaşam boyu gelişim psikolojisi kavramı ile Daha sonra “Viyana Psikanaliz Enstitüsü”ne
alana katkıda bulunmuştur. Bu genel görüşün kaydolarak analistliğe adım atmıştır.
anlam ve önemini iyi kavrayabilmek için “çocuk 12 ile 20 yaşları arasında ortaya çıktığını
psikolojisi”nin, “gelişim psikolojisi” ile eşanlamlı söylediği kimlik krizi, çocukluktan yetişkinliğe
kullanıldığını düşünmek yeterli olur. İnsanlar ar­ geçişi yansıtır. Bu zaman aralığında hepimiz bir
PSİKANALİTİK PARADİGMA 37
√√

TABLO 2.1 Erikson’un Sekiz Psikososyal Gelişim Dönemi


Dönem ve Yaklaşık Yaş Aralığı Başlıca Gelişmeler

Bebeklik 0 - 1 Güven duygusuna Bebek ve bakıcısı arasındaki ilişkide, bebekte beslenme, sıcaklık, temizlik
karşı güvensizlik ve fiziksel temas gibi temel gereksinimlerinin karşılanması sırasında güven
ya da güvensizlik duyguları gelişir.

İlk Çocukluk 1-3 Özerkliğe karşı Çocuklar kendilerine yeter kişiler olabilmek için benlik-kontrolünü öğrenirler.
utanma Örn., tuvalet eğitimi, beslenme, yürüme veya özerklik için yeterli olup
olmadığı hakkında utanç veya kuşku geliştirme.
Oyun Çağı 3-6 Girişkenliğe karşı Çocuklar yetişkin davranışlarını merak eder, araştırır ve soruştururlar;
suçluluk ancak onlar gibi bağımsız ve gözü pek olmaya çalışırken de suçluluk
duyabilirler.
Okul Çağı 7-11 Çalışkanlığa karşı Çocuklar hayal kurmayı ve meraklı olmayı öğrenirler; öğrenme becerileri
aşağılık duygusu geliştirirler; başarısızlıklarında ya da başarısız olduklarını düşündüklerinde,
aşağılık duyguları geliştirirler.
Ergenlik 12-20 Kimlik edinmeye karşı Ergenler kim olduklarını, ne kadar özel, tek olduklarını; toplumda anlamlı
kimlik bocalaması bir rol sahibi olup olmayacaklarını; cinsel, etnik ve mesleki kimliklerini nasıl
oluşturacaklarını çözmeye çalışırlar. Bunlarla ilgili kararlar almada tereddüt
ve bocalamalar ortaya çıkabilir.
İlk Yetişkinlik 20-30 Yakınlığa karşı Bireyin, önemli bir başkasıyla ilişki kurmak istemesi ya da ilişkilerden
yalnızlık kaçması ve yalnızlığa girmesi.
Yetişkinlik 30-65 Üretkenliğe karşı Bireyler üretken olma - örn; bir ürün, fikir ya da çocuk yaratmak - ya da
durgunluk durgun olma gereksinimi duyarlar.
Olgunluk Çağı 65 + Bütünlüğe karşı Yaşça ileri yetişkinler, yaşamlarını gözden geçirirler ve anlamını bulmaya
umutsuzluk çalışırlar. Bunu gerçekleştirdiklerinde gayelerinde ve arzularında yansıtırken,
gerçekleştiremediklerinde de kuşku ve umutsuzluklarını yansıtırlar.

çeşit benlik-duygusu yaratırız. Bu, sahte de olsa bir kişi olmak istiyoruz... Genelde tüm bunlar,
psikolojimizi ve planlarımızı etkiler - tıpkı onu kendilerinden sorumlu, amaçlarına ve başka
Viyana’ya ve Freud’a getiren arayış dönemin­ insanlara kenetlenmeye hazır gelişmekte olan
de sanatçılığa soyunmasında olduğu gibi. Her biz yetişkinlerde benlik duygusunun hazırlayıcı­
ne kadar bir mesleğin, işin ya da rolün - hekim, sıdırlar. Cinsellikleriyle barışma çabasında olan
avukat, inşaatçı, ebeveyn vb. - seçimi önemliy­ gençler için bu dönem, çalkantılı ve fırtınalıdır.
se de, kişiliğin kimliği çok daha derinlere iner. Freud’un fikirlerini benimseyen diğerleri gibi
Bu, psikososyal dönemde yaşamımızın aldığı Erikson da insanların değişebilme yetenekleri
yön bizim için önemlidir. Ne gibi şeyler önemli ve hakkında ondan daha iyimserdi. Varlığın temeli
arkasından koşmaya değer; gayelerimize ulaş­ ya da varoluşun doğası hakkında da Freud’dan
mak için ne gibi uzlaşmalara hazırlıklıyız; ne tür daha olumluydu. Erikson’un inancına göre her­
hangi bir psikososyal dönemde yaşanan dağıl­
Erikson, kimlik krizinin ergenlikte ortaya çıktığına inanıyordu.
ma, doğru psikoterapilerle tersine çevrilebilir
Gönüllülüğe dayanan işleri yapmaları, gençlerin daha açık (Erikson, 1959).
bir kimlik duygusu gelişi irmelerine ve yaşamda nelere değer
verdiklerini anlamalarına yardımcı olur.
PSİKOANALİTİK PARADİGMANIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Belki de hiçbir insan davranışı araştırma­
cısı Freud kadar hem onurlandırılmamış hem
de eleştirilmemiştir. Çocukluğun ilk yıllarındaki
cinselliğe ait kuramını ilk ortaya attığında, kişi­
sel olarak fazlasıyla yerilmişti. Bu zaman dilimi,
Viyana’da cinselliğin hemen hiç konuşulup sö­
zünün edilmediği yüzyılın bir zaman dilimiydi.
Nasıl olur da birisi çıkıp, hem de bebeklerin ve
çocukların da cinsellikle ilgili dürtülerinin oldu­
ğunu iddia ederdi! Bu bir skandaldı.
38 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

Freud’un ruhsal bozukluklara ilişkin psika­ Çocukluk yaşantıları yetişkin kimliğini biçim­
nalitik görüş üzerinde etkisi büyük olmuştur. lendirir.
Fakat görülen bir de şudur ki, kuramları hem 1- Günümüz araştırmacıları kalıtımın etkisini
psikanalistlerin kendileri -yani içeriden- hem kabul etse de hala çocukluk yaşantılarını önemli
de psikanalist olmayan kuramcılar tarafından kabul ederler. Freud’un psikoseksüel dönemle­
-yani dışarıdan- eleştirilmiştir. Freud’un kuram­ rine nadiren bakarlar ama genel olarak sorunlu
larına getirilen başlıca eleştirilerden biri, diğer ana-baba-çocuk ilişkilerini ve bunların gelecek­
psikanalitik kuramlar için de geçerlidir; çünkü teki yetişkinler arası ilişkileri nasıl olumsuz etki­
Freud’un terapi vakalarındaki gözlemlerinden, leyebileceği üzerinde önemle dururlar.
klinik öykülerin derlenmesinden yapılmış olan 2- Davranış üzerinde bilinçdışının etkileri
kuram, nesnel ölçütlere dayanmayan veri ta­ vardır. Odak 7.1’de, insanların, davranışları­
banı nedeniyle bilimsel değildir. Freud’un hasta nın nedenlerinin farkında olmayabileceklerini
kitlesi veya örneklemi, küçüklüğünün yan ısı­ gösteren son araştırmaları özetledik. Ancak, en
ra Viyana’nın sadece seçkin, sözel ve eğitimli yeni araştırmalar, bir bilinç dışının varlığının ya
kesimini temsil ediyordu. Durum böyle olunca da onun, id’in içgüdülerinin bir deposu olduğu
ruhsal bozuklukları olan kişilerin oluşturduğu bu görüşlerine yer vermezler.
kadar küçük bir gruba dayalı bir kişilik gelişimi 3- İnsanlar kaygı veya stresten korunmak,
kuramı ya da ruhsal yapı kuramının yeterli ol­ onu kontrol etmek için savunma mekanizma­
mayacağına inanmak çok kolaydır. larını kullanırlar. Stresle başa çıkma (bir kısmı
Freud tarafından kuramını geliştirmede kul­ Bölüm 8’de özetlenen DSM-IV’ün sonundaki
lanılan vaka raporları (onu izleyenlerin de kul­ ekte kapsanan) ve savunma mekanizmaları
landığı) Freud’un o terapi seanslarında veya hakkında çok sayıda araştırma vardır. Çağdaş
görüşmelerindeki algılarının güvenirliği ve daha araştırmalar, bilinçli olarak edinilen başa çıkma
sonra onları doğru hatırlayıp hatırlamadığı (zira stratejilerine daha çok odaklaşmıştır. Örneğin;
çok dikkatli notlar aldığı söylenemez) açıların­ travmatik bir olay hakkında bilerek düşünmeme­
dan da kolayca eleştirilebilir. Freud’un, hastala­ ye çalışmak. Kaygıyı kontrol etmede, herhangi
rının ilk çocukluk yıllarındaki olası cinsel yaşan­ bilinç dışı başa çıkma yollarından birinin (bastır­
tıları gibi özel ilgi duyduğu konular, hastaların ma bile olsa) önemli rol oynayıp oynamadığının
anlatımlarını o yöne çekmelerine etki etmiş ola­ açıkça gösterilmesi gerekmektedir.
bilir. Bu noktadaki bir hasta, belli bazı yaşantıla­ 4- 18. Bölümde daha ayrıntılı olarak tartışıl­
rına odaklaşırken, yaşamında kendisi farkında dığı gibi Freud ve takipçileri, nesiller boyu kli­
olmasa da çok daha önemli ve temel olan anah­ nikçileri ve psikopatologları, insan davranışının
tar olay ve yaşantılarını görmezden gelerek at­ nedenlerinin ve hedeflerinin açık ve belirgin
layabilir. Bu atlama, Freud’un ön plana çıkardığı olmayacağına dair duyarlılaştırmışlardır. Psika­
yaşantıların yönlendirilmesine bağlıdır. naliz bizi, her şeyi gördüğümüz gibi değerlen­
İd, ego, aşağılık kompleksi ve bilinçdışı gibi dirmede acele etmememiz konusunda uyarır.
aslında psişik işlevleri betimleyici mecazlar ola­ Başka biri için küçümseyen ifadeler kullanan bir
rak kullanılan psikodinamik kavramların, bazen kişi, aslında o kişiyi çok seviyor olabilir. Buna
-hatta sıklıkla- sanki yaşayabilen, düşünebilen rağmen olumlu duygularını açık etmekten kor­
ve davranabilen varlıklarmışçasına tanımlan­ kuyor olabilir. Görünürdekinin altında bir şeyler
dıklarını görüyoruz. Örneğin, Freud (1937) id’in aramak galiba Freud’un en iyi bilinen mirasıdır.
taleplerinde olduğu gibi, içgüdülerin doyumunun
hemen şimdi ve geciktirilemez olduğunu söyler: Freud’un çalışmalarının geçerliği ve yararlı­
“İd, yaşamı sürdürme adına kaygılanmanın ne lığına dair yerinde ve haklı sayılabilecek birçok
olduğunu bilmez”. endişe olsa da onun psikopatolojideki önemini
Bu sağlam ve gerçek eleştirilere karşın ya da Batı uygarlığının entelektüel tarihçesine
Freud’un katkıları çok büyüktür ve yerini koru­ olan katkılarını küçümsemek çok ciddi bir hata
makta, anormal psikolojisi alanını etkilemeye olur. Onun çalışmaları bilginin ilerlemesine yar­
devam etmektedir. Freud’un etki ve katkıları­ dımcı olacak türde bir eleştiri tepkisinin ortaya
nın en açık olarak görüldüğünü düşündüğümüz çıkmasına neden olmuştur. Davranış bozuklu­
başlıca dört alan şunlardır: ğunun biyolojik olmayan açıklamalarının yapıl­
PSİKANALİTİK PARADİGMA 39
√√

masına vasıta olmuş ve anormal davranışlarla


ilgili betimlemeleri çoğunlukla çok dikkatli algıla­
malara dayanmıştır. Freud’un kuramına bir mik­
tar aşina olmadan, anormal psikoloji alanında
olup biteni iyi kavrayabilmek mümkün değildir.

PSİKANALİTİK TERAPİ
Freud’un zamanından bu yana, psikanalitik
düşünce birçok yönden önemli değişimler geçir­
di. Ancak, psikanalitik olduklarını iddia eden tüm
terapilerin ortak bazı özellikleri vardır. Klasik
psikanaliz, Freud’un nörotik kaygıyla ilgili ikin­
ci kuramına dayanır. Buna göre nörotik kaygı,
daha önce cezalanmış ve bastırılmış olan id’in
açığa çıkmak için yaptığı baskıya karşı ego’nun
gösterdiği tepkidir. Ego’nun bilinçdışı olan kıs­
mı, çocukluktan gelen bastırılmış bir çatışmayı
hatırlatan bir durumla karşılaştığında - ki bunlar
çoğunlukla ya cinsel ya da saldırgan dürtü veya
içtepilerle ilgilidir - gerginliği azaltmak yoluyla
durumun üstesinden gelir. Psikanalitik terapi,
ilk yıllara ait bastırmaların kaldırılmasına ve
hastanın çocukluk çatışmalarıyla yüzleşmesine
Tipik bir psikanalitik tedavi seansında hasta bir kanepeye uzanır
çalışır. Bunu, çatışmaların, yetişkinlik gerçekliği ve psikanalist de hastanın görüş alanı dışına oturur.
ışığında şimdi çözülebilmesi için hedefler. Çok
zaman önce yer alan bastırma, ego’nun yetişkin Analistler, birtakım tekniklerle bastırmayı
gibi büyüyüp gelişmesini önlemiştir. Bastırma­ kaldırmaya çalışırlar. Bunlardan en bilineni ser-
nın kalkmasıyla yeniden öğrenme imkânı doğ­ best çağrışımdır (free association). Hasta
muş olacaktır. psikanalisti görmeyecek bir şekilde divana uza­
Psikanalizin özü Paul Wachtel (1977) tara­
nır. Terapist, hastanın başının arkasında, ona
fından kavranmış; Wachtel, bir mamut örneğini
yakın biçimde oturur. Bu düzen içinde hasta,
mecazi olarak psikanalizin ana fikrini anlatmak
aklına ilk gelen her şeyi - saçma sapan görün­
için kullanmıştır. Bu dev yaratıkların bazıları,
se de - söylemesi için cesaretlendirilir. Hastanın
asırlar önce canlı olarak donmuştur. Çözüldük­
bu beceriyi yavaş yavaş öğreneceği varsayılır.
lerinde neredeyse etleri yenecek kadar özellik­
Bu teknik sayesinde yıllar boyu üst üste konup
lerini korumuş oldukları gözlenmiştir. Freud’a
biriken savunmalar sonunda geçit bulabilecek­
göre nörotik sorunlar, uzun zaman öncesine
ait hapsolmuş çatışmaların tortularıdır. Şimdi lerdir. Diğer bir teknik de rüya analizidir. Psi­
gözüken yetişkin sorunları sadece bu donmuş kanalitik kuram, ego savunmalarının uyku sı­
bilinçdışı çatışmaların bir yansıması veya ifade­ rasında gevşediklerini ve normalde bastırılmış
sidir. olan malzemenin uyurken bilince çıkmasına izin
Hastanın nevrozu, çoğunlukla geçmişe ait verdiklerini ileri sürer. Bu malzeme çok tehdit
içe alınmış yaşantıların kalıntıları ile sürmekte edici olduğundan, bilince, gerçekte olduğundan
olan başarısız mücadelesinden kaynaklanır ve farklı girebilir. Yani bastırılmış materyal kılık de­
bu geçmiş, uyumlu ve bütünlük içindeki ego’dan ğiştirmek yoluyla gizlenmiştir. İşte bu nedenle
ayrışmış olarak, gerçekle bağdaşmayan ilkel ta­ rüyaların simgesel kapsamı çok yüklüdür. Ör­
leplerde bulunmaya devam eder. O halde iyi ve neğin, erkeklerin kendisine cinsel saldırganlıkta
başarılı tedavide bu, yanlış zamana ait eğilimler, bulunacağında ısrarlı olan bir kadın, rüyasında
şimdi bilinç düzeyinde tekrar yaşanarak ego ile kendisine mızraklar atan vahşilerin saldırısına
bütünleşmelidir. Böylece hem kontrol edilebilir uğradığını görür; mızraklar fallik sembollerdir ve
hem de değiştirilebilirler (Wachtel, 1977, s. 36). açık cinsel hamleleri temsil ederler.
40 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

Psikanalitik terapinin bir diğer kilit kavra­ eğitim ve psikanalitik ilkelere duyarlılıkla daha etkili olaca­
mı aktarımdır (transferans). Aktarım, ana­ ğına inanırlar. Günümüzdeki psikanalistlerin çoğu bu yak­
laşımı benimserler; yani, daha özlü, yönlendirici ve kısa
list hasta ilişkisine uymayan; aksine hastanın
psikanaliz. Sadece birkaç kişi standart klasik psikanalizi
geçmişinde önemli birine gösterdiği tutum ve
tercih etmektedir (Korchin, 1976, s. 335).
davranışlarını aksettiren bir davranış örüntü­
südür. Örneğin, bir hasta, terapistinin, söyledi­
Bize ve psikodinamik terapi uzmanlarına
ği şeylerden genelde sıkıldığını hissedebilir ve
göre (Henry ve ark., 1994, s.498), işlemlerde
bunun sonucunda eğlenceli olmaya çabalar.
yapılan değişiklikler önemli kuramsal değişim­
Dikkatli, titiz bir gözlemle terapist, bu aktarılan
leri aksettirmez. Terapistin desteğiyle, hasta­
tutumların çoğunlukla bastırılan yaşantılardan
nın sözgelimi, gerginliğinin ve mutsuzluğunun
ya da çatışmalardan kaynaklandığını sezer. Bu
gerçek kaynaklarının yavaş yavaş incelenerek,
örnekte analist, hastanın çocukken değersiz ve
bastırmalarının kaldırılmasında gösterdiği tu­
sıkıcı olduğunun hissettirildiğini; ana-baba dik­
tum ve davranışları, terapi görüşmelerinin sık­
kat ve ilgisini, ancak komiklik yaparak çekebildi­
lığı veya bedenin görüşmelerdeki duruş biçim­
ğini keşfedecektir.
den (oturma, uzanma vb) daha çok önemsenir.
Savunmaların analizi, ego analisti denilen
Psikanaliz ve ilgili terapiler daha ayrıntılı olarak
çağdaş psikanalistler tarafından ele alınmıştır.
17. Bölüm’de tartışılmaktadır.
Ego analistleri, Freud’un ego’ya verdiği gö­
reli zayıf rolü tartışırlar. Bilindiği gibi savunma
mekanizmaları ego’nun kaygıyla yüzleşmesini
ÖĞRENME PARADİGMALARI
erteleyen bilinçdışı araçlardır. Örneğin, yakın
Öğrenme (ya da davranışçı) paradigması
ilişkilerde sıkıntı yaşayan bir erkek, görüşme
doğrultusunda olan psikologlar, anormal dav­
sırasında ne zaman konuşmalar dönüp dolaşıp
ranışın da diğer davranışlar gibi öğrenilmiş ol­
bu hassas konuya dokunsa hemen pencereden
duğunu savunurlar. 20.yüzyılın başlarında, psi­
dışarıya bakmaya başlayabilir. Analist ise göz­
kolojide öğrenmecilik değil yapısalcılık hüküm
lediği bu davranışı bir noktada yorumlamaya
sürüyordu. Yapısalcılık, zihinsel işlevler ve zi­
başlayacaktır. Bunu, hastanın bu davranışının
hinsel yapı (aklın yapısı) üzerindeki çalışmalar­
savunucu doğasına işaret ederek, onun gerçek­
dır. O sıralarda henüz çok yeni bir disiplin olan
ten de konudan kaçtığını itiraf etmesini umduğu
psikolojinin amacı aklın nasıl çalıştığını, onun
için yapmaktadır. Psikanalitik tedavi, geçmişte,
temel bileşenlerini analiz etmek yoluyla öğ­
haftada ortalama 5 seans olmak üzere yıllara
renmek, daha çok bilgi sahibi olmaktı. 1879’da
yayılarak yapılırdı. Bu arada ilginç olan nokta,
Leipzig’de ilk resmi psikoloji laboratuarını ve de­
Freud’un kendi tedavi uygulamalarının çok na­
neysel psikolojiyi kuran Wilhelm Wundt (1832-
dir olarak 6 ayı geçtiğidir.
1920) ve Cornell Üniversitesi’nde laboratuarı
Son kırk küsur yılda Karen Horney ve Har­
olan Edward Titchener (1867- 1927) gibi de­
ry Stack Sullivan gibi yeni Freudçuların ve Eric
neysel psikologlar, çalışmalarında katılımcılara
Erikson ile Heinz Hartman gibi ego psikanalist­
bir uyarıcıyla karşılaştıklarında (ya da uyarıcıya
lerinin görüş ve çalışmaları, psikanalitik yöne­
maruz bırakıldıklarında) yaşadıklarının en temel
limli psikoterapilere karışarak, bazen psikodina­
özelliklerini rapor etmelerini öğretmek için eğitim
mik terapi olarak anılmıştır. Kısmen Alexander
programları ve işlemleri tasarladılar. Epey zorlu
ve French’in (1946) çalışmalarından hız alıp
bir içe bakış, iç gözlem ve zihinsel süreçlerin
gelişen bu yaklaşım, Freud’un savunma meka­
bildirimi gibi işlemlerle, denek veya katılımcılar,
nizmaları ve bilinç dışı güdülenme kavramlarını
yaşantı bloklarını kaldırmaya ve bilincin yapısını
dışlamadan, daha çok bugün, şimdi ve gelecek
görmeye çalıştılar. Örneğin, Wundt’un denekle­
yönelimli, daha kısa ve özlü bir yapılanmayı
ri bir metronomun bazen yavaş, bazen hızlı,
öngörür. Böyle bir terapi Freud’un terapisinden
bazen birkaç kez, bazen de birçok kez tıkırda­
daha aktif ve yönlendirici olmasının yanı sıra
maya programlanmış sesini dinlerler. Denekler
şimdi yaşanmakta olan sorunlara ve ilişkilere,
çocukluktaki çatışmalardan daha çok önem ve­ kendilerini dinledikten sonra (iç gözlem) hızlı
rir. Hem daha kısa hem de daha az yoğundur. tıkırtı sesinin onları heyecanlandırdığını, yavaş
Tüm kişiliğin yeniden yapılanması umudu tümüyle bir tıkırtı sesinin ise gevşeklik yarattığını, yani tıkırtı
kenara bırakılarak daha önemli ve şiddetli sorunlarla uğ­ öncesi hafif bir gerginlik ama sonrasında bir ra­
raşmak yeğlenmiştir. Ancak bu terapistler, çalışmalarının hatlama hissettiklerini bildirdiler.
ÖĞRENME PARADİGMALARI 41
√√

lıkla ve ilgiyle araştırmaya yöneldikleri iki tip öğ­


renme üzerinde duracağız.

KLASİK KOŞULLANMA
Klasik koşullanma tipi öğrenme, bu yüzyı­
lın başında, neredeyse tesadüfen Rus fizyolog
Ivan Pavlov (1849-1936) tarafından keşfedildi.
Pavlov’un yapmakta olduğu sindirim sistemiyle
ilgili araştırmalardan birinde salya salgılaması
için köpeğe et tozu verilmişti. Çok geçmeden
Pavlov’un laboratuar asistanları köpeğin, ken­
disine yemek veren kişiyi gördüğünde de salya
çıkardığını fark ettiler. Deney süresince köpeğin
giderek daha erken, yemek verenin ayak ses­
lerini duyduğu zaman, salya çıkardığı gözlendi.
John B. Watson. Davranışçılığın kurulmasında önayak olmuş; Pavlov bundan çok etkilenerek köpeğin tepki­
psikolojiyi öznel yaşantıların araştırılmasından çok davranışın
gözlenmesi yoluyla tanımlayan Amerikalı psikolog. lerini daha sistematik olarak incelemeye karar
verdi. Yapılan birçok araştırmanın ilkinde, kö­
DAVRANIŞÇILIĞIN DOĞUŞU peğin arkasında çalınan bir zilin hemen ardın­
dan ağzına et tozu konur. Bu işlem birkaç kez
Yıllar sonra, insanlar hakkında yararlı bilgile­ tekrarlandıktan sonra köpek, et tozunu almadan
rin toplanmasında içe bakışın yeterli olmayaca­ önce daha zil sesini duyar duymaz salya çıkar­
ğı alanda çalışan birçok kişi tarafından anlaşıl­ maya başlar.
dı. Sorun, içe bakış yöntemini kullanan değişik Bu deneyde daha önce hiçbir öğrenme olma­
laboratuarlardan birbiriyle çatışan verilerin gel­ dan salyanın çıkarılmasına yol açtığı için et to­
mesiydi. Böylece içe bakış yönteminin hiçbir zuna koşulsuz uyarıcı (KŞZU); salya tepkisine
soruyu açıkça yanıtlamayacağı anlaşılmış oldu. de koşulsuz tepki (KŞZT) denmiştir. Et tozunun
Bu doyumsuzluk, 1913’te şu görüşleriyle psi­ verilmesinden önce birkaç kez zil çalınması gibi
kolojide devrim yapan John B. Watson (1878- nötr bir uyarıcı tekrarlanırsa, bu defa tek başına
1958) tarafından dile getirildi: zilin sesi koşullu uyarıcı (KŞLU), salya tepkisi­
Davranışçının bakışıyla psikoloji, doğa bi­ ni çıkaracaktır (koşullu tepki - KŞLT) (bkz. Şe­
limlerinin nesnel deneysel bir dalıdır. Kuramsal kil 2.3). KŞLT, genellikle KŞZT’den bir şekilde
hedefi, davranışın kontrolü ve yordanmasıdır. ayrılır (örn., Rescorla, 1988). Ancak bunlar, bu
İç gözlem, bunun yöntemi içinde önemli bir yer kitapta gereksinim duyduğumuz şeyler değiller.
almadığı gibi ondan elde edilecek verilerin bi­ Zil ve et tozunun birlikte sunulma sıklıkları art­
limsel değeri, bilinçli yorumlamalara dayanma­ tıkça, zilin neden olduğu salya tepkisinin sayı­
dıkları için tartışmalıdır (s. 158). sı da artacaktır. Daha sonraları et tozunun zil
Watson iç gözlemin yerine koyacağı yöntem sesini izlemediği koşulda KŞLT’de ortaya çıkan
arayışında, hayvanlarda öğrenmeyi araştıran duruma sönme denir, salya tepkisi giderek sey­
psikologların kullandıkları deneysel işlemlere rekleşir ve KŞLT sonunda kaybolur.
dikkatini yöneltmiştir. Onun bu çabaları, düşün­ Rus psikolog ve Nobel adayı Ivan P. Pavlov klasik koşullamada
me veya zihnin yapısına odaklaşan yapısalcılı­ geniş araştırma ve kuramdan sorumludur. Etkisi Rus
psikolojisinde hâlâ çok güçlüdür.
ğın yerini öğrenme veya davranışçılığın alması­
na zemin hazırlamıştır. Psikolojinin görevi artık,
hangi uyarıcıların gözle görülebilir hangi tepki
ve davranışları başlatabileceğini ortaya çıkar­
mak olmuştur. Bu nesnel uyarıcı-tepki bilgisi ile
insan davranışının hem yordayabileceği hem
de kontrol edilebileceği ümit edilmekteydi. Dav-
ranışçılık, doğrudan gözle görülemez zihinsel
süreçler yerine, gözle görülebilir davranışların
incelenmesine odaklaşan yaklaşım olarak ta­
nımlanabilir. Biz, burada, psikologların en sık­
42 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

basmaya başlamışlardır. Bu gözlemlerinin etki­


zil (KŞLU) salya yok
Başlangıç siyle Thorndike, ileride çok önemli olacak olan
durumu et tozu(KŞZU) salya (KŞZU)
ilkeyi, etki yasası ilkesini formüle etmiştir. Buna
(a)
göre bir davranışın neden olduğu sonuçlar eğer
zaman organizmaya doyum veriyorsa, o davranışın
tekrarlanma olasılığı yüksek olacaktır. Eğer
zil (KŞLU)
Öğrenme davranışın neden olduğu sonuçlar organizma
denemesi
üzerinde nahoş etkiler yaratıyorsa, o davranışın
et tozu(KŞZU)
tekrarlanma olasılığı ve sıklığı azalacaktır. Böy­
lelikle tepki veya davranış bir takım sonuçlara
(b)
vasıta olmakta ve kendi kendisinin tekrarlanma­
Koşullamanın
sını ya cesaretlendirmekte ya da bunun aksine
salya (KŞLT)
sağlanması zil (KŞLU)
yol açmaktadır. Önceleri bu, davranışın birta­
(c) kım sonuçlara neden olmasına odaklı öğrenme
Şekil 2.3 Klasik koşullama süreci: a) öğrenme öncesi et tozu şekline vasıtalı (araçsal/enstrümantal) öğrenme
(KŞZU) salya tepkisine neden olur (KŞZT): ancak zil (KŞLU)
bunu yapmaz (salyaya neden olmaz). b) öğrenme denemeleri,
denmiştir.
KŞLU’nun, KŞZU taralından izlenerek sunulmasını içerir. Aşağı yukarı 60 yıl kadar önce B. F. Skin­
c) daha önce nötr olan zilin salyaya neden olmasıyla (KŞLT) ner (1904-1990) aynı öğrenme şekline edimsel
klasik koşullama gerçekleşir.
(operant) koşullama demiştir. Çünkü davranış
Klasik koşullamanın patolojik korkuyu bile çevre üzerinde etki yaratmaktadır. Etki yasasını,
ortaya çıkardığı anlaşılmıştır. John Watson ve uyarıcı-davranış bağlantılarına odaklaşmaktan,
Rosalie Rayner (1920) tarafından yapılan etik tepki veya davranışlar ve sonuçları (izleyenle­
açıdan soru işaretleri taşıyan meşhur bir deney ri) arasındaki ilişkiyi çevirerek yeniden formüle
vardır. Küçük Albert adında 11 aylık bir bebe­ etmiştir. Bu ayırım biraz karışıktır. Skinner uya­
ğe bir beyaz fare gösterirler. Başlangıçta Albert rıcıların neden oldukları tepkilerle aralarında
fareden hiç korkmadığı gibi onunla oyun oyna­ her zaman bir ilişki kurulmadığını; tepki veya
mak istemiştir. Çocuk ne zaman fareye uzansa davranış eğer geçmişte pekiştirilmişse bir ilişki
deneyci, Albert’ın başının arkasında bir yerde kurulduğunu savunmuştur. Uyarıcı hemen her
onu çok korkutan (KŞZT) yüksek bir ses çıka­ zaman bir davranışın ortaya çıkmasına fırsat
rır (KŞZU). Buna benzer beş yaşantıdan son­ verse de o davranışın yapılma olasılığının art­
ra Albert, çelik çubuğa vuruş sesi olmadan da masını sağlamaz. Skinner’a göre bunu sağlaya­
sadece beyaz fareyi gördüğü anda korkmaya cak olan yapılan davranış veya tepkinin neden
(KŞLT) başlar. İlk başta yüksek sesle eşleşen olduğu sonuç, yani izleyenlerdir. Bu bağlamda
korku, daha önce nötr uyarıcı konumundaki be­ Skinner, ayırdedici uyarıcı kavramını ortaya
yaz fare (artık KŞLU) tarafından ortaya çıkartılır atmıştır. Ayırdedici uyarıcı, organizmaya, belirli
hale gelmiştir. Bu çalışma klasik koşullanma ile bir davranışı yaptığı takdirde onu belli bir so­
belirli duygusal bozuklukların (burada fobi) ge­ nucun izleyeceği mesajını veren dışsal olayları
liştirilmesi arasında bir ilişki olabileceği ihtimali­ tanımlar.
ni ortaya koymaktadır. B. F. Skinner edimsel davranışın çalışılmasından ve bu
yaklaşımın eğitim, psikoterapi ve bir bütün olarak topluma
yaygınlaştırılmasından sorumluydu.
EDİMSEL KOŞULLAMA
İkinci başlıca öğrenme tipi 1890’larda Edward
Thorndike’ın (1874-1949) çalışmalarıyla baş­
lar. Pavlov’un yaptığı gibi uyarıcılar arasındaki
ilişkiyi keşfetmeye çalışmak yerine davranışı
izleyenlerin davranış üzerindeki etkisi ile ilgi­
lenmekteydi. Kafese kapatılan sokak kedilerinin
kaçmaya çalışırlarken oraya buraya çarptıkları
sırada kapı mandalına da çarparak kafesten
kaçtıklarını gözlemlemiştir. Tekrar tekrar ka­
feslere kapatılan kediler, artık kafeslere konar
konmaz hemen ve kasıtlı olarak kapı mandalına
ÖĞRENME PARADİGMALARI 43
√√

Etki yasasının yeni adı pekiştirme ilkesi ol­


muş ve Skinner iki ayrı pekiştirme tipi önermiştir.
Olumlu pekiştirme, bir tepki veya davranışın
ardından olumlu pekiştirici denen hoş bir olayın
sunulması, gerçekleşmesi sonucunda, davranı­
şın yapılması olasılığının artması, güçlenmesi­
dir. Örneğin, susuzluk çeken bir güvercin suya
kavuşması ile sonuçlanan davranışları (operant-
vasıtalı davranış) tekrarlayarak yapar. Olumsuz
pekiştirme de bir tepki veya davranışı güçlen­
dirir, fakat bu davranışın sonucunda yer alan
olumsuz, itici olayın kaldırılması ile gerçekleşir
(örn., elektrik şokunun kesilmesi gibi). Skinner
bu tür izleyenlere olumsuz pekiştireç adını ve­
rir. Güvercinlerle yaptığı deneysel çalışmalarını
karmaşık insan davranışlarına genelleyen Skin­ Çocuklarda saldırgan davranışlar sıklıkla ödüllendirilir. Bu
da onların gelecekte ortaya çıkma veya yapılma olasılıklarını
ner (Walden Two adlı ütopik romanında, orta­ arttırır.
ya attığı pekiştirme ilkeleri tarafından yönetilen
ideal bir toplumu anlatır), seçme özgürlüğünün psikolojinin, doğrudan gözlenebilir uyarıcı ve
masal olduğunu ve tüm tepki ve davranışların, tepkilerle, pekiştirmenin etkilerine odaklanması
sosyal çevrede mevcut pekiştiriciler tarafından gerektiğine inanmaktadır. Bu görüşü savunan
belirlendiğini savunur. Skinner (1953) ve Skin­ psikologlar, insan oldukları için de, içsel ve duy­
ner taraftarlarının, akıl hocaları Watson gibi, gusal yaşantıları inkâr etmemektedirler. Ancak
hedefi davranışın yordanması ve kontrolüdür. araştırmacıların, onları, davranış bilimi geliştir­
Bu deneyciler, davranışın gözlenebilen tepkiler mede başroldeki malzemeler olarak kullanma­
ve pekiştirme doğrultusunda analizi ile belli bir larına engel olmaya çalışırlar.
davranışın ne zaman ortaya çıkacağını sapta­ Tipik bir edimsel koşullama deneyinde aç
mayı umut ederler. Böylece toplanan bilginin, bir fare, Skinner kutusu denen, içinde bir levye
davranışın nasıl öğrenildiği, sürdürüldüğü, de­ olan kutuya konur. Fare bu yeni çevreyi keşfe­
ğiştiği ve ortadan kalktığının açıklığa kavuştu­ derken tesadüfen levyenin yakınına gelecek­
rulmasında yardımcı olması mümkün olacaktır. tir. Bu arada deneyci, levyenin yanına konmuş
Skinnerci yaklaşımda soyut terim ve kavram­ olan kaba yem bırakır. Bunun gibi birkaç ödül
lardan kaçınılır. Örneğin, Skinnerci yayımlarda sonrası hayvan levyenin yanında daha çok za­
gereksinim, güdü/güdülenme ya da arzu vb gibi man geçirmeye başlayacaktır. Ancak şimdi artık
kavramlara rastlanmaz. Skinner insan davranı­ deneyci ödül ölçütünü daha düzenli hale getirir -
şını en yeterli bir biçimde tanımlayabilmek için hayvan artık levyeye gerçekten bilerek basma­
Skinner kutusu bir tepki veya davranışın ödüle bağlı olarak lıdır. Böylece istenen edimsel davranış, levyeye
nasıl biçimlendiğini gösteren edimsel koşulluma deneylerinde basma, biçimlendirme yoluyla kazanılmış olur.
kullanılır.
Biçimlendirmede, istenen tepki veya davranı­
şa her seferinde daha çok benzeyen tepki ve
davranışların kademeli yaklaşımlar şeklinde
ödüllendirilmesi yer alır. Yemi getiren ölçüt olur
olmaz levyeye basmaların sayısı artar. Levye­
ye bastığı halde yemin artık gelmemesi ise bu
davranışın yapılma sıklığının azalmasına veya
sönmesine neden olur.
Edimsel koşullamanın anormalliğe nasıl uy­
gulanabileceğine bir örnek olarak davranım
bozukluğunda anahtar bir özellik olan saldır­
gan davranış sıklığını ele alalım. Saldırganlık,
oyun sırasında bir çocuğun diğerini oyuncağını
kaptırmamak için dövmesi ile ödüllenir. Burada
44 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

pekiştirici oyuncaktır. İstemeden de olsa, ebe­


veynler çocuklarının, gayelerine ulaşmak için KŞZU (şok)
kendilerine yönelttikleri ısrarlı zorlayıcı davra­ İçsel
nışlara boyun eğerek saldırganlığı pekiştirmiş acı-korku
İzleyen tepkisi
olurlar. Örneğin, televizyon seyretmek için geç eşleşmelerle Şiddetli korku
saatlere kadar yatmaması. Yeter ki sesini kes­ bağlanmış tepkisi bir uyarıcı
ya da dürtü gibi
sin diye buna izin vermek, çocuğun amaca ulaş­ hareket eder
Açık
mak için belki de tepine tepine bağırıp ağlama, KŞLU (zil) kaçınma
oraya buraya bir şeyler fırlatma davranışını o tepkisi

an için keser ama saldırgan olan bu davranışın


ileriye dönük olarak kullanılma olasılığını arttırır, Şekil 2.4 Mowrer’in kaçınma öğrenmesine ait dökümün şematik
sunumu. Kırık çizgi deneğin zil sesinden korkmayı öğrenmesini,
çünkü pekiştirilmiştir. düz çizgi ise deneğin şoktan kaçınmayı öğrenmesini gösterir.

MODEL ALMA doğrudan başlatmamakta; daha çok birtakım


Gerçek yaşamda pekiştiriciler olmadan da araya girici (mediator) süreçlerle bunu yap­
öğrenme olmaktadır. Başkalarını izleyerek ve maktadır. Bu aracılara örnek olarak korku ya da
taklit ederek öğreniriz. Bu sürece model alma düşünme verilebilir. Aracı, içsel bir tepki olarak
denir. Deneysel çalışmalar belirli davranışların düşünülür. Aracı öğrenme kuramcıları kendileri­
kazanılmasında o davranışı yapan birini göz­ ni davranışçılıktan boşamadan, belirli durumlar­
lemenin rol oynadığını göstermiştir (örn., pay­ da gözlenenlerin ötesine bakmanın önemine ve
laşma, saldırganlık, korku gibi). Bandura ve doğruluğuna işaret etmişlerdir.
Menlove (1968) çocuklarda köpek korkusunu O. Hobart Mowrer (1939) ve Neal Miller
azaltmak için model alma yoluyla tedavi yön­ (1948)’ın geliştirdikleri kaygının aracı öğrenme­
temini kullanmışlardır. Önceleri köpeklerden ye dayalı analizine bakalım. Tipik bir deneyde
çok korkan çocuklar, bir köpekle hiçbir korku nötr bir uyarıcı olarak zil sesi sunulduğu sıra­
belirtisi göstermeden rahatça oynayan bir mo­ da farelere tekrar tekrar elektrik şoku verilir.
deli izledikten sonra, kararlı bir şekilde köpeğe Şok (KŞZU), acı, korku ve kaçma gibi KŞZT’ye
yaklaşmak, onu tutmak isteğinde bulunmuşlar­ neden olur. Üst üste eşlemeden sonra, işin
dır. Buna benzer olarak model alma anormal doğalında şoka bağlı olarak ortaya çıkan kor­
davranışların kazanılmasını da açıklayabilir. kunun artık zil sesine çıktığı görülür. Sonunda
Fobileri veya madde kötüye kullanım bozukluğu şok tümüyle verilmez olur ve hayvan hâlâ daha
olan anne-babaların çocukları benzer davranış önce nötr uyarıcı olan zil sesine (KŞLU) korku
örüntülerini, kısmen, onları gözlemek yoluyla tepkisini göstermeyi sürdürür. Buna ek olarak,
geliştirebilirler. KŞLU’dan kaçınmak için farenin yeni tepkiler
öğrenebildiği de gösterilmiştir (örn; Miller, 1948).
ARACI ÖĞRENME PARADİGMALARI Bu, hayvanların zararsız bir olaydan kaçınmayı
Öğrenme paradigmaları arasında model öğrenmeleri bulgusunun nasıl kavramsallaşa­
alma, öğrenme ve davranışta aracının rolünün cağı sorusunu da beraberinde getirmiştir. Mow­
önemini açıkça görmemize yardımcı olur. Tipik rer (1947) ve başkaları da böyle bir durumda,
bir model alma deneyinde neler olduğuna bir tipik bir kaçınma koşullaması deneyi, yani öğ­
bakalım. Kişi bir başkasını bir şey yaparken iz­ renmenin iki parçası yer almaktadır (Şekil 2.4):
liyor ve hemen kendi davranışında bir değişme (1) hayvan klasik koşullama yoluyla KŞLU’dan
oluyor. Öğrenmenin olması için açık bir davranı­ korkmayı öğrenmiştir ve (2) hayvan edimsel ko­
şın yapılması gerekmediği gibi, gözleyen kişinin şullama yoluyla KŞLU’dan kendisini kurtarmak
pekiştirilmesi de gerekmemektedir. Bir şeyler, ve dolayısıyla araya giren korku tepkisini azalt­
kişi gözle görülür bir davranışı yapmadan önce mak için açık bir davranış öğrenmiştir. Bu, iki-
sanki öğrenilmiştir. Buna benzer sonuçlar, 1930 faktör kuramı olarak bilinir.
ve 1940’lı yılların öğrenme kuramcılarını, açık Bu kuramsal görüşün başlıca özellikleri şun­
öğrenmenin açıklanmasında çeşitli aracıların lardır: korku veya kaygı, her ikisinin de gözle­
rol aldığı çıkarımına yöneltmiştir. nebilen tepkilerin öğrenilmeleri gibi öğrenilebi­
Çok genel anlamda öğrenmenin aracı ku- len içsel tepkiler oldukları ve yine her ikisinin
ramına göre açık davranışı çevresel bir uyarıcı de kaçınma davranışını güdüleyebilecek içsel
ÖĞRENME PARADİGMALARI 45
√√

dürtü oldukları düşünülebilir. Örneğin, eğer biz Korku ve düşünce gibi gözlenemeyen süreçler,
tekrarlayan gözlenebilir bir davranışın pekiştiril­ gözlenebilen davranışlara bağlanmalıdır.
mesinin bu davranışın sönmesine yol açacağını Öğrenme yaklaşımlarının bu ve diğer özel­
biliyorsak hatırlatılan bir korku tepkisinin ardın­ liklerinin sapkın davranış üzerinde avantajlı ol­
dan beklendik acı veya ceza verilmezse, engel­ duklarını kabul etsek de anormal davranışın öğ­
lenirse, korku tepkisinin de azalacağını yorda­ renme paradigması biyolojik paradigma ile aynı
yabiliriz. Bu anlamsız bir tahmin veya yordama durumdadır. Tıpkı birçok biyolojik işlev bozuk­
değildir. İleride belirtildiği gibi böyle bir muha­ luğunun açıklığa kavuşturulamaması gibi anor­
kemeye dayanarak gerçekleştirilen tedaviler malliğe götüren belli başlı öğrenme yaşantıları
birçok mantıksız korkunun azalmasına hatta da ikna edici bir düzeyde henüz saptanamamış­
ortadan kalkmasına yardım etmiştir. tır. Depresyonun belli bir pekiştirme tarihçesin­
den kaynaklandığını göstermenin ne kadar zor
ÖĞRENME PARADİGMALARININ olacağını bir düşünün. Kişi uzun yıllar boyun­
DEĞERLENDİRİLMESİ ca sürekli gözlenecek, bu arada davranışları
ve yer alan pekiştirmeler kaydedilecek. Bu pek
Öğrenme bakış açısı, biyolojik etkenlerin gerçekçi gözükmemektedir. Eğer kendi doğal
önemini en aza indirirken; davranışı uygun­ ebeveynleri tarafından büyütülen ve yetiştirilen
suzlaştırabilen veya anormalleştirebilecek öğ­ tek yumurta ikizleri ileriki yaşamlarında şizofre­
renme süreçlerinin aydınlatılmasına odaklaşır. ni hastası olurlarsa, öğrenmeci görüşe sahip bir
Kitabın 1. Bölümü’nde Langer ve Abelson’un klinisyenin bu ikizlerin aşağı yukarı aynı pekiş­
çalışmalarında da gördüğümüz gibi, bu para­ tirme tarihçelerinin olduğunu ileri sürmesi bek­
digma, normal ve anormal davranış arasındaki lenebilir. Oysa aynı evde büyüyen ayrı yumurta
boşluğu kapatır, çünkü her iki davranış da aynı ikizlerinden yalnızca bir tanesi şizofreni gelişti­
genel çalışma çerçevesi içinde ele alınır. Böyle­ rirse, buna getirilebilecek öğrenmeci açıklama
likle genel deneysel psikoloji ile anormal psiko­ ise pekiştirme tarihçelerinin farklı olduğu şek­
loji arasında köprü kurulmuş olur. linde olacaktır. Buna benzer açıklamalar bazı
Öğrenmeci görüşün psikopatolojide uygu­ bilinç dışı süreçlere ait psikanalitik çıkarsamalar
lanmasının çok önemli bir yararı, gözlem yön­ kadar dayanıksız gözükmektedir.
temine dakikliğin gelmesi ve artması olmuştur. Her ne kadar anormal davranışa, öğrenme­
Uyarıcılar doğru bir şekilde gözlenmeli ve kon­ ye dayalı açıklamaların getirilmesi, birçok yeni
trol edilmelidir. Tepkilerin büyüklüğü, hızları ve tedavi yönteminin gelişmesine yol açtıysa da
gecikmeleri - ne kadar çabuk yapıldıkları - ölçü­ (davranışçı tedavi kısmında göreceğiz), öğ­
lür ve kaydedilir. Uyarıcılar, tepkiler ve sonuçları renme ilkelerine dayalı bir tedavinin davranı­
arasındaki ilişkiler hakkında dikkatli notlar alınır. şın değiştirilmesinde etkili olması, o davranışın
Gevşeme eğitimi sistematik duyarsızlaşmanın ilk adımıdır. mutlaka benzer şekilde öğrenilmiş olduğunu
Gevşemeyi öğrenen danışanlar, kaygı basamaklarındaki yaşantı
sahnelerini hayallerinde canlandırmaya başlarlar.
göstermez. Örneğin, eğer depresyondaki bir
kişinin duygu durumu artan hareketliliğine bağ­
lı olarak sağlanan ödüllerle kalkındırılırsa, bu,
depresyon ve apatinin, daha önce ödüllerin ol­
mamasından kaynaklandığını gösteren bir kanıt
sayılamaz (Rimland, 1964).

DAVRANIŞÇI TERAPİ
Davranışçı terapi, bilinç dışı çatışmaların
açığa çıkarılmasının değil, belirli davranışla­
rın değiştirilmesi üzerinde odaklaşır. Öğrenme
paradigmasına dayanan çeşitli terapi teknikleri
geliştirilmiştir. Davranış terapisi ve davranış
değiştirme terimleri, bu teknikler için geçerlidir;
çünkü bunlar, önceleri deneysel olarak sınan­
mış öğrenme yasalarına dayanarak davranışçı­
lar tarafından formüle edilmişlerdir.
46 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

zamanlarda bu yetersizlik hali aşırı gerginlikle kendini


gösteriyormuş. Onu görmeye başladığımızda, genel an-
Orjinal
durum U ortaya çıkarır
T1 lamda ve özellikle posta dağıtımına dair değerlendirilerek
eleştirilmekten duyduğu korkudan bitkin haldeydi. Bunun
bir sonucu olarak günlük yaşamı her gün biraz daha ciddi
boyutta kısıtlanıyordu. Zeki biri olmasına karşın ona kişi-
sel doyum sağlamayacak bir işe razı olmuştu.
Terapist Gerçekçi olmayan korkularının azaltılmasının yarar-
müdahalesinden
sonra
U ortaya çıkarır
T2 lı olacağını kabul eden danışana, birkaç seans boyunca
rahat bir koltukta, gövdesinin tüm kaslarını gevşetmesi
öğretildi. Daha sonra onun için kaygı doğuran sahneleri
Şekil 2.5 Karşıt koşullamanın şematik çizimi. Bir uyarıcıya (U) veya yaşantıları içeren bir liste oluşturuldu.
verilen orijinal tepki (T1), aynı uyarıcıya yeni bir tepki (T2) Amirine “Günaydın” diyorsun. Postanedeki posta da-
ortaya çıkarılarak yok edilir. ğıtım kutusunun önünde duruyorsun ve denetleyici sana
neden bu kadar yavaş olduğunu soruyor. Daha yolun ya-
Öğrenme paradigması, davranışın öğren­ rısındasın ve saat çoktan öğleden sonra iki olmuş. Bayan
menin bir sonucu olduğunu varsaydığından, Mackenzie’nin postalarını teslim ederken o, kapıya çıkıp
tedaviyi, yeni ve daha uygun tepkilerin yeniden çok geç kalmış olmandan yakınıyor. Karın eve yanlış ek-
öğrenilmesini kapsar. Karşıt koşullama, belirli mek getirmenden dolayı seni eleştiriyor. Köprü geçiş gi-
bir uyarıcıya karşı yeni bir tepkinin çıkarılması şesindeki memur, sen ceplerinde bozuk para ararken sa-
bırsızlanmaya başlıyor.
ile gerçekleşen bir yeniden öğrenmedir. Belli bir
Bunlar ve daha başka sahnelerin en az korku uyan-
uyarıcıya (U1) verilen tepki (T1), yeni bir tepki­ dırandan en çok korku uyandırana doğru derecelendi-
nin (T2) - aynı uyarıcının ortamda mevcut oldu­ rilmesiyle bir kaygı basamakları geliştirildi. Sistematik
ğu sırada - çıkarılması ile (Şekil 2.5’te görüldü­ duyarsızlaştırmaya, danışanın kendisine öğretildiği gibi
ğü gibi) ortadan kaldırılabilir. Örneğin, eğer bir derin bir gevşemeye girmesinden sonra başlandı. Daha
çocuk zararsız bir hayvandan (U) korkuyorsa sonra olabildiğince gevşeklik halini koruyarak en kolay
(T1), terapist hayvanın olduğu ortamda çocuk­ (en az kaygı doğuran) maddeden başlanarak yukarıya
ta oyun tepkisini (T2) çıkarmaya çalışabilir. Bu (daha çok kaygı doğuran) doğru tek tek çıkıldı. Bu süreç-
te danışanın hayalinde canlandırması istenen sahnelerin
karşıt koşullama ya da başkasının yerine geçen
her biri artık hiçbir kaygı uyandırmayacak düzeye gelene
tepki (T2), T1’i bertaraf edebilir. dek tekrarlandı ve uygulama bu şekilde sürdürüldü. On
Karşıt koşullama ilkesi Joseph Wolpe (1958) seanstan sonra danışan, kendisinde en çok kaygı uyan-
tarafından geliştirilen ve çok yaygın olarak kul­ dıran bir sahneyi dahi artık hiç sıkılmadan karşılayabilir
lanılan sistematik duyarsızlaştırma adlı dav­ hale gelmişti. Bu durum yavaş yavaş gerçek yaşamına da
ranışçı terapi tekniğinin dayandığı ilkedir. Kaygı geçerek etkisini gösterdi.
bozukluğundan yakınan bir kişi, terapisti ile iş­
birliği içinde çalışarak kaygıyı veya kaygı duy­ Diğer bir davranışçı teknik de atılganlık eği-
duğu durumları bir araya getirerek, en az kaygı timidir. Bu teknikte insanlara ilişkilerinde veya
doğurandan en çok kaygı doğurana doğru onla­ başkalarının yanında olumlu ve olumsuz duygu
rı hiyerarşik bir sıraya sokar. Bu çalışma boyun­ ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri öğretilir
ca bir yandan da kişiye derin gevşeme öğretilir. ve insanlar bu yönde cesaretlendirilir. İtici uya-
Kişi gevşemeye geçtiğinde adım adım derece­ rıcılarla koşullamada, danışan veya hasta için
lendirilmiş ve sıralanmış olan kaygı doğurucu çekici olan bir uyaranın, parmak uçlarına ve­
durumları hayalinde canlandırmaya çalışır. Kor­ rilen şok gibi bir itici uyaranla eşlenerek diğer
kan ya da fobik olan kişi, terapi seansları ilerle­ uyarana verdiği tepkinin sönmesi sağlanmaya
dikçe daha çok korku veya kaygı içeren durum­ çalışılır. İtici uyarıcılarla koşullama teknikleri,
ları artan bir toleransla karşılayabilir. Sistematik biraz tartışmalı da olsa, daha çok bazı zararlı
duyarsızlaştırma tekniği çeşitli korku tepkileri­ alışkanlıkların ortadan kaldırılmasında (sigara
nin1 giderilmesine çok yararlıdır. içme, madde bağımlılığı ya da toplumsal tepkiyi
çekebilecek kadın iç çamaşırlarına düşkünlük
Bize başvuran 35 yaşındaki postacı, 16 yıl önce kendi- gibi...) nesne bağımlılığı içeren fetiş davranışla­
sini epey ketleyen eleştirilme korkusundan dolayı üniver- rın tedavisinde kullanılırlar.
siteyi bırakmış. Sıkıntılarının erken dönemlerinde sınav-
Edimsel koşullamadan çeşitli davranışçı iş­
larla karşılaştığında ve sınıfta konuşmak zorunda olduğu
lemler üretilmiştir. Örneğin, sınıfta uygunsuz
Atıfta bulunulmayan bunun gibi vaka raporları bizim kendi klinik dosyalarımızdan davranan çocuklara sosyal anlamda onaylana­
1

alınmıştır. Kimlik belirleyici özelliklere ait bilgiler gizlilik hakkının korunması için
değiştirilmiştir. bilir davranışlar gösterdiklerinde ödül vermek;
BİLİŞSEL PARADİGMA 47
√√

ödüllenmeyen - yani dikkate alınmayan – olum­


suz davranışların ise bir süre sonra söndükleri
görülecektir. Bazı akıl hastaneleri ciddi rahat­
sızlığı olan hastalarını daha düzgün davranma­
ya teşvik etmek için simgesel ödül biriktirme
sistemini kurmuşlardır. Bu da bir tür edimsel ko­
şullamaya dayalı bir tedavidir. Ödül kazanmak,
bilet, para fişi gibi simgesel aracı malzemeler
edinmek için birtakım kesin kurallar geliştirilir.
Davranışlarına bağlı olarak kazandıkları fişlerini
daha önceden belirlenen düzenli zaman aralık­
larında gerçek ödüle/pekiştirece çevirirler. Ör­
neğin, daha rahat uyuma koşullarına kavuşmak
Simgesel ödül biriktirmede hastanın davranışlarındaki
için ya da kantine gidebilmek için vb. değişmeler, sonradan özgül pekiştiricilerle değiştirilebilir olan
Model alma da terapötik müdahalelerde plastik markalarla pekiştirilir.
kullanılmaktadır. Bandura, Blanchard ve Ritter
(1969), zehirsiz yılan fobisi olan hastalara, hem bombardımanına maruz kalırız. Bu aşırı yükü
gerçek hem de filme alınmış yılana yaklaşan, nasıl süzüyor ya da imgelere dönüştürüyor, hi­
ondan rahatsız olmayan insanların görüntüleri­ potezler kuruyor ve dışarıdaki bu şeyin algısı­
ni sunarak bu korkularının azalmasına yardımcı na ulaşıyoruz? Bilişsel kuramcılar, öğrenmenin
olmuşlardır. Bazı davranışçı terapistler de bu­ yeni uyarıcı-tepki bağlantılarının kurulmasından
nun benzerini rol oynama yöntemiyle görüşme daha karmaşık bir süreç olduğuna dikkati çeker­
odalarında uygulamışlardır. Hastalarına, kendi ler. Hatta klasik koşullama bile bilişsel psikolog­
davranışlarından daha etkili olabilecek değişik lar tarafından aktif bir süreç olarak kabul edilir;
davranış örüntülerini gösterirler. Hastalar kısa çünkü organizma, olaylar arasındaki ilişkileri bu
süre içinde bu yeni davranışları yaparak ve süreçte öğrenir (Rescorla, 1988). Dahası, biliş­
sonuçlarından memnun kalarak benimserler. sel psikologlar, öğrenen kişiyi, bir durumun aktif
Lazarus (1977) davranışsal tekrar işleminde yorumcusu olarak görürler. Zira öğrenen kişinin
hastaya bir durumun çeşitli ele alınış şekilleri­ geçmişe ait bilgisi şimdiki yaşantısı üzerinde
ni gösterir ve daha sonra terapi seanslarında aktif etkiler yapar ve bazı şeyleri empoze eder.
onları taklit etmesini ister. Örneğin, hocasın­ Dolayısıyla, geçmişten bugünkü yaşantıya yeni
dan dönem ödevi teslim tarihini uzatmasını
bir etkileşim, yeni bir yorum kapısı açılır. Öğ­
nasıl isteyeceğini bilemeyen bir öğrenciye, te­
renen kişi yeni bilgileri daha önce örgütlenmiş
rapist kendisi modellik yaparak istekte bulunan
olan bilgi ağı içine uygunluğu ölçüsünde yerleş­
- istenen sonuca götürücü uygunlukta davranışı
tirir; daha doğrusu yeni olanı eskiye uydurur. Bu
yapan - öğrenciyi oynar. Sonra da hastasının
örgütlü bilgiye şema denir (Neisser, 1976). Yeni
(öğrencinin) bu yeni davranışı aynı rol yapma
bilgi şemaya uyabilir; uymazsa öğrenen kişi şe­
durumu yaratılarak tekrarlamasını ister.
mayı yeniden örgütleyerek yeni bilgiyi almaya
uygun hale getirir. Bilişsel yaklaşım size bizim
BİLİŞSEL PARADİGMA
bilimsel paradigmalarla ilgili daha önce yaptığı­
Biliş; algılama, tanıma, kavrama, yargılama mız tartışmaları hatırlatabilir. Bilimsel paradig­
ve muhakeme gibi zihinsel süreçleri bir arada malar işlevsel yönleriyle bilişsel şemalara ben­
gruplayan bir terimdir. Bilişsel paradigma, in­ zerler, çünkü dış dünyaya ait yaşantılarımıza bir
sanların (hatta hayvanların da) yaşantılarını süzgeç görevi görürler.
nasıl yapılandırdıkları, onları nasıl anlamlan­ Çağdaş deneysel psikoloji biliş üzerinde çok
dırdıkları ve şimdiki yaşantılarını nasıl bellekte önemle durur. Aşağıdaki durum bir şemanın ya
saklanan geçmiş yaşantılarla ilişkilendirdikleri da bilişsel kurultunun, bilginin işlenmesini ve
üzerinde odaklaşır. hatırlanmasını, nasıl değiştirilebileceğini gös­
termektedir:
BİLİŞSEL KURAMIN TEMELLERİ Bir adam aynanın önünde durmakta ve saçını ta­
ramaktadır. Yüzünün her yanını iyi tıraş edip etmediğini
İçinde bulunduğumuz her an, her dakika, kontrol etmek için dikkatle gözden geçirdi ve sonra da
karşılık veremeyeceğimiz kadar çok uyarıcı muhafazakâr kravatını kararlaştırdığı gibi taktı. Kahvaltı­
48 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

da gazeteyi dikkatle inceledi ve kahvesini içtikten sonra sının olması, bize onun karamsar düşünceler
karısıyla yeni bir çamaşır makinesi alıp almayacaklarını içinde olduğunu söyler. Herkes de bilir ki böyle
tartıştı. Daha sonra bir kaç yere telefon etti. Evden ayrı­
bir düşünce örüntüsü zaten depresyon tanısının
lırken çocuklarının bu yaz da yine o özel kampa gitmek
isteyebilecekleri konusunu düşündü. Arabası çalışmayın­
içinde vardır. Bilişsel paradigmada farklı olan,
ca arabadan çıktı. Kapısını çarptı ve çok kızgın bir şekilde düşüncelere nedensel bir statü yüklemesidir.
otobüs durağına yürüdü. Şimdi işe geç kalabilirdi (Brans­ Yani düşüncelerin, bozukluğun başka özellikle­
ford & Johnson, 1973, s. 415). rine - örn, üzüntü - neden olmasıdır. Yanıtlan­
mamış olan soru, şemaların öncelikle nerden
Yukarıdaki kitaptan aktarma parçasını şimdi geldiğidir. Psikopatolojinin bilişsel açıklamaları,
tekrar okuyun, fakat “adam” sözcüğünün yeri­ bozukluğun şimdiki nedenleriyle ilgilenmeye
ne “işsiz” sözcüğünü koyun. Şimdi üçüncü kez daha çok odaklanarak geçmişteki olası neden­
okuyun; “adam” yerine “borsacıyı” koyun. Pasa­ ler üzerinde durmama eğilimindedir. Bunun so­
jı ne kadar farklı anladığınızı göreceksiniz. Bu nucu olarak zihinsel bozuklukların etiyolojisine
adamların gazetenin hangi kısımlarını okudu­ henüz bir açıklama getirememişlerdir.
ğunu kendinize sorun. Eğer bu soru bir anket
veya soru listesine konsaydı, işsiz adam için “iş BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
arama ilanları” ve borsacı için “ekonomi-para
Bilişsel paradigma, davranış terapisinde bü­
sayfaları” diye yanıtlardınız. Yukarıdaki pasaj,
yük ilgi gördü. Genel olarak konuşursak, biliş­
gazetenin hangi kısmının okunduğunu belirle­
sel yönelimli terapistler, hastalarının düşünce
mediğinden, yanıtlarınız yanlış olabilirdi. Ancak
süreçlerini, duygu ve davranışları etkilemek için
her bir durumda hata anlamlı ve yordanabilir bir
değiştirmeye çalışırlar.
hata olurdu.
Bilişsel terapi yaklaşımlarından başlıcası,
Bilişsel psikologlar yakın zamana kadar
en çok bilinen bilişsel terapistlerden biri olan
araştırmalarının bulgularının psikopatolojiye
Albert Ellis’in (1962) fikirlerinden yola çıkılarak
nasıl etki edeceğine veya etkili terapilerin geliş­
geliştirilmiştir. Albert Ellis uyumsuz duygu ve
tirilmesine nasıl yardımcı olacağına pek dikkat
davranışlara mantık dışı (irrasyonel) inançla-
etmemişlerdir. Oysa şimdilerde, anormalliğin
nedenlerinin ve yeni müdahale yöntemlerinin rın neden olduğunu savunmuştur. Buna göre,
aranmasında bilişsel açıklamalar daha çok insanlar yanlış varsayımlardan dolayı kendile­
gündeme gelmektedir. Örneğin depresyonla il­ rinden ve başkalarından aşırı beklentiler içine
gili yaygın görüşe göre depresyona neden olan girmektedirler. Yaptığı her şeyin her zaman mü­
suçlu, kişinin aşırı umutsuzluk duygularından kemmel olması gerektiğine inanan bir insan, bir
oluşan bilişsel şemasıdır. Depresyondaki birçok hata yaptığında kendisini berbat hisseder, “ben
kişi, ne yaparlarsa yapsınlar etraftakiler üze­ herkes tarafından sevilmeli ve onaylanmalıyım.”
rinde kayda değer bir etki bırakamadıklarına diye düşünen bir kadın, herkesi memnun etmek
inanabilirler. Onlara göre kaderleri artık onların adına sarf ettiği gayretten bitkin düşer. Akılcı
elinde değildir ve geleceklerinin kötü olacağına Duygusal Terapinin kurucusu olan Albert Ellis
dair beklenti geliştirirler. Eğer depresyon, umut­ ve taraftarları, hastalarına, bu tür varsayımlarını
suzluk duygusundan kaynaklanıyorsa, bu, bo­ sorgulamaları yönünde yardım ederek, onlar­
zukluğun nasıl tedavi edilebileceği hakkında da dan vazgeçmeleri ve yerlerine, “hiç bir zaman
bir fikir verebilecektir. hata yapmamak harika bir şey olsa da, bu be­
nim as/a hata yapmayacağım anlamına gelmez”
gibi düşünceleri geçirmelerini öğretirler.
BİLİŞSEL PARADİGMANIN
Diğer bir başı çeken bilişsel terapist, 10. ve
DEĞERLENDİRİLMESİ 18. Bölümlerde depresyonla ilgili kuramı ve
Zamanımızda psikologlar tarafından en çok araştırmalarını ayrıntısıyla inceleyeceğimiz Aa­
benimsenen paradigma, bilişsel paradigmadır. ron T. Beck’tir (1967, 1976). Beck’in bilişsel oda­
Ancak, bazı eleştirilere de değinmek gerekir. ğının, kişinin yaşantıyı nasıl çarpıttığı üzerinde
Dayandığı kavramlar (örn, şema) az çok kay­ olduğunu söylemek şimdilik yeterli olur. Birçok
gan kavramlar ve her zaman da çok iyi tanımla­ depresyonlu kişi, karmaşık bir olayın içinden,
namayan kavramlardır. Bunun da ötesinde psi­ yaşama dair kendi karamsar bakışını sürdür­
kopatolojiye ait açıklamaları da pek doyurucu mesini sağlayacak özellikleri seçerek çıkarır.
değildir. Depresyondaki kişinin olumsuz şema­ Örneğin, bir gün boyunca yaşanan tüm olumlu
ÖĞRENME PARADİGMALARI VE BİLİŞSEL PARADİGMALAR 49
√√

Bilişsel davranışçı terapist ve akılcı duygusal terapinin kurucusu Aaron Beck, depresyonun bilişsel kuramını ve depresyonlu
olan Albert Ellis, mantıksız inançların anormal davranışın kişilerin bilişsel yanlılıklarına yönelik bilişsel terapi yöntemi
üzerindeki rolüne odaklanmıştır. geliştirilmiştir.
şeyleri görmezlikten gelip olumsuzlar üzerinde ve davranışta iyileşmenin sağlanması için doğ­
dikkatin toplanması. Beck’in terapisi, hastala­ rudan bilişlerin değiştirilmesi üzerinde dururlar.
rı, kendileri hakkındaki kanaatlerini ve yaşam İşleri daha da karmaşık hale getiren, Ellis
olaylarını yorumlama biçimlerini değiştirmeleri ve arkadaşlarının ev ödevleri verme yöntemini
için ikna etmeye çalışır. Örneğin, depresyon­ önemsemeleridir. Ev ödevleri, hastaların, olum­
daki kişi terapi görüşmesinde kendisi için hiçbir suz düşünce alışkanlıklarından dolayı yapama­
şeyin, hiçbir şekilde doğru gitmediğine ait duy­ dıkları bir takım davranışları artık yapmaya baş­
gularını ifade ettiğinde, terapist hastaya, olayla­ lamalarını gerekli kılar. Hatta Ellis, terapisinin
ra bakarken nasıl lehine olan yönleri atladığını adını yeni baştan “akılcı duygusal davranışçı
gösteren karşıt örnekler sunar. terapi” olarak düzelterek bununla, açık davra­
nışların önemini özellikle vurgulamak istemiştir.
ÖĞRENME PARADİGMALARI VE Bilişsel davranışçı terapiyle özdeşleşen tera­
pistler, hem bilişsel hem de davranışçı düzeyde
BİLİŞSEL PARADİGMALAR
çalışırlar. Bilişsel kavramları kullanan ve sözel
yollardan inançları değiştirmeye çalışanların
Bilişsel bakış açısı, temelde öğrenme pa­
radigmasından ayrı ve farklı mıdır? Söyledik­ büyük çoğunluğu, aynı zamanda, davranışı
lerimizin çoğu öyle olduğunu gösteriyor. Fakat doğrudan değiştirmek için davranışçı işlemleri
büyümekte olan bilişsel terapi alanı bizi biraz de kullanırlar.
duraksatıyor; zira alanda çalışanlar bir yandan Bu husus, Beck ve Ellis gibi psikologlara ya­
inançlar, beklentiler, algılar ve tutumlar ara­ pılan atıflarda kullanılan terminolojiye de akse­
sındaki karmaşık etkileşimi; diğer yandan açık der. Onlar, bilişsel mi yoksa bilişsel davranışçı
davranışı çalışmaktadır. Örneğin, davranışı bi­ terapist midirler? Çoğunlukla bilişsel davranışçı
lişsel yönden değiştirme görüşünün önde gelen terimini kullanacağız çünkü bu terim hem tera­
ismi Albert Bandura (1977), değişik terapilerin pistin duygu ve davranışların temelinde bilişsel
insanların, kendine yeterlik (istenen, arzu­ nedenlerin olduğuna dair düşüncelerine; hem
lanan amaç ve hedeflere ulaşabileceğine dair de davranışçı terapiyi karakterize eden açık
inanç) duygularını arttırmak yoluyla gelişme ve davranışlara odaklaşıldığına işaret eder. Bu­
iyileşme kaydettiklerini ileri sürer. Fakat aynı nunla beraber, terapi kapsamına bir çok davra­
zamanda, kendine-yeterlik duygusunu geliştir­ nışçı görev veya işlem almasına karşın, Beck’in
menin en güçlü yolunun, davranışı, davranışçı bilişsel terapinin kurucusu olduğunun ve Ellis’in
tekniklerle değiştirmek olduğunu tartışır. Buna akılcı duygusal terapisinin de davranışçı terapi­
karşın, Ellis gibi terapistler, tartışma, ikna etme, den ayrı bir şey olduğunun okuyucu tarafından
Sokrat diyalogu gibi yollarla duygu, heyecanlar bilinmesi önemlidir.
50 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

BİR PARADİGMA EDİNMENİN biri tarafından yeterince açıklanamayacak ve


tedavi edilemeyecek kadar geniş bir çeşitliliğe
SONUÇLARI sahiptir. Psikologların en iyi paradigmanın han­
gisi olduğu üzerinde bir anlaşmaya varmamış
Belli bir paradigmayı benimseyen anormal
olmaları belki de hayırlı olmuştur. Paradigma­
davranış öğrencisi kaçınılmaz bir şekilde ne tür
lardan herhangi birinin ayırıcı üstünlüğünün
bilgi toplanacağı ve bunların nasıl yorumlanaca­
olduğuna çabuk ve kesin karar veremeyecek
ğı hakkında önceden karar vermiş olur. Böyle­
kadar az şey biliyoruz ve bu alanda daha faz­
ce başka olasılıkları göz ardı edebilir ve alanda
la çalışma yapılması gerekiyor. Eldeki bilgiye
gelişmelere yönelik çok daha doğru olabilecek
en akla yakın bakış açısının çoklu-nedensellik
açıklamaları atlayabilir. Bir davranışçı, sosyal
varsayımı olduğunu da sık sık göreceğiz. Belli
ödül kıtlığı nedeniyle şizofreninin en yaygın ola­
bir bozukluk pekâlâ biyolojik bir eksiklik ve çev­
rak alt düzeydeki topluluklarda görülebileceğini
resel etkenlerin etkileşimi dolayısıyla gelişebilir.
düşünmeye adaydır. Bu düşüncenin altındaki
Bundan sonra ele alacağımız görüş bu olacak.
sayıltı, normal gelişim için belli bir örüntü ve
miktarda pekiştirmenin gerekli olmasıdır. Biyo­
lojik yönelimli kuramcı bu davranışçıya, hemen, YATKINLIK-STRES:
yoksunluk içinde yaşayıp gelişen birçok insanın BÜTÜNLEŞTİRİCİ PARADİGMA
şizofren olmadığını hatırlatacaktır. Davranışçı,
hiç kuşkusuz, şizofren olmayanların bambaşka Daha önce tartıştıklarımızdan, daha genel
bir pekiştirme tarihçelerinin olduğu görüşüyle paradigma yatkınlık-stres paradigmasıdır. Bi­
karşılık verecektir. Biyolojik yönelimli kuramcı yolojik, psikolojik ve çevresel etkenleri birbirine
ise, olayları gözledikten sonra her zaman bir bağlar ve öğrenme, bilişsel ya da psikodinamik
şey ileri sürülebileceğini söyleyerek bunu yanıt­ gibi belirli bir düşünce akımı ile sınırlı değildir.
layacaktır. Bu paradigma, hastalığa yatkınlık, kalıtsal yat­
Biyolojik yönelimli kuramcımız, hem şizofre­ kınlık, ve çevresel ya da yaşamsal rahatsızlıklar
niye hem de zihinsel becerilerdeki eksikliğe ön - stres- arasındaki etkileşim üzerinde odaklaşır.
hazırlık oluşturan belirli bazı biyokimyasal et­ Yatkınlık en açık tanımıyla hastalığa ait yapısal
kenlerin, sosyal sınıf ve şizofreni arasındaki ko­ bir ön hazırlığın olmasıdır. Ancak bu terim, ki­
relasyonun sorumlusu olduklarını ileri sürebilir. şinin bir bozukluk geliştirme olasılığını arttıran
Davranışçı, biyolojik terapiste bu gibi etkenlerin herhangi bir veya bir takım özelliklerini kapsa­
henüz adları konacak şekilde bulunmadığını yacak şekilde genişletebilir. Örneğin, biyoloji
hatırlatmakla kesinlikle haklılığını kanıtlayacak­ alanında daha sonraki bölümlerde ele alınan bir
tır. Buna da biyolojik terapist çok doğru olarak, dizi sorunun temelinde genetik aktarıma bağlı
“evet, fakat onların olduğuna iddiaya giriyorum biyolojik yatkınlık olduğu ortaya çıkmaktadır.
ve eğer ben senin davranışçı paradigmanı be­ Yani, belli bir bozukluğa sahip yakın bir akra­
nimsersem, onları arayamam” diyecektir. Buna banın olması ve bu nedenle bir dereceye kadar
öğrenme kuramcısının vereceği kendini haklı onun genetik özelliklerini paylaşmak, kişinin o
çıkaran yanıt, “evet, fakat senin biyokimyasal bozukluğu geliştirme riskini arttırır. Bu genetik
etkenleri içeren varsayımın, şizofreninin olması yatkınlığın hali hazırda doğası tam bir netlikle
ya da olmamasından her koşulda sorumlu olma bilinmiyorsa da (örn, bir kişiyi diğerine kıyasla
olasılığı yüksek olan pekiştirme etkenlerini ara­ şizofreni geliştirmeye daha eğilimli kılan ne gibi
manı ve onları açık etmeni engelleyecektir” ola­ bir şeyin kalıtımla geçtiğini tam olarak bilmiyo­
caktır. ruz), biyolojik yatkınlığın birçok psikopatolojinin
Bu iki meslektaşımızın bir anlamda doğru önemli bir bileşeni olduğu açıktır.
diğer bir anlamda da yanlış olmaları heyecan Tekrar psikolojide yatkınlığa dönersek, biliş­
vericidir. Her ikisinin de bilgi üretimi için para­ sel kurulumdan daha önce söz etmiştik. Depres­
digmalar üzerinde çalışılması gerektiğini vurgu­ yonu olan kişide bazen gözlenen kronik umut­
laması doğrudur. Ancak, her bir sosyal bilimcinin suzluk duygusunun, depresyona yatkınlığın
ruhsal bozuklukların gelişiminde mutlaka tek ve kaynağı olduğu düşünülebilir. Ya da, psikodina­
aynı etkenin önemli rolünün olduğu varsayımı­ mik açıdan bakılırsa, belki de psikoseksüel ge­
na itibar etmemesinden dolayı üzülmemelidir. lişim dönemlerinin birinden geçerken yaşanan
Anormal davranış, mevcut paradigmaların hiç engellemelere bağlı başkalarına aşırı bağımlılık
YATKINLIK-STRES: BÜTÜNLEŞTİRİCİ PARADİGMA 51
√√

Strese yatkınlık paradigmasında bir stresör — stres etkeni —


hastalığa yatkınlığı harekete geçirir. Bu gibi stresörler, çok fazla
çalışma gerekliliği veya zorunluluğu gibi çok önemli olmayan,
küçük çaplı olanlardan; savaş sırasında bir kentte yaşamak gibi
felaket boyutlarına kadar uzanabilir.

duygusu da depresyonun kaynağı olabilir. Di­


ğer psikolojik yatkınlıklar arasında çoklu-kişilik bozukluğun mutlaka geliştirileceğine garanti de­
bozukluğuna yatkınlık oluşturabilecek kolayca ğildir. Strese yatkınlığın stres kısmı, yatkınlığın
hipnotize edilebilme ve yeme bozukluklarına yaşanan bir bozukluğa nasıl yol açtığını göste­
yatkınlığı oluşturabilecek aşırı şişmanlama kor­ rir. Bu bağlamda genel olarak stres ya biyolojik
kusu sayılabilir. ya da psikolojik olabilecek bazı hoş olmayan
Bu psikolojik yatkınlıklar, çeşitli nedenlerle veya zararlı uyarıcılardır2. Biyolojik stresörlere
ortaya çıkabilirler. Bazıları; örneğin hipnotize örnekler; doğum sırasında oksijen yoksunluğu
edilebilirlik, kısmen genetik temelli kişilik özellik­ ve çocuklukta kötü beslenmeyi kapsar, her iki­
leridir. Diğerleri, örneğin umutsuzluk duygusu, si de beynin işlevsel yapısının bozulmasına yol
aşırı ve acımasızca eleştiren ebeveynle geçiri­ açabilir. Psikolojik stresörler hem büyük trav­
len yaşantılardan kaynaklanabilir. Sosyokültürel matik olayları (örn., cinsel ya da fiziksel taciz,
etkiler de önemli rol oynar. Örneğin güzelliği ta­ eşin ölümü) ve hepimizin başına gelebilecek
nımlayan sosyal standartlar, şişmanlıktan aşırı daha yaşamın anlamına dair yaşantıları, olgu­
korkmaya ve de yeme bozukluklarının gelişme­ ları (örn., hedeflerimize ulaşamama) kapsar. Bu
sine yol açabilir. Strese yatkınlık paradigması çevresel olguları kapsayarak strese yatkınlık
bütünleştiricidir; çünkü yatkınlığın nedenleri­ modeli, tartışmış olduğumuz belli başlı paradig­
ne ilişkin hemen tüm ve değişik kaynakları ve maların ötesine geçmektedir.
bilgileri bir arada ele alır. İlerleyen bölümlerde Strese yatkınlık modelinin anahtar özelliği,
buraya kadar tartışmış olduğumuz belli baş­ hem yatkınlığın hem de stresin psikopatolojinin
lı paradigmalardan alınan kavramların değişik gelişmesinde gerekli olduklarıdır (bkz. Şekil 2.6).
bozukluklara farklı biçimlerde uygulanabilirlikle­ Örneğin bazı insanlar, onları şizofreni risk gru­
rinin olduğunu göreceğiz. Örneğin genetik kay­ buna sokan biyolojik yatkınlığı kalıtsal aktarımla
naklı biyolojik-yatkınlık, şizofrenide başlıca rolü almışlardır (bkz Bölüm 11), bu insanların belli
oynamaktadır. Bunun aksine, bilişsel yatkınlık miktarda bir stresle karşılaştıklarında, şizofreni
kaygı bozukluklarında ve depresyonda etkilidir. hastası olma olasılıkları yüksektir. Genetik ola­
Psikanalitik kavramlar da histeri kuramında öne rak düşük risk grubunda olan başkalarının ise
çıkarlar. Strese yatkınlık paradigması, birçok yaşamları ne kadar zorlu olursa olsun, şizofreni
kaynaktan kavramsal olarak yararlanmamıza geliştirme olasılıkları düşük olacaktır.
ve ele alınan bozukluk üzerinde az veya çok 2
Aslında stres, bir bireyin bir stres etkenine (stresör), yani strese neden olan
onları kullanabilmemize olanak vermektedir. çevresel olaya reaksiyonuna işaret eder. Bu nedenle bu paradigma yatkınlık-
Bir bozukluk için yatkınlığı baskılama, kişinin stres etkeni olarak adlandırılmalıdır ama biz önceki terimi yeğliyoruz, çünkü
psikopatologlar arasında yaygın kabul görmüştür. Bu ayrım Bölüm 8’ de daha
o bozukluğu geliştirme olasılığını arttırsa da, ayrıntılı tartışılacaktır.
52 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

a
Yüksek Yüksek yatkınlık Düşük yatkınlık Yüksek Yatkınlık
(Birey x) (Birey y)
olması
Psikopatoloji

Psikopatoloji
Yatkınlık
olmaması
Düşük Düşük
Düşük Stres Düzeyi Yüksek Düşük Stres Düzeyi Yüksek
(a) (b)

Şekil 2.6 Stres —yatkınlık modelinin üç anlatımı. (a) Büyük


miktarda yatkınlığı olan bir birey psikopatoloji geliştirmek
Yüksek
için yalnızca orta düzeyde strese gereksinim duyar, oysa az Fazla yüklenme
miktarda yatkınlığı olan bir bireyde yıkımın başlaması için
büyük miktarda stres gerekir, (b) Yatkınlık iki yönlüdür: yatkınlık Yatkınlık olması
olmaksızın stres düzeyinin etkisi yoktur. (c) Yatkınlık devamlıdır:
en azından minimum düzeyde yatkınlığı olan kişilerde stresin (azdan çoğa)
artması psikopatolojinin de artması demektir (Monroe &
Psikopatoloji

Simons, 1991’den sonra).

Yatkınlık- stres paradigmasının başlıca özel­ Minimal yüklenme

liği, psikopatolojinin herhangi ek bir etkenden


dolayı ortaya çıkmayacağıdır. Genetik yolla
geçen yatkınlık, bazı bozukluklar için gerçek­ Yatkınlık
olmaması
ten gerekli olabilir; fakat bozukluğa katkısı olan Düşük
çoklu etkenler ağında yerini alır. Bu etkenler, Düşük Yüksek
Stres Düzeyi
başka kişilik özellikleri için etkili olan, genetik (c)
aktarıma dayalı yatkınlıkları kapsayabilirler. Ki­
şiliği biçimlendiren, davranışsal yeterliliklerin ve parçalarından oluşan bir tasarım olarak ya da
başa çıkma stratejilerinin gelişmesine etki eden atomların bir araya gelmesi şeklinde tarif etme­
çocukluk yaşantıları; yetişkinlikte karşılaşılan miz gibi, iki ayrı düzeyde betimlemeyi aksettirir.
stresörler, kültürel etkiler ve sayısız başka et­
kenler.
En son olarak değişik paradigmaların tem­
KLİNİK BİR SORUNA
silcisi araştırmacıların elde ettikleri verilerin bu DEĞİŞİK BAKIŞ AÇILARIYLA
çerçevede birbiriyle uzlaşmaz olmadıklarını YAKLAŞMAK
belirtmeliyiz. Bir alana, örneğin nörokimyaya
odaklaşan araştırmacı için, başka bir alanda, Şimdi, bu kitabın başlangıcında yer alan
örneğin psikososyal etkenlerin rolü üzerinde posta memuru vakasını tekrar hatırlamak ya­
toplanan verilere duyarlı olmak, artan sıklıkta rarlı olacaktır. Elde edilen bilgiler, benimsenen
gözlenen bir tavırdır. Bu örnekte, biyokimyasal paradigmaya bağlı olarak bazı yorumlara açık­
bir dengesizliğe ön yatkınlığı veya hazırlığı ha­ tır. Eğer biyolojik bakış açısından yanaysanız,
rekete geçirecek strese gereksinim olduğu fark adamın değişen manik ve depresif durumlarına
edilmektedir. Paradigmalar arasındaki bazı fark­ ve babasının mustarip olduğu döngüsel değiş­
lılıklar da maddesel olmaktan çok sözeldir. Bir ken duygu durumuna dikkat edersiniz. Duygu
bilişsel kuramcı, uyumsuz bilişlerin depresyona durum bozukluklarında genetik etken varlığını
neden olduğunu ileri sürerken, biyoloji kuram­ öne süren araştırmaların (Bölüm 10’da gözden
cısı zeminde belirli nöral yolların aktivitesinden geçirilecek olan) belki farkındasınızdır. Adamın
söz edebilir. Bu iki pozisyon birbirine ters düş­ sorunları üzerinde çevresel katkıların rolünü yok
memektedir; ancak, tıpkı bizim bir masayı tahta sayamazsınız; fakat hipotezinizi kalıtımsal, bir
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİK YAKLAŞIM? UYGULAMA KUSURSUZ DEĞİL 53
√√

olasılık biyokimyasal aksaklığın, onu, stres al­ PSİKOTERAPİDE EKLEKTİK


tında kırılma noktasına getirdiği üzerinde kurar­
sınız. Yine de zor bir çocukluk ve ergenlik geçi­
YAKLAŞIM: UYGULAMA
ren herkes Ernest H.’nin sorunları gibi sorunları KUSURSUZ DEĞİL
geliştirmemektedir. Tedavi için manik-depres­
yonda gözlenen duygu durum dalgalanmaları­ Paradigmalar ve terapistlerin faaliyetleri hak­
nın büyüklüğünü azaltmada genellikle yardımcı kında son olarak bir şeyler söylemenin gereği
ilaç olarak lityum karbonatı önerebilirsiniz. vardır. Bizim tedavi yaklaşımlarını sunuşumuz­
Şimdi, sizin, insan davranışını pekiştirme dan onların birbirlerinden ayrı, örtüşmeyen te­
örüntüleriyle birlikte bilişsel değişkenler yoluy­ rapi öğretileri oldukları görünüşü çıkabilir. Bir
la çözümlemeye teşvik eden bilişsel davranışçı davranışçı terapistin, rüyasını anlatan hastasını
görüşe bağlı olduğunuzu farz edelim. Arkadaş­ hiçbir zaman dinlemeyeceği ya da bir psikana­
larıyla kıyaslandığında Ernest’ın pek elverişli listin asla hastaya atılganlık eğitimini önermeye­
koşullara sahip olmadan büyümüş olmasına ceği izlenimine kapılabilirsiniz. Bu varsayımlar
bağlanabilecek üniversitedeki utangaçlığına gerçeği yansıtmazlar. Terapistlerin çoğu eklek-
tisizmi onaylarlar ve çeşitli terapi yaklaşımları­
odaklaşabilirsiniz. Ekonomik güvencesizlik ve
na ait görüş ve teknikleri kullanırlar (Garfield &
zor yaşam koşulları onu eleştirilmeye ve red­
Kurtz, 1974).
dedilmeye karşı aşırı duyarlı yapmış olabilir.
Terapistler sık sık benimsedikleri kuramlar­
Dahası, kendini sosyal becerileri eksik olarak
la tümüyle tutarlı davranmazlar. Yıllarca danı­
algılarken eşini sıcak ve çekici bulur. Bu gibi
şanlarını sabır ve empati ile dinleyerek, onların
gerginliklerden kaçmak için alkole sarılır. Ancak
olaylara bakış açılarını anlamaya çalışmışlar­
bir insan olarak kendi değerine ait ısrarlı kuş­
dır. Bunun altında yatan sayıltı, bu anlamanın,
kularına eklenen aşırı içme, zaten gerilemeye
rahatsızlık veren davranışın değiştirilmesi için
yüz tutmuş olan evlilik ilişkisinde cinsel yönden
daha iyi bir programın planlanmasına yardımcı
aksamalara neden olmuş ve güveninin daha da
olacağıdır. Davranışçı kuramlar böyle bir işle­
azalmasına yol açmıştır. Bir davranışçı terapist
mi önermiyor, ancak klinik deneyim ve belki de
olarak bu durumda sistematik duyarsızlaştırma­
kendi insani duygularına dayanarak davranışçı
yı kullanabilirsiniz. Ernest’a derin gevşeme ve terapistler, empatik dinlemenin iyi ilişki kurmala­
başkaları tarafından değerlendirildiği durumları rına, danışanı gerçekten neyin rahatsız ettiğinin
içeren bir hiyerarşiyi hayalinde yaşaması öğre­ saptanmasına ve uygun bir terapi programının
tilir. Ya da akılcı duygusal terapide karar kıla­ yapılmasına yardımcı olduğunu fark etmişler­
bilir ve Ernest’ı her girişiminde evrensel onay dir. Bu doğrultuda Freud’un kendisinin de daha
almasının gerekli olmadığına ikna etmeye ça­ doğrudan yönlendirici olduğu ve şimdiki davra­
lışırsınız. Ya da Ernest’ın sosyal becerilerdeki nışı değiştirmeye çalıştığı - yazılarından buna
eksikliğine bakarak, çok az deneyim geçirdiği ait belirtiler pek çıkarılamasa da - söylenir.
sosyal durumlarda etkili olabilmeyi öğretmek Freud’un en eski vakalarından Elizabeth
için davranış tekrarı tekniğini seçebilirsiniz. Bu von R. vakasında, yazılarında salık verdiği pa­
stratejilerden birden fazlasını izleyebilirsiniz. sif ve uzak analist rolüne kendini sınırlamamış
Psikanalitik bakış açısı Ernest H.’ye başka olduğu bilinir. Her ne kadar bu hastada ulaştığı
bir açıklama getirir. İlk çocukluktaki olayların, başarıya - ölen kız kardeşinin kocasıyla evlen­
sonraki uyum örüntülerini etkilemeleri bakımın­ me arzusu başta olmak üzere - onu bastırılmış
dan çok önemli olduklarına inanarak, Ernest’ın istek ve arzuları hakkında bilinçlendirerek ulaş­
annesi için hala üzüldüğünü ve babasını onun tığını açıklıyorsa da, bunu çok aktif bir role gi­
erken ölümünden sorumlu tuttuğuna dair hipo­ rerek yaptığı bir gerçektir. Şöyle ki, hastasını,
tezinizi kurarsınız. Babaya olan güçlü kızgınlık, kız kardeşinin mezarını ziyaret etmesi ve çekici
öfke bastırılmıştır. Fakat Ernest, onu, onunla bulduğu bir erkeği görmesi için teşvik etmekle
özdeşim kuracak kadar yeterli ve kayda değer kalmamış; onun rızasıyla bir de ailesi ile etkile­
bir yetişkin olarak görememiştir. Tedavi olarak şime girerek onları kızlarıyla daha açık iletişim
Ernest’ın baskıladıklarını kaldırabilmesi ve açık­ kurmaları yönünde cesaretlendirmiştir; hatta so­
ça ve bilinçli olarak bu vakte kadar gömdüğü öf­ runlarının çözümlenmesinde yardımcı olmuştur.
kesini ele alabilmesi için rüya analizi ve serbest Terapi bittikten sonra hastasının gittiği bir dansa
çağrışım tekniklerini seçebilirsiniz. gidip onu izleyebilmek için kendisine davetiye
54 √√ BÖLÜM 2 - PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR

sağlamıştır. Bunu, hastası kendisine gelip yü­ dirler. Paul Wachtel gibi bazı çağdaş yazarlar,
rümekte güçlük çektiğini söylediği ve “hareketli analistlerin, davranışçı terapinin davranış psi­
bir dansı yaparken” bu yakınmasının geçtiğini kopatolojisini azaltmak için bir şeyler sunabildi­
görmek ve göstermek için yapmıştır. Psikana­ ğini açıkça belirterek, davranış terapi teknikleri­
litik uygulamadan ayrılan bu ekstra katılım da ni kullanmalarını önermiştir.
aslında Freud’un ofisindeki divanda uzanarak Tedavi karmaşık ve insanla ilgili bir süreçtir
sürdürülen terapötik müdahalenin bir parçasıdır ve bunlar ağırlığı olan konulardır. Bu kitabın son
(Yalom’dan, 1980). bölümü, bu konulara hak ettikleri ve gereksin­
Bugün psikanalistler özellikle açık davranış­ dikleri önemi vermektedir. Bununla birlikte oku­
lara ve semptomlardan kurtulmaya, analitik ku­ yucu, psikoterapinin gerçeklerini ve zorluklarını
ramın erken yıllara ait yapı ve uygulamasında iyi değerlendirebilmek için daha başlangıçta bu
önerilmeyen şekilde daha çok önem vermekte­ karmaşıklığın bilincinde olmalıdır.

ÖZET
Günümüzde psikopatoloji ve terapi çalışmalarında birkaç önemli bakış açısı veya paradigma ge­
çerlidir. Biyolojik paradigma psikopatolojinin organik bir eksiklik veya bozukluktan kaynaklandığını
varsayar. Bu bakış açısı ile ilgili daha önce yapılan tartışmalar, giderek tıbbi veya hastalık modelinin
lehinde ve aleyhinde tartışmalara dönüşmüştür. Psikopatolojinin biyolojik işlev bozukluklarına ve
eksikliklerine atfedebileceği şeklinde temel ve tek bir anlamı içerdiğinden, tıbbi model terimi yerine,
biyolojik paradigma terimini tercih ediyoruz. Psikopatoloji bağlantısında genetik ve nörokimya olmak
üzere iki biyolojik etkeni betimledik. Biyolojik terapiler, psikolojik bozuklukların altında yatan belirli
organik bozuklukları düzeltmeye ya da semptomları hafifletmeye çalışır.
Diğer bir paradigma, Sigmund Freud’un çalışmalarından hız almıştır. Psikanalitik ya da psiko-
dinamik bakış açısı, dikkatimizi bastırmalar ile kökü, birtakım psikodinamikleri harekete geçiren
erken çocukluk çatışmalarına kadar uzanan diğer bilinç dışı süreçlere yöneltir. Oysa bu geleneğin
bir parçası olan günümüz ego analistleri, bilinçli ego işlevleri üzerinde daha önemle dururlar. Psika­
nalitik paradigma genellikle anormalliğin nedenini bulmak için hastanın bilinç dışını ve yaşamının er­
ken dönemlerini araştırmıştır. Psikanalitik kurama dayalı terapötik müdahaleler genelde bastırmaları
kaldırmak yoluyla hastanın, ilk bebeklik dönemlerine ait korkularının asılsız doğasını incelemesini
sağlamaya çalışır.
Davranışçı ya da öğrenme paradigmaları, yanlış veya sapkın davranışların klasik koşullama,
edimsel koşullama veya model alma yoluyla geliştiklerini ileri sürer. Anormal davranışın öğrenilmiş
olabileceğine inanan araştırmacılar, davranışı etkileyen durumların tümünü ve aynı zamanda kav­
ramları dikkatle inceleme konusunda aynı isteği paylaşırlar. Davranışçı terapistler açık davranışın,
düşünce ve duyguların doğrudan değiştirilmesi için öğrenme ilkelerini uygulamaya çalışırlar. Anor­
mal davranışın geçmişten kaynaklanan nedenlerine daha az önem verirken; daha çok ödül ve ceza
gibi sorunlu davranış örüntülerini teşvik edebilecek nelerin davranışın sürmesini sağladığını önem­
serler.
En son olarak, bilişsel kuramcılar belirli bazı şemaların ve akılcı olmayan yorumlamaların, anor­
mallikte önemli etkenler olduklarını iddia ederler. Hem uygulamada hem de kuramda bilişsel paradig­
ma davranışçılıkla harmanlanmış ve bilişsel davranışçı yaklaşım olarak adlandırılmıştır.
Her bir paradigma, zihinsel bozuklukları anlamamız için bir şeyler sunduğundan son zamanlar­
da daha bütünleştirici paradigmalar gelişmiştir. Çeşitli bakış açılarını bütünleştiren yatkınlık - stres
paradigması, insanların çevresel stres kaynaklarına aykırı tepkiler göstermeye eğilimli olduklarını
varsayar. Yatkınlık, şizofrenide olduğunun düşünülmesi gibi biyolojik ya da psikolojik olabilir (örn.,
depresyona katkısının olduğu tahmin edilen kronik umutsuzluk duygusu gibi). Yatkınlık, ilk çocukluk
yaşantıları, genetik nedenli kişilik özellikleri ya da sosyokültürel etkenlere dayanabilir.
Paradigmaların en önemli doğurgusu araştırmacıların aradıkları yanıtlar için nereye ve nasıl ba­
kacaklarını belirlemeleridir. Araştırmacılar verileri kendi bakış açılarına göre farklı yorumlayacakla­
rından, paradigmalar zorunlu olarak dünya algısını sınırlar. Kanımızca psikopatolojiyi çalışanların
tümünün aynı paradigmada boy göstermemeleri bir şanstır; çünkü psikopatoloji ve tedavisi hakkında
ANAHTAR SÖZCÜKLER 55
√√

hiçbirine tam olarak güvenemeyecek kadar az şey biliyoruz. Gerçekten de, günümüzdeki bütünleşti­
rici paradigmalara duyulan ilgiyle tutarlı olarak, klinisyenlerin çoğunun müdahaleye yaklaşımlarında
eklektik olduklarını, paradigmaların dışında ama insandaki psikolojik sorunların çözümlenmesinde
yararlı olan teknikleri kullandıklarını görüyoruz.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
etiyoloji (neden bilim) oral dönem koşulsuz uyarıcı
biyolojik paradigma anal dönem koşullu tepki
tıbbi (hastalık) model fallik dönem koşulsuz tepki
Genler gizli dönem sönme
davranış genetiği saplanma etki yasası
genotip Odipal kompleks edimsel (operant) koşullama
(bireye kalıtımla geçen Elektra kompleks ayırdedici uyarıcı
genetik özellik) nesnel (gerçekçi) kaygı olumlu pekiştirme
fenotip nörotik kaygı olumsuz pekiştirme
(dışsal gözlenen özellikler) savunma mekanizması biçimlendirme
aile yöntemi bastırma (represyon) kademeli yaklaşma
İndeks vakalar (probands) yansıtma (projeksiyon) model alma
ikiz yöntemi yer değiştirme öğrenmede araya girici kuram
tek yumurta ikizleri karşıt tepki kurma aracı (mediator)
ayrı yumurta ikizleri gerileme (regresyon) kaçınma koşullanması
uygunluk-uyuşma mantığa bürünme davranış terapisi
(konkordans) yüceltme (süblimasyon) davranışı değiştirme
nöron analitik psikoloji karşıt koşullama
sinir akımı kolektif (ortak) bilinçdışı simgesel ödül biriktirme
sinaps bireysel psikoloji rol oynama
nörotransmitter gelişimin psikososyal dönemleri sistematik duyarsızlaştırma
gerialım kimlik krizi atılganlık eğitimi
psikanalitik (psikodinamik) serbest çağrışım itici uyarıcılarla koşullama
paradigma rüya analizi davranış tekrarı
id (alt benlik) aktarım (transferans) biliş
libido savunmaların analizi bilişsel paradigma
haz ilkesi ego analistleri şema
birincil süreç öğrenme paradigması mantıksız inanç
gerçeklik ilkesi içe bakış akılcı duygusal terapi
süperego (üst benlik) davranışçılık kendine yeterlik
bilinçdışı klasik koşullama yatkınlık - stres
psikoseksüel dönemler koşullu uyarıcı eklektisizm
3

David Hockney,
“David, Celia, Stephen, and
lan, London, 1982”

SINIFLANDIRMA VE TANI
Çeviri: Prof. Dr. Levent Küey

YİRMİNCİ YÜZYILDA TANI ANORMAL DAVRANIŞIN


MERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SINIFLANDIRILMASINDA SORUNLAR
SİSTEMİ (DSM-IV) Tanıya İlişkin Genel Eleştiriler
Sınıflandırmanın Beş Boyutu Sınıflandırma ve Tanının Değeri
Tanı Kategorileri Tanıya İlişkin Özgül Eleştiriler
Güvenilirlik: Bir Tanı Sisteminin Köşetaşı
Tanı Kategorileri Ne Kadar Geçerlidir?
DSM ve Tanıya İlişkin Eleştiriler
ÖZET
YİRMİNCİ YÜZYILDA TANI 57
√√

Tanı anormal psikolojisi alanının kritik bir arası iletişimi bozan önemli bir sorun konumun­
konusudur. Bu alandaki profesyoneller için, ne daydı. Sınıflandırmadaki tutarsızlıklar hastalık­
tür olguları inceledikleri ya da tedavi ettikleri ların nedenleri ve etkin tedavileri konusundaki
konusunda, birbirleriyle iletişimde bulunabilme­ araştırmaları da yavaşlatmaktaydı. Örneğin, bir
leri açısından temel önem taşır. Ayrıca, bir bo­ grup araştırmacı depresyon için başarılı bir te­
zukluğun nedenlerinin ya da en iyi tedavisinin davi bulmuş olmasına rağmen, ancak depres­
bulunması için, bu bozukluk doğru bir biçimde yonu kendine özgü biçimde tanımlamışsa, bu
sınıflandırılmalıdır. Ancak, tanı konusu hak etti­ bulgu başka bir araştırmacı grubu tarafından
ği ilgiyi son yıllarda çekmiştir. Anormal psikolo­ araştırılamayacaktır. İngiltere’de, 1882’de Krali­
jisine yeni başlayan öğrenciler için tanı konusu yet Mediko-Psikoloji Birliği İstatistik Komitesi bir
keskin ayrımlara dayandığı için bunaltıcı gö­ sınıflandırma sistemi geliştirdi, ancak bu sistem
rünebilir. Örneğin, sosyal durumlarda duyulan birkaç kez gözden geçirilmiş olsa dahi, kendi
kaygı (anxiety) (başkalarının yanında iken aşırı üyeleri tarafından bile kullanılamadı. 1889’da
gergin olma) hem şizotipal kişilik hem de çekin­ Paris’te Ruhsal Bilimler Kongresi tek bir sınıf­
gen kişilik bozukluğunun semptomları arasın­ landırma sistemi kabul etti, ama bu da, hiçbir
dadır. Ancak, şizotipal kişilik bozukluğunda bu zaman yaygın olarak kullanılmadı. 1886’da,
kaygı kişinin diğer insanlarla tanışıklığı arttık­ ABD’de, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin öncül ku­
ça azalmazken, çekingen kişilik bozukluğunda ruluşu olan Amerikan Kurumları Tıbbi Yönetici­
yüzleşme sosyal kaygıyı azaltabilmektedir. Bu ler Birliği, İngiliz sisteminin gözden geçirilmiş bir
ince ayrım pekâlâ, kılı kırk yarmak olarak algı­ halini kabul etti. Daha sonra, bu grup, 1913’te,
lanabilir. Ancak, bu bölümde ayrıntısıyla tartışa­ Emil Kraepelin’in bazı görüşlerini de kapsayan
cağımız gibi, karar verdirici etken, bu ayrımların yeni bir sınıflandırma kabul ettiler. Ancak hala
iki tanı arasında ayırıcı tanıyı sağlayıp sağlama­ bu konuda birlik yoktu. Örneğin, New York Lu­
dığıdır. nacy Komisyonu hala kendi sistemini kullan­
Bu bölümde, ruh sağlığı profesyonelleri ara­ makta ısrar ediyordu (Kendell, 1975).
sında yaygın kabul gören resmi tanı sistemine
odaklanacağız. Kısaca DSM-IV olarak adlandı­ YİRMİNCİ YÜZYILDA TANI
rılan ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İsta-
tistiksel Elkitabı adındaki bu sistem Amerikan Sınıflandırmada birlik sağlamaya yönelik
Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanmıştır ve daha çağdaş çabalar da tümüyle başarılı ola­
oldukça ilginç bir öyküsü vardır. mamıştır. 1939’da, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
Tıp, ondokuzuncu yüzyılın sonuna gelindi­ Uluslararası Ölüm Nedenleri Listesine ruhsal
ğinde, Orta Çağ’ın, hemen her türlü fizik rahat­ bozuklukları da eklemiştir. 1948’de bu liste
sızlığın tedavisinin bir parçası olarak kan alma Hastalıkların, Kazaların ve Ölüm Nedenlerinin
yönteminin uygulandığı tıp anlayışına göre, çok Uluslararası İstatistiksel Sınıflandırması (ICD)
daha ileri gitmişti. Giderek farklı hastalıkların biçiminde genişletildi. Bu sınıflandırma anor­
farklı tedavileri gerektirdiği anlaşılmaya başlan­ mal davranışı da içermek üzere, tüm hastalık­
mıştı. Tanı koyma işlemleri geliştirildi, hastalık­ ların kapsamlı bir listesini veriyordu. Bu termi­
lar sınıflandırıldı ve çeşitli çareler uygulandı. Tıp noloji bir DSÖ konferansında oybirliği ile kabul
alanındaki yeni tanı koyma işlemlerinden etkile­ edilmiş olmasına rağmen, ruhsal bozukluklar
nen anormal psikolojisi alanında çalışan araştır­ bölümü yaygın kabul göremedi. DSÖ’nün giri­
macılar da sınıflandırma şemaları geliştirmeye şimlerinde Amerikalı psikiyatristler de önemli bir
başladılar. Sınıflandırma sistemlerindeki geliş­ rol oynadılarsa da, 1952’de Amerikan Psikiyatri
meler, örneğin botanik ve kimya gibi diğer bilim­ Birliği kendi Tanı ve İstatistik Elkitabı’nı (DSM)
lerdeki gelişmeleri hızlandırmıştı; bunlar anor­ yayınladı.
mal psikolojisinde de benzer çabalara yönelik 1969’da, DSÖ, daha yaygın kabul gören yeni
umutları arttırdı. bir sınıflandırma sistemi yayınladı. Amerikan
Ancak ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve yir­ Psikiyatri Birliği DSM’sinin ikinci baskısı DSM-
minci yüzyıl başlarında, anormal davranışın II (1968) DSÖ sistemine yakındı; İngiltere’de
sınıflandırmasında bir tutarlılık yoktu. Ondoku­ de buna eşlik etmek üzere bir tanımlar sözlü­
zuncu yüzyıl sonunda, sınıflandırma sistemleri ğü (General Register Office, 1968) geliştirildi.
arasındaki farklılıklar bu alandaki profesyoneller Ancak, bu alanda hala gerçek bir görüş birliği
58 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

yoktu. DSÖ sınıflandırmaları tanısal kategorile­ psikopati deyimi antisosyal olarak davrananla­
rin basit birer listesi biçimindeydi; tanıya temel rın daha çok psikolojik özelliklerine (örn. utan­
olan gerçek davranış ve semptomlar özgülleşti­ ma duygusu olmamasına) odaklanmaktadır.
rilmemişti. DSM-II ve İngiliz Sözlüğü bu önemli DSM’de hangi tanı yer almalıdır? Ne yazık ki, bu
bilgileri sunuyordu, ancak belli bir bozukluk için tür sorular, kesin yanıtlar bulunması için yapılan
aynı semptomları belirtmiyordu. Öyle ki, pratik­ alan araştırmalarının boyutlarını aşıyordu; ne
te, tanı işlemleri hala birçok değişkenlik gösteri­ kaynak ne de zaman yeterliydi. Sonuçta, DSM-
yordu. 1980’de, Amerikan Psikiyatri Birliği geniş IV’te ortaya çıkan değişikliklerin çoğu, çalışma
bir biçimde gözden geçirilmiş bir tanı elkitabı grupları tarafından üretilmiş yeni verilerden çok,
olan DSM-III’ü yayımladı. Yine bunun gözden daha öncesinde toplanmış verilere dayanılarak
geçirilmiş biçimi olan DSM-lll-R de 1987’de ya­ yapıldı.
yımlandı. DSM-IV’ün taslağı Mart 1993’te, son biçi­
1988’de, Amerikan Psikiyatri Birliği, DSM-IV mi ise 1994’te yayımlandı. Bu bölümde temel
üzerindeki çalışmalara başlamak üzere, psiki­ DSM-IV kategorilerini özetleyerek sunacağız.
yatrist Ailen Frances’in başkanlığında bir komis­ Daha sonra, genelde sınıflandırmayı ve özelde
yon kurdu. Birçok psikoloğu da içeren çalışma DSM-IV’ü değerlendireceğiz. Bir sonraki bö­
grupları DSM-lll-R’nin bölümlerini gözden ge­ lümde tanı kararlarının verilebilmesi için gerekli
çirmek, kaynakları değerlendirmek, daha önce verileri sunan değerlendirme işlemlerini ele ala­
toplanmış verileri incelemek, gerekirse yeni veri cağız.
toplamak üzere kuruldu. DSM’nin bu baskısı­
nın hazırlanışındaki süreçte önemli bir farklılık AMERİKAN PSİKİYATRİ
vardı; tanı ölçütlerinde değişiklik yapılması için
BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ
daha tutucu bir yol benimsendi: Tanıda değişik­
lik yapılacaksa bunun nedenleri kesinlikle be­ (DSM-IV)
lirtilecekti ve verilerle açıkça desteklenecekti.
DSM’nin önceki biçimlerinde tanı değişiklikle­ SINIFLANDIRMANIN BEŞ BOYUTU
rinin nedenleri her zaman açıkça belirtilmiyor­ DSM’nin üçüncü baskısını öncekilerden
du ve dolayısıyla bunlar herkesin incelemesine ayıran bazı özel yenilikler vardır. Belki de, en
açık değildi. önde gelen değişiklik çoğul eksenli sınıflan-
Gelişmelere rağmen, bu yeni çabaları saran dırmanın kullanılması olmuştur; burada her
tartışmalar hemen su yüzüne çıktı. Bazılarına birey beş boyut ya da eksende derecelendiril­
göre (örn., Zimmerman, 1988) tanı sisteminin mektedir (Tablo 3.1) Çoğul eksenli sistem beş
gözden geçirilmesi işlemleri bilgideki gerçek eksenin her birinde değerlendirmeyi gerektirdiği
kazanımların çok önüne geçti. Bu eleştiriye bir için tanı koyanı geniş bir yelpazeden bilgi top­
destek, DSM-IV çalışmalarının DSM-lll-R’den lamaya zorlamaktadır. Eksen I, kişilik bozuk­
hemen sonra yapıldığı, çünkü 1993’te Ulusla­ lukları ve zihinsel gerilik hariç (ki bunlar Eksen
rarası Hastalık Sınıflandırmasının (ICD- 10) ll’dedir) tüm kategorileri kapsar. Öyle ki, eksen
onuncu baskısının yayınlanacak olması biçi­ I ve II anormal davranışın sınıflandırılmasını
mindeydi. ICD ve DSM arasında birçok uyuş­ oluşturur. Eksen I ve II, halen varolan bozuklu­
mazlık ortaya çıkmıştır ve bunların olabildiğince ğa dikkat edilirken uzun dönemli bozuklukların
çözülmesi ümit edilmektedir. gözden kaçmaması için ayrılmıştır. Örneğin, bir
1991’de Amerikan Psikiyatri Birliği DSM-IV eroin bağımlısı Eksen l’de madde kullanımıyla
Seçenekler Kitabını yayımladı. Bu kitapta her ilgili bozukluk tanısı alacaktır; bu kişide aynı za­
tanı için sorunlar, tartışmalı konular ve olası manda anti-sosyal kişilik bozukluğu da bulunu­
çözümler belirtilmekteydi. Örneğin, antisosyal yorsa, bu da Eksen ll’de kaydedilecektir. Eksen
kişilik bozukluğu psikopatiyle ilgili bir DSM ta­ I ve II’nin daha ayrıntılı bir listesi bu kitabın iç
nısıdır; ancak psikopati deyimi DSM’de yer al­ kapağında verilmiştir.
mamakla birlikte araştırmacılar tarafından sık­ Her ne kadar tanı koymak için diğer üç ek­
lıkla kullanılmaktadır. Hem antisosyal hem de sen gerekmiyorsa da, DSM’de bu eksenlerin de
psikopati terimleri sık sık yasaları ihlâl eden ve bulunması, bir değerlendirme yapılırken kişinin
başkalarına genel olarak saygısızlık edenleri semptomlarından başka etkenlerin de dikkate
betimlemektedir. Ancak, antisosyal kişilik tanısı alınması gerektiği içindir. Eksen lll’te klinisyen il­
daha çok antisosyal davranışlara odaklanırken, gili ruhsal bozukluk ile ilişkili olabileceğine inan­
AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 59
√√

dığı herhangi bir tıbbi durumu belirtir. Örneğin, MADDE KULLANIMI İLE İLİŞKİLİ
kalp rahatsızlığı olan bir kişide, aynı zamanda BOZUKLUKLAR
depresyon tanısı da konmuş ise bu tedavi açı­
Burada, alkol, opiyat, kokain, amfetamin gibi
sından önem taşıyacaktır; böyle bir durumda
çeşitli maddelerin kullanımının kişinin sosyal ya
antidepresan ilaçlar iyi bir seçim olmayacaktır,
çünkü bunlar kalp rahatsızlığını arttırabilir. Ek­ da mesleki işlevini bozacak derecede davranış
sen IV’te, kişinin yaşamakta olduğu ve bozuk­ değişikliklerine yol açması söz konusudur. Kişi
luğuna etkisi olabilecek psikososyal ve çevresel bu maddelerin kullanımını ya da alımını kontrol
sorunlar kodlanır. Bunlar, psikolojik işlevselliği edememekte ve kullanımı kestiğinde yoksunluk
etkileyebilecek mesleki sorunları, ekonomik so­ belirtileri göstermektedir. Bu maddeler aynı za­
runları, aile üyeleriyle ilişki sorunlarını ve diğer manda, kaygı ya da duygudurum bozuklukları
yaşam alanlarındaki birçok sorunu kapsar. Son gibi diğer Eksen I bozukluklarının ortaya çıkışı­
olarak Eksen V’te, klinisyen kişinin şimdiki işlev­ na neden olabilmektedir. Bu bozukluklar Bölüm
sellik düzeyini belirler. Ele alınan yaşam alanları 12’de ele alınmaktadır.
sosyal ilişkiler, mesleki işlevsellik ve boş zaman
kullanımıdır. Şimdiki işlevselliğe ilişkin derece­ ŞİZOFRENİ
lendirmeler tedavi ihtiyacı konusunda bilgi ver­ Şizofreni hastası olan kişilerde gerçekle
melidir. bağlantı yitirilmiştir. Dilleri ve iletişimleri bozul­
muştur; anlaşılmayı olanaksız kılacak derecede
TANI KATEGORİLERİ bir konudan bir konuya atlayabilirler. Sıklıkla,
Bu bölümde, Eksen I ve ll’deki temel tanı kendilerine ait olmayan düşüncelerin kafaları­
kategorilerini kısaca betimleyeceğiz. Buna geç­ na sokulduğu biçiminde sanrılar yaşarlar; ay­
meden önce, izleyen bölümlerdeki ayrıntılı be­ rıca, özellikle dışarıdan gelen sesler biçiminde
timlemelerin özellikle bozukluğun nedenlerinin varsanıları (halüsinasyonları) vardır. Duyguları
tümüyle bilinmediği durumlara odaklanacağını küntleşmiş, yüzeyselleşmiş ya da uygunsuz
belirtmeliyiz. Bu bozuklukların birçoğu için DSM, olabilir; sosyal ilişkileri ve çalışma becerileri be­
bozukluğun tıbbi bir duruma ya da madde kulla­ lirgin derecede bozulmuştur. Bu ciddi ruhsal bo­
nımına bağlı olup olmadığını belirtme seçeneği zukluklar Bölüm 11’de ele alınacaktır.
de sunmaktadır. Örneğin, salgı bezleri (endok­
rin) bir bozukluğa bağlı depresyonda, DSM’nin En çok kötüye kullanılan madde alkoldür.
depresyon bölümünde tanı konacak, ancak
aynı zamanda tıbbi bir duruma bağlı olduğu da
belirtilecektir. Dolayısıyla, klinisyenlerin, hasta­
larının yalnızca semptomlarına değil aynı za­
manda, bu durumun olası tıbbi nedenlerine de
duyarlı olmaları gerekmektedir.

GENELLİKLE İLK KEZ BEBEKLİK,


ÇOCUKLUK YA DA ERGENLİK
DÖNEMİNDE TANISI KONAN
BOZUKLUKLAR
Bu geniş kategoride genellikle ilk kez bebek­
lik, çocukluk ya da ergenlik döneminde başla­
yan entelektüel, duygusal (emosyonel) ve fizik
bozukluklar yer almaktadır. Betimlenen bazı
sorunlar şunlardır: ayrılma kaygısı bozukluğu,
davranım bozukluğu, dikkat eksikliği/hiperakti-
vite bozukluğu, zihinsel gerilik (mental retardas-
yon) (Eksen ll’de gösterilir), otistik bozukluk gibi
yaygın gelişimsel bozukluklar, konuşma, okuma,
yazma, matematik becerilerinin kazanılmasında
gecikmeyi betimleyen öğrenme bozuklukları. Bu
bozukluklar Bölüm 15’te tartışılmaktadır.
60 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

TABLO 3.1 DSM-IV Çok Eksenli Sınıflandırma Sistemi


Eksen I Eksen II Eksen III

Zihinsel Gerilik (Mental


Genellikle İlk Kez Bebeklik, Çocukluk ya da Ergenlik Genel Tıbbi Durumlar
Retardasyon)
Döneminde Tanısı Konan Bozukluklar Kişilik Bozuklukları

Deliryum, Demans, Amnestik ve diğer Bilişsel Bozukluklar

Madde Kullanımı İle İlişkili Bozukluklar

Şizofreni ve diğer Psikotik Bozukluklar

Duygudurum Bozuklukları

Kaygı Bozuklukları

Somatoform Bozukluklar

Dissosiyatif Bozukluklar

Cinsel Bozukluklar ve Cinsel Kimlik Bozuklukları

Yeme Bozuklukları

Uyku Bozuklukları

Başka Yerde Sınıflandırılmayan Dürtü Kontrolü Bozuklukları

Uyum Bozuklukları

Eksen IV
Psikososyal ve Çevresel Sorunlar

İşaretleyiniz:
Birincil destek grubuyla olan sorunlar. Belirtiniz:
Sosyal çevreyle ilişkili sorunlar. Belirtiniz:
Eğitimle ilgili sorunlar. Belirtiniz:
Meslekle ilgili sorunlar. Belirtiniz:
Barınmayla ilgili sorunlar. Belirtiniz:
Ekonomik sorunlar. Belirtiniz:
Sağlık hizmetlerine ulaşmayla ilgili sorunlar. Belirtiniz: Yasal sistem ve suçla ilişkili sorunlar. Belirtiniz:
Diğer psikososyal ve çevresel sorunlar. Belirtiniz:

Eksen IV
İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği (İGD Ölçeği)
Psikolojik, sosyal ve mesleki işlevselliği ruhsal sağlık/hastalığın bir süreklilik olduğu varsayımına dayanarak gözönünde
bulundurunuz. Fizik (ya da çevresel) kısıtlamalara bağlı işlevsellik bozulmalarını bu çerçevede dikkate almayınız.

PUAN

100 Çok çeşitli etkinlik alanlarında üst düzeyde işlevsellik, yaşam sorunları hiçbir zaman denetim dışı kalmıyor gibidir, birçok olumlu
niteliği nedeniyle başkalarınca aranan biridir. Hiçbir semptomu yoktur.
91
90 Hiçbir belirti olmaması ya da çok az belirti olması (örn. sınavdan önce hafif bir kaygı); tüm alanlarda işlevselliğin iyi olması,
çok çeşitli etkinliklerle ilgilenme ve bunlara katılma, sosyal yönden etkin olma, yaşamdan genel olarak doyum alma, günlük
81 sorunlar ya da kaygılar dışında sorun ya da kaygıların olmaması (örn. aile bireyleriyle ara sıra olan tartışmalar).
80 Semptomlar varsa bile bunlar gelip geçicidir ve psikososyal streslere verilen beklenir tepkilerdir (örn. aile içi tartışmadan sonra
dikkat toplama güçlüğü); sosyal, mesleki ya da okul işlevselliğinde hafif bir bozulma olmasından daha ağır bir durum
71 yoktur (örn. geçici olarak okulda geri kalma).
70 Bazı hafif semptomlar (örn. depresif duygudurum ve hafif insomniya) YA DA sosyal, mesleki veya okul işlevselliğinde birtakım
zorlukların olması (örn. ara sıra okuldan kaçmalar ya da ev içinde hırsızlık yapma), ancak genellikle oldukça iyi bir işlevselliği
61 vardır, bazı anlamlı kişilerarası ilişkileri vardır.
AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 61
√√

TABLO 3.1 Devamı


60 Orta derecede semptomlar (örn. donuk duygulanım ve çevresel konuşma, ara sıra gelen panik atakları) YA DA sosyal, mesleki
veya okul işlevselliğinde orta derecede zorluk (örn. az sayıda arkadaşı vardır, çalışma arkadaşları ile çatışmaları vardır).
51
50 Ağır semptomlar (örn. intihar düşünceleri, ağır obsesyonel törensel davranışlar, sık sık dükkanlardan hırsızlık) YA DA sosyal,
mesleki veya okul işlevselliğinde ciddi bir bozukluk vardır (örn. hiç arkadaşı yoktur, işini koruyamaz).
41
40 Gerçeği değerlendirmede ya da iletişimde bazı bozukluklar vardır (örn. konuşması kimi zaman mantıkdışı, çapraşık ya da
konuşulan konuyla ilgisizdir) YA DA iş/okul, aile ilişkileri, yargılama, düşünme veya duygudurum gibi birçok alanda temel
bazı bozukluklar vardır (örn. depresif bir kişi arkadaşlarından kaçar, ailesini ihmal eder ve çalışamaz; çocuk yaşta olan
31 bir kişi kendinden daha küçükleri döver, evde hep karşı gelir ve okulda başarısızdır).
30 Davranışları sanrılar ve varsanılardan oldukça etkilenir YA DA iletişim veya yargıda ciddi bir bozukluk vardır (örn. bazen
konuşmada tutarsızlık görülür, ileri derecede uygunsuz bir biçimde davranır, intihar düşünceleriyle uğraşır) YA DA hemen
21 tüm alanlarda işlevselliği kalmamıştır (örn. bütün gün yataktan çıkmaz; işi, evi veya arkadaşları yoktur).
20 Bir miktar, kendisini ya da başkalarını yaralama tehlikesi vardır (örn. açık ölüm beklentisi olmayan intihar girişimleri; sıklıkla
şiddete başvurur; manik taşkınlık) YA DA ara sıra asgari kişisel bakımın gereklerini bile yerine getiremez (örn. dışkı sürer)
11 YA DA iletişimde ağır bozukluk vardır (örn. konuşmada ileri derecede tutarsızlık ya da mutizm).
10 Sürekli, kendisini ya da başkalarını ağır bir biçimde yaralama tehlikesi vardır (örn. yineleyen şiddet) YA DA asgari kişisel bakım
gereklerini sürekli olarak yerine getiremez YA DA açık ölüm beklentisi içeren ciddi intihar davranışları.
1
0 Bilgi yetersiz.

Not: Amerikan Psychiatric Association, 1994, DSM IV’den izinle aktarılmıştır.

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI
Adından da anlaşılacağı gibi, bu tanı, duygu­
durumda aşırı derecede yükselme ya da çökme
ortaya çıktığı zaman kullanılır. Major depresif
bozuklukla, kişi derin bir üzüntü ve cesaretsizlik
içindedir, aynı zamanda kilo ve enerji yitirebilir
ve intihar düşünceleri bulunabilir. Manisi olan bir
kişi ise, aşırı neşeli, tedirgin, genel haline göre
daha hareketli, dikkati kolay dağılan, gerçeğe
uygun olmayacak derecede aşırı benlik saygı­
sı olan biri olarak betimlenebilir. İkiuçlu duygu-
lanım bozukluğu tanısı, kişi manik evre ya da
hem manik hem de depresif evre yaşıyorsa ko­ Mikrop bulaşma korkusu ve aşırı el yıkama obsesif-kompülsif
nur. Bu duygudurum bozuklukları Bölüm 10’da bozuklukta sık görülmektedir.
incelenmektedir.
bozukluğuna, eğer kişi alışmış olduğu yerleri
KAYGI BOZUKLUKLARI terk etme korkusu da duyuyorsa agorafobi eş­
Kaygı bozukluklarında temel rahatsızlık aşı­ lik edebilir. Genelleşmiş kaygı bozukluğu tanısı
rı ya da gerçeğe uygun olmayan korku bulun­ konmuş kişilerde korku ve endişe duygusu yay­
masıdır. Fobisi bulunan kişiler bir nesne ya da gın ve inatçıdır. Bu kişiler yerinde duramaya­
durumdan öylesine yoğun biçimde korkarlar bilir, boğazlarında bir düğümlenme ve çarpıntı
ki, korkularının yersiz olduğunu ve yaşamları­ hissedebilirler. Sürekli olarak endişe ederler ve
nı bozduğunu bilmelerine rağmen bu nesne ya kendilerini sınırda hissederler. Obsesif kompul-
da durumdan kaçınmak zorundadırlar. Panik sif bozukluğu olanlarda ise, sürekli ve inatçı ob­
bozukluğunda kişi ani kısa yoğun endişe duy­ sesyon (saplantı) ve kompulsiyonlar (zorlantı)
gusu atakları geçirir, bunlar öyle rahatsızlık ve­ vardır. Obsesyonlar kişinin bilincine kontrol dışı
ricidir ki, kişi titremeye, sersemlik hissetmeye olarak hükmeden yineleyen düşünceler ve im­
ve solumakta güçlük çekmeye başlar. Panik gelerdir.
62 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

maktadır. Ağrı bozukluğunda ise bireyler ağır ve


uzun süreli bir ağrıdan mustariptirler. Hipokondri
küçük fizik duyuların ciddi hastalık olarak yanlış
yorumlanmasıdır. Beden dismorfik bozukluğu
olan kişiler görünümlerinde imgesel bir kusur
konusunda düşünce uğraşılarıyla doludur. Bu
bozukluklar Bölüm 7’de işlenmiştir.

DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR
Psikolojik çözülme (dissosiation) bilinçlilikte
belleği ve kimliği etkileyen ani bir değişimdir.
Dissosiyatif amnezisi (bellek kaybı) olan kişiler
tüm geçmişlerini ya da belirli bir zaman dilimini
unutabilirler. Dissosiyatif kaçış (füg) da ise, kişi
aniden ve beklenmedik bir biçimde yeni bir yere
gider, yeni bir yaşama başlar ve geçmiş kimliği­
ni hatırlamaz. Dissosiyatif kimlik bozukluğunda
(daha önce çoğul kişilik bozukluğu diye adlan­
dırılıyordu) her biri bir dönem için baskın olan
iki ya da daha fazla ayrık kişilik söz konusudur.
Depersonalizasyon (benlik yitimi) bozukluğun-
da ise, şiddetli ve rahatsız edici bir kendine ya­
Alışıldık çevrelerden uzaklaşma korkusu diyebileceğimiz
agorafobi kaygı bozukluklarından biridir ve sıklıkla tabloya bancılaşma ya da gerçek dışılık duygusu vardır.
panik atakları eşlik eder. Bu bozukluklar Bölüm 7’de ele alınmıştır.
Kompülsiyon ise, genellikle korkulan bir du­
rumdan kurtulmayı amaçlayan, ancak bunu
CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL
sağlaması olanaksız kalıplaşmış (stereotyped) KİMLİK BOZUKLUKLARI
bir davranışı yapma dürtüsüdür. Bir kompülsi­ DSM-IV’ün cinsel bozukluklar bölümü üç te­
yona direnme çabası öylesine büyük bir gerilim mel kategoriyi kapsar. Parafinlerde (örn., teş­
yaratır ki, kişi kompülsiyonlarına yapışır. hircilik, gözetlemecilik, sadizm, mazohizm gibi)
Çok travmatik bir olayın ardından yaşanan cinsel doyum kaynakları alışılmış kaynaklar de­
kaygı ve duygusuzluk hali travma sonrası stres ğildir. Cinsel işlev bozuklukları olan kişiler ise,
bozukluğu olarak adlandırılır. Bu kişiler gündüz­ olağan cinsel yanıt döngüsünü tamamlayamaz­
leri anılarını acılı biçimde hatırlarlar, geceleri lar. Sertleşmeyi sürdürememe, erken boşalma
de kötü rüyalar görürler. Dikkatlerini toplama ve orgazm bozukluğu bunlara örnektir. Cinsel
güçlüğü çekerler, yaşamdan ve diğer kişilerden kimlik bozukluğu olan kişiler kendi anatomik
kendilerini kopuk hissederler. Akut stres bozuk- cinsel özelliklerinden aşırı rahatsızlık duyarlar
luğu da travma sonrası stres bozukluğuna ben­ ve kendilerini karşı cinsin üyeleri olarak görür­
zer, ancak semptomlar daha kısa sürer. Kaygı ler. Bu bozukluklar Bölüm 14’te incelenmiştir.
bozuklukları Bölüm 6’da gözden geçirilmiştir.
UYKU BOZUKLUKLARI
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR DSM-IV’te, uyku bozukluklarının iki temel alt
Somatoform bozukluklardaki fizik semptom­ kategorisi tanımlanmıştır. Dissomniyada, uy­
ların bilinen fizyolojik nedenleri yoktur ancak kunun miktarı (örn., kişi ya yeterli süre uyuya­
psikolojik bir amaca hizmet ediyor görünürler. mamakta ya da aşırı uyumaktadır), niteliği (kişi
Somatizasyon bozukluğu ya da Briquet Send­ uyandığında dinlenmiş hissetmemektedir) veya
romu olan kişilerin fizik yakınmalar, birçok kez zamanlaması (kişi olağan uyku zamanlarında
doktora gitme ve ilaç kullanma ile karakterize uyuyamamaktadır) bozulmuştur. Parasomniya­
uzun bir öyküleri vardır. Konversiyon bozuklu- da, uyku sırasında olağandışı bir olay ortaya
ğunda, kişi, paralizi, anestezi ya da körlük gibi çıkar (örn., uyurgezerlik, gece kabusları). Bu
motor ya da duyu işlevlerinin yitiminden yakın­ bozukluklar Bölüm 16’da tartışılmıştır.
AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 63
√√

YEME BOZUKLUKLARI
Anoreksiya nervozada kişi, genellikle yoğun
bir şişmanlama korkusuyla yemekten kaçınır ve
bir deri bir kemik hale gelir. Bulimiya nervozada
ise, tıkınırcasına yeme ve bunu telafi etmek için
kendini kusturma ve laksatif kullanımı biçiminde
evreler vardır. Bu bozukluklar Bölüm 9’da ele
alınmıştır.

YAPAY BOZUKLUKLAR
Bu bozukluk, hasta rolünü benimseme ge­
reksinmesi ile kasıtlı olarak fizik ve psikolojik
semptom ortaya çıkaran ya da yakınmalar geti­
ren kişilerin durumlarını tanımlamaktadır.
Antisosyal davranış genellikle, ergenlikte çeşitli suçlarla
UYUM BOZUKLUKLARI başlar.

Burada, büyük bir yaşam olayı ardından duy­ KİŞİLİK BOZUKLUKLARI


gusal ve davranışsal semptomların gelişmesi
Kişilik bozuklukları, sürekli, değişmeyen
tanımlanmaktadır. Ancak, ortaya çıkan belirtiler
ve uyumsuz davranış ve içsel yaşantı örüntü­
başka bir Eksen I bozukluğunu karşılamamalı­
leri olarak tanımlanmaktadır. DSM’nin Eksen
dır.
ll’sinde belirtilir. Örneğin, şizoid kişilik bozuklu-
ğunda, kişi çevresine kayıtsızdır, çok az arka­
DÜRTÜ KONTROLÜ BOZUKLUKLARI
daşı vardır, eleştiri ve beğeniye ilgisizdir. Nar-
Bu kategori kişinin davranışının uygun olma­ sistik kişilik bozukluğu olan bir kişide ise, aşırı
dığı ve kontrol dışı göründüğü bir dizi durumu bir kendini önemseme bulunur; büyük başarıla­
kapsar. Aralıklı patlayıcı bozuklukla kişide, baş­ rın fantazisini kurar, sürekli ilgi ister ve başkala­
kasına ya da nesnelere yönelik zarar vermey­ rını sömürebilir. Antisosyal kişilik bozukluğu ise
le sonuçlanan şiddet davranışı evreleri vardır. on beş yaşından önce yüzeye çıkabilir ve evden
Kleptomanide kişide, malın değeri ya da kulla­ kaçma, okuldan kaçma, suç işleme davranışları
nımı gözetilmeden yineleyen çalma davranışı görülebilir ve genel olarak kavgacı bir tutum gös­
ortaya çıkar. Piromanide ise, kişi kasten yangın terebilir. Erişkinlikte ise, antisosyal kişilik bozuk­
çıkarır ve bundan zevk alır. Patolojik kumarbaz- luğu olan kişi düzenli bir işi sürdürmeye ilgisiz
lıkta, kişi sürekli kumar ile ilgilidir, kumar oyna­ olabilir, sorumlu bir eş ya da ebeveyn olamaz,
mayı durduramaz ve kumarı sorunlarından bir geleceği hatta yarını planlayamaz, yasal sınırlar
kaçış yolu olarak kullanır. Son olarak, trikotillo- içinde kalamaz. Psikopat olarak da adlandırılan
mani tanısı, kişinin, genellikle saç kaybına yol antisosyal kişilikler sosyal normları çiğnemek­
açacak biçimde saçlarını yolma dürtüsüne karşı ten dolayı suçluluk veya utanç duymazlar.
koyamadığı durumlarda konmaktadır.
Dürtü kontrol bozuklukları kişinin davranışlarını kontrol
KLİNİK İLGİ ODAĞI OLABİLECEK
edemediği çeşitli durumları kapsar. Patolojik kumar oynama DİĞER DURUMLAR
bunlardan biridir.
Bu geniş kategori ruhsal bozukluk olarak ele
alınmayan ancak yine de ilgi ya da tedavi odağı
olabilecek durumları kapsamaktadır. Bu kate­
gori, resmi olarak saptanmış bir ruhsal bozuklu­
ğu olmasa da ruhsal sağlık sistemine başvuran
herkesin kategorize edilebilmesi için ayrılmış
görünmektedir. Eğer bir kişinin tıbbi hastalığı­
nın nedeni psikolojik bir durum ise, ya da bu
durum tarafından alevleniyor ise tıbbi durumu
etkileyen ruhsal bozukluk tanısı koyulur. Daha
64 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

DAHA İLERİ ÇALIŞMA GEREKTİREN OLASI


ODAK 3.1 KATEGORİLER VE SORUNLAR
DSM-IV’ün eklerinden biri “Daha ileri çalışma Belli bir yılın bir çok ayında adetten bir hafta ya da
için tanı ölçütleri ve eksenleri başlığını taşır. Bu DSM- yakın süre önce olduğunda düşünülmektedir. Semp-
IV çalışma grubunun ümit vadeder gördüğü ama ver- tomlar toplumsal ve mesleki işlevleri etkileyecek ka-
ilerin sisteme koymak üzere yeterince desteklemediği dar şiddetlidir. Bu kategori birçok kadın tarafından
yeni kategoriler için bazı önerileri içerir. Bu kat- yaşanan ve bu kadar işlev bozukluğu yaratmayan adet
egorileri listelemekle ve tanımlamakla DSM çalışma öncesi (premenstruel) sendromundan ayırt edilme-
grubu, profesyonelleri, gelecekteki bir DSM’nin resmi lidir.
sınıflamasında bu sendromlardan ya da eksenlerden Feministler bu yeni kategoriden hoşlanabilirler
bazılarını içerip içermeyeceğini dikkate almaları ya da hoşlanmayabilirler. Artı yönde, dahil edilme
yönünde cesaretlendirmeyi ummaktadır. insanları aylık duygudurum değişikliklerinin horm-
onel temelleri konusunda bilinçlendirebilir ve böylece
daha hoşgörülü yapabilir ve kurbanı daha az suçlayıcı
OLASI YENİ SENDROMLAR
olmaya itebilir. Eksi yönünde ise, bu kadar çok duygu-
Daha ileri çalışmayı gerektirdiği bildirilen iki
durum değişimini ruhsal bozuklukların elkitabında
düzineden fazla kategoriden bir örneklemeyi burada
listelemek, bu psikolojik değişikliklerden çeken
sunuyoruz.
kadınların ruhsal bozukluğu olan hastalar oldukları
mesajını taşır.
KAFEİN YOKSUNLUĞU Diğer bağımlılık
yapıcı maddelerde yoksunlukta olduğu gibi, toplumsal KARIŞIK KAYGILI-DEPRESİF BOZUK-
ve mesleki işlevsellikte anlamlı düzeyde bozulma ya da LUK DSM IV geliştirilirken bu bozukluk resmen
sıkıntı çekme, kafeinli içecekleri alışılan düzeyde içme- dahil edilmek istendiğinde, klinisyenlerin yıllardır
menin bir sonucu olmalıdır. Semptomlar başağrısını, bir kişiye öncelikli olarak depresif bozukluk mu yoksa
yorgunluğu, kaygıyı, depresyonu, bulantıyı ve kaygı bozukluğu mu tanısı koyacaklarını bazen zor
düşüncenin bozulmasını içerir. Kafein yoksunluğunun buldukları düşünülmüştür. Bu tanı, bozukluk en az bir
yeni bir kategori olarak dahil edilmesi hiç kuşkusuz aydır devam ediyorsa ve şunlardan en az dördü varsa
ruhsal bozuklukların kapsamını genişletecektir. konabilmektedir: dikkatini toplayamama ya da bellek
sorunları, uyku bozuklukları, yorgunluk ya da enerji
ADET ÖNCESİ DEPRESİF (DYSPHORIC) düşüklüğü, huzursuzluk, endişe, kolayca ağlama, aşırı
BOZUKLUK Basında çokça yer alan ve feminist ve uyanıklık, en kötüyü bekleme, gelecekle ilgili kötüm-
cinsiyetcilerce karşı çıkılan bu öneri sendrom depre- serlik, düşük özsaygı. Kişiye major depresyon, dis-
syon, kaygı, öfke, duygudurum salınımları ve genelde timik bozukluk, panik bozukluğu ya da genelleşmiş
zevkle yapılan işlere ilginin azalması ile belirlidir. kaygı bozukluğu tanısı konamıyor olmalıdır.

önceleri psikofizyolojik ya da psikosomatik bo­ Bu noktada, ruhsal bozukluğu tanımlama


zukluklar diye adlandırılan bu durumlar Bölüm zorlukları konusundaki tartışmamızı hatırlamak
8’de ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Bu kategorideki ilginç olacaktır. Bu tür yaşam zorlukları bir ruh­
diğer tanılar arasında şunlar vardır: sal bozukluklar listesinde yer almalı mıdır? Te­
Okul sorunu (örn., başarısızlık); antisosyal maruz Bölüm 7’de, evlilik sorunları için terapi
davranış (örn., profesyonel hırsızlık); temaruz Bölüm 19’da, fizik ve cinsel kötüye kullanım Bö­
(örneğin işten kaçmak gibi bir amaca ulaşmak lüm 7 ve 14’te ele alındıysa da, bu durumların
için fizik ya da psikolojik belirtiler gösterme); birçoğuna bu kitapta değinilmemektedir.
ilişki sorunları (örn., eş ya da çocuklarla kötü
ilişkiler); DELİRYUM, DEMANS, AMNESTİK VE
mesleki sorun (örn., işten doyumsuzluk); fi­ DİĞER BİLİŞSEL BOZUKLUKLAR
zik ya da cinsel kötüye kullanım; Bu kategori bilişin ciddi biçimde bozulduğu
yas; bozuklukları kapsar. Deliryum bilinçte bulanık­
tedaviyle uyumsuzluk (örn., ilaç reddi); din­ lık, dikkatin dağılması ve düşünce akışında
sel ya da manevi sorun (örn., birisinin inançları­ tutarsızlıkla belirgindir. Bazı tıbbi nedenlerle
nı sorgulaması); ortaya çıkabileceği gibi madde kullanımıyla da
bir yaşam evresi sorunu (örn., okula başla­ gelişebilir. Ruhsal işlevlerde, özellikle bellekte
ma gibi bir yaşam evresine ilişkin zorluklar). yıkım ile belirgin olan demans, Alzheimer has­
AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 65
√√

PASİF-AGRESİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU düzeyleri olarak adlandırılan gruplara bölünmekte-


(NEGATİVİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU) dirler ve önerilen psikanalitik kuramdan kaynaklanan
Bu kişilik bozukluğu DSM-III ve DSM-III-R’de bir Savunmacı İşlevsellik Ölçeği ile ölçülmektedirler.
vardı ama DSM-IV”ün ekine taşındı. Depresyona at- Yedi savunma düzeyi vardır, herbiri bir grup sa-
fedilemeyen kırgınlık hisleri, direnç gösterme, beklen- vunma mekanizmasını içerir. Düzeyler “yüksek
tilere ve taleplere, geç kalma, erteleme, unutkanlık uyumlu düzey” ile “savunmacı düzey”in çalışmaması
ve kasten etkinsizlik gösterme gibi pasif aktivitelerle arasında değişir. İzleyen örnekler önerilen düzey ve
karşı gelme. Burada çıkarsama şudur: kişi öfkeli ya mekanizmalar arasındadır.
da kırgındır ve atılganlık ve saldırganlık gösterme gibi
daha doğrudan ifade etmekten çok, bu duygularını bir YÜKSEK UYUMLU DÜZEY Bu en uyumlu
şeyleri yapmayarak ifade etmektedir. Bu kişiler sıklıkla ve sağlıklı” savunma düzeyi stresi gerçekçi yollarla
yanlış ele alınmış, kandırılmış ya da yeterince tahmin ele alma çabalarını içerir ve bunlar çatışan güdüler
edilememiş hissederler. arasında iyi bir denge kurarlar. Örnekleri:
Bekleme - stresli bir olay olmadan önce duygusal
DEPRESİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU Günlük tepkileri yaşama ve gerçekçi, alternatif hareket biçim-
terimlerle bu kişilik bozukluğu genel yaşam tarzları
lerini dikkate alma. Örneğin performansınızdan mem-
kasvetli, neşeden yoksun ve endişeye çok eğilimli
nun olmayan işvereninizle yaklaşan bir toplantı için
insanlara uyar. Bu (olasılıkla) treyt benzeri uzun
dikkatlice planlama yapma.
dönemli bozukluk tam bir distiminin ya da major
depresif bozukluğun öncülü olabilir. Gerçekte, DSM Yüceltme - olumsuz hisleri toplumsal olarak kabul
depresif kişilik bozukluğu ile temel depresif bozukluğu edilebilir davranışlara kanalize ederek stresle başa
ile ayırdetmenin çok güç olduğunu kabul eder. Bu ekle çıkma. Örneğin, egzersiz yapma.
listelenen bir diğer bozukluk minör depresif bozukluk- RET DÜZEYİ - Bu orta düzey, endişe veren stres
tur ve sadece o kadar uzun süreli olmamasıyla depresif kaynaklarını ya da fikirleri bilinçli farkındalığın
kişilik bozukluğundan ayırdedilebilir. dışında tutma ile karakterizedir.
İnkâr - bir gözlemci için açık olan bir tehdit ya
DAHA İLERİ ÇALIŞMA GEREKTİREN
da rahatsızlığın farkına varmayı reddetme: örneğin,
ÖNERİ EKSENLER
arkadaşlarınızın gördüğü tekrarlayan çalışmalarınıza
Profesyoneller, gelecekte bir eksenin, DSM’ de başa
çıkma tarzları olarak ifade edilen ve bireyi kaygıya rağmen evliliğinizin iyi gittiğini iddia etmeniz.
karşı ve iç ya da dış tehlike veya stres kaynaklarının Yansıtma - birinin kendi kabul edilemez hislerini
farkındalığından koruyan şeklinde tanımlanan sa- ya da düşüncelerini yanlış bir şekilde bir başkasına
vunma mekanizmalarını içerip içermemesi konusunu atfetmesi, örneğin tersi geçerli olduğu halde dersin
düşünmeye cesaretlendirilmektedir. Bunlar “savunma hocasının size öfkeli olduğuna inanmanız.

talığı, inme ve diğer bazı medikal durumlarla Bilişsel işlevleri ağır biçimde bozan Alzheimer Hastalığının
sıklığı ilerleyen yaşla artar.
ve madde kullanımıyla ilişkilidir. Deliryum ve
demans, genellikle yaşlanmayla ilişkili oldukları
için Bölüm 16’da tartışılmıştır. Deliryum ve de­
mans olmaksızın bellek bozukluğu bulunan Am­
nestik sendrom genellikle alkol kötüye kullanımı
ile ilişkili olduğu için Bölüm 12’de ele alınmıştır.
DSM’deki tanı kategorilerini ve eksenlerini kı­
saca tartıştığımıza göre, şimdi kitabın başındaki
Ernest H. Olgusuna geri dönebiliriz. Tablo 3.2
Ernest’in tanılarını göstermektedir. Eksen 1’de,
Ernest’a alkol bağımlılığı tanısı konmuştur ki bu
aynı zamanda cinsel uyarımla ilgili bir problem
de doğurmuştur. Evliliği ile ilgili güncel problem­
ler ve ikiuçlu bozukluk öyküsü de kaydedilmiştir.
Bunlara ek olarak, Ernest, Eksen 2’de çekingen
kişilik bozukluğu tanısı da almıştır. Aşağılık duy­
guları, başkalarıyla birlikte olduğunda kendine
66 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

dönüklüğü ve eleştiri korkusu nedeniyle etkin­ TABLO 3.2 Ernest H.’nin DSM-IV Çoğul Eksenli Tanısı
liklerden kaçınması bu tanının konmasına yol
Eksen I Alkol Bağımlılığı
açmıştır. Bu sorunlarıyla ilgili olabilecek tıbbi
Alkolün Yol Açtığı Cinsel Problem, Uyarılma
bir sorunu olmaması nedeniyle Eksen 3’te tanı
Bozukluğu ile
almamıştır. Evlilik sorunları Eksen 4’te belir­
İkiuçlu I Bozukluğu, En Son Dönem Manik,
tilmiştir; şimdiki işlevsellik düzeyi ise 55 (orta
düzeyde bir bozulma göstermektedir) olarak Tam Remisyonda

kaydedilmiştir. Alkol Ernest’ın en acil sorunu ol­ Eş İlişkisi Sorunu


makla birlikte, çok eksenli tanı, klinisyene teda­ Eksen II Çekingen Kişilik Bozukluğu
vi sürecinde dikkate alınması gereken karmaşık Eksen III Tanı Yok
sorunların tablosunu göstermektedir. Eksen IV Birincil Destek Grubu İle Sorun
Eksen V İGD=55
ANORMAL DAVRANIŞIN
SINIFLANDIRMASINDA
SORUNLAR
mada kaçınılmaz olarak bazı bilgiler kaybedile­
Anormal davranışa ilişkin bu gözden geçirme cektir.
kısa tutulmuştur, çünkü bu konular kitapta ayrı Önemli olan kaybedilen bilgilerin dikkate de-
ayrı ele alınmaktadır. Ancak bu gözden geçirme ğer olup olmadıklarıdır ki bu da sınıflandırmanın
zemininde, şimdiki tanı sistemlerinin kullanışlı­ amaçlarına bağlıdır. Herhangi bir sınıflandırma
lığını tartışacağız. DSM’yi eleştirenler arasında ortak özellikleri olan nesneleri biraraya getirmek
bir grup anormal davranış alanında sınıflandır­ ve o sıradaki amaçlarla ilgili olmayan farklılıkları
ma olamayacağını belirtmekte iken, diğer bir göz ardı etmek üzere tasarlanmıştır. Eğer, ama­
grup tanıların konma biçimine ilişkin özgül ek­ cımız yalnızca tek ya da çift atışları sınıflandır­
sikliklere işaret etmektedir. mak ise, zarın bir, üç, beş ya da iki, dört, altı gel­
mesi bizi ilgilendirmemektedir. Ancak, anormal
TANIYA İLİŞKİN GENEL ELEŞTİRİLER davranışı değerlendirirken sapla samanı ayır­
Tanıya ilişkin eleştirilerin bir bölümü, bir kişiyi mak güçtür; çünkü anormal davranışın dikkate
depresyon ya da kaygılı diye sınıflandırmanın değer olanlarıyla olmayanları arasındaki sınır
o kişi hakkındaki bilgilerimizi azaltacağını, böy­ belirsizdir. Öyle ki, insanları oldukça basit bir
lelikle de, o kişinin biricikliğinin gözden kaça­ temelde gruplandırır ve belki çok önemli özellik­
cağını belirtmektedir. Bu savı değerlendirirken lerini göz ardı ederiz.
daha önceki paradigmalar ve bunların dünya­ Sınıflandırmanın kişi üzerinde de olumsuz
mız hakkında bilgi edinmemizi nasıl etkiledikleri etkileri olabilir. Şizofreni tanısı konduktan sonra
konusundaki tartışmalarımızı hatırlayınız. Her­ yaşamınızın nasıl değişeceğini düşünün. Baş­
hangi bir şeyi algıladığımızda ve onun hakkında kasının sizin rahatsızlığınızı anlayabileceğine
düşündüğümüzde bunları kategorize etme eği­ ilişkin kuşkuda ve savunmada olursunuz. Ya
limi insanın doğasında var gibidir. Dolayısıyla, da, sürekli yeni bir hastalık evresinden korkarak
sınıflandırmaya tümden karşı çıkanlar insan dü­ uçurumun kenarında gidersiniz. “Eski bir ruhsal
şüncesindeki, sınıflandırma ve kategorize etme hasta” olduğunuz gerçeği damgalanma etkisi
ediminin kaçınılmazlığına karşı çıkmaktadırlar. gösterebilir. Arkadaşlarınız ya da sevdikleriniz
Örneğin zar atmayı düşünelim. Tek bir zar size farklı davranabilirler, iş bulmanız güç ola­
attığımızda birden altıya kadar, rakamlardan bilir.
herhangi biri gelebilir. Şimdi de, her gelen ra­ Tanının bu tür olumsuz sonuçları olabileceği
kamı tek ya da çift olarak sınıflandırdığımızı dü­ konusunda pek şüphe yoktur. Varolan araştır­
şünelim. Bir, üç ya da beş geldiğinde bunu “tek” malar genel olarak toplumun akıl hastaları ko­
olarak; iki, dört ya da altı geldiğinde bunu da nusunda olumsuz yargıları olduğunu; hasta ve
“çift” olarak adlandıracağız. Bizi dinleyen birisi ailelerinin bu tür damgalayıcı tutumların yaygın
ise, “tek” dediğimizde, bunun bir mi, üç mü, beş olduğuna inandıklarını göstermektedir (Rabkin,
mi olduğunu; “çift” dediğimizde ise, iki mi, dört 1974; Wahl & Harrman, 1989). Ancak tanının
mü, altı mı olduğunu bilemeyecektir. Sınıflandır­ gerçek olumsuz etkilerini göstermek zordur. Ör­
ANORMAL DAVRANIŞIN SINIFLANDIRMASINDA SORUNLAR 67
√√

neğin, Gove ve Fain (1973) büyük bir hasta gru­ nin yeri olup olmadığı, bunların güvenilir ve ge­
bunu hastaneden çıktıktan sonra bir yıl süreyle çerli olup olmadıkları konularındadır. Bu eleştiri­
izlediler. Bu eski hastalarla iş, toplumsal ilişkiler ler daha çok DSM-I ve DSM-II düzeylerindedir.
ve ev dışı etkinlikler konularında görüşmeler Bu bölümün sonunda, daha sonraki DSM’lerin
yapıldı. Hastaların o günkü işlevselliklerini an­ bu eleştirileri nasıl karşıladığını gözden geçire­
latışları ile yatış öncesi işlevselliklerini betimle­ ceğiz.
yişleri arasında çok fark yoktu. Sonuçta, bir tanı
konmuş olmasının yaratacağı olası toplumsal AYRIK KLİNİK BÜTÜNLÜK YA DA
damgalanma etkisinin farkında olmamız gereği­ SÜREKLİLİK
ne rağmen, bu sorun bazılarının inandığı kadar
DSM kategorik bir sınıflandırma sunmak­
ciddi bir sorun olmayabilir.
tadır; yani bu sınıflandırmada bir “evet-hayır”
yaklaşımı söz konusudur. Hasta şizofrenik midir,
SINIFLANDIRMA VE TANININ DEĞERİ değil midir? Ayrık tanı bütünlükleri önerdiği için,
Çeşitli tipte anormal davranışın birbirlerinden bu tür bir sınıflandırmanın normal ve anormal
farklı olacağı varsayımından hareketle bunların davranış arasında dikkate alınması gereken sü­
sınıflandırılması gerektiğini söyleyebiliriz, çün­ rekliliğe izin vermediği öne sürülebilir. Bu tartış­
kü bu farklılıklar çeşitli davranış bozuklukları­ mada sürekliliği savunanlar normal ve anormal
nın nedenleri ve tedavileri konusunda ipuçları davranışın niteliksel değil yalnızca şiddet ya da
taşıyabilir. Örneğin, bir zihinsel gerilik türü olan yoğunluk açısından, yani niceliksel bir farklılık
fenilketonüri, fenilalanin adlı proteinin metabo­ gösterdiğini savunmaktadır. Dolayısıyla, ayrık
lizmasında bir eksiklik sonucu beyne zarar ve­ tanı kategorileri yanlış bir süreksizlik izlenimi
ren metabolitlerinin salınımı ile ortaya çıkar; fe­ doğurmaktadır.
nilalaninden kısıtlı bir diyet bu hasarı bir ölçüde Diğer yandan, boyutsal sınıflandırmada,
azaltır. Ancak, Mendels’in (1970) dediği gibi, “zi­ sınıflandırılan nesneler ya da bütünlükler ni­
hinsel geriliği olan 100, hatta 1000 kişiyi alsak celiksel bir boyutta (örn., bir kaygı ölçeğinde
ve tümüne fenialaninden yoksun diyet uygula­ 1’den 10’a; 1 en düşük, 10 ise en yüksek kay­
sak alacağımız yanıt anlamsız olacaktır ve diyet gıyı göstermek üzere) derecelendirilmektedir.
etkili bir tedavi olarak değerlendirilemeyecektir. Sınıflandırma, hastanın ilgili boyutlarda değer­
Öncelikle, fenilketonüri adlı bir zihinsel gerilik alt lendirilmesini ve belki de, bir koordinatlar siste­
tipinin tanımlanması gerekmekte, daha sonra mi içinde her bir boyuttaki yerinin belirlenmesini
bu alt grupta fenilalaninden yoksun diyetin et­ kapsamalıdır. Boyutsal bir sistem niceliksel bir
kisi araştırılmaktadır ki böylelikle bu grupta bu boyut üzerinde bir kesme noktası ya da eşik de­
diyetin zihinsel geriliğin gelişimini önlediği gös­ ğeri belirleyerek kategorik bir sisteme dönüştü­
terilmiştir.” rülebilir. Bu, boyutsal sistemin bir üstünlüğüdür.
Kategorilerin oluşturulması bilgi birikimini de Açıkçası, bu boyutsal sistem DSM’nin tanı­
sağlayabilir; öyle ki, bir kategori oluşturulduğu larını oluşturan birçok semptoma uygulanabilir.
zaman o kategori hakkında yeni bilgiler elde edi­ Örneğin, kaygı, depresyon ve kişilik bozuklukla­
lebilecektir. Bu kategori henüz kanıtlanmamış rı bölümünde ifade edilen ve birçok insanda de­
varsayımsal bir kategori olsa dahi, bu konuda ğişik derecelerde bulunabilen, üstelik DSM’nin
yeni bütüncül bilgilere ulaşmayı kolaylaştıran bir kategorik modeline tümüyle uymayan birçok ki­
basamak olabilir. Ancak bir tanı kategorisi oluş­ şilik özelliği bu semptomlar arasındadır.
turulduktan sonra bu tanımlamaya uyan insan­ Ancak, boyutsal ya da kategorik sınıflan­
dırma sistemleri arasında tercih yapmak, baş­
lar üzerinde, onların sorunlarının gelişiminden
langıçta göründüğü kadar kolay değildir. Bö­
sorumlu etkenleri açıklığa kavuşturmaya ve bu
lüm 8’de ayrıntılarıyla tartışılan hipertansiyonu
sorunların çözümü için gerekli tedavileri geliştir­
ele alalım. Kan basıncı ölçümleri bir süreklilik
meye yönelik araştırmalar yapılabilir.
oluşturur ki bu da boyutsal yaklaşıma tamamen
uyar. Oysa bazı kişileri, sorunun nedenlerini
TANIYA İLİŞKİN ÖZGÜL ELEŞTİRİLER ve tedavi yollarını araştırmak için yüksek kan
Psikiyatrik sınıflandırmaya ilişkin daha özgül basınçlı kategorisine sokmanın yararlı olduğu
eleştiriler de yapılmaktadır. Bu eleştirilerin en kanıtlanmıştır. Benzer bir durum DSM katego­
önemlileri, birbirlerinden ayrık tanı kategorileri­ rileri için de geçerli olabilir. Kaygı farklı kişilerde
68 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

farklı derecelerde bulunmasından dolayı boyut­ bağımsız iki kişinin çocuğu oynarken gözleyip
sal bir değişken olsa dahi, kaygıları çok şiddetli saldırganlık düzeylerine ilişkin gözlem yapma­
olan kişiler için bir tanı kategorisi oluşturulma­ sını isteyeceksiniz. Bu gözlemcilerin ne derece
sı yararlıdır. Böylesi bir kategori kaçınılmaz bir görüş birliğine vardıkları değerlendiriciler arası
zorunluluktur; kesme noktasının tam nerede güvenirlik derecesini verecektir.
olacağı sorunu varsa da, her şeye rağmen bu Bir sınıflandırma sisteminin kullanışlı olabil­
kategori işe yarayacaktır. mesi için, bu sistemi uygulayanların hangi du­
Aynı zamanda görünürde boyutsal olan bir rumun belirli bir tanı için özgül olup olmadığı
değişken, gerçekte altta yatan bir kategorik, ya konusunda görüş birliğinde olmaları gerekir. Ör­
da ‘var-yok’ sürecini temsil ediyor olabilir. Bu neğin, kaygı bozukluğu tanısı alan bir kişinin bir
oldukça karmaşık bir tartışmadır; ancak, hipo­ başka klinisyen tarafından da aynı tanıyı alması
tetik bir durum üzerinden (tek genin yol açtığı gerekir. Herhangi bir sınıflandırma sistemini de­
hipertansiyon) bu tartışmanın lezzetine biraz da ğerlendirirken en temel ölçüt güvenirliktir. DSM-
olsa varılabilir. Kan basıncı tek gen (var ya da III öncesinde, güvenirlik kabul edilebilir düzeyde
yok) ve diyet, ağırlık, sigara, stres vb. gibi birçok değildi, çünkü tanı koymak için gerekli ölçütler
çevresel etken arasındaki karmaşık bir etkile­ açıkça belirtilmemekteydi ve hastanın semp­
şim sonucu ortaya çıkar. Gözlenen kan basıncı tomlarını değerlendirme yöntemleri standardize
boyutsal bir değişkendir, ancak aynı zamanda, edilmemişti (Ward ve ark., 1962). İlerde göre­
hipertansiyon tek bir genin var ya da yok olu­ ceğimiz gibi, günümüzdeki tanı kategorilerinin
şuna göre gelişebilen kategorik bir değişkendir. çoğunun güvenirliği iyidir.
Yalnızca yüzeydeki değişkeni gözleyebildiği­
mizi hatırlarsak, altta yatan kategorik bir süreç TANI KATEGORİLERİ NE KADAR
olduğunu nasıl söyleyebiliriz. Bu kitabın amaç­ GEÇERLİDİR?
larının ötesinde olsa da, bu tür sorulara yanıt
bulabilmek için karmaşık matematiksel işlemler Bir tanı kategorisi oluşturulduktan sonra, bu
geliştirildiğini belirtmeliyiz (örn., Meehl, 1986). kategori hakkında kesin ifadeler ve yordamalar­
Bu işlemler bazı tanılar için boyutsal ya da ka­ da bulunup bulunamama, onun geçerlik testi­
tegorik yaklaşımlardan hangilerinin daha uygun dir. Geçerlik ile güvenirlilik arasında özel bir iliş­
olduğunu sınamak için kullanılmaktadır (Tykra ki vardır: Bir kategorinin güvenilirliği azaldıkça,
ve ark., 1995). bu kategori hakkında geçerli ifadeler kullanmak
daha zorlaşır. Bir tanının güvenirliği tümüyle ye­
terli değil ise, geçerliğinin de yeterli olmayaca­
GÜVENİRLİK: BİR TANI SİSTEMİNİN
ğını bekleriz. Örneğin, eğer dört klinisyen aynı
KÖŞETAŞI hasta için dört farklı tanı koyuyorsa, onların ta­
Bir tanı sisteminin ya da bir testin ya da her­ nıları da hem tedavi hem de prognoz (gidiş ve
hangi bir ölçümün her uygulamada aynı bilimsel sonlanım) açısından geçerli yordamalar sağla­
gözlem sonucunu verme derecesi o ölçümün mayacaktır.
güvenirlik derecesini gösterir. Güvenilir olma­ Bir tanının üç çeşit geçerliği olabilir: etiyolo­
yan ölçeğe iyi bir örnek her kullanıldığında boyu jik, eşzamanlı ve yordayıcı. Bir tanının etiyo-
değişen elastik bir cetveldir. Bu tür bir cetvel lojik geçerliği olabilmesi için bu tanı grubunu
aynı nesnenin boyu her ölçüldüğünde farklı de­ oluşturan kişilerde aynı nedensel etkenlerin
ğerler gösterecektir. Aksine, standart tahta cet­ gösterilmiş olması gerekir. İkiuçlu bozukluğun
vel benzeri güvenilir bir ölçek istikrarlı sonuçlar kısmen kalıtsal olarak belirlendiği varsayımı­
verecektir. nı dikkate alalım. Bu kurama göre, ikiuçlu bo­
Değerlendiriciler arası güvenirlik iki de­ zukluğu olanların çocuklarında bu bozukluğun
ğerlendiricinin bir olay hakkında vardıkları gö­ gelişme olasılığı ortalamaya göre daha yüksek
rüşbirliğinin derecesidir. Örneğin, davranım olacaktır. Bölüm 10’da göreceğimiz gibi, bu ku­
bozukluğu kuşkusu olan bir çocuğun arkadaş­ ramı destekleyen kanıtlar vardır ve bunlar bu
larına karşı saldırgan olup olmadığını anlamak kategoriye bir miktar etiyolojik geçerlilik sağlar.
istiyorsunuz. Çocuğu teneffüslerde arkadaşla­ Herhangi bir tanı için, bizzat tanının parçası
rıyla oynarken gözlemeye karar verebilirsiniz. olmayan semptom ve bozuklukların bu tanıyı
Bu gözlemsel verilerinizin güvenilir olup olma­ alanların özellikleri arasında bulunması duru­
dığını saptamak için en azından birbirlerinden munda, o tanının eşzamanlı (concurrent) ge-
ANORMAL DAVRANIŞIN SINIFLANDIRMASINDA SORUNLAR 69
√√

çerliği vardır. Şizofreni tanısı alanların çoğunun olarak betimlenmiştir. Her bozukluk için temel
toplumsal ilişkilerinde sorunlar bulunması buna özellikler ve ardından laboratuar bulguları (örn.,
iyi bir örnektir. şizofrenide ventrikül genişlemesi) ya da fizik
Yordayıcı geçerlik o bozukluğu bulunanla­ muayene bulguları (yeme bozukluğu olanlarda
rın gelecekteki davranışlarına işaret etmektedir. elektrolit dengesizliği) gibi ilgili özellikleri be­
Bozukluğun özgül bir sonucu ya da gidişi olabi­ timlenmiştir. Daha sonra, başlangıç yaşı, gidiş,
lir; örneğin, yüksek oranda iyileşme ya da so­ yaygınlık, cinsiyet oranı, ailesel örüntü ve ayı­
runların pek değişmeden sürmesi beklenebilir. rıcı tanı (o bozukluğun, semptomları açısından
Ayrıca, bu tanı grubundakilerin belirli bir tedavi­ benzerlik gösteren bir başka bozukluktan nasıl
ye benzer yanıtlar vermeleri beklenebilir. Örne­ ayrılacağı) gibi konularda araştırma bulgularına
ğin, ikiuçlu bozukluğu olan hastalar, lityum kar­ dayanan bilgiler verilmektedir. Artık, aynı bozuk­
bonat adlı ilaca oldukça iyi yanıt verme eğilimi luğun değişik kültürlerde nasıl farklı semptomlar
gösterirler. Bu ilacın diğer tanı kategorilerindeki gösterebileceği konusuna daha çok özen gös­
hastalarda etkili olmaması ikiuçlu bozukluk tanı terilmektedir. Örneğin, hem şizofreninin (örn.,
kategorisinin yordayıcı geçerliliğini destekle­ sanrı ve varsanılar) hem de depresyonun (örn.,
mektedir. çökkün mizaç ve ilgi istek yitimi) temel belirti­
Bu kitabı temel DSM tanı kategorileri çerçe­ leri farklı kültürlerde birbirlerine benzemekte­
vesinde düzenledik, çünkü bunların bir ölçüde dir (Draguns, 1989). Ancak, suçluluk duygusu
geçerlik taşıdıklarına inanıyoruz. Ancak, bazı Batı toplumlarında sık görülen bir semptom
kategorilerin diğerlerine göre geçerlikleri daha iken Japonya ve İran gibi ülkelerde sık değildir.
yüksektir; bunları ilgili bölümlerde tartışacağız. Benzer biçimde, depresyon, Latin kökenlilerde,
başağrısı ya da “sinir” gibi semptomları da sık­
DSM VE TANIYA İLİŞKİN lıkla içermektedir. (Odak 3.2. kültürün etkilerine
ELEŞTİRİLER daha duyarlı olabilmek için DSM’de gösterilen
çabaları özetlemektedir). Son olarak, o katego­
DSM-III ve DSM-III-R ile başlayan süreçte
ri için tanı ölçütleri (tanı koymak için bulunması
daha güvenilir ve geçerli tanı kategorileri oluştu­
gereken semptom ve diğer özellikler) daha net
rulmasına çaba gösterilmiştir. Eksen I ve Eksen
bir biçimde ifade edilmiş ve herhangi bir tanı­
ll’deki her tanı kategorisinin özellikleri ve semp­
yı oluşturan semptomlar bir sözlükte verilmiştir.
tomları DSM-II’dekine göre çok daha geniş
Tablo 3.3’te, bir manik epizodun DSM-ll’de ya­
pılan betimlemesi ile DSM-IV’deki tanı ölçütle­
Depresyonun çekirdek semptomları kültürler arasında benzer ri karşılaştırılmaktadır. Buradan da görüleceği
görünür. Ancak suçluluk duygusu Japonya’da Batı kültürlerinden
daha az görülür. gibi, DSM-IV’te tanı koymak için gerekli veriler
çok daha ayrıntılı ve somuttur.
DSM ölçütlerinin açıklıkla belirlenmesinin,
tanısal güvenirlik sorunlarının kaynağı olan be­
timlemedeki belirsizlikleri azaltması beklenebilir
ki bu da güvenirliği arttıracaktır. Güvenirliği art­
tıran bir diğer etken de, tanı için gerekli bilgi­
lerin standart, puanlanan görüşmelerin kullanıl­
masıyla elde edilmesidir (bu tür görüşmeler bir
sonraki bölümde geniş bir biçimde ele alınmak­
tadır) DSM-lll-R’nin güvenirlik değerlendirme­
leri Tablo 3.4’te ayrıntılı olarak sunulmaktadır;
değişik tanı kategorilerinin güvenirlikleri farklılık
göstermekle birlikte, temel tanı kategorileri için
oldukça kabul edilebilir düzeylerdedir. Kaygı
bozukluklarına ilişkin görece düşük değerler,
bu bozuklukları değerlendirmek için geliştiril­
miş görüşme araçlarının kullanıldığı diğer çalış­
malarda daha yüksek çıkmaktadır (Dinardo ve
ark., 1993). DSM-IV tanıları için veriler henüz
70 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

ODAK 3.2 DSM-IV’DE ETNİK VE KÜLTÜREL DEĞERLENDİRMELER

DSM”nin önceki baskıları psikopatolojide et- Amerika’daki klinik uygulamalarda olabilecek bazı
nik ve kültürel değişikliklere dikkat etmemekle örneklerdir.
eleştirilmişlerdi. DSM-IV kültürel duyarlığını üç yolla amok - Bir derin düşünme dönemini şiddetin ve ha-
artırmaya çalışmıştır: (1) elkitabının ana kısmına her zan insan öldürmeyle sonuçlanan patlamaların izlediği
bozukluk için kültürel ve etnik faktörlerin tartışıldığı bir disosiyatif bir dönem. Dönem bir hakarete uğramayla
bölüm eklenmiştir; (2) kültür ve etnik kökenin rolünü başlama eğilimindedir ve esas olarak erkekler
değerlendirmek için ekte genel bir çerçeve sağlamıştır arasında bulunur. Kötülüğe uğradığına dair sanrılar
ve (3) kültüre bağlı sendromları tanımlayan bir ek genellikle vardır. Terim Malazya’cadandır ve sözlükte
tanımlanmıştır. “katletmeye ilişkin çılgınlık olarak tanımlanmaktadır:
Klinisyenlerin farkında olmaları gereken kültürel okuyucu muhtemelen “amok koşusu” tümcesiyle de
meseleler arasında terapist ve hasta arasındaki dil karşılaşmıştır.
farklılıkları ve hastanın duygusal sıkıntısını kültürel Beyin yorgunluğu (brain fag) - Köken olarak
olarak nasıl ifade ettiği gelmektedir. Örneğin birçok Batı Afrikaya aittir, bu terim lise ya da üniver-
kültürde keder ya da kaygı psikolojik terimlerden çok site öğrencilerinin akademik baskıya tepki ver-
fiziksel terimlerle tanımlanır—”Kalbimden hastayım” mede tanımladıkları bir koşulu anlatır. Semptomlar
ya da “Kalbim çok ağır “. Bireyler ayrıca kendi kül- yorgunluğu, kafada ve boyunda gerginliği, görmenin
türel ya da etnik gruplarını tanımlama dereceleri bulanmasını içerir. Bu sendrom belli kaygı, depresif ve
açısından da farklılık gösterirler. Bazıları çoğunluk somatoform bozukluklarına benzer.
kültürüne asimile olmaya değer verirken diğerleri dhat - Hindistan da meni boşalmasıyla bağlantılı
kendi etnik ardalanları ile sıkı bağlar içinde olmayı aşırı kaygı ve hipokondriye işaret etmek üzere
isterler. Genelde klinisyenlere kültür ve etnik kökenin kullanılır.
tanıyı ve tedaviyi nasıl etkilediği konusunda daima Hayalet hastalık (ghost sickness) - Bazı Amerikan
uyanık olmaları tavsiye edilir, ki bu konu gelecek yerli kabileleri erkeklerinde görülen ölümle ve ölmüş
bölümde tartışılmaktadır. kişilerle aşırı zihin meşguliyeti.
DSM aynı zamanda, özgül bir DSM-IV tanısına koro - Güney ve Doğu Asya’ da da bildirilen ve pe-
bağlanabilecek ya da bağlanamayacak garip nisin ya da memelerin vücutta tersine dönmüş olduğu
dayanışların ve sıkıntı veren yaşantıların lokasyona ve muhtemelen ölüme yol açacağı olasılığına dair
bağlı örüntülerini tanımlamıştır. İzleyenler Kuzey yoğun bir kaygı dönemi.

Terapist, kültürel farklılıkların


hastaların sorunlarını anlatım
biçimleri üzerindeki etkilerini
dikkate almalıdır.

yeterli değilse de, bunların güvenirliklerinin de değildir. Örneğin Tablo 3.3’ü incelersek, mani
tablodakilere benzer düzeylerde oldukları görül­ tanısı koyabilmek için hastaların yedi semptom­
mektedir. dan üçünü taşımaları (eğer duygudurumları hu­
Buraya kadar DSM’nin olumlu yönlerini ele zursuz ise dört) gerektiği anlaşılmaktadır. Fakat
aldık. Uygun tanısal güvenirliliğe ulaşılması neden iki ya da beş değil de, üç semptom (Finn
dikkate değer bir başarı olsa da, sorunlar bit­ 1982)? Aynı, bir hastanın yüksek tansiyonu olup
memiştir. Örneğin, tanısal kararların verilmesi olmadığına karar verilirken yapıldığı gibi, DSM
için gerekli kuralların ideal olup olmadıkları net tanısı koyma kuralları içinde de bir ihtiyarilik (is­
ANORMAL DAVRANIŞIN SINIFLANDIRMASINDA SORUNLAR 71
√√

TABLO 3.1 DSM-IV Çok Eksenli Sınıflandırma Sistemi


DSM-II (APA, 1968, S. 36)

Manik-depresif hastalık, manik tip. Bu bozukluk manik dönemlerden oluşmaktadır. Bu dönemler


aşırı coşku, huzursuzluk, konuşkanlık, düşünce uçuşması, motor aktivite ve konuşmada hızlan­
ma. Bazen kısa depresif dönemler olabilir, ancak bunlar hiçbir zaman gerçek depresif dönemler
değildir.
DSM-IV (APA, 1994)

Manik Dönem Tanı Ölçütleri


A. En az bir hafta süren (hastane yatışını gerektiriyorsa herhangi bir süre), olağandışı ve
sürekli, yükselmiş, taşkın ya da huzursuz, ayrı bir duygudurum döneminin bulunması
B. Duygudurum bozukluğu dönemi sırasında, aşağıdaki semptomlardan en az üçü (ya da
daha fazlası) (duygudurum huzursuz ise dördü) belirgin derecede bulunur:
(1) benlik saygısında aşırı artma ya da büyüklük
(2) uyku gereksiniminde azalma (örneğin, yalnızca 3 saatlik bir uykudan sonra kendisini
dinlenmiş hisseder)
(3) her zamankinden daha konuşkan olma ya da baskılı konuşma
(4) düşünce uçuşmaları ya da düşüncelerin yarışıyor gibi birbiri ardına gelmesi yaşantısı
(5) dikkat dağınıklığı (yani, dikkat, önemsiz ya da ilgisiz bir dış uyarana çok kolaylıkla
çekilebilir)
(6) amaca yönelik etkinlikte artma (toplumsal yönden, iş ya da okul ortamında, cinsel
açıdan) ya da psikomotor ajitasyon
(7) kötü sonuçlar doğurma olasılığı yüksek, zevk veren etkinliklere aşırı katılma (örneğin,
elindeki bütün parayı alışverişe yatırma, düşüncesizce cinsel girişimlerde bulunma ya
da aptalca iş yatırımları yapma)
C. Bu semptomlar Karışık Dönemin tanı ölçütlerini karşılamamaktadır.
D. Bu duygudurum bozukluğu, mesleki işlevsellikte, olağan toplumsal etkinliklerde ya da
başkalarıyla olan ilişkilerde belirgin bir bozulmaya yol açacak ya da kendisine ya da
başkalarına zarar vermesini önlemek için hastaneye yatırmayı gerektirecek denli ağırdır ya
da psikotik özellikler gösterir.
E. Bu semptomlar bir madde kullanımının (örneğin, Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için
kullanılan bir ilaç ya da diğer bir tedavi yöntemi) ya da genel tıbbi bir durumun (örneğin,
hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

Not: Somatik antidepresan tedavinin (örneğin, ilaç, elektrokonvülsif tedavi, ışık tedavisi) açıkça neden olduğu
manik benzeri dönemler İkiuçlu I Bozukluğu göstergesi olarak ele alınmamalıdır. Bu bilgiler izinli olarak
DSM-IV. 1994. APA’ dan alınmıştır.

TABLO 3.4 Bazı DSM tanılarının güvenirlikleri (Williams teğe bağlılık) söz konusudur. Ayrıca, günlük kul­
ve ark., 1992). lanımda Eksen I ve II tanılarının güvenirlikleri bu
Tablodaki sayılar bir istatistik değeri olan kappa’yı göstermekte­ kadar yüksek olmayabilir; çünkü, tanı koyanlar,
dir. Kappa şansa bağlı olarak beklenebilecek görüş birliğinin ne
derecede üstünde bir değer elde edildiğini gösteren bir ölçüttür. araştırmacılar kadar ince eleyip sık dokumaya­
Kappa’nın .70 üzerinde oluşu genellikle iyi kabul edilir. bilirler. Öte yandan, DSM’nin güvenirliğinin art­
Tanı Tanı ması geçerliğini de arttırabilir, ama böyle olaca-
İkiuçlu (Bipolar) Bozukluk .84 ğının garantisi yoktur. Öyle ki, koyulan tanılar
Major Depresyon .64 hasta hakkında kullanışlı bir bilgi vermiyor ola­
Şizofreni .65 bilir. Üstelik DSM-IV’e göre yapılan değerlendir­
Alkol Kötüye Kullanımı .75 melerde öznel etkenler hâlâ rol oynamaktadır.
Anoreksiya Nervoza .75
Yine, Tablo 3.3’teki manik sendrom ölçütlerini
ele alalım. Duygudurumun anormal derecede
Bulimiya Nervoza .86
ve sürekli olarak coşkulu olması tam olarak ne
Panik Bozukluk .58
demektir? Ya da, acı verecek sonuçlar doğur­
Sosyal Fobi .47
ma potansiyeli yüksek olan haz verici etkinlik­
Eksen V İGD=55
lerde bulunmak hangi düzeyde aşırıdır? Başka
72 √√ BÖLÜM 3 - SINIFLANDIRMA VE TANI

bir örnek; Eksen V’te klinisyen hastanın şimdiki kapsamını genişleterek, birçok çocukluk çağı
işlevselliğini değerlendirmelidir. Burada, klinis­ sorunlarını, yeterli kanıt olmadığı halde, psiki­
yen, ortalama birisine göre, hasta için uyumlu yatrik bozuklukların içine sokmuştur.
davranışın ne olduğuna karar vermektedir. Böy­ Özetlersek, DSM sürekli olarak gelişmek­
lesi bir değerlendirme hem kültürel yanlılıkların teyse de, mükemmel olmaktan çok uzaktır. Bu
hem de, klinisyenin, ortalama bir insanın belirli kitap boyunca, çeşitli bozukluklar hakkındaki
bir durumda ya da yaşam evresinde nasıl dav­ yayınları gözden geçirdikçe, sağlık profesyonel­
ranması gerektiği konusundaki kişisel görüşle­
lerinin ruhsal bozuklukları kategorize etme ko­
rinin karar verme sürecine karışmasına açıktır
nusundaki bu çabalarının zayıf- güçlü yönlerini
(C.B. Taylor, 1983). Bir erkek terapist, bekâr, 55
değerlendirmemize ve DSM- IV’ün halen varo­
yaşında kadın bir hastayı kadın bir terapistten
farklı ele alabilecektir; örneğin, kadın terapist bu lan bazı sorunları nasıl ele aldığını görmemize
hastanın çocuğunun olmayışını erkek terapiste olanak veren yeni fırsatlar olacaktır. DSM’nin
göre daha olumsuz değerlendirebilecektir. en çok cesaretlendiren özelliği, tanı kurallarını
Son olarak, DSM sınıflandırmasındaki tüm berraklaştırma yönündeki girişimlerin tanı siste­
değişiklikler olumlu değildir. Okumayı ya da mindeki sorunları saptamayı kolaylaştırmasıdır.
matematiği öğrenmedeki zorluk bir psikiyatrik Önümüzdeki yıllarda, yeni değişiklikler ve in­
bozukluk olarak sınıflandırılmalı mıdır? DSM, celtmeler bekleyebiliriz.

ÖZET
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından basılan Tanı ve İstatistik Elkitabı (DSM)’nın yeni baskıları,
ruh sağlığı profesyonellerince yürütülen, çeşitli psikopatolojilerin sınıflandırılması çabalarının sür­
mekte olduğunu göstermektedir. Burada, yeni bir özellik çoğul eksenli sistemdir: Klinisyen her tanıda
hastanın durumunu beş eksen ya da boyuta göre betimler. Eksen I ve ll’de, ruhsal bozukluklar; Ek­
sen III’te söz konusu olan ruhsal bozuklukla ilgili fiziksel bozukluklar belirtilir; Eksen IV’te ise, kişinin
yaşadığı psikososyal ve çevresel sorunlar değerlendirilir ve Eksen V’te ise, kişinin güncel uyum
düzeyi derecelendirilir. Çoğul eksenli tanının, hastanın ruhsal durumunu çoğul boyutlu ve daha kul­
lanışlı bir biçimde betimlediği düşünülmektedir.
Anormalliğe ilişkin sınıflandırmalar değerlendirilirken bazı genel ve özel sorunlar dikkate alınmalı­
dır. DSM’nin yeni baskıları DSM-II’ye göre çok daha somut ve betimleyici olduğu için, bunlara dayalı
tanılar çok daha güvenilirdir. Tanının, bozukluğun diğer özelliklerini, örneğin, gidişi ve sonlanımını,
ne kadar yordadığını gösteren geçerlik ise hâlâ tartışmalı bir konu olarak kalmaktadır. DSM-IV’ün
yaygın olarak kullanılması sonucunda, psikopatoloji, bunların tedavisi ve önlenmesi konusunda daha
yararlı bilgiler kazanıp kazanamayacağımıza ilişkin karar vermek için henüz çok erkendir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve boyutsal sınıflama etiyolojik geçerlik
İstatiksel Elkitabı güvenirlik eşzamanlı geçerlik
çokeksenli sınıflama değerlendiriciler arası güvenirlik yordayıcı geçerlik
kategorik sınıflama geçerlik
4

Max Papart, “Liberty,” 1981

KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ


Çeviri: Doç. Dr. Buket Erkal

PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME DEĞERLENDİRMEDE GÜVENİRLİK VE


Klinik Görüşmeler GEÇERLİK
Psikolojik Testler Güvenirlik
Davranışçı ve Bilişsel Değerlendirme Geçerlik
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME KÜLTÜREL FARKLILIK VE KLİNİK
Beyin Görüntüleme: Beyni “Görme” DEĞERLENDİRME
Nörokimyasal Değerlendirme Değerlendirmede Kültürel Yanlılıktan
Nöropsikolojik Değerlendirme Kaçınma Stratejileri
Psikofizyolojik Ölçme DAVRANIŞIN TUTARLIĞI VE DEĞİŞKENLİĞİ
ÖZET
74 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

Bu kitap, içki ve evlilik sorunları olan bir polis çıktığını göreceğiz. Burada birçoğu psikodina­
memurunun öyküsü ile başladı ve bir önceki bö­ mik yapıda olan psikolojik testlerle davranışçı
lüm bu adama konan tanı ile sonlandı. Bununla ve bilişsel değerlendirme tekniklerini tartışıyo­
beraber DSM tanısı sadece bir başlangıç nok­ ruz.
tasıdır. Yanıtlanması gereken daha birçok soru
bulunmaktadır. Ernest neden böyle davranmak­ KLİNİK GÖRÜŞMELER
tadır? Duygu durumundaki dalgalanmalar ve
Çoğumuzla bir vakit görüşmeler yapılmıştır
şiddet patlamaları gerçek bir bozukluğa mı işa­
da bunları, birer sohbet veya karşılıklı konuşma
ret etmektedir? Neden karısının kendisine olan
şeklinde geçtiğinden, görüşme olarak adlandır­
sevgisinden şüphe etmektedir? Evlilik çatışma­ mamışızdır. Sokaktaki vatandaş için görüşme
larının çözümlenmesi için ne yapılabilir? Erek­ (mülakat) sözcüğü, büyük ölçüde yapılanmış
siyon halini sürdürme zorluğu psikolojik ya da resmi bir konuşmaya işaret eder. Ancak biz bu
fizyolojik etkenlerden mi kaynaklanmaktadır? terimin, karşılıklı konuşmaya dayanan; bu ko­
Yoksa her ikisinin de mi etkisi vardır? Okulda ve nuşmada görüşmecinin, konuşma dilini karşı­
mesleğinde zihinsel potansiyeline uygun dav­ sındaki, yani görüşen ya da danışan, hakkında
randı mı? Ne tip bir tedavi ona en uygun olacak­ bilgi toplamak amacıyla başlıca rol olarak kul­
tır? Tedavide ne gibi eng0ellerle karşılaşılabilir? landığı herhangi bir kişilerarası etkileşme ola­
Evliliği kurtarılabilir mi ya da kurtarılmalı mı? rak tanımlamayı daha yararlı buluyoruz. O hal­
Bunlar terapi öncesi ruh sağlığı uzmanlarının de, bir üniversite öğrencisine yaklaşmakta olan
dikkate getirdikleri sorulardır. Klinik değerlendir­ başkanlık seçimlerinde kime oy vereceğini so­
me, yanıtları bulmalarında yardımcı olur. Tüm ran Gallup anketörü, bu öğrencinin hangi adayı
klinik değerlendirme işlemleri, az veya çok, ki­ tercih ettiğini öğrenmek gibi sınırlı ve belirli bir
şide ne gibi bozukluklar olduğunu, sorun ya da amaçla onunla bir görüşme yapmaktadır. Bir
sorunlara nelerin neden olmuş olabileceğini ve hastaya en son hastaneye yatışındaki koşulla­
bireyin içinde bulunduğu durumun düzeltilmesi rın nasıl olduğunu soran klinik psikolog da aynı
için ne gibi adımlar atılabileceğini bulmanın bi­ şekilde bir görüşme yapmaktadır.
çimsel yollarıdır. Bu işlemlerin bazıları, terapötik Bir klinik görüşmenin, günlük konuşmadan
müdahalelerin etkilerini değerlendirmek için de ya da anketten ayrıldığı bir yön belki de görüş­
kullanılırlar. mecinin, yanıtlayan kişinin soruları nasıl yanıt­
Bu bölümde - bazıları hala gelişimlerinin ilk ladığına ya da yanıtlamadığına dikkat etmesidir.
aşamasında olan - çok yaygın olarak kullanılan Örneğin eğer bir danışan evlilik çatışmalarını
psikolojik ve biyolojik değerlendirme tekniklerini tekrar ele almaktaysa, klinikçi onun anlattıkla­
tanımlayacak ve tartışacağız. Tüm değerlen­ rına eşlik eden her duyguya genellikle dikkat
dirme yaklaşımlarını etkileyen, uzun vadede edecektir. Eğer evliliğin öyküsünde yaşadığı zor
duyguların, düşüncelerin ve davranışların tu­ bir duruma ilişkin herhangi bir rahatsızlık be­
tarlı veya değişken olup olmadıkları konusunun lirtisi göstermiyorsa, yanıtları, büyük olasılıkla,
önemine eğilerek bitireceğiz. ağlama türü bir tepki gösterdiğinden daha farklı
Değerlendirmenin bazen ihmâl edilen kül­ olarak yorumlanacaktır.
türel değişkenlik rolü ve klinisyen yanlılığı gibi Bir görüşmeci hangi paradigma doğrultusun-
yönlerini de tartışıyoruz. Bu tartışmada, Bölüm da hareket ediyorsa, bu, onun gözettiği bilgiyi,
3’te tartışılan tanı konusunda ilk olarak adı ge­ onu nasıl topladığını ve nasıl yorumladığını et-
kiler. Psikanaliz eğitimi almış bir klinisyenin, ki­
çen iki kavramın, güvenirlik ve geçerliğin, de­
şinin çocukluk tarihçesini soruşturması beklene­
ğerlendirmede anahtar rol oynadıkları da açıklık
bilir. Bu klinisyen, hastasının sözel bildirimlerine
kazanacaktır.
de kuşkuyla bakabilir; çünkü analitik paradigma
ruhsal rahatsızlığı olan veya olmayan normal
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME kişilerin gelişimsel tarihçelerinin en önemli yön­
lerinin bilinçaltına bastırıldığını savunur. Bekle­
Psikolojik değerlendirme teknikleri, psikopa­ neceği gibi, toplanan bilginin nasıl yorumlandığı
tolojik işlevlerdeki bilişsel, duygusal, kişilik ve da paradigmadan etkilenmektedir. Aynı şekilde,
davranışsal etkenleri saptamak üzere tasarlanıp davranışçı yönlenimdeki bir klinisyenin de kişi­
geliştirilmişlerdir. Değerlendirme tekniklerinin nin davranışındaki değişmelerle ilişkili olabile­
çoğunun Bölüm 2’de sunulan paradigmalardan cek (örn., kişinin kaygı duyduğu koşullar) şim­
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 75
√√

diki çevresel koşullara odaklanması beklenir. temelen en belirsiz taslaklardan yola çıkarak
O halde klinik görüşme, belirli tek bir yönerge hareket eder. Bilginin tam anlamıyla nasıl top­
doğrultusunda yapılmaz; görüşmecinin benim­ landığı büyük ölçüde görüşmeciye ve aynı za­
sediği paradigmaya göre değişir. Bilimciler gibi manda da danışanın tepkiselliğine ve tepkileri­
klinikçiler de sadece aradıkları bilgiyi bulma pe­ ne kalmaktadır. Yıllara dayanan klinik deneyim
şindedirler. ve hem öğretim hem de öğrenci ve meslektaş­
İyi klinik görüşmeler yapabilmek büyük be­ lardan öğrenilenler, her klinisyenin danışanına
ceri gerektirir; çünkü bu tür görüşmeler büyük en çok yarar getirecek bilgiyi elde etmesine ve
stres altında olan insanlarla yürütülür. Kuram­ bunu yaparken de kendini rahat hissetmesini
sal yönlenimlerden bağımsız olarak klinisyenler sağlayacak soru sorma yollarını geliştirmesine
danışan ve görüşenle iyi bir ilişki (rapport) ku­ katkıda bulunur. Böylece, bir görüşme ne kadar
rulmasının öneminin farkındadırlar. Görüşme­ yapısız olursa, görüşmeci o kadar sezgiye ve
ci, kişinin güvenini kazanmalıdır; bir danışanın genel anlamda deneyime dayanacaktır. Bunun
karşısındaki otorite figürüne, başında “Dr.” olsa bir sonucu olarak, ilk klinik görüşmelerin güve­
da kolayca açılarak bilgiler vereceğini sanmak nirliği muhtemelen düşük olacaktır. Yani, aynı
saflık olur. Danışan, çok samimi olarak, belki de hasta hakkında iki ayrı görüşmeci farklı sonuç­
çaresizlikle, bir uzmana kişisel sorunlarını an­ lara ulaşabilir ve klinik görüşmelerin büyük bir
latmak istese bile, bunu yardımsız yapamayabi­ çoğunluğu gizlilik ilişkisi çerçevesinde yapıldı­
lir. Psikodinamik yönlenimli klinikçiler, terapiye ğından, geçerliliklerinin sistematik araştırmalar­
giren insanların genellikle kendilerini gerçekten la ortaya konması mümkün olmamıştır.
neyin rahatsız ettiğinin farkında bile olmadıkları­ Acımasız bir yargıda bulunmaktan kaçınmak
nı ileri sürerler. Davranışçı klinisyenler daha çok için resme daha geniş bir açıdan bakmamız ge­
gözlenebilene odaklaştıkları halde, sıkıntılarının rekir. Yapılandırılmamış tek bir klinik görüşme­
sorumlusu olan etkenleri ayırdetmede hastala­ nin hem geçerliği hem de güvenirliği gerçekten
rının yaşadıkları zorlukları dikkate alırlar. de düşük olabilir. Ancak klinisyenler genellikle
Klinisyenlerin çoğu danışanlarıyla, kendile­ bir hastayla birden fazla görüşme yaparlar ve
rini ortaya koymalarını sağlamak, kaygılarını muhtemelen de kendini düzeltici süreç bundan
etraflıca ele alabilmelerini cesaretlendirmek ve böyle devreye girmiş olur. Klinisyen, hastanın
bir sorunu çeşitli yönleriyle inceleyebilmelerini daha ilk görüşmede söylediklerini geçerli saya­
kolaylaştırmak için empati kurarlar. İnsancıl te­ bilir fakat daha sonra, altıncıda bunların doğru
rapistler, bu amaçları gerçekleştirmek için belirli olmadığını ya da kısmen doğru olduklarını far­
empati tekniklerini kullanırlar. Danışanın söyle­ kedebilir.
diklerinin basit bir özetinin yapılması, üzücü, acı Bazen ruh sağlığı uzmanları özellikle DSM’ye
veren veya utandırıcı olay ve duyguların anla­ dayalı tanı koyabilmek için standart bilgi topla­
tılmasının sürmesini, kesintiye uğramamasını ma gereksinimindedirler. Bu gereksinimi karşı­
sağlar. Kişisel açılmalara gösterilen kabul edici lamak üzere araştırmacılar, klinikçilere ve araş­
tutum, “kalbin derinliklerindeki sırların (London, tırmacılara tanı koymada yardımcı olan DSM
1964)”, bir başkasına verilmesinin kötü sonuç­ - IV için yapılandırılmış Klinik Görüşme (SCID)
lar doğuracağı korkusunun dağılmasını sağlar. gibi (Spitzer, Gibbon & Williams, 1996) birtakım
Görüşme klinisyene kayda değer bir bilgi yapılandırılmış görüşmeler geliştirmişlerdir. Ya­
kaynağı olabilir. Anormal psikolojisi ve psikiyat­ pılanmış veya yapılandırılmış bir görüşme, gö­
ri için görüşmenin önemi kuşkusuzdur. Ancak, rüşmeci için hazırlanmış bir dizi soruyu içeren
titizlik ve sabırla toplanan bilginin güvenirliği kitapçıktır. SCID, dallanan bir görüşmedir: yani
her zaman pek açık değildir. Klinisyenler sık sık danışanın verdiği tepki bir sonraki soruyu hazır­
hastanın ne söylediği ve ne yaptığı üzerinde bü­ lar. SCID ayrıca görüşme sırasında ne zaman
yük etki yapabilecek durumsal etkenler üzerinde daha fazla ayrıntı için müdahale edileceğine ve
pek durmazlar. Bir an için, bir ergenin, genç, ra­ başka bir tanıya yöneltici sorulara ne zaman
hat giyimli bir psikolog ve yine altmış yaşlarında, geçileceğine dair ayrıntılı yönergeleri de kap­
iş giyimli bir başka psikolog tarafından sorulan sar. Çoğu belirtiler üç noktalı şiddet ölçeğinde
“yasal olmayan ilaçları ne sıklıkta kullanırsın?” derecelendirilir ve görüşme programında belirti
sorusunu nasıl yanıtlayacağını düşünün. derecelerinin doğrudan tanıya çevrilmelerini ön­
Görüşmeler yapılanma derecelerine göre gören yönergeleri de içerirler. Obsesif - kompul­
değişirler. Uygulamada çoğu klinisyen muh­ sif bozukluğa (6. Bölümde tartışılacaktır) ait ilk
76 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

Obsesif - Kompülsif Bozukluk Obsesif - Kompülsif Bozukluk Ölçütleri


Şimdi sana hiç bir anlamı olmayan ve Obsesyonlar (1), (2), (3) ve (4) ile
istemediğin, engellemeye çalıştığın halde tanımlanırlar:
tekrar tekrar geri gelen düşünceler tarafından
hiç rahatsız edilip edilmediğini sormak (1) geri gelen israrlı düşünceler, içtepiler ya
istiyorum: da hastalık sırasında bir dönem zorlayıcı ve
uygunsuz olan, aşırı kaygı veya rahatsızlık ? 1 2 3
(onlar nelerdi?) veren imgelere ait yaşantılardır.

eğer kişi ne demek istendiğinden emin (2) bu düşünceler, içtepiler ya da imgeler,


değilse: İstemediğin halde birisini kırmak, ona gerçek yaşam sorunları ile ilgili aşırı üzüntü
acı vermek ya da kir veya mikrop bulaşacağı veya kaygılar değildir.
gibi düşünceler? ? 1 2 3
(3) kişi bu gibi düşünceleri görmezden
Bu tür düşüncelerin olduğunda bunları gelmeye veya bir tarafa atmaya, ya da onları
kafandan atmak için uğraştın mı? (bunun için başka bir düşünce veya aksiyonla nötralize
ne yapardın?) etmeye çalışır. ? 1 2 3
Eğer açık değilse: Bu düşüncelerin nerden
gelmiş olabileceklerini düşündün? (4) kişi, obsesif düşüncelerin, içtepilerin veya
imgelerin, kendi zihninin birer ürünü olduğunu
? 1 2 3
(düşünce sokulmasında olduğu gibi dışarıdan
zorla baskılanmadığı) farkeder.

? = yetersiz bilgi 1 = yok veya yanlış 2 = eşikaltı 3 = eşik veya doğru

OBSESYON OBSESYON
YOK DEVAM

HAYIR İSE OBSESYON/


Kompülsiyonlar Kompülsiyon(ların) KOMPULSİYONLARI
Kapsamının Betimlenmesi KONTROL ET’E GİT
KOMPULSİYONLAR
Elini tekrar tekrar belli bir sayıya gelene kadar Kompülsiyonlar (1) ve (2) ile tanımlanırlar:
yıkamak, bir şeyi yapıp yapmadığını bir çok
defa kontrol etmek gibi kendini yapmaktan (1) tekrarlayan davranışlar (örn; el yıkama,
alıkoyamadığın, üstüste yaptığın bir şey var düzenlilik, kontrol etme) ya da zihinsel ? 1 2 3
mıydı? aktiviteler (örn; dua etme, sayı sayma,
sessizce sözcükler tekrarlama). Kişi bunları,
(neyi yapıyordun?) bir obsesyona veya katı olarak uygulanması
gereken kurallara göre yerine getirme
Eğer açık değilse: neden yapmalıydın zorunluluğu duyar.
(kompülsif davranış)? Eğer yapmasaydın ? 1 2 3
(2) davranışlar ve zihinsel hareketler, sıkıntı
ne olurdu? Eğer açık değilse: kaç defa
veya rahatsızlığı önlemek veya azaltmak
yapıyordun (kompülsif davranış)? Gün içinde ya da kötü bir olay veya durumu önlemek
onu yapmaya ne kadar zaman ayırıyordun? için yapılırlar. Ne var ki bu davranışlar veya
zihinsel hareketler ya önlemeye veya nötralize
etmeye çalıştıkları olay ve durumlarla
KOMPÜLSİYONLAR
gerçekçi bir şekilde bağlantılı değildirler ya
da açıkça görüldüğü gibi aşırıdırlar.
? = yetersiz bilgi 1 = yok veya yanlış 2 = eşikaltı 3 = eşik veya doğru

OBSESYON/
KOMPULSİYONLARI KOMPÜLSİYON İÇERİĞİNİ TANIMLA
KONTROL ET’E GİT

“OBSESYON/ KOMPULSİYONLARI KONTROL ET”


EĞER: OBSESYONLAR YA DA KOMPULSİYONLAR VEYA HER İKİSİ VARSA AŞAĞIYA
DEVAM ET
EĞER: NE OBSESYONLAR NE DE KOMPULSİYONLAR YOKSA BURAYI İŞARETLE VE
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞUNA GİT

Şekil 4.1 SCID’den örnek madde. New York Devlet Psikiyatri Kurumu Biyometri Araştırma Birimi. Copyright 1996 by the Board of
Trustees of the Leland Stanford Junior University. Reprinted by permission of Stanford University Press.
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 77
√√

baştaki sorular Şekil 4.1’de gösterilmiştir. Gö­ rak, birçok klinikçi çeşitli davranışsal veya zihin­
rüşmeci obsesyonları sormakla işe başlar. Eğer sel sorunun göstergesi olduğunu düşündükleri
yanıtlar 1 oranındaki dereceyi çıkarıyorsa (yok), ifadeleri sağlamışlardır. İkinci olarak, bu ifade
görüşmeci kompülsiyon sorularına döner. Eğer veya maddeler hâlihazırda belirli bir psikopato­
hastanın yanıt veya tepkileri 1 oranında derece­ loji tanısı almış olan hastalar tarafından ve nor­
lenecek nitelikteyse, görüşmeci travma sonrası mal olarak tanımlanan büyük bir grup insan ta­
stres bozukluğuna yönelmesi için uyarılır. Öte rafından, kendilerini betimleyip betimlemedikleri
yandan, obsesif-kompulsif bozukluk için pozitif yönünde derecelendirilmişlerdir. Hastaları ayır­
tepki veya yanıtlar çıkarsa (2 veya 3), görüşme­ deden maddeler saklanmış; yani bir klinik grup­
ci aynı soruna ilişkin sorularla görüşmeye de­ ta olan hastalar başka bir hasta grubunda olan
vam eder. SCID gibi yapılandırılmış görüşme­ kişilerden daha sık olarak birtakım soruları ya­
lerin kullanılması, Bölüm 3’te tarif ettiğimiz tanı nıtlamışlarsa, o maddeler seçilmiştir. Ek düzelt­
güvenirliğinin iyileştirilmesinde başlıca etkendir. melerle, bu maddelerden oluşturulan takımlar,
belirli bir tanı grubunun belirleyicisi ölçek haline
PSİKOLOJİK TESTLER getirilmiştir. Tablo 4.1’de MMPl’ı oluşturan on al­
tölçek tanımlanmıştır. Eğer birey daha önce bir
Psikolojik testler, bir kişinin belirli bir iş veya
tanı grubunun yapmış olduğu gibi bir ölçekteki
göreve ait performansını ya da kişiliğini ölçmek
maddelerin çoğunu yanıtlamışsa, davranışının
üzere tasarımlanmış standartlaştırılmış işlem­
bu belirli tanı grubuna uyduğu veya benzediği
lerdir. Bu testler değerlendirme sürecini yapı­
düşünülür. Her ne kadar asıl MMPI, DSM deki
landırmaktadır. Aynı test aynı insanlara değişik
psikiyatrik sınıflama sistemindeki değişimlere
zamanlarda uygulanır ve toplanan yanıtlar veya
bağlı olarak psikiyatrik tanılara eskisine oranla
tepkiler, belirli tipte insanların nasıl davranabile­
daha az uyum gösterir hale gelmiş olsa da, al­
ceklerini belirlemek üzere analiz edilirler. Yeterli
tölçekler yine de oldukça uyumlu sonuçlar ver­
veri toplanır toplanmaz testin istatistiksel norm­
mektedir. Örneğin Winters, Weintraub, ve Neale
ları oluşturulabilir. Bu sürece standardizasyon
(1981), MMPl’ın DSM-IM’teki şizofreni tanısını
denir. Belirli bir hastanın tepkileri daha sonra
yordamada başarısız kaldığını buldular.
bu istatistiksel normlarla karşılaştırılabilir. Belli
Gözden geçirilmiş MMPI-2 (Butcher ve
başlı üç tip psikolojik test inceleyeceğiz. Bunlar,
ark.,1989), geçerlik ve kabul edilebilirlik dü­
kendini bildirim (self- report) kişilik envanterleri,
zeyini iyileştirmeye yönelik kayda değer bazı
projektif kişilik testleri ve zekâ testleridir.
değişiklikleri içerir. Elli yıl öncesinin orijinal ör­
neklemi, Afrika kökenli Amerikalılar ve yerli
KİŞİLİK ENVANTERLERİ Amerikalılar da dâhil olmak üzere ırksal azın­
Bir kişilik envanterinde, incelenmekte olan lıkları temsil etmemekteydi. Standardizasyon
kişinin, kendini bildirim soru dizgesini - anket - örneklemi beyaz erkek ve kadınlarla, özellikle
doldurması istenir. Bu soru dizgesinde, kişiye de köylü Minnesota’lılarla kısıtlıydı. Yeni uyarla­
uyup uymadıkları açısından önemli olan dav­ ma daha geniş ve 1980 Birleşik Devletler nüfus
ranışsal alışkanlıkları değerlendirici ifadeler sayım rakamlarına uygun örneklem kullanılarak
bulunur. Bu ölçeklerin içinde belki de en iyi bili­ standartlaştırıldı. Cinsel imâlar, sindirim sistemi
nenlerinden biri Minnesota Çok Yönlü Kişilik faaliyetleri ve aşırı dinsellik içeren bazı madde­
Envanteri’dir (MMPI). Ölçek, 1940’lı yıllarda ler, belirli sınama bağlamlarında gereksiz zorla­
Hathaway ve McKinley (1943) tarafından geliş­ yıcı ve itiraz edilebilir olarak yargılandıklarından
tirilmiş ve 1989’da gözden geçirilmiştir (Butcher çıkarıldılar. Cinsel içerikli sözcükler ve modası
ve ark.,1989). Psikopatolojiyi masrafsız yoldan geçmiş deyimler de ayıklandı. Yeni birkaç altöl­
saptama amacıyla geliştirilen ölçeğin, çok yön- çek, madde kötüye kullanımı, A tipi davranış ve
lü olarak adlandırılması, birden fazla bozukluğu evlilik sorunlarını içermektedir. Yoksa MMPI-2,
aynı zamanda değerlendirme özelliğinden kay­ genel biçimi, aynı ölçek puanlarını ve profillerini
naklanmaktadır. Yıllar geçtikçe MMPI, bireysel vermesi (Ben - Porath & Butcher, 1989; Gra­
klinik görüşmeler yapmanın elverişli olmadığı ham, 1988) ve genelde zaten orijinal MMPI’la
durumlarda geniş gruplara uygulanır hale gel­ ilgili mevcut zengin yayın malzemesinin hâlâ
miştir. sürmesi ile orijinal ölçeğe çok benzemektedir
Testi geliştirirken araştırmacılar gerçek olay­ (Graham, 1990). Değişik ölçeklere ait benzeşen
lara dayanan bilgileri esas almışlardır. İlk ola­ maddeler Tablo 4.1’de gösterilmiştir.
78 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

TABLO 4.1 MMPI 2’deki Maddelerle Benzeşen Maddelerin Tipik Klinik Yorumlamaları

Alt Ölçeka Örnek Madde Yorum

? (bir şey söyleyemem) Yanıtlanmamış veya hem doğru hem Yüksek bir puan baştan savmacılığı, okuma güçlüğünü
yanlış olarak işaretlenmiş maddeler. veya testin sonuçlarını geçersiz kılan başka sorunları ifade
eder. Çok yüksek bir puan ciddi bir depresyon veya obsesif
eğilime işaret edebilir.
L (yalan) Tanıştığım herkesi onaylarım (doğru) Kişi, iyi gözükmeye, kendini ideal kişiliğe sahip biri gibi
göstermeye çalışıyor

F (seyreklik) Herşey tatlı tadında (doğru) Kişi anormal gözükmeye çalışıyor, belki de klinisyenden
özel ilgi almak için.

K (düzeltme) Benim için herşey bundan iyi Kişi tedbirli, teste karşı savunucu, yetersiz, uyumsuz
gidemezdi (doğru) gözükmekten kaçınıyor

1.Hs (hipokandri) Vücudumda nadiren çınlama sesi Kişi olası fiziksel rahatsızlık işareti olabileceği düşüncesiyle
duyarım (doğru) bedensel duyumlara aşırı duyarlı ve dikkatli

2.D (depresyon) Bence hayat her zaman yaşamaya Kişi umutsuz, karamsar, üzgün, kendini değersiz ve yetersiz
değer (yanlış) hisseder.

3.Hs (histeri) Belli bir nedeni yokken sık sık Kişinin fiziksel nedenlere bağlı gibi gözükmeyen bedensel
kaslarım seğirir (doğru) yakınmaları var. Ayrıca talepkâr ve histeriyonik

4.Pd (psikopati) insanların hakkımdaki düşüncelerine Sosyal normları çok az dikkate alıyor, sorumsuz, sadece
aldırmıyorum (yanlış) yüzeysel ilişkileri var

5.Mf (erkeklik-dişilik) Çiçeklere bakmak hoşuma gidiyor Geleneksel olmayan cinsiyet özellikleri gösteriyor. Örn.,
(doğru -kadın) yüksek puan alan erkekler duyarlı, sanatkâr eğilimli, yüksek
puanlı kadınlar isyankar ve atılgan

6.Pa (paranoya) Yakalanma korkusu olmasa bir çok Başkalarını yanlış yorumlamaya yatkın, kuşkucu, kıskanç;
insan yalan söyler ve aldatır (doğru) içten pazarlıklı, intikamcı

7.Pt (psikasteni) Tanıdığım birçok insan kadar yeterli Aşırı kaygılı, kendinden kuşkulu, ahlakçı ve genellikle
değilim (doğru) obsesif kompülsif

8.Sc (şizofreni) Bazen başkalarının duymadığı Tuhaf duyumsal yaşantıları ve inançları var, sosyal olarak
kokular duyuyorum (doğru) içine kapanık

9.Ma (hipomani) Bazen başkalarının müthiş bulacağı Aşırı ihtirasları var ve hiperaktif, sabırsız ve rahatsız edici
birşey yapmak için güçlü bir istek olabilir
duyuyorum (doğru)

10.Si (sosyal içe dönüklük) Yalnız başıma zaman geçirmektense Çok mütevazi ve utangaç, tek başına yapılabilecek
başkalarıyla olmayı yeğlerim (yanlış) aktiviteleri yeğliyor.

a
İlk dört ölçek testin geçerliliğini verir. Numaralanmış ölçekler ise
klinik veya içerik ölçekleridir. Kaynak: S.R. Hathaway J.C. ve Mc-
Kinley (1943): Butcher ve ark., (1989)’dan alınmıştır.
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 79
√√

Profil geçerliği:
Tamam, yorumlama için geçerli gözükmekte

Semptomatik / Belirtisel Örüntüler:


pasif saldırgan kişilik, ciddi depresyon,
somatoform belirtiler, anhedoni, apati ve iki-
değerlilik, zayıf kimlik duygusu.

Kişilerarası İlişkiler:
bağımlı olma eğilimi, aşırı derecede pasif
gözükme, kısıtlayıcı, utangaç, içedönük.

Şekil 4.2 Hipotetik MMPI - 2 Profili

Birçok başka kişilik envanteri gibi MMPI da dışına çıkarılabileceklerine dair kanıtlar bulun­
şimdilerde bilgisayarda uygulanabilmektedir. maktadır. Ancak, çoğu test koşulunda, insanlar
Testi puanlayan ve testi yanıtlayanlarla ilgili il­ tepki veya yanıtlarını sahteleriyle değiştirmek
ginç fıkra ve öyküler sağlayan ticari bazı MMPI istemektedirler. Dahası, Tablo 4.1’de gösteril­
servisleri bulunmaktadır. Geçerlik ve kullanılabi­ diği gibi, testi geliştirenler, MMPl’ın bir bölümü
lirlik yönünden çıktılar programın ancak kendisi olarak, kendilerine geçerlik ölçekleri denen, ka­
kadar iyidir; bu da programı yazan, hazırlayan sıtlı tepki yanıltmalarını saptayan birkaç ölçeği
psikolog ne kadar deneyimli ve yeterliyse, o ka­ katmışlardır. Bunlardan biri olan yalan ölçeğin­
dar iyidir anlamına gelir. Şekil 4.2’de hipotetik
de, kendini çok iyi durumdaymış gibi göster­
bir profil görülmektedir. Bunun gibi profiller, tanı
meye çabalayan birini tuzağa düşürücü birçok
koymada, kişilik işlevlerini ve başa çıkma tarzla­
madde bulunur. Yalan ölçeğindeki bir madde,
rını değerlendirmede ve tedaviyi engelleyecek
“her gece gazetelerin baş makalelerini okurum”
bazı engellerin tanınmasında terapiste yardımcı
olması için onunkilerle birlikte kullanılabilirler. şeklinde olabilir. Buradaki sayıltı ancak birkaç
Hastayı normal gösterecek yanıtların kolay­ kişinin böyle bir maddeyi dürüst olarak uygun
ca keşfedilir olup olmadıklarını merak edebiliriz. bulacağıdır. O halde yalan ölçeğindeki madde­
Çağımızın yüzeysel anormal psikoloji bilgisi, lerin büyük bir kısmını onaylayan ya da uygun
ağır psikolojik sorunları olan birini dahi normal bulanlar kendilerini özellikle iyi halde göster­
görülebilmek için kapı kollarındaki mikroplar meye çalışmaktadır. Diğer ölçeklerden aldıkla­
hakkında çok rahatsız olduğunu açıklamama­ rı puanlara genellikle olduklarından daha fazla
ya uyarıcı niteliktedir. Bu testlerin amaçlarının kuşkuyla bakılır.
80 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

terilir ve hastadan her gördüğü resim ile ilgili bir


hikaye anlatması istenir. Örneğin eğer hasta bir
mağaza vitrinindeki modaya uygun giydirilmiş
mankenleri seyreden buluğa girmek üzere olan
bir kız gördüğünde, bu kızın ailesi ile ilgili öfkeli
yakıştırmaları içeren bir öykü anlatıyorsa, klinis­
yen projektif hipotez doğrultusunda, hastanın
kırgın ve kızgın olduğu kendi ebeveyninden söz
ettiğini çıkarsayacaktır.
Projektif testlerin kullanılmasının ardında
yatan sayıltı, yanıtların, hastanın kendisine
doğrudan sorulsa gerçek duygularını açıkça
söylemeye hevesli olmayacağı ya da olama­
yacağıdır. Psikanalitik yönenimli klinisyenler bu
testlere sıkça başvururlar. Bu, insanların hoş ol­
mayan duygu ve düşüncelere karşı kendilerini
savunmak için bunları bilinçaltında bastırdıkları
varsayımı ile tutarlı bir eğilimdir. Böylece, bas­
tırma savunma mekanizmasını bertaraf etmek
Tematik algı testindeki bir karta danışanın bir öyküyle ve bozukluğun temel nedenlerine inmek adına
tepki vermesi. Rorschach gibi bu projektif test de bilinçaltı bir testin esas amaçlarının neler olması gerek­
çatışmaların ve düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlamak üzere tiği pek açıklık kazanmamış oluyor. Gerçekten
tasarlanmıştır.
de asıl sorun bu olmalı; çünkü psikanalitik ku­
PROJEKTİF KİŞİLİK TESTLERİ ram en önemli etkenin bilinçdışı olduğunu ileri
Projektif test, kişiye standart uyarıcıların sürer.
sunulduğu psikolojik değerlendirme aracıdır. Bir Projektif veya yansıtma hipotezinin kullanımı
mürekkep lekesi ya da çizim şeklinde olabilen resmi testlerle sınırlı değildir. Psikanalitik yö­
bu uyarıcılar, standart tepkilere yol açmayan, nenimli bir meslektaşımız, daha ilk görüşmede
değişik ve kişisel tepkilerin verilmesine olanak danışan hakkında hipotez geliştirmek için onu
tanıyan belirsiz uyarıcılardır. Burada sayıltı, kullanabilir. Kendisi, danışan veya hastalarını,
uyarıcıların yapılandırılmamış olmaları nedeniy­ birçok oturma yerinin olduğu geniş bir ofiste gö­
le, hastanın vereceği tepkilerin birincil olarak bi­ rür. Bu ofise hastasını ilk getirdiğinde, ona otu­
linçdışı süreçlerden kaynaklanacağı ve gerçek racağı yeri kendisi göstermez. Terapist böyle bir
tutum, güdülenme ve davranış tarzlarını ortaya durumda yeni bir hastanın oturacağı yeri seç­
koyacağıdır. Bu görüş, projektif hipotez diye mesinden bir şeyler öğreneceğine inanmaktadır.
anılır. Örneğin, Rorschach testinin uyarıcıların­ Yaklaşımımız daha az psikanalitik olduğundan,
biz bu taktiği, bir gün gelip de içimizden birinin
dan birinde gözler gördüğünü bildiriyorsa, bura­
yeni bir hastası ofise girip, kendisine nereye
daki projektif hipotez, hastanın paranoya eğilimi
oturacağı daha söylenmeden cesur ve kararlı
gösterme eğiliminde olabileceğidir. Bu teknik,
psikanalitik paradigmadan yola çıkılarak geliş­ Rorscach testinde danışana bir dizi mürekkep lekesi gösterilir ve
her birinde ne gördüğü sorulur.
tirilmiştir. Rorschach Mürekkep Lekesi Testi
ve Tematik Algı Testi, projektif teknikler arasın­
da en bilinen iki tanesidir. Rorschach testinde
testi alan kişiye sırayla her seferinde bir tane
olmak üzere on kart gösterilir ve bu şekil veya
nesnelerde ne(ler) gördüğü sorulur. On kartın
yarısı siyah, beyaz ve de gri gölgelidir. İkisinde
ek olarak kırmızı serpmeler vardır; üçü pastel
renklerden oluşur.
Tematik Algı Testinde (TAT), testi alana bir
dizi siyah-beyaz resimlerden oluşan kart, yine
her seferinde bir tane olmak üzere sırayla gös­
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 81
√√

İsviçreli psikiyatr Hermann Rorschach (1884-1922) iki Fransız psikolog Alfred Binet çocukların okulda nasıl
çocuğuyla yaptığı bir gezi sırasında çocuklarının bulutlarda olacaklarını yordamak üzere ilk ZB (IQ) testini geliştirdi.
gördüklerinin onların kişiliklerini yansıttığını farketti. Bu
gözlem ünlü mürekkep lekesi testini getirdi.
adımlarla yazarın çalışma masasındaki koltuğa nucuna varmışlardır. Rorschach, Psikodiagnos-
yönelene kadar, reddetmiştik. Sonradan anla­ tics: A Diagnostic Test Based On Perception
şıldı ki bu kişi terapiye girmek konusunda çok (1921) adlı ilk el kitabında bu yaklaşımı öner­
dirençliydi ve daha önceki seanslarda sürekli mişti; ancak on mürekkep lekesini bastırdıktan
baskın ve kontrol edici olmaya çalışıyordu. sadece sekiz ay sonra öldü ve onun yakın ta­
Yukarıda projektif testlerle ilgili söylenenler, kipçileri başka test yorumlama yöntemlerini ge­
onların nasıl kavramsallaştırıldıklarını ve kulla­ liştirdiler.
nıldıklarını, yani ego savunmalarını kaldırmak Her ne kadar çoğu klinik uygulamacı hala
üzere, sunulan belirsiz uyarıcılara hayali olarak Rorschach yanıtlarını çözümlemede projektif
bir öykü canlandırılmasını yansıtmaktadır. Kişi­ hipotezi temel alıyorlarsa da, Exner’in çalışma­
nin tepkilerinin kapsamına içsel dinamiklerin bir ları akademik araştırmacılar arasında epey ilgi
simgesi olarak bakılmaktadır. Örneğin, Rorsc­ çekmektedir (Shontz & Green, 1992). Ancak
hach mürekkep lekelerinde kalça gördüğünü yine de birçoğu testin geçerliğine ve güvenirli­
söyleyen bir adamın eşcinsel ilgilerinin olduğu ğine ilişkin eleştirilerini dile getirmekten geri kal­
düşünülebilir (Chapman & Chapman, 1969). mamaktadır (Gann, 1995; Nzworski & Wood,
Rorschach’ın başka kullanım şekillerinde, kişi­ 1995; Wood, Nezworski & Stejskal, 1996).
nin verdiği yanıtların daha çok biçimi üzerinde Roberts Çocuklar İçin Algı Testi (1982), pro­
durulur (Exner, 1978). Test daha çok algısal bi­ jektif testlerin kullanımda nasıl daha standart,
lişsel bir iş olarak düşünülür ve kişinin yanıtları, nesnel puanlamaya dayalı değerlendirme araç­
onun gerçek yaşamsal durumlarını algısal ve ları olarak gelişebileceklerini göstermektedir.
bilişsel olarak nasıl örgütlediğinin bir gösterge­ Tematik Algı Testine benzer olarak, bu testte de
si ya da örneklemi olduğu düşünülür. Örneğin çocuğa, aile ve çocukların resimleri gösterilir.
Erdberg ve Exner (1984), araştırmalara dayalı Testi alan çocuk bu resimlerin her biri için bir
yayınlardan hareket ederek Rorschach tepkile­ öykü anlatır. TAT puanlaması daha çok izlenim­
rinde (örn., “adam uçağını kaçırmamak için ko­ lere ve standart olmayan işlemlere dayanırken,
şuyor”) büyük ölçüde insanın hareketlerini ifa­ Roberts testi, nesnel puanlama ölçütlerine sa­
de eden bir danışanın, gereksinimleriyle başa hip olmanın yanısıra, tepki örüntüsünün anor­
çıkmada içsel kaynaklarını kullanma eğiliminde mal olup olmadığını belirleyebilecek normatif
olduğu; öte yandan Rorscach testlerinde renge bir veri tabanını da içerir. Örneğin; “küçük kız
odaklaşanların ise (“kırmızı nokta bir böbrek”) çok hasta ve kimsenin ona yardıma gelmeye­
çevreleriyle etkileşime daha açık oldukları so­ ceğinden korkuyor”, yanıtı puanını kaygı ölçe-
82 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

ğin den alabilir. Eğer çocuk, “anne üzgün çünkü sözsüz muhakeme, görsel-uzaysal beceriler,
baba evi terk etmiş ve geri gelmeyecek” yanı­ dikkat ve dikkati yoğunlaştırma (konsantrasyon)
tını vermişse puanını depresyon ve reddetme ve bilgi işlemenin hızı vb. IQ testlerinin çoğunda
ölçeğinden alabilir. Bu testin kendine özgü bir puanlama standart hale getirilmiştir. Böylelikle,
özelliği, çocuğun başa çıkma becerilerine ait bil­ ortalaması 100, standart sapması 15 veya 16 dır
gi içeren ölçeklerinin olmasıdır. Örneğin; “oğlan (ortalamanın altında ve üstünde puanların nasıl
annesinden ev ödevlerini yapmak için yardım dağıldığının ölçümü). Böylece nüfusun yaklaşık
istedi ve anne, öyküsünü yazmasına yardımcı %65’i, 85 - 115 arasında puan almaktadır. 70’in
oldu” yanıtı, hem başkalarına güvenme hem de altında puan alanlar, nüfusun ortalamasının iki
başkalarından destek alma ölçeklerinde puan­ standart sapma altındadırlar ve “anlamlı orta
lanacaktır. altı genel zihinsel işlev” kategorisinde kabul edi­
lirler. 130’un üzerinde puan alanlar (ortalamanın
ZEKÂ TESTLERİ iki standart sapma üstünde), “parlak veya ileri
zekâlı” olarak kabul edilirler. Nüfusun yaklaşık
Bir Fransız psikoloğu olan Alfred Binet, Paris
%2.5’u bu her iki aşırı uca düşmektedir. Bölüm
okul idare heyetine, okullarda hangi çocukların
15’te IQ’su dağılımın aşağı ucuna düşen kişileri
özel öğretim gereksinimlerinin olduğunun yor­
tartışacağız.
danması konusunda yardımcı olmak için ilk ori­
Kesin olarak konuşacak olursak, önemle
jinal zihinsel yetenek veya zekâ testlerini geliş­
akılda tutulması gereken, IQ testlerinin, psiko­
tirdi. O zamandan başlayarak zekânın ölçümü,
logların tanımladığı zekâyı ölçtüğüdür. Ne de
psikolojinin en geniş endüstri alanlarından biri
olsa bir IQ testinde yer alan görev ve maddeler
olarak gelişimini sürdürdü. Bazen zihinsel ye-
psikologlar tarafından icat edilmişlerdir. Yoksa
tenek testi veya IQ testi de denen zekâ testi,
yazıtlar halinde gökten inmemişlerdir. Buna ek
kişinin mevcut zihinsel yeteneğini değerlendir­
olarak saf zekâ olarak düşündüklerimizden baş­
mek için geliştirilen standart ölçü aracıdır. Aka­
ka etkenler de insanın okulda nasıl performans
demik Yetenek Testi (Scholastic Aptitude Test /
göstereceği üzerinde önemli bir rol oynamakta­
SAT), Lisansüstü Eğitim Sınavı (Graduate Re­
dır. Örneğin ailevi ve kişisel koşullar, iyi şeyler
cord Examination / GRE) ve Wechsler Yetişkin­
yapmaya güdülenme ve müfredatın zorluğu.
ler İçin Zekâ Ölçeği (WAIS) ve Stanford - Binet
IQ puanları ile okul performansı veya başarısı
gibi bireysel olarak uygulanan testlerin hepsi,
arasındaki korelasyon - her ne kadar istatiksel
bireyin mevcut zihinsel işlevlerine ait bir örnek­
olarak anlamlıysa da - teknik olarak açıklandı­
lemin, onun okulda göstereceği performansı
ğında IQ testleri sadece okul başarısının küçük
yordayacağı sayıltısına dayanır. bir varyansını açıklar. Çok daha fazlası IQ ya
Bu testlerin başka kullanım alanları da var­ da yetenek test puanları tarafından açıklanmaz.
dır: öğrenme yetersizliklerini teşhis etme ve Son zamanlarda başlıca ilgi odağı, doyumun
güçlü yanlar ile zayıflıkları akademik planlama ertelenmesi ve başkalarının gereksinimlerine
yapabilmek için tanımlama; kişinin zihinsel ge­ duyarlılık gibi yeteneklerle yansıtılan “duygu­
riliğinin olup olmadığını belirleme; okulda ge­ sal zekâ” konusu olmuştur (Goleman, 1995).
rekli özel eğitimin sağlanabilmesi için parlak İnsanın işlevlerinin bu yönü, geleneksel IQ
zekâlı çocukların saptanması ve nöropsikolojik testleriyle ölçülen zihinsel başarılar kadar ge­
değerlendirmelerin bir parçası olarak kullanılır­ lecekte önemli olabilir. Sonuç olarak, eğer okul
lar. Örneğin, dejeneratif demansının olduğuna sistemlerimizde önemli değişiklikler olacak olur­
inanılan bir kişiye düzenli aralıklarla, zihinsel sa, zekâyı tanımlama ve değerlendirmede de
yetenekteki gerilemenin zaman içinde seyrinin benzer değişiklikleri bekleyebiliriz. Bu Bölümde
izlenmesi için test verilmesi bu kapsamdadır. daha sonra IQ testlerinin verilmesi ile ilgili bazı
WAIS’in İspanyolca’ daki uyarlaması neredeyse önemli konular üzerinde durulmaktadır.
otuz yıldır kullanılmaktadır (Wechsler, 1968) ve
İspanyol (Hispanic) kültüründen gelen insanla­
DAVRANIŞSAL VE BİLİŞSEL
rın zihinsel işlevlerini değerlendirmede yararlı
olabilir (Gomez, Piedmont & Fleming, 1992; Lo­ DEĞERLENDİRME
pez & Romero, 1988; Lopez & Taussig, 1991). Psikopatoloji ve tedavinin, giderek gelişen
IQ testleri, zekâyı oluşturan çeşitli işlevle­ davranışçı ve bilişsel yaklaşımlarla incelenme­
ri içerir. Bunlar: dil becerileri, soyut düşünme, sinin bir parçası olarak, Rorschach Mürekkep
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 83
√√

Gözlenen Davranış
Gözlenen Davranış
1 2 3 4 5 6 7 8 S
1-Yürüyüş
2- Sağa sola dönüşler
3- Ayak hareketleri, sürümek
4- Dizlerin titremesi
5- İlgisiz el-kol hareketleri: sallama, kaşıma, oynama..vb
6- Kaskatı kollar
7- Kavuşuk eller: ceplerde, arkasında, birbirine geçmiş
8- El titremeleri
9- Göz temasının olmaması
10- Yüz kaslarının gergin olması: ciddi, tikler, sırıtmalar
11- Cansız yüz
12- Solgun yüz
13- Kızaran yüz
14- Dudakları ıslatma
15-Yutkunmalar
16-Boğazı temizleme
17- Derin nefes alma
18- Terleme: yüz, eller, koltukaltı
19- Ses titremeleri
20- Konuşmanın kesilmesi ya da kekeleme
Şekil 4.3 Poul’ün (1960) performans kaygısı için düzenlediği Davranışsal İşaretleme Listesi

Lekesi Testi, TAT ve MMPI’dan farklılaşan baş­ Klinisyen hangi durumların kaygı tepkisine ne­
ka değerlendirme işlemlerine olan ilgi artmıştır. den olduklarını bilmeye çalışır. O, organizmaya
Bölüm 2, öğrenme araştırmacılarını ve davra­ ait demektir; “derinin altında” faaliyet gösterdiği
nışçıları, davranışın durumsal nedenleriyle il­ varsayılan psikolojik ve fizyolojik etkenler kaste­
gilenen kişiler olarak tanımlamakta; yani, belirli dilir. Belki de hastanın yorgunluğu, bitkinliği, kıs­
tepki ve davranışların öncesinde ve sonrasında men aşırı alkol kullanımından; ya da “ben hiçbir
yer alan çevresel koşullarla ilgilendiklerini be­ şeyi doğru yapamam, o halde niye deneyeyim”
lirtmektedir. Bilişsel açıklamalara giderek artan gibi ifadelerle gözüken, kendini küçültme veya
ilgi nedeniyle davranışçı klinisyenlerce yapılan aşağılamaya olan bilişsel eğilimden kaynaklan­
değerlendirmelerde, kendini bildirimin de yer al­ maktadır. T, hangi davranışın sorunlu olduğunu,
masını bekleyebiliriz. Zira düşünceyi değerlen­ sıklığını, yoğunluğunu ve şeklini belirlemek zo­
dirmenin başlıca yöntemi, insanlardan gözleme runda olan davranışçı klinisyenlerin en çok ilgi­
dayanarak akıllarından geçenleri yansıtmaları sini çeken açık, gözlenebilir davranış (tepki) için
ve bildirmelerinin istenmesidir. kullanılır. Örneğin bir danışan unutkan olduğunu
Geleneksel değerlendirme, obsesif olma, pa­ ve işlerini bu yüzden zamanında yapamadığını
ranoya, soğukluk, saldırganlık, vb gibi kişiliğin söyler. Bununla telefonlara yanıt vermediğini mi
temelini oluşturan yapı ve treytlerin ölçülmesi­ anlatmak istemektedir? Randevulara mı gecik­
ne odaklaşır. Öte yandan, davranışçı ve bilişsel mektedir yoksa her ikisi de mi kastedilmektedir?
yönelimli klinisyenler onları bazen UOTİ diye de En son olarak İ, izleyen değişkenler için kulla­
anılan dört değişken kümesini değerlendirme­ nılır. Bunlar, belli bir davranışın ardından gelen
ye yönelten bir yapı tarafından yönlendirilirler ve onu pekiştiren ya da cezalandıran olaylardır.
(Kanfer & Phillips, 1970). U, uyarıcı için kullanı­ Danışan, korkulan bir durumdan kaçtığında, eşi
lır; sorun öncesi yer alan çevresel durumlardır. ona anlayış gösterir ve onu hoşgörür mü? Böyle
84 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

yaparak onun korkularıyla yüzleşmesini engel­


leyebilir mi?
UOTİ etkenleri, davranışçı bir klinisyenin,
belli bir danışan için belirlemeye çalıştığı et­
kenlerdir. Tahmin edileceği gibi “O” değişkenleri
daha çok Skinner’cılar tarafından benimsenir­
ler. “İ” değişkenleri, O değişkenlerine oranla bi­
lişsel davranışçı terapistler tarafından daha az
ilgi görür.
Davranışçı ya da bilişsel değerlendirme için
gerekli olan bilgi, çeşitli yöntemlerle toplanır.
Bunlar arasında, gerçek yaşamda olduğu ka­
dar yapay ortamlardaki davranışların doğrudan
gözlenmesi, görüşmeler, kendini bildirim ölçüm­
leri ve diğer bilişsel değerlendirme yöntemleri
Davranışsal değerlendirme bu resimde tek yönlü ayna önündeki
sayılabilir. Şimdi bunlara bakalım: gözlemci gibi sıklıkla davranışın doğrudan gözlenmesini içerir.

DAVRANIŞIN DOĞRUDAN GÖZLENMESİ tirilmemiştir; çünkü bir yanıt vermemiştir. Yanıt


vermediği için de Kevin’in normal olan davranışı
Davranışçı terapistlerin açık davranışların,
bitmiş, sorusunu bu kez bağırarak yinelemiştir.
değişik ortamlarda titizlikle gözlenmesine ver­
Anne bunu onaylamadığını belli etmiş - onu
dikleri önem pek şaşırtıcı değildir. Ancak sade­
bağırmasına gerek olmadığını söyleyerek ce­
ce dışarı çıkıp gözlem yaptıkları varsayımında
zalandırmıştır. Bu cezalandırma baba tarafın­
bulunmak, bu işi çok basite almak olur. Diğer
dan Kevin’e annesine bağırmaması gerektiği
bilimciler gibi onlar da olayları kendi bakış açı­
konusundaki uyarılarını hatırlatmasıyla destek­
larıyla tutarlı bir çerçeveye oturtmaya çalışırlar.
lenmiştir.” Bu davranışsal ifade örüntüsü, bir ço­
Aşağıda Gerald Patterson ve arkadaşlarının
hazırladıkları bir vak’a raporundan (1969) alıntı cuğun sorusunu ihmâl etmenin sonuçlarını göz­
verilmekte; Kevin adlı bir çocukla annesi, baba­ ler önüne sermektedir. Davranışçı terapist, hiç
sı ve kız kardeşi Freida arasında gerçekleşen kuşkusuz ana-babaya Kevin’in normal bir sesle
bir etkileşim örnek olarak sunulmaktadır. sorduğu sorularına ilgi ve dikkat göstermelerini
Kevin, babasının oturduğu sandalyeye yak­ tavsiye edecektir. Bu örnek, müdahaleye olan
laşır ve yanında durur. Baba kollarıyla Kevin’in bağlantısı nedeniyle davranışçı değerlendirme­
omzunu sarar. Freida Kevin’e bakarken, o an­ nin önemli bir yönünü gösterir niteliktedir. Dav­
nesine dönerek, “yemekten sonra dışarı çı­ ranışçı klinisyenin bir durumu kavramsallaştır­
kıp oynayabilir miyim?” diye sorar. Anne ya­ ması, tipik olarak onu nasıl değiştirebileceğini
nıtlamaz. Kevin sesini yükselterek sorusunu de imâ eder.
tekrarlar. Anne, “bağırmana gerek yok, seni Çoğu davranışın gerçekten yaşandığı ha­
duyabiliyorum.”der. Baba, “sana kaç kez annene liyle gözlenmesi zordur ve nerede, ne zaman
bağırmamanı söylemiştim” der. Kevin kolundaki yer alacağını da çok az kontrol edebiliriz. Bu
bir çürüğü kaşırken, anne Freida’ya bulaşıkla­ nedenle, bir çok terapist görüşme odalarında
rı yıkamasını söyler; Freida da denileni yapar. veya laboratuvarda yapay durumlar hazırlar;
Anne-kız mutfakta çalışırlarken Kevin de kolunu böylelikle danışan veya bir ailenin belli koşul­
kaşımaya, ovuşturmaya devam eder (s.21). larda nasıl davrandığını gözlemeyi amaçlarlar.
Böyle serbest bir betimleme herhangi bir Örneğin Barkley’in (1981), bir laboratuvar otur­
gözlemci tarafından sağlanabilir. Ancak kural­ ma odasında birlikte vakit geçiren bir anne ve
lı, resmi bir davranışsal gözlemde gözlemci, hiperaktif oğlu vak’ası vardı. Bu odada komple
davranış bölünmelerini gerekli yerlerde göste­ bir koltuk takımı ve televizyon bulunmaktaydı.
rerek öğrenme çerçevesinde ilgili, uygun terim­ Oyuncaklarını toplama veya matematik prob­
lerle tanımlamaya çalışır. “Kevin, normal bir ses lemlerini çözme gibi çocuğun yapması öngörü­
tonuyla sorduğu soruyla etkileşmeyi başlatır. len bir dizi görev listesi anneye verilmişti. Tek-
Ne var ki bu sıradan davranış, annenin kendi­ yönlü aynanın arkasından gözlemciler, yer alan
sine sorulan soruya ilgisini yöneltmesiyle pekiş­ davranış ve gelişmelerini izlerken, çocuğun,
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 85
√√

kaygı düzeylerini değerlendirmekle ilgileniyor­


du. Bu heyecansal durumun göstergesi olan
davranışların sıklığının sayımını yapmaya karar
verdi. Temel ölçümlerden biri olan Performans
Kaygısı için Zamanlanmış Davranış İşaretleme
Listesi Şekil 4.3’te gösterilmiştir. Deneklerden,
içlerinden bazılarının her otuz saniyede bir,
konuşmada belirli yirmi davranışın yapılıp ya­
pılmadığını kaydetmek üzere eğitilmiş değer­
lendiricilerin olduğu bir grup önünde konuşma
yapmaları istenmiştir. Araştırmacı, deneklerin
aldıkları puanları toplayarak kaygının davranış­
sal endeksi göstergesine ulaşmıştır. Bu çalışma
açık davranışlara ait gözlemlerin, nasıl içsel bir
durumu çıkarsamak için kullanıldıklarını göste­
ren bir örnektir.
Paul’ün çalışmasında, konuşmacı olmayan­
lar gözlemleri yapmıştır. Bir dönem de davra­
nışçı terapistler ve araştırmacılar, insanların
kendi davranışlarını gözlemlemesini ve çeşitli
davranış veya tepki kategorilerini izlemeleri­
ni istemişlerdir. Bu yaklaşıma kendini-izleme
Kendi kendini izleme genellikle istendik davranışlarda artışa (self-monitoring) denir. Kendini-izlemenin ilk
ve istenmedik davranışlarda azalmaya neden olur. Burada kişi
sigara içmeyi izliyor ve el bilgisayarına bilgileri giriyor. uygulamaları, sigara içimini azaltmaya dönük
araştırmalarda yapılmıştır. Deneklere, içinde
annesinin kendisini kontrol edici davranışlara her bir sigaranın yakıldığı zamanı kaydedecek­
karşı gösterdiği tepkilerle, aynı zamanda anne­ leri, tedavi başlamadan önce, tedavi sırasında
nin de çocuğunun bunlara uyan ya da uymayan ve sonrasında taban çizelgesi olan bir kitapçık
tepki ve davranışlarını kodladılar. Bu davranış­ verilir (Davison & Rosen, 1968).
sal değerlendirmeler, tedavinin etkilerini ölçmek Her ne kadar bazı araştırmacılar, kendini-iz­
için kullanılabilecek verilerin elde edilmesine yol lemenin bu gibi davranışların doğru ölçümlerini
açmaktadır. verebildiğini belirtiyorlarsa da, dikkati çekecek
Davranışsal gözlemler, danışanın doğal sayıda başka araştırmalar da davranışın, kendi­
çevresindeki diğer önemli kişiler tarafından da ni izleme olgusuna bağlı olarak değişebileceğini
yapılabilir. Conners Öğretmen Derecelendirme belirtmektedir (Haynes & Horn, 1982). Yani ken­
Ölçeği (Conners Teacher Rating Scale; Con­ dini-izlemenin gerektirdiği kendilik bilinci, davra­
ners, 1969), öğretmenlere, sınıflarda çocuklar nışı etkilemektedir. Gözleniyor olmak, davranı­
hakkında güvenilir davranışsal değerlendirme şın değişmesine, yani tepkimeye (reactivity)
bilgileri elde etme olanağı verir. Örneğin; “ço­ neden olur. Genelde, sosyal konuşmalara ka­
cuğun sınıfta sürekli kıpır kıpır” olup olmadığı tılma gibi istendik davranışların sıklığı çoğun­
ya da “dikkatsiz, kolayca dikkatinin başka yöne lukla kendini-izlemede artar (Nelson, Lipinski
çekildiği” bilgilerine işaret eder. Achenbach Ço­ & Black, 1976). Öte yandan sigara içmek gibi
cuk Davranış İşaretleme Listesi (Achenbach & deneğin azaltmak istediği davranışlarda düşme
Edelbrock, 1983) ebeveynlerin ya da öğretmen­ olur (McFalI & Hammen, 1971). Bu tür bulgu­
lerin, çocukların davranışlarını değerlendirme­ lar, terapatik müdahalelerin kendini-izlemenin
lerine olanak verir. doğal bir yan ürünü olan tepkimeden yararlana­
Betimlenen bu araştırmalar, çıkarsamacı bileceklerini göstermektedir. Örneğin hiperaktif
kavramları içermeyen edimsel bir çerçevede çocukların kendilerini izlediklerinde, sınıf içi ça­
gerçekleştirilmişlerdir. Ancak davranışsal de­ lışmalarda (Barkley, Copeland & Sivage, 1980)
ğerlendirme teknikleri, aracı unsurların kulla­ ve yaşıtlarıyla işbirliğine dayalı davranışlarda
nıldığı bir çerçevede de uygulanabilir. Gordon harcadıkları zaman miktarının arttığı gözlen­
Paul (1966), topluluğa konuşma yapanların miştir (Hinshaw, Henker & Whalen, 1984).
86 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

GÖRÜŞMELER VE KENDİNİ Tüm değerlendirme türlerinde olduğu gibi,


DEĞERLENDİRME ÖLÇÜMLERİ günümüz bilişsel değerlendirme yaklaşımların­
daki anahtar özellik, yöntemin geliştirilmesinde,
Davranışın doğrudan gözlenmesine duy­
değerlendirmenin amacına olduğu kadar birincil
dukları tüm ilgiye karşın davranışçı klinisyenler
olarak kuram ve mevcut verilere dayanılması­
hala danışanlarının gereksinimlerini değerlen­
dır. Örneğin, depresyon hakkındaki araştırma­
dirmek için görüşmeye ağırlık vermektedirler.
ların çoğu, insanların bilinçli ya da bilinçdışı
Güvenli bir ilişkide davranışçı terapistin görevi,
kendi kendilerine söyledikleri şeylerin yanısı­
danışanın sorunlarının kavramsallaştırılmasına
ra, davranışlarından ve sözel bildirimlerinden
yardımcı olan UOTİ etkenlerini, yani görüşme
çıkarsanabilecek tutum ya da temel varsayım­
sırasındaki duygusal tepkilerini, ustalıkla sorgu­
ları içeren bilişlerle ilgilidir. Bölüm 10’da daha
lama ve dikkatli bir gözlemle saptamadır.
ayrıntılı inceleyeceğimiz gibi, bir bilişsel kuram
Davranışçı terapistler, kendini bildirim en­
(Beck, 1967), depresyona, insanların kendileri,
vanterlerinden de yararlanmaktadır. Örneğin
çevreleri (dünyası) ve gelecekleri hakkındaki
McFalI ve Lillesand (1971), kişinin mantıksız
olumsuz düşüncelerin birinci derecede neden
talepleri kabul etmemesine odaklaşan otuz beş
olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin insanlar
madde içeren Çatışma Çözümleme Envanterini
pek bir değerlerinin olmadığına ve işlerin hiç bir
kullanmışlardır. Her madde, kişiden mantıksız
zaman daha iyiye gitmeyeceğine inanabilirler.
bir şeyin istendiği belli bir durumu belirtmekte­
Bu kötümser tutumlar ya da şemalar, depres­
dir. Örneğin, siz tam da sınavlara deli gibi ça­
yondaki insanların, etraflarında geçen olaylara
lışırken tanıdığınız biri odanıza usulca girer ve
getirdikleri yorumları yanlılaştırmaktadır. Öyle
“ben çalışmaktan yoruldum, burada bir süre
ki depresyonu olmayan birisi tarafından normal
ara vermemin sence bir sakıncası var mı?”der.
karşılanabilecek doğumgünü kartını postala­
Deneklere böyle bir talebi ne dereceye kadar
mayı unutma gibi bir olayı atlama, depresyonlu
reddedebileceklerini ve de bunu yapmaktan
bir kişi tarafından o kişinin değersizliğinin, işe
duyacakları rahatlamayı belirtmeleri istenir. Bu
yaramazlığının bir kanıtı olarak yorumlanır. Bi­
kendini bildirim envanterine verilen yanıtlar,
lişsel değerlendirmeyi kullanan araştırmacılar,
çeşitli sosyal becerilerle ilgili doğrudan gözle­
bu çeşitli bilişleri tanımlama işini yaparken, hem
me dayanan veriler arasında bir ilişkinin oldu­
depresyon hastalarıyla birinci elden deneyimi
ğunu saptamıştır (Frisch & Higgins, 1986). Bu
olan uygulamacıların klinik raporlarındaki fikir­
ve benzeri envanterler klinisyenler tarafından
lerinden, hem de bir sonraki bölümde tartışılan
kullanılabilir. Bunlar, davranışçı araştırmacıların
yöntemsel ilkelere dayalı kontrollü araştırmalar­
klinik müdahalelerin sonuçlarını ölçmelerine de
dan yararlanırlar.
yardımcı olmuştur.
İşlevsel Olmayan Tutumlar Ölçeği (Dysfun­
ctional Attitude Scale; DAS), “bir hata yaptığım
BİLİŞSEL DEĞERLENDİRMEDE ÖZEL
takdirde insanlar benim için iyi şeyler düşün­
YAKLAŞIMLAR meyecekler” gibi maddeleri içerir (Weissman &
Belki de en yaygın olarak kullanılan bilişsel Beck, 1978). Araştırmalar, depresyonu olan ve
değerlendirme yöntemleri, olumsuz değerlendi­ olmayan insanların bu ölçekten aldıkları puan­
rilme, mantıksız düşünmeye yatkınlık ve yaşam lara dayanarak gayet iyi ayırdedilebileceklerini;
deneyimleri hakkında olumsuz çıkarsamalarda depresyonu azaltan müdahalelerden (yani iyi­
bulunma korkusu gibi çeşitli bilişlerin kapsan­ leşmeden) sonra da puanların düştüğünü gös­
dığı kendini bildirim anket veya soru listeleridir, termiştir. Dahası ölçek, bilişin Beck’in kuramıyla
“birisi sizi sınıfta eleştirdiği zaman aklınızdan ne tutarlı başkaca yönlerini de ölçmektedir. Örne­
gibi düşünceler geçer?” sorusu, görüşme sıra­ ğin Bilişsel Yanlılık Anketi (Cognitive Bias Qu­
sında danışana sorulabilecek bir soru olduğu estionnaire; Krantz & Hammen, 1974) adlı ölçü
gibi, kâğıt kalem kullanılan bir envanterde de aracıyla aralarında korelasyon bulunmaktadır.
sorulabilir. Görüşmelerde ve kendini bildirim en­ Bu ölçek, depresyon hastalarının bilgiyi çarpıt­
vanterlerinde hastalara düşünceleri hakkında ma, bozma yollarını ölçmektedir. Çoğu, kendi­
soru sorulduğunda, yanıtlarını zamanda geriye ni bildirim ölçeği olan bu ve diğer ölçü araçları,
bakarak ve daha çok belirli durumlara ait genel Beck’in depresyon kuramının sınanmasında
düşüncelerini bildirecek şekilde vermelidirler. yardımcı olurlarken, belli bir puan örüntüsü yük­
PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 87
√√

seldiğinde de geçerlikleri sağlanmış olmaktadır. rini toparlasın diye, devam edilmiştir. Bir band
Bu, bir depresyon örnekleminin, kontrol örnek­ sahnesinde, katılımcı, (sözde) iki tanıdığının
leminden daha yüksek düzeyde bilişsel çarpıt­ kendisini eleştirmelerine kulak misafiri olur. Bu
ma gösterdiğinde olmaktadır (daha sonra tar­ bölümde aşağıdaki şu parçalar yer alır:
tışılacak olan yapı geçerliğine örnek). Biriken Birinci Tanıdık: Din hakkında söyledikleriyle
bilgiler, bu araçların geçerlik ve güvenirliklerinin kendisini kesinlikle aptal durumuna soktu. Ben
oluşumuna yardımcı olmaktadır (Segal & Shaw, bu gibi düşünceleri gerikafalılık ve bilinçsizlik
1988). olarak görüyorum. Böyle şeylere inanmak için
Ancak deneklerin görüşmeciler tarafından evrendeki gerçekliklere karşı gözümüzün kör
sorulan sorulara ve geçmişteki belirli bazı du­ olması gerekir (deneğin tepkisi için otuz sani­
rumlara ait düşüncelerini araştıran envanterlere yelik ara).
verdikleri yanıtlar, olabilseydi şimdiki koşullar­ İkinci Tanıdık: Beni asıl rahatsız eden şey,
da verecekleri yanıtlardan farklı olabilecektir. kendisini ifade ediş tarzı. Hiç durmayacakmış
Araştırmacılar, deneklerin belirli bazı koşullarla gibi ve sadece aklına ilk geleni yumurtluyor.
karşılaştıkları anlarda ortaya çıkan düşünce sü­ (otuz saniyelik ara).
reçlerini alabilme yolunda bir süredir çalışmak­ Katılımcı üyeler - rol yapanlar - güvenilir ve
tadırlar (Parks & Hollon, 1988). Örneğin Ellis’in gerçekçi buldukları için bu taklit durumlarına ça­
de yordayacağı gibi, sosyal ilişkilerde kaygılı bucak uyum gösterirler. Şimdiye kadar yapılan
olan birinin acaba gerçekte başkalarından ge­ birkaç çalışmadan ortaya çıkan bilişsel örüntü­
lecek eleştirileri felaketmiş gibi algılayacağını; ler şunları içermekte: sosyal kaygıları olan te­
öte yandan sosyal güveni olan birinin de böyle rapi hastaları, kaygısı olmayan kontrol denek­
algılamayacağını gösterebilecek miyiz? lerinden (Bates, Campbell & Burgess, 1990;
Davison ve arkadaşlarının Benzeştirilmiş Davison & Zighel boim, 1987) daha fazla man­
Durumlarda Düşünce Yürütme (Articulated tıksız düşünceleri ifade etmekteler (örn; “Allah’
Thoughts in Simulated Situations; ATSS) yön­ ım, keşke ölseydim, o kadar utanıyorum ki”.).
temi (Davison, Robins & Johnson, 1983), dü­ Sigarayı bırakan ama birkaç ay içinde tekrar
şünceleri, oluş anında hemen değerlendirmenin içmeye başlayabilecek olanlar ara vermeden
bir yoludur. Bu işlem yolunda kişi, bir öğretim içmeyi düşünme eğiliminde gözükmekteler (Ha­
görevlisinin bir dönem ödevini eleştirmesini din­ aga, 1987) ve hepsinde de üç aydır içmeyenle­
leyen biri gibi davranmaktadır. Ses bandındaki re oranla sigaranın doğuracağı sonuçlara ilişkin
senaryo her on veya onbeş saniyede durup ara olumsuz beklentilerin olmadığı görülmektedir
vermektedir. İzleyen otuz saniyelik sessizlikte (Haaga, 1988). Sınırda hipertansiyonluların
bu katılımcı duyduğu sözcüğe bir tepki olarak açıkladıkları düşüncelerinde öfkenin azalması­
aklından ne geçiyorsa onu yüksek sesle söyle­ nın yanısıra, gevşeme eğitimi ve diyetle egzer­
mektedir. Daha sonra banda kaydedilen sahne siz hakkında tıbbi bilginin verildiği programı al­
duraklamalarına, bu arada kişi de düşüncele­ dıktan sonra kan basıncının ve kalp atış hızının

Bilişsel değerlendirme, kişinin bir durumu


algılayışına odaklaşır, çünkü aynı olayın
değişik şekillerde algılanabileceği farkedil-
miştir. Örneğin taşınmak çok stresli bir olay
olarak algılanabileceği gibi, olumlu olarak
da algılanabilir.
88 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

düşmesi gözlenmiştir (Davison, Williams ve ark, örnek, yüz’ün ne olduğuna ilişkin kafamızda bi­
1991; Bölüm 8’e bkz.). zimle gezdirdiğimiz - yani, iki gözün, bir buru­
Bir çalışmada ATSS verisini doğrudan açık nun, ağızın ve iki kulağın olduğu şekil- fikirdir.
davranışlarla karşılaştırmışlar (Davison, Haaga Bu şekilde bir eksiklik veya bozukluk olduğunda
ve ark, 1991) ve olumlu kendine-yeterlik düşün­ da biz onu yine yüz olarak tanımlarız.
celeriyle, konuşma yapma kaygısı arasında ter­ Deneysel bilişsel psikologlar, şema kavramı­
sine bir korelasyon olduğunu gözlemlemişlerdir. nı, bellek olayını anlamak için kullanmışlardır.
Yani, topluluk önünde konuşma kaygısına ait Klinik araştırmacılar bu deneysel çalışmalardan
ölçümlerin alındığı, zaman odaklı bir tarama lis­ hareketle bellekteki bozulma ve çarpıtmaları
tesinde denekler ne kadar kaygılı davrandılar­ çıkarsamaya çalışmışlardır. Örneğin Nelson ve
sa, kendilerini konuşma yapma veya hitap etme Craighead (1977), depresyonluların, Beck’in ön
benzeşim durumuna ait düşüncelerini açıkça gördüğü gibi, dünyayı başarısızlık şemasıyla
ifade etmede o kadar yetersiz hissetmişlerdir. karşılayıp karşılamadıklarını sınamak istemiş­
Bu ve benzeri bulgular (Davison, Navan & lerdir. Depresyonlu ve depresyonsuz öğrenci
Vogel, 1995’da bahsediliyor), söz konusu yön­ gruplarına, zamanın %30’u veya % 70’inde üze­
temin, insanların düşünmeleri üzerinde hem rinden ödüllendirdikleri ya da cezalandırıldıkları
kalıtsal olarak rahatsız edici, hem de “nesnel” bir görev vermişlerdir. %70lik ödül koşulunda,
olarak zararsız olan durumları çağıran etkisinin depresyonlu denekler olduğundan daha az sık­
olduğunu göstermektedir. lıkta pekiştirildiklerini anımsadılar. %30luk ceza
Diğer bilişsel değerlendirme yöntemlerinin koşulunda depresyonlu denekler daha çok ceza
hepsi de yararlı olduklarını kanıtlamışlardır. aldıklarını anımsadılar. Bellekteki bu farklılıklar
Düşüncelerin diziminde, örneğin kişinin sosyal şema ya da bilişsel kurulum bağlamında açık­
kaygının bilişsel ögesini belirlemenin bir yolu lanmaktadır. Depresyonlu denek şuna benzer
olarak, bir odaya yabancı biriyle konuşmak üze­ bir şey anımsamakta: “ben yeterli biri değilim”.
re girme gibi, ilgilenilen bir olayın öncesinde Buna göre şema, insanın kendisi, dünya ve çev­
veya sonrasındaki düşüncelerini yazması iste­ resi hakkında; algılamasını, kavramsallaştırma­
nir (Caccioppo, Glass & Merluzzi, 1979). ATSS sını, duygu ve davranışlarını etkileyen temelde
gibi biraz önce betimlenen açık uçlu teknikler, yatan sayıltılardır.
araştırmacılar tarafından göreceli olarak az şey
bildikleri bilişsel alan hakkında genel fikirler BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME
edinmek istediklerinde, tercih edilebilirler. Araş­
tırmacıların, ilgilenilen bilişlere ait ön bilgilerinin Uzun yıllar boyu araştırmacılar ve klinisyen­
olduğu durumlarda, daha odaklı teknikleri ter­ ler beynin ve sinir sisteminin diğer bölgelerinin
cih etmeleri daha iyi - puanlaması da kesinlikle çalışmasını doğrudan ya da çıkarsamalarda bu­
daha kolay - olur (Haaga,1988b). Bugüne kadar lunarak gözlemeye çabalamışlardır. Bu çabaları
görünen o ki, çeşitli bilişsel değerlendirme tek­ hem normal hem de anormal psikolojik işlevle­
niklerinin kendi aralarındaki korelasyon düşük­ ri anlamak içindir (bkz. Odak 4.1). Bölüm 2 ve
tür (Clark, 1988). Bu da araştırmacılar ve klinik­ 3’ten anımsayacağınız gibi tarih boyunca psiko­
çiler için ortak bir tartışma konusudur. patolojiyle ilgilenen insanlar, oldukça akla yakın
Bilişsel değerlendirmeye son zamanlarda gelen şu varsayımda bulunmuşlardır: psişeye
duyulan ilgi, bilişsel davranışçı klinisyenlerin, ait bazı işlev bozuklukları bedenden kaynakla­
deneysel bilişsel psikoloji yayınlarına yönel­ nır ya da en azından bedene ait işlev bozukluk­
melerine neden olmuştur. Deneysel bilişsel larıyla akseder. Biz şimdi biyolojik değerlendir­
psikoloji, psikolojide araştırmanın bir dalı olup, mede günümüz çalışmalarına dönelim.
insanların çevresel girdileri nasıl kullanılabilir
bilgiye dönüştürdükleri; yani nasıl düşündükle­
BEYİN GÖRÜNTÜLEME: BEYNİ
ri ve plan yaptıkları, anımsadıkları ve beklenti
oluşturduklarıyla ilgilenir. Araştırmacılar, bazı
“GÖRME”
bilişsel yapıların, özellikle de şemaların, varlı­ Birçok davranışsal sorun beyin anormallik­
ğını ortaya koyucu bazı çıkarsamalara dayanan lerine bağlanabildiğinden, reflekslerin kontrolü,
bazı değerlendirme ölçeklerini geliştirmişlerdir kan damarlarında bir tahribatın olup olmadığı­
(Bartlett, 1932). Şemaya verilebilecek basit bir nı anlamak için retinanın muayenesi ve motor
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 89
√√

ODAK 4.1 İNSAN BEYNİNİN YAPISI VE İŞLEVİ

Beyin, kafatasının koruyucu kılıfının içinde yerleş- Frontal lob Merkezi Oluk Periyatel lob
miş ve üç kat nöral olmayan beyin zarları (meninges)
ile kaplanmıştır. Üstten bakıldığında beynin ortasın- Oksipital lob
dan geçen bir yarıkla ikiye ayrılarak ayna imgesi şek-
linde beyin serebral hemisferlerden (yarım kürelerin-
den) oluştuğunu görürüz. Bunlar birlikte serebrumu
(beynin en büyük kısmını) oluştururlar. İki hemisfer
arasındaki başlıca bağlantı korpus kollasum denilen
sinir lifi bandıdır. Şekil 4.a, serebral hemisferlerden
birinin yüzeyini göstermektedir. Hemisferlerin üst,
yan ve bazı alt yüzeyleri serebral korteksi (beyin ka-
buğunu) oluşturur. Korteks, sıkıca paketlenmiş, birçok
kısa. zarflanmış, kendi aralarında bağlantılı süreçleri
Temporal
olan altı nöron hücre gövde tabakasından oluşur. Sa-
lob
yıları 10-15 milyar olduğu tahmin edilen bu nöronlar.
ince bir dış kaplama meydana getirirler. Bu beynin bi-
linen gri maddesidir. Korteks çok girintili çıkıntılıdır;
bu çıkıntılara gyri (çıkıntı, kıvrım) denir. Aralarındaki
girintilere de sulci (oluk, yarık) denir. Derin yarıklar, Yan oluk

serebral hemisferleri birkaç farklı lob denilen bölge- Şekil 4.a Sol serebral yarıkürenin yüzeyi lobları ve
lere ayırır. Frontal lob (alın lobu) merkez oluğun önü- korteksin iki temel yarığını gösteriyor.
ne uzanır. Pariyetal lob (tepe lobu) bunun arkasında alçalan alanlarla birlikte korteksten çıkan alanları
ve yan oluğun üzerindedir. Temporal lob (şakak lobu) birbirine bağlama, hem de motor ve duyum kontrol
yan oluğun altında yer almıştır. Oksipital lob (ard merkezlerini bütünleştirme hizmeti verir. Bazı kortikal
kafa lobu), pariyetal ve temporal lobların arkasında hücreler uzun lif veya aksonlarını omurilikteki motor
uzanır. Farklı işlevler, lobların özel bölgelerinde yer nöronlara yansıtırlar, fakat diğerleri sadece bu içiçe
alır. Görme, oksipitalde; sesleri ayırt etme, temporal- bağlı nöron hücre gövde kümelerine kadar yansıtırlar.
de; muhakeme ve diğer üst zihinsel süreçler ve buna Her bir hemisferde gömülü dört kitle vardır. Bunlara
ek olarak istemli ince hareketlerin düzenlenmesi, fron- toplu olarak basal ganglia denir. Yine beynin derin-
talde; iskelet kas hareketlerinin başlatılması merkez liklerinde ventrikül denen boşluklar vardır. Bunlar
oluğun önündeki bantta; dokunma, bastırma, ağrı, ısı omurilik ana kanalı boyunca devam ederler ve beyin-
ve deriden, kaslardan, tendonlardan, eklemlerden ge- omurilik (serebrospinal) sıvı ile doludurlar.
len bedenin durumu, merkez oluğun arkasında.
Beynin iki hemisferinin farklı işlevleri vardır. Sol Şekil 4.b dört önemli işlev alam ya da yapıyı
hemisfer motor ve duyusal liflerle bir çapraz yapar ve gösterir
genellikle bedenin sağ yarısını kontrol ederken konuş- 1- Önde hemisferlerle ve arkada orta beyine bağ-
malardan sorumlu olur. Bazı nöropsikologlara göre, lanan diensefalon (iç beyin); içinde gruplar halinde
sağ elini kullananlarda ve çoğu solaklarda da analitik çekirdekler bulunan talamus ve hipotalamusu içerir.
düşünceden sorumludur. Sağ hemisfer bedenin sol ya- Talamus, koku dışındaki tüm duyu yolaklarının akta-
rısını kontrol eder. Uzaysal ilişkilerin ve örüntülerin rıldığı bir istasyondur. Talamusu oluşturan çekirdek,
ayırdından, duygu, heyecan ve sezgiden sorumludur. bedenin farklı duyu alanlarından gelen hemen hemen
Ancak analitik düşünme sadece sol hemisferde veya tüm empülsleri, bilinçli duyumlar olarak algılandık-
sezgisel hatta yaratıcı düşünmenin de sağda yer al- ları serebelluma (beyincik) geçirmeden önce, kabul
dıkları söylenemez. İki hemisfer birbirleriyle korpus eder. Hipotalamus, birçok iç organın süreçlerini kay-
kollasum yoluyla sürekli olarak iletişime girerler. De- naştıran en üst merkezdir. Çekirdeği, metabolizmayı,
ğişik düşünce tarzlarının yerleşim alanları pek de bizi ısıyı, su dengesini, terlemeyi, kan dolaşımını, uykuyu
inandırdıkları kadar kesin bir açıklık kazanmamıştır. ve iştahı düzenler.
Eğer beyin iki yarıma bölünmüşse, serebral hemis- 2- Orta beyin, serebral korteksi, ponslar, me-
ferleri (Şekil 4.b) ayırmakla iki önemli özellik ortaya dulla oblongata, serebellum ve omurgaya bağlayan
çıkar. Serebral korteksin gri maddesi beynin iç kısım- bir sinir lifi kütlesidir.
larına kadar uzanmamaktadır. İçteki beyaz maddenin 3- Beyin sapı, ponsları ve omurilik soğanını kap-
çoğu geniş kaplanmamış myelinli lif demetlerinden ya- sar ve birincil olarak nöral aktarma istasyonu işlevini
pılmıştır. Bunlar korteksteki hücre gövdelerini omur- görür. Ponslar, serebellumu omurgaya ve serebrumu
gadaki ve beynin başka alt merkezlerindeki hücrelere motor bölümlerine bağlayan alanları içerir. Beyin so-
bağlar. Bu merkezler, kendilerine çekirdek denen gri ğanı, omurgadan yukarıya çıkan ve beynin üst mer-
madde paketleridir. Çekirdek hem diğer yükselen ve kezlerinden aşağı inen alanların ana trafik hattı gibi
90 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

Korpus kollosum Hipotalamus oluşu başlatma ve sürmesini sağlamada önemli rol oy-
Diensefalon
Talamus nar. Pons ve medulla alanları, retiküler formasyonun
birbiriyle bağlanmış hücreleriyle bağlanmak için içeri
birtakım lifler gönderir. Bu hücre ağı da buna karşılık
olarak kortekse, basal ganglia, hipotalamus, septal
alan ve serebelluma lifler gönderir.
4- Beyin (cerebrum) gibi, serebellum (beyincik) da
iki yarım küreyi (hemisferi) içerir. Bunların dış ka-
buğu gri maddeden, iç kısım da beyaz alandan olu-
şur. Beyincik, kulağın denge aygıtından. kaslardan,
tendonlardan ve eklemlerden gelen duyusal sinirleri
alır. Bu yolla alınan ve bütünleştirilen bilgi, bedenin
Limbik sistem dengesi, duruşu ve ince hareketlerin koordinasyonu
Orta beyin
ile ilgilidir.
Pons
5- Beynin beşinci önemli parçası, limbik sistemdir.
Beyin sapı
Medulla Alt kısımda yer alan ve memelilere ait beyin kabuğu-
Serebellum nun oluşmasından çok daha önce yerini almış olan,
birbirinin devamı olan yapıları içerir. Limbik sistem,
duygu ve heyecanların içsel ifadelerini, yani hızlanan
kalp atışı, nefes alıp verme, titreme, terleme ve yüz
Şekil 4.b Orta düzlemden beyin kesiti iç yapıları ifadesindeki değişiklikleri: açlık, susuzluk, eşleşme,
gösteriyor.
savunma, saldırı ve kaçma gibi iştah ve diğer birincil
gereksinimlerin ifadelerini kontrol eder. Limbik sis-
hizmet görür. Medulla, kalp atışlarının düzenli yaşam-
temdeki önemli yapılar, korpus kallosum boyunca uza-
sal ritmini, diyaframın yükselişini ve düşüşünü ve kan nan kıvrımlar; talamusun ön kısmında bulunan septal
damarlarının genişlemesini ve büzülmesini sürdürme- alan; septal alandan temporal loba kadar uzanan u
ye yarayan çekirdekleri de içerir. Beyin sapının tam zun-tüpe benzer hipokampus ve basal ganglialardan
ortasında, bazen retiküler aktive eden sistem diye de biri olup şakak lobunun ucunda bulunan amigdala-
anılan, retiküler formasyon vardır. Bu sistem, tetikte dır.

koordinasyonunun ve algılamanın değerlendiril­ zonans imgeleme sayılabilir. MRI’de kişi yu­


mesi gibi nörolojik testler, beynin işlev bozukluk­ varlak manyetik bir tünele sokulur. Bu özel alan
larının tanısında yararlı işlemlerdir. Bilgisayarlı bedendeki hidrojen atomlarının harekete geç­
tomografi, CT tarama, beyin yapısındaki anor­ mesini sağlar. Manyetik güç durdurulduğunda,
mallikleri tanımada çok yardımcıdır. Hareket atomlar eski durumlarına geri dönerler ve böy­
eden x ışın hüzmesi, hastanın beyninin yatay lece bir elektromanyetik sinyal vermiş olurlar.
kesit profilini 360 derecelik bir açıdan tarar. Di­ Bu sinyaller daha sonra bilgisayarlar tarafından
ğer taraftaki x ışın dedektörü, giren radyoaktivite beyin dokusu resmine dönüştürülür. Bu tekniğin
miktarını ölçer. Böylelikle doku yoğunluğundaki doğurguları muazzamdır denilebilir. Doktorların
en küçük değişmeleri tespit eder. Bilgisayar, bil­ en hassas tümörlerin yerini saptayıp tümörü çı­
giyi, iki boyutlu, ayrıntılı bir kesit imgeyi ona en karabilmelerine olanak verir. Bunun gibi beynin
uygun kontrastları vererek meydana getirmek içsel yapılarını karmaşık yöntemlerle görebilme
için kullanır. Daha sonra hastanın başı hareket imkânı veren aygıtlar sayesinde cerrahi müda­
ettirilir ve makina beynin başka bir kısmını tara­ haleler yapılabilmektedir. Daha yakın zamanlar­
maya başlar. Bu taramalar sonucu ortaya çıkan da yeni bir modifikasyonu olan fMRI (fonksiyonel
imgeler, doku dejenerasyonunun ve tümör ile MRI) geliştirilmiştir. Bu, araştırmacıların o kadar
kan pıhtısı alanlarına işaret eden ventrikal ge­ çabuk MRI resimleri almalarını sağlar ki, bunlar­
nişlemeleri gösterir (fotoğrafa bakınız). dan kan akışındaki değişmeler ölçülebildiği gibi,
Yeni geliştirilen bilgisayar destekli beynin iç beynin yalnız yapısının değil, çalışmasının da
kısımlarını görme aygıtları arasında, üstün ka­ resmini verir. Çok yeni bir araştırma, bu tekniği
litede resim yaptığı ve CT taramada gerek du­ kullanarak bilişsel bir görevi yerine getirmekte
yulan çok az miktarda da olsa radyasyona ge­ olan şizofreni hastalarının frontal beyinlerinde
rek duymaması bakımlarından ondan çok daha (alın lobu) düşük aktivasyon olduğunu bulmuş­
üstün sayılan MRI olarak bilinen manyetik re- tur (Yurgelon - Todd ve ark., 1996).
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 91
√√

İki CT tanıması: bu iki CT taraması, beynin yatay


dilimini göstermektedir. Soldaki normalken, sağdakinde
bir tümör olduğu gözlenmektedir.

Pozityon Emisyon Tomografi, PET tarama, ve kolay olacağı düşünülebilir. Son zamanlarda
daha pahalı ve istilacı (invasive) bir işlemdir. sadece PET tarama yaşayan beyindeki alıcıları
Hem beynin yapısının hem de işlevlerinin ölçül­ değerlendirmiştir. Yine son yıllarda önemi gide­
mesine olanak verir. Beyin tarafından kullanılan rek artan psikopatolojide nörokimyasal kuram­
bir madde kısa ömürlü radyoaktif izotop olarak lar üzerinde yapılan araştırmaların çoğu, dolaylı
etiketlenir ve kan dolaşımına enjekte edilir. Mad­ değerlendirmelerin sonuçlarına dayanmıştır.
denin radyoaktif molekülleri pozitron denen bir Ölüm sonrası çalışmalarda, ölü hastaların
parçacığı üretir; bu da hızla bir elektronla çar­ beyni çıkarılır ve belli beyin bölgelerinde ne
pışır. Beyinden birbirine ters yönlerde yüksek miktarda nörotransmitter olduğu doğrudan in­
enerjili ışık parçacıkları cifler halinde sıçrar ve celenebilir. Beynin değişik bölgeleri, alıcılara
tarayıcı tarafından tespit edilir. Bilgisayar, bu tür bağlanan maddelerle ayrıştırılarak bağlantıların
milyonlarca kaydı analiz eder ve çalışan beynin miktarı sayısal olarak belirlenebilir. Bağlanma­
yatay kesit resmine çevirerek monitöre yansıtır. nın çokluğu alıcıların çokluğuna işaret eder.
Bu imgeler renklidir; açık renkli ve sıcak renkli Nörokimyasal değerlendirmenin diğer bilinen
tüyümsü noktalar, maddenin metabolik hızının bir yöntemi, enzimler tarafından parçalanan nö­
daha yüksek olduğu alanlardır (fotoğrafa bakı­ rotransmitterlerin metabolitlerinin analizidir. Me­
nız). Çalışmakta olan beynin görsel imgeleri, tabolitin tipik bir örneği olan asit, nörotransmitter
epileptik boşalmaları, beyin kanserini; inme ve hareketsiz kaldığı zaman ortaya çıkar. Örneğin,
kafa yaralanmalarına bağlı travma alanlarıyla, dopaminin başlıca metaboliti homovanilik asit,
psikoaktif ilaçların beyindeki dağılımını göste­ serotoninin de 5 hidroksindeoleasetik asittir.
rebilir. PET tarayıcısı, bilişsel bir iş veya göre­ Metabolitler, idrar, kan ve serebrospinal sıvıda
vi yerine getirme sırasında kendini belli eden (omurilik ve beyin ventriküllerinde bulunan sıvı)
şizofreni hastalarında görülen frontal korteks
bulunurlar. Belli bir metabolitin yüksek düzeyde
zayıflığı gibi bazı bozuklukların temelinde yatan
bulunması, yüksek düzeyde transmittere işaret
olası anormal biyolojik süreçlerin incelenmesin­
eder.
de kullanılır.
Tüm bu araçlar, iç organlara ait şaşırtıcı
görüntüler ve kavrayışları sağlarken, beyni de
NÖROKİMYASAL DEĞERLENDİRME içine alan yaşayan dokular hakkında bilgi top­
Beyindeki belirli nörotransmitterlerin miktarını lanmasına olanak verirler. Günümüzde bir çok
ya da alıcıların niceliğini değerlendirmenin açık disiplinden klinisyen ve araştırmacı, daha önce
Şizofren bir hastanın fonksiyonel manyetik tepki
görüntüsü (sağda) ve sağlıklı bir bireyinki (solda).
Kırmızı kareler beynin sözel bir görev sırasında baz
değerle kıyaslamak aktivasyonunu temsil ediyor.
Şizofren hasta daha çok temporal, daha az frontal
aktivasyon gösteriyor (Yurgelun-Todd ve ark., 1996).
92 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

Soldaki PET tarama normal bir beyni; sağdaki Alzheimer


hastalığı olan bir hastanın beynini göstermektedir.

bir türlü saptanamayan tümörleri ve diğer so­ Çok mantıklı olarak, nöropsikolog ve hekim­
runları saptamak; duygu, düşünce, heyecan ve lerin, PET, CT ve MRI tarama cihazları gibi tek­
davranışın kimyasal ve nöral temellerini araştır­ nolojik aygıtların yardımlarıyla, beyin işlevlerini
mak için bu teknikleri kullanmaktadırlar. az veya çok, doğrudan gözleyebilecekleri ve
böylelikle tüm beyin anormalliklerini değerlen­
NÖROPSİKOLOJİK direbilecekleri varsayılabilir. Oysa birçok beyin
DEĞERLENDİRME zedelenmesi ve anormalliği yapısal olarak o
kadar ince ayrıntılı değişmelere uğrayabilir ki,
Her iki uzman grubu da merkezi sinir siste­
doğrudan fiziksel muayenede bugüne kadar za­
minin çalışması ile ilgileniyorsa da, nörologlar­
ten gözden kaçmışlardır.
la nöropsikologlar arasındaki önemli bir farka
Nöropsikologlar, organik beyin işlev bozuk­
dikkati çekmek yerinde olacaktır. Nörolog, kas
distrofisi ya da serebral palsy gibi, sinir sistemini luklarının neden olduğu davranış bozukluklarını
etkileyen tıbbi hastalıklar üzerinde uzmanlaşan değerlendirmek üzere bazı testler geliştirmişler­
hekimdir. Nöropsikolog ise, beyinde yer alan dir. Bu testlere ilişkin çok sayıda yayın vardır ve
işlev bozukluklarının düşünmeyi, hissetmeyi, psikolojinin bir çok dalında olduğu gibi bunlar
duygu ve davranışları nasıl etkilediğini incele­ arasında da birtakım anlaşmazlıklar bulunur.
yen psikologdur. Bu terimin de imâ ettiği gibi, bir Ancak bulgulara dayalı kanıtların ağırlığı, psi­
nöropsikolog, düşünce, duygu, heyecan, dav­ kolojik testlerin, beyin zedelenmesini geçerli
ranışla ilgilenen; ancak beyin anormalliklerinin bir şekilde değerlendirebildiğini ve sıklıkla be­
davranışları çeşitli şekillerde nasıl etkilediğine yin tarama teknikleriyle paralel kullanıldıklarını
odaklaşmak üzere eğitilmiş olan psikologtur. göstermektedir. Bunlara nöropsikolojik testler
Her iki uzman grubu da farklı yönlerde ama sinir denir.
sisteminin nasıl işlev gördüğünü ve beyindeki Bu testlerden biri, daha önce Halstead tara­
bir zedelenme veya hastalığın nasıl iyileştirilebi­ fından geliştirilen bir grup test veya bataryanın,
leceğini öğrenmek üzere, sıklıkla işbirliği içinde Reitan tarafından değişimlenmiş şeklidir. Her
çalışarak birbirlerine katkıda bulunurlar. biri ayrı bir işleve işaret eden testleri batarya ha­
Nöropsikolojik testler, belirli bir
beyin işlev bozukluğu alanını
saptamak umuduyla çeşitli
performans yetersizliklerini
değerlendirirler. Burada
Dokunarak Performans Testi
gösterilmektedir.
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 93
√√

seçimleri yapabilme kurallarını keşfetmek için,


izlemek zorundadır. Bu test, problem çözme ve
özellikle de sözel olmayan bir dizi olaydan hare­
ketle bir kural veya ilkeyi soyutlama yeteneğini
ölçer. Performans bozukluğu, frontal loblardan
herhangi birindeki bir hasarı yansıtır.
4- Konuşma Seslerini Algılama Testi Testi
alanlar, her biri ortada uzun bir “e” sesinin bu­
lunduğu iki sessiz harfi içeren bir dizi kelimeyi
dinlerler. Daha sonra yine dinledikleri bir dizi
seçenek arasından “kelimeyi” seçerler. Bu test,
özellikle temporal ve pariyetal bölgelere ait sol-
yarım küredeki işlevleri ölçer.
Rus psikolog Aleksandr Luria’nın (1902-
1977) çalışmaları üzerine temellendirilmiş olan
Luria - Nebraska bataryası da (Golden, Ham­
meke & Purisch, 1978) yaygın olarak kulla­
nılmaktadır (Adams, 1980; Kane, Parsons &
Goldstein, 1985; Spiers, 1982). 269 maddelik
batarya, temel ve karmaşık motor becerileri, ritm
ve perde yetenekleri, dokunma ve kas hareket
Çocuklar için Luria — Nebraska testi, olası beyin işlev bozukluğu uyumu becerileri, sözel ve alansal beceriler, alı­
veya hasarını değerlendirmekte kullanılır. Bu çocuk bir alt-testi cı konuşma yeteneği, ifade edici konuşma yete­
almakladır.
neği, yazma, okuma, aritmetik beceriler, bellek
linde kullanma kavramı, kritik değer taşır. Çünkü ve zihinsel süreçleri belirlemeye yarayan 11 bö­
ancak bireyin performans örüntüsünün ele alın­ lüm oluşturur. Bu bölümlerden elde edilen pu­
masıyla bir araştırıcı o bireyde beyin zedelen­ anların örüntüsü, genel, baştanbaşa kapsayıcı
mesinin olup olmadığına yeterli bir şekilde karar bir bozukluğu ayırdeden ve gösteren 32 mad­
verebilir. Halstead - Reitan bataryası, daha da deden alınan puanlarla birlikte, sağ ya da sol
fazlasını yapabilir ve bazen beynin etkilenmiş hemisferin frontal, temporal, duyusal-motor ya
olan bölgesini saptamaya yardımcı olur. da pariyetal-oksipital alanlardaki hasarın ortaya
Aşağıda Halstead - Reitan test grubunda yer çıkmasına yardımcı olur.
alan dört testten söz edilecektir: Luria - Nebraska bataryası 2.5 satte uygula­
1- Dokunarak Performans Testi - Zaman nabilir ve araştırmalar bu testin yüksek güvenir­
Görüşü engellenen hasta, bir tabla üzerindeki lik düzeyinde puanlanabileceğini göstermekte­
şekil boşluklarına çeşitli şekil bloklarını uygun dir (Maruish, Sawicki, Franzen & Golden,1984;
ve doğru olarak yerleştirmeye çalışır. Önce ter­ Moses & Schefft, 1984). Luria- Nebraska’nın
cih edilen el, sonra diğer el ve sonunda her iki keza nörolojik muayene ile henüz belirleneme­
el ile bunu yapmaya çalışır. Burada amaçlanan, yen beyin hasarı etkilerini yakaladığına inanılır;
kişinin aşina olmadığı bir duruma karşı motor bu tür yetersizlikler nörolojik değerlendirmenin
hızı tepkisini ölçmektir. odaklaştığı duyusal -motor yeteneklerden çok
2- Dokunarak Performans Testi - Bellek bilişsel alanda görülür (örn., patellar refleksler)
Zaman testini tamamladıktan sonra, kişiden, (Moses, 1983). Luria - Nebraska testlerinin belli
blokları uygun yerlerinde gösterecek şekilde, başlı avantajı eğitim düzeyinin kontrol altında
şekil tablasını bellekten çizmesi istenir. Hem bu tutulabilir olmasıdır. Böylece az eğitimli biri, sırf
test hem de zaman testi, sağdaki pariyetal lob­ yetersiz eğitim deneyiminden dolayı düşük puan
daki (tepe lobu) hasarlara duyarlıdır. almayacaktır (Brickman, McManus, Grapentine
3- Kategori Testi Ekranda 1’den 4’e kadar & Alessi, 1984). Sonuç olarak 8-12 yaş çocuk­
sayı dizisinden birini öngören bir imge gördü­ lar formunun da (Golden, 1981), beyin hasarı­
ğünde, bunun hangi sayı olduğuna karar verir nı teşhis etmede ve çocukların eğitsel yönden
ve o düğmeye basar. Bir zil yapılan seçimin güçlü ve zayıf yönlerini değerlendirmede yarar­
doğru olduğunu; vızıltı sesi de doğru olmadığını lı olduğu gözlenmiştir (Sweet, Carr, Rossini &
belli eder. Hasta, bu imgeleri ve sinyalleri, doğru Kasper, 1986).
94 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

DİKKAT EDİLMESİ GEREKLİ BİR NOT potansiyelinde yayılan değişmeler yaratır. Bu


bir elektrokardiyografla kaydedilir. Elektrodlar
Bir yanda bir nörolojik test puanı veya PET,
genellikle göğüs kafesi üzerine yerleştirilir; bun­
ya da CAT tarama bulguları ile diğer yanda psi­
lar elektrik akımlarının ölçülmesi için bir aygıta
kolojik işlev bozuklukları arasında birebir bir ulaşır. Bu aygıt, elektrik akımlarını bir bilgisa­
ilişki yoktur. Bu özellikle, değerlendirme öncesi, yar ekranında dalgalar halinde gösterir; ya da
bir süredir mevcudiyeti bilinen veya kuşkulanı­ bir kalem kaydeder, dalgaları, sürekli dönen bir
lan kronik beyin hasarı durumunda böyledir. Bu rulo grafik kâğıdı üzerinde hareket ederek gös­
gevşek ilişkilerin nedenleri bazen zaman içinde terir. Her iki kayıt tipi de elektrokardiyogram adı­
kişinin beyin hasarının getirdiği kayıplara karşı nı alır. Başka bir aygıt da kardiyotakometredir.
gösterdiği tepki ve başa çıkma tarzı gibi etkenler­ Bu aygıt, iki kalp atışı arasında geçen zamanı
le ilgilidir. Başa çıkmak için gösterilen çabalarda dakik bir şekilde ölçer; daha sonra hemen kalp
ulaşılan başarı, bireyin yaşadığı sosyal çevre ile atışlarının hızını, atıştan-atışa ölçüm tabanına
ilintilidir. Örneğin tanıdıkları veya ana-baba ne oturtur. Bu teknolojik ilerleme özellikle deneysel
kadar anlayış göstermiştir? Bireyin özel eğitim psikologlar için önemlidir, çünkü bu psikologlar
gereksinimini okul sistemi ne derece karşıla­ tipik olarak hızla değişen şartlara bir tepki olarak
mıştır? Bu nedenle biyolojik değerlendirme ay­ kısa zaman aralıklarında ortaya çıkan bedensel
gıtlarının kendilerinin mükemmel olmamalarına değişmelerle ilgilenirler.
ve bizim, beynin gerçekte nasıl çalıştığını tam Otonom sinir sistemine ait aktivitelerin ikinci
olarak anlayamamamıza ek olarak, araştırma­ bölümü elektrodermal tepkiler ya da deri ilet­
cılar, anılan zaman içinde klinik tabloya katılan kenliğidir. Kaygı, korku, öfke ve diğer heyecan­
yaşantısal etkenleri dikkate almalıdırlar. sal durumlar sempatik sinir sistemindeki aktivi­
Nöropsikolojik değerlendiricilerin dikkatine teleri arttırır; bunun ardından o da ter bezlerini
getirilen son bir uyarı, basit olmasına karşın he­ harekete geçirir. Bu bezlere ait hücrelerin içinde
nüz hâlâ takdir edilmeyen bir hususun farkında yer alan elektrofizyolojik süreçler, hem derinin
olmalarıdır. O da, herhangi bir beyin zedelen­ elektriksel iletkenliğini değiştirir; hem de ter üre­
mesi olayının nörobilişsel sonuçlarını anlamaya tir. Deri iletkenliği ölçümü, tipik olarak bildiğimiz
çalışırken, hastanın olaya getirdiği, kattığı şey­ düşük bir voltajın, dıştaki bir kaynaktan elin
leri (yani olayla başa çıkma yeteneğini) gözardı üzerindeki iki elektrod arasından geçirilmesiyle
etmemektir (Boll, 1985). Bu açık gerçek, akla ortaya çıkan elektrik akımının ölçülmesine da­
bir kazada her iki elinin tüm parmakları kırılan yanır. Bu akım, ter bezlerinin harekete geçme­
nekahatteki bir adamın, cerraha, yaraları iyileş­ sinden sonraki adı geçen artışı göstermektedir.
tikten sonra piyano çalıp çalamayacağını sor­ Ter bezleri, sempatik sinir sistemi tarafından
masını getirir. Doktor temin edercesine “Evet, harekete geçirildiklerine göre, artan ter bezi
çalacağından eminim” der. “Bu harika” der aktivitesi, sempatik otonom uyarılmaya işaret
adam heyecanla, “çünkü piyano çalmayı şimdi eder ve bu da çoğunlukla heyecansal uyarılma­
bile bilmiyorum!” nın bir ölçümü olarak kabul edilir. Bu ölçümler,
psikopatoloji araştırmalarında yaygın bir biçim­
de kullanılır. Cinsel uyarılmanın psikofizyolojik
PSİKOFİZYOLOJİK ÖLÇME
ölçümleri 14. Bölümde anlatılmıştır.
Psikofizyoloji disiplini, psikolojik olaylara Teknolojideki ilerlemeler, araştırmacıların,
eşlik eden veya kişinin psikolojik özellikleriyle kişi günlük yaşamında işinde gücündeyken yer
ilgili bedensel değişmeleriyle ilgilenir (Grings alan kan dolaşımı gibi durumları izlemelerine
& Dawson, 1978). Deneyler, kalp atış hızı, kas olanak verir: katılımcı günde birkaç kez kan
gerginlikleri, bedenin çeşitli yerlerindeki kan do­ basıncını otomatik olarak kaydeden portatif bir
laşımı ve beyin dalgaları gibi değişmeleri, has­ aygıt giyer. Van Egeren ve Madarasmi (1987),
taların korktukları, depresyonda oldukları, uy­ özel olarak tasarlanmış bu günlük tutma işlemini
kudayken, hayal kurarken, problem çözerken… gerçekleştiren bir katılımcının kişisel kayıtlarıyla
gibi durumlarında incelemişlerdir. birleşen aygıt kayıtlarından, insanın düşünce ve
Otonom sinir sisteminin aktiviteleri (bkz. duygu durumlarının kan basıncındaki artışlara
Odak 4.2) ve duyguların doğasını anlama ça­ göre nasıl eş-değerli olarak değiştiğini izleye­
lışmalarının analizi sık sık elektriksel ve kimya­ rek çok şey öğrenmişlerdir. Bu bilgi, psikolojik
sal ölçümlerle değerlendirilmektedir. Önemli bir yönlenimli hipertansiyon araştırmacıları için çok
ölçüm, kalp atış hızıdır. Her kalp atışı, elektrik büyük önem taşır (bkz. Bölüm 8).
BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 95
√√

ODAK 4.2 OTONOM SİNİR SİSTEMİ

Memelilerde sinir sistemi göreceli olarak iki ayrı Bacaklarımızı ve kollarımızı hareket ettiren temel
işlevsel bölüme ayrılır: somatik (bedensel ya da is- kaslar gibi, iskelet kasları istemli sinir sistemi tarafın-
temli) sinir sistemi ve otonom (ya da istemsiz) sinir dan uyarılır. Ne var ki, davranışlarımızın çoğu, bizim
sistemi (ANS). Otonom sinir sistemi duygusal davra- farkındalığımızın dışında çalışan bir sinir sistemin-
nışların incelenmesinde özellikle önemli olduğu için, ce yönetilmektedir. Buna ait geleneksel görüş, istem
temel özelliklerini tekrar gözden geçirmek özellikle dışı— yani otonom sinir sisteminin yaptırdığı davra-
yararlı olacaktır. nışlardır.

Beyin

PARASEMPATİK SEMPATİK

Gözbebeğini Gözbebeğini
büzer genişletir

Tükrük Tükrük
salgılanmasını salgılanmasını
(kuvvetle) uyarır (yavaşça)
uyarır
Servikal omur
Kalp Kalp
atışlarını atışlarını
yavaşlatır hızlandırır

Torasik omur

Bronşları Bronşları
kasar genişletir

Bel omuru
Sindirim Sindirim
hareketlerini faaliyetlerini
uyarır Kuyruk omuru ketler

Safra Karaciğerin
kesesini Adrenalin, glukoz
uyarır noradrenalin salgılamasını
salgılanması uyarır
Omurilik

İdrar İdrar
torbasını torbasını
büzer gevşetir

Cinsel Erkekte
organların boşalmayı
sertleşmesini uyarır
uyarır

Şekil 4.c Otonom sinir sistemi


96 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

Ancak, biyolojik geri-bildirim araştırmaları, oto-


nom sinir sisteminin, bugüne kadar inanılanın aksine
zannedildiğinden fazla istemli kontrolün etkisi altında
olduğunu göstermiştir.
Otonom sinir sistemi, iç salgı-bezleri, kalp, kan
damarları, karın, bağırsaklar, böbrekler ve diğer or-
ganların içinde yer alan duvarların yumuşak kasla-
rından sorumludur. Sinir sisteminin kendisi iki bölüme
ayrılır: sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir
sistemi (Şekil 4c). Bunlar bazen birbirinin karşıtı; ba-
zen de bütünlük içinde işlev görürler. Otonom sinir Yalan makinası, otonom sinir sistemine ait işlevlerin çeşitli
sisteminin sempatik kısmı, enerji yüklendiğinde, kalp özelliklerini değerlendirmek için kullanılır. Bu durumda
atışlarını arttırır, gözbebeğini büyütür, bağırsak hare- elektrodermal aktivite kaydedilmekte ve bilgisayar ekranında
ketlerini ketler, elektrodermal hareketliliği arttırır ve gösterilmektedir
organizmayı ani bir hareket ve strese karşı hazırlayan
diğer yumuşak kas ve salgısal tepkileri başlatır. Bazı ranışlardan sorumludur. Ancak, aktivitelerin bölün-
fizyologlara göre sempatik sinir sistemi birincil olarak mesi bu denli kesin değildir. Çünkü parasempatik sis-
uyarıcıdır. Parasempatik ise sürdürme işlevlerinden, tem stres durumlarında aktif olabilmektedir. İnsanlar
kalp atışının yavaşlaması, gözbebeğinin küçülmesi ve ve hayvanlar çok korktuklarında irade dışı altlarına
bağırsak kasılmalarının artması gibi daha sakin dav- yapabilirler.

Elektroensefalogram veya EEG’ler, epilepsi inanmaktadırlar. Ölçümlerin birçoğu duygusal


tanısında gerekli ve önemli araçlardır. Kafatası­ durumlar arasında ayrım yapmamaktadır. Ör­
nın üzerine yerleştirilen elektrotlar, kafa içinde­ neğin, deri iletkenliği ölçümü, yalnız kaygı değil,
ki beyin elektriksel aktivitelerini kaydeder. Bazı aralarında mutluluğun da olduğu çeşitli duygu
özel anormal elektrik aktivite örüntüleri epilepsi­ ve heyecanlara karşı artmaktadır.
ye işaret edebilir ya da beyin lezyonları veya tü­
mör kitlelerinin yerini belirlemede yardımcı olur. Psikofizyolojik değerlendirmede bedendeki fiziksel değişiklikler
ölçülür. Elektrokardiyograf bu değerlendirmelerden biridir.
Daha önce ele alınan beyin-imgeleme teknik­
lerinde olduğu gibi, insanoğlunun daha bütüncül
bir resmi, kişi bir çeşit davranımda bulunurken
ya da bilişsel bir faaliyet içindeyken ki fizyolojik
işlevlerin değerlendirilmesi ile elde edilmektedir.
Örneğin, eğer deneyci obsesif-kompulsif bozuk­
luğu olan bir hastanın psikofizyolojik tepkileriyle
ilgileniyorsa, ondaki sorun davranışı ortaya çı­
karacak olan, bir kir veya pislik uyarıcısını sun­
mayla işe başlayarak kişiyi inceleyebilir.
Psikofizyolojik ölçme işlemleri sürekli daha
iyileştirilmektedir. Göreceli olarak çok az sıkıntı
yaratan işlemlerdir. Örneğin bir kez kişi elektrot­
ların koluna yapıştırılmasına uyum sağladıktan
sonra, kalp atış hızının ölçümü, bir öyküyü din­
lemek veya bir matematik problemini çözmek
gibi deneysel görevleri yerine getirmeye engel
oluşturmaz.
Psikofizyolojinin karmaşık elektronik makina­
ları kullanması ve birçok psikoloğun olabildiğin­
ce bilimsel olma istekleri anlaşılsa da, psikolog­
lar bazen bu açık-seçik nesnel değerlendirme
aygıtlarına, gerçek sınırlılıklarını ve komplikas­
yonlarını dikkate almadan eleştirisiz bir bakışla
DEĞERLENDİRMEDE GÜVENİRLİK VE GEÇERLİK 97
√√

DEĞERLENDİRMEDE
GÜVENİRLİK VE GEÇERLİK
Güvenirlik ve geçerlik kavramları çok karma­
şıktır. Her birinin bir kaç çeşidi vardır ve psiko­
lojide başlıbaşına bir alt-alan olan psikometri
birebir onları çalışır. Biz burada kısa ve genel
bir gözden geçirmeye yer vereceğiz. Bu bilgiler,
Bölüm 3’teki bilgilere tamamlayıcı olacak ve çok
geniş bir alanı kapsayan klinik değerlendirme
süreçlerini kritik gözle ele almaya yetecektir.

GÜVENİRLİK
En genel anlamda güvenirlik, ölçmenin
tutarlılığını gösterir. Bir önceki bölümde tartı­
şılan yargıcılar arası güvenirlik, birbirinden
bağımsız iki gözlemci veya yargıcı arasındaki
anlaşmanın derecesini gösterir. Basketboldan
bir örnek verecek olursak, yan ve orta hakem­
ler arasında bir faulün yapılıp yapılmadığı ko­
nusunda ortaya çıkan durum. Test-tekrar test
güvenirliği, araya giren bir kaç hafta veya ay Güvenirlik tüm değerlendirme süreçlerinin temel bir özelliğidir.
Güvenirliği belirlemenin araçlarından biri, beyzboldaki aynı
sonra ikinci kez gözlenen ya da almış olduğu olayı gözleyen iki hakemde olduğu gibi farklı yargıcıların
testi ikinci kez alan birinin genelde ne derece anlaşıp anlaşmadıklarını bulmaktır.
aynı veya en yakın puanı aldığını ölçer. Bu tür
güvenirlik, kuramımız sadece insanların, konu Buraya kadar tartışılan değerlendirme yön­
olan değişken üzerinde testler ya da ölçümler temleri güvenirlik açısından değerlendirilebilir­
arasında anlamlı olarak değişme göstermeye­ ler. Daha yapılanmış, nesnel puanlama siste­
ceğini varsaydığı zaman bir anlam taşır. İşte mi olan testlerin tipik olarak güvenirlikleri daha
buna en iyi örnek zekâ testlerinin değerlendi­ yüksektir; bu, onların özenle geliştirildiklerini
rilmesidir. Bazen psikologlar bir testi, belki de gösterir. Kişilik testleri de test geliştirmenin ve
kişinin birincil testi alırken verdiği yanıtları hatır­ standardizasyonun genel beklentilerini karşıla­
layabileceği endişesinden, iki kez tekrarlamak yacak şekilde geliştirildiklerinden, böyle bir tes­
yerine, bir testin iki ayrı formunu uygularlar. Bu tin güvenirliğinin az olması veya hiç olmaması
durum, testöre, eş-değer form güvenirliği ölç­ nadir rastlanan bir olgudur. Aynı şekilde zekâ
me olanağını verir. Son olarak iç-tutarlık güve- testleri de çok iyi test-tekrar test güvenirliği ser­
nirliği, bir testteki maddelerin birbiriyle ilgili olup gilerler. Zekâ testi alan öğrenciler, genellikle
olmadıklarını değerlendirir. Örneğin, yirmi mad­ aynı testi yıllar sonra tekrar aldıklarında da aynı
de içeren bir kaygı anketi veya soru dizgesinde ya da çok benzer puanı alırlar. Yapılandırılmış
bu yirmi maddenin birbiriyle bağlantılı olmasını, olmayan klinik görüşmelerin yargıcılar-arası gü­
ya da aralarında korelasyon olmasını; yani eğer venirliği düşükse de (yani aynı hasta hakkında
gerçekten kaygıya odaklaşmışsa, bekleriz. Teh­ iki görüşmecinin farklı sonuçlara varması), ya­
likeli bir durumla karşılaştığında ağzının kuru­ pılandırılmış görüşmeler daha iyi durumdadır.
duğunu bildiren birinin, kaslarının da gerildiğini Rorschach gibi projektif tekniklerin güvenirliği
bildirmesi beklenir. ise sorulara daha açıktır. Örneğin, test-tekrar
Bu güvenirlik tiplerinin her birinde, bir kore- test güvenirliğine baktığımızda, durumsal de­
lasyon, yani, iki değişken arasındaki yakınlı­ ğişkenlerin etkili oldukları bulunmuştur. Soğuk
ğın derecesinin ölçümü, değerlendiriciler ya da tavırlı görüşmecilere karşı sıcak görüşmecilerin
madde grupları arasında hesaplanır. Korelas­ farklı Rorschach sonuçları elde ettikleri bir süre­
yon ne kadar yüksekse güvenirlik o kadar iyidir. dir bilinmekteydi (Masling, 1960). Projektif test­
98 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

lerin bazı puanlama yöntemleri o kadar çıkar­ lışmasına, sosyal ilişkilerine, deri iletkenliği gibi
samaya dayalıdır ki, değişik görüşmecilerden psikofizyolojik değişkenlere ve diğer, kaygıya
gelen test sonuçlarını karşılaştırmak mümkün ait kapsamlı bir kuramı oluşturan değişkenlere
olmayabilir. Daha önce tartışılmış olan Exner’in uygun olmasını beklemeliyiz. Eğer ortaya çıkan
Rorschach puanlama sistemi, bazen yeterli gü­ ilişkiler örüntüsü genellikle kuramın yordamakta
venirlik ölçümü vermiştir (örn., McArthur & Ro­ olduğu ise, o zaman sadece anketimiz için bir
berts, 1982; Parker, Hanson & Hunsley, 1988; yapı geçerliği saptanmamış; altta yatan kuram
yine de Exner sisteminin daha az umut veren da desteklenmiş olmaktadır. O halde yapı ge­
sonuçları için Wood ve ark, 1996’nın eleştiri ya­ çerliğinin, kuramların sınanmasının önemli bir
zısına bakınız). parçası olduğunu ve ancak bir kuram bağlamın­
Davranışsal ve bilişsel değerlendirme işlem­ da anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz.
leri genellikle, sıklıkla laboratuvar ortamlarında Değerlendirme tekniklerinin geçerliğini sap­
yapılan görgül araştırmalardan geliştirilmiştir. tamak, onların kullanışlılık özelliğini doğrula­
Buna göre, çalışmacıların, örneğin davranışsal manın kritik bir parçasıdır. Güvenirliğe gelince,
değerlendiricilerin, denekleri gözlerken birbirle­ yapılandırılmamış klinik görüşmelerin ağırlıklı
riyle uzlaşıp uzlaşmadıklarına (örn., Paul, 1966); çoğunluğunun gizliliğe dayalı ilişkiler çerçeve­
ya da “yüksek sesle düşün” verisini kodlayanla­ sinde yapıldıkları düşünülürse, geçerliliklerinin
rın kendi aralarında tatmin edici uzlaşma düze­ sistematik araştırmalarla saptanması mümkün
yine ulaşıp ulaşmadıklarına duyarlılık göstermiş olmamıştır. MMPI-2, eşler tarafından yapılan
olmaları beklenir (Davison ve ark., 1983). davranışsal derecelendirilmeler ve psikiyatrist
ve psikologlar tarafından yapılan belirtilere ait
GEÇERLİK derecelendirmeler gibi ölçütlerle yeterli yapı ge­
Geçerlik, bir değerlendirme ölçeğinin veya çerliği göstermiştir (Graham, 1988). Rorscach,
işleminin ölçmek istediğini ne dereceye kadar Exner sistemine göre puanlandığında, geçer­
ölçebildiğidir. Örneğin kaygıyı ölçtüğüne inanı­ liliğinin MMPl’inkiyle karşılaştırabilir düzeyde
lan bir anket, gerçekten kaygıyı ölçmekte midir? olduğu saptanmıştır (Parker ve ark., 1988).
Hemzaman ya da betimsel geçerlik denen ge­ Ancak, bunun gibi olumlu bulgular, başka araş­
çerlik tipi, bir ölçü aracından alınan puanların, tırmacılar tarafından kuşkuyla karşılanmıştır
aşağı-yukarı aynı zamanda değerlendirilen bir (Gann, 1995). Bununla beraber alanda çalışan
psikolojik özelliğe ait bir ölçümle aralarında ne birçok klinisyen, günlük kullanımda psikometrik
dereceye kadar korelasyon olduğuyla ilgilidir. özellikleri yeterli olmayan puanlama sistemleri
Bu tip geçerlikle ilgili bir ölçek, sözünü ettiğimiz kullanmakta, bu da düşük geçerlik derecesine
kaygı anketinden alınan puanın bir laboratuvar yol açmaktadır.
ortamında başkalarıyla etkileşirken aşırı kaygılı Deneysel araştırmaların tipik olarak hipotez­
oldukları gözlenen insanları tanımlayıp tanım­ lerin test edilmesini içermesi nedeniyle, davra­
lamayacağıdır. Yordama geçerliği, karşılaştı­ nışçı ve bilişsel değerlendirme daha çok yapı
rılacağı ölçümün, henüz elde olmadığı, ileride geçerliğine odaklaşmaktadır. Böylelikle açık­
bir tarihte olacak olmasının dışında, hemzaman ça ifade edilen öfke düşüncelerindeki azalma
geçerliğine benzer. Örneğin, üniversitede sö­ ile kan basıncındaki düşme arasında bulunan
mestr öncesi uygulanan kaygı anketi, gergin ve korelasyon, her ikisi de açıkça ifade edilen dü­
sinirli olmaktan dolayı kimin bitirme sınavların­ şünceler işlemine katkıda bulunmuş ve öfke ile
da başarısız olacağını yordamakta mıdır? hipertansiyon arasında bir ilişkinin olduğu hipo­
Son olarak, belki de en duyarlı ve ilginç ge­ tezini desteklemiştir (Davison ve ark., 1991).
çerlik şekli yapı geçerliğidir. Bu tür geçerlik, Hemzaman geçerliği IQ testleri için fazla
bizim kaygı anketimizin kuramsal çerçeve açı­ güçlüdür. Örneğin, Wechsler ölçeğinin gözden
sından nerede olduğuyla ilgilidir ve ancak bu geçirilmiş uyarlaması, üstün zekâlılarla zekâ
çerçevede anlaşılabilir. Esas olarak yapı geçer­ geriliği olan bireyleri, farklı meslekleri olanları ve
liği, kaygıyı ölçen testte olduğu gibi, bir testten farklı eğitim düzeyindeki bireyleri kolayca ayır­
alınan puanların, bir başka değişken grubuna dedebilmektedir (Reynolds, Chastain, Kaufman
beklenen şekillerde uyup uymadıklarıyla ilgili­ & McLean, 1987). Boylamsal çalışmalar, çocuk
dir. Kaygıyı örnek verirsek, kaygının çocukluk IQ testi için bulunan geçerliğin, daha sonraki
yaşantılarına, şimdiki okul davranışlarına, ça­ iş başarısını (Terman, 1925; Terman & Oden,
KÜLTÜREL FARKLILIK VE KLİNİK DEĞERLENDİRME 99
√√

1959) ve eğitim düzeyini (Brody, 1985); yetiş­ panık bir Asya kökenli Amerikalı örneğini düşü­
kin IQ’sunda bir çok iş türünde eğitim başarısını nün. Klinisyen, baskın olan Avrupalı - Amerikan
ve performans derecelendirmesini yordadığını kültürüne göre, Asya kültüründen gelen erkekle­
desteklemektedir (örn., Hunter, 1986). rin daha az duygusal ifade göstermelerinin bek­
Belli bir testin ya da başka bir değerlendir­ lendiğini veya onaylandığını mı kabul etmelidir?
me işleminin geçerliği hesaplanırken, onların Böyle yaptığı takdirde klinisyen, beyaz erkek
çok nadir olarak tek başlarına verildiğini hatırda hastada tanımlayacağı bir bozukluğu, gözlediği
tutmak önemlidir. Günümüzde klinik değerlen­ davranışları psikolojik bozukluğun kendisinden
dirmeler, çeşitli işlemlerden elde edilen verinin çok, kültürel farklılıklara dayalı yüklemlemeden
bütünleşmesini içerir. Klinisyen, ilk değerlendir­ dolayı tanımlama riskine girmiş olacaktır. Kısa­
meden elde ettiği bilgilere dayanarak bir takım cası, klinik değerlendirmede, kültürel yanlılık
hipotezler geliştirebilir ve daha sonra eklenen her iki yönde de çalışmaktadır (Lopez, 1989).
bilgilerle bunları test eder. Danışanın davranışı­ Bu yanlılıklar nasıl ortaya çıkmaktadır? Bir­
nı, ulaşılan tanıyı ya da tedaviye verilecek yanıtı çok kültürel yanlılık vardır ve bunlar değerlen­
açıklamada, klinisyenin birden fazla değerlen­ dirmeyi çeşitli şekillerde etkileyebilir. Dil farklı­
dirme kaynağı tarafından doğrulan hipotezlere lıkları, rekabete kültürel yaklaşım, farklı ruhsal
daha bir ağırlık vermesi beklenir. Bir test batar­ inançlar, hatta baskın olan kültürü temsil eden
yasının geçerliğinin, tek başına verilen bir tes­ klinisyen karşısında hissedilen çekingenlik,
tin geçerliğinden üstün olması beklenir. Günlük utangaçlık türündeki bu etkenlerin tümü, rol
klinik uygulamalarda, tek bir test yerine, bir kaç
oynayabilir. İngilizce konuşan klinisyenler ta­
değerlendirme işleminin kullanılması normuna
rafından değerlendirilen İspanyolca konuşan
dikkat edilmektedir.
insanlara çevirmenler pek yardımcı olamayabi­
lir veya eksik hizmet verebilirler (Sabin, 1975).
KÜLTÜREL FARKLILIK VE Porto Riko kültüründe, kişinin etrafının ruhlarla
KLİNİK DEĞERLENDİRME dolu olduğu inancı yaygındır; oysa başka kül­
türlerde bu inanç şizofreni işareti olarak görüle­
Son zamanlarda psikolojik değerlendirmenin bilir (Rogler & Hollinghead, 1985). Başkalarıyla
değişik biçimlerinin güvenirlik ve geçerlikleri,
kapsam ve puanlama işlemlerinin beyaz Avru­
palıların - Amerikalıların kültürünü yansıtmaları Değerlendirme, kişinin kültürel ardalanını dikkate almalıdır.
Bazı kültürlerde ruhlar tarafından esir alınma oldukça yaygındır.
ve dolayısıyla başka kültürden insanları doğru Böyle bir inancı olan kişinin psikotik olarak düşünülmemesi
değerlendiremedikleri yönünde soru işaretlerine gerekir.
yol açmıştır. Ancak, konu bu kadar basit olma­
dığı gibi; bunun gibi yanlılıkların değerlendirme
araçlarını işe yaramaz yaptığı da pek açık de­
ğildir. Test vermede yanlılığı kontrol etmek için
yapılan çalışmalar, Wescher Çocuklar İçin Zekâ
Ölçeği - Gözden Geçirilmiş (WISC-R) gibi test­
lerin, azınlıktaki ve azınlıkta olmayan çocuklar
için eşit yordama geçerliğinin olduğunu (Sattler,
1992); IQ testlerinin, akademik (okul) başarıyı
her iki grup için çok iyi yordadığını göstermiştir.
Ayrıca kültürel yanlılıklar, başka yollardan
etkili olabilmektedir. Klinisyenlerin, başka kül­
türlerden gelen insanlardaki psikolojik sorunla­
rı azımsamalarına ya da büyütmelerine neden
olabilir (Lopez, 1989, 1996). Afrika kökenli Ame­
rikalı çocukların sayısının özel eğitim-öğretim
sınıflarında daha çok olmasının nedeni, yerleş­
tirme amaçlı kullanılan testlerin hassasiyetinin
bir sonucu olabilir (Artiles & Trent, basımda).
Yine, duygusal bakımdan son derece içine ka­
100 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

işbirliği içinde olmanın kültürleri tarafından öğ­ olduğunu göstermiştir (Blake,1973). Hastane­
retildiği Amerikan yerlilerinden, oldukça bireysel de yapılan bir çalışma, Afrika kökenli Amerikalı
ve rekabete dayalı olma yapısındaki bir yetenek hastalarda normalden yüksek oranda şizofreni
testine uyum göstermeleri beklenemeyebilir tanısı; düşük oranda da duygudurum bozukluğu
(O’Conner, 1989). tanısı konduğunu ortaya koymuştur (Simon ve
Her ne kadar kültürel farklılıkların klinik de­ ark., 1973). Başka bir araştırma, aynı belirtiler
ğerlendirmeyi yanlılık yönünde etkileme potan­ doğrultusunda, alt-sınıf Afrika kökenli Amerika­
siyelinin farkında olmak çok önemliyse de, bir lı hastaların, orta sınıf beyaz hastalardan daha
teste kültürel farklılığı dâhil etmenin, o testin de­ çok alkolik tanısı aldıklarını göstermiştir (Luep­
ğerlendirme sırasında mutlaka da daha yardım nitz, Randolph & Gutsch, 1982). Görünen be­
edici bir tanıya götürdüğünü açıkça gösterme­ lirtilerin ışığında, bu tanının konulması beyaz
mektedir. Kaliforniya’da ruh sağlığı uzmanları­ hastaların yararına değildi.
nın yaptıkları bir taramanın sonuçlarına bakalım Kültürel farklılıklar kaçınılmazdır. Görmüş
(Lopez & Hernandez, 1986): yukarıda betimle­ olduğumuz gibi klinik değerlendirmeye sızabi­
nen içine kapanık Asya kökenli Amerikalı adam lecek kültürel farklılıklar, onları bertaraf etme
örneğinde ve dini inançlarda kültürel duyarlılığı ya da ödünleme çabalarını zayıflatmamaktadır.
Bunun basit bir yanıtı yoktur. DSM- Vl’ün bir bo­
yansıtan bir örnekte bir klinisyen, Afrika kökenli
zukluk kategorisi için kültürel etkenleri dikkate
Amerikalılar arasında varsanıların görülmesinin
alan bir yaklaşımının olması, ilk gerekli adım
olağan olduğuna inandığından dolayı, Afrika kö­
olarak klinisyenleri konuya duyarlı hale getire­
kenli Amerikalı kadınların varsanılarını psikopa­
bilir. Son zamanlarda, uygulamacılarla ilgili ya­
tolojik açıdan daha az önemsediğini bildirmiş­
pılan bir taramada, klinik çalışmalarında kültürü
tir. Bu klinisyen, alt-kültürel normlara yükleme
dikkate almaya ağırlık verdiklerini bildirmişlerdir
yaparak, kadının sorunlarının ciddiyetini hafife
(Lopez, 1994). O halde, görünen o ki, çözüm
almıştır. Bunun bir sonucu olarak, kadının yara­ değilse de, sorunun kendisi ilgi odağıdır.
rına olacak bir karar olan şizofreni tanısını dü­
şünmemiştir.
DEĞERLENDİRMEDE KÜLTÜREL
Kültürel yanlılıklar yalnız tanı alacak kişiyi de­
ğil, kişiye tanının nasıl konduğunu da etkiler. Bir
YANLILIKTAN KAÇINMA
çalışma, klinisyenlerin, bir vak’a özetinin, kişinin STRATEJİLERİ
beyaz değil de Afrika kökenli Amerikalı olduğu­ Klinisyenlerin, hastalarını değerlendirirken
na dair bilgi verdiği durumlarda, o kişiye şizof­ kültürel yanlılıklarının etkisini en aza indirmek
reni tanısı koymasının ihtimalinin daha yüksek için yapabilecekleri -ve de yaptıkları- bazı şey­
Kültürel farklılıklar, bir yetenek ya da IQ testinden farklı
ler vardır. Sattler (1982), testlerin seçilmesi ve
sonuçlar alınmasına neden olabilir. Yerli Amerikalı çocuklar, yorumlanması ile diğer değerlendirme verileri­
kültürlerinde önemsenen, işbirliğine dayalı, grup IQ testleriyle nin ele alınmasında, klinisyenlere rehberlik ede­
çok ilgilenmeyebilirler.
bilecek bazı yardımcı önermelerde bulunmak­
tadır. Klinikçi, ilk olarak değerlendirmeye aldığı
hastanın geldiği kültür hakkında birşeyler öğ­
renmeye çaba göstermelidir. Bu bilgi, okumay­
la, meslektaşlar arası danışmayla ve hastanın
kendisiyle doğrudan iletişim yollarıyla edinilebi­
lir. İkinci olarak, klinisyen için hastanın hangi dil­
de iletişim kurmayı yeğlediğini saptamak ve test
vermenin birden çok dilde gerçekleşebileceğini
dikkate almak önemlidir. Hipotezleri test etmek
için tek bir ölçü aracından alınacak sonuçlara
dayanmaktansa, birden fazla (çoklu) değerlen­
dirme yapılmalıdır.
Değerlendirme işlemleri, sınırları zorlamak
yoluyla da değişimlenebilir. Örneğin, Yerli Ame­
rikalı bir çocuğun psikomotor hızı ölçen bir test­
te başarı gösteremediğini farzedin. Ölçmecinin
DAVRANIŞIN TUTARLIĞI VE DEĞİŞKENLİĞİ 101
√√

sezgisi, çocuğun hızlı çalışmanın önemini an­ DAVRANIŞIN TUTARLIĞI VE


lamadığı ve bunun yerine doğru yapmayı çok
daha fazla önemsediği doğrultusundadır. Test,
DEĞİŞKENLİĞİ
hata veya eksik yapmaktan kaygı duymadan
Bu son kısımda, herhangi bir klinik değer­
hızlı çalışmanın önemini daha açık bir şekilde
lendirme şekliyle ilgili olabilecek kritik bir soru­
anlattıktan sonra, tekrar uygulanabilir. Eğer ço­
ya değineceğiz. İnsanlar zaman içinde tutarlı
cuğun performansı iyileşirse, ölçmeci, test uy­
mı yoksa değişken midirler? Başka bir deyişle,
gulama kurallarının dışına çıkmış; ama çocuğu
değişik durumlarda aynı biçimde davranmamı­
daha iyi anlayarak, onun “psikomotor hız yeter­
za yol açan kişilik treytlerine mi sahibiz? Yoksa
sizliğinin” olduğu şeklinde yanlış bir tanı alması­
nı engellemiş olmaktadır. durumlara bağlı olarak mı farklı davranıyoruz?
Son söz olarak, hastadan farklı bir ardalanı Bu soru birçok araştırma ve iddialaşmaya yol
olan bir klinisyen, hastadan en iyi performan­ açmış; klinik ortamlarda insanların ve sorunları­
sı alabilmek için, fazladan bir iyi ilişki (rapport) nın dikkat ve titizlikle değerlendirilmesini dikka­
kurma çabası göstermelidir. Örneğin, utangaç, te getirmiştir.
henüz okula başlamamış bir İspanyol kökenli Treyt kuramcıları, insanların belli bir miktar
çocuğa test veren yazarlardan biri, test soruları­ cimri ya da saplantılı olmasının, yani belli bir
na sözel yanıtlar alamamıştır. Öte yandan, aynı bozukluk gibi özelliklerinin olduğuna inanırlar.
çocuğun, bekleme odasında, annesiyle canlı ve Buradaki varsayım, insanların çeşitli durumla­
rahatça yüksek sesle konuştuğu duyulmuştu. ra karşı gösterdikleri düşüncelerinin, duygula­
Bu durum, test sonuçlarının, çocuğun dil beceri­ rının ve davranışlarının, sahip oldukları belirli
lerinin geçerli bir değerlendirmesini temsil etme­ bir özelliğin derecesine göre oldukça doğru bir
diği yargısına yol açmıştır. Test bu kez çocuğun şekilde yordanabileceğidir. Bu paradigmatik
evinde, annesinin yanında tekrar verildiğinde, yaklaşım, insanların çeşitli değişik durumlarda
çocuğun bayağı gelişmiş sözel yeteneklerinin oldukça tutarlı davranacaklarını imâ etmektedir.
olduğu gözlenmiştir. Örneğin oldukça saldırgan bir kişi düşük dere­
Ancak, Lopez’in (1994) işaret ettiği gibi, cede saldırgan birinden evde işte ve oyunda
“kültüre bağlı yanıtlayabildik ile kültüre bağlı daha saldırgan olacaktır.
kalıplar arasındaki mesafe çok kısa” olabilir (s. Bu soruya ilişkin kanıtların üzerinden
123). Klinisyenler, bu tip sorunları en aza indir­ geçtikten sonra, Walter Mischel, Kişilik ve
mek için, azınlık hastalarla çalışırken sonuçlar Değerlendirme’de (1968), IQ hariç, kişilik treyt­
çıkarmada denemeci bir yaklaşım göstererek, lerinin davranışın ortaya çıkmasında çok önemli
belirli bir hastada kültürel etki hakkında hipotez olmadıklarını ileri sürmüş; insanların davranış­
kurmaları, alternatif seçenekleri akılda bulun­ larının durumdan duruma tutarlık göstermediği­
durmaları ve daha sonra da onları test etmeleri ni belirtmiştir.
doğrultusunda cesaretlendirilirler. Kayıtlarımız­ Mischel’in treyt kuramına saldırısı, yayın­
dan bir vak’ada, genç bir adamda, şizofreni ol­ larda, pek de sürpriz olmayan sıcak bir tartış­
duğundan kuşkulanılıyordu. Bildirdiği en göze mayı başlatmıştır. Örneğin, psikanalitik kuram­
çarpan belirti, duyduğu seslerdi. Ancak, sesleri cı Walter Wachtel (1977), Mischel’in aktardığı
yalnızca meditasyon yaparken duyduğunu ve çalışmaların, genellikle davranışları hastalara
kendi (Budist) kültüründe bu yaşantının rastlan­ göre büyük bir olasılıkla daha esnek ve hasta
dık (normatif) olduğunu iddia ediyordu. Bu hipo­ olmayan kişilerle yapılmış olduğuna dikkat çek­
tezi test etmek için görüşmeci (hastanın izniyle) miştir. Zihinsel veya ruhsal bozuklukların belli
ailenin dini lideriyle temas kurmuştur. Budist başlı işareti katılık ve esnek olmayış olabilir. Bu,
rahip, bu genç adamın bildirdiği belirtilerin (ses davranışın çeşitli durumlarda tutarlı olduğunu
duyma) çok garip olduğunu ifade etmiştir. Genç söylemenin diğer bir yoludur. Belli ki, 13. Bö­
adamın üyesi olduğu dini topluluğun da, onun lümde ele alınan kişilik bozuklukları, esnekliği
giderek artan, bu türden tuhaf davranışlarının olmayan katı treytlerin en aşırı örnekleri olarak
farkında olduğu anlaşılmıştır. Böylece, ses duy­ adlandırılabilir. Bu yüzden Mischel temel olarak
ma belirtisinin, kültürel etkilere bağlı olabileceği normal insanları inceleyerek, onların daha de­
hipotezi çürütülmüş ve “hasta olmadığı” hatası­ ğişken olduklarını belirterek, tartışmasını son­
na düşülmesi engellenmiştir. landırabilirdi.
102 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

şiliği etkilemesi arasında değişmez bir karşılıklı


etkileşim vardır. Uzun zaman aralıkları boyunca
tutarlık, kişinin tutumları, treytleri ve eğilimlerine
aracı veya yardımcı olan durumların seçilmesi­
ne ait uzun bir tarihçenin ürünü olabilir” (Snyder,
1983, s.510). Yeterince ilginç olan Wachtel’in
psikodinamik spekülasyonlarının, Bandura’nın
(1982), Mischel’in (1977), Snyder’in (1983),
Emmons ve Diener’in (1986) araştırmalarını da
içeren sosyal psikoloji araştırmalarıyla tutarlı ol­
masıdır.
Mischel’in önemli kitabının başlattığı bu tar­
tışma sürerken, başka psikologlar, onun baş­
langıçtaki savlarının çok aşırı olduğunu ileri
sürdüler. Block (1971), Mischel’in, davranışın
Tanınmış psikolog Walter Mischel’in, treytlerin mi yoksa tutarsızlığına ait çıkardığı sonuçları sorguladı.
durumların mı davranışın en güçlü belirleyicileri olduğu
görüşüne ait çalışmaları günümüzde bu konudaki tartışmaları
Mischel’in, iddiasını desteklemek için kullandı­
tetiklemiştir. ğı çalışmaları incelediğinde, bunların çoğunun
ciddi eksikliklerinin olduğunu gördü. Davranı­
Wachtel, farklı algılamaların, insanların aynı şın tutarlılığına ve sabitliğine ilişkin kanıtlar,
veya benzer durumlara farklı yaklaşımlarına Mischel’in, durumcu bakış açısını destekle­
neden olduğunu; ya da değişik durumları nes­ mek için kullandığı çalışmaları eleştiren Epste­
nel bir bakışla kendi gözünde eşdeğer olarak in (1979) tarafından dikkate getirildi. Epstein’e
tanımlayabileceğini de ileri sürmüştür. Örneğin, göre bu çalışmalar, davranışın yalnız çok küçük
paranoid olarak tanımlanabilecek birisi, tehditle­ parçalarına bakıyordu. Oysa bu, kişinin tek bir
ri alışıldık ve zararsız durumlar olarak görebilir. test maddesinden aldığı puana bakarak, onun
Aşırı kuşkucu birisi, satın alma sırasında kredi IQ’sunu söylemek kadar hatalı bir stratejidir.
kartının onay için kontrol edilmesini, kendisinin Daha uygun ve doğru olan, durumlara bağlı
kişi olarak sorgulanması şeklinde görebilir; ger­ davranış menzilinden ortalama davranışı çıkar­
çek bir paranoid ise, kendisini kontrol eden ve maktır. Epstein, kendi yaptığı araştırmalarında,
küçük düşürmek için hazırlanmış, fesat, kötü bir çeşitli durumlara ait davranışsal veri toplayarak
planın bir parçası olarak görebilir. Çevreleyici ortalamalar çıkarmış ve böylelikle davranışta
koşullara duyarsız olmak, kişinin sorunu değil­ dikkate değer tutarlıklar olduğunu gösterebil­
dir; bu kişi, daha ziyade karşılaştığı veya içine miştir. Karmaşık insan davranışını anlamak için
girdiği durumların hepsini olmasa da çoğunu evrensel treytlerin önemini temel görüşlerinde
tehdit edici olarak algılar. Buna ek olarak, insan­ ortaya atıp savunan tanınmış Harvard psikolo­
lar çevrelerinde belirli bazı davranış çeşitlerini ğu ve kişilik kuramcısı Gordon Allport’un (1937)
ortaya çıkartabilirler. Paranoid birey, insanları bu görüşleri, şimdilerde kişilik eğilimlerinin öne­
yalnızca tehdit edici olarak algılamakla kalmaz, mini destekleyici daha fazla bilgi toplandıkça,
fakat önce onlara sataşarak, saldırarak gerçek­ yoğunlaşan ilginin tadını çıkarmaktadır (Funder,
ten de öyle olmalarını sağlar. Aslında yaptığı, 1991).
farklı durumları, benzer ya da aynı ve tehlikeli Mischel’in görüşlerini destekleyen ve bir
durumlara dönüştürmektir. Bunun sonucunda bakıma da Wachtel’in, iyi uyumlu insanların
da paranoidin kendi davranışı da biraz değişir. davranışlarını değişen koşullara uyarladıkları
Wachtel, kişilik yatkınlığının bireyin kendisi görüşünü yansıtan Bandura (1986), treyt ku­
için seçtiği veya yapılandırdığı durumları etkile­ ramcılarının kendini bildirime dayalı sorudizge­
yebileceğini ileri sürmüştür. Örneğin, genellikle lerine veya anketlerine ağırlıklı olarak dayan­
iyimser olan bir kişi, kendi olumlu bakışını doğ­ malarının, ulaşılan sonuçları renklendirdiğini;
rulayacak durumları arar. Böylece, treyt yatkınlı­ çünkü insanların kendilerini seçici olarak tutarlı
ğını, gelecekte benzer ümit vaadeden durumla­ algıladıklarını ve ona göre anketleri yanıtladıkla­
rı bulmak veya yapılandırmak için güçlendirmiş rını öne sürmüştür. Anketler, çok da iyi belirlen­
olmaktadır. Kişinin içinde bulunduğu durumları memiş, sınırları tayin edilmemiş durumlara ait
etkileyen kişilik treytleri ile bu durumların da “ki­ tipik davranışları sorar. Örneğin, “öfkelendiğin
ÖZET 103
√√

zaman kendini kaybeder misin?”. Öte yandan, hakkında, “eğer….. sonra” gibi terimlerle örnek­
eğer insanlar değişik durumlarda gözlenirlerse, lediği, bu görüşü destekleyen araştırma bulgu­
gerçek davranışlarının çevresel değişikliklere ları elde etmiştir.
karşı çok daha çeşitlilik göstereceği anlaşıla­ Örneğin Henry, bir yetişkin tarafından bir şeyi
caktır. Bu, sosyal ve kişilik psikolojisindeki sayı­ yapmaması konusunda uyarıldığı zaman saldır­
sız yayından çıkarılabilecek bir sonuçtur. gan davranır; ama bir yaşıtı tarafından uyarıldı­
İlginç bir olasılık da, treytlere olan inancın ğında söz dinler. O halde saldırgan olma eğilimi
yordanabilirliği taşıması ve belki de bunun bir (treyt) ve bunun gibi davranışların ortaya çıkabi­
kontrol algı yanılsamasına (illüzyon) yol aç­ lecekleri ya da çıkmayabilecekleri ortamlar ara­
masıdır. Eğer Joe iyi bir adamsa, o halde ne sında bir etkileşim vardır. Saldırganlık gibi belirli
olursa olsun ona güvenebiliriz; Dick serserinin bir eğilimi ifade etmenin sonuçları, o treytin söz
biriyse, buna da güvenilebilir ve onunla planlar konusu bir durumda açığa çıkıp çıkmayacağı
yapılabilir, her ne kadar onun başka türlü bir in­ üzerinde önemli bir rol oynar (Shoda, Mischel
san olmasını istemiş olsak da. Kültür de insan & Wright, 1994).
davranışının anlaşılmasında treyt yönlenimini Bazı durumlar hemen herkesin aynı davra­
beslemektedir. Çoğumuz, insanların güzel, iyi nışı yapmasını getirebilir. O halde bazen du­
huylu, ahlaksız, adil... olarak tanımlanabile­ rumsal bakış açısı, treytçi bir yordamaya yol
cekleri fikriyle büyümüşüzdür. Bir de şu olabilir: açabilir. Örneğin birçok insan, sıcak bir günde,
çoğumuz, tutarlığın, o kişiyi hain veya tembel plajda, üzerlerine yüzmeye elverişli bir kaç par­
olarak algılamamızın ondan hayır gelmeyeceği ça giyerler; kütüphanedeki insanların çoğu kısık
sonucuna varmamıza neden olduğunu bilsek sesle okur veya konuşur. Herşey iyi güzel de,
de, yine de tutarlığı kendimizde ve başkalarında peki davranışın tamamının analizi, kişinin plaj­
gereken bir özellik olarak algılar, değer veririz. dayken okuyup okumayacağı, kütüphanedey­
Bandura (1986), Epstein ve diğer treyt ku­ ken plajı hayal edip etmeyeceği veya herhan­
ramcılarının, y durumunda yapılan x davranı­ gi bir durumda bile olup olmayacağı hakkında
şının işlevselliğini görmezden geldiklerini ileri yordamaları içerebilmelidir (Anastasi, 1990).
sürer. Bir sosyal öğrenme kuramcısı olarak Treyte karşı davranışın değişebilirliği hakkında
Bandura, treyt kuramcılarından daha fazla, bunca yayının birikmiş olması, kişilik etkenle­
davranışın durumsal belirleyicileri, özellikle de rinin nasıl farklı çevrelerle etkileşime girdiğini
bireyin beklediği pekiştirmeler üzerinde du­ görmek ve takdir etmek anlamına geldiği sonu­
rur. “Ortalamayı ne kadar zorlarsanız zorlayın, cunu çıkarabiliriz. Diğer bir deyişle, bu bir para­
suçlu kişilerin rahiplere ve rakip çete üyelerine digmatik yaklaşım olarak, yatkınlık-stres görü­
gösterdikleri saldırgan davranışlar arasında za­ şüyle dikkati çekecek derecede örtüşmekte ve
yıf bir korelasyon görülecektir” (s. 10). Mischel, psikopatolojiyi inceleme görüş ve yaklaşımımızı
son zamanlarda, bir kamp ortamındaki çocuklar belirlemektedir.

ÖZET
Klinisyenler, bir hastanın en iyi nasıl betimleneceğini bulmak için çeşitli değerlendirme model­
lerine dayanırlar; hastanın rahatsızlığının nedenlerini araştırırlar; önleyici ve iyileştirici etkili tedavi
planları düzenlerler. Bir değerlendirme yöntemi ne kadar yapılandırılmamış da olsa, araştırmacının
paradigmasını kaçınılmaz bir biçimde etkiler. Bölüm 2’de daha önce ele alınan bilimsel paradigma­
lar, klinik bağlamda bilginin nasıl toplanıp biraraya getirildiğini anlama da akılda tutulması gereken
önemli bir konudur.
Değerlendirmedeki iki temel yaklaşım, psikolojik ve biyolojik yaklaşımlardır. Psikolojik değerlen­
dirmeler, klinisyenin hastasının yakınmaları hakkında bilgi edinmek için yaptığı görüşmeleri; yapılan­
dırılmış ya da göreceli olarak yapılandırılmış konuşmaları; Rorschach Mürekkep Lekesi Testi ve Te­
matik Algı Testinde olduğu gibi muğlak uyarıcıların sunulduğu testlerden, görgül yöntemle geliştirilen
Minnesota Çok-Yönlü Kişilik Envanteri gibi kendini bildirim türü soru-dizgelerine ve kişinin zihinsel
yeteneğini ölçen ve gelecekteki okul veya akademik başarısının ne olabileceğini yordayan testlere
kadar uzayan bir menzildeki psikolojik testleri kapsar.
Davranışsal ve bilişsel değerlendirmede, bilgi dört grup etkende sınıflandırılır (UOTİ): durumsal
etkenler (uyarıcı), organizmaya ait değişkenler, tepkiler ve davranışın sonuçları (izleyenler). Ge­
leneksel değerlendirme, insanları, treytleri ya da kişilik yapıları bakımından anlamaya çalışırken;
104 √√ BÖLÜM 4 - KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ

davranışçı ve bilişsel değerlendirme, insanların belirli durumlarda nasıl davrandıkları, hissettikleri


ve düşündükleri ile daha çok ilgilenir. Özgüllük, bilişsel ve davranışçı değerlendirmeye damgasını
vuran başlıca özelliktir. Dayanılan varsayım, insanlar hakkında daha iyi bilginin toplanmasının ancak
bu çerçevede çalışılırsa mümkün olabileceğidir. Eleştirmenler, bu şekilde toplanan bilginin bazen
anlamlı sonuçlara ulaşmamızı engelleyici darlıkta, kısıtlılıkta olabileceğine inanırlar.
Davranışçı ve bilişsel değerlendirme yaklaşımları, ya doğal ya da hazırlanmış ortamlarda doğru­
dan doğruya yapılmış gözlemleri; durumlara odaklaşmayı öngören gelişmeler ve kendini bildirime
dayalı ölçümleri ve özelleşmiş, psikopatoloji kuramlarında ve terapide önemli oldukları düşünülen
inançların, tutumların ve düşünmenin açığa çıkarılmasına yönelen yüksek-sesle düşünme biçimin­
deki bilişsel değerlendirme işlemlerini kapsar.
Biyolojik değerlendirmeler, karmaşık ve ileri teknolojik donanımlı, bilgisayar-kontrollü imgeleme
tekniklerini içerir. Bunlardan CT tarama, yaşayan, canlı beynin çeşitli işlevlerini, gerçekleştikleri anda
görmemizi sağlar. Nörokimyasal maddelerle nörotransmitterlerin düzeyleri hakkında çıkarsamalar
yapılabilir. Halstead - Reitan gibi, beyin bozukluklarına ait sayıltıları, psikolojik testlere verilen de­
ğişken yanıtlarda yansıtan nöropsikolojik testler ve kalp atış hızı ve deri iletkenliği ölçümleri gibi
psikofizyolojik ölçümler vardır.
Her ne kadar klinisyenler ve araştırmacılar, değerlendirme bilgileri toplamakla uğraşıyorlarsa da,
bunların geçerlikleri ve güvenirlikleri ile de ilgilenmelidirler. Güvenirlik, ölçümün tutarlı ve tekrarlana­
bilir olup olmadığını; geçerlik de değerlendirmemizin ölçmek istediğimizi ne dereceye kadar temsil
ettiğini anlatır. Bu bölümde belirtilen çok sayıda değerlendirme işlemi, güvenirlik ve geçerlikleri bakı­
mından büyük ölçüde birbirlerinden ayrılırlar.
Kültürel ve ırksal etkenler, klinik değerlendirmede rol oynarlar. Azınlık hastaları, beyazlardan olu­
şan evrenle yapılan araştırmalara dayanarak geliştirilen değerlendirme tekniklerine, beyaz hastalar­
dan daha farklı tepki verirler. Klinisyenler, azınlık hastaları değerlendirirken yanlı davranabilirler; bu,
hastanın psikopatolojisini azımsama ya da abartılı tanıya gitmeyle sonuçlanabilir. Kültürel farklılıklar
ve klinisyen yanlılığı, bilimsel, pratik ve etik nedenlerden dolayı önemlidir.
Durumlara bağlı davranışın sabitliği tartışmalı bir konudur. Bu konu, gerek kuramsal açıdan,
gerekse uygulama açısından, psikologları yıllarca meşgul etmiştir. Yanıtlar halen uzak bir olasılık;
ancak, durumlar arası davranışın, daha önceki geleneksel kişilik kuramcılarının düşündüklerinden
daha değişken olduğunu ve öğrenme paradigmasında olanlara göre de inanılandan daha kalıcı ol­
duğunu söylemek akıllıca olacaktır.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
klinik görüşme gyri (çıkıntı, kıvrım) psikofizyoloji
psikolojik testler sulci (oluk) somatik sinir sistemi
standardizasyon frontal lob (alın lobu)
kişilik envanteri pariyetal lob (tepe lobu) otonom sinir sistemi
Minnesota Çok-Yönlü Kişilik temporal lob (şakak lobu) parasempatik sinir sistemi
Envanteri (MMPI) oksipital lob (ard kafa lobu) Elektrokardiyogram
projektif test beyaz madde
Rorschach Mürekkep Lekesi diensefalon elektrodermal tepki
Testi hipotalamus güvenirlik
Tematik Algı Testi orta beyin yargıcılararası güvenirlik
zekâ testi beyin sapı
yetenek testi pons test-tekrar test güvenirliği
davranışsal gözlem omurilik soğanı eşdeğer form güvenirliği
kendini izleme limbik sistem iç-tutarlık güvenirliği
tepkime (davranışın) CT-tarama
beyin zarları Manyetik Rezonans İmgeleme korelasyon
serebral hemisferler (beyin yarı (MRI) geçerlik
küreleri) PET-tarama hemzaman geçerliği (betimsel)
korpus kallosum nörolog
serebral korteks (beyin nöropsikolog yordama geçerliği
kabuğu) nöropsikolojik testler yapı geçerliği
5

Roy Lichtenstein,
“Büyüteç.” 1963

ANORMAL DAVRANIŞIN
ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA
YÖNTEMLERİ
Çeviri: Uzm. Psk. Ahmet Tosun

BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER


Sınanabilirlik ve Tekrarlanabilirlik
Kuramın Rolü
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA
YÖNTEMLERİ
BVaka Çalışması
Epidemiyolojik Araştırma
Korelasyonel Yöntem
Deney
Tek Denekli Deneysel Araştırma
Karışık Desenler
ÖZET
106 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Davranış bozukluğu ve sorunlarının sınıf­ kesçe sınanabilir ve çürütmeye açık olmalıdır.


lanma ve değerlendirilmelerinde, farklı kavram­ Bir bilim adamının tutumu ise her zaman şüphe
sallaştırma ve ele alma yollarının olması dola­ etmeyi içinde barındırmalıdır. Örneğin, çocuk­
yısıyla, anormal davranışın nasıl çalışılması luktaki travma yaşantıları, yetişkinlikte uyum
gerektiğine yönelik genel bir fikir birliği bulun­ bozukluklarına neden olabilir gibi bir ifade, kesin
mamaktadır. Anormal davranış, yüzyıllardır ku­ bir iddiada bulunmak için yeterli değildir. Böyle
ramsallaştırma faaliyetlerinin nesnesi olmuştur bir ifade, bir olasılıktan veya önermeden daha
ve bu alanda kurama dayalı yoğun tahminler fazla bir anlam taşımaz. Bilimsel bakış açısına
yürütülmüştür. Zihinsel bozuklukların ardında göre, herhangi bir hipotez, onun yanlış olduğu­
yatan gerçeklere ulaşmak hala çok zor olduğu nu gösterebilecek sistematik bir sınamaya izin
için, bu bozuklukların peşine düşerken çağdaş vermelidir.
psikopatolojide uygulanan bilimsel araştırma Sınanabilirlikle yakından ilişkili olan diğer bir
yöntemlerini kullanmak önemlidir. Bu bölüm, nokta, bilginin bilimsel bir yapı kazanmasına kat­
anılan yöntemleri tartışmakta ve her birinin güç­ kıda bulunan her bir gözlemin güvenilir olması
lü yönleri ve sınırlılıkları ile ilgili bir duyarlılık ka­ gerekliliğidir. Güvenirliğin önemini, tanı koyma
zandırmaya çalışmaktadır. ve değerlendirme ile olan ilişkisi bağlamında
tartışmıştık. Güvenirlik, araştırma işleminde de
eşdeğer bir öneme sahiptir. Her ne gözlenmiş
BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER olursa olsun, bu, tekrarlanabilir olmalıdır. Diğer
bir ifadeyle, ayrıntılı olarak tanımlanmış koşullar
1. Bölümde, verinin toplanması ve değer­
altında yalnızca bir kere değil, tekrar tekrar or­
lendirilmesinde, diğer bir ifadeyle bir gözlemi
taya çıkabilmelidir. Bir olay, herhangi bir yerde
oluşturan yapıların tanımlanmasında önemli
ve zamanda, tanımlanmış koşullar altında yeni­
rol oynayan öznel faktörleri betimledik. Hepi­
den meydana getirilebilmelidir. Eğer bir olay ye­
miz üniversitede bilimsel yöntemle ilgili ders ki­
niden meydana getirilemiyorsa, bilim adamları
tapları okumuş olmamıza rağmen, aslında tek o orijinal gözlemin geçerliliği hakkında dikkatli
bir bilim ya da bilimsel yöntem yoktur. Şu anki olmalıdırlar.
uygulamalarımızda bilim, gözlem vasıtasıyla
sistematize edilmiş bilgiye ulaşma çabasıdır.
Böylece, Latince’de scire, yani “bilme” kelime­
KURAMIN ROLÜ
sinden gelen bu terim, bilgiyi sistematik olarak Bir kuram, bir olgu kümesini açıklamaya
toplayan ve değerlendiren bir yöntemi ve elde yarayan düzenli önermeler bütünüdür. 3. ve 4.
edilen bilgiyi açıklayacak genel kuramlar geliş­ Bölümde tartıştığımız paradigmalar, psikopa­
tirme şeklindeki bir hedefi kastetmektedir. Bi­ toloji kuramları olarak da düşünülebilir. Bilimin
limsel gözlemlerin ve açıklamaların sınanabilir birincil hedefi, neden-sonuç ilişkileri önererek
(sistematik soruşturmaya açık) ve güvenilir ol­ verileri açıklayan kuramlar geliştirmektir. Görgül
ması daima önemlidir. Burada biz, sınanabilirlik araştırma sonuçları, kuramların uygunluğunun
ve güvenirlik ölçütlerini ve daha derin olarak da değerlendirilmesine olanak sağlarlar. Kuram­
kuramın oynadığı anahtar rolü gözden geçirdik­ lar, araştırmalara rehberlik etmede belirli ek
ten sonra, anormal psikolojisinin çalışılmasında verilerin toplanmasını önererek de önemli bir
kullanılan temel araştırma yöntemlerini incele­ rol oynayabilirler. Daha özgül olarak, bir kuram
yeceğiz. hipotezlerin ve eğer kuram doğru ise neler ola­
bileceği hakkındaki beklentilerin üretilmesine
SINANABİLİRLİK VE ve bunların araştırma içinde sınanmasına izin
verir. Örneğin, farz edelim ki siz fobilerin klasik
TEKRARLANABİLİRLİK
koşullanmasıyla ilgili bir kuramı sınamak istiyor­
Bilimsel bir yaklaşım ilk olarak, net ve tam bir sunuz. Bir araştırmacı olarak işe, ilgili kurama
şekilde ifade edilen önerme ve fikirlere gereksi­ dayanan bir hipotez geliştirerek başladınız. Ör­
nim duyar. Ancak bundan sonra bilimsel iddialar neğin, eğer klasik koşullama kuramı geçerli ise,
sistematik soruşturmalara ve sınamalara tabi fobisi olan insanlar korktukları durumlarla (uça­
tutulabilirler. Bunlardan bir tanesi, bilim adamı­ ğa binmek gibi) karşılaştıklarında genel nüfus­
nın ne bulacağıyla ilgili beklentilerinin yanlışla­ taki insanlara göre daha çok olumsuz deneyim
nabilir olmasıdır. İfadeler, kuramlar ve savlar, ne yaşamalıdırlar. Fobi rahatsızlığı olanlar arasın­
kadar akla uygun olduğuna bakılmaksızın, her­ da fobik uyaranla yaşanan olumsuz deneyimle­
BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER 107
√√

ODAK 5.1 KAOS KURAMI VE ANLAYIŞ VE YORDAMANIN SINIRLARI

...Kelebek Etkisi, bugün Pekin’de bir kelebeğin


yarattığı hava akımı gelecek ay New York’taki fırtına
sistemlerini değiştirebilir şeklindeki görüş. (Gleick,
1987, s. 8).
Bu alıntı, kaos kuramının özünü yakalamıştır. Bü-
yük olaylar (bir fırtına sistemi gibi) umulmadık ve
önemsizmiş gibi görünen olayların (uçan bir kelebek
taralından yaratılan hava akımı) sonucunda oluşabilir.
Kaos kuramı bakış açısı, bilim adamlarının olaylar-
daki küçük değişikliklerin uzun vadedeki sonuçlarını
güvenilir bir şekilde yordama yeteneklerine karşı çı-
kar (Gleick, 1987). (Bizim görüşümüz, kaos kuramının
bir kuramdan çok bir paradigma olduğu yönündedir.)
Dünya, neredeyse anlaşılamayacak kadar karmaşıktır
ve doğal olarak bizim yordayabilecek ve açıklayabile- Kaos kuramı, Andrew Tayfunu gibi büyük bir fırtınanın,
ceklerimiz de sınırlıdır. Hava raporları sayesinde hep uçan bir kelebeğin karıştırdığı hava gibi önemsiz görünen
bir olayın etkisiyle olabileceğini önermektedir.
hayal kırıklığı ya da can sıkıcı olaylar yaşarız yanlış
çıkan güzel hava haberleri yüzünden meteorologla-
rı suçlarız. Fakat bir fırtına sisteminin oluşmasında rir. Sonuç olarak, güven içerisinde basit neden - sonuç
veya hareket etmesinde işin içine giren bir sürü faktö- cümleleri kurmak son derece güçtür.
rü göz önünde bulundurmak, bu tahmincilerin kısıtlı- Anormal davranışın nedenleriyle ilgili kuram ve
lıklarına biraz daha hoşgörüyle yaklaşmamıza neden bulguları ve de bu davranışların nasıl önleneceği-
olmaktadır. ni veya tedavi edileceğini gözden geçirirken, sık sık
Özellikle insan bilimlerinde, uğraştığımız şeyi açıklama ve yordama çabalarının karmaşıklıkları
kaos kuramının terimleriyle görmek (örneğin, Duke, ve eksiklikleriyle yüz yüze geleceğiz. Bu müdahale-
1994; Gregerson & Sailer, 1993) ya da daha geniş ve ler hakkındaki tartışmalar kısmen de olsa kaos bakış
karmaşık çalışmalarla tanımlamak (Mahoney, 1991; açısından anlatılmalıdır. Çünkü hastalar hastaneye
Mahoney & Moes, baskıda) daha uygun gibi görün- yatırılmış bile olsa, terapistlerin hastalarla kısıtlı bir
mektedir. Davranışı kontrol eden bütün değişkenleri ilişkileri ve onlar üzerinde kısıtlı bir kontrolleri yar-
bilsek bile, yordayabilme gücümüz, bir insanı o süre dır. Hastaların hepsi, önceden kestirilemeyen yüzlerce
boyunca etkileyen faktörler gibi pek çok beklenmedik faktörün her an etkisi altında bulunan diğer insanlarla
ve kontrol edilemeyen faktör tarafından kısıtlanır. İn- karmaşık bir etkileşim içinde, an ve an kendi hayatla-
sanlar dayanışlarını, yaşayabilecekleri fiziksel bir or- rını yaşarlar. Bu durum, tabi ki bir hedef olarak kaosu
tamdan daha fazlasının bulunmadığı sosyal bir boşluk benimsemek anlamına gelmemektedir. Bizler bilimsel
içinde yapmazlar. Her an bir diğeriyle etkileşim için- nihilistler değiliz. Bu daha çok, normalden farklı olan
deyizdir ve bu diğer insanların davranışlarını pek çok tuhaf insan durumlarını anlamaya çalıştığı varsayılan
sayıda faktör belirler. Bu durum, sosyal çevre hakkın- bir girişimde, biraz alçak gönüllü, hatta tereddütlü ol-
da tahminlerde bulunmayı çok riskli bir duruma geti- mak gerektiğini tavsiye etmektedir.

rin sıklığı üzerinden veri toplayarak ve bu sıklığı oluşmamaktadır. Bu süreç içerisinde, çok az
fobisi olmayan insanlarınkiyle karşılaştırarak, söze dökülmüş ve işin edebiyat yönünü oluş­
hipotezinizin doğrulanıp doğrulanmadığını, ku­ turan yaratıcılık edimi ve bulma heyecanı gibi
ramınızın desteklenip desteklenmediğini ya da özellikler de vardır. Bazen bir kuram, harikulade
kuramınızın yanlışlanıp yanlışlanmadığını, ge­ bir içgörü anında bilim adamının zihninden ani­
çersiz olup olmadığını belirleyebilirsiniz. den fırlayıvermiş gibi görünmektedir. Yeni fikir­
Bir kuramın üretilmesi, şüphesiz ki bilimsel ler bir anda ortaya çıkar ve daha önce gözden
girişimin en zorlayıcı ve en az bilinen kısmıdır. kaçırılmış bağlantılar bir anda kuruluverir. Daha
Bununla birlikte bazen bir bilim adamı, daha ön­ önce tıkanmış veya anlamsız gibi görünen bir
ceden topladığı ve karara bağladığı veriler üze­ şey, yeni bir kuramsal çerçeve içerisinde yeni
rinde daha sonra düşünerek, basitçe bir kuram bir çeşit anlayış oluşturuverir.
oluşturabilir. Eldeki verileri bu şekilde değerlen­ Kuramlar bilimadamlarının yapı iskeletleridir.
dirmenin, en ekonomik ve yararlı yöntem oldu­ Bilimadamları bir kuram oluştururken, kuramsal
ğu ileri sürülmektedir. kavramlar, gözlenebilir verilerden çıkarsanmış
Bazı kuram inşa etme süreçleri bu gidişa­ gözlenemeyen ifadeler veya işlemler kullanmak
tı takip etmesine rağmen, hepsi de bu şekilde zorundadırlar. Bastırma, kuramsal bir kavram­
108 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Edinilmiş korku gibi kuramsal


bir kavram, bazı erken dönem
yaşantıların şu anki davranışlarımızı
etkileyebileceği gerçeğini açıklamada
faydalıdır.

dır ve 2. Bölümde tartışılan korku tepkisi için bir Konum Davranış

ara değişkendir. Kuramsal kavramlar gözlene­ Kişinin gerilimi


bilir verilerden çıkarsanırlar. Örneğin davranış­ Bir sınav almak hakkında verdiği bilgi

çılar, bir korku tepkisindeki ara değişkeni, bir


durumdan kaçınmaya dayanarak çıkarsarlar.
Benzer şekilde bir analist, bastırılmış bir çatış­ Elektrik şoku alacağını
Fizyolojik değişiklikler,
örneğin; avuçlarının
manın varlığını, hastanın otorite figürleriyle olan beklemek terlemesi, kalp
atışlarının artması gibi.
ilişkisini konuşmaktan kaçınmasına bakarak çı­
karsayabilir.
Kuramsal terimleri kullanarak, pek çok avan­ Erkek arkadaşla ya da
kız arkadaşla kavga Ellerin titremesi
taj elde edilebilir. Kuramsal kavramlar, uzama ve etmek

zamana bağlı ilişkilere köprü kurarlar. Örneğin (a)


ilk zamanlarda fizikte, demir tozlarına yaklaştı­
rılan bir mıknatısın, demir tozlarının ona doğru Bir sınav almak
Kişinin gerilimi
hakkında verdiği bilgi
hareket etmesini sağladığı düşünülmüştü. Na­
sıl oluyor da bir metal parçası diğerini uzam­
sal mesafe üzerinden etkileyebiliyordu? Çıkar­ Fizyolojik değişiklikler,
sanmış bir manyetik alan kavramı, bu olgunun Elektrik şoku alacağını
beklemek
Kaygı
örneğin; avuçlarının
terlemesi, kalp
açıklanmasında yararlı olmuştu. Benzer şekilde atışlarının artması gibi.

anormal psikolojisinde de, kuramsal kavramlar


sayesinde geçici boşluklar arasında köprüler Erkek arkadaşla ya da
kurabiliriz. Eğer bir çocuk belirli bir korku verici kız arkadaşla kavga
etmek
Ellerin titremesi

yaşantı geçirmiş ve davranışları uzun bir süre


değişim göstermişse, önceki bu yaşantısının (b)

sonraki davranışları üzerinde nasıl bir etkide Şekil 5.1 Kuramsal bir kavram olarak kaygının kullanılmasının
bulunduğunu açıklamamız gerekir. Gözleme avantajlarını gösteren bir şema. (b)’deki oklar daha azdır ve
daha kolay anlaşılmaktadır. Miller (1959).
dayanmayan ve çıkarsanmış bir kavram olarak
kazanılmış korku kavramı, bu açıklama için bize şunu söyleyebiliriz; bu durumların hepsi kişileri
çok yardımcı olmaktadır. kaygılı yapmakta, daha sonra kaygı geri dönüp
Kuramsal kavramlar, gözlenmiş ilişkilerin bu kişilerin gerilimini artırmakta, avuç içlerinin
özetlenmesinde de kullanılabilirler. Sınav alan terlemesine, ellerinin titremesine ve kalplerinin
insanları, anlık elektrik şoku beklentisi içinde­ daha hızlı çarpmasına neden olmaktadır. Şekil
ki insanları, eşi ile tartışırken avuç içi terleyen, 5.1b’de kaygı, nelerin gözlendiğini açıklayan bir
elleri titreyen ve kalp atışları artan insanları kuramsal kavram olarak gösterilmektedir. Birin­
gözleyebiliriz. Eğer onlara ne hissettiklerini so­ ci şekil, ikinci şekilden daha karmaşıktır. İkinci
rarsak, yaşadıkları gerilimi aktarabilirler. Bu iliş­ şekilde kaygı, ara düzenleyici (mediator) bir ku­
kiler Şekil 5.1a’da gösterilmektedir. Bu noktada ramsal kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 109
√√

Bu avantajları aklımızda tutarak, kuramsal bir den daha fazlasını talep etmektedir. Genellikle
kavramın meşruluğunu yargılamada uygulaya­ gözlediğimiz ilişkilerin nedenini anlamak isteriz.
cağımız ölçütleri değerlendirmemiz gerekir. Bu Örneğin, yeme bozukluğu kadınlarda erkekler­
konuyla ilgili erken dönemlerdeki okullardan biri den neden daha yaygındır.
olan işevurukçuluk (operationalism), her kavra­ Bu bölümde anormal davranışlarla ilgili çalış­
mı tek bir gözlenebilir ve ölçülebilir işlemler bü­ malarda en sık kullanılan araştırma yöntemle­
tünüyle tanımlamayı önermektedir. Bu şekliyle rini anlatacağız: vaka çalışmaları; epidemiyo­
her bir kavram, belli bir ölçülebilir olaydan daha lojik araştırma; korelasyonel yöntem ve çeşitli
fazla bir şey değildir. Örneğin kaygı, kaygı ölçe­ deney tipleri. Yöntemler, uygun betimsel verinin
ğinde 50’nin üzerinde alınan puandan daha faz- toplanmasına izin verme derecelerine ve araş­
la bir şey değildir. Kısa bir süre sonra bu yaklaşı­ tırmacının nedensel ilişki çıkarsamasına ne öl­
mın, kuramsal kavramları sahip oldukları büyük çüde olanak tanıdıklarına göre değişirler.
avantajdan mahrum bıraktığı fark edildi. Eğer
her bir kuramsal kavram sadece tek bir şekilde VAKA ÇALIŞMASI
işevuruk hale getirilirse, bunların herkese açık
olma özellikleri kaybolmaktadır. Örneğin eğer Diğerlerini gözlemede en bilindik ve eski
öğrenme kuramsal kavramı tek bir işlemle veya yöntem, onlarla teker teker çalışmak ve onlar
ölçülebilir etkiyle tanımlanırsa (sıçanın pedala hakkındaki bilgilerin ayrıntılı kayıtlarını tutmak­
basma sıklığı gibi), o zaman diğer davranışlara tır. Klinisyenler vaka çalışmasını, bir kişiden
(bir çocuğun aritmetik sorusunu çözmesi ya da terapi içerisindeki yaşantıları da içeren tarihsel
bir öğrencinin bir kitabı çalışması gibi) öğrenme ve kendini tanımlayıcı bilgi toplayarak hazırlar­
denilemeyecektir. Bu durumda farklı durumla­ lar. Kapsamlı bir vaka çalışması aile öyküsü
rın birbiriyle ilişkilendirilmesi engellenecektir. ve ardalanını, tıbbi öyküyü, eğitimsel ardalanı,
Bu ilk katı işevurukçu bakış açısı, hızla yerini iş öyküsünü, evlilik öyküsünü ve de gelişimle,
daha esnek bir tutuma bıraktı. Buna göre bir ku­ uyumla, kişilikle, geçmişteki ve şu anki durum­
ramsal kavram, işlemler ya da etkiler bütünüyle larla ilgili ayrıntıları kapsamalıdır. Bir vaka çalış­
tanımlanabilir. Bu şekilde kavram, farklı birçok masında toplanan ve bildirilen bilginin çeşidini
ölçümle bağlantılı olabilir ve her bir ölçüm kav­ belirlemede, klinisyenin kullandığı paradigma­
ramın farklı yönünü gösterebilir. Örneğin Şekil nın oynadığı rolü akılda tutmak önemlidir. Ör­
5.1b’de gerilimin kişisel olarak ifade edilmesi, neğin psikanalitik yönelimli klinisyenlerin vaka
fizyolojik değişimler ve ellerin titremesi, kaygı­ çalışmaları, hastanın erken çocukluk dönemi ve
yı tanımlayan bir işlemler bütünüdür. Kuramsal ebeveynleriyle olan çatışmaları hakkında, dav­
kavramlar, işlemler bütünü ile tanımlandıkların­ ranışçı yönelimli uygulamacıların hazırladıkları
da tek bir işlemle tanımlandıklarından daha iyi raporlardan daha fazla bilgi içermektedir.
tanımlanırlar. Uygulamada çalışan klinisyenlerin vaka ça­
lışmaları, diğer yöntemlerin kullanıldığı araştır­
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE malardaki kadar kontrole ve nesnelliğe sahip
değildir. Yine de bu betimsel öyküler anormal
ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ davranışın çalışılmasında önemli bir rol oynar­
lar. Özgül olarak vaka çalışmaları şu amaçlarla
Görgül araştırmaların tümü gözlenebilir veri
kullanılırlar: (1) nadir görülen ya da olağan ol­
toplanmasını gerektirir. Bazen araştırma sa­
mayan durumların ve görüşme, tanı koyma, te­
dece betimsel düzeyde kalır, ama bu düzeyde
davi gibi işlemlerin veya yöntemlerin ayrıntılı bir
araştırmacılar sıklıkla pek çok olay gözlerler
betimlemesinin verilmesi, (2) belirli bir kuram­
ve bunların birbirine nasıl ilişkilendirileceğini
sal önermeyle ilgili evrensel olduğu iddia edilen
veya bağlantılanacağını tanımlamaya çalışırlar.
özelliklerin yanlışlanması, (3) kontrollü çalışma­
Anormal psikolojisi alanında, belirli bir bozukluk
larda sınanabilecek hipotezlerin üretilmesi (Da­
tanısı almış kişilerin sergiledikleri belirtilerle ilgi­
vison & Lazarus, 1994).
li geniş bir betimsel literatür vardır. Bu belirtiler
daha sonra genetik ya da sosyal sınıf gibi baş­
ka özelliklerle ilişkilendirilebilmektedir. Örneğin
AYRINTILI BETİMLEME SAĞLAMA
yeme bozukluğu kadınlar arasında erkeklerden Vaka çalışması tek bir kişiyle ilgilendiği için,
daha yaygındır. Fakat bilim, betimsel ilişkiler­ diğer araştırma yöntemlerinin içerdiğinden çok
110 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

daha fazla ayrıntı içerebilir. 1954’de bildirilen bir On bir ay gibi bir süre sonra, farklı zamanlarda üç
çoklu kişilik bozukluğuyla ilgili ünlü vaka öykü­ kişiliğin de ortaya çıktığı zorlu bir seansta Eve Black
sünde, Thigpen ve Cleckley adında iki psikiyat­ ortaya çıktı ve geçmişte yaşadığı iyi olayları anlatmaya
başladı. Fakat birden neşeli görüntüsü ortadan kalktı
rist Eve White adında, birbirinden oldukça farklı
ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Dr. Thigpen onun göz-
3 kişiliğinin olduğu sanılan bir hastayı betim­ yaşlarını sadece o gün gördü. Doktora onu hatırlaması
ledirler. Sonunda bu hasta hakkında yaptıkları için onun kırmızı ceketini almasını istediğini söyledi. Yüz
betimlemeleri kapsamlı bir kitaba dönüştürmek ifadesi yok oldu ve gözleri kapandı. Eve White gözlerini
zorunda kaldılar: Eve’in Üç Yüzü. Aşağıdaki kısa açtı. Birkaç dakika sonra Jane çağrıldığında, artık bun-
özet yeni kişiliğin ortaya çıktığı ve yeni kişiliğin dan sonra Eve White’ın olmayacağını fark etti ve korkunç
diğerini tanıdığı bir zamanı betimlemektedir. bir kaybetme durumu yaşamaya başladı. “Hayır, hayır!..
Oh hayır, Anne... Yapamıyorum...” Bana bunu yaptırma
Eve White bayılmaların eşlik ettiği şiddetli baş ağrı- diyerek ağlamaya başladı. Daha önce Eve’in çocukluğu
ları yüzünden birkaç aydır psikoterapi görmekteydi. Te- hakkında hiçbir şey bilmeyen Jane, şimdi beş yaşındaydı
rapisti onu, emekli olmuş sıradan bir kişi olarak tanım- ve büyükannesinin cenazesindeydi. Annesi onu tutuyor,
lamaktaydı. Fakat bir gün, bir görüşme sırasında birden basamağa, tabutun önüne çıkarıyor ve büyükannesinin
bire ve şaşırtıcı bir şekilde değişti. yüzüne dokunması gerektiğini söylüyordu. Elinin onun
Sanki ani bir ağrı girmiş gibi iki elini başına götürdü. soğuk yanağından ayrıldığını hissettiği anda, genç kadın
Bir süre sessizlikten sonra iki eli de yanlara düştü. Ani, öyle bir çığlık attı ki Dr. Cleckley ofisinden koridora fır-
kayıtsız bir tebessüm geldi ve sesinde parlak bir canlılık- ladı.
la “Selam, doktor” dedi. Eve White’ın bu sözde mahcup İki doktor kiminle karşı karşıya olduklarından emin
ve zoraki duruşu git gide neşeli ve kaygısız bir davranış değildiler. Bu hatırlanan anının şiddetli yoğunluğu içinde
tarzına dönüştü. Bu yeni ve açıkça gamsız kız. Eve Whi- yeni bir kişilik ortaya çıktı. Sürekli dönüşen hastaları baş-
te ve onun sorunlarının nedenleri hakkında konuştu. Eve langıçta kendisini parçalanmış gibi hissetmemişti. Onlar
White’ı tanımlarken hep “o” ya da “onun” zamirlerini hakkındaki pek çok şeyi bilmesine rağmen, iki Eve ve
kullandı ve hep farklı bir kimliği sıkı bağlarını yansıttı... Jane’nin birbirlerinden farklı olduğunu ayırdedememişti.
Ona adını sorduğumda, hızla yanıtladı, “Oh, ben Eve Yabancılaşması azaldığında kendini Jane olarak tanıt-
Black’im, “ (s. 137) maya başladı. Ancak bu tanımlama kesin ve tam değildi
Bu oldukça şaşırtıcı olaydan sonra, Eve on dört ay, ve böylece kayıp kız kardeşlermiş gibi onların yok oluş-
neredeyse yüz saati bulan bir seri görüşme boyunca göz- larının yasını tuttu. Ardından da bu kişi kendisine bayan
lendi. Eve White’ın terapisinin önemli bir parçası ona Evelyn While adını verdi.
Eve Black’i gardrobuna baştan çıkarıcı ve pahalı elbise-
ler ekleyen ve hayatında hatırlayamadığı dönemler yaşa- Eve White, Eve Black, Jane ve Evelyn vaka­
yan, onun diğer, neşeli benliğini öğrenmesi için yardım
sı, literatürde değerli bir klasik olmuştur. Çünkü
etmekle geçti. Bu dönemde, Eve White çok küçükken ça-
maşır leğenindeki sıcak suyla çok acı verici bir şekilde şu an disosiyatif kimlik bozukluğu olarak bilinen
haşlandığı bir kazayı hatırladığı sırada bir üçüncü kişilik, çoklu kişilik bozukluğu gibi ender görülen olgu­
Jane ortaya çıktı. lar hakkında çok az ayrıntılı bilgi vardır. Thigpen
Diğer iki Eve, Jane’nin varlığına katılmasalar da, ve Cleckley’in orijinal raporu, böyle bir olgunun
Jane o günden beri diğer ikisine olanların hepsinden ha- tanıtılmış olmasına ek olarak, çoklu kişilik ser­
berdardı. Jane, Eve White’dan “daha olgun, daha katı, gileyen bir vakada izlenen görüşme süreci ve
daha yetenekli ve daha ilgi çekiciydi”. Zamanla ilk Eve’e
derin ve saygı barındıran duygular geliştirdi. Eve Black,
nasıl bir tedavi programı uygulandığıyla ilgili de­
Jane’i biraz ahmak olarak değerlendiriyordu. Jane, Eve ğerli ayrıntılar sağlamaktadır.
White’ın anıları hakkında öğrendiklerinin dışında onun Bununla birlikte bazen bir vaka çalışmasın­
daha önceki yaşamı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. da elde edilen bilginin geçerliği şüphe taşıya­
Chris Sizemore, “Eve’in üç
yüzü” adlı ünlü vakanın öznesi
olan kadındı. Daha sonra,
aslında 21 farklı kişiliğinin
olduğunu iddia etti.
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 111
√√

bilir. Chris Sizemore’un kitabı Ben Eve’im (Si­ bu klinik iyileşmeyi açıklayabilecek daha pek
zemore & Pittillo, 1977), Thigpen ve Cleckley’in çok akla uygun gerçek hipotezler bulunabilir.
vaka çalışmasıyla uyumsuzluklar göstermekte­ Bu vaka çalışmasından elde edilen veriler, de­
dir. Sizemore, gerçek Eve White’dır ve terapiyi ğişimin gerçek nedenini belirlememize izin ver­
takip eden sürede de kişiliğinin parçalanmaya memektedir.
devam ettiğini söylemiştir. Sizemore’a göre Eve
Black’ten önce var olan 9 kişilik, daha sonra HİPOTEZLERİN ÜRETİLMESİ
tekrar ortaya çıkmıştır. Bu kişilikler genellikle
Vaka çalışması hipotezlerin doğrulanmasın­
üçlü kümeler halinde ortaya çıkmaktaydı ve bir
da çok fazla bir rol oynamamasına rağmen, bu
küme zayıflayıp kaybolunca, diğeri onun yerini
hipotezlerin üretilmesinde eşsiz ve önemli bir
almaktaydı. Kişilikteki değişimler çok keskin ve
rol oynar. Klinisyen çok sayıda hastanın hayat
çeşitliydi. Hasta sonunda, bir televizyonun ka­
hikâyesine maruz kala kala, bunları anlama ve
nallarını değiştirirmişcesine hızlı bir şekilde üç
değerlendirme konusunda deneyim kazanır. Gi­
kişiliği arasında gelip gitmeye başlamıştı. Bu
derek durumlar ve sonuçlar hakkındaki benzer­
dönüşümler ve kişiliklerin baskın gelmek için
likleri fark eder ve daha kontrollü araştırmalarda
birbirleriyle olan şiddetli şavaşı bütün hayatını
kaplamıştı. Sonunda farklı kişiliklerinin, onun ele alınmamış önemli hipotezler formülleştirir.
kendisine yabancı olan şeyler değil, kendisinin Örneğin, engelli çocuklarla olan klinik çalışma­
gerçek özellikleri olduklarının farkına vardı. Böy­ larında Kanner (1943) bu çocukların, dil geli­
lelikle ümit ettiği çözülme, en sonuncu üçlü kişi­ şiminde başarısızlık ve diğer insanlardan aşırı
lik kümesinde meydana geldi ve bundan sonra yalıtım gibi, benzer bir belirtiler kümesi sergi­
da geçmişinin hayatında yerini olabildiğince kü­ lediklerini tespit etmiştir. Bunun üzerine çocuk­
çültmek için hayatını öyküleştirip yayınlattı. luk otizmi adında yeni bir tanı önermiştir. Daha
sonra geniş araştırmalarla doğrulanan bu tanı,
KANITLARIN DOĞRULANMAMASI son olarak DSM kapsamına alınmıştır (bkz. 15.
Bölüm).
Vaka öyküleri, evrensel oldukları varsayılan Vaka çalışması, tek bir kişinin davranışlarını
ilişki ve yasaları reddeden örnekler sağlayabi­ çok ayrıntılı çalışmak ve daha sonra kontrollü
lirler. Örneğin, “depresyon dönemlerinden önce çalışmalarla sınanabilecek hipotezler üretilmesi
her zaman yaşam içindeki stres olaylarında bir için mükemmel bir yoldur. Sadece tek bir kişiye
artış olmaktadır” şeklindeki önermeyi düşüne­ odaklanılan klinik düzenlemelerde de yararlı­
lim. Bunun doğru olamadığı sadece bir tek va­ dır. Klinik ve kişilik psikolojisi alanlarındaki bazı
kanın bulunması bile bu kuramı yanlışlayabilir araştırmacılar, psikoloji çalışmalarının özünde
ya da sadece bazı depresyon dönemlerinin bir kişinin benzersiz özelliklerinin yattığını iddia
stres tarafından tetiklendiği şeklinde değişikliğe etmektedirler (örneğin, Allport, 1961). Vaka öy­
zorlayabilir. küsü, bireysel bağlamda çalışma için ideal bir
Vaka çalışması belirli bir kuram ya da öner­ yöntemdir. Fakat genelle ilgilenildiğinde, ev­
menin lehinde kanıt sağlamada kısıtlı bir değe­ rensel kanunlar olguları açıklamak isterler. Bu
re sahiptir. Bir vaka araştırmasının sunumunda, noktada vaka çalışmasının yararı kısıtlıdır. Tek
alternatif hipotezlerin saf dışı bırakılmasında bir kişiden toplanan bilgi, insanların geneli için
kullanılan araçlar mevcut değildir. Geçerliğin karakteristik olan ilkeleri ortaya koyamaz. Buna
olmadığını gösterebilmek için, depresyonda ek olarak bir vaka çalışması, neden-sonuç iliş­
yeni bir tedavi geliştiren bir klinisyeni düşüne­ kileri bağlamında tatmin edici kanıt sağlamada
lim. Bu klinisyen bir hastasında bunu kullanmış da yetersizdir.
ve terapinin onuncu haftasında depresyonda bir
düşüş gözlemiş olsun. Burada terapinin işe ya­
radığı sonucunu çıkarma eğilimi gösterebiliriz,
EPİDEMİYOLOJİK ARAŞTIRMA
oysaki böyle bir sonuç çıkarılamaz. Çünkü diğer Epidemiyoloji, bir bozukluğun belli bir nüfus
pek çok faktör de bu değişimi yaratmış olabilir. içerisindeki görülme sıklığı ve dağılımıyla ilgili
Hastanın hayatındaki stres yaratan durumlar çalışmadır. Epidemiyolojik araştırmada, geniş
kendiliğinden çözülmüş olabilir veya depresyon bir örneklem veya nüfustaki bir bozukluk ve bu
dönemi doğası itibariyle zaman sınırlı olabilir bozuklukla ilişkili olabilecek durumlara ait oran­
(bununla ilgili kanıtlar mevcuttur). Sonuç olarak, lar hakkında veri toplanır. Bu bilgi daha sonra
112 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

TABLO 5.1 Seçme Tanıların Hayat Boyu Yaygınlık Oranı (%)


Erkek Kadın Toplam
Major depresif dönem 12.7 21.3 17.1
Manik dönem 1.6 1.7 1.6
Distimi 4.8 8.0 6.4
Panik bozukluk 2.0 5.0 3.5
Panikli ya da paniksiz 3.5 7.0 5.3
agorafobi
Sosyal fobi 11.1 15.5 13.3
Basit Fobi 6.7 15.7 11.3
Genellenmiş kaygı 3.6 6.6 5.1
bozukluğu
Alkol bağımlılığı 20.1 8.2 14.1
Antisosyal kişilik bozukluğu 5.8 1.2 3.5
Kaynak; Ulusal Eştanı Korumasında toplanılan verilerden
(Kersler ve ark. 1994).

Çeşitli ruhsal bozuklukların yaygınlık oranını


bilmek, koruyucu sağlık hizmetlerini planlama­
da ve ulusal bütçeden bu çalışmalar için ayrı­
lacak ödeneği belirlemede önemlidir. Bununla
ilgili bir çalışmada istenen bilgi, tanı koymaya
yarayan yapılandırılmış görüşmeler şeklindeki
geçerli, geniş ölçekli, ulusal tarama ölçekleriyle
Bazı epidemiyolojik araştırmalarda görüşmeciler halkın toplanmıştır (Kessler ve ark., 1994). Bu çalış­
evlerine kadar giderler ve farklı bozuklukların oranlarını mada elde edilen verilerin bazıları Tablo 5.1.’de
belirlemek amacıyla görüşmeler yaparlar.
gösterilmektedir. Bu tablo, yaşam boyu yay-
bu bozukluğun portresini çizmek için kullanılabi­ gınlık oranı adı verilen verileri göstermektedir.
lir; bu bozukluk kaç kişiyi etkilemektedir, erkek­ Bu oran, görüşmenin yapıldığı zamana kadar
lerde mi kadınlarda mı daha sık görülmektedir, belirli bir bozukluğu geçirmiş örneklemin oranı­
ortaya çıkma sıklığı sosyal ve kültürel faktörle­ dır. Biz de bu kitap boyunca Kessler’in verilerini
re göre değişmekte midir, gibi. Epidemiyolojik kullanacağız.
Daha önce belirttiğimiz gibi epidemiyolojik
araştırmalar, bir bozukluğun yaygınlığını, sıklı­
araştırmalar bir hastalığın nedenini anlama­
ğını ve risk faktörlerini belirleme üzerine yoğun­
mıza da yardımcı olabilir. Bu konuda klasik bir
laşırlar. Yaygınlık (prevalans), bir bozukluğun
örnek, eski epidemiyolojist John Snow’un araş­
belirli bir anda ya da zaman dilimi içerisinde
tırmasıdır. Londra’daki kolera salgını sırasında
belli bir nüfusta görülme oranıdır. Sıklık (in-
Snow, bu hastalığın nasıl yayıldığını ve nasıl
sidans), belirli bir zaman diliminde, genellikle
durdurulacağını tespit etti. Snow vakalarla çalı­
de bir yıllık bir dönemde, o bozukluğun ortaya
şırken, kurbanların çoğunun içme suyunu aynı
çıktığı yeni vakaların sayısıdır. Risk faktörleri kaynaktan, Broad Street pompasından sağladı­
ise, o bozukluğu geliştirme olasılığını arttıran ğını öğrendi. Bunun üzerine, koleranın sudan
durum ya da değişkenlerdir. Risk faktörlerinin bulaşarak yayıldığı hipotezini ileri sürdü. Araş­
bilinmesi, genellikle, üzerinde çalışılan bozuk­ tırmalarını daha da ilerletti ve Londra’da bu has­
luğun nedenleri hakkında ipuçları verir. Örneğin talığın oranının, suların temiz olduğu yukarı böl­
depresyon, kadınlarda erkeklerden yaklaşık iki gelerdekinden daha yüksek olduğunu gösterdi.
kat daha yaygındır. Öyleyse cinsiyet depresyon Hastalıkları anlamada epidemiyolojik araştırma­
için bir risk faktörüdür, diyebiliriz. 10. Bölümde ların önemini doğrulayan daha pek çok çağdaş
göreceğimiz gibi, bu risk faktörleri hakkındaki örnek bulunmaktadır. 8. Bölümde göreceğimiz
bilgi, kadınlarda erkeklerden daha yaygın olan gibi, kalp hastalığının risk faktörleri (sigara kul­
belirli bir stresle başa çıkma tarzının depresyo­ lanma, yüksek kolesterol gibi), bu risk faktörle­
na neden olduğunu söyleyen bir depresyon ku­ rine sahip olan ve olmayan kişilerdeki hastalık
ramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. oranlarını karşılaştıran geniş ölçekli çalışmalar­
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 113
√√

la keşfedilmiştir. Diğer bir örnek olarak, şizofre­ teren (birbirleriyle ilişkili) bir şekilde bağlantılı
ni düşük sosyal sınıfta daha sık görülmektedir. mıdırlar?” sorusudur. Diğer bir ifadeyle, sorular
Yine, bu ilişkinin nedenlerini (bunlar stres, kötü ilişkilerle ilgili sorulmaktadır. Örneğin, “şizofreni
beslenme, tıp hizmetlerinden yoksun olma ola­ sosyal sınıfla ilişkili midir?” ya da “üniversite sı­
bilir) bilirsek, bu bozukluğun etiyolojisi hakkında navlarında elde edilen sonuçlar kaygıyla ilişkili
elimizde ipuçları olur. Benzer diğer epidemiyolo­ midir?” gibi.
jik araştırmalar, şizofreni prognozunun, gelişen
kentlerde endüstrileşmiş kentlerden daha iyi ol­ KORELASYONUN ÖLÇÜMÜ
duğunu göstermiştir. Bu bulgu, böyle zayıf dü­
Bir korelasyonun belirlenmesindeki ilk adım,
şüren bir bozukluğun prognozunu daha iyi hale
araştırılan değişkenlerin her ikisi için de gözlem­
getirecek faktörlerin neler olduğu hakkında bize
ler edinmektir. Örneğin, incelenilen grupların her
ipuçları sağlar. Epidemiyolojik araştırma, diğer
bir üyesi için boy uzunluğu ve ağırlık ölçümleri
yöntemleri kullanarak daha kapsamlı incelene­
almak gibi (Tablo 5.2). Bir kere gözlem çiftleri
cek olan hipotezler üreterek, görgül sonuçlara
elde edildikten sonra, korelasyon katsayısını
ulaşmaya katkıda bulunabilmektedir.
tespit etmek için iki gözlem çifti arasındaki ilişki­
nin gücü hesaplanabilir. Korelasyon katsayısı
KORELASYONEL YÖNTEM r sembolü ile temsil edilir. Bu istatistik, -1.00 ile
Psikopatoloji araştırmalarının büyük bir bö­ +1.00 arasında bir değer alabilir ve bir ilişkinin
lümü korelasyonel yönteme dayanmaktadır. hem büyüklüğünü hem de yönünü gösterir. +
Bu yöntem, bir ya da daha fazla değişken ara­ 1.00 ya da -1.00 olan bir r, en yüksek olasılı­
sında bir ilişki olup olmadığını göstermektedir. ğa sahip veya mükemmel bir ilişkiyi işaret eder.
Korelasyonel araştırmada çalışılan değişkenler, Buna karşılık, .00 olan bir r değeri, değişkenlerin
doğada varoldukları şekilleriyle ölçülürler. Ko­ ilişkisiz olduğunu gösterir. Eğer r’nin işareti artı
relasyonel yöntemin bu özelliği, onu deneysel ise iki değişken birbiriyle pozitif ilişkilidir. Diğer
araştırmadan ayırır. Deneysel yöntemde, çalı­ bir ifadeyle, X değişkeninin değeri arttığında Y
şılan değişkenler araştırmacı tarafından deği­ değişkenin değeri de artar. Tablo 5.2’deki veri­
şimlenmekte ya da kontrol edilmektedir. Günlük ler temelinde, boy uzunluğu ile ağırlık arasında­
hayatımızdan sayısız korelasyon örnekleri bula­ ki korelasyon, boy uzunluğu arttığında ağırlığın
biliriz. Örneğin, eğitim ile gelir ilişkilidir, aldığınız da arttığı, çok güçlü bir ilişkiyi işaret etmektedir.
eğitim arttıkça kazandığınız gelir artar. Ağırlık, Bunun tersi şekilde, r’nin işareti eksi olduğunda
boy ile pozitif ilişki içinde gibidir, daha uzun kişi­ değişkenlerin birbirleriyle negatif ilişkili olduğu
ler daha ağırdırlar. söylenir. Bu durumda değişkenlerden birinin
değeri artarken, diğerinin değeri azalmaktadır.
Epidemiyolojik araştırmada korelasyonel
Örneğin, televizyon seyrederek harcanan süre,
yöntem, daha küçük örneklemlerle çalışan di­
akademik başarı puanlarıyla ters yönde ilişkili­
ğer araştırmalardaki kadar sıklıkla kullanılır.
dir.
Korelasyonel çalışmalarda sorulan soru, “X
Bir ilişkinin grafiğini çizmek, çoğunlukla o
değişkeni ile Y değişkeni, birlikte değişim gös­
ilişkiyi netleştirmeye yardım eder. Şekil 5.2 po­
TABLO 5.2 Bir Korelasyonua Belirlemek İçin Veriler zitif ve negatif yöndeki ilişkilerin ve ilişkisiz de­
Bireyler Uzunluk (inch) Ağırlık (pound) ğişkenlerin diyagramlarını göstermektedir. Bu
John 5'10" 170 diyagramdaki her bir nokta, bir denekten elde
Asher 5'10" 140
edilmiş iki değerin kesişim noktasıdır. Bunlar
X değişkenin değeri ve Y değişkenin değeridir.
Eve 5'4" 112
Mükemmel ilişkilerde bütün noktalar düz bir çiz­
Gail 5'3" 105
gi üzerinde toplanır. Bu durumda bir kişiye ait
Jerry 5'10" 177
değişken değerlerinden sadece birini bilirsek,
Gayla 5'2" 100 diğer değişkenin değerini kesin bir şekilde söy­
Steve 5'8" 145 leyebiliriz. Benzer şekilde, korelasyon görece
Margy 5'5" 128 yüksek olduğu zaman, mükemmel korelasyon
Gert 5'6" 143 çizgisi üzerine düşen nokta miktarı azalmakta­
Sean 5'10" 140 dır. Korelasyon düştükçe, değerler arasındaki
Kathleen 5'4" 116 mesafe giderek artmakta ve dağılım yayılmak­
Bu sayılar için r= +.88
a
tadır. Korelasyon .00’a indiği zaman, artık bir ki­
114 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

35 35

35 35

25 25 Şekil 5.2 Çeşitli derecelerde korelasyonel


Y Değişeni

Y Değişeni
ilişkilerin gösterildiği diyagramlar.
20 20

15 15

10 10

5 5

1 2 3 4 5 6 7 1 2 3 4 5 6 7
X Değişeni X Değişeni
Pozitif Yönde Mükemmel (+1.00) Negatif Yönde Mükemmel (-1.00)

35 35 35

35 35 35

25 25 25
Y Değişeni

Y Değişeni

Y Değişeni
20 20 20

15 15 15

10 10 10

5 5 5

1 2 3 4 5 6 7 1 2 3 4 5 6 7 1 2 3 4 5 6 7
X Değişeni X Değişeni X Değişeni
Pozitif Orta Düzeyde (+.67) Negatif Orta Düzeyde (-.67) İlişkisiz (.00)

şinin bir değişken üzerinden aldığı puan, diğer yısına da bağlıdır. Gözlemlerin sayısı ne kadar
değişken üzerinden alacağı puanla ilgili olarak artarsa, istatistiksel anlamlılığa ulaşmak için ge­
hiçbir şey söyleyemez. rek duyulan r değeri o kadar küçülür. Buna göre,
r = .30 olan bir korelasyon, gözlemlerin sayısı
İSTATİSTİKSEL ANLAMLILIK çok olduğu zaman, örneğin 300 kişi gibi, istatis­
tiksel olarak anlamlı olabilir. Bununla beraber,
Özetle, biraz önce bir korelasyon katsayısı­
sadece 20 gözlem yapıldıysa bu değer anlamlı
nın büyüklüğünün bize iki değişken arasındaki
olmayacaktır. Örneğin, 10 depresif 10 depresif
ilişkinin gücünü gösterdiğini söylemiştik. Fakat
olmayan erkeğin alkol tüketimi çalışılır ve alkol
bilim adamları, korelasyonların taşıdığı önemin
kullanımı ile depresyon arasındaki korelasyon
daha titiz bir şekilde değerlendirilmesi gerek­
.32 olarak bulunursa, bu korelasyon istatistiksel
tiğini söylemekte ve bu amaç için istatistiksel
olarak anlamlı olmayacaktır. Buna karşın, eğer
anlamlılık kavramını kullanmaktadırlar. İstatis-
150 kişiyle çalışılsaydı aynı korelasyon değeri
tiksel anlamlılık, bir araştırmanın sonuçlarının
anlamlı olacaktı.
şansa bağlı olma olasılığını ifade etmektedir.
İstatistiksel olarak anlamlı olan bir korelasyon,
şansa bağlı olarak meydana gelme olasılığı ol­
PSİKOPATOLOJİDEKİ KULLANIMLARI
mayan bir ilişkidir. Korelasyonel yöntemler, anormal psikolojisi
Geleneksel olarak psikoloji araştırmalarında, alanında geniş bir şekilde kullanılmaktadır. Her
korelasyonun şans eseri bulunma olasılığının ne zaman belli bir tanı almış insan grubunu,
100’de 5 ve daha aşağı olması durumunda, bu­ başka bir tanı almış grupla ya da hiç tanı alma­
nun istatistiksel olarak anlamlı olduğu kabul edi­ mış grupla karşılaştırsak, yaptığımız bu çalış­
lir. Bu anlamlılık düzeyi .05 düzeyi olarak anılır ma korelasyonel bir çalışma olmaktadır. Örne­
ve genellikle p< .05 şeklinde gösterilir. Genel ğin, iki tanı grubunu, bozukluklar başlamadan
olarak korelasyon katsayısı arttığında, sonucun önce her gruptaki üyelerin ne kadar çok stres
istatistiksel olarak anlamlı olma olasılığı giderek yaşadıklarını görmek için birbirleriyle karşılaştı­
artar. Örneğin, .80’lik bir korelasyonun anlamlı rabiliriz veya normal kişiler ile kaygı bozukluğu
olma olasılığı, .40’lık bir korelasyondan daha olan kişileri, bir laboratuvar ortamında, sunulan
fazladır. Bir korelasyonun istatistiksel olarak bir stres yaratıcı duruma gösterdikleri fizyolojik
anlamlı olup olmaması, yapılan gözlemlerin sa­ tepkiler açısından karşılaştırabiliriz. Bir psiko­
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 115
√√

patoloji araştırmasında korelasyonel yöntem streslerin daha sonra şizofreni olarak etiketle­
kullanıldığı zaman, incelenen değişkenlerden necek davranışlar ortaya çıkardıkları şeklinde
biri tanı grubudur. Örneğin, kaygı bozukluğu ta­ yapılabilir. Aynı derecede akla uygun diğer bir
nısı almış olanlar ve almamış olanlar gibi. Bu hipotez ise, şizofrenik kişilerin bozulmuş dav­
değişkenler arasındaki korelasyonu ve diğer ranış örüntüsünün onların işlerini kaybetmeleri­
korelasyonları hesaplamak için tanı grupları ni­ ne ve giderek yoksullaşmalarına neden olduğu
celleştirilir. Yani her bir tanı grubu bir rakamla şeklindedir. Bazı zamanlarda kullanıldığı adıyla
ifade edilir, örneğin kaygısı olan grup 1, kaygısı ilişkinin yönü sorunu, (directionality problem)
olmayan grup 2 şeklinde. Böylelikle tanı değiş­ pek çok korelasyonel araştırma deseninde orta­
keni, yaşanan stresin miktarı gibi diğer bir de­ ya çıkmaktadır. Çok kullanılan bir sözle özetler­
ğişkenle ilişkilendirilebilir. sek “İlişkili olma, biri diğerinin nedenidir anlamı­
Genellikle bu gibi araştırmaların korelasyo­ na gelmez”.
nel oldukları farkedilmez. Bunun nedeni büyük İlişkililik, nedenlilik anlamına gelmemesine
olasılıkla, katılımcıların test için laboratuvar or­ rağmen, iki değişkenin ilişkili olup olmadığını
tamına gelmeleri veya verilerin analizinin, her belirlemek, belli bazı nedensel hipotezlerin yan­
bir grubun ölçümlerden elde ettiği puanların or­ lışlanmasına yol açabilir. Yani, biri diğerinin ne­
talamalarının karşılaştırılması aracılığıyla yapıl­ deni ise bu ikisi ilişkilidir anlamına gelir. Örneğin
masıdır. Fakat bu gibi çalışmaların mantığı yine bir araştırmacı sigara içmenin lenf kanserine
de korelasyoneldir. Burada incelenen şey, iki neden olduğunu iddia ediyor ise, o zaman lenf
değişken arasındaki korelasyondur, yani kaygı kanseri ile sigara içmenin ilişkili olacağını da
bozukluğu olan ya da olmayan gruplar ile bun­ ima etmektedir. Eğer öyle ise bu çalışmalar bu
ların fizyolojik ölçümlerden elde ettikleri puan­ pozitif ilişkiyi göstermek zorundadır. Aksi takdir­
ların ortalamaları arasındaki korelasyonlardır. de, kuram yanlışlanmış olacaktır.
Kaygı bozukluğu olan ve olmayan şeklindeki Psikopatolojinin nedenlerini çalışırken kar­
değişkenlere sınıflayıcı değişkenler denir. Bu şılaşılan ilişkinin yönü sorununun üstesinden
vakada kaygı bozuklukları, katılımcılar labora­ gelmenin bir yolu, ilgilenilen değişkenleri bir
tuvar görevlerini yapmaya başlamadan önce bozukluk gelişmeden önce çalışmaya başla­
zaten kendiliğinden mevcuttur. Sınıflayıcı de­ yan boylamsal bir desen kullanmaktır. Bu yolla,
ğişkenlere yaş, cinsiyet, sosyal sınıf, beden ya­ neden olarak düşünülen durum sonuçtan önce
pısı vb. gibi farklı örnekler de verilebilir. Bu gibi ölçülebilir. Örneğin, şizofreninin gelişim neden­
değişkenler, kendiliğinden doğal olarak varolan leri hakkında bilgi toplamanın en ideal yolu, yeni
örüntülerdir ve araştırmacı tarafından değişim­ doğan bebeklerden geniş bir örneklem oluştur­
lenmezler. Bunlar daha sonra tartışacağımız mak ve bunları şizofreninin başlaması için en
deneysel değişkenler için önemli gerekliliklerdir. riskli dönem olan 20 ile 45 yaşları arasına ka­
Böylece, psikopatolojinin nedenlerini araştıran dar izlemektir. Fakat böyle bir yöntem, yaklaşık
araştırmaların hemen hepsi korelasyoneldir. yüz kişiden sadece bir tanesi şizofreni geliştir­
diği için çok pahalıya çıkacaktır. Aslında böy­
İLİŞKİNİN YÖNÜ VE ÜÇÜNCÜ DEĞİŞKEN le basit bir boylamsal çalışmadan elde edilen
SORUNLARI bilgi küçük olacaktır. Yüksek risk yöntemi bu
Korelasyonel yöntem, anormal psikolojisinde sorunun üstesinden gelebilir. Bu yöntemde, ça­
çok sık kullanılmasına rağmen, önemli bir sa­ lışmaya, sadece yetişkinler arasından şizofreni
kıncaya sahiptir. Korelasyonel yöntem, neden olma riski ortalamadan yüksek olan kişiler seçi­
sonuç ilişkileri çıkarmamıza izin vermemekte­ lir. Günümüzde bu yöntemi kullanarak yapılan
dir. İki değişken arasındaki büyük bir korelas­ araştırmaların çoğunda, çalışma için anne ya
yon, bize sadece bu iki değişkenin ilişkili oldu­ da babası şizofren olan kişiler seçilir. Şizofren
ğunu ya da birlikte değiştiklerini söyler, ancak bir ebeveyne sahip olmak kişinin şizofreni geliş­
biz gerçekte hangisinin neden hangisinin sonuç tirme riskini arttırmaktadır. Yüksek risk yöntemi
olduğunu bilemeyiz. Örneğin, şizofreni tanısı ile diğer bozuklukların çalışılmasında da kullanıl­
sosyal sınıf arasında bir ilişki bulmuştuk. Yani maktadır. Bu konuyla ilgili bulgular daha sonraki
düşük sosyal sınıftaki insanlar, orta ve yüksek bölümlerde tartışılacaktır.
sınıftaki insanlardan daha sık şizofren tanısı al­ Korelasyonel bulguları değerlendirmedeki
maktadırlar. Bunun olası açıklamalarından bir bir diğer sorun ise üçüncü değişken sorunu­
tanesi, düşük sosyal sınıfta yaşamanın getirdiği dur. Yani, iki değişken arasındaki ilişki, önceden
116 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

görülemeyen bir üçüncü değişken tarafından matik olaylarla ilgili duygu ifadelerinin sağlıkla
sağlanıyor olabilir. Aşağıdaki örnek, üçüncü de­ nasıl bir ilişki içinde olduğunu çalışan bir araş­
ğişken durumunu daha açık hale getirmektedir. tırmanın sonuçlarına bakalım (Pennebaker, Ki­
Bir kişi tutarlı olarak, bir şehirdeki kilise sayısı ile suç elcolt-Glaser & Glaser, 1988). Bu araştırmada,
işleme miktarı arasında yüksek bir pozitif korelasyon bula­ 6 haftalık bir çalışmaya 50 üniversite öğrencisi
bilir. Yani, bir şehirde ne kadar çok kilise var ise, o şehirde
katıldı. Onlardan istenenlerden bir tanesi, arka
o kadar çok suç işlenmektedir. Öyleyse bu, dindarlık suça
arkaya 4 gün laboratuvara gelmeleriydi. Bu dört
teşvik etmektedir ya da suç dindarlığı beslemektedir, anla­
mına mı gelmektedir? Tabi ki ikisi de değil. Buradaki ilişki, günün her birinde öğrencilerin yarısına geçmiş­
üçüncü bir değişken aracılığıyla sağlanmaktadır, yani nü­ deki travmatik bir olayla ilgili kısa bir kompozis­
fus miktarı. Bir toplumun nüfus miktarı ne kadar yüksek yon yazdırıldı. Bunun için katılımcılara aşağıda­
ise, oradaki kilise sayısı ve de suça yönelik eylemlerin sık­ ki yönerge verildi:
lığı o kadar fazladır (Neale & Liebert, 1980, s. 109). Bu dört yazım gününün her birisinde sizden
Psikopatoloji araştırmalarında çok sayıda istediğim, bütün hayatınız boyunca yaşadığınız
üçüncü değişken örneği bulunmaktadır. Şi­ en travmatik ve en rahatsız edici olayı yazma­
zofrenler ile normaller arasında biyokimsayal nız. Her gün farklı bir konu hakkında ya da dört
farklılıklar olduğu sıklıkla bildirilmektedir. Bu gün boyunca aynı konu hakkında yazabilirsiniz.
farklılıklar, farklı beslenme düzenlerini veya bu Burada önemli olan şey, en derin düşünceleriniz
hastaların durumlarından ötürü aldıkları tıbbi ve duygularınız hakkında yazmanız. Bunun en
tedavilerin etkisini yansıtıyor olabilir. Yani, bu ideal olanı, burada yazdığınız şeyin daha önce
farklılıklar, bize şizofreninin doğası hakkında bir hiç kimseyle ayrıntılı olarak konuşmadığınız bir
şey söylemiyor olabilir. Peki elimizde bu üçüncü olay ya da deneyim hakkında olmasıdır.
değişken sorununa yönelik bir çözüm var mı? Geri kalan öğrenciler de her gün laboratuva­
Genel olarak bu sorunun yanıtı evettir. Ancak ra geldiler; fakat onlar günlük işlerini, yakınlarda
bu çözümler yalnızca kısmi olarak tatmin edici­ olmuş sosyal bir olayı, giydikleri ayakkabıla­
dirler ve korelasyonel verilerden şüphe içerme­ rı, günün geri kalanında yapmayı planladıkları
yen nedensel ilişkiler kurmaya izin vermezler. şeyleri anlatan yazılar yazdılar. Daha sonra,
Burada anormal davranışın nedenleri hak­ araştırmaya katılanların araştırma başlamadan
kındaki olguları ele almanın güçlüğüne dikkat 15 hafta önce ve başladıktan 6 hafta sonra­
çekmek istedik. Biraz önce tartıştığımız konu­ yı kapsayan bir dönemde, üniversitenin sağlık
lar bu durumun temel nedenleridir. Özet olarak, merkezine ne sıklıkta geldikleri hakkında bilgi
psikopatolojiyle uğraşan bilimadamları güçlü toplandı. Bu veriler Şekil 5.3’te gösterilmektedir.
bir şekilde korelasyonel yöntemi kullanmaya Deney başlamadan önce iki grubun üyeleri de
zorlanmaktadırlar. Çünkü tanı gruplarını, yani sağlık merkezini eşit düzeyde ziyaret etmişler­
sınıflayıcı bir değişkeni ele almaya en uygun di. Ancak deneyden sonra, travmaları hakkında
yöntem, korelasyonel yöntemdir. Fakat tanılar yazan öğrencilerin başvurularında azalma, di­
ile diğer değişkenler arasında bulunan ilişkiler, ğer konularda yazan öğrencilerin başvuruların­
üçüncü değişken ve ilişkinin yönü sorunları yü­ da ise artma olmuştu. (Bu artışın nedeni, sağlık
zünden bulanıklaşmaktadır. Çeşitli psikopatolo­ merkezine gelme oranındaki mevsimsel deği­
jilerin nedenlerini araştırmak, meydan okuyan
0.3
bir girişim olma özelliğini hala sürdürmektedir.

DENEY
Her ay ziyaret eden hasta

0.2
Korelasyonel araştırmaların ortaya çıkar­
dığı, bağlantılara ya da ilişkilere neden olan
faktörler, mutlak bir kesinlikle belirlenemezler. 0.1
Olaylar arasındaki nedensel ilişkileri belirleyen
Travma
en güçlü aracın deney olduğu kabul edilmekte­
dir. Psikopatoloji alanında deney, en sık olarak Kontrol
0.0
psikoterapilerin etkinliğini değerlendirmek için
Çalışmadan Çalışma
kullanılmaktadır. Deneysel araştırmaların temel 15 hafta sırasındaki
önce 6 hafta
bileşenlerine girmeden önce, bu desenin önem­ Şekil 5.3 Deneyden önce ve deney sırasında sağlık merkezini
li özelliklerini aklımızda tutalım ve geçmiş trav­ ziyaret eden hastalar (Pennebaker ve ark., 1987).
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 117
√√

şimler olabilir. Çünkü ziyaret sayılarının ikinci şilerin tedavi amacıyla bu terapiye alındıklarını
ölçümü Şubat ayında, yani ara sınavların ya­ varsayalım. Bu hipotetik çalışmada kontrol gru­
pıldığı dönemde alınmışdı.) Bu veriye dayana­ bu olmadığına dikkat ediniz. Öyleyse bu çalış­
rak araştırmacılar, duyguların ifade edilmesinin ma bir deney olmamaktadır. Diyelim ki altı ayın
sağlık üzerinde faydalı bir etkisi olduğu sonucu­ sonunda hastalar yeniden değerlendirilmiş ve
na varmışlardır. çalışmanın başlangıcındaki durumla karşılaştı­
rıldığında kaygı düzeylerinde bir düşme olduğu
DENEYSEL DESENLERİN TEMEL bulunmuş olsun. Maalesef bu durumda da iyi­
ÖZELLİKLERİ leşmeyi karşılaştırabileceğimiz bir kontrol grubu
olmamaktadır, dolayısıyla araştırma geçerli bir
Yukarıdaki örnek, bir deneyin temel özellik­
sonuç çıkarmaya izin vermemektedir. Tedavi­
lerinin pek çoğunu sergilemektedir. Araştırma­
nin başlangıcından sonuna kadar olan süreçte
cı tipik bir şekilde işe bir deneysel hipotez ile
kaygı durumunda meydana gelen iyileşme, uy­
başlar. Deneysel hipotez, araştırmacının belli
gulanan tedaviye ek olarak ya da onun yerine
bir değişkeni değişimlediği zaman olacağını
daha pek çok faktör tarafından meydana getiril­
varsaydığı durumu tanımlayan ifadedir. Pen­
miş olabilir. Örneğin, o altı ay içerisinde, varolan
nebaker ve arkadaşları, geçmiş bir olayla ilgili
parasal bir sorunun çözümlenmesi gibi çevresel
duyguların ifade edilmesinin sağlığı arttıraca­
bir olay iyileşmeyi sağlamış olabilir veya yüksek
ğını varsaymışlardır. İkinci olarak araştırmacı,
kaygılı kişiler zaman geçtikçe gerginliklerinde
değişimleyebileceği bir bağımsız değişken
bir azalma hissetmeye başlıyor olabilirler.
seçer. Bu değişkenler, deneycinin kontrolü al­
Birinin yaşam durumundaki bir değişiklik ya
tında olacak olan faktörlerdir. Pennebaker’ın
da zamanın geçmesi gibi değişkenler, karıştı-
çalışmasında bazı öğrenciler geçmiş travmatik
rıcılar (confounds) olarak adlandırılırlar. Bun­
olaylar hakkında, diğerleri ise gündelik olaylar
ların etkileri ile bağımsız değişkenlerin etkileri
hakkında yazmışlardır. Üçüncü olarak araştır­
birbiri içine karışır ve aynı korelasyonel çalış­
macı, bir bağımlı değişken ölçümü almak için
malardaki üçüncü değişkenler gibi, sonuçları
çeşitli düzenlemeler yapar. Bağımlı değişken,
değerlendirmeyi güçleştirir ya da imkânsız hale
bağımsız değişken üzerindeki değişimlemele­
getirirler. Bu bölümde tanımlanan, yukarıdaki
re bağlı olarak ya da onlarla birlikte değişmesi
gibi veya diğer karıştırıcılar, psikoterapi etkileri
beklenen değişkendir. Bu araştırmada bağımlı
konusundaki araştırmalarda çok yaygın bir şe­
değişken, sağlık merkezini ziyaret etme sayısı
kilde bulunmaktadır. Bu kitapta bunlardan sıkça
olmuştur. Gruplar arasındaki farkların, bağımsız
bahsedilecektir. Elde edilen etkinin nedeninin,
değişkendeki değişimlerin bir fonksiyonu oldu­
bağımsız değişkene güvenle atfedilemediği
ğu bulunduğu zaman, araştırmacı bir deneysel
araştırmalar, iç geçerliği olmayan araştırmalar
etki yaratıldığını söyler.
olarak adlandırılırlar. Buna karşıt olarak, elde
edilen etkinin nedeni, bağımsız değişkenin de­
İÇ GEÇERLİK ğişimlenmesine güvenli bir biçimde yüklenebil­
Deneysel bir desenin önemli bir özelliği, de­ diği zaman, o araştırmanın iç geçerliği vardır.
neysel muameleye (bağımsız değişkene) ma­ Yukarıda kabataslak anlatılan örnekte iç
ruz kalmayan en az bir tane kontrol grubunun geçerlik, desene bir kontrol grubu ekleyerek
bulunmasıdır. Eğer bir deneydeki sonuçlar, ba­ iyileştirilebilir. Böyle bir grup, terapatik işlemi
ğımsız değişkendeki değişimlenmelere bağla­ almayan yüksek kaygılı kişilerden oluşacaktır.
nacaksa, bir kontrol grubu şarttır. Pennebaker Kontrol deneklerinin kaygısındaki bu değişim,
ve arkadaşlarının çalışmasındaki kontrol grubu, bağımsız değişkenin etkisinin karşılaştırılabile­
gündelik olaylar hakkında yazan gruptur. Bu ceği bir standart sağlar. Eğer kaygıdaki değişim
kontrol grubundan elde edilen bilgiler, duygu­ herhangi bir terapatik müdahalenin ötesinde,
nun ifade edilmesinin etkilerini karşılaştırabile­ belli bazı çevresel olaylar yüzünden meydana
ceğimiz bir standart sağlamıştır. geliyorsa, tedaviyi alan deney grubu ile tedaviyi
Bu noktayı başka bir örnekle göstermek için, almayan kontrol grubunun eşit düzeyde etkilen­
belirli bir anormal davranışa uyarlanmış özel bir miş oldukları söylenebilir. Diğer taraftan, eğer
terapinin etkililiğini çalışan bir araştırma düşü­ altı ayın sonunda tedaviyi alan grubun kaygı­
nelim. Burada yüksek kaygı düzeyine sahip ki­ sı, tedaviyi almayan grubunkinden daha fazla
118 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

düşmüş ise, o zaman bu değişimin nedeninin bilgilendirilmemiştir. Bu kontroller sayesinde te­


tedaviye yüklenmesine göreceli olarak güvene­ davi süresince gözlenen davranış, büyük olası­
biliriz. lıkla böyle bir yanlılıktan etkilenmez.
Bununla birlikte, bir kontrol grubunun olması Böylece deneysel etki terimini kısaca tanım­
iç geçerliği garanti etmez. Bunu gösterebilmek lamış olduk, fakat bir etkinin önemli olduğuna
için başka bir terapi araştırması düşünelim. Bu nasıl karar vereceğimizi öğrenmemiz gerekir.
sefer psikiyatrik hastalardan oluşan iki hastane Aynı korelasyonlarda olduğu gibi, deneysel so­
koğuşunun tedaviye alındığını düşünelim. Bir nuçların önemini değerlendirmek için de araş­
araştırmacı, bir koğuşun deneysel tedaviyi al­ tırmacı, korelasyonlarla aynı mantığı kullanarak
masına, diğer koğuşun ise almamasına karar istatistiksel anlamlılığı belirlemelidir.
veriyor. Daha sonra araştırmacı bu iki grubu
davranış bozukluklarının sıklığı açısından kar­ DIŞ GEÇERLİK
şılaştırdığı zaman, iki grup arasındaki farkı bir Bir araştırmanın sonuçlarının, o deneyin dı­
koğuşun tedavi alması, diğer koğuşun ise al­ şına genellenebilme derecesine dış geçerlik
maması koşuluna yüklemek isteyecektir. Fakat denir. Eğer araştırmacılar belli bir tedavinin bir
bu durumda araştırmacı, geçerli olacak şekilde grup hastaya yardımcı olduğunu göstermişler­
böyle bir çıkarım yapamaz, çünkü yanlışlana­ se, diğer hastalara, başka zamanlarda ve başka
mamış alternatif bir hipotez vardır. Daha tedavi yerlerde uygulandığında bu tedavinin yine etkili
başlamadan önce, tedavi alan grubun davra­ olacağı sonucunu şüphe duymaksızın çıkarmak
nış bozukluğu düzeyi, kontrol grubundaki has­ isteyeceklerdir. Pennebaker ve arkadaşları, bul­
talarınkinden daha düşük olabilir. Bu tip hatalı gularının diğer duygusal ifade şekillerine (yakın
çalışmalarda deneysel desenin gözardı edilen bir arkadaşa güvenmek gibi), diğer ortamlara
ilkesi seçkisiz atamadır (random assignment). ve araştırmaya katılanlardan daha farklı olan in­
Seçkisiz atama, araştırmadaki her bir deneğin sanlara genellenmesini ümit edeceklerdir.
her gruba atanma şansının eşit olmasını garanti Psikolojik bir deneyin sonuçlarının dış ge­
eden bir tekniktir. Örneğin iki gruplu bir deney­ çerliğini belirlemek oldukça güçtür. Örneğin, bir
de, bir bozuk para ile her bir katılımcı için yazı kişinin psikolojik bir deneye katıldığını bilmesi
tura atılabilir. Para tura gelirse o katılımcı birinci sıklıkla davranışı değiştirir ve böylelikle labo­
gruba, yazı gelirse diğer gruba atanır. Bu işlem ratuvarda, doğal çevrede kendiliğinden ortaya
yolu, tedaviden sonraki gruplar arası farkların, çıkmayan sonuçlar üretilebilir. Çok defa labora­
gerçek deneysel etkilerden çok örneklemlerdeki tuvar hayvanları (örneğin sıçanlar) ile yapılan
tedavi öncesi farklılıkları yansıtma olasılığını en araştırmalardan elde edilen sonuçlar insanla­
aza indirir. Pennebaker’ın araştırmasında daha ra genellenir. Bu gibi genellemeler risk taşırlar,
önce de belirtildiği gibi seçkisiz atama kullanıl­ çünkü Hommo sapiens (insan) ile Rattus nor-
mıştır. vegicus (sıçan) arasında çok büyük farklılıklar
Hem kontrol grubu hem de seçkisiz atama vardır. Dış geçerlik sorunlarını tam anlamıyla
kullanılsa bile bir araştırmanın sonuçları hala ele alacak yeterli bir yol olmadığı için, araştır­
geçersiz olabilir. Ek bir hata kaynağı da araş­ macılar bulguları hakkında iddia ettikleri genel­
tırmacının ya da gözlemcinin potansiyel yanlılık lemelerin derecesi konusunda dikkatli olmak
etkisidir (Rosenthal, 1966). Araştırmacı üstü ör­ zorundadırlar. Yapılabilecek en iyi şey, yeni dü­
tülü bir şekilde katılımcıları, beklediği ya da arzu zenlemeler ve yeni katılımcılar ile benzer çalış­
ettiği tepkileri verecekleri yönde değişimleyebi­ malar yapmaktır. Böylece bir bulgunun sınırları
lir. Bu etkinin sonuçlara nüfuz etmesi şüpheli ya da genel geçerliği belirlenebilir.
olmasına rağmen araştırmacı, sonuçlar kendi
bekletilerinden etkilenecek korkusuyla tetikte ol­ BENZEŞİK DENEYLER
malıdır. Bu tip bir yanlılıktan kaçınmak için, pek Deneysel yöntem, en çok neden sonuç iliş­
çok çalışmada çift körlemesine işlem (double- kilerini belirlemesi hakkında konuşularak yar­
blind procedure) kullanılmaktadır. Örneğin, iki gılanır. Tedavilerin psikopatolojiler üzerindeki
ilacın tedavi etkisini karşılaştıran bir araştırma­ etkililikleri, genellikle deneysel yöntem aracılı­
da, hapları veren kişi ilacın gerçek içeriği hak­ ğıyla değerlendirilir. Bu yöntem, bir terapinin ya­
kında bilgisiz bırakılmış (yani kör), diğer taraftan şanan sorunu azaltıp azaltmadığını belirlemek
katılımcı da kendine uygulanan tedavi hakkında için güçlü bir araç sağlar. Bununla birlikte daha
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 119
√√

önce de belirttiğimiz gibi, bu yöntem anormal değerini biçmenin anahtarı, gerçek hayatta kar­
davranışın nedenlerini araştırmak için çok az şılaşılabilecek bir yaşantının yansıması olarak
kullanılır. Farz edelim ki bir araştırmacı, çocuğun bağımsız değişkenin, klinik bir sorunun bir ben­
duygusal yüklülüğünün ve annesiyle aşırı ba­ zeşiği olarak da bağımlı değişkenin geçerliğin­
ğımlı bir ilişkisinin olmasının, genellenmiş kaygı de yatmaktadır. Laboratuvarda karşılaşılan bir
bozukluğuna neden olduğunu varsaymaktadır. stresör, doğal ortamda varolanla temel olarak
Bu varsayımın deneysel olarak sınanması, be­ aynı mıdır? Kaygı ya da depresyondaki geçici
beklerin seçkisiz olarak iki grup anneden birine artmalar, klinikteki karşılıklarının uygun birer
atanmalarını gerektirecektir! Birinci grupdaki benzeşikleri midir? Bu gibi deneylerin sonuçla­
anneler, aşırı duygusal bir atmosfer yaratabil­ rı büyük bir dikkatle değerlendirilmeli ve özenle
melerini ve çocukta aşırı bağımlılık gelişmesini genellenmelidir. Diğer taraftan bu araştırmalar,
sağlayabilmelerini garanti edecek kapsamlı bir psikopatolojilerin kaynakları ile ilgili değerli var­
eğitim programına sokulacaktır. İkinci grupdaki sayımlar sağlarlar.
anneler ise, bakımları altındaki çocuklarda bu Diğer bir benzeşik çalışma türünde, katılım­
gibi bir ilişki yaratmayacak şekilde eğitilecektir. cılar seçilir. Çünkü belirli bir tanı verilen hasta­
Bundan sonra araştırmacı, her grupdaki bireyler lara benzerlik gösterdikleri düşünülür. Örneğin,
yetişkinliğe erişinceye kadar bekleyecek ve kaç araştırmaların çok büyük bir bölümü, çalışma
tanesinin genellenmiş kaygı bozukluğu geliştir­ için seçilen üniversite öğrencileriyle yapılır.
diğini belirleyecektir. Açıkça görülmektedir ki bu Çünkü bunların, kaygı ya da depresyon ölçen
gibi deneysel desenler, aşılması mümkün ol­ bir ölçekten aldıkları puanlar yüksektir. Burada­
mayan uygulama sorunları içermektedir. Fakat ki soru, bu kaygılı ya da depresif öğrencilerin,
bizi, uygulamayla ilgili sorunlardan daha fazla il­ kaygı bozukluğu veya major depresyonu olan
gilendirmesi gereken bir takım ilkeler vardır. Ör­ kişilerin uygun benzeşikleri olup olmadıklarıdır.
neğin, bu gibi bir deneyin etik yönlerini bir düşü­ Bu sorunu barındıran bazı araştırmalar 10. Bö­
nün. Bir kişinin annesiyle yaşadığı aşırı bağımlı lümde tartışılmaktadır. Deneylerin, bir benzeşim
ilişkinin yaygın kaygı bozukluğuna yol açtığını olarak nitelenip nitelenmemesi deneyin kendi­
kanıtlamanın bilimsel olarak bize kazandıracağı sinden çok, onu ne için kullanacağımıza bağlı­
olası faydalar, bu türden bir deney yapıldığında dır. Beyaz bir sıçanda kaçınma davranışını çok
katılımcılara yaşatılacak sıkıntılardan daha mı dakik bir şekilde çalışabiliriz. Eğer tartışmaları­
ağır basacaktır? Pek çok kişi böyle olmadığını Harlow’un ünlü benzeşik araştırması, bebek maymunlarda
düşünmektedir. (etik sorunlar 20. Bölümde ay­ anneden erken ayrılmanın etkilerini araştırmıştır. Daha
rıntılı olarak ele alınacaktır.) sonra ortaya çıkacak duygusal rahatsızlıkları ve depresyonu
önlemede elbise giydirilmiş yapay anne bile hiç olmamasından
Anormal davranışın nedenleri üzerindeki bir daha iyidir.
araştırma, deneysel yöntemin gücünün sağladı­
ğı avantajları elden bırakmamak için, bazen bir
benzeşik deney (analogue experi- ment) biçi­
mini alabilir. Araştırmacılar daha güçlü bir çalış­
ma için, ilişkili bir olguyu, yani bir benzeşiği la­
boratuvara taşımaya çalışırlar. Böylece gerçek
bir deney düzenlenebilir ve dolayısıyla neden
sonuç terimleriyle değerlendirilebilecek sonuç­
lar elde edilebilir. Fakat bu sefer de dış geçerlik
sorunu artabilir, çünkü araştırmacının ilgilendiği
gerçek olgu çalışılmamış olur. Benzeşik çalış­
maların bir tipinde, davranış deneysel değişim­
lemeler sayesinde geçici olarak anormal hale
getirilir. Örneğin, laktat alımı bir panik atak orta­
ya çıkarabilir, hipnotik telkin körlük oluşturabilir,
öz saygıya zarar vermek kaygı ve depresyonu
arttırabilir. Eğer patoloji bu gibi değişimlemeler­
le deneysel olarak oluşturulabiliyorsa, o zaman
doğal ortamda varolan o aynı süreç, ilgili bo­
zukluğun bir nedeni olabilir. Bu gibi çalışmaların
120 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

mızı farelerin davranışları çerçevesinde sınırlar­ taydı. İnsanlara yapışmakta, kollarını onlara do­
sak, o zaman böyle çalışmalardan topladığımız lamakta ve kucaklarına oturup kalmaktaydı. Bu
veri benzeşik bir veri olmaz. Ancak bu veriler­ duygusal davranışları araştırmacılara deneysel
den yorumlar çıkarıp onları diğer olgulara, örne­ bir tedavi için fikir verdi.1
ğin insanlardaki kaygı durumuna uyguladığımız Bahsedilen çalışma yirmi gün sürmüştü. İlk
zaman, bunlar benzeşik veriye dönüşürler. beş günlük dönemde Sam’in kendini yarala­
Bu kitapta ele aldığımız hayvan deneylerinin yıcı davranışları gözlendi ve kaydedildi. Daha
bazıları doğası itibariyle benzeşiktir. Örneğin 2. sonraki beş günde yetişkin olan iki araştırmacı
Bölümde, insanlardaki kaygı kuramlarını formü­ Sam’i yanlarına alarak kampüsün çevresinde
le etme konusunda çok yardımcı olan, sıçanlar­ kısa yürüyüşler yaptılar. Bu yürüyüşler boyun­
daki kaçınma öğrenmesi üzerine araştırmaları ca onunla sohbet ettiler ve sürekli elini tuttular.
anlatmıştık. Beyaz sıçanların korku tepkileri ile Yetişkinler Sam’in her kendini yaralayıcı davra­
insanlardaki kaygıyı birbiriyle ilişkilendirmeye nışına, hemen elini bırakarak yanıt verdiler. O
çalıştığımız zaman bir benzeşimden bahsetti­ davranışını durdurup bunun üzerinden 3 daki­
ğimizi akılda tutmakta yarar vardır. Fakat aynı ka geçinceye kadar tekrar elini tutmadılar. Bu
zamanda, insan davranışını çalışırken benzeşik arada kendini yaralayıcı davranışlarının sıklığı
araştırmalar tümden değersizdir gibi bir fikre de yeniden kaydedildi. Deneyin bundan sonraki
kapılmamak gerekir. İnsanoğlu ile diğer meme­ bölümünde, araştırmacılar ilk beş günkü işlem­
liler pek çok önemli boyutta birbirlerinden fark­ lerin tersini yaptılar. Yürüyüşler yapılmadı ve
lılıklar göstermelerine rağmen, bu durum bizi, Sam’in kendine zarar veren davranışları tekrar
hayvan araştırmalarından türetilmiş davranış ortaya çıktı. Daha sonraki beş günde ise araş­
ilkelerinin insan davranışlarıyla alakasız olması tırmacılar deneysel işlemleri tekrar uyguladılar.
gerektiği sonucuna götürmez. Bu müdahale sonucunda istenmeyen davranış­
larda çarpıcı bir azalma ortaya çıktı. Bu durum
TEK DENEKLİ DENEYSEL ARAŞTIRMA Şekil 5.4’de gösterilmektedir. Bu deneydeki gibi
Deneyler her zaman insan grupları ile yapıl­ desenler genellikle tersine çevirme deseni
maz. Tek denekli deneysel desenlerde, her (reversal) ya da ABAB deseni olarak adlandı­
araştırmada bir kişiyle çalışılır ve denekler deği­ rılır. Bu desende deneğin davranışlarının belli
şimlenen bir değişkene maruz bırakılırlar. yönleri, belli bir dönem boyunca, temel düzey
Tek deneğe dayanan bu strateji, daha önce (A); bir müdahalenin uygulandığı dönem boyun­
tartıştığımız araştırma deseni ilkelerinin çoğuna ca (B); temel düzey dönemindeki duruma geri
aykırı gibi görünmektedir. Vaka çalışmasında dönüldüğü dönem boyunca (A); ve son olarak
olduğu gibi bu desende de tek bir deneği karşı­ deneysel değişimlemenin yeniden oluşturuldu­
laştırabileceğimiz bir kontrol grubu yoktur. Buna ğu dönem boyunca (B) dikkatlice ölçülür. Eğer
ek olarak, bulgular davranışı incelenen kişinin deneysel dönemdeki davranış, temel düzey
benzersiz bir özelliği ile ilişkili olabileceği için dönemindeki davranıştan farklı ise, deneysel
genelleme yapmak zordur. Bu nedenle tek bir olarak değişimlenen durumlar ters çevrildiğinde
kişi ile çalışmak, en az düzeyde iç veya dış ge­ eski haline dönüyorsa, deneysel müdahale bir
çerliği olan verileri üretiyormuş gibi görünmek­ kez daha verildiğinde tekrar tersine dönüyorsa,
tedir. Bununla birlikte tek bir denekle deneysel o zaman meydana gelen değişmeye şans ya
olarak çalışma, bazı amaçlar için etkili bir araş­ da kontrol edilmeyen faktörlerden çok, yapılan
tırma tekniği olabilir (Hersen & Barlow, 1976). değişimlemenin neden olduğu hakkında çok az
Tate ve Baroff’un (1966), Sam adındaki 9 ya­ kuşkumuz kalır.
şında bir çocuğun kendini yaralayıcı davranışla­ Bunlarla birlikte, deneyin başlangıcındaki
rını azaltmak için geliştirdikleri yöntem, bize bu durumlar her zaman yeniden oluşturulamadığı
konuda bir örnek teşkil edebilir. Bu çocuk, yere için, tersine çevirme deseni de her zaman kulla­
kafa üstü atlamak, başını duvarlara toslamak, nılamamaktadır. Örneğin deneysel muamelenin
elleriyle yüzünü tokatlamak, kendine tekme at­ 1
Deneysel sıfatının bu bağlam içinde kullanılması, bizi kelimenin iki farklı
mak gibi geniş bir kendini yaralama davranışı anlamı arasında bir ayırım yapmaya sevketmektedir. Ele aldığımız araştırma
yöntemlerinde kullanıldığında bu sıfat, bir değişkenin neden-sonuç ilişkisi
yalpazesine sahipti. Bu kendini yaralayıcı dav­ çıkarsamamıza izin veren değişimlenme işlemine atıfta bulunmaktadır. Fakat
ranışlarına rağmen, Sam bütünüyle bir anti­ burada bu kelime, etkisi bilinmeyen ya da çok zayıf bir şekilde anlaşılabilen bir
müdahaleyi kastetmektedir. Böylelikle, örneğin deneysel bir ilaç, hakkında görece
sosyal değildi. Aslına bakılırsa diğer insanlarla az şey bildiğimiz bir şeydir. Buna rağmen böyle bir ilaç, korelasyonel bir desende
temasa geçmekten bariz bir şekilde hoşlanmak­ gayet güzel bir şekilde kullanılabilir ya da bir vaka çalışmasında sunulabilir.
ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 121
√√

10.0 de, birbirleriyle ortak özellikleri olmayan iki (ya


Kendini yaralama davranışının sıklığı, dakika başına düşen davranış miktarı

9.0
da daha fazla sayıdaki) farklı nüfustan gelen de­
nekler, birer deney koşuluna atanırlar. İki farklı
8.0 tipteki nüfus (evren), örneğin şizofren hastalar
7.0
ile fobik hastalar, bir sınıflayıcı değişken teşkil
ederler. Yani şizofreni ve fobi değişkenleri araş­
6.0 tırmacı tarafından değişimlenmemiş veya ya­
ratılmamışlardır. Bu değişkenler değişimlenen
5.0
koşullarla, yani gerçek deneysel değişkenlerle,
4.0 yalnızca ilişki gösterebilirler.
Bir karışık desenin nasıl uygulandığını gös­
3.0
terebilmek için, üç tip terapi çeşidinin (deney­
2.0 sel değişken), hastalıklarının şiddetine göre iki
gruba ayrılmış hastalar (sınıflayıcı değişken)
1.0
üzerindeki etkililiklerini çalışan bir araştırma
1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5 1 2 3 4 5
düşünelim. Buradaki soru, tedavilerin etkililik­
Temel Düzey (A) Tedavi (B) Tersine Çevirme (A) Tedavi (B) lerinin hastalığın şiddetine göre değişip değiş­
Şekil 5.4 Kendini yaralama davranışlarına yönelik olarak, mediğidir. Böyle bir çalışmanın varsayımsal so­
ABAB tek denekli desenin kullanıldığı bir deney içerisinde
verilen bir tedavinin sonuçları. Tedaviye başlandığında (B).
nuçları Şekil 5.5’te gösterilmektedir. Şekil 5.5b,
tedavi kesildiğinde (A) ve son olarak tekrar tedavi verildiğinde hastalar sorunlarının şiddetine göre iki gruba
(B) problem davranıştaki hızlı değişmelere dikkat ediniz. ayrıldıklarında elde edilen sonuçları göstermek­
amacının kalıcı değişiklikler yaratmak olduğu tedir. Şekil.5.5a ise hastalar şiddetli ve daha az
durumlarda olduğu gibi. Söz gelimi tüm terapa­ şiddetli olarak ayrılmadan çıkartılan sonuçları
tik müdahalelerin hedefi budur. Ayrıca, terapa­ göstermektedir. Bütün hastalar bir grup olarak
tik işlemlerle ilgili çalışmalarda deneğin ya da birleştirildiğinde en fazla iyileşmeyi 3. tedavi
hastanın yeniden başlangıçtaki durumuna dön­ sağlamaktadır. Böylece eğer elde hastaların
dürülmesi, genellikle etik olmayan bir durum farklı özellikleri hakkında bir bilgi yoksa 3. tedavi
olarak kabul edilmektedir. Pek çok terapist, sırf tercih edilecektir. Ancak hastaların sorunlarının
bir takım terapilerin bazı davranışların değiştiril­ şiddeti hesaba katıldığı zaman, 3. tedavi artık
mesinde etkili olduğunu kanıtlamak için yardım hastaların hiç biri için tercih edilen bir terapi ol­
arayan bir hastanın davranışlarını eski haline mamaktadır. Bunun yerine Şekil 5.5b’ye bakar­
döndürecek şekilde hareket etmeyi kesinlik­ sak, hastalığının şiddeti daha az olan kişilerde
le istememektedir. Neyse ki böyle durumlarda 1. tedavi, hastalığının şiddeti daha fazla olan
diğer tek denekli desenler kullanılmakta ve bu kişilerde ise 2. tedavi seçilecektir. Böylelikle bir
gibi sorunların önüne geçilmektedir. karışık desen, hangi tedavinin hangi grupta en
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi tek denekli Şekil 5.5 Belirtilerin şiddetinin derecesine göre ayrılan
bir deney deseni, bir etkiyi göstermiş olsa bile, hastalarda üç farklı tedavinin sonuçları. (a) Hastalığın şiddetinin
bilinmediği ve hastalar birlikte gruplandığı zaman, 3 numaralı
genelleme yapmak çoğunlukla mümkün de­ tedavi en iyi gibi görünmektedir, (b) Hastalar şiddete göre
ğildir. Bir tedavinin tek bir kişide işe yaraması, bölünüp, (a)’daki veriler tekrar analiz edilmiştir. Bu durumda 3
onun herkes için etkili olacağı anlamına gelmek nolu tedavi artık hiç bir hasta için en iyi tedavi değildir.
zorunda değildir. Bir araştırmanın temel konu­ Birleştirilmiş
Grup
Hastalığı şiddetli
olan grup
Hastalığı daha
hafif olan grup
su daha geniş ölçüde kabul görecek bir tedaviyi 10 10
araştırmaksa, bu durumda tek denekli desenin 9 9
ciddi sakıncaları vardır. Bununla birlikte, bu 8 8
yöntem gruplarla yapılacak geniş ölçekli araş­ 7 7
İyileşme Miktarı

tırmalara gerek olup olmadığına karar verme 6 6


5 5
konusunda yardımcı olabilir. 4 4
3 3
KARIŞIK DESENLER 2 2
1 1
Karışık desen olarak adlandırılan desenler 0 0
1 2 3 1 2 3
içerisinde, deneysel ve korelatif araştırma tek­ Tedavi Tedavi
nikleri bir arada kullanılabilir. Bir karışık desen- (a) (b)
122 √√ BÖLÜM 5 - ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

iyi sonucu verdiğini bize gösterebilmektedir. nebiliriz. Şizofrenik hastalar duyguları tanımak­
Karışık desenlerin sonuçlarını değerlendirir­ ta yetersiz olabilirler ve bu onların zayıf sosyal
ken, değişkenlerden birinin (örneğimizdeki has­ becerilerinin önemli bir bileşeni olabilir. Bu ko­
talığın şiddeti gibi) değişimlenmediğini, bunun nudaki bir olasılık, şizofrenik hastaların duygu­
yerine o değişkenin bir sınıflayıcı değişken ya sal ipuçlarını işlemekte özgül bir eksikliklerinin
da korelasyonel değişken olduğunu daima akıl­ olduğudur. Fakat başka bir olasılık da, duygula­
da tutmak zorundayız. Bu nedenle daha önce rı algılamadaki bu eksikliğin aslında bilgi işleme
korelasyonel yöntemleri değerlendirirken belirt­ sürecinde daha genel bir eksikliği yansıttığıdır.
tiğimiz sorunlar, özellikle de üçüncü değişkenle­ Kerr ve Neale (1993) bu konuyu araştırmak
rin olası etkileri, karışık desenlerin sonuçlarını için duyguların yüz ifadelerine ve sese yansıyan
değerlendirirken de ortaya çıkmaktadır. gösterimlerini doğru algılama becerisini sınayan
Değişimlenen, özellikle de birden fazla düze­ testler geliştirdiler ve bunları şizofrenik hasta­
yi olan bir değişkenin, olaya dâhil edilmesi bir lara ve normallere uyguladılar. Beklendiği gibi
takım avantajlar sağlamaktadır. Maher (1974)
şizofrenik hastaların performansı önemli düzey­
bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Diyelim ki
de bozuk çıktı. Kerr ve Neale, bunun özgül bir
‘öküzler Worcester kraliyet çinisini kırmaya yö­
eksiklik olup olmadığını görmek için deneklerin
nelik büyük bir arzuya sahiptirler’ diye bir hipo­
yüz ifadelerini (duygusal ifadelere aldırmama)
tezimiz var. Bundan yola çıkarak bir dükkânı bu
ve konuşmadaki sesleri tanıma becerilerini de
çinilerle dolduralım ve öküzleri de içeri salalım,
test ettiler. Şizofrenik hastaların bu testteki per­
sonra da çıkan arbedeyi seyredelim. Hipotezi­
formansları da yine diğer testlerdeki kadar kötü
miz beklendiği üzere doğrulanacaktır özellikle
de kontrol grubumuzu farelerden oluşturmuş­ çıktı. Sonuç olarak şizofrenik hastalar aslında
sak” (s. 2). Maher şunu da işaret ederek devam duyguları tanıma konusunda eksiklik yaşama­
etmektedir; “nasıl öküzler herhangi bir cins çi­ larına rağmen, bu özgül bir eksiklik değildir ve
niyi kırmaya yatkın iseler, hastalar da pek çok daha yaygın bir bozulmayı yansıtır.
görevde başarısız olmaya yatkındırlar.” Diğer Anormal psikolojisinin temel araştırma yön­
bir ifadeyle, basit bir eksikliği (deficit) göstermek temleri hakkındaki incelememiz burada tamam­
bize çok az özgül bilgi sağlayacaktır, çünkü kötü lanmış bulunmaktadır. Açıkça görülmektedir ki
performans pek çok faktör yüzünden ortaya çı­ psikopatoloji ve terapinin sırlarını kolayca ortaya
kabilir. Bununla birlikte, farklılık yaratan bir ek­ çıkaracak mükemmel bir yöntem bulunmamak­
siklik, belli bir rakip hipotezin devre dışı bırakıl­ tadır. Bundan sonraki bölümlerde amaçladığı­
masını sağlamaktadır. mız, çeşitli yöntemler kullanılarak düzenlenmiş
Şizofrenik hastaların, duyguların yüz ifade­ araştırmalardan toplanan bilgileri birleştirmeye
lerine ve sese yansıyan gösterimlerini doğru çalışmak ve bu sonuçları bilgi birikimimizi artır­
okuma becerilerini çalışan bir araştırma düşü­ mak için kullanmaktır.

ÖZET
Bilim, üzerinde fikir birliği sağlanmış bir problem çözme girişimini yansıtmaktadır. Bilim, sistematik
bir bilgi yapısı kurmak için özgül işlemler aracılığıyla veri toplar ve değerlendirir. Bilimsel ifadeler şu
özelliklere sahip olmalıdırlar: herkese açık bir ortamda sınanabilmelidirler; onları yanlışlayabilecek
testlere tabi tutulmalı, güvenilir gözlemlerden türetilmelidirler; ve gözlenemeyen süreçlere atıfta bu­
lunabilmelerine rağmen, bunlardan çıkarsanan kavramlar gözlenebilir ve ölçülebilir olaylarla ya da
sonuçlarla bağlantılı olmalıdır.
Şunu akılda tutmak önemlidir; veri toplamak ve sonuçlara varmak için bilim adamlarının kullandığı
pek çok yöntem vardır. Klinik vaka çalışmaları psikopatoloji alanında emsalsiz ve önemli işlevlere
sahiptir. Örneğin, çok ender görülen olguları kendi karmaşıklığı içerisinde etkin bir şekilde çalışma­
mıza olanak verir. Ayrıca vaka çalışmaları, kontrollü araştırmalarla test edilebilecek hipotezler oluştu­
rulmasına da katkıda bulunurlar. Bütün bunlara rağmen, elde edilen veriler geçersiz olabilirler ve bir
kuramın geçerli olduğuna kanıt sağlamada sınırlı bir değere sahiptirler. Epidemiyolojik araştırmalar
hastalıkların önlenmesi ve hastalık olasılığını arttıran risk faktörleri hakkında bilgi sağlarlar.
Korelasyonel yöntemler, anormal davranışın nedenleri üzerinde çalışan, tanıların değişimlenen
değişkenler değil de sınıflayıcı değişkenler olduğu araştırmalar için en önemli araçtırlar. Korelas­
ANAHTAR SÖZCÜKLER 123
√√

yonel çalışmalardaki istatistiksel işlemler, iki ya da daha fazla değişkenin ne derece birbiriyle ilişkili
olduğunu veya birlikte değiştiğini belirlememize olanak sağlarlar. Hemen hemen bütün korelasyonel
çalışmalarda elde edilen sonuçlar, böyle değerlendirme konusunda güçlü bir eğilim olmasına rağ­
men neden-sonuç terimleriyle değerlendirilemezler. Bu zorluğu yaratan, üçüncü değişken ve ilişkinin
yönü sorunlarıdır.
Deneysel yöntem, bağımsız değişkenlerin değişimlenmesini ve bunların bağımlı değişken üzerin­
deki etkilerinin dikkatlice ölçülmesini gerektirir. Bir deney, sınanacak bir hipotezle işe başlar. Bu hi­
potez, belli bir bağımsız değişkenin değişimlenmesinin, belli bir bağımlı değişkenin belirli bir şekilde
değişmesine neden olacağı şeklindedir. Katılımcılar genellikle iki gruptan bir tanesine atanırlar: ba­
ğımsız değişkenin değişimlendiği bir deney grubu ve bu işlemin olmadığı kontrol grubu. Eğer bağımlı
değişken üzerinde deney grubu ile kontrol grubu arasında farklar gözlenir ise, bağımsız değişkenin
bir etkiye sahip olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Deney ve kontrol grubundaki deneklerin bağımsız
değişken başlamadan önce birbirlerinden farklı olmadıklarından emin olmamız çok önemlidir. Bu
yüzden denekler gruplara seçkisiz olarak atanırlar. Hem katılımcının hem de deneğin kimin deney
kimin kontrol grubunda olduğunu bilmediği çift körlemesine işlemler, araştırmacının davranışlarının
ya da deneğin inanç ve beklentilerinin sonuçlar üzerinde yaratacağı yanlılıklardan kurtulmamıza yar­
dımcı olurlar. Tüm bu koşullar karşılanırsa deney iç geçerliğe sahip olur. Bulguların deney içerisinde
çalışılmayan durum ya da insanlara genellenip genellenemeyeceğini gösteren dış geçerlik yalnızca,
ilgilenilen asıl konu üzerinde, başka katılımcıların yer aldığı benzer deneylerin yapılması sayesinde
değerlendirilebilir.
Bir kişiye belli bir zaman dilimi boyunca farklı tedavilerin uygulandığı tek denekli deneysel desen­
ler (örneğin, terse çevrilmiş ya da ABAB deseni), iç geçerliği olan sonuçlar sağlarlar. Bununla birlikte
sonuçların genellenebilirliği her zaman sınırlıdır. Karışık desenler, deneysel ve korelasyonel yön­
temlerin bir bileşimidir. Örneğin, iki farklı hasta çeşidi (sınıflayıcı değişken) çeşitli tedavilere (deney
değişkeni) tabi tutulabilir.
Bir bilim neredeyse kendi yönteminden başka bir şey değildir. Anormal psikolojisini öğrenen kişiler
eğer kitabın bundan sonrasına konu olmuş araştırma ve kuramları uygun bir şekilde değerlendirmek
istiyorlarsa, bu alanın sahip olduğu araştırma yöntemlerinin güçlü yanlarının ve sınırlılıklarının far­
kında olmak zorundadırlar.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
bilim istatistiksel anlamlılık kontrol grubu
kuram sınıflayıcı değişkenler karıştırıcılar
vak’a çalışması ilişkinin yönü sorunu iç geçerlik
epidemiyoloji yüksek risk yöntemi seçkisiz atama
yaygınlık üçüncü değişken sorunu çift körlemesine işlem
görülme sıklığı deney dış geçerlik
risk faktörleri deneysel hipotez benzeşik deney
yaşam boyu yaygınlık oranı bağımsız değişken tek denekli deneysel desen
korelasyonel yöntem bağımlı değişken tersine çevrilmiş (ABAB) desen
korelasyon katsayısı deneysel etki karışık desen
KISIM II
PSİKOLOJİK
BOZUKLUKLAR
6

Sandy Skoglund, “Mikroplar,


mikroplar her yerdeler”,
© 1984

KAYGI BOZUKLUKLARI
Çeviri: Prof. Dr. Işık Savaşır

FOBİLER OBSESIF-KOMPULSIF BOZUKLUK


Özgül Fobiler Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Etiyolojisi
Sosyal Fobiler Obsesif-Kompulsif Bozukluğunun Tedavileri
Fobilerin Etiyolojisi TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
Fobilerin Tedavisi Travma Sonrası Stres Bozukluğunun
PANİK BOZUKLUK Etiyolojisi
Panik Bozukluğun Etiyolojisi Travma Sonrası Stres Bozukluğunun
Panik Bozukluk ve Agorafobiye Tedavileri
Yönelik Terapiler ÖZET
GENELLENMİŞ KAYGI BOZUKLUĞU
Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun
Etiyolojisi Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun
Tedavisi
128 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

cak şekilde psikanalitik kuramla bağ­daştırmıştır.


Kendinizi dokuz yaşında, diğerlerinden biraz daha DSM-ll’de nevroz formları içinde kapsanan dav­
kısa boylu ve biraz daha çelimsiz, biraz utangaç, saldır- ranışlar çok çeşitliydi. Bunlar; fobilerdeki korku
gan olmayan, küçük bir çocuk olarak, uysal, ağırbaşlı ve kaçınma, kompulsiflerde gözlenen bir dav­
biri olarak ve haftada üç kez, her Pazartesi, Çarşamba ve
ranışın tekrar tekrar yapılması­na yönelik karşı
Cuma günü, birilerinin bir yerlerde yeniden uyanacağına
dair insanın içini ısıtan hiçbir umut olmaksızın, güneşin konulmaz arzu, konversiyon histerisinde gözle­
batıp gökyüzünün kararması ve yerkürenin karanlıklara nen felçler gibi nörolojik belir­tileri içermekteydi.
bulanması, cansızlaşıp ürkütücü bir hale gelmesi kadar Birbirinden bu kadar farklı problemler nasıl olur
düzenli ve kaçınılmaz bir biçimde Forgione adında siz- da tek bir kategoride toplanabilir? Nevrozların
den yaşça daha büyük, daha kalıplı ve çok daha yapılı bir psikanalitik kuramına göre, gözlenen belirtiler
vücudu olan, kıllı, sert kaslı, geniş göğüslü ve karşılaşma- farklı olmasına karşın, bastırılmış kaygı tüm
ya hiç cesaret edemeyeceğiniz derecede yırtıcı, karanlık
nevrotik durumların altın­da yatan neden olarak
göz­leri olan, yardımcısının adını sormadığınız ya da hiç
hatır­layamadığınız, üstelik sizi beğenmemiş veya onayla- algılanmaktaydı.
mamış gibi görünen, bir kalıp gibi et ve kemikten oluşan Uzun yıllardan sonra pek çok psikopatolog,
bir figür kadar sert ve acımasız bir ifadesi olan, lekesiz, tanısal kategori olarak bir şey ifade etmeyecek
dar ve sık, beyaz bir giysi ya da lacivert tişörtler giyen, kadar geniş olan nevroz kavramını sorgula­maya
korkutucu bir görünüme sahip, güçlü, geniş omuzlu bir başladılar. Ayrıca, nevrotik olarak sınıflandırılan
adamın demirden gözetiminde, bir kasvetin içinde bulmak hastaların benzer problemler ya da belirti küme­
nasıl bir şey olurdu sizce? O size istediği her şeyi yapa-
lerini paylaştıklarına dair araştır­ma verileri de
bilirdi. Bana istediği her şeyi yapabilirdi. (Heller, 1966,
bulunmamaktaydı1. DSM-lll’le başlayarak DSM-
s. 236)
IV’de eski nevroz kategorileri yeni, daha belirgin
tanısal sınıflara dağıtılmıştır. Bunlardan biri, bu
Joseph Heller’in “Bir Şeyler Oldu” adlı ikinci
bölümün konusu olan kaygı bozuklukları, diğer­
romanından aktarılan bu alıntı, iki günde bir sert
leri ise Bölüm 7’de kapsanan somatoform ve
beden eğitimi hocasıyla karşılaşmak zorunda
dissosiyatif bozukluklardır.
olan, dehşet içinde ve çaresiz dokuz yaşında­
Büyük bir olasılıkla pek çok kişi, altta yatan
ki bir erkek çocuğunu tanımlamaktadır. En az
kaygıya bağlı olduğu düşünülen bozuk davra­
onun kadar korkan babasının da anlattığı gibi,
nışları tartışırken geniş, tanımlayıcı bir etiket
çocuk, zorla gitmek durumunda olduğu, kaça­
olarak nevroz tanısını kullanmaya devam ede­
madığı ve hiçbir şekilde karşılayamaya­cağını
cektir. Bu terim, günlük dilimizin bir parçası ol­
düşündüğü taleplerde bulunan beden eğitimi
muştur ve bu kitapta da kullanılmaktadır. Unu­
dersiyle ilgili aşırı derecede kaygılıdır. Bir kez
daha, zeki bir yazar, hepimizin yaşadığı önemli tulmaması gereken önemli nokta, tanı gerektiği
bir duygunun fenomonolojisini -doğru­dan dene­ zaman bu terimin yeterli olmamasıdır. Böylece,
yimini- yakalamıştır. bu ve takip eden bölümde tartış­malarımız yeni
Anormal psikoloji içinde, kaygı, yani korku sınıflandırmaya göre olacaktır.
ve endişe duygusu kadar hepimize temas eden Kaygı bozukluğu tanısı, kişisel olarak ya­
başka bir konu yoktur. Bu duygu durum birçok şanan kaygının bulunduğu durumlarda konur.
psikopatolojide ortaya çıkabilir ve bu bölümde­ki DSM-IV’de altı temel kategori vardır: Fobiler,
bozuklukların temel boyutunu oluşturmak­tadır. panik bozukluk, genellenmiş kaygı bozukluğu,
Kaygı, normal insanların psikolojisinde de önem­ obsesif-kompulsif bozukluk, travma sonrası
li bir rol oynamaktadır. Pek azımız her­hangi bir stres bozukluğu ve akut stres bozuk­luğu. Çoğu
haftayı korku ya da kaygı olarak tanımlayabile­ zaman bir kaygı bozukluğu olan kişi başka bir
ceğimiz bir duyguyu yaşamadan geçirmişizdir. bozukluğun tanısal ölçütlerini de karşılar. Bu
Ancak, normallerin daha kısa süreli yaşadıkları duruma, birlikte görülme (komorbidite) den­
kaygı, kaygı bozukluğu olan kişilerinkiyle süre mektedir. Kaygı bozukluklarındaki birlikte görül­
olarak da, şiddet olarak da karşılaştırılamaz. me iki nedene dayanır. Birincisi, bu kategoriye
Bu ve takip eden bölümlerde tartışılan bo­ giren belirtilerin özgül olmamasıdır. Örneğin,
zukluklar, oldukça uzun bir zaman gerçekdışı 1
Birçok biçimde nevroz terimi, yine günlük sözcük dağarcığımızın bir parçası olan
ve DSM-II’de göze çarpan, geniş bir kullanım temeli olan diğer bir terime, psikoza
kaygı ve ilişkili sorunlarla tanımlanan geniş bir göre daha hoş bir etiket görevi görmektedir. DSM IV’teki belirli tanılar -şizofreni
bozukluk grubu, yani nevroz formları olarak ve paranoid bozukluklarla bazı duygu-durum bozukluklar- genelde bu şekilde
gruplandırılmamakla birlikte psikoz olarak kabul edilmekledir. Psikozu olan
kabul edilmiştir. Bu tanı grubu, Freud’un hasta­ bireyler genellikle aşırı zihinsel huzursuzluk yaşarlar ve gerçeklikle bağlantıyı
larıyla yaptığı klinik çalışmalar sonucunda kav­ yitirmişlerdir. Halüsinasyonları ve delüzyonları - bir çarpıtma ve imkânsızlıklar
karmaşası olan, ancak birey tarafından sağlam bir şekilde kabul edilen yanlış
ramsallaştırılmıştır, dolayısıyla koparılamaya­ algılar ve sıradan gerekliliklerini bile karşılamayı çoğu kez başaramazlar.
FOBİLER 129
√√

Yükseklik korkusu ve kaçınma özgül fobi


olarak sınıflandırılır. Diğer özgül fobiler
hayvanlardan, enjeksiyondan ve kapalı
mekânlardan duyulan korkuyu içerir.

kaygının somatik belirtileri (terleme, hızlı kalp klostrofobi, kapalı yerlerden korkma; agorafobi,
atışı) panik bozukluk, genellenmiş kaygı bo­ açık yerlerden korkma; akrofobi, yüksek yerler­
zukluğu ve travma sonrası stres bozukluğunda den korkmadır. Daha az rastlanan fobilere de
tanı ölçütlerinden biridir. İkinci olarak, kaygı bo­ Yunanca’dan türetilen isimler verilmiştir, örne­
zukluklarına yol açan patojenik süreçlerle ilgili ğin, ergosofobi, yazı yazma korkusu; pnigofobi,
yeni düşünceler başka bozuk­luklara da uygu­ boğulma korkusu; tafefobi, canlı gömülme kor­
lanmaktadır. Örneğin, karşılaşılan zorlukların kusu ve ister inanın ister inanmayın Anglofobi,
kontrol edilemeyeceği duygusunun hem fobiler İngiltere korkusu. Böyle anlaşılmayan büyük te­
hem de genellenmiş kaygı bozukluğu için ge­ rimler kullanıldığında, sanki bu problemin nasıl
çerli olabileceği öne sürülmüştür. Bu nedenle ortaya çıktığı ya da nasıl tedavi edilebileceğini
birlikte görülme bu ortak mekanizmaların yan­ biliyormuşuz kanısı doğmaktadır. Hâlbuki bu hiç
sıması olabilir. Şimdiye kadar kaygı bozukluk­ de doğru değildir. Anormal psikoloji alanındaki
ları kuramları tek bir bozukluğa odaklanmıştır. birçok konuda ol­duğu gibi, fobilerle ilgili kesin
Birlikte görülmeyi de içeren kuramların ortaya bulgulardan çok kuramlar ve teknik dil (jargon)
çıkması gelecekte ele alınacak bir sorundur. bulunmaktadır.
Şimdi, her bir kaygı bozukluğunun tanım­ Birçok özgül korku kişinin yaşamında teda­
layıcı özelliklerini, etiyoloji kuramlarını ve teda­ viyi gerektirecek kadar zorluk yaratmaz. Örne­
vilerini tartışacağız. ğin, eğer yılanlardan aşırı şekilde korkan bir kişi

FOBİLER Kalabalık agorafobik bireyi yoğun sıkıntıya sokma olasılığı


olan durumlardan biridir. Agorafobik birey sıklıkla kamuya açık
alanlarda panik atak geçirmekten korkar.
Psikologlar fobiyi, bir nesne ya da durumla
ilgili, tehlikeyle orantılı olmayan ve onu yaşayan
tarafından anlamsız olarak tanınan engelleyici,
korkunun aracılık ettiği kaçınma olarak tanım­
larlar. Ortada gerçek bir tehlikenin olmadığı ve
hayat akışını bozmaya yeterli bir rahatsızlığın
eşlik ettiği, yükseklik, kapalı yer, yılan ve örüm­
cekten kaynaklanan aşırı korkuya genellikle fobi
adı verilir.
Geçmiş yıllarda, gerçekdışı kaçınma örün­
tülerini adlandırmak için karmaşık terimler kul­
lanılmıştır. Her bir korku çeşidi için fobi keli­
mesinin önüne, o durum ve nesne ile ilgili eski
Yunanca kelimeler getirilmiştir. Fobi kelime­
si, düşmanlarını korkutan eski Yunan tanrısı
Phobos’tan gelmektedir. Diğer tanıdık isimler
130 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

büyük bir şehirde yaşıyorsa korkulan nesneyle SOSYAL FOBİLER


karşılaşma olasılığı çok az olacak, dolayısıyla
Bazen sosyal kaygı bozukluğu olarak anılan
da herhangi bir zorluk yaşamayacak­tır. Fobi
sosyal fobi, başkalarının varlığıyla ilgili mantık­lı
terimi genellikle, kişinin öznel bir sıkıntı ya da
olmayan, ısrarlı bir korkudur. Yaşamı çok sınır­
kaygıya bağlı olarak sosyal ya da mesleki işlev­
layıcı bir bozukluk olabilir. Fobik kişi genellikle
lerde bozulmalar yaşadığını vurgular
değerlendirilebileceği durumlardan kaçınmaya
İlginçtir ki, psikologlar kabullendikleri para­
çalışır ve kaygı belirtileri göstererek utangaç bir
digmaya göre fobilerin farklı taraflarına odak­
tutum sergiler. Topluluk karşısında konuşmak
lanırlar. Örneğin, psikanalistler fobinin içeri­
ğini vurgularlar. Onlar için bilinçdışı korkunun ve performans göstermek, dışarıda yemek ye­
sem­bolü olarak nesnenin içeriği çok önemlidir. mek, ortak tuvaletleri kullanmak ya da başkala­
Freud’un ünlü vaka hikayesi “küçük Hans” dışarı rının olduğu yerde herhangi bir iş yap­mak aşırı
çıkarsa atlarla karşılaşacağından kork­maktaydı kaygı doğurur.
(Odak 6.1’e bakınız). Freud, Hans’ın “atın ağ­ Sosyal fobiler, korkulan ya da kaçınılan du­
zının etrafındaki kara şeyler ve göz­lerinin et­ rumların dağılımına bağlı olarak genellenmiş ya
rafındakiler” ifadesine özellikle dikkat etmiştir. da özgül olabilir. Genellenmiş tipte olan kişi­lerde
Atın, Hans’ın bıyığı olan ve gözlük takan baba­ bunun başlangıcı ilk yaşlara kadar gider, ayrıca
sını temsil ettiği düşünülmüştür. Freud, baba­ bu kişilerde depresyon ve alkol kullanımı daha
dan korkunun atlardan korkuya dönüştüğünü çok görülür (Manuzza ve ark., 1995).
ve Hans’ın o nedenle atlardan kaçındığını ku­ Sosyal fobiler oldukça yaygındır; yaşam
ramsal olarak ileri sürmüştür. Bu çeşit sayısız boyu görülme sıklığı erkeklerde %11, kadınlar­
örnekler verilebilir; buradaki temel nokta psika­ da ise %15’tir (Kessler ve ark., 1994; Magee ve
nalistlerin, fobilerin içeriğinin önem­li sembolik ark., 1996). Sosyal fobilerin diğer bozukluklarla
değeri olduğuna inanmalarıdır. Diğer taraftan yüksek bir birlikte görülme oranı vardır ve çoğu
davranışçılar ise fobilerin içeriği­ni önemsemez­ kez genellenmiş kaygı bozukluğu, özgül fobi­
ler ve işlevine odaklanırlar; onlar için yükseklik ler, panik bozukluk ve çekingen kişilik bozuk­
korkusuyla yılan korkusunun gelişmesinde ve luğu ile birlikte oluşur (Jansen ve ark., 1994).
nasıl değiştirileceğinde farklılık yoktur. Tahmin edilebileceği gibi, başlangıcı, genellikle
Bütün bunları göz önünde tutarak şimdi iki sosyal farkındalık ve başka kişilerle etkileşimin
çeşit fobiye daha ayrıntılı bakalım: özgül fobiler kişinin yaşamında çok daha önemli olduğunun
ve sosyal fobiler. düşünüldüğü ergenlik süresince meydana gelir,
ancak daha sonra da tartışacağımız gibi, bu tip
ÖZGÜL FOBİLER korkular kimi zaman çocuklarda da görülebilir.
Özgül fobilerde olduğu gibi, sosyal fobiler de
Özgül fobiler belirli bir nesne ya da bir du­ kültürler arasında biraz değişiklik gösterebilir.
rumla karşılaşınca ya da karşılaşma beklen­tisi Örneğin, Japonya’da diğer insan­ları gücendir­
olduğu zaman ortaya çıkan asılsız korku­lardır.
Yaşam boyu görülme sıklığı erkeklerde %7, ka­ Fobide korkulan şeyin ne olduğu kültürden kültüre değişir.
Çin’de, Pa-leng yaşamı tehdit edecek şekilde vücut ısısını
dınlarda ise %16’dır. Özgül fobiler, Afrika köken­ kaybetmekten duyulan korkudur.
li Amerikalılarda beyazlardan daha yaygındır
(Kessler ve ark., 1994; Magee ve ark., 1996).
DSM-IV bu fobileri korkunun kaynağına göre
altbölümlere ayırmaktadır: kan ve enjek­siyonlar,
durumlar (örneğin, uçaklar, asansör­ler, kapalı
yerler), hayvanlar ve doğal çevre (örneğin, yük­
seklik, su). Bir fobide korkulan şey kültürler ara­
sında çeşitlilik gösterebilir. Örneğin, Çin’de Pa-
leng kişinin vücut ısısını yitirmenin hayatı tehdit
edici bir şey olabile­ceğinden endişelendiği bir
soğuk korkusudur. Bu korku, Çin’deki yin-yang
felsefesiyle ilişkili gibi görünmektedir; yin, yaşa­
mın soğuk, rüzgârlı, enerji-tüketen yönüdür. Bir
kültürde yaygın olan inançlar, insanların neler­
den korka­cağını belirler gibi görünmektedir.
FOBİLER 131
√√

Sosyal fobi, tipik olarak, ergenlikte


başlar ve akranlarla kurulan
arkadaşlık ilişkisini engeller.

me korkusu önemlidir, oysa ABD’de başkaları koruyacaklarına inanırlar. Ancak daha sonra et­
tarafından olumsuz bir biçimde değerlendirilme rafındakilerin, bunlar genellikle ana babadır, gü­
korkusu daha yaygındır. venilir olmamalarından korkmaya başlarlar. Bu
güvensizlik ya da başkalarından korkarak yaşa­
FOBİLERİN ETİYOLOJİSİ maya dayanamazlar; insanlara tekrar güvene­
bilmek için bilinçdışı olarak bu korkuyu kişiler
Bu kitapta tartışılan bütün bozukluklarda
dışındaki nesne ya da durum­lara yönlendirirler.
olduğu gibi fobilerin nedenleriyle ilgili görüşler
Yetişkinlikte fobi, kişi stresle karşılaştığında su
psikanalitik, davranışçı, bilişsel ve biyolojik pa­
yüzüne çıkar. Çoğu psikanal­itik kuramda oldu­
radigmalara göre yapılmıştır.
ğu gibi bu görüşleri destekleyen kanıtlar, klinik
vak’a hikâyelerinden yapılan çıkarımlarla sınır­
PSİKOANALİTİK KURAMLAR lıdır.
Fobik davranışın gelişimini ilk defa sistematik
biçimde açıklamaya çalışan Freud’dur. Freud’a
göre fobiler bastırılmış id itkilerinin (impulse) or­ DAVRANIŞÇI KURAMLAR
taya çıkarttığı kaygıya karşı geliştirilen savun­ Fobilerin hepsinin davranışsal açıklamasın­
malardır. Bu kaygı korku­lan id itkisinin yerini alır da bunların öğrenilmiş olduğu sayıltısı vardır.
ve simgesel bir ilişkisi olduğu düşünülen başka Ancak, fobilerin gelişmesindeki öğrenme me­
bir nesneye yöneltilir. Bu nesneler, (örneğin, kanizmaları ve gerçekte neyin öğrenildiği dav­
asansör ya da kapalı yerler), daha sonra fobik ranışçı kuramlara bağlı olarak farklılık gös­terir.
uyarıcı haline gelirler. Bunlardan kaçınarak bas­ Burada üç kuramı ele alacağız: kaçınma koşul­
tırılmış çatışmalarla baş edilebilir. Bölüm 2’de laması, model alma ve edimsel koşullama.
tartışıldığı gibi fobi, egonun gerçek sorunla,
bastırılmış çocukluk çatışmasıyla yüzleşmesi­ KAÇINMA KOŞULLAMASI MODELİ Tarih­
ni önleme yoludur. Örneğin, Freud, daha önce sel olarak, Watson ve Rayner’ın (1920) Küçük
bahsedilen Küçük Hans’ın, Odipal çatışmasını Albert’te korku ya da fobinin koşullan­masını
başarılı olarak çözemediğini, dolayısıyla da ba­ göstermesi fobinin nasıl geliştiğiyle ilgili bir
basına duy­duğu güçlü korkuyu atlara çevirdiği­ model oluşturur. Öğrenme kuramcıları, nes­
ni ve evden ayrılmaya yönelik fobi geliştirdiğini nel olarak zararsız bir uyarandan klasik koşul­
düşünmüştür. lama yoluyla oluşan korkunun edimsel kaçın­ma
Bir başka psikanalitik kuram Arieti (1979) ta­ için temel oluşturduğunu ileri sürdüler. İlk önce
rafından ileri sürülmüştür. Ona göre bastırılan Mowrer (1947) tarafından öne sürülen İki Fak­
id itkisi değil, çocukluktaki belirgin bir kişilera­ törlü Kuram’a dayanan bu açıklamaya göre, fo­
rası sorundur. Arieti’nin kuramına göre, fobikler biler iki öğrenme sürecine bağlıdır. (1) Bir kişi
çocukken bir masumiyet dönemi geçirirler. Bu nötr uyarıcıdan (Koşullu Uyarıcı) korkmayı, bu
dönemde etrafındakilerin onları tehlikeler­den uyarıcının korku ya da acı veren bir uyarıcıyla
132 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

(Koşulsuz Uyarıcı) eşleşmesi sonucu klasik ko­


şullama yoluyla öğrenmektedir. (2) Daha son­
ra, kişi bu koşullu korkuyu azaltmayı koşul­suz
uyarıcıdan kaçarak ya da kaçınarak öğrenir. Bu
ikinci çeşit öğrenme edimsel öğren­me olarak
kabul edilmektedir; tepki, sonuç pekiştiği için
sürmektedir.
Bazı klinik fobiler kaçınma-koşullama mode­
line daha iyi uymaktadır, ancak kaçınma koşul­
laması görüşünün, fobilerle ilgili tam bir açıkla­ Küçük Albert, Watson ve Rayner’le birlikte görülüyor, beyaz
ma sağlamadığını da göreceğiz. Öte yandan, fare korkusu geliştirmeye klasik koşullanmıştır.
özgül bir nesne ya da durumla ilgili bir fobinin
kimi zaman da özellikle söz konusu nesneyle bile, klasik koşullama yoluyla koşullanabildikle­
yaşanan acı verici bir deneyimin ardından ge­ rine dair çok az kanıt vardır (Örneğin, Davison,
lişmiş olduğu belirtilmiştir. Bazı insanlar kötü 1968b, Dawson, Schell ve Banis, 1986). Ahlaki
bir şekilde düştükten sonra yükseklikten yoğun nedenler çoğu araştırmacıyı, insanlar üzerinde
biçimde korkarlar; kimileri ise arabalarında bir güçlü itici uyarıcıları kullanmaktan alıkoymakta­
panik atak yaşadıktan sonra araba sürmekle il­ dır, ancak koşullu uyarıcının, orta dereceli şok
gili bir fobi geliştirirler (Munjack, 1984); ayrıca pekiştirici olmadan birkaç kez tekrarlanmasıyla
sosyal fobikler çoğu kez travmatik sosyal dene­ çabukça söndüğüne dair oldukça fazla kanıt var­
yimler anlatırlar (Stenberger ve ark., 1995). dır (Bridger ve Mendal,1965, Wickens, Allen ve
Bununla birlikte, kaçınma modelini bütün Hill, 1963). Son olarak, bu modelin fobiyi doğru
fobilere uygulamada bir problem vardır. Küçük yansıtabildiği de kuşkuludur. Fobik davranışın
Albert’in korkusu ya da klinik vak’ada anlatılan esası koşullu uyarıcı tarafından uyandırılan kor­
korkunun geçerli olması bütün korku ve fobi­lerin ku ve kaçınmadır. Ancak kaçınma öğren­mesi
bu şekilde kazanıldığını kanıtlamamaktadır. Ak­ ile ilgili yayınlarda hayvanların koşullu uyarıcı
sine, eldeki kanıtlar ancak bazı korku­ların bu korkusunun çabucak söndüğü ve bir hayvana
şekilde gelişebildiklerini göstermekte­dir. Diğer koşullu uyarıcıdan kaçınmayı öğret­menin çok
klinik raporlar fobilerin, korkutucu deneyim ol­ zor (belki de imkansız) olduğu bildirilmektedir
madan da gelişebildiğini bildirmek­tedir. Yılan­ (Mineka, 1985).
dan, yükseklikten, mikroplardan, uçaktan kor­ Fobilerle ilgili kaçınma koşullaması görüşü,
kanlar, klinisyene bu nesne ve durumlarla ilgili hazır uyaranlar (prepared stimuli) denilen belir­
herhangi korkutucu bir deney­imleri olmadığını li nötr uyaranların klasik olarak koşullanmış
söylemektedirler (Ost, 1987b). Ancak, pek çok uyaranlar haline gelmesinin diğerlerinden daha
fobik kişi, bellek çarpıtmasına bağlı olarak, şu olası olduğu gerçeğini hesaba katacak biçimde
an korkulan nesnelerle ilgili travmatik deneyim­ değiştirilirse daha geçerli olabilecektir. Örneğin
lerini hatırlamazlar. Travmatik olayların bildiril­ fareler, tadı mide bulantısıyla ilişkilendirmeyi
mesi de aynı ilkeye dayanarak sorgulanabilir. kolayca öğrenir, ama tadı şokla eşleştirmeyi
Ayrıca, korkunç bir trafik kazası geçiren ya da kolayca öğrenemez (Garcia, McGowan & Gre­
merdivenlerden kötü şekilde düşen herkes fo­ en, 1972). Fobiler klasik koşullanmayı, sadece
bik olmamaktadır. Böylece kaçınma modeli bü­ organizmanın fizyolojik olarak duyarlı olmaya
tün fobilerin kazanılmasını açıklayamamaktadır hazır olduğu uyaranlara karşı iyi yan­sıtabilir
Örneğin, ciddi bir köpek korkusu olan kişilerin (Seligman, 1971). Korkunun hızlı söndüğünü
%50’si önceki bir trav­matik deneyimi rapor et­ gösteren koşullanma deney­lerinde, organizma­
miştir, ancak köpekler­den korkmayan kişilerin nın koşulsuz uyarıcılarla ilişkilendirmeye hazır
% 50’si için de bu durum geçerlidir (DiNardo ve olmadığı koşullu uyarıcılar kullanılmış olabilir.
ark., 1988). Benzer bir şekilde, Marks (1969) insanların yal­
Watson ve Rayner’in deneyini tekrarlayarak nızca köpek, yılan ve yükseklik gibi belirli nesne
klasik koşullama yoluyla korkunun kazanıl­masını ve olaylardan korkma eğilimi gösterdiklerine,
tekrar gösterme çabaları çoğunlukla başarılı ol­ ama çok az sayıda kuzu fobiği bulunduğuna
mamıştır (örneğin, English, 1929). İnsanların dikkat çek­miştir. Gerçek bir tehlike sunan elek­
nötr uyarıcıdan korkmak için, bu uyarıcı defalar­ trik priz­lerinden ne kadar az kişinin korktuğu ise
ca elektrik şoku gibi bir itici uyarıcıyla eşleştirilse çok daha dikkat çekicidir.
FOBİLER 133
√√

Bu doğrultudaki çıkarımlara kısmi destek ko­ Kendilerinin hoş olmayan uyarıcıyla doğru­
şullu uyarıcı olarak farklı uyaran türlerinin kul­ dan temasları olmadığı halde, zararsız bir du­
lanıldığı çalışmalardan gelmektedir (Öhman, ruma duygusal olarak reaksiyon vermeye baş­
Erixon, & Loftberg, 1975). Koşullanma sırasın­ ladılar.
da elektrik şoku ev, yüz ve yılan görüntüsü olan Vekâleten öğrenme sözel talimat yoluyla da
slâytlarla eşleştirilmiş ve katılımcılar slâytlara kazanılabilir. Başka bir deyişle, fobik reaksiyon
yönelik bir koşullu tepki geliştirmişlerdir. Sön­ bir başkasının korkusunu gözleyerek öğre­nildiği
me sırasında, ev ve yüz slâytlarına yönelik olan gibi, karşısındakinin neler olabileceğini anlat­
hızla yok olurken, yılanlara yönelik koşullu tepki masıyla da kazanılabilir. Günlük yaşamdan bir
güçlü kalmıştır. Ancak, sonraki araştır­malarda örnek verilecek olursa, bir anne çocuğunu so­
olduğu gibi, Öhman’ın araştırmasında da, hazır nuçları kötü olabilecek bazı davranışları yap­
uyarana (yılanlar) yönelik koşullu tepki kolayca maması için tekrar tekrar uyarabilir. (ancak bu
kazanılmamış ya da bunun büyüklüğü daha çok tip bir öğrenmenin her zaman koşullamanın bir
olmamıştır; yalnızca daha yavaş sönmüştür. Bu­ ürünü olduğunu varsaymamalıyız.)
nunla birlikte, McNalIy’nin (1987) de işaret ettiği Gözleyerek öğrenmenin potansiyel önemi,
gibi, orta düzey şokların gerçekte korkuya yol en açık bir şekilde Mineka ve arkadaşlarının
açıp açmadığı net değildir. McNally ayrıca ha­ (1984) yaptığı bir araştırmada gösterilmiştir. Er­
zır uyaran öğrenme ve fobiler arasındaki ben­ gen rhesus maymunları yılanlardan aşırı korku­
zerliklerin abartıldığını da iddia etmiştir. Özgül su olan ana babaları tarafından yetiştirilmiştir.
fobilerin doğru tedavi verildiğinde söndürülmesi Gözleyerek öğrenme oturumları sırasında genç
de oldukça kolaydır. (Tedavi edilmediği sürece maymunlar ana babalarının nötr uyarıcılarla
varlıklarını sürdürmelerinin nedeni fobiklerin korkusuz, gerçek ve oyuncak yılan­larla korkuyla
korkulan uyarandan kaçınmalarıdır.) Sonuç ola­ etkileşimlerini gözlediler. Altı otu­rumdan sonra,
rak, hazır olma hipotezi kaçınma koşullamasını ergen maymunların korkusu yetişkinlerden ayrı­
fobiler hakkında sağlamca desteklenen bir mo­ lamayacak düzeydeydi. Üç aylık bir izlemeden
del haline getirmez. Bununla birlikte, korkulan sonra korkunun kalıcı olduğu bulunmuştur.
uyaranların rastlantısal olmadığı gerçeğine işa­ Hazır olma kuramıyla ilgili yaptıkları çarpıcı
ret etmek için aracı olur. bir izleme çalışmasında Cook ve Mineka (1989),
Özetle, gözden geçirdiğimiz veriler bütün hepsi değişik video band seyreden dört grup
fobilerin kaçınma koşullaması yoluyla öğre­ rhesus maymununu incelediler. Bandlar mon­
nilmediğini göstermektedir. Böyle bir süreç bazı tajla yapılmıştı. Aşırı korku gösteren may­mun,
fobilerin etiyolojisinde rol oynayabilir, ancak di­ oyuncak bir yılan, oyuncak timsah, çiçekler ve
ğer süreçler kendi gelişimleri içinde imâ edilme­
lidir. Mineka’nın araştırması, yılan korkusu gösteren kir maymunu
gördüklerinde, diğer maymunların da aynı korkuyu geliştirdiğini
göstermiştir. Bu nedenle, gözleyerek öğrenme fobilerin
MODEL ALMA Fobik davranışlar başkaları­ etiyolojisinde rol oynayabilir.
nın tepkilerini taklit ederek de öğre­nilebilir. Daha
önce de işaret ettiğimiz gibi, duy­gusal tepkilerin
de dâhil olduğu geniş menzilli davranışlar, bir
modele bakarak öğrenilebilir. Fobik tepkilerin
başkalarını gözleyerek öğre­nilmesi genellikle
vekâleten (vicarious) öğrenme olarak tanım­
lanır. Bandura ve Rosenthal (1966), bir araştır­
mada katılımcıların itici koşulama durumunda,
bir başka kişiyi, modeli (araştırmacının işbirlik­
çisi) izlemelerini sağlamışlardır. Model gösteriş­
li elektrikli bir makineye bağlanmıştı. Model, zil
sesini duy­duğunda elini hızla koltuk kolundan
çekiyor ve yüzünde acı ifadesi beliriyordu. Bu
sahneyi gören katılımcıların fizyolojik tepkileri
kaydedil­di. Katılımcılar, modelin acısını birkaç
kere seyrettikten sonra, zil çaldığında duygusal
reaksiyonların sıklığında artış gösterdiler.
134 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

oyuncak tavşan gibi farklı uyaranlara tepki gös­ nabileceğim hiçbir şey yok.”, “İçimde hissettik­
teriyordu. Yalnızca oyuncak yılanlı ve timsahlı lerimi durdurmama imkân yok.”, “Başkalarıyla
bandları görenler, bu nesnelere karşı korku ge­ konuşurken çok can sıkıcı oluyo­rum.”, “Sıklıkla
liştirdiler, böylece her uyarıcının öğre­nilmiş kor­ hiç konuşmamam gerekir diye düşünüyorum.”.
ku gelişmesi için kaynak olmadığını göstermiş Fobilerin kökenleriyle ilgili bilişsel kuramlar
oldular. aynı zamanda bu bozuklukların bir başka özel­
Klasik koşullama da olduğu gibi, vekâleten liğiyle de ilişkilidir - korkular gerçekte bunları
öğrenme deneyleri de bütün fobileri içeren kap­ yaşayan insanlara mantık dışı gibi görünmekte­
samlı bir model oluşturamamaktadır. İlk olarak, dir. Olasılıkla bu, korkunun bilinçli farkındalık
tedaviye başvurmuş fobikler çoğu kez birisini düzeyinde olmayan erken dönem bilişsel süreç­
gözledikten sonra fobinin geliştiğini bildirme­ ler aracılığıyla edinilmesi nedeniyle mey­dana
mektedir. İkinci olarak, birçok kişi başkalarının gelmektedir. Bu düşünceyi test eden bir araş­
başına gelen çok korkutucu olay­lara tanık olsa­ tırmada, yılanlardan ya da örümceklerden yük­
lar bile fobi geliştirmemektedirler. sek düzeyde korku duyan kişilere farklı içerikleri
olan resimler sunulmuştur; bu resim­lerin bazıla­
BİLİŞSEL KURAMLAR rının (yılanlar ve örümcekler) korku uyandırma­
Genelde kaygıya, özelde ise fobilere yönelik sı beklenmiş, bazılarının (çiçekler ve mantarlar)
bilişsel görüş, kaygının negatif uyaranlara daha ise beklenmemiştir. Resimlerin içeriğinin bilinçli
fazla dikkat etmeyle ve negatif olayların gele­ olarak fark edilmemesi için, her resmin ardın­
cekte daha fazla ortaya çıkacağına inanmayla dan otuz milisaniye sonra başka bir görüntülü
ilgili olduğunu vurgulamaktadır (Mathews & Mc­ uyaran verilmiştir. Yine de yılanlara karşı yük­
Leod, 1994). Daha önce söz edilen DiNardo ve sek düzeyde korkusu olan kişiler yılan slâytları­
ark.’nın araştırmasında, köpeklerle travmatik bir na, örümceklere karşı yük­sek düzeyde korkusu
deneyim yaşayan, sonrasında da bu hay­vanlara olanlar da örümcek slayt­larına karşı artmış bir
karşı güçlü bir korku geliştirmiş olan insanları, deri iletkenliği göster­miştir; bu durum, fobik kor­
benzer deneyimler yaşayıp güçlü bir korku ge­ kuların bilinç düzeyinde olmayan, dolayısıyla
liştirmeyenlerden ayıran nokta, fobik grubun ge­ mantık dışı gibi görünen uyaranlar tarafından
lecekte benzer olayların gerçekleşe­bileceğine ortaya çıkara­bildiklerini göstermektedir (Öhman
odaklanması ve bu konuda kaygılanmasıydı. & Soares, 1994).
Ayrıca, sosyal yönden kaygılı olanlar, olma­
yanlara kıyasla, değerlendirilmeyle daha ilgi­ SOSYAL FOBİLERDE SOSYAL BECERİ
lidirler (Goldfried, Padawer ve Robbins, 1984) EKSİKLİĞİ Sosyal fobilerle ilgili diğer bir model,
ve diğerleri üzerinde bıraktıkları izlenim­lerinin sosyal kaygının nedeni olarak uygun olmayan
daha fazla farkındadırlar (Bates, 1990; Fenigs­ davranışlar ve sosyal beceri eksik­liğine odak­
tein, Scheier ve Buss, 1975; Fenigstein, 1975). lanmaktadır. Bu görüşe göre, kişi başkalarıyla
Bu sonuçlarla ilgili destekleyici kanıtlar Bölüm rahat hissedebileceği şekilde davranmayı öğ­
4’de anlatılan Davison ve Zighelboim’un (1987) renmemiştir ya da sürekli pot kırmakta, sosyal
çalışmasından gelmektedir. İki katılımcı grubu­ olarak beceriksiz davranmak­ta ve tanıdıkları
nun düşünceleri, Simule Edilmiş Durumlarda tarafından eleştirilmektedir. Bu modele destek
Düşüncelerin Söylenmesi metodu ile karşılaş­ sosyal kaygısı olan kişilerin gerçekten de sos­
tırmıştır. Rol oynadıkları durumlar­dan biri nötr yal becerileri açısından düşük olarak değerlen­
diğeri ise aşırı eleştiri aldıkları bir durumdu. Bir dirildiklerini (Twentymen ve McFalI, 1975) ve
grup, psikolojiye giriş dersi alan öğrenciler, di­ sosyal etkileşimdeki tepki­lerinin zaman ve yer
ğer grup ise danışma merkezine devam eden olarak yetersiz olduğunu gösteren (Fischetti,
utangaç, içe-dönük, sosyal yön­den kaygılı ola­ Curran ve Wessberg, 1977) araştırma bulgula­
rak tanımlanmış öğrencilerden oluşmuştu. Sos­ rından gelmektedir.
yal olarak kaygılı grubun ifade ettiği düşünceler
hem nötr hem de eleştiri duru­munda kontrol BİYOLOJİK YATKINLIK FAKTÖRLERİ
grubuna göre daha olumsuzdu. Şimdiye kadar gözden geçirilen kuramlar,
Sosyal olarak kaygılı grubun eleştiri duru­ fobilerin nedenleri ve sürdürülmesinde çevresel
mundaki düşüncelerinden bazı örnekler şunlar faktörleri ele almışlardır. Ancak aynı öğrenme
olabilir: “Bu insanlar beni kabullenmiyorlar.”, olasılıkları olduğu halde niçin bazı kişiler gerçek­
“Reddedilmiş ve çökmüş hissediyorum.”, “Tutu­ çi olmayan korkular geliştirdikleri halde diğerle­
FOBİLER 135
√√

rinde bu korkular olmamaktadır? Belki, stresten değil, babanın davranışından sonradan, oğlu­
olumsuz olarak etkilenen kişilerin onları yatkın nun doğrudan model aldığını gösterebilir (ya da
kılan biyolojik bir işlev bozuklukları (yatkınlık­ her iki faktör de işin için­dedir). Her ne kadar ka­
ları, diathesis) vardır. İki alandaki araştırmalar, lıtsal faktörlerin fobilerin etiyolojisine dahil olabi­
otonom sinir sistemi ve kalıtsal faktörler, umut leceklerine inanmak için bazı nedenler olsa da,
vericidir. henüz bunların önemli olduğunu gösteren kesin
bir kanıtı yoktur.
OTONOM SİNİR SİSTEMİ Belli çevresel du­
rumlara farklı cevap verme, bazı kişilerin oto­ FOBİLERİN TEDAVİSİ
nom sinir sistemlerinin kolaylıkla uyarılması­na Pek çok insan fobilerinden, kimi zaman ses­
bağlı olabilir. Lacey (1967) otonom aktivitenin sizce yakınır ve bir tedavi yolu aramaz (Magee
iki boyutuna, durağanlık-oynaklık boyutlarına, ve ark., 1996). Bir klinisyen tarafından fobik ta­
dikkat çekmiştir. Oynak kişiler, otonom sistem­ nısı verilebilecek birçok kişi kendilerini dikkate
leri çok sayıda uyarıcı tarafından uyarılabilen­ değer bir soruna sahip olarak görmez. Bir te­
lerdir. Açıkça, korkuda ve fobik davranışlarda davi yolu arama kararı, çoğu kez mesleki duru­
otonom sinir sisteminin rolü olduğu için oto- mundaki bir değişikliğin kişinin yıllarca kaçındı­
nom oynaklık boyutunun önemi anlaşılabilir. ğı ya da küçümsediği bir durumla yüzleşmesini
Otonom oynaklığın bir dere­ceye kadar kalıtsal gerektirdiğinde ortaya çıkar.
olarak saptandığına dair kanıtlar olduğu için
(Gabbay,1992; Lacey, 1967) kalıtımının fobi ge­ 35 yaşındaki bir endüstri mühendisi terfi ettiği yeni
lişiminde oldukça önemli bir rolü olabilir. işinde sık sık hava yoluyla seyahat etmesi gerektiği için
uçma korkusu nedeniyle tedaviye başvurmuştu. Terfi et-
KALITSAL FAKTÖRLER Fobilerde kalıtsal mesi, uzun yıllar firmasındaki masa başı işini başarılı bir
şekilde yürütmesi sonucunda gerçekleşmişti. Aile seyahat-
bir faktörün bulunup bulunmadığını inceleyen
leri trenle ya da otomobille yapılıyordu, ona yakın kişiler
birkaç araştırma yapılmıştır. Kan ve enjeksiyon bu korkusunu göz önünde bulundurarak davranıyorlardı.
fobisi kuvvetli bir biçimde aileseldir. Kan ve en­ Başarısının terfi ile ödüllendirildiği zamanki karmaşık
jeksiyon fobisi olan hastaların %64’ünün aynı duygularını tahmin edebilirsiniz. Kendine olan saygısı ve
bozukluğa sahip en azından bir tane birinci de­ hırsı, yakınlarının da yüreklendirmekle, tedavi aramasına
receden akrabası vardır; görülme sıklığı genel yol açmıştı. Neyse ki biz de sistematik duyarsızlaştırma
nüfusta yalnızca %3-4’tür (Ost, 1992). Benzer yöntemiyle bu gereksinmesine cevap verebildik.
şekilde, hem sosyal hem de özgül fobiler için
görülme sıklığı hastaların birinci derece akra­ Bu kitapta, çeşitli bozuklukların nedenleriyle
balarında ortalamadan daha yük­sektir (Fyer ve ilgili kuramların gözden geçirilmesinden sonra
ark., 1995). kısaca ilgili temel tedaviler ele alınacaktır. Bö­
Jerome Kagan’ın ketlenme (inhibisyon) ya lüm 2’deki tedavi başlığı, bu tedavilerle ilgili tar­
da çekingenlik özelliği üzerine yaptığı çalışma, tışmaların anlaşılabilmesi amacıyla yazıl­mıştır.
bu bulgularla ilgilidir (Kagan ve Snidman, 1990). Terapinin daha derinlemesine incelen­mesi ve
Yaşları dört aylığa kadar uzanan bebek­lerin değerlendirilmesi kitabın son kısmında yapıl­
bazılarına oyuncaklar ya da başka uyaran­lar maktadır. Burada kısaca fobilerin tedavisindeki
gösterildiğinde ajite olmuşlar ve ağlamışlardır. bazı yaklaşımlar tartışılacaktır.
Kalıtsal da olabilecek olan bu davranış örün­
tüsü daha sonrasında fobilerin gelişimi için bir PSİKANALİTİK YAKLAŞIMLAR
basamak oluşturabilir. Örneğin, bir araştırmaya Psikanalitik kuram gibi, psikanalitik tedavi­
göre, ketlenmiş çocukların ketlenmiş olmayan nin de çeşitli ekolleri vardır. Ancak, genellikle
çocuklara göre yaşamın ilerleyen dönemlerinde fobi­lerin tüm psikanalitik tedavileri, aşırı korku
bir fobi geliştirme olasılıkları beş kattan daha ve kaçınmanın altında yatan bastırılmış çatış­
fazladır (Biederman ve ark., 1990). maların ortaya çıkarılmasını amaçlar. Fobi, altta
Betimlemiş olduğumuz veriler açık bir şekilde yatan çatışmanın bir belirtisi olarak algılandığı
kalıtsal faktörlere işaret etmez. Yakın akrabalar için onunla doğrudan uğraşılmaz. Aslında, fobik
genleri paylaşıyor olsa da, bu kişiler birbirlerini kaçınmayla doğrudan uğraşmak doğru bulun­
gözleme ve etkileme yönünde de dikkate değer maz, çünkü fobinin kişiyi yüzleşemeyeceği ka­
olanaklara sahiptir. Bir babanın ve oğlunun yük­ dar acı verici bastırılmış çatışmalardan korudu­
seklikten korktuğu gerçeği kalıt­sal bir bileşeni ğu varsayılmaktadır.
136 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Analist, bastırma mekanizmasını kaldırmak


için, psikanalitik gelenek içinde geliştirilmiş olan
teknikleri çeşitli kombinasyonlarda kul­lanır. Ser­
best çağrışım sırasında analist, has­tanın fobiyle
ilgili olarak söylediği şeyleri dikkatle dinler. Ana­
list ayrıca rüyaların görünür içeriğinde, fobinin
bastırılmış kökenlerine yöne­lik ipuçlarını bulma­
ya çalışır. Analistin bu bastırılmış kökenler ko­
nusunda tam olarak neye inandığı, benimsediği
psikanalitik kurama bağlıdır. Katı kurallara uyan
bir analist, çatış­maları seks ya da saldırganlıkla
ilişkili olarak arayacaktır, oysa Arieti’nin kişilera­
rası kuramını benimseyen bir analist, hastaları­
nı diğer insan­larla ilgili kendi genellenmiş korku­
sunu incele­mek için teşvik edecektir.
Şimdinin ego analistleri geçmişle ilgili içgö­
rülere daha az önem verirler; daha erken yaş­
taki bir problemden kaynaklandığına inandıkları
Kan ve enjeksiyon fobileri diğer özgül fobilerden farklıdır.
halde hastalarını korkularıyla yüzleşmeleri için Kan ve enjeksiyon fobisi olan hastalar korktukları durumla
cesaretlendirirler. Psikanalitik Terapi adlı klasik karşılaştıklarında kaslarını gevşetmeye değil daha çok germeye
kitaplarında Alexander ve French (1946) terapi­ çalışırlar.
de “düzeltici duygusal yaşantı” dan (corrective
emotional experience) söz etmişlerdir ve bunu manın kritik önemini fark etmeye başlamıştır
hastanın ümitsizce korktuğu şeyle yüzleşmesi (Craske, Rapee, & Barlow, 1992).
anlamında kullan­mışlardır. Freud’la ilgili şu göz­ Kan ve enjeksiyon fobileri, bu fobilere sahip
lemi yapmışlardır: “Freud’un kendisi de, fobiler kişilerin, maruz bırakma ile birlikte yürütülen ge­
gibi bazı vak’aların tedavisinde, analistin, has­ leneksel davranışçı gevşeme yöntemlerine gös­
tayı geçmişte kaçındığı hareketleri yapmaya terdikleri kendilerine özgü tepkiler nedeniyle, di­
teşvik etmesi gereken bir zamanın geleceği so­ ğer şiddetli korku ve kaçınma tür­lerinden ancak
nucuna var­mıştır” (s. 39). Wachtel (1977) daha yakın zamanda (DSM-IV’te) ayrılmıştır (Page,
da büyük bir cesaretle, analistlerin sistematik 1994). Gevşeme, kan ya da enjeksiyon fobisi
duyar­sızlaştırma gibi korku-azaltıcı teknikleri olan kişiler için genellikle işleri daha kötüye götü­
kullan­malarını önermektedir. rür. Niçin? Tipik tepkiyi düşünün. Sempatik sinir
Pek çok analitik yönelimli klinisyenler de kor­ sisteminde ani yük­selişle ilişkili olan başlangıç
kulan şeyle yüzleşmenin önemini anlamışlardır korkusundan sonra, kan ya da enjeksiyon fobisi
ancak buna bağlı düzelmenin yal­nızca belirtisel olan hasta çoğu kez bayılır, çünkü kan basıncı
olduğunu ve başlangıçta fobiyi ortaya çıkartmış ve kalp atış oranında başlangıçtaki hızlanmanın
olan çatışmanın çözümlen­mediğini illeri sür­ ardından ani bir düşüş meydana gelir (McGrady
mektedirler (Wolitzky ve Eagle, 1990). ve Bernal, 1986). Kan ve enjeksiyon fobisi olan
kişiler gevşemeye çalıştıklarında, tüm duruma
DAVRANIŞSAL YAKLAŞIMLAR yönelik zaten yüksek olan korku ve kaçınma
Fobilerin yaygın olarak kullanılan davranışsal düzeylerini ve sıkıntılarını yükselterek bayılma
tedavisi sistematik duyarsızlaştır­madır (Wolpe, eğilimlerine katkıda bulunabilirler (Ost, 1992).
1958). Fobik kişi derin bir rahat­lama içindey­ Klinik araştırma ve gözlemlerin sonucunda kan
ken giderek artan korkutucu durumları imge­ ve enjeksiyon fobisi olan kişiler, kendilerine kor­
ler. Klinik deneyimler ve araştır­ma sonuçları bu ku veren durumlarla karşılaştıklarında artık gev­
tekniğin fobileri ortadan kaldır­ma ya da hiç ol­ şemek yerine kaslarını germek için teşvik edil­
mazsa hafifletmekte etkili olduğunu göstermiştir mektedirler (Ost, Fellenius, Sterner, 1991).
(McGIynn, 1994). Birçok davranış terapisti, kimi Sosyal beceriler öğrenmek, sosyal ortamlar­
zaman bir hastanın imgelem (imagination) yo­ da ne yapacaklarını ya da ne söyleyeceklerini
luyla duyarsızlaştırıldığı bir dönem süresince, bilemeyen sosyal fobiklere yardımcı olabilir.
kimi zaman da imgeye dayanan bir işlem yerine Bazı davranış terapistleri, hastalarını rol yapma­
gerçek hayattaki fobik durumlara maruz bırak­ ya ya da danışma odasında veya küçük terapi
FOBİLER 137
√√

gruplarında kişilerarası karşılaşmaları tekrarla­ kat ederler. Korkulan duruma yönelik yaklaşma
maya (rehearse) teşvik ederler. Bazı araştırma­ davranışını herhangi bir edim olarak ele alır ve
lar bu tür bir yaklaşımın etkililiğini doğrulamak­ ardıl yaklaşmalar (successive approximation)
tadır (örneğin, Heimberg ve ark., 1989; Turner, ilkesine göre bunu şekillendirir. Gerçek yaşam
Beidel, & Cooley-Quille, 1995). Herbert (1995) koşullarında fobik nesnelerle maruz bırakma
tarafından yakın zamanlarda işaret edildiği gibi, derece derece gerçekleştirilir ve hasta buna
bu tür bir uygulama, çekin­gen kişileri, herhangi yaklaşma konusundaki en küçük başarıda bile
bir sosyal beceri eksikliği olmasa da, başkala­ ödüllendirilir. Maruz bırak­manın, yaklaşma dav­
rı tarafından gözleniyor olmak gibi kaygıya yol ranışlarıyla ilgili herhangi bir edimsel şekillen­
açan ipuçlarıyla yüzleştirebilir; bu şekilde, ger­ dirmenin kaçınılmaz bir yönü olduğuna dikkat
çek hayat koşullarıyla maruz bırakma yoluyla edin.
korkunun sönmesi gerçekleşir (Hope, Heimberg Birçok davranışçı terapist, hem korkuya hem
& Bruch, 1995). Bu, belirli bir terapötik tekniğin de kaçınmaya dikkat eder; korkuyu azaltmak
nasıl bir­den çok nedenle işleyebildiğine dair bir­ için sistematik duyarsızlaştırma gibi teknikler,
çok örnekten sadece biridir. yaklaşmada ise edimsel şekillendirme kullanılır.
Model alma (modelling), korkuları olan has­ Lazarus, Davison ve Polefka (1965) bu ikili yak­
taları, korkulan nesneyle korkusuzca etkileşim­ laşımı ilk defa önerenlerdir. Tedavinin korku ve
de bulunan kişilerin filme çekilmiş ya da gerçek kaçınmanın yüksek olduğu başlangıç evrelerin­
yaşam deneyimleriyle karşı karşıya getirmede de, terapist gevşeme eğitimi ve fobik durumla
kullanılan başka bir tekniktir. Taşırma (flooding), dereceli maruz bırakma yoluyla korkuyu azalt­
hastanın fobi kaynağıyla bütün şiddetiyle yüz­ ma üzerine yoğunlaşır. Terapi ilerledikçe, korku
leştirildiği terapötik bir tekniktir. Bu işlemin çok daha az, kaçınma daha çok sorun odağı olur.
rahatsız edici olması nedeniyle, terapistler, ka­ Fobik bir kişi çoğu kez zaman içinde diğer in­
demeli maruz bırakma işe yaramadığı durumlar sanların bu kişinin güçsüzlükleri­ni beslediği bir
dışında, bu tekniği pek kullanmamaktadırlar. duruma gelmiş, böylelikle de kişinin bir fobisi ol­
Edimsel teknikleri tercih eden davranış tera­ ması pekiştirilmiştir. Bu kişinin kaygıları azaldık­
pistleri, fobilerin temelini oluşturduğu varsayılan ça korkmaya alıştığı şeye de yaklaşabilecektir;
korkulara önem vermezler; bunun yerine fobik bu açık davranış, terapist kadar, yakınları ve ar­
nesnelere yönelik açık kaçınmaya ve bunun ye­ kadaşları tarafın­dan da olumlu biçimde pekiştiri­
rini alması gereken yaklaşma davranışına dik­ lebilir ve kaçın­ma durumundan vazgeçirilebilir.

Hastanın en çok korktuğu şeyle yüzleştirilmesi fobilerde en sık BİLİŞSEL YAKLAŞIMLAR


kullanılan tedavidir. Aşağıda kapalı bir alan görülmektedir. Fobilere yönelik bilişsel tedaviler, temel ta­
nımlayıcı özelliklerinden dolayı kuşkuyla kar­
şılanmıştır. DSM-IV’de belirtildiği gibi, kişi
fobik korkuyu aşırı ve mantıksız olarak tanımla­
maktadır. Böylece, eğer diğer alanlarda iyi iş­
lev gösteren bir kişi, entelektüel olarak zararsız
olduğunu bildiği bir nesneden aşırı korkuyorsa,
onun nesneyle ilgili düşüncelerini değiştirmek
ne işe yarayacaktır? Aslında, korku içeren du­
rumlarla maruz bırakma olmaksızın tek başı­na
mantık dışı (irrasyonel) inanışları ortadan kal­
dırmanın fobik kaçınmayı azalttığına dair hiçbir
kanıt yoktur (Turner ve ark., 1992; Williams ve
Rappoport, 1983).
Diğer yandan, sosyal fobiklerle ilgili olarak,
bu tip bilişsel yöntemler, özellikle sosyal beceri
eğitimleriyle birleştirildiğinde daha umut veri­
cidir (Heimberg ve ark., 1993; Marks, 1995;
Mattick & Andrews, 1994). Yine de, örneğin
bilişsel terapi alan bir tedavi grubu ile bir kon­
trol grubu arasındaki istatistiksel açıdan anlam­lı
138 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

ODAK 6.1 ÇOCUKLUK KORKULARI VE SOSYAL GERİ-ÇEKİLME

Pek çok çocuk korku ve endişeyi normal gelişim


süreçlerinin bir parçası olarak deneyimler. Korku ve
endişenin bir bozukluk olarak sınıflandırılabilmesi
için çocuğun işlevlerini bozması zorunludur. Bu tanım
kullanılarak, çocukların ve ergenlerin %10’u ila
%15’inin kaygı bozukluğu olduğu tahmin edilmiştir.
Bu belirleme kaygıyı çocukluk dönemine ait en yaygın
bozukluk yapar. (Cohen ve ark., 1993: Kashani ve
ark., 1989)

OKUL FOBİSİ
Bir çocukluk dönemi korkusu olan okul lobisi, genç
için aşırı engelleyici olabilir ve ciddi akademik ve sosy-
al sonuçlara sahiptir. İki tip okul fobisi tanımlanmıştır.
Ayrılma kaygısıyla ilişkili olan en yaygın tipte, çocuk
ebeveynlerinden uzak olduğunda kendinin ya da
ebeveynlerinin başına bir zarar geleceğinden sürekli
olarak endişelenir. Evdeyken ebeveynlerinden birini
ya da her ikisini sürekli olarak takip eder ve sıklıkla
onlarla beraber yatmaya çalışır.
Okula başlamasıyla birlikle, çoğunlukla ilk Okul fobisi en yaygın olarak ana babadan veya diğer
bağlanma figürlerinden uzaklaşmanın yoğun korkusu olan
kez, çocuğun sık ve uzun sürelerle ebeveynlerin-
ayrılma kaygısı bozukluğu ile bağlantılıdır.
den ayrı kalması gerekir. Ayrılma kaygısı, genel-
likle, okul fobisinin temel kaynağıdır. Bir çalışmada oynadıkları oyunlardan kaçınırlar. Bazı utangaç gen-
ayrılma kaygısı nedeniyle okulu reddeden çocukların çlerin sadece yakınlaşmada yavaş kalabilmelerine
%75’nin annelerinin de çocukluklarında okula git- karşın geri çekilen çocuklar yeni insanlara uzun süre
meyi reddettikleri bulunmuştur (Last ve Strauss, maruz kaldıktan sonra bile asla yakınlaşamazlar.
1990). Çocukların reddinin ve o kula gitmeye karşı Aşırı utangaç çocuklar yabancı sosyal ortamlarda
aşırı dirençlerinin anne- çocuk ilişkisindeki bazı konuşmayı tamamen reddedebilirler. Buna seçici
güçlüklerden kaynaklandığı varsayılmıştır. Anne konuşmama (mutizm) diyoruz. Kalabalık bir odada
kendi ayrılma kaygısını ifade ediyor ve fark etmeden ebeveynlerine yapışıp, fısıldadılar, eşyaların arkasına
çocuğun bağımlı ve kaçınmaya yönelik davranışlarını saklanırlar, bir köşeye büzüşürler ve hatta tepinme
pekiştiriyor olabilir. sergileyebilirler. Evde kendilerini endişelendiren du-
İkinci önemli tip okul reddi, okula karşı varolan rumlar hakkında ebeveynlerine sonu gelmeyen soru-
gerçek bir lobiyle ilişkilidir: korku özgül olarak okula lar sorarlar. Geri çekilen çocuklar, aile dostları ve aile
karşıdır ya da daha genel bir sosyal lobiyle ilişkilidir. üyeleriyle genel olarak sıcak ve doyurucu ilişkilere
Bu tip okul fobikler, genellikle, okula gitmeyi reddet- sahiptirler. Yakınlık ve kabul görmek için isteklidirler.
meye hayatlarının daha ileri bir döneminde başlarlar. Bu noktada utangaçlık ve geri çekilme değişkenlik
Okuldan kaçınmaları daha ciddi ve kalıcıdır. Korkuları gösteren bir sorun olduğundan, bu bozukluğun sıklığı
daha çok okul ortamının çeşitli bileşenleriyle ilişkilidir, hakkında derlenmiş hiç bir istatistik yoktur.
örneğin: akademik başarısızlıkla ilişkili endişeler ya Bazı çocuklar belirli sosyal durumlarda aşırı kaygı
da akranlarla yaşanan huzursuzluklar gibi. sergilerler, bu yetişkinlerin gösterdiği sosyal lobiye
benzemekledir. Bu çocuklardan kaygı yaralan olaylar-
SOSYAL FOBİ la ilgili bir günlük tutmaları istendiğinde —bir grubun
Çoğu sınıfta aşırı sessiz ya da utangaç en az bir önünde yüksek sesle konuşmak, tahtaya yazmak,
ya da iki çocuk vardır. Çoğunlukla bu çocuklar sadece diğerlerinin (çocukların) önünde performans göster-
aile üyeleri ya da aşina oldukları akranlarıyla oy- mek gerektiren aktivitelerde normal kontrol grubu-
nar, hem genç hem de yaşlı yabancılardan kaçınırlar. nun yaşadığından 3 kal daha sık kaygı yaşadıklarını
Utangaçlıkları yeni beceriler kazanmalarını ve rapor etmişlerdir. Bu tip olaylarla karşılaştıklarında
yaşıtlarının zevk aldığı çeşitli aktiviteleri denemelerini ağladıklarını, kaçındıklarını, somatik yakınmalarının
engeller. Çünkü oyun alanlarından ve komşu çocukların olduğunu dile getirmişlerdir. (Heidel. 1991)

farklılıklar, tedavi deneklerinin tümünün ya da hiç tepki göstermez ya da kaygılarında yalnızca


pek çoğunun sosyal kaygıdan kurtulmuş olarak kısmi bir azalma olur (bu genelleme bu kitapta
terapiyi bitirdiği anlamına gelmemektedir. Ak­ gözden geçirdiğimiz ve etkili olduğu düşünülen
sine, birçok hasta tedavinin sonucu olarak ya tüm terapiler için geçerlidir).
FOBİLER 139
√√

Çocuklardaki sosyal lobinin kuramsal etiyolojisi hakkında canlı (in vivo) geri bildirim vermektir. Altı
yeterli değildir. Sıklıkla önerilen açıklama, kaygının aylık bir programın sonunda gönüllüler çocukları
sosyal etkileşimle başladığı, bu etkileşimin çocuğun akranlarıyla oynarken tarafsız gözlemleyen bir pozi-
sosyal durumlardan kaçmasına neden olduğu ve sonuç syon almışlardır.
olarak da sosyal beceriler alanında yeterince deneyim Korkulan nesne ya da duruma yakınlaştıkça ödül-
edinemediği yönündedir. Önerilen bir diğer açıklama lendirilmesi de kaygılı çocuğu yüreklendirebilir. Hem
da. geri çekilen çocukların sadece akranlarıyla ilişki model alma hem de edimsel tedaviler korkulan şevle
kurmalarını kolaylaştıracak olan sosyal bilgi ve yüzleşmeyi gerektirir. Okul fobik çocukların, kaçınma
yöntemden yoksun olabilecekleri yönündedir. İzole
ve korkuları çok büyük ve uzun süreli olduğunda
çocukların arkadaş edinmek için çok az girişimde
doğrudan, gerektirebilir.
bulundukları ve oyunlarda daha az yaratıcı olduklarını
gösteren bulgular sosyal beceriler konusundaki Daha önce söz edilen vakada (Lazarus, Davison
yoksunluklarına işaret edebilir. Son olarak da, izole ve Polefka 1965) terapist 9 yaşındaki Paul’le bir-
çocuklar geçmişte zamanlarının çoğunu yetişkinlerle likte okula yürüyerek gitmeye başladı. Daha sonra
geçirdikleri için, yetişkinlerle çocuklarla olduğundan çocuk terapistle temasını azaltarak okulla daha da
daha özgürce iletişime girerler. yüzleşti. Paul ilk olarak okul bahçesine girdi; bun-
dan sonra, dersler bittikten sonra boş bir sınıfa girdi:
ÇOCUKLUK FOBİLERİNDE TEDAVİ daha sonra da sabah egzersizine katı İd, ve ayrıldı;
Çocukluk korkularının nasıl üstesinden gelinir? bir sonraki adımda bir sıraya olurdu ve okulda vakit
Pek çoğu sadece zaman ve olgunlaşmayla ortadan geçirdi: terapist, ilk önce yanma olurdu, daha sonra
kalkar. Bu korkuların tedavilerinin büyük bölümü, görüş alanı dışında ancak yakında bir yerde kaldı. En
çocukluğun farklı dönemlerinin ve farklı becerilerin son basamakla, kaygı azaldığında, terapist gece gitar
özümsenmesiyle yapılan uygun uyarlamalar dışında çalmayı, çizgi roman kitapları vermeyi ya da kend-
yetişkinler için olanlara benzerdir. isine beyzbol eldiveni kazandıracak fişler vermeyi
Belki de, korkuların üstesinden gelmede çocuklara vaat ederek Paul için pekiştireçler sağladı.
yardımcı olmanın en yaygın yolu, milyonlarca ebev-
Yetişkinlerde olduğu gibi, bazı yeni durumlar
eynin yaptığı gibi, çocukları adını adım korkulan
çocuklar için tehdit edici olabilir, çünkü bu durum-
nesneyle maruz bırakmaktır, sıklıkla bunu yaparken
larla ilgili bilgi ve becerileri yoktur. Sonuçta çocuğun
eş zamanlı olarak kendi kaygılarını da dizginlerler.
Eğer küçük bir kız yabancılardan korkuyorsa, ebev- su korkusu, çocuğun gerçeklen yüzme bilmediği akılcı
eynleri elinden tutar ve yabancı birine doğru yürütür. yargısına dayanıyor olabilir. Bazı utangaç çocuklarda
Mary Cover Jones bu folklorik sezgiyi karşı koşullama akranlarıyla etkileşmek için ihtiyaçları olan belirli
prosedürü olarak açıklayan ilk psikologdur. sosyal becerilerden yoksundur. Örneğin, yaşıtlarına
Genel olarak bakıldığında, bugün terapistler soru sorma (Ladd, 1981), kompliman yapma ve sohbet
temeli olmayan korku ve kaçınmanın ortadan başlatma (Michelson ve ark., 1983) becerileri çiftler ya
kaldırılmasında en başarılı yolun maruz bırakma da küçük gruplarla, video kasete alarak öğrenilebilir.
olduğu konusunda hemfikirdir. Hem laboratuar çalışın Böylece çocuk ve çalıştırıcısı gözlemleyebilir ve yeni
alan (örn.. Bandura, Cirusec ve Menlove, 1967), hem davranışlar geliştirebilir.
de sayısız klinik tedavi uygulaması model almanın Tedavi sonuç çalışmalar, çocukların lobilerinde
da etkili bir yöntem olduğunu kanıtlamıştır. Örneğin, zaman sınırlı tedavilerin oldukça etkili olabileceğine
başka bir çocuğun bulunduğu durumda korkan çocuk işaret etmektedir. Örneğin Hampe ve ark. (1973)
onu taklit edebilmekte ve korkusuz davranışlar gös- davranışçı ya da içgörü yönelimli terapileri kulla-
terebilmektedir, farklı çalışmalardan birinde, gen- narak 67 fobik çocuğu sekiz haftada tedavi etmişlerdir.
çlere, adım adım akranları arasına karışan ve onlarla
Tedavi edilen çocukların % 60’ı sekiz baltalık sürenin
oynamaktan zevk almaya başlayan izole bir çocukla
sonunda lobiden kurtulmuşlardır ve iki yıllık tak-
ilgili video film gösterilerek yardımcı olunmuştur. (O
ip süresinde nüksetme ya da ek duygusal sorunlar
Conner., 1969). Diğer bir grup araştırmacı dinlenme
saatinde oyun alanında lisans öğrencileri olan gönül- yaşamamışlardır. Örneklemin %80’i (öncekiler artı
lülerle sosyal izolasyonu olan çocukları eşleştirmiştir daha sonra tedavi arayanlar) iki yıl sonra semptom-
(Allen ve ark., 1976). Uygulamanın amacı, hedef lardan kurtulmuşlardır, sadece %7 si şiddetli fobi
çocuğu da kapsayan bir grup oyununu başlatmak yaşamaya devam etmiştir. Yazarlar pek çok çocukluk
ve çocuğa hangi davranışlarının diğer çocuklar- lobisinin müdahale olmaksızın sonlanmasına rağmen,
la olumlu etkileşimi geliştirmeye yardımcı olduğu tedavinin iyileşmeyi büyük ölçüde hızlandırdığı so-
ve hangi davranışlarınınsa bu etkileşimi azalttığı nucuna varmışlardır.

Fobilere yönelik bu çeşitli terapilerde tekrar ya gelmeye başlamasıdır. Analistler korkunun


eden bir tema vardır. O da fobi hastası olan kişi­ geçmişe gömülü olduğunu düşünerek, doğru­
nin her zaman yaptığı kaçınmayı bırakması ve dan yüzleştirmeyi geciktirirler ancak zamanla
korktuğu dehşete düştüğü durumla karşı karşı­ onlar da yüzleşmeyi cesaretlendirirler (örneğin,
140 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Zane, 1984). Freud bile “Analist, hastanın, ana­


lizin etkisiyle fobiyi bırakmasını beklerse, fobiy­
le baş edemez, sadece, onları yalnız başlarına
ayakta kalmaya ve kaygılarıyla savaş­maya ikna
ettiğinde başarılı olur” demiştir (Freud, 1919,
s. 400). Böylece bütün terapiler zamanla de­
nenmiş aklıselimi yansıtmaktadır; korktuğumuz
şeyle yüzleşmeliyiz. Eski bir Çin atasözü, “Teh­
likenin kalbine gidin çünkü orada güveni bula­
caksınız” der.

BİYOLOJİK YAKLAŞIMLAR
Kaygıyı azaltan ilaçlara sedatif, anksiyolitik
ya da trankilizan denmektedir. Litik eki Yunanca­
dan gelmektedir ve anlamı azaltmadır. Kaygıyı
Panik ataklara benzer bozukluklar tüm kültürlerde gözlenir.
tedavi etmek için kullanılan ilk ilaç çeşi­di barbi­ Örneğin; Eskimolar arasında, “kayak-angst” yalnız avlanan
turatlardı ancak istenmeyen yan etkiler ve alış­ avcılar arasında gözlenen şiddetli korku olarak tanımlanır.
kanlık yapma özelliğinden dolayı 1950’lerden
sonra iki sınıf ilaç, propanedioller (örneğin, Mil­
town) ve benzodiazepinler (Valyum, Xanax gibi), dakikalarca bazen de saatlerce sürer ve bazen
onların yerine kullanıl­maya başlandı. Benzodia­ otomobil kullanma gibi belirgin bir durumda or­
zepinler bugün de yaygın olarak kullanılmakta taya çıkar. Durumsal tetikleyicilerle birlikte oldu­
ve kaygı bozukluk­larının tedavisinde yararlı ol­ ğu zaman ipuçlu panik atağı denmekte, uyaran
duğu görülmekte­dir, bununla birlikte, fobiler için ile nöbet arasındaki ilişki mevcut fakat baskın
sık kullanılma­maktadır. Depresyon tedavisinde değilse, bunlara duruma dayalı nöbet denmek­
sıklıkla kul­lanılan bir ilaç grubu (monoamine ok­ tedir. Bu nöbetler, gevşeme hali, uyku gibi tehli­
sidase inhibitörleri) sosyal fobinin tedavisinde kesiz görünen ve beklenmeyen durumlarda da
benzodiazepinlerden daha etkilidir (Gelernter ve ortaya çıkabilmektedir; bu durumlara ipuçsuz
ark., 1991). Aşırı doz tehlikesi barbituratlar ka­ nöbet denmektedir. Tekrarlayan ipuçsuz panik
dar olmasa da vardır, onlar da alışkanlık yapa­ nöbetleri ve gelecek nöbetlerle ilgili endişe, tanı
bilmekte ve şiddetli yoksunluk belirtileri ortaya için gereklidir; yalnızca ipuçlu nöbetler fobinin
çıkmaktadır (Schweizer, 1991). Fobiler ve diğer varlığına işaret eder.
kaygı bozukluklarının ilaçla tedavisindeki ana Panik bozukluğun yaşam boyu görülme yay­
sorun ilaçların bırakılmasında güçlükler yaşan­ gınlığı erkekler için yaklaşık %2, kadınlar içinse
ması ve hastanın bunları almayı bıraktığında %5’dir (Kessler ve ark., 1984). Genellikle erken
bozukluğun yeniden ortaya çıkmasının (relap­ yetişkinlik döneminde başlamakta ve stresli
se) yaygın olmasıdır (Herbert, 1995). (Çocukluk bir yaşam olayından sonra ortaya çık­maktadır
dönemi korku ve fobileri hakkında bir tartışma (Pollard, Pollard ve Corn, 1989). Panik bozuk­
için Odak 6.1’e bakınız.) luk kültürlerarası olarak da görülür. Afrika’da
yapılan bir araştırmada, erkeklerin %1’i, kadın­
PANİK BOZUKLUK ların ise %6’sında tanı konmuştur (Hollifield ve
ark., 1990). Panik bozuklukla ilişkileri olan bazı
Panik bozuklukta ani ve açıklanamayan be­ bozukluklar da başka kültür­lerde görülmekte­
lirtiler nöbeti vardır. Bunlar, nefes almada güç­ dir. Batı Grönland’lı Eskimolar arasında kayak-
lük, kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, boğulma hissi, angst atakları denizde yalnız olan fok avcıları
mide bulantısı, baş dönmesi, terleme, titreme arasında görülmektedir. Yoğun korku, yönelim
aşırı kaygı, korku ve korkunç bir şey olacakmış bozukluğu (disorientation) ve boğulmayla ilgili
hissidir. Depersonalizasyon ve derealizasyon endişeleri içerir. Ataque de nervios ise ilk kez
(kişinin kendi bedeni dışında olma ve dünyanın Porto Riko’da tanımlanmıştır ve yoğun stres
gerçek olmadığı duygusu), kontrolünü kaybet­ sonucunda delirmeyle ilgili korkular ve fiziksel
me, delirme ve bazen ölme korkusu hastayı ça­ semptomlar içerir.
resiz kılar. Panik nöbetler çok sık ortaya çıkabilir, DSM-IV’te, panik bozukluk agorafobiyle bir­
bazen haftada bir ya da daha sık olur; genellikle likte ya da agorafobi olmaksızın tanılanır.
PANİK BOZUKLUK 141
√√

Agorafobi (Yunanca pazar yeri anlamına ge­ noktasının uyarılması maymunlarda panik atak
len agora sözcüğünden) halka açık yerler üze­ gibi görünen bir atağa yol açmıştır;bu durum da
rine kişinin yetersiz kaldığı durumlarda yardım doğal olarak oluşan atakların noradrenerjik aşırı
istemesinin ve kaçmanın mümkün olmadığı du­ aktiviteye bağlı olabileceğini akla getirmektedir
rumlar üzerine odaklanan bir takım korkular­dan (Redmond, 1977). Bunun ardından insanlarla
oluşmaktadır. Alışveriş, kalabalık ve yolcu­luk yapılan bir araştırmada da ceruleus noktasın­
korkuları çoğu kez vardır. Agorafobisi olan bir­ daki aktiviteyi uyaran bir ilaç olan ‘yohimbine’nin
çok hasta evden çıkamaz ya da bunu ancak bü­ panik bozukluğu olan hastalarda panik atağa
yük bir kaygıyla yapabilir. Panik bozukluğu olan yol açtığı bulunmuştur (Charney ve ark., 1987).
hastalar genellikle bir panik atağın tehlike­li ya Bununla birlikte, daha yakın zamanlı bir araş­
da utandırıcı olabileceği durumlardan kaçınırlar. tırma bu kuramla uyuş­mamaktadır. Ceruleus
Bu kaçınma yaygınlaşırsa, sonuçta agorafobiy­ noktasındaki uyarımı engelleyen ilaçların panik
le birlikte panik ortaya çıkar (Panik bozukluk ta­ atakların tedavisinde fazla etkili olmadığı görül­
nısı olmaksızın agorafobi, ortaya çıktığında, kişi müştür (McNally, 1994).
genellikle panik semptomlar yaşar, ama bu tam Bir başka biyolojik araştırma dizisi ise panik
gelişmiş ataklar halinde değildir. Bu yüzden, her ataklara neden olabilecek deneysel manipülas­
iki durumda da ago­rafobi bir atak olması korku­ yonlar üzerine odaklanmıştır. Yaklaşımlardan
suyla bağlantılıdır). Agorafobiyle birlikte panik biri panik atakların hiperventilasyona -aşırı so­
bozukluk ve panik bozukluk geçmişi olmayan luk alıp verme- bağlı olduğunu ileri sürmekte­
agorafobinin her ikisi de, kadınlarda erkeklerde dir (Ley, 1987). Hiperventilasyona, otonom sinir
olduğundan daha yaygındır. Bu durum kalıplaş­ sistemini harekete geçirebilir, böylelikle de bir
mış kadın rolünün abartılı bir uzantısını yansı­ panik nöbetin bilindik somatik yönlerine yol aça­
tıyor olabilir. Yakın zamanlara kadar, bir kadın bilir. Laktat da (kas eforunun bir ürünü) paniğe
için eve bağlı olmak sosyal olarak daha kabul yol açabilir ve panik bozuk­luğu olan kişilerde
edilebilir bir şey olmuştur (Fodor, 1978). laktat düzeyi, kronik hiper­ventilasyon yüzünden
Başka bir kaygı bozukluğu tanısı almış olan yükseliyor olabilir. Olağan karbondioksit (CO2)
hastaların % 80’inden fazlası panik nöbet­leri de miktarından daha fazlasını içeren havayı solu­
geçirmektedir, ancak bu nöbetlerin sık­lığı panik manın laboratuar ortamında bir panik atağa yol
bozukluğu tanısı alabilecek sayıda olmamak­ açabileceği bul­gusuna bağlı olarak, aşırı duyarlı
tadır (Barlow ve ark., 1985). Panik bozukluğu CO2 alıcıları da (reseptörler) hiperventilasyonu
ve major depresyon sıklıkla birlikte görülmek­ uyarabilecek bir mekanizma olarak ileri sürül­
tedir (Breier ve ark.,1986). Panik bozukluğun, müştür (Gorman ve ark., 1988; Klein, 1993).
genellenmiş kaygı bozukluğu (Sanderson ve Ancak, panik bozukluğu olan hastaların kendi
ark., 1990), fobiler (Horvath ve ark., 1995), al­
doğal ortamlarında izlendiği daha yakın zaman­
kolizm ve kişilik bozuklukları ile birlikte görülme­
lı bir araştırmada, hiperventilasyonun yalnız­
si (Johnson, Weissman ve Klerman, 1990) de
ca yirmi dört ataktan birinde görüldüğü bulun­
sıktır. Bu kitapta tartışılan diğer bozukluklarda
muştur (Garsen ve ark., 1996). Bu nedenle, bu
olduğu gibi, birlikte görülme (comorbidity) kötü
biyolo­jik araştırma dizisi sonuç vermemiştir.
tedavi sonuçlarıyla bağlantılıdır. (Noyes ve ark.,
Çeşitli biyolojik faktörlerin (örneğin, karbon­
1990).
dioksit, hiperventilasyon) paniğe yol açabile­
ceğini gösteren veriler, aynı zamanda bunların
PANİK BOZUKLUĞUNUN yalnızca önceden bu bozukluk tanısını almış
ETİYOLOJİSİ kişilerde bunu yapabildiklerini de göstermekte­
Panik bozukluk aileden gelir (Crowe ve ark., dir. Bunun, söz konusu uyaranların bu bozuk­
1987); tek yumurta ikizlerindeki birlikte görülme luğu olan hastalarda bir tür biyolojik anormalliği
oranı, çift yumurta ikizlerinden daha fazladır ya da yatkınlığı (diathesis) harekete geçirdiği
(Torgersen, 1983). Bunun anlamı, kalıtsal yat­ anlamına geldiği düşünülebilir. Bununla birlikte,
kınlığın olabileceğidir. panik bozukluğu olan kişilerin biyolojik güçlük­
Biyolojik bir kuram, paniğe noradrenerjik lere verdikleri fizyolojik tepkiler, bu bozukluğu
sistemdeki (nörotransmitter olarak norepinefrin olmayan kişilerin tepkilerine oldukça benzerdir.
kullanan nöronlar), özellikle de ponsta, locus ce- İki grubu, yalnızca, kişilerin kendi belirttikleri
ruleus adlı verilen bir çekirdekteki aşırı aktivite­ güçlüklerin yol açtığı korku düzeyleri ayrıştır­
nin neden olduğunu ileri sürmektedir. Ceruleus maktadır (Margraf, Ehlers, ve Roth, 1986). Bu
142 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Tablo 6.1 Oda havasına karşılık karbondioksitli havanın solunmasının, beden


duyumları korkusunun ve beklentilerin fonksiyonu olarak panik atakların sıklığı.
Karbondioksit soluyan ama ortaya çıkacak etkilerini beklemeyen beden duyumları
yüksek öğrenciler çok yüksek sıklıkta panik atak göstermişlerdir.
Beden duyumlarının yüksek Beden duyumlarının düşük
korkusu korkusu
Geveşeme Uyarılma Geveşeme Uyarılma
Solunan
Beklentisi Beklentisi Beklentisi Beklentisi

Oda Havası 0 0 0 0

Karbondioksit 52 17 5 5

yüzden, sonuçlar önemli olanın güçlüğe veri­ soluyan deneklerde görülmediğine dikkat edin;
len psikolojik tepki olduğunu gösterebilir. Panik bu durum önceki bulguları doğrulamaktadır. Ay­
üzerinde karbondioksitin etkisinin, deneğin ken­ rıca araştırma verileri, panik atakların sık­lığının
disini güvende hissettiği başka kişilerin varlığı kendi bedensel duyumlarından duyduk­ları kor­
durumunda yaşandığında dikkate değer ölçüde kunun yüksek olduğu deneklerde daha yüksek
azaldığını bulan yakın tar­ihli bir araştırmadan olduğunu da göstermektedir. Sonuç olarak ve
da bu hipoteze yönelik daha fazla destek gel­ en önemlisi, panik atakların sıklığının kendi
miştir (Carter ve ark, 1995). bedensel duyumlarından korku duyan, yüksek
Panik bozukluklarında (ve ilişkin agorafo­
bir karbondioksit konsantrasyonu olan havayı
bide) ana psikolojik kuram, korkudan korkma hi­
soluyan ve bunun uyarılmışlığa yol aça­cağını
potezidir (Örn., Goldstein ve Chambles, 1978).
ummayan deneklerde dikkate değer biçimde
Bu kurama göre agorafobi yalnızca açık yerler
korkusu değil, buralarda panik nöbeti geçirme yüksek olmasıdır. Bu sonuçlar tümüyle kuramın
korkusudur. Panik hastalarının kendi korkula­ yordadığı şeylerdir: bu tür duyumlar­dan korku
rından neden bu kadar korktuklarını açıklayan duyan bir kişideki açıklanmamış fizyolojik uya­
fikirlerden biri, fizyolojik duyumlarını yanlış yo­ rılmışlık hali panik ataklara yol açar.
rumlamalarıdır (Clark, 1986). Bu aşırı duyarlı­ Kontrol kavramı da panikle ilgilidir. Panik
lıktan dolayı ufak fiziksel duyumları, daha sonra bozukluğu olan hastaların, toplum içinde atak
paniğe tırmanan felaket öncüsü olarak abar­ geçirdikleri takdirde kontrolü kaybedecekleri­
tırlar (Holt ve Anderson, 1989). Örneğin, kalp ne dair aşırı korkuları vardır. Kontrolün önemi,
çarpmasında hafif bir değişiklik kaçınılmaz bir Sanderson, Rapee ve Barlow (1989) tarafından
kalp krizi olarak algılanır. yapılan bir araştırmada açık şekilde gösterilmiş­
Bu hipotezi test eden önemli bir araştırma­da, tir. Araştırmada, panik bozukluğu olan hastalar
Teich ve Harrington (baskıda) panik atak geç­ karbondioksit solumuşlardı ve hastalara ışık
mişi olmayan üniversite öğrencileriyle çalışmış­ yandığı zaman önlerindeki düğmeyi çevirerek
lardır; bu öğrenciler kendi bedensel duyumları­ CO2 miktarını düşürebile­cekleri söylenmişti.
na verdikleri korku tepkilerinin dere­cesine göre Deneklerin yarısı için ışık hep yanmış, diğer ya­
ölçüldükleri bir ankette aldıkları puanlara bağlı
rısı içinse hiç yanmamıştır. Aslında düğmeyi çe­
olarak iki gruba (yüksek ve düşük puanlılar) bö­
virmenin CO2 düzeyi üzerinde bir etkisi yoktu ve
lünmüşlerdir. Tüm katılım­cılar iki denemeden
araştırmada, algılanan kontrolün etkileri araş­
geçirilmiştir; denemelerin birinde odanın içinde­
ki normal havayı, diğerinde ise olağan karbon­ tırılmaktaydı. Kontrolü olmayan grubun yüzde
dioksit kon­santrasyonundan daha yüksek olan sekseni panik nöbeti geçirdi, kontrolün ellerin­
bir havayı solumuşlardır. Her gruptaki denekle­ de olduğunu düşünen grubun ise yalnızca %
rin yarısına karbondioksitin gevşetici olabilece­ 20’sinde panik nöbeti görüldü. Araştırmada, al­
ği, diğer yarısına da yüksek uyarılmışlık (arou­ gılanan kon­trolün önemi açıkça gösterildiği gibi,
sal) belirti­leri üretebileceği söylenmiştir. Her bir paniği oluşturan uyarıcının yalnızca biyolojik
gruptaki panik atak sıklığı Tablo 6.1’de göste­ olmadığı aynı zamanda kişinin psikolojik tepki­
rilmiştir. Panik atakların normal oda havasını sinin de çok önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
PANİK BOZUKLUK 143
√√

PANİK BOZUKLUĞUNUN VE fikri dikkate alınmıştır. Bu faktörler yeni psiko­


AGORAFOBİNİN TEDAVİSİ lojik tedavilerin gelişmesine yol açmıştır (Beck,
1988). Barlow ve arkadaşları (Örneğin, Barlow,
Benzodiazepinler gibi antidepresanlar ve
1988; Barlow ve Cerny, 1988; Barlow, Craske
anksiyolitikler biyolojik tedavi unsurları olarak
ve Klosko, 1989; Klosko ve ark.,1990) üç bile­
belli düzeyde başarı göstermiştir. Bir benzodi­
şeni olan ayrıntılı ve güvenilir bir tedavi geliştir­
azepin türevi olan alprazolam’ın (Xanax) etkili­
diler. Bu üç bileşen, gevşeme eğitimi, Ellis ve
liğine yönelik kanıt, büyük ölçekli ve çok uluslu
Beck’in karışımı bilişsel- davranışçı müdahale­
bir araştırmada elde edildiği gibi, özellik­le dikkat
ler ve son olarak da en yeni öğesi olan paniği
çekicidir (Ballenger ve ark., 1988). Ancak, ilaç
tedavisi süresiz olarak devam etmelidir, çünkü tetikleyen iç uyarıcılarla maruz bırakmayı içe­
kesildiğinde belirtiler kendini her zaman yeni­ rir. Bu üçüncü bileşen, danışana panikle ilişkili
den göstermektedir (Fyer, Sandberg, ve Klein, duyguları tetikleyebilecek davranışların terapi
1991). Ayrıca, benzodi­azepinler bağımlılık yapı­ odasında yaptırılmasını içerir. Örneğin, panik
cıdır ve bellek işlev­lerinde aksamalar ve araba nöbeti hiperventilasyonla ortaya çıkan bir has­
kullanmada güçlük gibi, hem bilişsel hem de tadan üç dakika süreyle hızlı hızlı nefes alması;
motor yan etkiler ortaya çıkarırlar. Kaygıyı azalt­ baş dönmesi yakınması olandan bir kaç dakika
ma çabaları içerisinde birçok hasta kaygı gide­ kendi etrafında dönmesi istenilir. Baş dönmesi,
ricileri (anksiyolitik) ya da alkolü kendi başlarına ağız kuruluğu, kalp atış hızında artma gibi du­
kul­lanırlar; ilaçların kullanımı ve kötüye kullanı­ yumlar ve paniğin diğer belirtileri hissedilmeye
mı kaygının baskın olduğu kişilerde yaygındır. başladığı zaman, hasta onları (1) güvenilir bir
Maruz bırakma temelli tedaviler, agorafobi­ yerde dener ve (2) daha önce öğrendiği başa
yi azaltmada çoğu kez işe yaramaktadır. So­ çıkmaya yönelik bilişsel ve gevşeme taktikleri­
runu, öncelikle ya da yalnızca agorafobi olan ni (hiperventilasyon yerine diyaframdan nefes
evli hastalar, partnerinin evden çıkmaya yönelik alma gibi) uygular.
kaçınmasını beslemekten vazgeçmesi yönün­ Denemelerle ve terapistin yüreklendirmesi,
de teşvik edilen fobik olmayan eşin dâhil oldu­ ikna etmesiyle hasta, iç uyarıcıları kontrol kay­
ğu aile yönelimli terapilerden yarar gör­müştür. bı ve panik olarak algılamayıp, zararsız ve bazı
Barlow’un klinik araştırma programı, agorafobik becerilerle kontrol edilebilir şeklinde yorumlar.
kişinin yavaş yavaş “güvenli” alan­lardan ayrıl­ Bu ipuçlarının isteyerek ortaya çıkartılması ve
mayı göze almaya teşvik edildiği, yaşayarak (in buna başarılı baş etmenin eklenmesi, onların
vivo) maruz bırakma tedavisinde­ki başarının, tahmin edilemezliğini azaltmakta ve anlamla­
diğer eşin de tedaviye dâhil edildiğinde arttığını rını değiştirmektedir (Craske, Maidenburg ve
bulmuştur (Cerny ve ark, 1987). Eşlerden birinin Bystritsky, 1995). İki yıllık izleme çalışmaları,
bağımlı olmak anlamın­da diğer eşe ihtiyaç duy­
bu bilişsel ve maruz bırakma tedavisinden elde
duğu inancının aksine (Milton ve Hafner, 1979),
edilen terapötik kazançların sürdüğünü ve alpra­
korku yaşayan eş daha cesur hale geldikçe evli­
zolamdan üstün olduğunu göstermiştir (Craske,
likten alınan doyum artma eğilimindedir (Craske
Brown ve Barlow, 1992). Ayrıca panik bozuklu­
ve ark., 1992; Himadi ve ark, 1986). Bu yüzden,
ğun farmakolojik tedavisi ve psikoterapiyi karşı­
eşlerden birinin, belki partnerinin iyi olması hak­
laştıran son çalışmalarda (Jacobson ve Hollon,
kındaki makul bir endişe, belki de zayıf ve ba­
ğımlı bir eşe sahip olma doğrultusundaki gizli 1996; Gorman, 1994) Barlow’un öncülüğünü
bir ihtiyaç nedeniyle aşırı derecede ilgili olabil­ yaptığı bir tür bilişsel davranışçı tekniğin uzun
mesi anlaşılabilir bir şey olmakla birlikte, sonuç­ dönemde imipramin (Tofranil) gibi trisikliklere,
ta ortaya çıkan veriler agorafobik eşin daha az monoamin oksidaz inhibitörlerine (toksik yan
korkulu olduğunda ilişkinin de geliştiğini akla etkileri de görülebilen bir antidepresan türü) ve
getirmektedir. alprazolam gibi benzodiyazepinlere göre daha
Agorafobiyi maruz bırakma ile tedavi etme­ etkili olduğu görülmüştür. Bunun yanı sıra bazı
nin, her zaman panik nöbetlerini azalt­madığının kişilerin, özellikle de hamile kadınların bu tür
gözlenmesi nedeniyle (Michelson, Mavisak­ ilaçlardan uzak durmaları gerektiği; bazılarının
kalian ve Marchione, 1985), panik bozukluğun da bu ilaçların yan etkilerine yönelik tolerans­
psikolojik tedavisinde, bazı panik bozukluk larının düşük olduğuna ya da ilaçların tedavi
hastalarının bedenlerinden gelen duyumlara potansiyeline tepki vermedikleri önemle vurgu­
odaklanarak gereksiz yere korkuya kapıldıkları lanmaktadır.
144 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

GENELLENMİŞ KAYGI beş yaşlarında başlar, ancak bazı kişiler bütün


yaşamları süresince bu sorunun olduğunu bildir­
BOZUKLUĞU mektedirler (Barlow ve ark., 1986). Başlangıçta
stresli yaşam olaylarının rol oynadığı görülmek­
24 yaşında bir usta olan hasta, uyku güçlüğü ve baş tedir (Blazer, Hughes ve George, 1987). Kadın­
dönmesi şikâyetleriyle gittiği doktoru tarafından psikote- larda erkeklere oranla iki kat daha fazla görülür
rapi için gönderilmişti. İlk görüşme boyunca belirgin ola- ve diğer kaygı ve duygu durum bozukluklarıyla
rak rahatsız görünüyordu, konuşmadan önce yutkunuyor, birlikte görülme oranı yüksektir (Brown, Barlow
terliyor, koltuğunda sürekli olarak kımıldıyordu. Söndü- ve Liebowitz, 1994).
rülemez görünen susuzluğunu gidermek için tekrar tek-
rar su istemesi aşırı sinirliliğinin diğer bir göstergesiydi.
GENELLENMİŞ KAYGI
Önce fiziksel şikâyetlerine değinmekle birlikte, genellen-
miş kaygısının daha genel bir tablosu kısa sürede ortaya BOZUKLUĞUNUN ETİYOLOJİSİ
çıktı. Hemen daima gergin hissettiğini söyledi. Herhangi
bir şey ya da her şeyle ilgili olarak endişeli görünüyor-
PSİKANALİTİK GÖRÜŞ
du. Diğer insanlarla çalışırken ve etkileşimde bulunurken Psikanalitik kuram, kaygının temelini id ve
karşılaşabileceği felaketler hakkında kaygılanıyordu. Bir ego dürtüleri arasındaki bilinçdışı çatışmaya at­
kaç işten kovulmasına yol açan kişilerarası güçlüklerle feder. Genellikle cinsel ve saldırgan nitelikli dür­
ilgili uzun bir tarihçe bildirmişti. “insanlardan gerçekten tüler kendilerini ifade etmeye çalışırlar ancak
hoşlanıyor ve onlarla olmaya çalışıyorum ama kolayca ego onların ifadesine izin veremez çünkü bilinç­
kontrolümden çıkıyor gibi. Yaptıkları küçük şeyler beni dışı olarak cezalandırılmaktan korkmak­tadır.
çok sinirlendiriyor. Her şey yolunda gitmedikçe baş ede-
Kaygının kaynağı bilinçdışı olduğu için, birey
miyorum” diyordu.
neden olduğunu bilmeden endişe ve sıkıntı ya­
şar. Kaygının gerçek kaynağı, yani daha önce
Genellenmiş kaygı bozukluğu (GKB) olan
ifade edildiğinde cezalandırılmış olan id itkile­
kişi çoğu kez önemsiz şeylerle ilgili olarak sü­
riyle ilgili arzular, hiçbir zaman orta­da değildir.
rekli bir kaygı içindedir. Her çeşit konuda kro­nik
Böylece kaygıdan kaçınmanın yolu yoktur; eğer
ve kontrol edilemez bir endişe GKB’nin temel
kişi idden kaçınırsa yaşamıyordur. Kaygı hemen
özelliğidir. Örneğin, birey çocuğunun başına
hemen her an hissedilir. Fobik kişinin daha ta­
gelebilecek bir kazadan dolayı sürekli bir deh­
lihli olduğu düşünülebilir çünkü psikanalitik ku­
şet içinde olabilir. Bu o kadar yaygın ola­bilir ki,
rama göre, kaygısı kaçınılabilir belirgin bir olay
bazen serbest dolaşan kaygı olarak adlandırılır.
ya da durumla yer değiştir­miştir. Genellenmiş
Terleme, yüz kızarması, kalp çarp­ması, mide
kaygı bozukluğu olan kişi bu çeşit bir savunma
rahatsızlığı, ishal, sık idrara çıkma, soğuk, ya­
geliştirmediği için sürekli olarak kaygılıdır.
pışkan eller, ağız kuruluğu, boğazda yumru var
hissi, nefes darlığı gibi bedensel (somatik) ya­
kınmalara sıklıkla rastlanır ve otonom sinir sis­ BİLİŞSEL-DAVRANIŞCI GÖRÜŞLER
teminin aşırı aktivitesini yansıtır. Nabız ve nefes Öğrenme kuramcıları, genellenmiş kaygıyı
alma hızı da yükselebilir. Kişinin iskelet sistemi açıklamak için kaygıyı ortaya çıkartan çevresel
ve kaslarla ilgili yakınmaları da olabilir: özellik­ uyarıcıları incelemişlerdir (Wolpe, 1958). Örne­
le boyun ve omuzlarda kas gerginliği ve ağrısı; ğin, uyanıkken sürekli kaygısı olan bir kişi sos­
göz kapaklarında ve diğer yerlerde seğirme; yal temaslardan korkuyor olabilir. Eğer bu kişi
titreme, kolay yorulma ve gevşeyememe. Kişi zamanının çoğunu başkalarıyla geçirme duru­
huzursuzdur, kolayca irkilebilir, sıklıkla iç çe­ munda ise kaygıyı iç faktörlere bağlamak yerine
ker ve yerinde duramaz. Düşüncelere gelince, dış uyarıcılara bağlamak daha yararlı olabilir.
birey düşüncelidir, kalp krizi geçirme, kontrolü O halde genellenmiş kaygının davranışsal mo­
kaybetme ya da ölmek gibi gelecek felaketlerle deli, fobilerle ilgili öğrenmeci bakış açılarından
ilgili endişeleri vardır. Sabırsızlık, çabuk kızma, biriyle aynıdır. Kaygının, dış uyarıcılara klasik
uykusuzluk, kızgınlık patlaması ve dikkat dağıl­ koşullama yoluyla öğrenildiği varsayılır, sadece
masına sıklıkla rast­lanır, çünkü kişi daima tetik­ koşullayıcı uyarıcıların ranjı çok daha geniştir.
tedir. Bilişsel ve davranışçı yaklaşımların kaygı
Genellenmiş kaygı bozukluğu genel nüfusta bozukluğundaki odakları o kadar binişiktir ki on­
yüzde 5 gibi yüksek bir görülme sıklığı­na sahip ları birlikte ele alacağız. İnsanların acı veren ve
olmasına rağmen, hastaların çoğu tedavi al­ kontrol edemedikleri bir uyarıcıyla karşılaştıkları
mazlar (Wittchen ve ark., 1994). Genellikle on zaman kaygı duyacakları öngörülür. Bilişsel ku­
GENELLENMİŞ KAYGI BOZUKLUĞU 145
√√

ram kaygıyla ilgili tüm görüşlerin temel özelliği algılanmadığı zamanlarda bile ortaya çıkmakta­
olarak kontrol kaybı algısını vurgular (Mandler, dır (Bradley ve ark., 1995).
1966). Böylece genellenmiş kaygının bilişsel- Borkovec, Roemer ve Kinyon (1995), yeni
davranışçı modeli çaresizlik ve kontrol üzerine bir bilişsel görüş öne sürmüşlerdir. Araştırma­
odaklanır. cılar, GKB’nin temel semptomu olan “endişe”
Yapılan araştırmalar (Daha önce açıklanan üzerinde odaklanmışlardır. Cezalandırma ba­
C02’den kaynaklanan panik ataklar da dahil), kış açısıyla baktığımızda, endişe olumsuz bir
insanların bir miktar kontrol edebildikleri stres duygudur ve bu nedenle de tekrarlanma ola­
kaynağı olayların, bütünüyle kontrol dışı görü­ sılığı düşüktür. Bu durumda, insanların neden
len olaylara kıyasla daha az stres verdiğini orta­ bu kadar sık endişelendiği sorulabilir. Borkovec
ya koymuştur. Araştırmalar ayrıca, belli koşular­ ve arkadaşları, endişenin gerçekte olumsuz bir
da kişinin kontrol duygusunu algıla­masının, bu pekiştireç olduğuna dair kanıtları gözden geçir­
kontrol gerçek olmasa bile kontrolün sağlanması mişler ve bu duygunun hastaları daha olumsuz
için yeterli olduğunu göstermektedir (örn., Geer, başka duygulardan uzak tuttuğu sonucuna var­
Davison ve Gatchel, 1970). Barlow (1988) bu mışlardır.
sonuçları, panik hastalarının tehdit edici olayları
kontrol­leri dışında algıladıkları biçiminde açık­ BİYOLOJİK GÖRÜŞLER
lamıştır. Bazı çalışmalar genellenmiş kaygı bozuk­
Bu kontrol fikriyle ilişkili olarak tahmin edile­ luğunun kalıtsal bileşenleri olduğunu öne sür­
bilir olaylar tahmin edilemeyenlere göre daha az müştür. Genellenmiş kaygı bozukluğu hasta­
kaygı yaratır, (bkz., Mineka, 1992). Tahmin edi­ larının akrabalarında da bu bozukluğun görülme
lebilirlik itici olayların başlangıcı için de geçerli­ oranının yüksek olduğu gözlenmiştir (Noyes ve
dir. Örneğin, hayvanlar işaretlenmiş (ve böyle­ ark., 1992), ancak ikiz çalışmaların­da tutarsız­
ce tahmin edilebilir) şoku, işaretlen­memiş şoka lıklar vardır (Kendler ve ark., 1992; Torgerson,
tercih etmektedirler (Seligman ve Binik, 1977). 1983). Biz de bu noktada verilerin yetersiz ol­
Bu durumda işaretin olmaması güvenlik işareti duğunu belirtmeliyiz. Kaygı bozuk­lukları ile de
ilintili bir kişilik eğilimi olan nöroti- sizmin kalıtsal
gibidir, şokun gelmediğini ve kaygılanmaya ge­
olduğu gerçeği, kalıtsal etken­lerin olası etkileri­
rek olmadığını gösterir. İşaretlenmemiş ve böy­
nin göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermek­
lece tahmin edilemeyen itici uyarıcılar kronik
tedir.
uyarılma ve korkuya ya da insanlarda kuruntu
Genellenmiş kaygı bozukluğunun en tanı­nan
dediğimiz duyguya yol açarlar (Borkovec ve Inz,
nörobiyolojik açıklaması, kaygı bozukluk­larının
1990).
tedavisinde etkili bir ilaç türü olan benzodiya­
Stres verici olayları kontrol edememe duy­
zepinlerin nasıl işlediği konusundaki bil­gimize
gusuna ek olarak, GKB hastasını tanımlayan,
dayanmaktadır. Araştırmacılar, beyinde ben­
birkaç bilişsel süreç daha vardır. Bu hastaların zodiyazepinlerin etkili olduğu bir reseptör bul­
bilişlerinin içeriğinde tehlike teması vardır. Za­ muşlardır. Bu reseptör ketleyici işlevi olan gam­
rarsız olayları tehdit edici olarak yanlış algılar­ ma-aminobütrik asit nörotransmitter (GABA)
lar ve bilişler gelecekteki felaketlere odaklanır maddesiyle ilintilidir. Normal korku tep­kileri söz
(Beck ve ark., 1987; Ingram ve Kendall, 1987; konusu olduğunda, nöronlar beynin tamamında
Kendall ve Ingram, 1989). Genellenmiş kay­ ateşlenir ve kaygı deneyimini ortaya çıkarır. Bu
gı bozukluğu olan hastaların dikkati, kolayca nöral ateşleme sistemi aynı zamanda GABA
olası bir fiziksel zarar ya da eleştiri, mahcup sitemini de uyarır. GABA sis­teminin uyarılması
olma, reddedilme gibi sosyal talihsizliklere çe­ sonucunda da söz konusu aktivite ketlenir ve
kilir (MacLeod ve ark., 1986). Örneğin; GKB böylece kaygı düşer. GKB, GABA sisteminde,
olan hasta konuşmakta olduğu kişinin zaman kaygının kontrol altına alınamamasına neden
zaman başka taraflara bakması durumunda olan bir bozulmadan kay­naklanıyor olabilir. Bu
reddedileceğinden endişelenir. Ayrıca, belirgin olasılık dâhilinde benzodiyazepinler, GABA sa­
olmayan uyarıcıları tehdit edici olarak yorum­ lınımını artırarak kaygının düşmesine neden
larlar ve kötü olayların daha sık başlarına ge­ olmaktadır. Benzer biçimde, GABA sistemini
leceğini düşünürler (Butler ve Matthews, 1983). bloke eden ya da ketleyen ilaçlar kaygının art­
GKB hastalarının, tehdit edici uyaranlara karşı masına neden olmaktadır (Insell, 1986). Henüz
yüksek hassasiyetleri, uyaran belirgin biçimde konu hakkında öğrenilmesi gereken çok şey
146 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

vardır ama bu yaklaşımın, kaygıya yönelik ba­ Matthews, 1983). GKB hastalarının herhangi bir
kış açımızı genişlettiği bir gerçektir. durumu yeniden değer­lendirmelerine yardımcı
olmak bu nedenle işe yaramaktadır. Yapılan son
GENELLENMİŞ KAYGI çalışmalar da bunu desteklemektedir (Borkovec
BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ ve Costello, 1993).
Genellenmiş kaygı bozukluğunda en yaygın
Genellenmiş kaygı bozukluğuna bakış tarz­ tedavi, fobilerde sözü edilen kaygı gidericilerin
larından beklenebileceği gibi çoğu psikanalist kullanımıdır. Hastalığın çok yaygın olması ne­
hastalarına çatışmalarının bastırılmış kökenle­ deniyle, psikoaktif ilaçlar kullanılmaktadır. İlaç
rine inerek yardımcı olmaya çalışır. Tedavi, fobi­ bir kere etkisini gösterdiğinde, birkaç saatliğine
lerin tedavisine çok benze­mektedir. hangi durum olursa olsun hastayı rahatlatacak­
Davranışçı terapistler genellenmiş kaygıya tır. Ne yazık ki, yatıştırıcı (trankilizan) ilaçların
çeşitli şekillerde yaklaşırlar. Eğer kaygıyı, belir­ istenmeyen yan etkileri vardır. Bunlar, sersem­
lenebilir durumlardaki tepkiler olarak kavram­ leşme ve depresyondan, fiziksel bağımlılığa yol
laştırırlarsa serbest dolaşan kaygı, fobi ya da açma ve beden organ­larına hasar gibi geniş bir
işaretlenmiş kaygı olarak ele alınabilir. Örneğin, alanı kapsar. Bunlara ek olarak, ilaç kesildiği
çevresel değerlendirme sonucu, davranışçı ter­ zaman tedavi ile sağlanan iyileşme genellikle
apist, genellikle kaygılı olan hastanın özellikle ortadan kalkar (Barlow, 1988). Belki de, kişi iyi­
başkalarını eleştirdiği ya da eleştirildiği zaman leşmeyi, başa çıkma çabalarındaki iç değişiklik
korktuğunu saptayabilir. Kaygı, hasta zamanı­ yerine dış etkene yani ilaca (haklı olarak) atfetti­
nın büyük bir kısmını diğer insanlarla geçirdiği ği ve kaygı ve kuruntunun kontrol edilemeyece­
için çok genellenmiş görülmektedir. Sistematik ğine inandığı için iyileşme geçici olur (Davison
duyarsızlaştırma olası bir tedavi yön­temi olarak ve Valis, 1969). Böylece kişi kaygı ve endişe ve­
tercih edilebilir. rici olasılıkların kontrol altına alınamayacağına
Bununla beraber, bu hastaların çektikleri dair inancını sürdürür.
kaygının özgül nedenlerini bulmak zor olabilir.
Bu zorluk, davranışçı terapistlerin yoğun gevşe­
me eğitimi gibi daha genel tedavi yön­temlerini OBSESİF-KOMPULSİF
önermelerine yol açmıştır. Bu tekniklerle, kay­ BOZUKLUK
gıyı bastırma potansiyelinin has­tanın genel ger­
ginlik düzeyini azaltacağı umul­maktadır (Barlow Bernice tedaviye girdiğinde kırk altı yaşındaydı. Bu
ve ark., 1984; Borkovec ve Mathews, 1988; Ost, onun yatısız olarak katıldığı dördüncü tedaviydi ve önce-
1987). Hastalara, henüz başlangıç aşamasında sinde de iki kez hastaneye yatırılmıştı. Obsesif kompulsif
bozukluğu 12 yıl önce babasını kaybettikten sonra başla-
olan kaygıya, alarma geçmek yerine gevşeme
mıştı. O zamandan bu yana şiddeti çeşitli dalgalan­malar
davranışı ile tepki ver­mek öğretilir (Goldfried, göstermişti ve tedaviye geldiğinde en şiddetli nokta­daydı
1971; Suinn ve Richardson, 1971). Bu yakla­ ve halen şimdiye kadarki en ağır tabloydu.
şımın, GKB’nin iyileşmesinde çok etkili olduğu Bernice bir bulaşma korkusuna takıntılıydı, babası-
son bulgular arasındadır (Borkovec ve Roemer, nın pnömoniden ölümüne belirsiz biçimde bağlı bir kor-
1994; Borkovec ve Whisman, 1996). ku. Aslında o her şeyden korktuğunu söylüyordu, çünkü
Bu yayılmış kaygının temelinde çaresizlik mikroplar her yerde olabilirdi ama özellikle tahtaya, çi-
duygusu yatmaktaysa, bilişsel yönelimli dav­ zik nesnelere, mektuplara, konserve kutularına ve parlak
parçacıklara dokunurken çok korkuyordu. Parlak parça-
ranış terapistleri hastaya, bu durumla başa
cık derken bir tebrik kartındaki simler, parlak cisimler ve
çıkabilmesine yeterli olacak becerileri kazan­ gümüş eşyalar kastediliyordu. Bernice niye özellikle bu
masında yardımcı olurlar. Atılganlık da dâhil ol­ nesnelerin olası bulaşma kaynakları olabileceğini açık-
mak üzere bütün bu beceriler, sözel talimat­lar, layamıyordu.Rahatsızlığını azaltmak çabasıyla uyanık
model alma ya da edimsel şekillendirme yoluyla kaldığı zamanların neredeyse tümünde çeşitli kompulsif
öğretilebilir. Bu üçünün mantıklı bir bir­leşimini törensel davranışlar yapıyordu. Sabahları 3-4 saatini
oluşturarak öğretmek en iyi yoldur (Goldfried ve banyoda geçiriyordu, tekrar tekrar yıkanıyordu. Aralarda
Davison, 1994). GKB’nin temelinde kronik en­ sabunun üstündeki artıkları arındırıyordu ki mikroplar-
dan temizlensin... Yemekler de dört saat kadar sürüyordu.
dişe yattığı için, bilişsel tekniklerin tedavide kul­
Bernice törensel davranışlarını yapıyordu- bir seferde 3
lanıla gelmesi şaşırtıcı değildir. Belki de birey, parça yiyecek yeme, her birini ağzında üçyüz kere çiğ-
belirsiz uyaranları tehdit olarak algıladığı ya da neme gibi. Bu aşamalar yiyeceklerini “sihirli biçimde”
olumsuz bir olay olma olasılığını aşırı abarttığı kirlilikten arındırma anlamı­na geliyordu. Hatta bu yemek
için gereksiz yere kaygılanmaktadır (Butler ve törenlerine Bernice’in kocası da bazen katılıyor ve sıcak
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK 147
√√

su aletini ya da donmuş sebzeleri onun başının üstünde Obsesyonlar davetsiz olarak akla gelen gi­
mikroplarını gidermek için sallıyordu. Bernice’in tören- rici, tekrarlayan düşünceler, itkiler ve imgelerdir.
sel davranışları ve bulaşma korkusu yaşamını nerdeyse Bunları yaşayan kişilerce, kontrol edilemez ve
hiçbir şey yapamayacak dere­cede kısıtlamıştı. Evden çı- akla aykırı olarak algılanırlar. Bir çoğumuz ben­
kamıyordu, ev işi yapamıyordu ya da telefonda bile ko-
zer deneyimleri geçici olarak yaşarken, Bernice
nuşamıyordu.
vakasında da gördüğümüz gibi, obsesif birey­
ler bu deneyimleri günlük yaşam işlevleri­ni bo­
Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), çok
zacak düzeyde güçlü ve sık biçimde yaşarlar.
sıkıntı yaratan ve gündelik işlevleri kısıtlayan,
Klinik olarak en sık gözlenen obsesyonlar; bu­
aklın ısrarlı ve kontrol edilemeyen düşüncelerle
laşma korkusu, cinsel ya da öfke dolu tepkiler
dolduğu ya da kişinin bazı davranışları tekrar tek­
göstermeye ilişkin korkular ya da bedensel fonk­
rar yapmaya zorunlu hissettiği bir kaygı bozuk­ siyonların bozulmasına ilişkin hipokondriyak
luğudur. Obsesif-kompulsif bozukluk toplumun korkulardır (Jenike, Baer ve Minichiello, 1986).
yüzde 2 ile 3’ünü etkilemektedir ve kadınlarda Obsesyonlar aşırı şüphe­cilik, erteleme ve ka­
görülme olasılığı erkeklere göre daha yüksektir rarsızlık gibi görünümler de alabilmektedir.
(Karno ve Golding, 1991). Genellikle, hamilelik, Kompulsiyon, sıkıntıyı azaltmak ya da bir
doğum, aile çatışması, işte güçlükler gibi stres felaketin olmasını önlemek için kişinin yapmaya
yaratan bir olaydan sonra erken yetişkinlikte zorunlu hissettiği tekrarlayıcı davranıştır. Dav­
başlar (Kringlen, 1970). Erken başlangıç erkek­ ranışın o anki görünen amacıyla gerçekçi bir
lerde daha sık gözlenir ve kontrol etme kompul­ bağlantısı yoktur ya da açık bir biçimde aşırı­
siyonları şek­lindedir; geç başlangıç kadınlarda dır. Bernice’in her lokmayı 300 kez çiğnemeye
daha sıktır, temizlik kompulsiyonları tarzındadır ihtiyacı yoktur. Genellikle bir davranışı sürekli
(Noshirvani ve ark., 1991). Depresyon dönemi olarak yineleyen bir birey, bu eylemi yerine ge­
sırasında, hastalar bazen obsesif-kompulsif bo­ tirmediği zaman olacak korkunç sonuçlardan
zukluk geliştirebilirler ve obsesif-kompulsif has­ korkmaktadır. Bir davranışın toplam yinelenme
taların çoğunun anlamlı derecede depresyonu frekansı çok şaşırtıcı olabilir. Sıklıkla, kompül­
vardır (Rachman ve Hodgson, 1980). Ayrıca siyonlar, temiz­lik ve düzenle ilgilidir, bunlar ba­
obsesif-kompulsif bozukluk diğer kaygı bozuk­ zen saatler, hatta günün büyük bir kısmını alan
luklarıyla, özellikle panik ve fobilerle (Austin ve törenlerle; kahverengi olan şeyler gibi belirgin
ark., 1990) ve çeşitli kişilik bozukluklarıyla (Baer eşyalardan kaçınmakla; sayı saymak, bazı sa­
ve ark., 1990; Mavissikalian, Hammen ve Jo­ yıları söyle­mek, uğurlu eşyaya ya da bedenin
nes, 1990) birlikte görülür. bir yerine dokunmak gibi tekrar edici sihirli ön­
148 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

aileyle ilişkilerini olumsuz olarak etkilemesidir.


Her on dakikada bir karşı koyamadığı bir ihtiyaç­
la ellerini yıkayan, geçtikleri her kapının koluna
dokunan ya da banyo karolarını her seferinde
sayanlar eşlerde, çocuklarda, arkadaşlarda ve
meslektaşlarda kaygıya ve bazen de kızgın­
lığa yol açar. Kişinin yaşamın­daki önemli kişi­
lerce hissedilen kızgınlık, bir düzeyde onların
da elinde olmadığının hissedilmesiyle suçluluk
duygularıyla karışır. Son olarak, başkalarının
üzerindeki istenmeyen etkilerin, obsesif-kom­
pulsif kişide depresyon duyguları ve genellen­
miş kaygıda artma gibi farklı sonuçları olabilir.
Bu da kişisel ilişkileri daha da zedeleyebilir. Bu
nedenlerden dolayı, aile terapistleri (Hafner,
1982; Hafner ve ark., 1981) obsesif-kompulsif
bozukluğun bazen evlilik sorunlarıyla iç içe oldu­
ğunu ve evlilik çatışmasının yerine geçtiğini ileri
sürmüşlerdir. Bu spekülatif hipotez, terapistlerin
bireysel tedavi yanında çiftin de ele alınmasını
düşün­meleri gerektiğine dikkat çekmektedir.

OBSESİF-KOMPULSİF
BOZUKLUĞUN ETİYOLOJİSİ
PSİKANALİTİK KURAM

Psikanalitik kuramda obsesyonlar ve kom­


pülsiyonlar benzer olarak kabul edilir. İkisi de
Makbet’in ünlü sahnesi, el yıkamayı içeren bir kompulsiyonu katı tuvalet eğitimi sonucunda kontrol edile­
sergilemekte. meyen cinsel ya da saldırgan dürtüsel kuvvet­
lerin sonucudur. Böylece kişi anal dönemde
saplanmıştır. Gözlenen belirtiler, id ve savunma
lemlerle; kapı kapama, elektrik, ocak söndürme mekanizmalarının çatışmasının sonucunu tem­
gibi yap­tığı bir şeyin yedi, sekiz defa üzerinden sil eder; bazen idin saldırgan dürtüleri, bazen de
gidip kontrol ederek gerçekleştirilir. Bazen kom­ savunma mekanizmaları öne geçer. Örneğin, öl­
pülsiyonlar yemek yeme gibi bir işi çok ağır yap­ dürme düşünceleri ön planda olduğu zaman id
ma şeklini alır. kuvvetleri başattır. Ancak çoğunlukla gözlenen
İnsanların, kompulsif kumarbaz, kompulsif belirtiler, kısmen başarılı olmuş savunma me­
içici, kompulsif yiyici olarak adlandırdıklarını kanizmalarını yansıtır. Örneğin, anal dönemde
saplanmış olan bir kişi karşıt tepkiler (reaksiyon
duyuyoruz. Bu kişiler yemek yeme, içki içme,
formasyon) geliştirerek kirletme dürtüsünü aşırı
kumar oynamayla ilgili, karşı koyamadıkları bir
düzenli ve temiz olarak engeller.
itilmeyi anlattıkları halde, klinik olarak bu davra­
Alfred Adler (1931) kendi kuramı çerçevesin­
nışlar kompülsiyon olarak kabul edilmez çünkü
de obsesif-kompulsif bozukluğu, ana babaların
egoya yabancı değildirler ve zevk verici olarak aşırı hükmediciliği sonucunda yeterlik duygusu
algılanırlar. Gerçek bir kompülsiyon bireyce ki­ geliştirememelerinden doğan bir patoloji olarak
şiliğine yabancı olarak görülür. Örneğin, Stern görmüştür. Aşağılık duygu­larıyla yüklü olan bu
ve Cobb (1978), kompulsif hasta örneklemleri­ kişiler, bilinç dışında, kendilerini yeterli hissede­
nin yüzde 78’inin kompulsiyonlarını durdurama­ cekleri ve kontrol ede­bilecekleri bir alana sahip
salar bile “saçma ve garip” bulduklarını bildir­ olabilmek için kompulsif ritüellere başvururlar.
mişlerdir. Adler, kompulsif davranışların kişiye yalnızca
Obsesif-kompulsif bozukluğun sıklıkla rast­ karalamalar yap­mak olsa da, bir şeye tümüyle
lanan sonucu insanlarla olan ilişkiyi, özellikle hakim olma duy­gusu verdiğini öne sürmektedir.
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK 149
√√

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI KURAMLAR çalışmalar, bir kompülsiyon türünü en azından


Davranışçı görüşe göre, obsesif-kompulsif belirli bir hafıza problemi olarak anlamak açısın­
bozukluk sonuçlarının pekişmesiyle öğreni­ dan ve bilişlerin temel deneysel araştırmaların­
len davranışlardır (Meyer ve Chesser, 1970). dan türetilen bir işlemle bu hipotezi test ettikleri
Korkuda azalma, sonuçlardan biridir. Örneğin, için önemlidir.
kompulsif el yıkama, kirlenme ve mikrop bulaş­ O halde obsesif düşünceleri nasıl açıklaya­
ması obsesyonlarını azaltan edimsel bir kaçma biliriz? İlk önce Rachman ve DeSilva (1978)
davranımı olarak düşünülür. Benzer şekilde, normal kişilerin de zaman zaman içerikleri ob­
kompulsif kontrol etme, böyle bir kontrol olma­ sesyonlara benzeyen istenmeyen düşün­celeri
saydı olabilecek felaketlerle ilgili kaygıyı azalt­ olduğunu göstermişlerdir (Parkinson & Rach­
maktadır. Kendini bildirim ölçekleri (Hodgson man, 1981). Ancak normal insanlar bun­lara
ve Rachman, 1972) ve psikofizyolojik (Carr, katlanabilir ve akıllarından çıkarabilirler. Ancak
1971) tepkilerle değerlendirilen kaygı gerçekten obsesif kişilerde bu düşünceler ön plan­dadır ve
de kompulsif davranışlar sonucunda azalmak­ büyük endişe uyandırır, belki de bunun nedeni
tadır. Ancak araştırmalar bütün kompulsif dav­ çocukluk deneyimlerinin bazı düşüncelerin teh­
ranışların kaygıyı aynı derecede azalt­madığını likeli ya da kabul edilemez olduğunu öğretmesi
göstermektedir. Rachman ve Hodgson (1980) olabilir. Obsesif kişi aktif olarak bunları bastır­
temizleme kompülsiyonu olan hastaların kon­ maya çalışır, sonuç pek de iyi değildir.
trol kompulsiyonları olanlara kıyasla kaygılarını Wegner ve arkadaşları (1987) insanlardan
daha fazla azaltabildiklerini bildirmişlerdir. Yine bir düşünceyi bastırmaları istendiğinde ne ol­
de kaygıda azalma, obsesyonları açıklayama­ duğunu incelemişlerdir. İki grup üniversite öğ­
maktadır. Tıpkı nor­mallerde korkunç bir film rencisinden beyaz ayıyı düşünmeleri ya da dü­
gibi stres verici bir uyarıcıyla ilgili düşüncelerin şünmemeleri istenmiştir. Bir grup beyaz ayıyı
akla gelmesinin kaygıyı arttırdığı gibi (Horowitz, düşünmüş ve sonra düşünmemeleri istenmiş;
1975), obsesif- kompulsif hastaların obsesyon­ diğer grup ise tersini yapmıştır. Düşünceler de­
ları da kaygıyı arttırmaktadır (Rabavilas ve Bou­ neklerin düşünceleri yüksek sesle söylemeleri
lougouris, 1974). ve de beyaz ayı düşüncesi geldiğinde zil çal­
Sher, Frost ve Otto’nun bir çalışmasında malarıyla ölçülmüştür. İki sonuç ilgi çekicidir.
(1983), yapılan davranışı hatırlama güçlüğü Birincisi, bastırmaya çalış­manın her zaman ba­
(ocağı söndürdüm mü?) ve gerçeklik ve imge­ şarıyla sonuçlanmadığıdır. İkincisi, beyaz ayıyı
lem arasındaki ayrım yapma güçlüğü (sade­ başlangıçta bastırmaya çalışan grupta bastırma
ce ocağı söndürdüğümü imgelemiş ola­bilirim) şartı bittiği zaman daha sıklıkla düşüncenin akla
çekenlere yönelik bir kompulsif kontrol etme geldiğidir. Bir düşünceyi bastırmaya çalışmanın
ölçeğinden yüksek puan alan üniversite öğren­ o düşünceyle aşırı uğraşa yol açması gibi para­
cilerine bunu test etmek için bilişsel görevler ve­ doksal bir etkisi olabilir. Ayrıca, hoşa git­meyen
rilmiştir (Bunlar iki özel hafıza prob­lemi türüdür düşünceleri bastırmaya çalışma aşırı duygusal
ve genel olarak OKB hastalarının bunlar dışın­ durumlarla ilişkilidir ve böylece bastırılmış dü­
da bir hafıza problemi yoktur). Her iki örnekte şünce ve duygu arasında kuvvetli bir ilişkiye yol
de, kişi ocağı söndürüp söndürmediğini kontrol açar. Birçok bastırma denemesinden sonra şid­
ederek belirsizliği azalt­maya çalışır. Sonuçlar detli bir duygu, düşüncenin geri dönmesine ve
ilk hipotezi desteklemek­tedir. Kompulsif kon­ olumsuz duygu durumun artmasına neden olur
trol ediciler önceki hareketi hatırlama konusun­ (Wenzlaff, Werner ve Klein, 1991). Sonuç kay­
da yetersizdirler. İkinci hipotez aynı derecede gının artmasıdır.
desteklenmemiştir. Son zamanlarda yapılan
araştırmalar da, OKB hastalarının önceden BİYOLOJİK ETKENLER
imgeledikleri uyaranla gördükleri uyaranı ayırt Ensefalit, kafa yaralanmaları, ve beyin tü­
etme konusunda nor­mallerden daha kötü olma­ mörlerinin obsesif-kompulsif bozukluğun ge­
dıklarını göstermek­tedir (Brown ve ark., 1994). lişmesiyle ilişkisi gösterilmiştir (Jenike, 1986).
Psikiyatrik hastaları denek olarak kullanan tek­ Beynin böyle bir travmaya maruz kalmış olabi­
rar araştırması da kompulsif kontrol ölçeğinde lecek iki bölümü ilgi alanının odağını oluş­turur.
yüksek puan alan­ların kendilerine ait yakın za­ Bu bölümler; frontal lob ve kuyruk, puta-men
mandaki davranışları hatırlamakta yetersiz kal­ globus pallidus ve amigdaladan oluşan basal
dıklarını göstermiştir (Sher ve ark., 1989). Bu gangliadır. Yapılan PET taraması (Positron
150 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Emisyon Tomografisi) çalışmaları OKB’li has­ 1987). Lenane ve arkadaşları (1990), OKB’lilerin
taların frontal loblarında artan bir hareketlilik birinci dereceden akrabalarının yüzde 30’unda
olduğunu göstermiştir. Bu hareketlilik belki de da OKB görüldüğünü bul­muşlardır. Biyolojik et­
bu hastaların kendi düşünceleri ile aşırı uğraş­ kenlerin, insanlarda OKB gelişimine yatkınlığa
malarının bir yansı­masıdır. Motor davranışların neden olabileceğini kesin olarak söylemek için
kontrolüyle ilintili olan basal ganglia üzerindeki erken olsa bile, önümüzdeki yıllarda biyolojik
ilgi de, OKB ile Tourette Sendromu arasındaki yatkınlığa ilişkin araştırmaların artacağını bek­
ilişki kadar, bu beyin bölümü ile kompulsiyon­ leyebiliriz.
ların ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Tourette
Sendromu, motor ve vokal tiklerle kendini belli OBSESİF-KOMPULSİF
eden ve basal gangliadaki bozulmalarla ilintili BOZUKLUĞUN TEDAVİLERİ
olan bir bozukluk­tur. Tourette Sendromlu has­
talar genellikle OKB’ye de sahiptirler (Rauch ve Obsesif-kompulsif bozukluk psikolojik sorun­
Jenike, 1993). Bu iki beyin bölgesinin önemini lar içinde tedavisi en güç olanlardandır. Obsesif-
destekleyen bir çalışma da Rauch ve arkadaş­ kompulsif bozukluğun psikanalitik tedavisi fobi
larının (1994) çalışmasıdır. Araştırmada Rauch ve genellenmiş kaygıdaki tedaviye benzer. Di­
ve arkadaşları, OKB’li hastaları, çöp bulaşmış ğer bir deyişle, bastırmanın kaldırıl­ması ve has­
eldiven ya da kilitli olmayan bir kapı gibi o has­ tanın gerçek korkusuyla yüzleşmesiyle itki do­
talara özgü uyaranlara maruz bırakmışlar ve yurulacaktır. Girici düşünceler ve karşı koyması
böylece de OKB semptomlarını tetiklemişlerdir. güç davranışlar terapötik değişme için uygun
Frontal lobda ve basal ganglianın bazı kesimle­ hedefler değildir. Çünkü onlar egoyu bastırılmış
rinde kan akışında bir artış gözlenmiştir. çatışmadan korumak­tadır. Psikanalitik işlemler,
Nörokimyasal etkenler üzerindeki araştır­ obsesif-kompulsif bozukluğun tedavisinde etkili
malar serotonin üzerinde yoğunlaşmıştır. Daha değildir. Bu kısıtlılık bazı analistlerin daha aksi­
sonra açıklayacağımız gibi, serotonin geri alımı­ yona yönelik davranışçı yaklaşımları benimse­
nı ketleyen antidepresanların OKB tedavisinde melerine ve analitik anlayışı, davranışçı işlemle­
işe yaradığı kanıtlanmıştır (Pigott ve ark., 1990). re daha uygun olacak bir şekilde kullanmalarına
Bu ilaçlar serotonin nöronlarındaki sinaptik ge­ yol açmıştır (Jenike, 1990). Örneğin Salzman
çişi kolaylaştırdığından, OKB’nin serotonin dü­ (1980) serbest çağrışımın hastanın obsesyon­
zeyinin düşük olması ya da reseptör sayısının larını beslediğine dikkat çekmekte ve analistin
azlığı ile ilintili olabileceği açıklaması en genel tartışmaları yönlendirmede daha direkt olması
yorum olacaktır. Ancak henüz bu düşünceleri gerektiğini önermektedir. Çoğu obsesif hasta­da
sınayan araştırmalar beklenen sonuçları verme­ gözlenen kararsızlığın, herhangi bir işe başla­
miştir. Örneğin, sero­tonin reseptörünü uyaran madan önce onu doğru yapmayı garan­tileme
ilaçlarla yapılan araştırmalar, bu ilaçların OKB gereksiniminden kaynaklandığını ileri sürmek­
semptomlarını azaltmak yerine artırabildiğini de tedir (Salzman, 1985). Bu nedenle hastaların
göstermiştir (Bastani, Nash ve Meltzer, 1990; belirsizliği ve gerçekte hiçbir şeyin tam belirli ve
Hollender ve ark., 1992). OKB’nin oluşumuna kontrol edilebilir olmadığını tolere etmeyi öğren­
dair bir diğer olası açıklama da, OKB’nin se­ meleri gerekmektedir. 2Aynı zamanda analistin,
rotoninle ilintili bir diğer nörotransmitter sistem hastayı kompulsif davran­ma ego savunmasını
yüzünden ortaya çıktığı, antidepresanlardan et­ bırakması için yüreklendirmesini önermektedir.
kilendiği zaman da serotoninin, terapötik etkinin Ancak tedavinin temel amacı bilinç dışı belirle­
gerçekleştiği asıl alan olan bu sistem üzerinde yiciler hakkında iç görü kazanmaktır.
değişikliklere neden olduğuna ilişkin açıklama­ Kompulsif ritüellerde en sık ve genellikle ka­
dır (Barr ve ark., 1994). Dopamin ve asetilkolin, bul edilen tedavi yaklaşımı İngiltere’de Victor
OKB’nin oluşumunda önemli rol oynadığı iddia Meyer’in (1966) öncülüğünü yaptığı davranışın
edilen serotoninle ilintili transmiterler olarak öne engellenmesiyle beraber maruz bırakma yön­
sürülmektedir (Rauch ve Jenike, 1993). teminin kullanılmasıdır (Rachman ve Hodgson,
Ayrıca OKB’de kalıtsal katkıların da bulun­ 2
Obsesif kompulsif kişinin burada hipotezlenen gereksinimi akılcı duygusal
abileceğine ilişkin bazı kanıtlar vardır (Carey yaklaşımın da yararlı olabileceğini önerse hata etmez. Kişi asla hata yapmayacağı
bir mantıkdışı inanca demirlemiş olabilir. OKB ye akılcı duygusal tedavinin
ve Gottesman, 1981). OKB’li hastaların birinci uygulandığı nadir bir klinik denemede, Emmelkamp, Visser ve Hoekstra (1988),
derecede akrabalarında kaygı bozukluklarının gerçek yaşamda tepki önleme tedavisi ile kıyaslandığında Ellis’in tedavisinin
başarılı olduğunu ve depresif duygu durumunu azaltmada da katı davranışçı
görülme sıklığı yüksektir (McKeen ve Murray, tedaviye üstün olduğunu bulmuştur.
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK 151
√√

1980). Bu yaklaşımda hastanın kompulsif dav­ arttırmadığının araştırıldığı bir çalışmada, ilacın
ranışı ortaya çıkaran durumlarla yüzleşmesi-kir­ eklenmesinin obsesif-kompulsif belirtilerde bir
li bir tabağı ellemek gibi- ve her zaman yaptığı etkisinin olmadığı ancak depresyonu azalttı­
şeyi-elini yıkamak gibi- yapmamasını içermek­ ğı bulunmuştur (Foa ve ark., 1992). Bu bulgu
tedir. Bunun altında yatan sayıltı şöyle özetle­ obsesif-kompulsif hastalarda gözlenen depres­
nebilir; törensel davranışlar (ritüeler), sandalye­ yonun ikincil olduğunu ya da obsesif-kompulsif
deki toz gibi herhangi bir çevresel uyarıcı ya da belirtilerin sonucu olarak geliştiğini düşündür­
olay tarafından uyarılan kaygıyı azaltmaktadır mektedir. Bir başka çalış­mada, obsesif-kom­
ve bu davranışı engelleme has­tayı kaygı uya­ pulsif bozuklukta klomipraminin etkisinin kısa
ran uyarıcıyla karşı karşıya getirir, böylece de vadeli olduğu bulunmuştur. İlacın kesilmesiyle
kaygının sönmesini sağlar. Kontrollü çalışma­ davranış engellenmesine kıyasla nüksetme
lar (Duggan, Marks ve Richards, 1993; Foa ve oranının yüzde 90 olduğu bulunmuştur (Pato ve
ark., 1985; Stanley ve Turner, 1995), bu yönte­ ark., 1988).
min çocuklar ve ergen­ler de (March, 1995) dâhil Araştırmalar, fluoxetine (Prozac) gibi sero­
olmak üzere, OKB’li hastalarda kısmen de olsa tonin geri alım inhibitörleri alan hastalarda bir
etkili olduğunu göstermiştir. miktar düzelme olduğunu göstermiştir. Ancak tri­
Bazen obsesif-kompulsif ritüellerin kontrolü sikliklerde olduğu gibi tedavide alınan yol azdır
ancak hastanede mümkün olabilir. Kompulsi­ ve ilaçlar bırakıldığında belirtiler geri gelmekte­
yonların tedavisinde tanınmış davranışçı uz­ dir (McDougle ve ark., 1994). Ayrıca bu ilaçların
man Victor Meyer (1966) Londra’daki Middlesex doğrudan OKB’ye mi yoksa OKB ile ilişkili dep­
Hastanesinde kontrollü bir ortam yaratmıştır. resyona mı etki ettiği de henüz belir­gin değildir
Çalışanlar, hastaların törensel davranışlarını (Barr ve ark., 1994; Tollefson ve ark., 1994).
yapmalarına engel ola­cak şekilde eğitilmiştir. Fluksatin ve davranış engellenmesini kar­
Tedavinin ev dışına genellenebilmesi için ev şılaştıran bir çalışmada (Baxter ve ark., 1992)
halkının da tedaviye katılımı gerekmektedir. ikisinin de tedavide etkili olduğu durum­larda iyi­
Onları bu çalışmaya hazırlamanın temel görev leşmenin beyin işlevleriyle, yani aşırı aktivitesi
olmadığını, beceri kazandırma ve bakım ver­ OKB ile ilgili olan caudete necleusda metabolik
menin ötesinde belirli davranışçı teknikler kulla­ aktivitenin azalmasıyla ilişkili olduğu bulunmuş­
nıldığını söylemek yeterlidir. tur. Ayrıca, PET’le ölçülen beyin aktivitesindeki
Kısa dönemde bu kısıtlamalar oldukça zor­ değişiklik yalnızca klinik olarak düzelme göste­
dur ve hastaların çoğunun hoşuna gitmez. ren hastalarda bulunmuştur. Bu çeşit bulgular,
Vak’aların yüzde 25’i bu nedenle tedaviyi red­ birbirinden çok farklı olan tedavi­lerin etkili olma­
deder (Foe ve ark., 1985). Tedavi almayı red­ larının benzer nedenlere, değişik yollardan bey­
detme ve yarıda bırakma OKB’ye yönelik müda­ ni etkilemelerine bağlı olduğunu düşündürmek­
halelerde bilindik sorunlardır (Jenike ve Rauch, tedir. Baxter ve arkadaşlarının çalışmasında
1994). OKB hastaları, ertelemeye, değişimden olan bir desen sorunundan da söz etmeliyiz. Bu
korkmaya ve başkalarının kendi­lerini kontrol araştırmada hastalar gruplara tesadüfi olarak
etmeleri durumuna aşırı has­sasiyet gösterme değil, hasta­ların tedaviyi tercihlerine göre ayrıl­
eğilimindedirler. Açıkça itiraf edilmelidir ki bütün mışlardır. Görüşümüze göre, bu hata bulguları
bu özellikler davranışçı terapi gibi manipülatif geçersiz kılmamakta ancak iki grubun karşılaş­
yöntemlerde bek­lenebilecek sorunlardır. tırılmasında eşitliğin sağlan­masını bozmaktadır.
Depresyon tedavisinde sıklıkla kullanılan Tedavi sonrası PET tara­mada ilaç grubundaki
(Bölüm 10’a bakınız) seretonin geri alım inhi­ hastalar hâlâ ilaç almaya devam ediyorlardı.
bitörleri ve trisiklikler sıklıkla obsesif-kompulsif Hâlbuki davranış tedavisin­deki hastalarda dav­
hastalar için kullanılır. İki çeşit ilaçla da iyi so­ ranışı engelleme tedavisi devam etmiyordu.
nuçlar alınmıştır (Jenike, 1986). Bu güne kadar Obsesif-kompulsif bozukluklarda bazen be­
yürütülmüş olan en geniş çaplı araştır­mada yin ameliyatının uygulanması ancak, ruh sağ­
(Klomipramin Çalışma Grubu, 1991) çift, kör bir lığı alanında çalışanların ve onlardan da çok
desenle klomipramin plasebo ile karşılaştırılmış hastaların ümitsizliğiyle açıklanabilir. Şu anda
ve etkili olduğuna dair kanıtlar bulunmuştur. kullanılan işleme singulatomi denmektedir ve
Diğer taraftan, imipraminin depresyonda olan corpus callosum’un yakınında singulum’daki
obsesif-kompulsif hastalar­da davranış engel­ beyaz maddenin iki, üç santimetresini tahrip
lenmesi tedavisiyle sağlanan yararları arttırıp etmeye dayalı bir işlemdir. Bir değerlendirme­
152 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

de 18 vakanın 5’inde görüldüğü (Baer ve ark.,


1995) gibi, bir miktar klinik ilerleme görülme­sine
rağmen, kalıcı ve nasıl işlediği tam bilin­meyen
bu yöntem haklı olarak başvurulacak son çare
olarak düşünülmektedir.
Genel olarak tedavi yöntemi ne olursa olsun,
obsesif-kompulsif hastaların pek azı tam olarak
iyileşirler. Bir çok tedavi yöntemiyle sağlanan
ilerlemeler önemli olabilir ancak obsesif-kom­
pulsif eğilimler, daha iyi kontrol edilip yaşamı
daha az etkileseler de, belli düzeyde varlıklarını
sürdürürler (White ve Cole, 1990).

TRAVMA SONRASI STRES


BOZUKLUĞU
Yirmi yedi yaşında şarkıcı olan bir kadın arkadaşı
tarafından değerlendirmeye gönderilmişti. Sekiz ay önce
erkek arkadaşı ile bir saldırıya uğramış kendisi zarar
görmeden kaçabilmiş ancak erkek arkadaşı bıçaklanmış
ve ölmüş. Bir yas sürecinin ardından her zamanki duru-
muna dönmüş, polise araştır­masında yardım etmiş ve ide-
al bir görgü tanığı olarak değerlendirilmişti. Bununla bir-
likte bir adamın cinayet suçlamasıyla tutuklanmasından
Diğer teşhislerden farklı olarak TSSB, kendi nedeni olan
kısa bir süre sonra hasta tekrarlayan kâbuslar görmeye travmatik olayı, açıklamasında taşır. Oklahoma şehrindeki
başlamış ve suçun işlendiği geceye ilişkin çok canlı ha- bombalama olayında çalışan bu adam gibi kurtarma görevlileri,
tırlamalar yaşamaya başlamıştı. Rüyalarında sıklıkla kan TSSB geliştirme riski altında olabilirler.
görüyor ve kendini uğursuz pelerinli figürlerin izlediğini
imgeliyordu. Gündüz özellik­le de bir yere yalnız yürürken yaşadığı, şahit olduğu, öğrendiği ya da fiziksel
sıklıkla hayaller içine kayıyor ve nereye gittiğini unutu- bütünlüğünü tehdit edici olaylardır. Bu olaylar,
yordu. Arkadaşları, onun kolayca irkildiğini ve zihninin
ölüm ya da ölüm tehdidi, ciddi yaralanma ya
meşgul göründüğüne dikkat etmişlerdi. Parasının üzerini
ya da aldığı şeyleri dükkânda bırakıyordu veya bekler- da fiziksel bütünlüğe ciddi bir tehdit şeklindedir.
ken ne almaya geldiğini hatırlayamıyordu. Huzursuz bir Olay yoğun korku, dehşet ya da çaresizlik his­
biçimde uykuya dalıyor ve işine konsantrasyonu düşük si yaratmalıdır. DSM’nin önceki basımlarında
olduğundan sorun yaşıyordu. Giderek arkadaşlarından travmatik olay “insan deneyiminin menzili dışın­
uzaklaştı ve çalışmaktan da kaçınmaya başladı. Tam da” şeklinde nitelenmiştir. Bu tanım da çok kı­
olarak neden olduğu açık olmasa da, erkek arkadaşının sıtlıydı, çünkü otomobil kazaları gibi olaylardan
katledilmesiyle ilgili önemli oranda suçluluk hissediyordu
sonra TSSB tanısını devre dışın­da bırakıyordu.
(Spitzer ve ark., 1981. s. 17)
Şimdiki genişletilmiş açıklama da çok kısıtlı ola­
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), bilir, çünkü olayın öznel anlamı çok daha kritik
ilk defa DSM-IIl’e (1980) bir tanı grubu olarak olabilmesine rağmen, olayın nesnel özellikleri
eklenmiştir. Büyük bir stres karşısında, artmış üzerinde odaklanmaktadır (King ve ark., 1995).
kaygı, travmayla ilgili uyarıcılardan kaçınma ve Bu konuyu, Bölüm 14’te bir tecavüzün sonuç­
duygusal tepkilerin azalması gibi aşırı tepkileri larının bir parçası olarak, TSSB’yi yeniden ele
yansıtır. Daha önceden de savaş stresinin as­ aldığımızda tekrar gözden geçireceğiz.
kerler üzerinde güçlü ve rahatsız edici etkile­ DSM-IV’de yeni bir tanı grubu olan akut
rinin olduğunun bilinmesine rağmen, Vietnam stres bozukluğu, travma sonrası stres bozuk­
savaşı bu yeni tanı grubunun oluş­masında et­ luğundan farklıdır. Travmaya maruz kalan he­
kili olmuştur. DSM’deki diğer bozuk­luklar gibi, men hemen herkes, bazen de oldukça şid­detli
TSSB de belirti kümeleriyle tanımlanır. Ancak stres yaşar. Bu normaldir. Eğer stres kay­nağı
diğer bozukluklarda kapsanmamasına rağ­ sosyal ya da mesleki işlevsellikte bir bozulmaya
men, olası etiyoloji de tanı ölçüt­lerinde yer al­ neden olursa, akut stres bozukluğu tanısı konur.
maktadır. Etiyolojik faktörler kişinin doğrudan İnsanların yaklaşık yüzde 60’ı, ilk bir ay içerisin­
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU 153
√√

de akut stres bozukluğunu yen­mekte ve yaşam­ renklerde yazılmış kelimeler görürler. Denekten
larına TSSB olmaksızın devam etmektedirler. kelimeyi değil rengini olabildiğince çabuk söyle­
Stresin, önemli bir nedensel faktör olarak mesi istenir. Bazı kelimelerin içeriğinden dolayı,
DSM’ye sokulması genel bakış açısında önem­li tepkinin yavaşlamasıyla ölçülen bozulma göz­
bir değişikliğe işaret eder, çünkü geçmişlerine lenir. Bu çalışmada farklı kategorilerden kelime­
bakmaksızın bireylerin üstesinden gelemeye­ ler seçilmiştir; nötr (örneğin, masa), olumlu (ör­
cekleri felaket türü (katastrofik) olaylarla karşı­ neğin, sevgi), obsesif-kompulsif (örneğin, kir),
laşmalarının onları olumsuz olarak etki­leyeceği TSSB (örneğin, ceset torbası). TSSB’li gaziler
ve diğer bozukluklardan ayırt edilme­si gereği yalnızca TSSB’li kelimelerde daha yavaştılar.
resmen kabul edilmiştir. Söze dökülmese de, Aynı etki, Foa ve arkadaşları (1991) tarafından
eğer daha sağlam olsaydı bir şey olmazdı sonu­ tecavüze uğrayanlar üzerinde yapılan araştır­
cuna varma yerine, travmatik durumların etkisi mada da bulunmuştur. Benzer biçimde TSSB’li
şimdi resmen kabul görmek­tedir (Haley, 1978). hastalar travmaları ile ilgili sözcükleri daha iyi
Ancak, bu yeni ölçütün eklenmesi üzerine farklı hatırlamaktadırlar (Zertlin ve McNally, 1991).
görüşler vardır. Travmatik olayla karşılaşan bir­ Tekrar yaşamanın önemi küçümsenemez,
çok kişi TSSB geliştirmez. Örneğin, yakın geç­ çünkü diğer kategorilerdeki belirtilerin olası kay­
mişte yapılan bir araştırmada, fiziksel yaralan­ nağıdır. Aslında bazı TSSB kuramları, trav­matik
malara kadar giden bir travmatik olayı yaşayan olayların var olan şemayla (kişinin dünya ile
insanların sadece yüzde 25’i TSSB geliştirmiştir ilgili genel inançları) başarılı bir şekilde bütün­
(Shalev ve ark., 1996). Buradan TSSB’nin tek leştirilememesine atfederek, bunu temel özellik
nedeninin başlı başına olayın kendisi olamaya­ olarak kabul ederler (örneğin, Foa, Zindbarg ve
cağı sonucunu çıkarabiliriz. Yeni çalışmalar, cid­ Rothbaum, 1992; Horowitz, 1986).
di stres yaşan­tıları deneyimleyen insanlardan
TSSB geliştiren ve geliştirmeyenler arasındaki 2. Olayla ilgili uyarıcılardan kaçınma ya
farkı araştırmaya doğru yönelmiştir. da tepki verme düzeyinde azalma. Kişi bir
TSSB’nun belirtileri üç temel kategoride top­ travmayı düşünmemeye ya da onu akla getire­
lanmıştır. Tanı koyabilmek için her kategorideki cek uyarıcılardan uzak durmaya çalışır. Olayla
belirtinin en az bir ay sürmesi gerekir. ilgili amnezi bile olabilir. Tepki verme düzeyin­
de azalmayla; başkalarına ilgide azalma, bo­
1. Travmatik olayı tekrar yaşamak. Olay ğuluyormuş duygusu ve olumlu duyguları his­
sıklıkla hatırlanır ve onunla ilgili kâbuslara sık­ sedememe kastedilmektedir. Bu semptom­lar
lıkla rastlanır. Olayı sembolize eden uyarıcılara 1’dekilerle çelişkilidir. Travma Sonrası Stres Bo­
(örneğin, gök gürlemesinin bir gaziye savaş ala­ zukluğunda oynamalar olur, kişi tekrar yaşa­ma
nını hatırlatması gibi) ve belli olayların yıl dö­ ve uyuşukluk arasında gidip gelir.
nümlerine karşı aşırı duygusal tepki gösterilir. Bu
rahatsız edici belirtinin laboratuarda incelendiği 3. Artmış uyarılma belirtileri. Uykuya dal­
bir araştırmada McNally ve arkadaşları (1990), ma ve uykuyu devam ettirme güçlükleri, dikkati
TSSB olan ve olmayan Vietnam gazilerine Stro­ toplayamama, aşırı uyarılmış olma duru­mu ve
op testi uygulamışlardır. Bu testte denekler farklı abartılmış irkilme tepkileri bu belirtileri oluşturur.

Vietnam Savaş Anıtı’nı ziyaret


etmek, savaş gazileri için
duygusal bir deneyimdir.
154 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Laboratuvar çalışmaları, TSSB hasta­larında sa­ TRAVMA SONRASI STRES


vaş imgelerine karşı yükselmiş fizyolojik reakti­ BOZUKLUĞUNUN ETİYOLOJİSİ
viteyi (örneğin, Orr ve ark., 1995) ve yüksek dü­
zeyde irkilme belirtilerini (Morgan ve ark., 1996) TSSB için bazı risk faktörleri vardır. Breslau
ve arkadaşlarının (1991) çalışmasında travma­
göstererek klinik belirtileri desteklemişlerdir.
tik bir olayla karşılaşan kişilerde TSSB geliştir­
TSSB ile ilgili diğer belirtiler, kaygı, depres­
mek, kadın olma, aileden erken ayrılma, ailede
yon, kızgınlık, suçluluk, madde kötüye kullanımı
ruhsal bozukluk ve halen geçirilmekte olan bir
(stresi azaltmak için kendilerinin aldığı ilaçlar),
bozuk­luğun (panik bozukluğu, OKB, depres­
evlilik sorunları ve iş güçlükleridir (Bremner ve
yon gibi) olmasıyla yordanmıştır. TSSB olasılığı
ark., 1996; Keane ve ark., 1992). İntihar düşün­
travmatik olayın şiddetiyle artmaktadır; örneğin,
celeri ve planlarına sıklıkla rastlandığı gibi şid­
savaş alanında bulunma süresi arttıkça, ailede
det içeren olaylar, ve sırt ağrısı, baş ağrısı, mide
başka ruhsal bozukluğu olan kişiler olsa da ol­
bağırsak rahatsızlıkları gibi stresle ilgili psikofiz­ masa da TSSB oranı aynı kalmaktadır. Ancak
yolojik reaksiyonlar da gözlenir (Hobfoll ve ark., ailede ruhsal hastalık mevcutsa kısa süreli sa­
1991). vaşa maruz kalma bile yüksek oranda TSSB’ye
DSM, çocuklarda da TSSB olabileceğini an­ yol açmaktadır (Foy ve ark., 1987). Travmaya
cak yetişkinlerden farklı şekilde görüldüğünü verilen ilk tepki de belirleyicidir. Kaygı, depresy­
ileri sürmektedir. Uyku bozuklukları ve canavar­ on ve dissosiyatif semptomların (depersonali­
larla ilgili kâbuslara sıklıkla rastlanmakta, ayrıca zasyon, derealizasyon, amnezi ve bedenden
o zamana kadar dışa dönük bir çocuğun aniden ayrılma deneyimleri de dâhil) şiddeti arttıkça
içine kapanması ve sessizleşmesi ya da sessiz ileride TSSB geliştirme olasılığı da artmaktadır
bir çocuğun gürültücü ve saldırgan olması gibi (Shalev ve ark., 1996).
davranış değişiklikleri gözlenebilir. Travmaya TSSB’yi açıklamak amacıyla, hem psikolo­
uğramış bazı çocuklar büyüyüp yetişkin ola­ jik hem de biyolojik kuramlar ileri sürülmüştür.
mayacaklarını düşünürler. Bunlara ek olarak, Öğrenme kuramına göre, bozukluğun korku­nun
bazı çocuklar konuşma ve tuvalet terbiyesi gibi klasik koşullanması olduğu varsayılır (Fairbank
kazandıkları gelişimsel becerileri kaybederler. ve Brown, 1987; Keanne, Zimering ve Caddell,
Önemli bir nokta da, küçük çocuk­ların yetişkin­ 1985). Örneğin, bazı tecavüz vak’alarında, ka­
lere nazaran olayla ilgili konuşma­da daha fazla dın orada tecavüze uğradığı için daha önce hiç
sıkıntı çektikleridir; hele bu olay cinsel ya da fi­ korkmadığı yerlerden kork­maya başlar. Klasik
ziksel bir taciz içeriyorsa. koşullanmış korkuya bağlı olarak kaçınmalar
Amerika Birleşik Devletleri’nde, TSSB’nin gelişir ve koşullu uyarıcının olmamasından do­
yaygınlık oranı % 1-3’tür (Helzer, Robins ve layı korkunun azalmasıyla olumsuz olarak peki­
McEvoy, 1987). Bu, 2 milyonun üzerinde kişiyi şir. Böylece, TSSB Mowrer’in (1947) yıllar önce
temsil etmektedir. Bu oran fiziksel saldırıya uğ­ ileri sürdüğü iki faktör kuramının adeta bir örne­
ramış sivillerde ve Vietnam’a giden asker­lerde ğidir. Bu görüşü (Foy ve ark., 1990) ve TSSB
yüzde 3.5’a, Vietnam’da yaralananlarda yüzde geçirenlerin his­settiği kontrol kaybını vurgula­
20’ye çıkmaktadır. Rothbaum ve arkadaşları­ yan davranışçı bilişsel görüşü destekleyen yeni
nın (1992) tecavüze uğrayanlarla yaptığı araş­ kanıtlar vardır (Chemtob ve ark., 1988, Foa ve
tırmada daha da yüksek oranlar bulunmuştur. Kozak, 1986).
Kadınlar tecavüze uğradıktan sonra on iki hafta Horowitz (1986; 1990) tarafından ileri sürülen
boyunca haftada bir görülmüşlerdir. İlk değer­ psikodinamik görüşe göre travmatik olay kişinin
lendirme sonunda % 94’ünün3 TSSB ölçütlerini zihninde sürekli olarak tekrarlanır ve o kadar acı
karşıladığı ve araştır­manın sonunda oranın % verici olur ki, ya bilinçli olarak uzaklaştırılır (dik­
kati başka yöne çekerek) ya da bastırılır. Kişinin
47’ye düştüğü bulun­muştur. Detroit’deki geniş
travmayı kendisi ve dünyayla ilgili varolan inanç
çaplı bir toplum çalış­masında, Breslau ve arka­
sistemiyle bütünleştirebilmesi için bir iç müca­
daşları (1991) yetişkinlerin % 39’unun travmatik
dele yaşadığına inanılır.
bir olay yaşadıklarını bulmuşlardır. Travmatik
İkizler üzerinde yapılan biyolojik araştır­
olay yaşayanların % 24’ünde TSSB gelişmiştir.
malarda, TSSB için olası yeni bir tez ortaya
konmuştur (True ve ark., 1993). Bunun da öte­
Bu kadınlar teknik olarak TSSB tanısı alamazlar, çünkü DSM, belirtilerin en az 1
sinde, TSSB’nin biyolojik görüşüne göre travma
3

ay devam etmesi gerektiğini belirtir.


noradrenerjik sisteme zarar vererek norepinef­
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU 155
√√

1986; Solomon, Mikulincer ve Flum, 1988).


Benzer biçimde, güçlü bir bağlılık duygusu ve
kararlılık da, TSSB geliştiren ve geliştirmeyen
Körfez Savaşı gazilerini birbirinden ayıran özel­
liklerdir (Sutker ve ark., 1995). Yüksek düzey­
de bir sosyal destek, bozukluğun gelişme ris­
kini azaltabilir. Andrew kasırgasına bağlı olarak
travma yaşayan çocuklarda sosyal destek gör­
me durumu TSSB geliştirme riskini azaltmıştır
(Vernberg ve ark., 1996).

TRAVMA SONRASI STRES


BOZUKLUĞUNUN TEDAVİLERİ
Şimdiye kadar incelenen diğer kaygı ve fobi­
lerde olduğu gibi, TSSB’nin tedavisinin anahtarı
da kişiyi korku veren olayla maruz bırakmaktır.
Bu ortak eğilimi, bu bozukluğun farklı tedavi bi­
çimlerinde de göreceğiz. Ancak, olay adı üstün­
de travmatik olduğundan, söz konusu maruz bı­
rakma gerçek bir maruz bırak­madan çok, bir tür
imgeleme olarak yapılmak­tadır. Ayrıca her tür
Andrew Kasırgası gibi doğal afetler TSSB İçin tetikleyici maruz bırakmadan önce, terapistlerin, olayın
olabilirler. Sosyal destek, hastalığı geliştirme riskini azaltır. niteliği ne olursa olsun tüm travmatik deneyim­
lerin tipik sonuçları konusun­da duyarlı olmaları
rin düzeylerini yükseltir ve normallere kıyasla önerilmektedir (Keane ve ark., 1994). Güven
daha fazla duygusal tepki vermesine yol açar eksikliği, dünyanın tehlikeli ve tehdit edici bir
(Kristal ve ark., 1989; van Der Kolk ve ark., yer olduğuna dair korkutucu bir inanç (Janoff-
1985). Hastanede yatan TSSB hastaların­da, şi­ Bulman, 1992) ve madde kötüye kullanımı gibi
zofreni ve duygu durum bozukluğu tanısı alan­ stresle uyumsuz başa çıkma yolları (Keane ve
lardan daha yüksek düzeyde norepinefrin bulan Wolfe, 1990) bu ortak tepkilerdendir. Hastaların,
Kosten ve arkadaşlarının (1987) bulguları da TSSB’nin doğası, özellikle de çoğu kişinin gös­
bu görüşü desteklemektedir. Ek olarak, norad­ terdiği belirtiler (uykusuzluk, kolayca irkilmek,
renerjik sistemin uyarılması TSSB hasta­larının depresyon, arkadaşlara ve sevdiklerine yaban­
yüzde 70’inde panik ataklara, yüzde 40’ında da cılaşma vb.) konusunda eğitilmeleri de yardımcı
geriye dönüşlere (flashback) yol açmıştır, kon­ olabilmek­tedir. Böyle bir bilgilendirme, hastanın
trol grubundaki katılımcıların hiçbirinde ise bu yaşa­makta olabileceği şeyler için bir taban sağ­
tür deneyimlere rastlan­mamıştır (Southwick ve lar ve hastaya aklını yitirmediği konusunda gü­
ark., 1993). vence verir (Keane ve ark., 1994).
Şimdiye kadar TSSB kuramları travma son­ II. Dünya Savaşı sırasında, savaş stresi gös­
rasında neden sadece bazı insanların TSSB teren askerler hipnotize ediliyorlardı. İlaç yardı­
geliştirdiklerini tam olarak açıklayamamıştır. mıyla duygusal boşalma sağlayan narkosentez
Daha önce söz edildiği gibi, maruz kalan kişi­ tedavisi de uygulanıyordu (Grinker ve Spiegel,
lerin kişisel özellikleri ya da yatkınlıkları ile ilgili 1945). Asker, damardan sodyum pentotal iğne­
bazı ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bun­ si yapılarak belirgin düzeyde sakinleştiriliyor­
lar, önceden bir rahatsızlığın, olması, ailede bir du. Sonra terapist doğal bir sesle cephede ön
hastalık tarihçesinin olması ve aileden erken saflarda olduğunu söylüyor ve eğer gerekiyor­
ayrılmadır. 1982 Lübnan savaşının İsrail’li gazi­ sa, ve mümkünse, çarpış­manın ayrıntılarını da
leri ile yapılan bir çalışmada, TSSB’nin gelişi­ anlatıyordu. Hasta genel­likle unutulan korkunç
minin, hastaların yaptıkları hatalarda kişisel olayları büyük bir duy­gusal tepkiyle beraber
sorumluluk alma eğilimi ve sorunların kendi­sine hatırlamaya başlıyordu. Çoğu zaman duygusal
odaklanmak yerine duygulara (“hissettiklerimi travma, hasta tarafın­dan yeniden yaşanıyordu.
değiştirebilseydim keşke”) odaklanmayla ilin­ Yavaşça uyanıklık durumuna geçtikçe, terapist,
tili olduğu görülmüştür (Mikhliner ve Solomon, artık olayın geçmişte kaldığı ve bir tehdit oluş­
156 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

Burada gösterilen türden


dayanışma grupları,
TSSB’li Vietnam
gazilerinin tedavisinde
önemli rol oynamıştır.

turmadığının anlaşılması umuduyla, korkunç Vietnam gazilerine doksan bir danış­ma mer­
olayın konuşul­masını yüreklendiriyordu. Bu şe­ kezli bir ağ olan 25 milyon dolarlık operasyon
kilde, geçmişte yaşanan dehşetle hastanın şim­ erişme adlı paket oluşturana kadar, dayanışma
diki yaşamı arasında bir sentez oluşturulmaya grupları New York kentinin dışına taşarak büyü­
çalışılıyordu (Cameron ve Magaret, 1951). meye devam ettiler. 1981’de yatırım üç yıl daha
İkinci Dünya Savaşı ve Kore gazilerine hiz­ uzatıldı.
met veren Gaziler İdaresi (Veterans Administra­ Dayanışma grupları, Vietnam gazilerindeki
tion), ilk başlarda Vietnam gazi­lerinin psikolojik geri kalan suçluluk ve öfke duyguları üzerine
sıkıntılarına cevap vere­memiştir. Bunun neden­ odaklandılar: asker olarak onlardan beklenen,
lerinden biri, bir çok askerin normal yollarla ter­ düşmanla dostun ayırt edilmesi, çok zor olan
his olamayıp asker­likten ihraç yoluyla ayrılma­ bir gerilla savaşına katılmaktan dolayı duyulan
larıydı. Askerlikten ihraç edilme nedenlerinden suçluluk ve vatanlarının tam inanmadığı bir sa­
bazıları, “karakter ve davranış bozukluğu”, “al­ vaşta çarpışarak yaşamlarını tehlikeye atmaya
kolizm” ve “ilaç bağımlılığı” idi (Kiddler, 1978). duyulan öfke. Tartışmalar, kadınlarla ilişkiler
Bu gazilerden bazılarının savaş travması geçir­ ve özellikle, fiziksel şiddetin maço görüşü gibi
dikleri olası görülüyordu. Kuzey Kore’yle barış erkeksilikle ilgili duygular gibi yaşam kaygıları­
yapıldıktan ancak altı yıl sonra, 1979’da Ame­ nı kapsayacak şekilde genişle­di. Antidepresan
rikan Sivil Özgürlükler Birliği gayretleriyle ihraç ilaçlar da kullanıldı ancak sonuçlar herkeste ba­
edilen askerler normal yolla terhis edilmiş sayıl­ şarılı olmadı (Lerer ve ark., 1987).
dılar (Beck, 1979). Grup tedavisi, ayrıntılı olarak Bölüm 19’da
Ancak 1971’in başlarında hükümetin Vi­ tartışılmaktadır. Burada dayanışma grupların­
etnam gazilerini Gaziler İdaresine bağlı has­ da ve grup tedavisi yürütülen 172 gazi has­
taneler sistemi şemsiyesi altında toplama tanesinde gazilere yardımcı olan iki faktörden
gayretlerinden önce New York, New Heaven söz etmek yeterli olacaktır. İlk defa Vietnam’dan
bölgesindeki savaş karşıtı gruplar psikiyatrist dönen diğer askerlerle birlikte olmuşlar ve on­
Robert Jay Lifton’la temasa geçerek “dayanış­ larla benzer yaşantıların tartışılmasının sağladı­
ma grupları”nda çalışmasını istediler. Gazilerin ğı desteği hissetmişlerdi. Ayrıca, sıklıkla duygu­
kendi gayretleriyle başlatılan bu grupların, iki sal yoğunluğu fazla olan tartışmalarla travmatik
amacı vardı. Biri kendilerini iyileştirmeye yöne­ etkileri bastırılmış ve bundan dolayı irdelenme­
lik tedavi amacı, diğeri ise Amerikan kamuoyu­ miş olan savaş yaşantılarıyla yüzleşmeye baş­
nu savaşın insanda yaptığı tahribat yönünde ladılar. Uzun yıllardır bilindiği gibi korku yaratan
aydınlatmaya yönelik politik amacıydı (Lifton, olayları hazmedebilmek ve o olayların üzerle­
1976). 1979’da kongre, psikolojik zor­luğu olan rinde kurduğu baskıdan kurtula­bilmek için o
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU 157
√√

olaya geri dönmeleri ve tam olarak yüzleşmeleri daşlarının (1992) işaret ettiği gibi, terapinin ilk
gerekmektedir. safhalarında bazı hastalar daha kötü olabilir ve
Yukarıda sözü edilen yaklaşımlarla ilgili ça­ terapistler de hastalarının yaşadığı dehşet dolu
lışmalar hemen hemen hiç yoktur. Ancak özel­ olayları işitmekten rahatsızlık duyabilirler.
likle savaş, çocuk istismarı, tecavüz, doğal afet Diğer bir bilişsel davranışçı yaklaşımda,
sonucundaki travmalara daha fazla dikkat edil­ TSSB aşırı bir stres reaksiyonu olarak kavram­
dikçe, TSSB tedavisindeki kontrollü araştır­malar sallaştırılır ve Bölüm 8’de anlatılan çok yönlü
artmaktadır. Son zamanlarda bilişsel davranışçı stresle baş etme yöntemlerinin-gevşeme, Akılcı
tedavi çerçevesinde, dikkatli değer­lendirme, te­ Duygusal Terapi ve problem çözme eğitiminin
davinin ayrıntılı anlatımı, uygun kontrol grupla­
uygulanmasını öngörür. Daha geniş çerçevede
rıyla yapılan son çalışmalar bazı bulgular ortaya
karşılaşılan sorunlardan biri, TSSB hastalarının
koymuştur (çocuk istismarı ve tecavüz sonucu
birçoğunun, özellikle savaşta bulunanlarının
gelişen TSSB’yle ilgili müda­haleler Bölüm 14’de
hissettiği öfkedir. Öfkeleriyle daha uygun şek­
ele alınmaktadır).
Maruz bırakma tabanlı tedavilerin temel ilke­ ilde baş edebilmeleri için eş tedavisi ve atılgan­
si, korkuların azaltılması ya da ortadan kaldırıl­ lık eğitimi genelde başvurulan tekniklerdir (Kea­
masının en iyi yolunun hastayı şiddetle kaçındı­ ne ve ark., 1992).
ğı şey her neyse onunla yüzleştirmek olduğudur. Horowitz’in (1988, 1990) psikodinamik yak­
Travmayla ilişkili olayla yapı­landırılmış biçimde laşımının, daha önce sözü edilen tedavilerle
maruz bırakmanın, güvenli terapötik bir ortam­ birçok ortak noktası vardır. O da hastalarını
da gerçekleşmesinden, sosyal destek sağlan­ travmayı konuşmaya yüreklendirir ve TSSB’ye
masından ve ilaçla tedavi­den daha öte bir yer­ yol açan olayla yüzleşmelerini ister. Ancak Ho­
de durduğuna ilişkin kanıt­ların sayısı her geçen rowitz, travmanın hastanın travma öncesi kişili­
gün artmaktadır (Keane, baskıda). ğiyle olan etkileşimini vurgular. Önerdiği terapi
TSSB tanısının da bir parçası olduğu için, çeşidinin, savunmaların tartışılması, aktarımın
hemen hemen her zaman TSSB’yi tetikleyen analizi gibi diğer psikanalitik yak­laşımlarla bir
olayı biliriz. Bu durumda öne çıkan nasıl bir yol çok ortak yönü vardır. Bu kar­maşık tedavi gör­
izleyeceğimizdir, yani korkmuş hastayı korku­tan gül olarak doğrulanmayı beklemektedir.
durumla nasıl yüzleştireceğimizdir. Bir çok teknik Son olarak, antidepresanlar ve sakinleştiri­
uygulanmıştır. Boston Gaziler İdaresi Tıp Mer­ ciler de dâhil olmak üzere birçok psikoaktif ilaç
kezinde, Ulusal TSSB merkezince yürütülen iyi TSSB tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle
düzenlenmiş bir çalışmada, Terence Keane ve serotonin geri alım inhibitörü antidepresanlar­
arkadaşları tedavi görmeyen bir kontrol grubu­ la bir miktar ilerleme olduğu da bildirilmektedir
nu uzun süre travmayla ilgili korkutucu sahne­
(Van der Kolk ve ark., 1994).
leri göz önüne getirdikleri imgesel taşırma gru­
TSSB uzmanları, tedavi yöntemi ne olursa
buyla karşılaştırmışlardır. TSSB olan gazilerde
olsun sosyal desteğin kritik olduğu üzerinde
bu hayaldeki işlemler sonucu depresyon, kaygı,
anlaşırlar. Bazen başkalarına yardım etme yol­
travmanın tekrar yaşanması, ürkme reaksiyonu
ve kızgınlıkta önemli azalma bulmuşlardır (Kea­ larını bulma, yardım verene de alana da yar­
ne ve ark., 1989). Fairbank, DeGood ve Jenkins dımcı olur (Hobfoll ve ark., 1991). Ailenin, arka­
(1981) ve Muse’un (1986) vak’a çalışmalarında daşların olması, bir gruba ait olma ya da travma
sistematik duyarsızlaştırmanın otomobil kazası geçirmiş kişilerin yargısız olarak korku­larını ve
geçiren­lerde etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak travma anılarını dinlemesi ve böylece bir yere
bunun gibi maruz bırakma tedavisinin uygu­ ait olduğunu hissetme ve diğerlerinin yardım et­
lanması hem hasta hem de terapist için güçtür, mek istediğini bilme, hissedilen acıyı azaltır ve
çünkü travma yaratan olayın bütün ayrıntılarıyla post travmatik stresle travma sonrası stres bo­
gözden geçirilmesini gerektirir. Keane ve arka­ zukluğu arasındaki farkı yaratır.
158 √√ BÖLÜM 6 - KAYGI BOZUKLUKLARI

ÖZET
Kaygı bozukluğu olan kişiler gerçekçi görülmeyen baş edilemeyecek kuvvette kaygı duyarlar.
DSM-IV, altı temel tanı grubu vermektedir: fobik bozukluk, panik bozukluğu, genellenmiş kaygı bo­
zukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu.
Fobiler, diğer yönlerden normal olan kişilerin yaşamını olumsuz etkileyen şiddetli korkulardır. Ol­
dukça sık rastlanır. Sosyal fobi, başkaları tarafından incelenebileceği sosyal durumlardan korkmadır.
Özgül fobiler hayvanlar, kapalı yerler, yükseklik, kan ve enjeksiyon korkularıdır. Psikanalitik görüşe
göre, fobiler bastırılmış çatışmalara karşı savunmalardır. Davranışçı kuramcıların fobilerle ilgili çeşitli
görüşleri vardır-daha önce korku yaratmayan uyarıcının korku yaratan uyarıcıyla eşleşmesi sonu­
cundaki klasik koşullama yoluyla, kişinin kaçınmasının ödüllendirildiği edimsel koşullama sonucun­
da, başkalarının korku ve kaçınmalarının taklit edildiği örnek alma yoluyla ve sosyal bir tersliği, başka
türlü yorumlanabilecekken felaket olarak kavramsallaştıran bilişler yoluyla gelişirler. Ancak bu çeşit
deneyimleri olan herkes fobi geliştirmemektedir. Belki de kalıtsal olarak geçen fizyolojik bir yatkınlık,
otonom sinir sisteminin oynaklığı, bazı kişilerin fobi geliştirmesini kolaylaştırmaktadır.
Panik bozukluğu olan kişilerde ani, açıklanamayan ve periyodik çok şiddetli kaygı nöbetleri vardır.
Bazen panik nöbetleri ev dışında olma korkusu agorafobinin gelişmesinden önce görülür. Bazı labo­
ratuar işlemleri (hiperventilasyon ve yüksek yoğunlukta karbon dioksit içeren hava soluma gibi) panik
bozukluğu olanlarda panik nöbetini başlatabilir. Genelde panik bozukluğu olan hastalar ciddi ruhsal
ya da fiziksel hastalıkları olduğunu düşünürler; ufak fiziksel durumları büyüterek baş edemeyecek
hale gelirler.
Bazen, serbest dolaşan kaygı denen genellenmiş kaygı bozukluğunda, bireyin yaşamı hemen her
zaman olan gerginlik, korku ve kuruntularla doludur. Psikanalitik kurama göre, kaynağı id ve ego ara­
sındaki bilinçdışı çatışmadır. Davranışçı kuramcılar, iyi bir değerlendirmeyle, genellenmiş kaygının,
birçok kaygı uyandırıcı duruma indirgenebileceğini varsayarlar ve böylece bir grup fobiye benzetirler.
Çaresizlik duyguları birçok durumda kişinin kaygı duymasına yol açabilir. Biyolojik yaklaşımlar, ben­
zodiyazepinlerin tedavi edici rolü ve GABA transmiteriyle olan uygunluğu üzerinde odaklaşırlar.
Obsesif-kompulsif bozukluğu olan kişilerin egolarına yabancı olan girici düşünceleri vardır ve
korkutucu düzeyde kaygıyla karşılaşmamak için kalıplaşmış tekrarlayan davranışlarda bulunurlar.
Bu bozukluk oldukça fazla yeti yitimine yol açabilir ve yalnızca kendinin değil yakınlarının yaşamını
da olumsuz olarak etkiler. Psikanalitik kurama göre kuvvetli id itkileri yeterli olmayan bir ego kontrolü
altındadır. Davranışçı açıklamalar, kompulsiyonları öğrenilmiş kaçınma tepkileri olarak kabul eder.
Obsesyonlar da stresle ve bu istenmeyen düşünceleri durdurmayla ilgili olabilir.
Travma sonrası stres bozukluğu, bazen hemen herkeste aşırı sıkıntıya yol açabilecek travmatik
olaylar yaşayanların kaderidir. Travmayı yeniden yaşama, artmış uyarılma ve duygusal hissizleşme
gibi belirtilerle belirgindir.
Kaygı bozuklukları için birçok tedavi çeşidi vardır. Psikanalitik tedavi, bastırmayı kaldırarak çocuk­
luk çatışmalarının çözülmesini önerir. Belirtilerin doğrudan ele alınmasını doğru bulmaz. Bunun zıttı
olarak, davranışçı tedavilerde sistematik duyarsızlaştırma ve model alma gibi çeşitli işlemlerle korku
ve kaçınmanın azaltılması amaçlanır. Kompulsiyonları engellemek başlangıçta zor olsa da yararlı bir
yöntemdir.
Tıp doktorları tarafından uygulanan en yaygın tedavi muhtemelen kaygı gidericilerdir. Ancak ilaç­
lar kötü kullanıma açıktır ve uzun süreli kullanımları halen tam olarak bilinmeyen olumsuz yan et­
kilere yol açabilir. Kaygıyı azaltan ilaçları kesmede de bazı sorunlar vardır, çünkü pek çok kişi bu
ilaçlara bağımlılık geliştirmektedir. Ayrıca bu ilaçların kullanımı sonucunda elde edilen gelişmeler,
ilaç bırakıldıktan sonra sürmemektedir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER 159
√√

ANAHTAR SÖZCÜKLER
kaygı seçici konuşmama (mutizm)
kaygı bozuklukları panik bozukluğu
nevroz depersonalizasyon
birlikte görülme (komorbidite) derealizasyon
fobi agorafobi
özgül fobiler genellenmiş kaygı bozukluğu (GKB)
sosyal fobi obsesif-kompulsif bozukluk (OKB)
vekâleten öğrenme obsesyon
otonom oynaklık kompulsiyon
taşırma travma sonrası stres bozukluğu (TSSB)
kaygı gidericiler akut stres bozukluğu
okul fobisi
7

Goodenough,
“Dolambaç içindeki
adam”, 1982

SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF
BOZUKLUKLAR
Çeviri: Prof. Dr. Işık Savaşır

SOMATAFORM BOZUKLUKLAR DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR


Konversiyon Bozukluğu Dissosiyatif Amnezi
Somatizasyon Bozukluğu Dissosiyatif Kaçış
Somatoform Bozuklukların Etiyolojisi Depersonalizasyon Bozukluğu
Somatoform Bozuklukların Tedavisi Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu
Dissosiyatif Bozuklukların Etiyolojisi
Dissosiyatif Bozukluklarda Tedavi
ÖZET
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR 161
√√

Yirmi sekiz yaşında bir erkek, kalabalık bir kavşak-


SOMATOFORM BOZUKLUKLAR
ta yerde yattığı için polis tarafından bir hastanenin acil
servi­sine getirilmişti. Çok çökkündü ve ölmek istediğini Bölüm 1’de belirtildiği gibi soma beden anla­
söyle­di. Polis tarafından bulunup getirilmesinden önceki mına gelmektedir. Somatoform bozukluk­larda,
olay­ları hiç hatırlamıyordu. İsmini ve yaşamıyla ilgili hiç- psikolojik bozukluklar fiziksel bir biçim almışlar­
bir şeyi anımsamıyordu. dır. Fizyolojik açıklaması olmayan, istemli olarak
Çeşitli nörolojik testler verildi ve hiç bir anormalliğe kontrol edilemeyen somatoform bozukluğundaki
rastlanmadı. Hastanede yatışından altı gün sonra hip- fiziksel belirtilerin büyük olasılıkla kaygıya bağ­
noza başlandı. İlk üç hipnotik olurumda hastanın yaşa-
lı psikolojik nedenler sonucunda ortaya çıktığı
mıyla ilgili bilgiler ortaya çıktı, ancak ismi ve hastaneye
yatması­na yol açan olaylar bilinmiyordu. Dördüncü ve düşünülmektedir. Bu bölümde somatoform bo­
beşinci otu­rumlarda geri kalan bilgiler de su yüzüne çıktı. zukluklardan ikisini, konversiyon bozukluğu ve
Vak’a iş bulmak üzere şehre yeni gelmişti. Elindeki alet somatizasyon bozukluğunu, daha derinlemesi­
çantasını gören iki adam yaklaşarak iş arayıp aramadı- ne inceleyeceğiz.
ğını sor­muşlardı. Üçü de kamyonet ile yola koyulmuş ve DSM-IV’de bilgilerimizin az olduğu üç soma­
biraz esrar içtikten sonra vak’a, tabanca tehdidiyle, bu toform bozukluk kategorisi daha vardır. Bun­
adamlar tarafından cinsel ilişkiye girmeye zorlanmıştı
lardan ağrı bozukluğu tanısı, ağrının başlan­
(Kaszniak ve ark., 1988).
gıcı, şiddeti, süresi hastada önemli sıkın­tı ve
Bu bölümün konusu olan somatoform ve dis­ kısıtlılıklara yol açtığı ve uzun araştırmalar­dan
sosiyatif bozukluklar bir önceki bölümde tartıştı­ sonra bile organik patoloji bulunmadığı durum­
ğımız kaygı bozukluklarıyla ilişkilidir. Daha önce larda konulur. Hasta çalışamaz hale gelebilir ya
de sözünü ettiğimiz gibi DSM’nin önceki basım­ da ağrı kesicilere veya yatıştırıcılara bağımlılık
larında ikisi de nevroz başlığı altında ele alın­ geliştirebilir. Ağrı zaman olarak bir stres ya da
mıştı, çünkü kaygı, altta yatan temel faktör ola­ çatışmayla ilişkili olabilir ya da bireyin nahoş bir
rak düşünülüyordu. Ancak, DSM-lll’ten itibaren, faaliyetten kaçınmasını, başka türlü elde ede­
sınıflandırma etiyolojiye göre değil gözlenebilir mediği biçimde dikkat çekmesini ve şefkat gör­
belirtilere göre yapıl­maya başlandı. Kaygı bo­ mesini sağlayabilir. Doğru tanı koymak zordur,
zukluklarında kaygı belirtisi çok açıktadır, ancak çünkü öznel ağrı yaşantısı daima psikolojik fak­
somatoform ve dissosiyatif bozukluklarda ön törlerden etkilenen bir olgudur. Başka bir deyiş­
planda değildir. Somatoform bozukluklarda, le ağrı, duyma ve görmede olduğu gibi yalnızca
bireyin bedensel eksiklik ya da hastalığı andı­ duyusal bir yaşantı değildir. Bu nedenle ağrının
ran, bedeniyle ilgili belirtileri vardır. Bu belirtile­ hangi durumda bir somatoform bozukluk haline
rin bazısı çok dramatik olsa da fiziksel bir neden geldiğine karar vermek her zaman kolay değil­
bulunamaz. Dissosiyatif bozukluklarda, yu­ dir.
karıdaki öyküde olduğu gibi bireyin bilinç, bel­ Beden dismorfik bozukluğu olan bir kişinin
lek ve kimliğinde aksaklıklar gözlenir. Genelde zihni, görünüşüyle ilgili imgelediği ya da abart­
her ikisinin de başlangıcı kaygıyı içeren stresli tığı bir kusurla, (örn. kırışıklıklar, yüzde kıllanma,
yaşam olayları­na dayanır. Bu bozuklukların bir burnun büyüklüğü ya da şekli vb) aşırı düzeyde
arada görülmeleri seyrek değildir. Somatoform meşguldür. Bu bozukluğu olan bazı hastalar,
ve dissosiyatif bozuklukların DSM-IV’e göre her gün ayna karşısında, saatlerce kusurlarını
olan sınıflandırılması Tablo 7.1’de verilmekte­ inceleyerek zaman harcayabilirler. Diğer bazıla­
dir. Bu bölümde her bir kategoriyi inceleyip, bil­ rı, evlerindeki aynaları kaldırarak, kusurlarından
gimizin daha derin olduğu bozukluklar üzerinde kaçınmak için tedbir alırlar. Bu merak rahatsız
odaklaşacağız. Daha önce olduğu gibi belirtile­ edicidir ve sıklıkla plastik cer­rahlara gitmeye yol
ri, etiyolojiyi ve terapileri tartışacağız. açar. Ne yazık ki, plastik cerrahi, hastaların bu

TABLO 7.1 Somatoform ve Dissosiyatif Bozukluklar


Somatoform Bozukluklar Dissosiyatif Bozukluklar
Konversiyon Bozukluğu Dissosiyatif amnezi
Somatizasyon Bozukluğu (Briquet Sendromu) Dissosiyatif kaçış (füg)
Ağrı Bozukluğu Depersonalizasyon Bozukluğu
Beden Dismorfik Bozukluğu Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu
Hipokondri (daha önceki çoklu kişilik)
162 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

Önce Mutlu son Beden dismorfik bozukluğuna yönelik bazı


sistematik araştırmalar olsa da, bu bozukluk
için ayrı bir tanı kategorisinin gerekli olup olma­
dığı belirsizliğini korumaktadır. Örneğin, görü­
nüşüne aşırı derecede düşkün olmak ve sıklıkla
nasıl göründüğünü kontrol etmek gibi belirtiler­
den dolayı bazı vak’alar obsesif-kom­pulsif tanı­
sı alabilirler. Bazı vak’alarda ise, eksiklikle ilgili
inançlar gerçekle bağlantılı olmayıp, sanrısal bir
bozukluğu düşündürebilir (Hollander, Cohen ve
Simeon, 1993; McElroy ve ark., 1993). Dolayı­
sıyla, hayali eksikliklerle aşırı derecede meşgul
olma tek başına bir bozukluk olmaktan çok, cid­
di düzeyde bozuk­luklarda görülebilen bir belirti
olabilir.
Hipokondri, tıbbi kanıtlar aksine olsa da, bi­
reylerin ciddi bir hastalıkları olmasından endişe
ettikleri bir somatoform bozukluktur. Bu seyrek
“Plastik Cerrahi hakkında bilmek istediğiniz her şey” adlı olarak kullanılan tanıyı alan vak’aların çoğunlu­
kitabın ilanı, beden dismorfik bozukluğu olan bir kimsenin ğu tıbbi servislerin müşterileridirler ve genellikle
endişe biçimini sergilemektedir. duygu durum ya da kaygı bozukluk­ları sergiler­
Bir zamanlar küçük bir sorunu olan bir kadın vardı.
Burnundan hiç hoşlanmazdı. Burnunun, onu en iyi biçimde ler (Noyes, 1993). Kuram şudur ki, bu vak’alar
görünmesine ve hissetmesine engel olduğunu hissederdi. sıradan bir fiziksel duyum ve ufak bir anormal­
Ve bu onu rahatsız ederdi. Yıllar yıllar boyunca. Bir gün liğe-düzensiz kalp atışı, terleme, arasıra ök­
bu konuda bir şeyler yapmaya karar verene kadar. Böylece,
ücretsiz danışmanlık için New York Plastik Cerrahi Merkezim sürme, çürük, mide ağrısı gibi inançlarının bir
aradı. kanıtı olarak aşırı tepki gösterir­ler. Hipokondrisi
Ücretsiz danışmanlık randevusu ya da ücretsiz bilgilendirme
broşürümüzü almak için 2128614100’ı arayın.
olan vak’alar, aslında, beden duyumlarına karşı
Yıllarca beklediği plastik cerrahi işlemi bir saatten az süre duyarlı olduklarını ifade etmektedirler. Bununla
aldı. Aynı gece kendi evinde ve yatağındaydı. Ve bu yaşam birlikte, yapılan bir çalış­mada, kalp atım sayısı­
boyu sürecekti. Mutlu sonla biten diğer öykülerden biri
sadece. Aslında, bu genç hanım için bu daha çok mutlu bir
nı, kontrol grubundaki katılımcılardan daha iyi
başlangıç. tespit etmedikleri bulunmuştur (Barsky, ve ark.,
New York Plastik Cerrahi, P.C. 1995). Uzun bir dönemden beri devam eden
800 Fifth Avenue, New York, New York, 10021 212 861 4100
©1992 Schell/Multaney Health Care Marketing, Inc. tıbbi hastalık öyküsüyle de karakterize olan hi­
pokondri, som­atizasyon bozukluğundan pek iyi
ayrıştırılamaz (Noyes, ve ark., 1994).
Şimdi konversiyon ve somatizasyon bozuk­
endişelerini çok az hafifletmektedir (Phillips ve luğunu daha derinlemesine incelemeye dönü­
ark., 1993). yoruz.
Ancak burada da öznel faktörler ve zevk rol
oynar. Örneğin, bir kişinin güzelliğe düşkün­lüğü KONVERSİYON BOZUKLUĞU
ne zaman beden dismorfik bozukluğu olmak­
Konversiyon bozukluğunda, aniden görme
tadır? Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan
kaybı ya da felç gibi duyusal veya motor belir­
bir inceleme (Fitts ve ark.,1989), öğren­cilerin tiler nörolojik türde bir hasarı akla getirse de,
%70’inin görünüşlerinin bazı bölüm­lerinden organlar ve sinir sistemi iyi durumdadır. Bu bi­
memnun olmadıklarını göstermiştir. Bu oran reyler, fizyolojik olarak normal olsalar da, anes­
kızlarda erkeklere kıyasla daha fazlaydı. Bu al­ teziler adı verilen, kol ve bacaklarda kısmi ya
gılanan kusurların ne zaman psikolojik bir so­ da tam felç; bayılma nöbetleri ve denge kusuru
run olduğuna karar vermek gerçekten zor­dur. olabilir; deride batma, uyuşma, karın­calanma
Ne düzeyde bir rahatsızlık böyle bir duru­ma yol hissi; ağrıya duyarsızlaşma (anesteziler) yaşa­
açar? Bölüm 9’da aktarılan yeme bozuklukların­ yabilirler (bkz. Şekil 7.1). Görme ciddi şekilde
da olduğu gibi, sosyal ve kültürel etkenler, bir etkilenebilir; birey kısmen ya da tamamen göre­
kişinin çekici olup olmadığının değerlendirilme­ mez ya da tünelden bakıldığında görüldüğü gibi
sinde önemli rol oynarlar. görme alanında daralmayla kendini gösteren
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR 163
√√

çıkmaları ve bireyin faaliyet ya da sorumluluk­tan


kaçmasını ya da çok istediği dikkati çekmesini
sağlamalarıyla da kanıtlanmaktadır. Konversi-
yon terimi Freud’a dayanır. Freud, bastırılmış
içgüdünün duyusal-motor kanallara yönlendi­
rildiği ve işlevlerinin engellendiği görüşündeydi.
Böylece kaygı ve psikolojik çatışmaların fiziksel
belirtilere dönüştürül­düğüne inanılıyordu. Kon­
versiyon bozukluğu olan bazı kişiler telaşsız ve
hatta sakindirler ve belirtilerinin geçmesini iste­
mezler. Belirtilerin yaşamlarındaki stresle ilişki­
sini de kuramazlar.
Şimdi konversiyon dediğimiz bozukluk daha
önceleri histeri olarak adlandırılıyordu. Histeri
sözcüğünün tarihçesi anormal davranışlar üze­
rindeki ilk yazılara kadar gitmektedir. Hipokrat
konversiyonu sadece kadınlarda olan ve rah­
min bedende gezmesine bağlı olarak ortaya
çıkan bir hastalık şeklinde algılamıştı. Yunanca
hystera sözcüğü rahim anlamına gelmektedir.
Dolaşan rahmin çocuğa olan arzuyu sembolize
ettiği zannedilmişti.
Konversiyon belirtileri genellikle ergenlik ve
erken yetişkinlik döneminde gelişir. Dönem bir­
Hipokondrisi olan hastalar sık sık doktora giderler. Sağlıklı den bire iyileşebilir ancak çok geçmeden ya
olduklarına yönelik tıbbi kanıtlara karşın, ciddi kir hastalıkları eski şekliyle ya da değişik bir şekilde ve yerde
olduğu biçimindeki korkular, devan, eder.
tekrar ortaya çıkabilir. Kadınlarda erkeklere kı­
yasla daha sıklıkla görülür (Viederman, 1986).
tünel görme oluşabilir. Afoni, yani sesin kaybı Örneğin, bir klinikte konversiyon tanısı alan 50
ve neredeyse fısıldayarak konuşma, anosmia, hastanın 44 ü kadındı (Folks, Ford ve Regan,
yani koku duyusunun kaybı diğer konversiyon 1984). Ancak her iki dünya savaşı sırasında sa­
belirti­leridir. vaşan askerlerin birçoğunda konversiyona ben­
Konversiyon belirtilerinin psikolojik doğası, zer belirtiler görülmüştür (Ziegler, Imboden ve
bu belirtilerin stresli durumlarda aniden ortaya Meyer, 1960).

Şekil 7.1 Histerik duyu kayıpları, nörolojik işlev bozukluklarından ayırt edilebilir. Nöral örüntüler solda gösterilmiştir. Histeri
hastalarındaki tipik duyu kaybı alanları sağ tarafla üst üste getirilmiştir. Histerik duyu kayıpları, anatomi kurallarına uygun değildir.
Frank H. Netter, M.D. tarafından yapılan orijinal çizimlerden uyarlanmıştır. CIBA medikal Çizimler koleksiyonundan alınmıştır, telif
hakkı ©CIBA ilaç şirketi, CIBA-GEIGY AŞ’ye aittir.
164 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

Tanısal olarak konversiyon felçlerini ya da lıkla rastlanan bozukluk­lar ise inme, ensefalit ve
duyu kaybını gerçek nörolojik temeli olan rahat­ beyin tümörleriydi.
sızlıklardan ayırt etmek önemlidir. Bazen ana­ Watson ve Buranen (1979) ve Fishbain ve
tomik bilgilere uymayan felçlerde olduğu gibi Goldberg (1991) konversiyon bozukluğu belirti­
tanı koymak kolaydır. Klasik bir örnek ender bir leri gösterdiği düşünülen birçok kişinin gerçek­te
belirti olan eldiven anestezisinde görülür. Bura­ fiziksel bozuklukları olduğunu bulmuşlardır.
da sadece elin, eldiven giyildiğinde kaplanan Bu veriler şaşırtıcıdır ve kişinin gerçekte fizik­
kısmında his kaybı vardır. Yıllarca bu anatomik sel hastalığı olduğu halde konversiyon bozuk­
saçmalık olarak ders kita­plarına geçmiştir, çün­ luğu tanısının sıklıkla yanlış konduğunu göste­
kü sinir elden sürekli olarak kolun yukarısına rir. Fiziksel sorunların değerlendirilmesinin hâlâ
geçer (bkz. Şekil 7.1). Ancak bu durumda bile mükemmel olmaktan uzak olduğunu; psikolojik
bazen tanıda yanıl­malar olabilmektedir. Yeni ve biyolojik kaynaklı belirtilerin ayırt edilmesinin
tanınan ve Carpal tünel sendromu denen bir her zaman olanaklı olmadığını öğrenmiş bulu­
bozukluk benzer belirtiler göstermektedir. El bi­ nuyoruz. Yanlış bir tanının vereceği zarar her
leğindeki sinirler bilek kemikleri ve derisi arasın­ zaman akılda tutulmalıdır. (Tanı koymaya yöne­
da bir tünelden geçer; bu tünel şişerek sinirleri lik diğer konular için Odak 7.1’e bakınız).
sıkıştırır ve uyuşma, karıncalaşma ve ağrıya
neden olur. SOMATİZASYON BOZUKLUĞU
Felçlerin, anestezilerin ve duyusal bozukluk­
ların çoğunun organik nedenleri olduğu için 1859’da Pierre Briquet adlı Fransız bir dok­
gerçek nörolojik bozukluklar bazen konversiyon tor başlangıçta kendi ismini alan daha sonra
bozukluğu olarak yanlış teşhis edilirler. Slater DSM-IV’de somatizasyon bozukluğu denen
ve Glithero (1965) bu rahatsız edici olasılığı 9 bir sendrom tanımladı. Tıbbın ilgi alanına giren,
yıl önce konversiyon belirtileri olarak tanı kon­ ancak belirgin fiziksel bir nedeni görünmeyen,
muş kişileri izleyerek araştır­mışlar ve ürkütücü süreğen, çoklu somatik yakınmalar bu bozuk­
bir sayıya erişmişlerdir. Bu kişilerin %60’ı ya öl­ luğun temelini oluşturur. Tanı ölçütlerini karşıla­
müşlerdi ya da organik bir hastalığın belirtileri­ mak için dört ağrı belirtisi (örn. Baş, sırt, eklem),
ni geliştirmişlerdi. Yüksek bir oranında merkezi iki gastrointestinal sistem belirtisi (örn., İshal,
sinir sistemi hastalıkları vardı. Benzer şekilde bulantı), ağrıdan farklı olarak bir cinsel sorun be­
Witlock (1967) daha önce kon­versiyon bozuklu­ lirtisi (örn., Cinsel ilgi kaybı, erektil işlev bozuk­
ğu ya da diğer bir Eksen I tanısı alan vak’alarda luğu) ve bir psödonörolojik belirti (konversiyon
organik bozuklukların sık­lığını araştırdı. Daha bozukluğunda olanlar gibi) olması gerekmek­
önce konversiyon bozuk­luğu tanısı alanların tedir. DSM-IV, bozukluğun spesifik belirtilerinin
%62.5’inde, diğer grubun ise sadece %5.3’ünde kültürden kültüre değişiklik gösterdiğine dikkat
organik bozukluk bulun­du. En sık rastlanan or­ çekmektedir. Örneğin el yanması ve deri altında
ganik bozukluk konver­siyon belirtilerinden altı karıncalanma olması, Kuzey Amerika’ya göre,
ay önce geçirilen kafa travmasıydı. Diğer sık­ Asya ve Afrika’da daha sık görülmektedir. Ayrı­

Somatizasyon bozukluğu olan bir


hastanın ecza dolabı, çeşitli tıbbi
yakınmalara yönelik birçok ilaçla
doludur.
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR 165
√√

ODAK 7.1 NUMARA YAPMA (MALINGERING) VE YAPAY BOZUKLUK

Konversiyon bozukluğunda, tanıya ilişkin bir so-


run, bu bozukluğu DSM-IV’de, klinik ilginin odağı
olabilecek bir koşul olarak listelenen numara yap-
madan (malingering) ayırt edebilmektir. Bu durumda
birey iş sorumluluğu ya da askerlik görevinden vb.
kaça­bilmek veya sigortadan büyük miktarda ödenek
ala­bilmek gibi amaçlara ulaşmak için bir acizliği
taklit eder. Konversiyon benzeri belirtiler istemli bir
kontrol altında olduğu, yani gerçek bir konversiyon
bozukluğu­nun düşünülmediği zaman numara yapma
tanısı konur.
Klinisyenler, konversiyon tepkilerini numara
yapmak­tan ayırmak için, belirtilerin bilinçli ya da
bilinçsiz olup olmadığını değerlendirebilirler. Bunu
yapabilmek güç olduğu için bu öneri, sorunun çözü-
münün, en iyi temkinlilikle ve eğer olanaksız değilse, Kathleen Bush, çocuk istismarı yani çocuğunun hastalıklarına
belirtilerin bilinçli ya da bilinçsiz olup olmadığını kasten sebebiyet verme sahtekârlığı suçuyla hapse mahkûm
oldu.
en azından belirli bir derecede kesinliğe kavuştur-
makla sağlanabileceği anlamına gelmektedir. Güzel bozukluk­tur. Bu bozuklukta hasta amaçlı olarak fizik-
aldırmazlık olarak bili­nen bir olgu, bu iki bozukluğu sel bir belirti ortaya çıkarır (bazen de psikolojik bir be-
birbirinden da davranışsal açıdan ayırt etmede yar- lirti). Hastalar belirtileri kendileri yaratırlar. Örneğin
dımcı olabilir. Bu olgu, belir­tinin şiddetini ve uzun akut bir ağrı, ya da ağrı veren bir yaralanma. Numa-
dönemli sonuçlarını hafife alan bir tutum sergilemek ra yap­madan farklı olarak belirtiler tahmin edilebilir
ve endişelenmemek davranışlarıy­la karakterizedir.
bir amaç ile daha az bağlantılıdır; yapay bozuklukta
Konversiyon bozukluğu hastaları kimi zaman bu dav-
fizik­sel ya da psikolojik belirtilerin neye hizmet ettiği
ranışı gösterirler, aynı zamanda sorunları hakkın-
pek belli değildir. Birey bilinmeyen bir nedenden dola-
da durmaksızın ve dramatik bir tarz içinde konuşma
yı hasta rolü oynamak ister. Yapay bozuklukta, bazen
eğilimindedirler, ancak bu anlatımlara eşlik etmesi
ailenin çocuk aracılığıyla belirti yarattıkları görüle-
beklenen endişe gözlenmez. Buna zıt olarak numara
yapmakla olanlar, görüşmeleri olasılık­la yalanlarının bilir, bu durum, vekâleten yapay bozukluk adını alır.
ortaya çıkması açısından tehdit olarak algıladıkları Buna en çarpıcı örnek, 150 kez hastaneye yatırılan ve
için, daha savunmacı ve şüphecidirler. Fakat bu ayrım geçirdiği 40 ameliyat için 2 milyon dolar harcanan
tam bir kanıt oluşturmamaktadır, çünkü konversiyon yedi yaşındaki kız çocuğu vak’ası verilebilir. Annesi
vak’alarının üçte birinde güzel aldırmazlık görülmek- ilaç vererek ve beslenme tüpüne dışkıya ait materyal-
tedir (Stephens ve Kamp, 1962). Ayrıca, çeşitli tıbbi ler karıştırarak, çocuğun hastalanmasına yol açmıştır
hastalığı olan bireylerde bazen soğukkanlı bir tutum (Time, 26 Nisan, 1996). Böyle bir durumun altında ya-
görülebilmektedir. tan güdü, çok iyi bir ebeveyn olarak görülme ve çocu-
Tartışmakta olduğumuz bu bozukluklarla iliş- ğun gereksinimlerini yorulmaksızın karşılayabiliy­or
kili diğer bir DSM kategorisi de yapay (factitious) olma gereksinimi gibi görünmektedir.

ca, bu bozukluğun, duyguların açık olarak belli abartan bir tarzda anlatırlar ya da uzun, karma­
edilmediği kültür­lerde daha sık görüldüğü düşü­ şık bir hastalık öyküsü verirler. Birçoğu bütün
nülmektedir (Ford, 1995). yaşamları boyunca hastalık çektik­lerine inanır­
Somatizasyon ve konversiyon bozukluk­ lar. Somatizasyon bozukluğunun yaşam boyu
larında ortak birçok belirti vardır ve aynı has­ yaygınlığının %1 olduğu tahmin edilmektedir
tanın iki tanıyı da alması seyrek bir durum de­ (Robins ve ark., 1984) ve bu bozukluk ABD’de
ğildir (Ford ve ark., 1984). Doktorlara gitmeye, kadınlarda erkeklere göre; Yunanistan ve Por­
hatta aynı zamanda birden fazla dok­tora gitme­ to Rico gibi bazı ülkelerde ise erkeklerde daha
ye ve ilaç kullanmaya sıkça rastlanır. Hastane­ yaygın olarak görülmektedir (Tomasson, Kent
ye yatırılma ve ameliyatlar da yaygındır (Guze, ve Coryell, 1991). Los Angeles’de Escobar ve
1967). Ay halleriyle ilgili yakınmalar ve cinsel arkadaşları (1987) tarafından yapılan epidemi­
ilgisizlik sık görülür (Swartz ve ark., 1986). Has­ yolojik bir araştırma­da, Meksika kökenli Ame­
talar genellikle belirtilerini histriyonik / dramatik, rikalılarda diğer beyaz kadınlara göre somati­
166 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

zasyonun daha sıklıkla görüldüğü bulunmuştur. Görüşme tıbbi öyküden kaydırıldığı zaman, birçok
Bu farklılık Meksika kökenli Amerikalı kadınların durumda, özellikle başkaları tarafından değerlendirile-
daha fazla stresle (mali sıkıntılar, sosyal izolas­ bileceğini düşündüğü yerlerde, çok heyecanlandığı açığa
çıktı. Aslında bazı fiziksel yakınmalarının kaygı sonucu
yon gibi) karşılaş­malarını yansıtabilir. Aynı za­
olduğu söylenebilirdi. Ayrıca evliliği sallantıdaydı, eşi ve
manda kaygı bozuklukları, duygudurum bozuk­
kendisi boşanmayı düşünüyorlardı. Evlilik problemlerinin
lukları ve madde kötüye kullanımı ve bazı kişilik cinsel­liğe ilgisizliği ve ağrılı ilişki gibi cinsel sorunlardan
bozukluklarıyla birlikte görülme oranı yüksektir kay­naklandığı görülüyordu.
(Golding, Smith ve Kasher, 1991; Kirmayer,
Robbins, ve Paris, 1994). SOMATOFORM BOZUKLUKLARIN
Somatizasyon bozukluğu, çoğunlukla yetiş­
ETİYOLOJİSİ
kinlik döneminin ilk yıllarında başlar ve bu yıllar
boyunca devam eder (Cloninger ve ark., 1986). Somatoform bozukluklar alanındaki kuram­
Sıklıkla, eşlik eden kaygı ve depresyon bildiri­ sal çalışmaların çoğu Freud tarafından kavram­
lir. Aynı zamanda, okuldan kaçma, iş zor­lukları, sallaştırıldığı şekilde histeriyi anlama yönünde
evlilik problemleri gibi davranışsal ve kişilerara­ olmuştur. Somatizasyon bozukluğuyla ilgili ola­
sı ilişkilerle ilgili sorunlar da sıklıkla görülür. So­ rak, bu hastaların fiziksel duyumlara daha du­
matizasyon bozukluğu aynı aile üyelerinde daha yarlı oldukları, bunlara aşırı dikkat ettikleri, ya
sık bulunur. İndeks vak’a olarak somatizasyon da bir şekilde bu belirtileri arttırdıkları önerilmek­
bozukluğu tanısı alan­ların, birinci dereceden ak­ tedir (Kirmayer, Robins ve Paris, 1994). Soma­
rabalarının %20’sinde somatizasyon bozukluğu tizasyon bozukluğuna ilişkin davranışçı görüşe
bulun­muştur (Guze, 1993). Aşağıdaki vak’a bir göre ise, çeşitli acı, ağrı, rahatsızlık ve işlev
kadının yakınmalarını yansıtmaktadır. bozukluğu, beden sistem­lerindeki kaygının bir
göstergesidir. Bireyin aşırı düzeyde yaşadığı bir
Alice, doktoru Joyce Williams tarafından psikoloji gerilim, mide kaslarında lokalize olarak bulantı
klin­iğine sevk edilmişti. Dr. Williams altı aydır Alice’nin ve kusma hissine yol açabilir. Normal işlevler bir
dok­toruydu ve bu zaman süresince 23 defa görüşmüşlerdi. kez bozulunca, dikkat çekmekten ya da sağladı­
Alice’in genel ağrı ve sancılar, mide bulantıları, yorgun-
ğı kazançlar­dan dolayı, bu bozuk örüntü giderek
luk, düzensiz ay halleri ve baş dönmesi gibi pek belirgin
olmayan yakınmaları vardı. Çeşitli testler (tam bir kan
güçlen­meye başlar. Benzer doğrultuda, fiziksel
analizi, röntgenler, omurilikten sıvı alma) her hangi bir sorun­ların varlığı, değerlendirme durumlarında,
patolojiye işaret etmemişti. düşük performansı açıklamak için kullanılan bir
Alice, terapistle buluşmasında çekimserliğini belli etti: taktik olarak görülür. Düşük performansı, kişisel
“Dr. Williams’a güvendiğim ve o beni gelmeye zorladığı başarısızlık yerine fiziksel bir hastalığa bağla­
için buradayım, fiziksel olarak hastayım ve bir psikoloğun mak, psikolojik olarak daha az tehdit edici bir
bana nasıl yardımcı olabileceğini ‘bilmiyorum”. Ancak durumdur (Smith, Snyder ve Perkins, 1983).
Alice’den bedensel yakınmalarının öyküsünü anlatması
İzleyen bölümde ilk önce psikanalitik görüş­
istendiğinde işe çabucak ısınıverdi. Alice’e göre o hep
has­taydı. Çocukken yüksek ateş nöbetleri, sık sık solunum lere yer verilecek; daha sonra davranışçı, biliş­
enfeksiyonları, bayılmalar geçirmişti ve iki kere ameliyat sel ve biyolojik bakış açılarının katkıların­dan da
-apandisit ve bademcik- olmuştu. Öyküsünü pek de iyi or- söz edilecektir.
ganize edilmemiş tarih sırasına göre (ve olasılıkla abartı-
lı olarak da) anlatmaya devam ettikçe anlatımları gittikçe PSİKANALİTİK KURAM
renkleniyordu. “Evet, yirmi yaşlarındayken kusma sorun-
Konversiyon bozukluğunun, psikanalitik ku­
larım oldu. Haftalarca yediğim her şeyi kusardım. Hatta
bütün sıvıları, suyu bile kusardım. Yemek görmek bile beni
ramda merkezi bir rolü vardır, çünkü Freud,
kustururdu. Pişen yemek kokusuna tahammül edemezdim. psikanalizin temel kavramlarının büyük bir bö­
Her on dakikada bir kusardım.” Yirmili yaşlarında Alice lümünü histeri hastalarının tedavisi sırasında
bir doktordan ötekine koşup duruyordu. Ay hallerindeki geliştirmiştir. Konversiyon bozukluğu, bilinçdışı
düzensizlikler ve ağrılı cinsel birleşme yakınmalarıyla bir kavramını araştırmak için ona iyi bir olanak sağ­
kaç jinekologa gitmiş, dilatasyon ve kürtaj geçirmişti (ra- lamıştır. Bir dakika için sabah kalktığında sol ko­
him duvarlarının kazınması). Baş ağrıları, baş dönmesi, lunda felç olduğunu söyleyen bir has­tanın belir­
bayılmaları nedeniyle nörologlara gönderilmiş ve onlar
tisinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışın. İlk
da EEG, omurilik sıvısı alma ve hatta Bilgisayarlı Tomog-
rafiye bile başvurmuşlardı. Başka dok­torlar mide filmle- tepkiniz ona bir seri nörolojik test uygulayarak
rini çekmiş, göğüs ağrılarından dolay, EKG ölçümleri felcin olası biyolojik nedenini araştırmak olabilir.
yapılmıştı. Safra kesesi ameliyatı ve rektal bir ameliyat Varsayalım ki bu testler negatiftir; nörolojik bo­
da geçirmişti. zukluk yoktur. Şimdi ise hastaya inanıp inanma­
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR 167
√√

ma seçeneğiyle karşı karşıyasınızdır. Bir tarafta daha önce bastırılmış id itkilerinden kaçınmak­
yalan söylüyor ola­bilir; kolunda felç yoktur, felç tır. Ancak Freud belirtilerin ikincil kazancının ya
olduğunu bir çıkar sağlamak için söylemektedir. da pekiştirmenin de olabileceğini söylemiştir.
Bu bir numara yapma (malingering) örneğidir. Yani belirtiler şimdiki yaşamdaki nahoş durum­
Ancak ya has­taya inanırsanız ne olacak? Bu lardan kaçmayı ve dikkat çekmeyi sağlayabilir.
durumda bilinçdışı faktörlerin rol oynadığına Bir çeşit konversiyon bozukluğu olan his­terik
inanmaya zor­lanırsınız. Hasta bilinçli düzey­ körlüğün daha çağdaş psikodinamik yoru­mu,
de doğru söyle­mektedir; koluna felç geldiğine temelini histerik olarak kör olan kişiler üzerinde
inanmakta ve söylemektedir. Yalnızca bilinçli yürütülen deneysel araştırmalardan almıştır. Bu
olmayan bir düzeyde kolunun normal olduğunu araştırmalarda kişiler gördüklerini inkâr etseler
bilmektedir. de, bu bireylerin görsel testlerde duyarlı olduk­
Histeri Üzerine İncelemeler’de (1895), Breu­ ları gösteriliyordu (Sackeim, Nordlie ve Gur,
er ve Freud, konversiyon bozukluğunun nedeni­ 1979).
nin büyük bir duygusal uyarılma ortaya çıkaran İki çalışmada, daha yirmi yaşına gelmemiş
bir yaşantı olduğunu öne sürmüşlerdir. Ancak iki kadın vak’a incelenmiştir. Birinci vak’a The­
duygu ifade edilmemiş ve olayla ilgili anı bilinç­ odor ve Mandelcorn (1973) tarafından anlatıl­
ten kopmuştur. Yazarlar, yaşantıyla ilgili duy­ maktadır. On altı yaşındaki kadın hasta aniden
gunun niçin ifade edilmediğini iki şekilde açık­ görme alanının çok kısıtlanıp tüpten bakar gibi
lamışlardır. Yaşantı o kadar acı verici olabilir ki olduğunu bildirmişti. Nörolojik testlerde bir soru­
birey bilince çıkmasına izin vermez ve bastırır. na rastlanmadığı halde yazarlar nörolojik bir bo­
Ya da yaşantı birey yarı hipnoz gibi nor­mal dışı zukluk olmadığından emin olmak istediler. Böy­
bir psikolojik durumdayken olabilir. Breuer ve lece, parlak oval bir hedefin görsel alanın orta
Freud, iki durumda da konversiyon belirtilerinin ve yanlarında göster­ildiği bir test düzenlediler.
travmatik olayla nedensel olarak ilişkili olduğu­ Her bir deneme sırasında zil sesiyle bildirilen
nu önermişlerdir. zaman aralıkları verilmekteydi. Hedef, bu ara­
Anna O (Bkz. Bölüm 1) ağır hasta babası­ lıklarda ya gösteriliyordu ya da gösterilmiyordu,
nın yatağı kenarında beklerken kolu sandalye­ genç vak’anın görevi, hedefin olup olmadığını
nin arkasına sarkarak uykuya dalmış ve aniden belirt­mekti.
uyanmıştı. Siyah bir yılanın arkasındaki duvar­ Hedef, görsel alanın ortasında göster­
dan çıktığını ve ısırmak üzere babasına doğ­ ildiğinde, hasta doğru olarak tanımlayabilmişti.
ru gittiğini görmüştü. Onu engellemeye çalıştı Bu beklenen bir sonuçtu, çünkü hasta çevresel
ancak kolu uyuşmuştu. Eline baktığı zaman (periferal) görüşünde herhangi bir sorun bildir­
parmaklarının her birinin ölü başı olan küçük memişti. Oval yanda gösterildiği zaman ise has­
yılanlara döndüğünü gördü. Ertesi gün eğrilmiş ta %30 bir doğrulukla hedefi tanımlaya­bilmişti.
bir dal parçası yılan varsanısını hatırlattı ve bir­ Oysa eğer gerçekten periferal körlük sorunu
denbire sağ kolu katılaştı. Bu olaydan sonra ne varsa, hastanın şansa bağlı olarak %50 doğru
zaman varsanısını anımsatacak bir şey görse cevap vermesi bekleniyordu. Yani, gerçekten
kolu aynı şekilde katılaşıyordu. Daha sonra kör olan bir kişiden anlamlı dere­cede daha hata­
Anna O. “yokluk” durumlarına girdikçe ve yatak­ lıydı. Klinisyenler, onun aydın­latılmış uyarıcının
ta kaldıkça kolundaki kasılmalar kronikleşerek bir anlamda farkında olduğunu ve bilinçli ya da
sağ tarafında felce ve anesteziye dönüştü. bilinçsiz olarak testte yanlış yaparak körlüğünü
Daha sonraki yazılarında Freud, kadınlarda­ koruduğunu ileri sürdüler.
ki konversiyon bozukluklarının çözümlen­memiş Sackeim ve arkadaşları ayrıca Grosz ve
erken elektra kompleksinden kay­naklandığını Zimmerman’ın (1970) aktardıklarına görünürde
öne sürdü. Küçük kız çocuğu babasına karşı zıt bir vak’ayı gözden geçirerek, histerik kör­lüğü
cinsel ilgi geliştirir ancak bu erken dürtüler bas­ olan bir ergen kızın görsel performansının tam
tırılır ve hem cinsellikle aşırı uğraşıya hem de olarak iyi olduğunu gösterdiler. On beş yaşın­
cinsellikten kaçınmaya yol açarlar. Yaşamındaki daki Celia’nın ilk belirtisi iki gözde de ani gör­
daha sonraki bir dönemde cinsel heyecan ya da me kaybı, daha sonra da aşırı bulanıklıktı. Celia
bir olay bu bastırılmış itkileri uyandırır, kaygıya ufak ya da büyük boyutlu yazıları okuya­madığını
yol açar. Kaygı daha fiziksel belirtilere dönüşür. söylüyordu. Okulda kendine yüksek standartlar
Böylece konversiyon belirtisinin birincil kazan­ koymuştu ve çok başarılıydı. Kendisi, birçok
cı, çözüm­lenmemiş elektra karmaşasından ve faaliyetleri olan meşgul anne ve babası, dört
168 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

ODAK 7.2 BİLİŞSEL ETKENLER: FARKINDALIK, BİLİNÇDIŞI VE DAVRANIŞ

Çevredeki bir uyarıcıyı algıladığımız ve kodladı- killeri tercih etmişlerdir.


ğımız zaman ne kadarının zihnimizde devam ettiğinin Nisbet ve Wilson (1977) tarafından rapor edilen
farkında değilizdir. Zihnin çoğu çalışması bilinçdışın- bir dizi araştırma, sözel ifadeler yoluyla ölçülen far-
da olup bitmektedir. Bir örneğe bakalım. Her bir kula- kındalığın, her zaman uyarıcının davranış üzerinde-
ğa bir uyarılma verildiğinde ve bireylerden sadece bir ki etkisinin tam bir göstergesi olamayacağını ortaya
uyarılmaya dikkat etmeleri istendiğinde (seçici dikkat koymuştur. Nisbet ve Wilson’nın bir çalışmasında,
çalışmalarında yaygın kullanılan bir işlem yoludur), bireyler kelime çiftlerim hatırlamaktaydılar. İkinci uy-
bireyler daha sonra, dikkat etmedikleri kulaklarına gulamada etkisini gözlemek amacıyla, bazı katılımcı-
verilen uyarılmayı genellikle fark etmediklerini ya lar için, kelime çiftleri özel olarak yapılandırılmıştı.
da çok az işittiklerini belirtmektedirler. Ancak izleyen Örneğin bu bireylerin ilk olarak hatırladıkları kelime
araştırmalar bu dikkat edilmeyen uyarıcının davranı- “okyanus ve ay” idi. Katılımcılara daha sonra deter-
şı etkileyebildiğini göstermişlerdir. Bir çalışmada bi- jan ismi sorulduğunda, bu kelime çiftinin, onlar, “Tide
reylerin bir kulaklarına insan sesi, dikkat edilmemesi (deterjan markası)” kelimesini hatırlamaya hazırla-
istenen diğer kulaklarına da dizeli ton sesi çalınmıştır ması beklenmekteydi. Sonuçlar bu beklentiyle tutarlıy-
(Wilson. 1975). Bu bireyler hiç ton sesi duymadıkla- dı; özel kelime çiftini hatırlayan bireyler, hatırlama-
rını belirtmişlerdir. Ayrıca, daha önceden dinledikle- yan bireyler gibi beklenen çağrışımların sayısını çift
ri ton dizelerini ve diğer çalınmayan tonları içeren olarak verdiler. Uygulamanın ikinci bölümünün he-
bellek görevinde, bu iki tipi ayırt edememişlerdir. Bu, men sonrasında, katılımcılara bu belirli tepkileri niye
daha önce çalınan ton uyarıcısının hatırlanmadığını verdikleri soruldu. Onlar da, kelime çiftlerini hâlâ ha-
göstermekle birlikte, diğer bir ölçüm çok şaşırtıcı bir tırlayamamalarına karşın, bu tepkinin zihinlerine gel-
sonuç ortaya koymuştur. Ton dizesinden ne kadar hoş- diğinden de söz etmediler. Bunun yerine, “annem bu
landıkları sorulduğunda, daha önceden dikkat edilme- deterjanı kullanır ya da “Tide en bilinen deterjandır”
mesi istenen kulağa uyarım verilenler, yeni ve aşina gibi nedenler belirttiler.
olmadıkları dizeleri tercih etmişlerdir. Wilson’nın kul- Bu çalışmalar, bilinçdışı işlemlere ilişkin labora-
landıklarına benzer uyarıcı tonlarına olan aşinalığın tuar kanıtları sağlamışlardır. Fakat doğal bağımlı de-
yargıları etkilediği bilinmektedir. Aşina olunan dize- ğişkenlere genellenebilirler mi? Bornstein, Leone ve
ler, aşina olunmayanlara göre daha fazla beğenilirler. Galley’in (1987) çalışması bu sorunun yanıtının evet
Katılımcılar duymadıklarını söylemişlerse ve bu du- olduğu yönündedir. Bu araştırmacılar, bir insan yü-
rum onların bu tonları tanımadıklarını göstermiş olsa züne farkındalık düzeyinin altında (subliminal) olarak
da, ton dizesinin bazı bölümleri özümlenmiş olabilir. maruz kalmanın daha sonra bu insanla olan etkile-
Dikkat edilmeyen ton, bilinçdışı düzeyde aşina hale şimleri etkilediğini bulmuşlardır. Denekler, çalışmaya
gelmektedir. deneycinin anlaşmalı olduğu iki kişiyle katılmışlardır.
Benzer bir olgu görsel olarak da gözlenmiştir Onlardan on tane şiir okuyup sonra da her bir şiirin
(Kunst- Wilson ve Zajonc, 1980). Katılımcılara bir yazarının cinsiyetini tahmin etmeleri istenmiştir. Ön-
milisaniye (saniyenin binde biri) içinde farklı şekiller ceden belirlendiği üzere bu anlaşmalı iki kişi, deneği
gösterilmiştir. Görmüş oldukları şekilleri daha son- bozguncu konumuna düşürerek, 10 şairin 7’si konu-
radan tanımaları, becerileri aslında gerekli olmadığı sunda farklı görüş bildirmişlerdir. Şiirlerin değerlen-
halde, hangi şekillerden hoşlandıkları sorulduğunda dirilmesinden önce, katılımcıların yarısı, anlaşmalı
gösterilen yeni şekillerdense “görmüş” oldukları şe- deneklerden birinin slaydını dört milisaniye içinde

çocuğun eğitimleriyle ilgili kaygılanıyorlardı, an­ durdurdu. Bu bölümün sonunda Celia’ya tekrar
cak üç küçüğün sorumlu­luğunu Celia’ya bırak­ döneceğiz.
mışlardı. Celia’nın görme­si çok bulanıklaştığı Sackeim ve arkadaşları, bu çelişkili bulguları
zaman anne ve babası ona ödevlerini okumak açıklamak için iki dönemli savunma reaksiyonu
zorunda kaldılar. Ancak, testler Celia’nın çeşitli önermişlerdir: İlk önce, görsel uyarıcıların algı­
büyüklükteki ve şekildeki objeleri tanıdığını, 4,5 sal temsilinin farkındalığının engellendiğini ve
m. uzaklıktaki parmakları saydığını gösterdi. böylece bireylerin kör olduklarını söyledik­lerini
İkisi düz, biri ters olarak üç ekrana yansıtılan iddia ettiler. İkinci olarak, algısal temsilden bilgi
üçer üçgen gösterildiği zaman 600 denemeden gelmektedir. Eğer bireyler bu bilginin gelmesini
599’unda ters üçgenin altındaki düğmeye doğru inkâr etmeleri gerektiğine inanıyor­larsa, algısal
olarak basabildi., ve zil sesini beş saniye içinde problemlerde şanstan da daha kötü bir perfor­
SOMATOFORM BOZUKLUKLAR 169
√√

görmüşlerdir. Diğer yarısı da öteki anlaşmalı deneği çağdaş araştırmacılar. Freud’un insan davranı-
izlemişlerdir (Pilot veriler, maruz bırakmanın boş ışık şının bilinçdışı tarafından yönlendirildiği görüşüne
patlamalarından ayırt edilemeyeceğini zaten göster- yaklaşmaya başlamışlardır. Fakat modern bilişsel
mişti). Daha önce aktarılan araştır malarda olduğu bakış açısına göre, bilinçdışı süreçler daha farklı bir
gibi, subliminal maruz bırakmanın, fotoğrafı görül- biçimde anlaşılmaktadırlar. Freud, bilinçdışının varlı-
müş olan anlaşmalı denekten hoşlanma ve sonuçta bu ğını dürtüsel enerjinin, bastırılan çatışma ve dürtüle-
kişinin davranışı doğrultusunda hareket etme olasılı- rin bir deposu olarak görmüştür. Çağdaş araştırma-
ğını artıracağı tahmin edilmekteydi. Önceki çalışmay- cılar, enerji birikimi, bastırılmış çatışma ve dürtüler
la tutarlı olarak, katılımcılar, slâydı subliminal olarak kavramlarını reddederek, sadece etrafımızda olup
gösterilen anlaşmalı denekle daha fazla aynı fikirde bitenlerin ya da bilişsel süreçlerimizin farkında olma-
olduklarını belirtmişlerdir. dığımızı vurgulamışlardır. Aynı zamanda, bu farkında
Bu deneyler, devam eden ve benzer noktalara işa- olmadığımız uyarıcı ya da süreçler davranışlarımızı
ret eden araştırmaların küçük bir örneklemi olarak güçlü bir biçimde etkileyebilirler. Bu türden yeni araş-
bilinçdışının psikanalitik kavramsallaştırılmasıyla ya- tırmalar, insan davranışının nedenlerini anlamanın
kından bağlantılıdır. Çoğunun kendisini bilişsel psiko- güç bir görev olacağını göstermektedir. Birine, sadece
log olarak tanımladığı “bunu niye yaptın” diye sormak yeterli olmayacaktır.

Bir çocuk iki taraflı dinleme deneyine katılmakta. Sadece bir kulağa verilen bilgiye dikkat etmesine karşın, dikkat gösterilmeyen
kulağa ulaşan bilgi davranış, etkilemektedir.

mans gösterirler. Eğer bu çeşit bilginin gelme­ olduklarını söylediklerini, ancak görsel testlerde
sini inkâr etme ihtiyacını duymuyorlarsa per­ performanslarının iyi olduğunu bildirmektedirler.
formansları iyidir, ancak yine de kör olduklarını Görmeleri vardır ancak gördüklerini bilemezler.
söylerler. Histerik körlüğü olanların bilinçdışı Böylece dürüst olarak görmediklerini iddia et­
olarak algısal bilgi aldıklarını inkâr etme gerek­ mek, bununla birlikte, aynı zamanda görme ka­
sinimi olup olmaması kişilik faktörlerine ve moti­ nıtı vermek olasıdır. Daha genel bir düzeyde bir
vasyona bağlıdır. çok algı ve biliş araştırmasında farkındalık ve
Kör olduklarını iddia eden ancak başka bir davranış arasında dissosiyasyon olduğu göste­
düzeyde görsel uyarıcılara cevap veren kişiler rilmiştir (Odak 7.2’ye bakınız).
doğru mu söylemektedirler? Sackeim ve arka­ Sackeim ve arkadaşları, davranışın farkın­
daşları görsel kortekste lezyonları olup gözle­ dalıktan ayrışmasında motivasyonun rolü var­
rinde herhangi bozukluk olmayan kişilerin kör dır sayıltısını laboratuar ortamında sınadılar. İki
170 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

yatkın deneği hipnotize ettiler ve her ikisine de konversiyon belirtilerine uyan davranış örün­
tam kör olduklarını telkin edip görsel ayırt etme tülerini gösterebilmektedirler. Örneğin, daha
problemiyle test ettiler. Birine verilen yönerge önce gördüğümüz gibi, felçler, anesteziler ve
görmemeyi sürdürmeyi motive edici niteliktey­ körlük hipnoz altındaki kişilerde ortaya çıkara­
di1. Bir denekten algılarını inkâr etmesi ve görsel bilmektedir. Benzer şekilde, kimyasal olarak et­
problemde şans düzeyinin altında performans kisi olmayan ilaçların (plasebo) gerçekten hasta
göstermesi bekleniyordu. Diğer denekten kör­ olanlarda ağrıyı azalttığı bilinmektedir.
lüğünün sürmesi açıkça isten­memişti ve prob­ İkinci soruya kısmen cevap olmak üzere
lemdeki başarısının şans düzeyinin üzerinde ol­ Ullmann ve Krasner motor ve duyusal yeti yi­
ması bekleniyordu. Üçüncü bir denekten körlük timlerinin taklit edilmesi olasılığını arttıran iki
telkini alan bir kişiyi taklit etmesi istenmişti. durum bildirmektedirler. İlki kişinin benimsediği
Sonuçlar yordamalarla tutarlı bulundu. Kör­ rolle ilgili deneyiminin olmasıdır. Benzer fiziksel
lüğü sürdürme yönünde telkin alan kişi şan­sın bozuklukları olmuş olabilir ya da başkalarında
altında performans, motive edilmeyen kişi, hâlâ gözlemiştir. İkincisi bu rolün ödüllenmesi gerek­
kör olduğunu söylemesine rağmen, tam başa­ mektedir. Böyle bir yeti yitimini benimseme an­
rı gösterdi. Taklit eden kişi ise şans düzeyin­ cak stresi azaltıyorsa ya da olumlu sonuçlara
de performans gösterdi. Bryant ve McConkey yol açıyorsa olasıdır.
(1989) Sackeim ve arkadaşlarının bulgularını Bu davranışçı yorum akla yakın gelse de
desteklediler. Histerik körlüğü olan bir erkeği yayınlar bunu tam desteklememektedir. Soru­
çok sayıda deneme oturumunda test ettiler, bazı lardan biri hastanın davranışının farkında olup
oturumlarda farklı yönergeler verdiler. Sackeim olmadığı, bir başka deyişle davranışın bilinçli ya
ve ark.’nın çalışmasında olduğu gibi, motivas­ da bilinçdışı olmasıyla ilgilidir. Örneğin, Grosz
yonun performansı etkilediği bulundu. ve Zimmerman’ın hastası Celia, Ullmann ve
Sackeim ve arkadaşlarının psikodinamik gö­ Krasner’ın kuramına göre davran­mamıştır. Çok
rüşlerinde ileri sürdükleri gibi sözel bildirim ve zeki olan Celia görüşünün çok bulanık olduğu­
davranış, bilinçdışı olarak birbirinden ayrılabili­ nu iddia ederken görsel ayırt etme probleminde
yordu. Histerik olarak kör olan kişiler göreme­ tam başarı kazanmıştır. Bu şekildeki bir davra­
diklerini söyleyebiliyorlar, ancak aynı zamanda nış rol yapmaya pek uymamaktadır. Eğer birini
görsel uyarıcıdan etkilenebiliyorlardı. Görebil­ görmediğinize inandırmak isteseniz her seferin­
dikleriyle ilgili verdikleri ipuçları, kör olarak ka­ de düz duran üçgeni bulur muydunuz? Celia’nın
bul edilmeye ne kadar gereksinmeleri olduğuna davranışlarının Sackheim ve arkadaşlarınca
bağlıydı. ortaya atılan kuramla daha uyumlu olduğu gö­
rülmektedir. Bilinçli farkındalık düzeyinde Celia
DAVRANIŞSAL KURAM iddia ettiği gibi yalnızca bulanık şekiller görmek­
Konversiyon bozukluklarının davranışsal teydi. Ancak deneme sırasında üçgen­ler bilinç­
açıklaması Ullmann ve Krasner (1975) tarafın­ dışı düzeyde ayırt ediliyordu ve ne zaman görül­
dan yapılmıştır. Konversiyon bozukluklarının, se dik üçgeni seçebiliyordu. Celia’nın gözle ilgili
belirtiyi bir kazanç sağlama amacıyla gösteril­ problemlerinin hem konver­siyon bozukluğu ve
meleri bakımından numara yapmaya benzer ol­ hem de numara yapmanın doğasına uygun şe­
duğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre konversi­ kilde, dikkat çekmede ve ebeveyninden yardım
yon bozukluğu olan bir kişi, motor ya da duyusal sağlamada çok etkili olması ilginçtir. Görsel so­
hastalığı olan kişilerin nasıl davranacağını dü­ runlarının başlamasın­dan üç yıl sonra, anne ve
şünüyorsa o şekilde davran­maya çalışır. Bu babasıyla bir yaz gezisindeyken Celia’nın gör­
kuram iki soruyu akla getirmektedir. İnsan bunu mesi birdenbire ve dramatik olarak düzelmişti.
yapabilir mi? Hangi koşullar altında bu davranı­ Daha önce yaz başlangıcında ortalamanın çok
şın yapılma olasılığı yüksektir? üstündeki not­larla liseden mezun olmuştu. Belki
Birinci sorunun cevabının “evet” olmasıyla de zayıf görmeden dolayı pekiştirme alma ge­
ilgili oldukça fazla kanıt vardır. İnsanlar klasik reksinimi bitmiş ve görmesi normale dönmüştü.
1
Hipnotik yatkınlık, bir bireyin hipnotistin telkinlerini yaşayabilen iyi bir hipnotik
denek olup olamayacağını ifade eder. Bu özellik, çoğunlukla, bireylerden çok sayıda SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER
görevi yerine getirmelerinin istendiği Stanford Hipnotik Yatkınlık Ölçekleriyle
değerlendirilir (Weizenhoffer ve Hilgard, 1959). Örneğin, hipnotist, deneğin elinin Sosyal ve kültürel faktörlerin olası rolü kon­
çok ağır olduğunu bu nedenle kaldıramayacağını telkin ederek kaldırmasını ister.
İyi bir hipnotik denek kolunu kaldırmayacak ya da bunu yapmakla büyük güçlük
versiyon bozukluklarının sıklığının son yüz­
çekecektir. yılda azalmasıyla önerilmektedir. Charcot ve
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 171
√√

Freud’un bu çeşit sıkıntılarla gelen birçok kadın görülmemiştir. Şimdiye kadar yapılan araştır­
hastaları olmasına rağmen bugünkü klinisyen­ malara göre kalıt­sal faktörlerin önemli olmadığı
ler bu rahatsızlığa nadiren rastlamaktadırlar. görülmektedir. Beyin yapısı ve konversiyon bo­
Bu azalmayı açıklamak için birkaç hipotez öne zukluğu arasın­da bazı ilişkiler olabilir. Konversi­
sürülmüştür. Örneğin, psikanalitik eğilimli kişiler yon bozukluğuyla ilişkili duyguların niçin bilinçli
özellikle Fransa ve Avusturya’da konver­siyon farkındalığa açık olmadığıyla ilgili nörofizyolojik
hastalarının çok sık görüldüğü on dokuzuncu açık­lama ipuçları, konversiyon belirtilerinin sağ
yüzyılın ikinci yarısında bastırıcı cinsel tutum­ taraftan çok bedenin sol tarafında olduğunu
ların, yaygınlığı artırmada etkisi olduğuna işa­ gösteren araştırmalardan gelmektedir (Ford ve
ret etmektedirler. Konversiyon reaksiyonundaki Folks, 1985; Galin, Diamond ve Braff, 1977;
azalma da cinsel törelerdeki gevşemeye ve yir­ Stern, 1977). Çoğu durumda bedenin sol tara­
minci yüzyıldaki fizyolojiye uymayan fonksiyon fındaki işlevler beynin sağ hemisferince kontrol
bozukluklarına kıyasla kaygıya hoşgörü göste­ edilmektedir. O halde konversiyon belir­tilerinin
ren psikolojik ve tıbbi bilgi artışına (sofistikasyo­ büyük bir kısmı sağ hemisfer işlevleriyle ilgili
na) bağlanmaktadır. olabilir. Araştırmalar sağ hemisferin ayrıca duy­
Sosyal ve kültürel etkenlerin rolüne ilişkin gular ve özellikle sol hemisferden daha çok ve
destek, konversiyon bozukluğunun, kırsal böl­ olumsuz duygular üretebildiğini göstermek­tedir.
gede yaşayan ve düşük sosyoekonomik düzey­ Konversiyon belirtileri bu şekilde nörofizyolojik
deki bireyler arasında yaygın olduğunu gösteren olarak duygusal uyarılmayla ilin­tili olabilir. Ayrı­
araştırmalardan gelmiştir (Folks ve ark., 1984). ca, aynı araştırmalar sağ hemis­ferin duyguları
Bu bireyler tıbbi ve psikolojik kavramlar hakkın­
anlatmak ve açıklamak için sol hemisferin sözel
da çok az bilgiye sahiptirler. Sosyokültürel görü­
kapasitesi ile ilişki kurabilmek için corpus collo-
şü destekleyen başka kanıt­lar, histeri tanısının
sumdaki sinirsel yollara gereksinim duyduğunu
endüstriyel ülkelerde azaldığını (örneğin, İngil­
göstermektedir. Konversiyon bozukluklarında
tere; Hare, 1969), ancak az gelişmiş ülkelerde
sol hemisfer sağ­dan gelen acı veren duygu­
daha sık görüldüğünü (örneğin, Libya, Pu ve
sal içeriği engelleye­bilir. Böylece konversiyon
ark., 1986) bildiren araştırmalardan gelmektedir.
bozukluğu olan kişiler, bununla rahatsız edici
Uyumlu olmalarına rağmen bu verileri yorum­
durumlar arasın­da ya da duygusal gereksinme­
lamak güçtür. Tıbbi hastalıklarda artan bilginin
lerle bağlantı kuramazlar. Bu ilgi çekici bir spe­
kon­versiyon bozukluğu yaygınlığını azalttığı an­
lamına gelebilir. Başka bir yorum ise tanı koyma külasyondur.
yöntemlerinin farklı ülkelerde değişik olmasının
farklı oranlarda ortaya çıkabile­ceğidir. Aynı tanı SOMATOFORM BOZUKLUKLARININ
koyma işlemlerinde eğitilmiş kişilerce yapılacak TEDAVİSİ
uluslararası çalışmalara gereksinim vardır. Somatoform bozukluklar, insanları ruh sağ­
lığı uzmanlarına götüren diğer hastalıklar­dan
BİYOLOJİK FAKTÖRLER daha seyrek görüldüğü için, farklı tedavi yak­
Konversiyon bozukluklarının gelişmesinde laşımlarının etkinliğine yönelik yeterli düzeyde
kalıtsal faktörlerin olduğu ileri sürülmüş ancak çalışma bulunmamaktadır. Vak’a raporları ve
araştırmalar bu görüşü desteklememişlerdir. klinik spekülasyonlar, bedenlerinde böyle şa­
Örneğin, Slater (1961) on iki tek yumurta ve on şırtıcı sorunlar olan bu insanlara nasıl yardım
iki çift yumurta ikizinde eş hastalanma oranını edileceği konusundaki tek kaynaklardır.
araştırmıştır. Her ikizin birisi konversiyon tanı­ Somatik bozukluğu ve konversiyon belirtileri
sı almışken her iki ikiz grubunda da diğer ikiz­ olanlar, psikolog gibi tıp dışından klinisyenler ve
de konversiyon bozukluğuna rastlan­mamıştır. psikiyatr yerine çok daha sık olarak tıp doktorla­
Daha yakın zamanda Torgerson (1986) on rına giderler, çünkü problemlerini fizik­sel olarak
konversiyon, on iki somatizasyon bozukluğu ve görürler. Yazgılarının psikolojik açık­lamalarına
yedi ağrı bozukluğu içeren somatoform bozuk­ açık değildirler ve bu yüzden “deli doktoruna”
luğu ikiz araştırması sonu­cunu bildirmiştir. İkiz gönderilmekten hoşlanmazlar. Bu hastaların
çiftlerinin hiç birisi aynı tanı grubuna girmemiş­ çoğu hastanın iyi hissetmesi için ilaç üstüne
tir. Somatoform bozuk­lukları genel olarak ele ilaç deneyen doktorlarının sabırlarını zorlarlar.
alındığında bile eş hastalanma oranı tek yumur­ Bu bozuklukların depresyon ile yük­sek oranda
ta ikizlerinde çift yumurta ikizlerinden daha sık bir arada görülmesiyle tutarlı olarak, en azından
172 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

ağrı hastaları için, bir tıbbi müda­hale yolu, anti­


depresan ilaçlardır (Valdes ve ark., 1989).
Psikanalizin konuşma yoluyla tedavisi, tam
bastırmanın psişik enerjiyi şaşırtıcı anestezi­
lere ya da felçlere dönüştürdüğü sayıltısına
dayan­maktadır. Hastanın bastırmasına, çocuk­
luk dönemi kaynaklarıyla yüzleşmesini sağla­
yan katarsisin yardımcı olduğu düşünülüyor­
du, hatta bugün bile bastırmayı kaldırmak için
serbest çağrışım ve diğer çabalar somatoform
bozuklukların tedavisinde sıklıkla kullanılmak­
tadır. Ancak hastanın kısıtlayıcı problemleriy­
le ilgili endişesini azaltmak dışında psikanaliz
ve psikanalitik yönelimli tedavinin konversiyon
bozukluğunun tedavisinde etkili olduğu göste­
rilememiştir (Ochitil, 1982).
Davranışçı klinisyenler somatoform bozuk­
luklara eşlik eden yüksek kaygının bazı durum­
larla bağlantılı olduğunu ileri sürerler. Daha
önce sözü edilen Alice, sallantıdaki evliliği ve
başkalarının onu değerlendirebileceği durum­
larda aşırı kaygı duyduğunu açıklamıştı. Maruz
bırakma (exposure) gibi teknikler ya da her­
hangi bir bilişsel terapi ile korkular ele alınabilir Atılganlık eğitimi, bazen somatoform bozukluğu olan hastaların
ve korkuların azalması ve somatik yakınmalar­ kaygıların, düşürme yolu olarak kullanılır.
da da iyileşme görülür. Ancak bir süredir “hasta”
olma rolüyle, zayıflık ve bağımlılığa ve bir yetiş­
Psikojenik kusması olan iki hastada gerçek
kin gibi yüzleşmekten çok günlük sorumluluklar­
yaşamda (in vivo) maruz bırakma yöntemi kul­
dan kaçınmaya alışmış kişiler için daha yoğun
lanılmıştır. Bireyler tıpkı fobik bir kişinin korkuy­
terapiye gereksinim duyulacaktır. Alice’le yaşa­
la yüzleşmesi gibi onların midesini bulandıran
yan kişilerin de onun hastalıklı haline alışmış ol­
durumlarla karşı karşıya gelmeye yüreklendiril­
maları ve bilmeden normal yetişkin sorumluluk­
larından kaçınmasını pekiştirmeleri çok olasıdır. mişlerdir. Yazarlar alınan iyi sonuçları bulantının
Alice ve aile üyelerine, onun daha bağımsız ola­ altında yatan kaygının sönmesi olarak yorumla­
rak davran­masını desteklemek için, ilişkiler ağı­ mışlardır (Lesage ve Lamontagne, 1985).
nı değiştirmede aile tedavisi gerekebilir. Alice’in Davranışçı tedaviciler somatoform bozuk­
daha etkin bir şekilde insanlara yaklaşabilmesi, luğu olan hastalara belirtilerini bırakmayla ka­
konuşabilmesi, göz temasını sürdürebilmesi, zançlı çıkmalarını sağlayacak çeşitli yöntem­ler
istekte bulunabilmesi, eleştiriyi kabullenebil­ uygulamışlardır. Buna bir örnek Liebson (1967)
mesi, kompliman yapabilmesi gibi başkalarıyla tarafından bildirilen bir vak’adır. Bir adam ba­
iliş­ki kurma ve “ben hasta ve zayıf bir insanım” caklarındaki ağrı ve kuvvetsizlik duyguları ve
demeden kendi gereksinimlerini karşılama yol­ baş dönmesi dolayısıyla işini bırakmıştı. Lie­
larını kazanmada kendini ortaya koyma ve sos­ bson hastanın tam gün işe dön­mesine, aileyi
yal beceri kazanımı yardımcı olabilir. tembelliği pekiştirmeme yönünde iknâ ederek
Genel olarak hastanın hastalıktan dolayı ve hasta işe gitmeyi başardığı koşulda maaşın­
yapamadığı şeylere odaklanmak yerine, ona da artış yapılmasını sağlayarak yardımcı oldu.
stresle nasıl başa çıkabileceğini öğretme, his­ O halde pekiştirme yaklaşımı daha iyi olma ve
settiği fiziksel sınırlama ve rahatsızlığa rağmen bu hali sürdürmek için ödül sağlamaya çalışır.
faaliyetlerin arttırılmasına ve kontrol duygusunu Benzer bir edimsel taktik Walen, Hauserman ve
kazanmaya teşvik etme önerilmektedir. Ağrı bo­ Lavin (1977) tarafından bildirilmiştir. Bu taktik
zukluğu olan hastalarda Bölüm 18’de anlatılan hastanın guru­ru kırılmadan hastalığından vaz­
ağrıyla baş etme tedavisi yararlı ola­bilir (Selig­ geçmesidir. Terapist, hastanın tıbbi olmayan bir
man, 1990). tedaviyle iyileşmekten utanabileceğini anlaya­
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 173
√√

bilmelidir. Bu durumun garip ama mükemmel bir ve hatta başka bir kimlik benimseye­bilirler. Her
örneği Macleod ve Hemsley (1985) tarafından zamanki çevrelerinden çok uzaklar­da bulunabi­
verilmiştir. lirler.
Dissosiyatif bozuklukların yaygınlığıyla ilgili
Kırk dokuz yaşındaki bir adam boynuna yapılan bir güvenilir nitelikte veriler yoktur. Şimdiye kadar
iğneden sonra afoni -fısıltı dışında konuşamama- geliştir­ yapılmış en iyi araştırmada, yaygınlığın amne­
mişti. Fiziksel muayenelerin hepsi negatif olmasına rağ­ zide %7, depersonalizasyonda %2.4, kaçışta
men konuşma zorluğunun iğneden olduğu inancını sürdü-
%0.2 olduğu bulunmuştur (Ross, 1991). Çoğul
rüyordu. Macleod ve Hemsley bu inancı sorgulamaktansa
kabullenmeye karar verdiler. Hastaya hasar görmüş kas- kişilik bozukluğundan söz ederken bu araştır­
lar için bir seri egzersiz yapması gerektiğini söylediler. mayı daha ayrıntılı olarak anlatacağız.
Tedavi hastanın sesin hacmini sürekli olarak kayıt eden Dört temel dissosiyatif bozukluğunu inceler­
ve geri bildirim veren poligrafa bağlı bir mikro­fona çocuk ken, ilk önce belirtiler, sonra da etiyoloji kuram­
şiirleri okumasını içeriyordu. Her tedavi otu­rumu sırasın- ları ve tedavi ele alınacaktır.
da sesini yükseltmesi isteniyordu. İlk başlarda sesin hac-
minde sürekli bir yükselme görüldü ama bir müddet sonra
zirveye erişildi. Ancak bir gün hasta tedaviye gelmeden DİSSOSİYATİF AMNEZİ
önce bira içti ve sesi normale döndü. Dissosiyatif amnezisi olan bir kişi, bölümün
Bununla birlikte bazı talihsiz olaylar nedeniyle tedavi başında sözü edilen vak’ada olduğu gibi, genel­
kazançları sürmedi. Hasta iyileşmesini kısmen biraya at-
likle stres verici bir olaydan sonra aniden önemli
fetti ve karısı bu durumun haber değeri olduğunu düşüne-
rek yerel bir gazeteye haber verdi. Hikâye ulusal basın ve kişisel bilgileri hatırlayamaz. Bilgi tamamen kay­
televizyonlara yansıdı ve bir bira üreticisi, hastanın odak bolmaz ancak amnezi döne­mi boyunca hatırla­
olduğu bir reklam kampanyası başlattı. Bunların neden namaz. Bellekteki boşluklar günlük unutkanlıkla
olduğu utanç çok fazla geldiği için hastaneye yatmasını açıklanamayacak kadar büyüktür.
gerektirecek düzeyde depresif belirtil­erle birlikte afoni Sıklıkla, sınırlı bir zaman dilimindeki bütün
tekrarladı. olaylarla ilgili bellek kaybı, sevilen birinin ölümü­
ne tanık olmak gibi travmatik bir olaydan sonra
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR ortaya çıkar. Nadiren de amnezi belli bir dönem­
deki seçici olaylarla ilgilidir; travmatik olaydan
Bu bölümde dört dissosiyatif bozukluğu in­ bugüne kadar sürmüştür; ya da tam amnezidir,
celeyeceğiz: Dissosiyatif amnezi, dissosiyatif kişinin tüm yaşamını kapsar (Coons ve Milste­
kaçış (füg), dissosiyatif kimlik bozukluğu (çoklu in, 1992). Amnezi döneminde, bellek kaybının
kişilik bozukluğu), depersonalizasyon bozuk­ bazen yönelimi bozması ve kişinin amaçsızca
luğu. Bunların hepsinde kişinin kimlik duygusu, etrafta dolanması gibi durumlar dışında bireyin
bilinci ve belleğindeki değişiklikler ön plan­dadır. diğer davranışları olağandır. Tam amnezide,
Bu bozukluğu gösteren kişiler önemli olayları hasta akrabalarını ve arkadaşlarını tanımaz,
hatırlamayabilir, geçici olarak kimlikleri­ni bilmez ancak konuşma, okuma yetilerini ve belki özel

Spellbound filminde, Gregory Peck amnezisi olan bir adamı oynamıştır. Dissosiyatif amnezi genellikle stresli bir olay ile tetiklenir.
174 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU VE NUMARA YAPMA


ODAK 7.3 (MALINGERING)
DKB’nun gerçek bir bozukluk mu yoksa ceza al- G: Parça, Ken’in aynısı mısın yoksa ondan bir
maktan kurtulmak ya da kazançlar elde etmek için biçimde farklı mısın
bilinçli sarf edilen bir çaba mı olduğuna yönelik B: Ben o değilim.
bazı soru işaretleri bulunmaktadır. DKB, numara G: Sen o değilsin. Kimsin sen? Bir ismin var
yapmaktan biraz daha ileri bir durum mudur? Bu mı?
konu, 1980’lerin başında, Kaliforniya’da, Hillside B: Ben Ken değilim.
Canavarı (boğazlayan) olarak bilinen bir seri ka- G: Sen o değilsin? Tamam. Kimsin sen? Bana
tilin duruşması sırasında önem kazanmıştır. Halk kendinden sözet. Sana seslenebileceğim bir ismin
taralından da yaygın olarak bilinen bu duruşmada, var mı?
pek çok uzman tanığın görüşlerinin farklı olması, B: Sieve. Bana Steve diyebilirsin (s. 139-140).
International Journal ol Clinical and Experimen- Bianchi, Steve olarak konuşurken. Ken’den nef-
tal Hypnosis dergisinde basılan üç makaleye konu ret ettiğini, çünkü Ken’in hoş bir insan olduğunu.
olmuştur (Allison, 1984; Orne, Dinges, ve Orne, Steve’in, kuzeninin yardımıyla çok sayıda kadını
1984; Watkins, 1984). öldürdüğünü belirtti. Bianchi’nin davası, disosya-
Duruşma dönemin de, DKB’nun gerçekliği ko- lif kimlik bozukluğu sorunu olduğunu iddia ettiği
nusunda oldukça fazla şüphe taşıyan bir araştırma için, akıl hastalığına bağlı olarak aslında suçlu
ekibi (Spanos. Weekes; ve Bertrand, 1985), bu ci- olmadığı noktasına gelmişti.
nayetleri işlemekten tutuklu Kenneth Bianchi’nin Spanos’un çalışmasında, lisans öğrencilerine,
ifadelerine yeni bir bakış açısı kazandıracak, us- cinayetten sanık olan birini oynayacakları ve bir-
talıklı bir deney düzenlediler. Bu çalışma, bir bi- çok kanıta karşın, suçu reddetme olasılığının belir-
reyin sadece ceza almaktan kaçmak için diğer bir diği söylendi. Onlara aynı zamanda, hipnoz altında
kişiliğe uyum yapabileceği olasılığını destekledi. canlandırılan bir psikiyatrik görüşmeye katılacak-
Deneysel manipülasyonlar. Bianchi’nin işlediği ları belirtildi. Sonra öğrenciler diğer bir odaya
suçlardaki yasal sorumluluğunu belirlemek ama- alındılar ve aslında deney asistanı olan kişi. on-
cıyla, duruşma öncesi dönemde, bir ruh sağlığı uz- lara bir psikiyatr gibi tanıştırıldı. Bir kaç standart
manı tarafından yürütülen ve Bianchi’nin hipnoz sorudan sonra, görüşme öğrencilerin atandıkları
altında olduğu varsayılan görüşmelerle yapıldı. koşullara göre farklılaştı. Bianchi koşulunda olan-
Görüşmeci (G), ikinci kişiliğin gelmesini istedi. lara, temel hipnoz yönergesi verildi ve Bianchi’nin
G: Biraz Ken ile konuşmak istiyorum ama görüşmesinde yapıldığı gibi ikinci kişiliğin gelme-
olasılıkla Ken’in henüz konuşmamış olduğum bir si istendi. Saklı Parça koşulunda olan öğrenciler
diğer parçası var. Ve bu diğer parçanın gelip be- de hipnotize edildiler ve onlara Parçalarını ortaya
nimle konuşmasını istiyorum.. .Ve burada olduğun çıkarabilecekleri söylendi, ancak bu yönerge, bi-
zaman, bunu bana belirtmek için sol elini havaya rinci koşuldakilerinkine göre daha az açıktı. Son
kaldır. Parça, lütfen gelir misin, Parça, seninle koşuldaki denekler hipnotize edilmediler ve saklı
konuşabilir miyim?...Parça, lütfen gelip Ken’nin Parçalarının olası varlığına ilişkin bilgi daha az
elini havaya kaldırarak hana burada olduğunu açık verildi.
gösterebilir misin? ...Parça, “buradayım” diye- Deneysel manipülasyonlardan sonra, ikinci ki-
rek benimle konuşabilir misin? (Schwarz, 1981. s. şiliğin olası varlığı, doğrudan “psikiyatr” tarafın-
142-143). dan sorgulanmaya başlandı. Ek olarak, öğrencile-
Bianchi (B) son soruya evet diye yanıt verdi, re cinayetin kanıtları hakkında sorular yöneltildi.
görüşmeci izleyen konuşmaya devam etti. Son olarak, ikinci oturumda, diğer kişiliğin varlığı

becerilerini, dünya ve dünyadaki işlevleriyle ilgili lek kaybını ayırt etmek oldukça kolaydır. Kötü­
önceden kazanılmış bilgilerini kaybetmez. Am­ leyen (dejeneratif) beyin bozukluklarında bellek
nezik dönem bir kaç saat ve bazen de bir iki yıl zaman içinde yavaş yavaş bozulur ve yaşam
gibi uzun sürebilir. Genellikle oluşu gibi aniden
stresine bağlı değildir. Herhangi bir trav­manın
ortadan kalkar, tam bir iyileşme olur ve tekrarla­
(örneğin, otomobil kazası) neden olduğu beyin
ma şansı çok azdır.
Bellek kaybı, birçok organik beyin bozuk­luğu hasarı ya da madde kötü kullanımından sonra
ve madde kötü kullanımında da sıklıkla görülür. görülen bellek kaybı kolaylıkla travmaya ya da
Ancak organik nedenlerle olan amnezi ve bel­ madde kullanımına bağlanabilir.
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 175
√√

la birlikte, bu durumun rol oynama durumlarının


olanaklı olduğu koşullarda gösterildiğini, çoklu
kişilik bozukluğu olan tüm vak’aların, böyle bir
kökeni olduğunu göstermeyeceğini hatırda tutma-
lıyız.
Spanos çalışması bizi tereddüde yöneltmiştir.
Bazı profesyoneller hâlâ dissosiyatif kimlik bozuk-
luğunun rol oynamaktan başka bir şey olmadığını
düşünmektedirler. Diğerleri, seyrek olsa da bunun
gerçek olduğunu ve bunun bir bozukluk olduğunu
düşünmekledirler. Bu tartışma nasıl çözülebilir?
Temel bir yöntem, çoklu kişiliği olan vak’aları,
rol oynama ya da hipnoz veya derin gevşeme al-
tında test etme koşullarını karşılaştırmak olabilir.
Temel kişilik ile ikinci kişilik arasındaki anahtar
karşılaştırmaların ve DKB’nun gerçekliğinin, rol
yapan bireyler arasında olandan daha fazla klinik
vak’alar için görülen büyük farklılıklar tarafından
yansıtıldığı düşünülebilir. Fizyolojik ölçümler, ba-
ğımlı değişken olarak seyrek olarak kullanılırlar,
çünkü bilinçli kontrole daha az bağlı oldukları dü-
şünülür.
Putnam, Zahn, ve Post (1990) böyle bir araş-
tırma stratejisi kullanarak kontrollere göre, DKB
Hillside canavarı Ken Bianchi, seri cinayetleri için akıl vak’alarının kişilikleri arasında, otonom sinir sis-
hastalığı savunması girişiminde bulundu, fakat mahkeme temi aktivitesinde büyük farklılıklar buldular ve
onun çoklu kişilik bozukluğunu taklit etmeye çalıştığına karar Miller da (1989) görsel işlevsellikte çok farklılık
verdi.
buldu. Bu veriler. DKB’nun rol oynamadan daha
fazla bir şey olduğunu göstermiyor mu? Şart de-
hakkında bilgilendirilenlerden iki kişilik testini iki
ğil. Bulgular ilginç, ancak hatırlamalıyız ki, bu
kez doldurmaları istendi -bir seferinde diğer kişi-
çalışmalardaki rol yapan bireyler, farklı kişilikleri
likleri için. Bianchi koşulundaki öğrencilerin yüz- oynayan klinik vak’alara göre, rollerini daha az
de seksen biri, yeni isime uyum sağladılar ve çoğu pratik etmiş durumdadırlar. Olasılıkla daha fazla
cinayet suçunu kabul etti. İki ayrı kişilik için olan pratik ile aradaki fark da azalacaktır.
kişilik testi sonuçları bile belirgin olarak farklıy- Gerçek mahkemeye geri dönecek olursak. Bi-
dı. Açıkça, durum gerektirdiği zaman, insan ikinci anchi suçlu bulundu. Akıl hastalığı iddiası engel
bir kişiliğe uyum yapabilir. Spanos ve ark., çoklu olmadı, bunun bir nedeni, rol oynamanın, gerçek
kişilik sergileyen bazı insanların, zengin bir hayal çoklu kişilik bozukluğu ile derin hipnotize olmuş
dünyaları olabileceğini ve başka bir insan olduk- bireyleri birbirlerinden nasıl ayırt edilebildiğine
larıyla ilgili olarak hayalleri sık sık kurduklarını ilişkin kanıtların gösterilmiş olmasıdır (Orne ve
(özellikle, Bianchi gibi, kendilerini diğer kişilik ark., 1984). (DKB ve akıl hastalığı savunması ko-
tarafından kötü davranışlara yönlendirilme du- nusundaki ek tartışmalar için Bölüm 20 ye bakı-
rumlarında bulduklarında) önermişlerdir. Bunun- nız).

DİSSOSİYATİF KAÇIŞ maşık sosyal yaşam içine girebilir, ama hiçbir


zaman geçmişi hatırlayamamasını sorgulamaz.
Dissosiyatif kaçış (füg) ta, bellek kaybı
Ancak, daha sıklıkla yeni yaşam bu düzeyde
daha yoğundur. Kişi sadece tamamen amnezik kristalize olmaz ve kaçış süresi kısadır. Çoğu
olmaz, aynı zamanda aniden evinden ve işin­ zaman sınırlı ama amaçlı, sosyal temasın çok
den uzaklaşır ve yeni bir kimlik benimser. Bazen az ya da hiç olmadığı seyahatleri içerir. Kaçış­
yeni bir kimlik üstlenme çok ayrıntılı ola­bilir; kişi lar, doğal afet, savaş, evlilik kav­gaları ve kişi­
yeni bir isim, yeni bir ev, yeni bir iş ve hatta yeni sel reddedilme gibi şiddetli stres sonucu ortaya
kişilik özellikleri edinebilir. Bazen oldukça kar­ çıkar. Düzelme zaman bakımın­dan değişiklik
176 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

gösterse de eski olaylar tam olarak hatırlanma­ olduğuyla ilgili belleği, hatta B’nin varlığıyla ilgili
ya başlanır; birey sık sık uğradığı mekânlardan bilgisi yoktur. Ayrıca iki benliğin var olmasının
kaçışında neler olduğunu hatırlamaz. kronik (uzun süreli) ve şiddetli (yaşamda olduk­
ça fazla aksamalara yol açması) olması gerek­
DEPERSONALİZASYON mektedir; örneğin bir ilaç alımı sonrası görülen
BOZUKLUĞU değişiklik gibi değildir.
Her benlik kendi davranışsal örüntüleriyle,
Bireyin benliğine ilişkin algısının ya da ya­ bellek sistemiyle, ilişkileriyle karmaşık ve tam
şantısının altüst edici ve yıkıcı şekilde değiştiği
bütünleşmiştir: Her biri idareyi ele geçirdiğinde
depersonalizasyon bozukluğu, DSM-IV’de de
kişinin doğasını ve davranışlarını belirler. Ge­
dissosiyatif bozukluk olarak sınıflanmıştır. Diğer
nel olarak kişilikler farklıdır, hatta birbirinin zıt­
dissosyatif bozukluklardakinden farklı olarak,
tıdır. Sağ ve sol el kullanımı; farklı derecelerde
depresonalizasyon bozukluğunda bellek bozuk­
gözlük takma ve farklı maddelere alerjisi olma
luğu görülmediği için, bu durum tartışmalıdır.
görülebilir. Orijinal ve alt benlikler kayıp zaman
Bir depersonalizas­yon nöbetinde (episod) kişi
aralıklarının farkındadırlar ve kime ait olduğu­
aniden kendilik duygusunu kaybeder. Kol, ba­
nu bilmeseler de bazen bir diğerinin sesi bilinç­
cak uzunluğu belirgin biçimde değişik görülebi­
te yankılanabilir. Bir kişinin ikiden fazla benliği
lir ya da kendi bedenlerinin dışında kendilerine
varsa bunlardan her biri bir dereceye kadar bir­
bakıyormuş gibi hissedebilirler. Bazen makine
birlerinin farkında olabilir, hatta birbirleriyle ko­
gibiymiş gibi hissedip kendilerini ve başkala­
nuşabilirler.
rını robot gibi görürler. Gerçekliğini kaybetmiş
Dissosiyatif kimlik bozukluğu genelde çocuk­
bir dünyada rüyada yürüyor gibidirler. Benzer
lukta başlar ancak ergenlik döneminden önce
ancak çok daha şiddetli nöbetler bazen şizof­
tanı konması çok enderdir. Diğer dissosiyatif bo­
renide de görülür (Bölüm 11’e bakınız). Ancak
zukluklardan daha ağır ve kroniktir ve iyileşme
şizofreni hastasında yaşantısında depersonali­
de tam olmayabilir. Kadınlarda erkek­lere oranla
zasyon geçiren kişilerin bildirdiği “sanki” özelliği
çok daha sık görülür. Özellikle depresyon, sınır
yoktur. Tersine şizofreni hastalarının kendilerine
kişilik bozukluğu, somatizas­yon bozukluğu gibi
yabancılaş­ması gerçek ve tamdır.
tanıların eşlik etmesine sık­lıkla rastlanır (Ross
ve ark., 1990). Ayrıca DKB’de baş ağrıları, mad­
DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU de kötü kullanımı, fobiler, intihar düşünceleri ve
Ünlü Eve’in Üç Yüzü vak’asındaki Chris kendine zarar verici davranışlar sık görülür.
Sizemore’da olduğu gibi dissosiyatif kimlik ya Dissosiyatif kimlik bozukluğu vak’aları ba­
da çoklu kişiliğiniz olsa nasıl hissedeceğinizi sında yanlış bir biçimde şizofreni hastası olarak
düşünün. Başkaları size kişiliğinize uymayan ve tanımlanırlar. Bölüm 11’de ayrıntılı olarak tartı­
hiç hatırlamadığınız şeyler yaptığınızı söylerler. şılan bu tanı grubu, ismini eski Yunancada “bir­
Sabah kalktığınızda yatak ucunda yarısı içilmiş birinden ayrılma” anlamını taşıyan şizo (schizo)
çay bulursunuz ancak çay sevmediğinizi bilirsi­ kökünden almıştır, karmaşa da bu yüz­dendir.
niz. Bunları nasıl açıklayabilirsiniz? Eğer teda­ Birbirinden oldukça ayrı ve bütünleşmiş iki ya
viye giderseniz psikolog ya da psikiyatrın size da daha fazla sistemin var olduğu kişilik­teki bir
inanıp inanmayacağını merak etmez misiniz? ayrışma, şizofrenik davranışları ortaya çıkardığı
Belki de klinisyen sizi psikotik zannedecektir. söylenen duygu ve düşüncenin bir­birinden ay­
Kendimizi normal benliğimizde his­ rışmasından çok farklıdır.
setmediğimiz günler hepimizde olur. Bu nor­ Dissosiyatif kimlik bozukluğunun olup olma­
maldir ve dissosiyatif kimlikle bu kastedilme­ ması da çok tartışma konusu olmuştur (Odak
mektedir. DSM-IV’e göre dissosiyatif kimlik 7.3’e bakınız). Tanı el kitabına dâhil edilerek
bozukluğu (DKB) tanısı koyabilmek için kişinin resmen tanınsa da, varlığı çok yerleşmiş bir
en az iki ayrı ego durumunun bulun­ması, belirli inancımıza- bir bedende bir kişi vardır-ters düş­
zamanlarda birinin öne çıkması, bu ego durum­ mektedir. DKB’den ilk olarak 19. yüzyılda söz
larının, kontrolü ele aldığı birbir­lerinden bağım­ edilmiştir. Sutcliffe ve Jones (1962) gözden ge­
sız oluş, düşünüş ve varoluş şekillerinin olması çirme çalışmalarında, çoğu 1890 ve 1920 ara­
gerekmektedir. Bir benliğin diğeriyle temasının sında 77 vak’a bildirmişlerdir. Bu dönemden
olmamasından dolayı, bellekte boşluklara sık­ sonra 1970’e kadar DKB vak’aları çok azalmış
lıkla rastlanır. Diğer bir deyişle A’nın B’nin nasıl sonra da artmaya başlamıştır. DKB’nin yaygın­
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 177
√√

lığını bulmaya yönelik daha resmi veriler Kana­ önce de söz ettiğimiz gibi DSM-IV’de bellek bo­
da, Winnipeg’de 454 yetişkinden oluşan bir ör­ zukluğu yönü düzeltilmiştir, ancak bunun ne gibi
neklemden toplanmıştır (Ross, 1991). Ne yazık etkileri olacağını bilmek için henüz erkendir.
ki örneklem, genel nüfusu temsil edici değildi ve DKB tanılarındaki artışın diğer olası bir nede­
araştırmanın tanıyı bağımsız gözlem­cilerin te­ ni on altı kişilikle dramatik bir durum sergileyen
yid etmemiş olması gibi hataları bulunuyordu. Sybil’ın yayınlanması olabilir. Bu vak’a çok fazla
Ancak bu araştırma şimdiye kadar yapılmış en dikkat çekmiş ve halkın bu bozukluğa olan ilgisi­
kapsamlı çalışmadır ve yaygınlık %1.3 olarak ni artırmıştı. Sybil son­rasında, her bir vak’adaki
bulunmuştur. Bu sayı yüksek değilmiş gibi gö­ alter sayısında artma olması, geçmişteki iki ya
rünse de, bozukluğun milyonda bir görüldüğü da üç benlikten, on ikiye gelinmesi dikkat çeki­
yönündeki tahminlere göre oldukça yüksektir. cidir (Goff ve Simms, 1993). DKB’nun yaygın­
Bu azalmanın ve sonradan tekrar ortaya çık­ lığı ABD ve Kanada’da daha da artmış; İngil­
masının nedeni nedir? Tanı koyma deneyim­ tere, Fransa, Rusya, Hindistan ve Japonya’da
lerinin değiştiğinden mi yoksa klinisyenlerin hep seyrekliğini korumuş­tur. Ayrıca, çok az sayıda
aynı sayıda hasta görüp sadece ilginin olduğu klinisyen, DKB’nin orantısız bir biçimde tanı al­
dönemlerde bildirdiklerinden mi olduğundan masına katkıda bulunmuştur. İsviçre’de yapılan
emin olamayız. DKB tanısındaki azalmadaki bir araştırmada, DKB tanısı konan vak’aların
bir olasılık şizofreni kavramının çok popüler ol­ %66’sının, cevap veren psikiyatristlerin % 10’u
masıdır. Daha önce de söz ettiğimiz gibi DKB tarafından konul­duğu bulunmuştur (Modestin,
vak’aları yanlış olarak şizofreni tanısı almış 1992). Bu da bazı klinisyenlerin oldukça yön­
olabilirler (Rosenbaum, 1980). Bununla birlik­ lendirici soru sorduklarını (yani istenen noktaya
te bu iki bozukluğun belirtileri aslında bir­birine gelmek için doğrudan sormak), bu görüşmeleri
hastalar hipnoz altındayken yaptıklarını ve ol­
benzemez; DKB olan bireyler, şizofrenideki
dukça muhtemeldir ki DKB’deki artışın gerçeği
düşünce bozukluğu ve davranışsal organizas­
yansıt­madığını, bazı vak’aların görüşme oda­
yonsuzlukları sergile­mezler. Diğer bir tanı so­
sında yaratıldığını göstermektedir.
runu ise, DSM-lll-R’de farklı benliklerin birbirini
Bir zamanlar klinik yayınlarda dissosiya­
hatırlamaması koşulu­nun bulunmamasıdır. Bu
tif bozukluğun en titiz biçimde kaleme alınmış
durum davranışların­da yüksek düzeyde farklılık
vak’a öyküsü Eve White’dı. Daha sonra birçok
gösteren kişilere DKB tanısı konmasına yol aç­
vak’a anlatılmıştır. Bunlardan biri 1976’da Jour-
mış olabilir (Kihlstrom ve Tataryn, 1991). Daha
nal of Abnormal Psychology’de yayınlan­mıştır.
Sally Field’ın oynadığı, Sybil’ın film versiyonu bu ünlü “Evelyn’in Üç Yüzü” onu tedavi eden psikiyatr
dissosiyatif kimlik bozukluğu vak’asını tasvir etmektedir. Robert F. Jeans tarafından yazılmış ayrıntılı bir
vak’a öyküsüdür. Terapi sonucunun farklı kişi­
liklerin bütünleşmesi ya da kaynaşması şeklin­
de olduğuna, bir ya da iki kişiliğin yok edilmesi
olmadığına dikkat ediniz. Son dönem­lerde, bu
konuda çalışanların çoğu benliklerin her birinin
önemli işlevleri ve kişiliğin önemli parçaları oldu­
ğunu ve böylece bir kişilikte kay­naştırmalarının
önemli olduğunu düşünmekte­dirler (Ross,
1989)

Jeans, hastası hakkında şu bilgileri vermektedir: Ar-


kadaşlar, tarafından gönderilen Gina Rinaldi’yi aralık
1965’de görmüştü. Otuz bir yaşında ve bekâr olan Gina
o tarihte büyük bir eğitim şirketinde yazar olarak başa-
rıyla çalışıyordu. İşe yönelik, etkili ve üretken bir insan
olarak davrandığını gözlemişlerdi. Dokuz kardeşin en kü-
çüğü olan Gina onlu yaşlarından beri uykuda gezdiğini
ve şimdiki ev arkadaşının, bazen uykusunda bağırdığını
söylediğini bildirdi.
O zaman yetmiş dört yaşında olan annesini, bildiği en
otoriter kadın olarak tanımladı. Çocukken oldukça ürkek
ve itaatkâr bir kız olduğunu söyledi. Yirmi altı yaşınday-
178 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

KONVERSİYON BOZUKLUĞU VE DİSOSYATİF


ODAK 7.4 BOZUKLUKLARIN SINIFLANDIRILMASI
Mademki hem konversiyon hem de dissosiyatif da hissedilmemektedir. Bununla birlikte davranışı et-
bozukluklar tanımlandı bunların DSM-IV’de birbir- kilemektedir. (Bu noktanın daha açık hale gelmesi için
lerinden ayrı olarak sınıflandırılmalarındaki yönteme histerik körlük ile ilgili pek çok vak’a tanımlamamızı
geri döneceğiz. Konversiyon bozukluğu somatoform hatırlayın.) Buna göre, konversiyon bozukluğunu, açık
bozukluğudur, çünkü fiziksel belirtiler içerir ve dis- algı ile zarar görmemiş örtük algıdaki bozulmalar
sosiyatif bozukluklar ayrı bir kategoridirler, çünkü olarak tanımlayabiliriz.
bilinçte bozulmaları içermekledirler. Alanda başı Bölüm 3’de belirttiğimiz gibi. DSM-III’ten başla-
çeken bir araştırmacı olarak John Kihlstrom, bu ay- yarak, anormal davranışın sınıflandırılması davranış
rışmanın bir hata olduğunu belirtmektedir. Her iki ya da belirti temelli olmaya başlamıştır. Kihlstrom’un
bozuklukta da bilincin normal kontrol işlevlerindeki konversiyon ve dissosiyatif bozukluklar için öne sür-
bozulma olduğuna inanmaktadır. Dissosiyatif bozuk- düğü görüş, sınıflandırmanın diğer ilkelerinin alanda
luklarda, örtük ve açık bellek arasında dissosiyasyon uygulanabilir olduğunu göstermektedir. Hangi işlev
(çözülme) bulunmaktadır. Örtük bellek, bilinçli olarak ya da mekanizmanın işlevini kaybettiğini temel alan
hatırlanamayan bir olay tarafından ortaya çıkarılan bir sınıflandırma, davranış temelli bir sınıflandırma-
davranış değişikliklerim ifade etmektedir. Kihlstrom dan daha tercih edilebilir. Davranış temelli bir sistem,
(1994), örtük belliği harekete geçmeyen çok sayıda benzer davranış ya da belirtilerin, farklı nedenler ile
dissosiyatif bozukluğu olan hasta örneği aktarmıştır.
ortaya çıktığı durumları gözden kaçırıyor olabilir. Bu
Örneğin, bir kadın, kötü bir şaka sonrasında- amne-
odak benzer işlev bozukluğu sonucu ortaya çıkan bo-
zik hale gelmişti. Olayı bilinçli olarak hatırlamamak-
zuklukları birbirinden ayırmanın hatalı olabileceğini
la birlikte, olayın olduğu yerden geçerken korkuya
göstermektedir. Kihlstrom’un görüşünün değerlendi-
kapılmaktaydı. Bu, dissosiyatif bozuklukların temeli
olan örtük ve açık bellek arasındaki dissosiyasyondur. rilmesindeki son bir anahtar nokta, kuramında öne
Kihlstrom algının etkilenmesi durumunda, aynı temel sürdüğü gibi, konversiyon ve dissosiyatif bozuklukla-
bozulmanın konversiyon bozukluğunda da olduğunu rındaki işlev bozukluklarının benzer olduğunun doğru
tartışmakladır. Dissosiyatif bozukluklardaki gibi, uya- olup olmadığıdır. Şu ana kadar, kesin bir kanıt olma-
rıcı bilinçli olarak görülmemekte, duyulmamakla, ya dığı için, ilginç bir fikir olarak kalmaktadır.

ken dişlerine tel takıldı ve yirmi sekiz yaşındayken bir başladılar ve insanların daha iyi çalışmalarını yüreklen-
eski papazla, yaşamında ilk defa niteliği cinsel olmayan dirmek için ne yapılması gerekliğini ona danıştılar. Bütün
bir “macerası” oldu. Daha sonra evli olan ancak boşa- bunlar Gina’ya çok yabancıydı. Jeans ve Gina, Gina’nın
nıp kendisiyle evleneceğini vaat eden bir adamla-T.C. ile bazen Mary olduğunu anlamaya başladılar.
ilişkisi oldu. İlişkinin başından itibaren ona sadık kaldı- Bir gün T.C. tekrar ortaya çıktı. Gina ona karşı kin ve
ğım söyle­di. Kısmen rüyalarından birinin analizini temel öfke duyuyordu, ancak onu çok sıcak bir şekilde “nereler-
alarak. Jean Gina’ının, kadın olmak konusunda, özellikle deydin, seni ne kadar özledim” diyerek karşıladığını fark
bir erkekle yakın, cinsel ilişkiye girme olasılığı olduğu etti. (Görünüşe göre psikanalitik yöne­limli terapi daha
durum­larda rahatsızlık duyduğu sonucuna vardı. Ancak önce Gina ve Mary arasındaki geçirgen olmayan sınırı
T.C. boşanma sözünü tutmadı ve Gina’yı düzenli olarak yumuşatmıştı.) Ayrıca adamın “Senin bütün islediğin beni
görmekten vazgeçti. Gina artık T.C.’nin gözünden düş- memnun etmek, benim her istediğime uyma ve beni mem-
müştü. nun etme dışında hiç bir şey yapmadın” tarzındaki ce-
Gina ile olan birkaç oturumdan sonra Jeans ikinci vabını hayretle dinledi. Gina’nın bu adamla olan önceki
bir kişiliğin çıkmakta olduğunu gözledi. Jaens ve Gina ilişkisinde Mary’nin aktif olduğu anlaşılıyordu.
tarafın­dan “Mary Sunshine” denilen bu kişilik Gina’dan Jeans artık tedavi odasında, gittikçe artan bir sıklıkta,
oldukça farklıydı. Daha çocukça, geleneksel olarak daha gözleri önünde Gina’nın Mary’ye dönüşüne tanık oluyor­
kadınsı ve daha baştan çıkarıcı görünüyordu. Gina ken- du. Bir oturuma, T.C. ile beraber geldi ve o oturumda
disinin bir kömür işçisi gibi yürüdüğünü söylüyordu, oysa duruşu daha rahat, sesi daha sıcaktı. T.C. onu gerçek-
Mary hiç öyle yürümüyordu. Oldukça somut bazı olay- ten sevdiğini söylediği zaman Mary değil Gina “Tabii,
lar Mary’nin varlığına işaret etti. Bazen Gina lavaboda sevdiği­ni biliyorum T.” diyerek cevap verdi.
içinde sıcak çikolata bulunan kahve fincanları buldu. Ne Diğer bir oturumda Mary kızgındı ve Jeans’in dediği-
kendisi ne de ev arkadaşı sıcak çikolata sevmiyordu. Ken- ne göre Gina’nın tırnaklarını yedi. Sonra Jeans’in önün-
disinin çektiği­ni hatırlamadığı büyük miktarda paralar de ikisi birbirleriyle konuşmaya başladılar.
bankadan çekiliyordu. Bir akşam televizyon seyrederken Terapinin başlamasından bir yıl sonra Gina ve
kendisini ağlar buldu ve seyrettiği o program için ağla- Mary’nin sentezi ortaya çıkmaya başladı. İlk önce Gina’nın
mayı aptalca buldu. Dikiş dikmeyi sevmediği halde kendi- hâkim olduğu görülüyordu ancak Jeans, Gina’nın özel-
ni telefonda dikiş makinesi ısmarlarken buldu ve bir kaç likle “işi bitirmeliyim” bakımından yani terapide aşırı
hafta sonra terapi oturumuna Mary’nin diktiği elbiseyi gayret göstermek açısından eskisi kadar ciddi olmadığını
giydi. İş yerinde iş arkadaşları onu daha sevimli bulmaya gözledi. Jeans, Mary’nin kendisiyle konuşmak istediğini
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 179
√√

düşünerek Gina’nın Mary’le konuşmasını yüreklendirdi.


Hastanın söyledikleri aşağıda yer almaktadır:
“Yatakta yatıp uyumaya çalışıyordum, birisi T.C. için
ağlamaya başladı. Mary olduğuna emindim. Onunla ko-
nuşmaya başladım. Bu kişi bana ismi olmadığını söyledi.
Daha sonra Mary’nin ona Evelyn dediğini söyledi.... İlk
önce şüphelendim ve Mary’nin Evelyn olarak rol yap­tığını
düşündüm. Ancak sonra fikrimi değiştirdim, çünkü
biriydi. T.C.’nin güvenilmez olduğunu bildiğini, ancak
onu hâlâ sevdiğini ve çok yalnız olduğunu söyledi. Daha
güvenilir birini bulmanın iyi olacağı konusunda benzer
fikirdeydi. Dünyaya alışabilmek için her gün çok kısa bir
zaman ortaya çıktığını söyledi. Daha kuvvetlenince ge-
lip sizi (Jeans) görmeye söz verdi” (Jeans. 1976, s. 254-
255).
Ocak ayı boyunca, Evelyn çok daha sık görünmeye
başladı ve Jeans hastasının hızla düzelmeye başladığın,
hissetti. Birkaç ay içinde tamamen Evelyn ile görüşmeye
başladı: kısa bir süre sonra bu kadın bir doktorla evlen-
di. Şimdi, yani yıllar sonra, hâlâ diğer kişilikler bir daha
ortaya çıkmadı.

DİSOSİYATİF BOZUKLUKLARIN
ETİYOLOJİSİ
Çocukluktaki şiddetli travma dissosiyatif bozuklukların önemli
Psikanalitik kurama göre bütün dissosiyatif bir nedeni olarak görülür.
bozukluklar, yoğun bir bastırmanın örnekleridir.
Kişi bunu kişiliğinin büyük bir kısmını farkında­ ki fiziksel ve cinsel taciz yaşantıları olduğunu
lıktan ayırarak yapmayı başarır (Buss,1966) ya göstermektedir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu
da kişiliğin ayrılmış parçası için yeni bir kim­lik ile çalışan terapistlerle yapılan bir anket sonu­
geliştirir. Şiddetli travmalar bastırıldığında, olası cunda, hastalarının %80’i çocukluklarında fizik­
sonuç amnezi (unutma) ya da kaçıştır, DKB’deki sel tacize, %70’i ise enseste maruz kalmışlardır
benlikler, dissosiyasyonun (çözülme) bir yoludur (Putham ve ark., 1983). Çocukluktaki fiziksel
ve böylelikle konuk kişiliği acı veren anılardan ve cinsel taciz yaşantıları üzerindeki başka tah­
korur (Bryant, 1995). minler bu oranlardan da yüksektir (Klutt, 1984;
Ross ve ark., 1990).
Bastırma kavramını ve çocukluk dönemi
cin­sel çatışmaların kaçınılmaz önemini vurgu­
lamamakla beraber davranışçı görüş, psikana­ DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLARDA
litik spekülasyonlara benzemektedir. Öğrenme TEDAVİ
kuramcıları dissosiyatif olayları çok stres verici Dissosiyatif bozukluklar, herhangi bir bozuk­
durumlardan korunmak üzere geliştirilmiş ka­ luktan daha çok, Freud’un bastırma kavramının
çınma tepkileri olarak kavramsallaştırırlar. DKB, geçerliğini düşündürmektedir. Amnezi, kaçış ve
çocuklukta aşırı derecede rahatsızlık yaratan dissosiyatif kimliğin her üçünde de kişiler daha
olaylarla baş etmek için “kendini” hip­noz yoluyla önceki yaşamlarının önemli bir kısmını unuttuk­
gelişiyor olabilir (Bliss,1980). Elde edilen veriler, larını gösterir şekilde davranmaktadırlar. Bu
DKB hastalarının yüksek oranda hipnoza yatkın kişiler aynı zamanda bir şeyler unuttuklarının
olduğunu, kontrollerle karşılaştırıldığında Stan­ farkında olmadıkları için yaşamlarının önemli
ford Hipnotik Telkin Edilebilirlik (Susceptibility) bir kısmını bastırdıkları hipotezi kuvvetlenmek­
Testinde çok daha yüksek puanlar aldıklarını tedir.
göstermektedir (Bliss, 1983). Benzer biçimde Bunun sonucu olarak dissosiyatif bozukluk­
yüksek düzeyde hipnoza yatkınlık, travma son­ larda tedavi amacıyla psikanalizin seçilmesi,
rası amnezi geliştiren bireylerde de görülmekte­ diğer psikolojik tedavilerden daha sıktır. Psika­
dir (Butler ve ark., 1996). nalizin temel tekniklerini kullanarak bastır­mayı
Aktarılan tüm görüşler, dissosiyasyonun kaldırmak ilk hedeftir.
aşırı stresle bağlantılı olduğunu önermektedir­ Combs ve Ludwig’e (1982) göre, eğer tera­
ler. Araştırmalar bu büyük stresin çocuklukta­ pist, çabuk başlayan amnezisi olan hasta­ları,
180 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

ODAK 7.5 ÇOCUKLUK CİNSEL İSTİSMARININ BASTIRILMIŞ ANILARI

Bu bölümde, çocukluktaki istismar öyküsünün tanımaktadırlar (Wakefield ve Underwager, 1994). Bu


DKB’nin önemli bir nedeni olarak düşünüldüğünü gör- davalar, yetişkinlikte, sıklıkla psikoterapi sırasında hatır-
dük. Sonraki bölümlerde, cinsel istismarın, diğer çoğu lanan, yani çok uzun yıllardır bastırılmış olan çocukluk
bozukluklarda da rol oynayan bir etken olarak dikkate dönemi istismarına ilişin anılara dayanmaktadırlar. Cin-
alındığını öğreneceğiz. Son zamanlara kadar, çocukluk sel istismar anılarına ilişkin bilimsel olarak en geçerli
cinsel istismarının seyrek olduğu düşünülürdü. Şimdi- çalışmada Williams (1995) istismarı yıllar önce yaşamış
lerde, kadınların %20-30’nun çocukluk döneminde istis- olan kadınlarla görüşme olanağı buldu. Yaklaşık 20 yıl
mara uğradıkları tahmin edilmektedir (Finkelbor, 1993). sonra sorulduğunda, bu kadınların tam olarak %38’i is-
Çocukluk cinsel istismarının sıklığına ilişkin verilerin, tismarı hatırlayamadılar.
hastaların geçmişe yönelik ifadelerinden elde edilmele- Williams’ın verilerine rağmen, hatırlanan anıların,
ri, dolayısıyla aktarılanların çarpıtılabilmesi olasılığına bastırılmış anıların mutlak doğru ifadeleri olduğunu
karşın, çoğu araştırmacı bu aktarımların doğru olduğu- varsaymak gerekçelendirilebilir mi? Bu bilimsel olduğu
nu varsaymaktadır. kadar hukuki önemi de olan bir sorudur. Cinsel istismar
Bu kutuda, cinsel istismarın hatırlanan anılarıyla il- öyküsü bildiren kadınlar üzerinde araştırmalar yapıl-
gili özel örneklere odaklaşacağız. Bu vak’alarda, hastala-
maktadır. Onlara, istismarı hatırlayamadıkları bir dö-
rın, tipik olarak psikoterapi sırasında hatırlayana kadar,
nem olup olmadığı sorulmaktadır. Bu veriler temel alın-
istismara yönelik anıları bulunmamaktadır. Bu hatırla-
dığında, “bastırma” oranı %18’dcn 59’a değişmektedir
nan anıların geçerli olup olmadığından çok, psikolojide
(Loftus, 1993). Fakat basit bir hatırlamama durumu,
ve mahkemelerde ateşli tartışmalara neden olan bir kaç
bastırma olduğu anlamına gelmez. Kadınlar, rahatsız
konu bulunmaktadır. Bellek araştırmacıları, cinsel ve fi-
edici oldukları için bu düşünceleri aktif olarak akıllarına
ziksel istismarın terapi sırasında hatırlanacağına yönelik
tam bir kabule karşı çıkmaktadırlar. Bu soruları ortaya getirmemeye çalışıyor olabilirler. Ya da istismar yaşantı-
koymak önemlidir; iyi bilim bunu gerektirir, mahkeme sı, hatırlanabilen en erken dönemden önce olmuş olabilir
davalarında, diğer bir insanı ya da aile üyesini mahkûm (genellikle 3 ya da 4 yaşları civarı). Çocukların, trav-
etmede, bu yeni hatırlanan anılar önemli rol oynadığı za- mayı, ne bastırdıkları ne de unuttukları bilimsel olarak
man bu sorular anahtar olmaktadır (Pope, 1995). gösterilememiştir. Travma sonrası stres bozukluğunun
Bir dizi son dönem mahkeme davalarında, hatırla- ayırt edici özelliklerinden biri, kişinin belleğindeki trav-
nan çocukluk cinsel istismar anılarının, büyük bir önemi manın sık açığa çıkmasıdır. Pek çok araştırma, çocukla-
olduğu sanılmaktadır (Earleywine ve Gann, 1995; aynı rın olumsuz olayları bastırmaktan daha çok bunlar, çok
zamanda Bölüm 20’ye bakınız). Tipik bir senatoda, şim- çabuk hatırladıklarını göstermektedir (Earleywine ve
di yetişkin olan bir kadın, ebeveynlerinden birini veya Gann. 1995).
ikisini de, çocukluk döneminde onu istismar ettikleriyle Baz, vak’alarda hatırlandığı iddia edilen anıların
suçlayarak, onlar hakkında dava açmaktadır. Çoğu eya- gerçek bir temeli olmayabilir, fakat eğer böyleyse bunlar
letteki mahkemeler, davacıların, istismar olayını hatırla- nereden kaynaklanmaktadırlar? Elizabeth Loftus bir kaç
dıkları üç yıl içinde tazminat davası açmalarına olanak olasılık önermiştir;

yaşam öykülerini, hatırlaması güç kısımlarını Bölüm 1’de tartışıldığı gibi psikanalizin te­
atlamadan, tamamen anlatmaları için yüreklen­ melinde Mesmer’in on sekizinci yüzyıl son­
dirirse, bu hastaların kaybettikleri bellek geri ge­ rasındaki ve Charcot’nun on dokuzuncu yüzyıl­
lebilmektedir. Bu yaşamı tekrar gözden geçirme daki çalışmalarına dayanan hipnoz vardır. Her
biraz değiştirilmiş serbest çağrışım tekniğiyle ikisi de hipnotize edilmiş hastaların belirtileri­
desteklenebilir. Bu teknikte bellekteki boşluktan nin doğrudan telkin yoluyla kalkacağına inan­
hemen önce olan ve hatır­lanan olaylara odak­ mışlardı. Daha sonra Bleuler ve Freud, hasta­
lanılır. Böylece hasta zaman içinde atlama ya­ larını hipnoz altındayken, sorunları, özellikle
pıyorsa, terapist, hastanın, bellek boşluğunun de sorunlarının kökeni hakkında konuşmaya
hemen öncesindeki olayla ilgili serbest çağrı­ cesaretlendirdiler. Freud, daha sonra serbest
şım yapmasını yüreklendirir. Bu süre içinde te­ çağrışım gibi teknikleri kullanmayı tercih ede­
rapist, belleğin geri geleceğini vurgulamalı ve rek hipnozu bıraksa da bu tekniğin kullanılması
herhangi bir şekilde hastanın yalan söylediğini hala sürmektedir. Yıllar boyunca uygulayıcılar
ya da mahsus yaptığını ima etmemelidir. Com­ dissosiyatif bozukluğu olan hastaları hipnotize
bs ve Ludwig’e göre bazı vak’alarda hastanın etmeyi sürdürmüşler ve hipnotik durumun, kişili­
stres yaratıcı çevreden uza­klaştırıldığı, destek ğin gizli kısımlarına, kayıp kimliğe ya da travma­
ve cesaret verildiği “sakin bir zaman diliminin” yı izleyen ya da kışkırtan olaylara erişmeyi ola­
sağlanması gerekli olan en önemli şeydir. naklı kılacağını düşünmüşlerdir. Bazı doktorlar
DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 181
√√

na tam olarak inananlar- kendi açılarından hastalarını


doğrudan, bazen de hipnoz yoluyla çocukluk yaşlarına
doğru götürerek, onlara çocukluk döneminde cinsel is-
tismar yaşamış olabilecekleri önerisinde bulunurlar.
Hipnozu oluşturan özelliklerden birinin telkine yatkınlığı
artırmak olduğunu akılda tutmak önemlidir. Eğer tera-
pist, cinsel istismarın bastırıldığına kuvvetle inanıyorsa.
hipnoz sırasında hatırlanan anıların, terapist tarafından
yönlendirilmiş olması olasılığı vardır (Kihlstrom, baskı-
da: Loftus ve Ketckum, 1994).
3- Bellek üzerine yapılan araştırmalar: Bellek, bir
bant kaydı gibi işlev görmez ve bilişsel psikologlar, insan-
ların olmamış olayları, yeniden yapılandırmalarının ola-
sı olduğunu göstermektedir. Örneğin, Neisser ve Harsch
(1992), bireylere, 28 Haziran 1986’da, Challenger olayı-
nı duyduklarında nerede olduklarını sorarak bellek üze-
rine çalışmışlardır. Katılımcılar, patlamadan iki gün son-
ra ve iki yıl sonra görüşmeye alınmışlardır. Taze anılarını
aktarmalarına karşın, sonraki aktarımlarının hiçbiri tam
olarak doğru olmamıştır ve çoğu kritik noktaların dışına
çıkmıştır. Benzer şekilde, bir dizi kapsamlı çalışma sade-
Çocukluk cinsel istismarına ilişkin anıların hatırlanmasının
geçerliği son zamanlarda tartışmalı bir durum haline ce imgelenen olayların hatırlanması ile gerçekte olanla-
gelmiştir. rın hatırlanmasında karışıklıklar olmasının yaygın oldu-
ğunu göstermektedir (Johnson ve Raye, 1982). Bu son
nokta, terapistin olasılıkla anıları aşılama rolüyle ilgili
1- Popüler yazılar: İyileşmeye Cesaret (The Courage
önceki tartışmamızla doğrudan ilişkilidir.
to Heal) (Bass ve Davis, 1994) kitabı, çocuklukta cinsel
Çocukluk cinsel istismarının varlığına ilişkin çok az
istismar kurbanı olanlara bir rehberdir ve kurtarılmış şüphe bulunmaktadır ve bu inanmak istediğimizden çok
anı hareketi olarak geniş çapta bilinir. Bu kitap, okuyu- daha fazla oranda olabilir (Finkelhor, 1993). Fakat is-
culara, istismara uğramış olabileceklerini tekrarlayarak tismar raporlarını ayrıntılı değerlendirmeksizin kabul
belirtmekte ve istismarın belirtileri olarak, düşük kendi- etmek konusunda tedbirli olmalıyız. Sosyal bilimciler,
lik değeri, diğerlerinden farklı hissetmek, madde kötüye avukatlar ve mahkemeler, hatırlanan anıların gerçek (ve
kullanımı, cinsel işlev bozukluğu ve depresyonu göster- suçla bağlantılı) bir olayın yansıması olup olmadığına
mekledir. karar verirken ağır bir sorumluluk paylaşmaktadırlar.
2- Terapistlerin Önermeleri: Baz, terapistler -pek Her iki yöndeki hatalı karar, hem suçlanan hem de suçla-
çok yetişkin bozukluğunun istismardan kaynaklandığı- yan için adaletsizliğe yol açar.

hipnoza benzer bir durum ortaya çıkartmak için Hipnoz, dissosiyasyona yol açan travmatik olayın yeniden
canlandırılmaya çalışılması yoluyla dissosiyatif bozukluklarda
sodyum amitali, yani doğruluk serumunu kullan­ bir müdahale olarak kullanılmaktadır.
mışlardır. Böylece acı veren bastırılmış anıları
ortaya çıkararak dissosiyatif bozukluk gereksi­
niminin ortadan kalkacağı düşünülmüştür. Klinik
yayınlardaki bazı dra­matik vak’a öyküleri hem
sodyum amitalin hem de hipnozun yardımcı ol­
duğunu göstermekte, ancak gerçek etkinlikleriy­
le ilgili kesin bir şey söylenememektedir; çünkü
kontrollü araştırmaya yaklaşan hiçbir çalışma
bulunmamak­tadır (Odak 7.6’ya bakınız).
Dysken (1979) amnezik hastalarda sodyum
amobarbital ve normal serumu plasebo olarak
karşılaştırdığında, hatırlanan yeni bilgi düzeyin­
de anlamlı fark bulamamıştır.
Kuramsal bakış açılarında farklılıklar olması­
na rağmen DKB tedavisinde üzerinde yaygın
olarak anlaşmaya varılan bazı ilkeler vardır
182 √√ BÖLÜM 7 - SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

ODAK 7.6 VAK’A ÇALIŞMALARININ YAYIMLANMASINDAKİ SEÇİCİLİK

Vak’a çalışmalarına özgü sorunları göstermek umuldu. Tıpkı tıkanan kanalı açmak için kullanılan
için bu kişisel gözlemi öneriyoruz. Yazarlardan biri, bir temizleyici gibi. Tüm bu girişimlerde hasta işbir-
yıllar önce bir akıl hastanesinde çalışırken, koğuşta liği içinde idi ve olumlu bir sonuç için çaba harca-
kısmi amnezi yakınması olan bir adamla karşılaştı. Bu dı, fakat hiç bir şey işe yaramadı. Bu başarısız tedavi
adam, ziyarete geldiklerinde, aile üyelerinden kimseyi yayınlanmak üzere asla yazıya dökülmedi. Aslında bir
tanımıyordu ama yaşamındaki pek çok olayı hatırla- öncekiyle uygunluk göstermeyen deney sonuçlarının
yabiliyordu. Belleğine kavuşabilmesi için hipnotik basılmasında olduğu gibi başarısız klinik uygulama-
telkinlerden ilaç tedavisine uzanan bir menzilde çok ların basılmasına karşı çıkan güçlü editör yanlılıkları
çeşitli çaba sarf edildi. Güçlü uyarıcılar olan, hem bulunmaktadır. Bu psikoloji ve psikiyatrideki genel bir
Amital hem de Methedrine uygulandı. Methedrine da- sorundur, dissosiyatif bozukluklarda olduğu gibi, kon-
mar içinden verildi. Methedrinin sinir sistemine ener- trollü çalışmaların çok az olduğu durumlarda ayrıca
ji vereceği ve bellek üzerindeki engelleri kıldıracağı zarar veren bir durumdur.

(Bowers ve ark., 1971; Caddy, 1985; Kluft, çok ender rastlanması ve çoğunlukla yanlış tanı
1985; Ross, 1989): konmasından dolayı kontrollü sonuç araştır­
1. Amaç çeşitli kişiliklerin bütünleşmesidir. maları yoktur. Hemen hemen iyi bildirilmiş bütün
2. Her bir benliğin (alter) bir kişinin parçası sonuç verileri çok deneyimli terapistler­den biri,
olduğunu anlamasına yardımcı olunur. Richart Kluft’tan gelmektedir (örn., 1984a). On
3. Terapist diğer benliğin (alter) ismini sade­ yıllık bir zaman dilimi içerisinde 171 vak’a ile te­
ce kolaylık için kullanmalı, tüm kişilikle bir­likte ması olmuş ve bunlardan 117’sini kendisi tedavi
sorumluluk taşımayan ayrı özerk kişiliklerin var­ etmiş 6’sının ise tedavisini yönet­miştir. Bunların
lığını kabul etmek için kullanmamalıdır. 83’ü ya da yüzde 68’inde ben­likler (alterler) en
4. Bütün alterlere adilce ve empati ile yakla­ az üç ay süreyle bütün­leşmiştir (33’ü iki buçuk
şılmalıdır.
yıl bütünleşmeyi koru­muştur). Kişilik sayısı art­
5. Terapist kişilikler arasında empati ve işbir­
tıkça tedavi daha uzun sürmüştür (Putnam ve
liğini yüreklendirmelidir.
ark., 1986), ancak genel olarak tedavinin iki
6. Böyle bir ayrışmaya muhtemelen neden
yıl, hatta 500 saat kadar sürdüğü görülmüştür.
olan çocukluk travmaları yumuşaklıkla ve des­
Ross (1989) yukarıda sıralanan ilkelere uyan
tekleyici olarak ele alınmalıdır.
DKB ile ilgili her yaklaşımın genel amacı, terapilerin, birçok DKB hastasında etkili olduğu,
travmalarla baş edebilmek için, hem orijinal ancak fiyatının çok yüksek olduğu sonucuna
dissosiyasyonu tetikleyen geçmişteki ya da şu varmıştır.
dönemdeki veya gelecekte karşılaşılacak farklı Çocuklarda bazı DKB vak’aları bulan Kluft’tan
kişiliklere bölünmenin ya da bunları unutmanın (1984b) gelen ek bilgiler DKB’nun erken teda­
gerekli olmadığına kişiyi ikna etmektir. Ayrıca, visinin geç yaştaki tedaviden daha çabuk ve
DKB ve diğer dissosiyatif bozuklukların yüksek daha başarılı olduğunu düşündürmektedir. Eğer
strese karşı gösterilen kaçma tepkileri oldukları bu doğruysa ve tanıda ilerleme sağlanıp, DKB
düşünülürse, daha iyi baş etme yollarının öğ­ daha erken yaşta tanınabilirse yetişkinlikteki
retilmesi tedaviye yardımcı olacaktır. DKB’de birçok DKB vak’ası önlenebilir.

ÖZET
Somatoform bozukluklarda biyolojik temeli olmayan fiziksel belirtiler bulunur. Somatoform bo­
zuklukların iki temel tipinden biri olan konversiyon bozukluğunda görülen duyusal ve motor işlev bo­
zuklukları nörolojik bir bozukluğu düşündürür, ancak belirtiler her zaman anatomi kurallarına uygun
değildir; aksine belirtilerin psikolojik bir amaca hizmet ettiği görülebilir. Somatizasyon bozukluğunda
fiziksel bir bozukluk ya da yaralanmayla açıklanamayan çeşitli fiziksel yakınmalar, sık sık doktorlara
gitme, hastaneye yatma hatta gereksiz ameliyatlarla sonuçlanabilir.
Kaygı somatoform bozukluklarda rol oynar, ancak açıkça ifade edilmez; daha çok fiziksel belirti­
lere dönüşmüş durumdadır. Bu bozuklukların etiyolojisiyle ilgili kuramlar spekülatiftir ve temel olarak
ANAHTAR SÖZCÜKLER 183
√√

konversiyon bozukluğuna odaklanırlar. Psikanalitik kurama göre konversiyon bozukluğunda bastırıl­


mış dürtüler fiziksel semptomlara dönüşmektedir. Davranışçı tedaviler istenilen hedefe erişmek için
yarı bilinçli ya da bilinçli ve isteyerek belirtilerin kabullenilmesi üzerinde dururlar. Somatoform bo­
zukluklarının tedavisinde analistler hastalarının bastırılmış dürtülerle yüzleşmelerini yüreklendirirler.
Davranışçı tedavilerde kaygı azaltılarak belirtilerin yerini alacak davranışlar pekiştirilir.
Dissosiyatif bozukluklarda bilinç, bellek ve kimlik aksaklıkları vardır. Genellikle bir travma sonrası
önemli kişisel bilgileri hatırlayamama dissosiyatif amnezi olarak tanı alır. Dissosiyatif kaçışta (füg)
birey olduğu yerden ayrılır, yeni bir kimlik edinir ve daha önceki yaşamını hatırlamaz. Depersonali­
zasyon bozukluğunda bireyin kendini algılaması değişmiştir; birey kendini bedeni dışındaymış gibi
ya da beden bölümleri farklı boyutlardaymış gibi hissedebilir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu olan bir
kişinin, her birinin ayrı belleği, davranış örüntüleri, ilişkileri olan farklı ve tam gelişmiş iki ya da daha
fazla kişilikleri vardır.
Psikanalitik kurama göre dissosiyatif bozukluklar, istenmeyen olayların ya da kimliğin bir kısmının
yoğun biçimde bastırılmasıdır. DKB’de çocukluk istismarı önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
Davranışçı kuramlar benzer şekilde dissosiyatif reaksiyonların çok yüksek dereceli kaygının motive
ettiği kaçma tepkileri olduğunu ileri sürer. Kaygının etiyolojik olarak önemli olduğu düşünüldüğü için,
hem analitik hem de davranışçı klinisyenler, tedavi çabalarını unutulan anılarla ilgili kaygının gideril­
mesi konusunda yoğunlaştırırlar.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
somatoform bozukluklar anesteziler dissosiyatif amnezi
dissosiyatif bozukluklar histeri dissosiyatif kaçış (füg)
ağrı bozukluğu somatizasyon bozukluğu depersonalizasyon
beden dismorfik numara yapma bozukluğu
bozukluğu (malingering) dissosiyatif kimlik
hipokondri güzel aldırmazlık bozukluğu (DKB)
konversiyon bozukluğu yapay bozukluk
8

Ed Paschke ‘Nervoza”, 1939

PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE
SAĞLIK PSİKOLOJİSİ
Çeviri: Prof. Dr. Işık Savaşır

STRES VE SAĞLIK ASTIM


Stres Kavramını Tanımlamadaki Güçlükler Hastalığın Özellikleri
Stresi Ölçme Çabaları Astımın Etiyolojisi
Başa Çıkmanın Değerlendirilmesi PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA
Güvenilirlik: Bir Tanı Sisteminin Köşe Taşı TEDAVİ
Stres-Hastalık Bağlantısındaki Ara Yüksek Tansiyon Tedavisi
Değişkenler A Tipi Davranışı Değiştirmek
STRES-HASTALIK BAĞLANTISI Stres Yöntemi
KURAMLARI ÖZET
Biyolojik Kuramlar
Psikolojik Kuramlar
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR
Esansiyel Yüksek Tansiyon
Koroner Kalp Hastalığı
STRES VE SAĞLIK 185
√√

bozukluk olarak algılanmadığı doğurgusunu


Mark Howard otuz sekiz yaşındaydı. İş yönetiminde düşündürmektedir. Ancak biz burada psikopato­
uzmanlık derecesini aldıktan sonra büyük bir holdingin lojiyle olan tarihsel bağlantılarını göz önüne ala­
pazarlama bölümüne katıldı ve şirket içinde iyi bir pozis- rak bu bozuklukları ayrıntılı olarak ele alacağız.
yona yükselmek için gayret gösterdi. Yeteneği ve çalıştığı
Tanı koymayla ilgili yeni yaklaşım daha geniş
uzun saatler sonucu terfi ederek bölümünün başı­na geçti.
Bu terfi onda karmaşık duygular yarattı. Bir yan­dan buna kapsamlıdır. Önceleri psikofizyolojik bozukluk­
ulaşmak için çok çalışmıştı, fakat diğer taraftan, başkala- ların sadece sınırlı sayıda psikosomatik hasta­
rına emir vermekten hiç hoşlanmamış ve özellikle yapma- lıkları (ülser, astım, yüksek tansiyon gibi klasik
sı zorunlu personel toplantılarında çok tedirgin psikosomatik hastalıkları) kapsadığı düşünül­
Terfisini izleyen rutin fiziksel muayenesi sırasında, mekteydi. Yeni tanı ise herhangi bir fiziksel
doktoru, Mark’ın kan basıncının sınırda yüksek tansi- hastalığa konabilir. Şimdilerde, her hastalığın
yon aralığına dayandığını fark etti ve herhangi bir teda-
stres gibi psikolojik faktörlerden etkilendiği dü­
viye başlamadan önce, kan basıncını günlük rutininde
değer­lendirebilmek amacıyla, Mark’tan bir kaç gün ye- şünülmektedir. Ayrıca, tıbbi duru­mu etkileyen
lek biçi­minde bir monitör giymesini istedi. Araç kan ba- psikolojik ya da davranışsal fak­törler, sadece
sıncı düzeyini, günde 20 kez okumaya programlanmıştı. hastalığın başlangıcını değil, aynı zamanda gi­
Değerlendirmenin birinci gününde, Mark’ın saat 10’da dişatını ve sonlanışını da etkilemek­tedir. Bu du­
personeliyle bir toplantısı vardı. Yeni bir ürünün pazarla­ rum da tanımlamayı genişletmekte­dir. Örneğin
ma planlarını anlattığı sırada kan basımcı göstergesi bir yüksek tansiyon hastası, alkol içmenin kan
yük­seldi. Birkaç dakika sonra tekrar kontrol ettiğinde
basıncını yükselttiğini bilmesine rağmen, alkol
Mark’ın beti benzi attı. Tansiyonu 195’de, yani sınır de-
ğeri 140 olan yüksek tansiyon düzeyindeydi. Bir sonraki
içmeye devam edebilir ya da bir hasta ilaçlarını
gün, yöneticilik görevinden istifa ederek daha az prestijli düzenli olarak kullanamayabilir. Psikolojik ya da
ama aynı zamanda daha az stresli olacağını umduğu bir davranışsal faktörler Eksen I ve Eksen II tanıla­
göreve geri döndü. rını; kişilik özelliklerini; öfkeyi ifade etmektense
içe atmak gibi başa çıkma biçimlerini ve düzenli
Astım, ülser, yüksek tansiyon, baş ağrısı, egzersiz yapamamak gibi yaşam biçimi faktör­
gastrit gibi psikofizyolojik bozukluklar, duy­ lerini içermektedir.
gusal faktörlerle oluşan ya da daha kötüye gi­ Bütün hastalıkların kısmen stresten etkilen­
den gerçek fiziksel belirtilerle karakterizedir. meleriyle ilgili kanıtlar nelerdir? Aşırı stres altın­
Psikofizyolojik bozukluklar terimi, belki daha iyi da, laboratuar hayvanlarında çeşitli hastalık­ların
tanınan psikosomatik bozukluklar terimine ortaya çıktığı yıllardır bilinmektedir. Çoğun­lukla,
tercih edilmektedir, çünkü psikosomatik terimi, bu şekilde incelenen hastalıklar ülserler gibi kla­
bu bozukluğun temel özelliklerini daha iyi ifa­ sik psikofizyolojik hastalıklar olmuştur. Ancak
de etmesine karşın, ruh (psyche) ya da zihnin şimdilerde, araştırmalar daha geniş menzildeki
(mind), soma ya da beden üzerindeki dolaylı et­ hastalıkların stresle ilgili olduğunu göstermekte­
kisine işaret etmektedir. dir. Örneğin, Sklar ve Anisman (1979) ilk önce
Bölüm 7’de tartışılan bozuklukların aksine farelere kanserli doku aşılamışlar ve daha sonra
(örn. hipokondri, somatizasyon bozukluğu, ve stresin -kontrol edile­meyen elektrik şoku- tümör
konversiyon bozukluğu), psikofizyolojik bozuk­ gelişimi üzerindeki etkilerini araştırmışlardır.
luklar bedende hasarların olduğu gerçek hasta­ Elektrik şokuna maruz kalan hayvanlarda tümör
lıklardır (Tablo 8.1’e bakınız). Duygusal faktör­ daha çabuk gelişmiş ve hayvanlar daha erken
lere bağlı olduğu düşünülen bu bozuk­luklarda ölmüşlerdir.
hastalıklar hayali değildir. İnsanlar, psikolojik Davranışsal tıp ve sağlık psikolojisi gibi
olarak yükselen kan basıncından, enfeksiyon alanlar psikolojik faktörlerin sağlık ve hastalık­
ya da fiziksel yaralanma ile oluşan astım ben­ taki yaygın rolünün gösterilmesiyle ortaya çık­
zeri hastalıklardan dolayı ölebilirler. mıştır. 1970’lerden beri bu yeni alanlar sağlık ve
Bu şekildeki psikofizyolojik bozukluklar,
daha önceki DSM basımlarında olduğu gibi, TABLO 8.1 Psikofizyolojik ve Konversiyon
DSM-IV’de kapsanmamaktadır. DSM-IV’de tanı Bozukluklarının Karşılaştırılması
kararına varabilmek için tıbbi durumları etki- Bozukluk
Organik Etkilenen
leyen psikolojik faktörlerin bulunması gerek­ Bedensel Beden
Biçimi
Hasar İşlevi
mektedir. Tanı, “klinik olarak dikkati çeken diğer
Konversiyon Hayır İstemli
koşullar” genel başlığı altında kapsanmaktadır.
Psikofizyolojik Evet İstemsiz
Bu da, psikofizyolojik bozuklukların ruhsal bir
186 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

hastalığın her yönündeki psikolojik faktör­lerin


rolünü incelemektedirler. Hastalıkta stresin eti­ Aşama 1
yolojik rolünü incelemenin ötesinde bu alan­daki alarm
tepkisi
Direnç Tükenmek

çalışmalar, psikolojik tedaviler (baş ağrısında


biyolojik geribildirimin kullanılması gibi), sağlıklı Organizma ölür
ANS stres Ülser oluşur ya da
davranışın öğretilmesi ve sürdürülmesi (koles­ tarafından organizma strese
ya da geriye
dönüşü olmayan
terolü düşürme ve kalp hastalıklarında diyetin aktive edilir uyum sağlar
bir hasara uğrar
değiştirilmesi gibi), üzerinde devam etmektedir
(Appel ve ark., 1997; Schwartz ve Weiss, 1977;
Şekil 8.1 Selye’nin genel uyum sendromu.
G. Stone, 1982). Davranışsal tıbbın birçok örne­
ği bu bölümde ve Bölüm 18’de aktarılmaktadır. ya da deri iletisinin artması gibi birbirinden çok
farklı ölçütlere göre tanım­ladılar. Stresin tepkiye
STRES VE SAĞLIK dayalı bu tanımlamalarındaki sorun, kesin bir
ölçütün bulun­mayışıdır. Bedendeki değişimler,
Bu bölümde ilk önce stres ve sağlık ilişkisiyle stresli (stress­ful) olarak tanımlayamayacağımız
ilgili bulguları ve aynı zamanda stresin hastalığa çok sayıda uyarıcıya tepki olarak ortaya çıkıyor
nasıl yol açtığıyla ilgili kuramları inceleyeceğiz. olabilir (örn., hoşa gidecek bir olayı bekliyor ol­
Daha sonra kardiyovasküler hastalık ve astım mak).
gibi iki bozukluğu derinleme­sine ele alacağız. Diğer araştırmacılar, stresi, sıklıkla stresör
Bölümün sonlarında ise psikolojik müdahaleleri diye adlandırılan bir uyarıcı olarak incelediler ve
anlatacağız. çevresel koşulların uzun bir listesini belirlediler.
Elektrik şoku, sıkıntı, kontrol edilemeyen uya­
STRES KAVRAMINI rıcı, felaket düzeyinde yaşam olayları, günlük
TANIMLAMADAKİ GÜÇLÜKLER zor­luklar, uyku yoksunluğu gibi. Stresör olarak
görülen uyarıcı, büyük (sevilen birinin ölümü),
Stres kavramından, daha önceki bölüm­lerde, küçük (günlük zorluklar -trafikte sıkışıp kalmak);
özellikle psikopatolojiyi tetikleyen bazı çevresel akut (sınavda başarısız olmak) kronik (her za­
koşulları tanımlarken söz etmiştik. Şimdi de, bu man can sıkıcı olan bir iş ortamı) gibi ayrıştı­
terimi daha yakından inceleyerek, bu kavramı rılabilir. Büyük bir bölümü, insanlar tarafından
tanımlamakla ilgili güçlükleri dikkate getirece­ hoşa gitmeyen olaylar olarak görülen yaşantı­
ğiz. lardır. Tepkiye dayalı tanımla­malar gibi, uyarıcı­
1936’da doktor Hans Selye, uzun süren şid­ ya dayalı tanımlarda da sorunlar bulunmaktadır.
detli strese karşı biyolojik tepkileri tanımlayan bir Stresörü tam olarak neyin yapılandırdığını belir­
model olan genel adaptasyon (uyum) sendro- lemek güçtür. Bu sadece “olumsuzluk” olamaz;
munu (GAS) önerdi. Modelde üç dönem tanım­ evlilik genelinde “olumlu” bir olaydır, ancak
lanmaktadır (Şekil 8.1’e bakınız). Alarm reaksi­ uyum sağlama süre­ci gerektirdiği için streslidir.
yonu denen birinci dönemde stresin tetiklediği Ayrıca, insanların yaşam zorlukları karşısında­
otonom sinir sistemi aktive olur. Eğer stres çok ki tepkileri büyük değişkenlik göstermektedir.
kuvvetliyse gastrointestinal ülserler oluşur, ad­ Aynı olay, farklı insanlarda aynı miktarda stres
renal salgı bezleri büyür, timusda atrofi görülür. yaratmamak­tadır. Örneğin, evlerini bir sel bas­
Direnç denen ikinci dönemde organizma eldeki kını sırasında kaybeden, ancak yeniden bir ev
başa çıkma mekanizmalarıyla strese uyum ya­ inşa ettirmek için yeterli parası olan ve bu inşaat
par. Eğer stres devam eder ya da organizma sırasında yardımcı olacak güçlü dostluk ağına
etkili bir şekilde tepki veremezse tükenme de­ sahip bir aile, yeterli parası, geçici bir evi ve
nen üçüncü dönem başlar, organizma ölür ya sosyal destek ağı olmayan bir aileden daha az
da geriye dönemeyecek hasar meydana gelir etkilenecektir.
(Selye, 1950). Bazıları, hangi olay ya da durumların, nes­
Sonuçta, Selye’nin stres kavramı psikoloji li­ nel olarak psikolojik stresöre karşılık geldiğinin
teratürüne girdi ancak tanımda önemli bazı deği­ tanımlanmasının olanaksız olduğuna inanırlar
şiklikler de yapıldı. Bazı araştırmacılar Selye’nin (Örn. Lazarus, 1966). Stresin bilişsel yanını,
izinden giderek stresi çevresel koşullara tepki yani olayı nasıl algıladığımız ya da değerlendir­
olarak ele alıp duygusal olum­suz tepki, perfor­ diğimizin, stresin var olup olmadığını belirleye­
mansın bozulması, bazı hor­monların artması ceğini vurgularlar. Eğer bir insan, durumun kendi
STRES VE SAĞLIK 187
√√

bir başa çıkma yoludur (Lazarus ve Folkman,


1984). Genelde kaçma / kaçınma başa çıkma
biçi­minin (yani uzaklaşmak ya da tamamen bit­
miş olmak) yaşam durumlarıyla en etkisiz başa
çıkma yolu olduğuna ilişkin kanıtlar vardır (Stan­
ton ve Snider, 1993; Suls ve Fletcher, 1985).

STRESİ ÖLÇME ÇABALARI


Stresin dakik bir tanımının yapılmasındaki
güçlük dikkate alınınca, stresin ölçülmesinin
de zor olması şaşırtıcı değildir. Stresin sağlık
üzerindeki etkilerinin araştırılması, kişinin ya­
şadığı stres miktarını ölçme yöntemlerini bulma
ve bunun hastalıkla olan ilişkisini hesap etmeye
yol açtı. Yaşam stresini ölçmek için çeşitli araç­
lar geliştirildi. Bunlardan ikisini, Sosyal Uyumu
Derecelendirme Ölçeği (Social Readjustment
Rating Scale) ve Günlük Yaşantıların Değerlen­
dirilmesini (Assessment of Daily Experiences),
derinliğine inceleye­ceğiz.

Richard Lazarus’a göre, bir yaşam olayının nasıl


değerlendirildiği, bu olayın strese neden olup olmayacağının SOSYAL YENİDEN UYUMU
önemli bir belirleyicisidir. Örneğin bir sınav, kendini ortaya DERECELENDİRME ÖLÇEĞİ
koymak için bir fırsat olarak ya da aşırı düzeyde stres verici bir
olay biçiminde görülebilir. Holmes ve Rahe (1967) büyük bir örneklem
grubuna yaşam olayları listesi vererek onlardan
kaynaklarını aştığını düşünürse, stres yaşar. Bir her bir olayı “istenir olup olmamasına bakmak­
dönem sınavı, öğrenci için sadece kendini orta­ sızın yoğunluğunu ve alışmak için geçecek za­
ya koyma fır­satı olabilir ama bu sınava girmeye manı göz önüne alarak” derecelendirmelerini
hazır his­setmeyen bir öğrenci için çok stresli bir istedi. Evlilik, stres derecesi 500 olarak kabul
durum olabilir (gerçekçi olsa da olmasa da). edildi. Diğer bütün maddeler evlilik referans
Kişilerarası farklılıklarda önemli olan diğer noktası olarak kabul edilerek değerlendirildi­
bir kavram başa çıkmadır. Bir durumu stres ve­
Baş etmek, sorunun kendisinin çözümüne ya da sorunun
rici olarak algılayanlar arasında da stresin etkisi yarattığı olumsuz duygulara odaklanılması şeklinde olabilir.
kişinin olayla başa çıkmasına göre değişebilir. Başkalarından rahatlatma ya da sosyal destek aramak duygu-
odaklı baş etme biçimine bir örnektir.
Lazarus ve arkadaşları (Lazarus ve Folkman,
1984) başa çıkmanın iki genel boyu­tunu tanım­
lamışlardır. Problem odaklı başa çıkma, prob­
lemi çözmek için doğrudan faaliyette bulunma
ya da çözüm için gerekli bil­giyi toplamayı içerir.
Bunun bir örneği, dönem sonundaki sıkışıklığı
azaltmak için baştan çalış­ma programı yap­
maktır. Duygu odaklı başa çıkma strese karşı
olumsuz duygularını azaltma çabalarını içerir.
Buna örnek olarak dikkatin problemden başka
yana çevrilmesi, gevşeme ya da başkalarından
destek arama verilebilir. Etkili başa çıkmanın
duruma göre değiştiğine dikkati çekmek önemli­
dir. Örneğin bir ameliyat­tan hemen önce kaygıyı
dağıtmak için dikkati başka yöne çekmek etkili
bir başa çıkma yöntemi olabilir ancak göğüste
ele gelen bir şişkinliğin farkına varmanın ortaya
çıkarttığı kaygıyı gidermede aynı yöntem kötü
188 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

TABLO 8.2 Sosyal Yeniden Uyumu ler. Örneğin, evlilikten iki kat daha stresli olan
Derecelendirme Ölçeği bir olaya 1000 değeri, evliliğin beşte biri kadar
Derece Yaşam Olayı
Ortalama stresli olan bir olaya 100 değeri verildi. Holmes
Değer
ve Rahe’nin deneklerinin olaylara verdiği ortala­
1 Eşin ölümü 100
ma değerler Tablo 8.2’de gösterilmektedir.
2 Boşanma 73
Bu araştırmanın sonucunda Sosyal Uyumu
3 Eşten ayrılma 65
Derecelendirme Ölçeği (SUDÖ) oluştu. Bu ölçe­
4 Hapiste kalmak 63 ği dolduran kişi belirtilen süre içinde olayın olup
5 Yakın aile üyesinin ölümü 63 olmadığını işaretlemektedir. Belirtilen olay­ların
6 Kişisel yaralanma ya da hastalık 53 farklı stres dereceleri toplanarak olayların ağır­
7 Evlilik 50 lıklı toplamı olan Yaşam Değişim Ünitesi (YDÜ)
8 İşten atılma 47 (Life Change Unit-LCU) hesap edilmek­tedir.
9 Eşle yeniden birleşme 45 YDÜ, farklı hastalıklarla ilişkili bulunmuş­tur,
10 Emeklilik 45 örneğin kalp krizi (Rahe ve Lind, 1971), kırık­
11 Aile üyesinin sağlığında değişme 44 lar (Tollefson, 1972), lösemi başlangıcı (Wold,
12 Hamilelik 40 1968) ve soğuk algınlığı ve ateşlenme (Holmes
13 Cinsel sorunlar 39 ve Holmes, 1970).
14 Aileye yeni birinin katılması 39 Böylece psikolojik stres ve fiziksel hastalık
15 İşe uyum sağlama 39 ilişkisi üzerinde ümit verici bilgilerimiz olmuştur.
16 Parasal durumda değişiklik 38 Ancak bu ilişkinin nedensel olduğunu söyleme­
17 Yakın arkadaşın ölümü 37 den önce çok dikkatli olmalıyız. Örneğin, hasta
18 Yapılan işin çizgisinin değişmesi 36 olmak, uzun süre işe gidememek nedeniyle iş­
19
Eşle yapılan tartışmaların sıklığının
35 ten kovulmadan dolayı yüksek yaşam değişim
değişmesi
puanına neden olabilir. Ayrıca, bu araştırmalar­
20 10.000 doların üzerinde borçlanma 31
daki stresli olayları bildirme daha sonra hasta­
21 İpotekli malı kaybetmek 30
lığın olması bilgisinden etkilenebilir. Birçok kere
22 İşteki sorumlulukların değişmesi 29
hastalanmış olan bir kişi onları açık­lamak ama­
23 Çocuğun evden ayrılması 29
cıyla stresli olayları arayabilir. Bundan başka bu
24 Kanunla başı derde girmek 29
çalışmaların çoğu retrospektif (geriye dönük)
25 Olağandışı kişisel başarı 28
yöntem kullanmıştır; katılan­ların son iki yılda
26 Eşin işe başlaması ya da bırakması 26
hem hastalıkları hem de stres­li yaşam olaylarını
27 Okula başlama ya da bitirme 26
hatırlamaları istenmiştir. Daha önce söz ettiği­
28 Yaşam koşullarında değişim 25
miz gibi, retrospektif bildirimler çarpıtmaya ve
29 Kişisel alışkanlıklarda yenilikler 24
unutmaya fazla açıktır. Ayrıca kişinin hastalığı
30 Patronla sorun yaşamak 23
kendi bildirmesi, hastalığın gerçek yansıması
31 İş saatlerinde ya da koşullarında değişim 20
olmayabilir. Bu durumla birlikte ele alındığın­
32 Semt değişikliği 20
da, stresin bir hastalığa etkide bulunması çok
33 Okul değişikliği 20
uzun zaman alabilir. Bu eleştirilerden çıkarılma­
34 Eğlence faaliyetlerinde değişim 19
sı gereken önemli mesaj, stresteki değişikliğin,
35 Dini faaliyetlerde değişim 19
sağlıktaki değişimle ilişkilendirilebilmesi için,
36 Sosyal aktivitelerde değişim 18
stres ve sağlık üzerinde yapılacak çalışmaların
37 10.000 dolardan az borçlanmak 17
boylamsal (longitudinal) olması gerekliliğidir. Bu
38 Uyku alışkanlıklarında değişim 17
bölümde aktarılacak araştırmaları seçerken bu
Birlikte yaşamaya başlayan aile üyesi
39
sayısında değişim
16 yöntemsel noktaları dikkate aldık.
40 Yeme alışkanlıklarında değişim 15
41 Tatil 13 GÜNLÜK YAŞANTILARIN
42 Yılbaşı 12 DEĞERLENDİRİLMESİ
43 Küçük kanuni ihlaller 11 SUDÖ ile karşılaşılan sorunlar, Stone ve
Şekil 8.2 Stone ve Neale’in (l982) Günlük Yaşantıları Neal’ın (1982) Günlük Yaşantıların Değerlendi­
Değerlendirme Ölçeğinden bir örnek sayfa. Cevaplayıcılar, rilmesi Ölçeği (GYD) adı verilen yeni bir ölçek
olayın olup olmadığını, listenin solunda olan oklar, daire içine geliştirmelerine (Assessment of Daily Expe­
alarak belirtmektedirler. Eğer olay olmuşsa, bunun istenirlik,
değişim, anlamlılık ve kontrol boyutlarını, sağ tarafta eklenmiş rience) yol açtı. Doğruluğu tartışmalı retros­
alanda derecelendirmektedirler. pektif (geriye dönük) bildirimleri temel almak
STRES VE SAĞLIK 189
√√

Evlilik (yukarıda), okula başlama (sağda) gibi önemli yaşam


olayları hastalık riskini istatistiksel olarak artırmaktadır.
Bu önemli stresörlerin etkisini inceleyen araştırmalar, bu
değişkenleri Sosyal Uyumu Derecelendirme Ölçeği ile
değerlendirmektedirler.

yerine, GYD, prospektif (ileriye dönük) araştır­


malarda bireylerin günlük yaşantılarını derece­
lendirmeleri olanağı sağlamaktadır. Dönemin
geriye dönük anımsama yanlılığı olmadan yan­
sıtılabilmesi için, bir gün, analiz birimi olarak se­
çildi. Öznel nedenlerden dolayı araştırıcı tarafın­
dan ele alınmayan ufak günlük olaylar bireyler
için önemli olabilir. Olayların değer­lendirilmesi
benzer olaylarla geçmişteki yaşan­tılarla (örne­ Trafikte sıkışıp kalmak gibi günlük sıkıntılar duygusal olarak
sıkıntı vericidirler ve hastalık riskini artırırlar.
ğin, onunla ilgili birçok başarısızlık) ya da daha
genel kişilik özellikleriyle (kaygılı bir kişinin top­
lum önünde konuşması gerektiği) ya da kültü­
rel-dinsel kökenle (katı bir biçimde katolik birinin
boşanması) ilişkili olabilir. Ayrıca şimdi bu ufak
olayların hastalıkla ilişkisi üzerinde doğrudan
kanıt da vardır (Janford ve ark., 1986).
Ölçeğin geliştirilmesi sürecindeki ilk adım,
bireylerin yaşantılarını aktardıkları günlük kayıt­
larından, gündelik aktivite örneklerinin edinilme­
siydi. Bu olaylar daha sonra gözden geçirildi ve
kategori listeleri oluşturularak bir çerçeve form­
da düzenlendi. GYD’nin bir bölümü Şekil 8.2’de
gösterilmektedir.
Günlük yaşantıların değerlendirilmesiyle bir­
likte, Stone, Reed ve Neale (1987) yaşantılar ve
sağlığın ilişkisini incelemeye başladılar. Amaç
hoşa giden ve gitmeyen olaylarla üst solunum
yolları hastalıklarının ilişkisini araştırmaktı. So­
lunum hastalığı ölçüt (criterion) değişkeni ola­
rak seçildi çünkü bu hastalık, ayrı bir kate­gori
190 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

İŞLE İLİŞKİLİ FAALİYETLER onuncu güne kadar hoşa giden olayların orta­
Patron, danışma, yüksek statülü yönetici vb ile ilişkili olarak lama sayısı gösterilmektedir. Şekil 8.4’de ise
hoşa gitmeyen olayların sıklığı yer almak­tadır.
} işi iyi yapma nedeniyle övgü alma 01
} iş performansı, geç kalma vb ile ilişkili eleştiriler 02
Hastalık başlamadan bir kaç gün önce, kontrol
günlerine kıyasla hoşa giden olayların sıklığın­
Ekip halinde çalışılanlar, çalışanlar, danışanlar ve/veya
müşterilerle ilgili olarak da azalma, hoşa gitmeyen olaylar da ise artma
} Ekip halinde çalışılanlar, çalışanlar, danışanlar ve/veya
beklenmekteydi. Sonuçlar gerçekten de hasta­
müşterilerle olumlu etkileşimler/ ya da yaşantılar (doyum verici iş lıktan üç ve dört gün önce hoşa giden olaylar­
yaşantıları vb). 03
da anlamlı düşme; hastalıktan dört ve beş gün
} Ekip halinde çalışılanlar, çalışanlar, danışanlar ve/veya önce hoşa gitmeyen olaylarda da anlamlı artma
müşterilerle olumsuz etkileşimler /ya da yaşantılar (engelleyici,
rahatsız edici iş yaşantıları vb). olduğunu gösterdi.
Daha sonra tekrarlanan bu sonuçlar (Evans
04

} Atılma ya da disiplin altına alınma (görevden) 05


ve Edgerton, 1990) yaşam olayları ve hastalık
} Ekip halinde çalışılanlar, çalışanlar, danışanlar ya da müşterilerle arasındaki ilişkinin gösterildiği ve her iki değiş­
sosyal ilişkilere girme 06
kenin de günlük, prospektif olarak ölçüldüğü ilk
İşteki Görevle ilişkili Genel Yaşantılar sonuçlardır. Daha önce yaşam olayları araştır­
} terfi, yükselme 07
malarında gözlenen karıştırıcı değişkenlerin ço­
} atılma, ayrılma, istifa etme
ğundan kaçınılmıştır ve şimdi yaşam olaylarının
nezle gibi bulaşıcı bir hastalığa yatkınlıkta ne­
08

} işte bazı değişiklikler (yukarıdakinden farklı, örn.yeni bir iş, yeni


bir patron, vb)
densel bir rol oynadığını ileri sürmeye çok daha
yakınız. Belirtilerin başlangıcından önce ki olay­
09

} işte yoğun stres altında olmak (yakın zamana iş yetiştirme, ağır iş


yükü)
ların örüntüsündeki en kuvvetli ve şaşırtıcı yön,
istenmeyen olay­larda artma ve istenen olaylar­
10

Şekil 8.2 Stone ve Neale’in (1982) Günlük Yaşantıları da azalmadır. Ancak enfeksiyondan hemen iki
Değerlendirme Ölçeğinden bir örnek sayfa. Cevaplayıcılar,
olayın olup olmadığını, listenin solunda olan oklar, daire içine
gün önce iste­nen ve istenmeyen olaylar ortala­
alarak belirtmektedirler. Eğer olay olmuşsa, bunun istenirlik, ma düzeylerindedir. Sonuçların hastalık hafiften
değişim, anlamlılık ve kontrol boyutlarını, sağ tarafta eklenmiş başladığı ve iyi hissetmediği için yanlı olarak
alanda derecelendirmektedirler.
bildirildiği şeklindeki spekülasyonlar da yersiz­
dir, çünkü hastalık öncesi belirtilerin en etkileyici
olarak analiz etmeye olanak veren bir sık­lıkta
olabile­ceği hemen öncesindeki günlerdir.
olmaktadır.
Deneklere ilişkin veriler incelendikten son­
ra 30’unun enfeksiyon geçirdiği anlaşılmıştır.
BAŞA ÇIKMANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Başa çıkma (coping), sıklıkla, bir dizi başa
Daha sonra hastalığın başlangıcından bir ilâ
çıkma faaliyetinin listelendiği ve yanıtlayıcılara
on gün önce olan hoşa giden ve gitmeyen olay­
son bir stresör karşısında bunlardan her birini
ların günlük sıklığı incelenmiştir. Her denek için ne kadar kullandıklarının sorulduğu anketlerle
hastalığın olmadığı kontrol günleri seçilmiştir. değerlendirilmektedir. Başa Çıkma isimli, böyle
Haftanın günlerine göre eşleştirme yapılmıştır. bir ölçüm aracının örneği Tablo 8.3’de gösteril­
Bu işlemin yapılma nedeni, denekler kendi kon­ mektedir.
trolleri olarak incelendikleri için, hafta sonların­da Stresörlerin etkisiyle ilişkili olarak, başa çık­
hoşa giden olayların daha fazla, hoşa git­meyen manın incelenmesinin en iyi yolu, stresle başa
olayların ise daha az olmasının önüne geçe­ çıkmanın belirli yollarının, araştırmacının ilgi­
bilmekti. Şekil 8.3’de hastalıktan önceki birden lendiği sonuçlara neden olduğunun gösterilebil­
6.0 Şekil 8.3 On gün içinde olan istendik olay sayısı bir solunum
enfeksiyonunu dönemini öncelemektedir. Stone, Reed, ve Neale
5.5 Kontrol günleri (l987)’den sonra.
Bildirilen sıklık

5.0

4.5 Başlangıç belirtisini


önceleyen gün
4.0

3.5
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Günler
STRES VE SAĞLIK 191
√√

2.0 Şekil 8.4 On gün içinde olan istenmeyen olay sayısı bir solunum
1.9 Başlangıç belirtisini enfeksiyonunu dönemini öncelemektedir. Stone, Reed, ve Neale
önceleyen gün
1.8 (l987)’den sonra.
1.7
Bildirilen sıklık

1.6
1.5
1.4
1.3
Kontrol günleri
1.2
1.1
1.0
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Günler

diği boylamsal araştırmalar yapmak­tır. Göğüs TABLO 8.3 Baş Etmeyle İlgili Ölçekler ve
kanseri bu yolla incelenmiştir. Dokuz kadından Madde Örnekleri
birini yakalayan göğüs kanseri teşhisi, pek çok
düzeyde önemli bir stresördür. Yaşamı tehdit Aktif Baş Etme
eden bir hastalıktır. Ameliyatlar beden biçimini İçinde bulunduğum durumla ilgili olarak bir şeyler
bozmaktadır ve bundan dolayı psikolojik sağlık yapmak için çaba gösteririm.
için ciddi doğurguları bulun­maktadır. Hem rad­
Benzeri Diğer Faaliyetlerin Durdurulması
yasyonun hem de kemoterapinin hoş olmayan
Bu durum üzerine yoğunlaşmak için diğer faaliyetleri
yan etkileri vardır. bir kenara bırakırım.
Carver ve ark. (1993) kanser teşhisini yeni
alan kadın vak’aları seçtiler ve izleyen bir yıl Planlama
boyunca çeşitli aralıklarla nasıl başa çıktıklarını Ne yapılacağına yönelik bir taktik geliştirebilmek için
değerlendirdiler. Tanılarını kabullenen ve bunu çabalarım.
bir espri anlayışı içinde tutan kadınların stres
Dizginlemek
düzeyleri düşük bulundu. İnkâr etme ve davra­ Acele davranarak işleri berbat etmemek için emin
nışsal olarak kendini bırakma gibi kaçın­ma türü olmaya çalışırım.
başa çıkma yolları (Tablo 8.3’e bakınız) yüksek
düzeyde stres ile ilişkiliydi. Çeşitli kanser türleri Sosyal Destek Kullanımı
üzerinde yürütülen bir diğer boylamsal araştır­ Başkasından yakınlık ve anlayış görürüm.
ma, kaçınma başa çıkmasının (“düşünmemeye
Olumlu Yeniden Değerlendirme
çalışıyorum”, “zihnimden çıkarmaya çalışıyo­ Olan bitende iyi olan şeyler ararım.
rum”), bir yıllık izleme sürecinde hastalığın ne
Din
Stone ve arkadaşları, günlük yaşam olaylarının sıklığının,
Allaha güvenirim.
solunum enfeksiyonunun dönemlerinin başlangıcını öncelediğini
bulmuşlardır. Mekanizma, salgı IgA’sının strese bağlı olarak
bastırılmasıyla ilgili olabilir. Kabul
Olan olayın gerçekliğini kabullenirim

İnkâr
Olayın olduğunu reddederim.

Davranışsal Bırakmıştık
Baş etme girişimlerinden vazgeçerim.

Mizah kullanımı
Olayla ilgili şakalar yaparım.

Kendini uzaklaştırma
Daha az düşünmek için sinemaya giderim, TV izlerim,
ya da okurum.

Kaynak: Carver ve ark.’dan, 1993


192 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

yönde ilerlediğini yordamıştır (Epping-Jordan, ğin düşük düzeyde olması olumsuz duygularda
Compas ve Howell, 1994). Bu veriler sadece artmayla ilişkilidir (Kessler ve McLeod, 1985,
stresin varlığını değil, aynı zamanda bireylerin aynı zamanda Bölüm 6’daki TSSB konusundaki
strese nasıl tepkide bulunduklarının hem duy­ önceki tartış­malarımıza bakınız), olumsuz duy­
gusal hem de fiziksel etkiler açısından önemli guların art­ması da bazı hormon düzeylerini ve
olduğunu göstermiştir. bağışıklık sistemini etkileyebilir (Kielcolt-Glaser
ve ark., 1984).
STRES-HASTALIK BAĞLANTISINDAKİ Sosyal destek olgusu son yıllarda, buraya
ARA DEĞİŞKENLER kadar aktarılan doğal ortam çalışmalarına göre,
neden sonuç ilişkisini daha iyi gösteren labora­
Yaşam olaylarının hastalık başlangıcıyla iliş­ tuar çalışmalarında incelenmeye başlan­mıştır.
kisinin gösterilmesine rağmen önemli soru­lar Böyle çalışmaların birinde, üniversite çağındaki
cevap beklemektedir. Az önce de söz ettiğimiz kadınlar, düşük ve yüksek stres koşullarından
gibi aynı yaşantılar farklı kişileri farklı etkilemek­
birine atanmışlardır ve bu stres durumlarına,
tedir. Bu durum, stres-hastalık ilişkisinde ilişkiyi
yakın bir arkadaşın varlığı ve yokluğu koşulun­
değiştirebilecek başka değişkenlerin olasılığını
da maruz bırakılmışlardır. Çalışmanın bir bölü­
artırmaktadır. Başa çık­mayı önemli bir ara de­
münde, stres, deneycinin soğuk ve kişisel olma­
ğişken (moderator) olarak tanımladık ve kaçın­
yan bir davranış tarzıyla, katılımcılara, rekabete
ma tipi başa çıkma biçiminin stresin fiziksel ve
dayalı bir görevde, başarılarını arttırmalarını
duygusal etkilerini artırdığını gördük. Stresin
söylemesi koşuluyla oluşturuldu. Sosyal destek
etkisini azaltan diğer önemli bir faktör sosyal
koşulundaki her bir kadın için, yakın bir arkadaş,
destektir. Yapısal sosyal destek, bireyin sos­
“onları sessizce teşvik etti” ve yakınına oturdu,
yal ilişkilerindeki temel ağı ifade eder (örn., ev­
elini bileğinin üzerine koydu. Bağımlı değişken,
lilik durumu ve arkadaşların sayısı). İşlevsel
katılımcılar görevi yerine getirirken ölçülen kan
sosyal destek ise daha çok bireyin ilişkilerinin
basıncıydı. Beklendiği gibi yüksek stres, yüksek
kalitesiyle ilgili bir tanımlamadır. Örneğin, birey
kan basıncına yol açtı. Fakat Şekil 8.5’de görül­
gereksinim duy­duğu anda yardım isteyebileceği
düğü gibi, yüksek stres koşulunun, kan basıncı
yakınlıkta bir arkadaşının varlığına inanmakta
üzerindeki bu etkisi, stresi tek başına yaşayan
mıdır (Cohen ve Wills,1985).
kadınlarda görüldü (Kamarck ve ark., 1995).
Yapısal desteğin ölüm oranlarını (mortalite)
Böylelikle sosyal desteğin fizyolojik bir süreç
yordadığı iyi bilinmektedir. Sınırlı sayıda arka­
üzerinde nedensel bir etkisi olduğu gösterilmiş
daşı ya da yakını olan yaşlı bireyler, yüksek
oldu.
düzeyde yapısal desteğe sahip olanlara göre,
Araştırmaların hepsi sosyal desteğin olumlu
daha fazla ölüm oranı gösterirler (Schoenbach
bir etkiye sahip olduğunu göstermemiştir. Çok
ve ark., 1986). Benzer şekilde düşük düzeyde
şiddetli bir stresör karşısında birey öyle fazla
yapısal desteğe sahip erkekler, geçirdikleri mi­
zorlanabilir ki destek yeterli gelmez. Bu nokta,
yokart enfarktüs (kalp krizi) sonrasında daha
sosyal destek ve göğüs kanseri ilişkisini incele­
fazla ölüm oranı sergilemektedirler (Ruberman
yen bir araştırmada, sosyal desteğin, yoğun sı­
ve ark., 1984).
kıntıyı (distres) azaltmadığı ya da fizik­sel hasarı
Yapısal ya da işlevsel desteğin yetersiz ol­
iyileştirmediği çarpıcı olarak ortaya konmuştur
ması hastalık geliştirme olasılığını artırmak­tadır.
(Bolger ve ark., 1996).
Yüksek düzeyde işlevsel desteğin, düşük oran­
da arterosklerosiz (damar tıkanıklığı) (Seeman Şekil 8.5 Sosyal desteğin kan basıncı üzerindeki etkisine
artmasına yol açmıştır, ancak bu stresöre arkadaşıyla birlikte
ve Syme, 1987) ve kadınların kronik romatoid maruz kalanlar arasında bu artış çok daha az dile getirilmiştir
artrite (romatizmaya) daha iyi uyum yapmala­ (Kamarck ve ark., 1995).
rıyla ilişkili olduğu bulunmuştur (Goodenow, Re­ Birarada olmak Birarada olmak

isine ve Grady, 1990).


Yalnız Arkadaş eşliğinde Yalnız Arkadaş eşliğinde
18 18

Sosyal destek nasıl etkili olmaktadır? Olası­


Sistolik Kan Basıncı
Sistolik Kan Basıncı

lıklardan biri sosyal desteğin sağlıkla ilgili davra­


değişimi (mmHg)
değişimi (mmHg)

12 12

nışları, örneğin daha sağlıklı bir diyet uygulama,


daha az sigara içme ve alkol alma gibi, arttırma­ 6 6

sıdır. Diğer taraftan sosyal desteğin (ya da des­


teğin olmamasının) biyolo­jik süreçler üzerinde 0
Düşük Yüksek
0
Düşük Yüksek
doğrudan etkisi olabilir. Örneğin, sosyal deste­ Stres Stres
STRES HASTALIK İLİŞKİSİ KURAMLARI 193
√√

STRES HASTALIK İLİŞKİSİ


KURAMLARI
Psikofizyolojik bozuklukların etiyolojisini in­
celerken üç soruyla karşılaşırız. (1) Stres niçin
ona maruz kalan kişilerin sadece bazısında has­
talığa neden olmaktadır? (2) Stres niçin bazı ki­
şilerde psikolojik bozukluk yerine bedensel has­
talığa yol açmaktadır? (3) Stresin psikofizyolojik
hastalığa neden olduğu varsayılırsa hangi has­
talığın ortaya çıkacağını ne belirlemektedir? Bu
sorulara cevaplar hem biyolojik hem de psikolo­
jik yönelimli kuramcılar tarafından aranmıştır.
Stresin nasıl olup da fiziksel hastalığın oluş­
masına ya da ilerlemesine neden olduğuna iliş­
kin bazı kuramları gözden geçirmeden önce,
bu alandaki birçok araştırmanın stresle hastalık Stres, alkol tüketiminin artması gibi bir yaşam biçimi değişikliğine
yol açarak dolaylı biçimde hastalık riskini artırabilir.
arasındaki ilişkileri kurarken, öz bildirim (self-
report) verilerini dayanak aldıklarını belirt­mek da stres-hastalık ilişkisi gerçektir ancak sağlık
önemlidir. Buradaki sorun, Bölüm 7’de soma­ davranışları aracılığıyla dolaylı bir ilişkidir.
toform bozukluklar konusundaki tartış­mamızda
vurguladığımız gibi, hastalığın bildirilmesinin, BİYOLOJİK KURAMLAR
hastalığın tam bir yansıması olmayabileceğidir.
Biyolojik yaklaşımlar belirli psikofizyolojik bo­
Örneğin, Watson ve Pennebaker (1989) geniş
zuklukları, bireylerin, strese tepkide bulunurken
bir literatür tara­masından sonra, olumsuz duy­
organ sistemlerinde zayıflama olmasına ya da
gusal durumlar ve hastalık arasındaki ilişkinin
aşırı reaksiyon verilmesine bağlarlar. Kalıtımsal
aslında yalnızca olumsuz duygular ve hastalık
etkenler, daha önceki hastalıklar, diyet ve ben­
bildirimi arasın­daki ilişki olduğu sonucuna var­
zeri etkenler de belli bir organ sistemini bozabi­
mıştır. Benzer şekilde Stone ve Costa (1990), lir ve böylece zayıflık ve strese yatkınlık oluşa­
nörotisizmin her çeşit bedensel yakınmanın bilir. Somatik-zayıflık kuramına göre stres ve
yüksek sayıda olduğunu yordadığını (hipokond­ belirgin psikofizyolojik bozukluk arasındaki ilişki
ri ve somatiza­syon bozukluğu konularındaki belirgin beden organındaki zayıflıktır. Örneğin
tartışmalarımızı hatırlayın) fakat ölüm ya da doğuştan zayıf bir solunum sistemi bireyi astı­
koroner damar hastalığı gibi en zorlayıcı uçta ma yatkın kılar.
olanları yordamadığını belirtmişlerdir. Olasılık­ Kişilerin strese karşı kendi belirgin otonom
la yüksek düzeyde stres, beden değişimlerine cevap örüntüleri vardır. Bir kişinin kalp atış hızı
yönelik dikkati artırmakta ve bu duyumlara aşırı yükselebilir; bir diğerinde ise kalp atışında de­
tepki verme eğilimi oluşturmaktadır. Sonuç, has­ ğişiklik olmazken nefes almada artış ile cevap
talığın kendini bildirim nedeniyle artması olabilir verebilir (Lacey, 1967). Özgül-reaksiyon ku-
ancak bu sağlık durumundaki gerçek bir deği­ ramına göre bireyler strese kendilerine özgü
şim değildir. Bu nedenle, tartışmamız­da, daha şekillerde cevap verirler ve en tepkili beden sis­
çok kendini bildirim verileri dışında bilgiler veren temi daha sonraki psikofizyolojik bozukluklar
araştırmalar üzerinde odak­lanacağız. için olası bir odak teşkil eder. Örneğin, strese
Bunlara ek olarak, stresin etkisi doğrudan artmış kan basıncıyla cevap veren bir kişi esan­
olmayabilir, yani, stresin doğrudan biyolojik ya siyel (esas) yüksek tansiyon geliştirmeye daha
da psikolojik değişkenlere bağlı olmadan, sağlık yatkın olabilir. Daha sonra bu bölümde bazı psi­
davranışındaki değişiklikler yoluyla sağlık deği­ kofizyolojik bozuklukları tartışırken hem soma­
şikliklerine yol açması olasıdır. Diğer bir deyiş­ tik-zayıflık hem de spesifik-reaksiyon kuramla­
le, yüksek stres, daha fazla sigara içme, uyku rıyla ilgili kanıtlar verilecektir.
bozukluğu, alkol tüketiminde artma ve diyette Genel düzeydeki stresörler, bedenin gerek­
değişikliklere yol açabilir. Bu davranışsal deği­ li sistemleri üzerinde çoklu etkilere sahiptirler -
şiklikler de hastalık riskini art­tırabilir. Bu durum­ otonom sinir sistemi, hormon düzeyleri ve beyin
194 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

faaliyetleri- Şu dönemdeki araştırmalar­da, bu­ sında kişi virüsle karşılaşırsa virüsün bedeni
laşıcı hastalıklar, kanser, alerjiler ve bağışıklık enfekte etme riski artacaktır. Solunum sistemi
sistemi (otoimmün) hastalıkları (romatoid artrit hastalığının gözlenebilir belir­tileri enfeksiyon­
gibi) ilişkili bağışıklık sistemine yönelmişlerdir. dan birkaç gün sonra ortaya çıkmaktadır.
Oldukça geniş bir menzilde stresörün, bağışık­ Diğer iki çalışma, stres ve solunum enfek­
lık sisteminde değişiklik yarattığı bulunmuştur siyonu arasındaki ilişkiyi desteklemiştir. Her iki
(Tıp Fakültesi sınavları, depresyon, yas, evli­ çalışmada da, gönüllüler hafif bir nezle virüsü
lik uyumsuzluğu ve boşanma, iş kaybı, Alzhe­ içeren burun akıntısı almışlar, aynı zamanda
imer hastası olan bir yakına bakmak ve Three yakın zamandaki stresi ölçen bir test bataryası
Mile Adası nükleer felaketi (Cohen ve Herbert, tamamlamışlardır. Bu yöntemin avan­tajlı yanı
1996). Böyle bir bağışıklık sistemi değişikliğinin virüse maruz kalmanın araştırıcının kontrolün­
kanserden erken ölüm ya da romatizma başlan­ de olan deneysel bir değişken olmasıdır. Her iki
gıcı gibi olumsuz etkilere yol açıp açmadığı, be­ çalışma da göstermiştir ki, stresteki artma en­
lirsizliğini korumaktadır. Yani stresin arkasından fekte olma oranıyla açıkça bağlantılıdır (Cohen,
gelen bağışıklık sistemi değişikliklerinin hastalık Tyrell ve Smith,1991; Stone ve ark., 1992).
için büyük risk oluşturduğu meselesi halen ke­
sinlik kazanmamıştır. PSİKOLOJİK KURAMLAR
Gerçek hastalıklarda stres ve bağışıklık sis­
temi değişikliklerinin rolünü kanıtlamak üzere Psikolojik kuramlar, çeşitli bozuklukların ge­
olan araştırma alanı, bulaşıcı hastalıklara yöne­ lişmesini, bilinçdışı duygusal durumlar, kişilik
lik çalışılmalardır. Bu noktayı örneklemek için treytleri, bilişsel değerlendirmeler ve stresle
bağışıklık sisteminin bir alanını, salgı bağışık­ başa çıkma yöntemleri gibi faktörlerle açıklar­
lığını, ayrıntılı olarak ele alacağız. lar.
Bağışıklık sisteminin salgı bileşeni, gözyaşı,
tükürük, mide barsak sistemine ilişkin (gastroin­ PSİKANALİTİK KURAMLAR
testinal), vajinal, burun (nazal) ve bronşlarla ilgili Psikanalitik kuramlar belirli çatışmaların ve
salgılar gibi mukoza alanlarını yıkayan sıvılarda bu çatışmalara eşlik eden olumsuz duygusal du­
bulunur. Bu salgılarda bulu­nan ve immunoglo­ rumların psikofizyolojik bozukluklara yol açtığını
bulin A ya da IgA adı verilen bir madde bede­ önermektedirler. Psikofizyolojik bozuk­lukları in­
nin istilacı virüs ve bakterilere karşı ilk savunma celeyen psikanalistler üzerinde belki de en etkili
hattı olarak düşünülen antikorları içerir. Virüs ya olan kişi Franz Alexander’dır (1950). Onun görü­
da bakterilerin mukozayla birleşmesini önlerler. şüne göre çeşitli psikofizyolojik bozukluklar, her
Stone ve arkadaşlarının yaptığı bir araştır­ bozukluğa özgü bilinçdışı duy­gusal durumların
mada (1987) IgA’daki antikor sayısının kişinin ürünleridir. Örneğin, açığa çıkmamış düşmanca
duygu durumuna göre değiştiği bulunmuştur. (hostile) dürtülerin esansiyel yüksek tansiyon­
Sekiz haftalık inceleme süresince diş hekimliği dan sorumlu kronik bir duygusal duruma neden
öğrencileri haftada üç kez laboratuara gelmiş­ olduğu düşünülmektedir.
ler, tükürükleri alınmış ve kısa bir psikolojik de­
ğerlendirme yapılmıştır. Öğrenciler göreli olarak Düşmanca dürtülerin birikmesi... sürecek ve sonuçta
yüksek düzeyde olumsuz duygu yaşadıklarında şiddetinde artma olacaktır. Bu da düşmanca duyguları
dene­tim altında tutabilmek için daha kuvvetli savunma
daha az antikor bulunmuştur. Benzer şekilde
mekaniz­malarını devreye sokacaktır.... Baskılanmalarının
olumlu duygu durumun olduğu günlerde daha aşırı düzeyde olmasından dolayı bu hastalar mesleki ak­
fazla antikor olduğu görülmüştür. tivitelerinde daha az etkin olacaklar ve böylece başkala­
Önceki araştırmalar (örneğin, Stone ve Nea­ rıyla rekabette başarısızlığa uğrayacaklardır.... kıskançlık
le, 1984) günlük olayların duygu durumu etkile­ uyarılacak ve.... daha başarılı, daha az baskılı rakiplerine
diğini göstermişlerdir. Bu nedenle, günlük olay­ duyulan düşmanlık artacaktır, (s 150)
ların duygu durumda oynamalara etki yap­tığı ve
böylece IgA antikorlarının sentezini bastırmaları Alexander ifade edilmemiş-kızgınlık ya da
olasıdır. Bu süreç şu şekilde gerçekleşebilir. içe atılmış kızgınlık kuramını psikanalize tabi
İstenilmeyen yaşam olaylarında artma ve iste­ tutulan hastaların gözlemine dayanarak geliştir­
nilen olaylarda azalma olumsuz duygu durumu miştir. Hipotezi bugün de esansiyel yüksek tan­
yükseltmekte ve böylece salgı IgA’sındaki an­ siyondaki psikolojik etkenlerin incelenmesinde
tikorlar bastırılmaktadır. Eğer bu dönem sıra­ kullanılmaya devam etmektedir.
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 195
√√

BİLİŞSEL VE DAVRANIŞSAL (Foreyt, 1990); her 10,000 kişiden 300’ünü et­


FAKTÖRLER kilemektedir (U.S. Census, 1990); tedavisi ve
İnsanlar fiziksel tehditlerden daha fazlasını araştırılması yılda 100 milyar dolara mal olmak­
algılarlar (Simeons, 1961). Geçmiştekilerden tadır (Weiss, 1986). Bu bölümde kardiyovaskü­
pişmanlık duyar gelecekle ilgili kaygıya kapı­ ler hastalıklardan ikisi, yüksek tansiyon ve ko­
lırız. Bütün bu algılar sempatik sinir sistemini roner kalp hastalığı, üzerinde yoğunlaşacağız.
uyarır. Ancak kırgınlık, pişmanlık ve kaygıyla Koroner kalp hastalığı çok önemlidir, çünkü kalp
dıştaki tehditlerde olduğu gibi savaşmak ya da hastalıkları arasında en fazla ölümle sonuçla­
kaçmak kolay değildir ve bu duygular çabucak nanıdır. Kardiyovasküler hastalıklardan kaynak­
ortadan kalkmazlar. Sempatik sinir sistemini lanan ölümlerin genellikle erken olduğuna ve
bazen tahammül ede­meyeceği kadar uzun süre bilinen risk faktörlerinin ele alınmasıyla önlene­
uyarılmış ve acil durumda tutarlar. Ayrıca bu ko­ bileceğine inanılır (Price, 1982).
şullarda sem­patik ve parasempatik aksiyonlar­
daki olması gereken denge zorlanır ve bozula­ ESANSİYEL (ESAS) YÜKSEK
bilir. Böylece evrimin olanaklı kıldığı stres verici TANSİYON
düşünceler, istenilenden çok daha uzun süren Genellikle yüksek kan basıncı olarak bilinen
bedensel değişikliklere yol açar ve sempatik ve yüksek tansiyon, kişileri arteoskleroz, kalp krizi
parasem­patik aktivitelerdeki dengesizliğe kat­ ve inmelere yatkın kılar ve böbrek yetmezliğine
kıda bulunurlar. Bizim yüksek yeteneklerimizin, yol açarak öldürür. Aslında Birleşik Amerika’daki
dayanabileceği şekilde gelişmemiş bedenimizi vak’aların %10’nundan daha fazla tanımlanmış
fırtınalara tabi tuttuğu düşünülmektedir. bir fiziksel neden yoktur. Belirgin organik nede­
Stresi genel olarak tartışırken olası bir stre­ ni olmayan yüksek tansiyona esansiyel (esas,
sörün değerlendirmesinin bir insanı etkileme­ bazen de primer/birincil) yüksek tansiyon den­
sinde merkezi bir rol oynadığını gördük. Yaşam mektedir. Tahminlere göre Amerika’daki yetiş­
olaylarını sürekli olarak kendi kaynaklarını aşan kin nüfusun % 15 ile 33’ünde çeşitli derecelerde
şekilde değerlendirenler, kro­nik olarak stres al­ yüksek tan­siyon bulunmaktadır; Afrika kökenli
tında olabilirler ve psikofizy­olojik bozukluk riski Amerikalılarda Amerikalı beyazlara oranla iki
taşıyabilirler. Kişilerin stresle nasıl başa çıktık­ kat daha fazla görülmektedir. Üniversite öğren­
ları da önemlidir. Bu konudaki bazı bulgulardan cilerinin % 10 kadarında yüksek tansiyon vardır
daha sonra söz edeceğiz ve kişilerin kızgınlıkla ancak birçoğu bunun farkında değildir. Hastalık
nasıl başa çıktıklarının yüksek tansiyonla iliş­ bu yüzden sessiz katil olarak bilinir.
kili olduğunu göreceğiz. Kişilik treytleri de bazı Kan basıncı iki sayıyla ölçülür; biri sistolik di­
bozukluklar­da özellikle kalp-damar hastalıkla­ ğeri ise diastolik basıncı temsil eder. Sistolik öl­
rında rol oynamaktadır. A tipi kişiliği olanlar kalp çüm, karıncıkların kasıldığı ve kalbin kan pom­
hastalığı gelişmesiyle ilişkili bir biçimde davran­ paladığı zaman arteryel basıncın mik­tarıdır; di­
maktadırlar. Son olarak da cinsiyet sağlıkta astolik ölçüm, karıncıkların gevşediği ve kalbin
önemli bir değişkendir çünkü sağlık problem­ dinlendiği andaki basıncın derece­sidir. Genç bir
leriyle karşılaşma sıklığında kadın ve erkekler yetişkinin normal kan basıncı 120’ye (sistolik)
arasında önemli farklılıklar vardır (Odak 8.1’e 80’dir (diastolik) (Şekil 8.6).
bakınız). Esansiyel yüksek tansiyonun, kan basıncını
Psikofizyolojik bozuklukların etiyolojisiyle il­ düzenleyen çeşitli sistemlerdeki olası bozuk­
gili genel gözden geçirmemiz tamamlanmıştır. luklardan kaynaklanan heterojen bir durum ol­
Şimdi araştırıcıların çok dikkatini çekmiş olan iki duğu düşünülmektedir. Kan basıncı, kardiyak
bozukluğun, kardiyovasküler bozukluk ve astı­ çıktıdaki artış, kalbin sol karıncığından her daki­
mın, daha ayrıntılı tartışmasına geçeceğiz. ka çıkan kan miktarı ve bedendeki sıvıların artı­
şıyla yükselebilir. Kan basıncını düzenleyen fiz­
yolojik mekanizmaların kombinasyonu çok kar­
KORDİYOVASKÜLER maşıktır. Sempatik sinir sistemi, hormonlar, tuz
BOZUKLUKLAR ve su metabolizması ayrıca merkezi sinir sistem
mekanizmalarının hepsi işin içindedir (Weiner,
Kardiyovasküler bozukluklar kalp ve da­ 1977). Bu fizyolojik mekanizmalarının birçoğu
mar sistemleriyle ilgili tıbbi hastalıklardır. Birle­ psikolojik stresten etkilenir.
şik Amerika’da ölümlerin yarısı bu neden­ledir
196 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

ODAK 8.1 CİNSİYET VE SAĞLIK

Doğumdan 85’ine ya da daha ileri bir yaşa kadar yakalanma oranı, menopoz öncesindeki kadınlara göre
olan her dönemde, erkekler arasındaki ölüm oranı ka- daha fazla görülmektedir. Hormon tedavisi, olasılıkla,
dınlara göre daha fazladır. Ölümün bireysel nedenleri -iyi hormon olarak adlandırılan- yüksek yoğunlukta
cinsiyetler arasında büyük çeşitlilik gösterir. Erkekler lipoprotein (iyi kolesterol, HDL) düzeyini koruyarak,
iki kattan daha fazla oranda, otomobil kazası, cinayet, kardiyovasküler hastalık kaynaklı ölüm oranını düşür-
siroz, kalp hastalığı, akciğer hastalığı, akciğer kan- mektedir (Mathews ve ark., 1989).
seri ve intihar nedeniyle ölmektedirler. Düşen ölüm Psikolojik bakış açısından hareketle, kadınlar er-
oranlarına karşın, kadınlar, yüksek oranda hastalığa keklere göre daha az A tipi kişilik geliştirmekte ve daha
(morbidity) sahiptirler (sağlığın genel olarak zayıf ol- az da düşmanlık yaşamaktadırlar (Waldron, 1976;
ması, ya da çeşitli özgül bozukluğun oranı). Örneğin Weidner ve Collins, 1993). Eisler ve Blalock (1991),
kadınlar, yüksek oranda diyabet, kansızlık (anemi), ilerde daha ayrıntılı aktarılacak olan, A tipi davranış
mide bağırsak sistemine ait (gastrointestinal) sorun- örüntüsünün, geleneksel erkek rolüne (yani başarı, sa-
lar ve romatizma (romatoid artrit) sorunları yaşarlar. hiplenme, rekabetçilik, yardım ya da duygusal destek
Çok fazla doktora gittikleri, daha fazla reçeteli ilaç istememe, aşırı kontrol gereksinimi, öfkelenme eğilimi
kullandıkları ve ABD’deki ameliyatların üçte ikisi- ve engellenme karşısında kızgınlık ifadesi gibi) olan
ni geçirdikleri belirtilmektedir. Bununla birlikte, son katı bağlılığın bir parçası olduğunu öne sürmüşlerdir.
yıllarda, kadınların ölüm oranı açısından sahip ol- Araştırmacılar, bu özelliklerin, erkeklerde koroner so-
dukları avantajlar azalmaktadır. Örneğin, erkeklerin runlar ve yüksek tansiyon gibi diğer stres bağlantılı
kardiyovasküler hastalıklardan kaynaklanan ölüm hastalıklar karşısında zayıf kalma ile ilişki kurmuşlar-
oranları, geçtiğimiz 30 yıl içinde düşme gösterirken dır (Harrison, Chin ve Ficarrotto, 1989). Gördüğümüz
bu oran kadınlarda aynı düzeyde kalmıştır (Rodin ve gibi hem biyolojik hem de psikolojik değişkenler, kar-
Ickovics, 1990). diyovasküler hastalıklarda önemli rol oynamaktadır
Kadınlardaki ölüm ve hastalık (morbidity) oranı- ve bunlar kadınlarda daha düşük olan ölüm oranıyla
nın farklı olmasının olası nedenleri nedir? Ve ölüm ilişkili olabilirler.
oranı neden artmaktadır? Biyolojik bakış açısından Erkeklerin ve kadınların ölüm oranları arasındaki
hareketle, kadınların, yaşamlarını tehdit eden hasta- uçurum neden azalmaktadır? 20. yüzyılın başlarında,
lıklara karşı koruyucu mekanizmalara sahip oldukları ölüm oranı salgın ve enfeksiyona bağlıydı ama şim-
söylenebilir. Örneğin kadınlık hormonu olan östrojen, dilerde çoğu ölüm, yaşama biçimine bağlı olarak ge-
kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu olabilir. lişen hastalıklardan kaynaklanmaktadır. Buna göre,
Bunu destekleyen birçok kanıt vardır. Menopoz döne- bir olasılık, erkekler ve kadınlar arasındaki yaşama
mi sonrasında olan ya da her iki yumurtalığı alınmış biçimi farklılığı, ölüm oranında yaşama biçimi farklı-
kadınlarda, östrojen oranının azalmakta, her iki du- lığına yol açıyordu ve artık cinsler arasındaki yaşama
rumda olan kadınlarda, kardiyovasküler hastalıklara biçimi farklılığı azalmaktadır. Erkekler, kadınlardan

Sistolik basınç Diastolik basınç

Kalp dinlenme
Kalp çarpıntısıyla
Yüksek kan basıncı genellikle bunu yaşayan kişi tarafından fark birlikte arteryal basınç
halindeyken arteryal
basınç
edilmediği için, özellikle ortalama risk altında olanlardan çok,
yüksek risk altında olan bireyler için düzenli kontrol yapılması
120 80
önerilmektedir

Şekil 8.6 Normal genç yetişkin kan basıncı

STRES, KIZGINLIK, KAN BASINCI


YÜKSELMESİ
Esansiyel yüksek tansiyonun etiyolojisindeki
rolleri açısından çeşitli stresli koşullar incelen­
mektedir. Stresli görüşmeler, doğal afetler ve iş
stresinin hemen hepsinin kan basıncında kısa
süreli yükselmelere neden olduğu bulunmuş­
tur. Kan basıncı, aynı zamanda bireyin duygu
durumuna bağlı olarak günlük yaşamında iniş
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 197
√√

daha fazla sigara içmekte ve alkol tüketmektedir. Bu


farklılık erkeklerdeki, kardiyovasküler hastalık ya da
akciğer kanseri kaynaklı ölüm oranını artırmaktadır.
Son yıllarda, kadınlar daha fazla sigara içmeye baş-
ladılar ve bu değişimler kadınlar arasındaki akciğer
kanseri oranının da artması ve kardiyovasküler has-
talık kaynaklı düşük ölüm oranının korunamamasıyla
paralellik göstermektedir (Rodin ve Ickovicks, 1990).
Kadınların yaşam biçimlerindeki bir diğer deği-
şiklik, son yıllarda çalışmaya başlamalarıyla birlikte,
para kazanma ve ev hanımlığı gibi çifte bir rolü ye-
rine getirmeye bağlı olarak strese daha fazla maruz
kalmalarıdır. Frankenhauser ve ark. (1989), İsveç
Göttenburg’da bir Volvo fabrikasında çalışan erkek
ve kadınların norepinefrin düzeylerini incelemişlerdir.
Her iki cinsiyetteki norepinefrin düzeylerinin gün için-
de aynı olmalarına karşın, iş sonrasında, erkeklerde
azalma görülürken, kadınlarda artış gözlenmiştir.
Erkekler ve kadınlar arasındaki hastalık (mor-
bidity) durumunun farklı olmasının çeşitli nedenleri
vardır. İlk olarak, kadınlar erkeklere göre daha faz-
la yaşadıklarına göre, yaş dönemlerine bağlı çeşitli Kadınlar erkeklerden daha fazla hastalığa yakalanma riski
hastalıkları daha fazla geçiriyor olabilirler. İkinci taşımaktadırlar. Kadınlarla bağlantılı stres kayanaklarından
olarak kadınlar, sağlık konusuna daha duyarlı olduk- biri, kadınların çoğunlukla, evhanımlığı ve para kazanma
larına göre, daha fazla doktora gidip, daha fazla tanı işlerini bir arada yütütmek, yani çifte rol oynamakla
alıyor olabilirler. Son olarak, kadınların stresle baş başetmek zorunda kalmalarıdır.
etmek için kullandıkları yöntemler, örneğin dikkatleri- lerdir (Rodin ve Ickovicks, 1990). Gelecekteki çalış-
ni olumsuz bir olaya verdikleri tepkiler üzerine odak- malar, kadın ve erkekleri eşit bir şekilde örneklemeli
laştırmak gibi, onların bazı hastalıklara daha yatkın ve aynı zamanda kadınlara yönelik sağlık sorunları-
olmalarına yol açıyor olabilir. (Weidner ve Collins, na odaklaşmalıdır. Kadın Sağlık İnisiyatifi, bu yönde
1983). umut verici bir adım olmuştur. 1993’den beri, osteo-
Kadınların risk altında oldukları çok sayıda bo- poroz, koroner kalp hastalığı, kanser ve aynı zamanda
zukluktan en iyi nasıl korunabileceklerine yönelik bi- bu hastalıklara yakalanma riskini artıran psikolojik
limsel veriler toplamak için, kadın deneklerin araştır- faktörlere yönelik önleyici müdahalelerin de olduğu
maların dışında tutulma eğilimine son vermek gerekir. çalışmalara, 200.000’den daha fazla kadın dâhil edil-
Kadınlar sağlık araştırmalarında çok az incelenmiş- miştir.

çıkışlar göstermekte; öfke anında ise belirgin İşsizlik, kan basıncının yükselmesinin nedenlerinden biri olarak
kabul edilen stresörlerdendir.
biçimde artmaktadır (Schwartz, Warren, ve Pic­
kering, 1994). KasI ve Cobb (1970) iş kaybının
etkilerini incelemişlerdir. Bir grup işçiyi işlerine
son verilmeden iki ay önce ve iş kaybından iki
yıl sonra incelemişlerdir. Benzer işlerde çalışan
ancak işlerini kaybetmemiş bir kontrol grubu da
aynı 26 ay döneminde değerlendirilmiştir. Çalış­
madaki herkes altı farklı zamanda bir hemşire
tarafından evde ziyaret edilmiş ve tansiyonları
ölçülmüştür. Kontrol deneklerinde tansiyonda
bir farklılık bulunmamıştır. Ancak işlerini kay­
bedenlerde iş kaybı beklentisiyle, iş kaybından
sonra ve yeni işte denendikleri dönemde kan
basıncında yükselme bulunmuştur. Düzenli bir
iş bulmakta çok zorlanan bireylerde uzun bir
dönemdir yüksek kan basıncı yakınması oldu­
ğu görülmüştür. Genel olarak bunun gibi kronik
psikolojik stresin esansiyel yüksek tansiyon­
da önemli bir etken olduğu kabul edilmektedir
(Fredrikson ve Mathews, 1990).
198 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

Kısmen psikanalitik kurama dayalı diğer bir çalışmalarda, uzun süreli tansiyon yüksekli­
grup araştırmada (Hokanson ve Burgess, 1962; ği daha belirgin olarak gösterilmiştir (Peters,
Hokanson, Burgess ve Cohen, 1963; Hokanson, 1977). Ancak genellikle, kızgınlığın otonom si­
Willers ve Koropsak, 1968; Stone ve Hokanson, nir sistemini aktive etmesi gibi stresin esansiyel
1969), Hokanson ve arkadaşları kan basıncın­ yüksek tansiyonu ortaya çıkarabilmesi için bazı
daki artmanın saldırganlığı baskılamayla ilgili yatkınlık faktörlerinin olması gerekmektedir.
olup olmadığını araştırdılar. Deneklere yapma­
ları için bir iş verildi ancak araştırmada işbirliği YATKINLIK FAKTÖRLERİ
yapan bir kişi tarafından hemen işleri bölünerek Bazı insanlar ve hayvanlar yüksek tansiyona
kızgınlık yaşatıldılar. Daha sora deneklerin ya­ yatkındırlar. Tuza, sosyal izolasyona duyarlılık,
rısına, sataşan kişiden öç alma olanağı verildi. çok çabuk kızmak, öfkelenmek ve kardiyovas­
Bu klasik bir seri araştır­manın sonucu sataşma­ küler reaktivite bazı insanların diğerlerine göre
nın kan basıncını yük­selttiği, ayrıca erkeklerde stres karşısında daha fazla yüksek tansiyon
engelleme kaynağına karşı kızmanın basıncı geliştirmelerine neden olan yatkınlık faktörleri
düşürmede yardımcı olduğu gösterilmiştir. arasındadır.
Stresin kan basıncı üzerindeki etkisini in­ Hayvanlarla yapılan deneylerde bazı kuvvetli
celeyen diğer bir dizi araştırma ise ambülâns yatkınlık durumları ortaya çıkarılmıştır. Bunlar,
görevlileri üzerinde yapılmıştır (Shapiro, Jam­ sosyal izolasyon içinde yetiştirilme (Henry, Ely
ner, Goldstein, 1993). Bu analizlerden birinde, ve Stephens, 1972), yüksek düzeyde duygu­
ambulans çağrıları yüksek ve düşük olan stres sallık (emotionality) (Farris, Yeakel ve Medoff,
biçimleri olarak koşullar ikiye ayrılmıştır. Tahmin 1945) ve tuza karşı duyarlılıktır (Friedman ve
edildiği gibi, yüksek stres çağrıları, yüksek kan Dahl, 1975). Tuz araştırmasında araştırıcılar di­
basıncıyla eşleşmiştir. Daha ilginç olarak, am­ yetlerinin etkisine duyarlı ve duyarlı olmayacak
bulans görevlilerinin, kişilik testine göre öfkeli ve şekilde üretilen iki grup fareyle çalışmışlardır.
savunucu olarak ayrışmaları bulgusudur. Düşük Duyarlı olan fareler tuzlu diyetle yüksek tansi­
stres çağrıların­da grup farklılık göstermezken, yon geliştirmiş ve ölmüşlerdir. Bu tuza duyarlı
yüksek-stres çağrılarında, öfke ve savunuculu­ fareleri, deneysel olarak yaratılan çatışma du­
ğu yüksek olan ambulans sürücülerinin kan ba­ rumlarında da uzun süre düşmeyen yüksekliği
sıncı yükselmiştir. göstermişlerdir.
Kızgınlığın tansiyonu yükselten tek değiş­ Daha önce söz edildiği gibi, çok çabuk öfke­
ken olduğu sonucuna varmamalıyız. Aktif, çaba lenmek psikolojik bir yatkınlık olabilir. Öfke de­
gerektiren başa çıkmayı içeren bir seri araştır­ ğişkenliğiyle ilgili kesinlik kazanmayan mesele,
mayla bu noktayı gösterebiliriz. Obrist ve ar­ çok çabuk öfkelenmenin mi ya da öfkelenip
kadaşları (örneğin, 1978) reaksiyon zamanını ifade edememenin mi önemli olduğudur. Bu
kullandıkları araştırmalarında deneklere eğer tabloyu biraz daha karmaşıklaştırırsak, öfkenin
yeterince çabuk tepki vermezlerse şok verile­ erkek ve kadınlardaki işlev­leri farklı olabilir. Öf­
ceğini söylemişlerdir. İyi performansa da para keyi ifade etmek, erkeklerde kan basıncı akti­
ödülü verilmiştir. Bu reaksiyon zamanı görevi vasyonunu artırırken, kadınlar­daki bastırılmış
hem kalp hızının hem de sistolik kan basıncının öfke, artan kan basıncı reaktivasyonuyla ilişkili
artmasına yol açmıştır. olabilir (Shapiro, Goldstein ve Jemner, 1995).
Etik nedenlerden dolayı kan basıncındaki Bu konuya miyokard enfarktüsü tartışırken tek­
kısa süreli yükselmelerin sürekli yüksek tansi­ rar döneceğiz.
yona dönüşüp dönüşmeyeceği insanlar üzerin­ Son on yılda kardiyovasküler reaktivitenin
de incelenmemiştir ancak bazı hayvan deneyle­ yüksek tansiyon için (aynı zamanda kalp has­
ri vardır. Genellikle laboratuarda gerçek yüksek talığı için) biyolojik bir yatkınlık olması üzerinde
tansiyonla ilgili elle tutulur bilgi yoktur. Elektrik ilgi yoğunlaşmıştır. Kardiyovasküler reaktivite,
şokunun stresör olarak kullanıldığı bir çok araş­ kan basıncı ve atımının, strese tepki olarak art­
tırmada başlangıçta şok tansiyonu yükseltmekte ması anlamına gelmektedir. Genel araştırma
ancak şok kesildiği zaman tekrar normale düş­ stratejisi halen yüksek tansiyonu olmayan kişi­
mektedir. Diğer hayvanlarla yemek için rekabet lerde laboratuardaki stresöre (örneğin, eli buzlu
etmek gibi daha doğal stresörlerin kullanıldığı suya daldırmak) verilen kardiyovasküler reakti­
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 199
√√

viteyi ölçmek ve katılan­ları birkaç yıl izleyerek kan basıncı reaktivitesi açısından daha yüksek
reaktivitenin (genellikle taban durumundan olan bulundular (Murphy ve ark., 1995) ki bu durum
farklılık olarak ölçülmektedir) kan basıncını yor­ Afrika kökenli Amerikalılardaki yüksek tansiyon
dayıp yordamadığını saptamaktır. Bu yaklaşı­ oranını açıklıyor olabilir.
mın başarılı olabilmesi için iki önemli noktanın Reaktivitenin önemiyle ilgili başka bir destek
gösterilmesi gerekmektedir. Biri, reaktivitenin de yüksek tansiyon öyküsü olan ve olmayanları
yordama gücü olabilmesi için güvenilir olması karşılaştıran yüksek risk araştırmalarından gel­
koşuludur. Yani, yüksek reaktivitesi olan bir kişi­ mektedir (örn., Hastrup ve ark., 1982). Tahmin
nin, tutarlı olarak her zaman bu yüksek reaktivi­ edilebileceği gibi pozitif aile öyküsü olanlarda
teyi göstermesidir. Bulgular bu ölçütün güvenilir strese karşı daha yüksek kan basıncı reaktivi­
olduğunu göster­mektedir (örneğin, Kasprowicz tesi bulunmuştur. Kan basıncı reaktivitesinin
ve ark., 1990). İkincisi ise laboratuardaki reak­ (Matthews ve Rakaczky, 1987) ve yüksek kan
tivite ölçümünün kardiyovasküler sistemin günü basıncının kalıtımsal olduğunu gösteren araş­
gününe yapılan aktivitelerdeki gidişiyle ilişkili tırma bulgularıyla birleştirilince kan basıncı re­
olmasıdır. Beyaz gömlek yüksek tansiyonu adı aktivitesi kalıtımsal olarak geçen yatkınlık için
verilen bir olgu­dan dolayı, bir kişinin tansiyonu iyi bir aday olmaktadır. Yüksek tansiyonun yat­
laboratuarda ya da doktor muayenehanesin­ kınlık ve stres arasında etk­ileşime bağlı olması
de yüksek, diğer yerlerde ise normal olabilir. kuşku götürmemektedir. Bununla birlikte sa­
Bu konudaki yayın­ların biraz çelişkili olmasına dece tek bir çalışma, reak­tivitenin insanlardaki
rağmen (Gerin ve ark., 1994; Swain ve Suls, yüksek tansiyonu yordadığını göstermiştir ve bu
1996’ya bakınız), laboratuardaki stresörlere ve­ çalışmadaki katılım­cılar hipertansif ailelerin ço­
rilen cevapla doğal ortamdaki reaktiviteyi kar­ cuklarıdır (Falkner ve ark., 1981).
şılaştıran araştırmalar bazı ilişkilerin olduğunu Bu alandaki bilgilerimizin ilerlemesi, kan ba­
göstermiştir (Pollak, 1994). sıncı reaktivetisine yönelik daha incelikli ana­
Reaktiviteden yüksek tansiyonu yordayan lizler yapılmasını gerektirebilir. Örneğin art­mış
araştırmalar nasıl sonuçlar vermişlerdir? Bura­ reaktivite hem sempatik sistemin artan aktivas­
da da bazı çelişkiler vardır, ancak iyi yürütülmüş yonu hem de parasempatik sistemin aktivas­
bir araştırmanın (Light ve ark., 1992) sonucu yonunun azalmasından kaynaklanabilir. Hangi
olumludur. Tepkileri yavaş olduğu koşulda şok faktörün yükselen reaktivite ürettiğini bilmek,
verileceğiyle tehdit edilen deneklerden kardiyo­ yordamanın doğruluyla ilişkili olabilir (Miller,
vasküler ölçümler alın­mıştır. On onbeş yıl sonra 1994). Benzer biçimde, kan basıncı değişimleri­
yapılan izlemede deneklerin hem muayeneha­ ne yol açan laboratuar stresörleri, soğuğa maruz
nede hem de bir gün içindeki (özel bir alet ta­ bırakma gibi fiziksel zorlamalar­dan, kızdırılma /
kılarak kalp hızı ve tansiyon birkaç kez ölçüle­ sataşılma (harrased) ya da zor aritmetik soru­
rek) kardiyovasküler işlevleri ölçülmüştür. Daha larını çözme gibi daha bilişsel olanlara uzanan
önce alınan kardiyovasküler ölçümlerin hepsi boyutta değişkenlik göster­mektedir. Stresör tipi,
(kalp hızı, sistolik ve diastolik kan basıncı) kan hangi reaktivitenin ortaya çıkacağı mekanizma­
basıncını yordamış ve en kuvvetli yordayıcının sını belirlemektedir ve bu nedenle dikkate alın­
kalp hızı reaktivitesi olduğu bulunmuştur. Daha ması gereken önemli bir değişkendir (Sundin ve
da önemlisi bu ölçümlerin ailede yüksek tansi­ ark., 1995). Şu dönemdeki araştırmalar bu her
yon ölçüsü gibi standart klinik yordayıcılardan iki boyutta da devam etmektedir.
daha iyi yordayıcı olmasıdır.
Yüksek tansiyonda reaktivitenin hazırlayıcı KORONER KALP HASTALIĞI
bir faktör olmasına odaklaşmak, araştırmacıları, Koroner kalp hastalığı (KKH), ‘anjina pek­
artan kardiyak reaktivitenin, Afrika kökenli Ame­ toris’ ve ‘miyokart enfarktüs’ (kalp krizi) olmak
rikalılarda görülen hastalık riskinin art­masıyla üzere iki temel biçimde görülür.
ilişkili olup olmadığı sorusuna da yön­lendirmiştir.
Şu ana kadarki en iyi boylamsal çalışma, 3. sı­ HASTALIĞIN ÖZELLİKLERİ
nıftan, 9. sınıfa kadar, geniş bir çocuk katılım­ Anjina pektorisin belirtileri zaman zaman
cılardan oluşan örneklemin izlendiği çalışmadır. gelen, genellikle göğüsün arkasında hissedi­
Afrika kökenli Amerikalı çocuklar, tutarlı olarak len ve sol omuz ve kola yayılan ağrılardır. Bu
200 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

şid­detli ağrı nöbetlerinin nedeni kalbe yeterli KRONER KALP HASTALIĞINA


mik­tarda oksijen gitmemesidir. Bunun da nede­ YATKINLIK
ni koroner arteroskleroz, yani yağlı kalıntıların Geleneksel risk faktörleri, koroner kalp has­
koroner damarı daraltmasıdır. Anjin genellikle talığı etiyolojisinin en azından yarısını açıkla­
fiziksel ya da duygusal zorlamayla ortaya çıkar yamamaktadır (Jenkins, 1976). Aslında insan­
ve dinlenme ve ilaçla geçer. Anjin atağı nadiren lar, aşırı şişmanlık (obesity), beden hareketleri
kalp kaslarında ciddi bir hasara yol açar. Önce­ki yapma alışkanlığının pek yerleşmemiş olması,
kan akışı azalmış ancak kesilmemiştir. yağlı yiyecek tüketimi ve sigara içmek gibi et­
Miyokart enfarktüs çok daha ciddi bir bo­ kenlere, şimdilerde olduğundan daha az önem
zukluktur ve Amerika Birleşik Devletleri’nde vermişlerdir. Bununla birlikte, daha önce­ki yıl­
ölümün önde gelen nedenlerindendir. Anjina larda KKH oranı daha düşüktü. Üstelik insanla­
pektoris’de olduğu gibi enfarktüs de kalbe yeterli rın yağlı besinleri daha fazla tükettikleri ve daha
oksijen gitmemesine bağlıdır. Oksijen azlığı an­ fazla sigara tükettikleri Midwest’de (Amerika’da
jina pektoristen daha ciddidir ve arteroskleroza bir bölge), Amerika’nın daha endüstrileşmiş böl­
bağlı olarak kalbin yeterli kanla beslenmemesi gelerine göre KKH oranı daha düşüktür. Paris’i
ya da kalıntılar veya kan pıhtısıy­la kalın bir ko­ ziyaret eden biri, Fransız nüfusunun büyük
roner damarın aniden tıkanmasıdır. İki durumda çoğunluğunun sigara tiryakisi olduğunu ve bol
da kalp kasları ölür. yağlı yiyecekler tükettiklerini fark edecektir. Bu­
Amerikan Kalp birliği KKH ile ilgili yedi faktör nunla birlikte, KKH Fransa’da daha düşük görü­
öne sürmektedir (Insull, 1973): (erkekler daha lür: Neden?
fazla risk altındadırlar) KKH’ye hazırlayıcı etkenlere yönelik araştır­
• yaş malar, psikolojik faktörlere odaklaşmaya başla­
• cinsiyet mıştır. KKH ve psikolojik faktörlerle bağlantısı­
• sigara içmek na ilişkin çağdaş kanıtlar, Meyer, Friedman ve
• yüksek kan basıncı Ray Rosenman (Friedman, 1969; Rosenman
• yüksek kolesterol düzeyi ve ark., 1975) isimlerinde iki kardiyolog tara­
• elektrokardiyogramda görülen kalpte sol fından yapılan incelemelerde edinilmiştir. On­
ventrikülün büyümesi lar 1958’de koroner-bağlantılı davranışı, A tipi
• diyabet (şeker hastalığı) davranış örüntüsü olarak adlandırmışlardı.
Kalp hastalığı riski genel olarak bu faktörlerin A tipi kişilerin başarı ve ilerleme için yoğun
ve rekabetçi güdüleri vardır ve abartılmış za­
sayısı ve ciddiyetiyle artar.
man baskısı duyusu ve acele etme gereksinimi
görülür; başkalarına karşı oldukça saldırgan ve
STRES VE MİYOKARD ENFARKTÜS düşmanca davranırlar. A tipi kişil­er işlerine aşırı
Ağır fiziksel hareketler ve öfke nöbetleri, kısa düşkündürler, sıklıkla iki işi bird­en yapmaya kal­
vadede miyokart enfarktüsü (ME) tetikleyebilir karlar ve bir işin iyi olması için o işi kendilerinin
(Mittleman ve ark., 1995). Evlilik çatışması ve yapması gerektiğine inanırlar. Kuyrukta bekle­
maddi endişeler gibi daha kronik stresörler de meye katlanamazlar ve kazan­mak için her yolu
ME ile ilişkilidir. Son zamanlarda ilgi, yaygın denerler; karşılarındaki çocuk olsa bile sabırsız
olarak ME ile birlikte görülen ve gelecek kriz­ ve saldırgandırlar. Çabuk düşünür, çabuk konu­
leri yordayan depresyon üzerine odaklaşmıştır şurlar, dizlerini sallarlar; parmaklarını hareket
(Carney ve ark., 1995; Lesperance, Frasure- ettirip ayaklarını sallar, gözlerini çabuk çabuk
Smith ve Talarc, 1996). En çok çalışılan stresör­ kırparlar. Etraflarını fark edemeyecek ve gü­
lerden biri, iş zorluğu (job strain) durumu (Ka­ zelliklerle ilgilenemeyecek kadar meşguldürler.
rasek, 1979), kişinin yüksek düzeyde taleplerle Başarılarının çetelesini, yazılan makale sayısı,
karşılaştığı; kendisinden çok az zamanda fazla bitirilen projel­er ya da biriktirilen maddi eşyalar­
iş yapmasının beklendiği; yanı sıra inisiyatifin la tutarlar. Bazıları süregelen başarma mücade­
az olduğu ve bireyin işle ilgili becerilerinin tam lesinin altta yatan güvensizlik ve benlik saygı­
olarak sergilenmesine olanak tanınmadığı du­ sının azlığıyla güdülendiğini ileri sürmektedirler
rumları içermektedir. Çoğu araştırma yüksek (Price, 1982; Williams ve ark., 1992).
düzeyde iş zorluğunun, ME için yüksek risk ile İkinci davranış örüntüsü ise B Tipidir. B
eşleştiğini göstermektedir (Schall, Landsbergis tipi kişiler daha sakindir ve bu tip baskıları
ve Baker, 1994). hisset­mezler. A tipi ve B tipi bireylerin değer­
KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 201
√√

lendirilmesi, ihtirasın şiddeti, rekabet, bitiril­ yıcı gücü sınırlı olabilir. Örneğin, Williams ve
mesi gereken işlerin aciliyeti ve saldırganlıkla arkadaşları (1986) A tipinin yalnızca elli yaşın
ilgili soruların sorulduğu yapısal görüşmelerle altındakilerde koroner arter hastalığını yordadı­
yapılmıştır (Rosenman ve ark., 1964). Sonraki ğını buldu. Hatta elli yaşın üstündeki B tipi kişi­
dönemlerde kendini değerlendirme araçları da ler daha ağır hastalandılar! Böylece, uzun yaş
geliştirilmiştir. Bununla birlikte artık biliyoruz ki, menzili olan araştırmalarda veriler yaşlara göre
kendini değerlendirme araçları, yapılandırılmış analiz edilmezlerse, A tipi koroner hastalık ilişki­
görüşme ile tutarlı olmayan sonuçlar vermekte­ sini göstermek olası değildir.
dir. A tipi davranış literatüründeki bazı tutarsız­ Toplam A tipi puanının, koroner-yönelimli
lıklar, daha çok ölçüm araçları arasında­ki faklı­ davranış ölçmenin en iyi yolu olmadığı olasılığı
lıklardan kaynaklanmaktadır (Matthews, 1982). da bulunmaktadır. Bu soruya başka bir cevap
Örneğin, KKH’na yol açması bakımın­dan anah­ arama yollarından biri de yapılandırılmış gö­
tar bir etken olarak görülmeye başlanan düş­ rüşmedeki maddeleri inceleyerek hangi­lerinin
manlık, yapılandırılmış görüşmelerde anketlere koroner kalp hastalığını yordadığını görmek­
göre daha iyi değer­lendirilmektedir (Weinstein tir. Matthews ve arkadaşlarının (1977) yaptığı
ve ark., 1986). araştırmanın verilerinin yeniden analizi, yalnız­
A tipi örüntünün geçerliği ile ilgili kanıtlar ca yedi maddenin kalp hastalığı geliştirenlerle
klasik Batı Grup Çalışma Birliği (Western Col­ geliştirmeyenleri birbirinden ayırt ettiğini bul­
laborative Group Study: WCGS)’den gelmek­ muştur. Verilerin daha ileri analizinde düşman­
tedir (Rosenman ve ark., 1975). Çift-kör ileriye lık, koroner kalp hastalığının en temel yordayı­
dönük bir çalışmada yaşları otuz dokuz ile elli cısı olarak bulunmuştur (Hecker ve ark., 1988).
dokuz arasında olan 3524 erkek sekiz buçuk yıl Düşmanlık ayrıca, strese karşı daha yüksek kan
izlenmiştir. 3154 kişi araştırmayı tamamlamıştır. basıncı reaktivitesiyle (Weidner ve ark., 1989)
Yapılandırılmış görüşmeyle A tipi olarak tanım­ ve daha yüksek kolesterol düzeyi (Weidner ve
lanmış bireyler, B tipi olarak tanımlananlardan ark., 1987) ve pıhtı oluşumunda önemli rol oyna­
iki kat daha fazla koroner kalp hastalığına ya­ yan plakaların (platelets) faaliyetinin artmasıyla
kalanmıştır. Ayrıca koroner kalp hastalığı olan ilişkili bulun­muştur (Markovizt ve ark., 1996).
A tipi erkekler diğer kalp hastalığı olan hastalar­ Başka bulgular da (örn., Almada, 1991; Willi­
dan beş kat daha fazla ikinci bir kalp krizi geçir­ ams ve ark., 1986) alaycılığın A tipi tablo­sunda
me olasılığına sahiptiler. Yüksek kolesterol, trig­ temel faktör olduğunu göstermiştir. Daha önce
liseridler ve lipidler, diabet, yüksek kan basıncı, MMPI da alaycı ve düşmanca tutum gösteren
sigara içmek, düşük eğitim düzeyi ve düşük eg­ maddeleri (örneğin, “Çoğu insan, kaybetmek­
zersiz düzeyi ile ebeveynde kalp krizi gibi kla­ tense kendi yararları için haksız yol­lara başvu­
sik risk faktör­lerinin de koroner kalp hastalığıy­ rur”) işaret etmiş olan yüksek A tipi deneklerde
la ilgili olduğu bulunmuştur; ancak bu faktörler koroner arter tıkanma miktarı ve koroner ölüm
kontrol edildiği zaman bile A tipi bireylerin kalp özellikle yüksek oranda görülmüştür. MMPl’ı 25
hastalığı geçirme olasılığı iki misli fazlaydı. yıl önce aldıkları zaman sağlıklı olan tıp öğren­
Son zamanlardaki araştırmalar A tipi dav­ cileri izlendiklerinde, başkalarına karşı alaycı­
ranışın yordayıcı olarak kullanımının uygun­ lık hissedenlerde daha yüksek oranda koroner
luğunu tam olarak desteklememektedir. Örne­ kalp hastalığı ve ölüm görülmüştür (Barefoot,
ğin çoğu araştırmada A tipi davranış örün­tüsü, Dahlstrom ve Williams, 1983). Diğer taraftan
ölümü ve ME’ü yordayamadı (Eaker ve ark., alay etme ile ilgili diğer bulgular, koroner kalp
1992; Orth-Gomer ve Unden, 1990; Shekelle hastalığındaki olası rolünü göstermektedir. Er­
ve ark., 1983). Diğer araştırmalarda anjiyo ile keklerde kadınlardan ve Afrika kökenli Ameri­
belirlenmiş koroner arter hastalığıyla kalılarda beyazlardan daha sıktır (Barefoot ve
A tipi arasında ilişki bulunamadı (Williams, ark., 1991).
1987). Ayrıca sosyal destek aramadan kaçınma,
Bu çelişkili bulguların çeşitli nedenleri var­ yüksek düzeyde bastırılmış kızgınlık, daha fazla
dır. İlk önce, bazı olumsuz bulgular, A tipinin alkol tüketimi ve şişman olmayla da ilgili bulun­
yapı­landırılmış görüşme ile değerlendirilmediği muştur (Houston ve Vavak, 1991; Miller ve ark.,
araştırmalardan edinilmiştir. Az önce değindi­ 1995).
ğimiz gibi, bu değerlendirmeler, A tipini ölçmek Henüz bu bulguların en iyi nasıl kavramsal­
için yeterli değildirler. İkincisi, A tipinin yorda­ laştırılacağı açıklığa kavuşmamıştır. Kritik bile­
202 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

lerden pompalanma kuvvetindeki farklılık­lar ar­


terleri örseleyebilir. Çeşitli araştırmalarca kalp
atış reaktivitesi ve koroner kalp hastalığı iliş­
kili bulunmuştur. Manuck, Kaplan ve Clarkson
(1983) ve Manuck ve ark. (1989) arteroskleroz
geliştirmek için özel bir diyet alan maymunları
incelediler. Hayvanlar laboratuar stres testine
göre yüksek ya da alçak kalp reaktörleri olarak
ikiye ayrıldılar. Sonuçta yüksek reaktörler düşük
olanlara göre iki kat daha fazla arteroskleroz ge­
liştirdiler. İnsanlarla yapılan bir araştırmada kalp
atış reaktivitesi 23 yıllık bir izleme çalışmasında
koroner kalp hastalığını yordadı (Keys ve ark.,
1971). Böylece kalp atımı reaktivitesi biyolojik
Anjiyogram, koroner damar hastalığını belirlemede kullanılan,
röntgen temelli bir tekniktir. Kasık içindeki bir damara bir
yatkınlık için makul bir aday durumundadır ve
katater sokularak kalbe doğru yönlendirilir. Daha sonra zerk az önce gördüğümüz gibi öfke ve kızgınlık türü
edilen boya hangi damarlarda tıkanma olduğunu gösterir. psikolo­jik yatkınlık ile ilişkilidir.

şen düşmanca tutum (hostilite) mudur? Yoksa ASTIM


MMPI maddeleriyle ölçülen alaycılık mıdır? Bu
meselenin aydınlatılması için daha fazla araştır­ Tom çocukluk döneminde sık astım nöbetleri geçirirdi.
ma gerekmektedir. Önemli bir sorun kullanılan Tom’un astımı çiçek tozlarıyla tetiklenirdi. Bundan dola-
terminolojideki belirsizliktir. Öfke, düşmanlık, yı her yıl bölgedeki bir hastanenin acil merkezini sık sık
kızgınlık, alaycılık ve bu kavramları değerlen­ ziyaret ederdi. Sıklıkla bronşite dönüşen soğuk almaları
olurdu. 10’lu yaşlarına geldiğinde, astım atakları neden­
diren ölçekler arasındaki birliğin düşük olması­
sizce kayboldu. Fakat 34 yaşında ataklar, geçirdiği za-
dır. Örneğin geniş bir erkek örneklemi üzerinde türre sonrasında daha şiddetli bir biçimde geri döndü.
yapılan 2 yıllık bir çalışmada ultrason ile arte­ Çocukluk nöbetlerinin aksine duygusal stres en belirgin
rosklerozisin gelişimi incelen­miştir (Julkunen ve başlatıcıydı. Bu hipotez doktorunun ondan, iki hafta bo-
ark., 1994). Öfke ve kızgın­lık 3 bileşende de­ yunca nasıl his­settiği ve nöbet öncesinde neler olduğuyla
ğerlendirilmiştir. ilgili günlük kayıtlar tutmasıyla desteklendi. Bu iki hafta
Bilişsel: Diğerlerine yönelik olumsuz inançlar boyunca 4 kez nöbet geçirdi. 3 tanesi işte patronuyla hoş
olmayan bir etk­ileşim, diğeri ise ailesinin ziyareti son-
Duygusal: Sabırsızlık ve huzursuzluk
rasında eşiyle yaptığı bir tartışma sonrasında meydana
Yaşantı: Öfkenin ifade edilip edilmediği gelmişti.

Ölçümler birbiriyle yüksek korelasyon göster­ Astım, sağlık harcamalarında 4 milyar dolar­
memiştir. Bu durum da, aralarındaki ben­zerliğe lık bir pay tutmaktadır ve okul devamsızlığına
karşın, bu terimlerin birbirleri yerine kullanıla­ neden olmaktadır. Diğer hastalıklardaki durum­
mayacaklarını açıkça göstermektedir. Duygusal ların aksine, astımdaki ölüm oranı 1979’dan
bileşen, arterosklerozisin gelişimini yordamaz­ 1987’ye iki kat artmış ve 1990’larda hiç bir iniş
ken, diğer iki bileşen yordamıştır. Bu çalışma işareti göstermemiştir. Bu artışın nedenleri bilin­
elbette bu konuda son sözü söyle­memektedir; memektedir (Parker ve ark., 1989), ama hava
ancak öfkenin KKH ile ilişkili olup olmadığını kirliliği gerçekten bir olasılıktır.
belirlemenin ne kadar karmaşık olduğunu gös­ Astımda hava geçitleri ve bronşlar daral­
termektedir. Diğer önemli mesele de öfke ve maktadır, böylece nefes alıp verme (özellikle
kızgınlığın kökenini belirlemektir. Bu konudaki nefes verme) oldukça güçleşir ve hırıltılı hal­
araştırmalar henüz başlangıç nok­tasındadır; dedir. Bu koşulda otonom sinir sisteminin para­
ancak göstergeler yüksek düzeyde aile çatış­ sempatik bölümünün başatlığı söz konusudur
masının varlığına işaret etmektedir (Matthews (Bölüm 4’e bakınız). Buna ek olarak akciğerde
ve ark., 1996). bağışıklık sistemine bağlı iltihaplanma görülür.
Biyolojik faktörler üzerine yürütülen araştır­ Bu da ödem ve mukus salgısının artmasına yol
malar, reaktiviteye odaklaşarak, yüksek tansiy­on açar (Moran, 1991).
çalışmalarında benzer gidişat göster­mişlerdir. Toplumun yüzde 2 ile 5’inin astımı olduğu
Kalp atışındaki aşırı değişme ve kanın arter­ tahmin edilmektedir. Astımı olanların üçte biri
ASTIM 203
√√

Bronşiyol

Atardamar Toplardamar

Hava hücresi
Hava
torbası
(kesesi)

Burun Hava hücresinden bir kesit


boşluğu

Burun
deliği Yutak Hava hücresi altındaki kılcal damarlar
Epiglotis
(kapak)
Özofagus
Gırtlak Kıkırdak halka
Nefes
borusu
Akciğer

Broş

Göğüs Diyafram
boşluğu

Şekil 8.7 Solunum sisteminin temel yapıları. Nefes borusu, akciğerler, bronş, bronşiyel ve hava hücresi ve yardımcı organlar. Astımda,
havanın geçtiği bölümler, özellikle bronşlar, daralır ve akciğerlerin içinde sıvı ve balgam oluşur.

çocuklardır, bunların da üçte ikisi erkektir (Gra­ HASTALIĞIN ÖZELLİKLERİ


ham ve ark., 1967; Purcell ve Weiss, 1970).
Astım nöbetleri zaman zaman ve değişen
Ergenliğin ortalarından itibaren astım oranı kız­
larda, erkeklere göre daha fazlalaşır (Sweeting, şiddetlerde görülür. Bazı hastaların nöbet sık­
1995). Williams ve McNicol (1969) 30.000 yedi lığı bazı polenlerin varlığıyla mevsimlere göre
yaşında Avustralyalı çocuğu incelediler. Belirti­ değişir. Hava yolları sürekli olarak tıkalı değil­
lerin başlama yaşıyla hastalığın süresi arasın­ dir; nefes sistemi kendiliğinden ya da tedavi ile
da yüksek korelasyon buldular. Eğer başlangıç nor­male döner. Bu yanıyla amfizem gibi kronik
yaşı 1 yaştan önceyse yüzde 80’i beş yıl sonra akciğer hastalıklarından ayrılır (Creer, 1982).
da astımlıydı. Başlangıç yaşı 3 ilâ 4 ise, beş yıl Solunum sisteminin temel yapıları Şekil 8.7’de
sonra %40’ı, 5 ilâ 6 ise 5 yıl sonra yalnızca %20 gösterilmiştir.
’si astımlıydı. Hastalık ne kadar erken başla­ Çoğunlukla, astım nöbeti aniden başlar. Astı­
mışsa o kadar uzun sürmektedir. mı olan kişi göğsünde sıkışıklık hisseder, öksü­
204 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

faktörlerin rolü vak’a öyküleri ve kuşkulanılan


alerjenlerle yapılan deri ve solunum reaksiyonu
testleriyle değerlendirilmiştir. Deneklere ayrıca
hangisinin ne olduğu bilinmeden hem alerjenler
hem de nötr maddeler verilmiştir. Enfeksiyonun
önemi vak’a öyküleriyle, röntgenle, balgamın
incelenmesiyle ve göğüste, burun, sinüslerde
enfeksiyon belirtilerinin araştırılmasıyla saptan­
mıştır. Psikolojik faktör­lerin olası önemi, vak’a
öyküleri ve doğrudan davranışsal gözlemlerle
değerlendirildi. Rees’in araştırmasının temel
bulgusu astımın çok nedenli bir hastalık olarak
kavramsallaştırılmasının önemini göstermekte­
Astım atakları, sıklıkla bronş tüplerinin içine doğru sıkılan buğu
spreyleriyle geçirilmektedir. dir. Tablo 8.4 de görüldüğü gibi vak’aların yal­
nızca %37’sinde psikolojik faktörler başat ne­
den olarak bulun­muştur. Vak’aların %30’unda
rür, hırıltılı nefes alır ve balgam çıkarır. Şiddetli psikolojik faktör­lerin tamamen önemsiz olduğu
bir nöbet gerçekten de çok korkutucu olabilir düşünülmüştür. Bu, astımın her zaman psiko­
ve panik atağa neden olabilir (Kinsman ve ark., somatik bir hastalık olmadığını kuvvetle göster­
1974). Astımlı nefes alıp vermede büyük güçlük mektedir.
çeker ve boğuluyormuş hissine kapılır. Hışırtılı, Rees’in verileri ayrıca astımın nedenlerinin
hırıltılı nefesler ve öksürük his­settiği dehşeti ar­ öneminin yaşa göre değiştiğini ortaya koydu.
tırır. Bu çabalardan yorgun ve bitkin düşerler ve Beş yaşından küçük olanlarda enfeksiyon ön
nöbet biraz hafifleyince uykuya dalarlar. planda gelmektedir. Altı yaşla on altı yaş arasın­
Astımlının nefes vermesi normalden daha da enfeksiyon yine ön plandaydı ancak psiko­
uzun zaman alır ve rale denen hışırtılı ses gö­ lojik faktörler önemini arttırıyordu. On altı yaşla
ğüste duyulur. Belirtiler bir saat veya saatler­ altmış beş yaş arasında psikolojik faktör­lerin
ce hatta günlerce sürebilir. Nöbetler arasında önemi otuz beş yaşa kadar azaldı ancak daha
anormal belirtiler gözlenmez ancak hızlı nefes sonra yine önem kazandı.
vermeyle rale’ler stetoskopla işitilebilir.
ASTIMI ORTAYA ÇIKARTAN PSİKOLOJİK
FAKTÖRLER
ASTIMIN ETİYOLOJİSİ
Ancak, astım ilk başta alerji ya da enfeksiyon
Astımın gelişmesinde psikolojik faktörlerin nedeniyle ortaya çıksa da psikolojik stres, nö­
önemi tartışma konusudur. Bazıları duyguların betleri kışkırtmaktadır. Kleeman (1967) 18 ay­
her zaman işin içinde olduğuna inanırlar. Diğer­ lık bir sürede 26 hastayla görüşmeler yaptı. Bu
leri, olası nedenleri üç kategoriye ayır­maktadır: hastaların bildirdiğine göre nöbet­lerinin %69’u
alerjik, enfeksiyon ve psikolojik (Rees, 1964). duygusal nedenlerle başlamıştı.
İlişkili bir faktör sigara dumanı ve hava kirliliği Otonom sinir sistemi (OSS) ve solunum yol­
gibi tahriş edicilerdir. larının yapı ve genişliği (dilation) arasındaki
Solunum sistemindeki hücreler polen, küf, bağlantıdan dolayı ve OSS ile duygular arasın­
kürk, toz gibi maddelere ya da alerjenlere du­ daki ilişkiden dolayı, çoğu araştırma duygusal­
yarlı olabilir ve böylece astımı başlatabilir. Ak­ lığa odaklaştı. Araştırmalar genellikle astımlı
ciğer enfeksiyonları, çoğunlukla akut bronşit, bireylerde yüksek oranda duygusallık buldu­
solunum sistemini astıma yatkın kılabilir. Engel­ lar. Laboratuardaki stresörler karşısındaki yüz
leme, kızgınlık, depresyon ve beklenen bir he­ tepkileri daha şiddetli ve görüşmeler sırasında
yecanla ortaya çıkan kaygı ve gerginlik astımı uyumsuz oldukları kadar, daha düş­manca (kız­
başlatabilecek psikolojik faktörlerden örnekler­ gın) ve çaresiz olarak değer­lendirildiler. Kişilik
dir. testlerindeki kendini bildirim­leri, yüksek düzey­
Galler’de Cardiff’de 388 astımlı çocuk üze­ de duygusallık göstermek­teydi (Lehrer, Isen­
rinde yapılmış olan klasik bir çalışmada, ço­ berg ve Hochron, 1993).
cukların nöbetlerinin nedenlerine göre ikiye Bu verileri yorumlarken bu duygusallığın
ayrıldıkları bulunmuştur (Rees, 1964). Alerjik bir bölümünün, böylesine kronik bir hastalığın
ASTIM 205
√√

olmasına bir tepki olabileceğini de söylemek 30

mümkündür. Ancak araştırmalar, duygusal uya­


rılma ile astım nöbeti arasında, duygunun nöbe­
ti harekete geçirmedeki rolüne işaret eden açık

Astımlı çoukların yüzdesi


20
bir zamansal örüntü de göstermişlerdir (Hyland
ve ark., 1990).

AİLENİN ROLÜ 10

Astımı başlatan ya da nöbeti harekete ge­


çiren psikolojik stres kaynaklarından biri, ça­
tışmalı ebeveyn-çocuk ilişkisidir. Bir araştır­ma, 0
astımı olan 150 hamile kadını incelemiştir (Klin­ Düşük
Stres
Yüksek
Stres
Düşük
Stres
Yüksek
Stres
nert, Mrazek ve Mrazek, 1994). Araştırmacılar, Ebeveynlik sorunları yok Ebeveynlik Sorunları

kalıtımsal risk altındaki çocuk­ların aile özellik­ Şekil 8.8 Ebeveynlik sorunlarının ve önceki stresin, astımlı
lerini de incelemek istemişlerdir. Aileler, bebe­ çocukların sayısı üzerinde etkisi. Anneleri yüksek düzeyde strese
maruz kalan çocuklar ve ebeveynlik sorunları olan ailelerde
ğe ilişkin tutumların, duyarlılık­larının, ebeveyn yaşayanlar yüksek oranda astım sergilemektedirler. Klinnert,
görevlerinin bölüşülmesinin ve herhangi bir Mrazek, ve Mrazek (1994).
duygusal bozulmanın varlığının değerlendiril­
mesi için, doğumun üçüncü haf­tasından itiba­
ren görüşmeye alınmışlardır. Annelerin geçen Bazı çocuklarda evde­ki duygusal faktörler astım
bir yıl içindeki stres miktarları da incelenmiştir. nöbetinin ortaya çık­masında önemli olsa da di­
Çocuklar üç yıl boyunca yakından takibe alın­ ğerlerinde hastalık ilk önce aileyle ilgili olmayan
mışlar ve astım sıklığı daha önce kaydedilen nedenlerle başla­makta ve daha sonra ebeveyn­
aile özellikleriyle ilişkilendirilmiştir. Sonuçlar, as­ ler, bilmeden bazı belirtileri ödüllendirmektedir­
tımın, anneleri yüksek oranda stres yaşayan ve ler. Örneğin, ebeveynler, astımlı çocuklarının
sorunlar yaşadıklarını belirten ailelerin çocukları yemeklerini kendileri yedirebilirler ve astımdan
arasın­da yüksek oranda olduğuna işaret etmiş­ dolayı onlara özel muamele yapabilirler.
tir (Şekil 8.8’e bakınız). Ancak araştırmaların
hep­sinde ana baba ilişkilerinin astımda önemli FİZYOLOJİK YATKINLIK
olduğu bulunmamaktadır (Eiser, Town, ve Tripp, Rees (1964) incelenen astımlıların %86’sının
1991). Daha önceleri, Gouthier ve arkadaşları astım gelişmeden üst solunum yolu enfeksiyonu
(1977, 1978) astımlı küçük çocukları ve annele­ geçirdiğini bulmuştur. Kontrol deneklerinin yal­
rini çeşitli envanterler, görüşmeler ve gözlemler nızca %30’u bu şekilde hasta­lanmıştı. Bu araş­
yaparak incelediler. Çocukların ve annelerinin tırma, zayıf bir organın kalıtsal olarak geçmesi,
çoğu uyumlu bulundu. Çocukların gelişim dü­ bir reaksiyon örüntüsünün gelişmesi ya da her
zeyi yaşlarına göre normaldi, bağım­sızdılar ve ikisinin de astımın etiyolojisinde rol oynadığına
çevreleriyle başa çıkabiliyorlardı. kanıt oluşturmaktadır.
Gözden geçirdiğimiz araştırmalar, astım­lıların Astımı birincil olarak alerjik olanlar aşırı du­
aile yaşamının hastalıklarındaki rolü üzerinde yarlı solunum mukozasını kalıtsal olarak al­
tutarlı bilgi vermemektedir. Bundan başka aile maktadırlar, böylece toz ve polen gibi zararsız
ilişkilerinin astımda önemli olduğunu düşünsek maddelere aşırı tepki verirler. Astımın sıklığının
bile çeşitli ailesel faktörlerin nedensel mi yoksa kalıtımsal yatkınlıkla tutarlı ailesel örüntü gös­
sürdürücü etkenler mi olduğunu söyleyemeyiz. terdiğiyle ilgili kanıtlar vardır (Konig ve Godfrey,
1973). Son olarak da astımlıların sempatik sinir
sistemlerinin normalden daha az cevap verme­
TABLO 8.4 Alerjik, Bulaşıcı ve Psikolojik Faktörlerin leriyle ilgili bazı göstergeler vardır (Mathe ve
Astımın Etiyolojisindeki Göreceli Önemi
Knapp, 1971; Miklich ve ark., 1973). Sempatik
Göreceli Önemi, %
sinir sisteminin aktivasyonunun astım nöbetinin
Faktörler Baskın İkincil Önemsiz
şiddetini azalt­tığı bilinmektedir. Son olarak, iki
Alerjik 23 13 64
çalışma, astım­lıların, normal bireylerde görül­
Bulaşıcı 38 30 32 meyen bir biçimde, kanlı filmlere bronş daral­
Psikolojik 37 33 30 ması ile tep­kide bulunduklarını bildirmişlerdir
Kaynak: Rees, 1964’den (Lehrer ve ark., 1993 tarafından gözden geçi­
206 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

rilmiştir), Bu da onların solunum sistemlerinin atik duyarsızlaştırma, akılcı duygusal terapi ve


astım nöbeti geçirecek yönde tepkide bulundu­ kendini ortaya koyma eğitimi). Örneğin Lehrer
ğunu göster­mektedir. ve ark. (1994) gevşeme egzersizlerini astımlı
Sonuç olarak, yatkınlık-stres açıklaması bir çocukların daha iyi nefes verebilmeleri (exhale)
kere daha psikofizyolojik bozuklukla ilgili verile­ eğitiminde başarıyla kulandılar. Davranış pro­
re uymaktadır. Bir kere solunum sistemi astım vası ve davranışa şekil verme teknikleri, bire­
için yatkın olunca çeşitli psikolojik stresörler yat­ yin zor durumlar karşısında daha az duy­gusal
kınlıkla etkileşime girerek hastalığı ortaya çıkar­ bozulma ile tepkide bulunmayı öğren­mesinde
tabilir. yardımcı olabilir. Bölüm 18’de tekrar üzerinde
durulacak olan davranışsal tıp alanı, hastalığa
PSİKOFİZYOLOJİK etkisi olan alışkanlıkların azaltılmasına yönelik
tedavileri önemli bulmaktadır. Örneğin davra­
BOZUKLUKLARDA TEDAVİ nışsal tıp alanındaki tıbbi sorunların düş­manı
olan sigarayı bırakma yolları üzerinde çalışmak­
Psikofizyolojik bozukluklar gerçek fiziksel tadır. Fazla kilo almak, özellikle yaşlan­maya
hastalıklar olduğu için iyi bir psikoterapötik yak­
başlandıkça, koroner kalp hastalığı ve yüksek
laşım bir hekimle yakın konsültasyonu gerek­
tansiyon gibi hastalıklara etkide bulunabilir, do­
tirir. Yüksek kan basıncı biyolojik nedenli de
layısıyla davranışsal tıp uzmanları, en azından
olsa ya da, esansiyel yüksek tansiyonda olduğu
kısa vadede umut verici sonuçlar veren kilo ver­
gibi, psikolojik strese de bağlı olsa, çeşitli ilaçlar
me programlarına yönelmişlerdir (Brownell ve
arterlerin kasılmasını azaltabilir. Astım nöbetleri
Wadden, 1992). Astımlı kişilere yardım etme
ya nefes yoluyla ya da enjek­siyon şeklinde alı­
yollarından biri de onlara nöbetleri daha iyi ta­
nan ve bronşları açan ilaçlarla yatıştırılabilirler.
nımada yardımcı olmaktır. Birçok hasta belirti­
İlaçların belli bir beden siste­minde gerçekleştir­
lerini tanıyamaz ve uygun olarak davranamaz.
diği sıkıntıyı ve zararı azalt­ma azımsanamaz.
Ancak belirtilere daha duyarlı ola­bilir ve tedavi
Çoğunlukla, yaşam koruyu­cudurlar. Ancak ruh
rejimini daha etkili uygularlar (Creer, Renna ve
sağlığı personeli ve doktor­lar ilaçların belirtileri
Chai, 1982).
düzettiğinin, ancak bireyin psikolojik strese ver­
diği duygusal tepkisini etkilemediğinin farkın­
dadırlar. Eldeki kanıtlar belli bir organın bozul­ Biyolojik geribildirim, psikofizyolojik hastalıkların tedavisinde
sıkça kullanılır. Fizyolojik süreçler hakkında doğru bilgi
masında kalıtsal faktör­lerin önemini gösterseler sağlamaktadır. Bu bilginin de hastanın bu süreçleri daha iyi
dahi, bireylerin psikolojik olarak cevap vermele­ kontrol etmesine olanak vereceği beklenmektedir.
rinin önemi psikoterapötik müdahalenin uygun
olduğunu düşündürmektedir.
Çeşitli yönelimli terapistler, psikofizyolojik
bozukluklarda çekilen sıkıntının giderilmesinde
en genel şekliyle kaygı ve kızgınlığın azaltılması
üzerinde anlaşırlar. İster yüksek tansiyon olsun
isterse astım ya da kalp hastalığı, bozuklukların
kaygı ya da kızgınlık sonucu olduğu düşünülür.
Psikanalitik yönelimli terapistler, diğer kaygı bo­
zukluklarında olduğu gibi, serbest çağrışım ve
rüya yorumu gibi teknikleri kullanarak hastaların
korkularının çocuksu kaynaklarıyla yüzleşmesi­
ne yardımcı olmaya çalışırlar. Franz Alexander
gibi ego analistleri ise çeşitli bozuk­lukların al­
tında duygusal durumların yattığına inanmak­
tadırlar. Böylece dışa vurulmamış kızgınlıkla
yüklü olduklarını düşündükleri esan­siyel yüksek
tansiyonlu kişileri kendilerini ortaya koymaya ve
kızgınlıklarını boşaltmaya yüreklendirirler.
Davranışçı ve bilişsel terapistler kaygı ve
kızgınlığı azaltmak için gerilimin kaynağına
bağlı olarak bilinen işlemleri kullanırlar (sistem­
PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA TEDAVİ 207
√√

Hastaların, kalp atımı, kan basıncı, beyin dal­ Bu literatürdeki ilginç ve çelişkili görünen
gaları, cilt ısısı ve diğer beden işlevleri hakkın­ soru, kolesterol düzeyinin düşük olmasının da
da, başka türlü sağlanamayan, anında ve tam olumsuz fizyolojik ve psikolojik etkilerinin olup
olarak bilgilendirildikleri, biyolojik geribildirim, olmadığıdır. Weidner ve Griffin (1995) tarafın­
aynı zamanda bir davranışsal tıp alanı işlemidir. dan yapılan yeni bir gözden geçirme çalışması,
Belirli bir içsel fizyolojik süreç, duyarlı bir elek­ kolesterol düşüklüğünün doğrudan olumsuz et­
tronik kayıt aracıyla taranır ve duyulur hale geti­ kisi olduğuna yönelik, en azından farmakolojik
rilir. Birey işitsel ya da görsel bir sinyal boyunca olmayan türde, bir kanıt bulunmadığını göster­
sürecin hızının yüksek mi, düşük mü ya da tam mektedir. (Kolesterolün ve kan basıncının
normal mi olup olmadığını anlık olarak bilir. azaltıl­ması sürecinde, mide bulantısı, karın ağ­
Birçok araştırma, biyolojik geribildirim aracılı­ rısı, erkeklerde sertleşme sorunu, baş ağrısı ve
ğıyla bireylerin örneğin kalp atış hızını yüksele­ baş dönmesi gibi yan etkiler ortaya çıkabilmek­
bildiklerini, tansiyonlarını düşürebildiklerini gös­ tedir.) Bu istenmedik sonuçlar kişinin günlük ya­
termiştir (Blanchard, 1994; Elmore ve Tursky, şam kalitesini azaltmaktadır.
1978; Shapiro, Tursky ve Schwarts, 1970). Ha­ Fakat davranışsal değişimler kolesterolün
len belirgin olmayan biyolojik geri­bildirim ile kli­ düşmesi için gerekli olan istenmedik olumsuz
nik olarak anlamlı sonuçların alınıp alınamaya­ psikolojik etkilere yol açabilir mi? Bir kişinin di­
cağıdır. Biyolojik geribildirim Bölüm 18’de daha yetini değiştirmesi kolay değildir! Kolesterol dü­
derinliğine tartışılacaktır. zeyinde sağlıklı bir farklılık yaratmak için yağ
alımında büyük değişiklikler yapmak gerekir.
YÜKSEK TANSİYONUN TEDAVİSİ Rafine edilmiş şekerin ve tuzun kesilmesi de
Yüksek tansiyona karşı kullanılan bazı ilaçla­ oldukça güçtür; çoğumuz, masamızın üzerinde
rın baş dönmesi, sersemlik hissi ve erkek­lerde bize bir kol mesafesinde duran bu maddeler ile
ereksiyon bozuklukları gibi yan etkileri olduğu büyümüşüzdür. Aramızda kim, zengin çeşitlilik­
ve bazı ilaçların hafif yüksek tansiyonda uzun teki çikolatalı tatlıların yerini kolayca doldura­
süreli kullanıldığında zararlı yan etkilerinin ol­ bilir? Düşük kolesterollü yiyecekleri sevmeyi
duğu tıbbi araştırmalarla ortaya konduğun­dan, öğrenmek stres ve genel bir hoşnutsuzluk yara­
sınırdaki esansiyel yüksek tansiyon için birçok tabilir. Neyse ki araştırmalar düşük yağ diyetiyle
farmakolojik olmayan tedavi biçimleri araştırıl­ kolesterolün azaltılmasının, psikolojik iyilik hâli­
mıştır. Çabalar, kilo verme, tuz alımının azaltıl­ ni (well-being) artırdığını göstermiştir (Weidner
ması, aerobik egzersiz ve alkol alımının sınırlan­ ve ark., 1992).
dırılması üzerine yöneltilmiştir. Bu tıbbi hedefle­ Buna göre diyet değişiklikleri mantıksız ve
rin her birinde davranışın değiştirilmesi bileşeni ulaşılmaz değiller; uygun bir biçimde düzenlen­
vardır ve bu hedeflere varma başarısı karışıktır miş psikososyal diyet müdahaleleri, insanların,
(Dubbert, 1995; Foreyt, 1990). Örneğin tuz alı­ kardiyovasküler hastalık riski azaldıkça, kendi­
mını azaltan ve kilo kaybı sağlayan diyet deği­ lerini daha iyi hissetmelerini sağlayabilir. Ve ko­
şiklikleri, hipertansif hastalardaki kan basıncının lesterolü düşüren türde bir diyet kilo kaybını da
azaltılmasında yararlıdır (Jeffrey, 1991). Umut sağladığı için fazla kilolardan kurtulmak isteyen
verici olmasına rağmen aerobik hareketleriy­ bireylerde psikolojik iyileşmeyi de artır­maktadır
le ilgili bulgular daha belir­sizdir; potansiyel (ve (O’Neil ve Jarell, 1992).
pratik amaçlar için de iste­nen) bileşen devamlı Başka bir psikolojik yöntem, yüksek tansi­
yapılan aerobik egzersiz­lerinin metabolizmayı yonlu kişilere birincil olarak kas rahatla­ması ve
harekete geçirerek kilo verilmesini sağlaması­ bazen biyolojik geribildirim desteğiyle sempatik
dır. Kilo vermek, tuzu azaltmak ve düzenli hare­ sinir sistemi uyarılmasını azaltmayı öğretmek­
ket yapmanın, zararlı kolesterol düzeyini düşür­ tir (Benson, Beary ve Carl, 1974; Blanchard,
mek gibi ek bir yararı da vardır. 1960’lardan beri 1986). Burada da sonuçlar karışıktır
ABD’de, ilaçlar ve diyet ile kolesterol düzeyinde (Kaufman ve ark., 1988) ve gevşeme eğiti­
belirgin düşüşler gözlenmektedir ve bu durum minin etkilerinin kalıcılığı kuşkuludur (Patel ve
kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle görülen ark., 1985). Bu yaklaşımın başarısı sonunda
ölüm oranındaki azalmayı da beraberinde getir­ muhtemelen kazanılan gevşeme becerisinin
mektedir (Holme, 1990; Johnson ve ark.,1993; kullanılmaya devam etmesine, bu da bireyin
Weidrer ve Griffin, 1995). motivasyonunun sürmesine bağlıdır.
208 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

ODAK 8.2 KANSER İLE BAŞETMEK

Kaygı ve depresyonu azaltmaya ve mücadelecilik veren, ölümü ve ölmeyi açık açık konuşabildikleri ve
kazandırmaya yönelik müdahalelerin kanser ile baş ölüm karşısında hayatı olabildiğince tam yaşama ko-
etmede yardımcı olduğunu gösteren kanıtlar giderek nusunda birbirlerini yüreklendirdikleri, destekleyici
artmaktadır (Stolbach ve ark.,1988; Telch ve Telch, grup terapilerine katılmışlardır. Bu hastalar, ailele-
1986). (Odak 15.3 çocuklarla yapılan böyle bir ça- riyle olan iletişimlerinde de yol kat etmişler ve ağrıyı
lışmayı aktarmaktadır). Pasif olmayan bir tutum bile kontrol etmek, yorgunluğu, kaygı ve depresyonu azalt-
kanser ile yaşama kapasitesini artırmaktadır (Greer, mak için kendilerine hipnoz yapmayı da öğrenmiş-
Morris, Pettigale, 1979). lerdir (Spiegel, Bloom ve Yalom, 1981). On yıllık bir
Olumlu, iyimser bir tutum, kanser (Carver ve ark., izleme sonrasında, bu bir yıllık destekleyici grup tera-
1993) ve HIV-pozitif (AIDS) (Taylor ve ark., 1992) gibi pisi müdahalesinin, yaşam süresini gerçekten uzattığı
ciddi hastalıklarda bile, sorunla mücadelede önemli bulunmuştur. Kontrol grubu hastalarıyla karşılaştırıl-
rol oynar. Olumlu bir tutumun yaşamı tehdit eden has- dığında, grup terapi hastaları, iki kat daha fazla yaşa-
talıkları olan bireylere yardımcı olması mekanizması, mışlardır (Spiegel, 1980; Spiegel ve ark., 1989)*
bu tutumun uyumsal baş etme ile olan bağlantısıyla Spiegel ve arkadaşları bu bulguları -ki bu sonuç-
ilgili olabilir. Olumlu bakış sahibi bireyler -kendine lar pek beklenmiyordu ve grup terapi için bir tartışma
yeterlikleri yüksek bireyler gibi (Bandura, 1986)- risk konusu değillerdi- şöyle yorumladılar: Terapi, has-
azaltıcı davranışları daha fazla dikkate alıyor olabilir- taların duygu durumlarını iyileştirerek onların tıbbi
ler. Örneğin, AIDS’e yakalanmamak için riskli cinsel müdahaleye daha kolay uyum yapmalarını sağlamış
ilişkilerden kaçınıyor olabilirler ya da baypas ameli- olabilir ya da iştahlarını ve diyetlerini düzenlemiş
yatı sonrasında önerilen egzersizleri düzenli olarak olabilir. Ağrıyı kontrol etme becerisi de onlara fizik-
yapıyor olabilirler (Scheier ve Carver, 1987). sel olarak daha aktif olmalarında katkıda bulunmuş
Anderson (1992) tarafından yapılan titiz bir çalış- olabilir. Ve stresin bağışıklık sistemi üzerindeki etkile-
mada, özellikle kaygı ve stresin azaltılmasını amaçla- rine ilişkin daha önce aktarılan araştırma bulgularıy-
yan çeşitli psikososyal müdahalelerin, yaşamı tehdit la tutarlı olarak, terapi sosyal destek kanalıyla stresi
etme derecelerine göre gruplanan kanserler üzerideki azaltarak bağışıklık işlevlerinde düzelme yaratmış
etkisi incelenmiştir. Düşük ölüm riski taşıyan kanser- olabilir (House, Landis, ve Umberson, 1988; Levy ve
lerde (I. Dönem, II. Dönem, örn. lokalize olmuş göğüs ark., 1990).
kanseri), müdahaleler, huzursuzluk ve depresyonda az
miktarda düzelme sağlamıştır. Anderson bu bulguyu ÖNLEM ALMANIN DESTEKLENDİĞİ
şöyle yorumlamıştır: Bu tür kanserler, tıbbi müdaha- MÜDAHALELER
leye iyi yanıt vermektedir. Dolayısıyla sadece bu bil-
Psikolojik müdahaleler, sağlıklı davranışların
gi bile huzursuzluğun düzeyini azaltmakta, psikolojik
desteklenmesi, sağlıksız olanların desteklenmemesi
müdahale için geriye fazla bir şey kalmamaktadır.
yoluyla kansere yakalanmanın önüne geçme konu-
Yüksek ölüm riski altındaki kanser vak’aları üzerinde
yürütülen araştırmalar, bu vak’aların psikolojik mü- *
Şaşırtıcı, hatta hayrete düşürücü bulgular, profesyonel dergilerde
dahaleden daha fazla yararlandıklarını göstermiştir. basıldığında, editör bazen destekleyici bir yorum ekler. Bu Spiegel ve ark.’nın
Yüksek ölüm riski taşıyan kanserler için, müdahale (1989) çalışması için yapılmıştır. Sonuçların beklenilenden farklı olduğu
dikkate alınınca, editör, yöntem ve istatistik analizlere ilişkin özenle olumlu
etkisi daha güçlü bulunmuştur. yorumlarını belirtmiş ve “Spiegel ver ark., tarafından betimlenenlerin,
Psikososyal müdahaleler, son aşamadaki kanser ölümcül hastaların maruz kaldıkları, alternatif pratisyenler arasındaki daha
dini fanatiklerce önerilen, berbat diyetler, pahalı plasebolar ve zahmetli
hastalarının yaşam kalitesini artırabilir ve hatta ya- içgözlemler gibi hayatı düzene koymak amacının tam aksine en azından
şam süresini uzatabilir. Bir çalışmada, yaygınlaşmış hayatın değerini (yaşam kalitesini) artırdığını ifade ederek, okuyucuların
bu çalışmaya açık görüş içeren bir tutumla yaklaşmalarını önermiştir. Diğer
(metastaz) göğüs kanseri olan hastalar haftada bir, gruplar, kanserin psikososyal yönden ele alınışına entelektüel olarak dürüstçe
onlara birbirlerini anlama ve destekleme olanağı yaklaşmayı sürdürmelidirler” (Başmakale, Lancet, 14 Ekim, 1989).

DeQuattro ve Davison (Lee ve ark., 1987), grubuna verilen aynı tıbbi öneriler yapılmıştı.).
gevşemenin iki ay süreyle haftada bir eğitimi ve Ayrıca, bu etkiler daha önce yük­sek sempatik
her gün teyple evde uygulanması sonucunda aktivite gösterenlerde göster­meyenlere kıyas­
sınırda yüksek tansiyonlu kişilerde, diyet, tuzu la daha belirgindi. Bu sonuç Esler ve ark.’nın
kısıtlama, kilo verme gibi standart tıbbi öneriler (1977) hipotezini doğrular niteliktedir. Bu hipo­
alan kontrol grubundakilere göre, daha fazla dü­ teze göre yüksek tansiyonlu bireyler arasında,
şüşler bulmuşlardır (gevşeme grubuna, kon­trol sempatik uyarılmışlıklarının dinlenme düzeyi
PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA TEDAVİ 209
√√

bir anormalliği (fark edebilirsiniz) [fark edemeyebi-


lirsiniz].
Araştırmalar, KGM (yapan) [yapmayan] kadın-
ların, bir tümörü ilk döneminde, yani daha tedavi
edilebilir durumda yakalama şanslarını (artırdığını)
[azalttığını] göstermişledir (s. 504).
Farklı broşürlerin verildiği gruplar, KGM’ye yö-
nelik tutumlarında farklılık göstermemişlerdir. Bu-
nunla birlikte, olumsuz ifadelerin yer aldığı broşürleri
okuyan kadınlar, dört ay sonra, bu muayeneye daha
fazla yönelmişlerdir. Bu etkinin olma nedeni, düzen-
li olarak KGM yapmayanların cahil cesareti (igno-
rance-bliss) tutumunu benimsemeleri olabilir. Fakat
KGM yapmamanın olası olumsuz sonuçlarının daha
dikkat çekmesi, muayene yapmayı daha kabul edile-
bilir hâle getirmiş olabilir. Bu sonuç oldukça önemli,
çünkü çoğu broşür, KGM yapmanın olumlu yanlarını
Kadınları kendi-kendine göğüs muayenesine (KGM) teşvik vurgulamaktadır.
etmek, kanserin önceden yakalanması ve tedavi sonuçlarının Aklına getirmemek korur inancına olan eğilim,
daha iyi olmasını sağlayabilir. Burada Amerikan Kanser yani kansere yönelik nasıl önlem alınacağını bilme-
Derneği’nin, KGM’nin nasıl yapılacağına yönelik bir ilanı mek, kesinlikle akılcı değildir. Lerman ve arkadaşları
gösterilmektedir. tarafından yapılan bir araştırmada (Lerman ve Glanz,
suna da odaklanmaktadırlar. Bölüm 12’de aktarılan, 1997), insanların sağlıklarını artıran, onları hastalık-
insanlara sigarayı bırakmada yardımcı olan araştır- lardan koruyan uygulamalara yönelip yönelmemeleri-
ma programları örneğinde olduğu gibi. Diğer müda- ni belirleyen bu akılcı olmayan etkenlerin önemi vur-
haleler, kadınların göğüs bölgelerini kendi kendile- gulanmıştır. Yumurtalık kanserine yakalanma riskleri
rine muayene edebilmelerini (KGM) sağlamaktadır. yüksek olan kadınlar -aile öyküsü nedeniyle kalıtımla
KGM’deki temel zorluklardan biri, muayene sırasın- geçiş oranın yüksek olması- sağlıklarını artıracak uy-
da olumsuz bir sonuçla, yani bir kitle ile karşılaşma gulamaları daha az yerine getirerek paradoksal tep-
olasılığıdır. Mantıklı olarak, bu riski almak, alma- kiler sergilemişlerdir (Lerman ve Schwartz, 1993).
maktan daha iyidir. Fakat gerçek şudur ki, nahoş bir Benzer bulgular, bir göğüs kanseri taraması sırasında
şey öğrenme korkusu, bu muayeneyi yapmada önemli da bildirilmiştir (Lerman ve ark., 1993; Miller, Sho-
bir engel oluşturmaktadır (Mahoney, 1977). Ve risk da ve Hurley, 1996). Açıkça görülmektedir ki, yüksek
altındaki bir çok kadın (örn. birinci derecede akra- risk algısının yarattığı stres, akılcı baş etmeyi engelle-
balarında göğüs kanseri olanlar), düzenli olarak ma- mektedir ve bu gerilimi azaltmanın bir yolu, algılanan
mografi (meme röntgeni) yaptırmamaktadır (Vogel ve tehlikeyi azımsamak olarak görülür- kendini aldatma
ark., 1990). Meyerowitz ve Chaiken (1987) kadınların (self-deception) taktiği kısa süreli olarak sinirleri sa-
düzenli olarak KGM yapmalarını sağlama çabasıyla kinleştirebilir ancak uzun vadede ciddi sorunlar oluş-
KGM üzerine iki broşürü karşılaştırmışlardır. Her iki masına katkıda bulunur. Göğüs kanseri riskine odaklı
broşür de, göğüs kanserine ilişkin bilgileri ve nasıl bir psikolojik müdahale, bu tür bilişsel çarpıtmaları
KGM yapılacağı yönergesini içermekteydi. Aşağıdaki azaltabilir ve sağlığı artırıcı davranışları geliştirebi-
örneklerde, parantez içinde olumlu, köşeli parantez lir (Lerman ve ark., 1996). Örneğin, birinci derecede
içinde ise olumsuz koşullar aktarılmaktadır. akrabada kanser görülmüş olmasının, kaçınılmaz bir
KGM (yaparak) [yapmayarak] göğsünüzün sağ- felaketin habercisi olmaktan çok sağlığı korumaya yö-
lıklı durumunun nasıl olduğunu (öğrenip) [öğrenme- nelik adımların atılması fırsatını sağlayan bir durum
yerek], yaşınız ilerledikçe oluşabilecek herhangi ufak olduğu belirtilebilir.

yüksek olan bir alt grup vardır ve bu grup özel­ sinir sistemi uyarılması düşük düzeyde olan
likle gevşeme tedavisi gibi sem­patik uyarılmayı yüksek tansiyonlu hastalar, bilişsel tedavi yak­
yavaşlatan bu çeşit tedavilere duyarlıdır. laşımından daha fazla yararlanabilirler -onların
Bu bulgu, problem tipi ve müdahale biçimi yüksek tansiyonu sempatik sinir sistemlerinden
arasında uyum gerekliliğini ileri süren psiko­ çok akıllarında taşıdıkları düşüncelerle sürdü­
terapi ya da davranışsal tıp yayınlarının en­ rülüyor olabilir. Elbet de, sempatik uyarıl­manın
der örneklerinden biridir. Örneğin, sempatik bir dereceye kadar olumsuz bilişsel örüntülerle
210 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

sürdüğü ve bilişsel müdahalelerin bu uyarılma­ ile karşılaştırıldıklarında, onların bir yıl içinde
yı ve sonuç olarak yüksek tansiy­onu azaltmada kalp krizi geçirme riski %7.2 olarak gözlenmiştir
bir yol olduğu şeklinde mantık­sal bir seçenek de (Friedman ve ark., 1984; Friedman ve Ulmer,
vardır. Her iki durumda da, bilişsel müdahale­ 1984; Powell ve ark., 1984; Thoresen ve ark.,
ler, uyarılmayı ve sonrasında yüksek tansiyonu 1985). A tipi üzerinde yürütülen araştır­malarda
azaltmakta tek yoldurlar. ve de genel olarak psikofizyolojik bozukluklarda
Bilişsel değişmenin önemi ve ayrıca kızgın­ giderek artan önemiyle tutarlı olarak, düşmanlık
lığın rolüyle ilgili kanıtlar Lee ve arkadaşlarınca / kızgınlık duygularında azal­ma sağlanması, bu
kul­lanılan aynı verilere dayanarak Davison, Wil­ süreçte daha farklı bir öneme sahip olabilir (Ha­
liam ve ark. (1991) tarafından bildirilmiştir. İfade aga, 1987b).
ettikleri düşüncelerindeki kızgınlıkta da azalma
gösteren, sınırda yüksek tansiyonu olan kişile­ STRES YÖNETİMİ
rin kan basınçları da düşmüştür - ifade ettikleri A tipi davranışın değiştirilmesine yönelik
düşüncelerdeki kızgınlık azaldıkça tansiyonları araştırmalardan öğrenilen dersler, bu sürecin,
da düşmüştür-. Bu bulgu kızgınlık ve yüksek stresin azaltılması için çok çeşitli tekniklerin
tansiyon arasındaki bağlantıyı gösteren araştır­ kul­lanıldığı stres yönetimi alanı olduğudur.
malarla tutarlıdır. Stresin, bağışıklık sistemi bozukluğundan kay­
naklanan sorunlar gibi çok çeşitli tıbbi hastalık­
A TİPİ DAVRANIŞI DEĞİŞTİRMEK larda oynadığı rolün öneminin fark edilmesiyle
Öfke ve düşmanlık duygularının azaltılma­ birlikte, stres yönetiminin bağışıklık sistemi iş­
sı, A tipi davranış sergileyen bireylere yönelik levlerindeki stres ile ilişkili bozulmaları azalt­ma
müdahalelerin de temelini oluşturur. Geçtiğimiz stratejisi olarak da kullanımı açısından önemi
20 ila 30 yıl boyunca, A tipi davranış örüntüleri­ artmıştır (Zakowski, Hall, ve Baum, 1992; Bö­
nin değiştirilip değiştirilemeyeceğini belir­lemek lüm 14’deki HIV enfeksiyonu tartış­masına da
amacıyla çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu bakınız). Stres yönetimi, tansiyon, baş ağrısı,
çalışmalar, genellikle miyokart enfarktüs ya­
kanser, yüksek tansiyon ve kronik ağrı gibi di­
kınması olan erkekler üzerinde yürütülmüştür.
ğer pek çok hastalıkta da başarıyla kullanılmak­
Odak noktası, bu vak’aların geçirebilecekleri
tadır.
ikinci bir miyokart enfark­tüsün olasılığını azalt­
Stres yönetiminde çeşitli teknikler yer almak­
mak olmuştur. Bu çalış­malardan en kapsamlı
ta ve bir uygulama sürecinde, genellikle birden
olanlarından biri olarak Tekrarlayıcı Koroner
fazla teknik bir arada kullanılmaktadır (Davi­
Rahatsızlıkları Önleme Projesi’nde (Friedman
son ve Thompson, 1988; Lehrer ve Woolfolk,
ve ark., 1982) kullanılan teknikleri tartışacağız.
1993).
Bu çalışmada, katılımcılar daha yavaş ko­
Uyarılmanın azaltılması. Uyarılma (arou­
nuşmaları ve diğer insanları daha yakından din­
lemeleri konusunda uygulamalar yap­mışlardır. sal) azaltılmasında, bireylere kas gevşeme
Daha gevşemiş hissedebilmeleri için, görevleri egzersizleri konusunda eğitim verilir. Bu amaç­
haline gelmiş talepleri azaltma girişi­minde bu­ la bazen biyolojik geribildirim düzeneğin­den
lunmuşlar; daha az televizyon izlemişlerdir. Bu de yararlanılır. Kas geriliminin ya da belirli bir
davranış değişikliklerine ek olarak, katılımcılar, elektroensefalografik aktivite örüntüsünün da­
A tipi bireyler arasında yaygın olarak görülen kika düzeylerine göre takip edildiği karmaşık
inançları (yani, olayları doğrudan kişisel bir mey­ biyolojik geribildirim araçlarına mutlaka gerek
dan okuma olarak algılama ve A tipi davranışın olup olmadığı konusu açıklık kazanmamakla
yoğun olmasının başarı için gerekli olduğuna birilikte, bireylere derinlemesine gevşemeyi ve
inama), yumuşat­maya teşvik edilmişlerdir. bu beceriyi gerçek yaşam stresörleri karşısında
Bu araştırma, A tipi davranışın değişebile­ uygulamayı öğretmenin, stres düzeyinin azaltıl­
ceğini göstermiştir. Üç yıllık bir tedavi sonrasın­ masında yararı olabileceğini gösteren kanıtlar
da, tip A konusunda danışmanlık alan erkek­ vardır. Bağışıklık işlevinin gevşeme eğitimiyle
lerin, ikinci bir kalp krizi geçirme riskleri nere­ iyileştirilebileceğine ilişkin kanıtlar da elde edil­
deyse yarıya inmiştir. Sadece kardiyolojik da­ meye başlanmıştır (Jasnoski ve Kugler, 1987;
nışmanlık alan erkeklerdeki %13.2’lik risk oranı Kielcolt-Glaser ve ark., 1985). Bununla birlikte,
PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA TEDAVİ 211
√√

gevşeme egzersizlerinin uzun bir süre düzenli oturduğu bir mekânın, özel yaşama olanak ta­
yapılmadığı koşulda yararın kalıcılığı şüphelidir nıyan bölümlere dönüştürülebilmesi için yeni bir
(Davison ve Thompson,1988; Goldfried ve Da­ düzenlemeye gidilebilir.
vison, 1994; Zakowski ve ark., 1992). Psikofizyolojik bozukluklara odaklı terapi
Bilişsel Yeniden Yapılandırma. Ellis (1962) yaklaşımlarına yönelik gözden geçirdiğimiz li­
ve Beck’in (1976) bilişsel yeniden yapılandırma teratür, ki çoğu davranışsal tıp alanı altında
yaklaşımlarını içermektedir. Odak noktası, bi­ toplanabilir, soma ve psyche, yani beden ve ruh
reylerin inanç sistemlerini seçeneklendirmek ve arasındaki ilişkinin karmaşıklığını göstermiş­
entelektüel kapasitemizin duygularımızı ve dav­ tir. Bir döngüyle bu bölümde tam başladığımız
ranışlarımızı nasıl etkilediği varsayımına ilişkin yere geldik. Başka bir deyişle, bedensel ve zi­
mantıksal yorumlamalara açıklık kazandırmak­ hinsel süreçlerin birbirinden ayrılamaz olduk­ları
tır. Belirsizliğin azaltılması için bil­gilendirmek noktasına ulaştık. Stres, herkesin yaşamının bir
ve bireyin kontrol hissini güçlendirmek (6. Bö­ parçasıdır. Ne denli sorunlarla karşı karşıya bı­
lümdeki konulardan biri), stresin azaltılmasında raksa da, onunla baş etmenin ya da onu yönet­
da yardımcı olmaktadır. Genital herpes (uçuk) menin birçok yolunu öğrenmek sağlık­lılığımızı
lezyonları dâhil, çok çeşitli stres bağlantılı so­ arttırabilir.
runlarda, umut verici bulgular bildirilmektedir
(McLarnon ve Kaloupek, 1988).
Davranışsal Beceri Eğitimi. Eğer bir kişi
zorlayıcı bir görev için gerekli olan becerileri or­
taya koymakta yetersiz ise, tıkanıp kalmış his­
setmesi çok doğaldır. Stres yönetimi, zamanın
etkin kullanımı gibi genel durumların yanı sıra,
gerekli olan becerilerin öğretilmesi ve uygulan­
ması süreçlerini de içerir. Davranış, duygu ve
biliş arasında karmaşık bir etkileşim vardır ve
sosyal beceri eğitimi, çevresel stresler üzerin­
deki kontrolü geliştirerek, bireyin kendine yeter­
Stres yönetimine ilişkin bir toplum sağlığı psikolojisi yaklaşımı,
lik (self-efficacy) duygusunu (Bandura, 1986) bireyden çok çevre üzerine odaklaşır. Stresi azaltmak amacıyla,
arttırabilir (Rodin, 1986). bir işyeri, çalışanlara özel alanların yaratıldığı bölümlerin
oluşturulması biçiminde yeniden düzenlenebilir.
Çevresel Değişim Yaklaşımı. Sosyal deste­
ğin sağlık üzerindeki olumlu rolüne ilişkin olarak
bu bölümde daha önce sözü edilen araştırma­
lar, çevresel yaklaşımın ne olabile­ceğini göster­
mişlerdir. Eğer sosyal destek insanların sağlık­
larını korumalarında yardımcı olur ya da onlara
hastalıklarla baş etmelerinde yardım ederse,
daha iyi işlev görebilmek için böyle bir deste­
ğin katkısı olabileceğini varsay­mak mantıklı gö­
rünmektedir (sosyal desteğin kanser hastaları
üzerindeki rolü hakkında daha ayrıntılı bilgi için
Odak 8.2’ye bakınız).
Toplum sağlığı psikologlarının görevlerinden
biri de stres yönetimidir. Bireysel stratejilerin
amacı, bireyin belirli bir çevresel durumla baş
etmesinde yardımcı olmak olsa da, bazen bi­
rey öyle bir konumda olabilir ki, bu kez çevrenin
kendisi sorundur. Bu durumda en iyisi çevreyi
değiştirmektir. Örneğin bir iş yerinde, çalışanla­
rının hepsinin geniş ve herkese açık bir alanda
212 √√ BÖLÜM 8 - PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ

ÖZET
Psikofizyolojik bozukluklar kısmen psikolojik faktörler tarafından oluşturulan (özellikle stres) fizik­
sel hastalıklardır. Bu bozukluklar genellikle, solunum, kardiyovasküler, gastrointestinal ve endokrin
sistemleri gibi, otonomik sinir sisteminde yer alan organları etkilemektedirler. Psikolojik stresin belirli
bir psikofiziksel bozukluğa nasıl yol açtığının keşfine yönelik çalışmalar farklı yolların izlerini sürmek­
tedirler. Bazı araştırmacılar, stresörlerin özelliklerini ya da bireylerin psikolojik özelliklerini incele­
mektedirler. Örneğin, öfke ve düşmanlık ile yüksek tansiyon ve A tipi davranış ile miyokart enfarktüs
arasındaki ilişkiler gibi. Diğer araştırmacılar, stresin böyle bir bozukluğa yol açabilmesi için mutlaka
biyolojik bir yatkınlık ile etkileşime girmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. Kardiyovasküler bozukluk­
lar, strese artan kan basıncı ve kalp atış hızıyla tepkide bulunma eğilimi olan kişilerde görülmektedir.
Astımı olan bireylerin solunum sistemleri ya alerjik bir maddeye karşı aşırı tepki vermektedir ya da
solunum sistemi işlevleri geçirilmiş bir enfeksiyon sonucunda zayıflamıştır. Her ne kadar psikolojik
gerilimin beden üzerindeki etkilerini dile getirsek de, unutulmamalıdır ki zihin ve beden en iyi, aynı
organizmaya yönelik iki farklı yaklaşım olarak anlaşılırlar.
Psikofizyolojik bozukluklar artık DSM’de bir kategori olarak yer almamaktadır. Bunun yerine, tanı­
yı belirleyecek olan uzmanlar, tıbbi sorunu etkileyen psikolojik etkenlerin tanısını belirleyebilirler ve
sonra bu durumu Eksen lll’te değerlendirebilirler. Bu değişim, yaşam olaylarının bütün hastalıklarla
ilişkili olduğu ve bu olguların daha önceki psikofizyolojik bozukluk tanımlamalarına sınırlandırılama­
yacağına yönelik farkındalığın artmasını yansıtmaktadır. Olaylar stresli bir biçimde algılandıklarında
başa çıkma çabaları harekete geçer. Eğer bu çaba, yaşanan stresin düzeyini azaltmakta etkili olmaz­
sa, hastalığa yakalanma riski artar. Yaşam olayları ve sağlık üzerinde yürütülmekte olan araştırma­
larda, ara değişkenlerin incelenmesi (örn. Sosyal desteğin stresin etkisini azaltması) ve stresin kendi
etkisini ortaya çıkarabileceği, fizyolojik düzeneklerin (örn. bağışıklık sistemi) belirlenmesi önemli ko­
nular arasındadır.
Psikofizyolojik bozukluklar, gerçek bir fiziksel işlev bozukluğunu temsil etmektedirler. Bu bozuk­
lukların psikoterapisindeki genel amaç kaygı ya da öfkenin azaltılmasıdır. Davranışsal tıp alanındaki
araştırmacılar, sağlıksız davranışların değiştirilmesi ve stresin azaltılması yoluyla hastanın fizyolojik
durumunda iyileşme sağlayacak psikolojik müdahaleleri bulmaya çalışmaktadırlar. Bireylerin gevşe­
meleri, az sigara içmeleri, daha az yağlı besinler tüketmeleri, biyolojik geri bildirim kullanmaları, kalp
atışı ve kan basıncı gibi otonom işlevlerde kontrol kazanmalarında yardımcı olacak yollar geliştiril­
mektedir. Bir çalışma, miyokart enfarktüs hastası olan ve A tipi davranış gösteren bireylerin, öfkeli
olma durumlarını değiştirebilecekleri yöntemler geliştirmiştir.
Şimdilerde yeni beliren bir alan olarak stres yönetimi, tanı konacak düzeyde sorunları olmayan
bireylerin, beklenmedik gündelik yaşam stresleriyle baş etmelerine olanak sağlayan teknikler ile yar­
dım eder. Böylelikle, stresin bedenden alıp götürdükleri telafi edilebilir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
psikofizyoloik bozukluklar yapısal sosyal destek A tipi davranış örüntüsü
psikosomatik bozukluklar işlevsel sosyal destek astım
tıbbi durumu etkileyen psikolojik somatik-zayıflık kuramı biyolojik geribildirim
faktörler özgül reaksiyon kuramı stres yönetimi
davranışsal tıp içe atılmış kızgınlık kuramı
sağlık psikolojisi kardiyovasküler bozukluklar
stresör esansiyel (esas) yüksek tansiyon
stres koroner kalp hastalığı (KKH)
genel adaptasyon (uyum) anjina pektoris
sendromu (GAS) miyokard enfarktüs
9

Pablo Picasso, “Aynanın


Önündeki Kız”, 1932

YEME BOZUKLUĞU
Çeviri: Doç. Dr. Gonca Soygüt

KLİNİK TANIMLAMA YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ


Anoreksiya Nervoza Biyolojik Tedaviler
Bulimia Nervoza Anoreksiyanın Tedavisi
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu Bulimianın Tedavisi
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ ÖZET
Biyolojik Etkenler
Sosyokültürel Değişkenler
Cinsiyet Etkileri
Kültürel Etkiler
Psikodinamik Görüşler
Bilişsel-Davranışçı Görüşler
214 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

Yirmi dört yaşındaki Lynne, anoreksiya nervoza teda-


visi için bir hastanenin psikiyatri koğuşuna yatırılmıştı.
Kendisi herhangi bir sorunu olduğunu düşün­memesine
karşın, eşi ve ailesi bir psikiyatra danışmışlar ve hep be-
raber, onu bir seçim yapmaya zorlamışlardı. Buna göre
Lynne, hastaneye ya kendi isteğiyle başvuracaktı ya da
zorla yatırılacaktı.
1.65 m boyunda olan Lynne, o zamanlar, ancak 35.5
kilo geliyordu. Mensturasyonları üç yıldan beri kesilmiş-
ti ve çeşitli tıbbi sorunlar yaşamaktaydı (hipotansiyon,
kalp atışlarında düzensizlik, potasyum ve kalsiyum düzey­
lerinin aşırı derecede düşmesi vb.)
Lynne, ilk evliliğinde çıkmaza girdiği zamanlardan,
yani 18 yaşından itibaren birçok kez aşırı düzeyde kilo
kaybetme dönemi yaşamıştı. Ancak, önceki dönemlerden
hiç biri bu seferki kadar şiddetli olmamış ve daha önce
herhangi bir tedavi görmemişti. Şişmanlayacağına dair
yoğun bir korku yaşamaktaydı ve gerçekte kilolu olma-
masına karşın, karın ve kalça bölgelerinin çok genişlediği
hissine kapılmıştı. (Bu inancı 35.5 kg iken dahi çok kuv-
vetliydi). Kilo kaybı dönemlerinde, yeme miktarını aşırı
düzeyde sınırlamakta ve fazla miktarlarda müshil (laxati-
ve) kullanmaktaydı. Bazen de, tıkanırcasına yeme (binge
eating) dönemleri olmaktaydı. Kilo almak istemediği için
de, bu tıkanırcasına yeme dönemlerinin sonrasında ge-
nellikle kendi kendini kusturmaktaydı.

Anoreksiya Nervoza, yaşamı tehdit edebilen bir durumdur. Bu


Çoğu kültür, yemek ile yoğun biçimde ilgi­lidir; bozukluk, özellikle kilolarını düşük düzeyde tutmaları konusunda
damak zevkine hitap eden çok sayıda değişik yoğun baskı altında olan genç kadınlar arasında yaygın
lokantalar bulunmaktadır ve birçok dergide ve olarak görülmektedir. Jimnastikçi Christy Henrieh 1994’de bu
durumdan dolayı hayatını kaybetmiştir.
televizyon programında yemek pişirmeye yö­
nelik bölümlere önemli yer verilmektedir. Aynı iştah kaybına, nervoza ise duygusal nedenlere
zamanda, pek çok insan fazla kiloludur, kilo işaret etmektedir. Bu terim bazı açılardan yan­
vermeye yönelik diyet yap­mak oldukça yaygın lış bir adlandırmadır; çünkü anoreksiya hasta­
olup iş dünyasında yılda milyonlarca dolarlık ları aslında iştahlarını ya da yiyeceklere olan
bir pazar payına sahiptir. Yiyecek ve yemeye ilgi­lerini kaybetmemektedirler. Tam aksine, bu
yönelik bu yoğun ilgi dikkate alındığında, insan hastalar, kendilerini aç bırakmalarına rağmen,
davranışının bu yönünün, bir bozuklukla bağ­ yiyeceklerle aşırı derecede ilgilidirler, sürekli
lantısı olması kaçınılmazdır. Klinik tanımlamalar olarak yeme kitabı okuyabilirler ve aileleri için
oldukça geriye gitmekle birlikte, bu bozukluklar, özel yemekler hazırlayabilirler.
DSM’de ilk kez 1980 yılında, çocukluk ya da er­ Lynne tanı için gerekli olan dört koşulun tümü­
genlik döneminde başlayan bozukluklarının, alt nü karşılamaktaydı. İlk olarak, kişi normal vücut
kate­gorisi olarak yer almıştır. Geçtiğimiz yirmi ağırlığına sahip olmayı reddetmelidir. Bu ölçüt,
yıl süresince, klinisyenlerin ve araştırmacıların kişinin yaşı ve boyu açısından normal sayılabi­
artan ilgisinin bir yansıması olarak, DSM-IV’ün lecek kilonun %85 altında kalması olarak düşü­
basımı ile birlikte, yeme bozuklukları, anorek­ nülmelidir. Çıkartma eylemi (kendi­ni kusturma,
siya nervoza ve bulimia nervoza olmak üzere çok miktarda müshil ya da idrar söktürücü kul­
ayrı bir kategori haline gelmiştir. lanımı) ve aşırı egzersiz, tablonun bir bölümünü
oluşturabilmekle birlikte, kilo ver­mek temelde aç
KLİNİK TANIMLAMA kalma ile sağlanmaktadır. İkin­ci olarak, kişi kilo
almaktan çok korkar ve kilo veriyor olması bu
ANOREKSİYA NERVOZA korkusunu azaltmaz. Üçüncü olarak, kızlarda,
Lynne, DSM-IV’de tanımlanan iki temel yeme aşırı düzeyde zayıflama, mensturasyonların ar­
bozukluğu kategorisinden biri olan anoreksiya dışık üç kez olmamasına (amenorrhea), mens­
nervozadan yakınmaktaydı. Anoreksiya terimi, turasyon dönemlerinin kaybolmasına ya da dü­
KLİNİK TANIMLAMA 215
√√

DSM-IV iki ayrı tipte anoreksiya tanımlamak­


tadır. Kısıtlı tipte, kilo kaybı yiyecek kısıtlaması­
na bağlıdır. Tıkanırcasına yeme-kusma tipinde
ise, Lynne vak’asında belirtildiği gibi, kişi aynı
zamanda düzenli olarak tıkanırcasına yeme
ve çıkartma davranışları sergilemektedir. Çok
sayı­da farklılık, bu iki tip arasındaki ayrımın
geçer­liğini desteklemektedir. Tıkanırcasına ye­
me-çıkartma alt tipi, daha psikopatolojik bir du­
rum olarak görünmekte, bu gruptaki hastaların,
kısıtlı tiptekilere göre, daha fazla kişilik bozuk­
luğu, dürtüsel davranış, çalma, alkol ve madde
kullanımı, sosyal geri çekilme ve intihar eğilimi
gösterdikleri belirtilmektedir (örn., Da Costa ve
Halmi, 1992; Dowson, 1992; Pryor, Wiederman
ve McGilley, 1996).
Anoreksiya, tipik olarak ergenliğin ilk dönem­
lerinden orta dönemlerine doğru, genel­likle bir
diyet döneminin sonunda ve ebeveynin ayrıl­
ması veya boşanması gibi bir yaşam olayını
takiben başlar. Kadınlarda, erkeklere göre on
kattan daha fazla oranda görülür; genel yaygın­
lık oranı %1’dir (Hsu, 1990; Walters ve Kend­
ler, 1994). Anoreksiya erkek­lerde ortaya çıktığı
zaman, belirtiler ve aile içi çatışma gibi diğer
Anoreksiyası olan kadınlar, ince olmalarına rağmen,
bedenlerinin çeşitli bölümlerinin fazla kilolu olduğuna inanırlar
özellikler açısından kadınlardakine benzerlik
ve zamanlarının büyük bir bölümünü ayna karşısında kendilerini gösterir (Olivardia ve ark., 1995). İlerde daha
eleştirel bir biçimde inceleyerek geçirirler. ayrıntılı olarak tartışacağımız gibi, bozukluğun
daha çok kadınlarda görülmesinin önemli bir
zensizleşmesine neden olur. Dördüncü olarak, Şekil 9.1 Yeme Bozukluğu Envanterindeki Alt Ölçekler ve Örnek
Maddeler. Tepkiler Her zamandan Hiçbir zamana giden 6
bu hastalar beden biçimlerini çarpık bir biçimde Basamaklı Ölçek ile Değerlendirilmektedir.
algılarlar. Anoreksiya hastaları, aşırı derecede
inceldikleri zaman bile aşırı kilolu oldukları ya
da karın, kalça ve basen gibi belirli beden bö­
lümlerinin çok kilolu olduğuna inanmaya devam
ederler. Çok fazla miktarlarda kilo verseler de,
bunu bir sorun olarak görmezler. Beden biçim­
lerini kontrol etmek için sıkça tartılırlar, beden­ 2 2.5 3 3.5 4 4.5 5

lerinin değişik bölümlerini ölçerler ve aynadaki


yansı­malarını uzun uzun incelerler. Kendilik
değer­leri, inceliklerini korumalarıyla yakından İdeal Çekici Karşı cinsin Şu andaki
çekici bulduğu
ilişki­lidir. (A)
Anoreksiyaya eşlik eden beden imgesi bo­
zukluğu, çeşitli yollarla değerlendirilmekte­dir.
Birinci tip değerlendirmede, hastaya bir cetvel
üzerinde bulunan çeşitli kilolardaki kadın figür­
leri gösterilerek, hem kendisine en yakın buldu­
ğunu, hem de ideali olan figürü seçmesi istenir
(bkz. Şekil 9.1). Tahmin edilebileceği gibi, ano­ 2 2.5 3 3.5 4 4.5 5

reksiyası olan hastalar, kendi beden biçimlerini


olduğundan fazla kilolu görmekte, ince bir figü­
rü de sahip olmak istedikleri beden biçimi ola­ İdeal Çekici Karşı cinsin
çekici bulduğu
Şu andaki

rak seçmektedirler. (B)


216 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

nedeni, güzelliğe ilişkin kültürel standartlar açı­ olduğu gibi, potasyum ve sodyum gibi elektrolit
sından ince olmanın uzun bir dönemden beri düzeyleri değişmektedir. Elektrolitler, yani çe­
desteklenmesidir. şitli beden sıvılarındaki iyonlaşmış tuzlar, nöral
Anoreksiya hastaları, sıklıkla depresyon, ob­ ileti süreci için gereklidirler.
sesif- kompulsif, fobik, panik bozukluk, alko­ Bozukluğun gidişatı çok umut verici olmayıp,
lizm ve çeşitli kişilik bozuklukları tanılarını da vak’aların sadece %50’si iyileşebilmektedir.
alırlar (Kennedy ve Garfinkel, 1992; Walters ve Daha sonra tartışacağımız gibi, anoreksiya
Kendler, 1994) ve cinsel sorunlar yaşarlar. Bir hastalarının kendilerine ilişkin bozuk algılarını
çalışmada, ortalama 24 yaşında olan anoreksi­ değiştirmek, özellikle ince olmaya değer veren
ya hastası kadınların %20’sinin cinsel ilişki ya­ kültürlerde, oldukça zordur. Anoreksiya, ya­
şantısının olmadığı; %50’sinin ise hem orgazm şamı tehdit eden bir durumdur. Genel nüfusa
olamadık­ları hem de cinsel isteklerinin az oldu­ göre, anoreksiya hastaları arasındaki ölüm ora­
ğu gösterilmiştir (Raboch ve Faltus, 1991). nı daha yüksektir. Ölüm, genellikle hastalığın
kalpte tıkanma sonucu oluşan kalp rahatsızlığı
ANOREKSİYA VE DEPRESYON (congestive heart failure) gibi hastalığın fiziksel
Anoreksiya ve depresyon arasındaki kuv­ komplikasyonlarından ve inti­hardan kaynaklan­
vetli bağlar, bazı araştırmadan, anoreksiyanın maktadır (Crisp ve ark., 1992; Sullivan, 1995).
depresyona yol açtığı (örn. açlık ile ortaya çı­
kan biyokimyasal değişmeler ya da buna eşlik BULİMİA NERVOZA
eden suçluluk ve utanç duyguları) düşüncesi­
ne yöneltmiş; ancak anoreksiyanın her zaman Jill ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmişti.
depresyonu öncelemediği gözlen­miştir (Piran Küçük yaşta, hem kendisi hem de ağabeyi sportif faaliyet-
ve ark., 1985). Anoreksiya ve depresyon, or­ ler ile yoğun olarak uğraşmaktaydılar. Jill jimnastik, ağa-
tak kalıtımsal yatkınlığı ya da bozuk aile ortamı beyi ise babasının da aktif olarak ilgilendiği bir spor olan
Küçükler Beyzbol Ligi’ndeydi. Jill 4 yaşındayken çok ba-
veya diğer yaşam olayları gibi ortak çevresel
şarılı olduğu jimnastik okuluna gitmeye başladı. 9 yaşına
etkenleri paylaşıyor olabilirler. Çalışmalar, ano­ geldiğinde, annesi onun yerel eğiticilerden daha fazla bir
reksiya hastalarının akrabalarının, depresyon şey alamayacağını düşünerek, bulundukları bölgeye uzak
açısından yüksek risk gurubuna girdiklerini gös­ bir yerde yaşayan, ulusal düzeyde tanınmış bir antrenöre,
termişlerdir (örn., Hudson, ve ark. 1987). Belir­ hafta içinde birkaç kez götürmeye başladı. Bunu izleyen
tiler açısından gözlenen benzerliklerden dolayı, birkaç yıl içinde. Jill başarılı olmayı sürdürdü, önemli ge-
depresyonun anoreksiyaya neden olduğu ya lişmeler kaydetti ve Olimpik takıma girme arzusu arttı.
da anoreksiyanın depresyonun başka bir çeşidi Ergenlik dönemine girdiğinde, ince olan çatısının geniş-
lemesi, bir jimnastikçi olarak başarısının bundan olumsuz
olduğu yolunda görüşler de öne sürülmüştür.
yönde etkilenebileceği endişelerini de beraberinde getir-
Örneğin kilo kaybı depresyonun bir belirtisidir. di. Jill yiyeceklerini belirgin düzeyde azaltmaya başladı
Arada biyolo­jik benzerlikler de bulunmaktadır. ve bu yarı açlık durumunun kilo vermede işe yaradığını
Her iki gurup­taki bireylerde serotonin düzeyinin fark edince kontrolsüzce tıkanırcasına yemeye devam etti.
düşük olduğu görülmüştür. Bu üç hipotez de, Bu diyet yapma ve tıkanırcasına yeme örüntüsü, Jill’in
depresyon ve anoreksiya arasında gözlenen şişmanlama korkusunun artmasıyla uzun bir dönem de-
yüksek düzeyde birlikte görülme (comorbidity) vam etti. 13 yaşındayken kendini kusturma çözümünü bul-
du ve haftada üç-dört kez tıkanırcasına yeme ve kusma
oranının akla yatkın açıklamaları olarak yerleri­
örüntüsü içine hızla giriverdi. Bu işlemleri bir süre gizlice
ni korumaktadırlar. yapsa da, sonunda ailesi durumu fark edip. Jill’i tedaviye
getirdi.
ANOREKSİYANIN FİZİKSEL ETKİLERİ
Kendini aç bırakmak (self-starvation) ve müshil Jill’in davranış örüntüsü, ikinci tip yeme bo­
kullanımı, biyolojik açıdan çok sayıda olumsuz zukluğu olan bulimia nervozaya özgü durum­
durumu da beraberinde getirmektedir. Sıklıkla ların tipik bir örneğini sergilemektedir. Bulimia,
kan basıncı düşmekte, kalp atışında yavaşla­ “öküz gibi acıkmak” anlamına gelen, Yunanca
ma olmakta, kemik yoğunluğu azal­makta, deri kökenli bir kelimedir. Bu bozuklukta, çok miktar­
kurumakta, tırnaklar sertleşip kolay­ca kırılma­ da yiyeceğin hızla tüketilmesinin ardından, kilo
ya başlamakta, hormon düzeyleri değişmekte almayı engellemek için kusma, hiç yememe ya
ve orta düzeyde kansızlık (anemia) görülebil­ da aşırı egzersiz yapma gibi aşırı uçta adımlar
mektedir. Bazı hastaların saçları dökülmekte ve gelmektedir. DSM, tıkanırcasına yemeyi, iki sa­
bedenleri tüylenebilmektedir. Lynne vak’asında atten daha az bir sürede, aşırı miktarda yiyece­
KLİNİK TANIMLAMA 217
√√

ğin yenmesi olarak tanım­lamaktadır. Bu yeme Aşağıdaki vak’a örneği, bulimianın ne denli
örüntüsü genellikle bir gizlilik içinde meydana şiddetli olabileceğini göstermektedir.
gelir; yaşam olayı ile tetiklenebilir ve yalnız olma,
sosyal ortamlarda yeme durumlarında ya da kilo Gary her gün, bazen öğlen ve akşam yemeklerinin
almayla ilgili endişeler gibi olumsuz duygular ile ikisinde de tıkanırcasına yemekteydi. Genellikle öğle-
artış gösterebilir ve kişinin rahatsızlık duyma­ ye kadar hiçbir şey yememekteydi. Bazen McDonalds’a
ya başladığı tıka basa doygunluk anına kadar giderek, bir düzine hamburger, beş büyük kutu patates
kızartması, tatlı olarak da çok miktarda karışım (shake)
devam eder (Grilo ve ark., 1994). Tıkanırcası­
ve elmalı pasta yemekteydi. Daha cazip olarak pek çok
na yeme sürecinde kişi, tüketilen yiyecek mik­ öğlen yemeği için “yiyebildiğin kadar ye” olanağı sunan
tarının kontrol edilemeyeceği duygusunu yaşar. lokantalara giderdi. Bu yemekler birkaç saat sürebilirdi
Yiyecekler, özellikle dondurma ya da pasta gibi ve kusmak için defalarca gidilen tuvalet seferleriyle nok-
tatlılılar, yani hızla tüketilebilen yiyecekler, ge­ talanırdı. Yiyecekleri yedeklemek için akşamları düzenli
nellikle bu tıkanırcasına yeme örüntüsünün bir olarak yolunun üzerindeki bakkalda dururdu. Tipik bir
parçasıdır. Araştırmalar, tıkanırcasına yeme sı­ akşam yemeyi 5 kiloya yakın patates salatası, büyük bir
rasında, blumia hastalarının 2000 ile 4000 ara­ kâse dolusu yeşil salata, torbalarca cips ve kraker ayrıca
sında kalori aldıklarını göstermişlerdir (Michelle yemeyi ve kusmayı kolaylaştırmak için bulundurulan şişe-
lerce meşrubattan oluşurdu.
ve Pyle, 1985). Bu miktar normal bir insanın bir
gün boyunca yiyebileceğinden daha fazladır.
Anoreksiyada olduğu gibi, bulimiada da iki ayrı
Hastalar, genellikle tıkanırcasına yemekten do­
tip tanımlanmıştır: Çıkartma tipi (purging type)
layı utanırlar ve bunu belli etmemeye çalışırlar.
ve ödünleyeci davranışların aç kalma ve aşırı
Tıkanırcasına yeme sırasında kontrollerini kay­
bettiklerini, hatta dissosiyatif bir duruma benzer egzersiz yapma biçiminde olduğu çıkart­ma ol-
bir noktaya kadar geldiklerini belirtmektedirler. mayan tip (non-purging type). Tahmin edilebile­
Tıkanırcasına yeme bittikten sonra, bu durum­ ceği gibi, çıkartmanın olmadığı bulimia hastala­
dan iğrenme, huzursuz olma duyguları ve kilo rının durumu, olanlara göre daha az şid­detlidir.
alma korkusu, bulimia nervozanın ikinci aşa­ Bu gruptakiler daha seyrek tıkanırcası­na yeme
ması olan çıkarmaya yol açmaktadır. Hastalar davranışı gösterirler. Ayrıca psikopa­tolojilerinin
öğürmek için parmaklarını boğazlarına sokar­ düzeyi daha düşüktür (Mitchell, 1992).
lar; bir süre sonra çoğu hasta kusmayı istekle Bulimia nervoza genellikle geç ergenlik ya da
sağlayabilir. Kilo verme amacıyla, çok az yeme erken erişkinlik döneminde başlar. Vak’aların
ya da hiç yememe ve aşırı egzersiz yapmanın yüzde 90’ı kadındır. Genel nüfusta kadınlar
yanı sıra müshil ve idrar söktürücü kötüye kul­ arasındaki yaygınlığının yüzde 1 ile 2 arasında
lanımına da (ki ironik olarak ancak az miktarda olduğu düşünülmektedir (Gotesdam ve Agras,
kalori atılımı sağlarlar) başvurulur. Tıkanırca­ 1995). Bulimia nervozalı pek çok hasta, bozuk­
sına yeme çoğu insanda arada sırada gözlen­ luğun başlangıcından önce nor­mal kilonun üze­
se de (bir araştırma, üniversite öğrencilerinin rindedir. Tıkanırcasına yeme örüntüsü, sıklıkla
%50’sinde arada sırada tıkanırcasına yeme bu kilonun verilmesi için başlatılan diyet süre­
örüntüsü sergilediklerini bulmuştur) ve bazı in­ cinde ortaya çıkar. Uzun süreli izleme çalışma­
sanlarda çıkarma işlemi de buna eşlik etse de, ları, bulimia hastalarının yarısın­dan fazlasının
bulimia nervoza tanısı için, tıkanırcasına yeme 5 yıl içinde iyileştiklerini göster­mektedir (Collins
ve çıkart­ma işlemlerinin, üç ay boyunca hafta­ ve King, 1994).
da en az iki kere gözlenmesi gerekmektedir. Bulimia nervoza, sıklıkla depresyon, kişilik bo­
Anoreksiya hastaları gibi, bulimia hastaları da zuklukları (özellikle Bölüm 13’de değinilen sınır
kilo almaktan korkarlar ve kendilik değerleri bü­ kişilik bozukluğu) ve kaygı bozuklukları gibi di­
yük ölçüde normal vücut ağırlığını koru­malarına ğer birçok bozuklukla bir arada görülmektedir
bağlıdır. Onlar da, göreceli olarak nor­mal bir (Ames-Frankel ve ark., 1992; Caroll, Touyz ve
kiloda olsalar da şişman olduklarına inanarak, Beumont, 1996; Kennedy ve Garfinkel, 1992;
beden biçimleriyle ilgili değer­lendirmelerinde Schwalberg ve ark., 1992). Bir ikiz çalışması,
bozulmalar yaşarlar ve eğer tıkanırcasına yeme bulimia ve depresyonun birbir­leriyle kalıtımsal
ve kusma sadece anorek­siya ve anoreksiyanın olarak ilişkili olduğunu bul­muştur (Walters ve
aşırı derecede kilo kay­betme bağlamında olu­ ark., 1992). Şaşırtıcı bir şekilde, bulimia aynı
şuyorsa, bulimia tanısı konmaz. Buradaki tanı, zamanda çalma davranışı (stealing) ile de iliş­
anoreksiyanın tıkanırcasına yeme-çıkartma ti- kili bulunmuştur (Rowson ve Lacey, 1992). Bu
pidir. guruptaki bulimia hastaları aynı zamanda yasal
218 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

olmayan madde kötüye kul­lanımı ve rastgele Anoreksiya ve bulimia nervoza tanıları pek
cinsel ilişki (promiscuity) eğil­imi de gösterirler. çok ortak özelliği paylaşmakta olup, bunlar
Bu davranışların bileşimi, tıkanırcasına yeme arasında en önemlisi oldukça yoğun yaşanan
örüntüsünün de temel bir özelliği olan, dürtü­ şişmanlama korkusudur. Anoreksiya ve bulimia
sel olma ya da kendini kontrol etmede güçlü­ nervozanın ayrı bir kategori olmayıp tek bir bo­
ğün bir yansıması olabilir. Sık sık çıkarma iş­ zukluğun farklı görünümleri olabileceği yolunda
leminde bulunmak, potasyum oranında belirgin bazı göstergeler bulunmaktadır. Örneğin, ikiz
tükenmeye neden olabilmek­tedir. Yoğun müshil olan kardeşleri anoreksiya tanısı almış birey­
kullanımı da, diyareyi (ishal) artırmakta, aynı lerin, diğer insanlara göre, bulimia tanısı alma
zamanda elektrolit dengesin­deki değişmelere olasılıklarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir
yol açmaktadır. Sürekli kusma, mide asidinin
(Walters ve Kendler, 1994). Bu bozuklukların
pürüzlü hale gelen dişleri aşındırması nedeniy­
etiyoloji ve tedavisine ilişkin kuram ve araş­
le diş minesinin kaybol­masına neden olabilir;
tırmaları incelediğimizde, her ikisi arasındaki
tükürük bezleri şişebilir. Bulimia nervoza, ano­
benzerlik ve farklılıkların daha fazla olduğunu
reksiya nervoza gibi, olumsuz fiziksel sorunla­
rın eşlik ettiği oldukça ciddi bir bozukluktur. göreceğiz.

TIKANIRCASINA YEME BOZUKLUĞU YEME BOZUKLUKLARININ


Tıkanırcasına yeme bozukluğu, DSM-IV’te ETİYOLOJİSİ
resmi bir tanı olmaktan çok araştırılması gerek­
li bir kategori olarak yer almaktadır. Tıkanırca­ Diğer bozukluklarda olduğu gibi, tek bir fak­
sına yeme bozukluğu, yineleyen tıkanırcasına törün, yeme bozukluğuna yol açtığını söylemek
yeme örüntüsü, bu sırada kendini kontrol etme­ olanaklı görünmemektedir. Çeşitli alanlarda yü­
de güçlük çekmek, tıkanırcasına yeme örüntü­ rütülmekte olan araştırmalar (kalıtım, beyinin
sünden rahatsızlık duymak, hızlı ve tek başına rolü, ince olmaya yönelik sosyokültürel bas­
yeme gibi diğer özellikleri de içer­mektedir. Kilo kılar, ailenin rolü ve çevresel baskıların rolü),
kaybının olmaması nedeniyle anoreksiyadan, yeme bozuklularının, bir kişinin yaşamın­daki
çıkarma davranışının olma­masından dolayı da pek çok etkinin kesişmesi sonucunda ortaya
bulimiadan ayrılır. Bu kate­gori, anoreksiya ve çıktığını göstermektedir.
bulimiadan daha yaygın bir kategori olarak gö­
rünmektedir. Genel örneklemde, başarılı diyet
yapanlar (kilosunu bir yıl­dan daha fazla koru­
BİYOLOJİK ETKENLER
yanlar) arasında yüzde 6 ve diyet yapmakta KALITIM
başarısız olanlar arasında yüzde 19 oranında Anoreksiya da, bulimia da aile içinde ge­
görülmektedir (Ferguson ve Spitzer, 1995). Bu çişlilik göstermektedir. Yeme bozukluğu olan
durumun bir tanı kategorisi olarak bir avantajı, genç kızların kadın akrabaları, diğer bireylere
anoreksiya ya da bulimia ölçütlerini karşılama­ göre, yaklaşık 5 kat daha fazla oranda yeme
dıkları için “başka türlü adlandırılamayan yeme bozukluğu göstermektedirler (örn. Storber ve
bozukluğu” gibi belirsiz bir tanı alan çoğu vak’ayı
ark, 1985; Walters ve ark., 1992). Anoreksiya
kapsayabilmesidir (Spitzer ve ark., 1993). DSM-
nervoza üzerinde yürütülen ikiz çalışmaları da
IV’te yer alan yeni bozukluklar için gerekli olan
kalıtımsal bir etkinin varlığına işaret etmektedir.
yüksek eşiği karşılamasa da (Fairburn, Welsh
Yayınlanmış birçok çalışmadan gelen veriler
ve Hay, 1993’e bakınız.), bir çok özelliği bu ka­
tegorinin geçer­liğini desteklemektedir (Spitzer bir arada değerlendirildiğinde, Hsu (1990) tek
ve ark., 1993). Kadınlarda, erkeklere göre daha yumurta ikizlerinde yüzde 47; çift yumurta ikiz­
sıklıkla gözlenmekte olup, obezite ve kilo alıp lerinde ise yüzde 10’luk eş-hastalanma (con­
verme öyküsüyle bir arada görülür. İş yaşamı cordance) oranı hesaplanmıştır. Hsu, küçük bir
ve sosyal ilişkilerde işlevselliğin azalması, dep­ grup bulimia nervozası olan tek yumurta ve çift
resyon, madde kötüye kullanımı ve bedenin bi­ yumurta ikizlerinde de benzeri verilere ulaşıldı­
çimiyle ilgili aşırı endişe duyma ile bağlantılıdır. ğını bildirmiştir. Bu veriler, kalıtımsal yatkınlığın
Tıkanırcasına yeme bozukluğu, araştırmacıla­ etkili olma olasılığıyla tutarlıdır, ancak daha ay­
rın ilgisini çekmeye devam edecek ve bir sonra­ rıntılı evlat edinme çalışmalarına gerek duyul­
ki DSM’de yer alacak gibi görünmektedir. maktadır.
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 219
√√

YEME BOZUKLUKLARI VE BEYİN


Hipotalamus açlık ve yemeyi düzenleme­
de anahtar olan bir beyin merkezidir. Late­
ral hipotalamusları üzerinde lezyon (tahribat)
oluş­turulan hayvanlar üzerinde yürütülen bir
araştır­mada, deneklerde kilo ve iştah kaybı
olduğu gösterilmiştir (Hoebel ve Teitelbaum,
1966); buna göre, hipotalamusun anoreksiyada
rol oynadığı yönündeki önermeler pek şaşırtıcı
görünmemektedir. Aslında kortizol gibi hipota­
lamus tarafından düzenlenen bazı hormonlar,
anoreksiya hastalarında normal düzeylerde de­
ğildir; ancak bu durum, bozukluğun nedeni ol­
maktan çok, kendini aç bırakmanın sonucunda
oluş­maktadır; ve kilo alınmaya başlanmasıyla
nor­mal düzeylere yeniden ulaşmaktadır (Do­ Normal vücut ölçülerine sahip bir kadının (soldaki), Barby
err ve ark., 1980). Ayrıca, hipotalamik lezyonlu bebeği ölçülerine ulaşabilmesi için, boy uzunluğunun ve vücut
hay­vanlardaki kilo kaybı, anoreksiyaya ilişkin hatlarının, sağdaki figürde görülen biçime dönüşmesi gerekir.
bildiklerimizle paralellik göstermemektedir. Bu
şük düzeydeki endojen opiyadlar aracılığıyla
hayvanlar, acıkma hissini tamamen kaybetmek­
te ve yiyeceklere karşı ilgisiz hale gelmekte­ oluşur; buna göre neşeli/zinde hissetme duru­
dirler. Oysa anoreksiya hastaları, acıkmalarına mu yiyecek alımı ile meydana gelir, dolayısıyla
karşın kendilerini aç bırakmaya devam ederler. tıkanırcasına yeme pekişir.
Hipotalamik model, beden imgesi bozuk­luğunu Bazı veriler, endojen opiyadların yeme bozuk­
da, şişmanlama korkusunu da açıklayamamak­ luklarının (en azından bulimianın) oluşu­munda
tadır. Buna göre, işlevi bozulmuş bir hipotala­ bir rol oynadığını desteklemektedir. Örneğin,
mus, anoreksiya nervozada kritik bir etken ola­ hem Waller ve ark. (1986) hem de Brewerton
rak görünmemektedir. ve ark. (1992), bulimia hastalarındaki beta-en­
Endojen opiyadlar ağrı duyumlarını azalt­maya dorfin endojen opiyad düzeyinin düşük olduğu­
yönelik olarak vücut tarafından üretilen madde­ nu bulmuşlardır. Waller çalışmasında, ayrıca,
lerdir. Opiyadlar açlık sırasında açığa çıkarlar durumu ağır olan bulimia hastalarında, beta-
ve hem anoreksiyada hem de bulimiada önem­ endorfin düzeyinin en düşük seviyede seyret­
li rol oynayan etkenler olarak görülür­ler. Ano­ tiği gözlenmiştir.
reksiya hastalarındaki açlık, aşırı neşeli/zinde Sonuç olarak, yeme bozukluklarındaki biyolo­
(euphori) olma durumunun olumlu yönde pe­ jik etkenlere ilişkin çalışmalar, yeme ve tokluk
kiştirmesiyle sonuçlanan endojen opiyadların ile bağlantılı pek çok nörotransmittere odaklaş­
düzeylerini artırabilir (Marrazzi ve Luby, 1986). mışlardır. Hayvan çalışmaları, yüksek düzeyde
Hardy ve Waller’in (1988) hipotezine göre, bu­ serotoninin tokluğu artırdığını ve norepinefrin
limia, şiddetli isteği desteklediği düşünülen, dü­ tarafından talamustaki paraventriküler çekir­

Kadın bedeniyle ilgili


kültürel standartlar
zaman içinde değişiklik
göstermektedir. Renoir’ın
zamanında bugünün
standartlarına göre
“tombul kadınlar” güzel
bulunurlardı. 70’ler, 80’ler
ve 90’lara göre, 50 ve
60’larda bile kadın ideali
daha kiloluydu.
220 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

değin bu uyarılmasının yemeği tetiklediğini


göstermiştir. Araştırmacılar, anoreksiya ve bu­
limia hastalarında, bu nörotransmitterler ya da
bunların metobolitleri üzerinde (diğerleri kadar)
incelemeler yapmışlardır. Çoğu araştırma, bu­
limia hastalarında serotonin düzeyinin düşük
olduğunu bildirmiştir (örn., Jimerson ve ark.,
1992). Bu bulgu, aşırı karbonhidrat isteğinin
serotonin düzeyinin düşük olmasına bağlı oldu­
ğunu göstermektedir. Üstelik bulimianın teda­
visinde sıklıkla etkili bulunan antidepresanların
(daha sonra değinilecektir) serotonin düzeyini
artırdığı bilinmektedir. Serotonin, bulimia has­ Geçtiğimiz yıllar boyunca yeme bozukluğunun sıklığı arttıkça,
diyet yapmayla aşırı düzeyde uğraşma eğilimi de artış gösterdi.
talarındaki dürtüsel davranışlarla ilişkili ola­bilir
(Bkz. Bölüm 10’daki serotonin ve dürtüsellik
ile ilgili tartışmaya bakınız). Araştırmalar ayrı­ mıştı. Benzer bir diğer ideal olan Barby bebeği
ca, hem anoreksiya hem de bulimia hastaların­ gibi olabilmek için, ortalama bir Amerikan kadı­
daki norepinefrinin düzeyinin düşük olduğuna nının, göğüs bölümünü yaklaşık 30 cm büyüt­
yönelik kanıtlar elde etmişlerdir (Goldbloom, mesi, belini yaklaşık 25 cm’ye kadar inceltmesi
Garfinkel ve Shaw, 1991). Düzeylerin neden ve boyunu 2,13 cm’den daha fazla uzatması
her iki tip yeme bozukluğunda da düşük oldu­ gerekmekte­dir (Moser, 1989). Biliyoruz ki, bu
ğu hâlâ açık değildir. Gelecekte, biyokimyasal kültürel ideal büyük oranda genç kadın tarafın­
araştır­maların ilerletileceğini tahmin etsek de, dan içselleştirildi ve normal kiloda olsalar da bu
aktarılan araştırmalar daha çok beyinin açlık,
kadınlar kendilerini şişman olarak algılamaya
yemek ve tokluk ile bağlantılı düzeneklerine
odaklaştıklarını ve özellikle şişmanlama korku­
Toplumumuzun inceliğe olan düşkünlüğünün diğer bir
su gibi bu bozukluklar için anahtar ola­bilecek, göstergesi, 1996 Dünya Güzeli, Alicia Machado’dur. Unvanını
durumları pek dikkate almamış olduk­larını ak­ kazanmasının arkasından bir kaç kilo almasının üzerine, bazı
lımızda tutmalıyız. Şimdi de yeme bozuklukları insanlar çok öfkelenmiş ve onun tacını geri vermesi gerektiğini
belirtmişlerdi.
vak’alarının yanlış algılama ve yeme alışkanlık­
larında rol oynadığı görülen sosyal ve kültürel
çevre etkileri üzerinde duracağız.

SOSYOKÜLTÜREL DEĞİŞKENLER
“Hiç bir kadın ne çok zengin ne de çok zayıf olamaz”
(Windsor düşesine atfedilmektedir, Bartlett’s Familiar Qu­
otations, 1992’den alınmıştır)

Tarih boyunca, toplumun ideal bedene iliş­


kin standartları büyük değişiklikler göster­miştir
(özellikle ideal kadın bedenine ilişkin). 17.
Yüzyılda Rubens tarafından resmedilen çıplak
kadın figürlerini akınıza getirin-modern stan­
dartlara göre bu kadınlar tombul­durlar. Son za­
manlara kadar, Amerikan kültüründe inceliğin
ideal olduğuna yönelik eğilimin giderek arttığı
gözlenmektedir. Bu eğilim şimdilerde yükseldi­
ği düzeyde kalmış gibi görünse de (Wiseman
ve ark., 1992), 1959 ve 1978 tarihleri arasında,
“Playboy” dergisinin orta sayfalarında oldukça
ince mankenler yer almaktaydı (Garner ve ark.,
1980); güzellik yarışması katılımcıları 1988’e
doğru daha ince bireylerden oluşmaya başla­
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 221
√√

ODAK 9.1 DİYET YAPMAK YA DA YAPMAMAK?

Diyet yapmak giderek yaygınlaştıkça ve diyet en- Bununla birlikte, psikolojik etkenler de, kilo alın-
düstrisi yılda milyarlarca dolarlık bir iş alanı haline masında belirgin rol oynamaktadır. Stres ve bununla
geldikçe, yeme bozukluklarının ve obezitenin oranı bağlantılı olumsuz duygudurum, bazı insanlarda ye-
artmaktadır. Milyonlarca Amerikalı fazla kiloludur. Bu meyi harekete geçirebilmektedir (Arnow, Kenadry ve
etkenler arasında bir ilişki var mıdır? Kısıtlı yiyenler Agras, 1992; Heatherton ve Baumeister, 1991). Ve he-
ve bulimia hastaları üzerine yapılan çalışmalar, diyet pimiz, özellikle çerezler, tatlılar ve hazır yiyecek (fast-
yapmanın tıkanırcasına yemeye yol açabileceğini gös- food) satan lokantalardaki besinlerde olduğu gibi çok
terdikçe, oldukça “başarılı” bir biçimde diyet uygula- yağlı, yüksek-kalorili ürünlerin tanıtıldığı reklamlara
yanlar da anoreksiya hastası olmaya başlamışlardır. maruz kalmaktayız.
Diyet yapmak, arzu edilecek bir durum olmaktan çok, • İnce olmayı başarma güdüsü genellikle birçok
tehlikeli bir şey mi? amaçla ilgili olabilir.
İnsanlar, metabolizalarının yaktığından daha faz- • İnce olmak, hem psikolojik (örn. benlik değerinin
la miktarda kalori aldıklarında bedenlerindeki yağ artması) hem de sosyal (örn. iş yerinde ilerleme
oranını arttırmaktadırlar. Kiloyu düzenleyen beden gibi) yararlar sağlayabilen kişisel çekiciliği artı-
sistemi, oldukça ince bir ayar gerektirir. Örneğin, bir rır.
günde, iki bisküvi, bir bira, ya da bir kase cips gibi • İnce olmak, benlik-disiplini olduğu anlamına ge-
fazladan 100 kalori almak, bir yıl sonra yaklaşık 5 kg lirken; şişmanlık benlik-kontrolü eksikliğini ve ba-
almaya neden olacaktır. şarısızlığı yansıtmaktadır.
Kalıtım şişmanlıkta (obezite) önemli bir rol oyna- • İncelik, sağlık için pek çok yararı çağrıştırırken;
maktadır. Evlat edinme çalışmaları, çocuklardaki kilo- obezite sağlık sorunlarıyla eşleşmektedir. Örne-
nun, onları evlat edinen ebeveynlerinden çok biyolojik ğin, diyabet, yüksek tansiyon, kardiyovasküler
ebeveynleriyle ilişkili olduğunu göstermiştir (Price ve hastalıklar ve çeşitli kanser türleri.
ark., 1987). Benzer şekilde, ebeveynleri obez olan ço- İnceliğe bu kadar yoğun yönelim olmasına karşın,
cukların %40’ı obezite geliştirmişlerdir. Normal kilo- diyet karşıtı eğilimler de kendini göstermeye başla-
lu ebeveynleri olan çocuklarda ise bu oran %7 olarak mıştır (Brownell ve Rodin, 1994). Feminist felsefe,
bulunmuştur. Kalıtımın etkisi, metabolik oranın düzen- “kadınlar fiziksel özellikleriyle tanımlanmalı” görüşü-
lenmesi, hipotalamus ve hipotalamusun insülin düzeyi nü, tartışmaya açmıştır. Ulusal Şişmanlıkla Yaşamaya
üzerindeki etkisi ya da yağları daha kolay depolayan Yardım Birliği (The National Association to Aid Fat
ve kilo alınmasına neden olan enzimlerinin üretilmesi Acceptance), obez bireylerin, iş ayrımcılığı ve sosyal
yollarıyla ortaya çıkıyor olabilir. Temelde kalıtımsal yanlılıklar karşısındaki haklarını savunmaktadır. Gör-
nedenlerle obezite görülen bireylerde, diyet yapmak gül olarak, diyet yapmaya yönelik en az bir potansiyel
ancak az bir yarar sağlayabilir. Bu bireylerin metabo- tehlike görmekteyiz ki, bu sıklıkla yeme bozukluğunun
lik oranları, kiloyu korumaya yardım etme açısından bir habercisidir. Çoğu diyet uygulamasında kısa za-
sadece biraz yavaşlayabilir; diyet sona erdiğinde ise manda (örn. bir yıl) kilo vermenin başarıldığı ancak
bu azalmış metabolik faaliyetler kilo alınmasına yol bu kilonun daha sonra tekrar alındığı (Garner ve Wo-
açabilir. oley, 1991); yani diyetin uzun süreli işe yaramadığı

başladılar. Bir araştırma, onuncu sınıfta olan (liposuction) ameliyatları plastik cerrahide yay­
kızların üçte birinin, normal kiloda olsalar da, gın kullanılan bir yöntem haline gelmiştir (Brow­
kendilerini şiş­man olarak algıladıklarını gös­ nell ve Rodin, 1994).
termiştir (Killen ve ark., 1986). Toplum, sağlık İnce olmayla ilgili aşırı uğraşlarda azalma
ve şişmanlık konusunda aşırı duyarlı olmaya olabileceğiyle ilgili bazı göstergeler bulunmak­
başladıkça, kilo vermeye yönelik diyetler yay­ tadır. Garner ve ark.’nın (1980) daha önce sözü
gınlaşmış; 1950’de erkeklerde %7, kadınlarda edilen çalışmalarında, orta sayfalarda giderek
%14 olan diyet oranı, 1993’de erkeklerde %24, daha ince figürler yer aldığı dönemlerde, diyet
kadınlarda %40’a ulaşmıştır. Diyet endüstrisi üzerine yazılan makale sayısının durmadan art­
(kitaplar, hap­lar, video kayıtları, özel yiyecek­ tığı görülmektedir. Daha yenilerde, Nemeroff ve
ler), her yıl 30 milyar dolardan daha fazla de­ ark. (1994) “Good Houskeeping, Cosmopolitan
ğer kazanmak­tadır. Bu durumu daha geniş bir ve Ms.” dergilerinin, 1980-1991 yılları arasında­
açıdan ele aldığımızda, 1993 yılı bütçesinde, ki içeriklerini analiz etmişlerdir. Buna göre,
Amerikan hükümetinin bu miktarı, eğitim, ye­ Cosmopolitan ve Ms..’ teki, kilo vermeyle ilgili
tiştirme, istih­dam etme ve sosyal hizmetler için yazıların oranında azalma olduğu görülmüştür.
kullandığını görürüz. Son olarak, yağ aldırma Diğer çalışmalar, diyet yapma ve yeme bozuk­
222 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

bilinen bir durumdur. Kilo alıp vermenin kendisi tek Brownell ve Rodin (1994), diyet yapma üzerindeki
başına sağlık açısından risk taşır (örn. kardiyovaskü- tartışmalar arasında bir uzlaşma sağlama çabasıyla,
ler hastalıklar). Ayrıca, kilo vermenin insanı sağlığına eldeki verilerin henüz tam olarak yeterli olmadığına
kavuşturduğuna ilişkin kanıtlar birbiriyle çelişmekte- dikkat çekmişlerdir. Bununla birlikte, araştırmacılar,
dir. Örneğin, yaklaşık 7 kg gibi bir miktarda vermek, diyet karşıtlarınca ileri sürülen bazı noktalarda aynı
sağlık açısından yeterli düzeyde yarar sağlayamaya- görüşte değildirler. Örneğin, çalışmalarda, diyetin
bilir. Sonuçta, obezite hastalıklar açısından tek risk uzun sürede etkisini kaybettiği yolundaki gözlemlerin,
faktörü değildir; bedendeki yağ oranının dağılımı büyük bir yüzdesinin tıkanırcasına yiyenlerden oluşan
daha fazla şey söyleyebilir. Karın etrafındaki yoğun örneklemlerden elde edinilen verilerden kaynaklandı-
yağ oranı, belin alt bölümünde yoğunlaşan yağ ora- ğını belirtmişlerdir. Obezitenin tedavisinde, tıkanır-
nına göre, ölümcül hastalıklar ve kardiyovasküler bo- casına yeme olumsuz gidişat ile ilişkili olduğu için,
zukluklarla daha fazla ilişkili bulunmaktadır (Garner
bu veriler, diyetin olumlu etkilerini azımsıyor olabi-
ve Wooley, 1991).
lir. Ayrıca, araştırmacılar, uzun vadede daha olumlu
Kilo verme amaçlı diyetler, genellikle, daha çekici ve sağlıklı sonuçlar veren yeni çalışmalara da işaret etmişlerdir.
olmak amacıyla yapılır. Diyet, kısa zamanda kilo verilmesini Bunlardan birinde (Nunn, Newton ve Faucher, 1992),
sağlasa da, verilen kilolar, sıklıkla geri alınmaktadır.
ortalama olarak yaklaşık 23 kilo veren katılımcıların
%75’i bir yılın sonunda; %52’si ikinci yılın sonunda,
bu kiloyu koruyabilmişlerdir. Brownell ve Rodin, kilo
alıp verme ile sağlığın bozulması arasında bağlantı
kuran araştırmaların, diyet olgusu üzerinde çalışma-
dıklarını da belirtmişlerdir. Kilo alıp vermeye ilişkin
bu durum, alkolizm, stres ya da kanser gibi başka
etkenler ile ilişkili olabilir. Sonuç olarak, araştırma-
cılar, diyet öncesi kiloya geri dönülmesinin, kötü bir
sonuç olmayabileceğini belirtmişlerdir. Başlanılan
noktaya geri dönmeyi başarısızlık olarak görmek, hiç
diyet yapılmasa ne kadar kilo alınabileceğini göz ardı
etmektir.
Brownell ve Rodin, diyete karar vermede, bireysel
risk-yarar oranlarının temel alınmasının daha faydalı
olabileceğini önermektedirler. Bu durum, genellik-
le, oldukça şişman bireyler için daha uygun bir yol
olabilir. Fakat daha bireyselleşmiş uygulamalar da
göz önünde bulundurulabilir. Aile öyküsünde, yüksek
tansiyon ve kardiyovasküler hastalıklar olanlar için,
diyet yapmanın önemli bir yararı olabileceği varsa-
yılabilir; ancak ailesinde yeme bozukluğu olanların
diyete yönelmesi riskli bir adım olarak görülmelidir.

luğu yoğunluğunun son zamanlarda azaldığını sanların şişman olmaktan, hatta şişman his­
bulmuşlardır (Heartherton ve ark., 1995). setmekten korkmayı öğrenmelerinde önemli bir
Nemeroff ve ark., erkek dergilerinin içeriğini araç olmuş gibi görünmektedir. Şişman olmak,
de analiz ederek, diyet yapmaya ilişkin yazıların istenmeyen bir fiziksel biçime bürünmeye ek
sıklığının, kadın dergilerine göre çok daha az olarak, başarısızlık ve benlik-kontrolünün az
olmasına karşın, çalışmanın yapıldığı dönemde olması gibi çağrışımları da beraberinde getir­
giderek arttığını belirtmişlerdir. Bu verilerden, mektedir. Aşırı şişman insanlar, diğer insanlar
erkeklerde yeme bozukluğu patlamasına tanık tarafından, daha az akıllı bulunurlar. Bu kişiler,
olacağımızı çıkarsamak pek doğru olmayacak­ başkalarında oluşturduk­ları izlenimler açısın­
tır. Bu dergilerin erkeksi ideal beden ağırlığı ya dan, yalnız, utangaç ve açgözlü olduklarına
da kas geliştirmeye odaklandıkları, daha akla ilişkin kalıp yargıları harekete geçirirler (DeJong
yatkın bir açıklama gibi görünmektedir (Mish­ ve Kleck, 1986).
kind ve ark., 1986). Toplumun şişmanlığa yönelik olumsuz tutum­
İnceliğin çoğu batılı ve endüstrileşmiş ülkel­ ları perçinlendikçe, yeme bozukluklarının oranı
erde sosyokültürel bir ideal olarak kabulü, in­ da artmaktadır. İsviçre’de yürütülen bir epidemi­
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 223
√√

yoloji araştırmasında, anoreksiya ner­voza sıklı­ (Odak 9.1’e bakınız) (Killen ve ark., 1994). Bu
ğının, 1950’lerden 70’lere doğru dört kat arttığı demek değildir ki diyet yapan herkeste yeme
gösterilmiştir (Willi ve Grossman, 1983). Benzer bozukluğu görülecektir. Bunun dışındaki etken­
artışlar diğer ülkelerde de bulun­muştur (Eagles ler izleyen bölümlerde aktarılmıştır.
ve ark., 1995; Hoek ve ark., 1995).
KÜLTÜREL ETKİLER
CİNSİYET ETKİLERİ Yeme bozuklukları Amerika, Kanada, Japon­
Yeme bozukluklarının, kadınlarda, erkeklere ya, Avustralya ve Avrupa gibi endüstrileşmiş
göre, çok daha fazla yaygınlıkta görülmesinin toplumlarda, endüstrileşmemiş olanlara göre
önemli bir nedeni, kadınların ince olmayı pe­ daha fazla yaygınlıkta görülmek­tedir. Yeme bo­
kiştiren kültürel standartlardan daha çok etk­ zukluklarının yaygınlığının kültür­ler arasında
ilenmeleridir. Bu standartlar ince olmayı bir ide­ gösterdiği büyük değişkenlik, kültürün, birey­
al olarak bu denli ön plana çıkardıkça, çok daha lerdeki gerçekçi ya da çarpık beden algısının
fazla sayıda insan aşırı kilolu hale gelmek­tedir. biçimlenmesinde ne denli önemli bir rol oyna­
Obezitenin oranı, 1900’den beri iki katına çık­ dığını gözler önüne sermek­tedir. Pakistan’da
mıştır; şu dönemde %20-30 oranında Ame­ ergenlik çağındaki 369 kız üzerinde yapılan bir
rikalının aşırı kilolu olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, katılımcılardan hiçbiri anoreksiya
durum, olasılıkla yiyecek bolluğu ve oturu­larak tanısını karşılamamış; sadece biri bulimia tanı­
geçen zamanın bir yaşam biçimine dönüşme­ sı almıştır (Mumford, Whitehouse, ve Choudry,
sinden kaynaklanıyor olabilir. Şişmanlamaya 1992). Bununla birlik­te, şimdiye kadar, benzer
yönelik bu eğilimlerden dolayı, kilo verme di­ değerlendirme ve tanı ölçütlerini kullanan kül­
yetleri, daha çok üst sosy­oekonomik sınıftaki türlerarası bir çalışma olmadığı için, kültürlera­
beyaz kadınlar arasında görülmektedir (bu aynı rası yaygınlık farkını tam olarak karşılaştırmak
zamanda yeme bozuk­luklarının en fazla gö­ oldukça zordur. Kültürlerarası farklıklar olduğu
rüldüğü kesimi de oluştur­maktadır). Kadınlar, fikrini destekleyen bir çalışmada, Ugandalı ve
erkeklere göre, ince olma ve diyet yapmayla İngiliz üniversite öğrencileri, oldukça zayıftan
belirgin düzeyde daha fazla ilgilidirler ve bunla­ (sıska) oldukça kiloluya doğru sıralanan çıplak
rın sonucunda da yeme bozukluğu riskine daha figür­lerin olduğu çizimlerin çekiciliklerini dere­
yatkındırlar. Yeme bozuklukları riskinin, özellik­ celendirmişlerdir (Furnham ve Baguma, 1994).
le belirli bir kiloda kalmaya dikkat etmeleri gere­ Ugandalı öğrenciler, İngiliz öğrencilere göre,
ken, mankenler, dansçılar ve jimnastikçiler ara­ obez kadın figürlerini daha fazla çekici bul­
sında daha fazla olduğu görülmektedir (Garner muşlardır. Diğer çalışmalar, yeme bozukluğu
ve Garfiled, 1980). Ayrıca, yeme bozukluklarının oranı düşük kültürlerden yüksek oranlı kültür­
başlangıcını, diyet yapmak ve kilo almayla ilgili lere göç eden kadınlar arasında yeme bozuk­
diğer endişelerin (örn. algılanan şişmanlık, kilo luğu oranının giderek arttığını bulmuşlardır
alma korkusu) izlediği ve toplumsal standart­ (Yates, 1989). Bununla birilikte, yeme bozuk­
ların oldukça belirleyici olduğu görülmektedir luklarının kültürlerarasında değişkenlik göster­
mesi bir varsayım niteliğinde olup, tartışmalı
Yeme bozuklukları açısından oldukça kritik bir özellik olan kilo konumunu korumaktadır. Örneğin, Lee (1994)
alma korkusu, kısmen toplumun kilolu insanlara yönelik olumsuz
kalıp yargılarını temel almaktadır. pek çok endüstrileşmemiş Asya ülkesinde
(Hindistan, Malezya, Filipinler) anoreksiyaya
benzer bir bozukluğun olduğunu iddia etmiştir.
Bu bozuklukta, şiddetli zayıflık, yiyecek reddi
ve arka arkaya üç mensturasyonun olmaması
(amenorrhea) özellikleri gözlenirken; kilo al­
maktan korkma görülmemektedir. Bu, anorek­
siya ya da depresyon gibi başka bir bozukluğun
kültürel bir türevi midir? Bu soru, kültürlerarası
araştırmacıların karşı karşıya kaldığı zorlayıcı
durumlardan biridir.
Birleşik Devletlerde, anoreksiyanın sık­lığının,
beyaz kadınlarda, beyaz olmayanlara göre,
sekiz kat daha fazla olduğu bildirilmiştir (Do­
224 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

lan, 1991). Bu durum, beyaz olmayan kadın­ ve onu reddetme isteği arasındaki çatışmayı
ların, sağlık hizmetlerinden daha az yarar­ temsil etmektedir.
lanmalarından ya da bu olanakların onlara Salvador Minuchin ve arkadaşları, hem
daha az sağlanmasından kaynaklanabileceği anoreksiya hem de bulimiaya yönelik, aile di­
gibi, gerçek bir farklılığa da işaret ediyor olabi­ namikleri olarak bilinen üçüncü bir önemli
lir. Beyaz ergen kızlar, Afrika kökenli Amerikalı önermede bulunmuşlardır. Bu önerme, aile­
ergen kızlara göre daha fazla diyet yapmakta ye odaklı psikodinamik kuramın bileşenlerini
ve bedenlerinden daha az hoşnut olmaktadırlar har­manlamaktadır. Bu görüşte, çocuk fizyolo­
(Story ve ark., 1995). Her iki faktör de, yeme jik olarak yatkındır (bu yatkınlığın doğası tam
bozukluğunun ortaya çıkması riskini artırmak­ olarak belirli olmamakla birlikte), ve çocuğun
tadır. Son zamanlarda, inceliğin ve diyet yap­ ailesi yeme bozukluğunun gelişimini tetikleyici
manın önemi, yüksek ve orta sınıflardaki beyaz bazı özelliklere sahiptir. Ayrıca, çocuktaki yeme
kadınlardan giderek düşük sosyal sınıftaki ka­ bozukluğu, ailenin diğer çatışmalardan kaçın­
dınlara sıçrama göstermekte ve yeme bozuk­ masına yardımda da önemli bir rol oynar. Dola­
lukları, bu sınıflarda da yaygınlaşmaktadır yısıyla, çocuğun belirtileri, aile içi çatış­maların
(örn., Root, 1990). bir yer değiştirmesidir.
Minuchin ve ark.’na (1975) göre, çocukların­da
PSİKODİNAMİK GÖRÜŞLER yeme bozukluğu görülen aileler, aşağıda sırala­
nan özelikleri sergilemektedirler.
İlk psikanalitik kuramlar, anoreksiya nervo­
1. Müdahil olma (enmeshment). Anoreksiya
zayı ağız yoluyla gebe kalma korkusuna (oral
hastalarının aileleri sıklıkla aşırı düzeyde iç
impregnation) karşı bir savunma olarak gör­
içe geçmişlik (overinvolvement) içeren ve
müşlerdir. Yiyecek, simgesel olarak, cinsel­
mahremiyete izin vermeyen bir tutum içinde­
lik ve hamilelikle ilgili olduğu için kaçınılan bir
dirler. Bu ailelerde, ebeveynler, çocuk­larının
durum­dur. Bu endişeler, ergenlikte artmakta,
nasıl hissettiklerini iyi bildiklerine inandıkla­
bu dönem anoreksiyanın başlamasına zemin
rı için onların yerine konuşur ya da hareket
hazırlamaktadır. Sınırlı sayıda çalışma bu ilk
ederler.
görüşü desteklemiştir. Daha yenilerde, Hilde
2. Aşırı korumacılık. Anoreksiya hastalarının
Bruch (1982), anoreksiyanın, yetiştirilme biçim­
aileleri, bir­birlerinin iyi durumda olup olma­
lerinden dolayı, yeterlik ve saygınlık duyguları
dığıyla ilgili aşırı düzeyde endişe yaşamak­
yeterli düzeyde gelişmeyen çocukların, çaresi­
tadırlar.
zlik, yetersizlik ve güçsüzlüklerini saklamalarına
yönelik bir girişim olduğunu önermişlerdir. Bu
etkin olamama duygusu, çocukların gereksinim Bulimia nervozaya ilişkin bir kuram, bu sorunun çatışmalı anne-
kız ilişkisinden kaynaklandığını önermektedir.
ve isteklerini dikkate almayarak, kendi istekleri­
ni onlara zorla kabul ettirmek isteyen ebeveyn
tarzından kaynaklanmaktadır. Örneğin, ebe­
veynler, çocuklarının gerçek durumlarını değer­
lendirmeyip, onların ne zaman acıkacağı ya da
yorulacağına keyfi bir biçimde karar vere­bilirler.
Böyle yetiştirilen çocuklar, kendi içsel durum­
larını ayırt etmeyi öğrenemez ve kendi­lerine
güvenli bir hale gelemezler. Ergenlik dönemi­
nin gereklilikleriyle karşı karşıya kalma duru­
munda, çocuk toplumsal olarak inceliğe verilen
önemi kavrar ve bir kontrol ve kimlik kazanma
aracı olarak diyet yapmaya yönelir.
Diğer bir psikodinamik kuram, kadınlardaki
bulimia nervozanın çatışmalı anne-kız ilişkisi­
ne bağlı olarak yeterli bir benlik algısı gelişti­
rilememesinden kaynaklandığını önermektedir.
Yiyecek, bu çatışmalı ilişkinin bir simgesi haline
gelmektedir. Genç kızın tıkanırcasına yeme ve
çıkarma davranışı, annesine olan gereksinimi
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 225
√√

3. Katılık. Bu aileler, varolan durumu korumak açıdan dost canlısı bir mizaç sergilemek biçi­
ve değişim gerektiren durumlarla (Örn. er­ minde gözlenmiştir (Vitousek ve Manke, 1994).
genliğin özerkliğin artmasını gerektirmesi) Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, birey­
uğraşmaktan kaçınmak yönünde eğilimlere lerden ve ailelerinden geçmişe yönelik olarak
sahiptir. alınan bilgiler, vak’aların tanı konmadan önceki
4. Çatışma çözümünde yetersiz kalınması. dönemlerinde ne gibi özellikler göster­diklerini
Yeme bozukluğu olan ergenlerin aileleri hem hatırlamalarını temel aldığı için tam olarak ger­
çatışmadan kaçınırlar hem de kronik bir ça­ çek durumu yansıtmayabilir ya da vak’anın so­
tışma durumu içerisinde olmayı sürdürür­ler. runa ilişkin farkındalığı bir yanlılık oluşturabilir.
Vak’aların şu dönemdeki kişilik özelliklerini
Bu kuramsal önermelere ilişkin kanıtlar iki değerlendiren çalışmalar, MMPI gibi yerleş­
alanda yürütülen çalışmalardan elde edilmekte­ miş kişilik envanterlerinden elde edilen sonuç­
dir: yeme bozukluğu vak’alarının kişilik özellik­ ları temel almaktadır. Anoreksiya ve bulimia
lerine yönelik araştırmalar ve bu vak’aların aile vak’aların, nörotisizm ve kaygı düzeylerinin
özelliklerine ilişkin çalışmalar. Bu bozukluk, yüksek, benlik değerlerinin ise düşük olduğu
kişi­likte ya da aile özelliklerinde değişimlere yol bulunmuştur. Vak’aların, geleneklere bağlı­
açabileceği için kesin sonuçlara varmak zor gö­ lık açısından da yüksek puanlar aldıkları, bu­
rünmektedir. 1940’ların sonuna doğru, vic­dani nun da onların aile ve toplumsal standartları
ve dini inançları nedeniyle askerlik hizme­tini ne denli güçlü bir biçimde içselleştirdiklerinin
yapmayı reddeden (consciencious objec­tors), bir göstergesi olduğu görülmektedir. İki grup
erkekler üzerinde yapılan bir yarı-açlık araş­ arasında, MMPI’da gözlenen bazı farklılıklar,
tırmasında, yeme bozuklarının, özellikle ano­ anoreksiya hastalarının depresyon, sosyal geri
reksiya nervoza vak’alarının, kişiliklerinin besin çekilme ve kaygı yaşadıklarını ifade etmelerine
yetersizliğinden etkilendiği görüşünü destekle­ karşın, bulimia hastalarının daha karmaşık ve
mektedir (Franklin ve ark., 1948). Çalışmanın ciddi düzeyde psikopatoloji sergilemeleri ve bir­
ana bölümünde, bir toplama kam­pındaki bes­ çok MMPI alt ölçeğinde anoreksiya hastalarına
lenme koşullarının canlandıra­bilmesi için, er­ göre daha fazla yük­selme gösterdiklerine işaret
kek katılımcılara, günlük iki kez, toplam 1500 etmektedir.
kalorilik yiyecek verilmiştir. Kısa zamanda tüm Mükemmeliyetçilik eğiliminin, anoreksiya
bu erkek katılımcıların zihni, yiye­cekle aşırı de­ hastalarında yoğun olup olmadığıyla ilişkili
recede meşgul olmaya başlamıştır. Katılımcılar, veriler çelişkili görünmektedir. Çünkü mükem­
ayrıca, artan bitkinlik, dikkati yoğunlaştırmada meliyetçilik olasılıkla çok boyutludur ve daha
güçlük, cinsel ilginin eksilmesi, huzursuzluk, önceki araştırmalar, bu durumu dikkate alma­
duygu durumunda sık değişmeler ve uykusuz­ mışlardır. Mükemmeliyetçilik, benlik-yönelim­
luk gibi yakınmalar belirtmişlerdir. Dördü depre­ li (self-oriented) (kendine yüksek standartlar
sif olmuş, bir kişi bipolar bozukluk geliştirmiştir. belirleme), diğeri yönelimli (other-oriented) (di­
Bu araştırma, fazla miktarda besin kısıtlaması­ ğerleri açısından yüksek standartlar belir­leme)
nın, kişilik ve davranış üzerinde oldukça güçlü ve toplumsal yönelimli (diğerleri tarafın­dan da­
bir etkiye sahip olduğunu açıkça göstermekte­ yatılan yüksek standartları yerine getirm­eye
dir. Buna göre, yeme bozukluğu olan vak’aların uğraşma) olabilir. Klinisyenlere göre, mükem­
kişilik özelliklerini değerlendirirken bu noktayı meliyetçiliğin son sıralanan biçimi, anoreksiya
aklımız­dan çıkarmamamız gerekmektedir. açısından kritik görünmektedir. Yenilerde ya­
pılan bir laboratuar çalışmasında, Yeme Tutu­
KİŞİLİK VE YEME BOZUKLUKLARI mu Ölçeği’nden alınan yüksek puan­lar, kişisel
Bazı araştırmacılar, kısmen az önce değini­ amaçlarda yüksek standartlara uyma ile ilişkili
len bulgulara bir tepki olarak, yeme bozukluğu­ bulunmazken, deneyci tarafından day­atılan
nun başlangıcından önceki dönem­lerde, kişilik gerçekçi olmayan amaçlara ulaşılması çabala­
özelliklerine ilişkin geriye dönük veriler topla­ rıyla ilişkili görülmüştür ki, bu durum, diğerleri
mışlardır. Bir araştırma, anoreksiya vak’alarda tarafından dayatılan standartlara büyük ölçüde
mükemmeliyetçi, utangaç, uysal olma özellikle­ uyum gösterme eğilimine işaret etmektedir (Pli­
ri tanımlamıştır. Bulimia vak’aların kişilik özel­ nerve Hadock, 1996).
likleri ise histriyonik durumlar, duygu­lanımda Bulimia ve rastgele cinsel ilişki, madde kö­
dalgalanma (affective instability), ve sosyal tüye kullanımı ve çalma davranışları arasında
226 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

TABLO 9.1 Yeme Bozukluğu Envanterindeki Alt Ölçekler ve Örnek Maddeler.


Tepkiler Her zamandan hiçbir zamana giden 6 Basamaklı Ölçek ile Değerlendirilmektedir.
İnce olma dürtüsü Diyet yapmayı düşünürüm
Aşırı yediğim zaman kendimi çok suçlu hissederim
Zihnim daha ince olma isteğiyle meşguldür.
Bulimia Tıka basa yerim
Kontrolden çıkacak kadar tıkanırcasına yerim.
Kilo vermek için kusma yoluna başvurmayı düşünürüm.
Bedenden hoşnut olamama Bacaklarımın üst kısmının çok kalın olduğunu düşünürüm.
Kaba etimin (buttocks) çok geniş olduğunu düşünürüm.
Kalçalarımın (hips) çok büyük olduğunu düşünürüm.
Yetersizlik Yetersiz hissederim.
Kendimi güçsüz bulurum.
İçimde boşluk hissederim (duygusal olarak).
Mükemmeliyetçilik Ailem için sadece üst düzeyde bir iş ortaya koymak başarıdan sayılır.
Bir çocuk olarak, ailemi ve öğretmenlerimi hayal kırıklığına uğratmamak için kendimi çok zorladım.
En iyinin gerisinde kalmaktan nefret ederim.
Kişilerarası güvensizlik Diğer insanlara duygularımı açıklamakta güçlük çekerim.
İnsanları belirli bir uzaklıkta tutma gereksinimi duyarım (birisi daha yakın olmayı denediğinde
bundan rahatsızlık duyma).
İçsel yaşantıların Farkındalığı Ne hissettiğimi ayırt edemem.
İçimde ne olup bittiğini bilmem.
Aç olup olmadığımı ayırt edemem.
Büyüme korkuları Çocukluğun güvenli günlerine geri dönmeyi isterdim.
İnsanların en çok çocukken mutlu olduklarını düşünürüm.
Yetişkinliğin gereklilikleri çok fazla.
Garner, Olmsted ve Polivy, 1983’den alınmıştır.

bağlantılar olduğuna ilişkin klinik bulgular dik­ şantıların değer­lendirildiği maddeler için Tablo
kate alındığında, hiçbir araştırmanın, bulimia 9.1’e bakınız).
vak’aların dürtüselliğe yönelik kişilik ölçümle­ Yeme bozukluğu vak’alarının kişilik özellik­
rinde yükselme bul­mamış olması şaşırtıcıdır lerine ilişkin çalışmalardan elde edilen veri­
(Vitousek ve Manke, 1994; Walters ve Kendell, ler, Bruch’un anoreksiya kuramıyla bir ölçüde
1994). uyumlu görünmektedir. Anoreksiyası olan has­
Yeme bozukluğu öncesinde kişilik özelliğini talar, itaatkâr (compliant), çekingen ve mükem­
inceleyen ileriye yönelik (prospective) çalış­ meliyetçi olma eğilimindedir. Leon ve ark.’nın,
malar da bulunmaktadır. Bu çalışmalar henüz içsel yaşantılardaki farkındalığının az olması­
başlangıç noktasındadır ve veriler yeterli değil­ nın, yeme bozukluğu riskini yordadığı yolundaki
dir. Devam etmekte olan bir çalışma bazı ilginç bulgusu, Bruch’un bu bireylerin içsel durumları­
sonuçlar ortaya çıkarmıştır (örn. Leon ve ark., nı ayırt etme becerilerinde zayıf oldukları görü­
1995). Minneapolis’in banliyösündeki bir okul şünü desteklemektedir.
bölgesinde 2000’den fazla öğrenci, ardışık üç
yıl boyunca çeşitli testler cevaplamışlardır. Öl­ AİLE ÖZELLİKLERİ
çekler arasında, Yeme Bozuklukları Envanterini Yeme bozukluğu vak’alarının aile özellikle­rine
temel alan bir yeme bozukluğu geliştirme riski ilişkin görgül çalışmalar ortaya farklı sonuçlar
indeksinin yanı sıra, kişilik özel­liklerini değer­ koymuşlardır. Bu durumun nedenleri arasında,
lendiren araçlar da yer almıştır. Yeme bozuklu­ verilerin toplanması sürecindeki yön­tem fark­
ğu riskinin en güçlü yordayıcısının, içsel yaşan- lılıkları ve bilginin kaynağındaki farklılık­lar sa­
tıların farkındalığı (intero­ceptive awareness) alt yılabilir. Örneğin, vak’aların kendini bildirimle­
ölçeği olduğu, bu duru­mun, bireylerin bedenle­ rinden gelen bilgiler, aile içi çatış­manın yüksek
rindeki farklı biyolojik durumları ayırt edebilme olduğuna işaret etmiştir (örn. Kent ve Clopton,
boyutuna kadar uzandığı gözlenmiştir (içsel ya­ 1992). Ancak, ailelerden elde edilen bilgiler,
YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 227
√√

aile içi sorunların yüksek düzeyde olmadığını Bunun gibi, algılanan aile özelliklerine ilişkin iki
göstermiştir. Bir çalışmada ise, yeme bozuk­ taraflı bilgi toplayan gözlem çalışmaları, gerçek
luğu vak’alarının aileleri ile kontrol grubu ara­ aile özelliklerinin mi yoksa algılanan aile özel­
sında farklılık bulunmuştur. Yeme bozukluğu liklerin mi yeme bozukluklarıyla ilişkili olduğu
vak’alarının aileleri, aile ilişki­lerinde daha yük­ konusuna açıklık getirebilir.
sek izolasyon ve daha düşük düzeyde karşılıklı
yakınlaşma ve destek olduğunu belirtmişlerdir ÇOCUK İSTİSMARI VE YEME
(Humphrey, 1986). Bozuk aile ilişkileri, bazı BOZUKLUKLARI
yeme bozukluğu vak’alarının aile özelliklerini Bazı çalışmalar, bireylerin kendileri tarafın­dan
yansıtıyor görün­mekle birlikte, desteğin düşük bildirilen çocukluk dönemi cinsel istismarının,
olması biçi­minde gözlenen aile özellikleri, psi­ yeme bozukluğu vak’alarında nor­mallere göre,
kodinamik kuramla pek uyuşmamaktadır. Ve daha yüksek oranda olduğunu göstermiştir.
yine, bu aile özellikleri bozukluğun nedeni değil Bölüm 7’de tartışıldığı gibi, kimi zaman istismar
de, sonucu olabilir. terapi ortamında yaratılabilir. Bu açıdan sözü
Minuchin’in kuramıyla doğrudan bağlantılı bir edilen verilerin, terapi gören yeme bozukluğu
çalışma, hem yeme bozukluğu olan vak’aları, vak’aları kadar görmeyenlerden de edinilmiş
hem de ailelerini, katılık (rigidity), yakınlık, duy­ olduğu dikkatten kaçmamalıdır (Welch ve Fa­
gusal açıdan aşırı düzeyde karış­ma, eleştirel irburn, 1994). Buna rağmen, sözü edilen ça­
yorumlar ve düşmanlık boyutlarını ölçen araç­ lışmayı tekrarlayan çoğu araştırma benzer so­
lar ile değerlendirmiştir (Dare ve ark., 1994). nuçlar elde edememiştir (örn. Rorty, Yager ve
Minuchin’in kuramına karşıt olarak, ailel­er mü­ Russotto, 1994). Dolayısıyla, çocukluk dönemi
dahil olma boyutunda (enmeshment) dikkate cinsel istismarının, yeme bozukluğu­nun etiyo­
değer biçimde değişkenlikler göster­mişler ve lojisindeki rolü halen belirsizliğini korumaktadır.
çatışma (eleştiri ve düşmanlık) düzeyi düşük bu­ Araştırmalar, çocukluk döne­mindeki fiziksel
lunmuştur. Sözü edilen son bulgu, Minuchin’nin ve psikolojik istismarın da, yeme bozuklukları
tanımladığı çatışma-kaçınma örüntüsüne işaret vak’aları arasında yaygın olduğunu bulmuş­
etmekle birlikte, ailelerde aşırı düzeyde müda­ tur. Bu veriler, ilerideki araştır­malarda sadece
hil olma eğiliminin pek gözlenmemesi, yazarın cinsel istismarla sınırlı kalınmayıp, istismara
klinik tanımlamalarıyla belirgin düzeyde uyuş­ ilişkin daha geniş menzildeki deneyimlerin in­
mazlık göstermektedir. Değerlendirmelerin celenmesi gerektiğini göster­mektedir. Ayrıca,
vak’aların tedavilerinden önce ve sonra yapıl­ istismarın varlığı ya da yok­luğu oldukça genel
dığı bir aile çalışması da Minuchin’nin kuramıy­ bir değişken olabilir. Çok erken yaşta olan, zor
la örtüşmemektedir (Woodside ve ark., 1994). kullanmayı içeren ve aile üyelerinden biri tara­
Ailenin işleyişine yönelik derecelendirmeler, fından yapılan istismarın, yeme bozukluklarıyla
tedavi sonunda düzelme olduğunu göstermiştir daha güçlü bir ilişkisi ola­bilir (Everill ve Waller,
ki bu da has­tadaki iyileşmenin, ailedeki diğer 1995).
çatışmaları gün ışığına çıkardığı görüşüyle çe­
lişmektedir.
BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI GÖRÜŞLER
Aile işleyişine yönelik raporların ötesinde,
ailelerin doğrudan gözlemlenmelerine daya­ ANOREKSİYA NERVOZA
lı ölçümlerin kullanıldığı araştırmalara geçiş Anoreksiyanın bilişsel-davranışçı kuramları,
yap­mak gerekmektedir. Bu demek değildir ki kendini aç bırakma ve kilo kaybını güçlü pekiş­
çocuğun aile özelliklerine ilişkin algıları önem­ tiricilere dönüştüren etkenler olarak, şiş­manlık
li değildir. Sadece bilmemiz gereken, ailedeki korkusu ve beden imgesi bozukluğu üzerinde
bozulmaların ne kadarının algılanan ne ka­ durmaktadırlar. İnce olmayı başarmak ya da
darının ise gerçek bir durum olduğudur. Şu inceliği koruyabilme davranışları kaygının azal­
ana kadar yürütülen birkaç gözlem çalışması, masıyla olumsuz olarak pekişirler. Kişilik ve
yeme bozukluğu vak’alarının ailelerinin, kontrol sosyokültürel değişkenleri içeren bazı kuram­
gruplarından çok farklı olmadığını göstermiştir. lar, kilo alma korkusu ve beden imgesi bozuk­
Bununla birlikte, bu aileler, belirsiz ifadelerin luğunun nasıl geliştiğini incelemişlerdir. Örneğin,
açıklığa kavuşturulması gibi bazı iletişim becer­ mükemmeliyetçilik ve kişisel yetersiz­lik hissi, bir
ilerinde sınırlılıklar göstermişlerdir (Van den kişinin özellikle görünüşüyle ilgilen­meye başla­
Borucke, Vandereyken ve Vertommen, 1995). masına yol açabilir ve diyet yap­mayı güçlü bir
228 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

dir. Bulimia hastalarının, kilo alma ve bedenin


görünüşü ile ilgili olarak aşırı endişe duydukları
düşünülür, ancak bu vak’alar, sınırlı yeme ka­
rarlılıklarını sürdüremezler, bunun sonucunda
kaygıları artar ve tıkanırcasına yeme-çıkarma
döngüleri başlar (Fairburn, 1985).
Polivy ve Herman (1980), laboratuar ortamın­
da diyet yapan ve yeme tutumları bozulmuş
bireyleri incelemek için, diyet yapma ve aşırı
yeme ile ilgili endişeleri değerlendiren bir araç
olan Kısıtlama Ölçeğini (The Restrain Scale)
geliştirmişlerdir (Tablo 9.2’ye bakınız). Bu çalış­
malar genellikle, tat almaya ilişkin testler biçi­
minde yürütülmektedirler. Böyle çalışmalardan
biri, ısının tat alma üzerindeki etkisi olarak ad­
landırılmıştır (Polivy, Heartherton, ve Herman,
1988). “Soğuk” koşu­lunun sağlanması için, bazı
Ergenlik döneminde kilolu olmak, akranların dalga geçmesi ya
da reddetmelerine neden olmakta, bu durum da. yeme bozukluğu katılımcılardan 424.5 gr çikolatalı sütlü karışımı
belirtilerim ortaya çıkarabilmektedir. (milkshake) içip (araştırmacılar tarafından ön
yükleme olarak adlandırılmıştır) ve sonra üç
pekiştiriciye dönüştürebilir. Benzer biçimde, in­
kase don­durmayı tadıp, lezzetini derecelendir­
celiğin medyada bir ideal olarak resmedilmesi,
meleri istenmiştir. Katılımcılara, derecelendir­
şişman olmak ve kendini özellikle çekici insan­
melerini tamamladıktan sonra istedikleri kadar
larla karşılaştırma eğilimi gibi durumların hepsi
dondur­ma yiyebilecekleri söylenmiştir. Yenilen
bedenden hoşnutsuz olmaya neden olmaktadır
dondur­ma miktarı bağımlı değişken olmuştur.
(Stormer ve Thompson, 1996).
Bu genel deseni izleyen çalışmalarda, Kısıtla­
Bu sonucu destekleyen bir araştırmada, 10-
ma Ölçeğinden yüksek puan alan bireyler, sözü
15 yaş arası ergen kızlar, üç yıl aralıklarla iki
edilen ön yükleme sürecinden sonra, diyet yap­
kez değerlendirilmişlerdir. Obezite, ilk ölçümde,
mayan bireylere göre daha fazla yemişlerdir. Bu
akranların dalga geçmesiyle ilişkiliyken, ikinci
örüntü, aslında kalori mik­tarı düşük olan önyük­
ölçümde bedenden hoşnut-olmamayla ilişkili
leme süreci, şişmanlatıcı olarak algılandığında
bulunmuştur. Hoşnutsuzluk sonuçta yeme bo­
(örn. Polivy, 1976) ve bu durum yiyecekler gö­
zukluğu belirtileriyle ilişkilidir.
receli olarak hoşa git­meyen türden olduğunda
Diyetin bozulmasının arkasından sıklıkla tıka­ bile aynı biçimde gözlenmiştir (Polivy, Herman,
nırcasına yeme davranışının ortaya çıktığı bili­ ve McFarlane, 1994). Dolayısıyla, yeme bo­
nen bir durumdur (Polivy ve Herman, 1985). Tı­ zukluğuna bağlı olmaksızın diyet yapan birey­
kanırcasına yemeyi izleyen çıkarma süreci de, ler, daha az şid­dette olsa da, bulimia nervoza
bu biçimde yemenin yol açacağı kilodan kork­ vak’alarına ben­zer örüntü sergilemektedirler.
ma sonucunda görülür. Tıkanırcasına yeme ve Bu tür ön yükleme süreçlerinden sonra, özellik­
çıkarma davranışları olmayan anorek­siya has­ le kaygı ve depresyon gibi çeşitli olumsuz duy­
talarının zihinleri, kilo alma korkusu (Schlundt gu durum­larının, yemeyi kısıtlama eğiliminde
ve Johnson, 1990) ya da kendini kontrol etme olan birey­lerin yeme miktarını artıran çeşitli ek
egzersizleriyle daha yoğun bir biçimde meşgul koşullar oldukları gözlenmiştir (örn. Herman ve
olabilir. ark., 1987). Sonuç olarak, diyet yapanların faz­
İnce olmak yönünde güçlü bir dürtünün oluş­ la mik­tarda yiyecek tüketmesi, benlik-imgeleri
masında diğer önemli bir faktör ise, akranların bozul­maya yatkın (Heartherton, Herman, ve
ve ebeveynlerin şişmanlığa yönelik eleştirilerdir Polivy, 1991); ve benlik-değerleri düşük birey­
(Thompson ve ark., 1995). ler arasında (Polivy ve ark., 1988) daha yaygın
olarak görülmektedir.
BULİMİA NERVOZA Bulimia hastalarının yeme örüntüsü, Polivy
Bulimianın bilişsel-davranışçı kuramları, tıka­ ve ark.’nın kısıtlı yiyenler (restrain eaters) üze­
nırcasına yeme ve çıkarma formundaki anorek­ rindeki çalışmalarında belirttikleri davranışlara
siyaya ilişkin görüşlerle benzerlik göstermekte­ benzemekle beraber daha şiddet­lidir. Bulimik
YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 229
√√

TABLO 9.2 Diyet Yapanlarda Yemeyi Etkileyen Faktörlerin Çalışıldığı Araştırmalarda Katılımcıların Seçilmesi
Sürecinde Kullanılan Kısıtlı Yeme Ölçeği Not: Seçeneklerde verilen ağırlıklar pound cinsindendir (1 pound= 0,454 kg)
1. Ne kadar sıklıkta diyet yaparsınız? Asla, nadiren, bazen, sıklıkla, her zaman
2. Bir ay içinde en fazla ne kadar kilo veremeyeceğinizi düşünürsünüz? 0-4; 5-9; 10-14; 15-19; 20+
3. Bir hafta içinde en fazla ne kadar kilo almışsınızdır? 0-1; 1.1-2; 2.1-3; 3.1-5; 5.1 +
4. Tipik bir haftada, beden ağırlığınız ne kadar iniş çıkış gösterir? 0-1; 1.1-2;2.1-3; 3.1-5; 5.1 +
5. 5 poundluk (2,265 kg) bir iniş çıkış yaşamınızı ne kadar etkilerdi? Hiç, az, orta düzeyde, çok fazla.
6. Yediklerinize, başkalarının önünde makul miktarda, yalnızken ise çok mu para harcarsınız? Asla, nadiren, sıklıkla, her zaman.
7. Yiyecekleri yemeye ve düşünmeye çok zaman harcar mısınız? Asla, nadiren, sıklıkla, her zaman.
8. Fazla miktarda yedikten sonra suçluluk duyduğunuz olur mu? Hiç, az, orta düzeyde, çok fazla.
9. Ne miktarda yediğinizin farkında olur musunuz? Hiç, az, orta düzeyde, çok fazla.
10. En şişman olduğunuz zamanlarda, idealiniz olan ağırlığın ne kadar üzerine çıktınız? 0-1; 1 -5; 6-10; 11 -20; 21 +

hastalar, genellikle, stresle karşılaştıklarında belirli düzeyde bir başarıyla kullanılmaktadırlar.


ya da olumsuz duygulanım yaşadıklarında tı­ Son çalışmalar fluoxetine (Prozac) üzerine yo­
kanırcasına yerler. Bulimia hastalarının benlik ğunlaşmıştır (Örn. Fluoextine Bulimia Nervoza
değerleri düşüktür (Örn. Garner, Olmsted ve Araştırma Grubu, 1992). Çok merkezli bir ça­
Polivy, 1983). Ayrıca, çıkar­ma sürecinin de lışmada, 387 bulimia hastası 8 hafta boyun­ca
kaygıyı azalttığını destekleyen kanıtlar bulun­ yatısız (outpatient) tedavi edilmiştir. Fluoextine,
maktadır. Bulimia hastaları, yemek yediklerin­ plaseboya göre, tıkanırcasına yeme ve kusma­
de ve çıkarma imkanı bula­madıklarında kaygı nın azaltılması, depresyon düzeyinin düşmesi
düzeylerinin arttığını belirt­mişlerdir (Leitenberg ve yemeye ilişkin bozuk tutumların düzelmesin­
ve ark., 1984) ve bu ken­dini bildirim araçların­ de oldukça etkili bulunmuştur. Daha az kontrol­
dan edinilen bulgular, deri tepkileri gibi fizyolojik lü bir çalışma deseninde, fluoextine’nin anorek­
ölçümler tarafından da desteklenmiştir. Benzer siyada da etkili olduğu gös­terilmiştir (örn. Kaye
şekilde, çıkarma son­rasında kaygı düzeyinin ve ark., 1991). On bir aylık bir izleme çalışma­
düşmesi (Jarell, Johnson ve Williamson, 1986) sında, fluoextine ile tedavi edilen 37 anoreksiya
yine bu kuramı desteklemektedir. hastasının 29’unun, normal kilolarını koruyabil­
miş oldukları görülmüştür.
YEME BOZUKLUKLARININ Bununla birlikte blumia üzerine yürütülen
TEDAVİSİ araştırmalar, hastaların, ilaç tedavisini yarıda
bırakma (drop out) oranlarının, daha sonra
Yeme bozukluğu olan bir hastayı, tedaviye al­ aktarılacak olan bilişsel-davranışçı tedavilerin
mak çoğu kez zordur. Hasta, genellikle, bir ra­ yarıda bırakma oranlarından (örn. Fairburn ve
hatsızlığı olduğunu inkâr eder. Bundan dolayı ark, 1992) fazla olduğunu göstermektedir. Çok
hastaların çoğunluğu -%90’a kadar varan bir merkezli yürütülen yeni bir fluoextine araştır­
oranı- tedavi görmemektedir (Fairburn ve ark., ması, hastaların üçte birinin, 8 haftalık bir te­
1996). davi programın tamamlanmasından önce, ge­
Anoreksiya hastalarının tedavisinde, besin nellikle yan etkilerden dolayı, ilacı bıraktıklarını
takviyesinin aşamalı olarak yapılabilmesi ve göster­mektedir. Bu durum, bilişsel-davranışçı
dikkatli bir biçimde denetlenebilmesi için çoğu tedavi­lerin %5 oranındaki yarıda bırakma ora­
kez hastaneye yatış gereklidir. Kilo kaybı o ka­ nıyla karşılaştırıldığında, daha çarpıcı hale
dar çok olabilir ki, hastanın yaşamını koru­mak gelmekte­dir (Agras ve ark., 1992). Üstelik ilaç
için serum vermek gerekebilir. Elektrolit den­ tedavisinin kesilmesinin ardından, belirtilerin
gesizliği gibi tıbbi komplikasyonların da tedavi çoğu vak’ada geri geldiği (relapse) gözlenmek­
edilmesi gerekebilir. Anoreksiya ve bulimia için tedir (Wilson ve Pike, 1993).
hem biyolojik hem de psikolojik müdahaleler
kullanılmaktadır. ANOREKSİYANIN TEDAVİSİ
Anoreksiyanın tedavisi iki yönlü bir süreçtir.
BİYOLOJİK TEDAVİLER En önde gelen amaç, tıbbi komplikasyonları
Yeme bozuklukları, genellikle depresyon ile ve ölüm olasılığını uzaklaştırmak için hastaya
bir arada görüldüğü için bazı antidepresanlar kilo alması konusunda yardımcı olabilmektir.
230 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

Hasta genellikle çok zayıftır ve fizyolojik işlev­ çatış­malarından uzaklaştırıcı bir durum olarak
selliği, beslenmenin düzenlenmesi sürecine ek kul­lanmasının önüne geçmek. Bir taktik olarak,
olarak, hastane tedavisini zorunlu kılacak dü­ ebeveynlerin birbirlerinden ayrı biçimde, çocu­
zeyde bozulmuştur. Hastanede yatarak teda­ ğu yemek yemesi için zorlamaları isten­mektedir.
vi gören anoreksiya hastaları için düzenlenen Bu sırada, diğer ebeveyn odadan ayrılabilir. Bu
davranışçı tedavi programlarında, hasta müm­ bireysel çabanın başarısız olması beklenmek­
kün olduğunca izole edilir ve kendisine yemek tedir. Fakat bu başarısızlık ve engel­lenme so­
sırasında eşlik edilir. Hastanın yemek yemesi nucunda, anne ve baba, çocuğu yemeye ikna
ve kilo alması sonrasında, televizyon izleme, etmede artık birlikte hareket ede­bilirler. Böyle­
radyo, teyp dinleme, stajyer hemşireyle yürü­ ce, çocuğun yemesi, çatışmanın odak noktası
yüşler, mektuplar ve ziyaretçiler gibi imkânlar olmaktan çok işbirliğini sağlar ve çocukla ilgi­
ödül olarak sunulur. Bu programlar belirli bir dü­ lenme sürecinde ailevi etkinliği artırır (Rosman,
zeyde başarı ile uygulanmaktadır (Hsu, 1991). Minuchin, ve Liebman, 1975).
Ancak, ikinci amaç olan, alınan kilonun uzun
süreli korunması, henüz tıbbi, davranışçı ya da BULİMİANIN TEDAVİSİ
geleneksel psikodinamik müdahaleler ile tam
Bulimianın tedavisi birkaç boyuta yönelik ola­
olarak başarılamamıştır (Wilson, 1995).
rak düzenlenmektedir. Bilişsel davranışçı teda­
Aile terapisi, anoreksiyanın tedavisinde kul­
vide, bulimia hastası, toplumun fiziksel çeki­ciliğe
lanılan diğer bir yöntemdir. Başka tedavilerde
ilişkin standartlarını sorgulamaya yürek­lendirilir
olduğu gibi, aile tedavisinin de uzun süreli etk­
(asla çok zengin ya da çok ince ola­mazsın ata­
ileri yeterince çalışılmamıştır. Bununla beraber,
sözünde olduğu gibi). Hastalar, şiş­manlamaktan
aileleri ile ele alınan 50 anoreksiya hastaları­
kaçınmak için, kendilerini açlığa yönlendiren
nın %86’sının, tedavi sonrasında 3 aydan 4 inançlarını açığa çıkarmalı ve bun­ları değiştir­
yıla varan bir menzildeki değerlendirmelerinde, melidirler; yani onların, yoğun diyet yapmadan
hastaların halen işlevselliklerini sürdürdükleri da normal vücut ağırlığının korunabileceğini ve
görülmüştür (Rosman, Minuchin, ve Liebman, sınırlı yemenin tıkanırcası­na yemeyi nasıl te­
1976). tiklediğini görmeleri sağlan­malıdır. Hastalara,
Birkaç aile terapisi ekolünden birini temsil eden yüksek kalorili bir yiyecekten bir lokma almanın
Salvador Minuchin ve arkadaşları, anoreksiya hiçbir şey kaybettirmeye­ceği; böyle bir atıştır­
üzerine önemli bir çalışma yap­mışlardır. Geliş­ manın, yasak yiyecekler­den mümkün olan en
tirmiş oldukları tedavi, Minuchin’in daha önce kısa sürede kurtulmak için yapılan, kusma ve
aktarılan psikodinamik kuramıyla benzerlikler müshil kullanımı eylem­lerinin izlediği tıkanır­
taşımaktadır: anoreksiya hastası çocuk, aile casına yemeyi tetiklemeyebileceği öğretilir. Bu
ilişkilerindeki temel çatışmaların yansıtıldığı bir ya hep ya hiç düşünce biçiminin seçeneklere
araç olarak görülür. Minuchin, bozukluğu tedavi dönüştürülmesi süreci, hastaya tükettiği besin
edebilmek için onu bireysel olmaktan çok kişi­ miktarını daha orta düzeye indirebilmesinde
lerarası bir durum olarak yeniden tanımlamayı yardımda bulunabilir. Hem bilişsel-davranışçı
ve aile içi çatışmaları ön plana getirmeye yö­ hem de kişilerarası terapiler bulimianın iyileş­
nelmiştir. Minuchin’nin kuramına göre, bu yolla, mesinde bazı başarılar göstermişlerdir. Fakat
işlevini yitirmiş ailenin çatışmaları, daha fazla bu yöntemler, çıkarma işlemlerini (kusma, müs­
yön değiştiremeyeceği için bu sorunlu aile üye­ hil vb kullanımı) dikkate değer düzeyde azalta­
si, belirtilerini sürdürmek zorunluluğundan kur­ bilseler de, toplam başarı oranı %50’den daha
tulacaktır. azdır (Wilson, 1995; Wilson & Pike, 1993). Do­
Bu nasıl başarılmaktadır? Anoreksiya hasta­ layısıyla bu oran, anoreksiyada olduğu gibi, bu­
larının ailelerinin terapist tarafından izlendiği limianın da tedavisinin başarılı bir biçimde yü­
bir ‘aile öğlen yemeği oturumu’ önerilmektedir. rütülmesinin zor olduğunu göstermektedir.
Çünkü, çatışmalara en temel kanıtların bu göz­ Anoreksiya çalışmalarıyla karşılaştırıldığın­
lemler ile bulunabileceğine inanılmaktadır. Bu da, son yıllarda, bulimianın tedavisine ilişkin
oturumlarda üç önemli amaç bulunmak­tadır: çok daha fazla oranda araştırma yapılmıştır. Bu
(1) hastanın, anoreksiya hastası olma rolünü araştırmalar ağırlıklı olarak Fairburn’nün (1985)
değiştirmek; (2) yeme sorununu kişilerarası bilişsel davranışçı modelini temel almaktadır.
bir sorun olarak yeniden tanımlamak; (3) aile­ Daha önce belirtildiği gibi Fairburn, bulimia has­
nin, çocuklarının anoreksiya belirtilerini, kendi talarının temel sorunlarının, onlardaki, vücut bi­
YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 231
√√

çiminin ve kilonun, benlik ve diğerleri tarafın­dan bir genç kız), tıkanırcasına yemenin, hastanın
kabul görmede büyük bir önemi olduğu biçimin­ erkek arkadaşı tarafından eleştir­ilmesinin ar­
deki inançla bağlantılı olduğunu öner­mektedir. kasından ortaya çıktığını keşfeder­lerse, terapi
Bundan dolayı, bulimia hastasına göre, beden aşağıda sıralananlardan herhangi birinin ya da
biçimi ve kilo, katı bir diyet uygula­masıyla ko­ hepsinin yapılmasını içerir: Eğer eleştiri haksız
runmalıdır. Bu katı diyet, tıkanırcası­na yeme ile ise hastanın atılgan bir biçimde kendini ortaya
bozulmakta ve sonrasında, alınan yiyecekler­ koyması yönünde yüreklendirilmesi; erkek ar­
den mümkün olduğunca çabuk kur­tulmak için kadaşının eleştirisi geçerli olsa bile, Ellis’in tar­
çıkarma işlemine başvurulmaktadır. zıyla, hata yapmanın bir felaket olmadığını ve
Bulimianın tedavisindeki temel amaç, nor­mal mükemmel olmanın gerekli olmadığının hasta­
yeme örüntüsünü geliştirebilmektir. Hastaların ya öğretilmesi ve has­tanın sosyal eleştirilmeye
günde 3 öğün yemeleri, aralarda atıştırmalar karşı duyarsız hale getirilmesi. Hasta, ideal ki­
olsa da, bunların tıkanırcasına yemeye ve çı­ loya ilişkin toplumsal standartları ve kadınların
karmaya kaymamasını öğren­meleri gerekmek­ ince olmaları yönün­deki baskıları sorgulamaya
tedir. Hastalar, kendileri hakkında daha az ku­ teşvik edilir (hiçbir yönüyle kolay bir iş değil­
tuplaşmış inançlar geliştirmeleri için yönlendi­ dir).
rilirler. Örneğin ter­apist yumuşak ama istikrarlı Bilişsel-davranışçı tedavilerin (BDT), en azın­
bir biçimde şu mantık dışı (irrasyonel) inançları dan kısa süredeki etkileri, umut vericidir ve
sorgular: “Şu anda olduğumdan biraz daha kilo­ anti- depresif ilaç tedavisinden daha etkili ol­
lu olursam hiç kimse bana saygı duymaz”, “Eric duğu yönünde kanıtlar bulunmaktadır (Agras
beni sadece 50 kilo olduğum için seviyor ve 55 ver ark., 1992). Çok sayıda araştırmadan elde
kilo olup balon gibi şişersem kesinlikle beni bı­ edilen bulgular, tıkanırcasına yeme ve çıkartma
rakır [doğrudan alıntıdır]”. Bunun altında yatan davranışlarının, %70 - %90 arasında değişen
yaygın varsayım ve kız hastalar açısından bu oranda düştüğüne, aşırı diyet uygulamalarının
durumla bağlantılı olan biliş, “bir kadın ancak önemli derecede azaldığına ve vücudun biçimi
belirli bir kilonun altında olduğunda bir erkek ve kiloya ilişkin tutumlarda düzelmeler olduğu­
için değer taşır” gibi medya ve reklamlar tara­ na (Garner ve ark., 1993; Wilson ve ark., 1991)
fından öne sürülen bir inançtır. işaret etmektedir. Bununla birlikte, tıkanırcası­
Bilişsel-davranışçı tedaviler, bulimia hastasına, na yeme ve çıkarma sayıları yerine hastaların
bir kişinin yaşamında mantıklı bir amaç olarak genel durumlarına odaklaşırsak, BDT ile tedavi
kabul edilemeyecek kilo kontrolünün, genellik­ edilen hastaların yarısının çok az iyileşme gös­
le tıkanırcasına yeme ve çıkarma ile bozulan terdiklerini anlarız (Craighead ve Agras, 1991;
aşırı diyet uygulamalarından daha çok belirli bir Wilson, 1995; Wilson ve Pike, 1993). Ve eğer
düzende yeme ile daha kolay başarılabileceği­ iyileşen hastaları altı ya da 12 aylık izlemede
ni öğretmeyi de hedefler. Düzenli yeme, açlığı değerlendirirsek, sadece üçte birinin tedaviden
kontrol eder. Böylece, çıkarma işlemi ile tetikle­ sağladıkları yararı sürdürebildiklerini görürüz
nen, aşırı miktarlarda yemeye yönelik duyulan (Fairburn ve ark., 1993). Buna göre, BDT’nin
güçlü isteğin, giderek dizginlenmeye başlaya­ etkiliğine ilişkin tablo karışık görünmektedir.
cağı umulur. Tıkanırcasına yeme ve çıkartma isteklerinin
Bu bilişsel-davranışçı tedavi yaklaşımında, üstesinden başarıyla gelenler, depresyon ve
hasta oturumda yemek için, kendine yasak­ düşük benlik-değeri gibi eşlik eden diğer sorun­
ladığı bir yiyecekten küçük bir parça getirir. lar açısından da iyileşme gösterebilmek­tedirler.
Gevşeme egzersizleri, kendini kusturma isteği­ Bu sonuç şaşırtıcı değildir: Eğer bir kişi, buli­
ni kontrol etmede kullanılır. Gerçekçi olmayan miayı kontrol edilemez bir sorun olarak algılar­
talepler ve bilişsel çarpıtmalar -yüksek kalorili ken normal yeme örüntüsünü başara­bildiğini
bir yiyecekten küçük bir parça yemenin, mutlak görürse, depresif belirtileri azalabilir ve genel­
bir başarısızlık olduğu ve hastalığa mahkûm likle kendisini daha iyi hissedebilir. Görgül BDT
olunduğu, asla iyileşemeyeceği biçimindeki literatüründen gelen son bir bulgu, Fairburn’nün
inançlar- sürekli olarak sorgulanır. Terapist ve tedavi modelini temel alan bir elkitabını izleyen
hasta, hastayı tıkanırcasına yemeye iten olay­ ve ruh sağlığı çalışanlarından asgari düzeyde
ların, düşüncelerin ve duyguların belirlenmesi danışmanlık alan kendine yardım (self-help)
ve daha sonra bu durumlarla daha uygun baş gruplarının önemli düzeyde yarar sağlayabil­
etme yollarının öğrenilmesinde beraber çalışır­ diklerini göstermektedir (Cooper, Coker & Fle­
lar. Örneğin, eğer terapist ve hasta (genellikle ming, 1994).
232 √√ BÖLÜM 9 - YEME BOZUKLUĞU

BDT, bulimianın tedavisinde, diğer psikolo­ ğu, depresyon, kaygı ve evlilik çatışmaları gibi
jik müdahalelere göre daha üstün mü? Farklı sorunların bozukluğa eşlik etmesine bağlan­
tedavilerin karşılaştırılmasında sıklıkla gördü­ abilir (Wilson, 1995). Böyle hastalar BDT’den
ğümüz gibi yanıt belirsizdir. Çoğu çalış­mada yararlanamadıkları gibi diğer müdahalelerden
(örn. Fairburn ve ark., 1991; Fairburn ve ark., de fayda sağlayamamaktadırlar. Örneğin, Gle­
1993), Weissman ve Klerman’nın Kişilerarası aves ve Eberenz (1994), bir bölge tedavi mer­
Tedavisi (KT), BDT ile karşılaştırıldığında, kısa kezindeki, 464 bulimia hastası kadın arasında,
sürede sonuç ver­meme olasılığına karşın, KT BDT sonuçlarını incelemişler ve çok sayıda
etkili bulunmuştur. Bu iki farklı müdahale biçi­ terapist değiştirme ya da hastaneye yatma,
minin etkinlik düzey­leri, bulimianın dört boyutu cinsel istismar, intihar girişimi öyküsü olanla­
açısından şöyle karşılaştırılmaktadır: tıkanır­ rın, olmayanlara göre tedaviden daha az yarar
casına yeme, çıkart­ma, katı diyet uygulaması, sağladıklarını göstermişlerdir. Terapötik sonuç­
vücudun biçimi ve kiloyla ilgili uyumsal olmayan ların olumsuzluğu, bu hastaların daha yaygın
tutumlar (Wilson, 1995). (Benzer sonuçlar, Ulu­ ve ciddi düzeyde psikopatolojilerinin olmasın­
sal Ruh Sağlığı Enstitüsü [National Institute of dan kaynaklanabilir. Ya da, bu olumsuz gidişat,
Mental Health / NIMH] tarafından, bu iki teda­ hastanın olasılıkla cinsel istismara bağlı olarak
vi yaklaşımının depresyonun tedavisi üzerin­
otorite figürlerine güvenememesi, dolayısıy­
deki etkilerini inceleyen geniş çaplı bir sonuç
la terapiye bağlanamaması ile ilgili de olabilir
araştırmasında da elde edilmiştir (Bölüm 18’e
(Terapistler otorite figürüdürler ve eğer hasta
bakınız.) KT’nin, BDT’ye göre, uyumsuz yeme
ebeveynlerden biri tarafından istismar edilirse
örüntüsüne odaklaşmadığını ve bunun yerine
yerleşen güvensizlik ve kızgınlık en çok terapis­
kişilerarası işlevselliğin gelişmesine yöneldiği
te genellenebilir).
göz önünde bulununca, KT’nin yukarıdaki bo­
İnsanlar tek bir sorun için seyrek olarak te­
yutların hep­sinde etkili olması dikkate değerdir.
Bu başarı, en azından bazı hastalar açısından, daviye başvururlar ve yeme bozukluğu kadar
bozulmuş yeme örüntüsünün, zayıf kişilerarası ciddi bir durum olasılıkla depresyon gibi diğer
ilişkilerin ve bunlarla eşleşen benlik ve dünya bozukluklar ile iç içe geçmiştir. Depresyonun
hakkında­ki olumsuz duyguların bir sonucu ola­ tek başına çok sayıda nedene bağlı olarak orta­
rak ortaya çıkabileceğini önermektedir. ya çıktığı dikkate alınınca (A kişisi B kişisin­den
Bu iki temel tedavi yaklaşımının, ilaç gibi diğer daha farklı nedenlerden dolayı depresif olabi­
müdahalelere göre üstün konumuna rağ­men, lir), çıkarılacak ders şudur ki, terapi ortamında,
halen bulimianın en iyi biçimde nasıl tedavi edi­ belirli bir hastaya en iyi şekilde nasıl yaklaşa­
lebileceğini bulabilmek için üzerinde çalışılacak cağımız konusunda kontrollü sonuç çalışmala­
pek çok nokta bulunmaktadır. Örneğin hasta­ rının söyleyebildikleri sınırlıdır. Klinisyenlerin,
nede yatarak tedavi BDT’nin etkisini arttırabilir vak’alar üzerindeki bire bir çalış­malarında yüz
(Tuschen ve Bent, 1995), - özellikle sonuçların yüze kaldıkları ve üstesinden gelmeye çalıştık­
daha umutsuz olduğu anoreksiyada. Gerçek şu ları karmaşık sorunlar, belirli bir elkitabına bire
ki, kontrollü çalış­malarda hastaların yarısı iyi­ bir uyularak yürütülen karşılaştır­malı sonuç
leşme göster­memektedir. Bu durum, hastaların araştırmalarında üzerinde durulan konular ol­
büyük bölümünde, belki de sınır kişilik bozuklu­ mamaktadır.

ÖZET
İki temel yeme bozukluğu kategorisi anoreksiya nervoza ve bulimia nervozadır. Anoreksiya ner­
vozanın belirtileri, normal beden ağırlığını korumayı reddetme, şişmanlamaktan aşırı derecede kork­
ma, çarpıtılmış beden duyumu ve kadınlarda mensturasyonun arka arkaya üç kez olmamasıdır.
Anoreksiya genellikle 15 yaşından itibaren başlar, kadınlarda erkeklere oranla on kat fazla bir oranda
görülür ve özellikle depresyon gibi başka bozukluklarla bir arada gözlenir. Gidişat pek olumlu değildir
ve yaşamı tehdit edici boyutlarda olabilir. Bulimianın belirtileri, çıkartma işlemlerinin izlediği tıkanır­
casına yeme dönemleri, şişmanlama korkusu ve beden imgesi bozukluğunu içerir. Anoreksiya gibi
bulimia da ergenlik döneminde başlar, kadınlarda erkeklere göre daha fazla orandadır ve depresyon
gibi diğer tanılarla bir arada görülür. Gidişat anoreksiyaya göre biraz daha iyidir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER 233
√√

Yeme bozukluklarına ilişkin biyolojik araştırmalar, kalıtımsal özellikleri ve beyin düzeneklerini in­
celemişlerdir. Kanıtlar olası kalıtımsal yatkınlığa işaret etmektedir, fakat henüz evlat edinme çalış­
maları yapılmamıştır. Açlık ve tokluk açısından önemli rol oynayan opiyat ve serotonin, yeme bo­
zukluklarında incelenmiştir. Bu beyin kimyasalları, yeme bozukluğu olan hastalarda düşük düzeyde
bulunmuştur.
Psikolojik düzeyde çok çeşitli etkenler önemli rol oynamaktadırlar. Kültürel standartlar, ince ol­
mayı kadınlar için bir ideal olarak daha fazla destekledikçe, yeme bozukluklarının sıklığı giderek
artmaktadır. Yeme bozukluğunun yaygınlığı, mankenler, dansçılar ve jimnastikçiler gibi bedenlerine
özen göstermek durumunda olan bireyler arasında daha fazladır. Bozukluk ayrıca, ince olmanın
güçlü bir biçimde vurgulandığı endüstrileşmiş ülkelerde daha yaygın olarak görülmektedir. Yeme bo­
zukluğunun psikodinamik kuramları ebeveyn-çocuk ilişkisi ve kişilik özellikleri üzerinde durmaktadır.
Örneğin, Bruch’ın kuramına göre, sonradan yeme bozukluğu gösteren çocukların ebeveynleri, çocu­
ğun gereksinimlerini göz ardı ederek kendi isteklerini dayatmaktadırlar. Bu şekilde büyüyen çocuklar
kendi içsel durumlarını ayırt etmeyi öğrenemezler ve diğerleri tarafından dayatılan standartlara ol­
dukça bağımlıdırlar. Verilerin elde edilme biçimine bağlı olarak, yeme bozukluğu gösteren çocukların
aile özelliklerine yönelik yapılmış araştırmalar farklı sonuçlar ortaya koymuşlardır. Hastaların verdiği
bilgiler, aile içi çatışmanın varlığına işaret ederken, doğrudan gözlemler, ailelerde belirli bir sapmanın
bulunmadığını göstermiştir. Kişilik araştırmaları, yeme bozukluğu olan hastalarda yüksek düzeyde
nörotisizm ve mükemmeliyetçilik ile düşük düzeyde benlik-değeri bulmuşlardır.
Yeme bozukluklarının bilişsel-davranışçı kuramları, şişmanlama korkusunun ve beden imgesi bo­
zukluğunun, kilo kaybını güçlü bir pekiştirici haline getirdiğini önermektedir. Bulimia nervozalı hasta­
larda, olumsuz duygulanım ve gerilim, tıkanırcasına yemeye yol açar ki bunun sonucunda yaşanan
kaygı da çıkartma davranışına neden olur.
Yeme bozukluklarının temel biyolojik tedavisi antidepresanların kullanımını içermektedir. Bu ilaç
tedavisi, belirli düzeyde etkili olsa da, tedaviyi yarıda bırakma ve ilacın kesilmesi sonrası belirtilerin
yeniden ortaya çıkması olasılığı yüksektir. Anoreksiyanın tedavisi, tıbbi komplikasyonların azaltıl­
ması için hastaneye yatışı gerektirir. Kilo alımı sonrasında, arkadaşların ziyareti gibi pekiştiricilerin
sunulması, bir ölçüde etkili olmakla birlikte kazanılan kilonun uzun süre korunmasını sağlayan hiçbir
tedavi programı bulunmamaktadır.
Bulimianın bilişsel-davranışçı tedavisi, fiziksel çekiciliğe ilişkin toplumsal standartların sorgulan­
masına, yiyecek alımını sınırlandırmaya iten inançların tartışılmasına ve normal yeme örüntüsünün
geliştirilmesine odaklaşmaktadır. Sonuçlar, en azından kısa vadede umut vericidir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
Anoreksiya Nervoza
Bulimia Nervoza
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu
Sherri Silverman, “kırmızı içindeki mavi
kadın”, 1993

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI
Çeviri: Prof. Dr. Işık Savaşır

DEPRESYON VE MANİNİN GENEL DUYGUDURUM BOZUKLUKLARINDA


ÖZELLİKLERİ TEDAVİ
Resmi Tanı Listeleri Psikolojik Tedaviler
Tek uçlu (unipolar)- İki uçlu (bipolar) Biyolojik Tedaviler
Bozukluk Ayırımının Geçerliği ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE DEPRESYON
Kategoriler Arasındaki Heterojenlik Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun
Kronik Duygudurum Bozuklukları Semptomları ve Yaygınlığı
DUYGUDURUM (MOOD Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun
BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK Etiyolojisi
KURAMLARI Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunda
Depresyonun Psikanalitik Kuramı Tedavi
Depresyonun Bilişsel Kuramları İNTİHAR
Depresyonun Kişilerarası Kuramı İntiharla ilgili Gerçekler
İki Uçlu Bozukluğun Psikolojik Kuramları İntihara Bakış Açıları
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ İntiharın Psikolojik Testlerle Yordanması
BİYOLOJİK KURAMLARI İntiharı Önleme
Kalıtsal Veriler İntiharla Çalışmada Klinik ve Etik Sorunlar
Nörokimya ve Duygudurum Bozuklukları ÖZET
Nöroendokrin Sistem
DEPRESYON VE MANİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ 235
√√

dır. Kafaları kendilerine yönelik suçlamalarla


Psikologa geldiği zaman iki aydır ağır depresyon ge- doludur. Depresyonda olan kişiler ayrıca kişisel
çiren Bayan M. otuz sekiz yaşında bir fabrika işçisiydi. hijyen­lerini ve görünüşlerini ihmal ederler, fizik­
Dört çocuk annesi olan Bayan M., üç yıl önce, kötüye gi-
sel bir temeli olmayan çeşitli hipokondriyak ağrı
den ekonomik koşulları yalnızca kocasının maaşıyla ge-
çinilemeyecek duruma gelince çalışmaya başlamıştı. An-
ve sancılardan yakınırlar. Çoğu zaman tama­
cak psikologa gelmesinden yedi ay önce işten çıkarıldı ve men keyifsiz, umutsuz ve inisiyatiften yoksun
ailenin ekonomik durumu bozuldu. Parayla ilgili varolan olarak endişeli, kaygılı ve ümitsiz olabilirler.
endişeler eşiyle tartışmalara yol açtı. Tartışmalar sadece Yaşam boyunca depresyonun belirti ve işa­
parayla sınırlı değildi, çocukları da kapsıyordu. Uyuma- retlerinde farklılıklar görülür. Daha ilerde ayrın­
da zorluk çekmeye başladı, İştahı bozuldu ve kilo kaybetti. tılı tartışacağımız gibi, çocuklarda depresyon
Enerjisi azaldı ve o zamana kadar hoşlandığı faaliyetlere genellikle baş ağrısı, mide ağrısı gibi bedensel
karşı ilgisini kaybetti. Televizyon karşısında saatlerce ge-
çirmesine rağmen bir zamanlar en sevdiği dizilere ilgi du-
yakınmalar şeklinde gözlenir. İleri yaştaki yetiş­
yamadı ve çoğu zaman dikkatini bile veremedi. Ev işleri­ni kinlerde depresyon, dikkatin kolay dağılması ve
yapmak imkânsız hale geldi, kocası bu durumdan yakın­ bellek kaybı ile karakterize edilir (bkz. Bölüm
maya başladı ve bu da yeni tartışmalara yol açtı. Son ola- 16). Depresyon belirtileri, kabul edilir davranı­
rak karısında ciddi bir şeyler olduğunu düşünen Bay M. şın kültürel standartlarındaki fark­lılıklara bağlı
onu bir psikoloğun görmesi gerektiğine ikna etti. olarak, kültürler arası değişkenlik göstermekte­
dir. Örneğin sinir ve baş ağrısı şikâyetleri Latin
Bu bölümde duygudurum bozukluklarını tar­ kültürlerde çok yaygın iken, güçsüzlük Asya’da
tışacağız. Depresyon ve İki uçlu (Bipolar) bo­ daha sık görülür. Çoğu depresyon, tekrarlansa
zukluğun DSM kategorilerini tanımlayarak baş­ da, zamanla dağılma eğilimindedir. Ancak teda­
lıyoruz. Ardından söz konusu bozukluklarla ilgili vi edilmeyen ortalama bir depresyon dönemi altı
biyolojik ve psikolojik faktörler üzerine odaklı ile sekiz ay, hatta daha uzun sürebilir, hasta ve
son dönem çalışmaları aktarıyoruz ve tedavile­ ailesi için daha da uzun gibi gelebilir. Depres­
rini tartışıyoruz. Son bölümde ise intihar üzerin­ yon kronik hale gelirse birey nöbetler arasında
de duruyoruz. eski işlev düzeyine dönemeyebilir.
Mani, sinirlilik, aşırı hareketlilik, konuşkanlık,
DEPRESYON VE MANİNİN fikir uçuşması, dikkatte dağılma, uygulanama­
GENEL ÖZELLİKLERİ yacak büyük planlar, zaman zaman amaçsız
faaliyetlerle kendini gösteren temelsiz aşırı bir
Bayan M. vak’asında gösterildiği gibi dep- coşku durumudur. Nöbetler halinde depresyon
resyon, büyük bir üzüntü, endişe, suçluluk ve geçiren bazı kişiler kimi zaman aniden de manik
değersiz hissetme, başkalarından uzaklaş­ma, olabilirler. Yalnızca mani geçirip depresyon gös­
uyku, iştah, cinsel istek kaybı ya da her zamanki termeyen kişilerin olduğuna dair klinik raporlar
faaliyetlere karşı ilgisizlikle belirgin­leşen duygu­ vardır ancak bu duruma çok ender rastlanır.
durumudur. Nasıl hepimiz zaman zaman kaygı Birkaç günden birkaç aya dek sürebilen ma­
hissetmişsek, aynı şekilde yaşamımızda büyük nik dönemin çalkantısındaki kişi kolaylıkla gü­
olasılıkla hüzün yaratan ancak depresyon tanı­ rültücü sesiyle fark edilebilir. Konuşma uzun sü­
sını gerektirmeyecek birçok olay yaşarız. Dep­ relidir, şakalar, kelime oyunları, kafiyeler, konu­
resyon, sıklıkla panik atak, madde bağımlılığı, şanın dikkatini çeken eşyalar ve yakında olan­
cinsel işlev bozukluğu ve kişilik bozukluğu gibi larla ilgili çağrışımlarla doludur. Bu konuş­mayı
başka psikolojik sorunlarla ilişkilidir. kesmek çok zordur; maniklerde yaygın olan
Depresyonda olan kişi için dikkat etmek çok düşünce uçuşmasını açıklar. Konuşmanın ufak
yorucu bir çabadır. Okuduklarını ve başkaları­ bölümleri anlaşılır durumda olsa da, konuşmacı
nın onlara söylediklerini anlayamazlar. Karşılıklı bir konudan diğerine çabucak atlar. Manik kişi­
konuşma bir yüktür; yavaş ve uzun duraksama­ nin faaliyete olan gereksinimi onu aşırı sosyal
larla, az sözcük kullanarak ve monoton bir sesle ve karışıcı olmaya iter, sürekli ama amaçsızca
konuşurlar. Çoğu yalnız oturup susmayı tercih meşguldür. Ne yazık ki çabalarındaki hatalardan
eder. Bazıları ise ajitedir ve yerinde duramazlar. tamamen habersizdir. Bu hareketliliği herhangi
Ellerini ovuşturarak aşağı yukarı gezinir, inleye­ bir önleme çabası çabu­cak kızgınlık, hatta bü­
rek şikâyet ederler. Depresyonda olan kişiler bir yük öfke yaratır. Mani genelde bir iki günde ça­
problemle karşılaştıkları zaman hiçbir çözüm bucak ortaya çıkar. Tedavi edilmeyen nöbetler
akıllarına gelmez. Her anlarında bir ağırlık var­ birkaç günden birkaç aya kadar sürebilir.
236 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

Aşağıdaki manik hastanın tanımlaması kayıt­


larımızdan alınmıştır. Bu durumun genellikle bir
parçası olan çabuk kızma bu hastada görülme­
miştir.

Bir posta hizmetlisi olan Bay W. sekiz yıldır evliydi.


Karısı ve iki çocuğuyla birlikte orta sınıf bir semtte rahat
ve mutlu olarak yaşıyorlardı. Geriye bakıldığında neler
olacağıyla ilgili hiçbir ipucu yoktu. Şubatın on ikisinde
karısına enerji ve fikirlerle dolu olduğunu, postacılık işi-
nin doyurucu olmadığını ve yeteneklerini boşuna harca-
dığını bildirdi. O gece çok az uyudu, zamanının çoğunu
masa başında sürekli yazarak geçirdi. Ertesi sabah her
zamanki saatte işe gitti ancak saat 11’de otomobili ak-
varyumlar ve tropik balık malzemeleriyle dolup taşarak
eve geldi. İşinden istifa etmiş ve ailenin bankadaki bütün
tasarrufunu çekmişti. Parayı tropik balık malzemesi için
harcamıştı. Bay W. bir gece önce aletleri değiştirme yo-
lunu keşfettiğini, artık balıkların hiç ölmeyeceklerini ve
böylece milyoner olacaklarını iddia etti. Otomobili bo-
şalttıktan sonra etrafta alıcılar aramaya çıktı, herkesin Patty Duke, hem mani hem de depresyon dönemlerini
kapısına gitti ve onu dinleyen herkesle konuştu. deneyimlemiş ve buna bağlı olarak iki uçlu bozukluk ile
O dönemde hastanede yatarken alınan aşağıdaki tanımlanmıştır.
konuş­ma örneği inanılmaz iyimserliğini ve kışkırtıcılığını
göstermektedir.
• Uyumada güçlükler (insomnia); başlangıç­
Terapist: Bugün çok mutlu görünüyorsun. ta uykuya dalamama, gece uyanıp bir daha
Hasta: Mutlu! mutlu mu? Sen küçümseme ustasısın. uyuyamama ve sabah çok erken uyanma
Hınzır adam (bağırarak ayağa fırlıyor) Ben mutluluktan ya da bazı hastalarda zamanın çoğunu uyu­
uçuyorum. Bugün, kızımın bisikletiyle batı kıyısına gidiyo­ yarak geçirme isteği.
rum. Sadece 3100 mil. Bildiğin gibi bu hiç bir şey. Aslında • Faaliyet düzeyinde değişiklik, ya letarjik olma
yürüyebilirim ama gelecek hafta orada olmak istiyorum. (psikomotor yavaşlama) ya da ajite olma.
Yolda balık aletlerime yatırım yapmaları için birçok kişiy- • İştah azalması ve kilo kaybı, ya da iştah ve
le temas edeceğim. Bu yolla daha fazla insanla karşılaşa-
kilo artışı.
cağım, biliyor musun doktor? Bilmek dediysem İncil’deki
anlamda bilmekten söz ediyorum. Aman Allahım o kadar • Enerji kaybı ve aşırı yorgunluk.
iyi hissediyorum ki! Sanki hiç bitmeyen bir orgazm gibi. • Olumsuz benlik kavramı, kendini yerme ve it­
ham etme, değersizlik ve suçluluk duygulan.
• Düşüncede yavaşlama ve kararsızlık gibi
RESMİ TANISAL LİSTELER
dikkati toplamada güçlükten yakınma ya da
DSM-IV de, majör depresyon ve İki uçlu (Bi­ gerçekten güçlük çekme.
polar) bozukluk olmak üzere iki temel duygudu­ • Yinelenen ölüm ve intihar düşünceleri
rum (mood) bozukluğu bulunmak­tadır. Bazen
de Tek uçlu (Unipolar) depresyon denen majör Majör depresyon bu kitapta sözü edilen bo­
depresyonun belirtileri aşırı elemli bir duygudu­ zukluklar arasında en yaygın olanlardan biridir.
rum ve iştah, kilo, uyku ve faaliyet düzeyi bozuk­ Yaşam boyu yaygınlığı ortalama %17’dir (Bla­
luklarıdır. Depresyonun yaygın belirtileri üze­ zer, Kessler ve McGonogle, 1994). Kadınlar­
rinde genel bir anlaşma vardır. Majör depresif da, erkeklere oranla iki katı sıklıkla gözlenir. Alt
dönemin (epizot) DSM-IV tanısı bu belirtilerden sosyo-ekonomik düzeyde ve genç yetişkinlerde
en az beşinin hemen her gün iki hafta süreyle daha sıklıkla rastlanır. Majör depresyon tekrar­
olmasını şart koşar. Çökkün duygudurum ya da layıcı bir bozukluktur. Depresyon yaşantısı olan­
ilgi ve hoşnutluğun kay­bının bu beş belirtiden ların %80’i bir yıl içinde yeni bir dönem içine gi­
biri olması gerekir. rerken (Coryell, 1994) %15’inin depresyonu iki
yıldan uzun sürerek kronik bir bozukluk haline
• Üzgün, çökkün duygudurum, günün büyük dönüşür (Lara, Klein, baskıda).
• kısmında ve hemen hemen her gün Depresyonun yaygınlığı son elli yıl içinde gi­
• Her günkü faaliyetlerde ilgi ve hoşnutluk kay­ derek artmış (Klerman, 1988), aynı zamanda
bı. başlangıç yaşı da düşmüştür. Söz konusu olgu
DEPRESYON VE MANİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ 237
√√

için olası bir açıklama aynı dönemde gerçek­


leşen sosyal değişimlerde saklıdır. Bugünün
genç insanları pek çok konuda engellenme
yaşamakta, birbirine bağlı koruyucu geniş aile,
geleneksel değerler, din gibi geçmişte toplumun
temel parçaları olan sosyal destek yapılarından
yoksun kalmaktadır.
İki uçlu I bozukluk DSM-IV’de mani dönemi ve
hem mani hem depresyon belirtilerini kap­sayan
karışık dönem olarak tanımlanmaktadır. İki uçlu
I bozukluğu olan kişilerin çoğu aynı zamanda
depresyon dönemi de yaşamaktadır­lar. İki uçlu
bozukluğun kritik belirtileri, maninin taşkın ya da
sinirli duygudurumu, konuşkanlık ve aşırı hare­
ketliliği ve ek olarak depresyon dönemleridir. Bu
belirtilerin işte ya da sosyal yaşamda ciddi ak­
samalara neden olacak ya da hastaneye yatırı­
lacak kadar ağır olması gerek­mektedir. Manik
dönemin resmi tanısı için taşkın ya da huzursuz
(irritabl) duygudurum, artı üç (eğer duygudurum
huzursuz ise, dört) ek belirti gerekmektedir.

• Faaliyet düzeyinde artma-işte, sosyal ya­


şamda ya da cinsel olarak-.
• Olağandışı konuşkanlık, hızlı konuşma.
• Düşünce uçuşması ya da düşüncelerin ya­ Paul Gauguin’in kendi portresi. Pek çok başka sanatçı ve yazar
rıştığı hissi. gibi duygudurum bozukluğu vardır.
• Her zamankinden daha az uyku gereksini­
mi. BİPOLAR BOZUKLUK VE YARATICILIK
• Abartılı benlik saygısı ya da büyüklük düşün­
Kay Jamison, Ateşe Dokunarak: Manik-dep­
celeri (grandiyözite); özel yetenek ve gücü­
resif Bozukluk ve Sanatsal Mizaç (Touch With
nün olduğuna inanma.
Fire: Manic-depressive Illness and The Artistic
• Dikkat dağınıklığı; dikkatin kolaylıkla başka
yöne çevrilmesi. Temperament) (1992) isimli kitabında, İki uçlu
• Hoşa giden faaliyetlerle aşırı uğraş, aşırı bozukluk konusunda bir uzman ve uzun süredir
para harcamada olduğu gibi genellikle so­ manik depresif olan biri olarak duygudurum bo­
nuçları olumsuz olur. zuklukları, özellikle İki uçlu bozukluk ile sanat­
sal yaratıcılık arasında bir bağlantı kurmuştur.
İki uçlu bozukluk majör depresyondan daha Duygudurum bozukluğu olan sanatçılar, beste­
az sıklıkta görülür, toplumda görülme sıklığı ciler ve yazarların listesi çarpıcıdır, Michelange­
yüzde 1’dir (Myers ve ark., 1984). Ortalama lo, Van Gogh, Tchaiskovsky, Gauguin, Tenny­
başlama yaşı yirmidir, kadın ve erkekte aynı son, Shelley ve Whitman gibi pek çok ünlü ismi
oranda gözlenir. Kadınlarda depresyon döne­ içermektedir. Belki de manik durumu, yükselen
mi erkeklere oranla daha sık, mani dönemi ise duygudu­rum, artan enerji, hızlı düşünme ve nor­
daha az görülmektedir (Leibenluft, 1996). Ma­
malde ilişkisiz olan düşünceler arasında bağlan­
jör depresyonda olduğu gibi, İki uçlu bozuk­luk
tı kurma yeteneğine bağlı olarak yaratıcılığı pe­
da tekrarlama eğilimi gösterir. Vak’aların yüzde
50’den fazlası dört ya da daha çok dönem geçi­ kiştirmektedir. Tabi ki, herhangi bir duygudu­rum
rirler. Özellikle bazı klinikçiler öforiyi (aşırı neşeli bozukluğu olmayan ancak yaratıcı olan, ya da
/ zinde olma) maninin temel belirtisi olarak ka­ duygudurum bozukluğu olduğu halde yaratıcı
bul etmezler, huzursuzluğun ve hatta depresif olmayan insanlardan oluşan listeler yapılabilir.
özelliklerin daha sık olduğunu söyler­ler (örn., Ancak yine de duygudurum bozuk­luklarının ya­
Goodwin ve Jamison, 1990). ratıcı süreçte rolü olduğu görülmektedir.
238 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

TEK UÇLU (UNIPOLAR) - İKİ UÇLU KATEGORİLER ARASINDAKİ


(BIPOLAR) AYRIMININ GEÇERLİĞİ HETOREJENLİK
On yıldan daha fazla bir zamandan önce Duygudurum bozukluklarının sınıflandırıl­
duygudurum bozuklukları arasında ayırım yapıl­ masındaki güçlüklerden biri de çok heterojen
mıyordu. O zamandan beri İki uçlu ve tek uçlu olmalarıdır. Bazı İki uçlu hastalarda, neredeyse
arasında önemli bir ayırım olduğu dikkati çek­ her gün, hem mani hem de depresyonun bü­
miştir (bkz. Tablo 10.1). Bu bozukluklar, birçok tün belirtileri görülür, bu karışık dönem olarak
boyutta ayrıca manik dönemlerin olup olmama­ adlandırılır. Başka hastalarda ise klinik dönem
sıyla birbirinden ayrılır. Örneğin, İki uçlu bozuk­ sırasında sadece mani ya da depresyon belirti­
luğu olan kişiler depresyondayken tipik olarak leri vardır. İki uçlu II denen hastalarda majör
her zaman olduğundan daha fazla uyurlar ve depresyon dönemine hipomani eşlik eder, dav­
letarjiktirler. Tek uçlu depresyondakiler ise ak­ ranış ve duygudurumdaki değişiklikler manideki
sine uykusuzluk sorunu yaşarlar ve ajitedirler. kadar şiddetli değildir.
İki uçlu bozukluğu olan kişilerin akra­baları da, Eğer sanrı ve varsanıları varsa depresyonda­
Tek uçlu depresyondakilere kıyasla daha çok ki hastalar psikoz tanısı alabilirler. Sanrıla­
duygudurum bozukluğu gösterirler, bu durum rın varlığı Tek uçlu depresifler arasında ayrım
kalıtsal faktörlerin İki uçluda Tek uçlu depres­ yap­mak için yararlı olarak görünür (Johnson,
yondakinden daha güçlü olduğunu düşündürür. Horvarth ve Weissman, 1991); sanrıları olan
Lityum karbonat, İki uçlu hastalar için Tek uçlu depresif hastalar, genelde, kullanılan depresy­
on ilaçlarına iyi yanıt vermezler, ancak şizofreni
hastalardan daha tedavi edicidir. Bütün bu fark­
gibi diğer psikozlarda kullanılan ilaçlarla bera­
lılıklar Tek uçlu - iki uçlu ayırımının geçerliğini
ber kullanıma oldukça iyi yanıt verirler. Buna ek
desteklemektedir (Depue ve Monroe, 1978).
olarak psikotik depresyon, sanrıların olmadığı
Kanıtların çoğu İki uçlu ve Tek uçlu bozuk­
depresyona kıyasla çok daha ağırdır ve daha
lukların farklı olduğu yönündeyse de mesele ta­
fazla sosyal uyumsuzluğa neden olur, dönemler
mamen kapanmamıştır. İki bozuklukla ilgili ka­
arası süre kısadır (Coryell ve ark., 1996).
lıtsal araştırmalar resmi bozmaktadır. Tek uçlu DSM-IV’e göre bazı depresyon hastaları me­
depresyonu olan kişilerin akrabaları Tek uçlu lankoli alt tipine uyabilir. Hiç bir faaliyetten hoş­
hastalık için risk altındadırlar; buna karşılık İki lanmazlar. İyi bir şey olduğunda geçici olarak
uçlu hastaların akrabaları ise hem Tek uçlu hem bile daha iyi hissetmezler. Depresyonları sabah­
de İki uçlu bozukluk için risk altındadırlar; Tek ları daha yoğundur. İki saat kadar daha erken
uçlu bozukluk için risk daha fazladır (Gershan, uyanırlar, iştah ve kilo kaybederler, ya letarjik
1990). Bu veriler, Tek uçlu ve İki uçlu bozuk­ ya da aşırı ajitedirler. Bu kişilerin, ilk depresyon
luğun farklı şeyler olmadığını, aynı hastalığın döneminin öncesinde kişilik bozul­maları yoktur
şiddetindeki farklı düzeyleri göster­diği ve İki ve biyolojik tedavilere daha iyi yanıt verirler. Me­
uçlunun daha ciddi tarafta olduğu tartışmalarını lankolili ya da melankolisiz depresyon ayırımı­
desteklemektedir (Faraone, Kremen ve Tsuang, nın geçerliği iyi saptan­mamıştır (Zimmerman ve
1990). Bütün bunlara rağ­men duygudurum bo­ ark., 1986). Ancak son zamanlarda yapılan bir
zukluklarının nedenleri üzerindeki yayınlar bu araştırmada bu depresyon türü ile olumsuz so­
ayırımı yaptıkları için biz de Tek uçlu ve İki uçlu nuçlar arasında bir ilişki bulunmuştur (Duggan
bozukluğu ayrı ayrı tartışacağız. ve ark., 1991;

TABLO 10.1 Tek uçlu ve İki uçlu Depresyon Arasındaki Farklar


Değişken Tek uçlu İki uçlu
Motor faaliyet Tipik olarak ajite Depresyondayken gerileme
Uyku Uyumada zorluk Depresyondayken her zamankinden daha fazla uyku
Başlangıç yaşı 30'ların sonu, 40'ların başı 30
Aile öyküsü Birinci düzey yakınlarda yüksek risk Birinci düzey yakınlarda hem Tek uçlu hem de İki uçlu
için yüksek risk
Cinsiyet Kadınlarda çok daha sık rastlanıyor Kadın ve erkek için eşit
Biyolojik tedavi Lityuma bazıları cevap veriyor, ancak En iyi lityuma cevap
trisikliklere daha iyi cevap veriyorlar
Kaynak: Depve ve Monroe, 1978
DEPRESYON VE MANİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ 239
√√

ODAK 10.1 KAYGI, DEPRESYON VE KARIŞIK KAYGILI DEPRESYON

Bölüm 6’da ve bu bölümde kaygı bozukluklarının lara kıyasla duygunun üçüncü boyutundaki –otonom
genellikle depresyonla bir arada görüldüğü üzerinde uyarılma– puanları da daha yüksektir; terli avuç içi,
durduk. Bu, insanların ağır kaygı ve klinik depresyo- yüksek kalp atışı gibi fiziksel işaretler rapor edilmiştir
nu aynı anda yaşayabilecekleri anlamına gelmektedir. (Clark, Watson ve Mineka, 1994).
Aynı fenomen kaygı ve depresyon klinik belirtiler ola- Dolayısıyla, kaygı ve depresyon “doğru” ölçüm-
rak değil de, duygudurum ya da duygulanım olarak lerle ayrıştırılabilir. Ancak olumsuz duygu düzeyi
ele alınarak çalışıldığında ortaya çıkar, depresyon ve yüksek olan, aynı zamanda olumlu duygu puanı düşük
kaygı ölçümleri yüksek ilişkilidir. Kaygı ve depresyon olan ve otonom uyarılması yüksek olan kişiler olabilir.
daha iyi ayrıştırılabilir mi? Bu kişiler, DSM-IV’de yer almak üzere karışık kaygılı
Bir yaklaşım, yukarıdaki soruyu duygunun üç bo- depresyon olarak adlandırılabilecek bir tanı sınıfını
yutu bağlamında kavramsallaştırmaktadır. Olumsuz oluşturabilirler. Bu kişiler, ne kaygı ne de duygudu-
duygudaki yüksek puan, yüksek düzey stres ve olum- rum bozuklukları kriterlerini karşılamamakta, ancak
suz duygudurumu deneyimletmektedir. Gerek kaygılı, hem kaygı (üzüntü, huzursuzluk, en kötüsünün olaca-
gerekse depresif kişilerin olumsuz duygu ölçümlerinde ğına dair beklenti) hem de depresyonun (umutsuzluk,
puanları yüksektir. Bununla birlikte, kaygı ve depres- mutsuzluk, düşük benlik saygısı) özelliklerini karışık
yon sonraki boyutta ayrıştırılabilir; olumlu duygu, olarak göstermektedirler; bir başka deyişle, olumsuz
zevk almaya yönelik istek, olumlu duygudurum dü- duygudaki puanları yüksektir. Bu tanı, DSM’nin ekler
zeyi. Depresif kişilerin puanları, kaygılı olanlardan bölümünde bulunsa da, bu konudaki araştırmalar sür-
düşüktür. Son olarak, kaygılı kişilerin, depresif olan- mekte ve olasılıkla bir sonraki DSM’ye eklenecektir.

DSM-IV’de yer almayan olası bir depresyon de de belirtilerin iki yıl ya da daha fazla sürmesi
alt tipinin tartışması için Odak 10.1’e bakınız). gerekmektedir, ancak bu belirtiler majör dep­
Gerek manik gerekse depresif dönemlerde resyon ya da mani tanısı alacak kadar şiddetli
katatonik özellikler de görülmektedir. Bunların değildir. Siklotimik bozuklukta bireyin sık dep­
içinde tamamen hareketsiz kalmanın yanı sıra resyon ve hipomani dönemleri vardır. Bu dö­
aşırı ve amaçsız motor faaliyetler vardır. Hem nemler karışık olabilir, birbirini takip edebilir ya
manik hem de depresif dönemler doğum yapan da arada iki ay kadar normal ruh hali görülebilir.
kadınlarda doğumdan sonraki dört hafta içeri­ Siklotimik bozukluğu olan­lar, hipomani ve dep­
sinde görülebilmektedir. Bu vak’alar post­partum resyon dönemlerinde çiftli belirtiler gösterirler.
başlangıç olarak belirtilmektedir. Depresyon sırasında yeter­siz hissederler; hipo­
Son olarak DSM-IV, hem İki uçlu hem de Tek mani sırasında benlik saygıları abartılı bir şe­
uçlu bozuklukları, eğer yılın belli bir zamanıy­ kilde yüksektir. İnsanlar­dan kaçarlar; sonra hiç
la düzenli bir ilişkileri varsa mevsimsel olarak çekinmeden herkese yanaşırlar. Çok uyurlar,
alt tanı grubuna ayırmaktadır. Mevsimsel duy­
gudurum bozukluk kavramı üzerine yapılan Mevsimsel depresyon majör depresif bozukluğun alt tiplerinden
araştırmaların çoğu, kışın depresyon, ilkbahar biridir. Bu kadın, kışın mevsimsel depresyonu olan hastalarda
etkili bir tedavi olan ışık terapisi uygulamasında görülmektedir.
ve yazda ise mani geçiren hastalarla gerçek­
leştirilmiştir (örn., Rosenthal ve ark., 1986); en
yaygın açıklama duygudurum bozukluklarının
gün ışığı saatlerine bağlı olduğudur. Böylece,
kış depresyonunda tedavi, hastaları parlak be­
yaz ışığa maruz bırakmakla yapılır (Blehar ve
Rosenthal, 1989; Wirz-Justice ve ark, 1993).

KRONİK DUYGUDURUM
BOZUKLUKLARI
DSM-IV, duygudurum bozukluklarının belir­
gin olduğu iki uzun süreli, ya da kronik, bozuk­
luk sınıflamaktadır. Bu bozuklukların her ikisin­
240 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

sonra çok az uyurlar. Depresyondaki siklotimik Psikoseksüel olgunlaş­mada böyle bir durakla­
kişilerin dikkatlerini toplamada zorlukları vardır mayla, oral dönemdeki bu saplanmaya bağlı
ve sözel üretkenlik­leri azalır; ancak hipomani olarak birey, benlik saygısının sürmesi için baş­
sırasında düşünceleri keskinleşir, yaratıcı olur­ ka insanlara ağır bağımlı olma eğilimi geliştire­
lar ve üre­timleri artar. Siklotimisi olanlar tam bir bilir.
depresif dönem ya da mani geçirebilirler. Çocukluktaki böyle bir durumdan sonra ye­
Distimik bozukluğu olan kişiler kronik olarak tişkinlikte depresyon nasıl ortaya çıkmak­tadır?
depresyon içindedirler. Kendilerini üzgün his­ Bu karmaşık çıkarım kayıp analizine dayanır.
setme ve her zamanki faaliyetlerden hoşlanma­ Freud, sevilen kişinin kaybından sonra yastaki
manın yanı sıra uykusuzluk ya da çok uyuma, kişinin ilk önce kayıp kişiyi içine aldığını (intro­
yetersiz hissetme, enerji kaybı, kötümserlik, jection), kaybı bozma, geri getirme çabasıyla
dikkati toplayamama ve açık düşünememe, onunla özdeşim kurduğunu varsaymıştır. Sevdi­
başkalarından kaçınma gibi depresyon belirti­ ğimiz kişilere bilinçdışı olarak olumsuz duygular
lerini gösterirler. Kelin ve arkadaşları (1988) da beslediğimiz için yas tutan kişi kendi kızgın­
tarafından toplanan veriler depresyonun bir lık ve nefretinin nes­nesi haline gelir. Ayrıca yaslı
şekli olarak distiminin geçerliğini saptamış ve kişi terk edilmek­ten dolayı kızar ve ölen kişiye
bu bozukluğun ağır bir formu olduğunu göster­ karşı işlediği gerçek ya da hayali suçlardan ötü­
mişlerdir. Birçok distimik hasta kronik olarak rü suçluluk duyar.
depresyondadır, ayrıca majör depresyon nöbet­ İçe alma dönemini yas çalışması izler. Yas
leri de geçirirler. tutan kişi, kayıp kişiyle ilgili anılarını hatırlar böy­
lelikle kendini, ölen ya da onu hayal kırık­lığına
DUYGUDURUM uğratan kişiden ayırır, içe almalarının bağlarını
BOZUKLUKLARININ gevşetir.
Yas çalışması aşırı bağımlı kişilerde işle­
PSİKOLOJİK KURAMLARI meyebilir ve devam eden kendini itham, kendi­ni
aşağılama ve depresyon sürecine dönüşe­bilir.
Depresyon farklı açılardan incelenmiştir. Bu­ Bu gibi kişiler kayıp kişiyle bağlarını gevşet­
rada, yas ve kayıpla ilgili bilinç dışı çatış­maları mezler; tam tersine içe alınmış sevilen kişide
vurgulayan psikanalitik görüşü; kişinin kendine algılanan hata ve eksikliliklerinden dolayı ken­
karşı olumsuz düşünce süreçlerine odaklaşan dilerine azap çektirirler. Kayıp kişiye karşı olan
bilişsel kuramları; depresyondaki kişilerin baş­ kızgınlık içe çevrilir. Bu çeşit kuramsallaştırma,
kalarıyla etkileşimini vurgulayan kişilerarası ‘depresyon kendine döndürülmüş kızgınlıktır’
faktörleri tartışacağız. Bu kuramlar, çoğunlukla tarzındaki yaygın psikodinamik görüşün teme­
farklı yatkınlıkları (diathesis) genel bir yatkınlık- lini oluşturur.
stres kuramı içinde tanımlar. Stres faktörlerinin
Psikanalitik görüşe göre bazı araştırmalar
depresyonun hızlandırıcı dönemi içindeki rolü
yapılmış olsa da elde edilen az miktarda bilgi
dönemlerin sayısı arttıkça, faktör­lerin öneminin
kuramı desteklememektedir. Bazı depresif kişi­
azalmasına karşın oldukça iyi belirlenmiştir. Tar­
lerin bağımlılık düzeyinin yüksek olduğu ve bir
tıştığımız kuramlar strese duygudurum bozuk­
reddedilme deneyiminin ardından depresif ol­
luğu ile yanıt veren kişilerin psikolojik karakte­
dukları görülmektedir (Nietzel ve Harris, 1990).
ristiklerinin neler olduğu sorusuna yanıt vermeyi
Kuramsal olarak düşler ve projektif testler bi­
denemektedir.
linçdışı korku ve gereksinmelerin ifade edildiği
gereçler olmalıdır. Beck ve Ward (1961) dep­
DEPRESYONUN PSİKANALİTİK resyonda olan kişilerin düşlerini analiz etmiş ve
KURAMI kayıp ve başarısızlık temaları bulmuş, kızgınlık
Freud (1917), ünlü “Yas ve Melankoli” (Mour­ ve düşmanca tutumlar bula­mamışlardır. Projek­
ning and Melancholia) makalesinde depresyon tif testlere verilen yanıtlar incelendiğinde dep­
için potansiyelin erken çocukluk döneminde resyondakilerin saldırganla değil, kurbanla öz­
oluştuğunu yazmıştır. Oral dönemde çocuğun deşim kurdukları görülmüştür. Başka veriler de
ihtiyaçlarının ya aşırı ya da çok az karşılana­ psikanalitik kura­ma ters düşmektedir. Eğer dep­
bildiğini ve bunun da bireyin bu dönemde kal­ resyon içe döndürülmüş kızgınlıktan geliyorsa,
masına ve bu döneme ait içgüdüsel doyumlara depresyondaki kişilerin başkalarına karşı kız­
bağımlı olmasına neden olabildiğini ileri sürdü. gınlık göstermemelerini bekleriz. Hâlbuki böy­
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 241
√√

le olmamaktadır; depresyondaki kişiler sık­lıkla


yakınlarına büyük kızgınlık ve öfke gös­terirler Olumsuz üçlü (kendilik, dünya ve gelecek
(Weissman, Klerman ve Paykel, 1971). konusunda karamsar bakış açısı)
Freud’un kuramsal terimler haline getirdiği
klinik değerlendirmelerinin birçok çağdaş yazar
tarafından kabul görmemesine rağmen, bazı Olumsuz yaşam olayları ile tetiklenen olumsuz şema
ve inançlar (örn., mükemmel olmalıyım varsayımı)
temel sayıltılarının süregelen bir etkisi olduğu­
nu unutmamalıyız. Örneğin bilişsel araştırmalar
(ilerde tartışılacak), depresif kişilerde sıklıkla
“herkes tarafından beğe­nilmeliyim ve sevilme­ Bilişsel tutarsızlıklar, çelişkiler

liyim” şeklindeki gerçekçi olmayan düşüncele­


rin görüldüğünü bul­muşlardır. Bu düşünceler,
Freud’un sevdiği insanı kaybettikten sonra dep­ DEPRESYON
resyona giren oral kişiliğe yönelik fikri ile ilişki­
li olmalıdır. Benzer şekilde, çok sayıda kanıt, Şekill 10.1 Beck’in Depresyon Kuramındaki Farklı Bilişler
Arası İlişkiler
depresyonun stresli yaşam olaylarıyla ortaya
çıktığını göster­mektedir ve bu olaylar çoğunluk­
la işten ayrıl­ma, boşanma gibi kayıplarını içerir sedeceğiz). Hepimizin çok çeşitli şemaları var­
(Örn., Brown ve Harris, 1978). dır; bunlarla yaşamımızı düzene sokarız. Dep­
Depresyona yönelik bilişsel kuramlar bugün resyondaki kişinin edindiği olumsuz şemalar ya
kontrollü araştırmalarda en sık kullanılan ku­ da inançlar, bu şemaların öğrenildiği durumlara
ramlar olduğu için, şimdi bunlardan iki tanesini, yakından ya da uzaktan benzeyen yeni olaylar­
Beck’in şema kuramını ve çaresizlik / umutsuz­ la karşılaştıklarında harekete geçerler. Ayrıca,
luk kuramını tartışacağız. depresyondakilerin olumsuz şemaları, kişinin
gerçeği çarpıtmasına neden olan bazı bilişsel
DEPRESYONUN BİLİŞSEL yanlılıkları uyarır ve onlar tarafından beslenir.
KURAMLARI Böylece yetersizlik şeması, depresyondaki kişi­
lerin yaptıkları her işte başarısızlık beklentisinde
Bölüm 6’da kaygıda bilişin rolü ve Bölüm 2’de olmalarını sağlar; kendini itham etme şeması,
Ellis’in gerçekçi olmayan inançlar kavramı­na bütün ters giden işlerde kendilerine sorumluluk
yönelik tartışmalar, bilişsel süreçlerin duy­gusal yükler; kendini olumsuz değerlendirme şeması
davranışlarda önemli rol oynadıklarını gösterir. kendi değer­sizliklerini vurgular.
Bazı kaygı kuramlarında olduğu gibi, depres­
yonla ilgili bazı kuramlarda, düşünce ve inanç­ Yaşıtlarca reddedilmek, Beck’in kuramında depresyonda kilit
lar duygusal durumu etkileyen ya da neden olan rol oynadığı öne sürülen olumsuz şemaların gelişimine yol
temel faktörler olarak görülmektedir. açabilir.

BECK’İN DEPRESYON KURAMI


Biliş düzeyleri ve düşünce süreçlerinin dep­
resyonda nedensel faktör olduğunu ileri sü­
ren önemli kuramlardan biri Aaron Beck’inkidir
(1967; 1985; 1987). Temel tezi, depresyondaki
insanın düşüncesinin olumsuz yorumlara yanlı
olduğu için öyle hissettiğidir. Beck tarafından,
depresyonun altında yattığına inanılan üç düzey
bilişsel faaliyet Şekil 10.1’de gösterilmektedir.
Beck’e göre depresyondaki kişiler çocukluk ya
da gençlik döneminde ana baba kaybı, birbirini
izleyen çeşitli trajediler, akranların reddi, öğret­
menlerin eleştirisi sonucunda olumsuz şemalar
geliştirirler. (Daha ilerdeki çocukluk depresyonu
tartışmamızda, erken dönem şemaların ergen­
lik öncesi depresyonu yön­lendirdiklerinden bah­
242 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

Bilişsel yanlılık ve çarpıtmalarla birlikte olum­ DEĞERLENDİRME Beck’in kuramını değer­


suz şemalar, Beck’in olumsuz üçlü olarak ad­ lendirirken en az iki noktanın gösterilmesi gere­
landırdığı durumu sürdürür. Olumsuz üçlü; ken­ kir. Birincisi, depresyonda olmayanlara kıyasla
dini, dünyayı ve geleceği olumsuz algıla­madır. depresif kişilerin, Beck tarafından ileri sürüldü­
Beck’in depresif üçlemesinin dünya bölümü, ğü gibi, kendilerini yanlı değerlendirme­lidir. Bu
kişinin çevrenin beklentileri ile başa çıkamaya­ nokta başlangıçta, depresif hastaların bu yan­
cağı düşüncesine yönelik yargılaması­na karşı­ lılıkların hiç olmazsa bir kısmını gösterdikleriyle
lık gelmektedir. Büyük oranda kişiseldir— “Ben ilgili Beck’in klinik gözlemleriyle desteklenmiştir
bütün bu beklenti ve sorumluluklarla başa çık­ (Beck, 1967).
mayı beceremem”- ve kendisinin doğrudan ka­ Bu görüşle ilgili başka destekler çeşitli kay­
rışmadığı tüm dünyayı ilgilendiren olaylarla ilgili naklardan gelmektedir. Depresif hastaların bi­
değildir (Haaga ve ark., 1991, s. 218). Aşağıda lişsel çarpıtmalarını değerlendirmek amacıy­la,
depresyondaki kişilerin temel bilişsel yanlılıkla­ üniversite öğrencilerinin sorunlu durumlarıy­la
rının bir listesi verilmektedir. ilgili öyküler (Kratz ve Hammen, 1979) ve olum­
suz otomatik düşüncelerin kayıtları kul­lanılmıştır
• Keyfi Çıkarsama. Yeterli ya da hiç kanıt ol­ (Hollon ve Kendall, 1980). Genel olarak depresif
madan bir sonuca varmaktır. Örneğin, bah­ hastaların bu anketlere verdiği yanıtlar Beck’in
çede parti veren bir adamın yağmur yağdığı kuramıyla ilgili beklentiler doğrultusundadır
için kendinin değersiz olduğu sonucuna var­ (Örneğin, Dobson ve Shaw, 1986). Depresyo­
ması. nun tedavisinden sonra Otomatik Düşünceler
• Seçici Soyutlama. Birçok öğesi olan bir du­ Anketiyle ölçülen yanlı düşünceler de anlamlı
olarak azalmıştır (Simonss, Garfield ve Murphy,
rumda öğelerden yalnızca birine göre sonu­
1984). Ayrıca, Bölüm 4’te gösterildiği gibi, kur­
ca varmak. Bir işçi elde edilen ürün işlev gör­
gusal durum­larda düşüncelerin nasıl ifade edil­
mediğinde kendini değersiz hisseder hâlbuki
diğini çalışan bir araştırmada depresif hastalar
ürünün imalatında görev alan başka birçok
Beck’in öne sürdüğü şekilde yanlılıklar göster­
kişi vardır.
mişlerdir (White ve ark., 1992). Depresiflerin,
• Aşırı Genelleme. Tek, olasılıkla da saçma bir
bilgiyi algılama ve hatırlamada da olumsuz şe­
olaya dayanarak çok genel bir sonuç çıkart­
maları vardır. Çünkü bilgiyi daha olumsuz algı­
mak. Bir öğrenci, belli bir günde bir dersteki
lamakta (Roth ve Rehm, 1980), yanlış yanıtları­
başarısızlığını değersizliğinin ve aptallığının
nı doğru­lardan daha iyi hatırlamakta (Nelson ve
son kanıtı olarak kabul eder.
Craighead, 1977) ve Stroop test uygulamasın­
• Büyütme ve Küçümseme. Değerlendirme­ da olumsuz kelimelerden daha fazla etkilen­
lerde abartılı olma. Bir adam çarptığı araba­ mektedir (Segal ve ark., 1995).
sında ufak bir sıyrık olduğunu görüp arabayı Ancak, başka bir grup araştırma depresifler­
harap ettiği için kendini hiç bir işe yarama­ de düşüncelerin mutlaka çarpıtılmış olmadığını
yan, değersiz biri olarak görür (Büyütme); göstermektedir. Örneğin, depresiflerde başarı
Bir kadın bir çok kayda değecek başarıdan beklentisi oldukça doğrudur, ancak normaller
sonra kendini hâlâ değersiz hisseder (Kü­ başarıyı olduğun­dan iyimser şekilde tahmin
çümseme). etmektedirler (Lobitz ve Post, 1979). Böylece,
depresyonda olanlar tutarlı olarak kötümser­
Freud’un temel görüşünde olduğu gibi bir dirler ancak düşünceleri her zaman çarpıtılmış
çok kuramcının insanları kendi ihtiraslarının değildir (Layne, 1986). Gelecekteki araştırmalar
kurbanları, duygularını çok az ya da hiç kontrol için önemli bir hedef, depresiflerin hangi koşullar
edemeyen zavallı yaratıklar olarak görmelerine altında gerçeği çarpıttıklarını ve ne zaman nor­
rağmen Beck’in kuramında neden-sonuç ilişki­ mallerden daha iyi algıladıklarını anlamaktır.
si tersine işlemektedir. Duygusal tepkilerimizin, Depresyonun bilişsel kuramları için en büyük
dünyayı nasıl kavramsallaştırdığımızın bir işlevi meydan okuma, belki de ikinci önemli noktayı,
olduğu düşünülür. Gerçekten de, depresiflerin yani depresif kişilerin olumsuz inançlarının dep­
yorumları çoğu insanın dünyayı algılamalarına resyonlarını takip etmediğini, aslında depresif
ters düşmektedir. Beck, depresyondaki kişileri duygudurumuna neden olduğunu göstermektir.
kendileriyle ilgili mantıksız düşüncelerinin kur­ Deneysel psikolojideki birçok araştırma, genel
banı olarak görür. olarak bireyin duygudurumunun olayları algıla­
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 243
√√

Şekil 10.2 Depresyonun Üç Çaresizlik


1. Öğrenilmiş çaresizlik
Kuramı

Kontrol
edilemez Çaresizlik hissi DEPRESYON
uyarıcı olay

2. Atıfların yeniden formülasyonu

Genel ve sabit Çaresizlik hissi,


faktörlere durumu değiştirmek
Uyarıcı olay için uygun durumlara DEPRESYON
yüklemede
bulunma tepkisiz kalma

3. Umutsuzluk
Çaresizlik hissi,
Genel ve sabit
durumu değiştirmek
faktörlere
için uygun tepkiyi
yüklemede
Uyarıcı olay verememek ve DEPRESYON
bulunmak veya
olumlu sonuçların
diğer bilişsel
gerçekleşmeyeceğine
faktörler
dair beklenti

yış biçiminden etkilendiğini göstermiştir. Ancak Bilişlerin ölçümleri kullanılarak yapılan yeni bir
duygudurumun yönlendirilmesinin de düşünceyi inceleme Beck’in kuramı ile daha dolaysız bir
etkilediği bulunmuştur (örn., Isen ve ark., 1978). ilişki içindedir ve daha olumlu sonuçlar bulun­
Beck ve diğerleri, depresyon ve bazı düşünce masını sağlamaktadır (Brown ve ark., 1995):
şekilleri arasında ilişki olduğunu göstermişlerdir Stres yaşayan üniversite öğrencilerinden dep­
ancak bu verilerden nedensel bir ilişki sonucu­ resif düşünce ölçümlerinde yüksek puanı olan­
na varılamaz. Depresyon olumsuz düşüncelere lar, depresyon ölçeklerinde de diğerlerine kı­
neden olabilir ya da olumsuz düşünceler dep­ yasla daha yüksek puanlar almışlardır. Ancak
resyona neden olabilir. Bakış açımıza göre,
bu çalışmada depresyonun klinik tanısı göz ardı
bütün olasılıklarda ilişki iki yönlü işler; depres­
edilmiştir. Araştırmacılar Beck’in kuram kapsa­
yon daha olumsuz düşünmeye yol açabilir ve
mında bilişlerin değerlendirilmesi için kul­lanılan
olumsuz düşünmek depresyona neden olabilir
ölçeklerin (İşlevsiz Atıflar Ölçeği), çok boyut­
ve kesinlikle daha kötüye götürebilir.
Kişinin depresif olup olmadığına karar ver­ lu, işlevsiz atıfların farklı boyutlarını değer­
mek için işlevsiz düşüncenin değerlendirildiği lendirecek şekilde alt ölçeklerden oluştuğunu
ve bileşenlerinin sonraki zamanlarda tamam­ belirtmektedirler. Örneğin, diğerlerini etkilemek
landığı boylamsal çalışmalar başlamıştı. Böy­ için güçlü bir ihtiyaç ve mükemmel olma arzusu
le bir çalışmada geniş bir örneklem grubunu (Brown ve ark., 1995). İşlevsiz düşüncenin bu
oluş­turan kişiler, bilişi ve depresyonu ölçen bir şekilde ayrıntılı ve öznel boyutları ile ele alın­
test bataryasını doldurmuşlardır (Lewinsohn ve ması, ilişkili olan stres faktörleri ile karşı karşıya
ark., 1981). Sonradan depresif olan insanların gelindiğinde ortaya çıkan depresyonun daha
düşüncelerinin değerlendirildiği önceki testlerin başarılı yordanmasını sağlamaktadır, örneğin,
sonuçlarının sekiz aylık takibi, bilişin nedensel mükemmel olmak isteyen birinin kişisel bir ba­
bir rolü olduğunu göstermemiştir. şarısızlık yaşaması gibi (Hewitt, Flett ve Ediger,
1996).
Depresyon gelişmeden önce (gelecekteki depresifler)
Bu belirsizliklere rağmen, Beck’in kuramı
gerçekçi olmayan düşünceler yoktu, olumlu sonuçlar için
olan beklentileri düşük ya da olumsuzlar için yüksek de­
test edilebilir olma avantajına sahiptir ve bu şe­
ğildi... kendilerini olaylar üzerinde daha az kontrol sahibi kilde depresyon üzerine yapılan araştır­maların
olarak da görmüyorlardı. (s. 218). artmasını ve genişlemesini sağlamıştır. Beck’in
çalışması, daha ilerde bu bölümde tartışılacağı
Bu araştırmanın çekinceleri, bilişsel ölçüm­ gibi, terapistleri duygularını değiştirebilmek için
lerin Beck’in kuramını tam anlamıyla karşılamak direkt depresif hastanın düşüncelerine odaklan­
konusunda yetersiz kaldığını göstermektedir. maya yönelmiştir.
244 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

ÇARESİZLİK / UMUTSUZLUK Depresyondaki birçok insan gibi, hayvanlar


Bu bölümde, depresyon üzerine etkili bir bi­ stres karşısında pasif kalıp başa çıkmalarını
lişsel kuramın evrimini ayrıntılı bir şekilde tartı­ sağlayacak faaliyetlere başlayamadılar. İştahsı­
şacağız. Aslında üç kuram tartışacağız; özgün zlık, yemede ve yediklerini tutmada güçlük çek­
çaresizlik kuramı, daha sonraki, daha bilişsel tiler ve kilo kaybettiler. Bundan başka, depres­
yüklemeli versiyonu ve en sonunda umutsuzluk yonla bağlantılı olan nörotransmitter maddeler­
kuramına dönüşümü (Her üçünün özeti için Şe­ den biri, norepinefrin, Seligman’ın hayvanların­
kil 10.2 ye bakınız). da tüketilmişti.

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK Öğrenilmiş YÜKLEMELER VE ÖĞRENİLMİŞ ÇARE-


çaresizlik kuramının temel sayıltısı bireyin pa­ SİZLİK Hayvanlarla yapılan özgün araştırma­
sifliği, eyleme geçememe ve yaşamını kon­trol lardan sonra araştırmacılar benzer çalışmaları
edememe duygusunun, bireyin başarısız olarak insanlar için uygulamışlardır. 1978’e gelindi­
kontrol etmeye çalıştığı nahoş yaşam olayları ğinde kuramın birçok eksikliği ve depresyonun
ve travmalar sonucunda geliştiğidir. Bu daha açık­lanamayan kısımları açıkça ortaya çıkınca
sonra depresyona yol açar. Abramson, Seligman ve Teasdale (1978) ta­
Başlangıçta bu kuram kaçamayacakları elek­ rafından kuramın gözden geçirilmiş versiyonu
trik şokuna maruz kalan köpeklerin davranışını önerildi. İnsanlarla yapılan bazı çalış­malarda
açıklamak üzere geliştirilmiş bir aracılı (media­ çaresizlik denemelerinin daha sonra performan­
tional) öğrenme kuramıydı. İlk şokları aldıktan sı arttırdığı gösterilmişti (örn., bkz. Worthman
biraz sonra köpekler stres içinde oraya buraya ve Brehm, 1975). Ayıca birçok depresif kişi ken­
koşmayı bırakıyorlardı; sanki havlu atıyorlar ve dilerini başarısızlıklarından sorumlu buldu. Eğer
acı veren uyarıcıyı pasif olarak kabulleniyorlar­ kendilerini çaresiz hissediyorlarsa nasıl olur da
dı. Deneyin daha sonraki kısmında şoklardan aynı zamanda sorumlu hissederler? Gözden
kaçınılabiliyordu, ancak bu köpekler kaçınma geçirilmiş yeni kuramın esasını yükleme (atıf
davranışını kontrol hayvan­ları kadar etkili kaza­ / attribution) kavramı oluşturmaktadır. Yükle-
namıyorlardı. Çoğu bir köşeye çekilip inliyorlar­ me, bir kişinin davranışı için olan açıklamasıdır
dı. Bu gözlemlere daya­narak Seligman (1974) (Weiner ve ark., 1971). Bu şekilde öğrenme ve
kontrol edilemeyen itici uyarılmayla karşılaşan bilişsel öğeler birleşmiş olmaktadır. Başarısız­
hayvanların çaresizlik duygusu geliştirebile­ lıkla karşılaştığı bir durumda birey başarısızlığı
ceklerini ileri sürdü. Bu çaresizlik, daha sonra bir nedene yükleyecektir. Tablo 10.2 de, Abram­
kontrol edebilecekleri stresli durumlardaki per­ son, Seligman ve Teasdale’in formülasyonu öğ­
formanslarını ciddi ve olumsuz bir şekilde etki­ rencilerin GRE’deki matematik testindeki başa­
liyordu. Acı veren uyarıcılar karşısında etkili bir rısızlıklarını yükleme biçimlerini göstermek için
şekilde yanıt verme motivasyonu ve yeteneğini uygulanmıştır. Üç soru sorul­muştur. Başarısızlı­
kaybetmiş görünüyorlardı. ğın nedeninin içsel mi (kişisel) ya da dışsal mı
Seligman, kontrol edilemeyen stresin etkileri olduğuna inanıyor? Problemin kalıcı mı yoksa
üzerindeki bu ve diğer çalışmalara dayanarak, geçici mi olduğuna inanıyor? Başaramama ne
hayvanlardaki öğrenilmiş çaresizliğin insanlar­ kadar özel ya da genel olarak algılanıyor?
daki depresyonun hiç olmazsa bazı çeşitleri için Çaresizlik kuramının yükleme versiyonu, bi­
bir model oluşturabileceğini düşündü. Hayvan reyin başarısızlığı açıklama şeklinin daha son­
laboratuar çalışmalarında gözlenen çaresizlik raki etkileri belirleyeceğini varsaymaktadır.
göstergeleriyle depresyonun bazı belirtileri ara­ Genel yüklemeler (“Hiç bir şeyi asla doğru
sındaki benzerliklere dikkat çekti. yapamam”) başarısızlığın etkisini genelleştire­

TABLO 10.2 Depresyonun Yükleme Şemaları: GRE Matematik sınavından neden başarısız oldum?
İçsel (Kişisel Dışsal (Çevresel)
Düzey Kalıcı Geçici Kalıcı Geçici

Genel Zeki değilim Ben tükenmiş biriyim Bu testlerin hepsi adaletsiz Cuma 13, uğursuz gün

Matematik yeteneğim Ben matematikten Matematik testi adaletsiz Matematik testimin


Özel
yok bezdim bir test numarası 13’tü.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 245
√√

cektir. Kalıcı faktörlere (“Testte asla iyi değilim­ bu puana öğrencinin verdiği öneme göre ağırlık
dir”) yükleme uzun süreli olmalarını sağlayacak­ verilmişti.
tır. Başarısızlığı iç faktörlere (“Ben bir aptalım”) Sonuçlar, sınav sonu duygudurum ölçüm­
yükleme, özellikle hem kalıcı hem de genel ola­ lerinin hangisinin kullanıldığına göre değişmiş­
rak algılanıyorsa, kendilik değerini azaltacaktır. tir. Sınavın sonucu öğrencilerin başlangıçtaki
Kurama göre, insanlar olumsuz yaşam olay­ duygu değişimlerinin başlıca belirleyicisidir.
larını kalıcı ve genel nedenlere yükledikleri za­ Kötü not alanların daha depresif olduğu görül­
man depresyona girerler. Benlik saygısının da müştür. Ancak, iki gün sonra geçi­ci ve spesifik
çöküp çökmeyeceği ise olumsuz sonuçlar­dan yükleme yapan öğrencilerin iyileştiği, kalıcı ve
kendi eksikliklerini sorumlu tutup tutma­malarına genel yüklemeler yapanların ise hâlâ hafif dep­
bağlıdır. Depresyona yatkın birey ayrı­ca “depre­ resif oldukları gözlenmiştir. Weiner’in (1986)
sif yükleme tarzı” göstermektedir. Bu tarz kötü önerisi doğrultusunda, Metalsky ve arkadaşları
sonuçları kişisel, genel ve kalıcı karak­ter hata­ olumsuz bir olaya karşı yüklemeler yapılmadan
larına bağlama eğilimidir. Böyle bir tarzı olan kişi bile önce hemen duy­gusal bir tepki verildiğini
(yatkınlık) hoş olmayan, mutsuz olay­larla kar­ öne sürmüşlerdir. Daha sonra yorumlar yapıl­
şılaştığında (stres) depresyona girer ve benlik makta, genel ve kalıcı yükleme örüntüleri baş­
saygıları yıkılır (Peterson ve Seligman, 1984). taki depresif yanıtın daha uzun sürmesine yol
Depresif yükleme tarzları nereden geliyor? açmaktadır.
İkinci bölümde belirttiğimiz gibi, böylesi temel
bir sorunun yanıtlanmasındaki başarısızlık, UMUTSUZLUK KURAMI Kuramın son ver­
çoğu bilişsel psikopatoloji kuramıyla ilgili bir siyonu (Abramson, Metalsky ve Alloy, 1989)
sorundur. Genel anlamda, bu önemli sorunun özgün kuramdan daha da farklıdır. Bazı dep­
yanıtının çocukluk deneyimlerinin altında yattı­ resyon çeşitlerine (umutsuzluk depresyon­ları)
ğı düşünülmektedir (her türlü psikolojik kuramın umutsuzluğun neden olduğu görüşündedirler.
yaygın konusu). Ancak bu bakış açısını des­ Umutsuzluk, hoşa gidecek bir sonucun gerçek­
tekleyecek çok az veri toparlanmıştır. Depresif leşmeyeceği ya da hoşa git­meyecek sonuçların
yükleme tarzlarının çocukluk döne­minde yaşa­ olacağı ve durumu değiştirecek bir şey olmadığı
nan istismar, aşırı koruyucu anne- baba, sert beklentileridir (tanımın son kısmı daha önceki
disiplin ve mükemmeliyetçi standart­larla ilişkili kuramda temel rol oynayan çaresizliği içermek­
bulunması umut verici bir başlangıçtır (Rose ve tedir). Yükleme formülasyonunda olduğu gibi,
ark., 1994). olumsuz yaşam olayları (stresörler) yatkınlıkla
Bazı araştırmalar gözden geçirilmiş kurama etkileşim içinde umutsuzluk durumunu ortaya
doğrudan destek vermektedir. Seligman ve ar­ çıkartırlar.
kadaşları (1979) Yükleme Tarzı Envanterini ge­ Yatkınlıklardan biri, yükleme tarzı, olumsuz
liştirdiler ve kuramın yordadığı gibi depresyon­ olayları genel ve kalıcı özelliklere yükleme eği­
da olan üniversite öğrencilerinin nor­mal öğren­ limi olarak tanımlanır. Ancak, kuram başka yat­
cilerle karşılaştırıldığında başarısızlığı daha çok kınlıkların olması olasılığını, olumsuz olay­ların
kalıcı, kişisel ve genel eksikliklere bağladıklarını ciddi olumsuz sonuçları olacağı eğilimi ve ken­
buldular. Metalsky, Halberstadt ve Abramson diyle ilgili olumsuz doğurgular çıkarma eğil­imini
(1987), yükleme tarzını depresif duyguduruma dikkate almaktadır.
bağlamışlardır. Giriş psikolojisi dersi alan üni­ Metalsky ve arkadaşları (1993), umutsuzluk
versite öğrencileriyle bir çalışma yapmışlardır. kuramının ilk testinin daha önceki çalışmanın
Öğrenciler dönem başında Yükleme Tarzı En­ benzeri olabileceğini düşündüler. Umutsuz­luğun
vanterini ve ortalama not bek­lentilerini araştıran ve olası bir yatkınlık olan düşük benlik saygısı­
bir anket doldurmuşlardır. Ara sınavlarından nın ölçümleri eklenen yeni öğelerdi. Daha önce­
önce, notları aldıktan hemen sonra ve tekrar iki ki araştırmada olduğu gibi, düşük notları genel
gün sonra duygudurumu ölçmek amacıyla bir ve kalıcı faktörlere yüklemek daha kalıcı depre­
liste kullanılmıştır. Çaresizliğin yükleme kura­ sif duyguduruma yol açmıştır. Ayrıca bu örüntü,
mına göre, Yükleme Tarzı Envanteriyle sapta­ yalnızca benlik saygısı düşük olan öğrencilerde
nan olumsuz olayları kalıcı ve genel eksikliklere bulunmuş ve umutsuzluğun artmasıyla ilişkili
bağlamak eğilimi, düşük not alan öğrencilerde olduğu belirlenmiştir. Böylece kuram desteklen­
depresif duygudu­rumu yordayacaktır. Düşük miş oldu. Altıncı ve yedinci sınıfta olan çocuklar­
not beklentilere uymama olarak tanımlanmıştı; la yapılan benzer bir çalış­mada da aşağı yukarı
246 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

aynı sonuçlar bulunmuş­tur (Robinson, Garber kullanılmıştır. Ancak bu envanter depresyon


ve Hilsman, 1995). Lewinsohn ve arkadaşları tanısı koymak amacıyla geliştir­ilmemiş, yal­
da (1994) depresif yükleme tarzlarının ve düşük nızca klinik olarak depresyon tanısı almış
benlik saygısının, ergenlerde depresyon baş­ olanlarda depresyonun şiddetini değerlendir­
langıcını yordadığını bulmuşlardır. mede kullanılmıştır. Gerçekten de toplanan
Umutsuzluk kuramının avantajlarından kanıtlar yalnızca yükselmiş BDE ile seçilen
biri, depresyon ve kaygının birlikte oluşunu deneklerin, klinik depresyonlar için iyi bir
ele alabilmesidir. Bölüm 6’da panik bozuklu­ analog grup oluşturmadığını göstermektedir.
ğu, ago­rafobi, obsesif-kompulsif bozukluk ve Örneğin, Hammen (1980) 18,37 ortalamayla
travma sonrası stres bozukluğunun sıklıkla
yüksek puan alan­ların iki ya da üç hafta son­
depresyon­la birlikte görüldüğünden söz etmiş­
ra puanlarının 10,87’e düştüğünü bulmuştur.
tik. Bu örüntüyü açıklama, birçok kuram için
Benzer şek­ilde, Yükleme Tarzı Envanterinin,
zorluk yarat­maktadır. Çünkü kuramlar genel­
BDE puanlarını tahmin etme becerisi onun
de bir bozuk­lukla ilgilidir. Alloy ve arkadaşları
klinik depresyonun başlangıcını her zaman
(1990), birlikte görülmenin önemli özelliklerine
doğru tahmin edeceği anlamına gelmez.
dikkat çek­mişlerdir. İlki, depresyonsuz kaygının
3. Bulgular depresyona özgü müdür? Bu soru,
oldukça sık görüldüğü, ancak saf depresyonun
Lavelle, Metalsky ve Coyne (1979) tarafın­
çok ender olduğuydu. İkinci olarak uzunlama­
dan yapılan ve deneklerin yüksek ve düşük
sına araştırmalar kaygı tanısının depresyondan
test kaygılı olarak sınıflandırdığı bir araştır­
önce geldiğini gösterdiler (Rohde, Lewinson ve
ma sonucunda ortaya çıkmıştır. Yüksek
Seeley, 1991). Daha önceki kanıtlara da daya­
kaygısı olan grup laboratuarda çaresizlik
narak (örn. Bowby, 1980; Mandler, 1972), Alloy
deneyinden geçtikten sonra başarısız oldu­
ve arkadaşları çaresizlik beklentisinin kaygıya
lar. Böylece öğrenilmiş çaresizlik olgusunun
yol açtığını ileri sürdüler. Çaresizlik beklentileri
depresyona özgü olmadığı düşünülmelidir.
kesinleşince hem depresyon hem de kaygı öğe­
Aynı şekilde depresif yükleme tarzları sade­
leri olan bir sendrom ortaya çıkar. Son olarak
ce depresyona özgü değildir. Aynı zamanda
eğer olumsuz olayların algılanan olasılığı kesin­
kaygı ile de ilintilidirler (Clark, Watson ve Mi­
leşirse umutsuzluk gelişir.
neka, 1994).
4. Yüklemeler uygun mudur? Buradaki sorun,
ÇARESİZLİK VE UMUTSUZLUK
insanların aktif olarak kendi davranışlarını
KURAMINDAKİ SORUNLAR kendilerine açıklamaya çalıştığı ve yaptıkları
Bu kuramlar umut verici olmalarına rağmen, yüklemelerin sonraki davranışlarına etkisi­
gelecekteki çalışmaların bazı sorunlarının ele nin olduğu sayıltısındadır. Bazı araştırmalar
alınması gerekmektedir. yük­lemelerin evrensel bir süreç olmadığını
göstermektedir (Hanusa ve Schulz, 1977).
1. Ne tip bir depresyon için model geliştiril­ Bölüm 7’de tartışılan bir seri deneyde, Nis­
mektedir? Seligman orijinal makalesinde bett ve Wilson (1977) insanların sıklıkla dav­
öğrenilmiş çaresizlikle stresli yaşam olayla­ ranışlarının nedenlerinin farkında olmadıkla­
rı tarafından ortaya çıktığı düşünülen reak­ rını göstermişlerdir. 1Yüklemelerin insan dav­
tif depresyon arasındaki benzerlikleri belgel ranışının belirlenmesinde uygun ve kudretli
meye çalıştı. Benzer şekilde, Abramson ve olduğunu kabul etsek bile, öğre­nilmiş çare­
arkadaşları (1989) şimdi umutsuzluk depres­ sizlik kuramını destekleyen birçok bulgunun
yonundan söz etmektedirler. Ancak ilerideki insanlara Yükleme Tarzı Envanteri verilerek
araştırmalar bu çözümlerin döngüsel olup ol­
ya da laboratuarda başarı ve başarısızlıkla
madığını ortaya koyacaktır.
karşılaştırarak elde edildiğini not etmeliyiz.
2. Üniversite öğrencileri iyi benzeşik (analog)
Depresyondaki kişilere yaşamlarındaki en
olurlar mı? Öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili bazı
stresli 5 olay sorulduğunda yaptıkları yük­
araştırmaların klinik örneklem ile yapılma­
lemeler nor­mallerden farklı bulunmamıştır
sına (örn., Abramson ve ark., 1978) veya
klinik depresyonun başlangıcını yordamayı 1
Yükleme literatürünün, insanların davranışlarına neden olan şeyleri önemsedik-
lerine dair temel bir varsayım vardır. Bu merkezi düşünce, görevi davranışları,
denemelerine rağmen, çalışmaların çoğun­ açıklamak olan psikologların doğurduğu bir fikirdir. Psikologlar kendilerinin
da Beck Depresyon Envanterindeki (BDE) davranış açıklama ihtiyaçlarını diğer insanlara yansıtmış olabilirler! Sokaktaki
insan (herhangi biri) neden belli bir şekilde davrandığı ya da hissettiği ürerine bir
puanlara göre seçilmiş üniversite öğrencileri psikolog kadar düşünmüyor olabilir.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 247
√√

(Hammen ve Cochran, 1981). Diğer araştır­ eş anlaşmazlığının bir­likte bulunması ve eşle­


malar göster­miştir ki, Yükleme Tarzı Ölçeği rin ilişkisinin çatışmalı olması sürpriz değildir
tarafından zorlanan boyutsal düşünme çeşi­ (Kowalik ve Gotlib, 1987). Hooley ve Teasdale
di nispeten nadirdir(Anderson ve ark.,1994). (1989), depresyon­daki kişilerin eşlerinin kritik
5. Çaresizlik / Umutsuzluk kuramının bütün ver­ konuşmalarını depresyonun tekrarında anlamlı
siyonlarının anahtar sayıltılarından biri, dep­ bir yordayıcı olarak bulmuşlardır. Eşlerden bi­
resyonda olan kişilerde depresif yük­leme tar­ rinde duygudu­rum bozukluğunun olduğu çiftler­
zının kalıcı bir yönü olduğudur. Yani kişi bazı de, evlilikle ilgili doyumun, her iki eşin de geç­
stres kaynaklarıyla karşılaştığında, depresif mişinde duygudurum bozukluğunun olmadığı
yükleme tarzının her zaman ortaya çıkması çiftlere göre daha az olduğu belirtilmiştir (Beach
gerekir. Bununla birlikte, araştır­malar depre­ ve ark., 1990; Doefler ve ark., basımda). Dep­
sif yükleme tarzının depresif dönemi takiben resyon ve evlilik anlaşmazlıkları Bölüm 19’da
ortadan kalktığını göster­miştir (Hamilton ve tartışılmaktadır.
Abramson, 1983) Yeterli sosyal desteklerinin olmaması ve
başkaları tarafından reddedilme, depresyonlu­
Bütün sorunlara karşın çaresizlik / umutsuz­ ların kaderinde midir? Belki depresif kişinin de
luk kuramı açıkça çok sayıda araştırmayı teşvik bir rolü olabilir. Belki depresiflerin sosyal bece­
etmiş ve depresyon üzerinde kuramsal düşün­ rileri azdır (Lewinson, 1974). Birçok araştırma,
ceyi artırmıştır. Daha birçok yıl böyle devam kişilerarası problem çözme (Gotlib ve Asarnow,
edecek gibi görünmektedir. 1979), konuşma örüntüleri (çok yavaş konuşma,
sessizlik ve duraksama, ken­dini daha olumsuz
DEPRESYONUN KİŞİLERARASI ifade etme) ve göz temasının sürmesi (Gotlib ve
KURAMI Robinson, 1982) gibi çeşitli ölçekler kullanarak,
gerçekten de eksiklikler olduğunu göstermiştir.
Bu bölümde depresyonun, depresyondaki Benzer şek­ilde, Tek uçlu depresiflerin boylam­
kişi ve başkalarının ilişkilerini içeren davranış­ sal bir çalış­masında Hammen (1991) onların
sal boyutunu tartışacağız. Ele aldığımız verile­ çok stresle (özellikle kişilerarası alanda) karşı­
rin bir kısmı depresyonun etiyolojisi ile bir kısmı laştıklarını ve kendi davranışlarının yaşadıkla­
da gidişatı ile ilgilidir. rı yüksek stres düzeyine katkıda bulunduğunu
Bölüm 8’de sosyal desteğin sağlıktaki öne­ doğrulamıştır. Hammen, örnek olarak Tek uçlu
mini tartıştık. Bu kavram depresyon araştırma­ depresyonu olan bir kadının bir yıl süreyle ya­
larında da uygulanmıştır. Depresyondakilerin şantısındaki stresörleri vermiştir.
sosyal ağı seyrektir ve bu ağ, daha az destek­
leyici olarak algılanır. Bu azalmış sosyal destek, Dizinin incindiği bir otomobil kazası, iş olanağı sağlaya­
olumsuz yaşam olaylarını göğüsleme yeteneği­ cak bir sınavı kaybetme, kocasıyla olan bir çatışmadan
ni azaltır (Billings, Cronkite ve Moos, 1983). sonra evden taşınma, babasıyla kalan kızıyla ciddi bir
Coyne (1976) tarafından belirtildiği gibi dep­ tartışma ve eski kocası ile yeni erkek arkadaşı yüzünden
resyondaki kişiler başkalarının olumsuz tep­ kavga etme. (s. 559).
kilerini kışkırtırlar. Bu olasılık, depresif hasta­
larla telefon konuşmaları, depresif hastaların Yine sosyal beceri bozuklukları kavramıy­
bandlarını dinleme ve yüz yüze etkileşimler gibi la ilişkili ama daha özel olarak ortaya çıkan bir
çeşitli şekillerde incelenmiştir. Bu veriler depre­ düşünce de, sürekli güvence arayışının depres­
sif kişilerin itici kişilerarası tarzları olduğunu ve yondaki kritik değişken oluşudur (Joiner, 1995;
başkalarının reddini kolaylaştırdıklarını göster­ Joiner ve Metalsky, 1995). Belki de soğuk ve
miştir. Örneğin, Hokenson ve arkadaşları (1989) reddedici bir çevrede yetişmenin bir sonucu
üniversiteli depresif öğrencilerin oda arkadaşla­ olarak (Carnelly, Pietomonaco ve Jaffe, 1994),
rı tarafından sosyal ilişki yönünden hoşnutluk depresif insanlar diğerlerinin onlara gerçekten
verici olmadıkları şeklinde değer­lendirildiklerini özen gösterdiğine dair güvence ararlar, ancak
ve onlara karşı yüksek düzeyde saldırganlık güvence aldıklarında bile sadece geçici bir süre
gösterdiklerini bildirdiklerini bul­muşlardır. Ben­ için tatmin olurlar. Olumsuz kendilik kavramla­
zer şekilde, Joiner, Alfano ve Metalsky (1989) rı, aldıkları geri­bildirimin doğruluğundan şüphe
hafif derecede depresyonu olan öğrencilerin duymalarına sebep olur. Daha sonraları bir an­
oda arkadaşları tarafından reddedildiklerini bul­ lamda kendi olumsuz kendilik kavramlarını doğ­
muşlardır. Bu sonuçlara bakarak, depresyon ve rulayan olumsuz geribildirimi gerçekten ararlar.
248 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

Depresif kişinin tutarsız davranışı nedeni ile iş başarısızlığıyla yüzleşmesinden onu koruduğu görül-
en sonunda reddediş ortaya çıkar. Joiner ve mekteydi. Bu başarısızlığın farkına varma muhtemelen
Metalsky tarafından orta şiddette depresif üni­ onu derin bir depresyona gömecekti.
versite öğrencilerinden toplanan veri, güvence
ararken gözlenen bu tutarsız örüntünün depre­ Maniklerle olan klinik deneyimler, aynı za­
sif duygudurumdaki artışları yordadığını göster­ manda kişilikleriyle ilgili araştırmalar, dönem­ler
miştir arasında göreli olarak uyumlu olduklarını gös­
Depresyondaki kişilerin kişilerarası bu özel­ termektedir. Ancak eğer mani bir savunmaysa,
likleri depresyondan önce de var mıdır? Yüksek bu bir şeye karşı savunma olmalıdır, o halde
risk yöntemini kullanan bazı araştırmalar yanı­ dönemler arasında görülen iyi uyumun gerçek
tın “evet” yönünde olduğunu düşündürmektedir.
durumlarını yansıtmadığını düşündür­mektedir.
Örneğin, depresif ana babaların ilkokul çağın­
Nelerin savunucu yanıt olduğu soru­nunu bir ta­
daki çocuklarının davranışları hem arkadaşları
rafa bırakarak, Winters ve Neale (1985) manik
hem de öğretmenleri tarafından daha olumsuz
olarak derecelendirilmiştir (Weintraub, Liebert hastaların dönem dışında da düşük benlik say­
ve Neale, 1975; Weintraub, Prinz ve Neale, gısı olduğu düşüncesini incelemek üzere özel
1978). Düşük sosyal imkanlar ilkokul çağındaki bir test geliştirmişlerdir.
çocuklarda depresyonun başlangıcını yorda­ İyileşme dönemlerindeki İki uçlu hastalar,
yabilmektedir (Cole ve ark., 1996). Kişilerarası Tek uçlu depresifler ve normal deneklere iki test
iliş­ki sorunlarının çözümlerine dair becerilerin uygulanmıştır; bir benlik saygısı envanteri ve bir
zayıf olması ise ergenlerde depresyonun artı­ yapılandırılmış bellek testi. İkinci test maniklerin
şını yordayabilmektedir (Davilla ve ark., 1995). düşük benlik saygısının dolaylı bir ölçümü ola­
Sosyal beceri bozuklukları depresyonun nedeni rak düşünülmüştür. Yapılandırılmış bellek tes­
olabildiği gibi sonuçları da olabilmekte­dir. Kişi­ tinde denekler, ilk önce bazılarının olumlu bazı­
lerarası davranışlar depresyonda temel bir rol larının ise olumsuz sonuçları olan bir seri olayı
oynamaktadır.
anlatan bir paragraf okumuşlardır. Daha sonra,
her öyküyle ilgili neler hatırladıklarını ölçer görü­
İKİ UÇLU BOZUKLUĞUN
nen bir test verilmiştir. Bazı maddeler gerçekten
PSİKOLOJİK KURAMLARI hatırlamayı ölçmekte ancak diğerleri denekleri
İki uçlu bozukluklar, psikolojik kuramlar ve verilen bilginin ötesine geçip çıkarsamalar yap­
araştırmacılar tarafından ihmal edilmiştir. Genel maya zorlamaktadır. Örneğin, bir öyküde halen
olarak İki uçlu bozukluğun depresif dönemiyle işi olmayan bir adam anlatıl­maktadır. İşsiz olma
ilgili olan kuramlar, Tek uçlu depresyon kuram­ nedeni açıkça belir­tilmemiş, ancak öykü iki so­
larına benzemektedir. Bozukluğun mani döne­ nuç çıkartılacak şekilde yazılmıştır. Çıkarılabile­
mi yıpratıcı psikolojik duruma karşı bir savunma
cek sonuçlardan biri, adamın kendi kabahatin­
olarak görülür. Kaçınılan özel olumsuz durum
den dolayı değil kötü ekonomiden dolayı işsiz
kuramdan kurama değişir. Bizim vak’alarımızdan
olmasıdır. Ya da denek, adamın geçmiş iş ba­
biri, niçin birçok kuramcının manik duru­mun ko­
ruyucu bir işlevi olduğu sonucuna var­dıklarını şarısızlıklarından dolayı işsiz olduğu sonucuna
örneklemektedir. varacaktır. Benlik saygısı düşük olanların ikinci
çıkarsamayı yap­maları beklenmiştir.
Kırk iki yaşındaki bir adam üçüncü mani nöbetini ge- Sonuçlar tamamen beklentiler doğrultusun­
çiriyordu. Her birinde klasik mani belirlileri örüntüsünü da çıkmıştır. Benlik saygısının kâğıt-kalem tes­
göstermişti ve belirlilerin çoğu dünyanın en iyi iş adamı tinde hem manikler hem de normal denekler
olduğu yönündeki grandiyöz sanrıları üzerineydi. Terapi
seansım “Biliyor musunuz bugün yirmi şirket bir­den al-
depresiflerden daha yüksek puanlar almışlardır.
dım?” diye başlattı. “Getty ya da Rockefeller bile bana Ancak yapılandırılmış bellek testinde manikler
ulaşamaz”. Nöbetlerin arasındaki terapi seansların­dan depresifler gibi performans sergilemiş; iki grup
işteki başarının bu hasta için çok önemli olduğu biliniyor- da ikinci çıkarsamaları seçerek, düşük ben­
du. Ancak hiç de başarılı değildi. Anne ve babası çeşitli lik saygıları olduğunu göstermişlerdir. Böylece
şirketler kurması için borç vermişlerdi ancak her seferin-
de iflas etmişti. Zengin babasının iş başarılarına ulaşmak
maniklerin benlik saygısı çok düşük olduğu söy­
fikri kafasına takılmıştı ancak yıllar geçtikçe bu olasılık lenebilir. Ancak, genellikle yetersizliklerine karşı
elinden kayıyordu. Bu nedenle, grandiyöz manik fikirlerin başarıyla savunurlar.
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ BİYOLOJİK KURAMLARI 249
√√

DUYGUDURUM yakınları normalden sadece biraz daha yüksek


riskli bulunmuşlardır (Kendler ve ark., 1993).
BOZUKLUKLARININ BİYOLOJİK Aslında, Tek uçlu hastaların akrabaları Tek uçlu
KURAMLARI depresyon için artmış risk altında olmalarına
rağmen, riskleri İki uçlu hastaların akrabaların­
Biyolojik süreçlerin duygudurumu oldukça et­ dan daha azdır (Andreasen ve ark., 1987). Tek
kilediği bilindiği için, araştırmacıların depresyon uçlu hastaların akrabaları İki uçlu bozukluk için
ve manide biyolojik nedenler ara­ması sürpriz risk altında değildirler. Depresyonun erken baş­
değildir. Ayrıca, eğer duygudurum bozukluk­ laması, kaygı bozuk­luklarıyla birlikte gözükme­
larına olan yatkınlık kalıtsal olarak geçiyorsa, si ve alkolizm akra­balarda daha yüksek riskle
bozuk biyolojik süreçler doğaldır ki nedensel beraber gider (Weissman ve ark., 1988). İkiz­
zincirin bir parçası olacaktır. Duygudurum bo­ lerde Tek uçlu depresyon çalışmalarında Tek
zukluğunun kısmen kalıtsal olmasıyla ilgili ka­ yumurta ikiz­lerinde eş hastalanma oranı %46,
nıtlar bozukluğun biyolojik bir temeli olduğuyla çift yumurta ikizlerinde %20 olarak bildirilmiştir
ilgili destek verecektir. Bazı nörotransmitterlerin (McGuffin ve ark., 1996). Birkaç küçük ölçekli
düzeyini artıran ilaç terapi­lerinin etkinliği, duy­ uyarlama çalışmasında hem İki uçlu hem de Tek
gudurum bozukluklarının tedavisinde biyolojik uçlu bozukluğun kalıtsal bir bileşeni olduğu fikri
faktörlerin de önemli olduğunu göstermektedir. desteklenmiştir (Cadoret, 1978a; Mendlewicz
Bu bölümde kalıtsal, nörokimya ve nöroendok­ ve Rainer, 1977; Wender ve ark., 1986).
rin sistem alanlarında yapılmış bazı araştırma­ Duygudurum bozuklukların kalıtsal araş­
lara bakacağız. (Duygudurum bozukluğu olan tırmalarındaki son gelişme bağlantı analizinin
hastaların beyin­lerindeki yapısal anormallikler (linkage analysis) kullanılmasıdır. Bu teknikte
üzerine gelişen bir literatür vardır. Çünkü bu duygudurum bozukluklarının ortaya çıkması
anormallikler şizofrenide olanlarla benzerlik bir ailede bir kaç kuşak boyunca incelenmek­
göstermektedir. Bu konuyu bir sonraki bölümde te ve eş zamanlı şekilde kalıtsal mekanizma­
tartışacağız.) sı tam olarak bilinen bir başka özellik -kalıtsal
marker- değerlendirilmektedir (örneğin, kırmı­
KALITSAL VERİLER zı-yeşil renk körlüğünün X kromozomundaki bir
mutasyondan olduğu bilinmektedir). Duygudu­
Tek uçlu ve İki uçlu depresyonla ilgili kalıtsal
rum bozukluğu genleriyle kalıtsal marker bağ­
faktörlerin araştırılmasında Bölüm 2’de tartışılan
lantılıysa, bir başka deyişle kromo­zom üzerinde
aile, ikiz ve evlat edinme yöntemleri kullanılmış­
birbirlerine yakınsalar, aile soy­ağacı, incelenen
tır. İki uçlu hastaların birinci derece akrabala­
iki özelliğin birlikte geçtiğini gösterme eğilimin­
rında duygudurum bozukluğu sık­lığının %10 ile
dedir. Egeland ve arkadaşlarının (1987), çok
%25 arasında olduğu tahmin edilmiştir (Gers­
atıf alan Amish toplumuyla yaptıkları bağlantı
hon, 1990). Akrabalarındaki risk, erken baş­
analizi, İki uçlu bozukluğun on birinci kromo­
langıçla artmaktadır. Bu rakam­lar genel örnek­
zomdaki başat bir genden kaynaklandığı hipo­
lemdeki oranlardan daha yük­sektir. Gariptir ki, tezini doğrular nite­liktedir. Ancak ne yazık ki,
İki uçlu hastaların birinci derece akrabalarında Egeland araştırması ve diğer başarılı bağlantı
Tek uçlu depresyon vak’aları İki uçlu bozukluk­ çalışmaları tekrarlana­mamıştır (örneğin, Berrit­
tan daha çoktur. Örneğin, James ve Chapman tini ve ark., 1990; Smyth ve ark., 1996). “Bağ­
(1975) Yeni Zelanda’da yürüttükleri geniş çaplı lantı” üzerindeki araştırmalar devam etmekte ve
bir araştır­mada İki uçlu hastaların akrabaların­ diğer kromozomlardaki diğer genlere odaklana­
da hastalık riskinin İki uçlu bozukluk için %6.4, rak genişle­mektedir.
Tek uçlu depresyon için %13.2 olduğunu bul­
muşlardır. Genelde, Tek yumurta ikizlerinde İki
NÖROKİMYA VE DUYGUDURUM
uçlu bozukluğun eş hastalanma oranı %72, çift
yumurta ikizlerinde ise %14 olarak bulunmuştur BOZUKLUKLARI
(Allen, 1976). Kanıtlar İki uçlu bozukluğun kalıt­ Geçtiğimiz yıllar boyunca, araştırmacılar nö­
sal bir yönü olduğunu desteklemektedir. rotransmitterlerin duygudurum bozukluklarında­
Tek uçlu depresyonla ilgili bilgilerimiz kalıt­ ki rolünü anlamaya çalıştılar. En çok çalışılan
sal faktörlerin, önemli olmakla birlikte İki uçlu iki nörotransmitter norepinefrin ve serotonindir.
bozuklukta olduğu kadar etkili olmadığı yönün­ Norepinefrinle ilgili kuram, en çok İki uçlu bo­
dedir. Örneğin, bir çalışmada depresif kişilerin zukluk ile ilgili olup, düşük seviye norepinefrinin
250 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

için almışlardır. Presinaptik nöronun ateşlen­


Presinaptik
nöron mesinden sonra, norepinefrin ve sero­toninin
geri alımını engellerler, sinaptik boşluk­ta daha
çok nörotransmitter kalır dolayısıyla sonraki nö­
rona empüls iletimi daha kolaylaşır, (bkz. Şekil
10.3). Monoamin oksidaz engel­leyicileri, mo­
noamin oksidaz enziminin nörotransmitterlerin
aktivasyonlarını sonlandırmasını engelleyen bir
grup anti-depresif ilaçtır, dolayısıyla bu iki tip
ilaç hem serotonin hem de norepinefrinin art­
Norepinefrin Norepinefrin
masına neden olur; bu hareket trisiklikler için
ya da serotonin ya da serotonin tanımlanan aynı etkileri üretir. Bu ilaç hareketle­
salgısı geri alımı ri depresyon ve maninin serotonin ve norepinef­
rine bağlı olduğunu öne sürmektedir. Fluoxetine
(Prozac) gibi daha yeni ilaçlar eskilere kıyasla
daha seçici etki ederler, özellikle serotonin geri
(a) Postsinaptik nöron alımını engellerler. Çünkü bu ilaçlar serotonin
ile arasında güçlü bir ilişki gösterilmiş olan Tek
Presinaptik uçlu depresyonun tedavisinde etkilidir.
nöron
Kuramları değerlendirmek için iki temel yak­
laşım daha kullanılmıştır. Birincisi, bu nörotrans­
mitterlerin metabolitlerini -seretonin ve norepi­
nefrinin yıkılması sonucunda kan seru­munda,
idrarda ve beyin-omurilik (serebrospinal) sıvı­
sında bulunan ürünler- ölçmektir. Bu ölçümler­
deki problem, beyindeki serotonin ve norepinef­
rin düzeylerini doğrudan yansıtmamasıdır, çün­
kü serotonin kullanan nöronların büyük bölümü
Trisiklik ya bağırsaklarda bulunur ve nore­pinefrin, periferal
da ikinci nesil
antidefresan sinir sistemindeki önemli bir nörotransmitterdir.
İkinci strateji beyindeki norepinefrin ve sero­
tonin düzeylerini arttıracak ya da azaltacak
anti- depresif ve rezerpin dışında bir ilaç seç­
mektir. Serotonin düzeyini yükseltecek bir ilaç
(b) Postsinaptik nöron
depresyonu düzeltecek; azaltacak bir ilaç ise
Şekil 10.3 (a) bir nöron norepinefrin veya serotonin depresyonu arttıracak ya da normal kişilerde
saldığında, bir geri alım mekanizması çalışmaya başlar ve
bazı nörotransmitterleri postsinaptik nöronlarca alınmadan
depresyona neden olacaktır. Benzer bir şekilde,
yakalamaya başlar, (b) trisiklik ilaçlar geri alım işlemini norepinefrini arttıran bir ilaç bir manik döneme
engeller, daim fazla norepinefrin veya serotonin alımına imkan neden olabilir. Ancak bu stratejinin de sorunları
sağlarlar ve bu şekilde postsinaptik nöronlar ateşlenir. Serotonin
geri alım engelleyicileri serotoninler üzerinde daha seçici etkide vardır. İlaçların çoğunun çoklu etkileri vardır; bu
bulunurlar (Snyder. 1986. s., 106’dan uyarlanmıştır). nedenle yan etkileri karıştırmadan spesifik bir
ilacı seçmek zordur.
depresyona, yüksek düzeyin ise maniye yol aç­ Bu sorunlara rağmen depresyonda sero­tonin
tığını öne sürmektedir. Serotonin kuramı ise dü­ ve norepinefrin düzeylerinin azlığını ve manide
şük seviyedeki serotoninin depresyona neden yüksekliğini imâ eden bu kuramların geçerliği ile
olduğunu söylemektedir. ilgili neler denilebilir? Bunney, Murphy ve arka­
Depresyonu tedavi etmekte kullanılan ilaç­ daşlarının National Institute of Mental Health’de
ların etkisi, iki kuramın da gelişmesinde ipucu yürüttükleri araştırmada İki uçlu hastalar dep­
olmuştur. 1950’lerde iki grup ilaç, trisiklikler ve resyon, mani ve normal dönemlerinde idrardaki
monoamin oksidaz engelleyicileri depresyo­ norepinefrin düzeyleri ölçülerek yakından izlen­
nu kaldırmada etkili bulunmuştur. Anti-depresif miştir. Hastalar depresyona girdikçe idrardaki
ilaçlardan bir grup olan Trisiklikler bu ismi mo­ norepinefrin düzeyi azalmış (Bunney ve ark.,
leküllerinde birbirine girmiş üç halka içerdikleri 1970) ve manide yükselmiştir (Bunney, Goo­
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ BİYOLOJİK KURAMLARI 251
√√

dwin ve Murphy, 1972). Bu verilerin yorumlan­ Bu bilgi depresyonun serotonin ve norepinefrin


masındaki sorun, bu tarz değişimlerin faaliyet kuramlarının ana noktası olmuştur. Ancak, şu
düzeyindeki yükselmenin sonucu olabilmesidir. anda bu ilaçların nasıl etkili olduğunun açıklan­
(Manide artan motor faaliyet norepinefrin akti­ ması ilk başlarda görüldüğü gibi basit değildir.
vitesini artırabilir). Bununla birlikte artan nore­ Trisikliklerin ve monoamin oksidaz
pinefrin düzeyinin İki uçlu hastalardaki manik engelleyici­lerinin terapötik etkileri yalnızca nö­
döneme neden olduğuna dair kanıtlar vardır rotransmitterlerin artmış düzeyine bağlı değildir.
(Altshular ve ark., 1995). İlk araştırma bulguları doğruydu: gerçekten de
3-Methoxy-4-hydroxyphenil gylcol (MHPG) trisiklikler ve monoamin oksidaz engelleyicileri
norepinefrinin ana metaboliti sayılmaktadır. ilk alındıklarında serotonin ve norepinefrin dü­
Kurama göre norepinefrinin düşük düzeyleri zeylerinde yükselme oluyordu; ancak, birkaç
PHPG’de de düşük düzeye yol açmalıdır. Bek­ gün sonra eski düzeylerine iniyordu. Bu bilgi
lendiği gibi, depresyondaki İki uçlu hasta­ların can alıcıdır çünkü antidepresanların etkili olma­
idrar MHPG’leri düşüktür (Muscettola ve ark., sı için geçmesi gereken zamanla ilgili verilerle
1984); ayrıca, İki uçlu maniklerde İki uçlu dep­ uyuşmamaktadır. Depresyon düzelmeye, hem
resiflere kıyasla ve maniklerin normallere göre trisikliklerin hem de monoamin oksidaz engelle­
MHPG düzeyleri daha yüksektir (Goodwin ve yicilerinin alınmasın­dan yedi ile on dört gün son­
Jamison, 1990). Ancak, doğrudan norepinefrin ra başlamaktadır. O zamana kadar nörotrans­
miktarının ölçüldüğü çalışmalarda, MHPG so­ mitter düzeyleri zaten önceki düzeyine inmiş
nuçları aktivite düzeyindeki değişiklik­leri yansı­ oluyordu. Öyleyse, norepinefrin ve serotoninde
tabilir. yükselme ilaçların depresyonu geçirmesi nede­
Serotoninle yapılan araştırmalarda serotoni­ niyle ilgili yeterli bir açıklama olmamaktadır.
nin başlıca metaboliti olan, serebrospinal sıvı­ Serotonin ve norepinefrin düzeylerindeki
da bulunan ve transmitterin beyin ve omurilik­ yükselme kuramından uzaklaşmada anahtar rol
teki düzeyi ölçülebilen 5-hydroxyindole- acetic oynayan diğer bulgular yeni antidepresanlarla
asit (5-HIAA) incelenmektedir. Veriler oldukça yapılan araştırmalardan gelmektedir. Örneğin,
tutarlı bir şekilde depresyondaki hasta­ların se­ mianserin etkili antidepresandır (Cole, 1986);
rebrospinal sıvısındaki 5-HIAA düzeyinin düşük ancak, hiç birisi norepinefrin ya da sero­tonin
olduğunu göstermektedir (gözden geçirme için düzeylerini artırmamaktadır.
McNeal ve Cimbolic, 1986’ya bakınız). Araş­ Bu yeni bulguların eski kurama nasıl bir etk­isi
tırmalar ayrıca serotonin öncülü olarak işlev olmuştur? Araştırmacılar, şimdi trisiklik ve mo­
gören L-tryptophanın özellikle başka ilaçlarla noamin oksidaz engelleyicilerinin depresyonda
birlikte kullanıldığında depresyonu düzelttiğini postsinaptik reseptörleri değiştir­erek etkili olup
göstermiştir (Coppen ve ark., 1972; Mendels ve olmadıklarını incelemektedirler. Bu güne kadar­
ark., 1975). Bunlardan başka, serotonin sente­ ki sonuçlar birbirine zıt ve yorumlaması güçtür.
zini bastıran bir ilaç depresyonu düzelten ilaçla­ Antidepresanların B-adrenerjik reseptörlerin
rın etkisini azaltmaktadır (Shopsin, Friedman ve duyarlığını azalttığı ve serotonin reseptörlerinin
Gershon, 1976). Delgado ve arkadaşları (1988) duyarlığını arttırdığı görülmektedir (McNel ve
iyileşmiş depresif hastalarda özel bir diyetle Cimbolic, 1986). Reseptörler üzerinde odaklaş­
tryptophan düzeyini düşürmüştür. Hastaların ma insanlarda reseptör duyarlığını ölçmeye yö­
%67’sinde belirtilerin geri geldiğini bulmuşlardır. nelik yeni yön­temlerin geliştirilmesi gereğini or­
Diyetleri tekrar normale döndürüldüğünde belir­ taya çıkartmaktadır. Reseptör duyarlığıyla ilgili
tiler tedrici olarak düzelmiştir. Benzer sonuçlar şimdiki bilgimizin çoğu hayvan deneylerinden
mevsimsel depresyonu olan hastalar için de gelmektedir. İnsanlar üzerinde şimdiye kadar
bulunmuştur (Lam ve ark., 1996). Bir araştırma kullanılan yöntemler dolaylıdır. Bir kaç yıl içinde
aynı tryptophan azaltma stratejisini aile öykü­ kuşkusuz daha ince ayarlı araştırmalarla resep­
sünde pozitif ya da negatif depresyon olmayan tör duyarlığı daha iyi incelenecektir.
normal kişiler için kullanmıştır. Yine, düşük se­ İki uçlu bozukluk üzerindeki araştırmada
rotonin kuramı ile yordandığı şekilde, pozitif aile eski norepinefrin kuramından uzaklaşmıştır.
öyküsü depresif duygudurumda artışa sebep Bu değişimin en önemli nedenlerinden biri de,
olmaktadır (Benkelfat ve ark., 1994). İki uçlu bozukluğun tedavisinde etkili olan ve
Etkili antidepresanların norepinefrin ve sero­ en yaygın olarak kullanılan lityumun, bozuklu­
tonin düzeylerini yükselttiğinden söz etmiştik. ğun hem manik hem de depresif dönemlerinin
252 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

tedavisinde yararlı olmasıdır. Bu durum, lityu­ Adrenal korteksteki anormal bir büyüme korti­
mun nöral aktiviteyi arttıran ya da azaltan bazı zolun aşırı salgılanmasına ve depresyona yol
nörokimyasalları etkileyerek hareket ettiğini dü­ açmaktadır. Depresyonda kortizolun aşırı sal­
şündürmektedir. Son araştırmalar, postsinaptik gılanması, daha önce tartışılan nörotransmitter
hücre zarında bulunan G-proteinlerine (guanine kuramlarına da bağlanabilir. Yüksek düzeydeki
nucleotide-binding proteins) odaklan­mıştır. G- kortizol serotonin reseptörlerinin yoğunluğunu
proteinler, bilgiyi presinaptik hücreden postsi­ azaltabilir (Roy ve ark., 1987) ve nonadrener­
naptik hücre zarı boyunca taşır ve nöral sinyali jik reseptörlerin işlevini bozabilir (Price ve ark.,
güçlendirir. G-proteinlerinin yüksek düzeylerinin 1986). Son olarak, hipotalamik-pituiteri-tiroit
manik hastalarda bulunması, lityumun tedavi aksı da İki uçlu bozuklukla ilişkili olabilir. İki uçlu
edici etkisinin G-proteinlerini düzenleme beceri­ hastalarda tiroit fonksiyonlarındaki bozukluklar
sinin bir sonucu olabileceğini düşündürür (Manji sıklıkla gözlenmekte (Lipowski ve ark., 1994)
ve ark., 1995). ve tiroit hormonu bu hastalarda mani başlata­
bilmektedir (Goodwin ve Jamison, 1990).
NÖROENDOKRİN SİSTEM Bütün bu veriler duygudurum bozukluk­larının
biyolojik nedenleri olduğunu destekle­mektedir.
Birçok araştırma depresyonda nöroendokrin
Bu psikolojik kuramların ilişkili olmadığı ya da
sistemin rolüne işaret etmektedir. Beyinin limbik
yararsız olduğu anlamına mı gelir? Hiç de de­
bölgesi duygularla yakından ilgilidir ve hipota­
ğil. Davranışsal bozuklukların temelinde biyolo­
lamus üzerinde de etkilidir. Hipotalamus çeşitli
jik süreçlerin olduğunu söyle­mek zaten bilineni
endokrin salgı bezlerini ve salgıladıkları hor­
tekrarlamaktır. Hiçbir psikolojik kuramcı bazı
monların düzeylerini kontrol eder. Hipotalamus
bedensel değişikliklerin davranışa aracılık etti­
tarafından salgılanan hormonlar, pineal bezi ve
ğini yadsımaz. Psikolojik ve biyolojik kuramlar
onun ürettiği hormonları da etkiler. Depresyo­
aynı olguyu, farklı terimler kullanarak gayet iyi
nun uyku, iştah bozukluğu gibi vejetatif olarak
tanımlayabilir (öğrenilmiş çaresizlik ya da düşük
adlandırılan belirtileriyle olan ilişkisinden dola­
serotonin gibi). Bunları birbirine karşıt değil, bir­
yı hipotalamik-pituiteri-adrenal kortikal aksının
birini tamamlayıcı olarak düşünmek gerekir.
depresyonda aşırı aktif olduğu düşünülmekte­
dir.
Çeşitli bulgular bu görüşü desteklemektedir. DUYGUDURUM
Kortizol (bir adrenokortical hormon) düzeyinin BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ
depresyon hastalarında yüksek olmasının ne­
deni thyrotropin salan hormonun hipatalamus Zaman, depresyondaki bireye ya da ona
tarafından fazla salgılanması olabilir (Garbutt yakın olan kişilere ölçülemeyecek kadar daha
ve ark., 1994). Depresif hastalarda kortizolun uzun gelse de, depresyon dönemlerinin çoğu
aşırı salgılanması bu hastaların adre­nal bezle­ birkaç ay içinde geçer. Çoğu depresyonun ken­
rinde de genişlemeye neden olmak­tadır (Rubun diliğinden geçebilmesi çok iyidir. Bununla birlik­
ve ark., 1995). Depresiflerde kortizol düzeyinin te, depresyon, çok yaygın ve hem onu çeken
yüksek olması; depresyonun biyolojik bir testinin hem de etrafındakiler için çok zedeleyici oldu­
gelişmesine, Deksametazon Süpresyon (Baskı­ ğu için, tedavi edilmemesi düşünülemez. Dep­
lama) Testi (DST), olanak sağlamıştır. Deksa­ resyon nöbetleri tekrarlayıcıdır (Keller ve ark.,
matazon kortizol salgılanmasını bastırır. Gece 1982) ve bu bölümün son kısmında göre­ceğimiz
testinde deksamatazon verildiği zaman özellikle gibi, depresyondaki insanların intihar riski var­
melankolisi olan insanlarda kortizol süpresyo­ dır. Dolayısıyla, majör depresyonun tedavisi İki
nu (bastırıl­ması) olmamaktadır (Carroll, 1982). uçlu bozukluğun tedavisi kadar önemlidir. Şim­
Deksametasonun kortizolu bastırmasının olma­ diki tedaviler hem psikolojik hem biyolojiktir. Tek
ması, depresiflerde hipotalamik-pituitari-adre­ başlarına ya da birlikte oldukça etkindirler.
nal kortikal aksın aşırı aktivitesi olarak yorum­
lanmaktadır. Süpresyonun olmaması depresif PSİKOLOJİK TEDAVİLER
dönem geçince normale dönmektedir. Bu da
strese karşı belirgin olmayan bir yanıt olduğunu PSİKODİNAMİK TEDAVİLER
düşündürmektedir. Kortizolun yüksek düzeyi ve Depresyonun bastırılmış kayıp duygusu ve
depresyon ilişkisi ile ilgili bir bulgu da Cushing bilinçdışı olarak içe yöneltilmiş kızgınlıktan orta­
sendromu denilen bir hastalıktan gelmektedir. ya çıktığı varsayıldığı için, psikanalitik teda­vide
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 253
√√

hastaya bastırılmış çatışmayla ilgili içgörü ka­ yonun bilişsel kuramıyla tutarlı olarak, Beck ve
zandırma ve içe dönük kızgınlığı dışa vur­maya arkadaşları uyumu bozan düşünce örüntülerini
yüreklendirmeyle yardım edilmeye çalışılır. En değiştirmeyi amaçlayan bilişsel terapiyi geliştir­
genel şekliyle, psikanalitik tedavinin amacı has­ mişlerdir. Terapist, depresyondaki kişinin olay­lar
tanın depresyonundaki örtük moti­vasyonu orta­ ve kendi hakkındaki düşüncelerini değiştirmesi­
ya çıkarmaktır. Örneğin, birey sevilen bir kişi­ ni yüreklendirir. Hasta, “hiç değerim yok çünkü
nin kaybı için kendini suçlayabilir ancak çok acı her şey ters gidiyor. Yaptığım her şey felaketle
verdiği için bu inancı bastırabilir. Terapistin önce sonlanıyor” derse, terapist hastanın görmediği
hastaya bu inancı taşıdığıyla yüzleşmesi için ya da yok saydığı becerileri gibi bu genelleme­
rehberlik etmesi, sonra da suçlamanın temelsiz sine ters düşen örnekler verir. Terapist ayrıca
olduğunu anlamasına yardımcı olması gerekir. hastanın kendine söylediği özel monologları
Hastanın, yetersizlik ve kayıp duygularının ge­ izlemesini ve depresyona katkısı olan düşünce
liştiği çocukluğundaki stresli anılarının ortaya örüntülerini tanımasını ister. Daha sonra tera­
çıkartılması da rahatla­maya yol açacaktır. pist hastanın sahip olduğu olumsuz inançlarını
Depresyonu kaldırmada dinamik psikoterapi­ gözden geçirmesini ve bunların daha gerçekçi
nin etkinliğiyle ilgili araştırmalar azdır (Craighe­ ve olum­lu yorumlar yapmasını nasıl engelledi­
ad, Evans ve Robins, 1992; Klerman, 1988) ve ğini anla­masını öğretir.
sonuçlar karışıktır; bu kısmen psikodinamik ya Beck’in analizleri, Ellis’in Bölüm 2’de tanıtılan
da psikanalitik psikoterapi altında toplanan yak­ Akılcı Duygusal Terapisinden bağımsız olarak
laşımlardaki büyük değişkenlikten kaynaklan­ geliştirildiği halde bazı yönlerden ona benzerlik
maktadır. Örneğin ilk çalışmalar, trisiklik ilaçlarla gösterir. Örneğin, Beck, depresyondaki kişile­
birlikte uygulanan psikanalitik terapinin duygu­ rin eğer bir hata yaparlarsa kendilerini tümüyle
durumunu, sadece ilaçların alınmasından daha yetersiz ve kusurlu saydıklarını söylemektedir.
fazla etkilemediğini bulmuştur (Covi ve ark., Bu şemanın, Ellis’in, yeterli ve değerli bir kişi ol­
1974; Daneman, 1961). American Psychiatric mak için her alanda etkili olmalıdır, biçiminde­ki
Association tarafından yapılan son açıklama, gerçekçi olmayan inançlarından birinin uzan­tısı
depresyon tedavisinde uzun dönem dinamik olduğu düşünülebilir.
psikoterapinin ya da psikanalizin etkisini doğ­ Beck, depresyonun tedavisine davranışsal
rulayan kon­trollü verilerin olmadığını söylemek­ öğeleri de katmıştır. Özellikle hastalar ağır dep­
tedir (American Psychiatric Association, 1993). resyonda iken, Beck onları sabahleyin yataktan
Ancak son zamanlardaki geniş çaplı bir araştır­ çıkma, yürüyüşe gitme gibi etkinlikler yapmaya
manın bulguları (Elkin ve ark., 1989), depres­ yüreklendirir. Beck, hastalarına onlara başarılı
yondaki kişiyle sosyal çevresi arasında­ki şimdiki yaşantılar sağlayacak ve daha iyi his­setmelerine
etkileşimine odaklanan bir psikoter­api çeşidinin yol açacak faaliyet ödevleri verir. Ancak bütün
-Klerman ve Weissman’ın kişilerarası terapisi vurgu, bilişsel yeniden yapılandır­ma ve bireyi
(Klerman ve ark., 1984)- hem Tek uçlu depres­ daha farklı düşünmeye yön­lendirme üzerinedir.
yonu iyileştirmede hem de tedavi kazançlarını Eğer gözlenebilir davranışlardaki değişiklik bu
sürdürmede etkili olduğunu göstermiştir (Frank amacı sağlamaya yardımcı olursa yetecektir.
ve ark., 1990). Terapinin temeli, depresyondaki Bununla birlikte, Beck’in öne sürdüğü gibi dep­
hastaya şimdiki kişiler­arası davranışlarının iliş­ resyondaki kişi­lerin sahip olduğu olumsuz dü­
kilerden hoşnutluk duy­masını nasıl engellediğini şünceleri ve yap­tığı düşünce hatalarını değiş­
bulmasına yardımcı olmaktır. Örneğin, hastaya tirmeyen davranışsal değişikliğin, depresyonu
gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmesi, daha kaldırma­da etkili olması beklenemez.
doyurucu sosyal etkileşimde bulunması ve des­ Son yirmi yıldır Beck’in terapisi üzerinde
tek sağla­ması için, başkalarıyla daha iyi iletişim oldukça çok araştırma yapılmıştır. İlk yapılan
kurması öğretilebilir. Kişilerarası terapiyle ilgili çalışmalardan biri çok referans verilen ve Tek
ek bilgi Elkin’in (1989) çalışmasının daha ayrın­ uçlu depresyonun iyileşmesinde bilişsel teda­
tılı olarak tartışıldığı Bölüm 18’de verilmektedir. vinin imipraminden (Tofranil) daha etkili oldu­
ğunu gösteren Rush ve arkadaşlarının (1977)
BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLER araştırmasıdır. Bu klinik denemede ilaca verilen
Depresyondaki kişilerin derin elem ve par­ cevabın olağandan çok düşük olması, bu has­
çalanmış kendilik saygısının düşünce hata­ taların ilaca uygun olmadığını ve bundan dolayı
larından kaynaklandığını ortaya atan depres­ adaletli bir karşılaştırma sayılmayacağını dü­
254 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

ODAK 10.2 DEPRESYON VE TEDAVİSİ İLE İLGİLİ VAROLUŞÇU BİR KURAM

1959’da, ikinci dünya savaşı sırasında Nazi top- talıklı ve yanlış olduğunu ve bu yüzden normal olarak
lama kamplarında üç korkunç yıl geçiren Avusturya’lı nitelendirilmemesi gerektiği mesajını vererek değil de,
psikiyatr Viktor Frankl, Ölüm Kampından Varoluşçu- hastanın acısının öznel deneyimini empatik bir şekilde
luğa (From Death Camp to Existentialism) adlı dikkate kabullenerek başarılır. Daha sonra, logoterapist danı-
değer kitabını yayınladı. Onunla beraber hapsedilen şana acısını daha geniş bir çerçeveye, bireyin varolu-
karısı, erkek kardeşi, anne ve babası hayatlarını kay- şunun sorumluluğunu aldığı ve hayatın kendisinde var
bettiler. Yayınlandığından beri düzeltilen ve 1963’de olan değerlerin peşinden gittiği bir hayat felsefesine
adı İnsanın Anlam Arayışı (Man’s Search for Mea- yerleştirerek bu acıdan bir anlam çıkarmasında yar-
ning) olarak değiştirilen kitap, kamptaki mahkûmların dımcı olur. Nietsche’nin yazdığı gibi, “yaşamak için
yaşadığı aşağılanma, terör ve acıyı çok çarpıcı şekilde bir “niçini” olan kişi, hemen hemen her “nasıl” ile
tarif etmektedir. Frankl, ölüm kamplarının vahşileşti-
baş edebilir.
rici ortamında kendinin ve diğerlerinin psikolojik ola-
Frankl’ın depresyon ve tedavisi hakkındaki görüş-
rak nasıl ayakta kaldıklarını anlatmaktadır.
lerini, toplama kampının bir çaresizlik ve ümitsizlik,
Frankl, duygusal olarak dayanmasını sağlayan şe-
bireyin hayatı üzerinde hiçbir kontrole sahip olmadığı
yin çektiği acıda bir anlam bulması ve bu acıyı ruhsal
hayatı ile bağlantılandırması olduğu sonucunu çıkarır. duygusu yarattığı ve derin bir depresyonun olağan ol-
Ruh, bireye şartları aşma özgürlüğü verir ve özgürlük duğu bir ortam olması nedeni ile öğrenilmiş çaresizlik
kişiyi hayatından sorumlu kılar. Frankl psikopatoloji- ile ilişkilendirmek yararlı olabilir. Logoterapi, depres-
nin, özellikle de depresyonun, kişinin hayatta bir ama- yondaki insanların toplama kampından daha az kor-
cı olmadığı zaman ortaya çıktığına inanır. Toplama kunç ve vahşi olan günümüz toplumunda yaşadıkları
kampı deneyimlerinden, sonunda adını Yunanca logos çaresizliği tersine çevirmede etkili bir yol olabilir. Ha-
“anlam” sözcüğünden alan logoterapi adında bir psi- yatlarının sorumluluğunu üstlenerek ve zorlayıcı ha-
koterapi yaklaşımı geliştirmiştir. yat şartları altında bile bir anlam arayarak insanlar
Logoterapinin görevi, danışanın hayatına anlamı kabul edilebilir bir varoluş yaratırken feda edilemeye-
geri getirmektir. Bu, ilk olarak danışanın acısının has- cek bir kontrol duygusu ve yeterliğe ulaşabilirler.

şündürmektedir. Bütün bunlara rağmen, Beck’in koyma ve sosyal becerilerin öğretilmesi gibi tek­
terapisinin bu çalışmada ve yirmi ay sonraki iz­ niklerin kullanılmasıyla, gözlenebilir sosyal dav­
lemedeki etkinliği (Kovacs ve ark., 1981), birçok ranışların geliştirilmesine odaklanmanın etkili
araştırmacının değerlendirme yapmasını yürek­ olduğu kanıtlarla gösterilmiştir (Hersen ve ark.,
lendirmiş ve terapinin etkin olduğu desteklen­ 1984; Lewinsohn, 1974; Teri ve Lewinsohn,
miştir (örneğin, Hollon, 1989; Seligman ve ark., 1986). Ayrıca çiftlerin tedavisinde tartıştığımız
1988; Simons ve ark., 1985; Teasdale ve ark., gibi, iyi gitmeyen bir evlilikte ya da yakın bir
1984). Beck’in terapisinin daha sonraki depres­ ilişkideki kişilerarası çatışmaların düzelmesi de
yon nöbetlerini önlediği de gösterilmiştir (Black­ depresyonu düzeltebilir (Jacobson, Holzworth-
burn, Eunson ve Bishop, 1986; Evans ve ark., Monroe ve Schmaling, 1989; O’Leary ve Bea­
1993; Hollon, DeRubeis ve Seligman, 1993). ch, 1990).
Bilişsel tedaviyi psikodinamik kişilerarası te­ Psikolojik terapiler, İki uçlu hastaların kişiler­
davi ve imipramin ilaç tedavisiyle karşılaştıran arası, bilişsel ve duygusal sorunları ile uğraş­
çok merkezli bir incelemeyi ayrıntılı olarak göz­ mada Tek başına umut vaat etmektedirler. Ör­
den geçirdiğimizde, bilişsel tedavinin iyi sonuç­ neğin, manik dönemdeki bir hasta evlilik dışı
lar vereceğini görsek de, imipramin ya da psi­ bir ilişkiye girmek ya da aile hesabındaki tüm
kodinamik tedaviden daha üstün olduğu açığa parayı harcama gibi düşüncesiz davranışlarda
çıkmaz, bazı yönlerden daha az etkilidir. bulunursa, bunun sonuçları lityuma bağlı iler­
Depresyonun anahtar özelliği başka insan­ lemeden çok daha uzun vadeli olacaktır. So­
larla tatmin edici ilişkilerin yokluğu olduğu için, nuç olarak, büyük ihtimalle stres artacak ve
davranışçı tedaviler sosyal etkileşimi arttırma­ duygudurumdaki dalgalanmaları tetikleyecektir.
ya yardımcı olmaya odaklanmışlardır. Bu yak­ Basco ve Rush (1996), yakın zamanda geniş
laşımlarda depresyondaki kişiyi kendini mer­ duygudurumu dalgalanmaları sırasında çığırın­
hametsizce eleştirmemeye yüreklendirme gibi dan çıkmış düşünce ve kişilerarası davranışları
bilişsel öğeler olmasına rağmen, kendini ortaya hedefleyen bilişsel davranışçı bir müdahalenin
DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 255
√√

yaşamındaki durumları değiştirebilme­si için mi


yardımcı olmalıyım, yoksa uyum göstermesine
mi yardım etmeliyim? Aslında bir insanın dep­
resyonda olması başkalarıyla olan sosyal ve
kişisel ilişkilerinde değişiklik yap­maya hazır ol­
duğunu gösterebilir (Odak 10.2 ye bakınız)

BİYOLOJİK TEDAVİLER
Depresyon ve mani için çeşitli biyolojik teda­
viler vardır. En sık kullanılan ikisi, elektrokonvul­
sif şok ve çeşitli ilaçlardır.

ELEKTROKONVULSİF TEDAVİ
Depresyon için belki de en tartışmalı ve
dra­matik tedavi, elektrokonvulsif tedavidir
(EKT). EKT yirminci yüzyılın başında Cerletti ve
Bini adında iki İtalyan doktor tarafından bulun­
muştur. Carletti epilepsiyle ilgileniyordu ve nö­
betleri deneysel olarak başlatma yolları arıyor­
du. Bir mezbahaya yaptığı bir ziyaret sırasında
çözüm açıklık kazandı. Burada kafaya verilen
bir şokla hayvanlar bilinçlerini kaybediy­orlardı.
Bundan hemen sonra insanda kafanın her iki
yanına elektrik şoku uygulayarak tam bir epilep­
Elektrokonvulsif terapi (EKT), depresyon için etkili bir tedavidir. si nöbeti ortaya çıkartabileceğini buldu. Daha
Tek yönlü şok, anestetikler ve kas gevşeticilerin kullanılası
istenmeyen yan etkileri azaltır. sonra, 1938 de Roma’da bu tekniği şizofreni
hastası üzerinde uyguladı.
detaylarını yayınlamıştır. Müdahalenin etkililiği Bundan sonraki yıllarda EKT, genelde has­
hakkındaki ilk bulgular cesaret vericidir. tane ortamlarında hem şizofreni hastalarında
Her birey için en iyi terapiyi planlamanın güç hem de psikotik olan depresyon hastalarında
olduğu açıktır. Örneğin, erkeklerin ilişki biçimin­ kullanıldı. Günümüzde EKT’nin kullanımı, ağır
den dolayı cesareti kırılan bir kadına, baskıcı bir depresyon vak’alarıyla sınırlıdır. EKT’de has­
koca ya da patrona baş etmeye karşı koymaya tanın kafasın­dan 70 ila 130 volt arasındaki bir
yüreklendirecek feminist bir terapist, ona koca akım geçiril­erek bilerek bir nöbet başlatılır ve
ya da patronunun muamelesinin çok da kötü ol­ kısa süreli bir bilinçsizlik olur. Daha önceleri
madığını öğretecek bilişsel bir terapistten daha elektrotlar kafanın her iki yanına konarak akı­
yardımcı olabilir. mın her iki yarı küreden geçmesi sağlanırdı,
Son olarak, çeşitli insan sorunlarının her çeşit bu yöntem iki yönlü EKT olarak bilinir. Bugün,
tedavisinde terapist, işinin bazı ahlaki ve politik başat olmayan beyin yarı küresinden akım ge­
yönleriyle yüzleşmelidir ve bu sorunların bazıla­ çirilen Tek yönlü EKT uygulaması (Abrams,
rı bu bölümün sonunda ele alınacaktır. Hastaya Swartz ve Vedak, 1991) daha yaygındır. Geç­

TABLO 10.2 Duygudurum Bozukluklarının Tedavisinde Kullanılan İlaçlar


Sınıfı Genel Adı Ticari Adı Yan Etkileri
Trisiklik antidepresanlar İmipramin Tofranil Kalp krizi, hipotansiyon, bulanık görüş, kaygı, yorgunluk,
Amitriptilin Elavil ağız kuruluğu, peklik, mide bozulması, ereksiyon azlığı,
kiloda artış
MAO engelleyiciler Tranilsipramin Parnate Ölümle sonuçlanabilecek olası hipertansiyon, ağızda
kuruluk, baş dönmesi, bulantı, baş ağrıları
Seçici serotonin Fluoksetin Prozac Sinirlilik, halsizlik, mide ve bağırsak şikâyetleri, baş
gerialım engelleyicileri dönmesi, baş ağrıları, uykusuzluk
Lityum Lityum Lityum Titreme, mide rahatsızlıkları, koordinasyonda bozulma, baş
dönmesi, kalp aritmisi, bulanık görüş, halsizlik
256 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

mişte akım nöbet başlatana kadar hasta uyanık oxetin (Prozac) gibi seçici serotonin geri alım
olurdu ve elektrik şoku bedende sıklıkla ürkü­ engelleyicileri ve (3) Parnate gibi monoamin ok­
tücü, hatta bazen kemik kırılmasıyla sonlanan sidaz (MAO) engelleyicileri. MAO engelleyicile­
kasılmalara neden olurdu. Şimdi akım verilme­ rinin oldukça ciddi yan etkileri olması nedeni ile
den önce hastaya kısa etkili bir anestezi uygu­ diğer iki sınıf ilaç daha yaygın kullanılmaktadır.
lanmakta ve sonra kuvvetli bir kas gevşeticisi Bu ilaçların etkinliği, çift kör çalışmalarında tam
verilmektedir. Bedendeki konvulsif kasılmalar bir tedavi uygulanmış hastalardaki yüzde 65 ile
belli belirsiz gözlenebilmekte ve hasta bir kaç 70 arasında olan başarı oranı ile belirlenmiştir
dakika sonra uyanmakta ve tedaviyle ilgili hiç­ (Depresyon rehberi, Panel, 1993). Üç grup ila­
bir şey hatırla­mamaktadır. EKT’nin çalışmasını cın da sinirsel yayılmayı kolaylaştırdığına ina­
sağlayan mekanizma bilinmemektedir. Genel nılmaktadır.
olarak, metabolik hareketi ve beyine giden kan Çeşitli antidepresan ilaçlar hastanın depres­
dolaşımını azaltmakta ve normal dışı beyin akti­ yon döneminden çıkmasını çabuklaştırsa da,
vasyonunu engellemektedir. yine de ilaçlar kesildikten sonra bozuk­luğun tek­
Ancak bir nöbet başlatma çok zorlayıcı bir rarlamasına sıklıkla rastlanmaktadır. İyileşme
işlemdir. Özgür ama depresif bir zihne sahip (remisyon) olduktan sonra imipramine devam
bir insan böylesine radikal bir tedaviyi nasıl ka­ etmek, tekrarlamayı önleyebilmektedir ancak
bul eder? Hastanın kendisi onay veremeyecek idame dozlarının tedavi dozu kadar olması (çoğu
durumdaysa ana baba ya da eş nasıl böyle bir kez olduğu gibi azaltılmış doz değil) ve hastanın
tedaviye razı olur? Yanıt basittir. Nasıl etkili ol­ ilaç tedavisi sırasında Klerman ve Weisman’ın
duğunu bilmesek de EKT çok şiddetli depres­ kişilerarası terapisi gibi psikososyal bir tedavi­
yonlarda en iyi tedavi olabilir (Klerman, 1988). ye devam etmesi gerek­mektedir (Frank ve ark.,
Meslekteki çoğu kişi kafa karışıklığı (konfüzyon) 1990). Antidepresan ilaçlar psikoterapiyle bir­
ve bellek kaybının uzun sürmesi gibi risklerin likte kullanılabilir ve kul­lanılmaktadır. Örneğin;
farkındadırlar, ancak başat olmayan yarı küre­ eğer bireyin depresyonuna (kısmen) sosyal be­
ye uygulanan Tek yönlü EKT, çift yönlü EKT’ye cerilerdeki sorun ve eksikliklerden dolayı hoş­
kıyasla daha az bellek kaybı­na yol açmakta ve nutsuzluk neden oluyorsa, ilaç tedavisinin bu
beyin yapısında fark edilebilecek değişiklikler eksikliklere odaklaşan psikososyal yöntemlerle
olmamaktadır (Devanand ve ark., 1994). Klinik­ tamamlan­ması gerekir (Klerman, 1988, 1990;
çiler sadece, diğer yöntemleri deneyip sonuç Weissman ve ark., 1974). Ancak, araştırma li­
alamadıkların­da ve depresyon hafiflemediğin­ teratürü bileşik tedavilerin değerlendirmeleri
de, EKT’ye başvururlar. Olumsuz yan etkileri konusun­da açık yanıtlar vermemektedir (Per­
olan herhangi bir tedavi düşünüldüğünde, kli­ sons ve ark., 1996).
nikçilerin hiç tedavi uygulamamanın sonuçları­ Kimyasal bir ajan geçici de olsa bir depres­
nı da tart­maları gerekmektedir. Depresif kişiler yon nöbetini geçirse bile, depresyonda­ki intihar
arasında intiharın gerçek bir olasılık olduğu dü­ riski ve bireyin ve genellikle de ailesinin çektiği
şünülürse ve yaşamın sürdürülmesi üzerindeki aşırı acı ve keder göz önüne alındığında faydası
ahlâksal değerler göz önünde bulundurulursa, hiç de küçümsenmemelidir. Ayrıca ilacın akılcı
diğer tedaviler başarılı olmadığı zaman EKT’yi kullanımı, hastaneye yatırma gibi son çare ola­
kullan­ma birçok kişi tarafından sorumlu ve sa­ rak düşünülen yollara başvur­mayı da gereksiz
vunulur olarak kabul edilmektedir. kılmaktadır.
Bazı çalışmalar, antidepresanların şiddetli
İLAÇ TEDAVİSİ depresyonlarda her zaman kullanılmasının şart
İlaçlar yaygın olarak biyolojik veya diğer duy­ olduğunu öne sürseler de, diğerleri bilişsel ve ki­
gudurum bozukluklarının tedavisi için kul­lanılır. şilerarası terapilerin aynı şekilde etkili olduğunu
Bununla birlikte, herkes de aynı şekilde etkili ve buna ek olarak ilaçların yarattığı yan etkiler
olmazlar, diğer taraftan yan etkileri bazen çok ve ilaçların bırakılması durumunda görülen geri
ciddidir (Bkz. Tablo 10.3). dönüş sorunlarını ortadan kaldır­mak gibi fay­
Depresyon üzerine yapılmış biyolojik araştır­ daları olduğuna dikkat çekmektedir (Hollon ve
malar hakkında yaptığımız daha önceki tartış­ ark., 1992; Persons, Thase ve Crits- Christoph,
mamızda, antidepresan ilaçların üç ana sınıfa 1996). Bu konudaki başlıca tartış­maya Bölüm
ayrıldığından bahsetmiştik. (1) İmipramin (Tof­ 18’de Etkin ve arkadaşlarının mihenk taşı niteli­
ranil) ve amitripty (Elavil) gibi trisiklikler; (2) Flu­ ğindeki çalışmaları ile değinilmektedir.
ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE DEPRESYON 257
√√

İki uçlu bozukluğun salınımlı duygudurumu­ dır (Basco ve Rush, 1996). Psikoterapinin farklı
nu yaşayan kişilere, tuz formunda alınan bir türleri, hastanın ilaç kul­lanımına itaatini artıra­
element olan ve dozu çok dikkatli izlenen lityum rak, tedavi etkinliğini de artırmaktadır (örneğin,
karbonatla yardım edilmektedir. İki uçlu hasta­ Wulsin, Bachop ve Hoffman, 1988).
ların %80’i bu ilaçtan fayda görmektedir (Prien
ve Potter, 1993). Lityum, İki uçlu hastalar için
ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE
gerek depresif, gerekse manik dönem­lerinde
etkilidir ve İki uçlu hastalarda Tek uçlu hastalara DEPRESYON
kıyasla daha etkilidir, bu, iki duygudu­rum bozuk­
luğunun birbirinden farklı olduğuna dair başka Duygudurum bozuklukları ile ilgili tartışma­
bir kanıtıdır. Çünkü lityumun etkisi aşamalı ola­ yı bitirmeden önce, dikkatimizi çocukluk ve er­
rak görülmektedir, terapi tipik olarak hem lityum genliğe yönelteceğiz. Çocuklarda var olduğunu
hem de Haldol gibi bir antipsikotik ile bir­likte düşündüğümüz tipik, kaygısız bir şeye aldırmaz
başlamaktadır. Bazı hipotezler lityumun nasıl hâl düşünülünce, ağır depresyon ve distiminin
çalıştığını açıklamaya çalıştılarsa da (lityu­mun yetişkinler kadar, çocuk ve ergenlerde de görül­
G proteinleri üzerindeki etkisi hakkındaki önceki mesi üzüntü veri­cidir. DSM-IV, yaşa özgü olan
tartışmamızı hatırlayın), henüz yeterli kanıt elde huzursuzluk ve saldırgan davranış gibi özellik­
edilememiştir. leri depresif duyguduruma ek ya da yerine diye
Lityum olası ciddi, hatta ölümcül yan etkileri kullanmak­la beraber, çocuklardaki duygudurum
nedeniyle çok dikkatli reçete edilmesi ve kul­ bozuk­luklarını yetişkin ölçütleri altında içine al­
lanılması gereken bir ilaçtır. Manik dönemin maktadır.
ortadan kaldırılmasında büyük önemi olması­
na karşın, lityumun devam etmemesi halinde ÇOCUKLUK VE ERGENLİK
tekrar etme riski artmaktadır (Suppes ve ark., DEPRESYONUNUN SEMPTOMLARI
1991). Bu nedenle lityumun sürekli kullanımı VE YAYGINLIĞI
gerekmektedir.
İki uçlu bozukluğu olan hastalarda nöbet Çocuk ve yetişkinlerde ağır depresyon semp­
kontrolü için iki ilacın kullanımı önerilmektedir. tomatolojisinde benzerlik ve farklılıklar vardır
Karbamazapin ve divalproex sodyumun (Depa­ (Mitchell ve ark., 1988). Çocuk ve ergen­ler yedi
kote) ikisi de etkin tedavi sağlarlar ve lityumun yaştan on yedi yaşa kadar, depresif duygudu­
yan etkilerini kaldıramayan bazı hasta­ların tole­ rum, zevk alamama, yorgunluk, kon­santrasyon
re edebildiği ilaçlardır (Small ve ark., 1991). problemleri ve intihar düşüncesi açısından ye­
Lityum, İki uçlu bozukluklar için seçilmiş te­ tişkinlere benzerler. Farklılaşan belirtiler, çocuk
davi olsa da amaç sadece devam etmesi ko­ ve ergenler için yüksek oranda intihar denemesi
nusunda ikna etmekse, bozukluğun psikolo­ ve suçluluk, erişkinler için de sık olarak sabah­
jik boyutu da hesaba katılmalıdır (Goodwin ve ları erken uyanma, iştah kaybı, kilo yitimi ve sa­
Jamison, 1990). Yazarlardan birinin arkadaşı bahları erken yaşanan depresyondur. Depresif
şöyle ifade etmiştir (alıntı): “Lityum ‘yüksekleri’ çocuklarla yapılan bilişsel araştırmalar bu ço­
olduğu kadar ‘düşükleri’ de törpüler, ‘düşükleri’ cukların şemalarının depresif olmayan çocuk­
özlemiyorum, ama itiraf etmeliyim ki ‘yüksek­ lara göre daha olum­suz olduğunu ve depresif
lerin’ özlediğim bazı yanları vardı. O “yüksek­ erişkinlerin şemaları­na benzediğini göstermek­
lerden” vazgeçmem gerektiğini kabullenmem tedir (Prieto, Cole ve Tageson, 1992). Bu bul­
biraz zaman aldı. İşimi ve evliliğimi sürdürme­ gular, çocukluk depresyonu ve Beck’in kuramı
yi istememin yardımı oldu.” Tek başına bir ilaç ile depresif eriş­kinlerle yapılan araştırmalar
böyle bir endişeyi karşılamaz. Bu nedenle, İki arasında faydalı olabilecek bir bağlantı kurmayı
uçlu bozukluklarda, genellikle lityumla birlikte, sağlamaktadır.
psikolojik müdahalenin önemi de giderek daha Erişkinlerde olduğu gibi çocuklardaki depres­
fazla kabul görmektedir. Herhangi bir ilaç tedavi­ yon da tekrarlayıcıdır. Boylamsal araştır­malar,
sinde olduğu gibi, hasta verilen dozu sadakatle ağır depresyonu olan çocuk ve ergen­lerin dört
almadığı sürece lityum da işe yara­mayacaktır. ile sekiz yıl sonra değerlendirildik­lerinde bile
Tedaviye bağlı kalmak ciddi bir sorundur; İki anlamlı depresif belirtiler sergiledik­lerini kanıtla­
uçlu hastaların yaklaşık yüzde 40’ı tedaviye mıştır (Garber ve ark., 1988; Hammen ve ark.,
uymamakta ve pek çoğu tedaviyi bırakmakta­ 1990; McGee ve Williams, 1988).
258 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

ERGENLERDE DEPRESYON: CİNSİYET FARKLILIKLARININ


ODAK 10.3 GÖRÜNÜŞÜ
Depresyonun kadınlardaki sıklığı erkeklerde ola-
nın yaklaşık iki katıdır. Hem tedavideki hastaları kap-
sayan araştırmalar, hem de bir bölgede yaşayanlarla
yapılan tarama çalışmaları tutarlı olarak kadın erkek
oranını 2’ye 1’e yakın olarak vermektedir. Bu cinsiyet
farklılığı ergenlik öncesi çocuklarda görünmemekte-
dir, ancak orta ergenlikten sonra bu fark devamlı ola-
rak çıkmaktadır. Zamanını ve nedenini anlamak, dep-
resyon etiyolojisi için ek ipuçları verebilir.
Nolen-Hoeksema ve Girgus (1994) depresyondaki
cinsiyet farklılıklarıyla ilgili olan bulguları yeniden
gözden geçirdikten sonra, kızların ergenlikten bile
Depresyonda cinsiyet farklılığı, ergenliğe kadar ortaya
önce, erkeklere oranla, depresyon için daha fazla risk çıkmamaktadır. Bu dönemde genç kadınlar bir çok stres
faktörüne sahip olduklarını ama sadece bu risk fak- yükleyici ile karşı karşıya gelmekte ve bunların yarattığı
törlerinin ergenliğin meydan okumaları ile etkileşime olumsuz duygularla ilgili düşüncelere dalmaya meyilli
girince depresyondaki cinsiyet farklılığına yol açtığı olmaktadırlar.
sonucuna varmışlardır.
Erkeklere göre kızlarda yaygın olan bu risk faktör- Ergenlik başladığında, kızlar birçok stres kaynağı
leri nelerdir? Nolen-Hoeksema ve Girgus üç olasılığı ile karşılaşırlar. İkincil cinsiyet özellikleri geliştikçe,
araştırmıştır: kilo alımı ve ince görünümlerinin kaybından hoşlan-
1. Kızlar erkeklere oranla daha az girişkendir- mayabilirler. Aynı zamanda fiziksel ve cinsel taciz riski
ler ve liderlik yeteneklerini değerlendiren ölçeklerde arttığı gibi aileleri ile bağımsızlık ve cinsiyete uygun
daha düşük puan almaktadırlar. davranış konularında tartışmalar da artar. Bu stres
2. Kızlar erkeklere oranla düşünmeye eğilimli ar- kaynakları, daha az etkili başetme yöntemleri sonu-
kadaşlık adı verilen birliktelikler ile daha meşguller- cu ikiye katlanan risk faktörleri, kadınların erkeklere
dir. Depresif semptomlarına daha fazla odaklanırlar oranla neden daha sık depresyona girdiklerini anla-
(örneğin “Bunun üstesinden gelemezsem ne olur?”, mada anahtar olabilir.
“Bu şekilde hissetmem ne anlama geliyor?”). Bu tarz Bu görüşe göre tedaviye dahil olacaklar açıktır.
bir baş etme stili daha uzun ve ağır depresyon belirti Depresif kadınlar ve erkekler, depresyonun nedenleri-
dönemleri ile bağlantılıdır. Erkek çocuklar ve yetişkin ni aramak ve duygudurumları ile oturmak yerine daha
erkekler ilgilerini bu tür içe bakmalardan başka tara- etkin baş etme yollarını arttırmaya cesaretlendirilme-
fa çekmek için fiziksel faaliyet ya da televizyon seyret- lidirler. Problem çözme becerileri ve girişkenlik ge-
me eğilimindedirler. liştirilmelidir. Nolen-Hoeksema, önleyici olarak ebe-
3. Kızlar erkeklere oranla fiziksel ve sözel olarak veynlerin ve diğer bakım verenlerin kızları, olumsuz
daha az saldırgan ve grup etkileşimlerinde daha az duygudurumlara yönelik daha etkin davranışlar edin-
etkindirler. meleri için cesaretlendirmelerini önermektedir.

Çocukluk depresyonunun yaygınlığını tah­ te görülmesidir (Hammen ve Compas, 1994).


min etmek; çocuğun yaşına, çalışmanın yapıl­ Depresif çocukların %70’inin, kaygı bozukluğu
dığı ülkeye, örneklemin tipine (toplum temelli ya ya da anlamlı kaygı belirtileri vardır (Anderson
da klinik ortam) ve tanı ölçütlerine göre değiş­ ve ark., 1989; Brady ve Kendall, 1992; Kovacs,
mektedir (Nottelmann ve Jensen, 1995). Genel 1990). Depresyon davranım bozukluğu ve dik­
olarak, depresyon okul öncesi grupta %1’den kat eksikliği olan çocuklarda da yaygındır (Fle­
az (Kashani ve Carlson, 1987; Kashani, Hal­
ming ve Offord, 1990, Kashani ve ark., 1987;
comb ve Orvaschel, 1986) ve okul çağındaki
Rohde, Lewinsohn ve Seeley, 1991). Hem dep­
çocuklarda %2-3 oranında olmak­tadır (Cohen,
resyon hem de başka bir psikiyatrik bozukluğu
Cohen ve ark., 1993; Costello ve ark., 1988).
Ergenlerde depresyon oranı, özellikle kızlarda olan çocukların daha ağır depresyon yaşadıkla­
yüksek olmak üzere (%7-13) erişkinlerle karşı­ rı ve iyileşmek için uzun zaman gerektiği bulun­
laştırabilir durumdadır (Angold ve Rutter, 1992; muştur (Keller ve ark., 1988; Kovacs, Feinberg,
Kashani ve ark., 1987). Crouse-Novak, Paulauskas ve Finkelstein,
Çocuklardaki depresyon tanısını zorlaştıran 1984; Kovacs, Feinberg, Crouse-Novak, Paula­
bir problem diğer bozukluklarla sıklıkla birlik­ uskas, Pollack ve Finkelstein, 1984).
ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE DEPRESYON 259
√√

ÇOCUK VE ERGENLERDE mamıştır (Puig-Antisc ve ark., 1987; Simeon ve


DEPRESYON ETİYOLOJİSİ ark., 1990; Stark ve ark., 1996).
Psikososyal müdahalelerin çoğu, erişkinler­le
Genç birini depresyona sokan nedenler ne­ yapılan klinik araştırmalardan örnek alın­mıştır.
lerdir? Erişkinlerdeki bulgular kalıtsal özellik­ Örneğin, kişilerarası terapi (KT) depresif ergen­
lerin rol oynadığını göstermektedir (Puig-Antich lerle kullanılmak üzere değiştirilmiştir ve ergen­
ve ark., 1989; Tsuang ve Farone, 1990). lerin ilgilendiği arkadaş baskısı, ebeveyn­lerden
Çocuklarda depresyon çalışmaları, biyolojik ayrışma ve otorite konuları gibi konulara odak­
yatkınlık ile birbirini etkileyebilecek, aile ve diğer lanır (Moreau ve ark., 1992; Mufson ve ark.,
stres kaynağı olabilecek ilişkilere de odaklan­ 1994).
maktadır. Depresif çocuklar ve ailelerinin olum­ Depresif ergenlerde, depresyonla baş etme
suz yollarla birbirleri ile etkileşim içinde oldukları yönergelerini içeren bilişsel-davranışçı grup
gösterilmiştir. Örneğin, depresif olmayan çocuk müdahalesi, özellikle ebeveynlerin dâhil edildiği
ve ailelere göre daha az sıcak­lık göstermeleri ve tedavilerde, etkin bulunmuştur (Clarke ve ark.,
daha düşmanca davran­maları (Chiariello ve Or­ 1992; Lewinshon ve ark., 1990). Beşinci ve al­
vaschel, 1995; Puig- Antich ve ark., 1985). Ağır tıncı sınıfta okuyanların depresyon­ları sosyal
depresyonu olan çocuk ve ergenlerin aynı za­ beceri yönergeleri ve stresli durum­larda sosyal
manda zayıf sosyal becerileri ve bozuk kardeş problem çözmeye yoğunlaşan, küçük gruplu
ve arkadaş ilişkileri vardır (Lewinsohn ve ark,. rol yapma müdahaleleri sonu­cunda gelişme
1994; Puig-Antich ve ark., 1993). Bu davranış
göstermiştir (Butler ve ark., 1980). Sosyal be­
örüntüleri, depresy­onun hem nedeni hem so­
ceri eğitiminin depresif genç insanlara arkadaş
nucu olabilir. Depresif çocuklarla birlikte olmak
edinme ve yaşıtlarla anlaşma gibi hoşa giden,
eğlenceli olmadığı için, onları çoğunlukla red­
pekiştirici çevre kazanmayı sağlayan davranış­
deden arkadaşları ile az miktarda ve yeterince
sal ve sözel yollarla yardım etmesi beklenebilir
doyurucu olmayan bağlantıları vardır (Kennedy,
(Frame ve ark., 1982; Stark, Reynolds ve Kas­
Spence ve Hensley, 1989); bu olumsuz birlikte­
low, 1987). Diğerleri ile ilişkiye girmenin daha
likler çocuğun var olan olumsuz kendilik imge­
iyi yolları, Coyne’nin (1976) belirttiği ve genç in­
sini ve kendilik değerini (Coyne, 1976) kötüleş­
sanlarla yapılan araştır­malarla (örneğin, Blech­
tirir. Ebeveynlerden sık eleştiri almak çocuğun
man ve ark., 1986) deneysel destek kazanan,
özel­likle kendilik değeri ve yeterlilik duygusuna
depresyonu -olumsuz davranış- diğerleri tara­
zararlı olabilir (Cole ve Turner, 1993; Stark ve
fından reddedilme döngüsünü zorla kırma şek­
ark., yayında).
linde de bek­lenebilir. Bununla beraber, Stark ve
Erişkinlerde bulunduğu gibi, Beck’in kura­
arkadaşları (yayında) yakın zamanda bazı dep­
mı (1967) ve depresyonun öğrenilmiş çaresiz­
resif çocuk­ların diğerleri ile uygun ilişkiye girme
lik kuramı (Abramson ve ark., 1988) ile tutarlı
yollarını bildiklerini ama olumsuz düşünce ve
olarak, bilişsel çarpıtmalar ve olumsuz yükleme
fiziksel uyarılma nedeni ile bunu yapamadıkları­
tarzı çocuk ve ergenlerde depresyon ile ilişki­
nı belirt­mekte ve bilişsel müdahalelerin ve bazı
lidir (örneğin, Garber ve ark., 1993; Gotlib ve
çocuk­lar için gevşeme eğitimi gibi işlemlerin de
ark, 1993; Kaslow ve ark, 1992). Toplanan bul­
yarar­lı olabileceğini önermektedirler.
gular evdeki yaşananların, öncelikli olarak da
Çocuk ve ergenlerde depresyon tedavisi, sa­
ebeveynlerin çocukları ile nasıl ilgilendiğinin,
dece çocuk ve ergeni değil ama aynı zaman­da
depresyona götürebilecek biliş ve düşüncelere
aile ve okulu da kapsayan geniş açılı bir yak­
neden olduğunu göstermektedir (Stark ve ark.,
laşımla en iyi şekilde başarılabilir (Stark ve ark:,
yayında; Odak 10.3’e bakınız).
1996). Terapi depresif çocuğa ek olarak depre­
sif ebeveyne de odaklanmalıdır. Depresif ebe­
ÇOCUKLUK VE ERGENLİK
veynler büyük olasılıkla çocuklarına, kendi­lerine
DEPRESYONUNUN TEDAVİSİ ve dünyaya yönelik kötümser bakış açılarını
Depresif çocuk ve ergenlerle yapılan terapi ifade etmektedirler ve çocuklar ebeveynlerinin
araştırmaları erişkinlerle terapiye oranla daha az bu fikirlerinden kuvvetli bir şekilde etkilenmekte­
yapılmıştır (Kaslow ve Racusin, 1990). Bununla dirler. Aile ve okul çevresi­ni dahil etme önerisi,
beraber, ilaç tedavileri etkili görün­memektedir; genç insanlarda bilişsel yanlılıklar, beklentiler
çift kör çalışmalar, plasebolar ve değişik anti­ ve atıflara oranla çevresel stres yükleyicilerinin,
depresan ilaçlar arasında güvenilir farklar bula­ erişkinlerden daha önem­li olduğu hipotezine
260 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

dayanmaktadır (Cole ve Turner, 1993). Bu yak­ İNTİHAR


laşım, genç insanlara kişil­erarası stresle baş
etme yollarını, daha etkin açık davranışlarla Hıristiyanlıktan hemen önce eski Roma’da
-örneğin, diğerleri ile daha etkin karşılıklı etkile­ yaşam kalitesi bireyin ne kadar uzun yaşadığın­
şime girmek ve zorba tavırlı yaşıtları ile uygun dan çok daha önemli kabul ediliyordu. Birinci
bir girişkenlikte olmak gibi-öğretmenin önemini asırda Stoik felsefecilerden Seneca “Yaşamak
belirtmektedir, bu sayede kişinin kızgınlık veya değil iyi yaşamak iyidir. Akıllı adam yaşaya­bildiği
geri çekilme gibi aşırı uçlara gitmekten daha kadar iyi şekilde yaşar, en uzun değil... Yaşamı
farklı alternatifleri olur. nitelik olarak düşünür, nicelik olarak değil” de­
Braswell ve Kendall’ın (1988) vak’a raporu, miştir (aktarılan kaynak Shneidman, 1973, s.
on beş yaşındaki bir kızın bilişsel-davranışçı te­ 384). Erken dönemlerinde, Hıristiyanlık zulüm
rapisini anlatmaktadır. gören bir dindi ve ilk Hıristiyanlardan birçoğu
aziz mertebesine ulaşmak için intihar ediyor­
Sharon başlangıçta oldukça disforik, tekrarlayan inti­ du (Heyd ve Bloch, 1981). Dördüncü yüzyılda,
har düşünceleri yaşayan ve depresyonun birçok vejetatif
Saint Agustine “öldürmeyeceksin” şeklindeki
belirtisini gösteren biriydi... anti-depresif ilaç tedavisine
(alındıktan sonra)...depresyonu için bilişsel davranışçı
Altıncı Emre uymadığı için intiharın bir suç ol­
yaklaşıma alındı... Düşünce ve davranışlarının duygu- duğunu söyleyince, batılı düşüncede kökten bir
durumunu nasıl etkilediğini anlayabiliyordu ve kendini değişiklik oldu. On üçüncü yüzyılda Aziz Tho­
zevkli ve başardığını hissedecek olayları arttırmaya yöne- mas Aquinas bu görüşü geliştirerek yaşam ve
lik davranışsal planlama ile meşgul edebiliyordu. Sharon ölümle ilgili Tanrının gücü üzerine çıkıldığı için
kendine bir çok alandaki performansını değerlendirmek intiharın ölümcül bir suç olduğunu açıklamıştır.
için çok yüksek standartlar koymuştu ve ailesinin de bu Böylece ne Eski ne de Yeni Ahit’te (İncil) intihar
standartları ona yüklediği çok açıktı, böylece aile terapi
yasaklanmamış olmasına rağmen, batı dünya­
oturumlar, Sharon ve ebeveynlerinin bu standartlar, yeni-
den değerlendirebilmeleri için düzenlenmişti.
sı intiharı bir suç ve günah olarak algılamıştır
Sharon, bu standartları değiştirme düşüncesinde zor­ (Shneidman, 1973). İşin kara mizah tarafı, ya­
lanıyordu ve depresif olmadığı zamanlarda mükemmeli- şama karşı duyulan derin saygıdan kaynakla­
yetçiliğine değer verdiğini söylüyordu. Bu noktada terapi­ nan Hıristiyanlığın intiharla ilgili yasağı, kendi
de direnç göstermeye başlamıştı çünkü terapiyi kendinde yaşamlarına son vermeğe çalışanların zulmüne
değer yerdiği bir şeyi değiştirme olarak algılıyordu. Bunu yol açmasıdır. 1823’lere kadar Londra’da intihar
aklımızda tutarak, mükemmeliyetçiliğinin hangi durum ya edenler kalplerine batırılmış bir kazıkla gömül­
da alanlarda işe yaradığını ve ne zaman ve nasıl ona karşı müşler ve 1961’e kadar intihar İngiltere’de suç
zarar verici olduğunu keşfetmeye ve belirlemeye başladık.
sayılmıştır. Ancak intihar etmiş bir kişiye ne ceza
Bu yönelimden dolayı, giderek rahatladı ve matematik
dersi (güçlü olduğunun belli olduğu bir alandı) için yük- verilebilir? Amerika’da bazı eyaletlerde intihar
sek standartlar koymaya devam etmek isledi, ama sanat suç sayıl­makta ancak intihar girişiminde bulu­
ya da beden eğitimi dersleri için kendinden çok fazla bir nanlara nadiren suç duyurusu yapılmaktadır.
şey beklemeye gerek olmadığına karar verdi (s. 194). Diğer taraftan birçok eyalette intiharı özendirme

TABLO 10.4 İntihar Girişimi Olanlarla İntihar Edenlerin Karşılaştırılması


Özellikler Girişimciler İntihar Edenler
Cinsiyet Çoğunlukla kadın Çoğunlukla erkek
Yaş Çoğunlukla genç Yaşla risk artar
Yöntem Az Ölümcül (ilaç, kesme) Daha saldırgan (silah, atlama)
Tanılar Distimik bozukluk Majör duygudurum bozukluğu
Sınır kişilik bozukluğu Alkolizm
Şizofreni
Baskın Duygu Öfke ve depresyon Umutsuzluk ve Depresyon
Motivasyon Durumun Değişmesi Ölüm
Yardım Çağrısı
Hastanede gidiş Çabuk İyileşme
Girişimle ilgili tutum Yaşadığı İçin Rahatlama
Tekrar Etmeme Sözü
Kaynak: Fremouw ve ark., 1990, s. 24. Simon ve Schusster International’ın izniyle basılmıştır.
İNTİHAR 261
√√

ODAK 10.4 İNTİHAR HAKKINDA BAZI EFSANELER (MİTLER)

İntihar hakkında birçok yanlış bilgi vardır (Fre- 9) İntihar güneş lekeleri ve ayın dönemleri gibi
mouw, Perczel ve Ellis, 1990; Pokorny, 1968; Shneid- kozmik faktörlerden etkilenir. Bu düşünceyi destekle-
man, 1973). Bunları tanımak, intiharla ilgili gerçekle- yen bulgu yoktur.
ri bilmek kadar önemlidir. 10) Duygusal durumdaki düzelmenin anlamı in-
tihar riskinin azalmasıdır. Çoğunlukla depresif hasta-
1) İntihardan bahseden kişiler bunu yapmazlar. lar canlılıkları artmaya ve enerji düzeyleri gelişmeye
Kendi hayatlarını sona erdirenlerin dörtte üçüne yakı- başladıktan sonra intihar ederler.
nı daha önceden, belki yardım çağrısı olarak belki de 11) İntihar yalnız bir olaydır. İntihar etme düşün-
alay etmek için, niyetlerinden bahsetmiştir. cesinin kişinin kafasında devam edip etmediği tartış-
2) İntihar uyarmadan yapılır. Bu bilginin yan- masına rağmen, başka bir kişiyle -eş, çocuk, sevgili,
lışlığı bir önceki ifade ile gösterilmiştir. Kişi genelde, iş arkadaşı- hayal kırıklığına uğratan, acı veren bir
örneğin hayatın kendisi olmadan daha iyi olacağını ilişki içine dalmak başlıca neden olabilir.
söylemek ya da diğerlerine kendilerine ait en değerli 12) İntihar eğilimli kişiler açıkça ölmek istiyor-
eşyaları beklenmedik ve açıklanamaz hediyeler olarak lardır. İntihar eden çoğu insanın kendi ölümleri ko-
vermek gibi birçok uyarı işareti verir. nusunda kararsız olduğu görülür; diğerleri depresyon
3) Sadece belirli bir sınıfa ait insanlar intihar ya da alkolizmden dolayı acı çeker, eğer bunlar hafif-
ederler. İntihar ne yoksulun laneti ne de zenginin has- lerse, intihar isteği azalır. Birçok insanın intihar krizi
talığıdır. Bütün sosyo-ekonomik sınıflardaki insanlar geçer ve kendilerine zarar vermeleri engellendiği için
intihar eder. müteşekkir olurlar.
4) Belirli bir dini gruba üye olmak kişinin in- 13) İntihar hakkında düşünmeye sık rastlan-
tihar etmeyeceğine dair iyi bir yordayıcıdır. İntiha- maz. Çeşitli araştırmaların tahminleri klinik olmayan
ra karşı çıkan Koyu Katolik yasakların, katoliklerin topluluklarda intihar düşüncesinin yüzde 40’lardan
kendilerini öldürme riskini aza indirdiği düşüncesi 80’lere kadar çıkabildiğini göstermektedir; bu demek-
yanlıştır. Bu düşünce gerçeklerle desteklenmez, belki tir ki, bu insanlar hayatlarında en az bir defa intihar
de bir bireyin resmi dini kimliği, her zaman gerçek dü- etmeyi düşünmüşlerdir.
şüncelerinin doğru bir göstergesi olmaz 14) Özellikle depresif birine intihar sorusu sor-
5) İntihara iten nedenler kolaylıkla tesbit edile- mak onu intiharın eşiğine itecektir ve başka türlü
bilir. Gerçek şu ki, bizler tam olarak insanların neden ortaya çıkmayacak bir intihar davranışına neden
intihar ettiğini anlayamayız. Örneğin, intihar öncesi olacaktır. Klinisyenlerin eğitimlerinde öğrendikleri
yaşanan maddi durum kötüleşmesinin tam anlamıyla ilk şeylerden biri, duygusal olarak çok kötü durumda
intihar sebebini açıkladığı söylenemez. olan bir kişiyi intihar hakkında sorgulamaktır. Bunun-
6) Bütün intihar edenler depresyondadır. Bu la ilgili soru sorulması kişiye korkunç ve utanç verici
yanlış fikir, kişi ümitsiz olmadığı için sıklıkla göz ardı olarak kendinde barındırdığı sırrı hakkında konuşma
edilen olması yakın intihar işaretleri için izah edici izni verir, yoksa bu ileride izolasyon ve depresyona ne-
olabilir. Hayatını sona erdiren birçok insan depres- den olabilir.
yonda değildir; bazıları kendileri ile barışık ve sakin 15) Öldürücü olmayan yollarla intiharı deneyen-
görünürler. ler kendilerini öldürme konusunda ciddi değillerdir.
7) Ölümcül hastalığı olan kişi intihar etmez. Bu ifade öldürücülüğü, niyetle karıştırmaktır. Bazı
Kişinin yaklaşan ölüme yönelik farkındalığı intiharı insanlar ilaç dozları ya da insan anatomisi hakkında
imkânsız hale getirmez. Kendi ya da sevdiklerinin acı- bilgi sahibi değillerdir. Bununla beraber ölüme neden
larını sona erdirme düşüncesi birçok insanı belki de olamayacak bir girişim de kendine gerçekten zarar
ölüm zamanlarını seçmeye sevk edebilir. vermeyi isteyen biri tarafından denenebilir.
8) İntihar etmek psikotikçedir. İntihar eğilimli
çoğu insan mutsuz olsa bile çoğu gerçekle bağlantı
içindedir.

ve önermeyi suç sayan yasalar vardır (Shneid­ başarılı olmaktadırlar. İntiharla ilişkili olan baş­
man, 1987). ka bozukluklar da vardır (Linehan ve Shearin,
İntihar bu bölümde tartışılmaktadır, çünkü 1988). Erkek alkoliklerde intihar genel popülâs­
depresyonu olan birçok kişinin intihar düşünce­ yondan 75 kat daha fazladır (Kessel ve Gross­
leri vardır ve yaşamlarını sonlandırmak için ger­
man, 1961), ve aynı zamanda depresyonu olan
çek denemeler yaparlar. Ayrıca kendini öldüren­
erkek alkolikler için şaşırtıcı oranlara erişmek­
lerin yarısından çoğunun o sırada depresyon­
da olduğu ve umutsuzluk içinde bulunduğuna tedir. (Cornelius ve ark. 1995). Şizofreniklerin
inanılmaktadır (Frances ve ark, 1986). Ancak %13 kadarı intihar etmektedir (Roy, 1982). Bu­
oldukça çok kişi de depresyonda olmadıkları rada vurgumuz belirgin tanı gruplarını aşan et­
halde intihar girişiminde bulunmak­ta ve bazen kenler ve sorun­lar üzerinde olacaktır.
262 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

İNTİHARLA İLGİLİ GERÇEKLER


Ölüm kararı, karmaşık ve çok yönlü bir ha­
rekettir (Fremouw ve ark., 1990; Hendin, 1982;
Holinger, 1987; National Center for Health Sta­
tistics, 1988; Wright, 1982). İntiharla ilgili bütün
bilgileri kapsayan tek bir kuram yok­tur. İntiharla
ilgili bazı gerçekler aşağıda listelenmiştir; in­
tiharla ilgili efsaneler (mitler) için Odak 10.4’e
bakınız.

• İstatistiklere göre, Amerika Birleşik Dev­


letlerinde her yirmi dakikada bir kişi inti­har
etmektedir. Yılda 30.000’e ulaşan bu sayı,
büyük olasılıkla çok düşük bir tah­mindir.
Amerika’da intihar oranı yaklaşık 100.000’de
12’dir. Bu oran yaşlılıkla artar; 75 ile 84 yaş
arasında 100.000’de 24’e çıkar. Bir binadan atlama gibi, şiddetli ölüm içeren intiharlar erkekler
• Birleşik Devletlerde tamamlanmış intihar gir­ arasında kadınlara göre daha yaygındır.
işimi oranı 200’de 1 gibi yüksek bir oran ola­
bilir, yani her yıl 6 milyon kadar intihar girişi­ kendileri birer kurbandır, sevdiklerinin intiha­
mi vardır. rından sonraki bir yıl içinde bu kişilerde de
• İntihar edenlerin yarısı kadarı daha önceleri yüksek intihar etme oranı gözlenmektedir.
de en az bir defa kendini öldürme girişi­minde
• Birleşik Devletlerde silahlar en sık kullanılan
bulunmuşlardır ancak intihar girişi­minde bu­
intihar araçlarıdır, tüm intiharların yaklaşık
lunanların çoğu bir daha girişimde bulun­
yüzde 60’ını kapsar. Birleşik Devletlerdeki
maktadırlar. Çoğu, özellikle çocuk ve ergen­
evlerde ateşli silahların olması, bilinen diğer
se, gerçekten ölme niyetinde değildir.
risk faktörlerinden bağımsız olarak intihar
• Tablo 10.4’de intihar edenlerle intihar girişi­
riskini yükseltir. Erkekler kendilerini vurmayı
minde bulunanlar arasındaki bazı farklar
ya da asmayı tercih etmektedirler; kadınların
gösterilmektedir.
uyku ilacı kullanması daha olasıdır. Bu da
• Erkekler kadınlardan dört kez daha fazla inti­
• kadınlarda ölümle sonuçlanan intihar olay
har etmektedirler ancak artık kadınlar daha
larının daha az olmasını açıklayan nedenler
yüksek risk grubuna girdiği için oran azala­
bilmektedir. den biri olabilir.
• Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla inti­ • Genel olarak intihar yetişkinlerde ölüm ne­
har girişiminde bulunmakta ancak ölme­ deni olarak sekizinci sırada gelmektedir. On
mektedir. beş ve yirmi dört yaş arasında kaza ve cina­
• Boşanmış ya da dul olmak, intihar riskini dört yetlerden sonra üçüncü sırayı almak­tadır ve
ya da beş kez daha arttırmaktadır ve yaşla bu yaş grubundaki beyazlar arasın­da ki ikinci
birlikte daha etkili bir risk faktörü oluşabil­ sıradadır. Her yıl on binden fazla Amerika­
mektedir. Medeni durumun önemi, intihar ris­ lı üniversite öğrencisinin intihar gir­işiminde
kinde sosyal desteğin olmamasıyla bağlantılı bulunacağı ve öğrencilerin %20’sinin öğren­
olabilir. cilikleri sırasında intiharı düşüneceği tahmin
• Birleşik Devletlerde intihar sıklığı bahar ve edilmektedir.
yaz aylarında en yüksektir. • Beyaz ve yerli Amerikalı gençlerde intihar
• İntihara tüm sosyal ve ekonomik düzeyler­ oranı, siyah Amerikalı gençlere göre iki kat
de rastlanabilir, ancak psikiyatrlar, doktorlar, fazladır. Ancak kentlerin iç bölgelerinde siyah
avukatlar ve psikologlar arasında, özellikle Amerikalı genç erkeklerde oran, beyaz genç
de kadınsalar, yaygındır. erkeklerden iki kat daha yüksektir (benzer
• Başka hiçbir şekildeki ölüm, intihar kadar ai­ şekilde terör ve cinayetler de genç ve kentli
lede ve arkadaşlarda bu kadar uzun etkili acı, Afrika kökenli Amerikalılarda yük­sektir).
utanç, suçluluk, şaşkınlık ve genel bozuklu­ • Amerika’da intihar oranının en yüksek oldu­
ğa neden olmamaktadır. Bunu yaşayanların ğu grup elli yaşın üstündeki erkeklerdir. Afrika
İNTİHAR 263
√√

kökenli Amerikalılar için intihar en sık onbeş


ve yirmi dört yaşları arasında gözlenir.
• Amerika’da çocuklar ve gençlerde intihar
oranları dramatik olarak artmaktadır. Her
yıl on beşle on dokuz yaş arasındaki 3.000
gencin kendini öldürdüğü sanılmaktadır ve
altı yaş gibi küçük çocuklar girişimde bulun­
maktadırlar. Ancak oranlar yetişkinliktekilerin
çok altındadır.
• İntihar eden insanların büyük çoğunluğu,
özellikle duygudurum bozukluğu ya da al­
kolizm gibi tanılanabilir bir ruhsal bozuk­luğa
sahiptir2.
• AİDS ve MS gibi fiziksel bir hastalık, bütün
intiharların yarısında katkısı olan bir etkendir
(ölümcül hastaların doktor yardımıyla inti­
harları hakkındaki sonraki tartışmaya bakı­
nız).
• Dünyada en yüksek intihar oranı
Macaristan’dadır. Çekoslovakya, Finlandiya,
Avusturya, ve İsviçre’de de oranlar yüksek­
tir. En düşük oranlar Yunanistan, Meksika,
Hollanda ve İngiltere’dedir. Birleşik Devletler
orta düzeydedir.
• Ekonomik çöküntü yıllarında intihar olayları Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’in intiharı, gençler arasında
artmakta, gelişme olan yıllarda sabit kalmak­ intihar artışına yol açmıştır.
ta ve savaş yıllarında azalmaktadır.
İntiharın doğası ve nedenleriyle ilgili görüşler
bir çok alanda bulunabilir (Shneidman, 1987).
İNTİHARLA İLGİLİ BAKIŞ AÇILARI
İnsanların bıraktıkları mektup ve günlükler, inti­
İntiharı gözümüzde canlandırdığımızda ge­ harın fenomenolojisini anlamamız için kullanıla­
nellikle garajda motoru çalışan bir arabanın bilir. Herman Melville ve Leo Tolstoy gibi roman­
içinde oturan bir kadın, şakağa dayanmış ta­ cılar, ayrıca kendilerini öldüren Virginia Woolf
bancayla bir adam, annesinin uyku ilaçlarıyla ve Sylvia Platt gibi yazarlar intiharla ilgili içgörü
bir çocuk gibi hemen yaşamı sonlandırmayı kazandırmışlardır. Decartes, Voltaire, Kant ve
seçmiş, kasten dramatik bir eylemde bulunan özellikle yaşamın anlamsızlığıyla ve bireyin va­
kişiyi düşünürüz. Ancak, intihar uzmanları, in­ roluşa bir anlam verme sorumluluğu ve gereksi­
sanların uzun sürede ciddi incinme ya da ölü­ nimiyle uğraşan varoluşçulardan Heidegger ve
me yol açacak şekilde kendilerini tahrip edici Camus gibi birçok felsefeci bu konuda arayış
davranışlarda bulundukları zaman da inti­har içinde yazmışlardır.
eğiliminde olduklarını düşünürler. Buna örnek İntiharın altında yatan çeşitli motivasyonlar­
olarak insülinini almayan ve diyetine uymayan dan söz edilir (Mintz, 1968): içe dönük agres­
şeker hastası ve bedenine zarar verdiğini bildiği yon, başkalarında suçlanma oluşturarak öç
halde tedaviye başvurmayan alkolik hasta veri­
almak, başkalarından zorla sevgi almak, algıla­
lebilir. Bazen istekaltı (subintentional) ölüm de
nan eski hataların kefaretini ödemek, kendi cin­
denen bu çeşit intiharlar, inti­har üzerinde istatis­
siyetindeki birine ilgi duymak gibi kabul edile­
tik toplamayı ve anlamamızı daha da zorlaştırır
meyen duygulardan kendini kurtar­mak, yeniden
(Shneidman, 1973).
doğma (reenkarnasyon) isteği, ölen sevilen bir
2
DSM’de intihar düşüncesi ya da denemesinin ağır depresyon özelliklerinden biri
kişiyle birleşme isteği ve stres, sakatlık, acı ve
olduğunun belirtilmeye değer olduğu düşünülmektedir. Böylece depresyonun tanı- duygusal boşluktan kaçma gereksinimi ve ar­
mı çoğunlukla intihar etmeye eğilimi de kapsamaktadır. Aynı sebeple, şizofreni ya
da madde bağımlılığı problemi olan insanlar intihar ettiklerinde depresyon tanısı zusu. Ruh sağlığı alanında çalışan birçok kişi,
da alırlar (Roy, 1982; Roy ve Linnoila, 1986). Dolayısıyla, kendine zarar verme
davranışı ağır akıl hastalıklarının bir özelliği olarak sıkça belirtildiği için, intiha-
genellikle intiharı bireyin oldukça fazla stres al­
rın akıl hastalığı olanlarda yaygın olması şaşırtıcı olmamalıdır. tında olduğu ve kendini yok etmenin en uygun
264 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

seçenek olarak görüldüğü çok dar seçeneklerin nu düşündürmektedir). (3) Cinayet-intiharların


bulunduğu problem çözme çabası olarak algıla­ yayınlanarak duyurul­ması sonrası sürücü ve
maktadır (Linehan ve Shearin, 1988). yolcuların öldüğü ölüm­le sonuçlanan otomobil
İntiharla ilgili sosyal ve kişilik kuramlarında­ ve uçak kazalarında artma görülmektedir. (4)
ki son çalışmalara dayalı yeni bir kurama göre, Ünlü kişilerin doğal ölümlerinin yayınlanması
bazı intiharlar hoş olmayan kendilik farkındalı­ intiharlarda artmaya yol açmamaktadır. Bu da
ğından, diğer bir deyişle, kişinin kendine atfettiği etkili faktörün üzüntü olmadığını düşündürmek­
başarısızlık ve eksikliklerin acı verecek tarzda tedir.
algılanmasından kaçmaya yönelik güçlü arzu­ Şimdi insanlığın bu rahatsız edici yönünü
dan kaynaklanmaktadır (Baumeister, 1990). Bu aydınlatmağa çalışan başka bakış açılarını ele
farkındalığın büyük bir duygusal acıya, belki de alacağız.
depresyona, yol açtığı varsayıl­maktadır. Ger­
çekçi olmayacak şekilde yüksek beklentilerin FREUD’UN İNTİHARLA İLGİLİ
olması -ve dolayısıyla bu beklenti­leri karşılaya­ PSİKANALİTİK KURAMLARI
mama ihtimali (Beck ve Ellis)- inti­hara yönelik Freud, intiharı açıklamada iki temel hipotez
bu bakış açısında temel bir rol oynar. Bunlardan ortaya sürmüştür. Depresyon kuramının geniş­
önemli bir tanesi, sevdiği kişice reddedilen bi­ letilmesi olan biri intiharı cinayet olarak algılar.
reyde olduğu gibi, yakınlık ve sevgideki yüksek Birey ikircikli olarak sevdiği ve nefret ettiği birisi­
beklentilerin bazen gerçeğe ters düşmesiyle ni kaybettiğinde, o kişiyi içine alır ve saldırganlık
intihar eğiliminin ortaya çıkmasıdır (Stephens, içe döner. Eğer bu duygular yeter­ince kuvvetliy­
1985). Ölüm yoluyla unutma bazen kendi eksik­ se, birey intihar edecektir. İkinci kuram ölüm iç­
liklerinin acı veren farkındalığından daha daya­ güdüsü thanatosun içe döndüğü ve kişinin ken­
nılır gelir. Bu hipoteze destek veren çok sayıda dini öldürmesine neden olduğunu ileri sürer.
araştırma vardır (Baumeister, 1990).
Medyanın intiharları bildirmesi, intiharlar­ DURKHEİM’IN İNTİHARLA İLGİLİ
da artışa yol açabilir. Bu rahatsız edici olasılık SOSYOLOJİK KURAMI
Phillips’in (1975, 1977, 1985) araştırmalarını Emile Durkheim (1897), çeşitli ülkelerdeki
gözden geçiren Bandura (1986) tarafından tar­ intihar kayıtlarını, farklı tarihsel dönemlerde in­
tışılmaktadır. Sonuçlar, (1) Marilyn Monroe’un celedikten sonra kendini yok etmeyi sosyolo­jik
ölümünden sonraki ayda intiharlar %12 artmıştır. bir olgu olarak algılamış ve üç sınıfa ayır­mıştır.
(2) Ünlü olmayan kişilerin kendi­lerini öldürmele­ Egoist intihar bireyin toplumla çok az bağı kal­
rinin yayınlanması sonrasında intihar oranların­ dığı zaman gerçekleştirir. Bu insanlar sosyal
da artma gözlenmektedir (bu da ünlü olmaktan varlıklar olarak işlev görmelerini sağlayan sos­
çok yayınlanarak duyurul­manın önemli olduğu­ yal desteklerden koparak başkalarına yabancı­
Kendileri için ayrılmış arazi parçalarında kalabalık olarak laşırlar. Bunun aksi olarak elsever (alturistik)
yaşamaya zorlanan Guarani Kızılderililerindeki intihar oranının intihar Durkheim tarafın­dan sosyal taleplere
artışı, Durkheim’in anomik intiharına örnek olmaktadır.
karşı bir cevap olarak algılanır. İntihar eden
bazı kişiler kendilerini sosyal bir grubun bir par­
çası olarak hissederler ve kendilerini toplumun
yararına feda ederler. Vietnam savaşı sırasında
Budist keşişlerin kendilerini kurban etmeleri bu
çeşit intihara bir örnektir. Japonların harakirisi
gibi bazı elsever (diğerkâm) intiharlar o koşul­
larda başvurulacak tek onurlu yoldur. Sonuncu
olarak, Anomik intihar bireyin toplumla ilişki­
sindeki ani değişiklikle tetiklenebilir. İflasla kar­
şılaşan başarılı bir iş adamı anomi, yani bir tür
yönelim bozukluğu duygusu yaşayabilir, çünkü
inandığı normal yaşama şekli artık olası değil­
dir.
Anomi bir toplumu dengesizliğe iterek intiha­
rı da daha olası hale getirebilir. Anomik intiha­
ra yakın zamandan bir örnek kırsal bir Brezilya
İNTİHAR 265
√√

TABLO 10.5 İntiharın Ortak On Yönü maktadır. Aynı zamanda da intihar için anahtar
bir özellik olarak tespit edilen zihin rahatsızlığı­
I. İntiharın ortak amacı bir çözüm aramaktır.
nın ruh hastalığı olmadığını önermektedir.
II. İntiharın ortak hedefi bilinçliliğin durdurulmasıdır.
Shneidman’ın (1987) intihara psikolojik yak­
III. İntiharda ortak uyarıcı, dayanılamayacak
laşımı Tablo 10.5’de özetlenmiştir. Burada inti­
psikolojik acıdır.
harın en sıklıkla gözlenen özellikleri verilmek­
IV. İntiharda ortak stres verici faktör engellenmiş
psikolojik gereksinmelerdir. tedir ancak her bir ya da tüm vak’alarda hepsi
V. İntiharda ortak duygu çaresizlik-umutsuzluktur.
bulunmayabilir. Bu görüşe göre intihar (hemen
her zaman) çok acı veren bir probleme bilinçli
VI. İntiharda ortak bilişsel durum ikircikli olmaktır.
çözüm bulma çabası olarak görülür. Acı çeken
VII. İntiharda ortak algısal durum daralmadır.
için bu çözüm, bilinçliliği ve dayanıla­mayacak
VIII. İntiharda ortak eylem saldırganlıktır.
acıyı dindirir -Melville’in Moby Dick’te adlandır­
IX. İntiharda ortak kişilerarası eylem intihar niyetini dığı “dayanılmaz ıstırap” gibi. Bütün umut veren
iletmektir.
ve yapıcı hareket hissi gitmiştir.
X. İntiharda ortak tutarlı yön yaşam boyu başa
Yine de -bu intiharın önlenmesinde çok
çıkma örüntüsüdür.
önemlidir- intiharı düşünen ya da girişimde bu­
Kaynak: Shneidman, 1985, s. 167. lunan çoğu insan ikirciklidir. “İntiharın prototipi
boğazını kesen ancak aynı zamanda imdat ça­
ğıran ve her ikisinde de içten olan bir kişidir...
kabilesi olan Guarani Kızılderililerinde olmuştur.
Eğer mecbur olmasalar yapmamaktan mut­
1995 yılındaki intihar oranları 100.000’de 160 ile
lu olurlar” (Shneidman, 1987, s. 179). Bilişsel
bir yıl öncesinden fark edilir düzeyde yüksektir
olarak olası seçeneklerde daralma vardır; çok
ve Birleşik Devletlerdeki 100.000’de 12 oranın­
sıkıntı veren intihar durumunda olmasalar, bi­
dan çarpıcı derecede fazladır. Bu yüksek intihar
reyler stresle baş etmek için seçim­lerinin daha
oranının nedeni, yaşam şartlarındaki ani deği­
fazla olduğunu görebilecek yetenektedirler. İn­
şiklikte bulunabilir. Guaraniler yakın bir zaman­
tiharı planlayan bireyler genellikle bunu başka­
da atalarından kalan toprakları endüstrileşmeye
larına, bazen bir yardım çağrısı olarak, bazen
karşı kaybettiler. Avcılık ve balıkçılıkla yaşama­
de dokunulmazlık arayışıyla başkalarından ka­
ya alışmış topluluk şimdi kendileri için ayrılmış
çarak iletirler. Sıklıkla rastlanan davranışlar kıy­
ve bu tür bir yaşamı desteklemek için çok küçük met verdikleri eşyalarını hediye etmek ve mali
olan arazi parçalarında kalabalık olarak yaşa­ durumu düzene sokmaktır.
maktadır. Yakın şehirler, Guaranileri heves et­
tikleri tüke­tim maddeleri ile baştan çıkarıyor ve
NÖROKİMYA VE İNTİHAR
onlar da düşük vergilerine bile para yetiştiremi­
Tıpkı düşük serotonin düzeylerinin depres­
yorlar. Avcılık, çiftçilik ve aile yaşamının dini an­
yonla ilişkili olarak ortaya çıktığı gibi, araştırma­
lamları olduğu için, vazgeçtikleri şeyler dini ha­
lar serotonin, intihar ve dürtüsellik arasındaki
yatlarını önemli ölçüde etkiledi. Birçok Guarani
bağı da göstermektedir. Serotoninin temel me­
için hayat anlamını yitirdi (Long, 1995).
toboliti 5-HIAA düzeyinin düşüklüğü, çeşitli tanı
Bütün sosyolojik kuramlarda olduğu gibi,
gruplarına giren intihar vak’alarında bulunmuştur
Durkheim’ın kuramı da aynı toplumda yaşayan -depresyon, şizofreni ve çeşitli kişilik bozukluk­
ve benzer istek ve koşullarla karşılaşan bireyler ları gibi (bakınız Brown ve Goodwin, 1986; Van
arası farklılıkları açıklamada zorluk çeker. Örne­ Proog ve ark., 1990). Buna ek olarak, ölümden
ğin, beklenmedik bir şekilde para kaybe­denlerin sonra beyinleri incelenen intihar vak’alarında
hepsi intihar etmemektedir. Durkheim’ın da bu serotonin reseptörlerinde artma gözlenmiştir
sorunun farkında olduğu anlaşılmaktadır, çünkü (Bu olasılıkla azalan sero­tonin düzeyine verilen
nedensel olarak bul­duğu sosyolojik baskıların bir cevaptır). 5-HIAA düzeyi ve intihar arasında­
bireysel mizaçla etkileştiğinden söz etmiştir. ki bağlantıyla ilgili kanıtlar özellikle şiddet içeren
ve dürtüsel inti­harlarda kuvvetlidir (Roy, 1994;
SHNEIDMAN’IN İNTİHARA YAKLAŞIMI Traskman ve ark., 1981; Winchel, Stanley ve
İntiharların %90’ının DSM tanısı alabileceği Stanley, 1990). En son olarak, 5-HIAA düzeyi ile
doğrusunu kabul ederken, Shneidman (1986) saldırganlık ve dürtüselliğin envanter ölçümleri
şizofrenisi ve duygudurum bozuklukları olan arasında kore­lasyon vardır (Brown ve Goodwin,
çok sayıda insanın intihar etmediğini hatırlat­ 1986).
266 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

İNTİHARIN PSİKOLOJİK neredeyse miyopça problem­lerini çözmedeki


TESTLERDEN YORDANMASI seçenekleri göremeyip tek çözüm yolu olarak
intiharı seçme şeklindeki klinik izlemleri destek­
Psikolojik test puanlarına dayanarak intiha­ lemektedir.
rı yordayabilmenin önemli kuramsal ve pratik Bir tür treyt yaklaşımını temel alarak intiharı
avantajları olabilir ve buna yönelik çok sayıda yordamanın güçlüğünün kanıtlanması, söz edi­
çaba gösterilmektedir. İntihar isteği ve umutsuz­ len araştırma çabalarını karakterize eder. Bölüm
luk arasında anlamlı korelasyonlar bulunmuş­ 4’de de gördüğümüz gibi davranışlar çevreden
tur. Özellikle bilinmesi gereken, Aaron Beck’in büyük ölçüde etkilenirler. Bu etkilen­me stres ve­
geriye dönük verilerine dayanan, umutsuzluğun ren olayları da kapsar ve onları yordamak da
depresyondan çok intiharın kuvvetli bir yorda­
çok güç olabilir. Örneğin, bireyin işini kaybede­
yıcısı olduğu bulgularıdır (Beck ve ark, 1985;
ceğini, sevdiği birinin kaybıyla acı çekeceğini ya
Beck, 1986b; Beck ve ark., 1990; Beck, Kovacs
da ciddi bir kaza geçireceğini bilmemiz çok güç­
ve Weissman, 1975). Gelecekte işlerin şimdi­
tür. Ayrıca, intihar gibi ender rastlanan bir olayı
kinden iyi olmayacağı beklentisinin -açıktır ki,
çok güvenilir testlerle bile, tam bir doğrulukla
bu düşünce depresy­onun fenomenolojisinin
yordamak çok zordur (Fremouw ve ark, 1990;
önemli bir parçasıdır ancak depresif olmayan
Roy, 1995).
insanların arasında da görülebilir- bir insanın
kendi yaşamını sona erdirmesinde depresyon­
dan daha etkili olduğunu düşündürmektedir. İNTİHARIN ÖNLENMESİ
Beck ve grubu ayrıca İntihara Niyet Ölçeği (Su­ İntiharı önlemeye yönelik bir bakış açısı da
icidal Intent Scale) (Beck, Schulyer ve Herman, kendilerini öldürmeyi deneyen insanların dep­
1974) ve İntihar Düşünceleri Ölçeği’ni (Scale for resyon, şizofreni, madde bağımlılığı ya da sınır
Suicide Ideation) (Beck, Covacs ve Weissman, kişilik bozukluğu gibi tedavi edilebilir akıl hasta­
1979) geliştirmişlerdir; her ikisi de ciddi intihar lıkları olduğunu akılda tutmaktır. Böylece eğer
girişimi riski olanları anlamamız ve yordamamız biri Beck’in bilişsel yaklaşımını izleyerek has­
yönün­den ümit vericidir. tasının depresyonunu azaltırsa, bu hastanın
Bir diğer kendini değerlendirme ölçeği Mars­ intihar riski azalmış olacaktır; tıpkı, sınır kişilik
ha Linehan’ın Yaşamı Sürdürme Nedenleri En­ bozukluğu olan hastalarla yaptığı terapi 13. Bö­
vanteridir (Reasons for Living) (Ivanoff ve ark., lümde açıklanan, Marsha Linehan’ın (1993b)
1994; Linehan, 1985b; Linehan ve ark., 1983). dialektik davranış terapisi gibi.
Madde grupları, aileye karşı sorumluluk, çocuk­ İntiharı önleme çabalarında altta yatan psi­
larla ilgili endişeler gibi birey için önemli olabile­ kolojik bozukluklara odaklanılması gerektiği dü­
cek noktaları kapsamaktadır. Buradaki yaklaşım
olumsuzluk ve karamsarlığa odak­lanan ölçek­ Toplum ruh sağlığı merkezleri intihar etmeyi düşünen insanlara
lerden farklıdır ve olasılıkla daha yararlıdır, çün­ günde 24 saat telefonla yardım sağlamaktadır.
kü bir insanın yaşamında onu inti­hardan koru­
yan faktörleri bilmenin hem değer­lendirme hem
de müdahale açısından değeri vardır. Bu ölçek
intihara eğilimli olanlarla olmayanları birbirinden
ayırabilmekte ve klinisyene ölmek istememe
nedenlerini göster­erek rehber olabilmektedir.
Araştırmalarda bir başka yol da intihar girişi­
minde bulunanların bilişsel özelliklerine odak­
lanmak olmuştur. İntihar eğilimli bireylerin so­
runlara yaklaşımının daha katı olduğu (örneğin,
Neuringer, 1964) ve düşüncelerinde daha az
esnek oldukları (Levenson, 1972) ileri sürül­
müştür. Düşüncede daralma, kendi yaşamlarını
sonlandırma dışında yaşam sorun­larına çözüm
bulamamayı açıklayabilmektedir (Linehan ve
ark., 1987). Genel olarak araştır­malar intihar
girişiminde bulunan kişilerin bulunmayanlardan
daha katı olduğu hipotezini doğrulamakta ve
İNTİHAR 267
√√

ODAK 10.5 İNTİHARIN ZORLA ÖNLENMESİNE KARŞI BİR TARTIŞMA

İntiharın zorla önlenmesi üzerine yazmış olduğu bile bazı sınırlar vardır, dürtüsel bir davranışla uğra-
çarpıcı ve ihtilaflı makalesinde Thomas Szasz (1986), şırken bunun bir süredir düşünülüp planlanmadığını
bir insanın intihar etmesini önlemenin hem pratikte nasıl bileceğiz.
zor hem de ahlaki yönden uygun olmadığını tartış- Szasz bir insana intihar etmemesi için öğüt veril-
maktadır. Pratik olarak zor çünkü eğer onların intihar mesine ya da depresyon gibi bazı problemleri tedavi
etme niyetleri varsa biz insanları zorlayamayız, –işte etmeye karşı çıkmamaktadır. Karşı çıktığı zorla ya-
burada ahlak işin içine girmektedir– eğer sadece on- pılan önlemedir. Aslında inandığı, eğer ruh sağlığı
ların intihar etmemeleri için hazırlanmamış ve aynı çalışanları intiharı zorla önlemeye çalışmazlar ise
zamanda onları ağır psikotropik ilaçlarla ya da fizik- hastalarına daha empatik, hatta daha yardımcı olabi-
sel kısıtlamalarla kurtarmaya çalışmadıysak. Böyle lecekleridir. Ayrıca hastanın intiharı düşünmediği bir
bir durumda bile hastaneye yatırılmış hastalar kendi anda eğer ileride intihar etmek isteyecek olursa, nasıl
hayatlarını bitirmeye çalışırlar. Szasz ruh sağlığı çalı- tedavi edilmek istediğini söylemesini içeren psikiyatrik
şanlarının, hastalarına anlaşılabilir düzeydeki yardım bir iradeyi de önermektedir. Eğer hasta bu isteğinde
etme istekleri ile intiharı önlemeye çalışmakla, sorum-
zorla önlenmeyi seçerse, bir sorun yoktur. Bu yöntem,
lu olmayacakları bir şeyden sorumlu hissederek kendi-
Ulysses’in denizcilerine Siren kıyılarından geçerken
lerini kanuni sorumluluk altında aldıklarının üzerinde
verdiği yönergeleri akla getirmektedir, bu kıyılardaki
durmaktadır. Aslında, yapabileceklerinin daha fazlası
deniz perilerinin şarkıları talihsiz denizcileri kendile-
için söz vermektedirler.
Daha sonra Szasz, ruh sağlığı çalışanlarının rini denize atarak intihar etmeye zorlamaktadır:
-pratik olsa bile- böyle bir sorumluluk hissetmeme- Adamlarının kulaklarını mumla doldurdu ve
leri gerektiğini, çünkü ciddi olarak rahatsız olsalar onu iplerle gemi direğine bağlamalarına izin verdi.
bile insanların kendi seçimlerini yapma özgürlüğüne Siren’lerin adalarına yaklaştıkça, deniz sakindi ve
sahip olmaları gerektiğini söylemiştir. Tek istisnaya suyun üstünden öyle büyüleyici ve çekici müzik ses-
izin vermiştir, insanların geçici olarak çok heyecanlı leri geliyordu ki, adamlarına serbest bırakılmak için
oldukları, belki de gerçekten düzenlerinin bozulduğu yalvarma çığlıkları ve işaretleri vermekte olan Ulys-
ve kısa bir süre için kontrol edilemeyen dürtülerinden ses kendini kaybetmemek için çabaladı; ancak onlar
korunmaya ihtiyaçları olduğu, dürtüsel intihar adını önceki emirlerine uyarak onu daha da sıkı bir şekilde
verdiği durum. Bu durumu genel anesteziden çıkan bağladılar. Müzik duyulamayacak kadar belirsiz hale
hastaların kendilerine istemeden, amaçlı olmayan ve geldiğinde, sevinçli Ulysses adamlarına kulaklarında-
önlemeyecek zararlar vermemeleri için bağlanmaları- ki mumları çıkartabilecekleri işaretini verdi ve adam-
na benzetmektedir. Ancak, bizim fikrimize göre burada ları da onu bağlarından kurtardılar.

şüncesi, alandaki birçok uzman tarafından be­ hiç hamile olmamak ve hatta bekâretine tekrar
nimsenmektedir (örneğin, Mozcicki, 1995). An­ kavuşmaktı.
cak, akıl hastalığını ikinci plana atan ve bunun
yerine akıl hastalığının üstesinden gelen intihar Bir sayfa kâğıt çıkardım ve gözünün önündeki perdele­
eğilimli kişilerin belirli özelliklerine odak­lanan ri kaldırdım. Ona şöyle bir şey söyledim, “Şimdi bir baka­
başka bir geleneksel yaklaşım da vardır. lım: Burada kürtaj olabilirsin”. “Bunu yapamam” diye cevap
verdi. “Başka bir yerde kürtaj olabilirsin” diye devam ettim.
Bunlardan en tanınanlarından biri, intihar
“Bunu yapamam”, “bebeği doğurup, alıkoyabilirsin”, “bunu
ve önlenmesi çalışmalarında öncü olan Edwin
yapa­mam”, “bebeği doğurup evlatlık olarak verebilirsin”
Shneidman’ın yaklaşımıdır. Onun intiharla ilgili “bunu yapamam”. Diğer seçeneklerin hepsi benzer şekil­
bazı düşüncelerini daha önce gözden geçirdik. de reddedil­di. “Her zaman intihar edebilirsin ancak bunu
İntiharı önlemeye yönelik genel yaklaşımında bugün yapman gerek değil” dediğimde hiç cevap vermedi.
üç boyut vardır: (1) çok şiddetli acı ve elemi “Şimdi şu listeye bir bakalım ve hiç birinin tam istediğin ol­
azaltmaya çalışın; (2) perdeleri kaldırın, diğer mağını hatırda tutarak seçenekleri tercih sırasına sokalım”
bir deyişle daralmış bakış açısını, acı ve boşluk­ dedim. (Shneidman, 1987, s. 171).
tan başka seçimlerin olduğunu görmelerine yar­
dımcı olarak genişletin; ve (3) kendini tahrip Shneidman, sadece listeyi hazırlamanın
edici eylemden hiç olmazsa biraz uzaklaşması bile rahatlatıcı bi etkisi olduğunu söylemekte­
için yüreklendirin. Shneidman, zengin, bekâr, dir. Kendini derhal öldürme isteği azalmış ve
hamile ve intihar eğiliminde olan bir üniversite her bir maddede bir yanlış bulmasına rağmen
öğrencisini örnek olarak vermektedir. Bu kızın tercih listesini yapabilmişti. Önemli bir hedefe
intihardan başka düşünebildiği tek çare bir daha ulaşılmıştı: uçurumun kenarından çekilmiş ve
268 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

Szasz’ın yıllardır yaptığı diğer özgürlük ve sorum-


luluk tartışmaları gibi (Akıl hastalıkları ve suçlar için
kanuni sorumlulukla ilgili yeni ufuklar açan yazılarını
görmek için Bölüm 20’ye bakınız), bu analizi de radi-
kal ama ciddiye alınmaya değerdir. Bizim görüşümüze
göre, tezindeki atladığı birinci konu, hepsi değilse de
intihar krizinde olan çoğu insanın, buna kendilerini
öldürmeleri zorla engellenenler de dâhil olmak üze-
re, sonradan kendilerine yaşamda bir şans daha ve-
rildiği için minnettar olmalarıdır. Eğer Szasz’ın ileri
sürdüklerini izleseydik, belki de kurtarılabilir hayat-
ları kurtarma şansını kaybedecektik. Szasz’ın buna
cevabı, intihar denemesinin en güçlü yordayıcısının
önceki deneme olduğu olabilir. Başka bir deyişle, bir-
çok insan kendilerini birden fazla sayıda öldürmeye
çalışmaktadırlar. Böylece devamlı olarak, kaçınılmaz
olandan erken davranıp önüne geçme umudu ile öz-
gürlüğü kısıtlamaya (ve bazen de kişiyi bir şekilde sı-
nırlayarak alçaltmak) ne kadar hazırlıklı olduğumuza
karar verme ile mücadele edeceğiz. Burada kolay ce-
vaplar yok ama önemli olan soru üretmektir.

Sirenlerin şarkılarına direnen Ulysses, intiharını önlemek


için kendini geminin direğine bağlamıştır. Szasz’ın görüşüne
göre bu, intiharın gönüllü, zorla önlenmesinin kabul edilebilir
halidir.

ölmek ve tekrar bakire olmak dışında yapıla­ işip sonlandıran kişiler sıklıkla belirli ve detaylı
bilecek şeyleri düşünebilir hale gelmişti. “Şimdi talimatlar bırakırlar. Onların notlarında, intiharı
artık yaşamla boğuşuyorduk, bu da geçerli bir düşünmediği halde demografik olarak eşlen­
çözümdü” (s. 171). miş bireylerin yazdığı simule edilmiş intihar not­
İntihar önleme merkezleri intihar eğili­ larına göre, acı ve düşmanlığa dair daha çok
minde olan kişilere gün boyu danışma olanağı kanıt vardır. (Ogilve ve ark., 1983; Shneidman
sağlar. Burada çalışanlar genelde süpervizyon ve Farberow, 1970). Gerçek notlarda eksik olan
altında çalışan meslek dışı gönüllülerdir. Riski ve taklit notlarda gözlenen genel ve felsefi içe­
belirlemek için daha çok demografik etkenlere riktir; örneğin “elektrik faturasını ödemeyi unut­
güvenirler (Shneidman, Farberow ve Litman, ma” ifadesinin gerçek notta bulunma olasılığı,
1970). İntihar krizinde olan kişilerden telefon “başkalarına iyi davran” ifadesinin bulunma ola­
alan çalışanların önlerinde sorulacak sorulara sılığından daha fazladır (Baumeister, 1990).
rehber olacak bir liste bulunur çünkü anında
intihar riskinin ciddiyetini değerlendirmek duru­
mundadırlar. Örneğin, eğer telefon eden erkek, İNTİHARLA ÇALIŞMADA KLİNİK
orta yaşlı, boşanmış, yalnız yaşıyor ve daha VE ETİK SORUNLAR
önce intihar denemesi varsa, o kişi ölümcül risk
olarak kabul edilir. Genellikle intihar planı ne Bu bölümün başında da belirtildiği gibi inti­
kadar somut ve ayrıntılıysa risk o kadar artar. har eden herkesin depresyonda olduğu doğru
İntihar önleme merkezleriyle ilgili daha ayrıntılı değildir; ancak, ağır depresyondaki kişilerle ça­
bilgi Bölüm 19 da verilmektedir. lışırken intiharın bir tehlike olarak düşünülmesi
İntihar eden kişilerin bıraktıkları notların ince­ gerekir. Ümitsizlik ve varlıkların­dan tamamen
lenmesi şunu göstermiştir: intihar eylemine gir­ umutsuz olma tek çıkış, tek çözüm olarak inti­
İNTİHARLA ÇALIŞMADA KLİNİK VE ETİK SORUNLAR 269
√√

harı görmelerine neden ola­bilir. Aslında, bazen mi? Bu olağandışı önlemler ne kadar süreyle
hastanın intihar etmemesinin tek nedeni, intihar alın­malıdır? Klinikçi doğaldır ki intihar krizlerinin
planı yapmak ve uygulamak için gerekli enerji­ çoğunun geçeceğinin bilincindedir; intiharın kli­
yi bulamamasıdır. Bu nedenle, aşırı derecede nikçi tarafından önlenmesinin daha sonra hasta
depresyon­da olan bir kişiyle çalışırken klinikçi­ tarafından da minnetle karşılanması olasıdır.
nin depresyondan çıkmaya başladığı dönemde Ancak profesyoneller intiharı önlemek için han­
çok dikkatli olması gerekir. Bu dönemde keder
ve umutsuzluk hâlâ intiharı tek çözümmüş gibi TABLO 10.6 İntihar Eğilimli Hastanın
görmeye yol açacak kadar kuvvetli olabilir ve Tedavisinde Genel İlkeler
kişi birşeyler yapabilecek kadar enerjik olabilir. Genel İşlemler
İntihar edenlerin çoğu depresyonda olduğu için, 1. İntiharla ilgili açık ve soğukkanlı konuşun.
klinikçiler depresyonun tedavisinin aynı zaman­ 2. İntihar davranışı ve güdüsünü kötüleyici
da intihar riskini azaltacağını umut ederler. tartışmalardan kaçının.
Amerikan Psikiyatri Birliği, Amerikan Psiko­ 3. İntihar davranışını problem çözme kuramı içinde
ele alın ve intiharın uyumsuz ve yetersiz bir
loji Birliği, Ulusal Sosyal Hizmet Birliği gibi mes­ çözüm olduğu görüşünüzü sürdürün.
lek örgütleri terapist-hasta gizliliğini bozsa bile, 4. Hasta için önemli kişileri ve başka terapistleri işin
üyelerini bireylerin kendilerine zarar vermelerini içine katın.
5. Görüşmeleri yeterince sıklıkla yapın ve hiç
önlemeye çağırırlar. Bölüm 20’de, hastaların olmazsa seansın bir kısmında uzun vadeli terapi
olası zarar verici davranışlarından diğerleri­ hedeflerine yönelik tartışmaları kapsayacak
ni korumak için alınacak bazı yasal önlemler­ şekilde düzenleyin.
6. Hastayı etkileyebilecek çoklu değişkenlerin
den söz edilmektedir. Bir terapistin hastasının
farkında olun ve hastanın intihar davranışlarını
intiharı sıklıkla dava konusu ola­bilmektedir ve sorumluluğunu tüm güçlü (omnipotan) bir şekilde
yeterli değerlendirme yapılmadığı ve genellikle almaktan kaçının.
kabul edilen standart­larda önlem alınmadığıy­ 7. Bir meslektaştan konsültasyon isteyin.
8. Terapiyi reddeden kişilerle zaman zaman teması
la ilgili kanıt varsa terapist davayı kaybedebilir sürdürün.
(Fremouw, Perczel ve Ellis, 1990; Roy, 1995).
Ancak, özellikle hasta hastaneye yatırılma­ Kriz Öncesi Planlama İşlemleri
dıysa, dolayısıyla gözetim ya da denetim altında
9. Kriz durumlarını bekleyin ve plan yapın.
değilse, yeterli bakımın ne olduğunu saptamak 10. Sürekli olarak intihar ve intihar söylemi riskini
pek kolay değildir. Her klinikçi, kişi­lerin kendi değerlendirin.
yaşamına son verme hakkı üzerinde, kendi etik 11. Size ulaşılabilsin.
12. Yerel kriz, intihar, acil servisleri kullanın.
değerlerini geliştirme duru­mundadır. İntiharı ön­ 13. Hastaya bir kriz kartı verin: Terapistin, polisin,
lemek için ne yapmağa hazırdır? Hastaneye ka­ acil servisin, kendisi için önemli kişilerin telefon
patmak mı? Ya da bugünlerde daha sık yapıldı­ numaraları.
14. Hastaların ve onlarla ilgili önemli kişilerin telefon
ğı gibi, hastanın rızası olmadığı halde ilaçla hiç
numaralarını üzerinizde taşıyın.
bir şey yapa­mayacak düzeyde sakinleştirmek 15. Kısa süreli intihar etmeme kontratları yapın ve
bunları yenileyin.
Michigan’lı doktor Jack Kervorkian, bir çok hastanın kendi
16. Hastanın doktoruyla ilişki kurup reçeteye fazla ilaç
hayatlarını sonlandırmasına yardım etmiştir. Bu davranışı
sonucunda ortaya çıkan tartışma intiharı kapsayan ahlaki yazma riskini önleyin.
konulara dikkat çekmiştir.
Tedaviyi Sürdürme İşlemleri

17. Hastayı dikkatinizi çekmek için intihardan söz


etmeye zorlamayın.
18. İlginizi açıkça ifade edin; koşulsuz dikkat ve
yakınlık gösterin.
19. Problemlere intihar dışı cevapları açıklayın ve
destekleyin.
20. Hastanın intiharı karşısındaki terapist tepkilerini
hastaya gösterin (örneğin, eğer hasta ölürse
terapistin çok üzüleceği ama yaşamına devam
edeceği).
21. İlerdeki intihar davranışlarına başkalarının
tepkileri hakkında gerçekçi beklentileri olmasını
sağlayın.
Kaynak: M. Linehan, 1981, Glazer ve J. Clarkin (Eds.)
Depression: Behavioral and directive interpretation strategies (s.
229-294), New York: Garland, Copyright ©1981 by Garland.
270 √√ BÖLÜM 10 - DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI

gi uç noktalara kadar gitmelidirler? Odak 10.5 intihar etmek için yardıma ihtiyaç duyduğunda
de bu etik ikilem üzerindeki bazı zıt görüşler yardım eden eczacıları ve aile üyeleri­ni de kap­
tartışılmaktadır. samaktadır.
Bu karar, avantaj ve dezavantajlar üzerine,
DOKTOR YARDIMI İLE İNTİHAR pek çok yeni tartışmalar başlattı. Yaşam hakkını
Doktor yardımı ile intihar güncel bir konu­ savunan avukatlar, özellikle bakım veren sağ­
dur. Bu konu 1990’ların başında Michigan’lı lık alanında, hastaların her ne kadar saklı bir
bir dok­tor olan Dr. Jack Kevorkian’ın elli dört ince­likle de olsa, ailelerini bakım için fazla tutan
yaşında­ki Oregon’lu, dejenerasyona yol açan masraflardan kurtarmak için, acı çeken hayat­
ve ölüm­cül bir beyin hastalığı olan Alzheimer larının sona erdirilmesi yönünde baskı altında
hastası bir kadının intihar etmesine yardım etti­ kalacaklarını iddia ediyorlar. Karara karşı gelen­
ği zaman ortaya çıkmıştır. Kadın, Kevorkian’ın ler, doktorların da bu yöne eğileceğini ve belki
tasarladığı bir makinenin düğmesine basarak de ölümcül hastanın bakım masraflarından kur­
bilinç kaybı­na yol açan bir ilaç ve kalbinin dur­ tulmak isteyen ve hastayı ve ailesini kişinin hay­
masına neden olacak ölümcül dozda potasyum atının sona erdirilmesi için etkileyecek sigorta
kloridi şırınga etmiştir (Egan, 1990). Ölüm acı­ şirketlerinin baskısı altında kalacaklarından
sızdır. Kevorkian birçok defa mahkemeye çık­ korkmaktadırlar (Bu alanda çalışan uzmanlar
mıştır ama cinayet ya da mesleki kusur ile suç­ hastaların kendileri için belirlediği eşcinsellere
lu bulunmamıştır. O zamandan bu yana dört yönelik cinsel yeniden yapılandırma terapisine
düzine ölümcül derecede hasta insanın, kendi dair tartışmanın amaçlarını etkiliyorlar). İntihara
hayatlarını bitirmelerine yardım etmede aktif rol yardım etmeye karşı çıkan güçlü grupların için­
oynamıştır. Değişmez bir gayretle ölmekte olan de Amerikan Tıp Birliği ve Katolik Kilise vardır.
bir insanın hayatını, bir doktorun hangi koşul­ Kevorkian’ı destekleyenler ve ölümcül hastalığı
larda sona erdireceğine yönelik duygusal bir olanların kendi acılarını sona erdirm­eye hakla­
tartışmayı harekete geçirmiştir. Bu konu sağlık rı olduğuna inanan Amerikan Sivil Özgürlükler
alanında çalışan ve her gün, beyin ölümü ya­ Birliği gibi diğerleri de yıllardır kişinin elinden
şayan ama fiziksel olarak karmaşık makineler alınamaz hakkı olan yaşama ya da ölme kara­
yardımı ile hayatta tutulan hastaların bağlantı­ rına eyaletin karışmasına karşı çıkmaktadırlar.
sını çektiklerine dair doktorlara yönelik yaygın Bu karar Birleşik Devletler Anayasa Mahkeme­
inancı da hararetlendirmiştir3. sine temyiz için gönderilmiştir.
Kevorkian Michigan’da iki intihara yardım Kevorkian gibi vak’alar olağan dışıdır, ancak
etmekten beraat etmişken, birçok batı eyalet­ insanlar yaşam kalitesi ve kendi yaşamlarını
lerini de kapsayan Dokuzuncu Bölge Federal sonlandırmayı da içeren mahremiyet hakkı üze­
Mahkeme Dairesi 6 Mart 1996’da bir huku­ rinde daha fazla durdukça olağan hale gelecek­
ki karar yayınladı. Bu karar hastanın ölümcül tir. Çoğu zaman ruh sağlığı alanı da çalışanlar
hastalığı ve akıl sağlığı yeterliliği şartıyla doktor intiharı önlemeye çalışırlar ve bu bağlamda in­
yardımı ile intihara izin veriyordu (Weinstein, tihar düşüncesi olup olmadığını doğrudan sor­
1996). Davanın daha yüksek bir mahkemeye gulamaktan çekinmemelidirler. Fenomenolojik
devredilmesi için başvuranlara, hakim Stephan bir yaklaşım benimsemek, durumu hastanın ba­
Reinhardt “akıl sağlığı yeterli, ölümcül hastalığı kış açısından görmek ve intiharı ızdıraplarının
olan bir erişkin...varlığının sona erdiği bir anda, çözümü olarak gördüğü için hastaya aptal ya
çocuk gibi çaresiz, altı bağlı, ilaçla yatıştırılmış, da deli olduğunu hiçbir şekilde iletmemek çok
yetersiz bir hale inmiş olmaktansa asil ve in­ önemlidir. Bazen intiharı önleme merkezlerinde
sani bir ölümü seçme özgürlüğüne sahiptir... çalışanlar için intihar eğilimli hastaya yönelik bu
birinin kendi ölümünün zamanı ve yolunu be­ empati belirli bir kanalı açmak için kullanılır. İnti­
lirlemesinde anayasa ile korunmuş özgür­lüğü har eğilimli has­tayı tedavi eden doktorun psiko­
vardır” dedi (Weinstein’den alınmıştır, 1996, tik bir hastadan bile daha fazla zaman ve enerji
s. A1). Bu karar sadece doktorları değil, hasta harcamaya hazırlıklı olması gerekir. Gece geç
saatlerde gelen telefon ve ev ziyaretleri sıklık­
3
Ölümcül hastaların canlandırılmaması kararı her gün bir yok hastanede veril-
la olabilir. Son olarak, terapist intihara eğilimli
mektedir. Resmi olamayan bir tahmin hastanelerdeki ölümlerin yarıdan fazlası hastanın yaşamında tek ve çok önemli bir kişi
hayatın devamını sağlayan aletlerin sınırlandırılması ya da bırakılmaması kara-
rı sonucu gelmektedir. Birçok insan bu uygulamayı ötenazi ya da intihar olarak olacağının farkında olmalı ve hem hastanın aşı­
düşünmemektedir. Bunu hayatı sona erdirmeden ziyade “ölmeyi bitirme isteği, rı bağımlılığı hem de öfke ve kırgınlığını karşıla­
geceyi sakince burundan inen tüplerden ve bu kötü uygulamadan dolayı olarak
usanmış ciğerlere durmadan hava yeren ventilatörden kurtulmuş bir şekilde ge- maya hazır olmalıdır. Tablo 10.6 intihara eğilimli
çirme” olarak görüyorlar (Newtek, 109,. s 44). Kanuni, dini ve etik tartışmalar
ölümcül hastalığı olanın ölümünü bitirme çevresinde dolanıyor. Bu doktor yardımı
hastaların tedavisinde izlenecek yolla ilgili genel
ile intihar olabilir mi? bilgiler vermektedir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER 271
√√

ÖZET
DSM-IV de iki temel duygudurum bozukluğu bildirilmektedir. Majör ya da Tek uçlu depresyonda,
birey derin bir üzüntü ve bununla ilgili uyku ve iştah bozukluğu, enerjinin ve kendisine verdiği değerin
azalması gibi çeşitli sorunlar yaşar. İki uçlu bozuklukta bireyin ya tek başına mani nöbeti ya da hem
mani hem depresyonu vardır. Manide duygudurumu coşkun ya da kızgındır ve birey aşırı derecede
konuşkan, aktif ve dikkati dağınıktır. DSM-IV de ayrıca iki kronik duygudurum bozukluğu, siklotimi ve
distimi vardır; her ikisinin de iki yıl sürmesi gerekmektedir. Siklotimide bireyin sık depresif ve hipoma­
nik dönemleri vardır; distimide birey kronik olarak depresiftir.
Depresyonun psikolojik kuramları psikanalitik, bilişsel ve kişilerarası terimlerle ifade edilmektedir.
Psikanalitik açıklamalar, oral dönemde takılma üzerinde durur (bu yüksek bir bağımlılık düzeyine
yol açar) ve sevilen bir kişiyle bilinçdışı özdeşimi ve onun terk etmesiyle içe dönen öfkeyi vurgular.
Beck’in bilişsel kuramı kendine yönelik olumsuz şemalar ve bilişsel çarpıtmalara nedensel önem ve­
rir. Çaresizlik / umutsuzluk hipotezine göre kaçınılmayan, acı veren durumlarla erken deneyimler ki­
şide depresyona dönebilen umutsuzluk duygularına yol açar. Bu kişiler başarısızlıklarını kendi genel
ve değişmeyen kusurlarına atfetme eğilimindedirler. Kişilerarası kuram depresyonlu kişilerdeki ek­
sikliklere ve başkalarında uyardıkları olumsuz tepkilere odaklanır. Aynı kuramlar İki uçlu bozukluğun
depresif fazına da uygulanır. Manik dönemin ise kendi değerini kaybetme gibi zayıflatıcı psikolojik
duruma karşı bir savunma olduğu düşünülmektedir.
Biyolojik kuramlar duygudurum bozukluklarında, özellikle İki uçlu bozuklukta kalıtsal bir eğilim
olduğunu ileri sürer. Bağlantı analizi genin yer aldığı kromozomla ilgili bilgi sağlayabilir. İlk nörokim­
yasal kuramlar, depresyon olgusunu düşük serotonin düzeyine ve İki uçlu bozukluğu norepinefri­
ne (manide yüksek, depresyonda düşük) bağladılar. Son zamanlardaki araştırmalar yalnızca bazı
transmitterlerin miktarının yerine, postsinaptik reseptörlere odaklandılar. Depresiflerde ayrıca hipo­
talamik-pituitari-adrenal aksında aşırı reaksiyon bulunmuştur; bu, endokrin sisteminde duygudurum
bozuklukları üzerinde etkili olabileceğine işaret etmektedir.
Duygudurum bozuklukları, özellikle de depresyon için çeşitli somatik ve psikolojik tedaviler bulun­
maktadır. Psikanalitik tedavide kişiye çocukluk kayıpları ve sonraki yetersizlik ve kendini suçlamayla
ilgili içgörü kazandırılmaya çalışılır. Beck’in bilişsel tedavisinin amacı olumsuz ve mantıkdışı düşün­
me örüntülerini ortaya çıkarma ve olaylara, kendine ve tersliklere daha gerçekçi bakma yollarını
öğretmektir.
Çeşitli biyolojik tedaviler de vardır; sıklıkla psikolojik tedaviyle beraber kullanıldıklarında çok etkili
olmaktadırlar. Depresyonu ortadan kaldırmada elektrokonvulsif şok ve çeşitli antidepresan ilaçların
(trisiklikler, SSRI, MAO inhibitörleri) değerli oldukları gösterilmiştir. Lityum karbonatın dikkatli kullanı­
mıyla hastaların manik ve depresif dönemlerinin yatışması ve önlenmesi mümkün olmuştur.
İntiharın incelenmesi kendini yok edici eğilimlerin yalnızca depresyonda olanlarla sınırlı kalmadı­
ğını göstermiştir. İntiharla ilgili gerçekler ve efsanelerin (mitlerin) gözden geçirilmesi intihardaki çok
çeşitliliği açıklayabilecek tek bir kuramın olmadığını, ancak şimdiye kadar birikmiş bilgilerin intiharın
önlenmesinde kullanılabileceğini göstermektedir.
Bir çok büyük yerleşim birimlerinin intihar önleme merkezleri vardır ve bir çok terapist zaman için­
de intihar kriziyle karşılaşmış olan hastalarla çalışma durumunda kalır. Klinik kanıtlar intihar eğilimin­
de olan kişilerin korku ve endişelerinin anlaşılmasını istediklerini, ancak yargılanmak istemediklerini
göstermektedir. İntiharla çalışanlar aşamalı olarak ve sabırla kendini yok etme dışındaki seçenekle­
rin araştırılabileceğini göstermelidirler.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
duygudurum bozuklukları olumsuz üçlü çift yönlü EKT
depresyon öğrenilmiş çaresizlik kuramı tek yönlü EKT
mani yüklemede bulunma lityum karbonat
majör (unipolar) depresyon bağlantı analizi egoist intihar
İki uçlu I bozukluk trisiklik ilaçlar elsever intihar
hipomani monoamin oksidaz inhibitörleri anomik intihar
siklotimik bozukluk logoterapi intihar önleme merkezleri
distimik bozukluk elektrokonvulsif terapi (EKT)
11

Gyorgy Kepes, “Gözler”, 1941.

ŞİZOFRENİ
Çeviri: Prof. Dr. Işık Savaşır

ŞİZOFRENİNİN KLİNİK BELİRTİLERİ ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ


Pozitif Belirtiler Biyolojik Tedaviler
Negatif Belirtiler Psikolojik Tedaviler
Diğer Belirtiler Tedavide Genel Eğilimler
KAVRAMIN TARİHÇESİ Şizofreni Hastalarının Tedavisinde
Şizofreninin Erken Tanımlamaları Süregelen Konular
Birleşik Devletlerin Genişletilmiş Kavramı ÖZET
DSM-IV Tanısı
DSM-IV’e Göre Şizofreninin Alttipleri
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ
Kalıtsal Veriler
Biyokimyasal Faktörler
Beyin ve Şizofreni
Psikolojik Stres ve Şizofreni
Şizofreninin Yüksek Risk Araştırmaları
ŞİZOFRENİNİN KLİNİK BELİRTİLERİ 273
√√

Bu bölümde ilk önce şizofreninin klinik özellikle­


Birden bire işler eskisi gibi iyi gitmemeye başlamıştı. rinin bütün şaşırtıcı çeşitlilikleriyle ayrıntılı tanı­
Yaşamımın kontrolünü ve daha da önemlisi kendi kontro- mını vereceğiz. Daha sonra kavramın tarihçesi­
lümü kaybetmeye başlamıştım. Okul ödevlerimde dikkati- ni, ilk olarak nasıl kavramsallaştırıldığı ve yıllar
mi toplayamıyor, uyuyamıyor, uyuduğum zamansa ölümle
içinde nasıl değiştiğini ele alacağız. Sonra da
ilgili düşler görüyordum. Derse gitmeye korkuyordum,
insanların hakkımda konuştuğunu düşünüyor ve üstelik şizofreninin etiyolojisi üzerindeki araştırmaları
sesler duyuyordum. Pittsburg’daki annemi arayıp tavsi- ve bu bozuk­luğun tedavilerini inceleyeceğiz.
yelerini istedim. Kampustan taşınıp kız kardeşimin yanına
yerleşmemi önerdi. ŞİZOFRENİNİN KLİNİK
Kız kardeşimin yanına taşındıktan sonra işler daha da
kötüleşti. Dışarı çıkmaya korkuyor ve pencereden baktı- BELİRTİLERİ
ğımda dışarıdaki herkes sanki “öldür onu, öldür onu “
diye bağırıyordu. Kardeşim beni okula gitmeye zorladı. Şizofren hastaların belirtileri, düşünce, algı
O işe gidene kadar dışarıda kalır sonra eve dönerdim. ve dikkat, motor davranışlar, duygular gibi çeşitli
İşler kötüleşmeye devam etti. Bedenimin kötü koktuğunu temel alanlardaki bozuklukları kapsar. Şizofren
zannediyor, bazen günde altı kereye varan duşlar alıyor-
olarak tanı alan kişilerin sorunları yaygındır an­
dum. Bir gün markete gittiğimi ve oradakilerin “kurtarıl-
malısın, bunun cevabı İsa’dır” dediklerini hatırlıyorum. cak tanı alan kişilerde genellikle yalnızca bazı
İşler kötüye gidiyordu. Hiçbir şeyi hatırlamıyordum. O belirtiler vardır. DSM, tanı koyan­lara şizofreni
gün yapmam gerekenleri bana hatırlatan notlarla dolu tanısı için kaç tane ve ne ağırlıkta problemin
bir defterim vardı. Okul ödevlerimi hatırlayamıyordum olması gerektiğini belirtir. Tartıştığımız diğer
ve akşam altıdan sabah dörde kadar çalıştığım halde o tanı kategorilerinin aksine, şizofreni tanısı için
gün okula gitme cesaretini bulamıyordum. Kardeşime olmazsa olmaz bir belirti yoktur. Böylece diğer
söylemeye çalıştım ancak anlayamadı. Bir psikiyatrla tanı gruplarına göre şizofreni tanısı alanlar bir­
görüşmemi önerdi ama onu görmek için dışarı çıkmaya
birlerinden daha fark­lıdırlar. Şizofreninin hetero­
korkuyordum.
Bir gün buna daha fazla dayanamayacağıma karar
jen olması, belirgin problem örüntüleri gösteren
verip otuz beş adet Darvon aldım. Aynı anda içimdeki bir şizofrenleri alt tiplere ayırmanın uygun olacağını
ses “Bunu niçin yaptın? Artık cennete gidemezsin” dedi. düşündürmektedir. Daha sonra bu bölümde bili­
O anda gerçekten ölmek istemediğimi anladım. Yaşamak nen alt tipleri inceleyeceğiz. Burada şizofreninin
istiyordum ve korkuyordum. Telefona gidip kardeşimin temel belirtilerini gözden geçire­ceğiz.
önerdiği psikiyatrı aradım. Aşırı dozda Darvon aldığımı Bu belirtiler hem DSM ölçütleri hem de Dün­
ve korktuğumu söyledim. Bir taksiye binip hastaneye gel- ya Sağlık Örgütünce yürütülen geniş çaplı bir
memi söyledi. Hastaneye geldiğimde kusmaya başladım
araştırma, Şizofreninin Uluslararası Pilot Ça­
ama bayılmadım. Bir psikiyatr göreceğim gerçeğini bir
türlü kabullenemiyordum. Psikiyatrların deliler için oldu-
lışması (IPSS) (Sartorius, Shapiro, Jablensky,
ğunu düşünüyor ve deli olduğumu sanmıyordum. Bu yüz- 1974) sonuçlarına dayanan bilgiler­den alın­
den de hemen yatmayı kabul etmedim. Aslında hastaneyi mıştır. Şizofreninin temel belirtilerini, pozitif ve
terk ettim ve eve dönerken kardeşimle karşılaştım. Hemen negatif olarak iki kategoriye ayırarak sunacağız
geri dönmemi ve mutlaka yatmam gerektiğini söyledi. An- ve ayrıca bu iki kategoriye uymayan belirtileri
neme telefon ettik ve derhal ertesi gün geleceğini söyledi. de inceleyeceğiz. Bu belirtileri ayrıntılı olarak
(O’Neil, 1984, s. 109-110) tanımladığımız halde, tanısal olarak belirtilerin
süresinin şizofreniyi, belirtiler yönün­den benze­
Bu vak’a çalışmasında anlatılan genç kız şen şizofreniform bozukluklar ve kısa psikotik
şizofren olarak tanı almıştır. Şizofreni tanısı bir bozukluklardan ayırmada çok önemli olduğu
asırdır var olmasına ve diğer bozukluklardan hatırda tutulmalıdır.
çok daha fazla araştırma yapılmasına rağmen
bu ciddi zihinsel bozukluğu tam olarak anla­
POZİTİF BELİRTİLER
maktan çok uzağız. Şizofreni, düşünce, duygu
ve davranışlarda temel bozukluklarla kendini Pozitif belirtiler konuşmada düzensizlik,
gösteren bir grup psikotik bozukluktur. Bozuk varsanılar, sanrılar ve garip davranışlar gibi aşı­
düşüncede fikirler mantıksal olarak bağlı değil­ rılıklardan oluşur.
dir, algı ve dikkat bozuktur. Motor faaliyetlerde
garip bozukluklar vardır, uygunsuz ya da donuk KONUŞMADA DÜZENSİZLİK
duygulanım görülür. Hastanın diğer insanlardan Biçimsel düşünce bozukluğu olarak da
ve gerçeklerden sıklıkla varsanı (halüsinasyon) bilinen konuşmada düzensizlik (dezorganize
ve sanrılara (hezeyan) kaçmasına neden olur. konuşma / disorganized speech), düşünce ve
274 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

konuşmanın organizasyonundaki sorunlarla be­ olması. Bir şeyi düşünebilirsin, diyelim ki tabla.
lirlenir böylece dinleyen konuşmayı anlayamaz. Bir düşün, tabla sigara içindir, ama onu düşünü­
rüm ve sonra aynı anda onunla ilgili olarak bir
Görüşmeci: Son zamanlarda gergin ve sinirli miydi­ düzine başka şeyler de düşünürüm. (McGhie ve
niz?
Chapman, 1961, s. 108).
Şizofrenik hasta: Hayır, marul kafalıyım. Görüşmeci:
Marul kafalı mı? pek anlayamadım. Şizofrenik hasta:
Bir zamanlar konuşmadaki bozukluklar şi­
Yani, yalnızca marul kafa. Görüşmeci: Bana marulu zofreninin temel belirtisi olarak kabul edilmek­
anlat. Ne demek istiyorsun? teydi ve tanı için ölçütlerden biri olarak kalmaya
Şizofrenik hasta: Peki... Marul ölü bir panterin aslanın devam etti. Ancak kanıtlar birçok şizofrende ko­
parmağında geçirdiği bir değişimdir. Aslanı yuttu ve bir nuşmanın dağınık olmadığını göstermekte­dir.
şeyler oldu. A... Gloria ve Tommy iki kafalar, onlar ba­ Ayrıca konuşmada düzensizliğin olması şizof­
lina değiller. Ama onlar kusmuk sürüsüyle kaçtılar, işte renler ve duygudurum bozuklukları gibi diğer
böyle gibi.
psikotik hastaları birbirinden ayırt etmemektedir
Görüşmeci: Gloria ve Tommy kimler?
Şizofrenik hasta: Hum, Joe DiMaggio, Tommy Henri­ (Andreasen, 1979). Örneğin manik hastalarda
ch, Bill Dickey, Phil Rizzuto, John Esclavera, Del Cran­ şizofrenlerde olduğu kadar çağrışımlarda gev­
del, Ted Williams, Mickey Mantle, Bob Chance da var. şeklik görülmektedir.
Görüşmeci: Onlar kimler?
Şizofrenik hasta: Ölü insanlar. Düzülmek istiyorlar.... SANRILAR
Bu kanun kaçağı tarafından. Görüşmeci: Bütün bun­
Şizofrenide, düşünce içeriğindeki anor­
lar ne demek?
Şizofrenik hasta: Yani, gördüğün gibi benim hasta­ mallikler düşünce biçimindeki ve konuşmada­
neden çıkmam gerek. Bacaklarımdan ameliyat olmam ki düzensizlikten daha merkezi bir yer tutar.
gerekiyor­muş. Bacaklarımı tutmak istememem hasta­ IPSS’deki şizofrenlerin %97’sinde içgörü yok­
lıklı geliyor. O yüzden ameliyat olmak istiyorum. luğuna bağlı olarak düşüncenin önemli bir şe­
Görüşmeci: Ayaklarının kesilmesini mi istiyorsun? kilde bozulduğu bulunmuştur. Neden hastaneye
Şizofrenik hasta: Olabilir, biliyorsun. yatırıldıkları, ne olduğu sorulduğun­da, şizofren­
Görüşmeci: Niye bunu istiyorsun?
lerin durumlarının ne olduğunu bilmedikleri ve
Şizofrenik hasta: Başlangıçta bacaklarım yoktu. Böy­
lece, eğer çok hızlı bir koşucu olsaydım evli kadın ol­
davranışlarının garipliğinin farkında olmadıkları
maktan korkardım, çünkü marul kafamın içinde kıymık görülmüştür. Daha yeni araştırmalar, şizofreni­
olurdu. (Neale ve Oltmanns, 1980, s. 103-104). de içgörünün olma­masının sık rastlanılan bir
durum olduğunu bul­muştur (Amador ve ark.,
Bu alıntı, bazen şizofrenlerin konuşmasında 1994).
gözlenen, konuşmada dağınıklığı (enkohe­ Kuşkusuz zaman zaman başkalarının bizim
rans / incoherence) göstermektedir: hasta temel hakkımızda iyi düşünmediklerine inanırız. Çoğu
bir tema ya da fikre dönmesine rağmen imgeler zaman da bu inancımız doğru olabilir. Kim her­
ve düşünce parçacıkları birbirine bağlı değildir. kes tarafından sevilebilir ki?
Hastanın görüşmeciye ne söylemek istediğini Bir an için bir çok kişinin sizi hiç sevmediği­ni,
anlamak kolay değildir. hatta size karşı dolap çevirecek kadar siz­den
Konuşma, çağrışımlarda gevşeklik (loo­ nefret ettiğine tamamen inandığınızı düşünün.
se associations) ya da düşüncenin rayından Bu entrikayı çevirenler sizin en özel konuşma­
çıkması (derailment) ile de kendini gösterir. Bu larınızı dinleyebilecek kadar gelişmiş dinleme
durumda hasta kendini ifade etmede daha ba­ aletlerine sahipler ve sizi küçük düşürmek için
şarılı olabilir, ancak bir konuda kalması güçtür. kanıt topluyorlar. Sevdiğiniz kim­seler de dahil
Geçmişteki bir fikrin uyardığı çağrışım­lar ara­ olmak üzere kimse sizi bu insan­ların aleyhiniz­
sında sürüklenir. Bu durumu şizofren hastalar de olmadığına iknâ edemiyor. Aslında en yakın
tanımlamıştır. arkadaşınız bile yavaş yavaş düşmanlarınıza
Düşüncelerim karmakarışık oluyor. Bir şey katılıyor ve sizi takip eden grubun bir üyesi olu­
üzerinde düşünmeye ya da konuşmaya başlıyo­ yor. Girdiğiniz her yeni odanın işitme cihazları
rum ama onu bitiremiyorum. Onun yerine yan­ yönünden aranması gerekiyor. Birisiyle ilk kez
lış yönde gidiyorum ve söyle­mek istediklerimle karşılaştığınızda size karşı olan entrikanın bir
bağlantılı olabilecek çok çeşitli şeylere takılıve­ parçası olup olmadığını anlamak için onu uzun
riyorum. Bunu nasıl yaptığımı bilemiyorum. Beni uzun sorguluyorsunuz.
dinleyen kişiler benden de fazla ipin ucunu kaçı­ Gerçeğe aykırı olduğu halde inanılan böyle­si
rıyorlar. Benim sorunum düşüncelerin çok fazla sanrılar (hezeyanlar), şizofreninin sık görülen
ŞİZOFRENİNİN KLİNİK BELİRTİLERİ 275
√√

Aşağıdaki üç sanrı, hastanın yaşadığı duy­


guların, yaptığı davranışların ve dürtülerin dışa­
rıdan bir şey tarafından ona empoze edilmesi
inancıyla ilgilidir.
• Bazı hastalar, duygularının dışsal bir güç
tarafından kontrol edildiğini deneyimleyebi­
lirler.
Yirmi üç yaşındaki kadın hasta bildirmiştir. Ağlıyorum,
gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya akıyor, çok mutsuz
görünüyorum ama içimde beni bu şekilde kullandıkları için
soğuk bir kızgınlık hissediyorum. Mutsuz olan ben değilim,
mutsuzluğu beynime yansıtıyorlar. Hiç sebep yokken bana
gülme yansıtıyorlar, sizin olmadığını, başkalarının duygu­
ları olduğunu bilerek gülmek ve mutlu görünmenin ne ka­
dar feci bir şey olduğunu bilemezsiniz.” (s. 17)
• Bazı hastalar davranışlarının dışsal bir güç
tarafından yönlendirildiğine inanırlar.
Alman bir psikiyatr olan Kurt Schneider, ilk-sıra belirtiler Yirmi dokuz yaşındaki bir daktilograf davranışlarını
olarak tanımladığı belirli varsanı ve sanrı türlerinin şizofreniyi
şöyle anlatmaktadır: “Tarağa uzandığım zaman elim ve
tanımlamada ön planda olduğunu belirtmektedir.
kolum hareket ediyor ve parmaklarım kalemi tutuyor ve
pozitif belirtileridir. Basit kötülük görme (perse­ ben onları kontrol etmiyorum... Orada oturup hareketlerini
cutary) sanrıları IPSS örnekleminin %65’inde izliyorum ve onlar benden bağımsızlar, benle hiçbir ilgileri
bulunmuştur. Şizofrenlerin sanrılarıbaşka şekil­ yok... Kozmik iplerle oynatılan bir kuklayım. İpler çekilince
bedenim hareket ediyor ve onu önleyemiyorum.” (s. 17)
ler de alabilir. Bunların en önemlilerinden bazı­
ları Alman psikiyatr Kurt Schneider (1959) tara­ • Bazı hastalar, belirli şekilde davranmalarını
fından tanımlanmıştır. Bu sanrıların aşağıdaki sağlayan itkilerin dışsal bir güç tarafından
tanımları Mellor’dan (1970) alınmıştır. day­atıldığına inanırlar.
Yemek arabasına idrar şişesini boşaltan yirmi dokuz
• Hastanın dışsal bir şeyden gelen bedensel
yaşında bir mühendis davranışını şöyle açıklamıştır: “Yap­
duyumlara istemeden pasif olarak maruz mak gerek diye ani bir istek geldi. Bu benim duygum değil­
kalması. di, bana röntgen bölümünden geldi, dün oraya bu yüzden
Yirmi dokuz yaşındaki bir öğretmen anlatmaktadır. gönder­ilmiştim. Benle hiçbir ilgisi yoktu, onlar yapmamı
“Röntgen ışınları ensemden giriyor, derim karıncalanıyor istediler. Böylece şişeyi aldım ve üstüne boşalttım. Yapa­
ve ısınıyor; arkamdan on beş santimlik bir kuşak halinde bileceğim tek şey oydu.” (s. 18)
titreşen sıcaklık olarak bele iniyor. Orada pelvis içinde kay­
Sanrılar, şizofrenlerin %50’sinden fazlasın­
boluyor ve bir kalıp buz gibi soğuk ve katı hissediliyor. Ve
da bulunmasına rağmen, konuşmada düzen­
ereksiyon olmamı engelliyorlar.” (s. 16)
sizlik belirtilerinde olduğu gibi başka tanı alan
• Hastanın sahip olmadığı düşüncelerin dış­
hasta­larda da görülebilirler. Bunlar arasında en
taki biri tarafından aklına yerleştirilmesi.
Yirmi dokuz yaşındaki bir ev kadını şöyle demiştir. önemlileri mani ve sanrısal depresyondur. An­
“Pencereden bakıyorum ve bahçenin güzel göründüğünü cak, şizofrenide görülen sanrılar, diğer hasta­
ve çimlerin serin olduğunu düşünüyorum ama Aemonn lıklarda görülenlerden daha tuhaftır (Juninger,
Andrew’ün düşünceleri aklıma geliyor. Orada onunkiler­ Barker ve Coe, 1992).
den başka hiçbir düşünce yok. Benim aklımı bir ekran gibi
kul­lanıyor ve sanki resimleri yansıtır gibi düşüncelerini VARSANILAR VE DİĞER ALGI
şimşek gibi gönderiyor.” (s. 17)
BOZUKLUKLARI
• Hastanın düşünceleri yayınlanır, böylece
Şizofren hastalar sıklıkla dünyanın farklı hat­
başkaları onlardan haberdar olur.
Yirmi iki yaşındaki bir öğrenci şunu bulmuştur. “Düşün­
ta gerçek dışı göründüğünden söz ederler. Ba­
dükçe düşüncelerim bir çeşit teyple aklımdan dışarı çıkı­ zıları bedenlerinin farklı göründüğünü söylerler
yor. Etraftaki herkes teybi kendi aklından geçirerek düşün­ ya da bedenleri o kadar yabancılaşır ki bir maki­
celerimi bilebiliyor.” (s. 17) ne gibi hissedilir. Bu bölümün girişinde aktarılan
• Hastanın düşünceleri başkaları tarafından vak’ada olduğu gibi bazıları da etraflarında ne
beklenmedik bir zamanda aniden çalınır. olup bittiğine dikkat ede­memekten yakınırlar.
Yirmi iki yaşındaki kadın aşağıdaki yaşantıyı anlatmış­ Dikkatimi televizyon üstünde toplayamıyorum çünkü
tır. “Annemi düşünüyorum ve aniden kafatasımdan vakum aynı anda ekrana bakıp söylenenleri dinleyemiyorum. Bu­
çeki­ci tarafından düşüncelerim emiliyor ve aklımda hiçbir nun gibi aynı anda iki işi birlikte yapamıyorum, özellikle biri
şey yok, tamamen boş.” (s. 16-17) bakma biri işitme olduğu zaman. Diğer taraftan bir anda
276 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

sanki çok fazla şey üzerime geliyor. Bunlarla baş edemi­ okulda ya da ev işlerinde sebat göstermekte
yorum, anlam veremiyorum. (McGhie ve Chapman, 1961, güçlükleri vardır ve zamanlarının çoğunu hiçbir
s. 106) şey yapmadan geçirirler.
Algı çarpıtmalarının en dramatiğine varsanı
denir. Varsanılar (halüsinasyonlar) çevreden ALOGİ-DÜŞÜNCE VE KONUŞMA
gelen uyarıcı olmadığı halde duyusal yaşan­
FAKİRLİĞİ
tıların olmasıdır. En sıklıkla işitsel, daha az
Alogi negatif bir düşünce bozukluğu sayılır
sık­lıkla görsel alanda görülürler. IPSS örnekle­
ve bazı bileşenleri vardır. Konuşma fakirliğinde
minin %74’ü işitsel varsanıların olduğunu bildir­
konuşmanın miktarı çok azalmıştır. Konuşma­
mişlerdir.
nın içeriğinin azalmasında konuşma miktarı ye­
Tanısal olarak bazı varsanıların varlığı çok
terlidir ancak konuşma çok az bilgi içerir, belir­
önemlidir çünkü diğer psikotik bozukluklara kı­
siz ve tekrarlayıcıdır. Aşağıdaki örnek düşünce
yasla şizofrenlerde daha sıklıkla görülürler. Bazı
içeriğinin fakirliği ile ilgilidir.
hastalar kendi düşüncelerinin başkaları tarafın­
Görüşmeci: Peki, insanlar Tanrıya neden inanır? Sen
dan seslendirdiğini söylemektedir. ne düşünüyorsun?
Otuz iki yaşındaki bir ev kadını, bir adamın başının Hasta: Evet, çünkü ilk önce o insandır, insanın kur­
yarım metre üzerinden yüksek bir fısıltı halinde konuşma­ tarıcısıdır. Benimle yürür, benimle konuşur. Ve benim an­
sından yakınmaktaydı. Ses hastanın amaca yönelik bü­ layışım, birçok kişi, aslında kendi kişiliklerini tanımıyorlar.
tün düşüncelerini, hatta en gündelik olanları tekrarlıyordu. Öyle olmadıkları için, onların hepsi, kendi kişiliklerini ta­
Hasta “çaydanlığı ateşe koymalıyım” diye düşündüğünde, nımıyorlar. Bilmiyorlar ki o, bana öyle geliyor ki, birçoğu
yaklaşık bir saniye sonra ses “çaydanlığı ateşe koymalı­ onun onlarla yürüdüğünü ve konuştuğunu bilmiyorlar ve
yım” diyordu. Sıklıkla da tersini söylüyordu. “Çaydanlığı nereye gideceklerini gösteriyor. Şunu da anlıyorum, her
ateşe koyma” (Mellor, 1970, s. 16). kadın ve her erkek aynı yöne dönmüş değiller. Bazıları
Diğer hastalar tartışan sesler duyduklarını farklı yönü gösteriyorlar. Farklı yönlerine gidiyorlar. İsa’nın
öne sürmektedirler. istediği yöne gidiyorlar. Ben, ben dönüğüm, bir yola, doğ­
Yirmi dört yaşındaki erkek hasta hemşirelerin odasın­ ruyu, yanlışı biliyorum, yapıyorum, bundan daha az ve
dan gelen sesleri duyduğunu bildirdi. Seslerden biri kalın daha çok yapamam. (American Psychiatric Association,
bir tonda şunları tekrar ediyordu. “G.T. hınzır bir paradoks­ 1987, s. 403- 404)
tur”. Diğer daha ince bir ses “evet öyledir, kapatılması
gerekir” diyordu. Bir kadın sesi ise arada diğerlerini kesip
“hayır öyle değil, o çok iyi bir adamdır” diyordu. (Mellor, ANHE DONİ-HAZ ALAMAMA
1970, s. 16). Anhedoni, haz alma yaşantısının yok­
Diğer bazı hastalar ise kendi davranışları luğudur. Boş zaman aktivitelerine karşı ilgi az­
hakkında yorum yapan sesler duyarlar. lığı, başkalarıyla yakın ilişki kuramama ve cin­
Kırk bir yaşında bir ev kadını caddenin karşısındaki ev­ selliğe ilgi duymama şeklinde kendini gös­terir.
den gelen sesleri işitiyordu. Ses monoton bir şekilde yap­ Hastalar bu belirtinin farkındadırlar ve artık
tığı şeyleri tekrarlıyor ve arada bir eleştiriyordu. “Patates genelde haz verici faaliyetlerin onlara zevk ver­
soyuyor, bıçağı eline aldı, o patatesi istemiyor, geriye koy­ mediğini söylerler.
du çünkü penise benzer bir çıkıntısı olduğunu düşünüyor,
kötü düşünceli, patatesleri soyuyor, şimdi onları yıkıyor.”
(Mellor, 1970, s. 16). DUYGULANIM KÜNTLÜĞÜ
Duygulanım küntlüğü olan hastalarda he­
NEGATİF BELİRTİLER men hemen hiç bir uyarıcı duygusal tepkiye
yol açmaz. Hasta boş boş bakabilir, yüz kasları
Negatif belirtiler avolisyon (istek ve enerji sarkık, gözleri cansızdır. Hitap edildiği zaman
azalması), alogi (düşünce ve konuşma fakir­liği), düz ve tonlaması olmayan bir sesle cevap verir.
anhedoni (zevk alamama), duygularda küntleş­ IPSS’deki şizofrenlerin %66’sında duygulanım
me gibi davranışsal sorunlardan oluşur. küntlüğü bulunmuştur.
Duygulanımda küntlük kavramının yalnızca
AVOLİSYON-İSTEK VE ENERJİ duyguların dıştaki ifadesiyle ilgili olduğunu açık­
AZALMASI ça bilmemiz önemlidir. Bu kavram, has­tanın hiç
Avolisyon, enerjinin olmaması ve genellikle de fakirleşmiş olmayabilecek iç yaşantılarını
günlük faaliyetlere ilgisizlik olarak görülür. Has­ yansıtmaz. Kring ve Neale (1996) tarafından
talar kendilerine ve temizliklerine bakmazlar, yapılan bir çalışmada hem normal­lerin hem
kirli tırnaklar, taranmamış saçlar, fırçalanmamış de şizofrenlerin bir film izlerken yüz ifadeleri
dişler ve bakımsız elbiselerle dolaşırlar. İşte, ve deri iletkenlikleri kaydedilmiştir. Her bir film
KAVRAMIN TARİHÇESİ 277
√√

parçasından sonra denekler filmin uyandırdığı Bazı şizofren hastalar uygunsuz duygu­
ruh durumunu bildirmişlerdir. Beklendiği gibi şi­ lanım gösterirler. Bu kişilerin duygusal tepkileri
zofrenlerin yüz ifadeleri nor­mallerden çok daha bağlamla ilgili değildir. Hasta annesinin öldü­
azdı, ancak aynı miktarda duygu bildirdiler ve ğünü yeni duyduğu zaman gülebilir ya da yeni
fizyolojik olarak daha da fazla uyarıldılar. elbise üstüne uygun mu gibi basit bir soru karşı­
sında öfkeye kapılabilir. Bu şizofrenler görünür­
ASOSYALLİK de bir neden olmaksızın bir duygusal durumdan
Bazı şizofren hastalar kişilerarası ilişkiler öbürüne çabucak geçebilirler. Bu belirti oldukça
alanında ciddi sorunlar yaşarlar. Sadece birkaç ender olmasına rağmen eğer görülürse tanısal
arkadaşları vardır, sosyal becerileri zayıftır ve yönden önemlidir. Son olarak birçok hasta çe­
başka insanlarla birlikte vakit geçirmeye yöne­lik şitli şekillerde garip davranışlar gösterir. Başka­
bir ilgileri yoktur. larının arasındayken kendi kendilerine konuşa­
bilirler, yiyecek istif edebilir, çöp toplayabilirler.
DİĞER BELİRTİLER Şizofreninin ana belirtilerini böylece tanım­
ladıktan sonra kavramın tarihçesini gözden ge­
Şizofreninin diğer bazı belirtileri sunmuş ol­ çireceğiz. Görüleceği gibi şizofreninin ne oldu­
duğumuz negatif-pozitif şemasına uymamak­ ğuyla ilgili fikirlerimiz zaman içinde değişmiştir.
tadır. Bunlardan bir tanesi şizofrenlerin garip
yüz ifadeleri takındıkları katatonidir. Birbiri ar­
kasından garip hareketler yapabilirler, bunlar
KAVRAMIN TARİHÇESİ
bazen karmaşık parmak, el ve kol hareket­leridir.
Çok garip de olsa sanki bir amaca yöne­lik gibi­ ŞİZOFRENİNİN ERKEN TANIMLARI
dir. Bazı şizofrenler faaliyet düzeylerinde olağan Şizofreni kavramı ilk olarak iki Avrupalı psi­
dışı hareketlilik gösterirler. Bu hareketlilikte aşı­ kiyatr Emil Kraepelin ve Eugen Bleuler tarafın­
rı heyecan, el ve kolların çırpıl­ması ve maniye dan tanımlanmıştır. Kraepelin ilk olarak şizof­
benzer şekilde enerji harcan­ması vardır. Diğer reninin ilk ismi olan dementia praecox (erken
uçta ise katatonik hareket­sizlik, donakalım bunama) kavramını 1898’de öne sür­müştür. İki
durumu gözlenir. Uzun süre garip duruşlar alıp temel endojen (içsel nedenli) psikoz grubu ay­
bunu sürdürürler. Hasta tek ayağının üzerinde rıştırılmıştır: Manik-depresif hastalık ve erken
durarak diğer bacağını kalçaya doğru kıvırıp bunama. Erken bunama (dementia prae­cox),
bütün bir gün öyle kala­bilir. Katatonik hastalar çeşitli tanısal kavramları -dementia para­noides,
mum esnekliği (waxy flexibility) denen durumu katatoni ve hebefreni- içeriyordu. Bu kavram­
gösterebilirler: Bir başkası hastanın kolunu ga­ lar daha önceki yıllarda klinisyenler tarafından
rip bir duruma getirdiği zaman hasta o duruşu farklı entiteler olarak bulunup kabul edilmişti.
sürdürür. Kraepelin bu bozuklukların belirtisel olarak fark­
1896 ‘da çekilen bu fotoğraf, katatonik
hareketsizlik sergileyen bir grup hastayı
göstermektedir. Bu kişiler bu garip
pozisyonları uzun bir süre için korudular.
278 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

lı olmalarını kabul etmesine rağmen hepsinin


ortak bir temeli olduğuna inanıyordu. Demen­
tia praecox deyimi bu ortak temeli - erken baş­
langıç (Praecox), ilerleyen zihinsel yıkım (De­
mentia)- yansıtıyordu. Dementia prae- cox’daki
dementia-bunamanın Bölüm 16’da yaşlılıkta
tartışılan bunamayla aynı şey olmadığını bilmek
önemlidir. Yaşlılıktaki buna­mada ciddi bellek so­
runları vardır. Hâlbuki Kraepelin şizofrenlerde
genel zihinsel zayıflık görmüştür. Kraepelin’in
bu hastalarda gördüğü temel belirtiler arasında
varsanılar, sanrılar, negativizm, dikkat zorlukla­
rı, kalıplaşmış davranışlar ve duygusal bozuk­
luklar vardır. Böylece Kraepelin hastalığı tanım­
larken hem gidişini hem de belirtileri göz önüne
almıştır. Ancak bazen gidişi belirtilerden daha
çok önemsemiştir.
Kraepelin, şizofreninin dar tanımı ve tanımla­
maya verilen önemin ötesine geçmemiştir. Ör­
neğin, yazdığı ders kitabının sekizinci baskı­
sında dementia praecoxun belirtilerini 36 ana Emil Kraepelin (1856-1926), Alman psikiyatr, erken bunamanın
(dementia praecox) tanımını yapmıştır ve bu tanım çağdaş
kategoriye ayırmış, her bir kategori altında yüz­ araştırmaların ışığında uzun süre geçerli olmuştur.
lerce belirti toplamıştır. Bu belirtilerin hep­sinin
bunama ve düşünme, duygu ve hareketlerde
bütünlüğün kaybını yansıttığını söylemiş, ancak
aralarındaki ilişkileri arama çabasında bulun­
mamıştı. Diğer önemli kişi, Eugen Bleuler ise
Kraepelin’in tanımlamada tanıya verdiği vurgu­
dan uzaklaşmış ve bozukluğun temelini anlat­
ma girişiminde bulunmuştur.
Şizofreniyi tanımlarken Bleuler Kraepelin’den
iki ana noktada ayrılmıştır. Bu bozukluğun mut­
laka erken başlangıcı olmadığı ve zorunlu ola­
rak bunamayla sonlanmadığına inanmıştır.
Böylece artık dementia praecox teri­mi uygun
görülmemiş ve Bleuler 1908 de şizofreni terimini
önermiştir. Şizofreni eski yunan terimi ‘yarılma’
anlamına gelen schizein’dan ve akıl anlamına
gelen phren’den gelmek­tedir ve aklın yarılması
demektir.
Erken yaşlarda başlaması ve bunamayla
sonlanması bu bozukluğu tanımlayan özellikler
olmaktan çıkınca Bleuler kavramsal bir sorunla
karşılaştı. Şizofreni belirtilerinin hastadan has­ Eugen Bleuler (1857-1939), İsveçli psikiyatr, bizim şizofreni
taya çok değişkenlik gösterdiğini kabul ettiği kavramsallaştırmalarımıza katkıda bulunmuştur ve bu terimi ilk
için, bu hastaları aynı kategoriye koymasını kez kullanmıştır.
açıklaması gerekiyordu. Böylece Bleuler çeşit­
li rahatsızlıkları birbirine bağlayacak ortak bir Böylece amaca yönelik etkin düşünme ve ile­
payda ya da temel bir özellik belirlemeye çalış­ tişim ancak bu hipotetik yapılar sağlamken
tı. Bunun için bulduğu metaforik kavram “çağrı­ mümkündü. Şizofrenlerde çağrışımsal bağların
şımsal bağların kopması” idi (associative thre­ bozuk olması diğer sorun­ları açıklamak için kul­
ads). Bleuler’e göre çağrışımsal bağlar yalnızca lanıldı. Örneğin şizofren­lerde gözlenen dikkat
kelimeleri değil, düşünceleri de bir­leştiriyordu. zorlukları Bleuler tarafın­dan düşüncede amaca
KAVRAMIN TARİHÇESİ 279
√√

yönelmenin yokluğun­dan kaynaklandığı, bunun rın iyileştiği gözlemini yapar yapmaz, klinikçiler
da çevresindeki olay ve nesnelere pasif cevap daha geç hastalanan ve bazen iyileşen hasta­
verilmesine yol açtığı şeklinde yorumlandı. larla, erken yaşta başlayan ve giderek ilerle­
Benzer şekilde bloklar (düşüncenin durması), yen hastalığı olanların farklılıklarını gözlemeye
görünüşte düşünce akımının tamamen durma­ başladılar. Bazı şizofrenler erken yaşlardan
sı, tartışılan konuda çağrışımların tamamen bo­ itibaren sap­kın, ilgisiz, tepkisiz kişilerdi ve duy­
zulması olarak algılandı. gu, düşünce, ilgi ve faaliyetlerinde yavaş ama
Kraepelin, başlangıçta şizofreni belirtile­ ilerleyen bir tükeniş söz konusuydu. Diğerleri
ri gösteren hastaların ufak bir oranının yıkıma ise genellikle daha geç yaşta, daha ağır belir­
uğramadığını görmesine rağmen bu tanı kate­ tilerle oldukça ani bir başlangıç gösteriyorlardı.
gorisini gidişi (prognozu) kötü olanlarla sınır­ Beyinde temel bir fizyolojik işlev bozukluğunu
ladı. Buna karşın Bleuler’in çalışmaları şizof­ gösteren süreç terimi sinsice gelişen şizofreni
reninin daha geniş bir kavramına ve kura­ma için ve reaktif terimi stres sonrası aniden gö­
vurguya yol açtı. Prognozu iyi olan hastaları bu rülenler için kul­lanılmaya başlandı. Amerika’da
gruba soktu ve ayrıca diğer klinisyenler tarafın­ 1950’lerden beri süreç-reaktif ayırımı geniş bir
dan farklı tanı alan hastalar da şizofreni tanısı şekilde ince­lenmiştir. Hastalık öncesi sosyal ve
almaya başladı. cinsel uyum, örneğin Phillips Ölçeğiyle (1953)
değer­lendirilip, şizofrenleri ayırt etmede ve iyi­
leşme şanslarını saptamada kullanılmıştır. Has-
BİRLEŞİK DEVLETLER’İN talık öncesi uyumları iyi olanların dönemsel
GENİŞLETİLMİŞ KAVRAMI bir sorunlarının olması ve iyileşme olasılığı daha
Şizofreninin Birleşik Devletler kavramı üze­ yüksekti. Diğer tarafta daha önceki okul, iş, cin­
rinde Bleuler’in etkisi büyüktür. Yirminci yüzyı­ sel ve sosyal yaşam uyumları bozuk olan süreç
lın ilk yarısında kavram daha da genişletilmiş­ şizofrenisi, Kraepelin’in ilk tanımı olan dementia
tir. Örneğin, 1930’larda New York Psikiyatri preacoxla eşleştirilmişti. Reaktif hastaların tanı­
Enstitüsü’nde hastaların %20 kadarı şizofreni ma katılması Amerikan kavramını genişletmiş­
tanısı almıştır. 1940’larda bu sayı daha da art­ tir.
mış ve 1952’de %80 gibi çok yüksek bir orana Şizofreni kavramı, tanıya yönelik iki uygula­
ulaşmıştır. Bunun zıttı olarak Avrupa’da şizofre­ ma sayesinde daha da genişlemiştir. Birincisi,
ni kavramı daha dar kalmıştır. Londra’daki Ma­ A.B.D.’deki klinisyenler varsanı ve sanrıların
udsley Hastanesinde şizofren hastaların sayısı olduğu her vak’aya şizofren tanısı koydular.
kırk yıllık bir zaman dilimi içinde %20 gibi sabit Bu belirtilerin, özellikle sanrıların, duygudurum
bir sayıda kalmıştır (Kuriansky, Deming ve Gur­ bozukluklarında da bulunması nedeniyle, DSM-
land, 1974). ll’ye göre şizofreni tanısı almış pek çok has­tanın
Şizofreninin Amerikan tanısı oranının art­ aynı zamanda duygudurum bozukluğu tanısı
masındaki nedenleri bulmak zor değildir. Ame­ almasına da yol açtı (Cooper ve ark., 1972).
rikan psikiyatri tarihinin önemli simaları Bleuler’i İkincisi, günümüzde kişilik bozukluğu tanısı ve­
izleyerek kavramı daha da genişlet­mişlerdir. Ör­ receğimiz (özellikle şizotipal, şizoid ve paranoid
neğin 1933’de Kasanin, hepsi Dementia Prea­ kişilik bozuklukları; Bölüm 13’e bakınız.) hasta­
cox olarak tanı almış 9 hastayı anlatmıştır. Hep­ lar da şizofreni tanısı almaktaydı.
sinde başlangıç ani ve iyileşmeleri de çabuk ol­
muştu. Kasanin, hem şizofren hem de duyuşsal DSM-IV TANISI
(affective) belirtiler gösterdiklerini göz önüne DSM-IV’ün yayınlanmasından sonra şizofre­
alarak bu hastalardaki bozukluğu tanımlamak ninin Amerikan kavramı, tartıştığımız geniş kav­
için şizoafektif psikoz terimini öne sürmüştür. ramdan şizofreni tanısını dört açıdan daraltan
Bu tanı daha sonra şizofreninin Amerikan kav­ yeni bir tanıma doğru gitmiştir. İlk önce tanı öl­
ramının bir parçası olmuş ve DSM-I (1952) ve çütleri açıkça ve oldukça ayrıntılı olarak belirlen­
DSM-ll’de (1968) yer almıştır. mektedir. İkinci olarak duygudurum bozukluğu
1960 ve 1970’lerde süreç-reaktif boyutu belirtilerini gösteren hastalar dışlan­mıştır. Şizof­
(process-reactive dimension) Amerika’da reninin şizoafektif tipi şimdi psikotik bozukluklar
geniş şizofreni kavramını sürdürmede önemli altında şizoafektif bozukluk olarak ayrılmıştır.
bir araç olmuştur. Bleuler, bazı hastalarda şi­ Şizoafektif bozuklukta şizofreni ve duygudurum
zofreninin erken başlamadığı ve bazı hastala­ belirtileri karışık olarak bulunmaktadır.
280 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

Üçüncü olarak, DSM-IV tanı koymak için 1992). Belirtilerden oluşan ölçütler kültürlerara­
belirtilerin en az altı ay görülmesi koşulunu ge­ sında çalışır görünmektedir. Ancak, gelişmekte
tirmiştir. Altı aylık dönemin en az bir ayı varsa­ olan ülkelerde, sanayileşmiş ülkelere göre, şi­
nılar, sanrılar, konuşmada düzensizlik, katato­ zofreni daha akut bir biçimde ortaya çıkmakta
nik davranışlar ve negatif belirtilerin gözlendiği ve hastalığın gidişi daha olum­lu olmaktadır.
aktif evre olmalıdır (eğer sanrılar çok tuhaf ya Bu ilgi çekici bulgunun nedeni bilinmemektedir
da varsanılar konuşma ya da ses içeriyorsa bu (Susser ve Wanderling, 1994).
belirtilerden biri yeterlidir). Geri kalan zaman
prodromal (aktif evre öncesi) ya da rezidüel DSM-IV’E GÖRE ŞİZOFRENİNİN
(aktif evre sonrası) olabilir. Prodromal ya da re­ ALTTİPLERİ
zidüel dönemdeki sorunlar sosyal içe çekilme,
rol işlevlerinde bozukluk, künt ya da uygunsuz Daha önce sözünü ettiğimiz gibi şizofreni be­
duygulanım, girişim eksikliği, hijyen ve kendine lirtilerinin heterojen olması bozukluğun çeşitli alt
bakımın aksaması, garip inançlar ve büyüsel tiplerinin önerilmesine yol açmıştır. DSM-IV’te
düşünceler, çevresel konuşma ve olağandışı şimdi bulunan üç tip şizofren bozuk­luk -dezor­
algısal yaşantıları içerir. Böylece sıklıkla stresle ganize, katatonik ve paranoid- yıllar önce Krae­
ilişkili olan kısa psikotik dönemleri olan ve ça­ pelin tarafından önerilmişti. Kraepelin’in orijinal
bucak iyileşen hastalar dışarıda bırakılmış oldu. tiplerinin bugünkü tanımla­maları şizofreninin
DSM-ll’deki akut şizofren dönem şimdi ya şizof- nasıl olduğuyla ve tanıya ilişkin büyük farklılık­
reniform bozukluk ya da kısa psikotik bozuk- larla ilgili daha fazla bilgi vermektedir.
luk olarak sınıflandırıl­maktadır. Şizofreniform
bozukluğun belirtileri şizofreniyle aynıdır ancak DEZORGANİZE ŞİZOFRENİ
yalnızca bir aydan altı aya kadar sürer. Kısa psi­
Kraepelin’in hebefrenik formuna DSM-IV’te
kotik bozukluk bir gün­den bir aya kadar sürer ve
dezorganize (dağınık) şizofreni ismi verilmiştir.
sıklıkla aşırı bir stresle ortaya çıkar. Dördüncü
Konuşma dağınıktır ya da konuşu­lanların takibi
olarak, DSM-ll’de şizofreninin hafif şekilleri ola­
güçtür. Hasta aynı sözcüklerle ya da tutarsızca
rak görülen bozukluklar şimdi örneğin şizotipal
konuşabilir, bazen kahkaha ata­bilir. Duygula­
kişilik bozukluğu tanısı almaktadır.
nım düz ya da çok değişkendir, anlaşılamayan
Son olarak, DSM-IV, paranoid şizofreniyi (kı­
gülme ya da ağlama nöbetleri görülür. Hasta­
saca tartışılacaktır) ve sanrısal bozukluğu ay­
nın davranışları tümüyle çok düzensizdir. Ayak
rıştırmaktadır. Sanrısal bozukluktaki bir kişi kötü­
parmağına kurdele bağlayıp durmadan hareket
lük görme sanrılarından veya sanrısal kıskanç­
edebilir, hiçbir amaca yöne­lik olmadan etraftaki
lıktan (yani eşinin veya sevgilisinin aldattığına
yönelik kanıtlanmamış inançlardan) rahatsızlık eşyaları gösterebilir. Hasta sıklıkla her zaman
duymaktadır. Diğer sanrılar takip edilme, eroto­ ve her yerde kakasını, çişini yapacak kadar ge­
manik (yani kişinin başka birisinin, genellikle de rileyebilir. Banyo yapma­yarak, dişini fırçalama­
tamamen yabancı ve daha üst sosyo-ekonomik yarak ve saçını tarama­yarak görünüşünü tama­
düzeyde birisinin, kişiyi sevdiğine inanması) ve men ihmâl eder.
somatik (bir iç organın düzgün çalışmadığına
inanılması) sanrılarıdır. Paranoid şizofreninin KATOTANİK ŞİZOFRENİ
aksine, sanrısal bozukluğu olan kişi, konuşma Katatonik şizofreninin en önde gelen belir­
düzensizliği veya varsanı belirtilerini göstermez tileri daha önce de sözünü ettiğimiz gibi hareket
ve sanrıları daha az tuhaftır. Sanrısal bozukluk alanındadır. Bu kişiler katatonik hareketsizlik
oldukça seyrek görülür ve tipik olarak şizofre­ ve aşırı hareketlilik ve heyecan arasında gidip
niye göre daha ileri yaşlarda ortaya çıkar. Pek gelebilirler ancak her iki durum­da da motor be­
çok aile araştır­masında şizofreniyle, belki kalıt­ lirtiler ön plandadır. Katatonik reaksiyonun baş­
sal olarak, ilgili olduğu bulunmuştur (Kendler ve langıcı diğer tiplerden daha hızlı olabilir, ancak
Diehl, 1993). büyük bir olasılıkla daha önce gerçeklerden
Peki DSM-IV ölçütleri kültürler arasında uy­ kopma ve durgunlukla ilgili ipuçları göstermiştir.
gulanabilir mi? Bu soruya yanıt verebilecek Hareketsiz duran kata­tonik hastanın kol ve ba­
veriler Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) sana­ cakları sertleşip şişebilir. Hasta hiç tepkisiz gibi
yileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yap­tığı bir görünse de, çevrede olup biten her şeyi kayde­
araştırmada elde edilmiştir (Jablonsky ve ark., dip daha sonra anlatabilir. Eksitasyon dönemin­
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 281
√√

de katatonik hasta büyük bir sıkıntıyla sürekli mi şizofren davranışlardaki değişkenliği çözme­
dolaşarak anlamsızca durmadan konuşabilir. de en iyi yol olmamıştır.
Bugün şizofreninin bu formuna belki de garip DSM-IV’de ilave edilen alt tipler de, ayrış­
hareketlerin giderilmesinde ilaç tedavisinin ba­ mamış ve rezidüel (kalıntı) şizofreni tanım­
şarılı olması nedeniyle nadiren rastlanmak­tadır. larının gösterdiği gibi tam değildir. Ayrışmamış
Bu görüşe aykırı olarak Böyle (1991) yüzyılın şizofreni tanısı şizofreni tanı ölçütlerini karşıla­
başlarında bu durumun sık görülmesinin tanı yan, ancak daha önce tartışılan tiplere girme­
hatasını yansıttığını ileri sür­müştür. Özellikle yenler içindir. Rezidüel şizofreni tanısı, hasta
uyku hastalığı (encephalitis lethargia) ve kata­ artık şizofreni ölçütlerine tam uymadığı ama
tonik şizofreni arasındaki ben­zerlikleri belirle­ bazı belirtileri gösterdiği zaman kullanılır. Açık­
miş, birçok vak’anın tanısının daha önce yanlış çası şizofreni çok çeşitli olası belirtilerin görül­
konduğunu söylemiştir. düğü bir bozukluktur. Bleuler, bir değil birkaç çe­
şit bozukluk olduğunu düşündüren ve her birinin
PARANOİD ŞİZOFRENİ farklı etiyolojisi olan “şizofreni gru­plarından” söz
Akıl hastanelerine gelen hastaların önemli etmiştir.
bir kısmı paranoid şizofreni tanısı almakta­ Şizofrenlerdeki bu belirtisel değişkenlikten
dır. Belirgin sanrıların olması bu tanıda anahtar dolayı belirtileri alt tiplere ayırmaya olan ilgi sür­
rolü oynar. Genellikle kötülük görme (perseküs­ mektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi şu anda
yon) sanrıları vardır ancak bazen büyüklenme ilgi çeken sistem pozitif ve negatif belirti­lerin ay­
(grandiyöz) sanrıları gözlenebilir. Burada bi­ rıştırılmasıdır (Crow, 1980; Straus, Carpenter
reyler kendilerine verdikleri önemi, kudreti, bilgi­ ve Bartko, 1974). Andreasen ve Olsen (1982)
lerini, kimliklerini abartırlar. Ya da sanrısal kıs- elli iki şizofren hastayı değer­lendirmişler ve on
kançlık gösterip eşlerinin sadakatsiz olduğuna altısında çoğunlukla negatif belirtiler, on sekizin­
inanırlar. Sanrılara işitsel varsanılar eklenebilir. de pozitif belirtiler ve on sekizinde karışık belirti­
Bu hastalar sıklıkla etkilenme (referans) fikir­ lerin olduğunu bulmuşlardır. Bu veriler şizofreni
leri geliştirirler. Önemsiz olayları sanrısal bir tipleri hakkında konuşula­bileceğini göstermesi­
çerçeve içine koyup başkalarının ufak tefek ne rağmen, daha sonraki araştırmalar (örneğin,
davranışlarından kişisel anlamlar çıkarırlar. İşi­ Andreasen ve ark., 1990) şizofrenlerin çoğunun
tilen konuşma parçalarını kendilerine yorarlar, karışık belirtiler göster­diklerini ve böylece saf
genelde yürüdükleri güzer­gahta sık sık birine pozitif ve negatif tiplere uyan az hasta olduğunu
rastlamaları izlendikleri anlamına gelir. Televiz­ bulmuştur. Şizofreninin belirtileriyle ilgili yapılan
yonda gördükleri, gazetelerde okudukları onla­ son dönemdeki araştırmalar, iki değil üç boyu­
ra atıfta bulunur. Paranoid şizofrenler kavgacı, tun varlığını ortaya koymaktadır (Lenzenweger,
ajite, kızgın ve bazen şiddete yönelimlidirler. Dworkin ve Wthington, 1991). Bu araştırmalar,
Bazen başkaları­na karşı resmi, gösterişli ve pozitif ve negatif belirtilerin yanı sıra, tuhaf dav­
yoğun olsalar da duygusal olarak tepkilidirler. ranışlar ve düzensiz konuşmayı içeren, düzen­
Diğer şizofrenlere kıyasla daha dikkatli ve ko­ siz bir boyutun varlığını göstermiştir. Buna rağ­
nuşkandırlar. Sanrısal olsa da düşünce süreçle­ men, pozitif ve negatif belirtiler arasın­daki ayrım
ri parçalanmamıştır. (hasta türleri yerine), şizofreninin etiyolojisini
belirleme çalışmalarında artan bir oranda kulla­
ALT TİPLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ nılmaktadır. Şizofreninin etiyolojisinde kalıtımın,
Burada anlatılmış olan alt tipler bugünkü tanı dopaminin ve beyin hastalık­larının olası rollerini
sisteminde de temel olarak alınmaktadır, ancak tartışırken, bu ayrımın (pozitif-negatif belirtiler)
yararlığı birçok kişi tarafından sorgulanmak­ geçerliğine destek olur nite­likte kanıtlar sunaca­
tadır. Şizofreninin alt tip tanılarını koymak son ğız.
derece güçtür; bu da tanısal güvenirliğinin çok
azaldığı anlamına gelir. Ayrıca tiplerin yordama ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ
geçerliği düşüktür: Hastanın hangi tipte şizofre­
ni olduğunu bilmek tedavide yardımcı olacak ve Şizofrenlerin diğer normal kişilerden düşün­
sorunun gidişini aydınlatacak bilgileri vermez. me, konuşma, algılama ve hayal etme yönün­
Son olarak tipler arasında oldukça fazla binişik­ den nasıl farklılaştıklarını tartıştık. Şimdi de
lik vardır. Örneğin, her tip şizofrenide sanrılar düşüncelerindeki dağınıklık ve bağlantısızlık,
görülmektedir. Böylece Kraepelin’in alt tip siste­ uygunsuz duygu ya da duyguların yokluğu, ya­
282 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

nıltıcı sanrıları ve şaşırtıcı varsanıları nelerin İLKİZ ÇALIŞMALARI


açıklayabileceğini sormaya hazırız. Bu kitapta Tek yumurta ve çift yumurta ikizlerindeki
tartışılan diğer bozuklukların aksine psikanaliz bozukluğun birlikte görülme oranları da Tablo
gibi genel kuramsal çerçevelerin şizofreni araş­ 11.1’de verilmiştir. Tek yumurta ikizlerindeki oran
tırmalarındaki etkisi az olmuştur. Ancak etiyolo­ (%44.3) çift yumurta ikizlerine göre (%12.08)
jik araştırmaların belirgin alanları ayrıntılı olarak açıkça daha yüksektir, ancak yüzde 100’den
tartışılacaktır. Şizofreniye değişik yak­laşımlara düşüktür. Bu önemlidir, çünkü şizofrenideki bü­
örnek için Etiketleme Kuramı Odak 11.1’de kı­ tün hikaye kalıtsal geçişe bağlı olsaydı, kalıtsal
saca aktarılmıştır. olarak eş özellikleri taşıyan diğer ikiz de aynı
yazgıyı paylaşırdı. Bu kalıtsal araştırmaların ve­
KALITSAL VERİLER rileriyle tutarlı olarak, tek yumurta ikizlerinden
hasta olanın hastalığı ağırlaştıkça diğerinin şi­
İleride şizofreni tanısı alacak birini bulmak
zofren olma olasılığı artmak­tadır (Gottesman ve
istediğinizi ve davranış örüntüleriyle diğer belir­
Shields, 1972).
tileri bilmediğinizi farz edin. Paul Meehle (1962) İkizlerden toplanan verilerin yorumlanması ile
tarafından ortaya atılan bu problemin bir çözümü ilgili sorular bulunmaktadır. Bazıları tek yumur­
vardır. Şizofren tek yumurta ikizi olan birini bu­ ta ikizi olma yaşantısının şizofreniye yatkınlığı
lun. Şu anda şizofreniye olan yatkın­lığın kalıtsal arttırdığını ileri sürmüşlerdir. Eğer şizofreni bir
olarak geçtiğiyle ilgili iknâ edici çapta yayınlar kimlik sorunu olarak ele alınırsa, eş tek yumurta
bulunmaktadır. Diğer kalıtım araştırmalarında ikizi olmanın oldukça stresli olduğu tartışılabilir.
olduğu gibi bu araştırmalarda kullanılan yön­ Ancak şizofreninin sıklığı tekli ve ikiz doğum­
temler aile, ikiz ve evlatlık verme çalışmalarıdır. larında aynıdır. Eğer bu hipotez doğru olsaydı
Başlangıçta birçok büyük çaplı kalıtsal araştır­ yalnızca bir ikizi olmanın şizofreni olma riskini
manın DSM-IIl’ün yayınlanmasın­dan önce ya­ arttırması gerekirdi, hâlbuki bu doğru değildir
pıldığını belirtelim. Neyse ki kalıtsal araştırıcılar (Rosenthal, 1970).
örneklemleriyle ilgili geniş tanım­layıcı bilgi top­ Ancak en kritik yorumlama sorunu halen or­
lamışlar, böylece onlara yeni ölçütlere göre tek­ tadadır. İkizler birlikte yetiştirildikleri için ortak
rar tanı koyma olanağını sağlamışlardır. DSM-III kalıtsal etkenler yerine ortak sapkın çevre eş
ölçütlerine göre yapılan tekrar analiz daha önce hastalanma oranlarını açıklayabilir. Tek yumur­
varılan sonuçları doğrulamıştır (örn., Kendler ve ta ikizlerinde gözlenen yüksek eş hastalanma
Greenberg, 1984). oranlarının kalıtsal yorumunu destekleyen ze­
kice bir analiz Fisher (1971) tarafından yapıl­
AİLE ÇALIŞMALARI mıştır. Fisher şöyle bir akıl yürütmüştür: Eğer
Tablo 11.1 şizofren akrabası olanların şizof­ bu oranlar kalıtsal bir geçişi yansıtıyor­larsa, ikizi
reni geliştirme riskini göstermektedir. Tablodaki şizofren olduğu halde kendisi şizofren olmayan
verilen yüzdeleri değerlendirirken genel popü­ tek yumurta ikizlerinin çocuk­ları da yüksek şi­
lasyondaki şizofreni riskinin yüzde birden biraz zofreni riski altındadır. Şizofren olmayan ikizler,
az olduğu hatırda tutulmalıdır. Açıkça görüldü­ davranışta ifade edilmese de şizofreni genotipi
ğü gibi şizofrenlerin akrabaları daha yüksek risk taşıyacaklar ve çocuklarına yükselmiş riski ge­
taşımaktadırlar ve risk akra­balık ilişkisi arttıkça çireceklerdir. Bu çeşit bir akıl yürütmeyle tutarlı
yükselmektedir. Daha yeni veriler Tablo 11.1’de olarak, şizofren olmayan ikiz eşlerinin çocukla­
gösterilenleri doğrulamak­ta ve erken doğum ya­ rında şizofreni ve şizofreni benzeri psikoz oran­
pan kadınların olduğu ailelerde bu riskin arttığı­ ları %9.4 olarak bulunmuş­tur. Bu oran şizofren
nı göstermektedir (Sham ve ark., 1994). Böyle­ olan ikizlerin çocuklarında %12.3’tür. Biraz daha
ce aile yöntemiyle toplanan veriler şizofreniye yüksek olan bu oran ista­tistiksel olarak anlam­
yatkınlığın kalıtsal yolla geçişini desteklemiştir. lı değildir. Her iki oran da genel nüfustakinden
Ancak şizofren­lerin akrabaları yalnızca genleri önemli ölçüde daha yüksektir.
değil yaşantıları da paylaşmaktadır. Şizofren Dworkin ve arkadaşları önemli ikiz araştır­
ana babanın davranışları, gelişen bir çocuk için malarını daha önce sözü edilen pozitif ve ne­
çok rahatsız edici olabilir. Yüksek hastalanma gatif belirti ayırımına göre yeniden analiz ettiler
oranında çevrenin etkisi alternatif bir açıklama (Dworkin ve Lenzenweger, 1984; Dworkin ve
olarak göz ardı edilemez. ark.,1987). İkizlerin yayınlanmış vak’a öykü­
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 283
√√

ODAK 11.1 ETİKETLEME KURAMI

Scheff (1966), şizofreninin geleneksel kavramsal- patiyle bakılırlar ve hiçbir sorumluluk verilmezler.
laştırılma biçiminden radikal bir şekilde uzaklaşa- Böylece, hastaneye yatırıldıklarında, kendilerini akıl
rak, bozukluğun öğrenilmiş sosyal bir rol olduğunu hastası olarak görürler ve kendilerinden beklenildiği
öne sürmektedir. Etiketleme Kuramı (labeling theory) şekilde çılgınca davranmaya başlarlar.
olarak da bilinen bu yaklaşım, etiyoloji ile ilgilenme-
Scheff’in kuramının insana hitap eden sezgisel bir
mektedir. Scheff’e göre, şizofrenideki ana etken, kişiye
yönü vardır. Psikiyatrik bir kurumda belli bir süre ça-
tanıyı içeren bir etiket yapıştırmaktır. Bu etiket, kişinin
daha sonra akıl hastalığı kalıpyargılarına dayalı ola- lışan pek çok kişi tanı koyma sürecinin yanlış kullanıl-
rak davranmasına neden olur. Bunun da ötesinde, di- dığına tanık olmuştur. Hastalar bazen hak etmedikleri
ğer kişilerin hastaya nasıl davranacaklarını da etkiler. tanılar alabilmektedir.
Dolayısıyla sosyal rol, etiketleme yoluyla hastalığın Ancak Scheff’in kuramının ciddi sorunları var-
kendisi olur. Scheff, tanı olmadan sapkın davranışın dır. Şizofreniyi anlamamızda en fazla ikinci derecede
–kendi deyimini kullanacak olursak kalıntı (rezidüel) önemli olabilir. İlk olarak, Scheff sapkın davranışlara,
kuralsızlıkların- kalıcı olamayacağını öne sürer. Bü- artık kuralları bozma olarak bakmaktadır ve onun an-
yük olasılıkla bu davranış biçimi geçici ve önemsiz
lattığı şekliyle de bu doğru bir bakış açısıdır. Ancak,
olacaktır.
şizofreniye kalıntı kuralları bozmak olarak bakmak,
Scheff, kalıntı kuralsızlık deyimiyle, çalmanın kötü
olması, hakçalığın iyi olduğu, şiddetin kötü olduğu ciddi bir bozukluğu küçümsemektir. İkincisi, etiketlen-
gibi açık ve bilinen kuralların tümünün ötesindeki meyen kural bozma davranışlarının, öne sürüldüğü
kuralları anlatmak istemektedir. Örnekler sayısızdır. gibi, geçici olduğuna dair bir bulgu yoktur. Üçüncüsü,
“Kalabalık bir kaldırımda boş boş bakarak hareketsiz akıl hastalıklarıyla ilgili toplumsal yargıların zarar-
durma”, “Şarküterinin camekânındaki ışıklı bira ya- lı olduğuyla ilgili bilgiler tutarsızlık göstermektedir
zısıyla konuşma”, “Piyanoya tükürme” gibi. Scheff, (Gove, 1979).
kalıntı kuralların bir defalık bozulmasının oldukça Etiketleme kuramının önemli bir bağıntısı da, kül-
sık görüldüğünü belirtmektedir. Ancak normal kişi-
türel göreliliktir. Bu görüşe göre, farklı kültürlerde
ler, şanssızlıktan veya yanlış yargılardan dolayı bu
anormalliğin tanımı farklı olmalıdır. Etiketleme kura-
davranışları yaparken yakalanırlar ve akıl hastası
olarak tanı alırlar. Bir kez böyle tanımlandıklarında, mı taraftarları, bir şamanın hayallerinin, bir şizofre-
bu sosyal rolü kabullenirler ve akıllıların arasına geri nin varsanılarından farklı olmadığını, ancak kültürel
dönmeleri zordur. Kendilerine iş verilmez ve herkes farklılıklardan dolayı çok daha olumlu değerlendiril-
geçmişlerini bilir. Hastanede ilgi odağı olurlar, sem- diğinin altını çizecektir.

lerinden çıkarılan pozitif ve negatif belirti de­ Ayrıca, şizofren annelerin çocuklarını yerleşti­
recelendirmeleri eş hastalanma gösteren ve ren aynı evlat edindirme kurumundan 50 kontrol
göstermeyen ikizlerde karşılaştırmıştır. Pozitif denek seçilmiştir. Kontrol grubu şizofrenlerle
belirtilerde farklılık görülmemiş, ancak negatif cinsiyet, yerleştirildikleri yer, kurumda geçirilen
belirtilerde birlikte görülme oranı daha yüksek süre açısından eşleştirilmiştir. Kırk yedi deneğin
bulunmuştur. Bu bulgular negatif belirtilerin po­ hepsi 1915 ve 1945 arasında doğmuştur.
zitif belirtilere göre daha kuvvetli kalıtsal bileşe­
ni olduğunu düşündürmektedir.
TABLO 11.1 Şizofreninin genetiği ile ilgili olarak
yapılan aile ve ikiz çalışmalarının özeti
EVLAT EDİNME ÇALIŞMALARI
Kişiye Yakınlık Şizofrenik Yüzdesi
Şizofren anababaların çocuklarının bebek­
Eş 1 .00
likten itibaren evlat edinen ana babalar tarafın­
Torun 2.84
dan yetiştirilmesini inceleyen araştırmalar, olası
sapkın çevre faktörünü dışlayarak şizofrenide Yeğen 2.65

genlerin rolüyle ilgili daha iknâ edici bilgiler sağ­ Çocuklar 9.35
lamaktadır. Heston (1966) şizofren annelerin Kardeşler 7.30
hastanedeyken doğurduğu 47 kişiyi izleyebil­ Çift yumurta ikizleri 12.08
miştir. Bebekler doğumda annelerinden ayrılmış Tek yumurta ikizleri 44.30
ve onları evlat edinen kişilerce büyütülmüştür. Kaynak: Gottesman, McGuffin ve Farmer, 1987.
284 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

Bu ve benzeri savlar, Murphy (1976) tarafından


Eskimo ve Yoruba’ları incelediği araştırmasında ele
alınmıştır. Etiketleme kuramının beklentisinin aksine,
iki kültürde de şizofreni tanımına benzerlik gösteren
bir delilik kavramı vardır. Eskimolar buna nuthkavi-
hak demektedir ve bu durum kendi kendine konuşma-
yı, konuşmayı reddetmeyi, sanrısal inançları ve garip
davranışları içermektedir. Yoruba’ların were kavramı
da benzer belirtilerle tanımlanmaktadır. Her iki kül-
türde de şamanlar vardır ancak onların davranışlarıy-
la delilik arasında kesin bir ayrım yapılmaktadır.
Etiketleme kuramıyla ilgili son bir bakış açısı, ünlü
bir şizofreni kuramcısı olan Paul Meehl’in arkadaşla-
rının aktardığı bir öyküde bulunmaktadır. Paul Meehl
kalıtım ve şizofreni hakkında bir konferans verirken
birisi onu durdurup, şizofrenlerin başkaları onları
şizofren olarak etiketlediği için delice konuştuklarını
düşündüğünü söylemiş. Meehl aşağıdaki tepkiyi ver-
miş:
Orada durdum ve ne söyleyeceğimi bilemedim.
Aklıma bir parmağını “düşünceleri dışarı kaçmasın
diye” anüsüne sokan ve diğer eliyle de babasının ol-
duğunu düşündüğü saçlarını yolan bir hasta geldi.
Bazı yazarlar, şamanların hayallerinin şizofrenlerin Şimdi burada bu adam, hastanın bunları birisinin ona
sanrılarıyla aynı olduğu görüşünü savunmuşlardır. Ancak şizofren demesi sonucunda yaptığını öne sürüyordu.
Murphy’nin araştırması şamanların davranışlarının Ona ne diyebilirdim ki? (Kimble, Garmezy ve Zigler,
psikopatolojiden açık bir şekilde ayrıştırıldığını göstermiştir.
1980; s. 453.)
Sonuç olarak, etiketleme kuramı pek fazla destek
bulmamıştır. Şizofreninin, tanı koyanlar ve hastane
personeli tarafından pekiştirilen bir rol üstlenme ol-
duğuna dair yeterli kanıt yoktur.

1964’te yapılan izleme değerlendirilmesinde nılarının da daha yüksek oranda konduğu bu­
görüşme, MMPI, zekâ testi, sosyal sınıf derece­ lunmuştur (Tablo 11.2). Daha çok suç işlemiş,
lendirmesi ve buna benzer ölçekler kul­lanılmıştır. hapis­hanede daha uzun bulunmuş ve asker­
Her bir deneğin dosyası birbirinden bağımsız iki den daha sıklıkla psikiyatrik nedenlerle uzak­
psikiyatr tarafından derece­lendirilmiş ve üçün­ laştırılmışlardır. Heston’ın araştırması şizofreni­
cü değerlendirme Heston tarafından yapılmış­ de kalıtsal faktörlerin önemini açıkça destekle­
tır. Genel yeti yitimi derece­lendirmeleri 0 ile 100 mektedir. Patolojik anneleriyle temas etmeden
arasında yapılmış, mümkün olduğu zaman ta­ büyüyen çocukların kontrollere göre şizofren
nılar verilmiştir. Kontrol grubundaki deneklerde olma olasılığı yine de daha yüksektir.
Heston’ın çalışmasına benzer bir araştırma
şizofren annelerin çocuklarına göre daha az
Danimarka’da Kety’nin başkanlığında yürütül­
yeti-yitimi gözlenmiştir. Benzer şekilde şizofren
müştür (Kety ve ark., 1976, 1994). Araştırma,
hastaların 47 çocuğundan 31 tanesi (%66), 50
erken yaşta evlat edinilen kişilerin kayıtlarını
kontrol deneğin yalnızca 9 tanesi (%16.6) tanı
toplamakla başlamıştır. Daha sonra şizofre­
almıştır1. Şizofren annelerin çocuklarının şizof­
ni tanısı alan ve psikiyatrik bir hastanede ya­
reni tanısı alma olasılığının daha yüksek olması tan kişiler indeks vak’ası olarak seçilmişlerdir.
yanında geri zekâlı, psikopatik ve nevrotik ta­ Araştırmacılar geri kalan vak’alardan psikiyatrik
öyküsü olmayan ve yaş ve cin­siyet gibi değiş­
1
Yüzde 16,6 yaşa göre düzeltilmistir. Bu süreçle ham veriler katılımcıların yaşını
da hesaplamaya katmak için düzeltilmektedir. Heston’un örneklemindeki bir kişi kenler açısından eşleştirilen bir kontrol gru­
değerlendirme sırasında yirmi dört yaşındaysa, yaşamının ilerleyen yıllarında şi-
zofreniye yakalanabilir. Yaş düzeltme işlemi bu olasılığı hesaplamaya katmak için
bu seçmişlerdir. Her iki grupta hem evlat edi­
kullanılmaktadır. nen hem de biyolojik anababalar, kardeşler ve
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 285
√√

TABLO 11.2 Erken Bebeklikte Annelerinden Ayrılmış Katılımcılar


Değerlendirme Şizofren Anneden Doğmuş Kontrol Grubu
Katılımcı sayısı 47 50
İzlemde ortalama yaş 35.8 36.3
Genel engellilik puanı (düşük puan daha ağır patolojiyi
65,2 80.1
belirtir)
Şizofren tanısı alanların sayısı 5 0
Zihinsel olarak kusurlu tanısı alanların sayısı 4 0
Psikopat tanısı alanların sayısı 9 2
Nevrotik tanısı alanların sayısı 13 7

Kaynak: Heston (1966).

yarı kardeşler bulundu ve içlerinden psikiyatrik Bu analizde şizofreni geninin hangi


bir bozukluğu olanlar tespit edildi. Beklenildiği kromozom­da olduğunu bulmak için aile ağacı
gibi endeks vak’alarının biyolojik akrabalarında incelen­mektedir. Bu yöntemle olumlu sonuçlar
genel nüfusa göre daha çok şizofreni tanısına rapor edilmiş olup, şizofreni 6 numaralı kro­
rast­landı. Evlat edinenlerin akrabalarında böyle mozomla ilişkilendirilse bile (Buckley ve ark.,
bir durum gözlenmedi. 1996), bu sonuçlar daha önce tekrarlanama­
mıştır (Kendler ve Diehl, 1993), çünkü bu yön­
KALITSAL VERİLERİN temin başarılı olabilmesi için, yatkınlığın tek bir
DEĞERLENDİRİLMESİ gen veya küçük bir gen grubu tarafından aktarı­
Şimdiye kadar toplanan bütün veriler şizofre­ lıyor olması gerekmektedir ve bu öngörü yanlış
nide kalıtsal faktörlerin önemli olduğunu göster­ olabilir.
mektedir. Daha önceki ikiz ve aile çalış­maları, İkincisi kalıtsal yatkınlığın doğası bilin­
çevresel etkenlere vurgu yapanların eleştirdiği memektedir. Bazı insanları şizofreni için riske
gibi yetiştirmenin önemini tanımama hatasını atan tam olarak ne aktarılmaktadır? Bu soruya
yapmışlardır. Ancak şizofren anaba- baların yanıt bulmanın bir yolu şizofreni hastalarının ya­
evlat edinilmiş çocuklarını inceleyen ve evlat kınlarını incelemektir. Bozukluğa yakalan­mamış
edinilmiş şizofrenlerin akrabalarını izleyen daha olsalar da, kalıtsal olarak şizofreniye yakalan­
sonraki araştırmalar, çevrenin yanlı etkisi­ni or­ ma riski taşıyan bu insanlar, kalıtsal yatkınlık
tadan kaldırarak kalıtsal geçişin önemini göster­
hakkında bilgi verebilirler. Önemli bir araştırma
mişlerdir.
alanı, gözlerin, mesela sarkaç gibi hareket eden
Bu bulgulara rağmen şizofreninin tamamen
bir şeyi ne kadar iyi takip ede­bildiğidir. Şizofren
kalıtsal geçişle ortaya çıkan bir bozukluk olduğu
hastalar bu görevi başarısız bir şekilde yerine
sonucuna varamayız çünkü fenotip ve genotip
getirmektedirler; birinci derece yakınlarının yüz­
ayırımını hatırda tutmamız gerekmek­tedir. Bö­
de ellisi de (Holzman ve ark., 1984) aynı durum­
lüm 2’de anlatılan yatkınlık-stres mod­eli şizof­
dadır. Gözle izlemenin önemi, kalıtsal faktörler
reninin etiyolojisiyle ilgili kuram ve araştırmaları
yönlendirmekte yardımcı olabilir. Kalıtsal faktör­ tarafından etk­ilendiğinin gösterilmesiyle de
ler davranış bozuklukları için ancak yatkınlaştı­ desteklenmiştir (Lacano ve ark., 1992). Yetersiz
rıcı olabilirler. Bunun gözlenebilir bir patolojiye gözle takip etme yetisi, beynin frontal loblarında
dönüşmesi için stres gerekmektedir. bir sorunu yansıtıyor olabilir.
Şizofrenideki kalıtsallıkla ilgili araştırmaların Kalıtsal verilerdeki sorunlar ve bir araya gel­
bir takım başka sınırlılıkları da vardır. Birincisi, meyen bulgulara rağmen onları göz ardı etmek
şizofreniye ait bir yatkınlığın nasıl aktarıldığının doğru olmayacaktır. Burada gündeme getirilen
belirlenmesi mümkün olmamıştır. Bu aktarım pek çok eleştiri, diğer bozuklukların kalıtsal
bir tek genle mi olmaktadır (ve eğer öyleyse, bu araştırmalarında da vardır. Kalıtsal yatkınlık ve
baskın mı yoksa çekinik bir gen midir?) yoksa şizofreninin görülme sıklığı arasın­daki güçlü ko­
bir grup genin bileşimiyle mi? Bu nokta özellik­le relasyon, şizofreninin nedenleri hakkındaki bil­
bağıntı (linkage) analizi için önemlidir. gilerin en güçlü halkası gibi görünmektedir.
286 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

BİYOKİMYASAL FAKTÖRLER2
Şizofrenide kalıtsal faktörlerin rolünün gös­
terilmesi de biyokimyasal etkenlerin araştırıl­
ması gereğini düşündürmüştür, çünkü kalıtım
biyolojik ve kimyasal süreçlerle etkisini gösterir.
Olası biyokimyasal nedenlerin süregelen ge­
niş çaplı arayışlarında anahtar bir güçlük var­
dır. Eğer şizofrenlerde değişik bir biyokimyasal
madde bulunur, kontrollerde bulunmazsa, biyo­
kimyasal işleyişteki fark, bozukluk yerine üçün­
cü bir değişken tarafından ortaya çıkarıla­bilir.
Örneğin şizofren hastaların çoğu psikoaktif ilaç
kullanmaktadırlar. Bu çeşit ilaçların kesilmesin­
den sonra davranışlar üzerindeki etkilerinin ça­ Kişinin hareket eden bir cismi takip etme gözlemlemeye yarayan
bucak azalmasına rağ­men, kanda izleri sürebi­ aygıt. Bu yeti hem şizofrenlerde hem de yakınlarında bozuktur:
lir ve şizofrenler ve normaller arasındaki farkın bu bulgu gözle takip yetisinin bozukluk için kalıtsal bir işaret
olabileceğini gösterir.
şizofreniye atfedilmesi güçleşir. Uzun süreli ilaç
tedavisi nöral iletişim sürecinde de değişikliklere sinir yolundaki dopamin aktivitesinin az düzey­
yol açabilir. Ayrıca kurumlarda kalan şizofrenler
de bulunmasına bağlı olduğu bilinmektedir. Bu
kontrollere göre daha çok sigara, kahve içebilir,
nedenle fenotiazinlerin dopamin aktivitesini dü­
daha dengesiz beslenebilir ve daha hareketsiz
şürdüğü sanılmak­tadır. Fenotiazin molekülü do­
olabilirler. Bütün bu değişkenler şizofren ve kon­
pamin molekülüyle yapısal benzerlik gösterdiği
trol denekleri arasındaki farklılığa yol açabilir ve
için, dopamin yollarındaki postsnaptik alıcılara
şizofrenlerde anormal biyokimyasal madde ara­
uyarak onları bloke ettiği düşünülmektedir. Şi­
ma çalışmalarını karıştırabilirler.
zofrenlere yardımcı olan ilaçların etkisiyle ilgili
Bütün bunlara rağmen şizofreninin biyokim­
spekülasyondan, şizofreninin dopamin yolların­
yasal nedenlerinin aranması hızla sürmektedir.
daki aşırı aktivitenin sonucu olması görüşüne
İlerleyen teknoloji biyokimya ve davranış ara­
atlanmıştır.
sındaki ilişkiyi anlamamıza yardım­cı olmakta­
Şizofreninin dopamin aktivitesi kuramına
dır. Hali hazırdaki araştırmalar norepinefrin ve
dolaylı bir destek amfetamin psikozu üzerinde­
serotonin gibi nörotransmitterleri araştırmaya
ki yayınlardan gelmektedir. Amfetaminler para­
devam etmektedir. Günümüzde hiçbir biyokim­
noid şizofreniye benzer bir durum ortaya çıka­
yasal kuramın tam desteği yok­tur. Ancak şizof­
rabilir ve şizofreni belirtilerini alevlendirebilirler
reninin biyokimyasal neden­leriyle ilgili çok çaba
(Angrist, Lee ve Gershon, 1974). Anfetaminlerin
gösterilmeye devam edildiği için, en iyi araştırı­
sinaptik boşluğa katekolamin boşaltarak ya da
lan etkenlerden biri olan dopamini gözden ge­
aktivasyona geçmelerini engelleyerek çalıştıkla­
çireceğiz.
rı düşünülür. Amfetaminin psikoz ortaya çıkarıcı
etkisinin norepinefrin değil, dopamin üzerinden
DOPAMİN AKTİVİTESİ olduğundan eminiz, çünkü fenotiazinler amfeta­
Şizofreninin bir nörotransmitter olan dopa­ min psikozunun antidotudur.
minle ilişkili olduğu kuramı büyük çapta şizof­ Yukarıda tartışılan verilere dayanarak araştır­
reni tedavisinde kullanılan ilaçların etki yolu macılar önceleri şizofreninin dopamin fazlalığı
üstündeki bilgilere dayanmaktadır. Terapötik nedeniyle ortaya çıktığına inanmışlardır. Ancak
olarak etkin olan ilacın biyokimyasal aktivitesi başka araştırmalardaki gelişmeler bu kuramı
anlaşılırsa, bozukluğa yol açan süreç hakkında desteklememiştir. Mesela, dopaminin önemli
da tahminde bulunabiliriz. Fenotiazinler hasta­ bir metaboliti olan homovanillik asit (HVA) şizof­
lığın belirtilerini azaltmaları yanında Parkinson ren hastalarda daha fazla miktarda bulunmadı
hastalığına benzer yan etkil­er de ortaya çıka­
(Bowers, 1974).
rırlar. Parkinson hastalığının beyindeki belirgin
Bu gibi veriler ve insanlardaki nörokimyasal
2
Bu bölüm tekniktir ve biyokimya çalışmamış okurlar için takip edilmesi zor olabi- değişkenleri incelemede gelişen teknoloji, araş­
lir. Bu alanda altyapısı olanlar için detayları vermek istiyoruz; bu altyapıya sahip
olmayanlar içinse en azından biyokimyasal etken araştırmalarının arkasındaki
tırmacıları şizofreninin ortaya çıkış neden­leri
mantığı ve eğilimleri aktarabilmeyi umuyoruz. için dopamin fazlalığı yerine, fazla sayıda veya
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 287
√√

Katekol
Bölümü

Zincir Zincir

Şekil 11.1 Klorpromazin (bir fenotiazin) (a) dopamin (b), ve ikisinin üst üste gelmesinin (e) x ışını kristalografi yöntemi kullanarak
yapılmış analizleri. Klorpromazin, dopamin reseptör bölgelerine yerleşerek, dopamin aracılığıyla yapılacak itki ulaşımını
engellemektedir. Horn ve Snyder’den (l971) uyarlanmıştır.

aşırı duyarlı dopamin reseptörlerine (alıcı) yö­ dır. Şizofreniye en uygun olan aşırı dopamin ak­
neltmiştir. Fenotiazinlerin eylem biçimlerine dair tivitesi mesolimbik yolda yer alır (Şekil 11.2’ye
araştırmalara bakıldığı zaman, dopaminerjik bakınız). Fenotiazinin pozitif belirtiler üzerindeki
reseptörlerin, dopamin miktarından daha fazla terapötik etkisi buradaki dopamin reseptörle­
bozukluğun odağında olduğu gözlenmek­tedir. rinin bloke edilmesine bağlıdır. Mezokortikal
Şizofren hastaların PET taramalarına ve ölüm dopamin yolları aynı beyin böl­gesinden çıkar
sonrası beyin çalışmalarına bakıldığı zaman, ancak prefrontal bölgeye kadar uzar. Prefrontal
dopamin reseptörlerinin ya sayısında artma korteks de dopaminle donan­mış limbik alanlara
gözlenmekte ya da bu reseptörelerin hiperaktif yansır. Prefrontal korteksdeki bu dopamin nö­
hale geldikleri görülmektedir. ronları, daha az aktivite göstererek limbik alan­
Fazla sayıda dopamin reseptörleri şizofreni­ daki dopamin nöronları üzerindeki bastırıcı kon­
nin tüm belirtilerini ortaya çıkarıcı bir etken ol­ trolü yerine getiremezler. Prefrontal korteksteki
mayabilir; bunların daha çok pozitif belirtilerle dopamin aktivitesinin azalması, şizofreninin ne­
ilişkili olduğu görülmektedir. Bazı araştırmalar gatif belir­tilerini de ortaya çıkartabilir. Bu görüş,
amfetaminlerin bütün hastalarda belirtileri arttır­ şizofren hastada hem pozitif hem de negatif
madığını bulmuştur (Örneğin, Kometsky, 1976). belirtilerin olmasını kapsaması yönünden avan­
Bir araştırmada amfetamin verildikten sonra be­ tajlıdır. Ayrıca fenotiazin prefrontaldeki dopamin
lirtilerin azaldığı bildirilmiştir (Kammen ve ark., nöronları üzerinde etkili olmadığı için, negatif
1977). Ayrıca fenotiazinlerin hastaların yalnızca belirtilerin tedavisinde de etkili olmayacağını
bir grubunda yararlı olduğu gösterilmiştir. Her bekleriz. Son olarak şizofrenlerin beyinlerinde­
iki durumda da elde edilen farklı bulgular daha ki yapısal bozuklukları inceleyen araştırmala­
önce söz ettiğimiz pozitif- negatif belirti ayırı­ rı gözden geçirdiğimizde, bu iki alan arasında
mıyla ilişkilidir. Amfetaminler pozitif belirtileri önemli bağlantılar olduğunu göreceğiz.
kötüleştirir, negatif belirtileri daha iyiye doğru
etkiler. Fenotiazinler pozitif belirtileri azaltırlar BİYOKİMYASAL ALANIN
ancak negatif belirtiler üzerindeki etkileri açık DEĞERLENDİRİLMESİ
değildir; bazı araştırma­cılar herhangi bir yara­ Bu yeni gelişmelere rağmen dopamin hipo­
rının olmadığını bul­muşlar (örn. Haracz, 1982) tezi doğrulanmış sayılamaz, çünkü başka bazı
ve bazılara da olum­lu etki bildirmişlerdir (örn. etkileri açıklamada yetersiz kalmaktadır. Örne­
VanKammen ve ark., 1987). Dopamin kuramı­ ğin, fenotiazinler bir kaç hafta boyunca yavaş
nın genel olarak şizofreninin pozitif belirtilerine yavaş pozitif belirtileri azaltmaktadır, ancak ilaç
uyduğu görülmektedir. çabucak dopamin reseptörünü bloke etmekte­
Dopamin kuramıyla ilgili yeni gelişmeler (Da­ dir ve bir kaç hafta sonra toleransın gelişmesi
vis ve ark., 1991) alanı genişletmiştir. Temel gerekir (Davis, 1978). Bu kuram çerçevesinde
değişiklik dopamini transmiter olarak kullanan fenotiazinin davranışsal ve farmakolojik etkileri
nöral yolların farklı olmalarının anlaşılmasında­ arasındaki farklılığı anla­mak zordur.
288 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

Cingulate Kıvrım

Mezokortikal Yolak

Prefrontal Korteks

Ventral
Tegmental Alan
Hipotalamus
Hipokampus

Mezolimbik Yolak

Amigdala

Şekil 11.2 Beyin ve şizofreni, Mezokortikal yolak ventral tegmental bölgeden başlar ve prefrontal kortekse devam eder. Mezolimbik
yolak da ventral tegmental bölgede başlar ancak hipotalamus, amigdala, hippokampus ve accumbens çekirdeğine devam eder.

Fenotiazinlerin tedavide etkili olmaları için


dopamin aktivitesini normalin altına düşürme­ Prefrontal Kortekste Beyin
Hasarı
si ve böylece Parkinson yan etkilerini çıkart­
masının gerekli olması da şaşırtıcıdır. Kurama
göre dopamin düzeylerini ya da faaliyetini nor­
Prefrontal Kortekste Dopimin Şizofreninin Negatif
male indirmek terapötik etki için yeterlidir. Nöronu Aktivitesinde Azalma Belirtileri
Ayrıca, daha sonra tanımlayacağımız gibi,
şizofreni tedavisinde kullanılan yeni ilaçlar se­
rotonin gibi yeni nörotransmitterleri bu rahat­
Baskılayıcı Kontrol
sızlığın gündemine getirmiştir. Dopamin nöron­ Mekanizmasından Mezolimbik
Şizofreninin Pozitip
Belirtileri
Dopamin Nöronu Salgısı
ları, genellikle, diğer nöral sistemlerin faaliyet­
lerini düzenlemek amacıyla çalışırlar. Örneğin,
prefrontal kortekste GABA nöronlarını düzen­ Şekil 11.3 Şizofreninin dopamin kuramı.
lerler. Benzer bir biçimde serotonin nöronla­
rı mezolimbik yolaktaki dopamin nöronlarını
düzenler. Bu nedenle, dopamin, içinden çıkıl­ lerinin düşük olduğu görülmüştür (Tsai ve ark.,
mayacak denli karmaşık bir yapının sadece bir 1995). Uyuşturucu bir madde olan PCR, şizof­
parçası olabilir. renidekine benzer bir psikotik durum ortaya çı­
İnsan beynindeki yaygın bir transmiter olan karabilmekte ve bu etkiyi glutamat reseptörü ile
glutumat da bu bozuklukta rol oynuyor olabilir. etkileşime geçerek ürettiği bilinmektedir.
Şizofreni hastası olan kişilerin beyin omurilik sı­ Böylece, dopamin açıklaması en geniş şe­
vılarında glutumat düzeyinin düşük olduğu tes­ kilde araştırılan biyokimyasal görüş olmasına
pit edilmiştir. Ayrıca, ölüm sonrası çalış­malarda rağmen tek başına şizofreniye yönelik kapsam­lı
glutumat üretimi için gerekli olan pro­tein enzim­ bir biyokimyasal kuram değildir. Şizofreni, algı,
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 289
√√

biliş, motor aktivitesi ve sosyal davranışı kap­ prefrontal kortekste olduğunu göstermektedir
sayan oldukça geniş bir belirti yelpazesinde (Benes ve ark., 1992).
(spektrum) kendini göstermektedir. Bu neden­le, CT ve MRI çalışmalarında elde edilen imge­
dopamin gibi tek bir nörotransmitterin tümünü ler daha da etkileyicidir. Araştırmacılar bu yeni
açıklaması olası değildir. Şizofreni araştırmala­ aletleri yaşayan şizofrenlerin beyinlerine uygu­
rı, dopamine verilen önemden uzak­laşıp, daha lamada hiç zaman kaybetmemişlerdir. Şimdiye
geniş bir biyokimyasal alana yayıl­maya başla­ kadar yapılan çalışmalarda yaşayan beyin do­
mıştır. Bu alanda, glutamat ve sero­tonin, önce­ kusu imgeleri, tutarlı olarak bazı şizofrenlerin,
likli araştırma konuları arasında sayılabilir. özellikle erkeklerin (Andreasen ve ark., 1990)
beyinde yıkım ya da atrofiyi düşündüren, ventri­
BEYİN VE ŞİZOFRENİ küllerde genişleme ve limbik yapılarında hacim
azalması olduğunu göster­miştir (Chua ve Mc­
Şizofreninin oluşumundaki nedenin beyin Kenna, 1995; Gur ve Pearlson, 1993)3. Geniş
anomalisi olabileceğinin araştırılması bu send­ ventriküller ise nöropsikolojik test performansın­
rom tanınır tanınmaz başlamıştır. Ancak, söz da düşüklük, hastalık öncesi bozuk uyum ve ilaç
konusu araştırmalar tekrarlandığında aynı so­ tedavisine olumlu cevap vermemeyle ilişkilidir
nuçlar elde edilemediği için bu çalışmalar ümit (Andreasen ve ark., 1982; Weinberger ve ark.,
verici olmamıştır. Yıllar geçtikçe bu araştır­ 1980). Ancak, hangi ventriküllerin genişlediği
malara ilgi de azalmıştır. Bununla birlikte son tam olarak bilinmemektedir. Ayrıca, ventrikül­
yirmi yıldır bazı yöntemsel gelişmelere bağlı lerin genişlemesi diğer psikotiklerin CT’lerinde
olarak alana ilgi artmış ve bazı ümit verici kanıt­ de görülmektedir ve yalnızca şizofreniye özgü
lar ortaya çıkmıştır. Şizofrenlerin bir bölümünde değildir (Reider ve ark., 1983) (Odak 11.2’ye
gözlenebilir beyin patolojisi bulunmuştur. bakınız).
Şizofren hastaların beyinlerinin ölümden Geniş ventriküllerle ilgili bir başka kanıt, şi­
sonra incelenmesi bu çeşit kanıtların kay­ zofreni açısından uyum göstermeyen 15 tek yu­
naklarından biridir. Bu çalışmalar tutarlı olarak murta ikiz çiftinin MRI çalışmasından gelmiştir
şizofrenlerin beyinlerinde anomalilerin olduğu­ (Suddath ve ark., 1990). On beş çiftten on iki­
nu göstermesine rağmen, olası sorunun belir­ sinde şizofren ikiz yalnızca MRl’a bakılarak bu­
ginleştirilmesi araştırmadan araştırmaya değiş­ lunabilmiştir. İkizler kalıtsal olarak aynı oldukları
mektedir (Weinberger ve ark., 1983). Ancak en için veriler aynı zamanda bu beyin anomalisinin
tutarlı bulgular yapısal sorunların amigdala ve kalıtsal olmadığını düşündürmektedir.
hipokampus gibi temporal-limbik alanlarda, ve Çeşitli veriler prefrontal korteksin de çok
önemli olduğunu düşündürmektedir. Sulkinin
Şizofren (alt resim) ve sağlıklı (üst resim) kişilerin her iki beyin incelendiği çalışmalarda genel değil ama pref­
yarımküresindeki bölgesel kan akış, arasındaki fark. Ölçümler, rontal atrofi bulunmuştur (Doran ve ark., 1985).
prefrontal korteksi aktive etmesi beklenen Wisconsin Kart Eşleme
testi sırasında alınmış ve beyin kan akımındaki değişim yüzde Çeşitli beyin bölgelerinde glukoz aktivitesinin
olarak verilmiştir. Normal kişiler daha fazla prefrontal korteks incelendiği PET araştırmalarında, şizofrenlerin
aktivasyonu göstermişlerdir. Kaynak: Weinberger. Berman & prefrontal kortekste düşük metabolik oranlar
lllowsky. 1988.
gösterdikleri bulunmuştur (Bucksbaum ve ark.,
1984). Benzer şekilde Wisconsin Kart Eşleme
Testinde (prefrontal işlevlerin ölçümü) şizofren­
ler başarılı olmamak­ta ve prefrontal bölgede bu
bölgeye akan kan miktarıyla ölçülen aktivasyon
göstermemekte­dirler (Rubin ve ark., 1992; We­
inberger, Berman ve lllowsky, 1988). Frontal
alanda aktivite azalması şizofreni tanısı alma­
mış uyum göstermeyen tek yumurta ikizlerinde
daha az görülmekte, bu durum beyindeki işlev

3
Erkek ve kadın şizofreni hastaları arasındaki fark bizi diğer cinsiyet etkilerinin
varlığından söz etmeye itiyor. Örneğin şizofrenik erkekler daha erken bir başlan-
gıç yaşına sahiptirler ve daha yüksek olasılıkla negatif belirtiler sergilerler. Ayrı-
ca kadınlardan daha kötüye giden bir gidiş gösteririler (Goldstein ve ark., 1990;
Haas ve ark., 1990).
290 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

ODAK 11.2 PSİKOTİK DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI VE ŞİZOFRENİ

Daha önce de belirttiğimiz gibi ventrikül bölge- Tüm bu bilgiler şizofreni ve psikotik duygudurum
sindeki büyüme yalnızca şizofrenide görülen bir du- bozukluklarının birbirlerinden tamamen bağımsız du-
rum değildir. Diğer psikotik hastalarda da, özellikle rumlar olamayacağını göstermektedir. Bu iki durum
duygudurum bozukluğu olanlarda bu bölgede benzer arasında hem belirtiler (özellikle sanrılar) hem etiyo-
bir büyüme olduğu ortaya çıkarılmıştır (Elkis ve ark., lojik faktörler, hem de tedavi anlamında bir ortaklık
1995). Benzer bir biçimde, dopamin reseptörlerinde söz konusudur. Araştırmacılar, sadece şizofreninin teş-
görülen yüksek aktivite düzeyinin, bipolar bozukluğu
hisi için uğraşmak yerine, çabalarının bir kısmını da
olan hastalarda da olabildiği rapor edilmiştir (Pear-
tanı gruplarındaki psikotik belirtilere harcamalılar.
lson ve ark., 1995). Şizofreninin tedavisinde sıklıkla
kullanılan –fenotiazinlerin manik ve psikotik depres-
yonu olan hastalarda da etkili olduğu görülmüştür.

bozuk­luğunun kalıtsal olmayabileceğini düşün­ rülmüştür (Akbarin ve ark., 1995; Benes, 1991).
dürmektedir (Torrey ve ark., 1994)4. Prefrontal Benzer şekilde şizofrenlerde dendrit ve akson
alan ve limbik sistemin önemiyle ilgili bulgular, (sinir hücrelerinin uzantı ve kökleri) kaybının yol
daha önce tartışılan dopaminle ilgili çalışmalar­ açtığı kortekste incelme de görülmüştür (Raj­
la paralellik göstermektedir. kowska ve Goldman-Rakic, 1995).
Bu nörolojik anomalilerin olası yorumların­ Eğer şizofrenlerin beyinleri gelişimin erken
dan biri, beyne giden ve orada harabiyete yol dönemlerinde hasar gördüyse bozukluk niçin
açan bir virüs enfeksiyonudur. Bazı veriler en­ gençlik ya da erken yetişkinlik döneminde baş­
feksiyonun fetal gelişim sırasında olduğunu dü­ lamaktadır? Bu soruya bir cevap Weinberger
şündürmektedir. Mednick ve arkadaşları (1988; (1987) tarafından verilmiştir. Onun hipotezine
1994) bu olasılıktan Helsinki’de yürütülen bir göre beyin hasarı normal beyin gelişimiyle et­
araştırmada söz etmişlerdir. 1957’de Helsinki’de kileşim halindedir ve beyin yapısı içinde pref­
beş haftalık bir zaman dili­mini kapsayan bir grip rontal korteks, ergenlik döneminde, yani geç
salgını olmuştur. Annelerinin hamileliği sırasın­ olgunlaşır. Böylece, bu bölgede olan bir hasar
da grip virüsüne maruz kalan yetişkinlerde şi­ prefrontal korteksin davranışlarda daha fazla
zofreni oranları araştırılmıştır. Hamileliğin ikin­ rol oynamaya başladığı gelişim dönemine ka­
ci üç ayında virüse maruz kalanlarda, diğer üç dar sessiz kalır. Ayrıca dopamin aktivitesi de
aydakilere ya da virüs almayanlara kıyasla çok normal olarak ergenlik döneminde zirveye çıkar
daha yüksek şizofreni oranı bulunmuştur. Kor­ ve bu da şizofreni belirtilerinin başlamasına ze­
teks gelişiminin ikinci üç ayda kritik olduğu göz min oluşturur. Beyin ve şizofreni üzerindeki ça­
önüne alındığında bu önemli bir bulgudur. Bu
lışmalar büyük bir hızla sürmekte­dir ve gelecek
dönemde nöronlar nöral kanal olarak adlandı­
birkaç yıl içinde bu konudaki içgörü artacaktır.
rılan bölgede üretilmektedir. Bu nöron­lar daha
sonra kendileri için uygun alanlara hücrelerin
katmanlarını aşarak mümkün olduğunca iler­ PSİKOLOJİK STRES VE ŞİZOFRENİ
lemek durumundadır. Bir olasılık, daha sonra
Şimdiye kadar şizofreni ile ilgili bazı kalıtsal
şizofreni görülen kişilerde söz konusu hücre
yatkınlıklardan söz ettik. Şimdi de stresörlerin
göçü sürecinin engellendiğidir. Bu açıklamayla
rolü üzerinde duracağız. Tartıştığımız birçok bo­
tutarlı olarak ölümden sonra şizofrenlerin be­
yin nöronları üzerinde yapılan analizlerde, hem zuklukta olduğu gibi veriler, genel yaşam stre­
prefrontal hem de frontal alanda, korteksin dış sörlerinin bozukluğu tekrar başlatmada rol oy­
katmanlarında daha az sayıda hücre olduğu gö­ nadığını göstermektedir (Brown ve Birley, 1968;
Ventura ve Neuchterlein, 1989).
4
Torrey ve arkadaşlarının uyum göstermeyen tek yumurta ikizleri çalışması, iyi
olan ikizin normallerden beynin yapısal ve işlevsel ölçümleri üzerinde ayrılamaz
Şizofreni araştırmalarında önemli rolü bulu­
olduğunu tutarlı olarak göstermiştir. Ancak denek sayılarının azlığı istatistiksel nan iki stresör, aile ve sosyal sınıftır. Yukarıda
anlamlılığa ulaşılamamasına yol açmıştır. Dahası çok sayıda araştırmada şizof-
renlerin birinci derece akrabalarında nöropsikolojik bozulma bulunduğuna dair tartıştığımız virüs biyolojik stresti, burada ise
kanıtlar ortaya koymuştur (örn., Cannon ve ark., 1993). Bu yüzden genlerin şi- psikolojik streslerden söz edildiği akılda tutul­
zofrenlerin beyin işlevlerinde hiç bir rolü olmadığı sonucunu çıkarmak akıllıca
değildir. malıdır.
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 291
√√

SOSYAL SINIF VE ŞİZOFRENİ başka çareleri kalmayabilir. Ya da kendi seçim­


Yıllardır şizofrenideki en yüksek oranların leriyle sosyal baskının en az olacağı ve yoğun
alt sosyo-ekonomik sınıfların yerleştiği şehrin sosyal ilişkilerden kaçabilecekleri alan­lara taşı­
orta kısımlarında görüldüğü bilinmektedir (örn., nırlar.
Hollingshead ve Redlich, 1958; Srole ve ark., Bu iki kuram arasındaki çatışmayı çözme
1962). Sosyal sınıf ve şizofreni arasındaki ilişki yollarından biri, şizofrenlerin sosyal hareket­
sosyal sınıf düştükçe bozukluğun görülme sık­ liğini izlemektir. Üç araştırma (Lystad, 1957;
lığının da aynı oranda arttığı şeklinde değildir. Schwarts, 1946; Turner ve Wagonfeld, 1967)
En düşük sosyal sınıf ve diğer sosyal sınıflar şizofrenlerin çalışma yaşamı açısından giderek
arasında şizofreninin görülme sıklığı açısından düşen bir profil izlediklerini bulmuştur. Ancak eş
keskin bir fark vardır. New Haven’da yapılan sayıda araştırma da şizofrenlerin aşağıya doğ­
Hollingshead ve Redlich’in klasik on yıllık çalış­ ru hareketlilik göstermediğini ortaya koy­muştur
masında, en düşük sosyal sınıfta şizofreni oranı (Clausen ve Kohn, 1959; Dunham, 1965; Hol­
en yakın sınıftan iki kat daha fazla bulunmuştur. lingshead ve Redlich, 1958). Kohn (1968) bu
Hollingshead ve Redlich’in bulguları kültürler- soruyu incelemenin bir başka yolunu önermiştir.
arası olarak Danimarka, Norveç ve İngiltere’de Şizofrenlerin babaları da düşük sosyo-ekono­
yürütülen benzer toplumsal araştırmalarca des­ mik sınıftan mıdır? Eğer öyleyse düşük sosyal
teklenmiştir (Kohn, 1968). statünün şizofreniye yol açacağı düşünülebilir,
Sosyal sınıf ve şizofreni arasında bulunan çünkü sosyal sınıf şizofreni oluşumundan önce
korelasyonlar tutarlıdır ancak nedensel yorum­ vardır. Eğer babalar daha yüksek sosyal sınıf­
ları güçtür. Bazıları düşük sosyal sınıfta olmanın tan ise sosyal-eleme hipotezi daha iyi bir açık­
şizofreni nedeni olduğunu düşünmektedirler. lama getirecektir.
Buna sosyojenik hipotez denmektedir. Kişinin Goldberg ve Morrison (1963) bu çeşit bir araş­
başkalarından aşağılayıcı muamele görmesi, tırmayı Galler ve İngiltere’de gerçekleştir­mişler
düşük eğitim düzeyi, fırsat ve ödüllerin olmayı­ ve erkek şizofren hastaların iş konum­larının
şı, en düşük sosyal sınıfa üye olma, çok yoğun babalarınınkinden daha az prestijli ve kazanç­
bir strese yol açabilir ve kişi bu nedenle şizof­ lı olduğunu bulmuşlardır. Turner ve Wagonfeld
reni geliştirebilir. Buna alternatif olarak, en dü­ (1967) benzer bir araştırmayı Amerika Birleşik
şük sosyal sınıfa üye olan kişilerin karşılaştığı Devletleri’nde yürütmüş ve hem sosyojenik hem
stresörler biyolojik de olabilir. Örneğin, gebelik de sosyal-eleme kuramını destekleyen kanıtlar
döneminde kötü beslenen annelerin çocukları, bulmuştur. Şizofrenlerin babaları sosyojenik
şizofreninin görülebilmesi açısından diğerlerine hipotezi destekler şekilde daha sıklıkla düşük
göre daha fazla risk altında olabilirler (Susser sosyal sınıfdan gelmekte­dirler. Ancak, aynı za­
ve ark., 1996). manda şizofrenlerin işleri de babalarınınkinden
Şizofreni ve düşük sosyal sınıf arasındaki daha az prestijli olarak ifade edilmiştir. Bu bulgu
ilişkiyi açıklayan bir başka kuram da sosyal- da sosyal-eleme hipotezini desteklemektedir.
eleme kuramıdır. Şizofrenler, psikozları geliştiği Son zamanlarda yapılan ve iki kuramla da
süre boyunca şehrin fakirlik yüklü böl­gelerine ilişkili olan bir araştırmada, aynı anda sosyal
kayabilirler. Bu kişilerin artan güdüsel ve bilişsel sınıf ve etnik kökeni inceleyen yeni bir yöntem
sorunları para kazanma yeteneklerini çok azal­ kullanılmıştır (Dohrenwend ve ark., 1992). Etnik
tabilir, böylece en fakir alanlarda yaşa­maktan kökeni Avrupalı olan İsrailli yahudilerle İsrail’e

Normal (sol) ye şizofrenik (sağ)


kadınlara ait beyin MRI görüntüsü.
Ventrikül bölgesindeki (resmin
ortasındaki siyah alan) büyüme
şizofreninin geçerliği kabul edilmiş
en iyi biyolojik görünümlerinden
biridir.
292 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

Ancak bazı bulgular ebeveynlerin bozuk ileti­


şimlerinin şizofreni etiyolojisinde rol oynayabile­
ceğini destekler niteliktedir. Bir çalış­mada ince­
lenen ve bozuk iletişime örnek ola­bilecek kısa
bir metin aşağıda sunulmuştur.

Genç kız (şikâyet ederek): Kimse beni dinlemeyecek.


Herkes beni öldürmeye çalışıyor.
Anne: Kimse seni öldürmek istemiyor.
Baba: Eğer entelektüel insanlarla birlikte olmaya de­
vam edersen, hâlâ sözcüğünün bir fiil değil isim oldu­
ğunu hatırlaman gerekecek (Wynne ve Singer, 1963,
p. 195).
Şizofreninin düşük sosyoekonomik düzeye sahip bireylerde
görülme sıklığı daha yüksektir.
İletişim bozukluğunu inceleyen bir çalışma­da
davranış sorunları olan ergenler ve aileleri iz­
yakın zamanda Kuzey Afrika ve doğudan göç et­
lenmiştir. Beş yıllık izleme çalışması, ergenler­
miş yahudilerde şizofreni oranları incelen­miştir.
den bazılarının şizofreni ya da şizofreni ile ilişkili
İkinci grubun daha fazla ayrımcılığa maruz ka­
bozukluklar geliştirdiğini göstermiştir. Araştırma­
lacağı düşünülmüş ve sosyojenik hipotez uygu­
cılar izleme sırasında ortaya çıkan bu bozuk­
landığında şu yordama yapılmıştır: dezavantajlı
luklarla beş yıl önce bulunan iletişim sap­maları
etnik grup bütün sosyal sınıf düzeylerinde daha
arasında ilişki kurabilmişlerdir (Goldstein ve Ro­
çok strese maruz kala­cağı için her sosyal sınıf­
dnick, 1975). Bu araştırmayı destekler nitelikte
ta daha yüksek şizofreni oranı göstereceklerdir.
olan bir diğer çalışmada da, ebeveyn­lerin ileti­
Ancak bulgular bu beklentiyi doğrulamamıştır.
şim bozukluğunun çocuklarındaki şizofreni baş­
Bu durumda sosyal sınıf şizofrenide önemli bir
langıcını yordadığı bulunmuştur (Norton, 1982).
stres kaynağı olmakla beraber, etkisinin ne yol­ Ancak iletişim bozukluğu şizofreniye özgü bir
la olduğu tam olarak bilinememektedir. etiyolojik faktör değildir, çünkü maniklerin ebe­
veynleri de bu değişk­ende aynı derecede yük­
AİLE VE ŞİZOFRENİ sek değerler göster­mektedir (Miklowitz, 1985).
Önceki yıllarda birçok kuramcı aile ilişki­ Ailenin rolünü destekleyen diğer kanıtlar
lerinin, özellikle anne ve oğul arasındaki ilişkinin Tienari ve arkadaşlarının Finlandiya’da yürüt­
şizofreni gelişiminde çok önemli olduğunu ileri tüğü evlat edinme araştırmasından gelmek­
sürmüştür. Bu görüş bir zaman­lar o kadar yay­ tedir (1991). Şizofren annelerin evlat edinilen
gınlaşmıştır ki çocuklarında şizofreni görülme­ çocuk­larından oluşan geniş bir örneklem kon­
sine neden olduğu söylenen soğuk, baskıcı ve trol grubuyla birlikte incelenmiştir. 1991’e kadar
çatışma yaratıcı ebeveynler için şizofrenojenik şizofren annelerin 144, kontrollerin 135 çocuğu
anne terimi kullanılmıştır (Fromm-Reichmann, değerlendirilmiştir. Heston’un çalışmasının ak­
1948). Bu anneler aynı zamanda reddedici, aşı­ sine bu araştırmada evlat edinen ailelerde aile
rı koruyucu, fedakâr, diğerlerinin duygularına yaşamının çeşitli yönleri üzerine geniş çaplı ve­
karşı duyarsız, cinsel­liğe karşı katı ve ahlakçı, riler toplanmıştır. Klinik görüşmeler ve psikolojik
yakınlıktan korkan kişiler olarak nitelendirilmiş­ test sonuçlarına dayanarak, aileler psikolojik
lerdir. uyumsuzluk düzeylerine ayrılmışlardır. Temel
Şizofrenojenik anne kuramını değerlendi­ verilere göre, daha ciddi düzeyde psikopatoloji,
ren kontrollü çalışmalar destekleyici veriler sağlıksız aile ortamında yetişen evlat edinilmiş
sağla­mamıştır. Ancak, şizofrenlerin ailelerinin çocuklar arasında görülmektedir. Şizofren ebe­
ince­lenmesi, onların normal ailelerden bazı veynlerin çocukları, eğer sağlıksız aile ortamın­
yönler­den farklı olduğunu göstermiştir. Örne­ da yetişmişler ise kontrollere göre daha ciddi
ğin, iletişimlerinde tutarsız örüntüler ve yüksek düzeyde psikopa­toloji göstermişlerdir. Bu veri­
düzeyde çatışma bulunmaktadır. Ancak bu gibi lere bakarak kalıt­sal yatkınlık ve olumsuz çev­
aile süreçlerinin şizofrenide nedensel rol oyna­ renin psikopatoloji riskini arttırdığı söylenebilse
yıp oynamadığı kuşkuludur. Çatışma ve belirsiz de, verilerin yorumlanmasında sorun vardır.
iletişimin, ailede genç bir şizofren bulunmasına Çünkü sağlık­sız aile ortamının; psikopatolojisi
karşı tepki olması da aynı ölçüde olasıdır. olan çocuğa bir tepki olarak ortaya çıkması da
ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 293
√√

mümkündür. Bu durumda ailenin etiyolojik rolü Bu durumda çalışma iki yönlü bir bulgu elde
ancak şüpheyle ortaya konabilmektedir. etmiştir: ailelerin eleştirel ifadeleri hastada tuhaf
Londra’da yürütülen bir seri inceleme, aile­ düşünce ifadelerini tetiklemiş, tuhaf düşüncele­
nin hastaneden çıktıktan sonra hastanın uyumu rin ifadesindeki artış beraberinde eleştirel ifade­
üzerinde önemli etkisi olduğunu göster­miştir. lerde artışı getirmiştir.
Brown ve arkadaşları (1966) hastaneden çık­
tıktan sonra aileleriyle yaşayan bir grup şizof­ ŞİZOFRENİDE YÜKSEK-RİSK
ren hastayla dokuz aylık bir izleme çalış­ması ÇALIŞAMALARI
yapmışlardır. Hastaneden çıkmadan önce ana-
Şizofreni nasıl gelişir? Klinik belirtilerin er­
babalarla ya da eşlerle görüşmeler yapılmış
genlik döneminde ve yetişkinliğin başlangıcın­
ve hasta hakkında kritik sözlerin sık­lığı, öfke
da, erkeklerde kadınlardan biraz daha erken
ifadeleri ya da hastaya karşı aşırı duy­gusal ilgi
başladığını biliyoruz. Ancak bu kişiler hastalık
ifadeleri değerlendirilmiştir. Yüksek duygu dışa
belirtileri başlamadan önce nasıldırlar? Bu so­
vurumu (YDDV) (expressed emo­tion / EE) ola­
ruya cevap aramada kullanılan ilk yöntemlerden
rak adlandırılan bu değişkene dayanarak aileler
biri, daha sonra şizofren olan kişilerin gelişim­
Yüksek DDV gösteren ve düşük DDV göste­
sel tarihçelerini çocukluk kayıtlarını inceleyerek
renler olmak üzere ayrılmıştır. Bulgulara göre
yapılandırmak­tır. Bu araştırmalar gerçekten de
izleme döneminin sonunda düşük DDV evlere
şizofren olan­ların, ciddi sorunlar ortaya çıkma­
çıkanların %10’unda hastalık tekrar ortaya çık­
dan önce bile yaşıtlarından farklı olduklarını
mıştır. Buna karşın, yüksek DDV evlere dönen­
ortaya koymuş­tur. 1960’ların sonlarında Albee,
lerin %58 gibi çok daha yük­sek bir oranı tekrar Lane ve arkadaşları genellikle kardeş ve kom­
hastaneye yatırılmıştır. şulardan oluşan çeşitli kontrol gruplarıyla karşı­
O zamandan beri birçok kez tekrarlanan bu laştırıldığında şizofrenlerin IQ düzeylerinin daha
araştırma (Koenigsberg ve Hadley, 1986; Leff, düşük olduğunu birden fazla çalışmada tutarlı
1976; MacMillan ve ark., 1981; Vaughn ve Leff, olarak bulmuşlardır (Albee, Lane ve Reuter,
1976) hastaların çıktığı çevrenin hastanın tek­ 1964; Lane ve Albee, 1965). Hastalık öncesinde
rar yatırılıp yatırılmaması üzerinde büyük bir şizofrenlerin sosyal davranışlarının araştırılma­
etkisi olduğunu göstermektedir. Ancak açık ol­ sı ilginç bulgulara yol açmıştır. Örneğin, öğret­
mayan YDDV’nin etkilerinin nasıl yorumlanaca­ menler çocukluk döneminde erkek şizofrenleri
ğıdır. YDDV nedensel midir yoksa ailenin has­ kavgacı, kız şizofrenleri pasif olarak nitelendir­
tanın davranışlarına karşı tepkisi midir? Örne­ mişlerdir (Watt ve ark., 1964; Watt, 1974). Hem
ğin, eğer şizofren hastanın durumu bozulmaya erkek hem de kızlar suça yönelik ve içe kapanık
başlamışsa ailenin kaygısı ve ilgisi artabilir. Öte olarak betimlenmiştir (Berry, 1967).
yandan ailenin şizofren hastayı kontrol çabaları Araştırmacılar, bunlara ek olarak şizofreni
ve eleştirileri de artabilir. Gerçekten de şizofren öncesi bazı video çekimlerini de incelemişlerdir
hastanın garip ve tehlikeli davranışları YDDV’yi (Walker, Savoie ve Davis, 1994; Walker ve ark.,
arttırabilecek sınır koyma ve diğer davranışlara 1993). Kardeşleri ile karşılaştırıldığında daha
yol açabilir (Kanter, Lamb ve Leoper, 1987). sonra şizofreni görülen çocukların motor beceri­
lerinin daha zayıf olduğu ve daha fazla olumsuz
1- Bazı araştırmalar YDDV’nin etkisine dair duygu ifade ettikleri gözlenmiştir.
her iki yorumun da doğru olabileceğini ortaya Bu çeşit gelişimsel araştırmaların temel sınır­
koymuştur (Rosenfarb ve ark., 1995). Yakın za­ lılığı, dayandıkları verilerin orijinal olarak şizof­
manda hastaneden çıkan ve düşük ya da yüksek renleri hastalanmadan önce betimleme ya da
DDV ailelere dönen şizofren hastalar aileleriyle çocukluk davranışlarından şizofreniyi yor­dama
birlikte bir tartışma ortamında gözlemlenmiş ve amacıyla toplanmamış olmasıdır. Eğer gelişim­
iki temel veri bulunmuştur. sel tarihçeler yeni hipotezlerin kaynağı olacaksa
2- Hastanın tuhaf düşünce aktarımları (“eğer daha özgül bilgilerin toplanması gerekmektedir.
o çocuk seni ısırırsa kuduz olursun”) daha önce Bölüm 5’te anlatılan yüksek-risk yöntemi bu
yüksek DDV olarak tanımlanan ailelerde yüksek çeşit bilgi sağlayabilir. Şizofreninin bu yön­temle
düzeyde eleştirel ifadelere yol açmaktadır. ilk olarak incelenmesi, Sarnoff Mednick ve Fini
Yüksek DDV ailelerin eleştirel ifadeleri has­ Schulsinger tarafından 1960’ta başlatılmıştır
tanın tuhaf düşüncelerinde artmaya yol açmak­ (Mednick ve Schulsinger, 1968). Araştırmacıla­
tadır. rın Danimarka’yı seçmelerinin nedeni ülkedeki
294 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

herkesi kapsayan kayıt sisteminin uzun süre


izleme olanağı vermesidir. Mednick ve Schul­
singer yüksek-risk grubu olarak anneleri kronik
şizofren olan ve hastalık öncesi uyum bozuklu­
ğu olan 207 genci seçmişlerdir. Bu bozukluğu
geçiren ebeveynin anne olarak belirlenmesinin
nedeni, anneyi saptamanın daha kolay olması­
dır. Daha sonra anneleri şizofren olmayan 104
düşük-risk grubu, yüksek-risk grubuyla cinsiyet;
yaş, babanın işi, eğitim süresi, kırsal-kentsel
alanda yaşama, kurumda ya da evde büyüme
gibi değişkenler açısından eşleştirilmiştir.
1972’de yüksek-risk ve düşük-risk gru­
plarının yetişkin üyeleri tanısal bir test batarya­ Sarnoff Mednick şizofreni çalışmalarda yüksek-risk yönteminin
sını da içeren çeşitli ölçümlerle izlen­mişlerdir. kullanılmasına öncülük etmiş California Üniversitesi’nde
Yüksek-risk grubunda on beş kişi şizofren tanısı çalışan bir psikologtur. Bu bozukluğa bir tür virüsün neden
olduğunu iddia eden hipoteze de katkı sağlamıştır.
almıştır. Kontrol grubunda ise bu tanıyı alan hiç
kimse yoktur. Denekler üzerinde çocukken top­
lanan bilgilere bakıldığında daha sonra şizof­
kişilerarası sorunlar, şizofreni benzeri sorun­
reninin başlamasını yordayan çeşitli durumlar
ları yordamıştır (Marcus ve ark., 1987). Diğer
bulunmuştur.
araştırmalardaki deneklerin de yaşı ilerledikçe
Bu bulgular, verilerin ufak bir örneklemden
bu bozukluğun gelişmesiyle ilgili ipuçları elde
geldiği hatırda tutularak, pozitif ve negatif belir­
edilecektir.
tilerin hastalarda şizofreni etiyolojisi açısından
farklılık gösterdiğini düşündürmektedir. Verile­
rin en son analizlerinde şizofrenler, pozitif ve ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ
negatif belirtilerin başat olduğu iki gruba ayrıl­
mışlardır (Cannon, Mednick ve Farnas, 1990). Şizofrenleri pençesine alan şaşırtıcı ve ür­
Şizofreniyi yordayan değişkenler her iki grup kütücü olgular, onlara nasıl yardım edileceği­ni
için farklı bulunmuştur. Negatif belirtilerin başat gündeme getirmektedir. Bölüm 1’de söz edi­
olduğu grupda, şizofreniyi, hamilelik ve doğum len psikopatolojinin tarihçesi bir bakıma bazen
komplikasyonları, basit uyarıcıya deri ilektenliği zalimce, cahilce de olsa insanlığın şizofreniyle
cevabı vermeme gibi değişkenler yordamakta­ başetme çabalarını kapsar. Asırlar önce tımar­
dır. Pozitif belirtilerin başat olduğu grupta ise, hanelere kapatılan insanlardan bazıları yemek
hastalık öncesinde aileden ayrılma ve kuruma zehirlenmesi ve frengi gibi hastalıklar gösterse
yerleştirilme gibi aile yaşamında düzensizlikler, de, eğer şimdi muayene edilecek olsalar çoğun­
şizofreniyi yordamada temel değişkenler olarak luğun şizofreni tanısı ala­caklarından pek kuşku
bulunmuştur. yoktur. Bugün şizofreninin doğası ve etiyolojisi
Mednick ve Schulsinger’in öncü araştırma­ hakkında daha çok şey bilinmesine ve belirtileri
sı izinde başka yüksek-risk araştırmaları da bir dereceye kadar etkili bir şekilde ele alınması­
yapıl­maya başlanmış ve bu çalışmaların bir na rağmen, tedavisi halen çok belirgin değildir.
kısmı da yetişkin psikopatolojisini yordamada Çoğunlukla klinik araştırmalar geleneksel
bilgi sağlamıştır. New York Yüksek-Risk Araş­ hastane bakımının hastaların çoğunda anlamlı,
tırmasında dikkat işlevleri bozukluğunun birle­ kalıcı etkiler bırakmadığını göstermektedir (akıl
şik puanının izleme çalışmasında davranışsal hastanelerini Bölüm 1’de anlattık). Ezici miktar­
bozukluğu yordadığı bulunmuştur (Cornblatt ve daki kanıtlar hastaneden çıkıştan bir yıl sonra
Erlenmeyer-Kimling, 1985). Ayrıca düşük zekâ %40, %50, iki yıl sonraysa %75’inin tekrar has­
puanı hastaneye yatan çocukların birincil özel­ taneye yatırıldığını göstermektedir (Anthony ve
liği olarak saptanmıştır (Erlenmeyer-Kimling ve ark., 1986; Paul ve Menditto, 1992). Özellikle
Cornblatt, 1987). İsrail’de yapılan bir araştırma­ şizofrenleri izlemek amacıyla yapılmış araştır­
da zayıf nörodavranışsal işlevler (dikkati topla­ malar da sonuçların iyi olmadığını göstermek­
yamama, zayıf sözel yetenek, motor kontrolün tedir (Breier ve ark., 1991; Carone, Harlow ve
ve koordinasy­onun olmaması) ve daha önceki Westmeyer, 1991).
ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ 295
√√

Şizofrenide tedaviyi sorunlu hale getiren un­ Birçok hastanın zihinsel yeteneklerinde büyük
surlardan biri, birçok şizofreni hastasının kendi düşüşler oldu. Beynin düşünceden sorumlu ol­
durumları ile ilgili içgörülerinin az olması ve te­ duğuna inanılan kısım­ları harab edildiği için, bu
daviyi reddetmeleridir. Şizofreni hastaları kendi hiç de şaşırtıcı değildir. Birçoğu da çabasız, do­
durumları ile ilgili yolunda gitmeyen nok­taları nuk ve bir diyaloğu bile devam ettiremez hale
görememekte, özellikle ilaç ve hastaneye yatırıl­ gelmişlerdir. Ancak bu ameliyatların durdurul­
mayı içeren müdahalelere, profesyonel yardıma masındaki en önemli neden birçok hastada
ihtiyaçlarının olduğunu fark ede­memektedirler. gözlenen davranışsal ve duygusal taşkınlıkları
Bu durum, özellikle paranoid şizofreni hasta­ azaltabilen ilaçların ortaya çıkmasıydı.
ları için söz konusudur. Onlar dışarıdan gelen
herhangi bir tedavi girişimini kötü güçler tara­ İLAÇ TEDAVİLERİ
fından yönlendirilmiş olarak değerlendirebilirler. Şizofreninin tedavisinde 1950’lerde hep bir­
Böylelikle, diğer aile üyeleri, yakınlarının tedavi likte antipsikotik ilaçlar olarak adlandırılan çe­
görebilmesinde zor­luklarla karşılaşmakta ve bu şitli ilaçların bulunması kuşkusuz ki en önem­li
nedenle kimi zaman gönülsüz hastanaye yatırıl­ gelişmedir. Bu ilaçlara aynı zamanda nöroleptik
ma gerçekleşebilmektedir. denmesinin nedeni, yararlı etkilerinin olmasının
Şimdi şizofreni tedavisine, daha çok da has­ yanı sıra, nörolojik bozuklukların davranışsal
tane temelli tedaviye daha yakından bakaca­ belirtilerine benzer yan etkilere yol açabilmele­
ğız. ridir. Antipsikotik ilaçların en sık kullanılanla­
rından biri fenotiazinlerdir. Fenotiazin ilk olarak,
BİYOLOJİK TEDAVİLER on dokuzuncu yüzyılın sonunda hayvanlarda
hazım sistemi parazit enfeksiyonlarını tedavi
ŞOK VE PSİKOCERRAHİ
amacıyla bir Alman kimyager tarafından bu­
Bu asrın başlarında aşırı derecede bozuk­
lunmuştur. Ancak, 1940’larda antihistaminlerin
luk gösteren hastaların hastanelerde uzun süre
keşfine kadar fenotiazin dikkat çekmemiştir. Bi­
kalması ve profesyonel çalışanların eksik oluşu
lindiği gibi antihistaminlerin odağında fenotiazin
belki de radikal biyolojik müdahalelerin denen­
vardır. Fransız cerrah Laborit, nezle ve astımın
mesini teşvik etmiştir. 1930’ların başlarında yük­
tedavisi ötesinde ameliyat şokunu azaltmak
sek doz insülin vererek koma durumunu ortaya
amacıyla da antihistaminlerin kullanılmasına
çıkarma, tedavi ettiği hastaların dörtte üçünü
öncülük etmiştir. Hastaların ameliyattan daha
iyileştirdiğini iddia eden Sakel (1938) tarafından
az korktuklarını ve uykulu bir duruma geçtik­
ortaya atılmıştır. Ancak daha sonra başkaları­
lerini gözlemiştir. Laborit’in çalışmaları ilaç şir­
nın bulguları cesaret verici olmamış ve sağlık
ketlerini antihistaminlerin sakinleştirici etkilerini
açısından geri dönülmeyen koma ve ölüm gibi
yeniden incelemeye yöneltmiştir. Kısa bir süre
önemli riskleri olan insülin koma tedavisi yavaş
sonra Fransız kimyacı Charpentier yeni bir fe­
yavaş terk edilmiştir. Bölüm 10’da da bahse­
notiazin türevi olan klorpromazini geliştirmiştir.
dildiği gibi Cerletti ve Bini tarafından 1938’de
geliştirilen elektro konvulsif terapi (EKT) de bir
süre kullanılmış ancak şizofreninin tedavisinde Guguk Kuşu isimli sinema filmi bir akıl hastanesinde yaşanan
dehşet verici olaylarla ilgili bir resim sunmaktadır.
yalnızca düşük etkili bulunmuştur.
1935’de Portekizli bir psikiyatrist olan Mo­
niz, frontal lobu beynin diğer alt merkezlerine
bağlayan sinir yollarının tahribatına yol açan bir
ameliyat yöntemini, prefrontal lobotomiyi baş­
latmıştır. İlk raporlarında yüksek başarı oranları
bildirilmiştir (Moniz, 1936). Bundan sonraki yirmi
yıl boyunca binlerce akıl hastası, sadece şizof­
ren olanlar değil, psikocerrahinin bir çeşidini ge­
çirdiler. Özellikle saldırgan olan akıl hastaların­
da bu yöntem kullanılmıştır. Birçoğu gerçekten
de sakinleşmiş ve hatta has­taneden çıkartıla­
bilmişlerdir. Ancak 1950’lerden itibaren bu çeşit
ameliyatlar da çeşitli nedenler­le gözden düştü.
296 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

Bu ilaç, şizofren hastaları sakinleştirmede çok belirtiler üzerinde olumlu etkileri vardır, ancak
etkili olmuştur. Fenotiazinlerin şimdilerde beyin­ duygusal küntlük gibi negatif belirtilerde etkili
deki dopamin reseptörlerini bloke ederek etkili değildir. Ayrıca tekrar hastaneye yatma sıklıkla
olduğuna inanılmaktadır. görülür. Fenotiazinler uzun süreli has­tane ya­
Klorpromazin (ticari adı Thorazine) tışlarını anlamlı olarak azaltmıştır, ancak döner
Amerika’da ilk defa 1954’de kullanılmış ve çok kapı denen hastaneye yatma, çıkma ve tekrar
kısa zamanda tercih edilen tedavi biçimi olmuş­ hastaneye yatmaya da yol açmıştır.
tur. 1970’lerde akıl hastanelerinde yatan hasta­ Diğer yan etkilerin yanı sıra, ekstrapirami-
ların %85’i klorpromazin ya da diğer fenotiazin­ dal yan etkiler özellikle çok rahatsız edicidir. Bu
lerden birini almaktaydı. Son yıllarda iki farklı yan etkiler, beyinden omurilik motor nöronlara
nöroleptik daha şizofren hastalara verilmekte­ giden sinir yollarındaki işlev bozukluğundan
dir. Bunlar, bütirofenonlar (Haleperidol, Haldol) kaynaklanmaktadır. Ekstrapiramidal yan etkiler
ve thioxanthenes (Navan, Taractan) dır. İkisi de nörolojik hastalıkların belirtilerine benzer. Bu
fenotiazinler kadar etkili görülmektedir. Her iki yan etkiler en çok Parkinson hastalığının semp­
ilacın da şizofrenlerin pozitif belirtileri üzerinde tomlarıyla benzerlik gösterir. Fenotiazin alan
etkili olduğu görülmekle beraber, negatif belir­ kişilerin parmaklarında para sayma tarzın­da tit­
tiler üzerinde pek de etkili olmadıkları gözlen­ reme, kaslarda katılaşma, ayakları sürüme ve
miştir. tükrüğün ağızdan akması görülebilir. Diğer yan
Fenotiazin tedavisi şizofreninin pozitif belirti­ etkiler, dokuların tonusunda bozulma (distoni)
lerini azaltarak hastaların hastaneden çık­ ve istemli ve istemsiz kaslarda anormal hareket­
malarını olanaklı kılmakla beraber, bu durum ler (diskinezi) dir. Sırtın kavislenmesine, boynun
iyileşme olarak kabul edilmemelidir. Şizofreni ve bedenin bükülmesine neden olurlar. Akatizi
hastalarının %30’u bu ilaçlara istenildiği ölçüde yerli yerinde duramamaktır; sürekli dolaşırlar,
yanıt vermemekle birlikte, hastalar diğer antip­ ellerini bacaklarını hareket ettirirler, dudaklarını
sikotik ilaçlara (örn., Clorazil, Risperdal) yanıt bir şey çiğniyormuş gibi hareket ettirirler. Bu sı­
verebilirler. Lityum, antidepresanlar, antikonvul­ kıcı belirtiler Parkinson hastalığı olanlarda kul­
sant ilaçlar ya da benzodiazepinler de tedavide lanılan ilaçlarla tedavi edilebilir. Daha yaşlı has­
kullanılabilir. Antidepresanlar özellikle psikotik talarda gözlenen tardiv diskinezi denen kas
dönem sonrasında depresy­ona giren şizofreni bozukluğunda, ağızda istemsiz olarak emme,
hastalarında etkili olmak­tadır (Hogarty ve ark., dudakları şaklatma, çeneyi oynatma görülür. Bu
1995; Siris ve ark., 1994). Ancak, fenotiazinle­ sendrom uzun süreli feno­tiazin kullanan hasta­
rin ciddi yan etkileri olduğu hatırlanmalıdır. Bu ların %10 ilâ %20’sinde görülmektedir (Kane ve
yan etkilere, ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, ark., 1986; Sweet ve ark., 1995).
yorgunluk, cinsel işlevlerde bozulma örnek gös­ Bu ciddi yan etkilerden dolayı bazı klinikçi­
terilebilir. Bu yan etkilere bağlı olarak hastaların ler fenotiazinin uzun süre kullanılmasını akıllıca
yarısı bir yıl sonra, dörtte üçü ise yaklaşık iki yıl bulmazlar. Güncel klinik uygulamada hastalar
sonra ilaç kullanımını bırakmaktadır (The Har- mümkün olan en düşük dozla tedavi edilmek­
vard Mental Health Letter, Temmuz, 1995). Bu tedir. Klinikçiler bu ilaçların kullanılmasında
yüzden bazı hasta­lar bir kaç haftada bir iğne çelişki yaşamaktadırlar: eğer ilaç tedavisi azal­
gerektiren uzun etk­ili nöroleptiklerle tedavi edil­ tılırsa hastalığın nüksetme olasılığı artmak­ta;
mektedir (Flufenazin, Dekonat, Proloxin). diğer taraftan ilaç tedavisine devam edilirse geri
Fenotiazinlere olumlu yanıt veren hastalar dönüşü olmayan ciddi yan etkiler ortaya çık­
bile, idame dozu denen tedavi edici etkiyi sür­ maktadır. Olası çözümlerden biri, ilaç tedavisini
dürecek dozda ilaç almaktadırlar. Hastalar ilaç­ idame dozunda uygulama, bu sırada da hasta­
larını alırlar ve zaman zaman hastaneye ya da yı yakından takip ederek belirtiler kötüleşmeye
kliniklere ilaç dozunun ayarlanması için gelirler. başladığında dozu arttırmaktır. Ancak bu yönte­
Ancak hastaneden çıkan ve ilaç tedavisi süren min etkililiği henüz kanıtlan­mamıştır (Marder ve
hastalar topluma yalnızca sınırlı bir düzeyde ark., 1994).
uyum sağlayabilirler. Örnek olarak, yönlendi­ Son araştırmalar fenotiazinlere cevap ver­
rilmeden yaşamlarını belli bir düzeyde devam meyen bazı hastalarda iki yeni ilacın, klozapin
ettirebilmeleri ya da bir iş sahibi olmaları olduk­ (Clorazil) ve risperidonun (Risperdal) etkili ol­
ça zordur. Sosyal ilişkileri oldukça azdır. Daha duğunu göstermektedir (Kane ve ark., 1988;
önce de söz edildiği gibi fenotiazinlerin pozitif Marder ve Merbach, 1994). Bu ilaçlar, daha az
ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ 297
√√

motor yan etkilere yol açmakta ve geleneksel mindeki iletişime bir dönüşü yansıtmaktadır. Ki­
antipsikotiklerle karşılaştırıldığında, negatif be­ şilerarası isteklerin doğur­duğu aşırı stresle baş
lirtileri azaltmada daha etkili olabilmektedir. Te­ edemeyen kırılgan ego gerilemektedir. Terapide
rapötik etkilerinin mekanizması tam olarak bili­ hastanın yetişkin iletişimini öğrenmesi ve şim­
nememektedir. Ancak, her ikisinin de sero­tonin diki problemlerde geçmişin rolüne dair içgörü
ve dopamin üzerinde etkili olduğu bulun­muştur. kazanması amaçlanmaktadır. Sullivan, çok ya­
Ne yazık ki klozapin bağışıklık sistemi­nin işlevini vaş, tehdit edici olmayan bir güven ilişkisinin
bozabilmekte ve sistemi enfeksiyon­lar için yat­ geliştirilmesi­ni önermektedir. Örneğin, terapistin
kın kılabilmektedir. Sara nöbetleri, yorgunluk, hastayı göz temasına zorlamayacak şekilde ya­
kilo kaybı gibi yan etkilere de yol açabilmektedir nına doğru oturmasını tavsiye eder. Çok sayıda
(Meltzer ve ark., 1993). oturum sonrası ve daha çok güven ve desteğin
Bütün güçlüklere rağmen antipsikotik ilaçlar gelişmesiyle analist hastayı kişilerarası ilişkileri­
şizofreni tedavisinin vazgeçilmez parçasıdır ve
ni incelemeye yüreklendirir.
daha iyi bir yol keşfedilene kadar birincil tedavi
Benzer bir ego-analitik yaklaşım bir süre
olmayı sürdürecektir. Doğaldır ki, daha önceleri
özel bir hastane olan Maryland’daki Ches­
hastaları kısıtlamak için kullanılan deli gömlek­
nut Lodge’da Sullivan’la birlikte çalışmış ve
lerine tercih edilmektedirler. Ayrıca, klozapin ve
Amerika’ya göç etmiş olan Frieda Fromm-Re­
risperidonun başarısı, şizofreninin tedavisinde
ichmann (1889-1957) tarafından önerilmiştir.
yeni ve daha etkili ilaç tedavilerinin bulunma
çabalarını arttırmıştır. İki yeni ilaç 1996 yılında Frieda Fromm-Reichmann, davranışın simgesel
Gıda ve İlaç Dairesince onaylanmıştır. Bun­ ve bilinçdışı anlamına dikkat eden bir yaklaşım
lardan biri olanzapin (Zyprexa) dir. Risperidon içindeydi. Şizofrenlerin uzaklığını, çocukluk­
gibi birçok nörotransmitteri etki­leyebilmekte ve ta karşılaştıkları ve artık kaçınılmaz saydıkları
geleneksel antipsikotiklere göre daha az yan redde atfetmekteydi. Onlara büyük bir sabır ve
etkiye yol açmaktadır. Çok sayıda ilacın değer­ iyimserlikle yaklaşmakta, kendini dünyalarına
lendirilmesi ise halen devam etmektedir ve bu kabul etmeleri gerekmediğini ve hazır olana
yüzden şizofreni tedavisinde yeni bir çağın sını­ kadar hastalıklarından vaz geçmek zorunda
rında olabiliriz. olmadıklarını açıkça belli etmekteydi. Frieda
Fromm-Reichmann (1952), Sullivan’ın yanında
PSİKOLOJİK TEDAVİLER psikanalizin şizofrenide temel tedavi olarak ka­
bulünde yardımcı olmuştur.
Freud, şizofreni tedavisi için psikanaliz öner­
Şimdiye kadar analitik yönelimli tedavilerin
memiştir ancak başkaları uyarlamalar ileri sür­
genel değerlendirilmesi, bu tedavilerin ağır bo­
müşlerdir; şimdi onların bazıları gözden geçir­
zukluk gösteren hastalara uygulanmasının pek
ilecektir. Buna ek olarak şizofrenler için aile
yararı olmadığını göstermiştir (Feinsilver ve
ter­apileri ve davranışçı terapiler incelenecek ve
bu bölümün sonunda psikolojik ve biyolojik te­ Gunderson, 1972; Stanton ve ark., 1984). Şi­
davilerin entegre biçimde birleştirilmesinin en iyi zofreni tanısı almış ve tedavi sonrası 1963’den
yöntem olduğu önerilecektir. 1972’ye kadar New York Eyalet has­tanesi Psi­
kiyatri kliniğinden taburcu olan hasta­ların uzun
süre izlenme sonuçları başarısızlığı destekle­
PSİKODİNAMİK TEDAVİ
Freud, hem klinik uygulamalarında hem de miştir (Stone, 1986). Stone’un da öne sürdüğü
yazılarında psikanalizi şizofrenlerin tedavisi­ gibi problemler ve hastalık hakkında psikanalitik
ne uyarlamak amacıyla pek az şey yapmıştır. içgörü kazanmak, hastanın psikolo­jik durumu­
Onların psikanaliz için temel olan yakın kişiler­ nu daha da bozmuş olabilir (Odak Kutusu 14.3).
arası ilişkileri kuramayacaklarını düşünmüştür. Bu tarz bir terapi, kendi başına, bazı şizofreni
Amerikalı bir psikiyatrist olan Harry Stack Sul­ hastalarının ele alamayacağı kadar yoğun ola­
livan, hastanede yatan hastalarda psikoter­api bilir. Daha önce, Sullivan ve Fromm-Reichmann
uygulamalarında önderlik yapmıştır. Sullivan, analiz sonuçlarında büyük başarı iddiasını ileri
Maryland’deki Sheppard ve Enoch Pratt hasta­ sürmüşlerdir. Ancak daha yakından incelendi­
nesinde bir servis açmış ve başarılı olduğu bil­ ğinde ele aldıkları hastaların rahatsızlıklarının
dirilen psikanalitik bir tedavi geliştir­miştir. Onun hafif olduğu, hatta DSM-IV ölçütlerine göre şi­
görüşüne göre şizofreni, erken çocukluk döne­ zofreni tanısı bile alamaya­cakları görülmüştür.
298 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

AİLE TEDAVİSİ VE DUYGU Yarısı aile tedavi grubunda, yarısı da bireysel


DIŞAVURUMU (DDV) tedavi, kontrol grubunda olmak üzere iki yıllık
Birçok şizofreni hastası, hastaneden çıktık­ sürede toplam otuz altı hasta tedavi edilmiştir.
tan sonra evlerine, ailelerinin yanına dönmekte­ Aile tedavisi alanlarda sonuç çok daha iyi ol­
dir. Daha önce de söz edildiği gibi, araştırma­ muştur. Bu grupta yalnızca bir kişide esas klinik
lar yüksek düzeyde duygu dışa vurumunun tekrarlama olmuş, kontrol grubunda ise sekiz
(Expressed Emotion=EE) (öfkeli, aşırı eleştirel kişide tekrarlama görülmüştür. Ayrıca, kontrol
ve aşırı koruyucu olma) tekrarlama ve tekrar grubunda gözlenen şizofreni dönem­lerinin üçte
hastaneye yatırılmayla ilişkili olduğunu göster­ ikisi esas dönem, aile tedavisi grubunda ise
miştir. Bu verilere dayanarak Southern Califor­ yalnızca üçte biri esas dönem şeklindedir. Son
nia Üniversitesi’ndeki aile terapisi ekibi, bilişsel olarak, tekrar hastaneye yatırıl­ma oranları da
ve davranışsal yollarla şizofrenlerin döndüğü farklı bulunmuştur; kontrol hastalarından doku­
evdeki duygusal yoğunluğu azalt­maya çalış­ zu, buna karşılık aile tedavisi hastalarının ikisi
mışlardır (Falloon ve ark., 1982, 1985). tekrar hastaneye dönmüşlerdir.
Hasta ve ailenin katıldığı aile terapi oturum­ Araştırmacılar, bu sonuçları yorumlarken aile
ları evde yapılmıştır. Aileye olumlu ve olumsuz tedavisi grubundaki hastaların daha iyiye gitme­
duygularını, eleştirel, aşırı koruyucu bir tarz ye­ sinde diğer gruba kıyasla ilaçlarını daha düzenli
rine yapıcı ve empatik bir şekilde göster­meleri, alma olasılığını vurgulamışlardır. Gerçekten de
gergin kişisel çatışmaları birlikte sorun çözme aile tedavisi hastaları ilaca daha iyi uyum gös­
yoluyla azaltmaları öğretilmiştir. Terapistler, aile termiştir. Diğer yönden, başka araştırmalar yal­
üyelerini şizofreni hastası akra­balarına yönelik nız başlarına ilaçların gerilemeyi önlemediğini
beklentilerini azaltmaları yönünde cesaretlen­ göstermektedir. Varılan sonuç, ev ortamında
direrek eleştirel yaklaşımı azaltmaya çalışmış­ duygusal yoğunluğu düşüren bu çeşit bir yak­
lardır. Hem aile hem de has­taya, şizofreninin
laşımın hastanın düzelmesinde temel önem ta­
biokimyasal bir hastalık olduğu, uygun ilacın ve
şımasıdır.
aldıkları psikososyal tedavinin hasta üzerindeki
Falloon’un bulguları Hogarty ve arkadaş­
stresi azaltarak tekrarlamaları ve kötüye gidişi
larının (1986) bulgularını daha geniş çaplı bir
önleyebileceği açıkça belirtilmiştir. Hastanın ila­
araştırmayla tekrarlamıştır. Bir yıl boyunca sü­
cını düzenli olarak almasının önemi de vurgu­
ren sosyal beceri kazandırma odaklı tedavide,
lanmıştır. Bu tedavi, tekrarlama riskinin en fazla
Falloon’un aile tedavisinde olduğu gibi düşük
olduğu has­taneden çıkıştan sonraki dokuz ay
tekrarlama oranı görülmüştür. Ayrıca ailedeki
boyunca uygulanmıştır.
duygu dışa vurumunun düştüğü hastalardan
Hastanın ev yaşamının rahatlatılmasını
amaçlayan aile tedavisi, hastanın klinikte tek hiçbiri hastaneye geri dönmemiştir, buna kontrol
başına görüldüğü, günlük yaşamdaki sorun­ grubunda yalnızca ilaç alan az sayıdaki hasta
ların ve sosyal ilişkiler geliştirmenin destekleyi­ci da dâhildir. Bunun tam tersi olarak DDV’nin yük­
olarak tartışıldığı bireysel tedavi ile karşılaştırıl­ sek kaldığı ailelerde tedavi koşuluna bağlı ol­
mıştır. Kontrol grubundaki hastaların aileleriyle maksızın tekrarlama oranları aynı olmuştur. Aile
nadiren görüşülmüş, bu görüşmeler de ev se­ tedavisi­ni hastanın sosyal beceri kazanmasıyla
anslarında yapılmamıştır. Kontrol grubundaki bir­leştiren tedavi grubunda bir yıl sonra hiçbir
hastalara, yaygın olarak hastane sonrası prog­ has­tada tekrarlama görülmemiştir.
ramlarda uygulanan destekleyici bireysel yakla­ Ancak iki yıllık tedavi sonucunda sonuçların
şım uygulanmıştır. örüntüsü değişmiştir. Tekrarlama oranları açı­
Hastanın belirtileri sürekli bir biçimde değer­ sından artık gruplar arasında fark yoktur (Ho­
lendirilmiş ve özellikle kontrol sanrıları, varsanı­ garty ve ark., 1991). Hogarty araştırmasını ve
lar gibi tekrarlama belirtilerine dikkat edilmiştir. benzer araştırmaları yorumlarken tekrarlama
Aile üyeleri de sorun çözme beceri­leri ve hasta­ göstermeyen hastaların bile gerçek yaşama
ya gösterdikleri duygusal tepkiler yönünden de­ uyumlarının sınırda olduğunu hatırda tutmak
ğerlendirilmiştir. Kontrol hastaları da dâhil olmak önemlidir (Hogarty, 1993). Tekrar hastaneye
üzere bütün hastalar antipsikotik ilaç, öncelik­ yatmayı azaltma ve önleme çok önemli hedef­
li olarak Thorazine ile izlenmiştir. İlaçlar hangi lerdir, ancak bu hastalar genelde toplumun tam
hastanın bireysel ya da aile tedavisi aldığını bil­ işlev gösteren üyeleri olamazlar; bakım ve teda­
meyen bir psikiyatrist tarafından verilmiştir. vi gereksinimleri sürer.
ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ 299
√√

DAVRANIŞ TEDAVİSİ TEDAVİDE GENEL EĞİLİMLER


Hastanede yatan şizofreni hastalarına uygu­
Yalnızca bir kuşak önce ruh sağlığı alanında­
lanan ve bir çeşit davranış terapisi olan plastik ki profesyonellerin çoğu ve meslek dışı kişiler
marka ile ödüllendirmeden (token economy) Bö­ temel suçun psikolojik çevrede, özellikle de aile­
lüm 2’de söz edilmiş ve bu yöntem Bölüm 18’de de olduğunu düşünüyorlardı. Bugünkü düşünce
daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Burada, kişi­ ise biyolojik ve muhtemelen kalıtsal faktörlerin
ler arası sorunları ve şizofreni hastalarının bazı kişileri şizofreniye yatkın kıldığı ve doğası psiko­
sorunlarını ele almaya yönelik kullanılan sosyal lojik olan stres faktörlerinin yatkın­lığı olan kişide
beceri eğitiminden söz edile­cektir. Bu uygulama hastalığı tetikleyebildiğidir. Tedavide en ümit
en azından iki nedenden dolayı çok önemlidir. verici yaklaşımlar bu yeni anlayışı içermekte ve
Birincisi, daha önce de söz edildiği gibi antipsi­ hem farmakolojik hem de psikososyal müdaha­
kotik ilaçlar öncelikli olarak sanrılar gibi pozitif lelerin birlikteliğinin önem­ini vurgulamaktadır.
belirtiler üzerinde etkili olmakta ve sosyal içe • Şu andaki bilimsel bilgiler hem hastalara hem
çekilme, sosyal beceri eksikliği gibi negatif be­ de ailelere iletilmektedir. Şizofreninin kontrol
lirtiler üzerinde etkili ola­mamaktadır. İkincisi, bu edilebilir ancak muhtemelen ömür boyu sü­
ilaçların kullanımı birçok hastanın hastaneden ren bir rahatsızlık olduğu gibi gerçekçi bil­
çıkmasını sağlamakta, böylelikle şizofreni has­ gi verilir. Diğer kronik hastalıklar­da olduğu
taları kurum dışındaki pek çok güçlükle başa gibi ilaç tedavisi hastalığı kontrol etmede ve
çıkmak zorunda kalmaktadırlar. hastanın günlük aktivitelerini sürdürmesinde
Bellack (örn. Bellack ve Meuser, 1993) ve gereklidir. Gerekli olmayan, hatta ters etki
Liberman (örn., Liberman, 1994) tarafından yü­ yapan etken, aile üyelerinin özellikle ana-
babaların hastanın yetiştiril­işinin şizofreniye
rütülen çalışmalar, hastalara iş başvurusu­nun
neden olduğuna inanması ve bunun yarattığı
nasıl doldurulacağı, bir görüşmede nasıl dav­
suçluluktur. Bir çok tedavi programında bu
ranılacağı, süpermarkette neler yapılacağı gibi
suçluluk duygusunu ortadan kaldırmak için
günlük yaşamdaki daha bir çok sosyal girişimi,
çok çaba sarfedilir ve biyolojik yatkınlık ve
rol yapma ve uygun davranışı pekiştirme yolu ilaç kullanımının gereği vurgulanır.
ile öğretilemesinin etkililiğini ortaya koymuştur. • İlaç kullanımı tedavinin ancak bir parçasıdır.
İki yıllık bir değerlendirmenin sonucunda, sos­ Aile-odaklı tedaviler, hastanın hastaneden
yal beceri eğitiminin sosyal uyumu iyileştirmede çıktıktan sonra ev ortamında yaşadıkları
destekleyici terapiden daha üstün olduğu bu­ stresi azaltmayı amaçlar. Ailedeki düşman­lık,
lunmuştur (Marder ve ark., 1996). Ancak, birçok aşırı ilgilenme ve eleştirel yaklaşmın azaltıl­
şizofreni hastasının yaşadığı bilişsel bozukluk, ması bu programlarda amaçlanır.
olumlu değişimlerin sınırlı kalmasına yol açmış • Hastaya aynı zamanda evin içinde ve dışın­
olabilir. Bu nedenle, dikkati yölendirmenin öğre­ da uyumlarını iyileştirecek ve büyük ihtimal­
tilmesi gibi bilişsel rehabilitasyonun da içeriğe le karşılaştıkları aşırı duygu dışavurumunu
dâhil edilmesi, sosyal beceri eğitiminin etkililiği­ azaltacak sosyal becerileri de öğretmek çok
ni arttırabilir (Penn ve Meuser, 1996). Söz konu­ önemlidir.
su program­lar ve hastanelerde kullanılan ilişkili • Ailede şizofren bir üyenin olmasının doğur­
davranışçı tekniklerden Bölüm 18’de daha de­ duğu önyargı ve izolasyonu azaltmak ama­
taylı olarak söz edilmiştir. cıyla benzer problemli aileleri bir araya ge­
Bugün öğrenme çerçeveli tedavi program­ tiren ağların kurulması yüreklendirilir (Gree­
larının şizofreni hastalarının daha iyi işlev gös­ berg ve ark., 1988).
termesinde en etkili psikolojik yöntemler olduğu
ruh sağlığı alanında çalışanların çoğu tarafından ŞİZOFRENİ HASTALARININ
kabul edilmektedir. Ancak davranış tedavisiyle TEDAVİSİNDE SÜREGELEN
kazanılan değişiklikler bu grup hastalığı olan KONULAR
kişileri iyileştirme düzeyinde değildir. Bununla Şizofreni hastalarının yaşları ilerledikçe ai­
beraber davranışsal müdahaleler, kurumlarda leleri ile yaşıyor olma olasılıkları düşmektedir.
yatmanın bazı olumsuz etkilerini geri çevirmek­ Aile evinden diğer alanlarda yaşama geçme,
te ve hastane ekibinin desteklediği pasiflik, itaat beraberinde bazı riskleri de getirmektedir. Daha
gibi davranış örüntülerini giderebilmektedir. sonra söz edileceği gibi tedavi sonrası bakım en
300 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

büyük sosyal sorunlardan biridir. ABD’de yaşa­ şekilde yer alabilmektedirler. Birçoğu ilaç teda­
yan evsizlerin %10-15’inin ruh sağlığı sorunları visine devam etmekle birlikte hastane dışında
olduğu, birçok şizofreni hastasının da düzenli hayatlarını devam ettirebilmek­tedir (The Har-
kalacak yeri olmayanlar arasında olduğu bilin­ vard Mental Health Letter, July 1995). ABD
mektedir. Şizofreni hastalarına sosyal güvenlik Barınma ve Kent Gelişim Dairesi, yakın zaman­
hizmetleri sağlanmakta, ancak yeterli sayıda da eski ruh hastalarına yaşabile­cekleri mekân­
çalışan olmadığı ve bazı bürokratik güçlükler­ lar sağlamaya başlamıştır. Aynı zamanda bu
den dolayı bu hizmet pek azına ulaşabilmek­ kişiler, ruh sağlığı çalışanları tarafından düzenli
tedir. Buna ek olarak birçoğunun da hastane olarak ziyaret edilmektedir.
sonrası tedavi program­larıyla bağlantılarının bir Şizofreni hastaları arasında madde bağım­
süre sonra koptuğu da bilinmektedir. lılığının önlenmesi çok önemli bir konudur. Şi­
Hastane yatışı olanların iş bulması da akıl zofrenler arasında yaşam boyu madde bağım­
hastası olanlara karşı bilinen önyargılardan do­ lılığının görülme yaygınlığı %47 civarın­dadır.
layı oldukça zordur. Her ne kadar 1990 Ameri­ Bu oran, evsiz şizofreni hastaları için daha da
ka Engelliler Hareketi, iş başvurusunda kişinin yükselebilmektedir. Madde bağım­lılığını önle­
daha önce ciddi bir ruh sağlığı sorunu olup ol­ me programları, ne yazık ki ruh sağlığı soru­
madığı maddesinin çıkarılmasını sağlamış olsa nu olanları kapsamamakta, benzer şekilde ruh
da, halen hastane yatışı olan kişiler işverenler­ sağlına yönelik programlar da madde bağımlılı­
deki korku ve olumsuz yanlılık­lardan dolayı dü­ ğı sorununu kapsamamaktadır. Her iki durumun
zenli iş bulamamaktadırlar. birlikte görülmesi tedavide bozucu etken olarak
Ancak, yine de olumlu bazı gelişmeler olmak­ görünmektedir (Meuser, Bellack ve Blanchard,
tadır. Şizofreni belirtilerinin ilk ortaya çıkışından 1992). Buna ek olarak madde bağımlılığı olan
ortalama 20 yıl sonra şizofreni hasta­larının yak­ şizofreni hastalarının, antipsikotik ilaçlara de­
laşık yarısı toplum hayatı içerisinde uyumlu bir vam etmemeleri gibi sorunlar da görülmektedir.
ÖZET 301
√√

ÖZET
Şizofreni belirtileri genel olarak pozitif ve negatif olarak ayrılır. Pozitif belirtiler, sanrı, varsanı ve
konuşmada düzensizliklere denmektedir. Negatif belirtiler duygusal küntleşme, istek ve enerji azal­
ması (avolisyon), düşünce ve konuşma fakirliği (alogi), haz alamama (anhedoni) gibi davranışsal
eksikliklerden oluşur. Şizofrenler sosyal roller ve işle ilgili işlevlerde de gerileme gösterirler. Tanı koy­
mak için bu belirtilerin en az bir aydır mevcut olması ve bazı belirtilerin daha az şiddette görüldüğü
en az beş aylık hastalık öncesi (prodromal) ya da hastalık sonrası (rezidüel) dönemin olması gerek­
mektedir. Şizofreni, paranoid, katatonik ve dezorganize gibi alt tiplere ayrılır. Bu alt tipler ön plana
çıkan belirgin belirtilere dayanır (örneğin, paranoid alttipte sanrılar) ve şizofreni tanısı almış kişilerin
davranışlarının kişiden kişiye çok farklı olduğunu yansıtır.
Tarihsel olarak şizofreni kavramı Kreapelin ve Bleuler’in öncü çabalarından kaynaklanmıştır.
Kreapelin’in çalışmaları tanımsal bir yaklaşımı ve dar bir tanımlamayı desteklemiş, Bleuler’in kuram­
sal vurgusu ise çok geniş bir tanı kategorisine yol açmıştır. Bleuler’in Amerikan şizofreni kavramı
üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Yirminci yüzyılın ortalarında Amerika’da ve Avrupa’da şizofreni ta­
nısındaki farklar çok belirginleşmiştir. DSM-III’ün yayınlanmasından sonra Amerikan şizofreni kavra­
mı darlaşmış ve Avrupa görüşüne benzemiştir.
Araştırmalar, kalıtsal ve biyokimyasal faktörler, beyin patolojisi gibi biyolojik değişkenlerin ve dü­
şük sosyal sınıf, aile gibi stresörlerin etiyolojik rolünü belirlemeye çalışmıştır. Kalıtsal geçişle ilgili
veriler etkileyicidir. Aile ya da ikiz araştırmalarına yöneltilen eleştirilerden oldukça bağımsız olan
evlat edinme çalışmaları, şizofren ebeveyne sahip olma ve bu bozukluğu geliştirme olasılığı ara­
sında kuvvetli bir ilişki olduğunu göstermiştir. Kalıtsal yatkınlığın biyokimyasal etki ile ilişkisi olabilir,
ancak araştırmalar kesin sonuçlara ulaşma düzeyinde değildir. Bu noktada, beynin limbik alanındaki
dopamin reseptörlerinin artmış duyarlılığının şizofreninin pozitif belirtileriyle ilgili olduğu görülmekte­
dir. Negatif belirtiler, prefrontal korteksteki reseptörlerin azalmış aktivitesine bağlı olabilir. Özellikle
negatif belirtileri olan şizofrenlerin beyinlerinde genişlemiş ventriküller, prefrontal atrofi ve frontal
bölgelerde azalmış metabolizma görülmektedir. Bu yapısal anormallikler, annenin gebeliğinin ikinci
üç aylık döneminde geçirdiği viral bir enfenksiyon ile ilişkili olabilir.
Şizofreni tanısı en düşük sosyal sınıf üyelerine daha sıklıkla verilmektedir. Eldeki bilgiler bu du­
rumun kısmen düşük sınıfta yaşamanın stresine, kısmen de hastalığın şizofrenlerin sınıf atlamasına
engel olmasına bağlı olduğunu göstermektedir. Şizofrenlerin aile yaşamında belirsiz iletişimler ve
çatışmalar bulunur ve muhtemelen bozukluğu arttırır. İfade edilen duyguların düzeyinin tekrarlamayı
belirlemede önemli olduğu gösterilmiştir.
Gözden geçirdiğimiz bilgilerin çoğu şizofreninin yatkınlık-stres modeliyle uyumludur. Araştırıcılar
anababaları şizofren oldukları için şizofreniye yatkın oldukları düşünülen çocukları incelemeyi içeren
yüksek-risk yöntemine yönelmişlerdir. Mednick ve Schulsinger yetişkinlikteki bozukluğu yordayan
koşulların, negatif ve pozitif belirtilerin ön planda olmasına göre değiştiğini bulmuşlardır.
Şizofreninin hem psikolojik hem de biyolojik tedavisi vardır. Bu yüzyılın başlarında insulin ve elek­
troşok tedavileri ve hatta cerrahi kullanılıyordu ancak artık hiç biri önemli oranda kullanılmamaktadır.
Bunun başlıca nedeni nöroleptiklerin ve özellikle fenotiazinin mevcut olmasıdır. Çeşitli araştırmalarda
bu ilaçların şizofren hastaların bozukluklarında temel ve yararlı etkileri olduğu gösterilmiştir. Ayrıca
yatan hastaların kurumlar dışına çıkartılmasında da önemli bir faktördür. Ancak muhtemelen ilaçlar
tek başlarına cevap değildir, çünkü şizofrenlerin günlük yaşamdaki zorluklarla başetmeyi öğrenme
ya da tekrar öğrenme gereksinimleri vardır. Belki de bazı terapistlerin düşündüğü gibi belirtilerinin
altında yatan intrapsişik problemleri çözmelidirler.
Psikanalitik kuram şizofreninin, çocukluk reddi ve kötü davranılmanın acısından kaçmayı yansıttı­
ğını varsayar; analist tarafından sabırla ve yavaşça geliştirilen ilişki bastırılmış travmaları araştırmak
için güvenli bir cennet oluşturur. Analitik tedavilerin etkinliğiyle ilgili fazla kanıt yoktur, ancak hem
mesleki hem de popüler yayınlarda dramatik iyileşmelerle ilgili vak’a öyküleri bildirilmektedir. Yüksek
düzeydeki duygu ifadesini azaltmak amacıyla yapılan aile tedavisinin tekrarları önlemede yararlı
olduğu gösterilmiştir. Son yıllarda davranışçı tedaviler, akıl hastanelerinden taburcu olan hastaların
aile ve toplum yaşamıyla ilgili kaçınılmaz streslere katlanmalarına, eğer taburculuk olası değilse ku­
rumda daha düzgün ve verimli bir yaşamları olmasına yardımcı olmuştur. Şizofreniyle ilgili en etkin
tedavilerin hem biyolojik hem de psikolojik bileşeni içermesi olasıdır.
302 √√ BÖLÜM 11 - ŞİZOFRENİ

ANAHTAR SÖZCÜKLER
şizofreni duygusal küntlük kötülük görme (perseküsyon)
pozitif belirtiler katatonik hareketsizlik sanrıları
konuşmada düzensizlik mum esnekliği (vaxy flexibility) ayrışmamış şizofreni
(düşünce bozukluğu) uygunsuz duygulanım rezidüel (kalıntı) şizofreni
enkoherans (konuşmada erken bunama (demantia etiketleme kuramı
dağınıklık) precox) dopamin aktivitesi kuramı
konuşmada gevşeklik (şizofreninin) reaktif-süreç sosyojenik hipotez
(düşüncenin rayından boyutu sosyal-ayıklama kuramı
çıkması) sanrısal bozukluk şizofrenojenik anne
sanrılar dezorganize şizofreni ikili çıkmaz kuramı
varsanılar katatonik şizofreni yüksek duygu dışa vurumu
negatif belirtiler paranoid şizofreni prefrontal lobotomi
istek ve enerji azalması büyüklenme sanrıları antipsikotik ilaçlar
(avolisyon) sanrısal kıskançlık
düşünce ve konuşma fakirliği etkilenme fikirleri (referans
(alogi) fikirleri)
haz alamama (anhedoni) sanrısal (paranoid) bozukluk
12

Henri de Toulouse-Lautrec,
“A La Buvette”

MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ


BOZUKLUKLAR
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Durak Batıgün

ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE


BAĞIMLILIĞI BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ
Alkol Kötüye Kullanımının Yaygınlığı Problemi Kabullenme
Bozukluğun Gidişi Geleneksel Hastane Tedavisi
Alkol Bağımlılığının Bedeli Biyolojik Tedaviler
Alkolün Kısa Süreli Etkileri Adsız Alkolikler
Uzamış Alkol Kötüye Kullanımının Uzun Çift Terapisi
Süreli Etkileri Bilişsel ve Davranışçı Tedaviler
NİKOTİN VE SİGARA İÇME Alkol Kötüye Kullanımı Tedavisinde Klinik
Sigara İçmenin Yaygınlığı ve Sağlık Değerlendirmeler
Açısından Sonuçları YASADIŞI MADDE KULLANIMI İÇİN TERAPİ
Pasif İçiciliğin Sonuçları Biyolojik Tedaviler
MARİHUANA (ESRAR) Psikolojik Tedaviler
Marihuana Kullanımının Yaygınlığı SİGARA İÇMENİN TEDAVİSİ
Marihuana’nın Etkileri Psikolojik Tedaviler
YATIŞTIRICILAR VE UYARICILAR Biyolojik Tedaviler
Yatıştırıcılar (sedatifler) Yinelenmeyi Önleme
Uyarıcılar (stimülanlar) MADDE KÖTÜYE KULLANIMININ
LSD VE DİĞER HALUSİNOJENLER ÖNLENMESİ
Halusinojenlerin Etkileri ÖZET
MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE
BAĞIMLILIĞININ ETİYOLOJİSİ
Sosyokültürel Değişkenler
Psikolojik Değişkenler
Biyolojik Değişkenler
304 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

• Kişi madde alımını kestiği ya da azalttığı


Ailesi onu bir alkol kliniğine yatmaya ikna ettiğinde zaman yoksunluk (withdrawal) belirtileri,
Alice 54 yaşındaydı. İçkiliyken yatak odasının merdiven- olumsuz fiziksel ve psikolojik etkiler gelişir.
lerinden kötü bir şekilde düşmüş ve bu olay işlerin kötü Kişi ayrıca maddeyi yoksunluk belirtilerini
gittiğini sonunda kabul etmesini sağlamıştı. Birkaç yıldan
önlemek ya da azaltmak amacıyla da kulla­
beri içki içmesi kontrolden çıkmıştı. Güne içkiyle başlıyor,
bütün öğleden sonra içmeye devam ediyor ve akşamüstü nabilir.
tamamen sarhoş oluyordu. Öğleden sonra olanları ise na- • Kişi maddeyi amaçladığından daha uzun
diren hatırlıyordu. süre ya da daha fazla miktarlarda kullanır.
Gençliğinden beri düzenli olarak içiyordu ancak gün- • Kişi maddeyi aşırı kullandığının farkına varır,
düzleri nadiren içerdi ve asla sarhoş olmazdı. İki yıl önce azaltmayı dener ama başaramaz.
kocasının bir araba kazasında aniden ölümü, içki içme • Kişi zamanının çoğunu maddeyi bulmak ya
miktarının artmasına yol açmış ve altı ay içinde ciddi da maddenin etkilerinden kurtulmak için har­
bir alkol kötüye kullanımı örüntüsü içine girmişti. Evden
car.
dışarı çıkmak istemiyordu ve ailesiyle ve arkadaşlarıyla
• Fiziksel ya da psikolojik sorunlara neden ol­
olan sosyal etkileşimlerini kesmişti. Ailesinin içki içme-
sini azaltma yönündeki çabaları büyük kızgınlıklara yol duğu veya bu sorunların daha da kötüleşme­
açıyordu. sine yol açtığı halde madde kullanımı devam
eder (örneğin, sigaranın kanser ve kalp-da­
Tarih öncesi zamandan beri insanoğlu acıyı mar hastalıkları riskini arttırdığının bilinmesi­
dindirmek ve bilinç durumunu değiştirmek umu­ ne rağmen sigara içmeye devam etmek).
duyla çeşitli maddeler kullanmışlardır. Hemen • Kişi bazı aktivitelerini (iş, eğlence, sosyal)
hemen bütün toplumlar, merkezi sinir sistemini madde kullanımı nedeniyle bırakır ya da sık­
etkileyerek fiziksel ve zihinsel acıyı hafifleten ya lığını azaltır.
da aşırı neşeye yol açan maddeler bulmuşlar­ • Eğer tolerans veya yoksunluk belirtileri varsa
dır. Bu maddeler genellikle vücuda zararlı olma­ madde bağımlılığı tanısı fizyolojik bağımlılık
larına rağmen, ilk etkilerinin haz verici olması, olsa da olmasa da konulabilir. Madde kötüye
madde kötüye kullanımı tablosu­nun gelişmesin­ kullanımı tanısı için, maddenin birçok kere
de temel teşkil etmektedir. kullanılmasına bağlı olarak aşağıdakilerden
Amerika Birleşik Devletleri bir madde kültürü­ birinin bulunması gerekmektedir:
dür. Amerikalılar sabah kalktıklarında (kahve ve • Örneğin, işe gitmeme ya da çocuklarını ih­
çay) ve gün boyunca uyanık kala­bilmek (sigara mal etme gibi temel sorumluluklarını yerine
ve hafif içkiler), gevşeyebilmek (alkol) ve ağrı­ getirmeme
larını giderebilmek (aspirin) için sürekli madde • Kullandığı maddenin etkisi altındayken iş
kullanırlar. Bu tür birçok mad­denin kolayca elde makinesi veya otomobil kullanma gibi faa­
edilebilir ve sıklıkla kul­lanılıyor olması, bu bö­ liyetlerle tehlikeye maruz kalma. Davranış
lümün temel konusunu oluşturmaktadır. Tablo taşkınlıkları veya trafik ihlallerinden tutuklan­
12.1’de, hem yasal hem de yasal olmayan bazı ma gibi yasal sorunlar.
maddelerin kullanım sık­lıkları ile ilgili son veriler • Eşle kavga gibi süregelen sosyal ve kişiler
görülmektedir. Bu rakamlar kötüye kullanımın arası problemler.
sıklığını yansıtmamakta, fakat ABD’ye ilişkin DSM-IV’ün madde ile ilişkili bozukluklar
kabaca bir fikir vermektedir. bölümünde birkaç bozukluk yer almaktadır.
Maddelerin patolojik kullanımı iki kategori
TABLO 11.1 Geçen ay içerisinde (1995)
içerisinde incelenmektedir: Madde kötüye kul­ madde kullandığını belirten Amerikalıların yüzdesi
lanımı ve madde bağımlılığı. Bunların her ikisi Madde Kullanım Yüzdesi
de, DSM-IV içersinde temel bir kategori olan Alkol 52.2
madde ile ilişkili bozukluklar kategorisini oluş­
Sigara 28.8
tururlar.
Marihuana 4.7
Madde bağımlılığı, DSM IV’te, aşağıdaki
Kokain 0.7
ölçütlerden en az üçünün var olması şeklinde
tanımlanmıştır: Halusinojen 0.7
• (a) aynı etkiyi elde etmek için maddenin daha İnhalan 0.4
yüksek dozlarda kullanımı veya (b) aynı doz­ Crack 0.2
da alınıyorsa etkisinin giderek azalması şek­ Eroin 0.1
linde kişinin tolerans geliştirmesi. Kaynak: Gotteaman, McGuffin ve Farmer, 1996.
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞI 305
√√

Madde zehirlenmesi (entoksikasyonu) tanısı, alkolün aşırı bir biçimde ve zararlı kullanımını
madde merkezi sinir sistemini etkilediğinde ve ifade etmektedir.
uyumsuz bilişsel ve davranışsal etkiler ortaya Alkol bağımlılığı, tolerans veya yoksunluk
çıktığında konur. Eğer madde bağımlılığı olan tepkilerini kapsar. Erken yaşlarda içmeye baş­
bir kişi bu durumu reddediyor, aynı zamanda layan bir kişi, otuzlu veya kırklı yaşlarda ilk yok­
da yoksunluk yaşıyorsa, bu kişi hem madde ba­ sunluk belirtilerini geliştirmeye başlar. Kronik bir
ğımlılığı hem de madde yoksunluğu tanısı alır. içicinin aldığı alkol birdenbire kesilirse bunun
Madde yoksunluğu tanısına verilebilecek bir ör­ sonuçları dramatik olabilir, çünkü kişinin bedeni
nek; Delirium tremens (DTs) olarak bilinen alkol maddeye alışmıştır. Hasta sıklıkla kaygılı, dep­
yoksunluğu deliriumudur. Ayrıca, ilaçlar bunama resif, halsiz, huzursuzdur ve uyuyamaz. Özellik­
ve diğer Eksen 1 bozukluklarının belir­tilerine de le parmak kaslarında, yüzde, göz kapaklarında,
yol açabilirler. dudaklarında ve dilde kasıl­malar görülebilir ve
Bu temel bilgilerden sonra, şimdi; alkolizm, nabızda, kan basıncında, ateşte yükselme ola­
nikotin ve sigara içme, Marihuana, yatıştırıcılar bilir. Birkaç yıl boyunca yoğun bir biçimde içen
(sedatifler) ve uyarıcılar (stimülanlar) gibi mad­ kişilerde kandaki alkol oranı aniden düşerse
de ile ilişkili temel bozukluklara genel olarak ba­ nispeten az sayıda da olsa delirium tremens
kacağız. Bu esnada da madde kötüye kullanımı (DTs) görülebilir. Hoş olmayan ve çok canlı ya­
ve bağımlılığının etiyolojisine değinecek ve bu ratıklar- yılanlar, hamam böcekleri, örümcekler
ciddi bozukluklar için uygu­lanan terapiler ile ko­ vb.- duvarda ya da kişinin üzerinde sürünebilir
nuyu sonlandıracağız. veya bütün odayı doldurabilir. Bu halüsinas­
yonlar sonu­cunda uyumu bozulan ve korkuya
kapılan kişi, bu yaratıkları üzerinden atmak
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE için vücudunu tırmalayabilir veya bu fantastik
BAĞIMLILIĞI hayvanların isti­lasından kaçmak için odada bir
köşeye büzülüp oturabilir. Yaşanan bu delirium
Alkolik terimi birçok insana tanıdık gelme­sine ve fizyolojik kriz, alkole bağımlı olmaktan kay­
rağmen henüz kesin bir tanımı yoktur. Bu terim, naklanan alkol yoksunluğu sonucu oluşur.
kötüye kullanan bir koca veya çalışma arkada­ Toleransın artması, daha yoğun ve sürekli
şı, gün boyunca saklı gizli içen bir kadın ya da içmeye neden olur. Alkolü kötüye kullanan bazı
erkeğe kadar uzanır. Tüm bu imajlar bir tanım kişiler, bir günde 1 litreyi aşan burbon içebilir ve
sağlamazlar. DSM-IV alkol bağımlılığı ve alkol hiçbir sarhoşluk belirtisi göstermeyebilirler (Mel­
kötüye kullanımını birbirinden ayırmak­tadır. Bu lo ve Mendelson, 1970). Dahası, bazı insanla­
ayrım araştırma literatüründe her zaman yapıl­ rın kanındaki alkol düzeyi, yoğun bir biçimde
mamaktadır. Kötüye kullanım terimi genellikle, içmelerine rağmen, vücutları maddeye uyum

Bir oyunda delirium tremensin


gösterimine ilişkin kakma bir
eser.
306 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

sağladığı ve bu maddeyi mükemmel bir biçim­


de işleyebildiği için düşüktür. Bununla beraber
alkolü metabolize edecek olan karaciğer enzim­
lerindeki değişme, tolerans için çok küçük mik­
tarlardadır ve günümüzde pek çok araştırmacı
bu durumla merkezi sinir sis­teminin ilişkisi ol­
duğunu öne sürmektedir. İncelenen alanlardan
hiçbiri eşit bir şekilde kanıt ortaya koymamış­
tır ama bazı araştırmalar GABA reseptörlerinin
sayısında ya da duyarlıklarındaki değişmelerin
tolerans geliştirmeyle bağlantılı olabileceğini
önermektedir.
Alkol bağımlısı olan kişilerin içme örüntü­
sü, bu durumun kontrol dışı olduğunu göste­
rir. Günlük olarak içme ihtiyacı hissederler ve
günün belirli zamanlarında içmeyi kısıtlamak Çoklu madde kullanımı, birden fazla maddenin aynı anda
veya tamamen kesmek için sürekli çaba harca­ kullanılmasını içerir. Alkol ve nikotin sıklıkla bir arada
kullanılmasına rağmen, sosyal ortamlarda her ikisini de kullanan
malarına rağmen başaramazlar. Ara sıra olan pek çok kimse, madde kötüye kullanım örüntüsü geliştirmez.
aşırı içme durumları, iki, üç veya daha fazla gün
boyunca sürekli sarhoş olma durumuna ulaşa­ için ihtiyaç duyulan doz miktarını azaltması ne­
bilir. Bir sarhoşluk nöbeti sırasında kendilerini deniyle, eroinden ölümlerde de rol oynar.
kaybedebilirler. Alkole olan şiddetli ihtiyaçları o
denli artabilir ki, içilecek türden olmayan alkol­lü
maddeleri bile -örneğin saç toniği- içebilirler. Bu
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMININ
türden içme davranışları, kuskusuz aile veya ar­ YAYGINLIĞI
kadaşlar ile kavgalar, tartışmalar, bazen de sar­
hoşluk dönemlerinde şiddet içeren davranışlar, II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda alkol tü­
iş kaybı, tutuklanma ve trafik kazaları gibi sos­ ketimi, Birleşik Devletlerde ve pek çok diğer ül­
yal ve iş hayatına ilişkin sıkıntılara yol açabilir. kede arttı. 1970’de Birleşik Devletler nüfusu­nun
Alkolü kötüye kullanan kişilerin bu türden %68’i içiyordu ve %9’unda ise problem düze­
deneyimleri, maddenin sosyal ve iş hayatına yindeydi (Caddy, 1983). 1985 yılında nüfusun
ilişkin olumsuz etkileridir. Böyle bir durumda %86’sı alkol tükettiğini belirtiyor ve %12’si ayda
maddeye tolerans ve madde yoksunluk belirti­ 20 veya daha fazla gün alkol kul­landıklarını
leri gelişmez; bağımlı kişide maddenin kötüye söylüyorlardı (National Institude of Drug Abu­
kullanımının kompulsif (zorlantılı) bir biçimde se [NIDA], 1988). Problem düzeyin­deki içme
devam ettiği görülebilir. 1980’lerin sonlarında azalmaya başladı.
Alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığı sıklık­ Birleşik Devletlerde yapılan epidemiyolojik
la aynı zamanda birden fazla maddenin kul­ çalışmada, DSM ölçütlerine göre tanımlanan
lanımı ya da kötüye kullanımı anlamına gelen alkol bağımlılığının yaygınlık oranı, erkekler için
çoklu madde kötüye kullanımının (polydrug %20’den, kadınlar için ise %8’den daha fazladır
abuse) bir parçasıdır. Nikotin bağımlılığı, özel­ (Kessler ve ark., 1994). Alkol kötüye kul­lanımının
likle yoğun içme durumları ile yakından bağlan­ yaygınlığı yaş ilerledikçe düşmekte­dir. Bunun
tılıdır. Bir kokteyl salonuna baktığımızda bu nedeni, hem uzun süre alkol kul­lananların er­
durumu rahatlıkla gözleyebiliriz. (Burada kesin­ ken yaşta ölmesi hem de ileri yaşlarda olan kişi­
likle kokteyllere katılan herkesin alkolik olduğu­ lerin alkolden uzak durabilme konusunda daha
nu söylemek istemiyoruz). Çoklu madde kötüye başarılı olabilmeleridir (Vaillant, 1990). Genç
kullanımı, bazı maddelerin birlik­te alındıkları kadınlarda görülen prob­lem yaratacak düzeyde
takdirde karşılıklı etki yaratmaları nedeniyle, içme oranı, aynı yaşlar­daki erkeklere yaklaş­
ciddi sağlık problemlerine yol aça­bilir. Yani, her maktadır. Beyazlar ve Latinler arasındaki alkol
bir maddenin etkisi bir araya geldiğinde özellikle kötüye kullanımı ve bağımlılığı oranı 18 ile 29
güçlü bir reaksiyon ürete­bilir. Örneğin alkol ve yaş arasında en üst düzeydedir. Afrika köken­
barbituratlar karıştırıldığında, kasten veya kaza li Amerikalılar da ise en yüksek oran 30 ile 44
ile intihar anlamına gelir. Alkol, uyuşturucu etki yaşları arasındadır. Alkol kötüye kullanımı, bazı
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMININ YAYGINLIĞI 307
√√

yerli Amerikan kabilelerinde olağandır ve ölüm­


lerin %40’ı bu nedenle olur (Yetman, 1994).
Problem yarata­cak düzeyde içme, antisosyal
kişilik bozukluğu, mani, diğer madde kullanımı,
şizofreni ve panik bozukluk gibi hastalıklarla eş
zamanlı görülür (Robins ve ark., 1988).
Alkol kullanımı özellikle üniversite çağındaki
gençler arasında sık görülür. Ulusal çapta ya­
pılmış bir tarama çalışmasında, bir seferde er­
kekler için 5 kadeh, kadınlar için 4 kadeh içki
içme olarak tanımlanan aşırı içme davranışının,
erkeklerin %50’sinde kadınların ise %40’ında
görüldüğü saptanmıştır (WechsIer, 1994).

BOZUKLUĞUN GİDİŞİ
Alkol kötüye kullanan kişilerin yaşamlarına
bakıldığında hep aşağı doğru giden bir süreç Alkol sıklıkla taşıt kazalarına neden olur. Bir New York treninin
göze çarpar. Adsız Alkoliklere üye 2000 kişi üze­ sürücüsü, alkollü iken taşıtın raydan çıkması sonucunda 5
kişinin ölümüne ve 100’den fazla kişinin yaralanmasına neden
rinde gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir tarama olmuştur.
çalışmasında Jellinek (1952), alkolü kötüye kul­
lanan erkeklerin, sosyal içici olarak başlamaktan maya ve yalnız içmeye eğilim­lidirler. Bununla
sadece içki içmek için yaşama noktasına kadar birlikte tıkanırcasına içme (binge drinking) daha
ulaşan 4 aşamadan geçtikleri­ni belirtmektedir. az görülür (Hill, 1980; Wolin, 1980)
Her ne kadar Jellinek’in tanımı, çok sayıda atıf
aldıysa da, daha sonra elde edilen bilgiler her ALKOL BAĞIMLILIĞININ BEDELİ
zaman bu görüşü destekler nitelikte değildir. Al­
Problem yaratacak düzeyde içki içen pek çok
kol bağımlısı kişi­lerin geçmişlerine bakıldığında,
kişi profesyonel bir yardım almasa da alkolü kö­
alkol kötüye kullanımından alkol bağımlılığına
tüye kullanan kişiler, ruh hastalıkları hastaneleri
doğru bir süreç izledikleri görülür (Langenbuc­
her ve Chung, 1985). Fakat veriler, bazı içicile­ ve genel hastanelerde yüksek oran­larda bulu­
rin bazı dönemlerde yoğun bir şekilde içtiklerini nurlar. Problem yaratacak düzeyde içen kişile­
daha sonra ise hiç içmediklerini ya da daha az rin sağlık servislerini kullanma oranı içmeyen
içtik­leri bir dönem yaşadıklarını; yani dalgalı bir kişilerden 4 kat daha fazladır ve bu kişilerin tıbbi
içme örüntüsü içinde olduklarını göstermekte­ giderleri, diğer kişilerden iki kat daha yüksek­
dir (Vaillant, 1996). Dahası, alkolün bu şekilde tir (The Harvard Medical School Mental Health
uyumsuz kullanım örüntüsü, Jellinek’in belirt­ Letter, 1987). Daha önce de belirttiğimiz gibi,
tiğinden daha değişkendir. Maddenin yoğun kul­ alkolü kötüye kullanan kişiler arasındaki intihar
lanımı hafta sonları azalabilir veya birkaç hafta oranı, genel nüfustan daha yüksektir. Alkol, bü­
devam eden aşırı ve sürekli içmelerin arasına tün intiharların 1/3’ünde rol oynayan bir etken­
hiç içilmeyen uzun aralar serpiştirilebilir (Robins dir. Dahası, her yıl trafik kazalarında meydana
ve ark., 1988). Alkol kötüye kul­lanımının tek bir gelen ölümlerin yarısının alkol nedeniyle oldu­
örüntüsü yoktur. ğu tahmin edilmektedir. California’da yapılan
Bulgular Jellinek’in raporunun kadınlara uy­ bir çalışma, ölen sürücü­lerin %70’inin kanında
gulanamayacağını göstermektedir. Alkol ile ilgili alkol bulunduğunu göstermektedir (Stinson ve
güçlükler genellikle kadınlarda, erkeklere göre De Bakey, 1992). Alkol, uçak kazalarında, en­
daha geç yaşlarda ve sıklıkla, Alice vakasında düstri kazalarında ve ev kazalarında bir faktör
olduğu gibi, eşin ölümü veya ciddi bir aile krizi olabilmektedir. Alkol, aynı zamanda adli prob­
gibi stresli bir yaşam olayı son­rasında başlar. lemler doğurur. Birleşik Devletlerde tutuklanan
Yoğun içmenin başlaması ile alkol kötüye kul­ kişilerin 1/3’ü umumi yerlerde sarhoşluktan do­
lanımı arasındaki zaman aralığı, kadınlarda layı tutuklan­maktadır. Adam öldürme de alkol
erkeklere göre daha kısadır (Mezzich ve ark., ile bağlantılı bir suçtur -cinayetlerin yarısından
1994). Problem yaratacak düzeyde içki içen çoğunun alkolün etkisi altındayken işlendiğine
kadınlar erkeklere göre daha kararlı bir içici ol­ inanılır-. Tecavüzler, saldırılar ve aile içi şiddet
308 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

de alkol ile bağlantılı suçlar arasında sayılabilir pasitesinin kaynağını oluşturabilir. Son olarak,
(Murdoch, Pihl ve Ross, 1990). alkol glutumat alıcılarını da yasaklar ki (inhibi­
Birleşik Devletlerde problem düzeyde içki iç­ tion) bu da konuşurken heceleri karıştır­ma ve
menin toplam maliyeti -işe geç gelmekten sağlık bellek kaybı gibi alkol zehirlenmesinin bilişsel
sorununa dek- 1990 yılında 125 milyar dolardan sonuçlarının nedeni olabilir (U.S. Public Health
daha fazla olarak tahmin edilmektedir. Yıkılan Service [USPHS], 1994).
yaşamlar ve toplumsal kayıplar yönün­den mali­ Alkolün etkilerine ilişkin pek çok inanç vardır.
yeti ise ölçülemeyecek kadar yüksektir. Kaygıyı azalttığı, sosyalliği arttırdığı, gerginliği
azalttığı vb. düşünülür. Fakat az miktarda alınan
ALKOLÜN KISA SÜRELİ ETKİLERİ alkolün kısa süreli etkileri, bedendeki kimyasal
etkileri kadar, kişinin bu etkilere ilişkin bireysel
Alkol, yutulduktan ve mideye ulaştıktan son­
beklentilerine de bağlıdır. Örneğin, alkolün sal­
ra enzimler yoluyla metabolize edilmeye başlar.
Çoğu ince bağırsaklara geçer ve buradan kana dırganlığı ve cinsel tepkileri arttırdığına inanılır.
karışır. Daha sonra öncelikle, saatte 100 dere­ Fakat araştırmalar, bu tepkilerin artmasında al­
celik (%50 alkol) bir ons (28,3 ml) viskiyi meta­ kolün değil, içen kişinin alkolün etkilerine ilişkin
bolize edebilen karaciğer tarafından yakılır. Bu inançlarının etken olduğunu göstermiştir. Bu
miktardan fazla olan kısmı ise kan dolaşımında noktaları gösteren araştır­malarda kişiye alkol iç­
kalır. Alkolün emilimi çok çabuk, ancak dışarıya tiği söylenir fakat gerçek­te tadı alkole benzeyen
atılımı daima çok yavaştır. Alkolün etkileri, kan­ ama alkol içermeyen bir içecek verilir. Sonuçta
daki alkol yoğun­luğunun miktarına göre değişir. bireyler daha saldır­gan olurlar (Lang ve ark.,
Kandaki alkol yoğunluğu ise; belli bir zaman di­ 1975) ve cinsel uyarımlarının arttığını bildirirler
limi içerisinde içilen alkol miktarına, alkolü mi­ (Wilson ve Lawson, 1976). Gerçekten alkol alan
dede tutacak ve emilimini geciktirecek yemeğin denekler de, alkol fizyolojik olarak daha az tepki­
olup olmaması­na, kişinin beden ağırlığına ve ye neden olsa da cinsel uyarılmalarının arttığını
karaciğerinin etkililiğine bağlıdır. İki ons alkol, söylemişlerdir (Farkas ve Wilson, 1976). Bura­
yeni yemek yemiş 80 kilo ağırlığındaki bir adam da da yine, bilişlerin davranış üzerinde güçlü bir
ve midesi boş olan 50 kilo ağırlığındaki bir kadın etkiye sahip olduğu görülmektedir. Maddelerin
üzerinde farklı etkiler gösterecektir. etkileri hakkındaki inançların, onların kötüye
Birçok toplumda içki içmek kabul gören bir kullanımı ile önemli derecede ilişkili olduğunu
davranış olduğu için, alkol nadiren onu içenler daha sonra göreceğiz.
tarafından bir ilaç / madde olarak görülür. Fakat
bir ilaçtır ve çift fazlı etkisi vardır. Alkolün ilk etki­ UZAMIŞ ALKOL KÖTÜYE
si uyarıcıdır (stimulan). Kişi kendini daha sosyal KULLANIMININ UZUN SÜRELİ
ve iyi hisseder ve kandaki alkol düzeyi arttıkça ETKİLERİ
bu duygu da artar. Fakat kandaki alkol düzeyi Uzamış alkol kötüye kullanımının uzun süre­li
en üst seviyeye ulaştıktan ve düşmeye başla­ etkileri, aşağıdaki vaka öyküsünde canlı bir bi­
dıktan sonra alkol bastırıcı (depresan) etki ya­ çimde anlatılmaktadır. Bu vaka, aile ilişki­lerinin,
par ve kişinin olumsuz duygu durumunda artış bozukluğun gelişmesinde nasıl bir rol oynayabi­
olabilir. Fazla miktarda alkol, karmaşık düşünce leceğini ve içmeyi bırakmanın ne kadar zor ola­
süreçlerine yol açar; motor koordi­nasyon, den­ bileceğini gösteren güzel bir örnektir.
ge, konuşma ve görme bozulur. Bazı kişiler çök­
kün ve içine kapanık olurlar. Alkol ağrıyı azalta­ Hasta, hastaneye ilk yatırıldığında 24 yaşında, bekâr
bilir ve yüksek dozlarda yatış­ma (sedasyon) ve ve işsizdi. Uzun süredir antisosyal davranış ve dağınıklık
uykuya yol açar. özellikleri gösteriyordu; alkol ve diğer maddelere alış-
Alkol etkilerini beyindeki sinir sistemleriyle kanlığı vardı. Daha önce sekiz kez, özel alkol kliniklerine
etkileşim içinde ortaya çıkarır. Gerilim azaltma kısa süreli yatmış, huzuru bozmak ve alkollü araç kullan-
yeteneğinden sorumlu olabilen GABA alıcıları­ maktan birkaç kez tutuklanmış ve saldırı suçundan iki kez
hapse girmişti.
nı (reseptör) uyarır. (GABA başlıca yasaklayıcı
Hasta, küçük bir kasabada itibarlı ve zengin bir aile-
sinir iletilerinden biridir; Valyum gibi benzodi­
nin çocuğu olarak doğmuştu. Başarılı ve popüler bir iş
azepinler GABA alıcıları üzerinde alkolünkine adamı olan babası aşırı içerdi ve 57 yaşındaki ölümü kıs-
benzer bir etkiye sahiptir.) Alkol ayrıca serotonin men alkole bağlıydı. Anne de aşırı içerdi. Çocukken anne
ve dopamin düzeylerini de artırır ve bu etkiler ve babası tarafından üzerinde çok az kontrol kuruldu ve
onun güçlü bir pekiştirici olarak hizmet etme ka­ dadılar tarafından büyütüldü. Çok küçükken babası ona
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMININ YAYGINLIĞI 309
√√

partilerde misafirlere içki ikram etmesini öğretti ve altı maktadır (USDHHS, 1990). 1980’lerin sonların­
yaşından önce partilerde misafirlerin içkilerini yudumlu- da alkol kullanımında­ki azalmaya paralel olarak
yordu. On iki yaşına geldiğinde her hafta sonu 1 litreyi 1970’lerde yüz binde 14 gibi uç noktalara ula­
aşkın, 17 yaşında ise her gün üç şişe içki içiyordu. Babası
şan siroz nedeniyle ölüm oranlarında da azal­
ona içki için para veriyor, alkollü iken araç kullanma gibi
alkolün neden olduğu suçlardan ceza almasını engelliyor,
ma görülmüştür. Diğer sık rastlanan fizyolojik
onu kurtarıyordu. değişmeler, endokrin salgıları ve pankreasta
Hasta lise 1’deyken bir öğretmene vurmaktan dolayı hasar, kalp yetmezliği, yüksek tansiyon ve bazı
okuldan uzaklaştırıldı. Nüfus kâğıdındaki doğum tarihini yüz, özelliklede burun­da şişmelere ve kızarma­
değiştirip orduya katılana dek, 11. sınıfa kadar özel bir ya yol açan lokal damar kanamalarıdır. Alkolün
okulda okudu. Terhis olduktan sonra 6 ay işsiz dolaştı, uzun süre kul­lanımının özellikle frontal lobdaki
aşırı derecede içerek pek çok kez sanatoryumda kaldı. Bir beyin hücrelerine zarar verdiği görülmekte, kor­
iş bulunduğunda bir ay geçmeden işini bıraktı. Üçüncü tikal atropi ve diğer yapısal bozukluklara neden
kez içkili araba kullanmaktan yakalandığında hapsedildi.
olmaktadır (Persons, 1975). Alkol, ayrıca ba­
Babası onu kefaletle çıkarttı; ancak bundan sonra para
vermeyeceğini söyledi. Hasta kasabadan ayrılarak vasıf- ğışıklık sistemini zayıflatmakta bu nedenle de
sız işçi olarak çalıştı (hiçbir zaman işe yarar bir beceri enfeksiyonlara ve kansere karşı duyarlılığı art­
sahibi olamamıştı). Fakat babası öldüğünde eve geri dön- tırmaktadır.
dü. Bundan sonraki birkaç yıl içerisinde, sarhoşluk, erkek Hamilelik döneminde yoğun alkol kullanımı,
arkadaşı ziyaret ettiği için annesinin gözünü morartma ve zekâ geriliğinin bilinen bir nedenidir. Fetüsün
gözlem altında olmanın koşullarını yerine getirmeme gibi gelişimi yavaşlar, kafa, yüz, kol ve bacaklar­
nedenlerden ötürü hapse girdi. Hapisten kaçmaya çalı- da anormallikler oluşur. Bu durum fetal alkol
şırken bir gardiyana saldırarak ağır yaraladı ve iki yıl
sendromu olarak adlandırılır. Makul düzeyde
daha hapis cezası aldı. Tahliye edildikten sonra alkolden
başka çeşitli türden uyarıcılar, sedatifler ve çeşitli uyuş- içki içmenin bile fetüs üzerinde çok ciddi olma­
turucu maddeleri de kullanmaya başladı (Rosen, Fox ve yan ama istenmeyen etkileri olabilir. Bu nedenle
Gregory, 1972, s. 312). alkol kötüye kullanımı ve Alkolizm Ulusal Ensti­
tüsü, hamilelikte hiç alkol alma­manın en emin
Kronik içme, psikolojik gerilemeye ek ola­ yol olduğunu belirtmektedir (Alcohol, Drug Abu-
rak ağır biyolojik hasar da oluşturur. Bedenin se and Mental Health Administration News, 2
hemen hemen bütün doku ve organları, uzun Mayıs, 1980).
süreli alkol kullanımından etkilenir. Beslenme Alkolün zararlı etkileri üzerine yoğunlaşmak
bozukluğu ağır olabilir. Alkol kalori verdiği için - uygun ve doğru olmakla birlikte, bazı insanla­
80 derecelik 1,12 litre alkol, kişinin günlük kalori Hamilelik döneminde yoğun alkol kullanımı, fetal alkol
ihtiyacının yarısını karşılar- kişi genellikle yedi­ sendromuna neden olur. Bu çocuklar yüz anomalileri kadar,
ği yemek miktarını azaltır. Ancak alkolün sağ­ zihinsel geriliğe de sahiptirler.
lamış olduğu kalori, sağlık için gerekli besinleri
içermediği için boştur. Alkol ayrıca yiyeceklerin
hazmını ve vitaminlerin emilimini güçleştirerek
beslenme bozukluğuna doğru­dan katkıda bulu­
nur. Daha yaşlı kronik alkolik­lerde B-kompleks
vitaminlerinin yetersizliği, hem yakın zamanda­
ki hem de geçmişteki olay­larla ilgili ağır bellek
kaybı anlamına gelen amnestik sendrom’a ne­
den olabilir. Bu bellek kayıpları, genellikle pek
uygun ve pek olası olmayan uydurma olaylarla
(konfabülasyon) doldurulur.
Uzun süre alkol kullanımı artı protein alımın­
daki azalma, karaciğerde siroz oluşmasına ne­
den olur. Siroz hastalığı, karaciğer hücrelerinde
yağ ve protein birikimine bağlı olarak karaci­
ğerin işlevinin bozulması ve bazı hücrelerinin
ölmesine yol açan, iltihaplanma sürecinin tetik­
lendiği bir hastalıktır. Yaralı doku­lar geliştiğinde
kan akışı engellenir. Birleşik Devletlerde siroz,
ölüm nedeni olarak dokuzuncu sırada yer al­
310 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

rın sağlığına yararlı olduğuna ilişkin kanıtlar da ve küçük parçalar halinde öğütülerek buruna
vardır. Az içme (günde 3 kadehten az), özellik­ çekilmiştir.
le de şarap, hem kadınlarda hem de erkekler­ Nikotin; tütünün temel alkoloidi ve alışkanlık
de koroner kalp hastalığı riskini azaltmaktadır yapan etkenidir. Nikotin reseptörleri adı verilen
(Stampfer ve ark., 1988). Fakat araştırmacıların ve beynin haz merkezinde bulunan reseptörleri
tamamı bu bulguyu kabul etmemektedir. Çok iç­ uyarır. Tütünün bağımlılık yapma özelliği, insan­
mekten kaçınan insanlar, örneğin kalp, yük­sek ların onu elde etmek için ne denli fedakar­lıklar
tansiyon gibi bir nedenden ötürü bunu yapıyor yaptıklarına bakılarak anlaşılabilir. Örneğin,
olabilirler. Kaçınan bu insanlar, az içen insanlar­ on altıcı yüzyılda İngiltere’de tütün aynı ağır­
la karşılaştırıldığında kafa karıştırıcı bir durum lıkta gümüş ile değiştirilmiştir. Fakir insanlar,
ortaya çıkabilir. Eğer alkolün yararlı bir etkisi çok kısıtlı olan imkânlarını birkaç gün­lük tütün
varsa, bu ya fizyolojik (örneğin, asetik asit tuzu, için harcayabilmişlerdir. On yedinci yüzyılda
alkol metoboliti, koroner kan akışında artış) Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sultan IV.
veya psikolojik (az koşuşturmalı bir yaşam stili Murat tarafından içenlere ceza olarak yapılan
ve azalmış saldırganlık düzeyi) ola­bilir. Bu konu işkenceler bile, bağımlı olan kişileri bu ottan
ile Fransız Paradoksu olarak adlandırılan olgu vazgeçirememiştir.
arasında benzerlik mevcuttur. Buna göre, Fran­
sızların beslenmesinde yüksek oranda doymuş SİGARA İÇMENİN YAYGINLIĞI VE
yağ bulunmasına rağmen, kolesterol düzeyleri SAĞLIK AÇISINDAN SONUÇLARI
düşüktür. Bazı hipotezlere göre Fransızlar az ya
Sigaranın sağlığa zararlı olduğu, Birleşik Dev­
da orta düzeyde kırmızı şarap içerek koleste­
letler Sağlık Bakanlığı tarafından 1964 yılın­dan
rol düzeylerini düşürüyor olabilirler (Kuşkusuz;
beri yayınlanan raporlar ile, inandırıcı bir şekil­
Fransızların taze sebze yemek, işe araba yeri­
de ortaya konmuştur. Her yıl 430.000’den fazla
ne yürüyerek gitmek türünden egzersizleri yap­
Amerikalının bu nedenle erken öldüğü tahmin
mak gibi yaşam tarzlarına ait bazı özellikler de,
edilmektedir (Schultz, 1991). Birleşik Devletler­
kalp hastalıkları için düşük risk geliştirmelerine
de her altı kişiden birinin ölümünden, herhangi
neden olmak­tadır). Bunlara rağmen, Birleşik
bir yolla sigara sorumludur; günde 1100 kişiden
Devletlerde yemek esnasında alkol kullanımını
fazlası ölmektedir. Tütün her yıl AIDS, araba ka­
özendirmek, olası bir alkol kötüye kullanımı ile
zaları, kokain, eroin, cinayet ve intihardan daha
tehlikeli bir flört için zemin hazırlayabilir.
fazla sayıda Amerikalıyı öldürmektedir. Sigara
Uzun süreli alkol tüketiminin son derece cid­
içenlerin çocukları, içmeyenlerin çocuklarından
di psikolojik, biyolojik ve sosyal sonuçları ola­
daha fazla üst solunum yolları enfeksiyonu,
bilir. Alkolü kötüye kullanan kişinin işlev­lerinde
bronşit ve kulak enfeksiyonlarına yakalanmak­
ciddi bozulmalar olduğundan, bu birey ile ilişki
tadırlar. Sigara ve pipo ciğerlere nadir olarak
içinde bulunan diğer kişiler de derinden etkilenir
çekildiği zaman, bunların sağlık üzerinde yarat­
ve yara alır. Kişi iş göremez, çalışamaz halde
tığı riskler anlamlı derecede azalmaktadır; fakat
olduğundan, toplum da bu durumdan çok etki­
ağız kanseri riski her iki durumda da yüksektir.
lenir. İlk verilere göre, içkiye harcanan para, iş
Uzun süreli sigara kullanımı ile ortaya çıkan
kaybı, trafik kazalarına neden olması, doktorlar
ya da artan tıbbi problemler arasında, akciğer
ve psikiyatristlere harcanan paraların toplamı
kanseri, amfizem, gırtlak ve yemek borusu kan­
her yıl 125 milyar doları aşmaktadır. Çok daha
seri ve çeşitli kalp-damar hastalıkları vardır. Ya­
yıkıcı olan insan trajedisi ise kuşkusuz hesap­
nan bir tütünün muhtemelen en zararlı bileşen­
lanamaz.
leri, nikotin, karbon monoksit ve katrandır. Daha
sonra ise kanserojenler olarak bilinen bazı hid­
NİKOTİN VE SİGARA İÇME rokarbonlar gelir (Jaffe, 1985).
1989 ve 1990 yıllarında, Hastalık Kontrol
Tütün içmenin tarihçesi, pek çok bakımdan Merkezi (Centers for Disease Control) tarafın­
diğer bağımlılık yapıcı maddelerinkine benzer­ dan yayınlanan 20. ve 21. raporlarda (Cimons,
dir (Brecher, 1972). Kolomb’un yerli Amerika­ 1992) ve diğer yayınlarda (Cherner, 1990; Jan­
lılarla yaptığı ilk ticaret sonrası denizciler ve sen ve ark., 1996; Type, 1991); sigara içme
tüccar­ların sarılı tütün yapraklarını içme konu­ alışkanlığını azaltmak için yapılan hükümet ça­
sunda yerlileri taklit etmeye başlamaları uzun lışmalarının 25 yıllık deneyimlerinden çıkartılan
sürmemiştir. Tütün içilmediği zaman çiğnenmiş bazı sonuçlar şöyle özetlenmiştir:
NİKOTİN VE SİGARA İÇME 311
√√

• Amerikalı yetişkinlerde sigara içme oranı düzenlenmektedir. Genç kadınlar, düşük nikotin
1965’de %40’dan 1990’da %25’e düşmüştür düzeyinin mide bulantısı gibi hoş olmayan yan
Bu %15’lik düşüş önemlidir; sigara içenlerin etkilere daha az yol açması nedeniyle bu siga­
neredeyse yarısı sigarayı bırakmıştır. Fakat ralara daha kolay alışmak­tadırlar. Böylece siga­
45 milyon Amerikalı hala sigara içmektedir ve ra içme deneyimi daha hoş olmaktadır (Silves­
içenlerin sayısı Asya ve Güney Amerika’da tein, Feld ve Kozlowski, 1980). Gençlerin sigara
hala yüksektir. 1987’den bu yana sigarayı içmesi ile ilgili kaygılar, günümüzde sigaranın
bırakma oranı 1965-1985 yılları arasında­ otomatik makinelerde satılması ile çelişki yarat­
kinden iki kat daha fazladır. Bununla birlikte maktadır. Pek çok yerde sigaranın yaşı küçük
sigara içme oranı ergenler arasında 1991 olanlara satılması yasaktır fakat bu otomatik
yılın­dan itibaren artmaktadır. makineler, bu yasağı delmenin en kolay yoludur
• Yerli Amerikalılar, Afrika kökenli Amerika­ ve bu nedenle de sigaraya karşı olan grupların
lılar, vasıfsız işçiler ve eğitim düzeyi düşük hedefi haline gelmiştir.
bireyler arasındaki yaygınlık oranı yüksek
kalmıştır. Bununla birlikte, son yıllarda sigara PASİF İÇİCİLİĞİN SONUÇLARI
içiminde görülen en fazla düşüş oranı, Afrika
Biz yıllardır, sigaranın sağlığa zararlarının
kökenli Amerikalı erkeklerdedir. Üniversite
yalnızca içen kişi ile kısıtlı olmadığını bilmek­
mezunları ve 75 yaş üzerinde yaygınlık oranı
teyiz. Bir sigarayı yakılışından bitinceye kadar
en düşüktür.
teneffüs etmek, buna pasif içicilik (secondhand
• Kadınlarda sigara kullanımının yaygınlığın­
smoke) ya da çevresel tütün içiciliği diyoruz-
daki düşme oranı erkeklerinkinden daha az­
sigarayı gerçekten içen kişiden daha fazla yo­
dır. Pek çok kadın kilo kay­betmek amacı ile
ğunlukta amonyak, karbon monoksit, nikotin ve
sigaraya başlamaktadır.
katrana maruz kalmak anlamına gelmektedir.
• İnsanlar sigara içmeye genellikle çocukluk Sigara içmeyenler, yoğun bir şekilde sigara du­
ve ergenlik döneminde başlamaktadırlar. Si­ manına maruz kaldıklarında, kalıcı akciğer ha­
garaya başlama yaşı, özellikle genç kadın­ rabiyetlerine uğrayabilmektedirler. Sigara içme­
larda, düşmektedir. yen pek çok kişi, yanan bir tütünün kokusundan
• Her gün, yaklaşık 1000 çocuk ve ergen siga­ hoşlanmaz ve alerjik reaksiyonlar gösterirler.
raya başlamaktadır ve bunların 750’si siga­ Pasif içicilik ABD’de yılda 50.000’den fazla ki­
raya bağlı, önlenebilir hastalıklardan erken şinin ölümün­den1 sorumludur ve 1993 yılında
ölmektedir. Çevre Koruma Ajansı, pasif içicilik durumunu,

Sigarayı bıraktıktan sonraki 5 ile 10 yıl ara­ 1


Bu istatistiğe ilişkin fikir edinmek için Vietnam savaşındaki ölümlerin toplam
58.000 olduğu hatırlanabilir.
sındaki dönemde sağlık riskleri hiç sigara iç­
meyenlerin düzeyinden biraz fazla olmak üzere
azalır ancak, akciğer dokusundaki harabiyetin
dönüşü yoktur (Jaffe, 1985). Alkolde olduğu
gibi, sigara içmenin de sosyoekonomik gideri
oldukça fazladır. Her bir sigara içenin neden
olduğu kayıplar üst üste konduğunda, her yıl
80 milyon kayıp yıl ve 145 milyon verim­siz gün
anlamına gelmektedir. Üretkenlikteki bu kayıp,
sigara içme ile ilgili sağlık giderleri de eklenin­
ce ikiye katlanmaktadır ve Birleşik Devletlerde
bu miktar yılda 65 milyar doları aşmaktadır. Bu
miktarın büyüklüğünü anlaya­bilmenin bir başka
yolu da, miktarı gün hesabı­na çevirerek günde
178 milyon dolar olduğunu görmektir. Bu miktar;
yılda 19.000 çocuğu doyurabilecek veya büyük
bir şehirde hastane inşa edilmesine yetecek bir
miktardır.
Bulunulan ortamda sigara içilmesi, sigara içmeyenlerin
Son zamanlarda, düşük nikotinli sigara kul­ ciğerlerinde hasara yol açabilir ve solunum yolu enfeksiyonlarına
lanımını özendirmek için reklam kampanyaları neden olabilir.
312 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

asbest ve radon kadar zararlı ve tehlikeli ola­ Milletler ile anlaşma içindedir (Goodwin ve Cou­
rak sınıflandırmıştır. Hamilelik esnasında sigara ze, 1984).
içen kadınların bebekleri, daha erken ve düşük
kilo ile doğ­makta, doğuştan gelen bazı özürlere MARİYUANA KULLANIMININ
sahip olabilmektedir. YAYGINLIĞI
Son yıllarda bazı eyalet hükümetleri, halka
Birleşik Devletlerde madde kullanımını araş­
açık mekânlar ve iş yerlerinde sigara içmeyi dü­
tırmakla görevli olan National Institute of Drug
zenleyen duyurular yayınlamaktadırlar. Sigara
Abuse (NIDA), yapmış olduğu tarama sonuçla­
içmek, süper market, otobüs, hastane, kamu bi­
rını belirli aralıklarla yayınlamaktadır. Bu tara­
naları, uçaklar ve tüm yurtlarda yasak­tır. Resto­
malar 12 ile 18 yaş arasındaki gençlerle, 18-
ranlar sigara içmeyenler için ayrı mekânlar ayır­
25 yaş arası genç yetişkinleri ve 25 yaş üstü
mak zorundadır ve bazı restoran­larda ise sigara
kişileri kapsamaktadır. Katılanlara şimdiki ilaç
içmek tamamıyla yasaktır. Toplam 50’den fazla
kullanımı, geçmişteki kullanımları, kullanım sık­
kişinin çalıştığı işyerleri ya sigara içmeyi yasak­
lığı, ilaçların çeşitliliği gibi sorular sorulmaktadır.
lamak ya da sigara içenler için ayrı bir mekân
Son yirmi yıldaki eğilim, Marihuana kullanımının
yaratmak zorundadırlar. Sigara içme yasağının 1979 yılında en yüksek noktaya eriştiği, sonra­ki
en sıkı olduğu yerler spor alanlarıdır. Buralar­ on yılda düşme gösterdiği ve tekrar yük­seldiği
da sadece sigara içmek değil, sigara reklamları yönündedir. Aşağıda tarama çalışması­na katı­
bile yasaktır. Sigara içmeyen bazı kişiler, bu tür lan 12-17 yaş arasındaki gençlerden en az bir
yasaklara sevinirler fakat sigara içenler ve tü­ kez Marihuana kullandığını belirtenlerin yüzde­
tün endüstrisinden gelen bazı baskılar, bazen leri verilmektedir: 1972’de %14, 1979’da %31,
bu kanunun uygu­lanmasını sekteye uğratmak­ 1985’de %24 ve 1991’de %13 (Kozel ve adams,
tadırlar. Bazı sigara içicileri bu tür yasaklara, 1986; Marihuana Research Findings, 1980;
haklarına yönelik ileri bir tecavüz olarak görüp National Survey on Drug Abuse, 1979, 1982,
kuvvetle karşı çıkmaktadırlar. 1991). Tütünde olduğu gibi Marihuana kullanı­
mıda 1991 yılından beri dikkate değer oranda
MARİHUANA artmaktadır (Cimons, 1995; Greenberg, 1996;
Kipke, Montgomery ve MacKenzie, 1993).
Marihuana (esrar), Kannabis sativa denilen
bir bitkinin kurutulmuş ve ufalanmış yaprak ve MARİYUANANIN ETKİLERİ
çiçek uçlarından oluşur. Sıklıkla sigara gibi içilir; Diğer pek çok ilaçta olduğu gibi Marihuana da
fakat aynı zamanda çiğnenebilir, çay gibi hazır­ risksiz değildir. Bilim genellikle bir ilaç hakkında
lanarak içilebilir veya fırında pişen yiyeceklerin ne kadar çok şey öğrenirsek onun o kadar tehli­
içine konabilir. Marihuanadan daha kuvvetli keli olduğunu ortaya çıkartmaktadır. Marihuana
olan haşhaş, iyi kaliteli kannabis bitkisinin reçi­ da bu alanda bir istisna değildir (Odak 12.1’e
nesinin çıkartılıp kurutulması ile elde edilir. Ön­ bakınız).
celeri Amerika’da içmek için değil, liflerinden ip
New York’ta bir popüler binada haşhaşın ilk eğlence amaçlı
ve kumaş elde etmek için üretilirdi. On dokuzun­ kullanımı. Illustrated Police News’ın 1876 sayılarından
cu yüzyılda kannabis reçinesinin ilaç özellikleri birinde “Beşinci Caddede bir Haşhaş Evinde Güzel Kadınların
Sefahatı” başlıklı resim basılıdır.
fark edildi ve romatizma, gut, depresyon, kolera
ve nevralji gibi hastalıkların tedavisi için kulla­
nılmaya başlandı. 1920’ye kadar, Amerika’da
çok az görülmesine rağmen haz vermesi için
de kullanılıyordu. Alkol satışının yasaklanma­
sıyla birlikte bazı kişiler Meksika sınırından ge­
tirilen Marihuanayı içmeye başladılar. Basında,
Marihuanayı cinayetlerle ilişkili olarak gösteren
olumsuz raporlardan sonra, 1937’de Marihua­
na kul­lanımını yasaklayan yasa çıkartıldı. Gü­
nümüzde Marihuana kullanımı pek çok ülkede
yasa dışıdır ve bu ülkelerin bazıları, Marihuana
satışının yasaklanması ile ilgili olarak Birleşmiş
MARİYUANA 313
√√

PSİKOLOJİK ETKİLERİ Pek çok çalışma, aşırı dozda Marihuana


Pek çok ilaçta olduğu gibi Marihuananın etki­ alımının, araba kullanmak için gerekli olan kar­
si de gücüne ve dozun miktarına bağlıdır. Mari­ maşık psikomotor becerileri bozduğunu göster­
huana içenler, Marihuananın onları rahatlat­tığını mektedir. Ölümcül kazalar ve tutuklanan sürü­
ve daha sosyal olmalarını sağladığını belirtirler. cüler, bu kazalarda ve tutuklanma durum­larında
Yüksek dozun, duygularda ani değişikliğe ne­ Marihuananın önemli miktarlarda rol oynadığını
den olduğu, dikkati azalttığı, düşünceyi dağıttığı göstermektedir (Brookoff ve ark., 1994). Ben­
ve belleği bozduğu bildirilmektedir. Zaman çok zer şekilde uçuş simülatöründeki hareketleri de
yavaş geçiyor gibi görünür. Çok yüksek dozların bozduğu saptanmıştır. Bir kişi %2 TCH içeren
bazen halüsinasyonlar ve LSD’nin diğer etkile­ bir veya iki Marihuana sigarasının etkisinin azal­
rine benzeyen durumlara yol açtığı bulunmuş­ dığını zannettikten 8 saat sonra bile bazı per­
tur. Bunların arasında korkutucu deneyimin hiç formanslar azalmaktadır. Asıl tehlike, kişinin bu
bitmeyeceği inancından kaynaklanan aşırı pa­ durumunun oluşmasının farkında olmadığı için,
nik hali de vardır. Davranışsal etkilerin ortaya yeterli fonksiyona sahip olmadığı halde araba
çıkması, içe çekildikten (içildikten) yarım saat kullanması ve uçmasıdır.
kadar sonra ortaya çıktığı için dozu ayarlamak Marihuananın kronik bir şekilde kullanımı,
kişinin kullanmadığı zamanlarda zihinsel işlev­
zor ola­bilmektedir. Pek çok kullanıcı bu nedenle
leri bozmakta mıdır? 1970’lerin sonlarında
iste­diklerinden daha fazla miktarda Marihuana­
bellek ve problem çözme konusunda Mısır ve
ya maruz kalmaktadırlar. Psikolojik problemleri
Hindistan’da yapılan çalışmalar, Marihuana kul­
olan insanların genellikle Marihuana veya diğer
lananların bu yetilerinde, kullanmayanlara göre
psikoaktif maddeler açısından yüksek risk gru­
bazı bozulmaların olduğunu göstermektedir
bunu oluşturduklarına inanılır. Genel inancın
(Soueif, 1976, Wig ve Varma, 1977). Amerika’da
aksine, Marihuana, şiddet davranışı ile bazı iliş­
son dönemlerde yapılan bir araştır­mada da bel­
kiler gösterir (Spunt ve ark., 1994); fakat meka­
lekte bozulma olduğu, ancak genel entelektüel
nizması belirsizdir (Sussman ve ark., baskıda).
yetilerde herhangi bir yetersi­zliğin görülmediği
Marihuanadaki ana aktif kimyasal madde belirtilmektedir (Millaps, Azrin ve Mittenberg,
ayrıştırılmış ve delta-9- tetrahydrocannabinol 1994). Bu problemlerin yoğun madde kullanı­
(TCH) olarak adlandırılmıştır. Marihuanadaki mından önce var olup olmadığını bilmek ise
TCH miktarı değişkendir, fakat genellikle Ma­ mümkün değildir.
rihuana günümüzde on yıl öncekinden daha Anket çalışmalarından elde edilen bulgular,
güçlüdür (Zimmer ve Morgan, 1995). 1980’lerin ergenlik döneminde Marihuana kullanımının,
sonlarında beyinde kannabis reseptörleri keşfe­ yetişkinlikte psikolojik problemlere yol açabile­
dilmiş; bundan çok kısa bir süre sonra da vü­ ceğini göstermektedir. Kandel ve arkadaşları
cudun kannabis benzeri olan ve mutluluk veren (1986), yirmili yaşların ortalarında ve New York
anandamit adlı (Sanskritçe’de büyük mut­luluk açık lisesinde bulunan 1004 yetişkin ile mad­
anlamına gelmektedir) bir maddeyi ürettiği sap­ de kullanımına ilişkin görüşmeler yapmıştır.
tanmıştır (Sussman ve ark., baskıda). Marihuana kullandığını belirten kişilerin daha
Çok sayıda bilimsel kanıt, Marihuananın fazla ayrı yaşama ya da boşanma durumunda
bilişsel fonksiyonları geniş çapta etkilediğini oldukları, daha fazla suç işledikleri, daha fazla
göstermektedir. Pek çoğu 1960’ların sonunda ruh sağlığı uzmanına başvurdukları, kadınların
gerçekleştirilen laboratuar çalışmaları -sayılar da düzensiz iş hayatları olduğu belirtilmektedir.
yerine şifreler koyma, reaksiyon zamanı testi, Ancak yazarlar, Marihuana gibi bir ilacın belir­
sayı dizilerini baştan sona, sondan başa tekrar gin etkisini, Marihuana içenlerin kullandığı diğer
etme, aritmetik hesaplama, okuma ve konuşma ilaçlardan, özellikle de alkol ve kokain­den, ayır­
testleri- Marihuananın etkisi altındaki kişilerde manın çok güç olduğuna dikkat çekmektedirler.
entelektüel bozulmanın olduğunu göstermek­
tedir (Marihuana Research Findings, 1980). SOMATİK ETKİLERİ
Bunların içinde en önemlisi ise kısa süreli bellek Gözlerde kanlanma ve kaşınma, ağızda ve
kaybının görülmesidir. Düzenli olarak Marihua­ boğazda kuruluk, iştahta artma, göz içerisinde­
na kullanan pek çok lise öğrencisinin öğrenme­ ki basıncın düşmesi ve bir dereceye kadar kan
leri, Marihuana nedeniyle ciddi biçimde engel­ basıncının artması Marihuananın kısa süreli
lenmektedir. etkileri arasında sayılabilir. Marihuana içmenin,
314 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

BASAMAK TAŞI KURAMI - MARİYUANADAN DAHA GÜÇLÜ


ODAK 12.1 UYUŞTURUCULARA
Marihuana kullanımı ile ilgili olarak zaman zaman
değinilen bir konu da basamak taşı kuramı olarak ad-
landırılır. Bu kurama göre Marihuana, yalnızca ken-
disi zararlı bir madde olduğu için değil, aynı zamanda
gençlerin eroin gibi diğer maddelere bağımlılığında
ilk basamağı oluşturduğu için tehlikelidir. 1960’ların
sonlarında Marihuananın zararları konusundaki
bilgiler yetersizdi ve konu temelde politik ve kuşağa
dayalı idi. Ergenlik çağında ve üniversite öğrencisi
olan insanlar, Marihuana kullanımı konusunda cesa-
ret kırıcı bilimsel verilerden yoksun olan daha yaşlı
kuşağın basamak taşı teorisini uydurduklarına; satışı
ve kullanımına acımasız yasal engeller getirmeye ça-
lıştıklarına inandılar. Ağır ilaçların (hurd drug) çok
zararlı olduğuna ilişkin şüphe yok; ancak Marihuana Mariyuanna kullanan kişilerin çoğu eroin gibi diğer maddeleri
kullanmaya geçmezler ama eroin kötüye kullananların çoğu
için bunun daha da fazlası söylenebilir, çünkü Mari- madde kullanımlarına mariyuana kullanarak başlamışlardır
huana bu ağır ilaçların kötüye kullanımına geçişte ilk
adımı oluşturmaktadır. yetişkinlik dönemindeki kokain kullanımının en önem-
Son yirmi yıl içinde yapılan çalışmalar, Marihuana
li yordayıcısı, ergenlik döneminde yoğun Marihuana
kullanımının, burada da anlatılan bazı özel tehlikeleri
kullanımıdır (Kandel, Murphy ve Karus, 1985; Zel ve
olduğunu ortaya çıkartmıştır. Fakat Marihuana daha
Adams, 1986) Yasal bir madde olan alkol de, diğer
ciddi bir maddenin kötüye kullanımı için basamak taşı
maddelerle bağlantılı üçüncü bir değişken olarak ele
oluşturur mu? Bu soruya cevap vermek pek de güç de-
alınabilir. Yasal maddeleri kullananların, yasa dışı
ğildir. Düzenli olarak Marihuana kullananların %40’ı
maddeleri kullanma konusunda daha fazla risk taşı-
eroin ve kokain gibi maddelerin kullanımına geç-
memiştir (Stephens, Roffman ve Simpson, 1993). Bu dıklarına ilişkin kanıtlar artmaktadır. Kısacası, yasa-
nedenle eğer biz basamak taşı deyimiyle, daha güçlü dışı ya da yasal maddelerin kullanımı, kullanıcıları
maddelere kaçınılmaz bir geçişi kastetmek istersek, o uyuşturucu kullanımının olasılığını arttıran çevresel
zaman Marihuana bir basamak taşı değildir. Diğer ipuçlarına doğru iter.
taraftan biz, eroin ve kokain kullananların tamamı Belki de basamak taşı kuramından daha iyisi ağ
olmasa da bir kısmının işe Marihuana ile başladık- (network) kuramı olabilir. Network, neden ve sonuç
larını biliyoruz. En azından Amerika’da, Marihuana ilişkisindeki karmaşık yapının gerçekte ayrıştırıla-
kullananların daha sonra eroin ve kokain kullanma mayacağını, fakat bazı değişkenler arasındaki bağ-
olasılıklarının hiç kullanmayanlara göre daha yüksek lantıların kabul edilebilir olduğunu belirtir. Örneğin,
olduğunu biliyoruz (Kandel, 1984).(Ayrıca sigara kul- eroin ve kokaini düzenli olarak kullanan bazı kişiler
lananların Marihuana kullanma olasılıklarının kul- daha güvenli olarak gördükleri –ya da daha az za-
lanmayanlara göre daha yüksek olduğunu biliyoruz. rarlı olan- ve bunların yerini tutan Marihuanaya geri
Tartışmalardan biri de 1996 Ağustos ayında başkan dönmektedirler (Susman ve ark., baskıda). Marihuana
Clinton tarafından yaşı küçük bireyler üzerindeki etki- tablonun bir bölümüdür, fakat daha zararlı maddele-
lerinden dolayı sigara kullanımına ilişkin reklamlara rin kullanımına yol açan pek çok bileşenden yalnızca
kısıtlama getirilmesi amacıyla yapılmıştır). Dahası, bir tanesidir.

normal bir kalp üzerine ters etkileri olduğuna kalpleri ilacın etkilerine daha duyarlı olacaktır.
ilişkin bir kanıt yoktur. Marihuana kalp fonksi­ Tütünün kronik kullanımında olduğu gibi, Mari­
yonlarında bozukluk olanlar için tehlike­lidir, çün­ huananın uzun süreli kullanımı da, kısa süreli
kü bazen kalp atım hızını dramatik olarak arttı­ kullanımına ilişkin olarak yapılan çalışmalarla
rır. NIDA raporunda da belirtildiği gibi, bu etki yordanamayacak kadar çok sorunlar yaratabilir
kullanıcı kişi yaşlandıkça daha da kaygı verici (Jones, 1980).
olur. Bugünün 30 yaşındaki sağlıklı kullanıcıları, Marihuananın uzun süreli kullanımı, akciğer
damar sertliği gibi, kalp-damar sis­temlerindeki yapısına ve işlevlerine ciddi zararlar verebilir
anlamlı değişiklikler nedeniyle yarının 50 ya­ (Grinspoon ve Bakalar, 1995). Marihuana kul­
şındaki kalp-damar hastalığı riski taşıyıcıları lananlar, tütün kullananlardan daha az sayıda
olacaktır. Bu yaşta hala ilacı kullanıyorlarsa, içseler de, pek çoğu Marihuanayı daha fazla
YATIŞTIRICILAR VE UYARICILAR 315
√√

ve daha derin içine çekmekte ve de daha uzun olumsuz etkilerinin ortaya çıktığı zamana denk
süre ciğerlerinde tutmaktadırlar. Tütün sigara­ gelmektedir. 1970’li yıllardan çift körlemesine
sında olan kanserojen maddelerin bazıları Mari­ yöntem ile yapılmış olan çalışmalar (örneğin;
huanada da bulunmaktadır. Bu nedenle sadece Salan, Zinberg ve Frei, 1975) Marihuana ve
sayı göz önünde bulundurul­duğunda, Marihu­ benzeri bazı ilaçların, kanser hastalarında ke­
ananın zararlı etkisi beklenen­den daha fazla moterapi ile ilgili olarak görülen bulantı ve iştah
olacaktır. Örneğin bir adet Marihuanalı sigara kaybını azaltabildiğini göstermiştir. Son bulgu­
(Joint) içmek karbon monoksit içeren 5 tütün lar da bunu destekler niteliktedir (Grinspoon ve
sigarasını, 4 katranı içmeye ve solunum yolun­ Bakalar, 1995). Bulantı giderici diğer ilaçların
daki 10 hücre hasarına eşittir (Susman ve ark., etkili olmadığı durumlarda Marihuananın sıklık­
baskıda). Marihuana aynı zamanda bağışıklık la bulantıyı azalttığı görülmektedir. Marihuana,
fonksiyonlarını da zarara uğratır (Swan, 1994). AIDS ve göz küresinde sıvının atılamaması an­
Son olarak, Marihuana üreme fonksiyonları lamına gelen glokom hastalığının vermiş olduğu
için de zararlı olabilir. Kronik erkek kullanıcılar rahatsızlık­ların tedavisinde de kullanılmaktadır
üzerinde yapılmış iki çalışmada sperm sayısın­ (Susman ve ark., baskıda).
da düşüklük ve sperm hareketlerinde yavaşla­ Ancak, Marihuananın tedavi edici bir mad­
ma saptanmıştır. Bu durum üretkenliğin azala­ de olarak kullanımı tartışmalı bir konudur. Bazı
bileceğini göstermektedir (Hembree, Nahas ve AIDS hastaları, bu maddeyi içerek rahatlamak­
Huang, 1979; Issidorides, 1979). Benzer şekil­ tadırlar. İştahı açmakta, bulantıyı azaltmakta,
de Marihuana kullanan kadınlarında yumurt­ uyumalarına yardımcı olmaktadır. İki düzine
lama fonksiyonlarında bozulma görülmektedir hastaya Marihuana sağlayan bir federal prog­
(Vandaris ve ark., 1976). ram, Marihuananın insan sağlığına zararlı ol­
Marihuana bağımlılık yapar mı? Yaygın olan ması nedeniyle, 1992 yılında sona erdirildi
ilk görüşlerin tersine, bağımlılık yapabilir. Ame­ (Klein, 1992). THC halen daha hap şeklinde
rikalı askerler, Vietnam’dan zehirli olabile­cek bulunmaktadır. Bu hapların AIDS hastalarına ve
dozlarda TCH’ye alışmış olarak geri döndükle­ diğer hastalara içilebilen formu kadar yararlı ol­
rinde, toleranstan kuşkulanıldı. Yapılan kontrollü madığı görülmektedir.
gözlemler, Marihuananın alışkanlık düzeyinde
kullanılmasının tolerans gelişmesine yol açtığı­
YATIŞTIRICILAR VE
nı gösterdi (Compton, Dewey ve Martin, 1990;
Nowlan ve Cohen, (1977). Uzun süre Marihua­ UYARICILAR
na kullananların alıştıkları dozları almadıkların­
da yoksunluk belirtileri gösterip göstermedikleri Birleşik Devletlerde 1914’e kadar ilaçlara ba­
belirsizdir (Johnson, 1991). Eğer Marihuanaya ğımlılık hoş karşılanmamış; fakat tolere edilmiş­
fiziksel bağımlılık gelişiyorsa, bu nikotine, koka­ tir. Bu tarihte Harrison Narkotik Yasası ile çeşitli
ine ve alkole geliştirilmiş olan fiziksel bağımlılık­ ilaçların kullanımı yasaklanmış ve kul­lananlar
tan çok daha az ciddidir. suçlu kabul edilmiştir. Burada tartışa­cağımız
Marihuanaya fiziksel bağımlılık gelişip geliş­ ilaçların hepsi yasa dışı değildir. Genel olarak
mediği sorusu ters tolerans (revese tolerance) iki kategoriye ayrılırlar: Yatıştırıcılar (sedatifler)
ile daha karmaşık hale gelmektedir. Deneyimli ve Uyarıcılar (stimulanlar).
içicilerin sarhoş olması için, bir iki nefes yeterli
olurken, daha az deneyimli içici­lerin sarhoş ola­ YATIŞTIRICILAR
bilmesi için çok daha fazla nefese ihtiyaç vardır. Temel yatıştırıcılar (sedatifler), sıklıkla sa­
Ters tolerans, eroin gibi bağımlılık yapan ilaçla­ kinleştiriciler olarak da anılır, bedenin aktivitesi­
rın toleransının tam ter­sidir. TCH maddesi, ça­ ni yavaşlatırlar ve tepkilerini azaltırlar. Bu grup
bucak metabolize olduk­tan sonra, bedenin yağ
ilaçlar opiyatlar -opium ve ondan türetilen mor­
dokularında depolan­makta ve bir ay gibi uzun
fin, eroin ve kodein-, sentetik barbituratlar ve
bir sürede çok yavaş olarak açığa çıkmaktadır.
sekobarbital (seconal) gibi sakin­leştiricilerden
Bu durum da ters toleransı açıklayabilir.
(tranklizan) oluşur.
OPİYATLAR
TEDAVİ EDİCİ ETKİLERİ Opiyatlar, az miktarlarda kullanıldığında ağrı
İronik olarak, Marihuananın tedavi için kul­ giderici ve rahatlatıcı olan bir grup yatıştırıcıyı
lanımı, düzenli ve uzun süreli kullanımının temsil ederler. Opiyatların en önemlilerinden
316 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

çok hastalık G.O.M (God’s own medicine) veya


“Tanrının İlacı” olarak bilinen eroin ile tedavi
edildi (Brecher, 1972). Ancak, eroinin morfinden
daha kuvvetli ve daha çok bağımlılığa yol açan
bir madde olduğu ve de etkisinin daha yoğun
ve çabuk olduğu ortaya çıktı. 1909’da başkan
Theodore Roosevelt, afyon ve opiyatlarla ilgili
olarak federal bir soruşturma açılmasını istedi.

PSİKOLOJİK VE FİZİKSEL
ETKİLERİ
Marihuana ve Marihuanadan türetilen mor­
fin ve eroin, aşırı coşku, hayalcilik, dalgınlık,
uyuşuk­luk ve bazen de koordinasyonda bo­
zukluğa yol açar. Bu temel etkilere ek olarak
eroinin iğneyle verildikten hemen sonra, bir sı­
caklık hissi ile yayılan coşkunluk yaratma etkisi
vardır. Bağımlı kişinin bütün kaygı ve korkuları
yok olur, dört ile altı saat arası kendine güveni
tamdır. Fakat daha sonra düşüş yaşanır ve uyu­
şukluk sınırına varılır. Opiyatlar, vücudun kendi
Bir afyon bitkisi. Bitkinin kapsülü çizildiğinde içinden ham
afyon sızar
opioid siste­mindeki sinir hücresi reseptörlerini
uyararak etkilerini oluştururlar. Vücut, endorfin,
biri, M.Ö. 7000 yılında Sümerliler tarafından da enkefalin ve opium olarak adlandırılan opioidleri
bilinen ve başlangıçta uluslararası uyuşturucu üretir ve bunları kendi uygun reseptörlerine yön­
trafiğinin temel maddesi olan afyon (opium) lendirir, onları uyarır. Opiyatlar belirgin biçimde
dur. Sümerliler bu maddeyi sağlayan poppy bit­ fizyolojik bağımlılık yaratırlar. Kullanıcılar hem
kisine, günümüzde de hala bilinen “mutluluk bit­ ilaçlara git­tikçe artan düzeyde tolerans geliştirir­
kisi” adını vermişlerdir. Afyon, on sekiz alkoloi­ ler hem de ihtiyaç duydukları dozu bulamazlar­
din karışımıdır; fakat 1806 yılına kadar insanlar sa yoksun­luk belirtileri gösterirler.
bu maddeler ve potansiyelleri hakkın­da hiçbir Tolerans geliştikten sonra eroin alınmadığı
bilgiye sahip değildi. takdirde, son enjeksiyondan sonra sekiz saat
O yılda, ismini Yunan Düş Tanrısı Morpheus­ içerisinde tepkiler başlayabilir. Daha sonraki bir­
dan alan morfin alkoloidi, ham afyondan ayrış­ kaç saat içinde birey kas ağrıları duyabilir, hap­
tırıldı. Acı bir tada sahip olan bu toz, çok kuvvetli şırır, terler, gözleri yaşarır ve çok fazla esner.
bir yatıştırıcı ve ağrı kesici idi. Alışkanlık yapıcı Bu belirtiler gribe benzer. Otuz altı saat içinde
etkisi keşfedilmeden önce, patentli birçok ilaçta yoksunluk belirtileri şiddetlenmeye başlar. Kon­
kullanılıyordu. On dokuzuncu yüzyılın ortala­
rında Amerika’da hipodermik iğne bulunduğu Eroin, 1874 yılında afyon’dan elde edildi ve çeşitli ilaçların
içerisine karıştırılarak serbest bir biçimde (reçetesiz)
zaman, morfin ağrıyı kesmek için doğrudan da­ satılmaya başladı. Bu reklam, eroin ihtiva eden bir diş ilacını
mara enjekte edilmeye başlandı. İç savaş esna­ göstermektedir. Reklam muhtemelen işe yaramıştır.
sında yaralanan ve dizanteri olan pek çok asker
morfin ile tedavi edildi ve evlerine bu maddeye
bağımlı olarak döndüler.
Hastaların daha sonraki yaşamlarını olum­suz
etkileyen bir ilacın verilmesinden duyulan kaygı
ile bilim adamları morfin üzerinde çalış­maya
başladılar. 1874 yılında morfinin, çok güçlü bir
ağrı kesici olan ve eroin olarak adlandırılan
başka bir ilaca dönüştürülebile­ceğini buldular.
Eroin başlangıçta morfin bağımlılığını tedavi
etmek için kullanıldı; öksürük şuruplarında ve
patentli diğer ilaçlarda morfinin yerini aldı. Pek
YATIŞTIRICILAR VE UYARICILAR 317
√√

trol edilemeyen kas atmaları, kramplar, bir­birini dır- ya çok zengin olmalarını ya da bu parayı
takip eden sıcak ve soğuk basmaları, kalp atı­ fuhuş, uyuşturucu satıcılığı gibi yasadışı yol­
şında hızlanma ve tansiyonda yükselme görüle­ lardan sağlamalarını gerektirmektedir. Opiyat
bilir. Bağımlı kişi uyuyamaz, kusar ve ishali var­ bağımlılığı ve suç davranışı arasındaki ilişki bu
dır. Bu belirtiler yetmiş iki saat kadar sürer ve nedenle çok yüksektir. Bu durum da kuşkusuz,
beş-on gün içinde yavaş yavaş ortadan kalkar. madde bağımlılığının suça neden olduğu yö­
Veri toplamadaki büyük güçlüklere rağmen, nündeki inancı desteklemektedir. Tüm bun­lara
Birleşik Devletlerde bir milyonun üzerinde eroin ek olarak günümüzde yaşanan problem­lerden
bağımlısı olduğu tahmin edilmektedir (Goldste­ biri de iğnelerin paylaşılmasından kay­naklanan
in, 1994). Yıllardır doktorlar ve hemşireler ara­ HIV virüsünün bulaşması, yani AlDS’tir.
sındaki bağımlılık oranı, eğitim düzeyi eşit diğer
kişilerle karşılaştırıldığında daha yüksektir. Bu SENTETİK YATIŞTIRICILAR
durumun, tıbbi mekanlarda opiyatlara ulaşma­ Yatıştırıcıların temel bir türü olan barbiturat-
nın daha kolay olması ve bu insanların meslek­ lar, gevşeme ve uykuya yardımcı olmak ama­
lerinin doğası gereği daha stresli bir ortamda cıyla geliştirilmişlerdir. İlk barbiturat 1903’de
çalışıyor olmalarından kay­naklandığına inanıl­ üretilmiş ve o zamandan beri de barbiturik asi­
maktadır (Jaffe, 1985). Eroin önceleri fakir kişiler din yüzlerce türevi yapılmıştır. Bu ilaçlar başlan­
ve şehir içi ile sınırlıydı. Son yıllarda ise orta ve gıçta çok etkili bulunmuş ve sıklıkla reçetelere
üst-orta sınıf üniversite öğrencileri ve genç pro­ yazılmıştır. Bağımlılık yapıcı etkisi keşfedildiğin­
fesyoneller arasında da yaygınlaşmaya başladı den, 1940’larda bu ilaçlara karşı bir kampanya
ve bu gruplar arasında popülarite açısından ko­ başlatılmış ve doktorlar barbituratları reçetele­
kain ile yarışmaya başladı. İstatistikler durumu rine daha az yazmaya başlamışlardır. Günü­
daha da iyi anla­mamıza yardımcı olmaktadır: müzde Valyum gibi benzodiazepinler sıklıkla
1988 yılında 1250 kişi eroin içtikten sonra acil kullanılmakta ve istismar edilmektedir. Birleşik
servislere gitmiştir. 1994’te bu rakam 27300’e Devletlerde yatıştırıcılar oldukça çok miktarda
ulaşarak %2000’lik bir artış göstermiştir. Madde üretilmektedir; öyle ki her bir kadın, erkek ve
rehabilitasyon merkezlerindeki trafiğin de aynı çocuğa yılda 50 tablet düştüğü tahmin edilmek­
oranda arttığı görülebilir (Corwin, 1996). tedir. Pek çoğu yasal olarak Meksika’ya gön­
Bu artışın nedenlerinden bir kısmı, günü­ derilmekte sonra da yasa dışı yollardan tekrar
müzde elde edilen eroinin özelliğinden kay­ Amerika’ya getirilmektedir. Birden fazla türde
naklanmaktadır. Örneğin elli yıl önce Güney ilaç alan pek çok kişinin kullandığı ilaçlardan
Kalifornia’da satılan eroin toz halinde idi ve saf­ biri de barbituratlar ya da diğer yatıştırıcılardır.
lık derecesi %5’den azdı. Günümüzde ise saflık Bu kişiler bazen bir uyarıcıdan vazgeçmek ya
derecesi % 25-50 arasında değişmekte ve sa­ da yoksun­luk etkilerini azaltmak için bu ilaçları
kız şeklinde satılmaktadır. Bu şekilde satıl­ması kullanırlar.
kullanıcının bunu seyreltmesini, gücünü azalt­ Yatıştırıcılar kasları gevşetir, kaygıyı azaltır
masını zorlaştırmakta, bu nedenle de özel­likle ve küçük dozlarda alındığında hafif coşkulu bir
yeni kullanmaya başlayanlar aşırı doza maruz durum yaratırlar. Alkol ile birlikte alındıklarında
kalabilmektedir (Corwin, 1996). ortaya çıkan psikolojik etkilerin GABA sistemin2
Opiyatlar, bu maddeleri kullananlarda bir seri uyarılması ile oluştuğu düşünülmektedir. Yük­
problemlere neden olurlar. 500 eroin bağımlısı sek dozlarda alındığında konuşma peltekleşir
üzerinde yapılan 24 yıllık bir izleme çalışması ve denge bozulur. Kavrama, konsantras­yon ve
sonucunda, bu kişilerin %28’inin 40 yaş civarın­ iş yapabilme gücü önemli derecede bozulabilir.
da öldüğü belirlenmiştir. Ölen bu kişilerin yarısı Kişi duygusal kontrolünü kaybede­bilir ve derin
öldürülme, intihar ya da kaza sonucu yaşam­ uykuya dalmadan önce çok sinirli ve kavgacı
larını yitirmişler, üçte biri ise aşırı dozdan öl­ olabilir. Diyaframı kontrol eden kasları aşırı gev­
müşlerdir (Hser, Anglin ve Powers, 1993). İlle­ şeterek kişinin boğulmasına yol açması nede­
gal madde kullanımının sosyal sonuçları da en niyle, çok yüksek dozlarda alındığında öldürücü
az bu kadar ciddidir. Madde ve maddenin temin olabilir. Bölüm 10’da da belirtildiği gibi, yatıştı­
edilmesi, kullanıcının varlığının merkezi haline rıcılar sıklıkla intihar aracı olarak seçilirler. Bu­
gelir, bütün aktivitelerini ve sosyal ilişki­lerini yö­ 2
Quaalude ve Sopor ticari adıyla satılan ve etkileriyle barbituratlara benzeyen
netir. Maddelerin çok pahalı olması -kişi sıklıkla bir sedatif olan metaqualone popüler bir sokak uyuşturucusu olmuştur. Bağımlılık
yaratıcı olmasının ötesinde başka tehlikeler de yaratmaktadır – iç kanama, koma
günde 200 dolardan fazla harcamak zorunda­ ve hatta aşırı dozdan ölüm.
318 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

nunla birlikte birçok kullanıcı bu ilaçlarla birlikte başlamıştır. Amfetaminler bu arayışın sonucu­
alkol alarak kazara kendini öldürür; çünkü alkol dur (Snyder, 1974).
yatıştırıcıların depresyon etkisini arttırır. Uzun İlk amfetamin olan Benzerdin 1927’de yapıl­
süre yüksek dozda kul­lanım beyinde hasara ve mıştır. 1930’ların başında burun tıkanık­lığını aç­
kişilikte bozulmaya yol açabilir. mak için ticari olarak satışa sunul­duğunda, halk
Yatıştırıcıların uzun süre kullanımı ile tole­ uyarıcı etkilerini de keşfetti. Daha sonra doktor­
rans artar ve kullanım aniden kesilirse şiddetli lar bu ilacı ve diğer amfetaminleri hafif düzeyde­
ve uzun süren, bazen de ani ölümlere yol açan ki depresyon ve iştahı kontrol etmek için kullan­
yoksunluk belirtileri görülebilir. Delirium, kon­ dılar. II. Dünya Savaşı sırasında her iki taraf da
vulsiyonlar ve diğer belirtiler, alkol kullanımının bu ilacı yorgunluğu gidermek amacıyla askerle­
aniden kesilmesi sonucu oluşan yoksunluk be­ rine dağıttı. Bugün amfetaminler bazen hiperak­
lirtilerine benzer. tif çocukların tedavisinde kullanılmaktadır.
Üç tip kötü kullanımdan söz edilebilir. Birinci Benzedrin, Deksedrin ve Metedrin gibi amfe­
grup, yasadışı ilaç kullananlar ile ilgili kalıp yar­ taminler norepinefrin ve dopaminin serbest bı­
gılara uygundur: Genellikle erkek ve antisosyal rakılmasını sağlayarak ve bu nörotransmitter­
ergenler ve genç yetişkinler. Bunlar ilacı duygu lerin yeniden alınmasını engelleyerek etkilerini
durumlarını ya da bilinç düzeylerini değiştirmek yaratırlar. Genel olarak ağızdan veya damardan
amacıyla, bazen de başka ilaçlarla karıştırarak alınırlar ve alışkanlık yapabilirler. Uyanıklık hali
alırlar. İkinci grup; doktorun uykusuzluk ve kay­ artar, bağırsak sistemi baskılanır ve iştah azalır
gıyı gidermesi amacıyla ver­mesi ile ilaca başla­ -bu nedenle diyette kullanılır- kalp atışı hızlanır,
yan ve giderek daha yüksek dozlarda kullanarak derideki ve mukoza zarındaki kan damarları bü­
alışkanlık geliştiren orta yaşlı ve orta sınıftan zülür. Bireyin dikkati artar, coşkulu ve daha dışa
kişilerdir. Bu kişiler ilaçlarını sokak satıcıların­ dönük olur. Sanki sonsuz bir enerjisi ve kendine
dan almazlar, çünkü istedik­lerinde reçetelerine güveni vardır. Yüksek dozları kişiyi sinirli, huzur­
tekrar tekrar yazdırırlar ve kuşkuyu çekmemek suz yapar, uykusuzluk vardır. Yüksek doz kul­
için de doktor değiştire­bilirler. Üçüncü grup, ilacı lanan bazı kişiler o denli kuşku­cu ve saldırgan
kolaylıkla elde ede­bilen doktor ve hemşire gibi olurlar ki, başkaları için tehlike­li hale gelebilirler.
sağlık personelin­den oluşur ve sıklıkla kaygı ile Uzun süre yüksek dozda alın­ması, sanrıların da
bağlantılı prob­lemlerini kendi kendilerine tedavi bulunduğu paranoid şizofreniye benzeyen bir
etmek için kullanırlar (Liskow, 1982). durumun ortaya çık­masına neden olabilir.
Amfetaminlere tolerans çok çabuk gelişir;
UYARICILAR öyle ki uyarıcı etkisini elde edebilmek için alınan
miktarı sürekli arttırmak gerekir. Tolerans art­
Uyarıcılar (stimülanlar) veya kokain gibi bir tıkça, kullanıcı hapları almayı bırakır ve amfeta­
üst düzeyde bulunan maddeler, beyin ve sem­ minlerin en kuvvetlisi olan Methedrin’i damarı­
patik sinir sistemini etkileyerek dikkati ve motor na doğrudan enjekte etmeye başlar. Hız delileri
aktiviteyi arttırırlar. Benzerdin gibi amfetaminler olarak adlandırılanlar, kendilerine tekrar tekrar
sentetik uyarıcılardır; kokain ise koka yaprağın­ bu ilacı enjekte ederek, birkaç gün boyunca ye­
dan elde edilen doğal bir uyarıcıdır. Odak meden, içmeden, uyumadan, yoğun bir biçimde
12.2’de az riskli ve çok daha yaygın bir uyarıcı coşkulu aktivitelerini sürdürürler. Sonra bitkin,
olan kahve de ele alınmıştır. çökkün ve uykulu birkaç gün geçirirler. Daha
sonra ise aynı döngü tekrar başlar. Bu örüntü­
AMFETAMİNLER nün birkaç kez tekrar etmesin­den sonra bireyin
Çin asıllı Amerikalı bir kimyager olan Chen, sosyal ve fiziksel işlevleri oldukça bozulur. Dav­
astımı tedavi etme çabaları içindeyken eski Çin ranışları tutarsız ve saldır­gandır; hız delisi ken­
ilaçlarını incelemiştir. Bu esnada tedavi için sık disi ve başkaları için tehlikeli olabilir.
sık önerilen ve çölde yetişen mahuang isimli bir Amfetaminlerin iş yerlerindeki kullanımları
bitki ile karşılaşmıştır. Sistematik bir çalışma so­ gittikçe artmaktadır. Üretim ile ilgili olarak za­
nucunda Chen bu bitkiden Ephedra grubuna ait man baskısı altında olan -doksanlı yıllar, az
bir alkoloidi ayrıştırmış ve astımın tedavisinde zamanda çok işin yapıldığı yıllar olarak adlan­
oldukça etkili olduğunu görmüştür. Fakat ilaç dırılmaktadır- pek çok büro elemanı (beyaz
için bitkinin şurubunu elde etmenin etkili olma­ yakalılar) uyanık kalmak, daha çok üret­mek,
dığı düşünülerek sentetik formu için çalışmalar genelde kendilerini enerjik hatta coşkulu hisse­
YATIŞTIRICILAR VE UYARICILAR 319
√√

ODAK 12.2 BAĞIMLILIĞIMIZ - KAFEİN

Nadiren bir ilaç olarak görülen fakat güçlü etkileri ğı için, aşırı kafein ihtiva eden tabletler şeklinde alın-
olan, insanlarda tolerans gelişmesini sağlayan ve alı- madığı sürece ölüme yol açmaz.
şan insanlarda yoksunluk belirtileri yaratabilen, dün- Şu unutulmamalıdır ki, çok yüksek dozlarda kahve
yanın en popüler ilacı ne olabilir? (Hughes ve ark., içen kişiler, kahve içmeyi bıraktıkları zaman yoksun-
1991). Kullananlar ve kullanmayanlar bu konu ile luk semptomları gösterirler. Günde iki fincandan fazla
ilgili şaka yapılmasından hoşlanmazlar ve bu kitabı içmeyenlerde de bu miktarın alınmaması durumunda
okuyan pek çok kişi büyük bir olasılıkla her gün bu klinik olarak anlamlı baş ağrıları, yorgunluk ve kaygı
maddeyi kullanıyor. Kuşkusuz, kahve, çay, kakao, kola görülebilmektedir (Silverman ve ark., 1992). Bu belir-
ve bazı soğuk içecekler ve diyet haplarında bulunan tiler ise, belirgin bir biçimde kişinin sosyal yaşantısını
kafeinden söz ediyoruz. ve işe ilişkin işlevlerini etkilemektedir. Bu bulgu ra-
İki fincan kahve 150-300 miligram kafein ihtiva hatsız edicidir, çünkü Amerikalıların dörtte üçü günde
eder ve kişiyi yarım saat içinde etkiler. Metabolizma, iki fincandan fazla kahve tüketmektedir (Roan, 1992).
vücut ısısı ve kan basıncı, idrar üretimi artar. Pek ço- Aileler genellikle çocuklarının kahve ve çay içmele-
ğumuzun tanık olabileceği gibi, el titremeleri olabilir, rine izin vermemelerine rağmen, kafein içeren kolalı
iştah azalabilir. Panik bozukluk kafein nedeniyle alev- içecekler, sıcak çikolata ve kakao, çikolatalı şekerler,
lenebilir. Sempatik sinir sistemini uyarması nedeniyle gofret ve çikolatalı dondurma yemelerine izin verirler.
bu durum şaşırtıcı değildir. Kafeinin aşırı dozlarda Böylece, bizim kafeine olan bağımlılığımız 6 aylık gibi
alımı baş ağrısı, ishal, sinirlilik, şiddetli huzursuzluk, çok erken bir yaşta başlayabilmekte ve çocukluktan
varsanılar ve ölüme neden olabilir. Böbreklerden her- yetişkinliğe geçtikçe de bu bağımlılığın şekli değiş-
hangi bir birikime neden olmaksızın tamamıyla atıldı- mektedir.

debilmek için çaba harcamaktadır. İşverenlerin, şıntıdan, nefessiz kalarak komaya girme ve ölü­
bu ilaçların kullanımını destek­lediğine, hatta ön­ me kadar varan ciddi olaylara neden olabilirler.
ceden motive etmek amacıyla çalışanlara ilaç
sağladıklarına ilişkin bazı örnek­ler de mevcut­ KOKAİN
tur. Bu durum kısa sürerken, uç boyutlardaki si­ Koka bitkisinin doğal olarak bulunduğu And
nirlilik engelleyici olmaya başlar ve ilaca gittikçe Dağlarındaki yaylalarda yaşayan yerliler, bu bit­
artan bağımlılık, öfke duygu­larıyla mücadele kinin yapraklarını çiğnerlerdi. Fakat İspanyol iş­
etmeyi gerektirir. Bazen, akşamları alınan alkol galcilerin koka yapraklarını Avrupa’ya getirme­
de kişinin dibe vurması­na neden olur. Bağım­ lerinden sonra Avrupalılar bunu içecek­lerin içine
lı bireyin iş performansın­daki bozulmayla bir­ katmayı tercih ettiler. Kokain alkoloidi, 1844’te
likte görülen kişisel ilişki­lerindeki bozulma da, elde edildi ve o yıldan beri de lokal anestezik
olayın duygusal ve fizik­sel bedelleridir. 1994 olarak kullanıldı. 1844’te, genç bir nörolog olan
ve 1995’te Kaliforniya ilaç tedavi merkezlerine Sigmund Freud, kokaini depresyonunu tedavi
başvuranların %35’i amfetamin kötüye kullanı­ etmek için kullandı. Kokainin bu fevkalade et­
mı ile ilgili başvuru­lardır. Bunu % 27 ile eroin ve kisinden emin bir biçimde, ağrılı hastalığı olan
%24 ile kokain izlemektedir. Son yıllarda Kali­ bir arkadaşına önerdi ve kokain ile ilgili ilk ma­
forniya hastanelerinin acil servislerine amfeta­ kalelerden biri olan “övgü şarkısı”nı yazdı. Bu
min kötüye kullanımı ile ilgili olarak getirilenlerin makalede hissettiği keyif ve maddenin neşe
sayısında ani bir yükselme görülmüştür (Marsh, verici etkisini heyecanla anlat­maktadır. Freud
1996). bunu izleyen dönemde, ilacı önerdiği bir dok­
Problem, Amerika’nın diğer bölgelerine göre tor arkadaşında, ilaca bağlı olarak ortaya çıkan
Kaliforniya’da çok daha ciddi boyutlardadır. psikotik nöbet ile bütün gece uğraştıktan sonra,
Çünkü burada bulunan çok sayıdaki yer altı la­ kokain ile ilgili heye­canını kaybetti. Belki de ko­
boratuarlarında bu maddeler kolayca ve ucuz kain alışkanlığı olan en ünlü roman kahramanı
bir şekilde üretilmektedir. Amfetamin üretmek Sherlock Holmes’dur.
için gerekli olan kimyasal maddeler kolayca Ağrı azaltıcı etkisinin yanı sıra, kokain beyin­
elde edilebilir, fakat son derece uçucu ve tenef­ de hızla yayılır, dopamin geri alımını engeller
füs edildiğinde tehlikelidir. Tehlikeli maddeler ve sonuçta duyusal farkındalığı art­tırarak aşırı
sıklıkla patlar ve yanar. Bu maddeler gözde ka­ coşku yaratır. Cinsel istek kamçılanır, kendine
320 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

lanımlara girebilmekte­dirler (Goodwin ve Guze,


1984). Saf kokain elde etme süreci, eterin tu­
tuşabilme özelliğin­den ötürü tehlikeli olabilir.
Komedyen Richard Pryor, kullandığı eterin alev
alması nedeniyle neredeyse yanarak ölüyordu.
1980’lerin ortalarında, bu serbest bazın
“crack” olarak adlandırılan başka bir çeşidi so­
kaklarda görülmeye başladı. Crack’ın ortaya çık­
ması ile saflaştırma işlemi ve bu işlem sırasında
ortaya çıkan kazalar artmıştır. Crack, küçük ve
göreli olarak daha ucuz (kokainin gramına 100
dolar vermek yerine, crack’ın 100 gramına 10
dolar verilmektedir) olduğu için genç ve fakir ki­
şiler ilacı denemeye ve bağımlı olmaya başla­
mışlardır (Kozel ve Adams, 1986). Pek çok halk
sağlığı uzmanı ve polis, crack’ın günümüzde
Bir koka bitkisi. Yaprakları yüzde bir civarında kokain içerir
toplumdaki en tehlikeli yasa dışı ilaç olduğunu
kabul etmektedirler.
güven, kendini iyi hissetme ve hiç yenilmezlik
Kokain kullanımı 1970 ve 1980’lerde yük­
duygusu artar. Aşırı doz, titreme, bulantı ve uy­
selmiştir. 1974 ve 1985 yılları arasındaki ar­
kusuzluk yapabilir. Ayrıca paranoid dağılma ve
tış oranı %260’dan fazladır. Son zamanlarda
deri altında gezen böcek­ler gibi dehşet verici
ise dramatik olarak azalmıştır. Kullanıcı sayısı
sanrılara neden olabilir. Kronik kullanımı sıklıkla
1988’de 2.9 milyondan 1990’da 1.6 milyona
gittikçe artan sinirlilik, sosyal ilişkilerin bozulma­
düşmüştür (HHS News, 1990). Fakat crack kul­
sı, paranoid düşünme gibi kişilik ile ilgili değişik­
lanım sıklığı bu düşme eğilimini göstermemek­
liklere ve de yeme ve uyku düzeninde bozulma­
tedir. Gençler arasında (18-24 yaş) crack kul­
lara neden olabilir (Scientific Perspectives on
lanımı 1991’de %0.3 iken bu oran 1996’da
Cocaine Abuse, 1987).
Kokain, damar büzücü bir maddedir, kan da­ %0.8’e yükselmiştir (NİDA, 1996).
marlarında daralmaya neden olur. Kullanıcılar
giderek daha saf biçimlerini daha yüksek doz­ Saf kokain, kokainin eter ile birlikte ısıtılması yoluyla elde
larda aldıkları için, sıklıkla acil servislere götü­ edilmektedir. Richard Pryor, kullandığı eter tutuşunca ciddi bir
biçimde yanmıştır
rülmekte ve genellikle kalp krizine neden olan
aşırı dozdan ölebilmektedirler (Kozel, Crider ve
Adams, 1982). Güçlü damar büzücü etkisinden
dolayı, kokain, hamilelik döneminde özellikle
tehlikelidir. Gelişmekte olan fetüsün kan dolaşı­
mı tehlikeye girebilir.
Kokain burundan çekilebilir, pipoya konu­
larak ya da sigara şeklinde içilebilir, yutulabilir
veya eroin gibi damara enjekte edilebilir. Bazı
eroin bağımlıları iki ilacı karıştırarak kullanırlar.
1970’lerde Amerika’daki kokain kullanıcıları, ko­
kaini eter ile birlikte ısıtarak en etkili öğesini ay­
rıştırmaya başladılar. Bu kimyasal işlem yoluyla
saflaştırılan kokain (serbest baz) son derece
güçlü olmaktadır. Bu şekliyle nargile içerisinde
içilir ya da tütün veya Marihuana sigarasının
içerisine serpiştirilir. Akciğerlerde hızla emilir ve
birkaç saniye içinde beyne taşı­narak iki dakika
süren yoğun bir yükselmeye neden olur. Bunun
arkasından ise rahatsızlık ve huzursuzluk orta­
ya çıkar. Bazı saf kokain (serbest baz) kullanı­
cıları dört gün sürebilen maraton biçiminde kul­
LSD VE DİĞER HALUSİNOJENLER 321
√√

Ağır kullanıcılarda, kokainin getirmiş olduğu yon (varsanı) üretme etkisinden esinlenilerek
ekonomik boyutun uç noktalara ulaştığı görül­ adlandırılmıştır.
mektedir. 1985 yılında günde bir kez kokain Bu halüsinasyonlar şizofrenide görülen ha­
çekenler haftada 1500 dolardan fazla para har­ lüsinasyonlara benzemez, çünkü hasta bunlara
camışlardır. Daha sık kullananlar ise çok daha ilacın neden olduğunu bilir ve genellikle hatırla­
fazla para harcadıklarını ve bu pahalı alışkanlık­ nırlar.
ları için gerekli parayı ya kendileri de ilaç sata­ Mescalin, psilocybin ve sentetik içerikli olan
rak ya da çok zengin oldukları için karşılayabil­ MDA ve MDMA, diğer önemli dört halüsino­
diklerini bildirmişlerdir (Siegel, 1982). 1980’lerin jendir. Peyote adı verilen bir tür kaktüsün aktif
başında kokainin gramı 2000 dolara çıkmış ve maddesi ve bir alkaloid olan mescalin, 1986
fiyatı altından 5 kat daha pahalı bir hale gelmiş­ yılında bu peyote kaktüslerinin üzerindeki kü­
tir. çük, görünüşü hoş olmayan çıkıntılardan elde
Kokain kullanımının kesilmesi, şiddetli yok­ edildi. Madde, yüzyıllardır, Güney batıda ve Ku­
sunluk belirtilerine yok açar. Yıllardır gösterildi­ zey Meksika’da yaşayan Hintliler tarafın­dan dini
ği gibi, kokain, diğer alışkanlık yapıcı maddeler ayinlerde kullanılmaktadır. Psilocybin 1958’de
gibi insanı esir alır. Alkolde olduğu gibi, hami­ Hoffmann’ın Psilocybe mexicana adı verilen
leliği esnasında kokain kullanan annelerin be­ mantardan ayrıştırdığı kristalize bir toz­dur. Az­
bekleri bu maddeden olumsuz etk­ilenmekte ve tek ve Meksika kültürlerinin ilk dönem­lerinde
bazı bebekler bu maddeye bağımlı olarak doğ­ kutsal bitki olarak görülmekte ve “Tanrı’nın mey­
maktadırlar. vesi” olarak adlandırılmaktadır. Meksika’daki
Hintliler halen daha dini tören­lerinde bu bitkiyi
kullanmaktadırlar. Bu mad­delerin her biri yapı­
LSD VE DİĞER sal olarak birbirlerine benz­erler, fakat etkilerinin
HALUSİNOJENLER serotonin reseptörlerinin uyarılmasına bağlı ol­
duğu düşünülmektedir.
1943 yılında İsviçreli kimyager Albert Hof­ 1950’lerde LSD, mescaline ve psilocybin’in,
mann, yaşadığı bir hastalığın tanımını kay­ psikotik deneyimler yaratma etkisi üzerine
detmiştir: bir araştırma planlandı. 1960 yılında Harvard
“Geçen Cuma..., laboratuardaki çalışmamı yarıda kes­ Üniversitesi’nden Timothy Leary ve Richard
tim...Büyük bir huzursuzluk duygusuna kapıldım ve bir Alpert, psilocybin’in kurumda kalan tutuklular
mik­tar baş dönmesi oldu. Evde uzandım ve uç düzeyde üzerindeki etkisini araştırmaya başladılar. İlk
heyecan verici fantezilerden oluşan, hoş bir takım heze­ sonuçlar cesaret vericiydi: Psilocybin etkisi al­
yanlar içerisine dalıp gittim. Yarı bilinçli bir halde gözle­
tında salıverilen tutukluların tekrar tutuklanma
rim kapalıydı......... Gerçek olmayan uç düzeyde fantastik
oranı daha düşüktü. Araştırmacılar aynı zaman­
görsel imgeler ve ren­klerin yoğun bir kaleidoskopik oyunu
beni esir aldı...(Cashman, 1966, s. 31’den alınmıştır).”
da kendileri de ilacı kullanmaya başladılar ve
etraflarında bu ilacı kullanmaya gönüllü, istekli
bir grup oluşturdular. Araştırıcıların bu aktivi­
Hoffman daha önce, 1938 yılında, bir uyuş­
teleri 1962 yılında yasal kuruluşların dikka­tini
turucu olan d-lysergic asid diethylamide’i birkaç
çekti. Soruşturma başlatıldı ve devam ettikçe
miligram üretmişti. Bu durum göz önüne alının­
de Leary ve Alpert’in Harvard’daki3 bölümlerin­
ca, Hoffmann tesadüfen (bilmeden) maddeye
den atılmalarına neden olan bir skandal oluştu.
maruz kalarak bu alışılmadık deneyi­mi yaşamış
Olay LSD, mescaline ve psilocybin gibi halü­
olmalı. Daha sonra ise, bilinçli olarak bir doz al­
sinojenlerin kullanımında çok büyük bir artışa
mış ve hipotezini doğrulamıştır.
neden oldu. Bu maddeler kolayca ve ucuz bir
1943’de Hoffman’ın LSD deneyiminden son­
şekilde bulunabiliyordu. 1966 yılında bu mad­
ra, bu ilaç psikoz belirtilerine benzeyen etki­ delerin kullanımı kongre tarafından yasaklandı.
ler yarattığı düşüncesi ile bir psy­chotomimetic Bu olaydan sonra, bu maddelerin insanlar üze­
olarak kabul edildi. Psychedelic terimi “ruh” ve rindeki etkileri üzerinde çok az çalışma yapıldı.
“açığa çıkarmak” anlamına gelen Yunanca bir
kelimeden türemiş; LSD kullanıcılarının rapor 3
Psikodelik ilaç devriminin ilk zamanlarındaki birçokları gibi Alpert insanları
ilaçlardan uzak durmaya ve kimyasal maddelerin yardımı olmaksızın kendi an-
etmiş oldukları bilincin yayılmasına ilişkin süb­ lamlı tiplerini yaratmaya teşvik eden Doğu meditasyon felsefesine yöneldi. Baba
Ram Das olarak anılıp genişleyen bilinçlilik durumları olasılığı üzerine dersler
jektif deneyimlerden uyarlanmıştır. Günümüzde verdi. Meditasyon tekniklerine gerekli zaman ve enerjiyi ayıran kişiler Ram Das a
kullanılan terim ise halusinojen terimidir. Bu tür göre bu tür yaşantılara açık olabiliyorlardı. Son zamanlarda Ram Das Yahudi kök-
lerini yeniden keşfetmiş görünüyor ve Judaizm ile Doğu mistiklerinin öğretilerini
ilaçların temel etkilerinden biri olan halüsinas­ bütünleştirme olasılıklarını keşfediyor.
322 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

Dairesi, ecstasy ve diğer benzer maddelerin kul­


lanımının güvenilir olmadığını ve sağlık için cid­
di tehlike oluşturduğunu belirtmektedir. Kazara
yüksek doz alımından kaynaklanan birkaç ölüm
olayı da rapor edilmiştir (Climko ve ark., 1987)
(Bakınız: Nitrik Oksit üzerine Odak 12.3).

HALUSİNOJENLERİN ETKİLERİ
LSD’nin tipik (alınabilen) doz miktarı, 100
ila 350 mikrogram arasında, çok küçüktür.
Kesme şekere emdirilmiş sıvı, kapsül veya
tabletler şeklinde kullanılır. Psilocybin için ge­
nel doz 30.000 mikrogram, mescaline için ise
350.000 ile 500.000 mikrogram arasındadır.
LSD ve mescaline’in etkileri genellikle 12 saat,
psilocybin’in etkileri ise 6 saat kadar sürer.
Aşağıdaki tanımlama, LSD’nin genel etkile­
rine ilişkindir fakat diğer halüsinojenlere de uy­
gulanabilir.

Sinestezi, bir duyum tarzından diğerine geçiş/akış,


oluşa­bilir. Renkler işitilir ve sesler görülebilir. Öznel zaman
ciddi bir biçimde bozulmuştur, o kadar ki, saatler çok yavaş
1960’larda Timoty Leary, halusinojen kullanımının önde gelen geçiyor­muş gibi görünür. Kişinin benlik duygusu ve çevresi
savunucularından biriydi.
arasın­daki sınırların kaybı ve bölünme-parçalanma korku­
su; yapı­landırılmış ve destekleyici bir çevre ihtiyacı doğu­
LSD ve diğer halüsinojenlerin kullanımı rur. Bunlar, deneyimli kişiler ve açıklayıcı bir sistem için bir
1960’lı yıllarda en üst düzeye ulaştı, 1980’lerde anlamda ihtiyaç yaratmaktadır, bu ilaçlar “cultogenic” dir.
ise yalnızca insanların %1 veya %2’si düzenli İlacın etkisi altındayken (“trip”), hoş olmayan düşünceler
kullanıcı olarak sınıflandırılabiliyordu ve bu kişi­ ve anılar kendi denetiminde veya ansızın canlı bir biçimde
lerin kullanma sayısı iki haftada bir ya da ikiyi ortaya çıkabilir. Duygu durum kaymaya meyilli olabilir, dep­
geçmiyordu (HHS News, 1990; National Survey resyondan neşeye, sevinçten korkuya geçebilir. Gerginlik
on Drug Abuse: Main Findings, 1982, 1983). ve kaygı tırmanabilir ve panik düzeyine ulaşabilir. Dört ya
da beş saat sonra eğer bir majör panik nöbeti oluşma­
LSD kullanımı her nedense 1990’larda arttı.
mışsa, dalgınlık duygusu yaşan­abilir. Kullanıcı, maddeye
Madde alınmadığı takdirde yoksunluk belirti­ ilişkin deneyimlerinden çok etkilenebilir ve kendini sanat,
lerinin oluştuğuna dair hiçbir kanıt olmamakla müzik, insani duygular ve evrenin düzeni gibi konularda
birlikte, tolerans hızla gelişmektedir (McKim, çok duyarlı hissedebilir (Jaffe, 1985; s. 546).
1991).
1 Temmuz 1985’te, yeni bir halüsinojen, yasa Halüsinojenlerin etkileri, psikolojik değişken­
dışı maddeler arasına katılmıştır. MDA (Methyle lerin sayısına ek olarak, alınan doza da bağlıdır.
nedioxymethamphetamine)’ya çok benzer sen­ Kişinin maddeyi alırken ki tutumları, beklentileri
tetik içeriği olan ecstasy, kimyasal olarak mes­ ve motivasyonu gibi kurulumları halüsinojenlere
caline ve amfetaminlere benzemek­tedir. MDA ilk göstereceği tepkilerin belirleyi­cileridir. LSD kul­
kez 1910 yılında sentez edilmiş, fakat 1960’lara lanmanın en önemli tehlikeleri arasında, ilacın
dek duyuları kamçılayıcı (psy­chedelic) özellikleri etkisi altındayken gelişen kaygı ve panik ataklar
dikkati çekmemişti. Günümüzde bazı üniversite yer almaktadır. Sıklıkla belirli bir korku kişiyi çıl­
kampuslarında yaygındır. Kullanıcılar madde­ dırtır. Bu panikler genellikle kısa sürer ve madde
nin yakınlığı ve içgörüyü arttırdığını, kişilerarası metabolize olunca azalır. Çok az sayıda insan,
ilişkileri geliştirdiğini, duygu durumunu yükseltti­ hastaneye yatacak ve yaygın bir tedavi görecek
ğini ve estetik farkındalığı arttırdığını belirtmek­ kadar psikotik durumlar yaşar. Stres, hastalık
tedirler. Bu madde ayrıca, kaslarda gerginliği veya yorgunluk gibi durumlarda, ilacın fizyolojik
arttırmak­ta, hızlı göz hareketleri, mide bulantısı, etkilerinin kay­bolmasına rağmen duyuları kam­
halsizlik, titreme, terleme, kaygı, depresyon ve çılayıcı (psy­chedelic) etkileri bazen yeniden ge-
dağınık­lığa yol açabilmektedir. İlaç Uygulama riye dönüşler (flashbacks) olarak ortaya çıkar
LSD VE DİĞER HALUSİNOJENLER 323
√√

ODAK 12.3 NİTRİK OKSİT - BİR GÜLME METARYALİ DEĞİL*

Nitrik Oksit (nitrous oxide), 19. yüzyıldan beri gibi herhangi bir suç ile ilişkilendirilmemiştir. Ne nit-
elde edilebilen renksiz bir gazdır. Birkaç dakika içe- rik oksit ne de phencyclidine (pcp) doğrudan şiddet
risinde baş dönmesine neden olur ve pek çok kişide davranışları ile ilişkilendirilmişlerdir; ancak ciddi bir
coşkunluk durumu yaratır. Bazı kimselerde, önemli risk taşımaktadırlar.
bilgiler bellekte taşıyormuş, belleğe hücum etmiş gibi Nitrik oksidin diş hekimleri tarafından kulla-
olur. Klinik raporlar ve bazı kontrollü araştırmalar nımı ve günlük yaşamda kullanımı arasındaki önemli
(örneğin, Devire ve ark., 1974), bu gaz karışımının fark; diş hekimlerinin kullandığı karışımın nadiren
normalde zararlı olabilecek bazı deneyimleri durağan %80’den fazla Nitrik oksit içeriyor olmasıdır (geriye
duyumlar haline getirerek, olumlu duygular yaratma kalan kısmı oksijendir). Bu miktardaki karışım, gazın
yoluyla ağrı eşiğini yükselttiğini göstermektedir. Bir- güvenli ve etkili bir biçimde kullanılmasını sağlar. 6
çok kimse, günlük olağan durumları ve düşünceleri, Mart 1992’de sabahın erken saatlerinde bir pikapta-
karşı konulamaz derecede komik bulmaktadır. Bu ne- ki kapalı bir bölme içerisinde ölmüş üç adam bulun-
denden dolayı bu gazın takma adı gülme gazıdır. muştur. Yanlarında bulunan 3 litrelik kabın içerisinde
Belki de bu kitabın okuyucuları, bir diş hekimi ofi- Nitrik oksit nedeniyle boğuldukları belirgindi ve diz-
sinde gevşemeyi sağlamak ya da işlerin rahatsızlık ve- lerinin üzerine uzanmış vaziyetteydiler. Soruşturma
rici ve ürkütücü etkilerini azaltmak (ve diş hekiminin sonucunda, balonların gaz ile doldurulduğu sırada
hasta üzerinde çalışmasını kolaylaştırmak) amacıyla kazara gazın, içinde bulundukları kapalı bölme içe-
nitrik oksit almışlardır. Diğer analjezikler ve rahat- risine yayıldığı anlaşıldı. Dışarıdan da çok az hava
latıcıların ötesinde, önemli bir özelliği de, hastanın girmesi nedeniyle adamlar saf nitrik oksidi ve kendi
normal uyanıklık durumuna, zenginleştirilmiş oksijen nefesleri ile dışarıya verdikleri karbon dioksiti -ve
ya da normal hava soluyarak birkaç dakika içerisin- çok az miktardaki oksijeni- solumuşlardır. Bu kişiler
de dönebilmesidir. Buna ek olarak hastalar, ağızdan ilk kurbanlar değillerdir. 1988’de dört genç yetişkin
düzenli soluklarla derin nefesi nasıl alarak kontrol Utah-Cedar kentindeki bir diş malzemesi deposunda
edebileceklerini öğrenebilirler (Gaz, yalnızca burnu benzer bir ölüm ile karşılaşmışlardır. Ayrıca Alaba-
kaplayan küçük bir maske ile uygulanır; aksi takdirde ma-Birmingham’da, evinde parti veren bir ev sahibi,
diş hekimi kişinin dişi ile uğraşamazdı). Sağlık ele- 1990 yılında sözde gaz vererek bir ergeni öldürmek-
manları, her bir hastadan elde ettikleri deneyimler ile ten, kasıtsız adam öldürme suçu ile yargılanmıştır.
hastalarına verecekleri dozu kolayca ayarlayabilirler. Bazen hippi crack olarak da adlandırılan nit-
Nitrik oksit, ilk elde edildiğinden bu yana, rik oksit balonları, Ecstasy ve benzeri diğer ilaçlarla
eğlence amaçlı kullanılmaktadır; fakat pek çok ülkede birlikte, parlak lazer ışıkları ve yüksek sesli dans mü-
yıllardır yasa dışı bir maddedir. Bu bölümde anlatılan ziğinin eşlik ettiği duyuları kamçılayıcı bir atmosfer
bilinci etkileyen diğer maddeler ile karşılaştırıldığın- içinde kullanılırlar. Nitrit Oksidin yasa dışı kullanımı
da, yasa dışı olması süpervizyon altında kullanımını artmaktadır ve bu türden çılgın partileri düzenleyen-
engellemektedir. Nitrik oksidin fiziksel bağımlılık yap- ler, nitrik oksit ve Ecstasy satışı için büyük paralar ta-
tığına dair herhangi bir kanıt bulunmaması nedeniyle, lep etmektedirler. Polis, çeteler ve organize suç örgüt-
yasa dışı kullanım polis için öncelik gerektiren bir du- lerinin diğer yasa dışı ilaçlarda olduğu gibi, bu alana
rum değildir. Ayrıca, Nitrik oksit aerosol kutularının kaymalarından endişe duymaktadır.
doldurulmasında ve yarış arabalarının motorlarında
kullanıldığından yasal yollarla da elde edilebilir. Kul- *
Bu malzemenin bir bölümü iki Los Angeles Times makalesinden (Connelly,
lanımı (en azından henüz), eroin ve kokain kullanımı 1992 ve Romeo, 1992) alındı.

(Kaplan ve Sadock, 1991). Geriye dönüşlerin, nüşler, buna maruz kalan kişi için oldukça ürkü­
ilacın sinir sisteminde fiziksel değişiklikler yarat­ tücü bir durumdur.
ması sonucu oluştuğuna inanılmaktadır. Çünkü Kolayca sınıflandırılmayan bir ilaç PCP,
halüsinojen ilaçları kullananların %15- 30’unda phencyclidine’dir. Atlar ve diğer büyük hayvan­
bu geriye dönüşlerin yaşandığı tahmin edilmek­
lar için yatıştırıcı (sakinleştirici) olarak geliştiril­
tedir (Stanton ve Bardoni, 1972). Dahası, bu
miştir. Genellikle ağır paranoya ve şid­det içeren
kullanıcılarda, ölçülebilir bir nörolo­jik değişikliğe
ilişkin hiçbir kanıt bulunamamak­tadır. Geriye ciddi olumsuz tepkilere yol açar. Koma ve ölüm
dönüşlerin, kendine özgü bir güce sahip olduğu görülebilir. Kullanıcı için olduğu kadar, gözlem­
ve ilacın alınmasından haftalar ve aylar sonra ci için de tehlikelidir. Kullanımı 1990’lardan bu
bile kişide görülebildiği bilinmekte­dir. Geriye dö­ yana artmaktadır.
324 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

MADDE KÖTÜYE KULLANIMI


VE BAĞIMLILIĞIN ETİYOLOJİSİ 14

12
Madde kötüye kullanımı ve bağımlılığına

Litre olarak mutlak alkol tüketimi


ilişkin bozuklukların nedenini anlamaya yönelik
10
çalışmalarda, araştırmacılar genellikle kişinin
madde kullanımına başlaması, daha sonra bu
8
maddeyi yoğun bir biçimde kullanması ve son
olarak da kötüye kullanım ve bağımlı olma ile
6
ilgili değişkenler arasındaki farkları bulmaya ça­
lışmaktadırlar. Genel görüş ise, maddenin uzun
4
süre yoğun bir biçimde kullanılmasından sonra,
kişinin yoksunluk ve tolerans gibi biy­olojik sü­
2
reçler nedeniyle tuzağa düştüğü yönündedir.
Bu görüş bazı vakalar için kabul edilebilir
olsa da, herkes için geçerli değildir. Örneğin, 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980

hem tütün hem de eroini birlikte yoğun biçimde Şekil 12.1 1950-1980 yılları arasında ISACE çalışmasına dâhil
kullandığı halde bağımlı olmayan vakalar görül­ edilen ülkelerdeki 15 yaş ve üstü bireylerin yıllık alkol tüketim
miktarları (kişi başına düşen litre miktarı) (Makala ve ark,
mektedir. Bununla birlikte, bu genel modelden 1981).
hareketle, ilk kullanım ve sonrasında kullanımın
artması ile ilişkili değişkenlere yöne­lik pek çok
araştırma yapılmıştır. Burada da tartışacağımız (deLint, 1978). Kültürel tutumlar ve içme örüntü­
sosyokültürel, psikolojik ve biyolojik değişkenler, leri, yoğun içme durumunu belirlemekte, sonuç­
farklı maddelere göre değişen ve unutulmaması ta da alkol kötüye kullanımı ortaya çıkmaktadır.
gereken önemli değişkenlerdir. Örneğin, kalıtım, Tek bir ülkeyi içeren (Amerika) sosyokültü­
alkolizmde rol oynayan bir faktördür; fakat crack rel çalışmalara bakılırsa, madde kullanımında
kötüye kullanımı ile herhangi bir ilişkisi yoktur. epeyce büyük bir değişiklik olduğu görülür. Ör­
neğin denizciler, demiryolu işçileri ve içki ile ilgili
SOSYOKÜLTÜREL DEĞİŞKENLER yerlerde çalışan barmenler, garsonlar, lokanta
Sosyokültürel değişkenler, madde kötüye sahipleri, içki satıcıları gibi kişiler arasında içki
kullanımında oldukça geniş ve değişken bir içme oranı yüksektir (Fillmor ve Caetano, 1980).
rol oynar. Bu değişkenler, kişinin akran grubu Tüm bu mesleklerde fazla içki içmek kurala uy­
ve ailesinden medyaya, kültüründe hangi tür gundur; işlerinin bir parçası olarak görülür ve al­
davranışların kabul edilebilir olduğundan, bire­ kol her an ellerinin altında, içilmeye hazırdır.
yin ilgilerini etkileyen sosyal yaşantısına kadar Aileye ilişkin değişkenler de önemli bir sos­
oldukça geniş bir yelpaze içerisinde yer alırlar. yokültürel etkidir. Örneğin, eğer hem anne hem
Geniş anlamda bakılacak olursa, örneğin al­ de baba sigara içiyorsa, bir çocuğun sigara içme
kol tüketiminde kültürler arası büyük farklılıklar olasılığı anne ve babası hiç sigara içmeyen bir
vardır. Şekil 12.1’de boylamsal bir çalışmadan çocuğa göre dört kat daha fazladır. Benzer şe­
elde edilen veriler, madde tüketi­minde kültürler­ kilde, ailenin alkol kullanması, çocuk­ların da
de benzerlik olsa bile, ülkeler arasında büyük kullanma olasılığını arttırmaktadır (Cloninger ve
farkların olduğunu göstermek­tedir. İlk olarak; ark., 1981). Ailede psikiyatrik, evlilik ya da yasal
çalışma dönemi içerisinde (1950-1980), alkol problemlerin bulunması madde kötüye kullanımı
tüketimi her bir ülkede hızla yükselmiştir. İkin­ ile ilişkili bulunmuştur ve ailede duygusal des­
cisi, tüketimdeki farklılıklar zaman içerisinde teğin bulunmaması, sigara, kannabis ve alkol
azalmıştır. Bir başka araştır­ma, alkol tüketimin­ kullanımının artışı ile bağlantılıdır (Cadoret ve
de ülkeler arası belirgin fark­lar olduğunu göster­ ark., 1995; Wills Duttamel ve Vaccaro, 1995).
mektedir. Bunlardan bazıları, burada gösterilen Sonuç olarak, boylamsal bir çalışma, yetersiz
miktarlardan çok daha fazladır. Örneğin en yük­ bir ailenin, çocuğun madde kullanan yaşıtlarına
sek tüketim oranı, düzenli alkol içiminin yaygın yönelme­sine ve bunun sonucunda da madde
bir şekilde kabul gördüğü Fransa, İspanya ve kullan­masına neden olduğunu göstermektedir
İtalya gibi şarap kültürüne sahip ülkelere aittir (Chassin ve ark; 1996).
MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞIN ETİYOLOJİSİ 325
√√

Alkol tüketiminin yoğun olduğu,


şarap kültürüne sahip ülkelerde
alkolizm oranı yüksektir. Bu
Fransız barında herkes şarap
içmektedir.

Kişinin içinde bulunduğu sosyal ortam da içen atletik görünümlü erkekler, bikinili kadınlar
madde kötüye kullanımını etkileyebilir. Üniver­ ve bira içilerek geçirilen hoş zamanları konu
site öğrencilerinin özdeşim kurdukları alt grup­ alan TV reklamları ile sürekli bombardıman
lar arasında tütün kullanımı yaygındır. Bunların edilmekteyiz. Reklam panoları da, sigara içme­
okul başarıları düşüktür, davranış problemleri yi heyecanlı bir olay, gevşeme ve bir tarz sahibi
vardır ve heavy metal müzik dinler­ler (Susman olmak ile eş tutmaktadır. 1970 ve 1983 yılları
ve ark., 1990), okuldan sonra çok azı yetişkin arasında 17 ülkede alkol tüketimindeki artışta
gözetimindedir (Richardson ve ark., 1989). reklamların rolünü inceleyen bir araştır­ma ya­
Boylamsal çalışmalar, yedinci sınıfta akran gru­ pılmıştır. Alkol reklamlarını yasaklayan ülkeler­
bu ile özdeşleşmenin, sekizinci sınıf­taki sigara de yasaklamayanlara oranla tüketimde %16’lık
içme davranışını yordadığını göster­mektedir bir düşme görülmüştür (Saffer, 1991). Diğer bir
(Susman ve ark., 1994); üç yıl süren bir çalışma örnek de, sigara içmeyi açıkça bir kazak erkek
da, bu özdeşleşmenin genelde madde kullanı­ aktivitesi olarak sunan “Marlbora Man” dir4.
mındaki artışı yordadığını göster­miştir (Chassin Yakın geçmişte yapılan ve özellikle de zarar­lı
ve ark., 1996). Akran etkileri, ayrıca alkol ve etkisi olan bir kampanya; Camel sigaraları için
Marihuana kullanımının art­masında da önemli­ yapılan Old Joe Camel kampanyasıdır. Sigara
dir (Kandel ve Andrews, 1987; Susman ve ark., içen insan sayısının düşmesiyle birlikte, tütün
1995). Bu akran etkisi, ergenin madde kullanımı­ endüstrisinin kâr edebilmesi için, kaybedilen
na karar vermesinde önemli bir rol oynar, fakat içiciler yerine yenilerinin konabilmesi gerekiyor­
yüksek düzeyde kendine yeterlilik duygusuna du. Belirgin hedef ise ilköğretim ve lise öğren­
sahip olanlar (Bandura, 1997) sosyal baskıya cileriydi. Camel, kampanyasını 1988 yılında, Joe
karşı koyarak - “yaşıtım olan öğrencilerle birlikte Camel karakteri ile başlattı. Joe Camel modeli
tütün kullan­mayı reddedebilirim ve bu durumda olarak da Miami Vice dizisindeki Don Johnson
onların sevgisini kaybetmem” (Stacy ve ark., kullanıldı. Kampanya öncesinde (1976-1988)
1992, s. 166)- akranlarından daha az etkilenir­ Camel’in ürünlerinin 7.-12. sınıflar arasındaki
ler. Eroin ve crack kötüye kullanımı, azınlıkların tercih edilme oranı %0.5’ten daha azdı. 1991
bulun­duğu bölgelerde çok yaygındır. Marihua­ yılında ise Camel’in bu yasa dışı pazardaki payı
na ve halüsinojen kullanımı, sosyal aktivizm ve %33’e yükseldi (Di Fransa ve ark., 1991)! Mart
1960’ların sonlarındaki diğer özellikler ile bağ­ 1992’de Sağlık Bakanlığı’na ek olarak Ameri­
lantılıdır. Tüm bu durumlarda alt-kültürel grubun kan Tıp Birliği (AMA), Camel sigaralarının üreti­
üyeleri, akran baskısı, maddeyi hazır biçimde cisi olan R. J. Reynolds’tan Old Joe Camel rek­
elde edebilme ve çok sayıda madde kullanımı lamlarını kaldırmasını istedi, çünkü bu reklam
örneklerine maruz kalırlar. bariz bir biçimde gençleri çekiyordu. Reklam
Bu bağlamda göz önünde bulundurulması 4
1970’li yılların ortalarında Marlbora Man’i oynayan aktör 1991’de akciğer kan-
gereken bir başka değişken de medyadır. Bira seri tanısı aldı ve kısa bir süre sonra da öldü.
326 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

DUYGUDURUM DEĞİŞİKLİKLERİ
Bazı çalışmalar, madde kullanımındaki temel
psikolojik güdülerden birinin duygudurumu de­
ğiştirmek olduğunu göstermektedir. Madde kul­
lanımı, ya olumlu duygudurumu arttırarak ya da
olumsuzları azaltarak pekiştirici olmaktadır. Bu
konudaki çalışmaların pek çoğu alkolün gerilimi
azaltıcı özellikleri üzerinde yoğunlaşmıştır. İlk
dönemlerde hayvanlar üzerinde yapılan deney­
ler (Conger, 1950) alkolün kaygıyı devreye so­
karak kaçınmayı öğrenme üzerinde bozucu etki
yaptığını göster­mektedir. Daha sonra insanlarla
yapılan çalış­malar (örneğin, Sher ve Levenson,
1982), eğer kişi henüz alkolik değilse, alkolün
gerilimi azalt­tığını göstermektedir; fakat bunun
ile çelişen bazı bulgular da mevcuttur (örneğin;
Thyer ve Curtis, 1984).
Birbiriyle tutarsız bu bulguların nedenlerini
araştırmaya yönelik olarak yapılan daha sonra­
ki çalışmalar, alkolün tüketildiği durumlar üzer­
ine odaklandı. Bulgular alkolün gerilim azaltıcı
Reklamcılık madde kullanımını uyarmada önemli bir sosyokül- etkisini, biliş ve algıyı bozarak yarattığını ortaya
türel değişkendir. The Joe Camel kampanyası Camel’in ilköğretim koydu (Steele ve Joseph, 1988, 1990). Alkol,
ve lise öğrencileri arasındaki pazar payını büyütmüştür.
kolaylıkla -hemen elde edilebilen pek çok ipu­
cuna- dikkat etme ve bilişsel işleme kapasitesi­
ni bozar. Bunun sonucunda da yazarların alkol
panoları şirketlerinden ve yazılı basından rek­ miyopisi dedikleri durum ortaya çıkar. Maddenin
lamları durdurmaları istendi. R.J. Reynolds’un etkisi altında olan kişi, üzüntü ve olay arasın­
tepkisi ne oldu? “Bu kampanyanın herhangi bir daki değerlendirmeyi yapacak yeter­li bilişsel ka­
kişinin sigaraya başlamasına neden olacağına pasiteye sahip değildir. Eğer kişiyi çıldırtan, deli
inanmamız için hiçbir sebep yok. Eğer gençlerin eden bir olay söz konusu ise, dikkat can sıkıcı
sigara içme­sine neden olduğunu düşünseydik, düşüncelere odaklanmaktan çok, olaya odak­
piyasadan çekerdik” (Kampanya sözcüsü, Ho­ lanır; bu durum da kaygıyı azaltır. Fakat bazı
rovitz, 1992’den alınmıştır). durumlarda alkol gerilimi art­tırabilir. Örneğin,
Gençleri etkileyen Joe Camel ve diğer çiz­ hiçbir üzücü olay yokken, kişi maddenin etkisi
gi karakterlerin ömrü uzun sürmedi. 13 Mart altında olduğundan, sınırlı işleme kapasitesi ile
1996’da, sigara üreticilerinin oluşturduğu Lig­ hoş olmayan düşünceler üzerinde odaklanır. Bu
gett Group, küçük yaştaki bireyleri sigara içme­ durumda cesareti kırılmış kişi, karamsar olma­
ye özendirecek bu türden reklam malzemeleri­ ya ve içerken daha depresif olmaya başlar.
nin kullanımına son verme kararı aldı. Bu karar Alkolün gerilim azaltıcı etkisinde rol oynayan
aynı zamanda içicileri bağımlı hale getiren ni­ bir başka durumsal değişken de, alkol tüketimi
kotin düzeyini saklamakla suçlanan Amerikan ile stres arasındaki ilişkidir. Alkol tüketimi stre­
sigara endüstrisine karşı açılan davaların üste­ sin öncesindedir ya da onu izler. Pek çok insan
sinden gelme çabalarının da bir parçasıdır. için gerilimdeki bir artma (örneğin işyerinde kötü
bir gün geçirmek), bu gerilimin yarattığı stresten
kurtulma amacıyla alkol tüke­timinde artışa ne­
PSİKOLOJİK DEĞİŞKENLER den olur. Yaşam stresindeki artışın, alkolü bırak­
İki tür psikolojik değişken üzerinde dura­cağız. mış kişilerin bu sorunlarının yeniden başlaması
Birincisi; gerilimi azaltıcı özelliği nedeniyle alko­ ve tekrar etmesine (relapse) neden olduğuna
lün duygudurum üzerindeki birincil etkileri ve bu ilişkin deneysel bulgular, bu görüşe destek ol­
süreçte bilişlerin rolü; ikincisi ise, bazı kişilerin maktadır (örneğin; Brown ve ark., 1990). Bu­
aşırı alkol kullanımında etkisinin olabileceği dü­ nunla birlikte, alkolün gerilim azaltma özelliği
şünülen kişilik özellikleridir. üzerindeki bazı deneysel çalış­malarda değiş­
MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞIN ETİYOLOJİSİ 327
√√

kenlerin yerleri-sıraları değiştir­ilmiştir. Yani de­ veya uyarılmak istediklerinde olumlu duyguları
nek önce içiyor sonra bir stresör ile karşılaşıyor, arttırmak için kullanırlar (Cooper ve ark., 1995).
ya da tersi bir durum söz konusu. Bu düzenlerle Her iki durumda da alkol, duygusal durumlar ile
(stres-alkol ya da alkol-stres) alkolün etkilerinin başka yollardan başa çıkabilme yetisindeki ba­
araştırıldığı bir çalışmada, gerilim azalmasının şarısızlığı gösterir. Fakat sözü edilen ilk durum­
yalnızca alkol- stres düzeninde görüldüğü bu­ da, olumsuz duygu düzeyinin yüksek­liğine ek
lunmuştur (Sayette ve Wilson, 1991). Bu sonu­ olarak ilacın gerilimi azaltacağına ilişkin beklen­
ca göre, alkolün stresten sonra tüketildiğinde, ti madde kullanımını arttırırken, ikinci durumda
pek çok yaşam olayı için gerilimi azaltmakta et­ uyarılmaya ihtiyaç duyma dere­cesinin yüksekli­
kili olmadığı söylenebilir. ğine ek olarak ilacın olumlu duyguları arttıraca­
Eğer alkolün olaydan sonra alındığında stre­ ğına ilişkin beklenti yordayıcıdır. Bu durum alkol
si azaltmadığı doğruysa, niçin pek çok insan iç­ ve kokain kullanıcıları için doğrulanmıştır (BalI,
kinin kendilerine iyi geldiğine, açılmalarına yar­ Carroll ve Rounsaville, 1994; Cooper ve ark.,
dım ettiğine inanıyor. Bu bölümün başların­da 1995).
yer alan bir kavrama dönecek olursak, insanlar
alkolü doğrudan sıkıntıyı azalttığı için değil, ge­ KİŞİLİK VE MADDE KULLANIMI
rilimlerini azaltacağını düşündükleri için kullanı­ Ne sosyokültürel faktörler ne de duygudu­
yor olabilirler. Bu görüşe destek olan araştırma­ rum değişiklikleri kuramı madde kullanımındaki
lar, alkolün stresi ve kaygıyı azalttığını düşünen bireysel farklılıkları tam olarak açıklayabilmek­
kişilerin daimi içiciler olduğunu göstermektedir tedir. Ne özel bir kültür ya da alt kültürün insan­
(Rather ve ark. 1992, Sher ve ark., 1991). Da­ larının tamamı yoğun bir şekilde madde kullan­
hası, alkol ve içmeye ilişkin olumlu beklentilerin maktadır ne de yaşamış oldukları stres madde
birbirini karşılıklı etkilediği görülmektedir. İçki kullanımını arttırmaktadır. Kişiliğe ilişkin değiş­
kaygıyı azaltacak yönündeki beklenti içme dav­ kenler, niçin belirli kişilerde madde kötüye kul­
ranışını arttırmakta ve daha güçlenmiş olarak lanımının görüldüğünü açıklamaya çalışmakta­
geri dönmektedir (Simith ve ark; 1995). Diğer dır.
araştırmalar da, bir maddenin etkilerine ilişkin Sürekli olumsuz duygudurumu ve de uyarıl­
olumlu beklentilerin madde kul­lanımındaki artı­ ma ve olumlu duygudurumunu daima arttırma
şı genelde yordadığını göster­mektedir (Stacy, isteği, bu bağlamda üzerinde durulan iki kişilik
Newcom ve Bentler, 1991). özelliğidir. Genellikle madde kullanımı ve anti­
Madde kullanımı ile ilgili diğer bir psikolojik sosyal kişilik bozukluğu arasında ilişki bulun­
değişken de, madde kullanımının zararlı oldu­ muştur (Bell ve ark., 1994). Madde kötüye
ğuna inanma oranındaki büyüklüktür. Örneğin kul­lanımı 13. Bölümde görüldüğü gibi, bir psiko­
1978’de Marihuana kullanımı üst düzeye çıktı­ patın heyecan arayışına yönelik davranışlarının
ğında üniversite öğrencilerinin hemen hemen bir parçası olabilir. Opiyatlar ve sakinleştiricile­
%11’i bu maddeyi her gün kul­lanıyordu. Aynı rin kaygılı (anksiyeteli) bireyler tarafından, geri­
zamanda %12’si ara sıra kullan­manın risk yara­ limlerini azaltmak amacıyla kullanımını anlaya­
tacağına, %35’i ise sürekli kul­lanmanın risk ya­ biliriz.
ratacağına inanıyordu. Bu sonuçlar 1985 yılın­ Antisosyal davranış ile yüksek korelasyona
daki sonuçlarla karşılaştırıla­cak olursa her gün sahip olan çocukluktaki hiperaktivite de, anti­
kullanım oranının %5’e düştüğü görülür. Ayrıca sosyal davranıştakine benzer nedenlerden
üniversite öğrenci­lerinin %25’i ara sıra kulla­ ötürü madde kötüye kullanımı ile bağlantılıdır.
nımın, %70’i ise sürekli kullanımın zararlı ola­ Örneğin, 10 yıldan uzun süren ileriye dönük bir
cağına inanmak­tadır (Kozel ve Adams, 1986). çalışma sonucunda hiperaktivitenin daha son­
İnançlardaki bu değişiklik davranışa da yansı­ raki yıllarda görülen alkol kötüye kullanımının
maktadır. 1990’larda Marihuana kullanımındaki en önemli yordayıcısı olduğu görülmektedir
dramatik artış, ergenlerin Marihuananın zarar­ (Hechtman, Weiss ve Perlman, 1984). Hiperak­
sız olduğu­na ilişkin düşüncelerinden kaynak­ tivite aynı zamanda tütün ve kannabis kullanımı
lanmaktadır (USDHHS, 1994). (Wills, Dultamel ve Vaccaro, 1995) ve de koka­
Gerilim azaltma, maddelerin duygudurum in kötüye kullanımı (Ball, Caroll ve Rounsaville,
üzerindeki olası etkilerinin yalnızca bir yönü­ 1994) ile ilişkilidir.
dür. Bazı insanlar maddeleri olumsuz duygula­ Okul öncesinden on sekiz yaşa dek uzanan
rı azaltmak için kullanırken bazıları sıkıldıkları boylamsal bir çalışma, Marihuana kullanımının
328 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

sıklığını yordayan kişilik özelliklerini araştırmış­ lıtsal temelleri olan alt tiplerinin bulunma olasılı­
tır (Shadier ve Block, 1990). Buna göre yedi yaş ğını gündeme getirdi (Cloninger ve ark., 1981).
civarında diğer kişilerle iyi geçinmeyen, ahlaki Araştırmacılar içki problemi olan evlat edinilmiş
değerleri umursamayan ve stresle ilişkili fiziksel çocuklardan oluşan örneklemi iki gruba ayırdı­
belirtiler gösteren çocuklar daha sonraki dö­ lar. Birinci grup, içki problemi çok ağır olmayan
nemlerde yoğun kullanıcı olmuşlardır. Bu kişi­ kadın ve erkeklerden oluşuyordu. Bunlar ılımlı,
ler ayrıca kararsız, güvenilir ve emin olmayan, biyolojik ailelerinde içki problemi yetişkinlikte
olumsuz duyguları kabul etmeyen ve kendilik başlayan ve evlat edinildikleri evde de alkol kö­
değeri düşük bireyler olarak tanımlan­mışlardır. tüye kullanımı ile karşılaşan bireyler­di. Böylece
On bir yaşında çok fazla duygusal değişkenlik, hem genler hem de çevre rol oynuyordu. İkinci
dikkatsizlik ve bir şeye odaklanamama, aktivi­ grup ise, bunların tam tersi olarak, alkol kötüye
telere ilgi duymama durumu gözlenmektedir. kullanımı veya bağımlılığı yalnızca erkeklerde
Daha sonra madde ile deneyi­mi olan arkadaşla­ görülen, erken yaşta başlayan, antisosyal dav­
rı ile karşılaştırıldığında, inatçılık görülmektedir. ranışları bulunan ve yalnızca biyolojik ailesinde
Fakat maddeyi sıklıkla kullanan bireyler olma­ alkol kötüye kul­lanımı bulunan kişilerden olu­
maktadırlar. şuyordu. Bu sonuçların tamamının diğer çalış­
malarda tekrarlanmasına rağmen, erkeklerde
BİYOLOJİK DEĞİŞKENLER küçük yaşlarda alkol kötüye kullanımına başla­
Madde kötüye kullanımındaki biyolojik fak­ mak, bu tür alkol kötüye kullanımında can alıcı
törler üzerine yapılan pek çok çalışma, problem faktör olarak görülmektedir (Fils-Aime ve ark.,
yaratıcı düzeyde içmeye yatkınlığın biyolojik 1996). Alkolün duygudurum üzerindeki farklı et­
süreçlerle genetik olarak aktarılıyor olma ola­ kileri ile bağlantılı olan bu bulgular, birinci tipte­
sılığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Biz bu veriler ki içici­lerin alkolü gerginliği azaltmak için; ikinci
üzerinde öncelikle madde kullanımına yol açan tiptekilerin ise hazzı arttırmak için tüketiyor ola­
biyolojik değişkenlere odaklanacağız. bileceklerini savunmaktadır (ikinci tipte olduğu
Alkol kötüye kullanımında genetik yatkınlığa gibi, içmenin hazzı arttırdığının hatırlanması an­
ilişkin kanıtlar, hayvan yavrularının alkolü diğer tisosyal davranış ile bağlantılıdır).
içeceklere tercih etmelerine ilişkin olarak yapılan Alkolü tolere edebilme yeteneği, alkol kötü­
çalışmalardan elde edilmiştir (Li ve ark., 1981). ye kullanımı ve bağımlılığı için kalıtımsal olarak
Veriler insanlardaki problem yaratan içme dav­ neyin geçtiğine bağlı olabilir (Goodwin, 1979).
ranışının da genetik bir unsur olarak aileden Alkol problemi olan birisi olmak için, öncelikle
geldiğini göstermektedir. Birkaç çalış­ma, içme kişinin çok fazla içiyor olması gerekir. Diğer bir
problemi olan bireylerin çocukları ve akrabala­ deyişle, çok fazla miktarda alkolü tol­ere edebi­
rında alkol kötüye kullanımı ve bağım­lılığının liyor olmalı. Asyalılar gibi bazı etnik grupların,
beklenenden yüksek olduğunu göster­mektedir fizyolojik toleranslarının düşük olması nedeniy­
(örn., Shu ve ark., 1991). Yapılan ikiz çalışma­ le alkol kötüye kullanımı oranları da düşüktür.
ları, tek yumurta ikizlerinin her ikisinde de alkol Bu insanların, alkolü metabolize eden enzimleri
(örn., McGue, Pickens ve Suikis, 1992), kafein, kalıtımsal olarak yetersizdir. Asyalıların dörtte
nikotin ve opiyat kötüye kul­lanımının (Look ve üçünde, küçük miktarlardaki alkol bile hoş ol­
Gurling, 1988) görülme oranının çift yumurta mayan etkiler yaratır. Maddenin kötü etkileri, bu
ikizlerine göre daha yük­sek olduğunu göster­ durumda kişiyi alkol kötüye kul­lanımından ko­
mektedir. Bu da bize yine kalıtımın önemini işa­ rur.
ret etmektedir. Her ne kadar bu bulgular yatkın­ Bu gibi hipotezler; alkol nasıl metabolize edi­
lığın kalıtsal geçişi ile tutarlıysa da, bu bireyler, lir veya merkezi sinir sistemi alkole nasıl tep­
ailelerinin maddeyle ilişkili davranışları veya ai­ ki verir gibi alkolün kısa süreli etkileri üzerinde
lesel tarzlarına ait bazı özelliklerinden etkilene­ odaklanılmasına yol açmıştır. Hayvan araş-
rek de madde kullanıcısı haline gelebilirler. tırmaları, bu iki süreçte de genetik bileşen­
Evlat edinme çalışmaları da, hem alkol hem lerin etkili olduğunu göstermektedir (Schuckit,
de madde kötüye kullanımında genetik geçi­ 1983). Yüksek-risk yöntemi kullanılarak yapılan
şin önemine dair daha fazla bilgiler sağlamıştır araştırmalardan elde edilen bulgular bu görüşü
(Cadoret ve ark., 1995; Goodwin ve ark., 1973). desteklemektedir. Bu çalışmalarda genç, alko­
İsveç’te yapılan geniş çaplı bir evlat edinme lik olmayan yetişkinler ile alkol kötüye kullanımı
araştırması, alkol kötüye kullanımının farklı ka­ bulunan birinci derece akrabaları karşılaştırıl­
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ 329
√√

mıştır. İki değişken, erkeklerde on yıl içerisinde leri de beraberinde getirmesi nedeniyle zordur.
alkol kötüye kullanımını yordamıştır (Schuckit, Alkolü kötüye kullanan kişiler sıklıkla, depres­
1994; Schuckit ve Smith, 1996): Bir doz alkol yon, kaygı, sosyal ve iş alanlarında şid­detli
aldıktan sonra çok az sarhoş olduklarına ilişkin bozulmalar yaşarlar. Bölüm 10’da da değinildi­
kendi bildirimleri ve bedenlerinin az etkilenmesi ği gibi, intihar riski çok yüksektir (Galanter ve
(ayakta kıpırdamadan-sallanmadan durabilm­ Castenada, 1985). Bu problem­lerin bazılarının
eye ilişkin ölçüm). Her iki bulgu da, alkolden çok alkol kötüye kullanımından önce de var olma­
az etkilenen kişilerde alkol kötüye kul­lanımının sına ve kötüye kullanıma katkıda bulunmasına
büyük olasılıkla bulunacağını göster­mektedir. rağmen, kişi tedavi edilirken hangisinin neden
Sonuç olarak, bu değişkenler, alkol bağımlısı hangisinin sonuç olduğunu saptamak genellikle
bir babaya sahip olsunlar ya da olmasınlar, er­ zor olmaktadır. Kesin olan şudur ki, bireyin ha­
kekler arasındaki alkol kötüye kul­lanımını yor­ yatı genellikle darmadağınıktır ve hangi tedavi
damaktadır. olursa olsun, kişiye içmenin dışında da farklı
Alkolü kötüye kullanan kişilerin, alkole daha yollar olabile­ceği gösterilmeye çalışılır. İçicilik
az tepki veriyor olmaları başlangıçta karmaşık problemi için yapılan müdahaleler hem biyolojik
gibi görünmektedir fakat içici olabilmek için çok hem de psikolojiktir. Fakat ne tür müdahale ya­
fazla içiyor olmak gerektiğine ilişkin görüşe uy­ pılırsa yapılsın, ilk aşama kişinin problemi kabul
gundur. Alkole az tepki veriyor olmak, nor­mal etmesi ve buna ilişkin bir şeyler yapmaya karar
içmeden daha yoğun (ağır) bir biçimde içme­ vermesidir.
ye yol açabilir. Alkole verilen tepkinin boyutu,
daha önce alkolün çift fazlı etkileri konusunda PROBLEMİ KABUL ETME
tartışılmıştı. Tartıştığımız araştır­malarda, alkolik
olan kişilerin oğulları ile kontrol grubu arasında, Kabul etmek; ciddi bir içme problemi olan kişi­
kanlarındaki alkol düzeyi düştüğü zaman büyük nin, böyle bir problemi hiç olmamış bir başka ki­
farklılıklar olduğu görülmüştür. Alkolik olan kişi­ şiye, açık ve dürüst bir biçimde bunu itiraf etme­
lerin oğullarında alkolün olumsuz, depresif etki­ si anlamına gelir. Fakat madde kötüye kullanımı
leri daha az görülmektedir. Başka bir çalışmada olan kişiler bu türden prob­lemleri olduğunu inkâr
ise, alkolik olan kişilerin oğullarında kandaki eder ve bir uzmana gitme konusundaki önerileri
alkol düzeyinin yükselmesi nedeniyle vücuttaki öfke ile karşılarlar. Dahası; içicilik probleminin
gerilim azalması gibi etkilerin gözlendiği belir­ örüntüsünün aşırı değişken olması (örneğin al­
tilmektedir. Bu nedenle kalıtımsal olarak yatkın­ kole gerçekten bağımlı olan bir kişi, her zaman
lığı olan bireyler, madde kullanımı ile ilgili ola­ kontrolsüz bir biçimde içmiyor olabilir), bağımlı
rak daha fazla pekiştirme almakta ve daha az kişinin arkadaşları hatta bazı sağlık personeli
ceza­landırılmaktadırlar (Newlin ve Thompson, tarafın­dan müdahalenin gerektiğine ilişkin bir
1990). düşüncenin oluşmamasına neden olabilmekte­
Buraya dek çeşitli maddelere ilişkin bozuk­ dir. İçen bir kimseyi tedaviye başlama aşaması­
lukların doğası ve sebepleri üzerinde durduk. na sokabilecek ilk adım -düşündürme aşaması
Şimdi de tedavisi ve önlenmesi konularına ba­ olarak adlandırılan (Prochaska, Di Climente ve
kacağız. Norcross, 1992)- konuya ilişkin dolaylı sorular
sorma yoluyla atılabilir.

ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE Alkol kullandığınız zaman, bazen kendinizi


BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ rahatsız hissediyor musunuz?
Baskı altında iken genelde içtiğinizden daha
Problem yaratacak düzeyde içme, hem içen fazla mı içiyorsunuz?
kişi hem de ailesi, arkadaşları, işvereni ve top­ İlk kadehi almak için eskiye göre daha mı
lum için yıkım oluşturmaktadır. Bu durum, Ame­ fazla acele ediyorsunuz?
rika Birleşik Devletleri ve bazı ülkeler için ciddi İçtiğiniz için bazen suçluluk duyuyor musu­
bir toplumsal problem haline gelmiştir. Sonuçta, nuz?
çok sayıda araştırma ve klinik çalışma tasarlan­ İnsanlar sizin içmeniz ile ilgili olarak konuş­
mış ve çeşitli tedaviler geliştirilmiştir. tuğunda rahatsızlık duyuyor musunuz?
Alkol kötüye kullanımının tedavisi, yalnızca Sosyal bir ortamda içtiğinizde, gizlice fazla­
maddenin bağımlılık yapıcı doğasından ötürü dan birkaç kadeh daha içmeye çalışıyor mu­
değil, aynı zamanda diğer psikolojik problem­ sunuz?
330 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

Nerede ve ne durumda içeceğiniz ile ilgili aldığı zaman şiddetli kusmalara yol açan disul­
olarak kendinize değişmez kurallar koyuyor firam ya da panzehir (antabuse) verilir. Bu yolla
musunuz? acı ve ağrı yaratılarak alkolün emilimi engel­
(Harvard Mental Health Letter, 1996a, s. 1 lenir. Tahmin edilebileceği gibi, bu panzehir ver­
-2). me durumu problem yaratabilir. Hasta önce­den
Öncelikle alkol kötüye kullanımı olan kişi bir bir yere kapatılmak zorundadır. Eğer kişi önce­
problemi olduğunu kabul ederse, bu problem ile den belirlendiği gibi her sabah ilacı almaya gö­
uğraşmanın pek çok yolu mevcuttur. nüllüyse, içme davranışı ilacı almanın olumsuz
sonuçlarından dolayı azala­caktır (Sisson ve Az­
GELENEKSEL HASTANE TEDAVİSİ rin, 1989). Fakat, plasebo kontrolleri ile yapılan
geniş çaplı araştırmalar, panzehirin herhangi
Tüm dünyada kamu ve özel hastaneler, alko­ özel bir yararı olmadığını ve tedaviyi bırakma
lü kötüye kullanan insanlar için yıllardır içkiyi bı­ oranının %80’in üzerinde olduğunu göstermek­
rakacakları özel odalar ve yararlanabile­cekleri tedir (Fuller, 1988; Fuller ve ark., 1986). Ayrıca
çeşitli bireysel ve grup terapileri gibi olanakları panzehir, sinir dokuların­da iltihaplanma gibi cid­
sunmaktadırlar. Alkolün vücuttan atıl­ması, arın- di yan etkilere de neden olabilmektedir (Moss,
dırma (detoxification), hem fiziksel hem de 1990).
psikolojik olarak zor olabilir ve genel­likle bir ay Biyolojik tedavilerin bazı yararları psikolojik
sürer. Bazen alkolün vücuttan atılma sürecinde tedaviler ile birlikte kullanıldığında en iyi şekilde
görülen genel rahatsızlık ve kaygıyı azaltmak görülebilir. Örneğin, Gıda ve İlaç Dairesi, 1995
amacıyla sakinleştirici ilaçlar kullanılır. Alko­ yılında, alkol yoluyla uyarılarak endorfinlerin ak­
lü kötüye kullanan bazı kişilerin sakinleştiri­ci tivitesini engelleyen ve maddeye duyulan arzuyu
ilaçları yanlış kullanımı nedeniyle, bazı klinik­ azaltan opiyat antagonisti olan naltrex­ones ka­
ler alkolü aniden kesmek yerine, sakin­leştirici bul etmiştir. Naltrexone bilişsel- davranışçı tera­
ilaçlar vermeden yavaş yavaş kademeli olarak piler ile birlikte kullanıldığında, tedavi edici etki­
kesmeyi tercih etmektedirler (Wartenburg ve yi arttırmaktadır (Volpicelli ve ark., 1995). Diğer
ark., 1990). Kişiyi uyuşturucu­dan kurtarmak ilaç tedavilerinde de olduğu gibi, naltrexone’un
için uygulanan bu ilaç tedavisi sırasında, kişiler tek başına etkisi sınırlıdır (O’Malley ve ark.,
genellikle karbonhidrat çözelti­leri, B vitaminleri, 1996). Seratonin alımını kolaylaştırıcı (agonist)
bazen de epileptik nöbetleri önleyici ilaçlara da bir madde olan buspirone’da, bazı tedavi edici
ihtiyaç duyarlar. özelliklere sahiptir (Kranzler ve ark., 1994). Be­
Alkol kötüye kullanımını tedavi eden hasta­ yindeki noradrenerjik aktivieyi azaltan clonidine
ne sayısı, 1978’den 1984’e dek 4 kat artmıştır. de, nikotin, opiyatlar ve alkol gibi bazı maddele­
Bunda, hem federal hükümet hem de özel si­ rin yarattığı yok­sunluk etkilerini azaltma özelliği­
gorta şirketlerinin tedaviyi kapsamlarına almala­ ne sahiptir (Baumgartner ve Rowen, 1987).
rının rolü büyüktür (Holder ve ark., 1991). Yıllık Bazı psikoaktif ilaçlar, özellikle içme proble­
maliyet milyar dolarları bulmak­tadır. Çünkü ya­ mi için geliştirilmiş olmamalarına rağmen, içme
tarak tedavi, ayakta tedaviden daha pahalıdır, ile ilgili problemlerin tedavisinde de kullanılırlar.
bunun etkililik maliyeti de soruşturulmalıdır. Bu Örneğin, depresyon için geliştirilen antidep­
maliyete değer mi? Miller ve Hester (1986b)’in resanlar ve kaygı için geliştirilmiş olan sakin­
bulgularına göre yatarak tedavinin getirmiş ol­ leştiriciler, hastanın zihinsel durumunda genel
duğu yüksek maliyet, etkililiğin derecesinin yük­ bir iyileşme sağlayarak içki problemi üzerinde
sekliği ile karşılaştırıla­maz bile. Bu görüşe göre, yararlı etkiler göstermektedir.
kişiyi uyuşturucudan kurtarmak için uygulanan Alkol kötüye kullanımı olan kişileri tedavi
ilaç tedavisi pek çok kişi için ayaktan tedavi etmek için kullanılan ilaçlar, sıklıkla karaciğer
sürecinde de kullanıla­bilir. Dahası, genel ola­ fonksiyonlarını bozduğu için risklidir. Bu ilaçlar
rak hastane tedavisinin tedavi edici sonuçları, karaciğerde metabolize oldukları için olumsuz
ayaktan tedavide elde edilen sonuçlardan çok etkilemekte, hoş olmayan yan etkileri görülmek­
daha iyi değildir. tedir (Klerman ve ark., 1994).

BİYOLOJİK TEDAVİLER ADSIZ ALKOLİKLER


İster yatarak isterse ayakta olsun, içki prob­ Dünya’da en yaygın olan ve en çok bilinen
lemi nedeniyle tedavi gören bazı kişilere, alkol kendine yardım grubu Adsız Alkoliklerdir (AA).
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ 331
√√

İyileşmiş iki alkolik tarafından 1935 yılında ku­ TABLO 12.2 Adsız Alkoliklerin Önerdikleri
rulmuştur. Günümüzde, Amerika’da 70.000’den On İki Adım
fazla şubesi, 2 milyondan fazla üyesi vardır ve 1. Alkol üzerinde gücümüzün olmadığını, yani
100’den fazla ülkede de grubu mevcuttur. Bir yaşamlarımızın kontrol edilemez olduğunu kabul
AA grubu düzenli olarak sık sık toplantılar ya­ ediyoruz.
2. Bizimkilerden büyük olan bir kuvvetin ruh
par. Bu toplantılarda gruba yeni katılan üyeler
sağlığımızı onaracağına inanıyoruz.
alkolik olduklarını ilan ederler ve grubun eski, 3. Yaşamlarımızı ve iradelerimizi Onu arıladığımız
deneyimli üyeleri de kendi içki problemleri ile il­ kadar Tanrı’ya havale etmeye karar veriyoruz.
gili hikayelerini anlatır, yaşam­larının şimdi nasıl 4. Kendimiz için korkusuz bir ahlaki envanter
araştırıyoruz.
daha iyi olduğu üzerinde durarak, tavsiyelerde 5. Yanlışlarımızın tamamını Tanrıya, kendimize ve
bulunurlar. Grup içki problemi olan kişiye duy­ diğer insanlara bırakıyoruz.
gusal destek, anlayış ve danışmanlık olanakları 6. Bu kusurlu özelliklerimizi ortadan kaldırması için
sağlar. Üyeler, tekrar içmeye başlamalarını en­ Tanrıya tümüyle teslim oluyoruz.
7. Eksiklerimizi ortadan kaldırması için ona alçak
gellemek amacıyla, günün herhangi bir saatin­ gönüllülükle yalvarıyoruz.
de ihtiyaç duyduk­larında birbirlerini arayabilir­ 8. Zarar verdiğimiz tüm insanların bir listesini
ler. Alkol tedavisi gören Amerikalıların %70’i, en yapıyor ve hepsini düzeltmeye istekli oluyoruz.
9. Bu düzeltmeleri onları ve diğerlerini
azından bir kez bir AA toplantısına katılmıştır.
yaralamaksızın olabildiğince doğrudan
AA’dan sonra bu program, diğer madde kötüye yapıyoruz.
kullanımları için de model alınmıştır. Örneğin, 10. Kişisel envanterimizi çıkarmaya devam ediyoruz
Adsız Kokain Kullanıcıları (Cocaine Anony­ ve hatamız olduğunda uygun biçimde buna
başvuruyoruz.
mous) ve Adsız Marihuana Kullanıcıları (Mari­
11. Onu anladığımız kadar Tanrıyla bilinçli
huana Anonymous). temasımızı artırmak için dua edip meditasyon
Alkol kötüye kullanımının asla iyileşmeyen yapıyoruz. Onun bilgisine ve taşıdığı gücüne
bir hastalık olduğu, tek bir kadeh içmenin bile dua ediyoruz.
12. Bu adımların sonucu olarak ruhani bir uyanış
tekrar kontrolü kaybetmeyi başlatabileceği, bu içine giriyoruz, bu mesajı alkoliklere taşımaya
nedenle de hiç içmemek için sürekli tetikte ol­ çalışıyoruz ve bu ilkeleri tüm ilişkilerimizde
mak gerektiği, yavaş yavaş her bir AA üye­sine uyguluyoruz.
kabul ettirilir. AA’nın temel doktrini, klasik bir
Kaynak: The Twelve Steps and Twelve Traditions. Copyright
film olan ve Ray Milland’a en iyi aktör oskarını © 1952 by Alcoholics Anonymous world Services, Inc. İzinle
kazandıran Lost Weekend filminde canlı bir bi­ yeniden çoğaltılmıştır.

Adsız Alkolikler, dünyadaki en yaygın kendine yardım grubudur.


Düzenli olarak yaptıkları toplantılarda, gruba yeni katılanlar,
bağımlılığını itiraf eder ve diğer grup üyelerinden destek ve
tavsiyeler alırlar
çimde yansıtılmıştır. Filmin bir sah­nesinde aktör
yadsıdığı içki probleminin cid­diyeti ile yüzleş­
mekte ve erkek kardeşi “Seninki, çatıdan iner­
ken bir kat düşeceğini ummaya benziyor. Hâlâ
öğrenmedin mi?” demektedir.
AA’nın manevi yönü, Tablo 12.2’de yer alan
12 madde ile gösterilmiştir. Buradan da an­
laşılacağı gibi, bu felsefeye inanç, başarı için
önemlidir (Gilbert, 1991). AA ile bağlantılı iki
ayrı kendine yardım grubu geliştirilmiştir. Al-
Anon Aile Grupları, aile bireylerinin bu sorun ile
uğraşırken birbirlerine destek olmaları ve mü­
cadeleyi bırakmamaları amacını taşımaktadır.
Benzer şekilde Alateen grupları da, alkol kötüye
kullanımı bulunan kişilerin desteğe ihtiyacı olan
çocukları için kurulmuştur. Bir yolla çocukların
ailelerinin problemlerinden sorumlu oldukları ve
onları değiştirmek gibi bir yükümlülükleri bulun­
332 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

duğuna ilişkin duygu­larının üstesinden gelebil­ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI


melerine yardımcı olmak amacını gütmektedir. TEDAVİLER
Diğer kendine yardım grupları ise AA gibi dinsel
Davranışçı ve bilişsel-davranışçı araştırma­
bir tema içer­mezler. Bunun yerine sosyal des­
cılar, alkol kötüye kullanımının tedavisi ile ilgili
tek, güven verme, cesaretlendirme ve alkolsüz
olarak yıllardır çalışmaktadırlar. Davranış ter­
bir hayata liderlik etme gibi temalara ağırlık ve­
apisi ile ilgili ilk çalışma, alkolizmde itici uyarıcı­
rirler. Kişilere kendine yardım toplantılarında larla koşullanma konusunda yapılmıştır (Kanto­
genellik­le bir ruh sağlığı uzmanı rehberlik eder. rovich, 1930).
AA’nın tedavideki etkililiğine ilişkin iddala­
rı, bilimsel incelemeleri başlatmıştır (USPHS, İTİCİ UYARILARLA TERAPİ
1993). Son yıllarda yapılan bir çalışma, AA’nın Alkol problemi olan kişilerle yapılan itici uya­
anlamlı düzeyde yararı olduğunu göstermekte­ rıcılarla terapi de, kişi alkol aldığı, ona ulaş­maya
dir (Ouimette, Finney ve Moos, 1997). Bununla çalıştığı ya da baktığı zaman iğrenmesi ya da
birlikte, AA’da tedaviyi bırakma oranı yüksektir midesinin bulanması sağlanır. Bu terapinin gizli
ve bu durum her zaman sonuçtan kaynaklan­ duyarsızlaştırma (Cautela, 1966) adı verilen
mamaktadır. Buna ek olarak, AA hastalarına bir formunda, içme arzusunu söndürecek du­
ilişkin uzun süreli takip çalışmalarının sayısı sı­ rumların bir hiyerarşisi oluşturu­lur ve içki prob­
nırlıdır. Şimdiye dek yapılan en kontrollü çalış­ lemi olan kişi içtiği zaman, şid­detli ve tiksindirici
manın sonuçları karmaşıktır (Walsh ve ark., bir şekilde hasta edecek olan bu görüntüleri zih­
1991). AA’yı seçen ve grupta üç aydan fazla ninde canlandırması istenir.
kalan bazı kişilerin, alkolden en az birkaç yıl İtici uyarıcılarla (aversive) terapinin, yatısız
uzak kaldıkları görülmektedir (Emerick ve ark., tedavinin etkililiğini bir miktar arttırdığına iliş­
1993). Bu kişilerin ihtiyaçlarının, AA’nın sağla­ kin bazı kanıtlar olmasına rağmen (Smith ve
mış olduğu dostluk, destek ve dini temalar yo­ ark., 1991), bazı çok iyi tanınan davranışçı ter­
apistler; deneysel desteğinin bulunmaması ve
luyla karşılandığı görülmektedir. Bu kişiler için
çok fazla rahatsızlığa neden olması dolayısıy­
AA bir yaşam tarzı olmakta ve üyeler birkaç yıl
la bu terapinin kullanımını destekle­mektedirler
boyunca kasaba dışına bile çıksalar toplantılara
(örneğin: Wilsom, 1991). İtici uyarıcılarla terapi
düzenli olarak katılmaktadırlar. eğer kullanılacaksa; hastanın aile çatışmaları,
sosyal korkuları ve prob­lem yaratan içki içme
ÇİFT TERAPİSİ davranışı ile bağlantısı olan diğer faktörlerin de
İçki problemi olan pek çok kişinin hayatı bu ele alındığı geniş çaplı bir problem bağlamında
en iyi şekilde yerini bulur (Tucker, Vuchininch ve
nedenle parçalanmıştır ve bazıları yaşamlarını
Downey, 1992).
yalnız sürdürürlerken, bazıları da evlilik veya di­
ğer yakın ilişkilerini devam ettirirler. Bu durum­
da, kişiyi içkiden uzak tutmak veya bu problemini
İZLERLİK YÖNTEMİ
Alkol kötüye kullanımı için izlerlik yönetimi
kontrol altında bulundurarak yardım etmek için
(contingency management) terapisi (Bu terim
çeşitli türden eş terapilerinin kullanıl­ması anla­
sıklıkla edimsel / operant koşullamanın yerine
şılabilir bir durumdur. Bölüm 19’da daha ayrın­
de kullanılır), hastaları eğitmeyi ve panzehir al­
tılı bir biçimde tanımlandığı gibi; evlilik veya çift
mak gibi içki ile uyuşmayan pekiştiricilerle kişi­
terapileri, eşlerin genel sıkın­tılarını azalttığı gibi, nin bu davranışını değiştirmeyi amaçlar. Bu te­
içme problemlerinde de azalma yaratması açı­ rapi, içkiyi reddedebilmek için atılganlık eğiti­mi
sından başarılı görülmek­tedirler (örneğin: McG­ gibi sosyal beceri ve iş bulma eğitimini içerir. Bu
rady ve ark., 1991; McGrady ve ark; baskıda). yaklaşımlar, umut verici sonuçlar doğur­maktadır
İçki problemi olan kişilerin kaçınılmaz streslerle (Azrin ve ark., 1982; Keane ve ark., 1984; Sis­
başaçıkma çabaları sırasında eşinin vereceği son ve Azrin. 1989).
desteğin önemi küçümsenemez. Fakat bunun Bu yaklaşım üzerine temellenmiş bir başka
yanında bir ya da iki yıl boyunca aile terapisi ol­ yöntem de davranışsal kendini kontrol eğitimi
maksızın sınırlı içme ya da içkiden uzak durma­ (Tucker ve ark., 1992) olarak adlandırılır. Bu
nın zorluğu da küçümsenmemelidir (Alexander yöntem hasta kontrolünü ve aşağıdakilerden bir
ve ark., 1994). ya da daha fazlasını içerir: (1) Örneğin özel bir
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ 333
√√

günde diğer insanlarla birlikte olmak gibi kısıtlı men kaçınmadan, alkolü ılımlı bir şekilde tüket­
durumlarda kişinin kendisine içki içmek için izin meyi içerir. Oldukça iyi bilinen tedavi program­
vermesini içeren uyarıcı kontrolü. (2) örneğin, larından birinin bulgularına göre, alkolü kötüye
sadece karışık (kokteyl) içkiler içmek ve içkiyi kullanan bazı kişiler, içtikleri miktarı kontrol ede­
acele acele yuvarlamak yerine küçük yudumlar bilmekte ve yaşamlarının diğer yönlerini de en
halinde içmek gibi, içki içmenin yapısı (topog­ az bu kadar geliştirebilmektedirler (Sobell ve
rafyası) üzerinde değişiklikler yap­mak (3) Alkol­ Sobell, 1976; 1978). İçki problemi olan kişiler,
den uzak durmanın pekiştirilmesi. Örneğin kişi içme davranışlarını; kokteyl yerine katışıksız
içkiye karşı koyabiliyorsa, artık doğrudan alkol içki içtiklerinde, çok hızlı bir şekilde içkilerini
tedavisini içermeyen başka yaklaşımlarla teda­ yuvar­ladıklarında ya da küçük yudumlar yerine
viye izin verebilir. ağızlarını doldurarak içtiklerinde verilen şoklar­la
Davranışsal kendini kontrol eğitiminin sa­ kontrol etmeye çalışırlar. Ayrıca problem çözme
vunucuları tarafından resmen tanımlanma­yan ve atılganlık eğitimi alırlar, sarhoşluk anlarına
önemli bir nokta da, kişi kısıtlama ve şart­lara ilişkin video kayıtlarını izlerler ve böylece iç­
uyduğu, bunları yerine getirdiği takdirde, içme melerine ve sonrasında da kendine zarar verici
davranışını yok etmesi ya da azaltmasıdır örüntünün oluşmasına neden olan durumları ta­
(Davranışsal paradigmada kendini kontrol’ün nımlarlar. Bu kişilerde görülen gelişme, içkiden
sınırlılıkları için Odak 18.4’e bakınız). Diğer bir tamamıyla kaçınan ve herhan­gi bir içme duru­
deyişle, bu tür terapiler karşısındaki itiraz, bun­ munda şok uygulanan kişilerde gözlenen geliş­
ların içme davranışını kontrol edici gerekli yol­ meden daha büyüktür.
ları keşfetmeye fazla yönelik olmaması, alkolü Çağdaş bir kontrollü içme tedavi programın­
kötüye kullanan kişinin daima dış süpervizyon da, aksi takdirde yoğun bir biçimde içme ola­
ve kontrol olmaksızın bu araçları uygulaması­ sılıkları bulunduğundan dolayı, hastaların duru­
nı sağlıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ma uyumlu tepki vermeleri yolunda düşün­meleri
yaklaşımın genel etkililiğine ilişkin kanıtlar mev­ sağlanır. Kişiler içkinin baskısına karşı koymala­
cuttur (Hester ve Miller, 1989); bunların bazıları rına yardımcı olacak çeşitli sosyal becerileri öğ­
ise birazdan göreceğimiz kontrollü içme prog­ renirler; atılganlık, gevşeme ve stres yönetimi,
ramları kapsamı içerisinde yer almaktadır. bazen de biyolojik geribildirim ve meditasyon
eğitimi alırlar. Egzersiz yapma ve sağlıklı bes­
İÇMEDE AZALMA lenme konusunda cesaretlendirilirler.
Son zamanlara kadar genellikle, eğer alkol Hastalar yapılan bir yanlışın kaçınılmaz bir
kötüye kullanımı bulunan bir kişi iyileşebilmişse, şekilde toplam bir nükse neden olmayacağını
bu durumun alkolden tamamıyla uzak kalması düşünürler ve bunu, AA’nın bakış açısının ter­
yoluyla gerçekleştiğine inanılırdı. İlk kadehi iç­ sine, mücadeleyi kaybetmek olarak değil, dene­
tikten sonra daha fazlasını içmeme konusun­ yimle öğrenmek olarak değerlendirirler (Marlatt
da kontrolünün olamayacağına inanılırdı. Bu ve Gordon,1985). İçkiden uzak dur­mayı başa­
durum, Adsız Alkoliklerin inançlarında devam rabilmiş kişilerin çok büyük bir kıs­mının, 4 yıl­
ediyor olsa da, ilk dönem­lerde yapılan araştır­ lık bir dönem içerisinde bu problem­lerinin nük­
malar, içen kişinin kendisi ve alkol hakkındaki settiği düşünülürse, terapi sonrası nüks olayını
inançlarının, maddeye olan fizyolojik bağımlı­ korkutucu olmaktan çıkartan bu yaklaşımın ne
lıkta önemli bir rol oynadığını göstermektedir. denli önemli olduğu daha iyi anlaşılır (Polich ve
Toplum içerisinde alkolden kaçınmanın ne denli ark; 1980). Bu terapide, alkol bağımlısı olan ki­
zor olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, şiler, ilişkilerinde, ailelerinde ve iş hayatlarındaki
bu görüşü içki problemi olan kişilere öğretmek stres kaynaklarını araştırırlar. Aktif olmaya çalı­
tercih edilebilir. En azın­dan, özel zamanlarda şır, bunlara yol açan olaylarda­ki sorumlulukları­
alkol kötüye kullanımı problemi olmayan kişiler­ nı anlamaya çalışırlar ve nedenlerini araştırırlar
de içmeyi azaltmak amacıyla kullanılabilir. İçen (Marlatt, 1983 ve Sobell ve ark., 1990).
kişinin benlik saygısı, problemi ve yaşantısının İçki içmeyi azaltmayı öğretmeye ilişkin ola­
değişmesin­den kaynaklanan duyguları kontrol rak Sobell’in günümüzdeki yaklaşımı temelde
edebilmesi için kesinlikle yararlıdır. bilişseldir (Sobell ve Sobell, 1993). Buradaki
Kontrollü İçme, alkol kullanımını tamamen temel varsayım, insanların sürekli içme davra­
kesmeden ve sarhoşluk durumundan tama­ nışları üzerinde genelde inanılandan daha fazla
334 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

kontrole sahip oldukları ve içkiyi tamamen kes­ ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI


mek ya da uzak durmanın yarar­ları kadar, aşırı TEDAVİSİNDE KLİNİK
içmenin yarattığı bedelin farkın­da olmanın da DEĞERLENDİRMELER
yardım edici bir materyal ola­bileceğidir. Yönlen­
İçki probleminin tedavisindeki bazı girişim­
dirilmiş kendilik değişimi (guided self-change)
ler, terapistlerin aşırı derecede içki içen bütün
olarak adlandırılan bu yatısız tedavi yaklaşımı,
kişilerin aynı nedenden ötürü içtiklerine ilişkin
kişisel sorumluluk ve kontrolü ön plana çıkartır.
uygun olmayan varsayımları nedeniyle engel­
Hastaların kendileri­ni, bir bağımlılık hastalığı­
lenmektedir. Bu bölümde daha sonra da göre­
na yakalanmış kurban­lar olarak değil; yaşam
ceğimiz gibi bu varsayım doğru değildir.
stresleri ile nasıl başa çıkabileceğini bilmediği
Geniş kapsamlı bir klinik değerlendirme, ki­
için kendine zarar veri­ci bir yolu seçmiş olan, şinin yaşamında nelerin içmeyle bağlantılı oldu­
akılsızca işler yapan, temelde sağlıklı, normal ğunu göz önünde bulundurur (Tucker ve ark.,
insanlar olarak görmeleri sağlanmaya çalışılır. 1992). Evliliğinde mutsuz, çocukları büyüdüğü
Terapist empatik ve destekleyicidir. İçki prob­ ve okula gönderdiği için bolca da vakti olan bir
lemi olan kişinin gözden kaçırabileceği içkinin kadın, vakit geçirmek ve karşı karşıya kaldığı
getirdiği olumsuz yönleri saptamaya çalışır. hayatındaki ikilemlerden kaçın­mak amacıyla al­
Örneğin, içki problemi olan pek çok kişi sürek­ kolün uyuşturucu etkisine sığınabilir. Bu hasta
li içiyor olmanın maliyetini (sürekli olarak evde için alkolün tadını şok ile ya da mide bulandırı­
içki içmek yılda 2000 dolardan fazla paraya mal cı başka ilaçlarla birleştirerek hoş olmayan bir
olmaktadır. Bir bar ya da lokantada içme duru­ hale getirmek ne uygun ne de yeterli bir yoldur.
munda ise bu miktar ikiye hatta üçe katlanır); ya Terapist, hastanın aile ve evlilik problemlerine
da alkolün neden olduğu fazla kilo­ları hesaba odaklanmalı ve hastanın varlığını tehdit eden
katmaz. Terapistler ara sıra küçük davranışsal psikolojik acıyı azaltmalıdır. Ayrıca alkol tüke­
değişiklikler yapmayı denerler. Örneğin, has­ timi azaltıldığında ortaya çıka­cak olan yoksun­
tanın eve giderken barın önünden geçmemesi luk belirtilerinin üstesinden gelebilmesi için de
için eve gidiş yolunun değiştirilmesini sağlarlar. yardıma ihtiyacı olacaktır. Alkol gibi bir uyuştu­
Bazen hastanın ilk kadehten sonra ikinci veya rucu olmaksızın, şu ana dek kaçınmış olduğu
üçüncü kadehi almakta 20 dakika geciktirilmesi, problemleri ile yüzleşmesini sağlayacak diğer
onun ardarda içmenin yararları karşısında za­ hareketli kay­naklara da ihtiyacı olacaktır. Bu
rarlarını (maliyetini) hesap etmesinde yardımcı durumda sosyal beceri eğitimi hastaya yardım­
olabilir. Bu yaklaşımın, içki problemi bulunan ki­ cı olabilir.
şilerin içki miktarını azaltmalarında etkili olduğu İçki problemi bazen, özellikle duygudurum
ve yaşamlarının diğer yönlerinde de gelişmelere bozuklukları ve psikopatoloji gibi diğer ruhsal
bozukluklarla da ilişkilidir (Goodwin, 1982).
yol açtığına ilişkin destekleyici kanıtlar mevcut­
Terapistler, yaklaşımları ne olursa olsun, şunu
tur (Sobell ve Sobell, 1993).
unutmamalıdırlar ki, alkol kötüye kullanımı ile
İçkiden uzak durma veya kontrollü içmenin
birlikte depresyon ve intihar riski sık sık görü­
tedavinin hedefi olması, tartışmalı bir konudur.
lür. Yoğun içme durumu ağır bir depresyondan
Özellikle AA gibi, bir yudum bile içmemenin tek
kaynaklanıyor olabilir. Bu durumda panzehir
uygun hedef olduğu ve desteklendiği durum­
vermek veya yalnızca alkole odaklanan diğer
larda, bunlar kötü örnek durumuna düşmekte­dir. tedavileri uygulamak bir işe yaramaz. Bu ne­
Buna karşın Sobell’in çalışmaları gibi son dö­ denle klinisyen, hastanın problemlerini geniş bir
nemlerde yapılan araştırmalar, içkiyi azaltmanın yelpaze içerisinde değerlendirmelidir.
(dengeli içmenin), aşırı içki proble­mi olan kişiler Alkol ile ilgili çalışmalar yapan araştırmacı­
de dahil olmak üzere pek çok hastada işe yara­ lar, zaman zaman, farklı türdeki içiciler için fark­
dığını göstermektedir. Eğer terapatik anlamda lı türde tedavi yaklaşımlarının uygun olduğunu
ele alınacak olursa, araştır­maların da destekle­ fark etmektedirler (Mattson ve ark.,1994). Yani;
diği gibi içkiyi azaltmanın bir hedef olarak be­ içki problemine neden olan etkenler ile tedavi­
lirlenmesi, bağımlı olan kişi için daha gerçekçi nin etkenlerinin birbiri ile uyuşması önemlidir.
bir hedeftir. Kontrollü içme, günümüzde Kanada Hasta-tedavi eşleşmesi, başka bir deyişle psi­
ve Avrupa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nden koterapi literatüründe bilinen şek­liyle, yetenek-
daha geniş bir biçimde kabul görmektedir. tedavi etkileşimi [aptitude-treat­ment interaction
YASADIŞI MADDE KULLANIMI İÇİN TEDAVİ 335
√√

(ATI)], Tıp Enstitüsü (1990) tarafından içki prob­ cunda ya da kendiliğinden olsun, başarılı bir
lemine yönelik daha iyi müdahalelerin geliştiril­ içkiyi bırakma durumunun bazı yaşam olay­ları
mesi için önemli bir nokta olarak görülmektedir. ve alkoliğin içki olmaksızın yaşamaya yöne­lik
Bu hipotezi test etmeye yönelik olarak yapılan çabalarının birlikte yer alması ile gerçek­leşme
çok yönlü klinik bir çalışma, belirli türdeki teda­ olasılığı daha fazladır. İçki problemi bulu­nan ki­
vilerin belirli türde içki problemleri ile oldukça iyi şinin kontrollü içmesine ya da içkiden tamamen
bir şekilde eşleştiğini göstermektedir. Üç tedavi uzak durmasına yardımcı olan faktör­lerin kom­
şekli oldukça iyi çalışmaktadır. Bunlardan birin­ binasyonu ne olursa olsun anahtar bileşen, kişi­
cisi, kişilerin Adsız Alkoliklere katılmasını sağ­ nin bu çabalarının ailesi, arkadaşları, iş ortamı
lamak, ikincisi içki dışındaki diğer başa çıkma ve Adsız Alkolikler gibi kendine yardım grupları
beceri­lerini öğretmeye odaklanmak, üçüncüsü tarafından destekleni­yor olmasıdır (Mc Crady,
ise kişinin içkiyi bırakması için bireysel kaynak­ 1985).
larını kullanması yönünde cesaretlendirilmesi,
moti­vasyonunun bu yönde arttırılmasıdır (Bkz. YASADIŞI MADDE KULLANIMI
Bölüm 18). Bu üç tedavi oldukça iyi çalışmak­
la birlikte, yordanan etkileşimleri gösterme ko­
İÇİN TEDAVİ
nusunda başarısızdır (Project Match Research
Alkol kötüye kullanımı için tedavide ele alı­
Group, 1997).
nan bazı faktörler, aynı zamanda yasadışı mad­
Araştırmacılar şimdiye dek, birden fazla
delere olan bağımlılığın tedavisi ile de bağlan­
maddenin birlikte kullanımının tedavisi konu­
tılıdır. Burada yasadışı maddelerle özellikle
suna yeterli ilgiyi göstermemişlerdir (Sobell
bağlantılı olan bazı konular ve veriler üzerinde
ve ark., 1990). Oysa içki problemi olan kişile­ duracağız.
rin %95’ten fazlası düzenli olarak sigara da iç­ Eroin ve kokain gibi yasadışı maddelere
mektedir ve böylece hem alkol hem de nikotin bağımlı olan kişilerin tedavisinin temelini, ilaç
bağımlısıdırlar (Istvan ve Matarrazo, 1984). Te­ tedavisi ve kişiyi maddeden uzak tutma oluş­
rapist, kişiye aynı anda hem sigarayı hem de turmaktadır. Eroinin neden olduğu yoksunluk
alkolü bıraktırmayı denemeli midir? (Kozlowski belirtilerinin menzili, birkaç gün süren orta dü­
ve ark., 1989). Hastanın bunlardan birine ihti­ zeyde kaygı, mide bulantısı ve huzursuzluk­tan,
yacı olacağı varsayılarak her ikisini aynı anda kişinin kullandığı eroinin saflık derecesine göre
kesmeye teşebbüs etmemeli miyiz? Sigaranın değişen oldukça şiddetli ve korkutucu delirium
içki içmek ile çok yakından ilişkili olduğu, kişi ve panik ataklara dek değişir. Fazla miktarda
sigara içtiği takdirde içkinin de otomatik olarak amfetamin kullanan bir kişinin bu alışkanlığı ge­
ona eşlik edeceği varsayımın­dan hareketle, her nellikle şizofreni tedavisinde kul­lanılan bir ilaç
iki maddeye olan bağımlılık da birlikte mi tedavi olan phenothiazin’lerin uygun dozda kullanımı
edilmelidir? Bu sorular önemli ve cevapsız so­ ile azaltılabilir. Fakat bunun aynı zamanda, am­
rulardır. fetaminler ile birleşen diğer ilaçlarla kullanılabi­
Benzer türdeki pek çok tedavi programında leceğini de unutmamak gerekir. Barbituratların
da görüldüğü gibi, içki problemi olan kişilerin oluşturduğu yoksunluk belirtileri de özellikle şid­
yaklaşık %10’u profesyonel yardım almakta ve detlidir, hatta yaşamı tehdit edebilir. Son dozun
%40’tan fazlası kendi kendine iyileşmektedir. Bu alımından 24 saat sonra başlar ve iki üç gün
kendiliğinden iyileşme nasıl olmaktadır? Yeni sonra doruk noktası­na ulaşır. Genellikle bir haf­
bir evlilik, yeni bir iş, dini ve ruhani bir takım de­ tanın sonunda azalır, fakat fazla miktarda alın­
neyimler veya dönüşümler, içkili iken neredeyse mışsa bu durum bir ay kadar sürebilir. Barbi­
ölmesine neden olacak bir trafik kazasına karış­ turatların oluşturduğu yok­sunluk belirtilerinden
mak ve sarsıcı, ciddi bir hastalık geçirmek gibi kurtulmanın en iyi yolu, sorunu aşamalı olarak
bazı yaşantılar, kendiliğinden iyileşmeyi sağla­ ele almak ve yatarak tedavi görmektir (Honig­
yan faktörler arasında sayılabilir. Ciddi bir kriz feld ve Howard, 1978).
karşısında, neden bazı kimselerin içkiyi bıraktı­ Arındırma tedavisi, terapistlerin madde ba­
ğı, bazılarının ise teselliyi içki şişelerinde aradı­ ğımlısı ya da madde kötüye kullanımı bulu­nan
ğı bilinmemektedir (Valliant, 1983). kişilerin tedavisinde başvurdukları ilk yoldur. Bu
Dramatik bile olsa, tek bir olayın kişinin ba­ bir rehabilitasyon sürecinin en kolay yolu olabi­
ğımlılıktan kurtulması için gerekli olan değişik­ lir. Kişinin ilaç kullanmaksızın işlevleri­ni sürdür­
likleri yaratabilmesi şüphelidir. Tedavi sonu­ mesini sağlamak, hem yardımcı olan kişi hem
336 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

bir suça ya da diğer yasadışı mad­delere ka­


rışmaksızın yaşamlarını sürdüre­bilmektedirler
(Cooper ve ark., 1983). Fakat bazıları da ba­
şarısız olmaktadır (Condell ve ark., 1991). Met­
hadone tedavisinin etkililiği, düzenli psikolojik
danışma ile birleştirildiği takdirde artar (Ball ve
Ross, 1991).
Önceden var olan davranışsal örüntüler ve
yaşam şartları, kişinin methadone tedavisine
nasıl yanıt vereceğini etkiler. Methadone, aşırı
coşku hali yaratmadığı için, bazı bağımlılar bu­
labildikleri takdirde eroine geri dönerler. Bazıla­
rı yan etkilerinden (uykusuzluk, kabızlık, aşırı
terleme ve cinsel fonksiyonlarda azalma gibi)
dolayı methadone tedavisini bırakırlar. Fakat
günümüzde AIDS ve bağışıklık sistemini bozan
virüslerin enjeksiyon yoluyla kişiden kişiye ak­
Methadon, sentetik bir uyuşturucu maddedir. Daha önce eroin
tarıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, bu
bağımlısı olan kişiler, her gün kliniğe gelerek methadone tedavi, methadone’un yutularak alı­nan bir ilaç
alırlar. olmasından dolayı, büyük avantaja sahiptir.
Cyclazocine ve naloxone gibi opiyat antago­
de hasta için başarıdan çok hayal kırıklığı ve sı­ nistleri ile yapılan tedavilerde bağımlılar önce
kıntılarla dolu güç bir görevdir. Bu göreve ilişkin dereceli olarak eroinden kesilirler. Daha sonra
çeşitli yaklaşımlar elde edilebilir. tekrar eroin almayı engellemek amacıyla, bu
ilaçlardan birini, dozajını gittikçe arttırmak sure­
BİYOLOJİK TEDAVİLER tiyle alırlar. Bu ilaçlar, opiyatların bağlandık­ları
Eroin bağımlılığı için yaygın olarak kullanı­ reseptörler için büyük bir benzerliğe sahip­tir.
lan iki ilaç tedavisi vardır. Bunlardan birincisi, Molekülleri, uyarmaksızın reseptörleri (alıcıları)
kimyasal olarak eroine benzeyen eroin yerine işgal eder ve böylece eroin molekülleri kendine
kullanılan ilaçlar; ikincisi ise kişiyi fazla eroin yer bulamaz. Methadone’da olduğu gibi, bağım­
kullanımından koruyan eroin antagonisti ilaç­ lı kişi, kliniğe düzenli olarak sık sık gitmek, mo­
lardır. İlk kategori methadone ve methodyl ace­ tivasyonunu arttırmak ve diğer sorumluluklarını
tate gibi eroinin yerini alması için tasarlan­mış yerine getirmek zorundadır. Buna ek olarak, kişi
olan sentetik uyuşturuculardır. Bu mad­delerin zaman zaman eroine duy­duğu arzuyu kaybet­
kendileri bağımlılık yapıcı maddeler oldukları mez. Bu durumda opiyat antagonisti ile yapılan
için, başarılı bir tedavi yalnızca eroin bağımlı­ tedavi yetersiz kalıyor demektir ve genel so­
lığını methadone bağımlılığına dönüş­türür. Bu nuç sadece iyidir (Ginzburg, 1986; Goldstein,
dönüşümün nedeni methadone’un, eroin’in çap- 1994).
raz-bağımlılık maddesi olmasıdır. Yani; benzer Günümüzde kokainin yarattığı yoksunluk
merkezi sinir sistemi alıcılarının aktive edilmesi semptomlarını azaltmak ve de bağımlılığın te­
ile methadone orijinal bağım­lılığın yerini alır. melini saptayabilmek amacıyla geliştirilmek
Methadone’un aniden kesilmesi (kullanıma istenen ilaçlara yönelik araştırmalara odakla­
son verilmesi), kendine özgü yoksunluk reak­ nılmıştır. Buna rağmen daha önceleri antidep­
siyonlarının ortaya çıkmasına neden olur. Bu resanlarla; günümüzde de daha kon­trollü bir
reaksiyonlar, eroininkinden daha hafiftir. Met­ biçimde yapılmış iki çalışmanın sonuçları çok
hadone madde bağımlılığından vazgeçirici bir da olumlu değildir. Kokain bağımlıları ile desip­
terapötik özellik potansiyeline sahiptir (Jaffe, ramine kullanılarak yapılan çift-kör iki deney,
1985). sekiz haftalık bir tedavi son­rasında desipramine
Bu tedavi için, bağımlı olan kişi bir kliniğe kullananlar ile plasebo grubu arasında kokain
gitmek ve görevli kişinin kendisine verdiği gün­ kullanımı açısından bir fark olmadığını gös­
de bir methadone ve haftada üç gün methadyl termiştir (Kösten ve ark., 1992). Ayrıca on iki
acetate’ı kullanmak zorundadır. Pek çok metha­ haftalık bir tedavi sürecin­den sonraki üç ve altı
done kullanıcısı işlerine gidebilmek­te, herhangi aylık takip çalışmalarında, kokain kullanımının
YASADIŞI MADDE KULLANIMI İÇİN TEDAVİ 337
√√

plasebo hastalarından daha fazla olduğu bulun­ fler (örneğin: kokain kullanmayan kişilerle bir­likte
muştur (Arndt ve ark., 1992). Diğer taraftan son çeşitli eğlendirici etkinliklere katılmak) üre­tirler.
yıllarda yapılan çalış­malarda desipramine ilişkin Bu tedavi sırasında kokain kullanıcıları, mad­
olumlu gelişmeler­den söz edilmektedir (Carroll deye duyulan şiddetli arzu ile başa çıka­bilme
ve ark., 1994). yollarını ve durumun felaket boyutlarına ulaş­
Bir hipertansiyon ilacı olan Clonidine, ko­ maması için direnmeyi öğrenirler (“hastalığın
kain başta olmak üzere çeşitli bağımlılık yapıcı yinelemesini (nüksü) önleme pro­gramı”, Marlatt
maddelerin yarattığı yoksunluk belirtileri­ni azal­ ve Gordon, 1985). Daha depresif hastalar, hem
tabilmektedir (Baumgartner ve Rowen, 1987). ilaç hem de bilişsel tedavinin birlikte kullanımı
Bromocriptine’de; kokain bağımlılığının altın­ açısından daha fazla tercih edilen hastalardır.
da yattığına inanılan dopamin azalmasına ters Genel anlamda bakılacak olursa, psikososyal
etki yaparak, maddeye duyulan arzuyu azaltma tedavilerin sonuçları, anti­depresan tedavilerinin
yönünde ümit verici bulgulara yol açmaktadır sonuçlarından daha başarılıdır ve bu örüntü bir
(Dackis ve Gold, 1986; Moss, 1990). yıl süren bir takip çalışması ile kanıtlanmıştır
(Carroll ve ark., 1994b). Çalışmada yazarlar,
PSİKOLOJİK TEDAVİLER farklı türdeki hasta­lar için farklı tedavilerin ge­
İnsanlar pek çok nedenden ötürü maddeleri rekli olduğunun altını çizmektedirler ve bu tema,
kullanırlar. Genellikle ilaç kullanımı temelde fi­ terapi literatüründe hızla yerini almaktadır.
ziksel bağımlılık tarafından kontrol ediliyor olsa Kişilerin kaldıkları kendine yardım evleri (self-
da, bağımlılığın var olmasının bütün örüntüsü, help residential homes) veya grupları eroin ve
ilaçtan etkilenmiş olmaya bağlıdır. İlaçtan uzak diğer madde kötüye kullanımı ile mücadelede
kalmanın temel zorluklarından biri, bazı uyaran­ kullanılan en yaygın psikososyal yaklaşımlardır.
ların olumsuz etkileridir. El altında hazır iğnele­ Santa Monica-California’da, 1958 yılında Char­
rin bulunması ve yakın çevrede maddeyi kulla­ les Dederich tarafından eski madde bağımlıla­
nan diğer insanların olması, maddeye duyulan rından oluşan terapötik bir topluluk kurulmuştur.
arzuyu tetikleyebilir (Wikler, 1980). Alkolikler ve Kişilerin kaldıkları bu mekânlar, hayatında yasa
sigara bağımlıları için de aynı örüntü geçerlidir. dışı maddelerin yer almaması için, bağımlı olan
Madde kötüye kullanımı psikiyatrlar, psiko­ kişinin hayata bakış tarzını radikal bir biçimde
loglar ve diğer ruh sağlığı elemanları tarafından tekrar yeniden yapı­landırmak için kurulmuşlar­
tedavi edilirler. Diğer uyumsuz davranışların te­ dır. Daytop Village, Phoenix House, Odyssey
davisinde olduğu gibi, madde kullanımına ilişkin House ve diğer madde rehabilitasyon merkez­
bozuklukların tedavisinde de birkaç tür psiko­ leri aşağıda yer alan şu özellikleri paylaşırlar:
terapi kullanılır. Genellikle de, psikoterapiler fi­
ziksel bağımlılığı azaltmayı hedefleyen biyolojik
• Daha önceki sosyal ilişkilerin, kişiyi madde
tedavilerle birlikte kullanılırlar.
kullanılan bir yaşam tarzına zorlayabileceği
Doğrudan karşılaştırmanın yapıldığı ilk kon­
varsayımından hareketle, bağımlı olan kişi­
trollü çalışmada, bir trisiklik antidepresan olan
nin bu ortamdan ayrılmasını sağlamak.
desipramin ile bilişsel-davranışcı tedavi ele alın­
• Maddelerin elde edilemediği; düzenli madde
mış ve bu iki tedavinin, madde kötüye kullanımı
olan kişinin, aile, sosyal ve psikolojik işlevlerini kullanımından, maddenin kul­lanımının olma­
arttırmaya ek olarak kokain kul­lanımının azal­ dığı bir yaşam tarzına geçişi kolaylaştıracak
ması yönünde de etkileri olduğu bulunmuştur. desteğin sağlandığı zengin bir çevre
Carroll ve ark. (1994a, 1995) tarafından yapılan • Madde kullanımı olmaksızın yaşamını sür­
ve on iki hafta süren çalışma­da, desipramin’in dürebilen eski kullanıcılar gibi karizmatik rol
kokaine bağımlılık düzeyi düşük olan hastalar modellerinin toplantılara katılması
için plasebodan daha etkili olduğu, bilişsel te­ • Grup terapisi esnasında bağımlı olan kişinin
davinin ise bağımlılık düzeyi daha yüksek olan problemlerine ve madde alışkanlığına ilişkin
hastalar için daha etk­ili olduğu bulunmuştur. sorumluluğu kabullenmesi için sık sık acı­
Bilişsel tedaviye alınan hastalar riskli durum­ masız ve doğrudan yüzleşmelerin yapılması
lardan (örneğin, kokain kullanan diğer kişilerle ve kişinin yaşamının sorumluluğunu üstlen­
birlikte olmak) nasıl kaçınacaklarını öğrenirler; mesi için zorlanması.
maddenin kendileri için cazip olan yanlarını fark • Bağımlıları, başarısız ve suçlu kişiler olarak
ederek, bunun yerine koyabilecekleri alternati­ görmek yerine bir insan olarak görmek.
338 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

Kişilerin kalarak tedavi gördükleri bu mad­ Buna rağmen, sigarayı bırakma programlarına
de-tedavi programlarının etkililiğinin değer­ katılan kişilerin yalnızca yarısının program ta­
lendirilmesinde bazı engeller mevcuttur. Katılım mamlanıncaya kadar sigaradan uzak kalmayı
gönüllülük esasına bağlı olduğu için, bağımlı başarabildiği ve başaran bu kişi­lerin de yalnız­
kullanıcılardan oluşan küçük bir grubu içer­ ca üçte birinin sigara içmeden bir yıl dayanabil­
mektedir. Dahası tedaviyi bırakma oranı yüksek dikleri tahmin edilmektedir (Hunt ve Bespalec,
olduğu için, kalan kişilerin oranı nüfus içerisinde 1974; Schwartz, 1987).
madde dışı ilaçları kullanan kişileri temsil ede­
bilecek düzeye ulaşamamaktadır. Tedaviyi sür­ PSİKOLOJİK TEDAVİLER
düren kişilerin motivasyonları ise ortalama bir
Diğer bazı çabalar, sigara içmeyi azaltmakta
bağımlınınkinden büyük bir olasılıkla daha güç­
ya da tamamen yok etmektedir. Kısa süreli so­
lüdür. Bu programda iyileşmiş olan bazı kişiler,
nuçlar sıklıkla cesaret verici olmasına rağ­men,
tedavi programının sağlamış olduğundan daha
-bazı programlar (Etringer, Gregory ve Lando,
fazla düzeyde, bu alışkanlığı başlarından atma
1984) tedavi sonucunda sigarayı bırak­ma ora­
arzusu içinde bulunabilir ve bunu yansıtıyor
nını %95 civarında göstermektedirler uzun sü­
olabilirler. Tüm bunlara rağmen bu programla­
reli sonuçlar bu denli olumlu değildir. Müdahale
rın, katılımı bir yıl veya daha fazla sürdürenlerin
sona erdiğinde dikkat edilmezse, pek çok kişi
pek çoğuna yardımcı olduğu açıktır (Institute of
bir yıl içerisinde tekrar sigara içmeye başlamak­
Medicine, 1990; Jaffe, 1985).
tadır (Diclemente, 1993). Bu durum davranış
değişimini sağlamak gibi diğer türden çabaların
SİGARA İÇMENİN TEDAVİSİ da sigara içme oranını azalta­bileceğine ilişkin
kanıtlar sağlamaktadır; fakat bu hiç de kolay bir
1994 yılından bu yana, 40 milyondan fazla iş değildir.
sigara kullanıcısının %90’ının bu alışkanlıktan Birçok teknik denenmektedir. Bunlardan biri,
profesyonel bir yardım almaksızın kurtuldukları sigara içmeyi hoş olmayan, hatta mide bulan­
tahmin edilmektedir (National Cancer Institute, dırıcı bir durum haline getirmektir. 1970’li yıl­
1977; USDHHS, 1982, 1989). Her yıl sigara lardan bu yana, hastanın havasız bir odaya
kul­lananların %30’undan fazlası minimum dü­ oturtulup normalden daha sık, altı dakikada bir
zeyde dıştan yardım alarak sigarayı bırak­mayı olmak üzere sigara içmesini içeren hızlı-içme
denemekte, fakat %10’undan daha azı kısa tedavisi ilgi çekmektedir (örn., Lando, 1977). Bu
sürede başarılı olabilmektedir (Fiore ve ark., tedavinin, hızlı üfleme (nefes almaksızın hızlı
1990). Sigarayı bırakma programlarının çatısı hızlı içme), içmeye odaklanma (normal oranda
altında, sigara kullanıcıları için kendine yardım fakat daha uzun süre içme) ve ağızda tutma
yöntemlerinin geliştirilmesi yönünde araştırma (sigara dumanını birkaç dakika boyunca içine
sürekli devam etmektedir (Di Clemente, 1993; çekmeden ağızda tutma) gibi yeni türevleri de
Orleans ve ark., 1991). mevcuttur. Bu tedaviler, hiç tedavi edilmeyen
Sigara kullanan bazı kimseler sigara klinik­ kontrol grupları ile karşılaştırıldığında, sigara
lerine başvururlar veya sigara bıraktırma prog­ içmeyi azaltması ve güçlü bir kaçınma davra­
ramlarında uzmanlaşmış profesyonellere da­ nışı yaratmasına rağmen birbirleri arasında fark
nışırlar. Amerikan Kanser Derneği, Amerikan yoktur. Takip çalışmaları birkaç aydan bir yıla
Akciğer Derneği ve Seventh Day Adventists dek geçen süre içerisinde tekrar içmeye başla­
Kilisesi, özellikle sigarayı bırakmak isteyen ge­ ma oranının yüksek olduğunu göstermektedir
niş kitlelere yardımcı olan programlar sunma (Schwartz, 1987; Sobell ve ark., 1990).
konusunda aktiftirler. İlk olarak 1964 yılında Bilişsel yaklaşımı benimseyen araştırmacılar,
doktorların, sigara kullanımı ile ilgili ciddi sağlık yemek sonrası ya da kitap okumaya başlamak
problemlerinden bahsetmelerinden sonra, lo­ gibi sigara içmeyi akla getirecek bazı durumlar­
kantalar, trenler, uçaklar ve insanların toplu ola­ da, gevşeme ve kendi kendini telkin gibi çeşitli
rak bulundukları yerlerde sigara içimini yasak­ başa çıkma becerilerini kullanarak sigara içme
layan çeşitli yasalar çıktı. 1986 ve 2000 yılları davranışını kontrol altına alma konusunda kişiyi
arasında, doktorların raporları ve sigara içmeyi cesaretlendirmeye çalışırlar. Sonuçlar çok umut
engellemeye yönelik programlar yoluyla 2.1 mil­ verici değildir (Hill, Rigdon ve Johnson, 1993).
yon kişinin sigara ile bağlantılı ölümler­ine engel Williams ve ark.’nın (baskıda) yapmış olduk­
olunduğu tahmin edilmektedir (Foreyt, 1990). ları bir derlemeye göre, programlanmış bir içme
SİGARA İÇMENİN TEDAVİSİ 339
√√

davranışı gerçek anlamda umut vericidir. Bu son zamanlarda isteğe bağlı olarak elde edile­
stratejide, birkaç haftalık bir dönem içerisinde bilir. Bu sakızlar kişinin sigarayı bırakma çaba­
nikotin alımı dereceli olarak azaltılır. Kullanıcı ları sırasında oluşan yoksunluk semptom­larına
sigara içme aralığını gittikçe arttırır. Bu yolla katlanmalarına yardımcı olur. Sakızdaki nikotin,
sigara içme davranışı, dürtüler, duygudurumu tütündekinden çok daha yavaş ve kararlı bir bi­
veya diğer değişkenler yerine, zaman aralıkları çimde emilir. Sakız içerisine bağım­lılık madde­
yoluyla kontrol edilir. Kişinin bu programa sadık sini koymanın temel nedeni, bu durumun sigara
kaldığı varsayıldığında, bir yıl sonra sigaradan içme ile nikotin dürtüsü arasın­daki bağlantıyı
uzak kalma oranı %44’dür ve bu oldukça etkile­ kopartıyor olmasıdır. Aynı zamanda sigarayı bı­
yici bir sonuçtur (Cinciripini ve ark., 1994; Cin­ rakma ile nikotin krizi veya yoksunluğu da bir­
ciripini ve ark. 1995). Kişinin özelliklerine göre birinden kopartılmaktadır. Buradaki uzun vadeli
düzenlenen bir başka yak­laşım da, depresif amaç, daha önce sigara kullananların, sakız
durumu bulunan bazı sigara kullanıcılarına uy­ kullanmayı da azaltmasını sağlamaktır. Sonuç
gulanan bilişsel terapidir. İlk sonuçlar umut ve­ olarak, amaç nikotine olan bağımlılığı yok et­
ricidir (Hall, Munoz ve Reus, 1994; Hall ve ark., mektir.
1996). Sigarayı bırakanlar bu sakızlara bağımlı hale
Belkide müdahaleler içinde en yaygın olanı, gelebilirler. Dahası, alınan nikotin miktarı, saat­
bir doktorun sigaranın bırakılması konusunda­ te bir sigara içmeye eşittir ve kan basıncının
ki öğüt ve telkinleridir. Her yıl milyonlarca in­ art­ması gibi kardiyovasküler değişimlerin oluş­
san, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, akciğer ması, kalp-damar hastalıklarına sahip kişiler
kanseri, şeker hastalığından korunmak veya için tehlikeli olabilir. Buna rağmen bazı uzman­
genelde sağlığını korumak amacıyla bu tür bir lar uzun süre sakız kullanımının sigarada bulu­
tavsiyeyi doktorlardan almaktadır. Bir doktorun nan bazı zehirlerin bulunmaması nedeniyle
bu yöndeki tavsiyesinin, özellikle hasta nikotin daha sağlıklı olduğuna inanmaktadırlar. Son
sakızı da çiğniyorsa, sigarayı bırakmasında et­ dönemlerdeki bir çalışma, nikotin sakızlarının
kili olabildiğine ilişkin kanıtlar mevcuttur (Law eğer yapılandırılmış bir psikolojik terapi olmak­
ve Tang, 1995; Russell ve ark; 1983). Fakat bu sızın kullanılırsa, yararının sınırlı kalacağını be­
tavsiyelerin veriliş tarzı, zamanlaması gibi özel­ lirtmektedir (Hughes, 1995).
likler ve diğer faktörler bağımlı kişinin hazır hale Nikotin sakızı, sigara içmek ile aynı etkiye
gelmesinde ve başaçıkma davranışları için ha­ sahip değildir. Ne kandaki nikotin miktarını orta­
zır hale gelebilmesinde önemli bir rol oynar. lama bir sigaranın yaptığı gibi üst seviyelere
Diğer bağımlılık türlerinde de olduğu gibi, çıkartır, ne de plazmadakini (Russell, Feyera­
psikolojik faktörler sigarayı bırakmayı zorlaştıra­ bend ve Cole, 1976). Muhtemelen bu farklılık­
bilir. Bu faktörler kişiden kişiye anlamlı dere­cede lar nikotini sigaradan elde etmeyi tercih eden
değişir. Bir tedavi paketinin, tüm sigara kulla­ içicilerin, sigaradan kaçınmaya başla­masından
nanlara yardımcı olması beklenemez! İnsanlar itibaren sakızın yoksunluğu azaltma­da sınırlı
bırakma konusunda pek çok farklı nedenden fakat belirgin faydalarını açıklamak­tadır. Diğer
ötürü sıkıntı içindedirler ve bunlara yardım için taraftan bu farklılıklar, nikotin sakızı yoluyla ni­
değişik yöntemlere ihtiyaç vardır. Fakat insanla­ kotin alışkanlığını bırakma sürecinin gerekli bir
parçasıdır. En iyi sonuçlar, sakızın davranışsal
rın sigara problemi üzerinde etkili olma istekleri
yönelimli tedaviler ile birleştirilmesi sonucun­
nedeniyle klinisyenler son dönemlere dek sigara
da elde edilmektedir (Hughess, 1995; Kilen ve
içenleri standart programlara tabi tutmuşlardır.
ark., 1990).
Hughes (1995), sakız ve nikotin bantları
BİYOLOJİK TEDAVİLER yoluyla nikotin verilmesinin yoksunluk semp­
Nikotin sakızları ve nikotin bantları kişinin ni­ tomlarını azaltmasına rağmen (Hughes ve ark;
kotine olan arzusunu azaltmak için kullanılan iki 1990), yoksunluğun şiddetinin, sigarayı bırak­
temel biyolojik tedavidir. Etkili olduklarına ilişkin mayı başarma ile çok az ilişkisinin olduğunu
bazı kanıtlar mevcuttur (Fiore ve ark., 1994). vurgulamaktadır (Hughes ve hatsukani, 1992).
Sigara içmeye neden olan yüzlerce dürtü Böylece nikotini yerine koyarak insanların siga­
ile, sigara içen bir kişi her gün bir veya iki paket rayı bırakmasına yardımcı olmak pek işe yara­
sigara tüketerek, 7 saniye içerisinde beynine yan bir yöntem gibi görünmemektedir.
nikotin ulaştırmaktadır. Nikotin içeren sakızlar, Nikotin bantları ise ilk olarak Ekim 1991 yılın­
Amerika’da 1984’den beri doktor reçetesi ile ve da doktor reçetesi ile elde edilmeye başlan­mıştır
340 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

olarak kul­lanılması gerektiğini ve bir seferde üç


aydan fazla kullanılmaması gerektiğini belirt­
mektedirler.
Nikotin bantları, sigarayı bırakmanın vermiş
olduğu rahatsızlığı ve huzursuzluğu azaltma
konusunda bazı kişilere yardımcı olabilir, fakat
kişinin bu konudaki kararlılığı, isteği ve davranış
değiştirme işlemlerinin kullanımı, en inatçı ba­
ğımlılıkların kırılması için gerekli şartlardır.

YİNELEMEYİ ÖNLEME
Mark Twain, nükteli bir biçimde sigarayı bı­
rakmanın kolay olduğunu söylemektedir. Ken­
disi bunu yüzlerce kez yapmıştır. Fakat bunu
sürdürmek zordur. Sigarayı bırakan pek çok
kişi bir yıl içerisinde tekrar içmeye başlar. Bu
nedenle dikkatler, sigarayı bırakan kişilerin bu
davranışlarını devam ettirmeleri konusu üzerine
odaklanmıştır. Takip çalışmalarından elde edi­
len veriler bize, sigara içmeyen kişilerle birlikte
yaşayan sigarayı bırakmış kişilerin, sigara içen
kişilerle birlikte yaşayanlardan daha iyi durum­
da olduğunu göstermektedir (Mclntyre-Kingsol­
ver, Lichenstein ve Mermelstein, 1986). İdame
Nikotin bantları, yoksunluk semptomlarını azaltmak amacıyla seansları yardımcı olmaktadır fakat tahmin edi­
kullanılırlar lebileceği gibi tedavinin devamı gerekir, bırakıl­
ve 1996’dan günümüze ise reçetesiz de satın dığı takdirde yinelenme (nüks / relapse) kaçı­
alınabilmektedir. Bir polietilen bant kola yapıştı­ nılmazdır (Brondon, Zelman ve Baker, 1987).
rılmakta ve nikotin deri yoluyla yavaş bir şekilde Fakat en azından Amerika’da sigara içmemek
kan dolaşımına, oradan da beyne geçmektedir. için on yıl öncekine oranla daha fazla sosyal
destek mevcuttur. Belki de zaman ilerledikçe,
Bu bantlar her gün bir tane kul­lanıldığı, yerinin
sigara içmeye karşı oluşan sosyal yaptırımlar,
değiştirilmesine gerek olmadığı ve uygulaması­
kişinin sigaradan uzak kalma çalışmalarında
nın kolay olması nedeniyle nikotin sakızlarından
başarılı olmasına yardımcı olacaktır.
daha avantajlıdır. Tedavi programı, kullanılan
Yinelenme problemine ilişkin bir diğer yak­
bantlar gittikçe küçültülerek, genellikle 10 ya da
laşım da, sigarayı bırakan kişinin bilişlerindeki
12 haf­tada sona erer. Kişi bant kolunda yapışık
değişimdir (Bear ve Lichtenstein, 1988). Haa­
iken sigara içmeye devam ederse, vücuttaki ni­
ga (1989), sözelleştirilmiş düşünceler paradig­
kotin miktarı tehlikeli boyuta ulaşabileceği için masını (Davison ve ark., 1983) kullanarak her­
risk oluşur. hangi bir teşvik-tahrik olmadığı halde sigara
Son yıllarda elde edilen kanıtlar, nikotin bant­ içmeyi akıllarından geçiren kişilerin, sigarayı
larının, sigaraya duyulan arzu konusunda oldu­ bıraktıktan üç ay sonra tekrar başladıklarını be­
ğu kadar, sigaradan uzak durma konusun­da da lirtmektedir. Fakat, bu kişilere, sigarayla ilişkili
placebo kullanımından daha üstün olduğunu bu türden düşünceleri ile başa çıkabilecekleri,
göstermektedir (bakınız Hughes, 1995). Fakat kendilerini uzaklaştırma gibi etkili yöntemler öğ­
nikotin sakızında olduğu gibi, nikotin bantı da retilirse başarılı olabilirler. Haaga, bir soru for­
her derde deva değildir. Tedavinin bitiminden mu uygulayarak, sigarayı bırakan kişilerin en
hemen sonra yapılan takip çalışmaları, sigara­ zor durumlar karşısındaki kendine yeterlilik du­
dan uzak durma oranının %40’dan az olduğunu rumlarının, sigaradan bir yıl uzak kalabilmenin
göstermektedir. Dokuz ay sonra yapılan takip en iyi yordayıcısı olduğunu bulmuştur (Haaga,
çalışmalarında ise, placebo ile aralarındaki fark 1990). Bu ve benzeri çalışmalar, sigaraya tek­
belirsizdir. Üreticiler, bantların yalnızca psiko­ rar başlamama ya da tekrar içmeye başlamanın
lojik temelli bir bıraktırma programının parçası en doğru olarak, sigarayı bırakan kişilerin bi­
MADDE KÖTÜYE KULLANIMININ ÖNLENMESİ 341
√√

lişlerinin saptanması yoluyla yordanabileceğini sürücü ayarlamayı teşvik etmek ve iş yerlerinde


göstermektedir. Bu türden bilgiler, terapistlerin, alkol ve uyuşturucu testi yapmak gibi faaliyetleri
sigarayı bırakan kişilerin bu durumu devam et­ içermektedir.
tirebilmeleri için gerekli olan yetenekleri geliştir­ Son yıllarda, yaygın olarak kullanılan spor
melerini sağlaya­cak programlar oluşturmalarına ve eğlence alanlarında, seyirciler yasadışı mad­
yardımcı olabilir (Williams ve ark., baskıda). deleri, özellikle de kokaini kullanmamaları yolun­
da uyarılmaktadırlar. 1960’larda ve 1970’lerde
MADDE KÖTÜYE sıklıkla verilen mesaj belirli ilaçların, özellikle
de halüsinojenlerin, kişinin potan­siyelinin farkı­
KULLANIMININ ÖNLENMESİ na varmasına yardım edeceği veya en azından
can sıkıntısı ve stresten kur­taracağı yönünde
Madde kötüye kullanımının etiyolojisi hakkın­
idi. Fakat 1990’lardaki mesaj ise zihni etkileyen
daki tüm bu bilgilerden sonra, insanları bu mad­
maddelerin psikolojik fonksiyonları bozduğu ve
deleri kullanmaya başlamaktan uzak tutmanın
kişinin başarısını engellediği yönündedir. Tüm
önemi çok açıktır. Maddenin yarattığı psikolojik
bunların ötesinde, bu ilaçlar vücuda zararlıdır
ve fizyolojik bağımlılıktan kişileri kur­tarmak çok
ve beklenmeyen ölümlere neden olurlar, “can­
zor, hatta bazıları için imkânsızdır. Şimdi alkol
lan, havaya gir, ayrıl” kelimeleri, yerini “hayır de”
ve yasadışı maddelerin kötüye kul­lanımı ve si­
cümlesine bırakmıştır.
gara içme konularındaki önleme çabalarına de­
Belki de en iyi anlaşılan konu, madde kul­
ğineceğiz.
lanım örüntüleri arasındaki ilişkilerdir. Daha
Yetişkinlikte görülen madde kötüye kul­
lanımının kökleri aslında ergenlik dönemi ve önce de belirtildiği gibi Marihuana daha ciddi
daha öncesine dayandığı için, pek çok önleme madde kötüye kullanımı için bir faktör olmak­
programı ergenleri hedef almaktadır. Program­ tadır. 1960’larda Marihuana genç insanlar ta­
lar genellikle okullarda uygulanmak­tadır ve genç rafından zihinsel algıları değiştirerek, alaycı bir
ergenlerin benlik saygısını arttır­mak, sosyal be­ yolla politik ve sosyal protesto yöntemi olarak
cerilerini geliştirmek ve yaşıt­larının baskılarına kullanılıyordu.
karşı koyabilmeyi öğretmeyi amaçlamaktadır. Ulusal Sağlık Enstitüsü ve Ulusal Kanser
Sonuçlar karışıktır (Hansen, 1993; Janson, Enstitüsü’nden sağlanan desteklerle genç in­
Glynn ve Howard, 1996). Bazen duygudurum sanları sigara kullanmaktan uzak tutma yön­
eğitimi olarak da adlandırılan benlik saygısını temlerinin geliştirilmesi, sağlık araştırmacıları
arttırma, etkili bir yöntem gibi görünmemektedir. ve politikacılarının önceliğidir.
Bunun tam tersine, sosyal-beceri eğitimi ve kar­ Araştırmalar, gençleri sigaradan uzak tut­
şı koyma eğitimi (hayır diyebilmeyi öğrenme), manın, aynı zamanda onların yasa dışı mad­
özellikle kızlarda bazı olumlu sonuçlara sahiptir. deleri ve alkolü kullanmaktan uzak durmaları­
Duygudurum eğitimi ve karşı koyma eğitimini na yardımcı olduğunu göstermektedir. Pek çok
kapsayan çok tanınan bir program -DARE Pro­ insan, yaşamın geç dönemlerinde sigaranın
jesi (Drug Abuse Resistance Education)- be­ kötü sonuçlarından korkmakta ve bırakmayı de­
şinci ve altıncı sınıf öğrencilerine polisler tara­ nemektedir. Ancak sigara içen hem genç hem
fından uygulanmış, fakat hayal kırıklığı yaratan de yaşlı insanlar, koroner kalp hastalıkları veya
sonuçlar elde edilmiştir (Clayton ve ark., 1991; akciğer kanseri gibi hastalıklar açısından yük­
Ringwalt ve ark., 1991). sek risk altında olduklarını hesap etmiyor gibi
Henüz yeterince değerlendirilmemiş olan görünmektedirler: “Bana bir şey olmaz” sendro­
bir diğer önleme çabası da, çocukların okulda­ mu. Çok fazla sigara içen kişilerin, sigara kullan­
ki programlarına aileleri de dâhil etmek, alkollü mayanlara oranla akciğer kanserine yakalanma
içki taşıyan kamyonlara uyarı afişleri yapıştır­ oranı on bir kat daha fazla iken, çok fazla sigara
mak (1989’da yasanın gerektirdiği: hamilelik içen bazı kişiler ise uzun ve sağlıklı yaşayabil­
esnasında alkol kullanmanın, fetüste hasara yol mektedir. Buna ek olarak genç insanlar doğaları
açabileceği ve alkolün araba ya da iş makine­ gereği, sınırlı bir zaman perspektifine sahiptir­
si kullanma becerilerini bozabileceğine ilişkin ler. Ergenlik döneminde olan gençler, gelecek
tüketiciyi uyarmak), madde etkisi altında iken cumartesi akşamındaki eğlence ile ya da Cuma
araba kullanma konusunda medya aracılığı ile günkü matematik sınavı ile, 60 yaşında nasıl bir
uyarıcı duyurular yapmak, sosyal ortamlarda hayat sürecekleri konusundan daha fazla ilgili­
içki kullandıktan sonra arabayı kul­lanacak bir dirler.
342 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

Son yıllarda, okul-temelli programların, programlar bu gerçek üzerine odaklanırlar ve


gençlerin tütün kullanımına başlamasını önle­ bu davranışın taklit edilmemesi gerektiği üze­
meyi hedef aldığı görülmektedir. Bu türden ge­ rinde tartışırlar.
niş çaplı programlar, sigara kullanımına başla­ 5. Akran liderliği. Pek çok sigara ve madde
mayı geciktirme konusunda başarılı olmaktadır kullanımını önleme programları, kullanım karşıtı
(Sussman ve ark., 1996). Bu programlar bazı mesajların etkisini arttırmak amacıyla, bunların
ortak içeriklere sahiptirler (Hansen, 1992; Han­ aktarılması için liderler üzerinde dururlar.
sen ve ark., 1988; Susman, 1996): 6. Duygudurum eğitimi, benlik imajı-
nı güçlendirme. Bazı programlar, zayıf benlik
1. Akran baskısına direnme eğitimi. imajı, stresle başa çıkmada yetersizlik gibi bazı
Öğrenciler, akranlarından gelen baskının do­ iç psişik faktörlerin, gençlerin sigaraya başla­
ğası hakkında bilgi edinirler ve hayır demenin masının altında yatan faktörler olduğu görüşü
yollarını öğrenirler. Örneğin, sigarayı deneme üzerinde odaklanırlar. Fakat bu gibi program­
konusunda arkadaşlarının ısrarı ile karşılaşan ların gerçekten madde kullanımını arttırdığına
bir gencin sigarayı reddetmesine ilişkin olarak ilişkin göstergeler mevcuttur. Belki de program­
hazırlanmış özel bir film gösterilir (Evans ve ların, benlik saygısıyla ilgili konuların çözümüne
ark., 1981). Genç bir insan için akranları tara­ ilişkin etkisiz bir yol olan ilaçlar konusuna odak­
fından onay görme ve kabul edil­menin ne denli lanması, istemeyerek, ilaç deneyiminin yaşam
önemli olduğu göz önünde bulundurulacak olur­ stresleri ile başa çıkmada bir yol olabileceği yö­
sa, bu hiç de kolay değildir ve zekice yapılma­ nünde yanlış bir algıya neden olabilmektedir.
sı önemlidir. Kabul etmeme yönünde atılganlık 7. Diğer Bileşenler. Sigara içme veya mad­
eğitimi almış olan altıncı sınıf öğrencileri, yal­ de kullanımının zararları hakkında bilgi ver­mek
nızca sigaranın zararlı etkilerine ilişkin eğitim (yetişkinlere sigarayı bıraktırma program­larının
almış ve dikkatleri bu yöne çekilmiş olan kontrol temel bileşenidir) ve sigara içmeme konusunda
grubuna göre iki yıl daha geç sigara içmekte­ da genel bir farkındalık yaratmak, önleyici prog­
dirler (Schinke ve Gilchrist, 1985). Reddetme ramların ek özellikleridir.
becerileri eğitimi kızlarda erkeklere göre daha
etkilidir (Graham ve ark., 1990). Ağustos 1995’te Clinton yönetimi ve özellik­le
2. Normatif beklentileri düzeltme. Birçok Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sigaranın bağım­lılık
insan, sigara içmenin gerçekte olduğundan yapıcı etkisi ve gençlerin bu maddeden uzak
daha yaygın (ve bu nedenle de daha kabul edi­ durmasının önemi üzerinde halkın dikkati­ni
lebilir) olduğuna inanır. Genç insanların, yaşıtla­ çekmeye başladılar. Sigaralar “nikotin boşalt­
rının yaptıkları ve inandıkları konusunda­ki has­ ma sistemleri” olarak tanımlandı. Büyük tütün
sasiyetleri nedeniyle, sigara içmenin yaygınlığı kuruluşlarının yalanlamasına rağmen bağımlılık
konusundaki inançların değiştirilmesinin etkili yapıcı madde olarak kabul edildi5. Bir yıl son­
bir strateji olduğu görülmüştür. Sigara içmenin ra başkan Clinton, tütün ürünlerinin kontrolünü
(veya alkol ya da Marihuana kullanmanın) stan­ FDA’ya verdi. Nikotin bir madde sayıldığı için,
dart bir davranış olmadığını ortaya koymanın teşviki ve satışı FDA’nın faaliyet alanı altında
belirgin olarak direnme eğitiminden daha etki­ olmalıdır.
li olduğu görülmektedir (Hansen ve Graham, Bu hareketin uygulamaları muazzamdır. Baş­
1991). kan Clinton 18 yaşın altındaki kişilerin sigara
3. Kitle iletişim mesajlarına karşı aşılama. elde edebilmelerini zorlaştıracak çeşitli önlem­
Bazı önleme programları, daha önce bahset­ lerin alınacağını bildirdi (sigara içenlerin %90’ı,
tiğimiz Joe Camel reklamları örneğinde olduğu bu yaştan önce başlamaktadır) ve bu yaşın al­
gibi, sigara içenlere ilişkin yaratılan pozitif ima­ tındaki kişilerin bulunduğu yerlerde otomatik si­
jlar konusu üzerinde dururlar. Birkaç yıldır TV gara makinelerinin bulundurulması yasaklandı.
ve radyolarda sigara reklamları yer almamak­ Federal hükümet, tütün endüstrisi üzerinde­
tadır ve basılı reklamlarda da, sigaranın zarar­ ki baskıyı arttırmaktadır. Fakat ya bu katı uy­
larına ilişkin uyarılar belirgin bir biçimde yer al­ gulamalar beklendiği şekilde amaçlanan etkiyi
maktadır. gösterecek, ya da bazılarının tahmin ettiği gibi,
4. Aile ve diğer yetişkin etkilerine ilişkin gençler sadece yetişkinlerin koyduğu kurallar
bilgilendirme. Bilindiği üzere, aile içerisinde ürünü elde etmeyi zorlaştırdığı için tütün kulla­
sigara içiliyor olması, çocukların da büyük bir nımına soğuk bakacaklardır (Stolberg, 1996a).
olasılıkla sigara içmesinde etken olmaktadır. 5
1997 Mart’ında Liggert diğer sigara şirketleriyle ittifakı bozdu ve nikotinin
Aralarında güçlü bir korelasyon mevcuttur. Bazı bağımlılık yapıcı olduğunu kabul etti.
ÖZET 343
√√

ÖZET
Duygu ve bilinci değiştirmek amacıyla madde kullanımı aslında bir insan özelliğidir ve aynı za­
manda bunları kötüye kullanma eğilimi de mevcuttur. DSM-IV, madde bağımlılığı ve madde kötüye
kullanımını birbirinden ayırır. Bağımlılık, maddenin kompulsif (zorlantılı) bir biçimde kullanımı ve bu­
nun sonucunda ciddi psikolojik ve fiziksel bozulma anlamına gelir. Fizyolojik bağımlılık veya alışkan­
lık oluşabilir, bu durumda da tolerans ve yoksunluk oluşur. Madde kötüye kullanımında, kullanılan
madde belirli görevlerin yerine getirilmesinde başarısızlık ve kişilerarası ve yasal problemlere yol
açar.
Alkolün insanlar üzerinde kısa ve uzun süreli etkileri vardır. Bunlardan bazıları bağımlılığın doğası
gereği trajiktir. Bu etkilerin menzili, karar verme ve motor koordinasyon güçlüğünden, kişi ve toplum
için korkunç olan bağımlılığa dek uzanır. Bağımlı hale gelen kişilerin üretken bir yaşam sürmeleri
imkânsızdır ve bu durumun üstesinden gelmek de çok zordur.
Muhtemelen yasadışı olmalarından ötürü daha az yaygın ama daha kötü ün salmış olan opiyatlar
eroin ve barbituratlar gibi yatıştırıcılar ile amfetaminler ve kokain gibi uyaranlardan oluşur. Bu mad­
delerin tümü bağımlılık yapıcıdır ve özellikle de crack’leri de içeren kokain böyledir. Eroin son yıllarda
kullanımın artması ve önemli sonuçlarının bulunması nedeniyle ilgi odağı olmuştur. Barbituratlar
uzun süre maksatlı ya da kazara intiharlarda imâ edilmektedir; özellikle de alkolle birlikte alındıkla­
rında ölümcüldürler.
Nikotin, özellikle de sigara biçiminde alındığında yüzyıllardır insanoğlu üzerinde bağımlılık yapıcı
gücünü göstermektedir. Üstelik yaygınlaşmasıyla halk sağlığı yetkililerinin ciddi uyarılarına rağmen
durum böyledir. Okul çocuklarının ve gençlerin sigara içmeleri kayda değer bir endişedir. Her yıl
devlet ve özel kişiler insanları bu alışkanlığa başlamaktan kurtarmak için ya da hâlihazırda bağımlı
olanların sigara içmeyi bırakmalarına yardım etmek için milyonlarca dolar harcamaktadır.
Marihuana çok sayıda genç Amerikalı tarafından içilmektedir. Kullanımı 1980’lerde azalmıştır
ama 1990’larda artmıştır. Marihuana kullanımının kısıtlanmamasına ilişkin tartışmalarda, kültürü­
müzün yasal bir parçası olan alkolün alışkanlık halinde kullanımının bilinen zararlarıyla kıyaslandı­
ğında, Marihuananın varsayılan güvenli oluşu vurgulanır. Ancak halen elde olan kanıtlar gösteriyor
ki, Marihuana düzenli olarak kullanıldığında iyi huylu değildir; akciğerleri ve kalp damar sistemini
tahrip edebilir ve bilişsel bozulmaya yol açabilir. Marihuananın fetal gelişimi, koroner sorunları olan
kişilerde kalp işlevlerini ve damar işlevlerini de ters etkileyeceği yönünde kanıtlar da vardır. Dahası,
Marihuana bağımlılık yapıcı gibi görünmektedir. İronik biçimde Marihuananın olası tehlikeleri keşfe­
dildikçe, kemoterapi alan kanser hastalarının bulantılarını azalttığı ve glokom hastalarının aşırı göz
içi basıncını azalttığı da bulunmuştur.
LSD, mescalin ve pslocybin gibi halusinojenler, bilinç durumlarını genişletmek veya değiştirmek
amacıyla kullanılırlar. Bu maddeler, insanoğlu tarafından yalnızca hoş olmayan gerçeklerden kaç­
mak için değil, aynı zamanda ruhani bazı deneyimler edinmek amacıyla da kullanılırlar.
Pek çok faktör, madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı ile bağlantılıdır. Sosyal tutumlar ve kültür,
ilaç, alkol ve sigara kötüye kullanımında özendirici rol oynarlar. Maddelere karşı olan tutumlar, akran
baskısı ve medya tarafından maddenin resmedilme şekli gibi sosyo-kültürel değişkenler, bir madde­
nin ne sıklıkla kullanılacağı ile ilişkilidir. Bazı maddeler duygudurumu değiştirmek için kullanılırlar (ör­
neğin, gerginliği azaltmak veya pozitif duyguları arttırmak). Yoğun olumsuz duygular içerisinde olan
veya psikopatlık gibi bazı belirgin kişilik özelliklerine sahip bireyler, özellikle bu maddeleri kullanmak­
tan hoşlanırlar. Ayrıca maddelerin olumlu etkileri olduğuna dair beklentiler gibi bilişsel değişkenler de
özellikle önemlidir. Sonuç olarak, genetik yatkınlık en önemlisi olmak üzere, biyolojik faktörler bazı
maddelerin, özellikle de alkolün kullanımında rol oynarlar.
Hem yasal (alkol ve nikotin) hem de yasa dışı maddelerin (eroin ve kokain) gibi kullanımından
insanları uzaklaştırabilmek amacıyla her türlü terapi kullanılmaktadır. Bu bölümde üzerinde durulan
tüm maddeler bağımlılık yapıcıdır ve biyolojik tedaviler kişiyi fizyolojik bağımlılıktan kurtarmaya ça­
lışır. Clonidine, naltroxene ve methadone gibi ilaçların tedavide yararlı oldukları görülmektedir. Son
yıllarda sakız ve bantlar yoluyla vücuda nikotin vermek, sigara içmenin azaltılmasında bazı başarılar
sağlamıştır. Bu somatik yaklaşımların hiçbiri, hastalara baskılara direnmeyi, stres ile başa çıkmayı,
ilaç kullanmaksızın duygularını kontrol etmeyi ve Adsız Alkolikler’de olduğu gibi sosyal yardım alma­
yı öğreten psikolojik tedaviler olmaksızın değişimi sağlayamaz.
344 √√ BÖLÜM 12 - MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR

Sağlık çalışanları, madde kötüye kullanımının çok yönlü bir problem olduğunu, geniş çaplı bir
müdahale gerektirdiğini unutmamalıdırlar. Farklı kişiler, farklı nedenlerden ötürü madde kullanırlar
ve bu faktörlerin dikkatlice değerlendirilmesi, özellikle bireysel müdahaleler için önem taşır. Mad­
de kullanımına asla başlamamak, kullanmayı bırakmaktan çok daha kolay olduğu için, gençlerin
madde kullanmaksızın yaşamlarını geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlayan sosyal ve eğitimsel
içerikli programlar uygulanmakta, bu yolla madde kötüye kullanımı önlenmeye çalışılmaktadır.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
madde bağımlılığı opium geri dönüş (flashback)
madde kötüye kullanımı morfin arındırma (detoxification)
tolerans eroin panzehir (Antabuse)
yoksunluk barbituratlar kontrollü içme
delirium tremens (DTs) uyarıcılar (stimulanlar) eroin yerine geçen
çoklu ilaç kullanımı amfetaminler eroin antagonisti
fetal alkol sendromu kokain methadone
nikotin LSD karşıt bağımlılık
Marihuana Halüsinojenler clonidine
haşhaş Psilocybin
sedatifler Ecstasy
opiyatlar nitrik oksit
13

Bette Alexande, “Kafalar” 1991

KİŞİLİK BOZUKLUKLARI
Çeviri: Uzm. Psk. Ahmet Tosun

KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ KAYGILI / KORKULU KÜME


SINIFLANDIRILMASI: KÜMELER, Çekingen Kişilik Bozukluğu
KATEGORİLER VE SORUNLAR Bağımlı Kişilik Bozukluğu
TUHAF / EGZANTRİK KÜME Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu
Paranoid Kişilik Bozukluğu Kaygılı / Korkulu Kümenin Etiyolojisi
Şizoid Kişilik Bozukluğu KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN
Şizotipal Kişilik Bozukluğu TERAPİLER
Tuhaf / Egzantrik Kümenin Etiyolojisi Sınır Kişiliğin Terapisi
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME Bozukluktan Tarza: Hedefler Üzerine Bir
Sınır Kişilik Bozukluğu Yorum
Histriyonik Kişilik Bozukluğu Psikopatiye Yönelik Terapi
Narsisistik Kişilik Bozukluğu ÖZET
Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Psikopati
346 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

örneğin birinin doğum günü kartına en son ondan imza


Mary psikiyatrik hastaneye ilk başvurduğunda 26 istemesini, o kişinin ofiste en az ondan hoşlandığı anla-
yaşındaydı. Değişmeyen intihar düşünceleri ve sürekli mına geldiği şeklinde değerlendirmişti. Diğerlerinden
kendine acı vermekle (keserek veya yakarak) uğraşması “titreşimler aldığını” ve biri gerçekten ondan hoşlanma-
terapistini artık yatısız hasta konumunda kontrol edileme- dığında doğrudan hiçbir kanıt olmasa bile bunu söyleye-
yeceği sonucuna götürünceye kadar birkaç ay bir psiko- bildiğini vurgulamıştı.
logla yatısız tedavi gördü.
Mary ilk psikolojik terapi deneyimini ergenliğinde ya- Mary’nin davranışı pek çok kişilik bozuklu­
şamıştı. On birinci dönemdeyken notları bıçakla kesilmiş
ğunun, özellikle de sınır kişilik bozukluğunun
gibi düştü ve ailesi ilaç kullanıyor olduğundan şüphelen-
di. Sokağa çıkma yasağına uymamaya başladı ve hatta karakteristik belirtilerini içermektedir. Duygu-
birkaç kere eve dönmeyi beceremedi. Sık sık okuldan ka- durumunda depresyon ve aşırı huzursuzluk
çıyordu. Aile terapisi alınmaya başlandı ve başlarda iyi dönemleri (I. Eksen’de iki uçlu bozukluk olarak
gidiyor gibiydi. Mary terapistinden çok memnundu ve tanılanabilir) ile giden sık dalgalanmalar, birkaç
onunla ek özel seanslar yapmak istedi. kez onu terapi arayışına sevk etmişti. Fakat her
Aile seansları sırasında ebeveynlerinin Mary hak- seferinde hevesle başladıktan bir süre sonra
kındaki korkuları doğrulandı ve yaygın bir şekilde ilaç
terapistiyle ilişkisi bozulmuş, terapiler daha ba­
kullanma öyküsü açığa çıktı, “her şeyi yapmak elimde”
diyordu. Rastgele cinsel ilişkilere giriyordu ve birkaç kez şındayken sonlanmıştı. Hastaneye yatırıl­madan
ilaç parası için kendini satmıştı. Akranlarıyla ilişkileri önce sekiz terapist değiştirmişti.
değişkendi, çok az anlattı. Yeni arkadaşlarıyla yaşadığı Kişilik bozuklukları heterojen bir gruptur.
örüntü hep aynı görüntüyü sergiliyordu, önce karşılaştı- DSM’de II. Eksen’de kodlanırlar ve kişinin için­
ğı en muhteşem kişi olduğunu düşünüyor, fakat kısa süre de yaşadığı kültürün beklentilerinden sapan ve
içerisinde o kişi bir şekilde Mary’i hayal kırıklığına uğra- kişinin sosyal ve iş yaşantısındaki işlevsel­liğini
tıyor ve Mary de onu bir tarafa fırlatıp atıyordu, sıklıkla
bozan, çok eskiden beri varolan, yayılgan, es­
da hiç hoş olmayan bir şekilde. Hâlâ âşık olduğu bir kişi
dışında Mary’nin başka hiçbir arkadaşı yoktu. Söylediği- nemeyen davranış örüntüleri ve içsel yaşan­tılar
ne göre diğerlerinin ona bir şekilde zarar vereceklerinden olarak görülürler. Hepsi değil ama bazıları duy­
korktuğu için onlardan uzak duruyordu. Okulun hiç ilgi- gusal rahatsızlıklara neden olabilirler.
sini çekmediğini ve ilaçların ona sağladığı değişmiş ruh Kişilik bozukluklarını işlerken bazı şeyler, ta­
hali dışında her şeyden sıkıldığını itiraf etti. nıdığımız bazı insanlara çok uygun gelebilir. Bu
Terapide birkaç hafta geçtikten sonra Mary’nin ailesi
durum, okuyucuya tıp öğrencisi (intörn) sendro­
kızlarının terapistiyle ilişkisinde dikkat çeken bir soğuk-
luk olduğunu fark ettiler. Seanslara Mary’nin kızgınlığı ve
munu hatırlatmak için iyi bir noktadır. Tıp öğren­
terapiste yönelik istismar edici öfke patlamaları hâkimdi. cileri (ve psikoloji öğrencileri) kendilerini, aile­
Birkaç hafta daha geçtikten sonra Mary artık seanslara lerini ve arkadaşlarını çalıştıkları bozukluk­ların
katılmayı reddetti. Bunun ardından terapistle görüşen ba- tanımlamalarına uygun görme eğili­mindedirler.
bası, özel seanslar sırasında Mary’nin terapiste yönelik Kişilik bozukluklarının belirtileri, zaman zaman
baştan çıkarıcı davranışlarda bulunduğunu ve Mary’nin çeşitli derecelerde sahip olduğu­muz özellikleri
ona karşı değişen bu tutumu ile iyileşmeyi reddetmesinin
açıklamaya çok uygun ola­bilmelerine rağmen,
aynı zamana denk geldiğini, kendisinin sağlam ve katı du-
ruşuna sıcaklık ve empatiyi de katmaya çalışmasına rağ- gerçek bir kişilik bozuk­luğu çeşitli treytlerin aşı-
men bir şeyin değişmediğini öğrendi. rılıkları ile tanımlanır. Uzun yıllar boyunca geliş­
Mary liseden mezun olmanın bir çaresine baktı ve böl- tirdiğimiz kişilik, haya­tın zorluklarını ele almanın
gedeki bir devlet kolejine yazıldı, fakat eski örüntü geri oturmuş bir yolu, diğer insanlarla ilişki kurmanın
döndü. Düşük notlar, sınıf kaybı, ilaç kullanmaya devam belli bir tarzıdır. Bir kişi bağımlıdır, diğeri mey­
ve ders çalışmaya ilgisinin olmaması en sonunda onun dan okuyucu ve saldırgan, bir diğeri utangaçtır
ikinci yılın ilk sömestrinin ortasında okuldan atılmasına
ve sosyal temas­tan kaçınır, bir diğeri insanlarla
neden oldu. Okuldan ayrıldıktan sonra Mary, bir seri tez-
gâhtarlık işine girip çıktı, bunlardan çoğu uzun ömürlü derin ve dürüst ilişkiler kurmaktan çok, dış gö­
değildi, iş arkadaşlarıyla yaptığı tartışmalar tipik olarak rünüşüyle ve kendi kırılgan benliğini pohpohla­
onu işten kovulmaya götürüyordu. İş arkadaşlarıyla iliş- makla ilgilenir. Bu kişilerin hiçbirisine kişilik bo­
kileri lisedeyken akranlarıyla olan ilişkilerine paraleldi. zukluğu tanısı konulmaz, tabi eğer bu davranış
Mary yeni bir işe başladığında gerçekten çok hoşlandığı örüntüleri çok eski, kişinin bütün hayatını istila
birini buluyor, fakat aralarına bir şey giriyor ve ilişki öf- etmiş ve işlev­leri bozulmuş değil ise. Örneğin,
keli bir şekilde bitiyordu. Mary sık sık iş arkadaşlarından
kalabalık bir odaya girdiğinizde ve kısa bir süre
şüpheleniyor ve onların sık sık kendi hakkında konuştuk-
larını duyduğunu, işte başa geçmesine nasıl engel olabi- sonra bir kahkaha atıldığını duyduğunuzda,
lecekleriyle ilgili planlar yaptıklarını söylüyordu. Onla- alay konusu olduğunuzu ve bazı insanların sizin
rın davranışlarındaki saklı anlamı bulmada çok hızlıydı, hakkınızda konuştuğunu hissedebilirsiniz. Bu
KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ SINIFLANDIRILMASI: KÜMELER, KATAGORİLER VE SORUNLAR 347
√√

gibi hisler, sadece sık sık meydana geliyorlarsa KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ


ve yoğunsalar ve yakın kişisel ilişkiler kurmaya
SINIFLANDIRILMASI: KÜMELER,
engel oluyorlarsa paranoid kişilik bozukluğu be­
lirtileri olurlar. KATEGORİLER VE SORUNLAR
Önsözle ilgili son bir yorum daha: Klinik send­
Kişilik bozuklukları farklı bir eksende, II.
romların tek başlarına görülebilmelerine ek ola­
Eksen’de değerlendirildiği için, ne zaman bir
rak, kişilik bozuklukları bir I. Eksen bozukluğu tanı konsa bunların varlığı ya da yokluğu dü­
ile aynı anda görülebilirler. Kişilik bozuklukları I. şünülür. Tanı koyan kişilerin bunların var olma
Eksen bozukluklarına bir bağlam olarak hizmet olasılığına dikkat etmelerini garantilemek için,
edebilir ve onları farklı yönde şekillendirebilirler bunlara farklı bir eksende yer verilmiştir. Bazen
(Millon, 1996). I. Eksen’de kaygı bozukluğu, II. tanıya yönelik görüşme doğrudan bir kişilik bo­
Eksen’de çekingen kişilik bozukluğu tanısı alan zukluğunun varlığına işaret etmesine rağ­men,
bir kişi kaygısını çok görünür bir hale getirecek­ bir kişi kliniğe sıklıkla bir I. Eksen bozuk­luğu
tir. Bu durum, aynı fotoğrafa farklı renklerdeki (panik bozukluk gibi) için gelir ve çok doğal ola­
lenslerle bakmaya veya aynı şarkıyı bir tek ba­ rak dikkatin ilk olarak odaklandığı şey odur. Ki­
şilik bozukluklarına II. Eksen’de yer ve­rilmesi,
şına, bir piyanodan, bir de tam bir orkestradan
klinisyeni kişilik bozukluğunun olup olmadığını
dinlemeye ben­zetilebilir. Millon şöyle açıkla­
da hesaba katmaya sevk eder.
maktadır: Tanımlarının netliği arttırılmaya çalışılmasına
rağmen, eskiden kişilik bozukluklarının tanısal
[a] tek uçlu depresyon [örneğin], çekingen kişilik geçerliği azdı. Bir klinisyen aşırı süslü, gösterişli
bozuk­luğu olan bir kişide narsistik kişilik bozukluğu olan
bir hastayı narsistik olarak tanılarken diğer bir
bir kişidekinden daha farklı yaşanacaktır. ... [Farklı kişilik
klinisyen psikopatik olarak tanılayabilmektey­
bozuk­lukları], [kişinin I. Eksen bozukluğunun] farklı algı­
di. Bu düşük güvenilirlik iyi bir değerlendirme
lanmasına ve bununla farklı şekilde mücadele edilmesine
aracının olmamasından kaynaklanmaktaydı.
yol açacaktır. Bu ve diğer nedenlerden ötürü klinisyenlerin
Daha yakın zamanlarda, özellikle kişilik bozuk­
her çeşitten psikiyatrik bozuklukla [I. Eksen] ilgilenirken
luklarını değerlendirmek için geliştirilen yapı­
“kişilik örüntüsüne” yönelmeleri gerektiğine inanmaktayım
(1966, s. vii).
landırılmış görüşmelerin kullanıldığı çalışmalar,
iyi bir güvenilirliğe ulaşıldığını, hatta kültürlera­
rası çalışmalarda bile durumun değişmediğini
Bu bölümde ilk olarak kişilik bozukluklarını
göstermektedirler (Loranger ve ark., 1987; Wi­
nasıl sınıflandırdığımıza ve bu sınıflandırmayla diger ve ark., 1988). Kuzey Amerika, Avrupa,
ilgili sorunlara değineceğiz. Daha sonra tekrar Asya ve Afrika’daki dokuz ülkede, yeni geliştir­
kişilik bozukluklarının kendilerine, etiyolojileriyle ilen yapılandırılmış görüşmelerin kullanıldığı bir
ilgili kuram ve araştırmalara ve bunlara yönelik çalışmanın sonuçlarına birlikte bakalım. Tablo
terapilere döneceğiz. 13.1’de gösterilen yargıcılar arası güvenirlikler

TABLO 13.1 Kişilik Bozukluklarının Yargıcılar Arası ve Test-Tekrar Test Güvenirliği


Tanı Yargıcılar Arası Güvenirlik Test-Tekrar Test Güvenirliği
Paranoid .75 .57
Şizoid .83 -
Şizotipal .82 .11
Sınır .89 .56
Histriyonik .81 .40
Narsistik .83 .32
Antisosyal .88 .84
Bağımlı .89 .15
Çekingen .82 .41
Obsesif-kompülsif .82 .52
Kaynak: Yargıcılar arası güvenirlik rakamları Loranger ve ark.,’nın (1994) “cross-national” çalışmalarından alınmıştır ve fikir
birliği şansının miktarını yansıtmaktadır. Test-tekrar test rakamları ise Zimmerman’nın (1994) uzun süreli (genellikle bir yıldan fazla)
çalışmalarından elde edilmiş uyuşma oranlarıdır.
348 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

I. Eksen bozukluklarının güvenirliklerine (3. Bö­ geçişteki değişik­likler görece çok az olduğu için,
lüm) tatmin edici derecede denktirler. tanıların üst üste binmesi sorunu henüz çözül­
Bundan çıkan sonuca göre, yapılandırılmış müş gibi görünmemektedir.
görüşmeler kullanarak kişilik bozukluklarında Bu sorun, DSM-IV’ün kategorik tanı sistemi­
güvenilir tanılara ulaşmak mümkündür. nin, kişilik bozukluklarını sınıflandırmak için en
Kişilik bozuklukları, zaman içinde sabit kaldı­ iyi yol olmayabileceğini akla getirmektedir. Sı­
ğı düşünülen uyumu bozucu kişilik treytlerinden nıflandırma için veri teşkil eden kişilik treytleri,
oluştukları için, bunların değer­lendirilmesinde vardan yoka doğru giden iki kutuplu bir doğru
test-tekrar test güvenirliği önemli bir faktördür. üzerindedir. Yani, ilişkili özelliklerin pek çoğu,
Test-tekrar test güvenirliği, belirli bir tanıyı alan pek çok insanda değişik derecelerde bulun­
hastaların bir süre geçtikten sonra yeniden de­ maktadır. Bir kişilik bozukluğu olan kişi genel
ğerlendirildiklerinde yine aynı tanıyı alıp alma­ bir kişilik envanteri aldığı zaman, normal insan­
dıklarının karşılaştırılmasıdır. Tablo 13.1’de bir larınkine benzer bir yapıya sahip olan bir kişilik
test-tekrar test güvenirliğinin özeti verilmektedir ortaya çıkar, ancak bu özellikler çok aşırıdır (Li­
(Zimmerman, 1994). Maddelerdeki değişkenli­ vesley & Schroede, 1993). Kişilik bozukluk­ları,
ğin genişliğine dikkat ediniz. Antisosyal kişilik hepimizin sahip olduğu özelliklerin aşırı şekilleri
bozukluğu en yüksek test-tekrar test güvenirliği­ olarak yorumlanabilir. Öyleyse kişilik bozuk­
ne sahiptir. Bu, sabit bir tanıyı işaret etmektedir, luklarının sınıflandırılmasını boyutsal bir yak­
yani belli bir zaman­da bu tanıyı almış bir kişi, laşımla ele almak (bkz. 3. Bölüm) daha uygun
daha sonra değer­lendirildiğinde büyük olasılıkla olabilir. DSM-III-R ve DSM-IV’te kap­sama dâhil
yine aynı tanıyı alacaktır. Diğer taraftan, şizoti­ etmek için boyutsal bir sistem kul­lanılmıştır, an­
pal ve bağımlı kişilik bozukluklarının güvenirliği cak hangi boyutların dahil edile­ceği konusunda
çok düşüktür. Bu durum, bu tanıları almış kişi­ fikir birliğine ulaşılamamıştır. İleriki sayfalarda
lerin sergiledik­leri belirtilerin zaman içinde sabit (Odak 13.1) boyutsal bir sınıfla­ma sisteminin
kalmadığını göstermektedir. Sonuç olarak, ki­ geliştirilmesine yönelik umut verici bir çaba an­
şilik bozukluk­larının bazıları DSM’nin söylediği latılacaktır.
kadar kronik değilmiş gibi görünmektedir. Tanıları hakkında ciddi sorunlar olmasına
Kişilik bozukluğu kategorileriyle ilgili diğer rağmen kişilik bozukluklarını reddedemeyiz. Bu
bir temel sorun ise, sıklıkla tek bir özgül kişilik bozukluklar yaygındırlar ve insanların hayat­
bozukluğu tanısı koymanın güçlüğüdür. Çünkü larında şiddetli bozulmalara neden olurlar. Kişilik
böyle bozuklukları olan kişilerin çoğu, birkaç ta­ bozuklukları, bu kitapta ele alınan diğer tanılarla
nıyı birden karşılayan geniş bir treyt yelpaze­si karşılaştırıldığında çok kısa bir süredir ciddi ola­
sergilerler. Bu bölümün başlangıcında anlatılan rak araştırılmaktadırlar. Bu araştırmalar halen
vakada, Mary, yalnızca sınır kişilik bozukluğu devam etmektedir ve büyük bir olasılıkla kısa
tanı ölçütünü karşılamamakta, aynı zamanda bir süre sonra tanı kategorileri netleştirilecek ve
paranoid kişilik bozukluğunu da karşılamakta bu sorunların pek çoğu çözümlenecektir.
ve şizotipal bozukluğun ölçütünü karşılamaya Kişilik bozuklukları DSM-IV’te üç küme ola­
da çok yaklaşmaktadır. Yapılan bir çalışmada, rak gruplanmıştır. A kümesindeki kişiler (para­
sınır kişilik bozukluğu hastalarının yüzde 55’inin noid, şizoid ve şizotipal) tuhaf ya da egzantrik
şizotipal kişilik bozukluğu, yüzde 47’sinin an­ (eccentric) olarak görülürler; B kümesindekiler
tisosyal kişilik bozukluğu ve yüzde 57’sinin (antisosyal, sınır, histriyonik ve narsistik) dra­
histriyonik kişilik bozukluğu tanı ölçüt­lerini de matik, duygusal veya değişken (erratic) olarak
karşıladığı bulunmuştur (Widiger, Frances & görülürler; C kümesindekiler (çekingen, bağımlı
Trull, 1987). Bu veriler özellikle, özgül bir kişilik ve obsesif kompulsif) ise kaygılı ya da korkulu
bozukluğuna sahip hastaları normallerle karşı­ gibi görünürler. Bu küme­lerin geçerliliği hakkın­
laştıran araştırmaların sonuçlarını değerlendi­ daki görgül kanıtlar karı­şık olmasına rağmen,
rirken insanın cesaretini kırmaktadır. Örneğin, bu şekilde düzenlemek bu bölüm için faydalı bir
sınır kişilik bozukluğu olan insanların normal­ çatı oluşturmaktadır.
lerden farklı olduğunu bulursak, öğrendiğimiz
şey sınır kişilik bozuk­luğuna mı özgüdür, yoksa TUHAF / EGZANTRİK KÜME
genel bir kişilik bozukluğuyla mı ilişkilidir, yoksa
hatta başka bir tanı mı söz konusudur? Tanı öl­ Bu küme üç tanıyı içermektedir - paranoid,
çütlerinde DSM-III ve DSM-lll-R’den DSM-IV’e şizoid ve şizotipal kişilik bozukluğu. Bu bozuk­
TUHAF / EKSANTRİK KÜME 349
√√

lukların belirtileri şizofreni belirtileriyle bazı ben­ tanı ölçütleri, şizofreninin başlangıç ve kalıntı
zerlikler gösterirler, özellikle de şizofreninin baş­ dönemlerindeki belirtilere de benzemektedir.
langıç ve kalıntı (rezidüel) safhalarında.
ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU
PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU Modern şizotipal kişilik kavramı,
Paranoid kişilik, insanlardan kuşkulanır. Danimarka’da şizofreni hastası ebeveynlerin
Kişi diğerlerinden kötü muamele göreceği ya evlatlık olarak başka ailelerin yanına yerleştiri­
da başkaları tarafından kullanılacağı beklentisi len çocukları üzerinde yapılan araştırmalardan
içindedir. Bu yüzden de kendini dışarıya kapatır doğmuştur (Kety ve ark., 1968). Bu çocuklar­
ve sürekli kendisine oynanacak oyunların ya da dan bazıları ana babaları gibi tam bir şizofre­
yapılacak istismarın olası ipuçlarını arar. Sıklık­ ni geliştirirken, bunlardan daha büyük bir grup
la düşmanlık besler ve kendini küçük düşürücü ise şizofrenin daha hafif bir şekline benzeyen
olarak algıladığı şeylere karşı öfkeyle tepkide bir bozukluk geliştirmişlerdir. Şizotipal kişilik bo­
bulunur. Bazıları başkalarına güvenme konu­ zukluğu tanı ölçütü Spitzer, Endicott ve Gibbon
sunda çok gönülsüzdürler ve kendileri hatalı (1979) tarafından, bu kişileri tanımla­mak için
bile olsa diğerlerini suçlama ve onlara karşı kin tasarlanmıştır. Bu tanı ölçütüne DSM-lll’te yer
tutma eğilimindedirler. Aşırı derecede kıskanç­ verilmiş ve DSM-III-R ve DSM-IV’te biraz daral­
tırlar ve hiçbir dayanağı olmaksızın eşlerinin ya tılmış olarak varlığını sürdürmüştür.
da sevgililerinin sadakatlerini sorgularlar. Şizotipal kişilik bozukluğu olan hastalar ge­
Paranoid kişilik bozukluğu olan hastaların nellikle şizoid kişiliğin kişilerarası ilişki güçlük­
zihinleri, sürekli diğerlerinin sadakati ve güve­ lerine ve tanıdık olmakla bile azalmayan aşırı
nilirliği hakkındaki dayanaksız şüphelerle meş­ bir sosyal kaygıya sahiptirler. Buna ek olarak
guldür. Çevredeki olaylarda gizli mesajlar oku­ şizotipal kişilik bozukluğunda pek çok tuhaf
yabilirler. Örneğin, sabahları komşunun köpeği belirti ortaya çıkar. Bu belirtiler bir şizofreni ta­
kasıtlı olarak onu rahatsız etmek için havlamak­ nısı (bkz. 11. Bölüm) koymaya yete­cek kadar
tadır gibi. Paranoid kişilik bozukluğu erkeklerde şiddetli olmamalarına rağmen, temel olarak şi­
daha sık görülür ve çok sık olarak şizotipal, sınır zofreninin başlangıç ve kalıntı dönem­lerindeki
ve çekingen kişilik bozukluklarıyla birlikte bulu­ belirtilerin aynısıdırlar. Şizotipal kişilik bozuklu­
nur (Bernstein, 1994; Morey, 1988). Bu bozuk­ ğu olan hastalar tuhaf inançlara ve büyüsel dü-
luğun yaygınlığı yaklaşık yüzde 1 civarındadır şüncelere sahip olabilirler. Bunlar, gözle görül­
(Weissman, 1993). meyen şeyleri görme ve telepati gibi doğaüstü
inançlardır. Aynı zamanda bu hasta­lar tekrarla­
yan algı yanılsamaları yaşarlar. Gerçekte orada
ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU
olmayan bir gücün ya da kişinin orada olduğu
Şizoid kişilik bozukluğu olan hasta, sosyal hissine kapılabilirler. Konuşurken, alışılmamış
ilişkileri istemez ya da bunlardan hoşlanmaz ve net olmayan kelimeler kullanabilirler. Örne­
ve genellikle yakın arkadaşları yoktur. Donuk, ğin, “Ben çok konuşulabilir bir insan değilim”
yavan ve uzak görünür ve diğer insanlara kar­ gibi. Davranışları ve görünüşü de tuhaf olabilir
şı sıcak, içten duyguları yoktur. Bu hastalar çok - örneğin, kendi kendine konuşabilir veya kirli
ender olarak güçlü duygulardan bahsederler, ve darmadağınık elbiseler giyebilirler. Ayrıca
cinselliğe karşı ilgisizdirler ve zevk aldıkları çok refe­rans fikirleri (olayların bu kişiler için özel ve
az sayıda uğraş vardır. Övülmeye, eleştirilmeye olağandan farklı anlamlar taşıdığı inancı), şüp­
ve başkalarının duygularına karşı ilgisizdirler. hecilik ve paranoid düşünceler de sıklıkla görü­
Bu bozukluğu olan kişiler yalnız yaşarlar ve tek lür. Duygusal durumu, sıkılmış ve donuk görü­
başına yapılabilecek şeylerle ilgilenirler. Şizoid nür. Tanı için bu belirtilerin taşıdığı göreli önemi
kişilik bozukluğunun yaygınlığı yüzde 1’den az­ araştıran bir çalışmada, Widiger, Frances ve
dır. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklerden bi­ Trull (1987) tanı için en çok şeyi paranoid dü­
raz daha azdır (Weissman, 1993). şünce, referans fikirleri ve algı yanılsamalarının
Bu bozukluğun şizotipal, çekingen ve para­ söylediğini bulmuşlardır. Şizotipal kişilik bozuk­
noid kişilik bozukluklarıyla birlikte görülme ora­ luğunun yaygınlığı yak­laşık yüzde 3 olarak de­
nı yüksektir. Bu durum büyük ihtimalle bu dört ğerlendirilmiştir ve erkeklerde kadınlara oranla
kategorinin tanı ölçütlerinin benzer olmasından biraz daha sık ortaya çıkmaktadır (Zimmerman
kaynaklanmaktadır. Şizoid kişilik bozukluğunun & Corvey, 1989).
350 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

Şizotipal kişilik bozukluğunun tanısındaki en DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME


büyük sorun, bunun diğer kişilik bozukluğu tanı­
larıyla örtüşmeler göstermesidir. Morey (1988), Bu kümedeki tanılar sınır, histriyonik, narsis­
DSM-III-R ölçütlerine göre şizotipal kişi­lik tanısı tik ve antisosyal kişilik bozukluğu çok geniş bir
alan kişilerin yüzde 33’ünün sınır kişilik bozuk­ yelpazede değişkenlik gösteren belirtilere sahip
luğu, yüzde 33’ünün narsistik kişilik bozukluğu, hastaları içerir. Bu belirtiler, oldukça tutarsız
yüzde 59’unun çekingen kişilik bozukluğu, yüz­ davranışlardan şişirilmiş benlik değe­rine, abar­
de 59’unun paranoid kişilik bozukluğu ve yüzde tılmış duygusal görüntülere ve anti­sosyal davra­
44’ünün şizoid kişilik bozukluğu tanı ölçütlerini nışlara kadar değişen bir alana yayılmışlardır.
de karşıladığını bul­muştur. Açıkça görülmek­
tedir ki şizotipal kişilik bozukluğunu sağlam bir SINIR (BORDERLINE) KİŞİLİK
tanısal olgu olarak kabul etmek istiyorsak bu
BOZUKLUĞU
sonuçlar tatmin edici değildir.
Bu bozukluk DSM’ye resmi bir tanı olarak
TUHAF / EKSANTRİK KÜMENİN 1980’de yerleştirilmiştir. Sınır kişilik tanısı alan
ETİYOLOJİSİ kişi ilişkilerinde, duygu durumunda ve benlik im­
gesinde sabit kalamaz. Örneğin, diğer insan­lara
Bu bozukluk kümesinde görülen, paranoid yönelik tutumlar ve duygular kısa bir süre sonra
düşünce, acayip davranışlar ve kişilerarası güç­ dikkat çekici derecede ve açıklanamaz biçimde
lükler gibi tuhaflıkların nedeni nedir? Bu bozuk­ değişebilir. Duygular kararsızdır ve bir­den bire,
lukların nedenleriyle ilgili böyle bir araştırmaya, özellikle de tutkulu bir idealleştirme­den hor gö­
bunların şizofreniyle kalıtsal olarak bağlantılı ol­ ren bir öfkeye doğru yer değiştire­bilirler. Sınır
dukları, belki de bu I. Eksen bozuk­luğunun daha kişilik bozukluğu olan hastalar tartışmacı, çabuk
hafif şiddetteki türevleri oldukları görüşü yol sinirlenen, aşağılayıcı şekilde alaycı, hemen
göstermektedir. Bu görüş hakkında­ki kanıtlar, küsüveren, beraber yaşanması çok zor olan
hangi tuhaf / egzantrik bozukluğun ele alındığı­ kişilerdir. Kumar, para harcama, cinsel ilişki,
na bağlı olarak değişmektedir. Aile çalışmaları yeme ziyafetleri gibi, önceden tah­min edileme­
tutarlı olarak şizofreni hastalarının akrabalarının yen ve dürtüsel davranışları potan­siyel olarak
şizotipal kişilik bozukluğu olma risklerinin arttı­ kendilerine zarar verecek boyutlar­dadır. Bu kişi­
ğını göstermektedir (Nigg & Goldsmith, 1994). ler, net ve bütünlük arz eden bir benlik duygusu
Bununla birlikte, şizotipal kişilik bozukluğu riski­ geliştirememiş ve kendi değeri, sadakatleri ve
nin tek uçlu (unipolar) depresyonu olan kişilerin kariyer seçimleri hakkında belir­siz kalmışlardır.
birinci derecede akrabalarında da artmış olduğu Yalnız kalamazlar, terk edilmek­ten korkarlar ve
bulunmuştur. Bu durum, şizotipal kişilik bozuk­ dikkat çekmek isterler. Genellikle fırtınalı ve ge­
luğunun şizofreniden başka diğer bozukluklarla lip geçici olan, ide­alleştirme ile değersizleştirme
da iliş­kili olduğu fikrini doğurmaktadır (Squires- arasında gidip gelen, yoğun bire bir ilişki serileri
Wheeler ve ark., 1993). Paranoid kişilik bozuk­ edinme eğili­mindedirler; bir an birisine bol bol
luğuyla ilgili aile çalışmaları, şizofreni veya san­ değer verir­ler, başka zaman onu hor görerek
rısal bozukluğu olan hastaların akrabalarında ona alçaltıcı davranırlar. Kronik depresyon ve
bu bozukluğun görülme oranının normallerden boşluk duygu­ları yüzünden sık sık intihar giri­
fazla olduğunu göstermiştir (Bernstein, Useda şimlerinde bulunurlar ve kendilerine zarar verici
& Siever, 1993). Şizoid kişilik bozukluğu üzerin­ davranışlar sergilerler, örneğin bacaklarını ustu­
deki davranış genetiği araştırmalarından net bir rayla dilim dilim kesmek gibi. Bu kişilerde stres
sonuç çıkmamıştır. düzeylerinin yükseldiği dönemlerde paranoid
Sonuç olarak, aile çalışmaları en azından düşünceler ve dissosiyatif belirtiler görülebilir.
tuhaf/acayip kümesindeki kişilik bozukluk­larının Tüm bu belirtiler arasında, değişken ve yoğun
şizofreniyle ilişkili olduğu hakkında bazı kanıtlar kişilerarası ilişkiler kritik bir özellik olarak görül­
sağlamaktadır. Bu noktayla ilgili olarak şizotipal mektedir (Modestin, 1987).1
kişilik bozukluğu için daha fazla kanıt bulun­ Klinisyenler ve araştırmacılar geçmişte çe­
maktadır. Bu hastalar, bilişsel ve nöropsikolojik şitli zamanlarda sınır kişilik terimini kul­landılar,
işlevlerde bozukluklara (Siever ve ark., 1993)
ve şizofrenide görülenlere ben­zeyen bir takım 1
KDSM-II ölçütü kullanıldığında sınır ve şizotipal kişilik bozuklukları şizofreni
yapısal beyin anormalliklerine (Cannon ve ark., olarak tanılanabilir. DSM-III-R ve DSM-IV, bu iki kişilik bozukluğuna ölçüt
olarak, adı geçen kişilerarası davranış örüntüsünü göstererek şizofreni tanısını
1994) sahiptirler. daha daraltmıştır (bkz. 11. Bölüm).
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 351
√√

Bu hastalığı anlatması açısından Jonathan


Kellerman tarafından yazılan öyküden bir parça,
iyi bir örnek olabilir. Kellerman bir klinik psikolog
iken daha sonra gizemli bir yazar olmuştur.

Sınır hasta, bir terapistin kâbusudur... Çünkü sınır


hastalar asla gerçekten iyileşmezler. Yapabileceğiniz en
iyi şey, onların hastalıkları tarafından içeri çekilmelerine
izin vermeyip kıyısın­da dolaşmalarına yardım etmektir.
... Bu hastalar kronik depresiftirler, azimli bir bağımlıdır­
lar, kompülsif şekilde boşanıp dururlar, sürekli olarak bir
duygusal hastalıktan diğer­ine geçerler. Oldukları yerden
hayal kurarlar, karınlarında bir kelebek pırpır ediyormuş
gibi sürekli huzursuz bir heyecan hissederler, kafalarına
göre bir öyle bir böyle davranırlar, saha kenarında kollarını
bağlamış oturan üzgün bakışlı yedek oyun­cular gibidirler,
asla dikilemeyen psişik bir yaradırlar. Benlikleri bir pamuk
Öldüren Cazibe filminde Glenn Close tarafından canlandırılan
karakter sınır kişiliğin pek çok özelliğini taşımaktaydı. şeker kadar nazik; psişeleri, en önemli parçaları eksik bir
yap-boz gibi telafi edilemez şekilde parça parçadır. Rolle­
rini büyük bir heyecan içinde oynarlar, herhangi biri olmayı
ancak buna pek çok farklı anlam yük­lediler. Bu becerebilmelerine rağmen kendileri olmayı becere­mezler.
terimin orijinali, nevroz ile şizofreni arasındaki sı­ Samimiyet özlemi çekerler ama bunu bulduklarında da
nır üzerinde olan hastaları kastet­mektedir. Sınır tahrip ederler. Bir kısmı sahne ya da televizyon gibi alan­
kişiliğin DSM’deki tanımı ise hiç de bu anlama lara kayarken, bunu yapamayanlar da rollerini daha üstü
gelmemektedir. Sınır kişiliğin şu anki kavram­ kapalı şekillerde icra ederler.
sallaştırması pek çok kaynaktan türemektedir. Sınır hastalar, içlerindeki dayanılmaz boşluk duygu­
sunu yok edecek büyülü bir değnek bulma umuduyla te­
Sınır kişilikle ilgili eldeki araştırma literatürü ve
rapistten terapiste koşarlar. Bunu bulamayınca, sakinleş­
hasta görüşmeleri gözden geçiril­dikten sonra, tiriciler, antidepresanlar, alkol ya da kokain gibi kimyasal
Gunderson, Kolb ve Austin (1981) DSM-lll’te dayanaklarda çareyi ararlar. İnsanı kucaklayan tarikatlar,
görülene benzer özgül bir tanı ölçüt grubu öner­ cennet vaatleri ve karizmatik serseri takımı bu acıyı hızlıca
mişlerdir. DSM-IIl’ün sınır kişilik ölçütü, Spitzer, yatıştırmanın bir yoludur. Bunların sonunda, sık sık psiki­
Endicott ve Gibbon’nın (1979) yürüttükleri bir yatrik koğuşlara ya da nezarethanelere alınırlar ve bura­
larda iyi bir görünüme bürünerek herkesi umutlandırırlar.
çalışmayla oluşturulmuştur. Onlar şizotipal kişi­
Ta ki bir sonraki çöküşe kadar, gerçek ya da hayal, kendi­
lik bozukluğunu şizofreniyle ilişkili bir treytler kü­
lerini yıkıcı diğer bir macera­ya kadar.
mesi olarak tanımladılar. Daha sonra DSM-IIl’ün Yapmadıkları tek şey, değişmektir. (Kellerman, 1989,
sınır kişilik bozukluğunu oluşturacak olan daha s. 113-114)
başka sendromlar da tanımlamışlardır. DSM-IV
bu ayrıştırmalara devam etmektedir. SINIR KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN
Sınır kişilik bozukluğu ergenlik döneminde ETİYOLOJİSİ
başlar. Yaygınlık oranı %1-2’dir ve kadın­larda Psikanalitik kuramın önemli bir varyantı olan
erkeklerden sık görülür (Swartz ve ark., 1990). nesne ilişkileri kuramı, çocukların anne- baba­
Sınır hastalar bir Eksen I duygudurum bozuklu­ ları gibi önemli insanların değer ve imgelerini
ğuna da sahip olabilirler (Manos, Vasilopoulou nasıl kendi içlerine aldıkları (içselleştirdikleri)
& Sotorou, 1988) ve bu hastaların akrabaların­ konusuyla ilgilenir. Diğer bir ifadeyle bu kura­
da duygudurum bozukluğu olma olasılığı nor­ mın odaklandığı konu, çocuk­ların güçlü duygu­
mallerinkinden daha fazladır (Zanarini ve ark., sal bağlarının olduğu insan­larla özdeşim kur­
1988). Sınır kişilik bozukluğu olan hastaların ma davranışlarıdır. Bu içselleştirilen nesneler
depresyonu, klasik tek uçlu duygu durum bo­ (nesne temsilleri) kişinin benliğinin bir parçası
zukluğundan biraz daha fark­lıdır. Bu hastalarda olur. Fakat bunlar büyüyüp gelişen bireyin arzu,
somatik şikâyetler, suçluluk, umutsuzluk ve sı­ hedef ve idealleriyle çatışma içinde bulunabi­
kıntı daha az görülür (Rogers, Widiger & Krupp, lirler. Örneğin, annesinin sosyal olarak onay­
1995). Histriyonik, narsistik, bağımlı, çekingen lanan kadın rolüne uyum sağlamış bir genç
ve paranoid kişilik bozukluklarıyla olduğu kadar kadın, kendisi­ni feminizmin daha modern fikir­
madde kötüye kullanımıyla da birlikte görülebilir leri peşinden giderken bulabilir. Nesne ilişkileri
(Morey, 1988). kuramcıları insanların çevrelerindeki dünyaya
352 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

geçmiş­lerindeki önemli insanların, özellikle de Sınır kişilik bozukluğu aileler içerisinde geliş­
anne- babalarının ya da birincil bakıcılarının tiğinden, bunun kalıtsal bir bileşeni olabile­ceği
bakış açılarıyla tepkide bulunduklarını varsa­ düşünülmektedir (Baron ve ark., 1985). Sınır
yarlar. Bazen bu bakış açıları kişinin kendi ar­ hastaların nevrotik belirtileri de yüksek düzey­
zuları ve ilgileriyle çatışır. Bu alandaki en önemli dedir ve böyle bir treytin kalıtsal olarak aktarıla­
nesne ilişkileri kuramcıları Heinz Kohut ve Otto bildiği bilinmektedir (Nigg & Goldsmith, 1994).
Kernberg’dir. Kohut narsisizm, Kernberg ise sı­ Bazı bulgular, sıklıkla dürtüsel davranışlarda rol
nır kişilik hakkında en kapsamlı yazılara sahip oynadığı düşünülen frontal lob faaliyetlerinde
olan kuramcılardır. Kohut’un narsisizm konu­ bazı bozulmalar olduğunu göstermektedir. Ör­
sundaki görüşlerine daha sonra değinilecektir. neğin, sınır hastaların frontal faaliyetlerle ilgili
Kernberg (1985), ailenin tutarsız bir şekil­ nörolojik testlerdeki performansları kötüdür ve
de sevgi ve ilgi göstermesi, ya da başarıları frontal loblarındaki glikoz metabolizma düzey­leri
ödül­lendirmesine rağmen, duygusal destek ve düşüktür (Goyer ve ark., 1994; Van Ruckum ve
sıcak­lık verememesi gibi geçmişteki çocukluk ark., 1993). Ayrıca dürtüsellik serotonin nörot­
yaşan­tılarının, çocukların güvensiz bir benlik
ransmitteriyle de bağlantılı bulunmuştur. Düşük
geliştirmelerine neden olduğunu ileri sürmekte­
serotonin düzeyinin dürtüsellikle bağlantılı oldu­
dir. Ona göre böyle bir benlik sınır kişilik bozuk­
ğu fikrine bağlı olarak, sınır hastalara serotonin
luğunun en önemli özelliğidir. Sınır kişiler, zayıf
düzeyini yükselten bir ilaç verildiğinde hasta­
bir benliğe ve sürekli bir güvenlik ihtiyacına sa­
ların öfke düzeyleri düşmek­tedir (Hollander ve
hip olmalarına rağmen gerçeği değerlendirme
ark., 1993). Sonuç olarak sınır kişilik bozukluğu
yetileri kaybolmamıştır. Bunun bir sonucu ola­
hakkındaki biyolojik araştırmalar, bu kişilerin
rak, gerçeğe temaslarını sürdürürler ancak böl-
dürtüsel davranış­larının biyolojik bağlantılarının
me savunma mekanizmasını çok sık kullanır­lar,
yani nesneleri tamamen iyi ya da tamamen kötü olabileceği yönünde ipuçları sağlamaktadır.
gibi iki kutba ayırırlar ve bir insanın iyi ve kötü
özelliklerini bir bütün içerisinde bir araya getir­ HİSTRİYONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU
mekte başarısız olurlar. Sınır hastalar dünyayı, Histerik kişilik diye de adlandırılan histriyo­
hatta kendilerini siyah-beyaz kavram­larla görüp nik kişilik tanısı, aşırı dramatik ve dikkat çek­
tanımladıkları için, diğerlerinin ya da benliğin meye çalışan insanlar için kullanılmaktadır. Bu
birbirine zıt özelliklerini anlamada yeter­siz ka­ kişiler dikkatleri kendi üzerlerine çekmek için
lırlar ve bu durum duyguları düzenlemede aşırı
çoğunlukla farklı elbiseler, makyaj, saç rengi
güçlük yaşamasına neden olur. Diğer taraftan
gibi fiziksel görünüşleriyle ilgili özellikleri kul­
bu savunma mekanizması, sınır hasta­ların za­
lanırlar. Fazla duygusal görünmelerine rağmen,
yıf benliklerini üstesinden gelemeyecek­leri kay­
aslında duygusal olarak yüzeysel oldukları izle­
gıdan korumaktadır.
nimi edinilir. Benmerkezcidirler, fiziksel çekicilik­
Çok sayıda araştırma Kernberg’in kuramını
leriyle aşırı ilgilidirler ve dikkat odağı olmadıkla­
destekler yönde veri sağlamaktadır. Beklenil­diği
rı zaman rahatsız olurlar. Uygunsuz derecede
üzere, sınır kişiler annelerinden çok az düzeyde
bakım aldıklarını bildirmektedirler (Patrick, Ho­ cinsel olarak tahrik edici ve baştan çıkarıcıdır­
bson & Dastia, 1994). Bu kişiler ailelerini duy­ lar ve başkaları tarafından kolayca etkilenirler.
gusal olarak ifadesiz, birbirlerine bağları zayıf Konuşmaları genellikle karşısındaki­ni etkileme
ve çok tartışmacı olarak değer­lendirirler. Ayrıca amaçlıdır ve ayrıntılardan yoksun­dur. Örneğin
çok sık olarak çocukluklarında cinsel ve fiziksel çok güçlü bir düşüncesinden bahsederken bunu
istismara uğradıklarını (Silk ve ark., 1995) ve destekleyici herhangi bir bilgi veremeyebilir.
çocukluk çağındayken sık sık ailelerinden ayrı Bu tanının yaygınlığı yüzde 2-3’tür ve kadın­
kaldıklarını bildirirler (Paris, Zweig & Guzder, lar arasında erkeklerden daha yaygındır (Cobitt
1994). Sınır kişilik bozukluğu­nun çocukluktaki & Widiger, 1995). Histriyonik kişilik bozukluğu­
şiddetli, travmatize edici istismar yaşantıları so­ nun yaygınlığı, ayrılmış ya da boşanmış kişiler
nucunda ortaya çıkan, bir çeşit travma sonrası arasında yüksektir ve büyük oranda depresyon
stres bozukluğu veya dissosiyatif kimlik bozuk­ ve fiziksel sağlıksızlıkla da bağlantılıdır (Nestadt
luğu olabileceği konusunda bazı görüşler bu­ ve ark., 1990). Sınır kişilik bozukluğuyla birlikte
lunmaktadır. ortaya çıkma oranı yüksektir.
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 353
√√

HİSTRİYONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN


ETİYOLOJİSİ
Bu kişilik bozukluğuyla ilgili olarak az sayıda
araştırma yapılmıştır. Psikanalitik kuram, histri­
yoniklerin duygusallıkları ve baştan çıkarcılık­
larının, ailelerinin, özellikle de babanın kızına
yönelik olan baştan çıkarıcı tutumları tarafın­
dan ortaya çıkarıldığını önermekte ve bunun
altını çizmektedir. Histriyonik hastaların, cinsel­
lik hakkında kötü bir şeymiş gibi konuşulduğu
ancak heyecanlı ve arzu edilir bir şey olduğunu
düşündürecek şekilde davranıldığı aile çevrele­
rinde yetiştikleri düşünülmektedir. Bu yetiştirme
şekli, sürekli cinsellikle meşgul olma ancak as­
lında cinsel davranışlardan korkma durumunu
açıklayabilmektedir. Histriyonik hastaların bir
parçası olan aşırı duygu gösteri­leri, altta yatan
bir takım çatışmaların belirtileri olarak görülür.
Bu hastaların ilgi odağı olma ihtiyaçları ise,
gerçekte sahip oldukları düşük kendilik değe­
ri duygularına karşı bir çeşit ken­dini savunma
yolu olarak değerlendirilir (Apt & Hurlbert, 1994; Narsisistik kişilik bozukluğu ismini Yunan mitolojisindeki
Stone, 1993). Narcissus’tan almaktadır. Sudaki yansımasına âşık olmuş, kendini
arzulamaktan tükenmiş ve sonra bir çiçeğe dönüşmüştür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU Pek çok psikanalitik yönelimli klinisyen bu olgu­


Narsisistik kişiliği olan insanlar, kendi ben­ ya, çağımızın ve değerler sistemimizin bir ürünü
zersizliklerini ve yetilerini büyüklenmeci (gran­ olarak bakmaktadır. Yüzeyde narsisistik kişilik,
diyöz) bir gözle görürler. Sürekli büyük başa­ dikkat çeken bir kendinin önemli olduğu, ken­dini
rılarla ilgili hayallerle meşguldürler. Onların özümlemiş olduğu duygusuna ve sınırsız başarı
benmerkezci olduklarını söylemek bile durumu hayallerine sahip olsa da, aslında bu özellikler
azımsamak olur. Her zaman sürekli bir dikkat çok kırılgan bir kendilik değerini maskelemekte­
odağı olmaya ve her koşulda kabul edilmeye dir. Sürekli dikkat ve övgü ararken, bunun altın­
gereksinim duyarlar. Ancak özel ve yüksek sta­ da narsisistik kişilikler aslın­da eleştirilmeye aşırı
tülü insanların onları anlayabileceğine inanırlar. duyarlıdırlar ve başarısız­lıktan ödleri kopmakta­
Empati yokluğu, çekemezlik duygu­ları, kibir, bir dır. Bazen idealleştirebilecekleri birisini ararlar,
takım haklara ve avantajlara sahip olma duy­ çünkü kendilerini düş kırıklığına uğratırlar, an­
guları yüzünden kişilerarası ilişkileri bozuktur. cak genellikle kimsenin kendilerine gerçekten
Başkalarından özel muamele bekler­ler, ancak yakınlaşmasına da izin vermezler. Kişisel ilişki­
kendilerini bunun karşılığını vermek zorunda leri az sayıda ve yüzey­seldir. İnsanlar onların
görmezler. Empati yokluğu ve eleştiriye aşırı gerçekçi olmayan bek­lentilerini karşılayamadık­
tepki gösterme dışında, adı geçen özelliklerin larında öfkelenirler ve o insanları reddederler.
çoğunun, narsistik kişilik bozukluğuna özgü ol­ Narsisistlerin içsel yaşan­tıları da benzer şekilde
duğu görgül çalışmalarla da doğrulanmaktadır yoksullaşmıştır, çünkü kendilerini yüceltmeleri­
(Ronningston & Gunderson, 1990). Narsisistik ne karşın aslında kendi­lerinin çok küçük oldu­
kişilik bozukluğu­nun yaygınlığı yüzde 1’in al­ ğunu düşünürler.
tındadır. En sık olarak sınır kişilik bozukluğuyla Narsisizme olan çağdaş ilginin merkezin­
birlikte ortaya çıkarlar (Morey, 1988). de Heinz Kohut bulunur. Kohut, Kendiliğin
Çözüm­lenmesi (1971) ve Kendiliğin Yeniden
NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN Yapılanması (1977) adındaki iki önemli kitabın
ETİYOLOJİSİ yazarı ve kendilik psikolojisi adıyla anılan yeni
Narsisistik kişilik bozukluğu tanısı, kökenle­ bir psikanaliz ekolünün kurucusudur. Kohut’a
rini modern psikanalitik yazılardan almaktadır. göre kendilik, yaşamın başlarında iki kutuplu
354 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

bir yapı olarak gelişir. Bir kutbunda gelişmemiş terimleri, bugünkü kullanımlarında sıklıkla biri­
bir büyüklenmecilik, diğer kutbunda bağımlılık nin yerine geçmektedir. Kuralları çiğnemek gibi
ve diğer insanları aşırı idealleştirme vardır. Aile antisosyal davranışlar, bu iki terimin de önemli
çocuğun yetkinlik gösterilerine kabulle yanıt bir bileşenidir.
vermediği zaman, sağlıklı bir kendilik değerinin Psikolojik anormalliği göstermek için belirli
gelişmesinde başarısızlık oluşur. Yani çocuğa bir antisosyal davranışa değinme girişimi ilginç
kendi kendilik değeri için değer verilmez, anne bir öyküdür. 19. yüzyılın başlarında Philippe
babanın kendi kendilik değerlerini beslemek Pinel manie sans délire kavramını ortaya attı.
için değer verilir. Eğer anne baba çocuğa saygı, Pinel bu terimi, akıl hastalığında sık­lıkla görü­
sıcaklık ve empati ile tepkide bulunursa, böy­ len diğer bilişsel belirtileri (sans délire) göster­
lelikle çocuğa normal bir kendilik değeri duy­ meyen, ancak şiddet içeren davranışlar sergile­
gusu ve sağlıklı bir öz saygı kazandırır. Ancak yen akıl hastası (manie) kişileri tanımla­mak için
anne baba çocuğu doğrudan onayla­mak yerine seçmişti. 1835’te bir İngiliz psikiyatr olan James
kendi ihtiyaçlarıyla ilgilenirlerse, bunun sonucu Prichard, genel geçer etik ve yasal kurallara uy­
Kohut’a göre narsisistik kişiliktir: mayan sosyallik karşıtı davranışları açıklama
çabası içerisinde, bir çeşit delilik gibi görünen
Küçük bir kız çocuğu okuldan eve gelir, annesine o gün bu bozukluğu “ahlâk deliliği”(moral insanity) ola­
kazandığı büyük başarıları anlatmaya başlar. Fakat anne rak tanımladı. O dönemde Prichard’ın tanımını
bunları gurur duyarak dinlemek yerine, konuşmanın yönü­ akla getiren bir insan tipi daha vardı. Bunlar atla­
nü kızdan kendisine çevirir [ve] küçük kızınınkileri gölge­ rı kırbaçlayarak döven, köpekleri tekmeleyerek
de bırakan kendi başarılarını anlatmaya başlar. (Kohut & öldüren, köylü kadınları kuyuya fırlatan, kolayca
Wolf, 1978, s. 418) sinirlenen aristokrat sınıfıydı. Bu iki örnekte de
antisosyal davranış bir ahlâk bozukluğu niteliği­
Bu şekilde ihmal edilen çocuklar içselleş­
ne ve onu diğer suç ve saldırgan faaliyetlerden
tirilmiş, sağlıklı bir öz saygı geliştiremezler ve ayıran bir tuhaflığa sahiptir.
kendi kusurlarını kabul etmekte başarısız olur­ Şu anki DSM-IV’te antisosyal kişilik bozuk­
lar. Sonunda narsistik kişilik geliştirir ve kendilik luğu (AKB) iki temel bileşene sahiptir. İlki, on
duygularını desteklemek için sonu gelmez bir beş yaşından önce bir davranım bozukluğunun
şekilde başkalarının sevgi ve onayını ararlar. (15. Bölüm’de tanımlanmıştır) olmasıdır. Okul­
dan kaçma, evden kaçma, sık sık yalan söy­
ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU leme, hırsızlık, yangın çıkarma ve mala mülke
VE PSİKOPATİ önemli derecede zarar verme, davranım bozuk­
Aralarında önemli farklılıklar olmasına rağ­ luğunun temel belirtileridir. İkinci temel bileşen,
men antisosyal kişilik bozukluğu ve psikopati bu antisosyal davranış örüntüsünün yetişkin­
likte de devam etmesidir. Sonuç olarak DSM
Heinz Kohut Narsistik kişilik bozukluğunun kavramsallaştırıl- bu tanı için sadece belli bir antisosyal davra­
masında başat bir rol oynamıştır. nış örüntüsünü değil, bu örüntünün çocuklukta
başlamış olmasını da aramaktadır. Antisosyal
kişilik bozukluğu olan yetişkin, sorumsuz ve
antisosyal davranışları sürekli iş değiştirerek,
kuralları çiğneyerek, asabi ve fizik­sel saldırgan
davranışlar sergileyerek, borçlarını zamanında
ödemeyerek, düşüncesiz davranarak gösterir.
Bu kişi dürtüseldir ve bir plan yapıp ona uymayı
başaramaz; yalanlarının ve suçlarının farkında­
dır ancak ne doğrulara aldırış eder ne de piş­
manlık duyar.
Amerikalı yetişkin erkeklerin yaklaşık yüzde
3’ünün ve kadınların yüzde 1’inin antisosyal ki­
şiliğe sahip olduğu görülmüştür (Robins ve ark.,
1984). Hastalık oranı genç yetişkinlerde yaşlıla­
ra göre daha yüksektir ve düşük sos­yoekonomik
yapıda daha sık ortaya çıkmak­tadır. Antisosyal
kişilik bozukluğu pek çok başka tanıyla birlikte
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 355
√√

kopatik davranışlar için iki temel küme tanım­


lamaktadır. Duygusal kopuş (detachment) ola­
rak tanımlanan ilki, başkalarını kendi çıkarı için
sömüren şişirilmiş bir öz saygıya sahip, bencil,
acımasız bir kişi tarif eder. İkincisi dürtüsellik ve
sorumsuzluk ile kendini belli eden bir antisosyal
yaşam tarzı tanımlamaktadır. Psikopati, Eksen I
tanıları arasında en sık alkol ve diğer maddele­
rin kötüye kullanımı ile birlikte görülür (Smith &
Newman, 1990).
Sonuç olarak elimizde iki tane ilişkili ama
bir­birinin aynı olmayan tanı bulunmaktadır anti­
sosyal kişilik bozukluğu ve psikopati. Hare,
Hart ve Harpur (1991) DSM’nin antisosyal kişi­
lik bozukluğu tanısını eleştirmektedirler. Çünkü
bu tanı, yalancılığı alışkanlık haline getirmiş bu
kişilerden, yıllarca önce olmuş olaylar hakkın­
da tam ve doğru bilgiler almayı gerektirmektedir
(çocuklukta başlamış olma ölçütünü hatırlayın).
Kuzuların Sessizliği’nde Anthony Hopkins’in canlandırdığı
karakter psikopatinin pek çok özelliğini sergilemekteydi, Bunun da ötesinde, psikopatoloji alanında bir
özellikle de diğerlerinin haklarına tümden aldırmamayı. tanı yasal suçlulukla eşdeğer olmamalıdır, an­
cak mahkûmiyet almış suçluların yüzde 75-80’i
görülebilir, en çok da madde kötüye kullanımıy­ antisosyal kişilik bozukluğu tanı ölçütünü karşı­
la. lamaktadır. Buna karşıt olarak, mahkûmiyet al­
Psikopati kavramı Hervey Cleckley’in yazı­ mış suçluların sadece yüzde 15-25’i psikopati
ları ve Akıl Sağlığının Maskesi (1976) adlı klasik ölçütünü karşılamaktadır (Hart & Hare, 1989).
kitabıyla yakından bağlantılıdır. Klinik deneyim Sonuç olarak, psikopati kavramı bir takım farklı
ve birikimleri temelinde Cleckley bu bozuklu­ avantajlara sahip gibi görün­mektedir. Bu alan­
ğu tanımlayan bir ölçüt grubu oluştur­muştur. daki araştırmaları gözden geçirdiğimizde şunun
Cleckley’nin psikopati ölçütü, anti- sosyal kişilik akılda tutulmasının önemli olduğunu gördük; bu
bozukluğunun DSM ölçütlerinden farklı olarak, kişilere farklı şekillerde tanı konulmuştur kimisi
antisosyal davranış yerine daha çok psikopatla­ antisosyal kişilik, kimisi psikopat olarak ve bu
rın düşünce ve duygularına atıfta bulunmuştur. durum ilgili bulguları bir arada değerlendirmeyi
Psikopatinin anahtar özellik­lerinden biri, hem güçleştirmektedir.
olumlu hem olumsuz duygu­ların fakirleşmesidir. Psikopati hakkındaki son araştırmaları ele
Psikopatların utanç duygu­ları yoktur. Başka­ almadan önce, bir vaka öyküsünden alınmış
larına karşı olumlu gibi görü­nen duygular çok bir parçayı inceleyeceğiz. Bu vaka bir psiko­
ender oluşur. Psikopatların sahte bir etkileyici­ patın klasik özelliklerini sergilemektedir. Fakat
likleri vardır ve bunu kişisel kazançları için diğer olağandan farklı olarak, bu kişi ilgili çalış­manın
insanlar üzerinde kullanır­lar. Olumsuz duygula­ verileri toplandığı sırada henüz yasal bir suç iş­
rının olmaması psikopat­ların hatalarından ders lememiş ve bir psikiyatrik tedavi görmemişti. Bu
çıkarmalarını imkânsız hale getirir. Olumlu duy­ önemli bir noktadır, çünkü araştırmaya katılan
gularının olmaması ise onların başkalarına karşı psikopatların büyük bir bölümü yasaları çiğne­
sorumsuzca davran­masına yol açar. Cleckley’in miş ve bunun için yakalanmışlardı. Bu örnek,
tanımındaki diğer bir anahtar nokta, psikopatla­ ilgili tanıyı karşıladığı halde henüz kanunları
rın antisosyal davranışlarının uygun motivasyon çiğnememiş ve en azından bir suçtan tutuk­
kay­naklarının olmamasıdır. Yani antisosyal dav­ lanmamış birinin davranışlarını ayrıntılı olarak
ranış, örneğin paraya ihtiyacı olduğu için değil incelemeye olanak veren ender bulunur örnek­
de, bunun yerine tamamen dürtüsellikle yapıl­ lerden biridir.
makta, biraz korku duymaktan başka bir amaca
hizmet etmemektedir. DAN VAKASI
Pek çok araştırmacı psikopati tanısını Hare Bu vaka öyküsü, Dan’ın bir arkadaşı ve aynı
ve arkadaşlarının geliştirdiği ölçeği kullanarak zamanda bir psikolog olan Elton McNeil (1967)
koymaktadır (Hare ve ark., 1990). Bu ölçek psi­ tarafından derlenmiştir.
356 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

etme, söy­lenti çıkarma, ufak tefek şantajlar, baştan çıkar-


Dan. zengin bir aktör ve disk-jokeydi, şehir dışında ma ve göz göre göre yalan söyleme onun sahip olduğu ye-
zengin bir muhitte ve pahalı bir evde yaşıyordu. Bir ak- tenekler içerisinde en küçükleriydi. O eğlence ormanında
şam o ve McNeil yemek için dışarı çıkmışlardı. Dan, si- bir çakaldı, öldürüp parçaladığı bedenler üzerinde kendi-
pariş ettiği özel bir ıstakoz yemeğinin kalitesi konusunda ne ziyafet çeken bir çakal.
sitemkarca şikayet etti. McNeil. Dan’nın bütün bu sah­neyi
etkileyici olmak için kasıtlı olarak tertiplediğini düşündü McNeil Dan’la yaptığı bir sohbet sırasında,
ve ona şöyle dedi:
onun hayat hikâyesini de sorgulayabildi. Erken
“Senin gerçekten aç olmadığın için bu sahneyi düzen­
lediğine dair şüphelerim var. Dan bunu onaylar tarzda ve potansiyel olarak önemli bir konu Dan tara­
yüksek sesle bir kahkaha attı ve dedi ki. “Canı cehenne- fından anlatıldı.
me, bu insanlar bir dahaki sefere parmaklarının ucunda
duracaklar”. “Yani bu gösterinin tek amacı bu muydu? Hayatımda diğer insanlardan biraz daha farklı ol-
... duğumdan ilk hez şüphelenmeye başladığım zamanı ha-
“Hayır diye yanıtladı. “Sana dünyanın geri kalanının tırlayabiliyorum. Lisedeyken en yakın arkadaşını lösemi
ne kadar ödlek olduğunu göstermek istedim. Onları biraz oldu ve öldü ve onun cenazesine gittim. Herkes ağlıyor ve
dürtersen hemen zıplayıverirler. Bir daha buraya geldi- kendini kötü hissediyordu ve onlar onun cennete gitmesi
ğimde, her şeyin tam istediğim gibi olup olmadığın­dan için dua ederlerken birden hiçbir şey hissetmediğimi fark
emin olmak için çevremde pervane olacaklar. Bu onların, ettim. O iyi bir herifti, ama ne olmuş yani. O gece bunun
elit insan ile sıradan insan arasındaki farkı ayırt edebil- üzerinde biraz daha düşündüm ve şunu buldum, annem ve
melerinin tek yolu. Ben yolculuk ettiğim zaman, birinci babam ölseler onları özlemezdim ve erkek kardeşim ve kız
sınıfla giderim.” kardeşime de çok düşkün değildim. Gerçekten umursadı-
“Evet... ama bir kişi olarak kendini nasıl hissediyor- ğım hiç kimsenin olmadığını gördüm, işte o an, onların
sun yani sıradan bir insan olarak? hiçbirine ihtiyacım olmadığını anladım böylece arkamı
“Kimin umurunda? diyerek güldü. “Eğer onlar en döndüm ve uyudum. (s. 87)
üstte olsalar, onlar da aynı şeyi yaparlardı. Onların ne
kadar üzerine yürürsen, o kadar hoşlarına gider. Eski za- (Copyright © 1967. Prentice-Hall’ın izniyle alınmıştır.)
man krallığı gibi. Eğer herkes birbirine eşit olursa, bu
onları rahatsız eder. Seyret. Ayrılırken ona kolumu sarıp
Uzun süre önce Pinel ve Prichard tarafın­
beni sevip sevmediğini soracağım, kalçasından okşaya­
cağım ve bundan sonra ne zaman parmağımı şıklatsam dan tanımlanan ahlâk yoksunluğu, Dan’nın
hazır olacak… (McNeil. 1967.s. 85). davranışlarını açıkça tanımlamaktadır. Bir kişi
çok mantıklı olabilir ve gerçekle temasta hiç­
Başka bir olay, Dan’ın bir arkadaşı intihar etti­ bir kopukluk göstermeyebilir ama buna karşın
ğinde meydana gelmişti. Dan ve McNeil’ın diğer davranışları alışkanlık haline gelmiş son dere­
arkadaşlarının pek çoğu bu konuyla ilgilenmiş ce ahlâk dışı bir tarzda olabilir. Yukarıdaki son
ve McNeil’a bir adamın neden hayatı­na son ver­ alın­tı Dan’nın diğerlerine ilişkin hiç duygusunun
diği hakkında onlara bilgi verip vere­meyeceğini olmadığını göstermektedir, bu, psikopatların
sormuşlardı. Dan sormadı. Daha sonra, McNeil davranışlarını açıklarken son derecede alakalı
Dan’a intiharı hatırlattığında, Dan’nın tüm söy­ olduğu daha sonra gösterilecek olan ayırdedici
lediği şöyleydi, “Topun yuvar­lanacağı yer orası­ bir özelliktir.
dır”. Oysa insanlar arasındaki davranışlarında
Dan’nın bu olaya ilişkin tutumu çok farklıydı. PSİKOPATİNİN ETİYOLOJİSİ ÜZERİNE
İnsanlardan para toplayan ve bunu dul kalan ARAŞTIRMA VE KURAM
eşe şahsen takdim eden kişi Dan’dı. Bununla Burada yine psikopatinin etiyolojisi üzerine
birlikte karakterini koruyan bir şekilde, dul eşin araştırma ve kurama geri dönüyoruz. Kişinin
onun gerçekten çok ilgisini çeken seksi bir vü­ ailesini ve duygularını etkileyen psikolojik fak­
cudunun olduğu dipnotunu düştü. törler kadar kalıtsal faktörleri de inceleyeceğiz.
Bu iki olay Dan’ın davranışlarıyla ilgili bir fikir Tepki düzenleme ve dürtüsellik hakkındaki son
vermektedir. McNeil, onu şu sonucu çıkar­maya bölüm birkaç bireysel araştırma alanını bir araya
götüren benzer olaylara uzun süre şahit oldu: getirmektedir. Tekrar belirtelim ki, yapılan araş­
tırmaların pek çoğu yasal bir suçtan hüküm giy­
[olaylar] Dan’ın eğlenmesi ve çıkarı için insanların
hayat boyu istismar edildiği nahoş bir tablo çizmektey-
miş psikopatlar üzerinde yapılmıştır. Bu yüz­den
di. İş politikalarında uzmandı ve ara sıra bana rakibin eldeki literatür, tutuklanmalarını gerektire­cek bir
hakkın­dan gelmek için inanılmaz çeşitlilikle aldatma yol- suç işlememiş olan psikopatların davranışlarına
larını anlatırdı. Karşısındakinin kişiliğini darmadağın genelleme yapılmasına izin ver­memektedir.
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 357
√√

PSİKOPATİK DAVRANIŞLARIN kurmaktadırlar (Bennett, 1960). Bunun da öte­


KALITSAL BAĞLANTILARI sinde, psikopat­ların babalarının davranışların­
da antisosyal özellikler var gibidir.
Araştırmalar, suçluluk ve antisosyal kişilik
Başlarda elde edilmiş bu verileri değer­
bozukluğunun kalıtsal bileşenlere sahip oldu­
lendirirken dikkatli olmak gerekmektedir, çünkü
ğunu, fakat davranış genetiği araştır­malarının
bu veriler geriye dönük raporlar-geçmişteki olay­
Cleckley ve Hare’ın geliştirdiği psikopati kavra­
lar hakkında kişisel anımsamalar- aracılığıyla
mına göre düzenlenmediğini önermektedirler.
toplanmıştır. Daha önce de gördüğümüz gibi, bu
Birbirlerinden ayrı olarak yetiştirilmiş ikizlerle
yolla elde edilmiş bilgiler iyice sorgulan­madan
yapılan ikiz çalışmaları ve evlatlık verme araş­
kabul edilemezler. İnsanlardan, şu an psikopa­
tırmaları, kalıtsal faktörlerin kişinin suça yöne­
tik olarak bilinen birisinin hayatına dair geçmiş
lik faaliyetlerde bulunma olasılığında önemli bir
olayları hatırlamaları istendiğinde, o kişinin ye­
rol oynadığını göster­mektedir (Gottesman &
tişkin hali hakkındaki bilgileri onun çocukluğuyla
Goldsmith, 1994; Grove ve ark., 1990; Mednick,
ilgili olarak hatırladıklarını et­kileyecektir. Büyük
Gabrielli & Hutchings, 1984). Antisosyal kişilik
olasılıkla hep olumsuz olay­ları hatırlayacaklar,
bozukluğu ile ilgili olarak yapılan ikiz çalışmaları
kişinin şu anki davranışlarıy­la uyuşmayan daha
tek yumurta ikizlerinin çift yumurta ikizlerinden
sıradan ve normal olayları gözden kaçıracak­
daha yüksek bir eş hastalanma oranına (kon­
lardır. Buna ek olarak, psikopatların kendileri
kordans) sahip olduklarını göstermiştir (Lyons
hakkında verdikleri geriye dönük bilgilere gü­
ve ark., 1995). Diğer taraftan evlatlık verme ça­
venmek de pek mümkün değildir.
lışmalarında, biyolojik anne babaları antisosyal
Çocukluklarında çocuk rehberliği kliniklerin­
kişilik bozukluğu olan evlat verilmiş çocukların
de görülen kişilerle yetişkinliklerinde izleme ça­
antisosyal davranışlarının sıklığı, normallerin­
lışmaları yapılarak, geriye dönük bilgi­lerin getir­
kinden daha yüksek bulunmuştur (Cadoret ve
diği sorunlardan kaçınılabilir. Böyle yapılmış bir
ark., 1995).
çalışmada, çocuklardan onları o kliniğe getiren
Ayrıca evlatlık verme ve ikiz çalışmaları anti­
sorunlarla ve aileleriyle ilgili önemli derecede bil­
sosyal kişilik bozukluğunda çevrenin önemli bir
gi içeren ayrıntılı kayıtlar alındı (Robins, 1966).
rol oynadığını göstermektedir. Örneğin Cadoret
584 vak’alık başlangıçta­ki örneklemin yüzde
ve arkadaşlarının evlatlık verme çalışmasında,
90’ı, kliniğe başvurduktan 30 yıl sonra tekrar
evlatlık alan ailenin antisosyal kişilik bozuk­
bulundu.2 Buna ek olarak, kliniğin hizmet verdiği
luğuna sahip olup olmamasından bağımsız ola­
coğrafi alan içinde yaşayan ancak çocukken bu
rak, evdeki olumsuz çevre koşulunun (örneğin
kliniğe hiç başvurmamış 100 kişilik bir kontrol
evlilik problemleri ve madde kötüye kullanımı)
grubuyla da yetişkinliklerinde görüşme yapıldı.
antisosyal kişilik bozukluğunun gelişmesiyle
Araştırmacılar, şu an yetişkin olan iki örnek­
ilişkili olduğu görülmüştür. Buna ek olarak Reiss
lemdeki katılımcılarla yapılan görüşmeler saye­
ve arkadaşlarının (1995) yaptık­ları bir ikiz çalış­
sinde, bu kişilerde bir takım uyum bozuk­lukları
masında yüksek düzeyde çatış­ma, olumsuz tu­
teşhis edebildi ve tanımlayabildiler. Daha son­
tum ve düşük düzeydeki anne baba sıcaklığının
ra, hangi özelliklerin yetişkinlikteki psikopatik
antisosyal davranışı yordadığı bulunmuştur.
davranışları yordadığını ortaya çıkar­mak için,
bu kişilerin yetişkinlikteki sorunları ile çocukluk­
AİLENİN ROLÜ Psikopatik davranışların
larındaki özellikleri arasında bağlantı kurdular.
çoğunluğu sosyal normları ihlâl ettiği için, çoğu
Robins’in özeti, 15. Bölüm’de gençlerde anti­
araştırmacının bu davranışları açıklamak için
sosyal davranış konusundaki tartışmada tanı­
giriştikleri çalışmalarda birincil etken olarak sos­
tımı yapılan davranım bozukluğu kategorisini
yalleşmeye, yani aileye odaklanması şaşırtıcı
akla getirmektedir:
değildir. McCord ve McCord (1964) bu konuyla
ilgili literatürün gözden geçirildiği klasikleşmiş Birisi, bir çocuk rehberliği kliniğinde görülen çocuklar
çalışmalarında, duygusallığın olmamasının ve arasından daha sonra [psikopati] tanısı almaya en çok
ailenin şiddetli reddinin psikopatik davranışla­ aday olan çocuğu seçmek istiyorsa, en iyi seçim, pek çok
rın birincil nedeni olduğu sonucuna varmışlar­ dönemde antisosyal davranışın bir çeşidi olarak görülen
dır. Diğer pek çok çalışma, ailelerin çocuklarına hırsızlık ya da saldırganlık davranışını sergileyen, Çocuk
disiplin kazandırırken ve diğer insanlara karşı Mahkemesi için temel teşkil edecek davranışlardan en
sorumluluk duymayı öğre­tirken tutarsız davran­ 2
Kliniğe başvurularından otuz sene sonra bu insanların bu kadar büyük bir oranının
maları ile psikopatik davranışlar arasında ilişki izlerini yeniden bulmak, olağanüstü bir başarı olarak değerlendirilmelidir.
358 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

azın­dan birini gösteren, sadece öğretmenlerine ve ailele­


rine değil aynı zamanda yabancılara ve kurumlara yönelik 1 2 3 4
de antisosyal davranışlar sergileyen bir oğlan çocuğu gibi
görünmektedir. ... Bu kliniklerde görülen ilgili özelliklere Kırmızı Işıklar
sahip oğlan çocuk­larının yarısından fazlası daha sonra
sosyopatik kişilik tanısı almıştı. Bu çocuklar okuldan kaç­
ma, hırsızlık, geç kalma ve ebeveynlerine itaat etmeyi red­ Yeşil Işıklar
detme öyküsüyle gelmişlerdi. Gereksizce yalan söylemiş­
ler ve davranışlarına yönelik çok az suçluluk duymuşlardı.
Olmaları gereken yerde olma ve parayı dikkatli harcama Düğmeler
konusunda genellikle sorumsuzdular, (s.. 157)

Şekil 13.1 Lykken (1957) psikopatlarda kaçınmayı öğrenme


Bu özelliklere ek olarak aile yaşamının bazı çalışmasında kullanmak için bu aleti geliştirdi. Farz edelim
yönlerinin, yine bu davranışa neden oldukla­ ki ilk görev için 3. düğme doğru olsun. Öyleyse bu düğmeye
basıldığında yeşil ışık yanacaktır. Diyelim ki 1 ve 4 de yanlış
rı bulunmuştur. Tutarsız disiplin veya disiplinin olan düğmeler, öyleyse bunlarda da kırmızı ışık yanacaktır.
olmayışı, yetişkinlikteki psikopatik davranışları Bu durumda 2’ye basıldığında hem kırmızı ışık yanar hem
babada antisosyal davranışların olması duru­ de düğmeye elektrik şoku verilir. İkinci denemede düğmeler
tamamen değiştirilir; örneğin, 2. düğme doğru olabilir, 3 ve 4
mundaki kadar iyi yordamaktadır. Bununla bir­ yanlış, 1’de de şok olabilir. Katılımcılar 20 doğru düğme basma
likte, benzer şekilde bozuk bir sosyal ardalan­ sırasını öğrenmek durumundadırlar.
dan gelen kişilerin bir kısmında psikopati ortaya
çıkmamakta ya da başka bir davranış bozukluğu
gelişmemektedir. Bu nokta önem­lidir; kişiler bü­ performansları, psikopatik olmayan cezaevi sa­
yürken tutarsız ve arzu edilmeyen davranışlarla kinlerinin ve üniversite öğrencilerininkiyle karşı­
karşılaşmış olmalarına rağmen yetişkinliklerin­ laştırıldı. Burada diğer olası ödüller aracılığıyla
de hiçbir sorunları olmayabilir. Sonuç olarak aile öğrenmeyi değil, sadece kaçınmayı öğrenmeyi
yaşantısı psikopatik davranışların gelişmesinde sınamak önem­liydi. Örneğin, bir kişi bu görevin
önemli bir faktör olmasına karşın, yegâne tek amacının acı­dan kaçınmayı öğrenmek olduğu­
faktör değildir. nu anlarsa, sadece acıdan kaçınma arzusuyla
değil, ayrıca araştırmacıya ne kadar zeki oldu­
DUYGU VE PSİKOPATİ Cleckley psikopa­ ğunu gösterme arzusuyla da güdülenebilir. Ly­
tik sendrom tanımlamasında, bu gibi kişilerin kken diğer güdülerin işe karışmamasını garanti
deneyimlerden ve hatta cezalardan bir yarar altına almak için, kaçınmayı öğrenme görevi­
sağlamamalarına dikkat çekmektedir. Bu kişiler ni tesadüfi gibi görünecek hale getirdi. Bunun
sosyal açıdan hatalı davranışlarının olumsuz için şöyle bir alet kullandı. Deneğin önündeki
sonuçlarından kaçınma yetisine sahip değiller­ bir panelde yatay bir şekilde sıralanmış 4 tane
miş gibi görünmektedir. Çoğu, başlarından bir kır­mızı ışık, onların altında sıralanmış 4 tane
tutuklanma deneyimi geçmiş olmasına rağmen yeşil ışık ve her kolonun altında da birer tane
kronik kanun ihlâlcisidirler. Onları kanunları ihlal düğme vardı. Bu alet Şekil 13.1’de gösterilmek­
etmekten veya yalan söylemekten ya da diğer­ tedir. Katılımcının görevi yirmi doğru düğme
lerini incitmekten alıkoyacak olan kaygıya veya sırasına basmayı öğrenmekti. Katılımcı sıranın
vicdan azabına karşı bağışıklıkları varmış gibi her bir adımı için önce deneme yanılma yoluy­
görünmektedirler. Dürtülerini kontrol etmekte la dört alternatiften hangisinin doğru olduğunu
güçlükleri vardır. bul­malıydı. Doğru düğmeye basıldığında yeşil
Lykken (1957) bu klinik gözlemlerden, psiko­ ışık yanıyordu. Geriye kalan üç düğmeden ikisi
patların çok az kaygı yaşadıkları için antisosyal denendiğinde kırmızı ışık yanıyordu ve hatalı
eylemlerle ilgili çok az ketlenmeye sahip olduk­ deneme olduğunu işaret ediyordu. Üçüncü yan­
ları sonucuna varmıştı. Psikopatların gerçekten lış denemede ise düğmeye elektrik şoku veri­
düşük bir kaygı düzeyine sahip olup olmadıkla­ liyordu. Doğru düğmenin yeri her zaman aynı
rını belirlemek için pek çok ölçek uyguladı. Bu kalmıyordu. Katılımcılardan yirmi doğru düğme­
ölçeklerden bir tanesi de kaçın­mayı öğrenme nin basış sırasını çözmeleri ve öğren­meleri is­
ölçeğiydi. teniyordu. Şoktan kaçınmanın bek­lendiği veya
Bir çalışmada cezaevinden Cleckley’in ölçü­ mümkün olduğu bilgisi verilmiyor, sadece şokun
tüne uygun olarak bir grup erkek psikopat seçil­ onların daha iyi yapmasını sağlayan bir uyarıcı
di. Bu kişilerin kaçınmayı öğrenme görevindeki olarak rastgele uygulandığı söyleniyordu.
DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 359
√√

Lykken’nin bu çalışmasında sıralamayı öğre­ rafından yapılan daha sonraki araştırmalar, psi­
nirken yapılan hataların toplam sayısı açısından kopatların gerek davranışlarında gerekse biyo­
gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Bununla lojik tepkilerinde (Jutai & Hare, 1983) özellikle,
birlikte şokla sonuçlanan hata sayısı en az olan uyaranları görmezlikten gelerek ve dikkatlerini
grup üniversite öğrencileriydi. En çok şok hatası ilgilendik­leri şeye odaklayarak uyum sağladıkla­
yapanlar ise psikopatlardı. Lykken bu sonuçlar­ rını doğrulamıştır (Forth & Hare, 1989).
dan, psikopatlar genelde şoktan kaçınmadıkları Diğer duygu değerlendirme yöntemlerini kul­
için, onların normal kişi­lerden daha düşük kaygı lanan araştırmalar da Lykken’nin orijinal sonuç­
düzeyi altında işlerini yaptıkları çıkarımına var­ larını desteklemektedir. Bu yöntemlerden birisi,
mıştır. korkma tepkisinin göz kapayıp açma bileşeni
Otonom sinir sistemi aktivitesiyle ilgili çalış­ üzerinden ölçüm almayı içerir. Bu yön­tem ha­
malar da psikopatların korku uyandıran uyarı­ len, bir kişinin duygusal durumunun olumlu mu
cılara çok az kaygıyla yanıt verdikleri kanısıyla yoksa olumsuz mu olduğunu gösteren en iyi sö­
tutarlıdır. Dinlenme durumunda psikopatların zel olmayan gösterge olarak kabul edilmektedir.
deri iletkenliği normal seviyeden daha düşüktür Katılımcılara çeşitli konular­da bir seri slâyt gös­
ve deri iletkenlikleri şiddetli veya itici bir uya­ terilir. Bunlardan bazısı olumlu (örneğin, kar­
rıcıyla karşılaştıklarında ya da itici bir uyarıcı­ şı cinsin çıplak resimleri) bazıları ise olumsuz
nın geleceğini önceden tahmin ettik­lerinde çok (örneğin, yanan masum insanlar) ve bazıları da
az tepki gösterir (Harpur & Hare, 1990). Buna nötrdür. Slâytlar seyredilirken ara sıra, bir kork­
karşın kalp ritmi çalışıldığında ortaya farklı bir ma tepkisi ortaya çıkaran ani, yüksek bir ses ve­
resim çıkmaktadır. Dinlenme durumunda psiko­ rilir. Korkma tep­kisinin büyüklüğü, sesin verildiği
patların kalp atım ritimleri normaldir ve nötr bir
anda kişinin içinde bulunduğu duygusal duruma
uyaran sunulduğunda yine normal kalır. Fakat
bağlı olarak değişmektedir. Olumsuz duygusal
stres yüklü bir uyaranın geleceğini fark ettikleri
durum korkma refleksinde artışa, olumlu duy­
durumlardaki kalp atım hızları, aynı durumdaki
gusal durum ise azalışa neden olmaktadır.
normallerinkinden daha fazla artmaktadır.
Böyle bir korkma tepkisi çalışması, hapis­
Bu fizyolojik tepkiler, psikopatların basitçe az
hanedeki tutuklulardan Hare’in ölçeği kul­
uyarıldıkları şeklinde değerlendirilemeye­ceğini
lanılarak seçilen dört grup üzerinde yapılmıştır:
göstermektedir. Çünkü deri iletkenliği ve kalp rit­
psikopat olmayanlar (hem antisosyal davra­
mi ölçümleri birbirleriyle tutarsız sonuçlar ortaya
nış hem de duygusal soğukluk puanları düşük
koymuştur. Hare (1978) kuramını kısmi olarak
olanlar), duygusuz suçlular (sadece duygusal
Lacey’in (1967) çalış­masına temellendirerek,
psikopatların psikofizyolojik tepki örüntüsüne soğukluk puanları yüksek olanlar), antisosyal
odaklanmıştı. Artmış kalp atım hızı, duyumsal suçlular (sadece antisosyal davranış puanları
girdiyi kapı dışarı etme veya azaltma işlemiyle yüksek olanlar) ve psikopatlar (hem antisosyal
beraber ortaya geliyor ve böylece kortikal uya­ davranış hem de duygusal soğukluk puanları
rılmayı düşürüyor görünmekteydi. Sonuç ola­ yüksek olanlar). Katılımcılar ilk olarak bir temel
rak itici bir uyarıcının geleceğini tahmin eden seviye koşulu içine sokuldular. Bu koşulda basit
psikopat­ların artmış kalp atışları, onların yak­ bir görsel uyarıcı sunuldu ve bazen buna ani bir
laşan duru­ma kendilerini ayarladıklarına işaret yüksek ses eşlik etti. Bundan sonraki koşulda
etmektey­di. Bundan sonra deri iletkenlikleri itici katılımcılar yine aynı görsel uyarıcıları gördüler
bir uyarana daha az tepki vermekteydi, çünkü ve görsel uyarıcılar yok olduğu zaman yüksek
o durumu etkili bir şekilde görmezlikten gele­ bir ses duyacakları söylendi.
bilmişlerdi. Yani, deri iletkenliğini bir kaygı gös­ Çalışmanın ikinci fazında korkma tepkisinin
tergesi olarak düşünürsek, psikopatların deri büyüklüğü açısından gruplar arasında büyük
iletkenliği beklenen itici uyarandan sonra hiçbir farklar ortaya çıktı. Psikopatların ve duygusuz
şekilde artmamaktadır, çünkü itici uyaranı seçip suçluların korkma tepkilerinde çok daha küçük
ayırıp eleyerek onunla başa çık­maktadırlar. Psi­ bir artma görüldü ve bu durum, çok daha az bir
kopatların fizyolojik tepkilerinin böyle yorumlan­ korkunun harekete geçirildiğini işaret etmek­
ması akla yakındır ve Lykken’nin kaçınmayı öğ­ teydi. Bu tepki örüntüsü önemlidir, çünkü psiko­
renme çalışmasıyla tutarlıdır. Ayrıca bu yorum patların duygusal yetersizliklerinin olduğunu ve
daha sonraki araştır­malarda da doğrulanmıştır bunun duygusal soğukluklarıyla bağlantılı oldu­
(Ogloff & Wong, 1990). Hare ve arkadaşları ta­ ğunu ima etmektedir (Patrick, 1994).
360 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

TEPKİ AYARLAMA VE PSİKOPATİ Psikopatlarda içinde bulundukları çevrede ve


anda meydana gelmeyen olayların bilişsel tem­
Antisosyal davranışı uyaran ya da onu fren­
sillerinin zayıf olması da olasıdır (Gorenstein,
leyen bazı şeyleri hesaba katmak, psikopa­tinin
1991). Böylece davranışlar genel­likle uzun va­
nedenleriyle ilgili şu anki düşüncelerimize önem­
deli hedeflere yönelik olmamakta, bunun yerine
li bir katkı sağlayabilir. Psikopatinin özel­likleri ile
aşırı derecede, o an varolan uyarıcı tarafından
beyinlerinin septum, hipokampus ve frontal kor­
yönetilmektedir.
teks gibi nöral sistemleri hasar gören hayvan­
Gözden geçirdiğimiz çalışmalar psikopat­ların
ların davranışları arasındaki benzerlikler, bazı
çoğumuzun davrandığı gibi davranmadık­larını
araştırmacıları psikopatinin anahtar bileşeninin
göstermektedir. Özellikle de, bu kişiler nere­
yükselmiş dürtüsellik ve hedefe yönelik eylemle­
deyse hiç kaygı duymamaktadırlar, dolayısıyla
ri sürdürmeyi becerememe olduğunu önermeye
korku onlar üzerinde çok az cay­dırıcı etki ya­
yöneltmiştir (Gorenstein & Newman, 1980). Ör­
pabilmektedir. Psikopatlar kendi olumsuz duy­
neğin, bu hasarlanmış hay­vanlar, ödüle götüren
dürtüsel tepkiler kadar kaçınmayı da öğrenme­ gusal tepkileri üzerinde büyük bir kontrole sa­
de yetersizlikler göster­mektedirler. Psikopatinin hip oldukları için, genel uyarılmışlık durumlarını
anahtar özelliğinin dürtüsellik olduğu fikri, bu arttıran yaşantılar ararlar. Ayrıca psikopatlar,
kişilerin beyin dal­galarıyla yapılan çalışmalarda plan yapma ve davranışları durdur­ma yetileri
da desteklen­mektedir. Bu çalışmalarda tempo­ bozuk olduğu için dürtüsel davranır­lar. Bunlar
ral alanda düşük dalgalar ve sivrilmeler olduğu psikopatların vicdan azabı duy­madan yaptıkları
ortaya çık­mıştır. Bunlar çoğunlukla dürtüsellikle kötü davranışlarının ve toplum kurallarını hiçe
ilişkilendirilmektedir (Syndulko, 1978). sayarak yaşadıkları heyecan arayışlarının olası
Sözü edilen dürtüsellik, psikopatlara başarı nedenleridir.
ya da hataya bağlı olarak tepkilerini değiştirme
becerilerini sınama için düzenlenmiş bir görev KAYGILI / KORKULU KÜME
sunulduğunda kendini göstermektedir (Patter­
son & Newman, 1993). Bu olgunun gös­terildiği Bu küme üç kişilik bozukluğunu içermekte­
bir çalışmada katılımcılara, bilgisayarda yaratıl­ dir. Çekingen kişilik bozukluğu sosyal ortamlar­
mış bir kart oyunu gösterildi (Newman, Kosson da aşırı korku yaşayan kişiler için kullanılır; ba­
& Patterson, 1993). Eğer bir surat kartı çıkarsa ğımlı kişilik bozukluğu kendine güveni olmayan
katılımcı beş sent kazanmakta; eğer surat kartı ve başkalarına aşırı bağımlı olan kişi­leri işaret
olmayan bir kart çıkarsa katılımcı beş sent kay­ eder; obsesif kompulsif kişilik bozuk­luğu ise ha­
betmekteydi. Her bir işlemden sonra katılımcı­ yata yönelik mükemmeliyetçi bir yaklaşımı olan
ya oyuna devam etme veya bitirme seçeneği kişilere karşılık gelir.
sunulmaktaydı. Kaybetme olasılığının kontrolü
deneycinin elindeydi ve yüzde 10 kay­betme ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU
olasılığıyla başlanmaktaydı. Kaybetme olasılığı
her on kartta bir yüzde 10 artmaktaydı ve yüzde Çekingen kişilik (Ç.N.: İngilizcedeki “avoi­
100 oluncaya kadar devam etmektey­di. Psiko­ dant” kavramındaki kaçınma fiilinden hareketle
patlar oyuna psikopat olmayanlardan çok daha bazen “kaçıngan” olarak da kullanıla­bilmektedir.)
fazla devam ettiler. On iki psikopattan dokuzu, bozukluğu tanısı eleştirilme, red­dedilme ya da
son yirmi denemenin on dokuzunda para kay­ kabul görmeme ihtimaline karşı aşırı duyarlı
bettikleri halde oyunu asla bırak­madılar. Uyuma olan ve karşı tarafın ondan hoşlanacağından
yönelik olmayan tepkilerini değiştirebilme bece­ emin olmadan ilişkiye girmekten çekinen kişile­
risine sahip değillerdi. re konulmaktadır. Karşı tarafın ondan hoşlandı­
Aynı oyun bir işlem değişikliğiyle yeniden oy­ ğını ifade ettiği durumlar­da, çekingen kişi onun
natıldı. Bu sefer geri bildirimden sonra 5 saniye samimiyetinden kuşku duyma eğilimindedir.
beklendi, böylece oyuna devam edip etmeye­ Aptalca bir şey söylemek­ten ya da yüzünün kı­
cekleri konusunda karar vermeden önce bekle­ zarması veya başka bir kaygı belirtisi yüzünden
meleri sağlandı. Bu değişimleme, oyundaki psi­ mahcup duruma düşmekten aşırı korktukları
kopatların deneme sayısını dikkat çekici derece için sosyal ortam­larda zorluk çekerler. Başkala­
azalttı. Karar vermeyi bir süre erteletmek, belki rına karşı yetersiz ve aciz olduklarına inanırlar;
de psikopatları aldıkları geri bildirim üzerinde tipik bir şekilde riskleri, tehlikeleri ve her zaman­
iyice düşünmeye zorlamış ve böylece daha az kinin dışında bir şeyler yaptıklarında zorlukları
dürtüsel davranmaya yönelt­miş olabilir. abartırlar.
KAYGILI / KORKULU KÜME 361
√√

Çekingen kişilik bozukluğunun yaygınlığı Bağımlı kişilik bozukluğunun yaygınlığı yüz­


yüzde 1 civarındadır (Weissman, 1993). Ba­ de 1,5’in biraz üzerindedir ve kadınlarda erkek­
ğımlı kişilik bozukluğu (Trull, Widiger & Frances, lerden daha yaygındır. Bunun nedeni, kadınlar­
1987) ve sınır kişilik bozukluğu (Morey, 1988) la erkeklerin çocukluklarında farklı sosyalleşme
ile birlikte görülebilir. Tanı ölçütü genellenmiş yaşantılarından geçmeleri olabilir (Corbitt &
kaygı bozukluğu ile sıkı bir benzer­lik içindedir Widiger, 1995; Weissman, 1993). Bu bozuklu­
ve bu yüzden bu iki durum yüksek bir birliktelik ğun nedenleri de kadın ve erkeklerde birbirin­
gösterir (Hoffmann ve ark., 1995). den farklıdır. Reich (1990), bağımlı kişilik bo­
zukluğu olan erkeklerin akrabalarında yük­sek
oranda depresyon görüldüğünü, buna karşın
BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU
aynı bozukluğu olan kadınların akra­balarında
Bağımlı kişilik bozukluğu olan hastaların ise yüksek oranda panik bozukluğu görüldüğü­
kendine güvenleri yoktur. Bu kişiler pasif bir şe­ nü bulmuştur. Bağımlı kişilik bozuk­luğu sıklıkla
kilde, nerede yaşayacaklarına, ne iş yap­maları sınır ve çekingen kişilik bozukluklarıyla birlikte
gerektiğine, kiminle arkadaşlık edecek­lerine vb. görülmekte (Morey, 1988) ve kötü fiziksel sağ­
karar verme sorumluluğunu eşlerine ya da sev­ lıkla olduğu kadar I. Eksen bozukluklarıyla da
gililerine bırakırlar. Karşı tarafın onayını kaybet­ bağlantılandırılmaktadır.
mekten korktukları için, hatalı olduğunu bildikleri
halde onun fikrine katılırlar. Kendi başlarına bir OBSESİF KOMPULSİF KİŞİLİK
eyleme başlama ya da karar vermekte güçlük BOZUKLUĞU
çekerler. Birisi tarafından korunup bakılmaya
Obsesif kompulsif kişilik mükem­
olan şiddetli ihtiyaçları, yal­nız kaldıklarında bu
meliyetçidir, zihni ayrıntılar, kurallar, programlar
kişilerin sıklıkla kendilerini rahatsız hissetmele­
ve bunun gibi şeylerle sürekli meşguldür. Bu
rine neden olur. Zihinleri sürekli yalnız bırakılıp
kişiler genellikle ayrıntılara çok fazla dikkat ayı­
kendi kendilerine bak­mak zorunda kalacakları
rırlar ve bu yüzden asla projelerini bitiremez­ler.
ile ilgili korkularla meşguldür. Başkalarından ta­ Bunlar haz yönelimliden çok iş yönelimli kişiler­
leplerde buluna­mazlar ve kurdukları koruyucu dir ve karar vermede (hata yapmasınlar diye)
ilişkilerin bozul­mamasını garanti altına almak ve zaman yönetiminde (yanlış şeye zaman ayır­
için kendi ihtiyaçlarını göz ardı ederler. Yakın bir masınlar diye) aşırı güçlük çekerler. Kişilerarası
ilişkileri bittiği zaman, onun yerine koymak için ilişkileri sıklıkla fakirdir, çünkü bu kişiler inatçı
telaşla başka bir ilişki ararlar. ve ısrarcıdırlar ve karşı taraftan her şeyin kendi
istedikleri gibi yapılmasını talep ederler. Genel­
Çocuklar normal olarak bir ebeveynden ayrılmanın rahatsızlık
yarattığı bir dönem geçirirler. Bağımlı kişilik bozukluğu olan likle ciddi, katı, resmidirler ve esneklik göstere­
insanlar ise aynı olguyu yetişkinliklerindeki ilişkilerinde mezler, özellikle de ahlâki konularda. Ömrünü
yaşayabilirler. doldurmuş ve işe yaramaz nesneleri atamazlar,
hatta bunların hiçbir duy­gusal değeri olmasa
bile. Bu kişiler cimri ve üç kuruşun hesabını ya­
pan biri gibi davranırlar. Çalışmaya ve üretmeye
yönelik bu işlevsel olmayan dikkat, erkekler ara­
sında kadınlardan daha sık görülür.
Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu, obsesif
kompulsif bozukluktan çok farklıdır; daha son­
ra tanımlanacak olan obsesyonları ve kompul­
siyonları içermez. Bu iki aynı terimin kullanımı
bu iki bozukluğun ilişkili olduğunu düşündürme­
sine rağmen, bunun gerçekte böyle olduğu net
değildir. OKB vakalarının sadece küçük bir bö­
lümünde obsesif kompulsif kişilik bozukluğu bu­
lunmuştur (Baer & Jenike, 1992). Obsesif kom­
pulsif kişilik bozukluğu en çok çekingen kişilik
bozukluğu ile beraber görülür ve yaygın­lığı yak­
laşık yüzde 1 civarındadır (Lassano, del Bueno
& Latapano, 1993).
362 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

ODAK 13.1 KİŞİLİK BOZUKLUKLARINA BOYUTSAL BİR YAKLAŞIM

Bu bölümün başlarında, tanı koyma işleminde bo- bir kategoriye girmeye zorlamak ve bu iki bozukluğu
yutsal bir yaklaşımın kişilik bozukluklarına daha uy- ayrıştırmakta sorunlarla karşılaşmak yerine, bu has-
gun düşüyor gibi göründüğünü belirtmiştik. Buraya taları nörotisizm ve içedönüklük seviyeleriyle basitçe
kadar kullanımda olan somut olgu sistemini anlattık, tanımlamaktadır.
şimdi sıra tekrar bu konuya dönmeye geldi. Sınır kişilik bozukluğu çok güçlü bir şekilde nöro-
Kişilik bozukluklarına yönelik en çok gelecek vaat tisizm ve zıt oluşla ilişkilidir. Bazı kişilik bozuklukları
eden boyutsal yaklaşıma göre, kişilik bozukluğu olan ve I. Eksen bozukluklarında da nörotisizm puanları
kişiler, herkeste bulunan kişilik treytlerinin aşırı uçla- yüksek bulunduğu için, sınır kişiliğin pek çok kişilik
rını sergilemektedirler. Hepsi düşünüldüğünde yüzler- bozukluğu ve I. Eksen bozukluğu ile birlikte görülmesi
ce treyt akla gelmesine rağmen, kişilik üzerine yapılan şaşırtıcı değildir. Sınır hastaların zıt oluş puanları da
çağdaş araştırmalar Beş Faktör Modeli denilen bir yüksektir ki bu durum onları çekingen kişilik bozuklu-
kişilik modeli üzerine odaklanmaktadırlar (McCrae & ğu hastalarından ayırmaktadır. Zıt oluş puanları para-
Costa, 1990). Bu beş faktör ya da temel boyutlar nöro- noid ve antisosyal bozukluklarda da yüksek bulunduğu
tisizm, dışadönüklük / içedönüklük, deneyime açıklık, için, sınır kişiliğin bu bozukluklarla birlikte görülmesi
uzlaşılabilirlik / zıt oluş ve vicdanlılıktır. Tablo 13.2 beklendik bir durumdur. Tekrarlarsak, boyutsal yakla-
bu boyutların her birini değerlendiren soru formunun şım hastaları somut bir kategoriye girmeye zorlamaz,
maddelerini göstermektedir. Bu tabloyu dikkatlice bunun yerine beş faktör üzerinde aldıkları puanlarla
okuyarak her bir boyutun atıfta bulunduğu şeye dair basitçe tanımlar.
bir fikir edinebilirsiniz. Özetle boyutsal bir modelin pek çok farklı üstün-
Widiger ve Costa (1994) bu kişilik treytlerini şizo- lüğü olduğu görülmektedir. İlk ve en önemlisi, birlikte
id, sınır ve çekingen kişilik bozukluğu ile ilişkilendiren görülme sorununu ele almasıdır, çünkü birlikte görül-
pek çok çalışmanın sonuçlarını özetlemişlerdir. Şizoid me sadece kategorik sınıflama sisteminde görülen bir
ve çekingen kişilik bozukluğu hastalarının her ikisi- güçlüktür. Boyutsal sistem normal ile anormal kişilik
nin de içedönüklüğü yüksektir. Buna göre Beş Faktör arasında bir bağlantı kurmuş, bu sayede genel kişi-
Modeli bu iki bozukluğu birbirinden ayırt etmenin güç lik gelişimi ile ilgili bulgular kişilik bozukluklarıyla
olduğunu yordamaktadır, ve bu gerçekten de doğru alakalı hale gelmeye başlamıştır. Örneğin, Beş Fak-
bulunmaktadır. Bununla birlikte bu iki bozukluk ara- tör Modelinin ortaya koyduğu treytlerin çoğu davra-
sında nörotisizm boyutunda bazı ayrışmalar vardır; nış genetiği araştırmacıları tarafından çalışılmış ve
bu boyutta çekingen kişilik bozukluğu olan hastalar, kalıtımsal oldukları bulunmuştur (Bouchard ve ark.,
şizoid kişilik bozukluğu olan hastalardan daha yüksek 1990). Bu yüzden kalıtsal faktörler, kişilik bozuklukla-
konumdadırlar. Boyutsal yaklaşım, her hastayı somut rının nedenleriyle ilişkili olan değişkenler olarak git-

Obsesif kompülsif kişilik bozukluğu olan kişiler çoğunlukla


KAYGILI / KORKULU KÜMENİN işkoliktirler. Bu aşırı çalışmaları kontrolü kaybetme korkusuna
ETİYOLOJİSİ karşı bir savunma olabilir.

Bu kümedeki kişilik bozukluğunun nedeni


hakkında çok az veri vardır. Nedenler hakkın­
daki yorumlar aile-çocuk ilişkisi üzerine odak­
lanmıştır.
Bağımlı kişilik bozukluğunun DSM-IV tanısı
iki tip belirti içerir: bağımlı davranışı tanımlayan­
lar ve bağlanma sorunları olarak gösterilebilen
olguları tanımlayanlar (Livesley, Schroeder &
Jackson, 1990). Bağlanma, gelişim psikologları
tarafından çalışılmıştır ve kişiliğin gelişimi için
çok önemli olarak kabul edilir. Buradaki temel
fikir, küçük bebeğin giderek bir yetişkine bağ­
landığı ve bu yetişkini diğer hedeflerle karşılaş­
KAYGILI / KORKULU KÜME 363
√√

TABLO 13.2 Beş Faktör Modelini Değerlendiren Gözden Geçirilmiş NEO Kişilik
Envanteri’nden Örnek Maddeler
Nörotisizm Ben endişeci değilim (-)
Kolay kolay korkmam (-)
Çok ender korku ya da kaygı hissederim (-)
Sık sık gerginlik ya da tedirginlik hissederim (+)
İçedönüklük / Dışadönüklük Çok sayıda insanla görüşmekten gerçekten hoşlanırım ( + )
İnsanlarla sohbet etmekten çok hoşlanmam (-)
Sıcak ve arkadaş canlısı bir kişi olarak bilinirim (+)
Çoğu insan benim biraz soğuk ve uzak olduğumu düşünür (-)
Deneyime açıklık Çok aktif bir imgelemim vardır (+)
Düşüncelerimi gerçekçi bir çizgide tutmaya ve hayal dünyasında uçmaktan
kaçınmaya çalışırım (-)
Aktif bir hayal dünyam vardır (+)
Hayal kurarak zaman öldürmekten hoşlanmam (-)
Uzlaşılabilirlik / Zıt Diğerlerinin niyetlerine karşı alaycı ve şüpheci olma eğilimindeyimdir (-)
oluş (agreeableness / Diğer insanların iyi niyetli olduğuna inanırım (+)
antagonism) Eğer onlara izin verirsen çoğu insanın sana bir çıkar sağlayacaklarına inanırım (-)
Tanıdığım çoğu insanın dürüst ve güvenilir olduğunu düşünüyorum (+)
Vicdanlılık İhtiyatlılığım ve sağduyumla tanınırım (+)
(conscientiousness) Ciddi bir şekilde oy kullanmak gibi toplum görevlerini üstlenmem (-)
Kendimi bilgili tutar ve genellikle zeki tartışmalar yaparım (+)
Sıklıkla durumlara hazırlanmaksızın atılırım(-)
Kaynak: Costa & McCrae, 1992.
Not: + işaretli bir madde ile aynı fikirdeyseniz o faktördeki puanınız artar, - işaretli maddeyle aynı fikirdeyseniz azalır.

tikçe akla yatkın bir hal almaktadırlar. Benzer olarak, nörotisizmde yüksek puanlar), bağımlı kişilik bozuk-
beş faktörden alınan puanlarda cinsiyet farklılıkları luğu (uzlaşılabilirlik ve nörotisizmde yüksek puanlar)
olduğu için, bu model, kişilik bozukluklarının yaygın- ve sınır kişilik bozukluğu (nörotisizmde yüksek puan)
lığındaki cinsiyet farklılıklarıyla ilgili hale gelmek-
olma olasılığının da erkeklerden yüksek olması bekle-
tedir. Örneğin, kadınların puanları nörotisizm, uzla-
şılabilirlik ve dışadönüklükte erkeklerinkinden daha nir. Buna karşın, antisosyal kişilik bozukluğu (uzlaşı-
yüksektir (Costa & McCrae, 1988). Bu yüzden kadın- labilirlikte düşük puan) erkeklerde daha sık olmalıdır.
ların histriyonik kişilik bozukluğu (dışadönüklük ve Veriler bu beklentileri doğrulamaktadır.

mak ve onların peşine düşmek için güvenli bir daima onların öne sürdükleri fikirlere katılmak
üs olarak kullandığıdır. Bu yetişkinden ayrı kal­ gibi (Stone, 1993).
mak öfkeye ve huzursuzluğa yol açar. Gelişim 6. Bölümde tartışılan korkular ve fobilerde
süreci içerisinde çocuk güvenlik için bu bağlan­ olduğu gibi, çekingen kişilik bozukluğu da ço­
ma figürüne giderek daha az bağımlı hale gelir. cuğun, çoğumuzun zararsız bulduğu insan­lar
Bağımlı kişiliklerde görülen normal dışı bağlan­ veya ortamlardan korkmayı öğrendiği bir çevre­
ma davranışlarının, ölüm, ihmal, reddetme veya nin etkisini yansıtıyor olabilir. Örneğin, çocuğun
aşırı koruyuculuk nedeniyle erken ebeveyn-ço­ ailesinden biri aynı korkulara sahip olabilir ve
cuk ilişkisinde meydana gelen bir bozukluktan ona model olarak bu durumu aktarabilir.
dolayı olağan gelişimsel süreçte ortaya çıkan Obsesif kompulsif kişilik treytleri, Freud tara­
bir hatayı yan­sıtması olasıdır. Bağımlı kişilik fından, psikoseksüel gelişimin anal dönemine
bozukluğu olan kişiler, bedeli ne olursa olsun saplanma nedeniyle ortaya çıktığı ileri sürül­
diğer insanlarla ilişkilerini sürdürmek için, aslen müştür. Daha çağdaş psikodinamik kuramlar
ana-babalarıyla olan ilişkilerini sürdürmek için kontrolü kaybetme korkusunu vurgulamaktadır­
geliştirdikleri sayısız taktikle uğraşırlar. Örneğin lar. Bu korku aşırı telafi ile elde edilmeye çalışıl­
364 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

maktadır. Örneğin, kompulsif işkolik bir adam, madığı, onun başkalarının onayını kazanmak
eğer kendisinin gevşemesine izin verir ve eğle­ için mükemmel olması gerekmediği, sevgisi ve
nirse hayatının parçalara ayrıla­cağından korku­ ilgisi istenen kişi tarafından terk edilmeden de
yor olabilir.3 risk almanın ve hata yapmanın mümkün olduğu
konusunda rehberlik edebilirler.
KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA Davranış ve biliş terapistleri yakın bir zama­
na kadar, dikkatlerini treytler yerine durumlar
KULLANILAN TERAPİLER üzerinde tutarak, DSM’ye göre konan kişilik bo­
zukluğunun tedavisi için çok az şey söylüyorlar­
Kişilik bozukluklarının tedavisi konusunda dı (Howes & Vallis, 1996). Bu tip te­rapistler, bir
araştırmaya dayalı çok fazla bilgi yoktur. Buna kişilik bozukluğunu yansıtan bir araya getirilmiş
karşılık bu bozuklukların pek çoğunun tera­pisiyle kişisel sorunları analiz ederler. Örneğin, para­
ilgili, canlı ve hızla gelişen bir klinik vaka litera­ noid ya da çekingen kişilik tanısı almış bir kişi
türü vardır. Burada çerçevesi çizilen görüş­lerin eleştirilmeye karşı aşırı duyarlıdır. Bu duyarlılık
pek çok kısmı uygun kontrolleri içeren çalışma­ sistematik duyarsızlaştırma veya akılcı-duygu­
lara değil, az sayıda ruh sağlığı pro­fesyonelinin sal terapiyle tedavi edilebilir (2. Bölüm). Parano­
klinik deneyimlerine dayandırıl­masına rağmen, id kişilerin diğer insanlarla aynı fikirde olmadık­
bu terapötik uygulamaların neredeyse hemen ları zamanki tartışmacı ve düş­manca tavırları,
hepsi kişilik bozukluklarının tedavisinde kul­ diğerlerini uzaklaştırır ve onları da karşı atağa
lanılmaktadır. Burada akılda tutulması önemli geçmeye kışkırtır. Davranışçı te­rapist paranoid
olan bir nokta, bu tip hastalar­la çalışan bir tera­ kişilere, diğer insanların fikirler­ine karşı çıkma­
pistin çok tipik olarak aynı zamanda bir Eksen 1 nın daha uyumlu bir yolunu öğretir. Çekingen
bozukluğuyla da ilgilen­mekte olduğudur. Çünkü kişiliklere diğer insanların yanında daha atılgan
kişilik bozukluğu olan hastaların çoğu, tedavi­ olmaları için bir destek grubu içerisinde sosyal
ye bir kişilik bozukluğu için değil, bir Eksen 1 beceri eğitimi verilebilir. Bir yaklaşım olarak,
bozukluğu için başvu­rurlar. Örneğin, antisosyal belki de akılcı-duygusal terapi de eklenerek,
kişiliği olan bir kişi büyük olasılıkla madde kötü­ biriyle iletişim kurma için gösterdikleri çabalar
ye kullanımı soru­nuna sahiptir; çekingen kişilik
başarısız olduğu zaman, ki bu durumu defalar­
bozukluğu olan bir kişi sosyal fobi için tedavi is­
ca yaşamaktadırlar, bununla başa çıkmalarına
teyebilir; ve bir obsesif kompulsif kişilik depres­
yardım edilebilir (Millon, 1996; Turkat & Maisto,
yon için görüşmeye gelebilir.
1985).
Psikoaktif ilaçlar pek çok kişilik bozukluğu­nun
Kişilik bozukluklarının bilişsel terapisine ba­
tedavisinde sıklıkla kullanılmaktadır. Buradaki
kıldığında, Beck ve arkadaşlarının (1990) dep­
seçim, kişilik bozukluğunun Eksen 1 sorununa
resyonun tedavisinde ümit vaat edici bulu­nan
benzeyen yönleri tarafından belir­lenir. Örneğin,
analiz çeşidine benzer bir analiz çeşidini uygu­
çekingen kişilik bozukluğu olan hastaya sosyal
ladıkları görülür (10. Bölüm ve 18. Bölüm). Her
kaygısını ve fobilerini azaltması ümidiyle minör
bozukluk, mantıksal hata ve işlevsel olmayan
sakinleştiriciler verilebilir, mesela benzodiaze­
şema terimleriyle tanımlanır. Örneğin, obsesif
pinlerden Xanax gibi. Bir II. Eksen bozukluğun­
kompulsif kişiliğin bilişsel tedavisi ilk olarak has­
da depresyon ortaya çıktığı zaman ise, fluok­
tanın bilişsel modelin özünü, yani duyguların
setin (Prozac) gibi bir antidepresan ilaç tedavisi
ve davranışların birincil olarak düşüncelerin bir
yardımcı olabilir.
işlevi olduğu esasını kabul etmeye iknâ edilme­
Psikodinamik terapistler bir kişilik bozukluğu­
sini gerektirir. Daha sonra mantık hataları araş­
nun altında yattığı düşünülen çocukluk sorun­
tırılır, örneğin, hasta belli bir olayda hata yaptı­
larını düzeltmeyi amaçlarlar. Örneğin, kom­
ğı için hiçbir şeyi doğru yapa­madığı sonucuna
pulsif bir kişiliğe, çocuğun mükemmel olarak
vardığı zaman olduğu gibi (bu bir aşırı genel­
anne babasının sevgisini kazanmaya çalıştığı
leme örneğidir). Ayrıca tera­pist kişinin düşünce
gerçeğinin yetişkinliğe taşınmasına gerek ol­
ve duygularının altında yatabilecek fonksiyonel
3
DSM-III-R iki ek kişilik bozukluğu tanı kriteri daha önermişti. Bunlar formal
olmayan önerme ya da şemaları da arar; örne­
tanılar değillerdi ancak “üzerinde biraz daha çalışılması gereken kategorilerdi”. ğin, her kararın doğru olması kritik bir öneme
Bunlar içinde en karşı çıkılanı “kendini yenilgiye uğratan” kişilik bozukluğuydu.
Önerilen diğer kişilik bozukluğu ise “sadistik” kişilik bozukluğuydu. Bu iki tanı sahiptir inancı gibi (Ellis’in yöntemlerini ekle­
DSM-IV’de tamamen çıkarıldı. Daha önce resmi bir tanı olan “pasif agresif
kişilik” bozukluğu ise DSM-IV’de üzerinde biraz daha çalışılması gereken bir
mek bu adımda da yapılabilir). Klinik ayrıntıların
kategori durumuna indirgendi. gözden geçirilme­si, Beck’in kişilik bozuklukla­
KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN TERAPİLER 365
√√

rına yaklaşımının çeşitli davranışçı ve bilişsel- az tavsiye edilmektedir, ancak antipsikotikler


davranışçı tekniklerin bir bileşimini sergilediğini sınır hastanın kaygı, intihar eğili­mi ve psikotik
göster­miştir. Her şey hastanın sergilediği belli, belirtileri üzerinde orta düzeyde etkilere sahiptir
uzun süreli ve yayılgan güçlükleri tespit etmek (Gitlin, 1993). Bu hastalar sık­lıkla ilaçları kötüye
için düzenlenmiştir. Beck’in sınır kişilik bozuklu­ kullandıkları ve intihar riski taşıdıkları için, ilaç
ğu ve antisosyal kişilik bozukluğuna yaklaşımı tedavisi sürdürülürken aşırı dikkatli olunmalıdır
devam eden bölümde tanımlanmaktadır. (Waldenger & Frank, 1989).

SINIR KİŞİLİĞİN TERAPİSİ NESNE İLİŞKİLERİ PSİKOTERAPİSİ


Müdahale şekli ne olursa olsun, kesin olan bir İki öncü ve birbirlerine karşı olan nesne iliş­
şey vardır: çok az hasta tedaviye bir sınır kişilik­ kileri kuramcısı, Heinz Kohut ve Otto Kernberg
ten daha fazla karşı koyar, Sınır kişiliklerin diğer sınır hastalar için bir terapatik strateji geliştirdi­
insanlarla olan sorunları danışma odasın­da ye­ ler. Heinz Kohut’un narsisizm görüşüne daha
niden tekrarlanır. Sınır hasta için güven olağa­ önce değinilmişti. Otto Kernberg’in sınır kişilik
nüstü zor yaratılır ve sürdürülür, bu da terapötik hastaları hakkında çok sayıda yazısı vardır.
ilişki için bir zorluktur. Hasta, sürekli değişen Daha önce belirtildiği gibi Kernberg (1985), sı­
şekilde terapisti bir idealleştirir bir kötüler. Bir an nır kişiliklerin zayıf bir ben­liğe sahip oldukları
özel bir dikkat ve saygı talep eder sanki terapi ve sonuç olarak psikanalitik tedavide yapılan
oturumları zamanı boşa harcamakmış gibi- ve çocukluk çatışmalarını deşme işlemine katlan­
bir sonraki randevuya gelmeyi reddeder. Başka mada olağanüstü güçlük çektik­leri temel sayı­
bir zaman anlaşılmak ve destek için yalvarır, fa­ lılarından hareket etmiştir. Bu zayıf benlik ilkel
kat bazı konuların sınır­larının kapalı olduğunda birincil süreç düşüncelerinin istila etmesinden
ısrar eder. İntihar her zaman ciddi bir risktir, fa­ korkmaktadır. Kernberg’in uyarladığı analitik
kat terapist için gece saat 02:00’da gelen çılgın tedavinin ana hedefi, insan­ları ve olayları eşde­
bir telefonun bir yardım çağrısı mı yoksa o an ğer düzeyde olumlu ve olumsuz yönlere sahip
terapist için ne kadar özel bir hasta olduğunu olarak kabul etmek yerine tamamen iyi veya ta­
ve hastasının ihtiyaçlarını karşılamak için ne mamen kötü olarak bölme ya da iki zıt kutup ha­
kadar ileri gide­ceğini görmek için tasarlanmış line getirmenin kur­banı olmaması için hastanın
bir oyun mu olduğuna karar vermek genellikle zayıf benliğini güçlendirmektir. Bölmenin, basit
güçtür. Bu bölümün başında sunulan vakada ol­ bir şekilde iyi ya da kötü diye sınıflandırılmayan
duğu gibi, yatısız hastanın davranışları giderek karışık fikir­lere (nesne temsilleri) şekil verme
kontrol edilememeye başladıysa ya da intihar becerisinin yokluğu sonucunda oluştuğu kabul
tehdidi sadece bir akıl hastanesinin kontrollü edilmekte­dir. Örneğin, böyle bir hasta terapisti­
düzeninde mümkün olan daha geniş bir göze­ ni tanrısal bir dahi olarak görebilir, ta ki terapist
tim olmaksızın kontrol edilemiyorsa, hastaneye hastasına terapi ücretini ödemeyi aksattığını
yatırmak genellikle gereklidir. Görüldüğü üzere söyleyinceye kadar, o zaman o terapisti yerden
bu hastalar çok stres yaratıcı oldukları için, te­ yere vurur ve öfkeden köpürür. Kullanılan tek­
rapistin başka bir terapistten düzenli görüşmel­ nikler temelde yoruma dayalıdır, yani terapist
er alması sık başvurulan bir uygulamadır. Ba­ hastanın duygu ve davranışlarının bölme gibi
zen destek ve tavsiye için, bazen sınır hasta­lara savunmalar tarafından düzenlenmesine nasıl
yardım etmenin getirdiği olağanüstü zor­luklarla izin verdiğini gösterir.
başa çıkmaya çalışırken oluşan kendi duygula­ Sınır hastaya gerçeği test etme konusun­
rını ele almak için profesyonel bir yardım gerekli da da yardımcı olunmalıdır (bu tarz bir müda­
olabilmektedir (Psikanalitik ter­minolojide tera­ halenin, hastanın mantıklı olmayan çocukluk
pistin yaşadığı bu duygular karşı-aktarım olarak korkuları ile yetişkin gerçekliği arasında ayırım
adlandırılmaktadır). Sınır hastaların terapisi için yapmasına yardım etmeyi amaçlayan psikana­
kendi bilişsel-davranışçı yaklaşımında (ilerde litik amaçlardan ne kadar farklı bir şey olduğu
tartışılacak) Linehan, bu çeşit düzenli danışma­ açık değildir). Kernberg’in yaklaşımı diğer pek
ları tedavinin bir parçası haline getirmiştir. çok analistinkinden daha doğru­dandır; savun­
Sınır kişilik bozukluğunun ilaçla tedavisinde ma davranışlarını değerlendir­menin yanı sıra,
çok sayıda ilaç denenmiştir, bunlar içinde en bu hastalara daha uyuma yönelik davranma­
kayda değer olanları antidepresanlar ve antip­ ları için somut öneriler verir ve kendine ya da
sikotik ilaç tedavileridir. Antidepresan ilaçlar çok diğerlerine tehlikeli olmaya başlayan davra­
366 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

lışılır. Yoğun bir tedavi sürecinin pek çok ayı ge­


ride bırakıldıktan sonra, bu kişile­rin davranışları
üzerinde sınırlar kurulur, bu du­rum Kernberg’in
savunduğu şeyle de tutarlıdır.
Linehan ve arkadaşları sınır kişilik bozuk­
luğuna yönelik bir psikolojik müdahaleyle il­
gili ilk seçkisizleştirilmiş, kontrollü çalışmanın
sonuçlarını yayınlamışlardır (Linehan ve ark.,
1991). Hastalar seçkisiz olarak diyalektik dav­
ranış terapisine ya da olağan, yani toplumun
ulaşabileceği her hangi bir terapiye atanmışlar­
dır (Seattle, Washington). Tedavinin birinci yı­
lının sonunda ve tekrar altı ve oniki ay sonra
iki gruptaki hastalar çeşitli ölçekler üzerinden
karşılaştırılmıştır (Linehan, Heard & Armstrong,
1992). Tedaviden kısa bir süre son­raki bulgular
DBT’nin aşağıdaki ölçümler üzerinde yüksek
düzeyde anlamlı bir üstünlüğe sahip olduğunu
ortaya çıkarmıştır: intihar teşeb­büsünü de içe­
ren, kasten kendini yaralayıcı davranışlar; teda­
viyi yarıda bırakma; hastaneye yatırıldığı gün­
ler. İzleme aşamasında da DBT’nin üstünlüğü
Nesne ilişkileri terapistlerinin önderlerinden biri olan Otto sürmüştür ve buna ek olarak DBT hastalarının
Kernberg, sınır kişilik bozukluğu çalışmalarında çok etkili
olmuştur.
daha iyi meslek öyküleri olduğu görülmüş, daha
az öfke bildirmişler ve bütün olarak bakıldığında
nışlara sahip bir hastayı ise has­taneye yatırır. karşılaştırma grubun­daki terapi hastalarından
Kernberg’in, bazı hastaların zayıf benlikleri yü­ daha iyi bir uyum­larının olduğu yargısına va­
zünden klasik psikanalize uygun olmadıkları rılmıştır. Bu çalış­manın ve diyalektik davranış
fikri, dünyanın en ünlü analitik yönelimli kliniği terapisi üzerine yazılmış bir kitap ve elkitabı­
olan Menninger Kliniği’nde düzenlenen uzun nın bulunmasının bir sonucu olarak (Linehan,
süreli bir araştırmayla tutar­lılık göstermektedir 1993a, 1993b), sınır kişilik bozukluğuna yöne­
(Stone, 1987). lik bu yaklaşıma geniş bir ilgi oluşmuştur (Odak
13.2).
DİYALEKTİK DAVRANIŞ TERAPİSİ Marsha Linehan Bilişsel Davranışçı Terapi ile Zen ve Rogercı
Görüşeni merkez alan empati ile bilişsel dav­ öğretilerin kabul etme tutumlarını birleştiren diyalektik davranış
ranışçı problem çözme ve sosyal beceri eğiti­ terapisini yaratmıştır.
mini birbirleriyle birleştiren bu yaklaşım Marsha
Linehan (1987) tarafından önerilmekte­dir. Onun
diyalektik davranış terapisi (DBT) diye adlan­
dırdığı terapi, terapistin sınır kişilikleri tüm karşı
koyuşları ve dışavurumları ile tama­men kabul
etmesi, onların intihara ve diğer işlevsel olma­
yan davranışlarına yönelik sahici tavırları ile il­
gili (çarpıtılmış) inançlarını empatik bir şekilde
değerlendirmesi temeline dayanır. Hem birey­
sel hem de gruplarla yürütülen bilişsel davra­
nışçı bakış açısı, hastalara prob­lemleri çözmeyi
öğreterek, yaşamdaki gündelik sorunlarını ele
almanın ve duygularını kontrol etmenin daha
etkili ve sosyal olarak daha kabul edilebilir yol­
larını kazandırarak onlara yardım etmeyi içerir.
Kişilerarası becerilerinin iyileştiril­mesi ve öfke
ve kaygılarının kontrol edilmesi üzerinde de ça­
KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN TERAPİLER 367
√√

ODAK 13.2 DİYALEKTİK DAVRANIŞ TERAPİSİNDE KABUL

Marsha Linehan’nın (1987, 1993a, 1993b) diya- Terapistin bu bütünüyle kabulü hastanın her yap-
lektik davranış terapisi çatısı içerisindeki kabul etme tığını onaylaması anlamına gelmez, sadece olan şeyle
düşüncesi incelikli bir şeydir, bu yüzden de irdelenme- ilgili durumu kabul etmesi anlamına gelir. Aslında,
si gerekir. Linehan, Zen öğretisinin yolundan giderek, Linehan’ın tartışmalarında, terapist böyle bir has-
sınır kişilikle çalışan bir terapistin, Batılı zihniyetin tayı gerçekten olduğu gibi kabul etmek zorundadır;
uygun olmayan bir duruş olduğunu kabul etmek zo- kabul, değişimin hizmetinde ve hastayı farklı davran-
runda olduğunu tartışmaktadır. Böyle bir terapist maya cesaretlendirecek dolaylı bir yol olmamalıdır.
hastayla sınırlar hakkında net olmalı ve bir yandan Linehan’ın kabul kavramı bir son için araç değildir.
kişiyi danışan-merkezli terapistlerin yaptığı gibi ka- “Kabul değiştirebilir, ancak değişmesi için kabul eder-
bul ederken aynı zamanda değişim için çalışmalıdır. sen, o artık kabul olmaz. Kabul sevgi gibi bir şeydir.
Bu aynı zamanda gerçek bir olasılık olan değişimin Sevgi ödül peşinde koşmaz, ama onu özgürce verirsen
ortaya çıkmayacağı olasılığını da kabul etmek anla- yüz katıyla sana geri döner. Hayatını kaybeden kişi
onu bulur. Kabul eden kişi değişir.” (M. M. Linehan,
mına gelmektedir. Linehan’ın bu konudaki mazereti,
kişisel görüşme, 16 Kasım, 1992). Değişime cesaret-
sınır kişiliğin reddedilme ve eleştirilmeye çok duyarlı
lendirmenin bir yolu olarak kabule daha araçsal bir
ve aynı zamanda duygusal olarak çok değişken olma-
gözle bakışı görmek için Bölüm 19’a bakınız.
sıdır. Öyle ki onu çok nazikçe farklı davranma ya da
Linehan’nın bakışında, tam olarak ve her şeyiyle
düşünmeye teşvik etmeniz bile, yüksek düzeyde duy-
kabul etmek değişime engel olmaz. O, kabul etmeyi
gusal uyarılmaya yol açabilir ve önerileriniz ciddi bir reddetmenin değişimi engelleyeceğini önermektedir.
azarlama şeklinde yanlış değerlendirilebilir. Başlar- Hastalarıyla konuşurken bunu şu şekilde ortaya ko-
da büyük saygı gösterilen terapist artık kötülenir ve yar:
hakaretle reddedilir. Bu yüzden terapist bir yandan Eğer mor renkten nefret ediyorsanız, mora boyan-
sınırları gözlemlerken -“eğer kendini öldürürsen çok mış bir eve taşının, sonra evden kendinizi dışarı atmak
üzülürüm, bu yüzden kuvvetle umarım ki böyle bir şey yerine onu yeniden boyamak için boya alın. Evin mor
yapmazsın”- diğer yandan da sınır hastaya, intihar- boyalı olmasını -renk gerçeğine ya da kendi tercihleri-
la tehdit ederken ve terapist de dahil diğer insanların ne dayanarak telaşlanmadan ya da çarpıtmadan ya da
hayatlarını perişan ederken bile hâlâ tamamen kabul reddetmeden ya da öfkelenmeden- hemen kabul eden
edildiğini hissettirmelidir! (Kellerman’ın bu sendrom- kişi, evi en çabuk şekilde başka bir renge boyatacaktır.
la ilgili katı tanımlamasını hatırlayın) (kişisel görüşme, 18 Eylül, 1992).

DİNAMİK-BİLİŞSEL-DAVRANIŞ TERAPİSİ düşük tahammüllerini ve reddedilmeye yönelik


Turner’in dinamik-bilişsel-davranış terapisi şiddetli duyarlılıklarını ve her oturumda, sınırlı
birincil olarak sınır kişiliğin dürtüsellik ve öfke sayıdaki tema ve hedefler üzerine odaklanma­
bileşenlerini hedeflemektedir (Turner, 1993, yı güçleştiren sürekli acil krizlerin var olmasını
1994). Turner, terapistin onun değişmesine vur­gulamaktadırlar. Beck ve arkadaşları (1990)
yardım girişimlerine hastanın nasıl direnç gös­ bizi sınır hastanın aktarım tepkileri hakkında
terdiğini göz önüne sermek için, bilişsel ve yo­ uyarmak için nesne ilişkilerinin temel bir ilkesi­
rumsamacı işlemleri birbirine harmanlamıştır. ni ödünç almışlardır. Beck’in verdiği bir örnek,
Terapist hastaya stresle başa çıkmanın, hayatın ailesiyle ilgili geçmişinden kalan bir tortu olarak,
kaçınılmaz sorunlarını çözmenin ve daha az fır­ otorite konumundaki insanların dalavereci ve
tınalı, daha çok ödüllendirici kişilerarası ilişki­ler kontrolcü olduklarına inandırılmış bir hastayla
kurmanın yolunu öğretmeye çalışır. İlk araştır­ ilgilidir. Terapistin belli bazı davranış değişikliği
ma değerlendirmeleri bu yaklaşımın sınır kişilik önerileri öfke ve dirençle karşılanmıştır, çünkü
bozukluğu olan hastalar üzerinde olumlu bir et­ bu çaba hastanın çocuk­luğunda duyarlılaştığı
kiye sahip olduğunu doğrulamaktadır. yaşantıları hatırlatmıştır. Terapist bu aktarım
tepkilerini, bu önerilerin nedenlerinin neler oldu­
BİLİŞSEL TERAPİ ğunu ve neler olmadığını açık bir şekilde ve sa­
Bilişsel yaklaşımlar da sınır kişiliklerle gü­ bırla göster­meye tekrar tekrar özen göstererek
venin kurulmasındaki güçlükleri; bu kişilerin ele alır.
tehditler ve diğer taleplerle terapistin güvenilir­ Beck ve arkadaşları sınır kişilik bozukluğu­
liğini sınama eğilimlerini; mahremiyete karşı nun aşağıdaki üç olumsuz şemadan bir ya da
368 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

daha fazlasıyla iş gördüğü kuramını ortaya at­ Her şey yolunda giderse, çekingen kişilik bozukluğu
mışlardır: (1) dünya tehlikeli ve kötülük doludur; çekingen kişilik tarzına dönüşür: sakınıcı, temkinli, baş­
kalarının ne düşündüğüne duyarlı, bildik rutinlerle rahat
(2) onlar kolay incinebilir ve güçsüzdürler; (3)
eden; aileye ve birkaç arkadaşa yakın olan ama sokulgan
onlar diğerleri tarafından kabul edilemezdirler.
olmayan. Bağımlı kişilik bozukluğu bağımlı kişilik tarzına
Beck’in bilişsel terapisinin çok özgül ve hedef dönüşür: kibar, hoş ve düşünceli; otoriteye ve başkalarının
yönelimli doğası, bu terapiyi sınır hastalarda fikirlerine saygılı, arkadaşlarına ve romantik eşlerine güçlü
genellikle varolan kar­gaşa içindeki, çatışmalı bir şekilde bağlı, tek başına olmaktan hoşlanmayan ve alt
ve karmaşık tabloya uyarlama girişimine mey­ pozisy­onlarda rol aldığı bir takım çalışmasını tercih eden.
dan okumaktadır. Bu terapistler için rehber Obsesif kişilik bozukluğu obsesif kişilik tarzına dönüşür:
tutumlu, dikkatli, düzenli, ahlâk ilkelerine bağlı, İşini doğru
olabilecek genel bir öneri, diğer hastalarıyla ol­
yapmaktan gurur duyan ve karar vermeden önce bütün
duklarından daha esnek olmaları, teknikleri bu
alternatifleri tart­maya özen gösteren (Harvard Mental He-
hastaların kendi­lerine özgü özelliklerine uyar­ alth Latter, 1996c, s. 3).
lamalarıdır. Örneğin, olumsuz düşünceler hak­
kında bilgi toplanırken (s. 233) terapistin bilişsel
PSİKOPATİYE YÖNELİK TERAPİ
terapiyle ilgili klinik ve araştırma literatüründe
sıklıkla rastlanan standart düşünce listeleme Psikopatinin tedavisi ile ilgili olarak, farklı
işlemini kullanması yerine, bunun nasıl yapıla­ kuramsal yönelimlere sahip terapistler arasın­
cağıyla ilgili hastadan öneriler istemesi tavsiye da olağanüstü- ve talihsiz- bir görüşbirliği var­
edilmektedir. Belirli bir yapı getirerek depresif dır: psikopatinin tedavisi imkânsızdır (Cleckley,
hastaya güven duygusu verebilen yönergeci ve 1976; McCord & McCord, 1964; Palmer, 1984).
kesinlikçi tavır, terapisti reddedici ve eleştirici Cleckley’in klasik belirti tablosuna sahip olan
olarak görme eğiliminde olan bir sınır hastayı kişiler, psikoterapinin hiçbir şeklinden fayda sağ­
tehdit edebilir ve öfke uyandırabilir. layamayacak doğada oldukları için, bu durum
Daha önce anılan bölme ya da iki değerli dü­ onlar için geçerli olabilir. Aslında psikopatların
şünme, bilişsel terapist için tanıdık bir terapötik terapi istemeleri pek olası değildir! Bu kişilerin
hedeftir. Burada genel strateji sınır hastaya yu­ terapi için uygun olma­malarının birincil nedeni,
muşak bir şekilde, kendisinin, aslın­da iki değer­ bu kişilerin bir terapistle herhangi bir şekilde
li bir tarzda düşündüğünü göster­mektir. Daha güvenli ve dürüst bir ilişki kurma becerilerinin
sonra hastayı dünyaya siyah ve beyaz yerine ve motivasyon­larının olmamasıdır. Neredeyse
grinin tonlarıyla bakmayı dene­menin hayatın­ farkında olmadan yalan söyleyen, başkalarının
daki en ilginç deneyim olacağı konusunda iknâ duygu­larını umursamayan ve hatta kendininki­
etmektir. Düşünme daha az iki değerli olmaya leri onlarınkinden de az anlayan, yaptığı şeyin
başladığında, sınır kişiliğin tipik olan hızlı ve aşı­ ahlâki olarak yanlış olduğunun farkında değil­
rı duygusal salınımı da düzene girmeye başlar. miş gibi görünen, toplumun kanun ve kuralları­
Bilişsel değişikliğin tam olarak nasıl etki ettiğini na uymaya yönelik hiç motivasyonu olmayan,
sadece şu anda yaşayan, gelecekle hiç ilgilen­
açıklamak fazlasıyla çetrefilli, zor ve bu kitabın
meyen ve de bunların hepsinin bir arada bulun­
konu alanının ötesindedir; burada bu gibi biliş­
duğu kişiler terapi olmak için en kötü adaylardır.
sel değişikliklerin kolay ya da çabuk olmadığını
Psikopatlarla çalışma deneyimi olan bir klinis­
söyleyerek yetineceğiz. Çoğu depresif hasta
yen, bu hastalarla çalışan klinisyenlere üç genel
yirmi oturumdan daha kısa sürede bilişsel tera­
ilke önermektedir:
piden fayda görmesine rağmen, sınır kişilikler
iki yıl süren haftalık otu­rumlara ihtiyaç duyabilir. İlk olarak, terapist bu hastanın bir parçası olan mani­
pülasyona karşı sürekli tetikte olmalıdır. İkinci olarak, aksi
BOZUKLUKTAN TARZA: HEDEFLER kanıtlanana kadar hasta tarafından verilen bilgilerin çar­
ÜZERİNE BİR YORUM pıtmalar ve uydurmalar içerdiğini varsaymalıdır. Üçüncü
olarak, bir psikopatla kurulan terapötik ilişkide çalışan bir
Kişilik bozukluğu olarak tanımlanan treytler beraberliğin, şayet olursa, çok geç gelişeceğinin farkında
büyük olasılıkla tam olarak değişme için çok olması gerekir. (Lion, 1978, s.. 286)
fazla kökleşmiş yapılardır. Bunun yerine kuram­
sal yönelimi ne olursa olsun terapist, bir bozuk­ Psikopatlarla savunulabilir ilişkiler kurmak
luğun bir tarza, bir problemin genel ve uyumsal için pek çok cesur girişim denenmiştir, fakat ge­
ama tekdüze bir yaşam şekline dönüşmesini rek basılı literatür gerekse ruh sağlığı uzman­
daha gerçekçi bulacaktır (Millon, 1996). ları arasındaki resmi olmayan konuşmalar,
KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN TERAPİLER 369
√√

Terapi zaman zaman hapishane sakinleri için de


bir yol olarak gösterilmesine rağmen sonuçları
çok cesaretlendirici değildir.

gerçek psikopatlara psikolojik çaba sarf ederek na inanma), diğerlerinden daha üstün olma
ulaşılamayacağı çıkarımını desteklemektedir. (diğerlerinin düşündüklerine önem vermeme)
Buna benzer olumsuz çıkarımlar somatik yön­ ve sonuçların etkisinin düşük olması (olumsuz
temlerden de gelmektedir -elektrokonvulsif şok; sonuçlar ortaya çıkabilir, ancak bunların hiçbir
Dilantin, uyarıcılar (stimülanlar) ve yatıştırıcı­ önemi olmayacaktır) şeklindeki inançları içerdi­
lar (sedatifler) gibi ilaçlar; ameliyatlar. Bunun­ ği söylenmektedir. Bilişsel terapinin genel hedefi
la birlikte yüksek doz kaygı düşürücü ilaçların bu inançlarla mücadele etmek ve has­tanın fikir
psikopatlardaki düşmanca davranışları azalttığı ve davranışlarını, insanların kurallara saygılı ve
yönünde bazı kanıtlar vardır (Kellner, 1982), ve birbirine duyarlı olduğu, kişinin sosyal kontrollere
yine çocuklardaki gibi dikkat eksikliği bozuklu­ karşı davranışlarından sorumlu olduğu, kanunlu
ğu (bkz. 15. Bölüm) olan psikopatların hiperaktif bir toplumun sınırları içine taşımaya çalışmak­
gençler üzerinde olumlu etkileri olan Ritalin ila­ tır. Bu konudaki çabalar, hastaya davranışlarını
cından fayda gördüklerine yönelik bazı deney­ daha az dürtüsel ve daha çok empatik ve genel
sel kanıtlar bulunmaktadır (Stringer & Josef, olarak toplumun standartlarına daha uyumlu
1983). olacak yönde değiştirdiği takdirde hedeflerine
Beck ve arkadaşları (1990) psikopatiyi belli daha çabuk ulaşabileceğini gösterecek tarzda
bazı düşünce ve önerme şekilleriyle kavramsal­ olmalıdır. Psikopatik hasta için diğerlerinin duy­
laştırmayı önermişlerdir. gularını dikkate almak, onların duygularını göz
ardı etmeyi sürdürmekten daha avantajlı olabilir.
O anki kişisel tatminlerini vurgulayan ve gelecekteki Bilişsel-davranışçı kavramsallaştırmanın, boşu­
sonuçları küçümseyen, kendine hizmet eden inançlara na uğraştığımız diğer müdahaleler­den daha
[sahiptirler]. Her zaman haklı olduklarına dair altta yatan yararlı müdahaleler üretip üretemeyeceğini ise
bu inanç, kendi eylemlerini sorgulamalarını imkânsız hale zamanla göreceğiz.
getirmektedir. ...[başkalarından alınan rehberlik ya da
Pek çok psikopat bir suça karışmaktan dola­
danış­manlığın] potansiyel yardım edici niteliğini değerlen­
yı hapishanede zaman geçirdiği için, psi­kopatik
dirmek yerine, başkalarından gelen girdileri kendi amaç­
larıyla alakasız bularak dışarıda bırakmaktadırlar. ...Anti­
davranışların düzeltilememesinin en azından bir
sosyal hastaların gelecekteki sonuçlarla ilgilenmemesi, bir bölümünde, rehabilitasyon ama­cıyla hapsetme­
ucunda obsesif kompulsif hastaların gelecekteki mükem­ nin başarısız sonuçlarının izleri görülmektedir.
meliyetçi hedeflerle aşırı uğraşmalarının bulunduğu bir bo­ Kriminologların da tekrar tekrar söyledikleri gibi,
yut üzerinde karşı uca yerleştirilebilir. (s. 154) hapishane sistemimiz, suçlu­ların ve psikopatla­
rın rehabilite olabilecekleri bir yer olmaktan çok
Bu duruma özgü inançların; haklı neden uy­ bir suç okulu gibi işlemektedir.
durma (istenen bir şeye ulaşmak için yapılan Psikopatların orta yaş ve sonrasında durul­
davranışlara haklı gerekçeler bulma), kişisel dukları, hapishane kayıtlarında sık rastlanan ve
yanılmazlık (her zaman en iyi seçimleri yaptığı­ ilgi çekici bir bilgidir (Craft, 1969). Ya biyolojik
370 √√ BÖLÜM 13 - KİŞİLİK BOZUKLUKLARI

değişiklikler, ya kendilerine zarar veren doğa­ başlar. Bu nedenle hapishane, bu mahkûmların


larına yönelik sonradan kazandıkları içgörü ya hastalığa ait taşkınlıkların azaldığı kanıtlanmış
da daha basit bir şekilde, kurallara uymadan olan yaş dönemine girdiklerinde salınmalarının
yaşamaktan yorgun düşme ve böyle devam daha makul olacağını dikkate alarak, toplumu
edememe sonucunda pek çok psikopat kırk ya­ aktif dönemdeki psikopatların antisosyal davra­
şına yaklaştıkça giderek daha az yıkıcı olmaya nışlarından korur.

ÖZET
DSM-IV’de II. Eksen’de kodlanan kişilik bozuklukları, sosyal ya da mesleki işlevleri bozan süre­
ğenleşmiş davranış örüntüleri ve içsel yaşantılar olarak tanımlanmaktadır. Bunlar sıklıkla depresyon
ve kaygı bozuklukları gibi I. Eksen bozuklukları ile birlikte tanılandırılırlar. Bu tanılar son yıllarda
güvenilir hale gelmesine rağmen, önemli derecede birbirleriyle binişirler ve bir kişinin birden çok tanı
ölçütünü karşılaması olağandır. Bu yüksek birlikte görülme, bu bozuklukların sınıflandırılması için
kategorik bir araç yerine boyutsal bir aracın geliştirilmesine yönelik tekliflere neden olmuştur.
Kişilik bozukları DSM-IV’de üç küme olarak gruplandırılmıştır. Birinci kümedeki özgül bozukluk­
lar, yani tuhaf / egzantrik küme, şunları içerir; paranoid, şizotipal ve şizoid. Bu bozukluklar sıklıkla
şizofreninin daha az şiddetli türevleri olarak görülür ve bunların belirtileri şizofrenin hastalık öncesi
ya da rezidüel fazlarına benzer. Davranış genetiği araştırmaları da bunu desteklemektedir, özellikle
şizotipal kişilik bozukluğu için.
Dramatik / değişken küme; sınır, histriyonik, narsistik ve antisosyal kişilik bozukluklarını içerir. Sı­
nır kişilik bozukluğunun ana belirtisi kararlı bir konumda kalamama, duygu ve davranışlarda yüksek
değişkenlik; histriyonik kişilik bozukluğunun, abartılmış duygusal gösteriler; narsistik kişilik bozuklu­
ğunun, çok fazla şişirilmiş kendilik değeri ve antisosyal kişilik bozukluğunun, antisosyal davranışıdır.
Bu tanıların ilk üçünün etiyolojisiyle ilgili kuramlar erken ebeveyn-çocuk ilişkilerine odaklanmaktadır.
Örneğin, Kohut ve Kernberg gibi, nesne ilişkileri kuramcılarının sınır ve narsistik kişilik bozukluklarıy­
la ilgili ayrıntılı önerileri vardır.
Bu kümede antisosyal kişilik bozukluğu veya psikopati hakkında diğerlerinden daha fazla bilgi
vardır. Bu iki tanı birbiriyle büyük oranda örtüşmelerine rağmen kesinlikle birbirinin eşdeğeri değil­
dirler. Antisosyal kişilik antisosyal davranış üzerine odaklanırken, psikopati, Cleckley’in yazılarının
etkisiyle, duygusal eksiklikleri ön plana çıkarır, örneğin korku, pişmanlık veya utancın olmaması
gibi. Psikopatların, deneyimlerinden bir şey öğrenemedikleri, sorumluluk duygularının olmadığı, di­
ğer insanlarla gerçek duygusal ilişkiler kuramadıkları düşünülmektedir. Bu kişilerin aileleri ile yapılan
araştırmalar, psikopatların daha çok kendisi de antisosyal olan babalara sahip olduklarına ve ço­
cukluk dönemlerinde disiplinin ya hiç olmadığı ya da tutarsız olduğuna işaret etmektedirler. Kalıtsal
çalışmalar, özellikle evlat verilenler üzerindekiler, kalıtımsal olarak psikopatiye bir yatkınlık olduğunu
önermektedirler. Belki de psikopatlardaki temel sorun, cezalandırmanın antisosyal davranışlar da
bulunmayı durdurmamasıdır. Birbiriyle örtüşen önemli miktarda kanıt şunu göstermektedir: (1) psiko­
patlar şoktan kaçınmayı yavaş öğrenirler ve çok küçük ürkme tepkileri gösterirler; (2) deri iletkenliği
tepkileri göz önünde bulundurulduğunda, psikopatlar çok az kaygı sergilerler, ancak hızlanan kalp
atımlarının işaret ettiği gibi, psikopatlar itici uyaranlara normal kişilerden daha fazla uyum göstere­
bilirler; (3) psikopatlar tepkilerini değiştirmekte zorluk çekerler, hatta davranışları onları arzu ettikleri
sonuçlara götürmese bile.
Kaygılı / korkulu küme; çekingen, bağımlı ve obsesif kompulsif kişilik bozukluklarını içerir. Çekin­
gen kişilik bozukluğunun ana belirtisi reddedilmekten veya eleştirilmekten korkmak; bağımlı kişilik
bozukluğunun ki düşük kendine güven ve diğer insanlara aşırı bel bağlamak ve obsesif kompulsif ki­
şilik bozukluğunun ki mükemmeliyetçi ve ayrıntı yönelimli bir tarzdır. Etiyolojiyle ilgili kuramlar erken
deneyimlere odaklanmışlardır. Çekingen kişilik bozukluğu modelleme yoluyla korkunun ebeveynden
çocuğa aktarımının bir sonucu olabilir. Bağımlı kişiliğe, yetişkin olduğunda kişinin diğer ilişkilerini de
kaybetmekten korkmasına yol açan, ebeveyn-çocuk ilişkisindeki kopmalar (örneğin, ayrılık ya da
kayıp) neden olabilir.
Bir takım nedenlerden ötürü çeşitli kişilik bozukluklarının etkili terapisi hakkında bildiklerimiz çok
azdır. Tanılar arasında yüksek düzeydeki birlikte görülme terapi raporlarını değerlendirmemizi zor­
laştırmaktadır. Bununla birlikte, sınır kişilik bozukluğunda diyalektik davranış terapisinin yararlılığı ile
ANAHTAR SÖZCÜKLER 371
√√

ilgili bazı gelecek vaat eden kanıtlar ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşım düşünce, duygu ve davranışta
belirli değişiklikler yapmak için görüşen-merkezli kabul ile bilişsel-davranışçı odaklanmayı bir araya
getirmektedir. Psikopatinin psikoterapisinde çok nadiren başarı sağlanmaktadır. Umursamaz ve ma­
nipülatif bir yaşam şekliyle ilgili sapkınlık ve göz göre göre söz dinlemezliğe ek olarak, anti- sosyal
kişilik terapiye hiç gönlü olmayan bir doğaya sahiptir. Alışkanlık halinde yalan söyleyen ve kendinin
veya diğerlerinin duygularına karşı içgörüsü olmayan -ve duyguları anlamaya çalışmak için hiç istek
duymayan- bu insanlar doğal olarak bir terapistle güvene dayanan ve üstü açık işleyen bir ilişki kur­
mayacaklardır.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
kişilik bozuklukları histriyonik kişilik bağımlı kişilik
paranoid kişilik narsistik kişilik obsesif kompulsif kişilik
şizoid kişilik antisosyal kişilik diyalektik davranış terapisi
şizotipal kişilik psikopati
sınır (borderline) kişilik çekingen kişilik
14

Henri Matisse, “Konuşma “, 1909

CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL


KİMLİK BOZUKLUKLA
Çeviri: Doç. Dr. Ceylan Daş

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI


Cinsel Kimlik Bozukluğu Cinsel İşlev Bozuklukları ve İnsanlardaki
Çocukluk Dönemindeki Cinsel Kimlik Cinsel Tepki Döngüsü
Bozukluğu Cinsel Kimlik Bozukluklarının Cinsel İşlev Bozukluklarının Tanımlanması
Terapisi ve Nedenleri
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) Cinsel İşlev Bozuklukları ile İlgili Genel
Fetişizm Kuramlar
Transvestik Fetişizm Cinsel İşlev Bozukluklarının Terapisi
Pedofili ve Yasaksevi (Ensest) AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN
Gözetlemecilik OKUMA
Teşhircilik Problemin Boyutu
Cinsel Sadizm ve Cinsel Mazoşizm Hastalığın Tanımlanması
Parafililerin Nedenleri Hastalığın Yayılması
Parafililerin Terapisi HIV ve AIDS’in İlaçla Tedavisi
TECAVÜZ Hastalığın Önlenmesi
Suç HIV Pozitif ve AlDS’li Hastaların Terapisi
Mağdur, Saldırı ve Kötü Sonuçlar ÖZET
Tecavüz Eden Kişi
Tecavüz Edenlerin ve Tecavüze
Uğrayanların Terapisi
CİNSEL KİMLİK (GENDER IDENTITY) BOZUKLUKLARI 373
√√

üzerinde duracağız. Bu bölümde aynı zaman­


William V. 21 yaşında, yalnız yaşayan bir bilgisayar da, DSM-IV’te ayrı olarak ele alın­masa da, bir
programcısıdır. Köy ortamında, güçlü dini inançları olan anormal psikoloji ders kitabında yer alması
tutucu bir aile tarafından yetiştirilmiştir. Kendinden kü-
gerektiğini düşündüğümüz tecavüz konusu da
çük 2 erkek kardeşi ve bir ablası vardır. William 15 yaşın-
da mastürbasyon yapmaya başlamış ve ilk olarak ablası-
kapsanacaktır. Üçüncü temel bölümde, psikolo­
nı bir açık hava tuvaletinde idrarını yaparken seyrederek jik açıdan sağlıklı pek çok kişinin yaşadığı nor­
mastürbasyon yapmış. Bundan suçluluk duymasına rağ- mal cinsel işlevlerdeki bozukluklar yer alacaktır.
men, gözetlemecilikle ilgili fanteziler kurarak haftada 2-3 Bu bölümün son kıs­mında ise belirli davranış
kez mastürbasyon yapmaya devam etmiş. örüntüleri özellikle de cinsel davranış örüntüleri
Bir yaz gecesi 23.30’da bir merdivene tırmanmış ve ile bağlantılı olan AIDS konusu ele alınacaktır.
komşu evlerden birinin yatak odasını gözetlerken yaka-
lanmış. Bu olaydan hemen önce bir barda üstsüz bir dan-
sözü seyrederek oldukça fazla içmiş. Bardan ayrıldıktan CİNSEL KİMLİK (GENDER
sonra kendini yalnız ve çökkün hisseden William yakında- IDENTITY) BOZUKLUKLARI
ki bir köye doğru yavaş yavaş araba kullanırken, evler-
den birinin üst katında ışık yandığını görmüş. Çok fazla
düşünmeden, hemen arabasını park etmiş, evin yakınında Kız mısınız, erkek misiniz? Bu soruya hemen
bulduğu bir merdiveni eve dayamış ve odayı gözetlemek hemen herkes -hatta şizofreni gibi ağır bir akıl
için tırmanmış. Bu sırada çıkan seslerden şüphelenen ev hastalığı olanlar bile- hiç düşünmeden ve net
sahipleri polisi aramış ve William böylece yakalanmış. bir şekilde cevap verebilirler. Soruyu soranlar
Bu onun ilk yakalanışı olmuş ama daha önce de 2 defa da bu cevabı hiç kuşku duymadan kabul eder­
gözetlemecilik yapmış. ler. Kendimizi bir kadın ya da erkek olarak his­
(Terapide) William yalnız ve güvensiz bir yaşamı ol-
setmek, yani cinsel kimliğimiz (gender iden­
duğunu belirtmişti. Yakalanmasından 6 ay önce uzun sü-
tity), çok erken çocukluk yaşantıları sırasında o
redir devam etmekte olan ilişkisi sonlanmıştı. Utangaç ve
çekingen bir kişi olarak, bu ayrılıktan sonra sosyal ilişki- kadar kökleşir ki, farklı dönemlerde stres yaşan­
lerden uzaklaşmış ve daha fazla alkol almaya başlamıştı. sa bile, pek çok kişi kendi cinsel kimliği konu­
William’ın kendine olan güveni azaldıkça, zaten var olan sunda herhangi bir kuşku yaşamaz (Not: Cinsel
gözetlemecilikle ilgili fantezileri daha da artmıştı. Bu tür
davranışlarının hem mantıksız hem de kendine zarar veri- TABLO 14.1 Cinsel Bozukluklar ve Cinsel
ci olduğunu fark etmesine rağmen polis tarafından yaka- Kimlik Bozuklukları
lanışı onun üzerinde tam bir şok etkisi yapmıştı. (Rosen &
A. Cinsel Kimlik Bozuklukları
Rosen, 1981; s. 452-453. McGraw-Hill Kitap Şirketinin
B. Parafililer (Cinsel Sapkınlıklar)
izniyle yeniden basılmıştır) 1. Fetişizm
2. Transvestik fetişizm
Cinsellik kişinin yaşamındaki en özel -ve ge­ 3. Pedofili (Çocuğa yönelik sapkınlıklar)
nellikle de mahrem- alanlardan biridir. Her biri­ 4. Teşhircilik
5. Gözetlemecilik
mizin zaman zaman bizi şaşırtan hatta şok eden 6. Cinsel mazoşizm
cinsel tercih ve fantezilerimiz vardır. Ama bu 7. Cinsel sadizm
fantezi ve istekler, William’ın gözetlemeciliğinde 8. Sürtünmecilik
9. Başka türlü adlandırılamayan sapkınlıklar
olduğu gibi, bizi ya da başkalarını isten­meyen (örneğin koprofili (dışkı), nekrofili
veya zarar verici bir şekilde etkilemeye başlar­ (cesetler) gibi)
larsa, bunlar anormal olarak değer­lendirilirler. C. Cinsel İşlev Bozuklukları
1. Cinsel istek bozuklukları
Bu bölümde genel olarak anormal ya da işlevsel a. Azalmış cinsel istek bozukluğu
bozukluk olarak kabul edilen ve DSM-IV’de cin- b. Cinsel tiksinti bozukluğu
sel bozukluklar ve cinsel kim­lik bozuklukları 2. Cinsel uyarılma bozukluklar
kapsamında yer alan tüm cin­sel düşünce, duy­ a. Kadında cinsel uyarılma bozukluğu
b. Erkekte erektil bozukluk (sertleşme
gu ve davranışlar ele alı­nacaktır (Tablo 14.1) bozukluğu)
Bizim bu bozukluklarla ilgili çalışmamız 4 4. Orgazm ile ilgili bozukluklar
temel bölümden oluşmaktadır. İlk olarak cinsel a. Kadında orgazm ile ilgili bozukluk (kadında
ketlenmiş orgazm)
kimlik bozuklukları ile ilgili kuram ve araştır­maları b. Erkekte orgazm ile ilgili bozukluk (erkekte
inceleyeceğiz. Daha sonra cinsel sap­malardan ketlenmiş orgazm)
ve eşcinsellikle ilgili bazı önemli tartışmalardan c. Erken boşalma
5. Cinsel ağrı bozuklukları
söz edeceğiz. Her ne kadar eşcinsellik artık a. Disparoni (acı veren cinsel ilişki)
DSM’de bir bozukluk olarak yer almasa da, eş­ b. Vajinismus
cinsellikle ilgili birbirine zıt görüş­lerin tarihçesi
374 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

kimlik veya cinsel eğilim cinsel açıdan seçilen bul edilmezler ve karşıt cins gibi giyinmeyi ter­
eşin cinsiyeti ile ilgili tercihimizdir. Bir erkek, onu cih edenlerin iş bulmada da zorlukları olur.
bir kadın gibi görmeden, bir başka erkeği çekici CKB olan kadınlar karşı cins gibi giyinseler
bulabilir. Aynı durum bir kadın için de söz konu­ de çok zorluk yaşamazlar, çünkü kadınların er­
su olabilir). kekler gibi giyinmesi örneğin pantolon giymesi
Bazı kişiler, daha sıklıkla da erkekler, çok sorun yaratmaz. CKB’nin görülme sıklığı düşük­
erken çocukluk dönemlerinden itibaren kendi­ tür. Görülme oranı erkek­lerde 30.000’de bir, ka­
lerini karşıt cinsiyette gibi hissetmeye başlaya­ dınlarda ise 100.000 - 150.000’de bir şeklinde­
bilirler. Anatomik kanıtlar -örneğin normal cinsel dir (Amerikan Psikiyatri Derneği [APA], 1994).
organlar ve erkeklerde bıyığın çıkması ya da
kadınlarda göğüslerin gelişmesi gibi ikincil cin­ CKB’NİN NEDENLERİ
siyet özellikleri- bile bu kişileri diğer insanların Cinsel kimlik bozukluklarının uzun süreli ve
onları gördükleri cinsiyette olduklarına iknâ et­ değişmeyen yapısı araştırmacıları transseksü­
mez. Böyle bir erkek aynaya baktığında, ayna­
ellerin hormonal açıdan normal cinsel kimliği
da biyolojik açıdan bir erkek görse bile kendini
olanlardan farklı olduğunu düşünmeye sevk
bir kadın olarak kabul edebilir. Hatta vücudunu
etmiştir. Bu düşünceden yola çıkarak erkek
cinsel kimliği ile uygun hale getirme­si için bir tıp
olduğuna inanan kadınlarda, testosteron ve
profesyonelini iknâ etmeye bile çalışabilir.
androsteron gibi erkeklerde ikincil cinsel özel­
Biz cinsel kimlik bozukluğu (CKB) konusu­
liklerin sürdürülmesini sağlayan androjen hor­
nu önce yetişkinlik döneminde ki buna bazen
monlarının fazla salgılanıp salgılanmadığı araş­
transseksüalite adı da verilebilir, daha sonra
tırılmıştır. Bu konuda yapılan çalışmalar gözden
ise çocukluk döneminde yani ilk fark edildiği dö­
geçirildiğinde, örneğin Gladue (1987) CKB olan,
nemde ele alacağız.
heteroseksüel ve eşcinsel erkekler arasında
hormon düzeyleri açısından hemen hiçbir fark
CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞU bulamamıştır. Bir başka çalışmada Meyer-Bah­
DSM-IV’teki cinsel kimlik bozukluğu kate­ lburg (1979) benzer sonuçlar elde etmiştir: CKB
gorisi, kendi anatomik cinsiyetinden memnun olan kadınların bazılarında erkek hormonlarının
olmayan ve karşı cinsten olmak isteyen yani düzeyi daha yüksek olmakla bir­likte, pek çoğun­
cinsel kimlik açısından hoşnutsuz (disforik) kişi­ da böyle bir fark ortaya çık­mamıştır. Diğer taraf­
leri kapsar. Bunlar arasında cerrahi olarak diğer tan ortaya çıkan farklılık­ların yorumlanması da
cinsiyete geçme arzusu taşıyanlar da vardır ve oldukça zordur, çünkü CKB olanların çoğu ait
cinsel kimlik bozukluğu açısından en uçta olan olduklarını hissettikleri cinsiyete göre vücutları­
bu kişilere transseksüeller denir. DSM-IV’teki nı değiştirebilecek hor­monlar kullanmaktadırlar.
diğer bir alt gruplama ise kişinin hangi dönem­de
olduğu yani çocukluk döneminde mi (bu daha Transseksüel veya cinsel kimlik bozukluğu olan bir kişi kendi
cinsiyetinden rahatsız olur ve genellikle ameliyat olarak
sonra ele alınacaktır), ergenlik (adolesan) dö­ olmak istediği cinsiyetin görüntüsüne ulaşmaya çalışır. Bu
neminde mi, yoksa yetişkinlik döneminde mi resimdeki transseksüel İtalya’daki yarışmada seçilen “Bayan
olduğuna göre yapılır. Nadiren karşı cinsten ol­ Transseksüel” dir.
duklarını iddia eden şizofreni hastaları ile ana­
tomik olarak her iki cinse ait cinsel organlara
sahip olan kişiler CKB dışında bırakılmalıdır.
CKB aynı zamanda daha sonra cinsel sapkın­
lıklar bölümünde ele alınacak olan travestiden
de ayırt edilmelidir. Her ne kadar travestiler kar­
şıt cinsiyette imiş gibi giyinseler de, kendilerini
karşı cinsiyette imiş gibi hissetmezler.
CKB olan kişiler bu psikolojik durumlarından
ötürü genellikle depresyon ve kaygı yaşarlar.
Hatta CKB olan bir erkek bir başka erkeğe duy­
duğu ilgiyi geleneksel heteroseksüel bir tercih
olarak yaşayabilir, çünkü kendini bir kadın ola­
rak görmektedir. Bunlara bağlı olarak da CKB
olan kişiler diğer insanlar tarafından kolay­ca ka­
CİNSEL KİMLİK (GENDER IDENTITY) BOZUKLUKLARI 375
√√

Böyle bir çalışmada birkaç aydır hormon kul­


lanmayan transseksüeller ele alınsa bile, daha
önceki hormonal tedavinin uzun süreli etkileri
konusunda henüz yeterince bilgi birikimi yok­
tur. Dolayısıyla mev­cut veriler transseksüelliği
hormonlar yoluyla açıklamaya çalışan görüşleri
desteklememek­tedirler. Benzer şekilde trans­
seksüeller ile kontrol deneklerini kromozomal
anormallikler ya da beyin yapıları açılarından
karşılaştıran çalışmalardan da olumlu sonuçlar
elde edile­memiştir (Emory ve ark., 1991).

ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE CİNSEL


KİMLİK BOZUKLUĞU
CKB olan yetişkinlerle çalışan seks araştır­
macıları bu kişilerin çocukluklarında karşıt cin­
siyet rolüne ilişkin davranışlar-erkek çocuklar­
da kadınsı, kız çocuklarda erkeksi davranış­
lar- gözlendiğini belirtmektedirler (Green,1969;
Tsoi, 1990). Dolayısıyla çocukluk döneminde­
ki cinsel kimlik bozuklarını incelemek, bu
bozukluğun etiyolojisi hakkında önemli ipuçları
verebilir.
CKB tanısı tamamen kadınsı erkek çocuklar
ya da erkeksi kız çocuklara konulmaktadır. Bu
çocukların davranışları, sevdikleri ya da sev­
medikleri şeyler kültürümüzde her iki cin­siyet
Her ne kadar çocuklukta giyinip süslenmek çok doğal
için uygun görülenlerden farklılık gösterir. Ör­ ise de transseksüellerin çoğu cinsel kimlik bozukluğunun
neğin bir erkek çocuk itişip kakışmalı ve düşüp çocukluk dönemine kadar uzandığını ve çocukluktan itibaren
kendi cinsiyetlerine uygun olmayan şekilde giyindiklerini
kalkmalı oyunları sevmeyebilir, küçük kızlarla belirtmektedirler.
oynamayı tercih edebilir, kızlar gibi giyinmek
sızlıkmış gibi görünmektedir. Bununla birlikte
isteyebilir ve kız olmak konusunda ısrarlı olabi­
bu davranış örüntülerinin fiziksel bir rahatsızlık­
lir. Hatta penisinin ve yumurtalık­larının tiksindi­
tan kaynaklandığını gösteren veriler de bulun­
rici olduğunu düşünebilir. Birçok CKB olan ço­
maktadır. Hamilelik sırasında seks hormonları
cuk büyüdükçe cinsel organlarının karşı cinse
alan annelerin çocuklarında ve diğer primat­ların
özgü cinsel organlara dönüşe­ceğine inanırlar.
yavrularında sıklıkla karşıt cinse özgü davranış­
Bu inanç yetişkin transseksüellerin cerrahi yol­
lar ve anatomik anormallikler gözlen­mektedir.
la cinsiyet değiştirme istek­lerinin çocukluktaki
Örneğin rahimdeki kanamanın önlen­mesi için
şeklidir. Green ve Blanchard (1994) ailelerin ço­
sentetik progestinler (ki bunlar erkek seks hor­
cuklarındaki karşıt cinsin rollerine ilişkin davra­
monlarının öncüleridirler) kullanan annelerin kız
nışları genellikle 3 yaşından önce fark ettiklerini çocuklarında, okul öncesi dönemde, erkeksi
bildirmektedirler. Çocukluktaki CKB yetişkinlere davranışlar görülmektedir (Ehrhardt & Money,
nazaran daha yaygındır (erkek çocuklarda %3, 1967). Hamilelik sırasında anneleri kadın hor­
kız çocuklarda %1). monları kullanan erkek çocukların yaşıtlarına
göre daha az atletik bir görünüşe sahip oldukla­
ÇOCUKLUK DÖNEMİNDEKİ CKB’NİN rı ve vurucu-kırıcı oyun­ları da daha az oynadık­
NEDENLERİ ları gözlenmiştir (Yalom, Green & Fisk, 1973).
Kız ve erkek çocukların erkeksi ya da kadın­ Her ne kadar bu çocuklar cinsel kimlik açısın­
sı tarzlarının sınıflandırılması değer yargılarına dan anormal olmasalar da, annelerin hamilelik
ve kalıplara o kadar bağlıdır ki çocuğun ser­ sırasında seks hormonları almaları çocukların
gilediği karşıt cinsin rollerine ilişkin davranış karşıt cinse özgü davranışlarında ve ilgilerinde
örüntülerinin anormal olduğunu söylemek hak­ artmaya yol açmaktadır.
376 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

Çocukların çoğunda zaman zaman karşıt Erkek çocukların kadınsı davranışlarının,


cinse özgü davranışlar görülebilir. Bazı evler­ özellikle kız çocuk sahibi olmak istedikleri hal­
de bu tür davranışlar çok dikkat çeker ve gerek de olamayan anneler tarafından destek­lendiği
anne-babalar gerekse akrabalar tarafından pe­ şeklinde yeni bir hipotez vardır. Ancak bu görüş
kiştirilir. CKB olan çocukların anne-babalarıyla son zamanlarda yapılan bir çalışma­da destek­
yapılan görüşmelerde, genellikle anne-babala­ lenmemiştir. Bu çalışmadan elde edilen sonuç­
rın çocuklarının karşıt cinse özgü biçimde gi­ lara göre çocuklarında çocukluk cinsel kimlik
yinme davranışını engellemedikleri hatta bunu bozukluğu görülmeyen annelerin de en az ço­
destekledikleri ortaya çıkmaktadır. Bu özellikle cuklarında bu bozukluk görülen anneler kadar
erkek çocuklar için daha da belir­gindir. Pek çok kız çocuk sahibi olmaya istekli oldukları ortaya
anne, teyze veya büyükanne erkek çocukların çıkmıştır (Zucker ve ark., 1994).
annelerinin eski elbiselerini, topuklu pabuçlarını Bu alanda çalışan araştırmacılar, kadınsı ve
giymelerini çok sevimli bul­duklarını, hatta nasıl erkeksi tanımlarının, hangi aktivitelerin kadın­
makyaj yapılacağı konusunda onlara yardımcı lara, hangi aktivitelerin erkeklere uygun oldu­
olduklarını belirt­mişlerdir. Aile albümlerinde de ğunun, karşıt cinse özgü aktivitelerden zevk
bu çocukların kadın kıyafetleri ile çekilmiş fotoğ­ almanın ve karşıt cinste olduğuna inan­manın
rafları yer almaktadır. Ailelerin atipik bir çocu­ ne anlama geldiğinin kültürlere göre ne kadar
ğun davranışlarına gösterdikleri bu tür tepkiler, farklılık gösterdiğinin farkındadırlar. Hiçbir cin­
büyük bir olasılıkla, çocuğun kendi anatomik sel kimlik çatışması yaşamamalarına rağmen
cinsiyeti ile cinsel kimliği arasındaki çatışmanın küçük erkek çocukların büyük çoğun­luğu za­
artmasına yol açmaktadır (Green 1974, 1987; man zaman kızların oynadıkları oyunları, kız
Zuckerman & Green, 1993). Richard Green’in çocukların büyük çoğunluğu da zaman zaman
kadınsı erkek çocuklar ve erkeksi kız çocuklar erkeklerin oyunlarını oynamaktadırlar (Green,
(tomboy)1 üzerinde geriye dönük ve boylamsal 1976). Ancak bu kadınsı erkek çocuk­ların hiç­
yaptığı bir çalışmada; erkek gibi davranan kız­ bir stres yaşamadıkları anlamına gelmez. Bizim
ların erkek gibi davranmayan kızlara nazaran toplumumuzda kız gibi davranan erkeklere gös­
babalarına daha düşkün oldukları (ve muhte­ terilen hoşgörü oldukça azdır, oysa erkek gibi
melen annelerini değil babalarını rol modeli ola­ davransalar da kızlara göster­ilen hoşgörü daha
rak aldıkları) gözlenmiştir. Erkek gibi davranan fazladır (Williams, Goodman & Green, 1985).
bu kızların annelerinin de çocukluk­larında erkek Gerek çocukluktaki gerek yetişkinlikteki cinsel
gibi davranan kızlar oldukları ve kızlarının er­ kimlik bozukluğunun görülme sıklığı bebekle
keksi davranışlarını daha kolay kabul edebilen oynayan erkek çocuk­ların ve top oynayan kız
anneler oldukları görülmüştür. Aile içinde bu tür çocukların oranından çok daha düşüktür.
modellerin olması ve erkeksi davranışların bir
yandan aile tarafından edimsel olarak şekillen­ CİNSEL KİMLİK BOZUKLUĞUNUN
dirilmesi bir yandan da aynı yaş­taki erkek ço­
cuklar tarafından olumlu yönde pekiştirilmesi,
TERAPİSİ
bu kızların erkeksi tavırlarının daha da belirgin­ Şimdi cinsel kimlik bozukluğu olan kişilere
leşmesine yol açabilir (Williams, Goodman & yardımcı olabilecek müdahalelerden söz ede­
Green, 1985). Şunu unutmamak gerekir ki, cin­ ceğiz. Bu müdahaleler başlıca iki şekilde yapı­
sel kimlik bozukluğu olan çocukların çoğu, hiç- labilir. Bunlardan birincisinde kişinin vücudunun
bir profesyonel müda­hale yapılmasa da, yetiş­ kişinin psikolojisine uygun olarak, ikincisinde
kinliklerinde böyle bir bozukluk göstermemekte ise kişinin psikolojisinin kişinin vücuduna uygun
(Zucker ve ark., 1984) ancak pek çoğu eşcinsel olarak değiştirilmesi söz konusudur.
yönelim sergile­mektedirler (Coates & Person
1985, Green, 1985). CİNSİYET DEĞİŞTİRME AMELİYATI
Cerrahi uygulamalardaki yenilikler, hormo­
1
“Erkek gibi kız” ne demektir? Bu çalışmada “erkek gibi kız” ifadesiyle, anne nal tedavilerdeki gelişmeler ve bunların uygu­
ya da babası tarafından bu şekilde tanımlanan ve aşağıda belirtilen özellikleri
gösteren kızlar kastedilmektedir: (1) arkadaşlarının en az yarısının erkek olması;
lanmasına izin veren sosyokültürel bir ortam,
(2) Beyzbol ceketi ve şapkası gibi geleneksel erkek kıyafetlerini tercih etme; (3) cinsel kimlik bozukluğu olan bireylerin karşıt
süslü bebeklere (örneğin Barbie gibi) ilgi göstermeme; (4) oyun kurarken erkek
rollerini tercih etme; (5) yaşıtı kızlara nazaran sportif faaliyetlere daha fazla cinsiyette olma arzularını gerçekleştirebilmeler­
ilgi duyma; ve (6) “erkek” olma arzusunu zaman zaman dile getirme (Williamns
ve ark., 1985, s 722) Bu veriler 1970’li yılların ortalarında New York’ta Long
ine imkân sağlamaktadır. Cinsiyet değiştirme
İsland’dan toplanmıştır. ameliyatında mevcut cinsel organ çıkarılır ve
CİNSEL KİMLİK (GENDER IDENTITY) BOZUKLUKLARI 377
√√

James Morris (1960 yılına ait bir fotoğraf), cinsiyet değiştirme


ameliyatından sonra Jan Morris adını almıştır (1974 yılına ait
bir fotoğraf)

bunun yerine karşıt cinse ait cinsel organ yer­ zamanda cin­siyet değiştiren hastalar bir kadın
leştirilir. Cinsiyet değiştirme ameliyatı ilk olarak olarak yaşa­manın ne olduğunu anlayabilmek
1930 yılında Avrupa’da gerçekleştirilmiştir, an­ için toplum­da bir kadın olarak rol almaya başlar­
cak tüm dünyanın dikkatini üzerinde toplayan lar. Genellikle cinsiyet değiştirme ameliyatları bir
ameliyat 1952 yılında Kopenhag’da eski bir as­ ya da iki senelik deneme dönemi geçirilmeden
ker olan Christine’in (aslında George) ameliyatı yapılmaz. Transseksüeller geleneksel biçimde
olmuştur. heteroseksüel birleşme yapabilirler. Ancak sa­
Erkekten kadına dönme ameliyatlarında ya­ dece dış cinsel organlar değişime uğradığın­dan
pay bir vajen oluşturulabilmesi için bir miktar hamilelik söz konusu değildir.
doku bırakılarak erkek cinsel organı neredeyse Kadından erkeğe dönme ameliyatları daha
tamamen yerinden çıkarılır. En az ameliyattan zordur. Yapılan penis küçüktür ve normal sert­
bir sene önce göğüslerin gelişmesi, derinin leşme kapasitesine sahip değildir. Dolayısıyla
yumuşaması ve vücutta gerekli değişikliklerin geleneksel biçimde cinsel birleşme için yapay
oluşabilmesi için uygun kadın hormonları veril­ desteklere gereksinim duyulur. Son zamanlar­
meye başlanır. Bu hormonlar ameliyattan son­ da yapılan ameliyatlarda idrar yol­larının penise
ra da ömür boyu alınır (Green & Money, 1969). bağlanabilmesi bu kişilerin erkek tuvaletlerini
Erkekten kadına dönen transseksüellerin çoğu, kullanabilmelerine ve dolayısıyla sosyal açıdan
sakallarından ve vücutlarındaki istenmeyen tüy­ da daha rahat edebilmelerine olanak vermek­
lerden kurtulabilmek için epilasyon yaptırmak ve tedir. Erkekten kadına dönen transseksüellere
seslerini ayarlamak için eğitim almak zorunda nazaran kadından erkeğe dönenlerde daha az
kalırlar, çünkü aldıkları hormon ilaçları ne tüy­ kozmetik yardıma gereksinim duyulmaktadır,
lerde yeterince azalma ne de seste yeterince in­ çünkü erkeğe dön­mek için verilen hormonlar
celme sağlamaktadır. Bazı kadına dönen trans­ vücuttaki yağ dağılımını belirgin bir biçimde de­
seksüeller erkeksi görüntülerinden kurtulmak ğiştirmekte ve hem sakal hem de diğer tüyle­
için çene, burun ve âdemelması ile ilgili estetik rin uzamasını sağlamaktadır. Kadından erkeğe
ameliyatlara gereksinim duymaktadırlar. Aynı dönmenin daha kolay olmasının nedenlerinden
378 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

biri de toplumda erkeğin fiziksel özelliklerine nüş mümkün olmadığından, ameliyat sonuçları­
daha az önem verilmesidir. Minyon ve yumuşak nın değerlendirilmesinde çok cömert davranmış
sesle konuşan ama sesinin tonunu ayarlaya­ olabilirler. Daha yakın zamanda Pennsylvania
bilen bir adam, iri görünen ve ses tonunu tam Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada hem ka­
olarak ayarlayamayan bir kadına göre toplum­ dından erkeğe, hem de erkekten kadına dönen
da daha fazla kabul görebilir. Erkekler kadınlara hastalarda cin­sel duyarlılığın ve cinsel tatminin
nazaran cinsiyet değiştirme ameliyatlarına daha büyük ölçüde arttığı ve dolayısıyla ameliyat so­
fazla başvurmaktadırlar. nuçlarının tat­minkâr bulunduğu bildirilmiştir (Lief
& Hubschman, 1993).
CİNSİYET DEĞİŞTİRME AMELİYATLARI Cinsiyet değiştirme programları çeşitli tıb­
NE KADAR YARARLIDIR? Cinsiyet değiştirme bi psikolojik ortamlarda uygulanmaya devam
ameliyatlarının yararları konusunda yıllar içinde etmektedir. Tahminlere göre Amerika Birleşik
farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu ameliyatların Devletleri’nde her yıl 1000 den fazla transsek­
sonuçlarıyla ilgili ilk çalışmalarından biri (Meyer süel cinsiyet değiştirmektedir. Bununla birlik­
& Reter, 1979) cinsiyet değiştirme ameliyat­ te halen bu ameliyatların etkinliği, hatta akıllı­
larının “sosyal rehabilitasyon” açısından avan­ ca olup olmadıklarını değerlendirmek zordur.
tajlı olmadığını ortaya koymuştur. Bu sonuçlar Transseksüellerin cinsiyet değiştirme ameliyatı
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bu konudaki için pek çok fedakârlıkta bulundukları ve gele­
en geniş programa sahip olan John Hopkins cekteki mutluluklarının bu ameliyata bağlı ol­
Tıp Fakültesi’nin cinsiyet değiştirme programı­ duğunu belirttikleri için, bu tür ameliyatların de­
nın sona erdirilmesine yol açmıştır. Diğer bazı ğerlendirilmesinde sadece bu kişilerin ameliyat
araştırmacılar ise Meyer ve Reter’in bulgularını sonrasında mutlu olup olmadıkları mı dikkate
eleştirmişlerdir. Bu konuda 20 yıl boyunca ya­ alınmalıdır? Eğer bu kritere göre bir değerlen­
pılan çalışmalar gözden geçir­ildiğinde; cinsiyet dirme yapılacaksa, o zaman hepsi değilse de,
değiştirme ameliyatlarının sonucunda sosyal ameliyatla cinsiyet değiştiren CKB hastalarının
uyumda gelişme görüldüğü ve uyum açısın­ çoğu ameliyattan sonra daha mutlu olmakta­
dan kadından erkeğe dönen transseksüellerin dırlar denilebilir. Ama eğer ameliyatla cinsiyet
erkekten kadına dönen transseksüellere naza­ değiştiren bir transseksüel sonradan mutsuz
ran daha başarılı olduk­ları sonucuna varılmıştır olursa, o zaman da ameliyatı terapötik olma­
(Abromovitz, 1986). makla mı suçlayacağız? Şunu gözden kaçır­
Green ve Fleming (1990) 1979 ve 1989 yıl­ mamak gerekir ki bu tür bir sürece giren kişi­
ları arasında yapılan ve en az bir yıllık izleme ler genellikle önceki arkadaşları, aile üyeleri ve
özel­liği taşıyan kontrollü çalışmaları gözden geçmişleri ile olan bağlarını kopar­maktadırlar
geçirdiklerinde, bu ameliyatların yararları konu­ -”O futbol takımında oynayan ben miydim?”. Ki­
sunda daha da olumlu sonuçlar elde etmişler­ şinin geçmişinden vazgeçmesi önemli bir stres
dir. 130 erkeğe dönme ameliyatının %97 si, 220 kaynağıdır, çünkü geçmiş hem kendimizi bir bi­
kadına dönme ameliyatının %87 si tatminkâr rey olarak hissetmemize hem de şimdi ve ge­
olarak değer­lendirilmiştir. Ameliyat sonrasın­ leceğin belirlenmesine katkıda bulunmaktadır.
daki uyumu yordayan ameliyat öncesi faktörler Cinsiyet değiştiren bir kişi, diğer pek çok kişinin
şunlardır: (1) duygusal açıdan makul düzeyde karşılaşmadığı zorluklarla karşılaşmakta, üste­
istikrarlı olabilmek, (2) bu yeni role en az bir yıl lik bunlara uyum sağlarken aile ve arkadaşların
boyun­ca başarılı şekilde uyum yapabilmek, (3) desteğinden de mahrum kalmaktadır.
ameliyatla ilgili kısıtlılıkları ve sonuçları makul Hangi kuramsal yönelimden olursa olsun,
bir şekilde kabul edebilmek ve (4) belirlenmiş tüm deneyimli terapistler danışanlarının “eğer...”
bir cinsel kimlik programı çerçevesinde psiko­ şeklinde başlayan cümlelerine karşı ihtiyatlıdır­
terapi almak. Yazarlar bu çalışmanın değer­ lar. Bu konuda pek çok örnek verilebilir: “Eğer
lendirilmesinde kullanılan “başarılı” ifadesinin, bu kadar şişman olmasaydım...”, “Eğer bu ka­
hastaların ameliyat sonrasında ameliyat olmak­ dar sinirli olmasaydım...”, “Eğer okulu bırakma­
tan pişmanlık duyup duyma­malarına göre be­ saydım”. Bu tür ifadeleri genellikle eğer bun­lar
lirlendiğine dikkat çekmekte­dirler. Dolayısıyla olmasaydı yaşamın ne kadar güzel, hatta mü­
hastalar, bu tür ameliyat için pek çok zaman, kemmel olacağı ile ilgili ifadeler izler. Ancak
para ve enerji harcamış olduk­larından ve çoğu genellikle bu tür ümit dolu ifadeler birer yanıl­
zaman da böyle bir ameliyat­tan sonra geri dö­ samadır. Hiçbir şey bu kadar basit olamaz.
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 379
√√

Cinsel kimlikleri ile biyolojik yapıları arasındaki tır. Kadınlara yönelik imaj ve fantezilerin uya­
zıtlıklara odaklanan bu kişiler, yaşamakta ol­ rıcı özelliklerinin arttırılmasına yönelik bu pozi­
dukları tatminsizlikler için, tabiatı kendilerine bir tif yaklaşıma ek olarak, erkek­lerin çekiciliğinin
tuzak kurmakla suçlarlar. Ancak bu kişiler enin­ azaltılmasında itici uyarıcılar­dan da yararlanıl­
de sonunda cinsiyet değiştirme ameliyatının mıştır. Altı aylık yoğun bir tedaviden sonra bu
yaşamlarındaki tüm sorunları çözemeyeceğini hasta kendini kadın değil erkek olarak görmeye
anlarlar. Böyle bir ameliyat belki kişinin belli bir ve kadınları cinsel olarak çekici bulmaya başla­
konudaki sorunun çözümüne yardımcı olabilir, mıştır. Bu durum 5 yıllık izlemede de değişme­
ama çoğunlukla, herkes tarafından yaşanan, miştir (Barlow, Abel, & Blanchard, 1979). Barlow
kişinin işiyle, eşiyle hatta kendisiyle olan çatış­ ve arkadaşları benzer bir tedavinin uygulandığı
malarını çözmede yetersiz kalır. iki erkek has­tadan daha söz etmişlerdir. Yirmili
yaşlarının ortalarında olan bu iki genç cinsiyet
CİNSEL KİMLİĞİN DEĞİŞTİRİLMESİ değiştirme ameliyatı konusunda çok net düşün­
Tek seçenek cinsiyetin değiştirilmesi midir? celere sahip olmadıkları için davranış terapisi
Cinsel kimlik bozukluklarının tedavisinde tek uygu­lanmıştır. Davranış eğitimi bu kişilerin cin­
geçerli yolun cerrahi müdahale ve hormon kul­ sel kimliklerinin değişmesinde başarılı olmuşsa
lanımı olduğu düşünülür, çünkü bu konudaki da erkeklere olan ilgilerinde bir değişiklik yarat­
psikolojik uygulamalar sürekli olarak başarısız­ mamış, yani cinsel yönelimleri eşcinsel olarak
lıkla sonuçlanmıştır. Cinsel kimliğin değiştirile­ kalmıştır.
meyecek kadar derinde olduğu düşünülmekte­ Bu çalışma cinsel kimliğinin değişiminin
dir. Diğer taraftan, davranışçı ter­api yaklaşımı mümkün olabileceğini göstermektedir. Ancak
ile cinsel kimliğin değiştirilmesi yolunda bazı araştırmacıların da işaret ettiği gibi bu kişiler
başarılı sonuçlar alındığı da belir­tilmektedir. cinsel kimlik bozukluğu olan diğer hastalardan
Başarılı sonuç alınan bir vaka Rekers ve Lova­ farklı olabilirler, çünkü bu kişiler diğerleri gibi
as (1974) tarafından yayınlan­mıştır. Bu vaka 2 cinsiyetlerini değil, cinsel kimliklerini değiştir­
yaşından beri kız elbiseleri giyen 5 yaşındaki meyi amaçlayan bir terapi programına katılmayı
istemişlerdir. Transseksüellerin çoğu böyle bir
bir erkek çocuğudur. Tedavide anne-babasına
tedaviyi reddetmektedirler. Onlar için tek meş­
çocuğun geleneksel erkek oyuncakları ile oyna­
ru amaç cinsiyet değiştirme ameliyatıdır. Ama
ması gibi erkeksi davranışlarını desteklemeleri,
eğer ameliyat seçeneği olmasaydı acaba cinsel
bebeklerle oyna­ması gibi davranışlarını ise en­
kimliğin değiştirilebilmesi için farklı psikolojik
gellemeleri söylenmiştir. 2 yıllık izleme çalışma­
müdahalelerin geliştirilmesine daha fazla enerji
sı boyunca çocuktaki karşıt cinse özgü davra­
harcanır mıydı? Eğer bu psikolojik müdahaleler
nışların kay­bolduğu görülmüştür. Her ne kadar
erkeklere daha erkeksi, kadınlara daha kadınsı
bu uygula­ma kültüre özgü kalıplaşmış yargı­
olmayı öğretmeyi amaçlasaydı, bu etik açıdan
ların pekiştir­ilmesi şeklinde eleştirilmiş ise de
savunulabilen ve arzu edilen bir yaklaşım olur
(Winkler, 1977), anne-babanın profesyonel bir
muydu? Bu iki soru cinsel kimlik bozukluğunun
yardım için başvurmalarının nedeni çocuğun bu
tedavisi açısından yanıtlanması gereken etik
tür davranışlarından dolayı alay konusu olması
sorulardır. Tüm terapatik çabalarda, özellikle de
ve olumsuz sosyal tepkilere maruz kalmasıdır.
kişilerin oldukları gibi olmamaları için baskı ya­
Benzer bir vaka Barlow, Reynolds ve Agras
pıldığı durumlarda, etik sorunlar ortaya çıkabilir.
(1973) tarafından rapor edilmiştir. 17 yaşındaki
Eşcinselliğin tedavisi ile ilgili etik sorunlardan bu
bu erkek hasta -birçok transseksüelin tercihi­
Bölümün sonlarına doğru ve kitabın son bölü­
nin aksine- kadın cinsel kimliğine uygun olarak
münde söz edeceğiz.
anatomisini değiştirmek yerine cinsel kimliğini
değiştirmeyi istemiştir. Tedavide yapay tavırlar
ve insanlararası ilişkiler (örneğin bir genç kız ile PARAFİLİLER
nasıl konuşulur) gibi alanlarda çeşitli davranış­ (CİNSEL SAPKINLIKLAR)
ların şekillendirilmesine ek olarak, bilişsel öğe­
ler de (örneğin fanteziler) kapsanmıştır. Aynı DSM-IV’te parafililer (cinsel sapkınlık-
zamanda eşleştirilmiş kadın ve erkek slâytları lar) olağan dışı nesne veya cinsel aktivitelerin
kullanılarak, erkek slaydına karşı ortaya çıkan cinsel açıdan çekici bulunması ile ilgili bozuk­
uyarılmanın kadın slaydına transfer edilmesi lar olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle
veya klasik olarak şartlandırılması amaçlanmış­ parafililerde kişinin çekici bulduğunda (philia)
380 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

bir sapma (para) söz konusudur. Bu çekiciliğin türlerinde pek çok heteroseksüel erkek örneğin
yoğun olması ve en az 6 ay sürmesi gerekir. yüksek topuklu ayakkabıları veya ince ve şeffaf
Tanı konabilmesi için kişinin bu dürtülere gore çorapları çekici bulabilir. Ancak fetişizm ile çe­
davranması veya bunlardan dolayı belirgin bir kici bulma arasındaki fark bu erotik nesnelere
sıkıntı yaşaması gerekir. Herhangi bir kişinin de odaklanma derecesine -yani seçilen nesnenin
cinsel sapkınlığı olan bir kişiye benzer dürtü ve cinsel uyarılma açısından ne kadar o kişiye özel
fantezileri olabilir (örneğin kendi cinsel organını ve ne kadar gerekli olduğuna- bağlıdır. Örne­
bir yabancıya gösterme fantezisi gibi), ancak bu ğin eğer fetiş bir kadın ayakkabısı ise, fetişist
fanteziler tekrarlayıcı ve yoğun değilse ve kişi uyarılmak için mutlaka fetişi görmeli veya ona
bu dürtülere yönelik davranışlar göstermi­yorsa dokunmalıdır ve eğer fetiş var ise uyarılma da
veya bunlardan dolayı sıkıntı yaşamıyor­sa, pa­ çok kuvvetli olur. Fetiş daha erken dönemlerde
rafili tanısı almaz. örneğin çocukluk döneminde belirlenmiş olsa
Genellikle birden fazla parafili bir arada orta­ da, bu bozukluk genellikle ergenlik döneminde
ya çıkar ve böyle bir örüntü kişilik bozuk­luğu ya başlar.
da şizofreni gibi bir başka akıl hastalığının var­
lığına işaret eder. Parafilinin görülme sıklığı ile
ilgili çalışmalar, cinsel yöneli­mi ne olursa olsun, TRANSVESTİK FETİŞİZM
parafilinin hemen hemen herzaman erkeklerde Eğer bir erkek, kadın giysileri giyerek cinsel
görüldüğünü ortaya koy­maktadır. Hatta önemli olarak uyarılabiliyorsa, kendini bir erkek olarak
sayıda mazoşist kadın olmasına rağmen, para­ görse de, transvestik fetişizm veya transves­
fililerin kadınlarda görülme oranı erkeklere göre tizm söz konusudur. Bir travesti sosyal yaşamda
20’de 1’dir. Parafilik davranışlar 25 yaşından bir kadın gibi görünmekten hoşlanabilir. Bazıları
sonra azal­maktadır. Bazı parafilikler cinsel sap­ gece kulüplerinde kadınları taklit ederek ve ka­
kınlıkları olmayan eşleri tercih ettiklerinden, sık­ dınlara özgü kıyafetlerle seyircileri eğlendirir­ler.
lıkla kanuni sorunlar yaşamaktadırlar.
Transvestik fetişizm veya travesti tanısının konulabilmesi için,
karşıt cins gibi giyinmenin cinsel uyarılmaya yol açması gerekir.
FETİŞİZM Bu fotoğraf bir travestinin New York’da Waldorf Astoria’da
AIDS’liler için para toplamakta olduğu bir toplantıda
Çoğu insan için vücudun belli kısımları cin­sel çekilmiştir.
açıdan uyarıcıdır. Ancak fetişizmde cinsel uya­
rılmaya yol açan vücudun belli kısımları de­ğil
cansız nesnelerdir. Hemen hepsi erkek olan fe­
tişistler, örneğin kadın ayakkabısı gibi fetiş­lere
yani cansız tutku nesnelerine karşı tekrar­layan
ve yoğun bir cinsel dürtü hissederler. Cin­sel
uyarılmanın olabilmesi için tutku nesnesinin var
olması tercih edilir, hatta bu zorunludur.
Güzel ayakkabılar, ince ve şeffaf çoraplar,
eldivenler, tuvalet malzemeleri, kürklü giyecek­
ler ve özellikle iç çamaşırları fetişistler için uya­
rılmaya yol açan nesneler olabilir. King (1990)
26 yaşında ve insanların hapşırmaların­dan cin­
sel olarak uyarılan olağandışı bir vakadan söz
etmiştir. Bazıları fetişlerini gizlice üzerlerinde
taşırlar ve mastürbasyon sırasında bunları ok­
şar, öper, koklar, emer, rektumlarına yerleştirir
veya seyrederler. Bazıları ise birleş­mede uya­
rılabilmek için eşlerinin bu fetiş nes­nelerini giy­
melerini isterler. Bazı fetişistler bu nesnelerin
koleksiyonunu yapmaktan büyük bir zevk alırlar
ve hatta koleksiyonlarını genişlete­bilmek için
hırsızlık bile yapabilirler.
Fetişistlerin bu nesnelere karşı duydukları
çekim istem dışı ve karşı konulamazdır. Batı kül­
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 381
√√

Ancak kadın giysileri giymek cinsel uyarıl­maya


yol açmadıkça, bir kadın gibi giyinerek kadınları
taklit edenleri travesti olarak değer­lendirmemek
gerekir. Transvestizm; cinsel kimlik bozukluğun­ Penis üzerine yerleştirilir

da veya bazı eşcinsellerde görülen karşıt cins


(a)
gibi giyinme davranışı ile karıştırılmamalıdır.
Travestiler erkek ve heteroseksüeldirler. Ge­
nellikle düzenli olarak değil, dönemsel olarak
kadın gibi giyinirler. Bazıları erkek giysi­lerinin
Fotosel
içine kadın çamaşırları giyerler. Karşıt cins gibi
giyinmedikleri ya da kadın çamaşırları giyme­ Akrilik Tüp
dikleri sürece görünüşleri, davranışları ve cinsel
tercihleri erkeksidir. Pek çoğu evlidir. Karşıt cins
gibi giyinme gizlice ve özel durum­larda ortaya
çıkar ve pek az aile üyesi tarafın­dan bilinir. Za­
manla karşıt cins gibi giyinme dürtüsü artabilir,
ancak bu nadiren cinsel kim­liğin değiştirilmesi­
ne, yani kişinin kendini bir kadın gibi hissetme­
sine yol açar. Bununla bir­likte kadın gibi giyin­
diklerinde kendilerini kadın olarak hissettiklerini (b)
belirten travestiler de vardır. Transvestizm ge­ Şekil 14.1 Davranış araştırmacıları cinsel uyarılmanın
nellikle çocuklukta ve ergenlik döneminde kısmi ölçülmesinde iki genital cihaz kullanmaktadırlar. Her iki cihaz
da cinsel uyarılma ile ilgili anahtar fizyolojik süreç olan cinsel
olarak karşıt cins gibi giyinme şeklinde başlar. organ damarlarında toplanan kanı çok duyarlı bir biçimde
(APA, 1994). ölçmekte ve bu cihazlarla cinsel heyecanla ilgili spesifik ölçümler
elde edilmektedir (örneğin Adams ve ark., 1992; Barlow ve
ark., 1970; Geer, Morokoff & Greenwood, 1974; Heiman
PEDOFİLİ VE YASAKSEVİ (ENSEST) ve ark., 1991). (a) Erkeklerde, penil pletismografi ölçümleri
cıva ile doldurulmuş çok ince lastik borulardan oluşan aletin
Pedofili (pedos Yunanca çocuk demektir) penisin etrafına gergin bir biçimde yerleştirilmesi ile elde edilir.
polis kayıtlarına göre genellikle yetişkin erkek­ Penisteki damarlar kan ile doldukça borular genişler, elektriksel
lerde görülür. Bunlar cinsel açıdan tatmin ola­ resistans değişir ve bunlar uygun şekildeki poligraf ile ölçülür. b)
Kadınlarda cinsel uyarılma Sintchak ve Geer (1975) tarafından
bilmek için ergenleşmemiş çocuklarla fiziksel ve geliştirilmiş olan cihaza benzer bir vajinal pletimograf ile
genellikle de cinsel temas kurarlar. DSM-IV’e ölçülür. Adet döneminde kullanılan tamponlara benzeyen bu
göre bu tanının konulabilmesi için kişinin en az cihaz vajenin içine yerleştirilir ve kadın cinsel uyarılmasının
bir belirtisi olan kan dolaşımındaki artmayı direkt olarak ölçme
16 yaşında olması ve temas kurduğu çocuktan imkânı verir.
en az 5 yaş büyük olması gerekir. Pedofili aynı
cinse ya da karşıt cinse yönelik olabilir. Bazen tecavüz ederler ve parafinlerden farklı olarak
basında yayınlanan korkunç olaylarla karşılaşıl­ cinsel doyumun yanı sıra çocuğa fiziksel olarak
sa da genellikle şiddete başvurulmaz. Her ne da zarar verme isteği duyarlar (Groth ve ark.,
kadar pedofililer çoğunlukla kurbanlarına fizik­ 1982).
sel olarak zarar vermeseler de, çocukları evcil Yasaksevi ile evliliğin yasak olduğu yakın
hayvanları öldürerek ya da anne-babalarına akrabalar arasındaki cinsel ilişkiler kaste­dilir.
söylememeleri için tehdit ederek korkutabilirler. Kız kardeşler veya ailedeki diğer kadınlarla ev­
Bazen sadece çocuğun saçını okşamakla yeti­ lenmeye izin veren Mısır firavunları dışında, ya­
nebilirler, ama bazen de çocuğun cinsel orga­ saksevi pek çok toplum için bir tabudur (Ford &
nına dokunabilirler, ya da çocuktan onun cinsel Beach, 1951). Mısır’da kralların kanının diğer­
organına dokunmasını isteyebilirler. Ancak na­ leriyle karışmaması gerektiğine inanılırdı. Bazı
diren cinsel birleşme talebinde bulunurlar. Eğer antropologlar yasaksevinin yasaklanmasının,
diğer yetişkinler tarafından fark edilmez ya da eşlerin yalnızca aile içinden seçildiği toplumlara
çocuk tarafından karşı gelinmezse bu tür davra­ nazaran, daha kuvvetli sosyal bağların kurul­
nışlar haftalar, aylar, hatta yıllarca sürebilir. Pe­ duğu ve dolayısıyla sosyal açıdan daha uyum­
dofiliye ek olarak cinsel sadizm veya antisosyal lu bir toplum oluşmasına hizmet ettiğini düşün­
(psikopat) kişilik bozukluğu olarak da tanı alan mektedirler. Yasaksevi tabusu bugünkü bilimsel
nadir vakalar, kurbanlarına ciddi derecede be­ bilgilerimizle de uygunluk göstermektedir. Bir
densel zarar verebilirler. Bu tür kişiler çocuklara baba-kızın ya da iki kardeşin birleşmesinden
382 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

meydana gelen çocukların, ebeveynlerinden Belki de bu aşağı doğru giden negatif helezon
gelen çekinik genleri taşıma riski daha yüksek­ belli bir noktada kişinin eyleme geçmesine ve
tir. Çekinik genler ise genellikle ciddi doğum ku­ çocukları cinsel olarak taciz etmesine yol aç­
surları gibi negatif biyolojik etkilere sahiptir­ler. maktadır (Looman, 1995).
Dolayısıyla yasaksevi tabusu uyumlu bir evrim­ Çocuk pornografisinin çocuklara tecavüz
leşmenin sağlanabilmesi açısından önem taşı­ edilmesinde önemli bir bileşen olduğunu iddia
maktadır (Geer, Heiman & Leitenberg, 1984). edenler olsa da, 11 erkek pedofili hastası ile
Yasaksevi DSM-IV’te parafilinin bir alt grubu yapılan yeni bir çalışmada bu tür pornografik
olarak yer almaktadır. En yaygın olarak erkek materyalin gerekli bile olmadığı saptanmıştır.
ve kız kardeşler arasında görülür. İkinci derece Bu kişiler çocukların iç çamaşırları ile yer aldığı
yaygın olan ve daha patolojik olan ise baba-kız elbise katalogları ve televizyon reklamları gibi
arasında olandır. her zaman rastlanabilecek materyallerle bile
Pedofili ve yasaksevi arasında iki önemli fark kolaylıkla uyarılmaktadırlar. Başka bir deyişle,
vardır. Birincisi, yasaksevi tanımı gereği aile bu kişiler cinsel uyarılma için pornografik mater­
üyeleri arasında olur. İkincisi ve daha önemlisi yal kullanmak yerine genellikle zararsız olarak
ise, yasaksevi kurbanlarının genellikle pedofili kabul edilen materyallerden etkilenmek­tedirler
kurbanlarından yaşça daha büyük olmalarıdır. (Howitt 1995).
Pedofilide cinsel açıdan gelişmemiş olduğu için Pedofilikler ve yasaksevi ilişkisinde bulunan­
çocuklara ilgi duyulurken, yasak sevide bir baba lar genellikle dini ve ahlâki açılardan katı değer­
fiziksel olarak gelişmeye başlamış olan kızına leri olan kişilerdir2 (Gebhard ve ark., 1965). Pa­
ilgi duyar. Penil pletismografi (bu ölçüm­lerle rafilide davranışı yönlendiren, çok kuvvetli bir
ilgili açıklamalar Şekil 14.1 de yer almak­tadır) biçimde ve kişiye özel olarak yaşanan çekicilik­
çalışmalarından elde edilen veriler, aile dışın­ tir. Gebhard ve arkadaşlarına göre, pedofilikler
daki çocukları cinsel olarak taciz eden erkekle­ genellikle taciz ettikleri çocukları tanımaktadır­
rin çıplak çocuk fotoğraflarından uyarıldıklarını, lar. Bu çocuklar ya bir arkadaşlarının ya da
oysa aile içindeki çocukları taciz eden erkekle­ komşularının çocuklarıdır. Klinik gözlemlere
rin heteroseksüel ipuçlarından daha fazla uya­ göre bu kişilerin sosyal olgunlukları, kendilerine
rıldıklarını ortaya koymuştur (Marshall, Barabee güvenleri, dürtü kontrolleri ve sosyal becerileri
& Christophe, 1986). Pedofilinin tanımlanma­ düşüktür (Finkelhor ve Araji, 1986) ve bu göz­
sında, cinsel tacize uğrayan çocukların yaşları­ lemler son zamanlarda yapılan araştırmalarla
na ilişkin üst sınırlar, eyaletten eyalete farklılık da desteklenmiştir (Kalichman, 1991; Overhol­
göstermektedir. ser ve Beck, 1986). Daha yaşlı olan heterosek­
Cinsel ilgi ve davranışları geleneksel olan er­ süel pedofilikler ise ya evlidirler ya da yaşamla­
kekler de pedofilik uyaranlardan etkilenebilir­ler. rının bir döneminde evlilik geçirmişlerdir.
Yasaksevinin ortaya çıktığı ailelerin genellik­
Hem penil pletimografi ölçümleri hem de ken­
le beklenmedik şekilde ataerkil ve geleneksel
dini bildirimin kullanıldığı bir çalışmada nor­mal
olduklarını, özellikle kadınların boyun eğici bir
örneklemden seçilmiş deneklerin ünde pedofi­
rol üstlendiklerini ortaya koyan kanıtlar vardır
lik uyarılma olduğu saptanmıştır (Hail ve ark.,
(Alexander & Lupfer, 1987). Bu ailelerdeki an­
1993). Araştırmacılar bu anormal uyarılma ile
ne-babalarda çocuklarını ihmâl etme ve onlar­
geleneksel uyarılma arasında ilişki oldu­ğunu;
dan duygusal olarak uzak kalma eğilimi görül­
yani yetişkin heteroseksüel resimlerle uyarılma
mektedir (Madonna, VanScoyk & Jones, 1991).
arttıkça, pedofilik resimlerle uyarılma­da da art­
Ayrıca annenin olmadığı ya da sakat olduğu ai­
ma olduğunu bulmuşlardır. Her ne kadar bu bul­
lelerde yasaksevinin daha yaygın olduğuna ina­
gular bizler için rahatsız edici olsa da, DSM ve
nılmaktadır (Finkelhor, 1979), çünkü aksi halde
genel olarak sağlık profesyonel­lerinin, fantezi
anneler genellikle kızlarını bu aile içi cinsel kö­
ve davranış arasında yaptıkları ayırımın önemi­
tüye kullanıma karşı koruyabilmektedirler.
ne dikkat çekmektedirler.
Son zamanlarda aile içinde yaşananlar da
Son çalışmalar, çocuklara cinsel tacizde bu­
dâhil olmak üzere tüm çocuk tacizlerinin he­
lunan kişilerin, duygudurumları negatif olduğun­
da ortaya çıkan disfori ile başa çıkabilmek için 2
Kuvvetli dini inançlarla pedofili ve yasaksevi bozuklukları arasında ortaya
çıkan ilişki, dindar olmanın bu tür bozukluklara bir zemin hazırladığı şeklinde
çocuklarla ilgili cinsel fantezilere başvurdukları­ değerlendirilmemelidir. Belki de bu kişiler, kendi ya da başkalarının çocuklarına
nı, diğer taraftan pedofilik fantezilerin de negatif duydukları yoğun çekicilik ile başa çıkabilmek için dini yolla bir teselli ve
bağışlanma aramaktadırlar. Ancak elde edilen bulgular korelatif olduğundan
duygulanıma yol açtığını ortaya koymaktadır. farklı şekillerde de yorumlanabilir.
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 383
√√

men hemen yarısının erkek ergenler tarafın­dan Hükümetlerin cinsel kötüye kullanımların ra­
gerçekleştirildiği ortaya konmuştur (Becker ve por edilmesi ile ilgili daha etkili kanunlar uygula­
ark., 1986; Morenz & Becker, 1995). Muhteme­ maları halinde, örneğin sağlık alanında çalışan
len içinde bulundukları karmaşık ve negatif aile profesyonellerin ve öğretmenlerin şüphelendik­
ortamı nedeniyle, yetişkin suçluların çoğunda leri durumları rapor etmelerini talep etmek gibi,
da kanundışı davranışlar erken genç­lik döne­ çocuk cinsel taciz oranının %50 ilâ 500 artması
minde görülmeye başlamaktadır. Bu evlerde beklenebilir.
planlama ve pozitif destek eksiktir (Blaske ve
ark., 1989). Bu gençlerin çoğu çocukluklarında GÖZETLEMECİLİK (RÖNTGENCİLİK)
kötüye kullanıma maruz kalmışlardır (Worling,
1996). Cinsel amaçlı olmayan suç işleyenlere Bir erkek bazen tesadüfen karşılaştığı bir
nazaran çocuklara karşı sapkın davranışlarda durumda, o kişinin haberi olmaksızın bir kadı­
bulunanların sosyal becerileri daha az gelişmiş­ nı çıplak iken izleyebilir. Eğer bu erkek temelde
tir ve bunların sosyal açıdan daha izole bir ya­ geleneksel bir cinsel yaşama sahip ise, davra­
şantıları vardır (Award & Saunders, 1989). Bu nışı gözetlemek (röntgenlemek) olarak adlan­
kişilerde akademik sorun­lar da yaygındır (Blas­ dırılsa da, genellikle böyle bir kişi gözetlemeci
ke ve arkadaşları, 1989). Genel olarak bu genç olarak değerlendirilmeyebilir. Gözetlemecilik
erkeklerin çocuklukların­da (cinsel suç işleyen cinsel doyuma ulaşabilmek amacıyla başkala­
kadınların sayısı çok azdır) çeşitli nedenlerden rını soyunukken veya cinsel ilişki sırasında gö­
dolayı polisle sık sık sorun yaşayan suçlular zetlemek demektir. Bu Bölümün başında aktarı­
oldukları söylenebilir. Beklendiği gibi bu kişiler­ lan William’ın durumunda olduğu gibi, genellikle
de davranım bozuk­luğu tanısına sık rastlanır. röntgencilik olarak adlandırılan gözetleme yo­
Beklenenin aksine bu kişilerde depresyon ol­ luyla kişi cinsel doyuma ulaşır ve bazen cinsel
dukça yaygındır (Becker ve ark., 1991), ve belki doyuma ulaşabilmek için gözetlemecilik yapmak
de çocukları kötüye kul­lanma konusundaki bu şarttır. Gözetlemeci başkalarını seyrederken ya
duyarsızlıklarının temelinde yaşamlarında çok da daha sonra seyrettiklerini hatırlayarak mas­
mutsuz olmaları yatmaktadır. türbasyon yoluyla cinsel doyu­ma ulaşır. Bazen
Pedofili ve yasaksevide fiziksel güce nadiren de gözetlemeci gözetlediği kişi ile cinsel tema­
başvurulması nedeniyle bu kişiler kurbanlarını sa girdiğini hayal eder, ancak bu fantezide kalır.
cinsel yaşantılar için zorladıklarını inkâr ederler. Gözetlemecilikte gözetleyen ile gözetlenen ara­
Ancak böyle bir durumda zorlama olmadığını sında temas olması çok nadir olarak rastlanılan
düşünmek mümkün değildir. Yaşça daha büyük bir durumdur.
olan, çocuk veya erkek çocuğun saflığından ve Gerçek bir gözetlemeci, kendisi için soyu­
tarafların eşit güçte olmadığı bir ilişkiden fay­ nan bir kadını seyretmekten heyecan duymaz.
dalanmaya çalışmaktadır (örneğin izci başı ve Gözetlemecilikte risk faktörü önemlidir, çünkü
oymaktaki izcilerden biri ya da kamp danışmanı gözetlemeciyi asıl heyecanlandıran, kadının
ve yatakhanedeki öğrenciler­den biri arasındaki gözetlendiğini fark etmesi halinde vereceği tep­
ilişkilerde olduğu gibi). Bazen tacizde bulunan kileri düşünmektir. Bazı gözetlemeciler özellik­
kişi çocuğun ona olan güvenine ihanet ettiğinin le cinsel ilişkide bulunan çiftleri gözetlemekten
ve birkaç yıl sonra çocuğun ciddi negatif psikolo­ zevk alırlar. Kanunlara aykırı olan tüm davra­
jik sonuçlarla mücadele etmek zorunda kalaca­ nışlarda olduğu gibi, bu bozukluğun görülme
ğının farkına varmaksızın yaptıklarını mantığa sıklığını belirlemek de oldukça zordur, çünkü
bürür ve hatta ona iyilik ettiğini bile düşünebilir bu tür kanundışı aktiviteler polislerin gözünden
(Odak 14.1). kaçabilmektedir.
Pedofili ve yasaksevi tahmin edildiğinden Gözetlemeciler genellikle genç, bekâr, uysal
daha sık görülmektedir. 796 kolej öğrencisi üze­ ve doğrudan cinsel ilişkiye girmekten korkan
rinde yapılan bir çalışmada, kızların %19’unun, kişilerdir. Gözetleme yoluyla yaşanan doyum,
erkeklerin %8.6’sının çocukken cinsel kötüye gerçek cinsel ilişki sırasında yaşanabilecek
kullanıma maruz kaldıkları büyük bir şaşkınlıkla doyumun yerine geçmekte ve belki de kişinin
saptanmıştır. Bu kızlardan %28’ini, erkeklerin kendini gözetlediği kişilerden daha güçlü his­
ise %23’ünü kötüye kullanan akrabaları olmuş­ setmesine yol açmaktadır. Gözetlemeci bu ya­
tur (Finkelhor, 1979). Daha yeni bir çalışmadan şadıklarından dolayı rahatsızlık duymaz.
da benzer sonuçlar elde edilmiştir (Siegal ve Polis kayıtlarına göre, Danimarka’da pornog­
ark., 1987). rafik materyallerin yetişkinlere satılması­na izin
384 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

verildikten sonra gözetlemecilik oranın­da belir­ nel olarak teşhircil­er karşı cinse yaklaşımlarında
gin bir azalma olduğu görülmüştür (Kutchinsky, olgun davrana­mazlar ve insanlar arası ilişkiler­
1970). Bunun nedeni, mastürbasyon sırasında de zorluk çeker­ler. Teşhircilerin yarısı evlidirler,
kullanılabilecek resimlere ve yazılı materyale ancak eşleriyle olan cinsel ilişkileri tatminkâr
ulaşabilmenin kolaylaşması sonucunda, başka değildir (Mohr, Turner & Jerry, 1964).
bir yol bulamadıkları için başkalarını gözetleme Erkek teşhirciler üzerinde yapılan bir çalış­
ihtiyacı duyan gözetlemecilerin, artık buna ihti­ mada, teşhirci olmayan erkeklerde uyarılmaya
yaç duymamaları olabilir. yol açmayan uyarıcıların teşhircilerde uyarıl­
maya yol açıp açmadığını belirlemek amacıy­
TEŞHİRCİLİK la penil pletismografi kullanılmıştır (Fedora,
Reddon & Yeudal, 1986). Normal deneklerle
Teşhircilik, cinsel doyuma ulaşabilmek ama­ ve şiddetli saldırıda bulunan cinsel suçlularla
cıyla kişinin cinsel organını, onu görmeye istek­ karşılaştırıldıklarında, teşhirciler cinsel bir özel­
li olmayan bir yabancıya gösterme ihtiyacının lik taşımayan durumlardan, yani parkta oturan
tekrarlayan bir biçimde ortaya çık­masıdır. Gö­ ya da asansöre binen tamamen giyinik kadın
zetlemecilikte olduğu gibi teşhirci­likte de, cinsel slâytlarından en fazla uyarılan grup olmuşlardır.
organın gösterildiği kişi ile cinsel temasta bulu­ Bununla birlikte teşhirciler erotik ve cinsel içe­
nulması çok nadir rastlanılan bir durumdur. Cin­ rikli slâytlar karşısında diğer gruplarla aynı de­
sel uyarılmanın olabilmesi için teşhirci ya cinsel recede uyarılmışlardır. Bu sonuçlar teşhirci­lerin
organını gösterdiğini hayal eder ya da gerçek­ cinsel temasın kur yapma aşaması ile ilgili ipuç­
ten gösterir ve bu hayali ya da gerçek gösterme larını yanlış değerlendirdikleri hipotezi ile uy­
sırasında mastürbasyon yapar. Birçok vakada gunluk göstermektedir, çünkü teşhirciler teşhirci
cinsel organını gösterdiği kişiyi şaşırtma veya olmayanların erotik olarak değer­lendirmedikleri
utandırma isteği söz konusudur. durumları cinsel bir durum olarak görebilmek­
Tüm cinsel suçlar arasında polis kayıtlarında tedirler. Aynı çalışmada teşhircilerin şiddet içe­
en fazla yer tutan gözetlemecilik ve teşhirciliktir. ren slâytlardan diğer iki gruba nazaran daha az
Genellikle “ahlâka aykırı” davranmaktan dolayı uyarıldıkları saptan­mıştır. Bu bulgu teşhircilerin
polis tarafından tutuklanan teşhircilerin çoğun­ fiziksel olarak zararlı olabilecekleri yolunda­
luğu erkektir. ki yaygın düşüncenin doğru olmadığını ortaya
Teşhirci çok yoğun ve kontrol edilemez bir koymaktadır.
biçimde cinsel organını gösterme dürtüsüne sa­
hiptir ve bu dürtüyü tetikleyen cinsel uyarıl­ma,
CİNSEL SADİZM VE CİNSEL
kaygı ya da huzursuzluktur. Bu dürtü o kadar
kuvvetlidir ki, örneğin omuriliğinin hasar gör­ MAZOŞİZM
mesi nedeniyle belinden aşağısını hareket et­ Cinsel sadizmin anahtar özelliği cinsel do­
tiremeyen ve hissetmeyen bir teşhirci, bun­lara yumun olabilmesi veya arttırılabilmesi için diğer
rağmen cinsel organını gösterme çabaları­na kişiye acı ya da psikolojik ıstırap (aşağıla­ma
devam etmiştir (DeFazio ve ark., 1987). Kom­ gibi) çektirmenin tercih edilmesidir. Cinsel ma-
pulsif bir yapıya sahip olan bu dürtü, gösterme zoşizmin anahtar özelliği ise cinsel doyu­mun
davranışının giderek daha da sık tekrarlanması­ olabilmesi ya da artırılabilmesi için kişinin acı
na, hatta mümkün olduğu kadar aynı saatte ve ya da aşağılanmaya boyun eğmeyi tercih etme­
aynı yerde yapılmasına yol aça­bilir. Teşhirciler sidir. Bu iki tür bozukluk hem heteroseksüeller­
teşhir sırasında o kadar kendi­lerini kaptırırlar ki, de hem de eşcinsellerde görülebilir, ancak bu
bu davranışlarının sosyal ve kanuni sonuçları­ bozuklukların görüldüğü vakaların %85’inin ya
nı o anda düşünemezler (Stevenson & Jones, sadece heteroseksüel ya da esas olarak hete­
1972). Teşhir anındaki çaresizlik ve gerginlik roseksüel oldukları belirtilmektedir. Kadın sa­
baş ağrısına, çarpıntıya ve gerçeklik hissinin dist veya mazoşistler de vardır. Bu bozukluklar
kaybolmasına yol açabilir. Sonrasında aşırı erken yetişkinlik döneminde başlar ve sadist ve
bir titreme ve pişmanlık başlar (Bond & Hutc­ mazoşistlerin çoğu cinsel yaşan­tılarından mem­
hison, 1960). Gözetlemeciler gibi teşhirciler de nundurlar (Spengler, 1977).
çok nadir olarak, cinsel organ­larını gösterdikleri Sadistlerin çoğu karşılıklı olarak cinsel tat­min
kişi ile fiziksel bir temasa girerler ve teşhircilerin yaşayabilmek için mazoşistlerle ilişki kurar­lar.
tecavüz etmek gibi şid­det içeren suçları işleme Moser ve Levitt (1987) Amerika’da cinsel ilişki
oranları çok daha düşüktür (Rooth, 1973). Ge­ sırasında acı ve aşağılanma yaşayan milyon­
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 385
√√

ÇOCUK CİNSEL KÖTÜYE KULLANIMI: MAĞDUR


ODAK 14.1 ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE MÜDAHELE YÖNTEMLERİ
Hem pedofilide hem de yasaksevide çocukların tedir (APA, 1994, s. 424). Oysa DSM’de çocukların
cinsel yönden kötüye kullanımı (child sexual abuse) cinsel kötüye kullanımı “klinik açıdan odaklanılabi-
(ÇCKK) söz konusudur ve bunları cinsel olmayan ço- lecek diğer durumlar” başlığı altında yer almaktadır.
cuk kötüye kullanımdan ayrı olarak ele alınmalıdır. ÇCKK farklı sınıflandırmalarda nasıl kategorize edil-
Bu bozuklukların her ikisi de negatif sonuçlara yol miş olursa olsun, bunun ciddi ve travmaya yol açabi-
açarlar ve bazen birlikte ortaya çıkabilirler. Cinsel ol- lecek bir durum olduğu açıktır.
mayan çocuk kötüye kullanımında çocuğun fiziksel ve ÇCKK’nin kısa ve uzun süreli etkileri konusunda
ruh sağlığı ihmâl edilebilir ve örneğin çocuğu haksız son yıllarda yapılan çalışmalar, cinsel kötüye kulla-
yere cezalandırmak, çocuğu küçümsemek, kasıtlı ola- nıma maruz kalmış çocukların, böyle bir duruma ma-
rak uygun barınak, yiyecek ve tıbbi bakım vermemek, ruz kalmamış çocuklara nazaran daha fazla psikolojik
vurmak veya fiziksel acı ve yaralanmalara yol açacak stres yaşadıklarını ve bir ve ikinci eksende yer alan
davranışlarda bulunmak şeklinde ortaya çıkabilir. Fi- bozukluklarda da daha geniş bir menzil içinde ve
ziksel kötüye kullanım genellikle cinsel kötüye kulla- daha yüksek oranda yer aldıklarını ortaya koymuştur
nımın olmadığı ailelerde daha yaygındır. Her iki tür (Polusny & Follette, 1995; Trickett & Putnam, 1993).
kötüye kullanım da rapor edilmesi gereken suçlardır. Kötüye kullanımdan sonraki ilk yıl içinde, pek çok
Çocuk cinsel kötüye kullanımı, kötüye kullanan çocukta kaygı, depresyon, düşük kendine güven, öğ-
kişinin; çocuğun vajenine veya anüsüne penisini, par- renme bozuklukları, davranım bozukluğu ve kendine
mağını veya bir başka nesneyi sokması ve çocuğu ok- zarar verme davranışları ortaya çıkmıştır. Bu kişilerde
şaması ya da çocuğa sarılması gibi fiziksel temasları yetişkinlik döneminde de kaygı ve depresyonun devam
kapsar. Yetişkin ve çocuk arasında gerçek bir cinsel ettiği ve bunlara ek olarak madde kötüye kullanı-
aktivite yaşanmasa da, teşhircilik ve çocuk pornogra- mı, aşırı yeme, somatizasyon bozuklukları ve intihar
fisinde de cinsel kötüye kullanım söz konusudur (Wol- davranışları görülmüştür. Yetişkin kadınlarda dep-
fe, 1990). resyonun yaygın olarak görülmesinin kısmen ÇCKK
görülme sıklığının yüksek olmasına bağlı olabileceği
SIKLIĞI görüşü ileri sürülmüştür Culter & Nolen-Hoeksema,
Kesin bir oran vermek zor olmakla birlikte, ka- 1991). Çocukluklarında cinsel kötüye kullanıma ma-
dınların %15 ile %33’ünün cinsel olarak kötüye kul- ruz kalmış kişiler, sosyal ve kişilerarası ilişkilerinin
lanıldıkları tahmin edilmektedir (Finkelhor ve ark., daha zayıf olduğunu, cinsel tatminsizlik ve cinsel işlev
1990). Terapi alan kadınlar arasında bu oran %75’e bozukluklarını daha fazla yaşadıklarını ve cinsel açı-
yükselmektedir (Polunsky & Follete, 1995). Erkekler dan yüksek risk taşıyan davranışlarda daha fazla bu-
için tahmin edilen oranlar daha düşük olsa da, bu lunduklarını bildirmişlerdir. Erken yaşta cinsel kötüye
oranlar gözardı edilebilecek kadar düşük de değil- kullanıma maruz kişiler, yetişkinliklerinde de cinsel
dir. Erkeklerde genel nüfusta %16, terapi alanlarda açıdan kötüye kullanılmaya ve eşlerinden fiziksel şid-
%23 oranında cinsel kötüye kullanım görülmektedir det görmeye daha fazla eğilim göstermektedirler.
(Finkelh ve ark., 1990; Jacobson & Herald, 1990). Bizim görüşümüze göre, ÇCKK’nin önemli ve ge-
Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 156.000’den nellenmiş uzun süreli etkilerinden biri de (yetişkinler
fazla çocuğun genellikle de birçok kereler kötüye kul- başlarına gelenlerden dolayı suçlu olmadıklarını ve
lanılma nedeniyle polise veya diğer çocukları koruma çocukken tecavüze uğradıkları için kötü bir insan ol-
kurumlarına başvurdukları bildirilmektedir (Ulusal madıklarını fark etmelerine yardımcı olmadıkları için)
Çocuk Kötüye Kullanım ve İhmâl Merkezi, 1988) ki, bu kişilerin kendine saygı ve kendine değer verme his-
bu sayı büyük bir olasılıkla gerçekleri tam olarak yan- lerinin kaybolmuş olmasıdır. ÇCKK’ye maruz kalan
sıtmamakta ve gerçek sayının çok altında kalmaktadır kişiler aynı zamanda yetersizlik ve güçsüzlük hissi de
(Finkelhor, !990). yaşayabilirler (Trickett & Putnam, 1993).
Cinsel kötüye kullanımın yanısıra çocuğun aile
MAĞDUR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ yaşamındaki bazı özellikler de psikolojik problemle-
Pedofili ve yasaksevinin uzun süreli negatif etkile- rin ortaya çıkmasında rol oynayabilir. Örneğin, cinsel
re yol açtığı konusunda pek çok kanıt vardır (Felitti, kötüye kullanıma ek olarak çok despot bir babaya sa-
1991). ÇCKK travma sonrası stres bozukluğunun bir hip olmak, çaresizlik duygularının daha da artması-
çeşididir ve çocuğun bundan nasıl etkilendiği uzun sü- na yol açarak kadınların depresyona girme risklerini
reli sonuçlarla belirlenir. DSM-IV’te cinsel aşağılan- arttırmaktadır. Araştırmalar fahişeliğin, rastgele cin-
maların da stres yaratan travmalardan biri olabileceği sel ilişkide bulunmanın, madde kötüye kullanımının,
ve “gelişimsel olarak çocuğa uygun olmayan tüm ya- kaygı bozukluklarının ve cinsel işlev bozukluklarının
şantıların cinsel travma yaratabileceği” belirtilmek- ÇCKK sonucunda ortaya çıkan sorunlar olduğunu
386 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

ÖNLEME
Bir önleme programının amacı (19. Bölüm’de
önleme çalışmalarını toplum psikolojisi adı altında
inceleyeceğiz) sorunun görülme sıklığını, yaygınlığı-
nı ve şiddetini azaltmaktır. Çocuk cinsel kötüye kul-
lanımı açısından önleme çalışmalarının odak noktası
ilkokullardır. Uygulanan programlar farklılık gösterse
de, tüm programlarda ortak olarak çocuklara uygun
olmayan yetişkin davranışlarını nasıl fark edebile-
cekleri, kandırılmaya nasıl karşı koyacakları, oradan
hemen uzaklaşılması ve bu olayın uygun bir yetişkine
anlatılması gerektiği öğretilmektedir (Wolpe,1990).
Çocuklara bir yetişkin kendilerini kötü hissetmelerine
yol açacak şekilde konuştuğunda veya dokunduğunda
sert ve atılgan bir şekilde nasıl “hayır” diyebilecek-
leri anlatılmaktadır. Cinsel kötüye kullanımın nasıl
olabileceği ve kendilerini nasıl koruyabilecekleri ko-
nusunda resimli çocuk kitapları, filmler ya da riskli
durumların tanımlanması gibi yollardan yararlanı-
labilir. Yapılan değerlendirmeler okullarda uygula-
nan bu programların cinsel kötüye kullanımın fark
edilmesinde artma olacağı beklentisini desteklemekle
beraber, çocukların bu programlardan öğrendiklerini
gerektiğinde açık davranışlara dönüştürüp dönüş-
Çocuğun cinsel kötüye kullanıma maruz kalıp kalmadığı türemedikleri ve ortaya çıkan değişikliklerin proble-
konusunda yapılan görüşmede çok hassas olmak gerekir. mi azaltıp azaltmadığı konusunda yeterince bilgimiz
Bu süreci kolaylaştırabilmek için sıklıkla uygun anatomik yoktur (Wolpe, 1990). Ama en azından bu program-
yapılara sahip oyuncak bebekler kullanılmaktadır. lar, çocukların evlerinde de bu konunun konuşulma-
sına yol açmakta (Wurtule & Miller-Perrin, 1987) ve
dolayısıyla böyle bir durumla karşılaşan çocukların
ortaya koymaktadır (Burnam ve ark., 1988). Önceden bunu anne-babalarına veya bakıcılarına söylemeleri
de belirtildiği gibi çocuklukta cinsel köyüye kullanı- açısından cesaret kazanmaları gibi önemli bir amacın
ma maruz kalmak, çoklu kişilik bozukluğu ve sınır gerçekleşmesine katkıda bulunmaktadır.
kişilik bozukluğunda da rol oynamaktadır (Saunders,
1991). Bir çalışmada cinsel kötüye kullanıma maruz PROBLEMİN ELE ALINIŞI
kalmış çocukların büyüdüklerinde de cinsel olarak Pek çok yetişkin için rahatsız edici olsa da, anne-
aşağılandıkları ilişkilere girme risklerinin yüksek ol- babalar birşeylerden şüphelendiklerinde bu konuyu
duğu bildirilmiştir. “Kim tarafından yapılmış olursa çocuklarına açmalıdırlar. Hekimler de cinsel kötüye
olsun, cinsel kötüye kullanıma maruz kalmak, ‘kurban kullanım ile ilgili psikolojik ve fiziksel belirtiler ko-
edilme’ beklentisinin yerleşmesinde rol oynuyor gibi nusunda hassas olmalıdırlar. Pek çok ülkede sağlıkla
görünmektedir” (Alexander & Lupfer, 1987, s. 244). ilgili profesyoneller ve öğretmenler çocukların cinsel
Kuşkusuz bu yorumu o kişiyi aşağılayarak “aslında (ya da cinsel olmayan) açıdan kötüye kullanıldıkla-
o kurban edilmeyi istiyor” şeklinde değerlendirme- rının farkına vardıklarında, bunu çocuk koruma ku-
mek gerekir. Ancak bu yorum; çocukluklarında cinsel rumlarına ya da polise bildirmekle yükümlüdürler.
kötüye kullanıma maruz kalan bu kadınların bundan Kaliforniya’da psikologlar bu konuda en azından
ters yönde etkilenmelerinden dolayı, yetişkinlik döne- asgari düzeyde bilgi sahibi olabilmek ve çocuk cinsel
minde de istemedikleri cinsel yaşantılara karşı atılgan kötüye kullanımını bildirme ile ilgili kanuni sorumlu-
tepkiler ortaya koymayı öğrenmemiş olabileceklerine luklarının farkına varabilmek için bir günlük bir kursa
işaret etmektedir. katılmak zorundadırlar.
Genellikle çocuğu kötüye kullanan kişi yabancı Bir çocuk için cinsel açıdan kötüye kullanıldığını
biri değildir. Bu kişi bir amca, erkek kardeş, öğretmen, söylemek çok zordur. Anne-babasına erkek kardeşi ya
çalıştırıcı, komşu, hatta bir din adamı bile olabilir. da dedesi tarafından okşandığını söylemenin ne ka-
Çocuğu kötüye kullanan kişi genellikle çocuğun tanı- dar korkutucu olduğunu ve çocuğun kendini ne kadar
dığı ve büyük bir olasılıkla güvendiği biri olduğundan, çaresiz ve bağımlı hissedebileceğini unutmamalıyız.
bu gerçeği çocukla konuşabilmek ve bu gerçekle bir Daha da kötüsü çocuğu cinsel açıdan kötüye kulla-
yetişkin olarak yüzleşebilmek çok zordur. nan kişinin çocuğun babası olması durumudur. Çocuk
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 387
√√

bir yandan babasına bağlılık ve sevgi hissederken bir nasıl korunabileceği ile ilgili kararlar alınması gere-
yandan da ondan korkmakta ve duygusal anlamda kir. Özellikle annenin durumu daha da zordur; bazen
geri çekilmekte bir yandan da bütün olup bitenlerin kızı ile kocası arasında ne yapacağını bilemez, bazen
yanlış olduğunu düşünmektedir. Bazı anneler çocuk- de ekonomik nedenlerden dolayı babanın evden ayrıl-
larının kötüye kullanılmakta olduğundan şüphelense- masının mı, yoksa tutuklanmasının mı daha doğru ola-
ler bile, bunun devam etmesine göz yummaktadırlar. cağı konusunda karar veremez. Yasaksevi vakalarının
Böyle anneler çocuklarının şikâyetlerine inanmamayı, yüzde kaçının polise bildirildiğini bilmek mümkün
onlara yeterince destek vermemeyi ve hatta düşmanca değildir, ancak çoğunluğunun polise bildirilmediğini
davranışlar sergilemeyi seçebilirler. söylemek yanlış olmaz (Finkelhor, 1983). Cinsel kö-
Çocuğu olası cinsel kötüye kullanım hakkında sor- tüye kullanımın aile dışından biri tarafından yapıldığı
gularken, özellikle sonunda bir dava açılması olasılığı durumlar daha sık polise bildirilmekte ve dava edil-
varsa, tam ve doğru bilgi alabilmek, herhangi bir yön- mektedir.
lendirme yapmamak ve çok rahatsız edici bir yaşantı- Anne babaların da çocuğun ifadelerine karşı na-
nın yeniden yaşanmasından dolayı kaçınılmaz olarak sıl tepki gösterecekleri konusunda yardıma ihtiyaçları
ortaya çıkan stresi hafifletmek büyük beceri gerekti- vardır. Çocuğun şikâyetleri ciddiye alınmalıdır. Böyle
rir. Bazı kanun adamları, sorgulama sırasında, hem bir durumda anne-babanın yoğun duygusal tepkileri
çocuğun stresinin azaltılabilmesi hem de suçlananın her ne kadar anlaşılabilir olsa da, çocuğun kendini
haklarının korunabilmesi açılarından dava sırasında daha kötü hissetmesine yol açabilir. Ancak unutulma-
nasıl davranılacağı ve neler beklenebileceği ile ilgili malıdır ki, çocuklar olayları yetişkinlerden daha farklı
özel asistanlardan ya da eğitim programlarından ya- olarak anlamlandırmaktadırlar. Cinsel kötüye kullanı-
rarlanarak örneğin oturumların kapalı yapılması, ta- mın her şekli çok önemli ise de, örneğin özellikle okul
nıkların video veya kapalı sistem televizyon yayını ile öncesi dönemdeki çocuklar kendilerine ne yapıldığını
izlenmesinden yararlanılması gibi yeni yollara başvur-
tam olarak anlayamamış olabilirler ve dolayısıyla da
maktadırlar (Wolpe, 1990). Gerçeğin öğrenilmesinde
bundan çok fazla etkilenmemiş olabilirler. Ancak tüm
yararlanılabilecek yollardan biri de çocukların anato-
çocukların korunmaları gerekir ve bazen de fiziksel
mik açıdan uygun bebeklerle oynamalarını izlemektir.
yaralanmalar nedeniyle tedaviye ihtiyaç duyulabilir.
Ancak çocuğun bu bebeklerle oynama biçimini gerçe-
Kriz atlatıldıktan sonra birçok çocuk sürekli pro-
ğin değerlendirilmesi açısından tek bir ölçüt olarak
fesyonel gözlem altında olmaya ihtiyaç duyabilir
almamak, sadece değerlendirmenin bir parçası olarak
(Wolfe, 1990). Tecavüze uğrayan yetişkinler gibi, ki
görmek gerekir, çünkü cinsel kötüye kullanıma maruz
tecavüze uğrayan yetişkinlerin çoğu çocukluklarında
kalmamış birçok çocuk da bebekleri cinsel birleşme
cinsel kötüye kullanıma maruz kalmış kişilerdir, bu
pozisyonuna getirerek oynayabilmektedirler (Jampo-
çocuklarda da travma sonrası stres bozukluğu ortaya
le & Weber,1987). Bir yandan başına neler geldiğini
çıkabilir. Yapılacak müdahaleler yetişkinlerde görü-
anlamak için çocuğa yardımcı olmaya çalışırken, bir
yandan da çocuğu yaşanmamış bir olayı rapor etmeye len travma sonrası stres bozukluğunda uygulananlara
doğru yönlendirmemeye de özen gösterilmesi gerekir. benzerdir; güvenli ve destekleyici bir terapötik ortam-
Bütün bunlar dikkate alındığında, aile içinde yaşanan da travma ile ilgili anılar üzerine odaklanılır (John-
cinsel kötüye kullanımların çoğu kez rapor edilmeme- son, 1987). Sağlıklı cinsel ilişkilerde kuvvet veya kor-
sine ve büyümekte olan çocuğun kendine güveninin kuya yer olmadığının, olgunlaştıkça cinsel yaşantının
azalmasına, başka koşullarda olumlu olarak değer- kişiyi rahatlatan bir özellik haline geldiğinin öğretil-
lendirilebilecek ilişkileri çarpıtılmasına ve hatta ciddi mesi de çok önemlidir (McCarthy, 1986). Beden tema-
akıl hastalıklarının ortaya çıkmasına katkıda bulunan sı ile ilgili ketlenmelerin kaldırılmasında grup ortam-
bir sır olarak saklanmasına çok şaşırmamak gerekir. larında ve cinsel amaçlı olmayan el tutma ya da sırta
Anne-babalar da çocuklarının cinsel kötüye kulla- dokunma gibi davranışlardan yararlanılabilir (Wolfe,
nıma maruz kaldığını öğrendiklerinde bir kriz dönemi 1990). Tecavüz vakalarında olduğu gibi olanlarla il-
geçirmektedirler. Eğer yasaksevi söz konusu ise gerçek gili suçluluk duygusunu diğer kişiye döndürmek, yani
bir aile krizi yaşanır. Eğer bunun sorumlusu baba ise, kişinin “ben kötüyüm” şeklindeki sorumlulukla ilgili
bu durumda ne yapılacağı ile ilgili çatışmalar yaşa- atıflarını “o kötü” şeklinde değiştirmek yararlı olur.
nır, çünkü çoğunlukla baba ailede baskın olan ve hem Yapılacak müdahale çocuğun yaşına göre ayarlan-
sevilen hem de korkulan bir kişidir. Evde yoğun bir malıdır; örneğin 14 yaşındaki bir gencin olanları ha-
şekilde suçluluk ve utanma duyguları hâkimdir. Ayrıca tırlamak için bebeklere ihtiyacı olmaz ve 3 yaşındaki
ailede bir veya her iki ebeveynin alkolik olması gibi bir çocuk için de grup terapisi uygun olmaz. Bununla
başka ciddi sorunlar da yaşanıyor olabilir. Çocuğun birlikte her ne kadar bu konudaki klinik raporlar ol-
daha sonra karşılaşabileceği cinsel kötüye kullanım- dukça cesaret verici olsalar da, henüz bu çok çeşitli
lardan veya öfkeli ve korkmuş durumdaki suçlu kişinin ve karmaşık müdahale yöntemleri ile ilgili kontrollü
öc almaya yönelik tehditlerinden ve davranışlarından çalışmalar bulunmamaktadır.
388 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

rinden biri hipoksifilidir. Hipoksifili de cinsel uya­


rılma oksijen yoksun­luğu ile sağlanır ve bunun
için çevresel damar­ları genişleterek beyindeki
oksijen miktarını geçici olarak azaltan kimyasal
maddeler, göğüs kompresyonu, plastik torba
veya ip kullanılır (APA, 1994).
Sadist ile mazoşist ilişki sırasında yaşaya­
cakları aktiviteleri önceden belirlerler. (Gagnon
& Simon, 1977). Çiftin birlikte belirlediği aktivi­
telerde acı, aşağılama ve hükmetme ya da her
ikisi birden yer alır. İtaat ve hükmetme ile ilgili
temalar da fiziksel eziyet kadar önemlidir. Bu
önceden belirlenen aktivitelerin her iki taraf için
de, cinsel uyarılmayı yükseltecek hayali bir “an­
lamı” vardır. Örneğin mazoşist, disiplin mer­aklısı
öğretmeni tarafından cezalandırılması gereken
yaramaz bir çocuk ya da eski devir­lerde olduğu
gibi çok güçlü bir sultana satılan bir köle rolünü
oynayabilir.
Bazı sadistler cinayet işleyebilir ya da diğer
Cinsel sadist birlikte olduğu kişiye ki bu genellikle kişiyi sakat bırakabilirler. Bunlar cinsel doyum
hükmedilmekten ve aşağılanmaktan uyarılan bir mazoşist olur,
eziyet ederek veya onu aşağılayarak cinsel tatmin sağlar. alabilmek için kurbanlarına genellikle de ya­
bancı kişilere eziyet eden ve bu nedenle hapse
larca kişi olduğunu tahmin etmektedirler (ancak
girmiş suçlulardır (Dietz, Hazelwood & Warren,
çoğu bu tür yaşantıları sadist ya da mazoşist ta­
1990). Sadistlerin birisine öfkelendik­lerinde
nısı alacak kadar sık veya yoğun yaşamamak­
gösterdikleri davranışlar sadist olmayan cinsel
tadır). Sadist ve mazoşistlerin çoğu cinsel ya­
suçluların davranışlarından çok farklıdır. Sadist
şamları dışında geleneksel bir şekilde yaşarlar
cinsel suçlular daha çok polis rolüne girerler,
ve bunların çoğunun gelir ve eğitim düzeylerinin
zincirleme cinayetler işlerler, kurban­larını bağ­
ortalamanın üzerinde olduğunu gösteren kanıt­
larlar ve cesetleri saklarlar (Gratzer & Bradford,
lar vardır (Moser &Levitt,1987; Spengler, 1977).
1995). Neyse ki sadizm ve mazoşizm genellikle
Sadist cinsel doyuma ulaşa­bilmek için eşine acı
fantezilerle sınırlıdır ve DSM’ye göre bunlar fan­
verirken, mazoşist de bu acıya maruz kalmakla
tezilerle sınırlı kaldığı, yani davranışa dönmediği
doyuma ulaşır. Bu kişiler sadistik ve mazoşistik
sürece ve kişi bunlardan dolayı “belirgin bir sı­
cinsel yaşantıları, örneğin tokat atmayı cinsel
kıntı” duymadığı takdirde bozuk­luk olarak kabul
ilişkinin başlangıcı ya da bir­leşmenin bir aşa­
edilmez. DSM-IV’te de davranışa döndürülme­
ması olarak görürler.
dikçe ve kişide sıkıntı yaratmadıkça geleneksel
Her ne kadar bunlar her iki rolü de, yani hem
olmayan fantezilere sahip olmak patolojik değil­
baskın hem de çekinik rolü oynayabilirlerse de,
dir. Eğer en azından fantezi düzeyinde yaratıcı­
mazoşistlerin sayısı daha fazladır. Bu nedenle
lığı destekleyen bir sosyal ortam sağlanabilirse,
fahişelerin çalışmalarında sertlik ve disiplin ile
pek çok kişi cinsel ilişki sırasında aklına ya da
ilgili konular dikkate değer bir bölümü oluştur­
gözünün önüne gelenlerden dolayı rahatsızlık
maktadır. Cinsel mazoşism farklı şekillerde or­
duymayı bıraka­bilir. Bunun sonucunda ise daha
taya çıkabilir. Örneğin hareketin engellen­mesi
fazla sadistik ve/veya mazoşistik fanteziler orta­
(fiziksel olarak bağlanma), gözlerin bağlanma­
ya çıkabilir ama tanı alacak düzeydeki sadist ve
sı (duyusal bağlanma), dövülme, kamçılan­
mazoşist sayısında azalma olur.
ma, elektrik şokuna maruz kalma, kesilme ve
aşağılanma (örneğin, üzerine idrar ya da gai­
ta yapılması, köpek gibi havlamaya zorlanma, PARAFİLİLERİN NEDENLERİ
sözel tacize maruz kalma vb.) gibi. “Bebeksilik” Parafililerin nedenleri ile ilgili olarak ortaya
(infantilism) ile kendisine çaresiz bir bebekmiş atılan çeşitli kuram ve hipotezler arasında en
gibi davranılmasını istemek ve üstünde çocuk temel olanları psikodinamik ve davranışçı bakış
bezinden başka bir şey olma­ması kastedilmek­ açılarıdır. Diğer bir önemli bakış açısı ise biyo­
tedir. Mazoşizmin özellikle tehlikeli olan şekille­ lojik bakış açısıdır.
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 389
√√

PSİKODİNAMİK BAKIŞ AÇISI zetlemecilik ve teşhircilik için de benzer açık­


Psikodinamik kuramcılar parafililerin savunu­ lamalar önerilmektedir. Her ne kadar bu görüşü
cu bir yapıya sahip olduğunu, egoyu bastırılmış az da olsa destekleyen klinik vaka çalışmala­
korku ve anılarla koruduğunu ve psikoseksüel rı (örn. McGuire, Carlisle & Young, 1965) ve
gelişimin pregenital aşamasında saplanma ne­ kontrollü deneysel çalışmalar (örn. Rachman,
deniyle ortaya çıktığını belirtirler. Parafilisi olan 1966) var ise de, bu orgazmın şartlanması hipo­
bir kişi geleneksel heteroseksüel ilişkilerden, tezi görgül çalışmalarla çok az desteklen­miştir
hatta cinsel olmayan heterososyal ilişkilerden (O’Donohue & Plaud, 1994). Bununla birlikte,
bile korkmaktadır. Bu kişiler cinsel ve sosyal daha sonra bahsedileceği gibi, bu nedensel
açılardan gelişmemiş, olgunlaş­mamış ve yetiş­ varsayımlara dayanan değişik terapötik strate­
kin dünyasında sosyal ve heteroseksüel birleş­ jiler geliştirilmiştir.
me için yeterli bir düzeye gelememişlerdir (Lan­ Parafililer ile ilgili bir başka davranışçı hi­
yon, 1986).3 potez ise kaygı ve hayal kırıklığının bu kişile­
Örneğin fetişist ve pedofili tanısı alan erkek­ rin diğer kişilerle geleneksel bir biçimde ilişkiye
ler iğdiş edilme (kastrasyon) kaygısı nedeniyle girmelerini engellediği şeklindedir. Yasaksevi
diğer yetişkinlerle heteroseksüel ilişkiye girmek­ ilişkisine giren babaların bunu evliliklerinde cid­
ten çok korkmaktadırlar. Kastrasyon kaygısı, di problemler yaşamalarından dolayı yaptık­ları
teşhircilikte kişinin erkekliği konusunda emin düşünülmektedir (her ne kadar ciddi evlilik prob­
olabilmesi için cinsel organını başkalarına gös­ lemleri olan babaların büyük çoğunluğu böyle
termesine, sadizmde ise diğerlerine hük­metme yapmasa da). Bu kurama göre, dini yasaklar­
ve hatta bazen onlara zarar verme davranışları­
dan dolayı evlilik dışı ilişkilere gire­meyen veya
na yol açmaktadır.
fahişelerle temas kuramayan bir erkek, cinsel ve
Gözetlemeci, kadınlarla doğrudan temasa
duygusal doyumu kızından elde etmeye çalışır­
geçme yerine seyredildiğinin farkında olmayan
ken, “aile” dışına çıkama­maktadır (Frude, 1982;
kadınları gözetlemeyi tercih etmektedir. Eğer
Lang ve ark., 1990). Bununla birlikte, bir dinin
seyredilmekte olan kadın birden bire seyredildi­
nasıl aile dışındaki olgun bir yetişkinle ilişkiye
ğinin farkına varırsa, gözetlemeci kadının ken­
girmektense kızıyla cinsel ilişkiye girmeyi kabul
disine ilgi duyduğu sonucuna varır. Kendisine
edebileceğini anla­mak mümkün değildir.
bir erkek ve bir sevgili olarak güveninin çok az
olması nedeniyle de kendini tehdit altında his­ Edimsel şartlanma bakış açısına göre, para­
seder ve cinsel açıdan daha az uyarılır. Dolayı­ finlerin çoğu sosyal becerilerin yetersiz olması­
sıyla gözetlemeci, gözetlenirken yakalanma ris­ nın ya da aile ve akrabalar tarafından gelenek­
kinin yarattığı heyecan nedeniyle değil, onu bir sel olmayan davranışların pekiştirilmesinin bir
kadınla ilişki kurma olasılığından koruduğu ve sonucudur. Örneğin travestilerin vaka öyküle­
bir kadınla temas kurmak açısın­dan en az kor­ rinde bunların çocukluklarında annelerinin giy­
kutucu yol olduğu için gizlice gözetlemektedir. sileriyle ne kadar sevimli göründükleri hakkında
övülmüş oldukları bildirilmektedir.
DAVRANIŞÇI VE BİLİŞSEL BAKIŞ Bilişler üzerine odaklanan hipotezlerin bazı­
AÇILARI ları psikanalitik bir yapı göstermektedirler. Ör­
Davranışçı bakış açısına göre parafililer kla­ neğin bilişsel-davranışçı bakış açısına sahip
sik şartlanmadan, yani cinsel uyaranların top­ klinisyenlerle bazı psikodinamik görüşlü klinis­
lumsal açıdan cinsel uyarılmaya yol açması yenler, travestinin kişinin erkek olmanın getirdi­
uygun olmayan uyarıcılarla tesadüfen birleşti­ ği sorumluluklardan kaçabilmek için kul­landığı
rilmesinden kaynaklanır (Kinsey ve ark., 1948; bir sığınak olduğunu düşünmektedirler. Dolayı­
Kinsey ve ark., 1954). Genç bir erkek -nedeni sıyla erkek bir travesti için kadın giysileri giymek
ne olursa olsun- siyah deri çizmeler giymiş bir cinsel olarak uyarılmanın ötesinde önemli bir
kadın resmi ya da hayali ile mastürbasyon ya­ anlam taşımaktadır. Belki de cinsiyet rollerinin
pabilir. Davranışçı kurama göre, bu yaşan­tıların daha esnek olması bu erkekler için kadın giy­
tekrarlanması çizmelerin cinsel uyarıcı özelliği silerinin taşıdığı anlamı değiştirecektir (Son yıl­
kazanmasına yol açar. Pedofili, travesti, gö­ larda iç çamaşırları da dâhil olmak üzere erkek
giyiminde de daha önceden sadece kadın giyi­
3
Yukarıda da bahsedildiği gibi, psikanalitik yaklaşımda cinsel problemlerin daha
çok cinsel olmayan faktörlerle açıklanması, oysa cinsel olmayan bozuklukların
minde kullanılan ipekli kumaşların kullanılmaya
genellikle cinsel dürtülerle açıklanması çok ilginçtir. başlaması ilginçtir).
390 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

BİYOLOJİK BAKIŞ AÇISI yapmakta bile çok zayıf oldukları ve geleneksel


Çoğunluğunun erkek olması nedeniyle pa­ cinsel aktivitelerde ise daha da zayıf oldukları,
raflilerin ortaya çıkmasında temel erkek hor­ hatta hemen hiç başarılı ola­madıkları fark edil­
monu olan androjenin rol oynadığı görüşü or­ miştir. Dolayısıyla tedavide itici uyarıcılarla te­
taya atılmıştır. Cenin başlangıçta dişi olduğu­na rapi yöntemi ile birlikte sosyal beceri eğitimi de
ve daha sonra çeşitli hormonların etkisiyle er­ uygulanmaya başlamıştır. Pedofili, travestism,
keğe dönüştüğüne göre, ceninin gelişmesi sı­ teşhircilik ve fetişizm de itici uyarıcılarla terapi
rasında bazı sorunlar ortaya çıkmış olabile­ceği ve sosyal beceri eğiti­minin birlikte uygulandığı
düşünülmüştür. Ancak normal ve parafili tanısı terapilerle bazı başarılı sonuçlar elde edildiği­
almış kişiler arasındaki hormonal farklılık­larla ni gösteren çalış­malar vardır (Brownell, Hayes
ilgili veriler bu görüşü desteklemekte yetersiz & Barlow, 1977; Marks & Gelder, 1967; Marks,
kalmaktadırlar. Eğer zamanla biyolojik nedenler Gelder & Bancroft, 1970; Marshall & Barabee,
önemli hale gelse bile, bu nedenler parafililerin 1990). İtici uyarıcılarla terapi yöntemi uygun ol­
ortaya çıkmasında çok önemli ya da en önem­ mayan nesne ve aktivitelere duyulan çekiciliği
li rolü oynayan yaşantılar da dahil olmak üzere tama­men ortadan kaldıramasa da, bazı vaka­
pek çok karmaşık nedenden sadece biri olarak lar da kişinin açık davranışlarını daha iyi kontrol
kalacaktır. ede­bilmesinde yararlı olmaktadır (McConaghy,
1990; 1994).
PARAFİLİLERİN TEDAVİSİ Parafilisi olan hastaların aynı zamanda gele­
neksel uyarıcılar karşısında uyarılma düzeyleri­
En yaygın olan psikanalitik bakış açısına
göre parafililer, eski adıyla karakter bozukluğu, nin arttırılması konusunda da yardıma ihtiyaç­
yeni adıyla kişilik bozukluğundan kaynaklanır ve ları vardır. “Orgazmik yeniden yön­lendirme”
dolayısıyla da tedavide başarılı sonuçlar elde belirli uyarıcılar karşısında cinsel uyarılmanın
etmek de oldukça zordur. Mahkemeler ve halk arttırılmasında kullanılan davranışsal bir teknik­
da bu bakış açısını benimsemiş görün­mektedir tir (Brownell ve ark., 1977). Bu tekniğin uygu­
(Lanyon, 1986). Her ne kadar psikana­litik bakış lanmasında hastalardan ki bunların çoğunluğu
açısı parafililerin nedenlerinin anlaşıl­ması açı­ erkektir, geleneksel açıdan uygun olmayan cin­
sından etkili olmuşsa da, bu bozukluk­ların teda­ sel uyaranlar karşısında gösterdikleri cinsel tep­
visi açısından çok az katkıda bulun­muştur. kileri, örneğin bir kadın fotoğrafı gibi geleneksel
Davranış terapistleri çok derinde yatan kişi­ cinsel uyaranlara bakarken de göstermeleri is­
lik bozuklukları görüşü ile fazla ilgilenmemişler, tenir. Bu tekniğin ilk klinik uygulamasında Da­
daha çok geleneksel olmayan cinsel örüntüler vison (1968a) sadist fantezileri olan genç bir
üzerinde odaklanmışlardır. Buna bağlı olarak da adama evinde aşağıda belirtilen şekilde mas­
kişinin sadece cinsel özelliklerin değiştiril­mesine türbasyon yapmasını söylemiştir:
yönelik terapötik süreçler geliştirm­işlerdir. Özel­ Kalmakta olduğu yurtta uygun bir ortam
likle çeşitli tekniklerin kullanıldığı geniş tabanlı bulduğunda... önce sadistik bir fantezi yoluyla
ve çok yönlü bir tedavi uygu­landığında bazı ba­ sertleşme olmasını sağla­ması istendi. Daha
şarılar elde edilmiştir (Becker, 1990; Maletsky, sonra mastürbasyon yaparken çıplak ve seksi
1991; Marschall ve ark., 1991). bir kadın resmine (ki bu “hedef” cinsel uyarıcı
Davranış terapisinin ilk ortaya atıldığı yıllarda idi) bak­ması söylendi. Eğer bu sırada sertleşme
parafililere “uygun olmayan nesne ve aktiviteleri kaybolursa yeniden mastürbasyona başlaya­
çekici bulma” şeklinde çok dar bir açıdan ba­ cak hale gelene kadar sadistik fantezisine geri
kılırdı. Bu uygun olmayan nesne ve aktivitele­ dönmesi, ancak mastürbasyon sırasında yine
rin çekiciliğinin azaltılabilmesi için de deneysel resmi kullanması istendi. Fanteziyi sadece sert­
psikolojiye yönelen araştırmacılar itici uyarıcı­ leşmeyi sağla­mak için kullanmasına izin verildi.
larla terapi yöntemi üzerinde odaklan­mışlardır. Boşalma yaklaşırken mut­laka resim üzerinde
Bu yönteme göre örneğin bir çizme fetişistine odaklanması vurgulandı (s. 84).
çizmeye bakarken, bir travestiye karşı cinsin Hasta bu uygulamayı yapabildi ve birkaç
giysilerini giydiğinde, pedofilik bir kişiye çıplak haftalık bir süre sonunda geleneksel resim, dü­
bir çocuk resmine bakarken el veya ayakları­ şünce ve imajlarla uyarılmaya başladı. Bununla
na şok ya da mide bulantısına yol açan bir ilaç birlikte terapist orgazmik sürecin tamamlana­
verilir. Daha sonraları bu kişilerin sosyal ortam­ bilmesi için sadist imajların durdurulabilmesine
larda ilişki kurmakta örneğin kısa bir konuşma yönelik olarak itici uyarıcılarla terapi (Cautela,
PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 391
√√

1966) yöntemini de uygulamak zorunda kalmış­ istememesine empati göstererek onun savunu­
tır. Bir buçuk yıllık izleme sonu­cunda hastanın culuğunun ve düşmanca tavır­larının azalmasını
geleneksel uyarıcılarla uyarıl­ma kapasitesinin sağlayabilir, davranışlarını daha iyi kontrol ede­
devam ettiği ancak zaman zaman sadistik fan­ bilmesinde yardımcı ola­bilecek tedaviler hak­
tezilerine geri döndüğü sap­tanmıştır. Orgazmik kında bilgi verebilir, tedaviyi reddetmesi halinde
yeniden yönlendirme tekniğinin uygulandığı karşılaşacağı olumsuz sonuçları vurgulayabilir
başka vakalarda da muğlâk sonuçlar elde edil­ (örneğin eğer kişi zaten hapishanede ise daha
miştir, ancak davranışçı terapistler bu yöntemle kötü bir hapis­haneye yollanması gibi), yeniden
ilgili çalış­malarına devam etmişlerdir. Bazı dav­ suç işlemesi halinde nelerle karşılaşabileceğini
ranışçı terapistler ise bu yöntemin parafilisi olan (örneğin daha ağır bir ceza verilmesi gibi) anla­
hasta­ların geleneksel uyaranlar karşısında uya­ tabilir, tedavi sonucunda ulaşılabilecek olumlu
rılma kapasitelerinin arttırılmasında en iyi tedavi sonuçlara dikkat çekebilir, paradoks bir müda­
seçeneği olduğuna inanmaktadırlar (Abel, Mit­ hale ile kişinin tedaviye başlamaya veya devam
telman & Becker, 1985). etmeye yeterince güdülü olup olmadığı konu­
Bu bölümün başında da belirtildiği gibi, pa­ sunda şüpheleri olduğunu söyleyerek, hastanın
rafililerin çoğu kanunlara aykırıdır ve bazıları, direnmekte olduğu terapiste yanlış düşündü­
örneğin çocuk cinsel kötüye kullanımı gibi diğer ğünü kanıtlayabilmek için harekete geçmesine
kişiler için tehlike yaratırlar. Dolayısıyla cinsel fırsat verebilir, cinsel uyarılması ile ilgili psikofiz­
kötüye kullanım veya tecavüz (daha sonra tartı­ yolojik ölçümlerin yapılacağını ve bunların ka­
şılacaktır) suçu işleyenlerin çoğun­luğu ya hap­ bul etse de etmese de onun cinsel eğilimlerinin
se ya da akıl hastanelerine gön­derilmektedirler neler olduğunu belirleyebileceğini açıklayabilir
(20. Bölüm’e bakınız). Bu tür suçluların tedavi­ (Garland & Dougher, 1991).
sinde elde edilen başarı oranı değişkenlik gös­ Cinsel suç işleyenlerin rehabilitasyonu ile il­
termektedir; yayınlanmış rapor­lara göre bu oran gili olarak elde edilen şüpheli bulgular, hapis­ten
%90’ın üzerine çıkabildiği gibi %30’lara kadar çıkan bu kişilerin aynı suçları tekrar işlemeleriy­
da düşebilmektedir (Marshall ve ark., 1991). le sonuçlanmış ve kamuoyunun bu kişilerin ya­
Yayınlanan verileri yorumlamak birkaç neden­ kalandıkları yere geri dönmelerinin engellenme­
den dolayı oldukça zordur. Bazı programlarda si yolunda baskı yapmasına yol açmıştır. Yeni
en problemli mahkûmlar tedaviye alınırken, kanunlarla ortaya konan bir uygu­lama ise olası
diğerlerinde prognoz açısın­dan en iyi olanlar, bir tehlikenin söz konusu olması halinde, zan­
örneğin ilk defa suç işleyen­ler tedaviye alınmış­ lının nerede olduğunun polis tarafından halka
tır. Yine bazı programlarda izleme çalışmaları duyurulmasıdır. Hatta bu kanunla birlikte vatan­
yapılmış, bazılarında ise yapılmamıştır. Yıllar daşlar bu kişilerin kendi bölgelerinde yaşayıp
geçtikçe, özellikle de tedavinin bitmesinin üze­ yaşamadıklarını polis bil­gisayarlarını kullanarak
rinden 2 yıl geçtikten sonra, yeniden suç işleme öğrenme hakkına sahip olmuşlardır. Megan’ın
eğiliminde artış gözlenmektedir (Marshall & Ba­ kanunları olarak da bili­nen bu ve benzeri ka­
rabee, 1990). nunlar, New Jersey’de 2. sınıfa giden bir çocu­
Madde kötüye kullananlarda da görüldüğü ğun okuldan eve dönerken vahşice öldürülme­
gibi, cinsel açıdan suç işleyenlerde de kanuna sinden sonra konulmuştur. Bu cinayeti işleyen
aykırı olan davranışlarını değiştirme güdüsü kişi daha önce 2 kez çocuk­lara tecavüz etme
çok düşüktür. Tedavi için güdülenmemelerinin suçundan yakalanmış ve bırakılmıştı. Bu kanun
temelinde problemi inkâr etme, problemin cid­ hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik işle­
diyetini hafifletme, kurbanlarının güvenilir tanık­ nen cinsel suçlarda uygulanmaktadır (Ingram,
lar olarak kabul edilmeyecekleri inancı ve pro­ 1996). Bu tür suçlu­ları izlemeyi kolaylaştırmak
fesyonel bir yardım almadan da davranışlarını amacıyla düzenle­nen bilgisayar ağı Ağustos
kontrol edebileceklerine duydukları güven rol 1996’da Başkan Clinton tarafından oluşturul­
oynamaktadır. Bu nedenlerden dolayı genellik­ muş, böylece polisin bu kişileri ülkenin her ye­
le bu kişilerin tedaviye uygun olmadıkları (Dou­ rinde bulabilme imkânına sahip olması mümkün
gher, 1988), tedaviye başlasalar bile tedaviyi olmuştur (Kempster, 1996).
bırakacakları (Knopp, 1984) düşünülür. Teda­ Megan kanunu ile ilgili olarak ortaya çıkan
viye olan güdülenmeyi arttıracak çeşitli yön­ amaçlanmayan sonuçlardan biri; yıllar önce kar­
temler vardır (Miller & Rollnick, 1991). Örneğin şılıklı rıza ile homoseksüel ilişkide bulun­maktan
terapist kişinin bir suçlu olduğunu kabul etmek yakalanmış olan kişilerin polis kayıt­larında cin­
392 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

sel açıdan suç işleyenlerle birlikte yer almaları çelişkilidir. Berlin ve Meinecke (1981) 7 ile 20
ve dolayısıyla topluma teşhir edilmeleridir. Her yıl arasında değişen sürelerde MPA kullanan
ne kadar bu kişiler yakalandık­larında geçerli 20 cinsel suçludan 17’sinin ilacı kullandıkları
olan kanunlar değişmiş ve bu yeni kanunların süre içinde parafilik davranışlar göstermedik­
amacı toplumu yıllar önce karşılıklı rıza ile bir lerini, ancak ilacın kesilmesinden sonra gizli
başka yetişkin ile ilişkide bulunanlardan değil, davranışlarına geri döndüklerini belirtmişlerdir.
cinsel açıdan zarar veren­lerden korumak olsa Bazı araştırmacılar ise daha olumlu sonuçlar
da, bu uygulama devam etmektedir. Bu konu ile elde etmişlerdir (Green,1992; McConaghy ve
ilgili düşüncesizce yapılan ihbarlar olmaktadır. ark.,1988). Bu cinsel iştahı azaltan ilacın ya­
Örneğin şimdi 90 yaşında olan bir adam 1944 şam boyunca sürekli olarak kullanılması, uzun
yılında bir otopark­ta bir başka erkeğin bacağına süreli kullanı­ma bağlı olarak kısırlık ve diyabet
dokunurken yakalandığı için, bu şehvetli davra­ de dâhil olmak üzere çeşitli yan etkilerin ortaya
nışlarından dolayı suçlanarak polis kayıtlarına çıkması­na yol açacağından, pek çok etik sorun
suçlu olarak geçmiştir. Megan kanununun yü­ gün­deme gelecektir (Gunn, 1993).
rürlüğe girmesi ile birlikte üzerinde kırmızı mü­ İyi bir tedavi programı her zaman için söz ko­
rekkeple “CİNSEL SUÇ” yazan bir zarf evine nusu bozukluğun çok yönlü yapısını dikkate al­
yollanmış ve daha bu kişi zarfı görmeye bile fır­ malıdır. Örneğin bir teşhirci cinsel organını gös­
sat bula­madan, zarf kocasının 50 yıl önce böyle terme dürtüsüne bağlı olarak büyük bir gerilim
bir suç­tan dolayı yakalandığını bilmeyen eşi ta­ yaşayabilir. Dolayısıyla bu kişinin cinsel olarak
rafından açılmıştır (Riccardo & Leeds, 1997). uyarılmasına yol açan kadınlara karşı duyar­
Cinsel suç işleyenlerin tedavisinde çeşitli tıb­ sızlaştırması yerinde olur. Artık kaygı uyandır­
bi müdahaleler de denenmiştir. Bir nesil önce mayacak hale gelene kadar sokakta ve diğer
Batı Avrupa’da kastrasyon veya yumur­talıkların halka açık mekânlarda bu kadınları tekrar tek­
alınması gibi yollara başvurulmuş ve parafilik rar hayal etmek, kişinin bu kadınlarla gerçekten
davranışların ortaya çıkma oranında belirgin karşılaştığında daha rahat olmasına ve cinsel
bir azalma görülmüştür (örneğin Langeluddeke, organını gösterme dürtü­sünün ortadan kalk­
1963). Ancak bu ameliyat edilen grup çok he­ masına imkân sağlayabilir (Bond & Hutchison,
terojen bir gruptur ve aralarında kendi rızasıyla 1960). Parafilisi olan diğer kişilerle çalışırken
homoseksüel ilişkide bulunan kişiler de vardır. önce bu kişilerin rahatsızlık hissetmelerine yol
Dolayısıyla bu ameliy­at edilen grupta kaç ki­ açan sosyal durumlar ve kadınlarla ilgili özel­
şinin gerçekten masum insanlara zarar veren likler sorgulanabilir. Sonra da kaygı düzeyini
suçluların, yani çocukları cinsel açıdan kötüye azaltmak amacıyla bu durum ve kadınlara karşı
kullanma veya tecavüz etme gibi suçları olan ki­ duyarsızlaştırılabilirler. Bu tür kişilerde sıklıkla
şilerin yer aldığı bilin­memektedir. Bir yandan net rastlanan zorlukların aşılabilmesinde sosyal be­
sonuçlar elde edilememesi, bir yandan bu konu ceri eğitimi ve cinsel eğitim genellikle çok yararlı
ile ilgili önemli etik sorunların olması, bugün için olmaktadır. Ayrıca yetişkin bir cinsel eşin varlığı
kastrasyonun giderek daha az kullanılmasına düzelmenin uzun süre devam etme olasılığını
yol açmıştır. Ancak daha sonra bahsedileceği arttırmaktadır.
gibi, bu bozuklukların tedavisinde ilaç kullanma Yasaksevi tedavisinde de çok yönlü bir yak­
eğilimi halen devam etmektedir. laşım kullanılması yolunda öneriler vardır. Bu
Kanunlara aykırı olan ve sosyal açıdan da konunun tüm aileyi -mağdur olan kişi, eş ve
onaylanmayan parafilik davranışların kontrol al­ kardeşler- kapsadığı görüşü giderek yaygınlaş­
tına alınabilmesi için yapılan biyolojik çalış­malar maktadır. Tedavide tüm aile üyelerinin seansla­
sonucunda son yıllarda giderek ilaç kul­lanımı da ra birlikte katıldığı, içgörü kazandırma yönelimli
söz konusu olmaya başlamıştır. Tedavide med­ ve neden babanın (birçok vakada) duygusal
roksiproges-teron asetat (MPD veya ticari adı destek ve cinsel tatmin için kızına yöneldiğini
Depo-Provera) erkeklerde testosteron düzeyini anlamakta aile üyelerine yardımcı olunmaya
düşürmek için kullanıl­maktadır. Sertleşme ve çalışılan “aile sistemleri yaklaşımı” öneril­
boşalma sıklığının azal­masına yol açan bu ila­ mektedir (Lanyon,1986).
cın, geleneksel olmayan cinsel uyarılmaları ve Parafililerin “uygun olmayan çevresel uya­
bunu takip eden uygun olmayan cinsel davra­ ranları cinsel açıdan çekici bulma” şeklinde
nışları engelleyeceği düşünülmüştür. Bu ilaçla tanımlanmasıyla birlikte 1960’lı yıllarda cinsel
ilgili olarak şimdiye kadar elde edilen sonuçlar davranışçı-bilişsel yaklaşımlar daha yaygın ola­
TECAVÜZ 393
√√

rak kullanılmaya başlanmıştır. Terapide bazı mas çocuktan çok yetişkinlere yönelik olmak­
parafililerin gelişmesinde veya sürdürül­mesinde tadır. Şimdi çok önemli bir konu olan tecavüzü
yetişkin bir cinsel eşle tatmin edici bir cinsel incelemeye başlayalım.
ilişki yaşanamamasının rol oynadığı görüşüne
dayanan Masters ve Johnson yak­laşımı (1970) TECAVÜZ
kullanılmıştır (Marshall & Barabee, 1990). İster
yatılı ister yatısız uygulan­mış olsun, davranışçı- Pek çok kişi için tecavüz, yani istekli olma­
bilişsel yaklaşım hiçbir tedavinin uygulanmadığı yan birisi ile cinsel birleşme kadar öfke ve yoğun
durumlara nazaran, yeniden cinsel suç işleme duygulara yol açan pek az anti- sosyal davranış
oranının azalmasına yol açmıştır. Yeniden suç vardır. Tecavüzle ilgili bir diğer kategori ise, re-
işleme oranındaki azalma tecavüz suçu işleyen­ şit olmayan birine tecavüz yani reşit olmayan
lere nazaran çocuk cinsel kötüye kullanımında (statutory) bir kız ya da erkekle cinsel ilişkide
daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Her ne bulunmaktır. Reşit olma yaşı kanunlarla belir­
kadar toplum tarafından cinsel suç işleyenlere lenir ve genellikle 18’dir, ancak son yıllarda bu
korku ve nefretle bakılsa da, bu kişileri tedavi yaşın indirilmesini önerenler vardır. Reşit olma­
etmek için gösterilen çabalara değeceği, çok yan birinin cinsel aktivitelerinden sorumlu tutu­
düşük dere­cede başarılı olunsa bile tedavinin lamayacağı varsayılmak­tadır. Eğer reşit olma­
bu kişiler hapisten çıktıklarında diğer kişilerin yan kişi bilerek ve isteyerek cinsel ilişkiye girmiş
korunabilmesi için bir fırsat yarattığı göz ardı olsa bile bu reşit olmayan birine tecavüz olarak
edilmemelidir (Prentky & Burgess, 1990). değerlendiril­mektedir. Reşit olmayan birine te­
Daha önce de belirtildiği gibi, cinsel suçlu­ cavüz suçu için zorlama olması gerekmez, po­
lara uygulanan tüm tedavilerde karşılaşılan en lise böyle bir durumun bildirilmesi yeterlidir. Biz
önemli sorun bu kişilerin suçlarını inkâr etme­ bu bölümde zorlamalı tecavüz üzerinde odakla­
leri ve suçlarının sorumluluğunu almamalarıdır. nacağız.
Pek çok tecavüz eden ya da çocukları kötüye
kullanan kişi bu davranışlarını bir problem ola­
rak görmemektedirler. Bazıları kurbanı, hatta
SUÇ
çocuğu çok baştan çıkarıcı olmakla suçlarlar. Bazen “sadistik tecavüz” olarak adlandırılan
Birçok tecavüz eden kişi tecavüz ettikleri kişinin durumda tecavüz eden kişi vajene yabancı nes­
bundan zevk aldığını ve hayır demekle aslında neler sokma ya da göğüsleri çekme veya yakma
evet demek istediğini iddia etmektedirler. Bazı­ gibi davranışlarla kurbanın vücuduna ciddi de­
ları ise mutsuz çocukluklarını ya da kısıtlı sos­ recede zarar verir. Bazı kişiler ise kur­banlarını
yal koşulları suçlamaktadırlar. Neden ne olursa öldürür ya da sakat bırakırlar (Holmstrom &
olsun, kişi profesyonel bir yardım gerek­tirecek Burgess, 1980). Tecavüzün cin­sel bir davranış­
bir problemi olduğunu kabul etmedikçe tedavi tan ziyade şiddet, saldırganlık ya da hükmetme
imkânsızdır. Hapiste olsalar bile bu kişil­er te­ olarak değerlendirilmesine şaşmamak gerekir.
davi talebinde bulunmadıkları sürece tedaviye Birçok yargı sisteminde tecavüz vajinal girişe ek
alınamazlar. Oysa toplum bu kişileri farklı bir olarak, oral ya da anal girişleri de kapsamak­
yere oturtmakta ve bu, suçluların önce­likle bir tadır. Tecavüz edenin davranışlarından ziyade
problemleri olduğunu kabul etmeleri gerektiği mağdur olan kişinin tep­kilerine -korku, çaresiz­
görüşü ile çelişki yaratmaktadır. Diğer taraftan lik, aşağılanma- odak­lanan Calhoun & Atkeson
terapistler de tedavi sırasında bu kişi­lerin ye­ (1992) her türlü cin­sel zorlamayı tecavüz ola­
niden suç işleyebileceklerine ilişkin kuşkuları rak kabul etmekte­dirler. Böyle genişletilmiş bir
olduğunda, bunu bildirme zorunluluk­ları vardır tanım mağdur olan kişiye yardımcı olabilmek
(Morenz & Becker, 1995). Bir yandan tedavi amacıyla yararlı olsa da, kanuni tanımlardan
ile ilgili bütün bu zorluklar, bir yandan sadece farklılık göstermektedir. Her ne kadar erkekler
hapsetmenin cinsel suçlular açısından hemen de, örneğin hapishane­lerde olduğu gibi diğer
hemen hiçbir etkisinin olmaması, bizi gerçekten erkekler tarafından tecavüze uğrasalar da, ge­
çok zor bir durumda bırakmaktadır. nelde tecavüz erkek­ler tarafından kadınlara yö­
Her ne kadar parafililer ile ilgili tartışmalar nelik olarak gerçek­leştirildiğinden, bizim tartış­
sırasında özellikle de pedofili ve yasaksevi ile mamız da kadınlar üzerinde odaklanacaktır.
bağlantılı olarak birkaç kez tecavüzden bahset­ Amerikalı kadınların %25’i tecavüze uğra­
miş olmamıza rağmen, aslında zorla cinsel te­ maktadır (Kilpatrick & Best, 1990) ve bu teca­
394 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

vüzlerin %80’i polise bildirilmemektedir. Zorla­ gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yol aça­
yarak yapılan diğer cinsel aktiviteler de dikkate bilir. DSM-IV’te tecavüz travma sonrası stres
alınacak olursa, kız kolej öğrencilerinin %75’inin bozukluğuna yol açan önemli travmalardan biri
bu tür istenmeyen cinsel aktivitelere maruz kal­ olarak ele alınmaktadır (Bölüm 6).
dıklarını gösteren bulgular vardır (Koss, 1985). Tecavüze uğrayan kadınların çoğu sekse
karşı olumsuz bir tutum geliştirirler ve sevgilileri
MAĞDUR, SALDIRI VE KÖTÜ ya da kocalarıyla olan ilişkilerinde zorluk çeker­
SONUÇLAR ler (Becker ve ark., 1986). Tecavüz konusunda
da deneyimli klinik araştırmacılar olan Calhoun
Tecavüze uğrayan kadınların genç ve güzel
ve Atkeson (1991) cinsel problemlerin sıklıkla
oldukları şeklinde yaygın bir inanç vardır. Ancak
tedavi edilmemiş tecavüz travmasının uzun sü­
bu bir efsanedir (mit), çünkü tecavüze uğrayan­
reli bir sonucu olduğunu, dolayısıyla bu bölüm­
lar arasında bu tanıma uyan kadınlar olduğu
de daha sonra ele alınacak olan cinsel işlev bo­
gibi uymayanlar da vardır. Bazı kişiler için yaş
zuklukları nedeniyle terapiye başvuran kadınla­
ve fiziksel görüntü bir engel teşkil etmez. Teca­
rın geçmişinde tecavüz ya da cinsel saldırı olup
vüz için 1 yaşındaki bir çocuk ya da 80 yaşında
olmadığının araştırılması gerektiğini belirtmek­
bir kadın da seçilebilir.
tedirler. Bazı kadınlarda cinsel ilişki ve orgazm
Tecavüze uğrayanlar hem fiziksel hem de zi­
sıklığında değişiklik ortaya çıkmasa da, cinsel
hinsel olarak travma yaşarlar (Calhoun, Atkeson
tatminde azalma yıllarca devam edebilir (Feld­
& Resick, 1982; Resick ve ark., 1986; Resick,
1993; Rothbaum ve ark., 1992). Kadınlar teca­ man-Summers, Gordon & Mengler, 1979).
vüzden birkaç saniye ya da daki­ka önce, ne ka­ Cinsel saldırıdan sonra müdahale edilmedi­
dar tehlikeli bir durumla karşı karşıya olduklarını ği sürece bazı kadınlarda uzun yıllar boyunca
fark etseler de, başlarına neyin gelmek üzere ol­ devam eden kaygı, depresyon ya da travma
duğuna inanamazlar. Tecavüz sırasında ilk ola­ sonrası stres bozukluğu görülebilir (Calhoun &
rak yaşamlarından endişe duymaya başlarlar. Atkeson, 1991; Resick, 1993). Tecavüze uğ­
Bir yandan şiddete maruz kalmaktan ve seçme rayan kişilerin çoğu için intihar riski (Cohen &
özgürlüklerinin ellerinden alınmasından dolayı Roth, 1987; Kilpatrick ve ark., 1985; Kilpatrick
öfke duyarken, bir yandan da kendilerinden çok ve ark., 1992) ve önceleri kaygı ve genel dis­
daha kuvvetli olan saldırganla mücadele ede­ foriyi yatıştırmak amacıyla başlasa da madde
memekten dolayı çaresizlik yaşarlar. Tecavüz kötüye kullanımı riski (Burnam ve ark., 1988)
eden kişiler çoğu zaman kadınlara gözdağı ver­ yüksektir. Stresin fiziksel sağlık üzerinde­ki et­
mek ya da onları korkutmak için sürprizlerden kilerini inceleyen araştırma sonuçlarıyla benzer
ve silahlar­dan yararlanırlar. Direnme şiddetin şekilde tecavüze uğrayanlar da çeşitli bedensel
daha da art­masına yol açar. Tecavüzden haf­ problemlerden yakınmakta ve sağlık hizmetleri­
talar, hatta aylar sonra bile tecavüze uğrayan ne olan ihtiyaçları artmaktadır (Phelps, Wallace
kişi kendini aşırı gergin ve derinden aşağılan­ & Waigant, 1989).
mış hissede­bilir. Daha fazla karşı koyamadığı Bazılarının “tecavüz travması sendromu”
için suçluluk duyar ve öç almaya yönelik dü­ (Burgess & Holstrom, 1974) olarak adlandırdı­
şünceler ortaya çıkar. Sıklıkla tecavüzle ilgili ğı durumun yapısı ve süresi, tecavüze uğrayan
kâbuslar görülür. Depresyon ve kendine saygı­ kişinin tecavüzden önceki ve sonraki yaşamının
nın yok olması çok sık rastlanan durumlardır. nasıl olduğuna bağlıdır. Tecavüz sonrasında
Bazı tecavüz kurban­ları, tecavüzün yaşandığı kötü sonuçların ortaya çıkmamasında, destek­
yere bağlı olarak açık alanlara, kapalı ya da ka­ leyici bir eş ve arkadaşların olmasıyla krize
ranlık yerlere fobi geliştirirler. Yalnız olmaktan, müdahale ne tür yöntemler kullanıldığı rol oyna­
kalabalık yerlerden veya arkalarından birisinin maktadır (Atkeson ve ark., 1982; Ruch & Leon,
gelmesinden kork­maya başlarlar. Ne yazık ki, 1983). Tecavüz sonrasında yaşanan negatif
bu tepkiler, bazen tecavüze uğrayan kişinin te­ duygusal sonuçlarla saldırının şiddeti, nerede
cavüzdeki rolünü sorgulayan kişilerin, örneğin yaşandığı ya da tecavüzcüyü tanıyıp tanımama
polisin, hatta kişinin arkadaş ya da sevdiklerinin gibi değişkenler arasında ilişki olup olmadığını
duyarsızlık­ları nedeniyle daha da şiddetlenir (bu araştıran çalışmalardan elde edilen sonuçlar
konudan ileride daha fazla bahsedeceğiz). Sal­ tutarlılık göstermemektedir (Resick, 1993). Bu
dırıdan kaynaklanan travmaya ek olarak, bazen tutarsız sonuçlar Calhoun ve Atkeson’un (1991)
tecavüz istenmeyen bir hamileliğe ya da AIDS tecavüz sonrasında ortaya çıkan kötü sonuç­
TECAVÜZ 395
√√

ların olayın kendisinden çok kişinin bunu nasıl amacına hizmet ettiği görüşünü desteklemek­
değerlendirdiğine bağlı olduğu sonucuna var­ tedir (Brownmiller, 1975). Haçlı seferlerine ka­
malarına yol açmıştır. Böylece kişilerin bir olayı tılan askerler Kudüs’ü Müslümanlardan alabil­
değerlendirme biçim­lerinin ne kadar önemli ol­ mek için 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren
duğunu bir kez daha açıkça görmekteyiz. kutsal yolculukları sırasında Avrupa’dan ge­
Birçok yargı sistemi, depresyon, kaygı ve çerken, Almanlar Birinci Dünya Savaşı sırasın­
uyku bozuklukları gibi tecavüz travması send­ da Belçika’ya saldırırken, Amerikan askerleri
romu belirtilerinin olmasını tecavüz için bir ka­ Vietnam’ı ve 1990’da Irak askerleri Kuveyt’i iş­
nıt olarak kabul etmektedir. Aynı zamanda bu gal ederken kadınlara tecavüz etmiş ve gaddar­
sendromun tecavüz için bir kanıt olarak kabul ca davranmışlardır. Yine son zamanlarda Ame­
edilmesi, suçu bildirmede gecikme, hafıza kay­ rikan ordusundaki erkek askerlerin kadın asker­
bı ya da tutarsız ifadeler kullanma gibi aksi tak­ lere tecavüz ettik­leri saptanmıştır. Brownmiller
dirde tecavüze uğrayan kişinin buna razı olduğu (1975) savaşta tecavüzün neredeyse beklenir
izlenimi verecek davranışların açıklan­masına olduğunu belirt­miştir. Ona göre özel kulüpler
da yardımcı olmaktadır (Block, 1990). ya da askeri bir­likler gibi erkeklere has grup­
lar, erkeklerin üstün olduğu duygusunu sapıkça
TECAVÜZ EDEN KİŞİ destekle­mekte ve tecavüzün kabul edilebilir bir
davranış olduğu şeklinde bir hava yaratmakta­
Tecavüzlerin çoğu önceden planlanır. Te­ dırlar (1975).
cavüzü cinsel dürtüleri kontrolden çıkmış bir Haziran 1996’da Birleşmiş Milletler, 1992-
erkeğin kendiliğinden ortaya çıkan davranışları 1993 Bosna Savaşı sırasında 8 Bosnalı Sırp
olarak kabul etmek doğru olmaz. Tecavüz eden asker ve polisinin Müslüman kadınlara tecavüz
kişinin sadist davranışları olabilir ancak sadist­ ettiğini iddia etmiştir. Bu iddianın önemi, ilk defa
ten farklı olarak tecavüz edeceği kişiyi önceden cinsel saldırının ayrı bir savaş suçu olarak ka­
tanımamaktadır ve bu konuda istekli olmayan bul edilmesidir. Örneğin daha önce İkinci Dün­
birine saldırıda bulunur. Oysa sadist gönüllü ya Savaşı sırasında Nazilerin işledikleri suçları
olarak birlikte zevk almalarına yol açan acıları yargılayan Nürnberg mahkemelerinde tecavüz­
paylaştığı ve uzun süreden beri birlikte olduğu den özel olarak bahsedilmemiştir. Uluslararası
bir mazoşistle ilişkide bulunmaktadır. komitenin savaş sırasında gerçek­leştirilen teca­
Tecavüz eden birçok kişi saldırı sırasında vüzler konusuna duyarlı olması, tecavüzün bir
orgazma ulaşmaz, hatta bazılarında sertleşme ülke ya da grubun diğerine karşı sürdürdüğü sa­
bile olmaz ya da olsa da sürdürülemez. Cinsel vaşın kaçınılmaz bir parçası olarak kabul edile­
saldırıda bulunan 170 erkeğin kapsandığı bir meyeceğine ya da buna göz yumulmayacağına
çalışmada, bu deneklerin gönüllü eşlerle cinsel dikkati çekmektedir. (Simons, 1996).
ilişki yaşadıklarında ortaya çıkmamasına rağ­ Kimler tecavüz eder? Tecavüz eden kişi
men tecavüz sırasında 1/3’ünde sertleşmeme, gad­darca davranarak ve tecavüz ederek kadın­
erken ya da geç boşalma gibi sorunların ortaya lara hükmetme ve onları aşağılama heyecanını
çıktığı saptanmıştır. Deneklerin sadece 1/4’ünde yaşayan bir psikopat mıdır? Tecavüz eden kişi
tecavüz sırasında hiçbir cinsel işlev bozukluğu işte ve aşkta reddedildiği ya da hayal kırıklığı­na
ortaya çıkmamıştır (Groth & Burgess, 1977). uğradığında, olumsuz duygularını bir yabancıya
Bu kişiler genellikle çok alkol almaktadırlar, do­ yönelten, çok kırılgan bir egosu olan ve girişken
layısıyla sertleşmenin olma­masında aşırı alkol olamayan, sıradan bir erkek midir? Otoritesini
tüketiminin cinsel uyarılmayı engellemesinin de ve pozisyonunu kadınları ezmek için kullanan
payı olabilir (Wilson & Lawson, 1976). Benzer ama diğer alanlarda saygı ve hürmet duyulacak
şekilde tecavüz sırasın­da ortaya çıkan şiddet biri midir? Ya da baştan çıkarıcı ve cinsel yakın­
de aşırı alkolün saldır­ganlık üzerindeki ketleme­ lığa hazır gibi görünen ama aslında onun kadar
yi kaldırmasından kaynaklanıyor olabilir (Bara­ cinsellikle ilgilenmeyen genç kızlar­dan etkile­
bee, Marshall & Yates, 1983). nen bir ergen midir? Öfkesini ifade etme ile ilgili
Yıllar önce yayınlanan tecavüz politikası ile ketlenmelerini alkol alarak ortadan kaldırmaya
ilgili klasik kitapta belirtildiği gibi, genel olarak çalışan bir erkek midir? Bu sorulara verilebile­
erkeklerin kadınlara nazaran daha güçlü olma­ cek en iyi cevap; tecavüz eden kişi bu erkekle­
ları nedeniyle kadınları ezebilecekleri gerçe­ rin hepsi olabilir ve tecavüz davranışının ortaya
ği, tecavüzün geçmişte olduğu gibi bugün de, çıkmasında bu sorularda belirtilen durumların
kadınları kontrol etmek ve gözlerini korkutmak en az birkaçı rol oynamaktadır.
396 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

görünen kadınlardan uyarıldıkları gözlenmiştir


(Malamuth & Check, 1983). Bu çalışmanın so­
nuçları, tecavüzün desteklenmesinde kadın­
ların zorla yaşadıkları cinsel birleşmeden zevk
aldıkları izlenimini veren pornografik yayınların
önemli bir rolü olabileceğini göstermektedir.
Flört ilişkisinde de tecavüz ortaya çıkabilir.
Bu tür tecavüzlere flört tecavüzü ya da tanıdık
tecavüzü denilebilir. Bu tür tecavüzlerin oranı
bir yabancıya tecavüz etmeye nazaran üçte bir
oranında daha fazladır (Kilpatrick & Best, 1990).
Flört tecavüzü mağdurları, yabancılar tarafın­
dan tecavüz edilen kadınlara nazaran hem ken­
dilerini daha fazla suçlamakta hem de diğerleri
tarafından daha fazla suçlanmaktadır­lar, çünkü
bu kadınlar bu kişi ile birlikte olmaya gönüllü
olmuşlardır. Ancak bu bakış açısına şiddetle
karşı çıkılmaktadır, çünkü böyle bir bakış açısı
zayıf tarafın yani genellikle kadın­ların, isteme­
Bosna’daki tecavüz kurbanları. Savaşta tecavüz sıklıkla
rastlanılan bir durumdur, ancak son zamanlarda cinsel saldırı
dikleri şeylere “hayır” deme hak­larını ellerinden
bir savaş suçu olarak kabul edilmeye başlanmıştır. almaktadır. Yemeğe çıkmaya, hatta öpüşmeye
ve okşamaya istekli olmak, daha mahrem bir
Tecavüz eden erkeklerin ortak özellik­lerinden
ilişkiye istekli olmak anlamına gelmez.
biri, kadınlara duydukları öfkedir ve bunun teme­
Flört tecavüzü ile ilgili olarak ortaya çıkan yeni
linde kadınların onlara ihanet ede­cekleri, yalan
bir gelişme yatıştırıcı bir ilaç olan Rohypnol’dür.
söyleyecekleri veya aşağılaya­cakları inancı yat­
Bu ilacın rengi ve tadı olmadığından kolaylıkla
maktadır (Duke & Durham, 1990). Bu kişilerden
herhangi bir içeceğe karıştırılabilir ve bunu içen
elde edilen bilgilere göre tecavüz etme dürtüsü
kişi kendinden geçerek ne olduğunu hatırlamaz.
kendilerini yalnız, öfkeli, aşağılanmış, yetersiz
Erkekler bu ilacı flört ettikleri kadın­lara tecavüz
veya reddedilmiş hisset­tiklerinde artmaktadır
edebilmek için kullanmışlardır. Ağustos 1996’da
(McKibben, Proulx & Lusignan, 1994). Sosyolo­
çıkarılan bir yasa ile tecavüz ya da diğer şiddet
jik açıdan bakıldığın­da, bir toplum çatışmaların
içeren suçların işlenmesi sırasında Rohypnol
giderilmesinde ve problemlerin çözümlenme­
kullanılması halinde o suç için verilecek cezaya
sinde şiddet göster­meye ne kadar izin veriyor­
20 yıl kadar bir sürenin eklenebilmesine karar
sa tecavüz oranı da o kadar yüksek olmaktadır
verilmiştir. Bu yasa ile ilgili en dikkat çekici nok­
(Sanday, 1981). Kontrollü bir deneysel çalışma­
ta, Amerika’da ilk defa bir suçun işlenmesi sıra­
da, tecavüzün kabul edilebilir bir davranış olma­
sında ilaç kullanmış olmanın o suç için verilecek
dığını belirten erkek kolej öğrencilerin, video­
cezanın artmasına neden olmasıdır (Associated
da tecavüz sırasında orgazm yaşıyormuş gibi
Press, 1996).
Rüzgâr Gibi Geçti filminden alınan bu görüntü tecavüzle
ilgili efsanelerden birini -kadınlar ilk başta direnseler bile
Gerek tecavüzle gerekse diğer geleneksel
“götürülmek” isterler- resimlemektedir. olmayan cinsel davranış örüntüleri ile ilgili çalış­
malar cinselliğin pek çok amacının olduğuna
işaret etmektedir. Bazen sırf cinsel organlarla
ilgili olduğu için cinsel olarak adlandırılan bir
davranışı, cinsel olmayan terimlerle anlamaya
çalışmak daha yararlı olabilir. Örneğin cinsel
suçlularla yapılan klasik bir çalışmada (Gebhard
ve ark., 1965) tecavüz edenlerin %33’ünün te­
cavüzü cinsel doyuma ulaşmak için değil, öfke­
lerini ifade etmek için gerçek­leştirdikleri ortaya
konmuştur.
Birçok feminist grup tecavüzün cinsel bir suç
olarak sınıflandırılmasına itiraz etmekte­dirler,
TECAVÜZ 397
√√

çünkü böyle bir sınıflandırmanın tecavüzün boyunca birçok kez yeniden tutuklanmaktadır
aşağılayıcı ve ezici özelliğini maskelediğini ve ve hapsedilme yeniden tecavüz etme oranının
sanki tecavüze uğrayan kişinin cinsel dürtüle­ düşürülmesinde çok kısıtlı bir etkiye sahiptir.
rinin sorgulandığı bir atmosfer yarattığını belirt­ Cerrahi kastrasyon veya testosteron düzeyi­
mektedirler. Soyulan ya da dövülen bir kişinin ni azaltan kimyasal maddelerin kullanılması gibi
gizlice soyulmayı ya da dövülmeyi istemiş ola­ biyolojik müdahalelerin temelinde tecavüzün
bileceğinden kimse şüphelenmezken, nedense cinsel bir davranış olduğu görüşü yatmaktadır.
cinsel saldırıya uğrayan kişinin kocasına, arka­ Oysa önceden de belirtildiği gibi, tecavüz ede­
daşlarına, polise, hatta kendisine bile ahlâken bilmek için tam bir sertleşmenin olması gerekli
masum olduğunu kanıtlaması gerekmektedir. değildir. Bu tür tıbbi müdahaleler tecavüz sıra­
Böyle bir cinsel saldırıya uğramasına katkıda sında ortaya çıkan şiddetli ve saldırgan davra­
bulunabilecek neler yapmış olabilir? Özellikle nışlara bir çözüm getirememek­tedirler (Geer,
tecavüz eden kişi tamamen yabancı biri değil­ Heiman & Leitenberg, 1984). Üstelik kastrasyo­
se, mutlaka bir şeyler yapmış olmalıdır. Daha nun yetişkinlerde cinsel dür­tüleri azaltmakta ne
geniş bakış açılarının etkisiyle tecavüze ilişkin kadar etkili olduğu konu­suna da henüz kesin bir
etiketlemelerin giderek daha azaldığı görülmek­ cevap verilememiştir.
tedir. Son yıllarda tecavüze uğrayanlara danışma
imkânı verilebilmesi yolundaki çabalar giderek
TECAVÜZ EDENLERİN VE TECAVÜZE yaygınlaştırılmaktadır. Bu amaçla Amerika Bir­
UĞRAYANLARIN TERAPİSİ leşik Devletleri çapında tecavüz kriz merkez­
Bu kitapta ele alınan diğer bozuklukların leri ve doğrudan telefon hatları oluşturulmuş­
aksine, tecavüz ile ilgili olarak ruh sağlığı pro­ tur. Bunlardan bazıları hastane ve kliniklerle
fesyonelleri konuya iki farklı açıdan, yani hem bağlantılıdır, bazıları ise bağımsızdır. Hem
tecavüz eden hem de tecavüze uğrayan açısın­ pro­fesyonellerin hem de daha önce tecavüze
dan yaklaşmak durumunda kalmaktadırlar. uğramış olan gönüllü kadınların görev aldığı
Tecavüz eden kişiye yardımcı olmaya çalı­ bu merkezlerde tecavüz kurbanlarına krize mü­
şan terapistler bu problemin temelinde pek çok dahale çerçevesinde destek ve tavsiyeler ve­
neden olabileceğini dikkate almalıdır­lar. Bu ne­ rilmektedir. Bu uygulamada tecavüze uğrayan
denler arasında yalnızlık, sosyal becerilerde kişinin duygusal tepkilerinin nor­malleştirilmesi
yetersizlik (Overholser & Beck, 1986), kadınlar­ üzerine odaklanılır (“Böyle bir saldırıya uğrayan
la geleneksel biçimde ilişki kur­maktan korkma, herkes duygusal bir karışıklık yaşar”), kişi duy­
kadınlardan nefret etme, tat­mini erteleyememe guları hakkında konuşması için cesaretlendirilir
veya ertelemek istememe, özellikle aşırı alkol ve çocukların bakımı ya da evindeki güvenlik
almaya bağlı olarak erkeklik kavramını abarta­ önlemlerinin düzenlenmesi gibi acil ihtiyaçları­
rak kadınları daha aşağı bir konumda görme nın karşılanmasına yardımcı olunur. Kısacası,
sayılabilir. amaç tecavüze uğrayan kişiye problemlerini çö­
Erkeklerde tecavüz etme eğilimini azaltma­ zebilmesinde ve bu travmatik olay sonrasında
ya yönelik çeşitli programlar geliştirilmiştir. Bazı ortaya çıkan kötü duygularla başa çıkmasında
hapishanelerde suçluları kadınlara karşı göster­ yardımcı olmaktır (Calhoun & Atkeson, 1991;
dikleri şiddetin sorumluluğunu almaya, öfkele­ Sorenson & Brown, 1990). Özellikle tecavüz
riyle başa çıkmada ve karşı cinsle ilişki kurma­ eden kişi tanıdık biri olduğun­da (Stewart ve ark.,
da daha nazik yollar bulmaya teşvik ede­bilmek 1987) kişinin kendine yönelik suçlamalarının
için, açık ve doğrudan ifadelerle, yüzleştirici engellenmesi de (Frazier, 1990) çok önemlidir.
grup terapisi uygulanmaktadır. Bu uygulama Tecavüzle ilgili danışma yapanlar bu kadın­
sırasında ayrıca tecavüz eden kişiler tecavü­ ları içlerine kapanmamaları ve aktif olmaları için
ze uğrayan kadınlarla empati kura­bilmeleri için zorlarlar. Genellikle kriz merkezlerinde görev
desteklenirler ki, bu yaklaşım aynı zamanda te­ yapan bir kişi, tecavüze uğrayan kişinin kanuni
cavüze uğramak üzere olan kadın­lara o anda ve tıbbi yardım alabilmesi için, polise ve has­
çocuklarından, arkadaşlarından ya da işlerin­ taneye onunla birlikte gider. Daha sonra hami­
den bahsetmeleri yönünde verilen tavsiye ile lelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve ter­api
uygunluk göstermektedir. Ancak bu programla­ gerekip gerekmediği gibi konularla ilgili düzen­
rın ne kadar etkili olduğu yeterli düzeyde araştı­ lemeler yaparlar. Bu arada HIV araştır­ması da
rılmamıştır. Birçok tecavüz eden kişi yaşamları üzerinde durulması gereken bir başka konudur.
398 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

Kriz merkezindeki görevlilerin empatik yakla­ yönelik müdahalelerde olduğu gibi, travma ile
şımları tecavüze uğramış kişinin bu olayla ilgili ilgili anılar Ellis ve Beck’in çalış­malarındaki gibi
duygularını ifade etmeye başla­masına yardım­ bilişsel olarak yeniden yapı­landırılır. Bu uygula­
cı olur. Ayrıca kişi akraba ve arkadaşlarıyla bu mada kişi örneğin hem ken­dini suçlamaya yö­
olay hakkında konuşması için cesaretlendirilir. nelik tüm düşüncelerini dile getirmesi hem de
Eğer saldıran kişi ya da kişiler yakalandıysa, saldırı sırasındaki kendi kon­trolü dışında kalan
kriz merkezinde görevli olan kişiler tecavüze tüm durumları dikkate alması için desteklenir.
uğrayan kişinin tecavüz eden kişi ya da kişiler­ Sosyal tutumlar ve destek sistemleri tecavü­
le ilgili kanuni bir yola başvur­ma ya da başvur­ ze uğrayan kişiyi suç duyurusunda bulunması
mama kararında ona destek olurlar. Hem savcı ve dava açması için cesaretlendirse de kanuni
ile olan görüşmelerinde hem de mahkeme de açıdan bazı sorunlar ortaya çıkmak­tadır. Yarım
onun yanında olurlar. milyon kadınla yapılan görüşmeler sonucunda,
Terapide öncelikle kadının devam etmekte tecavüz için suç duyurusunda bulunulmasını
olan ilişkileri üzerinde odaklanılır, çünkü bu iliş­ zorlaştıran 3 neden olduğu ortaya çıkmıştır:
kiler tecavüzden dolayı olumsuz yönde etkilen­ Bunlardan birincisi tecavüzün özel bir sorun
miş veya bozulmuş olabilirler. Arkadaşlar ve aile, olarak kabul edilmesi; ikincisi tecavüz eden ki­
ama özellikle de sevgili ve kocalar, tecavüze uğ­ şinin, ailesinin veya arkadaşlarının misilleme
rayan kişinin ihtiyacı olan yargılamasız desteği yapmasından korkma ve üçüncüsü de polisin
verebilmek için önce kendi duy­gusal karışıklık­ bu konuda duyarsız, yetersiz ve etkisiz kalaca­
larını gidermeli ve gerekirse bunun için yardım ğına inanmadır (Wright, 1991). Tecavüz olay­
almalıdırlar. Tecavüz duru­munda uygulanan te­ larının çok azının polise haber verildiği tahmin
rapi yaklaşımı stres son­rası travma bozukluğu edilmektedir. Diğer taraftan böyle bir davanın
için uygulanan terapi yaklaşımı ile büyük ölçüde çok stres verici olduğunu, tecavüze uğrayanın
benzerlik göster­mektedir (Keane ve ark., 1989). tecavüz edeni tanımasının o kişinin suçlu bu­
Kişiden saldırı sırasındaki korkutucu yaşantıları lunması olasılığını azalttığını ve savcının te­
terapist ile konuşarak ve mümkün olduğu kadar cavüzün gerçek­leşmesinde tecavüze uğrayan
detaylı bir biçimde gözünün önünde canlandıra­ kişinin rolünü iyice sorguladığını da inkâr etme­
rak yeniden yaşaması istenir. Travmanın tekrar mek gerekir. Sonuç olarak, tecavüz eden bir kişi
tekrar yaşanması ile korkunun söndürülmesi yüzlerce kez tecavüz etmiş olsa da nadiren bu
(ya da psikanalitik yaklaşıma göre, travma üze­ suçun­dan dolayı hapse girmektedir. Toplum te­
rinde çalışılması) amaçlanır (Calhoun & Atke­ cavüze uğrayan kişinin haklarının kanunlar ta­
son, 1991; Calkoun & Resick, 1993; Rothbaum rafından korunup korunmadığı konusunda çok
& Foa, 1992). Diğer kaygılar üzerinde çalışırken dikkatli ve aktif olmalıdır.
olduğu gibi, tecavüzde de kişiyi korkularına yön­ Parafililer konusundaki tartışmamızı sonlan­
dırmadan önce, Odak 14.2’de anormal olarak
lenmesi için cesaretlendirmek hiç de kolay bir iş
kabul edilen bir cinsel değişimle yani eşcinsel­
değildir, çünkü genellikle olumlu sonuçlar ver­
likle ilgili kısa bir tartışmaya yer vere­ceğiz.
mese de, inkâr ve kaçınma bu kadınların en sık
başvur­dukları tipik başa çıkma yollarıdır. Birçok
kadın tecavüzden kendini sorumlu tuttuğu için CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
(en azından kısmen), depresyon üzerinde çalı­
şırken tecavüz sırasındaki rollerini yeniden de­ 25 yaşında, East Coast Üniversitesi fizik bölümünde
lisansüstü eğitim görmekte olan çok zeki ve başarılı olan
ğerlendirmeleri istenmelidir. Az sayıda da olsa
Robert S kendisinin “cinsel utangaçlık” olarak adlandır-
yapılan çalışmalar bu kadınların kendiler­ine te­ dığı bir sorunla bize başvurdu. Çok sevdiği ve yatak dı-
cavüz edenlere karşı öfke ve kin duyduk­larını, şında hemen her konuda uyumlu olduğu bir genç kadınla
bu tür duygularını ifade etmekten kork­tuklarını nişanlı idi. Tüm çabalarına ve nişanlısının da tüm anlayı-
ve bu tür duygularını ifade etmemek için sosyal şına rağmen, Robert hem cinsel ilişkiyi başlatmakta hem
ilişkilerden uzak kaldıklarını ortaya koymaktadır de nişanlısı başlattığında ona tepki vermekte son derece
(Calhoun & Atkeson, 1991). isteksizdi. Her ikisi de hem 2 yıllık arkadaşlıkları hem de
nişanlılık döneminde bu problemin temelinde Robert’in
Görgül olarak geçerliği giderek artmakta olan
üzerindeki akademik baskıların yattığına inanmaktaydı-
ve Resick (1992; Resick & Schnicke, 1992) ta­ lar. Ancak terapistle yapılan görüşmede Robert’in kendini
rafından geliştirilmiş olan bilişsel işlemleme te­ hatırladığından beri ne kadınlara ne de erkeklere karşı
rapisi bilişsel-davranışçı müdahaleler­den biridir. hemen hiç cinsel istek duymadığı ve üzerindeki baskılar
Bu terapi yaklaşımında, diğer kaygı azaltmaya azalsa bile durumun değişmediği saptandı. Nişanlısını
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 399
√√

çok çekici ve hoş bulduğunu, ama daha önce diğer bazı Bir psikolojik problem sadece o problemi ya­
kadınlarla da olduğu gibi, yine tutkulu olmadığını söy- şayan kişi için değil, o kişinin yaşamında önemli
ledi. yer tutan diğer kişiler için de bazı sonuçlara yol
Robert ergenlik döneminde nadiren mastürbasyon
açar. Diğer insanlarla sosyal ilişki kuramayan
yaptığını ve etrafında pek çok kız olmasına rağmen üni-
versitenin son yıllarına kadar kimseyle flört etmediğini kişiler yaşamda karşılaşabilecekleri pek çok fır­
belirtti. Seks de dâhil olmak üzere yaşama analitik ve en- satı kaçırırlar ve kendileri ile ilgili değerlendir­
telektüel bir açıdan baktığını ifade eden Robert terapiste meleri de zayıf olur. Böyle bir kişi eşi, çocuğu
sorunlarını çok serinkanlı bir biçimde anlattı. Nişanlısı- ya da arkadaşı için bir hayal kırıklığı ya da suç­
nın onun bu isteksizliğinin ileride evlilik ilişkilerini etkile- luluk kaynağı olabilir. Duygusal prob­lemlerin bu
yebileceği konusunda kaygılı olduğunu, eğer nişanlısının yönü, genellikle çok yakın kişisel ilişkiler çerçe­
böyle bir isteği olmasaydı kendisinin terapiye başvurma-
vesinde yaşanan cinsel işlev bozuklukları açı­
yacağını söyledi.
Birkaç bireysel görüşmeden sonra terapist nişanlısını
sından da çok önemlidir. Eşlerden birinde ya
da bir dahaki görüşmeye getirmesini istedi ve o da bunu da her ikisinde seks korkusunun olması evlilik
hemen kabul etti. Birlikte yapılan görüşmede her ikisinin ilişkisini çok etkileye­cektir. Ve birçoğumuz, ister
de birbirlerini sevdikleri ve ortak bir yaşamı sabırsızla iyi ister kötü yönde olsun, kendilik kavramımızın
bekledikleri görüldü. Ancak nişanlısı Robert’in bu cinsel bir kısmını kendi cinselliğimiz üzerine temellen­
isteksizliği ile ilgili endişeleri olduğunu belirtti. diririz. Sevdiğimiz insanları memnun edebiliyor
muyuz? Kendimizi memnun edebiliyor muyuz?
Toplumun çok az bir kısmında görülen gele­ Veya çok basit olarak zevkli bir cinsel yaşantı
neksel olmayan cinsel davranışları tartıştık­tan sonrasında gelen tatmin olma ve rahatlamanın
sonra, şimdi pek çok kişinin yaşadığı şek­liyle tadını çıkarabiliyor muyuz? Cinsel işlevlerdeki
geleneksel cinsel ilişkiden zevk almayı engelle­ bozul­ma bazen o kadar ciddi olabilir ki, cinsel
yen cinsel problemlerden söz edeceğiz. Burada aktivitelerden yoğun bir tatmin sağlamak bir
cinsel işlev bozuklukları yani normal cinsel yana, şefkat bile ortadan kalkabilir.
tepki döngüsünde ketlenmeye yol açan cinsel Önce insan cinsel tepki döngüsünün normal
problemler üzerinde duracağız. olarak nasıl işlevde bulunduğunu, sonra ise bu
Hangi cinsel davranışların, normal ve arzu bağlamda bazı cinsel işlev bozukluklarını ince­
edilir olarak kabul edileceği zaman ve mekâna leyeceğiz. Daha sonra da bu problemlerin ne­
göre farklılık gösterir. Cinsel ifadelerin ketlenme­ denleri ve uygulanacak terapileri tartışacağız.
sinin anormal olduğu şeklindeki çağdaş görüş,
19 yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Batı’da CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE
hâkim olan cinselliğin fazlasının suç olarak de­
ğerlendirildiği görüşle zıtlık göster­mektedir. Cin­
İNSAN CİNSEL TEPKİ DÖNGÜSÜ
sel işlev bozuklarını incelerken, bu, zamana ve Tablo 14.1’de de belirtildiği gibi DSM-IV’te
kültürel normlara bağlı farklılık­ları akılda tutmak cinsel işlev bozuklukları dört temel başlık altın­
iyi olacaktır. da incelenmektedir. Bunlar: cinsel istek bozuk­
DSM-II’de eşcinsellik cinsel
sapmalardan biri olarak listelenmiştir.
DSM’nin daha sonraki basımlarında
ise, erkek eşcinsel hakları gruplarının
baskılarına bağlı olarak eşcinsellik
zamanla bir akıl hastalığı olarak
kabul edilmemeye başlandı.
400 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

ODAK 14.2 EŞCİNSELLİKLE İLGİLİ BAZI GÖRÜŞLER

Her ne kadar eşcinsellik DSM-IV’te net bir şekilde bu tür sosyal eğilimlere direnebilmek amacıyla yardım
tanımlanan bir kategori olarak görünmese de, bu tür arıyor olabilirler. Bir başka neden ise klinisyenlerin bu
duygu ve davranış örüntüleri ile ilgili olarak hem halk kişilerdeki kaygı ve depresyon gibi sorunlara daha faz-
hem de profesyoneller arasında ortaya çıkan farklı gö- la odaklanmaları ve bunların heteroseksüel olma isteği
rüşler nedeniyle bu konunun üzerinde durulmasının ya- ile ille de bağlantılı olmadığını düşünmeleridir. Gerçek
rarlı olacağına inanıyoruz. Eşcinselliğin tarihini gözden nedenlerin neler olduğunu belirlemek mümkün değildir,
geçirmek cinsel açıdan kendi cinsini de tercih eden ya da ancak Amerikan Psikiyatri Derneği 1987 yılında DSM
cinsel tercihlerinde sadece kendi cinsine yönelen kişilerle III-R yayınlanmaya hazır hale geldiğinde, DSM III-R’de
ilgili birçok konu hakkında bir bakış açısı geliştirmemize ego distonik eşcinsellik de dâhil olmak üzere eşcinsellikle
yardımcı olacaktır. ilgili hiçbir kategorinin yer almamasına karar vermiştir.
Bunun yerine DSM-III-R’de başka türlü adlandırılama-
EŞCİNSELLİK VE DSM yan cinsel bozukluk kategorisinde “kişinin cinsel yöne-
DSM-II’nin 1968 yılında yayınlanmasından 1973 yı- limi ile ilgili sürekli ve belirgin stres yaşaması” şeklinde
lına kadar cinsel sapmalardan biri olan eşcinsellik cinsel bir alt grup yer almaktadır ve bu kategori DSM-IV’te de
istek veya aktivitelerin kendi cinsinden birine yöneltilme- bulunmaktadır. Sonuç olarak, ne DSM-III-R’de, ne de
si şeklinde tanımlanmıştır. 1973’te birçok profesyonelin DSM-IV’te eşcinsellik başlı başına bir bozukluk olarak
ve eylemci erkek eşcinsellerin baskısıyla, Amerikan Psi- ele alınmamaktadır.
kiyatri Derneği Terminoloji Komitesi, eşcinselliğin cin- Bu yeni kategorinin herhangi bir cinsel yönelimi be-
sel sapma kategorisinden çıkarılmasını ve bunun yerine lirlemediği dikkat çekicidir. Her ne kadar ego distonik
“cinsel yönelim rahatsızlığı” ifadesinin kullanılmasını eşcinsellik tanısı koyabilmek hâlâ mümkün olsa da, mev-
önermiştir. Bu yeni tanı da kullanılan “rahatsızlık” ifa- cut psikiyatrik sınıflandırmalarda ego distonik heterosek-
desi sanki eşcinsel kadın ve erkeklerin “cinsel yönelim- süellik tanısı da yer almaktadır. Bizim beklentimiz ise her
lerinden dolayı çatışma yaşadıkları ve bu yönelimlerini iki tanının da çok sık konulmaması yönündedir.
değiştirmek istedikleri” izlenimini vermektedir. Eşcin-
selliğin psikoseksüel gelişimin erken dönemlerindeki bir HOMOFOBİ: ÖRTÜK EŞCİNSELLİĞE KARŞI
saplantıyı yansıttığını ve dolayısıyla anormal olduğunu BİR SAVUNMA
savunan ünlü psikiyatristlerin şiddetli karşı çıkmalarına Erkek eylemci eşcinsellerin yıllardır tartıştıkları ko-
rağmen, Psikiyatri Derneği üyeleri arasında yapılan oy- nulardan biri de, eşcinselliğe karşı olunmasının mantıklı
lama sonucunda bu değişiklik kabul edilmiştir. bir analizden çok eşcinsellikten korkmaktan ya da tiksin-
Ruh sağlığı profesyonelleri arasındaki bu farklı gö- mekten kaynaklandığıdır ki, buna homofobi denilmek-
rüşlere rağmen 1970’li yılların sonlarına doğru hazır- tedir. Bazı yazarlar homofobinin kişinin kabul etmediği
lanan DSM-III’te daha önce Terminoloji Komitesi’nin eşcinsel ilgi ya da yönelimlerine karşı geliştirdiği bilinç-
1973’te önerdiği esnek bakış açısında israrlı olduğu or- dışı bir savunma mekanizması, yani bir tepki geliştirme
taya çıkmıştır. Sonuçta DSM-III’te kendi cinsinden uyarı- olduğunu iddia etmektedirler.
lan, bu uyarılmadan sürekli stres duyan ve heteroseksüel Homofobik erkeklerin “kendi eşcinselliklerine karşı
olmak isteyen kişileri tanımlayan yeni bir kategori, egoya kendilerini savunmakta oldukları” psikanalitik bir hi-
yabancı (distonik) eşcinsellik, yer almıştır. Bizce DSM- potez olarak yıllardır varlığını sürdürmektedir (örneğin
III’te eşcinsellikle ilgili tutarsız bir tavır sergilenmekte- West, 1977). Son zamanlarda çok ustaca yapılan bir de-
dir, çünkü bir yandan ego distonik escinsellik tanımına neyden elde edilen veriler bu kuramsal ve politik görüşü
göre toplumun önyargıları nedeniyle cinsel yöneliminin desteklemektedir. Bu çalışmada Adams, Wright ve Lohr
sapkın olduğuna iknâ olan eşcinseller anormal olarak (1996) homofobinin kabul edilmeyen, bastırılmış eşcinsel
kabul edilmekte, bir yandan da eşcinselliğin anormal bir yönelimlerle (gizli eşcinsellik) ilgili olabileceğini göster-
durum olmadığı belirtilmektedir. mişlerdir. Bir ölçek yoluyla homofobik olan ve olmayan
DSM-III’ün 1980 yılında yayınlanmasından sonraki heteroseksüel erkek kolej öğrencilerinin ikiye ayrıldığı
yıllarda ruh sağlığı profesyonellerinin ego distonik eş- bu çalışmada, deneklere heteroseksüel, eşcinsel ve lezbi-
cinsellik tanısını çok az kullandıkları gözlenmiştir. Bu, yen ilişkilerin açık bir şekilde tanımlandığı videolar gös-
artık terapiye başvuran eşcinsellerin cinsel yönelimle- terilmiştir. Cinsel uyarılma hem penil pletismograp hem
rini değiştirme gibi bir isteklerinin olmamasından mı de deneklerin kendi yaptıkları değerlendirmelere göre
kaynaklanmaktadır? Yoksa AIDS krizinin ortaya çık- ölçülmüştür. Pletismograp ölçümlerinden elde edilen
masıyla AIDS’in bir eşcinsel problemi olduğu ve hatta bilgiler heteroseksüel deneklerin heteroseksüel ve lezbi-
bunun günahlarına karşı Tanrı tarafından verilmiş bir yen videolardan uyarıldıklarını göstermesine karşın (ki
ceza olduğu şeklindeki yanlış iddialara rağmen, eşcin- bu heteroseksüel erkekler için yaygın olarak görülen bir
selliğe karşı gösterilen bu hoşgörü erkek eşcinsellerin durumdur), homofobik erkekler heteroseksüel ve lezbiyen
cinsel yönelimleri ile ilgili olmayan diğer problemleri videolara nazaran daha az olmakla birlikte erkek eşcin-
için terapiye başvurma cesaretini göstermelerinden mi sel ilişkilerin gösterildiği videolardan da uyarılmışlardır.
kaynaklanmaktadır? Belki de bazı erkek eşcinseller, özel- Deneklerin kendileri ile ilgili olarak yaptıkları değerlen-
likle de 20 yıldır mücadele etmekte olan eylemci erkek dirmeler açısından iki grup arasında fark saptanamamış
eşcinseller, artık toplumun cinsel tercihlerine karşı olan olması da, homofobik erkeklerin kendi eşcinsel ilgilerini
önyargılı bakış açısına katlanmak istemediklerinden, inkâr ettikleri görüşünü desteklemektedir.
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 401
√√

lukları, cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm bo­


zuklukları ve cinsel ağrı bozukluklarıdır. Cinsel
işlev bozukluğu tanısı konulabilmesi için bozuk­
luğun sürekli ve yineleyici olması koşulu aranır
ki, bu, DSM’de klinik bir sonuca vara­bilmek için
öznel değerlendirmelerin belli bir dereceye ka­
dar kabul edilebildiğini göstermek­tedir. DSM-
IV’te ise bir yenilik olarak, tanının konulabilmesi
için “kişi için belirgin bir stres veya insanlar ara­
sı ilişkilerde sorun yaratması” koşulu eklenmiş
ve böylece kişinin kendi tepki­lerinin de (örneğin
sekse hiç ilgi duymama gibi) tanının konulma­
sında rol oynamasına izin verilmiştir. İşlev bo­
zukluğunun bir başka tıbbi hastalığa (örneğin
erkeklerde sertleşme prob­lemlerine yol açabi­
len diyabet gibi) ya da bir başka Eksen 1 bozuk­
luğa (major depresyon gibi) bağlı olarak ortaya
çıktığı düşünüldüğünde, cinsel işlev bozukluğu
tanısı konulmaz.
Cinsel tepki döngüsü ile ilgili çağdaş kav­
ramsallaştırmaların çoğu Masters ve Johnson
(1966) ve Kaplan (1974)’ın önerilerine dayan­
Cinsel terapist olan William H. Masters ve Virginia Johnson’un
maktadır. Masters ve Johnson’ın 30 yıldan daha yaptıkları gönüllü çalışmalar, cinselliğin samimi bir biçimde
fazla önce yaptıkları çalışmalar, hem cinselliğin ortaya konmasına ve bilimsel açıdan değerlendirilmesine
yapısı ve yoğunluğu ile ilgili araştırmalar, hem yardımcı olmuştur.
de cinselliğin klinik açıdan ele alınışı açıların­
dan bir devrime yol açmıştır. Masters ve Joh­
nson, daha önce Kinsey grubunun (Kinsey ve
ark., 1948, 1953) görüşmelere dayanarak elde
ettikleri bilgileri, mastürbasyon yapan ve cinsel
birleşmede bulunan kişileri doğrudan gözleye­ Helen Singer Kaplan cinsel tepki döngüsüne istek aşamasını
rek genişlet­mişler. Bu gözlemler sonucunda ekleyen ünlü bir cinsel terapisttir.
da erkek ve kadınlarda hemen hemen benzer
olduğu görülen cinsel tepki döngüsünün 4 aşa­
masını tanımlamışlardır.
1. İstek. Kaplan (1974) tarafından ortaya
atılan bu ilk aşama, sıklıkla cinselliği uyaran
fantezilerle bağlantılı olarak ortaya çıkan cinsel
istek ve ilgiye işaret eder.4
2. Heyecan. Masters ve Johnson’a göre ilk
aşama olan heyecan, cinsel organlardaki ve
ayrıca kadınlarda göğüslerdeki kan akışının art­
ması şeklindeki fizyolojik değişikliklerle bağlan­
tılı olarak ortaya çıkan cinsel zevkin, öznel ola­
rak yaşanmasıdır. Hücrelerdeki kan akışının
artması (tumescence), erkeklerde sertleşme,
kadınlarda ise göğüslerin büyümesi ve vajina­
da ıslaklığın artması şeklinde değişikliklere yol
açar.
4
Bizce Masters ve Johnson’un bu aşamadan söz etmemelerinin nedeni yaptıkları
laboratuar çalışmalarında denek olarak cinsel ilişkiye istekli ve hazır gönüllüleri,
yani bu alanda sorunu olmayan kişileri denek olarak kullanmış olmalarıdır.
Bu durum, bilgi toplama tekniklerinin yapısının (örneğin bu çalışmadaki gibi
kullanılan deneklerin özelliklerinin) bir çalışmadan ne tür bilgiler elde edileceğinin
nasıl belirlediğini gösteren çok iyi bir örnektir.
402 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

3. Orgazm. Bu aşamada cinsel zevk tepe rastlanan bir durumdur. Örneğin, hipoaktif cin­
noktaya ulaşır ki bu binlerce yıldan beri hem sel bozukluk (cinsel istek­te azalma) tanısı alan
şairleri hem de bizim gibi sıradan insanları bü­ kadın ve erkeklerin hemen hemen yarısında
yülemektedir. Bu aşamada erkeklerde boşal­ma bir başka işlev bozuk­luğu daha görülmektedir
arzusu kaçınılmaz bir hâl alır ve hemen her se­ (Segraves & Segraves, 1991). Farklı bozukluk­
ferinde boşalma ortaya çıkar (çok nadir durum­ ları ince­lenirken bunların birbirleriyle olan bağ­
larda bazı erkekler boşalmadan orgazm olurlar lantıları daha açık olarak ortaya çıkacaktır.
ya da orgazm olmadan boşalırlar). Kadınlarda
ise vajenin 3. dış duvarlarında kasıl­malar ortaya CİNSEL İSTEK BOZUKLUKLARI
çıkar. Her iki cinste de genel bir kas gerilimi ve DSM-IV’te iki tür cinsel istek bozukluğun­dan
istemsiz pelvis hareketleri görülür. söz edilmektedir. Bunlardan ilki Azalmış (hipo-
4. Çözülme. Master’s ve Johnson’a göre bu aktif) cinsel istek bozukluğudur ve cin­sel fan­
son aşamada genellikle orgazmı izleyen bir ra­ tezi ve etkinliklerde bulunma isteğinin eksikliği
hatlama ve kendini iyi hissetme hali ortaya çı­
ya da hiç olmaması şeklinde tanımlan­maktadır.
kar. Erkeklerde, bunu, uyarılma ve sertleş­menin
İkincisi ise cinsel tiksinti bozukluğudur ve ki­
mümkün olmadığı bir dönem takip eder ki bu
şinin cinsel temastan neredeyse tamamen ka­
dönemin ne kadar süreceği hem kişiden kişiye
çındığı daha ciddi bir bozukluk olarak tanımlan­
hem de aynı kişi için farklı denemelerde deği­
maktadır. Tanımlama ile ilgili sorunlar nedeniyle
şiklik gösterir. Kadınlarda ise durum fark­lıdır.
tam bir tahminde bulunmak zor olmakla birlikte,
Kadınlar çok kısa sürede yeniden cinsel heye­
genel olarak yetişkin nüfusun %20’sinde azal­
can duyarak hemen tepki verebilir hale gelebi­
mış cinsel istek bozukluğu olabileceği düşünül­
lirler ki, bu onların çoklu orgazm yaşa­malarını
mektedir. Cinsel işlev bozuklukları nedeniyle
mümkün kılar.
tedaviye başvuran­ların yarısından çoğu cinsel
Unutmamak gerekir ki, cinsel tepki döngü­
sü bir kurultu yani bilimsel olarak yaratılmış bir istekte azalmadan şikâyetçidirler. Genel olarak,
durumdur. Aslında cinsel ilişki düşünce, duy­ hem kadınlarda hem de erkeklerde azalmış cin­
gu, davranış ve biyolojik tepkilerin birlikte gö­ sel istek bozuk­luğu oranı 1990’larda 1970’lere
rüldüğü devamlı bir süreçtir. Cinsel tepkilerle nazaran daha yükselmiştir (Beck, 1995).
ilgili olarak farklı görüşler de ileri sürülmüştür. Tüm DSM-IV tanıları içinde, tanımlamada en
Örneğin Havelock Ellis (1906) cinsel ilişki açı­ çok zorluk çekilen (bu Bölümün başında anlatı­
sından sadece dokulara kan dolmasından ve lan vaka da olduğu gibi) cinsel istekte azalma­
kanın geri çekilmesinden söz etmiştir. Burada dır. Kişi ne kadar sık cinsel ilişkide bulunmayı
sözü edilen dört aşamalı bakış açısı elde edi­ istemelidir? Bir kişinin cinsel istekte azalma
len bilgileri organize edebilmek ve tartışabilmek şikâyetiyle kliniğe başvurmasının nedeni, çoğu
amacıyla bilim adamları tarafın­dan yaratılmış kez o kişinin cinselliğe gösterdiği ilginin düze­
olan kuramsal şemalar veya akla uygun açıkla­ yinden memnun olmayan bir başkasının bulun­
malardan sadece biridir (Gagnon, 1977; Kuhn, masıdır. Azalmış cinsel istek bozukluğu, içinde
1962). Şimdi DSM’de cinsel işlev bozuklukları­ yaşanılan çağın ve kültürün etkisiyle insanların
nın tanımlamasında bu tür şemaların nasıl kul­ cinsellikle ilgili beklenti­lerinin yükselmesinin bir
lanıldığına bakalım. sonucu olarak, ilk defa 1980 yılında DSM-III’te
“ketlenmiş cinsel istek”5 adı altında yer almış­
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARININ tır. Bundan 25 sene önce cinsel tedavi alanında
TANIMLANMASI VE NEDENLERİ çalışan profesyonellerin bile dile getiremediği
bir bozukluk olan cinsel istekte azalma hak­
Cinsel işlevlerin ara sıra bozulması o kadar kında şimdi kitaplar yazılıyor olması (örneğin
sık görülen bir durumdur ki zaman zaman bu Leiblum ve Rosen (1988) çok çarpıcı bir değiş­
bölümde tanımlanan problemlerden bir veya bir­ medir. Elde edilen veriler cinsel istekte azalma
kaçı ile karşılaşan kişiler tedaviye gereksinim­ tanısının konulabilmesinde, kişinin sübjektif de­
leri olduğunu düşünmemelidirler: Cinsel işlev
ğerlendirmelerinin çok önemli bir rol oynadığını
bozukluklarının tanısında “sürekli ve yineleyici”
ve bu bozukluğun, örneğin Amerikalı erkekler
ifadesinin vurgulanması böyle bir tanının konu­
labilmesi için durumun ciddi olması gerektiğine 5
DSM-III-R’yi hazırlayanlar DSM-III’te kullanılan “ketlenmiş” ifadesinin
dikkat çekmektedir. Buna ek olarak, farklı cinsel psikodinamik nedenselliği akla getirdiğini düşünmüşlerdir. Dolayısıyla da
DSM-III-R’de ve DSM-IV’te hipoaktif teriminin kullanılması tercih edilmiştir
işlev bozukluklarının bir arada görülmesi de sık (Lief,1988).
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 403
√√

tarafından İngiliz (Hawton ve ark., 1986) ve Al­ izlenimini vermekte ve bugün pek çok kişinin
man erkeklere (Arentewicz ve Schmith, 1983) karşı çıktığı maço erkek kavramını destekler
nazaran daha fazla rapor edildiğini ortaya koy­ görünmektedir. Cinsel soğukluk ifadesi ise ka­
maktadır. dının duygusal olarak da soğuk, mesafeli, an­
Azalmış cinsel istek veya cinsel tiksinti bo­ tipatik ve hissiz olduğu izlenimi ver­mektedir.
zukluğunun nedenleri hakkında pek fazla bil­ Dolayısıyla bu iki terim de küçültücü anlamlar
gimiz yoktur. Kliniklere başvuran kişiler gözden çağrıştırmakta ve dikkati, pek çok çağ­daş araş­
geçirildiğinde cinsel istekte azalma bozuk­ tırmanın cevap ve çözüm aramakta olduğu ilişki
luğunda ortodoks olma, tercih edilmeyen cin­ üzerinden uzaklaştırarak, kişi üzerine çekmek­
siyetteki bir eşle cinsel ilişkide bulunmaya ça­ tedir.
lışma, kontrolü kaybetme korkusu, hamilelik­ Cinsel uyarılma bozukluğu tanısının konula­
ten korkma, depresyon, sakinleştiricilere ya da bilmesi için, kadınlarda birleşmenin rahat bir şe­
anti-hipertansiyon ilaçlarına bağlı olarak ortaya kilde tamamlanabilmesi için gerekli olan vajinal
çıkan yan etkiler, gergin insanlar arası ilişkiler ıslanmanın sürekli olarak yetersiz olması; er­
(evlilikte veya çiftler arasında çatışma olması keklerde ise cinsel aktivitenin tamamlanabilme­
gibi), eşini örneğin hijyen kurallarına yeterince si için gerekli olan sertleş­menin sürekli olarak
uymadığından dolayı çekici bulmama gibi ne­ sağlanamaması veya sürdürülememesi gerekir.
denler sayılabilir (LoPiccolo & Friedman, 1988). Kadınlarda cinsel uyarılma bozukluğunun görül­
Diğer olası nedenler ise tecavüz ya da çocuk­ me oranı %11’den (Levine & Yost, 1976) %48’e
lukta cinsel kötüye kullanım gibi cinsel travma (Frank, Anderson & Rubenstein, 1978) kadar
geçirmiş olma (Stuart & Greer, 1984) ve AIDS yükselmektedir. Gerçek oran büyük olasılıkla
gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalan­ %20 civarındadır (Laumann ve ark., 1994). Er­
ma korkusu (Katz ve ark., 1989) dur. Yapılan keklerde sertleşme bozukluğu oranının %3 ile
iki görgül çalışmada öfkenin, kadınlar­da daha %9 arasında değiştiği (örn. Ard, 1977; Frank ve
az olmakla birlikte, hem kadınlarda hem de er­ ark., 1978) ve daha yaşlılarda bu oranın yük­
keklerde cinsel isteğin azalmasında önemli bir seldiği (Feldman ve ark., 1994; Kinsey ve ark.,
rol oynadığı ortaya konmuştur (Beck & Boz­ 1948) tahmin edilmektedir. Cinsel işlev bozuk­
man, 1995; Bozman & Beck, 1991). Günlük ya­ lukları nedeniyle başvuran kadın ve erkeklerin
şamlarında yüksek düzeyde stres ya da güçlük aşağı yukarı yarısını cinsel uyarılma bozukluğu
yaşadıklarından şikayetçi olanların cinsel istek tanısı alanlar oluşturmaktadır (Frank ve ark.,
düzeyi düşük olmaktadır (Morokoff & Gilliland, 1976; Renshaw, 1988).
1993). Ayrıca erkekler açısından testeron dü­ Cinsel işlev bozukluklarının en önemli ne­
zeyinin önemli olduğuna işaret eden veriler de denlerinden ikisi olarak daha sonra söz edilecek
vardır; testesteron düzeyi düştükçe cinsel istek olan performans korkusu ve “kendini seyretme”
düzeyi de düşmektedir (Bancroft, 1988). (cinsel ilişkiyi yaşamak yerine cinsel ilişkide bu­
lunan kendini seyretme) faktörlerinin rolüne ek
CİNSEL UYARILMA BOZUKLUKLARI olarak, kadın uyarılma bozuklukların­da rol oy­
Bazı kişiler cinsel istekle ilgili pek az ya da nayan diğer bazı özgül nedenler de vardır. Ör­
hiç sorun yaşamazken, cinsel olarak uyarılmak­ neğin bir kadın kendisi için nelerin cinsel açıdan
ta veya uyarılmayı sürdürmekte zorluk çeke­ uyarıcı olduğunun farkında olmayabilir, hatta
bilirler. Uyarılma, Masters ve Johnson tarafın­ kendi anatomisi hakkında yeterli bilgiye bile sa­
dan tanımlanan cinsel tepki döngüsünün ikinci hip olmayabilir. Cinsel ihtiyaçları hakkında ko­
aşamasıdır. Uyarılma bozukluklarının 2 alt kate­ nuşmaktan utanma da buna eklenince, eşinin
gorisi kadında cinsel uyarılma bozukluğu ve davranışlarını uyarıcı bulmayabilir, hatta tiksin­
erkekte erektil bozukluk (sertleşme bozuk­ dirici bile bulabilir.
luğu) tur. Eskiden bunlardan ilki frijidite (cinsel Helen Singer Kaplan (1974) erkeklerde sert­
soğukluk), ikincisi ise empotans (iktidarsızlık) leşme bozukluğunun menzilinin çok geniş oldu­
olarak da adlandırılmaktaydı. ğunu belirtmiştir. Bazılarında çok çabuk sertleş­
Cinsel soğukluk ya da iktidarsızlık ifadeleri­ me olmakta ancak vajene girmeden bu sertlik
nin yerine cinsel uyarılma bozukluğu ifadesinin kaybolmaktadır. Diğerlerinde sevişme sırasında
kullanılmaya başlamasının önemli bir gelişme sertlik sürmekte ancak birleşme yakınlaştıkça
olduğu düşünülebilir. İktidarsızlık ifade­si erke­ yumuşama başlamaktadır. Bazıları eşleri ilişkiyi
ğin güçlü, kontrollü, gerçek bir erkek olmadığı yönlendirdiğinde, diğer bazıları ise kontrol ken­
404 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

dilerinde olduğunda sertleşmeyi sağlayabilmek­ Kadınların cinsel olarak uyarılmaları sırasın­


tedirler. Kısaca sertleşme bozukluğunda görü­ da karşılaştıkları problemlerle orgazma ulaşır­
nür olan problem sertleşmenin olmamasıdır. Bir ken karşılaştıkları problemleri birbirinden ayır­
kadın seviş­menin bütün aşamalarını yaşayabilir mak mümkündür. Kadınlarda orgazm bozukluğu
ama genellikle sertleşme olmadığı sürece bir­ görülme oranı %10 civarında ise de (Anderson,
leşme gerçekleşemez. Penisin sertleşmesi “ge­ 1983), sevişme sırasında uyarılmayan kadınla­
reken” zamanda sertleşmemesi hem erkek hem rın oranının bu oranın çok daha altında oldu­
de eşi için pek çok şeyi tehlikeye sokabilir. ğuna inanılmaktadır. Kaplan (1974) böyle bir
Son zamanlarda yapılan gözden geçirme ayırımın yapılabilmesinin çok önemli olduğunu
çalışmaları sertleşme sorunlarının 2/3’sinin bi­ vurgulamaktadır, çünkü böyle bir ayırım yapıl­
yolojik bir temele sahip olduğunu ve genellik­le dığında orgazm işlev bozukluğu olan kadınların
psikolojik faktörlerin de eşlik ettiğini ortaya koy­ (kadın orgazm bozukluğu), “genel olarak cinsel
maktadır (örn. LoPiccolo, 1992a, baskıda; Mohr açıdan uyarıldığını söyle­mek mümkün olmak­
& Beutler, 1990). Genel olarak penise giden si­ tadır. Bu kadınlar âşık ola­bilirler, erotik hisler
nir yollarını ya da penise kan sağlayan damar­ yaşayabilirler, vajenlerinde ıslaklık ve geniş­
ları etkileyen tüm hastalık ya da hormonal den­ leme ortaya çıkabilir” (s. 343). Kaplan aslında
gesizlikler (Geer, Heiman & Leitenberg, 1984) orgazm olmamanın bir bozuk­luk olarak kabul
sertleşme problemlerinin ortaya çıkmasında rol edilmemesi gerektiğini, bunun kadınların cinsel
oynar. Bunlara Mellaril, Prozac ve bazı hiper­ yaşamında ortaya çıkan nor­mal bir değişim ola­
tansiyon ilaçları ile diyabet ve kronik alkolizm rak kabul edilmesi gerektiği­ni belirtmektedir.
gibi hastalıklar örnek olarak verilebilir. Ancak Bu problemi açıklamak için pek çok neden
sertleşme sorunun nedenleri ile ilgili olarak “ya sıralanabilir. Belki de kadınların erkeklerin aksi­
o, ya bu” şeklinde düşünmek yanlıştır, bu so­ ne orgazm olmayı öğrenmeleri gerekmek­tedir,
runun ortaya çıkmasında ve sürdürülmesinde yani belki de orgazm kadınlar için erkek­lerde
somatik ve psikolojik faktörler birlikte rol oyna­ olduğu gibi doğuştan olan bir durum değildir.
maktadırlar. Erkeklerde, hemen her zaman orgazmla birlik­
te ortaya çıkan boşalma üre­menin olabilmesi
ORGAZM BOZUKLUKLARI için zorunludur. Araştırma sonuçları ilk cinsel
DSM-IV’te biri kadınlarda, ikisi erkeklerde birleşme yaşantısından önce hiç mastürbas­
görülen üç tür orgazm bozukluğu yer almak­ yon yapmamış ya da çok az yapmış kadınlarda
tadır. Eskiden ketlenmiş kadın orgazmı olarak orgazm olamama duru­munun, mastürbasyon
adlandırılan kadın orgazm bozukluğu, normal yapmış kadınlara oranla daha fazla görüldü­
bir cinsel heyecan döneminin sonunda orgaz­ ğünü ortaya koymaktadır (Hite, 1976; Hoon &
mın yaşanamaması durumudur. Uyarılma mas­ Hoon, 1978, Kinsey ve ark., 1953). Kuşkusuz
türbasyon sırasında ya da eşle cinsel ilişki sıra­ elde edilen bu bilgiler korelatif bilgilerdir, yani
sında ortaya çıkabilir. hem mastürbasyon yapılmamasından hem de
Kadın orgazm bozukluğunun görülme sıklığı orgazm olamamak­tan sorumlu üçüncü bir fak­
ile ilgili yayınlar önemli farklılıklar göstermekte­ tör de söz konusu olabilir. Klinik veriler orgazm
dir. Klasik Kinsey çalışmasına göre kadınla­ bozukluğunda cin­sel bilgi eksikliğinin de önemli
rın %10’u hiç orgazm yaşamadıklarını belirt­ bir rol oynadığını göstermektedir. Cinsel uyarıl­
mişlerdir (Kinsey ve ark., 1953). Bundan çeyrek ma esnasında çok az heyecan duyan kadınlar
yüzyıl sonra Levine ve Yost (1976) kadınların gibi orgazm ola­mayan kadınlar da kendi geni­
%5’inin yaşamları boyunca orgazm yaşamadık­ tal anatomilerinin farkında olmadıklarından bu
larını saptamışlardır. Düşük sıklıkta orgazm konudaki ihtiyaçlarının neler olduğunu bileme­
yaşayan kadınlarda dahil edildiğinde bu ora­ mekte ve dolayısıyla eşleriyle de bu konuda ile­
nın %20’lere ulaştığı (Spector & Carey, 1990) tişim kuramamaktadırlar. Kronik alkol kullanımı
ve daha düşük sosyoekonomik düzeyde olan da kadın­larda orgazm bozukluğunun ortaya çık­
kadınlarda bu oranın daha da yükseldiği görül­ masında rol oynayan somatik bir faktör olabilir
mektedir (Levine & Yost, 1976). Gerçek görül­ (Wilsnak, 1984).
me oranı ne olursa olsun, orgazm bozuk­luğu Orgazm eşiği açısından kadınlar farklılıklar
çoğunlukla kadınların terapiye başvur­malarına gösterirler. Bazıları çok fazla klitoral uyarım
yol açan bir problemdir (Kaplan, 1974; Spector olmadan orgazma çabuk ulaşabilirken, diğer­
& Carey, 1990). lerinin önsevişme veya birleşme sırasında
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 405
√√

yoğun ve uzun süreli uyarılmaya gereksinimi Erken boşalma olup olmayacağı üzerinde
olabilir. Birçok erkek birleşme sırasında eşinin yoğunlaşma cinsel ilişkide birleşmenin aşırı de­
bir yandan da klitorisinin elle uyarılmasını iste­ recede önemsenmesinin doğal bir sonucu ola­
mesini kendisinin ve penisinin yetersiz kaldığı bilir. Boşalmadan sonra sertleşmenin yavaşça
şeklinde yorumlamaktadır ki, erkeğin bu yoru­ kaybolması ve dolayısıyla kadının orgazmdan
ma bağlı olarak gösterdiği tepkiler de kadının mahrum kalması, bazı çiftlerin geleneksel cin­
orgazm probleminin ortaya çıkmasına katkıda sel birleşmeyi tüm diğer cinsel aktivitelerden
bulunur. daha fazla önemsemelerine yol açmaktadır.
Diğer bir faktör de kontrolü kaybetme kor­ Eğer penisin sertliği kaybolduğun­da sevişme
kusudur. Fransızlar orgazm için “la petite mort” durdurulursa, tabii ki boşalma erken olacaktır.
(küçük bir ölüm) ifadesini kullanmak­tadırlar. Ama cinsel terapistlerin önerdikleri gibi, eğer çift
Bazı kadınlar orgazm anında kontrol­süz bir şe­ kadının uyarılmasında sadece sertleşmiş penisi
kilde bağıracaklarından, kendilerini küçük düşü­ değil örneğin oral veya el yoluyla uyarmaları da
receklerinden veya bayılacakların­dan korkarlar. cinsel davranış repertuarlarına eklerlerse, erke­
Bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan ve açık­ ğin doyuma ulaşmasından sonra kadının orgaz­
ça ortaya konamayan bir başka ketlenme nede­ ma ulaşması da mümkün olmaktadır. Penil vaji­
ni de, insanın bilincinden ve kontrolü sağlayan nal veya anal birleşme üzerine odaklanılmadığı
aklından uzaklaşarak, vücuduna teslim olması­ takdirde, eşlerin kaygı düzeyi erkeğin boşalma­
nın yakışıksız bir davranış olduğu inancıdır. Her yı daha iyi kontrol edebilmesine ve daha uzun
ne kadar bazı kadınlar öfke duydukları hatta süreli bir birleşme süresine ulaşılmasına imkân
küçümsedikleri erkeklerle sevişmekten zevk al­ verecek ölçüde azalmaktadır. Cinsel beklentile­
salar da, pek çoğu böyle erkeklerle birlikteyken rin ve yaşantıların değişmesinin erken boşalma
kendilerini tutarlar. Yine eşlerden birinin diğe­ kavramını nasıl değiştireceğini gözlemek ilginç
rine cinsel hisler beslememesi de bu sorunun olacaktır.
yaşan­masında rol oynayan bir başka faktördür.
Erkek orgazm bozukluğu ve erken boşalma
DSM-IV’te yer alan iki erkek orgazm işlev bo­
CİNSEL AĞRI BOZUKLUKLARI
DSM’de cinsellikle ilgili olarak yer alan iki ağrı
zukluğu kategorisidir. Erkek orgazm bozuk­
luğu veya zor boşalma nispeten daha az rast­ bozukluğu disparoni ve vajinismustur. Disparo-
lanılan bir durumdur ve tedavi için başvuran ni tanısı cinsel ilişki öncesinde, sırasın­da ya da
erkeklerin %3 ile %8’inde görülür (Spector & sonrasında yineleyen ya da sürekli genital ağrı
Carey, 1990). Bunun nedenleri arasında hamile olması halinde konulur. Kadınlarda ağrının vaji­
bırakma korkusu, sevgi vermeme, husumet, ve nal ıslanmanın olmamasına bağlı olduğu düşü­
kadın orgazm probleminde olduğu gibi kontrolü nülüyorsa (ki böyle bir durumda cinsel uyarılma
bırakma korkusu sayılabilir. Bazı durumlarda bu bozukluğu tanısı konulmalıdır), veya ağrı ikinci
sorun omurilik yaralanması veya sakinleştirici bir ağrı bozukluğuna yani vajinismusa bağlı ola­
kullanımı gibi fiziksel neden­lerden de kaynakla­ rak ortaya çıkıyorsa disparoni tanısı konulma­
nabilir (Rosen, 1991). malıdır. Vajinismus vajenin dış üçte birindeki
Erken boşalma erkeklerde en yaygın olarak kaslarda birleşmeyi engelleyecek biçimde yi­
görülen işlev bozukluğudur ve erkeklerin %40’ı neleyen ya da sürekli istem dışı spazmın oluş­
yaşamlarının bir döneminde böyle bir sorun ya­ masıdır. Kadınlarda disparonin görülme sıklığı
şarlar (Laumann ve ark., 1994; St. Lawrence %8 (Schover, 1981) ile %15 (Laumann ve ark.,
& Madakasira, 1992). Laboratuar çalışmaları 1994) arasında değişmektedir. Erkeklerde ise
erken boşalma sorunu olan erkeklerin cinsel çok daha az, %1 civarında görüldüğü kabul
uyarılma eşiklerinin düşük olduğunu ve tam bir edilmektedir (Bancroft. 1989). Cinsel terapi için
orgazma ulaştıkları cinsel yaşantıları arasında başvuranlar arasında vajinismusun görülme
geçen sürelerin erken boşalma sorunu olma­ oranı %12 ile %17 arasında değişmektedir (Ro­
yan erkeklere nazaran daha uzun olduğunu sen & Leiblum, 1995).
göstermektedir (Spiess, Geer & O’Donohue, Birleşme sırasında ortaya çıkan genital ağrı
1984). Erken boşalma genellikle belirgin de­ hemen her zaman vajen, rahim veya penis bez­
recede kaygı ile birlikte görülür. Bazen vajene lerindeki iltihaplanmalar gibi tıbbi nedenlerden
girmeden boşalma ortaya çıka­bilir, ama daha kaynaklanır. DSM-IV’te cinsel bir problem olarak
sık rastlanan durum boşalmanın girişten birkaç tanımlanan vajinismus, bazen hekim tarafından
saniye sonra olmasıdır. yapılan pelvik muayenede de gözlenebilir.
406 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

Bir kurama göre vajinismus kadının kendini, dan kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısına göre
eşini ya da cinsel yakınlaşma zevkini bilinç dışı analist hem nedenleri hem de tedaviyi belirleye­
inkâr etme isteğinden kaynaklanmaktadır. Bu bilmek için ortaya çıkan belirtinin sem­bolik an­
görüş mantıklı görünmekle birlikte bunu destek­ lamını bulmaya çalışır. Psikanalitik yazılarda bir
leyen kanıtlar yoktur. Vajinismusu olan kadınlar yandan cinselliğin doğuştan gelen haz veren bir
klitoral doyuma ulaşabilmektedirler. Hamilelik aktivite olması bir yandan da cin­sel işlev bozuk­
korkusu ve cinselliğe karşı olumsuz tutumlar luğunun kişiye ve eşine psikolo­jik acı ve rahat­
vajinismusun ortaya çıkmasında rol oynayabi­ sızlık vermesi göz önüne alınarak, cinsel işlev
lirler. Olumsuz tutumlar genellikle çocukluk dö­ bozukluklarında bastırılmış öfke ve saldırganlık
neminde cinsel kötüye kullanıma maruz kalma ile cinsel ihtiyaçların tatmini arasın­daki çatışma­
veya tecavüzün izlerini taşıyor olabilir (LePic­ ya dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla çok erken
colo & Stock, 1987). Masters ve Johnson bazı boşalarak eşini hayal kırıklığına uğratan bir er­
çiftlerde erkeklerin sertleşmeyi sürdürememe­ kek, belki de aslında bilinçaltında ona annesini
sinin vajinismusun gelişmesinde rol oynadığını hatırlatan kadınlara bastırılmış olan düşmanlı­
bulmuşlardır. Dolayısıyla bazı kadınlar için eş­ ğını ifade ediyor olabilir. Ya da vajinismusu olan
lerinde ortaya çıkan cinsel prob­lemler o kadar bir kadın çocuklukta maruz kaldığı cinsel kötü­
kaygı uyandırıcı olabilmektedir ki sonuç olarak ye kullanımdan veya eşinin zorba tavırlarından
vajinismus gelişebilmektedir. dolayı erkeklere karşı düş­manlığını ifade ediyor
olabilir. Çağdaş psikanalistlerin çoğu terapide
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI İLE bilişsel-davranışçı teknikleri de kullanmaya baş­
İLGİLİ GENEL KURAMLAR lamışlardır (LePiccolo, 1977). Terapistlerin cin­
sel işlev bozukluklarının tedavisinde psikanalitik
Cinsel işlev bozukluklarının tanımlarını ve
temaların rolünü takdir etmeye başlamalarıyla
bunların altında yattığına inanılan bazı neden­
bilişsel-davranışçı yaklaşımlar da bu uzlaşma
leri gözden geçirdikten sonra, şimdi genel ku­
ruhundan etkilenmiştir.
ramsal bakış açıları üzerinde duracağız.
Kontrollü olmayan vaka çalışmalarına da­
Modern bilimsel kuramlardan önce cinsel
yanmakla birlikte, cinsel işlev bozukluklarının
işlev bozuklarının genel olarak ahlâki bozul­
nedenleri konusundaki en kapsamlı bilgiler Mas­
maların bir sonucu olduğu düşünülürdü. Son
ters ve Johnson’un “İnsanın Cinsel Yeter­sizliği”
zamanlarda LePiccolo (baskıda) tarafından
yapılan bir gözden geçirme çalışmasına göre, adlı kitabında yer almaktadır (1970). Önce on­
çocuklukta yapılan aşırı mastürbasyonun yetiş­ ların önerilerini ele alacağız ve sonra da onların
kin dönemde cinsel işlev bozukluğuna yol açtığı düşünceleri ile ilgili olarak önerilen değişiklik ve
ortaya çıkmaktadır. Von Krafft-Ebing (1902) ve eklemeler üzerinde duracağız.
Havelock Ellis (1910) erken yaşlarda yapılan
mastürbasyonun cinsel organlara zarar verdiği­ MASTERS VE JOHNSON’UN
ni, kısıtlı cinsel enerji deposunu boşalt­tığını ve KURAMSAL MODELİ
sonuçta yetişkin dönemde cinsel açı­dan işlevsel Masters ve Johnson (1970) cinsel yetersiz­
olabilme yeteneğini azalttığını belirtmişlerdir. liklerin nedenlerini kavramlaştırırlarken şu an­
Hatta yetişkin dönemdeki aşırı cinsel aktivitenin daki ve geçmişteki nedenleri belirlemede iki sıra
temelinde de sertleşme soru­nunun olduğu dü­ modelini kullanmışlardır (Şekil 14.2). Şu andaki
şünülmüştür. Viktorya döneminin bakış açısına nedenler performans korkusu ve seyir­ci rolüne
göre tehlikeli cinsel iştah mutlaka kısıtlanmalı­ girme şeklinde iki gruba indirgenebilir. Bunların
dır. Bu dönemde çocukların cinsel organlarını her ikisi de kişinin cinsel performansa odaklan­
ellemelerini önlemek amacıyla tek parmaklı me­ masına yol açarak doğal cinsel tepki­lerin orta­
tal eldivenler giydirilir ve yetişkinleri de çok fazla ya çıkmasını engelleyen davranış örüntülerini
cinsellikten uzaklaştırabilmek için açık havada içerirler. Yazarlara göre “yetersizlik korkusu
yapılan egzersizler ve uygulanması kolay diyet­ başarılı bir cinsel ilişkiyi engelleyen en önemli
ler önerilirdi. Aslında Kellogg’s mısır gevreği ve nedendir, çünkü bu korku cinsel uyarıcıların far­
Graham krakerleri cinsel ilgiyi azaltmak ama­ kına varılmasını engelleyerek kişinin kendi do­
cıyla geliştirilmiş yiyecekler olmalarına rağmen ğal tepkilerinden tamamen uzaklaşmasına yol
böyle bir etki göstermemişlerdir. açar” (Masters & Johnson, 1970, s. 12-13).
Psikanalitik bakış açısına göre cinsel işlev Cinsel işlev bozukluklarının şu andaki ya da
bozuklukları altta yatan bastırılmış çatışmalar­ yakın geçmişteki nedenleri olarak görülen per­
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 407
√√

Psikososyal Yetersiz Fizyolojik


Tarihi Ortodoks Dini Eşcinsel eğilim Aşırı alkol Sosyo kültürel
travma danışma problemler

Şu andaki Seyirci rolü ve performans korkusu

İnsanın Cinsel Yetersizliği


Şekil 14.2 Masters ve Johnson’a göre cinsel yetersizliklerin tarihi ve şu andaki nedenleri

formans korkusunun ve seyirci rolünün ortaya • Aşırı alkol alımı. Shakespeare Makbet’te
çıkmasında bazı tarihi (geçmişteki) belirleyici­ alkol için “isteği arttırıyor ama performansı yok
lerin rolü olduğu düşünülmektedir. Bunlar: ediyor” diye yazmıştır (İkinci perde, 3. Sahne).
Eğer sarhoş bir erkek sertleşmeyi sağlayamaz
• Dini katılık. Bazı muhafazakâr dini yetiş­ ya da sürdüremez ise, bu durumun alkolden
tirme biçimlerinde, özellikle evlilik ilişkisi dışın­ kaynaklandığını düşünmek yerine sertleşme
da, cinsellikten zevk alma konusuna kötü gözle probleminin tekrarlayacağı korkusuna kapıla­
bakılmaktadır. Masters ve Johnson bunun so­ bilir. Sonunda sertleşmeyi sürdüremeyeceği dü­
nucu olarak cinsel işlev bozukluğu olan pek çok şüncesi zihnini o kadar kaplar ki, seyirci rolüne
hastanın cinselliğe negatif bir bakış açısı ge­ geçer. Eşinden gelen empatik tepkileri erkekli­
liştirdiklerini saptamışlardır. Örneğin bir kadın ğine ve cinsel çekiciliğine bir tehdit gibi algılar.
hastaya, büyürken kendisine aynada çıplak ola­ Giderek ilişki bundan zarar görmeye başlar ve
rak bakmaması, birleşmenin evlilikte yaşanma­ temelde alkole bağlı olarak ortaya çıkan sertleş­
sı gerektiği ve bunun sadece çocuk doğurmak me problemi ciddi ve İsrarlı bir hâl alır.
amaçlı olarak katlanılması gereken bir durum
olduğu öğretilmişti.
• Biyolojik nedenler. Masters ve Johnson
daha 1970’li yıllarda somatik faktörlerin cinsel
• Psikoseksüel travma. Bazı işlev bozuk­
işlev bozukluklarının ortaya çıkmasında rol oy­
lukları tecavüz veya diğer aşağılayıcı yaşan­tılara
nayabileceğine dikkati çekmişlerdir ki, şimdi bi­
bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bir fahişe Masters
yolojik faktörlerle ilgili çok daha fazla bilgi elde
ve Johnson’un genç bir erkek hastası­na “eğer
edilmiş durumdadır. Örneğin uzun süreli diya­
bu işi burada ve şimdi bir fahişe ile beceremez­
bet periferal kan akımını azaltır. Her iki cinste
se, başka hiçbir kadınla becere­meyeceğini”
söylemiş. de cinsel uyarılma için hücrelerin kanla dolarak
genişlemesi şart olduğundan, diyabet cinsel iş­
• Eşcinsel eğilim. Eşcinsel eğilimleri olan lev bozukluğunun nedenlerinden biri olarak ele
bir kişinin heteroseksüel ilişkiden fazla zevk al­ alınmalıdır. Seçici serotonin gerialımını engel­
maması doğaldır. Kitapta belirtilmemesine kar­ leyen ilaçlar (SSRI, örneğin Prozac) ve hiper­
şın benzer bir sonuç heteroseksüellerin eşcinsel tansiyon ilaçları da cinsel istek ve uyarılmayı
ilişkiye girmeleri durumunda da bek­lenebilir. azaltabilirler (bu ilaçların kul­lanımının problem
yaratmasının en önemli nedeni budur).
• Yetersiz danışma. Bu ifade profesyonel­
ler tarafından çiftlere verilen yanlış ya da zarar • Sosyokültürel faktörler. Kadın ve erkek­
veri­ci açıklamaları yumuşatabilmek amacıy­ lerin beklentileri ve ilgi alanları ait oldukları sos­
la kul­lanılmıştır. Örneğin bir sağlık uzmanının yal sınıfa göre farklılık gösterir. Örneğin bir top­
sağlıklı 65 yaşındaki erkek bir hastaya cinselliği lumda cinsellik erkeklere özgü bir nimet, hatta
unut­masını söylemesi ya da bir rahibin sertleş­ hak olarak görülüyor ise cinsel ilişkiyi başlatmak
me bozukluğunun Tanrı’nın günahkârlara verdi­ ve sürdürmek erkeklere düşer. Son otuz yıldır
ği bir ceza olduğunu söylemesi gibi. devam eden feminist hareketlerin sonunda or­
408 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

taya çıkan değişikliklere rağmen kadınların bu Bazı hastalar da yetişkin bir eşle cinsel ilişkide bulunurken,
konuda ne kadar aktif olabilecek­leri hâlâ tartış­ bir çocukla cinsel ilişkide bulunmak gibi sapkın fantezileri
olduğunu fark edebilirler. Böyle durumlarda kişinin ken­
ma konusudur.
disi ile ilgili “terbiyeli ve ahlâklı” olduğu şeklindeki imajını
sürdürebilme­si için, cinsel işlev bozukluğu kabul edileme­
DİĞER ÇAĞDAŞ GÖRÜŞLER yen cinsel dürtülerin bastırılmasına yardımcı olur.... Cinsel
Masters ve Johnson cinsel işlev bozuklarını işlev bozukluğu kişinin kendine olan saygısını kaybetme­
diğer iç psişik veya cinsel olmayan kişilerarası mesi için psişik bir gereklilik bile olabilir.
zorlukların belirtileri olarak değil, doğrudan te­
davi edilebilecek problemler olarak ele almak­ Çiftin yaşadığı cinsel zorluklar terapistin he­
tadırlar. Masters ve Johnson’un ikinci kitapları men fark edemediği, hatta çiftin de bilmediği bir
olan “İnsanın Cinsel Yetersizliği” (1970)nin te­ amaca hizmet ediyor olabilir. Psikanalitik para­
melini oluşturan tedavilere katılan çiftler cinsel digmada ikincil kazançlar olarak bilinen bu gizli
sorunlarına rağmen birbirleriyle ilgili ve yakın bir avantajlar, terapi iyi gidiyormuş gibi görünse de,
evlilik ilişkisi içinde olan çiftler­di. Ama zamanla zaman zaman terapiyi sabote ede­bilirler. Ör­
Masters ve Johnson terapi teknikleri yaygın­ neğin karısına kızgın olan bir adam sertleşme
laştıkça ve sosyal ortam pek çok kişinin cinsel probleminin karısının cinsel doyu­munu engelle­
konularda yardım iste­mekte kendini rahat his­ diğini bilmekten tatmin duyabilir. İlerideki sayfa­
setmesine imkân tanıdıkça, terapistler ilişkileri larda tanımlanacak olan doğru­dan cinsel terapi
ciddi derecede zarar görmüş çiftleri de görmeye yaklaşımı ile amaçlanan etki ortaya çıktıkça, bu
başladılar. Uzun yıllar boyunca cinsel birleşme koca terapi seanslarına gelmemek için neden­
yaşa­mayan çiftlerin evliliklerinin ya da ilişkilerinin ler bulmaya ya da rande­vuları unutmaya başla­
neden bozulduğunu anlamak zor değildir. Tera­ yacaktır. Çok bilinen psikanalitik bir tema olan
piste başvurana kadar cinsel sorunun mu bu iki ikincil kazançlar giderek bilişsel-davranışçı
kişinin arasındaki düşmanlıktan, yoksa düşman­ cinsel terapi alanın­da da fark edilmeye başlan­
lığın mı cinsel sorundan kay­naklandığını bilmek mıştır (LePiccolo, baskıda).
mümkün değildir. Çağdaş cinsel terapistler ge­ Daha önce de belirtildiği gibi, cinsel proble­mi
nel olarak cinsel işlev bozukluğu olan çiftlerin olan kişilerin bilgi ve beceri düzeyi yeterli olma­
hem cinsel hem de iliş­ki sorunları yaşadıklarını yabilir (LePiccolo & Hogan, 1979) veya eşlerin­
varsaymanın doğru olduğunu düşünürler (Ro­ de bazı yetersizlikler görülebilir -örneğin orgazm
sen & Leiblum, 1995). Giderek daha çok dışar­ olmayan kadınların eşlerinin sevgili olarak biraz
da zaman geçirdiği için karısına öfke duyan bir kaba olmaları gibi (Kaplan, 1974; LoPiccolo,
erkeğin ya da çocuk­larına karşı duyarlı olmayan 1977). Kişinin eşi ile ilgilenmesi, karşılıklı tat­
davranışlarından dolayı kocasına kızgın olan bir minkâr bir cinsel ilişkinin yaşanabilmesi için tek
kadının eşiyle yaşayacağı cinselliğin tatminkâr başına yeterli değildir. Kaplan (1974) eşlerden
olmasını bek­lemek hiç de gerçekçi olmaz. Bu birinin diğerini mem­nun etmeyi çok fazla iste­
tür negatif düşünce ve duygular cinsel ilişkiyi et­ mesi halinde, o kişinin kendini projektör ışığı al­
kiler ve aksi takdirde mümkün olabileceği halde tında hissedeceğine ve performans kaygısının
cinsel uyarılma ve zevki engeller. ortaya çıkabileceğine dikkat çekmiştir. Cinsel
Ünlü bir cinsel terapist olan Joseph LePicco­ işlev bozukluklarının bir başka nedeni ise tepki
lo, kuramsal olarak bilişsel-davranışçı yönelimli kaygısı yani uyarılamamaktan dolayı kaygı duy­
bir cinsel terapist olmasına rağmen, cinsel bir maktır (Apfelbaum, 1989).
problemin kişinin yaşamında ya da ilişkisinde Eşler arasındaki zayıf iletişim de cinsel işlev
taşıdığı anlamla (açıkça görünmese de) ilgili bozukluğunun ortaya çıkmasına katkıda bu­
bazı psikodinamik nedenler önermektedir: lunur. Herhangi bir nedenden dolayı (utan­ma,
güvensizlik, beğenmeme, kızgınlık, depresyon
Bazı kişiler için cinsel işlev bozukluğu kendi cinsellik­ vb.) diğerine tercihleri, hoşuna gidenler ya da
leri ile ilgili negatif duygularını çözme yolu olabilir... Cinsel gitmeyenler hakkında bilgi ver­meyen bir kişi,
işlev bozukluğu kişinin, üzerinde odaklanabileceği bir baş­
eşinin onun beklentilerini ya da aklından geçen­
ka problem alanı oluşturarak, kişiyi yoğun stres yaratan
yaşam durumlarına bağlı olarak ortaya çıkabilecek dep­
leri tahmin edememesini yanlış yorumlayabilir
resyondan koruyor olabilir. Evliliğinde çok mutsuz olan an­ ve bunu kendisiyle yeterince ilgilenmemesinin
cak boşanma fikrini çok tehdit edici olarak gören erken bo­ bir belirtisi olarak değerlendi­rebilir. Her ne ka­
şalma sorunu olan bir erkek buna örnek olarak verilebilir... dar stresli evliliklerde cinsel konular hakkında
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 409
√√

uygun bir şekilde konuşarak iletişim kurmak sık pistler ve araştırmacılar, onların bu çalış­malarını
rastlanan bir durum değilse de ve bu nedenle daha da geliştirmişler ve işlev bozuk­luğu olan
çift terapisinde bunların ele alınması gereki­ hastaların yaşamlarını iyileştirmek amacıyla
yorsa da (Bölüm 19’a bakınız), diğer alanlarda uyguladıkları tedavilerine eklemiş­lerdir. Şim­
birbiriyle iyi geçinen çiftler arasında da cinsel di Masters ve Johnson’un çalış­malarını daha
iletişim zayıf olabilir. Öte yandan cinsellik hak­ kapsamlı bir hale getiren bazı strateji ve işlem­
kında eşlerle ya da arkadaşlarla, konuşmak, bu lerden söz edeceğiz. Terapist belli bir vaka için
konunun medyada hatta eğitim programlarında sadece bir teknik seçmeyi tercih edebilir ancak
yer alması da zaten oldukça yeni bir durumdur. cinsel işlev bozukluk­larının karmaşık ve çok
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan birine ya­ yönlü yapısı genellikle birkaç tekniğin birlikte
kalanmak ile ilgili endişeler de uzun zaman­dan uygulanmasını gerektirir.
beri insanları cinsellikten uzaklaştıran ve cinsel
zevki engelleyen bir faktördür. Bağışıklık siste­ KAYGININ AZALTILMASI
minin zayıflamasına yol açan ve cinsel açı­dan Masters ve Johnson’un terapi programının
aktif kişiler arasında giderek yaygınlaşan send­ yayınlanmasından önce, davranışçı terapistler
romlar da, kuşkusuz birçok cinsel işlev bozuk­ işlev bozukluğu olan kişilerin cinsel durumun
luğunun altında yatan nedenlerden bir diğeridir. kaygı yaratan farklı özelliklerine aşamalı ve
Kritik bir konu olan AIDS’i bu bölümün sonunda sistematik olarak maruz bırakılmaya ihtiyaçları
ele alacağız. olduğunu düşünmekteydiler. Wolpe’nin sistem­
Bu nedensel faktörlerle ilgili hipotezleri dikka­ atik duyarsızlaştırma ve gerçek yaşamda duyar­
te alırken iki noktanın akılda tutulması gerekir. sızlaştırma uygulamaları özellikle beceri eğitimi
Birincisi, pek çok kişi eşleriyle araların­da geçen ile birleştirildiğinde, çok başarılı sonuç­lara ulaş­
kırıcı tartışmalardan sonra veya işleriyle ilgili mıştır (Anderson, 1983; Hogan, 1978). Masters
problemlerle aşırı derecede meşgulken, cinsel ve Johnson’un programında da temel teknik
açıdan tatminkâr olmayan dönemler geçirebilir­ gerçek yaşamda duyarsızlaştırma olmakla bir­
ler. Genellikle bu dönemler bitince cinsel ilişki likte diğer ek teknikler de tedavinin etkinliğinin
normale döner. İkincisi, eğer bir kişinin geçmi­ arttırılmasına katkıda bulunmak­tadırlar.
şinde veya şu andaki yaşamın­da daha önce be­
lirtilen bir veya daha fazla patojenik faktör söz TUTUM VE DÜŞÜNCELERİ
konusu olsa bile, o kişide cinsel işlev bozukluğu DEĞİŞTİRMEYE YÖNELİK İŞLEMLER
sürekli olarak ortaya çık­mayabilir. Her ne kadar Duyumsal farkında olma prosedürleri
bugüne kadar bu fenomeni tam olarak anla­ olarak adlandırılan uygulamalarda çiftler cinsel
mak mümkün ola­mamış ise de, aşırı derecede uyarılmanın en başından itibaren hoş duyumlar
destek veren arkadaşlar veya çok anlayışlı bir üzerine odaklanmaları için cesaretlendirilirler.
cinsel eş gibi değişkenlerin, bu kişilerin yaşam­ Örneğin Odak 14.3’te tarif edilen duyumlara
larındaki pato­jenik faktörlerin varsayılan negatif odaklanma egzersizleri bir anlamda kişinin du­
etkilerini yatıştırabildikleri konusunda spekülas­ yumlara ve cinsel duygulara açık hale gelmesi­
yonlar yapılmaktadır. ne yardımcı olur. Akılcı duygusal terapi, cinsel
işlev bozukluğu olan kişilerin “mastürbasyon”
CİNSEL İŞLEV BOZUKLARININ ile ilgili olarak sorun yaratan “meliyim, malıyım”
TERAPİSİ şeklindeki düşüncelerinin daha az zorlayıcı dü­
Belki de bilişsel-davranışçı terapiler psikote­ şüncelere dönüştürülmesine yardımcı olur.
rapinin hiçbir alanında cinsel terapiler de oldu­
ğu kadar başarılı değildir (örneğin D’Amicis ve BECERİ VE İLETİŞİM EĞİTİMİ
ark., 1985; LePiccolo ve ark., 1985). Bununla Cinsel beceri ve iletişimi geliştirebilmek için
birlikte burada tarif edilecek olan doğrudan bi­ terapist yazılı metinler verebilir, cinsel ilişki
lişsel-davranışçı yaklaşımlarla ilgili olarak elde tekniklerini gösteren film ve videolardan yarar­
edilen başarı oranları yine de mükemmel ol­ lanabilir ve bu teknikleri danışanlarıyla tartışa­
maktan çok uzaktır. bilir (McMullen & Rosen, 1979). Pek çok cinsel
Masters ve Johnson’un cinsel işlev bozuk­ işlev bozukluğu açısından eşlerin birbirlerine
luklarının tedavisinde öncülük ettiği çalışmalar cinsellikle ilgili hoşlandıkları ve hoşlanmadıkla­
Odak 14.3’te tanımlanmıştır. Son 30 yıldır tera­ rı hakkında bilgi vermeleri için cesaretlendiril­
410 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

MASTERS VE JOHNSON’UN CİNSEL İŞLEV


ODAK 14.3 BOZUKLUKLARI TERAPİSİ
1970 yılında Masters ve Johnson’un İnsanın Cin- Değerlendirme görüşmelerinde cinsel değer sis-
sel Yetersizliği adlı kitaplarının yayınlanması ruh sağ- temleri üzerinde odaklanılır ve eşlerin cinsel ilişki ile
lığı alanında nadir yaşanan büyük bir heyecan yarattı. ilgili olarak nelerin kabul edilebilir olduğu ve nele-
Bu kitap 800 e yakın cinsel işlev bozukluğu olan kişiye re ihtiyaç duyulduğu konusundaki düşünceleri alınır.
uygulanan terapi programı hakkındadır. Bu çiftler St. Bazen cinsel işlevlerin düzeltilebilmesi için eşlerden
Louis’deki bir otelde kalarak Üreme Biyoloji Araştır- birinin ya da her ikisinin cinsel değer sistemlerinin
ma Vakfı’nda 2 hafta boyunca gündüzleri yoğun terapi değiştirilmesi gerekebilir. Örneğin eğer eşlerden biri
almışlar ve geceleri de bir otelde verilen cinsel ödev- cinsel ilişkiyi çirkin ve kabul edilemez buluyorsa, en
leri yapmışlardır. Evlerinden uzak olmaları hem evle etkili terapinin bile bu çiftin cinsellikten zevk alması-
ilgili konuların dikkatlerini dağıtmalarını engellemiş na yardımcı olabileceği şüphelidir.
hem de bu günleri ikinci bir balayı gibi yaşama imkâ- Üçüncü gün terapistler problemlerin neden orta-
nını bulmuşlardır. ya çıktığı ve neden devam ettiği hakkında yorumlar
Masters ve Johnson’un tekniklerinin birçoğu yapmaya başlarlar. Tüm vakalarda eşlerin bireysel
birçok terapist tarafından bir süre kullanılmış (Zil- zorlukları değil ilişkilerindeki problemler vurgulanır.
bergeld & Evans, 1980) ve her ne kadar Masters ve Masters ve Johnson’un terapi yaklaşımının en temel
Johnson’un raporunun incelenmesi sonucunda açık- önermesi şudur: “eğer evlilikte cinsel bir yetersizlik
lığa kavuşmamış bazı yöntemsel problemler olduğu var ise bunda her iki eşin de katkısı vardır” şeklin-
görülmüş olsa da, onların tekniklerini kullanan tera- dedir (1970, s. 2). Problem ne olursa olsun, çift bu
pistler de aynı derecede yüksek başarı elde etmişlerdir problemi karşılıklı sorumlulukları olarak görmeleri
için desteklenir. Bu aşamada çifte kendini dışarıdan
(Andersen, 1983; LoPiccolo, baskıda; Mohr & Beut-
seyretme rolü kakkında bilgi verilir. Örneğin sertleşme
ler, 1990). Masters ve Johnson cinsel terapi hareke-
problemi olan bir erkek için çifte şunlar söylenebilir:
tinin yaratıcısıdırlar ve dolayısıyla çalışmalarından
Sertleşme problemi olan kişi -ve genellikle eşi de- cin-
detaylı bir şekilde söz edilmesini hak etmektedirler. İki
sel ilişki sırasında kendini rahat bırakarak ilişkiyi ya-
terapist yerine tek terapist ya da günlük yerine hafta-
şamak yerine, ne kadar başarılı ya da başarısız ola-
lık seanslar yapma gibi bazı değişiklikler dışında, pek
cağı ile ilgili kaygılar yaşarsa ve sürekli sertleşmenin
çok terapist cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde
olup olmadığını gözlemlerse (ki bu aslında çok anlaşı-
onların yolunu izlemeye devam etmektedirler (LePic-
labilir bir durumdur), bu kaygı ve gözlemleme kişinin
colo, baskıda). doğal cinsel tepkilerini bloke eder ve cinsel zevki de
Masters ve Johnson’un tüm amacı performans kor- engeller.
kusunu azaltmak veya yok etmek ve işlev bozukluğu Üçüncü günün sonunda çifte çok önemli bir ödev,
olan kişiyi seyirci rolünden çıkartmaktır. Bu adımların duyumlara odaklanma (sensate focus) ödevi veri-
çiftin cinselliği serbestçe ve kendiliğinden (spontan) lir. Çifte birbirlerine karşı “doğal bir yakınlık, bir
bir şekilde yaşamasına olanak sağlayacağını düşün- uyum… hatta birlikte oyun oynama arzusu duyduk-
müşlerdir. ları” bir zaman seçmeleri söylenir (Masters & Joh-
Her gün çift ve biri kadın biri erkek olan 2 tera- nson, 1970, s. 7). Sonra üstlerindekileri çıkarmadan
pistten oluşan terapi ekibi buluşurlar. Bunun temelin- birbirlerinin vücutlarına dokunarak birbirlerine zevk
de kadın terapistin kadını, erkek terapistin ise erkeği vermeleri istenir. Terapistler bu “zevk verme” uygula-
daha iyi anlayabilceği görüşü yer almaktadır. Çiftle- masını kimin önce başlatacağını belirlerler ve “alıcı”
rin kendilerine özgü problemleri ne olursa olsun, tüm durumundaki eşe de dokunulmanın tadını çıkarma-
çiftler ilk birkaç günü benzer şekilde geçirirler. Bu ilk sı söylenir. Kendisine dokunulan kişi cinsel tepkiler
birkaç günün en önemli özelliklerinden biri çiftlere vermek zorunda değildir, ancak eğer rahatsız olduğu
cinsel ilişkide bulunma yaşağının konulmasıdır. İlk veya ilgisini dağıtan bir şey olursa bunu eşine söyleme
2 gün boyunca kapsamlı bir şekilde sosyal ve cinsel sorumluluğu ona aittir. Sonra roller değiştirilir. Cinsel
öykü alınır ve biyolojik faktörlerin söz konusu olup birleşme halen yasaktır. Masters ve Johnson’a göre bu
olmadığını belirleyebilmek için fiziksel muayeneler yaklaşım bu çiftler arasında sıklıkla görülen elyorda-
yapılır. mı ile bir şeyleri bulma alışkanlığının kırılmasına ola-

meleri çok önemlidir (Hawton ve ark., 1992; etkisi yaratmak mümkün olur. Özellikle cinsellik
Rosen ve ark., 1994). Beceri ve iletişim eğitimi dışındaki konularda da gerilim yaşanan ilişkide,
birlikte uygulandığında hastaların kaygı yara­ kişinin eşine cinsellikle ilgili tercihlerini söyle­
tan duruma (örneğin eşini çıplak görmek gibi) yebilmesi daha da zorlaşır ki, bu durum bizi bir
maruz kalmalarını sağlayarak duyarsızlaştırma sonraki stratejiye yönlendirmektedir.
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 411
√√

nak sağlar. Duyumlara odaklanma uygulaması, cinsel çiftin cinsel etkileşimlerinde önemli bir değişme or-
yakınlığın yeniden kurulmasındaki ilk adımdır ve eşler taya çıkar. Bu değişme belki de kadının ilk defa kendi
arasında yıllardır yaşanmayan temasın yeniden baş- cinselliği ve cinsel zevkleri üzerinde düşünmesine ve
lamasına imkân verir. hissetmesine izin verilmiş olmasından kaynaklanmak-
Her ne kadar duyumlara odaklanma egzersizleri tadır.
bazen derin ve gizli bir husumetin açığa çıkmasına Terapistler belki de çok uzun zamandır cinsel bir
yol açabilirse de, çoğu zaman bu egzersizler eşlerin problem yaşamakta olan çifte tedavideki işlemler ko-
yatakta yakın ve zevkli şeyler yaşayabilmek için cin- nusunda bilgi verirken son derece duyarlı olmalıdırlar.
sel birleşmenin olmasının ille de şart olmadığını fark Bazı çiftler cinsel konular hakkında konuşma fırsatını
etmelerini sağlar. İkinci gün öğleden sonra “alıcı” ilk defa Masters ve Johnson’un kliniğinde elde etmiş
durumdaki kişiye elini eşinin eli üzerine koyarak nasıl olabilirler. Terapistlerin açık ve sakin tavırları çifti
ve hangi hızda okşanmak istediğini eşine göstermesi rahatlatır ve çifti belli yönergeleri yerine getirmeleri
söylenir. Bu aşamada göğüslere ve cinsel organlara ve sevişme sırasında yapılanlara ve cinselliğe karşı
dokunulmasına izin verilmez ve cinsel birleşme yasa- daha açık bir tutum geliştirmeleri için cesaretlendirir.
ğı devam etmekte olduğundan henüz orgazmdan söz Her ne kadar davranışsal öneriler ayrıntılı bir şekilde
edilemez. Eğer eşler temel erkek ve kadın anatomisi tanımlansa da, terapistler terapi odasındaki atmosfe-
hakkında bilgi sahibi değillerse ya da bilgilerinden re özen göstermeli ve bu atmosferin gerçek terapinin
emin değillerse ki bu sık rastlanan bir durumdur, yapıldığı yatak odasına taşınmasına yardımcı olmalı-
çifte bunlarla ilgili bazı şekiller gösterilir. Duyumla- dırlar. Diğer davranışçı terapilerde olduğu gibi, cin-
ra odaklanmanın ikinci gününden sonra tedavi çiftin sel terapide de teknikler çok önemlidir ancak davranış
özgül problemine ya da problemlerine yönelik olarak değişikliğini belirleyen insanlar arası ilişkilerdir.
yürütülür. Şimdi bu süreci örnekleyebilmek için kadın
Duyumlara odaklanma ile ilgili dikkat edilmesi
orgazm bozukluğunun terapisini özetleyeceğiz.
gereken önemli bir nokta vardır. LePiccolo (1992a)
Duyumlara odaklanma egzersizlerinin yardımıyla
giderek daha çok sayıda kişinin duyumlara odaklan-
çift yatakta birbirleriyle daha rahat olmaya başladık-
ma sırasında sertleşmenin ortaya çıkmasının hem
tan sonra, kadın orgazma ulaşmayı amaçlamaksızın
beklenen hem de beklenmeyen bir durum olduğunun
cinsel açıdan daha fazla uyarılabilmek üzerine odak-
farkına vardığını belirtmektedir. Her ne kadar terapist
lanması için desteklenir. Genellikle bu uygulamanın
bu uygulama sırasında cinsel bir şeyler hissedilme-
sonunda kadının cinsel heyecanı yükselir. Terapistler
mesi yolunda yönerge verse de, orta derecede bilgisi
kadının eşine genel olarak kadın cinsel bölgesinin elle
uyarılması hakkında detaylı bilgiler verirler, ancak olan her erkek bu cinsel olmayan durumun herhangi
elle uyarılmanın nasıl yapılacağı konusundaki son bir noktasında sertleşmenin ortaya çıkmasının beklen-
karar, eşine dakika dakika ne istediğini iletmesi için diğini bilmektedir (aslında zaten bu cinsel olmayan
cesaretlendirilen kadın tarafından belirlenir. Diğer bir durum değildir, sonuçta 2 çıplak insan birbirle-
bozuklukların tedavisinde olduğu gibi bu bozukluğun rine cinsel açıdan daha yakın olabilmek için zaman
tedavisinde de, bu aşamada eşler arasındaki etkileşim ve para harcayarak birbirleriyle ilgilenmektedirler).
açısından odak noktası orgazm değildir. Dolayısıyla duyumlara odaklanma bazı erkeklerde
Kadın elle uyarılarak zevk almaya başladıktan performans kaygısını ve kendini dışarıdan seyretme
sonra, bir sonraki aşama duyumsal zevk kaynağını rolünü azaltmak yerine meta-performansa yani per-
vücudunda gezinen elden vajenin içindeki penise yön- formans ötesi bir kaygıya yol açabilir ve bu kaygı şu
lendirilmesidir. Kadına erkeğin üstüne çıkması, penisi şekilde ifade edilebilir: “Tamam, sertleşmeyi sağla-
yavaşça vajene yerleştirmesi ve kendini duygularına mak ve birleşmeyi gerçekleştirmek zorunda değilim.
bırakması söylenir. Eğer isterse kalçalarını yavaş- Evet, 10 dakika geçti, üzerimde hiçbir baskı yok ama
ça hareket ettirebilir. Penisi, onunla oynayabileceği hâlâ sertleşme olmadı. Ne zaman sertleşme ortaya
kendisine zevk verebilecek bir şey olarak görmesi için çıkacak? Ve eğer sertleşme olursa, acaba bu vajene
desteklenir. Bu arada erkek de yavaşça hareket ede- girene kadar devam edebilecek mi? Gerek duyumlara
bilir. Ancak her zaman neyin, nasıl yapılacağına ka- odaklanma aşaması gerekse Masters ve Johnson’un
rar veren kadın olmalıdır. Çift bu pozisyonu belli bir cinsel terapisindeki diğer uygulamalar, çok ustaca bir
süre yaşadığında ki bu arada erkek orgazma yönelik yaklaşım olan ve 18. Bölüm’de tartışacağımız para-
olarak kuvvetli hareketlerden kaçınmalıdır, genellikle doksal terapiye has özellikler taşımaktadır.

ÇİFT TERAPİSİ ya ihtiyaçları vardır. Daha önce belirtildiği gibi,


Cinsel işlev bozuklukları genellikle stresli cinsel terapi ile ilgili son yayınlar, sistem bakış
bir evlilik ya da çok yakın bir ilişki içinde orta­ açısının önemini vurgulamaktadır. Sistem bakış
ya çıkarlar ve bu çiftlerin çoğunlukla cinsellikle açısına göre cinsel problem karmaşık bir fak­
ilgili olmayan alanlarda da özel bir eğitim alma­ törler ağı içine gömülmüş durumdadır ve örne­
412 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

ğin erkeğin sertleşme sorunu kadının kocasının tabloya depresyon da ekleniyorsa, antidepresan
cinsel isteklerini tatmin etme ile ilgili kaygılarının ilaçlar yararlı olabilir. Kaygı azaltıcı tekniklere ek
ortadan kalkmasına yol açabilir ve dolayısıyla olarak sakinleştirici­ler de kullanılabilir. Bununla
bu sorunun devam etmesi çiftin işine yarıyor birlikte bazı psikoaktif ilaçların cinsel duyarlılık
olabilir. Bazen Masters ve Johnson tipi cinsel üzerinde zıt bir etki yaratmaları, durumu daha
terapi yerine ya da buna ek olarak örneğin eş­ karmaşık bir hale getirmektedir.
lerin aileleriyle olan ilişkileri ya da çocuk yetiştir­ Bazı durumlarda cerrahi müdahaleler de uy­
me biçimleri gibi cinsel olmayan sorunları üzeri­ gulanabilir. Örneğin kronik sertleşmeme soru­
ne odaklanmak da uygun ya da gerekli olabilir. nunda penisin içine yarı sert silikon bir çubuk
Çift terapisi Bölüm 19’da daha detaylı olarak ele veya penisin istenildiği zaman şişirilme­sine ola­
alınmaktadır. nak veren bir şişirici alet yerleştirilebilir. Ancak
bu tür uygulamaların yapıldığı erkeklerin uzun
PSİKODİNAMİK TEKNİKLER VE BAKIŞ süreli izlendiği çalışmalarda çoğu kez cin­sel iş­
AÇILARI levlerdeki zayıflığın devam ettiği saptan­mıştır
Bir erkek başlangıçta sertleşme sağlaya­ (Tiefer, Pedersen & Melman, 1988). Çubuk ne­
madığını kabul etmek istemese de terapist deniyle penis sürekli sertleşmiş durumda olaca­
onun anlattıkları ile ilgili ipuçlarını araştırmalıdır. ğından, problemin psikolojik bileşenleri ele alın­
Bir kadın cinsel ilişkiyi başlatmaya karşı direnç madığı takdirde çubuk yer­leştirilen bu erkekler
gösterebilir ve bunu terapiste açıkça ifade et­ yine cinsel sorunlar yaşa­maya devam edecek­
mese de, böyle bir girişkenliğin geleneksel ka­ lerdir (çubuk ilgi ve istek olmadan da birleşme
dın rolüne uygun olmadığını ve yakış­madığını imkânı sağlamaktadır, ancak bu uygulama uzun
düşünebilir. Psikanalitik bakış açısına göre bazı süreli psikolojik uyum açısından lehte bir durum
durumlarda danışanlar kendilerini rahatsız eden değildir). Damar cerrahisi ile kanın atardamar­
şeyleri terapistlerine açıkça ifade edemeyebi­ lar yoluyla içe akışındaki veya toplardamarlar
lirler. Bu görüş davranışçı terapist­lerin tedavi yoluyla dışa akışındaki problemler düzeltilebilir.
açısından doğru bir değerlendirme ve planla­ Bu yolla elde edilen sonuçlar oldukça çelişkili
ma yapmalarına da yardımcı olabilir (Kaplan, olmasına rağmen (Melman & Rossman, 1989)
1974). Her ne kadar dergilerde yayın­lanan yazı­ normal işlevlere geri dönülmesi olasılığı vardır,
larda veya meslektaşlarla yapılan toplantılarda çünkü çubuk yerleştirilmesi uygulamasının ak­
açık olarak dile getirilmese de, kuşkusuz cinsel sine, bu uygulamadan sonra cinsel ilgi ve istek
terapi uygulamalarında davranışçı olmayan te­ olmadan sertleşme sağlanamamaktadır (Wince
rapilere özgü özellikler de kullanılmaktadır. Te­ & Carey, 1991).
rapideki eklektisizm konusundaki daha önceki Son zamanlarda biyolojik faktörlerin söz ko­
tartışmamız (Bölüm 2) terapötik teşebbüslerin nusu olduğundan şüphelenilen erkeklerde, oral
karmaşıklığının hatır­lanmasına fırsat yaratmak­ yolla alınan yohimbin hidroklorid ile bazı başarılı
tadır. Psikodinamik ve bilişsel terapiler arasın­ sonuçlar elde edilmiştir (Sonda, Mazo & Chan­
daki uzlaşma 18. Bölüm’de de ele alınacaktır. cellor, 1990). Bu ilaç penise doğru olan kan
akışını arttırmakta ve kanın penis dışına akışını
TIBBİ VE FİZİKSEL İŞLEMLER ise azaltmaktadır (Meyer, 1998). Sertleşmenin
Cinsel işlev bozukluklarıyla ilgili biyolojik fak­ sağlanabilmesi için penisin süngerimsi kısmı­
törler hakkındaki bilgiler arttıkça, terapistlerin na papeverin veya diğer vazoaktif ilaçların (kan
altta yatan somatik problemlerin işlev bozuk­ akımını destekleyen) enjekte edilmesinin bazı
luğuna katkıda bulunup bulunmadığını araştır­ erkeklerde sertleşmenin sağlanması açısın­
maları giderek daha önem kazanmıştır (LePic­ dan yararlı olduğu konusun­da çelişkili sonuçlar
colo, 1992b; Rosen & Leiblum, 1995). Somatik elde edilmiştir. Sertleşme konusunda ne kadar
faktörlerin dikkate alınması özellikle disparoni başarılı olunursa olunsun, bu kişilerin pek ço­
ve sertleşme bozukluğu açısından çok önemli­ ğunda kişilerarası çatış­malarının devam etmesi
dir. Disparoni postmenapoz döne­mindeki kadın­ nedeniyle elde edilen başarılara gölge düşmek­
larda vajinal dokulardaki kalınlaş­mayı azaltan tedir (Montorsi ve ark., 1994). İğnelere bağımlı
ve vaginal kayganlığı arttıran östrojen tedavisi olmak ve ciddi yan etk­ilerin (örneğin karaciğer
ile iyileştirilebilir (Masters, Johnson & Kolodny, problemlerinin) ortaya çıkması da bu tür tedavi­
1988; Walling, Anderson & Johnson, 1990). lerde karşılaşılan önemli problemlerdir (Turner
Cinsel dürtülerin ciddi dere­cede kaybolduğu bir ve ark., 1989).
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN OKUMA 413
√√

Her tür tıbbi müdahalede psikososyal faktör­ li, bulaşıcı ve salgın hastalıktır. AIDS’in görül­
lerin de dikkate alınması çok önemlidir, çün­ me sıklığı ve yaygınlığı federal bir kuruluş olan
kü cinsel işlev bozuklukları hemen hemen her Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkez­
zaman karmaşık kişilerarası ve iç psişik çatış­ leri ve HIV/AIDS Birleşmiş Milletler Programı
maların içine gömülmüş durumdadır. Cinsel tarafından belirli zamanlarda değerlendirilmek­
işlev bozukluklarını “tıbbileştirme” veya “biyolo­ tedir. Sayı giderek yükselmektedir. Amerika
jikleştirme” eğilimleri hastaların ve terapistlerin Birleşik Devletleri’nde 13 yaşın üstündeki her
dikkatlerini bu problemlerin kişilerarası boyu­ 300 kişiden birinde ya da bir başka deyişle top­
tundan uzaklaştırmakta ve bu konuda uygun lam 1.000.000 kişide HIV bulunmaktadır. Her
olmasa da “hemen düzelt” mantığına göre ha­ sene 40.000 Amerikalı HIV pozitif olmak­tadır.
reket edilmesini desteklemektedir (Rosen ve 1994’de, 55.000 kişi -neredeyse Vietnam sa­
Leiblum, 1995). vaşında ölenler kadar- AIDS le ilgili hastalık­lar
Cinsel işlev bozuklukları ile ilgili tartışmamız­ nedeniyle yaşamlarını kaybetmişlerdir. 1981 de
da cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma resmi olarak belirlenen sayı 325.000’dir.
düşüncesinin cinsel ilişkide ketlenmelere yol Bununla birlikte diğer ülkelerden gelen so­
açabileceğinden bahsetmiştik. En basitinden, nuçlar bu istatistikleri gölgede bırakmaktadır.
cinsel ilişkide bulunurken zührevi bir hastalığa Dünyada 1 milyonu çocuk olmak üzere 21
yakalanma veya bu hastalığı başkalarına bulaş­ milyon kişinin HIV pozitif oldukları ve bunların
tırma ile ilgili düşüncelere sahip olmak, kaygının %90’ının gelişmemiş ülkelerde yaşadıkları tah­
körüklenmesine ve kişinin cinsellikten uzaklaş­ min edilmektedir. Günde 1400’ü çocuk olan
masına neden olabilir. Ama AIDS söz konusu 8500 yeni vaka teşhis edilmektedir. En kötü so­
olduğunda ki, biz de şimdi bu konuya değine­ nuçlar Afrika’daki Sahara Çölü’nün güneyin­den
yeceğiz, cinsel ilişki de bulunurken AIDS olur gelmektedir ki, dünyadaki HIV pozitif nüfusun
muyum diye düşünmemenin kaygı uyandırıcı %63’ü, ve HIV pozitif kadınların %80’i burada
olduğunu söyleyebiliriz. yaşamaktadır. Görülme sıklığı özellikle Hindis­
tan ve Çin gibi Asya ülkelerinde artmak­tadır ve
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE bu yeni vakaların çoğu heteroseksüel aktivite­
lerin sonucudur. Ukrayna, İspanya ve Vietnam
MEYDAN OKUMA da en temel neden madde kötüye kul­lanımıdır.
Dünyada 4.5 milyon kişide AIDS vardır ve 4 mil­
Bugün için toplum sağlığını en fazla tehdit
yondan fazla kişi de bu nedenle ölmüştür (Kali­
eden sendrom AIDS’dir. AIDS (kazanılmış ba­
chman, 1995; Maugh, 1996a).
ğışıklık yetersizliği sendromu) konusunun bir
Bazıları HIV enfeksiyonunu bir intihar bi­
anormal psikoloji kitabında yer almasının ne­
çimi olarak değerlendirmektedirler. Sovyetler
deni bu ölümcül hastalığın kendine has ve bir­
Birliği’nin parçalanması sosyal ve ekonomik
birleriyle ilişkili şu üç özelliğidir: (1) AIDS açık­
düzensizliklere yol açarak Durkheim’in “buna­
ça mantıksız ve tamamen kendine zarar verici
lım” olarak adlandırdığı bir durumu ortaya çı­
davranışlardan dolayı ortaya çıkar, (2) Şu anda
karmıştır. Votka tüketimi giderek artmaktadır ve
tıbbi yollarla tedavi edilmesi veya önlen­mesi
özellikle Ukrayna, Rusya ve Belarus’un birçok
mümkün değildir, (3) Genellikle psikolojik ted­
yerinde afyon bitkisinden üretilen ve uyuşturucu
birlerle önlenebilir.6
etkisi olan afyon sapı votkadan bile daha ucuz­
dur. Sovyetler Birliği’nde can sıkıntısından ve
PROBLEMİN BOYUTU derin boşluk duygusundan kurtulmak isteyen
1981 yılında ilk olarak belirlendiğinden beri pek çok kişi bu maddeye bağımlı hale gelmiş­
AIDS modern zamanlarda görülen en tehlike­ tir. Bu kişiler riskli olduğunu bilmelerine rağmen
kullandıkları enjeksiyonları paylaşmaya devam
etmekte­dirler. Belarus da yaşayan bir bağım­
6
Okuyucu HIV ve AIDS’in cinsel bozukluklarla ilgili bir bölümde yer almasından
dolayı tek risk faktörünün güvenli olmayan seks olduğu sonucuna varmamalıdır. lının şu sözleri dikkat çekicidir: “Genç insanlar
Bu doğru değildir. Ama güvenli olmayan seks bu hastalığa yakalanan insanların
sayısındaki artış açısından en önemli risk faktörüdür. Amerika Birleşik
pek bir şeye aldırmazlar... Birisi ‘Bende HIV var,
Devletleri’nde HIV’in taşınma oranı %60’tır ve bunun %10’u heteroseksüel sana şırıngamı veremem’ dediğinde daha genç
temas yoluyla geçmektedir. HIV’in bulaşmasında rol oynayan diğer faktörler ise
damardan enjekte edilen ilaçların kullanımında iğnenin paylaşılması (%20), yıllar olan bağımlı ‘her halükarda öleceğim’ şeklinde
önce yaşandığı gibi, özellikle hemofililerde, bozuk kan nakli (%3) ve hamilelik,
doğum veya emzirme yoluyla anneden bebeğe geçmesi (%5) dir. Diğer vakalarda,
yanıt vermektedir. Bu gençler yaşamak istemi­
nedenin ne olduğu belirlenememiştir (Kalichman, 1995). yorlar” (Boudreaux, 1996, s. A14).
414 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

Önceleri AIDS’le ilgili çalışma ve tartışmalar­ ortaya çıkmaktadırlar [Kalichman, 1996].). Tıb­
da ihmâl edilmiş olmasına rağmen, son zaman­ bi otoriteler bağışıklık sisteminin sağlıklı olması
larda AlDSIi kadınlar araştırmacıların ve klinis­ halinde ortaya çıkmaması bekle­nen bir hasta­
yenlerin dikkatini çekmeye başlamıştır. lıkla karşılaştıklarında AIDS den şüphelenmek­
Dünyadaki AIDS hastalarının %42’si kadın­ tedirler. Örneğin organ nakli yapılan kişiler bu
lardır ve 2000 yılına kadar bu oranın daha da tür fırsatçı hastalıklar açısın­dan büyük risk altın­
yüksele­ceği tahmin edilmektedir. Amerika Bir­ dadırlar, çünkü bu kişilere vücudun yeni orga­
leşik Devletleri’nde, Afrika ve İspanyol köken­ nı reddetmemesi için bağışıklık sistemini bas­
li Amerikalı kadınlar İngiliz kökenli kadınlara kılayan ilaçlar verilmek­tedir. Bir bakıma AIDS
oranla 17 kat daha fazla risk altındadırlar. HIV hastaları bağışıklık sis­temini baskılayan ilaçlar
pozitif olan annelerden doğan bebekler doğuş­ kullanmamalarına rağ­men aynı durumu sergile­
tan bu hastalığa sahip olarak dünyaya gelmek­ yen kişilerdir. Kuşkusuz bu iki grup arasındaki
tedirler ki bu, durumu daha da vahim bir hale en önemli fark, organ nakli sonucunda bağışık­
getirmektedir. Her ne kadar Amerika Birleşik lık sistemleri yapay ve geçici olarak baskılanan
Devletleri’ndeki oran azalmaktaysa da, daha kişilerin hastanelerde yoğun bakım altında ve
az gelişmiş ülkelerdeki durum daha da kötü­ steril koşullarda bulunmalarıdır. Genellikle ki­
ye git­mektedir. Örneğin Tayland’da fahişeler şiler AlDS’den değil, AIDS nedeniyle bağışıklık
dışında­ki kadınlar evlilik öncesi ve evlilik dışı sis­teminin zayıflaması sonucunda ortaya çıkan
seksi daha az yaşamaktadırlar. Daha çok evli ölümcül enfeksiyonlar ve hastalıklardan dolayı
erkek­lerle ilişkiye giren fahişeler arasında ise ölürler.
korun­masız seks nedeniyle HIV oranı yüksek­
tir. Dolayısıyla bu fahişeler HIV’i evli erkeklere HASTALIĞIN YAYILMASI
bulaştırabilmekte ve bu erkekler de bunu ko­
runmalı seks konusunda ısrarcı olabilecek güce AIDS krizi şiddetlenmektedir, çünkü test
sahip olmayan eşlerine geçirmektedirler (Mau­ yaptırmayan ama HIV pozitif olan pek çok kişi
gh, 1996b, 1996c). hastalığından habersiz olmakta ve kendilerini
AIDS bu ülkede önce homoseksüellere özgü sağlıklı hissetmektedirler. HIV pozitif olan kişiler
bir hastalık olarak ilan edilmiştir. Fakat AIDS sa­ insan ırkının sağlığı açısından saatli bir bomba
dece homoseksüellere özgü bir hastalık değildir olarak dolaşmaya devam ederek bunu diğer ki­
ve bu hastalığın hem kadın hem de erkek he­ şilere bulaştırabilirler. HlV’in bulaşmasını kontrol
teroseksüeller arasında giderek daha da arttığı altına alma çabaları yeterli olamamak­tadır, çün­
görülmektedir. Afrika ve Latin Amerika’nın bazı kü HIV için en yaygın olarak kullanılan testler­
kısımlarında AIDS özel­likle heteroseksüellerde de enfeksiyona karşı antikor oluşup oluşmadığı
daha fazla görülmekte­dir ve dünyanın pek çok belirlenmeye çalışılmaktadır ki, zaten pek çok
yerinde kadınlar HIV pozitif çocuklar dünyaya kişide bu antikorlar enfeksiyona yakalandıktan
getirmektedirler. AIDS’in henüz belirgin bir sağ­ birkaç ay sonra oluşmaya başlamaktadır (Mc­
lık problemi haline gelmediği ülkelerde de bir Cutchan, 1990). Dolayısıyla antikor testi negatif
sorun haline gelmesi uzak değildir. sonuç verse bile, o kişinin HIV olmadığı söyle­
nemez, çünkü enfeksiyonu yeni almış olabilir.
Geliştirilecek olan yeni testlerle kandaki HIV
HASTALIĞIN TANIMLANMASI konsantrasy­onunu daha doğrudan ve erken bi­
Her ne kadar AIDS ile ilgili tıbbi güçlükler bu çimde ölçmek mümkün olabilir.
kitabın amaçları dışında ise de, hastalıkla ilgi­ Problemin özü cinsel yönelim değil riskli cin-
li bazı temel özellikleri bilmek yararlı olacaktır. sel yaşantılardır. HIV sadece kanda, menide
AIDS vücudun bağışıklık sisteminin HIV nede­ ve vajinal sıvılarda bulunur ve sadece enfeksi­
niyle ciddi derecede bozulmasına yol açarak yonlu sıvıların kana karışması yoluyla bulaşır.
ve kişiyi nadir görülen bir lenf kanseri türü olan AIDS günlük sosyal temaslarla, hatta kan yo­
Kaposi sarkom ya da çok tehlikeli, fır­satçı ve luyla temas önlendiği sürece AIDS i olan ya da
ölümcül çeşitli fungal, viral ve bakteriyal enfek­ HIV pozitif olan bir kişiyle aynı evde yaşa­makla
siyonlar açısından büyük risk altına sokar. (Bu­ bile bulaşmaz. Korunmadan gerçek­leştirilen
rada fırsatçı ifadesinin kullanılmasının nedeni anal birleşme (örneğin penisin anüse girmesi)
bu hastalıkların sağlıklı bağışıklık siste­mi olan­ en riskli cinsel uygulamadır (Kingsley ve ark.,
larda çok nadiren görülmesidir. Bu hastalıklar 1987). Daha az olmakla birlikte prezervatifsiz
bağışıklık sisteminin zayıflamasını fır­sat bilerek olarak gerçekleştirilen vajinal birleşme, oral-
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN OKUMA 415
√√

vajinal temas ya da vajen veya anüse par­mak AIDS tedavisinde kullanılan AZT gibi nukleosit
ya da elin sokulması da risklidir. Diğer bir riskli benzerlerinden daha farklı bir etkiye sahiptir. Bu
davranış ise damarlarına madde enjekte eden­ ilaçlar virüsün kendi kalıtsal materyalini kopya­
lerin bir başkasının iğnesini steril etmeden kul­ lamasını engellemek suretiyle HlV’i kısa süreli
lanmaları ve dolayısıyla HIV taşıyan kanı kendi olarak kontrol etmektedirler. Ancak insanın ba­
kan dolaşımlarına bulaştırmalarıdır. Kuşkusuz ğışıklık sistemi bu tür ilaçlara karşı direnç gös­
en acıklı kurbanlar HIV pozitif annelerin bebek­ termektedir. Oysa saquinavir gibi yeni ajanlar
leridir. Çünkü bu virüs plezanta engelini aşarak HlV’in üremesinde çok önemli bir rol oynayan
gelişmekte olan cenini etkile­mektedir. Bu virus enzimleri kontrol altına almaktadır­lar. Dolayısıy­
emzirme yoluyla da bulaşabilmektedir. la bu iki tür ilacın birlikte kullanıl­ması (başka bir
AIDS in yayılmasının önlenmesi beklenilen­ deyişle bu ilaçlardan bir “kokteyl” oluşturulması)
den daha zor olmaktadır. 1980’lerde AIDS ön­ HlV’in çoğalmasına müdahale ederek AIDS’in
lenmesi açısından cinsel ilişki sırasında prezer­ tam anlamıyla ortaya çıkmasının engellenmesi
vatif kullanılması desteklenmiş ve büyük şehir­ açısından ümit vaat etmektedir.
lerde eşcinseller arasında HIV pozitif kişi­lerin Gıda ve İlaç Dairesinin bu önerisinden 9 ay
oranının %10’dan %1 veya 2’ye düştüğü gö­ sonra AIDS’in tüm belirtilerini gösteren hasta­
rülmüştür. Ancak 1990larda Hastalık Kontrolü larda bile proteaz baskılayıcı ve AZT benzeri
Merkezlerinin raporları genç eşcinsel­lerin daha ilaçların bir arada kullanılmasının HlV’in baskı­
yaşlı eşcinsellere oranla korunmasız cinsel iliş­ lanmasında çok etkili olduğu ortaya kon­muştur.
kileri tercih ettiklerini ortaya koymuş­tur (Boxall, Sonuç olarak bu çok pahalı ilaçları ala­bilen pek
1995). çok kişi AlDS’li olarak yaşamlarını devam ettire­
Bu neden oluyor? Nedenlerden biri genç eş­ bilmektedirler (Maugh, 1996a, 1996b; Richman,
cinsellerin yaşlı eşcinseller kadar çok AlDS’li 1996).
yaşıtlarıyla karşılaşmamaları, dolayısıyla da
AIDS’in kendileri için bir tehdit oluşturmadığını HASTALIĞIN ÖNLENMESİ
düşünmeleri olabilir. Nedenlerden bir diğeri ise
özellikle 1990larda AIDS in tedavisinin bulun­ Hastalığın ilaçla tedavisindeki bu umut ve­
mak üzere olduğu izlenimi verildiğinden, korun­ rici gelişmelere rağmen, cinsel yolla bulaşan
masız cinsel ilişkinin çok da tehdit edici bir du­ AIDS’in önlenebilmesindeki temel odak nok­
rum olmadığı inancının yaygınlaşması olabilir. tası cinsel yaşantıların değiştirilmesidir. Önle­
Son birkaç yıldır AIDS tedavisinde ümit verici me açısından en emin yol HIV negatif olduğu
gelişmeler ortaya çıksa da, cinsel ilişki sırasında testlerle ortaya konulmuş tek bir kişiyle ilişkide
korunmak sadece eşcinseller için değil, herkes bulunmaktır. Ancak özellikle gençler açısından
için yaşam boyu alınması gereken bir önlemdir. tek eşlilik nadir görülen bir durumdur ve hatta
Bu konudaki mevcut pek çok destek grupları­ evli ya da birlikte yaşayan eşlerin bile başka
na son zamanlarda HIV negatif eşcinseller için ilişkileri olabilir. Önleme açısından en dolaysız
güvenli cinsel ilişkiye yönelik olarak düzenlenen yol, cinsel açıdan aktif kişilerin ilişki sırasında
gruplar da eklen­miştir (Boxall, 1995). prezervatif kullanmalarını desteklemektir ki, bu
Güvenli cinsel ilişki konusunda verilecek ka­ yolla HIV enfeksiyonunun bulaşma riski %90
rarlarda temkinli olunmalı, en tehlikeli zamanla­ azalmaktadır. Bazı özel olasılık model olma
rın HIV enfeksiyonunun yeni alındığı zamanlar tekniklerini uygulayan Reiss ve Leik (1989) risk
olduğu ve bu dönemde yapılan laboratuar tet­ oranının azaltılmasında her ne kadar %100 ora­
kiklerinin de hiç güvenilir olmadığı mutlaka dik­ nında etkili olmasa da, ilişki sırasında prezerva­
kate alınmalıdır. tif kullanılmasının eş sayısını azaltmak­tan daha
etkili olduğunu bildirmişlerdir. Alkol ya da mad­
de kullanımından sonra seksten uzak durmak
HIV VE AIDS’İN İLAÇLA TEDAVİSİ da riskin azaltılması açısından önem­lidir, çünkü
Son birkaç yıldır HIV ve AIDS in ilaçla tedavi­ alkol ve madde kullanımı riskli cin­sel ilişkilerde
si konusunda bazı bulgular rapor edilmektedir. bulunma olasılığını arttırmaktadır (Stall ve ark.,
Kasım 1995 de Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ilk ola­ 1986). Her ne kadar en emin yol tek eşli bir iliş­
rak bir kimyasal bileşeni onaylamıştır (Cimons, kide prezervatif kullanmak olsa da bu bazen
1995). Bu yeni ilacın jenerik adı saquinavir olup, gerçekçi bir yaklaşım olmayabilir ve prezervatif
Invirase adıyla piyasaya sürülmüştür. Bir prote­ bir doğum kontrol yöntemi olduğun­dan bazı dini
az baskılayıcısı olan saquinavir, şimdiye kadar grupların inançlarına ters de düşebilir. Bilimsel
416 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

verilerden ziyade ahlaki değerlere dayanmakla çabuk yayıldığı genç heteroseksüeller (hem
birlikte, bu konuda halk arasında en çok taraftar erkeklerde hem de kızlar­da) arasında çok yay­
toplayan yaklaşım tek eşle ilişkide bulunmaktır. gındır (Centers for Disease Control, 1994). Bu
Yakın ilişkilerde mantık her zaman öne geçe­ gençler AIDS’in eşcinseller ve madde kullanan­
biliyor mu? Açıkça görülüyor ki hayır. En az 6 larda görüldüğü inancını sürdürmekte ve kendi­
aydır ilişkileri devam eden (ki ortalama süre 4 lerini böyle kişil­erden uzak tutarak hastalıktan
yıl) eşcinseller üzerinde yapılan bir araştırmada korunacaklarını düşünmektedirler. Eşcinsellerin
Appleby (1995) riskli cinsel ilişkinin güven, aşk yüksek risk taşıyan cinsel davranışları Afrika kö­
ve bağlılığı sembolize ettiğini, güvenli cinsel iliş­ kenli Amerikalı veya İspanyol asıllı heteroseksü­
kinin ise eşler tarafından negatif olarak değer­ ellere nazaran daha fazla değişim göstermekte­
lendirildiğini ve eşler arasındaki yakınlığı tehdit dir (Thomas, Gilliam & Iwrey, 1989). Ergenler
edebildiğini gözlemiştir. Hatta eşlerden birinin 20’li ya da daha ileri yaşlarda olanlara nazaran
güvenli seksi önermesi, sadakatsizlik kuşkusu­ AIDS’i ciddi bir tehlike olarak görmemektedirler
nun doğmasına yol açmaktadır. Heteroseksüel (Syrunin & Hingson, 1987). Tüm bu gerçekler
çiftlerin farklı şekilde hissede­ceklerini düşündü­ gerçekten ciddi bir probleme dikkat çekmekte­
recek hiçbir neden de yoktur. dir. Cinsel eğilimi ne olursa olsun, özellikle o kişi
Riskin bu şekilde rasyonelleştirilmesi sağlık ile ilk defa ilişkiye girildiğinde, karşıdaki kişinin
açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır, HIV pozitif olabileceğini akıldan çıkar­mamak
çünkü HIV testleri güvenilir sonuçlar vereme­ çok akıllıca olur.
dikleri gibi eşcinseller de heteroseksüeller de En azından cinsel açıdan aktif dönemde
yakın ve sürekli bir ilişkileri olmasına rağmen, olan heteroseksüeller arasında doğum kontrol
beklenildiği kadar sadık olmayabilmektedirler hapları yerine prezervatif kullanımının arttırıl­
(Peplau & Cochran, 1988). Appleby’nin çalış­ ması nasıl sağlanabilir? Aynı zamanda 1960’lı
masında aynı cinsiyetten bir kişiyle yakın ilişkisi yıllarda başlayan cinsel özgürlük döneminde
olan eşlerden %62’si ilişkileri boyunca bir başka ölüm tehlikesine değil de herpes ya da diğer
kişiyle de cinsel ilişkide bulunduklarını, %84’ü zührevi hastalıklara yakalanma tehlikesine kar­
ise bunun eşleri tarafından bilindiğini belirtmiş­ şı geliştirilmiş cinsel alışkanlık ve tutumların da
lerdir. Bazı durumlarda sadakat göstermeyen değiştirilmesi gerekmektedir. Sosyal psikolojik
eş, bir başkasıyla korunmasız ilişkide bulun­ ve davranışçı bilişsel kuram ve araştırmalar bu
masına rağmen bunu eşine söylememekte ve konuda yapılabilecek etkili müdahalelerin (Kali­
sürekli eşiyle de korunmasız ilişkiye girmeye chman, 1995: Kelly, 1995; Kelly & St. Lawren­
devam etmektedir. ce, 1988a, 1988b) temelini oluşturan stratejiler
Önleme açısından kişilere önerilen yollar­ önermektedirler. Bu konuda verilen eğitsel me­
dan biri de karşılıklı mastürbasyon yapmak ya sajlar şunlardır:
da eşin vajenine, anüsüne ya da ağzına penisi • HIV in nasıl bulaştığı hakkında doğ-
sokmadan sürtünme yoluyla doyuma ulaşmak ru bilgiler verilmesi. (Bu tür bilgiler Hastalık
gibi daha az risk taşıyan cinsel yaşantılardır. Kontrolü Merkezlerinde ya da yerel AIDS orga­
Bu öneri hem aynı cinsle hem de farklı cinsle nizasyonlarında bulunan broşürlerden ya da çe­
ilişkiyi tercih eden pek çok kişi tarafından ka­ şitli kitapçılardaki soru-cevap formatında hazır­
bul görmektedir. Madde kullanan kişilere diğer lanmış (örn. Kalichman, 1996) el kita­plarından
önerilere ek olarak, her ne kadar en emin yol elde edilebilir).
hiç madde kullanmamak ise de, her seferinde • Ne tür risklerin söz konusu olduğunun
yeni ve steril bir enjeksiyon kullanmaları söylen­ açıklanması, (örneğin cinsel açıdan çok eşli
mektedir. olan kişiler daha fazla risk altındadırlar, hetero­
New York ya da San Fransisco gibi AIDS seksüeller homoseksüellere ve eroin kullanan­
açısından daha büyük bir risk taşıyan şehirlere lara nazaran daha az olmakla birlikte yine de
kıyasla daha az risk taşıyan şehirlerde yüksek risk altındadırlar).
risk taşıyan davranışlara daha sık rastlanmak­ • Yüksek risk durumlarının belirlenmesi,
tadır. Belki de kişinin yakın çevresinde bunun (örneğin cinsel açıdan uyarıcı durumlarda alkol
yaygın bir biçimde görülmemesi, kişinin (yanlış kullanılması riskli cinsel davranışlarda bulunma
da olsa) bu hastalığa yakalanmayacağı inancı­ olasılığını arttırır).
nın pekişmesine yol açmaktadır (St. Lawrence • Prezervatifin nasıl kullanılacağı (ve ge­
ve ark., 1988). Bu inanç özellikle korunmasız rekli durumlarda enjeksiyonların nasıl temizle­
cinsel ilişkide bulunma yoluyla AIDS’in çok neceği) ile ilgili bilgi verilmesi.
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN OKUMA 417
√√

ğini vermektedir. “Kendi değerleriyle yüzleşme


(value self-confrontation) tekniğini kullanan Ro­
keach ve diğerleri “bir kişinin davranışlarında
süreklilik gösteren bir değişimin sağlanabilme­
si için, o kişiye gıpta ettiği kişilerin değerleriyle
kendi değerleri arasındaki farklılıkların gösteri­
lebilmesi gerek­tiğini ileri sürmüşlerdir.
Yeni tamamlanmış bir çalışma böyle bir mü­
dahelenin nasıl olması gerektiği konusunda bir
temel oluşturmaktadır. Chernoff ve Davison
(1977) farklı cinsiyetlerde ve farklı cinsel yöne­
limleri olan öğrenciler üzerinde yaptıkları bu
çalışmada; yüksek derecede risk taşıyan dav­
ranışlar sergileyen öğrencilerin “hemen tat­min
olunması” (heyecanlı bir yaşantı) görüşünü be­
nimseyen, destekleyen ve “tat­minin ertelenme­
Hiçbir ücret almadan prezervatif dağıtarak prezervatif si” (bilgelik ve “olgun aşk”) ile ilgili değerleri pek
kullanımını arttırmak hastalığın yayılmasını önler.
dikkate almayan kişiler olduklarını saptamışlar­
• Davranışlarda yapılacak bazı değişiklik­ dır. Bundan sonraki adım, cinsel açıdan yüksek
lerle riskin nasıl azaldığının açıklanması (ör­ risk taşıyan davranışlarda bulunan ancak HlV’le
neğin prezervatif meninin vajene, anüse ya da karşılaşma riskini azaltmak isteyen kişilerle, bu
ağza girmesini engeller) kişilerin benzemeyi arzu ettikleri ve daha az
• Cinsel açıdan girişken olma becerilerini riske girme eğiliminde olan kişilerin değer yar­
de içeren sosyal beceri eğitimi verilmesi gıları arasın­daki zıtlıkların “kendi değerleriyle
(örneğin güvenli cinsel ilişki konusunda ıs­ yüzleşme” uygulamasıyla açığa çıkarılmasıdır.
rarlı olmak, HIV riskinin azaltılması konusunda Eğer Rokeach haklı ise, böyle bir iletişim bu ki­
ısrar­lı olurken ilişkinin bozulmamasına yardımcı şilerin kendi değer yargılarını değiştirmeleri için
ola­bilecek diğer iletişim becerileri). onları cesaretlendirebilecek ve uzun süreli ola­
rak daha sağlıklı ve daha az riskli bir cinsellik
Bu noktaları vurgulayan müdahalelerle bi­ yaşa­malarına yol açacaktır. Rokeach’dan esin­
seksüel ve eşcinsellerin (Kelly ve ark., 1989; lenerek yola çıkan çalışmalar (örneğin Schwarz
Kelly ve ark., 1990), fahişelerin, Afrika kökenli & Inbar-Saban, 1988) AIDS ile bağlantılı risk
Amerikalı ergen erkeklerin ve kronik ruhsal bir davranışlarının azaltılması konusuyla ilgilenen
hastalığı olanların (Kelly ve ark., 1993) anal bir­ sosyal bilimciler açısından çok önemlidir, dav­
leşme uygulamasında azalma ve prezervatif ranışta meydana gelen değişikliklerin anlamlı
kullanma davranışlarında da artma ortaya çık­ olabilmesi için değişikliğin uzun süre devam et­
maktadır. Bu tür çabalar eşcinsellerin HIV en­ mesi gerekir. Bilişsel değişme (örneğin değer­
feksiyonunu bulaştırma risklerinin azal­masında lerin değişmesi), daha yüzeysel değişmelere
olumlu bir etki yaratmaktadır. Bu çabaların he­ nazaran daha derin ve daha önemli bir değiş­
teroseksüellerde de aynı olumlu etkileri yarat­ medir.
ması beklenmektedir.
HIV POZİTİF VE AIDS HASTALARININ
DAVRANIŞLARIN DEĞİŞTİRİLMESİNDE TERAPİSİ
ODAK OLARAK DEĞERLER Ruh sağlığı uzmanları HIV pozitif olan ya da
Önleme amacıyla kullanılacak her yaklaşım­ AIDS’e yakalanmış hastalara ne önerebilirler?
da Mil ton Rokeach’ın değerler konusunda yap­ Bu kişilerde yüksek düzeyde stres, kaygı, dep­
tığı sosyal-psikolojik araştırmalardan yararlan­ resyon ve tabiatın insanoğluna yaptığı bu kötü
abilir (1973; Ball Rokeach & Rokeach, 1984). şakaya karşı büyük bir öfke söz konusudur.
Rokeach insan davranışlarının önemli ölçüde Psikofizyolojik bozukluklar ile ilgili bölümde,
değerler tarafından kontrol edildiğini belirtmek­ psikolojik streslerin bağışıklık sistemi üzerinde
te ve vatandaşlık haklarına saygı duymanın, negatif bir etki yarattığı ve bu streslerin hafif­
kişinin seçme özgürlüğünden ziyade eşitlik ko­ lemesinin ise pozitif yönde bir etkiye yol açtığı
nusundaki değerleri ile bağlantılı olduğu örne­ (Kielcolt-Glaser ve ark., 1986) konusunda pek
418 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

Diğer stresli durumlarda da


olduğu gibi, AIDS hastaları da
katıldıkları bir grup tarafından
desteklenmekten yarar
görebilirler.

çok kanıt olduğundan söz etmiştik. HIV pozitif hastalıklarını söylemeleri gerekip gerekmediği
ve AIDS hastalarına da bu tür bir çalışma uy­ ya da nasıl söyleyecekleri gibi konularda olduk­
gulanmaktadır, çünkü bu hastalarda enfek­siyon ça zorluk çekerler. Eğer hasta olduğunu söyle­
nedeniyle bağışıklık sistemi bozulmuş durum­ mek kişinin mevcut ilişkisine ihanet ettiği anla­
dadır. HIV enfeksiyonun başlangıcında aero­ mına geliyorsa ciddi sorunlar ortaya çıka­bilir, ya
bik egzersizlerinin T-4 hücre düzeylerini (T-4 da kişinin hastalığını çalıştığı yere ya da mes­
hücreleri bağışıklık sistemimin temelini oluş­ lektaşlarına söylemesi (özellikle kişi hastane
turmaktadırlar) yükseltebildiğim, kaygı ve dep­ gibi sağlıkla ilgili bir yerde çalışıyorsa) önemli
resyonu ise azaltabildiğini gösteren ümit verici sorunlara yol açabilir. Bu konuda izlenecek yol
bazı çalışmalar vardır (Antoni ve ark., 1990). ile ilgili kolay ve hazır cevaplar yoktur ama anla­
Antoni ve ark., (1991) eşcinsel erkek hastalara yışlı bir terapist hastalığın söylenmesi ve bunun
henüz test sonuçlarını öğren­memişken bilişsel- sonucunda ortaya çıka­bilecek sorunların çözü­
davranışçı bir müdahalede bulunmuşlardır. Bu münde kişiye yardımcı olabilir.
müdahalede gevşeme eğiti­mi, Beck ve Ellis’in AIDS ile ilgili çalışmaların odak noktası ço­
modellerine uygun olarak stres verici olayların ğunlukla erkek eşcinseller olmaktadır, oysa bu
bilişsel olarak yeniden yapılandırılması ve sos­ konuda çalışan sağlık uzmanlarının AIDS’in ka­
yal ilişki ağının genişletilmesi gibi teknikler içer­ dınlar üzerindeki etkisi üzerinde de dur­malarına
miştir. Çalış­manın sonunda, test sonuçlarının gereksinim vardır. Örneğin feminizm alanındaki
öğre­nilmesinden sonraki depresyonda azalma gelişmelere rağmen özellikle bazı azınlık grup­
ve kişisel kontrol hissinde yükselme olduğu gö­ larda, cinsellik konusunda halen çifte standart
rülmüştür. uygulaması devam etmekte ve kadınlar erkek­
HIV pozitif eşcinsel erkeklere uygulanan ve lere nazaran HIV enfeksiyonu açısından daha
Chesney ve Folkman (1994) tarafından gelişti­ fazla sosyal etiketlemeye maruz kalmaktadırlar
rilen bilişsel-davranışçı yaklaşımlı stresle başa (kadınlara bu enfeksiy­onu bulaştıran kocaları
çıkma programı depresyonun azalmasına ve olsa bile). Üstelik bazen kadınlar seropozitif bir
moralin yükselmesine yol açmıştır. Genel ola­ durumda olduklarını hamilelik için muayeneye
rak HlV’in önlenmesinde kullanılan bütün stra­ gittiklerinde öğren­mektedirler ki, bu tedavi konu­
tejiler, örneğin prezervatif kullanılması önerisi, sunda verilecek kararları daha da zorlaştırmak­
kanında HIV olan kişiler için de yararlı olabilir. tadır, çünkü bu kadınlar sadece kendi sağlıkla­
Yaşam biçimini değiştirme hem AIDS hem de rından değil karınlarındaki fetusun iyiliğinden de
HIV pozitif hastalar için terapideki önemli odak sorum­ludurlar (Kalichman, 1995).
noktalarından biridir. Örneğin hastaların siga­ 20. Bölümde sağlık uzmanlarının diğer kişi­
rayı bırakmalarında yardımcı olmak zaten kötü leri hastalarından gelebilecek tehlikelere karşı
olan sağlık durumunun daha da bozul­masını korumaları ile ilgili Tarasoff kararını tartışaca­
önlemek açısından önemlidir. Benzer şekilde ğız. Böyle bir durum, eğer bir hasta seropozitif
hastaların sosyal temaslarını arttır­malarına yar­ bir durumda olduğunu partnerine söylemez ve
dımcı olmak daha fazla destek ve cesaret bul­ onunla riskli bir şekilde cinsel ilişkisini sürdür­
maları açısından yararlı olur. meye devam ederse ortaya çıkabilir. Bu konu­
Özellikle hasta oldukları dışarıdan açıkça da terapistin sorumlulukları nelerdir? Amerikan
belli olmayan kişiler, çevrelerindeki insanlara Psikiyatri Derneği gibi profesyonel dernekler,
ÖZET 419
√√

kişinin hastalığını partnerine söylemeye veya onel bir yardım ile gerçekleştirilmektedir. San
güvenli bir biçimde cinsel ilişkide bulunmaya Francisco’da yıllardır var olan gizli bir hekim
iknâ edilememesi halinde, terapistin Tarasoff şebekesi ölümcül AlDS’li hastalara bu dünya­
kararına uyarak gizlilik ilkesi­ni bozmasını des­ dan gitmek istedikleri zaman ve istedik­leri bi­
teklemektedirler (Amerikan Psikiyatri Derneği, çimde alabilecekleri ölümcül dozda morfin veya
1992). Bu durum bir hekimin halkı koruyabilmek barbitüratlar temin etmektedirler. Her ne kadar
amacıyla bir hastasında tespit ettiği bulaşıcı bir kanuni, ahlâki ve profesyonel sorumluluk açı­
hastalığı diğerlerine bildirmeye zorunlu olması sından doğru olmasa da, kendi­lerine özgü etik
şeklindeki uzun zamandan beri yürürlükte olan anlayışlarına dayanarak ölüme çok yaklaşmış
kurala uygunluk göstermektedir. Kişinin sada­ hastaların intiharlarına yardımcı olarak kimya­
katsizlik nedeniyle seropozitif olması, o kişinin sal maddeler sağlayan hekimler bulunmaktadır.
sevdikleriyle olan ilişkisinde pek çok zorluğa ne­ İntihara gizlice yardım edenler­den biri olan ve
den olmaktadır. gönüllü bir organizasyonda çalışan eski bir ka­
Klinik çalışmalar kişinin yaşamının ve ölü­ tolik papazı hazırladığı broşürde intihara yardım
münün anlamını araştırabilmesi, vasiyet yazma için “ölüme giderken yaşamı zenginleştirmek”
ve vedalaşma ile ilgili çözümlere ulaşabilmesi, ifadesini kullanmıştır. Bu kişi ölümcül hastalığı
genel olarak kişinin yaşamı boyunca yararlı ve olanlar özellikle de ölümcül AIDS hastaları için
“akıllıca ve iyi ölmenin pratik yolları”nı öğretti­
anlamlı olduğuna inandığı şeyleri gerçekleştire­
ği 10 haftalık bir program geliştirmiştir. Bu grup
bilmesi ve geride bırakacaklarına karşı zorun­
toplantılarında maneviyat, yakın ilişkiler ve mal,
luluklarını yerine getirebilmesi için cesaretlen­
mülk planla­ması gibi kanuni konular ele alın­
diren varoluşçu bir yaklaşımın yararlı olduğunu
maktadır. Bu programlara katılan pek çok kişi
göstermektedir. Kuşkusuz ölümden sonra bir
yaşamlarına acı çekmeden bakabileceklerini
başka hayatın olduğu şeklindeki dini bir inanç
bilmenin, hasta olduklarını unutmalarına ve ya­
da, hem kişiyi hem de yakınlarını rahatlatmak­
şama odaklanmalarına imkân yarattığını ifade
tadır. Pek çok ölümcül AIDS has­tasının cinsel etmişlerdir.
yönelimleri, madde kullanıyor olmaları, aile üye­ Bu hastalardan birinin planlanmış intiharı bir
lerinin hastalığın bulaşması ile ilgili korkuları ve gazeteci tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:
benzeri nedenlerden dolayı, aileleriyle araları Kaliforniya güneşi cumbasından geçerek apartmanını
açılmaktadır. Dolayısıyla hasta ve ailesinin ye­ ılık bir parlaklıkla yıkayacak. Yapmış olduğu resimler ve mü­
niden yakınlaşabilmelerinin sağlanmasında ne­ ziği ile çevrelenecek; Richard Straus’un “Alp Senfonisi”nin
lerin önemli olduğunun ve destekleyici bir etki kreşendo ve sakin nağmeleri odayı dolduracak... 12 ya­
şında bir siyam kedisi olan Cruiser kıvrılıp yanına yatacak.
yarattığının belirlenebilmesine ihtiyaç vardır
Birkaç arkadaşı olacak onunla birlikte. Doktoru barbitürat
(McCutchan, 1990).
alabilmesi için bir reçete yazacak. Eski bir bahçıvan olan
Diğer ölümcül hastalıklarda olduğu gibi 55 yaşındaki artist birkaç veda cümlesi söyleyecek, sonra
(Bölüm 10), AIDS’li hastaların birçoğu intihar öldürecek dozdaki ilaçları alacak ve sonsuza kadar süre­
etmekte ve bu intiharların bazıları da profesy­ cek, hissiz bir uykuya dalacak (Stolberg, 1996b, s. A1).

ÖZET
Cinsel Kimlik Bozukluğunda (CKB) kişi anatomik cinsel görünüşü ile kendini psikolojik olarak
bir erkek, kadın, oğlan ya da kız gibi hissetmesi arasında uyumsuzluk olduğu konusunda derin ve
İsrarlı bir inanca sahiptir. Dolayısıyla CKB bozukluğu olan ve kendini kadın olarak gören bir erkek,
bir kadın gibi yaşamak isteyebilir. Yetiştirilme biçimi çocuğun karşı cinsten olduğuna olan inancını
destekleyebilir. CKB hem kuramsal hem de pratik açıdan büyük önem taşırlar, çünkü kadın ya da
erkek olduğumuz ile ilgili inançlarımızın kendimizi şekillendirmemizdeki rolünü ortaya koymaktadır.
Önceleri bu kişilere yapılabilen tek yardım, cinsiyeti yeniden düzenleme ameliyatları ile kişinin vücu­
dunda, olmak istediği cinsiyete uygun değişiklikler yapılması idi. Ama şimdi, cinsel kimlik ile anatomik
özelliklerin birbirine uygun hale gelmesinde davranışçı terapinin yardımcı olduğunu gösteren bazı
kanıtlar ortaya çıkmıştır.
Parafililerde olağandışı imaj ve hareketler söz konusudur ve bunlar cinsel heyecan ve doyumun
sağlanabilmesi için şarttır. En sık görülen parafililer fetişizm: cinsel uyarılmanın sağlanabilmesi için
canlı olmayan nesnelere yönelme; bazen transvestizm olarak da adlandırılan transvestik fetişizm:
420 √√ BÖLÜM 14 - CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI

genellikle cinsel açıdan uyarılabilmek amacıyla ve cinsel kimlik konusunda karışıklık yaşamaksızın
karşı cins gibi giyinmek; pedofili: çocuklarla cinsel temasta bulunmak; yasaksevi (ensest): aile üye­
lerinden biriyle cinsel temasta bulunmak; gözetlemecilik: diğer insanları çıplak ya da bir başkasıyla
sevişirken seyretmek; teşhircilik: doyuma ulaşmak için cinsel organını görmek istemeyen kişilere
göstermek; sadizm: cinsel doyumu arttırabilmek veya sürdürebilmek için bir başkasına acı vermek;
mazoşizm: cinsel doyuma ulaşabilmek veya sürdürebilmek için acı çekmek (ki bu çoğu zaman bir
sadist tarafından sağlanır).
Çeşitli parafilileri anlayabilmek için pek çok hipotez ortaya atılmıştır. Psikanalitik kuramlara göre
bu tür davranışlar savunmaya yöneliktirler, yani kişiyi bastırılmış çatışmalarına karşı korumaktadırlar
ve psikoseksüel gelişimin erken aşamalarından birinde saplantı olduğuna işaret etmektedirler. Bu
bakış açısına göre parafilisi olan kişiler geleneksel heteroseksüel ilişkilerden korkmaktadırlar. Örne­
ğin fetişist ve pedofiliklerin kastrasyon kaygısı nedeniyle yetişkinlerle geleneksel biçimde cinsel iliş­
kiye giremedikleri varsayılır. Davranışçı ve Bilişsel kuramcılar ise cinsel davranışlar üzerinde odakla­
nırlar. Bu bakış açısına göre, örneğin ayakkabılara karşı geliştirilen fetişist çekim, cinsel uyarılmanın
tesadüfen klasik olarak şartlanmasından kaynaklanır. Bir başka davranışçı varsayım ise, bu kişilerin
sosyal becerilerindeki zayıflık nedeniyle diğer yetişkinlerle normal bir biçimde temas kuramadıkları
şeklindedir. Parafilisi olan kişilerde hormon bozuklukları olup olmadığı üzerinde de durulmuştur, an­
cak bu konuda henüz yeterli bilgiler elde edilememiştir.
Her ne kadar DSM-IV’te ayrı bir tanı olarak yer almasa da tecavüz, tecavüze uğrayan kişi üze­
rinde önemli sosyal ve psikolojik travmalara yol açan bir davranış örüntüsüdür. Tecavüzün cinsellik
kapsamında ele alınıp alınamayacağı konusunda bazı tartışmalar ortaya çıkmaktadır, çünkü pek çok
kuramcı tecavüzü cinsel bir davranıştan ziyade, saldırgan ve şiddet içeren bir davranış olarak kabul
etmektedirler.
Parafili konusundaki en umut verici terapiler davranışçı terapilerdir (örneğin karşı cinsle gele­
neksel biçimde ilişki kurmakta yardımcı olan sosyal beceri eğitimi gibi). Tecavüze uğrayan kişilerin
tedavisi ise sosyal desteği ve travmatik olayın açıkça konuşulmasını içerir.
DSM-II’de eşcinsellik sadece kendi cinsel yönelimlerinden rahatsız olanlar için kullanılan bir tanı
olarak sunulmuştur. Oysa 1973’de başlayan liberalleşme sürecinin bir sonucu olarak DSM-III-R de
olduğu gibi DSM-IV de eşcinselliğe özgü bir tanı olarak yer verilmemeye başlanmıştır. Şu anda ise
cinsel yönelimin yönü (eşcinsel ya da heteroseksüel olarak) belirtilmeksizin “kişinin kendi cinsel eği­
liminden rahatsız olması” şeklinde bir terminoloji kullanılmaktadır.
Cinsel işlev bozuklukları kadar insanların ilgisini çeken pek az duygusal sorun vardır. Normal
cinsel tepki döngüsünde meydana gelen bu bozukluklar, genellikle ketlenmeler nedeniyle ortaya çı­
karlar ve insanların cinsel haz duymasını engellerler. DSM-IV’te cinsel işlev bozuklukları; cinsel istek
bozuklukları, cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm bozuklukları ve cinsel ağrı bozuklukları şeklinde
dört grupta toplanmaktadır. Bu bozukluklar ciddiyet derecelerine, kronik olup olmamalarına, yaygın­
lıklarına, belli bir eşle mi, yoksa her eşle mi ve belirli durumlarda mı, yoksa her zaman mı yaşandığı­
na göre farklılıklar gösterirler. Cinsel işlev bozukluğu ısrarlı ve tekrarlayıcı biçimde ortaya çıkmadığı
sürece kişide cinsel işlev bozukluğu olduğu düşünülmemelidir, çünkü pek çok kişi yaşamları boyunca
zaman zaman bazı cinsel sorunlar yaşamaktadırlar.
Özellikle disparoni ve sertleşme sorunları açısından biyolojik faktörlerin dikkate alınması gerekse
de, cinsel işlev bozukluklarının temelinde zararlı tutumlar, erken dönemlerde karşılaşılan zor yaşan­
tılar, performans korkusu, kendini seyretme, ilişki sorunları ve spesifik bilgi ve beceri eksikleri gibi
çeşitli faktörlerin bir kombinasyonu yer almaktadır. Bazı işlev bozukluklarında seks rolü ile ilgili kalıp
yargılar da rol oynayabilir. Örneğin sertleşmeyi sürdürmede zorluğu olan erkekler için sanki onlar
tam bir erkek değillermiş izlenimi veren “iktidarsız” ifadesi kullanılır. Ya da doyuma ulaşamayan ka­
dınlar için kullanılan “frijit” ifadesi bu kadınların soğuk ve tepkisiz olduğunu imâ etmektedir. Özellikle
kadınlarda görülen cinsel sorunların çoğu, kadınların cinsellikleri ile ilgili kültürel önyargılarıyla bağ­
lantılı görünmektedir, oysa ironik olarak laboratuvar çalışmaları kadınların erkeklere nazaran daha
sık cinsel haz duyma potansiyeli olduğunu göstermektedir.
Cinsel işlev bozukluklarının nedenleri ile ilgili olarak yapılan çalışmaların çoğu kontrollü çalışma­
lar değillerdir ve dolayısıyla bu çalışmalardan elde edilen bulguları temkinli olarak değerlendirmek
gerekir. Bununla birlikte cinsel işlev bozukluklarının nedenleri konusunda yeterli veri olmaması, bu
konuda etkili terapiler yapılamadığı anlamına gelmemektedir. Özellikle psikodinamik bakış açısı ve
tekniklerden de yararlanılarak yapılan bilişsel ve davranışçı terapilerle oldukça etkili sonuçlar elde
ANAHTAR SÖZCÜKLER 421
√√

edilmektedir. Eski alışkanlıkların değiştirildiği ve yeni becerilerin kazanıldığı doğrudan cinsel terapi
yaklaşımı 1970 yılında yayınlanan Masters ve Johnson’un “İnsanın Cinsel Yetersizliği” adlı kitabıy­
la halka sunulmuştur. Bu yaklaşımda çiftler cinsellik konusunda güvenilir ve duyarlı olan terapistin
yardımıyla adım adım ve tehdit edici olmayan bir biçimde giderek daha yakın cinsel yaşantılara
doğru ilerlerler. Seks terapistlerinin uyguladığı diğer teknikler arasında, danışanlara cinsel anatomi
ve fizyoloji hakkında bilgi vermek, endişeyi azaltmak, iletişim becerileri öğretmek, kişilerin seks ve
kendi cinsellikleri konusundaki düşünce ve tutumlarını değiştirmek sayılabilir. Özellikle cinsel soruna
evlilik sorunlarının da eşlik ettiği çiftlerde ki bu sık görülen bir durumdur, çift terapisi yapılması uygun
olur. Disparonide olduğu gibi eğer işlev bozukluğu primer olarak psikolojik olmaktan ziyade fiziksel
nedenlerden kaynaklanıyor ise, tıbbi ve diğer fiziksel tedavilerden de yararlanılır. Her ne kadar cinsel
işlev bozukluklarımın tedavisi ile ilgili kontrollü çalışmalara daha yeni başlanmış ise de, ruh sağlığı
uzmanlarının cinsel problemleri olan kişilere en azından belli bir rahatlama sağladıkları konusunda
iyimser olmamızı destekleyen iyi nedenler bulunmaktadır.
AIDS (kazanılmış bağışıklık yetersizliği sendromu) dünya çapında bir sağlık krizine yol açmıştır.
Davranışçı terapistler kişilerin riskli cinsel ilişkilerden güvenli cinsel ilişkilere yönlenmelerine yardım­
cı olarak AIDS’e yakalanma olasılığını azaltmayı hedeflemektedirler.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
cinsel bozukluklar ve cinsel tecavüze zorlama erkeklerde orgazm bozukluğu
kimlik bozuklukları reşit olmayan birine tecavüz erken boşalma disparoni
cinsel kimlik etme vajinismus
transseksüel tanıdık biri tarafından performans korkusu
çocukluktaki cinsel kimlik tecavüze uğrama kendini seyretme rolü
bozukluğu eşcinsellik ikincil kazanç
cinsiyeti yeniden düzenleme egoya yabancı eşcinsellik cinsel değerler sistemi
ameliyatları cinsel işlev bozuklukları duyumlara odaklanma
parafililer (cinsel sapkınlıklar) dokulara kan hücumu duyumsal-farkındalık
fetişizm (tumescence) uygulamaları
transvestik fetişizm dokulardan kan çekilmesi AIDS (kazanılmış bağışıklık
pedofili (detumescence) sistemi yetersizliği
yasaksevi azalmış cinsel istek sendromu)
çocuğun cinsel kötüye bozukluğu kendi değerleriyle yüzleşme
kullanımı cinsel tiksinti bozukluğu
gözetlemecilik kadınlarda cinsel uyarılma
teşhircilik bozukluğu
cinsel sadizm erkeklerde sertleşme
cinsel mazoşizm bozukluğu
orgazmın yeniden kadınlarda orgazm bozukluğu
yönlendirilmesi (engellenmiş kadın
aile sistemleri yaklaşımı orgazmı)
KISIM III
YAŞAM-BOYU
GELİŞİMSEL
BOZUKLUKLAR
15

Elizabeth Barakah Hodges,


“Evin yolu”, 1994

ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI


Çeviri: Prof. Dr. Ferhunde Öktem

ÇOCUKLUK ÇAĞI BOZUKLUKLARI OTİSTİK BOZUKLUK


SINIFLANDIRMASI Otistik Bozukluğun Tanısal Özellikleri
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI Otistik Bozukluğun Etiyolojisi
Dikkat Eksikliği / Hiperaktivite Bozukluğu Otistik Bozukluğun Tedavisi
Davranım Bozukluğu ÖZET
ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ
Öğrenme Bozuklukları
İletişim Bozuklukları
Motor Beceri Bozuklukları
Öğrenme Bozukluklarının Etiyolojisi
Öğrenme Bozukluklarının Tedavisi
ZEKÂ GERİLİĞİ
Zekâ Geriliği için Geleneksel Ölçüt
Zekâ Geriliğinin Sınıflandırılması
Amerikan Zekâ Geriliği Birliğinin Yaklaşımı
Zekâ Geriliğinde Becerilerde ve Bilişsel
Yeteneklerde Gözlenen Yetersizlikler
Zekâ Geriliğinin Etiyolojisi
Zekâ Geriliğinin Önlenmesi ve Tedavisi
426 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

tivite bozukluğunun tipik bir özelliğidir. Kabaca


“Eric, Eric, Eric!” Öğretmeninin sesi ve sınıf arka- çocukluk çağı sorunları olarak nite­lendirilen kli­
daşlarının gülüşmeleri onu düş dünyasından ayırdı. Ya- nik sorunlar, Eric’teki gibi dikkat sorunlarından,
nında oturan kızın kitabına bir göz attığında sınıfın daha
zekâ geriliğinde zaman zaman görülen ciddi
ileri sayfalara geçtiğini fark etti. “Bağımsızlık Bildirge-
si” ile ilgili bir soruyu yanıtlaması gerekirken, o akşam
zekâ bozukluğuna, davranım bozukluğunda gö­
babası ile birlikte gidecekleri beysbol oyununda nereye rülen diğer kişilerin haklarını önemli ölçüde ve
oturacağı düşüncesinde kaybolmuştu. On iki yaşında, duygusuzca önemsememeye, depresyon, kor­
ince, uzun boylu bir çocuk olan Eric, daha yeni 7. sınıfa kular, otizmli çocukların sosyal yalıtılmışlığına
başlamıştı. Tarih öğretmeni onu çoktan sınıfa geç geldiği kadar geniş bir menzil gösterirler. Bu tür sorun­
ve dikkatini veremediği için uyarmıştı bile, fakat Eric, bir larla ilgilenirken çocuk­lar yetişkinlere kıyasla,
sınıftan diğerine giderken su içmeyi ya da sınıf arkadaş- doğasından ötürü daha az sosyal, parasal ve
ları ile arasında olan itiş kakışı durdurabilecek gibi gö-
ruhsal kaynaklarla yüz yüzedir. Sorunlu çocuk­
rünmüyordu. Sınıfta öğretmen ona soru sorduğunda çok
ender olarak yanıtlamaya hazır olurdu ve genellikle ev
ların ana babaları ve bakıcılarına aşırı bağımlı­
ödevlerini defterine yazmayı unuturdu. Yaşıtları arasında lıkları bu kişilerin his­settikleri sorumluluk duygu­
adı çoktan “dalgın uzaylı”ya çıkmıştı. sunu, suçluluklarını, onaylanıp onaylanmadığı
Eric’in zil sesiyle oluşan rahatlaması beden eğitimi beklentisini artırır. Bu çocuklar uzman yardımını
dersi için oyun alanına gitmesiyle kaygıya dönüştü. Hızı- genellikle yaşam­larında bağımlı olduğu tüm ye­
na ve fiziksel gücüne karşın Eric hep beysbol takımlarına tişkinlerle -ana baba, öğretmen, okul danışma­
seçilen son kişi olurdu. İlk vuruşu onun takımı yapacaktı. nı- birlikte alır.
Eric oturmuş kendi sırasını bekliyordu. Fakat ayağının
Çoğu psikodinamik, davranışsal ve hatta
önündeki taşlarla oynamaya daldığı için takımının üçün-
cü çıkışını ve vuruş zamanının değişimini kaçırdı. Eric,
biyolojik kurama göre çocukluk çağı deneyim­
kendi takımının çıkışta olduğunu fark edene kadar diğer leri ve gelişiminin yetişkin akıl sağlığı üzerinde
takım çoktan dış alandan içeri girmişti -artık beden eği- kritik önemi vardır. Çoğu kuram yine, çocukları
timi öğretmeninin Eric’in üçüncü beysdeki (base) sırasını yetişkinlere göre değişime daha açık ve buna
almasında kızgın bir şekilde bağırmasını engellemek için bağlı olarak tedaviye daha uygun görürler. Aynı
çok geç kalmıştı. Topu durdurmak için fırsat kollamaya zamanda önceki araştırmalar çocukluk çağı
karar veren Eric, çok güçlü bir top önüne geldiğinde ken- bozukluklarına daha az dikkat-önem vermiştir,
dini eldivensiz buldu; eldivenini pistin ortasında havaya
son yıllarda çocuk psikopatolo­jisinin doğası, eti­
atmak için çıkarmıştı.
yolojisi, korunması ve tedavisi konularında uz­
Evde babası ona Dodger’ların maçına gitmeden önce
ödevlerini bitirmek zorunda olduğunu söyledi. Yalnızca manların ilgisi açısından dra­matik bir artış söz
bir sayfa matematik problemi vardı ve onu çabucak bitir- konusudur.
mesi bekleniyordu. Otuz dakika sonra babası duştan çıktı Bu bölümde çoğunlukla çocukluk çağı ve
ve Eric’i odasında karışık bir Lego yapısı kurarken bul- ergenlik döneminde ortaya çıkan duygusal ve
du, matematik ödevininse yarısı yapılmıştı. Eric’in babası davranışsal bozuklukların bazılarını tartışa­
öfke içinde onu almadan maça gitti. cağız. Genellikle süreğen (kronik) olan ve sık­
Yatma vakti geldiğinde engellenmiş ve cesareti kırıl-
lıkla erişkinlikte de süren bu bozuklukları biliş­
mış Eric uyku tutturamıyordu. Genellikle günün düş kırık-
sel, dil, motor ya da sosyal becerilerdeki bozul­
lıklarını yineleyerek ve başarısızlıkları için kendini suçla-
yarak saatler boyu uyanık halde uzanıyordu. Bu akşam, malarla ortaya çıkan, öğrenme bozukluk­ları ve
arkadaşsızlığını, öğretmenlerinin onu engellemelerini ve çok ciddi gelişimsel bozukluklar, zekâ gerilikleri,
ana babasının “dikkat etmesi” ve “programla birlikte yaygın gelişimsel bozukluklar (özel­likle otizm)
gitmesi” için yaptıkları baskıları tekrar tekrar düşündü. şeklinde ele alacağız.
Günlük çözülmeleri yerine daha iyi yapma konusundaki
umutsuzluk duyguları, Eric’in düşüncelerinde sıklıkla
intihara dönüşüyordu. Bu gece sokağa çıkıp kendisini ÇOCUKLUK ÇAĞI
geçen bir arabanın önüne atmayı düşleyerek, bu fante- BOZUKLUKLARI
zisini yineledi. Eric, hiçbir zaman intihar düşüncelerini
gerçekleştirmemiş olmasına karşın, sıklıkla zihninde ana SINIFLANDIRMASI
babasının yüz ifadesini, vicdan azaplarını, sınıf arkadaş-
larının rahatsızlıklarını, öğretmenlerinin göstereceği ilgi- Çocuklardaki normal dışı davranışları sınıf­
yi canlandırıyordu. landırmak için tanıyı koyan kişi öncelikle bu yaş
için neyin normal olduğunu göz önüne almalıdır.
Eric’in dikkatini yoğunlaştırma güçlüğü ço­ Yere yatıp tepinen ve bağıran bir çocuğun tanı­
cuklarla çalışan klinisyenlerin karşılaştığı bo­ sı onun 2 ya da 7 yaşında oluşuna göre değişir.
zukluklardan biri olan dikkat eksikliği hiperak­ Gelişimsel psikopatoloji alan çalış­maları çocuk­
ÇOCUKLUK ÇAĞI BOZUKLUKLARI SINIFLANDIRMASI 427
√√

TABLO 15.1 DSM-IV’de Çocukluk ve Ergenlik Dönemi Bozuklukları


I. GENELLİKLE İLK KEZ BEBEKLİK, ÇOÇUKLUK VE ERGENLİK DÖNEMİNDE TANI KONULAN BOZUKLUKLAR
Zekâ geriliği: Zekâ işlevlerinin belirgin biçimde ortalamanın altında oluşu, uyum işlevlerinde var olan bozuklukların eşlik
etmesi,18 yaşından önce fark edilmesi.
Öğrenme bozuklukları: Okuma, matematik, ya da yazılı ifadelerdeki akademik başarının, yaş, okul ve zekâ düzeyine göre
önemli ölçüde düşük olması
Motor beceri bozukluğu: Motor eşgüdümde sorunlar
İletişim bozukluğu: İfade edici ve/ya alıcı dil-konuşmada sorunlar
Yaygın gelişimsel bozukluklar: Diğer kişilerle etkileşim ve iletişimi de içeren gelişimin pek çok alanında ciddi ve yaygın
bozulmalar ve yineleyici davranışlar sergiler
Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu: Dikkatsizlik ve/veya hiperaktivite- dürtüselliğin sürekli örüntüsü gelişimsel
düzey yönünden karşılaştırılabilecek bireylerde tipik olarak gözlenenden daha sık ya da ciddidir. Belirtiler 7 yaşından önce
başlamalıdır ve en az iki ortamdaki işlevlerde kendini göstermelidir.
Davranım bozukluğu: Genellikle suç doğalı, antisosyal davranışların yineleyici ve sürekli örüntüsü
Karşı olma / karşı gelme bozukluğu: Otorite figürlerine yönelik, karşı gelici, isyankâr ve düşmanca davranmanın
yineleyici örüntüsü
Bebeklik ve erken çocukluk döneminin beslenme ve yeme bozuklukları: Belirgin kilo kaybı ya da kilo alma güçlüğü
ile yansıtılan, besleyici olmayan maddeleri yeme (pika), yiyeceklerin yeniden çiğnenmesi ya da kusulması (ruminasyon
bozukluğu), ya da yeterli miktarda yeme güçlüğü gibi sürekli beslenme ve yeme bozukluğu (bebeklik ve erken çocukluk
dönemi beslenme bozukluğu)
Tik bozukluğu (örn. Tourette): Ani, hızlı, yineleyici, ritmik olmayan, kalıplaşmış motor davranımlar ya da sesler çıkarma
Dışa atım bozuklukları: Dört yaşından sonra uygun olmayan yerlerde yineleyici dışkılama (enkopresis) ya da 5 yaşından
sonra yatağa ya da giysilerine çiş kaçırma (enuresis)
Ayrılık kaygısı bozukluğu: Bağlılık yaşadığı kişilerden ya da evden ayrılmada işlev bozacak ya da rahatsızlık yaratacak
şekilde yaygın kaygı sergileme
Seçici konuşmazlık (mutizm): Başka durumlarda (örn. ana babasıyla) konuşuyor olmasına karşın özel sosyal ortamlarda
(örn. okulda) konuşmada sürekli güçlük
Bebeklik ve erken çocukluk döneminde tepkisel bağlanma bozukluğu: Beş yaşından önce başlayan, ana babalar ya
da diğer bakıcılar tarafından büyük ölçüde patolojik bakım görme ile ilişkili ve çoğu alanda belirgin biçimde bozulmuş ve
gelişimsel olarak yetersiz sosyal ilişkiler
II. ÇOCUKLAR, ERGENLER VE ERİŞKİNLERE UYGULANABİLECEK TANILAR Madde bağımlılığına ilişkin bozukluklar:
Bölüm 12’ye bakınız
Şizofreni: Bölüm 11’e bakınız
Duygudurum bozuklukları: Bölüm 10’a bakınız
Kaygı bozuklukları: özgül fobi, sosyal fobi, obsesif-kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi:
Bölüm 6’ya bakınız; çocuk cinsel kötüye kullanımının sonrası için Bölüm 14’e bakınız
Somatoform bozukluklar: Bölüm 7’ye bakınız.
Dissosiyatif bozukluklar: Bölüm 7’ye bakınız.
Cinsel kimlik bozuklukları: Bölüm 14’e bakınız
Yeme bozuklukları, anoreksiya nervoza ve blumia nervoza gibi: Bölüm 9’a bakınız.
Parasomniyalar: Uyku ile ilişkili ortaya çıkan normal dışı davranışlar ya da fizyolojik olgular. Örneğin, kabus bozukluğu,
uyku terörü bozukluğu ve uyurgezerlik gibi
Kaynak: DSM-lV’den uyarlanmıştır.

luk çağı bozuklukları açısından aynı davranışı Eksen I: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozuk­
bir dönemde uygun, diğer dönemde bozukluk luğu, başat olarak dikkatsiz tip, dis­
olarak nitelendirmemize yol açacaktır. timik bozukluk, erken başlangıçlı
Tablo 15.1, DSM-IV’de içerildiği şekliyle te­ Eksen II: Eksen ll’den tanı yok
mel çocukluk çağı bozukluklarını özetlemek­ Eksen III: Genel tıbbi bir durum yok
tedir. Ayrılık kaygısı bozukluğu gibi bazı bozuk­ Eksen IV: Öğretmen ve sınıf arkadaşlarıyla
luklar çocuklara özgü iken, depresyon gibi di­ olan eğitimsel sorunlar
ğerleri erişkinler için kullanılan ölçütler altında Eksen V: İşlevselliğin Genel değerlendirilmesi
geçmektedir. Diğerleri, dikkat eksikliği hiperak­ = 50 (intihar düşünceleri, arkadaş­
tivite bozukluğu gibi öncelikle çocukluk çağı sızlık, okul çalışmalarının dışında
bozukluğu olarak ele alınmaktadır, ancak çoğu kalmak
yetişkinlik çağında da sürmektedir. Bu bölümün
başında tanımlanan rahatsız çocuk Eric, aşağı­ Çocukluk çağı bozuklukları DSM’de sunul­
daki çok eksenli DSM-IV’den tanı alacaktır duğu gibi kategorik bir modelden çok, boyutsal
428 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ÇOCUKLUKTAKİ ÖZ-KONTROL SORUNLARINDA


ODAK 15.1 KÜLTÜRÜN ROLÜ
Kültürün değerleri ve ahlâkı, bazı çocuk davra- rıldığı için, bu çocukların Amerikan çocuklarından
nış örüntülerinin gelişip gelişmediği ya da bir sorun daha çok aşırı denetim sorunları yaşamaya eğilimli
olarak kabul edilip edilmediği konusunda rol oynar. olduklarıdır. Bu olabilir mi? Tayland’daki erişkinler,
Tayland’da yapılan bir araştırmada, çoğunlukla kli- kontrolsüzlük sorunlarına karşı çok daha az tolerans-
niklerde korkaklık gibi aşırı denetim sorunu olan lıydılar. Sonraki araştırmalar, Amerikalılarla karşı-
çocuklar daha sık görülürken ABD’de saldırganlık laştırıldığında Tai ana babalarının ve öğretmenlerin,
ve hiperaktivite gibi denetimsizlik sorunu olanlar gö- denetimsizlik sorununa daha az hoşgörüleri vardır.
rülmüşlerdir. (Weisz ve ark., 1987). Araştırmacılar bu Sonraki araştırmalar göstermiştir ki, Amerikalılar ile
farkı, Taylandlıların çoğunun, saldırganlığın şevkini karşılaştırıldığında, Tai ana babaları ve öğretmenle-
kıran ve onaylamayan Budist inanışında oluşuna bağ-
ri, denetimsizlik ve aşırı denetimin her ikisine karşı
lanabileceğini belirtmişlerdir.
daha çok hoşgörülüdür. Budist öğretileri ile tutarlı
Tayland’da çocuk bakımı uygulamaları saygısız-
olarak, Tayland’daki erişkinler çocukların sorunları-
lık ve saldırganlık gibi denetimsiz davranışlara kar-
şı ana babaların hoşgörüsüzlüğünü yansıtır. Buna ek nı bir geçiş ve daha iyiye değişim olarak görmektedir
bir bulgu, aşırı denetim sorununun çocuklardan çok (Weisz ve ark., 1988). Taylandlı çocukların daha çok
ergenlerde görüldüğünün bildirilme nedeni, Budist sı- aşırı denetim sorunları nedeniyle gönderiliyor olması,
nırlamalarının özellikle genç adamların tapınaklarda büyük olasılıkla bu sorunun Tayland’daki gerçek yük-
rahip adayları olduğu, etkinliklerin güçlü disiplin ve sek görülüş sıklığını yansıtmaktadır. Aynı zamanda,
öz-denetim gerektirdiği onlu yaşlarda daha katı olma- Taylandlı ana babalar çocuklarının denetimsiz dav-
sından kaynaklanmaktadır ranışları için yardım aramaya utanmışlardır, çünkü
Bu çalışmanın altında yatan sayıltı, denetimsizli- dışarıdaki kişilere çocuklarının saldırgan ve isyankâr
ğin, Tai kültüründe ve dininde etkin olarak gücü kı- olduğunu ifşa etmekte istekli değillerdir.

bir modelle ele alınabilir. Boyutsal model işlev­ Aşırı denetimli ve denetimsiz davranışlar İn­
sel olmayan davranışı bir süreç üzerinde gös­ giltere (Collins, Maxwell, ve Cameron, 1962),
terir. Bir boyut davranışın denetlenebilirliğiyle Japonya (Hayashi, Toyama ve Quay, 1976),
ilişkindir. Denetim sürecinin bir ucunda yer alan Yunanistan, Finlandiya ve İran (Quay ve Pars­
denetimsizlik, yaygın uç noktada saldırganlıkla keupoulos, 1972) gibi pek çok ülkede yaygındır.
karakterize edilir; sürecin diğer ucunda çocuk­ Bütün kültürlerde tutarlı olarak dene­timsizlik so­
lardaki aşırı denetim vardır, okul korkusundaki runları erkek çocuklar, aşırı denetim sorunları
gibi duygusal ketlenme gösterir­ler (Achenbach ise kız çocuklar arasında daha sık bulunmuştur
ve Edelbrock, 1987). Konum, çocuğun sorunu (Weisz ve ark., 1987). Odak 15.1’de, çocuklar­
başkaları için mi çıkardığı (denetimsizlik) yok­ daki denetimsizlik ve aşırı denetim davranış so­
sa kendi için mi çıkardığına (aşırı denetim) göre runlarının görülüş yaygın­lığında kültürün olası
bu iki uç arasında belirlenir. Çocuk ve ergenler rolü tartışılmaktadır.
Eric’de olduğu gibi semp­tomları her iki uçta da Aşırı denetim sorunları çocukluk depresyonu
sergilerler. ve kaygı bozukluklarını da içerir ve bu bozuk­
Kategorik ve boyutsal sistemler arasında luklara ayrılan bölümlerde tartışılacak­tır (yerine
önemli karşıtlıklar vardır. (Kazdin ve Kagan, göre Bölüm 10 ve 6’da). Şimdi, dene­timsizlik
1994). Çocuk psikopatolojisi tartışmamızı kıs­ davranışlarını tartışacağız, daha sonra da öğ­
men boyutsal terminoloji ile örgütlerken -sorun renme bozuklukları, zekâ gerilikleri ve otizmi
denetimsizlikten aşırı denetime giden bir boy­ gözden geçireceğiz.
lamda yatar- aynı zamanda kesin tanısal kate­
gorilere inanılsın ya da inanılmasın DSM’nin
kategorik görüşünü de izleyeceğiz. Kazdin ve DENETİMSİZ DAVRANIŞ
Kagan’ın belirttiği gibi: BOZUKLUKLARI
Doğa sıklıkla bize ayrık birimlerle gelir: bir ağaç, bir
Denetimsiz bir çocuk yaşına uygun ve ken­
dal, bir kuş ve bir gaga. Kişi, bu görüntüyü renk, ışık ve bi­
çimlerin uygun sürekliliğini yaratmak yerine ciddi bir biçim­
dinden beklenildiği gibi davranmaz. Örneğin
de bulandırır. Böylelikle, bizim modelimiz sürekli psikolojik Eric, beysbolda takımının ilerleyişi kadar öğret­
boyutları olduğu kadar kişilerin kategorilerini de göz önüne meninin dersini de izleyebilmeliydi. Denetimsiz
almaktadır (s. 39). çocuk sıklıkla yaşıtlarından ve yetişkinlerden
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 429
√√

uyarı alır. Denetimsiz davranışta belirgin ola­ etkinliklerini denetlemekte güçlük çeker­ler. Ses­
rak farklılaşan iki genel kategori vardır: dikkat siz olmaları istenildiğinde, konuş­malarını ve ha­
eksikliği / hiperaktivite bozukluğu ve davranım reketlerini durduramadıkları görülür. Dağınık,
bozukluğu. düzensiz, inatçı ve baskıcıdır.
Denetimsizlik sorunları, davranışın tip, biçim Etkinlikleri ve hareketleri rastgele yapılıyor
ve sıklığı ile tanımlanır. Örneğin sınıfta yerinde izlenimi verir. Giysilerini ve ayakkabılarını çabu­
duramama gibi bazı sorun davranışların sık gö­ cak çıkartır, oyuncaklarını dağıtır, öğretmen ve
rülmesi, çocukların genel nüfusunda yalıtılmış ailelerini tüketirler. Güçlüklerine karşın, çocu­
bu davranışın anormal olup olmadığı sorusunu ğun davranışlarında daha az kısıtlamanın oldu­
akla getirmektedir. Öğretmene saldırı gibi diğer ğu serbest oyunlarda normallerden ayıra­bilmek
davranışlar çoğu kişi tarafından anor­mal kabul zordur.
edilir. Hiperaktif çocukların çoğu, büyük olasılıkla
saldırgan davranışları ve diğerlerini rahatsız
DİKKAT EKSİKLİĞİ / HİPERAKTİVİTE etmeleri yüzünden yaşıtlarıyla olma ve arka­
BOZUKLUĞU daşlık kurmada belirgin güçlük yaşarlar. Aynı
zamanda bu çocuklar arkadaş canlısı ve konuş­
Hiperaktivite terimi çoğu kişi, özellikle ana kan olmalarına karşın sıklıkla sosyal ipuçlarını
babalar ve öğretmenler için tanıdıktır. Sürek­ kaçırır, kavrayamazlar. Yine, sıklıkla arkadaş­
li hareket halinde olan, elini oynatan, ayağını larını niyetlerini ve isteklerini yanlış yorumlarlar
sal­layan, görünür nedeni olmaksızın diğerlerini ve bilinçsiz sosyal hatalar yaparlar. Örneğin;
itekleyen, sırasını beklemeden konuşan ve ye­ normal çocuk eve gitme zamanı geldiğini anlar­
rinde duramayan çocuklara sıklıkla hiperaktif ken onlar çağrılmadığı halde akşam yemeğine
denir. Bu çocuklar, bilenen deyimi ile ana baba arkadaşının evinde kalmayı sürdürür (bu tür bi­
ve öğretmenleri çıldırtır. DSM odaklaştığı nok­ lişsel yanlış yükleme bazı davranış bozukluğu
tayı hiperaktiviteden, uygun zamanda elindeki olan çocuklarda da görülür). DEHB olan çocuk­
işe dikkatini yoğunlaştırma güçlüğüne ve amaç lar sosyal olarak doğru davranışın ne olduğu­
yönelimli olmayan hareketliliğe kaydırmıştır. nu kuramsal durumlarda bilebilirler, ancak bu
Son kullanılan tanı terimi, dikkat eksikliği / hi- bilgiyi gerçek yaşamda sosyal etkileşimlerdeki
peraktivite bozukluğu dur (DEHB). uygun davranışlara dönüştüremezler (Wahalen
Bu dikkatsiz çocuklar ders ya da yemek za­ ve Henker, 1985).
manı gibi sakin oturmasının istendiği ortam­larda DEHB olan çocukların yaklaşık %20-25’i ma­
tematik, okuma ya da heceleme alanlarında öğ­
DEHB tanısı, çocuklar sınıf kurallarına uyum göstermeleri
gereken bir okul çevresiyle karşılaştıklarında konur. renme bozukluğu gösterirler (Barkley, Du Poul
ve Mc Murray, 1990) ve pek çok DEHB olan
çocuk tipik dershane ortamına uyumda güçlük
çektiği için özel eğitim programlarına yerleştiri­
lirler.
DEHB tanısı erken okul yıllarında olan, deliş­
men, aktif ya da çok az dikkatsiz küçük çocuk­
lar için uygun değildir(Whalen, 1983). Çocuğun
daha yaşam dolu ve kontrolünün daha zor ol­
masından ötürü etiketlemenin kolayca kulla­nılışı
ana babalar ya da öğretmenin terimi yan­lış kul­
landığını gösterir. DEHB tanısı gerçekten uçta
ve sürekli olan olgular için saklanmalıdır. DEHB
semptomlarının değişkenliği nedeniyle DSM-
IV’te 3 alt kategori vardır: (1) sorunları birincil
olarak zayıf dikkate bağlı olan­lar, (2) güçlükleri
birincil olarak hiperaktif impulsif davranışlarına
bağlı olanlar, (3) her iki sorun kümesini göste­
ren çocuklar. Üçüncü alt kate­gori DEHB olan
çocukların önemli bölümünü kapsar. Dikkat so­
runu ve hiperaktivitesi olan çocuklardan davra­
430 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

nış sorunları ve karşı gelme davranışları olanlar, davranım bozukluğu ve saldırganlıkla birlikte
davranış bozukluğu olan çocuklar için özel sınıf­ ele almakta, bu da hiperaktiviteye ilişkin bulgu­
lara yerleştirilirler ve arkadaş güçlükleri vardır ları daha az açık duruma getirmektedir.
(Barkley, DuPaul ve McMurray, 1990). Dikkat DEHB’nin yaygınlığını belirlemek zordur.
eksikliği olan, ancak normal aktivite düzeyinde Çünkü zamanla bozukluğun değişik tanımları
olan çocuklar dikka­tini odaklaştırma ya da bil­ yapılmıştır ve farklı örneklem gruplarında ça­
giyi işleme hızın­da daha çok sorun yaşar görü­ lışılmıştır. Tahminler %1-20 arasında değiş­
nürler, (Barkley, Grodzinsky ve DuPaul, 1990), mektedir (DuPaul, 1991; Ross ve Ross, 1982,
sağ frontal lobdaki bazı sorunlardan kaynaklan­ Szatmari ve ark., 1989). DEHB’nin çocuklar
dığına inanılır (Posner, 1992). Çalışmalar, iki arasında %3-5 düzeyinde olduğuna ilişkin fikir
ayrı bozukluk olarak görmenin en iyisi olduğunu birliğine varılmıştır (Amerikan Psikiyatri Birliği-
düşündürmektedir (Berkley, 1990). Ancak çoğu APA, 1994). Genellikle bozukluğa, erkek ço­
kuram ve araştırma bu ayırımı yapmaz. cuklarda kızlara kıyasla daha sık rastlandığına
Kısaca gördüğümüz gibi DEHB ve davranım inanılır, ancak gerçek görünüm örneklemin kli­
bozukluğu arasındaki ayırt edici tanılama güç­ nikten mi (erkek çocuk­lar daha çok gönderili­
lüğü büyük ölçüde sosyal normların ihlâlini de yorlar, çünkü DEHB’ye ek olan daha çok saldır­
içerir. Bu iki sınıflamadaki %30 ve 90 arasın­daki gan davranışları vardır) yoksa genel nüfustan
binişiklik (Hinshaw, 1987) bazı araştırma­cıları mı seçildiğine göre değişir. Bazı epidemiyolojik
denetimsiz davranışın her iki tipinin gerçekte çalışmalar DEHB’nin görünüş sıklığında kız ve
aynı bozukluk olduğunu iddia etmelerine neden erkek çocuklar arasında fark bulamamışlardır.
olmuştur (Quay, 1979). Ancak bazı farklar var­ Bazı çalışmalar DEHB olan kızlara değinir, an­
dır, hiperaktivite daha çok okulda çalışmama cak DEHB olan kızlar ve DEHB olan oğlanlar
ile ilişkilidir ve uzun erimde daha iyi sonuçlanır. arasında çok az bir fark bulunmuştur (Breen,
Davranım bozukluğu olan çocukların okulda 1989; Horn, Wagner ve lalongo, 1989; McGee,
ya da herhangi bir yerde dışavurumları vardır, Williams ve Silva, 1987).
daha fazla saldırgandırlar, antisosyal ana ba­ Pek çok okul öncesi çocuk ana baba ve öğ­
baları vardır; ev yaşantıları, ailesel düşmanlık, retmenleri tarafından dikkatsiz ve aşırı hareketli
düşük SED’le belirginleşir, ergenlik döneminde bulunduğu halde, bu küçüklerin büyük bir kıs­
suçluluk ve madde bağım­lılığı için daha çok risk mı DEHB’nin süreklilik örüntüsünü gösterme­
taşırlar (Hinshaw, 1987; Loney, Langhorne ve den normal gelişimlerini sürdürürler (Campbell,
Paternite, 1978). Bu iki bozukluk aynı çocukta 1990). Diğer yandan DEHB geliştiren çoğu ço­
olduğunda her birinin ortaya çıkardığı en kötü cuk yaşamlarının en erken dönemlerinde yaygın
görünüm oluşur; bu çocuklar en ciddi antisosyal aktivite ve huy bozuklukları gösterirler. Doymak
davranışı ortaya çıkartırlar ve en zayıf progno­ bilmez merak­ları ve enerjik oyunlarıyla, kazara
zu gösterirler (Biederman, Newcorn ve Sprich, zehirlenmeler, yuvarlanma ve pencereden düş­
1991; Cadoret ve Stewart, 1991; Moffitt, 1990). me gibi tra­jedilerden sakınmak için çocukluk ko­
Aslında, son yıllarda DEHB/DB eş zaman­lılığının ruma gerektirir. Okul öncesi yıllarda DEHB tanı­
ayrı bir alt tip olarak erişkin antisosyal kişilik bo­ sı olan çocuğa sahip anne baba için stresli bir
zukluğunun psikopatik örüntülerine benzer bir yaşantı olduğu halde, çocuk okula başlayınca
süreci olduğu düşünülmektedir (Lynam,1996). sorun göze batar ve aniden daha uzun süreler
Bunun işleyiş biçimi, DEHB önce var olduğu yerinde oturması, bağımsız olarak ödevlerini ta­
için çocuğun, kışkırtıcı davranışlarla yaşıtları ve mamlaması ve oyun alanında yaşıtlarıyla dost­
erişkinlerin düşmanca tepkilerini uyardığı şek­ luk kurması beklenir.
lindedir. Böylece giderek daha ciddi atakların Bir dönem hiperaktivitenin ergenlik döne­
ve karşı atakların tır­mandırılması, davranım bo­ miyle ortadan kalktığına inanılırdı. Ancak bu
zukluklarında göre­ceğimiz saldırgan davranış inanç 1980’lerde tamamlanan bazı boylamsal
özelliklerinin oluş­masıyla sonuçlanmaktadır. çalışmalarla sarsıldı (Barkley ve ark.,1990; Git­
Bu iki bozukluğu karşılaştıran literatürü dikkatle telman ve ark. 1985; Mannuzza ve ark., 1991;
gözden geçirip değerlendiren Hinshaw (1987), Weis ve Hechtman, 1986). Bir çalışmada DEHB
hiperaktivite ve davranım bozukluğunun ayrı fa­ olan çocukların %70’inden çoğu, ergen­lik döne­
kat ilişkili bozuk­luklar olduğu görüşünü öne sür­ minde bu bozukluğun ölçütlerini yine karşıladı­
dürmüştür. Üzüntüyle belirtmek gerekir ki hipe­ lar (Barkley ve ark., 1990). Tablo 15.2 normal
raktif çocuk­larla ilgili pek çok araştırma DEHB’yi ergenlere göre DEHB olan ergenlerde daha sık
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 431
√√

TABLO 15.2 DEHB Semptomlarının Yaygınlığı ve Normal Ergenler


DEHB, Normal,
Semptom
% %
Yerinde duramama 73.2 10.6
Oturmada zorluk 60.2 3.0
Kolay çeldirilme 82.1 15.2
Dönüşü durdurma zorluğu 48.0 4.5
Cevapları ağızdan kaçırma 65.0 10.6
Yönergeleri izleme güçlüğü 83.7 12.1
Dikkati sürdürmede güçlük 79.7 16.7
Bir iş bitmeden diğerine atlama 77.2 16.7
Sessiz oynama zorluğu 39.8 7.6
Aşırı konuşma 43.9 6.1
Diğerlerini engelleme 65.9 10.6
Dinler görünmeme 80.5 15.2
İşlere gereken şeyleri kaybetme 62.6 12.1
Fiziki tehlike yaratan aktivitelerde bulunma 37.4 3.0

bulunan davranışların dizinini göster­mektedir. lık önemli bir araştırmada, Cattelanos ve ark.
Buna ek olarak yerinde duramama, dikkat dağı­ (1996) normal ve DEHB olan erkek çocukların
nıklığı, dürtüsel davranışlar vardır. DEHB olan MRI taramalarını karşılaştır­mış, bozukluğu olan
ergenler diğer yaşıtlarına göre lisede daha çok oğlanlarda frontal lobların daha küçük olduğunu
okulu bırakır. Yetişkinlikte çoğu iş sahibi, maddi bulmuşlardır. Diğer araştırmalardan elde edilen
açıdan bağımsız olmalarına karşın, bu bireyler kanıtlara göre
genellikle daha alt sosyo­ekonomik düzeye iner­ DEHB olan çocuklar frontal lob işlevine yöne­
ler ve normalde bekle­nenden daha sıklıkla iş lik nöropsikolojik testlerde (davranışsal tepkilerin
değiştirirler. DEHB öyküsü olan çoğu erişkinler, ketlenmesi gibi) daha düşük işlev göstermekte­
bozukluğun bazı belirtilerini göstermeye devam dir. Bu da beynin bu kısmındaki temel aksak­
ederler, belki çalışma hayatında kendilerine uy­ lığın bu bozuklukla ilişkili olabileceği kuramına
gun bir yer edinerek, çoğu bu belirtilere uyum daha çok destek getirmektedir. (Barkley, 1997;
sağlamayı öğrenir. Chelune ve ark., 1986; Heilman, Voeller ve Na­
deau, 1991).
DEHB’NİN BİYOLOJİK KURAMLARI
DEHB’nin nedenlerinin araştırılması tanı ko­ ÇEVRESEL ZEHİRLER. Yıllardır DEHB
nulan çocukların çeşitliliği ile karmaşık hale ge­ konusundaki en bilinen kuram hiperaktivitenin
lir; sendromla ilişkili bulunan faktörlerin belki de gelişimdeki çevresel zehirlerin rolüne ilişkindir.
sadece bazıları tanıyı doğrudan etkiler. Feingold (1973) tarafından ortaya atılan hiper­
aktivitenin biyokimyasal kuramı, yıllarca tanın­
KALITSAL FAKTÖRLER. DEHB’ye yatkın­ mış yayınlarda dikkatleri üzerinde toplamıştır.
lık büyük olasılıkla kalıtsaldır. Goodman & Ste­ Besinlere konulan katkı maddelerinin hiperaktif
venson (1989) tarafından 238 ikiz çiftle yapılan çocukların merkezi sinir sistemlerini baskıladı­
bir çalışmada klinik olarak tanı konulma oranı ğını ileri sürmüş ve bunlardan arınık bir diyet
eş yumurta ikizlerinde %51; farklı ikizlerde %33 önermiştir. Ancak, hiperaktif vak’aların çok kü­
bulunmuştur. Neyin kalıtsal olduğu tam olarak çük bir yüzdesinden biraz çoğu, gıda katkı mad­
henüz bilinmemektedir. Fakat son çalış­malar delerine duyarlılık göstermiştir. Feingold diyeti­
beyin işlevlerinde bazı farklılıkların olduğunu ne ilişkin iyi kontrollü çalışmalarda buna pek az
düşündürmektedir. Beyin metaboliz­ması DEHB çocuğun olumlu yanıt verdiği bulun­muştur (Go­
olan kız ergenlerde normallere göre daha dü­ yette ve Conners, 1977). Benzer olarak popüler
şüktür, fakat erkeklerde böyle değildir. (Ernst bakış rafine edilmiş şekerin DEHB’ye neden ol­
ve ark., 1994) Bu, çalışılan genç kızlardaki bo­ duğunu ileri sürdüyse de (Smith, 1975), dikkatli
zukluğun daha ciddi oluşuna bağlı olabilir (ka­ araştırmalarca bu desteklenmemiştir (Grosss,
tılımcılar DEHB örgütünden alın­mıştır). On yıl­ 1984, Wolraich ve ark., 1985). Bazı kanıtlar hi­
432 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

geldiğinde hiperaktivite gelişir. Eğer çocuğun


aşırı hareketlilik ve karamsarlığı anne tarafın­
dan baskılanırsa, kolaylıkla sabırsız ve küskün
olur; söz dinleme konusunda annenin beklenti­
leri ile baş edemez. Anne giderek daha olum­
suz ve reddedici olduğunda anne-çocuk ilişkisi
düş­manlık temelinde son bulur. Başkaldırıcı ve
yıkıcı örüntü oluştuğunda çocuk okulun bek­
lentilerini karşılayamaz, davranışları sıklıkla sı­
nıf kurallarıyla çatışır.
Öğrenme de hiperaktivitede rol oynar. Hi­
peraktivite, uyardığı dikkatle pekiştirilir böylece
sıklığı ve yoğunluğu artar. Ya da Ross ve Ross
(1982)’a göre hiperaktivite ana baba ve kardeş­
lerin davranışlarıyla belirlenir.
Ana baba-çocuk ilişkisi iki yönlüdür. Hiperak­
tif çocuğun ana babası onlara çok emir verir ve
onunla olumsuz etkileşime girer, böylece hipe­
raktif çocuk daha az övgü alır ve ana babası
ile daha çok olumsuz etkileşime girer (Barkley,
Karlsson ve Pollard, 1985; Tallmadge ve Bark­
ley, 1983). Kısaca açıklaya­cağımız gibi, uyarıcı
ilaçların DEHB olan çocuk­larda hiperaktiviteyi
azalttığı ve övgüleri artırdığı görülür. Belirgin
Gebelik süresince sigara içmek son zamanlarda DEHB için
artan risk faktörleri ile ilişkilendirilmiştir. olarak bu tür ilaçlar kul­lanıldığında ana baba­
ların buyurganlıkları ve olumsuz davranışlarda
peraktivite ve dikkat sorunlarının belirtilerinin az da azalma olmaktadır (bkz. Barkley, 1990), en
bir kısmıyla kurşun zehirlenmesinin ilişkili ola­ azından çocuğun ana babayı olumsuz etkileyen
bileceğini gösterdiyse de (Thompson ve ark., davranışı terse çevrilmiş olmaktadır.
1989), DEHB olan çocuklarda yükselmiş kurşun
düzeyi gösterilememiştir.
DEHB TEDAVİSİ
Nikotin, özellikle annenin sigara içmesi,
Uyarıcı ilaçlar, özellikle metilfenidat ya da ri­
çevresel bir toksin olarak DEHB gelişiminde
talin 1960’lar öncesinden beri DEHB için reçe­
rol oynayabilir. Milberger ve ark. (1996), son
te edilmektedir (Sprague ve Gadow, 1976). Bu
zamanlarda DEHB olan çocukların annelerinin
ilaçların uyarıcı etkisi DEHB olan çocukları sa­
%22’sinin gebelikleri süresince bir paket siga­ kinleştirmek ve dikkat yoğunlaştırma yeteneğini
ra içtiklerini, bunun kontrol grubu annelerde %8 arttırmak şeklindedir. Bir saha araştırmasında
oranında olduğunu bulmuştur. Daha da ötesi, ilkokul çocuklarının %6’sının ve özel eğitim sı­
hayvan çalışmaları sürekli nikotin alınmasının nıflarındaki öğrencilerinin %25’inin uyarıcı ilaç
beyinde dopamin salınımına yol açtığı ve hipe­ aldığı bulunmuştur (Safer ve Krager, 1988).
raktiviteye neden olduğunu göstermiştir. (Fung DEHB semptomlarının zamanla ortadan kalk­
ve Lau, 1989; Johns ve ark., 1982). Bu veriler madığına ilişkin giderek artan kanıtların ışığında
temelinde Milberger ve arkadaşları annenin si­ bu ilaçların yazılması ergenlik ve hatta erişkinlik
gara içiminin gelişmekte olan fetüsün dopami­ döneminde de devam etmektedir.
nerjik sistemini etkilediği ve davranış­larını ket­ Ritalin etkili midir? Çift kör desenlerle plase­
leyememe ve DEHB ile sonuçlandığı hipotezini bo ve uyarıcılarla yapılan kontrollü çalışmalar­
geliştirmişlerdir. da pek çok DEHB olan çocukta çok kısa sürede
dikkatini yoğunlaştırma, amaç yönelimli etkin­
DEHB’NİN PSİKOLOJİK KURAMLARI likler, sınıftaki davranışlar, ince motor etkinlik­
Bir çocuk psikanalisti olan Bruno Bettelheim’ın lerde dramatik bir düzelme ve saldırganlık ve
(1973) geliştirdiği bir yatkınlık- stres kuramına dürtüsellikte azalma gösterilmiştir (Hinshaw,
göre, bozukluğa olan yatkınlık ile ana babanın 1991; Weiss, 1983). Ustalıkla yapılmış bir çalış­
çocuğu otoriter bir şekilde yetiştirmesi bir araya mada Ritalin’in çocuklar top oynarken dış alan­
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 433
√√

da hazır durumda bulunma ve oyun kurallarına


uyma açısından yardımcı olduğu, plasebo ve­
rilen çocukların oyun devam ederken sıklıkla
eldivenlerini atıp, vurdukları bulunmuştur (Pel­
ham ve ark., 1990).
Ancak araştırmalar bu tür ilaçların uzun dö­
nem eğitim başarısı üzerinde (Whalen ve Hen­
ker, 1991), topa vurma ve fırlatma beceri­lerinde
iyileştirme yapmadığını göstermektedir. Daha
da ötesi, uyarıcı ilaçların yan etkisi vardır. Ge­
çici iştah kaybı ve uyku sorunlarına ek olarak,
uyarıcıların yaygın reçete edilmesinin riskli bir
yan etkisi daha belirmiştir: Newsweek çocuk­
ların Ritalin ve diğer uyarıcıları diğer kul­lanan
çocuklardan ya da arkadaşlardan elde ettiklerini
bildirmiştir (Leland,1995).
Sınıflarda çok bilinen işaretleme sistemi ya da yıldız kartları
DEHB olan çocukların edimsel koşulama özellikle dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu tedavisinde
temelindeki tedavilerinde sosyal ve akademik yararlıdır.
davranışlarında en azından kısa dönem başa­
rılarında bir düzelme gösterilmiştir. Bu tedavi­ lar ve ergenler arasında yaygın olan hatalı dav­
lerde çocuğun davranışları evde ve okul­da yön­ ranışların ve kötü şakaların ötesine geçen dav­
lendirilmiş, uygun davrandığında, örneğin yerin­ ranışların sık ve şiddetli olmasına işaret eder.
de oturduğunda dersini çalıştığın­da ödüllendiril­ Sıklıkla aldırış etmeme, tehlike yaratma, vicdan
miştir. Belirtme sistemleri ya da yıldız kartları bu azabı yokluğu gibi belirtiler bu bozukluğu, anti­
programın tipik öğeleridir. Belirgin bir biçimde sosyal kişilik bozukluğu ya da psikopatinin bir
davrandıklarında çocuklar belirteç, daha küçük­ ölçütü yapar.
ler yıldız kazanırlar ve bu kazançlarını ödül için DSM’de daha az bilinen bir ilişkin katego­
kullanırlar. Bu edimsel programın odak noktası, ri Karşıt Olma-Karşıt Gelme Bozukluğudur
ortalıkta koşuşup sal­lanmak gibi hiperaktivite (KOKGB) (Oppositional Defiant Disorder). Bu­
belirtilerini azaltmak­tan çok, akademik çalışmayı nun davranım bozukluğundan ayrı bir bozukluk
artırma, ev ödev­lerini tamamlatma, özel sosyal olup olmadığı ya da onun bir öncülü veya erken
becerileri öğren­medir (O’Leary ve ark., 1976). gösterimi olup olmadığı konusunda bir tartış­
Bu girişimi uygu­layan terapistler, hiperaktivite­ ma vardır (Loeber, Lahey, & Thomas, 1991).
yi yıkıcı davranışların bir uzantısı olarak değil, KOKGB tanısı, bir çocuğa davranım bozukluğu
bazı becerilerdeki bozukluklar olarak kavram­ tanısı konulamadığında -aşırı fiziksel saldırgan­
laştırmaktadır. Bu programa hiperaktif çocuklar lık ölçütü karşılanamadığında- ama huysuzluk
yanıt verse bile, bu bozukluğun en iyi tedavisi
Saldırgan olan, çalan, yalan söyleyen ve eşyalara zarar verenler
uyarıcı ilaçların ve davranış terapilerinin birlikte arasında davranım bozukluğu tanısı sık konulur.
kul­lanımı ile olmaktadır (Barkley, 1990; Gittel­
man ve ark., 1980; Pelham ve ark., 1993).

DAVRANIM BOZUKLUĞU
Davranım (conduct) bozukluğu terimi bir­
çok kontrolsüz davranışı içine alır. DSM-IV di­
ğerlerinin temel haklarını ve başlıca toplumsal
normları ihlâl eden davranışlara odaklanır. Bu
davranışların hemen tamamı aynı zamanda
yasadışıdır. Davranım bozukluğunun belirtileri
olarak görülen davranışların çeşitleri, insanlara
ya da hayvanlara yönelik saldırganlık, mülkiyete
hasar verme, yalan söyleme ve hırsızlık yapma
olarak sayılabilir. Davranım bozukluğu, çocuk­
434 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ODAK 15.2 DAVRANIŞÇI PEDİATRİ

Davranışçı tedavinin önceki tartışmasında, geç Acı çocukluk kanserinin hem tanısı hem tedavisine
yaştaki koroner kalp hastalığını azaltma yolu olarak eşlik eder. Lösemili bir çocuk sık ve düzenli kemik iliği
A Tipi davranış örüntüsünü değiştirmek gibi fiziksel naklinden geçmek zorundadır. Doktor uyluk kemiğinin
zararlardan koruma ve bu zararların tedavisiyle ilgili ortasına bir iğne yerleştirir ve biraz ilik çıkarır. Bu
psikolojik bilgilerin çeşitli uygulamaları sıralanmıştır. yara oluşturur ve bu kişinin alışık olduğu bir acı de-
Bu tür bir ilgi aynı zamanda çocukluk ve ergenlik bo- ğildir (Katz, Kellerman & Siegel, 1980). Bu deneyim
zukluklarına da gösterilmiştir. genç hasta üzerinde olduğu kadar ailesinde de uzun
Russo ve Varni (1982) çocukluk tıbbi sorunlarının süreli ve olumsuz etkiler yaratır. Davranışçı pediatri
gerekleriyle ilgilenen davranışsal tedavinin bir dalı uzmanları acı dolu işlemlerle ilgili stresi azaltmak için
olan davranışsal pediatriyi kavramsallaştırmanın bir filmle örnekleme, nefes çalışmaları, olumlu pekiştir-
yolu olarak normal insan anormal durum modeli ge- me, düşsel / soyutlama ve davranışsal tedaviyi içeren
liştirdiler (NİAD). Akut ya da süreğen olarak hasta çok bileşenli bilişsel-davranışı girişimler geliştirmiş-
olan bir çocuk, hastalık nedeniyle karmaşık ve stresli lerdir. Bu tür girişimler acıya yönelik ilaç tedavisiyle
bir krize itildiği için, psikolojik sorunları olabilecek birleştirildiğinde en başarılı olanlar gibi görünmekte-
genç bir insandır. Pek çok hasta çocuk çok büyük acı dir (Varni ve ark., baskıda ).
ve hatta bedenindeki bozulmalarla karşı karşıyadır ve Diğer acı dolu işlemlerden önce erken kaygı geliş-
hastanede ana-babasından, kardeşinden ve komşula- tiren çocuklara bir başa çıkma modeli filmi izletilerek
rının, evlerinin rahat ortamından uzak uzun zamanlar yardım edilmektedir (Jay ve ark., 1982). Hastaneye
geçirmeleri gerekmektedir. girmek, bekleme odasında oturmak gibi acıyla ilgili
Davranışsal pediatri çocuklardaki bozuklukların durumlara sistematik duyarsızlaştırma hastanın tıbbi
üstesinden gelmek için davranış terapisi ve pediatri- işlemler karşısında geliştirdiği kaygıyı azaltmada ya
sini birleştiren disiplinler arası bir çalışmadır. Ana da acıyı dindirmede yardımcı olabilir. Örneğin, çok
baba-çocuk, okul-çocuk ve tedavi ekibi-çocuk ilişki- kaygılı bir çocuk tıbbi işlemlerden kaçabilir ya da kilo
leriyle ilgilenir (Varni & Dietrich, 1981). Bazı özel vermeye başlayabilir. Kilo kaybı kanserli bir hastanın
örnekler bu alanın uygulama alanını ve amaçlarını yaşamını sürdürme olasılığını azaltabilir (Dowys ve
açıklayacaklardır. ark., 1980).
Son yıllarda çocuk kanserinin lymphoblastic löse- Belli okuma materyalleri de çocukların ve ana ba-
mi gibi birçok biçimi tedavi edilebilir hale gelmiştir; balarının hastalığın getirdiği travmayla baş etmesin-
bazıları çok etkin tedavi edilebildikleri için iyilik süre- de yardımcı olabilir. Bu konudaki en yeni örnek David
cine giriyorlar ve çocuklar kanserin başlangıcından 5 Saltzman’ın, ölümünden sonra yayımlanan resimli
yıl sonra hayatta oluyorlar. Böyle bir gelişmeyle hem çocuk kitabıdır. 1990’da, 23. doğum gününden 11
hastalar hem de ana babaları için doğası psikolojik gün önce Hodgins hastalığından ölen Saltzman’ın tek
olan yeni sorunlar ortaya çıkıyor- hastalık ve tedavi- amacı, ölümünden önce kitabını (“Jester Şıngırdağını
siyle yaşamayı öğrenmek. Kaybetti”) bitirmekti. Jester çarpıcı bir şekilde hasta
Çocuktan hastalığının gerçek doğasını ve yaşamı- olan bir çocuğun ağır hastalıklarla baş etmede kahka-
nı ne kadar tehdit edici olduğunu saklamak kaygısını hanın faydalarını öğrenişini anlatıyordu.
azaltmamakta, artırmaktadır (örn. Spinetta, 1980). Başka tıbbi sorunları olan çocuk ve ergenler-
Çocukla açık iletişim kurulması önerilmektedir Araş- de de davranışsal tedaviyle yardım edilebilmektedir.
tırmalar, çocuğu mümkün olduğunca düzenli eğitimin- Kanında kritik bir pıhtılaşma faktörü eksik olan he-
de tutmayı önermektedir (Katz, 1980). Kanser ve teda- mofili hastaları için eklemlerde süreğen artirite bağlı
visi çocuğun fiziksel görünümünde saç dökülmesi gibi ağrı önemli bir sorundur. Varni (1981), hastalarına
bozulmalara yol açtığı için, farklı görünen herkeste gevşemeyi ve etkilenen ekleme kan akışını artırmayı
olduğu gibi, çocuğa, kendisini bekleyen alay edilmey- öğreterek hipnotik düşsel tekniklerle bu tür ağrıları
le baş etme öğretilmelidir; bağımsızlık eğitimi verme başarıyla tedavi etmiştir. Eklem çevresinde daha yük-
ve incitici durumları görmezlikten gelmeyi öğretme sek bir yüzey ısısıyla, birçoğu trombosit artışını bozan
yararlı olabilmektedir. ve böylece zaten var olan pıhtılaşma sorununu artıran

yaptığı, yetişkinlerle tartıştığı, yetişkinlerin istek­ karşıt olma davranışlarını, üzerlerine düşünüle­
lerine uymayı tekrar tekrar reddettiğinde, kas­ meyecek büyüklükte talepler yüklenmesi iddia­
ten başkalarını kızdıracak şeyler yaptığında ve sıyla haklı çıkarmaya çalışırlar. Genel eş tanılı
öfkeli, kinci, alıngan ya da intikamcı olduğunda sorunlar, DEHB, öğrenim bozukluğu, iletişim
konur. DSM ayrıca çoğu erkek olan bu çocuk­ bozuk­luğudur, fakat KOKGB, DEHB’den redde­
ların, diğerleriyle çatış­malarını nadiren kendi dici davranışın dikkat eksikliği ya da dürtüsellik­
hataları olarak gördük­lerini belirtir. Bu çocuklar ten ortaya çıktığının düşünülmemesi açısından
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 435
√√

“Bazen ben de ağlayacak gibi olurum” diye “Bu nedenle küçük kız bunu denemek
fısıldadı Jesper onun kulağına. “Ancak, istemez misin? Benimle gülmez misin?
gözyaşlarımın akmasına izin vereceğime onları Şimdi çok yavaşça Tee-Hee-Hee
görünmez yaparım” diyerek başlıyoruz.”

Ağlayacak gibi olduğumda, onun yerine


güçlü bir şekilde gülümserim, mutsuzluğumu
tepetaklak edip, kafasının üstüne oturturum.

Mutsuz ve yalnız olduğumda, ya da çökkünken,


en yüksek sesimle şarkı söyler, en güzel
dansımı yaparım.

David Salzman’ın Jester Şıngırdağını Kaybetti’sinde, Jester konuşan asası Pharley ile koşullar uygun olmadığında bile,
başkalarını, hatta hasta çocukları bile güldürerek, duygusal yüklerini hafifletebildiklerini bulmuştur (Jester ve Pharley, Jester
Co., Inc.’in tescilli markasıdır. Jester Şıngırdağını Kaybetti’den alınmış bir parçadır. David Salzman 1995 The Jester Co., Inc
tarafından yapılmış öykü ve resimler izinle yayınlanabilir. Bütün hakları saklıdır)

ağrı kesici ilaçlara olan gereksinimi azaltır. Varni’nin kilenen ailelerinin karşılaştığı zorluklara iyi bir ör-
rematoid artiriti olan çocuklarla yaptığı ağrının üste- nektir. Yiyecek alımı ve insülin miktarı düzenlenebilsin
sinden gelmeyle ilgili bir sonraki çalışması, çocuklara diye glikoz (şeker) düzeyinin belirlenmesi için idrar
ve ailelerine ağır tıbbi hastalıklarla baş etmelerine bir günde pek çok kez test edilir. Rejim, bu gençlere
yardımcı olmada olumlu etkisi olan araştırma temelli büyük bir zorluk çıkarır. Şeker ve diğer tatlılara di-
davranış tedavisine örnek oluşturmaktadır (Varni & renmeyi öğrenmek zorundadırlar. Öğünlerinin, insü-
Bernstein, 1991; Walko, Varni & Illowite, 1992). linin glikoz düzeylerini anormal olarak azaltmaması
Çocuklarda obezite, hipertansiyon, kalp rahatsız- için insülin enjeksiyonunun ani yüksekliği ile uyumlu
lıkları ve diyabet gibi rahatsızlıklar için esas bir risk zamanlara denk getirilmesi gerekmektedir. Etkinlik ve
faktörü olan yetişkinlikteki obezite için oldukça yorda- egzersiz, hücrelerdeki glikozdan yararlanmanın doğal
yıcıdır. Çocukluk obezitesi aynı zamanda düşük sosyal ve insülin benzeri etkilerinin kullanılması için rejimin
yeterlilik, davranış sorunları, düşük benlik kavramıyla bir parçası olmalıdır. Henüz diyabetin başka bir te-
ilişkilidir (Banis ve ark., 1988). Davranışçı araştırma- davisi yoktur, diyabeti olanlar koşullarını kabul etmek
cılar çocukların yeme alışkanlıklarını egzersiz uygula- ve en temel insani dürtülerini düzenlemek zorundadır.
malarını ve kalori alımını, kalorinin nasıl yakıldığını Genç insanın bu ağır ama tedavi edilebilir hastalıkla
ya da yakılmadığını etkiliyor gibi görünen yaşam bi- baş etmek için ihtiyacı olan, karmaşık kendine bakma
çimlerinin diğer yönlerini değiştirmek için uğraşmak- beceriler grubu, davranışçı pediatrideki klinik araş-
tadırlar (Epstein, Masek & Marshall, 1978). Örneğin, tırmalardan yarar sağlamıştır (Epstein ve ark., 1981).
obez çocuklar obez yetişkinler gibi daha hızlı yer daha Örneğin, psikologlar kan şeker düzeyinin kontrolüyle
büyük ısırıklar alır, yiyeceğin normal kilodaki arka- ilişkili olarak doktorun önerileri ve reçetesinin sunu-
daşlarından daha az çiğner (Dabman ve ark., 1979). muyla bağlantılı olarak aile desteğini, hastalık hak-
Tedaviye ana babaları da katıldığında kilo kaybı daha kında bilgiyi ve hastanın gelişimsel düzeyini içeren
iyi sürdürülür (Coates, Killen & Slinkard, 1982; Eps- faktörleri incelemeye başlamaktadır (Johnson, 1995).
tein ve ark., 1987). Bir çalışmada diyabeti olan çocukların ana babaları
Davranışçı tedavide bir diğer başlık terapötik ka- ve çocuklarıyla birlikte uygulamaları için gevşeme eg-
tılımdır. İnsanlara bir hastalığı önleyebilecek ya da zersizleri öğretilmiştir; sonuç çocuğun metabolizması
iyileştirebilecek şeyleri nasıl yaptırabiliriz (Varni & ve buna bağlı olarak diyabeti üzerinde artırılmış kon-
Wallander, 1984)? Çocukluk diyabeti, gençler ve et- troldür (Guthrie ve ark., 1990).

farklılaşmaktadır. Şöyle ki, KOKGB çocukla­ alan depresyon bozukluğu olan annelerin, daha
rının yaramazlıklarında DEHB çocuklarından yüksek oranda bu tür çocukları olduğuna ilişkin
daha planlı olmaları, farkı anlamanın bir diğer gözlemlerdir; ancak, depres­yonun mu buna ne­
yoludur. (Bir edimsel kuramcı, KOKGB dav­ den olduğu, yoksa çocuğun davranışlarının mı
ranışlarını, DEHB olan çocuklarınkine kıyasla depresyona neden olduğu açık değildir. (APA,
doğası açısından daha araçsal görürdü) Değin­ 1994). Kimileri günlük dilde bu tür çocuklar için
meye değecek ilginç bir nokta da DSM’de yer “arsız” (brat) kelimesini kul­lanır. KOKGB’lerin
436 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

sorgulanan durumları nede­niyle, dikkatimizi bu­ 5000

rada daha ciddi bir tanı olan davranım bozuklu­

Her 100.000 nüfusta tutuklanma


4000
ğuna yoğunlaştıracağız.
Muhtemelen davranım bozukluğu herhangi 3000

başka bir çocukluk bozuğundan daha fazla bir


2000
biçimde çocuğun davranışının insanlar ve çev­
re üzerindeki etkisiyle tanımlanır. Okullar, ana 1000
baba, yaşıtları ve suçlu adalet sistemi genellikle
0
hangi kontrol altındaki davranışın kabul edile­ 0 5 10 15 20 25 30 35 40 45 50
mez bir davranım oluşturduğunu belirler. Er­ Yaş

genlik öncesi ve ergenlik döneminde davranım Şekil 15.1 Adam öldürme, tecavüz, soygun, abartılı saldırı ve
araba hırsızlığı suçlarından yaşlara göre tutuklanma oranı.
sorunu belirlenenler, yasal otoriteler tarafından “Criminal Career Research: Its Value for Criminology” A.
psikolojik değil ama yasal bir terim­le, suçlu ço­ Blumstein, J. Cohen, ve D.P. Farrington, 1988. Criminology: 26,
cuk olarak ele alınırlar. p. 11. Copyright 1988 by the American Society of Criminology.
İzinle uyarlanmıştır.
Davranım bozukluğu olan çoğu çocuk diğer
problemleri de sergiler. Davranım bozukluğu ve luları 13-20 yaşları arasındaki çocuklardır. 20’li
dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu arasın­ yaşların sonlarına doğru, bu önceki çocukluk
da yüksek oranda örtüşme olduğunu belirtmiştik. suçları sorun olmaktan çıkmaktadır (Blumstein
Madde kötüye kullanımı da genel­likle davranım & Cohen, 1987). Belli bir ölçüye kadar örüntü
bozukluklarıyla birlikte görülür. Erkek çocuklar­ kadınlar için de benzemektedir. Ancak bunlar
da davranım bozukluğuyla ilgili boylamsal bir genellikle onlu yaşlarından küçük çocukların
çalışma olan Pittsburg Gençlik Çalışmasından suçlarını kapsamada pek başarılı olmayan po­
araştırmacılar, madde kullanımı ve suç dav­ lis veri­leridir. Aslında antisosyal davranış esas
ranışları arasında güçlü bir ilişki bul­muşlardır yük­selişine 7 yaşında başlar (Loeber ve ark.,
(Van Kammen, Loeber & Stouthamer-Loeber, 1989). Bütün bu suç niteliğindeki davranışlar
1991). Örneğin, marihuana denemiş olduğunu zalimlik ve vicdansızlık olarak adlandırılmasa
rapor eden 7. sınıftakiler arasında %30’dan faz­ da sıklıkla davranım bozukluğunun bir parçası­
lası birine silahla saldırıda bulunmuştur ve 43’ü dır, bu veri çocuk ve ergenlerde anti-sosyallik
kırıp girdiğini kabul etmiştir; madde kullanmadı­ sorununu açıklamamızda yardımcı olmaktadır.
ğını belirtenler arasında ise %5’ten az çocuk bu Davranım bozukluğu tanısı alan çocukların
davranışları sergilemiştir. gidişatı (prognozu) karışıktır. Robins (1978),
Davranım bozukluğu olan çocuklarda 1920’den 1970’e kadar 30 yılı aşkın izleme ça­
%15’den 45’e varan eş hastalanma bulgularıy­ lışmalarıyla çok sayıda çocukta antisosyal dav­
la kaygı ve depresyon görülmektedir (Loeber ranışları inceleyen pek çok boylamsal çalış­ma
& Keenan, 1994). Komorbid kaygı ile birlikte yayınlamıştır. Yüksek ölçüde antisosyal olan
davranış bozukluğu olan çocukların sadece yetişkinlerin, aynı zamanda çocuklukların­da
davranış bozukluğu olan çocuklardan daha az da yüksek ölçüde antisosyal olduğu sonu­cuna
antisosyal olduklarına ilişkin bazı kanıtlar vardır varmıştır, ancak, davranım bozukluğu olan ço­
(Walker ve ark., 1991). cukların yarısından çoğu antisosyal yetişkin
Nüfus temelli çalışmalar davranış bozukluk­ olmamışlardır. Davranım bozukluğu antisosyal
larının çok yaygın olduğunu göstermektedir. davranış için gerekli koşul olup yeterli koşul
Ontario Kanada’da 500’den fazla çocukla yapı­ olmayabilir. DSM-IV, önceki baskılarına göre
lan bir çalışma erkek çocukların %8’inin ve 4-16 davranım bozukluğu sorun­larının başlangıcının
yaş arasındaki kız çocukların %3’ünün davra­ ne kadar erken olursa, yetişkinlikteki sonucun
nım bozukluğu açısından DSM ölçütlerini karşı­ antisosyal kişilik bozuk­luğu olma ihtimalinin o
ladığını bulmuştur (Offord Boyle, ve ark., 1987). denli fazla olduğunu daha açık hale getirmiştir.
Hırsızlık ve tecavüz gibi şiddet içeren suçlar ve Mofitt (1993), davranım sorunlarının 2 farklı
daha şiddetli saldırılar büyük ölçüde erkeklerin türü birbirinden ayırt etmesi gerektiğini ileri sü­
suçlarıdır. Şekil 15.1’de gösterildiği gibi yasa­ rer. Bazı bireylerde davranış sorunları 3 yaşın­
ları çiğnemenin hem sıklığı, hem yaygınlığı 17 da başlayıp yetişkinlikte ciddi kural dışı davra­
yaş dolaylarında keskin bir biçimde yükselmek­ nışlarıyla “yaşam boyu” devam etmekte­dir. Di­
teyken, genç yetişkinlikte oldukça düşmektedir ğerleri “ergenlikle sınırlıdır”. Bu insanlar normal
(Moffitt, 1993). Bu tür fiziksel şiddetin çoğu suç­ çocukluğa sahip olup ergenlikte anti­sosyal dav­
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 437
√√

ranışlar sergilemeye başlamışlardır ve yetişkin­


likte sorunsuz davranışlarına geri dönmüşlerdir.
Mofitt, antisosyal davranışın geçici şeklinin so­
rumluluklarını ve böyle bir davranışın sonucu
olan ödülleri sağlamayı aklında canlandırma fır­
satları arasındaki “olgunlaşma boşluğunun” bir
sonucu olduğunu iddia eder.
Bu alandaki çoğu çalışma erkeklerle yapıl­
mış olduğu halde, bir çalışma hastaneye yat­
mış, davranım bozukluğu olan 55 ergen kızı yıl­
larca takip etmiştir (Zoccalillo & Rogers, 1991).
Erkeklerde olduğu gibi bu kızların çoğu­nun da
madde kullanım öyküsü vardır, depresyon ve
bir kaygı bozukluğu için tanı ölçütlerini karşı­ Kanıtların çoğu, model almanın saldırganlığın artmasına
katkıda bulunduğunu gösterir. Televizyonda saldırganlığı
lamışlardır. Bu kızlardaki sonuç­lar erkeklerde izlemek, olabilecek yollardan biridir.
bulunan zayıf prognozla paralel gitmektedir;
lış / doğru olduğunu hissetmesi anlamına gelen
örneklemin %88’i, prematür ölüm (%6), oku­
ahlaki farkındalıktır. Birçok insan başkalarını
lu bırakma (%41), yasal düzene uyumsuzluk
incitmekten sadece yasa dışı olduğu için değil,
(%50), evden kaçma (%48), 17 yaşından önce
ancak aksi takdirde bu onları üzeceği için de ka­
hamilelik (%32) ve intihar gir­işimleri (%22) gibi
çınırlar. Davranım bozukluğu olan çocuklar 13.
problemler göstermiştir.
Bölümde tartışılan psikopat­lar gibi genellikle, bu
moral farkındalıkta eksik­lik gösterirler; antisos­
DAVRANIM BOZUKLUĞUNUN yal davranışları, heyecan­lı ödüllendirici, ken­
ETİYOLOJİSİ dilik kavramlarının merkezinde görürler (Ryall,
Davranım bozukluğunun etiyolojisi için çok 1974). Davranım bozukluğu olan gençlerin geç­
çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Davranım bozuk­ mişlerine yönelik araştırmalar, gençlerin güçlü
luğu olan çocukların anne ve babalarında anti­ bir ahlâk duy­gusunun gelişme için odak nokta­
sosyal kişilik bozukluğu yaygınlığının yüksek sı olduğuna inanılan aile yaşantısında eksiklik
olduğunu gösteren veri ailesel, belki (şart olma­ çektiklerini göstermiştir. Çocuklarına ve birbirle­
yan) kalıtsal geçişin olduğunu ileri sürmektedir rine karşı şefkatli olan, ahlâk kurallarını da açık­
(Lahey ve ark., 1988). Davranım bozukluğu ça sunan ve çocuklarının bunları onaylamasını
olan çocukların üvey ana babaların­da herhangi isteyen, adil ve tutarlı ceza veren, çocuklarına
bir antisosyal davranış ya da alkolizm bulunma­ karşı açıklama yapan ana babaların çocukları
dığına göre, ana babanın ve çocuğun davranış genel­likle davranım bozukluğu göstermemek­
sorunları arasındaki ilişki en azından kısmen tedir (Herbert, 1982; Hoffmann, 1970, Wright,
kalıtsal olabilir. İkiz çalışmaları antisosyal dav­ 1971).
ranış açısından tek yumurta ikiz­lerinde, çift yu­ Bu bulguların sonuçlarına göre, öğrenme ku­
murta ikizlerine göre daha büyük bir benzerlik ramlarından model alma ve edimsel koşullama­
olduğunu göstermiştir (Eysenck, 1975). Yetiş­ nın her ikisi de davranım sorunlarının gelişi­mi ve
me yöntemlerinin etkileri bu çocuk­ların ailele­ sürdürülmesine yararlı açıklamalar getirir. Ban­
rinin sıklıkla bağlılıkta yetersiz olduk­ları, evlilik dura ve Walters (1963), çocuklar saldırgan­lığı,
uyumlarında stresler ve boşanma yaşadıkları saldırgan bir şekilde davranan ana babalarından
şeklinde gösterilmektedir (Emery & O’Leary, öğrenirler bulgusunun önemini sergileyen ilk
1979, Rutter, 1971). Nöropsikolojik eksiklikler araştırmacılar arasındadır. Çocuk­lar saldırgan
davranım bozukluğu olan çocukların çocukluk eylemleri televizyon gibi diğer kay­naklardan da
profilleri ile karıştırılmaktadır (Mofitt, Lynan & taklit edebilirler (Huesmann & Miller, 1994; Lie­
Sylvia, 1994; Mofitt, 1993). Eksiklikler zayıf sö­ bert, Neale & Davidson, 1973). Saldırganlık hoş
zel beceriler, “yönetici işlevler” (bu, sezinleme, olmasa da etkili bir amaca ulaşma aracı oldu­
plan yapma, kendini kontrol etme ve sorun çöz­ ğundan muhtemelen pekiştirilir. Böylece saldır­
medir) ve bellekle ilgili sorunlarıdır. gan eylemler bir kez taklit edilince, büyük olası­
Normal çocukluk gelişiminin önemli bir par­ lıkla sürdürülecektir. Bu sosyal taklitçilik, daha
çası çok istediği bir şey söz konusu olduğunda önce davranım sorunları göstermeyen çocuklar
bile kurallar ve normlara katlan­ması, neyin yan­ arasında ergenlerin suçlu davranışlarındaki dra­
438 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

matik dalgalanmaları da kısmen açıklar. Moffitt kısmi bireyler ve ailelerini hedefleyen psikolojik
(1993) bu ergenlerin sürekli antisosyal yaşıtla­ yöntemleri vurguluyoruz.
rını taklit etmelerinin, onları hoşlanılan yüksek Belirtildiği gibi davranım bozukluğu gösteren
statülü pozisyonlarda ve cinsel olanaklara sahip bu genç insanların bazıları yarının psikopatları­
şekilde görmelerinden kaynaklandığını belirtir. dır. Psikopati adına etkili psikolojik tedavi yolun­
Saldırgan davranışın (ve genişletilirse davra­ da pek az şey bulunmuştur. Çok az duygusal
nım bozukluğunun) bilişsel bakış açısı Kenneth katılım ve vicdan azabı ile antisosyal eylemler­
Dodge ve arkadaşlarının çalışmaların­dan gelir. de ve saldırıda bulunan genç insanlara ulaşmak
Erken dönemdeki çalışmalarından birinde (Do­ fazlasıyla zordur. Hapis, salıverme ve yeniden
dge ve Frame, 1982) saldırgan çocukların biliş­ suç işleme bir kuraldır. Toplumun en kalıcı so­
sel sürecinin özel bir yanlılığı olduğu bulunmuş­ runu, sosyal bilinçliliği büyük ölçüde gelişmemiş
tur: bu gençler açık olmayan eylemleri, diğer kişilerle nasıl ilgilenileceğidir. Kolaya kaçarak
çocuk açısından düşmanca bir niyetin delili gibi genç suçluları hapse atmak suçu azaltmamak­
görmektedir. Bu algı, bu tür çocukları kışkırtıcı tadır. Boylamsal bir çalışmada, gençlik tutukla­
olmayan bir niyetle yapılan eylemlere saldırgan maları gibi ceza­landırıcı disiplinin, daha düşük
biçimde tepki vermeye yönlendirir. Sonuç olarak iş kararlılığına ve daha yüksek erişkin suçlulu­
yaşıtları bu saldırgan davranışları anımsayarak ğuna yol açtığı bulunmuştur. Böylece, katı di­
onlara karşı öfkeli olmaya eğilimli olacak, zaten siplin, devlet ya da ana baba tarafından verilmiş
saldırgan olan çocuk daha da saldırganlaşacak, olsun, yetişkin­likteki suç eylemi ve sonraki suç­
reddetme ve saldırganlık döngüsü sürecektir. luluk için ana yol olarak görülmektedir (Laub ve
Dodge, çocuk­ların dünyalarına ilişkin bilgile­ Sampson, 1995).
ri işlediğini ve bu bilişin davranışlarını belirgin Davranım bozukluğunun tedavisinde en
bir biçimde nasıl etkilediğinin yolları üzerinde umut verici görüş, antisosyal çocuğun ana baba
odaklanan sosyal bilgilendirme işlemleri kura­ ya da ailesiyle yapılan girişimleri içerir. Gerald
mını oluştur­maktadır (Crik ve Dodge, 1994). Patterson ve arkadaşları 30 yılda, ana baba yö­
Davranım bozukluğu ve suçluluğa ilişkin bir netme eğitiminin davranışsal programının ge­
tartışma, sosyologların araştırmalarıyla tanın­ liştirilme ve denemelerini yap­mışlardır. Burada
malıdır. Sosyal sınıf ve kent yaşamı suçluluk ana babalarca, çocuklarına karşı davranışların­
görülüm sıklığı ile ilişkilidir. Yüksek işsizlik ora­ da değişmeleri gerektiği düşündürülerek anti­
nı, zayıf eğitimsel kolaylıklar, örselenmiş-par­ sosyal değil, prososyal (sosyalin lehine) dav­
çalanmış-aile yaşantısı, suçluluğu edinile­bilir ranışlar tutarlı olarak ödül­lendirilmektedir. Ana
kılan alt kültür oluşturucu faktörler olarak bu­ babalara çocuk olumlu davranış sergilediğinde
lunmuştur (Gibbons, 1975). Davranım bozuk­ olumlu pekiştirme, saldırgan ya da antisosyal
luğu ve suçluluğa ilişkin herhangi bir kapsamlı davranışlarda mola (time out) ya da ayrıcalık­
kuram, bu tutarlı sosyolojik bulguları içerme­lidir. larını kaybetme gibi teknikleri kullanmaları öğ­
Patterson’un son çalışmasına göre, çocuktaki retildi. Görüşmeler tekniklerin uygulanmasını ve
erken dönem antisosyal davranış ve ailedeki güçlüklerin tartışıl­masını içeriyordu. Antisosyal
sosyoekonomik avantajsızlık birleşimi, erken tu­ çocuğa yöntemi uyguladığınızda ana baba da
tuklamaların yordayıcısıdır (Patterson, Crosby katılımcı olabilir­. Hem ana babanın, hem öğ­
& Vuchinich, 1992). retmenin çocuğa davranışına ilişkin raporları,
davranışların evde ve okulda dolaysız gözlemi
DAVRANIM BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ programın etkililiği­ni desteklemektedir (Patter­
Davranım bozukluğunun yönetimi çağdaş son, 1982). Ana baba yönetim eğitiminde kar­
toplumlar için korkunç bir meydan okuma du­ deşlerin davranışlarında da düzelme, progra­
rumudur. Toplum psikologları kadar sosyologlar ma katılan annelerin depresyonlarında azalma
ve politikacılar zayıf ekonomik koşulların çoğu gözlen­miştir (Kazdin, 1985). Patterson’un gru­
sorunları yarattığı sayıltısı üzerinde çalışmakta­ bundaki saldırganlarla yapılan yeni bir çalış­
dırlar: Gelir dağılımının bozukluğu, suçluluğun mada, ana baba eğitimi ve mahkeme kanalıyla
sık görüldüğü alt sınıfın materyal yoksunluğu­ aile tedavisi saldırı suçunun oranını azaltmıştır.
nun azaltılması ve iş programlarına yönelik di­ Ergenlerine daha yakın davranarak yönetmeyi
ğer geniş çaplı çabalar konusunda fikir birliği öğreten ve yaşa uygun ödüllerin ve sonuçların
içindedirler. Sosyolojik görüşler tedavinin plan­ kullanıl­masını da içeren ana baba eğitimi yakla­
lanmasında rol oynamaktaysa da, biz burada şımı daha çabuk iyileşmeyi sağlamaktadır.
DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 439
√√

Ciddi gençlik saldırganlığında yeni ve gele­ tamlarda kendini kontrol öğretilmiştir. Hinshaw,
cek vadeden bir tedaviyle 4 yıllık izleme tedavisi Henker ve Wholen (1984), çocuklara, sözel
ile tutuklamalarda azalma olduğu gös­terilmiştir saldırılarda bir şarkı mırıldanmak, kendilerine
(Borduin ve ark, 1995). Henggeler’in çoklu sis­ sakinleştirici bir şeyler söylemek, ya da dönüp
temik tedavisi, kapsamlı terapi hizmeti alma, uzaklaşmak gibi dikkati başka yöne çeken tek­
ergeni, aileyi, okulu ve sırasında yaşıt grup­ nikler kullanarak, saldır­gan davranmadan da­
larını hedeflemeyi içerir. Girişim, aile siste­mi yanabilmek için yardım etmişlerdir. Daha sonra
yaklaşımına göre (daha önce anoreksiya ner­ çocuk yaşıtı kışkırttığın­da ya da saldırı olduğun­
voza tedavisinde anlatıldı), ki burada davranım da bu kendini kontrol yöntemlerini uygulamak­
sorunu aile ilişkisinde sarmalanır ve böylece tadır.
sadece bütünlüğü bozulmamış aileye katılarak Diğer bir strateji, davranım bozukluğu olan
tedavi edilebilir. Davranışsal teknikleri kullanan çocukların ahlaki gelişmelerindeki bozukluk
tedaviler, özellikle ailenin bütün üyeleriyle ve üzerinde odaklaşır. Davranımları bozuk olan
hatta toplumla olan etkileşimlerdeki davranış ergen grubunda ahlaki yargılama becerileri öğ­
değişikliklerini yürek­lendirmektedir. Ev, okul ya retilerek okulda çok yol alınmıştır (Arbuthnot ve
da bölgesel boş zaman merkezleri gibi “ekolo­ Gordon, 1986). Öğretmenleri tarafından davra­
jik olarak geçerli” ortamlar gerektiren tedaviler nış sorunu olduğu bildirilen ergenleri (saldırgan­
terapötik değişik­liklerin genellenmesini geniş­ lık, çalma, vahşet gibi) 4-5 ay süresince okulda
letirler. Büro ortamında eşit sayıda geleneksel haftalık gruplara katarak ahlaki yargılamanın
bireysel terapi seansına (yaklaşık yirmi beş) gi­ daha üst düzeyinin güçlendirilmesi amaçlan­
ren kon­trol grubu ile karşılaştırıldığında, çoklu mıştır. Grup seansları aşağıdaki gibi kısa öykü
sistemik tedavi grubundaki ergenler davranış tartışmalarını da içer­mektedir:
sorun­larında azalma göstermiş ve izleyen 4 yıl
içinde daha az tutuklanmıştır. Örneğin, tedaviyi Sharon ve onun en iyi arkadaşı Jill, bir mağazada alış
izleyen 4 yıl içinde geleneksel tedavi alan ergen­ veriş yapıyorlar. Jill, istediği bir bluz buluyor ama alacak
lerin %70’i, çoklu sistemik tedavi gören­lerin ise parası yok. Deneme odasına götürüyor ve ceketinin altı­
sadece %22’si tutuklanmıştır. Buna ek olarak na giyiyor. Sharon’a gösteriyor ve Sharon’un uyarılarına
karşın dükkânı terk ediyor. Sharon güvenlik görevlisi tara­
diğer aile üyelerinin değerlendirilmesi sırasın­
fından dur­duruluyor. Yönetici Sharon’un çantasını arıyor,
da çoklu sistemik tedaviye katılan ana babalar fakat bir şey bulamıyor, Jill’in bluzu aldığı tartışılıyor. Yö­
psikiyatrik semptomatolojide düşüş göstermiş, netici Sharon’a Jill’in adını soruyor, söylemezse Sharon’un
destekleyicilikleri artmış, video kayıtlarındaki ana babasını ve polisi de çağıracağı tehdidinde bulunuyor.
etkileşimlerinde çatışma ve düş­manlığın azaldı­ Sharon, en iyi arkadaşının adını söyleyip söylememe iki­
ğı görülmüştür. Geleneksel bireysel terapi alan lemi yaşıyor.
ergenlerin ailelerinde, tedavi sonrası etkileşim­
lerinin niteliğinde gerilemeler olmuştur. Çoklu Üyeler, farklı bakış açılarının haklılığı konu­
sistemik grupta olup yaklaşık 4 seanstan sonra sunda ikilemdeki kişilikler kadar toplum ve diğer
tedaviyi terk eden ergenlerde bile tutuklanma kişilerin de hakları ve sorumlulukları açısından
oranlarında, geleneksel bireysel terapiyi ta­ birbirleriyle tartıştırılmıştır.
mamlamış ergen­lere göre önemli ölçüde düşüş İsimleri belirlenmiş ancak tartışma yönün­
gösterilmiştir. de cesaretlendirilme girişiminde bulunulmamış
Patterson’un ve Henggeler’in grupları ile ya­ kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, gruba ka­
pılan araştırmalarda ana babalar ve ailelerle tılan ergenler ahlaki yargılama becerisinde ve
yapılan girişimin, başarının kritik bileşeni olarak okul derecelerinde ilerleme kaydetmişler, gecik­
önerilmesine karşın, bu tür tedaviler pahalıdır, mede, davranış sorunları için idareye gitmede
zaman alır ve bazı aileler katılamaz ya da katıl­ ve polis ya da gençlik mahkemesi ile görüşme­
mak istemezler. Böylece dikkate değer diğer lerde azalma göstermişlerdir. Sonraki okul yılın­
araştırmalarda, davranım bozukluğu olan ço­ da yapılan izleme çalışmaları iki grup arasındaki
cuklarda bilişsel tedavinin, aile katılımı olmasa farkın arttığını göstermiştir; girişimde bulunulan
bile davranışları düzelttiği gösterilmiştir. Örne­ ergenler ahlaki yargılamada süre giden bir ge­
ğin, çocuklara öfkelerini kontrol etmeyi öğreten lişim ve davranış sorunlarında giderek azalma
bilişsel beceriler, saldırgan davranışlarını azal­ göstermişlerdir.
tarak onlara yardımcı olmada gerçek bir umut Tedavi sonlandırıldıktan pek çok ay sonra
verir. Öfke kontrol eğitiminde, öfke kışkırtan or­ bile süren bu düzelme etkileyici bulunmuştur,
440 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

fakat diğer araştırma, bilişsel örüntüyü değişti­ olan insanlar genellikle sorunlarıyla baş etmek
rerek elde edilen davranışsal değişiklik­lerin sa­ için yollar bulur, akademik ve sosyal gelişimi az
dece kısa erimli kazançlar olduğu, çocuk alışık çok etkilenir, bazen bu ciddi boyutta olur.
olduğu kötü ortamına döndüğünde iyileşmenin
kaybolduğu yolunda dikkati çek­miştir. Çevresel ÖĞRENME BOZUKLUKLARI
beklentiler -kişinin yaşadığı toplum-, saldırganlı­
ğın bütünlüğü bağlamında çalışırken göz önüne DSM-IV öğrenme bozukluklarını 3 kate­goriye
alınmak zorundadır (Guerra ve Slaby, 1990). ayırır: okuma bozuklukları, aritmetik bozukluk­
ları, yazılı ifade bozuklukları.
Yetersizlik, görsel ya da işitsel sorunlar
ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ gibi bir duyusal bozukluğa bağlı olarak ortaya
çıkıyor­sa bu tanılardan hiç biri uygun değildir.
Bundan birkaç yıl önce bizim lisans kurslarımızdan
Okuma güçlüğü olan çocuklar, daha iyi bi­
birine kaydolan bir genç adam, alışık olmadığımız güç-
lükler ve güçlülükler gösterdi. Sınıfta sözlü katılımları ör- lindiği şekliyle disleksi, kelime tanıma, okudu­
nekti ancak el yazısı ve hecelemesi okunamazdı. Yönetici- ğunu anlama ve tipik olarak da yazarken harf
nin bu sorunu öğrencinin ara sınav kâğıdına yazmasından karıştırma konularında belirgin güçlük yaşarlar.
sonra, öğrenci onu görmeye geldi ve disleksik olduğunu, Sözlü olarak okuduklarında yaşıyla uyumlu ol­
bunun onun haftalık okuma ve yazılı ödevlerinin, sınavla- mayan bir biçimde kelimelerin okunuşlarında
rının hazırlanmasında uzun zaman almasına neden oldu- çarpıtma, ekleme ve eksiklikler yaparlar. Eriş­
ğunu açıkladı. Yönetici, yazılı ödevlerin hazırlanmasında kinlikte, akıcı sözlü okuma, anla­ma ve yazarken
ek zaman verilmesini kararlaştırdı. Öğrenci üstün zekâ
harf karıştırma sorunları sürer. (Bruck.1987).
düzeyindeydi ve mükemmel olmaya çok istekliydi. Mü-
kemmelliği başardı, seminerden A aldı; mezuniyetinden Bu bozukluk okul çağı çocukları arasında %2-8
sonra önde gelen hukuk okuluna atandı. oranında görülür, büyük başarıların oluşmasını
engellemez. Bu Bölümün başlangıç kısmında
Öğrenme yetersizlikleri, akademik, dil, ko­ tanımlanan öğrencide olduğu gibi New York’un
nuşma ya da motor beceriler gibi özel alan­daki önceki Valisi ve Birleşik Devletlerin önceki baş­
yetersiz gelişme ile belirlenir ki, bunlar zekâ ge­ kan yardımcısı olan Nelson Rockfeller dislek­
riliğine, otizme, belirgin fiziksel ya da nörolojik siktir.
bozukluğa1 ya da eğitimde fırsat eşitliğine bağlı Aritmetik bozukluğunda çocuk, sayısal
değildir. Bu bozukluğu olan insanlar, normal ya sembolleri tanımada, eldeli sayılarda eklemeyi
da normalüstü zekâya sahiptir, fakat bir çocuk hatırlamakta, nesneleri saymakta ya da arit­
olarak bazı özel becer­ileri öğrenmekte güçlük metiksel silsileyi izlemekte güçlük çeker. Arit­
çekerler (örn, aritmetik ya da okuma) ve böyle­ metikteki düşük başarı, en az düşük okuma ve
ce okul başarısı bozulur. heceleme başarısı kadar olağandır ve sıklık­
Öğrenme yetersizliği (disability) terimi DSM- la insanlarda bu üçünün tümü vardır (Badian,
IV’te kullanılmaz, ancak pek çok sağlık uzmanı 1983; Rourke ve Finlayson, 1978)
DSM’deki 3 bozukluğu birlikte gruplarlar; öğren­ Yazılı ifade bozukluğu, yazılı kelimeleri
me bozuklukları, iletişim bozuklukları ve motor (heceleme hataları; dil bilgisi, noktalama hata­
beceri bozukluğu. Bu bozukluklardan herhangi ları ya da kötü el yazısı gibi) bütünleştirme yete­
biri; özel akademik, dil ya da motor beceri alan­ neğindeki bozulma ile tanımlanır, bu yazma be­
larında zekâ düzeyinden beklenen derecede cerisi gerektiren günlük işlerde ya da akademik
gelişmeyen çocuklara uygulanabilir. Öğrenme başarıda yeterince ciddi, olumsuz bir etkidir. Bi­
bozuklukları genellikle, ruh sağlığı kliniklerin­ zim kolej öğrencimizin disleksisi ile eklendiği bu
den çok, okul sistemi içinde belirlenebilir ve bozukluğun görülüş yaygınlığına ilişkin çok yeni
tedavi edilebilir. Erkeklerde kadınlara kıyasla birkaç sistematik veri vardır.
daha olağan olduğuna büyük ölçüde inanıl­
masına karşın, toplum temelli çalışmalardaki İLETİŞİM BOZUKLUKLARI
bulgular (refere edilme yan­lılığından sakınmak
Dilin ifade bozukluğunda (expressive lan­
gerekir), DEHB’deki gibi bozukluğun çok az bir
guage disorder) çocuk kendini konuşarak ifade
şekilde erkeklerde daha fazla olduğunu gösterir
etmekte güçlük çeker. Çocuk, iletişim kurmaya
(Shaywitz ve ark, 1990). Öğrenme yetersizliği
isteklidir ama doğru kelimeleri bulmakta olağan­
Bir ya da daha fazla öğrenme bozukluğunun fiziksel temeli gelecekteki dışı bir zorluk yaşar. Örnek olarak sokak­tan ge­
1

araştırmalarda ortaya konabilir. Kanıtlar, şimdi öğrenme bozukluklarından biri


olan disleksinin biyolojik temelleri için ortaya çıkmaktadır. çen bir arabayı gösterirken “araba” sözcüğünü
ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ 441
√√

kadınlara oranla 3 kat fazla görülen bu sorun


genelde 5 yaşlarında ve neredeyse her zaman
10 yaşından önce ortaya çıkar. DSM’ye göre bu
kişilerin %80’i, çoğu da profesyonel girişim ol­
maksızın 16 yaşından önce iyileşir.

MOTOR BECERİ BOZUKLUKLARI


Gelişimsel koordinasyon bozukluğu olarak
da bilinen motor beceri bozukluklarında, ço­
cuk motor koordinasyonunda, zekâ geriliği ya da
serebral palsi gibi, bilinen bir fiziksel bozuklukla
açıklanamayacak belirgin bir bozul­ma gösterir.
Konuşma terapisti fonolojik bozukluğu (telaffuz kusuru) olan
çocuğa, zor bulduğu sesleri uygulattırarak çalışma yapar. Çocuk ayakkabılarını bağlamakta, düğmeleri­
ni iliklemekte ve büyüdüğünde ise maket yap­
çıkaramayabilir. Dört yaşların­dayken bu çocuk mak, top oynamak, kitap harfi ya da el yazısı
sadece kısa cümlelerle konuşur. Yeni kelimeler yazmakta zorluk çekebilir. Bu bozuk­luğun tanısı
öğrenildiğinde eskileri unutulur ve imlâ yapısı ancak akademik başarıyı ya da günlük yaşam­
önemli derecede yaş düzeyinin altındadır. daki aktiviteleri önemli derecede engellediğinde
Kelimeleri bulamayan çocukların aksine, konulur.
fonolojik bozukluğu olan gençler önemli bir
kelime dağarcığını anlayabilir ve kullanabilirler, ÖĞRENME BOZUKLUKLARININ
ancak konuşmaları bebek konuşmasını andı­
ETİYOLOJİSİ
rır gibidir. Örneğin ingilizcede “blue”, “bu” gibi
çıkar; “rabbit”, “wabbit” gibi duyulur. Sonradan Öğrenme bozuklukları hakkında yapılan
kazanılan konuşma seslerinin telaffuzunu öğ­ araştırmaların çoğu, belki en yaygın ve başarıyı
renmemişlerdir “r, sh, th, f, z ve ch” gibi. Konuş­ düşürücü olduğu için, disleksiyi içerir.
ma terapisiyle neredeyse bütün vak’alarda ta­ Aile ve ikiz çalışmaları göstermiştir ki dis­
mamen iyileşme görülür, daha hafif vak’alarda leksinin kalıtımsal unsurları vardır (Pennigton,
sekiz yaşlarında kendiliğinden düzelebilir. 1995) ve büyük olasılıkla 6. kromo­zom tarafın­
Üçüncü bir iletişim bozukluğu kekelemedir dan kontrol edilir (Cordon ve ark., 1996). Başka
ki bu aşağıda ki konuşma örüntülerinden bir kanıtlara göre disleksi, büyük olasılıkla kalıtım­
ya da birden fazlasıyla karakterize edilmiş, söz sal olan beyin anormallik­lerinden kaynaklanır.
akıcılığındaki kesintilerdir. Konuşma örüntüleri: Çocukluklarında disleksileri olan sağlak birey­
seslerin sık tekrarı ya da uzatılması, kelimeler lerin beyinlerinde yapılan otopside, beynin sol
arasında uzun duraklamalar, telaffuzu zor ke­ tarafında bulunan korteksdeki dil bölgesinin
limelerin yerine kolay kelimeleri koymak (belli nöronlarının yeri, sayısı ve organizasyonunda
sesiz harflerle başlayan kelimeler gibi) ve bütün mikroskobik anormallikler bulunmuştur (Gola­
kelimeyi tekrar etmek (sadece bir “go” yerine burda, 1989, 1993). Disleksik ve normal çocuk­
“go-go-go-go”demek gibi). Bazen vücut tikleri ve lara çeşitli bilişsel görevler yaparken uygulanan
göz kırpıştırma da akıcı olmayan bu konuşmaya PET taraması, korteksin başka bir bölümünün
eşlik eder. Beklendiği üzere, kekemelik akade­ nasıl çalıştığını gösterir. Çocuklardan kafiyeleri
mik, sosyal ve mesleki işlevlere zarar verebilir bulmaları iste­nilen bir testte, normal çocukların
ve yetkin insanların potansiyellerinden doyum sol tem­poroparietal korteksleri aktive olurken
sağlamalarını engelleyebilir. Kekemelik, sıklıkla disleksik çocuklarda bu olay görülmemektedir.
kişi sinirli olduğunda daha kötüleşir ve genellikle Bu bulgu önemlidir çünkü fonolojik farkındalık
kişi şarkı söylediğinde düzelir ve hatta kaybolur. denilen şeyin okuma becerilerinin gelişiminde
Bir arkadaşımız, sahnede olmak kaygısını art­ ciddi rolü olduğu düşünülür (Rumsey, Ander­
tırdığı halde, oyunda rol yaptığında kekemeliği son, ve ark., 1992; Rumsey, Zametkin ve ark.,
neredeyse tümüyle kaybolmuştu. Kendi kelime­ 1994).
lerini kullanmak yerine bunları yazılı bir metin­ Geçmiş psikolojik kuramlar, disleksinin temeli
den okumanın daha kolay olduğunu söylemişti olarak, görsel algılamadaki eksiklikler üzerinde
ki, bu kekemelerde yüksek sesle okuduklarında durmuştur. Popüler bir varsayıma göre okuma
sıkça görülen ilerlemeyle tutar­lıdır. Erkeklerde sorunları olan çocuklar harfleri ters sırada ya da
442 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ODAK 15.3 ENURESİS

Çok iyi bilinir ki bebeklerin ne bağırsak ne de me- ve ana babası öfkeli ve reddedici davranıyorsa ken-
sane kontrolü vardır. Büyüdükçe kaçınılmaz tuvalet dine saygısını yitirecektir. Mesane kontrolü kazanıldı-
eğitimi başlar. Bazı çocuklar tuvaleti 18 ayda, diğerle- ğında, bununla ilişkili olan sorunların çoğu ortadan
ri 30 ayda öğrenir. Mesane kontrolü kazanılmadığında kalkacaktır (Moffatt, Kato ve Pless, 1987; Starfield,
bu ne zamana kadar normaldir? Yanıt kültürel norm- 1972). Diğer yandan, uzun bir zamandır tutmayı ba-
lar ve istatistiklerle belirlenir, biraz keyfidir. şardıktan sonra yeniden yatak ıslatmaya başlandı-
DSM–IV ve diğer sınıflama sistemleri uyku sırasın- ğında, bazı enuresis olgularında duygusal faktörlerin
da ıslatanlar (noktürnal enuresis) ve gece gündüz ıs- etkili olduğu düşündüren daha stresli olguların yaşan-
latanlar (diurnal enuresis) şeklinde ayırırlar. Gündüz dığı bulunmuştur (Jarvin ve ark., 1990).
ıslatma daha erken kesilir, çünkü mesane kontrolü kişi Mesane kontrolü, sadece istemli işemenin oluşma-
uyanıkken daha kolay bir iştir. Çocuk mesane kontro- sında doğal refleksin engellenmesi, önemli karmaşık-
lünü kazanamadıysa bu genellikle gece saatlerindedir. lığı olan bir beceridir. Tıbbi göstergeler, pelvik taban
DSM–IV 5 yaşında oğlanların %7’si kızların %3’ünün, kaslarının aktivitelerini göz önüne alarak yatağı ısla-
10 yaşında oğlanların %3 ve kızların %2’sinin, 18 ya- tan çocuklarda, bu kasların gece kendiliğinden kasıl-
şında genç delikanlıların %1’i ve genç kızların daha masında bozukluk olduğu düşüncesini desteklemekte-
da azının enuretik olduğunu tahmin eder. dir (Norgaard, 1989a, 1989b).
ABD’de çocuk 7 yaşına gelinceye kadar noktürnal Öğrenme kuramcıları, tuvalet eğitimi çok erken
enuresise DSM–IV’te tanı konulmaz. Yataklarını be- yaşta başlarsa (beden henüz hazır olmadığında), eği-
bekliklerinden beri ıslatan birincil enuretikler bütün tim gevşek ve uygun tuvalet davranışı için verilen ödül
enuretiklerin 2/3’sidir (Atorfield, 1972), ikincil enure- yetersiz olduğunda ve daha da belirgin çocuk mesane-
tikler bir zamanlar gece kuru kalmayı başarmış, sonra nin doluluğuna koşullanmış bir tepki olarak uyanmayı
bunu kaybetmiş olanlardır. öğrenmemiş ya da işemeyi kontrol eden sfinkter kas-
ların yeterince gevşemesini engelleyemiyorsa, çocuk
ENURESİSİN NEDENLERİ ıslatır görüşünü sunmaktadır (Baller, 1975; Mowrer
Enuresise ilişkin en tutarlı bilgi, birinci derecede ve Mowrer 1938; Young 1965).
akrabalarında ıslatan bir kişi olduğunda benzerliğin Bazı öncü araştırmalar nokturnal enuresisi açık-
yaklaşık %75 düzeyinde çok yüksek olacağı şeklinde- layan farklı bir biyolojik kuramı önermektedirler.
dir (Bakwin, 1973). Yeni yapılan bir Danimarka ça- Danimarkalı bir araştırmacı gece enuresisi olan er-
lışmasına göre yatak ıslatmada birincil kalıtsal geçiş genlerin antidiüretik hormonunda (ADH) bir bozukluk
gereklidir. 13. kromozomun segmenti, noktürnal enu- olduğunu bulmuştur (Ritting ve ark., 1989). Normal
resis genini taşır görünmektedir (Erberg, Benendt ve çocukta ADH idrarı, uyanıklık saatlerine kıyasla uyku
Mohr, 1995). saatlerinde daha çok yoğunlaştırmaktadır. ADH’sinde
Bütün enuresis vak’alarının yaklaşık %10’u tü- bozukluk olan kişinin geceleyin, gece idrarı olağan
müyle tıbbi koşullardan ötürü oluşmuştur. Bilinen en mesane kapasitesini aşacaktır. Enuretik çocukların
sıradan fiziksel neden üriner yolların enfeksiyonudur. uyku ve uyanıklık sorununun olduğu, ya da anormal
Yaklaşık, 1/10 kadın ve 1/20 erkek enuretiğin bu tür olarak küçük işlevsel mesane kapasitesi görüşlerine
bir enfeksiyonu vardır (Stansfield, 1973). Vak’aların ilişkin kuramlar doğrulanmamıştır (Barclay ve Houts,
%40’nında enfeksiyonun tedavisiyle enuresis durur 1995).
(Schmidt, 1982). Diğer sık olmayan ancak bilinen fi-
ziksel nedenler, kronik renal ya da böbrek hastalığı, ENURESİSİN TEDAVİSİ
tümörler, diyabet ve nöbettir (Kolum, Mac Keith ve Yatak ıslatma için evde düzeltme yaklaşımları
Meadow, 1973). Enuresisin fiziksel nedenlerinin daha olarak sıvı kısıtlaması, çocuğu golf topunun üzerinde
sık görülüşü nedeniyle çoğu uzman psikolojik tedaviye uyutmak, ya da suçlayıcı bir delil olarak ıslak çarşa-
başlamadan enuretikleri doktora gönderirler. fı pencereden sallandırmak gibi bir dizi işlem örneği
Bazı psikanalitik kuramcılar enuresisin diğer ça- verilebilir (Houts, 1991). Bu yaklaşımların çoğu etki-
tışmalar konusunda bir sembol olarak hizmet ettiğini sizdir. Benzer biçimde, çocuğun sorundan kurtulma-
ileri sürerler. Enuresis, sembolik mastürbasyon ve ana sı için büyümesini beklemek de tatmin edici değildir.
babaya karşı öfke duygularının ifadesinin kılık değiş- Enuretiklerin sadece %15’i 5-19 yaşları arasında ken-
tirmiş biçimi olarak kuramsallaştırılmıştır (Mowrer, diliğinden iyileşmiştir (Forsythe ve Redmond, 1974).
1950). Benzer bir yaklaşım enuresisi, kaygı gibi daha Uzmanlarca önerilen en yaygın kullanılan iki te-
genel psikolojik bozuklukların bir semptomu olarak davi yöntemi ya ilaç yazmak ya da idrar alarm siste-
ele almıştır. Pek çok araştırmacı bu tür sorunların midir. İdrar alarm sistemi Mowrer ve Mowrer pet ve
enuresisin nedeni olmaktan çok ıslatmanın suçluluk zili tanıttığında 1938’de ilk kez sahneye çıkmıştır. (2.
ve utancına bir tepki olduğu konusunda fikir birliğine Bölümdeki O.H. Mowrer’in psikopatoloji ve müdaha-
varmıştır. Çocuk eğer yaşıtları onunla alay ediyorsa leler konusundaki davranışçı görüşün temelinde yatan
ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ 443
√√

önemli çalışmaların sahibi yönlendirici araştırmacı sını da uyandırmaktadır; onların tepkileri de çocuğun
ve kuramcı olduğunu hatırlayın). Yıllar boyu bu tedavi kuru kalmasında ek bir harekete geçirici öge olabilir.
yatak ıslatmayı azaltmak ya da ortadan kaldırmak ko- İdrar alarmının olmadığı diğer edimsel koşullama yak-
nusunda başarıyla kullanılmıştır. Enuretik çocukların laşımında kullanılan diğer yöntemler bu kadar başarı-
%75’inin gece boyu kuru kalmayı bu basit düzenekte lı değildir (Houts, Berman ve Abramson, 1994). Diğer
öğreneceği tahmin edilmektedir. yandan temel idrar alarm sürecine her gece yatmadan
Bir zil ve bir pil 2 metalik folyo tabakasından olu- once giderek artan miktarda sıvı alma gibi (çocuğu
şan pede bağlanır, delikli olan üstteki emici bir kumaş yatağı ıslatmadan sıvıyı mesanede tutmaya eğitme) ve
serilimi ile ayrılmıştır (Şekil 15.2). Ped, bir yastık kı- çocuğun her seferinde alarm zili çaldığında uyanıp
lıfı içine konur ve uyku zamanı çocuğun altına yerleş- çarşafı değiştirdiğine emin olma (yatağı ıslatmaya bir
tirilir. Elektrolit etkisi oluşturan ilk idrar damlası giy- diğer olumsuz sonuç ekleme) gibi eklemelerde buluna-
siye ulaştığında iki folyo tabakası arasındaki elektrik rak daha başarılı olunabilir (Barclay ve Houts, 1995).
devresi tamamlanacaktır. Devrenin tamamlanması Hiçbir idrar alarmı bedende zedelenme yaratmaz ve
ıslatma anında ya da hemen sonra çocuğu uyandıra- orijinal yatak pedlerinden daha güvenlidir.
cak olan zilin devreye girmesine yol açacaktır. Çocuk Farmakolojik tedaviler bir diğer yaklaşımdır. Uz-
tipik olarak işemeyi durduracak, aygıtı durduracak ve man yardımı alan enuretiklerin yaklaşık 1/3’ü anti-
tuvalete gidecektir. depresan imipramin (Tofranil) ya da son zamanlarda
Mowrer ve Mowrer (1938) zil ve peti bir klasik daha önce sözü edilen ADH’nin sentetik şekli olan
koşullama süreci olarak görmüşlerdir; burada zil ko- desmopressin gibi ilaçları almaktadır. Bu tür ilaçlar
şullanmamış uyarıcı, çocuğu uyandırmak koşullan- ya işemede rol alan kasların reaktivitesini değiştirerek
mamış tepkidir. Zil, dolu mesane ile eşleşecektir ve bu (imipramine) ya da mesanedeki idrar yoğunluğunu
duyum zil sesi olmadan uyanma şeklindeki koşullan- değiştirerek (desmopressin) etkili olurlar. Kısa sürede
mamış tepkiyi yaratacak, koşullanmış uyarıcı niteliği olumlu etkinin genellikle görülmesine karşın olgula-
taşıyacaktır. Diğerleri edimsel koşullama terimleriyle rın çok büyük bir kısmında ilaç alımı kesildikten he-
çocuğu uyandıran zilin bir cezalandırıcı olarak görev men sonra yakınmalar yeniden başlamaktadır (Houts,
yaptığı ve istenmeyen ıslatma davranışlarını azalttığı 1991). Davranışsal yaklaşım ve ilaç tedavilerinin bir-
şeklinde klasik koşullama kuramını sorgulamışlardır. likte kullanımı umut vericidir (Sukhai, Mol ve Harris,
Gerçek uygulamada zil genellikle çocuğun ana baba- 1989).

Şekil 15.2 Yatak ıslatmada kullanılan zil ve ped aygıtı, O. H. Mowrer ve W. M. Mowrer’dan alınmıştır.

İnce delinmiş metalik tabaka Alarm çalıştırıcı batarya

Emici pamuklu ped

İnce metalik tabaka

ayna görüntüsüyle algılarlar. Örneğin d yerine b göre daha yavaş işledikleri ve uyarıcılar arasın­
hatası yapmak. Beş ya da 6 yaşlarında yapılan daki küçük karşıtlıkları daha az fark ettikleri
harf karıştırması ve sonraki okuma becerisi ara­ bulunmuştur (Martin ve Lovegrove, 1984). Ör­
sında bir ilişki buluna­mamıştır, ancak (Calfee, neğin, disleksik çocuklar bir seri sunumda, ek­
Fisk ve Piont-kowski, 1985), bir kişinin okuma randa kaç nokta olduğunun belirlenmesi gibi
sorunları olması için görmesine de gerek yok­ hızlı işlemeyi gerektiren görsel görevlerde nor­
tur, kör kişiler Braille okumayı öğrenmede güç­ mal çocuklar kadar iyi performans göster­mezler
lük yaşayabilirler (McGuiness,1981). (Eden ve ark., 1995).
Daha yakınlardaki yeni araştırmalar dislek­ Bir başka araştırma dislekside altta yatan ve
sik bireylerdeki, görsel-algısal eksikliklerin kar­ konuşma algısı, konuşma dili seslerinin analizi
maşıklığına ve gizli yapısına ışık tutmaktadır. ve bunların basılı sözcüklerle ilişkisini içeren bir
Bu kişilerin, görsel uyarıcıları normal insanlara ya da birkaç dil işleme sorununu gösterir (Mann
444 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ve Brady, 1988). Bir dizi boylamsal çalış­ma, çıkarak, konuşma seslerini yavaşlatan ses ka­
erken dil sorunlarının ilerdeki disleksinin ha­ setleri ve bilgisayar oyunları geliştirmiştir. Bir ay
bercisi olabileceğini söylüyor. 4 yaşında uyak süresince bu değiştirilmiş konuşma sesi ile olan
ve alliterasyonu anlamakta, tanımakta zorluk yoğun çalışma sonrası, çeşitli dil bozuk­lukları
çeken (Bradley ve Bryant, 1985), 5 yaşında olan çocuklar, dil becerilerinde normal çocuklar
tanıdık nesneleri hızla adlandırmada sorun ya­ gibi, bulundukları noktadan itibaren yaklaşık 2
şayan (Scarborough, 1990; Wolf, Bally ve Mor­ yıllık bir ilerleme kaydetmişlerdir. Değiştirilme­
ris, 1986) ya da 2,5 yaşında sintaktik kuralları miş konuşma uyarıcılarının kul­lanıldığı benzer
öğrenmede gecikme yaşayan (Scarborough, bir çalışma, çok küçük bir iler­lemeyle sonuç­
1990) çocuklar, bu sorunlara sahip olmayan lanmıştır. Bu çalışmalardaki katılımcı sayısının
arkadaşlarına göre disleksiye daha eğilimlidir. az olmasına karşın, elde edilen dikkate değer
Sözü geçen bu dil işleme zorlukları ve görsel kazançlar, ilerde kesinlikle araştırılacak umut
algılama eksiklikleri, aynı nörolojik sorundan verici yeni bir yaklaşım konusunda fikir verir.
kaynaklanıyor olabilir ki bu, uyarıyı hızla işleyen Araştırmacılar, bu eğitim yöntemlerinin dislek­
beyin yapısındaki bir eksikliktir (Eden ve Zeffiro, siyi önlemede yardımcı olabileceği öngörüsünü
1996). taşımaktadır, çünkü birçok okuma bozukluğu
olan çocuk küçükken dili anlama sorunları ya­
ÖĞRENME YETERSİZLİĞİNİN şamaktadır.
TEDAVİSİ Büyük olasılıkla, öğrenme yetersizliği olan
birçok çocuk, motivasyonlarını ve güven­lerini kı­
Çocuğu okumada geri olan ya da etkili ve ya­
ran, önemli ölçüde engelleme ve başarısızlıklar
şına uygun bir şekilde konuşamayan, diğer yön­
yaşamıştır. Desenleri nasıl olursa olsun tedavi
lerden normal olan çocukların ana babalarının
programları, bu çocukların üstün­lük ve kendine
kaygıları önemsizleştirilemez. Uzman çabaları
yeterlik duygularını yaşayabile­ceği şekilde ya­
bedensel, eğitimsel ve psikolo­jik hevesler taşır,
pılandırılmalıdır. Küçük adımları ödüllendirmek,
emekleme gibi motor etkinlik­lerde çocuğu eğitir­
çocuğun motivasyonunu arttır­mada, öğrenme
ken uyarıcı ve yatıştırıcıların kullanılması, daha
küçük yaşta yeterli olarak üstesinden gelineme­ görevi üzerindeki dikkatini toparlamada ve en­
yeceğine inanma, beyin­deki nöral bağlantıların gellenmelerden kay­naklanan davranış sorunla­
yeniden örgütlen­mesi umudu gibi. rını azaltmada yardımcı olabilir.
Öğrenme yetersizliklerinin tedavisi için halen
birçok yöntem kullanılmaktadır. Öncelikle oku­ ZEKÂ GERİLİĞİ
ma ve yazma zorlukları olgularında kul­lanılan
geleneksel dilsel yaklaşımlar, yakın denetim Zekâ geriliği, DSM IV’te zekâ işlevlerinin be­
altında yüksek sesle okuma gibi man­tıklı, bir­ lirgin bir biçimde ortalamanın altında olması,
birini takip eden ve çok duyumsal bir şekilde, uyumsal davranışlarda bozulmalar, bunların 18
dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerileri­ yaştan önce ortaya çıkmasıyla tanımlanan bir
nin yönergeleri üzerinde durur (Lyon ve Moats, eksen II bozukluğudur. Burada, birinci olarak
1988). Küçük çocuklarda, harf ayırt etme, fone­ geleneksel ölçütlere, sonra da Amerikan Zekâ
tik analiz ve harf ses karşılık­larını öğrenme gibi Geriliği Birliği’nin bazı yeni görüşlerine yer ve­
hazırlık becerilerinin, oku­madaki açık yönergeye receğiz.
kalkışmadan önce, öğretilmeleri gerekebilir. Bu
Bölümün başında değinilen vak’a gibi, disleksik ZEKÂ GERİLİĞİ İÇİN GELENEKSEL
bireyler, kasete kaydolmuş dersler, özel öğret­ ÖLÇÜTLER
menler, yazı düzelticileri ve süresiz testler gibi
yönergesel desteklerin yardımıyla orta öğretim­
de genellik­le başarılı olabilirler (Bruck, 1987). BİR ÖLÇÜT OLARAK ZEKÂ TESTİ
Çoğu orta öğretim kurumunun böyle çocuklara PUANLARI
yardım etmek için özel hizmetleri vardır. DSM tanımlaması ilk olarak bir zekâ yargıla­
Son zamanlarda dil bozukluklarını tedavide ması gerekliliğinden söz eder. 4. Bölümde tartı­
heyecan verici gelişmeler yaşanmıştır (Merze­ şıldığı gibi nüfusun yaklaşık üçte ikisi ZB (Zeka
nich ve ark., 1996; Tallal, Miller ve ark., 1996). Bölümü) testlerinde 85 ile 115 arasında puanlar
Araştırmacılar bu çocukların b ve d gibi sert alabilmektedirler. Bununla birlikte 70 ile 75’in al­
ünsüzleri ayırmada zorluk çekmelerinden yola tında bir puan, nüfus ortalamasının iki standart
ZEKÂ GERİLİĞİ 445
√√

sapma altında olanlar, ‘ortalamanın altında ge­ TABLO 15.3 Vineland Uyumsal Davranış
nel zekâ işlevi” olarak değer­lendirilmekte ve bu Ölçeğinden Örnek Maddeler
yüzden zekâ geriliği olarak sınıflandırılmakta­ Yaş, Yıllar Uyumsal Yetenek
dır. Yaklaşık olarak nüfusun %3’ü bu sınıflama
içerisindedir. 2 En az elli anlaşılabilir sözcük söyleyebilir.
ZB’nün belirlenmesi, test veren kişinin yeter­li Önden açık ceketini, kazağını ya da
ve iyi eğitim almış uzmanın bireye uyguladığı gömleğini yardımsız çıkartabilir.
5 Bilindik öyküler, masallar uzun fıkralar ya da
testler temelinde belirlenir. Puanların yorumlan­ televizyon programlarından alıntılar anlatabilir.
ması sırasında performansı etkileyebilecek kül­ Ayakkabısının bağını yardımsız bağlayabilir.
tür, dil ve algısal ya da motor sınırlılıklar göz 8 Bir günden daha uzun bir zaman sır saklayabilir.
önünde bulundurulmalıdır. Örneğin; ellerini sı­ Lokantada kendi yemeğini sipariş edebilir.
nırlı kullanabilen serebral palsili bir çocuk teste 11 Yardımsız, her tür telefon konuşması yapabilir.
Özel ilgi alanına yönelik bilgi almak amacıyla
alındığında, testi veren kişi bu çocuğa, hız ve
televizyon izler ya da radyo dinler.
oldukça karmaşık motor becerileri gerek­tiren 16 Kendi sağlığına özen gösterir.
performans bölümleri olan geleneksel zekâ test­ Konuşmalarda iğneleme ve dolaylı ipuçlarına tepki
leri yerine sözel ve basit jestler içeren testleri gösterir.
seçmelidir. Benzer biçimde evde Farsça okulda
İngilizce konuşan bir çocuk, dili yalnız­ca İngi­ Kaynak: Sparrow, Balla ve Cicchetti, 1984
lizce olan bir ölçme aracı kullanarak geçerli bir
biçimde test edilemez (American Association of lere gereksinim duy­mayabilir. Yetenekli bir işçi
Mental Retardation -AAMR-, 1992). olarak çiftlikte çalışan bir delikanlı yürüyerek
okula gider ve alış-verişini bir bakkaldan yapar,
BİR ÖLÇÜT OLARAK UYUMSAL şehre taşındığında ise, eğer bu delikanlı okula
İŞLEVLER gitmek için metroyu kullanamıyorsa, yabancı dil
Uyumsal işlevler çocukluk döneminde, tuva­ konuşulan bir marketten alış-veriş yapamıyorsa
let eğitimi ve giyinme; para ve zaman kavram­ büyük olasılıkla uyumsal davranışlarının yeter­
larını anlama; aletleri kullanabilme, alış­veriş siz olduğu düşünülebilir. Aynı şekilde şehirde
yapabilme, toplu taşıma araçlarını kulla­narak yaşayan çocuklar, çiftlikte yaşayan delikanlının
yolculuk yapma ve sosyal sorumluluklar alma yapması beklenen etkinliklerin bazılarında ken­
gibi çocukluk becerileriyle ilişkilidir. Ergenlikte dilerini kaybederler. Böylece, etkili ve geçerli
bireyin akademik becerilerinin, neden-sonuç bir uyumsal davranış değerlendirmesi çocuk ve
ilişkilerini, günlük yaşama ilişkin yargılamaları işlev gördüğü çevresi arasındaki etkileşimin dik­
kavraması ve ergenin grup etkin­liklerine katıl­ kate alınmasıyla mümkün olacaktır.
ması beklenmektedir. Bir yetişkinden ise kendini
destekleyici (self-sup­porting) olması ve sosyal
sorumluluklarını üstlenmesi beklenmektedir.
Uyumsal davranışları değerlendirmek ama­
cıyla birçok test geliştirilmiştir. En iyi bili­nenleri
Amerikan Zekâ Geriliği Birliği Uyumsal Davranış
Ölçeği (ABS) (Nihira ve ark., 1974) ve Vineland
Uyumsal Davranış Ölçeğidir. (Sparrow, Balla ve
Cicchetti, 1984; Tablo 15.3).
Uyumsal işlevlerdeki yetersizlikler uzun za­
mandır zekâ geriliği tanımlamasında yer alması­
na karşın, ancak son yıllarda bu tür işlev­leri de­
ğerlendirmek için oluşturulan testler kesin norm­
larla yeterli düzeyde standardize edilmektedir.
Uyumsal davranışların değer­lendirilmesinde
karşılaşılan sorunlardan biri, bireyin uyması
gereken çevrenin yanlış değer­lendirilmesidir.
Herkesin tanıdık olduğu küçük kırsal bir toplum­
da yaşayan bir birey, New York’ta yaşayan bir
bireyin ihtiyaç duyduğu kadar karmaşık beceri­
446 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

yer alan kişilerin karakteristikleri aşağıda kısaca


özetlenmiştir.

• Hafif Derecede Zekâ Geriliği (50-55 ve 70


arası ZB). 70’ten az ZB’si olanların %85’i hafif
zekâ geriliği sınıflamasındadır. Bu kişiler okula
başlayana kadar çoğunlukla akranların­dan ayırt
edilemezler. Ergenliğin ileri dönem­lerinde yak­
laşık 6. sınıfa kadar genellikle akademik bece­
rileri kazanırlar. Yetişkinlikte beceriksiz meslek
yaşamı ve koruyucu çalışma gruplarıyla kendi
kendilerine bakabilmelerine karşın sosyal ve
mali sorunlarla ilgili olarak yardıma ihtiyaç duya­
bilirler. Evlenebilirler ve çocuk sahibi olabilirler.

• Orta Derecede Zekâ Geriliği (35-40 ve 50-


Normal uyumsal davranışı değerlendirirken çevre göz önünde 55 ZB). ZB’si 70’ten az olanların yaklaşık %10’u
bulundurulmalıdır. Kırsal bir bölgede yaşayan bir kişi, New
York’ta yaşayan bir kişinin gereksinim duyduğu becerilerin orta derecede zekâ geriliği sınıflamasın­da yer
aynısına ihtiyaç duymayacaktır. alır. Sıklıkla beyin hasarı ve diğer patolo­jilere
rastlanmaktadır. Orta derecede zekâ ger­iliği
BİR ÖLÇÜT OLARAK BAŞLANGIÇ olan bireyler yakalama ve bir hattı boyama gibi
ince motor becerilerde aksaklıklara ve koşma ve
ZAMANI
tırmanma gibi kaba motor beceril­erde engellen­
Son olarak ortaya atılan tanımsal ölçüt ise
melere neden olan fiziksel bozuk­luk ve nörolojik
zekâ geriliğinin 18 yaştan önce ortaya çık­
işlevsizliklere sahip olabilirler. Bildikleri, tanıdık­
masıdır, hastalık ya da travmatik kazalar sonu­
ları bir çevrede tek başlarına yolculuk yapmayı
cu uyumsal davranışlarda ve zekâda ortaya çı­
öğrenebilirler, çoğu kurum­larda bakılabilir, de­
kan bozukluklar ise zekâ geriliği sınıfla­masının
netlenen ev grupları ya da ailelerine bağımlı bir
dışında tutulmaktadır. Ciddi yetersizlik­leri olan biçimde yaşamlarını sürdürürler.
çocuklar genellikle bebeklik döne­minde tanı al­
maktadırlar. Birçok çocuk zekâ açısından geri • Ağır Derecede Zekâ Geriliği (20-25 ile 30-
olarak değerlendirilse de okula başlayana kadar 40 ZB). ZB’s 70’ten az olanların yaklaşık %3-4’ü
bu şekilde belirlenmemekte­dir. Bu çocuklar fiz­ ağır derecede zekâ geriliği kate­gorisinde yer
yolojik, nörolojik ve fiziksel görünüm açısından almaktadır. Bu kişiler genellikle doğuştan bazı
farklı değildirler ancak sorun okuldaki akranla­ anormalliklere ve duyusal motor denetimde sı­
rı gibi davranışlar geliştiremediklerinde ortaya nırlılıklara sahiptirler. Birçoğu bir kurumda ba­
çıkmaktadır. kım alır ve sürekli yardım ve dene­time ihtiyaç
duyarlar. Özellikle zekâ geriliği olan yetişkinler
ZEKÂ GERİLİĞİNİN arkadaşça tutumlar sergilerler, ancak çok so­
SINIFLANDIRILMASI mut düzeyde kısa süreli iletişim kurarlar. Çok
az bağımsız etkinlik yapabilirler ve genellikle
DSM IV’te zekâ geriliği 4. düzeyde tanımlan­ uyuşukturlar. Çok basit işlerde dene­tim altında
maktadır. Her bir grup özgül olarak normal da­ çalışabilirler.
ğılım eğrisinde ortalamanın altında zekâ ölçü­
münü karşılar. Yine de ZB düzeyi tanının temel • İleri Derecede Ağır Zekâ Geriliği (20-25
belirleyicisi değildir. Uyumsal davranışlardaki ZB). Zekâ geriliği olan bireylerin %1-2’si ileri
yetersizliklerde zekâ geriliğinin ölçüt­lerinden bi­ derecede ağır zekâ geriliği sınıflamasına gir­
ridir. Değerlendirme ZB temel alı­narak yapıldı­ mektedir. Tam bir denetime ihtiyaç duyarlar ve
ğında orta derecede geriliği olduğu düşünülen genellikle tüm yaşamlarını bir bakıcı hemşirenin
bazı bireyler uyumsal davranışlarında bozulma gözetiminde geçirirler. Çoğunun ciddi fiziksel
olmadığı halde zekâ geriliği tanısı alabilmekte­ sakatlıkları, nörolojik hasarları vardır. İleri dere­
dirler. Genellikle ZB ölçütü uyumsal davranış­ cede ağır zekâ geriliği olan bireylerin çoğu ço­
lardaki bozulmalardan sonra tanı amacı ile kul­ cukluk döneminde çok yük­sek bir ölüm oranına
lanılmaktadır. Zekâ geriliğinin her bir düzeyinde sahiptirler.
ZEKÂ GERİLİĞİ 447
√√

AMERİKAN ZEKÂ GERİLİĞİ duyacağı en az altı alanda sınırlılıkları olduğu


BİRLİĞİ’NİN YAKLAŞIMI gösterilmiştir. Bunlar iletişim, sosyal beceriler,
işlevsel akademik beceriler, kendine baka­
Amerikan Zekâ Geriliği Birliği’nin (AAMK) bilme, ev yaşamı, toplumsal yaşam, kendini ifa­
sınıflama sisteminin 9. Baskısında yetersizliğin de etme, sağlık ve güvenlik ve iş becerileridir.
ağırlık derecesini belirlemek ve nasıl bir iyileşti­
rici desteğin yüksek işlevsellik sağlaya­cağını ta­ İLETİŞİM Birçok çocuk doğal bir süreç için­
nımlamak amacıyla, ZB puanlarının saptanma­ de konuşma ve iletişim kurma yeteneğini ka­
sı hakkındaki bakış açılarını değiştir­mişlerdir. zanmasına karşın, zekâ geriliği olan çocuklar
Son yıllarda profesyoneller psikolojik, fiziksel ve
etkili iletişim becerilerini kazanmak için yardıma
çevresel boyutlarda bireyin güçlü ve zayıf yön­
ihtiyaç duyabilirler. Hafif yetersizlikleri olanlar
lerini tanımlayarak, kişinin farklı alan­lardaki iş­
diğerleri tarafından anlaşılır bir biçimde konuş­
levselliğini artırmak için ne tür çevresel destek­
mak için bir konuşma sınıfında artikülasyon (bo­
lere ihtiyaç olduğunun belirlenmesi gerektiğini
ğumlanma) eğitimine ihtiyaç duyabilirler. Daha
savunmaktadırlar.
ciddi yeter­sizlikleri olan çocuklar için ise, kendi
Bu yaklaşımla ilgili bir örnek 29 yaşlarında
temel ihtiyaç ve duygularını etkili bir biçimde
45 ZB’ye sahip Roger’dır. Roger, 6 yaşından
anlata­bilmek için yıllarca süren yoğun dil eğiti­
beri zekâ geriliği olan çocuklara özel bir prog­
rama katılmaktadır. DSM’ye göre Roger hafif mine ihtiyaç duyarlar.
derecede zekâ geriliği olarak tanımlan­maktadır.
Bu tanı temel alındığında, Roger’in yaşamını SOSYAL BECERİLER Hafif derecede zekâ
bağımsız sürdürmesi, kendine baka­bilmesi, 2. geriliği olan bireyler arasında arkadaşlık kurma
sınıfın üstünü okuması beklenemez­di. Ancak ve sürdürmekte güçlük çekmek çok genel bir
AAMK sınıflama sisteminde Roger’ın işlevsel­ durum değildir. Daha ciddi yetersizlikleri olan
liğini en üst düzeye çıkartmak için nelere ge­ çocuklar sosyal gereklerin çok az farkındadır­
reksinimi olduğu vurgulanmaktadır. Böylece bir lar. Birçoğu açıkça arkadaşçadırlar ve karşılaş­
klinisyen Roger’ın tanıdığı bir güz­ergahta oto­ tıkları kişilerin onlara kucak açmalarını isterler
büse binebildiğini keşfetmiş olacak­tır. Yemek ya da diğerlerinin onlara yaklaşımlarının farkın­
hazırlamak karışık bir iş olmasına karşın, don­ da değillermiş gibi görünürler. Anlamlı sosyal
muş yiyecekleri mikrodalga fırınlar­da hazırlaya­ davranışlardan yoksundurlar ve sosyal olaylar
bilmektedir. karşısında sorumluluk almazlar. Bu kişiler ken­
Okullarda bireyin, eğitim ihtiyacı, güçlü ve dini ifade edebilen kişilere göre daha yoğun
zayıf yönleri temelinde oluşturulmuş birey­ duygular yaşayabilirler.
selleştirilmiş alanlara ihtiyaç vardır. Entelek­
tüel işlevlerindeki yetersizlikler nedeniyle bire İŞLEVSEL AKADEMİK BECERİLER İleri
bir eğitime ihtiyaç duyan bir öğrenci ile fiziksel düzeyde okuma, yazma ve matematik, hafif de­
yetersizlikleri ya da duygusal sorunları nede­
Şekil 15.3 Zekâ geriliği ve uyum becerilerinin doğası ve
niyle yoğun eğitim alan bir çocukta aynı sınıfta nedenleri ve zekâ geriliğinde eksik olan genel bilişsel yetiler.
yer alabilir. Öğrenciler sınıf çevresini ihtiyaçları
doğrultusunda tanımlarlar. Bu yak­laşımın dam­
galanma etkisini azaltacağı ileri sürülmektedir. Yetersizlikler

işlevsel
ZEKÂ GERİLİĞİNDE BECERİLER
toplumu
akademik
Yetersizlikler kullanışında
becerilerde
ve BİLİŞSEL YETENEKLERDE dilin işlevini
GÖZLENEN YETERSİZLİKLER kontrolde bilinen
biyolojik
ev yaşam bilinmeyen etiyoloji uyarıcıya sağlık ve
Şekil 15.3 zekâ geriliğine özgü yetersizlikleri becerilerinde etiyoloji dikkatte güvenlikte

düşünmemizi organize etmeye yardımcı olacak yürütücü kısa süreli


üç halkayı göstermektedir. kendini işlevlerde bellekte sosyal
yönetmede becerilerde
hızı
işlemlemede
UYUMSAL BECERİLERDE iş kendine bakım

YETERSİZLİKLER
becerilerinde becerilerinde

Şekil 15.3’ün en dıştaki dairesinde zekâ ger­ iletişimde

iliği olan bir bireyin günlük yaşamında ihtiyaç


448 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

recede zekâ geriliği olanlar için bile zor sorunlar­


dandır. Ancak çoğu etkili alış-veriş için dengeli
bütçe yapabilmek ve para biriktirebilmek için
yeterli aritmetiği öğrenebilmekte­dirler. Hatta ye­
terli bir biçimde reçeteleri, kul­lanım kılavuzlarını
ya da sadece eğlence kitaplarını okuyabilmek­
tedirler. Çok az öğret­men, alışılageldiği şekilde,
bu tip becerileri ciddi yetersizliği olan çocuklara
öğretmek için girişimde bulunmaktadır. Ancak
uygun yön­ergelerle bu çocuklar, örneğin işaret­
leri ve etiketleri okuyarak günlük yolunu bulma
ya da bir dükkânda hesap makinesi kullanma
gibi işlevsel akademik becerileri öğrenebilirler.

KENDİNE BAKIM BECERİLERİ Bu beceri­ Zekâ geriliği olanların eğitiminin önemli bir unsuru iş
ler, banyo yapma, yemek yeme, giyinme, tuva­ becerileri öğretimidir. Orta derecede geriliği olan çocuklar bile
lete gitme gibi günlük yaşam içindeki rutin et­ kendilerinden daha geri olanlarla zaman zaman çalışmalarını
sağlayacak beceriler kazanabilirler.
kinliklerdir. Birçok zekâ geriliği olan çocuk, tüm
bu becerilere sahiptir. İleri derecede ağır zekâ bulma konusunda yardıma gereksinimi olana
geriliği olan bireyler ise genellikle bu temel ko­ kadar sınırları belli bir işte ve toplulukta başarılı
nularda ciddi ve zor bir eğitim ve dene­time ihti­ bir biçimde çalışabilirler.
yaç duyarlar. Bu çocukların çoğunun aynı za­
manda fiziksel yetersizliği de vardır - yetersizliği SAĞLIK VE GÜVENLİK Nezle olduğunda
olmayan bir kişi için çok basit olan bir hareket, ne yapılacağı, küçük bir kesikle nasıl bahşedile­
hareketleri kısıtlı bir menzilde olan bir kişi için ceği, emniyet kemerini kullanarak kendini koru­
gerçek bir zorlanma olabilmektedir. ma, yabancılarla uygun biçimde etkileşimde
bulunma, doğum kontrolünü kullanma, bağım­
EV YAŞAMI BECERİLERİ Zekâ geriliği olan sız yaşayabilmeleri açısından fark yaratan be­
yetişkinler, ev ve eşyaların bakımı, alış-veriş cerilerdir.
yapmak, yemek yapmak ve günlük programlar
oluşturma gibi becerilerde zorlanabilmektedir. İŞ BECERİLERİ Eğitimin temel amacı ço­
Bazıları bu konularda oldukça başarılı olmakla cukları bir mesleğe hazırlamaktır. Hafif dere­
birlikte genellikle basit yemekleri yaparken özel cede zekâ geriliği olan birçok genç, okulu bitir­
adımları düşünüyor olmaktan bütün yemek­ dikten sonra rekabetçi bir işte kendi kendi­lerine
lerinin hazır olarak gelmesine kadar değişen bir yetebilecekleri birçok beceriyi edinmek­tedirler.
menzilde yardıma ihtiyaç duyarlar. Hafif derecede bir zekâ geriliği kendini akade­
mik alanlarda hemen gösterse de iş yaşamında
TOPLUMSAL KULLANIM Bu alanda sınırlı fark edilemeyebilmektedir. Orta derecede zekâ
destek gereken kişi, yardım almadan otobüse geriliği olan bireyler, özellikle basit, yapılandı­
binebilir, fakat süremez. Dini hizmetlere yardım­ rılmış ve denetimli işlerde, korunaklı iş ortam­
sız katılabilir, bir kredi sistemini kullanarak bak­ larında ya da aile işlerinde bazı iş becerilerini
kaldan alış-veriş yapabilirler. Yaygın desteğe kazanabilmektedirler.
gereksinim duyan birey, onu dışarıya götürecek Zekâ geriliği olan bazı kişiler, büro, bakım,
birebir bir görevli kişiye gereksinim duyabilir. çamaşırhane işleri, paketleme, elektronik ve
elektronik montaj, metal kesme, sondaj, diğer
KENDİLİK YÖNELİMİ Etkinliği başlatma, mekanik işler, çiftçilik, bahçıvanlık ve maran­
ihtiyacı olduğunda yardım isteyebilme, günlük gozluk yapabilmektedirler. Hatta bazıları ev ba­
programları takip etme, yeni durumlarla kar­ kım ve yemek hizmetleri işlerini de yap­maktadır.
şılaştığında sorun çözme gibi beceriler zekâ Bazılarına ise kendilerinden daha yetersiz kişi­
geriliği olan bireylerin ne denli bağımsız yaşa­ lere bakım ve eğitim verme işine katılmaları ve
yabileceğini ve çalışabileceğini belirler. Hafif bu yaşantıdan yararlanmaları öğretilebilmekte­
derecede zekâ geriliği olan bir birey uzun yıllar, dir. Birçok zekâ geriliği olan birey ısrarcı, dakik
düzeyinden ötürü işten çıkarıldığında yeni bir iş ve işlerine bağlı işçilerdir.
ZEKÂ GERİLİĞİ 449
√√

GENEL BİLİŞSEL YETENEKLERDEKİ yönergelerle kontrol edilir ya da düzenlenir.


YETERSİZLİKLER Sonrasında çocuğun bu bilgileri yüksek sesle
Şekil 15.3’teki orta bölümdeki halkada zekâ taklit etmesi onun davranışlarına ipucu ya da
geriliği olan bireylerin genel bilişsel yetenek­ rehberlik görevi görür. Bu süreç çocuk ilk keli­
lerinde bir ölçüde gözlenen yetersizliklere yer melerini içselleştirdiğinde, içsel konuşmaya dö­
verilmektedir. Bu yetenekler, dış halkadaki nüştüğünde tamamlanır (Vygotsky, 1978). Bu,
uyumsal becerilerin altında yatar. dil ve eylem arasındaki bağlantı zekâ geriliği
olan çocuklarda gelişmeyebilir, kendini-düzen­
UYARICIYA DİKKAT ETME Zekâ gerili­ lemedeki bozulmaya yol açar (Whitman, 1990).
ği olan bireyler, zekâ geriliği olmayan bireyle­
re göre bir uyarıcının farklı boyutlarına dikkat ZEKÂ GERİLİĞİNİN ETİYOLOJİSİ
ederler. (Zeaman ve Hanley, 1983). Örneğin
Şekil 15.3’te yer alan en içteki dairede zekâ
zekâ geriliği olan bireyler bir objenin pozisyo­
geriliği olan nüfusun sadece %25’inin birincil
nuna, rengi biçimi gibi diğer boyutların­dan daha
nedenleri özgün olarak tanımlanabilmektedir.
kolay dikkat ederler, bu da esneklik gerektiren
noktalarda sorun çözmek için bir dezavantaj
oluşturmaktadır. TANIMLANAMAYAN ETİYOLOJİ
Şu anki bilgiler ışığında, ağır ya da ileri dere­
KISA SÜRELİ BELLEK Hafif derecede zekâ cede ağır zekâ geriliği olan bireylerin aksine,
geriliği olan ve olmayan çocukların uzun süre­ daha az ağır zekâ geriliği olan bireylerin organik
li belleklerinin aynı işlediği bulunmuş olmasına bir beyin hasarına sahip olmadıkları bildirilmek­
karşın, zekâ geriliği olan bireylerin kısa süreli tedir. Buna göre organik yetersizlik­lerle ilişkili
bellekleri oldukça zayıftır. Bu, normal bireylerin zekâ geriliği olan bireyler tüm sosyo­ekonomik,
bu işlemi kendiliğinden yaptığı, örneğin; 7 ra­ etnik ve ırksal gruplarda aynı yüzde de yer
kamlı bir sayı dizisinin hatırlanması istendiğin­ alırken, hafif ve orta derecede zekâ geriliğine
deki gibi, kısa süreli bellekteki mad­delerin zekâ ise daha çok düşük sosyo-ekonomik gruplarda
olarak tekrarlanamaması sürecine bağlı olabil­ rastlanması, yoksunluğun bazı sosyal koşulla­
mektedir (Dettertman, 1979). Zekâ geriliği olan rının zekâ geriliğinde gözlenen entelektüel ve
bireylere bilgi verildiğinde ve hatır­lamasına yar­ davranışsal gelişim üzerinde temel bir rol oyna­
dım edildiğinde kısa süreli bellek­lerinde düzel­ dığını düşündürmektedir.
meler olabilmektedir, ancak bu düzeltme mik­ Yale Üniversitesinden psikolog Edmund Zig­
tarı da sınırlıdır (Ellis, Deacon ve Wooldridge, ler (1967) öne sürdüğü kuramında, daha hafif
1985). derecedeki zekâ geriliklerinde güdüleyici fak­
törlerin önemini vurgulamıştır. Bu kurama göre,
İŞLEMLEME HIZI Zekâ geriliği olan çoğu geriliği olanlar için yapılan kurumlardaki sosyal
kişi bilgiyi daha yavaş işlemler, örneğin görsel yoksunluğun bu kişilerin, geçmiş görev­lerindeki
alanında olan iki çizgiden hangisinin daha uzun başarısızlıkları, doğru yaptığının söylenmesi
olduğunu belirlemeyi normallerden daha uzun gibi pekiştiricilere daha az önem verilmesi, biliş­
bir sürede yaparlar (Netteleet, 1985). sel görevlerde, normal çocuklara kıyasla zekâ
geriliği olan bireylerin motivasyon­larını daha
YÜRÜTÜCÜ İŞLEVLER. Bu tür bilişsel be­ da azaltmasına yol açmaktadır. Sözü edilen
ceriler, nasıl plan yapılacağını bilme, birinin bu motivasyonel değişkenlerin güçlendirilme­
ilerlemelerini izleme, bir işin tamamlanması ve si hafif derecede zekâ geriliği olan bireylerin
doğruluğu için harcanan çabanın sonuçlarını performanslarını arttıracaktır. Ulaşılan iyileşme
denetleyebilmeyi kapsar. Zekâ geriliği olan bi­ sınırlı da olsa bu görüşe bazı görgül destekler
reylerin ise bu alanlarda gerilikleri olduğu bilin­ gelmektedir (Weiss, Weisz ve Bromfield, 1986.
mektedir (Butterfield ve Belmont, 1977). Weisz ve Yeates, 1981).
Daha yeni kuramlar, Zigler’in bakış açısını,
DİLİN KONTROL İŞLEVİ Rus nöropsikolog biyolojik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etk­
Lev Semenovich Vygotsky (1896-1934) kişinin ileşimini ele alarak genişletmişlerdir. Baumeis­
davranışlarının kontrolünde sözde özel konuş­ ter, Kupstas ve Klindworth (1992), daha hafif de­
manın önemini vurgulamıştır. Bir çocuğun dav­ recede zekâ geriliğinin ortaya çık­masında bazı
ranışları ilk olarak diğer insanlardan aldıkları değişken gruplarının rol aldığını ileri sürmekte­
450 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

dirler. Bunlar, sınırlanmamış kalıt­sal faktörler Down Sendromlu kişiler, kısa boy, oval, yu­
gibi yatkınlık yapan (diyatez) değişkenler ve eği­ karıya çekik gözler, gözün iç köşesinin üzerin­
timsel, sağlık bakımı gibi kaynak değişkenlerdir. den göz kapağının yukarısına doğru uzanan bir
Bu gün ulaşılabilen nörolojik yöntemlerle araş­ kıvrım; seyrek, ince, düz saç; geniş ve yassı
tırılamayacak düzeyde zor algılanır olan, aynı bir burun köprüsü, kare şeklinde kulaklar; ağ­
derecede biyolojik beyin bozulmasına sahip iki zın küçük ve damağın alçak olmasından ötürü
kişi olduğunu düşünün. Bir çocuk üst sosyo­ dışarı çıkan büyük kırışık bir dil; ve kısa, kalın
ekonomik sınıftan, diğeri ise alt sosyo­ekonomik parmaklarla, kısa, geniş eller gibi, sendromun
sınıftan gelmektedir. Birinci kişinin hafif yetersiz­ kendine özgü fiziksel belirtileri kadar, orta de­
liği, ailesinin mali kaynaklarıyla olanaklı kılınan receden ağır dereceye kadar uzanan geriliğe
zenginleştirilmiş sosyal ve eğitimsel çevresiyle sahiptirler.
ödünlenebilecektir. Buna karşılık ikinci bireyin Down Sendromlu çocukların yaklaşık
yetersizlikleri, yoksun çevresel koşullarla daha %40’ının kalp sorunları vardır. Küçük bir gru­
da abartılabilecektir. Sosyal avantajları olan bir bunda üst bağırsak sistemi tıkanıklıkları ola­bilir
birey gerilik belirtileri gösterdiğinde, daha yoğun ve yaklaşık 1/6’sı ilk yıl içinde ölmektedir. 40
zekâ geriliği olmuş olacak, daha az istekli ya da yaşından sonraki ölüm oranı yüksektir. Beyin
zenginleştirilmiş yetiştirilmeden gelecek yardı­ dokusu otopsisi genellikle Alzheimer hastalı­
ma daha kapalı olacaktır. ğındakine benzer bozulmaları göster­mektedir.
Zekâ geriliklerine karşın bu çocuklar­dan bazı­
BİLİNEN BİYOLOJİK ETİYOLOJİ ları okumayı, yazmayı ve aritmetiği öğrenebil­
Zekâ geriliği olan bireylerin yaklaşık olarak mektedirler.
%25’inde bilinen biyolojik nedenler anormal bir Down Sendromu, 1866 yılında klinik belirti­
durum olmadığında istatistiksel olarak bekle­ lerini ilk kez tanımlayan İngiliz doktor Langdon
nilen şekliyle evrendeki geriliğin görülüş sık­ Down’dan sonra isimlendirilmiştir. 1959 yılında
lığını artırmaktadır. Bu bireyler normal eğrinin Fransız kalıtımcı Jerome Lejeune ve arkadaş­
ucundaki tepeciğin altında toplanmışlardır. (Şe­ ları kalıtsal temelini belirlemişlerdir. İnsanoğlu
kil 15.4). Kalıtsal koşullar, bulaşıcı hastalık­lar, genellikle, her bir ana babadan gelen 23 kro­
kazalar ve çevresel tehditler bozulmanın ne­ mozomdan toplam 46 kromozoma sahiptir.
denlerine ilişkin dört kategoridir Down Sendromlu kişiler 46 yerine, hemen her
zaman 47 kromozoma sahip durumdadırlar.
KALITSAL YA DA KROMOZOMAL ANOR- Yumurtanın olgunlaşması süresince 21. çiftin
MALLİKLER Bilinen tüm gebeliklerin sadece 2 kromozomu, en küçük olanları ayrılamazlar.
yüzde 5’inin altında kromozomal anor­mallikler Yumurta döllenmişse bir spermle birleşerek 21.
vardır. Bu gebeliklerin çoğunluğu kendiliğinden kromozom sayısı 3 ola­caktır; yani teknik terimi
düşük ya da ölümle sonuçlan­maktadır. Doğan ile trisomy 21. Down Sendromu, canlı doğumla­
bebeklerin yaklaşık olarak yüzde 1’inin yarısı rın 800-1200 de birinde görülmektedir.
kromozomal bir anormalliğe sahiptir (Smith, Bi­ Zekâ geriliğe neden olan bir diğer kromo­
erman & Robinson, 1978). Bu bebeklerin önem­ zomal bozukluk frajil X sendromudur. Bazı
li bir kısmı doğumdan hemen sonra ölmektedir. kişilerde X kromozomu ikiye ayrılabilir. Frajil
Yaşayan bebeklerin çoğun­luğu ise Down Send- (kırılgan) X ile ilişkili fiziksel semptomlar, büyük
romu ya da trisomy 21 e sahiptirler. az gelişmiş kulaklar, uzun, zayıf bir yüz, geniş
Şekil 15.4 ZB puanlarının kuramsal dağılımını gösteren normal bir burun kökü gibi yüz özellikleri ve erkeklerde
eğrisi. Soldaki tümsek biyolojik nedenlerden oluşan ağır ve ileri büyük testisleri içermektedir. Frajil X genotipi­
derecede ağır geriliğin gerçek sıklığını göstermektedir.
ne sahip kişilerde DNA testi kullanılarak yapı­
lan son çalışmalar, Frajil X’in farklı türlerine sa­
hip kişilerdeki bir işlevsizlik spektrumuna kanıt
getirmektedir. (Hogerman, 1995). Pek çok kişi
zekâ gerilik ve davranış sorunları gösterse de,
0.5%
diğerleri normal zekâ bölümüne sahiptir, ancak
öğrenme güçlükleri frontal lob ve sağ hemisfer
25 40 55 70 85 100 115 130 145
görevlerinde güçlükler ve duygudurum değiş­
68%
kenliği (lability) gösterirler. Otistik bozuk­luğun
2.5% 95% 2.5%
bazı vak’alarının Frajil X’in bir türü ile ortaya
ZEKÂ GERİLİĞİ 451
√√

çıktığına inanılmaktadır. Frajil X’li bazı kişiler Yeni doğmuş bebek birkaç gün süt tüketse de,
utangaçlık ya da düşük göz teması gibi sosyal kanda aşırı miktarda fenilalanin saptanabilir
güçlüklere sahip bulunsalar da oldukça az so­ ve devlet yasaları bunu test etmeyi gerektirir.
runları vardır. Frajil X, Down Sendromundan Test pozitif ise, ana babaların bebeğe fenilala­
sonra, kromozomal bir temele sahip zekâ gerili­ ninden düşük bir diyet sağlamalarına çalışılır.
ğin ikinci kaynağıdır. (Dykens ve ark, 1988). Eski bilgiler, 3 ay - 6 yaş arasındaki çocuklarda
diyeti sınırlamayı önerse de, günümüzde ana
ÇEKİNİK GEN BOZUKLUKLARI Bozuk bir babalar mümkün olduğunca erken, özel diyeti
çift çekinik (resesif) gen bir enzim oluşumunu uygulamaları ve bunu sürdürmeleri konusunda
yanlış yola soktuğunda, metabolik süreçler bo­ cesaretlendirilmekte­dir (Collaborative Study of
zulur. Bu sorun, embriyonun rahimdeki gelişimi­ Children Treated for Phenylketonuria, 1975).
ni etkileyebilir ya da daha sonraki yaşamda çok Bu diyet, fetusun, zehirleyici düzeyde fenilala­
önemli bir hale gelebilir. nine maruz kalma­ması için, özellikle gebe ka­
Fenilketonüri de (PKU) bebek normal do­ dınlar için önemlidir (Baumeister & Baumeister,
ğar, hemen sonra karaciğer enzimi fenilalanin 1995). Yapılan son araştırmalar, diyet kısıtla­
hidroksilaz eksikliğinden yakınılır. Bu enzimin, maları 5-7 yaşta son bulan çocukların, işlev­
epinefrin gibi hormonların gelişiminde esas olan selliklerinde, özellikle ZB, okuma ve yazmada,
bir aminoasite, fenilalanine dönüştürülmesi ge­ bir miktar azalma gös­terdiklerini göstermekte­
rekmektedir. Bu enzim yeter­sizliğinden dolayı, dir (Fishier ve ark, 1987; Legido ve ark, 1993).
fenilalanine ve bunun türevi fenil prüvik asit yı­ Diyeti sürdüren PKU’lu çocuklar arasında bile,
kıma uğramaz ve bunun yerine vücut sıvılarına zamanla görsel algısal ve aritmetik becerilerde
yerleşir, en sonunda geriye dönüşü olmayan hasarlar ortaya çıkabilir.
beyin hasarlarına yol açar. Metabolize olmamış Başka birkaç yüz çekinik-gen hastalığı da
aminoasit, miyelin kılıfının oluşması, hızlı trans­ belirlenmiştir ve bunların birçoğu zekâ geriliğine
mittal iletiler için gerekli nöron aksanlarının kılıf­ yol açmaktadır. Zekâ geriliği olgu­larının sade­
laşmasını engellemektedir. Frontal lob nöronla­ ce küçük bir oranı herhangi tek bir rahatsızlıkla
rı gibi, akıl­cı karar verme benzeri bir çok önemli açıklanmaktadır. Kalıtım danış­manı, geleceğin
zekâ işlev bölgesi, özellikle etkilenir, zekâ geri­ ana babalarına, kalıtsal temel­lerinin, belirli çe­
liği ağırdır. kinik genleri taşımaları konusunda risk altında
PKU, yaklaşık 14.000 canlı doğumda bir gibi olup olmadıklarını belir­lemeleri konusunda yar­
ender bir görülme sıklığına sahip olsa da, yet­ dımcı olabilir.
miş kişiden birinin çekinik gen taşıyıcısı olduğu
tahmin edilmektedir. Taşıyıcı olmalarından kuş­ BULAŞICI HASTALIKLAR Fetus, rahimde
kulanılan ana babalar için bir kan testi vardır. iken rubella (kızamıkçık) gibi anneye ait bulaşıcı

Sol: 23 çiftlik normal kromozom yapısı. Sağ: Down Senromu’nda 21. kromozomda bir trisomi var
452 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

hastalıkların sonucu oluşabilen, yük­sek düzey­ dadır ve değişik düzeyde kafa yaralan­maları ve
de zekâ gerilik riskine sahiptir. Bu hastalıkların zekâ geriliğine yol açabilir. Emniyet görevlileri
sonuçları, fetusun belirlenebilir bağışıklık tepki­ çocukların arabaya, emniyet kemeri takarak
sinin olmadığı gebeliğin ilk üç aylık döneminde binmelerinin, zekâ geriliğinin görülme oranının
en tehlikeli durumdadır. Sitomegalovirüs, tok­ azalmasında önemli bir rol oynayabile­ceğini
soplazma, rubella (kıza­mıkçık), herpes simplex söyler.
(uçuk) ve frengi, bun­ların tümü, fetusta hem
zekâ geriliği hem de fiziksel bozukluklara ne­ ÇEVRESEL TEHLİKELER Kurşunlu benzin
den olan, anneye ilişkin enfeksiyonlardır. Anne yakan otomobillerin egzozlarında, kurşun içe­
enfeksiyonun çok az belirtisini yaşayabilir ya ren boyalarda ve dumanlı siste bulunan kurşun
da hiçbir belirti göstermeyebilir, ancak gelişen ve zehirlenmiş balıklardan yayılabilen cıvayı da
fetus üzerindeki etkiler yıkıcı olabilir. Doğum içeren birkaç çevresel madde zehirlenme ve
öncesi kliniklere gelen gebe kadınlara frengi zekâ geriliğine neden olabilir. Kurşun zehirlen­
için bir kan testi yapılır. Günümüzde, Amerikalı mesi anemi, zekâ geriliği, felç ve ölümün yanı
kadınlarının yaklaşık %85’inin kazanmış olduğu sıra, böbrek ve beyin hasarına da yol açabilir.
kızamıkçığa karşı bağışıklıklarının olup olmadı­ Kurşun içeren boyalar artık Birleşik Devletler­
ğını belirlemek için de kan testi yapılabilmekte­ de yasaklanmıştır, ancak kabarıp dökülmüş de
dir. Bağışıklığı olmayan kadınlar gebe kalma­ olsa hâlâ eski evlerde bulunabilmektedir.
dan en az 6 ay önce aşı olmalıdırlar. Eğer fetus
anneden ötürü kızamıkçık olursa, bebeğin zekâ ZEKÂ GERİLİĞİN ÖNLENMESİ VE
geriliğe neden olan beyin hasarları ile doğma TEDAVİSİ
olasılığı vardır.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlarında,
HIV enfeksiyonu, zekâ geriliğinin önemli bir
zekâ geriliği olan kişileri barındırmak için birçok
nedeni durumundadır. HIV virüsü taşıyan bir
büyük kurum inşa edilmiştir. Bunların çoğu, yeni
kadın yaklaşık üç aylık gelişimi olan fetusa virü­
yapılandırılmış zekâ testlerine göre durumu ağır
sü geçirir ve virüs bulaşan bebeklerin yak­laşık
olan hastalara yönelik bakım evlerinden öteye
yarısı zekâ geriliği geliştirir. Bazıları önce nor­
gitmemiştir. Buralarda yaşayan kişilerin büyük
mal gelişim gösterir, ancak HIV virüsünden ötü­
çoğunluğu yakın zamanda göç edenler, ırksal
rü içinde bulundukları durum kötüye giderken,
azınlık üyeleri, fiziksel yetersizlikleri olan çocuk­
bilişsel ve motor işlevselliklerinde azalma görü­
lar ve yoksullardır.
lür; bazıları ise HIV virüsü ile zekâ­da herhangi
Zorunlu ayırım, eşlerden birinin zekâ düzeyi
bir bozulma olmaksızın yıllarca yaşamaktadır.
düşük olan bir ana ya da baba ile doğan ço­
Bulaşıcı hastalıklar doğumdan sonra da, ço­
cukların sayısını düşürse de, kurumlardaki çift­
cuğun beyninin gelişimini etkileyebilirler. Ense­
falit ve meningokoksal menenjit, geriye dönüşü Şimdilerde kurşun bazlı boyalar yasa dışı olmasına karşın eski
evlerde halen bulunmaktadır. Bunlardan parçalar yemek kurşun
olmayan beyin hasarına ve hatta hastalık, be­ zehirlenmesine ve zekâ geriliğine yol açabilmektedir.
beklik ya da erken çocuklukta söz konusu ise,
ölüme yol açabilir. Yetişkinlikte bu enfeksiyonlar
genellikle, belki de beynin gelişi­minin 6 yaş ci­
varında büyük oranda tamamlan­ması nedeniy­
le daha az önemlidir. Beynin koruyucu zarının
aniden iltihaplandığı ve ateşinin (vücut ısısının)
oldukça yüksek olduğu çocukluk menenjitinin
birkaç türü vardır. Ağır zekâ geriliği olmaksızın
yaşayan bazı çocuklar, hafif dereceden orta de­
receye kadar gerilik gösterebilirler. Sonradan
ortaya çıkan diğer geriletici etkiler sağırlık, pa­
ralizi ve epilepsidir.

KAZALAR Birleşik Devletlerde kazalar, bir


yaş üzerindeki çocuklarda ciddi yeti yitimi ve
ölümün baş nedenidir. Düşme ve araba kaza­
ları, erken çocuklukta en yaygın kazalar arasın­
ZEKÂ GERİLİĞİ 453
√√

Head Start programlarıyla


gösterildiği gibi erken
müdahaleler, geri çocukların
yoksun çevre etkisini ortadan
kaldırma yoludur.

leri çocuk doğurmaktan alıkoyamamıştır. 1907 ÇEVRESEL MÜDAHALELER VE


yılında, Indiana’da ilk kez, zekâ geriliği olan ZENGİNLEŞTİRME PROGRAMLARI
kadınlar için zorunlu sterilizasyon yasası onay­ Hafif ya da orta düzeyde zekâ geriliklerinin
lanmıştır. 1930’a kadar 28 eyalet bu yasaları altında yatan nedenin uyarıcı çevre yokluğu
benimsemiştir. Bunların anayasaya uygunluğu olduğuna inanılan kişiler, evde bulamadıkları
tartışılsa da, 1950’li yıllarda zorunlu sterilizas­ yaşantıları sağlayarak düzenli okul ortamında
yon -özellikle eğitimsiz azınlık ve göç­men grup­ başarılı olmaları için çocukları sosyal ve kültürel
larda- birçok kurumda uygulanmaya devam açıdan hazırlamak amacı güden ve anaparası
edildi. 1960’lı yıllarda, zekâ geriliği olan kişilerin federallerce karşılanan Head Start gibi prog­
evlenme ve çocuk sahibi olma hak­larının korun­
ramlara katılabilirler. Head Start için destek, aç­
ması amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Bugün
lık ve vatandaşlık haklarına ulusal bir dikkatin
alanda çalışanlar, zekâ geriliği olan yetişkinlerin
yöneltildiği 1960’lı yıllarda gelmiştir.
evlenmek ve çocuk sahibi olmak kadar, cinsel
Head Start programının temeli, erken bilişsel
ifade özgürlüğüne ilişkin haklarını da destekle­
ve sosyal becerilerin gelişimine odaklı, toplum
mektedirler.
temelli anaokulu eğitimidir. Head Start, çocuk­
Zekâ geriliği olan çocukların depo bakımı
lara aşılama, duyma ve görme testi, tıbbi tedavi
(warehousing) dünyanın birçok yerinde hâlâ
ve beslenme bilgisini içeren sağlık hizmetleri­
görülmektedir. Örneğin, Sovyet ideali olan “mü­
kemmel çocuklar” düşüncesi, Rusya’da ana ni sağlamak amacıyla, toplumdaki uzmanlarla
babaların yeti yitimi olan çocuklarını devlet ku­ anlaşır (North, 1979). Ruh sağlığı hizmetleri
rumlarının bakımına bırakmaları -aslında ihmal bu programların diğer önemli unsurlarıdır. Psi­
etmeleri- yönünde teşvik edilmesine devam kologlar çocukların psikolojik sorunlarını be­
edilmektedir (Bennett, 1997). lirleyebilirler ve anaokulu çevresini psikolojik
Zekâ geriliğinin önlenmesi, bunun neden­ konulara duyarlı hale getirmelerine yardım et­
lerinin anlaşılmasına bağlıdır. Tıbbi kalıtım ala­ mek amacıyla öğretmenlere ve personele, ör­
nı zekâ geriliğinin ciddi kalıtsal nedenlerini önle­ neğin çocuk gelişimi ile ilgili bilgileri anlatarak,
mek için henüz yeterli donanıma sahip değildir, bir vak’a hakkında konuşarak ya da personelin,
ancak kalıtımdaki çok şaşırtıcı ilerlemeler, çok ana babaların kaygılarını anla­malarına yardım
uzak olmayan gelecekte bu durumu değiştire­ ederek danışmanlık yapabilir­ler (Cohen, Solnit
bilir. Zekâ geriliğinin nedenleri bilinmediği süre­ & Wohlford, 1979). Sosyal çalışmacılar, çocu­
ce, önleme olası değildir, ancak tedavi kişinin ğun ailesini desteklemek, gerekli sosyal hizmet­
kendi seçimi içerisinde yaşayabilme becerisini lerle aileleri birbirine bağlamak ve ana babaları,
geliştirmeyi sağlar. Yoksul bir çevre, hafif zekâ çocuklarının eğitimi ile ilgilenmeye teşvik etmek
geriliğinin kaynağı olduğunda zenginleştirme için hizmet vere­bilirler (Lazar, 1979).
programları daha çok bozuk­luğu önleyebilir, Head Start çocukları ile, farklı bir anaokulu­
hatta bazen bunların üstesin­den de gelebilir. na giden ya da hiç okula gitmeyen çocukların
454 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

karşılaştırıldığı bir araştırma, Head Start çocuk­ taşımaya hazırlayan, aşamalı bir geçiş dönemi
larının sosyal-bilişsel yetenek ve motor dürtüsel­ vardır. Tıbbi bakım sağlanır ve öğretilir, orada
lik açısından her iki kontrol grubundan anlamlı yaşayan danışmanlar ve görevliler hastanın
biçimde daha fazla gelişme gösterdik­lerini orta­ özel gereksinimleri ile ilgilenirler. Burada yaşa­
ya koymuştur. Göreceli ilerleme Afrika kökenli yan kişiler, yetenekle­rine göre, ev ile ilgili işlere
Amerikan çocukları, özellikle ortala­manın altın­ katılmaları için teşvik edilirler. Ağır zekâ özürlü
da yeteneğe sahip olanlar için daha güçlüdür. çocuklar, eğitimsel ve psikolojik hizmetler tara­
Head Start programı çocukların işlevselliklerini fından sağlanan evlerde ya da bakım evlerin­
arttırmada başarılı olsa da, bu çocuklar, prog­ de yaşayabilirler. İş sahibi olan ve bağımsız bir
ramdan bir yıl sonra; tam bilişsel düzeyleri açı­ biçimde yaşaya­bilen orta düzeyde zekâ geriliği
sından hâlâ akranlarının gerisinde yer almakta­ olan pek çok kişi kendi dairelerinde yaşamakta­
dırlar (Lee, Brooks-Gunn & Schnur, 1988). Baş­ dırlar. Diğerleri ise, genellikle akşamları hizmet
ka araştırmalar yoksul çocuklara, zekâ işlevsel­ veren bir danışman ile birlikte, zekâ geriliği olan
liklerini geliştirmelerine yardım etmede Head üç ya da dört yetişkinle birlikte bir dairede yarı
Start’ın değerini onaylamaktadır (Örn. Cronan bağım­sız biçimde yaşamaktadır. Sadece çok
ve ark, 1996; Perkins, 1995; Schleifer, 1995). ağır zekâ geriliği ve fiziksel yeti yitimi olan kişi­
(Odak 15.4). lerin, kurumlarda yaşamaya devam etme olası­
lıkları vardır (Cunningham & Mueller, 1991).
YATILI TEDAVİ
1960’lı yıllardan sonra, zekâ geriliği olan EDİMSEL KOŞULLAMAYA DAYALI
çocukları mümkün olduğunca tam anlamıyla DAVRANIŞSAL MÜDAHELELER
eğitmek amacıyla ciddi ve sistematik girişim­ Head Start gibi programlar dezavantajlı olan
ler yapılmıştır. Zekâ geriliği olan pek çok kişi, çocuklarda hafif zekâ geriliğini önlemeye yar­
toplumda etkili bir biçimde çalışmak için gerek­li dımcı olurken, daha ağır geriliği olan kişi­lerin
yeterliliği kazanabilirler. Bu kişilerin büyük has­ işlevsellik düzeyini arttırmak amacıyla, bilişsel
tanelerdeki gözetimli bakımından çok, eğitim ve davranışsal teknikleri kullanan başka erken
ve toplum hizmetlerinden yararlanmaları eğilimi müdahale programları geliştirilmiştir. İşlevsellik­
vardır. 1975’ten bu yana zekâ geriliği olan kişi­ lerini geliştirmek için, Down Sendromlu çocuk­
lerin, en az kısıtlayıcı yatılı ortamlarda uygun te­ larla, bebeklik ve erken çocukluk döneminde
davi alma hakları olmuştur. İdeal olan, orta de­ yapılan birkaç pilot çalış­ma vardır. Bu program­
recede zekâ geriliği olanların küçük ya da orta lar genellikle, dil beceri­leri, ince ve kaba motor
büyüklükte ev benzeri konutlarda yaşa­malarıdır. becerileri, öz bakım ve sosyal gelişiminde, ev
Bireyi, bir kurumdan, toplum içerisin­deki bir eve ve tedavi merkezi temelinde sistematik eğitim
içerirler. Özgün davranışsal amaçlar belirlenir
Zekâ geriliği olan bireylerin en az kısıtlayıcı çevrede tedavi ve edimsel bir yolla, küçük, ardışık basamaklar­
görme hakkı vardır. Orta derecede geri olan kişiler, sıklıkla, la bu beceriler çocuklara öğretilir (Örn. Clunie­
eğitilmiş yardımcılar tarafından denetlenerek toplum evlerinde
yaşarlar. cs, Ross, 1979).
Ağır geriliği olan çocukların, kendi kendiler­
ine yemek yiyebilme, tuvalet ve bakım ihtiyacını
karşılayabilmeleri için genellikle yoğun eğitime
gereksinimleri vardır. Ağır zekâ geriliği olan bir
çocuğa belirli bir davranışı öğretmek için, ter­
apist genellikle hedef davranışı analiz edip,
aşamalara ayırarak işe başlar, örneğin yemek
yeme ve bununla ilgili aşamalar: kaşığı ağza
götürmek, dudaklarla yiyeceği almak, çiğne­mek
ve yutmak gibi. Daha sonra çocuğa bu yemek
yeme aşamalarını öğretmek amacıyla, edimsel
koşullama ilkeleri uygulanır. Örneğin, çocuğun
kaşığı almaya yönelik başarılı çabaları, bu dav­
ranışı yapabilir duruma gelene kadar pekiştiri­
lebilir.
ZEKÂ GERİLİĞİ 455
√√

ODAK 15.4 EĞİTİMDE KAYNAŞTIRMA (mainstreaming)

1975 yılında, Birleşik Devletler Kongresi, Tüm En-


gelli Çocukların Eğitimi Eylemi 94-142 kamu yasasını
onayladı. Bu yasaya geçiş, yeti kaybı olan çocukların
eğitim hakları için büyük kazançları simgelemiş ve
onların toplumla bütünleşmelerini koruma altına al-
mıştır. Bu yasa, 3-21 yaşları arasındaki çocuklar için,
mümkün olduğunca kısıtlayıcı olmayan bir çevrede,
özgür, uygun bir devlet eğitimini garanti etmektedir.
Böyle bir çevre yeti kaybı olan bir öğrencinin, zihin-
sel, fiziksel ve sosyal açıdan gelişmesine olanak sağ-
lar. Her bir çocuk için yılda bir kez değerlendirilen bir
bireysel eğitim programı içerisindeki amaçlar sapta-
nır. Bazıları için kısıtlayıcı olmayan çevre, çocukların
normal gelişim gösteren çocuklarla birlikte eğitilme- Yetersizliği olan çocuklar şimdi sıklıkla kaynaştırılmakta,
si, onların sınıflarına katılması anlamına gelmektedir. yetersizliği olmayan öğrencilerle aynı dershanede
Bazıları, ayrı okulun, yeti kaybı olan çocuklar için eğitilmektedir.
gerekli yoğun eğitimi ve en iyi kaynakları sağladığını formansı ile bağlantılı diğer dezavantajlara yol aça-
söyleyebilmektedir. bilecek ayırım yapma örüntülerini içerirler. Öğretmen
Kaynaştırma (mainstreaming), 1986 yılında 99- ve idarecilerin kişisel yanlılıkları da, çocuğun özel bir
457 devlet yasası kabul edildiğinde büyük bir destek sınıfta yer alıp, almamasında önemli bir rol oynayabi-
almıştır. Bu yasa, 1991 yılına kadar bütün devlet okul- lir. Heterojen toplumumuz, bu ağır sosyal sorunlarla,
larının yeti kaybı olan tüm anaokulu öğrencilerine daha iyi baş edebilmek için bir yüzyıl boyunca müca-
hizmet edeceği, aksi takdirde federal para yardımını dele halindedir.
kaybedecekleri şeklindeki gereklilik ile daha önce- Genellikle, kaynaştırma ile ilgili sorunlara duyarlı
ki yasaya göre daha da genişletilmiştir. Her iki yasa olan programlar, yeti kaybı olan ve olmayan çocuk-
da, zekâ geriliği, otizm ve öğrenme güçlüklerinin yanı lar için olumlu sonuçlar verme eğilimdedir (Gottlieb,
sıra, konuşma, işitime, motor ya da görme sorunu olan 1990; Zigler, Hodapp & Edison, 1990). Normal ço-
çocuklar, yetenekli çocuklar* ve okul gelişimlerini en- cuklar, yaşamın erken dönemlerinde, insanlar arasın-
gelleyen önemli duygusal sorunlar yaşayan çocukları da çok büyük farklılıklar olduğunu öğrenebilirler ve
kapsamaktadır. saygı ve arkadaşlığa sahip olabilirler. Ana babala-
Ancak kaynaştırmanın sorunları da yok değildir. rından ve öğretmenlerinden aldıkları destek ile nor-
Örneğin Afrika kökenli Amerikanlar arasında, zekâ mal çocuklar, kendilerinden önceki neslin önyargısı
geriliği tanısı alan çocukların sayısı çok fazladır. olmaksızın yetişkinliğe erişebilirler. Böyle bir olasılık
Standart zekâ testlerindeki puanlar böyle bir yer- hem normal çocuklar hem de yaşıtları olan, duygusal
leştirme kararında esas olduğu için, Afrika kökenli ya da bilişsel açıdan dezavantajlı çocuklar için fayda
Amerikalıların haksız biçimde damgalanabilecekleri sağlayabilir.
ve özel eğitim sınıflarına atanarak -ki bu sınıflar dev-
let okullarında da olsa- dezavantajlı olabileceklerine *Görünüşte şiddetli yeti kaybı olan çocuklar için tasarlanmış bu yasanın,
yetenekli-başarılı-çocukları da kapsaması tuhaf görünebilir. Kuşkusuz müzik
ilişkin kaygılar da vardır (Heller, Holtzman & Mes- ya da sanat gibi bir alanda olağanüstü bir şekilde başarılı ya da yetenekli
sick, 1982). Bu tür sınıflardaki Afrika kökenli Ameri- olmak bir yeti kaybı değildir! Ancak böyle çocukların ana babaları, devlet
okullarının bazen, yetenekli çocuklarla etkili biçimde başa çıkmadan,
kalıların orantısız biçimdeki fazla sayıda olmalarının onların cesaretlerini kırarak, hatta bazen yetenek ve ilgilerini kötüleyerek,
nedeni karmaşıktır; bunlar, kötü ekonomik koşullar, onlara zarar verdiklerinin farkındadırlar. Böyle genç insanların ayrıca özel
gereksinimleri de vardır; fakat bütçe sıkışıktır ve kaynaklar zekâ geriliği olan
düzensiz ev yaşamı, yetersiz beslenme, düşük kalite- kişilere doğru yönetildiğinde bu durum anlaşılabilir, aksi takdirde zekâ ya da
deki okul eğitimi ve düşük test puanları ve okul per- fiziksel açıdan gölgelenir.

Uygulamalı davranış analizi2 diye de ad­ ganlık ve yalıtılmışlık şeklinde kendini gösteren
landırılan bu edimsel yaklaşım, uygun olmayan kalıplaşmış davranışlar -başı ileri geri sallamak
ve kendine zarar veren davranışları azaltmak gibi, yineleyici, ritmik, kendini uyarıcı hareket­
için de kullanılmaktadır. Kurumlarda yaşayan ler- gösterme eğilimindedirler. Bu uyumsuz ve
ağır zekâ geriliği olan çocuklar, kendi­lerine ya zarar verici davranışlar, genellikle, uygun dav­
da diğer çocuklara ve personele karşı saldır­ ranışların pekiştirilmesiyle azalabilmektedir.
2
Zekâ geriliğinin davranışçı literatüründe bu terim edimsel koşullamadan daha Bu programlarla ilgili çalışmalar, ince motor
sık kullanılmaktadır ama iki terim aynı türden değerlendirme ve müdahalelere
işaret eder. becerilerde, sosyal kabul ve kendine yardım
456 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

becerilerinde tutarlı gelişmeler göstermektedir. kendini yönlendirme eğitiminin, hafif zekâ geril­
Ancak, bu programların kaba motor ve dille ilgili iği olan çocukların toplama ve çıkarma işlemini
becerilerde daha az etkiye sahip olduğu görül­ öğrenmelerine yardım eden üst bilişsel beceri­
mektedir ve zekâ ve okul performansında uzun lerin öğretiminde etkili olduğunu bulmuşlardır.
süreli gelişmeler gözlenmemiştir. Bu program­ Çocuklar kendilerine “Nasıl başlayacağını” ve
ların, ana babaların herhangi bir eğitim olmaksı­ “Bu ne tür bir matematik problemi?” sorularını
zın evlerinde sağlayabileceklerinden daha fazla sorarlar. Bu soruların cevapları da kendilerine
yararlarının olup olmadığı henüz belirgin değil­ verilir. Örneğin, “Bu bir toplama problemi. İşare­
dir (Gibson&Harris, 1988). tine göre söyleyebiliyorum.” Taşıma ve ödünç
Ağır geriliği olan kişilerde, kalıplaşmış ve alma (eldeli ve eksiltmeli) gibi özel aritmetik
zarar verici davranışları azaltmak ve öz bakım işlemlerinde kendine yönerge vermek için ço­
öğreniminin önemi göz ardı edilemez. Örneğin cuklar “Bu sütundaki en üst sayıdan başladım.
tuvalet eğitimi olan çocuklar, personel için daha İki sayı olunca bunu taşımalıyım” şeklinde söy­
rahattırlar ve diğer odalara gitmek için servisten lemeyi öğrenebilecektir. Denetleyici ve kontrol
çıkabilirler ya da bahçede oynamaya gidebilir­ edici becerileri destekle­mek için “Yanıt doğru
ler. Tuvalet eğitimini, kendi kendine yemek mu? Bunu kontrol etmeliyim” şeklinde düzen­
yeme ve giyinmeyi öğrenmek, ağır zekâ geri­ leme yapılabilir. Sonuç olarak çocuk doğru ya­
liği olan çocukların bile evde yaşayabilecekleri nıt konusunda kendini ödüllendirmelidir: “Bunu
anlamına gelebilmektedir. Yaklaşık tam zekâ doğru yaptım. Ben çok iyi yapıyorum.”
geriliği olan kişiler, kuralların ihlâli temelinde,
diğer insanlardan ayrı tutulurlar. Daha normal BİLGİSAYAR DESTEKLİ YÖNERGE
biçimde davranabilme, bu kişilerin, başka in­ Bilgisayar destekli yönerge her tür eğitim orta­
sanlarla anlamlı biçimde etkileşimde bulun­ma mında giderek artan bir şekilde kullanıl­maktadır.
şanslarını arttırır. Ayrıca kişinin kendisine daha Özellikle zekâ geriliği olan bireylerin eğitiminde
iyi bakmayı öğrenmesinin verdiği benlik saygısı çok iyi destek olmaktadır. Bilgisayarın görsel ve
iyice güçlenir. işitsel unsurları dikkati dağılan öğrencilerin dik­
katini toplayabilmekte; materyalin düzeyi bireye
BİLİŞSEL MÜDAHELELER göre donatılmakta, başarılı yaşantılar pekiştiril­
Daha önceden de belirtildiği gibi, geriliği mekte ve bilgisayar sıkılmadan ya da insan öğ­
olan çocuklar sorun çözme stratejilerini kullana­ retmenlerin yaptığı gibi sabırsızlanmadan ma­
mazlar ve bu stratejilere sahip olduk­larında da, teryalin çok sayıda tekrarlanma gereksinimini
genellikle bunları etkili biçimde uygulamazlar. karşılamaktadır. Bilgisayar destekli yönergeler
Daha önce anlatılan ve Vygotsky’nin çalışma­ programının zekâ geriliği olan kişilerin eğitimin­
larına dayanan kendini yönlendirme eğitimi, de gelenek­sel yöntemlere kıyasla heceleme,
(self-instructional training) zekâ geriliği olan para hesabı, aritmetik, yazı okuma, kelime tanı­
çocuklara, sorun çözme çabalarını, konuşma ma, el yazısı ve görsel ayırt etme gibi konularda
aracılığıyla yönet­melerini öğretir. Meichenboum çok daha üstün olduğu gösterilmiştir (Conners,
ve Goodman (1971) beş basamaklı bir yöntem Caruso ve Detterman, 1986).
betim­lemişlerdir. İlk önce öğretmen, görevi ken­
disi yerine getirir, bu arada çocuk kendisini sey­ OTİSTİK BOZUKLUK
rederken, yüksek sesle kendisine yönergeleri
söyler. Daha sonra öğretmen yönergeleri ço­ Çocuklar için olan bir özel eğitim sınıfından
cuğa söylerken, çocuk dinler ve görevi yerine içeri girdiğinizi düşleyin. Çocuklardaki yetersiz­
getirir. Çocuk, birincisinde yön­ergeleri yüksek liklere ilişkin bir ders alıyorsunuz ve dersin bir
sesle, diğerinde çok alçak sesle (fısıltı ile) vere­ koşulu olarak da zaman zaman sınıfta gönüllü
rek görevi iki kez tekrar eder. Sonunda çocuk, olarak bulunmanız gerekiyor. Çocuklardan ba­
yönergeleri kendi kendine verirken görevi yap­ zıları sizi selamlamak için ayağa kalkarken bazı
maya hazır duruma gelir. orta ve büyük fiziksel belirtileri fark ediyorsunuz.
Kendi kendine öğrenme eğitimi, zekâ geriliği Bir çocuğun çekik gözleri ve yassı bir burnu var,
olan çocuklara kendilik denetimi ve akademik Down Sendromunun karakteristik özelliği. Bir
becerileri nasıl öğreneceklerinin yanı sıra, nasıl başka çocuk beyin felcinin (serebral palsi) bir
dikkat edeceklerinin de öğretimi amacıyla kul­ belirtisi olduğunu bildiğiniz spastik hareketler
lanılmaktadır. Johnston ve arkadaşları (1980) yapıyor. Üçüncü bir çocuk hırıltılı bir sesle sizi
OTİSTİK BOZUKLUK 457
√√

ettiğini, aldırmadığını, bağırdığını, uç bir otistik


yalnızlığının başladığını” gözlemlemiştir (Kan­
ner, 1943). Kanner otistik yalnızlığı en temel
semptom olarak değerlendirmiş ve bu on bir
çocuğun yaşamlarının başlangıcından itibaren
diğer insanlarla normal şekilde ilişkiye gireme­
diklerini saptamıştır. Aynı zamanda bu çocuklar
dil konusunda ciddi biçimde sınırlıdır­lar ve her
şeyin kesinlikle aynı kalması konusunda çok
güçlü bir takıntıları vardır. Bu rahatsızlığın Kan­
ner ve diğerlerinin (örn., Rimland, 1964) yaptığı
ilk tanımlamasına karşın, bu rahatsızlık DSM-
IIl’ün 1980 deki yayımlanmasına kadar resmi
bilimsel tanı olarak kabul edilmemiştir.
Çocuklukta başlayan ciddi rahatsızlıkların sı­
nıflandırılmasında büyük miktarda çelişki vardır.
DSM-II, bu koşullar için çocukluk döne­mi şizof­
renisi tanısını kullanarak otizmin, erişkin şizof­
Bilgisayar yardımlı yönergeler, zekâ geriliği alanında uygulamak renisinin erken başlangıç şekli olduğunu düşün­
için çok uygundur. dürür. Ancak eldeki kanıtlar çocukluk dönemi
başlangıçlı şizofreni ve otizmin ayrı rahatsızlık­
tekerlekli koltuktan çağırıyor ve el işaretleri ve lar olduğunu göstermektedir (Frith, 1989; Rutter
resimler vasıtasıyla iletişim kuruyor. Çocuklar & Schopler, 1987). Otizmli çocuk­larda görülen
buraya kadar okuduklarınız­dan beklediğiniz gi­ sosyal çekilme ve uygunsuz duygulanım şizof­
biler. renin negatif semptomları ile benzerlik göste­
Son olarak odadaki bir dördüncü çocuk dik­ rebilmesine karşın, otizmli çocuklar varsanı ve
katinizi çekiyor. Bu çocuk bir akvaryumun önün­ sanrı göstermezler ve yetişkinlik döneminde şi­
de dikiliyor. Ona yaklaştığınızda; zarif, marifetli zofren bir yetişkin haline gelmezler (Wing ve At­
hareketlerini ve gözlerindeki uzak, sisli bakışla­ twood, 1987). Daha da ötesi, şizofren çocuk ve
rını fark ediyorsunuz. Onun bir ziyaretçi ya da yetişkinlerin ailelerinde gözlenen yüksek düzey­
sınıfta bulunan öğrencilerden birinin kardeşi de şizofren görülüş sıklığı otizmi olan kişilerde
olup olmadığını merak ediyorsunuz. Onunla ba­ gözlenmez. Otizmde görülen ancak şizofrenide
lıklar hakkında konuşmaya başlıyor­sunuz. Sizin bulun­mayan diğer özellikler yüksek erkek ka­
sözlerinizi ya da varlığınızı fark etmek yerine; dın oranı (erkeklerde kızlardan daha çok otizm
gülümsemeye devam ederken sanki özel bir görülür), bebeklikte ya da çok erken çocukluk
şakadan zevk alıyormuş gibi öne arkaya sallan­ döneminde ortaya çıkması, zekâ geriliği ve epi­
maya başlıyor. Öğretmen sınıfa girdiğinde sizin leptik krizlerle birlikte gözlemlenmesidir.
ilk sorunuz akvaryumun önün­deki çocukla ilgili Otizmin şizofreniden farklılaşması DSM-III’ün
oluyor. Öğretmen de size onun bir otistik oldu­ (DSM-III-R ve DSM-IV sürdürmüştür) bizi yay­
ğunu söylüyor. gın gelişimsel bozukluklar terimiyle tanıştırmış
olmasıyla başlamıştır. Bu terim otizmin gelişim­
OTİSTİK BOZUKLUĞUN TANISAL sel süreçte ciddi bir normalden sapma olduğu
ve bu nedenle yetişkinlik döneminde başlayan
ÖZELLİKLERİ
diğer zekâ rahatsızlıklarından farklı olduğunu
İlk kez ayırt edildiğinden beri otistik bozuk­ vurgular. DSM-IV’te otizm yaygın gelişim­sel
luğun bir tür mistik havası vardır. Bu sendrom bozukluklardan biri olarak yer almaktadır; di­
ilk kez 1943 de 11 rahatsız çocuğun zekâ geril­ ğerleri Rett bozukluğu, çocukluk dezentegratif
iği olan ya da şizofren diğer çocuklarla benzer bozukluğu ve Asperger bozukluğudur. Asper­
şekilde davranmadıklarını fark eden psikiyatr ger bozukluğunun tanımı otizmin hafif bir şeklini
Leo Kanner tarafından Harvard’da tanımlan­ düşündürür: sosyal ilişkiler zayıf ancak zekâ ve
mıştır. O bu sendromu erken çocukluk otizmi dil bozulmamıştır. Bu yeni eklenen sınıflandır­
olarak adlandırmıştır, çünkü “çocuğa dışarıdan malara ilişkin çok fazla araştırma bulunmadığı
herhangi bir uyaran geldiğinde bunu yok farz için biz burada otizm üzerine odaklanacağız.
458 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

Otistik bozukluk, erken çocukluk döne­minde babaları tarafından nasıl tanımlandıkları gös­
başlar, çocuğun hayatının ilk haftaların­da göz­ terilmektedir. Gözlemlenen otistik belirtilerdeki
lemlenebilir. Genel nüfus içerisinde seyrek çeşitliliğe dikkat edilmelidir.
olarak gözlenir, 10.000 bebek içerisinde 2-5 Normalde üç aylık gibi erken bir evrede be­
bebekte, ya da doğumların 0.05’inde görülür. bekler bağlılık gösterirler, bu genelde anneleri­
Bunu daha iyi kavramak için şizofrenin kalıtsal ne yöneliktir. Otizmli çocuklarda bu ilk bağlılık
olarak ortaya çıkma oranına bakabiliriz, bu oran belirgin bir şekilde görülmez. Annelerine ya
%1’den biraz daha azdır, yani neredeyse 20 da bakıcılarına, doyurulurken gülümsemezler,
kez daha fazla. Çalışmalar erkek­lerde otizmin uzanmazlar ya da bakmazlar. Otistik bebekler
kızlardan 4 kez daha fazla ortaya çıktığını gös­ tutulmayı ya da kucaklanmayı reddederek ana
termektedir. Otizm bütün sosyo­ekonomik sınıf­ babalarının duygulanımına yanıt vermezler,
larda ve bütün etnik gruplarda ve tüm ırklarda kaldırıldıklarında normal bebeklerin -ve ana ba­
bulunmaktadır. balarının- hoşlandıkları ilişkiyi en aza indirmek
için arkalarını dönerler. Normal bebekler ana
OTİZM VE ZEKÂ GERİLİĞİ babalarının ilgisini çek­mek için genellikle ses­
Otizmli çocukların yaklaşık olarak %80’inin ler çıkarma, ağlamalar ya da mızırdanmalarına
standart zekâ testlerindeki puanı 70’in altın­ karşın otizmli çocuklar aç ya da altlarının ıslak
dadır. Çok sayıdaki otizmli çocuğun aynı za­ olduğu durumlar dışın­da bakıcıları ile çok ender
manda zekâ geriliği de olduğu için, bazen bu iki bir ilişki başlatırlar. Bu bebekler çok az istekleri
engeli ayırt etmek zordur. olduğu için genel­likle iyi bebekler olarak tanım­
Ancak, önemli farklılıkları vardır. Geriliği lanırlar. Otistik bebekler genellikle oyun parkla­
olan çocuklar genellikle zekâ testlerinin bütün rında sessizce oturmaktan hoşnuttur, tümüyle
bölümlerinden tutarlı olarak düşük puan elde içlerine kapanıktırlar, diğer insanların yaptıkları­
etmelerine karşın otizmli çocukların farklı örün­ nı ya da onların giriş çıkışlarını asla fark etmez­
tüleri olabilir. Genellikle, otizmli çocuklar, bu ler. Bu çocuklar o denli tepkisizdirler ki, aileleri
çocukların dil eksikleri ile ilişkilendirilebilen, so­ onların sağır olduğuna inanabilir. İki ya da üç
yut düşünmeyi, sembolleştirmeyi ya da man­tık yaşına kadar birçok otizmli çocuk ailelerine ya
dizesi kullanmayı gerektiren görevlerde daha da diğer bakıcılarına bir tür duygusal bağlılık
kötü bir puan elde ederler. Genellikle küpler­ gös­terir ancak bu hâlâ normal bebeklerinkine
le desen testindeki desen eşleme ve ayrılmış göre ciddi olarak zayıftır.
parçaları tekrar bir araya getirme gibi görsel Ana babaya olan bu az bağlılık otizmli çocuk­
uzaysal yetenek gerektiren görevlerde daha iyi ların zayıf sosyal gelişimlerinin göstergele­rinden
bir puan elde ederler (DeMyer, 1973; Rutter, yalnızca biridir. Otizmli çocuklar çok ender di­
1983). Ek olarak Odak 15.5 de tanım­landığı gibi ğerlerine yaklaşırlar ve görmeksizin onlara
dört basamaklı iki sayıyı hızla kağıt kalem ya da bakabilirler ya da insanları atlayabilirler ya da
herhangi bir araç kullanmaksızın çarpmak gibi insanlara sırtlarını dönebilirler. Ancak, oyun bir
büyük yetenek gerektiren yalıtılmış yetenek­ başkası tarafından başlatıldığında, otizmli ço­
leri olabilir. Yıllar önce duy­dukları bir şarkının cuklar uyumlu olabilirler ve bir süre için seçilmiş
sözlerini tam olarak anım­sayabilmek gibi sıra bir etkinliğe katılabilirler. Gıdıklamak, güreşmek
dışı uzun dönem hafızası­na da sahip olabilirler. gibi fiziksel oyunlar bu çocuklar için zevkli gö­
Duyusal motor gelişme otizmli çocuklarda göre­ rünüyor olabilir. Yapılandırılmamış bir ortam­
celi olarak en kuvvetli alanlardan biridir. Bilişsel daki kendilik­lerinden oyunlarının gözlemlerinde
yeteneklerde derin ve ciddi eksiklik sergileyen otizmli çocukların depoya giden bir oyuncak yol
otizmli çocuklar sallan­ma, tırmanma ya da den­ yap­mak ya da bir tahta parçasına arabaymış­
gede son derece zarif ve yetenekli olabilirken, çasına davranmak gibi sembolik oyunlarla zekâ
zekâ geriliği olan çocuklar yürümeyi öğrenme yaşı aynı normal ve zekâ geriliği olan çocukların
gibi büyük motor gelişimde de son derece ge­ harcadığından daha az zaman harcadıklarını
cikmişlerdir. ortaya koymuştur (Sigman ve ark.,1987); otizm­
li çocuklar daha büyük bir olasılıkla seçtikleri bir
AŞIRI OTİSTİK YALNIZLIK tahta bloğu durmaksızın saatlerce çevirecek­
Bir bakıma otizmli çocuklar toplumdan çekil­ lerdir.
mezlerse de -asla başlatıcı olarak topluma ka­ Sadece bir kaç otizmli çocuk diğerleriyle bir
rışmazlar. Tablo 15.4 de otizmli çocukların ana oyun başlatır, genellikle onlara yaklaşan herke­
OTİSTİK BOZUKLUK 459
√√

se tepkisizdirler. Otistik bebekler eğer ana ba­ ister misin?” diye sorduğun­da; çocuğun cevabı
baları onlarla ilişki kurmaya çalışırlarsa bakışla­ “kurabiye ister misin?” ola­bilir. Bu anında eko­
rını kaçırabilirler ve benzerlerinden daha az göz lalidir. Gecikmeli ekolalide, televizyonun açık
teması kuruyor olarak tanımlanabilirler. Bu göz­ olduğu ve diğer kişilerin kendi aralarında ko­
lerini dikip bakma eylemlerinin miktarı bazen gö­ nuştuğu bir odada çocuk tümüyle ilgisiz görün­
receli olarak normal olabilir fakat bu bakışların mektedir. Birkaç saat sonra hatta ertesi gün bile
kullanılma şekli normal değildir. Normal çocuk­ çocuk, konuşmalar­dan ya da televizyondaki bir
lar bu eylemi bir diğer kişinin dikkatini çekmek programdan duy­duğu bir kelime ya da kelime
ya da onun dikkatini bir nesn­eye yönlendirmek grubunu aynen tekrar edebilir. Eğitim yardımıy­
için yaparken, otizmli çocuk­larda böyle bir amaç la bazı konuşma işlevlerini sonradan edinen
yoktur (Mirenda, Donellan & Yoder, 1983). konuşmayan otistikler önce bu yankı aşamasını
Göründüğü kadarıyla bazı otizmli çocuklar bir deneyimlerler.
insanı diğerinden ayırt edemezler ya da tanıya­ Geçmişte birçok eğitimci ve araştırmacı yan­
mazlar. Cansız nesneler -anahtarlar, taş parça­ kılamanın hiç bir işlevsel amacı olmadığına
sı, delikli tel sepet, lamba anahtarları, büyük bir inanırlardı. Ancak yankı (eko) bir iletişim girişi­
battaniye- ya da mekanik nesnelere -elektrikli mi olabilir (Prizant, 1983). Kurabiye teklif edilen
süpürge, buzdolabı gibi- ve bu nesne ile aşırı çocuk daha sonra bir tane istediğine karar ve­
ilgili olurlar ya da bunlara bağlılık geliştirebilirler. rebilir. Öğretmenin yanına gider ve “bir kura­biye
Eğer bu nesne taşıyabilecekleri bir şey ise bunu ister misin?” diye sorar, çocuk cümleyi oluştu­
ellerinde dolaştırırlar ve bu, daha yararlı şeyleri ran her bir kelimenin anlamını bilmiyor olabilir
öğrenmelerini ya da yap­malarını engeller. fakat bir kurabiye elde etme ile ilgili bir kelime
Dil gibi diğer alanlarda da geç gelişmelerinin grubu öğrenmiştir.
kaynağı otistik çocuğun sosyal izolasyonu ola­ Otizmli çocukların konuşmasında diğer bir
bilir (Kanner, 1943). Down Sendromlu çocuklar olağan normal dışı yan, zamir dönüşümüdür.
yüksek işlevli otizmli çocuklarda bile görülen Çocuklar kendilerinden isimleriyle ya da “o”,
bu tür bir sosyal uzaklık sergilemezler (Fein ve “sen” diye bahsederler. Zamir dönüşümünün
ark., 1986). Diğer yandan, çocuğu çevresinde­ki eko ile yakın ilişkisi vardır. Otizmli çocuklar ge­
dünyayı anlamada ve bu dünyadan gelen uya­ nellikle yankılı konuşmayı kullandıkları için ken­
rımlara cevap vermede çaresiz bırakan belirli dilerinden diğerlerinin konuşmalarından duy­
türdeki duyusal uyarımların işlemlenmesindeki dukları yanlış zamirler ile söz ederler. Örneğin:
beceri eksikliğinin ana eksiklik olması olasıdır Anne: Johny, ne yapıyorsun?
(Ornitz, 1986; Rimland, 1964). Çocuk: O burada.
Anne: İyi zaman geçiriyor musun?
İLETİŞİM EKSİKLİKLERİ Çocuk: O bunu biliyor.
Konuşma yeteneğini kazanmadan önce bile
otizmli çocuklar iletişimde eksiklikler sergilerler. Eğer konuşma daha normal bir şekilde ge­
Bebeklerin kelimeleri gerçek anlamda kullan­ lişmeye devam ederse, zamir dönüşümün orta­
madan önceki ifadeleri için kullanılan tasvir dan kalkması beklenir. Ancak, çoğu durum­da,
edici bir terim olan agulama otizmli çocuklarda değişmeye dirençlidir (Tramtona & Stimbert,
daha az görülür ve diğer bebeklerinkinden daha 1970); bazı çocuklar diğer insanlar­dan duyduk­
az bilgi taşır (Ricks, 1973). larını papağan gibi yinelemeyi bıraktıktan sonra
İki yaşına kadar normal olarak gelişen ço­ bile çok yoğun bir eğitime ihtiyaç duyarlar.
cukların çoğu, çevrelerinde bulunan nes­neleri Neolojizm, sözcükler türetmek ya da sözcük­
göstermek için kelimeleri kullanırlar ve daha leri normal anlamlarından farklı anlam­larda kul­
karmaşık düşünceleri ifade etmek için bir iki ke­ lanmak, otizmli çocukların konuş­malarının diğer
limelik cümleler kurarlar, “anne git, ben su” gibi. bir belirleyici özelliğidir. İki yaşındaki otistik bir
Otizmli çocukların yaklaşık %50’si hiçbir zaman çocuk sütten “möö” olarak söz edebilir ve nor­
konuşmayı öğrenemezler (Paul, 1987; Rutter, mal çocukların “süt” demeyi öğrendiği zaman­
1966). Öğrenenlerin konuşması da yankılanır dan çok sonra bile böyle demeyi sürdürebilir.
şekilde yinelediği ekolali gibi özellikler içerir, Otizmli çocuklar sözcükleri kelimesi kelime­
bir başkası söylerken duyduğu şeyi büyük bir sine kullanırlar. Çocuk evet demeyi öğrendi­
doğrulukla, son derece monoton bir sesle tek­ ğinde, eğer bir baba çocuğu omzuna oturtarak
rar eder. Öğretmen bir otistik çocuğa “kurabiye olumlu bir ödüllendirmede bulunursa; çocuk
460 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ODAK 15.5 BUDALA YA DA OTİSTİK BİLGİN

Scheerer, Rothman ve Goldstein (1945) tarafından chael bunu yineledi, John bunu üçüncü kez tekrarladı
sunulan klasik bir olgu, budala bilgin (idiot savant) ve sustu. Kibritleri saydım - bu biraz zamanımı aldı-
denilen ve dar bir entelektüel etkinlik alanında üstün 111 tane vardı.
işlev gösteren zekâ geriliği olan bir kişiyi aktararak “Kibritleri bu kadar çabuk nasıl saydınız?” diye
bir sendromu ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda bu bi- sordum. “Biz saymadık, biz 111’i gördük”...
reylerin bazılarının otistik olduğu sayıltısı altında “Neden 37 diye mırıldandınız ve bunu üç kez yine-
“otistik savant-otistik bilgin” terimi kullanılmaktadır. lediniz?” diye ikizlere sordum. Uyum içinde “37,37,37,
Otizmin, bu bireylerin dikkatlerini, çabalarını ve ye- 111” dediler. Bunu, eğer gerçekse, daha da zor bul-
teneklerini; zamanlarını ve dikkat odaklarını meşgul dum. 111’i görmüşlerdi “111’lik” -bir anlık görüş çok
edecek içsel akıl oyunlarına yönlendirmek yerine, sıra dışıydı... Fakat daha sonra herhangi bir yöntemi
bozulmamış zekâ becerilerini kullanma yolunda cesa- olmaksızın, faktörün ne anlama geldiğini “bilmeksi-
retlerini kırdığına inanılmaktadır. Bu, belki de otistik zin” (sıradan yollarla) 111 sayısının “faktör”lerine
çocuğun diğer iki özelliği olan kendini uyarmadaki gitmişlerdi...
zekâ düzey ve psikomotor düzeydeki döndürme için de “Buna nasıl çalıştınız?” diye biraz öfkeli bir şekil-
ilişkilendirilebilir. de sordum. Dilleri döndüğü kadarıyla, zayıf yetersiz
Dr. Oliver Sacks (1985), nöropsikolojik bozukluk- terimlerle –ancak belki de bu tür bir şeye karşılık ge-
ların geniş bir yelpazesinde bulunan insanlara ilişkin lecek bir sözcük yoktur- bunun için “çalışmadıkları-
çok güzel yazılmış bir kitap olan Karısını Şapka Sa- nı” sadece bir anlık “gördüklerini” yinelediler. John
nan Adam’da John ve Michael’ı tanıtmıştır; onlarla başparmağını ve yanındaki iki parmağı uzatarak ka-
tanıştığında 26 yaşındadırlar. Yedi yaşlarından beri patarak sayıyı kendiliğinden üçe böldüklerini anlatır
hastanededirler, pek çok kez otistik, psikotik ve ciddi izlenimi veriyordu ya da alışık oldukları şekilde, sayı-
gerilik tanıları almışlardır. Uzak geçmiş ve gelecekte- sal bir “bölünme” ile bu üç eşit parça, kendiliğinden
ki tarihlerde haftanın hangi günü olacağını bilmele- oluşuyordu. Benim şaşkınlığım onları da şaşırttı –bir
rinden ötürü pek çok televizyona çıkmışlardı. tür körlük içindeydim ve John’un jesti anlık bir sıra
Sayılar konusundaki bellekleri mükemmeldi ve bü- dışı duyguyu yaşattı, gerçeği duyumsama...
yük olasılıkla sınırsızdı. Üç, otuz ya da üç yüz raka- (Başka bir zaman ikizleri gördüğümde) birlikte
mı olan sayıları aynı kolaylıkta yineleyebiliyorlardı... yüzlerinde daha önce görmediğim gizemli, gizli bir
Ancak biri onların hesaplama yeteneğini –aritmetik gülümsemeyle huzurlu ve tuhaf bir haz içinde bir kö-
dehasının ve “zihinsel hesap makinesinin” tipik gücü- şede oturuyorlardı. Onları rahatsız etmeden sessizce
denemek isterse bunu şaşılacak şekilde ZB 60 olanla- yanlarına yaklaştım. Tümüyle sayısal, tek bir konuş-
rın yapabileceği ölçüde kötü yapıyorlardı. Basit topla- maya kilitlenmiş gibi görünüyorlardı. John bir sayı
ma ve çıkarmaları doğru yapamıyor ve hatta çarpma söyledi- altı haneli bir sayı. Michael sayıyı yakala-
ve bölmenin ne anlama geldiğini anlayamıyorlardı... dı, başını salladı, gülümsedi ve onu tadıyor gibiydi.
Gerçi, bazı gösterilerindeki “hileleri” insanı şaşır- Sonra, o başka bir altı haneli sayı söyledi, bu kez
tacak nitelikteydi. Yaşamlarındaki herhangi bir gün- John aldı ve zengin bir şekilde takdir etti. Başlangıçta
deki havayı ve o gün olanları söyleyebiliyorlardı -dört şarap tadan iki uzman gibiydiler, ender tatları pay-
yaşlarından sonraki herhangi bir günün. Konuşma laşıyorlardı, ender takdirleri. Onlara görülmeden bir
biçimleri... çocuksu, ayrıntıcı ve duygudan yoksundu. süre öyle merakla hayretler içinde oturdum. Ne yapı-
Onlara bir gün söylediğinizde gözleri bir an dönüyor, yorlardı? Hiçbir şey anlamıyordum. Belki bu bir tür
sonra sabitleniyor ve düz, tekdüze bir sesle size ha- daha önce öfkeli ve bozguncu ikizlerde olan sıradan
vayı, duydukları politik olayları ve kendi yaşamların- bir oyunda hiç görmediğim bir oyundu, ancak ağırlığı
daki olguları anlatıyorlardı -bu son değinilen sıklıkla ve yoğunluğu vardı, bir tür düşüncelilik ve neredeyse
acı verici ve çocukluklarının üzücü ıstıraplarını da kutsal bir yoğunluktu. Kendimi, onların ağızlarından
içeriyordu, küçümseme, alay etme, küçük düşürme ile çıkan sayıları yazmaya yönelttim -açık bir şekilde ağız
karşılaşmışlardı, ancak bunlar kişisel ses oynaması ve tadı veren, “düşündüren”, paylaştıran, birliktelik ya-
duygudan eser olmaksızın değişmez ve düz bir tonda ratan sayıları.
aktarılıyordu (s. 197-198). Sayıların bir anlamı var mıydı? Eve dönerken
bunu merak ediyordum... Eve gider gitmez kuvvet, fak-
Sacks, ikizlerle tanıştığında yaşadıkları hastanede- tör, logaritma ve asal sayı tablolarımı çıkardım -be-
lerdi. İzleyen sahne Dustin Hoffman’ın Yağmur Adam nim kendi çocukluğumun tuhaf yalıtılmış döneminin
filmindeki bir sahneyi anımsatmaktadır. andaçları ve emanetleri... Benim de bir takımım vardı
-ve şimdi bunu doğruluyordum. İkizlerin birbirlerine
Masalarındaki bir kutu kibrit düştü ve içindekiler söyledikleri bütün sayılar altı haneli asal sayılardı
yere saçıldı: her ikisi de kendiliklerinden “111” diye -örneğin bir ve kendinden başka hiçbir tam sayıya bö-
bağırdılar; sonra mırıltı şeklinde John “37” dedi. Mi- lünemezdi. Benimkine benzer bir kitapları var mıydı
OTİSTİK BOZUKLUK 461
√√

ya da görmüşler miydi -ya da hayal bile edilemeye- yaptığını gördüğümün, bundan hoşlandığımın, onları
cek bir şekilde aynen 111’i ya da üçlü 37’yi gördükleri takdir ettiğimin ve kendiliğimden katıldığımın delilleri
gibi bu asal sayıları “görüyorlar mıydı”. Hesaplıyor vardı.
olamazlardı -hiçbir şeyi hesaplayamıyorlardı. Birbirlerinden biraz uzaklaşarak bana, yeni sayı
Ertesi gün asal sayılar kitabımı yanımda götürerek arkadaşlarına, dünyalarındaki üçüncü kişiye bir yer
yeniden koğuşa döndüm. Onları yine sayısal birlikte- açtılar. Daha sonra liderliği her zaman elinde tutan
liklerine kapanmış bir şekilde buldum, ancak bu kez John çok uzun bir süre düşündü -en az beş dakika ka-
hiçbir şey söylemiyorlardı, sessizce onlara katıldım. dar olmalıydı, kıpırdamaya cesaret edemedim, çok en-
Baştan şaşırdılar, araya girmediğim için, altı haneli der nefes aldım- ve dokuz haneli bir sayı söyledi, ben-
“oyunlarına” geri döndüler. Birkaç dakika sonra ka-
zer bir süre sonra ikizi Michael, benzer bir yanıt verdi.
tılmaya karar verdim, sekiz haneli bir asal sayı söyle-
Daha sonra benim sıramdı gizlice kitabıma baktıktan
dim. Her ikisi de bana döndü, sonra yüzlerinde yoğun
sonra, dürüst olmayan bir şekilde kitabımdan kopya
bir dikkat ve merakla bakarak aniden sessizleştiler.
çektiğim on haneli bir asal sayıyı söyledim
Uzun bir sessizlik dönemi oldu -onları tanıdığımdan
bu yana yaptıklarının en uzunuydu, yarım dakika ya Yeniden, daha uzun, merak dolu bir sessizlik oldu;
da biraz sonrasında bitti- aniden, kendiliklerinden gü- sonra John, olağanüstü içsel bir düşünüşten sonra on
lümseyerek bunu kırdılar. iki haneli bir sayı getirdi. Bunu kontrol etme olanağım
Düşünülemeyecek içsel bir test sürecinden sonra yoktu, buna yanıt veremedim çünkü benim kitabım on
benim sekiz haneli sayımın asal sayı olduğunu anla- haneli sayıların ötesine gidemiyordu. Fakat Michael
dılar -bu büyük bir coşkuyla açığa vuruldu, onlara bunu yakaladı, düşünmesi beş dakika sürdü - bir saat
bir çifte eğlenceydi; çünkü öncelikle ben onlara çok sonra ikizler yirmi haneli sayılara ulaşmışlardı, kon-
lezzetli yeni bir oyun tanıtmıştım, daha önce hiç katıl- trol etme olanağım olmadığı için en azından ben öyle
madıkları bir asal sayı dizisi vardı, ikincisi onların ne olduğunu varsayıyordum. (s. 199-203)

babasının omuzlarına oturmak istediğini belirt­ bu çocuklarda sıklıkla kendiliğinden bağımlı


mek için evet diyecektir. Ya da çocuk “kediyi davranışların ve duygulanımın görülmesi, böyle
düşürme”yi “hayır” demek anlamında kullanabi­ bir neden sonuç ilişkisini akla yatkın kılmakta­
lir çünkü annesi evin kedisini düşürmek üzerey­ dır (Churchill, 1969; Hewett, 1965). Konuşmayı
ken bu empatik kelimeleri kul­lanmıştır. öğrendikten sonra da, otizmli çocuklar sıklıkla
Otizmli çocuklardaki sosyal gecikmenin kay­ sözel spontanlıktan yoksundurlar ve dili kul­
nağı, başka nedenlerden çok bu iletişim eksik­ lanımlarında tamamen uygun olmaktan öte­
likleri olabilir. Konuşma eğitimi aldıktan sonra dirler (Paul, 1987).

TABLO 15.4 Altı Yaşından Önce Otizmli Çocuklardaki Sosyal Bağlantıya İlişkin Ana Baba Bildirimi
Tepkilerin yüzdesi

Bağlantıya ilişkin ölçüm Hiçbir Nadiren Sıklıkla Çok Hemen her


zaman sıklıkla zaman
1. insanları görmezden gelir (yok sayar) 0 4 22 29 45
2. Duygusal olarak mesafelidir 0 8 23 19 50
3. Göz temasından kaçınır 2 4 20 16 58
4. Tutulduğunda duygulanım ve ilginin yokluğu 11 11 35 26 17
5. Tutulduğunda isteksiz gitme 30 33 17 17 2
6. Tutulduğunda katılık 33 24 7 18 18
7. Duygulanımı görmezden gelir 6 30 34 11 19
8. Duygu göstermekten kaçınır 12 33 29 10 15
9. Kucaklandığında kucaklar 26 24 29 10 15
10. Duygulanımı red / kabul 30 34 26 4 6
11. İnsanlara bakma 4 10 22 22 41
12. Anneye gereksinimi yok görünür 12 20 32 8 28
13. Anneye yanıt olarak gülümser 14 30 30 14 12
14. Annenin yokluğunun farkında değildir 17 25 25 14 19
Kaynak: F.R.Volkmar, D.J. Cohen ve R.Paul,1986, “An Evalution of DSM-III Criteria for Infantile Autism” Journal of the American
Academy of Child Psychiatry, 25. s. 193’ten izinleriyle uyarlanmıştır.
462 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

OBSESİF-KOMPULSİF VE TÖRENSEL OTİZMDE GİDİŞ


DAVRANIŞLAR Bu kadar ciddi rahatsızlıkları olan çocuklar
Otizmli çocuklar yaşamlarının gündelik alı­ büyüdüklerinde ne olur? Kanner (1973) otizmle
şılmışlıklarında ya da çevrelerinde herhangi ilgili ilk çalışmalarında tanımladığı 11 çocuktan
bir değişiklik olursa son derece mutsuz olurlar. dokuzunun yetişkinlik dönemine erişebildiğini
Farklı bir fincanda süt verilmesi ya da mobilya­ bildirmiştir. Bu 11 çocuğun ikisi epileptik nöbet
ların yerlerinin değişmesi onları ağlata­bilir ya da geçirmiş, biri ölmüş diğeri ise akıl hastanesine
bir öfke nöbeti geçirmelerine neden olabilir. Bir kaldırılmıştır. Diğer dördü yaşamlarının büyük
çocuk mutlaka bir söz grubu ile selamlanma­ bir kısmını kurumlarda geçirmişlerdir. Kalan
lıdır “Günaydın, Lilly, seni görmek­ten çok çok üçünden biri halen konuşmamakta fakat bir
memnun oldum.” Herhangi bir kelime, hatta, çiftlikte çalışmakta ve bakım evinde kalmak­
“çok”lardan biri bile kaldırılırsa ya da eklenirse, tadır. Diğer ikisi tatmin edici bir iyileşme göster­
çocuk bağırmaya başlar (Diamond, Baldwin & mişlerdir. Aileleri ile yaşamaya devam etme ve
Diamond, 1963). sınırlı bir sosyal yaşamları olmasına karşın, ka­
Bir takıntısal özellik otistik çocuğun davra­ zançlı bir işleri olmuş ve bazı boş zaman hobi­
nışlarına diğer yönlerden de yaygın­laşmıştır. leri geliştirmişlerdir.
Oyunlarında sürekli olarak oyuncak­larını bir Diğer izlem çalışmaları otistik yetişkinler hak­
sıraya sokabilirler ya da ev eşyaları ile karma­ kında karamsar bir tablo çizerler (örn. Lotter,
şık bir desen inşa edebilirler. Büyüdükçe tren 1974; Rutter, 1967; Treffert, McAndrew & Dre­
saatleri, metronun yolu ve sayı dizileri ile aşırı ifuerst, 1973). Yayımlanan tüm çalış­malarının
ilgilenebilirler. yeniden gözden geçiminde, Lotter (1978) otizmli
Otizmli çocuklar kalıplaşmış davranışlar, çocukların %5-17’sinin yetişkin­liğe göreceli ola­
tuhaf törensel el hareketleri, aralıksız vücudu rak iyi uyum sağladığı ve sosyal beceriksizlik
sallama, el çırpma, parmak ucunda yürüme gibi sorunları halen sürmekle bir­likte bağımsız
gibi diğer ritmik hareketler sergiler. Gözlerinin bir yaşam sürdürebildiklerini belirtmiştir. Diğer
önünde parmaklarını oynatırlar, renkli kalemle­ çoğunun sınırlı yaşamları vardır, yaklaşık yarısı
ri, sopaları, tabakları döndürürler, dönen nesne­ kurumlara yerleştirilmiştir.
leri ve pervaneleri seyrederler. Bunlar genellikle Benzer sonuçlar daha yeni yapılan nüfus te­
kendini uyarıcı etkinlikler olarak tanımlanırlar. melli izleme çalışmalarında da bulunmuştur (Gil­
Mekanik bir nesnenin işleyişi ile aşırı ilgili hale lberg, 1991; Gilberg ve Steffenburg, 1987). Ge­
gelebilirler ve rahatsız edilecek olurlarsa son nellikle ZB’si yüksek olan ve altı yaşından önce
derece mutsuz olurlar. iletişim yeteneklerini kazanan çocuklar en iyi
sonuçları olanlardır ve bu işlevlerin bir kısmı ye­
tişkinlikte neredeyse normal olurlar. Zekâ gerili­
ği olmayan, yüksek işlevli otistik bireyler üzerine
Otizmli çocuklar genellikle törensel el hareketleri gibi odaklaşan izleme çalışmaları, bu çocuklardan
kalıplaşmış davranışlara sahiptir. birçoğunun yatılı kurum bakımına gereksinimi
olmadığını ve bazılarının koleje gidebildiğini ve
bir iş sahibi olup kendilerine baktıklarını ortaya
koymuştur (Yirmiya ve Sigman, 1991). Halen
birçok bağımsız işlevsel otistik, yetişkin sosyal
ilişkilerde bozukluk göstermeye devam etmek­
tedirler. Odak 15.6 erişkin yaşamında profesyo­
nelliği ile belirgin bir biçimde otistik sosyal ve
duygusal eksikliklerle harmanlayarak sürdüren
bir otistik kadını anlat­maktadır.
Önceki bölümde sözü edilen 1975 yılındaki
Gelişimsel Eksikliğin Desteklenmesi ve Haklara
ilişkin Yasa Tasarısı Hareketinde otizmli çocuk­
lar, kamu okullarındaki eğitim programlarının
dışında bırakılmışlardır. Böylece yetişkinliğe
kadar izlenen otizmli çocukların çoğu yoğun
OTİSTİK BOZUKLUK 463
√√

eğitsel girişimlerin kazançlarından ya da daha ve hayal kırıklığına karşın otizmin “boş kalesini”
sonra tanımlanacak yoğun davranışsal prog­ kurar.
ramlardan yararlanamamışlardır. Otizmin gidi­ Psikanalitik yönelimliler gibi bazı davranış­
şinin (prognozunun) eğitimden öncesinde­ki gibi çı kuramcılar da, erken çocukluk döneminde
yaygın bir harabiyetle mi bırakılacağı, yoksa öğre­nilen yaşantıların otizme neden olduğunu
otizmi olan kişilerin eğitiminin toplum tarafından savunmuşlardır. Ferster (1961) son derece etki­
ciddi bir biçimde ele mi alınacağı konusunun leyici olan makalesinde ana babaların özel­likle
yeni izlem çalışmalarıyla belirlen­mesine gerek annelerin ilgisizliğinin, insanı sosyal pekiştirici
duyulmaktadır. yapan ilişkilerin oluşumunu engellediğini öne
sürmüştür. Çünkü ana baba çocuk için pekişti­
OTİSTİK BOZUKLUĞUN rici olmamakta, çocuğun davranışlarını denetle­
ETİYOLOJİSİ yememekte ve bunun sonucu da otistik bozuk­
luk olmaktadır.
Otizmin etiyolojisi ile ilgili ilk kuramlar psiko­ Bettelheim ve Ferster’da diğerleri gibi, otiz­
lojik kökenliydi, bu nedenle gelişiminde psiko­ min etiyolojisinde ana babanın kritik bir rol oy­
lojik etkenler sorumlu tutuldu. Son yıllarda bu nadığını savunmuşlardır. Bu nedenle birçok
zorlayıcı sendromun etiyolojisine ilişkin bu dar araştırmacı bu ana babaların özellikleri üzerine
bakış açısı yerini, bir kısmı kalıtsal olan biyolojik çalışmalar yürütmüşler; çocukluk çağı bozuk­
etkenlerin önemini destekleyen kanıt­lar ve buna luklarındaki psikojenik kuramlarında bu tür ço­
ilişkin spekülasyonlara bırakmıştır. cukların tedavisinde ana babaların çok sıra dışı
ve zarar verici özelliklerini göstermişlerdir.
PSİKOLOJİK TEMELLER Kanner, ilk çalışmalarında otizmli çocukların
Kanner’i otizmli çocukların -normal fiziksel ana babalarını soğuk, duyarsız, titiz, içe kapa­
görünümleri ve normal psikolojik işlevlere sahip nık, sınırlı, uzak ve yüksek düzeyde entelektüel
olmalarından ötürü- normal zekâya sahip oldu­ gibi özelliklerle tanımlamıştır (Kanner & Eisen­
ğu düşüncesine iten aynı nedenler, o dönemde­ berg, 1955). Singer ve Wynne’a göre (1963),
ki birçok kuramcının biyolojik etken­lerin önemini bu ana babalar kendileri­ni çocukları ile “yakın
göz ardı etmesine yol açmıştır. İnsanlar otizm ilişki kuramayan” kişiler olarak tanımlamışlardır.
gibi yıkıcı bir durumun altında biyolojik nedenle­ Bunlardan bazıları, bütün kişilerarası ilişkilerde
rin yatabileceğini üstü kapalı olarak düşünmüş, alaycı ve duygusal olarak soğuk; diğerleri pasif
Down Sendromunun fiziksel izleri (damgası) ve duyarsız; geriye kalanları ise obsesif ve in­
gibi belirgin belirtiler olabile­ceğini beklemiş ola­ sanlara entelektüel uzaklık koyan kişilerdir
bilirler. Böylece, ilk odaklaş­ma psikolojik etken­ Ancak sistematik araştırmacılar tüm bu kli­
lere, birincil olarak yaşamın çok erken aile etki­ nik izlenimleri kanıtlamada başarısız olmuşlar­
leri üzerine olmuştur. dı. Örneğin, Cox ve arkadaşları (1973) otizmli
Otizmle ilgili en çok bilinen kuramlardan biri çocukların ana babaları ile alıcı afazisi (konuş­
uzun yıllar otizmli çocuklarla çalışan Bruno Bet­ mayı anlama bozukluğu) olan çocukların ana
telheim (1967) tarafından formüle edilmiştir. babalarını karşılaştırmıştır. Bu iki grup sıcak­
Bettelheim’ın temel düşüncesi, otizmin, II. Dün­ lık, duygularını açığa vurma, yanıt verme ve
ya Savaşı Alman toplama kamplarındaki mah­ sosyal­lik konusunda farklılık göstermemiştir. Bu
kûmlarda gözlenen kayıtsızlık ve umutsuzluğu ve bunun gibi diğer çalışmalar (örn. Contwell,
çağrıştırmasından ötürü, erken çocukluk döne­ Baker & Rutter, 1978) otizmli çocukların ana
minde çok olumsuz bir şeylerin olması gerektiği babalarında belirgin bir şey olduğunu göstere­
şeklindedir. Bettelheim’in hipotezine göre kü­ cek kanıtlara ulaşamamışlardır. Aksine otizmli
çük bebek ana babasını red­detmekte ve onla­ çocukların ana babaları normal ve sağlıklı ço­
rın olumsuz duygularını algılayabilmekteydi. Bu cuklar yetiştirmektedir.
küçük bebek kendi hareketlerinin ailesinin kayıt­ Bu bulgular görmezden gelsek de ana baba
sızlığı üzerinde az bir etki yarattığını görüyordu. özellikleri ve otizm arasındaki olası ilişkinin
Böylelikle çocuk dünyanın kendi tepkilerine olan yönü kolaylıkla belirlenememektedir. Daha
duyarsızlığına ilişkin inancından ötürü, dünyayı önce DEHB’deki tartışmada söz edildiği gibi, di­
etkileme gücüne sahip olmadığına inanmaya ğer pek çok bozuklukta da görülen sapkın ana
başlar. Otizmli çocuk hiçbir zaman gerçekten baba davranışı çocuklarının anormalliğine kar­
bu dünyaya girmez ancak çocuk dünyadaki acı şı gösterilen bir tepki olabilmektedir. Duygusal
464 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ODAK 15.6 YÜKSEK İŞLEVLİ OTİSTİK BİR KADININ ÖYKÜSÜ

Temple Grandin, otistik bir kadındır. Kendisinin


aynı zamanda hayvan biliminde doktora derecesi
vardır, çiftlik hayvanlarında kullanılmak üzere maki-
neler tasarlayarak mesleğini yapmaktadır ve Colo-
rado Üniversitesinde bir doçenttir. İki otobiyografik
kitap (Grandin, 1986, 1995) ve otizmin kafa karıştı-
rıcı görünümünü ortaya çıkarmak ve harekete geçir-
mek için nörolog Oliver Sacks tarafından hazırlanan
kısa özgeçmişi vardır. İnsanların sosyal ilişkilerinde-
ki karmaşıklığı ve inceliği anlama yetersizliği, diğer
kişilerle empati yapamama sıkıntısı çeken Grandin,
otistik olmayan dünya ile olan ilişkisini “Çoğu zaman
kendimi Mars’ta bir antropolog gibi hissediyorum”
şeklinde özetlemektedir (Sacks, 1995, s. 259). Yüksek
düzeydeki zihinsel işlevi nedeniyle Asperger Sendro-
mu tanısı da uygun olabilir. Ancak, bu ayrı bir tanı mı
Erken çocuklukta otizm tanısı almasına karşın Dr. Temple
yoksa otizmin daha hafif bir şekli midir tartışması da Grandin’in, başarılı bir akademik iş yaşamı vardır.
geçerlidir.
Dr. Grandin çocukluğu ile ilgili olarak bir çiftlikte, sevip sevmediğime ilişkin küçük bir konuşma olmadı.
ani dürtüsel davranışlar ve şiddetli öfke, dikkatin aşırı Psikoloji ve hayvan davranışları konusundaki önceki
odaklaşması kadar “seçici olması... böylelikle kendi- ilgilerini, bunları kendi gözlemleriyle nasıl ilişkilen-
ne özgü bir dünya, karmaşa ve kargaşanın ortasında dirdiğini ve otistik bir kişi olarak kendi gereksinim-
sakin ve düzenli bir yer yaratarak büyüdüğünü anım- leri duygusunu ve bunların aklının görselleştirme ve
samaktadır” (Sacks, 1995,s. 254). “Duyularının yük- mühendislik kısımlarıyla nasıl temas ederek kendine
sekliğini, bazen işkence derecesinde şeklinde tanımla- mal ettiği özel alanı gösterdiğini anlatarak doğrudan
maktadır.. (ve) 2 ya da 3 yaşlarında kulaklarından, çalışmasından konuşmaya daldı: çiftliğin düzeni, bes-
ilişkili olup olmadığına bakmaksızın her şeyi geçiren, lenme bölgesi, ağıl, mezbaha -hayvanların yönetimi
bunaltıcı yükseklikte çaresiz mikrofonlar” olarak söz için değişik türde sistemler...
etmektedir (Sacks, 1995, s. 254). Çok güzel ve açık konuşuyordu, ancak durdurula-
Üç yaşında otizm tanısı alan Temple’ın konuşma-
maz bir acelecilik ve saplantı vardı. Bir cümle, bir pa-
sı hiç yoktu ve doktorlar onun kaderinin bir kuruma
ragraf başladı mı bitmesi gerekiyordu; açık olmayan,
yerleştirilmek olduğunu düşünüyorlardı. Terapötik
havada kalan hiçbir şey yoktu (s. 256-257)
anaokulu ve konuşma terapisinin yardımı ve ailesinin
Bütün gün yolculuk yapmış, öğlen yemeğini ka-
desteği ile altı yaşında konuşmayı öğrendi ve diğer-
leriyle daha çok iletişim kurmaya başladı. Bir ergen çırmış, aç ve susuz haldeydim. Sacks, boşuna Dr.
olduğundan beri diğer çocukların etkileşimlerini göz- Grandin’in bu bitkinliğini ve ihtiyaçları olduğunu se-
lemliyordu, Grandin “bazen... bütün hepsinin telepa- zeceğini, içecek bir şeyler önereceğini ya da yemeğe
tik olup olmadığını merak ediyordum” diyordu (Sacks, bir yerlere gitmeyi teklif edeceğini umuyordu, fakat 1
1995, s. 272). Böylece akıl almaz bir biçimde, normal saat sonra bunun gerçekleşmeyeceğine inandı ve kah-
gençlerin birbirlerinin gereksinim ve isteklerini anla- ve istedi.
ma, empati kurma, iletişimde bulunma yeteneklerini Ne “üzgünüm, baştan teklif etmeliydim” gibi bir
keşfetti. söz, ne arayı bulma, ne de sosyal bağlantı. Bunun ye-
Sacks, onu üniversitesinde ziyaret ederek bu sıra rine beni hemen üst kattaki sekreter bürosunda kay-
dışı kişinin otistik tadını anlatabilmek için birkaç göz- nayan kahve makinesine götürdü. Bir kez daha, bu tür
lem yaptı. ortamlarda “nasıl davranacağını” kabaca öğrenmiş
Beni (bürosunda) ufak bir törenle oturttu, bir ön bir kişi olduğu duygusunu uyandırarak, beni sekreter-
hazırlık, sosyal nezaket, seyahatime ya da Colorado’yu le biraz kaba bir tavırla tanıştırdı (s. 257)

olarak kötü davranmanın, yoksul­luğun ya da Geçmiş yıllarda önemli olduğu düşünülen


ihmal etmenin otizmin dramatik bir şekilde pato­ bu psikoloji temelli hipotezin istenmeyen olum­
lojik olan semptomlarına benzeyen davranışla­ suz sonuçları olmuş olabilir (Rimland, 1964) Bir
rın oluşmasına yol açtığını gösteren hiçbir kanıt dakika durup düşünün eğer psikoloğunuz ya
yoktur (Ornitz, 1973; Wing, 1976). da psikiyatrınız altı yaşındaki çocuğunuzun bu
OTİSTİK BOZUKLUK 465
√√

Kendi yazılarında Grandin, pek çok otistik kişinin karmaşık bir kontrol kutusu vardır... Endüstriyel sıkış-
Uzay Yolu filminden, özellikle Spock ve Data’dan çok tırıcı vücuda, omuzlardan dizlere kadar sıkı ama rahat
hoşlandığını söylemektedir, Spock, Vulcan soyunun bir bir basınç uygulamaktadır “(Sacks,1995, s. 262-263).
üyesidir, tümüyle entellektüeldir, yaşamın duygusal ya- Bu düzeneğin arkasında yatan mantığın açıklaması,
nını göz önüne almaktan çekinir, mantıksal yaklaşımla küçük bir kız olarak kucaklanmayı çok arzulaması an-
nitelendirilir; Data bir androiddir, yüksek düzeyde ge- cak aynı zamanda başka bir insanla fiziksel bir temas-
lişmiş insan görünümünde bir bilgisayardır ve Spock tan da çok korkması şeklindedir. Sevilen geniş vücutlu
gibi duygusal yaşantıları yoktur. (Her iki kişilik için halası onu kucakladığında hem bunalmış, hem rahat-
dramatik temalardan biri, kuşkusuz, Data’nın özel lamıştır. Terör zevkle birlikte gelmiştir.
acısı ile resimlenen, insan duygularını yaşayarak flört Onu güçlüce ama aynı zamanda nazikçe kucaklar
etmeleridir. Bu aynı zamanda Grandin’in de yaşamın- şekilde sıkan ve tümüyle onun tarafından kontrol edi-
daki temadır.) Kırk yedi yaşında yazdığı gibi: len bir sihirli makinenin düşünü kurmaya başlamıştı.-o
Bütün yaşamım boyunca gözlemci oldum, her za- zaman yalnızca beş yaşındaydı-. Yıllar sonra bir er-
man dışarıdan gözetleyen kişi gibi duyumsardım. Yük- gen olduğunda buzağıları tutmak ya da engellemek
sek okul yaşamımda sosyal etkileşime katılamadım.... için düzenlenmiş bir oluk gördü ve insan kullanımına
Bu gün bile kişisel ilişkiler benim anlamadığım bir uygun kılmak için küçük bir değişiklikle bunun sihirli
şey... Bekâr kaldım çünkü böyle olmak benim için üs- makinesi olabileceğini anladı“(Sacks, 1995, s. 263).
tesinden gelinmesi zor olan pek çok karmaşık durum- Onun makineyi göstermesini izledikten ve kendi de
dan sakınmak konusunda bana yardımcı oldu... Flört denedikten sonra Sacks şunları gözlemledi:
etmek isteyen erkekler sıklıkla bir kadınla nasıl ilişki Temple, makineden yalnızca zevk ve rahatlama
kuracaklarını bilemezler. Onlar (ve ben kendim) bana almıyor, diğerleri için bir duyguyu da sürdürüyor.
Data’yı anımsattı, Uzay Yolu’ndaki android. Bir bölü- Makinesinin içinde yattığında, düşüncelerinin sıklıkla
münde Data’nın flört etme girişimi tam bir felakettir. annesine, en sevdiği halasına, öğretmenlerine döndü-
Romantik olmaya çalıştığında (bilgisayar programı- ğünü söylüyor. Onların ona olan sevgilerini ve onlara
nın düzeninde bir değişiklik yaparak) arkadaşına bi- olan kendi sevgisini duyumsuyor. Makinenin başka
limsel dili kullanarak iltifat etti. Otizmi olan çok yete- türlü kapalı olacak duygusal bir dünyaya bir kapı aç-
nekli yetişkinlerin bile bu tür sorunu vardır. (Grandin, tığını ve başkalarıyla empati kurmasına izin verdiğini
1995, s. 132-133) neredeyse bunu öğrettiğini hissediyor (s. 264).
Otizmi olan insanların bazı eksiklikleri onları ina- Sacks’ın, Grandin’in profesyonel başarısı ve ken-
nılmaz düzeyde doğru sözlü ve güvenilir kılmaktadır. dine kurduğu ilginç ve verimli yaşamına çok büyük bir
“Yalan” diye yazar Grandin “çok kaygı uyandırıcıdır, hayranlığı vardır, ancak iş insan ilişkilerine geldiğin-
çünkü diğer kişinin gerçekten aldatıp aldatmadığını de bunu anlamadığı çok açıktır. “Temple’ın hayvan-
anlamak için kurnaz sosyal ipuçlarının çok hızlı yo- ların ruhsal durumlarını ve belirtilerini anlamadaki
rumlanmasını gerektirmektedir (ki ben bunda yetenek- çabukluğu ve sezgiselliği ile insanların şifrelerini ve
sizim) (1995,s. 135). işaretlerini, kendilerine davranım yollarını anlama-
Grandin’in profesyonel yaşantısı etkileyicidir. daki olağan dışı zorluğu arasındaki uçurum karşısın-
Görselliğinin belirgin gücünü ve çiftlik hayvanlarıy- da çok şaşırmıştım.” (s. 269)
la empatisini kullanarak, inekleri dairesel bir rotaya Grandin ve Sacks’ınkiler gibi raporlar, kişiye su-
alarak ve ölüm anına kadar onları kaderlerini fark et- nulmuş bazen tuhaf olan yetenekleri kullanarak ve
mekten koruyarak mezbahaya yönlendirecek kanallar eksiklikler ile uğraşarak kişilik özelliklerine uyum
yapma gibi makineler oluşturmuştur. sağlamanın yollarıyla ilgili iç görüler sunar. “Otizm
Yine, iki ağır, eğimli, ahşap kenarlı, her biri üçe bir sendrom olarak patolojikleştirilse de bireyin bilin-
dört feet olan ve kalın yumuşak bir kaplamayla güzel- cinde olması ve gurur duyması gereken bütüncül bir
ce sarılmış tahtalardan oluşan, insan temasına gerek var olma, değişik bir durum ve kimlik olarak görül-
olmadan rahatlatıcı sarılmayı sağlayan bir “sıkıştır- melidir” diye yazmıştır Sacks. (s. 277). En son konfe-
ma makinesi” çizip yapmıştır. Uzun dar tepe tahtasıyla ranslarının birinde Temple, konuşmasını şöyle bitir-
desteklenerek V şekli yaratacak biçimde, vücut ölçü- miştir: “Eğer parmaklarımı şıklatmamla otistikliğim
sünde birleştirilmiştir. Bir ucundaki bölmede bulunan yok olsaydı bunu yapmazdım, çünkü o zaman kendim
başka bir alete giden dayanıklı tüplerin bulunduğu olamazdım. Otizm benim bir parçam” (s. 291).

sessizliğinin nedenin sizin bilinçaltı öfkeniz ol­ rın doğruluğu hiçbir zaman gösterilememiş ve
duğunu söylese ne hissedersiniz. Ya da mesleki büyük ölçüde çelişkili bil­giler olduğu görülmüş­
etkinliklerinize olan bağlılığınızın çocuğunuzun tür. Bununla birlikte uzun yıllardır bu büyük duy­
otistik davranış örüntülerine neden olduğu söy­ gusal sorumluluk yanlış yaptıkları, hata içinde
lense ne hissederdiniz? Bu tür kanıtsız iddiala­ oldukları söylenen ana babalara yerleşmiştir.
466 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

BİYOLOJİK TEMELLER lerin beyinlerindeki işlev­sizliğe bir başka kanıt,


Nörolojik ve kalıtsal kanıtların birikmesiyle serebellum (beyincik) oranının otizmli çocuklar­
otizmin çok erken başlangıçlı oluşu, bizi yeni­ da daha az geliştiği şeklindeki bulgusuyla başka
den bu zorlayıcı rahatsızlığın biyolojik bir yönü bir MRI çalış­masından gelmiştir (Courchesne
olduğuna çevirmiştir. ve ark., 1988). Bu anormallik 18 otistik denek­
ten 14’ünde gözlenmiştir.
GENETİK FAKTÖRLER Otizme yönelik ka­ Çocukluklarında ciddi otistik belirtiler gös­
lıtsal araştırmalar, bozukluğun ender görülme­ terenlerin %30’unun ergenlik döneminde epi­
sinden ötürü zor yürütülmektedir. Otistik kişile­ leptik nöbetler geçirmesi, bu bozuklukta beyin­
rin neredeyse tümünün hiç evlen­memesinden deki aksaklığın rol oynadığına ilişkin bir başka
ötürü aile çalışmaları yöntemi bazı özel sorunla­ göstergedir. Doğum öncesi dönemde anneleri
rı da beraberinde getirir. Bununla birlikte ortaya kızamıkçık (rubella) geçiren çocuklar­da otizmin
çıkan kanıtlar otizmin kalıtsal bir temeli olduğu­ yaygınlığı, genel çocuk nüfusuna göre 10 kat
nu öngörmektedir. fazladır ve gebelikte geçirilen kıza­mığın geliş­
Örneğin, otizm riski, kardeşlerin birinde otizm mekte olan fetüsün beyninde hasar bırakabi­
görüldüğü durumlarda hiç otizm görülmeyen leceği bilinen bir gerçektir. Otizme ben­zer be­
durumlara oranla 75 kat daha fazladır (McBride, lirtiler kimi zaman merkezi sinir sistemi işlevini
Anderson & Shapiro, 1996). etkileyebileceği düşünülen menenjit, ensefalit,
Otizmin kalıtsal aktarımını destekleyen kanıt­ frajil X, tübero sklerozun ardından da görülebi­
ların büyük bir kısmı ikiz çalışmalarına dayan­
lir. Tüm bu bulgular, zekâ geriliğin derecesi ile
maktadır, tek yumurta ikizlerinde otizm oranı
birlikte otizm ve beyin hasarı ile bağlantılı gö­
%60 ile %91 arasında değişmekte iken bu oran
rünmektedir (Courchesne ve ark., 1988).
çift yumurta ikizlerinde %20’nin altındadır (Bai­
ley ve ark, 1995; Steffenberg ve ark, 1989).
Otistik bireylerin aileleri ve ikizler üzerine OTİSTİK BOZUKLUĞUN TEDAVİSİ
yapılan bir dizi çalışma otizmin iletişimsel ve Yalnızlıklarının çok dokunaklı ve semptom­
sosyal alanlardaki yetersizliklerin daha geniş bir larının çok belirgin olmasından ötürü otizmli
yelpazesi ile kalıtsal geçişli olduğunu öngörmek­ çocukların koşullarını iyileştirme çalışmalarına
tedir (Balley ve ark, 1995; Bolton ve ark; 1994; büyük dikkat verilmeye başlanmıştır. Otizmin
Folstein & Rutter, 1977a, 1977b). Örneğin, otis­ etiyolojisine yönelik kuramla birlikte ilk çabalar
tik olmayan ikiz eşleri olan otistik yetişkinler ba­ psikolojik doğasına yönelmiştir ve bir kısmın­dan
ğımsız, tek başlarına yaşayamaz­lar, sabit işleri önemli beklentiler gösterilmiştir. Daha yeni ola­
vardır ya da güvenli ilişkilerini sürdürürler. Buna rak çok çeşitli psikofarmakoterapiler de çalışıl­
ek olarak, otistik olmayan tek yumurta ikizleri mış, karışık sonuçlar elde edilmiştir. Otizmli ço­
konuşmada gecikme ya da okuma bozuklukla­ cukların tedavisinde genellikle olağan olmayan
rı gibi iletişimsel eksiklikleri kanıtlarlar. Birlikte davranışların azaltılmasına ve iletişim­lerinin ve
ele aldığımızda, aile ve ikiz çalışmalarında elde sosyal becerilerinin arttırılmasına çalışılmakta­
edilen kanıtlar otizmin kalıt­sal temeli olduğunu
dır. Kimi zaman ailenin en büyük isteği otizmli
güçlü bir şekilde destekler.
çocuklarını olumsuz bir tepki görmeden lokan­
taya ya da markete götüre­bilmektir.
NÖROLOJİK FAKTÖRLER Otizmli çocuk­
ların EEG’leri üzerinde yapılan ilk dönem çalış­
malar bu çocukların çoğunun anormal beyin dal­
OTİSTİK ÇOCUKLARIN TEDAVİSİNDEKİ
gası örüntüleri olduğunu göstermektedir (örn. ÖZEL SORUNLAR
Hutt ve ark., 1964). Diğer tip nörolojik çalışma­ Otizmli çocukların eğitimini güçleştiren birçok
larda yine birçok otistik çocuğun beyin hasarla­ sorun vardır. Öncelikle rutinlerinin değişimine
rına ilişkin bilgiler açıklanmıştır (örn. Compbell karşı uyum göstermezler ancak tedavinin yapı­
ve ark., 1982; Gillberg & Svedjen, 1983). Ör­ sı ve doğası da değişim içerir. İkinci olarak yal­
neğin manyetik rezonans görün­tüleme (MRI) nızlıkları ve kendilerini uyarıcı hareketleri etkili
ile yapılan bir çalışmada otistik ve normal genç öğrenimi etkileyebilir. Yine, başka yetersizlikleri
erkeklerin beyin yapıları karşılaştırılmış, otistik olan çocukların benzer davranışları aynı sıklıkta
deneklerin beyinlerinde bir genişleme olduğu ve şiddette olmasa da öğretmenin çabasına ek
gösterilmiştir (Piven ve ark., 1995). Otistik kişi­ bir külfettir.
OTİSTİK BOZUKLUK 467
√√

Üçüncü olarak özellikle otizmli çocukları mo­ cesaretlendirmişler (Romanczyk ve ark, 1975),
tive edecek farklı yollar bulmak güçtür. Otizmli ve onların yetişkinlere karşı daha yanıt verici
çocuklarda pekiştiricinin etkin olması için be­ davranmalarına yardımcı olmuşlardır (Davison,
lirgin, somut ve çarpıcı olması gerek­mektedir. 1964).
Otistik çocuğun yanıt verdiği pekiştiricilerin ran­ Ivar Lovaas, Los Angeles California Üniver­
jını artırmada sık kullanılan yöntem, çok istenen sitesi klinik araştırma şefi, küçük yaştaki otizmli
yiyecek birincil pekiştirici olarak kullanılarak, çocuklara (4 yaşın altındaki çocuklar) yönelik
övgü gibi bir sosyal pekiştiricilerle eşleştirme yoğun bir edimsel program oluştur­muştur (Lo­
yapmaktır. vaas, 1987). Terapi programı, hafta­da 40 saat
Otizmli çocukların öğrenmesini etkileyen bir olmak üzere 2 yıldan daha çok bir sürede, ço­
başka sorun dikkatlerindeki aşırı seçiciliktir; ço­ cuğun yaşamının tüm yönlerini kap­sayacak şe­
cuğun dikkati görev ya da durumun belirli yönü­ kilde hazırlanmıştır. Ana babalar, çocuklarının
ne odaklandığında, diğer olasılıklar, ilişkili olan­ uyanık olduğu tüm zamanlarda tedavinin tüm
lar da dahil, fark edilmeyecektir (Lovaas ve ark., ağırlığı ile devam etmesi için yoğun bir şekilde
1971). Bu çocukların dikkatlerinde görülen aşırı eğitilmişlerdi. Bu yoğun tedavi programını alan
seçiciliğin doğası onların genellemelerini ya da 19 genç, haftada 10 saatten daha az süren
öğrendiklerini diğer alanlara uyarla­malarını güç­ benzeri bir tedavi programında yer alan kontrol
leştirir. Örneğin, otizmli çocuk eğitimcisinin ağız grubundaki 40 gençle karşılaştırmıştır. Tüm ço­
hareketlerini izleyerek bazı kelimeleri öğrenebi­ cuklar, örneğin, diğer çocuklarla konuşmaları ve
lir ancak aynı kelimeleri farklı bir insan daha az oynamaları sırasında daha az saldırgan, daha
dudak hareketi ile konuştuğunda anlamayabilir. uyumlu ve daha sosyal oldukları için ödüllendi­
Bu sorunlara karşın otistik öğrencilere özgü rildiler. Bu programın amacı; otizmli çocukların
hazırlanan eğitim programları başarılı sonuçla­ gelişerek, kendi başlarına ya da diğer rahatsız­
ra ulaşmıştır ve biz şimdi bunlara bakacağız. lık grubun­dan çocuklarla olmak yerine normal
yaşıtlarıyla kaynaşmasından çok daha fazla ya­
OTİSTİK ÇOCUKLARIN DAVRANIŞÇI rar göreceği sayıltısından hareketle, çocukları
TEDAVİSİ kaynaştırmaktır.
Davranışçı terapistler, model alma ve edim­ Çalışmadan elde edilen sonuçlar yoğun tera­
sel koşullama yöntemlerini kullanarak otizm­ pi grubu için dramatik ve yüreklendiriciydi. Ya­
li çocuklara konuşmayı öğretmişler (Hewett, pılan ölçümlerde ZB’leri ortalama 83 olan birinci
1965), otizmli çocukların ekolalik konuşmalarını sınıftakiler (yoğun terapi programından 2 yıl son­
değişimlemişler (Carr, Schreibman & Lovaas, ra) 55 olan kontrol grubu ile karşılaştırmıştır; 10
1975), diğer çocuklarla oyun oynamaları için gençten 12’si kontrol grubundan ise yalnızca 2
kişi (40 kişiden) nor­mal ranja ulaşmıştır. Dahası
Ivar Lovaas, otizmli çocukların edimsel-koşullama tedavisini yoğun terapi grubundan 19 gençten 9’u yerel bir
ortaya atan bir davranış terapistidir.
okulun ikin­ci sınıfına devam etmesi için destek­
lenmiştir, daha kalabalık olan kontrol grubun­
dan sadece bir kişi normal işlevsellik derecesi­
ne ulaşmıştır. Bu çocukların 4 yıl sonra yapılan
izleme çalış­malarından elde edilen sonuçlar bu
yoğun tedavi programına katılan çocukların ZB
dere­celerini, uyumlu davranışlarını korudukları­
nı ve okulda sınıflarını geçtiklerini göstermiştir
(McEachin, Smith & Lovaas, 1993). Eleştiriler
araştırmanın yöntemindeki ve sonuçlarındaki
eksiklikleri işaret etmelerine karşın (Schopler,
Short & Mesbov, 1989) bu beceri gerektiren
program, otizmli çocukların ileri boyuttaki mey­
dan okumalarıyla uğraşma konusunda ana ba­
baların ve profesyonellerin yoğun katılım­larının
yararını doğrulamaktadır.
Bu programa inanmak için bir diğer neden de
ana babalar tarafından desteklenen bu progra­
468 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

mın çocuğa, hastane ya da klinik temelli teda­ ilacın sosyal içe çekilmeyi, kalıplaşmış motor
vilerden daha yararlı olmasıdır. Lovaasın çalış­ davranışları ve kendine zarar verme gibi uyum­
malarının bir benzerinde, Koegel ve arkadaşları suz davranışları azalttığını göstermiştir (Ander­
(1982), 25-30 saatlik ana baba eğiti­minden son ve ark., 1989; McBride ve ark., 1996; Perry
sonra, çocukların standardize testler ve davra­ ve ark., 1989). Pek çok otizmli çocuk bu ilaca
nım ölçümlerinde, 200 saatten daha çok klinik olumlu tepki vermemiştir, bu ilacın normal ol­
tedavi alanlarla benzer düzeyde gelişim göster­ mayan kişiler arası ilişkiler ve konuşma bozuk­
diğini ortaya koymuştur. Koegel ana baba eği­ lukları gibi otizmin diğer yönleri üzerinde olumlu
timin öğrenmenin genellenmesinde daha üstün etkileri olmadığı görülmüştür (Holm & Varley,
olduğunu ileri sürmektedir, çünkü ana babalar 1989). Aynı zamanda Haloperidol’ün ciddi yan
pek çok farklı ortamlarda bulunabilmekte ve bu etkileri bulunmaktadır.
eğitim sürecinde, boş zaman etkinliklerinde ve Otizmli çocukların kanlarındaki serotonin dü­
eğlenceli aktivitelerde çocukları ile birlikte daha zeylerinin yükselmişliğine dair kanıtlar, serotoni­
çok vakit geçire­bilmektedirler. nin salınımını azaltan ilaçlarla ilgili araştır­malar
Şu net bir şekilde anlaşılmalıdır ki, kimi otis­tik yapılmasını yüreklendirmiştir. 1980’lerde 20 tıb­
ya da ciddi derecede rahatsızlığa sahip çocuk­ bi tedavi merkezinde deney farelerinde (rat) ve
lar ancak sadece hastane ya da sağlık perso­ maymunlardaki seratonin maddesinin düzeyini
neli tarafından düzenlenen grup evlerinde bakı­ düşüren fenfluramine’in etkililiğini değerlendiren
mını sürdürebilir. Dahası kimi ailelerin koşulları çok geniş çaplı araştırma yapılmıştır. Bu ilacın
rahatsızlığı olan çocuğun evde bakımı almasını otizmli çocukların düşünce ve davranış süreç­
engeller durumdadır. Ana babalar tarafından lerinde dramatik gelişmelere neden olduğuna
yürütülen bu etkili tedavilerin tüm ana babalar ilişkin kısa süreli ve coşkulu iddiaların ardından
için uygun bir sistem olduğu söylenemez. (Ritvo ve ark., 1983) yapılan çalışmalar sonu­
cunda daha ılımlı sonuçlara ulaşıldı. Flenflura­
OTİSTİK ÇOCUKLARIN PSİKODİNAMİK minin otizmli çocukların sosyal uyumları, dikkat
süreleri, aktivite dereceleri ve kalıplaşmış dav­
TEDAVİSİ
ranışları üzerinde ılımlı olumlu etkisi olmakla bir­
Bağlanma sorunlarını ve duygusal yoksun­
likte ZB ya da dil işlevselliği gibi bilişsel ölçümler
lukları otizmin kaynakları olarak gören Bruno
üzerinde tutarlı etkileri bulunmamaktadır. Son
Bettelheim (1967, 1974) çocuğun bizim dün­
gözden geçirmeler fenfluramine’nin etkilerinin
yamıza girmesi konusunda cesaretlen­dirilmesi
en iyi düzeyde olduğu ve ilacın otizmin çözümü
için sıcak ve sevgi dolu bir ortamın yaratılması
olmadığı konusunda uyuşmaktadırlar (Aman &
gerektiğini savunmuştur. Rogers’çı görüşe göre
Kern, 1989; Compbell, Anderson & Small, 1990;
hasta ve hastayı koşulsuz olumlu kabul düşün­
du Verglas, Banks, & Guyer, 1988).
cesinin, çocukların diğer insanlara güvenmesi Araştırmacılar naltrexone gibi opioid resep­
ve bir ilişki kurmak için olanakları değerlen­ tör antagonistleri üzerinde çalışmışlar ve bu
dirmesi açısından gerekli olduğuna inanılmış­ ilacın otizmli çocukların hiperaktivitelerini azalt­
tır. Chicago Üniversitesi Ortojenik Okulundan tığı bulunmuştur (Campbell ve ark., 1993). Son
Bettelheim ve arkadaşları başarılı pek çok ör­ yıllarda yapılan kontrollü bir çalışmada bu ila­
nek yayınlamıştır ancak yaptıkları gözlemlerin cın iletişimi başlatmada orta dereceli gelişme­
kontrol edilemeyen yapıda olması elde edilen lere neden olduğu gösterilmiştir (Kolmen ver
sonuçların değerlendirilmesini güçleştirmiştir. ark., 1995). Naltrexone’un kendine zarar verme
Dahası Bettelheim’in kullandığı işlemlerin ve davranışlarını azaltmada faydalı olduğunun be­
okulundaki öğrencileriyle ulaştığı başarılara iliş­ lirlenmesi için çok fazla sayıda araştırma yapıl­
kin raporlarının doğruluğu son zamanlarda sor­ masının gerekli olduğu düşünülmekle bir­likte,
gulanmaya başlamıştır, iddi­alarının geçerliği ile bu ilacın otizmin temel semptomları üzerinde
ilgili ciddi kuşkular göster­ilmektedir (Gardner, etkili olmadığı görülmektedir.
1997; Pollak, 1997). Şizofreninin tedavisinde aktarıldığı gibi otizm
adı verilen bu ciddi ve karmaşık rahatsızlığın
OTİSTİK ÇOCUKLARIN İLAÇ TEDAVİSİ etkili tedavisinde psikoloji ve biyoloji bilimleri­
Otistik davranışların tedavisinde en yaygın ne eğilimli farklı kişilerin disiplinler arası ortak
olarak antipsikotik ilaç grubundan haloperidol çalış­malarının etkili olduğu gözlenmiştir. Sihirli
(ilacın ticari adı Haldol) kullanılmaktadır. Bu bir kurşun arayışı başarıya ulaşma olasılığını
ilaçla ilgili yapılan bir kaç kontrollü çalışma bu imkânsızlaştırır.
ÖZET 469
√√

ÖZET
Dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu ve davranım bozukluğu denetim altına alınamayan dav­
ranışlarla belirlenir. DEHB sürekli bir dikkatsizlik örüntüsü ve / ya da içinde bulunduğu yaşta gözlen­
mesi gerekenden daha ciddi ve daha sıkı bir dürtüsellik halidir. Etiyolojisinde kalıtsal ve biyolojik et­
kenlerin olduğuna ilişkin güçlü kanıtlar olmakla birlikte ana babanın çocuklarının davranışlarına karşı
tepkisi de en azından hastalığın zamanla ilerleyiş biçiminde önemlidir. Ritalin gibi uyarıcı ilaçları ve
ilgilendiği görevin başında kalması nedeniyle pekiştirme DEHB’nin şiddetinin azalmasında etkindir.
Davranım bozukluğu sıklıkla yetişkinlikte gözlenen antisosyal kişilik bozukluğunun habercisi, ön
koşuludur, bununla birlikte bu tanıyı taşıyan pek çok çocuk bu uç süreci yaşamaz. Davranım bozuklu­
ğu aşırı öfke, saldırganlık, yalancılık, hırsızlık, vandalizm ve yasaları ve sosyal normları çiğnemenin
yaygın ve yüksek düzeyleri ile tanımlanır. Bu rahatsızlığın görünen etiyolojisinde kalıtsal yatkınlık,
ahlaki farkındalıkla ilgili uygun olmayan öğrenmeler, model alma, antisosyal davranışların direk pe­
kiştirilmesi ve yoksul, suça yatkın ortamlarda yaşama sayılabilir. Davranım bozukluğu olan gençlerin
denetiminde yapılacak yardımlar, olumlu sosyal davranışların ana baba tarafından pekiştirilmesi ve
eğer mümkünse adli sisteme girmesinin engellenmesidir
Öğrenme bozuklukları, çocuk akademik, dil ya da motor beceri alanında beklenen zekâ düzeyine
uygun gelişmediğinde tanımlanır. Bu tür bozukluklar akıl sağlığı kliniklerinden çok okul sistemi içinde
teşhis ve tedavi edilir. En çok çalışılan öğrenme bozukluğu olan disleksinin kalıtsal bir yönü ve biyo­
lojik bileşenleri olduğuna ilişkin çok yoğun kanıtlar bulunmaktadır. Disleksiye en yaygın müdahale
ise eğitimseldir.
Zekâ geriliği 18 yaşından önce görülen ortalamanın altında zihinsel işlevsellik ve uyumlu davra­
nış yetersizlikleri ile tanımlanır. Pek çok çağdaş tedavi zekâ geriliği olan kişileri, ciddiyetin düzeyine
göre sınıflandırmaya çalışmak yerine, onların güçlü yanlarına odaklaşmaktadır. Verilen önemdeki
bu değişiklik bireyin yetenekleri dâhilinde psikolojik ve eğitimsel girişimleri düzenlemek konusundaki
artan çaba ile birliktedir
Zekâ geriliğinin daha ciddi biçimlerinin, Down Sendromuna neden olan kromozom trisomisi gibi
biyolojik temeli olduğu bilinmektedir. Annenin gebeliğinde yaşanan HIV ve AIDS, kızamıkçık ve fren­
gi gibi bulaşıcı hastalıklar doğrudan bebeği etkilemektedir; örneğin yanlış beslenme, ciddi düşmeler
ve otomobil kazalarının beyne zarar vermesi gibi, ensefalit de çocuğun bilişsel ve sosyal gelişimini
engeller. Çevresel etkenler hafif dereceli zekâ geriliğinin temel nedeni olarak düşünülmektedir. Alt
sınıf evlerde sosyal ve eğitimsel yetersizliklerin olduğu bir ortamda yaşam süren hafif dereceli zekâ
geriliği olan kişilerde beyin hasarı bulunamamıştır.
Araştırmacılar yoksul ortamlarda yetişen çocuklara okul öncesi eğitim ve sosyal olanaklar sağ­
layarak hafif zekâ geriliğini engellemeye çalışmaktadırlar. Bu programlar içinde en büyük ve en çok
tanınan, çocukların donanımı konusunda yararlı olmaya çalışan Head Start Projesidir. Önceleri ku­
rumlara yerleştirilen zekâ geriliği olan çocuklar Halk Yasası 94-142’nin kaynaştırma konusundaki
katkılarıyla halk okullarında eğitilmeye başlamıştır. Buna ek olarak davranışçı terapistler, uygulamalı
davranış analizi, kendine yönerge verme, model almayı kullanarak geriliği olan bireylerin davranışsal
sorunlarını başarı ile tedavi edebilmekte ve zekâ işlevselliklerini geliştirebilmektedir.
Yaygın gelişimsel bir bozukluk olan otizm 2,5 yaşından önce başlamaktadır. Otizmin temel belirti­
leri uç noktada otistik yalnızlık, insanlarla ilişki kurmada başarısızlık, iletişim sorunları, dil öğrenmede
başarısızlık ya da ekolali ya da uygunsuz zamir kullanma gibi konuşma başarısızlıkları, aynılığı sür­
dürme, günlük rutinlerini, çevreyi aynı tutma konusunda obsesif istekler duyma olarak tanımlanabilir.
Başlangıçta otizmin soğuk ve uzak ana babaların çocuklarına ilişkin retlerinin bir sonucu olduğuna
inanılmıştı ancak son yıllarda yapılan araştırmalar bu bilgileri doğrulamamaktadır. Yine, otizmin biyo­
lojik bir temeli olduğuna ilişkin kesin bulgular olmamakla birlikte otizmin biyolojik bir yönü olduğunu
gösteren pek çok neden bulunmaktadır: başlangıcı çok erkendir, ikiz ve aile çalışmaları kalıtsal bir
yatkınlığı olduğunu desteklemektedir; otizmli çocukların beyinlerinde anormallikler bulunmuştur; me­
nenjitin ve ensefalitin ardından otizme benzer bir sendrom görülebilir; pek çok otistik çocuğun düşük
zekâ düzeyi beyin işlevsizlikleri ile bağlantılıdır.
Otizmin en umut verici psikolojik tedavisi model alma ve edimsel koşullama süreçlerine dayan­
maktadır. Otizmli çocukların prognozu genellikle zayıfsa da -Odak 15.6’da tanımlanan bazı yıldız­
laşan olgular dışında- son yıllarda yapılan çalışmalar ana babaların da yer aldığı yoğun davranışçı
tedavi programı ile bu çocukların normal sosyal ilişkilerde anlamlı bir biçimde yer alabildiklerini gös­
termektedir. Otizmli çocukların serotonin düzeylerini düşüren ilaçlar çok az umut vericidir.
470 √√ BÖLÜM 15 - ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI

ANAHTAR SÖZCÜKLER
dikkat eksikliği / hiperaktivite yazılı ifade bozukluğu fenilketonuri (PKU)
bozukluğu dilin ifade bozukluğu uygulamalı davranış analizi
davranışçı pediatri fonolojik bozukluk kendini yönlendirme eğitimi
davranım bozukluğu kekeleme otistik bozukluk
karşı olma karşı gelme motor beceri bozukluğu yaygın gelişimsel bozukluk
bozukluğu hafif zekâ geriliği ekolali
enürezis orta zekâ geriliği zamir tersine çevirme
öğrenme yetersizlikleri ağır zekâ geriliği
öğrenme bozuklukları ileri derecede ağır zekâ geriliği
okuma bozukluğu (disleksi) Down sendromu (Trisomy 21)
aritmetik bozukluğu kırılgan X sendromu
16

George Tooker, “Aynall”, 1963.

YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK
BOZUKLUKLAR
Çeviri: Prof. Dr. Ferhunde Öktem

YAŞLI ERİŞKİNLERİN İNCELENMESİNDE YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE BAKIMI


KONULAR, KAVRAMLAR VE Bakım Evleri
YÖNTEMLER Toplum Temelli Bakım
Yaşlı Erişkinlerdeki Çeşitlilik YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİYE ÖZGÜ
Yaş, Kuşak ve Ölçüm Zamanının Etkileri KONULAR
Yaşamın İleri Döneminde Psikopatoloji Yaşlı Erişkinlerdeki Terapinin İçeriği
Tanısının Konması Yaşlı Erişkinlerdeki Terapi Süreci
Sorunlardaki Çeşitlilik ÖZET
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI
Demans
Delirium
İLERİ YAŞ VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR
Yaşamın İleri Döneminde Ruhsal
Bozuklukların Genel Yaygınlığı
Depresyon
Kaygı Bozuklukları
Sanrılı (Paranoid) Bozukluklar
Şizofreni
Madde Bağımlılığı ile İlişkili Bozukluklar
Hipokondri
Uyku Bozuklukları
İntihar
Cinsellik ve Yaşlanma
472 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

duyarız. Bu bölümde bu tür konu ve sorular in­


Hasta servikal (boyun) disk ameliyatı için hastaneye celenmekte ve bazı terapi­lerin ileri yaştaki eriş­
yatan 56 yaşında sağlak (sağ elini kullanan) bir işadamı- kinlerin psikolojik sorun­larıyla başa çıkmakta
dır. Yoğun iş programı ve ameliyatla ilgili kaygıları nede- diğerlerine kıyasla daha uygun olup olmadığı
niyle daha önce iki kez hastaneye gelmekten vazgeçmiştir.
değerlendirilmektedir. Ayrıca, yaşam beklentisi­
Hasta çok ağır bir sosyal içici olmakla birlikte, bu onun
nin yetmişlere ve öte­sine uzadığı bir dönemde,
iş performansını etkileyecek düzeyde değildir. Ameliyat
olaysız geçmiş ve sonrasında süreçten doğan bir kompli- toplumun yaşlan­mayı araştırma ve yaşlı insan­
kasyon olmamıştır. Hasta bunun üzerine çok rahatlamış, lara yardım etme konusunda yeterince zihinsel
ameliyattan sonraki 3. geceye kadar normal bir iyileştir- ve parasal kay­nağı ayırıp ayırmadığı konusu da
me gösterir gibi görünmüştür. O gece son derece huzursuz değer­lendirilecektir.
olmuş ve uyumakta zorluk çekmiştir. Ertesi gün gözle gö- Yaşlı erişkinler, birçok Asya ülkesinde gör­
rünür biçimde yorgunluk dışında her şey normaldir. Bunu dükleri saygının tersine, ABD’de çok iyi mua­
izleyen gece, huzursuzluğu daha belirginleşmiş, kaygılı ve mele görmezler. Yaşlanma süreci, hepimiz için
korkulu bir hâl almıştır. Gece ilerledikçe, odasında, sak-
kaçınılmaz olmasına karşın, birçok kişi bundan
lanan insanlar gördüğüne inanır olmuş, şafak sökmeden
nefret eder, hatta buna gücenirler. Belki de, yaşlı
hemen önce hemşireye yatağının üzerinde ve perdede ko-
şuşan bazı küçük, garip hayvanlar gördüğünü bildirmiştir. kişilere saygı gösterilmemesi, içimizde yaşlan­
Sabah olduğunda, hasta çok kaygılı ve korkmuş bir durum ma konusunda kökleri derinlerde saklı korku ve
sergiliyormuş. Uyuşmuş ve dalgın halde olup, bir önceki yanlış kavramlardan kaynaklanmak­tadır. Ciddi
geceki olayları anlatmaya çalıştığında son derece tutar- hastalıkları olan bir yaşlı; bazılarımızın bir gün
sızlık sergilemiştir. Kim ve nerede olduğunu bilmekte ama daha az düzgün bir şekilde yürüyebileceğini,
ameliyat olduğu günü ya da zamanı bilmemektedir. O gün daha az net görebile­ceğini, daha az iştahlı ola­
zihinsel durumu dalgalanma göstermiş ama gece olunca rak yemek yiyebile­ceğini, cinsel hayattan daha
kafası iyice karışmış ve aşırı huzursuz (ajite) olmuştur. Bu az zevk alabile­ceğini ve çok sayıdaki hastalık­
noktada, psikiyatrik konsültasyon istenmiştir.
tan bazılarına ve çoğu yaşlı kişide var olan bo­
Konsültanın tanısı akut ameliyat sonrası zihin karma-
şası (konfüzyon) durumu (delirium) olmuştur. Nedeni bazı zukluklara yenik düşebileceğini gösteren, hoş
etmenlerin olası etkileridir: alkol alımının durdurulması, karşılanmayan bir hatırlatıcı durumundadır.
ameliyattan korkma, güçlü analjezik kullanımı, ameliyat Yaşlanmaya ilişkin psikolojik sorunlar özel­
stresi, ağrı ve yabancı bir odada geçirilen uykusuz ge- likle kadınlar için ağır olabilir. Son 30 yıldır bi­
celer. Tedavi, ağrı için alınan ilaçların azaltılması, gece linçlenme artmış olmakla birlikte, toplumu­muz,
odanın bölgesel olarak aydınlatılması ve hastaya sürekli kadınlarda geçen yıllarla birlikte baş gösteren
olarak aile bireylerinden birinin eşlik etmesinden oluş- ve giderek daha belirgin hale gelen kırışıklık ve
muştur. Bu basit değişiklikler ve günde üç kez 50 mg klor- sarkmaları kolayca kabul ede­memektedir. Er­
promazine (Thorazine) ve yatmadan önce 500 mg kloral
kekte şakaktaki gri saçlar ve hatta kel bir kafa
hidrat, zihinsel karmaşasını iki gün içinde gidermiş ve
bir hafta içinde anormal davranışa ilişkin herhangi bir
genellikle seçkin bir özellik olarak değerlendi­
belirti kalmaksızın eve dönebilmiştir. Bu güne kadar bu rilirken, kadındaki yaşlanma belirtilerine toplu­
sorunlardan hiçbiri yinelememiştir. (Strub & Black, 1981, mumuzda değer verilmez. Kozmetik ve plastik
s. 89-90) cerrahi sanayileri kadın­ların yaşlarıyla ilgili ola­
rak kendilerine telkin edilen korkuyu sömürerek,
Bu kitabı okumakta olan daha şanslı okuyu­ her yıl milyarlarca dolar elde etmektedir.
cular bir gün yaşlanacaktır. Yaşlandığınız süre Azınlık konumundaki etnik guruplarda yaşlı
boyunca, psikolojik değişikliklerin olması kaçı­ bireyler ise çifte tehlike yaşarlar, Afrika köken­
nılmazdır; buna ek olarak pek çok duy­gusal ve li Amerikalılar ve Meksika kökenli Amerikalı­
zihinsel değişiklik de görülebilir. Yaşlılar zihinsel lar beyaz eşdeğerlerine göre, önemli ölçüde
bozukluklar açısından gençlere kıyasla daha mı daha az gelire sahiptir ve daha az sağlıklıdır,
çok risk altındadır? Daha önce­ki kaygı ve dep­ ayrıca yaşamdan daha az zevk alırlar (Dowd &
resyon gibi duygusal sorunlar ileri yaşta daha Bengston, 1978; Gerber, 1983). Kadınlara karşı
kötü hale mi gelir? Bu duygusal sorunlar, daha toplumun bakış açısı bazılarının üçlü bir tehli­
gençken bunları yaşamamış kişilerde de gelişir ke olarak adlandırabileceği bir duruma katkıda
mi? bulunur; azınlıktaki yaşlı kadınlar ekonomik ba­
ABD toplumunun çoğunun ileri yaşla ilgili be­ ğımlılık ve bununla bağlantılı sorunlar yönün­den
lirli varsayımları vardır. Titrek ve sersemleşmiş en fazla risk altında olan kesimdir (Blau, Oser
hale gelmekten korkarız. Cinsel hayatımızın & Stephensi, 1979). Öte yandan, Odak 16.1’de
doyum sağlayıcı olmayacağı konusunda kaygı belirlendiği şekliyle, bazı gözlemciler azınlık gu­
YAŞLI ERİŞKİNLERİN İNCELENMESİNDE KONULAR, KAVRAMLAR VE YÖNTEMLER 473
√√

KADINLARDA İLERİ YAŞTA CİNSİYET ROLÜNÜN ESNEKLİĞİ,


ODAK 16.1 İLERİ YAŞLA BAŞA ÇIKMA VE BUNA GEÇİŞ*
Yaşlı olarak birtakım dezavantajlara sahip olma- algılanması gibi durumlarla bağlantılandırılır. (Adel-
larına karşın, kadınlar yaşlanmanın belirli yönleriy- man, 1994, Turk-Charles, Rose & Gatz, 1996).
le daha iyi başa çıkarlar, çünkü kadınların kurtuluş Kadınlar ileri yaşlara ve toplumdaki yaşlılığa yö-
hareketi ve feminist konularda artan bilinçlenme ile neltilen olumsuz tavra karşı erkeklere kıyasla daha do-
sağlanan gelişmelere karşın, onlar genellikle erkekle- nanımlı gelirler, çünkü onlar ayrımcılıkla başa çıkma
re kıyasla toplumda daha marjinal ve daha az değer konusunda daha çok deneyimlidirler (Canetto, 1992).
verilen rolleri yerine getirmiştir. İlk olarak, kadınlar Benzer şekilde, eşcinsel ya da lezbiyenlerin yaşamları
toplumda erkeklere göre daha çok role sahiptir. Pek boyunca karşı karşıya kaldıkları baskı onları yaşlılığa
çok erkek ailenin başlıca ekmek getiren kişisi, bazen karşı tavır alma ve sıkça yaşlanma ile bağlantılandı-
aynı zamanda baba ve nadiren aileye birincil bakan rılan statü kaybı ile başa çıkmaya hazırlayabilir. Ve
konumunda baba rolüyle emeklilik dönemine girer- bu zorluk yoluyla edinilen güç, üçlü bir tehlike -üç
ken, kadınlar sıklıkla anne, eş, aile kurucu, iş gören, kaynaktan ayrımcılık- ile karşı karşıya olan azınlık-
dul ve bazen sakat bir akrabanın bakıcısı gibi çeşitli taki yaşlı erkekler için ayrı bir önem taşır (Stoller &
rollerde yer almaktadır. Kadınlar aynı zamanda deği- Gibson, 1994). Öte yandan, sınırlı parasal kaynaklar
şen rollere de uyum sağlar, örneğin çocukların evden ile bağlantılı sağlığına bakmama ve genel sağlık du-
gitmesiyle anne rolü, yerini boş bir yuvanın başındaki rumunun daha kötü olması gibi sorunlar, yaşamı bo-
kişiye bırakır (Sinnott, 1986). Bu çeşitlilik ve durağan yunca yüksek düzeyde stres ve zorluklarla baş etmek
olmama durumu bazılarınca cinsiyet rolündeki esnek- zorunda kalmış kişinin kazanmış olacağı avantajların
lik olarak adlandırılmaktadır. Bu esneklik kadınların etkisini aşabilir.
ileri yaşta daha fazla dayanıklı olmasına katkıda bu- Altmış beş yaş üzeri kişilerdeki intihar oranları
lunabilir; ne de olsa hayatları boyunca bir büyük rol bütün yaş guruplarından çoktur. Bu yüksek oranın
değişikliğinden diğerine geçmekte daha çok uygula- nedeni altmış beş yaş üzeri erkeklerdeki, özellikle de
ma yapmışlardır. Ve sosyal rollerde daha büyük ölçüde beyaz erkeklerdeki, sürekli artıştır. Kadınlar arasında
meydana gelen bu farklılık stresi azaltabilir ve kadın- ve özellikle azınlıktaki kadınlar arasındaki oranlar
larda genel olarak daha fazla yaşama beklentisinin elli yaşından sonra düşüş göstermektedir (McIntosh,
oluşmasında bir pay sahibi olabilir. 1995, McIntosh ve ark., 1994). Benzer şekilde, kadın-
Erkeklerde bu derecede rol esnekliği gelişmediği ların erkeklere oranla dul kalma olasılığı altmış beş
ve denenmediğinden, geleneksel erkek rolünün getir- yaş sonrası daha çok olsa da, dul kadınlar dul er-
diği isteklerde ve ayrıcalıklarda emeklilik ile birlikte keklere oranla intihar girişimine daha az eğilimlidir
azalma olduğunda daha zorlu ve stresli bir uyum sü- (Canetto, 1992). Cinsiyetler arasındaki bu farklılık
reciyle karşılaşırlar. Emekliliğin bu olumsuz tarafı, erkeklerin duygusal ve kişilerarası gereksinimlerinin
yaşamın bu dönemindeki olumlu özellikler ile bazen doyumu açısından kadınlara göre daha bağımlı ol-
azalır. Nitekim ileri yaşta çoklu sosyal roller içinde malarından ileri gelmektedir (Spacapan & Oskamp,
yer alabilme yeteneği, örneğin patron olarak geçirilen 1989). Bu durum, dul erkeklerin yeniden evlenme
yıllardan sonra öğrenci olma, daha az depresif belirti oranlarının daha yüksek olmasının da kısmen bir
görülmesi, hayattan daha çok zevk alma ve hem kadın açıklamasını oluşturabilir.
hem de erkekte kendine yetme duygusunun üst düzeyde
*
Bu malzeme E H. Davison’ın yayınlamadığı bir yazıya dayanmaktadır
(1996).

rubunda kadın ve / veya bir üye olmanın yarar daki farklılıkları, bas­makalıp düşünceler lehine
getirdiğini düşünmektedirler. bozarak, görmezlik­ten gelir (Gatz & Pearson,
Yaşlanmaya ilişkin fiziksel gerçekler yaşlı ya 1988).
da genç olsun takvim yaşına karşı tavır alma Ruh sağlığı konusundaki profesyoneller çok
(ageism) ile daha karmaşık hale gelmektedir. yakın bir zamana dek yaşlı insanların psikolojik
Yaşa karşı tavır takvim yaşına bağlı olarak ayı­ sorunlarına pek önem vermemişlerdir. Pek çoğu
rım yapmaktır. Yaşlılığa karşı tavır, alt­mışlarında zihinsel bozulmanın sık ve kaçınılmaz, yaşlı in­
bir kadın profesörün üniversitede ders vermeye sanlarda görülen depresyonun yaygın ve teda­
devam edemeyeceği düşünüldüğü, ya da yet­ vi edilemez ve cinsel yaşamın kaybe­dilmiş bir
miş beş yaşından büyük bir erkeğin sosyal bir olay olduğu gibi genel olarak kabul gören yanlış
ortamda kendisinin soh­bete katacağı bir şey ol­ kavramlara göre hareket etmekte­dir. Ruh sağ­
madığı varsayımından hareketle göz ardı edil­ lığı hizmeti veren kişiler yaşlılığa karşı aşırı bir
diği gibi durumlarda görülebilir. Herhangi bir ön­ tavır almış olmamasına karşın (Gatz & Pear­
yargı gibi, yaşlılığa karşı tavır insanlar arasın­ son, 1988), yaşlı erişkinlerin hayatını etkileyen
474 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

1989). En yaşlı-yaşlıların, 1990’ların ortasında­


ki 3.8 milyondan artış göstererek, 2040 yılında
en az 24 milyona ulaşması beklenmektedir.
Bu yüzden, yaşlı erişkinlerin psikolojik ve nö­
ropsikolojik sorunları hakkında ne bildiğimizi
araştırmak ve yaşlanma ile ilgili kafamızdaki
yanlış kavramlardan bazılarını açığa vurmamız
önemlidir. Bundan sonra, genel kavramları ve
yaşlılığın incelenmesi konusundaki kritik konu­
ları gözden geçireceğiz. Daha sonra ise, önce­
den tartıştığımız çoğu psikolojik bozukluğu, bu
bozuklukların ileri yaşta nasıl ortaya çıktığı ko­
nusu üzerinde odaklanarak inceleyeceğiz. Son
olarak, yaşlı erişkinlerin tedavisi ve bakımı­na
ilişkin genel konuları ele alacağız.

YAŞLI ERİŞKİNLERİN
İNCELENMESİNDE KONULAR,
Yaşa karşı tavır (agism) kişiye yaşından ötürü ayrım yapmak
anlamına gelir. Yaşlılığa ilişkin yaklaşımların bir şekli olan, KAVRAMLAR VE YÖNTEMLER
karşı-inanışta, eski Amerikan Başkanı Bush’un paraşütle atlayış
yapması örneğinde olduğu üzere yaşlıların başarılarını özel
olarak alkışlarız.
Yaşlı erişkinler üzerine kuram ve araştırmalar
bazı özgül konuların anlaşılmasını gerektirir.
politikalar üzerindeki etkileri nedeniyle onların
yaklaşım ve uygulamalarının özel bir önemi var­ YAŞLI ERİŞKİNLERDEKİ ÇEŞİTLİLİK
dır. 1980’lerden itibaren, insanları sağlıkla ilgili
Çeşitlilik (diversity) sözcüğü yaşlı erişkinler
meslekler için yetiştiren pek çok okul ve üniver­
için çok uygundur. Yaşlı erişkinler birbirlerinden
site yaşlılık bilimi (gerontoloji) dalında araştırma
farklı olmakla kalmayıp herhangi bir yaş guru­
ve eğitimi müfredatları­na almış olmakla birlikte,
bundaki bireylerden de daha farklıdırlar! İnsan­
kendilerini öncelikle yaşlı erişkinlerin gereksi­
lar yaşlandıkça birbirlerine daha az ben­zemeye
nimlerini karşılamaya adamış profesyonel sa­
başlarlar. Yaşlı insanların birbirine ben­zediği
yısı hâlâ oldukça azdır. (Gatz & Smyer, 1992;
fikri birçok genç insanın taşıdığı bir önyargıdır.
Knight, 1996).
Bir insanın altmış yedi yaşında olduğunu bilmek
Yaşlı olan ile henüz yaşlanmamış olanlar
gerçekte o kadın ve erkek hakkında pek az şey
arasındaki farklılıklar konusundaki bir tartışma­
bilmek demektir. Bununla birlikte, bir an içten bir
da, yaşlılar genellikle 65 yaş üzeri olarak tanım­
şekilde düşünüldüğünde, bir insanın altmış yedi
lanırlar. Bu yaşı kullanma kararı geniş ölçüde
yaşın­da olduğunu duyduğumuzda aklımıza be­
sosyal politikalara göre belirlenmiş olup, altmış
lirli özelliklerin geldiği görülebilir. Altmış beş ve
beş yaşın yaşlanmaya ilişkin psikolojik ve fizyo­
üzeri yaştaki kişiler arasında pek çok farklılık ol­
lojik süreçler yönünden kritik bir yönü olmasın­
duğu bu bölümün okunması sırasında giderek
dan kaynaklanmamıştır. Yaşlı nüfus arasındaki
belirgin bir şekle gelecektir.
çeşitliliği daha iyi anlatmakta kaba sınır nokta­
ları belirlemek üzere, gerontologlar altmış beş
YAŞ, KUŞAK VE ÖLÇÜM ZAMANININ
yaş üzerindekileri genellikle üç guru­ba ayırmak­
tadırlar: genç-yaşlılar, altmış beş ile yetmiş dört ETKİLERİ
arası; yaşlı-yaşlılar yetmiş beş ile seksen dört Takvim yaşı, psikolojik araştırmalarda gö­
arası; ve en-yaşlılar, seksen beş üzeri. Bu grup­ züktüğü kadar basit bir değişken değildir. Yaş­
ların sağlık durumu arasında önemli yönlerden la bağlantılı diğer etkenler rol oynamış ola­
farklılıklar bulunmaktadır. bileceğinden, yaş guruplarındaki farklılıkları
Altmış beş yaş üzeri Amerikalıların 2020 yalnızca yaşlanmanın etkilerine bağlarken dik­
yılın­da 20 milyondan fazla bir rakama ulaşacağı katli olmalıyız. 1994’te yetmiş yaşında olmakla
tahmin edilmektedir (80’lerin sonundan başla­ 1964’te yetmiş yaşında olmak bir­birinden fark­
yarak 20 milyondan fazla bir artış) (Spencer, lıdır. Yaşlanma alanında, çocukluk dâhil daha
YAŞLI ERİŞKİNLERİN İNCELENMESİNDE KONULAR, KAVRAMLAR VE YÖNTEMLER 475
√√

Kuşağa özgü etkiler aynı takvim yaşına sahip olan kişilerin doğum zamanlarına bağlı olarak, birbirlerinden önemli ölçüde farklı
olabileceklerini gösterir.

önceki gelişimin incelenmesinde, katkılara bağ­ Enlemesine Kesitsel (cross-sectional)


lı olarak bir takım ayrımlar yapılır. Buna göre, araştırmalarda, araştırmacı aynı zaman dili­
belirli bir takvim yaşında olmanın etkileri yaş minde aynı anda farklı yaş guruplarını belirli
etkileri; belirli bir yılda doğma, kendine özgü bir değişken yönün­den karşılaştırır. Söz gelimi,
baskılar, sorunlar, tehditler ve olanakları içeren 1985’te bir anket yaptık ve yetmiş yaşının üze­
belirli bir zaman diliminde yetişmiş olmanın etki­ rindeki pek çok katılımcının bir Avrupa aksanıy­
leri kuşağa özgü (cohort) etkiler; ve zamanın la konuştuğunu, bunun yanı sıra otuzlarında ve
belirli bir noktasındaki olay­ların, zaman içinde kırklarında olan­ların ise bu aksanla konuşmadı­
üzerinde araştırma yapılan bir değişkende özel ğını saptadık. Bu noktadan, insanların yaşlan­
bir etki bırakmasından oluşan etkiler ölçüm dıkça Avrupa aksanı geliştirdiği gibi bir sonuca
zamanının etkileri olarak adlandırılır. (Schae ulaşabilir miyiz? Çok zor! Kesitsel çalışmalar za­
& Hertzog, 1982). Gelişim­sel değişikliği değer­ man içinde aynı insanları araştırmaz, böylelikle,
lendirmekte kullanılan enlemesine kesitsel ve bizim zamanla gelen yaş değişikliği üzerinde
boylamsal adlı iki büyük araştırma deseni, bu değil, yalnızca belirli bir çalışma ya da deneyde
terimleri açıklığa kavuşturmaktadır. yaşın etkileri konusunda düşünce belirtmemize
476 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

olanak sağlar. Kuramsal çalışmamızda, yaşlı depresyonun da bir göster­gesidir. Depresyon­


örneklemimizde ya da kuşağımızdaki pek çok daki yaşlı bir erişkinin bedensel semptomları
insan ABD’ye dışarıdan gelmiştir. aslında depresyonun bir parçası mıdır, yoksa
Boylamsal (longitudinal) araştırmalarda, bunlar (aynı zamanda) fiziksel değişiklikleri mi
araştırmacı belirli bir zaman örneğin -1999 sı­ yansıtır?
nıfı- ve düzenli olarak onu her yıl aynı ölçüy­
le yeniden teste tabi tutar. Bu tasarım zaman SORUNLARDAKİ ÇEŞİTLİLİK
içinde tutarlık ve değişiklik konusunda birey­lerin
özelliklerini-kuşak etkileri- izlememize olanak Ruh sağlığının kişinin hayatında fiziksel ve
sağlar, bunun amacı yaşamın erken döneminin sosyal sorunlara bağlanabileceğini biliyoruz.
ileri yaştaki davranışla ilişkisini analiz etmektir. Hiçbir topluluk bir gurup olarak, yaşlılardan
Bununla birlikte, her kuşak kendine özgü daha fazla bu sorunları yaşamış değildir. Onlar
özellikler taşıdığından, boylamsal çalışmalar­ hepsini yaşamıştır: fiziksel açıdan performansta
dan çıkarılan sonuçlar seçili, belirli bir kuşak düşüş ve yeti yitimi, duyusal ve nörolojik bozuk­
ile sınırlıdır. Örneğin, 1956-1996 arası zaman luklar, sevilen kişilerin kaybı, hayat boyu yaşa­
dilimine ilişkin bir kuşağın üyelerinde, altmış nan çok sayıda şanssız deneyim ve sosyal stre­
yaşlarına girerken cinsel etkinliklerinde düşüş sin birikici etkileri gibi. Ama yaşam boyu hem
bulunduysa, 1996-2036 arasında incelenen ku­ beklenen hem de beklenmedik kayıp ve stres­
şaktaki kişilerin cinselliğinin aynı yaşa eriştiğin­ lerle karşılaşmaya ek olarak, yaşlı erişkin­lerde
de düşeceği şeklinde bir sonuca ulaşamayız. pek çok olumlu yaşam deneyimi, başa çıkma
Zaman içinde sağlık bakımı ve sosyal gelenek­ mekanizmaları ve bunun sonucunda edinilen
ler gibi diğer değişkenlerde kaydedilen iyileş­ bilgelik vardır. Buna ek olarak, Odak 16.1’de
meler daha genç bir gurupta, ölçülen zamanın öne sürüldüğü gibi, yaşlanmanın olum­suz et­
bir etkisi olarak cinsel etkinliği arttıra­bilir. Boy­ kilerini hafifletmek için bazı kültürel ve etnik
lamsal çalışmalarda ortaya çıkan ek bir sorun etkenler ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, yaşlılar
da araştırmalar sürerken katılımcıların sıklıkla için anlamlı, güçlü roller sağlayan guruplardaki
çalışmadan ayrılmasıdır ki, bu genellikle seçi- yaşlı erişkinler, aile ya da toplum­da böyle bir gi­
ci ölüm oranı (mortalite) olarak adlandırılan rişimde bulunmasına izin verilmeyenlere oran­
bir yanlılığın oluşmasına neden olur. Fiziksel la, yaşlanmaya uyum sağlamakta daha az güç­
olarak en kötü durumda olanlar, araştırmadan lük çeker gibi görün­mektedir (Amoss & Harrell,
ayrılma olasılığı en yüksek olan­lardır. Kalan ve 1981; Keith, 1982).
temsil niteliği taşımayan kişiler genellikle genel
nüfusa göre daha sağlıklıdır. Bu nedenle, ya­
İLERİ YAŞ VE BEYİN
şam akışında cinsel etkinlik gibi bir değişkende­
ki düşüş oranına ilişkin boylam­sal araştırmaya BOZUKLUKLARI
dayalı bulgular fazlaca iyimser olabilir.
Yaşlı insanların çoğunluğunda beyin bozuk­
YAŞAMIN İLERİ DÖNEMİNDE luğu olmamakla birlikte, bu sorunlar, geriatrik
PSİKOPATOLOJİ TANISININ erişkinlerin bir diğer durumuna oranla daha çok
KONMASI ve daha uzun süre hastaneye yatma nedenini
oluşturur (Christie, 1982). Şimdi, beyin bozuk­
Yaşlı erişkinler için DSM ölçütleri temelde luklarının iki temel tipi olan demans ve deliriumu
daha genç erişkinlerinkiyle aynıdır. Pek az araş­ inceleyeceğiz.
tırma desteklese de, ruhsal bozuklukların doğa­
sı ve ortaya çıkış şekillerinin erişkinlikte ve ileri
DEMANS
yaşta aynı olduğu varsayılır (Gatz, Kasl- God­
ley & Karel, 1996; LaRue, Dessonville & Jarvik, Meslekten olmayan insanların bunaklık (se­
1985). Genelde yaşlı erişkinlerde belirli semp­ nility) olarak adlandırdığı demans, sosyal ve
tomların ne anlama geldiğini bilmeyiz, çünkü mesleksel işleyişte bozulma noktasına kadar
yaşlılarda psikopatoloji konusunda pek az kesin giden zihinsel yeteneklerin aşamalı olarak ge­
şey bilmekteyiz (Zarit, Eiler & Hassinger, 1985). rilemesidir. Demansın en belirgin semptomu
Örneğin, bedensel semp­tomlar genellikle ha­ hatırlamakta, özellikle de yakın geçmişte olan
yatın ileri döneminde daha sık görülür ama bu şeyleri hatırlamakta zorluk çekilmesidir. İnsan­
semptomlar aynı zamanda yaşlı erişkinlerdeki lar işlerine bir ara verdikten sonra geri dönmeyi
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 477
√√

unutabildiğinden, işlerini yarım bırakabilir. Çay­ DEMANSIN NEDENLERİ


danlığı lavaboda doldurmaya başlamış olan kişi Birçok hastalık giderek, ölümcül ya da tedavi
suyu açık bırakabilir, bir ebeveyn kızının, oğlu­ edilebilir şekilde demansa yol açabilir.
nun ismini hatırlamayabilir ve hatta daha sonra
çocukları olduğunu bile hatırlamayabilir ya da ALZHEIMER HASTALIĞI Alzheimer hastalı­
kendisini ziyarete geldiklerinde onları tanımaya­ ğı yaşlı hastalarda görülen demansının %50’sini
bilir. Temizlik kötü ve görünüm düzen­siz olabilir oluşturur. Belirleyici tanı ancak ölüm sonrası be­
çünkü kişi nasıl banyo yapılacağını ya da nasıl yin dokusunun mikroskopik araştır­masıyla yapı­
uygun giyinileceğini unutabilir. Demanslı hasta­ labilir. Kişi yaşıyorken, genellikle Alzheimer Tipi
lar bildikleri ortamlarda bile kay­bolabilir. Demans (ATD) olarak adlandırılan Alzheimer
Yargı, kusurlu olabilir ve kişi durumları anla­ tanısı, yalıtma, yani, kişinin bilişsel ve davra­
makta, plan yapmakta ya da karar vermekte nışsal semptomlarının olası diğer nedenleri göz
önünde bulundurulmayarak yapılır. Bu klinik ça­
zorluk yaşayabilir. Demanslı hastalar kendi
lışmalarına dayalı tanılar son derece hassastır.
standartlarını bırakır ve dürtü kontrolünü kaybe­
Araştırma kısa süre sonra yaşayan hastaları
derler. Bayağı bir dil kullanabilir, uygun­suz es­
daha doğrudan testlerden geçmeye yöneltebilir
priler yapabilir, dükkânda hırsızlık yapa­bilir ve
(Meschino & Lennon, 1994; Post, 1994).
yabancılara cinsel girişimde bulunabilir. Soyut Alzheimer hastalığında beyin dokusu geri
düşüncelerle uğraşma yeteneği geriler, duygu­ döndürülemez şekilde bozulur ve ölüm genel­
larda rahatsızlıklar yaygındır, buna depresyon likle semptomların başından itibaren on-on iki
belirtileri, donukluk (flatness) ve ani duygusal yıl sonra gerçekleşir. Yaklaşık 100,000 Ame­
patlamalar dâhildir. Demansı olan hastalar ge­ rikalı her yıl bu hastalıktan ölmektedir. Alzhei­
nellikle dilde de bozulma gösterir, konuşurken mer başlangıçta Alman nörolog Alois Alzheimer
kullanılan anlamsız kalıplar ve bili­nen cisimleri tarafından 1860 yılında tanımlan­mıştır. Kişi ilk
adlandıramama gibi. Diş fırçala­ma, hoşça kal olarak yalnız dikkatini yoğunlaştır­makta, yeni
anlamındaki el sallama ya da giyinme gibi motor öğrenilmiş bir şeyi hatırlamakta zorluk çekebilir,
yetenekleri yerine getiremeyebilirler. Delirium unutkan ve huzursuz olmuş gözükür, yetersiz­
nöbetleri, büyük bir zihinsel karmaşa (konfüz­ likler birkaç yıl görmezden gelinse de kısa süre
yon) (daha sonra üzerinde ayrıntılı olarak duru­ sonra bu günlük yaşama etki eder. Kişi sıklıkla
lacaktır), ortaya çıkabilir. kişisel başarısızlıkları için diğer kişileri suçlar ve
Demansın gidişi olguya bağlı olarak, ilerleyi­ yargılanma sanrıları yaşayabilir. Bellek gerile­
ci, durağan ya da durulan nitelikte olabilir. İler­ meye devam eder, kişide giderek zihinsel kar­
leyici demanslı pek çok kişi sonuçta içine kapa­ maşa görülür ve bun­dan rahatsızlık duyar. ATD
nık ve her şeye kayıtsız hale gelebilir. Hastalığın olgularının yaklaşık %30’unda depresyon yay­
son aşamasında, kişilik kendi özel­liklerini ve bü­ gın olarak görülür (Strauss & Ogrocki, 1996).
tünlüğünü kaybeder. Akrabaları ve arkadaşları Otopsi ile belirginleşen beyindeki temel fiz­
kişinin artık kendisi olmadığını söylerler. Diğer yolojik değişiklik serebral kortekste (özellikle de
enterorhinal korteks) atrofi (zayıflayarak erime),
kişilerle sosyal ilişkiler sürekli daralır. Sonunda,
hipokampus ve nöron gibi diğer beyin alanların­
kişi çevresinin farkına tümüyle varmayabilir.
da, hücre bütününden çok önce akson ve dend­
Demansın yaygınlığı ilerleyen yaşla artar.
ritlerde kayıplar oluşmasıdır (Kowall & Beal,
Bir araştırmaya göre altmış beş yetmiş dört
1988). Yarıklar genişler, çizgi şeklindeki kabar­
arası yaştakilerde bu oran %1 iken, yetmiş beş
tılar (ridge) darlaşır ve yassılaşır. Ventriküller
ile seksen dört arasında %4, seksen dört yaş de genişlemiştir. Plaklar- yok olan nöron ve
üzerinde ise %10’dur (George ve ark., 1991). betaamyloidden kalan küçük, yuvar­lak alanlar-
Bu sayılar, durumu olduğundan daha az ola­ mumsu protein birikintisi korteksin her yerine
rak gösteriyor olabilir, çünkü bunlara, demansa dağılır. Düğümlenmiş anormal pro­tein filament­
bağlı bazı nedenlerden ötürü ölmüş olan kişi­ leri, nörofibriler düğümler nöron hücre yapısı
ler katılmamışlardır (bundan sonraki sırada yer içinde birikir. Bu plak ve düğümler serebral kor­
alan Alzheimer hastalığının tartışmasına bakı­ teksin ve hipokampusun her yerinde bulunur.
nız). Yıllık sıklık verisi (bir yılda gelişen yeni olgu Beyincik, omurilik ve korteksin duyusal alanları
sayısı) seksen beş yaş üzeri kişiler için %8.5’luk daha az etkilenmekte olup, bu durum, hastalı­
bir oranı göstermektedir (Paykel ve ark., 1994). ğın geç evrelerine dek Alzheimer hastalarının
478 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Alzheimer hastası olan bir kişiden alınan beyin dokusuna ilişkin bu fotoğrafta, mumsu amiloid koyu pembe olarak görünmektedir.
Sağda, Alzheimer hastasının beyni ile normal bir beyne ilişkin bilgisayarla oluşturulmuş görüntüler bulunmaktadır. Hastanın beyninin
(soldaki) sinir hücrelerinin kaybı yüzünden belirgin biçimde küçüldüğünü kaydedin.

fiziksel açıdan herhangi bir rahat­sızlığı yokmuş talarında görülene benzer bellek bozuklukları­
gibi görünmesinin de nedenini oluşturur. Belli bir na yol açtığı yönünde kanıtlar bulunmaktadır.
süre, hastalar normal yürüyüp, sonradan öğre­ ATD hastalarının beyinlerinde daha az sayıda
nilen alışkanlıklarını, örneğin sohbetler yapma­ asetilkolin ucu vardır (Strong ve ark., 1991) ve
yı, tutarlı olmayı başarabilir. Böylelikle kısa sü­ ana-temel asetilkolin metabolit düzeyleri de dü­
reli birlikteliklerde, yabancılar onlarda herhangi şüktür, hastanın zihinsel bozul­ma derecesi ile
bir şeyin ters git­tiğinin farkına varmayabilir. arasında negatif bir ilişki bulun­maktadır (Wester
Şimdilerde Alzheimer hastalığında amiloid ve ark., 1988).
birikintilerin ve nörofibriler düğümlerin göre­ Alzheimer olma riski bunu geçiren hastala­
li önemi konusunda canlı bir tartışma sürdü­ rın birinci derecedeki akrabalarında artmakta­
rülmektedir (Wischik, 1994). Her iki madde de dır (Silverman ve ark., 1994) ve bazı ailelerde
beyin işlevlerini bozabilir. Hücre içinde amiloid kalıtım örüntüsü tek bir baskın genin işleyişi­
oluştuğunda, hücre ölür. Nörofibriler düğümler ni akla getirmektedir. Down sendromlu kişiler
tau proteinlerindeki değişimler ile bağlantılıdır orta yaşa kadar hayatta kalabildiğinde tümüy­
ki, bu sinirsel işlev­lerin temel bileşenlerinin (örn., le Alzheimer’a yakalandığından, ilgi Down
sinaptik boşluk­lar) aksondan sinaps ucuna ak­ Sendromu’nda hatalı olan 21. kromozom üze­
tarımının devam ettirilmesi için özel önem taşır. rinde toplanmaktadır (Bakınız Bölüm 15). Be­
Amiloid’in (pro­tein bileşiği) önemli olduğuna iliş­ ta-amiloid formasyonundan sorumlu proteini
kin kanıtlar birincil olarak kalıtsal araştırmalar­ kontrol eden genin 21. kromozomun uzun kolu
dan kay­naklanmaktadır (daha sonra üzerinde üzerinde yer aldığı saptanmış ve bağlantı (link­
durula­caktır). Ama normal yaşlanma çerçeve­ age) araştırmaları bu gen ile hastalığın ortaya
sinde amiloiddeki bir artış Alzheimer hastalığı­ çıkışı arasında bir ilişki olduğunu göstermiştir
na özgü değildir. Bunun aksine, düğümler daha (örn., Tanzi ve ark., 1987). Kalıtsal bir çalışma
çok Alzheimer hastalığına özgüdür ve bu yüz­ bu sonuçların daha genç hastaları kapsadığını
den de etiyoloji açısından daha önemli olabilir. doğrulamamıştır (Schellenberg ve ark.,1988).
Buna ek olarak, amiloid ve düğümler ile bilişsel Bu nedenle, Alzheimer’ın geç ya da erken baş­
boşluklar arasında korelasyon olduğunda, dü­ langıcının farklı etiyolojileri bulunabilir (Nyth ve
ğümler daha kuvvetli bir ilişkiyi gösterirler (Nagy ark., 1991, Raskind, Carta & Bravi, 1995; Small
ve ark., 1995). Bu maddeler, daha birçok araş­ ve ark., 1989) ve yalnızca ATD olguların­dan bir
tırmanın konusu olmaya devam edecektir. alt gurup kalıtsal açıdan 21. kromo­zoma bağla­
Diğer transmitterleri (örn., serotonin, nore­ nabilir. Erken başlangıç olgularında kromozom
pinefirin) kullanan sinir yolları da bozulmakla 14 ve geç başlangıç olgularında 19. kromozom
birlikte (Lawlor ve ark., 1988), asetilkolin kul­ üzerindeki diğer genler de araştır­maya alın­
lananlar özel bir önem taşımaktadır. Antikoliner­ mıştır (Clark & Goate, 1993; vanBroeckhoven,
jik ilaçların, normal deneklerde Alzheimer has­ 1995).
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 479
√√

ATD’li hastalarının beyinlerinde bulunan ya da diğer daha yaygın demans biçimleri ola­
amiloid, bağışıklık sisteminin önemli bir rol oy­ rak yanlış teşhis edilebile­ceği konusunda uyarı­
nadığı hastalıklarda da mevcuttur, bu neden­le, da bulunmaktadırlar. En azından ABD’de yaşlı
bağışıklık sistemi Alzheimer için de etkili olu­ erişkinlerde HIV ve AIDS olgularının sayısının
yor olabilir. Buna ek olarak, bazı araştırma­cılar artması konusunda bilincin arttırılmasına gerek­
ATD’li hastaların beyinlerinde beyine saldırıyor sinim vardır (Catania ve ark., 1989).
olabilen yeni bir antijen saptadıklarını bildirmiş­ Huntington’s Chorea gibi nörolojik hastalık­
lerdir (Bisette ve ark., 1991). lar da demansa yol açabilir. Huntington’s has­
Son olarak, biri hasta olup diğeri olmayan talığına 4. kromozomda bulunan tek bir baskın
tek yumurta ikizlerinin raporlarıyla gösterildiği gen neden olur ve temelde kıvrılma (koreiform)
üzere, çevrenin Alzheimer hastalığının ortaya hareketlerinin baskısıyla tanı konur. Belki de bu
çıkmasında bir rol oynaması olasıdır. Ama, iyi hastalığın en iyi bilinen kurbanı folk şarkı yazarı
bir şekilde belgelendirilmiş risk etmenleri, yaşa­ ve şarkıcı Woody Gurthie’dir. Benzer şekilde,
mın erken evrelerinde kafada yaralanma olma­ Muhammed Ali’nin geçirmekte olduğu Parkin-
sı (Rasmussen ve ark., 1995) ve depresyondur son hastalığı, kas titremeleri, kas sertliği ve
(Devanand, ve ark., 1996). Hayvanlar üzerinde akinezi (hareketi başlatamama) ile belli olur ve
yapılan araştırmalarda alüminyumun Alzheimer demansa neden olabilir. Demans ayrıca fron­
hastalığındakine benzer lezyon oluşumunu te­ tal lobları etkileyen dejeneratif bir hastalık olan
tiklediği bulgusuna karşın, insanlar üzerinde Pick hastalığında da yaygındır.
alüminyum etkisi konu­lu araştırmadan bir sonuç Bunlardan başka birkaç tıbbi durum da de­
elde edilememiştir (Heston & White, 1991). mansa neden olabilir. Normal basınçlı hidrose-
Alzheimer hastalığına neyin yol açtığını anla­ falide, serebrospinal sıvıdaki dolaşım bozukluğu
maktan henüz uzağız, ama bu konu, araştır­ beyin ventrikülünde birikmeye neden olur (be­
maların etkin odak noktası olma özelliğini ko­ yinde su). Basınç, ayakta durma ve yürümek­
rumaktadır. te güçlük yarattığı gibi demansa da yol açar.
Durum serebrospinal sıvının normal dolaşıma
DİĞER DEMANSLARIN NEDENLERİ Alz­ döndürülmesi için yapılan ameliyat ile tedavi
heimer hemen hemen her zaman bir ileri yaş edilebilir. Kafa travmaları, beyin tümör­leri, besin
hastalığıdır, ama çok daha genç insanlarda de­ eksiklikleri (özellikle B-kompleksi vit­aminleri),
mans yapan başka hastalıklar da vardır. böbrek ya da karaciğer yetmezliği, hipertiroit
Bulaşıcı hastalıklardan bazıları geri dönül­ gibi endokrin salgısı ile ilgili sorunlar demans ile
mez demans ortaya çıkarabilir. Ensefali (beyin sonuçlanabilir. Kurşun ya da cıva gibi toksinlere
iltihabı) beyin dokusundaki herhangi bir iltihap maruz kalma ve alkol dâhil kro­nik ilaç kullanımı
anlamına gelen geniş kapsamlı bir terimdir, buna ek nedenlerdir.
vücudun başka bölümlerinden (örn., sinüsler ya Vasküler demans, demanslı hastada kolda
da kulak) beyine giren virüsler ya da sivrisinek bir zayıflık ya da anormal refleksler olduğunda
ya da kene ısırması yol açar. Menenjit, dış bey­ ya da beyin taramaları serebrovasküler bir has­
ni kaplayan zarların iltihaplan­ması demektir ve talık kanıtı gösterdiğinde teşhis edilir. En yaygın
genellikle bakteriyel bir enfek­siyon sonucu orta­ şeklinde, hasta bir dizi felç geçirir, içeride olu­
ya çıkar. Cinsel yolla bulaşan hastalık frengiyi şan pıhtı dolaşımı bozarak hücre ölümüne ne­
üreten organizma (Treponema pallidum) beyine den olur. Vasküler demansların, Alzheimer’dan
yayılarak demansa neden ola­bilir. Ender görü­ sonra en yaygın demans tipi olduğuna inanıl­
len viral hastalıklar (Creutzfeld- Jacob hastalığı, maktadır (Rorsman, Hagnell & Lanke, 1986).
kuru ve Gerstmann - Straussler sendromu) da
nedenler arasındadır. DEMANSIN TEDAVİSİ
HIV ve AIDS geri dönülmez şekilde deman­ Demans geri döndürülebilir bir nedene sahip
sa yol açabilir. Bu çeşit demans şimdiye kadar ise, hormonal dengesizliği düzeltmek gibi uy­
daha genç insanlarda karşılaşılan bir sorun ol­ gun bir tıbbi tedavi yararlı olabilir. Bugüne dek
makla birlikte, yaşlı erişkinlerde AIDS bağlantılı yapılan birçok araştırma ve bura­da da sözü edi­
demans olduğuna ilişkin olgu rapor­ları vardır len bazı ilaçlar bilişsel işlevlerin iyileştirilmesin­
(Rosenzweig & Fillit, 1992; Weiler, Mungas & de gelecek vaat etse de, Alzheimer hastalığını
Pomerantz, 1988). Aynı yazarlar yaşlılarda HIV durdurabilen ya da tedavi edebilen klinik açıdan
ve AIDS’le bağlantılı sendromların Alzheimer önemli hiç bir tedavi bulunamamıştır.
480 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

BİYOLOJİK TEDAVİLER ATD asetilkolin bu hastaların belleklerinin ikiye katlandığı ve


salgılayan beyin hücrelerinin ölümünü içerdiğin­ konsantrasyonlarının üç katına çıktığı görüldü.
den, değişik araştırmalar bu nörotransmitterlerin Plasebo verilen hastalarda bu tür bir deği­
düzeyini artırmaya çalışmıştır. Kolin (asetilkolin şiklik görülmedi. Tedavi kesildikten beş hafta
üreten reaksiyonda katalizörlük yapan enzimin son­rasına kadar iyileşmelerin sürmesi, hasta­
öncü maddesi) ve physostigmine (asetilkolin ların kullanmadığı zaman bile bazı uzun erimli
yıkımını engelleyen bir ilaç) kullanarak yapılan yarar­ların elde edilebileceğini düşündürüyordu.
araştırma düş kırık­lığı yaratmıştır. Asetilkolini Östrojende menopoz sonrası dönemde azalma
yıkıma uğratan enzi­mi baskılayan (inhibe eden) olmasının kişilerde unutkanlığa ve dikkat azal­
Tetradroaminoacridine (THA) kısa süreli bellek masına yol açabileceği kanıtından hareketle, gi­
üzerinde olumlu etki yapmıştır, ama uzun erimli derek artan sayıdaki araştırmalar, bu hormo­nun
bir yarar getirip getirmeyeceği bilinmemektedir bilişsel yetenekler üzerindeki önemini doğrula­
(Heston & White, 1991). THA yüksek dozlarda maktadır. Sonraki çalışmalarda veriler doğrula­
kullanıla­maz, çünkü ciddi yan etkileri vardır, ör­ nacak olursa, östrojen kullanımı en azından Al­
neğin karaciğere toksik etki yapar. Mart 1993’te zheimer hastalığının semptomatik tedavisinde
Gıda ve İlaç Dairesi bu ölümcül hastalığın te­ önemli bir atılım oluşturabilir.
davisinde gelecek vaat eden başka bir seçenek
bulunmadığından, tacrine olarak da bilinen ve HASTA VE AİLESİ İÇİN PSİKOSOSYAL
Cognex adıyla satılmakta olan ilacın piyasaya TEDAVİLER Alzheimer hastalığı için henüz et­
sürülmesini onaylamıştır. kin bir tedavi olmamakla birlikte hastalar ve ai­
Uzun erimli stratejiler hastalığın ilerlemesini lelerine hastalığın etkileriyle başa çıkmaları ko­
yavaşlatmak üzerinde yoğunlaşmaktadır. Beta- nusunda yardım edilebilir. Genel psikolojik yak­
amiloid yapılanmasının Alzheimer hastalığında laşım, hastanın davranışlarındaki değişiklik­lerin
kritik bir faktör olduğu varsayımından hare­ketle, yol açtığı bozulmayı en aza indirme şeklin­deki
şimdiki birçok araştırma öncü proteinin­den genel hedefi destekler niteliktedir. Bu hedefe;
amiloid üretimini bloke etme yolları üzerinde kişi ve ailesine hastalığı ve sonuçlarını tartışma
yoğunlaşmaktadır (Whyte, Beyreuther & Mas­ olanağı vererek, hastalık hakkında yeterli bilgi
ters, 1994). Son zamanlardaki bulgular ayrıca, ileterek, aile bireylerine hastanın evde bakımı
E vitamininin bu hastalığa yakalanmış kişilerde konusunda yardımcı olarak ve bu beyin rahat­
hastalığı yavaşlatma konusunda yararlı olabile­ sızlığının ortaya çıkarttığı birçok bili­nen konu
ceğine işaret etmektedir (Sano ve ark., 1997). ve tehlikeyle başa çıkma konusunda yıkıcı bir
ATD’ın diğer semptomlarının ele alınması daha yaklaşım yerine, problem-çözme yak­laşımını
önce ele alınan birçok ilacı, (örneğin paranoya yüreklendirerek ulaşılabilir (Knight, 1996; Zarit,
için fenotiyazin, depresyon için antidepresan, 1980).
kaygı için benzodiyazepin ve uykusuzluk soru­ Rahatsız kişiye danışmanlık yapmak zordur.
nu için sakinleştirici) içermektedir. Bilişsel yitimleri nedeniyle danışmanlık, önemli
Dişilik hormonu östrojenin Alzheimer hasta­ ölçüde gerileme gösteren hastalara uzun süre­
larının bellek, düşünme ve dikkat kapasitelerini li yarar getirmez. Ancak, bazı hastalar, profes­
arttırabileceğine ilişkin olarak son zamanlarda yoneller ve yaşamlarıyla doğrudan ilgili olmayan
umut vaat eden bir kanıt elde edilmiştir. 1996 kişilerle ara sıra sohbet etmekten zevk almakta
yılında yapılan Nörobilim Topluluğu Toplantı­ ve güven tazelemektedirler. Bütün diğer psiko­
sında, Asthana ve ark. (1996) önceki araştır­ lojik sorunlarla başa çıkmada gördüklerimizin
malardan (Matsumoto, Murakami & Arai, 1988; aksine, hastaların sorunları kabul etmeleri için
Toran-Allerand, 1976) bilinen östrojenin beyin çaba sarf etmeleri istenmez, çünkü onların bu
hücrelerinin büyümesini teşvik ettiği ve onlar durumlarını inkâr etmeleri kul­lanılabilecek en
arasındaki bağlantıları kolaylaştırdığı yolundaki etkin başa çıkma mekanizması olabilir (Zarit,
bulguları bildirdiler. Bu Alzheimer hastalığı olan 1980).
beş yaşlı kadının belleğinde önemli ölçüde iyi­ Demanslı kişilerin bilişsel yeteneklerinin sı­
leşmeye neden oldu. Östrojen, kemik kaybı gibi nırlı olmasına her zaman kibarca yaklaşılma­
menopozun arzu edilmeyen bazı sonuçlarını et­ lıdır. Kişiler onu yok saymamalı, yetersizlik­
kisiz hale getirmek için başarıyla kullanılanlara lerinden onların yanında söz etmemeli, arada
benzer dozlarda bir deri bandı (patch) yoluyla sırada görülen antikalıklarını ve unutkanlıklarını
verildi. Nöropsikolojik testlerde bir hafta içinde, alay konusu yapmamalı, diğer kişiler hakkında
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 481
√√

duyduğu paranoid kuşkularına aldırmamalıdır. bir şey yok, o zaman buna boyun eğmem ge­
Hiçbir biyolojik bozukluğu olmayan yaşlı kişilere rek” şeklinde kaderci bir boyun eğiş benimseye­
bile kendisinden yaşça küçükler tarafın­dan be­ bilirler (Fiore, Becker & Coppel, 1983; Folkman
bek muamelesi yapılmakta ya da görmezlikten & Lazarus, 1985). Knight, Lutzky ve Olshevski
gelinmektedir. Bu yalnızca yaşlı kişiyi değil aynı (1992) tarafından yapılan bir çalışmada, stresli
zamanda bu kabalığı gösteren kişiyi de alçaltan bakıcılara sorun çözme ve sorumlulukları kabul
bir durumdur. etme konusun­da yardım etme girişimlerinin, bu
Ciddi ölçüde yeti yitimli demansı olan her kişilerin kardiyovasküler tepkiyle ölçülen stres­
bireyin toplumda genellikle eş, kız evlat ya da lerini artırdığı görülmüştür. Knight ve ark., sorun
diğer bir aile bireyi gibi yaşayan en az iki yakını çözme eğitiminin bakıcının hastanın sorunlu
vardır. Demans yaşayan yaşlının bakımı genel­ davranışlarından sorumlu olduğu fikrini pekiş­
likle aile bireylerine düştüğünden, psikolojik te­ tirdiği yönünde bir spekülasyonda bulunmakta­
davi yalnızca bireyi değil, aynı zamanda aileyi dırlar1.
de kapsar. Zamanları, enerjileri ve duyguları tü­ Bununla birlikte, ailelere, Alzheimer’lı aile bi­
ketilen aileden olan bakıcılar ve arkadaşlar dep­ reyine sahip olma stresiyle nasıl başa çıkıla­cağı
resyona girebilir. Hastaya bakanların destek ve ve aynı zamanda demanslı akrabalarına işlev
yüreklendirilmeye, suçluluk ve küskünlük duy­ yitimiyle başa çıkmalarında nasıl yardımcı ola­
gularını açıklamaları için olanak yaratılmasına, cakları öğretilebilir. Bir destek unsuru has­tanın
gereksinimi vardır. Bazen uzak­laşmak için izine sorunlarının doğası konusunda hassas bilgiye
gereksinim duyulabilir ya da baskı çok artacak sahip olmaktır. Örneğin, Alzheimer hastaları
olursa böyle yapılabileceği duygusu olabilir. yeni bilgileri belleklerine kaydetmekte güçlük
Alzheimer hastasına bakmanın çok stresli ol­ yaşadığından, uygun bir diyaloğa gire­bilir ama
duğu gösterilmiştir (Anthony-Bergstone, Bergs­ birkaç dakika sonra konuşulan konuyu unutur­
tone, Zarit & Gatz, 1988; Gwynther & George, lar. Bakıcı, kadın ya da erkek, temelde yatan
1986, Zarit, Todd & Zarit, 1986). İki çalışma beyin hasarı nedeniyle bu bozukluğun bekle­
(Dura, Stukenberg & Kielcolt-Glaser, 1991; Sc­ nebileceğini anlayamadığı sürece sabırsızlanır.
hulz & Williamson, 1991) demanslı ebeveynine Günlük durumların hatır­lanması yerine, bunla­
ya da eşlerine bakan çocuk ya da eşlerde, bak­ rın tanınmasını beklemek hasta ve ailelerin ya­
mayanlara göre son derece yük­sek düzeyde kli­ şamlarını daha iyi yön­lendirmelerine yardımcı
nik depresyon ve kaygı olduğunu göstermişler­ olabilir. Ailelere yanıtı içinde saklı sorular sor­
dir. Başka çalışmalar ise bakıcılarda daha çok maları öğretilebilir. “Telefonla kimle konuştun
fiziksel hastalığa yakalanıldığını (Halet ve ark., Harry ile mi, Tom’la mı?” şeklindeki soruya ya­
1987, Potashnik & Pruchno, 1988) ve bağışıklık nıt vermek yalnızca “Kim aradı” şeklindeki so­
sisteminin işley­işinde bozulma olduğunu sap­ ruya cevap vermekten çok daha kolaydır. Birey
tamıştır. Pek çok örnekte, bozuklukların bakım okuma yetisini yitirdiyse, sözlü mesajlar yerine
stresiyle ilişkili olduğu görünmektedir; bu zorlu resimler kul­lanılabilir. Telefonda otomatik arayı­
durumların öncesinde bakıcıların aileleri psiko­ cının yanı sıra dikkat çekici takvimler, saatler ve
lojik güçlük yaşamamışlardır (Gatz, Bengston stratejik notlar yardımcı olabilir (Zarit, 1980).
& Blum, 1990). Bakıcıların depresyonunu ve Bakıcıların, hastaların her zaman kendi
kaygısını arttıran etmenlerden bazıları hastanın sınır­larını takdir edemediğini ve yeteneklerinin
sorunlu davranışlarının ciddiyeti, sosyal deste­ ötesinde, bazen de tehlikeli olabilecek etkinlik­
ğin elde edilemeyeceğinin algılanması ve uzun, lere girişebileceklerini anlamaları yararlı olabi­
güçsüz bırakan ve genellikle pahalı olan hasta­ lir. Hastalara fazla korumacı yaklaşmak öneril­
lık boyunca harcamaları karşılama konusunda memekle birlikte, onların sorun ve bozuk­lukları
parasal kaynaklarla ilgili duyulan kaygılardır. konusundaki unutkanlıkları ışığında sınır­lar
Araştırmacılar bakıcıları etkileyen bilişsel et­ koymak önem taşır. Bazen bakıcının has­tanın
menleri araştırmaya başlamışlardır (örn., Gatz, sorunlarına tepkisi dikkat gerektirir. Bir olguda,
Bengston, & Blum, 1990; Pearlin ve ark., 1990; bir kadının gelini, kadının giyimindeki renk kom­
Zarit, 1989). Örneğin, daha az stresli bakıcılar 1
Bu, önceki bölümde yer alan psikopatolojinin psikojenik kuramlarının tehlikeli
düzeltilebilir zorlu durumlarla başa çıkmak için, doğası ile ilgili gözlemlerimizi akla getirmektedir. Demanslı yaşlı erişkinlerin
yanı sıra çocukların bakımıyla yükümlü kişiler genellikle sorumluluklarını kabul
daha uygun olan etkin baş etme yaklaşımı ge­ etmeleri ve görevlerinin getirdiği sorunlar konusunda sorumluluk kabul etmeleri
liştirmek yerine, hastanın davranışına yönelik yönünde incelikle teşvik edilmektedir. Atalet ve ihmalkârlığı desteklemekten çok
bakıcının sorumluluklarını uygun bir perspektif içine yerleştirmeyi desteklemeyi
“durumu değiştirebilmek için yapabileceğim hiç­ diliyoruz.
482 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

lira şeklindeki Latin sözcüklerden türetilmiştir.


Terim, yoldan çıkma ya da normalden sapma­
yı akla getirir (Wells & Duncan, 1980). Bu bö­
lümde açıklanan olguda örneklendiği üzere,
delirium tipik biçimde bilincin bulutlu hali olarak
tanımlanır. Hasta bazen çok ani olarak dikkatini
yoğunlaştırmakta ve odaklaştırmada çok zorla­
nır, tutarlı ve belirli bir yönde düşünce akışını
sürdüremez. Deliriumun erken evrelerinde, kişi
sıkça özellikle geceleri huzur­suzdur. Uykulu
gezme öylesine rahatsız edici hale gelir ki, kişi
gün içinde uykulu, uyuşuktur, gece ise uyanık
ve aşırı huzursuzdur. Birey genellikle gecele­
ri ve karanlıkta uykusuz kaldığında daha kötü
olur. Canlı rüyalar ve kâbuslar çok sık görülür.
Dağınık dikkatleri ve birbirinden kopuk düşün­
Bellek yardımcıları sağlamak, bellek yitimi ile mücadele etmenin
celeriyle, deliriumlu hastaların, bir konuşmaya
bir yoludur katılımları olanaksız olabilir. Ağır deliriumda ko­
nuşma daldan dala atlar ve tutarsız biçimdedir.
binasyonlarını beğenmemiş ve onun gardırobu­ Sersemleşme ve zihinsel karmaşa nedeniyle
nun düzenlemesi işini üzerine almak istemiştir, bazı deliriumlu bireylerde zaman, yer ve kişi yö­
oysa hasta estetik açıdan modaya uygun olma­ nelimi bozulabilir. Zaman zaman o denli dalgın
sa da kendi başına yeterince giyinebilmektedir. olurlar ki yönelim konusunda sorgulanamazlar
Bakıcı gelinden kendi stan­dart ve zevklerini bile. Özellikle yakın geçmişe ilişkin olaylar söz
hastaya dayatmaması ve has­tanın kendi başı­ konusu olduğunda, bellek kaybı yaygındır. 24
na giyinme ve giysileri konusunda sorumluluk saatlik bir zaman diliminde, deliriumlu insanların
almasının, genel görünüme uygunluktan daha aralıklı olarak akılları başlarındadır, bu durumda
önemli olduğunu anlaması rica edilmiştir (Zarit, uyanık ve tutarlıdırlar. Bu günlük dalgalanmalar
1980). deliriumu diğer semptomlardan, özellikle de de­
Bakıcı ile hasta arasındaki bazı gerilimlerin mansdan ayırmaya yardımcı olur.
kökeni demans öncesi ilişkilere uzanabilir. Bir Algısal bozukluklar sık görülür. Bireyler ta­
durumun en belirgin yönünü ki bu durumda, nıdık olmayanı tanıdık zanneder, örneğin, has­
hasta bir insanın sağlığındaki bozulmaları bü­ tanede değil evde olduklarını ifade edebilir­ler.
tün güçlüklerin nedeni olarak değerlendirme yö­ Özellikle görsel ve karışık görsel-işitsel yanılsa­
nünde bir eğilim vardır. Kalıcı sorunlara yönelik ma (illüzyonlar) ve varsanılar (halusinasyonlar)
danışmanlığa gereksinim duyulabilir. yaygın olmakla birlikte, her zaman görülmeyebi­
Belki de en iç burkucu karar, demansı olan lir. Deliriumlu yaşlı hastaların %40 ile %70’inde
hastayı bir kuruma gönderip göndermeme ka­ paranoid sanrılar belirtilmiştir. Bu sanrılar az iş­
rarıdır. Bir noktada, hastanın bakım gereksi­ lenmiş, geçici ve değişken olma eğilimindedir.
nimleri öyle sıkıntılı ve akli dengesi öyle bozuk Eşlik eden bozuk düşünceler ve algılar, ha­
hale gelebilir ki, onun bir bakım evine yerleşti­ reketlerde ve duygudurumda salınımlardır. Deli­
rilmesi hem kişi hem de ailenin yararına ola­ riumlu insanlar kararsız olabilir, bir an giysi­lerinin
bilecek en gerçekçi seçenek olabilir. Kişilerin bu dikişlerini sökerken, hemen sonrasında zihinsel
kararı verirken karşı karşıya olduğu çatış­malar olarak uyuşuk bir şekilde oturabilirler. Büyük
ciddi boyuttadır. Danışman bu noktada, yakın­ bir duygusal karmaşa yaşar, depresyon, kaygı,
lardaki kurumlara ilişkin bilgi verecek ve bu ka­ korku, öfke, aşırı coşku (öfori) ve huzur­suzluk
rarı almak ve uygulamak için destekleye­cek bir (irritability) gibi duygularının birinden diğerine
kaynak olabilir (Zarit, 1980). hızla geçiş yapabilir. Ateş, kızarmış yüz, büyü­
müş gözbebekleri, hızlı titremeler, artan kan ba­
sıncı ve idrar ve kakasını tutamama yaygındır.
DELİRİUM Delirium devam ederse, kişi tümüyle gerçekten
Delirium terimi; -den ya da -dışı anlamına kopacak ve hareketsizlik (stupor) gösterecektir
gelen de ve kırışıklık ya da iz anlamına gelen (Lipovski, 1980, 1983; Strub & Black, 1981).
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 483
√√

Delirium yaşlı erişkinlerde en sık rastlanan durumu tedavi edilebilecek durumda olsa bile,
biyolojik zihin bozukluklarından biri olmasına uzun süreli bir kurumda kalma sıklıkla tek seçe­
karşın, araştırma açısından ihmal edilmiş, de­ nek olarak görülür. Bilişsel bozukluğu olan yaşlı
mansta olduğu gibi, genellikle, yanlış teşhis söz erişkin, ilaç zehirlenmesi, enfeksiyon, ateş, yan­
konusu olmuştur (Knight, 1996). Terminolojik lış beslen­me, kafa travması şeklindeki olası ve
karmaşa teşhiste gelişme kaydedilmesine en­ tedavisi olanaklı nedenler yönünden kapsamlı
gel olmuştur. Literatürde deliriumu sembolize şekilde muayene edilmeli ve uygun bir şekilde
eden otuz ya da üzeri eşanlamlı sözcük bulun­ tedavi edilmelidirler.
maktadır (Liston, 1982); akut zihinsel karmaşa Knight (1986) deliriumu demanstan ayır­mak
(konfüzyonel) durumu ve akut beyin sendromu için yararlı bir öneride bulunmaktadır:
en çok kullanılanlardandır. Klinik açıdan, deliriumlu bir kişiyle konuşmanın verdiği
Herhangi bir yaştaki insanda delirium görüle­ duygu, akut zehirlenme ya da akut bir psikotik nöbet geçi­
ren bir kişiyle konuşmaya benzer. Demanslı hasta içinde
bilir ama çocuklarda ve yaşlı erişkinlerde daha
bulun­duğu yerin adını hatırlamayabilirken, deliriumlu has­
sık rastlanır. Araştırmacılar %10-15 arası yaşlı
ta ken­disinin tümüyle değişik bir yerde olduğuna inanabilir,
genel cerrahi hastalarının ameliyat sonrası de­ belki, psikiyatrik bir koğuşu, kullanılmış araba parkı ile ka­
lirium sergilediğini belirtmişlerdir (Miller, 1981). rıştırabilir. Varsanılar, özellikle görsel varsanılar deliriumda
Kaynaklara göre hastaneye kaldırılan tüm yaşlı sık görülürken, demanslı hastalarda hastalığın ileri evrele­
hastaların 1/3 ile 1/2’sinin hastanede kaldıkla­ rine dek çok ender ortaya çıkar. (s. 96-97).
rı süre içinde belirli bir dönemde delirium gös­
termesi olasıdır ve demansı olan­ların delirium DELİRYUMUN NEDENLERİ
nöbetleri yaşadığı sıkça görülür. Oranlar geniş Yaşlılarda delirium nedenleri birkaç genel sı­
ölçüde farklılık gösterse de, en düşük rakamlar nıf altında guruplandırılabilir: ilaç zehirlen­meleri,
bile deliriumun yaşlı hastalar­da ciddi bir sağlık ilaç kesilmesine bağlı reaksiyonlar, metabolik ve
sorunu olduğunu ortaya koy­maktadır. Delirium­ gıda dengesizlikleri (kontrol edilmeyen diyabet
dan ölüm oranı son derece yüksektir; hastaların ve tiroit işleyişindeki bozuk­luktaki gibi), enfeksi­
yaklaşık %40’ı ya temelde yatan durumdan ya yonlar ya da ateşlenmeler, nörolojik bozukluklar
da ileri derecede yorgun­luktan ötürü ölür (Rabin ve kişinin ortamında gerçekleşen bir değişikli­
& Folstein, 1982). Demans ile deliriumun ölüm­ ğin getirdiği stres (Knight, 1986). Delirium bü­
cüllük oranları arasında bir yıllık bir süre için yük bir ameliyat -en sık rastlananı kalça ameli­
yapılan karşılaştır­ma sonucuna göre, delirium yatı- sonrası meydana gelebilir, (Gustafson ve
%37.5 oranıyla, %16’lık demans oranına göre ark., 1988); psikoaktif maddelerin bırakılması
daha yüksektir. ve kafa travması ya da nöbet sonrasıdır. Bu yaş
Deliriumda doğru tanı konulması ve kendi­ gurubunda deliriuma neden olan yaygın fiziksel
sine benzeyen diğer durumlardan ayrılması hastalıklar konjesyona (ödem-su toplanması)
yaşlı kişilerin refahı açısından kritik önem taşısa bağlı kalp yetmezliği, sıtma, üreme yolu enfek­
da, bozukluk çoğu kez tanınamamaktadır. Örne­ siyonu, kanser, böbrek ya da karaciğer yetmez­
ğin, bilgisi az bir doktor, içinde yiyecek olmayan liği, yan­lış beslenme, serebrovasküler kazalar
pis bir dairede bulunan bir yaşlı kadının demans ya da felçlerdir. Büyük olasılıkla, yaşlı insanlar­
geçirdiğini düşünmüş ve kadı­na bir bakım evin­ da deliriumun en sık görülen nedenlerinden biri
de rutin bir gözaltı bakımı uygulanmıştır. Neyse reçeteli ilaç zehirlenmesidir (Besdine, 1980; Li­
ki, deliriuma ilişkin bilgisi olan bir profesyonel, powski, 1983). Ancak, bu bölümün başlangıcın­
kadının sevdiği birini kay­bettikten sonra diyetini daki olguda olduğu gibi, deliriumun çoğunlukla
ihmal ettiğini öğren­miştir. Bu gerçek tanındığın­ bir­den fazla nedeni vardır (Sloane, 1980).
da, kendisinin beslenme bozukluğuna gereken Delirium genel olarak, hızlı, saat ya da gün­
önem verilmiş ve durumu iyiye giderek bir ay lerle ölçülü bir süre içinde gelişmesine karşın,
sonra taburcu edilmiştir (Zarit, 1980). başlangıcının gerçek zamanı temelde yatan
Maalesef, bu olgu son derece tipiktir. Came­ nedene bağlıdır. Toksik bir reaksiyondan ya da
ron ve ark. (1987) akut tıbbi bir koğuşa yatırılan sarsıntıdan kaynaklanan deliriumun başlangıcı
133 ardışık olguyu incelemiştir. 15 olguda deli­ anidir, enfeksiyon ya da metabolik bir bozukluk
rium bulunmuş, bunlardan yalnızca biri kendisini temelde yatıyorsa, semptomların başlaması da
hastaneye yatıran doktor tarafın­dan saptanmış­ daha kademeli olur.
tır. Yaşlı hastalar sık olarak bunamış sanılır ve Yaşlı kişiler deliriuma neden özellikle daha
bu yüzden de kendilerinden ümit kesilir. Kişinin duyarlıdır? Bu konuda pek çok açıklama öneri
484 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

olarak getirilmektedir: yaşlanmanın getirdiği fi­ şından kaynaklandığı varsayılır. Buna ek olarak,
ziksel durumdaki düşüşler, kronik hastalıklara ileri yaş açıklaması açıkça ifade edilmese de,
karşı daha çok yatkınlık, yaşlı hastalara yazılan genel olarak bedensel niteliktedir. Bazı yeterli
ilaçlar, ilaçlara artan duyarlık ve stresten daha derecede tanımlanamayan fiziksel bozuklukla­
çok etkilenme. Bir diğer etmen olan beynin ha­ rın yaşlı insanların yalnızca fiziksel değil aynı
sar görmesi delirium riskini arttırmaktadır. De­ zamanda ruhsal sorunlarından da kaynaklandı­
mans bozukluğu görülen hastalar deliriuma en ğı düşünülmektedir.
yatkın olanlarmış gibi gözükmektedir. Delirium Herhangi bir yaşta ortaya çıkan ruhsal bozuk­
tanısıyla hastaneye yatmış her yaştan 100 has­ luğun en azından bir kısmının fiziksel bir açık­
tanın geriye dönük araştırmasında, hastaların laması olsa da, bu açıklama yanıltıcıdır, çünkü
%44’ünde delirium, başka bir beyin durumuna yaşlılarda saptanan psikopatolojinin çoğu fizyo­
(rahatsızlığına) ek olarak bulunmuş­tur (Purdie, lojik yaşlanma süreçlerine doğrudan bağlı değil­
Honigman & Rosen, 1981). dir. Kişinin ileri yaşına taşıdığı uyum­suz kişilik
özellikleri ve başa çıkma becerilerinin yetersiz
DELİRYUMUN TEDAVİSİ oluşu, sağlıkta, kalıtsal yönelimde ve yaşamda­
ki stres kaynaklarında olduğu kadar psikolojik
Sendrom doğru olarak teşhis edildiğinde ve
rahatsızlıklarında da önemli rol oynar.
temelde yatan neden hemen ve etkin şekilde te­
Önce, hayatın ileri dönemindeki zihinsel bo­
davi edildiğinde, deliriumdan tümüyle kurtul­mak
zuklukların sıklığına bakacağız ve sonra yaşlı
olasıdır. Durumun ortadan kalkması için genel­
insanlarda ortaya çıkış şekillerine özel bir önem
likle 1 - 4 hafta geçmesi gerekir; duruma neden
vererek onları inceleyeceğiz.
olan şey tedavi edilmediğinde, beyin kalıcı ola­
rak zedelenebilir ve hasta ölebilir.
YAŞAMIN İLERİ DÖNEMİNDE
Deliriuma yaklaşımın sıkça ihmal edilen
bir yönü demanslı ebeveynin ailesine delirium
ZİHİNSEL BOZUKLUKLARIN GENEL
semptomlarının tanıtılması ve tedavi edilebilir YAYGINLIĞI
nitelikte olduğunun anlaşılmasını sağlanması Yaş tek başına duygusal ve zihinsel bozuk­
yönünde eğitim verilmesidir. Bu kişiler delirium luğa katkıda bulunan bir etmen midir? Yaşlı in­
başlangıcını giderek artan demans durumunun sanlar gençlere göre daha mı fazla zihinsel bo­
yeni bir evresi olarak yorumlayabilirler. Örneğin, zukluk gösterir? İlerleyen yaşla birlikte zihin­sel
Alzheimer hastası enfeksiyon geçirerek yüksek bozuklukların görülüş sıklığının artıp art­madığı
derecede ateşlenebilir ve halüsinasyonlar gör­ belli değildir, bunun bir nedeni, şu ana dek tar­
meye ve farklı garip hareketlerde bulunmaya tıştığımız yöntemsel ve kavramsal güçlüklerdir.
başlayabilir. Bu yeni semptomlar, aile bireyle­ Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH) tarafından
rinin tanıdığı zihinsel bozulmaya eklendiğinde, yürütülen kapsamlı enlemesine kesitsel çalış­
onların, hastanın ken­dini hızla ve geri dönülmez mada yaşlıların da içerildiği tüm yaş gurupla­
şekilde kaybediyor sonucuna varmalarına ve rında zihinsel bozukluklara ilişkin değerli veriler
paniğe kapılmalarına neden olur. Bunun üzeri­ elde edilmiştir.
ne aile bireyleri telaşa kapılarak, hemen hasta­ Görülüş sıklığına ilişkin veriler çeşitli zihinsel
yı bir kuruma yatırmak gibi zamansız bir karar bozukluklar gruplandırıldığında, altmış beş yaş
alırlar. Ama uygun teşhis ve tedavi uygulanırsa, üzeri kişilerin tüm yaş gurupları içinde en dü­
hasta normale dönebilir ki bu süreç sorunlu olsa şük oranları verdiğini göstermektedir. İleri yaşın
da evde atlatılabilir. birincil sorununun bilişsel bozulma olduğu bu­
lunmuştur ama bu ayrı bir DSM kategorisi olma­
yıp, birden çok bozukluğun önemli bir özelliğidir
İLERİ YAŞ VE PSİKOLOJİK (örn., depresyon, demans, delirium). Hafif biliş­
BOZUKLUKLAR sel bozulma oranları yaşlı erkek ve kadınlarda
yaklaşık %14 oranında; ciddi bilişsel bozulma
Yaşlı erişkinlerdeki bütün iniş çıkışları onla­ ise yaşlı erkeklerde %5.5, yaşlı kadınlarda ise
rın ileri yaşına bağlama eğilimindeyiz. Yetmiş %4.7 olarak görülmüştür (Myers ve ark., 1984).
beş yaşındaki kişinin en belirgin özelliği yaşlı ol­ Bu oranlar bize yalnızca yaşlılardaki bilişsel bo­
masıdır. Bir adam huysuzsa, bu yaşlı olduğun­ zulmanın genel sıklığını anlatmaktadır; neden­
dandır. Depresyondaysa, yaşlı olduğundandır. lerinin tedavi edilebilir olup olmadığını göster­
Hatta mutlu olduğunda bile bunun onun ileri ya­ memektedir.
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 485
√√

Altmış beş ve üzeri yaştaki kişilerin çoğunun lar da vardır (Blazer, 1982; Small ve ark., 1986).
ciddi bir psikopatolojisi yoktur, ama %10 ila 20 Depresyondaki yaşlılarda, suçlanma duygusu
arası bir dilimin profesyonel ilgi gerektirecek daha az, bedensel yakınmalar ise daha çok yay­
ölçüde psikolojik sorunu vardır (Gatz ve ark., gındır. Ayrıca, yaşlı depresyonlu hastalar, genç­
1996; Gurland, 1991). lere göre daha çok motor gerileme, daha çok
kilo kaybı, fiziksel bakımdan daha çok düşüş,
DEPRESYON daha az düşmanlık ve daha az intihar düşün­
cesi taşıma özellikleri göstermektedir (Musetti
NIMH ve diğer verilere göre duygudurum bo­ ve ark., 1989). İntihar düşüncesindeki farklılık,
zuklukları yaşlılarda %3, gençlerde ise %20’dir, bizim gerçekte erkeklerin ileri yaşa erişmesiyle
bu kıyaslama yaşlılarda daha az rast­landığını daha çok intihar girişiminde bulun­duğu ve inti­
göstermektedir (Eaton ve ark., 1989; Myers ve har ettiği şeklindeki bilgimize ters düşmektedir.
ark., 1984; Regier ve ark., 1988). Ancak, yaşlı Son olarak, bellek yakınmaları - gerçek bellek
erişkinlerde akut psikiyatrik bakım görmek üze­ sorunları olması şart değildir- yaşlı erişkinlerde
re hastaneye yatırılan olguların yak­laşık yarısı­ genç depresyonlu bireylere kıyasla daha yay­
nı depresyonun oluşturduğu tahmin edilmekte­ gındır (O’Connor ve ark., 1990).
dir (Gurland & Cross, 1882; Wattis, 1990). Buna
ek olarak, kuşağa özgü bir etki de olabilir: yaşlı
DEMANSA KARŞILIK DEPRESYON
erişkinlerin onlardan daha gençlere göre daha
Daha önce belirtildiği gibi, birkaç vak’a öykü­
yüksek düzeyde depresif bozukluk sergilediği
sü ve araştırma çalışmaları, görünüşte demans
görülmektedir (Lewinsohn ve ark., 1993).
belirtileri gösteren yaşlı bireylerin, depresyon
Tek uçlu depresyonlar yaşlı hastalarda iki
tedavisi aldıklarında yakınmalarının geçmiş ya
uçluya kıyasla çok daha sıktır (Posti 1978, Re­
da durumlarında iyileşme olduğunu kaydetmiş­
gier ve ark., 1988). Altmış beş yaşından sonra
tir. Öte yandan, depresyonlu kişil­erde bilişsel
iki uçlu bozukluğun başlamasının ender oldu­
bozukluğun sıkça saptanması nedeniyle dep­
ğuna inanılmaktadır (Jamison, 1979, Shulman,
resyon olguları sık olarak demans bozukluğu
1993). Regier ve ark., mani için tanı ölçütlerini
şeklinde yanlış teşhis edilir. Bu konu ayırıcı tanı
karşılayan altmış beş yaş ya da üzeri neredey­
açısından önemlidir, çünkü depresyon genel
se hiçbir kişi belirleyememiştir. Tartışmamız bu
olarak geri dönülebilir olması­na karşın demans
nedenle yaşlı erişkinlerdeki tek uçlu depresyo­
böyle değildir.
nu konu alacaktır. Depresyonlu hastalar unutkan olabilirler, bu
Kadınlar erkeklere göre çok ileri yaşlara eri­ da sevdiklerinin demanstan kuşkulanmasına ne­
şebildikleri dönem dışında yaşamları boyun­ca den olabilir ama depresyonlu insanlar unutkan­
daha çok depresyon dönemi geçirir (Wolfe ve lıktan şikayet edebilirken (Kahn ve ark., 1975;
ark., 1996). Süreğen sağlık sorunları olan ya da Raskin & Rae, 1981), demanslı olanlar unuttuk­
hastanelere alınan yaşlı bireylerin %40 kadarı larını da unutur! Dahası, depresyonlu hastalar
depresyondadır (Rapp, Parisi & Walsh, 1988). yeteneklerini olduğundan az olarak değerlen­
Buna ek olarak, Alzheimer hastalığı gibi de­ dirme ve olumsuz geri bildirim ile uğraşma eği­
mans bozukluğu içindeki kişiler de depresyon­ limindedirler (Weingarter & Silberman, 1982).
da olabilir; büyük bir depresif bozuk­luğunun ol­ Depresyonlu yaşlı erişkinler, depresif olmayan
duğu tahmin edilen Alzheimer tipi demansı olan kontrol guruplarına göre bellek sorunlarından
%30’luk bir kesime ek olarak, yaşamlarını etki­ daha fazla yakınmalarına karşın, laboratuarda
leyecek düzeyde bazı depresyon semptomları uygulanan bellek test­lerinden alınan sonuçlar­
olan çok daha fazla sayıda kişi bulunmaktadır. da kontrol guruplarına göre daha düşük bir per­
formans sergilememişlerdir (O’Connor ve ark.,
GENÇ ERİŞKİNLERE KARŞILIK 1990). Bellek kaybından yakınmalarına karşın,
YAŞLI ERİŞKİNLERDE GÖRÜLEN bellek testindeki performansları ortalamanın
DEPRESYONUN ÖZELLİKLERİ üzerinde ya da üst düzeydedir (Williams ve ark.,
Kaygı, işe yaramama duygusu, üzüntü, kö­ 1987). Bellek yakınmaları ile gerçek bellek kay­
tümserlik, uyuyamama, işleri yapmakta zor­ bı arasındaki bu aykırılık daha genç hastalarda
lanma diğer yaşlarda olduğu gibi yaşlı erişkin­ da belirlen­miş olup, belki de klinik depresyon
lerde görülen depresyonun yaygın belirtileridir sendromu yönünden kişinin kendini küçük gö­
(Blazer, 1982). Ancak arada bazı ilginç farklılık­ ren değer­lendirmelerini yansıtmaktadır.
486 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Depresyon ve demans hastaları arasındaki & Walsh, 1988). Bu olasılık yalnızca depresyo­
bir diğer fark depresyonlu insanların daha çok nu değil aynı zaman­da tıbbi durumu da kötüleş­
atlama hatası yapmaya eğilimli oluşudur; bir tirebilir (Wolfe ve ark., 1996).
soruya çok çaba harcamaları gerekeceğinden Fiziksel rahatsızlık ve depresyon, bir has­
ya da hata yapmayı beklediklerinden cevap ver­ talığın cesaret kırıcı yönleri dışında, başka ne­
meyebilirler. Öte yandan, demanslı kişiler ko­ denlerden ötürü de birbirine bağlıdır. Depres­
nuşmalara hayali ya da rastgele öğeleri ekleme yonda kalıtsal yatkınlık da rol oynaya­bilir. ATD
hataları yaparlar (Spar & Larue, 1990). (Bu hata başlangıcından sonra depresyona giren ATD
bellekteki boşlukları kişinin gerçek olarak kabul hastalarının akrabaları arasında depresyonun
ettiği uyduruk ve sıklıkla olası olmayan hikaye­ sıklık oranının daha yüksek olduğu belirlenmiş­
lerle doldurmak anlamına gelmektedir). Hastalar tir (Strauss & Ogrocki, 1996). Bir kronik duru­
hem demanstan hem de depresyondan yakını­ mu tedavi etmek üzere reçete edilen ilaçlar, var
yor olabilirler. Örneğin, Alzheimer hastası hem olan depresyonu daha kötü hale getirebilir, dep­
fiziksel hem de bilişsel sınırlılıklarının giderek resyonun başlamasına yol açabilir ya da dep­
artmasından ötürü depresyona girebilir (Reifler resyon bozukluğuna ben­zeyen ama gerçekte
ve ark., 1982; Teri & Reifler, 1987). bir depresyon olmayan semptomlar oluşturabi­
lir (Klerman, 1983). Bu etkileri yapma olasılığı
YAŞLI ERİŞKİNLERDEKİ en yüksek olan ilaçlar antihipertansif ilaçlardır.
DEPRESYONUN NEDENLERİ Diğer olasılıklar arasın­da hormonlar, kortikos­
Fiziksel sağlığı kötü durumda olan birçok treoidler ve antiparkinson ilaçları yer almaktadır
yaşlı hasta depresyondadır. Toplum içinde ya­ (Spar & LaRue, 1990). Madalyonun diğer yüzü­
şayan 900 yaşlı üzerinde yapılan araştırma so­ ne gelince, boylamsal ve geriye dönük araştır­
nucunda depresif semptom gösteren kişiler­den malar depresyondaki bireylerin fiziksel rahatsız­
%44’ünün tıbbi anlamda hasta olduğu belirlen­ lık geçirmeye yatkın olduğunu göstermektedir
miştir. Yaşlı tıbbi hastalardan hastanede kalan­ (Vaillant, 1979; Wigdor & Morris, 1977). Cesa­
lar üzerinde yapılan bir çalışmada ise, %15’inin retleri kırılmış ve bilinçleri uyuşmuş bir durumda
klinik açıdan depresif olduğu saptan­mıştır (Re­ olduklarından, yaşadıkları semptom­lar için uy­
ifler, 1994). Hayatlarının ileri döne­minde ilk kez gun tedavi aramayabilirler, örneğin, bacaklarda
depresyon başlangıcını yaşayan yaşlı erkekler zayıflık duygusu ya da yordanamayan bulantı
büyük olasılıkla depresyon nöbetinden önce bir nöbetleri, ciddi kardiyovasküler sorunların bir
ameliyat geçirmiştir, olağan dışı yüksek oranda işareti olabilir.
kronik hastalığa tutulmuştur ve diğer kişilere Yaşlandıkça, hemen hemen kaçınılmaz bir
göre daha çok tıbbi durumundan yakınmıştır şekilde depresyona yol açabilecek birçok olay
(Roth & Kay, 1956). Yaşlı tıbbi hastalara ba­ yaşarız. Çeşitli araştırmalar dullar arasında
kan birçok doktor fiziksel rahatsızlıklarla birlikte hastalık ve ölüm oranının daha yüksek oldu­
depresyonun olabileceği olasılığına karşı du­ ğunu ortaya çıkarmıştır (Clayton, 1973; Parkes
yarsız davranmış, sıklıkla bunu teşhis edeme­ & Brown, 1972) ve sevdiği birini kaybet­menin
miş ve bu yüzden de psikolojik durumu tedavi yaşlı hastaların hastaneye kaldırılmasını hız­
edememiştir (Rapp ve ark., 1988; Rapp, Parisi landıran yaygın bir etmen olduğu şeklinde bir

Pek çok yaşlı insan eşini


kaybettiği halde, onların
tümünde tipik olarak ağır bir
depresyon gelişmez.
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 487
√√

hipotez geliştirilmiştir. (Turner & Sternberg, DEPRESYONUN TEDAVİSİ


1978). Ancak, araştırmalar bu kişilerde depres­ Önceki klinik bilgiler yaşlı hastalardaki dep­
yonun göreceli olarak daha düşük olduğunu be­ resyonun tedaviye daha fazla direnç gös­terdiği
lirlemiş (Musetti ve ark., 1989), depresyon ne­ kanısını taşısa da, bu tezler doğrulan­mamıştır
deniyle hastaneye yatırılmış olan kişilere göre (Small & Jarvik, 1982). Buna karşılık, depres­
geride kalan bireylerde depresyon belirtilerinin yonlu yaşlı erişkinlere hem psikolojik hem de
genellikle daha az sayıda ve cid­diyette olduğu farmakolojik müdahaleyle yardımcı olunabilece­
ileri sürülmüştür (Bornstein ve ark., 1973; Gal­ ği yönünde önemli ölçüde kanıt bulunmaktadır.
lagher ve ark., 1982). O halde, az sayıda yaşlı Gallagher ve Thompson (1982, 1983) yaşlı
kişi sevdiği birinin beklenen ölümü sonrasında depresif bireylerde bilişsel, davranışsal ve kısa
örseleyici bir depresif rahat­sızlığa yakalanıyor psikodinamik psikoterapileri karşılaştırmıştır.
gibi gözükmektedir. Üçünün de eşit derecede etkin olduğu saptan­
Daha genç erişkinlerdeki gibi, psikolojik mış, sonraki izleme araştırmalarında ise (Galla­
stres yaşlı erişkinlerde de depresyonda rol oy­ gher & Thompson & Thompson, 1995a, 1995b;
nar, ama daha genç kişide bir depresyon nö­ Thompson, Gallagher & Breckenridge, 1987)
beti oluşumunu tetikleyen ya da kötüleştiren hastaların dörtte üçünün ya tamamen tedavi
bir stres kaynağı, aynı şeyi yaşlı bir erişkinde edildiği ya da belirgin derecede iyileşme göster­
ortaya çıkarmayabilir (George, 1984). Örneğin, diği yargısına varılmıştır. Bu oranlar daha genç
sosyal izolasyonun ileri yaşta orta yaştaki gibi
depresyonlu hastaların psikoterapi sonuçlarıyla
depresyonla güçlü bir bağlantısı yoktur (Musetti
karşılaştırıldığında daha olumlu olduğu görülür.
ve ark., 1989). Irk ve sosyoekonomik etmenler,
Diğer bir dikkat çekici bulgu ise, daha genç dep­
tıbbi sorunlar gibi değişkenlerin yanında ikincil
resyonlu ve tedavi edilmemiş hastada olduğu
önemdedir, yani, ırk olarak azın­lıkta bulunan
gibi tedavi edilmeyen kontrol hastaları iyileşme
yaşlı erişkinler daha ciddi tıbbi sorunlardan ya­
göster­memiştir, bu da yaşlı hastaların gençle­
kınırlar ya da sağlık bakımları daha kötüdür ve
re göre tedavi görmeden iyileşme olasılığının
öyle görünüyor ki ırksal önyargı ya da mali bas­
daha az olduğunu akla getirmektedir.
kılardan çok depresyona bu etmenler katkıda
Depresyonu tedavi etmek için ilaç kullanı­
bulunmaktadır (Blazer ve ark., 1991). Yapılan
mı üzerinde yapılan araştırmalar genç erişkin­
pek çok araştırmada alt­mış beş yaş üzeri -kuş­
ler üzerinde yapılanlar kadar kapsamlı değildir
kusuz daha genç olanlar da, engelli, özellikle
de Alzheimer hastası- ebeveyn ve akrabanın ama var olan kanıtlar özellikle fluoxetin (Pro­
bakım stresiyle uğraşan­larda yüksek düzeyde zac) gibi seçici gerialım inhibitörlerinin yararlı
depresyon (ve aynı zamanda kaygı) olduğu or­ ola­bileceğini düşündürmektedir (Hale, 1993).
taya çıkmıştır (örn., Hannappel ve ark., 1993). Ancak, yaşlı erişkinlerde antidepresan ilaç kul­
Emekliliğin olumsuz etkileri olduğu varsayıl­ lanımı yan etkilerle komplikasyona yol açar,
sa da, araştırmalar genellikle bu varsayımı des­ örneğin, ayakta duruşa bağlı tansiyon değişik­
teklememektedir (Atchley, 1980; George, 1980). liği (postural hypotension) (ayağa kalkıldığında
Emekliliğin herhangi bir hastalandırıcı etkisinin, kan basıncının düşmesi), bu hastalığı olan bazı
emekliliğin salt kendisi ile değil, kötü sağlık du­ hastalara verilen trisiklik antidepresanların, has­
rumu ve bazı emeklilerdeki daha düşük gelir­ taların ayağa kalktığında başının dönme­sine ve
le ilişkisi olabilir (Pahkala, 1990). Birçok yaşlı sonra da düşmesine neden olmaktadır. Bu ilaç­
erişkin için, emeklilik daha çok yaşamın doyum lar ayrıca kalp krizi tehlikesi ile kardiyovasküler
sağlayıcı bir dönemine öncülük eder (Wolfe ve sistem açısından bir risk oluşturur. Buna ek ola­
ark., 1996). rak, yaşlı kişiler genellikle ilaçlara toksik reaksi­
Yaşlı kişilerden her biri yaşamın ileri döne­ yon verme yönünden yüksek risk altındadır. Bu
mine, ortak sorunlara karşı benzersiz tep­kilerde nedenlerden ötürü, yaşlılarda depresyon için
bulunmalarını sağlayan gelişimsel bir geçmiş farmakolojik olmayan yaklaşım­larda bulunma
getirir. Sorunlarla başa çıkma becerileri ve kişi­ özel bir önem taşır (Bressler, 1987; Scogin &
likleri yaşamın yeni olaylarına karşı ne denli et­ McElrath, 1994). Elektrokolvulsif terapi, özellik­
kin karşılık vereceklerini belirler (Butler & Lewis, le buna daha önce olumlu tepki vermiş hastalar
1982). Yaşamın ileri döneminde kayıplara ve söz konu ise pek çok geriatri doktorunun yeni­
strese karşı gösterilen yaygın tepkinin depres­ den rağbet gösterdiği bir yöntemdir. (Janicak ve
yondan çok uyum olduğu varsayılabilir. ark., 1993).
488 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

KAYGI BOZUKLUKLARI Hipoglisemi ve anemi gibi metabolik


bozukluk­lar, hipertiroidizm gibi endokrin bozuk­
Yaşlı erişkinlerde, kaygı bozuklukları dep­
lukları, anjine ve konjestif kalp yetmezliği gibi
resyondan daha sık görülür (Gatz ve ark.,
kardiyovasküler bozukluklar ve aşırı derecede
1996; Regier ve ark., 1988). Ancak, kaygı bo­
kafein tüketimi, daha hızlı kalp atımı gibi semp­
zuklukları hakkında daha az araştırma yapıl­
tomlara yol açabilir, bunların hepsi aynı zaman­
mıştır. İleri yaştaki kaygı bozuklukları hayatın
da kaygı semptomlarıdır (Fisher & Noll, 1996).
erken dönemlerindeki sorunların bir devamı ya
da yinelenmesi olabilir veya hayatın ileri döne­ Vestibüler sistemdeki (denge duygusunun iç
minde ilk kez ortaya çıkmıştır. Tıpkı depresyon kulakta kontrolü) yaşa bağlı bozulma, şiddetli
gibi, DSM’nin tanımladığı kaygı bozuklukları baş dönmesi gibi panik semptom olarak ele alı­
genç erişkinlere kıyasla yaşlı erişkinlerde daha nabilir (Raj, Corvea & Dagon, 1993).
endermiş gibi gözükmektedir (Kessler ve ark., Yaşlılarda görülen kaygı sorunları daha genç
1994). Hemen hemen eldeki tüm veriler kesitsel erişkinlerde yararlı bulunan aynı tür psikolojik
olmakla birlikte, bu sonuca varma konusunda tedavilere yanıt verir gibi görünmektedir (Bölüm
temkinli olmak akıllıca bir davranış olur. Yaşlı 6), ancak kontrollü araştırmalar henüz emek­
erişkinlerin daha genç kuşakları daha fazla bo­ leme dönemindedir (Stanley, Beck & Glassco,
zukluk sergiliyor olabilir, böylelikle kaygı bozuk­ 1997). Çünkü genellikle yaşlı erişkin­lerin psiko­
lukları yaşla birlikte azal­sa da, 1990’larda yaşlı lojik yakınmalarını dinleyenin tıp dok­toru olma­
olanlar yaygınlık açısın­dan eğilimi yukarı çeke­ sı-en azından yaşlıların şimdiki kuşağı-, psiko­
bilirler. Sıklığı tespit etmeyi daha da zorlaştıran aktif ilaçların yaygın olarak kul­lanılmakta oluşu
bir faktör ise genç insanlarda olduğu gibi, yaşlı (bu tür ilaçların yaşlılar tarafın­dan kötüye kulla­
erişkinlerdeki kaygı semptomlarının teşhis edi­ nımına ilişkin sonraki tartış­maya bakınız), an­
lebilen kaygı bozukluklarından daha sık olduğu­ cak yaşlıların sıklıkla kul­landıkları diğer ilaçlarla
dur, bu yaşlılarda ayırt edilmemiş kaygının ol­ tehlikeli etkileşimlere girme potansiyeli, herhan­
dukça yaygın olduğunu göstermektedir (Gurian gi bir ilaca karşı artmış duyarlılık olması kaygı
& Miner, 1991). Kişinin hayatının niteliği DSM konusunda ilaç kullanımını riskli kılar. (Fisher &
tanısı koydurmaya yeterli olacak kadar ağır, sık Noll, 1996; Hersen & Van Hasselt, 1992).
ya da sürekli olmasa dahi, profesyonel ilgi ve Yaşlılarda kaygı bozukluklarının gözden ge­
müdahaleyi gerektirir (Fisher & Noll, 1996). Ge­ çirilmesinde Fisher ve Noll (1996) tarafından
nel olarak, kaygı bozukluklarının semptom­ları yapılan sonuç yorumu diğer psikolojik bozuk­
ileri yaşa girerken farklılık göstermez. luklara da uygulanabilir:
Kaygı bozukluklarının nedenleri yaşlanma­
ya ilişkin bazı durumları yansıtır (Fisher & Noll, İleri yaş, gençleri şaşırtan, doğal birtakım fiziksel ve
1996). Kaygı bozuklukları sıklıkla tıbbi hastalık­ duy­gusal kayıplar sergilese de, bu kayıplar (ve meydan
larla ilişkilendirilir (Hweindrich, 1993) ve hasta oku­malar) ile etkin bir şekilde başa çıkma yeteneği ger­
olma ve kuvvetsiz kalma konusundaki kaygıla­ çekten de yaşlanma ile kaygı arasındaki ilişkinin en çarpıcı
yönünü oluş­turmaktadır. Belki de, yaşlı erişkinlerin çoğun­
ra bir tepki olabilir. Bazen, yaşlı kişinin kaygısı
luğunun yaşlan­mayla bağlantılı zorlu durumlar için kul­
örneğin antidepresanlar ya da antiparkinsonda
landığı yöntemlerin incelenmesiyle, araştırmacılar yaşam
olduğu gibi ilaca karşı bir tepki de olabilir ya da boyu kaygı tedavisi konusunda daha iyi bir bilgiye sahip
sıklıkla yaşlılıktaki tıbbi hastalığa eşlik eden olabileceklerdir (s. 323).
deliriumun bir bölümüdür (Lipowski, 1990).
Alzheimer’lılarda olduğu gibi demansı olan has­ SANRILI (PARANOİD)
talarda aşırı derecede huzur­suzluk ve bazen de
BOZUKLUKLAR
saldırganlık görülür. Büyük olasılıkla manto giy­
mek gibi basit görünen işleri yapamadıklarında
aklın karışması ve düş kırık­lığından kaynakla­ Altmış altı yaşında bir kadın klinik değerlendirmeye
nan bir kaygıyı yansıtır (Fisher ve ark., 1994, gönülsüz olarak katılmıştır. Öyküsü, altı haftadır kocası-
Fisher ve Noll, 1996’da belirtildiği gibi). Pek çok nın yanmış yemek gibi kokan bir sıvıyı evde spreyle sıktığı
şeklindeki garip sanrı ve varsanılardan oluşmaktadır. Ko-
diğer tıbbi hastalık kaygı bozukluğunun bir par­
casının kendisi hiç görmediği halde, halı ve mobilya dâhil
çası olarak düşünülmeyen ama profesyonel ilgi evin her yerini spreylediğinden yakınmaktadır. Kokuyu
gerektiren kaygı bozukluğu oluşturabilir. Bun­ neredeyse sürekli almakta ve bu onun başını, kalbini ve
lardan bazıları bütün erişkinlerde bulunur, an­ rektum bölgesini etkilemektedir. Ayrıca, çevredeki birinin
cak bun­ların çoğu yaşlı erişkinlerde çok daha eve tuğla ve taş attığından da şikâyet etmiştir. Buna ek
fazladır. olarak, ayak izlerini evinin yakınlarında gördüğünü iddia
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 489
√√

ettiği birtakım kadınlarla kocasının ilişkisi olduğundan abilir. Kişinin paranoid tepkileri işitsel kaybın
da şüphelenmektedir. neden olduğu boşlukları doldurma çabası ola­
Kendisiyle yapılan görüşmelerde kocasına aşırı düş- bilir (Pfeiffer, 1977; bakınız Odak 16.2). Şaşır­
man karamsar bir kadın olduğu gözlenmiştir. Özellikle ko-
tıcı olaylar açıklanarak, sanrılar uyum sağlayıcı
casının onu öfkelendirmek üzere alışılmadık bir maddeyi
sıkmakta olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır. Zaman zaman
ve anlaşılabilir nitelikte algılanır. Ancak, işitme
çok üzgün olmakta ve ara sıra gözyaşlarını silmektedir sorunları ile sanrıya dayalı bozukluk arasında
ancak en belirgin özelliği kocasının iddia edilen davranışı varsayılan bağlantı konusunda birbiriyle çelişen
yüzünden duyduğu aşırı düşmanlık ve dehşettir. (Varner & kanıtlar vardır. Bazı araştırmacılar işitme kay­
Gaitz, 1982, s. 108). bının paranoid semptomların başlangıcından
önce oluştuğunu, diğerleri ise bu tür işitsel ka­
Hastanın yaşadığı mutsuzluğa ek olarak, yıpların sanrıya dayalı bozuklukları olmayan in­
paranoya, diğer kişiler üzerinde kızgın tepkiler sanlar arasında yaygın olmadığını rapor etmek­
oluşturan ve yaşlı erişkini bir kuruma gönder­ tedir (Jeste ve ark., 1988).
me kararını aldıran rahatsız edici ve ani etkiler Paranoidleşen kişiler aynı zamanda sosyal
yapar (Berger & Zarit, 1978). Paranoid sempto­ açıdan uyumsuz olduğundan, semptomlarının
matoloji pek çok yaşlı psikiyatrik hastada görü­ başlaması diğer kişilerden giderek yalıtıldıkları
lür (Heston, 1987; Pfeiffer, 1977). bir dönemi izleyebilir (Gurland, 1991). Bu yalı­
Klinisyenler yaşlı ve genç bireylerin para­ tım kişinin dünya hakkındaki kuşkularını kontrol
noid sanrıları arasında ilginç bir fark olduğunu etme olanağını kısıtlayarak, sanrıların hâkim ol­
rapor etmektedirler. Yaşlı erişkinlerin kuşkuları masını kolaylaştırır. Birey iyi iletişim ve karşılıklı
çoğu kez daha makul ve komşular, oğullar, kız­ güvene dayalı sosyal ilişkiler yerine, bir sözde
lar, dükkândaki görevliler ve benzeri gibi yakın (yalancı) topluluk -kendisine ilişkin özel bir dün­
çevrelerindeki kişiler ile ilgilidir. Bunun tersine, ya- yaratır (Cameron, 1959).
daha genç paranoid hastaların anlatımlarında­ Yaşlı kişiler başkalarının yapacağı her türlü
ki kötülük yapanlar genellikle CIA, FBI ve hatta istismara karşı daha hassastırlar. Diğer kişiler
yıldız ve gezegenler arasındaki uzay boşluğun­ yaşlılar hakkında onların arkasından, hatta san­
da bulunur. Buna ek olarak, bazı daha genç ki orada değillermiş gibi yüzlerine karşı konuşa­
paranoid hastalar büyüklenmeye (grandiyözite) bilir ve yaşlılardan pek çok açıdan isti­fade eder­
yer verirler (Post, 1987). Ayrıca, yaşlı hastala­ ler. Hayatın ileri dönemine ilişkin bir paranoya
rın görme ve daha sonra işleyeceğimiz üzere işareti olarak yaşlı bir kişinin kötülük yapma ile
işitme sorunu dışında, sağlık durumu iyi olan ilgili bir şikâyeti hafife alınırken bazı olaylar o
kadınlar olma olasılığı daha yüksektir. kadar asılsız değildir. Bu kitabın yazarlarından
birinin yaşlı danışanlarından biri kendisinin hain
PARANOYANIN NEDENLERİ kocasınca kiralanan bir dedek­tif tarafından ta­
Yaşlı hastalarda paranoya hayatın daha kip edildiği hakkında büyük yakınmalarda bu­
erken bir döneminde başlamış olan bir bozuk­ lunmuştur. Yapılan araştırma sonucunda, ko­
luğun devamı olabilir ya da sanrı ve demans casının eşinin bir aşk ilişkisi içinde olmasından
gibi beyin hastalıklarına eşlik edebilir. Parano­ kaygı duyarak, gerçekten kendisini takip etmek
ya demanslı hastalarda bellek kaybından kay­ üzere birini kiraladığı ortaya çıkmıştır! Şüphele­
naklanan boşlukları doldurma gibi bir işlev bile rin paranoyaya yük­lenmeden önce daima ger­
yerine getirebilir. “Anahtarları nereye koyduğu­ çek hayatta herhan­gi bir temeli olup olmadığı
mu hatırlayamıyorum” gibi bir itirafta bulunmak saptanmalıdır.
yerine, “Biri gelip anahtarlarımı almış olmalı”
diye düşünürler (Zarit, 1980). PARANOYA TEDAVİSİ
Paranoid düşüncelerin oluşması başta işitme Yaşlı erişkinlerde paranoyanın tedavisi daha
olmak üzere duyusal kayıplara bağlan­mıştır. genç erişkinlerdekinin aynısıdır. Kontrol edilmiş
Bazıları ağır paranoid bozukluğu olanlar­da her bir veri elde bulunmamakla birlikte, klinisyenler,
iki kulakta da kalıcı işitme kaybı olma eğilimi terapistin kişinin yakınmalarını empatik biçimde
vardır ki, bu onları sosyal anlamda sağır (işit­ anladığı destekleyici bir yaklaşımın hasta açı­
me-engelli) yapar (Eastwood ve ark., 1985; Pe­ sından en iyi olduğunu önermektedirler. Para­
arlson & Rabins, 1988; Post, 1980). Sağır bir noyaya dayalı sanrılara doğrudan karşı gelmek
yaşlı diğer kişilerin kendisi dediklerini duyama­ ya da kişinin inançları dışında aklından çıkar­
sın diye onun hakkında fısıldaştıklarına inan­ masına çalışmak nadiren etkili olmaktadır. Has­
490 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

ODAK 16.2 KISMİ SAĞIRLIK, YAŞLANMA VE PARANOYA

İleri yaşta işitme sorunları ile paranoid düşün- olan ve kısmi sağırlıkla ilgili hipnoz sonrası önermeye
cenin gelişmesi arasında muhtemel bir ilişki olduğu karşılık vereceği saptanan kolej öğrencileri, çeşitli hip-
yıllarca önce Emil Kraepelin tarafından kaydedilmiş notik prosedürün yaratıcı problem çözme üzerindeki
ve dikkatli laboratuar çalışmaları ile desteklenmiştir etkileri olduğuna inandıkları bir çalışmaya katılmıştır.
(Cooper ve ark., 1974). Bağlantı paranoyaya özgüy- Her bir öğrenci deney yapanın işbirlikçisi durumun-
müş gibi gözükmektedir, zira işitme güçlüğü ile dep- daki iki kişiyle aynı odada oturmuştur. Üçlüye ya iş-
resyon arasındaki ilişki bu yaşlı kişilerde bu kadar birliği halinde ya da tek başlarına yerine getirecekleri
büyük değildir. Yapılan bazı araştırmalara göre, işit- bir görev verilmiştir. Tematik Algı Testi (TAT) ile ilgili
me kaybı paranoyaya dayalı kaygılardan önce oluştu- bir resim hakkında bir hikâye uyduracaklardır. Önce
ğundan, bu belirli bir önem taşıyan bir neden-sonuç ekranda odak sözcüğü gösterilmiş, sonra resim yan-
ilişkisi olabilir. sımıştır. Deney yapanın işbirlikçileri daha önce plan-
Stanford fizyologu Philip Zimbardo ve iş arkadaş- lanmış olduğu üzere hikâye hakkında karar vermeye
ları düşük seviyede işitmenin paranoya ile ilişkisini çalışırken şakalaşarak, öğrenciyi kendileriyle işbirliği
araştırmak üzere özgün bir araştırma yapmışlardır. yapmaya davet etmişlerdir. Hikâye tamamlandığında,
İşitme keskinliğindeki kaybın, eğer kişi bunu tanımaz- kişi yalnız bırakılarak içinde MMPI paranoya ölçüle-
sa, farkında değilse, paranoyanın gelişmesi için zemin ri ve duygudurumunu değerlendirmek için sıfatlardan
hazırlayabileceği yargısına varmışlardır. (Zimbardo, oluşan bir kontrol listesi dâhil soru kâğıdını doldur-
Andersen & Kabat, 1981). Senaryo şu şekilde gider. ması istenmiştir.
Etrafımdaki kişileri işitmekte güçlük çekiyorsam, on- Şimdiye dek anlatıldığı kadarıyla, bu deneyde kay-
lar fısıldıyormuş gibi görünür, ben de onların benim da değer özel bir nokta yoktur. TAT resmi verilmeden
hakkımda fısıltı halinde konuştuklarını ve konuştuk- önce gerekli manipulasyonlar yer almıştır. Her öğren-
ları şeylerin de olumsuz şeyler olduğu sonucuna va- ci hipnotize edilmiş ve kendilerine şu üç hipnoz sonra-
rabilirim. İşitme sorunumun farkında değilsem, böyle sı telkinden biri verilmiştir.
düşüneceğim. Kısmi sağır olduğumu bilirsem, sağır-
lığım yüzünden onları yeterince duyamadığımı takdir 1. Uyarıyla başlatılan farkında olunmayan kısmi
edeceğim ve onların fısıldadığını düşünmeyeceğim. sağırlık: Bu guruptaki üyelere odak sözcüğünü ekran-
İşitme güçlüğü yaşayan bir dede sonunda alçak sesli da gördüklerinde gürültü duyacakları, diğer kişilerin
jestler yapan torunlarına, kendisi hakkında fısılda- ne söylediği, fısıldar gibi konuşacakları ve işiteme-
dıklarına inandığından kızacaktır ve onlar da böyle mekten dolayı kaygı duymamaları söylenmiştir. Ayrı-
yaptıklarını inkâr edecektir. Gerilimli bir iddialar, ca, deney yapan kişi amneziyi omuzlarına dokunmak
inkârlar ve daha fazla suçlamalar döngüsü giderek suretiyle ortadan kaldırıncaya kadar bu telkinin far-
düşmanca bir tavır takınan şüpheci dedeyi torunların- kında olmayacakları talimatı da verilmiştir.
dan yalıtacaktır.
Zimbardo ve gurubu tarafından yapılan bir deney 2. Uyarıyla başlatılan farkında olunan kısmi sa-
paranoyanın bu hipoteze dayalı gelişiminin başlangıç ğırlık: Kontrol gurubu niteliğindeki bu ikinci gurupta-
aşamasını incelemiştir. Daha önce kolayca hipnotize ki öğrencilere de kısmi sağırlık ile ilgili aynı telkinde

ta sağlık alanında bir profesyonelle karşılaşana aile bireyleri ve arkadaşlarıyla tekrar bir ilişki
kadar pek çok diğer kişi - aile, arkadaş, polis kurmasına yardımcı olabilir. Uygun davranışlar
görmüş, bunlar büyük olasılıkla onun yaklaşı­ için olumlu bir pekiştirme sağlan­abilir, örneğin,
mını sınamışlardır. Paranoyanın neden olduğu terapist hastanın, içeriği paranoidçe olmayan
sıkıntının yargılayıcı olmayan bir şekilde tanın­ yorumlarına özel ilgi göstere­bilir. Bu doğrudan
masının hasta ile terapötik bir ilişki oluşturması önlemler paranoyayı hafifletmese bile, kişinin
beklenir. Hasta terapiste güvenir ve onun ya­ diğer hayat alanları açısın­dan yararlı olabilir.
nındayken kendisi­ni güvende hissederse, gide­ Terapi çalışmalarının bulguları, paranoid
rek sanrılar sorgu­lanabilir. yaşlı hastalardaki sanrıların, hasta genellikle
Eğer bir işitme ya da görme sorunu varsa, bir kendisine ilaç veren kişilerin amaçlarından şüp­
işitme cihazı ya da gözlük bazı paranoid semp­ he duysa da, fenotiyazin ile belli ölçüde başarıy­
tomların hafifletilmesine yardımcı olabilir. Birey la tedavi edilebileceğini göstermektedir (Schne­
sosyal açıdan çevreden yalıtılmış durum­da ise, ider, 1996). İlaç zehirlenmeleri de yaşlı kişiler­
etkinlik ve ilişkilerini arttırma girişim­lerinde bu­ deki ilaca karşı özel duyarlılık nedeniyle dikkate
lunulabilir. Düzenli destekleyici terapi hastanın alınmalıdır. En son çare olarak başvu­rulması
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 491
√√

bulunulmuş ama onlara işitme güçlüğünün hipnoz gurubu bilmemektedirler.) İşbirlikçiler her bir öğren-
sonrası telkinden kaynaklandığını hatırlamaları tali- ciyi TAT hikâyesini oluşturmak için birlikte çalışmaya
matı verilmiştir. davet ettiğinde, farkında olunmayan sağırlık çeken
altı öğrenciden yalnızca bir tanesi bu öneriyi kabul et-
3. Hipnoz sonrası telkinin kontrolü: Hipnoz sonra- miştir. Öte yandan, kontrol guruplarındakilerin çoğu
sı telkinin etkilerini kontrol etmekte kullanılan üçüncü
bunu kabul etmiştir. İncelemenin sonunda, kendilerine
guruptaki katılımcılara odak sözcüğüne deney yapan
konunun aslı anlatılmadan hemen önce, ileride de aynı
kişi tarafından sol omza dokunulana dek sol kulak
lobunda bir kaşıntı tecrübe ederek karşılık vermeleri kişilerle birlikte bir deneyde yer almak isteyip isteme-
ve bu telkine yönelik bir hikâye anlatmaları talimatı yecekleri sorulduğunda, farkında olunmayan sağırlığı
verilmiştir. olanların hiçbiri olumlu cevap vermemişken, kontrol
gurubundakilerin çoğu olumlu cevap vermiştir.
Hipnoz sonrası telkin verildikten sonra, bütün İşitme güçlüğü çeken ve diğerlerinden farklı ola-
katılımcılar hipnozdan uyandılar ve anlatılan TAT rak buna herhangi bir açıklama getiremeyenlerin ge-
resmiyle deneyin devam edeceği yan odaya geçtiler. nel tepkisi şüphe, saldırganlık, ajitasyon ve bu kişilerle
Şimdi, farkında olunmayan sağırlığa sahip olan katı- yakın ilişki içinde bulunma konusundaki isteksizliktir.
lımcıların işbirlikçilerin şakalarını kendilerine yönelik Bu kalıp, Zimbardo’nun bazı paranoid sanrıların en
algılayabileceği takdir edilebilir, zira kendilerine söy- erken aşaması olarak hipotez haline getirdiği mode-
lenileni işitmekte güçlük çekeceklerdir ve bu güçlüğü
le benzemektedir. “Analog başlangıç paranoyası”nın
kendi başlarına herhangi bir işitme sorununa yükle-
laboratuvarda sağırlığın farkında olunmayarak sa-
meleri olası olmayacaktır. Farkında olunan sağırlığa
sahip olanlar, şakayı işitmekte aynı güçlüğü yaşaya- ğırlığı başlatmak suretiyle yaratılması, kişilerin yaş-
caklar ama hipnotik telkin yoluyla işitmede geçici bir landıkça işitme duyularının azalacağı, bazılarının bu
azalma olduğunu bileceklerdir. Diğer kontrol gurubu sağırlığın farkında değilse, paranoyaya daha yatkın
öğrencileri hiçbir işitme sorunu yaşamayacak, yalnız- olduğu fikriyle tutarlılık göstermektedir.
ca kulak loblarında kaşıntı hissedecektir. Araştırma İzleyen araştırmada, Zimbardo bu bulgularını hip-
tamamlandığında, hepsine deneyin amacı anlatılmış notik telkin yoluyla fizyolojik uyandırma ve uyandır-
ve hipnoz sonrası telkinle gelişen kısmi sağırlık ve ku- manın gerçek kaynağı için hikâyeyi telkin etme yoluy-
lak loblarında kaşıntının ortadan kalkması için bütün la güçlendirmiştir. Açıklanmayan uyandırma hipnoza
gerekli adımların atılması sağlanmıştır. yüklenebilecek uyandırmadan çok daha önemli ölçüde
Sonuçlar hayret vericidir. Farkında olunmayan kıs- keder verici olmuştur (Zimbardo, LaBerge & Butler,
mi sağırlık deneyimi önemli bilişsel, duygusal ve dav-
1993). Diğer araştırmalar, kendilerindeki açıklana-
ranışsal ölçümler vermiştir. Diğer iki kontrol gurubu
mayan bu uyandırmanın nedenlerini anlamak üzere
ile karşılaştırıldığında, bu öğrenciler MMPI ölçeğin-
de daha paranoid çıkmış ve kendilerini aşırı huzursuz, diğer kişilerin davranışlarına yönelenlerin, bu kay-
ajite olmuş ve saldırgan olarak nitelendirmişlerdir. Bu nağı diğer alanlarda, örneğin, fiziksel ortamdaki bir
öğrencilerle aynı odada bulunan iki işbirlikçi onları şeyde arayanlara göre daha paranoid olduğunu gös-
kontrol gurubundakilerden daha saldırgan olarak de- termektedir (P. Zimbardo, kişisel iletişim, 29 Eylül,
ğerlendirmiştir. (İşbirlikçiler katılımcının dâhil olduğu 1992).

gerektiği düşünülen bir kuruma gön­derme pek Şizofreni yaşlı erişkinlerde ilk kez nadiren orta­
işe yaramaz. Uygulamada, bu karar paranoid ya çıktığında, genellikle parafreni olarak adlan­
inançların ciddiyeti ve yıkıcılığından çok, kişinin dırılır (Howard, 1993; Roth, 1955). Semptomlar
sosyal çevresinin tolerans düzeyine bağlıdır. şizofrenin erken başlangıcında görülenlerden
farklılık gösterir; parafreni tipik olarak daha
ŞİZOFRENİ fazla varsanı ve paranoyaya dayalı kaygı içe­
Bölüm 11’de tartışıldığı üzere, şizofreninin rir (Howard ve ark., 1993; Jeste ve ark., 1988).
semptomları, sanrıya ek olarak, bilişsel bozul­ Hastaların evlenmeme, yalıtılmış olarak yaşa­
ma, varsanılar donuk duygulanım gibi olumsuz ma, hayatta olan birkaç akrabaya sahip olma,
semptomları içerir. Şizofreni ilk kez ileri yaşta işitme kaybı yaşama, şizofreniye ilişkin aile öy­
mı görülür? Bu soru üzerindeki tartışmalar yıllar küsü olma ve daha düşük sos­yoekonomik sını­
boyu artarak devam etmiştir. Kraepelin bile şi­ fa ait olma eğilimi vardır (Harris & Jeste, 1988;
zofreniyi tanımlamakta kullanılan erken başlan­ Post, 1987).
gıç anlamındaki praecox sözcüğünü her zaman ABD’de parafreni terimi tutarsız olarak kul­
kullanmanın uygunluğundan şüphe duymuştur. lanılmıştır (Berger, Zarit, 1978; Howard, 1983).
492 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Bazı araştırmacılar parafreni tanısı konulan bir­ popülâsyonu için sap­tanan oranlardan çok daha
çok yaşlı hastada gerçekte duygudurum bozuk­ düşüktür. Eğer sayılar haftada en az bir düzine
luğu olduğuna inanmaktadır (Cooper, Garside içki tüketen kişi­leri içeriyorsa, bu yaşlı erişkinler­
& Kay, 1976; Kay ve ark., 1976). Çünkü belirgin den %8’i ağır içicidir (Molgaard ve ark., 1990).
semptomlar taşıyan pek çoğunda biliş ve genel Verilen alkol miktarları yaşlılarda gençlere göre
işlev görme korunmuştur; hayatların­da şizofre­ daha güçlü bir etki yapmaktadır -vücut suyunun
nide yaygın olan bozulma ve kargaşa yoktur. İlk vücut kütlesine oranının yaşla azalması, alınan
kez altmış beş yaş sonrasında şizofreni olmuş alkolün her bir birimi başına kan-alkol yoğun­
gibi gözüken hastalar üzerinde yapılan bir araş­ luğunun artmasına neden olmaktadır (Morse,
tırmada, yaklaşık üçte ikisinin aslında demans 1988). Yalnızca bu nedenle bile, ağır içici olan
ya da bir duygudurum bozuk­luğu olduğu anla­ yaşlı erişkinlerin pek çoğu alkol bağımlısı olarak
şılmıştır (Leuchter, 1985). değerlendirilebilir. Boylamsal bakış açısından
Yaşlı erişkinlerde, zihinsel bozukluklarla her­ bakıldığında, ağır içicilerin yaş­landıkça daha az
hangi bir ilgisi olsa bile az olan biyolojik faktör­ içme eğiliminde olduğu görülmektedir (Fillmore,
lere, parafreni gibi bir akıl hastalığı tanısı konu­ 1987). Ancak, daha hayatlarının ileri evrelerine
lurken özel bir önem verilmelidir. Birkaç teda­ ulaşmamış olan şimdiki kuşaklarda alkol bağım­
vi edilebilir tıbbi ve ameliyatla ilgili sorun taklit lılığının ve bağımlılığın çok daha fazla sıklıkla
şizofreniyi düşündüren belirti ve semptomları görülmesi - diğer ilaçların kötüye kullanımında
üretebilir (Marengo & Westermeyer, 1996), ör­ olduğu gibi- gelecek açısından çok daha büyük
neğin, hipertiroidizm, hipotiroidizm, Addison bir sorun oluşturmaktadır. (Farklı yaşlardaki ki­
hastalığı, Cushing hastalığı, Parkinson hasta­ şileri aynı zaman diliminde karşılaştıran araştır­
lığı, Alzheimer hastalığı ve vitamin eksik­likleri manın kuşağa özgü etkilerinin yöntemsel tartış­
(Jeste ve ark., 1991). masını hatırlayınız.)
Yaşlı erişkinlerde şizofreni tedavisinde, yan Birçok alkol kötüye kullanıcısı ileri yaşa eri­
etki ve hastanın almakta olduğu diğer ilaçlarla şemez. Sirozdan ölümün en yüksek görüldüğü
etkileşim reçete yazan doktora bir zor­luk yaşat­ yıllar elli beş ile altmış beş arası yaşlardır. Kar­
makla birlikte, fenotiyazin gibi antipsikotik ilaç­ diyovasküler sorunlardan ölümler de yine daha
ların etkili olduğu görülmektedir (Jeste ve ark., yüksektir (Shaper, 1990).
1993). Destekleyici bir terapötik ilişkinin yardım­ Sorunlu içme yaşlı bir erişkinde hayatın daha
cı ve yüreklendirici olduğu görülmektedir (Ma­ erken bir dönemindeki bir örüntünün devamı
rengo & Westermeyer, 1996). olarak varsayılabilir ama durum böyle değil­
dir. Birçok sorunlu içici alkolle ilgili sorun­larını
MADDE-BAĞIMLILIĞI İLE İLİŞKİLİ altmış beş yaş sonrası -geç başlangıçlı alko­
BOZUKLUKLAR lizm-yaşamaktadırlar. Tahminler büyük ölçüde
değişmektedir ama bu konuya ilişkin yazında
Madde bağımlılığı günümüz yaşlı erişkin­ son yapılan bir araştırmaya göre ileri yaşta içki
lerinde, daha genç olanlara göre daha az gö­ sorunu olan 1/3 ila 1/2 arası kişilerin içki sorunu
rülmektedir, ancak yine de bir sorun oluştur­ altmış beş yaşından sonra başlamıştır (Liberto
maktadır. Yaygınlığın daha düşük olmasının bir ve ark., 1996).
nedeni geçmişte ilaç bağımlılığı yaşamış ya da İnsanlar yaşlandıkça alkole toleransları (da­
bunu daha ileri yaşlarında denemekte olanların yanıklılıkları) azalır, çünkü alkolü daha yavaş
arasında ölüm oranlarının artmış olmasıdır. metabolize ederler. Böylelikle, yaşlı kişilerde
ilaç beyin kimyasında daha büyük değişiklikler
ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE yapar ve daha rahat toksik etki -sanrı gibi- oluş­
BAĞIMLILIK turur. Birkaç nöropsikolojik çalışma bellek so­
Alkol bağımlılığının yaşlı kuşaklarda gençle­ runu gibi alkol bağımlılığı ile bağlantılı bilişsel
re kıyasla daha az sıklıkta olduğuna inanılmak­ açığın, benzer içme hikayeleri olan daha genç
la birlikte, sorun önemsiz değildir. DSM tanımlı bireylere göre, yaşlı alkoliklerde büyük olasılık­
alkol bağımlılığı ya da bağımlılık için yaygınlık la daha belirgin olduğunu göstermiştir (Brandt
oranları yaşlı erkeklerde %3.1 iken yaşlı ka­ ve ark., 1983). Bazı zihinsel işlevlerin alkolü bı­
dınlarda bu oran, %0.46’dır (Helzer, Burnam & rakmayla birlikte iyileşmesine karşın, kalan etki­
McEvoy, 1991; Myers ve ark., 1984), bu ortala­ lerin yaşlı kişinin bırakmasından sonrada uzun
ma %2 daha az demektir. Bu oran genel erişkin süre devam ettiği görülmektedir.
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 493
√√

Klinisyenler daha genç hastalara göre yaşlı­ bir defa olmak üzere reçeteli ya da kaçak ilacı
larda alkol bağımlılığını daha az araştırırlar ve yanlış şekilde kullanmış olduğunu bildirmiştir
motor koordinasyonunun zayıflığını ya da bel­ (Folkman, Bernstein & Lazarus, 1987).
lekteki gerilemeyi tıbbi bir soruna ya da yaşa­ Yıllar önce ameliyat sonrası bir ağrı ya da se­
mın ileri döneminde görülen depresyona bağ­ vilen birini kaybetme üzüntüsü ya da kaygısı ile
larlar. Gerçekten de, alkol sorunları genel­likle başa çıkmak üzere reçeteli olarak verilen birçok
büyük bir depresyon ve beyin haşarıyla birlikte yatıştırıcı, antidepresan ve uyku ilacı yaşlı eriş­
görülür (Liberto ve ark., 1996). Durum böyle kinlerde hem fiziksel hem de psikolojik sorunla­
olsa da olmasa da, alkol bağımlılığı görmezden ra yol açmaktadır. Bu yaşlılar düzenli olarak işe
gelinirse, hastanın tedavisi ciddi şekilde etkile­ gitmediğinden ya da hatta bazen günlerce, ba­
necektir. Müdahale ile ilgili kon­trollü araştırma zen de haftalarca toplum içine çık­madığından
sayısı azdır. bağımlılıklarını yıllar boyu saklayabilmektedir.
İlaçların neden olduğu lafı ağızda geveleme ve
bellek sorunları ileri yaşa ve demansa bağlana­
YASA DIŞI İLAÇ KÖTÜYE KULLANIMI
bilir (LaRue, Dessonville & Jarvik, 1985), bu da
Şu andaki yaşlı nüfus diğer yaş guruplarına
yaygın klişelerin uygun teşhis ve tedaviye nasıl
oranla yasa dışı ilaçlara daha az sıklıkla bağım­
engel olabildiğine verilebilecek bir başka örnek­
lıdır. Daha önce belirtilen NIMH anketine göre
tir. Bir bağımlılık uzmanı, “onlar ilaç ve alkolü
(Regier ve ark., 1988), ilaç kötüye kullanımı
karıştırarak kafayı bulmaya çalışan 25 yaşındaki
ya da bağımlılık bozukluğu altmış beş ve üze­
birine benze­mezler. Yalnız, sefil bir hayatı daha
ri yaşta hiç kimsede görülmemişken, kırk beş
az sefil kıl­maya çalışırlar” diyor (Weber, 1996,
yaş ve altmış dört yaş arasındakilerin %0.1’inde
s. A36’dan alınmıştır.). Eski bir Valium bağım­
görülmüştür; kıyaslandığında daha genç yaş lısı ve şim­dinin California’daki Pills Anonymous
guruplarında daha yüksek oranlar saptanmış­ (Adsız İlaççılar) Gruplarından birinin lideri bu
tır. Araştırmalar yaşlı narkotik bağımlılarının bu sorunu şu şekilde ortaya koymaktadır: “Klozet
alışkanlığa yaşamın erken döneminde başladı­ bağım­lıları, onlara burada böyle hitap edilir. On­
ğını ve yaşlandıkça ilaç alım düzeyini azalttığını lar evdedir. Onlar korkar. Onlar yalnızca sak­
göstermektedir (Ball & Chambers, 1970). An­ lanır. Onları ilaca sürükleyen doktorlarıdır” der
cak, birçok uzman yasa dışı ilaç bağımlılığının (Weber, 1996, s. A36’dan alınmıştır).
bu resmi tahminlerin gösterdiğin­den daha yük­
Kasıtlı ya da kasıtsız ilacın yanlış şekilde kullanımı yaşlılarda
sek olduğuna inanmaktadır. ciddi bir sorun yaratabilir ve sanrılara yol açabilir.

İLAÇLARIN YANLIŞ KULLANIMI


Reçetenin ya da kaçak ilaçların yanlış şekil­
de kullanımı ilaç ya da alkol kötüye kul­lanımına
göre yaşlı nüfus için çok daha büyük bir sorun­
dur (LaRue, Dessonville & Jarvik, 1985). Yaş­
lılar bütün yaş guruplarının içinde genel olarak
daha yüksek bir yasal ilaç alım oranına sahiptir.
Yaşlılar nüfusun yalnızca %13’ünü oluşturması­
na karşın, bütün reçeteli ilaçların yaklaşık üçte
birini tüketirler (Weber, 1996). Bu reçetelerden
bazıları ciddi ilaç kötüye kullanımını yansıtmak­
tadır.
Reçeteli ya da yasal ilaç kötüye kullanımı
kasıtlı ya da kasıtsız olabilir. Bazı kişiler birçok
kaynaktan ilaç edinerek bağımlılık yapan ilaç­
ların peşine düşebilirler. Örneğin, birden fazla
doktora gider, reçetelerini farklı eczane­lerde
yaptırır, reçetelerinin çokluğu keşfedilmesin
diye kredi kartı yerine nakit ödeme yaparlar. İş­
levleri iyi durumda orta sınıf üyesi kendi evinde
yaşayan 141 yaşlı kişi üzerinde yapılan araş­
tırmada, neredeyse yarısı en az altı ay içinde
494 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Doktorlara baktıkları hastayla geçirdikleri sü­ den yokken bitmez tükenmez ağrı ve sızılardan
reden çok, hasta sayısına göre ücret ödeyen yakınır. Hipokondrinin görülme sıklığının yaşlı
sağlık uygulamalarının artmasıyla, doktorların nüfusta daha fazla olduğuna ilişkin genel bir
yaşlı bir hastanın gerçekte ne sıkıntısı olduğunu inanış vardır, ancak hipokondri sıklığı yaşlılarda
belirlemesi giderek daha güç hale gelmektedir. diğerlerine göre daha fazla olmayabilir (Siegler
Böylece doktorlar yalnızca sözlü yakınmaları & Costa, 1985). Bir gurup olarak alındığında,
azaltan reçeteler yazar olmuşlardır. Buna ek yaşlı erişkinler bedensel semptomları, olduğun­
olarak, çoğu psikoaktif ilaç genç insan üzerin­ dan çok değil, az bildirme eğilimindedir ve ge­
de test edildiğinden, yaşlı insanın daha az etkin nellikle ciddi hastalıklar için yardım isteye­mez
olarak çalışan böbrekleri ve karaciğeri için uy­ (Besdine, 1980). Bunun nedeni belki de sağlık
gun olan dozajı bulmak tıbbi uygu­layıcılar için bakımı harcamaları için duyduğu kaygılar ya da
zorlu bir durum oluşturmaktadır. büyük olasılıkla doğru olan -ağrı sızıların yaş­
Günümüz yaşlı erişkinler kuşağı, daha genç­ lanma sürecinin kaçınılmaz bir parçası olduğu
lere göre bir başka kültürün etkisinde daha az ve belirli bir sorunu yansıt­madığı şeklindeki- bir
kaldığından, ilaç sorunu dâhil psikolo­jik sorun­ inanıştır.
ları için daha az yardım ister. Pek çoğu, dene­ Boylamsal anket verileri sağlık konusundaki
timsiz olarak ilaç bırakmaya kalkar, hatta bazen kaygıların yaşlanmayla artmadığını, bu konuda
birdenbire bunları keserek olumsuz bir fiziksel yaşamın bütününde bir tutarlık olduğunu gös­
tepki ortaya çıkarır. Bu tür davranışlar tehlike­ termektedir. Gerçek sağlık sorunları, eşlik eden
li, hatta hayati derecede tehlikeli olabilir, çün­ kaygılarda artış olmaksızın, yaşla birlikte artma­
kü ilaç bırakma tepkileri kardiyovasküler siste­ dığından, bu tür veriler insanların yaş­landığında
me büyük bir yükleme yapar. Şu sıralarda orta daha hipokondriyak olduğu fikrini desteklemez
yaşlarında olan insanlar yetmişlerine ve üzeri­ (Costa ve ark., 1987). Aşırı semptomatik ya­
ne ulaştığında, “rahatsızlıklarınız için hap alın” kınmaları nörotisizm ve uyumsuzluk­la bağlan­
şeklinde edindikleri zihniyet yüzünden ve duy­ tılandırılır ki, bunların yaşla herhangi bir ilişkisi
gudurumunu etkilemek ve huzursuzluğu azalt­ yoktur. Buna ek olarak, NIMH araştır­masında
mak için tasarımlanan ve de sayıca daha fazla (Regier ve ark., 1988), altmış beş yaş ve üzeri
ilaç kullanıma hazır edileceğinden, reçeteli ilaç yaşlıların yalnızca %0.1’inde bedensel bozuk­
bağımlılığı sıklığı daha da büyük olabilir. luklar ortaya çıkmış olup, bu oran daha geç yaş
Bazı yaşlı bağımlılar yaşlı bir erişkini bulmayı gurubundakilerle aynıdır.
beklemediğimiz yerlerde karşımıza çıkabilir: Yaşlı erişkinler üzerinde hipokondri tedavi­
sine ilişkin hiçbir kontrollü araştırma yapıl­
Derisi kaşınıyordu, tıpkı görünmez bir arı kovanı tüyle­ mamıştır. Klinisyenler genellikle kişiyi sağlıklı
rini diken diken etmiş gibi. Titredi, sonra terledi, umutsuz­ olduğu yönünde inandırmanın yararsız olduğu
luktan boğulacakmış gibi duyumsadı. konusunda fikir birliği içindedir, çünkü bu kişil­
65 yaşında, bir doktor eşi, bir cüzdan dolusu fotoğrafı er olumsuz laboratuar testlerinden ya da resmi
olan gururlu bir anneanne. Ama oradaydı işte, herhangi kaynakların otoriter ifadelerinden etkilen­mezler.
bir diğer bağımlı gibi bedeni top gibi olmuş... bir ilaç tedavi
Deneyimlerle belirlenen bazı kanıtlar bedensel
merkezinde, ağrıkesici ve yatıştırıcıdan yoksun kaldığın­
yakınmaları görmezden gelmenin ve bunun ye­
dan içini çeke çeke ağlıyordu.
Olayların bu hale geldiğine inanamıyordu.
rine, var olmanın daha olumlu yönleri üzerinde
Kadın şöyle dedi, “Onun yaşındaki kadınlar kendilerini yoğunlaşmanın yararlı olabileceğini önermekte­
gizlice kapı önüne gelip rastgele ateş edenlerle bağdaştı­ dir (Golstein & Birnbom, 1976). “Kendini iyi his­
ramazlar. Hayır, onlar, hap almak için gizlice banyoya sü­ setmediğini ve ayaklarının gerçekten ağrıdığını
zülürler.” (Weber, 1996, s. A1). biliyorum ama yine de gel Pallisades Parkı’nda
bir yürüyüşe çıkalım.” Dikkati başka yönlere çe­
HİPOKONDRİ ken etkinlikler, algıladıkları tıbbi rahatsızlıklara
karşın bu birey­lerin, harekete geçmelerine ola­
Yaşlı erişkinler pek çok fiziksel sorundan
nak sağlar, onlar da böylelikle yaşamdan olum­
yakınırlar, bunların arasında ayak ve sırt ağrı­
lu anlamda doyum sağlarlar.
ları, hazımsızlık, kabızlık, nefes alma güçlüğü
ve el- bacak üşümeleri yer alır. Bunların hep­
si sorum­lu sağlık alanındaki profesyoneller ta­ UYKU BOZUKLUKLARI
rafından ciddiye alınmalıdır. Ama bazı yaşlılar Uykusuzluk yaşlılarda sıkça görülen bir ya­
hasta olduğuna inanır ve hiçbir olası fiziksel ne­ kınmadır. Ülke çapında yapılan bir anket sonu­
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 495
√√

cuna göre ankete cevap verenlerin içinde uyku­ çirilen saatleri saymakla daha kötüleşir. Uyku
suzluk çekenlerin %25’i altmış beş - yetmiş beş sorunlarını onlarla başa çıkmak üzere alınan
yaş arasındadır, %14’ü on sekiz - otuz dört yaş ilaçlar da kötüleştirebilir.
arasındadır; diğer %20 sinin ise daha az ciddi Uykuda Solunum Yokluğu (Sleep apnea)
ama yine de sorun yaratan bir uykusuzluk bo­ gece boyunca on ve üzeri bir saniyelik zaman
zukluğu vardır (Mellinger, Baiter, & Uhlenhuth, dilimi boyunca solumanın yineleyici olarak dur­
1985). duğu bir solunum bozukluğudur. Normal uyku­
Yaşlılar arasında yaşanan en sık uyku so­ yu ciddi şekilde bozar ve zamanla yorgun­luğa,
runu geceleyin sık olarak uyanmak, sabahın kas ağrılarına ve kan basıncının yük­selmesine
erken saatlerinde uyanmak, uyumakta zorluk neden olur. Normal solumanın bozulması, ge­
çekmek ve gün boyu kendini yorgun hisset­ nel olarak boğazın arkasındaki bir fazla doku­
mektir (Miles & Dement, 1980). Bu yakınmalar nun engellemesinden kaynaklı hava akımındaki
insanlar yaşlanırken normal olarak oluşan de­ duyumsanabilir düzeydeki azalma şeklindedir.
ğişikliklere koşuttur (Bootzin, Engle- Friedman, Bu nefes kesilmeleri bir saatte yirmi kereye
Hazelwood, 1983). Yaşlı kişiler daha genç eriş­ dek yükseliş gösterebilir. Yatağını paylaştığı
kinlere göre biraz daha az ya da eşit derecede kişi çoğu apne sorununa tipik olarak eşlik eden
uyurlar ama onların uykuları daha sıklıkla ken­ horlamadan yakınmadıkça, kişinin kendisinin
diliğinden bölünür; uyandıktan sonra da tekrar bunun farkına var­ması zordur. Bazen bu yatak
uyumaları uzun süre alır (Webb & Campbell, ortağı kişinin nefesinin kesildiğinin ve yüksek
1980). Böylelikle yaşlı kişiler gece vakti yatakta sesle nefes nefese kaldığını söylediğinin farkı­
kaldıkları süreye oranla daha az uyurlar; bunu na varabilir. Apneye ilişkin nöbetler gözlemciler
gün boyu yaptıkları şekerlemeler­le ödünlemeye için korku­tucu olabilir. Hem horlama (engelleyici
eğilimlidirler. Yaşlı kişiler ayrıca, hızlı göz hare­ uykuda solunum yokluğu ile bağlantılı olabilir,
keti olarak bilinen bir evrede (REM) ve en derin olmaya­bilir) hem de uykuda solunum yokluğu
olan, 4. evre uykusunda daha az mutlak süre yaş­landıkça artar (Bliwise ve ark., 1984). Kişide
geçirirler. Uyku bozukluk­ları temelde normal uykuda solunum yokluğu olduğuna ilişkin gü­
olarak görülen bir örüntünün aşırı ucundadır. venilir bir tanı, o kişinin bir geceyi çeşitli uyku
Yaşlı erkeklerde yaşlı kadınlara göre daha faz­ parametrelerinin (örn., göz hareketleri, soluma,
la uyku bozukluğu görülür, bu cinsiyetler arası kas gerilimi) bir poligrafta izlenebileceği bir uyku
fark, daha genç erişkinlerde daha az görülür laboratuarında geçirmesiyle gerçekleştirilebilir.
(Dement, Laughton, & Carskadon, 1981).
UYKU BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ
UYKU BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ Kaçak (kayıt dışı) ilaçlar ve reçeteli ilaçlar
Yaşlanmayla bağlantılı değişikliklere ek ola­ uykusuzluk çeken birçok yaşlı tarafından alınır.
rak, çeşitli hastalıklar, ilaçlar, kafein, hareket­ Küçük bir uyku ilacı şişesi geceleyin masanın
sizlik ve kötü uyku alışkanlıkları yaşlı erişkinleri üstünde duran pek çok ilaca eşlik eder. Yaşlılar
uykusuz yapar. Tam gelişkin bir duygudurum uyku ilaçlarının en büyük tüketicileridir. Reçeteli
bozukluğu var olmamasına karşın, depresif uyku ilacı kullananların %60’ı elli yaşının üze­
duygudurumun yaşlı erişkinlerde başta sabahın rindedir (Mellinger ve ark., 1985). Bununla bir­
erken saatleri yaşanan uyanmalar olmak üzere likte, uyku ilaçları hızla etkinliklerini kaybeder ve
uyku bozukluklarıyla ilintili olduğu görülmektedir sürekli kullanım ile uykuyu daha hafif ve bölük
(Rodin, McAway & Timko, 1988). Uykusuzluk pörçük yapar. REM tamamlama (rebound) uy­
yaygınlığı depresyon yaygınlığına göre yaşlılar­ kusu, ilaçlara uzun bir süre dayandıktan sonraki
da çok daha fazla olduğundan, bütün geriatrik REM uykusundaki artış, düzensizdir (Bootzin ve
uyku sorunları temelde yatan bir depresyona ark., 1996). İlaçlar ilaca bağımlı uykusuzluk bile
bağlanmamalıdır (Morgan, 1992). meydana getirebilirler. Bu sözde yardımcılar,
Ağrı, özellikle eklem iltihabı (artrit) ağrısı yaş­ insanlarda ilaca bağlı baş ağrısı oluşturabilir ve
lı erişkinlerin uykusunu bölen başlıca nedendir solunum güçlüklerini arttırabilirler ki, yaşlılarda
(Prinz & Raskin, 1978), uyku sorunları aynı za­ uykuda solunum yok­luğunun görülme sıklığının
manda Alzheimer hastalığı ile de ilişkilidir. arttığı düşünüldüğünde, bu onlar için büyük bir
Herhangi bir yaşta, uykusuzluğun nedeni ne tehlikedir. Benzodiyazepin gibi (örn., Valyum)
olursa olsun, uykusuzluk üzerinde düşünme ve yatıştırıcıların yan etkileri arasında yeni bilgi
uyunan saatlerle tekrar uykuya dalmak için ge­ öğrenmekte sorunlar -ileriye dönük bellek kaybı
496 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

(anterograde amnesia) ve bir sonraki günü net araştırmacıların daha önce bildirdiği gibi uyku
olarak düşünmekte karşılaşılan ciddi güçlükler modellerinde normal olarak görülen yaşa bağlı
yer alabilir (Ghoneim & Mewaldt, 1990; Schatz­ değişikliklerin etkili girişimleri engellediğini var­
berg, 1991). saymalarıdır (Bootzin & Engle-Friedman, 1987).
Günümüzde uyku ilacının kronik uykusu­zluğu Ancak, iyileşme mümkündür (Bootzin ve ark.,
olan her yaştaki hasta ve özellikle de uykusuz 1996). Uykunun anlamının ve normal yaşlanma
yaşlı hastalar için uygun bir tedavi olmadığına sürecinin bir parçası olarak görülen değişiklikle­
ilişkin önemli kanıtlar bulunmak­tadır. Ama, pek rin açıklanması yaşlı kişilerin uyku modelleriyle
çok bakım evi sakinine uyku ilacı reçeteli ola­ ilgili kaygılarını ve uykuyu başlı başına engelle­
rak yazılmakta ve bir çok durumda, kendilerinde yen kaygıyı azaltabilir. Terapist hastaları bazen
uyku bozukluğu olduğuna ilişkin ortada bir kanıt uykusuzluk çekmenin bir felaket olmadığını;
yokken bile günlük olarak verilmektedir (Bootzin geri dönülmez bir beyin hasarına ya da akli den­
ve ark.,1996; Cohen ve ark., 1983). gesizliğe yol açmaya­cağını belirterek de temin
Yıllarca, uykunun gelmesine yardımcı olmak edebilir. Uyuma konusundaki kaygının azalma­
için küçük bir yudum alkol almakla ilgili olarak sı genellikle kişinin uyumasına yardımcı olur.
fıkralar anlatılmıştır. Merkezi sinir sistemini ya­ Herhangi bir yaştaki kişi için, kaygı ya da dep­
tıştıran bir madde olarak alkol birçok insanda resyon gibi uyku bozukluğunun temelinde yatan
rahatlama ve uyuşukluk duygusu oluşturur. An­ herhangi bir psikopatolojik durum ile başa çık­
cak, neredeyse bütün diğer ilaçlarda olduğu gibi mak uyku düzeninin iyileşmesine neden olur.
alkolün de uykunun mimarisine, isim ver­mek Bazı bireylere onların uyuya kalmalarına
gerekirse, rüya görmekle bağlantılandırılan hızlı yardımcı olacak gevşeme eğitimi ve iyi uyku
göz hareketi (REM) uykusu gibi uykunun belirli alışkanlıkları kazanmalarına yardımcı olacak
aşamaları üzerinde olumsuz etkisi vardır. Alkol yönergeler verilir -her gün aynı saatte kalkmak,
belirgin düzeyde REM uykusunu azaltır, bu ise gece vakti uyumak için uygun olmayan etkinlik­
bir sonraki gün yorgun­luk gibi sorunlara ve net lerden kaçınmak, yalnızca uykusu geldiğinde
düşünmekte güçlük çekilmesine yol açar. Buna yatmak ve uyuyamadıysa kalkıp başka bir oda­
ek olarak, alkole tolerans içtikçe arttığından, kişi ya geçmek vb. Düzenli olarak yapılan alıştırma­
aynı etkiyi elde edebilmek için daha fazla içer. lar da işe yarayabilir (Stevenson & Topp, 1990).
Yaşlı erişkinler dâhil uyku bozukluğu olan kişiler Bu tür yaklaşımlar her yaştaki erişkini uykusuz­
bazen alkolü sedatif ve yatıştırıcılarla (tranguili­ luğun pençesinden kurtarabilir (Bootzin ve ark.,
zers) karıştırır­lar. Daha önce gördüğümüz gibi 1996; Morin & Azrin, 1988).
ani ölümlere yol açabilen bu kombinasyonlar,
biyokimyasal maddelere karşı daha hassas ol­ İNTİHAR
malarından ötürü yaşlılar için özellikle tehlikeli­ Genel olarak, birkaç etmen kişileri intihar için
dir. Son olarak, alkol uykuda solunum yokluğu­ özel bir yüksek riske sokar: ciddi fiziksel has­
nu attırır. talık, ümitsizlik duygusu, sosyal yalıtım, sevilen
Uykuda solunum yokluğu konusundaki mü­ kişilerin kaybı, zorlu mali koşullar ve depresyon
dahale, genellikle kişinin burnuna hava akımını (Bkz. Bölüm 10). Bu sorunlar yaşlı kişilerde yay­
arttıran ve böylelikle de boğazın arka tarafın­ gın olduğundan, altmış beş yaş üzeri kişilerde
daki tıkanıklığı hafifleten bir cihaza tut­turulan intihar oranının yüksek, belki de, daha genç
bir maske takılması şeklinde yapılır. Bu tedavi bireylerinkinden üç kat fazla olması­na şaşılma­
genellikle son derece etkili olup, aynı zamanda malıdır (Mcintosh, 1995).
gerçek anlamda yüksek sesle horla­mayı orta­ Ancak, boylamsal veriler incelendiğinde, in­
dan kaldırmaktadır ki, hastanın yatak ortağıyla tihar oranları ile yaş arasındaki ilişkinin ilk baş­
arasındaki insanca ilişkileri daha iyiye götüren ta görüldüğü gibi basit ve net olmadığı anlaşı­
bir ikramiyedir! Bazen, boğazın arkasındaki lır. Erkeklerde intihar oranı gençlikten itibaren
hava yollarını genişletmek için ameliyata baş­ ve yaşla doğrusal olarak artar (Atchley, 1982).
vurulabilir ama onun etkililiğine ilişkin kanıtlar Yaşlı beyaz erkeklerin herhangi bir diğer gurup
hava akımı tedavisininkine oranla daha az ke­ üyesine göre intihar etmesi daha olasıdır. İnti­
sinlik taşımaktadır (Bootzin ve ark., 1996). har etmenin en çok görüldüğü yaşlar sek­sen ila
Yaşlı erişkinlerde uyku bozukluklarının far­ seksen dört arasındadır (Conwell, 1994). Beyaz
makolojik olmayan tedavisi üzerinde fazla araş­ kadınlar için bu oran elli yaşlarına gelmeden en
tırma yapılmamıştır, bunun nedeni belki de üst düzeye çıkar ve sonrasında sürekli azalır,
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 497
√√

bunun nedeni belki de onların erkeklere kıyas­ şansa sahip olduğundan ötürü genellikle şükran
la eşsiz hayata daha kolay uyum sağlama eği­ duyar.
liminde olmalarıdır (Hatırlayın, Odak 16.1). Bu
nedenle, beyaz erkeklerde intihar oranı ileri yaş CİNSELLİK VE YAŞLANMA
boyunca hızla artış gösterirken, beyaz kadınlar­
da bu oran giderek azalır. Yaşam süresi boyun­ İnsanlar hem kadın hem de erkeklerin ileri
ca, erkekler kadınlara göre daha fazla intihar yaşlara erişince cinselliğe karşı ilgilerini ve yeti­
ederler ama aradaki fark yaşlı-yaşlılarda -sek­ lerini yitireceklerini bekleme eğilimindedir. Bazı­
sen yaş üzerindeki erkeklerde, herhangi bir yaş ları yaşlı kişilerin sevecen bir kucakla­madan ya
gurubuna göre en yüksek oranlarla belirgin­leşir. da yanağa kondurulan bir öpücük­ten daha ateş­
(Mcintosh ve ark., 1994). Beyaz olmayan erkek­ li bir şeyden zevk almayacağını düşünür. Genç
lerde de son zamanlarda belirgin dere­cede artış yaşlarında kendileri için biçilen güçlü cinsel
olduğu bildirilmiştir. (Manton, Blazer, & Wood­ değerin aksine, yaşlı kadınlar artık “özel” ola­
bury, 1987). Giderek daha fazla kişi uzun süre rak seksi bulunmazlar (Steuer, 1982). Buna ek
yaşadığından, altmış beş yaş üzeri kişilerdeki olarak, cinsel uyarılma yetileri sıklıkla menopoz
intihar sayısı önümüzdeki kırk yıl içinde ikiye sonrası yumurtlayamama yetisi ile karıştırılır.
katlanabilir (Blazer, Bachar, & Manton, 1986). Bu tür inanışların tersine, çoğu yaşlı kişinin
Yaşlı kişiler intihar girişimi niyetlerini genç­ önemli ölçüde cinsel ilgisi ve yetisi vardır (De­
lere kıyasla daha çok belirtirler ama daha az acon, Minicello & Plummer, 1995; Hudoson &
girişimde bulunurlar. Girişimde bulunduk­larında Skeen, 1994). Bu, pek çoğu sağlıklı seksen-
ise genellikle daha başarılı olurlar (Mclntosch, yüz yaş arası bireylerde bile sarılma ve mastür­
1994). Otuz beş yaşından küçük­lerin intihar basyon ve ara sıra da cinsel ilişki şeklindeki ter­
girişimleri genellikle daha başarısızdır, elli ya­ cih edilen etkinliklerle doğruluğunu korur (Brets­
şından büyük olanların girişi­minin ölümcül olma chneider & McCoy, 1988). Verileri incelerken,
olasılığı daha fazladır. Kişiler altmış beş yaşın­ cinsel ilişki ve etkinliğin genç erişkinlerde büyük
dan büyükse, girişimleri nadiren başarısız olur bir değişkenlik gösterdiğini aklımızda tutmamız
(Butler & Lewis, 1982). Buna ek olarak, büyük önemlidir. Yaşlı kişinin cin­selliğe ilgisizliği ya da
olasılıkla istatistikler gerçeğin altında tahminleri daha az sıklıkla cinsel ilişkiye giriyor olması yaşlı
yansıtmaktadır. Yaşlı erişkinlerin diyetlerini ya kişilerin doğası gereği aseksüel hale gelmesin­
da ilaçlarını ihmal etmek gibi kendilerinden vaz­ den değildir. Altmış şekiz yaşında seks yaşamı
geçmek için pek çok olanağı vardır, böylelikle olmayan bir yaşlı erkek, yirmi sekiz yaşınday­
daha edilgen bir biçimde kendilerini öldürürler. ken herhangi bir ilgi duymuşsa, az da olsa ilişki­
Butler ve Lewis (1982) yaşlı erişkinlerin inti­ ye girmiş de olabilir. Kişi yirmi sekiz ya da altmış
harının gençlere kıyasla daha akılcı ve felsefi bir şekiz yaşın­da olsun, cinsel etkinliğin sürmesinin
karar ile olabileceğini öne sürmektedir. Örneğin, en iyi göstergesi eski cinsel zevkler ve sıklığıdır
ölümcül bir hastalığın kontrol edile­meyen ağrısı (Antonovsky, Sadowsky & Maoz, 1990).
ile karşı karşıya olan ve her geçen gün bu du­ Ünlü Kinsey raporları (Kinsey, Pomeroy &
rum olmasaydı ailesine ayrılacak olan paranın Martin, 1948; Kinsey ve ark., 1953) ve Duke
çoğunun tıbbi bakım masraflarına gittiğini bilen
Kalıpyargıların tersine, birçok yaşlı cinselliğe aktif bir ilgiyi
yaşlı bir kişi düşünün. Ayrıca, Alzheimer ve di­ devam ettirirler. Çalışmalar göstermiştir ki, 70’lerindeki kişiler
ğer insanı zekâsını yitirten hastalıkları olanların arasında cinsel aktivitenin sıklığı orta yaş kişilerdeki kadar
hayatlarına nasıl uyum sağlayacaklarına ilişkin yüksektir.
daha önceki tartış­maları hatırlayın. Doktor yar­
dımıyla intihar konusuna artan ilgi ileride büyük
olasılıkla yaşlılarda intihar üzerinde de yoğun­
laşacaktır.
Yaşlı bir kişinin intiharını önlemek için ya­
pılan girişim Bölüm 10’da tartışılana benzer.
Genel olarak, terapist kişiyi daha az umutsuz
şekilde düşünmeye ikna etmeye çalışır. Daha
genç ve sağlıklı olan, ruh sağlığı profesyonelleri
farkında olmadan yaşlı kişinin intihar girişimini
daha az engellemeye çalışırlar. Ama yaşlı bir
kişi bile, krizi atlatır atlatmaz, hayatta bir ikinci
498 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Boylamsal İncelemeleri (George & Weiler, araştırmalar hem de daha sonra yapılan çalış­
1980; Pfeiffer, Verwoerdt & Wang, 1968, 1969) malarla yaşlı erişkinlerdeki heteroseksüel cin­
gibi cinsel etkinliğin sıklığı konulu daha önce sellik konusuna ilişkin pek çok şey biliyoruz
yapılan araştırmalar, heteroseksüel etkinlikteki (Comfort, 1984; O’Donohoue; 1987; Segraves
düşüşün otuz yaşlarında başladığını ve yaşam & Segraves, 1995; Weg, 1983). Her iki cinsiyet
boyu sürdüğünü belirtmektedir. Bununla birlik­ için de gerçek olan, yaşlı erişkinler arasında tıp­
te, orta ve ileri yaşlarında kişiler için cinselli­ kı yaşlıların yaşamlarının diğer alanlarında ol­
ğin daha az önemli hale geldiğine ilişkin inanış duğu gibi, cinsel yeti ve davranış açısından çok
daha sonraki araştırmalarla doğrulanmamıştır. büyük farklılıklar olduğudur. Bundan sonra yaşlı
Duke’ün (George & Weiler, 1980) 1968-1974
ve genç erişkinler arasındaki bazı farklılık­lar ir­
arası yaptığı ikinci çalışma, kırk altı-yetmiş bir
delenecektir.
arası yaştakilerin cinsel etkinliklerinde herhangi
bir azalma olmadığını, yaşlıların %15’inin yaş­
ERKEKLER İstedikleri biçimde uyarıldık­
landıkça cinsel etkinliklerini arttırdıklarını gös­
larında bile yaşlı erkeklerin ereksiyona ulaş­
termektedir. Başka çalışmalar ise altmış- yetmiş
bir yaş arası kişilerin yarısının düzenli ve sık ması daha uzun zaman almaktadır. Daha genç
olarak cinsel ilişkiye girdiğini kaydetmekte­dir. erişkinlere göre, meni atılmasından (ejakülas­
(Comfort, 1980; Turner & Adams, 1988). Bakım yondan) önce daha uzun bir süre ereksiyonu
evlerinde yaşayan bilişsel sağlığı bozul­mamış devam ettirebilmektedirler, ancak, meni atılma­
olan erkekler üzerinde yapılan daha ileri tarih­ sının kaçınılmaz olduğu duygusu ortadan kal­
li bir araştırma, yüksek derece cinsel ilgi, eşler kabilir. Fizyolojik değişikliklerin ve yıllar boyu
(partner) uygunsa cinsel ilişkinin ve diğer cin­ öğrenilen kontrolün bunu açıklayıp açıkla­madığı
sel etkinlik şekillerinin varlığını doğru­lamaktadır bilinmemektedir. Orgazm evresinde kasılma­
(Mulligan & Palguta, 1991). lar daha az yoğundur ve sayıca daha azdır ve
Bu gerçekler birkaç biçimde yorumlanabi­ daha az basınç altında daha az meni sıvısı dı­
lir. Açık olan, yaşlı kişilerin cinsel açıdan etkin şarı atılır. Orgazm oluştuktan sonra, ereksiyon
olduğudur; daha önce yapılan anketlerde bile yaşlı erkeklerde daha hızlı kaybolur ve başka
bu görülmüştür. Ama Duke’ün yapmış olduğu bir ereksiyon için kapasite daha genç erkekler­
2. çalışma birincinin çürütüldüğünü ortaya koy­ deki kadar çabuk geri kazanılamaz. Bekleme
madığından önemsenmektedir. İkinci çalışma (refrakter) dönemi aslında erkeklerde yirmilerin­
anketinde katılımcı olarak yer alan yaşlı kişiler deyken uzamaya başlar (Rosen & Hall, 1984).
olumsuz kalıpyargılarla daha az karşılaşmış Yaşlı erkeklerin daha genç erkekler gibi
olabilir ve daha sağlıklı olabilirler-her ikisi de ku­
aynı cinsel etkinlik modellerini uygulama yetile­
şaklara özgü etkidir. Ayrıca kültürel ortam daha
ri vardır. Arada temel fark, olayların oluşması
destekleyici hale geldiğinden -ölçülen zamanın
için daha fazla zaman geçmesi gerekir ve bunu
etkisi- araştırmacılarla cinsel ilgi ve etkinliklerini
yaptıklarında ise, daha az acele edilir. Erkek­
tartışma konusunda daha istekli davranmış da
lerin ve eşlerinin nor­mal, yaşla ilgili fizyolojik
olabilirler. Toplumdaki tarihsel etmenler ve cin­
sel yaklaşımlar büyük ölçüde yaşlı erişkinlerde değişiklikleri değer­lendirme biçimi cinsel işlevin
cinselliği etkileyebilir. Yetmiş- seksen arası yaş­ bozulmasına katkıda bulunabilir. Örneğin, eğer
lılar üzerinde yapılan bir çalış­mada Kinsey’in bir erkek ya da eşi cinsel uyarılmanın yavaş
1940’larla 1950’ler arasında bulduğuna benzer oluşumuna panikle tepki gösterirse, yapılan iş
cinsel ilişki oranları bildirilmiştir (Starr & Weiner, konusunda­ki korkulara zemin hazırlanmış olur
1981). Belki de yaşlılarda cinsel etkinlik miktarı ki, bu cinsel işlevin bozulmasının temel nede­
bugünün gençleri yaşlandığında artmaya de­ nidir. Yaşlanmayla meydana gelen değişiklik­
vam ede­cektir ki, bu da kuşağa özgü bir etkidir. ler genel olarak yaşlı erkeklerin iktidarsız hale
geldiğine ilişkin bir kanıt olarak yanlış biçimde
YAŞLANMAYLA BİRLİKTE CİNSEL yorumlan­maktadır (LoPiccolo, 1991; Sbrocco,
KARŞILIK VERMEDE OLUŞAN Weisberg & Barlow, 1995). Buna karşılık, yaş­
FİZYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER lı erkekler fiziksel ya da duygusal bir hastalık
Masters ve Johnson’ın (1966) gönüllü de­ işin içine girmedikçe ereksiyon ve ejekulasyon
nekler üzerinde yaptığı bir çalışmada belli bir kapa­sitesini yitirmez (Badeau, 1995; Kaiser ve
sayıda yaşlı da bulunmaktaydı. Hem fizyolojik ark., 1988).
İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 499
√√

KADINLAR Yaşlı kadınlarda yaşla ilgili bir­ eşlerine ve doktorlara bunu anlatmazlar, oysa
takım farklılıklar bulunmuştur ama yine bunlar­ ilişki boyun­ca vajinal ağrıyı azaltan bir yağlayıcı
dan hiçbiri yaşlı kadınların doyum sağlayıcı madde kullanabilirler (LoPiccolo, 1991).
bir cinsel hayat yaşayamayacağını göstermez Yorgunluk, aşırı yeme içme kadar, yatıştırıcı
(Morokoff, 1988; Sherwin, 1991). Tıpkı daha ve antidepresif ilaçlar da cinsel işlev bozukluğu
genç kadınlar gibi, yaşlı kadınlar da en az er­ yapabilir (Segraves & Segraves, 1995). Yaşlı
kekler kadar cinsel etkinlikte bulunabilirler. Bazı erişkinler, ürolojik kanser tedavisinden doğan
kadınlar hayatlarında ilk kez seksen yaşın­da üreme organlarındaki değişiklikler gibi beden­
orgazma ulaşabilir. Yaşlı kadınların cinsel açı­ lerinde meydana gelen değişikliklere uyum sağ­
dan uyarılmaları daha uzun sürer ki, bu durum lamak açısından zorlu durumlarla karşı karşıya
erkeklerdeki uyarılma modellerindeki yavaşla­ kalabilirler (Anderson & Wolf, 1986).
maya çok iyi bir biçimde uyum sağlar. Vajinal Kalp krizi ya da koroner bypass ameliyatı son­
kayganlık daha yavaş ve azdır. Çünkü östrojen rası cinsel etkinliklere devam etme konusundaki
düzeyleri daha düşüktür ve vajinal kaşınma ve korkular yaşlı erişkin ve âşıklarını baskılamıştır
yanma duyumsanabilir. Hormon yerine koyma ama korkuları abartılıdır (Friedman, 1978); ör­
tedavisi bu semptomlardan pek çoğunu azalta­ neğin kalp atımı merdiven çıkma gibi etkinlikler­
bilir. Vajinal kasılmalar orgazm süresince daha de cinsel birleşmeye göre sıklıkla daha yüksek­
genç kadınlara kıyasla daha azdır. Daha genç tir. Doktorlar sıklıkla bu hastalara uygun bilgiyi
kadınlarda orgazmdan ritmik kasılmalar yerine vermede başarısızdır. Kalbin vücudun dokuları­
vajina ve uterusun spastik kasılmaları alt karın nın içinde yeterli kan dolaşımını sürdüremediği
bölgesinde ve bacaklarda rahatsızlığa ve hatta ya da venöz dolaşım­la geri döndürülen venöz
ağrıya yol açabilir. Düzeltilebilen östrojen eksik­ kanı pompalayamadığı konjestif kalp yetmezli­
liği cilt duyarlılığını değiştirebilir, öyle ki göğsün ği olan hastalar için durum ilişki sırasında biraz
sıkılması ya da penisin vajinanın içine girmesi risk taşımak­tadır ama daha az güç harcayarak
bir kadına gençliğindeki kadar zevk vermeyebi­ yapılan bir cinsel etkinlik genel olarak bir sorun
lir (Morokoff, 1988). Yaşlı kadınlar daha az uya­ yaratmaz (Kaiser ve ark., 1988).
rılmış bir duruma daha hızlı bir şekilde geri dö­ Kadınlar erkeklere kıyasla daha az fiziksel
nebilir. Elimizde, bu fiziksel değişikliklerin cinsel sorun yaşamasına karşın, yaşlanan kadının
yaşamları boyunca haftada bir ya da iki kez dü­ cin­selliği daha çok sayıda efsanenin (mitin) ko­
zenli olarak cinsel olarak uyarılmış kadınlarda nusu olmuştur (Deacon ve ark., 1995; Gatz, Pe­
bu kadar yaygın olmadığına ilişkin bazı kanıtlar arson, & Fuentes, 1984). Ayrıca, heterosek­süel
vardır. bir kadının cinsel etkinliği tipik olarak bir eşe sa­
hip olmak ve onun iyi olup olmadığı konusunda
YAŞLA İLGİLİ SORUNLAR odaklaşır (Caven, 1973). Böylelikle, yaşlı kadın­
Fiziksel hastalık, yaşlı erkeklerin cinsel ya­ lar yaşlı erkeklere göre cinsel açıdan daha az
şamını gençlerinki kadar etkiler. Yaşlıların daha etkindir çünkü bir eşleri yoktur ya da evli olsalar
çok kronik rahatsızlığı olduğundan hastalık ve bile kocaları büyük olasılıkla onlar­dan yaşlıdır
ilaçtan etkilenme olasılığı daha çok­tur (Badeau, ve daha ciddi sağlık sorunları vardır. Kadınlar
1995; Mulligan ve ark., 1988). Özellikle erkekler­ erkeklerden daha uzun süre yaşarlar ve bu yüz­
de erkek hormon dengesini bozan, pelvik alana den bir eş kaybetme olasılık­ları daha yüksektir.
doğru sinir yolları ya da penise giden kan akımı­ Boşanmış ya da dul erkek­ler, çoğunlukla kendi­
nı bozan herhangi bir hastalık ereksiyonu engel­ lerinden daha genç kadın­larla evlenme eğilimin­
leyebilir. Diyabet böyle bir hastalıktır; erkekleri dedirler. Yaşlı erkek dulların yaşlı kadın dullara
ve kadınları sinire verdiği hasar ve kan akımının göre tekrar evlenme oranı yedi kat daha çoktur
üreme organları­na gidişinin azalması yönünden (ABD Nüfus Bürosu, 1986).
benzer şekilde etkiler, ama yaşlı kadınlar yaşlı
erkeklere göre bunun cinselliğe ilişkin olumsuz CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞUNUN
etkilerinden daha az yakınır gözükmektedir. TEDAVİSİ
Yaşlı kadınların günümüzdeki kuşakları, kadın Genel nüfusa ve tıbbi ve ruh sağlığı gerek­
cinselliğinin önemini kaybettiği ve hatta iftiraya sinimleriyle ilgilenen profesyonellere ileri yaşta
uğradığı bir zamanda yetiştiklerinden, erkekle­ cinsellikle ilgili gerçekleri bildirmek, çok sayıda
rin ereksiyon sorunlarından daha çok diyabet­ yaşlı kişinin de yararına olacaktır (Hodson &
le bağlantılı vajinal kuruluktan yakınırlar, ama Skeen, 1994). Daha genç erişkin­lerde olduğu
500 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

gibi, -altmış beş yaşını geçince seks yapmak keder cinsel sorunların hem bir nedeni hem de
ve ondan zevk almak sorun olmaz- özellikle de bir sonucu olabilir. Durum yaşlı eşlerde daha
yaşlıların aseksüelliğiyle ilgili toplumsal kalıplar da karmaşık hale gelir, çünkü onlar emeklilik ve
ışığında bir dereceye kadar izin verme yararlıdır. hastalık gibi geçişlerle de başa çıkmak zorun­
Doktorlar, yaşlı hastalara cinselliği unutmalarını dadır. On yıllarca birlikte olmuş pek çok çift, ileri
söylemekten ya da hastanın uyumuna ilişkin yaşlarında yaşamlarında ilk kez ilişkilerinde bir
konuşurken, belki de kendi rahatsızlıklarından, sıkıntıyla karşılaşmaktadır. Eşlerden biri ilişkide
bilgi eksikliği ve yaşlılığa karşı tavırlarından diğerinin hasta bakıcısı rolünü oynadığında, -
(ageism) ötürü cinsellik konusunu açmamaktan özellikle de hasta eşin Alzheimer hastalığı gibi
suçluluk duy­muştur (LoPiccoio, 1991). Klinis­ yıkıcı bir bozukluğu varsa- çok büyük bir sıkıntı
yenler, bugünkü altmış beş yaş üzerindekilerin ortaya çıkmaktadır. Bölüm 19’da tartışılan ileti­
o zamanki dönemlerinde cinsellikten söz etme­ şim ve sorun çözme eğitimi bu tip olgularda işe
nin, 1960’lardan başlayarak bugünkü gibi sık yarayabilir (Smyer ve ark., 1990).
olmadığını akılda tutmalıdır. Bakım evleri kendi
sakinleri arasındaki cinselliğe karşı sıklıkla hoş­ YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE
görülü değildir. Aynı bakım evinde kalan evli bir
çiftin bile aynı odayı paylaşmasına izin verilme­
BAKIMI
yebilir (Ballard, 1995; Comfort, 1984; Deacon
Yaşlı erişkinler genellikle ruh sağlığı merkez­
ve ark., 1995). Homoseksüeller için daha da
lerine gitmekte ya da yönlendirmelerle özel psi­
kötüdür. Bu makalenin yazarları geriatri koğuş­
koterapi almak istemektedir. Yaşlı erişkinlere
larında sakinlerin kendilerini tahrik etmeleri ko­ daha gençlere kıyasla daha az yönlendirme
nusunda hemşirelerin onları uyardığına ancak yapılmaktadır (Ginsburg & Goldstein, 1974;
onlara bir mahremiyet sağlayamadığına tanık Knight, 1996; Kucharski, White, & Schratz,
olmuşlardır. 1979). Örneğin, genel pratisyenler genellikle
Bazı yaşlı kişiler cinsel açıdan etkin olma­ yaşlı hastalarda depresyonu belirleyememek­
mayı tercih ederler ama cinsel işlev bozukluğu tedirler (Bowers ve ark., 1990). Bu durum tıbbi
yaşayan ve sıkıntısını çeken yaşlı kişiler Masters profesyoneller için geriatri eğitiminin yetersiz
ve Johnson (Berman & Lief, 1976) ve Kaplan olmasından kaynaklanabilir. Pek çok sağlık
(1991) tarafından geliştirilen seks terapi tipi için bakım kurumunun geri ödeme sistemi hâlâ bir­
büyük olasılıkla iyi adaylardır. Bu kişilere cinsel takım sorunlar ortaya çıkarmaktadır, çünkü sis­
işlev görmekte yaşla ilişkili nor­mal değişikliklere tem yatan hastanın tarafını tutar ve özellikle ruh
ilişkin bilgi aktarmak ayrı bir önem taşır. Bugü­ sağlığı hizmetleri için ayaktan gelen hastaya
nün yaşlı erişkinlerinin cinsel­liğe karşı tutumları daha az ödeme yapar.
örneğin genital okşamaların vurgulanmadığı bir Klinisyenler yaşlı hastaları iyileştirmede
dönemde geliştirilmiş olduğundan ve sıklıkla ce­ gençlere göre daha az başarılı olmayı bekleme
sareti de kırılmış olduğundan, klinisyenler yaşlı eğilimindedir (Knight, 1996; Settin, 1982). Bir
bir erkeğe yaşlı kişilerin uyarılmak üzere sıklıkla çalışmada, yaşlı hastalar terapistler tarafından
gereksinim duyduğu dokunma yoluyla uyarıl­ daha ciddi psikopatolojiye sahip, tedaviye kar­
mayı sağla­mak için eşini okşamasını isterken şı daha az motivasyonu olan, prognozu kötü
temkinli davranmalıdır (LoPiccoio, 1991). olan ve daha az içgörü sahibi olarak değer­
Daha gençlerle kıyaslandığında, yaşlı eriş­ lendirilmiştir (Karasu, Stein, & Charles, 1979).
kinler söz konusu olduğunda, artrit gibi fiziksel Bununla birlikte, araştırmalar psikoterapinin
sınırlılıkların göz önünde bulundurul­duğu cinsel yaşlı hastalarda daha az başarılı olduğunu gös­
teknik ve pozisyonların açıkça ve yaratıcı bir bi­ termemektedir (Gallagher-Thompson & Thomp­
çimde tartışılması da dahil olmak üzere fiziksel son, 1995a, 1995b; Knight, 1996; Knight, Kelly,
duruma daha çok dikkat edilme­lidir (Deacon ve & Gatz, 1992; Scogin & McElrath, 1994). Yaşlı
ark., 1995; Zeiss, Zeiss & Dornbrand, 1988). hastaların iyileşme olasılığı sınırlı görülürse, te­
Cinsellik üzerindeki bu odaklanma, özellik­ davi edilemeyebilir. Öte yandan, terapist yaşlı
le kişiler evliyse ya da diğer bir şekilde bir ilişki kişilerin iyi bir şekilde tedavi olmalarını sağla­
yaşadığında cinsel doyum ve erişkinler arası yacak bilgiye sahip olmayabilir ki, bu da onların
ilişkinin aseksüel yönleri arasındaki bağlantıya iyileşmelerini engeller.
karşı bizleri kör etmemelidir. Daha genç erişkin­ Psikoterapinin yaşlı erişkinler için uygun olup
lerde, bir çiftin yaşadığı seksüel olmayan bir olmadığını sorgulamada bir ironi vardır. İlerle­
YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE BAKIMI 501
√√

yen yıllarla birlikte, yansıtmacılık ve hayata fel­ lığı rutin bir hizmet olarak sağlamak­tadır, oysa
sefi bakış artar (Neugarten, 1977). Yaşlı eriş­ hastaların büyük çoğunluğunda tanı konulmuş
kinlerin değişme kapasiteleriyle ilgili daha önce­ ruhsal bozukluk vardır (demans dahil) (National
ki kötümserliğe koşut olarak, bu iki özellik yaşlı Center for Health Statistics, 1989; Rovner ve
erişkinlerin psikoterapötik müdahalelere uygun­ ark., 1986). İşin daha da kötü tarafı, yakın geç­
luğunu sağlar. Aslında, bu uygunluk daha sonra mişte bakım evlerinde yapılan reformlar bu tür
anlatılan verilerin yanı sıra gözden geçirilen var ortamlardan ruhsal bozukluğu olan yaşlı eriş­
olan veriler tarafından da ortaya çıkarılmıştır. kinleri dışlamayı amaçlamaktadır ki, bu büyük
Yaşlı erişkinlerin devlet ve şehir akıl hastane­ olasılıkla psikiyatri birimlerine sahip genel has­
lerine ve şehir hastanelerinin psikiyatri koğuşla­ tanelere olduğu kadar devlet ve özel psikiyat­
rına yatırılmaları geçen yıllarda önemli ölçüde ri hastanelerine de daha fazla yük getirecektir
azalmıştır. Ruh sağlığı tedavisi gereksi­nimi olan (Gatz & Smyer, 1992; Smyer & Gatz, 1995) ve
çoğu yaşlı kişi şimdilerde bakım evlerinde yaşa­ büyük olasılıkla bu ortamlardaki bakım şimdi­
makta ve toplum temelli bakım görmektedir. kinden daha iyi olmayacaktır.
İyi bir bakım evi bile -hepsi iyi şekilde yönetil­
BAKIM EVLERİ memektedir- bazı sakinlerin üzerinde amaçlan­
mamış olumsuz etkiler bırakır. Bu uyarı Blenker
Bakım evleriyle ilgili yaygın efsane ailelerin
(1967) tarafından yapılan klasik bir çalışmaya
yaşlı akrabalarını onların ilk zayıflık belirtile­
dayanmaktadır. Bir aile hizmet merkezine giden
rini gördüğünde bu kurumlara göndermeleri­
yaşlı kişiler rasgele şu üç tedaviden birine alın­
dir. Oysa aileler genellikle bütün seçenekleri
mıştır: yoğun, orta, çok az. Yoğun tedavide bir
araştırır ve yaşlı bir akrabayı bir kuruma gön­
hemşire ve bir sosyal hizmet uzmanı, orta teda­
dermeden önce eldeki bütün kaynakları tüket­
vide daha az uzman­laşmış bir kişinin ilgisi, çok
miş olur. Böylelikle bir kuruma göndermeye ilk
az yaklaşımda ise bilgi verme ve toplum temelli
değil son çare olarak başvurulur. Yaşlının kuru­
hizmetlere gön­derme vardır. Yoğun tedavinin
ma gönderilmesi bazen aile ilişkilerinde olum­
en etkin yöntem olması beklenebilir, ancak altı
suz bir etki yapar, çünkü yaşlıyı bir bakım evine
ay sonra yoğun guruptaki üyelerinin ölüm oran­
gönderip göndermeme tartışmasından hararet­
ları çok az bakım uygulanmış guruptakine göre
li bir düşünce ayrılığı, öfke ve suçluk duygusu
dört kat daha fazladır! Orta bakım uygulanan
oluşabilir. Bununla birlikte yapılan bir araştırma­
gurup yoğun bakım gurubundan daha iyi bir so­
da, birçok ailenin aile bağlarının, yaşlı kuruma
nuç elde etmiş, üyelerinin ölüm oranı çok az gu­
yerleştirildikten sonra güçlendiği ve ebeveyn ile
rubuna göre yalnızca iki katı olmuştur. Burada
birincil bakım uygulayan çocuk arasında bir ya­
ne olmuştur? Temel etmenin bakım evi gibi bir
kınlık tazelenmesi yaşandığı saptanmıştır. Ba­
kuruma gönderilme olduğu ortaya çık­mıştır. Bir
kım evi tarafından uygulanan bakım, ebeveynin
hemşire ve sosyal hizmet uzmanı yaşlı kişinin
çoklu fiziksel ya da zihinsel sorunun neden ol­
bakımını planlamak üzere yoğun bir şekilde işe
duğu yük ve baskıyı hafifletmiştir. Böyle bir giri­
giriştiğinde, kişinin kuruma gön­derilmesi daha
şimden sonra ailelerin yalnızca %10’unda ilişki­
olası hale gelmiş ve kuruma yatırılan hastalarda
ler daha da kötüye gitmiştir (Smith & Bengston,
aşırı ölüm oranları saptan­mıştır. Kişiler rastgele
1979).
üç tedaviye bölündüğün­den, ölüm oranlarının
Bakım evleri şimdi ağır kronik hastalıkları ve
tedavi başlamadan önce­ki farklılıklara bağlı ol­
zihinsel bozuklukları olan yaşlı kişiler için bakım
ması olası değildir.
sağlayan en önemli kurumlar olma özelliğini ta­
Bakım evlerinde böyle bir düşüşe katkıda
şımaktadır (Gatz, Smyer, 1992; Horgas, Wahl,
bulunan şey nedir? İlk olarak, yeni bir ortama
& Baltes, 1996). Tahmin edilen geleceğe yöne­
taşınma başlı başına stres kaynağı olup, ölüm
lik gereksinimler açısından, bu bakım evlerinde
oranının artmasında bir rol oynadığı düşünül­
ruh sağlığı hizmeti sağlayacak şekilde yeter­ince
mektedir (Schulz & Brenner, 1977).
kişinin eğitildiği söylenemez.2 Bu kaygı uyandı­
Bakım evine girdikten sonra, bakımın doğası
ran bir konudur, çünkü ülkenin yaklaşık 15.000
ve derecesi, rehabilitasyon, hatta kendi kendi­
civarındaki bakım evlerinin çok azı, danışman­
ne bakım yeteneklerini ve sakinin yapa­bildiği
2
Özellikle büyük şehir merkezlerinde, bakım evlerinde sıklıkla İngilizce bilmeyen bağımsız hareketleri sürdürmek açısın­dan yaş­
ve uzman olmayan görevliler ile yalnızca İngilizce bilen sakinlerin bakımıyla
ilgilenenler bulunmaktadır. Bununla ilgili bir sorun şudur: İngilizce bilmeyen bir
lının cesareti kırılmaktadır. Örneğin, kendi başı­
ev sakini dilini bilmeyen bir görevlinin bakımına bağımlı durumdadır. na yavaşça ve arada dökerek yemek yiyebilen
502 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

Bakım evleri kişilerin çeşitli fiziksel ve psikolojik gereksinimlerini


karşılayarak, yaşlıların kurumsal bakımında büyük bir rol oynar.
Geçmişte sıklıkla kötü düzeyde bakım sağlamalarından ötürü
ciddi şekilde eleştirilmişlerdir. Koşullar ve bakım farklı evlerde
büyük ölçüde farklılık gösterirken, yaşlanma süreçlerinin
bilinmesinde alınan yollar, pek çok evin tüm sakinlerinin
gereksinimlerini daha iyi karşılamasında yardımcı olmuştur.

sakine, yemeğe ayrılan sürenin kısaltılması ve TOPLUM TEMELLİ BAKIM


yere ve hastanın giysisine bir şeylerin dökül­
Her zaman yaşlı insanların %95’i toplum
mesini en aza indirmek için yardım edilmekte
içinde yaşar. Geleneksel birey, aile ve evlilik da­
ve hatta bir çocuk gibi kendi­sine yemek yedi­
rilmektedir. Sakin bundan sonra kendisinin yar­ nışmanlığı, evcil hayvan terapisi3 ve akran da­
dımsız yemek yiyemeye­ceğini düşünmekte, bu nışmanlığının hepsinin bir dereceye kadar dep­
da büyük olasılıkla daha çok işlev kaybına ve resyonu, kaygıyı ve yalnızlığı azaltmakta etkili
moral bozukluğuna neden olmaktadır. Kaslar olduğu görülmüştür; bu terapilerin çoğu başka
zayıflamakta ve kul­lanılmadığından daha kö­ yerlerde anlatılmaktadır.
tüye gitmektedir (Deviries, 1975). Doğru kararı Fiziksel yönden kolay örselenir yaşlıların ay­
verip vermedik­lerini ve sevdiklerine iyi bakılıp rıca kendi günlük yaşam düzenlemelerinde yar­
bakılmadığını öğrenmeye istekli akrabalar, ya­ dıma acil gereksinimleri vardır. Bazı toplum­lar
şamın tüm ayrıntılarına görevlinin aşırı derece­ şunları sağlamak üzere organize edilmiştir; te­
de karış­masının bir sonucu olan titizlik ve dü­ lefonla güven sağlanması, yalnız yaşayan yaşlı
zenden memnun kalmaktadır. kişilerin her gün aranarak iyi olduklarının kontrol
Depresyonun bazı yaşlı kişilerde, özellikle de edilmesi; “Gezici Yemek Servisi” gibi kapıya her
bakım evinde olanlarda, görüldüğünü bili­yoruz. gün sıcak yemek bırakan servisler, gönüllüler
Uygulanan girişimin tipi genellikle ilaçtır ve re­ tarafından yemek pişirmek ve ufak tefek ev işle­
çete ile yazılan psikoaktif ilaç büyük olasılıkla rini yapmak üzere düzenlenen ziyaretler, genç
antidepresan olmaktan çok yatıştırıcıdır; daha insanlar tarafından alışveriş konusunda yardım
az huzursuz olan, göreceli edilgenleşen has­ edilmesi, gönüllüler tarafın­dan hafif tamir işleri­
tanın yönetimi daha rahattır. Gerçek anlamda nin yapılması, sıcak öğle yemeği ve devlet ve
psikolojik müdahalelerin yapıldığı duyulmamış­ federal normlara göre yardım sağlayan bir top­
tır, ya görevliler bu yönde eğitilmemiştir ya da lum merkezi, korunaklı evler, içinde birkaç yaşlı
böyle bir terapinin yaşlılar için uygun olmadığı kişinin birlikte, yarı bağımsız şekilde yaşayabil­
şeklindeki varsayıma göre görev yapmaktadır
(Zarit, 1980).
Özetle, yaşlının kuruma gönderilmesine iliş­ 3
Evcil hayvan terapisi, evcil hayvanları olan insanların hayvanlarının kendilerine
can yoldaşlığı yapmasından yararlanacağına ilişkin eski bir gözleme dayalı
kin bütün sorunlar bakım evlerinde belir­gindir olarak oluşturulmuştur. Evcilleştirilmiş bir hayvanın bir insana bağımlılığı, etkin
tutması ve kendisini yararlı hissetmesi yönünden kişiye fiziksel ve duygusal açıdan
ve içeride sağlanan rahatlama abartıl­maktadır. yardımcı olur. Bir evcil hayvanın (kişiyi) kabulü insanlarınkiyle kıyaslandığında
Bağımsızlık kasıtsızdır, ancak üzücü sonuçlara neredeyse koşulsuzdur. Hayvanla yapılan saf fiziksel temas da ayrıca yararlıdır.
Yaşlı kişilerin evcil hayvanlara bakım konusunda herhangi bir kişiden daha iyi
yol açarak cesaret kırıklığı yaratır ve beklentiler olduğunu iddia etmiyoruz. Ama bir kedi, köpek ya da kuşa bakmanın sorumluluğu
bu yönde olduğu için, hem fiziksel hem de zihin­ ve zevki basit günlük yaşantıyı zenginleştirir, sağlıklı düşünceleri ve hareketleri
teşvik eder (Brickel, 1984) ve yalnız yaşayanların moralini arttırır. (Goldmeier,
sel bozulmalar baş gösterir (Bkz. Odak 16.3). 1988).
YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE BAKIMI 503
√√

BAKIM EVLERİNDE KONTROL KAYBI VE ZİHNİ


ODAK 16.3 ÇALIŞTIRMAMA
Kişi bakım evinde yaşamak için geldikten sonra, Langer ve Rodin’in yaptığı araştırma bakım evle-
kendi yaşamı üzerindeki kontrolü kaybetmek gerçek- rinin yaşlı sakinlerine daha fazla kontrol ve sorum-
ten onun fiziksel ve akıl sağlığını zedeler mi? Ellen luluk vermenin, onların sağlığında iyileşme yarata-
Langer ve Judith Rudin böyle olduğuna inanmakta- cağını göstermektedir. Bir araştırmada, hastalara,
dır. Kişinin algılanan ya da gerçekteki kontrolsüzlük hemşirenin onlar istediği anda özel olarak onlarla il-
uyum davranışlarında bozulmaya yol açar, en azından gileneceği bir on beş dakika verilmiştir. Böylelikle de
bir ölçüde yaşlılık dediğimiz şey budur –yaşlı kişilerin her bireye kendi bakımı konusunda daha fazla kontrol
hareketsizliği ve değişen koşullara zayıf uyum- ki bu tanınmıştır. Bu hastaların sağlığı kontrol gurubunda-
da ilerleyen beyin hastalığından çok, kontrol kaybın- kilerden daha iyiye gitmiş ve daha sosyal olmuşlardır
dan ötürü ortaya çıkabilir (Langer, 1981). Bakım evi (Rodin, 1980).
sakinlerinin, yapabilecek yetilerinin olmasına karşın, Başka bir araştırmada, Langer ve Rodin (1976a)
yemek pişirmelerine, çamaşırlarını yıkamalarına, sakinlerden bir guruba görevlilerin yerine kendileri-
bakkal gereksinimlerini karşılamalarına ya da bah- nin çeşitli konularda karar vereceği belirtilmiş ve ken-
çeyle uğraşmalarına izin verilmemektedir. Bir anlam- dilerine ilgilenmeleri için bitkiler verilmiştir. Kontrol
da, kendine yetme ve kendi kendini kontrolün kaybol- gurubuna görevlinin kendileriyle ne kadar ilgilenece-
ması yaşlılarda özellikle olumsuz etkilere yol açıyor ği ve kendilerine bakım için verilen bitkilere onlardan
gibi gözükmektedir (Langer & Rodin, 1976b; Rodin, sonra görevlilerin de bakacağı belirtilmiştir. Başlan-
1986). gıçta sağlık gibi değişkenlere göre eşleştirme yapıl-
Yaşlılara yardım etme merakımız sonuçta onların masına karşın, bu iki yaşlı sakin gurubu üç hafta son-
büyük olasılıkla en çok yapabilecekleri karar verme ra, uyanıklık, mutluluk, genel sağlığın iyiliği gibi bir
işlemini engellemekle son bulmaktadır. Onları fiziksel takım ölçülerde farklılıklar göstermiştir. Kendilerine
zarardan koruma kaygısıyla, onların bağımsız hare- daha fazla sorumluluk -ve varsayıldığına göre daha
ket etme olanaklarını azaltarak onlara fazla kontrol fazla kontrol- yüklenen gurup üyeleri bu ölçülerle ilgi-
gerektirmeyen ortamlar hazırlıyoruz. Ve çoğu meslek li testlerde daha iyi bir performans göstermiştir. Daha
için, yaşlı kişiler arasındaki büyük bireysel farklılık- da etkileyici olarak, on sekiz ay sonra deneysel grupta
ları görmezden gelerek zorunlu emeklilik yaşları sap- kontrol gurubunun yarısı kadar kişi ölmüştür, oranlar
tıyoruz. Özellikle iktidara ve etkinliğe önem veren bir deneysel grupta 40 kişinin içinde 7 ve kontrol guru-
toplumda, bu uygulamalar kişinin kendisinin hâlâ de- bunda 44 kişide 13’tür. Ayrıca, sorumluluk alan gurup
ğerli olduğuna ilişkin taşıdığı düşünceyi yıkmaktadır. daha iyi bir psikolojik ve fiziksel sağlık göstermiştir

diği evler, yaşlı kişi­lerin gerçek gereksinimleri­ sini arttıra­bileceğini ve kurumsal bakıma olan
ni değerlendirebilen ve tedavi edebilen sağlık bağımlılık­larını azaltacağını göstermektedir
alanındaki profesy­oneller ve sosyal çalışmacı­ (örn., Knight, 1983; Nocks ve ark., 1986). An­
lar ve toplumdaki komşular tarafından yapılan cak, sağlık sigortasıyla sağlanan var olan prim­
düzenli sosyal ziyaretler. Kullanıma hazır olan ler yatan hasta bakımının daha pahalıya mal
hizmetlerdeki çeşitlilik yaşlı kişinin gereksinim­ olmasını ya da ruh sağlığı hizmetlerinden tü­
lerine tam bir karşılık verilmesine olanak sağlar, müyle uzaklaşılmasını teşvik etmektedir. (Gatz
böylelikle kişi gereğinden fazla ya da az yardım & Smyer, 1992).
almamış olur. Bazı araştırmalar böylesi toplum Yalnızca hizmetlerin kullanıma hazır olması
psikoloji pro­jelerinin yaşlı kişilerin yaşam kalite­ yeterli değildir. Hizmetler eşgüdümlü olmalıdır,

Toplum temelli hizmetler arasında yaşlıların


egzersiz sınıfları gibi çeşitli etkinliklere
katıldığı gündüz bakım merkezleri de
bulunmaktadır.
504 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

(Rodin & Langer, 1997). Bunu izleyen bir araştırma- Yaşlı kişileri tedavimiz onlarda yalnızca bir güç-
da, Rodin (1983) kendilerine baş etme becerileri öğre- süzlük duygusu uyandırmaz, aynı zamanda içerisinde
tilmiş bakım evi sakinlerinin psikolojik ölçülerle ilgili yer aldıkları monoton, sorun olmayan ortamlar, -özel-
kendilerinin yaptığı değerlendirmelerde ve doktorla- likle de hastanede kalan hastalar ya da bakım evle-
rın sağlıkla ilgili değerlendirmelerinde daha düşük rindeki hastaların ortamları- Langer’ın zihni çalış-
bir stres yaşadıkları saptanmıştır. Rodin’in varsayımı tırmama (mindlessness) olarak isimlendirdiği bilişsel
beceri eğitiminin onların yaygın olarak bakım evinde bir işleyişin devreye girmesini teşvik edebilir (Langer,
yaşadıkları sorunlar karşısında, hem algılanan hem 1989). Zihni çalıştırmama, bilişsel psikologlar tara-
de gerçek kontrollerini artırdığı yolundadır. Diğer fından incelenen otomatik bir bilgi işleme sürecidir;
bir araştırma genel olarak, kendilerinde daha fazla sık olarak yinelenen durumlardayken kişinin duruma
kontrol gören kişilerin daha fazla, tıbbi kurallara uy- ayak uydurarak çalıştırdığı düşünce biçimidir, örne-
mak, kilo vermek ve diğerlerinin kendi kendine bakım ğin, ayakkabıları bağlama gibi tanıdık bir diziyi ha-
davranışlarına katılmak gibi sağlık durumlarını daha tırlama gibi. Bu fazlasıyla öğrenilen etkinlikler, bilgi
iyiye götürecek nitelikteki etkinliklerde bulunduğunu
işleme sürecindeki bilinçli-düşüncesiz değil- perfor-
göstermiştir (Rodin, 1986).
mansı gerçek anlamda engelleyebilir ama bir durum
Bununla birlikte, Rodin, kontrolle ilgili çalışma-
yeni olduğunda ve dikkat vermemizi gerektirdiğinde
sını çeşitli alanlarda gözden geçirdikten sonra, kon-
zihni işletiriz.
troldeki artışın her koşul altında olumlu olmayacağı
Bu çok fazla zihni çalıştırmamanın, çok az biliş-
yargısına varmıştır (Rodin, 1986). Artan kontrol daha
sel çaba gerektiren bu zihinsel işlevinin klinik açıdan
fazla sorumluluk getirdiğinden, örneğin, hastanın
kontrolünün dışındaki etmenlerin demansa yol açma- sonuçları nelerdir? Yaşlı hastalara düşünmeleri ve
sında olduğu gibi, içsel atfın garantisi olmadığından uyanık kalmaları için pek bir olanak tanınmamakta-
bunu kendini suçlama duygusuna çevirmektedir. Ger- dır. Bakım evi sakinlerinin ve hastanedeki hastaların
çek ortam kontrol uygulama ve sorumluluk üstlenme hareketlerinin sınırlı oluşu ve kendilerinden fazla bir
şeklindeki artan çabaları desteklemez ise, kişiler ken- şey istenmemesi, yaşantılarının yineleyici ve sıkıcı
dilerini büyük olasılıkla daha kötü hisseder. Örneğin, olmasına neden olmaktadır. Langer ve Rodin bakım
bir bakım evi görevlisi bağımsızlığı yererse, bir hasta- evi konulu araştırmanın duygusal ve fiziksel sağlı-
nın görevlisine daha az bağımlı olma çabaları teşvik ğı devam ettirmek için algılanan kontrolün yanı sıra
yerine tartışmalara yol açabilir. Rodin aklındaki bu bilinçli düşünmenin de gerekli olduğunu gösterdiğini
uyarıyla, sağlık alanı profesyonelleri ve aile bireyle- belirtir. Kontrol kaybı ve zihni çalıştırmama belki de
rinin bakım evleri gibi kurum ortamlarındakiler dâhil birbiriyle ilişkilidir, çünkü kişiler yaşamlarındaki ol-
yaşlı erişkinlere daha fazla kontrol vermenin yollarını gular üzerindeki kontrolü yitirdiklerine inandığında
araştırmaları gerektiği ile sözlerini bağlamaktadır. gerçekten düşünecek ne vardır ki?

genellikle bunlar yakınlarda değildir. Çoğu kez mesidir, bunun nedeni bunların nadiren ortadan
yaşlı bir kişi ve onun ailesi bir acenteden diğer­ine kalkmasıdır. Tümü olmasa bile birçok yaşlı
sürünür ve Kafka’vari bürokrasilerde kay­bolur. hastalığı -örneğin işitme kaybı, görsel bozulma,
Sistemde deneyimi olan profesyoneller bile ge­ hareket yeteneğinin kaybı, özellikle ayaklarda
nelde danışanlarının gereksinim duy­duğu hiz­ ağrı sızılar (Pearson & Gatz, 1982) ve sürek­
metleri almak için işlemlerin tamam­lanmasında li kötüye giden kardiyovasküler sistem- büyük
sıkıntı çekerler. Düş kırıklığı yaratan kurallar olasılıkla daha iyiye gitmeyecektir ve bir şekilde
programların kurumlaştırılma amaçlarını engel­ buna uyum sağlanması gerekir. Yaşlı kişiler bü­
leyebilir. Örneğin, California’da Sağlık bakımı, yük ölçüde sağlık bakım görevlileriyle olan iliş­
her zaman kırık bir kalçanın iyileşmesinden kilerine güvenirler ama bu görevliler onlara kar­
sonra alınan fizik tedavisi gibi, rehabilitasyon şı sabırsızlık gösterebilir, çünkü Zarit’in (1980)
hizmetlerinin masrafını ödemez. Sonuç olarak, belirttiği gibi, yaşlı kişilerin hastalıkları genellikle
pek çok yaşlı kişi kazanabilecek­leri işlevlerini tedavi edilemez ve bu yüzden, çoğu, tıp mes­
yeniden kazanamamakta, bu yüz­den de daha leğinin yaşattığı “yasaya” uymamış olur. Buna
pahalı hizmetler gerektirecek ek fiziksel ve duy­ ek olarak, yaşlı kişiler sık­lıkla ilaçları kendilerine
gusal bozulma ve rahatsızlıkların artmasından önerildiği şekilde almaz­lar ve aldıklarında bile
yakınılmaktadır. ilaçların yan etkilerinin görülmesi ender rastla­
Yaşlıların sağlık bakımı söz konusu olduğun­ nan olaylardan değildir (Leach & Roy, 1986).
da temel güçlüklerden birisi yaşlı kişilerin süre­ Onlara bakması gereken aile bireyleriyle olan
ğen sağlık sorunlarının doktorlara çekici gelme­ ilişkiler de acı verir. Hastalanan yaşlı hastalar
YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİYE ÖZGÜ KONULAR 505
√√

bazen başkalarına bu kadar çok şey için gerek­


sinim duyduğundan ötürü suçluluk duygusu ile
yıllarca baktığı ve uğruna pek çok özveride bu­
lunduğu bu genç insanlara karşı öfke duygusu
arasında sıkışıp kalır. Erkek ve kız evlatlarda
da bu suçluluk duygusu bulunur (Zarit, 1980).
Odak 16.4 yaşlı erişkinlerin gereksinimlerine
hizmet edecek disiplinler arası bir tür ekip çalış­
masını anlat­maktadır.

YAŞLI ERİŞKİNLERLE
TERAPİYE ÖZGÜ KONULAR Bilgisayar kullanmak ve Internet’e erişim yapmak şimdilerde
yaşlıların sosyal temaslarını arttırabildiği bir yöntem olmuştur.
Bu bölüm boyunca söz edildiği gibi, tek ortak Yaşlı kişilere terapi uygulanırken onların için­
noktası takvim yaşı olan bir gurup kişi hakkında de yaşamış oldukları sosyal bağlamlar dikkate
tartışmak, onların geçmişlerindeki, gelişimsel alınmalıdır ki, bu yalnızca bu konudaki yazın
öykülerindeki ve kişiliklerindeki önemli farklılık­ okunarak yapılamaz. Örneğin, yaşlı bir dul er­
ları görmezlikten gelme riskini birlikte getirmek­ kekten kendisine arkadaş aramak için civardaki
tedir. (Smyer, Zarit, & Quails, 1990). Altmış beş bir yaşlı huzur evi merkezine gitmesi­ni isteyen
yaş üzeri erişkinlerin kendi­lerini daha gençler­ bir terapist, eğer bu merkezin doğası o kişinin­
den farklı yapan fiziksel ve psikolojik özellik­ kiyle uyuşmuyorsa ona yanlış öneri vermiş ola­
leri olmasına karşın, sonuçta bireydirler, her caktır (Knight, 1996). Böyle bir deneyim kişinin
biri uzun bir süre yaşamış ve kendilerine özgü kendini daha da fazla yalnız hissetmesine yol
sevinçleri ve üzüntüleri olmuş­tur. Bu özgünlü­ açabilir. Bütün sosyal örgütler, hatta yaşlı mer­
ğe karşın, yaşlı kişilerin terapisinin uygulanma­ kezi gibi gevşek bir şekilde yapı­landırılmış olan­
sında dikkate alınması gereken birkaç önemli lar bile, sosyal bilimcilerin sosyal ekoloji olarak
genel konu vardır. Bunlar içerik konuları ve sü­ adlandırdığı, kendi adet­lerini ve uygulamalarını
reç konuları olmak üzere ikiye ayrılabilir (Zarit,
geliştirir. Bazıları fiziksel düşkünlüğe hoşgörülü
1980).
bakarken, diğer bazıları böyle değildir. Bazıla­
rına sıklıkla ve öncelikle bir zamanlar iyi maaş
YAŞLI ERİŞKİNLERDEKİ TERAPİNİN alan profesyoneller gelirken, diğerlerine düzenli
İÇERİĞİ olarak devlete ilişkin akıl hastanesinde eskiden
Beyin bozukluklarının görülmesi yaşla birlik­ kalmış hastalar gelmek­tedir. Akıl sağlığı bakımı
te artar, ama görüldüğü gibi, yaşlı erişkinlerin görevlilerinin bu yaşlı hastalarının içinde yaşa­
diğer ruh sağlığı sorunları hayatın daha erken dığı sosyal çevreyi bilmeleri ve anlamaları gere­
döneminde yaşananlardan o kadar da farklı kir. Bunu daha genç hastalarda hep önemseriz,
değildir. Klinisyenler fiziksel yetersizliklerin ve diyor Knight, ama yaşlı erişkinlere gelince, göz
ilaçların psikolojik sorunları yoğunlaştırabilece­ önüne almayı sıklıkla unuturuz.
ğini takdir etmekle birlikte, yaşlı kişinin önce­ki Yaşlı hastaların daha genç olanlara göre sos­
on yıllarından gelen tutarlık ve süreklilikleri de yal gereksinimlerinde de bir dizi farklılık vardır.
kaydetmelidir. Yaşlı insanların sosyal açıdan yalıtılmış olduğu
Yaşlı erişkinlerin duygusal yönden sıkıntılı ve diğer kişilerle, belki de geçmişte olduğu gibi
olmaları yaşanan sorunlara verilen gerçekçi bir daha fazla etkileşimde bulunması için yüreklen­
tepki olabilir. Tıbbi hastalıklar yürüme, görme dirilmeye gereksinim duyduğu şeklindeki yaygın
ve işitmede geriye dönülemez sıkıntılar yarata­ düşünce temelsiz gibi gözük­mektedir. Yaşlılar­
bilir. Parasal durum bir sorun olabilir. Yaşlılarda da sosyal etkinlik düzeyi ile psikolojik iyi oluş
psikolojik sıkıntıyı tedavi eden terapistler bunun arasında hiçbir ilişki bulun­mamaktadır (Cars­
büyük bir kısmının bir psikopatoloji belirtisi ol­ tensen, 1996). Yaşlandıkça, ilgimiz yeni sos­
maktan çok, gerçek yaşamdaki zorluklara gös­ yal etkileşimlerden bizim için gerçekten önem
terilen anlaşılabilir bir tepki olduğunu akıl­larında taşıyan birkaç sosyal ilişkiyi pekiştirmeye doğru
bulundurmak zorundadır. Yine de profesyonel kayar, aile ve yakın akraba ve iş arkadaşlarıy­
bir girişim yardımcı olabilir. la birlikte vakit geçirmek gibi. Bazı terapistlerin
506 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

GERİATRİK SAĞLIK BAKIMINDA DİSİPLİNLERARASI


ODAK 16.4 EKİP ÇALIŞMASI
Yaşlı erişkinlerin sağlık sorunları -psikolojik işlev aynı zamanda demanslı kocasına yönelik yedek bakım
görmeyi içerenler dâhil- daha genç erişkin ve çocuk- planlaması için sosyal çalışma, eczacılık, psikoloji,
lara göre sıklıkla daha karmaşıktır ve daha uzun süre psikiyatri ya da diğer ekip üyeleri gerekli olabilir. (s.
alır (süreğen) (Birren & Schaie, 1996). Böylelikle, dü- 430)
şünceyi ve gerontolojik pratisyenleri örgütleyen yön-
Bütün bu profesyonellerin çabalarını eşgüdüm-
lendirici ilke disiplinler arası olmalıdır (Zeiss & Stef-
lemek gereksiz bir harcama oluşturuyormuş gibi
fen, 1996). Bu konuyu daha önce işlememize karşın
görünebilir ama kadının reçeteyle yazılan ilacı, yan
(Bkz. özellikle şizofreni ile ilgili geniş spektrumlu te-
davi) farklı disiplinlerden olan profesyonellerin yaşlı etkilerinden ötürü hasta kocasına bakım yeteneğini
erişkinlerin psikolojik sıkıntılarıyla başa çıkmalarına etkilediğinden almadığında ne olacağını düşünün. Bu
yardımcı olmak üzere işbirliği içinde çalışmasına bü- tür bir ilacı almama -her yaşta bütün ilaçlar için ciddi
yük bir gereksinim vardır. Şekil 16.1 grafik olarak, bir bir sorundur- tıbbi girişimin başarısız olmasına ve bü-
bakıcı gözetiminde evde yaşamak üzere taburcu edilen yük olasılıkla hastanın sağlık durumunun bir kat daha
geriatrik hastalara hizmet vermeye kendini adamış kötüleşmesine ve hastanede yatma ve diğer ilintili
hastane temelli evde bakım ekibindeki disiplinler ara- riskler de dâhil olmak üzere çok daha pahalı bir giri-
sı rolleri göstermektedir (Zeiss & Steffen, 1996).
şimde bulunulmasına yol açacaktır. Ve hastanedeyken,
Bu diyagram hem ayrı ayrı (Venn Diyagramının
kocanın bakımı daha akut ve çarpıcı bir sorun halini
çakışmayan alanları) hem de işbirliği içinde (çakışan
alacaktır. Komplikasyonlu ve sorunlu pek çok diğer
alanlar) çalışan kaynak ve disipline ilişkin sorumlu-
luklara yönelik karmaşık bir düzeni göstermektedir. senaryonun oluşması da mümkündür.
Öyle ki çeşitli profesyonel gurupları uzmanlık alanla- Disiplinler arası ekipler birbirlerinden bir şeyler
rında bir hastanın yararına verimli bir değerlendirme, öğrenen, birbirine güvenen ve uygun olduğunda bir-
plan ve girişimde bulunma amacıyla bir araya getiri- birine karşı çıkmaya istekli olan kişiler tarafından
lebilmektedir. Örneğin, tıbbi doktor birincil bakım ya- koordine edilen ve sağlanan bakımın hastaya en iyi
pan doktor olmasına karşın, bilişsel izleme (hastanın yapılacak hizmet olduğu fikrine kendilerini adamış-
ne kadar iyi hatırlayabildiği ve düşünebildiği) doktor, lardır. Disiplinler arası ekipler, farklı görüş açılarının
psikolog ya da her ikisi tarafından yapılabilir.
bilgece ve yaratıcı olarak bütünleştirilmesini gerekti-
Böyle bir disiplinler arası ekibi bir araya getirmek
rir ve ekip üyeleri çeşitliliğe değer verdiğinde, düşün-
ya da buna katılmak kolay bir konu değildir, çünkü
bütün bu sağlıkla ilgili disiplinlerde uzmanlık eğitimi- celer çatıştığında bağlılığını koruduğunda ve bütün
nin özelliğinden ötürü (ethos), konu öyle olmasını ge- ekip üyelerinin uyacağı bir anlaşmayı görüştüğünde
rektirmediğinde bile disiplinleri merkezli olmaktadır. en iyi şekilde işlevini yerine getirir (Zeiss & Steffen,
Venn şemasında, çakışan alanlar işbirliği alanlarını 1996, s. 450).
göstermekle birlikte, aynı zamanda alan savaşlarının
nerede patlak vereceğini de göstermektedir. Yaşlı eriş-
kinlerin bakımı bütün bu gerginliklerin sonuçta tüke-
ticinin yararı için bir kenara bırakıldığı bir alan oluş-
turur. (Elbette, başka örnekler de vardır, Bölüm 8’de
psikologların doktorlarla davranışsal tıp adı verilen
yeni bir alanda nasıl işbirliği yaptığını tartışmıştık.)
Bütün geriatrik sorunlar bu tür bir yaklaşım ge-
rektirmez ama Zeiss ve Steffen’ın tezine göre, yaşlı
bir erişkindeki görünürde açık olan bir sağlık sorunu
disiplinler arası yaklaşımdan istifade edebilir. 80 ya-
şında bronşit olan bir yaşlı kadın örneği veriyorlar,
bu kadın yalnızca bir doktor tarafından yeterli ölçüde
tedavi edilebilir mi? Belki de hayır.
Demanslı kocasına bakıcılık yaptığını, aldığı diğer
ilaçları, bağışıklık durumunu, fiziksel ve duygusal açı-
dan iyi durumda olduğuna ilişkin diğer konuları bil-
mek gerekir. Yalnızca bronşitin akut tedavisi için değil,
YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİYE ÖZGÜ KONULAR 507
√√

Sosyal çalışma:
Toplum kaynaklarının kullanımını
kolaylaştırır; karar almaya yönelik aile
toplantılarını kolaylaştırır.

dan
Aile nlığı
ışm
a
Taburcu planlaması için
yerleştirmeyi koordine eder

Psikoloji: Mesleki Terapi:


Kişilik ve davranış Kronik Günlük yaşam ve etkinlik işlevini
değerlendirmesi, psikoterapi veya ölüm değerlendirir ve arttırır; enerjinin
davranışsal, ilaç tedavisi safhasındaki Donanım yönünden korunması; danışmanlık, evdeki
hastalıklarda gereksinimleri tehlikeler
anlaşma ve kararlaştırır
Bakım:
danışma
Psikososyal ve işlevel
sorunların ekranı; olgu
yönetimine bakınız

Bilişsel
ndirme Fiziksel
değerle değerlendirme ve
tedavi planlaması,
İlaç düzeninin
bakımın diğer
izlenmesi
görevlilerle
eşgüdümü

İlaç
eğitimi

İlaç:
Birincil bakım M.D. olarak
görev yapar; teşhis ve Eczane:
tedavinin izlenmesi İlacın gözden geçirilmesi,
eczane dağılımının
kolaylaştırılması

Şekil 16.1 Geriatrik disiplinler arası rol haritası. Sorumluluk ve uzmanlığa ilişkin ayrı ve çakışan alanları kaydediniz.
Zeiss, Steffen, A.M. (1996). Disiplinler arası sağlık bakım ekipleri. Geriatrik bakıma ilişkin temel ünite. L.L.Carstensen,
D.A.Edelstein & L. Dornbrand (Eds) Klinik gerontoloji elkitabı, Thousand Oaks, CA, Sage

psikolojik açıdan zararlı olarak gördüğü sosyal olan tavır (ageist) değil aynı zamanda cinsiyet
yönden içine kapanma aslında sosyal seçicilik- ayrımlı yaklaşımlar da psikoterapinin yönünü
tir. Önümüzde daha az zaman kalmış olduğu olumsuz yönde etkileyebilir (Steuer, 1982). Ör­
için dünya hakkında daha fazla şey öğrenmek neğin, yaşlı bir çiftte stres, erkek emekliye ayrıl­
yerine duygusal yakınlığa daha çok önem ver­ dığında artabilir. Olağan terapötik hedef erkeğin
me eğiliminde oluruz. Bu tercih yalnızca yaşlı uyum sağlamasına yardımcı olmak değil, kadı­
kişilerde değil, aynı zamanda sınırlı vakti kalan na kocasının uğradığı statü kaybına alışmasına
daha genç kişilerde, örneğin kendilerini en ya­ ve her gün onunla daha çok zaman geçirmeyi
kın hissettiği kişilerden uzağa gitmeye hazırla­ öğrenmesine yardımcı olmaktır.
nan ya da AIDS olan kişilerde de görülür (Fre­ Yaşlı erişkinlerin bugünkü kuşaklarının ev­
derickson & Carstensen, 1990). Sonu olmayan lilikten beklentileri ve ona verdiği değerler elli­
bir gelecek göremediğimizde, rastgele arkadaş­ lerinde ve daha genç olanlardan çok fark­lıdır.
lar ile -örneğin yaşlı erişkinlere yönelik bir hu­ Bu kitabı okuyanların çoğu büyük olasılık­la bir
zur evinde rastlanabilecek- daha az etkileşimde evlilikten mutluluk ve kişisel görevlerin yeri­
bulunmayı yeğler ve sınırlı zamanımızı kiminle ne getirilmesini beklemektedir. Bu beklen­tinin
geçireceğimiz konusunda daha seçici oluruz. şu anda yetmişlerinde ve üzerinde olanlar­da
Psikoterapi hastası olarak kadınlar iki yön­ mevcut olduğu kolaylıkla varsayılamaz (Knight,
den yakınma getirirler, sadece yaşlılara karşı 1996). Eğer bir terapist yaşlı bir erişkinin klinik
508 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

sorunlarının bazılarının sıkıntı veren bir evlilik Kelly ve Gatz (1963) Butler tarafından önerilen
yüzünden olduğuna inanır hale gelmişse, has­ yaşama bakışı (1963) özellikle yaşlı erişkinler
tanın bakış açısını dikkate almalıdır. için uygun olan bir psikoterapötik yaklaşım ola­
Ölüm ve ölmek düşüncesi yaşlı hastaların rak ele almaktadır. Bu yaklaşım Erik Erikson’un
terapisinde önemli bir yer tutar. Yaşlılar, ölümle (1950, 1968) ileri yaşlara kadar uzanan çatışma
ya da hayat boyu destek gerektirecek kuvvet­ten ve büyüme aşamaları olarak varsaydığı yaşam
düşürücü bir hastalıkla karşı karşıya gelme kor­ boyu gelişim kuramının etk­isini yansıtmakta­
kusu ile başa çıkma konusunda yardıma gerek­ dır. Yaşama bakış, yaşlı erişkinler için doğal bir
sinim duyabilirler. Yaşlı danışanlara hayat­larını eğilim olan kendi yaşamları üzerinde düşünme­
felsefi ya da dini bir bakış açısıyla araştır­maları yi ve kendilerine ne olduğuna ilişkin bir anlam
önerilebilir. Leo Tolstoy yaşlandığında dindar yüklemeye çalış­malarını kolaylaştırmaktadır.
olan pek çok insandan yalnızca birisidir. Felsefi Erikson’un dey­imiyle, bu, kişinin ego bütünlüğü
ve dini bakış açıları, danışana yaşlılığın insan ile umutsuzluk arasındaki çatışmayı ele alma­
varlığına dayattığı sınırları aşmasında yardımcı sına yardımcı olmaktadır. Kullanılan yöntemler
olabilir. Kişi ölecekse, bireyin hayatının anlamı arasında, has­tanın eski fotoğraflar getirmesi,
üzerine tartışmalar insanın içini dökmesini, ken­ çocuklukta yaşanan bir eve seyahat ve bir oto­
biyografi yazımı yer almaktadır. Akla gelebile­
dini iyi hissetmesini ve kişisel gelişimi arttırabilir
ceği gibi, kişiler bu tip bir terapide kendilerini iyi
(bkz. bunu izleyen yaşamın gözden geçirilme­
olduğu kadar kötü de hissedebilirler. Terapistin
sine yönelik tartış­ma). Kaçınılmaz kaybı yaşa­
hastayı hayata karşı olumlu bir bakış açısı ve
yacak hastanın sevdikleri de bu tartışmalardan
varoluşun gelmekte olan sonu konusunda yön­
yararlanacaktır.
lendirmek için çok büyük bir becerisi olması ge­
rekir.
YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİ Son yıllarda yaşlı erişkinler için psikanalitik
SÜRECİ yönelimli terapi konusunda, özellikle de duygu­
Geleneksel bireysel, aile ve evlilik terapi­ ların bir başkasına yöneltilmesinin (transfer­
lerinin yaşlılarda etkili olduğunu daha önce be­ ence) analizi yoluyla çocukluk baskılamalarının
lirtmiştik (Gatz ve ark., 1985). Bazı klinisyenler keşfinden çok, ego işlevlerinin güçlendirilmesi
uyum gösterir ve burada-ve-şimdi tipi sorun­lar üzerinde yoğunlaşan daha kısa dönemli tera­
üzerinde yoğunlaşır. Yaşlı hastalara uygu­lanan pilerle ilgili araştırmalar yapılmıştır (Kahana,
terapinin bilgi sağlayarak, gerekli hizmetler için 1987). Daha önce sözü edilen çabalarla, Galla­
acente aramak üzere inisiyatif kullanarak ve on­ gher ve Thompson (1982, 1983; Thompson ve
lara yardım etmek üzere hazır bulunan federal ark., 1987) depresyonlu yaşlı hastalarda şimdi
ve yerel yasa ve büro labirentinden geçerken, yönelimli dinamik müdahale fikrinin (bundan
danışan ya da ailesine yardım ederek daha sonraki bölümde daha kap­samlı şekilde anlatı­
etkin ve yönlendirici içerik­te olması gerektiğini lacaktır) desteği ile bilişsel, davranışsal ve kısa
düşünürler. psikodinamik terapilerle denk bir iyileşme oldu­
Yaşlanmaya ilişkin bazı özellikler -örneğin ğunu göstermiştir. Başka araştırmalar da gele­
belli düşünme tiplerinin daha uzun süre alma cek vaat eden sonuçlar sağlamaktadır (Smyer
eğilimi ve çalışma belleğinde ve herhangi bir ve ark., 1990).
zamanda akılda tutulan şeylerin sayısının bel­ Terapide olma süreci bağımlılığı teşvik ede­
li ölçüde azalması- terapinin değişik şekiller­ bilir. İster bir kurumda kalanlar, isterse evinde
de devam edeceği anlamına gelebilir (Knight, bakıcı ile yaşayanlar olsun, yaşlı erişkinler sık­
1996; Light, 1990). Terapistler yaşlı bir erişkini lıkla bağımsız hareketlerinden çok, yardım iste­
anlamak için daha çok tartışarak yol almanın işi mek ya da terapistlerinin düşüncesine önem
kolaylaştıracağını düşünmektedir. Açıklamalar vermek gibi, bağımlı davranışları sonucu daha
daha ayrıntılı olmalı ve diyalog daha çok uzatıl­ çok sosyal pekiştirme (dikkat, değer verme) gö­
malıdır. Terapistler diyaloğun ucunu kaçırmış rürler (Baltes, 1988). Davranışsal gerontolojinin
gibi göründüğünde, gerginleşmekten ve daha giderek daha da özelleştirilmesi (Nemeroff & Ka­
yüksek sesle konuşmak şeklindeki genel eğil­ roly, 1991) yaşlılara tuvaletlerini daha iyi kontrol
imden kaçınmalıdır -bu tepki yaşlıdaki işitme etme (Whitehead, Burgio, & Engel,1985), ken­
kaybının iletişim sorununa yol açtığı yönündeki dine bakımı ve hareketliliği arttırma (Burgio ve
kalıplaşmış yaklaşımdan ileri geliyor olabilir. ark., 1986) ve sosyal ilişkileri geliştir­menin bir
Yaşlı erişkinlere Psikoterapi uygulanma­ yolu olarak telefonda diyalog beceri­lerinin ge­
sı konusundaki genel tarihsel bakışta, Knight, liştirilmesi (Praderas & Macdonald, 1985) gibi
ÖZET 509
√√

belirli ve görüntüde önemsiz davranışlar üzerin­ kişiler yaşlı erişkinlerin fotoğraflarındaki duy­
de yoğunlaşarak öz saygılarının arttırılmasına guyu belirlemeye çalışırken, kendilerine yaşça
yardımcı olmayı vur­gular. Çok yakın geçmiş­ daha yakın olanlarınkine kıyasla daha çok hata
teki bir gelişme de, pek resmi bir terapi deni­ yaparlar (Malatesta & Izard, 1984). Bütün bun­
lememesine karşın, yaşlı erişkinlere bilgisayar lar yaşlı erişkinlerde terapötik çalışmaların zor­
becerilerinin kazandırılarak onların Internet’e luğuna eklenir.
erişim yapıp daha bir kaç sene öncesinde bile Kuramsal yönelimi ne olursa olsun, yaşlılar­la
düşünüle­meyecek kadar çok çeşitli sosyal ilişki çalışmada dikkat çekilen psikoterapinin diğer bir
geliştirmelerinin sağlanmasını içeren bir yakla­ yönü karşıt aktarım geliştirme (counter- trans­
şımdır (Cody ve ark., 1997). ference) adlı analitik kavramı hatırlatmak­tadır.
Kuramsal yönelimleri ne olursa olsun, bü­ Genellikle bu hastalarından çok genç terapist­
tün terapistler hastaların ne söylemek istediği­ ler, hastaların sorunları karşısında ken­dini kötü
ni anlamak ve diğer bir şekilde fenomenolojik hissedebilir, çünkü bunlar onların kişisel duyarlı
deneyimlerini takdir edecek bir yardımcı olarak, noktalarına dokunabilir, örneğin kendi ebevey­
onların tüm yüz ifadelerini yorumlayabilmelidir. niyle çözümlenmemiş çatışmalar, kendi yaşlan­
Yaşam zamanı boyunca duygusal değişiklikler ma süreci ile ilgili duyduğu kaygılar ve ölüm ve
üzerinde yapılan bir araştırma, terapistin has­ ölmek gibi konularla uğraş­ma konusunda istek­
tadan daha genç / daha az yaşlı olduğu durum­ sizlik gibi. Knight ve ark. (1992)’nın varsaydığı
larda gerçekten hata yapma potansiyelinin bu­ gibi, “yaşlı erişkinlerle ter­apinin farklı olduğu
lunduğunu düşündürmektedir (Knight, 1996). şeklindeki algının şimdil­erde teknik, süreç ya da
Yaşlı insanların daha çeşitli ve daha kap­samlı başarı olasılığı gibi gerçek farklılıklardan çok,
yaşam deneyimleri olduğundan, duygu­ları daha duygusal etkiden kaynaklandığı düşünülmekte­
genç erişkinlerinkine göre daha kar­maşık ve dir.... (yaşlı erişkin­ler üzerinde çalışmak) tera­
incedir (Schulz, 1982). Bu ileri yaştakilerin yüz pistlere kendi yaşlarının ötesinde bir olgunluğa
ifadelerinin birkaç duyguyu aynı anda yansıt­ erişme yönünde zihinsel ve duygusal yönden
maları için bir zemin hazırlar, öyle ki, daha genç bir mey­dan okumadır (s. 540, 546).”

ÖZET
Yakın zamana kadar, yaşlı kişilerin psikolojik sorunları ihmal edilmiştir. Altmış beş yaşının üze­
rindekilerin sayısı oransal olarak artmaya devam ettikçe, bazı yaşlıların uğradığı zorluklar ve onları
engellemek ya da iyileştirmenin en etkili yolları hakkında daha fazla şey öğrenmek daha önemli hale
gelecektir. Fiziksel bozulma, yaşlanmanın belirgin bir özelliği olmasına karşın, yaşlı kişilerin eğilimli
olduğu bazı duygusal sıkıntılar psikolojik kökenlidir.
Ciddi beyin bozuklukları, yaşlı kişilerin çok küçük bir azınlığını, (%10’dan az) etkiler. Bunların
içinde iki temel bozukluk ayırt edilmiştir, demans ve delirium. Demansta kişinin zihinsel işlev görmesi
azalır, bellek, soyut düşünme ve yargılamada bozulma olur. Demans giderek artıyor ise, çoğunda
olduğu gibi, birey tümüyle bir başkası gibi görünür ve sonunda kendi çevresinden habersiz hale gelir.
Çok çeşitli hastalıklar bu bozulmaya neden olabilir, bunlardan en önemlisi olan Alzheimer hastalığın­
da kortikal hücreler yok olur. Deliriumda bilinç aniden bulanıklaşır ve düşünce, duygu ve davranışta
başka sorunlar -parçalara bölünmüş ve yönelimsiz düşünce, tutarsız konuşmalar, dikkati sürdürme
yeteneksizliği, varsanılar, yanılsamalar, zaman ve yer kavramının kalmaması, aşırı halsizlik ya da
hiperaktivite ve duygu dalgalanmaları görülür. Temeldeki neden kendini kısıtlayıcı olur ya da yeterin­
ce tedavi edilebilirse, normale döndürülebilir. Beyin bölgeleri işlevini doğru görmez ama aslında yok
olmuş değildir. Nedenler arasında aşırı ilaç kullanımı, beyin dokusu enfeksiyonu, yüksek ateş, yanlış
beslenme, dehidratasyon (susuz kalma), endokrin bozuklukları, kafa travması, serebrovasküler so­
runlar yer alabilir.
Bu iki bozukluğun tedavisi birbirinden çok farklıdır. Deliriumdan şüpheleniliyorsa, neden için bir
araştırma yapılmalıdır, örneğin, beslenme eksikliği ya da ilaca karşı toksik reaksiyon düzeltilebilir.
İlerleyici demans genellikle tedavi edilemez ama hastalıktan etkilenen kişi ve ailesine geriye kalan
zamanın nasıl tolere edilebilir, hatta ödüllendirici olabileceğine ilişkin danışmanlık yapılabilir. Bakıcı­
lara yeterli destek sağlanırsa, pek çok demanslı hasta evde bakılabilir. Ama genellikle öyle bir zaman
gelir ki, bakım külfeti çoğu aileyi, hasta kişiyi bir bakım evine ya da hastaneye yerleştirmeye iter.
Yaşlı kişiler psikolojik sorunların bütün spektrumundan yakınabilirler, pek çok durumda bu bozuk­
luk onların yaşamlarının erken döneminden ileri gelir. Yine de, öyle görülüyor ki, genel olarak, dep­
510 √√ BÖLÜM 16 - YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR

resyon ve kaygı sıklığı yaşlı erişkinlerde altmış beş yaşından küçük olan daha genç erişkinlere göre
daha düşüktür. Yaşlı insanlara şimdilerde çeşitli psikodinamik terapilerin yanı sıra, daha yeni bilişsel
davranış terapileri uygulanmakta olup, şimdiye kadar bu yolla elde edilen sonuçlar cesaret vericidir.
Depresyon kadar yaygın olmamakla birlikte, paranoya yaşlı kişiler ve onlarla ilişki halinde olanlar
için bir sorun oluşturur. Daha genç paranoid hastaların kendilerine kötülük yapanlarının (persekü­
tör) tersine (paranoya konuları FBI ve yıldız ve gezegenler arası boşluktaki uzaylılar gibi uzaktaki
ajanlardır), yaşlı bireylerin paranoya konuları genellikle evin çok yakınında oturmaktadır, (hastanın
posta kutusunu açan bir komşu, kendinden büyük yakının parasının çalınmasını görmezden gelen
nankör çocuk, zihni bulanıklaştıran ilaç yazan doktor). Paranoya bazen demanstaki beyin hasarın­
dan kaynaklanabilir, ama psikolojik etmenler de buna kaynaklık edebilir. Paranoya işitme güçlüğüne
karşı bir tepki de olabilir -”Onların ne dediğini duyamıyorsam (özellikle de kendi işitme güçlüğümü
takdir etmezsem), bunun nedeni onların benim hakkımda fısıltıyla konuşmaları olabilir.” Yalıtım da
bir etmen olabilir; kişinin sosyal ilişkileri azsa, kendi izlenim ve kuşkularını doğrulaması zor olacak,
bu da sanrıların gelişimine zemin hazırlayacaktır. İleri yaşta yaşanılan diğer psikolojik bozukluklar
arasında şizofreni olguları (bazen parafreni olarak da adlandırılır), madde bağımlılığı, özellikle ilacın
yanlış kullanımı ve uyku bozuklukları yer alır. Bunların tümü tedavi edilebilir niteliktedir.
Yaşlı kişilerin intihar girişimleri daha genç erişkinlerle kıyaslandığında daha çok oranda ölümle so­
nuçlanır. Çoğu altmış beş yaşından küçük olan ruh sağlığı alanındaki profesyoneller, yaşlı ve hasta
kişilerin yaşamaları için bir neden kalmadığını varsayarlar. Bu yaklaşım onların yaşlanmaya ilişkin
korkularını yansıtıyor olabilir.
Cinsellik ve yaşlanma konusunda da hatırı sayılır derecede efsane bulunmaktadır, bunlardan en
önemli olanı, altmış beş yaşındaki cinselliğin uygunsuz, doyum verici olmayan ve hatta olanaksız
olduğu yolundaki varsayımdır. Kanıtlar bize bunun tam tersini göstermektedir. Ciddi fiziksel bozuk­
luğu olan yaşlı kişiler, seksenli yaşlara ve ötesine uzanacak şekilde cinsel ilişkiden haz alabilecek
ve diğer şekillerde sevişebilecek güçtedirler. Yaşlanmayla ortaya çıkan fark, uyarılmanın daha uzun
zaman alması, orgazmın daha az yoğun olmasıdır. İleri yaşta cinsel kapasite ile ilgili hassas ve doğru
bilginin yayılması, çoğu gereksiz yere oluşan cinsel işlev bozukluğunu ve ilgisizliği engelleyecektir.
Bakım evleri ve diğer yaygın bakım uygulamaları sıklıkla sakinlerinin sahip oldukları beceri ve
kapasiteyi sürdürme ve geliştirmeleri yönünde cesaretlendirici davranmamaktadır, böylece burada
hem fiziksel hem de akıl yönünden gerilemeler hüküm sürer. Bugün, bakım mümkün oldukça, top­
lum içinde sağlanmalıdır. Gezici Yemek Servisleri, sağlık alanındaki profesyonellerin evlere yaptığı
düzenli ziyaretler ve bakıcılara verilen destek, kullanıma hazır ve eşgüdümlü olduğunda yararlı gibi
gözükmektedir, çünkü böylelikle, kişiler bürokratik bir labirentle karşı karşıya gelmek zorunda kalma­
maktadır. Her türlü müdahale, yaşlı kişilerin koşullar elverdiğince bağımsız kalacakları şekilde en az
boyutta yapılmalıdır.
Pek çok yaşlı kişi psikoterapiden yararlanabilir, ancak yaşlı erişkinin tedavisine özgü birkaç konu
akılda bulundurulmalıdır. Yaşlıların yaşadığı duygusal sorunlar içerik bakımından çoğunlukla gerçek­
çidir. Onlar genellikle yeri doldurulmaz kayıplar yaşamış olup, gerçek tıbbi ve parasal sorunlarla karşı
karşıyadır. Onların yakınmalarını her zaman psikopatolojik bir duruma yüklemek akıllıca değildir.
Ölüm de daha yakın bir konudur. Terapi sürecine gelince, klinisyenler her zaman etkin ve yönlendirici
şekilde olmalı, danışanlarının gereksinim duyduğu sosyal hizmetleri veren acenteler hakkında bilgi
sağlamalı ve bunları aramalıdır. Terapi aynı zamanda bir kontrol, kendine yetme ve umut duygusunu
teşvik etmeli ve de yaşlı kişiye yaşamının sonuna yaklaşırken, onun kendi yaşamına bir anlam yük­
lemesine yardımcı olmalıdır.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
takvim yaşına karşı tavır seçici ölüm oranı uykuda solunum yokluğu
(agism) demans (uyku apnesi)
yaş etkileri Alzheimer Hastalığı
kuşağa özgü etkiler plak
ölçüm zamanı etkileri nörofibriler düğümler
kesitsel araştırmalar deliryum
boylamsal araştırmalar parafreni
KISIM IV
MÜDAHALE VE
YASAL VE ETİK
KONULAR
17

Rene Magritte, “İnsan koşulu”,


1934.

İÇGÖRÜ TERAPİLERİ
Çeviri: Prof. Dr. Levent Küey

PSİKOTERAPİ NEDİR? PSİKANALİTİK TERAPİLER


PSİKOTERAPİ ARAŞTIRMALARINI Klasik Psikanalizde Temel Teknikler ve
DEĞERLENDİRMEDE GENEL Kavramlar
SORUNLAR Çağdaş Analitik Terapiler
Plasebo Etkisi Analitik Terapilerin Değerlendirilmesi
Araştırma ve Uygulamada Terapi İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER
Süreç ve Sonuç Karl Rogers’ın Danışan Merkezli Terapisi
Tedavi Görmeyen Kontrol Gruplar Varoluşçu Terapi Geştalt Terapi
Kaos Kuramı ve Yaşam ÖZET
514 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

çelişkileri incelemenin ve karşılaştırmalar yap­


Günlük sıradan konuşmalarda, genellikle sözlerinizi manın yeri geldi. Buraya kadar psikopatoloji ve
ilişkilendiren bir bağı korumaya çalışırsınız; bunu yapar- tedavi konusunda kazandığımız bilgiler ve ba­
ken ana temadan çok uzaklaşmamak için yan konuları ya
kış açıları bunu mümkün kılacaktır.
da araya giren düşünceleri dışarıda bırakırsınız. Fakat
şimdi burada farklı konuşmalısınız. Konuştukça, kendi Kuramsal karmaşıklıkları bir yana, herhangi
bazı eleştirileriniz ve karşı çıkışlarınız nedeniyle yadsı- bir psikoterapi, eğitimli bir profesyonelin başka
mak isteyeceğiniz çeşitli düşünceleriniz olacak. Bunlar bir kişiye (danışan ya da hasta) daha farklı dav­
hakkında, “bu ilgisiz ya da önemsiz veya mantıksız” diye ranması ya da hissetmesi için yardım etmeye
düşünme eğiliminde olacaksınız ve bunları söylemekten çalıştığı sosyal bir ilişkidir. Terapist, az ya da
kaçınacaksınız. Bu tür eleştirel yaklaşıma kendinizi kap-
çok, belirli bir kuram ya da düşünce okulunun
tırmayın. Belirtmek istememenize rağmen bu düşünceleri-
nizi söyleyin. İzlemeniz gereken tek uyarı olan bu öğüdün koyduğu kurallara uygun işlemleri izler. Temel
nedeni daha sonra açıklığa kavuşacaktır. Zihninizden ge- varsayım, bir güven ilişkisinde, belirli türden
çen her şeyi belirtin. Kendinizi, bir trende yolculuk ya- sözel ve sözel olmayan alışverişlerin kaygıyı
parken, pencereden seyre daldığınız sürekli değişen gö- azaltma ve kendine zarar verici ya da tehlikeli
rüntüleri yanındakine betimlemeye çalışan bir yolcu gibi davranışları ortadan kaldırma amaçlarına ulaş­
düşünün (Ford & Urban, 1963, s. 168).
mayı sağlayacağıdır.
Bu açıklama ne kadar yalın görünse de, psi­
PSİKOTERAPİ NEDİR? koterapinin gerçekten ne olduğu konusunda çok
zayıf bir görüş birliği vardır. İnsanın kapı komşu­
Çeşitli psikopatolojileri ele alırken, terapist­ su da, bir klinik psikologun söylediği rahatlatıcı
lerin ruhsal ve duygusal ızdırapları önleme, sözcükleri söyleyebilir, ama bunu psikoterapi
azaltma ve hatta ortadan kaldırma amacıyla olarak değerlendirmeli miyiz? Psikoterapi bu tür
başvurdukları farklı yolları gözden geçirdik. Bu
profesyonel olmayan güvencelerden ne yönde
amaçlara ulaşmak için girişilen yollara zemin
farklıdır? Kabaca bakarsak, ayrım, bu güvence­
oluşturan bazı tedavi paradigmaları (biyolojik,
yi veren kişinin belirli bir akademik derecesi ya
psikanalitik, öğrenme ve bilişsel) Bölüm 2’de an­
da lisansı olması mıdır? Ya da bilgiyi verenin ne
latılmıştı. Bölüm 6’dan 16’ya kadar olan bölüm­
söylediğini belirleyen bir kuramı olmasıyla mı il­
lerde ise, belirli problemler için bazı müdahale
gilidir? Kuramın temel varsayımlarının ne kadar
(intervention) biçimlerinin diğerlerine göre daha
sağlam olduğuna mı bağlıdır?
uygun olduklarını öğrendik. Örneğin, biyolojik
Bunlar zor sorulardır ve anormal psikolojisi­
süreçleri anlama yolundaki gelişmeler nede­
nin diğer alanlarında olduğu gibi, bu konuda da,
niyle, artık yeni ana babalar, kalıtsal olarak ge­
profesyoneller arasında görüş birliği olduğunu
çen bazı zekâ geriliklerini ortadan kaldırma ya
da azaltma yöntemlerine sahipler. Öte yandan, söylemek güçtür.
öğrenme süreçlerini daha iyi anlamamız saye­ Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, profes­
sinde, zekâ geriliği olan çocuklar, artık daha yonel yardım arayan ya da bunun için gönde­
öncesinde mümkün olduğu düşünülenin ötesin­ rilen kişiler, olasılıkla zaten, kendilerini daha
de daha çok bilişsel, sosyal ve kendine bakım iyi hissetmek için profesyonel olmayan yolları
becerileri kazanabiliyorlar. Psikanalitik kuram denemişler ve rahatlama elde edememişlerdir.
terapistlere dissosiyatif bozuklukları tedavi et­ İnsanların çoğunluğu, terapiste gitmeden önce,
melerinde yardımcı oluyor; örneğin, bu kuram arkadaşlara ya da eşlerine sırlarını açmışlar,
amnestik bir hastanın belirli geçmiş olayları, bu belki de aile doktoruyla görüşmüşler, rahibe
olayların acısının onların tümüyle bastırılması­ danışmışlar, belki de, çok popüler olan kendi
nı zorladığı için hatırlayamadığı konusunda te­ kendine yardım kitapları ya da programlarını
rapistleri uyarır. İnsancıl ve varoluşçu terapiler denemişlerdir. Psikolojik sıkıntı içindeki birçok
danışanlarına, psikolojik acılarının derinliğini ve kişi için, bu seçeneklerin bir ya da birkaçı yeterli
nedenlerini araştırmada yardımcı olur ve onla­ rahatlama sağlar ve daha çok yardım aramazlar
rı eyleme geçme, seçim yapma ve yaşamlarını (Bergin, 1971). Fakat diğerleri için bu girişimler
daha iyi kılma konusunda sorumluluk alma açı­ yetersiz kalır ve bu kişiler çaresizlik, sıklıkla da
sından yüreklendirir. ümitsizlik içine düşerler. Ruh sağlığı kliniklerine,
Bu noktada, terapi konusuna yoğunlaşma­ üniversite danışma merkezlerine ve özel çalı­
nın, genel olarak önemli konuları ele almanın, şan profesyonellere başvuranlar bu kişilerdir.
PSİKOTERAPİ NEDİR? 515
√√

Problemli kişiler sorunlarını arkadaşlarıyla konuşabilirler ya da profesyonel terapiye yönelebilirler. Terapi tipik bir biçimde arkadaş
desteği ve tavsiyeleri rahatlama sağlamayan kişilerce aranır.

Çok sayıda kuram ve psikoterapi vardır; belki bölümde derinliğine tartışılan içgörü (insight)
yüzlerce ve her birinin de ateşli destekleyicileri. terapisi ise, duyguların (emotion) ve düşünce­
Bu ve bunu izleyen iki Bölümde en önde gelen lerin insanların, özellikle ihtiyaçları ve dürtüleri
terapötik müdahale kuramlarını ve bunları des­ çatıştığında, kendilerini neyin güdülediğini uy­
tekleyen araştırmaları sunacağız. Niyetimiz, te­ gun bir şekilde anlamadıkları için bozulduğunu
mel yaklaşımlara dair yeterli ayrıntıları ve temel varsaymaktadır. İçgörü tedavisi insanların dav­
konuların kavranmasını ve terapi alanına ilişkin ranışları ve düşüncelerinin gerçek nedenlerini
genel bir bakış açısını sağlayacak bilgileri sun­ keşfetmelerine yardımcı olmaya çalışır. Burada,
maktır. Bunun aynı zamanda, okuyucuya yeni temel önerme, güdülenmelerin daha çok farkı­
çıkacak terapileri eleştirel olarak değerlendirme na varılmasının düşünce, duygu ve davranışlar
araçları sağlayacağını ya da en azından bunla­ üzerinde daha çok kontrole ve ardından geliş­
rı etkili bir şekilde değerlendirme için sorulacak meye yol açacağı biçimindedir.
soruları bilmelerini sağlayacağını umuyoruz. Kuşkusuz içgörü, yalnızca içgörü terapileriyle
Sigorta şirketlerince psikoterapistlere yük­ sınırlı değildir. Eylem terapileri de bireye içgörü
lenen sorumluluk ve önemin artmasıyla birlik­ kazandırır; daha yeni bilişsel davranışçı terapi­
te psikoterapinin etkinliğinin değerlendirilmesi ler de içgörü ve davranışçı terapilerin bir karı­
çok önemli bir konu haline gelmiştir (Johnson, şımı olarak görülebilir. Sorun temel vurgunun
1995). Sağlık hizmetlerini yeniden yapılandır­ nereye yapıldığı, odağın ne olduğu sorunudur.
ma hareketine paralel olarak, sigorta şirketleri Davranışsal terapilerde odak davranışın değiş­
psikoterapistlerin kendilerini en etkin ve verimli tirilmesidir; içgörü genellikle bir yan kazançtır.
tedavilerle sınırlandırmalarını istemektedir. Pro­ İçgörü tedavilerinde, odak insanların doğrudan
fesyonel örgütler de buna katılmaktadır. Örne­ davranışlarının değiştirilmesinden çok, onların
ğin, Amerikan Psikoloji Birliği’nin klinik bölümü güdülenmelerini, korkularını ve çatışmalarını
hangi tedavilerin “görgül olarak desteklenen kavrayışlarının arttırılmasıdır. Bu tür içgörülerin
tedaviler” nitelemesini hak edeceğini belirlemek gelişimini kolaylaştırmak için farklı kuramsal yö­
üzere, yeterli kontrollü çalışma verileri ile des­ nelimli terapistler, psikanalizin serbest çağrışım
teklenen tedaviler konusunda görüş birliğine tekniğinden danışan merkezli terapilerin duygu­
varma çabasındadır (Chambless ve ark., 1996; ların yansıtılması tekniğine dek değişik teknikler
Task Force, 1995). uygulamaktadır.
Bu ve bundan sonraki Bölümde ana ilgi oda­
ğımız bireysel terapi, yani bir klinisyenin bir has­
ta ya da danışan ile yürüttüğü terapidir. Bu iki
PSİKOTERAPİ ARAŞTIRMALARINI
Bölümde tartışılan hemen her şey grup terapile­ DEĞERLENDİRMEDE GENEL
ri için de geçerlidir. Bu konu ayrıca Bölüm 19’un SORUNLAR
üç ana başlığından birini de oluşturmaktadır.
London (1964, 1986) psikoterapileri içgörü Bazı içgörü terapilerini incelemeden önce
ve eylem (davranışsal) terapileri olarak sınıf­ psikoterapi araştırmalarını anlamamızı ve de­
landırmıştır. Davranış terapisi ve bilişsel dav­ ğerlendirmemizi sağlayacak birkaç genel soru­
ranışçı terapiler Bölüm 18’de tartışılacaktır. Bu na değineceğiz.
516 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

PLASEBO ETKİSİ cesaretlendirme gibi) kuramsal olarak ne atıl ne de değer­


siz olarak görülmelidir; bunlar psikolojik tedavide merkezi
İster içgörü ister eylem yönelimli olsun, her­ önem taşır ve hastanın düzelmesinde etkili bir rol oynarlar”
hangi bir psikoterapinin etkileri üzerine yapıla­ (Lambert ve ark., 1986, s. 163).
cak araştırmalar plasebo etkisini dikkate almak Psikoterapinin etkilerini değerlendiren araş­
zorundadır. Bu deyim, tedavideki herhangi etkin tırmalarda, Lambert ve ark.’ın (1986) işaret
bir bileşenden çok hastanın yardım beklentile­ ettiği gibi, sözde plasebo kontrol gruplarındaki
rine atfedilebilecek fiziksel ya da psikolojik du­ hastalar, hiç tedavi olmayan gruplardaki hasta­
rumdaki bir gelişmeye işaret etmektedir. Frank lara göre genellikle daha çok düzelirler. Ortak
(1973, 1978) plasebo etkisini, bilim öncesi ya etkenler konusu psikoterapilerin entegrasyonu,
da bilimdışı toplumlardaki inanç iyileştirmele­ hareketi çerçevesinde de önemlidir. Bu konu
riyle ilişkilendirmiştir. Yüzyıllarca, ızdırap çeken içgörü ve eylem terapileri gözden geçirildikten
insanlar durumlarını düzelteceği inancıyla, kut­ sonra, Bölüm 18’de ele alınacaktır.
sal yerlere ziyaretler yapmışlar ve bazen garip Psikoterapi araştırmalarında plasebo kontrol
kokulu karışımlar içmişlerdir. Bazen bunlar iyi gruplarının yeri karmaşık ve sıklıkla tartışılan
gelmiştir de. bir konudur ve bu konunun ayrıntıları bu kitabın
Birçok kişi plasebo etkilerini gerçek olmadık­ kapsamını aşmaktadır. Ancak, şunu belirtmeli­
ları ya da uygulanan tedavilerin yararlarına göre yiz ki, belirli bir terapinin hiç tedavi olmamayla
ikinci sırada geldikleri gerekçesiyle göz ardı karşılaştırıldığı ve terapinin daha fazla düzel­
eder. Her şeyden önce, bir kişinin gerilim baş me sağladığının bulunduğu bir çalışma, tedavi
ağrısı varsa, tümüyle ve doğrudan kimyasal ya olmanın tedavi olmamaktan daha iyi olduğunu
da fizyolojik etki gösteren bir ilaçtan olası ne gibi söylemektedir. Bu önemsiz bir bulgu değildir.
bir yarar elde etmeyi umabilir. Gerçeklikte, pla­ Ancak, belirli bir terapi genellikle belirli bir yön­
seboların etkileri bazen uzun süreli ve belirgin de düzelme yaratma çabasındadır. Örneğin,
olabilmektedir. Frank (1973, 1978) birçok fizik kişinin savunmalarını kaldırma, kişinin kendini
ve ruhsal sorunun plasebo şeker haplarıyla ya gerçekleştirme yollarını kolaylaştırma, sorumlu­
da içlerinde rahatlama sağlayan doğrudan so­ luk içinde tercihleri kolaylaştırma, korkuları ber­
rumlu bir etken olmayan uygulamalarla gelişme taraf etme ve benzeri. Bu süreçlerin işleyip işle­
gösterdiğine dair birçok kanıt sunmaktadır. Bu mediklerini, etkili olup olmadıklarını belirlemek
plasebo etkisi ilaç araştırmalarında sık karşıla­ için, bir araştırmada, yardım beklentileri olan ve
şılan ve evrensel olarak kabul edilen bir etkidir. kendileri için yararlı / değerli bir şey yapılaca­
Ancak, kimyasal plasebolar üzerindeki araş­ ğına inanan, en azından bir kontrol grubu bu­
tırma bulgularını doğrudan psikolojik plasebo­ lunmalıdır. Tüm terapiler güçlerinin en azından
lar üzerindeki araştırmalara genellemek hiç de bir kısmını, insanların tedavi ediciye duydukları
kolay değildir. Psikoterapide, yardım alma bek­ inanç ve daha iyi olmak için duydukları derin ar­
lentisi kendi başına bir bileşen olabilir! Neden? zudan alır.
Eğer terapistin benimsediği kuram düzelmeye
ilişkin olumlu beklentinin kendisini etkin bir bile­ ARAŞTIRMA VE UYGULAMADA
şen olarak değerlendiriyorsa, o zaman beklenti­ TERAPİ
den doğan iyileşme, tanım gereği, plasebo etki
olarak ele alınmamalıdır. Lambert, Shapiro be Terapist elkitaplarının kullanımı psikoterapi
Bergin (1986) psikoterapilerin etkileri üzerinde araştırmalarında ölçüt durumuna gelmiştir. Bu
yapılan araştırmalarda “plasebo etkenleri” yeri­ elkitapları, belirli bir terapinin nasıl yürütüleceği­
ne “ortak etkenler” kavramının geçmesi gereği­ nin ayrıntılı yönergeleridir ve genellikle, tedavi­
ni tartışmaktadır. Rosenthal ve Frank’ın (1956) nin değişik aşamalarında uygulanacak özgül iş­
plasebonun terapötik olarak atıl olduğunun an­ lemleri şart koşarlar (örn., Addis, 1997; Wilson,
cak belirli bir kuram çerçevesinden anlaşılabile­ 1996). Günümüzde, çalışma sırasında terapist­
ceği biçimindeki, daha önceki uyarılarını yinele­ lerin izlemek zorunda oldukları bağımsız değiş­
mektedirler. Bu yazarlar “ortak etkenler”i şöyle kenlerin ayrıntılı olarak tanımlandığı bir elkitabı
tanımladılar: olmaksızın bir psikoterapi araştırması için pa­
“belirli bir tekniğe bağlı olmaksızın …… tedavi orta­ rasal destek elde etmek olanaksızdır. Bu stan­
mına ilişkin boyutlar. Birçok terapide ortak olan etkenler dartlar psikoterapi çalışmalarında önemli bir ge­
(gelişme için beklenti, telkin, sıcaklık ve dikkat, anlayış, lişme olarak yaygın biçimde düzenlenmektedir.
PSİKOTERAPİ ARAŞTIRMALARINI DEĞİRLENDİRMEDE GENEL SORUNLAR 517
√√

Herhangi bir psikoterapi çalışması okuyan biri­ hastalarda uygulanan psikoterapilerin etkinlik­
si, bu standartlar sayesinde, belirli bir deneysel leri konusunda söyleyebilecekleri sınırlıdır. Bu
koşulda hastalara ne olduğunu öğrenebilir. ironik bir durumdur, çünkü belirli bir tekniğin
Esas olarak bu bölümde tartışılan içgörü te­ ya da genel kuramsal yaklaşımın savunucuları
rapilerini içeren erken dönem araştırmalar bu kendi duruşlarını desteklemek için bu kontrollü
bilgiyi çok daha anlaşılmaz yapmışlardır. Bir ya­ çalışmaların kanıtlarına başvururlar.
zıda hastaların “psikodinamik psikoterapi” ya da Günümüzün kontrollü çalışmalarının diğer
“danışan merkezli terapi” (ya da davranış tera­ ortak özelliklerinden biri, araştırılan soruna ek
pisi) aldıklarını okumak bize biraz bilgi vermek­ sorunları olan (eş hastalanma konusu) insan­
tedir, ama terapinin gerçekten nasıl olduğunu ların bu çalışmaların dışında kalmasıdır. Diğer
özgülleştirmemektedir. Daha da önemlisi, belirli bir ortak özellik ise, bu çalışmaların, böylesi bir
koşullarda, Dr. X’ten tedavi gören hastaların, araştırmaya katılmaya gönüllü olanların moti­
aynı deney koşullarında Dr. Y’den terapi alan vasyonlarından ayrık birçok başka sorunla te­
hastalarla aynı ya da benzer deneyimden geçip rapistlere başvuranlara değil, yüksek derecede
geçmediklerinin belirlenememesidir. yapılandırılmış bir tedavi protokolü içinde gö­
El rehberlerinin kullanımı, bunları kullanacak rülmeyi isteyen kişilere dayanmasıdır. Diğer bir
araştırmacı terapistlerin eğitimi ve bu terapist­ deyişle, kontrollü çalışmalara katılmaya gönüllü
lerin seanslar sırasında gerçekten ne yaptıkla­ olan ve kabul edilen hastalar psikoterapideki
rının izlenmesi (monitor) 1960’larda gündeme hastaların belki de büyük bir çoğunluğundan
gelmiştir. El rehberlerine dayalı ve farklı tedavi farklı özellikler taşır. Bu durum kontrollü çalışma
biçimlerinin tartışıldığı ilk çalışma, sistematik sonuçlarının günlük psikoterapi uygulamalarına
duyarsızlaştırma ile bir içgörü terapisinin karşı­ genelleştirilmesini riskli kılabilir.
laştırıldığı araştırmadır (Paul, 1966). Bu çalış­ Kontrollü çalışmaların diğer bir özelliği, has­
ma, psikoterapi araştırmalarında büyük bir de­ taları homojen bir grup olarak tanımlayabilmek
ğişimin öncüsüdür. için DSM tanılarını yaygın olarak kullanmasıdır.
Her şey iyi güzel ama durup düşündüğümüz­ Örneğin, Bölüm 18’de anlatılan geniş ölçekli
de bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH) depres­
El rehberlerinin kullanımı, yüksek iç geçerlilik yon çalışmasında araştırmaya katılanlarda
(elde edilen sonuçlar belirli güvenilirlik sınırları majör depresyon bulunup bulunmadığı DSM
içinde bağımsız değişkenin etkisine atfedile­ ölçütlerine göre konmuş ve bu hastalar seçki­
bilir) sağlarken acaba dış geçerlilik açısından siz (random) olarak farklı deneysel durumlara
durum nedir? Yani, bu el rehberlerine dayanan alınmıştır. Fakat birçok kez gördüğümüz gibi,
terapilerden elde edilen sonuçlar, kontrollü bir insanlar birçok nedenden dolayı çökkün, kaygılı
çalışmanın kuralları dışında, günlük psikoterapi ya da alkol veya sigara bağımlısı olabilirler. Bu
uygulamalarına genelleştirilebilir mi? Psikote­ tür çalışmalarda mümkün olamayan şey, bir ki­
rapi alanında bundan daha sıcak tartışılan ve şinin idiyografik analizidir; yani, o kişinin belirli
daha önemli bir başlık belki de yoktur (Goldfield bir biçimde hissetmesi, düşünmesi ve davran­
& Davison, 1994; Persons, 1989). ması açısından en önemli etkenleri belirlemek
Sorunu tartışmanın bir yolu şudur: Yazılıp bel­ için, tek bir olgunun biricik özelliklerinin anali­
gelenmese de, terapistlerin çoğunun kendilerini zi (Beutler, 1997; Goldfried & Davison, 1994).
“eklektik” olarak betimledikleri gerçeğini hatır­ Kontrollü çalışmalarda genellikle birbirine ben­
larsak (Örn., Jensen, Bergin & Greaves, 1990; zeyen ağır depresyonlu hastalar tedavi edilir;
Smith, 1982), belirli tekniklerle (örn., duyarsız­ deneysel araştırmaların en iyisinde bu araştır­
laştırma) ya da yaklaşımlarla (örn., danışan maların iyi bir iç geçerliliği olacaktır (deneklerin
merkezli terapi) yapılan kontrollü çalışmalar o seçkisiz atanmasına ilişkin önceki tartışmayı
terapinin doğası ve sonuçları hakkında yalnızca anımsayınız).
o uygulama ile sınırlı bilgi vermektedir (Lambert Psikoterapi araştırmaları son zamanlarda et­
& Bergin, 1994). Şu bir gerçek ki, terapistlerin kinliği ve verimliliği birbirlerinden ayırmaktadır.
çoğu çok seyrek olarak belirli kuramsal yöneli­ Bir müdahalenin etkinliği, tipik biçimi akademik
min (örn., psikanalitik, danışan merkezli ya da bir araştırma ortamında yapılan kontrollü bir ça­
davranışçı) katı sınırları içinde kalır. Dolayısıy­ lışma sonucunda belirlenir. Bir müdahalenin ve­
la, bu ve izleyen iki Bölümde anlatılan kontrol­ rimliliği ise, günlük hayatta, pratiklerini bir tedavi
lü çalışmaların bu araştırmalarda yer almayan el rehberine bağlılıkla tanımlamayan bir terapis­
518 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

te gidildiğinde uygulanan müdahaleler için kul­ önemi vurgulanmıştı. Öyle ki, insanların yaşam­
lanılır. Örneğin, agorafobisi bulunan bir kişinin larının her anında birçok öngörülemeyen ve ba­
evinden uzağa gidebileceği gibi, gözlenebilir, iyi zen kontrol edilemeyen etken söz konusudur ve
tanımlanmış problemlerin azaltılması genellikle dolayısıyla, insan davranışlarını anlamamız ve
etkinlik çalışmalarının konusudur; verimlilik ise, onu ön görerek değiştirebilmemiz sınırlıdır. Bu­
genellikle, hastaların kendileri tarafından daha nun psikoterapi çalışmalarıyla ilişkisi nedir?
bütüncül ve öznel ölçütlerle değerlendirilir. Ör­ Tedavi görmeyen, dolayısıyla profesyonel bir
neğin, bu ölçütler, terapiden duydukları tatmin tedavinin varsayılan yararlarından hiçbirini al­
düzeyi, kendilerine ne kadar yardımcı olundu­ mayan kontrol gruplarındaki bazı insanlar daha
ğuna dair inançları, yaşam kalitelerinin gelişip iyiye gitmektedir. Neden? Her şeyden önce, bu
gelişmediği konusundaki inançları olabilmekte­ insanlar kendi yaşamlarını sürdürmektedir, yani
dir (Consumer Reports, 1995; Seligman, 1995; onları olumlu etkileyebilecek olaylarla, örneğin,
1996’dan akt.). işte ilerleme ya da özel birisiyle tanışma gibi,
karşılaşmaktadır. Psikoterapi üzerine araştırma
SÜREÇ VE SONUÇ yapanların tek umabileceği şey, araştırmanın
farklı gruplarındaki bireylerin bu tür olaylarla
Belirli bir müdahalenin ne kadar işe yaradığı­
yaklaşık eşit düzeylerde karşılaşmalarıdır. Kıs­
nı bildiren araştırmalarla (sonuç araştırması),
men bu tür olaylar nedeniyle, küçük hasta grup­
belirli bir sonucun nasıl ortaya çıktığını, yani, te­
ları üzerinden çıkarsamalar yapılmaz ve hasta­
rapötik değişimin altında yattığına inanılan sü­
lar gruplara tesadüfî olarak ayrılır. Tabii ki, bir
reçlerin ne olduğunu bildiren araştırmalar (sü-
terapi çalışmasına katılanların, ister terapi ister
reç araştırmaları) arasında ayrım yapılmalıdır.
kontrol grubunda olsunlar, aynı zamanda kendi­
Genellikle, sonuç araştırmaları süreç araştırma­
lerini daha kötü yapabilecek olumsuz yaşantıla­
larından önce gelir. Her şeyin ötesinde, eğer X
rı da olabilir.
müdahalesinin insanların üzerinde olumlu bir
Ampirik geçerliliği olmayan psikoterapile­
etkisi yoksa bunun nasıl işlediği ile neden ilgi­
rin en şiddetli eleştirmenlerinden olan Robyn
lenilsin?
Dawes (1994) tedavi araştırmalarında ortaya
çıkan bazı düzelmelere ilişkin güçlü bir hipo­
TEDAVİ GÖRMEYEN KONTROL
tez öne sürmüştür. Profesyonel olmayan “tera­
GRUPLARI pistler”, örneğin, öğretmenler gibi, etkili tedavi
Psikoterapi araştırmalarını incelerken, şu sunma konusunda bazen profesyoneller kadar
veya bu psikoterapi uygulamasından sonra başarılı olabilirler (Berman & Norton, 1985; Ch­
hastalarda düzelme olduğunu gösteren ve bu ristensen & Jacobson, 1993)1. Dawes insanların
verilerin o psikoterapinin etkinliğini kanıtladığını bir danışmanlık ilişkisine girdiğinde, bu profes­
öne süren birçok çalışmaya rastlayacağız. Bu yonel olmayan bir ilişki dahi olsa, yaşamlarında
görüşler bir miktar geçerlilik taşır; her şeyden değişim yapmaya güdülendiklerini tartışmakta­
önce hastalar, tedaviden önce mutsuzdu, teda­ dır. Hatta terapinin bizzat kendisi etkili olmaya­
viden sonra daha iyiler. Ancak, göz ardı edilen bilir ve hatta bu değişimler terapistle çalışılan
şey (bkz. Bölüm 5), bu tür tedavi sonucu verile­ konularla ilgili de olmayabilir. Ancak, terapist bu
rinden, yalnızca zamanın geçmesi ile ne olacak­ olumlu değişimleri kendi uygulamalarına bağ­
tı, sorusuna yanıt bulamayacak oluşumuzdur. lar. Emin olmak için, bu kitapta incelediğimiz
İnsanların yaşamı süreklidir ve kişinin yaşamını etkinlik çalışmaları gibi çalışmalardaki kontrol
iyi ya da kötü etkileyecek olaylar da sürekli ya­ grupları bize bu tür alternatif yorumları değer­
şanır (aşağıdaki kaos kuramı tartışmasına bakı­ lendirmemize izin verir, ancak, yine de, herhan­
nız). Tedavi görmeyen kontrol grubunun olması gi bir psikoterapi araştırmasında ne kadar şeyin
bir tedavi sonucu araştırması için temel ve as­ açıklanmadığı ve araştırılmadığının bilinmesi
gari ölçüttür, ancak sıklıkla da kontrol grubuna önemini sürdürmektedir. Burada gözden geçir­
rastlamayız. 1
Bu sonuçlar sorgulanmadan kalmamıştır. Terapinin ne kadar etkili olduğu
üzerinde profesyonel deneyim ve itibarın etkisi olmadığı iddiasını dengelemek
üzere, Peterson (1995) bu iddiaları destekleyen verilerin konuşmaya dayalı
KAOS KURAMI VE YAŞAM danışmanlıktan geldiğini ya da sorunu ciddi olmayan bir kişi ile sempatik bir
dinleyicinin yapılandırılmamış konuşmalarından kaynaklandığını tartışmıştır.
Bölüm 5’te kaos kuramı tartışılmış ve psiko­ Ona göre bu durumlar gerçek uygulanan terapiden yeterli derecede farklıdır. Bu
tartışma psikoterapinin hangi türünün sigorta kapsamına alınacağı konusunda
patoloji ve terapinin anlaşılmasında bu kuramın karar vermekle görevli kişiler için öfke yaratıcıdır.
PSİKANALİTİK TERAPİLER 519
√√

diğimiz noktalar, örneğin, özellikle, etkinlik ve ginlerini serbest bırakmaya ve zihnine gelen her
verimlilik çalışmaları arasındaki farklar bilimsel şeyi söze dökmeye yüreklendirilir. Bu bölümün
kuramlaştırma ve çıkarsamalar açısından alçak başında çerçeve içindeki alıntı hastanın serbest
gönüllülük ihtiyacının altını çizmektedir (Bkz., çağrışım yapması için verilen yönergenin bir ör­
Odak 17.1). neğidir. Yeterli egzersiz yapıldıktan sonra, ser­
best çağrışımın bilinçdışı materyalin ortaya çı­
PSİKANALİTİK TERAPİLER kartılmasını kolaylaştıracağı varsayılmaktadır.
Buradaki serbest sözcüğü nedensiz anlamı­
Psikanaliz ve ilgili görüşler psikiyatri ve klinik na gelmemekte; bilinçli sansür ve kontrolden
psikolojide önemli bir güçtür. Temel özellikleri­ serbestleşmiş olmayı tanımlamaktadır. Kendisi
ni Bölüm 2’de özetlemiştik. Bu bölümde, klasik de determinist olduğunu açıklamış olan Freud,
(Freudcu) psikanaliz, ego analizi ve kişiler arası serbest çağrışımların akışını, psikolojik yasalar
terapilerin daha ayrıntılı betimlemelerini ve de­ tarafından idare edilen bilinçdışı düzeneklerin
ğerlendirmelerini yapacağız. ürettiğine inanmıştır. Öyle ki, serbest çağrışım­
lar gerçekten serbest değildir (Morse, 1982, s.
KLASİK PSİKANALİZDE TEMEL 215). Gerçekten de, çağrışımların serbest ol­
madığı varsayımı bu tekniği psikanalizde önem­
TEKNİKLER VE KAVRAMLAR
li kılar.
Klasik psikanalizin can alıcı noktası egoyu bi­ Terapide, hasta, duygu ve düşüncelerini,
reyin sağlıklı bir erişkin olarak büyümesine yar­ önemsiz ya da utanç verici görülebilecek un­
dımcı olmaktan alıkoyan bastırmaların ortadan surları ayıklamadan, mümkün olduğunca aynı
kaldırılmasına yönelik terapötik bir müdahale biçimde belirtmesi gerektiği kuralına uymalıdır.
oluşudur. Psikopatolojinin, insanların gerçek Freud düşünce ve anıların çağrışım zincirlerin­
güdülenmelerinin ve korkularının farkına varma­ de oluştuğunu ve ilk belirtilen en yeni düşün­
dıkları durumlarda geliştiği varsayılır. Bunların celerin sonuçta, daha öncekilere ve daha kritik
sağlıklı işlevselliğe dönüştürülmesi ancak bas­ olanlara varacağını kabul eder. Daha önceki
tırılan şeylerin bilincine varılmasıyla mümkün­ yıllara ait bu erken olayların ortaya çıkabilmesi
dür. İnsanlar davranışlarını neyin güdülediğini için, terapist hastanın düşüncesini yönlendirme­
anlayabildiklerinde daha çok seçeneğe sahip me konusunda dikkatli olmalıdır; öyle ki, tera­
olacaklardır. Psikanalizin bir kuralını yinelersek, pist etkisini en aza indirebilmek için genellikle
“idin olduğu yerde egonun da olmasına izin ve­ hastanın arkasında oturur.
rin”. Temel olarak, kişiliğin bilinçli, tasarlayıcı ve
seçim yapan bölümü olan ego eğer bastırmalar DİRENÇ
en aza indirilirse, kişiye akılcı ve gerçekçi yön­
lere doğru rehberlik edebilir. Ancak serbest çağrışımda, dizginlerinden
Wachtel (1977)’in tüylü mamutu psikanalitik kurtulduğu kabul edilen düşüncelerin arasına
kuramın psikolojik sorunların altında yattığını kendilerini sokuşturan bloklar ortaya çıkar. Has­
varsaydığı çözülmemiş, gömülmüş çatışmalar talar aniden konuyu değiştirebilir veya bir olayın
için iyi bir metafordur. Dolayısıyla, terapide uy­ ne kadar önce olduğunu hatırlamayabilir. Sean­
gun odak reddedilme korkusu gibi güncel olarak sı kesmek için her türlü taktiği (sessiz kalmak,
sunulan sorun değil, psişede varolan bilinçdışı divandan kalkmak, pencereden bakmak, şaka
çocukluk çatışmalarıdır. Kişi ancak, bastırma­ yapmak ya da analiste kişisel yorumlarda bu­
nın kaldırılmasıyla altta yatan sorunla yüzleşe­ lunmak gibi) deneyebilir. Hastalar geç gelebi­
bilir ve bu sorunu erişkin yaşamı bağlamında lir veya randevuyu tümden “unutabilir”. Freud,
yeniden değerlendirebilir. serbest çağrışımın önündeki bu tür engellere
büyük önem vermiş ve direnç olarak adlandırdı­
ğı bu olgu bastırma kavramının geliştirilmesini
SERBEST ÇAĞRIŞIM sağlamıştır. Freud’a göre, serbest çağrışımı bo­
Psikanalistler hastalarının bastırılmış çatış­ zan şeyler, duyarlı alanlar üzerindeki bilinçdışı
malarını ortaya çıkarabilmeleri için çeşitli tek­ bir kontrole dek izlenebilir. İşte psikanalitik psi­
nikler kullanırlar. Belki de, en iyi bilineni ve en koterapistin de deşmeyi istediği alanlar bu alan­
önemlisi serbest çağrışımdır; burada, hasta bir lardır. Bazı özellikleriyle, bu dirençler analiste
divanda yatarak düşünce ve duygularının diz­ hasta hakkındaki en kritik bilgileri sunar.
520 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

ODAK 17.1 META-ANALİZ VE PSİKOTERAPİNİN ETKİLERİ

Psikoterapi araştırması alanındaki son yıllarda giderek aratan bir eğilimin parçası olarak, eleştir-
oldukça dikkat çeken bir gelişme de meta-analizdir. menler değerlendirme ve karşılaştırma aracı olarak
Smith, Glass ve Miller (1980) tarafından tasarlanan meta-analize giderek artan bir şekilde güvenmişlerdir.
meta-analiz: Bu ruhla, Lambert ve arkadaşları (1986) psikotera-
çok sayıda farklı çalışmanın standardize edilmiş pi hakkında genel olarak, yani kuramsal yönelimler
sonuçlarının ortalamasını bulmanın niceliksel bir arasındaki farklılıklar açıkça göz önünde bulundurul-
yöntemidir. Analiz birimi etki büyüklüğü (effect size) madan, birkaç çıkarım yaptılar. Bu taktiğin elmayla
ES’dir. Terapinin etki büyüklüğünün niceliksel göster- armudu karşılaştırma riskine yol açmasına rağmen,
gesine (indeksine), tedavi grubunun ortalamasından onların çıkarımları bu alandaki geniş ölçekli araştır-
kontrol grubunun ortalamasının çıkarılmasıyla elde mamız için yine de yararlıdır.
edilen farkın, kontrol grubunun standart sapmasına 1. Lambert ve ark., (1986) hem diğerlerinin
bölünmesiyle ulaşılır. Etki büyüklüğü (ES) ne kadar hem de Smith ve ark.’nın (1980) bulgularının ötesine
genişse, terapinin etkisi o kadar büyüktür. geçtiler ve pek çok psikoterapötik müdahalenin çok
Karşılaştırmanın temeli terapi B’ye karşı terapi A bilinen birkaç plasebo kontrol grubundan daha etkili
olmak zorunda değildir; daha çok, terapinin uygulan- olduğunu buldular. Psikoterapistlerin “plasebologlar-
dığı ortam ve hasta türü gibi boyutlar karşılaştırıla- dan” daha fazla olduğu sonucuna vardılar (s. 163).
bilir. Başka bir deyişle, bağımsız değişken müdahale Aynı şekilde, Lambert ve arkadaşlarının, plasebo et-
sonucu üzerinde etkili olduğu kabul edilen herhangi kenleri yani içtenlik, güven ve cesaretlendirme yerine
bir etken olabilir. Meta-analizin büyük avantajı, fark- “ortak faktörler” dedikleri şey, geniş bir duygudurum
lı zamanlarda farklı araştırmacılar tarafından çeşitli ve kaygı bozuklukları yelpazesinde anlamlı ve hatta
ortamlarda yapılan çalışmalar arasında ortak bir öl- devam eden iyileşmeyi kendileri gerçekleştirebilir.
çüm sağlamasıdır. 2. Psikoterapinin olumlu etkilerinin, sonlanma-
Orijinal ve sık atıf alan raporlarında, Smith yı takip eden aylarda devam etme eğiliminde olduğu-
ve arkadaşları (1980) 1700 etki büyüklüğü ve 25.000 nu buldular, Lambert ve ark., (1986) bu iyimser çıka-
den fazla hasta içeren 475 psikoterapi sonuç araştır- rımı Nicholson ve Berman (1983) tarafından yapılan
masının meta-analizini yapmışlar, bazı tartışmalar altmış yedi sonuç çalışmasının (genellikle doğasında
yaratan ve dikkat çeken iki sonuca ulaşmışlardır. İlk davranışçı olan ve psikotik, beyin hasarlı, antisosyal
olarak, terapilerin geniş bir menzilinin, tedavinin kişilik ya da madde bağımlılığı bozukluğu olarak tanı
olmadığı durumlardan daha geniş etki büyüklükleri koyduklarının dışında kalan hastalarla yapılan) bir
ürettiği kararına varmışlardır. Özellikle, tedavi gör- meta-analizine dayandırmışlardır. Tedavi sonrası du-
müş hastaların, tedavi görmeyenlerin yaklaşık yüzde rum, izleme durumuyla yüksek korelasyondaydı ve ge-
80’inden daha iyi durumda olduğu bulunmuştur. Di- nellikle izlemedeki grup farklılıkları, terapinin sonlan-
ğer yazarlar tarafından yapılan sonraki meta-analiz- dırılmasının hemen ardındakilerle benzerdi. Bu bulgu,
ler, bu ilk bulguları doğrulamıştır (Lambert ve Ber- danışan ve (düzenli seanslarla gelmeyi kestiklerinde
gin, 1994). İkinci olarak Smith ve arkadaşları çeşitli hastaların durumlarının iyi olmaya devam edeceğini
müdahale modelleri içinde bu etki büyüklüklerinin bir uman) terapistin kendisi için açıkça önemlidir. Ayrıca,
diğerinden farklılaşmadığını öne sürdüler. çoğu kez meslektaşlarını, verilen bir tedavinin etkile-
Psikoterapi araştırmaları literatürü, çalış- rinin kalıcı olduğuna iknâ etmek için masraflı ve güç
maların puanlarını derecelendirmeye yönelik çaba- izleme ölçümlerine girişmek zorunda kalan psikotera-
larda ve karşılaştırılan terapi türlerinin değerine göre pi araştırmacıları için de önemlidir. Yine de, Lambert
karşılaştırmalı ifadeler kurma görevi için bir doğru- ve ark., (1986) örneğin yinelendiği bilinen depresyon
luk ve düzen getirmek üzere meta-analizin kullanıldı- gibi bazı bozuklukların belki de diğerlerinden daha
ğına dair atıflarla doludur. Aslında, alanda standart fazla takip edilmesi gerektiğini bize hatırlatır.
olarak kabul edilen Handbook of Psychotherapy and 3. Belirli bir tedavi koşulundaki katılımcılar
Behavior Change (Garfield ve Bergin, 1994) adlı ki- arasında önemli bir değişkenlik vardır. Tedavi grubu
tap fazlasıyla, meta-analizi kullanan literatür incele- X’in ortalama olarak anlamlı bir gelişme gösterebil-
melerine dayanır. Psikoterapide eklektisizme yönelik mesine rağmen, bu grupta sıklıkla daha kötüye giden

RÜYALARIN ANALİZİ larda öne çıkmasına izin verdiğini varsaymak­


tadır. Hastanın ilgileri, rüya materyalinin gerçek
Serbest çağrışım gibi rüya analizi de tera­
öneminden bilinçli egoyu korumaya yardımcı ol­
pistin hastayı hatırlama ve daha sonra kendi mak için, sıklıkla semboller biçiminde ifade edi­
rüyalarının analizini yapma konusunda hastayı lir (gizli içerik). Rüyaların görünen / açık içeriği,
yönlendirdiği bir alandır. Freud uyku sırasında yani, o anda açıkça görülenler, gerçek anlamın
ego savunmalarının zayıfladığını, bunun form­ bastırılması ile bilinçdışı materyalin tümüyle dı­
PSİKANALİTİK TERAPİLER 521
√√

hastalar vardır. Bu kötüye gitme etkisi (deterioration sonuç çalışmasının bulgularını kabul etmek ya da red-
effect), Odak 19.1’de daha ayrıntılı olarak tartışıl- detmek için kullanılan ölçütleri daha açık hale getir-
maktadır. meye de yüreklendirmiş olduğunu söylerken haklıydı.
4. Sonraki bölümde gözden geçirilen bilişsel ve Ayrıca, meta-analiz yayımlanmış bir araştırmadaki
davranışçı müdahaleler ile içgörü terapilerini karşı- eksiklikleri ortaya çıkarmıştı, örneğin ortalamaların,
laştıran son meta-analitik çalışmalar, bilişsel dav- standart sapmaların yetersiz bildirilmesi ve denekle-
ranışçı müdahaleler yönünde düşük ama tutarlı bir rin atandıkları tedavi koşulunun farkında olan kişiler
üstünlüğü gösterir; ancak, içgörü terapisi taraftarla- tarafından sonuç verilerinin toplanması (Shapiro ve
rının davranışçı ve bilişsel terapilerin orta şiddetteki Shapiro, 1983). Meta-analizin uzun vadede yarar-
bozukluklara odaklandıklarına dair eleştirileri var- lı bir etkisi, araştırma uygulamalarında bir gelişme
dır*. ve yayım standartlarına yönelik bir seçicilik olabilir
(Kazdin,1986).
Bununla birlikte, meta-analiz aşağıdaki nedenler- 3. Sonuç çalışmalarının ezici çoğunluğu birden
den dolayı bir grup psikoterapi araştırmacısı tarafın- fazla bağımlı ölçüm kullanır. Smith ve ark., (1980)
dan eleştirilmiştir: orijinal çalışmalarında, her araştırmadaki her ölçüm
1. Davranışçı araştırmacılar Wilson ve Rach- için ayrı ayrı etki büyüklüklerini hesapladılar; bu,
man (Flachman ve Wilson, 1980; Wilson ve Rachman, daha fazla sayıda sonuç ölçümleri olan çalışmalara
1983), birçok davranışçı terapi çalışmasının, özellikle daha fazla ağırlık verilmesine yol açtı. Bu haksızlığı
tek denekli desenler (single-subject design) kullanılan- (örn., Landman ve Daves, 1980; Prioleau, Murdock ve
ların, Smith ve arkadaşlarının gözden geçirmesinde Brady, 1983) düzeltmek için çabalar, her bir çalışma
dışarıda bırakıldığına işaret ederler. Bu çalışmaların için tahmin edilen tek bir etki büyüklüğünü (single ef-
dışarıda bırakılmasının davranışçı terapinin durumu- fect size) bulmak için ayrı ölçümlerin birleştirilmesini
nu zayıflattığını iddia ederler. kapsadı. İlk bakışta, bu iyi ve adil bir çözüm gibi gö-
2. Daha genel bir sorun, meta-analize dâhil rünür ama O’Leary ve Wilson’un (1987) işaret ettik-
edilen çalışmaların kalite kontrolüdür. Terapi çalış- leri gibi, farklı ölçümlerin sağlayabildiği farklı bilgiyi
maları, belli araştırmacılar tarafından yargılandı-
belirsizleştirir ve ayrıca farklı ölçümlerin belirli bir
ğı gibi, iç ve dış geçerlikleri açısından fark gösterir.
müdahaleden farklı düzeylerde değişebileceği gerçe-
Tüm çalışmalara eşit ağırlık vererek, Smith ve arka-
ğini gözden kaçırır. Örneğin, hızlı kilo verdirme prog-
daşlarının meta-analizleri kötü kontrol edilen sonuç
ramlarının çabuk kilo kaybına ya da depresyondaki
çalışmasının iyi kontrol edilen kadar dikkate alındığı
bir artışa yol açabileceğine işaret ederler (Stunkard
bir durum yaratır. Smith ve arkadaşları kötü ile iyi
ve Rush, 1974). İstatiksel olarak bu iki ölçüm tek bir
çalışmaların etki büyüklüklerini karşılaştırarak bu
ölçümde birleştirilirse, anlamlı bir etkiye yönelik bir
soruna işaret etmeye çalıştıklarında ve fark bulama-
bulgu ortaya çıkmaz, dolayısıyla klinik olarak önemli
dıklarında, iyi çalışmaları iyi olmayandan ayırmada
bir sonuç gözden kaçar.
kullandıkları ölçütler nedeniyle de eleştirildiler (Ra-
chman ve Wilson, 1980). O’Leary ve Wilson (1987) 4. İçgörü oryantasyonlu terapiler, pek çok te-
diğer eleştirileri de dikkate aldılar ve esas sorunun, rapi sonuç araştırmasının bilişsel ve davranışçı te-
birisinin psikoterapi araştırmasındaki iyi ve kötü ni- rapistler tarafından yapılmış olduğu için, kendilerine
teliğe yönelik bir yargıda bulunmak zorunda olduğu karşı bir önyargı olduğunu iddia ederler (Lambert ve
ve diğerlerinin bu yargıda kusur bulabildiği sonucuna ark., 1986). Bu iddia can sıkıcıdır, çünkü Smith ve ark.
vardılar. (1980), araştırmacının eski bir bağlılığı olduğu bu tek-
Bu, terapi sonuç araştırmasının gözden geçiril- niklere yönelik daha büyük etki büyüklüğü bulmuşlar-
diği yıllar boyunca varolan çözümsüz bir sorun gibi dır. Devam eden bir meydan okuma da, başkalarının
görünür. Bilim adamının seçeneği olmadığı ama bir meta-analiz değerlerini yargılamada araştırmacının
araştırma parçasının geçerliği hakkında yargıda bu- kendi paradigmasının kaçınılmaz gibi görünen rolü-
lunması ve onu görmezden gelip gelmeyeceğine ka- dür. Biz şimdiye kadar bilimin bu yönünü defalarca
rar vermesi gereken zamanlar vardır. Belki de Mintz göstermiştik.
(1983), bu alanda meta-analize doğru yönelmenin, *
Beklenildiği gibi, önyargılı suçlamalar, çeşitli yaklaşımların taraftarları arasında
bizleri en azından araştırmada geçen yargıya özgü gidip gelir. Verilerin tarafsız ve paradigmadan bağımsız yorumlarını terapi
öznelliğe duyarlı hale getirmiş olduğunu ve belirli bir araştırmalarından elde etmek, psikopatolojidekinden daha kolay değildir.

şavurumu arasında bir anlaşma olarak ele alı­ tırılmış dürtülerden koruma mücadelelerini sür­
nabilir. Uzun bir ağacın kesilmesi (görünen içe­ dürürler.
rik) kişinin babasına karşı duyduğu öfkeyi (gizli
içerik) simgeleştirmekte olabilir. Dolayısıyla, rü­
YORUM VE İNKÂR
yaların içeriği bilinçdışı savunma düzenekleriyle
çarpıtılmıştır. Bu bilinç dışı savunmalar uykuda Terapide bilinçdışı materyal ortaya çıktıkça,
dahi tümüyle ortadan silinmezler ve egoyu bas­ yorum da sahneye çıkar. Bu teknik kişinin so­
522 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

nunda daha önce bastırılmış olan ve duygusal hisseden hasta giderek daha çok bastırılmış
olarak yüklü çatışmayla yüzleşmesine yardımcı materyali ortaya çıkaracaktır.
olur. Analist doğru zamanda hastanın savun­ Hastanın bir yorumu inkâr ettiği durumların,
malarına ve rüyalarının, duygularının, düşün­ bu yorumun doğru olduğunu gösterip gösterme­
celerinin ve eylemlerinin altta yatan anlamlarına diğine karar vermek psikanalizin en zorlu prob­
işaret eder. Analist yorumlarını çok erken yap­ lemlerinden biridir. Bu aynı zamanda gerçekten
mama konusunda dikkatli olmalıdır, aksi halde yıldırıcı bir epistemolojik2 sorundur. Bir ‘hayır’ın
hasta bunu tümüyle reddedip tedaviyi terk eder. gerçekte bir ‘evet’ olduğuna ne zaman karar ve­
Analistin yorumlarının etkili olabilmesi için, has­ rilebilir? Ancak analist diğer tüm klinisyenler gibi,
tanın tamamlamaya çok yakın olduğu içgörüyü yargılarını boşlukta oluşturmamaktadır. Analist
yansıtması gerekir ki, hasta bu içgörüleri ana­ bir problem alanının diğer bir alanla nasıl ilişkili
listten geliyormuş gibi değil de, kendi içgörüleri olduğuna dikkat ederek, hasta hakkında zaman
olarak ele alabilsin. Hastanın kendisine atfettiği içinde hipotezler formüle eder. Analist yavaş
bir yorumun çok daha kolay kabul edilebileceği yavaş ortaya çıkan bir resimde ipuçları arar ve
ve dolayısıyla, daha fazla terapötik etkisi olaca­ hastanın her ifadesi, her jesti bu şema çerçe­
ğı düşünülür. vesinden değerlendirilir. Bir hastanın ‘hayır’ı,
Yorum, analistin savunma mekanizmalarının analist tarafından oluşturulan diğer düşünceler
sürekli kullanılması karşısındaki en temel silahı­ bağlamında ‘evet’ olarak değerlendirilir. Analist
dır. Analist hastanın belirli bazı sözelleştirmele­ bu yargıyı, kısmen, hastanın bir yorumu ne ka­
rinin bastırılmış bilinçdışı materyalle nasıl ilişkili dar şiddetle inkar ettiğine dayandırır. Genellik­
olduğuna işaret edebilir ya da rüyaların görünen le inkâr aşırı / keskin bir tutumla yapıldığında
içeriğinin gerçekte ne anlama geldiğini önere­ savunmacı olarak ele alınır. Shakespeare’in
bilir. Eğer yorumun zamanlaması uygun ise, Hamlet’inde Kraliçe Gertrude’ün sözü gibi “öy­
hasta bastırılmış dürtüsünü güncel gerçekliğin lesine protesto etti ki, beni düşündürdü” (perde
ışığında incelemeye başlayacaktır; diğer bir de­ III, sahne 2).
yişle, hasta artık, dürtülerinin farkına varmaktan
korkmamayı kavrayacaktır. AKTARIM
Wolitzky (1995) en iyi yorumun hastanın
Psikanalitik terapinin çekirdeği aktarım nev-
geçmiş ve şimdiki davranışları arasındaki ben­
rozudur (transference neurosis). Freud bazen
zeşmeleri açığa çıkartan yorum olduğunu belirt­
hastaların kendisine duygu yüklü ve gerçekdışı
mektedir. Örneğin, terapist şunu diyebilir: “Şim­
bir biçimde davrandığına dikkat etti. Örneğin,
di bana yaptığınız (ben farklı bir davranış yolu
Freud’dan çok daha yaşlı bir hasta bir terapi se­
önerirken beni dinlememeniz) annenize yaptığı­ ansında çocuksu davranabilmektedir. Bu tepki­
nıza benziyor olabilir. Ve bunun aynı zamanda, ler genellikle, olumlu ve sevgi dolu iken, bazen
eşinizin bazen sizden dolayı nasıl kırıldığıyla da oldukça olumsuz ve düşmanca olabilir. Bu duy­
ilişkisi olabilir” bu yorumun amacı hastanın baş­ gular sürmekte olan terapi ilişkisinin niteliğine
kalarıyla ilişkilerinde yineleyici ve sorun doğuru­ uymadığı için, Freud bunları hastanın çocuk­
cu örüntüleri fark etmesini sağlamaktır. luğundaki önemli kişilere, çoğunlukla ebeveyn­
Analistin yorumları, aynı zamanda, hastanın lerine yönelik tutumlarının analiste aktarılmış
serbest çağrışımlarını bozan dirençlerinin an­ kalıntıları olarak ele alınmıştır. Başka bir deyiş­
lamlarını ortaya çıkarmaya da yardımcı olabilir. le, Freud, hastaların ona, sanki kendi geçmiş­
Analist, örneğin, hastanın belirli bir konudan lerindeki önemli bir kişiymişçesine davrandığını
kaçma eğilimine işaret edebilir. Hastalar sıklık­ hissetmiştir. Freud psikanalizin kaçınılmaz bir
la bu tür yorumları reddederler. Bu inkâr bazen özelliği olarak gördüğü tutumların bu aktarımını,
analistin yorumunun yanlış olduğunun değil, hastalara birçok endişe ve korkularının çocuk­
doğru olduğunun işaretidir. Rahatsız eden ça­ luktaki kökenlerini açıklamanın bir aracı olarak
tışmalarla ve bunların yeniden yeniden yüzleş­ kullanmıştır. Bu açıklama ve ortaya serme, aynı
tirilmeleriyle giden ağır çalışma süreci içinde, zamanda, bastırmaların kaldırılmasına yardımcı
hasta giderek analistin yorumlarının geçerliliğiy­
2
Yunancadaki “epistanai” teriminden gelen epistemoloji “bilme” ya da
le, genellikle, yoğun bir duygu içinde yüzleşir. “anlama” anlamındadır ve bir şeyi bildiğimize nasıl karar verdiğimizle ilgili
Analist tarafından düzenlenen kabul gördüğü felsefenin bir koludur. Bölüm 1 de tartıştığımız gibi, herhangi bir bilimsel
paradigma kendiliğinden kısmen bir epistemolojidir; bir bilgiyi kazandığımızı
ve yargılanmadığı ortamda kendini güvende söyleyebileceğimizi belirleyen kuralların ve standartların bir bütünüdür.
PSİKANALİTİK TERAPİLER 523
√√

olur ve gömülmüş dürtülerle yüzleşmeyi sağlar. Karşı aktarım sorunları nedeniyle, eğitim
Psikanalizde aktarım tam iyileşme için temel ka­ görenin deneyimli bir terapist tarafından psika­
bul edilir. Analistler aktarımın bastırılmış önemli nalizden geçtiği eğitim analizi veya Lehranaliz,
çocukluk çağı çatışmalarının yüzeye yaklaştığı analiz eğitiminin şekli bir parçasıdır. Birçok fark­
noktada geliştiğini ümit ederler. lı kuramsal yaklaşım terapistlerin kendilerinin
Analistler kasıtlı olarak gölgede kalıp akta­ de terapi görmelerini yararlı bulur, ancak analiz
rımın gelişimini, cesaretlendirirler; hasta ser­ eğitimi verilen enstitülerde terapi bir zorunluluk­
best çağrışım yaparken, genellikle, hastanın tur. Analistlerin karşı aktarımlarının yoğunluğu­
arkasında oturarak bastırılmış çatışmalardaki nu ve sıklığını en aza indirmeleri temeldir.
önemli kişilerin yansıtabileceği göreceli boş bir
perde konumundadırlar. Kendi kişisel yaşamla­
MESAFE (DETACHMENT)
rını ya da seans sırasındaki duygularını açığa
vurmamaya çok özen gösterirler (insancıl ve Analist hastanın günlük problemlerle başa
varoluşçu terapilerin tamamen tersine). Şefkat­ çıkması konusunda etkin olarak yardımcı ol­
li bir tutum göstermeye çalışırlar ki bu hastaya mamalıdır. Örneğin, sorunlu bir durumda nasıl
ebeveynlerine gerçek ya da hayali atıflarını ha­ davranması gerektiğini önermek gibi her tür­
tırlatabilir. Terapi ortamı çocukluk ortamından lü müdahaleden kaçınır, çünkü kısa dönemli
çok farklı olduğu için, analist hastalara endişe rahatlama hastanın bastırılmış çatışmalarını
ve korkularının mantık dışı (irrasyonel) doğasını açığa çıkartma çabalarını azaltabilir. Freud bu
kolaylıkla gösterebilir (Bkz., Odak 17.2). noktayı 1918’de vurgulamıştır, analist hastanın
hayatını, onu bilinçdışını deşmeye güdülenme­
KARŞI AKTARIM yecek derecede rahatlatmamalıdır, der ve ana­
Aktarımla ilgili bir olgu da, karşı aktarım litik olmayan terapistleri bu ilkeye uymamakla
(countertransference), yani analistin hastaya eleştirir.
Onların tek amacı her şeyi hasta için olabileceği ka­
karşı duygularıdır. Bir psikanaliz yazarı, kar­
dar hoş yapmaktır, böylece hasta iyi ve memnun hissede­
şı aktarımı “çarpık empati” diye tanımlar (Wo­ cek, hayatın güçlüklerinden kaçabilecektir. Böyle yaparak
linsky, 1995, s. 36). Analist kendi duygusal kı­ onun yaşamla yüzleşmesi ve yaşamdaki gerçek hedefle­
rıklıklarının hastayla ilişkisini etkilemesine izin rine ulaşmak için daha çok güç kazanması yönünde hiç­
vermeme konusunda dikkatli olmalıdır. Analist bir çaba sarf etmemiş olur. Analitik tedavide, bu türden
kendi ihtiyaç ve korkularının ne olduğunu bilme­ zarar verici tutumlardan kaçınılmalıdır. Hekimle ilişkileri
lidir, hastayı berraklıkla görebilmesi için kendi söz konusu olduğunda, hasta doyurulmamış arzularıyla
güdülenmelerinin yeterince farkında olmalıdır. baş başa bırakılmalıdır. Hastanın en acil ve yoğun olarak
doyurulmasını istediği arzuları özellikle doyurulmamalıdır
Bu sorun depresyonu olan hastaların terapileri­
(1955, s. 164)3.
nin tartışıldığı aşağıdaki alıntıyla örneklenebilir.
Burada karşı aktarım terapist için sürekli bir zor­ Analistin koyduğu mesafe sıklıkla, hem ana­
luk yaratmaktadır: litik kurama, hem de bunu uygulayan insanlara
Depresyonlu hastalar, terapiye ümitsizlik ve karamsar­ haksızlık edilerek yanlış yorumlanmıştır. Bir in­
lıklarını getirirler ve terapist de bundan etkilenebilir. Dep­ san acı ve ihtiyaç içinde olduğunda, ilk dürtü, ız­
resyon çok yavaş düzelirse ya da hiç düzelmezse terapist dırap çekeni birisinin kollarına alması ve ona her
suçlu, kızgın ve / veya çaresiz hissedebilir. Bir gün içinde şeyin iyi olacağı, ona yardım edileceği güven­
birkaç depresyonlu hasta gördükten sonra, terapist olduk­
cesi vererek rahatlatmasıdır. Ancak, analistin
ça çökmüş hissedebilir ve giderek ileride benzer hastalar­
la çalışmak istemeyebilir. Özellikle, intihar eğilimli hastalar
bakış açısı farklıdır; bir hasta terapiye geldiğin­
çok güç karşı aktarım ortaya çıkarırlar... de muhtemelen, başkaları ona teselli sunmaya
Bu tür zorluklara karşı bir cankurtaran, bu duyguların çalışmış ve eğer destek ve sempati yardımcı
ve bunlarla kişisel dinamikler arasındaki ilişkilerin farkın­ olacak olsaydı, olmuş olurdu. Öyle ki, analist,
da olmaktır. Izdırap çeken bir hasta terapistin iyileştirme somut öneriler ve destek ifadeleri göstermemek
ve beğeni kazanma fantezisini harekete geçirebilir ya da
için çok çalışmalıdır. Yönlendirici bir tutum ak­
bu ızdırabın varlığına yönelik öfke ortaya çıkabilir. Bu re­
aksiyonların açıkça farkında olmak şiddetli depresyonu
tarımı önler, çünkü, eğer terapist görüş bildirir,
olan hastalarda terapi yürütebilmek için terapistin sabırlı karşı çıkar, öğüt verir, yönlendirme yaparsa boş
olmasını ve küçük kazanımlarla yetinmesini sağlamasına bir perde olamaz. Analist hastayla arasında bir
yardımcı olacaktır. Aynı zamanda terapist rolünün sınırını
3
Bununla beraber Freud’un bu cümlede önerdiğinden çok aktif ve yönlendirici
aşıp açıkça zayıf olan bir hastanın tüm işini üstlenmekten olmaya ilişkin bildirimlerini anımsayın. Belli ki gerçek davranışları kuramından
kaçınmalıdır (Jacobson & McKinney, 1982, s. 215). sapan tek kişi Freud değildir.
524 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

PSİKOANALİTİK BİR SEANSTAN BİR


ODAK 17.2 PASAJ–BİR AKTARIM ÖRNEĞİ
Hasta (elli yaşında, erkek, yönetici) Bugün ger- ve serbest çağrışım seansları boyunca analist hasta-
çekten konuşmak istemiyorum. nın başarısızlık hislerinin, aşırı cezalandırıcı ve eleş-
Analist (birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra) Bel- tirici babasıyla ilgili çocukluk deneyimlerinden kay-
ki de neden konuşmak istemediğiniz hakkında konuş- naklandığından şüphelenmeye başlamıştı. Oğlunun
mak istersiniz. çabalarından hiçbir şekilde tatmin olmuyor görünen
Hasta İşte yine yapıyorsunuz, beni zorluyorsunuz, baba, danışandan daha başarılı bir adamdı. Burada
kendimi yapacak kadar güçlü hissetmediğim bir şeyi aktarılan diyalog daha sonra analist tarafından, ba-
yapmam için ısrar ediyorsunuz (Ara) Burada isteme- basının üzerindeki baskısına yönelik hastanın bir içer-
sem de her zaman konuşmak zorunda mıyım? (kızgın
leme ifadesi olarak yorumlandı, bu nedenle bu diyalog
ve hırçın bir sesle) Sadece beni rahat bırakamaz mı-
analistin kendisiyle çok az ilgiliydi. Hastanın, analis-
sınız? Ne hissettiğimi gerçekten umursamıyorsunuz,
tin, konuşmak istememesine yönelik hisleri hakkında
öyle değil mi?
Analist Neden umursamadığımı düşündüğünüzü konuşmasına dair nazik önerisine karşı aşırı tepkisi
merak ediyorum. kadar, hırçın ses tonu da onun analiste değil, kendi
babasına kızgın olduğunu göstermişti. Terapist böyle
Bu pasaj bağlam içinde ele alınmalıdır. Depresyon hislerin ifadesini, yani hastanın hislerini babasından
ve kaygıdan şikayet eden hasta yaklaşık bir yıl boyun- analiste aktarımını, anlamlı buldu ve izleyen seanslar-
ca terapi görmüştür. Ailesi ve iş arkadaşlarının gö- da hastaya babasına yönelik öfkesini ifade etmekle il-
zünde fazlasıyla başarılı olmasına rağmen, kendisini gili çocukluk korkularını yeniden değerlendirmesinde
güçsüz ve yetersiz hissetmekteydi. Birçok rüya analizi yardım etmek için bu sonuçtan yararlandı.

mesafe koyarken, yardım etme eğilimindedir. EGO ANALİZİ


Bu strateji analitik kuramla uyumludur ve birçok
Freud’un ölümünden sonra, ego analistleri
katı yaklaşımlı (ortodoks) psikanalist tarafından
diye anılan bir grup, psikanalitik kuramda önem­
sadakatle uygulanır.
li değişimler yaptılar. Onların yaklaşımı bazen
psikanalitik yerine psikodinamik diye adlandırı­
PSİKOANALİZ VE DAVRANIŞ lır. Bu çok katı olmayan hareketin önde gelen ki­
TERAPİSİ şileri Karen Horney (1942), Anna Freud (1946),
Klasik psikanaliz bilişsel ve davranışçı tera­ Erik Erikson (1950), David Rapaport (1951) ve
pilerin tam zıttıdır. Bu terapilerin uygulayıcıla­ Heinz Hartmann’dır (1958). Freud, organizma
rı, analistlerin bilinçdışında gömülü olduklarını ile çevre arasındaki etkileşimleri reddetmediyse
düşündükleri etkenlerle ilgilenmezler; tam da de, onun görüşü temel olarak bir itki modeliy­
analistlerin görmezden geldikleri alanlara, yani, di; insanlar intrapsişik güdülerle hareket eder.
hastalara somut günlük yaşam durumları için­ Ego analizinin savunucuları ise, kişinin çevreyi
deki davranışlarını ve duygularını değiştirme kontrol becerisine ve belirli içgüdüsel dürtülerin
konusunda yardıma odaklanmıştır. Analistin, doyurulması için araçların ve zamanın seçimine
büyük oranda ego analistinin destekleyici psiko­ daha çok önem verirler. Temel görüşleri, bireyin
terapi diye adlandırdığı şeyi, bilişsel davranışçı id olduğu kadar ego da olduğu biçimindedir. Ay­
terapistler, terapinin özü olarak ele alır. Aynı çer­ rıca, bireyin davranışının tarihsel nedenlerine
çevede, davranış terapistinin gereksiz ve hatta yönelik derin araştırmaları bazen savundukları
danışan için zararlı diye nitelendirdiği şey (bas­ olsa da, güncel yaşam koşullarına, Freud’dan
tırılmış geçmişi deşmek ve ‘şimdi-burada’ya daha çok odaklanmışlardır.
ilişkin özgül tavsiyelerde bulunma) ise, analist Ego analistleri için önemli olan, bir dizi ego
tarafından tüm psikoterapötik tedavinin temeli işlevidir: temel olarak bilinçli olan, hem id içgü­
olarak kabul edilir. dülerini hem de dış çevreyi kontrol etme yetisi
olan ve belirgin biçimde enerjileri için ide bağ­
lı olmayan bir dizi ego işlevi. Ego analistleri bu
ÇAĞDAŞ ANALİTİK TEDAVİLER
işlev ve yetilerin doğuştan var olduğunu ve ya­
Çağdaş analitik terapiler ego analizi, kısa di­ şantı ile geliştiğini varsayarlar. Freud tarafından
namik psikoterapi ve kişilerarası psikodinamik çok vurgulanmayan ego işlevlerinin genellikle id
terapiyi kapsar. dürtülerinin azaltılmasından ayrık, kendi ener­
PSİKANALİTİK TERAPİLER 525
√√

jileri ve doyumları vardır. Freud’a göre, toplum Grove gece klubü yangınından sonra kurtulan­
libidinal dürtülerin doyumu önünde olumsuz bir larda yapılan kriz önleme çalışmalarıydı.
ketleyici iken, ego analistleri bireyin toplumsal Tüm bu etkenler genel olarak psikoterapi­
etkileşimlerinin kendine özel bir doyum sunabil­ lerin kabul görüşüyle birleşince süresi sınırlı
diğini savunmaktadır. psikodinamik terapilere daha sağlam bir zemin
oluşturdu. Kısa süreli terapilerin bazı ortak yön­
KISA PSİKODİNAMİK TERAPİ leri şunlardır (Koss & Shiang, 1994):
• Değerlendirme erken dönemde ve hızla ya­
Meslekten olmayan kişiler hastaların psiko- pılır.
dinamik psikoterapilerde aylar, hatta yıllar ge­ • Terapinin sınırlı olduğu, düzelmenin sınırlı
çirdiklerini düşünseler de, bu terapilerin çoğu on sayıda seans içinde, 6-25 arası beklendiği baş­
seanstan az sürmektedir (Garfield, 1978). Ger­ langıçta açıklanır.
çekten de, Freud psikanalizi görece kısa süreli • Hedefler somuttur ve hastanın en kötü belir­
tasarlamıştır. Analistin özgül problemlere odak­ tilerinin düzeltilmesine odaklanmıştır, hastanın
lanması gerektiğini, terapinin belirli seansı aş­ yaşamında neler olduğunu anlamasına yardım­
maması gerektiğini hastaya açıklayacağını ve cı olunur, gelecekte daha iyi başa çıkması ko­
seansları yönlendirici bir tutumla yapılandıra­ laylaştırılır.
cağını düşünüyordu. Freud, kendisinden sonra • Yorumlar duyguların tarihsel öneminden çok
gelişen biçimine göre daha etkin bir psikanaliz güncel yaşam koşullarına ve hastanın davra­
öngörmüştü. Kısa süreli psikoterapinin öncü­ nışlarına yöneliktir.
leri Ferenczi (1920) ve Alexander ve French • Aktarım nevrozunun gelişimi yüreklendiril­
(1946)’dir. Kısa süreli psikoterapiler için birçok mez ancak terapiste yönelik bir miktar olumlu
neden arasında, günümüzde, insanların çoğu­ aktarım, terapistin öneri ve öğütlerini hastanın
nun bugünün gerçeklikleriyle başa çıkmak için izlemesini sağlamak üzere desteklenir.
en iyi yolun geçmişin heyecanla araştırılması • Burada genel görüş, psikoterapinin iyileşme
(klasik analitik tedavinin özü) olduğunu düşü­ sağlamadığı ancak sorunlu insanların yaşamın
nenlerin daha az olmasını sayabiliriz. Tersine, kaçınılmaz stresleriyle daha iyi başa çıkmaları­
birçok hasta terapinin kısa süreli olmasını ve nı öğrenmelerine yardımcı olduğudur.
özgül günlük yaşam problemlerini hedeflemesi­
ni istemektedir. Bu beklentiler daha kısa süreli KİŞİLERARASI PSİKODİNAMİK TERAPİ
dinamik terapi biçimlerinin tasarlanışına katkıda
Kısa psikodinamik terapinin bir türü olan
bulunmuştur.
Kişilerarası Terapi (IPT) hasta ve çevresi ara­
Sigorta şirketlerinin de hem tedavi süresinin
sındaki etkileşime vurgu yapar. Bu yaklaşımın
kısaltılmasına hem de analitik yönelimli çalı­ gelişmesinde öncü olan kişi ABD’Ii psikiyatr
şan terapistlerin kuramlarını kısa terapi olarak Hary Stack Sullivan’dır. Bazen yeni-Freudcu
anılan süresi kısıtlı psikoterapilere uygulamala­ olarak da adlandırılan Sullivan, hastaların temel
rında etkisi oldu. Bu sigorta şirketleri yıl içinde probleminin, hastanın çocukluk çağı ilişkilerinin
sınırlı sayıdan fazla psikoterapi seansının (ör­ (özellikle çocuk ve ebeveyn arası ilişkilerin) bo­
neğin, 25 seans) bedelini verme konusunda gi­ zuk organizasyonundan kaynaklanan yanlış al­
derek isteksiz oldular ve ödeme miktarlarını da gılamaları olduğunu savunur.
sınırladılar. Ayrıca, 1960’lardan sonra gelişen Sullivan analistin terapi sürecindeki rolü­
bilişsel davranışçı terapiler somut problemlere nün “katılımcı-gözlemci” olduğunu belirterek
odaklandılar ve uzun süreli terapilerden sakın­ Freud’dan ayrılır. Terapistin aktarım nevrozu
dılar. için beyaz perde olarak gördüğü klasik ve hatta
Kısa psikodinamik terapilerin tarihinde önem­ ego analitik görüşün tersine, Sullivan terapistin
li bir başka aşama da, psikolojik acil durumlarla bir bilimci olarak üzerinde çalışmakta olduğu
karşılaşan ruh sağlığı çalışanlarının zorlukla­ sürecin kaçınılmaz bir parçası olduğunu tartışır.
rıdır (Koss & Shiang, 1994). II. Dünya Sava­ Analist hastaları görürken aynı zamanda onları
şı sırasındaki acil olgular Grinker ve Spiegel’i etkilemektedir.
(1944) bugün travma sonrası stres bozukluğu Aktarımın eleştirel bir değerlendirmesini ya­
diye adlandırılan durumların klasik kısa süreli parken Watchtel (1977) terapinin kişilerarası
analitik tedavisine yönlendirdi. Benzer bir katkı doğası üzerine daha büyük bir önem vermiştir.
Eric Lindemann’ın (1944) 1943’deki Cocoanut Terapistin gölgede kalarak aktarımın gelişimini
526 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

bir profesyonel olarak görür, öyle ki, aktarım,


danışanın kişiliğinin açıklığa kavuşması olmak­
tan çok, aslında, danışanın en az düzeydeki
geri bildirim nedeniyle yaşadığı aşırı rahatsızlık
olabilir. Üstelik analist danışanın davranışlarını
muayene odasında öylesine kısıtlar ve ortamı
öylesine sınırlandırır ki, bu durumda danışanın
davranış, tutum ve duygularının ancak sınırlı
bir bölümünü görebilir. Wachtel’in, psikanaliz
ve davranışçı bakış açılarının karışımı olan bu
düşünceleri, ileride, temel paradigmalar arası
yaklaşımlara ilişkin gelişmelerin tartışıldığı say­
falarda daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Kısa psikodinamik terapilerin çağdaş bir örne­
ği Klerman ve Weissmann’ın geliştirdikleri Kişi-
lerarası Terapi (IPT; Interpersonal Therapy)’dir
(Klerman ve ark., 1984). Bu terapi depresyonda
etkili bir tedavi yöntemi olarak daha önce an­
Cocoanut Grove gece kulübünde 1942 deki yangında 400’den latılmıştı. Bölüm 18’de, IPT’nin, Beck’in bilişsel
çok kişi hayatını kaybetti. İzleyen krize müdahale çalışması kısa
psikodinamik terapinin gelişiminde etkili olmuştur. tedavisi ve imipraminin (Tofranil) (yaygın kul­
lanılan bir antidepresif) karşılaştırıldığı önemli
kolaylaştırdığı biçimindeki katı psikanalitik gö­ bir çalışmayı gözden geçireceğiz. IPT güncel
rüşe karşı çıkarak, Wachtel, böylesi bir terapist kişilerarası sorunlara odaklanır ve başkalarıyla
tutumunun kendi yaptıkları ya da söyledikleri daha iyi ilişki kurmayı hastayla tartışarak, hatta
konusunda terapistin nasıl hissettiğine dair doğrudan öğreterek işler. Klasik psikanalizde
ipuçları arayan danışanı rahatsız ettiğini öne araştırılan büyük davranış değişiklikleri IPT’nin
sürer. Aktarım nevrozunun parçası olduğu ka­ amacı değildir.
bul edilen bazı çocuksu tutumların engellenmiş IPT hem psikodinamik hem de bilişsel dav­
ranışçı terapilerden stratejiler içerir. Temel oda­
bir erişkinin normal tepkileri olduğunu belirtir.
ğı, çocukluk dönemi ve gelişimsel konulardan
Sorunlu kişi olan danışan, analisti giderek ar­
çok, şimdi-ve-burada sorunlarıdır (Weissman &
tan duygu dışavurumları karşısında uzak kalan Markowitz, 1994); bu yaklaşım klasik psikanali­
Harry Stack Sullivan geleneksel psikanalitik aktarım kavramını tik kuramın vurgusunun tam karşıtıdır. IPT bazı
değiştirmiştir ve bunun yerine terapistin katılımcı gözlemci psikodinamik düşünceleri kapsasa da, özellik­
olduğunu önermiştir.
le geleneksel psikanaliz formlarından oldukça
farklıdır. IPT, geleneksel psikanalizden özellik­
le, terapiste verdiği yüksüz beyaz perde yerine
etkin hasta avukatlığı rolü ile ayrılır (Frank &
Spainer, 1995; Weissman, 1995). Depresyona
hakim olma. Hasta için terapi rehberi adlı kitap­
tan aşağıdaki bölüm IPT’yi betimlemektedir:
IPT terapisti 1) rüyalarınızı yorumlamayacaktır; 2) te­
daviyi sonsuza dek sürdürmeyecektir; 3) erken çocukluk
dönemine dalmayacaktır; 4) sizi serbest çağrışıma yönelt­
meyecektir; 5) terapist ya da tedaviye çok bağımlı hisset­
tirmeyecektir (Weissman, 1995, s. 11-12).
IPT başlangıçta orta yaş dönemi depres­
yonlarının tedavisi için geliştirilmişse ve ilk et­
kinlik çalışmaları bu uygulamaya ilişkinse de,
Klerman & Weissman (1993) IPT’yi daha yaşlı
ve genç hastalar için, HIV hastaları için, yeme
bozukluğu hastaları için, distimik bozukluğu ve
iki uçlu (bipolar) bozukluğu olan hastalar için
de savunurlar. Bu uygulamalara ilişkin etkinlik
PSİKANALİTİK TERAPİLER 527
√√

çalışmaları da yayınlarda görülmeye başlamış­ odipal çatışmayla ilgili; Sullivancılar kişiler arası
tır. Ayrıca, IPT’nin bir de, iyileşmedeki (remis­ ilişkilerle ilgili gibi...
yon) hastalarda depresif evrelerin yinelemesini Eğer içgörü bir sosyal dönüşüm süreci ise,
önleme amacı güden sürdürüm formları vardır onun gerçekliği ile ilgilenmemize gerek var mı?
(Frank ve ark., 1991). Bu soruyla, bir sonraki bölümde işleyeceğimiz
özellikle bilişsel davranışçı terapi konusunda
KISA TERAPİ ÜZERİNE SON SÖZ tekrar karşılaşacağız. Danışanlarını farklı ba­
kışlar kazandırmak için yüreklendiren terapistler
Kısa psikoterapilerin ne olduğu konusunda
içgörünün danışanın değişmesine yardımcı ola­
karışıklık olsa da, bu deyim hemen her zaman,
cağına inanırlar; bu noktada içgörünün gerçek
burada betimlenen ego-analitik ve kişilerarası
olup olmaması önemli değildir. İnsan yaşamının
yaklaşımları ifade eder. Tanımlayıcı özelliği psi­
yoğun karmaşıklığı nedeniyle, bir olayın gerçek­
kanalitik düşüncelerin ve uygulamaların kısa sü­
ten olup olmadığını, olduysa şimdiki problemin
reli kullanımı için uyarlanmasıdır. Ancak, bazen,
nedeni olup olmadığını herhangi bir kesinlik de­
bu deyim diğer paradigmalara dayanan terapi­
recesinde bilebilmek olanaksızdır.
ler için de kullanılmaktadır. Örneğin, Wolpe’nin
Bu sorunun başka yanları da bulunmaktadır.
duyarsızlaştırma ve ilişkili teknikleri; Ellis’in akıl­
Bölüm 20’de, terapide etik tartışmasında, psiko­
cı - duygusal terapisi, Beck’in bilişsel terapisi
terapinin son çözümlemede, moral bir müdaha­
gibi. Bunların ortak özelliği, bu müdahalelerin
le olduğu önerisini tartışıyoruz. Yani, terapistler,
de kısa süreli oluşlarıdır. Bu son sınıflandırma
amaçlamasalar da, bazen, danışanlarına nasıl
elektrokonvulsif tedavi, birçok ilaç tedavisi ve
yaşamaları gerektiği konusunda mesaj iletirler.
hatta psikocerrahi gibi iki düzine seanstan daha
Terapistler laik bir papaz rolü üstlenirler (Lon­
kısa süren tüm tedavileri kapsayacağı için, biz
don, 1964; 1986). Bu çerçevede, belirli bir içgö­
tartışmamızı kısa terapinin en elle tutulur tanımı
rünün kullanışlılığı bunların, danışanın belirli bir
olarak, psikanalizin kısa süreli uygulanması için
dizi gerekliliklere paralel bir yaşam sürmesine
bir biçimi olduğu düşüncesine oturttuk.
yardım edip etmediğine bağlıdır.
Analitik terapinin bazı önde gelen araştırma­
ANALİTİK TERAPİLERİN cılarının daha önce belirttiği gibi (Henry ve ark.,
DEĞERLENDİRİLMESİ 1994) klasik psikanaliz ve psikodinamik psiko­
Farklı psikanaliz biçimlerinin değerlendiril­ terapiyi uygulamada ayırmak güçtür. Genellikle,
mesinde paradigma açısından farklılıklar vardır. klasik psikanalistlerin çoğunun, psikodinamik
Düzelmenin ölçütleri nedir? Bir temel ölçüt bas­ psikoterapi, özellikle kısa terapi uygulayanlara
tırmaların kaldırılması ve bilinç dışının bilinçli göre, oldukça edilgen bir biçimde davrandıkları
hale getirilmesidir. Fakat bu nasıl gösterilebilir? kabul edilir. Ancak, Bölüm 2’de belirtildiği gibi,
Sonucu değerlendirme girişimleri Rorschach kendisini izleyen klasik analistlere göre, Freud
gibi projektif testlere dayandırılmıştır ki, bu test­ daha yönlendirici ve oldukça daha az mesafeli
ler de bilinçdışı kavramına dayanır (Cook, Blatt görünmektedir. Meşhur Meninger Vakfının bü­
& Ford, 1995). Ancak, bilinçdışı kavramının yük bir psikoterapi projesinin raporunda, Te­
kendisini kabul etmeyenler için, projektif testle­ peka-Kansas’taki bir psikanalitik araştırma ve
rin verileri inandırıcı olmamaktadır. klinik merkezinde, Wallerstein (1989) psikanaliz
Merkezi kavramlardan biri olan içgörü de ve Freud’un düşüncesine dayanan ancak te­
tartışılmaktadır. Bazı yazarlar (Örn., Bandura, rapistin daha çok destekte ve yönlendirmede
1969; London, 1964) içgörüyü, danışanın bazı bulunduğu tedavi formları arasında açık ayrım­
önemli tarihsel bağlantıları ya da ilişkileri kav­ ları olduğu görüşünü küçümsemiştir: “gerçek
raması olarak görmekten çok, içgörünün gelişi­ uygulamadaki tedaviler dışavurumcu-yoruma
minin bir sosyal dönüşüm süreci olarak daha iyi dayalı ve destekleyici-stabilize edici unsurların
anlaşılabileceğini önerirler; bu süreçte, hasta, iç içe geçtiği bir karışımdır; tüm tedaviler, hatta
giderek terapistinin inanç sistemini benimser. saf psikanaliz de dahil, sanıldığından daha çok
Önde gelen psikanalitik düşünürlerden Marmor destekleyici bileşen taşırlar” (s. 205).
(1962) terapi okuluna bağlı olarak içgörünün de­ Tüm bu uyarıları akılda tutarak, klasik psi­
ğişik anlamlar taşıdığını belirtmektedir; hastalar kanalitik, ego-analitik ve kişilerarası terapilerin
terapistlerinin savundukları okula göre, o kura­ etkinliğini araştırmak üzere yapılan çalışmaları
mın çerçevesinde içgörü geliştirirler. Freudcular gözden geçirelim.
528 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

KLASİK PSİKANALİZ ARAŞTIRMALARI düşünülen süreçler üzerinde yürütülmüş araş­


tırmalara değineceğiz.
Bachrach ve ark.’nın (1991) belirttikleri gibi,
SONUÇ ARAŞTIRMALARI Kısa dinamik
uzun süreli psikanalitik tedaviler üzerine yalnız­
ca dört tane sonuç araştırması bulunmaktadır. psikoterapilerin sonuçları üzerine yapılan araş­
Bu çalışmaların her birinin yöntem sorunları tırmalar sürekli aynı verileri sunmasa da, genel­
vardır; en önemlisi de tedavi görmeyen kon­ likle olumlu görüş bildirmektedir. Koss ve Butc­
trol grupları bulunmayışıdır. Bazıları (Wolitzky, her (1986) kısa terapinin süresi sınırlı olmayan
1995) araştırmaya kontrol grubu katmanın etik psikanalizden daha az etkin olmadığı sonucuna
olmayacağını tartışmalarına rağmen, böylesi varmıştır; bu, belki de, hem hasta hem de te­
bir durumda, herhangi bir terapinin etkinliğini rapistin, kişiliğin yeniden yapılanması gibi bü­
iddia etmek çok güç olacaktır. Eğer, hastalara yük bir hedeften çok, daha özgül ve aşılabilir
hiçbir profesyonel yardım sunulmamış olsaydı, amaçlar üzerinde daha yoğun çalışmasından
hastaların problemleri ne olacaktı? Yeterli bir kaynaklanmaktadır. İki diğer gözden geçirme,
araştırma desenine en çok yaklaşan çalışma kısa terapilerin kendi kendine yardım grupları
olasılıkla, 1960’larda başlayan Meninger Vakfı gibi psikoterapötik olmayan müdahalelere göre
Psikoterapi Araştırması’dır. Bu çalışmada, 22 farksız olduğunu (Crits-Cristoph, 1992), ya da
hasta klasik psikanalizde, 20 hasta ise, kısa ılımlı düzeyde daha üstün olduğunu (Svartberg
süreli psikodinamik terapide izlenmiştir. Her iki & Stiles, 1991) bildirmektedir. Gözden geçirme
grupta da %60 hastada düzelme gelişmiş ve çalışmalarında Goldfried, Greenberg ve Mar­
gruplar arasında anlamlı düzeyde farklılık sap­ mar (1990) kısa dinamik terapinin stres ve ma­
tanmamıştır (Wallerstein, 1986). temin tedavisinde (Marmar & Horowitz, 1988);
Klasik psikanaliz üzerine yapılan araştırma­ geç yaş depresyonunun tedavisinde (Thomp­
ların gözden geçirildiği daha önce yapılan bir son, Gallagher & Breckenridge, 1987); mizaç
çalışmada aşağıdaki genellemelere varılmıştır ve kişilik bozukluklarının tedavisinde (Marziali,
(Luborsky & Spence, 1978): 1984) etkili olduğu sonucuna varmışlardır. Diğer
• Şiddetli psikopatolojisi olan hastalar (örn., gözden geçirme çalışmaları, kısa psikodinamik
şizofreni) kaygı bozukluğu olan hastalar ka­ terapinin işle ilgili streslerin ve travma sonrası
dar yararlanmamaktadır. Bu sonuç, Freud’un stres bozukluğu (Horowitz, 1988) da dahil çeşitli
psikozlardan çok nevrozlara önem verdiği ve kaygı bozukluklarının tedavisinde (Koss & Shi­
psikanalizin ağırlıklı olarak akıl (rasyonalite) ve ang, 1994) etkili olduğunu göstermiştir. Bir son­
sözel becerilere dayandığı hatırlanırsa anlaşıla­ raki Bölümde ayrıntılarıyla tanımlanan NIMH
bilir bir sonuçtur. Depresyon Tedavisi Araştırma Programı, kişiler-
• Hastanın eğitim düzeyi ne kadar yüksekse, arası psikoterapinin (IPT), Weissman, Klerman
analiz de sözel etkileşime ağırlık verilmesi ne­ ve ark.’nın daha önceki araştırma sonuçlarını
deniyle o derecede daha iyi olacaktır;. (DiMascio ve ark., 1979) destekleyerek, dep­
• Psikanaliz sonuçlarının yalnızca zamanın resyonun tedavisinde etkili olduğunu bildiren ek
geçmesi ya da başka profesyonel yardım yol­ kanıtlar sunmaktadır.
ları (örn., aile hekimi) sayesinde sağlanacak Diğer bir çalışma IPT’den elde edilen kaza­
değişimden daha iyi olup olmadığı konusunda
nımların depresyon tedavisinin son bulmasın­
tartışmalı bulgular vardır (Bergin, 1971). Bu psi­
dan üç yıl sonrasında ne derecede kalıcı oldu­
kanalizin hiç iyi gelmediği anlamına gelmemek­
ğunu değerlendirmiştir (Frank ve ark., 1990). Bu
tedir, ancak bu yönde net kanıtlar henüz yoktur.
çalışma etkinliğin değerlendirilmesinde gerekli
Hastaların ve terapistlerin özelliklerinin, ayrıca
tüm yöntemlerin uygulandığı, kontrollü tesadüfî
hastaların problemlerinin şiddetlerinin çeşitliliği
bir çalışmadır. Sonuçlar IPT’nin uzun dönem­
göz önüne alındığında, yukarıdaki soru, belki
de düzelme sağlama potansiyelini göstermiştir
de öylesine karmaşıktır ki, tek ve bilimsel olarak
(Frank & Kupfer, 1994). Öyle ki, IPT psikote­
kabul edilebilir bir yanıt verilmesi olanaksızdır.
rapinin etkinliği alanında her zaman önemli bir
konu olan alevlenmenin önlenmesi konusunda
EGO-ANALİTİK, KISA VE KİŞİLERARASI
başarılı olabilmektedir.
TERAPİLER ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR İlginç bir sonuç araştırması bir yeme bozuk­
Önce sonuçlar üzerinde yapılan araştırmala­ luğu olan bulimiyanın tedavisinde IPT’yi bilişsel
rı, sonra da, istenen sonuçlara ulaştırabileceği ve davranışçı terapilerle karşılaştırmıştır. IPT
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 529
√√

bu bozukluğun tedavisinde, tedaviden hemen İyi bir çalışma işbirliğinin nasıl işlediği üzeri­
sonra diğer yöntemler kadar etkili (Fairburn ve ne değişik görüşler vardır (Henry ve ark., 1994).
ark., 1991); bir yıllık izlemde, bazı değerlendir­ Doğrudan bir terapötik etkisi olabilir (Henry &
me alanlarında ise daha etkili (Fairburn ve ark., Strupp, 1994) ya da yorumların daha etkili ol­
1993) bulunmuştur, ancak hastaların yalnızca masını sağlayarak dolaylı bir etkisi olabilir. Kuv­
üçte biri tedaviden elde ettikleri kazançları koru­ vetli bir çalışma işbirliği terapötik değişimin ne­
maktadır. IPT bu olumlu etkileri yeme davranış­ deni olmaktan çok bir sonucu olabilir; öyle ki,
ları ya da beden imgesi üzerinde hiç durmadığı hastalar daha iyiye giderlerse terapistleriyle iliş­
halde sağlamıştır. Frank ve Spainer (1995) bu kileri hakkında daha iyi şeyler hissedeceklerdir.
çalışmanın çeşitli psikolojik durumların geliş­ İşbirliği nasıl işlerse işlesin, bunun yalnızca psi­
mesinde kişilerarası çatışmaların merkezi yerini kodinamik yaklaşımlar için değil, her türlü psiko­
gösterdiğini öne sürmektedir. terapötik yaklaşım için önemli bir etken olduğu
SÜREÇ ARAŞTIRMALARI Fairburn ve anlaşılmaktadır.
ark.’nın bulimia üzerindeki çalışmaları IPT’nin Aktarım ilişkilerinin yorumlanması üzerine
etkin bileşenlerinin neler olabileceği sorusu­ yapılan son araştırmalarda çıkarılabilecek bir
nu gündeme getirmektedir. Frank ve Spainer sonuç yorumların daha sık olması ile daha kötü
(1995) konuyla ilgili hipotezleri şöyle özetlemek­ bir sonuç arasında ilişkili olduğudur (Henry ve
tedir: IPT belki de terapötik etkisini, bağlılıkların ark., 1994). Sık yapılan yorumlar, belki de, has­
niteliğini geliştirmekle, sosyal desteği kolaylaş­ ta, terapistin görüşlerine katılmıyorsa, savun­
tırmakla, hastanın zorluklarla başa çıkma bece­ mada ve eleştirilmekte olduğu hissi yaratarak
risini geliştirmekle göstermektedir. Ancak, süreç terapötik işbirliğinin yolunu kesebilir4. Bu türden
araştırmaları etki mekanizmalarını tümüyle ay­ bulgular, bunların yöntem sorunları olan araş­
dınlatmalıdır. Bu bağlamda, Frank ve Spainer, tırmalardan geldikleri de akılda tutularak, daha
önde gelen bir akademisyen psikiyatrist olan kısa süreli olan dinamik ve bilişsel- davranışçı
Daniel Freedman’la, IPT’nin etkin bileşenleri terapilerin yolunu desteklemekte, aktarımın ge­
konusundaki bir değerlendirmelerini aktarmak­ lişimi ve yorumlanmasını ise ketlemektedir.
tadır. Freedman, IPT’nin yaptığı şeyin ne oldu­
ğuyla değil, yapmadığı şeyin ne olduğuyla etkili İNSANCIL VE VAROLUŞÇU
olabileceğini önermiştir; özellikle, IPT bugüne
TERAPİLER
ve geleceğe ait konulara odaklanarak, hastayı
değiştirilemeyecek olan geçmiş olayları geviş
Bazen yaşantısal (experiential) terapiler diye
getirircesine tekrarlamaktan kurtarıp, onun geç­
de adlandırılan, insancıl ve varoluşçu terapi­
mişle aşırı uğraşını önlemektedir.
ler de psikanalitik terapiler gibi, içgörü odaklı­
Kısa terapiler üzerine süreç araştırmaları
dır. Bunlar, davranışların, en iyi şekilde, kişinin
1980’lerden sonra, terapötik işlemlerin daha
güdülenmeleri ve gereksinmeleri konusundaki
özenle tanımlanması, el rehberlerinin kullanımı, farkındalığının arttırılması ile değiştirilebileceği
terapist ve hasta arasındaki çalışma işbirliği­ temel varsayımına dayanırlar. Ancak, psikana­
nin ölçülmesinde daha işevuruk (operasyonel) liz ve onun türevleri ile insancıl ve varoluşçu
kavramların kullanılması gibi yollarla daha da terapiler arasında yararlı bazı zıtlıklar vardır.
gelişmiştir (Hartley & Strupp, 1983; Howard & Psikanalitik paradigma insan doğasının, yani
Orlinsky, 1989). Burada terapötik ve çalışma iş­ id’in gemlenme ihtiyacı içinde olduğunu ve etkili
birliği kavramları güvene gönderme yapar ve bir bir sosyalizasyon için, egonun, çevre ile biyo­
anlamda terapist ve hastanın ortak olarak an­ lojik dürtülerden kaynaklanan ve temelde anti-
laşma sağlanmış amaçlara ulaşmak için birlikte sosyal ya da en iyisinden asosyal olan dürtüler
çalıştıklarını gösterir. Kolden’in bir araştırma­ arasında aracılık yapması gerektiğini varsayar.
sında (1991) bu bağ ne kadar iyiyse, ortalama (Ancak, daha önce de gördüğümüz gibi, ego-
25 seans sonra, sonucun da o kadar iyi olacağı analitik kuramlar, klasik Freudcu düşüncenin bu
bildirilmektedir. Diğer çalışmalara ilişkin gözden
geçirmeler de terapötik ilişki veya işbirliği ne ka­ 4
Elbette hasta terapistin yorumunu geçerli bulmazsa ve hemfikir olmazsa, yorum
yanlış olabilir. En azından yorum çok yararlı değildir. Henry ve ark.,’nın (1994)
dar iyiyse, sonucun da o kadar iyi olacağı so­ belirttiği gibi, “Piper, Azim, Joyce ve McCallum (1991) yorumların yüksek
nucu doğrulanmaktadır (Howard ve ark., 1991; düzeylerinin hastaların eleştirildiklerini hissetmelerine yol açabileceğini ve onları
“kapatabileceğini” belirtmişlerdir. Belli hastada belli yorumlar ilgisiz olarak ya
Luborsky ve ark., 1988; 1990). da rahatsız edici ve travmatize edici olarak algılanabilir (s.477).
530 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

özellikleri üzerine ağırlık vermeyerek çağdaş • Sağlıklı insanlar davranışlarının farkındadır.


psikanalitik düşünceyi insancıl ve varoluşçu Bu anlamda, Rogers’in sistemi psikanalize ve
yaklaşımlara yakınlaştıran kavramlar geliştir­ ego-analizine benzer; çünkü dürtülerin farkına
miştir.) varma konusunu vurgulamaktadır.
İnsancıl ve varoluşçu terapiler insanın özgür • Sağlıklı insanlar doğuştan iyi ve etkindirler;
iradesinin onun en önemli özelliği olduğunu ka­ yalnızca, yanlış öğrenme araya karışınca etki­
bul ederek, onun seçim özgürlüğü üzerine daha siz ve rahatsız olurlar.
çok ağırlık verirler. Ancak, özgür irade iki kenarı • Sağlıklı insanlar amaç güderler ve hedef yö­
keskin bir kılıçtır; çünkü yalnızca doyum ve haz nelimlidirler. Çevrenin etkilerine ve içsel güdü­
sunmaz, aynı zamanda, akut acı ve ızdırap teh­ lerine edilgen kalmazlar. Kendi kendilerine yön­
likesi de taşır. Kullanılması gereken doğuştan lenirler (self-directed). Bu varsayımıyla Rogers,
sunulan bir armağandır ve kullanılması için özel katı Freudcu psikanalizden çok ego analizi gö­
bir cesaret ister. Herkes bu zorlukla yüzleşe­ rüşüne yakındır.
mez; bunlar da, danışan-merkezli, varoluşçu ve • Terapistler danışanları için olayları düzenle­
Geştalt terapilere uygun adaylar olarak değer­ meye girişmemelidir; daha çok, onun bağımsız
lendirilmezler. karar verebilmesini kolaylaştıracak koşulları ya­
ratmalıdırlar, insanlar başkalarının değerlendir­
CARL ROGERS’IN DANIŞAN- meleri, talepleri ve tercihleri ile ilgilenmediklerin­
MERKEZLİ TERAPİSİ de, yaşamları bir kendini gerçekleştirme eğilimi
Carl Rogers, psikoterapi konusundaki ku­ ile yönlendirilir.
ramları uzun ve yoğun klinik uygulamalar
içinden gelişerek ortaya çıkan Amerikalı bir TERAPATİK MÜDAHALE
psikologdur. 1940’lar ve 1950’lerde, üniversi­ Olgun ve iyi uyum sağlamış bir kişinin, de­
tede öğretim üyeliği yaptıktan sonra, La Jolla, ğerlendirmelerini dürtüsel olarak kendini ger­
Californiya’da, Birey Araştırmaları Merkezi’nin çekleştiren ve doyum veren şeyler üzerine
kurulmasına yardımcı oldu. Rogers’in danışan- yaptığını varsayan Rogers, danışana terapi
merkezli terapisi insan doğası ve onu anlama sırasında amaç dayatmaktan kaçınmaktadır.
çabalarımızın yolları üzerine bazı varsayımlara Rogers’a göre, önderliği danışan üstlenmeli,
dayanmaktadır (Ford & Urban, 1963; Rogers, seansın ve konuşmanın akışını o belirlemelidir.
1951; 1961). Terapistin görevi, danışanın, birlikte oldukları
• İnsanlar yalnızca kendi algı ve duygularının süre içinde, bir kez daha kendi temel doğasına
bakış açısından anlaşılabilirler, yani, kendi ol­ dönmesinin ve nasıl bir hayat tarzının içgüdüsel
gusal (fenomenolojik) dünyalarından. İnsanları olarak onu tatmin edeceğini bulmasının koşulla­
anlamak için, olayların kendisinden çok, onla­ rını yaratmaktır. İnsanlara ilişkin bu çok olumlu
rın olayları nasıl yaşanmadıklarına bakmalıyız; bakış açısı nedeniyle Rogers, kararlarının hem
çünkü, her insanın fenomenolojik dünyası dav­ onların kendilerinden mutlu olmalarını hem de
ranışın en önemli belirleyicisidir ve o bireyi biri­ iyi, uygar insanlar olmalarını sağlayacağını var­
cik kılar. saymaktadır. Ancak, bu iyi kararlara giden yol
kolay değildir.
İnsancıl psikoterapist Carl Rogers terapide esas bileşenin özgül
tekniklerden çok terapistin tutum ve tarzı olduğunu önermiştir. Rogers’a ve diğer insancıl ve varoluşçu te­
rapistlere göre, insanlar zor zamanları da dahil,
kendi sorumluluklarını üstlenmelidirler. Genel­
likle bir terapist için, danışanın kendi kararlarını
vermekten aciz göründüğü durumlarda, öğüt
vermekten, danışanın hayatının sorumluluğunu
almaktan kaçınmak zordur. Ancak Rogerscılar,
kişinin büyüme ve kendini yönlendirme konu­
sundaki iç kapasitesinin sıcak, kabullenici ve
özenli bir terapötik atmosferde kendini ortaya
çıkaracağı kuralına sıkı sıkıya uyarlar. Eğer te­
rapist işe karışırsa büyüme ve kendini gerçek­
leştirme sürecinin kesintiye uğrayacağına, te­
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 531
√√

rapistin girişimleriyle kısa süre için sağlanacak de kullanılan çok az teknikten biridir. Sıcak bir
rahatlamanın uzun dönemdeki büyümeyi boza­ terapötik ilişki bağlamında, terapist danışanını
cağına inanırlar. Terapist, danışanın isteklerini en derin endişeleri konusunda konuşmaya ce­
doyurmasını isteyen bir diğer başka kişi konu­ saretlendirir ve danışanın söylediğinin yalnızca
muna gelmemelidir. içeriğini değil ama duygusal yanını da yeniden
Rogers’in düşünceleri, terapistin tutumu ve ifade etmeye çalışır. Danışanın duygularının bu
duygusal tarzı üzerine vurgu yapan ve özgül biçimde yansıtılması kendini gerçekleştirmeyi
işlemleri geri plana atan (Rogers, 1951) açıklık­ engelleyen duygusal çatışmaların yavaş yavaş
la tanımlanmış bir dizi teknik içinde gelişmiştir kaldırılması anlamına gelir. Duygular yargıla­
(Rogers, 1942). Terapistin üç tane temel özelliği ma ya da reddetme olmadan yansıtıldığı için,
olmalıdır: içtenlik, koşulsuz olumlu kabul ve em­ danışan bunlara bakabilir, berraklaştırabilir,
patik anlayış. onaylayabilir ve kabul edebilir. Daha öncesinde
İçtenlik (genuineness) (sahicilik) bazen farkındalık düzeyine çıkması tehdit edici olan
ahenk diye de adlandırılır, kendiliğindenli­ korku dolu düşünceler ve duygular, böylelikle,
ği, açıklığı ve otantik oluşu kapsar. Terapistte kendilik kavramının bir parçası haline gelebilir.
sahtecilik ve profesyonel bir yüz yoktur; kendi Eğer kendiliğin kabul edilmesine izin veren te­
duygularını ve düşüncelerini gayrı resmi ve iç­ rapötik koşullar kurulduysa, danışanlar kendileri
tenlikle danışana açar. Terapist, bir anlamda, hakkında daha dürüst ve duygusal bir biçimde
dürüstçe kendini açması yoluyla, danışana bir konuşabilirler. Rogers kendi başına bu tür bir
model sunar; bu model, danışanın, duygularıyla konuşmanın davranışın değişmesinden sorum­
temas halinde olabildiğinde, bunları dışa vura­ lu olduğunu varsaymaktadır.
bildiğinde ve böyle yapmanın sorumluluğunu Bu yaklaşımda terapist gerçekten yönlendir­
alabildiğinde nasıl bir dönüşümden geçeceğini meyen (nondirektif) (sıklıkla Rogers’a yakıştı­
göstermektedir. Burada, terapist kendisini baş­ rılan bir deyim) olmamaktadır, çünkü, danışan
kalarına olduğu gibi sunma cesareti taşımakta­ tarafından dile getirilen değerlendirmeye yöne­
dır (psikanalizle zıtlığa dikkatinizi çekeriz). lik duygu ve ifadeleri seçer. Terapist bunların
Rogers’a göre başarılı bir terapistin ikici bir danışanın daha yakından araştırması gereken
konular olduğuna inanır.
özelliği koşulsuz olumlu kabuldür (unconditi­
Rogers’in empati uygulamasının bazen, ko­
onal positive regard). Diğer insanlar, Rogers’in
lay ve basit bir konu olduğu varsayılır, ancak bu
“değerlilik koşulları” dediği, koşullar koyarlar,
çok fazla incelik gerektirir. Terapist kendini yal­
yani “eğer ise, seni seveceğim”. Danışan
nızca danışanın söylediklerinin duygusal yanını
merkezli terapist danışanları oldukları halleriyle
açıklığa kavuşturacak sözcükleri bulmayla sınır­
ödüllendirir ve onlar kendi davranışlarını onay­
landırmaz; ancak, bir yazarın dediği gibi (Egan,
lamasalar dahi, onlara sahiplenici olmayan bir
1975) gelişmiş ve tam empati ile, danışanın
sıcaklık iletirler. İnsanlar yalnızca insan olduk­
gözlenebilen davranışları ve en açık düşünce­
ları için değer taşırlar; terapist danışanını, o da
leri ve duygularının altında yattığına inandığı
büyüme ve hayatta kalma mücadelesi veren
alanlara da girer (bkz. Odak 17.3). Terapist da­
başka bir insan olduğu yalın gerçeği nedeniyle
nışanı neyin zorladığı konusunda bir çıkarsama
derinliğine dikkate almalı ve saygı duymalıdır.
yapar ve danışanın söylediğini, onun söyledi­
Üçüncü nitelik olan tam empatik anlayış ğinden bir anlamda farklı olarak yorumlar.
(accurate empathic understanding) ise, dünya­ Bizim görüşümüze göre, gelişmiş empati
yı, zaman zaman, danışanının gözleriyle gör­ terapist tarafından kuramın inşasını temsil et­
me becerisidir; onların duygularını hem, kendi mektedir. Birkaç seans boyunca danışanın ne
farkında oldukları fenomenolojik bakış açıların­ söylediğini ve nasıl söylediğini dikkate alan te­
dan, hem de çok silik biçimde fark ettikleri bakış rapist, danışanın kendisinden de gizli kalmış
açılarından anlamaktır. olan sıkıntının gerçek kaynağının ne olabileceği
konusunda bir hipotez oluşturur5. Aşağıdaki ör­
EMPATİ nek, temel (primary) empati ile gelişmiş (advan­
Rogers’in kavramları içinde belki de en ced) empati arasındaki farkı göstermektedir:
önemli olan, ancak en az anlaşılanı empatidir. 5
Bir terapistin ileri empati cümlesinin tam olarak değerlendirilip
Empati başka bir insanın duygularının kavran­ değerlendirilmeyeceği bir diğer sorudur. Danışan merkezli terapistlerin bu
yorumlarının gerçek oldukları asla emin olarak bilinemez. Daha ziyade bilimsel
ması ve kabul edilmesidir ve Rogeryen terapi­ kuramlar ve geçmişe ilişkin içgörüler az ya da çok yararlı olabilirler.
532 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

ODAK 17.3 DANIŞAN MERKEZLİ TERAPİ SEANSINDAN BİR PASAJ

Danışan (on sekiz yaşında, kadın, üniversite öğ- Başlangıçta ifade edilen duygu öfke olmasına rağ-
rencisi) Ebeveynlerim gerçekten canımı sıkıyor. İlk men, terapist hastanın gerçekte ebeveynlerinin eleşti-
başta Arthur’dan hoşlanmadılar, şimdi de Peter’dan. rilerinden korktuğuna inanmıştı. Bu yüzden terapist,
Her şeye burunlarını sokmalarından bıktım. ifade edileni değil imâ edileni hastayla keşfetmek için
Terapist Ailene gerçekten kızgınsın
oldukça empatik ifadeler kurdu. Önceki seanslar, da-
Danışan Tabii ki, başka nasıl hissetmemi bekli-
yorsunuz? Ortalamam 3,5 ve diğer bütün istekleri nışanın ebeveynlerinin eleştirilerinden kaçmak ve en
karşılandı, yine de onlar erkek arkadaşımın ne kadar önemlisi onları memnun etmek için akademik olarak
uygun olduğu konusunda konuşmaya hak iddia edi- çok çalıştığı izlenimini vermişti. Yüksek notlar alarak,
yorlar. (hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar) daima onların güvenini kazanabilmişti, ama anne ve
Terapist Onlara sadece kızgın olmaman beni etki- babasının en son eleştiri noktası onun flört ettiği genç
ledi. (Ara) Belki de onları hayal kırıklığına uğratmay- erkeklere yönelmişti. Danışan, sosyal hayatını ebe-
la ilgili olarak endişeleniyorsun.
veynlerini memnun etmek için düzenlemiş olduğunu
Danışan (daha fazla ağlayarak). Bütün hayatım
boyunca onları memnun etmeye çalıştım. Kesinlikle fark etmeye başlıyordu. Terapist ona öfkesinin ötesini
onların kabulü benim için önemli. A aldığımda bun- görmesinde yardımcı olduktan sonra, ebeveynlerinin
dan çok memnun olurlar ama neden sosyal hayatım memnuniyetsizliğine yönelik korkusu terapinin odağı
konusunda da yargıda bulunmak zorundalar? oldu.

Danışan: Ne olduğunu anlayamıyorum. Çok çalışıyo­ biçimlerine işaret edeceğini umduğu bir bakış
rum, ancak iyi notlar alamıyorum. En az herkes kadar çok açısı sunar. Gelişmiş empati bir dizi seans (ki
çalıştığımı düşünüyorum ama tüm emeklerim boşa gidiyor.
bu seanslarda terapist temel düzeyde empati
Daha başka ne yapabileceğimi bilmiyorum.
Danışman A: Çok çalışmanıza rağmen başarısız oldu­
yapmaya odaklanmıştır) boyunca sunulan bilgi
ğunuz için rahatsız oluyorsunuz, (temel empati). üzerine inşa edilir.
Danışman B: Geçenler kadar çaba gösterip başara­ Fenomenolojik felsefeyle çalışan danışan
mamak üzüntü verici bir şey. Sizi çökkünlüğe götürüyor ve merkezli terapist, danışanın varolan kendi feno­
hatta kendiniz için biraz üzülmenize de yol açıyor (gelişmiş menolojik dünyasından başka bir düzeye geç­
empati) (Egan, 1975, s. 135). mesi amacını gütmelidir ki, gelişmiş empatinin
Temel empatide terapist danışanın düşün­ de önemi bu aşamadadır. İnsanların duyguları
celerini, duygularını ve yaşantılarını danışanın ve davranışları kendilerini ve çevrelerini, kendi
bakış açısından yeniden ifade eder. Bu çalış­ fenomenolojileri yoluyla nasıl yapılandırdıkları­
ma fenomenolojik düzeydedir. Terapist danışa­ na göre belirlendiği için, işlevsel olmayanlar ya
nın dünyasını, danışanın bakış açısından görür da hâlihazırdaki yaşam tarzlarından tatminsiz
ve danışana bu bakış açısının anlaşıldığını ve olanlar yeni bir fenomenoloji ihtiyacı içindedir.
değer verildiğini bildirir. Gelişmiş empatide te­ Dolayısıyla, en başından itibaren, danışan mer­
rapist danışanın dünyasını dikkate alan, ancak kezli terapi ve bütün diğer fenomenolojik tera­
bunları daha yapıcı olacağı ümit edilen bir bi­ piler, danışanın, tedaviye başlarkenkine göre
çimde kavramlaştıran bir görüş geliştirir. Tera-
farklı olarak edindikleri bakış açılarına odakla­
pist danışana, kendisini, alışık olduğu perspek-
nır. Yalnızca, danışanın hâlihazırdaki fenome­
tiften oldukça farklı bir biçimde ele almasının
nolojisini ona geri yansıtmak, kendi başına te­
yolunu sunar.
rapötik değişimi getirmez. Yeni bir fenomenoloji
Bu önemli ayrımı anlamak için, danışan mer­
edinilmelidir.
kezli çerçevede çalışan terapistlerin danışanın,
üretici olmayan bir bakış açısına sahip oldu­
ğunu varsaydıklarını (ki bunun kanıtı danışanı DEĞERLENDİRME
terapiye getiren psikolojik sorunun kendisidir) Büyük oranda Rogers’in terapi sürecinin ve
akılda tutunuz. Temel empati düzeyinde tera­ sonucunun dikkatle ölçülmesi ve görgül geçer­
pist bu görüşü kabul eder, onu anlar ve değer liliği üzerinde durması nedeniyle, danışan mer­
verir. Ancak, gelişmiş ya da yorumlayıcı düzey­ kezli terapinin değerlendirilmesi yönünde çaba
de, terapist yeni bir şey sunar; danışana, daha gösterilmiştir. Rogers psikoterapi araştırmala­
iyi ve daha üretici olduğunu ve yeni davranış rını başlatan kişi olarak kabul edilebilir. O ve
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 533
√√

onun öğrencileri muayene odasının aşırı gizliliği yüksüz ölçütlerin kullanılmasına yol açtı. Örne­
ve mistik havasını kaldırma ayrıcalığını hak et­ ğin, hastanın günlük yaşam işlevlerinin, sosyal
mişlerdir. Örneğin, daha sonraki araştırmacıla­ rollerinin uygun performansının ölçüldüğü ölçüt­
rın incelemeleri için terapi seanslarının banda ler gibi. Benzer bir eğilim, terapötik değişimin
kaydedilmesini onlar başlatmışlardır. çoklu yöntemlerle ölçülmesidir (Beutler, 1983;
Rogeryen terapi üzerine yapılan araştırmala­ Lambert ve ark., 1986), çünkü, araştırmacılar
rın çoğu sonuç araştırmalarından çok, özellikle, davranışın karmaşık doğasını ve bunun birçok
sonuçlarla terapistin kişisel özellikleri arasında boyutta birden ölçülmesi gerektiğini kavradılar.
bağlantılar kuran süreç araştırmalarıdır. Sonuç­ Örneğin, fizyolojik değişimler kendini bildirim
lar tutarlı değildir; olumlu sonucun terapistin ölçekleri ve çevredeki önemli kişilerin değer­
empati yeteneği ve içtenliğiyle güçlü bir biçimde lendirmeleri ile desteklenebilir. 1978-1992 ara­
ilişkili olduğu yaygın varsayımına (Beutler, Cra­ sı danışan-merkezli terapiler üzerine yapılan
go & Arizmandi, 1986; çalışmaların bir meta analizi bunların yalnızca
Greenberg, Elliott & Liataer, 1994; Lambert sekizinde kontrol grupları olduğunu ve böylesi
ve ark., 1986) şüphe düşürecek düzeydedir. bir müdahaleden sonra danışanların, hiç pro­
Bu niteliklerin terapist eğitimi sırasında vurgu­ fesyonel yardım görmeyenlere göre %80 daha
lanmaları muhtemelen anlamlıdır, çünkü ancak iyi olduklarını ortaya çıkardı (Greenberg ve ark.,
bu tür nitelikler, danışanın kendiliğiyle ilgili iç 1994). Kötü olmamasına rağmen, bu sonuç çok
kavrayışlarını yapabileceği bir güven atmosfe­ ağır rahatsızlığı olmayanlarla yürütülen kısa
ri yaratabilir (Bohart & Greenberg, 1997). Fa­ psikodinamik terapilerle yapılan karşılaştırmalı
kat, araştırma açısından bakınca bu niteliklerin, çalışmaların sonuçlarından daha iyi değildir.
kendi başlarına, danışanların değişmelerine Rogers kendini gerçekleştirmenin temel insa­
yardımcı olmak için yeterli olacağını söylemek ni güdülenme olduğunu varsayması açısından
doğru değildir. eleştirilebilir. Bu varsayıma insanların doyum
Rogers’in fenomenolojik yaklaşımı doğrultu­ verecek durumların peşine düştüğü gözlemin­
sunda, terapi sonuçlarının ölçütü danışanların den vardığını belirtir ve kendini gerçekleştirme
kendi bildirimleri olmuştur. Temel veriler bireyin, eğilimini bu durumları aramanın gerekçesi ola­
kendiliğini ve dünyasındaki olayları kendi fe­ rak önerir.
nomenolojik değerlendirmesi sonucunda elde Sonuç olarak, Rogers psikolojik yönden
edilmiştir. Dışa vuran davranışların bu algıları sağlıklı insanların kendini gerçekleştirme eği­
izlediğine inanılır; yani, terapi sonrası bireylerin limlerini doyurmak üzere seçim yaptıklarını ve
gerçekten nasıl davrandıkları son zamanlara insanların kendi doğaları gereği iyi olduklarını
dek danışan-merkezli terapi araştırmacılarının varsaymaktadır. Ancak bazı sosyal felsefeciler
tipik araştırma konuları olmamıştır. insan doğası konusunda daha az iyimser görüş­
Rogers’in öznel yaşantıya yaptığı vurgu lere sahiptir. Örneğin, Thomas Hobbes, hayatın
epistemolojik sorunlar doğurmaktadır; çünkü te­ “kirli, kaba ve kısa” olduğunu belirtmiştir. Kaba
rapist, danışanın ne hissettiği ya da düşündüğü davranmakta olan ve davranışlarının kendini
konusunda yerinde müdahaleler yapabilmelidir. gerçekleştirme olduğunu söyleyen bir insanın
Geçerlik gerçek bir sorundur. Rogers, danışan­ durumunu nasıl açıklayacağız?
ların gerçek duygularının farkında olmayabi­ Bu konu, aşırı mantıksızlık sorununun Ro­
leceklerini ve bu farkındalık eksikliğinin onları gers tarafından uygun bir biçimde ele alınma­
terapiye getiren neden olduğunu söylemesine dığı sorunsalı olabilir; çünkü o ve izleyenleri
rağmen, danışanın ne söylediğine odaklanmış­ yalnızca, hafif derecede bozukluğu olan kişilere
tır. Psikanalizde olduğu gibi, şunu sormalıyız: odaklanmışlardı. Danışan merkezli terapi aşı­
nasıl olur da, terapist, danışanın farkında ol­ rı derecede rahatsızlığı olmayan ama mutsuz
muyor göründüğü içsel süreçleri konusunda bir olan insanların kendilerini daha iyi anlamalarına
müdahale yapabilir ve daha sonra hangi işlem­ (ve hatta, belki de, daha farklı davranmalarına)
lerle bu müdahalelerin geçerliği ve işe yararlılığı yardım için bir yol olabilir. Bu insancıl yaklaşım
ölçülebilir. “karşılaşma (encounter) grup” hareketi içinde
Danışan-merkezli terapilerin sonuçlarının popüler olmayı sürdürmektedir, ancak Roger­
değerlendirilmesinde ilk zamanlarda kullanılan yen terapi Rogers’in kendisinin de uyardığı gibi,
kendi kendini betimleme biçimindeki ölçütler, şiddetli psikolojik bozukluğu olanlar için uygun
sonraları, daha doğrudan ve kuramsal olarak olmayabilir.
534 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

VAROLUŞÇU TERAPİ
Abraham Maslow’un (1968) psikolojide üçün-
cü güç (burada, diğer iki güç: psikanaliz ve dav­
ranışçılık) olarak adlandırdığı Varoluşçu terapi,
insancıl bakış açısıyla birlikte, 1950’lerde ge­
liştirildi. İnsancıllığın ve varoluşçuluğun birçok
ortak yönü vardır, ancak Rogers gibi Amerika­
lıların insancıl çalışmaları, Sartre, Kierkegaard
ve Heidegger gibi felsefecilerin yazdıklarına ve
İsviçre’den Binswanger ve Boss, Avusturya’dan
Viktor Frankl (logoterapisi daha önce tartışılmış­
tı) gibi psikiyatristlere dayanan daha Avrupalı
varoluşçu yaklaşımlarla zıtlıklar taşımaktadır.
Terapiye varoluşçu yaklaşımlar, ağırlıklı olarak Sartre gibi
Stanford üniversitesi psikiyatristlerinden Irvin varoluşçu filozofların yazılarına dayanır.
Yalom varoluşçu psikoterapi üzerine yazdığı et­
kaygıyla yüzleşmektir. Varoluşçu kaygı bazı
kili kitabında bu iki terapi arasındaki farklılıkları
kaynaklardan köken alır (Tillich, 1952):
çok iyi belirtmiştir:
Avrupa’daki varoluşçu gelenek her zaman insani sı­ • Hepimiz bir gün öleceğimizin farkındayız; bu
nırlılıkları ve varoluşun trajik boyutlarını vurgulamıştır. Bu kaçılamaz gerçeklik ile dürüstçe yüzleştiğimiz­
belki de Avrupalıların coğrafi ve etnik sorunlarla daha çok de varoluşsal kaygı ile yüzleşiriz.
yüzleşmelerine, savaş, ölüm ve belirsiz varoluşlara daha • Aynı zamanda, yaşamımızı tamamen de­
çok tanık olmalarına bağlıdır. Amerika Birleşik Devletleri ğiştirebilecek şansa bağlı şartlar karşısındaki,
(ve buradan köken alan insancıl yaklaşım) ise, yayılma, örneğin bir trafik kazası gibi, çaresizliğimizin
iyimserlik, sınırsız ufuklar ve pragmatizmle biçimlenen bir
farkındayızdır.
Zeitgeist (zamanın ruhu) karakterizedir. Buna bağlı olarak,
Amerikan insancıl psikolojisi Avrupa varoluşçuluğunu içi­ • Son tahlilde karar vermek, eyleme geçmek
ne aldıkça ithal edilen varoluşçu düşünceler de sistematik ve bunların sonuçlarıyla yaşamak zorunda ol­
olarak değiştirilmiştir. Avrupa’nın odak noktası sınırlardır; duğumuzun farkındayızdır.
belirsizliğin ve var olmayışın kaygısını dikkate almak ve • Kendi yaşamımızın anlamını kendimiz ya­
bunlarla yüzleşmektir. Diğer taraftan, insancıl psikologlar ratmalıyız; dünyamıza ve yaşamlarımıza sahip
sınırlardan, gelişme potansiyeline göre daha az söz eder­ olmak için kendi içimizde var olanların ve amaç­
ler; farkındalığa göre kabullenmekten daha az söz eder­
larımızın sorumluluğunu almalıyız.
ler; kaygıdan, zirve deneyimlerden daha az söz ederler;
yaşamın anlamından, kendini gerçekleştirmeye göre daha • Son tahlilde yalnız olduğumuzu biliriz.
az söz ederler; kopukluk ve temel yalnızlıktan ben ve Seçimlerden kaçınmak, onları yapmak zorun­
“karşılaşma”ya göre daha az söz ederler (1980, s. 19) da değilmişiz gibi davranmak insanları kaygı­
İnsancıllık gibi, varoluşçu bakış açısı da ki­ dan koruyabilir, ancak bu aynı zamanda onları
şisel gelişmeyi vurgulamaktadır. Ancak bazı anlamlı bir hayat sürmekten de alıkoyar; bu da
temel ayrımlar vardır. Rogers’in görüşleriyle ön İnsancıl terapist Abraham Maslow, Carl Jung’un kendini-
plana çıkan insancıllık insan doğasının iyiliğini gerçekleştirmesini kendi psikolojisinde merkezi bir faktör
vurgular. Eğer yersiz korkular ve toplumsal sı­ yapmıştır.

nırlamalar ile zincirlenmezse, insanların, aynı


yeterli ışık, hava ve su alan bir tohumdan çiçe­
ğin gelişmesi gibi, normal gelişim gösterecekle­
rini belirtir. Varoluşçuluk daha kasvetlidir; o bir
karanlık dokusu taşır. Özgür irade ve sorumlu­
luğu vurgulasa da, önemli seçimleri yaparkenki
kaçınılmaz kaygıyı vurgular; örneğin, aynı eşle
birlikte, aynı işte ve hatta bu dünyada kalıp kal­
mama gibi önemli seçimler. Örneğin, Hamlet’in
“olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu”
(akt III, sahne 1) diye başlayan sözleri, klasik
gerçek bir varoluşçu söylemdir. Gerçekten ya­
şıyor olmak varoluşsal seçimlerle birlikte gelen
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 535
√√

psikopatolojinin çekirdeğini oluşturur. Öyle ki, danışanın yaptıklarına katılmadığını açıklıkla


insancıl psikolojinin neşelendiği, neredeyse çoş­ ifade ederek, ancak onun değerli bir insan varlı­
kulandığı noktada, varoluşçu yaklaşıma üzüntü ğı oluşunu reddetmeden yapabilir.
ve kaygı karışmıştır; ancak, ümitsiz değildir, ye­ Varoluşçu terapinin nihai amacı hastanın
ter ki, özgür iradeyi kullanmaktan ve ona eşlik kendi seçim ve büyüme potansiyelinin daha çok
eden sorumluluğu almaktan kaçınmasın. farkına varmasını sağlamaktır. Varoluşçu bakış­
la, insanlar kendi varoluşlarını her an yeniden
TERAPİNİN AMAÇLARI yaratırlar. Bozukluk için de, büyüme için de po­
tansiyel her zaman vardır. Bireyler kendi varo­
“işte böyle, sıklıkla yaşamımızı zincirler içinde sürdü­
luşlarının sorumluluğunu kabullenme ve belirli
rürüz, anahtarın elimizde olduğunu hiç bilmeden” (Jack
Tempchin ve Robb Strandlund, “Zaten gitti”, 1973; 1975).
sınırlar içinde her an kendilerini yeniden tanım­
Varoluşçuluğa göre, biz yaptığımız seçimle­ layabilecekleri ve kendi sosyal çevreleri içinde
rin toplamıyız. Seçim yapmaktaki zorluklar ha­ farklı davranabilecekleri, farklı hissedebilecek­
yat deneyimlerinin araştırılması ile anlaşılabilir. leri konusunda cesaretlendirilmelidir.
Varoluşçu terapistin amacı bireyin fenomenolo­ Bu seçim özgürlüğü ve onunla birlikte gelen
jik referans çerçevesinin adaptasyonu yolu ile sorumluluk insanlar için kabullenilmesi ve üze­
destek ve empati vermektir; daha sonra terapist rinde çalışması kolay şeyler değildir. Birçok in­
bireye davranışlarını, duygularını, ilişkilerini ve san bu özgürlükten korkar ve seçim yapmaya
başladıkça doyumun bir süreç olduğunu anlar
yaşamın ne anlam taşıdığını araştırmasında
ve eğer gerçekten insan olacaklarsa ve potan­
yardım eder. Terapist, danışanı geçmiş ve şim­
siyellerini doyuracaklarsa sürekli olarak seçim
diki seçimleriyle yüzleşmesi ve bunları berrak­
yapmaları ve bunun sorumluluğunu almaları
laştırması için cesaretlendirir. Şimdiki seçimle­
gerektiğini anlarlar. Bundan sonraki yolları eğ­
ri ve bunların davranışsal sonuçları en önemli
lenceli değildir; seçim özgürlüklerinin daha çok
konu kabul edilir. Terapi sırasında kişi bir nok­
farkına vardıkça daha çok varoluşsal kaygı du­
tada, hem terapistine karşı hem dış dünyaya
yarlar. Terapinin amaçlarından biri onların çö­
karşı, varoluşsal durumunu değiştirmek üzere
zümlerini, bu kaçınılmaz kaygı ile başa çıkma
farklı davranmaya başlar.
yetilerini ve büyümeye devam etme süreçlerini
Varoluşçu terapistin bir diğer amacı bireyin
desteklemektir.
başkalarıyla otantik olarak ilişki kurmasına yar­
Varoluşçu terapistlerin, hangi terapötik tek­
dım etmektir; ki bu özellik, “encounter grup” ha­
niklerin danışanın büyümesine yardım edeceği
reketi tarafından ele alınmış ve çok geliştirilmiş­
konusunda kesin bir tutumları yoktur. Hatta, bir
tir. İnsanların kimliklerini ve varoluşlarını kişisel
tekniğe dayanılması, terapistin danışanı, üze­
ilişkileri bağlamında betimledikleri varsayılır;
rinde değişimlenecek (manüplasyon) bir şey­
örneğin bir kişi başkalarından izole olursa, ya­
mişçesine ele aldığı ya da onu nesneleştirici
bancılaşma ya da “olmamak” tehdidi altındadır.
bir sürece tabi kıldığı biçiminde yorumlanabilir
Hatta, insanlarla ve dünyayla etkili bir biçimde
(Prochaska, 1984). Varoluşçu terapi bir dizi te­
ilişkide olan bir kişi, açık ve içten ilişkilerden yok­
rapötik teknikten çok, belirli terapistlerin insan
sun kalırsa kaygılı hale gelebilir. Yani, varoluşçu
doğasına ilişkin genel bir tutumu olarak anlaşı­
görüş yüksek derecede öznel bir bakış açısına
labilir.
sahip olsa da, başkalarıyla açık, dürüst, kendi­
liğinden ve sevgi dolu ilişkileri önemle vurgula­
maktadır. Aynı zamanda, her birimiz son tahlilde DEĞERLENDİRME
ve temel olarak yalnızızdır; hayatın paradoksu Varoluşçu terapi üzerinde bilimsel araştır­
başkalarından ayrı olmamızda yatar; dünyaya ma yapılabilecek somut işevuruk tanımlardan
yalnız geliriz ve dünyada kendi varoluşumuzu yoksundur. Öyle ki, varoluşçu terapistler çeşitli
kendimiz gerçekleştirmek zorundayız. klinik sorunlarla başarılı sonuçlar bildiren birçok
Varoluşçu terapist terapötik ilişkiyi iki insan vak’a sunumu yayınlamışlarsa da, konuyla ilgili
arasındaki otantik bir karşılaşmaya dönüştür­ hiçbir araştırma yapılmamıştır. Ayrıca, varoluş­
meye uğraşır ki, böylelikle, hasta bir başkasıyla çu terapistler çağdaş bilimin insanilikten çıkarıcı
ilişkide doğrudan bir tutum içinde ilişki kurma etkisi olduğunu ve kaçınılması gerektiğini düşü­
konusunda deneyim kazansın. Terapist, dürüst­ nürler. Bilimin bireylere uygulanmasının onların
lük ve kendini açma yoluyla danışanın otantik­ biricik insaniliklerini reddetmek anlamına geldi­
liği öğrenmesine yardım eder. Terapist, bunu, ğine inanırlar.
536 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

Danışan merkezli terapilere yapılan birçok Geştalt terapinin temel bir amacı hastaların
eleştiri varoluşçu tedavilere de yapılabilir. Ta­ ihtiyaçlarını, arzularını ve korkularını anlama­
nımı gereği bir kişinin öznel yaşantısı biricik larına ve kabullenmelerine ve kendilerini bu
olduğu için terapist hastanın dünyasını ona amaçlarına ulaşma ve ihtiyaçlarını doyurma
göründüğü biçimiyle anladığını nasıl bilebilir? konusunda nasıl bloke ettiklerini fark etmeleri­
Ancak, öznel izlenimlere odaklanmak, üretken ne yardımcı olmaktır. Temel bir varsayım, he­
olmamak demek değildir. Seçim özgürlüğümü­ pimizin ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi her türlü
zü ve herhangi bir zamanda değişiklik yapma durumda dışa vurduğumuz biçimindedir. Du­
becerimizi önemsemek, davranışların geliştiril­ rumları yalnızca oldukları gibi algılamayız; bu­
mesinde önemli araçlar olabilir. Varoluşçuluğun nun yerine, sosyal çevremizle, orada, dışarıda
içinde saklı olan, varoluşumuzun sürekli olarak olana, ihtiyaçlarımızı, korkularımızı ya da ar­
onaylandığı ve geçmiş yanlışlarımızın ve şans­ zularımızı yansıtarak ilişki kurarız. Öyle ki, bir
sızlıklarımızın tutsağı olmadığımız mesajı, her yabancıyla konuşuyorsam, o insana, yalnızca
türlü terapi tarafından kapsanabilir. o insanın olduğu haliyle ona yanıt vermem; ya­
bancıya, kendi ihtiyaçlarım bağlamında davra­
GEŞTALT TERAPİ nırım. Bazen, geçmişteki önemli bir kişiyle ta­
Hem insancıl hem de varoluşçu unsur­ mamlanamamış şeyler, şimdiki bir insanla nasıl
lar taşıyan Geştalt terapi Frederich S. (Fritz) ilişki kurduğumuzu etkiler.
Perls’ün çalışmalarıyla gelişmiştir. Perls, Perls ve arkadaşları “şimdi ve burada”ya
1921’de, Almanya’da tıp öğreniminden sonra, odaklanmışlardır; bireye, davranışlarından so­
psikanalist olmuştur. Yıllar içinde, psikanalitik rumlu olan ve yararlı değişimleri yapmada mer­
kuramın temel bazı kavramlarını, özellikle nev­ kezi bir rol üstlenen bir aktör olarak, bakarlar.
rozların gelişiminde libido ve onun varyasyonla­ Geştalt terapi, temel olarak algı konusuyla
rının önemi konusunu tartışmaya açtığı için Av­ ilgilenen bir psikoloji dalı olan Geştalt psikolo­
rupalı analistlerce reddedilmiştir (Perls, 1947). jisinden köken alır. En yaklaştıkları nokta bü­
1933’te, Hitler’in iktidara gelişinden kısa bir süre tünlüğe verdikleri dikkattir. Perls bireylerin, fark
sonra, totaliterliğe karşı olduğu için Hollanda’ya etmedikleri duygularının farkındalıklarını arttı­
göç etmiş, ardından 1934’te, Güney Afrika’ya, rarak ve kişiliklerinin sahip çıkmadıkları ya da
bu ülkenin ilk eğitici analisti olarak yerleşmiştir. inkâr ettikleri yanlarını tanıyarak birer bütünlük
Burada geştalt terapinin temellerini geliştirmiş­ haline gelmelerini istiyordu.
tir. 1946’da ABD’ye yerleşen Perls, Esalen -
Big Sur-California’da, insancıl-varoluşçu terapi GEŞTALT TERAPİ TEKNİKLERİ
merkezinde çalışmalarını sürdürmüştür. Bura­ Geştalt terapisti, danışanın, geçmişe dal­
da, düşünceleri ve teknikleri, özellikle gruplara madan, danışma odasında şimdi ve burada ne
uygulanarak etkileyici bir gelişme göstermiş­ yaptığına odaklanmıştır; çünkü danışanın ya­
tir (Perls, 1970; Perls, Hefferline & Goodman, şamının en önemli olayı şu anda ne olduğudur.
1951). Perls’ün, yaşamı boyunca onu idolleş­ Geştalt terapide, varolan her şey şimdidir. Eğer
tiren bir izleyici grubu olmuştur (Bkz., Odak geçmiş rahatsız edici ise, bugüne taşınmaktadır.
17.4). Neden sorusu desteklenmez çünkü geçmişteki
nedenlerin peşine düşmek şu anda seçim yap­
GEŞTALT TERAPİNİN TEMEL ma sorumluluğundan kaçma girişimidir; bildiği­
KAVRAMLARI miz varoluşçu bir temadır bu. Danışanlar şimdi
Rogers gibi, Perls de, insanların doğuştan olmakta olanın farkına varmaları için uyarılırlar,
gelen bir iyiliğinin olduğunu ve bu temel doğa­ hatta bazen zorlanırlar. Farkındalık şu anda ve
larının kendisini dışa vurmasına izin verilmesi doğrudan bir düşünme ve hissetme şeklidir. Ki­
gerektiğini düşünüyordu. Psikolojik sorunlar, bu şiler kendileri hakkında ne olmakta olduğunu, ne
doğuştan gelen erdemin yadsınması ve engel­ düşündüklerini ve ne tür fanteziler kurduklarını,
lenmesinden kaynaklanmaktadır. Diğer insancıl ne istediklerini ve ne hissettiklerini, şu anda ne
terapistlerle birlikte, geştalt terapistleri de, psi­ yaptıklarını bilmelidirler; aynı zamanda, duruş­
kanalistlerin odaklandığı sorunlu ve bozulmuş larını, yüz ifadelerini, kas gerginliklerini, jestleri­
özelliklerden çok, insanların yaratıcı ve dışa vu­ ni, kullandıkları sözcükleri ve seslerinin tınısını
rumcu yanlarına vurgu yapar. da bilmelidirler.
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 537
√√

ODAK 17.4 FRITZ PERLS’E KISA BİR BAKIŞ

Joe asansöre bindikten sonra, duvara karşı ayak-


ta duran kısa, gri sakallı bir adamı güçlükle fark etti.
Daha sonra onu tanıdı. “A, Dr. Perls, sizinle tanış-
tığım için şeref duydum. Çalışmanızı okumuştum ve
huzurunuzda olmak –sizinle tanışmak– öyle bir onur
ki…” Joe, karşıdan tepki gelmediği için kekeliyordu.
Yaşlı adam kıpırdamadı. Asansör yavaşladı ve ses-
sizce gitmek için bir fırsat olduğunu fark eden Joe
umutsuzca “gerçekten sinirliyim” diyen kendi sesini
duydu. Perls ona döndü ve gülümsedi. Kapıyı açtıktan
sonra Joe’nun koluna dokundu ve “Şimdi konuşalım”
dedi (Gaines, 1974).

Frederich (Fritz) Perls (1893-1970) Geştalt terapinin renkli


kurucusudur.

Geştalt terapi, şimdiye kadar tartışılan in­ • Ben-dili. Hastalara şimdiki ve gelecekteki
sancıl ve varoluşçu terapilerin tersine, teknikler yaşamlarının sorumluluğunu alabilmelerine yar­
üzerine vurgu yapmaktadır. Ancak, özünde geş­ dımcı olmak için, terapist onları “o” dili yerine
talt terapi yalnızca bir teknikler koleksiyonu de­ “ben” dili kullanmaya yöneltir.
ğildir, daha çok, insan doğası üzerine bir tutum­ Terapist: Sesinizde ne duyuyorsunuz?
lar dizgesidir, yaratıcılığa ve yaşantıya (hayat Hasta: Sesim ağlıyor gibi geliyor.
tecrübesine), açıklığa değer veren bir felsefedir. Terapist: Ağlıyorum, diyerek bunun sorumluluğunu üst­
Geştalt terapisti, hastaya, terapist gibi açık ve lenebilir misiniz? (Levitsky & Perls, 1970, s. 142)
yaratıcı olmasına; dünyayla şu anda, yargısız Dili kullanmadaki bu basit değişiklik, hastayı
ve tefekkürsüz bir zeminde yüzleşmesine yar­ duyguları ve davranışları için sorumluluk almaya
dım etmeyi amaçlar. Bu sonuca giden yoldaki yöneltmenin yanında, kendi sahiden varoluşu­
araçlar birçok tekniği içerir, bu teknikler çok iyi nun bazı yanlarından yabancılaşma duygusunu
bilinmekte ve diğer bazı kuramsal yaklaşımı da azaltır. Hastanın kendisini edilgen görmekten
olan terapistlerce de uyarlanıp kullanılmaktadır. çok etkin görmesine; davranışları tümüyle dış
Aşağıda güncel geştalt tekniklerinden bazılarını koşullarca belirlenen birisi olmaktan çok açık ve
betimliyoruz: araştıran bir kişi olmasına yardımcı olur.
Geştalt terapistleri danışana duygularıyla daha doğrudan • Boş sandalye. Boş sandalye tekniğinde da­
biçimde yüz yüze gelmelerine yardım etmek üzere boş sandalye nışan bir duygusunu, bir kişiyi, bir nesneyi ya da
tekniğini kullanırlar.
bir durumu yansıtır ve bu yansıttığı ile konuşur.
Örneğin, eğer bir hasta ağlıyorsa, geştalt tera­
pisti hastaya, gözyaşlarını boş bir sandalyede
oturur gibi canlandırmasını ve gözyaşlarıyla ko­
nuşmasını önerir. Bu taktik genellikle, insanların
duygularıyla yüzleşmelerine yardımcı olur. Ger­
çekten de, bir insanın gözyaşları hakkında ko­
nuşmasını istemek, onun duygularıyla arasına
daha çok mesafe koymasını desteklemektir ki
bu da, geştalt terapistlerine göre, psikolojik iyilik
haline zarar verir.
538 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

• Duyguların yansıtılması. Geştalt terapist­ hayal kırıklığı yaratıcı olması gerektiğini göstermek ve
leri bazen gruplarla çalışırken, ikili gruplar ha­ ayrıca onları bu konuda bir şeyler yapmaya itmek istedi.
linde, gözlerini kapatmalarını ve güçlü duygusal Uyarmaksızın koltuğundan kalktı ve çiftin arasına sıkışa-
bağları olan birisinin yüzünü canlandırmalarını rak oturdu. Hiç bir şey söylemedi. Koca şaşırmış görünü-
yordu, sonra incinmiş ve giderek terapiste öfkelendi. Te-
isterler. O kişi hakkındaki duygularına yoğun­
rapistten eşinin yanına oturabilmek için kalkmasını istedi.
laşmaları yüreklendirilir. Sonra hepsi gözlerini Terapist kafasını salladı. Koca ricasını tekrarladığında,
açar ve grup eşlerine bakarlar. Kısa bir süre terapist ceketini çıkardı ve eşin başına yerleştirdi. Böylece
sonra tekrar gözlerini kapatmaları ve yüksüz bir koca artık eşini göremiyordu bile. Uzun bir sessizliğin ar-
şey (örn., bir aritmetik problemi gibi) düşünme­ dından koca giderek daha fazla ajite oldu. Eş bu arada te-
leri istenir. Daha sonra tekrar gözlerini açarlar rapistin ceketi ile örtülü olarak sessizce oturuyordu. Koca
ve grup eşlerine ikinci kez bakarlar. Sonuçta, aniden ayağa kalktı ve terapistin arkasına geçerek ceketi
bu iki durum arasında grup eşlerine ilişkin fark­ kaldırdı, sonra da terapisti kanepenin ucuna itti. Terapist
hoş bir şekilde kahkaha patlattı ve “bir şey yapman için
lı duygular hissedip hissetmedikleri sorulur. Bu
ne kadar geçecek merak ediyordum!” diye gürledi.
egzersiz tüm sosyal ilişkilerimizde kaçınılmaz
olduğunu varsaydığımız bir şeyin, yani herhangi
Bu sahne, yalnızca sözcüklerin ifade et­
bir anda olan her hangi bir şeyde, ona olan duy­
mede yetersiz kalacağı bazı noktaları açıklığa
gularımızın işin içine nasıl karıştığı konusunun
kavuşturmayı sağlamıştır. Terapist tarafından
abartılarak gösterilmesi için düzenlenmiştir.
duygularını daha iyi tanıma ve onları korku ve
• Tersine çevirme. Bu teknik kişinin her ne
huzursuzluk duymadan dışa vurma konusunda
hissediyorsa, onun tam zıttı biçimde davranma­
eğitilmekte olan koca, ağlayarak, aynı annesi
sını içerir. Örneğin, çok aşırı katı olan birsinden
tarafından karısına yabancılaştırıldığı gibi, tera­
terapi seansı sırasında çok dışa dönükmüş gibi
pisti tarafından da karısından uzaklaştırıldığını
davranması istenebilir. Perls, madalyonun diğer
hissettiğini söyledi. Anne araya giriyordu ve o
yüzünün kişinin varoluşu içinde bulunduğunu,
bu konuda hiçbir şey yapmıyordu. İhtiyaçlarını
genellikle ifade edilmeyen duyguların eyleme
tanımak ve bunları doyurmak için eyleme geç­
dökülmesi yoluyla kişinin, kendiliğinin gömül­
me konusunda kendisine güvenmiyordu. Palto­
müş bölümlerini fark etmesine izin vereceğini
nun ve terapistin yerini değiştirmeye muktedir
varsaymaktadır.
olması aynı davranışı kayınvalidesine de göste­
• Sözel olmayan ipuçlarına dikkat etme.
rip gösteremeyeceğini düşündürttü. Konuştuk­
Tüm terapistler danışan tarafından verilen sö­
ça, karısı hıçkırarak ağlamaya başladı; koca­
zel olmayan ve dil dışı işaretlere dikkat ederler.
sına hep onun annesiyle problemi konusunda
Sözel olmayan işaretler, beden hareketleri, yüz
sorumluluk üstlenmesini beklediğini anlattı. Bu­
ifadeleri, jestler ve benzerleridir; dil dışı işaret­
raya kadar gayet iyi ancak daha sonra terapist
ler ise, sesin tonu, sözcüklerin konuşulma hızı
kadına dönerek, neden paltoyu kendisinin orta­
ve konuşmanın içeriği dışındaki diğer sessel
dan kaldırmadığını sordu. Terapist kadını, evlilik
bileşenleridir. İnsanlar gırtlaklarıyla söyledikle­
sorunları konusunda edilgen kaldığı için nazikçe
rini elleri ve gözleriyle de iletirler. Perls bu dil
azarlarken, kocanın da ağzı kulaklarına varıyor­
dışı işaretlere özel önem vermiştir; danışanların
du. Seansın sonunda duygusal olarak yorgun
gerçekten ne hissettiklerini saptamak için bun­
olsalar da, kendilerini birbirleriyle daha iyi ilişki
ları dikkatle gözlemiştir. “Söylediklerimiz genel­
içinde hissettiler ve kadının annesiyle ilişkileri
likle bir dolu yalan ya da ıvır zıvırdır. Ancak, ses,
konusundaki problemi çözmek için aktif olarak
jestler, duruş, yüz ifadesi, psikosomatik dil ora­
birlikte çözüm arama isteklerini belirttiler.
dadır” (Perls, 1969, s. 54)
• Rüya çalışması. Rüyaların yorumu geştalt
• Metafor kullanımı. Geştalt terapistleri, terapi
terapinin diğer önemli bir parçasıdır. Psikanali­
seansları sırasında, danışanın problemini daha
tik yaklaşımlara zıt olarak, geştalt terapi rüyayı
canlı, daha anlaşılabilir kılmak ve problemin do­
bilinçdışı süreçlerle bağlantılı sembollerin zen­
laştırılmasını sağlamak için sıklıkla alışılmadık
gin bir kaynağı olarak görmez
senaryolar yaratırlar. Örneğin, aşağıdaki örnek
Rüyadaki her imge, ister insan, hayvan, bitki, veya
gözlediğimiz bir seanstan alınmıştır: taş olsun, kendiliğin yabancılaşmış bir parçası olarak ele
alınır. Rüyayı, her imgenin penceresinden şimdiki zaman
Bir koca ve eşi kanepede oturmuş, kadının annesi hak- kipinde tekrar tekrar anlatarak ve yaşantılayarak hasta bu
kında münakaşa ediyorlardı. Koca kaynanasına çok öfke- yabancılaşmış parçalarını tanımaya ve kabullenmeye, on­
li görünüyordu ve terapist onun eşiyle ilişkisinde araya larla birlikte yaşamaya ve onları daha uygun biçimde dışa
girdiğini tahmin etti. Terapist bunun her ikisi için ne denli vurmayı öğrenmeye başlar (Enright, 1970; s. 121).
İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 539
√√

Örneğin, geştalt terapideki bir kadın, rüya­ Geştalt terapi, kişinin geçmişinin tutsağı ol­
sında, uzun düz ağaçların arasındaki bir kıv­ madığı, farklı olmak için varoluşçu seçimini her­
rımlı patikadan gitmekte olduğunu görüyordu. hangi bir zamanda yapabileceği ve terapistin
Terapist ona bu ağaçlardan birisi olmasını söy­ boğulmayı tolere etmeyeceği biçimindeki va­
ledi ve bu onun kendisini daha derine köksalmış roluşçu mesajları güçlü bir şekilde iletmektedir.
hissetmesine yol açtı. Daha sonra bu tür bir gü­ Hiç kuşkusuz bu iyimser bakış birçok insanın
venlik ihtiyacı arzusunu dile getirdi. Kendisine değişmelerine yardımcı olur. Ancak, eğer bir
bu kıvrımlı yol olması söylendiğinde ise, göz­ kişi daha farklı nasıl davranacağını bilmiyorsa,
yaşları içinde hayatının çapraşıklığıyla yüzleşi­ zaten ızdıraplı olan birisine dikkate değer zarar
yordu. Geştalt terapisti bir kez daha, danışanın verilebilir. Örneğin, sosyal olarak ketlenmiş bir
kaçındığı duygularını dışa vurmasına, böylelikle kişi başkalarıyla girişken bir biçimde nasıl ko­
bunların farkına varmasına, bunları kabullen­ nuşacağını bilmiyorsa, bu kişinin girişken olma­
mesine ve belki de bunları değiştirmeye karar yışının farkına varması ve onun daha dışavu­
vermesine yardım etmiş oldu. rumculuğa yüreklendirilmesi ona çok az yarar
Bu yorumların rüyanın gerçek anlamını yan­ sağlayacaktır. Sosyal becerilerden yoksun olan
sıtıp yansıtmadıkları geştalt terapistinin ilgi alanı bu kişi, belki de, başkalarıyla ilişkilerinde garip
dışındadır. Fenomenolojik yaklaşımıyla uyumlu ve etkisiz davranacaktır; sonuçta da, eskisinden
olarak, geştalt terapistleri danışanları rüyanın daha da kötü hissedebilecektir.
onlar için o andaki anlamına güvenmeleri konu­ Perls’ün sorumluluk üzerine yaptığı vurgu,
sunda yüreklendirir. Terapistin, bir rüyanın danı­ başkalarına verilen söz ve zorunluluklar ile ka­
şan için ne anlam taşıdığı konusunda bir hipo­ rıştırılmamalıdır. Perls bir terapist olarak dahi,
tezi varsa da, terapist bu anlamı rüyayı görene kendisini, hastaları da dahil, başkaları için so­
dayatmamaya özen gösterir, çünkü rüya rüyayı rumluluk taşıyan biri olarak sunmamıştır. Bire­
görenindir. Rüyayı gören için bunun tek önemi yin kendisine bakım ve ihtiyaçları ortaya çıktık­
seans sırasında tartışıldığı biçimiyle rüyanın ta­ ça bunları karşılama sorumluluğu vardır. Bu çok
şıdığı anlamdır, bu anlamda, geştalt terapisinin açık ben-merkezcilik sosyal vicdan duygusu
bir rüyalar kuramı yoktur. Rüya çalışması ile olan ya da geçmişte başkalarına taahhütlerde
ilgilenir; yani rüyanın terapistin desteğinde da­ bulunmuş kişiler için sorun yaratabilecektir. Per­
nışan tarafından analiz edilmesiyle ilgilenir. Her ls bu tür taahhütlerin hiçbir zaman yapılmaması
danışan için yalnızca görüngüsel dünya önem gerektiğine inanmaktadır (Prochaska, 1984).
taşıdığı için, üstünde odaklanılmaya değer tek Perls ve Rogers gibi insancıllara göre, in­
şey onun şu andaki yaşantısıdır. Aynı rüya da­ sanlar kendi doğaları gereği iyi, amaçlı ve güç­
nışan için beş dakika sonra farklı bir anlam ta­ lüdürler. Eğer bu doğruysa, bu içsel iyi doğaya
şıyabilir. güvenmek ve ihtiyaçların doğrudan dışa vuru­
munu yüreklendirmek mantıklı olacaktır. Ancak
DEĞERLENDİRME insanlar her zaman iyi midir? Bazen danışan­
Geştalt terapistleri zamanlarının çoğunu da­ lar, özellikle psikolojik olarak sorunlu olanlar,
nışanlarını daha dışavurumcu, daha kendiliğin­ kendilerini profesyonelin yargısında kendileri
den ve kendi ihtiyaçlarına daha çok özen göste­ için en iyi olmayan şeyi yapmak zorunda his­
ren bireyler olmaları yönünde kullanır. Perls bu sederler. Bir danışanın birisini öldürme ihtiyacı
etkinliği kişiyi ortaya çıkan geştaltları üzerinde hissettiğini ya da dışarıdan kişilerin görmemesi
daha dikkatli olmaya yönlendirmek biçiminde istenen bir davranış içinde olduğunu düşünün.
tanımlar. Terapi aynı zamanda, bireyi, kişiliğinin Burada terapistin sorumluluğu nedir? Terapist
şimdiye dek reddedilmiş bölümlerini tanımaya hangi noktada araya girer ve kendi yargısını
yüreklendirerek bütünleştirmeye çalışır. Dola­ dayatır? Hastalar yıkıcı davranışlarda bulunma
yısıyla, geştalt terapi, geştalt psikolojisinin de­ eğilimi gösterdiklerinde çok az terapist bir şey
neysel bulgularıyla paralellik gösterir. Ancak, bu yapmadan durur. Bölüm 20’de Tarasoff kuralı­
teknikler hakkında konuşmanın en uygun yolu­ nın tartışmasında görüldüğü gibi, terapistlerin
nun Perls’ün yaptığı betimlemeler olup olmadığı böylesi koşullarda, hastanın isteklerine ters de
ve daha da önemlisi, bu kavramların iyi terapist­ olsa, tavır almaktan başka seçenekleri yoktur.
lerin yetiştirilmesinde yardımcı olup olmadıkları Bu yasal zorunluluktan ayrı olarak da, geştalt
tartışılabilir. terapistleri tüm kararları danışanlarına bırak­
540 √√ BÖLÜM 17 - İÇGÖRÜ TERAPİLERİ

mazlar ve onlar üzerinde, yalnızca sundukları Tüm terapiler kötüye kullanıma açıktır; Geş­
modelle bile olsa, kayda değer etkide bulunur­ talt terapi de bundan ayrık değildir; hatta özel
lar. Daha önce belirttiğimiz gibi, Perls karizmatik bazı problemler taşır. Biraz deneyimle, eğitim
bir figürdü. Birçok kişi kuramsal yönelimleri ne görenler için dahi, danışanların duygularını ifa­
olursa olsun, terapistlerinin değerlerini benim­
de etmelerini sağlamak zor değildir. Bazı Geştalt
semektedir (Pentony, 1966; Rosenthal, 1955)
teknikleri insanları açma konusunda öyle güçlü
Bu sosyal etkiyi, böyle bir etkinin varlığını, belki
de terapistlerin hastalar üzerinde daha büyük olabilirler ki, danışanlar niyetlenilenin tersine
bir tiranlıklarına yol açabilecek biçimde reddet­ zarar görebilirler. Perls’ün kişiliğinin güçlülüğü
mektense, dikkate almayı tercih ediyoruz. ve yüzleştirmeci tarzı bazı terapistleri, onun
Geştalt terapinin çeşitli yönlerini, özellikle alışılmadık durumlarda gösterdiği düşüncelilik,
boş sandalye tekniğini araştıran çok az çalışma beceri ve özenden yoksun olarak taklit etmele­
vardır. Conoley ve ark., (1983) üniversite öğ­ rine yol açmıştır. Sorumlu bir Geştalt terapisti
rencileriyle yaptığı bir çalışmada kendi kendine danışanın çıkarlarını ön planda tutan ve bir kişi­
bildirilen öfkenin 20 dakikalık bir boş sandalye nin ızdırabının azaltılmasında, güçlü duyguların
egzersizinden sonra azaldığını bulmuşlardır.
dışavurumunun kendi başına yeterli olmayabi­
Greenberg ve Rice (1981) bu tekniğin farkında­
leceğini anlayan bir profesyoneldir. Geştalt te­
lığı ve duygusal dışavurumu arttırdığını bildir­
miş; Clarke ve Greenberg (1986) ise, insanların rapinin doğası ve Fritz Perls’ün anısı etrafında
karar verme süreçlerinde bu tekniğin problem bir kültün oluşması, Geştalt terapistlerinin daha
çözme tekniklerine göre daha üstün olduğunu fazla dikkat ve alçak gönüllülük göstermek için
bulmuşlardır. çabalamaları gereğini ortaya çıkarmaktadır.

ÖZET
Çeşitli psikoterapi formları üzerinde on yıllardır, bazen çelişkili sonuçlar bildiren birçok araştırma
yapılmıştır. Psikoterapinin etkilerinin değerlendirilmesi sağlık sigortası şirketlerinin taleplerinin de
artmasıyla giderek önem kazanmaktadır. Bu ve sonraki iki Bölümde, psikoterapötik müdahalelerin
değerlendirilmesi için bir çerçeve sunmak üzere, bazı genel konular gözden geçirilmiştir. Bu konular,
tedavinin özgül etkisinden çok beklentiler yoluyla ortaya çıkan düzelmeye işaret eden plasebo etkisi;
terapilerin uygulama ve araştırma alanlarındaki farklılıkları (örneğin, araştırma çalışmalarında, bir
araştırma projesi kapsamı dışında çalışan klinisyenlerin uygulamalarıyla çok az benzerlik gösteren
elkitapları uygulanmaktadır); birçok psikoterapi araştırmasında terapi sonuçlarını profesyonel müda­
hale olmasaydı ne olurdu karşılaştırmasını olanaksız kılacak şekilde tedavi görmeyen kontrol grup­
larının olmayışı; hastaların yaşamdaki birçok yordanamaz ve kontrol edilemez kuvvetlerin sonucu
olarak nasıl değiştiklerine dair anlayışın sınırları için kaos kuramının doğurguları.
İçgörü terapileri şu temel sayıltıyı paylaşır; birey kendi hareketlerini neyin motive ettiğinin far­
kında olmadığı için davranış bozuktur. Psikanaliz geçmişteki etkenleri vurgular, oysa Rogers ve
Perls’ünkiler gibi pek çok insancıl (hümanist) ve varoluşçu yaklaşım, davranışın güncel belirleyicileri
üzerinde durur. Hastanın hayatındaki bu güne ait etkenlere ilgi, klasik psikanalizin ego analizi ve kısa
dinamik kişiler arası terapi gibi, pek çok çağdaş formunda da bulunur.
Klasik psikanaliz çocukluk baskılamalarını açığa çıkarmaya çalışır, böylece libidinal boşalıma
yönelik çocuksu korkular, yetişkin ego tarafından bu günün gerçekliği ışığında sorgulanabilir. Kısa
süreli dinamik terapi, hastanın içgüdüsel boşalım ve çevre üzerinde daha büyük kontrol kazanma
ihtiyacına ve becerisine daha fazla vurgu yapar. Kısa süreli Psikodinamik terapi zaman sınırlı bir te­
rapidir ve beklentiler iki düzine seanstan daha az olarak ayarlanır. Psikanalizin aktarım nevrozunun
analizi aracılığıyla kişiliğin onarımını sağlama hedefinden vazgeçerek, somut hedefler ve hayatın
kaçınılamaz stres kaynaklarıyla başa çıkma yollarını öğrenme üzerine bir odaklanma vardır.
Rogers, kendini gerçekleştirme (self-actualization) yönündeki güdünün temel iyiliğine güvenmiş
ve terapi içinde yargılayıcı olmama koşullarının oluşturulmasını önermişti. Rogeryan terapistler, da­
nışana yönelik koşulsuz olumlu kabul ve empati aracılığıyla, danışanların kendilerini daha doğru
olarak görmeleri ve kendini gerçekleştirme yönündeki içgüdülerine güvenmeleri konusunda onla­
ANAHTAR SÖZCÜKLER 541
√√

ra yardım ederler. Temel olarak Avrupa’daki varoluşçu felsefeden etkilenen varoluşçu terapistler,
benzer şekilde, insanları doğuştan gelen kendi potansiyelini gerçekleştirme becerisine sahip olarak
kabul ederler; insanlar belirli bir anda farklı olma kararı verme özgürlüğüne de sahiptir. Hem Roger­
yanlar hem de varoluşçular birey tarafından deneyimlenenin tek gerçeklik olduğunu varsayarlar. Bu
yüzden, terapist dünyayı kendisininkinden çok, danışanın fenomenolojik bakış açısından görmeye
çalışmak zorundadır.
Perls’ün geştalt terapisi şu anı yaşamayı vurgular, o ve yandaşları tarafından sunulan pek çok
teknik, danışanlara bugünkü ihtiyaçlarını deneyimleme de ve ortaya çıktıkları şekilde doyurma konu­
sunda rahat hissetmelerinde yardım etmek için tasarlanmıştır.
Giderek artan sayıda araştırma, bazı içgörü terapilerinin etkililiğini destekler. Bu araştırmaların bir
kısmı süreç yönelimlidir, yani, iyileşmeden sorumlu olan etkenleri inceler. Terapist ve hasta arasın­
daki terapötik işbirliği önemli bir değişken olarak ortaya çıkar. Yine de psikoterapi araştırması son
derece karmaşık ve güçtür; bilimsel temelli çıkarımlar, insanların değişmesine nasıl yardım edildiği
hakkındaki temelsiz inançların kabul edildiği kadar kesin olarak elde edilemez.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
Psikoterapi örtük içerik danışan merkezli terapi
içgörü terapisi açık içerik içtenlik
plasebo etkisi yorum koşulsuz olumlu kabul
sonuç araştırması inkâr tam empati
süreç araştırması aktarım nevrozu anlayış
meta-analiz karşı aktarım gelişmiş tam empati
psikanaliz ego analizi temel empati
serbest çağrışım kısa süreli terapi Geştalt terapi
direnç kişilerarası terapi (IPT)
rüya analizi insancıl ve varoluşçu terapiler
18

Alfredo Castaneda, “Ayna bir


diğer imgeyi hayal ettiğinde
1988.

BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ


Çeviri: Psk. Dr. Mehmet Akif Sayılgan TEDAVİ ETKİLERİNİN GENELLENMESİ VE
SÜRDÜRÜLMESİ
KARŞI KOŞULLAMA Aralıklı ve Doğal Pekiştirme
Sistematik Duyarsızlaştırma Çevresel Değişim
İtici uyarıcılarla Terapi İkincil Kazancın Elenmesi
EDİMSEL KOŞULLAMA Nüksün Önlenmesi
Ödül Biriktirme Tekniği Kendine Yükleme
Çocuklarla Edimsel Çalışma BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLERDE
MODEL ALMA TEMEL KONULAR
Model Alma Yoluyla Tedavi Edilen Sorunlar İçsel Davranış ve Biliş
Bilişin Rolü Bilinçdışı Etkenler ve Altta Yatan Nedenler
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ Geniş Spektrumlu Tedavi
Ellis’in Akılcı-Duygusal Davranış Terapisi İlişki Etkenleri
Beck’in Bilişsel Terapisi Kuramsal İskeletin Üstündeki Et
Beck ile Ellis’in Terapileri Arasında Bazı PSİKANALİZ VE DAVRANIŞÇI
Karşılaştırmalar TERAPİ - BİR UZLAŞMA MI?
Sosyal Problem Çözümlemesi PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE
Çok Yaklaşımlı Terapi KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME
Bilişsel Davranışçı Terapi Hakkında Lazarus-Messer Tartışması
Düşenceler Olgunlaşmamış Bütünleştirmeye Karşı
DAVRANIŞSAL TIP İddialar
Ağrı Tedavisi ÖZET
Kronik Hastalıklar ve Yaşam Tarzı
Biyolojik Geri Bildirim
KARŞI KOŞULLAMA 543
√√

da, bir sosyal bilimcinin bir sabah uyanıp psiko­


Orta yaşlı bir inşaat işçisi depresyonu sebebiyle yar- lojik rahatsızlıkları olan insanların bundan böyle
dım istemişti. Sabahları yatağından kalkmakta güçlük çe- deneysel bulgulara dayanan tekniklerle tedavi
kiyor, işini ve genel olarak yaşamını korku ve kötülük dolu
edilmesi gerektiğini ilan etmediğini biliyoruz.
olarak görüyordu. Dikkatli bir inceleme sonucunda em-
rinde çalışanlar tarafından beğenilmeye ve onaylanmaya Buna karşın, klinik alanda çalışanlar, yıllar için­
gereğinden fazla önem verdiği anlaşıldı. Depresyonu, di- de karşılaştıkları sorunlara ilişkin yeni bir varsa­
ğer çalışanlara emir vermesi, kontrol etmesi ve eleştirme- yımlar bütünü formüle etmeye başladılar. Örtü­
si gereken ustabaşılığa terfi etmesiyle başlamıştı. Altında şen alanlar olmakla birlikte davranışçı terapide
çalışanların zaman zaman talimatlarına ve yorumlarına dört kuramsal yaklaşımı ayırt etmeyi yardım
karşı çıkması, kızgın bakışları ve somurtmaları kendisini edici buluyoruz: karşı koşullama, edimsel koşul­
rahatsız etmekteydi. Eleştirildiği veya reddedildiği zaman lama, model alma ve bilişsel davranışçı terapi.
gereğinden fazla rahatsız olduğu konusunda terapistle
Bu yaklaşımları gözden geçirdikten sonra, dav­
anlaştı. Sistematik duyarsızlaştırma tedavisi sonucunda
işle ilgili kaygıdaki azalma depresyonun ortadan kaldırıl- ranışsal ve biyomedikal bilgileri harmanlayarak
masında başarılı olmuştur. (Goldfried & Davison, 1994, fiziksel sağlığı artırmayı ve fiziksel rahatsızlık­
s. 114’ten uyarlanmıştır) ları azaltmayı amaçlayan yeni bir uzmanlık ala­
nı olarak davranışsal tıbba değineceğiz. Daha
1950’li yıllarda psikopatolojinin tedavisinde sonra terapideki kazanımların gerçek hayata
yeni bir yöntem olan davranış terapisi ortaya nasıl genelleneceği ve etkili biçimde sürdürüle­
çıktı. Bu terapi, başlangıçtaki haliyle, klinik so­ bileceğini inceleyeceğiz. Son olarak, psikotera­
runların değiştirilmesi için klasik ve edimsel ko­ pide kuramsal bütünlük ve eklektisizme karşı gi­
şullamaya dayanan işlemleri kullanmıştır. Bazen derek artan ilgi ve bu alanlardaki çabalara ilişkin
davranış değiştirme terimi de kullanılmaktadır, üstünlük ve güçlüklere değineceğiz.
bu terim daha çok tedavi için edimsel koşullama
yöntemini kullanan terapistler tarafından ter­ KARŞI KOŞULLAMA
cih edilmektedir. Bu alanı tanımlamada önemli
tartışmalar olduysa da (Fishman, Rotgers, & Şekil 2.5’te gösterildiği gibi, karşıt koşul­
Franks, 1988, Mahoney, 1993), davranış tera­ lamada uyarana (U) karşı gösterilen bir tepki
pisi bugün daha çok epistemolojik tutumu -be­ (T1), aynı uyarana karşı değişik bir davranışın
lirli kavramlara bağlılıktan çok, kanıtların titiz (T2) ortaya konmasıyla ortadan kaldırılır. Örne­
standartlarını araştırması- ile karakterize edil­ ğin, eğer bir kişi kapalı alanda (U) kalmaktan
mektedir. Davranış terapisi, deneysel psikolog­ korkuyorsa (T1), terapist bu kişiye kapalı alan­
lar tarafından normal ve anormal davranışların larda daha sakin tepki (T2) vermesi için yar­
incelemesinde kullanılan yöntemler ve yapılan dımcı olmaya çalışır. Kanıtlar gerçekçi olmayan
buluşların klinik ortamda anormal davranış, dü­
korkuların bu şekilde ortadan kaldırılabildiğini
şünce ve duyguların değiştirilmesi girişimidir.
göstermektedir. Karşı koşullamanın en eski ve
En etkili klinik yöntemlerin bilim tarafından
günümüzde ünlü olan klinik gösterimi Mary Co­
geliştirileceği bir varsayımdır (Beutler & E.H.
ver Jones tarafından bildirilmiştir (1924). Jones,
Davison, 1995). Bilimsel yöntemin doğasında
küçük bir çocuğun tavşanlara olan korkusunu
onun ilkeleri doğrultusunda insan davranışları­
onu tavşanların bulunduğu bir ortamda besleye­
nı inceleyenler için kesin başarıyı garantileyen
rek ortadan kaldırmıştır. Tavşan önceleri birkaç
hiçbir şey yoktur. Bilim oyununu oynayarak Ay,
metre ileride tutulmuş ve giderek yakınlaştırıl­
Mars ve daha ötesine ulaşmış olmamız, aynı ku­
mıştır. Böylelikle tavşan (U) tarafından üretilen
ralların insan davranışlarına uyarlanabileceğim
korku (T1) yemekle (T2) ilintili daha güçlü olum­
göstermez. Özgür iradeyi vurgulayan varoluş­
lu duygular tarafından ‘dışlanmıştır’. Sistematik
çular, bu kitabın yazarları tarafından onaylanan
duyarsızlaştırma ve uzaklaştırma terapisi karşıt
kurallarla insan doğasının araştırılamayacağını
koşullama nedeniyle etkili oldukları varsayılan
varsayarlar. Bahislerimizi bu Bölümde anlatılan
davranışsal tekniklerdir.
bilimsel çalışmaya oynasak da, davranış tera­
pisinin davranışsal, bilişsel ve duygusal bozuk­
lukları tedavide en iyi yöntem olduğu sadece
SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA
inanca dayanır. Joseph Wolpe (1958), yetişkinler için,
Davranış terapisinin tam olarak ne zaman Jones’un kullandığı yöntemlere benzer bir tera­
geliştirilmeye başlandığını bilmemiz zor olsa pi tekniği geliştirmiştir. Wolpe, hastalarının ço­
544 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

yaşam olaylarıyla karşılaşmaları söylenir. Bu


ev ödevleri hastaların imgelemden gerçekliğe
uyum sağlamalarına yardımcı olur. 6. Bölümde
anlatıldığı gibi, gerçek yaşamda korku duyulan
olaylarla karşılaşma, uzun zamandan beri, yer­
siz kaygıların azaltılmasında önemli bir yöntem
olarak bilinmektedir.
Klinisyenler sistematik duyarsızlaştırmayı
kullanarak kaygı ile ilgili birçok sorunu tedavi
etmişlerdir. Bu teknik inanılması zor bir biçimde
basittir. Diğer yandan, duygusal gerilim yaşa­
yanlar için olan her terapi gibi, bunun da uygu­
laması karmaşıktır. Klinisyen ilk başta kapsamlı
bir davranışsal inceleme yaparak, hastanın kay­
gılı tepkiler göstermesine neden olan olayların
böyle tepkilere uygun olup olmadığını anlama­
lıdır. Eğer kişi bir takım olaylarla baş edebile­
cek becerilerden yoksunsa -örneğin, uçak kul­
lanmayı bilmediği için uçak uçurmaktan kaygı
duyuyorsa- duyarsızlaştırma uygun değildir. Di­
Davranış terapisinin öncülerinden biri Joseph Wolpe özel- ğer yandan, eğer kişi kaygı nedeniyle bilinen ve
likle yaygın uygulanan davranışçı teknik olan sistematik geleneksel şekillerde davranmakta güçlük çeki­
duyarsızlaştırma ile bilinir. yorsa, duyarsızlaştırma yöntemi uygundur. Ba­
ğunun, aynı anda kaygılarını azaltan davranış­ zen, bu bölümün başında verilen örnekteki gibi,
larda bulunmaları kaydıyla, korktukları durum hastanın açıkça kaygılı olmadığı durumlarda da
veya nesnelerle karşılaşmak için yüreklendiri­ kullanılabilir. Açıklanan diğer tüm teknikler gibi,
lebildiklerini görmüştür. Diğer yandan Wolpe, bu da nadiren yalnız başına uygulanır. Sosyal
hastalarına yemek yedirmek yerine, bu yetişkin­ etkileşimlerden korkan bir kişiye, duyarsızlaş­
lere kaslarını gevşetmeyi öğretmiştir. Wolpe’un tırmanın yanında, konuşma ve diğer sosyal
eğitim yöntemleri, Edmond Jacobson’ın (1929), beceriler eğitimi de pekâlâ verilebilir. En genel
kaygı gibi güçlü duygusal durumların kişinin de­ anlamıyla duyarsızlaştırmanın uygulanabilirliği,
rin bir gevşeme durumunda olmasıyla önemli terapistin hastanın sorunlarının altında yatan
ölçüde engellenebildiğini gösteren, ilk çalışma­ kaygının kaynağını keşfetmede gösterdiği yete­
larından uyarlanmıştır. neğe dayanır (Goldfried & Davison, 1994).
Wolpe’un hastaları tarafından hissedilen kor­ Araştırmacılar klinik raporların tekniğin etkili
kular, eleştiri ve başarısızlık gibi soyut kavram­ olduğunu bildirmesi nedeniyle duyarsızlaştır­
lar olduğundan bunları ortaya çıkaracak gerçek maya ilgi duymuşlardır. Kontrollü çalışmaların
olayları yaratmak pratik olmamıştı. Salter’ın sonuçları, 1960’larda başlayan klinik savlan
önceki önerilerine uygun olarak Wolpe, bu ye­ desteklemiştir (örn., Davison, 1968b; Lang &
Lazovik, 1963, Paul, 1966).
tişkinlerin korktukları şeyleri hayal etmelerinin
Gerçekçi olmayan korkuların tedavisinde
daha akılcı olacağını düşündü. Böylelikle, kişi­
kullanılan yeni bir buluş da sanal gerçeklik (SG)
nin hayal ettiği korkularına eşlik eden derin gev­
aygıtıdır.
şemeye dayalı yeni bir teknik olan sistematik
SG, kişinin bilgisayar tarafından oluşturulan sanal çev­
duyarsızlaştırmayı (desensitization) ortaya reye (VE) katılımını sağlayan gerçek zamanlı bilgisayar
çıkardı. Wolpe ve daha birçok klinisyen tarafın­ grafikleri, vücut izleme aygıtları, görsel elemanlar ve diğer
dan belgelendiğine göre, gerilimli hayallere kat­ duyusal aygıtları içerir (VE; Kalawsky, 1993). Katılımcılar
lanma yeteneğinin artmasını, genellikle gerçek genellikle başa monte edilen elektromanyetik algılayıcılı
yaşamda karşılaşılan benzer durumlarda du­ bir görüntü aygıtı giyerler. Kullanıcı bilgisayar tarafından
oluşturulan, baş ve vücudun hareketleriyle doğal olarak
yulan kaygının azalması izlemiştir. 2. Bölümde
değişen sanal bir dünyayla karşılaşır. Kullanıcılar bazı
sunulan örnek bu tekniğin uygulamasını göster­ ortamlarda, örneğin, asansör düğmesine basarak yukarı
mektedir. çıkmak amacıyla, ortamla etkileşimlerini sağlamak ama­
Terapi seansları arasında hastalara genellik­ cıyla ikinci bir alıcıyı ellerinde tutarlar. (Rothbaum ve ark.,
le kendileri için giderek daha korkutucu gerçek 1995a, s. 548)
KARŞI KOŞULLAMA 545
√√

Bu karmaşık bilgisayar kontrollü aygıtlar te­ ramcı, kişinin korktuğu şeylerle karşılaşmasına
rapiste danışma odasında, korkulu bir hastaya öncelikle önem verirken; daha sonra gevşeme­
gerçek yaşamda korktuğu şeylerle canlı bir bi­ nin korkmuş kişinin korkularıyla yüzleşmesinde
çimde karşılaşma olanağını sağlar. yararlı bir yol olduğunu savunur (Wilson & Da­
Bu süreç, yükseklik fobisi olan bir kişiyi bir bi­ vison, 1971).
nanın üzerine çıkarıp orada durması için cesaret
vermek ve aynı anda da korkuyu kontrol etme İTİCİ UYARICILARLA TERAPİ
veya karşıt koşullamaya çalışmaktan daha az
zaman alıcı ve daha kontrollüdür. Sanal gerçek­ Hayvanların klasik itici uyarıcılarla koşul­
lik aygıtları hastanın sistematik duyarsızlaştır­ laması (nötr veya olumlu uyaranın, şok gibi,
ma sırasında üretebileceğinden daha gerçekçi olumlu olmayan şartsız uyaranla eşleştirilmesi)
görüntüler oluşturabilirler ve bunların gerçekçi üzerine olan yazılar, terapistleri insanlar üzerin­
görüntüler oluşturamayan kişiler için kullanımı de olumsuz koşullama yapılabileceğine inan­
daha akılcıdır. SG’in kişiler için son derece ger­ dırmış ve olumsuz uyaranı çekiciliği uygunsuz
çekçi görüntüler oluşturduğu yönünde çok sa­ bulunan uyaranla eşleştirerek onu daha az ca­
yıda kanıt bulunmaktadır (örn., Hodges ve ark., zip kılmayı amaçlayan tedavi programları oluş­
1994, Rothbaum ve ark., 1995b’den akt.). turmaya sevketmiştir1. İtici uyarıcılarla terapi
SG’in bir kaygı bozukluğunu (yükseklik fobisi) adlı yöntem duyarsızlaştırmaya benzer olmakla
tedavide başarılı kullanımı konusunda ilk vak’a beraber, olumlu tepki yerine yeni bir kaygı ya da
raporu (Rothbaum ve ark., 1995a) ve kontrollü tiksindirme (aversion) tepkisi koymayı amaçla­
çalışma (Rothbaum ve ark., 1995b) yazarların masıyla, ona karşıttır. İtici uyarıcılarla terapiyle
çevirisiyle bir ‘sanal gerçekliğin dereceli gös­ tedavi edilen sorunlar arasında aşırı alkol ve
terimini’ içermekteydi. Terapi üç hafta boyunca sigara tüketimi, travestilik, teşhircilik ve aşırı
birer saatten kısa beş seanstan oluşmaktaydı. yeme sayılabilir (McConagy, 1994; Miller, 1995).
Gösterimler, kişinin çeşitli katlardan dışarı ve Örneğin, içmesinin engellenmesini isteyen alkol
aşağı bakmasını yüreklendiren, bir cam asan­ sorunu olan kişinin önce alkolü tatması, görme­
sörü içermekteydi. SG, tedavi öncesi ve son­ si, koklaması ve bunları yaparken rahatsızlık
rası korkuyu saptamak için kullanılan çok katlı hissetmesi. Koşulsuz uyaran olarak ellere zarar
bir otel (kırk dokuz katlı) asansöründeki görün­ vermeyen ama acı veren şoka ek olarak, bazı
tüleri içeriyordu. Hasta tarafından belirtildiğine terapistler istenmeyen uyaranı sunarken danı­
göre, SG tedavisi sonucunda yüksek yerlerden şanın midesini bulandıran kusturucu ilaçlar da
kaçınma ve gerginlik önemli ölçüde azalmıştır. kullanmaktadırlar.
Aynı klinik araştırma grubu tarafından belirtilen Hayvanlar üzerinde yapılan koşullanmış tat
benzer bir başarı da uçuş korkusu olan bir ka­ tiksindirmesi araştırmalarına (Chambers & Ber­
dının durumudur (Rothbaum ve ark., 1996). İm­ nstein, 1995) uygun olarak, alkolizm ve nikotin
geleme dayanan standart duyarsızlaştırmaya bağımlılığında kimyasal tiksindirme araştırma­
olan üstünlüğü değerlendirilmeliyse de, SG’in ları, alkolün veya sigaranın tadıyla eşleştirilmiş
psikoterapide gittikçe artarak kullanılmasını mide bulantısının kalıcı koşullanmış uzaklaş­
bekleyebiliriz. Güncel SG teknolojisi ne yazık ki tırmalara ve sonuçta alkol ve sigaradan kaçın­
diğer kişilerle etkileşim gibi karmaşık görüntüler maya neden olduğu yolundaki önermeleri des­
sunamamaktadır. teklemiştir (Baker & Brandon, 1988; Cannon ve
İçgörü terapilerindeki araştırmacılar gibi dav­ ark., 1986).
ranışsal araştırmacılar da yalnızca belirli bir Etik nedenlerden dolayı itici uyarıcılarla te­
tekniğin işe yarayıp yaramadığına değil aynı rapi tartışmalıdır. Kendileri istedikleri halde in­
zamanda da neden işe yaradığıyla ilgilenirler. sanlara acı ve rahatsızlık verilmesi protestolara
Wolpe’un varsayımına göre, duyarsızlaştırma­ neden olmuştur. En büyük etik sorun homosek­
nın etkili olmasının altında, karşı koşullama -kişi 1
Bazı yorumcular (örn., Sandler, 1986) itici uyarıcılarla terapiyi bir tür
korktuğu şeylerle giderek daha fazla yüzleştik­ cezalandırma olarak görürler ve edimsel koşullama genel başlığı altına koyarlar.
Öğrenme kuramındaki yaygın kabul edilen varsayım olan “tüm klasik koşullama
çe kaygıya karşıt bir tepki veya durum kaygının işlemleri edimsel bileşenler içerir, tüm edimsel koşullama işlemleri de klasik
yerini alır- yatmaktadır. Bazı deneyler (Davison, koşullama bileşenleri içerir” yaklaşımını kabul etmemize rağmen biz farklı bir
yol izledik. Buradaki konu, klasik koşullamadaki gibi, kişinin ne yaptığından
1968b) karşı koşullamanın bu tekniğin etkili ol­ bağımsız olarak terapist ya da deneycinin bir uyaranı itici bir olayla eşleştirmeye
masının nedeni olduğunu gösterse de daha de­ çalışmasıdır. Ya da edimsel koşullamadaki gibi, terapist bir tepkiyi itici bir olayla
eşleştirmeye çalışmaktadır. Pratikte, kavramsal şemaların imâ ettiğinden de fazla
ğişik açıklamalar da olasıdır. Birçok çağdaş ku­ örtüşme vardır.
546 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

süel özgürlük kuruluşları tarafından dile getiril­


miştir. Bu kuruluşlar acı verici tedavi talep eden
homoseksüellerin, önyargılı bir toplum tarafın­
dan ‘kirli’ olarak kabul edilen bir davranış için
kendilerini cezalandırdıklarını savunmuşlardır.
Bu gruplar davranış terapistlerini bu istekleri
kabul ederek homoseksüelliğin meşru bir hayat
tarzı olarak kabul edilmesini engellemekle suç­
lamışlardır (Silverstein, 1972). Bu konuya diğer
bir bölümde değineceğiz (Odak 20.5).
Tiksindirme yöntemini seçen terapistler bu
yöntemi nadiren tek başına uygularlar. Örne­
ğin, hoş olmayan duygulardan alkolün uyuştu­
rucu etkisiyle kurtulmaya çalışan alkol sorunu
Mola, yanlış davranışın sonucunun, pozitif pekiştiricilerin
olan birine, bu duygularla baş edebilmesi ama­ olmadığı bir çevreye çıkarıldığı edimsel bir işlemdir.
cıyla stresle başa çıkması için yeni beceriler
öğretmek gibi, uygunsuz tepkilerin yerine yeni Diğer bir edimsel araç da, kişiyi olumlu pe­
davranışları öğretmek amacıyla daha olumlu kiştiriciler kazanabileceği ortamdan çıkarmak
teknikler de uygulanmaktadır. İtici Uyarıcılarla olarak açıklanan ‘mola’dır (time-out). Örneğin,
terapinin etkileri kısa ömürlü olsa da, istenme­ istenmeyen davranışı görmezlikten gelme -tipik
yen davranışlardaki geçici azalma toplum veya dışlama yöntemi- yerine kişiyi belirli süre için
kişi tarafından daha uygun görülen davranışla­ olumlu pekiştiricilerin olmadığı bir yere gön­
rın öğrenilmesine fırsat tanır. İtici Uyarıcılarla dermektir. Aşırı düzeltme (overcorrection) ise,
terapi genellikle son çare olarak uygulanır. kişinin zarar verdiği ortamı sadece düzeltmesi
değil, aynı zamanda eskisinden daha iyi hale
getirmesi için uygulanan bir cezalandırıcıdır
EDİMSEL KOŞULLAMA
(Azrin, Sneed, & Foxx, 1973). Yani, bir çocuk
yatağını toplamak yerine çarşafları yırttığında,
1950’lerde birtakım araştırmacılar, terapist­
terapistin çocuğun sadece kendi yatağını de­
lerin insan davranışlarını ödüller ve cezalar kul­
ğil, diğer yatakları da toplamasını istemesidir.
lanarak şekillendirmeye çalışmalarını önerdiler
Genel olarak bakıldığında, edimsel tedaviler
(Skinner, 1953). Edimsel koşullama yoluyla,
terapist tarafından belirli ölçüde kontrolün sağ­
hastaneye yatırılmış hastaların karmaşık, an­
lanabildiği olaylarda işe yarar. Ödül biriktirmeyi
laşılmaz ve genellikle çılgın davranışlarının bir
inceledikten sonra çocuklar üzerindeki edimsel
derece kontrol altına alınabileceği inancıyla
uygulamalara geçeceğiz.
bazı psikologlar, ağır hastaların bulundukları
kuruluşlardaki karmaşaya uygulanabilir bir dü­
zen getirmeyi amaçlamışlardır. ÖDÜL BİRİKTİRME TEKNİĞİ
Edimsel araştırmacılar yiyecek, jetonlar ve Edimsel gelenekteki ilk çalışmalara örnek
övgü gibi bilinen olumlu ve sözlü ve fiziksel ce­ olarak, istenilen davranışlar için jetonların (po­
zalar gibi olumsuz pekiştiricilere ek olarak yeni­ ker çipleri veya plastik markalar) daha sonra
lerini geliştirmişlerdir. Premack ilkesi (Premack, istenilen aktiviteler veya eşyalar için kullanıl­
1959) belirli bir olayda daha olası bir davranışın mak üzere verildiği Ödül biriktirme tekniğini
daha az olası bir davranış için pekiştirici ola­ (token economy) örnek olarak verebiliriz. Staats
rak kullanılabileceğini savunur. Örneğin, eğer ve Staats’ın (1963) çocuklar üzerinde yaptıkları
John’un çamaşır yıkamaktansa futbol maçı sey­ araştırmalara dayanarak, Ayllon ve Azrin (1968)
retmeyi tercih ettiğini biliyorsanız, ikincisi ilkine bir akıl hastanesinin bir servisini, yatakları top­
bağlı hale getirebilir, yani John’un maçı seyret­ lamak veya saçlarını taramak gibi aktiviteler için
mesine izin vererek onun çamaşırı yıkamasını ödüllerin verildiği ve tuhaf ve içe kapanık dav­
sağlayabilirsiniz. Çoğumuz bu ilkeyi, kendimize ranışlar için verilmediği bir seri deney için ayır­
hoşlanmadığımız birşeyi yapmadan önce sine­ mışlardır. Ortalama olarak onaltı yıl hastanede
maya gitmemek için söz vererek, defalarca uy­ olan kırkbeş kadın hasta sistematik olarak kişi­
gulamışızdır. sel bakımları ve koğuş çalışmaları için, sinema­
EDİMSEL KOŞULLAMA 547
√√

50

40

Hastanın yaptığı günlük ufak tefek işlerin sayısı


Performansı Performansı Performansı
izleyen izlemeyen izleyen
0.3
pekiştirme pekiştirme pekiştirme
30

Her ay ziyaret eden hasta


0.2
20

0.1
10

Burada Missouri Fulton State Hastanesinde Sosyal Öğrenme


Programı tarafından yürütülen bir jeton biriktirme uygulaması
görülmektedir. Hasta bir personelden akademik bir aktiviteye 0.0
0
katıldığı için bir jeton ve sözel pekiştirme almaktadır. 0 20 40 50
Günler
ya gitme, müzik dinleme, özel oda kiralama ya Şekil 18.1 Bir serviste jetonları alan hastalar kendi kendile-
da ekstra kantin olanakları gibi özel ihtiyaçlarını rine düşüncelere dalmaya ve ufak tefek işler yapmaya, ödül
karşılamada kullanabildikleri plastik markalarla verilmediği zamana kıyasla daha çok zaman ayırdılar.
ödüllendirilmişlerdir. Bu program ile her hasta­
cinsiyet, sosyoekonomik durum, semptomlar ve
nın yaşamı olabildiğince kontrol altına alınabi­
hastanede kalış sürelerine göre gruplanan has­
liyordu.
talar üç servise verilmişlerdi: sosyal öğrenme
Ödül biriktirmenin kuralları -ödüllendirilen
(davranışsal), ortam ya da çevre (milieu) terapi­
gündelik işler ve kişisel bakım, bunların kaç je­
si ve olağan hastane yönetimi. Her serviste 28
ton ettiği, hangi aktivite ve maddelerin kaç jeton
hasta bulunmaktaydı. İki servisin kişisel bakım,
ettiği- dikkatlice konulur ve genellikle ilan edilir.
Bu uygulamalar önemli ölçüde gerilemiş yetişkin ev işleri, iletişim ve mesleki beceriler öğretmek;
hastaların bile, pekiştirici izlerliğinin sistematik semptomatik davranışları azaltmak ve hastaları
değişimlenmesinden -yani belirli bir davranışın topluma geri kazandırmak gibi azimli amaçları
sıklığını artırmak için ödüllendirmek ve diğer vardı.
davranışların sıklığını azaltmak için görmezden • Sosyal öğrenme servisi. Yeni bir ruh sağlığı
gelmek- ne kadar çok etkilendiğini göstermiştir. merkezinde bulunan servis, sakinlerinin yaşam­
Ayllon, Azrin ve diğerleri bu yöntemle izlerlikle­ larının tüm yönlerini kapsayan ödül biriktirme
rin servis hastaları üzerindeki etkilerini ortaya ile işliyordu. Hastalar jeton kazanmak için görü­
koymuşlardır. Şekil 18.1 diş fırçalama ve yatak nüşleriyle ilgili 11 kurala uymak zorundaydılar.
toplama gibi davranışların ödüller kaldırıldığın­ Jeton kazanmanın diğer yollarıysa düzgünce
da önemli ölçüde azaldığını ama ödüller geri toplanmış yataklar, yemek saatindeki iyi dav­
getirildiğinde tekrar arttığını göstermektedir. ranışlar, gruba katılım ve serbest zamanlarda
Ödül biriktirme hakkındaki bu ilk çalışmala­ sosyalleşmeydi. Hastalar model oluşturma, şe­
rın yayınlanmasından bu yana Amerika Birleşik killendirme, teşvik ve talimatlar yoluyla öğreni­
Devletleri’nde birçok benzer program oluştu­ yorlardı. Ek olarak, birbirleriyle daha iyi iletişim
rulmuştur (Paul, Stuve, & Menditto, basımda). kurmayı öğreniyorlar ve sorun çözme grupla­
Bunlar arasında en etkileyici olanlardan biri de rına katılıyorlardı. Yemeklerini ve küçük lüks­
Gordon Paul ve Robert Lentz (1977) tarafından leri satın almak için jetonlara ihtiyaçları vardı.
bildirilmiştir. Programlarındaki uzun dönemli, ge­ Ödül biriktirmenin kurallarıyla yaşamanın yanı
rilemiş ve kronik şizofreni hastalar, üzerlerinde sıra ihtiyaçlarına uygun davranışsal tedavi gö­
sistematik çalışma yapılmış en ağır hasta yetiş­ rüyorlardı. Hastalar uyanık geçen zamanlarının
kinlerdir. Bu hastaların bazıları uzun zaman çığ­ yüzde 85’ini daha iyi davranmak üzere meşgul
lık atmakta, bazıları tamamen sessiz kalmakta, geçiriyorlardı.
çoğu altına kaçırmakta ve bir kısmı da saldır­ • Ortam (Milieu) terapisi servisi. Yeni mer­
gandı. Çoğu çatal kaşık kullanmıyordu ve bazı­ kezdeki bu servisi, Jones’un, Pinel’in 18. yüzyıl­
ları da yüzlerini yemeklerine gömüyordu. Yaş, daki moral tedavi yaklaşımına benzer ilkelerine
548 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

uygun olarak işletiliyordu. Buradaki hastalar da ulaştıysa da iki terapi de pozitif ve negatif semp­
uyanık geçirdikleri zamanın yüzde 85’inde meş­ tomları azaltmıştır. Hastalar ayrıca kendine ba­
gul tutuluyorlardı. Hem bireysel hem de grup kım, ev işleri, sosyal ve iş becerileri de kazan­
olarak sorumlu davranmaları ve servisin nasıl mışlardır. Bu iki grubun kurum içi davranışları
işleyeceği hakkındaki kararlara katılmaları bek­ hastane servisindekilerle kıyaslandığında üs­
leniyordu. Genel olarak, yetersiz akıl hastaları tündü ve tedavinin sonunda çoğu taburcu edildi.
olarak değil, daha çok normal kişiler olarak dav­ Sosyal öğrenme servisi hastalarının %10’undan
ranılıyorlardı. Çalışanlar olumlu beklentilerini fazlası bağımsız yaşamak üzere servisten ay­
hastalara açıklıyor ve iyi oldukları zaman onları rıldı; ortam tedavisi hastalarının sadece yüzde
övüyorlardı. Hastalar semptomatik davranışlar yedisi bu amaca ulaşabildi ve hastanedeki has­
sergilediğindeyse, çalışanlar yanlarında kalarak taların hiçbiri taburcu olamadı.
yakında daha uygun davranmaları için beklenti­ İlaç kullanımında ilginç sonuçlara ulaşıldı. Üç
lerini hastalara açıkça belirtiyorlardı. gruptaki hastaların yüzde doksanı çalışmanın
• Olağan hastane yönetimi. Bu hastalar, başlangıcında antipsikotik ilaçlar kullanıyorlar­
ağır antipsikotik ilaçlarla, alışkın oldukları has­ dı. Zaman içinde olağan hastane yönetimindeki
tane yaşantılarına daha eski bir devlet kurulu­ hastaların ilaç kullanımı yüzde yüz artarken, di­
şunda devam ettiler. Uyanık oldukları zamanın ğer gruplarda önemli ölçüde düşüş gösterdi -or­
yüzde 5’ini kapsayan bireysel ve grup terapileri, tam tedavisi grubunda yüzde 18’e ve sosyal öğ­
ve mesleki faaliyetler dışındaki zamanlarını yal­ renme servisinde yüzde 11 ‘e düştü. Ayrıca, üç
nız başlarına geçirdiler. gruptan da birçok hasta, pansiyon, yarıyol evleri
Program başlamadan önce, ilk iki terapi ser­ gibi denetimin bulunduğu, ancak ortalama 17 yıl
visinin çalışanları terapi kılavuzlarındaki talimat­ boyunca yaşadıklarından çok daha esnek olan
lara uymaları konusunda dikkatlice eğitildiler ve kamu yerleşimlerine taburcu edildi. Sosyal öğ­
düzenli gözlemler sosyal öğrenme ya da ortam renme grubunun üyeleri bu halk yerleşimlerinde
terapisi ilkelerini uyguladıklarını kanıtladı. Dört kalmakla, diğer iki grubun hastalarından belir­
buçuk yıl hastanede kalış ve bir buçuk yıl izle­ gin şekilde daha başarılı oldular.
me sırasında hastalar altı aylık aralıklarla ya­ Bu hastaların, bu tedavi projesinden önce ne
pılandırılmış görüşmeler ve doğrudan, özenli, kadar kötü işlev gördükleri dikkate alındığında
davranışsal gözlemlerle değerlendirildiler. bu sonuçlar çarpıcıdır. Sosyal öğrenme progra­
Sonuçlar? Sosyal öğrenme servisi, ortam mının ortam programına üstünlüğü de anlam­
servisinden bazı ölçümlerde daha iyi sonuçlara lıydı, çünkü ortam programı birçok akıl hasta­
Hastanede yatan hastalar için davranışçı terapi değerlendirmeleri nesinde kullanılmaktadır. Paul’ün klinisyen ekibi
ve yenilikçi araştırmaları şizofreni için etkili kimyasal olmayan tarafından uygulandığı gibi, bu yöntem sosyal
tedavileri gösteren Gordon L. Poul. öğrenme servisindeki hastalara göre daha fazla
dikkat topladı. Bu ilgi fazlası sosyal öğrenme te­
rapisinin plasebo etkisi için uygun görünecekti.
Yine de, bu sonuçların, ödül biriktirmenin biz­
zat yararlılığını doğruladığını kabul etmemek la­
zım. Çünkü sosyal öğrenme terapisi açık motor
davranışın edimsel koşullamasını aşan öğeler
içermektedir. Çalışanlar, kalanlara uygun davra­
nış hakkında bilgi sağladı ve sözel olarak yanlış
kavramlara açıklık getirmeye uğraştı. Paul (ki­
şisel iletişim, 1981) ödül biriktirmeye, önemsiz
olmasa da, ikincil bir rol biçti. Onu tedavinin ilk
aşamalarında, şiddetle gerilemiş olan hasta­
ların dikkatini toplamak için kullanışlı bir araç
olarak gördü. Ödül biriktirme hastalarına, yeni
bilgi edinmek veya Paul’ün gayrı resmi ifadesiy­
le “kafalarının içine iyi şeyler sokmak” için bir
fırsat yarattı.
Paul ve Lentz hiçbir zaman bu hastalardan
herhangi birinin iyileşmiş olduğunu açıklamadı.
MODEL ALMA 549
√√

Hastane dışında yaşayabilir olmalarına karşın, larda sağlanan ilerlemeler, genellikle gelenek­
çoğu, akıl hastalığının birçok belirtisini göster­ sel terapi şekilleriyle ilgili bildirilenlerden daha
meye devam ediyordu; çok azı, çoğu insanın üstündür. (Franks ve ark., 1990 )
hak olarak gördüğü sosyal etkinliklere katıldı Bu teknikleri uygulamadan önce terapist so­
veya kazançlı bir işi oldu. (Paul ve Lentz projesi­ runlu davranışın bir edim olduğunu, yani izler
nin bakım sonrası durumu 19. Bölümde ayrıntılı pekiştiricinin denetimi altında olduğunu belir­
olarak ele alınmıştır.) Yine de sonuç küçümsen­ lemelidir. Örneğin, fiziksel ağrı nedeniyle ağ­
memelidir: kronik akıl hastaları, tipik olarak arka layan bir çocuk buna katılmalıdır. Zekâ geriliği
koğuşlara kapatılan ve toplum tarafından unu­ ve otizmli çocukların terapisinde edimsel tek­
tulan hastalar, tekrar topluma kazandırılabilir ve niklerin uygulanmasıyla ümit veren sonuçlar
öz bakım becerileri öğretilebilir. Akıl hastanele­ elde edilmiştir. (15. Bölüme bakınız.) Edimsel
rinden taburcu olacak kadar normal davranma­ koşullamaya bağlı teknikleri uygulayan birçok
yı öğrenebilirler. Bu, ruh sağlığının korunması terapist, böyle çocukların sınırlı eğitilebilirliğiyle
konusunda büyük bir kazançtır. Paul ve Lentz’in ilgili, daha çok çocuk ve ailesinin çıkarına olan
çalışmasından beri yayımlanan bildiriler sosyal varsayımlarla mücadele etmiştir.
öğrenme programının etkinliğini desteklemek­
tedir. (Mueser ve Liberman, 1995 ve Paul ve
Menditto, 1992’nun gözden geçirmelerine bakı­
MODEL ALMA
nız; Paul, Stuve ve Cross, basımda)
Model alma davranış terapistleri tarafından
uygulanan üçüncü kuramsal yaklaşımdır. Mo­
ÇOCUKLARLA EDİMSEL ÇALIŞMA del alma ve taklidin davranıştaki önemi kendini
Edimsel koşullamaya bağlı davranış terapi­ belli eder, yetişkinler kadar çocuklar da karma­
sine en iyi yanıt verenlerin bir kısmı çocuklardı, şık tepkiler edinmeye ve diğerlerinin kendilerini
çünkü onların birçok davranışı diğerleri tarafın­ nasıl koruduğuna bakarak duygusal engellen­
dan denetlenmeye açıktır. Ne de olsa çocuklar meleri eleme yeteneğine sahiptir. Önce model
sürekli denetlenmeye büyüklerden daha eğilim­ alma yoluyla tedavi edilebilen problemlere daha
lidir. Davranışları okulda öğretmenler tarafından sonra da bilişlerin model almadaki rolüne göz
incelenir, evde ise ebeveynler sıklıkla onların atalım.
oyun ve diğer sosyal etkinliklerini denetler. Dav­
ranış terapisti, çoğu zaman, sorumlu oldukları MODEL ALMA YOLUYLA TEDAVİ
çocukları ödüllendirme ve cezalandırma yolla­ EDİLEN SORUNLAR
rını değiştirme gayretiyle, ebeveynler ve öğret­
menlerle birlikte çalışır. Yetişkinlerin çocuğun Model almanın klinik uygulamadaki etkinliği
yaşamını pekiştirme alışkanlığını değiştirmenin, Bandura, Blanchard ve Ritter (1969) tarafından
eninde sonunda çocuğun davranışını değiştire­ yapılan, insanlara yılan fobilerini yenmeleri için
ceği varsayılmaktadır. yardım etmeye çalıştıkları eski bir çalışmada
Edimsel koşullama yoluyla çok çeşitli çocuk­ (1969) gösterilmişti. Araştırmacılar, korkan ye­
luk çağı problemleri giderilir. Bunların arasında tişkinlere, insanların aşamalı olarak yılanlara
yatağını ıslatma, parmak emme, tırnak yeme, yaklaştığı ve ellediği hem canlı hem de filme
saldırganlık, öfke nöbeti, aşırı hareketlilik, sı­ alınmış yüzleşmelerini gösterdi. Hastaların kor­
nıfta engelleyici tutum, okulda başarısızlık, dil kusu açıkça azaldı. Ivar Lovaas’ın 15. Bölümde
eksikliği, aşırı sosyal çöküntü ve astım nöbetleri bahsedilen öncü çalışması başından beri otis­
gibi çeşitli tablolar bulunur. (Kazdin, 1994; Ne­ tik çocuklara konuşma gibi karmaşık becerileri
meroff ve Karoly, 1991). Kendine zarar verme, öğretmek için model almayı çalıştı (Lovaas ve
cezalandırma işlemleriyle başarılı şekilde te­ ark., 1966). Seks terapisi araştırmacıları, bas­
davi edilmiştir. Bu, bazen, ellere veya ayaklara kılanmış (inhibe) yetişkinlerin, kendilerine doku­
tepkiye göre (tepki-izler), acı veren elektrik şoku nan, kendi kendini tatmin eden ve ilişkiye giren
uygulamasını içerir. Böyle uç önlemler sadece insanların açık saçık filmleri gösterildiğinde,
daha az şiddetli müdahaleler etkisiz kaldığında cinselliklerinden daha hoşnut hale gelebildikle­
ve sorunlu davranışlar sağlık veya yaşam için rini saptamıştı. (McMullen ve Rosen, 1979; Ne­
tehdit oluşturduğunda kullanılır (Sandler, 1991). metz, Craig ve Reith, 1978). Diğer filmler veya
Edimsel işlemlerde cinsel kimlik de kolay bir he­ saydam sunuları çocukların köpek (Hill, Liebert
def gibi görünmektedir. Bu çok sayıdaki sorun­ ve Mott, 1968), hastane (Robert ve ark., 1981),
550 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ameliyat (Melamed ve Siegel, 1975) ve diş he­ davranması istendi. Arabasından çıkarken yan
kimi (Melamed ve ark., 1975) korkusunu belir­ komşusu ona yaklaşır ve kendisininkini biçer­
gin şekilde azalttı. Çocukların ilaç tedavisine ken onun çimini de biçtiğini söyler. Hasta, ar­
karşı olan korkusunu azaltmak için örnek oluş­ tık, duruma tepki göstermelidir. Beklendiği gibi
turan filmlerin kullanımı, bir davranışsal tıp veya hastalar başlangıçta sosyal açıdan uygun yanıtı
sağlık psikolojisi işlemi olarak görülebilir. Model vermekte pek başarılı değildi, bu, bu durumda
alma aynı zamanda Odak 18.1’de tanımlanan bir çeşit teşekkür olabilirdi. Eğitim süresince te­
girişkenlik (atılganlık) eğitiminin de bir parçası­ rapist hastaları çabalarını destekleyerek tepki
dır. göstermeye teşvik etti. Gerekirse terapist has­
İlk davranış terapistlerinden biri olan Arnold taların önce gözlemleyip sonra taklit edebileceği
Lazarus’un klinik çalışmalarının bir kısmı aynı şekilde uygun davranışı modelledi. Rol yapma,
zamanda model alma terapisi olarak da kabul modelleme ve olumlu pekiştirmeden oluşan bu
edilir. 2. Bölümde işaret edildiği şekilde, dav- bileşim üç hastada da anlamlı ilerleme sağla­
ranışsal tekrarda Lazarus (1971) danışan için, dı. Hatta eğitim sırasında çalışılmayan sosyal
kişilerarası zor bir sorunu ele almanın daha iyi durumlara bile genelleme söz konusuydu. Bu
bir yolunu gösterir. Danışan, terapistin örnek çalışma ve benzerleri (örn., Wallace ve ark.,
performansını gözlemler ve sonra terapi seansı 1985), hastane dışındaki yaşama genelleme
sırasında onu taklit etmeye çalışır. Sürekli uy­ güvenilir olmaktan uzak bir bulgu olsa da, şid­
gulama ve gözlemle, danışan, daha etkin ve detle rahatsız olan hastalara daha iyi işlev gör­
tatmin edici davranışlardan eksiksiz bir repertu­ melerine yardım edebilecek yeni davranışların
ar edinebilir. Videokasetleri benzer model alma öğretilebileceğini işaret eder. (Hayes, Halford
ve taklitleri kolaylaştırmak için yaratıcı şekilde ve Varghese, 1995)
kullanılabilir.
Çocuklarla olan bilişsel davranışçı müdaha­ BİLİŞİN ROLÜ
lelerin eleştirisinde Braswell ve Kendall (1988) Modelin gözlemlenmesi açık davranışa nasıl
böyle çabaların tamama yakınının, genellikle dönüştürülür? Model almayla ilgili özgün yazıla­
yetişkin olan, arzulanan performansla ilgili ör­ rında Bandura ve Walters (1963) bir gözlemcinin
nekler gösteren bir model gerektirdiğini işaret diğerlerini izleyerek biraz olsun yeni davranışları
eder. Örneğin, ilk bildirilerden birinde Meichen­ öğrenebileceğini öne sürdü. Deneysel psikoloji­
baum (1971), modelin bir sorunu çözerken, nin çoğunun yaparak öğrenmeye dayalı olduğu
düşüncelerini “Bakalım, sonuç alamazsam ta­ vurgulanmış olduğundan, yapmadan öğrenmek
mamen başka bir yol deneyeceğim” örneğinde­ için gösterilen bu dikkat önemliydi. Ancak, bu,
ki gibi dile getirmesinin, modelin yüksek sesle işe yarayabilecek süreçleri devre dışı bıraktı.
düşünmeden sadece sorunu çözmesine göre Gözlemci durumundaki bir çocuk, sandalyeye
daha fazla ilerleme sağladığını saptadı. Ken­ oturur ve örneğin büyük, şişme plastik bir be­
dall ve Braswell (1985) davranışçı çocuk tera­ beğe çok tekdüze bir şekilde vurmak gibi bir dizi
pistlerini kendiliğinden oluşan olayları, örneğin hareket yapan diğer bir çocuğun filmini izler ve
terapi seansı için uygun bir oda bulmaya çalı­ çocuğun filmde acayip sesler çıkardığını duyar.
şırken veya sonraki toplantının ne zaman ola­ Bir saat sonra bu çocuğa daha önceden görüp
cağını şekillendirirken yüksek sesle düşünmeyi, duyduklarını taklit etme fırsatı tanınır. Tahmin
örnekleme fırsatı olarak kullanması için teşvik edileceği üzere çocuk bunu yapabilir. Burada
eder. Çocuklar diğerlerini, hem yetişkinleri hem ne olduğunu nasıl anlayabiliriz? Gözlemci filmi
de saygı duyduklarını gözlemlerken çok şey izlerken, belki de sandalyede durmadan kımıl­
öğrenir. Bu çalışma düşünce örüntülerinin açık danmak dışında kayda değer hiçbir motor ha­
davranış şeklinde de kazanılabileceğini göste­ reket yapmadığına göre, açık davranışa bir ipu­
rir. (Kendall, 1990) cu gözüyle bakmak çok da anlamlı olmayabilir.
Yatan hastalara yönelik davranış terapisi Daha sonra neler olduğunu hatırlama yeteneği
programları da model almayı kullanır. Bellack, de dahil olmak üzere çocuğun bilişsel süreci
Hersen ve Turner (1976) üç şizofren hastaya açıkça devreye girmişti.
sosyal olaylar hazırladı ve uygun davranıp dav­ Bandura’nın (1986, 1997) model almayla
ranmadıklarını gözlemledi. Örneğin, hastanın ilgili olan bilişsel etkenler hakkında kapsamlı
birinden, hafta sonu yolculuğundan sonra eve yazıları vardır. Bu yazılarda, model almayı, ki­
yeni gelmiş ve çimlerini biçilmiş bulmuş gibi şinin nerdeyse etkin bir şekilde davranış yarat­
MODEL ALMA 551
√√

ODAK 18.1 GİRİŞKENLİK EĞİTİMİ

“Çocuklar görülmeli, ancak işitilmemelidir.” “Üst


dudağınıza hâkim olun.” “O güçlü sessiz tip.” Toplu-
mumuz çoğunlukla duygu ve inançların açıkça ifade
edilmesine önem vermez ve kişiler sıklıkla duygularını
bastırmak ve düşüncelerini gizlemek için ek duygusal
bedel öder. Kişilerin istek ve gereksinimleri onları
açıkça belirtmeye çekinirlerse karşılanmayabilir. Eşle-
rin arasındaki kötü iletişim cinsel tatminsizliğin altın-
da yatan başlıca etkenlerden biridir. Her düşüncedeki
terapistler danışanı isteklerinin ve gereksinimlerinin
ne olduğunu keşfetmeye ve sonra da onları karşılama-
nın sorumluluğunu üstlenmeye teşvik etmek için epey
zaman harcar. Ebeveynler duygu ve isteklerini diğer-
lerine ifade etmekte sorun yaşarsa grup halinde veya
bireysel olarak yürütülen girişkenlik eğitimi, onlara
yardımcı olabilir.
Andrew Salter Koşullanmış Refleks Terapisi adlı
kitabında (1949), girişkenliği kişiler için olumlu bir
hedef olarak tanımlayan ilk davranış terapistiydi.
Pavlov’un klasik koşullama terimlerini kullanarak Andrew Salter, davranış terapisinin kurucularından.
Salter, insanın yaşadığı psikolojik güçlüğün kortikal
ketleme fazlasından kaynaklandığını; dolayısıyla,
daha fazla uyarılma arandığını yazdı. Sosyal olarak gusal özgürlük” olan bir grup tekniktir. Goldfried ve
ketlenmiş olan insanları, diğerlerine olan duyguları- Davison (1994), ilgili terapi tekniklerinin yanı sıra,
nı açık ve doğal bir şekilde ifade etmeleri için teşvik çeşitli olası çekingenlik nedenleri öne sürmüştür. Bun-
etti. Bunu, sözel olmayan ifadelerle gülümseme ve kaş
ların biri veya birkaçı söz konusu bireyde bulunabilir.
çatmayla birlikte, insanlara mutlu veya üzgün, kızgın
• Hasta ne söyleyeceğini bilmeyebilir. Bazı
veya kararlı olduklarını dile getirmeleri gerekir. Ay-
rıca, katılmadıkları insanlara uygun duygularla karşı çekingen kişiler kendini ifade etmenin uygun olduğu
çıkmalı, ben sözcüğünü olabildiğince sık kullanmalı, durumlarda ne söylemeleri gerektiğini bilmeyebilir.
onları öven kişilere anlaştıklarını ifade etmeli ve sez- Terapist onlara bu bilgiyi vermelidir.
gisel, yani, düşüncelere dalmadan içinden geldiği gibi • Hastalar nasıl girişken davranacaklarını bil-
karşılık vermeliler. Davranış terapistleri, kabul etse de meyebilir. Ses tonu ve yüksekliği, konuşmanın akıcılı-
etmese de, hastalara kendilerini savunmakta yardım ğı, yüz ifadesi ve göz teması ve duruşun girişkenlikte
ederken, olumlu veya olumsuz duyguların ifadesine gerekli olduğunu bilemeyebilirler. Model alma ve rol
etkili yaşamak için gerekli bir bileşen gözüyle bakan, yapma kişilerin kararlılık ve açıklık işaretlerini ka-
insancıl terapistlerinkine benzer amaçlarla çalışıyor. zanmasına yardımcı olabilir.
Girişkenliği nasıl tanımlarız? Kendimizi öne çıkar- • Hastalar kendilerini öne çıkardıkları takdir-
ma, duygu ve inançlarımızı diğerlerine ifade etmekte de kötü bir şey olacağından korkuyor olabilir. Siste-
bencillik olamaz mı? Peki ya bu sırada başkalarının matik duyarsızlaştırma bu tahmini kaygıyı azaltabilir.
duygularını incitirsek ne olacak? Girişken davranış ve Ya da girişkenlik “öne çıkarsam ve reddedilirsem bu
saldırgan davranışın farklarını açıkça ortaya koymak bir yıkım olur” şeklindeki olumsuz iç konuşmaları en-
için çok çaba harcandı. Aşağıdaki yararlı ayrım bir-
gelleyebilir (Shwartz ve Gottman, 1976). Bu kişiler
kaç yıl önce Lange ve Jakubowski (1976) tarafından
akılcı duygusal davranış terapisinden fayda görebilir.
yapılmıştır:
• Hasta, girişken olmanın doğru veya uygun ol-
[Girişkenliğin kapsamında] Düşünce, duygu ve
inançlar, diğerlerinin haklarına saygı duyarak açık, duğunu hissetmeyebilir. Bazı kişilerin değer sistemleri
dürüst ve uygun yollardan ifade edilir. Tersine, saldır- girişkenliğe meydan vermez veya engel olur. Örneğin,
ganlık, diğerlerinin haklarını çiğneyen, kişinin kendi terapiye gelen Katolik bir rahibenin sorunlarının bir
hedeflerini elde etme çabalarını anlamsız kılan bir kısmı onun çekingenliğinden kaynaklanıyor gibi gö-
kendini ifade şeklini kapsar. (s. 38-39) rünmektedir. Ancak konuşuldukça açığa çıkar ki, daha
İnsanlar bir dizi nedenden ötürü çekingen olabilir. dışavurumcu ve konuşkan olsaydı yeminlerini çiğne-
Kullanılan özel terapi işlemleri bireyin çekingenliğine yecekti. Karşılıklı anlaşma sonucu, girişkenlik eğiti-
yol açtığına inanılan nedenlere dayanır. Girişkenlik mi uygulanmadı. Bunun yerine, terapi, kişisel olarak
eğitimi, aslında, ortak amacı girişkenliği (atılganlığı) daha tatmin edici ve daha girişken yollarla, işindeki
arttırmak veya Lazarus’un dediği gibi (1971) “duy- çalışmasında yardımcı olmaya odaklandı.
552 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

Girişkenlik eğitimi, terapistin kişinin girişkenlik ğer üyelerin övgüsüyle ödüllendirilir. Terapi çalışma-
ve saldırganlığın ayrımını yapmasına çalışmasıy- sı sırasında biraz girişkenlik kazananınca, danışana,
la başlayabilir. Uysal kişiler ise, mantıklı bir istekte tamirciden onarım için aldığı son ücreti açıklaması,
bulunduğunda veya haddini bilmeyen birini reddetti- sonra bir akrabaya sürekli eleştirilerinin kendisini in-
ğinde bile düşmanca davrandıklarını düşünebilirler. cittiğini söylemek gibi aşamalı ev ödevleri verilir.
O zaman terapistler genellikle hastalara hak, zaman Girişkenlik eğitimi birçok etik konu yaratır.
ve diğer enerjilerini savunmalarını gerektiren örnek- Daha önce örnek verilen rahibede olduğu gibi, ken-
ler verir. Öyle ki, kişi durumun üstesinden gelemezse dini reddetmenin kendini ifade etmekten çok daha iyi
kendini kullanılmış hisseder. olduğuna inananlarda girişkenliği teşvik etmek, onla-
Haftalardır çok yoğun çalışıyorsunuz, gevşemek rın değer sistemini bozacaktır ve yaşamlarının diğer
için ara bile vermeden. Ancak bugünlerde, sadece bir- alanlarında dalgalanmaya yol açabilir. Girişkenlik
kaç gün süresince oynayacak olan yeni bir film, ilgini- ve saldırganlığı ayırmak bile etik bir konudur. Biri-
zi çekti ve birkaç saat izin alıp bu gece onu görmeye nin girişken saydığı davranışı diğeri saldırgan kabul
karar verdiniz. Öğleden sonraki derse giderken çok iyi edebilir. Lange ve Jakubowski tarafından yapılan, gi-
bir arkadaşınız size bu akşamki konser için bedava bi- rişkenlik diğerlerinin haklarına saygı duyarken, sal-
leti olduğunu söyledi ve onunla gitmenizi istedi. Ona dırganlığın uymadığı şeklindeki ayrımını uyarlasak
nasıl hayır dersiniz? da, diğerlerinin haklarının neler olduğunun kararını
Davranış alıştırmaları girişkenlik eğitiminde ya- vermek zorundayız. Böylece, girişkenlik eğitimi sosyal
rarlı bir tekniktir. Terapist uygun girişkenlik şeklini yaşamın ahlaki boyutuna, yani diğer insanların hakla-
ele alır ve modeller. Sonra hastaya rol yaptırır. İler- rını tanıma ve kişinin kendi haklarını uygun yollardan
leme terapist veya girişkenlik eğitimi grubundaki di- savunmasına da değinir.

manın kurallarını öğrenmesinin bir yolu olarak mış olması, belki de düşünmeye atfedilen her
tanımlar. Bu ilgi, Bandura’yı, kişinin sembolik şeyi John Watson’ın yirminci yüzyılın başında
ve bilişsel süreçlerinin önemli rol oynadığı, dav­ şiddetle itiraz ettiği zihinciliğe (mentalism) dö­
ranışın sosyal-bilişsel kuramını formüle ederek nüş gözüyle bakan içgörü terapisine tepkiden
açıklamaya yöneltti. Örneğin, Bandura, Jeffrey kaynaklanmış olabilir.
ve Bachica (1974), deneysel bilişsel araştırma­ Davranış terapisi ciddi olarak deneysel psi­
dan yola çıkarak, bilgiyi ezberlemeye yönelik bir koloji şeklinde ele alınacaksa, bilişsel süreçlerle
koda sahip olmanın, kişinin onu daha iyi akıl­ ilgili kuram ve araştırmaları da kapsamak zo­
da tutmasını sağladığını gösterdi. Ek olarak, rundadır. Davranış terapistleri yıllarca düşünce,
böyle bir kodun gözlemcilerin model olarak iz­ algılama, yargılama, kendini ifade etme ve hatta
ledikleriyle ilgili hareketlerini şekillendirmesinde sözsüz (bilinçsiz) varsayımlar gibi özel durum­
yararlı olduğunu buldular. Bellek depolanması lara önem verdi ve bu süreçleri inceleyip kulla­
ve düzeltilmesiyle ilgili diğer kuramlar, kişilerin narak rahatsızlık veren açık ve kapalı davranışı
diğerlerini “sadece” izleyerek yeni ve karmaşık
(Mahoney, 1974) anlamaya ve değiştirmeye ça­
davranış biçimlerini nasıl kazandığına ışık tu­
baladı. Bunlardan ikincisi olan kapalı davranış,
tabilir. “Sadece” sözcüğü tırnak içine alınmıştır
içsel davranış şeklinde yorumlanan düşünce ve
çünkü süreç hiç de basit değildir. Model alma
davranışlardır. Bilişsel yeniden yapılandırma
ile ilgili literatür başta açık, sağduyulu, sosyal
(cognitive restructuring), rahatsızlık veren duy­
öğrenmeyle ilgili açıklamalar ortaya koyarken,
şimdi modelleme müdahalelerine bilişsel davra­ gu veya davranışa yol açtığı varsayılan düşünce
nış terapisinin bir şekli olarak bakmaktadır. şeklinin değiştirilmesiyle ilgili genel bir terimdir.
Bilişsel davranış terapistleri tarafından çeşitli
şekillerde uygulanmaktadır.2
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ
2
Burada terminolojiyle ilgi bir durum söz konusu. 2 ve 10. Bölümlerde bahsedildiği
ve bu bölümün ilerisinde ele alındığı gibi Aaron Beck’in terapisi bilişsel terapi
Buraya kadar ele alınan terapilerde açık olarak adlandırılır. “Davranış” sözcüğü dahil değildir. Ellis’in akılcı duygusal
davranış terapisine bilişsel davranış terapilerinden biri gözüyle bakılır. Her iki
davranışın, bazen de örtük davranışın doğru­ yaklaşım da bir yandan terapinin bilişsel bileşenini vurgularken, öte yandan
dan değişimlemesi vurgulanmıştır. Danışanın açık davranış da önemli yer tutar. Ellis’in sistemine yakın zamanda “davranış”
sözcüğünün eklenmesi onun, her zaman, insan koşulunun bu yönüne odaklanmış
düşünme ve muhakeme süreçlerinin doğrudan olmasını yansıtır. Burada hem Beck’in bilişsel terapisi hem de Ellis’in akılcı
değişimine görece daha az önem verilmiştir. duygusal davranış terapisini dikkate alarak genel uygulamayı izlemekteyiz. Daha
yaygın şekilde, günümüzde insanların “bilişsel terapi” ve “bilişsel davranış
Davranış terapistlerinin bilişin önemini azımsa­ terapisi”ni birbirinin yerine kullandıklarını görürüz.
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 553
√√

ELLİS’İN AKILCI-DUYGUSAL KLİNİK UYGULAMA


DAVRANIŞ TERAPİSİ Terapist danışanın sorunlarına aşina olduk­
tan sonra danışanın anlayabilmesi ve razı ola­
Yakın zamanda akılcı-duygusal davranış bilmesi için akılcı-duygusal davranış terapisinin
terapisi (ADDT) (rational emotive behavior ana kuramını açıklar3. Aşağıdaki örnek, toplu­
therapy = REBT) olarak (Ellis, 1993a, 1995) luk önünde konuşma konusunda aşırı korkula­
yeniden adlandırılan, Ellis’in akılcı-duygusal rı olan bir genç erkeğin seansından alınmıştır.
terapisinin (ADT/ RET) temel tezine göre, sü­ Terapist danışanı, aşağılık kompleksini, kendi
regelen duygusal tepkilere, kişilerin kendi ken­ kendine söylediği saçmalıklardan kaynaklandı­
dilerine tekrarladıkları içsel hükümler yol açar. ğı şeklinde değerlendirmesi için yönlendirir. Te­
Bu iç söylemler, bazen anlamlı bir yaşama yö­ rapistin görüşme sırasındaki düşünceleri yatık
nelmek için gerekenlerle ilgili konuşulmayan harflerle gösterilmiştir.
varsayımları, mantıkdışı inançları, yansıtır. Danışan: Asıl zorlandığım, bir grup insanın önünde
Bu terapinin amacı, kendini yenilgiye uğratan konuşmam gerektiğinde çok sinirli hale gelmem. Bu, sanı­
(self-defeating) inançların akılcı bir incelemeyle rım, tamamen benim kendi aşağılık kompleksim.
elenmesidir. Daha önce belirtildiği üzere, endi­ Terapist: [Onun sorununun kavramsallaştırılması hak-
şeli insanlar kendilerinden veya başkalarından, kında konuşup bu noktada saptırılmak istemem. Sadece
durumu idare edip ve yumuşak bir şekilde başka bir konu-
“Herkesin sevgisini kazanmalıyım” veya dep­
ya geçeceğim.] Bunu bir aşağılık kompleksi olarak tanım­
resyondaki biri, her gün sayısız kere “Amma lamalı mıyım bilmem ama insanların kendi üzüntü ve endi­
beş para etmez biriyim ben” gibi, gerçekçi ol­ şelerine belli durumlarda, bir anlamda, kendilerinin neden
mayan isteklerde ya da hükümlerde bulunarak olabildiğine inanırım. Belirli bir durumdayken endişelenip,
kendi sorunlarını yaratabilir. Ellis’in önerisine çoğunlukla içinde bulunduğunuz durumdan çok, sizin o
göre, insanlar çevrelerinde olup biteni yorumlar durumla ilgili kendi kendinize anlattıklarınızın, durumu yo­
ve bu yorumlar bazen duygusal karmaşaya yol rumlama şeklinizin sonucudur. Örneğin, şu dolmakaleme
bakın. Sizi sinirlendiriyor mu?
açabilirler. Terapist dikkatini geçmişteki gerek­
Danışan: Hayır.
çeler veya aslında, açık davranışlardan çok bu Terapist: Neden hayır?
inançlara vermelidir. (Ellis, 1962, 1984) Danışan: O sadece bir cisim, sadece bir dolmakalem.
Ellis, kişinin besleyebileceği bir dizi akıldışı Terapist: Sizi incitemez mi?
inancı sıralamaya alışkındı. Çok yaygın bir dü­ Danışan: Hayır...
şünce de kişinin her yaptığına bütünüyle hâkim Terapist: İnsanlarda duygusal sarsıntıyı yaratan as­
olması gereğiydi. Ellis, gerçekte birçok kişinin lında nesneden çok nesne hakkındaki düşüncelerinizdir.
savunulması olanaksız olan bu varsayıma inan­ [Umarım, bu Sokrat benzeri diyalog onu, er geç, kendini
ifade etmenin duygusal uyarılmışlığa aracılık edebildiği
dığını ve olup biten her şeyi bu açıdan değer­
sonucuna getirecektir.] Şimdi, bu... duygusal sarsıntının
lendirdiğini ileri sürdü. Dolayısıyla, birisi bir hata kişinin kendisine durumla ilgili söylediklerinden kaynaklan­
yaparsa bu bir yıkıma dönüşür, çünkü kişinin dığı durumlarda geçerlidir. Örneğin, aynı sosyal etkinliğe
mükemmel olması gerektiği inancını zedeler. katılmaya hazırlanan iki kişiyi ele alın. İkisi de partide tam
Bazen, gerçekte böyle katı kurallara inandığını olarak aynı sayıda kişiyle tanışıyor olabilir. Ancak birisi
ve bunun sonucunda rahat veya üretken olma­ iyimser olup kendini rahat hissederken öteki nasıl görü­
nın hemen hemen imkânsız olduğu bir yaşam neceğini merak edebilir ve dolayısıyla, çok kaygılı olabilir.
[Ona, burada en önemli olanın tutum veya algı olduğuna
sürdüğünü fark etmek, danışanda şok etkisi ya­
dair temel varsayımı sözle ifade ettirmeye çalışacağım.]
par.
Dolayısıyla, bu iki kişi partinin verildiği yere girdiğinde duy­
Daha yakın zamanda Ellis (1991; Kendal ve gusal tepkileri partideki fiziksel koşullarla mı ilişkilidir?
ark., 1995) özgün inançların sınıflanmasından Danışan: Hayır, açıkçası hayır.
daha genel bir kavram olan “talepkarlık”, yani Terapist: O zaman tepkilerini belirleyen nedir?
kişinin kendine ve diğerlerini zorladığı koşul ve Danışan: Parti hakkındaki tutumları açıkça farklıdır.
zorunluluklara yönelmiştir. Böylece, Ellis’in var­ Terapist: Aynen ve tutumları, konuya yaklaşımları,
sayımına göre, kişiyi terapiste getiren, hayal duygusal tepkilerini büyük ölçüde etkiler. (Goldfried ve Da­
vison, 1994, s. 163-165)
kırıklığı içinde bir şeyin belli bir şekilde hallol­
Terapist, danışanı duygusal sorunlarının
masını istemek ve sonra, belki kişinin olmasını
akılcı incelemeden fayda göreceğine ikna ettik­
istediği şekilde, arzulanan sonuca yaklaşabile­
cek bir davranış ortaya koymak değil ama duy­ 3
17. Bölümde empati durumu veya içgörünün geçmişteki kullanışlılığının gerçek
gusal sıkıntı ve davranış bozukluğuna yol açan olup olmadığına dayanmadığını söyledik. Bu akılcı duygusal davranış terapisi için
de geçerli. Ellis’in görüşleri sadece kısmen doğru ve tamamen yanlış olabilir ve
bu hayali, kısır isteğin kendisidir. yine de danışana doğruymuş gibi davranmasında yardımcı olabilir.
554 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ten sonra, kişiye duygusal karışıklığı hafifletmek • Kanıtlar ADDT’nin aşırı öfke, depresyon
amacıyla, mantıkdışı iç söylemlerin yerine bir ve antisosyal davranışların tedavisinde faydalı
iç diyalog koymayı öğretmek üzere bir sonraki olabileceğini düşündürmektedir.
aşamaya geçer. Günümüzde Ellis’in fikirlerini • ADDT cinsel işlev bozukluğunda daha
uygulayan terapistler, danışanları kendileriyle kapsamlı davranışçı programların ancak bir kıs­
konuşmalarını değiştirmek için ikna etmekte mı olarak yararlıdır.
önemli farlılıklar göstermektedir. Ellis’in kendi­ 8. Bölümde tanımlandığı gibi, ADDT A tipi
si gibi bazı terapistler danışanları tatlı sözlerle davranış şeklinin azalmasında ümit vermek­
kandırıp, bazen kaba sözlerle sataşarak onlar­ tedir. Ancak diğer psikolojik müdahalelerde ol­
la tartışır. Sosyal etkinin daha silik ve bireyle­ duğu gibi henüz koroner kalp hastalığının ön­
rin kendilerini değiştirme konusunda daha ka­ lenmesindeki yararı gösterilmemiştir (Haaga,
tılımcı olması gerektiğini düşünen diğerleri ise, 1987).
danışanları kendi mantıkdışı düşünmelerini • ADDT’nin, sıkıntısız, yani duygusal açıdan
tartışmaya teşvik eder ve sonra onları dünyaya sağlıklı olan insanların gündelik stresle başa
bakmanın daha mantıklı yollarını keşfetmeye çıkmasında önlem olarak yararlı olabileceğine
yönlendirir (Goldfried ve Davison, 1994). dair bazı ön bulgular mevcuttur.
Danışan terapi seansı sırasında farklı bir • Öğretmenlerin çocuklara sınıflarda
inanç veya iç söylemini bir kez söze dökünce, ADDT’nin ilkelerini ve çocukların gündelik ya­
bu, gündelik düşüncenin bir parçası haline ge­ şamlarına nasıl uyarlanabileceğini anlattığı akıl­
tirilmelidir. Ellis ve yandaşları hastalar için ev cı duygusal eğitim, erken davranarak yaşamın
ödevleri hazırlar. Bunlar danışanın kendi ile olan ileri evrelerindeki tam gelişmiş duygusal sorun­
yeni konuşmalarını ve yaşama daha az yıkıcı ların önlenmesi umuduyla kullanılmıştır. Kanıt­
gözle bakmanın olumlu sonuçlarını deneyimle­ lar bu eğitimin benlik kavramını geliştirebildiğini
meleri için fırsat sağlayacak şekilde tasarımlan­ (Cangelosi, Gressard ve Mines, 1980) ve sı­
mıştır. Ellis, hastanın farklı davranmasını sağla­ nav kaygısını azaltabildiğini düşündürmektedir
manın önemini vurgular. Bu, hem yeni inanışları (Knaus ve Bokor, 1975).
denemek hem de hayattaki hayal kırıklıklarıyla ADDT’nin düşüncenin mantık dışılığındaki
başa çıkmayı öğrenmek içindir. azalma yoluyla etki gösterdiği yolunda sadece
Ellis (1993b), yakın zamanda, danışanların kesin olmayan kanıtlar mevcuttur (örn., Smith,
deneyimleyerek, sonunda kendini gerçekleştir­ 1983). ADDT’nin desteğiyle, hastaların yeni,
me yollarını seçmeleri için teşvik ederek ken­ daha uyumlu davranışlarla korktuklarıyla yüz­
dini gerçekleştirmeyi vurgulamaya başlamış­ leşme ve yeni risk almasının önemi azımsan­
tır. Odaktaki bu kayma, danışana iyileşmesini mamalıdır. Diğer bir deyişle, gevşemenin siste­
kolaylaştırmak için yeterli otonomiyi sağlar ve matik duyarsızlaştırmada oynayabileceği role
Rogers’ın kendini gerçekleştirmeyle ilgili vurgu­ benzer olarak, ADDT’nin korku giderici etkisinin
sunu anımsatır. Halbuki, akılcı duygusal davra­ bir kısmı, onun insanları kendilerini korktukla­
nış terapisi (REBT) terapisti hâlâ belirgin şekil­ rıyla karşılaşmaya teşvik etmesinden sağlıyor
de yönlendirici olmaya teşvik eder. olabilir.
Çoğu diğer klinik işlemlerde olduğu gibi
AKILCI DUYGUSAL DAVRANIŞ ADDT’nin belli bir sorunla olan ilişkisi kısmen
TERAPİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ klinisyenin hastanın tedavisini kavramsallaştır­
ADDT konusundaki sonuç araştırmaları ken­ ma şekline dayanır. Dolayısıyla, terapist şişman
di içinde sorunsuz olmasa da (Haaga ve Davi­ bir hastaya kilo vermesi için yardım etmeye ça­
son, 1993) çeşitli sonuçlara varılabilir (Haaga lışıyorsa ki, hasta yemeyi bir kaygı giderme yolu
ve Davison, 1989; Kendall ve ark., 1995). olarak kavramsallaştırmış olabilir; bunun yerine
• ADDT, kendini bildirim ölçümlerinde, genel kaygıya, herkesi sevindirme veya hiçbir zaman
kaygı, konuşma kaygısı ve sınav kaygısını azal­ hata yapmamak için duyulan mantıkdışı gerek­
tır. sinimden kaynaklanan aşırı dışlanma korkusu­
• ADDT, sistematik duyarsızlaştırma kadar nun yol açtığı sosyal kaygının sonucu olarak
etkili olamasa da sosyal kaygı davranışında ge­ bakılabilir. ADDT terapisti, bunun hastanın stre­
lişme sağlar. sini ve aşırı yemesini er geç yoluna sokacağı
• ADDT agorafobi konusunda maruz bırak­ mantığıyla, çabasını, diğerlerini sevindirmeye
ma temelli tedaviler kadar başarılı değildir. ve mükemmel olmaya yönelik mantıkdışı inanç­
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 555
√√

lara yönlendirmelidir. Altta yatan nedenlerin bu ilgili olumsuz düşüncelerinden kaynaklandığına


şekildeki analizi bu Bölümün sonunda ele alın­ inanır (Şekil 10.1). Bu işlevsel olmayan inançlar
mıştır. veya olumsuz şemalar, seçici soyutlama veya
keyfi çıkarsama gibi bir veya daha fazla önyargı
ADDT’DE ETİK KONUSUNU VE veya mantık hatasıyla sürer. Beck’in bilişsel te­
MANTIKSIZLIĞI TANIMLAMA rapisinin amacı hastayı danışma odasının hem
Diğer terapistler gibi Ellis de etik bir sistemi içinde hem de dışında olumsuz şemaları uygun
savunur. Bu mantıklı veya mantıksız düşünmeyi şekilde değiştirecek deneyimlerle hazırlamaktır.
tanımlamaya çalıştığımızda açığa çıkar. Psiko­ Böylece, beceriksizlik şemasında, rostoyu yak­
lojik sıkıntıyı yaratanın mantıkdışı düşünme ol­ tığı için beceriksizliğinden yakınan bir hasta, bu
duğunu söylersek fazlasıyla yuvarlak bir tanım başarısızlığı üzücü bulmaya, ancak genele mal
olur. Nesnellik ve dikkatten yoksun herhangi etmemeye (bilişsel ön yargılardan biri) ve umut­
bir düşünceye mantıkdışı gözüyle bakarsak, o suzluk şemasında ilerdeki fırsatları iyi değer­
zaman sıkıntısız kişilerin çoğunlukla mantıkdışı lendiremeyeceği sonucuna varmamaya teşvik
düşündükleri sonucuna varmak zorunda kalırız. edilir. Terapist mantıksızlığı tetikleyen olumsuz
Çünkü araştırmaların önemli bir kısmı kişilerin şemanın, şemayı tetikleyen olumsuz kısırdön­
yaşamak için kendi kendilerine anlattıkları hika­ güsünü kırmaya çalışır.
yelerin (Didion, 1979) sıklıkla hayali bileşenleri
olduğunu göstermektedir (örn., Geer ve ark., KLİNİK UYGULAMA
1970; Taylor ve Brown, 1988). Eşsiz veya seç­ Olumsuz düşünmeyi değiştirmeye yönelik
kin bir şeyi elde etmek için kişi bazen bir nedene çabalar hem davranışsal hem de bilişsel sevi­
bağlanmayanlarca gerçekdışı gibi görülebilen yede yapılır. Her zaman depresyonda olduk­
inanışları barındırmak zorunda kalabilir. Albert larını düşünen ve bu inanış yüzünden giderek
Bandura bunu şöyle açıklamıştır: daha derin depresyona giren hastalar için ya­
Umut besleyen ve dev engellere rağmen ça­ rarlı olan davranışsal tekniklerden biri, hastanın
balarını sürdüren hayalperestler ve sarsılmaz duygu durumunu gün boyunca düzenli aralıklar­
iyimserler psikoterapistlerin peşinde koşmaz. la kaydetmesini sağlamaktır. Aslında çok dep­
Benzer şekilde, sosyal reformcuların çabaları resif kişilerde bile sıklıkla görüldüğü şekilde, bu
toplu eylemlerinin sağlayacağı sosyal değişi­ raporların biraz değişkenlik gösterdiği saptanır­
min miktarına yönelik yanılsamalara kalır. Her sa, bu bilgi onların yaşamın her zaman umutsuz
ne kadar yaşarken umutlarının gerçekleştiğini olduğuna dair genel inanışını sorgulamaya ya­
göremeyecek gibilerse de, yine de ortak çaba rabilir. Düşüncedeki bu değişiklik o zaman, sa­
bazı ilerlemeler sağlar ve diğerlerinin algı ye­ bah yataktan kalkmak, biraz iş yapmak ve hatta
terliğini güçlendirerek mücadeleyi sürdürmele­ işe gitmek gibi davranış değişikliklerinin temeli
rini sağlar. Yaşamı sıkıntılı ve yoksul olanlarda olarak hizmet edebilir.
gerçekçilik umutsuzluğa yol açabilir. Yanılsama Benzer şekilde, depresif kişiler işler üstesin­
ile psikolojik işlerlik arasındaki ilişki gerçekten den gelinmez göründüğü ve hiç bir şeyi becere­
karmaşık bir şeydir. (1986, s. 516) meyeceklerine inandıkları için çoğunlukla çok az
Biz mantıkdışı düşünmenin tanımının görgül iş yapar. Bu aşılmazlık inanışını veya şemasını
veya bilimsel bir temel üzerine inşa edilebildiği­ sınamak için terapist belli bir işi küçük adımlara
ne inanmıyoruz. ADDT terapistleri ve hastaları, böler ve hastayı her seferinde sadece bir adıma
er geç, dünya hakkında belli şekillerde düşün­ odaklanmaya teşvik eder. Bu taktik iyi kullanılır­
menin daha yararlı veya tatmin edici olduğuna sa ki, iyi bir terapi ilişkisinin de önemi yadsına­
karar verir. Ellis’in yakın zamanda kabul ettiği maz, hasta kendini bir şeyi başarmış bulabilir.
gibi (Ellis, 1995) bu karar, kuralcı bir şekilde Verilen görevlerin hastanın kapasitesini aştığı
nesnel veya mantıklı olandan çok, kişinin inan­ durumlarda ortaya çıkan başarısızlıklar daha
dığının işlevsel veya etik olduğu yaklaşımına sonra terapistle görüşülür. Benlikle ilgili bakış
dayanır. açısı değişmeye başlayınca daha zor görevler
daha az engelleyici görünür ve kişinin kendisi
BECK’İN BİLİŞSEL TERAPİSİ4 ve dünyası ile ilgili inanışlarındaki daha da ya­
rarlı değişimler devam ederken, başarı üstüne
Beck birçok rahatsızlığın, özellikle de depres­ başarı inşa edilebilir.
yonun, bireylerin kendileri, dünya ve gelecekle İşbirliğine yönelik görgül yaklaşım, Beck’in
Bu bölümün bir kısmı Haaga ve Davison’a (1991) dayanır.
4
terapisinin doğasında bulunur. Terapist ve has­
556 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ta depresyonu artırıyor olabilecek, dünyaya iliş­


kin her türlü uyumsuz yorumu açığa çıkarmak
ve incelemek için ortak araştırmacı gibi çalışır.
Hem otomatik düşünceleri hem de işlevsel ol­
mayan varsayımları açığa çıkarmaya çalışırlar.
Otomatik düşünceler, günlük işlerimizi yürütür­
ken kendimize anlattığımız veya çizdiğimiz tab­
lolardır; okula giderken, bir arkadaşı dinlerken
veya karşıdan karşıya geçenleri seyrederken
kendi içimizde kendimizle sürdürdüğümüz di­
yalogdur. Hastalar genellikle böyle düşünce ve
görüntülerin, özellikle depresif ruh haliyle ilişkili
olanları kaydetmek için alıştırmaya gereksinim
duyar. Örneğin bir ebeveyn, çocuğunun okulda
sınavda başarısız olduğunu söylediğini duyar Bilişsel terapide terapist sık sık danışana çocuğunun zayıf bildi-
ve “ben ne kadar berbat bir ebeveynim” diye rim kartına karşılık olarak “ben ne kötü bir ebeveynim” gibi
otomatik düşüncelerini keşfetmede yardım eder.
düşünür. Ebeveyn bundan sonra üzüntü duyar.
Terapist hastaya böyle düşünceleri kaydetmesi­
ne yardım eder ve birlikte bunların geçerliliğini lıp yıkılmadığını görebilir. Eğer durum hasta ve
incelerler. Çocuğunuzun okuldaki sorunları ne­ terapist tarafından zamanında düzgün şekilde
den sizin kötü bir ebeveyn olduğunuz anlamına analiz edildiyse, açıkça gerekli bir adımdır, kişi
geliyor? Çocuğunuzu etkileyen ve onun okulda bu mutlakıyetçi inanca karşı geldiğinde ne oldu­
iyi olmasını belirleyen başka neler var? Bu şe­ ğunu deneyimleyebilir.
kilde terapist, hastaya eldeki bilgilere karşı dü­ Düşünmeyi değiştiren diğerleri gibi Beck’in
şüncelerini kontrol etmek ve çocuğun sınavdaki terapisi de zordur. Danışanlar güzel deneyim­
başarısızlığını kötü bir ebeveyne sahip olmak lerle değerli bireyler olduklarına kolayca iknâ
dışındaki nedenlere bağlayabilecek hipotezler edilmiş olsalardı, muhtemelen depresyona gir­
geliştirmeyi öğretir. meyeceklerdi. Bizim kısa açıklamamız sadece
Bu otomatik düşünceleri tanımlama ve de­ bir taslaktır. Uygulama değişmez şekilde daha
ğiştirme aşamasını altta yatan işlevsel olmayan az sistematik, daha az tek yönlü ve kesinlikle
varsayım, tasarı veya inançların tanımlandığı tanımda vurgulanandan daha çok gayret ister.
daha gizli bir aşama izler. Bu, müzikte bir mü­
ziğin ana melodisine baskın tekrarlayan bir te­ BİLİŞSEL TERAPİNİN
maya benzetilebilir. Ebeveyn çocuğun okuldaki DEĞERLENDİRİLMESİ
başarısını da kapsayan, tüm ailenin mutluluk ve Beck’in yaklaşımının etkinliği yoğun bir şe­
huzurunda sorumluluk üstlenmiş olduğunu fark kilde çalışılmaktadır. Depresif hastalarla bir
edebilir. Terapist hasta ile birlikte, olası en kötü dizi deney buna destek sağlamıştır (Rush ve
durumun göstergelerini, onun her şeye gücü ark., 1977; Shaw, 1977; Goldin ve Charbon­
yeten bir ebeveyn olmadığını gösteren kanıtı neau-Powis, 1983). Hatta, bilişsel terapi, ilaç
ele alabilir. Bu, klinik olarak depresyona soka­ tedavisine göre daha koruyucu bir etkiye sahip
cak bir durum mudur? Çocuğun sorunlarıyla il­ olabileceği, depresif dönemlerin sık gözlemle­
gili bir şey yapma arzusu veya merakı haliyle nen tekrar etme eğilimi göz önüne alındığında
anlaşılabilirdir, ancak bu tepkiler kişiyi umutsuz­ çok önem kazanan bir yaklaşımdır (Blackburn,
luğa sürüklemek yerine yeni bir eyleme doğru Eunson ve Bishop, 1986; Hollon, DeRubeis ve
da yönlendirebilir. Evans, 1996). Bilişsel terapi hastaları, belki de,
Terapist bireye işlevsel olmayan varsayım­ terapinin sona ermesinden sonra kullanabile­
ların değiştirmesi için nasıl yardım edebilir? cekleri yararlı bazı bilişsel davranış melekeleri
Sözle ikna etmenin yanı sıra terapist danışanı kazanabilirler. 16. Bölümde görüldüğü gibi yaşlı
bu varsayımlarla tutarsız bir şekilde davran­ hastalar ilaçlara karşı aşırı duyarlı olabildikleri
maya teşvik edebilir. Örneğin işyerinde herke­ için de, psikoaktif ilaçların kullanımında sakınca
si mutlu etmek zorunda olduğuna inanan biri, yaratan (kontrendike) rahatsızlıkları bulunabil­
bir sonraki anlamsız isteği reddedebilir ve daha diği için, farmakolojik olmayan müdahaleler bu
önce varsaydığı şekilde dünyanın başına yıkı­ bireyler için özellikle uygundur.
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 557
√√

Farklı terapilerin sonuç çalışmalarının meta ve önemli noktalarda birbirleriyle çelişmektedir


analizi, Beck’in terapisi, bekleme listesi, ilaç (Haaga ve Davison, 1991, 1992).
terapileri, bilişsel olmayan davranışsal tedavi­ Çocuğunun okuldaki sınavda başarısız oldu­
ler ve diğer psikoterapilerden oluşan karma bir ğunu öğrenince üzülen ebeveyne Ellis hemen,
gruba göre daha iyi kısa dönem gelişme sağ­ özünde “Ne olmuş ebeveyn olarak yetersiz
landığını göstermiştir (Dobson, 1989). Böyle bir kalıyorsanız? Bunun için üzülmeye değmez.”
araştırma, Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafın­ diyecektir. Beck ise, tersine, sonuca götüren
dan desteklenen (Elkin ve ark., 1985), çok geniş kanıtları değerlendirir. Onunki daha görgül bir
kitlelere tanıtılan, bilişsel terapinin ilaç tedavisi­ yaklaşımdır. “Ebeveyn olarak yetersiz olduğu­
ne ya da kişilerarası psikoterapiden (IPT) daha nuzu düşündürecek ne var?” İspat edilemiyor­
üstün bulmayan, yine de depresyon tedavisinde sa bu keşif bile kendi içinde terapötik olacaktır.
Beck’in yaklaşımının yararlılığını destekleyen, Ellis kendi çözüm şeklini daha kapsamlı bulur.
karşılaştırmalı sonuç çalışmasına destek sağla­ Kişi ebeveyn olarak istiyor olsa bile, yaptığı her
dı. (Odak 18.2’ye bakınız) şeyde mükemmel olmak zorunda olmadığı için
Freeman ve Reinecke (1995) yakın zaman­ dünyanın sonu gelmeyecektir. Beck de er geç
da literatürü gözden geçirdi ve bilişsel terapi hastayla birlikte, ancak olasılıkla kişinin yetersiz
sonrası nüks sıklığının antidepresanlarınkine bir ebeveyn olduğunu gösteren yeterince kanıt
göre düşük olduğunu belirledi. İncelemeleri ay­ biriktikten sonra, kişinin kendisinden memnun
rıca bilişsel terapinin ilaç tedavisiyle birlikte et­ olması için her konuda iyi olmasının gerekip ge­
kin olarak kullanılabileceğini gösterdi. Seligman rekmediğini sorgulayacaktır.
(1994) yöntembilimin getirdiği katılığın standart­ Beck’in yaklaşımını kullanan terapist olum­
larını geçen yeterlilik çalışmalarının incelenme­ suz şemayla ve özellikle uyumsuz, mantıksız
sini yürüttü. Bilişsel terapinin panik bozuklukta ve yanlı düşünmenin alabileceği, aşırı genelle­
etkili bir tedavi olduğu ve bilişsel terapinin blu­ me gibi biçimler hakkında bir yargıya sahiptir.
mia tedavisinde sadece ilaca göre çok daha ba­ Ancak depresif bir bireyle uğraşmak, işbirliğine
şarılı olduğu sonucuna vardı. yönelik, tümevarımsal bir süreçtir. Bu yolla has­
Bilişsel terapi başarılı olduğunda bunun has­ ta ve terapist kişinin olumsuz düşüncelerinin al­
taların bilişlerini değiştirmesine yardım etme­ tında yatan işlevsel olmayan özel varsayımları
sinden kaynaklandığını gösteren veriler elde keşfetmeye çabalar. Akılcı duygusal davranış
edilmektedir. Bilişsel terapi sırasında bilişte terapistleri ise tersine tümdengelimcidir. Sıkın­
öngörülen değişimler meydana gelir (Hollon ve tılı birinin daha önceden belirlenmiş olan man­
Beck, 1994; Hollon ve ark., 1996). Ancak, bun­ tıkdışı inanç listesinden bir veya daha fazlasına
lar, aynı zamanda ilaçla başarılı depresyon te­ uyduğunu veya kendilerinden veya başkaların­
davisi sırasında da saptanır (örn., Rush ve ark., dan gerçekçi olmayan isteklerde bulundukları­
1982). Bilişsel değişim diğer yollarla gerçekle­ na inanırlar.
şen değişikliğin sonucu da olabilir (Jacobson Beck’in terapisi ile standart akılcı duygusal
ve ark., 1996) ya da en azından depresyonda uygulamaların arasında bu tümdengelim-tü­
(bilişsel terapinin en çok araştırıldığı bozukluk), mevarım temelinde tarz farklılığı vardır. Beck,
bilişsel değişim, ister Beck’in bilişsel terapisi ol­ terapistin gereğinden fazla didaktik olmaması
sun, ister kişilerarası terapi, ister ilaç, herhangi gerektiğini ileri sürerken, Ellis, küçük ders ve
bir terapinin sağladığı terapötik iyileşmenin ara­ didaktik konuşmaları sıklıkla kullanır. Beck kay­
cısı olabilir. naşmayı hızlandırmak için olumsuz düşünceleri
“sonuç vermeyen fikirler” olarak adlandırmayı
BECK İLE ELLİS’İN önerir. Ellis’ten, tabii ki mizah katarak, duyulabi­
lecek mantıkdışı veya deli gibi sıfatları pek ter­
TERAPİLERİ ARASINDA BAZI
cih etmez. Son olarak, Beck, terapistin hastanın
KARŞILAŞTIRMALAR başvuru çerçevesini kabul edip ayrıntılarına gir­
Ellis ve Beck’in görüş ve teknikleri günümüz­ mek için izin istemesini salık verir. Böylece, du­
de terapistler tarafından yaygın şekilde kulla­ rumunu ortaya koymak ve anlaşıldığını hisset­
nılmaktadır. Yaratıcı klinisyenlerin diğerlerinin mek için bir şans verilmiş olan kişi, inançlarının
çalışmasını uygularken yaptığı kaçınılmaz de­ irdelenmesi için işbirliğine girmeye daha istekli
ğişiklikler ve kuramcıların kendi düşünmelerin­ olabilir. Öte yandan, Ellis ise, iyi öğrenilmiş bir
deki gelişmelerden dolayı bu iki terapinin farkını uyumsuz düşünce şeklini kırmak için gayet güç­
anlamak zor olabilmektedir. Buna karşın, ilginç lü girişimler gerektiğini ileri sürer. Böylece has­
558 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

tanın mantıkdışı inançlarını bazen ilk seansın Bazı klinik araştırmalar sosyal problem çö­
ilk dakikalarında doğrudan yüzleyecektir. zümleme eğitimini en azından kısa dönemde
İki yaklaşımın da ortak bir yönü vardır ve yararlı buluyorlar. Örneğin huzur evinde kalan
bu Beck ve Ellis’i, 17. Bölümde anlatıldığı gibi depresif yaşlılar böyle bir eğitimle, davranışsal
deneysel (insancıl ve varoluşçu) terapilerde temelli tedavi verilmiş hastalara göre daha fazla
yoldaş haline getiriyor. İkisi de kişilerin farklı ilerleme sağlamışlardır (Hussian ve Lawrence,
düşünerek psikolojik durumlarını değiştirebile­ 1981). Sorunlarla ilgili grup tartışmaları onları
ceği mesajını verir. Kişinin kendisini ve dünyayı çözmeye ve çözümlerin etkinliğini değerlendir­
yorumlama şeklinin onun nasıl bir insan olaca­ meye yarayan kontrol koşuluyla karşılaştırıldı­
ğının temel belirleyicisi olduğunu ve kişilerin ğında, tam bir sosyal problem çözümleme eği­
olayları nasıl yorumlayacağı konusunda tercih timi alan hastalarda görülen depresyonda daha
hakkı olduğunu vurgular. İnsanların bazen çok fazla azalma saptayan Nezu (1986) da benzer
çaba harcayarak farklı davranmayı seçebildiğini iyi sonuçlar elde etmişti. Başka bir çalışma da
iddia ederler. Bununla beraber, bilişsel olmayan okul çağı çocukları sosyal problem çözümle­
davranış terapistlerinden farklı olarak ama in­ me eğitiminde ele alınanlardan farklı durumlara
sancıl ve varoluşçulara benzer şekilde, Beck ve genellenen problem çözme becerisi edindiler
Ellis yeni davranışın özellikle kişinin kendisi ve (Weissberg ve ark., 1981). Diğer bir çalışma da
dünyaya bakışı hakkında sağlayabileceği kanıt­ ise (örn., Elias ve Clabby, 1989) bu yaklaşımı
lar açısından önemli olduğuna inanır. Böylece tüm ana okulu müfredatına uyguladılar. Sosyal
odak, insanoğlunun bilişsel boyutunda ve insan problem çözümleme eğitiminin psikiyatrik has­
aklının özgürleştirilebileceğine ve düşünceleri­
talarda (Bedeli, Archer ve Marlow, 1980), alkol
nin olumlu psikolojik değişimin anahtarı olabile­
istismarı tedavisinde (Chaney, O’Leary ve Mar­
ceğine dair inançta kalır.
latt, 1978) ve fakülte öğrencilerinin stresini azal­
tıp okuldaki yeterliliğini artırmaya yönelik sosyal
SOSYAL PROBLEM ÇÖZÜMLEMESİ becerilerini geliştirmekte faydalı olduğu saptan­
Bazı psikolojik sıkıntılara, kişilerin çözüm mıştır (D’Zurilla ve Sheedy, 1991, 1992). En iyi
bulamadıklarına inandığı sorunlara karşı tepki olasılıkla, hastalar gelecekte, geniş bir sorun
olarak bakılabilir. Dönem ödevim gecikti ve ben yelpazesine uygulayabilecekleri, böylece genel
buna üzüldüm. Öğretmene danışacak mıyım iyilik hallerini değiştiren bir dizi beceri ve genel
yoksa en azından başlangıçta asistana danış­ tutumu öğrenirler.
mak daha mı iyi olur? Eksik not mu almalıyım Üst biliş (metacognition), yani kişilerin bil­
yoksa başvuracağım programlar için gönderile­ mekle ilgili ne bildiği de sosyal sorun çözümün­
cek olan transkriptimde kötü mü görünür? Yine de uygulanır (Meichenbaum ve Asarnow, 1979).
de eksik not C’den daha iyi değil midir? Böyle Yeni bir şehre gidersem haritasız muhtemelen
bir duruma düşen öğrencilere sorunu en etkili kaybolurum ama bir kere harita edindikten son­
ve etkin şekilde nasıl çözeceğini bilerek yardım ra, daha önceden harita okumak konusunda ge­
edilebilir. nel beceriyi kazanmış olduğumu kabul edersek,
Terapistler sosyal problem çözümlemesi yolumu rahatça bulurum. Üst bilişsel seviyede
diye bilinen bir yaklaşım tasarladı (D’Zurilla yeni bir şehirde sokakları ve yerleri bulmak için
ve Goldfried, 1971; Goldfried ve D’Zurilla, 1969; bir şehir haritası almak ve onu okumak zorunda
Kanfer ve Busenmeyer, 1982; Nezu ve ark., olduğumu bilirim.
1996). Danışanların bu konuda eğitimi bir dizi Sosyal problem çözümleme yaklaşımı, “bir
aşama içerir. Önce sıkıntılarına çözülmemiş sorun veya engellenme karşısında, kişi, her za­
sorunlara karşı tepki gözüyle bakmaları, hatta man, onu kontrol altına almak için etkili önlem
sorunlara tehdit yerine meydan okuma veya fır­ almaya çabalamak zorundadır” mesajını verdiği
sat gözüyle bakmaları öğretilir (D’Zurilla, 1986). için eleştirilebilir (örn., Goldfield, 1980). Birinin
Sonra sorunların ne olabileceği öğretilir. Beyin dünyayı üstesinden gelinecek meydan okuma­
fırtınasını, yapılabilirliği veya olası etkisini de­ larla dolu görmesi A tipi kişiliğin gelişmesini teş­
ğerlendirmeden olabildiğince çok alternatif çö­ vik edebilir. Sosyal problem çözümlemedeki bu
züm üretmeyi, her çözümün beklenilen sonuç­ gizli temaya tepki olarak, D’Zurilla (1986, 1990)
larını değerlendirmeyi, bir kararı uygulamayı ve sosyal problem çözümleme bakış açısını Ric­
amaçlarına ulaşmak için etkinliğini değerlendir­ hard Lazarus’un (Lazarus ve Folkman, 1984)
meyi öğrenirler. biliş ve stres hakkındaki klasik çalışmasından
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 559
√√

uyarlanan “duygu odaklı çözümleri” dâhil ede­ Lazarus’un yaklaşımı, buraya dek tanımlan­
cek şekilde genişletti. dığı şekilde, genel bir bilişsel davranışsal çer­
Buna göre bir durum değiştirilemez veya çeveye kolayca oturur. Ancak, o, yine de, kul­
kontrol edilemez olarak yargılanırsa, çözüme lanılacak olan teknikle ilgili kararın kuramsal bir
yönelik, mantıklı yaklaşım kişinin ona karşı yaklaşım veya ekol eğilimi ile verilerin açık fikirli
duygusal tepkisini (örneğin, gevşeme yoluyla) incelenmesiyle yönlendirilmesi gerektiğini tar­
değiştirmek ve böylece zorlu çevre koşullarına tışmaya devam eder. Örneğin, terapistin bilişleri
uyum sağlamaktır. nasıl değiştireceğini bildiğine inanması duru­
munda, bu seçilmiş hastanın uyumsuz inanç­
ÇOKYAKLAŞIMLI TERAPİ larını değiştirmek için hangi teknikler kullanı­
labilir? Lazarus Geştalt terapisinden bir teknik
Çokyaklaşımlı terapi (multimodal therapy) kullanmak daha faydalı olacaksa o zaman kul­
Rutgers Üniversitesi psikologlarından Arnold lanın der. Bu bağlamda Lazarus, psikoterapinin
Lazarus (1989, 1977) tarafından önerilen biliş­ bütünleşme hareketinin (ileride ele alınmıştır)
sel-davranışçı bir yaklaşımdır. Lazarus, davra­ eski anahtar kişiliklerinden biriydi.
nış paradigmasının üstüne koyduğu, değerlen­
dirmenin ve en üst düzeyde etkili psikoterapötik
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
müdahalelerin desenleri için yersiz bir sınırlama
olarak gördüğü durumdan tatmin olmayarak HAKKINDA DÜŞÜNCELER
1960’ların tartışmaları sonunda Wolpe ile yolu­ Bu kitapta daha önce belirttiğimiz şekilde
nu ayrıldı. Lazarus’un temel önermesine göre davranışçı terapi kendini önce, koşullama de­
insanlar yedi boyuttan oluşur. Bu, BASIC IB neylerinden türetilen ilke ve işlemlerin psikolojik
şeklinde kısaltılabilir: B (behavior / davranış), A sıkıntıyı azaltmak için uygulanabileceği varsayı­
(affective / duyuşsal süreçler), S (sensations / mıyla, klasik ve edimsel koşullamayla sınırlamış­
duyumlar), I (images / imgeler), C (cognitions tır. Bu yönelim Watson ve Skinner gibi, Wundt
/ bilişler), I (interpersonal / kişilerarası ilişkiler) ve Titchener’in laboratuarlarında gerçekleştiri­
ve B (biological / biyolojik işlevler). Etkili tera­ len akıl ve bilincin içeriğiyle ilgili çalışmadan ve
pi, sorunları bu alanların hepsine veya bir bölü­ iç gözlemin çalışmalarındaki kullanımından tat­
müne yerleştirmeli, sorunların hangi sırayla ele min olmayan davranışçılardan kaynaklanmış­
alınacağına karar vermeli ve sonra sorunların tır. Bilişsel davranışçı terapideki (veya bilişsel
dahil olduğu her alana, ona en uygun teknikler terapideki) gelişmeler, davranış terapistlerinin
uygulanmalıdır. eski klasik ve edimsel koşullama odaklanma­
Örneğin, hastanın hissettiği baskı, sapkın sı göz önüne alındığında radikal veya yeni bir
düşünce süreçleriyle tetiklenmiş gibi görünü­ hareket olarak görülebilir. Öte yandan, tarihsel
yorsa dikkat C’ye, yani biliş üzerine yoğunlaş­ açıdan deneysel psikolojinin en erken döne­
malı, önerilen klinik ve deneysel araştırmanın minin bilişsel odaklarına dönüşü temsil eder.
kişilerin olaylara bakış açısını değiştirmek için Birçok deneysel psikolog, yıllar boyunca bilişle
en uygun olan işlemler seçilir. Ancak, ilk B, yani ilgili, algılama, tanıma, kavrama, yargılama ve
davranış da şüpheli olabilir ve örneğin, kişinin muhakeme, problem çözme, imgeleme ve diğer
kendi çevresi tarafından pekiştirilmeyen şekilde simgeleme etkinliklerinde araştırma yapmaya
davranmayı öğrendiğindeki gibi, sapkın bir dü­ devam etti.
şünceyle eyleme geçmesine rağmen kendisine Ellis ve Beck, psikolojik sıkıntıyı kaldırmak
yönelik özel dikkat gerektirebilir. için bilişsel işlemleri doğrudan değiştirmeye ça­
Lazarus her hasta için bir yaklaşım profili çi­ lışır. Ancak başlangıçtan itibaren davranış tera­
zer. Bu, ona ve hastaya dikkati hak eden alan­ pistleri insanoğlunun simgeleştirme, bilgi işleme,
ların hangileri olduğunu görmekte yardımcı olur. dünyayı sözcük ve şekille ifade etme kapasite­
Bu şema, temelde klinisyenin belli kategori veya sine şiddetle güvenmiştir. Wolpe’un sistematik
alanlara odaklanmaya zorlayarak, dikkati ilgi­ duyarsızlaştırması açık bir örnektir. Wolpe’un
lenmeye değer alanlara çekmek üzere tasarım­ koşullandırma ilkelerine dayandığına inandığı
lanmış olması nedeniyle DSM’nin çok eksenli bu teknik, hasta onu korkutanı imgelediği için
sistemine benzer. Ancak BASIC IB yaklaşımı temelde bilişsel bir işlemdir. Duyarsızlaştırma
daha da ileri gider. Şöyle ki, Lazarus yedi alanın sırasındaki en ilginç, açık davranışsal olay ki­
her biri için etkili olabilecek bir işlem aralığı be­ şinin arada işaret parmağını kaldırarak endişe
lirlemeye çabalar. işareti vermesidir. Önemli bir şey oluyorsa, ke­
560 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ULUSAL AKIL SAĞLIĞI ENSTİTÜSÜ (NIMH) DEPRESYON


ODAK 18.2 TEDAVİSİNDE İŞBİRLİKLİ ARAŞTIRMA PROGRAMI
1977’de Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH), Dördüncü ve sonuncu koşul, imipramin’in etkin-
Beck’in bilişsel terapisini kişilerarası psikoterapi ve liğini saptamak için plasebo-klinik kontrol grubuydu.
farmakoterapi (Elkin ve ark., 1985) ile karşılaştıran, Ayrıca, güçlü destek ve teşvik nedeniyle, iki psiko-
büyük, karmaşık ve pahalı üç merkezli çalışma üstlen- terapi grubunun kısmi kontrolü için düşünülmüştü.
di. Depresyon tedavisinde işbirlikli araştırma prog- İmipramin koşulu için kullanılana benzer bir çift kör
ramı diye adlandırılan bu çalışma, NIMH tarafından çalışmada bu gruptaki hastalar, etkili bir antidepresan
psikoterapi alanında başlatılan ilk çok merkezli işbir- ilaç olabileceğine inandıkları bir plasebo aldı. Ayrıca,
likli çalışmaydı. (NIMH daha önce böyle bir çalışmayı gerekli olduğu düşünüldüğünde doğrudan öğüt de al-
farmakoloji konusunda verimli şekilde yürütmüştü.) dılar. Plasebo koşulları yanında bu çok güçlüydü, yani
hem psikoterapi hem de farmakoterapi literatüründeki
TERAPİLERİN SEÇİMİ çoğu plasebo grubuna göre çok daha fazla psikolojik
Beck’inkiyle karşılaştırmak için terapi seçerken destek ve hatta müdahale içeriyordu. Klinik kontrol,
üç ölçüt üstünde çalışıldı. Terapi depresyonu tedavi destek ve öğüt, hem bu grupta hem de imipramin gru-
etmek için geliştirilmiş olmalıydı, diğer terapistlere bunda ortaktı.
yönerge vermeye yetecek kadar açık ve standartlaş- Tüm tedaviler on altı hafta sürdü. Seans sa-
tırılmış olmalıydı ve depresif hastalarda görgül yak- yısında tedavi kılavuzlarına dayanan küçük farklar
laşımla gösterilmiş olan etkisi bulunmalıydı. Dahası, oldu. Örneğin, bilişsel terapi hastaları ilk sekiz haf-
Beck’in bilişsel terapisiyle az örtüşmeliydi. ta boyunca on iki seans aldı, bunu çalışmanın ikinci
NIMH ekibi Gerald Klerman’ın kişilerarası psiko- yarısındaki haftalık seanslar izledi. Bu yirmi seans,
terapisini seçti. Bu 17. Bölümde gördüğümüz gibi kısa, kişilerarası terapideki on altı seansı aştı. Yine de bu
psikodinamik, Sullivan’cı, içgörüye yönelik, mevcut da terapistin sağduyusuna göre yirmiye kadar çıka-
sorunlara ve kişilerarası ilişkilere odaklanan ve dep- bilirdi. Bütün terapiler boyunca hastalar yakından
resyondaki etkinliği gösterilmiş olan bir yaklaşımdır izlendi. Tehlikeyi en aza indirgemek için profesyonel
(Klerman ve ark., 1984, Weissman ve ark., 1979). Bu önlemler alındı, örneğin, intihara yakın hastalarla ça-
terapi, kişilerarası olduğu kadar iç psişik değildi yine lışma sırasında yakın ve düzenli iletişim sağlandı. Bu
yaklaşımlar özellikle plasebo koşulunda önemliydi.
de, depresyonu artıran kişilerarası sorunların daha
iyi anlaşılmasını vurgular ve diğerleriyle ilişkileri ge- TERAPİSTİN SEÇİLMESİ VE EĞİTİMİ
liştirmeyi amaçlar. Aslında daha iyi iletişim, gerçeği
test etme, etkili sosyal becerileri geliştirme ve gün- Bu çalışmanın önemli bir özelliği tedavi merkezle-
cel sosyal rol gereklerini karşılamaya odaklanmıştır. rinin her birinde terapist seçimi ve eğitiminde göste-
Gerçek teknikler kişilerarası sorunların bir şekilde rilen dikkat, titizlikti. Bu aşama yaklaşık iki yıl sürdü
yönlendirici olmayan görüşmesini, yadsınan olumsuz ve çalışma kapsamındaki üç yaklaşımın birinde biraz
duyguların keşfedilmesi ve bunların ifade edilmeye deneyim ve genel klinik yeterlilik için başvuranların
teşvik edilmesi, hem sözel hem de sözel olmayan ileti- dikkatle izlenmesiyle başladı. Kişilerarası terapi ve
şimin geliştirilmesi ve sorun çözmeyi kapsar.* ilaç tedavisi için onar, bilişsel terapi için sekiz olmak
Farmakolojik bir tedavi, imipramine (Tofranil), iyi üzere toplam 28 terapist seçilmişti.
test edilmiş olan trisiklik bir ilaçtır. Depresyon tedavi- Yapılan, terapistlerin seçkisiz örneklemesi değildi,
sinde yaygın olarak standart ilaç gözüyle bakılan, iki çünkü katılmak istemeleri, titiz bir araştırmadan sonra
psikoterapiyi değerlendirmek için referans olarak kul- kabul edilmeleri ve yerleşmiş olan bir tedavi protoko-
lanılmış olan bir ilaçtır. Dozlar önceden belirlenmiş lüne dahil olmak konusunda anlaşma, bunun yanı sıra
olan ana hatlara göre ayarlanıyordu. Bunlar ılık, des- tanınan tedavi protokolüne uyduklarına emin olmak
tekleyici bir ortamda psikiyatrın klinik kontrol bağla- için başvuru sonrasında ve anlaşma sağlandıktan son-
mında, klinik kararına bir parça izin verecek kadar ra bütün terapi seanslarının video banda kaydettirme-
esnekti (Fawcett ve ark.,1987). Elkin ve ark. (1985) leri gerekti. Eğitim aylarca sürdü, 119 deneği kapsadı
ve zordu. Bu seçilme ve eğitim aşaması, psikoterapi
buna nerdeyse ilaç-artı-destekleyici-terapi koşul gö-
araştırması olarak başlı başına bir başarı sağladı ve
züyle baktı. Burada destekleyici tanımı, herhangi bir
yönerge ve denetleme aşamasına katılanlar tarafından
açık psikoterapötik tekniğin uygulanmasına değil, he-
sunuldu. (Rounsaville, Chevron ve Weissman, 1984;
kim hasta ilişkisinin doğasına atıftı.
Shaw, 1984; Waskow, 1984). Terapinin bütünlüğünden
emin olmak için girişildi ve eğitim ve denetleme uğ-
*
Beck ile Klerman’ın terapilerinin arasındaki teknik farklılıklar belirtilmiştir raşları başarılıydı (Hill ve ark, 1992). Sadece son za-
(DeRubeis ve ark., 1982). Ele alınan çalışmada bilişsel terapi ve kişilerarası
terapi terapistleri kendi terapilerinin gerektirdiği işlemlere iyi bağlanmıştır. manlardaki psikoterapi sonuç çalışmaları, çalışmada
(Hill, O’Grady & Elkin, 1992). Bununla birlikte, belirgin örtüşme söz bağımsız değişkenlerin başarıyla kullanıldığına emin
konusudur. Sosyal davranışta etkinlik kadar algıdaki keskinliği geliştirmeyi
ikisi de vurgular. Okuyucu bu etkeni dönüm noktası olan bu çalışmanın
olmak için terapist-deneycilerin eğitim ve izlemine uy-
sonuçları tanımlandığı zaman dikkate almayı isteyebilir. gun özeni gösterdi.
BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 561
√√

HASTA DENEKLERİN SEÇİLMESİ lamlı bir fark saptanmadı. Genellikle üç etkin tedavi
anlamlı ve eşdeğer başarı sağladı ve büyük kısmında
Çalışmanın tamamı 240 hasta için tasarlanmıştı.
plasebo grubundan üstündü. Plasebo-artı-klinik-kon-
Her koşul için 60 hasta söz konusuydu. Deneklerin
trol denekleri de anlamlı ilerleme sağladı. (Not: Di-
Major depresif bozukluk ölçütlerine uygun olmasına,
ğer birçok kontrollü çalışma bilişsel terapinin diğer
ancak intihara eğilimli, iki uçlu (bipolar) ve psikotik
tedavilere ve plasebo koşullarına göre üstün olduğunu
olmamalarına dikkat edildi, (ilaç koşuluna uygunluk
saptadı. Persons, Thase ve Crits-Christoph, 1996’dan.
durumunda) imipramin kullanımına tıbbi kontrendi-
Psikoterapi sonuç literatüründe tutarsızlıklar vardır!)
kasyonları bulunamamalıydı. İlerde tedavi sonucuyla
• İmipramin tedavi sırasında depresyon semptom-
bağlantı kurulabilmesi için hastalarla ilgili birçok bil-
larını azaltmakta diğer tedavilerden daha hızlıydı.
gi daha toplandı. (Örneğin, melankoli bilişsel terapide
Buna karşın, on altı haftalık terapi sonunda iki psiko-
olumsuz bir etken mi? Baskın olmayan hastalar teda-
terapi ilaca yetişmişti.
viyi diğerlerine göre daha mı sık bırakıyor?) Hasta-
• Bir dereceye kadar daha hafif depresyondaki pla-
ların %70’i kadındı (bu oran bu bozukluğa sahip 2/1
sebo hastaları da, tedavinin sonunda, üç etkin tedavi
kadın erkek oranına gayet iyi uyuyor) ve yatısız hasta
koşulundaki az depresif kişiler kadar iyiydi.
örneğiyle karşılaştırıldığında orta veya ileri derece-
• Plasebo koşulundaki ciddi depresif hastalar üç
de depresyondaydı. Tedaviye başlayanlardan 162’si,
etkin tedavi koşulundakiler kadar başarılı değildi.
%68’i, en azından on beş haftayı veya on iki seansı
• Kişilerarası terapinin, daha ciddi depresyonda
tamamladı. Plasebo koşulundakilerden tedaviyi bıra-
olan hastalarda, özellikle iyileşme hızı ile ifade edildi-
kanların daha fazla olmasına karşın sayıları istatistik
ğinde, daha etkili olduğuna dair kanıtlar vardı.
olarak diğer üç gruptan fazla değildi.
• Belli tedavilerin beklenen alanlardaki değişimi
DEĞERLENDİRME ÇEŞİTLERİ etkilediğine dair kanıtlar vardı. Örneğin, kişilerarası
tedavi hastaları sosyal işlevlerde, imipramin veya bi-
Tedaviden önce ve sonra, bunun yanı sıra tedavi lişsel terapi hastalarına göre daha fazla ilerleme sağ-
sırasında üç kez, altı, on iki ve on sekiz aylık izlemler ladı. Bilişsel terapi belirli işlevsel olmayan tutumları
halinde çok sayıda ve çeşitli değerlendirmeler yapıl- diğer tedavilere göre daha fazla azalttı.
dı. Ölçümler değişim süreçleriyle ilgili sorulara yanıt • Kişilerarası terapi ve farmakoterapide, bilişsel
verebileceklerden oluşuyordu. Örneğin, kişilerarası terapi dışındaki, kişilik bozukluğu tanısı almış olan
terapi hastaları terapi sırasında diğerleriyle ilişki hastalarda terapi sonrası kalıntı (rezidüel) depresyon
kurmayı diğerlerinden daha mı iyi öğrenir? Öyleyse, bulguları, bu Eksen 2 tanılarını almamış olanlara
bu gelişme klinik sonuçla ilişkili midir? Bilişsel terapi göre daha fazlaydı.
hastaları ilerdeki seanslarda, tedavinin başındakilere • Tedavinin bitişinden on sekiz ay sonra yapılan
göre daha mı az bilişsel çarpıtma sergiler? Öyleyse, izlem çalışması, etkin tedavi koşullarının anlamlı
bu kayma daha iyi bir klinik sonuçla mı uyumlu? Çe- şekilde fark etmediğini, dört koşuldaki hastaların te-
şitli değerlendirme araçları, hastanın bakış açıları, davinin sonunda çarpıcı şekilde gelişme sağladığını,
terapist, tedavi koşuluna kör, bağımsız klinik değer- sadece %20-30 oranında depresyonun tamamen orta-
lendirici ve mümkün olduğunda kişinin yaşamında dan kalkmadığını saptadı.
önemli olan başka biri, örneğin eşi kullanılır. Üç de- İki psikososyal terapiye karşı imipramin koşulunun
ğişim alanı değerlendirildi: depresyon semptomları, göreceli etkinliği çevresinde dikkate değer tartışmalar
genel semptomlar ve yaşam işlevleri ve belli terapi dönmektedir. Depresyon tedavisinde işbirlikli araştır-
yaklaşımlarıyla ilişkili işlevler. (Örneğin, bilişsel de- ma programı verilerinin yakın zamandaki analizi, en
ğişimi değerlendirmek için Weissman ve Beck’in “İş- azından kısa dönemde imipramin tedavisinin bir ölçü-
levsel Olmayan Tutumlar Ölçeği” 1978) de bilişsel terapiye göre daha üstün olduğu şeklindeki
asıl bulguyu doğrular (Elkin ve ark., 1995; Klein ve
SONUÇLAR
Ross, 1993). Hatta Lacobson ve Hallon (1996) bu ça-
Veri analizi araştırma merkezlerinde, tedaviyi lışmanın, ileri derecede depresyonda olan hastalarda
tamamlayanlar ile toplam örneklem (bırakanlar dâ- bile, bilişsel terapiye böyle üstünlük sağlayan tek ça-
hil) arasında ve farklı bakış açılı değerlendirmelerde lışma olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca, imipramin ile
değişimler olduğunu gösterdi (örn., hastayla klinik her iki psikoterapi grubu arasındaki farklılıkların üç
değerlendirmecilerin kararları arasında). O zaman- tedavi merkezi içinde tutarlı olmadığına işaret ettiler.
dan beri yayımlanan bazı karmaşık bulgular burada Örneğin, bir merkezde, bilişsel terapi şiddetli depres-
özetlenmiştir (Elkin ve ark., 1986; Elkin ve ark., 1989; yonda olan hastalarda imipramin kadar başarılıyken,
Imber ve ark, 1990; Shea ve ark., 1990; Shea ve ark., diğer merkezde kişilerarası tedavi bu hastalarda ilaç
1992). kadar iyiydi. Son olarak, Jacobson ve Hollon, hap
• Sonlanma aşamasında, hastaların depresyonun şeklindeki plasebodan daha iyi olmasına karşın, imip-
ciddiyetine göre ayırılmadığı koşulda, depresyonun ramin deneklerinin %33’ünün tedaviyi tamamlamadı-
azalması veya genel işlevlerde, bilişsel terapi ile kişi- ğını; kalanların yarısının tedavi bittikten hemen sonra
lerarası terapi arasında veya ikisinden biriyle imipra- iyileşmediğini; iyileşenlerin yarısında ilaç kesildikten
min ile birlikte klinik kontrol uygulaması arasında an- sonraki aylarda nüks görüldüğünü işaret etti.
562 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

Karmaşık bir durum! İşleri daha da karıştırmak leyicilerinin, örneğin Prozac daha az yan etkisi var ve
için Donald Klein (1996), ünlü bir ilaç araştırmacısı imipramin gibi trisikliklerden daha etkili olabilir.
ve bu çalışmanın bizzat bazı sahipleri (Elkin ve ark, Depresif hastalardaki kısa dönem gelişmeler söz
1996) aynı çalışma verilerini değerlendirdi ve ters konusu olsa bile, etkilemeyle ilgili öğrenecek çok şey
sonuca ulaştı. Yani, imipramin, bu çalışmada, şiddetli
var. Hemen tedaviden sonra belirgin olan faydaların
depresyonda her iki bilişsel terapiden de kişilerarası
uzun süre sonra sürdürülmesi konusunda daha da az
terapiden de çok daha etkindi. Hatta Klein, bırakan-
ların sayısı nedeniyle, bizzat imipramin koşulunun şey bilinmekte. Dönüm noktası olan bu karşılaştırmalı
kendisini sorgular ve depresyondaki imipramin teda- sonuç çalışmasının çok sayıdaki bulgusu içinde hangi-
visinin, depresyondaki farmakoterapiyle eşanlamlı ol- si olursa olsun, müdahale yandaşlarını mutlu edecek
madığını belirtir. Yeni seçici serotonin gerialım engel- bir şeyler mutlaka vardır.

sinlikle derinin altında da devam ediyordur ve kavramını yeterince vurgulamaz. İnsanların, ba­
bu faaliyetin bir kısmı kesinlikle bilişseldir. zen “sıcak biliş” olarak söz edilen, duyuş (affect)
yüklü çok sayıda bilişi vardır ve bunlar, benlik
Ancak, davranış terapisi bilişsele kaydık­ (Cantor ve ark., 1986), kişinin rüyaları, fantazi­
ça, birçok çağdaş araştırmacının davranışsal leri, güzel umutları ve açık korkularıyla ilişkili ol­
işlemlerin bilişsel süreçleri sözle sınırlandırıl­ maya eğilimlidir, Singer (1984) bunu özel kişilik
mış olanlardan daha iyi etkilediğine inanmaya olarak adlandırmıştır. “Terapist geleneksel ola­
devam ettiğini akılda tutmak gerekir (Bandura, rak tedavinin odağı olan uyumsuz bilişleri renk­
1997). Bu demektir ki, davranış veya duygudaki lendiren duygulara karşı uyanık olmalıdır. Her
derin değişikliği etkilemek için kişinin inançlarını ne kadar duygular aynı zamanda bilişin sonucu
değiştirmenin önemli olduğunu iddia ederken, olarak ortaya çıksa da, önce değerlendirip sonra
davranışsal teknikleri tercih ederler. Bandura, duygu seviyesinde müdahale etmekle uyumsuz
etkili olduğu kadarıyla tüm terapötik işlemlerin, bilişleri değiştirmek mümkün olabilir” (Salovey
kişiye bir üstünlük, kendine yeterlik (self effica­ ve Singer, 1991, s. 366). Hem klinik gözlemler
cy) hissi vererek ilerleme sağladığını ileri sürer. (Greenberg ve Safran, 1984) hem de deneysel
Aynı zamanda kendine yeterlilik duygusunu, bulgular (örn., Snyder ve White, 1982), duygu­
eksikse, kazanmak için en etkili yolun davranışı nun kişilikteki önemine işaret eder ve bozukluk
değiştirmek olduğunu saptar. Biz, kendine ye­ ve tedaviyle ilgili bilişsel davranışçı kavramlara
terlilik duygusunun Bandura’nın inandığı kadar daha sistematik şekilde dahil edilmesi gerektiği­
önemli olduğuna inansak da inanmasak da, bu ni ileri sürer.
süreçleri harekete geçiren işlem ve ilerlemenin Tüm bilişsel davranış terapistleri hastalarının
altında yatan süreçler birbirinden ayırdedilebilir. zihinsel işlemlerini başka yoldan dinler. Dünya­
Bilişsel davranışçı terapistler, performans te­ ya hastanın algıladığı gibi bakarlar. Davranışı­
melli işlemleri kullanırken ve davranışsal deği­ mızı kontrol eden, bize dışarıdan bastıran de­
şime bağlılıklarında davranışsal olmaya devam ğil, davranışsal psikolojiyi asırlarca yönlendiren
ederler (Dobson ve Jack-Cram, 1996; Jacob­ varsayımdır. Hatta duygu ve davranışlarımız
son ve ark., 1996). Ancak, bilişsel değişim (örn., dünyaya bakış açımızla belirlenir. Yunan filozo­
kendine yeterlilik), en azından bazı davranışsal fu Epictetus birinci yüzyılda şöyle demiştir: “(İn­
işlemlerin etkinliğinde yeri olan önemli bir me­ sanları) Rahatsız eden olaylar değil, olaylardan
kanizma olduğuna inanma bağlamında bilişsel­ çıkardığı görüştür” (Hamlet 2. perde, 2. sahne).
dir. Biliş ve davranış sürekli ve karşılıklı birbirini Bilişsel-davranışçı terapi 17. bölümde ele alınan
etkiler. Yeni davranış düşünmeyi değiştirebilir; insancıl ve varoluşçu terapilere yakınlaştırmak­
yeni düşünme şekli de yeni davranışı kolaylaş­ tadır. Rogers ve Perls gibi yaşantısal terapistle­
tırabilir. Ek olarak, çevre hem düşünceyi hem rin temel tezlerinden biri hastaları kendi referans
eylemi etkiler ve onlar tarafından etkilenir. Ban­ noktalarıyla, kendi fenomenolojik dünyalarıyla
dura (1986) tarafından üçlü-karşılıklılık (triadic anlamak gerektiğidir. Çünkü yaşamı ve davra­
reciprocality) olarak tanımlanan bu model, dü­ nışı kontrol eden bu dünya deneyimidir.
şünme, davranma ve çevrenin birbiriyle yakın­ İnsanları anlamak ve onlara yardım etmeye
dan ilişkili oluşunu aydınlatır. çalışanların cephesinde böyle varsayımlar fel­
Yine de, Salovey ve Singer’ın (1991) işaret sefi açıdan çok önemlidir. Deneysel düşünen
ettiği gibi, Bandura’nın üçlü- karşılıklılığı duygu klinisyenler ve araştırmacılar, bilişsel davranış
DAVRANIŞSAL TIP 563
√√

terapisinin yeni alanının, yaşantısalcılarla ve alanı örnek alınacak olursa bunlar, ağrı tedavi­
onların hastalarının fenomenolojik dünyalarına si, kronik hastalıklar ve yaşam biçimi, biyolojik
olan ilgileriyle bu kadar ortak noktasının bulun­ geribildirimdir ve bunlar ortaya çıkan bu çok-di­
ması deneysel yaklaşımlı klinisyenler ve araş­ siplinli araştırma ve tedavi alanının kapsamının
tırmacıları şaşırtmıştır. Bilişsel-davranışçı terapi daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
tarafından kullanılan teknikler, hiç kuşkusuz ki,
Rogers ve Perls’in taraftarlarının kullandıkların­ AĞRI TEDAVİSİ5
dan belirgin şekilde farklıdır. Ancak, bu yüzeysel
Kaygı gibi ağrı da uyuma yönelik olabilir.
farklar, psikoterapi ve insan doğası öğrencileri
Doğuştan ağrı duyma yetisinden yoksun kişi­
olarak bizi, iki yaklaşım arasındaki bağlantılara
ler çok dezavantajlı durumda ve aslında, ciddi
karşı kör etmemelidir. Çeşitli terapötik yaklaşım­
yaralanma tehlikesi altındadır. Sıcak bir ocak
lar arasındaki bütünleşme ile ilgili diğer bilgiler
veya keskin bir bıçakla temasın acısını hissede­
bu Bölümün sonundadır.
meseydiniz ne kadar tehlikeli olurdu düşünün.
Burada bizi ilgilendiren, uyumsuz (maladaptive)
DAVRANIŞSAL TIP ağrı, durumla orantısız olan ve insanın anlamlı
ve üretken bir yaşam sürdürme kapasitesini boş
Davranışsal tıp “davranışsal ve biyomedikal yere sınırlayan ağrıdır.
bilim, bilgi; sağlık ve hastalığı anlayışıyla ilgili Ağrı hakkında, gerçek ağrı duygusu ile nosi­
teknikler; bu bilginin ve bu tekniklerin rehabili­ septif (nociceptive) uyarılma olarak bilinen, ağrı
tasyon, tedavi, tanı ve önleme amacıyla uygu­ deneyimini tetikleme yeteneğine sahip uyaran
lanması ile ilgilenen disiplinler arası bir alandır.” arasında birebir ilişki olmadığı gerçeğini tak­
Bu tanımda dikkate değer olan, alanın yapısını dir edecek kadar bilgimiz var. Savaştaki asker
açıkça yansıtan, yaklaşımın disiplinler arası ol­ kurşun yarası alabilir; ancak, hayatta kalma ve
masıdır. Psikolog, psikiyatr, psikiyatr olmayan düşmana zarar verme çabasına o kadar kap­
hekim, hemşire ve sosyal çalışmacı gibi, sağlık­ tırmıştır ki, sonraya dek hiçbir ağrı hissetmez.
la ilişkili davranışların analiz ve tedavisine kendi Bu iyi bilinen gerçek bize ağrı hakkında önemli
özgün uzmanlık ve bakış açısını katan ve esan­ bir şeyler söyler, hatta kontrol etmenin yolunu
siyel hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı gösterir: birinin dikkati nosiseptif uyarandan
(8. Bölüm), ciddi şekilde hasta olan çocukların uzaklaştırılırsa, uyarıyla karşılaştığında ağrı
sorunları (15. Bölüm), madde kötüye kullanı­ hissetmeyebilir veya en azından çoğunu hisset­
mı (12. Bölüm), AIDS (14. Bölüm) ve yaşlıların meyebilir (Turk, 1996). Dikkat dağıtmanın hem
pek çok sorunu (Şekil 16.1) gibi hastalıklarda akut hem kronik ağrıdaki önemi, deneysel biliş­
sıklıkla işbirliği yapan çeşitli araştırmacı ve uy­ sel psikoloji araştırmalarıyla tutarlıdır. Herkesin
gulayıcıların bilgi ve becerilerini kapsar. 1980’li sadece sınırlı bir dikkat kaynağı vardır. Bir girdi
ve 1990’lı yıllarda ABD hükümeti, daha önce kanalına dikkat vermek, diğer kanallardaki gir­
katı bir şekilde tıbbi olarak bakılan hastalıkların dinin işlenmesini önler (Kahneman, 1973). Bu
önemli psikolojik bileşenleri olduğunu ve Bir­ insani sınırlama, sıra ağrı deneyimine geldiğin­
leşmiş Milletler ve diğer yerlerdeki tıbbi sağlık de olumlu bir fayda olarak görülebilir. Dikkatin
krizinin anahtarının insanların, sağlığını koruma dağılmasının yanı sıra, ağrıyı azaltan etkenler
ve hastalığını tedavi etme ile ilişkili düşünce ve kaygı, iyimserlik duygusu ve kontrol (Geer ve
davranışlarını değiştirmekte yattığını giderek ark., 1970) ve kişinin dikkatini verdiği konunun
artan bir oranla kabul etti. bir anlamının veya amacının bulunmasıdır (Gat­
Davranışsal tıp, çoğunlukla sağlık psikoloji­ chel ve ark., 1989; Gendlin, 1962).
si olarak anılır, davranışı değiştirmeye yönelik Psikologlar hem akut hem kronik ağrıyı an­
belirli ilkeler veya bir grup teknikle sınırlı de­ layışımıza katkıda bulundular. Akut ağrı nosi­
ğildir. Bu alandaki klinisyenler, ortak hedefi ki­ sepsiyona bağlıdır. Kronik ağrı, akut ağrıdan
şinin fiziksel durumu üzerinde faydalı bir etkisi gelişebilir ve iyileşme süresi geçtikten sonra
olması için kötü yaşama alışkanlığını, sıkıntılı nosisepsiyonun hâlâ var olduğunu varsayacak
psikolojik durumu ve sapkın fizyolojik işlemleri çok az neden kaldığında deneyimlenen ağrıya
değiştirmek olan, edimsel koşullandırma yoluy­ karşılık gelir.
la bağımlılık tedavisinden karşı koşullandırma
yoluyla duyarsızlaştırmaya değişen, çok çeşitli
işlemler uygular. Davranışsal tıbbın üç önemli 5
Bu bölümün bir kısmı Davison ve Darke’ye (1991) dayanır.
564 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

AKUT AĞRI
Akut ağrıyla uğraşırken kişisel kontrol his­
sinin önemi, hastaların kendi ağrı kesicilerini
(daha önce saptanmış olan üst sınır dahilinde)
kullanmalarına izin verildiği durumlarda daha iyi
görülmektedir. İlaç kullanımını kontrol eden has­
talar, ağrıyı daha iyi dindiriyor ve hastanelerde
daha yaygın olduğu şekilde, ilacını hemşireden
isteyenlere göre daha az ilaç kullanıyor (Whi­
te, 1986). Bu hasta kontrollü analjezinin ağrıya
odaklanmak gerekmesine rağmen ağrıyı azalt­
ması anlamlıdır. Bu bulgu dikkat dağıtmanın iyi
tanımlanmış olan faydalarına ters düşmektedir.
Görünüşe bakılırsa, kontrolün olumlu etkileri,
ağrıya odaklanmanın olumsuz etkilerine göre
daha ağır basmaktadır.
Bununla beraber, hastanın ağrıyı dindirmesi
için bir hemşireye bağımlı olması da hastanın Ağrı kesicilerini kendilerinin ayarlamasına izin verilen hastalar
ağrıyla ilgilenmesini, hatta bazen doğrudan ilaç daha az ilaç kullanıyorlar ve daha fazla acıdan rahatlama
alımına göre daha fazla gerektirir. Çünkü hemşi­ deneyimliyorlar.
re aracılı analjezide, hasta ilaç istemeden önce anlamak için bizzat ağrının kendisi, yani (akut
ağrı iyice artana dek beklemeyi öğrenir. İstekte ağrıda olduğu gibi) nosiseptif uyarı algısı ile ıs-
bulunduktan sonra hasta genellikle hemşirenin tırap (suffering) ve ağrı davranışlarına ayrımını
bunu yerine getirecek zamanı bulmasını bekler. yapmak yararlıdır. Istırap nosisepsiyona verilen
Açıkçası bu düzen dikkati ağrıdan uzaklaştır­ duygusal tepkidir ve kişinin sevdiği tarafından
makta ilerleme sağlamaz. terk edildiğinde olduğu gibi, ağrı olmasa da bu­
lunabilir. Ağrı davranışları, kronik ağrı, ağrı veya
KRONİK AĞRI ıstıraba eşlik eden, inleme, dişini sıkma, huzur­
Kronik ağrı milyarlarca dolarlık çalışma sü­ suzluk ve hareketten kaçınma gibi gözlemlene­
resi kaybı, ölçülemez düzeyde kişisel ve aile­ bilir davranışlara denir (Turk, Wack ve Kerns,
sel ıstıraba mâl olan milyonlarca Amerikalı de­ 1985). Kronik ağrı tedavisi, kişinin gerçekten
mektir (Turk, 1996). Geleneksel ilaç tedavisi bu ağrı hissedip hissetmemesinden çok, ıstırap
tür ağrılara nadiren faydalı olur. Kronik ağrıyı ve ağrı davranışlarına odaklanır. Vurgulanan,
Olimpiyatların ortasında Kery Strug yaralanmasına ve başka bir kişinin ağrı tarafından sınırlanmasına göz yum­
durumda hiç bir şey yapamayacak hale getirebilecek ağrısına maktansa, ağrının üstüne gidip dişini sıktırmak­
rağmen performansını tamamlayabilmişti.
tır. Uygun bir yaklaşımla, çoğunlukla sonuç et­
kinliğin ve işlevin artmasıdır, hatta bazen bu bile
ağrı deneyimini azaltabilir.
Kronik ağrının iyi araştırılmış olan bir örneği
de, şiddetli kas spazmından kaynaklanan bel
ağrısıdır. Kişi önceleri yataktan çıkma ve yata­
ğa girmekten daha çok enerji isteyen hareket­
leri yapamaz. Akut dönemde bu mantıklı olan
davranıştır. Spazmlar azaldıkça ve omurların
arasındaki disklere olduğu gibi başka bir zede­
lenme oluşmamışsa, hastanın daha normal ha­
reket etmeye, gerinmeye ve sonunda spazma
uğrayan kasları güçlendirmek için alıştırmalara
başlaması beklenir. Ağrı üzerine klasik çalışma­
larında Fordyce ve arkadaşları
(Fordyce ve ark., 1986, Fordyce, 1994) sırt
ağrısının giderilmesinde, davranışsal yakla­
şımın geleneksel ilaç tedavisine üstünlüğünü
DAVRANIŞSAL TIP 565
√√

göstermiştir. Geleneksel programda hastalar


sadece ağrı duyana dek alıştırma yaptılar veya
hareket ettiler. Buna karşın davranışsal yönetim
(behavioral management) programı onları ağrı
hissetmeseler de, önceden belirlenen yoğunluk­
ta bir alıştırmayı önceden belirlenen bir zaman
diliminde yapmaya teşvik etti. Bel ağrısı hasta­
larına, aynı zamanda, gevşeme alıştırması da
verildi ve ağrılarını uyuşma veya gıdıklama ola­
rak nitelemeye teşvik edildiler (Rybstein- Blin­
chik, 1979). Bu, bilişsel yeniden yapılandırma
işlemlerindendir. Hastaları gövdelerinin kaldı­
rabileceğinin ötesinde zorlamamak için dikkat
edilmelidir. Örtük mesaja göre, geleneksel tıbbi
uygulama kronik ağrı hastalarının yapabilirliğini Egzersiz yaşam tarzının önemli bir yönüdür ve sağlıkla
küçümsemiştir (Keefe ve Gil, 1986). Bu çalış­ ilişkilidir. İzlerlik uygulamaları yaşam tarzı değişiklikleri ortaya
çıkarabilir.
malardan sıklıkla elde edilen sonuca göre, ar­
tan hareket kas tonusunu arttırır, bu da zamanla
nosisepsiyonu azaltabilir ve hatta kas spazm­ beciye haftada üç kere en az 15 dakika süreyle
larının zaman içinde tekrarlama olasılığını dü­ maksimum nabzın %70’i ile egzersiz yapmak­
şürebilir. Kronik ağrı tedavisiyle ilgili çalışmalar tan ibaret bir reçete vermek, muhtemelen onun
gözden geçirildiğinde, Blanchard (1994) hem böyle bir programa bağlanmasını sağlamaya­
katı davranışsal (edimsel koşullama) hem de caktır.
bilişsel davranışçı yaklaşımın etkili tedavide Bir çalışmada (Epstein ve ark., 1980) üniver­
önemli olduğu sonucuna vardı. siteli kız öğrenciler beş hafta boyunca günde
bir-iki mil koşmak için anlaştılar. Küçük bir de­
KRONİK HASTALIKLAR VE YAŞAM pozito ödediler. Bu, turu tamamladıklarında her
seferinde onlara dolar olarak döndü. Bu genç
TARZI kızlar, kontrol grubundaki para almayanlara
Davranışsal tıp sadece hastalığın ve ağrının göre daha istikrarlı koştular. Düzenli egzersizi
giderilmesi değil önlenmesi ile de ilgilidir. Bu teşvik amaçlı bir dizi benzer program bildirilmiş­
amaca yöneldiğinde genellikle sağlık psikoloji­ tir. Bunlardan kayda değer olan, halka açık bir
si olarak adlandırılır. 20. yüzyılın başlangıcında asansör ve merdivenin altına bir afiş asmaktı
ölümün başta gelen nedeni grip ve tüberküloz (Brownwell, Stunkard ve Albaum, 1980). Üs­
gibi enfeksiyon hastalıklarıydı. 1980’lerde bu tünde somurtan, sağlıksız görünen ve asansö­
hastalıkların tıbbi kontrol altına alınmasıyla re binen bir kalp, yanında dinç, mutlu bir kalp
Amerikalılar sıklıkla kalp hastalıkları, kanser, merdivenlerden uçarak gidiyor. Başlıkta, “kalbi­
inme gibi serebrovasküler hastalıklar ve kaza­ niz egzersize gereksiniyor... işte şansınız”. Bu
lara yenik düşmeye başladı. Bütün bu hastalık­ basit ve ucuz karton, o yoldan geçen insanlar­
ların temelinde insanların yaşamları boyunca da dramatik bir değişikliğe yol açtı. Daha önce
gösterdikleri davranışlar, yani yaşam şekli ya­ gözlemlenmiş olana göre merdivenler üç kez
tıyordu. Yüksek kan basıncını (hipertansiyonu) daha fazla kullanıldı. Tabi ki merdivenler ae­
önlemek ve kontrol etmek için uygulanan bütün robik seanslarına göre daha erişilebilir, onlara
stratejilerin arasında fiziksel hareketi arttırmak, tırmanmak koşu programı yapmaya göre daha
örneğin zayıflama, tuz ve alkol kısıtlamasından kolaydır. Düzenli merdiven kullanımı yaşamları
daha etkilidir (Dubbert, 1995). Ancak, stres yö­ boyunca insanlar için sağlıklı bir kalp damar eg­
netimi olarak adlandırılan ve egzersiz stratejile­ zersizi olmuştur.
rinin çoğunda biraz tutarsızlık ve olumlu etkile­ Bir çok endüstri ve kuruluş çalışanlarına iş
rin tekrarında başarısızlık mevcuttur. saatlerinde bile düzenli egzersiz yapmaları için
Hekimler yıllardır yaşam tarzı üzerinde et­ kolaylık sağlamakta, özendirmekte ve hiper­
kisi yetersiz de olsa, sigara, egzersiz ve diyet tansiyon gibi hastalıklarda çalışanlarını kontrol
hakkında dil döküyor. İnsanları sağlıkları için en ederek kendi sağlık ve form tutma programları­
iyisini yapmaya iknâ etmek, bir çeşit meydan nı oluşturmaktadır. Burada yüce gönüllülükten
okuma! Oturarak yaşamaya alışkın bir muhase­ ötesi söz konusu, böyle programlar çoğunlukla
566 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

işe devamsızlığı azaltır, genellikle sağlık duru­ rahatsızlıkları olanlara öğretilirken kullanılan
munu düzeltir ve onları şirketler için verimli hale stratejilerden biri olan gevşeme eğitiminin öte­
getirir. sinde bir şey kazandırıyor mu?
Esansiyel hipertansiyondan rahatsız olan
BİYOLOJİK GERİ BİLDİRİM hastalarla ilgili araştırmalar teşvik edicidir. An­
cak sonuçlar, biyolojik geribildirimi, bu soruna
Herhangi bir psikoloji veya psikiyatri toplan­
yönelik standart tedavi yöntemlerinden biri ola­
tısının sergi alanı beden-zihin kontrolü için etkili
rak tespit edecek kadar kesinleşmemiştir (Blan­
hatta sihirli bir yardım aracı olarak önerilen bi­
chard, 1994). Daha da ötesi, birçok araştırıcı,
yolojik geri bildirim araçlarıyla doludur. Hassas
sıklıkla biyolojik geribildirimle birlikte verilen
bir donanım kullanılarak biyolojik geribildirim,
gevşeme eğitiminin, kan basıncını düşürmek­
kişiye, kas aktivitesi, beyin dalgaları, cilt sıcak­
te biyolojik geribildirimden daha etkili olduğuna
lığı, nabız, kan basıncı ve diğer beden işlevleri
inanmaktadır (Blanchard ve ark., 1979; Emmel­
hakkında, başka zaman bulunmayan çabuk ve
kamp, 1986; Reed, Katkin ve Goldband, 1986).
kesin bilgiyi sağlar. Kişinin, bedensel bir etkinli­
Alındaki frontalis kasının ve boyundaki kas­
ğin arttığını veya azaldığını, görülebilir veya du­
ların yaygın ve inatçı gerginliğine bağlı olduğu­
yulabilir bir sinyal aracılığıyla anında bilmesi du­
na inanılan gerilime bağlı baş ağrıları da bu çer­
rumunda, bir zamanlar çoğunun sadece istem
dışı kontrol altında olduğu sanılan, bu olgular çevede ele alınmıştır. Standart tedavi frontalis
üstünde daha fazla istemli kontrol sağlayabile­ kaslarının gerginliğiyle ilgili geribildirim gerekti­
ceği varsayılmaktadır. Kaygı, genellikle, otonom rir. Aslında böyle bir biyolojik geribildirimin etkili
(istem dışı) sinir sistemini etkileyen bir durum olduğu gösterilmiş olsa da (Örneğin, Birbaumer,
olarak görüldüğü için ve psikofizyolojik rahatsız­ 1977), bazı çalışmalar bilişsel etkenlerin de rol
lıklar da çoğunlukla bu sistemle ilişkili organları oynayabileceğini ileri sürmektedir. Örneğin,
etkilediği için, araştırmacıların ve klinisyenlerin Holroyd ve arkadaşları (1984) kişinin frontalis
neden biyolojik geribildirimle ilgilendiği açıktır. gerginliğini biyolojik geribildirim yoluyla azalt­
Biyolojik geribildirim, bir süre için, davranışsal tığına inanmasına, gerçekte böyle bir durum
tıpla hemen hemen eşanlamlıydı. söz konusu olsa da olmasa da, gerilime bağlı
Harvard Tıp Fakültesi’nde Shapiro, Tursky baş ağrılarında azalmanın eşlik ettiğini buldular.
ve Schwartz’ın (1970; Schwartz, 1973) gerçek­ Gelişmiş kendine yeterlilik duygusu ve iç kon­
leştirdikleri bir dizi klasik çalışmalarında, gönül­ trolün temelde stres giderici özellikleri var gibi
lülerin kan basıncı ve nabızda belirgin kısa sü­ görünmektedir. Bu noktaya, 6. Bölümde kontrol
reli değişiklikler sağlayabildiklerini gösterdiler. ve kaygı kısmında değinilmiştir. Biyolojik geri­
Hatta bazı insanların, kan basıncını düşürürken bildirim kontrol duygusunu güçlendirebilir, böy­
nabzını artıracak şekilde eğitilebildiğini buldular. lece genel kaygı seviyesini ve sonunda gerili­
Bu ince ayarlı kontrol, insanlarla yapılan biyolo­ me bağlı baş ağrılarını azaltır. Diğer çalışmalar
jik geribildirim çalışmalarına güç verdi ve belirli (örn., Blanchard ve ark., 1982; Cox, Freundlich
klinik rahatsızlıkların bu yeni yolla giderilebile­ ve Meyer, 1975) örneğin, esansiyel hipertansi­
ceği konusunda ümit uyandırdı. yonun ilaçsız tedavisine benzer şekilde, gev­
Laboratuardaki benzerinden kliniğin daha şemenin başlı başına kritik değişken olduğunu
meydan okuyan dünyasına geçerken en azın­ ileri sürer.
dan dört soru sorulmalıdır. Birincisi, sistemle­ Biyolojik geribildirimin dikkat dağıtma, gev­
ri kötü işleyen kişiler, beden işlevleri üzerinde şeme ve yararlı bir kontrol duygusu aşılamak
normal olanların sağladığı biyolojik geribildirimi dışında herhangi bir özgün etkisi olduğuna dair
elde edebilir mi? İkincisi, gerçek hastalar bir bulgular sınırlıdır. Ek olarak, klinisyenler insana
dereceye kadar kontrol sağlayabilse de, bu, so­ ait sorunların karmaşıklığı konusunda dikkat­
runlarında anlamlı bir fark yaratmak için yeterli li olmalıdır. Örneğin, kan basıncı yüksek olan
olacak mı? Üçüncüsü, hastalar tarafından, be­ biri kan basıncını, biyolojik geribildirim yoluyla
lirli bir cihaza bağlı olmak ve anında geribildirim anlamlı oranda düşürmeden önce, gergin süre
almak suretiyle sağlanan kontrol, onlara denet­ giden yaşam şeklini değiştirmek zorunda olabi­
lemeyi öğrendikleri beden işlevleri hakkında bil­ lir. Özel bir işlev bozukluğuna odaklanmış olan
gi veren hiçbir özel aygıtın bulunmayacağı gün­ bir tekniğin her koşulda hastayı iyileştireceğine
delik yaşama da uyarlanabilir mi? Dördüncüsü, inanmak akılsızca ve klinik uygulamada tecrü­
biyolojik geribildirim genellikle, psikofizyolojik besizlik belirtisidir.
TEDAVİ ETKİLERİNİN GENELLENMESİ VE SÜRDÜRÜLMESİ 567
√√

TEDAVİ ETKİLERİNİN İKİNCİL KAZANCIN ELENMESİ


GENELLENMESİ VE Çoğu davranış terapisti, seansların arasında
SÜRDÜRÜLMESİ yapmak üzere hastalarına ev ödevi verir. Örne­
ğin, hastalardan gevşeme eğitimi talimatlarını
Terapide elde edilmiş olan her ne ise gerçek içeren kaseti dinlemesi istenebilir. Ancak, bazen
yaşama genellenmesi ve sürdürülmesi bütün evde kaseti dinlemek için yeterli sessiz zaman
tedaviler için geçerli olan bir sorundur. İçgörü olmadığından veya ödevi unuttuklarından yakı­
terapistleri, kişiliğin yeniden yapılandırılması­ nırlar ve düzgün bir şekilde uygulamayı başa­
nın terapötik etkilerinin daha çok genellendiğini ramazlar. Çoğu hasta bilinçli ve mantıklı olarak
varsayar. Yerinde bir yaklaşımla, insanları etki­ kabul ettiklerini, kendi başlarına uygulamakta o
leyen etkenlerden çevre koşullarını sorgulayan kadar dirençlidir ki, terapistler sıklıkla ikincil ka­
davranışçı terapistler, terapötik değişimlerin, zancın psikanalitik kavramına bir açıklama ola­
danışan, günlük koşullarına döndüğü zaman rak başvurur, böylece hasta kendi sorunundan
nasıl sürdürülebileceğini merak ederler. Çünkü, fayda sağlar. Karmaşık ve zor anlaşılan neden­
çevre koşullarının çoğunlukla sorunlarının baş­ lerden dolayı kişiler bazen belirtilerini bilinçsizce
ta gelen kaynağı olduğu varsayılır. Bu duruma korumak istermiş gibi davranır. Terapistler, ka­
çeşitli şekillerde değinilmiştir. naatleri ne olursa olsun, doğrudan bir konudan
rahatsız olan kişinin neden onu korumayı tercih
ettiğine dair bir ipucu bulmak için danışanın ki­
ARALIKLI VE DOĞAL PEKİŞTİRME
şilerarası ilişkilerini incelemek zorunda kalabilir.
Laboratuar bulguları, tepkiyi sadece görün­ (Bkz. Odak 18.3)
düğü sürenin bir kısmında ödüllendiren aralık­
lı pekiştirmenin yeni davranışı daha dayanıklı NÜKSÜN ÖNLENMESİ
yaptığını göstermesi nedeniyle, birçok edimsel
program, bir kez arzulanan davranış yeterli dü­ Marlatt (1985) “yoksunluk ihlâl etkisi”ni (abs­
zenlilikte oluşmaya başlayınca pekiştirmenin tinence violation effect) nüksün önlenmesi ko­
sürekli takviminden uzaklaşmaya özen gösterir. nusunda bir ilgi odağı olarak önerdi. Alkolizmle
Örneğin, bir öğretmen engelleyici bir çocuğa, ilgili araştırması, onu, eski bir içicinin başarılı bir
oturarak bitirdiği her matematik probleminden yoksunluk döneminden sonra tek bir içkiyle içme
sonra överek daha uzun süre oturması için yar­ nöbetine girmesindeki gibi, genellikle olumsuz
dım etmeyi başardıysa aşamalı olarak çocuğu olan etkilerine karşı duyarlı hale getirdi. Marlatt
diğer başarılarında ödüllendirecek, sonunda kişinin bu duruma bilişsel tepkisindeki tavrın, ki­
bunu sadece zaman zaman yapacaktır. şinin yenilginin üstesinden gelip, yoluna devam
Diğer bir yol da yapay pekiştiricilerden uzak­ edeceğini veya tekrar aşırı içmeye başlayacağı­
laşıp sosyal çevrede doğal olarak ortaya çıka­ nı gösterdiğini ileri sürdü. Kişinin içme deneme­
na yaklaşmaktır. Ödül programı arzulanan belli sini Abramson, Seligman ve Teasdale’in (1978)
bir davranışı teşvik edecek kadar sürdürülebilir. çaresizlik ve depresyon konusunda kuramsal­
Bundan sonra kişi, örneğin, büyüklerden övgü laştırdığına benzer şekilde, kontrol edilemez ol­
almak gibi doğal pekiştirirlere kayar. duğuna inanılan içsel, kalıcı ve genel etkenlere
yüklemesi halinde, bu ufak ihlâlin sonuçlarının
daha kötü olacağı varsayılmaktadır. Örnek ola­
ÇEVRESEL DEĞİŞİM rak, Adsız Alkolikler grubunda hüküm süren bir
Genellemeye neden olan diğer bir yaklaşım, inanç verilebilir; buna göre, içme denemesi, ki­
terapisti, sonraki Bölümde ele alınan toplum şinin bir kez bile içse yenik düştüğü, kontrol edi­
psikolojisinin yetki alanına sokar. Davranış te­ lemeyen bir hastalık sürecine neden olur. Ter­
rapistleri, tedavi sırasında oluşan değişimleri sine, kişinin içme denemesini, stresli bir yaşam
desteklemek için çevreyi kullanır veya buna uğ­ gibi dışsal, değişken, özgül ve kontrol edilebi­
raşır. Örneğin, Lovaas ve arkadaşları (1987; lir nedenlere atfetmesi halinde, nüks, daha az
McEachin ve ark., 1993) otistik çocukların te­ olası varsayılır. Aslında, kişi, kaçamak (ihlâl) ve
rapisi sırasında zahmetle edinilen kazançların, nüks’ün ayrımını yapmaya teşvik edilir. Bilişsel
sadece ebeveynleri onların iyi davranışını pe­ davranış terapistleri, dışsal, değişken ve özgül
kiştirmeye devam ettiği sürece ayakta kaldığını etkenlere yüklemeyi teşvik ederek ve hayattaki
söylemişlerdir. stres yaratıcılarıyla başa çıkmaya yönelik stra­
568 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ODAK 18.3 YAPARSAN DA YAPMAZSAN DA DEĞİŞİRSİN

Hiçbir arkadaşınızı bir şeyi yapmasını veya yap- semptom reçetesini özgürlük ihlali olarak görecek ve
mamasını isteyerek iknâ etmeyi denediniz mi? Sezgi- kendisini bu algılanan tehditten, daha az kaygılı hale
ler bize, kişinin, sinirli olduğu veya başkalarınca kon- gelerek koruyacaktır. Shoham-Salomon tarafından
trol edilmek istemediği zaman, bu sinsi taktiğin etkili önerilen ikinci mekanizma, tepkisel olmayan hastala-
olabileceğini söyler. Böyle bir birey şöyle düşünüyor rın paradoksal bir yönergeye tepkisinin altında yatan,
olabilir: “Yani, geç kalmaya devam etmemi istiyor, Bandura’nın (1986) kendine yeterlik kavramı, kişinin
öyle mi? Ona göstereceğim, erken gitmeye başlaya- arzulanan bir davranışı yapabilir olduğu hissidir. Psi-
cağım!” koterapinin bu bağlamında, bu, kişinin sorunu kontrol
İnsan İletişiminin Pragmatikleri, Watzlawick, Be- altına almasını ve yoğunluğunu ve sıklığını azaltması-
avin ve Jackson (1967) tarafından yazılan, karmaşık nı gerektirir. Bandura’nın araştırması, başarılı dene-
iletişim ve etkileşim hakkında bir kitap olup, yayım- yimler yaşandığında kendine yeterliğin arttığını öne
landığından beri küçük ama kendini adamış bir grup sürer. Böylece, örneğin, tepkisel olmayan bir hasta
psikoterapist, paradoksal müdahaleler diye anılmaya paradoksal yönergeyi izlediğinde ve kaygısını arttır-
başlanan şeye ilgi duymaya başlamıştır. Değişimi et- dığında kısa dönem sonuç, tepkisel kişide olduğu gibi
kilemeye yönelik bu uğraşlarda ortak olarak terapis- semptomun azalması değildir; ancak kişinin çaresiz
tin, sorunu sürdürmesi veya şiddetini ve sıklığını ar- olmadığına ve (kontrol kişinin gerçekte istediğinin
tırması yönünde, hastadan isteği veya hastaya yazmış tersine bir duruma yol açsa da) önceden kontrol edile-
olduğu bir reçete bulunur. Kişi uyuyamıyorsa uyanık meyen sorun üstünde biraz kontrol sağlayabileceğine
kalması istenir. Hasta rahatsız eden bir olayı düşün- dair bilişsel bir değişiklik, yani, inançtır. Uygulama
meden yapamıyorsa, daha sık düşünmesi istenir. Be- umut vericidir: hastalar kendilerini daha kötü hale
lirgin bir neden olmadan kaygılanırsa, kendi kendini getirebiliyor, öyleyse kendilerini daha iyi hale de ge-
kaygılandırması istenir. Paradoksal müdahaleler ile tirebilir.
ilgili deneysel çalışmalar ancak çok yakın zamanda Her iki türdeki bireylerin paradoksal tedaviyle
yapılmış olmasına karşın, yaklaşımın taraftarlarının olumlu yönde değişmeleri beklenir, ancak farklı ne-
klinik bildirimlerinde en azından bazı hastaların böyle denlerden dolayı ve farklı zamanlarda. Tepkisel kişi-
karşıt sezgisel çabalardan fayda gördüğünü öne sürü- nin daha çabuk değişmesi beklenir, çünkü terapistin
lür (örn., Frankel, 1967; Seltzer, 1986; Shoham, Salo- yönergesine kafa tutmaktadır. Tepkisiz danışanın öyle
mon ve Rosental, 1987). hemen değişmesi beklenmez, ancak ileride kendine ye-
Biz burada Shoham-Salomon ve birlikte çalışanlar terliliğin artmasıyla davranışın değişmesi için temel
tarafından yapılan birkaç araştırmayı inceleyeceğiz. atılmış olur. Tepkisel olmayan bu kişi kısa sürede dü-
Bazı hastalarda klinik olarak bildirilen faydalı deği- zelmez; ancak semptomatik davranışını daha kontrol
şimlerde önemli olabilecek iki mekanizmayı gerçek edilebilir görecek ve ilerde belki düzelecektir.
varsayar: tepkisellik ve kendine yeterlilikteki artış- Bu öngörmeler, Shoham-Salomon, Avner ve Nee-
lar. Tepkisellik, insanın özgürlük alanının sınırlan- man (1989) tarafından sunulan bir makalede (başlı-
dırılmakta olduğunu algıladığında görülen güdüsel ğının bir kısmı bu kutunun adında kullanılmıştır.) kay-
duruma atfedilir, özgürlüklerini korumak için çaba tarmaktan muzdarip üniversite öğrencileriyle yapılan
gösterirler (Brehm ve Brehm, 1981). Tepkisel biri, te- iki çalışmada doğrulanmıştı. Katılanlar, ses tonların-
rapist tarafından daha kaygılı olması istendiğinde, bu daki sinirliliği saptayan işlemler kullanılarak, tepki-

tejileri öğreterek yoksunluk ihlâl etkisini azalt­ Bu, örneğin daha önce yapılmış benzer uy­
maya çalışır. gulamalarından birinde (Davidson ve Valins,
1969) üniversite öğrencilerinin parmak uçları­
KENDİNE YÜKLEME na, ne kadarına dayanabileceklerini belirlemek
için şok uygulandı. Sonra “hızlı etkili vitamin
Yükleme kavramı terapi bittikten sonra te­
davi kazancının nasıl sürdürüleceği konusun­ bileşimi” (aslında etkisiz bir plasebo) aldılar ve
da içgörü sağlayabilir. Kişilerin neden belli bir daha fazla şoku kaldırabilecekleri söylendi. As­
şekilde davrandıklarını veya davranmış olduk­ lında öyleydi, en azından kendi kafalarında. Bu
larını kendilerine açıklama şekli onların sonraki inancı yaratmak için deneyi uygulayanlar voltaj
hareketlerini belirler. Terapiyi bitirmiş olan biri, seviyesini gizlice düşürdü. Sonra katılanların
davranışlarındaki ilerlemeyi bir dış etkene, te­ yarısına verilen ilacın plasebo olduğu, diğerle­
rapiste yükleyebilir; dolayısıyla kötüye gider ve rine de ilacın ağrı kesici etkisinin yavaş yavaş
yüklenen etken bir kere ortadan kalktıktan son­ kaybolacağı söylendi. Plasebo aldıklarına ina­
ra nüks bile görülebilir. nanlar, kendilerine rahatsızlığa dayanmak için
TEDAVİ ETKİLERİNİN GENELLENMESİ VE SÜRDÜRÜLMESİ 569
√√

sel olan ve olmayan iki gruba ayrılmıştı. Deneyciler ilerlemeye (daha az kaytarma) karşılık geldi; ancak,
onları, her biri iki haftalık seanslar şeklinde yürütü- beklendiği şekilde, öz kontrol grubunda değil. Yani,
len iki tedaviden birine soktu. Paradoksal müdahale- tehdit altında olduğuna inandıkları özgürlüklerini
de, terapist kaytarma sorunlarını daha iyi anlamaya korumaya güdülenen öğrenciler, terapistin yönergesi-
ve onun daha çok farkında olmaya gereksindiklerini ne, yani az çalışmaya, ters giden bir tutum içine gir-
açıkladı. Bile bile kaytarmaya çalışarak sorunlarını di, daha çok çalıştı. Bu zıtlık, öz kontrol grubundaki
dikkatle gözlemleyeceklerdi. Öğrencilere bütün ders tepkisel öğrencilerde saptanmadı. Kendine yeterlili-
malzemelerini sıralarının üstüne getirmeleri ancak ğin artması öz kontrol grubunda daha iyi çalışmayla
yarım saat çalışmamaları, çalışmayla ilgili her türlü ilişkiliydi ve davranışsal gelişme ile kendine yeterlilik
uyarana direnmeleri ve örneğin, normalde kaytardık- arasında bir bağlantı gösteren birçok bulguyla tutar-
ları zaman yaptıkları gibi durum hakkında gevezelik lıydı (Bandura,1986). Yine de, bu bağlantı, öngörül-
ederek kaytarmaya yoğunlaşmaları yönergesi verildi. düğü şekilde, öz yeterlilikteki artışa davranışsal deği-
Bu sürelerde çalışmalarına izin yoktu. Altı gün süreyle şim eksikliğinin eşlik ettiği paradoks tedavi grubunda
bu alışılmadık gözlem görevini başarırlarsa yedinci saptanmadı. Bu karma desen çalışmanın bulguları
gün, istedikleri gibi veya istedikleri zaman, ister ça- (tepkisellik, deneysel desene yerleştirilmiş, korelasyo-
lışabilir ister çalışmazlardı. İkinci terapi seansında nel değişkendi) ikinci bir deneyde tekrarlandı.
katılanlar bu anlaşmayı ele aldı. Görevi başaranlar Klinik olarak daha rahatsız hastalarla ileri çalış-
kutlandı ve çalışmamalarının sorunlarını daha iyi an- ma ve eşliğinde uzun izlemlerin yürütülmesi gerek-
lamalarını, dolayısıyla onu tanımaya başlamalarını mektedir, Shoham-Salomon ve meslekdaşları böyle
sağladığı hatırlatıldı. Eğer bir öğrenci daha fazla ça- uğraşlar (örneğin, uykusuzlukla ilgili Shoham ve ark,
lıştığını bildirmişse ödüllendirilmedi; aslında, terapist 1995) içindedir. Ancak, bu iki benzer deney, bazı in-
şüphelerini dile getirdi ve değişimin belki de sadece sanlara, sorunlu davranışlarını değiştirmemelerinin
geçici olduğunu öne sürdü. Kaytarma süresine uyma- söylenmesinin, onları doğrudan o davranış değişimle-
dıklarında terapist onlara hararetle sonraki hafta tek- rini oluşturmaya teşvik etmekten daha etkin olabilece-
rar denemelerini öğütledi.* Hepsinden öte, katılanlar ği fikrine yönelik güçlü görgül destek sağlar.
daha az kaytarmaya veya daha fazla çalışmaya teşvik Paradoksal müdahalelerin başarısı birçok önemli
edilmedi. konuyu ortaya çıkardı. Bazı tedaviler veya terapistler
Zıt müdahale öz-kontrol müdahalelerinden biriy- hastalarda diğerlerinden daha fazla mı tepkisellik or-
di. Öğrencilere kaytarmanın öğrenilen bir alışkanlık taya çıkardı? Tepkisellik insanlarda kalıcı ve karakter
olduğu ve kaytarmayla uyumlu olmayan yeni davra- gibi mi? (Beutler, 1979) Yoksa daha durumla ilişkili
nışlar geliştirmeleri gerektiği söylendi. Daha etkin ve belli sosyal ilgilerin etkisiyle mi ortaya çıkıyor?
çalışabilecekleri bir yer seçmeleri ve orada olabildi- (Brehm ve Brehm, 1981) Paradoksal müdahalelerin
ğince çok çalışmaya çabalamaları yönergesi verildi. yol açtığı değişimler de daha az dolaylı işlemlerden
Böylece, bu yeni uyarıcı koşullarının gelişen çalışma etkilenenler kadar kalıcı mı? Hastanın terapistin bir-
alışkanlığıyla ilişkili hale geleceği düşünüldü. Bildiri- şeyi onaylayıp diğerini tuttuğunu farketmesi terapiste
len başarılar terapist tarafından övüldü. olan inancı zedeler mi? Terapötik paradoksları çalış-
Sonuçlar, iki tedavide de çalışma süresi ve kendi- mak, bütün terapilerin hastanın uygu gösterme sorun-
ne yeterlilik arttı. Ancak asıl ilginç sonuçlar tepkisel larına hitap eder mi?
olanla tedavi yaklaşımı arasındaki etkileşim hakkın-
dadır. Konuya Odak 18.5’te yer verilmiştir. Fazla tep- *Tepkisel bir hasta terapistin, sorunlu davranışını abartmasına yönelik yönergesine baş kaldırdığında ortaya ilginç bir sorun çıkar.

kisellik, paradoks grubunda çalışma alışkanlıklarında Buna “üst meydan okuma” denebilir. Kişi dikkatli değilse sonu gelmeyen bir gerilemeye karşı karşıya kalabilir.

daha fazla yetenek yükledi ve üçüncü deneme­ çalışanlar (Jeffrey, 1974) kazançları kendi ça­
de daha fazla şoku kaldırdı. Artık etkisini yitirmiş balarına ve dış etkenlerden çok davranış de­
olan, gerçek bir ağrı kesici ilaç almış olduklarına ğişikliğine yükleyerek benzer faydayı sağladı.
inananlar, çoğu psikoaktif ilaçlarda görülen bul­ John Hopkins Psikoterapi Araştırma Biriminde
guları yansıtarak, ancak daha az miktarda şoku gerçekleştirilen ve davranışçı olmayan terapi
kaldırabildi. yöntemlerinin kullanıldığı bir dizi çalışmada, ka­
Uykuya dalmakta zorluk çekenlerle ger­ zançlarını ilaca yükleyen hastaların gelişmele­
çekleştirilen benzer desene sahip bir deneyde rini, değişimlerini kendi çabalarına bağlıyanlar
Davison, Tsujimoto ve Glaros (1973), gerçek kadar sürdüremedikleri görüldü (Frank, 1976).
sorunların, hastalara, gelişmelerin kendilerine Yükleme araştırmalarının doğurguları ne­
yüklenmesi için yardım ederek iyileştirilebilece­ lerdir? Davranış terapisinde, özellikle edimsel
ğini gösteren benzer sonuçlar elde etti. değişimlemeye dayanan terapide, gelişmenin
Sigarayı azaltmaya (Chambliss ve Murray, çoğu çevresel güçlerce kontrol ediliyor gibi gö­
1979; Coletti ve Kopel, 1979) ve kilo vermeye ründüğü için, davranış terapistlerinin danışan­
570 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

larının daha fazla sorumluluk hissetmelerine BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI


yardımcı olmaları daha akıllıca olabilir. “Ben
yaptım” tavrını teşvik ederek onları belki de
TERAPİLERDE TEMEL
yeni becerileri uygulamaya ve kendilerini sına­ KONULAR
yan durumlarla karşılaşmaya yönlendirerek, te­
rapistler, danışanlarına terapi ve terapiste daha Bilişsel ve davranış terapileri gittikçe yaygın­
az bağımlı olmalarında ve tedavi kazançlarını laşmaktadır. Etkinlikteki bu artış nedeniyle her­
daha iyi sürdürmelerinde yardımcı olabilir. İç­ kes deneysel bulgular olmaktan çıkan konu ve
görü terapistleri, hastaların, kendi gelişmeleri­ sorunlardan haberdar olmalıdır. Çoğu önceden
nin asıl sorumlusu olduklarını varsaymalarının bahsedilen, aşağıdaki incelemeler akılda tutul­
istenirliğini her zaman vurgulamışlardır. Davra­ malıdır.
nış terapistleri konuyla ciddi şekilde ilgilenmek
zorunda olduklarını fark etmeye başlamışlardır. İÇ DAVRANIŞ VE BİLİŞ
Daha genel bir düzeyde, düzelmeye yükleme 5. Bölümde ara işlemlerle diğer açıklayıcı
sorunu, bilişsel süreçlerin davranış terapisinde­ kurguların çıkarsanmasının, verilerin yorum­
ki öneminin altını çizmektedir. lanmasında ve sonuç veren hipotezlerin oluş­
Son olarak, hastalar ilerlemelerini sürdür­ turulmasında yararlı olduğunu göstermiştik.
düklerinde sıklıkla tedavi sırasında kazandıkları Davranış terapistlerinin bazen sadece, Watson
özgül becerileri tedaviden sonra da uygulama­ ve Skinner’ın, organizmanın iç süreçleriyle ilgili
ya devam edecekleri varsayılır. Yakın zamanda çıkarımda bulunmaya faydası veya uygun ol­
gerçekleştirilen, 12. Bölümde ele alınan kon­ mayan radikal davranışçı konumunu koruduğu
trollü karşılaştırmalı bir sonuç çalışmasında, sanılmaktadır.
kokain bağımlılığının tedavisinde (Carroll ve Bizim görüşümüz, uygulamalı deneysel psi­
ark., 1994a, 1994b), bir yıllık bir izlemde genel­ koloji gibi, davranış terapisinin de meşru olarak,
lemeyle ilgili iki önemli durum saptandı: desip­ iç aracıların gözlenebilir dış uyaranlara veya
ramine adlı ilaçla tedavi edilen hastalar tedavi yanıtlara kesinlikle bağlanmış olması koşuluyla,
kökenli kazançlarını korudular. Bilişsel davra­ dış olaylar kadar iç olaylarla da ilgilenmesidir.
nışçı terapi grubundaki hastalar sadece ilerle­
melerini muhafaza etmekle kalmadılar, daha da
BİLİNÇDIŞI ETKENLER VE ALTTA
ilerleme kaydederek araştırmacıların “etkilerin
uzun vadeye taşınması” (Carroll ve ark., 1994b,
YATAN NEDENLER
s. 995) olarak adlandırdıkları bir etkiyi sergiledi­ Bilişsel etkenlere giderek artan ilgiyle, biliş­
ler. İlaç kökenli etkilerin bir yıllık izlem süresinde sel terapistler değerlendirme ve müdahalele­
muhafaza edilmiş olması, ilaç kesildikten sonra rini hastanın farkındalığının dışında yer alan,
yaygın olarak görülen nükse karşı hoş karşıla­ yani bilinçdışı olan, içsel süreçlere odaklamaya
nan bir istisnadır. Bilişsel davranışçı tedavinin başladı (Bowers ve Meichenbaum, 1984; Ma­
kazancının gerçekte bir yıllık izlemde daha faz- honey, 1993). Örneğin, Ellis, bir hasta nadiren
la olması araştırmacıları, bilişsel davranışçı te­ bu terimlerle ifade etse de, insanların mantıksız
rapinin hastalara, ilaçla terapi gruplarında eksik olduğunu belirlediği, en az bir inanç nedeniyle
olan, başa çıkma becerilerini öğretmiş olduğu­ zorlandığını varsayar. Hastanın ne söylediğini
na dair tahminlerde bulunmaya yöneltti. Hasta­ ve bunu nasıl söylediğini temel alarak ve akılcı
lar terapi resmen sona erdikten çok sonra bile duygusal terapiden yola çıkarak, Ellis, bir inan­
bunları uygulayabildi. (Odak 18.4’e bakınız.) cın işleyişini şöyle yorumlayabilir: “Yaptığım her
Profesyonel müdahalenin amaçlarından biri şeyde mükemmel olmam kesin bir zorunluluk.”
de profesyonel yardımcıyı aradan çıkartmak ol­ Sonra hastayı, sorunların temelinde bu inancın
duğuna göre, hastaların kazançlarını sürdürme yattığına dair kavramı kabul etmeye iknâ eder.
ve geliştirmelerinde olduğu kadar, gündelik ya­ Terapi hastanın daha önce muhtemelen farkına
şamlarında bekleyen yeni zorluklar karşısında varmamış olduğu bu inancı değiştirmeye yönel­
da (veya lirik şair ve hiciv ustası Tom Lehrer’in miştir. Beck, Ellis’ten daha yavaş ve tümevarım­
dediği gibi, “yaşamın bıçak sırtında kayıp gider­ sal çalışmaya eğilimli olsa da, olumsuz şema
ken”) yardımcı olabilecek terapiye odaklanmayı veya işlevsel olmayan varsayım olarak adlan­
umabiliriz. dırdığı, benzer inançları yorumlar.
BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLERDE TEMEL KONULAR 571
√√

Bu, 1950’lerdeki, bilinçdışı güdülenme ve aşağılık duygusunun ve diğer değersizlik duy­


düşünce görüşüne dayanmış olan kavramsal­ gusunun hasta için sorun oluşturan bir dizi du­
laştırmaların reddedilmesinin üstüne gelişen rumla kesiştiği ortaya çıkar. Ayrıca, insan olarak
yaklaşım için ilginç bir dönüşümdür! Aynı za­ değerini tamamen kendi entelektüel performan­
manda, kurgu, inanç, tavır ve kişinin farkında sına bağladığı anlaşılır. Bu durumda terapist, ilk
olmayabileceği diğer soyut bilişsel kavramları otomatik düşünce ortaya çıktığında müdahale
yorumlayan deneysel bilişsel psikologların asır­ etmemiş olsaydı, danışanın sıkıntısının altında
lık araştırmalarıyla uyumludur. Kişinin farkında yatan kendini değerlendirmeye yönelik biliş zin­
olmayabileceği etkenlere değer biçilmesi, ke­ cirini ve daha üst seviyedeki yapılanmaya ula­
sinlikle, bilişsel terapilerinin hiçbirini psikanalize şamayabilirdi.
eşdeğer hale getirmez, ancak Freud’un klinik
içgörülerinin bir kısmının akıllılığını gösterir ve GENİŞ SPEKTRUMLU TEDAVİ
daha sonra irdeleyeceğimiz uzlaşma türlerinde
ifade edilmiştir. Bilişsel ve davranış terapileriyle ilgili incele­
Bilişsel davranışçı terapistler, analitik kopya­ memiz zorunlu olarak bölünmüştü. Çünkü aynı
ları gibi, genellikle, hastada ilk anda göze çar­ zamanda farklı teknikleri ele almıştık. Hâlbuki
pandan daha fazlası bulunduğuna inanmaya klinik uygulamada aynı anda veya ardışık ola­
başlamıştır (Goldfried ve Davison, 1976). Gui­ rak çok sayıda işlem uygulanır, böylece bütün
dano ve Liotti (1983), arkasındaki temel inançla­ önemli kontrol edilen değişkenler ele alınma­
rın araştırılması gereken “koruyucu kemer”den ya çalışılır. Bu yaklaşım genellikle geniş spek­
bahsetmiştir. Bu temel inançların kendisi, olum­ trumlu davranış terapisi olarak anılır. (Lazarus,
suz bir benlik imgesi gibi, genellikle kişinin 1971) Örneğin, evden ayrılmaya korkan bir has­
kendisiyle ilgili görüşüyle ilişkilidir. Mahoney’e ta, kapıdan çıkarak ve aşamalı olarak, onu o
(1982, 1990) göre, temel, merkez bilişlerin de­ güvenilir cennetten uzağa çekecek etkinliklere
ğişmesi, keşfedilmemişse bile ileri derecede zor katılarak, canlı (in vivo) duyarsızlaştırma yaşa­
olabilir. Çünkü her biri bir öncekinin gelişimsel yabilir. Hâlbuki kişi zaman içinde eşiyle bağımlı
geçmişinden köken alır. Bilişsel davranış terapi­ bir ilişki geliştirmiş olabilir. Kişinin ileri atılmak
sinin popüler olmasından önce George Kelly, ki­ konusunda cesareti arttıkça, davranıştaki bu
şinin temel benlik veya kimlik duygusuyla ilişkili değişimle çiftin yıllar içinde oluşturduğu ilişkinin
olan “öz (core) yapılar” ve “çevresel (peripheral) dengesi bozulabilir. Sadece evden çıkma kor­
yapılar” ayrımını yaptı. (Kelly, 1955) kusuna odaklanmak yetersiz kalabilir (Lazarus,
Temel inançları değiştirmek, hasta için de 1965) ve agorafobi yerini, kişiyi evde tutmaya
terapist için de basit bir iş olmasa da, bir çok yarayacak başka bir zorluğa bırakabilir, bu du­
çağdaş araştırmacı, terapinin olumlu etkilerinin rum çoğunlukla “belirtinin yerine konması” ola­
sürmesi durumunda bunun bilişsel terapi için rak adlandırılır.
gerekli olduğuna inanmaktadır. Çok belirgin ol­ Aynı şekilde terapistler, hastanın sadece
mayan değişkenlerin değerlendirilmesi ileri tam ilk görüşme boyunca belirttiği yakınmalarına
empatiye benzer. Bu konu, Safran ve arkadaş­ odaklanmazlar. Bir klinik psikoloji stajyeri, bir
larının (1986) aşağıdaki olgusuyla gösterildiği üniversite öğrencisini sınav kaygısı konusunda
şekilde, 17. Bölümde ele alınmıştır. duyarsızlaştırmaktadır. Öğrenci imgelenen du­
Sınavda başarısız olan bir danışan otomatik rumlarla ilgili olarak iyi bir ilerleme sağlamakla
olarak “üniversiteyi başaramam” diye düşün­ birlikte gerçek sınav durumunda hiçbir gelişme
mektedir. Terapist, bu noktada, bu inanca kar­ yoktu. Klinik psikoloji stajyerinin süpervizörü,
şı çıkabilir veya danışanı bu inançla ilgili kanıtı terapistten hastanın sınav için çalışıp çalışma­
incelemeye teşvik edebilir. Onun yerine dikey dığını öğrenmesini istedi. Çalışmadığı ortaya
bir araştırma sürecine girmeye karar verir. Te­ çıktı, annesinin sağlığıyla ilgili endişesi, çalış­
rapistin sorgulamasına karşılık olarak danışa­ ma çabasını belirgin şekilde etkiliyordu. Dolayı­
nın, yeterince parlak olmadığına dair inancına sıyla, bu öğrenciyi sınava katılmak konusunda
odaklanmış bir dizi otomatik düşünce ortaya kaygısız kılmak uygun bir hedef değildi, çünkü
çıkar. Danışan bu noktada kendiliğinden, o sı­ testin kendisine yönelik yeterince hazırlık yap­
rada “saçmalamış olduğu” için kendini küçük mıyordu. Bu ilave değerlendirme temelinde te­
düşmüş ve değersiz hissettiği iki olayı hatırlar. rapi, duyarsızlaştırmadan, danışanın annesinin
Bu anıları hatırladığı sırada belirgin olarak duy­ ölüm olasılığına dair gerçek korkularıyla nasıl
gusallaşır. Araştırma ilerledikçe bu entelektüel başa çıkacağının ele alınmasına döndü.
572 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ODAK 18.4 ÖZ KONTROL - DAVRANIŞSAL PARADİGMANIN DIŞINDA MI?

Edimsel araştırma ve kuram insanoğlunun çevre- Bireyin davranışı kontrol eden sembolik uyaranlar ya-
den gelen uyaranlara karşı görece pasif bir alıcı ol- rattığı söylenir.
duğunu varsayar görünmektedir. Dış dünyaya olan bu Öz kontrol alıştırmasının tanıdık bir yolu, davra-
görünür bağımlılık göz önünde tutulduğunda otonom nış terapisi literatüründe de ele alınmıştır, kişinin ken-
gibi görünen davranışın isteğe bağlı olduğunu ve ço- disine standartlar koyması ve karşılamadıkça kendini
ğunlukla da belli bir durumda beklenebilecek olana pekiştirmeye karşı çıkmasıdır (Bandura ve Perloff,
ters olduğunu nasıl düşünebiliriz? Örneğin, rejim ya- 1967). Böyle bir taktik çoğunlukla bu kitabın yazar-
pan birinin açken bile nefis bir dilim çikolatalı kekten ları tarafından uygulanmaktadır. “Bu sayfayı yazmayı
kaçınmasını gerçeğini nasıl değerlendiririz? bitirmeden e-postalarıma bakmayacağım.” Kişi ama-
Psikanalitik yazarlar, ego analistleri dâhil, kişide cı belirlediğinde, ödülün keyfini çıkarmadan önce ona
bir çeşit ajan görür. Birçok ego analisti benliğin kendi ulaşmak için kendisiyle bir anlaşma yapar, sonra da
gücüyle çalışabileceğini, id’in isteklerine ters düşen görünür dış sınırlamalar olmaksızın anlaşmayı yerine
kararlar dâhil olmak üzere, tüm psişik sisteme yönelik getirir. Kişinin öz kontrol uyguladığı söylenir.
kararlar alabileceğini iddia eder. Davranışçılar, özel- Öz kontrol herhangi bir terapi tekniğiyle uygula-
likle Skinner (1953), bu açıklamaya, fenomenin ye- nabilir. Tek şart, kişinin, terapistten yönergeleri aldık-
niden adlandırılması gözüyle bakarak itiraz etmiştir. tan sonra işlemi kendi başına uygulamasıdır. Örneğin,
Öz kontrolün davranışsal görüşünün en yaygın kabul duyarsızlaştırılmakta olan bir hasta küvette ılık bir
göreni belki de Skinner’inkidir: birey çevreyi ancak banyo sırasında gevşerken bazı kademeli sahneleri
kontrol altındaki belli uyaranlar bulunacak şekilde canlandırmaya karar verdi. Duyarsızlaştırmanın man-
düzenlediği zaman öz kontrol sağlar. Kilo vermek iste- tığını yeterince iyi anladığını ve tekniğin işlemle ilgili
yen kişi evi şişmanlatıcı yiyeceklerden arındırır ve aç gereklerini karşılayacak kadar imgeleminin süreçleri
olduğunda lokantaların önünden geçmekten kaçınır. üstünde kontrol sağlamış olduğunu hissetti. Bunu taki-
Davranış çevrenin bir işlevidir; ancak çevre de birey ben, banyo küvetinde derin bir gevşeme durumu olan
tarafından kontrol edilir. duruma eriştikten sonra gözlerini kapadı ve davranış
Öz kontrol uygulamanın tanıdık bir davranışsal terapistinin öğrettiği şekilde sahneyi ve sonunu can-
kavramı da Bandura’nın (1969) itici uyarılarla ko- landırdı. Sonradan terapistle görüştüğünde kendisini
şullamayla ilgili açıklamasına yansır. Şokun eşlik et- küvette duyarsızlaştırdığı konuları atlamayı ve kaygı
tiği uyaranlara karşı hoşnutsuzluk hissedecek kadar basamaklarında daha hızlı ilerlemeyi başardılar. Öz
edilgen koşullanmak yerine, kişi itici uyarılarla ken- kontrolün tüm kavramlarında üç ölçüt imâ edilir: 1.
dini uyarma becerisini öğrenir, bunu gerçek yaşamda davranışı açıklayabilecek az sayıda dış denetleyici
kasten kullanır. Bu görüşe göre, kişi baştan çıkaran vardır, 2. benliğin kontrolü yeterince zordur, kişi uğ-
bir şeye kasten daha önce terapi sırasında şok eden raş vermek zorundadır, 3. davranış bilinçli niyet ve
veya mide bulandıran deneyimi hatırlayarak direnir. tercihle ilgilidir. Birey öz kontrolü uygulamaya aktif

İLİŞKİ ETKENLERİ Terapötik ilişkinin önemi en son Linehan


(1993b) tarafından diyalektik davranış terapisin­
Hasta ile terapist arasında iyi bir ilişki bulun­
de vurgulanmıştır. Linehan, sınır kişilik bozuk­
ması, kuramsal yönelime bakmaksızın, birçok
luğu olan hastalarda özgül bilişsel davranışçı
açıdan önemlidir. 4. Bölümde tartışıldığı gibi,
terapi tekniklerinin yanı sıra kabul ve eşduyum
kişi terapistine güvenmez veya saygı duymaz­
atmosferini yaratmanın şart olduğunu önermek­
sa derin kişisel bilgiye ulaşılacağı şüphe götü­
tedir. Davranış terapistlerinin terapötik ortaklık
rür. Hatta, gönülsüz bir danışana terapi nadiren
(alliance) terimini seyrek kullanmasına karşın,
kabul ettirilebildiği için, tekniklerin arzulanan et­
terapist ile hasta arasındaki şiddetle etkili kişi­
kiyi göstermesi için terapistin kişinin işbirliğine
lerarası bağ, bilişsel ve davranışsal işlemlerin
girmesini sağlaması gerekir. Örneğin, duyarsız­
uygulanması için gittikçe daha gerekli bir koşul
laştırmada hasta, gevşemeyi uygulamayarak,
olarak görülmektedir.
kaygısını uygun şekilde dile getirmeyerek veya
belirli bir sahneyi canlandırmayarak, terapistin
KURAMSAL İSKELETİN ÜSTÜNDEKİ
bütün çabalarını boşa çıkarabilir. Nerdeyse tüm
diğer bilişsel davranışçı terapi işlemlerinde, iliş­ ET
kiyle ilgili etkenler ihmâl edildiği takdirde danı­ Her terapistin karşılaştığı sınamalardan biri
şanlar terapiste karşı hareket edebilirler (Davi­ de genel ilkeden somut, klinik bir müdahaleye
son, 1973; Patterson ve Chamberlain, 1992). geçmektir. Bir örnekle açıklayacak olursak, üni­
BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLERDE TEMEL KONULAR 573
√√

Üçüncü kriter, bilinçli niyet ve tercihle hareket


etmek, öz kontrolü insanın dikkatsizce yaptığı eylem-
lerden ayırır. Günlük davranışımızın çoğunu dikkat
etmeden yapıyor olmamız belki de iyi bir şeydir, çünkü
düşününce ayakkabılarımızın iplerini bağlamak gibi
şeyleri yapmak için bile düşünüp taşınmak ve özel ka-
rarlar vermek ne kadar yorucu (ve sıkıcı) olur. Ancak
bu eylemler, belli durumlarda, yapıp yapmamak için
karar vermemiz gerektiğinde öz kontrol örneği olarak
sınıflandırılmalıdır. Yemek, sıkı bir diyette olduğumuz-
da ve kalori alımını azaltmak için arkadaşımız, doktor
veya kendimizle anlaşmışsak öz kontrol gerektirir.
Diyet yapmayla gösterilen öz kontrol, davranışsal bir Öz kontrol kavramı, insanlar bağımsız hareket etti-
paradigma içerisinde açıklaması zor bir konudur.
ği, çaba harcadığı, bilerek ve seçerek hareket ettiğinde
davranışsal paradigmaya özellik katar. Bu eylemlerin
olarak, ya bazı eylemleri yaparak, ya kendini, fazla her biri kişinin eylemin başlatıcısı, kontrolün başladığı
yemek gibi bir şeyi yapmaktan sakınarak karar verir. yer olduğunu varsayar. Gayretli davranışçılar, kişinin
Kişi bunu otomatik olarak yapmaz, eyleme geçmek başlatıcı olarak görüşünün, sonuçta davranışı denet-
için başkası tarafından da zorlanmaz. leyen dış güçlerin yalnızca ihmal edilmesini gösterdi-
Bu ölçütleri göstermek için, erkek bir koşucuyu ör- ğini iddia ederek Skinner ile karşı karşıya kalabilir.
nek alalım. Koşucuyu bir çavuş kışkırtıyorsa ilk ölçüt Böylece, kendini inkâr eden kişi için fazladan bir tatlı,
sağlanmamış olur. Sürdürmek için muhtemelen yeterli
gerçekten kendini kontrol etmek sayılmaz; daha çok,
çaba sarf edilmiş olsa da koşu öz kontrol örneği de-
bu kendini inkâr, gözlemci veya uzak bir pekiştirici
ğildir.
tarafından takdir edilmeyen, güç fark edilen bazı kar-
Koşucu koşmayı, diğer etkinliklere katılmaktan
şılıklar tarafından kontrol edilir. Örneğin, daha küçük
daha keyifli bulursa, koşma bir öz kontrol olarak de-
ğerlendirilemez. Koşma rejiminin erken dönemlerinde numara giysiler giyme eğilimi gibi. Muhakemenin bu
öz kontrol görülebilir, çünkü kişi gerçekten çok çaba kısmındaki kusur tamamen post hoc ve reddedilemez
harcıyor olabilir. Nike’larını giyerken homurdanır, olmasıdır. Davranışa güç veren pekiştiricinin daha
koşmaya başladıktan kısa süre sonra, bu işkencenin ileri bir tarihte geleceğini iddia edebiliriz. Böyle bir
ne zamandır sürdüğünü görmek için saatine bakar ve açıklama, davranışçı için, psikanalistin, bilinçdışı bir
yarım mil sonra bu çetin sınavı vermiş olmaktan mutlu savunma mekanizmasını bir eylemi post hoc yorumu
çöker. kadar yetersiz olmalıdır.

versite öğrencilerinin, edimsel koşullama terim­ Dolayısıyla, genel bir ilke rehberliğinde de olsa
leriyle (Davison, 1964), ciddi rahatsızlığı olan terapist klinik durumun gerektirdiği doğaçlama
çocukların davranışını analiz etmek için eğitildi­ ve yaratıcılığa güvenmeliydi.
ği eski bir çalışmayı inceleyelim. Bu çalışmada Davranışsal yolda yeni müdahaleler geliş­
öğrenciler, çocuğun davranışının önemli belir­ tirmek yaratıcılık ve beceri ister. Her terapide
leyicisinin, o davranışın sonucu olduğunu var­ olduğu gibi, genel bir ilkenin belirli bir olguya
saymaya teşvik edildiler. Pekiştirici olarak M&M uygulanması basit bir durum değildir. Belirli bir
şekeriyle donanmış olarak öğrenci terapistler kuramsal çerçeve klinisyenin düşünmesine yar­
ciddi rahatsızlığı olan bu çocukların davranı­ dım etse de, bu hiçbir zaman yetmez.
şını kontrolleri altına almaya çalıştı. Sonunda, Aslında klinisyen işine belli bir kurulumla,
çocuklardan biri şeker kazanmaya ilgisini yitiri­ yani alanını oluşturan karmaşık verileri elde
yor göründü. Etkili bir pekiştirici gerektiren bir edeceği çerçeveyle yaklaşır. Ancak, çerçeve­
çerçevede çalışan terapist, başka bir özendirici ler yetersizdir. Diğer uygulamalı alanların bilim
aradı. Çocuğun pencerenin önünden her geçi­ adamları gibi, klinisyen de kuramsal iskeleti dol­
şinde yansımasına bakmak için bir an durakla­ durmak zorundadır. Bireysel olgular, her zaman
dığını fark etti. Premack prensibinin daha önce temel psikolojik ilkelerin ötesindeki bilgiye gerek
bahsedilmiş olan bir uygulamasında terapist bir duyuran sorunlarla başvurur (Lazarus ve Davi­
ayna buldu ve sonra, gizlice, arzulanan davra­ son, 1971, s. 203).
nışın pekiştiricisi olan aynaya bakmasını sağ­ İki davranış terapistinden yapılan yukarıdaki
layabildi. Aynaya yöneltilen bakışlar aynı M&M alıntı, aşağıdaki, iki deneysel sosyal psikolo­
şekerlerinin işlevsel yaklaşımıyla kullanılmıştı. gunkine çok benzer.
574 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

Bir deneyde araştırmacı, sezgileriyle kav­ te geçmiş olsa da insanlar bu sorunları sürdü­
ramsal değişkeninin görgül karşılığı olduğunu recek şekilde hareket etmeye devam ederler.
hissettiği bir işlem seçer. Tüm deneysel işlemler Örneğin, yıllar önce çocukluğu sırasında, baba­
yaratılmış gibi davranılır. Aslında, deney sana­ sına kötü davranmış olduğu için annesine duy­
tının öncelikle araştırmacının, kavramsal değiş­ duğu aşırı nefreti bastırmış olan genç bir adam
keninin en hassas şekilde gerçekleştirecek, o düşünün. Bir delikanlı olarak bu nefreti kontrol
konuda en etkili ve güvenilir olan işlemi tahmin etmek için kadınlara karşı aşırı nezaket ve itaat
etme becerisine dayandığı söylenebilir. (Aron­ şeklinde savunmalar geliştirir. Bugün, bu ilgi ve
son ve Carlsmith, 1968, s. 25) çekingenlik, bazı kadınları ona karşı üstünlük
Davranış terapistleri de deneysel alandaki sağlamaya teşvik etmekte, ancak o, kadınların
meslekdaşlarıyla aynı tür karar verme zorluk­ ona içtenlikle nazik davrandığını sanarak, aynı
larıyla karşılaşır. İnsan sorunlarıyla uğraşırken zamanda durumu yanlış algılamaktadır. Arka­
hiç kolay çözüm yoktur (Odak 18.5’e bakınız). daşça başlangıçları tenezzül edilen aşağılama­
lar olarak yanlış değerlendirdiği için kadınlara
PSİKANALİZ VE DAVRANIŞÇI daha da içerler hale gelmiştir ve gittikçe geri
çekilmektedir. Bu genç adamın, sorunu buzullar
TERAPİ - BİR UZLAŞMA MI? arasında bozulmadan kalmış “tüylü mamut”tan
(Bkz. Bölüm 2) -uzun zaman önce gömmüş oldu­
Çağdaş psikanaliz davranış terapisiyle
ğu sorundan- kaynaklanan uysallığı, günümüz­
uyumlu mudur? Bu soru yıllardır tartışılmak­
de kişisel sorunlar yaratmaktadır ve bastırılmış
tadır ve bu iki görüşün uyumsuz paradigmalar
olan nefretini tekrar canlandırmıştır. Sanki yetiş­
olduğunu iddia edenlerden çok az profesyonel
mantıklı bir uzlaşma konusunda iyimserdir. An­ kin benliği, bilinçsizce, “görüyorsunuz, kadınlar,
cak Paul Wachtel (1977, 1982, 1993, 1997) tam annem gibi, gerçekten şirret, onlara güvenme­
da böyle bir bütünleşmeyle ilgili çalışmasında, mek lazım. Onlar zararlı ve sadist” demektedir.
psikanalize yönlenmiş olan terapistlerle davra­ Çocukluğundan gelen bu inancın günümüzdeki
nış terapistleri arasında en azından bir diyalog doğrulaması, yönünü gömülmüş olan çelişkiye
kurmak için, hatırı sayılır bir umut barındıran bir doğru çevirir ve onu canlı tutar. Döngü, genç
şema önerir. adamın kendi davranışı ve kadınların iğrençliği­
17. Bölümde işaret edildiği gibi ego analist­ ni doğrulayan yanlış kanılarla sürer.
leri, şimdiki benlik işlevlerini Freud’a göre daha Wachtel’in yaklaşımı, terapinin, hem kendi
fazla vurgular. Örneğin, Sullivan, kişilerarası hatırlarına ki bu davranış terapistinin amentü­
davranışlarındaki sorunlara odaklanırlarsa, has­ südür (credo), hem de altta yatan psikodinamik­
taların kendilerinden daha memnun olacağını leri ortaya çıkarma ve değiştirme adına, şimdiki
ve daha etkili işlev göreceklerini iddia etmiştir. davranış örüntülerini değiştirmeye çalışması
Ancak, Sullivan, doğrudan insanın halen nasıl gerektiğini öne sürer. Davranışın doğrudan de­
davrandığı ve hissettiği üzerinde çalışmanın ğiştirilmesinin, psikanalizin geleneksel amacı
akılcılığını vurgularken, bastırılmış çocukluk ça­ olan, hastanın bastırılmış geçmiş korkularından
tışmalarıyla ilgili anılarını hatırlamayacaklarını daha gerçekçi bir anlayış elde etmesine yardım
kastediyorsa, çelişkiye düşmüş görünmektedir. edebileceğine işaret ederek Wachtel, analitik
Halbuki, Wachtel psikanalitik paradigmayla ça­ meslektaşlarının ilgisini, davranış terapistleri­
lışanlarda dâhil olmak üzere, terapistlerin, has­ nin kullandığı tekniklere çekmeyi umar. İtaatkâr
talara yardımcı olurken sadece orada ve şimdi genç adama, onun kadınlarla halen olan ilişkile­
daha iyi hissedebilsinler diye değil, aslında aynı rini değiştirerek kısırdöngüyü kırmak umuduyla
zamanda geçmişe ait o korkuları değiştirebil- biraz girişkenlik eğitimi vermesi olasıdır. Tüm
mesi için de hastanın şimdiki davranışını değiş­ kadınların ondan faydalanmak istediğine dair
tirmek zorunda olduğunu ileri sürer. inancının tekrar tekrar boş çıkmasından sonra
Wachtel temel görüşünü Horney (1939), Sul­ genç adam annesiyle olan bastırılmış aşk-nef­
livan (1953) ve Erikson’a (1950) dayandırır ve ret çelişkisini anlamaya başlayabilir.
bunu “döngüsel (cyclical) psikodinamik” (1982) Wachtel, ayrıca, davranış terapistlerinin ana­
olarak adlandırır. Kişilerin, bastırılmış sorunları­ litik meslektaşlarından, özellikle kişilerin geliştir­
nı şimdiki davranışları ve bunların sosyal ilişki­ meye eğilimli olduğu sorun çeşitleriyle ilgili çok
lerle ilgili geribildirimiyle sürdürdüklerine inanır. şey öğrenebileceğini savunur. Örneğin, psika­
Sorunları, bastırılmış, geçmiş olaylarla hareke­ nalitik teoriye göre çocukların ebeveynleriyle
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME 575
√√

ilgili güçlü ve çelişkili duyguları vardır. Bunların rahatça konuşmaya, girişkenlik eğitimi düşün­
bir kısmı o kadar tatsızdır ki bastırılır veya en cesi hakkında serbest çağrışıma teşvik eder.
azından yoğunlaşması ve açıkça konuşulması Kadın, ebeveynlerinin arkadaşlarına olan dav­
zordur. ranışlarını, ona destek olmadan ve başka nasıl
İtaatkâr genç adam, davranış terapistine, davranacağı konusunda yapıcı öneri getirme­
başlangıçta karşı cinsle ilişki kurmaktan korku­ den eleştirdiği bir dizi olayı hatırlar. Başlangıç­
yor görünebilir. Bu korkuları başlangıçta oldu­ ta kendisi de bunun farkında değilken, terapist
ğu gibi kabul ederek, terapist, danışanın onları ona diğerleriyle ilişkisinde daha girişken olmayı
azaltmasına yardım etmeye çalışacaktır. Bunun öğrenmesini önerdiğinde, hasta geçmişe ait bu
için, belki, duyarsızlaştırma, akılcı duygusal te­ acıyı hatırlar. Terapist ona geçerli olan girişimi,
rapi bileşimini ve sosyal beceri eğitimini kulla­ girişkenlik eğitimini ve bunu geçmişte yapı­
nacaktır. Ancak terapist psikanalitik literatürde lan yararsız ve olumsuz eleştirilerden ayrımını
öne sürülen, genç adamın temelde kadınlara açıklayıp genç kadını rol yapmaya iknâ eder. Bu
kızgın olduğuna dair olasılığı incelemeyi ihmâl durum, aynı zamanda, hastanın ebeveynleriyle
edecektir. Wachtel davranış terapistlerine, ana­ ve genelde yetki nesneleriyle olan çözülmemiş
listin yoğunlaştığı çocukluk çelişkilerine duyarlı sorunlarını yansıtmaktadır.
olmayı ve genç adamı annesiyle olan ilişkisiyle Konuyla ilişkili bir unsur da, Wachtel, psika­
ilgili sorgulamayı önerirdi. Hastanın yanıtı veya nalistlerin, ebeveynlere yönelik kuraldışı veya
tavrı, içe kapanmayla ilgili bir ipucu verebilir. alışılmadık ilgi, istek, davranış ve korkuyu dav­
Bundan sonra, terapist itaatkâr genç adamı ranış terapistlerinden daha fazla göz önüne
daha farklı görmeye başlayacak ve kadınlardan aldığını iddia eder. Duygusal sorunların id ça­
korkmadığını, bilakis onlara kızgın olduğunu tışmalarının bastırılmasından türediğine dair
varsayacaktır. Çünkü genç adam, onları, çocuk­ görüşün rehberliğinde, psikolojik zorlukları, ço­
luğunun başından beri hem aşk hem de nefret cukluğa ait istek, korku, sevilen birine duyulan
nesnesi olan annesiyle ilişkilendirmektedir. Bu düşmanlık gibi birincil süreç düşüncenin karan­
ek bilgi, tahminen, hastanın görünürdeki kadın lık sırlarının yansımaları olarak ele alırlar. Dav­
korkusunu değil, kadınlara karşı olan öfkesini ranış terapistleri hasta sorunları hakkında görüş
hedef alan, daha farklı bir davranışsal müdaha­ edinirken daha açık sözlü, belki daha yavan, ol­
leyi akla getirecektir. maya eğilimlidir.
Wachel, ayrıca, davranış terapistlerinin pe­ Yıllarca bilişsel davranışçı bir çerçevede öğ­
kiştiricilerin silik olabileceğini ve hastanın ger­ reten ve uygulayan klinik psikologlar olarak biz­
çekte bir şey istediğini inkâr edebileceğini ve ce, deneyimli davranışçı klinisyenlerin gerçek
hatta bu inkârın farkında olmayabileceğini anla­ uygulaması çoğunlukla Wachtel gibi psikodina­
masını ister. Diğer bir deyişle, terapistler, bilinç­ mik klinisyenlerin ayrıntıcılık özelliğini yansıtır.
dışı güdülenmeye, kişinin farkında olmadığı bir Bizim için açık olmayan ve Wachtel’e inandı­
dizi olay tarafından güdülenme veya pekiştirilme ğımız, çağdaş bilişsel ve davranışsal terapiyi
olasılığına alışmalıdır. Odak 17.3’te, ebeveynle­ yapılandıran kuramlardan ne derece zengin uy­
rine ifade ettiği öfkenin onların onayını sağla­ gulamalar türetilebileceğidir. Kuram ve uygula­
maya yönelik derin gereksinimi maskelediği bir madaki ayrılık, Wachtel’in davranış terapisiyle
üniversite öğrencisi betimlenmiştir. ve psikanalizin hem davranışsal terapinin hem
Çağdaş psikanalitik düşünce, davranış te­ de uygulamanın değerini artırabilecek yollarla
rapistlerinin belli bir müdahalenin bir hasta ilgili önemli tartışmasının esasında yatar. Şimdi
için taşıdığı anlamın farkına varmasına yardım eklektisizm ve psikoterapinin bütünleşmesiyle
edebilir. Davranış terapistinin girişkenlik eğitimi (integration) ilgili genel konulara dönüyoruz.
vermeye karar verdiği genç bir kadını düşünün.
Terapist rol yapma işlemlerini tarif etmeye baş­ PSİKOTERAPİDE
ladıkça o sandalyesinde katılaşır ve sonra da iç
çekmeye başlar. Rol yapma tarifine gösterdiği EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL
tepkiyi dikkate almadan eğitime devam etmek BÜTÜNLEŞTİRME
duyarsız ve kötü bir klinik uygulama olurdu.
Psikanalitik kuramların farkında olduğu için, Wachtel’in uzlaşma konusundaki çabaları
terapist, girişkenliğin kadına bir şey ifade etme psikoterapi alanındaki eski bir geleneğin parça­
olasılığına karşı duyarlıdır. Terapist onu nazikçe sıdır (örn., Dollard ve Miller, 1950; Frank, 1971;
576 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

ODAK 18.5 HASTAYI TEDAVİYLE EŞLEŞTİRMEK – PROJE EŞLEMESİ

Hem uygulayıcılar hem de araştırmacılar belli seçilmişti, çünkü önceki araştırmada müdahalenin
hastalar için uygun olan tedavileri kullanmanın öne- sonucuyla ilişkili bulunmuştu. Üç tedavi vardı. On iki
mini yıllar önce anlamıştı. Bu kavram belli bir sorun adımlık kolaylaştırma tedavisi hastaları, AA’nın alko-
türü için en uygun olan terapi sorusunu aşar (buna lizmi tedavi edilemez, ancak başa çıkılabilir hastalık
terapiyle ilgili 6.-16. Bölümlerde değinmiştik). Daha şeklindeki görüşüne yönlendirerek, AA’ya katılmaya
çok, yetenek-tedavi ortak etkisi denen, onları genelde teşvik etmek. Willam Miller’in yaklaşımına (Miller
etkin olan bir tedavi şekline diğerinden daha uygun ve ark,1992) dayanan, kişinin içmeyi azaltmak için
duruma getirebilen, aynı bozukluğa sahip hastaların kendi kaynaklarını harekete geçirmesine uğraşan gü-
özelliklerine odaklanır. düsel ilerleme (motivational enhancement) terapisi.
Yetenek-tedavi ortak etkisinin nasıl gündeme gel- Sonuncusu, bilişsel davranışçı başa çıkma becerileri
diğini anlamak için, birinin kendini korkutucu bir terapisi; hastalara içmenin işlevsel olarak hastanın
durumda imgeleme ve bundan dolayı kaygı duyma yaşamındaki bir sorunla ilişkili olduğu fikrini sundu,
yeteneğine dayanan sistematik duyarsızlaştırma tek- onlara içmeyi tetikleyen durumlarla başa çıkmayı
niğini ele alalım. İşlem, gerçek bir olayın yerinde veya kişi bir süre uzaklaştıysa nüksü önlemeyi öğretti.
bir imgenin bulunmasını gerektirir. Hastalar onları
Bırakmak için yoğun baskı altındaki içicilerin en iyi
endişelendiren bir görüntü oluşturamazsa, o zaman,
on iki adımlık kolaylaştırma tedavisinden, psikolojik
kaygılı hale gelmeden imge oluşturmayı amaçlayan,
sorunları olanların bilişsel terapiden ve değişim gü-
zaman gerektiren bir işleme kalkışmanın anlamı yok-
dülenmesi düşük olanların güdüsel ilerleme terapisin-
tur! Odak 18.3’te, paradoksal müdahalelerin aşağı
den fayda görmesi öngörülen etkileşimlerdendi.
yukarı tepkisel hastalarda nasıl farklı etki gösterme-
sinin beklendiği tanımlandı, başka bir yetenek-tedavi Tedavilerin tümü, eğitilmiş terapistler tarafından,
ortak etkisi örneği. on iki haftalık dönemlerde, bu çalışma için hazırlan-
Alkol istismarının tedavisinde yetenek-tedavi or- mış olan tedavi kılavuzlarını izleyerek, bireysel seans-
tak etkisi konusunda sekiz yıllık, çok merkezli büyük lar şeklinde dikkatle uygulandı. Hastaları seçerken
bir çalışmanın sonuçları, yakın zamanda yayımlandı. bazı eleme ölçütleri kullanıldı: diğer ilaçlara bağımlı
(Project March Research Group, 1997) (Bu bulgulara olmaları ve bunun dışında çok düzenli bir yaşamla-
alkolizm terapisiyle ilgili kısımda kısaca değindik.) Bu rı olması gerekiyordu. Diğer etkinlik çalışmalarında
çalışma, aradığını, yani özel müdahale yapılan alko- olduğu gibi iç geçerlik çok iyiydi, ancak dış geçerlik,
lik hastaların belli türlerini eşleştirmenin bir yolunu bulguların aslında uygulandığı gibi terapiye genelle-
bulamaması nedeniyle profesyonel çevrelerde çelişkili nebilirliği, belirgin şekilde düşüktü. Ancak, bu çalış-
hale gelmektedir. mada olduğu gibi karmaşık kavramsal sorular ortaya
Alkol bağımlılığının şiddeti, değişim güdüsü, psi- koyduğunuzda savunulabilir bir stratejiydi. Geçerli
kolojik rahatsızlığın şiddeti (“psikiyatrik ağırlık”), araştırma stratejisi ayrıntılara bakmadan önce an-
içmek için kişinin sosyal çevresinden destek alması lamlı sonuç elde etme şansını en iyi şekilde kullanmayı
ve sosyopatik eğilimler gibi on eşleştirme değişkeni gerektirir.

Goldfried ve Davison, 1976; Marmor, 1971). başı çeken iki kişi olan Arnold Lazarus ve Stan­
Yeni bir dergi olan Journal of ley Messer tarafından bir makalede incelendi
Psychotherapy Integration bu konuya adan­ (Lazarus ve Messer, 1991). Makalenin görüş -
mıştır. Otuz yıldan daha uzun bir zaman önce karşı görüş çerçevesi, Psikoterapinin Bütünleş­
Perry London bu konuyu şöyle yorumlamıştır. tirilmesinin Araştırılması Topluluğu 1990 toplan­
Tekniklerin, her iki okulun sanatkâr terapist­ tısında yer alan bir tartışmayı yansıtır. 1983te
lerine ait, sessiz bir karışımı söz konusudur, in­ kurulan bu organizasyon, başka zaman belki de
sanların İçgörü okullarının onlara biçtiği değer­ hiçbir zaman aynı toplantıya katılmayabilecek
den belirgin şekilde daha yalın olduğu, yine de olan kuramcılarla klinisyenler arasında canlı ve
Eylem (davranış) terapistlerinin inanmayı tercih heyecanlı fikir alışverişlerini kapsayan yıllık top­
ettiğine göre daha karmaşık olduğu gerçeğini lantılar nedeniyle önemlidir.
dikkate alan bir karışımdır. (London, 1964, s.
Esas epistemolojik soru bu kitaba defalarca
39)
başvurmuş olmamız: kuramsız gözlem yap­
mak olası mı yani karmaşık dünyamızda belli
LAZARUS - MESSER TARTIŞMASI bir paradigma veya kuram dışında nesnel ger­
Eklektisizm ve bütünleşmeyi çevreleyen bazı çeklerden bahsedebilir miyiz? Kişinin, gerçek
konular, Rutgers Üniversitesinden meslektaş ve ve bilginin doğası ile ilgili bu çok soyut soruya
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME 577
√√

Tedavideki yoksun günlerin yüzdesi Temel bağımlı (sonuç) ölçümler yoksunluk günü
100 yüzdesi ve bir yıllık tedavi sonrası değerlendirme dö-
neminde içilen günlerdeki içki sayısıydı. 18.2. şekil bu
80 çalışmanın temel sonuçlarını ortaya koymaktadır. An-
lamlı grupiçi ilerlemesi gözlemlendi, tüm tedaviler or-
Yoksun günlerin yüzdesi

talamanın üstünde faydalıydı, Ouimette ve ark. (1997)


60
tarafından yapılan sonraki çalışmayla tutarlıydı. An-
cak bu bölümün başında belirtildiği gibi, psikiyatrik
40 ağırlık dışında, tedavi ile eşleşen değişkenlerin ara-
sındaki etkileşim, çalışmanın ana konusu, saptanma-
20 dı. Daha iyi psikolojik durumda olan hastalar on iki
adımlık kolaylaştırma programından sonra, bilişsel
davranışsal terapi grubundaki hastalara göre daha
0
Temel Tedavi 4-6 7-9 10-12 13-15
fazla gün yoksun kaldı. Psikolojik durumu daha kötü
ölçüm İzleme olan hastalarsa üç tedavi arasında farklılık gösterme-
Zaman ölçümü (aylar) di. Gelecekteki makaleler bu çalışmayla ortaya çıkan
dev veri dizisinin ek analizlerini sunacaktır. Araştır-
Tedavide her bir içim günündeki içişler macılar, şimdilik, aşağıdaki sonuçlara ulaştı:
100
Diğer güçlü eşleşen etkilerin olmaması, psikiyat-
rik ağırlık bir yana, destekleyenlerin, danışanları bu
Her bir içim günündeki içişler

80
üç bireysel uygulamalı tedavi yaklaşımından birine
yönlendirirken, farklı tedavi felsefelerine karşın (ça-
60 lışılmış olan) danışan özelliklerini hesaba katmaya
gerek duymadığını öne sürer (Project March Research
40 Group, 1997, s. 7).
Genel etkili belirli tedavilerden yararlanacak olan
hasta türleriyle ilgili bir şeyler söylemeden önce alı-
20
nacak uzun bir yol var.

0
Temel Tedavi 4-6 7-9 10-12 13-15
ölçüm İzleme
Zaman ölçümü (aylar)

Bilişsel Terapi
Şekil 18.2 Yoksun günlerin aylık yüzdesi ve içilen gündeki içki
sayısı. Temel düzey (tedaviden önceki üç ayın ortalaması) ve
Güdüsel ilerleme terapisi tedavi sonrası dönemin her ayı (1-15. aylar). Kişi belirtilen
aylardan birinde yoksun kalmışsa içilen gündeki içki sayısı
Oniki adımlı kolaylaştırma 0 idi.

vereceği yanıt onun psikoterapinin değişik çe­ aramak için yaptığı gibi, kuram seviyesindeki
şitlerini bütünleştirme tartışmalarıyla ilgili görü­ uzlaşma ve bütünleşmeye çalışmanın da yarar­
şünü etkiler. sız, zaman kaybı ve olanaksız olduğunu iddia
1950’lilerin sonunda Güney Afrika’da Wol­ eder. Son zamanlarda diyalog ve uzlaşmayı
pe tarafından eğitilen Lazarus, yıllarca, “teknik kolaylaştırmak yerine kuramsal bütünleşmeye
eklektisizm” dediği şeyi, köken aldığı kuramsal kayan hareketler, Lazarus’a göre daha fazla ka­
yaklaşım ne olursa olsun dikkate almaksızın belli rışıklığa yol açmaktadır.
bir hasta veya rahatsızlık için en iyi olan tekniği Lazarus-Messer tartışmasının ayrıntılarına
kullanmak için istekli olmayı savundu. Yine de girmeden önce üç psikoterapi şeklinin, yani tek­
göreceğiniz gibi, teknik, terapistin kuramsal çer­
nik eklektisizm6, ortak faktörcülük ve kuramsal
çevesiyle bütünleşmiştir. Bu görüş psikoterapi­
İkinci Bölümde ele alındığı gibi eklektisizm bizzat “terapistin etkili olacağına
ye kendi yaklaşımı olan çok yaklaşımlı terapide
6

inandığı her tekniği kullandığı kapsamlı, pragmatik bir yaklaşımdır. Bu tercihleri


incelenmiştir Lazarus, sadece teknik seviyedeki yönlendiren, altta yatan bir kuram olmayabilir veya az miktarda olabilir.”
(Arkowitz,1992 s. 262) Bu stratejiye Lazarus ve bu kitabın yazarları da dâhil
bu görgül temelli eklektisizmin, hastaların ço­ olmak üzere birçok ruh sağlığı profesyoneli şüpheyle baktı. Çünkü kullanılacak
tekniği saptamak ve kullanım koşullarına yönelik bir mantık eksik. Terapiste
ğunda çok yararlı olacağını iddia etmekle kal­ hastanın sorununu, terapötik değişim süreçlerini kavramsallaştırmaya yardım
maz, örneğin Wachtel’in psikanalitik terapiyle edecek kuramsal ana hatlar olmadan eklektisizm eşittir, tercihlerin akla estiği gibi,
ne doğru görünürse ona dayanarak veya ne iyi bilim ne de iyi uygulamaya denk
davranışçı terapiyi harmanlamanın bir yolunu gelen bir dizi nedene dayanarak yapıldığı bir karmaşa.
578 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

Lazarus’un şiddetle eleştirdiği kuramsal bü­


tünleştirmedir. Bu, kısmen psikoterapinin çoğu
kuramının epistemolojik olarak uyumsuz olma­
sından kaynaklanır. Örneğin, bir gerçeğin tanımı
psikanalizde davranışsal terapidekinden fark­
lıdır. Kanıt konusunda farklı standartlar geçer­
lidir. İddia, gerçeği aynı şekilde tanımlamayan
iki kuramın bütünleştirilemeyeceği yönündedir.
Daha önce ele aldığımız bilimdeki paradigmalar
ve Kuhn doğrudan bu konuya dayanır.
Ancak, Lazarus ısrarlı bir şekilde “bedenden
ayrılmış” tekniğin kullanılıp kullanılamayacağını
sorar (Strupp, 1989). Yanıtı evettir, köken aldık­
ları kuramları kabul etmeden teknikler ödünç
alınabilir. Böylece, boş koltuğu, kendi bilişsel
Rutgers Üniversitesinden Arnold Lazarus, çok yaklaşımlı terapi- davranışçı çerçevesine bir davranış alıştırması
yi geliştiren usta klinisyen ve psikologdur. olarak ekler. Lazarus, hastanın bir diğerini, örne­
ğin bir ebeveyni boş sandalyede hayal etmesini
sağlamanın rol yapmayı daha güçlü ve gerçekçi
bütünleşme ayrımını yapmak yararlı olacaktır.
yaptığına inanır. Anlaşılan, kişinin boş bir san­
İlk yöntemde, Lazarus’un çok modelli yaklaşı­
mında ve Beutler’in yapılagelen psikoterapisin­ dalyeyle konuşmasında, onu danışma odasına
de (Arkowitz, 1989) örneklendiği gibi, terapist getiren, belki de terapistin hastanın ebeveyni
belli bir kuramsal çerçevede çalışır, örneğin bi­ gibi davranmasından daha iyi olan bir hikmet
lişsel davranış terapisi, ama bazen onları mey- vardır. Lazarus işlemin köken aldığı kavramsal
dana getiren kuramlardan taraf olmadan, etkili Geştalt çerçevesini kullanmadan uygulanabile­
sayılan diğer yönelimlerin tekniklerinden de ceğini savunur.
alıntı yapar. Ne işe yarıyorsa onu kullanmak tek­ Lazarus’un teknik eklektisizmi, kişisel ter­
nik eklektiğin çalışma prensibidir; ama tekniğin cih veya ihmal üzerine kurulu sevimsiz bir ka­
kullanımında kişinin kendi çerçevesini katması rışım değildir, onun iddia ettiğine göre, sadece
önemlidir. Örneğin, Lazarus, tekniğin Geştalt te­ ve özellikle belli koşullarda neyin çalıştığıyla
rapisinde anlaşıldığı şekliyle, bazen Geştalt’ın ilgili veriye, bilgiye dayanır, bu bilginin çoğu
boş sandalyesini, hastaya kişiliğinin yadsıdığı kuramdan bağımsızdır. Neyin doğru olduğu
kısımlarını devreye sokmasına yardım etmenin veya olmadığı belli bir kurama dayanmadan
bir yolu olmaktan çok davranışsal alıştırma yön­ saptanabilir. Dediği gibi, “Gözlemler açıklama
temi olarak kullanır. önermeden, basitçe, görgül veriyi yansıtır. ‘Er­
Ortak faktörcülük (Frank, 1961, 1982; Gol­ genler, saygı duyduğu örneklerin davranışını
dfried, 1980, 1991; Schofield, 1964) tüm terapi taklit etmeye eğilimlidir’ bir gözlemdir. ‘Bunu iç­
ekollerinin paylaşabileceği stratejiler bulmaya lerindeki yetersiz ana-baba yansımalarına bağlı
çalışır. Örneğin, hastayı diğerlerini nasıl etkile­ bilinçsizce yaparlar’ bir kuramdır.” (Lazarus ve
diği konusunda bilgilendirmek, etkili psikotera­ Messer,1991, s. 147)
pinin önemli bir bileşeni olarak, çok sayıda farklı Buna yanıt olarak, Messer Lazarus’un ku­
terapist tarafından uygulanan, bir çoğunun da ramsal bütünleşmeyle ilgili tatminsizliğinin kıs­
inandığı (örn., Brady ve ark., 1980) bir strate­ men, herşeyi kapsayan bir psikoterapi kura­
jidir. mının, keşfedilmek üzere, kanatlarının altında
Üçüncü yaklaşım olan kuramsal bütünleş­ beklediği inancından köken aldığını ve bu mutlu
tirme ise sadece teknik değil, kuramları da keşfe kadar, hangisi olursa olsun işe yarayan
birleştirmeye çalışır. Wachtel’in uyarlanmış bir tekniğin kullanılması (teknik eklektisizm) için
psikanalitik çerçeve içinde girişkenlik eğitimini çabadan sakınmanın en iyisi olduğunu öne
savunma ve bundan anlam çıkarma çabaları sürer. Tersine Messer’in görüşü bazen sosyal
kuramsal bütünleşme yönündeki çabanın en yapılandırmacı (constructionist) olarak tanım­
önemli örneklerindendir. Sonuçtaki kuram psi­ lanır, (Davison, 1991; Gregen, 1982; Mahoney,
kanalitik ve davranışsal öğeler nedeniyle başlı 1991’dan) bazen tefsir eden (Messer, Sass ve
başına farklıdır. Woolfolk, 1988’dan), biz, Lazarus’un tartışma­
PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME 579
√√

yacağı bir şekilde, kuramlarımızı icat ederiz ve örneklerin davranışını taklit eder” cümlesi de
bizim desteklediğimiz, Lazarus’un ise tam ola­ kuramdan bağımsız değildir, çünkü böyle bir
rak benimsemeyeceği bir kavram, dünyayı ku- davranış başka yolla da açıklanabilir. Örneğin,
ram veya paradigmalarımızın sağladığı biçim- “sosyal konumuna imrendikleri, aynı yaştaki ki­
de görürüz. Yani nesnel gözlem, nesnel gerçek şilere benzer şekilde davranabilirler”.7
diye bir şey yoktur; daha çok, gerçeği sadece Sonuç olarak Messer dördüncü bir bütünleş­
belli bir kuram ve paradigma bağlamında anla­ me yaklaşımı öne sürer, (bizim kuramsal bütün­
rız. Messer’in dediği gibi “kusursuz algı” diye bir leşmeye eşdeğer gördüğümüz) evrimsel veya
şey yoktur. özümleyici bütünleşme. Bununla, Messer şöyle
Bu bakış açısı Messer’i Lazarus’un teknik demek ister, “bir kuramın teknik ve kavramları
eklektisizmini eleştirmeye yönlendirir. Lazarus diğerine doğru yolunu bulur ve onun yavaşça
bir tekniği ödünç alıp kendi bilişsel davranış­ gelişmekte olan kuram ve uygulama şekliyle
sal çerçevesinde kullandığında, o teknik köken birleşir “ (Lazarus ve Messer, 1991, s. 153).
aldığı kuramsal çerçeveden farklı bir şey hali­ Teknik eklektisizmde olduğu gibi bir teknik yeni
ne gelir. Lazarus’un kullandığı Geştalt’ın boş bir çerçeveye taşınır. Ancak, daha sonra, alı­
koltuğu Perls tarafından kullanılandan farklı­ nan tekniğin çerçevesindeki kuramsal öğelerin
dır. Messer, bu tekniği yaratıcı şekilde kullan­ de birleşmesiyle o çerçeve değişmeye başlar.
dığı için över; ancak böyle yaptığında, onun, Böylece, kişinin asıl kuramı, farklı ve tahminen
Geştalt’ın boş koltuğundan başka bir şey oldu­ daha kapsamlı ve kullanışlı bir şey haline gele­
ğunu ifade eder. Hem kuram hem de uygulama­ rek evrime uğrar. Wachtel’in döngülü psikodina­
da Lazarus’un elindeki boş sandalye, Geştalt mikleri buna bir örnektir, çünkü psikanalitik kay­
terapisindekinden farklıdır. İkincisinde teknik, nağından sonra, davranış terapisinden teknik
danışanı tanımadığı duygularıyla ve benliğinin ve fikirlerle birleşerek gelişti. O, iki yaklaşımın
çelişkili yanlarıyla daha iyi temasa geçirmek harmanıdır. Messer’in yazdığı gibi, “Lazarus’un
üzere düzenlenmiştir. Lazarus ise tersine onu dediği gibi, sadece, aşırı bir kuram yüküyle des­
danışan için değer taşıyan belli bir kişiyle fark­ teklenen bir gözlem veya teknik getiriyorum diye
lı bir şekilde bağdaştırmak için, bir davranışsal iddiada bulunmazdım. Bunun yerine, yeni haliy­
alıştırma biçiminde, kişinin karşısındakine olan le bile çıkış noktasıyla ilgili bazı değerler içeren
davranışını geliştirmeyi hedefleyen bir strateji bir tavır, bakış açısı veya yaklaşım katıyorum”
olarak kullanır. (Lazarus ve Messer 1991, s. 153).
Şimdi Lazarus’un ölçütlerini yeni bir teknik
oluşturmak için kullanın. Etkisi kanıtlanabilir OLGUNLAŞMAMIŞ
olmalı. Burada ciddi bir sorun yatar, Messer’e BÜTÜNLEŞTİRMEYE KARŞI
göre Geştalt literatürünün terapinin etkinliğine İDDİALAR
yönelik sağladığı kanıtlar, Lazarus’un çalışma­
Kuramsal bütünleşmeyle uğraşırken, büyük,
larındaki bilişsel davranışçı bağlamla ilişkili de­
her şeyi içeren bir kuram veya yaklaşım mut­
ğildir. Yine, basitçe, Lazarus’un kullandığı boş
laka arzulanabilir, hatta olabilir mi diye merak
sandalye, Geştalt terapistlerinin kullandığı da
etmiştik. Bunu sanmıyoruz, hem psikopatoloji
değildir. Sadece görgül olarak onaylanmış olan
hem de müdahale çalışmasındaki farklı para­
teknikleri kullandığı iddiasını desteklemek için,
digmaları kendi kullanım şeklimiz bizi Garfield
Lazarus, Geştalt terapistlerinin ilgilenmemiş ol­
ve Bergin’in görüşleriyle aynı hizaya getiriyor.
duğu (ve davranışsal yönelimli araştırmacıların)
Bedenin nasıl çalıştığıyla ilgili kapsamlı bir
boş koltuğu davranışsal tekrar işlemi olarak de­
düşünce bedendeki her sistem veya organın
ğerlendiren deneylerde kanıt aramalıdır.
aynı ilkelere göre çalışmasını beklemez. Böyle­
Messer, Lazarus’un, “Ergenler saygı duyduk­
ce, dolaşım sisteminin nasıl çalıştığı hakkındaki
ları örneklerin davranışını taklit etmeye eğilimli­
görüşümüz sinir sistemimizle ilgili görüşümüz­
dir” sözünün nesnel, doğrulanabilir, kuramdan
den tamamen farklıdır. İnsan kalbinin hareket
bağımsız bir gözlem olduğu iddiasını eleştirir.
ve kuvvetleri sıvı mekaniklerine göre çalışırken,
“Hayır”, der Messer, “tıka basa kuram dolu”.
Ergenler saygı duydukları kişileri bir dizi başka 7
Lazarus’a karşı haksızlık olmaması için, Messer’in buradaki düşüncesinde dili
kullandığımızda kuram yönünden nötr değiliz demek boş umutlar yaratmaktır.
nedenle taklit edebilir. Bunun saygı dışında bir “Taklit edici davranış” makul olarak bekleneceği gibi kuramsallaştırmadan
nedeni olması, taklitçi davranışlarının kuram­ bağımsız görünür; belli ki, psikodinamik bir süreci varsayan “ile özdeşleşmek”
gibi bir ibareden daha az kuram yüklüdür. Ancak bu muhtemelen yapısalcı tezin
sal bir açıklamasıdır. Hatta “saygı duydukları özüdür.
580 √√ BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ

nörondan sinir uyarılarının geçişinde elektro­


“işlevsel olmayan şemalar” hakkında konuşma­
kimya ilkeleri geçerlidir. Yine de birbirinden açık­
ya bir o kadar zaman ayırmaktadır. Ayrıca, Ellis
ça farklı olan bu iki süreç aynı insan bedeninde
sosyal gerçekleri de ihmâl etmez. Başlangıçta
oluşur ve belirgin şekilde ayrı olan işlevlerine
bile (Ellis, 1962) sosyal becerileri olmayan bi­
karşın uyum içinde çalışırlar.
Benzer şekilde insan kişiliği, her biri farklı ve kendi rini, (sadece, diğerlerini lafa boğma konusunu
dünyasında olmasına karşın birlikte hareket eden, görü­ pek dikkate almamaya teşvik etmekten çok)
nürde ayrı süreçlerin karmaşık etkileşimiyle uyum içinde ilişkileri geliştirmek amacıyla diğerleriyle nasıl
çalışabilir. Böylece, aynı bireyin bir ara, bastırılmış çelişki, daha iyi etkileşim sağlayacağı konusunda eğit­
koşullu tepki, uyumsuz benlik imgesi ve mantıkdışı biliş­ meyi savundu.
lerden rahatsız olması ve nerdeyse, her biri uygulandığı Bütünleştirici bir bakış açısıyla, bu bir ge­
sistemle uyumlu olan farklı müdahalelerin sorumluluğunda
lişme gibi görülebilir, ancak Haaga ve Davison
bulunan bu işlev bozuklukların her birinin psişik eylemin
böyle bir iyimserliğin sakıncalı olabileceği ko­
yarı bağımsız sistemlerinde işleyebilmesi olasıdır. O za­
man tanı ve terapi rahatsızlığın odağı veya çok sistemli nusunda uyarır. Özellikle bütünleştirme araştır­
psişenin hangi bölüm veya bölümlerinin etkilendiğiyle ilgi­ maya dayanmıyorsa (ve öyle olmadığını iddia
lenir hale gelebilir (1986, s. 10). ederler), böyle farklılıkları belirsizleştirerek bir
Aslında psikoterapinin bütünleşmesiyle ilgile­ şeyleri kaybedebileceğimizi öne sürerler8. Bu iki
nenlerin hepsi, kavramsal çerçevelerin bulanık­ terapinin benzersizliğini korursak o zaman iki­
laşmasının daha iyi olduğuna dair genel düşün­ sinin de belirli, güçlü yanlarını kullanan yeni bir
ceyle hemfikir değillerdir. “Kaybolan farklar her bütünleştirici terapi kurabiliriz. Örneğin, belli ko­
zaman sağlıklı bütünleşmeyi yansıtmaz” başlıklı şullardaki belli kişiler için en iyisi, belki de sosyal
bir makalede Haaga ve Davison (1991) Ellis’in gerçekleri değiştirmektir. Başka koşullarda ise
akılcı duygusal davranış terapisinin ve Beck’in değiştirilmeyen veya değiştirilemeyen sosyal
bilişsel terapisinin birçok yönden karışmaya gerçekle ilgili yorumunun değiştirilmesine odak­
başlamış olduğuna işaret etti. Örneğin, Beck, lanmayı gerektirebilir. Böyle bir bütünleştirme
aslında, nerdeyse tamamen bilişsel eğilimler ve biçimi yaratmak, (1) Akılcı Duygusal Davranışçı
bunların kişinin durum değerlendirmesini nasıl Terapi ile Bilişsel Terapi arasındaki, en azından
bozabileceğine odaklandı. Böylece, hiç arkada­ bazı temel farlılıkları korumayı ve en önemlisi
şı olmadığından yakınan depresif biri, bir bilim (2) ikisinin de kapsayan ikincil bir kuram geliş­
adamı gibi bu gerçeğin doğru olup olmadığını tirmek veya kullanmak ve birinin belli bir yönü
belirlemeye teşvik edilir. Tersine, Ellis kişinin ve diğerinin bir özelliği uygun olduğunda ona
“Yaptığım her işte mükemmel olmalıyım” gibi et­ özelleşmeyi gerektirir. Bu sürecin karışıklıkları
kisinde hareket ettiği inanç veya varsayımı vur­ amacımızın ötesindedir; farklı kuramlar arasın­
guladı. Halbuki, şimdi, Beck, Ellis’in “mantıkdışı da uzlaşma teşvik edilmediği zaman bazen bili­
inançlar” konusu gibi iyi bir konu sayılabilecek min isteyerek öne çıktığını söylemek yeterlidir.

8
En iyi karıştırmadan bir araya getirilen ögelerin arasındaki ayrımı yitirince
kaybolanı tanımlamak için eski bir öğrenci, salata benzetmesini kullanmıştı.
“Kişi salata malzemelerini ayrıca hazırlamayı tercih edebilir çünkü daha hızlı,
temiz ve düzenlidir. Sonra onları geniş bir kaseye koyarsınız, böylece konuklarınız
(terapistler) seçmek için teker teker tüm sebzelere (veya paradigmalar) erişebilir.
Her konuk kaseden alırken birbiriyle en iyi gidenleri, en lezzetli olanları seçer.
Salatanın havuç ve soğan melezleriyle dolu olmasını istemezdiniz.” (C.J.Getty,
kişisel yazışma, Aralık 1994)
ANAHTAR SÖZCÜKLER 581
√√

ÖZET
Bilişsel ve davranış terapileri psikolojik sıkıntıların giderilmesi için deneysel psikolojinin yöntem-
bilim ve ilkelerini uygulamaya çalışır.
Karşıt koşullamada, istenmeyen bir tepki uyandırmış olan bir uyarı varlığında bunun yerine arzu
edilir bir tepki ortaya çıkartılır. Karşıt koşullama nedeniyle bazıları sistematik duyarsızlaştırmanın et­
kili olduğuna inanır, ancak korkmuş olan hastaya korktuğunu açığa çıkartacak şekilde işleyen, korku­
nun yerine geçen bir tepkiden çok, gevşeme olabilir. Duyarsızlaştırma, kaygıyla ilişkili çok çeşitli
sorunda yararlı olmuştur.
Edimsel koşullamada, arzulanan tepkiler öğretilir; istenmeyenler de ödül ve ceza izlerlikleri uygu­
lanarak önlenir. Ödül biriktirme, edimsel koşullandırmanın, akıl hastanelerindeki şizofren hastaların
işlevselliğini artırmak amaçlı klinik uygulamasının önde gelen örneklerindendir. Diğer edimsel
teknikler de çok çeşitli çocukluk rahatsızlıklarında faydalıdır.
Model alma, kişiye, modelleri gözlemleyerek yeni tepkiler edinmesi ve eskileri unutması için
yardım etmek, korkuları elemek ve yeni karmaşık davranış şekillerini öğretmek için etkin olarak
kullanılmıştır.
Bilişsel terapiler, Ellis’in akılcı duygusal davranış terapisi ve Beck’in bilişsel terapisi gibi, duy­
gusal bozuklukların altında yattığına inanılan düşünceleri değiştirir. Bunlar, bilişin deneysel temelli
psikolojik müdahalelerde gittikçe artan önemini yansıtır. Öz-kontrol, davranışsal paradigmaya bazı
ilginç sorular sunar. Tercihinde özerk ve temkinli olan etkin ve bilinçli bir insan çevrenin etkisinden
bağımsız hareket eder.
Davranışsal tıp, psikolojik işlemleri kullanarak kötü yaşam alışkanlıklarını ve sıkıntılı ruh hali­
ni değiştirmeye; sapkın fizyolojik süreçleri kullanarak tıbbi hastalıkları önlemeye ve tedavi etmeye
çalışır. Paradoksal terapi kişiyi yardım istediği sorunlarını kötüleştirip değiştirmeye yönlendiren bir
müdahale şeklidir.
Hasta terapistle düzenli bağlantısını yitirdiğinde kazançları korumak için, kişinin başarısını
terapistin uzmanlığından çok kendi çabalarına bağlamaya teşvik etmek ve ikincil kazanç kaynaklarını
elemek gibi birçok strateji uygulanmaktadır.
Bilişsel ve davranışçı terapiyle ilgili önemli güncel konular arasında araya giren değişkenler,
bilinçdışı etkiler, ilişki etkenleri ve psikanalitik kuramın bazı kısımlarını davranış terapisine katmak
gibi uzlaşma olasılığı bulunur. Bütünleştirme konusundaki üç temel yaklaşım, teknik eklektisizm,
ortak etkenler ve kuramsal bütünleşmedir. Psikoterapideki kuramsal yaklaşımların arasındaki farkı
bulanıklaştırmanın hem üstünlükleri hem de zararları var gibi görünmektedir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
davranış terapisi bilişsel terapi (BT) paradoksal müdahaleler
sistematik duyarsızlaştırma sosyal problem çözümleme yetenek-tedavi ortak etkisi
itici uyarıcılarla terapi üst biliş
ödül (jeton) biriktirme çok yaklaşımlı terapi
bilişsel yeniden yapılandırma üçlü karşılıklılık davranışsal tıp
akılcı duygusal davranış sağlık psikolojisi
terapisi (ADDT) biyolojik geribildirim
19

Marisol Escobar “Aile”. 1962

GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ VE


TOPLUM PSİKOLOJİSİ
Çeviri: Doç. Dr. Ceylan Daş &
Doç. Dr. Buket Erkal

GRUP TERAPİSİ TOPLUM RUH SAĞLIĞI


Grup Terapisinin Temel Özellikleri Toplum Ruh Sağlığının Amaçları
İçgörü-Yönelimli Grup Terapisi Toplum Ruh Sağlığının Değerlendirilmesi
Davranışçı Grup Terapisi PSİKOLOJİK MÜDAHALELERDE
Grup Terapisinin Değerlendirilmesi KÜLTÜREL VE IRKSAL FAKTÖRLER
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ Afrika Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik
Çatışmanın Normalliği Müdahale
Bireysel Terapiden Birlikte Terapiye Latin Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale
Birlikte Terapinin Temelleri Asya Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik
Genel Konular ve Dikkat Edilmesi Gereken Müdahale
Özel Noktalar Amerikan Yerlileri ve Psikolojik
Çift ve Aile Terapisinin Değerlendirilmesi Müdahale
TOPLUM PSİKOLOJİSİ Davranışın Daha Eksiksiz Bir Bilimine
Odak: Önleme Doğru
Tutum: Beklemek Yerine Aramak ÖZET
Değerler ve “Ne Zaman Müdahale Edilir?”
Sorusu
Toplum Psikolojisinin Faaliyetleri
Toplum Psikolojisi Çalışmalarının
Değerlendirilmesi
Toplum Psikolojisinde Politik ve Etik
Faktörler
GRUP TERAPİSİ 583
√√

ilişki ile ilgili faktörlerin çözülmesine odaklanan ve bir-


Yaklaşık 20 yıldır evli olan bir çift, erkekteki sertleşme kaç hafta devam eden ek görüşmelerden sonra başarılı
probleminden dolayı terapiye başvurdu. Bu, onların 20 bir şekilde cinsel aktivitelerini sürdürdüler (LoPiccolo &
yıldır devam eden evliliklerinde hemen hemen 19 yıldır Friedman, 1985. s. 465-466).
süregelen bir problem idi. Sadece evliliklerinin başındaki
ilk birkaç ay içinde başarılı birleşmeler olmuştu. Kadın Bu bölümde 4 terapötik müdahale yaklaşımı­
doyuma ulaşamıyordu ve hayatı boyunca da hiçbir uyarıl-
nı gözden geçireceğiz. Bu yaklaşımlar arasında
ma biçimi ile doyuma ulaşamamıştı. Buna rağmen seksten
çok hoşlandığını ve kocasının bu sertleşme problemi yü-
pek çok açıdan önemli farklılıklar olmakla birlik­
zünden derin bir hayalkırıklığı yaşadığını belirtiyordu. te, zamanın daha etkili biçimde kullanılmasına
Bu çiftin tedavisinde Masters ve Johnson’un önerdik- olanak sağlamaları ve önceki iki Bölümde söz
leri teknikler ile çok çabuk ilerleme kaydedildi. Karısının edilen teke tek uygulanan yaklaşımlara nazaran
eşinin cinsel organını elle uyarması yoluyla çok çabuk daha ekonomik olmaları açılarından da benzer­
sertleşme ortaya çıkmaya başladı. lik göstermektedirler. Kuşkusuz bu yaklaşımla­
Kadın da hem mastürbasyon yaparak hem de kocası- rın seçilmesindeki tek neden ekonomik olmaları
nın eliyle ve oral yolla cinsel organını uyarması yoluyla
değildir. Her tedavi etkili bir yardımın sağlanma­
doyuma ulaştı. Haftada bir kere yapılan 10 terapi sean-
sı sonucunda normal birleşme gerçekleştirildi. İlişki sı- sını hedefleyen belirli bir mantığa dayanarak
rasında her iki eş de doyuma ulaşıyordu. Yani bu çift 10 geliştirilmiştir. Grup terapisinde belli sayıdaki
seansta “tedavi” olmuştu. hastalara aynı zamanda yardım verilir; çift (ev-
Bu noktada, beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Böy- lilik) ve aile terapisinde görüşmeye eşler ve
le bir başarıdan sonra çiftin birleşmeye devam etmesi bazen de çocuklar birlikte katılırlar; toplumsal
beklenirken, sonraki birkaç hafta boyunca çift tüm cin- psikoloji hastalıkların ve davranış problemle­
sel aktivitelerini durdurdu. Terapistin dikkatli araştırması
rinin başlamasını önlemek amacıyla toplumun
sonucunda ortaya ilginç bir tablo çıktı. Öncelikle erkek
karısından uzak ve mesafeli olmaya aşırı bir ihtiyaç duy- çeşitli kesimlerine müdahalelerde bulunur ve
maktaydı. Karısı tarafından hükmedilmekten ve kontrol toplumsal ruh sağlığı ise ekonomik açıdan
edilmekten çok korkuyordu ve yakınlaşmaktan çok rahat- daha dar gelirli kişilerin ruh sağlığı hizmetlerine
sız oluyordu. Annesinin aşırı kontrolcü, manipülatif ve (yatısız veya yatılı) daha kolay ve daha ekono­
çok karışan bir kişi olması nedeniyle annesiyle oldukça mik bir şekilde ulaşabilmelerine yardımcı olur.
bozuk bir ilişkisi olmuştu ve bu, çocukluğundan yetişkin-
liğine kadar böyle devam etmişti. Sertleşmenin olmaması,
karısını kendinden uzak tutabilmesine ve onun ilişkideki GRUP TERAPİSİ
mahremiyet, bir birey olma ve otonomi gibi ihtiyaçlarını
karşılamasına imkân sağlamıştı. Grup terapisi, ilk olarak 1905 yılında Ameri­
Kadının durumu araştırılırken, kadının açık ifadeleri- ka Birleşik Devletleri’nde bir stajyer doktor olan
ne rağmen terapist kadının seks hakkında çok çelişkili bir Joseph H. Pratt’ın tüberkülozlu hastalar ile bir
tutuma sahip olduğunu saptadı. Sekse karşı aşırı derecede
grup oluşturması ile başlamıştır. Pratt’ın bu has­
olumsuz tutumları olan bir ailede yetişmişti. Her ne ka-
dar kendisi ailesindeki bu olumsuz tutumlarla bağlantılı
talara psikolojik destek sağlamak için grup tera­
öğretileri ergenlik döneminin sonundan itibaren reddet- pisini kullanmasının amacı, tüberkülozun salgın
tiğini belirtse de, bu reddetme yüzeysel olmuş ve entelek- bir hastalık olması ve bununla paralel olarak bu
tüel düzeyde kalmıştı. Duygusal olarak halen kendi cinsel hastaların toplum tarafından dışlanıyor olmala­
duygularını kabul etmekte büyük zorluk çekiyordu. Eğer rıdır. Pratt grup terapisi uygulaması ile ekono­
kendisine seksten hoşlanma iznini verirse, cinsel dürtü- mik nedenlerden dolayı bireysel olarak yardım
lerini kontrol edemeyeceği korkusunu taşıyordu. Dolayı- alamayacak hastaları tedavi etmiştir. Pratt’ın bu
sıyla kocasındaki sertleşme sorunu onu cinsellikle ilgili
yaklaşımı, sağlık hizmetleri kaynaklarının daha
kendi korkularına karşı koruyordu. Öte yandan, kocasının
bu 19 yıldır süren sertleşme problemi, onu ilişkide daha etkili bir biçimde kullanılmasına olanak sağlamış
güçlü bir pozisyona getirmişti. Sık sık kocasına onu cinsel ve daha sonra yatarak tedavi olan ruh sağlığı
açıdan hayal kırıklığına uğrattığı için kendisine çok şey bozuk kişilere de uygulanmıştır. 1925 yılından
borçlu olduğunu hatırlatıyordu. Böylece bütün tartışma- itibaren grup terapisi yatısız tedavi olan hasta­
larda o galip geliyor ve kocasına her istediğini yaptıra- lara da uygulanmaya başlanmıştır.
biliyordu. 1930’lu yıllarda, belki de bir yandan Büyük
Bu çiftin cinsel işlev bozukluğunun çok hızlı olarak
Ekonomik Çöküntü, bir yandan da Başkan
çözümlenmesi, hem her ikisinin kişilik özelliklerini hem
de ilişki biçimlerini tehdit etmişti. Bir kere başarılı olduk-
Franklin Roosevelt’in ortak hareket etmenin ya­
tan sonra birleşmeye devam etmemelerinin nedenlerinin rarını vurguladığı New Deal yaklaşımı nedeniy­
araştırılması sırasında, cinsel sorunları ile evliliklerinin le, grup terapisinin gelişimi de hızlanmaya baş­
yapısı arasındaki bağlantının farkına vardılar. Bireysel ve lamıştır. Parasızlık nedeniyle insanlar çözümü
584 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

grup çalışmalarında aramaya yönlenmişlerdir. mını göz ardı etmektedir. Örneğin, grupta bir­
1948’de Samuel Slavson bugünkü grup tera­ birini tanıyan hastalar arasında çok çeşitli etki­
pilerinin gelişmesinde önemli bir etkiye sahip leşimler yaşanırken, bireysel terapide etkileşim
olan Amerikan Grup Psikoterapisi Derneğini sadece hasta ve terapist arasında olmaktadır.
kurmuştur (Wong, 1995). Grup terapisi uygula­ Buna ek olarak, bireysel terapi kuramları kişi­
maya başlayan terapistler, grup terapisinin bir­ lerarası süreçlerden çok içsel psişik süreçlere
çok hasta için bireysel terapi kadar iyi sonuçlar dayanmaktadırlar. Bu bireysel-içsel psişik ve ki­
verdiğini görmüşlerdir (Wolf & Kutash, 1990). şilerarası yaklaşımlardaki farklılıklar daha son­
Vinogradov ve Yalom (1989), Harry Stack ra söz edeceğimiz çift ve aile terapilerinde çok
Sullivan’ın yazılarını kaynak göstererek (Bölüm önemli bir rol oynamaktadırlar.
17’ye bakınız) grup terapisinde genel olarak ya­
rarlı gördükleri noktaların altını çizmişlerdir. Sul­ GRUP TERAPİSİNİN TEMEL
livan, kişiliğin hemen hemen tamamının insan­ ÖZELLİKLERİ
lar arasındaki ilişkilerin bir ürünü olduğunu ve
Terapi amaçlı bir grup oluştururken birkaç
psikopatalojinin bu ilişkilerden ya da insanların
noktaya dikkat edilmesi gerekir (Wong, 1995).
bu ilişkilerle ilgili algılarındaki çarpıtmalardan
• Hastaların seçimi. Hangi hastaların grup te­
kaynaklandığını belirtmektedir. Bu bakış açısı­
rapisi için uygun olmadığını tespit etmek, han­
na göre, tedavi kişilerarası çarpıtmaların düzel­
gilerinin uygun olduğunu tespit etmekten daha
tilmesine yönelik olmalıdır. Sullivan’ın bireysel
kolaydır. Bazı özel gruplardan fayda görseler
terapi ile ilgili bu görüşlerine paralel olarak, Vi­
bile, genel olarak akut psikoz veya depresyon,
nogradov ve Yalom da grup terapisini tercih et­ psikopati ve madde kötüye kullanımı gibi prob­
tiklerini belirtmişlerdir, çünkü kişilerarası çarpıt­ lemleri olan hastalar grup terapisi için uygun
ma ve ilişkilerin en etkili biçimde grup tarafından değildirler. Yatan hastalardan oluşan gruplarda
oluşturulan “kişisel arena” da ele alınabileceği grup üyelerinin seçiminde esnek olmak zordur,
kanısındadırlar. çünkü genellikle bütün yatan hastalar gruplara
Grup terapistlerinin çoğu kendi tedavi yön­ katılmaktadırlar. Yatısız izlenen hastalarla oluş­
temlerinin özellikle belirli amaçlara ulaşabilmek turulan gruplarda terapist grup üyelerinin seçi­
için en uygun yöntem olduğuna inanırlar. Grup minde daha çok kontrole sahiptir.
üyeleri, dikkat bir başka üyenin üzerinde yoğun­ • Hastaların hazırlanması. Birçok grup terapis­
laştığında daha da çabuk öğrenebilirler. Grup­ ti grup başlamadan önce, gruba katılacak kişile­
larda şaşırtıcı biçimde güçlü bir sosyal baskı ri en düşük düzeyde de olsa tanımayı yeğlerler.
vardır. Bireysel terapide terapist danışanına Bu hem grup üyelerinin seçimi açısından ya­
davranışının düşmanca göründüğünü (böyle bir rarlıdır, hem de terapistin üyelere grupta uyul­
amaçla yapılmamış olsa da) söylediğinde danı­ ması gereken kurallar hakkında bilgi vermesine
şan bu mesajı reddedebilir ama grup terapisin­ olanak sağlayarak (örneğin grupta konuşulan­
de eğer terapistin bu yorumu 3-4 kişi tarafından ların başkalarına anlatılmaması gerektiği, grup­
da onaylanırsa, danışanın bu mesajı gözar­ ta saldırgan davranışlarda bulunulamayacağı
dı etmesi daha zor olur. Ayrıca Pratt’ın orijinal gibi), üyelerin grup sürecine hazırlanmalarına
gruplarında olduğu gibi, birçok insan için baş­ yardımcı olur. Üyelerin grup sürecine hazırlan­
kalarının da kendilerininkine benzer problemleri maları tedavinin başarılı olabilmesi açısından
olduğunu görmek rahatlatıcı ve destekleyicidir. en önemli faktörlerden biridir. Üyelerin daha
Bireysel terapide kullanılan tekniklerin pek önceden grup sürecine hazırlandığı gruplarda
çoğu grup terapisinde kullanılabilir ve kullanıl­ terapiyi bırakma oranının daha düşük olduğu,
maktadır. Örneğin psikanalitik gruplar (Slav­ yapıcı olmayan sessizliklerin daha az yaşandığı
son, 1950; Wolf, 1949), Geştalt grupları (Perls, ve daha iyi sonuçlar alındığı gözlenmiştir (Bed­
1969), danışan merkezli gruplar (Rogers, 1970), nar & Kaul, 1994).
davranışçı terapi grupları (Heimberg & Juster, • Görüşmelerin sıklığı ve süresi. Grup genel­
1994; Lazarus 1968a; Paul & Shannon, 1966) likle haftada bir kez ve 1 ile 2 saat arasında de­
ve pek çok farklı gruplar vardır. Bazı araştırma­ ğişen sürelerde toplanır. Yatan hasta grupları­
cılar grup terapisinin bireysel terapi kuramı üze­ nın süresinin daha kısa olması gerekir, çünkü
rine oturtulmasının zararlı olduğunu savunurlar bu hastalar yatısız tedavi gören hastalara göre
(Bednar ve Kaul, 1994), çünkü bireysel terapi daha ağır durumdadırlar ve uzun seansları kal­
modeline göre yapılan grup terapisi grup orta­ dıramazlar.
GRUP TERAPİSİ 585
√√

• Bağlılık. Üyeleri arasında bağlılık (cohesion) birleriyle görüşmektedirler (Sultenfuss & Geczy,
olan gruplarda, yani üyelerin kendilerini gruba 1994).
ait veya bağlı hissettikleri gruplarda, üyelerin Grup terapileri çocuklar ve ebeveynlerine,
gruba daha rahat ve tam olarak katılacakları ergenlere, çeşitli tıbbi hastalıkları olanlara, yaş­
ve terapötik müdahalelere daha açık olacakla­ lılara ve onlara bakım verenlere, çocuklarını kö­
rı varsayılmaktadır (Bednar & Kaul, 1994). Bu­ tüye kullanan ailelere, suçlulara, eşcinsellere ve
nunla birlikte bağlılığın etkinliği konusunda ya­ hastahanede yatan hastalara uygulanmaktadır
pılan görgül çalışmalar çelişkili sonuçlar ortaya (Lubin, 1983). Şimdi gruplarla ilgili kuramlar ve
koymaktadır. uygulamalar hakkında bir fikir verebilmek umu­
• Sonlandırma. İdeal olarak grup, tüm üyeler duyla birkaç grup psikoterapisi yaklaşımını in­
terapötik amaçlarına ulaştıkları zaman sonlan­ celeyeceğiz ve bu grupların etkinlikleri ile ilgili
dırılır, ancak bu çok nadir rastlanılan bir durum­ kanıtları gözden geçireceğiz.
dur. Grubun ne zaman sonlanacağının belirlen­
mesinde genellikle sağlık sigortası şirketlerinin İÇGÖRÜ-YÖNELİMLİ GRUP
ortaya koyduğu kısıtlılıklar, yeterli sermaye ol­ TERAPİSİ
maması, üyelerin o bölgeden ayrılması, terapis­
tin-öğrencilerin mezun olması veya klinikteki bir
başka rotasyona gitmeleri gibi terapi dışındaki PSİKANALİTİK GRUP TERAPİSİ
faktörler de önemli bir rol oynamaktadırlar. Te­ Amerikan Grup Psikoterapi Derneği’nin 1957
rapinin sonlandırılışı mutluluktan, kendini terk yılında yapılan yıllık toplantısında tanınmış psi­
edilmiş hissetmeye kadar pek çok duygunun or­ kanalitik kuramcı Lawrence Kubie ile psikanalitik
taya çıkmasına yol açabilir ve bu duygular grup­ çerçevede çalışan iki öncü grup terapisti Foul­
kes ve Grotjahn arasında bir tartışma olmuş­
taki konuşmaların ana temasını oluşturur.
tur. Bir yıl sonra International Journal of Group
• Yatan hasta ortamına karşı yatısız izlenen
Psychotherapy de yayınlandığına göre, Kubie
hasta ortamı. Yukarıda sözü edilen birçok nokta
gruplarda psikoanalizin yararlı olamayacağını,
yatısız tedavi gören hasta grupları için geçerli­
çünkü grupta terapiste olan aktarımın kuvvetli
dir. Yatan hastalarla yapılan gruplar yatısız iz­
olmayacağını iddia etmiştir. Kubie’nin bu görü­
lenen hastalarla yapılan gruplardan birkaç açı­
şüne karşı çıkan Foulkes ve Grotjhan 1938 yı­
dan farklılık gösterir. Tipik olarak, yatan hasta
lında başlattıkları çalışmalarını Alexander Wolf
grupları hastaların her gün buluştuğu, çok hızlı
un psikanalitik grup çalışmaları üzerine temel­
değişim gösteren ve yatısız izlenen hasta grup­
lendirmişlerdir. Foulkes ve Grotjhan’ın bu karşı
larına nazaran daha heterojen bir yapıya sahip
çıkışları, bazıları tarafından “psikoterapideki tek
gruplardır. Yatan hastaların bu gruplara katılımı
etkili yöntem olarak görülen bireysel psikanali­
zorunlu tutulduğundan, bu hastalar yatısız izle­
zin yenilmezliğine bir darbe vurulduğu” şeklinde
nen hastalara nazaran daha çelişkili duygulara
yorumlanmıştır (Sager, 1990, s. xi)1. Bu dönem­
sahiptirler. Yatan hastalar, yatısız izlenen hasta­
den itibaren analitik yönelimli terapistler birey­
lara nazaran daha ağır derecede rahatsızdırlar
sel psikanaliz ve psikodinamik terapinin bazı
ve antipsikotik ya da antidepresan ilaçlar etkili
kavram ve yöntemlerini gruplara uyarlamaya
olmadığı zaman, gruba anlamlı bir şekilde katıl­
başlamışlardır.
maları giderek zorlaşır. Yatan hasta gruplarında
Psikanalitik grup terapistleri Freud’un ak­
hastaların hastalanmadan önceki işlevsellikle­
tarım, serbest çağrışım, rüya analizi, direnç,
rini yeniden kazanmaları, hastaneden çıkış ve
bilinçdışı, geçmişin önemi gibi kavram ve yön­
yatısız tedaviye hazırlanabilmeleri üzerine odak­
temlerini kullanarak hastaların içsel süreçlerini
lanmaya çalışılır. Ama genellikle hastalardan
anlayabilmelerine yardımcı olmaya çalışırlar.
birinin kötü davranışları ya da servis psikoloğu
Bazı terapistler (örn., Wolf & Kutash, 1990)
ya da psikiyatrından randevu almanın güçlük­
gruptaki her üyenin psikodinamikleri üzerine
leri gibi serviste ortaya çıkan sorunlar üzerinde
odaklanırken, bazıları (örn., Bion, 1959; Foul­
konuşulur. Grup liderleri yatısız izlenen hasta­
kes, 1964) da grubun terapiste olan aktarımında
larla çalışan grup liderlerine nazaran daha aktif
da ortaya çıktığı gibi, grubun ortak (kollektif) psi­
bir rol üstlenirler ve hastaları gruba katılmaları
kodinamiği üzerine odaklanırlar. Bazen terapist
için daha fazla desteklerler. Son olarak, yatısız
izlenen hastalardan farklı olarak yatan hastalar 1
Aynı dönemde bireysel psikoterapi; Bölüm 18’de bahsedilen davranışçı ve bilişsel
yaklaşımlarla Bölüm 17’de bahsedilen insancıl ve varoluşçu yaklaşımları da
aynı yerde yaşadıklarından grup dışında da bir­ kapsayacak şekilde genişlemiştir.
586 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

grup çalışmasına başlamadan önce tüm grup yıllarda, sadece DSM tanısı almış kişiler için de­
üyeleriyle uzun süre bireysel olarak psikanaliz ğil, tanı ölçütlerinin dışında kalan kişiler için de
ya da psikanalitik yönelimli terapi yaklaşımıyla kendini daha iyi anlamak ve diğer insanlarla dü­
çalışmış olabilir. Katılımcıların söyledikleri ile il­ rüst ve açık ilişkiler kurmak önem kazanmıştır.
gili olarak sadece terapist değil diğer üyeler de Bu dönemde T-grupları Geştalt terapi ve diğer
yorum yaparlar. Tüm psikanalitik yaklaşımlarda yaklaşımlardan etkilenmeye başlamıştır. Dar
ortak olan inanç şudur: kişinin kendini daha iyi kapsamlı olarak bakıldığında T-grup uygulama­
anlayabilmesi ve daha derin bir duygusal deği­ ları terapötik olarak kabul edilmemektedirler,
şimin ortaya çıkabilmesi ancak grup ortamında çünkü bu gruplar psikiyatrik rahatsızlığı olanlar
mümkün olabilir ve grup yaşantısı bu iyileştirici için değildir. 1960 ve 1970’li yıllarda çok popüler
psikanalitik süreçleri kolaylaştırır. Psikodinamik olan T-grupları bugün popülaritesini kaybetmiş­
grup terapisinin Bölüm 17’de anlatılan bireysel tir. Bununla birlikte, biz bu T-gruplardan burada
kısa dinamik terapiden sonra yapılması çok söz etmek istedik, çünkü bugün yapılan pek çok
yaygın bir uygulamadır. terapi grubunda, bu grupların bazı özelliklerin­
den yararlanılmaktadır. Üstelik insanların stres
DUYARLILIK EĞİTİMİ VE ETKİLEŞİM yaratan sorunlarına yardımcı olmaya çalışan
GRUPLARI çeşitli dini ve laik uygulamalarda da T-grupların
Birkaç sene önce Aronson (1972) duyarlılık ilke ve fikirleri kullanılmaktadır (Wong, 1995).
eğitimi veya T-gruplar (T, “training” yani eği­ T-grupları orijinal olarak 1947 yılında uy­
tim anlamında kullanılmaktadır) ile daha radi­ gulanmaya başlamış ve Bethel, Maine’de dü­
kal olan ve özellikle kuzey kıyısında 1960’larda zenlenen küçük grup dinamikleri konferansları
Perls’in de yaşadığı Esalen Enstitüsü gibi yer­ yoluyla Ulusal Eğitim Laboratuvarı kurulmuş­
lerde daha popüler olan etkileşim (encounter) tur. Bu çalışmalara Massachusetts Teknoloji
grupları arasındaki farklılıklarla ilgili şöyle bir Enstitüsü’nde (M.I.T) meşhur bir sosyal psiko­
öneride bulunmuştur: T-gruplarında daha çok log olan Kurt Lewin ve arkadaşları tarafından
sözel yaklaşım kullanılmakta; pek çok etkileşim hız kazandırılmıştır (Lubin, 1983). Amacı, gru­
grubunda uygulanan fiziksel temas, dokunma ba katılanların hem kendilerinin diğer insanlar
egzersizleri ya da duyguların kısıtlanmadan ifa­ ile ilgili duygularının, hem de diğer insanlar
de edilmesi gibi yöntemlerden kaçınılmaktadır. üzerinde bıraktıkları etkilerin farkına varmala­
Aranson’un bu ayırımı herkes tarafından rını sağlama yoluyla, idarecilerin iş etkinliğini
kabul görmemiştir. Örneğin Rogers (1970), en üst dereceye çıkarabilmek olan bu gruplara
1946’da Chicago Üniversite’sinde verdiği danı­ endüstri alanından kişiler katılmıştır. O zaman­
şan eğitiminde kişisel büyümenin ve kişilerarası dan beri pek çok kişi, hatta kuşkusuz bu kitabı
iletişimin düzeltilmesinin önemini vurgulayarak, okuyanlardan bazıları da, bu tür gruplara katıl­
etkileşim gruplarının gelişimi üzerinde durmuş­ mıştır. Yıllar içinde bu gruplardaki odak noktası
tur. Biz de Rogers’ın T-gruplar ile etkileşim grup­ grup dinamiklerinden bireysel büyüme ve kişi­
larının birbirinden ayırt edilmesinin mümkün ol­ nin kendi potansiyelini tamamen kullanmasına
madığı görüşüne katılmaktayız. doğru değişmiştir.
Halkın ikiyüzlülüklere ve devletin ileri gelen­ Tipik olarak, grup üyeleri diğer üyelerde
lerine karşı çıkmaya başladığı çalkantılı 1960’lı “burada” ve “şimdi” kurdukları ilişkilere odak­

Dokunma egzersizlerinin
kullanılması ve duyguların
ifade edilmesinin vurgulanması
etkileşim gruplarını
T-gruplarından ayıran
özelliklerdir.
GRUP TERAPİSİ 587
√√

lanmaları için desteklenirler. Genellikle kişilerin


Kişinin dünyası Alıcının dünyası
etkileşim ve T-gruplara yönelmelerinin nedeni
yaşamlarının sorunlarla dolu olması değil, sanki
K1 Duygular
bir şeyleri kaçırıyorlarmış ya da yakın ve yoğun Algılanan –sözel olan
ve Olmayan-davranış
A1
şeyler yaşayamıyorlarmış gibi hissetmeleridir.
Bazı kişilerin bu gruplara katılma nedenleri ise
gelecekte karşılaşmaktan korktukları, özellik­
le çift ya da evlilik problemleri gibi kişilerarası K2 Niyetler Duygular A2

özellik taşıyan psikolojik problemleri önleyebil­


mektir.
Genel olarak T-grupları ve etkileşim grup­
K’nin niyetinin
ları kişilerin savunmaya geçmeden, dürüst bir K3
Yapılan-sözel olan
yorumlanması
A3
ve olmayan- davranış
biçimde davranmalarının desteklendiği bir or­
tam yaratırlar. Böyle bir ortamda grup üyelerinin
geribildirim vermelerine ve almalarına, diğerle­ K’nin bir insan olarak
A4
değerlendirilmesi
rinden nasıl etkilendiklerini ve onları nasıl etki­
lediklerini görebilmelerine, kendi ve diğerlerinin
davranışları ile ilgili neler hissettiklerini incele­ Şekil 19.1. İki-kişinin etkileşimindeki farklı düzeylerdeki
iletişimin şematik olarak gösterilmesi. Aronson (1972) den
yebilmelerine yardımcı olunur. Sonuçta kendile­ sonra.
rinin ve diğerlerinin daha fazla farkına varmaları
ve kabul etmeleri beklenir. rinde aşırı durulduğunda konunun akışını de­
ğiştirerek, dikkati o kişiden uzaklaştırırlar. Kendi
İLETİŞİM DÜZEYLERİ Şekil 19.1 ikili veya istek ve fikirlerini katılımcılara dayatmamak için
iki-kişinin etkileşimini şematik olarak göstermek­ her çabayı gösterirler ama grup içindeki güçlü
tedir (Aranson, 1972). Günlük yaşamımızda ge­ pozisyonlarının da farkındadırlar. Ne yazık ki
nellikle diğer insanlara sözel olan veya olmayan etkileşim ve T-gruplarda ortaya çıkan kötüye
davranışlarda bulunduğumuz K3 düzeyinde yer kullanımlar, eğiticilerin bu güçlerini ustaca kulla­
alırız. Genellikle alıcı kişi bizim K3 düzeyindeki namamalarından kaynaklanmaktadır.
davranışımıza A4 düzeyinde tepki vererek bizi
değerlendirir. Pek çok noktada yanlış yargıla­ FARKLILIKLAR Duyarlılık ve etkileşim
malar ortaya çıkabilir. Örneğin alıcı A3 düzeyin­ grupları pek çok açıdan farklılık gösterirler.
de K’nin niyetini yanlış yorumlayabilir. Bir kişi Rogers’cı gruplar Bölüm 17 de anlatıldığı gibi,
arkadaşına (alıcıya) karşı sıcak duygular (K1) bireysel danışan merkezli terapi yaklaşımını te­
beslese de, bu duygularını ifade etmede güçlük Synanon madde bağımlıları tedavisinde kullanılan en eski
çekebilir ve dolayısıyla K3 düzeyinde alaycı bir yatılı tedavi merkezlerinden biridir. Madde bağımlılarının
sorunlarıyla dürüst olarak yüzleşebilmeleri için doğrudan ve
ifade ortaya koyabilir. Bu durumda alıcı K’nin ni­ genellikle gaddarca bir yol izlenir.
yetini sıcak duygularını ifade etme isteği olarak
değil, kendisini incitme isteği olarak yorumlaya­
bilir (A3). T-gruplarda desteklenen açık tartış­
malar olmadığı takdirde, alıcı bu kişiyi terbiye­
siz olarak değerlendirerek reddedecek (R4), bu
kişinin kendisine karşı sıcak duygular beslediği­
ni (K1) ancak bu duygularını uygun bir şekilde
ifade etmeyi bilmediğini (K3) anlayamayacaktır.
Doğru bir şekilde yapılan T-gruplarda katılımcı­
lar, diğer insanlarla ilgili duygularını ve onlardan
aldıkları tepkilerle ilgili algılarını inceleyebilme­
leri için, kişisel iletişim ve tepkilerini çeşitli bile­
şenlere ayırmaları için desteklenirler. Bu konu
çift terapisi tartışılırken yine ele alınacaktır.
Deneyimli ve uzman grup liderleri grupta
bağlılığı bozan bir durum, zorlama olup olma­
dığını izlerler ve bir kişinin özel duyguları üze­
588 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

mel alırlar. Liderler büyümenin olabilmesi için a b

kişilerin duygularıyla dürüstçe yüzleşmeleri ge­ H H H H


rektiği varsayımından hareket ederek, üyelerin
duygularını netleştirmeye çalışırlar. Grup lideri
-bazen Rogers’cı terapideki “yönlendirici olma­ T H T H
ma” özelliği nedeniyle “kolaylaştırıcı” olarak da
adlandırılabilir,- Aronson’ın tarif ettiği T-grup­
lardaki liderlere nazaran daha az aktiftir. Bazı H H H H
gruplar uzun saatler boyunca, belki de tüm haf­
Şekil 19.2 a) bireysel grup terapisi ile b) üyeler arasındaki tüm
ta sonu boyunca hiç uyumadan ya da çok az etkileşimlerin önemli sayıldığı grup terapisi arasındaki farklılık.
uykuya izin verilerek yürütülür. Bu tür maraton­ Oklar iletişim ve etkileşim çizgilerini göstermektedir. T terapist,
larda (Bach, 1966; Mintz, 1967; Stoller, 1968) H hasta için kullanılmıştır.
yorgunluk ve uzun süreli olarak belirli sosyal ya sahip olmaları şartıyla). Bu şekilde ele alı­
koşullara maruz kalınması nedeniyle, üyelerin nabilecek korkular için sınav kaygısı (Nawas,
savunmalarının zayıflaması hedeflenir ve ka­ Fishman & Pucel, 1970), yılan fobisi (Ritter,
tılımcılara daha açık ve samimi olmaları için 1968), toplum içinde konuşma kaygısı (Paul &
yardımcı olunur. Synanon ve diğer yatılı madde Shannon, 1966) ve sosyal kaygı (Wright, 1976)
kötüye kullanımı tedavi merkezlerinde yapılan örnek verilebilir.
etkileşim grupları, daha doğrudan hatta bazen Davranışçı tekniklerin kullanıldığı gruplarla
daha gaddar yüzleştirilmelerin kullanılması ne­ kilo kaybetmede (Wollersheim, 1970), sigarayı
deniyle farklılık gösterirler. Bu uygulamaların bırakmada (Koenig & Masters, 1965) ve öfke
temelinde madde kötüye kullanımında kişilerin kontrolünde olduğu gibi (J. Rose, 1996), hasta­
problemleri ile yüzleşebilmelerine ve yaşam­ hanede yatan kronik şizofrenlerin konuşma ça­
larının sorumluluğunu alabilmelerine yardımcı balarını pekiştiren (Liberman, 1972) gruplarda
olabilmek için, savunmalarının hızlı ve güçlü da başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Bu tür uygu­
bir biçimde yıkılması gerektiği varsayımı yer al­ lamaların grup terapisi olup olmadığı tartışılabi­
maktadır (Casriel, 1971). lir. Bununla birlikte bu tür özel bir amaca yönelik
gruplarda üyelerin birbirlerine önemli derecede
DAVRANIŞÇI TERAPİ GRUPLARI cesaret ve sosyal destek verdikleri görülmekte­
dir.
GRUPLARDAKİ BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ
DAVRANIŞÇI TERAPİ SOSYAL BECERİ EĞİTİMİ GRUPLARI
Sosyal beceriler kişilerarası ilişkilerde ben­
zer zorlukları olan (örneğin iş görüşmesi bece­
Davranışçı grup terapisinin öncülerinden
rileri, sohbet etme veya karşı cinsle flört etme
olan Arnold Lazarus (1968a) yıllar önce, dav­
becerileri gibi) kişilerden oluşan gruplara öğre­
ranışçı terapistlerin özellikle terapinin etkinliği
tilebilir (Rose, 1991). Tedavi hızının her üyeye
açısından bireysel görüşmelerden çok, aynı
uygun olabilmesi için, gruba katılacak kişilerin
problemden şikayetçi olan kişileri grup halinde
benzer düzeyde zorluk çeken kişiler olmasına
tedavi etmeyi tercih edebileceklerine dikkat çek­
özen gösterilir (Bartzokis, Liberman & Herhol­
miştir. Bireysel terapide terapist ile hasta ya da
zer, 1990; Kelly, 1985). Üyeler hep birlikte öğ­
danışan arasındaki etkileşim vurgulanmaktadır
rendikleri becerilerle ilgili provalar yaparlar ve
(Şekil 19.2a)2. Daha sonraları Rose (1991) da
böylece davranışların değiştirilmesinde birbir­
temelini bireysel terapiden alan grup terapisinin
lerine yardımcı olurlar. Grup üyeleri karşılıklı
daha etkili olduğunu belirtmiştir.
etkileşim halinde olduklarından, sadece terapist
Grup duyarsızlaştırması (Lazarus, 1961) bu
ile hasta arasında değil, tüm katılımcılar ara­
bireyselleştirilmiş yaklaşım açısından iyi bir ör­
sında bir iletişim söz konusudur (Şekil 19.2b).
nektir. Tek bir terapistin grup üyeleri için fark­
Örneğin, depresif kişilerden oluşan gruplarda
lı hiyerarşiler oluşturarak tüm gruba derin kas
üyelerin diğer insanlardan daha fazla pekiştir­
gevşetmesi öğretmesi terapiste zaman kazan­
me alabilmelerini sağlayacak sosyal becerilere
dırır (kuşkusuz tüm grup üyelerinin aynı korku­
odaklanılırken (Lewinsohn, Weinstein & Alper,
Genellikle Geştalt terapi gruplarında da aynı şey söz konusudur. Terapist belli bir 1970; Teri & Lewinsohn, 1986), şizofrenik ve
2

zaman için üyelerden biri ile çalışırken üye belli bir koltuk ya da yastık üzerinde
oturur ki bu oturduğu yere “sıcak koltuk” adı verilir. ciddi derecede duygudurum bozukluğu olan
GRUP TERAPİSİ 589
√√

hastalardan oluşan gruplarda hastaların hasta­ Lazarus’un girişkenlik eğitimi grupları ile daha
neden çıktıktan sonra yaşayacakları kişilerarası önceden bahsedilen duyarlılık eğitimi grupla­
ilişkilerle nasıl başa çıkabilecekleri ile ilgili be­ rı arasında bazı benzerlikler vardır, ancak bu
ceriler üzerine odaklanılır (Hayes ve ark., 1995; gruplar arasındaki en önemli fark, Lazarus’un
Liberman, DeRisi & Mueser, 1989). seanslar arasındaki sürede yapılan aktivitelere
verdiği önemdir. Üyeler daha sonra grup ortamı
GİRİŞGENLİK EĞİTİMİ GRUPLARI dışında yapacakları değişiklikler için grup içinde
eğitilirler. Her ne kadar T-gruplarda da benzer
Çok önemli sosyal becerilerden biri de giriş­
şekilde kişilerin günlük yaşamlarını değiştirme­
ken (atılgan) olmaktır. Lazarus aynı cinsiyette
lerine yardımcı olunması hedeflenmekteyse de,
olan 10 kişi ile girişkenlik eğitimi grupları oluş­
turmuştur. İlk toplantıda öncelikle girişken olma­ bu gruplarda üyelerin gruplar arasında geçen
manın sosyal yaşamda yol açtığı sorunlardan sürelerde ne yaptıkları üzerinde sistematik ola­
başlayarak, grubun genel olarak amaçları üze­ rak durulmaz.
rinde durulur. Lazarus aynı zamanda problem­
lerin çözümünde işbirliği içinde çalışılabilmesi BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI GRUPLAR
açısından da grubun iyi bir ortam oluşturduğunu Beck ve Ellis’in bilişsel davranışçı yakla­
belirtmektedir. Rogers’in gruplarında olduğu gibi şımları grup için uyarlanmış ve sosyal beceri
bu gruplarda da dürüst ve kabul edici bir ortam eğitimi ile birleştirilerek, panik (Neron, Lacroix
sağlanır ve grup üyelerinin yapıcı eleştirilerde & Chaput, 1995), çocuk cinsel kötüye kullanım
bulunmaları ve yeni beceriler kazanabilmek için travması sonrası etkileri (Sinclair ve ark. 1995),
gayret göstermeleri desteklenir3. Üyeler kendi­ obsesif-kompulsif bozukluk (Kobak, Rock ve
lerini kısaca tanıtırlar, diğer üyeler özür diler gibi Greist, 1995), sosyal fobi (Albano ve ark., 1995;
yapılan tanıtımlar başta olmak üzere, bu tanı­ Heimberg & Juster, 1994) ve ergenlerin riskli
tımlarla ilgili görüşlerini bildirirler. cinsel davranışları (St. Lawrence ve ark., 1994)
Daha sonra üyelere belli bir durum anlatılır ve gibi sorunların tedavisinde kullanılmıştır. Akılcı
girişken tepkilerin neler olabileceği sorulur. Te­ duygusal davranışçı grup terapisi aynı zaman­
rapist bu durumu kısa bir oyun haline getirir ve da çocuk cinsel suçluların tedavisinde (Whitford
böyle bir durumda nasıl girişken olunabileceğini & Parr, 1995) ve 1970 başlarından beri feminist-
gösterir. Grup üyeleri çiftler ya da daha geniş yönelimli gruplardaki kadınlara depresyon, cin­
gruplar halinde sıra ile bu oyunu oynarlar. Te­ sel işlev bozuklukları, yaşlanma, bağımlılık, oto­
rapist ve diğer grup üyeleri girişken davranma­ rite ve risk almayla ilgili sorunların çözümünde
yı deneyen üyeye istenilen sonuca ulaşmasını kullanılmıştır (Wolfe, 1995). Bilişsel davranışçı
sağlayan ve engelleyen davranışları hakkında terapi ile psikodinamik terapi yaklaşımlarının
bilgi verirler. Bu şekilde girişken davranışlar tek­ bütünleştirildiği bir yaklaşım ise eşlerini fiziksel
rar tekrar prova edilir. Önemli noktalardan biri, olarak kötüye kullanan erkeklere uygulanmıştır
üyelerin görüşmeler arasındaki sürelerde veri­ (Pressman & Sheps, 1994).
len ödevleri nasıl yaptıklarıdır. Üyeler, ödevlerle Sosyal problem çözme de grup ortamında
ilgili olarak, günlük aktivitelerinde başarılı so­ uygulanmaktadır. Örneğin, Rose’un (1986) üni­
nuçlara yol açan ve açmayan girişken davranış­ versite kampusundaki öğrencilerle yaptığı bir
larını anlatırlar ve sonra geçmişte yaşanan ya problem çözme grubunda, üyelerin birbirlerinin
da gelecekte olması beklenen durumlarda giriş­
yaşamlarındaki zorluklara olası çözümler ürete­
ken davranabilmeleri için çeşitli rolleri denerler.
rek birbirlerine yardımcı olmaları sağlanmıştır.
Duyarlı ve becerikli bir terapist, üyelerin, diğer
“Grubun problemlerini çözme” olarak adlandı­
üyeleri kırabileceği korkusunu yaşamadan eleş­
rılan uygulamalarda, grup lideri üyeleri grupta
tirilerini ifade edebilmelerine imkân veren bir or­
meydana gelen bir sorunu, örneğin tüm konuş­
tam hazırlar. Girişkenlik grupları kronik şizofren
maların sadece belli bir kaç kişi tarafından ya­
hastaların itaatkâr ve içedönük davranışlarının
pılması gibi, çözmeye davet eder. Bu uygulama
azaltılmasında da etkili olabilmektedir (Bloom­
sırasında yaşanan grup süreci problem çözme
field, 1973).
becerilerinin geliştirilmesi için bir malzeme oluş­
3
Girişgenlik eğitimi duyguların farkına varılmasını ve desteklenmesini turmaktadır. Bu genel yaklaşım uzun yıllardan
içerdiğinden bu tür davranışçı gruplarla insancıl yaklaşımlı gruplar arasında pek
çok benzerlik olması doğaldır (Lazarus, 1971). Bu ise Bölüm 18’de sözü edilen
beri duyarlılık eğitimi ve etkileşim gruplarında
terapi yaklaşımları arasındaki uzlaşmayı gösteren bir başka işarettir. kullanılmaktadır.
590 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

GRUP TERAPİSİNİN olsa bile, bu araştırmalarda bağımsız değişken­


DEĞERLENDİRİLMESİ ler o kadar belirsiz bir şekilde tanımlanmışlar­
dır ki, bazen neyin araştırıldığını anlamak bile
Diğer terapiler gibi grup terapilerinin de çok çok zor olmaktadır. Örneğin, “davranış terapisi
parlak başarıları vardır. uygulandı” ifadesi ya da terapist Rogers’cı eği­
tim aldığı için “yapılan müdahalenin yönlendirici
“Öyle kişiler biliyorum ki etkileşim yaşantıları sayesinde
eşleri ve çocukları ile ilişkileri mucizevî bir şekilde değişti.
olmadığının” belirtilmesi, uygulanan tedavi hak­
Bazı kişilerin yaşamında ilk defa gerçek duygular payla­ kında yeterli bilgi sahibi olmamızı sağlamamak­
şıldı... Sınıflarını özel, ilgi dolu, güvenli öğrenme grupları tadır. Bununla birlikte özenle gözden geçirilen
haline getirerek öğrencilerin müfredat programına ve eği­ araştırma sonuçları ve bazı önemli kişilerin gö­
timin diğer alanlarına tam ve açık bir şekilde katılmalarını rüşleri dikkate alındığında, bazı geçici sonuçlar
sağlayan öğretmenler gördüm. Daha önce bazı iş ilişkileri­ çıkarmak mümkündür. Bunlar:
nin düzelmesini ümitsiz olarak gören iş adamları, bu ilişki­
• Genel olarak, pek çok danışan farklı grup te­
leri yapıcı bir şekle dönüştürdüler (Rogers, 1970, s. 71).
rapilerinden yarar sağlamaktadırlar ve yapılan
izleme çalışmalarına göre, bazı kişiler için bu
Özellikle çok başarılı ve saygın klinisyenler
elde edilen yararların devam ettiği görülmekte­
tarafından yapılan bu tür gözlemler, etkileşim
dir. Bununla birlikte çalışmalarda özgül olmayan
gruplarına olan inancın artmasına katkıda bu­
faktörlere yeterince önem verilmediği, örneğin,
lunmuştur. Ancak bu gözlemler pek çok davra­
plasebo kontrollerinin kullanılmadığı görülmek­
nışçı bilim adamını tatmin etmemiştir.
tedir.
Bazı eleştirmenler T-gruplara katılanların sa­
• Grup terapisine katılma ile ilgili genel beceri­
dece T-gruplara nasıl katılacaklarını öğrendik­
lerin öğretildiği ve grup yaşantısı ile ilgili pozitif
lerini savunmaktadırlar. Bu gruplara katılanlar
tutumların aşılandığı grup öncesi eğitim, kişile­
grupta kazandıkları beceri ve içgörüleri gerçek
yaşama geçirememektedirler (Houts & Serber, rin grup yaşantısından daha çok faydalanmala­
1972, “Kendini Açtıktan Sonra Ne olacak?” şek­ rına yardımcı olabilmektedir.
lindeki kışkırtıcı ismi olan kitapta). Öğrenilenleri • Bağımlı kişiler yapılandırılmış gruplarda daha
yaşama geçirmek zor bir problemdir, çünkü is­ başarılı olurken bağımsız, işlevselliği yüksek ki­
tesek de istemesek de, birçok sosyal etkileşim şiler daha az yapılandırılmış olan ve kendini ifa­
açık ve samimi olmayı kaldıramaz. T-grup ku­ de etmeye daha fazla fırsat tanıyan gruplardan
rallarına göre hareket etmeyenler, diğerlerinin daha fazla yarar görmektedirler.
duygularını açık ve samimi olarak ifade etmele­ • Grubun gelişmesinde farklı aşamalarda
rinden alınabilirler. Aronson’un (1972) da belirt­ farklı faktörler önem kazanmaktadır. Örneğin
tiği gibi, eğer bir kişi diğer insanları açık olmak Kivlighan ve Mullison (1988), başlangıçtaki se­
istemedikleri halde açık olmaya zorlarsa, o kişi anslarda evrenselliğin, yani kişinin probleminin
diğerlerinin duygularına karşı duyarsız davran­ sadece kendine özgü olmadığının, başkaların­
mış olur ki, bu o kişinin T-gruplarda yaşanan en da da aynı problemin olduğunu hissetmesinin
önemli yaşantılardan birini (başkalarına karşı daha önemli olduğunu, daha sonraki seanslarda
duyarlı olmayı) öğrenememiş olduğunu göste­ ise kişilerarası öğrenme, yani kişinin diğerleriyle
rir. Tabii ki bu, T-grup yaşantıları hiçbir zaman nasıl ilişki kurduğunu ya da nasıl ilişki kuracağı­
gerçek yaşama geçirilemez demek anlamına nı keşfetmesinin daha önemli olduğunu belirt­
gelmez. T-grup veya etkileşim gruplarında des­ mişlerdir. Bir yere ait olma hissi ve umutlu olma
teklenen açık davranışlar, gerçek yaşamda de­ da diğer önemli değişkenlerdir (Yalom, 1985).
vam ettirilemese bile, kişinin diğerleri hakkında Kuşkusuz hangi faktörlerin önemli olduğu grup
nasıl hissettiğini bilmesi ve bu gibi durumlarla üyelerinin karakterlerine ve ihtiyaçlarına göre
karşılaşmış olması günlük aktiviteler açısından değişim göstermektedir. Pozitif değişme açısın­
çok yararlıdır. dan grup bağlılığı diğer bütün faktörlerden daha
Bednar ve Kaul (1978, 1986, 1994) üçüncü önemli bir yere sahiptir (eğer bağımlı değişken­
basımı yapılan kitaplarındaki gözden geçirme ler, katılımcıların gruptan sağladıkları faydalarla
bölümünde, grup terapisi ile ilgili olarak, psiko­ ilgili olarak kendi yaptıkları bildirimlere dayan­
lojik araştırmalarda kullanılan temel standart­ masaydı, elde edilen bulgular da daha iknâ edi­
lara göre yapılmış (örneğin hastaların farklı te­ ci olacaktı).
davilere seçkisiz olarak atanması gibi) çok az • Maraton grupları benzer özellikleri olan ama
araştırma olduğunu belirtmişlerdir. Desenleri iyi daha kısa süreli olarak toplanan diğer gruplar­
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 591
√√

dan daha avantajlı değildir. Hatta maraton grup­ rumlarda ayırmak koşuluyla, birlikte ele almaya
ları aynı aralıklarla düzenlenen grup uygulama­ karar verdik.
larına nazaran daha az başarılı olmaktadır. Değişen adetler nedeniyle evlilik terapisi
• Tedavi sırasında daha da kötüleşenlerin ora­ yerine çift terapisi ifadesini kullanmaya başla­
nı çok düşüktür ve çeşitli çalışmalardan elde dık, çünkü evli olmayan ancak birlikte yaşayan
edilen sonuçlara göre %3 civarındadır. Oranın çiftlerin sayısı giderek artmaktadır. Çift terapisi,
düşük olması bu sorunun ihmâl edilmesi anla­ hem heteroseksüel hem de homoseksüel eş­
mına gelmemelidir. Terapi sırasında daha da lerle yapılabileceği gibi, bazen çocuklar da bu
kötüleşen kişiler, genellikle ciddi rahatsızlığı terapötik tabloda yer almaktadırlar. Kısacası çift
olan ve kendine güvenemeyen kişilerdir. Grup ya da aile terapisi evli olmayan ya da aynı cinsi­
üyeleri seçilirken, kimlerin daha çok bireysel yette olan yetişkinleri de kapsamaktadır.
terapiden, kimlerin ise duyguların açıkça payla­
şıldığı ve yüzleştirmelerin yapıldığı grup terapi­ ÇATIŞMANIN NORMALLİĞİ
sinden yarar göreceği dikkate alınmalıdır. Bazı
Evlilikte veya uzun süreli her ilişkide çatış­
lider özellikleri, örneğin mücadeleci olma ya da
manın kaçınılmaz olduğu konusunda çiftler,
otoriter bir tutuma sahip olma gibi, hazır olma­
araştırmacılar ve hangi kuramsal yaklaşımdan
dıkları halde üyelerin duygularını özellikle de öf­
olursa olsun terapistler arasında neredeyse ev­
kelerini daha fazla ifade etmeye zorlanmalarına
rensel bir fikir birliği vardır. Çift nerede yaşaya­
yol açar ki, bu zarar verici olabilir (Lieberman,
cakları, nerede iş arayacakları, bütçelerini nasıl
Yalom & Miles, 1973; Odak 19.1’e bakınız).
ayarlayacakları, ne tür yiyecekler yiyecekleri ve
• Sosyal fobi tedavisinde Heimberg’in (Heim­
bunları kimin pişireceği, akrabaları ne zaman
berg & Juster, 1994) uyguladığı bilişsel davra­
ziyaret edecekleri, çocuk sahibi olmak isteyip
nışçı grup terapisi dışında hiçbir grup terapisinin
istemedikleri, istiyorlarsa en uygun zamanın ne
diğerlerinden daha üstün olduğu gösterileme­
zaman olacağı ve değişik cinsel teknikleri de­
miştir. Kuşkusuz belirli bir problemin tedavisin­
neyip denemeyecekleri gibi romantik olmayan
de bir kuramsal yaklaşım diğer terapilere naza­
konularda karar vermek durumunda kaldıkça,
ran daha uygun olabilir, ancak hangi yaklaşımın
halayının tatlı havası kaybolmaya başlar. Gü­
hangi sorunlar için en uygun olduğu konusun­
nümüzde bunlara ek olarak eşler cinsiyet rol­
daki araştırmalara yeni başlanmıştır.
leri konusunda da uzlaşmak zorunda kalmak­
• Geribildirimin, yani gruptaki bir üyenin diğer
tadırlar. Örneğin her iki eş de çalışıyorsa, çiftin
kişilerde yarattığı duygular ya da bıraktığı izle­
oturacağı yerin seçilmesinde erkeğin iş yeri mi
nimler konusunda diğer kişilerden aldığı bilgile­
yoksa kadının iş yeri mi esas alınacaktır? Evli
rin grup terapisindeki ilerlemeyi kolaylaştırdığı
olsun veya olmasın ya da ayrı cinsten olsun
uzun zamandan beri düşünülmektedir. Özellikle
veya olmasın, bir arada yaşayan her çift bu
olumsuz bir geribildirimin (“insanlardan bir şey
tür çatışmaları çözmek durumunda kalmakta­
isterken çok despot oluyorsun”) ardından veri­
dır. Otoritelere göre eşler arasındaki ilişkilerin
len olumlu geribildirimin (“bunu söyleyiş tarzını
kalitesini ve süresini eşlerin bu tür çatışmalar­
beğendim”) yararlı olduğunu gösteren kanıtlar
daki tavırları belirlemektedir (örn., Schwartz &
vardır (Jacobs ve ark., 1973).
Schwartz, 1980).
Bazı çiftler, bilerek veya bilinçsizce, ilişki­
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ lerinde hiç çatışma ve anlaşmazlık yokmuş
gibi davranmaktadırlar. Bu çiftler masallarda­
İlişkilerindeki sorunlar nedeniyle terapiye ki “ölünceye kadar mutlu yaşadılar” şeklindeki
başvuran veya terapiye gönderilen birçok evli mutlu sona inandıklarından, ilişkilerinin iyiye
çift çocuk sahibidir. Bazen anne-babalarla ço­ gitmediğini gösteren en ufak bir işaretten bile
cuklar arasındaki çatışmalar evlilikteki prob­ tehdit olurlar ve bunu görmemezlikten gelirler.
lemlerden kaynaklanırken, bazen de iyi giden Bu tür tavırlar kısa vadede barışı sağlayabilir
bir ilişkide çocuğun davranışları stres yaratır. ama uzun vadede ciddi bozukluklara yol açar
Genellikle evlilik terapisi ile aile terapisi arasın­ (Gottman & Krokoff, 1989). Giderek tatminsiz­
da ince bir çizgi vardır ve çift terapisi üzerinde lik ve öfke ortaya çıkar ve gün geçtikçe bunlar
uzmanlaşmış profesyoneller, sık sık kendilerini daha da artar. Bu tür çiftler tartışmadıkları için
çocuklarla da çalışırken bulurlar. Bu nedenler­ dışarıdan mükemmel bir çiftmiş gibi görünseler
den dolayı biz çift ve aile terapilerini gerekli du­ de, aralarında iletişim olmadığı için duygusal
592 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

ODAK 19.1 TERAPİ, DAHA İYİYE Mİ DAHA KÖTÜYE Mİ?

1966’da Bergin terapiye gelen hastaların uğradığı rencini uygun bir şekilde ele alamama ve yorumların
zararı ifade edebilmek için “kötüleşme etkisi” kavra- zamanlamasını iyi ayarlayamama sayılabilir (Sachs,
mını ortaya atmıştır. Onun bu ilk raporundan sonra 1983). Elde edilen verilere göre çok fazla sayıda has-
yapılan çeşitli gözden geçirme çalışmaları (Bergin, tasında kötüleşme etkisi görülen terapistler olduğu
1978; Bergin & Lambert, 1978, Lambert & Bergin, gibi, kötüleşme etkisinin hemen hemen hiç görülmedi-
1994; Lambert, Bergin & Collins, 1977; Strupp, Had- ği ve hastalarının çoğuna yardımcı olabilen terapist-
ley & Gomes-Schwart, 1977), birçok kişinin bireysel ler de vardır (Lambert ve ark. 1986).
terapiden yarar gördüğünü ama yine de böyle bir Terapist hastanın zarar görmesinden tam anlamıy-
yaşantıdan zarar gören kişilerin de olduğuna işaret la sorumludur. Lieberman, Yalom ve Miles (1973) is-
etmiştir. Bu tür durumlar grup terapisinde (Yalom & tekli veya hazır olmamalarına rağmen grup üyelerini
Lieberman, 1971) olduğu gibi çift ve aile terapile-
kendilerini açmaları veya grup katarsisi için zorlayan
rinde de (Gurman, Kniskern & Pinsoff, 1986) ortaya
otoriter ve meydan okuyucu özellikleri olan “saldır-
çıkabilmektedir. Zarar görme riski kuşkusuz sadece
gan” bir lider tarafından yürütülen etkileşim grupla-
psikolojik müdahalelere özgü değildir. Hastalar psi-
rında, kötüleşen üyeler olduğunu saptamışlardır. Has-
kolojik değişimin sağlanabilmesi için uygulanan tıbbi
tanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmeyen ve bir terapi
işlemlerden örneğin psikoaktif maddelerden (Shader
& DiMascio, 1970) ya da elektrokonvulsif terapiden yaklaşımının körü körüne uygulandığı terapilerde de
(Elmore & Shader, 1975) dolayı da zarar görebilirler. kötüleşme ortaya çıkar. Desteğe, onaya ve nasihata
Tedaviye başvurmayan hastalarda da fenalaşma etkisi çok ihtiyacı olan ve kişilerarası ilişkileri zayıf olan bir
görülebilir. Ruh sağlığı ya da diğer sağlık profesyo- kişi, hiçbir şekilde yol göstermeye yanaşmayan danı-
nellerinden uzak kalmak da daha kötüye gitmemek şan merkezli yaklaşımlı bir terapistle daha kötüye gi-
için bir garanti değildir. debilir. Diğer taraftan insanlarla sürekli bağımlı iliş-
Bazı tanınmış davranış terapistleri Bergin’in ve kiler kuran hastalarla çalışan bir davranışçı terapist,
diğerlerinin kötüleşme etkisi ile ilgili çalışmaları- bu kişiler için bağımlı ilişkiler kurmanın bir ihtiyaç
nı incelemişlerdir (Mays & Franks, 1980; Rachman olduğunu göz ardı ederek, onların yaşamlarını yön-
& Wilson, 1980). İncelemeleri sonucunda kötüleşme lendirmeye kalkışırsa bu kişiler kendi yaşamları için
etkisi ile ilgili olarak tahmin edilenden çok daha az seçim yapma ve büyüme fırsatını bulamazlar.
kanıt olduğunu belirtmişlerdir. Bazı durumlarda tera- Her terapist veya sosyal çalışmacı hastasının
pinin zarar verdiğini kanıtlamak da, yararlı olduğunu problemini değerlendirirken yanılabilir ve dolayısıy-
kanıtlamak kadar zordur. Bunun nedenlerinden biri la o kişiye yararı olmayacak bir tedaviye yönelebilir.
kendiliğinden ortaya çıkan kötüleşme ile ilgili yeterli Sonuçta terapistler de insandır! Eğitim ve deneyim
bilgimizin olmaması yani terapi almayan kişilerin ne sahibi olmaları onların ruh sağlığı konusunda süper
kadar kötüleştiğinin bilinmemesidir. Hasta ve tedavi insanlar oldukları anlamına gelmez. Terapistlerin de
edilmeyen kişilerin kötüleştiğini biliyoruz. Ancak te- kendi özel problemleri ve kişisel ihtiyaçları vardır. Her
rapi sonuç çalışmaları bu kötüleşme etkisini uygun bir ne kadar terapistler bunların terapiyi etkilememesi
şekilde analiz etmekte başarılı olamamıştır. Terapi sı- gerektiğini biliyor olsalar da, bazen bunlar terapis-
rasında ortaya çıkan kötüleşme terapinin kendisinden
tin danışanın ihtiyaçlarını farketmesini engelleyebilir
değil, terapistin de kontrol edemeyeceği ve görüşme
ve terapistin danışanın yararına çalışma becerisini
odasının dışındaki faktörlere bağlı olarak da ortaya
ve isteğini azaltabilirler. Ne yazık ki bazı terapistler
çıkabilir. Her halükarda bazı hastaların terapi sıra-
etik kurallara uymamaktadırlar. Sayıları az olmakla
sında kötüleşmeleri ciddi etik ve görgül sorulara ne-
birlikte, danışanların (özellikle çekici olanların) tera-
den olmaktadır.
Kötüleşme etkisine yol açan faktörler neler olabi- pistleri ile cinsel ilişkiye girmekten fayda görecekle-
lir? Kötüleşme etkisi genellikle ciddi derecede hasta rini söyleyecek kadar ileri giden terapistler de vardır
olanlarda, büyük beklentiler içinde olanlarda geliş- ve bunlar danışanlarıyla cinsel yakınlaşmayı başlatan
mek ihtiyacı içinde olanlarda ortaya çıkmaktadır. ya da buna izin veren terapistlerdir. Mesleki ehliyet
Kötüleşme etkisinin ortaya çıkmasında rol oynayan kanunları ve etik kurallar terapistlerin her zaman
nedenlerden bir diğeri de, terapistin seansları uygun akıllıca ve insanca davranmalarını garantileyeme-
bir şekilde düzenleyememesi, önemli konular üzerinde mektedir. Ancak pek çok terapist akıllıca ve insanca
odaklaşamaması ve hastanın konudan konuya atla- davranabilmekte ve danışanlarına zarar vermemekte-
masına izin vermesidir. Terapistle ilgili diğer nedenler dirler. Bununla birlikte kötüleşme etkisi göz ardı edi-
arasında hastanın terapi ya da terapistle ilgili negatif lemeyecek ya da küçümsenemeyecek kadar sık ortaya
tutumlarını ele almada başarısız olma, hastanın di- çıkmaktadır.
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 593
√√

olarak birbirlerinden uzaklaşırlar. Bunun aksine ye alırlar ve destekleme, pekiştirme ve kibarca


anlaşmazlık ve hatta öfkenin ifade edilmesi kısa tahrik etme yollarıyla aile üyeleri arasındaki et­
vadede çiftin mutsuzluğuna yol açsa da, uzun kileşimin değişmesine yardımcı olurlar. Her ne
vadede daha tatminkâr bir ilişki yaşanır (Gott­ kadar bu yaklaşım davranışçı bilişsel yöntemle­
man & Krokoff, 1989). re benziyor ise de, davranışçı bilişsel yaklaşım
ile bu yaklaşım arasındaki en önemli fark, Wat­
BİREYSEL TERAPİDEN BİRLİKTE chel (1977)’in bireysel terapide savunduğu gö­
TERAPİYE rüşlerine paralel olarak odak noktasının, danı­
şanların bilinçdışı istek ve korkuları olmasıdır.
Aile terapisi ve çift terapisi ifadeleri yapıla­ Ellis’in akılcı duygusal davranış terapisi de
cak müdahalelerin nasıl olacağı konusunda bil­ aile çatışmalarında kullanılan bir başka yakla­
gi vermezler. Bu ifadeler sadece terapinin odak şımdır. Bu yaklaşımda da bireysel veya kişile­
noktasının ilişki içindeki iki kişi olduğunu belir­
rarası bakış açısına dayanır. Terapist eşlerden
tirler, ama terapistin problemin yapısı ve nedeni
birinde veya her ikisinde var olan bir şeylerin
hakkındaki görüşleri, ne tür tekniklerin uygulan­
ilişkideki strese yol açtığını varsayar. Örneğin,
masının uygun olacağı, danışanların ne sıklıkta
kadın kocasının “her zaman kendisine hayran
görüleceği, çocukların ya da büyükanne-baba­
olması ve bu bağlılığını her zaman göstermesi
ların görüşmeye katılıp katılmayacakları gibi ko­
gerektiği” şeklinde akılcı olmayan bir inanca sa­
nularda belirleyici değillerdir.
hip olabilir. Dolayısıyla da sosyal bir toplantıda
Çift ve aile terapilerinde bireysel terapide
kocası kendisinin yanından uzaklaşarak başka
kullanılan bazı kuramsal çerçevelerden yararla­
kadın ve erkeklerle konuşmaya başladığında,
nılır. Örneğin, psikanalitik evlilik terapistleri, ki­
aşırı bir tepki gösterebilir.
şinin bilinçaltında karşı cinsten olan ebeveynini
Önceleri cinsel terapistler başka ne tür so­
temsil eden bir eşi nasıl bulduğu ya da böyle
runları olursa olsun -öfke ya da kırgınlık gibi- eş­
bir eşten nasıl kaçındığı üzerinde odaklanırlar
lerden birinde veya her ikisinde görülen cinsel
(Segraves, 1990). Çocukluğundaki sevgi ara­
problemin tedavi edilmesiyle, diğer sorunların
yışlarında hayal kırıklığı ve tatminsizlik yaşayan
da ortadan kalkacağına inanmaktaydılar. Bu
bir erkek, bilinçsiz olarak eşinde bir anne şefkati
görüş şüphesiz cinsel sorunu olan pek çok çifte
arayabilir ve aşırı çocukça taleplerde bulunabi­
yardımcı olmuştur. Ancak Bölüm 14’de de be­
lir. Böyle bir çiftin terapisinde erkeğin eşiyle olan
lirtildiği gibi, Masters ve Johnson’un “İnsanın
çatışmaları üzerinde yoğunlaşılır ve büyük bir
Cinsel Yetersizliği” adlı kitaplarının yayınlanma­
olasılıkla bu kişinin eşiyle olan çocuksu ilişkisi­
sıyla, terapistler cinsel sorunların daha karma­
nin temelinde anne sevgisine olan bastırılmış
şık bir sistemin sadece bir bölümünü oluştur­
ihtiyacı yatmaktadır. Bu bilinçaltı güçlerin bir­
duğunu düşünmeye başlamışlardır (Friedman
denbire ortaya çıkmasında karısının babasına
karşı çözümlenmemiş özlemi de rol oynamak­ Çift terapisi ilişki sorunlarıyla uğraşır. Çift terapisinde
tadır. Terapide aktarım üzerinde durulur, ancak psikanalitik yaklaşımdan davranışçı yaklaşıma kadar pekçok
terapi yaklaşımı kullanılabilir.
analitik çift terapisinde bireysel terapiden farklı
olarak terapist danışan arasındaki aktarım değil,
eşler arasındaki aktarım üzerinde çalışılır. Asıl
amaç eşlerin birbirlerini ebeveynlerinin sembol­
leri olarak değil, oldukları gibi görebilmelerine
yardımcı olmaktır (Fitzgerald, 1973). Eşler bi­
reysel olarak farklı terapistler tarafından görüle­
bileceği gibi (Martin & Bird, 1953), aynı terapist
tarafından bireysel olarak (Greene, 1960) ya da
aynı terapist tarafından birlikte de görülebilirler
(Ackerman, 1966).
Çift ve aile terapilerinde yararlanılan bir baş­
ka bakış açısı Watcher’lerin kişilerarası analitik
bakış açısıdır (Watchel & Watchel, 1986). İn­
sanlar arasındaki etkileşime büyük önem veren
Wachtel’ler, ailedeki etkileşimi doğrudan göz­
lemleyebilmek amacıyla aileyi birlikte görüşme­
594 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

& Hogan, 1985; Heiman & Verhulst, 1990). Çift tedavisi için aile içindeki karmaşık etkileşimlere
ve aile terapilerinde bu sistemler incelenir. Bu odaklanırlar. ZAE grubu yaklaşımında, teknik­
Bölümün başında yer alan vak’a öyküsü, bu çif­ lerden çok eş ve aile çatışmalarının karmaşıklı­
tin ilişkisinin devam edebilmesi açısından cinsel ğına ve sabit etkileşim örüntülerine önem veren
sorunun nasıl “faydalı” bir rol oynadığını ve te­ genel bir düşünce tarzı hakimdir.
davide ulaşılan başarılı sonucun aslında çiftin
evlilik ilişkisini ve cinsel heyecanını nasıl kötüye BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI YAKLAŞIMLAR
götürdüğünü göstermektedir. Stres altındaki çiftler birbirlerine çok olumlu
Bireysel terapiden birlikte terapiye geçişin tepkiler vermezler ve bu tutumları daha ilk se­
arkasındaki bu bilgilerden sonra, şimdi birlikte ansta kendini gösterir. Eşlerden birinin birlikte
terapinin ayrıntıları üzerinde duracağız. Bu ay­ terapiye gelmekten dolayı kendini baskı altın­
rıntılardan bazıları kuramsal yaklaşımlara özgü, da hissetmesi hiç de nadir bir durum değildir.
bazıları ise tüm çift ve aile terapilerinde ortaktır. Jaeobson ve Margolin (1979) davranışçı evlilik
terapisi adlı ilk bilimsel çalışmalarında, evlilik
BİRLİKTE TERAPİNİN TEMELLERİ ilişkisinin iyileştirilebilmesi için ilk adımın, eşle­
rin ilk görüşmede gösterdiği olumsuz tutumlar
üzerinde durulması olacağını belirtmişlerdir.
ZİHİN ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ Çiftin yaşadığı çatışmalar için kullanılabilecek
GELENEĞİ stratejilerden biri, Richard Stuart’ın (1976) öner­
Aile ve çift terapisi yaklaşımı 1950’li yıl­ diği “ilgi gösterilen günler” stratejisidir. Bu stra­
larda California Palo Alto’da Zihin Araştırma tejiye göre, örneğin, kocadan haftanın belirle­
Enstitüsü’nde (ZAE) çalışan bir psikolog olan nen bir gününde hiçbir karşılık beklemeden eşi
John Bell’in (1961, 1975) çabaları ile başlamış­ için güzel bir şeyler yapması istenir. Ertesi gün
tır. 1950’lerin ortalarına kadar pekçok profesyo­ ise eşinin aynı şeyi yapması söylenir. Eğer çift
nel, yaşamlarını bu tür çalışmalara adamışlar­ bunda başarılı olabilirse, bu strateji en azından
dır. 1960 lı yıllarda aynı Enstitü’de çalışan bir 2 açıdan çifte yararlı olur. Bunlardan birincisi;
sosyal çalışmacı olan Virginia Satir (1967) ve böyle bir uygulama eşler arasındaki soğukluk,
bir psikiyatrist olan Donald Jackson da bu alan­ şüphe ve birbirlerini itici bir şekilde kontrol etme
daki çalışmalara hız kazandırmışlardır. döngüsünün bozulmasını sağlar. İkincisi ise
ZAE’de çalışan uzmanlar hatalı iletişim örün­ özellikle eşini memnun etmeye çalışan eşin bu
tüleri, huzursuz ilişkiler ve esnek olmama gibi yolla eşini olumlu yönde etkileyebileceğini fark
durumlarda yapılabilecek müdahaleleri belirle­ etmesine yardımcı olur. Olumlu kontrol hissin­
meyi hedeflemişlerdir. Bu uzmanlar, aile üyele­ deki artma eşlerin birbirlerini mutlu etmeleri ile
rine davranışlarının diğer aile üyelerini nasıl et­ sağlanır. Her eş diğerinin de kendisini memnun
kilediğini göstermeye çalışıyorlardı. Daha sonra etmeye çalışacağı beklentisi ile eşini belli şekil­
ise aile üyelerini (örneğin ihtiyaçlarını ve hoş­ lerde mutlu etmeye devam etmeyi kabul edebilir
lanmadığı şeyleri diğer aile üyelerine açıkça ifa­ ve giderek eşler karşılıklı olarak verici hale ge­
de etmeleri gibi) bazı değişiklikler yapmaları için lebilirler. Örneğin, eşlerden biri salı geceleri ye­
iknâ ediyorlardı. ZAE yaklaşımını benimsemiş meği hazırlamayı kabul ettiğinde, diğer eş de o
olan terapistlerin pek azı geçmiş tarihçe ile ilgi­ gün işinden dönerken markete uğrayıp haftalık
lenirler. ZAE terapistlerinin odak noktası mevcut alışverişi yapmayı kabul edebilir. Her eşin diğeri
problemlerin nasıl devam ettirildiği ve bunların için güzel bir şeyler yapması ve diğerinden gü­
nasıl değiştirilebileceğidir (bu bakış açısı biliş­ zel bir şeyler alması sonucunda gelişen olumlu
sel davranışçı terapi yaklaşımı ile uyumludur). bir atmosfer, eşleri ilerde de birbirlerini memnun
Son zamanlara kadar çok az terapist aile üye­ etmeye devam etmeleri için motive eder.
lerinden sadece biriyle çalışmanın yararlı olaca­ Davranışçı çift terapistleri genellikle Thibaut
ğına inanmaktaydı ama ZAE modelinin çağdaş ve Kelly’nin “etkileşimin mübadelesi” (exchan­
takipçileri, çiftin ya da ailenin amaçlarına katkı­ ge) kuramından yararlanmaktadırlar. Bu kura­
da bulunacağına inandıkları sürece bireysel te­ ma göre; bir kişinin diğerine değer vermesi için,
rapiye karşı değillerdir (Shoham, Rohrbaugh & verdiklerine karşılık alması, en azından verdiği
Patterson, 1995). Klinik açıdan problem ne olur­ kadar aldığını düşünmesi gerekir. Özellikle diğer
sa olsun, aile terapistleri aile sistemleri yakla- alternatiflerin yeterince çekici olmadığı durum­
şımını temel alırlar ve problemin nedenleri ve larda, kişiler mevcut ilişkilerini devam ettirmeye
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 595
√√

daha çok niyetli olurlar ve sonuçta giderek daha ihtiyaç duymaları, bilişsel değişimin önemine
çok veren ve daha az alan bir kişi haline gelir­ işaret etmektedir (stresli çiftler genellikle olumlu
ler. Dolayısıyla terapistler eşleri karşılıklı olarak mübadeleleri görmezlikten gelerek, olumsuz­
birbirlerini ödüllendirmeleri için teşvik etmeye lara dikkat ederler ve dolayısıyla da olumlu ve
çalışırlar. olumsuz mübadelelerin oranlarını doğru olarak
Davranışçı evlilik veya çift terapisi diğer yak­ algılayamazlar).
laşımlarla benzerlikler gösterir. Örneğin hem Birçok edimsel davranış terapisti Gerald
davranışçı terapi yaklaşımında hem de ZAE Patterson’un (1974a) davranış problemi olan
yaklaşımında eşler arasındaki etkileşimin arttı­ çocukların pekiştiricilerinin değiştirilebilmesi
rılmasına odaklanılır. Ancak asıl vurgulanan her için ailelerle yaptığı çalışmaları örnek almışlar­
eşin diğerini memnun etme becerisinin gelişti­ dır. Bu uygulamada, terapistle çocuk arasında
rilmesidir. Bunun temelinde “ilişkinin kalitesi ile çok az doğrudan temas olmaktadır. Genellikle
ilgili yapılacak sübjektif değerlendirmeleri hoş çocuğun davranışlarındaki gelişmeler karı koca
olan ve olmayan etkileşimler belirler” varsayımı arasındaki gerilimin azalmasına yol açar. Ama
vardır (Wood & Jacobson, 1985). Aslında dav­ bazen çocuğun sorunlu davranışları evlilikteki
ranışçı çift terapistleri için bu bir varsayımdan stresin bir işareti olabilir; başka bir deyişle her
çok daha fazla anlam taşır, çünkü sorun yaşa­ ne kadar hasta olan çocukmuş gibi görünse
yan çiftlerin sorun yaşamayanlara oranla daha de, onun problemlerini evlilik çatışmalarının bir
az sayıda olumlu ve daha fazla sayıda olum­ yansıması olarak görmek daha doğru olur. Böy­
suz etkileşim içinde olduklarını destekleyen pek le durumlarda aile-evlilik terapistleri genellikle
çok veri bulunmaktadır. Aynı zamanda, Camper evlilik ilişkisine müdahale etmeye karar verirler
ve ark. (1988) da, sorunlu ilişkiler içinde olan ve ebeveynler birbirleriyle daha iyi geçinmeyi
kişilerin, eşlerinin olumsuz davranışlarını daha öğrendiklerinde çocuğun sorunlarının da kay­
genel ve değişmez olarak gördüklerini, pozitif bolacağını ümit ederler. Bu tür müdahaleler için
davranışlara ise daha az dikkat ettiklerini sapta­ en uygun zamanın ne olduğu konusunda kesin
mışlardır. Bunlar ve bunlarla ilgili bulgular şunu bilgiler yoktur. K.D. O’Leary Stony Brook gru­
ortaya çıkarır ki; bu tarafından yapılan bir araştırmada, çocuğun
problemli davranışlarının düzeltilmesinin, evlilik
Stresli (distressed) eşler ilişkilerindeki birdenbire or­ ilişkisinin de gelişmesine yol açtığı görülmüş­
taya çıkan olaylara veya son olaylara karşı daha fazla tür (Oltmanns, Broderick & O’leary, 1976). Aynı
tepkisel olurlarken, mutlu çiftler ilişkilerindeki doyumu bir­
grup tarafından yapılan bir başka araştırmada
denbire ortaya çıkan veya son olaylardan bağımsız ola­
rak sürdürebilmektedirler (Jacobson, Waldron and Moore,
ise başarılı bir evlilik terapisinin çocuğun prob­
1980; Margolin, 1981). Aynı zamanda bu çiftlerde, eş­ lemleri üzerinde olumlu bir etki yarattığı saptan­
lerden biri negatif veya cezalandırıcı davranışlar sergile­ mıştır (Turkewitz & O’Leary, 1977).
meye başladığında diğeri de bunlara aynı şekilde karşılık Davranış terapilerinin genellikle bilişsel tera­
vermektedir (Billings, 1979; Gottman, 1979; Margolin ve piden etkilenmesinin bir yansıması olarak, dav­
Wampold, 1981). Bunların aksine, stresli olmayan çiftler, ranışçı çift terapistleri de giderek ilişkilerin ve
hoş olmayan olaylarla karşılaştıklarında bile daha esnek­ ilişkideki streslerin bilişsel boyutuna daha çok
tirler ve negatif etkilere karşı daha az kırılgandırlar. Mutlu
ilgi göstermeye başlamışlardır (Baucom, Eps­
çiftlerin günlük etkileşimlerinin kalitesinde de değişiklikler
olmasına rağmen, gösterdikleri duygusal tepkilerin dere­
tein & Rankin, 1995). Çift terapisinde bilişlere
cesi stresli çiftlere nazaran çok daha düşüktür (Wood & gösterilen ilginin artmasında, sosyal psikoloji­
Jacobson, 1985, s. 345). deki yükleme kuramının (kişinin kendi ve diğe­
rinin davranışlarının nedenlerini nasıl açıkladığı
Dolayısıyla davranışçı çift terapisi pozitif ile ilgili çalışmalar) ve evlilik stresi ile depresyo­
mübadelelerin artmasına odaklanarak yalnız­ nunun birlikte görülmesinin etkisi olmuştur. Bi­
ca kısa vadede yaşanacak tatminin artmasını lişsel boyutun eklenmesi ve tedavi stratejilerinin
amaçlamakla kalmaz, uzun vadede güven ve genişletilmesinin bir sonucu olarak, pekçok kişi
pozitif duyguların gelişmesi için de bir temel ha­ davranışçı evlilik terapisini artık bilişsel davra­
zırlar ki, zaten güven ve pozitif duygular, yukarı­ nışçı evlilik terapisi olarak adlandırmaktadır.
da sunulan araştırmalara göre, stresli olmayan Baucom, Epstein, Sayers ve Sher (1989)
çiftlerin en önemli özellikleridir. Stresli çiftlerin çiftlerin ilişkilerini etkileyen 5 tip biliş olduğunu
genellikle problem çözme eğitimine ve olumlu belirtmişlerdir. Bunlar: seçici algı (kişinin ilişkide
yöndeki değişimi fark edebilmek için desteğe dikkat ettiği şeyler onun ilişki hakkındaki duygu­
596 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

ODAK 19.2 DAVRANIŞÇI ÇİFT TERAPİSİNDE KABULLENME

Davranışçı çift terapisindeki (ki bu ifade davra- Yapılan bir çalışmadan (Jacobson, 1984) elde edi-
nışçı evlilik terapisinin yerini alıyormuş gibi görün- len sonuçlara göre çiftlerin 2/3 sinin davranışçı evli-
mektedir) ilginç gelişmelerden biri; bir yandan eşler lik terapisinden yarar gördükleri, ancak bu çiftlerin
değişim için cesaretlendirilir ve desteklenirken bir 1/3 ünde 2 sene sonra problemlerin nüks ettiği ortaya
yandan da eşlerin birbirlerini kabullenmelerine ve- çıkmıştır (Jacobson, Schmailig & Holtzworh-Munroe,
rilen önemin giderek artmasıdır. Rogers’ın (Bölüm 1987). Başka bir deyişle, davranışçı evlilik terapisi
17) ve Ellis’in (Bölüm 18), çalışmalarına ve Marscha çiftlerin hemen hemen yarısı için çok etkili olurken di-
Linehan’ın (1993a,1993b) diyalektik davranış terapi- ğer yarısı için uzun sürede (2 yıllık sürede) çok etkili
sine dayanarak, Andrew Christensen’le (Jacobson & olamamaktadır. Bu durum ise davranışçı çift terapi-
Christensen, 1996) işbirliği içinde olan Neil Jacobson sinde neyin yanlış ya da eksik kaldığı sorusunu akla
(1992) davranışçı terapistlerin eşleri değişim için des- getirmektedir.
tekler ve umutlandırırken, onların birbirlerini olduk- Bu yaklaşımla başarısız sonuçlar elde edilmesin-
ları gibi kabul etme yeteneğini gözden kaçırdıklarını de, uzun süreden beri evli olmak, duygusal uyumsuz-
luk, ilişkide yoğun stres yaşanması ve cinsiyet rolle-
belirtmektedirler.
rinde çok katı olmak gibi faktörler rol oynamaktadır.
Psikoloji ve psikiyatride bir insanı kabul etme fikri-
Jacobson ve Christensen tüm bu negatif yordayıcı-
nin tarihi Sigmund Freud’a kadar uzanır. Jacabson’a
larda ortak olan özelliğin uzlaşma ve uyum sağlama
göre, psikanalitik çift terapisinde yorumların kullanıl-
açısından yeterince yumuşak başlılık gösterememe
ması (örn., Scharff, 1995) çocukluk yaşantılarına bağ-
olduğunu belirtmişlerdir. Ve davranışçı çift terapisi
lı olarak ortaya çıktığı düşünülen hoşa gitmeyen dav-
bir anlaşma zemini üzerine oturtulduğundan -örneğin
ranışların daha kolay kabul edilmesine yol açmakta, belirli pekiştireçleri değiştirerek eşin isteklerini yeri-
dolayısıyla da negatif biçimde davranan eşe sempati ne getirmeye çalışmak gibi,- eşinin isteklerini yerine
duyulmasına olanak sağlamaktadır*. Bu kabul etme getirme konusunda uzlaşmaya yanaşmayan çiftlerin,
kavramı, Rogers’ın yaklaşımında daha kapsamlı bir davranışçı çift terapisinden yarar görmemelerine şa-
anlam taşımaktadır. Rogers’ın danışandan hız alan şırmamak gerekir.
terapisinin temelinde “değerli olma koşulları” nın di- Stresli bir evlilik ilişkisi içinde olan veya bir ev-
ğerlerine göre belirlenmemesi gerektiği, bunun yerine lilik probleminde arabuluculuk yapmış kişiler için
diğer insanları olduğu gibi kendimizi de herhangi bir bu bilgiler yeni değildir. Uzun yıllardır birlikte olan
zamandaki herhangi bir davranışımıza bağlı kalmak- çiftlerde öfke, kırgınlık, yenilme gibi duygular birik-
sızın saygıyı hak eden değerli kişiler olarak kabul et- tirilmiş olduğundan, cuma akşamı hangi restoranda
memiz gerektiği görüşü yer almaktadır. Ellis’in akılcı yemek yenileceği konusu bile sorun haline gelebilir.
duygusal davranış terapisi yaklaşımında da kabullen- İyi niyet kalmamıştır. Güdüleyici faktörler sürekli sor-
me vurgulanarak kişi diğerlerine ve kendisine zorla gulanmaktadır. Olumlu gibi görünen davranışlar bile
yüklediği pek çok talepten (meli malıdan) vazgeçmesi negatif olarak yorumlanmaktadır. Eğer davranışçı bir
için cesaretlendirilir. terapist Jacobson ve Christensen’in sözünü ettiği gibi

larını etkiler), atıflar (bir olaydan kimin sorumlu BÜTÜNLEŞTİRİCİ DAVRANIŞÇI ÇİFT
tutulacağı veya suçlanacağı ile ilgili verdikleri TERAPİSİ
kararlar), beklentiler (ilişkinin ilerde nasıl olaca­ Bütünleştirici davranışçı çift terapisi (BDÇT)
ğı ile ilgili beklentiler), sayıltılar (şu anda ilişkinin Andrew Christensen ve Neil S. Jaeobson tara­
nasıl gittiği ile ilgili inançları) ve standartlardır fından geliştirilmiştir ve “bir yandan daha önce­
(bir ilişkinin nasıl olması gerektiği ile ilgili düşün­ leri evli çiftlere yapılan müdahalelerde kullanı­
celer). Terapide eşlerin bilişlerinin farkına varma lan davranışçı kuramın izlerini taşımakta, bir
düzeyleri yükseltilir ve eşleriyle olan olumlu ya yandan da davranışçı kuramdan önemli derece
farklılık göstermektedir (Christensen, Jaeobson
da olumsuz etkileşimleri ile ilişkili düşüncelerini
& Babcock, 1995, s. 31). BDÇT de pekiştirme
izlemeleri öğretilir. Örneğin, eşlerden biri uğra­
ilkelerine ek olarak, davranış değişikliği ve daha
dığı hayalkırıklığı nedeniyle eşini suçlayarak öf­ önce Jaeobson ve Margolin (1979) tarafından
keli bir tavır içine girebilir, ancak bazen bu suç­ betimlenen etkileşim eğitimi stratejileri kullanıl­
lamanın nedeni, mangal partisinin yapılacağı maktadır. Bunlara ek olarak Rogers’ın yaklaşı­
günde yağmurun yağması gibi gerçekten diğer mındaki kabullenme kavramı da bu yaklaşıma
eşin elinde olmayan bir durum bile olabilir. dahil edilmiş ve çiftlerin birbirlerini kabul etme­
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 597
√√

bir çifte birbirleri için iyi bir şey yapmalarını söyler- eşte daha fazla değişme ortaya çıkacaktır.
se, bu çift ya bunu yapmayacak ya da eğer bir deği- Jacobson’un kabullenme yoluyla değişimin sağla-
şiklik yapsalar bile bu değişikliği terapistin verdiği nabileceği ile ilgili görüşleri onun davranışçı temeline
yönergeye atfederek örneğin “o beni gerçekten bugün dayanmaktadır. Jacobson bununla ilgili olarak koca-
ofisteki başarılı çalışmalarım için takdir etmedi, bana sının birlikte bir şeyler yapmaya istekli olmamasından
iltifat etmesinin nedeni Dr Smith’in bunu yapmasını şikayetçi olan bir eş örneğini vermektedir. (Not: Er-
söylemiş olması” şeklinde değerlendireceklerdir. Bazı keğin birlikte bir şeyler yapmaya istekli olmamasının
terapi seanslarının terapist için son derece yorucu ve bir başka kadınla birlikte olmak gibi bir nedenden
beklenmedik şekilde gürültülü ve taşkın olması tesadüf kaynaklanmadığı varsayılmaktadır.) Jacobson psiko-
değildir.
terapi ile ilgili tüm etik ve politik boyutlara özen gös-
Değişimin ortaya çıkmasını engelleyen diğer bir
teren bir terapisttir (Jacobson, 1983; 1989). Terapide
faktör de tepkisel olmak yani kişinin kendisini değiştir-
geleneksel bir hedef olan eşlerin birbirlerine olan ya-
meye çalışan birine karşı hissettiği dirençtir (Brehm,
kınlıklarının geliştirilmesine ek olarak, Jacobson ko-
1966; Davison, 1973). Direnç özellikle değiştirilmeye
çalışılan kişinin kendisini değiştirmeye çalışan kişiyi casının olmadığı zamanlarda ona bağımlı kalmaması
küçümsediği durumlarda daha da fazla ortaya çıkar. için kadını eşinden bağımsız olarak bazı ilgi alanları
Kişiyi açıkça değiştirmeye çalışmak davranışçı terapi oluşturması için desteklemiştir.
yaklaşımının özelliklerinden biri olduğundan, karşı- Kabullenme teslimiyet anlamına mı gelmektedir?
lıklı değişimin desteklendiği bu tür bir müdahale özel- Yani eşlerden birinin bencil isteklerinin karşılanabil-
likle birbirlerine saygı ve sevgi duymayan çiftler için mesi için diğer eş durumu kabullenerek aşağılanma-
başarılı sonuçlar vermez. ya devam mı etmelidir? Jacobson kabullenmenin çok
Bütün bu anlatılanların ışığında Jacobson ve olumlu olduğunu, hatta bu yolla eşler arasında daha
Christensen’in bakış açısına göre kabullenme ne de- yakın bir ilişkinin kurulabileceğini belirtmektedir. Bu-
mektir? Kabullenme değişme mücadelesinden vaz- rada önerildiği gibi, özellikle doğrudan değişme ça-
geçmek, hatta bazı durumlarda daha önceden eşin balarına dayanan davranışçı çift terapisi ile başarılı
çatışmalara yol açmış bazı özelliklerini kabul etmek sonuçlar alınamayan durumlarda, kabullenme dav-
demektir. Bu kabulleniş bazı çatışmaların hiçbir zaman ranış değişikliklerinin ortaya çıkabilmesinde kolay-
çözülemeyeceğini anlamayı ve sonra bu çatışma alan- laştırıcı bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte eğer
larını yakın ve samimi ilişkiler yaşanabilecek bir şek- kabullenme eşlerin yardım aradığı konulardaki stresin
le dönüştürme çabalarını kapsar (Jacobson 1992)**. sürmesine ya da artmasına yol açıyorsa, eşlerin bir-
Jacobson kabullenmenin değişime yol açtığına, ama likte yaşamayı sürdürmeleri açısından hiçbir ahlâki
değişimin değişmesi istenen eşde değil, eşini değiştir- zorunluluk yoktur.
me çabalarından vazgeçen kişide meydana geldiğine
işaret eder.Ve eğer kabullenme sonucunda tepkisellik *
Aynı zamanda bu tür histerik atıflar hastalar tarafından değişmemek için
ortadan kalkarsa, yani kişi eşini değişmesi için zorla- bir bahane olarak kullanılabilir. Fritz Perls gibi bazı terapistler bu tür
maktan vazgeçerse, ki bu kuşkusuz mümkündür, (Sho- açıklamaları sorumluluktan kaçma olarak görme eğilimindedirler. Davranışçı
ve bilişsel terapistler de bu konuya benzer şekilde bakmaktadırlar.
ham-Solomon’un paradoksal terapi araştırmaları ile **
Psikologların aşk tanımına en yakın olanın kabullenme olduğu
ilgili tartışmaya bakınız) değişmesi için zorlanmayan söylenebilir.

lerine yardımcı olabilecek bir dizi işlem geliştiril­ noktasındaki bu değişim psikanalitik yönelimli
miştir (Cordova & Jacobson, 1993). (Odak 19.2 çift terapistleri için yeni değildir ve insancıl yö­
de kabullenme konusu daha detaylı olarak yer nelimli yaklaşımların da bir özelliğidir.
almaktadır).
BDÇT nde geleneksel davranışçı çift tera­ DUYGUSAL ODAKLI TERAPİ
pisinin temel kontrol edici değişkenler üzerine Birlikte uygulanan yaklaşımlardan biri olan
odaklanmak yerine yüzeysel değişkenler üze­ duygusal odaklı terapi (Alexander, Holtzworth-
rinde odaklandığı varsayılmaktadır. Örneğin Munroe & Jameson, 1994; Johnson & Green­
geleneksel davranış terapistleri eşlerin diğeri berg, 1987, 1988, 1995) psikodinamik özellikler
tarafından yeterince sevilmediğini ya da değer taşır, ancak duyguların ele alınışındaki insancıl
verilmediğini hissetmesi üzerine odaklanmak vurgu bizim için çok daha dikkat çekicidir. Duy­
yerine, sık tartışma yapmak ya da seksin az ol­ gusal odaklı terapi romantik yetişkin ilişkilerini
ması gibi daha somut gözlenebilir davranışlar kavramsallaştıran bağlanma kuramının (Bart­
üzerine odaklanmaktadırlar. Oysa BDÇT’nde holomew & Horowitz, 1991’e bakınız) bazı bo­
odak noktası kişinin sevilmemesi ve değer ve­ yutlarını kendi içinde bütünleştirir ve “korunma,
rilmemesi ile ilgili duygularıdır. Terapötik odak güvenlik ve diğer önemli kişilerle ilişkide olma
598 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

gibi doğuştan getirilen uyumsal ihtiyaçlar” üze­ biri bir sorun hakkında konuşmak istediğinde,
rine odaklanır (Johnson & Greenberg, 1995, s. diğer eş konuşmaktan kaçınır veya geri çekilir.
124). Bu açıdan bakıldığında ilişkilerdeki stres, Eşin geri çekilmesi konuşma talebinde bulunan
bağlanma ihtiyacının karşılanmamasından ya eşin daha da talepkâr olmasına ve konuşmak
da eşlerden birinin ya da ikisinin kendini gü­ için daha çok çaba harcamasına yol açar ki,
vende hissetmemesinden dolayı ortaya çıkar. bu da geri çekilmekte olan eşin daha da geri
Çiftler bazen önemsiz konularda bile birbirlerini çekilmesine neden olur. Dolayısıyla bu döngü
suçlamaya başlayarak negatif bir etkileşim dön­ giderek hızlanır. Christensen ve Heavey (1990)
güsüne girebilirler. Tedavinin temel amacı terapi bu örüntüde kadın ve erkeklerin farklı davran­
seansı sırasında eşler arasındaki negatif etki­ dıklarını, genellikle kadınların talep eden erkek­
leşim döngüsünün durdurulması, duygusal bir­ lerin ise geri çekilen rolünü oynadıklarını be­
likteliğin sürdürülebilmesi ve eşlerin birbirlerine lirtmişlerdir. Bu örüntü özellikle yakınlaşma ile
karşı duyarlı ve ulaşılabilir olabilmeleridir. ilgili çatışma yaşayan çiftlerde daha sık görül­
mektedir ve değişim talep eden kişi eşine daha
GENEL ÖZELLİKLER yakın olmaya çalışırken, etkileşimden kaçınan
eş daha özgür ve bireysel olma peşinde olabilir
Tüm çift terapilerinde eşler birbirlerini empa­
(Christensen, 1987). Talep etme ve geri çekilme
tik olarak dinleyebilmeleri, birbirlerinin söyledik­
rollerini kimin üstleneceğinin belirlenmesinde,
lerinden ne anladıkları ve söylenenlerin teme­
kimin değişim istediği kimin ise ilişkide değişik­
linde hangi duyguların yattığını anlayabilmeleri
lik istemediği önemli bir rol oynar (Christensen
için eğitilirler. İletişimi geliştirmenin bir yolu aynı
& Pasch, 1993). Terapistin genellikle hangi eşin
Aronson’un “iki-kişinin etkileşimi” analizinde ol­
hangi rolü oynadığını bilmesi, bu zararlı döngü­
duğu gibi söylenen bir şeydeki niyet ile söylene­
nün yıkılabilmesi için yapılacak müdahalelerin
nin yaratığı etkiyi birbirinden ayırt edebilmektir.
belirlenmesinde yardımcı olur.
Örneğin A kişisi B kişisine yardımcı olabilmek
Yıllardır çift ve aile terapilerinde videokaset­
amacıyla marketten bir şey isteyip istemediğini
lerinden farklı şekillerde yararlanılmaktadır. Te­
sorabilir ama eğer B kişisi A kişisinin evde oturup
rapi seansının bir bölümünde çiftin nereye tatile
ona yaptığı bir proje konusunda yardımcı olma­
gideceklerini belirlemeleri gibi bir problemi çöz­
sını tercih ediyorsa, bu soru B kişisinde negatif meleri istenebilir ve bu esnadaki konuşmaları
bir etki yaratabilir. Dolayısıyla A kişisinin niyeti videoya çekilebilir. Terapist ile çift bu kaseti bir­
iyi olmasına rağmen B kişisi bundan negatif ola­ likte seyrederlerken her ikisinin de kendi istekle­
rak etkilenmiş olabilir. Araştırmalar stresli olan rini nasıl dayattıklarını ya da dayatamadıklarını,
ve olmayan çiftlerin etkileşimleri arasında niyet diğer eşin isteklerine nasıl tepki verdiklerini ya
boyutunda etkilenme boyutu kadar fark olma­ da veremediklerini daha iyi görebilirler. Bu yolla
dığını göstermektedir. Gottman ve arkadaşları iletişim kurma ya da kuramama örüntüleri ko­
(1976) yaptıkları bir çalışmada stresli olan ve layca farkedebilir. Eşler daha sonra çatışma ya­
olmayan çiftlerin birbirlerine aynı sayıda olumlu ratan konuları çözebilmek için farklı pazarlıklar
cümleler söylediklerini ama stresli çiftlerin stresli yapmak veya yeni yollar denemek konusunda
olmayan çiftlere nazaran daha az sayıda olumlu fikir birliğine varabilirler.
cümle duyduklarını ortaya koymuştur. Gottman Aile terapistleri çiftin seans boyunca öğren­
tartışma sırasında eşlerin birbirlerinin niyetlerini dikleri yeni etkileşim örüntüleri ile ilgili pratik
anlayabilmeleri için bir teknik önermiştir. Bu tek­ yapabilmeleri ve bunları günlük yaşama ge­
niğin uygulanmasında çift konuşurken eşlerden nelleyebilmeleri için genellikle çifte bazı ödev­
biri “dur” der ve dur demeden önce ne söyledi­ ler verirler. Örneğin, eşlerin birbirlerini aktif bir
ğini eşinin tekrar etmesini ister. Diğer eşin verdi­ şekilde dinlemeyi öğrenebilmeleri için her gün
ği geribildirim niyetin anlaşılıp anlaşılamadığını akşam yemeğinden sonra, yarım saat boyunca,
açıklığa kavuşturur. birbirlerinin söylediklerini tekrar etmeleri iste­
Talep etme-geri çekilme döngüsü olarak bili­ nebilir. Temelde çifte Rogers’ın yaklaşımındaki
nen etkileşim örüntüsü de çiftler için son derece empati kurma becerileri öğretilmektedir. Bazen
zararlıdır. İlk olarak ZAE grubu tarafından be­ de çocuklarına öğrendikleri yeni bir ebeveyn be­
timlenen (Watzlawick, Beavin & Jackson, 1967) cerisini uygulamaları ev ödevi olarak verilebilir.
ve çeşitli araştırmalara konu olan (Christensen Bazı terapistler çiftin ne kadar ilerlediğini daha
& Pasch, 1993; Christensen & Shenk, 1991) iyi izleyebilmek için çiftten ev ödevlerini kasete
talep etme-geri çekilme örüntüsünde, eşlerden almalarını isterler.
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 599
√√

GENEL KONULAR VE DİKKAT Aile terapisinde dikkate alınması gereken etik


EDİLMESİ GEREKEN ÖZEL konulardan bir diğeri de eşlerden birinin diğe­
NOKTALAR ri odada yokken terapiste bir sırrını açmasıdır.
Bazı terapistler böyle bir durumla karşılaşma­
Margolin ve Fernandez’in (1985) de belirttiği mak için tedavinin en başında çifte, görüşmeler
gibi, terapistlerin tedavi ettiği evlilik problemle­ sırasında terapistle konuşulan her konunun bir
rinin hepsi birbirine benzer değildir. Bir çift ev­ başka seansta ortaya çıkabileceğini ve dolayı­
lilikleriyle ilgili tatminsizlikleri başladığı zaman sıyla terapistin sır saklamayacağını belirtirler.
profesyonel yardım için başvurabilirken, bir Diğer bazı terapistler ise böyle bir uygulamanın
başka çift eşlerden birinin ya da ikisinin boşan­ çok değerli bazı bilgilerin elde edilmesini engel­
ma amacıyla avukata başvurmasına yol açacak leyeceği kanısındadırlar (Kadis & McClendon,
kadar krizin tırmandığı anda terapiye gelebilir. 1995).
Evlilik stresinin farklı aşamaları vardır (Duck, Eşlerden birinin bireysel problemi olması ha­
1984; Weiss & Cerroto, 1980) ve terapistin de­ linde eş terapisinin mi yoksa bireysel terapinin
ğerlendirmesine göre çift bu aşamalardan han­ mi daha etkili olacağı konusunda yapılan ilginç
gisinde ise, o aşamaya uygun farklı terapötik araştırmalar vardır. Hem stresli ilişkileri olan çift­
yaklaşımlar kullanılır. Örneğin, 10 yıldır evlilik lerde en az eşlerden birinde depresyon görülme
ilişkisini makul bir seviyede tutan ama son za­ olasılığının, hem de daha önce depresyon ge­
manlarda zorluklar yaşamaya başlamış bir çifte çirmiş bir kişinin sorunlu bir evlilik ilişkisi için­
de olması halinde depresyonunun nüks etme
nazaran, 5 yıllık evli, boşanma aşamasına gel­
olasılığının yüksek olması nedenleriyle (Hooley
miş ve fiziksel şiddetin söz konusu olduğu bir
& Teasdale, 1989) Stony Brook’daki (Beach &
çift için daha yönlendirici ve yoğun bir yaklaşım
O’leary, 1986; O’Leary & Beach, 1990) ve Was­
daha yararlı olur (Odak 19.3 e bakınız).
hington Universitesi’indeki araştırmacılar (Jaco­
Önemli noktalardan biri de kimin hasta oldu­
bson, Holtzworth-Munroe & Schmailing, 1989;
ğuna karar verilmesidir. Belirlenmiş hasta (iden- Jacobson ve ark., 1991), depresyon tedavisin­
tified patient) kavramı genellikle terapistin birden de davranışçı evlilik terapisi (DET) uygulamış­
fazla aile üyesini birlikte gördüğü durumlarda, lardır. Elde edilen sonuçlar depresyon tedavisi
örneğin çocuklarındaki bir problem nedeniyle açısından Beck’in bireysel bilişsel terapisinin
anne-babanın birlikte terapiste başvurduğu du­ DET’den daha etkili olmadığını ve evlilik doyu­
rumlarda kullanılır. Terapiden iyi sonuçlar alına­ mu açısından ise DET’in daha etkili olduğunu
bilmesinde, aile üyelerinin problemin ne olduğu ortaya koymuştur. Dolayısıyla depresyonda ve
konusunda fikir birliği içinde olmaları da önemli aynı zamanda problemli bir evlilik ilişkisi olan
bir rol oynar. Örneğin, yıllardır feminist yazılara eşlere hem sistem yönelimli yaklaşımlarla hem
konu olduğu gibi, erkek daha az talepkâr ve ka­ de bireysel müdahalelerle yardımcı olunabi­
dın ise daha yumuşak mı olmalıdır? Eşlerden leceği, ancak sistem yönelimli yaklaşımların
birinin ilişkiyi sonlandırmak istediği, diğerinin ise kullanılmasının, ilişki sorunları açısından daha
ilişkiyi kurtarmak için aşırı çaba içinde olduğu avantajlı olduğu görülmektedir. Bu araştırma
durumlarda da pek çok zorluk ortaya çıkar. Yine hem depresyonun kişilerarası yapısının (Bölüm
uygulanacak çift terapisi çocukların durumuna 10’da incelenildiği gibi), hem de depresyonun
göre de farklılık gösterir. stresli yakın ilişkilerdeki rolünün altını çizmek­
Aile terapisini karmaşıklaştıran bir diğer du­ tedir. Diğer taraftan bireysel bilişsel terapinin
rum da her türlü cinsel ya da fiziksel kötüye evliliği düzeltmede, evlilik terapisinin depresyo­
kullanımdır. Eşin kötüye kullanılmasının söz nu düzeltmede olduğu kadar başarılı olamadığı
konusu olduğu ailelerde çocukların da kötüye sonucu, bir yandan bireysel bilişsel terapinin kı­
kullanılma riski oldukça yüksek olduğundan, te­ sıtlılıklarına işaret ederken, bir yandan da DET
gibi sistem yaklaşımlarının güçlülüğüne dikkat
rapist evliliğin kurtarılmasının, kötüye kullanılan
çekmektedir.
eş ve muhtemelen kötüye kullanılan çocuklar
üzerinde ne gibi bir etki yaratacağını da dikkate
ÇİFT VE AİLE TERAPİLERİNİN
almalıdır. Hasta olarak belirlenmiş olan kim olur­
sa olsun, terapist birlikte yaşayan ve ilişkiden DEĞERLENDİRİLMESİ
etkilenen tüm aile üyelerinin ihtiyaçlarına karşı Yöntemsel standartlara uygun olan dikkatle
duyarlı olmalıdır (Kadis & McClendon, 1995). seçilmiş 20 sonuç araştırmasını kapsayan bir
600 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

ODAK 19.3 AİLE İÇİ ŞİDDET


Aile içi şiddetin tüm aile üzerinde çok yıkıcı etkileri kontrol etme veya yapıcı ve girişken bir biçimde ifa-
vardır. Aile içi şiddet fiziksel yaralanma, adam öldür- de etme becerileri gelişmemiş olduğunda, tartışmalar
me, intihar gibi etkilerinin yanı sıra, eşlerden birinde fiziksel saldırılara dönüşür. Erkeklerin eşlerine karşı
veya ikisinde alkol kötüye kullanımı ve depresyon gibi fiziksel saldırganlık göstermesinde rol oynayan bazı
psikolojik problemlerin ortaya çıkmasında da rol oynar risk faktörleri olduğu belirtilmiştir. Stres, öfkeyle başa
(örn., Sonkin & Walker, 1985). Şiddetle ilgili drama- çıkamama, alkol ve madde kötüye kullanımı, orijinal
tik sonuçlar son yıllarda gazetelerde ve televizyonda aile ortamında şiddetin olması, kıskançlık ve kadınlara
sıklıkla yer almaktadır. Aile içi şiddetin, şiddete maruz karşı negatif tutum risk faktörleri arasında yer almak-
kalanlar üzerindeki açık ve ani etkilerine ek olarak tadır (Holtzworth-Munroe ve ark., 1995).
çocuklarda davranışsal ve duygusal problemlerin or- Farklı kuramsal bakışaçılarında yapılan araştır-
taya çıkmasında da önemli bir rolü vardır (Cummings malardan elde edilen sonuçlar, özellikle erkeklerde fi-
& Davies, 1994; Davies & Cummings, 1994; Grych & ziksel şiddetin ortaya çıkmasında öfkeyle başa çıkma,
Fincham, 1990; Jenkins & Smith, 1991). iletişim ve problem çözme becerilerinin eksikliğinin rol
Her ne kadar kadınların ve erkeklerin şiddet göster- oynadığını göstermektedir (Eckhardt, Barbour & Stu-
me sıklıkları aşağı yukarı aynı ise de, kadınların gördü- art, baskıda). Düşüncelerin açıkça ifade edilmesinin
ğü fiziksel hasar kocalarından daha fazla olmaktadır istendiği bir çalışmada, erkeklerin eşlerini her ikisinin
(Jacobson ve ark., 1994). Erkeklerin gösterdiği fiziksel de tanıdığı bir erkekle konuşup gülüşürken hatta flört
saldırganlık kadınların gösterdiği fiziksel saldırganlığa ederken gözlerinin önünde canlandırmaları istenmiştir.
nazaran daha fazla fiziksel yaralanmaya, sağlık prob- Böyle öfke yaratan bir durumda, eşlerine karşı şiddet
lemlerine, depresyona ve psikosomatik problemlere yol gösteren erkeklerin, şiddet göstermeyen kontrol grubu-
açmaktadır (Cantos, Neidig & O’Leary, 1994; Cas- na oranla, öfke kontrolü ile ilgili düşünceleri daha az
cardi, Langhinrichsen & Vivian, 1992; Stets & Straus, sözelleştirebildikleri ortaya çıkmıştır. Bu sonuç şiddet
1990). I991’de Amerikan Psikoloji Derneği’nin (APA) gösteren erkeklerin öfke yaratan bir durumda öfkelerini
Kadın Psikolojisi Komisyonu erkeklerin şiddetli dav- azaltacak bilişsel becerilere sahip olmadıklarına işaret
ranışlarına maruz kalan kadınlarla ilgili yayınında;
etmektedir (Eckhardt, Barbour & Davison, 1997). Ön-
şiddetin sıklığı, nedenleri ve çeşitli şiddet türlerinin
leme programları üzerinde çalışan araştırmacılar eşle-
kadınlar üzerindeki etkileri ile ilgili araştırmalara yer
re yalnızca öfkeyle başaçıkma, iletişim ve problem çöz-
vermiş; bu konuda yapılabilecek klinik ve toplumsal
me becerileri öğretmenin yetmeyeceğini, aynı zamanda
müdahaleleri tanımlamış ve yapılması gereken politik
çatışma fiziksel saldırıya döneşmeden önce nasıl ora-
değişiklikler üzerinde durmuştur (Goodman ve ark.
dan uzaklaşılabileceğinin ya da çatışmanın tırmanma-
1993).
sının nasıl engellenebileceğinin de öğretilmesi gerekti-
Fiziksel şiddetin yaşandığı ilişkilerde, müdaha-
ğini bildirmektedirler. Bu tür programlar Markman’ın
le edilmediği sürece fiziksel saldırganlığın derecesi,
sıklığı ve yoğunluğu giderek artar (Giles-Sims, 1983; Evlilik Öncesi İlişkileri Geliştirme Programını (PREP;
Pagelow, 1981). Fiziksel kötüye kullanımın tedavisine, Markman & Floyd, 1980; Markman ve ark., 1993) ve
kötüye kullanım ortaya çıktıktan sonra başlanmasının Neidig’in Öfkeyi ve Şiddetin Tırmanmasını Durdurma
iyi bir alternatif olmadığı pekçok kişi tarafından kabul Programını (SAVE; Neidig, 1989a,1989b) kapsamak-
edilse de (Holtzworth-Munroe ve ark., 1995), genellikle tadır. Bu programların etkililiği görgül olarak test edil-
çiftlerin tedavisine fiziksel şiddet ortaya çıktıktan sonra memiş durumdadır.
başlanmaktadır. Son yıllarda Ulusal Ruh Sağlığı Ensti- Holzworth-Munroe ve ark. (1995), şiddetin önlen-
tüsü aile içi şiddetin önlenmesine yönelik programların mesi ile ilgili olarak standart birlikte terapi uygulama-
önemini fark etmiştir (Coie ve ark., 1993). Şiddet gös- sından farklı biçimde, yeni bir yaklaşım önermişlerdir,
teren çiftlerin birlikte terapiye alınması konusunda şu çünkü standart yaklaşımın amacı şiddeti durdurmak
iki nedenden dolayı farklı görüşler vardır (Margolin & değil, ilişkiyi kurtarmaktır. Şiddetin önlenmesine yö-
Burman, 1993): 1) Şiddete maruz kalan kadının eşiyle nelik olan bu yaklaşımda kocalar gösterdikleri saldır-
birlikte terapiye alınmasının kadının kötüye kullanıl- ganlığın sorumluluğunu üstlenmeleri için desteklenir-
masında sanki kadının sorumluluğu varmış izlenimine ler. Ayrıca ilişkinin korunmasına odaklanan geleneksel
yol açacağı endişesi ve 2) terapi sırasında kadınların birlikte terapiden farklı olarak, bu yaklaşımda ilişkinin
getirdiği sorunlara tepki olarak erkeklerin şiddet gös- bitirilmesine de negatif bir sonuç olarak bakılmamak-
tereceği korkusu olarak özetlenebilir. tadır.
Öğrenme modelleri şiddeti çatışmaya karşı gös- Goodman ve ark. (1993), yüksek risk altındaki çift-
terilen bir tepki olarak görürler ve şiddetin, çocukluk lere uygulanan ve iç psişik faktörlerin analizine daya-
döneminde yetişkinlerin özellikle de ebeveynlerin prob- nan programların erkeklerin kadınlara karşı gösterdik-
lemleri çözmede şiddet kullandıklarının gözlenmesiyle leri şiddet probleminin çözülmesinde yeterli olmadığını
öğrenildiğini belirtirler. Ayrıca çatışmaların çözümlen- belirtmişlerdir. Yazarlar uzun süreli bir çözüme ulaşa-
mesinde sosyal yolları kullanmayı öğrenememiş kişiler bilmek için bu soruna sebep olan sosyal ve kültürel ku-
şiddete yönelmektedirler. Çatışmaları çözme, öfkeyi rumların değişmesi gerektiğine dikkat çekmektedirler.
ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 601
√√

meta analiz çalışmasına göre, aile terapisi pek çalışmalardan elde edilen bulgulara dayanarak,
çok aile problemi için yararlı bir etkiye sahiptir hangi kuramsal temele dayanıyor olursa olsun,
(Hazelrigg, Cooper & Borduin, 1987). Bu alan­ birlikte terapilerin etkinliği konusunda erken ka­
da kapsamlı gözden geçirme çalışmaları yapan rarlara varılmasında temkinli olunması gerekti­
Gurman ve Kniskern (1978), Gurman, Kniskern ğine işaret etmektedirler.
ve Pinsoff (1986), Jacobson ve Addis (1993) ve • Farklı yaklaşımları olan çift terapileri birbirle­
Lebow ve Gurman (1995) eş ve aile terapileri­ riyle karşılaştırıldıklarında, hiçbir yaklaşımın di­
nin süreci ve sonuçları ile ilgili olarak aşağıdaki ğerlerinden daha üstün olduğu gösterilememiş­
sonuçlara ulaşmışlardır4: tir (Baucom & Hoffman, 1986). Jacobson and
• Çift problemleri açısından çift terapisi, eş­ Addis’e (1993) göre, bir yaklaşım ne kadar uzun
lerden biriyle yapılan bireysel terapiden daha süre uygulanırsa, o yaklaşımından elde edilen
başarılıdır. Çift problemleri nedeniyle bireysel sonuçların diğer yaklaşımlardan elde edilen so­
olarak görülen hastaların %10’u daha da kötü­ nuçlardan daha üstün olduğunu söylemek de o
leşmektedir. kadar zorlaşır.
• Davranışçı evlilik terapisinin (DET) faydalı • Eşlerden birinin fobik olmaması koşuluy­
sonuçları en azından 4 ülkede yapılmış olan 2 la, fobik olmayan eşin örneğin agorafobik olan
düzineden fazla çalışmada gösterilmiştir (Hah­ eşini cesaretlendirmesi ve eşlerin işbirliği için­
lweg & Markman, 1988). Yine az sayıda da olsa, de olmaları temeline dayanan Barlow’un ma­
yaşantısal terapi (Greenberg & Johnson, 1988; ruz bırakma yaklaşımının, agorafobi tedavisin­
Johnson & Greenberg, 1985) ve içgörü-yöne­ de etkili olduğu kanıtlanmıştır (Bölüm 6). Bazı
limli terapi (Snyder & Wills, 1989) ile olumlu so­ vak’alarda agorafobik eşin iyileşmesiyle birlikte,
nuçlar elde edildiğini bildiren çalışmalar vardır. evlilik ilişkilerinde bozulma ortaya çıkabildiği bil­
Bir çalışmada, içgörü-yönelimli evlilik terapisi dirilmektedir. Oysa Barlow’un yaklaşımı uygu­
uygulanan çiftlerde boşanma oranının çok dü­ landığında, evlilik ilişkilerinde bozulmanın orta­
şük olduğu bulunmuştur (Snyder & Wills, 1989; ya çıkması önlenmektedir.
Snyder, Wills & Grady-Fletcher, 1991). • Çift terapisi ile daha genç yaştaki ve bo­
• Jacobson ve Addis (1993) tüm bu olumlu so­ şanma için bir girişimde bulunmamış çiftlerden
nuçların, hiçbir tedavinin uygulanmadığı ve sık daha iyi sonuçlar alınmaktadır.
sık bozulmaların ortaya çıktığı kontrol gruplarıy­ • Çift terapisinde kötü sonuç alınmasında eşler
la yapılan karşılaştırmalardan elde edildiğini ve arasındaki duygusal iletişimin zayıf olması (ki,
dolayısıyla bunun yapılan herhangi bir müdaha­ Jacobson ve Addis, 1993 bunu “duygusal ilgi­
lenin hiç terapi uygulanmamasına nazaran daha sizlik” olarak adlandırmaktadırlar) ve cinsel ilişki
etkili olduğu sonucuna varılmasını kolaylaştırdı­ sıklığının düşük olması önemli bir rol oynamak­
ğına dikkat çekmektedirler. Aynı zamanda her tadır. Kötü sonuç alınmasında rol oynayan bir
ne kadar bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar diğer faktör de, kadının yakın olmaya ve ilişki­
istatistiksel olarak anlamlı olsalar da klinik açı- lere erkeğin ise işe ve yönetmeye odaklandığı,
dan anlamlı değildirler (Jacobson ve ark. 1984). yani geleneksel cinsiyet rollerinin çok katı olarak
Örneğin tüm bu çalışmalar gözden geçirildiğin­ uygulandığı ilişki biçimidir (Jacobson, Follette &
de, tedavinin sonunda ancak çiftlerin yarısının Pagel, 1986). Yine eşlerden birinin depresyon­
mutlu bir evlilik ilişkisi içinde oldukları görülmek­ da olması da (her ne kadar daha önce belirtildiği
tedir (her ne kadar istatistiksel olarak çok an­ gibi, davranışçı çift terapisi hem depresyon hem
lamlı bir ilerleme kaydettikleri ortaya çıkmış olsa de ilişki üzerinde olumlu bir etki yaratsa da), çift
da). Üstelik davranışsal yönelimli terapinin uy­ terapisinin başarısına gölge düşürmektedir.
gulandığı birkaç izleme çalışmasına göre nüks • Çiftin strese girmesini önleme çalışmaları;
(Alexander, Holtzworth-Munroe & Jameson, iletişim becerileri eğitiminin gelecekte ilişkiden
1994; Jacobson, Schmaling & Holtzworth-Mun­ sağlanacak tatminin artırabildiğini ve hatta hiç­
roe, 1987) ve boşanma (Synder ve ark. 1991) bir müdahale yapılmayan kontrol gruplarıyla
sık ortaya çıkmaktadır. Jacobson ve Addis, bu karşılaştırıldığında, boşanma oranını da düşü­
4
Jacobson ve Addis (1993) şöyle bir genel uyarıda bulunmaktadırlar: Araştırmacılar
rebildiğini göstermektedirler (Markman ve ark.,
kendi tedavilerini değerlendirdiklerinde elde edilen sonuçlar, araştırmacılar 1988). Çift terapisi daha genç ve birbiriyle ilgili
dışındaki kişilerin tedavileri değerlendirdiklerinde elde edilen sonuçlardan daha
“iyi” olmaktadır. Acaba bu araştırmacıların taraf tutmalarından kaynaklanıyor çiftlerde daha başarılı sonuçlar verdiğinden, ön­
olabilir mi? Olabilir. Ama şu da mümkündür ki, etkili olacağı varsayılan bir tedavi
onu yaratan veya savunan kişiler tarafından, bu konuda uzman olmayan kişilere
leme çalışmaları daha da anlamlı ve ümit verici
nazaran daha etkili bir biçimde uygulanıyor da olabilir. görünmektedir.
602 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

• Belki de davranışçı olmayan yaklaşımlar­ HIV enfeksiyonun ve AIDS’in önlenmesinde,


da, örneğin analitik ve insancıl yaklaşımlarda, cinsel davranışları değiştirmeyi hedefleyen ve
araştırma çok önemsenmediğinden bu yakla­ bu çabayı içeren programlar ve fakir insanlar
şımlarla ilgili kontrollü çalışmalar davranışçı arasındaki eğitim eksikliği ve ona bağlı sosyoe­
ve sistem yaklaşımlarıyla ilgili araştırmalar ka­ konomik dezavantajları önlemeye yönelik Head
dar çok değildir. Johnson ve Greenberg (1985) Start programları aracılığıyla gösterilen çabalar
kabul edilmeyen duygu ve ihtiyaçların açığa vb. Şimdi, toplum psikolojisinin bazı genel ilke­
çıkarıldığı Geştalt yaklaşımına dayanan çift te­ lerinin neler olduğuna ve bir dizi kayda değer
rapisinin (daha önce belirtilen duygu odaklı te­ çabanın incelenmesine bakacağız.
rapinin) problem çözmeye dayanan davranışçı
terapiden daha etkili olduğunu belirtmişlerdir. ODAK: ÖNLEME
Bu sonuçtan yola çıkan araştırmacılar çiftlere
yapılacak müdahalelerde, güvenin arttırılma­ Toplum psikolojisinin önlemeye odaklaşma­
sının ve kişilerin hem kendi hem de eşlerinin sı, onun en tanımlayıcı özelliği olarak kabul edi­
karşılanmamış ihtiyaç ve korkularına karşı du­ lir. Toplum psikologlarının bazı önde gelenleri,
yarlılıklarının yükseltilmesinin önemli olduğunu önleyici bilimin kendi içinde yeni bir araştırma
ifade etmişlerdir. Davranışçı çift terapistleri de disiplini olduğunu belirtmişlerdir (Coie ve ark.,
giderek çatışmalardaki duygusal boyuta daha 1993). Ulusal Bilimler Akademisi’nin (National
fazla önem vermeye başlamışlardır ki, bu, bir­ Academy of Sciences) bir kolu olan Tıp Enstitü­
birine zıt terapötik yaklaşımların birbirlerine ya­ sü (The Institute of Medicine) tarafından sunu­
kınlaşmaları yolundaki adımlardan bir diğeridir. lan yeni bir tipoloji, önlemeyi, tedavi ve sürdür­
Bir başka bütünleştirici yön daha önce Odak meden ayırt etmektedir (Mrazek ve Haggerty,
19.2’de tanımlanmıştı. 1994).
• Bazı çalışmalar ise boşanma olmadan ön­
ceki konsültasyonlara, yani boşanma ile ilgili TEDAVİ
olarak yapılan arabuluculuklara (divorce me­ Toplum psikolojisinde önlemeye dair yazdığı
diation) odaklanmışlardır. Boşanma aşamasına yazılarla çığır açan Caplan’ın (1964) Üçüncül
gelen çiftlerde görülen düşmanca sürece bir al­ Önleme adını verdiği tedavi, bu Bölüm ile 17
ternatif olarak, çifte karşı nötr olan ve çocukların ve 18. Bölümlerde buraya kadar sunulmuş olan
velayeti ve parasal konular hakkında anlaşabil­ çeşitli müdahalelere işaret eder. Tedavi, ruhsal
meleri için çifte yardımcı olmaya çalışan üçüncü bozuklukların tedavisidir ve yalnızca gelecekte
kişilerin (bir avukat, danışman veya bu konuda ortaya çıkabilecek ruhsal rahatsızlık sorunlarını
eğitimli olan herhangi bir kişi) arabuluculuk yap­ önlemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda tedavi,
ması düşünülebilir. Böyle bir arabulucu boşan­ bir bozukluğun şiddetini veya direncini azaltma­
maya doğru giden çiftin ebeveynlik görevlerini yı ya da ortaya çıkışları arasındaki süreyi azalt­
yerine getirmelerine yardımcı olabilir. Elde edi­ mayı amaçlar. Toplum psikolojisinin odaklaştığı
len verilere göre arabuluculuk (1) mahkeme ise bu değildir.
öncesi eşler arasındaki anlaşma oranının yük­
selmesi, (2) eşlerin yaptıkları anlaşmalardan SÜRDÜRME
daha fazla tatmin olmaları, (3) esas mahkeme­ DSM IV’teki tanısal düzeylerle tanışan ve
den sonra daha az dava açılması, (4) ortak ve­ rahatsızlığı ısrarlı olan hastalar için uzun süreli
layet kararlarının artması, (5) velayet ve diğer olma temeline dayalı müdahaleler sağlanmış­
davalarla ilgili çalışmalar için harcanan paranın tır. Sürdürme (maintenance), kronik veya halen
azalması ile ilişkilidir (Sprenkle & Storm, 1983; sürmekte olan bozukluklar için nüksetmeyi ön­
Gurman, Kniskern & Pinsoff, 1986, s. 589). leme çabasıyla yapılan sürekli tedavidir. Örne­
ğin, çabalar hastanın ilaç düzenine uymasını
TOPLUM PSİKOLOJİSİ sağlamaya veya artırmaya yönlendirilebilir. İle­
ride açıklanan uğrak evleri, sürdürmenin sonra­
Toplum (community) psikolojisi örnekleri­ ki-bakım için diğer bir örneğidir.
ni daha önce vermiştik. Şöyle ki: Genç ergen­
ler arasındaki sigara içme alışkanlığının okula ÖNLEME
dayalı programlarla önlenmesinde, cinsel an­ Önleme (prevention), halen mevcut olan
lamda aktif olan yetişkin ve ergenler arasında bozukluk veya vak’alarına odaklaşmak yerine,
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 603
√√

nüfusta yeni görülen sosyal ve duygusal sorun­ evsizlik, iş ayrımcılığı, fakir oyalayıcı eğlence
ların veya bunların görülme sıklığının azaltıl­ olanaksızlıkları, yetersiz okul müfredat prog­
masına yönelir. Daha önceleri birincil önleme ramları, vb. dikkatin yöneltildiği bazı örnekler­
diye anılan bu çabalar, bir bozukluk ya da rahat­ dir. Kalıtımsal danışmanlık, kent-içi annelerin
sızlığın ortaya çıkmasından önce yer alırlar. Te­ doğum öncesi bakımları, okul yemekleri, vb. de
davi, mevcut bir ruh sağlığı sorunu için yardım önleme tedbirleridir.
almak üzere sevk edilen veya kendileri başvu­ Toplum psikologları çabalarını önlemeye yö­
ran bireylere (veya küçük gruplara) tipik olarak neltseler de, önleme çaba ve faaliyetlerinin hep­
sağlanırken, önleme, okullar gibi çoğunlukla si de toplum psikolojisi kapsamına girmezler ya
klinik yapısı olmayan çok daha geniş sosyal or­ da sadece onun yetki alanında sayılmazlar.
tamlarda yer alır. Toplum psikolojisinde önleme, Özel çalışan bir klinik psikolog, ücretini ödeyen
sıklıkla, geniş grupları ve sosyal sistemleri kap­ sağlıklı bir hastasını, kalp hastalıklarını önle­
sadığı için genellikle bir çokdisiplinli yaklaşımı mek için, onu, yeme alışkanlıklarını ve yaşam
gerektirir. Böylece anormal psikoloji ile krimino­ tarzını değiştirmesi yönünde teşvik edebilir. Bu
loji, gelişimsel psikoloji, epidemiyoloji -fiziksel davranışsal tıbbi yaklaşım, toplum psikolojisinin
ya da ruhsal bozukluğun evrendeki dağılımını sınırları içinde görülmez. Mednick’in şizofreni
veya yaygınlığını inceleyen bilim dalı- ve eğitim için olası bedensel yatkınlık yüksek-risk araştır­
alanları arasında yararlı bir etkileşimi sağlama­ ması gibi, biyolojik yönelimli psikopatoloji araş­
ya hizmet eder. tırmaları, uzun vadede önleme amacını taşısa
Önlemenin genel başlığı altında çok daha iyi, da, çok nadir olarak toplum psikolojisi konusu
belirginleştirici ayrımları yapılabilir. Bir önleyici sayılır (belki de sayılmalıdır). O halde önleme,
müdahale, evrensel, seçici ya da odağı belirgin birçok toplum psikolojisi faaliyet ve çabasının
olabilir (Mrazek ve Haggerty, 1994). Evrensel önemli bir özelliği olsa da, başka özellikler de
bir önleme müdahalesi, risk altında oldukları yaklaşımı tanımlayabilmektedir. Özellikle, bir
belirlenen bireyleri temel almayan tüm evreni sonra tartışılan arama yönelimi ve örgütler ile
hedefler. Bu yaklaşım, bir sorunu geliştirmesi kurumlara odaklaşma.
bakımından kimin göreceli olarak daha fazla risk
taşıdığına dair varsayımda bulunmaz ve genel TUTUM: BEKLEMEK YERİNE
nüfusa yönelik mesajlar taşır. Örneğin, madde ARAMAK
kötüye kullanımının sonuçlarına ilişkin televiz­ Şimdiye kadar üzerinde durulan neredeyse
yon seri reklamları. Seçici önleme müdahalesi, tüm terapiler, kendilerine, klinik, muayenehane
nüfusun, bir ruhsal ya da davranışsal sorunu veya hastanelerde randevu alınması yoluyla
geliştirme riski anlamlı bir ölçüde ortalamadan ulaşılabilen, yüksek dereceli uzmanlarca icra
daha yüksek olan bir alt grubunu hedef alır. Ör­ edilmişlerdir. Bu uzmanlar, kendilerine başvuran
neğin, gençlik suçlarına bağlı olarak bir okulda, ya da mahkemelerce sevk edilen bireylere yar­
okulu terk veya bırakma oranı yüksek olabilir; dımcı olmaya çalışırlar. Hizmetlerin bu biçimde
akademik becerileri iyileştirmek için düzeltici verilişi, bekleme tarzı çalışmayı içerir (Rappa­
program veya talimatların verilmesi, önleme ça­ port ve Chinsky, 1974). Bunun aksine toplum
balarıdır. İşaret eden önleyici müdahaleler, bir psikolojisi (her zaman olmasa da), arama tar-
zihinsel bozukluğun işaretini veren, belirtisini zında çalışır. Yani, bir gün psikolojik anlamda
veya yatkınlığını gösteren; ancak bozukluğun sorunları olabileceğine inanılan kişiler, genelde
tanısal ölçütünü henüz tam olarak yerine getir­ psikologlar, psikiyatrlar ve sosyal çalışmacılar­
memiş kişileri hedefler. Aile tarihçesinde dikkate ca denetlenen meslek-dışından (para- profes­
değer ölçüde ruhsal bozukluk bulunan bir kişi, yonel) olan toplum çalışanları tarafından aranıp
işaret eden önleyici müdahale türü için uygun bulunurlar.
bir hedeftir. Örneğin, her iki ebeveyni de şizof­ Rappaport ve Chinsky (1974), her türlü ruh
reni hastası olan bir genç oldukça yüksek risk sağlığı bakımının, ‘sunma’ ve ‘kavramsal’ ola­
taşır. rak iki bileşenin olduğunu ileri sürerler. Sunma
Çevredeki zorlayıcı (stresli) ve yoksunluk (delivery) bileşeni, aramak ve beklemek arasın­
koşullarını değiştirme ve insanları güçlendirme daki farklılığa ilişkindir; yani hizmetlerin elverişli
yoluyla onların zorlanmalara direnebilmeleri ve yapılabilmesine ait tutumlardır. Belirtildiği gibi
güçlüklerle başa çıkabilmelerinin sağlanması, toplum psikolojisi, genellikle arama yönelimli­
önlemenin başlıca iki aracıdır. Kalabalıklaşma, dir. Kavramsal bileşen, hizmetlerin kuramsal
604 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

ve veri-tabanlı temellerinden oluşur, iki olası rici ders vermezler. Toplum psikolojisi hem bu
kuramsal yaklaşım, psikanalitik ve öğrenme düzeyde, hem de yakından ilgili olan fakat daha
yaklaşımlarıdır. Örneğin, insanları güvenli cin­ soyut ve her şeyi içeren kurumsal düzeyde çalı­
sel davranışlara iknâ edici kitle medya kampan­ şır. Kurumlar, okul binaları ve hapishaneler gibi
yası, toplum psikolojisinin arama tarzına uyar. fiziksel varlıkları değil ama toplumu karakterize
Ancak ileti veya mesajların ne kadar belirgin/ eden temel değerleri ve ideolojileri, onun dini­
eştirilerek ifade edildikleri ise kavramsal tarza ni ve politikalarını ifade eder. Örneğin, toplum
girer. Bir atılım, psikanalitik yaklaşımı esas ala­ psikoloğu, halkın ve insanların refah ve gücün
rak, cinsel dürtülerin cinsel olmayan uğraş veya dengesiz veya haksız dağılımından dolayı mut­
meşguliyetlere dönüştürülmesini vurgularken, suz olduğunu iddia edebilir. Bundan böyle mes­
başka biri bilişsel davranışçı doğrultuda insanla­ leki çabalar, siyasi partileri, mahkemeleri, vb. iş­
rın güvenli olmayan cinsel faaliyet veya arayış­ levlerinde daha etkili olmaları için teşvik etmek
larını azaltabilmeleri için atılganlık becerilerini değil; gaye ve hedeflerini, temel sayıltılarını, re­
kazanmalarının gerekli olduğunu varsayar. Bu fah ve gücün daha hakça ve eşitlikçi bir sosyal
iki kampanya değişik türde mesajlar dağıtırlar dağılım için çalışmaları yönünde değiştirmeleri
ama her ikisi de toplum psikolojisini iletir. Belir­ için cesaretlendirmeye yönlendirilir.
li bir kavramsal yönelimin, bir sunma, götürme Rappaport’un analizi, neden bazı toplum
üslubuna diğerinden daha uygun olup olmadığı psikologlarının bireysel veya grup terapilerinde
sorusu ise apayrı ve önemli bir konu olup, top­ sabırsız olabildiklerini açıklamaktadır. Sorun­
lum psikologları ve psikiyatrlar arasında süre­ ların bireyde veya küçük bir grupta olduğuna
gelen tartışmaların da nedenidir. inanmamakta ve bu düzeye odaklanmakla te­
rapistin “kurbanı suçladığını” (Ryan, 1971), ör­
DEĞERLER VE “NE ZAMAN güt ve kurumların gerçek sorunlarını göz ardı
MÜDAHALE EDİLİR?” SORUSU ettiğini iddia ederler. Toplum psikologları, sosyal
Bu alanın önde gelen yazarlarından Rap­ sorunlara geniş bir yelpazede arama üslubuy­
paport (1977), toplum psikolojisini anlamanın la yaklaşır ve çalışırlar; bir takım bireysel veya
başka bir yolunu önermiştir. Toplumun dört grup terapistlerinin yaptığı gibi siyasi ve ahlâki
aşamadan oluşan bir bütün olarak görülmesini anlamda tarafsız olduklarını söyleyen sahte ta­
önermiştir: birey, küçük grup, örgüt ve kurum. vırlar sergilemezler.
Terapistler, insanlar için edindikleri gayelerine
dayanarak belli bir düzeyde müdahalede bulu­ TOPLUM PSİKOLOJİSİNİN
nurlar. Örneğin, insan sorunlarının doğasında FAALİYETLERİ
bireysel olduğu düşünülebilir ve bu nedenle de
Burada, etkililiği görgül olarak değerlendiril­
tedavi insanı değiştirmeye odaklaşır. Bu tedavi
miş olan projelere ve bu alan hakkında bir fi­
bir dizi yol kat eder -davranışçı terapiden psi­
kir verebilecek geniş konu başlık yelpazesine
kanalize ve kemoterapiye kadar- ancak tüm bu
odaklanılacaktır.
müdahale yollarında toplum iyi olarak ve insan­
lar da ona uyma gereksinimi içinde ele alınır.
Buna alternatif olarak, insan sorunlarının ki- İNTİHARI ÖNELEME MERKEZLERİ VE
şilerarası zorluklardan türediği varsayılabilir. Ör­ TELEFONDA KRİZ HİZMETLERİ
neğin, aile içindeki, iş yerindeki ve başka küçük Birçok intihar önleme merkezi, 1958’de Far­
gruplardaki çatışmalar. Terapist, grup üyelerine, berow ve Schneidman tarafından kurulan Los
daha iyi iletişimde bulunabilmeleri için aile ve et­ Angeles İntiharı Önleme Merkezi’ni örnek al­
kileşim terapisi uygular. Terapist, sadece bireyi mıştır. Şimdilerde Birleşik Devletler’de 200’den
değiştirmeye çalışmaz, çünkü sorunun grup sü­ fazla bu tip merkez bulunmakta; yurt dışında
reçlerinde yer aldığı varsayılır. İnsanın yaşadığı da bir o kadar bulunmaktadır (Lester, 1995).
sorunların altında örgütlerin yattığını düşünen Çoğu meslekten olmayan ve psikologlar ve psi­
psikologlar, okullar, hapishaneler gibi birimlerin kiyatrların gözetim ve denetimi altında çalışan
işleyiş biçimlerini suçlarlar. Örneğin okulda ba­ personeliyle bu merkezler, 24 saat boyunca
şarısız olan bir çocuğa yardım etmek için top­ intihar krizlerinde danışmanlık hizmeti verirler.
lum psikologları, okul müfredatını ve okul mü­ Genellikle ilk bağlantı telefon aracılığıyla olur.
dürüyle öğretmenlerin nasıl bir uygulama içinde Merkezin telefon numarası toplumda çok iyi du­
olduklarını incelerler; öğrenciye düzenli iyileşti­ yurulmuş olur. Çalışan, merkezi arayan kişinin
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 605
√√

ne dereceye kadar ciddi bir intihar girişiminde gerekiyorsa uzmanlara sevk ederler (Fremouv
bulunabileceğini tartıp değerlendirmeye çalışır ve ark., 1990).
ve en önemlisi, onunla kişisel iletişim kurmaya İntihar üzerinde kontrollü araştırmalar yap­
ve onu intihar kararından vazgeçirmeye çalışır mak çok zor olup sonuç çalışmaları da tutarsız
(daha önce ele alınan intiharı önleme konusunu sonuçlar vermiştir. İntiharı önleme merkezlerinin
hatırlayınız, Bkz. Bölüm 10) etkililiği üzerinde yapılmış olan beş çalışmanın
Bu gibi toplumsal olanaklar, potansiyel ola­ meta-analiz sonuçları, hizmetin götürülmesinin
rak çok değerlidirler, çünkü intihara kalkışanlar ardından intihar eyleminde düşüş olduğuna
yaşamlarına son vermeden önce uyarmada bu­ dair bir oran vermemiştir (Dew ve ark., 1987).
lunurlar -yardım isterler. Yaşama ya da ölme ko­ Buna benzer olumsuz bulgular en son olarak
nusunda yaşanan iki karşıt duygu, intihar etme Kanada’dan rapor edilmiştir (Leenars ve Les­
durumunun ana dönemeç noktasıdır (Schneid­ ter, 1995). Ne var ki başka bir çalışma da bir­
man, 1976). Çoğunlukla dikkat öncelikle akraba kaç kentte önleme merkezlerinin kurulmasını
ve arkadaşlara yöneltilir, ancak birçok potansi­ izleyen yıllarda intihar oranlarında düşmenin
yel intihar kurbanı bu duygusal destek kaynak­ olduğunu göstermiştir (Lester, 1991). Tekrar,
larından uzaklaşmış durumdadır. İşleyen bir çatışmalı ve belli bir sonuca götürmeyen kanıt­
sıcak-temas (hot-line) hizmet hattı bu kişilerin larla karşı karşıyayız. İnsan yaşamı değerlidir;
yaşamlarını kurtarabilir. dolayısıyla önleme merkezlerini arayan birçok
İntihar kurbanları, yaşayan ve onunla temas insan girdikleri intihar krizini atlatabilsinler diye,
halinde olan kimseleri de içerir (özellikle, talih­ bu çabalar hep sürecektir.
siz %25’e giriyor), yani kurbanla intihar eylemi­
nin gerçekleştirildiği an veya onunla konuşuyor­ ZARAR VERİCİ YAŞAM TARZLARININ
ken olay yer almışsa (Andress ve Corey, 1978). KİTLE EĞİTİMİ VE MEDYANIN
Bazen bu olayı yaşayan kişiler, terapistler veya KULLANIMI YOLUYLA DEĞİŞTİRİLMESİ
hastane acil servis personeli de olabilmektedir. Yüksek tansiyon ve koroner kalp yetmez­
Bu kişilerin hepsi de güçlü suçluluk duyguları likleri gibi kalp hastalıkları Amerika Birleşik
yaşamakta, kendi içinde bir çatışmaya girerek, Devletleri’nde başka hiçbir hastalığın olmadığı
intiharı önlemek için “başka ne yapabilirdim?” kadar fazla ölüm nedenidir. Birçok yünüyle zen­
gibisinden kuşkulu düşüncelere kapılmaktadır. gin ve endüstrileşmiş toplumun yaşam tarzı,-fi­
Suçluluk ve öfke baskın olabilmektedir. Bu gibi ziksel harekete az gereksinim duyma ve yağdan
birçok nedenden dolayı intihara tanık olanların zengin, yüksek kalorili yiyeceklerin tüketilmesi-
ve geride kalanların olayla hesaplaşmaların­ kalp hastalıklarının hazırlayıcısı olmaktadır. Za­
da kendilerine yardımcı olunması için arkadaş rarlı yaşam tarzlarının değiştirilmesi çabalarında
veya yaşıt desteği sağlayan gruplar vardır. Bun­ bir yol, insanları, bu gibi hastalıklara yakalanma
lar sosyal destek verir, duyguların açığa vurul­ risklerini azaltmaları için neler yapabilecekleri
masına olanak tanır, yapıcı bilgi sağlar ve eğer konusunda bilgilendirmek üzere, kitle iletişim
yolunun kullanılmasıdır.
İntiharı önleme sıcak temas telefon servisleri paraprofesyo- Nathan Maccoby (Maccoby ve Altman, 1988)
nellerce işletilir ve toplum psikolojisinin bir örneğidir. tarafından yönetilen Stanford Kalp Hastalıkları­
nı Önleme Programında çalışan bir grup araş­
tırmacıdan bir psikolog, yapılan çalışmalarda
iletişimi kaydetme görevini üstlenmiştir. Three
Communities Projesi için medya kampanyası
ve doğrudan, yoğun, yöneltici programı seçmiş­
lerdir (Maccoby ve Alexander, 1980; Maccoby
ve ark., 1977; Meyer ve ark., 1982).
Kuzey Kaliforniya’daki üç kasaba, araştırma­
ların uygulama alanı olarak seçilmiştir. Bunlar­
dan Watsonville ve Gilroy deneysel kasabalar;
Tracy de kontrol kasabası kabul edilmiştir. İki yıl
boyunca her iki deneysel kasaba, kitle iletişim
kampanyalarının halkı kalp hastalıkları konu­
sunda bilgilendirme bombardımanına maruz
606 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

bırakmıştır (bu bir evrensel önleme müdahale­ role bağlı yüksek kan basıncı düzeyleri, sigara
sine örnektir). Kampanya, televizyon ve radyo içme ve yeterince spor yapmama gibi bilinen
programlarında, haftalık gazete sütunlarında, birkaç fiziksel risk etkeninin ağırlıklı ortalama­
gazete ilanlarında ve öykülerde, insanları siga­ larını genel risk ölçümü olarak kabul ettiler. De­
ra içmeme, spora daha çok yönelme ve koles­ ney kasabalarındaki insanlarda önemli bir bulgu
terolü düşük yiyecekleri tüketmeye zorlayıcı bi­ olarak, yüksek anlamlılık düzeyinde düşüşler
çimde yürütülmüştür. Otobüslere ve dükkânlara saptadılar. Bu sonuç, daha önce kalp hastalık­
asılan posterlerde özet şeklinde ve grafiklerle larında risk etkenlerini araştıran Framingham,
can alıcı bilgiler iletilmiştir. Örneğin, sarısı ko­ Massachusetts, boylamsal çalışmasından bu
lesterol yününden zengin olan yumurtanın daha yana, elde edilen en önemli bulgudur (Truett,
az yenmesi gibi. Buna ek olarak seçici bir önle­ Cornfield ve Kannel, 1967). Adı geçen çalışma,
me müdahale programı da Watsonville’lilerden on iki yıllık bir süre için kalp hastalığının ortaya
kalp hastalıkları için yüksek risk taşıyan bir ör­ çıkışını çok iyi yordayan risk puanlarını vermiş­
neklemin, grup görüşmeleri ve bireysel ev da­ tir.
nışmanlığı bazında yoğun bir yönlendirmeyi, Bu olumlu bulgular Stanford Beş Kent Projesi
on haftadan fazla bir süre almalarını içermiştir. adı altında daha iddialı geniş ölçekte program­
Araştırmacılar, bilgi (örn., yağ ve kolesterolü ların başlatılmasını sağlamıştır. Bu projede yüz-
düşük yiyeceklerin nasıl seçilip hazırlanacağı) yüze görüşmeyle yöneltme programı, okullar,
ve yüz yüze görüşmelerde verilen yaşam tarzı­ üniversiteler, hastaneler ve iş yerleri gibi çeşitli
nı değiştirmeye yönelik teşvik ve öğütlerin, kitle toplum ortamlarına, genişletilmiş ve değişik yaş
iletişim kampanyalarından sağlanacak yararla­ gruplarına da dâhil edilmiştir. Önemli olan hedef,
ra herhangi olumlu bir katkısının olup olmadığı­ eğitim programını, mevcut toplum örgütlerine
nı incelemek istemişlerdir. sindirmek ve böylece araştırmacılar sahneden
Kontrol kasabası Tracy, diğer iki deney ka­ çekildikten sonra yararlı etkilerin süreğenliğini
sabasından oldukça farklı kitle hizmetlerine sa­ sağlamaktır (Altman, Flora ve Farquhar, 1986).
hipti. Tracy, Watsonville ve Gilroy’dan bir sıra Bağımlı değişken veya ölçümler, o sırada kalp
alçak dağlarla ayrılmaktaydı ve bu yüzden de o hastalığına dair yakınmalar ve ölçümleri kapsa­
sırada, tamamen ayrı bir yerel televizyon istas­ maktaydı. 1970’de başlayıp 1990’lara kadar sü­
yonu bulunmaktaydı. Tracy’nin halkı tabii ki iki ren araştırmada, sigara içme, yüksek kolesterol
araştırma yılı boyunca kasabada hapis yaşamı düzeyleri, fiziksel aktivite azlığı ve yüksek tan­
sürdürmediler. Ancak çoğu zaman medyaları siyon gibi birkaç risk artırıcı etkenin de, müda­
aracılığıyla diğer iki deney kasabasına sağla­ halelerin etkililiğini gösteren anlamlı düşüşlerin
nan bilgileri alamadılar. Her üç kasabada da bir olduğunu destekleyen sonuçlar elde edilmiştir
ölçüde İspanyolcanın bir kesim tarafından kul­ (Farquhar, 1991; Farquhar ve ark., 1990; Jack­
lanılması nedeniyle tüm medya bilgilendirmesi son ve ark., 1991; Maccoby ve Altman, 1988;
hem İspanyolca hem de İngilizce olarak yapıl­ Schooler, Flora ve Farquhar, 1993).
dı. Stanford grubunun, Finlandiya’daki benzer
Bulgular, Watsonville ve Gilroy halkının, kalp projelerin (Tuomilehto ve ark., 1986) ve Güney
hastalıklarına ilişkin risk etkenleri hakkında bil­ Afrika’dakilerin (Farguhar ve ark., 1990) çalış­
gilerini anlamlı düzeyde arttırdıklarını; kontrol maları, toplum psikolojisi faaliyetleri adına elde
kasabasında ise böyle bir kazancın olmadığını
göstermiştir. Yumurta tüketimine ve biçimine
Toplum psikologları tarafından, iletişim ya da medya kampan-
ilişkin eski yeme alışkanlıklarında Watsonville yaları, sağlık üzerinde olumsuz sonuçları olan davranışların de-
ve Gilroy’da Tracy’e oranla bir düşme gözlen­ ğiştirilmesi için, başarılı bir şekilde kullanılmışlardır.
miş ve yine kontrol kasabasındaki hafif artmaya
karşın, her iki deney kasabasında klinik olarak
anlamlı düzeyde, kan basıncı ölçülerinde -tan­
siyon- düşme gözlenmiştir. Watsonville’de özel
ve yoğun yönlendirici eğitim programına katılan
yüksek-risk grubu oluşturan kişilerin, yumurta
tüketme alışkanlığı ve tansiyon programından
daha da fazla yararlandıkları gözlenmiştir. So­
nuç olarak araştırmacılar, kasabaların, koleste­
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 607
√√

edilen sonuçlar, sade insanların, kendilerine etkenlerle karşılaştığı sürece, bu gibi çaba ve
sunulan iyi ve doğru düzenlenmiş kitle iletişim gayretlerin başarısı sınırlı olmaya mahkumdur.
malzemelerinden ve geniş-açılı eğitim prog­
ramlarından bir şeyler öğrenerek kalp hastalığı OKULLARDA ÖNLEYİCİ
risklerini azalttıklarını göstermeleri bakımından MÜDAHALELER
çok önemlidir. Bu çalışmaların çok yıla dağıl­ Toplum psikolojisinde yer alan önleyici mü­
mış olmaları dikkate değerdir ve psikolojideki dahaleler, pratik ve kuramsal nedenler dolayı­
deneysel çalışmalara bakıldığında oldukça az sıyla sıklıkla okul ortamlarında yürütülmektedir.
rastlanan bir durumdur. Ancak, belirli davranış Çocuklar ve ergenler haftada otuz saat veya
ve tutum örüntülerinin yıllar boyu tekrarlanma­ fazlasını okulda harcamaktadırlar. Bu da prog­
sına bağlı olarak ortaya çıkabilecek bazı ciddi ramların oldukça kontrollü koşullarda yürütü­
sağlık sorunları için, beş, altı ya da on yıllık sü­ lebilmesine olanak tanımaktadır. Daha önce,
reler çok sayılmamalıdır. ortaokul öğrencilerinin sigaraya başlamalarını
Bu gibi toplum temelli programların, tek başı­ önleme amaçlı programları gözden geçirmiş,
na tıbbi uygulamalarla ulaşılabilecek sonuçların incelemiştik (Bkz. Bölüm 12).
ötesinde, birçok hastalığın ortaya çıkmasını ve Günlük sorunları ve evden, bilmedikleri ve
ciddileşmesini azaltmada büyük bir potansiyel hiç tanımadıkları insanlarla etkileşecekleri okula
taşıdığı söylenebilir. Çünkü insanın fiziksel sağ­ gitmek üzere, ilk kez ayrılan çocukların hemen
lığı öncelikle kendi elindedir ve yaşam tarzına hepsinin karşılaştığı sosyal sorunları çözme yol­
ait bazı davranış ve uygulamaları değiştirmek, larını öğretmek için düzenlenmiş bir programda
hastalık risklerini azaltmanın çoğunlukla en iyi (Shure ve Spivack, 1988), daha küçük çocuklar
yoludur (Bandura, 1986). hedef alınmıştır. Shure ve Spivack, çocuklara,
bu yeni karşılaşmaları ve etkileşmeleri yönete­
İŞYERİNDE DAVRANIŞSAL TIP bilmeleri için sorunların üstesinden gelme veya
Daha önce gözden geçirilmiş olan bazı davra­ onları çözme becerilerini öğretmişlerdir (daha
nışsal tıp yaklaşımları, çalışanlar için iş yerlerin­ önceki çalışmaları, 18. Bölümde incelenen, ye­
de şirketler tarafından hazırlanan programlarca tişkinlerde sosyal problem çözme terapilerinin
yürütülmektedir. Çalışanların kilo vermelerine, temelini atmıştır). Çocuklar, bir sorunla karşılaş­
daha sık ve düzenli spor yapmalarına, sağlıklı tıklarında seçenekleri gözden geçirme ve dürtü­
beslenmelerine ve sigarayı bırakmalarına yar­ sel davranışlarda bulunmadan önce durmaları
dımcı olmak suretiyle kalp hastalığını azaltma­ yönünde teşvik edilmiş, yönlendirilmişlerdir. Aynı
ya özel bir dikkat gösterilmektedir. Kasların gev­ zamanda da saldırgan ve kavgacı davranışların,
şetilmesi, zaman yönetimi ve diğer iş başında ortadaki çatışmaya çözüm getirmek yerine na­
karşılaşılabilecek meydan okuyan durumlarla sıl karşı-saldırgan davranışlar gibi istenmeyen
baş-etme işlemlerinin öğretilmesini içeren stres sonuçlara yol açabileceği hatırlatılmıştır. İki yıl­
yönetimi de, üzerinde durulan önemli bir konu­ lık bir izlemede, kendi öğretmenleri tarafından
dur. öğretilen bu becerilerle donanan çocuklar, daha
Şimdiye kadar elde edilen sonuçlar karışıktır. az zarar verici davranışlar göstermişler ve bu
Örneğin, her ne kadar kilo verme ve sigara- bı­ çocukların okulda müdahalenin olmadığı kon­
rakma programları kısa vadede başarılı oluyorsa
Ortak sağlık programları iş stresini azaltmak, sağlığı düzeltmek
da (örn., Jeffrey, Forster ve Schmid, 1989), nük­ ve verimliliği artırmak için düzenlenir.
setme ve programı bırakma oranının %75’lere
varması bir istisna değil, neredeyse kural hali­
ne gelmiştir. Fakat şirketler, çalışanlarını, kilo
vermelerine ve kolesterollerini düşürmelerine
bir ödül olarak, örneğin, sağlık sigorta primle­
rini düşürmek yoluyla teşvik ederse, bu önleyici
işyeri programlarının etkililiği artabilecektir. Her
şey dikkate alınsa bile bireysel psikoterapilere
getirilen eleştirilerin benzeri, bu programlar için
de geçerli olmaktadır: kişi, tedavi ortamının dı­
şında, programın amaç ve hedefleriyle uyuşma­
yan ve onu desteklemeyen, hatta ona karşı olan
608 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

trol grubundan daha huzurlu ve rahat oldukları Bakım sonrası veya izlemeye ilişkin bir mo­
gözlenmiştir. del, 18. Bölümde tartışılan Paul ve Lentz’in
(1977) yapmış olduğu karşılaştırmalı bir tedavi
BAKIM SONRASI VE YARIYOL EVLERİ çalışmasında sunulmuştur. Programın kapsa­
Bazı kimseler artık hastanede kalmayacak mındaki, hastane veya koğuş-içi sosyal öğren­
kadar iyileşir. Ancak yine de kendi kendilerine me, çevre veya ortam (milieu) tedavisi ya da
yaşamayı, hatta aileleriyle birlikte bile, bağım­ olağan hastane yönetiminden herhangi birin­
sız sürdürülebilecek işlevleri yerine getiremez­ den taburcu olma sonucu ayrıldığı zaman has­
ler. Bu gibi insanlar için yarıyol (halfway) bakım talar, genellikle yakınlarda bir yerlerdeki yatılı
evleri vardır. En klasik örneği Fairweathers’in evlerde kalmaya başlamışlardır. Bu evler, daha
“Toplum Evi”dir (Fairweather ve ark., 1969). çok motelden dönme olup, personeli, Paul ve
Bunlar, tipik olarak geniş, daha öncesi özel ki­ Lentz Projesinde eski hastaları sosyal öğrenme
şilere ait olan mekânlardır. Buralarda hastalar ilkelerine göre tedavi etmek üzere eğitilmiş ça­
yaşar, yemeklerini yer ve yavaş yavaş yarı-za­ lışanlardan oluşmaktadır. Bazıları B.A dereceli
manlı iş bulduklarında bu işlerine ya da okulla­ olan çalışanlar eski hastalara ve özel sorunlara
rına dönmek suretiyle sıradan toplum yaşamına odaklaşmışlar, daha bağımsız olmaları ve nor­
katılırlar. Yaşama düzenleri göreceli olarak pek mal işlevlerini yerine getirebilmelerini teşvik et­
yapılandırılmamıştır. Bazı evler, sakinlerini des­ mek için jeton (token) uygulamasını da içeren
teklemek ve eğitmek için para- kazandırıcı giri­ ödül verme işlemini kullanmışlardır. Kalanların
şimler başlatmıştır. Bu tip bakım evlerinin ser­ uygun davranışları olumlu pekiştirmeye tabi
mayesi ne kadar iyi olursa, çalışanları arasına o tutulurken, uygun olmayan, tuhaf davranışlara
kadar psikiyatr ya da klinik psikologları katabilir. pek ilgi gösterilmemiştir.
En önemli personel üyeleri meslekten olmayan Dikkatli ve sürekli bir değerlendirme yapıl­
(paraprofesyonel), çoğunlukla evde barınan ve dığından, çalışanlar tarafından belli bir hasta­
hem idareci hem de ev sakinlerine arkadaşlık nın neyi, nasıl ve ne zaman yaptığı her zaman
eden klinik psikolojisi veya sosyal çalışma alan­ bilinmektedir. Ruh sağlığı merkezi projesi -bu
larında yüksek lisans öğrenimlerini sürdüren çok büyük önem taşımaktadır- bu yatılı evlerde
öğrencilerdir. Ev sakinlerinin karşılaştıkları en­ çalışanlara, eski hastalarla olabildiğince etkili
gelleri dile getirdikleri ve başkalarıyla dürüst ve çalışabilmeleri için yardım etmek üzere danış­
yapıcı bir şekilde ilişki kurmayı öğrendikleri grup manlık rolünü yerine getirmişlerdir. Bazı yatılı
toplantıları, düzenin bir parçası haline gelmiştir. evler, sağlık sisteminin bir parçası olarak, dev­
Ulusun, iyileşmiş ya da iyileşme sürecinde let tarafından para desteği görmektedir; ancak,
olan ruh hastaları için etkili bakım ve izleme ev­ bu evlerin çok azında işlemler meslekten olan
lerine olan talebi hafife alınmamalıdır. Özellikle, ruh sağlığı çalışanlarınca titizlikle planlanıp iz­
kuruma-kapatma anlayışından kurtulma yakla­ lenmektedir.
şımları doğrultusunda onbinlerce hastanın ka­ Çalışanların gelmemesi gibi gündelik birçok
palı hastanelerden taburcu edilmesinden son­ soruna karşın, sonuçlar, koğuş veya hastane içi
ra, bu gerçeklik çok açık hale gelmiştir. Otuz yıl sosyal öğrenme programları kadar olumludur.
önce olsaydı, bu insanlar hâlâ kapalı hastane­ Eski hastalar bakım ve izlemeden belirgin bir
lerin koruması altında oralarda tutuluyor olacak­ yarar elde etmişler; sosyal öğrenme koğuşların­
lardı. Her ne kadar, ruh hastalarını, önlemsiz ve dan taburcu edilen hastaların %90’ı bu toplum
hatta zarar verici alıkoymalardan koruyucu in­ bakım evlerinde 1,5 yıllık izleme süresince ka­
san hakları hususları çok önemli olsa da -20.bö­ labilmişler; bazıları ise 4 yıl veya daha fazla da
lümde derinliğine ele alınan bir konu-, taburcu kalmışlardır. Bu süre içinde döner-kapı sendro­
etmek de, iyileşmiş olsalar da daha önce hasta mu durmuştur. Sonuç olarak toplum kaynakla­
olanların kendi başlarının çaresine bakmaları rının ve sermayesinin sınırlı olduğu bu günler­
için sokaklara bırakılması ya da döner-kapı (re­ de elde edilen dikkate değer bir bulgu, bakım
volving door) sendromu denen, yeniden hasta­ sonrası veya izleme ile birleşen ruh sağlığı mer­
neye yatmaları anlamına gelmektedir. Taburcu kezi tedavi yaklaşımını içeren sosyal öğrenme
işlemi arzulanan bir hedeftir; ancak eski hasta­ programının kurumsal bakımdan (hastane) çok
lar genellikle toplum içinde izlenme hizmetleri daha ucuz olduğu görülmüştür.
doğrultusunda yaşama gereksinimini duymak­ Hastane olmayan yaşama alanlarında ha­
tadırlar ki, bu tür hizmetler çok yaygın değildir. yata geçirilen, çevre veya ortam terapisine da­
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 609
√√

rı itici olmayan yollarla nasıl kontrol edeceklerini


yalı toplum programlarından da cesaretlendirici
öğrenmek, ebeveynlerin daha az duygusallıkla
bulgular rapor edilmiştir. Mosher ve arkadaşları
davranarak zorlayıcı ve fiziksel cezaya başvur­
(Mosher ve Burti, 1989; Mosher ve ark., 1986),
mamalarına yardımcı olabilir. Bazı programlar,
personeli iyi, yatılı bir kurumdan benzer sonuç­
lar elde etmişlerdir. Burada kalan hastalar ilk atılgan, sorun çözme modeli sunan canlı veya
psikotik ataklarını geçirmekte olan genç yetiş­ video kayıtlardan, kısa oyunlar veya skeçlerden
kin hastalar olup, bu nedenle Paul - Lentz proje­ yararlanır (Gray, 1983; Rosenberg ve Reppuc­
sindeki kronik hastalardan çok değişiktirler. Bu ci, 1985 tarafından rapor edilmiştir). Birkaç ge­
hastanede tedavi, daha çok psikoterapötik ilaç­ niş ölçekli programdan alınan sonuçlar, olumlu
lara ağırlık vermekteydi. Öte yandan Jones’un tutum değişikliklerini önermişse de çocuk istis­
terapötik topluluk ilkelerini uygulayan, daha marını azaltıcı gerçek etkileri henüz gösterile­
önce üzerinde durulan alternatif bir kurulum da memiştir (Wolfe, Repucci ve Hart, 1995).
yer almaktaydı. Topluma dayalı programdan Benzer bir şekilde, topluma yaygın iletim ve
alınan olumlu sonuçlar, hastaneye yatırmanın medya kampanyalarının ve doğrudan sıcak te­
bazı akut hastalar için gerekli olmayabileceğini mas telefon hatlarının stres altındaki ebeveynle­
ortaya koymaktadır. rin üzerindeki etkisi bağlayıcı gözükmemektedir.
Sıcak temas hatları gibi acil kriz hizmetlerinin
YETERLİK ARTTIRMA VE AİLE çocuğun istismarını anında önlemek için daha
SORUNLARI az kullanıldığına dair göstergeler vardır. Oysa
Yeterliğin geliştirilmesi, bireyin uyumsal başa yer almakta olan istismarın sonlandırılması için
çıkma kaynaklarını ve yeterliklerinin geniş bir kurum aramak ya da istismarı bildirmek için bu
çevresel zorlanma menzilini yönetebilmek için hizmetlerden daha çok yararlanıldığı gözlen­
artırılması anlamına gelmektedir. Bu tür yeter­ miştir. Yüksek risk gruplarına, yani çocuklarına
likler, özellikle yaşamda yer alan değişim veya kötü davranma ve sorunlarını ihmâl etme gibi
geçişleri karşılamada başarı sağlamak için çocuğu istismar olasılığı yüksek (örneğin ço­
önemlidir (bkz. Felner, Farber ve Primavera, cuk-anneler veya tek ebeveynler gibi) ailelere
1983). Örneğin, ortaokul veya liseye başlarken, yönlendirilen çabalarda daha yüksek oranlarda
ana-baba olmada ya da yeni bir işe başlama geçerlik elde edilmiştir. Böyle bir çalışma (Olds,
gibi geçişlerde kişinin sosyal çevresine büyük 1984; Rosenberg ve Reppucci, 1985 tarafın­
değişiklikler katılır. Bu değişiklikler, sıklıkla farklı dan bildirilmiştir), bebeğin ilk iki yılı boyunca,
yeterlikler veya beceriler gerektirir. Yeterliklere diğer doğum sonrası hizmetlere, bir hemşire­
örnek olarak sorun çözme ve karar verme bece­ nin düzenli ziyaretini de eklemiştir. Özel önle­
rilerini, atılganlığı ve stresi yönetme sayılabilir me, ebeveynin eğitimini ve sosyal destek ağını
(Botvin ve Tortu, 1988; Caplan ve ark., 1992; geliştirmeyi ve artırmayı içermiştir. Sonuçlar,
Shure ve Spivack, 1988; Weissberg, Caplan ve
hemşirenin ziyaret ettiği annelerin çocuklarıyla
Harwood, 1991).
daha az çatışma yaşadıklarını; onları daha az
Cinsel olmayan çocuk istismarının, suçu
cezalandırdıklarını ve daha da önemlisi çocuk
işleyen, kurban ve diğer aile fertleri üzerinde­
istismarının ve ihmâlinin kontrollerden daha az
ki olumsuz etkileri, bu sorunu sosyal ve psiko­
olduğunu göstermiştir.
lojik önemi açısından dikkat edilmesi gereken
sorunlardan biri olarak öne çıkarmaktadır. Bir Çocuğun cinsel anlamda istismarının azaltıl­
dizi önleyici yaklaşımlar üzerinde çalışılmıştır masına yönelik bazı çabalar, bedenlerine yapıla­
(Rosenberg ve Reppucci, 1985). Bir yaklaşım, cak yönelmeleri kontrol etme haklarını ve onları
ebeveyn becerilerini eğitsel yolla artırmayı içe­ rahatsız edecek şekilde konuşan veya onlara o
rir. Böylece, çocuk yetiştirmenin çeşitli çeldirici­ şekilde dokunan yetişkinlere karşı atılgan dav­
lerine alışma ve daha az göz korkutucu olması ranmaları hakkında bilgilendirilmeleri gibi doğru­
sağlanabilir. Ebeveynler eğer çocuk gelişimin­ dan çocuğun kendisini hedef almaktadır. Bu gibi
den neler beklenebileceğini bilirlerse -örneğin, çabaların etkililiğine dair her nasılsa yeterli veri
2-3 yaş çocuklarının her şeyin aksini yapma ve yoktur. Ancak, örneğin, karabasanların açıkça
bencilliklerinin normal olması,- çocukları bu tür tartışılmasının bazen olumsuz etkilerinin oldu­
davrandıklarında onlara daha az olumsuz tepki ğuna dair işaretler ortaya çıkmaktadır. Yaygınlı­
göstermelerini sağlayabilir. Ayrıca, çocuklarının ğı nelerin etkilediği pek açık değildir (Reppucci,
davranışlarıyla nasıl başa çıkacaklarını ve onla­ 1989; Reppucci, Jones ve Cook, 1994).
610 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

sanlardan güçlü destek geliyordu ve Irak’ı stra­


tejik, teknolojik ve personel üstünlüğü bakımla­
rından köşeye sıkıştıran bir çarpışma olmuştu.
Yine de ruh sağlığı uzmanları, bu savaş için
Ortadoğu’ya sevk edilenlerin savaş stresinden;
ayrıca ailelerinin, özellikle çocuklarının da, sa­
vaşın kendisinin televizyon ekranından evlerin
içine kadar anında ve tüm canlılığıyla taşınma­
sı nedeniyle korunamayabileceklerini fark et­
mişlerdir. Vietnam’dakilerden farklı olarak, İran
Körfez Savaşı’nda görevlendirilen personel,
otuz yaşına yaklaşmış, düzenini kurmuş, sivil
yaşamı benimsemiş ve buna alışmış kişilerdi.
Pek azı, çok haklı gerekçelerle, böyle bir sava­
şa aktif görev için çağrılacaklarını ummuştu.
Körfezde yer alan bu meşum olaya karşı
Amerikan Psikoloji Derneği ve Kent Devlet Üni­
Ebeveyn olma ve çocuk gelişimine yönelik eğitim, çocuk versitesi Uygulamalı Psikoloji Merkezi, savaşa
istismarını önlemeye yönelik toplum psikolojisi yaklaşımıdır.
bağlı streste iş gücünü, savaş stresini tartışmak
Toplum psikologları, boşanan çiftlerin çocuk­ ve psikologlara dağıtmak üzere genel bir ma­
larını da ele almışlardır. Pedro-Carroll ve Cowen kalenin basımı için bir grup travma ve müdaha­
(1985) ve Pedro-Carroll (1986), Boşanmış Ai­ le uzmanını hazırladı (Hobfoll ve ark., 1991).
lelerin Çocukları için Önleyici Programlarında, Amaçlanan, stresin doğası, önlenmesi ve teda­
okula giden 4., 5. ve 6. sınıf çocuklarından visi ile travma sonrası stres bozukluğu hakkında
oluşan gruplar, destekleyici grup atmosferlerin­ bilgi elde etmekti. Bölüm 6’da gözden geçirilen
de ortak ilgileri tartışır ve öfkenin kontrolü gibi malzemenin çoğunun kapsandığı bu görev gü­
yararlı becerileri öğrenirler. Bunu izleyen bir cünde, özellikle ebeveyni binlerce mil uzağa gö­
programda da çocukların bazıları, uzmanlardan rev için çağrıldığında savaşın tehlikelerine karşı
gösterdikleri stres tepkileri gözden kaçabilen ya
oluşan bir panelde çalışmış ve yaşıtlarından
da yetişkinler tarafından önemsenmeyen çocuk­
gelen, ana-babalarının boşanmalarıyla başa
ların, içinde bulundukları kötü durum hakkında
çıkma konusundaki soruları yanıtlamışlardır.
söylenebilecek yararlı şeyler bulunmaktaydı.
Bu gruplara katılan çocuklar, kontrol gruplarına
Başka felaket durumlarıyla başa çıkmalarında
göre, sınıfta daha az uyum sorunu çıkarmışlar
da genel anlamda yardımcı olan tavsiyeler şun­
ve daha düşük kaygı düzeyi belirtmişlerdir. Ben­
ları içermekteydi:
zer programlar da (örn., Stolberg ve Garrison,
• Ebeveynler ve öğretmenler, çocukların il­
1985) teşvik edici sonuçlar bildirmiştir. Bu ve
gilendikleri ya da kafalarını kurcalayan şeyleri
diğer önleyici çalışmaların çoğunda incelenme­
yargılamadan, empatik anlayışla dinlenmeyi
yen, bu çalışmaların, psikopatolojinin görülme
öğrenmelidirler.
veya ortaya çıkma sıklığını gerçek anlamda ne
• Yetişkinler, çocukların üzüntü ve sıkıntılarını
kadar azalttığıdır. küçümsemeden onlara güven sağlamalıdırlar.
Genellikle bir çocuğu, kötü hiçbir şeyin olmaya­
İRAN KÖRFEZ SAVAŞINDA STRES cağına söz vermekle rahatlatmaya çalışmak iyi
ALTINDAKİ ÇOCUKLARA ULAŞMA bir fikir değildir. Daha iyi olan yol, savaşa giden
1990 Haziran’ının sonlarında, Irak’ın Kuveyt’i personelin güvenliğini en üst düzeyde tutmak
işgal etmesi karşısında müttefik güçlerin hare­ için alınan önlemlerin derecesini belirtmektir
kete geçmesi (Çöl Kalkanı Harekatı) ve kısa, -aslında bu, İran Körfez kampanyasının ilk dö­
ancak yoğun geçen ve havadan yapılan İran nemlerinde yapılması pek de kolay olmayan bir
Körfez Savaşı (Çöl Fırtınası), 1991 Aralık’ında şeydi.
son buldu. Bu savaşta hizmet veren persone­ • Yetişkinler, savaşla ilgili kendi düşünce ve
lin sahte bir rahatlık içinde oldukları gözlendi. duygularıyla çocuğu bunaltmamaya sonuna ka­
Ne de olsa müttefik güçlerde çok az sayıda ölü dar çabalamalıdırlar. Bazen çocuklar büyükle­
veya kayıp vardı; dünyanın her yöresindeki in­ ri, özellikle de ebeveynini sıkıntıda görmekten
TOPLUM PSİKOLOJİSİ 611
√√

dolayı strese girerler. Yalnız bu nedenle dahi, rultusunda azaltmak mümkünse de, herhangi
yetişkinler, çocukların gereksinimlerini daha iyi bir gerçekçi sosyal değişmenin, stres düzeyini,
karşılayabilmek adına, kendi yaşadıkları zorluk­ şizofreni atağının yüksek riskli insanlarda orta­
ları halletmek için uzman yardımına başvurma­ ya çıkmasını ya da tekrarlamasını önleyecek
lıdırlar5. miktarlarda aşağıya çekebileceğini düşünmek
• Yetişkinler, çocuklara, kendine yeterlik (Ban­ pek akılcı olmaz. Duygu ifadesini azaltmak için
dura, 1982, 1997), önündeki yol engebeli de verilen aile terapisi, şizofreni dönemlerin tek­
olsa onu aşabilecekleri inancını aşılayabilmeli­ rarlanmasında olumlu etki yapacağı belirlenen
dirler. gerekli bir prototip ölçüt olabilir. Ancak böyle bir
• Yetişkinler gibi çocuklar da yardım davranış­ yaklaşımı geniş açılı bir ölçekte uygulamak pra­
larına katılmaktan yarar sağlayabilirler. Örne­ tikte ne kadar uygun olur?
ğin, savaşa gidenlere mektup yazmak, küçük Toplum psikolojisi çalışmaları özellikle tartış­
hediyeler göndermek, vb. malıdır, çünkü müdahaleler deneysel kontrol­
İş gücü, sağlık uzmanlarının, kitle iletimi lerin sağlanamadığı ve bu nedenle de doğru
bazında psiko-eğitsel mesajlar ve okullar, top­ çıkarsamaların yapılmasının zorlaştığı alanın
lumsal gruplar, askeri örgütler ve destek grup­ içinde yer almaktadır (Linney, 1989). Önleyici
ları aracılığıyla, savaşa bağlı stres hakkında müdahalelerin etkisi için birçok alternatif açık­
aktif bilgilendirme yapmalarını tavsiye etmiştir. lama yapılmaktadır. Örneğin okula dayalı bir
İnsanlar, bunun gibi toplum psikolojisini uzak­ müdahale programının ardından çete aktivitele­
lara ulaştırma çabalarındaki travma sonrası rinde bir azalma olursa, gözlenen bu sonuçta
stres bozukluğunun doğasına ilişkin kuramsal bir toplum merkezinin, örneğin YMCA gibi, ya
ve araştırma bilgilerinin yanı sıra, onu önleme­ da tek bir öğretmenin bile payı olabilir. Önleme
ye ve iyileştirmeye ait bilgilerden yararlanabilir. biliminin uygulanmasında dikkate gelen diğer
Bu uzaklara yönelmiş gayretler, daha güncel bir husus da yıpranma ya da katılımcılarını kay­
olaylar için de kullanılmıştır. 1995’teki Oklaha­ betme sorunudur (Mrazek ve Haggerty, 1994).
ma kenti bombalama olayı ve 1990’lar boyunca Bir önleyici müdahale programından ayrılanlar,
devam eden Bosna Savaşı gibi. bir şekilde denetlenmelidir; çünkü bu kişiler üst
düzeyde risk taşıyor olabilirler ve önleme çalış­
TOPLUM PSİKOLOJİSİNİN malarında en uygun grubu oluşturabilirler.
DEĞERLENDİRİLMESİ Görgül sınamaları geçen önleyici müdahale
Toplum psikolojisinde ulaşılan sonuçların he­ programları gözden geçirilmiş ve iyi örnekleri
nüz yeterli olmadığı (Bernstein ve Nietzel,1980; oluşturmuşlardır. Diğer bazıları da 14 Onsluk
Phares ve Trull, 1997), ancak, son yıllarda bazı Önleme adlı, Amerikan Psikoloji Derneği’(APA)
projelerin değerlerini gösterdiği ifade edilmekte­ nin, Önlemede İş Gücü (Price ve ark., 1988)
dir. tarafından yaratılan kitapta bulunurlar. APA’nın
Önleme çabalarının sınırlı olan etkililiğinin raporunda bildirilen tüm programlar, alan ça­
çok az tartışılan bir nedeni, toplum psikologla­ lışmalarının karşılaştığı yöntemsel sorunlarla
rının önlemeye çalıştıkları sorunlardan bazıla­ başa çıkmak için, seçkisiz deneysel desenleri
rının sosyal ya da çevresel değişimlemeye, bu ve yaratıcı stratejileri kullanmışlardır.
bölümde açıklanan toplum temelli müdahalele­ 14 Ons’ta özetlenen vakaların çoğu, daha
re hiç dokunmadan bırakılmış belli başlı gene­ genellenebilir olumlu sonuçların çoğaltılma­
tik veya biyolojik öğelerinin olması nedeniyle, sını (belirli bir olumsuz sonucun yer almasını
hazır olmayışları olabilir. Örneğin, Bölüm 11’de azaltmak yerine) son zamanlarda vurgulayan
gördüğümüz gibi, şizofrenide bir çeşit biyolojik önleme bilimiyle tutarlı olarak, yeterlik geliştir­
yatkınlığın olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. me programlarıyla ilgilenmektedir. Ancak, ge­
Her ne kadar ön hazırlığı veya eğilimi olan bi­ nel bir yeterlik becerisi geliştirilmişse bile bunu
rinin günlük yaşamında karşılaşabileceği stres gösterebilmek zordur; çünkü araştırmacılar, ye­
miktarını, çevresel müdahale ile önleme doğ­ terliğin ne ve neden oluştuğu sorusunda (örn.,
ana-babalık becerisi) anlaşamayabilirler. Bunun
5
Bu, sağlık elemanlarının karşısına genel bir konuyu çıkarmaktadır; yani hastaya aksine, kolaylıkla tanımlanabilecek, davranışı
her zaman doğru ve gerçek söylenmeli midir? Bu durumda evde kalan ebeveyn,
savaş sahnesinde yerini almak üzere giden çok sevdiklerinin başına geleceklere azaltmaya ve böylelikle söz konusu davranışın
ilişkin üzüntü ve kaygılarını en aza indirerek –hatta saklayarak– çocuğun ölçümünde daha az anlaşmazlığın olabileceği,
hizmetinde mi olmalıdır? Hangi noktada çocuğun korunması için gösterilen
gayretler pratik ve mantıklı olmayan bir aldatmacaya döner? daha eski görüşlü önleme programları da var­
612 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

dır. Örneğin okulu bırakma oranındaki değiş­ Birey psikolojisinden sosyal etkenlere kayış,
melerin ölçülmesi (olumsuz sonuç), amaç-be­ büyük bir olasılıkla zamanın ruhunu (Zeitgeist)
lirleme veya hedef edinme becerilerinin (genel ya da akımlarını da yansıtıyordu. 1960’larla
yeterlik becerisi) ölçülmesinden daha kolay 70’ler sosyal başkaldırının ve hareketliliğin en
olabilir. Bu yeni tartışmalara karşın, birçok önde çok yaşandığı; her çeşit kurumun sorgulandığı
gelen araştırmacı, yeterlik geliştirmenin toplum zaman olarak kabul edilir. Kentlerde ve üniversi­
psikolojisi için yaşamsal önemi olduğuna inan­ te kampuslarında ayaklanmalar, patlamalar olu­
maktadır. Önleme bilimindeki araştırma prog­ yordu; Afrika kökenli Amerikalısından eşcinseli­
ramlarının bir sonraki aşaması, daha boylamsal ne kadar çeşitli azınlık grupları, ırkçılık ve politik
bir bakış açısını varsaymaktır. Böylece, genel baskı suçlamalarında bulunmaktaydı. Bu sosyal
yeterliklerin kazanılmasının, belirli davranışsal ayaklanış, devrim sınırlarını zorlamış ve gide­
sorunların uzun vadede daha az geliştirilmesiy­ rek sosyal kurumların, bireysel sıkıntıların ne­
le ilişkilendirilmesi mümkün olabilecektir (Mra­ denleri oldukları görüşünü güçlendirmiştir. Aynı
zek ve Haggerty, 1994). dönemde Kennedy ve Johnson yönetimleri de
(1961-1968) federal hükümetin para politikaları­
TOPLUM PSİKOLOJİSİNDE POLİTİK nı iyileşen bir liberalizme döndürmüşlerdir. John
VE ETİK FAKTÖRLER Kennedy’nin Yeni Sınırlar ve Lyndon Johnson’ın
Büyük Toplum programları, insanların durumla­
Toplum psikolojisi ve daha az olarak da top­ rında düzelme sağlanması girişimlerine on mil­
lumsal ruh sağlığının çalışılması, 1960’larda ve yonlarca dolar akıtmaya başlamıştır.
1970’lerde “ruhsal bozuklukların önlenmesinde Toplumsal tabanlı gayretlerin ve çalışmaların
toplumsal harekete neden dönüş yapıldığı” so­ büyümesine neler etken olmuşsa olsun, yola çı­
rusunu gündeme getirmiştir. Yanıt oldukça kar­ karan şevk ve heves, sosyal gerçeklerin farkın­
maşıktır. Yıllarca psikoterapi hizmeti verenlerin da olunması ile eşleştirilmelidir. Örneğin, toplum
sayısı sınırlı kalmıştır. Çünkü psikoterapi daha psikologlarının varsaydığı yoksunluk koşulları­
çok, genç, çekici, sözel, akıllı ve başarılı kişilere nın, davranış bozukluklarının ortaya çıkması ve
götürülen, üstelik pahalı ve zaman alıcı bir hiz­ sürdürülmesinde önemli rolünün olduğu gerçe­
met görünümündedir (Schofield, 1964). Eysenck ği tanımlanmalıdır. Afrika kökenli Amerikalı bir
(1952), çok daha öncelerinde birçok psikoterapi genci, belirli bir meslekte yer edinmesi için eği­
yaklaşımını etkililikleri açısından sorgulamaya tip yetiştirmenin uzun vadede birey için getirişi
başlamıştır. Tedavi görmüş olanların iyileşme yararlı olacaktır; yeter ki toplum bu iş ve meslek
oranının, kendi haline bırakıldığında görülen becerilerinin kazanılmasına ve kullanılmasına
iyileşme oranından daha yüksek olmadığı so­ olanak tanısın.
nuçlarına ulaşmıştır. Eysenck’in eleştirileri bazı Toplum psikolojisinde çalışanlar, ırksal ve
yazarlar tarafından hoş karşılanmamışsa da sosyal önyargıların, azınlık gruplarının atılım
(örn., Bergin, 1971), bu konudaki düşüncele­ yapmalarını ve toplumsal, kültürel ödüllere
ri ruh sağlığı uzmanları arasında kendine yer ulaşmalarını sınırlayıcı, hatta önleyici rol oyna­
bulmuş ve insanı değiştirmeyi amaçlayan psi­ dıklarının farkındadırlar. Ancak, sosyokültürel
koterapinin, çoğunluğun psikolojik sorunlarına ortamın iyileştirilmesi gayretlerinin sürdürülme­
çözüm getirmede en iyi yolu olamayabileceği si, -eğer toplumumuz sosyal ve zihinsel iyiliğin,
üzerinde durulmaya başlanmıştır. Dikkat odağı, sağlıklılığın sürmesinde bir sorumluluk duyuyor­
bastırmalardan, çatışmalardan ve nevrotik kor­ sa- zorunludur ve bu doğrultuda hazırlanacak
kulardan, daha geniş ölçekli, yoksulluk, kalaba­ programlar daha geniş toplumsal sorunların çö­
lıklaşma, eğitim olanaksızlığı, ayrımcılık, büyük zümlenmesi adına umutlandırıcı olacaktır. Öte
kentlerde baş gösteren yabancılaşma ve günü­ yandan toplumun gerçekleri tarafından belki
müz yaşamında karşılaşılan çeşitli, kişileri aşan hayal kırıklıklarına da neden olabilecektir. Gö­
türde sosyal ve toplumsal sorunlara kaymaya rüşme veya terapi odasından çıkarak, topluma
başlamıştır. Toplum psikolojisinin, önlemeyi atılma cesaretini gösteren her ruh sağlığı uzma­
vurgulayan yaklaşımı, özellikle A.B.D’de önem nının çelişkisi işte tam bu noktada yer alır.
kazanmıştır. Bunun nedeni de, sunulabilen ruh Toplum psikolojisi, kendine amaç olarak,
sağlığı hizmetleri ile ona duyulan gereksinim bireysel sorunlarla uğraşmak yerine geniş sis­
çokluğu arasındaki uçurumun büyüklüğüdür temlerin ve insan gruplarının geliştirilmesini ve
(Weissberg, Caplan ve Sivo, 1989). değiştirilmesini almıştır. Tarzı, aramadır; psiko­
TOPLUM RUH SAĞLIĞI 613
√√

loglar, gereksinim duyan bireylerin kendilerine len bakımın daha çok kapalı ortamlarda tutma
gelmelerini beklemek yerine, kendileri insanlara ve koruma anlayışına dayandığını ve etkili te­
hizmet götürme girişiminde bulunurlar. Sosyal daviler için adım atılması gerektiği sonucuna
değerlerde ve kurumlarda değişmeyi sağlaya­ varmıştı. Komisyonun 1961’deki raporunda,
cak ilkeler hakkında ne biliyoruz? Örneğin, bir artık yeni büyük hastanelerin inşa edilmemesi;
toplum psikoloğunun kiralarla ilgili bir grevi ör­ bunların yerine toplum ruh sağlığı kliniklerinin
gütlediğini varsayalım. Bunu yapmanın en iyi kurulması (desentrilization) önerilmişti. 1963’te
yolu nedir? Yani, olabildiğince çok sayıda kira­ Başkan Kennedy, Kongre’ye, ruh sağlığı bozuk­
cının bu birleşik harekete katılmaya iknâ edil­ luklarının önlenmesi ve tedavisi için Toplumsal
mesi yollarının neler olabileceği düşünülmelidir. Ruh sağlığı Merkezleri Faaliyetlerinin toplum
Yumuşak ve nazik olan iknâ yolları mı daha et­ içinde kapsamlı programlar hazırlamasını öne­
kili olur; yoksa ev sahipleriyle şiddetli çatışma­ ren, “cesur, yeni bir yaklaşım” çağrısını içeren
lar mı gündeme gelebilir? Bunun da ötesinde, mesajını iletmişti. Bu hareket Kongre’de onay­
eğer toplum psikoloğu, toplumun arzu ve gerek­ lanarak geçmiştir. Her 100.000 kişi için bir ruh
sinimlerini karşılayacak hareketleri başlatmayı sağlığı merkezinin, yatısız tedavi, kısa süre yatı­
umut ediyorsa, bu arzu ve gereksinimlerin neler lı bakım; geceleri evlerine gidebilecek durumda
olduğunu nasıl saptayacaktır? 3. ve 4. Bölüm­ olanlar için gündüz hastanesi, 24 saat hizmet
lerden, psikoloğun, sürekli, doğrudan etkileşen veren acil servisler ve başka toplum kurumları­
hastanın gereksinimlerini tanımlamada karşı­ na danışmanlık ve eğitim sağlanması öngörül­
laştığı güçlükleri hatırlayalım. Binlerce insanın mekteydi.
gereksinimlerini bilmek ve değerlendirmek ne Bu atılıma bir destek güç de 1965 Swamps­
kadar daha zor olacaktır? cott Konferansından (Bennett ve ark., 1966)
Toplum psikologları bir dereceye kadar sos­ geldi. Bu konferans, klinik psikologların gele­
yal hareketçiler olmalıdırlar ki bu da şu tehlikeyi neksel ruh sağlığı hizmetlerinin yetersizliğinden
beraberinde getirir: iyi niyetli uzmanlar olarak kaynaklanan doyumsuzluklardan ve artık insan
psikologlar, hastalarına değerler, gayeler, bir refahının, geniş anlamda iyileştirilmesi ve arttı­
takım hedefler dayatabilirler. John Kennedy’nin rılması için yeni, bağlayıcı programların yapıl­
ateşlediği toplumsal ruh sağlığı hareketi, fede­ ması gereksiniminden doğarak örgütlenmişti.
ral hükümetin Amerikalıların ruh sağlıklarının Her ne kadar 1980’lerde ülkedeki hava özellikle
iyiliği ile ilgilendiğini beyan etmekteydi. Ancak, bu tür çabalara elverişli değil idiyse de, Ulusal
ruh sağlığı nedir? Buna kim karar vermelidir? Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH) destekli 5 Önle­
Toplum psikologlarınca hizmet götürülen kişile­ yici Müdahale Araştırma Merkezi, 1980’lerin
rin, bu hizmetlerin nasıl olması ve örgütlenmesi sonlarında faaliyete geçmişti (Gesten ve Jason,
gerektiğine dair görüşleri, söz hakları var mı­ 1987).
dır? Eğer toplum psikolojisi, sorumluluk içinde
ve etkili bir şekilde çalışacaksa, bunlar sürek­ TOPLUM RUH SAĞLIĞININ
li olarak sorulması gereken, biraz da kızdıran AMAÇLARI
sorulardan yalnızca birkaç tanesidir. Bu alanın
Bir toplum ruh sağlığı merkezinin temel ama­
odağı, geniş ölçekli etkenlerdir ve birçok insanı
cı, bireyin kendi topluluğu içinde, ödeyebileceği
kapsar. O halde, birçok yaşam, alınacak karar­
bir ücret karşılığında, ayakta bakım almasını
lardan etkilenecektir. Değerler ve etkililikle ilgili
sağlamaktır. Umut edilen, bu gibi klinik hizmet­
sorular, insanın koşullarını değiştirmeyi içeren
lerin sağlanabilirliğinin artması ve daha az insa­
her türlü gayret ve hareketin içinde doğal olarak
nın hastaneye yatırılması sonucunu getirmesi;
vardır. Ancak bunlar, hastaların, müdahale için insanların, ailelerinin ve arkadaşlarının yanın­
kendileri başvurmadıklarında, daha bir önem da ve yakınında kalarak, işine gücüne devam
kazanırlar. edebilmesi ve bu arada da haftada birkaç kez
yerel bir ortamda terapi görebilmesi sonucuna
TOPLUM RUH SAĞLIĞI ulaşmaktır. Toplum ruh sağlığı merkezi, aynı
zamanda kısa süreli yatarak da bakım vere­
1955’te Kongre, Ruh Hastalığı ve Sağlığı bilmektedir. Bunu, daha çok, genel bir hasta­
Birleşik Komisyonunu, devlet akıl hastaneleri­ nenin, kişiyi, aile ve dostlarının kolayca ziyaret
ni incelemesi için görevlendirmişti. Altı yıllık bir edebildikleri psikiyatri servisinde sağlamaktadır.
taramaya dayanarak komisyon, hastalara veri­ Gerek duyulduğunda, gündüzleri ve bazen de
614 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

TOPLUM PSİKOLOJİSİ VE TOPLUM RUH SAĞLIĞI İLİŞKİLİ


ODAK 19.4 AMA FARKLI
Her ne kadar aralarında ilişki varsa da, toplum
psikolojisi ve toplum ruh sağlığı hareketi birbirinden
ayırt edilmelidir. Topum psikolojisi, daha çok önleme,
yani işlev bozuklukları belirgin olarak ortaya çıkma-
dan, müdahale üzerinde durur. Toplum psikolojisi bi-
reylerle sosyal sistemleri kurumsal düzeyde değiştir-
meye çalışmak ve hem uyuşmazlıklara neden olduğu
düşünülen etkilerin azaltılmasıyla, hem de potansi-
yellerini fark etme olanağını tanımak için yaşayabile-
cekleri daha iyi ve farklı çevreler yaratmanın yoluyla
ilgilenir. Toplum psikolojisi, tüm sosyal kurumlarda
müdahale üzerinde durur. Buna mahkemeler, polis,
okullar, kent-içi hizmetler ile planlama daireleri de
dâhildir. Bu işlerin görülebilmesinde aslında klinikten
çok politik beceriler gereklidir; esasen, göreli olarak
daha büyük sosyal etkilerden dolayı mağdur olmuş bi- Düşük gelirli ailelere daha iyi konutlar sağlamak toplum
reyleri doğrudan ele almak için ayrılan ve harcanan psikolojisi faaliyetlerinin mükemmel bir gösterimidir.
zaman yeterli değildir.
Toplum ruh sağlığı ise, aksine, özellikle ruh sağ- psikiyatrlar, klinik ve danışma psikologları ve sosyal
lığı uzmanlarınca alışılagelmiş hizmetlerin hiç ulaş- çalışmacılar, bireysel ve grup tedavileri yapmak üze-
tırılmamış olduğu, düşük gelirli, sorunlu kimselere re çalışırlar. Toplum psikolojisi ve toplum ruh sağlığı
yönelmektedir. Genelde yönelimi, 17 ve 18. Bölüm- hareketleri bazen birbirinin aynı olarak görülürse de,
lerde de tartışıldığı gibi, görüşme odasındaki bireysel benzerlikleri kadar farklılıkları da önem taşımakta-
terapi kadar bireyseldir. Ruh sağlığı merkezlerinde dır.

gece için, psikiyatri servisinde kısmi hastaneye nel bir anlayış içinde olabilirler. Bu da, hizmet
yatış olanaklıdır. 24 saat çalışan kriz servisi, acil götürülen insanların müdahaleleri kabulünü ve
danışmanlık hizmeti sunar ve toplumun üyeleri kavrama yakınlaşmalarını kolaylaştırabilir. Ken­
için çoğunlukla vurucu seanslar düzenler. Bö­ dilerinden yararlanılan bu meslekten olmayan
lüm 14’te toplum ruh sağlığı merkezleri tara­ kişiler, yardım veren terapist konumunu, gerek­
fından genelde verilen bir hizmet olan tecavüz sinimi olanlara yardım etme sürecinde, yardımı
krizi çalışmaları üzerinde durulmuştu. sağlayanın da ruh sağlığının iyileşmesi biçimin­
Merkezlerde çalışan personel, psikiyatrlar, de, kendi çıkarları doğrultusunda kullanırlar (Ri­
psikologlar, sosyal çalışmacılar, hemşireler ve essman, 1965, 1990). Bu karşılıklı yarar sağ­
bazen de, aynı semtte yaşayan, orta ve (yük­ layıcı alışveriş olanağı, toplumsal ruh sağlığı
sek-orta sınıfa dâhil meslektaşlar ile ruh sağlığı hareketinin en sağlam, en dayanıklı öğesi ola­
kavramı kendileri için hâlâ yabancı olan toplum rak yerini korumaktadır. Merkezlerin, konsültas­
üyeleri arasındaki boşluğu doldurmak için) mes­ yon (mesleki görüş alışverişi) ve eğitim başlığı
lekten olmayanlardan (paraprofesyonel) oluşur. altında geniş bir hizmet menzili bulunmaktadır.
Meslekten olmayanlarla gönüllüler, bütçeleri Öncelikle, meslekten olmayan diğer toplum ça­
sınırlı olan merkezlerin personel gereksinimini lışanları -öğretmen, katip ve polis-, önleyici ruh
karşılayabilirler. Meslekten olmayanların hiz­ sağlığı ilkelerine göre ve yardımı kendi kendile­
met verme sürecine katılmaları, “yardım alanı” rine nasıl götürecekleri konusunda eğitilmelidir
“yardım verene” döndürme (Riessman, 1990) (Odak 19.4’te, toplum psikolojisi ile toplum ruh
biçiminde insan kaynaklarını zenginleştirmede sağlığı arasındaki farklılıklara bakınız).
etkili ve yararlı bir yol olarak ön plana çıkmış­
tır. Bazı gözlemciler başka başka iş ve meslek­ TOPLUM RUH SAĞLIĞININ
lerden bu insanların belli koşullarda en az ruh
sağlığı uzmanları kadar etkili olabileceklerine
DEĞERLENDİRİLMESİ
inanmaktadırlar (Christenen ve Jacobs, 1994). 1960’larda Kongre tarafından planlanan
Toplumun yerli üyeleri sayılan meslekten olma­ 2000 toplum ruh sağlığı merkezinin 800’den azı
yanlar, kültürel ve sosyal değişkenlere karşı öz­ kurulabilmiş; 1980’lerdeki Reagan ve Bush yö­
PSİKOLOJİK MÜDAHALELERDE KÜLTÜREL VE IRKSAL FAKTÖRLER 615
√√

netimleri sırasında, Birleşik Devletler genelinde psikoterapi randevularının daha çok yüksek
siyasi destek kaybetmenin acısı çekilmiştir. Top­ eğitimli ve iyi işleri olan yüksek sosyal sınıf has­
lum ruh sağlığı merkezlerini desteklemek için talarına verildiğini belirtmiştir. Olumlu bir yön,
ayrılan federal fonlar (Mosher ve Burti, 1989’a düşük gelirli hastaların gerçekte de alkol ve
bkz.), 1980’lerin ortalarında ve sonlarına doğru madde kötüye kullanımı gibi belirgin sorunlara
kesilmiştir (Rappaport, 1992). İnsan, bu mer­ odaklaşan kategorik tedavi türünde uygulanan
kezlerin siyasete kurban gittiğini düşünebilir; yatısız tedaviye başvurmayı artırdıkları bulgu­
hele, federal vakfın parayı, bu merkezlerin hiz­ sudur.
metlerine artık gerek duyulmamasından değil;
tutucu bir takım siyasilerin, sosyal sorun oluş­ PSİKOLOJİK
turan başka bir olayın, madde-bağımlılığının,
para, ilgi ve desteği daha çok hak ettiğine karar MÜDAHALELERDE KÜLTÜREL
vermeleri sonucunda kestikleri düşünülürse! Bu VE IRKSAL FAKTÖRLER
yolla, Lyndon Johnson’ın 1960’lardaki Yoksul-
lukla Savaş sosyal hareketi, 1980’lerde Ronald Üç Bölümlük müdahaleye ilişkin inceleme
Reagan’ın Uyuşturuculara Savaş’ına dönüşmüş ve tartışmamızı bitirirken, bu kitapta birçok kez
oldu (Humphrey ve Rappaport, 1993). Bunun değinilmiş olan kültürel çeşitlilik ve farklılık ko­
da ötesinde, madde kötüye kullanımının, tutucu nusuna tekrar döneceğiz. Bu, özellikle, bün­
politika üretenler için, bireyin eksikliklerine ve yesinde kültürel çeşitliliği fazlasıyla barındıran
toplum ruh sağlığı hareketi içinde pek de açıklık Birleşik Devletler ve Kanada gibi ülkeler için çok
kazanmamış sosyo-çevresel bir boyut olan ah­ önemlidir. Ancak, başka ülkeler için de önemli­
lâki yönüne dikkati çekmesi bakımından daha dir; çünkü psikopatoloji ve müdahale üzerinde
kabul edilebilir olduğu ileri sürülmüştür. Halen yaptığımız tartışma ve incelemelerin çoğu, batılı
var olan toplum ruh sağlığı merkezleri aracılı­ ve Avrupalı toplumlar bağlamında ve sınırların­
ğıyla bireye hizmet götürmek destekleneceği da sunulmaktadır. Biyolojik etkenlerin zihinsel
yerde, siyasetçiler, madde kötüye kullanımının, veya ruhsal bozuklukların doğasındaki rolünü
soysal ve siyasi çevrelerden ziyade ahlâki ya ve birçok bozukluğu nasıl önleyeceğimize ve
da fiziksel kusurlardan kaynaklandığını varsa­ tedavi edeceğimize dair artan anlayışımıza kar­
yan içsel-bozukluk modelini benimsemişlerdir. şın, sosyal koşullar sadece yüksek risk durum­
Bundan böyle, madde bağımlıları da Nancy larında ihmâl edilmektedir.
Reagan’ın ve diğerlerinin tekrar tekrar zorladığı Çeşitli tarihsel ve sosyo-ekonomik nedenler­
doğrultuda “Yalnızca HAYIR!” diyebilmelilerdi. den dolayı Birleşik Devletlerdeki birçok azınlık
1980’lerde Cumhuriyetçilerin başlıca girişimi grubu meslekten olmayan terapistler aracılığıy­
olarak başlayan bu hareket, 1990’larda Demok­ la ilk kez düşük ücretli ruh sağlığı merkezleri
ratların desteğini çekmeyi sürdürmüştür. -yani ruh sağlığı sistemi- ile temas kurmuşlardır.
Toplum ruh sağlığı merkezlerinin sorunları Genelde meslekten olmayanlar, hizmeti talep
25 yıl önce Ralph Nader’in Center for Study of edenlerle aynı ardalandan gelmektedirler. Bir
Responsive Law tarafından oldukça çekişmeli miktar eğitimleri olmakla birlikte doğrudan ruh
bir eleştiri çerçevesinde incelenmişti (Holden, sağlığı çalışması yapmak için ehliyetleri yok­
1972). Bu rapora göre, merkezler, iyi ve övgüye tur. Baskın olan kanı, bu kişilerin, gereksinim
değer fikirler üzerine kurulmuşlardı; ancak bu duyanların durumunu daha iyi bilebilecekleri
fikirlerin öngördüklerini yerine getirmede zafi­ ve daha da önemlisi onlar tarafından onaylan­
yetler oluşmuştu. Yani yürütmekte pek başarılı ma olasılıklarının daha yüksek oluşudur. Model
olunamamıştır. Sorun, eski şarabın yeni şişeye alma üzerinde yapılan çok sayıda araştırma bu
konmasına benzemiştir. Nader grubu, merkez­ varsayımları doğrular niteliktedir. Gözlem yoluy­
lerin, genellikle eğitimleri ve görüşleri bire-bir la öğrenme çalışmalarına katılanların, saygın
terapiye bağlı olan ve tipik olarak psikanalitik ve kendilerine benzeyen veya yakın buldukları
çizgideki psikiyatrlar tarafından kontrol edildiği­ modelleri gözlemlemeleri sonucunda daha ça­
ni belirtmektedir. Tedavi ile merkezlerin başlıca buk öğrendikleri sonuçlarına varılmıştır. Yaş ve
danışanlarını oluşturan düşük-gelirli insanların ardalan benzerliği, modelin, kişiye göre saygın­
sorunları arasındaki uyum genelde azdı. Hollica lığında ve yakın bulunmasında önemli belirleyi­
ve Millie (1986) tarafından Connecticut toplum ciler olmaktadır (Rosenthal ve Bandura, 1978).
ruh sağlığı merkezinde yürütülen bir çalışma, Bu nedenle standart orta sınıf muayenehane
616 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

ücretine ve randevu almaya alışık olmayan bi­ araştırmaya daha çok yöneldikleri bulunmuştur
reylerin, kendileri gibi olan birilerinin tavsiyeleri­ (Jackson, 1973). Araştırmalar, aynı zamanda,
ni ve davranışlarını daha kabul edici bulacakla­ ırksal farklılıkların, danışman ile danışan ara­
rını umabiliriz. sındaki anlaşmayı engelleyici, aşılması güç
Ancak, meslekten olmayanlar tarafından engeller olmadığını göstermektedir (Beutler ve
götürülen hizmetlerin, etnik ve ırksal azınlıklar ark., 1994). Yeterli empatik anlayışa sahip te­
için yeterince iyi olduğunu ya da bu ve önceki rapistlerin, ırkları ne olursa olsun, danışanlar
iki Bölümde gözden geçirilen, meslek içinden tarafından daha iyi yardım edenler olarak algı­
olan uzman müdahalelerinin azınlıklar için uy­ landıkları bilinmektedir.
gun olmadığını varsaymak yine de hata olur. Beyaz Amerikalıların değerlerini tamamen
Bir çok orta ya da üst sınıf azınlıklar ruh sağlığı benimsemiş Afrika kökenli Amerikalılar genellik­
profesyonellerinin hizmetlerinden kendilerini ya­ le beyazlara, diğer Afrika kökenli Amerikalılara
rarlandırmaktadırlar ve herkes olabilecek en iyi olduğundan daha farklı davranmaktadırlar. Ör­
hizmeti almak istemektedir (Birleşik Devletlerde neğin, Afrika kökenli Amerikalılarla daha açık ve
temel olarak Beyazlar tarafından sağlanan psi­ doğal olabilirken; beyazlarla daha temkinli ve az
koterapide azınlıkların Beyazlardan daha az iyi konuşma eğilimindedirler (Gibbs, 1980; Ridley,
oldukları gösterilememiştir. Sue, Zane & Young, 1984). Terapistlerin; Afrika kökenli Amerikalıla­
1994). Ayrıca terapist ve hastanın ırk ya da et­ rın, gerçekten de ön yargı ve ırkçılıkla fiilen kar­
nik köken açısından benzer olduğu durumlarda şılaştıklarını; çoğunun, korkulan, öfke ve bazen
daha iyi sonuçların elde edildiği de gösterile­ de nefret duyulan bir azınlığın üyesi olarak bü­
memiştir (Beutler ve ark., 1994). Dahası, pro­ yümenin duygusal sonuçlarını anlamazlıktan,
fesyonel yardıma ulaşamayanların çoğu azınlık görmezlikten gelen duyarsız bir çoğunluk kül­
kültürlerine aittir. İzleyen tartışma Bölüm 17 ve türüne karşı besleyebilecekleri kızgınlık, öfke
18’de tartışılan geleneksel ortamlar kadar yu­ ve hırs ile boğuştuklarını bildiren araştırmalar
karıda değinilen toplum yönelimli çalışmalara vardır (Hardy ve Laszloffy, 1995). Öte yandan
ilişkindir. Azınlıklar, paraprofesyonellerin müş­ Greene’in (1985) uyardığı gibi, terapistlerin
terileri arasında aşırı temsil edilirler ve toplum sosyal zulme gösterecekleri duyarlılık, hiçbir
psikolojisi çalışanları tarihin ve ayrımcılığın bir şekilde kişisel yakınlık ve babacan tavırlarla
kazasıdır. karıştırılıp, Afrika kökenli Amerikalı bir danışa­
Son bir konu da müdahalede ırksal faktörle­ nın terapi ilişkisindeki sorumluluk ve kişisel güç
rin tartışılması kalıp yargı geliştirme riskini taşır, dengesi üzerine kurulu rol paylaşımını bozacak
çünkü bir grubun psikolojik yardıma tepki gös­ bir nitelik kazanmamalıdır.
terme biçimleri hakkında uzmanların yaptıkları
genellemeleri gözden geçirdik. Azınlık grupla­ LATİN AMERİKALILAR VE
rından kişiler, birbirlerinden, en az gruplarının PSİKOLOJİK MÜDAHALE
diğer gruplardan farklılaştıkları kadar ayrılık
gösterirler. Bununla beraber, grup özelliklerinin Meksikalı Amerikalıların, Latin olmayan tera­
gözden geçirilmesi önemlidir ve azınlık ruh sağ­ pistlere nasıl tepki gösterdiklerine ilişkin bulgu­
lığı olarak adlandırılan gelişen bir uzmanlığın lar karışıktır. Ancak, Lopez ve ark., (1991), ken­
bir alanıdır. di aralarında ilişkili üç iyi düzenlenmiş deneysel
çalışmada, Meksika kökenli Amerikalıların, etnik
benzerliği olan terapistleri, özellikle klinik soru­
AFRİKA KÖKENLİ AMERİKALILAR
nun etnik durumlarla (örn., bir kadının iş veya
VE PSİKOLOJİK MÜDAHALE meslek sahibi olmasındansa Meksikalı baba
Afrika kökenli Amerikalı danışanlar, Afrika kö­ tarafından evlenmeye zorlanması) ilgili olduğu
kenli Amerikalı terapistlerle, beyaz terapistlerle zaman açıkça tercih ettiklerini bildirdiklerini ra­
olduğundan daha üst düzeyde iyi ilişki (rapport) por etmişlerdir. Daha az kültürleşmiş Latinlerin,
kurabildiklerini, Afrika kökenli etnik benzerliği olan danışmaların, Anglo danış­
Amerikalı terapistleri beyaz terapistlere ter­ manlardan daha değerli yardım kaynağı olduk­
cih ettiklerini ve onlarla olan etkileşimlerinden larını düşündükleri sonucuna varılmıştır (Ponce
daha çok doyum aldıklarını bildirmişlerdir (Atkin­ ve Atkinson, 1989). Latinlerle terapide, onların
son, 1983, 1985). Bir çalışmada, Afrika kökenli psikolojik sorunlarını dile getirmede yaşayabile­
Amerikalı danışanların, kendi ırklarından olan cekleri zorluklar dikkatten uzak tutulmamalıdır.
danışmanlarla görüşürken, kendini inceleme ve Özellikle erkekler, zayıflık ve korkularını ifade
PSİKOLOJİK MÜDAHALELERDE KÜLTÜREL VE IRKSAL FAKTÖRLER 617
√√

etmekte, özgürlüklerini kazanan, maaşlı işlerde minde olduklarının da farkında olmalıdırlar. On­
çalışan Latin kadınların bulunduğu etnik top­ ların değerleri, dâhil oldukları Birleşik Devletler
lumlarında, zorluk yaşayabilirler. çoğunluk kültürünün Batılı değerlerinden fark­
Bilişsel davranışçı terapiler, geleneksel dav­ lıdır. Örneğin -bireysel farklılıkları da göz ardı
ranış ve tutum örüntüleri olan Latinlerde, içgörü etmemek koşuluyla-, Asya kökenli Amerikalılar,
yönelimli terapilere oranla daha başarılı olabilir­ kişilerarası ilişkilerde resmiyete ve yapılanmaya
ler. Çünkü bilişsel davranışçı terapiler, belirtiden daha çok saygı göstermektedirler. Oysa batılı
kurtarma, öneride ve rehberlikte bulunma ve bir terapist için samimiyet ve daha az otorite tu­
yaşanılan anda önemli olan konular etrafındaki tumları daha önemlidir. Otoriteye saygı, terapist
sorunları çözmeyi amaçlar. Bu özellikler, genel­ ne söylerse ve ne önerirse onaylama biçimini
likle ırksal ya da etnik ayrım olmaksızın, düşük alabilir -ve belki de, bir sonraki görüşmeye gel­
gelir düzeyindeki insanlar için uygulanabilirliği memeyle sonuçlanabilir. Psikoterapinin, stresle
elverişli olan terapötik özelliklerdir. Bilişsel dav­ başa çıkmak için bir yol olarak kabul edilebilir ol­
ranışçı terapinin didaktik tarzı, aynı zamanda masının oranı, duygusal sorunların irade gücüy­
terapi sürecini gizeminden çıkarmakta ve onu le ve kişinin kendi kendisine halletmesi gereken
terapötik olmaktan çok eğitsel yapmaktadır. bir şey olduğunu düşünme eğiliminde olan Asya
Böylece, “kafayı üşütmüş” misali damgalanma kökenli Amerikalılar arasında, çok daha düşük
olasılığını da azaltmış olmaktadır (Organista ve olması beklenir (Kinzie, 1985). Asya kökenli
Munoz, 1996). Amerikalılar, bazı konuları (örn., evlilik ilişkisi ve
cinsellik) bir terapistle görüşülebilecek konular
ASYA KÖKENLİ AMERİKALILAR VE arasında görmezler.
PSİKOLOJİK MÜDAHALE Birleşik Devletlerde doğan Asya kökenli Ame­
rikalılar, çoğu zaman iki kültür arasında sıkışıp
Asya kökenli Amerikalılar bir düzine ayrı alt kalmışlardır. Bunun çözümlenmesinin bir yolu,
gruptan oluşurlar (örn., Filipinliler, Çinliler, Vi­ büyük bir çaba harcayarak, çoğunluk kültürü
etnamlılar, Japonlar..) ve İngilizceyi iyi konuş­ ve değerleriyle özdeşleşmek; Asyalı olan her
ma, göç etmiş olup olmama veya ülkelerindeki şeyi reddederek bir tür kendi ırkına nefret ge­
savaş veya terörden kurtulmak için iltica edip liştirmektir. Çatışmalı sadakat duyguları içinde
etmeme, Birleşik Devletler doğumlu olmala­ bocalayan diğerleri ise (az belli edilen) ayrımcı
rına karşın ana vatanlarıyla ve ebeveynleriyle Batı kültürüne öfke duyar, fakat aynı zamanda
kurdukları iletişim derecesi gibi boyutlarda fark­ da kendi Asyalı ardalanının bazı yönlerini sor­
lılaşırlar (Yoshioka ve ark., 1981; Sue ve Sue, gular. Sonuçta terapist, Asya kökenli Amerika­
1992’dan). Bu çeşitlilik akılda tutularak, tera­ lıların, yansıtıcı yönelimden çok yapılandırıcı
pistler, bu gruplar arasında, diğer beyaz gruplar yaklaşımdan yana tercih bildirmeleri de dikkate
arasında olduğundan daha fazla mesleki yar­ alındığında, terapide daha yönlendirici ve aktif
dım arama atılganlığının azlığı (A.B.D standart­ olmalıdır (Atkinson, Maruyamave Matsui, 1978;
larına göre) ile birleşen duygusal sıkıntılardan Iwamasa, 1993).
utanma eğiliminin görülebileceğine karşı duyarlı
olmalıdırlar.
AMERİKAN YERLİLERİ VE
Her şeyin ötesinde, Asya kökenli Amerika­
lılarla nasıl psikoterapi uygulamaları yapılaca­
PSİKOLOJİK MÜDAHALE
ğına ilişkin birçok gösterge vardır. Sue ve Sue Diğer azınlıklarda olduğu gibi Amerika Yerli­
(1992), terapistlere, Asyalı mültecilerin çoğunun, leri de oldukça heterojen bir gruptur ve Birleşik
kayıplarından dolayı yaşadıkları üzüntülere ve Devletlerde 500 kadar kabile bulunmaktadır.
duyacakları strese, özellikle de bunu, onlar için Çoğunluk kültürüne olan kaynaşma derece­
son derece önemli olan aile bağları arasından si gibi bireysel ayrılıkları unutmadan, terapötik
görerek değerlendirmelerini ve duyarlı olmala­ yaklaşımlara ilişkin bazı genellemeler yapıla­
rını tavsiye eder. Başka bir deyişle, bu ülkeye bilmektedir (Sue ve Sue, 1992; Sue, Zane ve
mülteci olarak gelen Asya kökenli Amerikalılar­ Young, 1994).
da, travma sonrası stresin rolü dikkate alınma­ Amerikalı Yerlilerin çocuklarına çeşitli akra­
lıdır. Terapistler, aynı zamanda, Asya kökenli balar tarafından evlerde bakılması nedeniyle,
Amerikalıların, “bedenselleştirmeye” eğilimli ol­ bir çocuğun veya genç yetişkinin, değişik evler
duklarının; yani streslerini baş ağrısı, yorgunluk, arasında gidip - gelme örüntüsü, mutlaka bir
bitkinlik gibi fiziksel belirtilerle ifade etme eğili­ sorun olduğunun işareti değildir. Çocuk veya
618 √√ BÖLÜM 19 - GRUP, ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ

gencin, göz temasından kaçınması, saygının DAHA EKSİKSİZ BİR DAVRANIŞ


geleneksel bir ifadesi olmakla birlikte, kültüre BİLİMİNE DOĞRU
yabancı biri tarafından yanlış anlaşılabilir ve
üzerine gidilmesi gereken bir sorun olarak al­ Terapistin, danışanla aynı ten renginde ya da
gılanabilir (Everett, Proctor ve Cartnell, 1989). etnik kökenden olup olmaması bir yana bırakı­
Diğer azınlıklarla olduğu gibi, özdeşim ile ilgili lırsa, bir ruh sağlığı uzmanının danışanın sahip
yaşanan ciddi çatışmalar bunlarda da ciddi bo­ olabileceği farklı değer yapılarına ve yaşam
yutlara ulaşabilir. Gençler, geleneksel değerlerle deneyimlerine duyarlı bir bilinçlilik içinde ol­
(daha ayrıcalıklı olduğuna karar verilmiş olan), ması önemlidir. Aynı şey, tutum ve davranışları
genç Yerli Amerikalılar arasında yüksek oranlar­ etkileyebilecek, birçok yönden değişik olan her
daki madde bağımlılığı ve intiharın altını çizen danışanın tedavisi için söylenebilir. Psikolojik
çoğunluk kültürünün değerleri arasında boca­ müdahalede, etnik ve ırksal etkenlerle, onların,
layabilirler (Red Horse, 1982). Madde kötüye klinik değerlendirmede oynadıkları rollerin ince­
kullanımı ve özellikle alkolizm bazı kabilelerde lenmesi, insan davranışının çalışılmasında, bu
çok yaygın olup, sıklıkla aile içi çatışmalarda değerlendirmelerin katılımının sosyal ve bilim­
dikkate alınması gereken bir konu olarak çocuk sel önemini ifade etmektedir. Çeşitliliğin katılımı,
istismarına yol açmaktadır. Kültürel farkındalığı insanları bilimsel anlamda daha iyi anlamamızı
az olan bir terapist tarafından, rekabet yerine iş sağlayıcı rol oynayabilir (Betancourt ve Lopez,
birliği ve dayanışmaya verilen değer, güdü azlı­ 1993; Rokeach, 1979). Eğer belirli bir alt kültü­
ğı şeklinde yanlış yorumlanabilir. Aileye verilen
rün üyesi olmak, örneğin, duygu ve heyecanın
önem kullanılarak, müdahalenin bütünleyici bir
ne çabuklukta gösterildiği üzerinde bir rol oynu­
parçası olarak tedavinin evde, aile fertlerinin ol­
yorsa, bir değişken olarak o kültürü dışta bırak­
duğu ortamda yapılması önerilebilir.
mak, bizim, psikolojide duygu ifadelerinin olası
Amerika Yerlileri ile terapi konusunda çok az
sayıda çalışma yapılmıştır (Sue ve ark., 1994). rolünü anlamamızı sınırlayacaktır. Böyle bir kı­
Bu grupları temsil eden insanlara mesleki ilgi­ sıtlılık, veri-tabanlı bilgilerimizi bozmakla kalma­
sizliğin en son işareti Cognitive and Behavioral yacak, bizi sosyal sorumluluklarımızı yerine ge­
Practice (Cilt 3, sayı 2, 1996) Dergisinde bulu­ tirmekten de alıkoyacaktır. Kültür ve değerlerin,
nabilir. Bu sayı (özel sayı olarak da kabul edile­ bir toplumun bilim yönünü yapılandırmasında
bilir), tümüyle bireysel davranışçı uygulamada anahtar etkenler olduğunun gittikçe daha çok
etnik ve kültürel çeşitliliğe adanmıştır. Afrika kö­ farkına varılmaktadır. Bu kitapta baştan sona
kenli Amerikalılar, Latinler, Japonlar, Ortodoks bilim paradigmalarına gösterdiğimiz duyarlık bu
Yahudiler, eşcinseller ve yaşlılarla ilgili makale­ anlayışı yansıtmaktadır. En son bölümümüzde,
ler yer almaktayken, Amerikalı Yerlilerle ilgili tek bilimsel bilgi ile bu bilginin insan yaşamı üzerine
bir yazı yoktur. kullanımı arasındaki etkileşim incelenecektir.

ÖZET
Terapi bazen gruplarda etkili bir şekilde bireysel tedavi götürmek için yapılsa da, grup terapisi ge­
nellikle gruba özel bazı unsurlardan yararlanır. Grup, değişme için güçlü bir sosyal baskı yapar. Grup
üyeleri de ortak ilgi, sorun ve beklentileri paylaşmaktan yarar sağlar. Duyarlık eğitimi ve etkileşim
grupları, insanların başkalarını etkilemesini ve onlardan etkilenmeyi öğrenmelerini sağlar. İnsanların
dış dünyaya gösterdikleri sosyal maskelerin altındakileri keşfedip, başkalarıyla daha açık, dürüst ve
etkili ilişkilere girmelerine çalışılır. Her türlü grup terapisinde, kontrollü sonuç ve süreç araştırmaları
yapılmasına henüz başlanmıştır. Ancak birçok insanın grup terapisi yaşantısından yarar sağlayabi­
leceğini söylemek doğru olacaktır.
Aile terapisinde, belirlenen bir hastanın sorunları ailedeki rahatsızlığın bir göstergesi sayılır. Aile
fertleri, davranış ve tutumlarının birbirlerini nasıl etkilediğini; esnekliğin ve iletişim örüntüsünün de­
ğiştirilmesinin uyum getireceğini öğrenir. Evlilik ve çift terapisi, gergin çiftlerin, sürmekte olan ilişkileri
içinde çözümsüz gibi gözüken çatışmaları çözmelerine yardımcı olur. Kullanılan tekniklerden biri,
özel ilgi gösterme günlerini içerir. Sırayla eşlerden biri diğerine haz ve keyif vermeye odaklaşır ve on­
ları saran düşmanlık ve mutsuzluk döngüsünü kırmaya çalışır. Tüm kuramsal yaklaşımlarda, çiftlerle
çalışan terapistler, eşlerin birbirlerine olan gereksinimlerini ve beklentilerini geliştirmeye ve iletişim
ÖZET 619
√√

kanallarını açmaya çalışır. Bir davranış, bir hareket iyi niyetli olabilir ancak sonucu kötü olabilir. Bunu
açıkça konuşmak, gergin ilişki yaşayan birçok çiftin rahatlamasını sağlar. Aile ve çift terapisinde sü­
ren çalışmalar umut vericidir.
Toplum psikolojisi ve ona bağlı toplum ruh sağlığı hareketi, ruh hastalıklarının gelişmesini ön­
lemeye, sorunlu insanları aramaya ve ekonomik anlamda karşılanabilir ücret karşılığı ruh sağlığı
hizmetlerini sunmaya çalışır. Bunlara örnek olarak, intiharı önleme merkezleri, zarar verici yaşam
tarzlarını değiştirmeye yönelik kitle iletişim kampanyaları, okullarda çocuklara problem çözme be­
cerilerinin öğretilmesi ve çocuk istismarına eğilimli risk grubu oluşturan ailelerde ana-babalık bece­
rilerinin öğretilmesi, sayılabilir. Kurumlaşmanın bırakılması (desentrilization) veya önlenmesi, eğer
mümkünse ruh hastalarının evde veya küçük yaşama alanlarında yaşamaları yönelimi, hepsi bu
hareketin parçasıdır. Ne var ki, bu insanların toplum tarafından kabul görecek şekilde yaşayabile­
cekleri, bakım görecekleri yeterli ve korunaklı yaşam alanlarının sağlanması ve düzenlenmesi için
daha çok çalışma gerekmektedir. Önlemeyi kurumsallaştırmak zordur. Toplumun gereksinimlerini
saptamak ve büyük insan kitlelerini değişime doğru hareketlendirebilmek için daha çok şeyin öğre­
nilmesi gereklidir.
Son olarak, hastaların veya danışanların, kültürel ve ırksal ardalanları, değişik birçok ilgi odağı­
nı gündeme taşımaktadır. Belli başlı konular: Afrika kökenli Amerikalıların, Latinlerin, Asya kökenli
Amerikalıların ve Amerikalı Yerlilerin tedavisini; bu grupların sergileyebilecekleri sorunlar ile klinis­
yenlerin, saygı ve etkililik doğrultusunda bu azınlık gruplarından gelen hastalarla çalışabilmeleri için
göstermeleri gerekli duyarlık ve dikkati, içermektedir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
grup terapi toplum ruh sağlığı boşanma süreci
çift (evlilik) terapisi duyarlık eğitimi grubu (T-grup) önleme
aile terapisi etkileşim grubu
toplum psikolojisi aile sistemleri yaklaşımı
20

Robert Vickrey, “Polisler”, 1988

YASAL VE ETİK KONULAR


Çeviri: Doç. Dr. Gülsen Erden

CEZAİ MAHKÛMİYET TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK


Delilik Savunması İKİLEMLER
Yargılanma Yeterliği Araştırmada Etik Kısıtlamalar
SİVİL MAHKÛMİYET Bilgilendirilmiş Onam
Önleyici Tutuklama ve Tehlikenin Gizlilik ve Ayrıcalıklı İletişim
Yordanmasında Sorunlar Hasta ya da Müşteri Kimdir?
Daha Fazla Koruma için Güncel Eğilimler Hedeflerin Seçimi Tekniklerin Seçimi
Kurum Dışına Çıkarma, İnsan Hakları ve Hatırlanan Anıların Etik ve Yasal Boyutları
Ruh Sağlığı ÖZET
CEZAİ MAHKUMİYET 621
√√

Değişiklik 1 Kongre; dinin resmi olması ile il­ çoğunlukla ince bir şekilde ortaklaşa çalışarak,
gili, dini özgürlükleri yasaklayan, konuşma veya Amerikan halkının, önemli bir bölümünü temel
basın özgürlüğünü, halkın barış içinde toplan­ sivil haklarından mahrum ediyorlar. Hâkimler,
ma ve hükümet hakkındaki yakınmaların gide­ hastane yönetim kurulları, barolar ve ruh sağlığı
rilmesini talep etme hakkını kısıtlayan kanunlar alanında çalışan profesyoneller, en iyi niyetle­
yapmamalıdır. riyle ve yıllar boyunca toplumu, kendilerine ve
Değişiklik 4 İnsanların, kendilerinin, evleri­ başkalarına zararlı olarak görülen ruhsal yön­
nin, mallarının, mülk ve belgelerinin güvencede den hasta ya da özürlü kişilere karşı korumaya
olması hakları, aramalar ve tutuklamalar nede­ çalıştılar. Ama bunu yaparken, hem cezai mah­
niyle çiğnenmemelidir. kûmiyet hem de sivil mahkûmiyet almış binlerce
Değişiklik 5 Hiç kimse herhangi bir adli olay­ insanın haklarını feshettiler. Yasalara uymayan
da, kendine karşı tanıklık yapmaya zorlanma­ veya uymadıkları iddia edilen akıl hastası birey­
man, yaşamından, özgürlüğünden veya malın­ ler cezai mahkûmiyet (criminal commitment)
dan kanun dışı bir yolla mahrum edilmemelidir. alırlar. Bu durumda, kişi ya mahkemeye çıka­
Değişiklik 6 Tüm adli davalarda, zanlı çabuk rılacak yeterliliğe sahip olup olmadığına karar
ve açık yargılanma hakkına sahiptir. Kendisine verilmek üzere ya da delilik nedeniyle beraat et­
karşı olan tanıklarla yüzleşme, kendi çıkarına tikten sonra bir akıl hastanesi gözetimine sevk
tanık toplama ve kendisini savunması için bir edilir. Sivil mahkûmiyet (civil commitment),
avukat edinme hakkına sahiptir. ruhsal bozukluklara sahip ve tehlikeli bir kişinin,
Değişiklik 8 Aşırı kefalet ücreti istenemez. yasaları çiğnememiş olmasına rağmen elin­
Aşırı para cezasına çarptırılamaz. Acımasız ve den özgürlüklerinin alınması ve kişinin bir akıl
görülmemiş cezalar uygulanamaz. hastalıkları hastanesine konmasını öngören bir
Değişiklik 13 ABD içinde ya da ABD’nin hu­ süreçtir. Yürürlükteki iki mahkûmiyet şeklinde
kuken etkin olduğu bölgelerde, işlediği suçun de insanlar hukukun normal işleyişinin dışında
karşılığı olmaksızın kişiye kölelik yaptırılamaz muaf tutulurlar. Bu bölümde, bu yasal süreçleri
ya da zorla çalıştırılamaz. derinlemesine inceleyeceğiz. Daha sonra, araş­
Değişiklik 14 Hiç bir Eyalet bir kimseyi yaşa­ tırma ve terapiyle ilgili olduğundan, önemli etik
mından, özgürlüğünden veya malından kanun konuların incelemesine geçeceğiz.
dışı olarak mahrum edemez ve yargılamada bir
kimseyi kanunların eşit korumasından mahrum CEZAİ MAHKUMİYET
edemez.
Değişiklik 15 ABD vatandaşlarının seçme Önce, psikiyatri ve psikolojinin cezai hukuk
hakkı ırk, renk veya önceki hizmet durumu ne­ sistemindeki rolünü inceleyeceğiz. “Suçlu zihin”
deniyle ABD veya herhangi bir Eyalet tarafından veya “mens rea” kavramının ve “Kötü niyet ol­
kısıtlanamaz. madan suç olmaz” kavramının İngiliz Kanunla­
Bu anlamlı ifadeler Amerikan vatandaşlarının rında kabul edilmesine başlanmasından itibaren
ve Amerika’da yaşayan diğer insanların bazı delilik de kavram olarak kabul edilmeye başla­
haklarını açıklar ve korur. Bu haklar neye karşı mıştır; çünkü dağınık bir zihin kötü bir amaçla
korunuyor? Bu ifadelerin yürürlüğe konduğu ko­ bir suçu planlayamaz ve uygulayamaz (Morse,
şulları göz önünde bulundurun. Anayasa Kon­ 1992). Başka bir deyişle, bozuk bir zihin suçlu
seyi 1787’de hükümetin yetkisinin sınırlarını be­ bir zihin olamaz; çünkü sadece suçlu bir zihin
lirledikten sonra, 1789’da ilk Kongre belirlenmiş cezayı gerektiren hareketlerde bulunabilir. Baş­
olanları değiştirmeyi ve federal hükümete belli langıçta, delilik mahkemede geçerli bir savun­
sınırlamalar getirmeyi uygun gördü. O zaman­ ma değildi ama kraliyet bazen, tamamen deli
dan beri orijinal on değişiklikten fazlası eklendi. oldukları kanısına varılırsa, cinayetten mahkûm
Ondördüncü Değişiklik, akıl hastalarının hakla­ edilen kişileri affediyordu (A. A. Morris, 1968).
rını korumada giderek daha büyük rol oynayan I Edward’ın hükümdarlığı zamanında delilik
eyaletlere yöneliktir. Amerikan hükümetinin fel­ mahkemede savunma olarak kullanılabiliyor­
sefi ideali, toplumun düzenini korumakla tutarlı du ve cezayı azaltabiliyordu. 14. Yüzyıl içinde,
olarak, vatandaşlarına en geniş şekilde özgür­ tamamen ve sürekli deli olduğu kanıtlanan bir
lük sağlamaktır. kişinin, bu durumunun cezai bir suçlamaya kar­
Son bölümü bu şekilde açıyoruz; çünkü ya­ şı savunma olarak kullanılabileceği yasanın bir
sal sistem ve akıl sağlığı sistemi sürekli, ama parçası oldu.
622 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

Günümüzün mahkemelerinde hâkimler ve DÖNÜM NOKTASI DAVALAR VE


avukatlar, sanığın özgür iradesi değil de ruh­ KANUNLAR
sal bozukluk durumundan kaynaklanan cezai Modern Anglo-Amerikan ceza kanununda,
davranışlarıyla ilgilenirken psikiyatr ve klinik mahkeme kararlarından ve yerleşmiş prensip­
psikologlardan yardım istiyorlar. Bu ruhsal bo­ lerden birkaçı yasal sorumluluk ve akıl hastalığı
zuklukları olan suçlular, deli olmayan ama aynı konularıyla ilgilidir. Karşı konulmaz dürtü kavra­
suçu işleyen kişilerden daha az mı sorumlular? mı 1834’de Ohio’da bir davada şekillenmiştir. Bu
Bu şahıslar toplumun kanunlarını çiğnemek kavrama göre, eğer kişiyi suçu işlemeye iten, ki­
suçuyla mahkemeye getirilmeli midir? Delilik şinin kontrol edemediği patolojik bir dürtü veya
savunmasıyla sanığın affını veya korunmasını istek ise, delilik savunması tamamen yasaldır.
sağlamak ya da onların mahkemeye çıkacak Karşı konulmaz dürtü testi, daha sonra iki ayrı
yeterliliğe sahip olmadığını göstermek şüphesiz davada onaylanmıştır: Parsons, Birleşik Devlet-
lere karşı ve Davis, Birleşik Devletlere karşı1.
iyi niyetli hareketlerdir ama bu ilkelerin uygulan­
İyi bilinen ikinci kural, M’Naghten kuralıdır ve
masıyla birlikte sanık, özgürlüklerini büyük ölçü­
1843’de İngiltere’de bir cinayet davasının sonu­
de kaybedebilir.
cunda açıklanmıştır. Sanık Daniel M’Naghten,
İngiliz başbakanı Sir Robert Peel’i öldürmeye
DELİLİK SAVUNMASI çalışmış ama Peel’in sekreterini kendisiyle ka­
Delilik savunması (insanity defence), sa­ rıştırmıştır. M’Naghten “Tanrının Sesinin” ken­
nığın ruhsal hastalığı veya başka her hangi bir disine Lord Peel’i öldürmesini söylediğini iddia
etmiştir. Hâkimler şu karara varmıştır:
durum sebebiyle mantıklı hareket edememesi
ya da doğruyu yanlıştan ayıramaması yüzün­ Bir delilik savunmasına başvurulması için, suçun işlen­
den yaptığı yasadışı hareketlerden, sorumlu tu­ diği zamanda suçlanan kişinin bir ruhsal bozukluğun veya
tulmamasını isteyen yasal savunmadır. Davala­ ruhsal hastalığın etkisi altında hareket ettiği ve bu yüzden
rın yüzde birinden bile azında kullanılmasına ve hareketlerinin içeriğinin ve niteliğinin farkında olmadığı;
çoğu zaman başarılı olamamasına karşın, delilik eğer farkındaysa hareketinin yanlış olduğunu bilmediği
açıkça kanıtlanmalıdır.
savunması hakkında inanılmaz derecede yazı
yazılmıştır (N. Morris 1968; Morse 1982b; Ste­ Yirminci yüzyılın başlarında bu doğru-yan­
adman 1979; Steadman ve ark., 1993). Harvard lış testi bütün federal mahkemelerde ve New
Üniversitesi’nden hukuk ve psikiyatri profesörü Hampshire hariç bütün eyaletlerde uygulan­
Alan A. Stone (1975), bazı insanları Delilik Ne­ maya başlamıştı. 1980’lerin sonlarına doğru
deniyle Suçsuz Bulma konusundaki büyük ilgi bu test on sekiz eyalette uygulanan tek testti
hakkında ilginç bir gerekçe sundu. Cezai hukuk, ve diğer birkaçında da karşı konulmaz dürtü ile
insanların özgür iradeye sahip oldukları, yanlış birlikte uygulanıyordu. Ama, Amerikan Psikiyatri
bir hareketleri olursa bunu isteyerek yaptıkları Derneği’nden bir komite, doğru ve yanlış ara­
ve bu yüzden suçlanıp cezalandırılmaları var­ sındaki farkı anlamanın modern delilik kavramı­
sayımı üzerine kuruludur. Stone, delilik savun­ nın dışında olduğunu belirtti. Üçüncü önemli bir
masının özgür iradeye sahip olmayan bireyleri, mahkeme kararına işte böyle bir ortamda varıl­
yani delileri göstererek özgür irade kavramının dı.
güçlenmesini sağladığını iddia eder. Bu insanlar 1954’de, Durham Birleşik Devletlere karşı2
ruhsal bir sorun veya doğru ile yanlışı ayırma­ davasında hâkim David Bazelon, “yasa dışı ha­
reket, bir ruhsal bozukluğun veya ruhsal has­
daki yetersizlikleri yüzünden ya da her iki sebep
talığının sonucuysa, sanık bu hareketinden
yüzünden hareketlerinden tam olarak sorumlu
sorumlu değildir” kararına varmıştır. Bazelon,
kabul edilmezler. Onları yasal olarak suçlu say­
akıl hastalığına işaret ederek, psikiyatri alanını
mak için gerekli derecede özgür iradeye sahip
tüm bildiklerini uygulaması için serbest bıraktı­
değillerdir. Dışlamaya göre, diğer herkes özgür ğına inanmıştı. Bundan sonra sadece dürtüleri
iradeye sahiptir. “Delilik savunması, her yönüy­ veya doğru-yanlış ayrımını düşünmekle sınır­
le kuralı kanıtlayan bir istisnadır. Bu, mahkeme­ lı kalmayacaktı. Bazelon kasten, Durham testi
lerin kalan herkesi ‘iyi ve kötü arasında’ seçim
yapmış kişiler olarak görmesini sağlar” (Stone, 1
Parsons Birleşik Devletlere karşı 2 So. 854, 866-67 (Ala. 1887); Davis Birleşik
Devletlere karşı, 165 U. S. 373, 378 (1897).
1975, s. 222). 2
Durham Birleşik Devletlere karşı, 214 F.2d 862, 876 (D.C. Cir.1954).
CEZAİ MAHKUMİYET 623
√√

olarak adlandırılacak testin içinde zamanla ge­ olanlarla sınırlamak için düzenlenmiştir. 1984’e
çersiz olabilecek bazı zihin bozukluklarını gös­ kadar AHE testi eyaletlerin yarısından çoğunda
termedi. Psikiyatr, mahkemeye sanığın durumu ve bütün federal mahkemelerde kullanılıyordu.
hakkındaki değerlendirmesini iletme konusun­ Ama bazı araştırmacılar yeterli ve kavramak gibi
da tamamen serbest bırakıldı. Jüriyi bu derece­ terimlerin yeterince açık olmadığını ve sanığın
de uzmanın beyanına güvenmeye zorlamanın, akli durumunun belirlenmesi ve delilik nedeniyle
uygulanması mümkün olmayan bir mahkeme beraatına karar verilmesi sırasında uzman ta­
hareketi olduğu ortaya çıktı. 1972’den beri hiç­ nıklar ve jüri üyeleri arasında tartışma çıkarabi­
bir yargılamada Durham testi uygulanmadı ve leceğini savundu (Simon & Aaronson, 1988).
Bazelon sonunda, uzman tanıklara çok hareket Amerika’da 1980’lerde, yasal delilik savun­
alanı sağladığını hissettiğinden, desteğini çekti. masını açıklığa kavuşturmak için, Mart 1981’de
1962’de Amerikan Hukuk Enstitüsü (AHE) başkan Ronald Reagan’a suikast girişiminde
halktan seçilen jüri üyeleri için, diğer testlere bulunan John Hinckley, Jr.’ın çok konuşulan ve
göre daha belirgin ve bilgilendirici olması ama­ tartışılan davasında, delilik nedeniyle sanığın
cıyla kendi kurallarını önerdi. beraatı kararına varılmasıyla da güçlenen bü­
yük bir hareket başladı. Davaya bakan Hakim
1- Eğer bir kişi, suçu işlediği sırada, ruhsal hastalık Parker, birçok kızgın vatandaştan, bir Amerikan
veya bozukluk gibi sebeplerden dolayı hareketlerinin suç başkanına suikast girişimde bulunan bir insanın
olduğunu (yanlışlığını) veya yasalara uymadığını kavra­ bu suçu yüzünden sorumlu tutulmadığını, sade­
mak için yeterli kapasiteye sahip değilse, hareketlerinden ce akli dengesinin yerinde olduğu kanısına va­
sorumlu değildir.
rılıncaya kadar akıl hastanesinde yatacağını ve
2- Kanun maddesinde kullanıldığı gibi, “ruhsal hasta­
lık (mental disease) veya özür (defect)” terimleri, tekrar­
sonra tekrar serbest kalacağını iddia eden mek­
lanan suçlar veya antisosyal hareketler sonucu ortaya çı­ tuplar aldı. (Bunu 1997’nin ortalarında yazdığı­
kan anormallikleri kapsamaz. (Amerikan Hukuk Enstitüsü, mızda Hinkley 16 yılı aşkın bir süredir Washing­
1962, s. 66) ton, D.C.’de bir akıl hastanesi olan St.Elizabeth
hastanesinde tedavi görmektedir ama akli den­
İlk AHE tüzük maddesi M’Naghten kuralı ve gesinin yerine geldiği kararına varıldığında ser­
karşı konulmaz dürtü kavramlarını birleştirir, best kalabilir.)
ikinci madde ise sürekli kanunla çatışanlarla Olayın halk tarafından çok yakından takip
ilgilidir; sürekli suç işledikleri için akıl hastası edilmesi ve delilik nedeniyle beraat kararı yü­
sayılmayacaklardır. Aslında birinci maddedeki zünden delilik savunması birçok kesimin çok
“yeterli kavrama kapasitesi” ibaresi, delilik sa­ şiddetli ve bazen küfürlü eleştirilerine hedef
vunmasını sadece ileri derecede akıl hastalığı oldu. Hâkim Parker’ın dediği gibi: “Çoğu kişi

Başkan Reagan’a saldırıda bulunan John Hinckley sinema sanatçısı Jodie Foster’a yazdığı bu mektupta onunla evlenme ve başkan
olma rüyalarına ilişkin duygularını açıklamıştı.
624 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

için, bu savunma [Hinckley savunması], cezai gereken ortaya deli olabileceğini işaret eden bir
hukuk sistemimizin açıkça yasaları çiğnemiş ki­ şey koymaktı ve böylece davacının bütün çaba­
şileri cezalandırmadaki başarısızlığının açık bir ları boşa gidecekti. Savunmanın üzerine yükle­
göstergesidir.” (Simon & Aaronson, 1988, s. vii) nen bu ağır yük, diğer maddeler gibi, bir kişinin
Suçluların üzerine daha çok gitmek için yapı­ yasal ve sosyal sorumluluklarından kurtulması­
lan politik baskılar üzerine kongre Ekim 1984’de, nı zorlaştırmak için tasarlanmıştır3. • Son olarak
delilik savunmasına ilk defa gönderme yapan yeni yasa, birçok kişinin yürürlükteki kanunların
Delilik Savunması Reform Yasasını kanunlaş­ en sorunlu olduğunu hissettikleri yanına da ya­
tırdı. Bütün federal mahkemelerde benimsenen nıt verdi. Yürürlükteki yasaya göre, kişi normal
bu kanun birkaç hüküm içerir. bir mahkûmiyete göre daha kısa bir süre içinde
• Kanun, AHE kurallarında bulunan ve kişinin serbest kalabiliyordu. Yeni yasaya göre, kişinin
akıl hastalığı veya bozukluğu sebebiyle yasa­ akıl hastalığından kurtulduğuna karar verilse
lara uyamamasıyla ilgili karşı konulmaz dürtü bile, mahkûmiyeti, suçun asıl cezasının mahkû­
kavramını ortadan kaldırmıştır. AHE’nün, kişi­ miyet süresine kadar uzatılabiliyordu.
nin irade ve davranışlarına bağlı kıldığı kurallar Bir düzinenin üzerinde eyalet, delilik ne­
çok şiddetli bir şekilde eleştirilmişti; çünkü bütün deniyle suçsuz bulma kararının yanına bir de
suçlu davranışların kaynağı yasaya uymayı be­ uzlaşmaya yönelik bir karar eklemiştir -suçlu
cerememe olarak gösterilip, bütün sanıklar ce­ ama akıl hastası. İlk önce 1975’de Michigan’da
zai hukukun normal işleyişinden ayrılabilirdi. benimsenen bu ilke, kişinin yasal olarak suçlu
• AHE’nün “kavrayacak kapasiteye sahip ola- bulunması -yani mahkûm olması şansını arttı­
mama”sını “kavrayamama” olarak değiştirmiştir. rır- ama aynı zamanda, suçu işlediği sırada akli
Yasanın bu kavramsal değişikliği, kişinin duru­ dengesi yerinde değilse, psikiyatrik kararlara da
munu yanlış yargılamasından dolayı kullanıla­ yer verir. Böylece çok ciddi hastalar bile yasal
bilecek delilik savunması için kullanılan ölçütleri olarak suçlu bulunabilir ama cezalandırılmak
daha da belirginleştirmeyi amaçlamıştır. üzere normal bir hapishaneye gönderilmek ye­
• Yasa aynı zamanda ruhsal sorun veya bo­ rine bir hastane hapishanesine veya diğer bir
zukluğunun “ileri derecede” olması gerektiğini uygun psikiyatrik tesise gönderilebilir.
de söyler. Bunun amacı antisosyal kişilik bo­ Bu uygulama hukuk ve ruh sağlığı uzman­
zuklukları gibi psikotik olmayan sorunlar duru­ larının tedirginliğini yansıtır. Bu tedirginlik Tho­
munda kullanılan delilik savunmasını ortadan mas Szasz’ın deyimiyle tanımsal olarak suçtan
kaldırmaktır. (AHE kuralları da “yeterli” kelime­ sorumlu olan, yani suçu gerçekten işlemiş olan
sini kullanarak bunun gibi önlemler almayı de­ kişinin, istinaden, yani hükmen sorumlu olma­
nemiştir ama Hinckley’in beraatinden sonra bu ması ve kanuna karşı geldiği halde cezalandırıl­
önlemlerin yeterli olmadığı görülmüştür). Ceza­ mamasından gelmektedir (bakınız Odak 20.1).
yı azaltmaya yönelik ve aşırı tutku ya da “geçici Bu yasal değişiklik şunun gibi ironik bir durumu
engeller; (1) bir kişinin suç işlediği belirlenmiş­
(temporary) delilik” gibi nedenlere dayandırılan
tir, (2) kişinin suçu işlediği sırada akli dengesi
“azalmış kapasite” ve “azalmış sorumluluk” gibi
yerinde olmamasından dolayı kişi yasal olarak
savunmalar da bu yasayla ortadan kaldırılmış­
sorumlu sayılmayacaktır -delilik nedeniyle bera­
tır.
at savunması-, (3) kişinin yargılanacağı zaman­
• Kanıt bulma yükünü iddia makamından sa­
dan önce akli dengesinin artık yerinde olduğu
vunmaya aktarır. Davacının, suçu işlediği sırada
saptanır ve (4) kişi hapsedilmez (ya da suçun
akli dengesinin yerinde olduğunu kanıtlamaya
normal cezasından daha-az bir süre hapsedilir).
çalışması yerine, (en katı ölçüt, aksi kanıtlana­
1960’da Szasz’ın önerisi olan suçlu ama akıl
na kadar insanların suçsuz olacağını söyleyen
hastası kararı, suçun normal cezasının uygu­
anayasa maddesiyle tutarlıdır) sanığın suçu
lanmasını engellemez ama aynı zamanda kişi­
işlediği sırada akli dengesinin yerinde olmadı­
nin hapsi sırasında akıl hastalığının tedavisine
ğını kanıtlaması gerekecektir ve bunu “açık ve
iknâ edici” delillerle yapması gerekir (daha az 3
Simon ve Aaronson’a göre (1988) bu koşul John Hincley Reagan ve üç kişiye
katı ama yine de zorlayıcı bir kanıtlama ölçüsü). ateş etme suçunu işlediğinde davacının (savcı) John’ın deliliğini ispat edememesi
nedeniyle ortaya çıkmıştır. Jürinin birçok üyesi, mahkemeden sonra, bir
Bu aktarmanın önemini şöyle anlayabiliriz; eğer Senato Hukuk Komitesinin bir alt komitesinde şahitlik yapmışlardır. İspatlama
zorunluluğuna ilişkin yargıç ifadeleri onların delilik nedeniyle suçsuz bulmaya
davacı şüpheye meydan vermeyecek biçimde ilişkin heyet kararında etkili olmuştur. Saldırıdan önce, eyaletlerin yarısı savunma
sanığın akli dengesinin yerinde olduğunu kanıt­ deliliği kanıtlamalıdır derken, sadece bir tanesi, Arizona, açık ve ikna edici bir
standarda sahipti. Eyaletlerin 2/3 ü savunmayı ispatlama zorunluluğunu ispatın
lamak zorunda bırakılırsa, sanığın tek yapması en hafif yasal standartları “kanıt çokluğu” ile kabul etmişlerdir.
CEZAİ MAHKUMİYET 625
√√

15 Şubat 1992’de, Milwaukee, Wisconsin’da


Jeffrey Dahmer’in hüküm giymesiyle açıkça
gösterildi. Dahmer, onbeş çocuğu ve genci par­
çalamak, onların etlerini yemek ve cesetleriyle
cinsel ilişkiye girmekle suçlandı ve suçunu iti­
raf etti. Suçlu ama akıl hastası olduğunu iddia
eden Dahmer’in akli durumu, jürilerin, sanığın
itiraf ettiği seri cinayetler sırasındaki akli den­
gesi hakkında çelişen raporlar dinlediği ilginç
bir davanın odak noktası oldu. Onun doğru ve
yanlışı ayırmasını veya hareketlerini kontrol
etmesini engelleyen bir akıl hastalığının etkisi
altında olup olmadığına karar vermeleri gereki­
yordu. (AHE kurallarının, M’Nagthen’in ve karşı
konulmaz dürtünün karışımına dikkat ediniz).
Akıl hastası olduğu konusunda kararsızlık ya­
şanmamasına rağmen, Dahmer’in deli olmadı­
ğına ve bu korkunç cinayetlerden yasal olarak
sorumlu olduğuna karar verildi. Hâkim tarafın­
dan onbeş yaşam süresi boyunca hapsine ka­
rar verildi (Associated Press, 1992).

Delilik hukuki yönüyle psikolojik ve ruhsal bozukluklar BİRLEŞİK DEVLETLERE KARŞI JONES
kavramından farklıdır. Bir paranoyak ve seri katil olan Jef-
frey Dahmer açıkça psikopatolojiktir fakat deli olarak DAVASI
yargılanmamıştır çünkü doğruyu yanlıştan ayırabileceği ve
davranışını kontrol edebileceği düşünülmüştür. DAVA TANIMI Bir bireyin cezai bir davranış
için deliliği savunma olarak kullanabilmesi duru­
de izinverir4. Fakat bu zamana kadar kanıtlar munu açıklayabilmede ünlü bir-bazılarına göre
“suçlu ama akıl hastası” kararıyla mahkum edi­ kötü ünlü- üst mahkeme davası üzerinde dü­
lenlerin psikiyatrik tedavi almadıklarını gösteri­ şünelim5. Michael Jones 1975’in 19 Eylül’ünde
yor (Fentiman, 1985; Steadman ve ark., 1993). Washington DC’de mağazadan silahsız olarak
Genelde delilik savunması soyut bir ilkenin ceket çalmaya teşebbüs ettiği için tutuklanmıştı.
gerçek yaşam koşullarına uygulanmasını gerek­ Ertesi gün en fazla bir yıl hapis cezası verile­
tirir. Hukukun bütün bölümlerinde olduğu gibi, bilecek önemsiz hırsızlık, hatalı bir davranış ile
terimler birçok şekilde tanımlanabilir -sanıklar, suçlandı. Mahkeme St. Elizabeth hastanesine
avukatlar, davacılar, hâkimler ve jüri üyeleri ta­ yargılanma yeterliğinin belirlenmesi için gön­
rafından- ve ifadeler, sorgucuların yetenekle­ derilmesine karar verdi. 2 Mart 1976’da, suça
rine ve tanıkların zekâlarına göre çok değişik teşebbüsten 6 ay sonra hastane psikoloğu
şekillerde sunulabilir. Daha da önemlisi, sanığın Jones’in paranoid tip şizofreni tanısı almasına
sadece suçu işlediği sıradaki akli durumu tartış­ karşın yargılanma yeterliğine sahip olduğunu
ma konusu olduğundan, avukatlar, hakimler, jüri mahkemeye bildirdi. Psikolog ayrıca isnat edilen
üyeleri ve psikiyatrlardan genelde geriye dönük suçun Jones’un paranoid şizofreni durumundan
ve spekülatif kararlar beklenir. Davalı ve davacı kaynaklandığını belirtti. Bu not önemsizdi çün­
tarafların psikiyatrları ve psikologları arasındaki kü mahkeme ondan sadece Jones’in yeterli
anlaşmazlık bir kuraldır ve hep vardır. olup olmadığını sormuştu, suçu işlediği sıradaki
Son bir noktanın üzerinde durmak gere­ akıl durumuna ilişkin bir düşünceyi sormamıştı.
kir. Delilik ve akıl hastalığı veya özrü arasında Jones daha sonra delilik nedeniyle suçu red­
önemli bir fark vardır. Bir kişinin akıl hastası ol­ detmeye karar verdi. On gün sonra 12 Mart’ta
duğuna karar verilse de kişi hâlâ suçlu buluna­ mahkeme onu delilik nedeniyle suçsuz bularak
bilir. Delilik (insanity), psikiyatrik veya psikolojik St. Elizabeth hastanesinde akıl hastalığının te­
bir kavram değil, yasal bir kavramdır. Bu ayrım davisi için tutulmasına resmen karar verdi.
4
Jones Birleşik Devletlere karşı davasında kısaca açıklandığı gibi, bazı şeyler 5
Birleşik Devletlere Karşı Jones, 463 U.S. 354 (1983).
kendi yolunda ilerler.
626 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

THOMAS S. SZASZ VE ADLİ PSİKİYATRİ İLE PSİKOLOJİYE KARŞI


ODAK 20.1 OLAN DURUM
SZASZ’IN POLEMİĞİ
Şiddet eylemlerini zihinsel hastalığın göstergeleri
olarak kabul ettiğimizde, kendimizi aşağı yukarı ras-
yonel ve amaç-odaklı yasal suçlarla uğraşma görevin-
den davranışın diğer durumlarından farklı olmayarak
muaf tutmaktayız (Szasz, 1963, s. 141).
Thomas Szasz’ın en çok okunan kitaplarından
alınmış bu cümle, psikiyatrlık mesleğinin yasal sis-
temde oynadığı önemli role karşı olan tartışmanın ana
temasını açıkça ifade etmektedir. (Alıntının 1963 yılı-
na ait olduğuna dikkat ediniz. Ruh sağlığı uzmanları
artık davalarda çok daha önemli rol oynamaktadır-
lar.) Daha önceden Szasz’ın tanımlayıcı ve yükleyici
(atfedici) sorumluluk arasındaki ayrımından bahset-
miştik. Bir kişiyi suçundan sorumlu tutmak, kişinin
tam anlamıyla sorumlu olduğu bir eylem için yasal
sorumluluk yüklemektir. Seçilmiş sosyal bir grup, bir
suç eyleminden tam anlamıyla sorumlu olan kişinin
suçla ilgili ceza alıp almayacağının kararını vermek-
tedir. Szasz’ın işaret ettiği gibi, suçtan sorumlu olmak,
insanın doğasında bulunan toplumun ortaya çıkardığı
bir özellik değildir. Daha ziyade belirli bir zamanda
ve belirli bir suçta, suçu işleyenin yasal olarak sorum-
lu tutulup tutulmayacağına ve ceza verilip verilmeye-
Tanınmış psikiyatr Thomas S. Szasz delilik savunmasının
ceğine toplum karar vermektedir. kullanılmasına şiddele karşıdır.
Szasz, insanların özellikle toplumu tehdit edici
ya da mantıksızca hareket ettiği düşünüldüğü zaman etmeye çalıştığı sosyal sorunları bulandırmak olmuş
suç davranışının açıklaması olarak ruhsal hastalığın olabileceğine” inanmaktadır (1963, s. 128).
kullanılmaya başlandığını ileri sürmektedir. Szasz’a John ve Robert Kennedy, Güney Afrika’nın baş-
göre, bu istisnai durumların hepsi üst tabakadaki in- bakanı Hendrik Verwoerd, Martin Luther King, Jr.,
sanlara karşı şiddeti içermektedir. 1724’te İngiliz soy- ve John Lennon’ın suikastleri ve Ronald Reagan,
lusunun öldürülmesinde adı geçen Arnold’ın anlayışı- Papa II. John Paul’un suikast girişimleri gibi burada
nın “vahşi bir hayvan” kadar olduğuna inanılmıştır. ve diğer yerlerdeki diğer durumlar, bir dereceye ka-
James Hadfield adlı başka bir adam, 1800’de Kraliyet dar günün rahatsızlıklarını yansıtabilir. Dahası, eski
Tiyatrosundaki yerinde oturan Kral III. George’a sui- Sovyetler Birliğindeki olaylar, suçlarda ve sivil mah-
kast girişiminden dolayı aklını yitirmiş sayılmıştır. Ve kûmiyette (civil commitment) politikanın rolünün ör-
üçüncü bir kişi, Oxford adlı bir adama 1840’ta Kraliçe neklerini göstermektedir. İyi tanınan Rus biyokimyacı
Victorya’yı öldürmeye çalıştığı için deli (insane) ola- Zhores Medvedev (1972) Delilik Sorusu (A Question
rak bakılmıştır. Herkes tarafından bilinen Sir Robert of Madness) kitabında, devleti eleştirdiğinde susturul-
Peel’in özel sekreterini Peel ile karıştırıp yanlışlıkla mak için, Sovyet psikiyatrlarının devletle nasıl işbir-
öldüren David M’Naghten (1943) olayından metinde liği yaptıklarını anlatmıştır. Kendisi, paranoid sanrı-
bahsedilmiştir. Amerika’nın da hukukunun temelini ları, çoğul kişilik bozukluğu ve toplumda bulunmasını
oluşturan İngiliz hukukundaki tüm bu durumlarda, dü- tehlikeli kılacak diğer ruhsal hastalıkları var diye tanı
şük sosyal tabakadaki insanlar üst tabakadaki insan- almıştır.
lara saldırmıştır. Szasz, “delilik konusunun mahke- Şüphesiz, Szasz tüm delilik savunmalarının, ku-
melerde ortaya atılma sebebinin, suçların dramatize rumun bazı sosyal sorunları örtbas etmeye ilişkin bir

25 Mayıs 1976 da, alışılmış 50 gün duruş­ zarar verme olasılığına tanıklık etti. 22 Şubat
ması Jones’in hastanede bir süre daha kalıp 1977’de hastaneye yeterlik için ilk gelişinden
kalmayacağına karar vermek üzere toplandı. 17 ay sonra ikinci duruşma yapıldı. Savunma
Hastaneden bir psikolog Jones’in hâlâ parano­ bir yıllık mahkûmiyet süresinden uzun hastane­
id şizofren oluğuna ve kendine ve başkalarına de tutulma nedeniyle salıverilmesini talep etti,
CEZAİ MAHKUMİYET 627
√√

çeşit sessiz komploları olduğunu iddia etmemektedir. konması ona yardımcı olur mu? Yanıt kesin bir evet
Çünkü, delilik savunmalarının büyük bir çoğunluğu, olamaz. Peki o zaman böyle bir kişi, hüküm giymiş
çok daha sıradan olgular için yapılmaktadır. Onun te- herhangi bir suçlu gibi cezaevine mi yollansın? Nor-
mel ilgi noktası, geçerli ahlâki kurallardan sapma hak- mal hapishanelerde meydana gelebilecek ruhsal za-
kını ve bireyin davranışı için sorumluluk yüklemesini rarları da göz önünde bulundurursak, bu soruya evet
içeren bireysel özgürlük ve sorumluluktur* (Szasz’ın cevabı vermek açısından da çok istekli olamayız. Ama
kişinin zorla intihar teşebbüsünden alıkonamayaca- bir hapis cezası genellikle sınırlı bir hapsedilme sü-
ğı tartışmasını hatırlayınız.). Antisosyal davranışlar residir. Eğer kişilerin akıl hastanelerinde rehabilite
için insanların daha az sorumlu tutulmasından çok, olduklarını gösteremezsek, hapishanelerimize ve ceza
yasal sorumluluğun herkesi kapsaması gerektiğini sa- uzmanlarımıza, bu kurumların durumlarını iyileştir-
vunmaktadır. Hatta eylemleri geleneksel sınırların o mek ve mahkumların çıktıklarında anti-sosyal olma-
kadar ötesinde olup da davranışlarını akıl hastalığı larını engellemek için davranışlarını değiştirmelerine
açısından açıklayanları bile kapsamaktadır. Szasz’ın yardımcı olacak yollar bulmaları konusunda güven-
ayrıntılı yakınması şudur ki, sapkının onu yargılayan- mek de aynı hesaba gelir.
lardan farklı bir birey, fakat yine de onların saygıları- Pennsylvania Üniversitesi hukuk profesörü ve
na değer olarak görülmesi yerine, ilk olarak sorumlu önde gelen adli kuramcılardan Stephen J. Morse da
bir insan gibi algılanmaması ve sonra da tedavi ola- akıl hastası kişilere de sorumlu bireyler gibi davranıl-
rak tanımlanan ve kamufle edilen alçaltıcı bir cezaya ması ve buna bağlı olarak hapishane sisteminin iyileş-
tabi tutulmasıdır. tirilmesi hakkında yazılar yazmıştır.
Eğer istek dışı mahkûmiyet kaldırılırsa, cezai hu-
SZASZ’IN KONUMUNUN kuk sisteminde görülen hafif sapkınlık davalarının sa-
DEĞERLENDİRİLMESİ yılarında ve hoş olmayan ve genelde korkunç hapisha-
Aşağıda kısaca açıklanacak olan sivil mahkûmi- nelerde zaman geçirmesi gereken deli kişilerin sayısı
yette değişiklikler gibi 1984’deki delilik savunması artar. Ama eğer deli kişiler hemen hemen her zaman
reform kanunu da Szasz’ın 1960’lardan bu yana öne hareketlerinden sorumlu iseler ve eğer cezaevine hap-
sürdüğü görüşlerle uyumludur. Ruhsal hastalığı olan sedilmeleri haklı görülürse, delilerin hapse girmemesi
kişileri sorumlu tutmaya, karşı yöneliş ve bu nedenle için bir neden yoktur. Bu sonuç aslında deli kişilerin
de medeni haklarının daha fazla korunmasının sağ- sorumlu olmadıklarını ve “tamir edilmeleri” gerekti-
lanması büyük oranda, Szasz’ın hukuk ve ruh sağlığı ğini kabullenmek yerine, onların onurlarına ve özerk-
uzmanları arasındaki ilişkiye amansız saldırılarının liklerine daha saygılı bir davranıştır. Hapishaneler
sonucudur. ve kapalı hastaneler özgürlüklere getirilen çok büyük
Ancak Szasz, suçla ilgili davranışları ruhsal has- kısıtlamalardır. Hapishanelerin kötü yerler oldukları
talıklara atfedilen kişilerle nasıl çalışılacağına, ne tartışmasına verilebilecek en iyi yanıt ki deli olsun
yapılacağına karar vermede önemli bir rolü psikolog veya olmasın bütün mahkûmlar için böyledir, onları
ve psikiyatrların alması gerektiğine inananlar tarafın- temizlemektir. Hapishanelerden kaçmak için haksız
dan eleştirilmiştir. Szasz tarafından belgelenen istis- yere hastaneye konmak –söz verdiklerinin sadece çok
mar durumları, bazı kişilerin -biyolojik ve psikolojik azını veya hiçbirini yerine getirmeyen bir başka hap-
nedenlerin binişmesiyle de olsa- başkaları veya ken- setme yöntemi– cezai hukukun sorunlarına mantıklı
dileri için tehlikeli olabilecekleri gerçeğini görmemizi bir çözüm değildir, sadece bu sorunlardan kaçmamızı
engellememelidir. Szasz ve başkalarının ruhsal has- sağlar. (Morse, 1982a, s. 98)
talık açıklamasına karşı olmalarına rağmen, dünya-
The Abuse Excuse başlıklı kışkırtıcı bir kitapta Harvard Üniversitesinden
da deliliğin (akıl hastalığının) olmadığını söylemek
*

tanınmış bir hukuk profesörü olan Alan Dershowitz giderek daha fazla
güçtür. İnsanlar bazen saldırganları imgeleyebilirler, kanun çiğneyen kişilerin suç davranışları için sorumluluktan kaçınmak
amacıyla geçmişlerinden bir ya da daha fazla zorluklarını bu hareketlerinin
zaman zaman güce karşı gelebilirler. Bazı insanlar nedeni olarak göstermeye çalıştıklarını belirtmiştir (Dershowitz, 1994a).
varsanılar algılayabilirler ve tehlikeli davranışlarda Bu özürlerden biri evlat edinilmiş çocuk sendromu olarak bilinir. Şöyle ki
biyolojik ebeveynleri tarafından evlatlık olarak verildikleri için kendilerinin
bulunabilirler. Bireyin özgürlükleri yönünde, bizim reddedilmiş çocuklar olduklarını ve dolayısıyla şimdi erişkinler olarak
ilgilendiğimiz başkalarının haklarını da gözetme ve yaptıkları antisosyal davranışlardan sorumlu tutulamayacaklarını savunurlar.
Bu yeni savunmayı devreye sokan bir avukat, müvekkilinin çoğu hayat kadını
kaynaştırma boyutudur. olan 17 kadını katletmesini, onu doğuran anne tarafından reddedilmiş
Ama, deliliği nedeniyle beraat etmiş bir suçlunun olmasına bağlamıştır ve müvekkilinin bu reddedilmenin acısını yatıştırmak
için tekrar tekrar kadınları öldürdüğünü savunmuştur (Dershowitz, 1994b).
rehabilitasyonu askıya alınarak bir kapalı hastaneye

ceket çalmaktan suçlu bulunmuş ve ceza çek­ sım 1982’de hastaneye yatışından 7 yıl sonra
mişti. Mahkeme isteği reddetti ve o hastaneye Jones’in üst mahkemeye müracaatı oldu.
döndü. Mahkeme, 29 haziran 1983’de 4-5 saatte al­
Columbia Bölgesi (D.C) Temyiz Mahkemesi dığı bir kararla ilk kararı onayladı. Jones St. Eli­
de ilk mahkeme kararına uydu. Sonunda Ka­ zabeth hastanesinde kaldı. Onun avukatı daha
628 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

birçok yılını 1980’lerin sonunda toplum içinde ceza, niyet olunan bireysel ya da toplumsal et­
bir süre yaşasa da sıklıkla geri dönüp hastane­ kisini -rehabilitasyon, caydırma ve ceza- akıl
de geçirdiğini bildirdi (Harry Fulton, kişisel ileti­ sağlığı bozuk biri üzerinde göstermez. Jones’un
şim, 22 Nisan 1997). normal bir hapis cezasından daha uzun tutul­
ması konu dışıdır. Jones deliliği bahane etmese
ÜST MAHKEME KARARI Jones’un üst daha iyi durumda olacaktı.
mahkemeye sorduğu esas soru, delilik nede­
niyle suç davranışından beraat ettikten sonra ÜST MAHKEME KARARININ ELEŞTİRİSİ
akıl hastanesine konulan birinin, normalde tutu­ Bu davada, Jones tartışılan şeyi kanıtlamak du­
kevinde kalması gereken zamandan daha fazla rumundaydı. Normalde Birleşik Devletler ada­
hastanede kaldığı için serbest bırakılmasının letinde bireyi itham edenler onun suçluluğunu
gerekip gerekmediğidir (Jones Birleşik Devlet- kanıtlamak zorundayken, o çok hasta olmadığı
lere karşı, s. 700). Üst mahkeme olayı farklı de­ veya toplum için tehlikeli olmadığını ispatlamak
ğerlendirdi. (S. Rep No1170, 84th Cong, 1st Sess durumundaydı. Bu durum ayrıca sivil mahkûmi­
13 [1955], Jones Birleşik devletlere karşı da ak­ yetten farklıdır. Orada kişi değil, hükümet kanıt­
tarıldığı gibi). lamak zorundadır. Jones ise bu medeni haktan
yoksun bırakıldı.
Delilik nedeniyle aklanma onun salıverilmesine yetki
Mahkeme Jones’un hastalığının tehlike ya­
sağlamadı. Çünkü o mahkûm edilmiş olsaydı alacağı ha­
pis cezasından çok daha uzun süre hastanede kaldı. Özel
ratacağından endişe etti. Jones üst mahkeme­
bir suçtan alacağı hapis cezası, cezalandırma, caydırıcılık ye sunduğu dilekçesinde ceket çalmanın tehli­
ve rehabilitasyonu da içeren birçok faktöre dayalı olacaktı. keli olmadığını, vahşi bir suç olmadığını tartıştı.
Fakat delilik nedeniyle aklanmış biri suçlu bulunmadığı için Mahkeme bir suç fiilinde şiddet olduğunu, fiilin
cezalandırılmayabilir. Onun mahkûmiyetinde amaç akıl kendisinin tehlikeli olması gerekmediğini bildir­
hastalığını tedavi etmek ve hem toplumu hem de onu ken­ di. Şiddet içermeyen bir eşya hırsızlığının, bir
disinin tehlike potansiyelinden koruma idi. Beraat edenin
saat çalma gibi, hırsız kaçmaya çalışırken, kur­
hipotetik hapis süresi ile iyileşme süresi arasında korelas­
yon olması gerekli değildir. (s. 700, italikler ek vurgudur)6.
ban eşyasını korumak isterken veya polis kaçan
hırsızı yakalamak isterken şiddet içerebileceği
Sanık bir suça karşın delilik savunması yap­ daha önceki bir kararda belirtilmişti.7
tığında ve jüri bunu onayladığında gerçekte Farklı görüşte olan savcılar, Jones gibi biri­
delilik suçun işlendiği sırada ordadır ve kabul nin, ne kadar uzun hastanede kalırsa, artık teh­
edilebilir. Bu deliliğin bir kez ortaya çıktığında likeli veya akıl hastası olmadığını göstermesinin
devam edeceğini, sanığın otomatik olarak teda­ o kadar zorlaşacağı yorumunu yaptılar. Uzatıl­
viye gönderilmesini ve iyileştiğinin gösterilmesi­ mış hapsedilme büyük ihtimalle onun, hasta­
ni gerekli kılar (s. 705). neyle ilişkisi olan tıbbi uzmanlardan başka uz­
Bireyin iyileşmesinin ne kadar süreceği -ya manlara yetecek parasının olmamasına ve akıl
da iyileşip iyileşemeyeceğinin- yordanamaması hastası olmayan biri gibi davranamamasına yol
nedeniyle, kongre sivil mahkûmiyeti onaylaya­ açacaktı.
rak süreyi hastanın salıverilmeye uygunluğu­
nun periyodik olarak gözden geçirilmesine da­ Psikolojik durumu düzenleyen ilaçlar... bir hastayı uy­
yalı olarak belirsiz bırakmıştır (s. 708). sal kılabilir... ama onları “iyileştirmez” veya bu ilaçları al­
madıkları sürece saldırgan olmayacaklarını gösterme şan­
Esas olarak üst mahkeme Jones’un mahkû­
sı vermez. Davalının Mayıs 1976 duruşmasında Hükümet,
miyetini suçu nedeniyle cezalandırılamayacağı,
davalının iyileşmediği kararına varmak için (hastanenin
cezalandırma için bireyin kabahatli olması ge­ akıl hastalıkları uzmanlarının) hastanın “her zaman olup
rektiği kararına bağladı. Jones’un deliliği onu bitene pozitif bir şekilde tepki vermediği” ve “koğuşta olup
yasal olarak masum kıldı. Çünkü o “mens rea” biten olaylarda aktif bir katılımcı olmadığı” şeklindeki ra­
sunmuyordu ve suçlu zihin göstermemişti. porlarına dayandı (s. 716).
Onun hırsızlığa yönelmesi özgür iradesinin
yerini bozuk akıl sağlığının alması şeklinde yo­ Jones’un durumu garip, hatta Kafka’varidir.
rumlandı. Bu delilik savunmasının altında yer Çoğu delilik nedeniyle beraat kararları bir ceketi
alan mantıktır. Bundan başka mahkemeye göre çalmaktan daha korkunç suçlar için verilir ama
6
Suç davranışı ile hapiste kalma süresi arasında korelasyon başka bir işleyişe 7
Overholser O’Bearne’ye karşı, 302 F2d. 852, 861(D.C. Cir.1961).
neden olur. Zanlının nasıl bir suç işlediği önemsizdir, eğer iyileşmişse 50 günde
serbest kalabilir. (s. 708)
CEZAİ MAHKUMİYET 629
√√

Jones’un davası üst mahkemeye ulaştı ve deli­ araştırılmaktadır11. Kişinin yargılanma yeterliği
lik savunmasının, yasaların kurallarına ve insan olup olmadığından şüphe edildiği takdirde, kişi­
haklarına değer veren bir toplum için hâlâ ne nin gerçekte yeterli mi olduğu, yoksa yargılana­
kadar tartışmalı ve duygusal yönden önemli bir mayacak, kendini savunamayacak durumda mı
konu olduğunu gösterdi. olduğu araştırılmaktadır. Kişinin, var olan akıl
hastalığı ise her zaman yargılanma için yeter­
YARGILANMA YETERLİĞİ sizlik anlamı taşımaktadır12. Akıl sağlığında bo­
zukluk olan birisi, örneğin bir şizofren de yasal
Delilik savunması zanlının suç işlendiği sıra- süreci anlayabilmek durumunda olabilir ve bu
daki akıl sağlığı ile ilgilidir. Ne çeşit bir savunma nedenle de yargılanma için yeterliği bulunabilir
olmalıdır sorusundan önce aslında kişinin yar­ (Winick, 1996).
gılanma yeterliği olup olmaması sorusu gelir. Mahkemeye çıkacak yeterlilikte olmadığına
Bir kişi için yargılanma yeterliğine karar verilip, karar verilmesi, bir kişi için çok önemli sonuç­
delilik nedeniyle beraat etmesi açıkça olasıdır. lar doğurabilir. Yeterlilik sorunu açılmadan önce
Çok sayıda birey, cezaevi hastanesine yargı­ normal olarak verilecekse bile kefaletle tahliye
lanma yetersizliklerine karar verilerek gönderilir, olasılığı otomatik olarak reddedilir. Davalı, mah­
ardından yargılanır ve delilik nedeniyle beraat keme öncesi muayene için ruh hastası suçlula­
ederler. Birleşik Devletler yargı sistemine göre ra ayrılan bir tesiste tutulur. Bu süre içinde da­
bireylerin itham edildikleri suçtan sorumlu tutu­ valının, onu mahkemeye çıkacak
lup tutulamayacaklarından önce, yargılama ye­ yeterliliğe getirecek tedaviyi görmesi gere­
terliğine karar verilmelidir kir . Bu sırada davalı işini kaybedebilir ve aylar
13

Üst mahkeme olgusu Pate Robinson’a kar­ veya yıllar boyunca ailesinden, arkadaşlarından
şı örneğinde, savunma avukatı, savcı veya jüri,
8
ve tanıdık çevresinden ayrı kalması yüzünden
akıl hastalığı sorusunu sanığın akli durumunun travma geçirebilir. Bu yüzden de ruhsal durumu
gelecek mahkemesini engelleme ihtimali oldu­ kötüye gidebilir ve mahkemeye çıkacak yeterlili­
ğuna inansalardı ileri sürebilirlerdi. Yeterliğe ği göstermesi zorlaşabilir. 1970’lere kadar çoğu
bakmanın bir diğer yolu, mahkemelerin dava­ insan, mahkemeye çıkacak yeterlilikte oldukları
ya bireyin getirilişinde “absentia” (“burda yok”) kararını beklerken kapalı hastanelerde hayatla­
olmasını istemeyişleridir. İngiliz kanunun eski rını geçirdiler.
kuralı, burada bireyin fiziksel varlığından değil 1972’de bir üst mahkeme davası, Jackson
akıl sağlığından söz etmektedir. İncelemeden Indiana’ya karşı14, eyaletleri yetersizliğe daha
sonra, davaya anlamlı bir şekilde katılmaya en­ hızlı karar vermeye zorladı. Bu dava zihinsel
gel bir akıl hastalığı bulunursa, dava rutin ola­ özürlü, sağır ve dilsiz bir adamla ilgiliydi. Bu kişi
rak ertelenir ve sanık bir hapishane hastanesi­ davaya çıkacak yeterliliğe sahip değildi ve hiçbir
ne uygun akıl işlevlerine kavuşması umudu ile zaman da bu yeterliliğe ulaşacak gibi görünmü­
hapsedilir. Bu, Jones’a yakalanmasının hemen yordu. Mahkeme, dava öncesi kişinin tutukluluk
ardında olandır. süresinin, bu süre boyunca kişinin mahkemeye
Eğer bir mahkeme yargılanma yeterliğine çıkacak yeterliliğe gelip gelemeyeceği kanısına
ilişkin mantıklı bir şüphe oluştuğuna dair bir ka­ varacak kadar olmasına karar verdi. Eğer da­
nıt olduğunda bir celse düzenlemezse ya da ya­ valı hiçbir zaman bu yeterliliğe sahip olamaya­
sal olarak yetersiz olan birini mahkûm ederse, caksa, mahkeme bu sürenin sonunda ya sivil
uygun sürecin ihlâli söz konusudur9. Yargılanan mahkûmiyet süreçlerini başlatmalı veya dava­
kişinin akıl sağlığından şüphe edilmesi halinde lıyı serbest bırakmalıdır. Avukatların da, akıl
mutlaka bunu tespit edecek bir muayeneden sağlığı uzmanlarıyla beraber yeterlilik kararına
geçmesi gerekmektedir10. Bu tür bir tespit ya­ katılmaları önerilmiştir; çünkü bilgili bir avukat,
pılırken kişinin bedensel özellikleri ile değil ama davalının mahkemeye çıkmak için tam olarak
sadece zihinsel işlevleri ile ilgilenilmektedir. Tu­ ne yapabilmesi gerektiğini bilir (Roesch ve Gol­
tuklamanın ardından, işlediği suçu kavrayabile­ ding, 1980). Çoğu eyalette, mahkemeye çıkacak
cek bir zihinsel yeteneğe sahip olup olmadığı yeterliliğin en az gereksinimleri hakkında yasa­
8
Pate Robinson’a karşı, 363 U S. 375 (1966). 11
Birleşik Devletler Frank’e karşı, Wright Lachart’a karşı,
9
Birleşik Devletler White’a karşı, 887 F. 2d. 705 (6th Cir.1989); Wright Lachart’a 12
Birleşik Devletler Hemsi’ye karşı, 902 F. 2d. 293 (2d Cir.1990);Balfour Haws’a
karşı, 914 F. 2d. 1093, cert. Denied, 111 S.Ct. 1089 (1991). karşı, 892 902 F2d. 556(7 th Cir. 1989).
10
Birleşik Devletler Frank’e karşı, 956 F. 2d. 872 cert. Denied, 113 S. Ct. 363 13
Birleşik Devletler Shrman’a karşı ,912 F. 2d. 907(7 th Cir. 1990).
(1992). 14
Jackson Indiana’ya karşı, 406 U.S. 715 (1972).
630 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

DİSSOSİYATİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU VE ‘DELİLİK


ODAK 20.2 SAVUNMASI’
Bir sabah kahvenizi yudumlarken, kapınızın çalın- jüriye veznedarı öldürmediğiniz konusunda ısrar edi-
dığını duyduğunuzu farz edin. Hızla kapıya koşuyor- yorsunuz ve hatta siz bile kasetteki kimsenin, soygunu
sunuz ve karşınızda iki polis size kötü gözlerle bakıyor. yapan ve cinayeti işleyen kişinin siz olduğuna iknâ
Polislerden biri sizin John Smith olup olmadığınızı edilmiş durumdasınız.
soruyor ve siz ‘evet’ diye yanıtlıyorsunuz. Polis size Durumumuzun ilginç doğasından dolayı avukatınız
hırsızlık ve Jane Doe cinayetinden tutuklu olduğunuzu sizi duruşmanıza yakın her ikisi de adli konuşmalarda
söylüyor ve suçu üstlenmeye karşı Miranda hakları- tanınan ve uzman olan psikiyatr ve klinik psikologla
nızı okuyor ve sizi avukatınızı arama hakkınız olduğu görüştürüyor. Kapsamlı bir sorgulama sonucunda si-
yere karakola götürüyor. zin dissosiyatif kimlik bozukluğuna (eski haliyle çoğul
Bu herkes için korkunç bir durumdur, fakat siz ve kişilik bozukluğu) sahip olduğunuza ve suçların sizin
avukatınız için asıl korkutucu ve düşündürücü olan bir yani John Smith tarafından değil, “saldırgan alteri-
dedektifin size anlatacağı suçu işlediğinize dair hiç- niz” olan Dick tarafından işlendiğine karar veriyor-
bir anınızın olmamasıdır. Cinayetin işlendiği zaman lar. Gerçekten, görüşmelerin biri sırasında Dick orta-
dilimi için hiçbir açıklama yapamamanız nedeniyle ya çıkmış ve suç ile övünmüş hatta sizin, yani John’un
şaşkınlık içindesiniz –gerçekten de belleğiniz o bütün bu yüzden hapse gireceği gerçeğiyle dalga geçmiştir.
zaman dilimi için şaşırtıcı derecede ‘boş’. Ve bu da Bu kurgulanmış öykü zannettiğiniz kadar abartıl-
yetmiyormuş gibi dedektif size bir soygun sırasında si- mış değildir (7. Bölümdeki dissosiyatif kimlik bozuk-
lahınızı banka veznedarına ateşlediğiniz bir kaset gös- luğu tartışmasını hatırlayınız). Ruh sağlığı avukatla-
teriyor. Size “Bu kasetteki siz misiniz?” diye soruyor. rı bir şekilde ‘delilik savunması’nın farklı türleriyle
Avukatınızla görüşüp kıyafetler de dâhil kesinlikle size uğraşmış oldukları gibi, bu tür senaryolarla çok ilgi-
benzediğini söylüyorsunuz fakat avukatınızın yönerge- lenmişlerdir. Fakat bu savunmayı başarıyla kullanan
leri doğrultusunda herhangi bir şekilde herhangi bir insanların neredeyse tümü şizofreni (ya da daha genel
şey kabullenmiyorsunuz. olarak psikotik) tanısı almışlardır. Dissosiyatif kimlik
Zaman olarak birkaç ay ileriye, duruşmanızın ol- bozukluğuna bir nevroz olarak sınıflanan dissosiyatif
duğu tarihe gidelim. Tanıklar geliyor ve şüphe götür- bozukluk olarak bakılabilir. Dissosiyatif kimlik bozuk-
meyecek şekilde sizi teşhis ediyorlar. Ve sizin öğleden luğu, bir suç eylemi için mazeret olarak kabul edile-
sonra banka soygununda ve cinayetin olduğu zaman bilir mi? John Smith, alter kişiliği Dick tarafından
başka bir yerde olduğunuzu kanıtlayabilecek kimse- işlenmiş bir suç için tamamıyla suçlu bulunmalı mı?
yi tanımıyorsunuz. Jürinin sizi, işlenmiş suçlar için Dissosiyatif kimlik bozukluğu konusuna işaret eden
Szasz’ın ifadesiyle, tamamıyla sorumlu bulacağı çok ‘Davalı Kim?’ (Who’s on trial?) (Appelbaum & Gre-
açık durumda. Fakat gerçekten de siz bankadaki vez- er, 1994) makalesinin başlığında içinden çıkılması zor
nedarı öldürdünüz mü? Dürüst ve açıkça kendinize ve durum açıkça belirtilmektedir.

lar hazırlanmıştır ve bu sayede binlerce kişiyi durumda davalının tekrar yetersiz olabileceği
olması gereken süreçlerden (Ondördüncü deği­ ihtimali, onun mahkemeye çıkmasını engelle­
şiklik) ve bir davanın hızlı ilerlemesini engelle­ mez16. Ama davalının kişisel haklarının zorlayıcı
yen (Altıncı değişiklik) mahrum eden serbestlik tedaviye karşı korunması gerekir, çünkü böyle
ortadan kalkmıştır. Bugün davalılar, yeterlilikle­ bir yöntemin kişiyi mahkemeye çıkacak yeter­
rinin belirlenmesi için, haklarında istenen ceza liliğe getireceği kesin değildir ve kişiye zarar
süresinden fazla mahkûm edilemezler15. verebilir. Son zamanlardaki bir Üst Mahkeme
Modern tıbbın yeterlilik tartışması üzerinde kararı17 bir davalının, onu mahkemeye çıkarta­
oldukça fazla etkisi oldu. “Sentetik akıl sağlığı cak yeterliliğe getirme çabası içinde psikolojik
(sanity)” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Bu durumu düzenleyen ilaçlar almaya zorlanama­
kavrama göre bir ilaç, mesela Thorazine, aslın­ yacağına karar verdi. Savcılardan biri ilaç almış
da deli bir davalıda bir miktar geçici mantıklılık bir davalının adil bir davaya sahip olamayacağı­
yaratırsa dava devam edebilir. İlacın kesildiği nın altını çizdi. Genelde mahkemeler, davalının

15
Birleşik Devletler De Bellis’e karşı, 649 F. 2d. 1(1 st Cir.1981); Birleşik Devletler 16
Birleşik Devletler Hampton’a karşı, 218 So. 2d 311 8la (1969 ); Birleşik
Moore’a karşı, 467 N.W. 2d 201 (Wis. Ct. App. 1991). Devletler Stacy’ye karşı, no. 446 (Crim. App., knoxville, Tenn. Ağustos 4, 1977),
Birleşik Devletler Hayes’e karşı, 589 F. 2d. 811 81979).
17
Riggins Nevada’ya karşı, 504 U S. 127 (1992).
CEZAİ MAHKUMİYET 631
√√

kimlik bozukluğunda bir uyuşmazlık vardır. Bankada


suçları işleyen beden John Smith’ti. Fakat suçu işle-
yen onun alteri Dick’ti. Saks, ilginç gelse de, konunun
bedene kişinin taşıyıcısı olarak bakılması gerektiğini
savunmaktadır. Suçlanabilecek olan beden değil, ki-
şinin kendisidir. Neredeyse çoğu zaman beden ve kişi
bir’dir ve aynı’dır; fakat dissosiyatif kimlik bozukluğu
durumunda değillerdir. Bir açıdan, Dick, John’un be-
denini kullanarak cinayeti işlemiştir.
O zaman, John suçlanabilir mi? John kişisi suçu
işlememiştir, hatta hakkında hiçbir şey bilmemekte-
dir*. Saks, jürinin John’u ya da aslında o isim altın-
da duruşma salonuna giden beden için kararının adil
olamayacağını, çünkü John’un açıkça masum olduğu-
Temel Korku (Primal Fear) adlı film dissosiyatif nu savunmaktadır. John’u hapse yollamak kesinlikle
kimlik bozukluğu vak’asıyla ilgili delilik savunmasını Dick’i de cezalandıracaktır, çünkü ortaya çıktığı za-
betimlemektedir.
man kendini hapiste bulacaktır. Pekiyi ya John? Saks,
Kişilerin herkes tarafından kabul edilmiş, sadece son olarak John’u hapse yollayamayacağımızı çünkü
eğer suçlanabilir durumdalarsa, işledikleri suçtan suçlanabilir olmadığını; bunun yerine dissosiyatif
sorumlu tutulabilecekleri yasal ilkesini düşünün. Bu kimlik bozukluğu yüzünden suçlu bulmayıp bozuklu-
bölümde bahsettiğimiz bazı dava sonuçları ve konula- ğun tedavisi için tekrar mahkemeye çıkarılması gerek-
rının hepsi bu ilkeye dayanmaktadır. Dissosiyatif kim- tiğini savunmuştur.
lik bozukluğu literatürü ve adli uygulamaların yakın Saks, dissosiyatif kimlik bozukluğu için terapinin
taramalarında Güney California Üniversitesi’nin Hu- etkililiği konusunda iyimserdir ve John / Dick gibi in-
kuk Merkezinden Elyn Saks (1992, 1997), dissosiyatif sanların bir kişilikte birleştirilebileceğine ve böylece
kimlik bozukluğuna ruh sağlığında özel bir durum ola- topluma kazandırılabileceğine inanmaktadır. Saks,
rak bakılması gerektiğini ve ‘çoğul kişilik bozukluğu suçu işlememiş fakat tehlikeli olarak değerlendirilen
şeklinde görülen sorumsuzluk’ ile ilgili yeni bir kanuni dissosiyatif kimlik bozukluğuna sahip kişilerin koru-
ilke oluşturulması gerektiğini ileri sürmektedir. maya yönelik gözaltıyla eş sayılsa da sivil mahkûmi-
Saks’ın savunusunun çelişkili olmasının sebebi, bu yete tabi olmaları gerektiğini de söylemiştir. Bu şekil-
savunusunun büyük bir bölümünü kişiliği tanımlama- de gelecek suçlar engellenebilir.
ya adamasıdır. Kişi (person) nedir? Kişi, bizim içine
girdiğimiz bir beden midir? Çoğu zaman, bir kişi ola- *
John’un Dick’in bilincinde olduğu yani John’ın Dick’in suç eylemleri
sırasında ne yaptığının farkında olduğunda durumun farklı olup olmayacağı
rak kim olduğumuz bizim olarak ya da biz olarak bildi- sorulabilir. Saks, eğer John’ın Dick’in caniyane davranışını önleyebileceği
ğimiz bedenle pek çatışmamaktadır. Fakat dissosiyatif kanıtlanamazsa bunun fark etmeyeceğini savunmuştur.

haklarını korumak için, alacağı ilaç, onu mahke­ akli durumuna, geçmişte toplanmış kanıtlara
meye çıkacak yeterliliğe getirecekse bile, güçlü bakarak karar vermenin zorluğuyla ilgilidir. Bu
psikoaktif ilaçların kullanımında bazı korumalar yasal ilke, jürilerin, delilik yüzünden sorumluluk
getirmiştir18. Bu kararın hukuksal ve sivil haklara kararlarının, bir miktar da olsa davalının dava
olan etkileri halen adli ruh sağlığı konusu kap­ sırasındaki halinden etkilendiğini doğrular.
samında tartışılmaktadır (örn., Winick, 1993). Eğer davalı normal görünüyorsa jürinin, suçun
Son olarak, eğer davalı isterse, verilen ila­ özgür irade ürünü değil de bir akli dengesizliğin
cın etkileri jüriye açıklanmak zorundadır, aksi sonucu olduğuna inanması zorlaşır. Odak 20.2,
takdirde -eğer davalı delilik nedeniyle beraat cezai mahkûmiyetlerde dissosiyatif kimlik bo­
zukluğu durumunda ortaya çıkan ilginç zorluğu
talebinde bulunduysa- jüri onun şu anki ilaçla
tartışmaktadır.
oluşturulmuş sakin ve mantıklı haline bakarak,
davalının suçun işlendiği sırada da19 deli olma­
dığına karar verebilir. Bu karar, belki davadan SİVİL MAHKUMİYET
yıllar önce işlenmiş bir suç sırasında davalının
Sivil mahkûmiyet kararları, cezai mahkûmi­
Birleşik Devletler Waddel’e karşı, 687 F. Supp. 208 (1988).
18
yetin etkilediği sayıdan çok daha fazla sayıda
Birleşik Devletler Jojola’ya karşı, F.2d.1296 (N.MCt. App.1976).
19
insanı etkiler. Eyaletlerin farklı sivil mahkûmiyet
632 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

kanunlarının ve tüzüklerinin ayrıntılı bir şekilde madan sağlanabilir. Örneğin, eğer bir hastane
incelenmesi bu kitabın amaçlarının dışındadır; yönetim kurulu, taburcu olmayı talep eden bir
çünkü bunlar her eyalette farklıdır ve sürekli de­ hastanın durumunun serbest kalacak düzeyde
ğişmektedir. Bizim amacımız, konuların temelini olmadığına karar verirse geçici, gayri resmi bir
anlamaya yeten ve şu anki değişimlerin yönünü mahkûmiyet kararıyla hastanın mahkûmiyeti
gösteren genel bir bakış sağlamaktır. devam ettirilebilir.
Nerdeyse her eyalette, bir kişi kendi isteğinin Çılgınca davranan herhangi bir kişi, polis ta­
aksine, şu kararlara varıldığı takdirde psikiyatrik rafından anında bir akıl hastanesine götürüle­
bir hastaneye yatırılabilir: (1) kişi akıl hastasıysa bilir. Belki de en sık rastlanan gayri resmi mah­
ve (2) kendine zarar verebilecek -yani yiyecek, kûmiyet kararı 2DK, yani iki doktor kararıdır,
giyecek ve barınak gibi temel ihtiyaçları karşı­ (orijinali 2PC, two physicians’ cetificate) Çoğu
layamayacak- veya başkalarına zarar verebile­ eyalette iki doktor, her zaman iki psikiyatr olma­
cek durumda ise (Warren, 1982). Günümüzde, sı gerekmez, kişinin yirmi dört saat ile yirmi gün
başkalarına zarar verebilecek durumda olmak, arasında değişebilen bir zaman dilimi için hap­
genelde ikinci ölçüt durumundadır ve son za­ sedilmesini sağlayan bir sertifika imzalayabilir­
manlardaki mahkeme kararları çok yakın tehli­ ler. Kişinin bu zamandan fazla göz altında tutul­
keliliğin ana ölçüt olduğuna işaret eder (örn. kişi ması için resmi bir mahkûmiyet kararı gerekir.
şiddet içeren bir suç işlemenin eşiğindedir)20.
Böyle bir durumdan kaynaklanan mahkûmiyet, ÖNLEYİCİ TUTUKLAMA VE
kişi tehlikeli olduğu sürece devam etmelidir21. TEHLİKELERİN YORDANMASINDA
Tarihsel olarak, hükümetler vatandaşlarını SORUNLAR
zarardan koruma görevine sahiptirler. Devletin,
Akıl hastalarının tehlikeli olduğu ve onların
bizi korumak adına özgürlüklerimizi sınırlama
çağdaş toplumu kuşatan şiddetin önemli bir
görevini ve buna hakkı olduğunu kabulleniriz.
oranından sorumlu oldukları kanısı yaygın olsa
Örneğin çok az sayıda sürücü, devletin koydu­
da, ABD de şiddetin sadece %3’ü akıl hastalığı­
ğu, gitmek istedikleri halde onları durduran trafik
na bağlanmıştır (Monahan, 1992; Swanson ve
sinyallerinin meşruluğunu tartışır. Çoğu insan,
ark., 1990). Üstelik, psikoz (birincil olarak şizof­
laboratuar hayvanlarında kansere yol açtığı gö­
reni) tanısı almış olanların %90’ı da saldırgan
rülünce, Gıda ve İlaç Dairesinin bazı maddelerin
değildir (Swanson ve ark., 1990). Akıl hastalığı
serbest kullanımını yasaklama kararlarına uyar,
olanlar, hatta DSM’ye göre psikoz tanısı alma­
ama bazı insanlar kendi bedenleriyle alacakları
mış olsalar da, özellikle de onlu ve yirmili yaş­
risklere kendilerinin karar verme haklarının ol­
larda olan fakir ve erkek madde bağımlısı birey­
duğu kanısındadır. Hükümetin, bizi kendimiz­
lerle karşılaştırıldıklarında, şiddetin çok küçük
den -parens patriae, “devletin gücü”- ve başka­
bir parçasından sorumludurlar (Mulvey, 1994).
larından korumaya - devletin polis gücü-, uzun
Akıl hastalığının toplumdaki tüm şiddet düzeyi­
süre önce yerleşmiş bir hakkı vardır ve bu aynı
ne katkısı önemsiz derecede azdır (Monahan,
zamanda onun görevidir. Sivil mahkûmiyet de
1992).
bu hakların bir diğer uygulamasıdır.
Toplumun kafasında şiddet ve akıl hastalığı
Özel mahkûmiyet süreçleri genellikle iki ka­
arasında güçlü bir bağlantı olduğu inancı var­
tegoriden birine girer, resmi veya gayri resmi.
dır. Bu inanç, toplumun bir psikiyatri kurumunda
Resmi ya da adli mahkûmiyet bir mahkeme
hasta olma etiketi koymasının olduğu gibi (Link
kararıyla gerçekleşir. Herhangi bir sorumlu va­
ve ark., 1987), “sivil mahkûmiyet” gerekçesinin
tandaş tarafından talep edilebilir; genelde polis,
de merkezidir (Monahah ve Shah, 1989).
bir akraba veya bir arkadaş mahkûmiyeti is­
Sivil mahkûmiyet önleyici tutuklamanın
ter. Eğer hâkim olayın takip edilmesi için iyi bir
bir şeklidir. Akıl hastasının gelecekte tehlike­
neden görürse, bir akli sağlık muayenesi emri
li davranışlar sergileyebileceği ve bu nedenle
verir. Kişinin, kendisini “belgeme” girişimlerine
gözaltına alınması yordaması yapılır. Sıradan
itiraz hakkı vardır ve kişinin mahkûmiyete karşı
mahkûmlar, istatistiklere göre birçoğunun yeni
deliller sunabileceği bir duruşma ayarlanabilir.
suçlar işlemeye teşebbüs etme olasılığına kar­
Akıl hastası kişilerin gayri resmi ve acil mah­
şın hapisten çıkarılmışlardır. Dahası mahkeme
kûmiyetleri, başlangıçta mahkemelere başvur­
tarafından verilen hapis cezası, suçlular başka­
Suzuki Yuen’e karşı, 617 F.2.d 173 (9th Cir. 1980).
20
larına bir zarar verdikten sonra olur (bazıları bu
Birleşik devletler DeBellis’e karşı.
21
durumu atlar gürledikten sonra ahır kapılarının
SİVİL MAHKUMİYET 633
√√

açılmasına benzetirler). Fakat bizim tüm yasal oluştuğu koşullar açık toplumlarda çok çeşitlilik
sistemimiz insanları önleyici tutuklamadan ko­ gösterebilir. Dolayısıyla bu tip bir yordamanın
rumak üzere düzenlenmiştir. Bir insan ciddi bir sağlam geçerliği olabileceğini beklememeliyiz
suç işlerken tanıklar tarafından görülmüş olsa (Mischel, 1968).
bile, mahkemece suçu kanıtlanana kadar ma­ Bu çalışmalar eksikliklerine karşın sivil mah­
sum sayılır. Diğer insanları açık şekilde zarara kûmiyete karşı olan tartışmalarda kullanılmıştır.
uğratmaya çalışan biri; (örneğin her gün bir saat Henüz, bu çalışmalar ya da diğerleri bu özel Bö­
boyunca sokakta durup diğer insanları tehdit lümde incelenmemiştir. Monahan, gerçek acil
eden biri) başka bir konudur. Devlet sokaklarda durumlarda tehlikeyi yordayabilmenin uzatılmış
insanları suç işleyene kadar beklemeli midir? yatış süreci sonrasına göre daha kolay olacağı­
Bunun yanıtı elbette ki hayırdır. Böyle bir du­ nı ileri sürmüştür. Acil mahkûmiyet arandığında
rumda sivil mahkûmiyet işlemi devreye girmeli­ insan kontrolden çıkmak üzere olabilir ve kendi
dir. Kişinin başkaları için yakın bir tehlike olduğu odasında veya sokaktaki kişide olduğu gibi teh­
kadar, akıl hastalığı olabileceği de varsayılsa­ likeli olabilir. Geçmişinde tehlikeli olmuş -bu ge­
yılmalıdır (Schwitzgebel & Schwitzgebel, 1980). lecekteki tehlike için iyi bir yordayıcıdır- olabilir,
Akıl sağlığı uzmanlarının çoğu sokaktaki insan­ elinde silahları ve kurbanları olabilir. Tehlikeli bir
larla aynı fikri paylaşır, bu şekilde davranan ki­ taşkınlık an meselesi olabilir. Böylece, topluma
şinin psikotik olduğunu düşünür. yönelik yordanan tehlikeye benzemeksizin, ça­
Tehlikeli bir suça kalkışma olasılığı sivil mah­ lışmalarda, acil mahkûmiyet gerektiren şiddetin
kûmiyetle doğrudan ilgilidir, ancak tehlike kolay­ bilinen bir durumda aniden olması beklenmek­
ca yordanabilir mi? Bir kişinin tehlikeli bir davra­ tedir. Sağduyumuz bize şiddete yönelik bu tah­
nışa kalkışacağının yordanmasının güvenirliğini minlerin doğru olduğunu söylemektedir. Bu tür
sınayan ilk çalışmalar, bu yargıyı yapmada ruh beklentilerin geçerliğini saptamak için hemen
sağlığı mesleklerinin zayıf olduğunu bulmuş­ şiddet unsuru yaratacağı yordanan kişilerin
lardır (örn., Kozol, Boucher & Garofalo, 1972; yarısını serbest bırakmalı ve daha sonra acil
Monahan, 1973; 1976, Stone, 1975). Bazıları durumlarda hapsedilmiş kişilerin davranışları
önleyici amaçlı tutuklamanın iptal edilmesi ge­ ile karşılaştırmalıyız. Bu tip bir deney etik ola­
rektiğini savunmuşlardır. Bununla beraber, Mo­ rak sorumsuz olacaktır. Ruh sağlığı uzmanları
nahan (1978) bu çalışmaları dikkatlice taramış mantıklı uygulamalar ile en tedbirli yargılamala­
ve şiddeti yordamada profesyonelin yeteneğinin rı gerçekleştirmelidirler.
yeterli düzeyde değerlendirilmediği sonucuna Önceki araştırmaların yeniden gözden ge­
varmıştır. Yapılan çalışmaların birçoğu şu yön­ çirilmesi, tehlikenin yordanmasında daha doğ­
temsel örüntüyü izlemişlerdir: ru sonuçlar alınabilindiğini götermektdir (Mo­
• Kişiler akıl hastalıkları ve toplum için tehlike nahan, 1984, Monahan ve Steadman, 1994).
oluşturmaları nedeniyle kurum bakımına alın­ Şiddet tahminleri en çok aşağıdaki koşullarda
mışlardır. doğrudur (durumsal faktörler ve zaman zaman
• Bu kişiler hastanedeyken, bazılarının eğer kişisel farklılıklarla etkileşim göz önüne alınma­
topluma tekrar gönderilirlerse şiddet uygulaya­ lıdır), (örn., campbell, Stefan ve Loder, 1994).
bileceği tekrar yordanmış. • Eğer bir insan yakın geçmişte defalarca şid­
• Bir süre sonra bu insanlar taburcu edilmişler det sergilemişse, davranışlarında ve çevresin­
ve sonuç olarak doğal bir deneysel durum oluş­ de çok büyük değişiklikler olmadıkça yakın bir
muştur. gelecekte de tehlike yaratabileceğini düşünmek
• Taburcu olan hastaların ileriki yıllarda yapı­ zor değildir. Şöyle ki, eğer saldırgan bir kişi ha­
lan kontrol muayenelerinde tehlikeli davranışla­ pishane veya güvenliği sağlam bir psikiyatri kli­
rı olmadığı saptanmıştır. niği benzeri kısıtlayıcı bir yere konursa, belirgin
Bu tip araştırmalarda yanlış olan nedir? Mo­ şekilde farklı olan bu çevrede saldırgan davra­
nahan kurumsallaştırmanın kendisinin etkile­ nışlar sergileyemeyebilir.
yebileceği değişimlerin dikkate alınmadığına • Şiddet insanın uzak geçmişinde yaşadığı,
işaret etmiştir. Gözden geçirilen bu çalışmala­ bir tek ama ciddi bir suç ise ve o insan bir süre
ra, hapis döneminin birkaç aydan 15 yıla kadar hapsedildiyse bile dışarı çıktığında, eğer önce­
uzanan süreci dikkate alınmıştır. Zorunlu olarak ki kişiliği, fiziksel yetileri değişmediyse veya kişi
uzatılan bu yatış süresi hastaları daha uysallaş­ daha önce şiddet sergilediği aynı çevreye dönü­
tırmaktadır. Bundan başka, yordanabilir şiddetin yorsa suç işlemesi tekrar beklenebilir.
634 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

• Hiçbir suç geçmişi olmasa da, insan bir suç izin vermektedir. Üst mahkeme kararının tartı­
olayına kenarından karıştığı için yargılanmışsa, şılabilirliği sınırlıdır (Savage, 1976; Savage ve
onun suç işleyebileceği beklenebilir. Örneğin bir Dolan, 1996).
insan dolu bir silahı meskûn bir binaya doğrulttu Bir yordama kişinin medeni haklarına uygun
ise. olması için ne kadar iyi olmalıdır? Bazıları “Mr.
• Ruh sağlığı uzmanlarının şiddeti yordama Jones kesin olmamakla birlikte serbest kalırsa
yetilerine ilişkin inandırıcı veriler elde edilmesi başkalarına zarar verebilir” gibi gelecek suçla
zordur. Ve bazı uzmanlar, hâlâ insanların teh­ ilgili olası yordamaların etik olmayan bir duruma
likeli olduklarını yordayarak hapsedilmelerine neden olmadığını tartışırlar (Grisso ve Appel­
karşı yanılabilirlik olasılığından hareketle sıkı baum, 1992). Bir kez daha kişisel özgürlük ile
tedbirler almaktadırlar (Morse, 1996). Litwack hükümetin vatandaşı koruma zorunluluğu den­
(1975), çok az sosyal bilimcinin şiddeti yorda­ gelenmiştir. Farklı yasa ve toplumsal amaçlar
mada yararlı olabilecek bilgi toplama araçlarına için farklı derecelerdeki kesinlik sağlanmalıdır.
sahip olduklarını ileri sürmüştür. Örneğin, şid­ Örneğin üst mahkeme, Addington Texas’a karşı
det niyetlerini açan görüşme yöntemleri, kişinin davasında22 genişletilmiş sivil mahkûmiyeti haklı
geçmişinde şiddet davranışına katkıda bulunan çıkarmak için, şiddet ve akıl hastalığı için inan­
kişilik özelliklerine halen sahip olduğunu belir­ dırıcı ve kesin kanıt ister. Tahminen niteliği ye­
leyen diğer değerlendirme araçları gibi. Akıl tersiz bir kanıt kısa dönem acil mahkûmiyet için
hastanesinden çıktıktan sonra insanların yaşa­ yeterli olabilir. Eğer tutukluluk kısa bir dönem
dıkları yarıyol evleri gibi sosyal desteklerin suça içinse, kişisel alıkonma için alınan risk, sadece
meyilli kişileri belirgin şekilde engellediğine ina­ birkaç günlük özgürlük kaybı olacaktır. Oysaki
nılmaktadır (Dvoskin ve Stead man, 1994). toplumsal yararı birini zarar görmekten ya da ci­
Önleyici tutuklamaya bir örnek de kanunlar­ nayetten kurtarma olacaktır. Bu psikolojik ya da
la 7 eyalette sağlanmıştır, bunlar, bazı tehlikeli psikiyatrik bir karardan çok, yasal23 ve ahlâki bir
tekrar tecavüz suçu işlemiş kişilerin, hapisten karardır (bkz. Odak 20.3).
tahliye edilmelerine az bir süre kala akıl hastası
kabul edilerek, belirsiz bir süre hapishane has­ DAHA FAZLA KORUMA İÇİN
tanesinde -yordanan hastalığa ilişkin tedavileri GÜNCEL EĞİLİMLER
bitinceye kadar- tutulmalarını sağlar. Bu her ne
Birleşik Devletler Anayasası olağanüstü bir
kadar anayasaya aykırı görülse de -gelecekte
belgedir. Seçilmiş federal görevlilerin temel gö­
işleyebileceği bir suç için bir kişiyi alıkoyma- cin­
revlerini ortaya koyar ve bazı hakları garantiler.
sel tacizcileri toplum dışında tutmanın mantıklı
Ama çoğu zaman bir hakkın soyut şekillendi­
olduğunu birçokları tartışmaktadır.
rilmesi ile günden güne uygulanması arasında
Bu yasaların taraftarlarına göre, seksüel
büyük fark vardır. Hatta hâkimler, bazı çağdaş
saldırganlık olarak adlandırılan uzun öykülere
sorunlara açıklık getirebilmesi için Anayasayı
sahip tecavüzcü, çocukları taciz etmiş olan in­
yorumlamak zorundadırlar. ABD demokrasisi­
sanlardır. Eğer mahkûmların geçmiş deneyim­
nin bir dönüm noktası olan bu belgede mahkum
lerine ve kendi anlattıklarına dayalı (örneğin,
edilmiş akıl hastaları hakkında hiçbir bölüm ol­
biri, onu çocukları kurban etmekten alıkoyma­
madığından, avukatlar ve hâkimler, toplumun
nın tek yolunun ya da kurtuluşunun kendisinin
akıl sağlığı tartışılan kişilere ne yapacağı ko­
idamı olacağını söylemişti) olarak çıktıktan son­
nusundaki düşüncelerini haklı çıkarmak için bu
ra çocuklara zarar verme olasılıkları yüksekse,
belgenin değişik bölümlerini yorumluyorlar.
bunu yapmaları önlenmeli midir? Aralık 1976’da
1972’de akıl hastanelerine gönüllü başvuru­
Kansas eyaleti ve bir taciz mahkumu arasında­
lar gönülsüz başvurulardan fazla olmaya başla­
ki tartışma Amerikan üst mahkemesine kadar
dı. Ama hâlâ birçok insan kendi istekleri dışında
gitmiştir (Kansas Hendricks’e karşı). Bu anaya­
buralarda tutulmaktadır ve gönüllü gelen kaç ki­
sal durum bizlerin yeniden saldırgan olacaklar
şinin sivil mahkûmiyet tehdidinden kaçmak için
diye bu kişileri başka suçlar işlememeleri için
geldiğini bilmek imkansızdır. Yapılan bir anket
hapis yatmış olmalarına karşın alıkoymamızla
ilgilidir. Fakat eğer bir insan ruhsal olarak hasta 22
Addington v. Texas, 441 U.S. 418 (1979). Açık ve ikna edici kanıt standardı, hâlâ
kişiyi suçluluk standardı olan kabul edilebilir şüpheden fazlası uygulamasından
ve tehlikeli ise sivil mahkûmiyet olmalıdır. Sivil daha az korumaktadır. Suçluluk standardı –kabul edilebilir şüpheden fazlası–
mahkûmiyet kanunlarının bu özelliği, cinsel suç yüzde 90 kesinliğe karşılık gelir; açık ve ikna edici standart yüzde 75 kesinliktir.
23
Birleşik Devletler Sahhar’a karşı, 917F.2d 1197, cert denied, 111S.Ct.1591
işlemiş olanların kanun önüne çıkarılmasına (1991)
SİVİL MAHKUMİYET 635
√√

ODAK 20.3 TARASOFF OLGUSU UYARI VE KORUMA GÖREVİ


Danışanın terapist ile olan özel görüşmesi –Bu gö- Poddar’ı serbest bırakırlar ve Sağlık Merkezine bu du-
rüşmede konuşulanların gizli kalması- danışanın ya- rumu bildirirler. Poddar’ın hastaneye yatırılması konu-
sal hakkıdır. Danışan için önemli bir korunmadır ama sunda daha fazla çaba gösterilmedi; Çünkü, psikiyatri
mutlak değildir. Toplum diğerlerine zarar verebileceği şefi açıkça böyle bir tedaviye gerek duyulmadığını düşü-
nedeniyle bir ilişkinin gizliliğinin sürdürülemeyeceği- nüyordu ve gizliliğin sağlanması açısından hem polise
ne dair bazı şartlar öngörmüştür. Ünlü bir California verilen yazılı uyarının ve hem de terapi kayıtlarının yok
mahkemesi 1974 yılında bir terapistin hastası ile olan edilmesini uygun gördü.
özel görüşmesinin gizliliğini ihlâl edebileceği hatta ih- 27 Ekim’de Poddar, Tanya’nın evine yanına bir
lâl etmesi gerektiği durumları tanımlamıştır. Öncelikle pompalı tüfek ve bir mutfak bıçağı ile gitti. Tanya, Pod-
davadaki gerçeklere bir bakalım: dar ile konuşmayı reddetti. Poddar, onu pompalı tüfek
1968 yılının sonbaharında, California’daki Ber- ile vurdu. Tanya koşarak evden çıktı, Poddar onu takip
keley Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren ve etti, yakaladı defalarca ve öldüresiye bıçakladı. Bunun
Hindistan’dan gelen Üniversite öğrencisi P. Poddar üzerine Poddar, birinci veya ikinci derece cinayetten
Halk Dansları sınıfında T. Tarasoff ile karşılaşır. Son- çok taammüden adam öldürmekten suçlu bulundu. Üç
bahar süresince birbirlerini haftada bir defa görürler psikiyatrın uzman tanıklığına dayanan savunmada, bu
ve yeni yılın arifesinde Tarasoff Poddar’ı öper. Poddar kişiler Poddar’ın ruhsal kapasitesinin gerilediği ve
bu öpme olayını resmi bir nişanlanmanın işareti olarak paranoid şizofren olduğunu; bu durumun birinci veya
yorumlar; (bu onun üyesi olduğu Harijam veya Doku- ikinci dereceden cinayet işlemek için gerekli olan kastı
nulmazlar Kastının gelenekleri uyarınca bu şekilde yo- engellediği yönünde tanıklık etmişlerdir. Poddar hapis
rumlanır) .Fakat Tanya ona hayatında başka kişilerin döneminden sonra Hindistan’a döndü ve kendi ifadesi-
de olduğunu söyleyerek, onunla samimi bir ilişkiye gir- ne göre mutlu bir evlilik yaptı (Scwitzgebel ve Scwitzge-
meye istekli olmadığını hissetti. bel, 1980.s. 205).
Poddar bu ters cevabın sonucu olarak depresyona California Eyaletinin özel görüşme yasası gereğin-
girdi, fakat yine de ilkbahar boyunca Tanya’yı birkaç ce, danışma merkezi psikoloğu hastası ile arasında olan
kez gördü. (Poddar, Tanya’nın onu niçin sevmediğini profesyonel ilişkinin gizliliğini yasalar uyarınca ihlâl
anlamak için konuşmalarını arada sırada teybe kaydet- etti ve Poddar’ın çok yakında muhtemel tehlikeli birine
ti). Tanya, yaz tatilini geçirmek için Brezilya’ya gidince, dönüşeceğine inandığından dolayı gözlem altında tutul-
Poddar, bir arkadaşının ısrarı üzerine psikoterapi için ması için çalıştı. Poddar, psikologa bir silah satın alma
bir psikologa gitmesini öneren okulun sağlık Merkezin- niyetinde olduğunu söyledi ve onu, diğer sözleri ve de
deki bir psikiyatr ile görüştü. Tanya 1969 yılının Ekim davranışlarıyla da Tanya’ya zarar vermek için yeteri
ayında Brezilya’dan döndüğü zaman Poddar terapiyi kadar gözü dönmüş olduğuna inandırmıştı. Psikoloğun
bırakmıştı. Poddar’ ın bir silah satın almaya niyetlen- yapmadığı, mahkemenin de yapması gerektiğine karar
diğini sezen psikolog, bu durumu hem yazılı hem de verdiği şey muhtemel kurbanı, yani Tanya Tarasoff’u
şifahi olarak Poddar’ın tehlikeli bir insan olabileceği eski arkadaşının bir silah aldığı ve bu silahı ona kar-
ve psikiyatrik gözetim altında tutulması amacıyla Ruh şı kullanma ihtimali olduğu konusunda uyarmasıydı.
ve Sinir Hastalıkları Merkezine yatırılması gerektiğini Böyle bir uyarı doktorların bulaşıcı hastalıklar taşıyan
bildirir. insanları tedavi ederken, halkı buna karşı uyarmalarını
Kampüs polisi Poddar ile görüşür. Aklı başındaymış ya da akıl hastanelerinin tehlikeli bir hasta kaçtığında
gibi görünen ve Tanya’ dan uzak durmaya söz veren, halkı haberdar etmeleri gerektiğini öngören daha önce

Prosenjit Poddar Tatiana Tarasoff’’u


önceden tasarlamadan öldürmek suçuyla
mahkûm edildi. Mahkeme Tatiana’ya
zarar verebileceğine iknâ ettiği terapisti
tehlikeden haberdar etmesine karar verdi.
636 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

verilmiş diğer mahkeme kararlarıyla sabittir. Ya da Ta- rar vermesi durumunda doktorun yasal sorumluluğunu
rasoff davasına bakan California Üst Mahkemesi tara- azaltır. Çok sayıda terapist yine yasal sorumluluklarını
fından belirtildiği gibi: “Eğer bir terapist gerçekten ya azaltmak için daha az ayrıntılı kayıt tutuyorlardı. 20
da uygulanabilir profesyonel standartlar uyarınca man- yıl sonra gözümüz önünde belirginleşen tablo, Tarasoff
tıklı bir biçimde karar verirse ve bu karar, hastanın di- kararının psikoterapi uygulamalarını aksatmadığını
ğer insanlara karşı şiddet uygulayacağı yönünde ciddi göstermektedir. Terapistler başka insanların haklarıyla
tehlike arz ediyorsa, bu, psikiyatrın muhtemel kurbanla- hastalarıyla olan ilişkilerinin gizliliği arasındaki den-
rı tehlikeden korumak için önlem alması sorumlulukları geyi sağlamış görünüyorlar. Başka ülkelerdeki psikote-
arasındadır” Şu an diğer eyaletlerde de uygulanmakta rapistler henüz bu tip yasalara uymak zorunda değiller.
olan Tarasoff davası kararları klinik psikologların giz- Örnek vermek gerekirse, İngiltere’de terapistlerin has-
liliği ihlâl etmeye karar verirken tehlikeli hastaların, talarını uyarmalarını ya da korumalarını öngören yasa-
tehlikeli olduklarını tahmin etme yeteneklerini kullan- lar yoktur, fakat bu değişebilir.
maları gerekmektedir. Bu tahmin yeteneği mükemmel 1983 yılında California Federal Mahkemesinin ver-
değildir (Yanlış bir tahminde de bulunabilirler). diği kararla Tarasoff kararları daha da genişletilmiştir.
Daha sonra bir California Üst Mahkemesi muhte- Mahkeme, Sosyal Güvenlik Kuruluşuna bağlı olarak
mel kurbanların esas kurbanla yakın ilişki içinde olan- çalışan psikiyatrın P. Jablonski adındaki yatısız teda-
ları da içerdiği yönünde karar vermiştir. Bir örnekte, vi edilen hastanın sevgilisini öldürmesi üzerine, her ne
tehlikeli bir hasta tarafından tüfekle yaralanan bir an- kadar hasta, terapist ile olan görüşmesinde kurbana yö-
nenin yanında, bu olay gerçekleştiğinde 7 yaşında olan nelik açık bir tehditte bulunmadıysa da, öldürülen kızın
oğlu da bulunmaktaydı. Çocuk, daha sonra duygusal muhtemel kurban olması dolayısıyla terapist tarafından
travmanın yol açtığı zararlara karşı psikologları dava daha önce uyarılması gerektiğine karar vermiştir.
etti. Küçük bir çocuk doğal olarak annesinin yanında Mahkeme, ayrıca hastane psikiyatrlarını
bulunacağı için Hedlung davasına bakan mahkeme, Ta- Jablonski’nin daha önceki sağlık kayıtlarını ele geçir-
rasoff davası uyarınca çıkan yasanın söz konusu çocuğu mek konusunda ihmalkarlıkla suçlamıştır. Bu kayıtlar
da kapsamasına karar verdi. hastanın geçmişinde zararla sonuçlanan şiddete yönelik
Tarasoff kararını takip eden yıllarda doktorlar bu davranışlarının olduğunu ve sevgilisinin tehdit edildiği-
kararın psikoterapistler açısından negatif, hatta içler ne dair şikayetleri de göz önüne alındığında, hastanenin
ürperten etkileri olup olmadığını merak ettiler. Eğer acil olarak hastayı gözlem altına alması için yeterli ol-
hastalar terapistleri ile yaptıkları konuşmaların gizli- duğunu göstermektedir. Mahkeme kurbanın öldürülme-
liği konusundaki sınırlamalardan haberdar edilirlerse, sinin muhtemel ya da birincil nedeninin daha önceden
kızgın oldukları insanların terapistlerce uyarılacakla- uyarılmamış olması olduğuna karar vermiştir. Yargıç,
rını düşünerek aşırı kızgınlıklarını terapistlerine ifade eğer psikiyatr hastanın sağlık kayıtlarını tam anlamıyla
etme konusunda çekingen davranabilirler. Hastalar te- inceleseydi, Jablonski’nin diğer insanlar için gerçek bir
rapistlerine karşı daha az samimi davranabilirler, bel- tehlike olduğu ve hemen gözlem altına alınması gerekti-
ki de terapiden daha az yarar sağlayabilirler ve hatta ği konusunda iknâ olacağını söylemiştir.
öfkelerini kontrol etmenin ilk adımını oluşturan öfkeyi Muhtemel kurbanları uyarma ve koruma konusun-
açığa çıkarma eylemini gerçekleştiremezler, bu yüzden da genişletilen sorumluluk California’daki Ruh Hasta-
de diğer insanlara zarar verme eğilimleri artar. Tara- lıkları doktorlarını çok daha zor bir açmaza sürükle-
soff kararının korumayı amaçladığı insanların sağlığı, mektedir. Çünkü potansiyel olarak şiddete eğimli hasta
kararın bizzat kendisi tarafından tehlikeye sokulabilir. özgül olarak kime zarar vereceğinden bahsetmeyebilir.
Bu endişelerin, aslında sağlam temellere dayanıp da- Hastanın geçmiş ve şimdiki durumdan öğrenebildikleri
yanmadığı kesinlik kazanmamıştır. kadarıyla kimlerin olası kurban olabileceğini saptamak
Tarasoff mahkemesince alınan kararın kanuna dö- tamamen terapiste kalmıştır. İronik olarak Jablonski’nin
nüşmesinden hemen sonra California’ da 1200’ün üze- sevgilisi tehlikede olduğunu fark etmiş onunla birlikte
rinde psikolog ve psikiyatr üzerinde yapılan araştırmada yaşadığı daireyi terk etmiş ve kendi can güvenliğinden
Tarasoff kararının, psikolog ve psikiyatrların düşünce- endişe duyduğunu rahibe ve sosyal güvenlik kuruluşun-
lerini ve eylemlerini etkilediği ortaya çıkmıştır. Ayrıca, daki psikiyatra söylemiştir. Psikiyatrlardan biri ona en
bu psikologların üçte biri şiddet olan durumlarda mes- azından Jablonski’nin sağlık merkezindeki değerlendir-
lektaşlarına daha sık danıştıklarını belirtmişlerdir. Bu me sürecinde Jablonski’ yi terk etmesini tavsiye etmiştir.
uygulamanın hastanın yararına dönük olarak olumlu Fakat kurban “onu seviyorum” deyince psikiyatr kızın
sonuçları da olabilir. Çünkü klinik psikolog böyle bir kendisini dinlemeyeceğini düşünerek daha fazla uyar-
durumda meslektaşlarından karar verme aşamasında mamıştır. Mahkeme bu uyarıyı “o koşullar içerisinde
yardım almaktadır. Ayrıca, konsültasyon, klinik psikolo- tam anlamıyla yeterli” bulmamıştır.(s. 398)
ğun Tarasoff kararına bağlı kalmasını da sağlamaktadır Tarasoff kararları Vermont Eyaleti Yüksek Mah-
ve hasta ileride başka birine zarar verirse, klinik psiko- kemesi kararı ile Peck danışma servisince (Peck V.
loğun yasal sorumluluğunu da azaltmaktadır. Fakat öte Counseling Service Of Addison Country) daha da ge-
yandan, araştırmaya katılan klinik psikologların %20’si nişletilmiştir ve ruh sağlığı uzmanlarının eğer mala za-
hastalarına şiddetle ilgili sorular sormaktan kaçındık- rar gelme olasılığı varsa bile üçüncü kişiyi uyarmakla
larını belirtmişlerdir. Bu tipik devekuşu davranışı, klinik yükümlü olduklarına karar vermiştir. 29 yaşındaki bir
psikologların önemli bilgilere ulaşmalarını engelleye- erkek hasta babasıyla yaptığı hararetli bir tartışmadan
bilir, fakat aynı zamanda hastanın başka bir insana za- sonra terapistine babasına bu yaptığını ödetmek istedi-
SİVİL MAHKUMİYET 637
√√

ğini ve bunu da babasının ahırını yakarak yapabileceği- Her ne kadar Tarasoff ve onunla alakalı kararlar
ni söylemiştir. Ve bunu gerçekleştirmiştir. Yangında hiç- akıl sağlığı uzmanları açısından sorunlu olsa da durum
bir hayvan ve insana zarar gelmemiştir ve ahırda hiçbir başlangıçta göründüğü kadar üzücü değildi. 1974 Tara-
hayvan yoktur. Ayrıca da ahır evden 130 m. uzaktadır. soff kararları California Yüksek Mahkemesi tarafından
Mahkemenin terapistin uyarıda bulunması gerektiğine tekrar kabul edildiğinde, muhtemel kurbanı uyarma yü-
dair kararı, kundakçılığın şiddet içeren bir eylem olması kümlülüğü, koruma yükümlülüğünü de içine alacak şe-
ve yangında diğer insanların ölüm tehlikesi bulunması kilde genişletilmiştir. (1976 kararından yapılan alıntıya
gerçeğine dayanmaktadır. Bu yasa Hedlung mahkeme- bakınız) Ve bu görünüşte ufak olan değişiklik, doktorla-
si kararının genişletilmesi olarak da görülebilir. Fakat rın gizliliği ihlâl etmeden, yani potansiyel kurbanı her
Hedlung kararları ile Hedlung tehlikedeki kurbanın zaman uyarmak zorunda kalmadan, Tarasoff kararla-
fiziksel olarak çevresinde bulunmakla tehlikeye giren rına bağlı kalabilmektedirler. Appelbaum’un da (1985)
insanlardan bahsederken, Peck cansız bir objeye yönel- belirttiği gibi klinik psikologlar hastalarıyla olan gö-
tilen bir tehditten dolayı zarar görebilecek insanlardan rüşme sıklığını arttıracak psikotropik medikasyon’da
bahseder. yenilikler ya da değişiklikler yaparak ve genel olarak
Çoğu mahkeme uyarma ve koruma görevini, çocuk hastayı daha yakın takibe alarak koruyucu önlemler
tacizi kurbanlarını ve önceden saptanamayan kurbanla- alabilirler. Appelbaum, ayrıca bu tür önlemlerin man-
rı da kapsayacak şekilde arttırmıştır. Böyle olayların bir tıklı olduğuna karar verilirse hastanın başka bir kişiye
tanesinde, bir tıp öğrencisi psikanalist olması için ge- tam anlamıyla zarar verdiğinde terapistin sorumlu tutu-
rekli bir eğitim analizine girdi. Terapi sırasında, çocuk- lamayacağını ifade etmiştir.
lara cinsel tacizde bulunduğunu itiraf etti. Daha sonra, Appelbaum tarafından anlatılan bir olayda 18 ya-
eğitimi sırasında, psikiyatri stajının bir parçası olarak şında bir hastanın, oğlunun kendisiyle görüşmesine izin
hastası, bir erkek çocuğu oldu ve çocuğa cinsel tacizde vermediği için ev sahibini tehdit etmesi aktarılmaktadır.
bulundu. Mahkeme, eğitim görevlisinin, öğrenci-hasta-
Terapist, hasta hakkındaki diğer bilgileri de göz önüne
sının “eğitiminin bir gereği olarak etkileşimde buluna-
alarak bu durumun Tarasoff kararlarına uygun oldu-
cağı belli bir grup insan için tehlike oluşturduğunu” (s.
ğuna karar vermiştir. Hastasını karşısına alarak ona
8) bilebilecek olanaklara sahip olduğuna karar verdi.
potansiyel kurbanı koruması yönündeki yasal sorumlu-
Öğrenci durumunu açıkladığında çocuk hastalara bakı-
luğunu ve aynı zamanda terapötik gizliliği bozmak iste-
yor olmasa bile (yani eğitmenin uyaracağı ve koruma-
mediğini anlatmaya karar vermiştir. Hastaya hastaneye
ya çalışacağı kimse olmasa bile), gözetmenin –sadece
yatırılmak (hasta gerçekten de bazen psikotik davranış-
terapisti değil, eğitmeni olarak- öğrencinin (özellikle
lar gösteriyordu) ve ev sahibinin uyarılması arasında
çocuklarla çalışma isteğini engelleyecek kadar) profes-
yonel eğitimi ve çalışmaları üzerinde kontrolü olduğu tercih yapmasını söyledi. Hasta, hastaneye yatmamayı
kararına varıldı ve böylece Tarasoff kararı geçerli oldu. tercih etti ve terapistin görüşmek üzere ev sahibini ça-
Mahkeme, görevlinin “öğrencinin kendine söyledikle- ğırmasına karşı çıkmadı. Ev sahibi geldiğinde terapis-
rinin gizliliğini bozmadan, onun profesyonel gelişimini te genç adamın kendisini daha önce de tehdit ettiğini
yönlendirebileceğine ve yönlendirmesi gerektiğine” (s. ve kendini nasıl koruyacağını bildiğini söyledi. Diğer
8) karar verdi. Bunun yerine söz konusu öğretim görev- bir deyişle, kadın tehditleri pek de ciddiye almıyordu.
lisi ve fakültedeki konumu nedeniyle de çalıştığı üni- Appelbaum hastanın tehditlerinin etkilemek amaçlı ol-
versite, hasta-öğrencinin çocuk psikiyatrisinde çalışma duğunu fark etti. Bu sefer de terapistini kullanarak ev
isteğine izin verdiler ve bu da çocuk bir hastanın cinsel sahibini tehdit etmeyi (korkutmayı) başarmıştı. Fakat
taciziyle sonuçlandı. psikiyatr, hastanın hem karar vermesini hem de terapö-
14. Bölümde, bir terapistin, HIV-pozitif bir hastası- tik ilişkideki güveni korumayı sağlamıştır.
nın, koruma olmadan ve partnerini uyarmadan gireceği Tarasoff her ne kadar terapistleri huzursuz
cinsel ilişkiler sonucunda başkalarını tehlikeye atabile- etse de, herhangi bir hasta tehditte bulunduğunda te-
ceğine inanmak için nedeni varsa Tarasoff’un uygulanıp lefonu alıp olası kurbanları aramalarına neden olma-
uygulanamayacağını sorguladık. Şu ana kadar hiçbir maktadır. Bunlardan başka seçenekler de vardır. Açıkça
yasal karar bu zor soruyla ilgilenmedi, ama bu durum hastaya ya da hasta yakınlarına daha önce hastanın bu
yakında değişebilir, özellikle de ortada açıkça seçilebi- tip eylemlerde bulunup bulunmadığı sorulabilir ya da
lir bir üçüncü kişi varsa, mesela bulaşıcı hastalığa sa- potansiyel olarak tehlikeli hastaların hastane kayıtları
hip bir hastanın durumdan haberi olmayan bir partneri incelenebilir (Monahan, 1993).
gibi (Sizemore, 1995). Hastanın akli yeterliliği önemli
bir faktör olabilir. HIV-pozitif olan veya AIDS olan bazı *
Tarasoff California Universitesi’nin naiplerine karşı, 529 P.2d 553 (Cal.
kişilerde yargılama ve karar vermede bozukluklar ola- 1974). Feshedilmiş, tekrarlanmış ve onaylanmış, 131 Cal. Rptr. 14,551
P.2d 334 (1976). 1976 California Üst Mahkemesi karaı 3 e karşı dört
bilir, bu da onların bu durumlarının şırınga paylaşma çoğunlukladır.
veya korumasız seks aracılığıyla diğerleri için tehlike **
White Birleşik Devletler’e karşı, 780 F.2d 97 (D.C. Cir. 1986); Soutear
oluşturabileceğini farketmelerine engel olabilir. Böyle Birleşik Devletler’e karşı, 646 F. Supp. 524 (1986); Dunkle Food Services
East Inc’e karşı, 582 A.2d. 1342 (1990); People Clark’a karşı, 50 Cal. 3d
durumlarda sağlık personelinin Tarasoff’u uygulamaya 583, 789 P.2d 127 (1990).
yasal ve etik zorunlulukları olabilir (Searight & Pound, ***
Headlund Üst Mahkemeye karşı, 34 Cal. 3d 695 (1983).
1994). Hukuk araştırmacıları ve ruh sağlığı uzmanları ****
Jablonski by Pahls Birleşik Devletler’e karşı, 712 F.2d 391 (1983).
*****
Peck Addison Şehri Danışma Servisine karşı, 499 A.2d 422 (Vt. 1985).
bu meseleyi tartışmaya başladılar (örn., Daniolos ve ******
Almonte New York Tıp Kolejine karşı, 851 F. Supp. 34, 40 (D. Conn.
Holmes, 1995; McGuire ve ark., 1995). 1994) (özet yargılamayı reddeder)
638 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

(Gilboy ve Schmidt, 1971), Şikago’da, gönüllü Amerikan vatandaşlarının depolanmasında kullanılan


olarak bir psikiyatri hastanesine yatan kişilerin yasal mahkûmiyetin geçmişine bakılınca, bireylerin şimdiki
ruh sağlığı sisteminde kullanılıp taciz edilmeyeceklerinden
% 40’ının aslında kendilerini oraya getiren polis
emin olmaları önemlidir. Ortalama bir vatandaş gecenin
memurları tarafından sivil mahkûmiyetle tehdit
bir yarısı Büyük Sorgulayıcı tarafından çağrılıp hırsızlık­
edildiğini ortaya çıkarmıştır. Hastaneye zorla la suçlanınca, anında ve oracıkta, korkudan kendisini akli
yatırma meselesi hâlâ büyük bir sorun olarak dengesinin yerinde olduğunu ispat edecek güçte hisset­
görülmektedir. Psikiyatrlar, psikologlar, mah­ meyebilir (Stone, 1975, s. 57).
kemeler ve hastane personeli mahkûmiyetten
giderek daha çok kaçınmaya çalışsa da, onbin­ EN AZ KISITLAYICI SEÇENEK
lerce akıl hastası isteklerine karşın hastaneler­ Daha öncede belirtildiği gibi, sivil mahkûmi­
dedir. yet, duruma göre değişen bir etken olan tehli­
Demokratik bir toplumda bir vatandaşın kelilik derecesine dayanır. Böylece bir insan bir
başına gelebilecek en kötü şey özgürlüklerini apartmanda yaşarken tehlikeli sayılabilir ama
kaybetmesidir. Normal vatandaşlara ve hatta bir pansiyonda yaşarken ve her gün tıbbi gö­
suçlulara tanınan haklar, yavaş yavaş sivil mah­ zetim altında kendisine verilen psikoaktif ilaç­
kûmiyet tehdidi altında olanlar ve kendi isteği ları alırken tehlikesiz sayılabilir. Özgürlüğü en
dışında hastanelere yatırılanlara da tanınıyor. az kısıtlayıcı seçenek, hastalıklı kişileri tedavi
Artık ruhsal tedavi görmek üzere kişinin özgür­ ederken ve onların kendilerine ve başkalarına
lüğünün alınması, kişiye diğer haklarını tanıma­ zarar vermelerini engellemektir. Bir çok mahke­
mak için bir neden olarak görülmüyor. me kararı, sadece daha az kısıtlayıcı evlerde
Örneğin, 1976’da, Lessard, Schmidt’e kar- kendilerine bakılamayan akıl hastalarının has­
şı davasında, Wisconsin’daki bir federal mah­
24
tanelere29 kaldırılabileceğini gösterir. Yani mah­
keme kararı, sivil mahkûmiyet tehdidi altında kûmiyet artık bir kanun değildir; hatta bir kişinin
olanlara bazı haklar tanır; davalardan önce za­ gözetim altında bir pansiyonda veya benzeri bir
manında ve yazılı duyuru, dava vekiliyle bir du­ konutta kalması istenebilir. Yani genel olarak,
ruşma şansı, duruşmanın jüri tarafından karara akıl sağlığı uzmanları, etkisini göstermek koşu­
bağlanmasını isteme hakkı, suçlamaya karşı luyla, hastanın özgürlüklerini en az kısıtlayacak
beşinci değişiklik koruması, mahkûmiyete karar tedavi yöntemini uygulamak zorundadırlar30.
verilecek herhangi bir duruşmada hazır bulun­ Kendi başına veya aile ve arkadaş çevresinin
ma ve buna benzer, suç işlemiş insanlara tanı­ yardımıyla hayatını sürdürebilecek durumda
nan diğer haklar25. Acil mahkûmiyet durumların­ olan akıl hastalarını hapsetmek kanunlara ay­
da bile bu haklar sağlanacaktır26. Daha önce de kırıdır31. Tabii bu ilke, toplum uygun konutlar ve
bahsedildiği ve yakın zamanlarda alt mahkeme tedavi yöntemleri sunduğu sürece mümkündür
kararlarında27 da uygulandığı gibi, 1979’da, Ad- ki, bu henüz gerçekleşmemiş bir durumdur.
dington, Texas’a karşı davasında üst mahke­ Sivil mahkûmiyetin ilkelerinin gerçek hayatta
menin kararı da, bir kişinin kendi isteği dışında nasıl uygulandığına dair düşündürücü bir araş­
bir psikiyatrik bir hastaneye kaldırılabilmesi için tırma sonucunda Turkheimer ve Parry (1992),
eyaletin, kişinin akıl hastası ve tehlikeli olduğu­ tehlikelilik ölçütünün “ağır yetersizlik” kararın­
nu açıkça ve iknâ edici bir şekilde kanıtlaması dan daha az kullanıldığı kanısına vardı. Bu son
gerekir. 1980’de 9. Temyiz Mahkeme Dairesi bu ölçüt, bir kişinin kendisine bakamaması ve böy­
tehlikenin çok yakın olması gerektiğini belirle­ lece hapsedilmediği sürece topluma yük olma­
di28. Açıkça görülüyor ki amaç eyaletlerin, akıl sı ihtimaliyle ilgilidir. Bu yetersizlik ölçütü sivil
hastalığı sebebiyle kişisel hakları kısıtlamasını mahkûmiyet için yeterli olmamalıdır ama genel­
engellemektir. Akıl hastası kişilerin haklarının de yeterli kabul edilir.
korunması sivil mahkemelerin ve eyaletlerdeki En az kısıtlayıcı seçenekler 1970’de hapis­
akıl hastanelerinin yüklerini büyük ölçüde arttır­ ten çıkarma hareketleri sırasında sunulmaya
sa da, bu özgür bir toplumun ödemesi gereken başlanacaktı ama 1980’de kamuya ait akıl has­
bir bedeldir. talıkları merkezlerine ve diğer tesislere ayrılan
federal bütçenin kesilmesiyle birlikte, toplum,
24
Lesard, Schmidt’e karşı, 349 F. Supp.1078 (E.D. Wisc.1972 başka zeminlerde
feshedildi ve geri gönderildi, 94 S Ct. 713 (1974) eski haline dönüldü 413 de F giderek artan sayılarda, artık tehlikeli olmayan
Supp.1318 (E.D. Wisc. 1976).
25
İçinde Re:Lawaetz, 728 F 2d. 225 (3d Cir. 1984).
26
Doremos, Farrell’e karşı, 407 F. Supp.509 (1975). 29
Lake, Kameron’a karşı; Lesard, Schmidt’e karşı.
27
Dautremont, Broadlawns Hastanesine karşı 827 F 2d. 291 (8th Cir. 1987). 30
İçinde Re. Tarpley, 556 N.E. 2d 71, 581 n.E. 2d 1251 ile iptal edildi (1991).
28
Suzuki, Yuen’e karşı. 31
Project Release, Prevost’a karşı, 722 F 2d. 960 (2d cir.1983)
SİVİL MAHKUMİYET 639
√√

ama bir hastane dışında sunulabileceğinden


daha fazla bakıma ihtiyacı olan insanlarla karşı­
laşmıştır. Odak 20.4’de olabileceklerin canlı bir
örneği ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Turkheimer
ve Parry, az kısıtlayıcı seçeneklerin çok olma­
masının, hakların korunmasında aksamalara
(örn., avukatlar mahkûmiyete karşı şiddetli bir
savunma yapmayabilirler) ve tehlikeli olmama­
larına karşın, insanların mahkum edilmelerine
neden olduğunu iddia ediyorlar.

TEDAVİ HAKKI
Mahkemelerin dikkatine sunulan sivil mahkû­
miyetin bir başka yönü ilk kez Birnbaum (1960) Sivil mahkûmiyet kişinin tehlikeli olduğunun varsayılmasını ger-
tarafından bir ilke olarak ifade edilen tedavi hak­ ektirir. Ancak gerçek uygulamada bazı evsiz vak’alarda olduğu
gibi bu karar ağır yeti yitimi yargısına dayalıdır.
kıdır. Eğer bir kişi ruhsal bozukluğa sahip oldu­
ğundan dolayı özgürlükten yoksunsa ve ken­
Wyatt kanunlarının, önceden mahkemele­
disine veya başkalarına bir tehlike unsuru ise,
rin ruhsal bozukluğu olan hastaların bakımının
bu sorunları hafifletmek için tedavi sağlanması
kendilerinin yetkileri dışında olduğunu ileri sür­
gerekmez mi? Kişiyi; ihtiyaç duyduğu yardımı
dükleri ve ruh sağlığı uzmanlarının psikopato­
sağlamadan hapsetmek anayasa dışı ve hatta
lojiler ve tedavileri konularından özel bir bilgiye
ahlâk dışı değil midir? Bu önemli soru, Birnba­
sahip olduklarını farz ettikleri için önemli bir yeri
um bu konuyu işlediği ilk günden beri pek çok
vardır. Suistimal konusunda tekrar tekrar yayın­
mahkemenin konusu olmuştur.
lanan raporlar Birleşik Devletler adli sistemini
Tedavi hakkı 1960’lardan itibaren yasal sta­
harekete geçirmiş ve sağlık enstitülerinde neler
tüsünü kazanmış ve eyalet davalarında işlenen
yapılacağını kanunlaştırmaya koyulmuşlardır.
tüm hastalara yayılmıştır (Wyatt Stickney’e
Wyatt kanunları özgül gereksinimler üzerinde
karşı)32. Alabama Federal Mahkemesi hastala­
durmuştur -40 metrekare büyüklüğünde odalar,
rın sivil mahkûmiyetinin bir eyalet hastanesine
en fazla 5 hastanın kalabileceği yatak odaları
devredilmesinin tek kabul şartı olacağını 1972
ve mahremiyeti sağlamak için ara perdeler, ra­
yılında yasallaştırmıştır. Hakim Frank Johnson
hat bir yatak, 8 kişiye bir tuvalet, hastaya iste­
tarafından belirtildiği gibi özgeci davranış kura­
diği tür giyinme hakkının, tehlikeli olmamak ko­
mına göre bir vatandaşı insancıl veya terapötik
şuluyla sağlanması, karşı cinsle iletişim kurma
nedenlerle hapsedip uygun tedaviyi sağlaya­
şansı vermek ve acil durumlar haricinde fiziksel
mamak, temelde doğru olan bir yöntemin ana
kısıtlanmanın olmaması gibi.. Ayrıca, 7 gün 24
ilkelerini bozar. Ruhsal bozukluğu olan hasta­
saat bakım, her 250 hasta için en az 2 psikiyatr,
ların “kendilerine gerçek bir iyileştirme sağla­
3 ilave doktor, 12 hemşire, 90 görevli, 4 psiko­
yacak ya da ruhsal durumlarını geliştirebilecek
log ve 7 sosyal çalışmacı gerekir. Wyatt
bireysel terapi almaları anayasal haklarıdır.” Bu
kanunları getirildiğinde Alabama Eyaletinin
kanun, en azından eyaletlerin hastaların en az
ruhsal imkânları 2000 hastaya 1 doktor gibi uç
derecedeki bakımını engelleyememelerini ve
bir noktadaydı34. Wyatt kanunları hâlâ geçerli ku­
başvuruların kabulünü sağlar. Gerçekte, zihin­
rallardır ve benzer şekilde zihinsel geriliği olan
sel gelişme geriliği olan hastaların (ruhsal has­
hastaları korumak için yaygınlaşmaktadır35.
ta olduklarına karar verilenlere karşıt olarak)
Wyatt kanunlarının eğilimi, kendine ve baş­
enstitüden ya da sağlık merkezlerinden taburcu
kalarına zarar vermesini engellemek üzere fi­
edilmeleri; onların geçerli bir bakım ve güvenlik
ziksel olarak kısıtlanan, Nicholas Romeo adlı
veya uygun eğitim almalarını sağlayacak olan
görevlilerin anayasal görevlerini azaltmaz33. 34
Temel varsayım, sivil mahkûmiyet kararı ile akıl hastanelerinde bulunan
hastaların uygun tedavi görecekleridir, fakat kanıtlar bu düzeyde bir tedavi için
yetersizdir. Fazlasıyla ihmalci durumlar olsa bile, Alabama’da alınan Wyatt
32
Wyat, Stickney’e karşı, 325 F Supp. 781 (M.D. Ala.1971), 334 F Supp. 1341 de kararı, bugün nadir olanlardandır. Morse, (1982c) zoraki hastane yatışının
uygulandı (M.D. Ala.1971), 344 F Supp. 373, 379 (M.D. Ala. 1972), aff’d sub nom hastanın yararına olup, olmadığını tartışmıştır. En azından, akıl hastaneleri, pek
Wyat Anderholt’a karşı, 503 F.2d 1305 (5th Cir.1974). çok açıkta kalan hastanın sahip olamadığı yatak, yiyecek, güvenlik ve gözetimi
33
Thomas S., Flaberty’e karşı, 902 F 2d. 250, cert. Reddedildi, 111 S. Ct. 373 sağlar .
(1990). 35
Feagley, Waddill’e karşı, 868 F2d. 1437 (5th Cir. 1989).
640 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

ODAK 20.4 İLGİNÇ BİLLİE BOGGS DAVASI

Vatandaş hakları ile hükümetin vatandaşa karşı (Billie Boggs ile ilgili obsesyon ortaya çıktı). Televiz-
sorumluluğu arasındaki uyuşmazlık 1980’lerin orta- yon kanalını ziyaret etmiş, onunla konuşmak istemişti.
sında Billie Boggs davası ile ilginç bir şekilde ortaya Billie Boggs bu konuşmanın kendisi için anlamsız ol-
çıkmıştı. Billie Boggs, 40 yaşında, Newyork’ta yaşa- duğu haberini yolladı. Bu olaydan sonra Brown adı-
yan evsiz bir kadındı. Gerçek adı Joyce Brown’du. nı değiştirdi. Kardeşleri onu birçok kez kendileri ile
Joyce Brown,1987’de New York belediye başkanı birlikte yaşaması veya kirası kendilerince karşılana-
Edward Koch’un şehirdeki evsiz insanlar konusunda cak olan bir apartman dairesine yerleşmesi için iknâ
endişe duymasıyla ve muhtemelen ruh sağlığı bozuk etmeye çalıştılar.
olan bu insanları toplayıp kendileri istemese de has- Brown, Koch’un emri ile götürülmesinden beş
taneye yatırma kararı alması sayesinde meşhur oldu. gün sonra hâkim karşısına çıkarıldı. Ve hâkim bir
Başkan Koch, Manhattan’ın lüks gökdelenlerinin göl- süre daha gözetim altında kalabileceği kararını ver-
gesinde donmakta olan evsiz insanlarla ilgilenilmesi di. Brown sakin bir şekilde ve açık ifadelerle garip
konusunda yoğun politik baskı altındaydı. Bu neden- davranışlarını açıkladı. Örneğin en yakın umumi tu-
le 1982’de HELP projesini başlattı. Fakat bu insan- valetin çok uzak olması nedeniyle bazen pantolonuna
ların hastaneye yatırılması bazı zorlukların çıkması dışkıladığını söyledi. Dört şehir psikiyatrı onun ruhsal
ile engellendi. Brown’un içinde bulunduğu dava bir hastalığa sahip olduğu kararını verdi. Fakat bu olgu
kanun maddesinin yeniden düzenlenmesi ile başladı. ile ilgilenen Amerikan Vatandaş Hakları Birliği’nin
Avukatları Koch’a bu madde sayesinde ilerde başka- (ACLU) avukatları tarafından getirilen üç psikiyatr
sına zarar verebilecek olan insanları akıl hastanesine ise Brown’u aklı başında bulduklarını bildirdiler.
kapatabilme yetkisinin verildiğini anlattı. Brown’un kendisi hakkındaki değerlendirmesi ise aklı
Koch diğer memurlar ile birlikte şehri dolaşırken, başında, sakin ve akıllı olduğuydu. Avukatları onun
ısıtma ızgarasının yanına uzanmış olan Brown’a yak- ruhsal hastalığı olmadığını göstermişlerdi, fakat şe-
laştı. Brown’un çenesi şişmişti. Brown, onu götüreme- hir psikiyatrları ruhsal hastalığa sahip olmak sadece
yeceklerini söylediğinde Koch yanındaki memurlardan zihinsel gelişme geriliğine veya dengesiz hareketlere
birine işaret etti. ‘Deli olan sizsiniz’ dedi Brown ve pa- sahip olmak demek değildir görüşünü ileri sürmüştü.
ranoid şizofren tanısı ile Bellevue Hastanesine zorla Birbiriyle çelişkili olan bu sonuçlardan faydalana-
götürüldü. Bu tanı, gösterdiği bağırma, sokaktaki Af- mayan hâkim, Brown’un mahkemedeki davranışları-
rika kökenli Amerikalılara küfretme, eteğini kaldırma, na odaklandı. Zihinsel açıdan hastaysa bile, diğerleri
kaldırıma veya kıyafetlerine dışkılama, para yırtma ve için tehlikeli olmadığı kararını verdi. Dahası şunları
yakma, kendi kendine konuşma ve tabi sokakta yaşa- söyledi: ‘Sokaklarda yaşamak estetiğe aykırı da olsa,
ma davranışlarına bakılarak konulmuştu. anayasa tarafından güvence altına alınmış olan öz-
Brown’un ailesi sıradan bir orta sınıf ailesiydi. gürlük hepimizin hakkıdır’.
Brown, liseden mezun olduktan sonra on yıl sekre- Bu karara şehir halkından itirazlar geldiği süre-
ter olarak çalıştı. 1979’da annesini kaybedene kadar de Brown Bellevue’da alıkonulmuştu. ACLU ve diğer
onunla birlikte yaşadı. Liseden beri ciddi bir kokain vatandaş hakları savunucuları şunu söylüyorlardı:
ve eroin kullanıcısıydı. Ve sonunda 1983’de devamsız- ‘Belediye başkanı sadece sokakları temizlemekle il-
lık yapması ve hiçbir neden yokken insanlara bağır- gileniyor. Böylece zengin seçmenler evsiz ve yoksul
mak gibi garip davranışları yüzünden işini kaybetti. insanlarla karşılaşmayacaklar’. Koch ve diğerleri ise
İşini kaybetmesiyle hayatı bozulmaya başladı. Sesler muhtaç insanlara yardım etmenin belediyenin görevi
duyuyor ve kendi kendine konuşuyordu. Bir gün kız olduğunu söylüyorlardı. Brown’un avukatları Koch’a
kardeşlerinden biriyle bir mağazaya girdi, gördüğü ‘demagog’, Koch ise onlara ‘çılgınlar’ diyerek hitap
bir güvenlik görevlisine bağırarak küfretmeye başladı. ediyordu. Bellevue’da kaldığı süre boyunca Brown,
Bu olay kardeşi tarafından anlatılmıştı. Ayrıca, Brown hiçbir tedavi programı için işbirliği yapmadı ve psi-
yakışıklı beyaz bir adamla evleneceğine dair fikirler kotropik ilaçla tedaviyi reddetti.
geliştirmişti ve bu fikri doğrultusunda taciz edici te- 1988 Ocak’ında Brown Bellevue’dan salıverildi.
lefon görüşmeleri yapmaya başlamıştı. Zaman zaman Bu olay, hükümeti evsiz insanlara yeterli yerleşim ve
kız kardeşlerinden biri veya birkaçıyla birlikte yaşadı. kliniklerde ayakta tedavi olanakları sağlaması yö-
1985 de rahatsız edici davranışlarından dolayı New nünde zorlayan kuvvetler için bir kutlama nedeniydi.
Jersey’deki sığınma evinden geri gönderildi. Brown Brown, CBS’deki ‘60 Dakika’ da dâhil olmak üzere
birden fazla sayıda psikiyatr tarafından görülmüştü. New York’taki pek çok yerel televizyon programına
“Thorozine” yazılmış fakat o bu ilacı almayı reddet- katıldı. İki hafta sonra 1988 Şubat ayında Harvard
mişti. Çok sayıda ruh sağlığı kliniği ile ilgisi olmuş- Hukuk Fakültesi forumundaydı. Sokaklardaydı yeni-
tu. Bu zaman içinde yerel bir kanaldaki bir talk-show den, dileniyor ve Afrika kökenli Amerikalılara küfre-
programı sunucusu olan Billie Boggs’a aklını takmıştı diyordu.
SİVİL MAHKUMİYET 641
√√

zihinsel gelişme geriliği olan bir erkek çocuğu­


nun tedavisine bakılarak, sonraki üst mahke­
menin Youngerberg Romeo’ya karşı36 kararı ile
yumuşatılmış olabilir. Nicholas kendine ve baş­
kalarına zarar verme olasılığına karşın fiziksel
olarak kısıtlanmış bir erkek çocuğudur. Hasta­
ların geçerli bakım ve güvenlik hakkı savunu­
lurken, 1982’deki karar Nicholas’la ilgilenen
uzmanların profesyonel hükmünü erteletmiştir,
“mahkemeler nitelikli uzmanlar tarafından veril­
miş hükme uymalıdır bir karar, eğer bir uzman
tarafından verildiyse geçerlidir” (s. 322-323). Di­
ğer yandan; 1990 Thomas S. Flaherty’e karşı
davası kararı, profesyonel kararın, ruhsal bo­
zukluğu olan hastaların hastaneye yatmalarıyla Kenneth Donaldson, Yüksek Mahkemenin tehlikeli olma-
ilgili anayasal koruma söz konusu olduğundan, yan hastaların sivil mahkûmiyet altında iradeleri dışında
tutuklanamayacağını belirten görüşünün bir kopyasını gösteri-
son söz olamayacağını belirtir. Durum değişmiş yor.
görünmektedir.
Ünlü bir dava; O’Connor. Donaldson’a kar- olacağına bakıldığında O’Connor eyalet kanun­
şı37 davasında ruhsal bozukluğu olan bir hasta, larından daha katı standartlar benimsemiştir.
2 eyalet hastanesi doktorunu tahliye durumu Çoğu sorumlu kişi Donaldson’ın tahliyesini
ve maddi zararı nedeniyle dava etmiş, gerekçe ona bakacaklarını garanti ederek talep etmiş­
olarak kendisine ya da başkalarına zarar ver­ lerdir. 1964-1968 yılları arasında Donaldson’ın
mediği ve hiçbir tedavi görmediği halde isteği kolejden sınıf arkadaşı onun tahliyesi için dört
olmadan 14 yıl hapsedildiğini söylemiştir. Oğ­ kez başvuruda bulunmuş, ancak 1963’de Dr.
lunun sanrılı dönemde olduğunu düşünen ba­ O’Connor onun sadece ailesine teslim edilebi­
basının verdiği dilekçe ile Kenneth Donaldson leceğini ki, onların da fazlasıyla yaşlı oldukları
Ocak 1957 de 49 yaşında iken Florida eyalet gerekçesiyle bu başvuruları reddetmiştir.
hastanesine yatırılmıştır. Kısa süren yargıla­ Kanıtlar Donaldson’ın hastanede yattığı sü­
mada hakim, Donaldson’ın paranoid şizofreni rece sadece kapalı kalmasına yönelik bir bakım
olduğuna; bakım ve tedavi görmesi gerektiğine gördüğünü göstermiştir. Makul oranda hastalı­
karar vermiştir. ğını hafifletecek ya da iyileştirecek hiçbir teda­
1971’de Donaldson hastane denetleyicisi vi uygulanmamıştır. O’Connor, Donaldson’ın
olan Dr. O’Connor ve psikiyatr Dr. Gumanis’e 60 kişilik (ki çoğu suça meyilli) geniş bir odada
tahliyesi için dava açmıştır. Florida’da görü­ çevre (milieu) terapi gördüğünü iddia etmiştir.
len davada sunulan kanıt, hastane ekibinin, Donaldson’ın hastanenin bahçesinde gezinme­
Donaldson’ın tehlikeli olmadığına karar veril­ sine bile izin verilmemiştir. Donaldson’ın kendi
mesini izleyen herhangi bir zaman içinde onun hastane deneyimlerini içeren bir kitap yazma
tahliye edileceğini bildirmeleridir. isteği için O’Connor, bunun da sanrısal olduğu
Tanıklıklar, Donaldson’ın hastanede yattığı varsayımında bulunmuştu (Donaldson salın­
süre içerisinde ne kendisine ne de başkalarına masından sonra bu kitabı yazmış ve bayağı iyi
her hangi bir zarar vermediğini netliğe kavuştur­ satmıştı).
muştur. Dahası 1957’de hastaneye yatırılmadan İlk dava ve sonraki başvurular Donaldson’ın
önce Donaldson kendine bakabilmekte ve haya­ tehlikeli olmadığı ve tedavi hakkının elinden alın­
tını sürdürebilmekteydi. O’Connor, Donaldson’ın dığı sonucunu içermektedir (5. Değişiklikle belir­
tahliye isteğini dışarıda adaptasyon sağlayıp lenmiş). Açılan bu dava sonunda Donaldson’ın
sağlayamayacağına karar vermenin kendisinin tehlikeli olmadığı ve ruhsal bozukluğu olmadığı
görevi olduğunu düşünmesi gerekçesiyle de­ bildirilmiştir. Ancak Donaldson’ın iddiasına ba­
falarca reddetmiştir. Kararı Donaldson’ın bunu kıldığında ruhsal bozukluğu olsaydı bile, tedavi
dışarıda başaramayacağıydı. Hastanın tehlikeli görmediği için tahliyesinin kabulü gerekirdi.
olup olmaması konusunda dışarıda ne kadar iyi Yüksek mahkeme, 20 Ocak 1975’te, “Eyalet
Younberg, Romeo’ya karşı, 102 S Ct. 2452 (1982).
36
anayasal olarak tehlikeli olmayan bir hastayı,
O’Conner, Donaldson’a karşı, 95 S.Ct. 2486 (1973).
37
kendi kendine veya bir refakatçi ya da sorum­
642 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

lu aile üyeleri tarafından güvenliği sağlandıysa, ne zaman karar verebilecektir? Hastanın, bakı­
sınırlandırılamaz” şeklinde bir karar çıkarmış­ mından sorumlu olanların planlarını reddedebil­
tır. 1977’de Donaldson, Dr. Gumanis ve Dr. mesi her zaman onun yararına olur mu? (Stone,
O’Connor’dan 20.000 Amerikan doları tazminat 1975; Winick, 1994). Özellikle bir suçlu, kendi­
almıştır. O’Connor Donaldson davasının sonu­ sine yargılanma yeterliği sağlayacak bir ilacı al­
cu, bir hareketlilik yaratmış ve o zamandan beri mayı redettiğinde ne olacaktır? (Winick, 1993).
ruhsal sağlık uzmanları hastaları alıkoyma ko­ (Daha önce tartışılan Riggins, Nevada’ya karşı
nusunda engellenmiştir. Baş Yargıç Warren E. davasını hatırlayınız.). Tedaviyi reddetme hak­
Burger tedavi hakkı konusunda bazı uyarılar kı, hastanın bu hakla istemediklerini özgürce
bildirmiştir. çürütebileceği anlamına mı gelmektedir? (Ap­
pelbawn & Gutheil, 1980).
Hastalık ve tedaviye ilişkin şu anki tıbbi bilgiyle, teh­ Mahkum hastaların psikotropik ilaçları geri
likeli olabilecek birkaç şey dışında, bir eyaletin ruhsal
çevirme durumları hâlâ tartışılmaktadır. Eelek­
hastalığa önlem alma gücüyle, böyle bir tedavi gerçekçi
bir iyileşme fırsatı verir. Eyaletin kanuna uygun şekilde
trokonvulsif terapi ve psikocerrahi gibi somatik
hastanın özgürlüğünü bazı tedavilerden yoksun bırakma tedavilerin zaman zaman gözden geçiriliyor ve
hakkına sahip olması kabul edilir değildir. Bizim kavramla­ kontrol ediliyor olmalarına karşı, sadece son
rımız bu tür gözden çıkarmaları tolere edemez (O’Conner zamanlarda ruh sağlığı kurumlarında yatan
v. Donaldson, s. 588-589) hastaların kullandığı ilaçlara dikkat çevrilmiş­
tir. Önemli yasal ve etik konular psikotropik ilaç
Donaldson kararı ile, hastaların periyodik tedavisini de kapsamaktadır; çoğu antipsikotik
olarak gözetlenmesi önerilmektedir. Böylece ilaçların yan etkileri hastaya itici gelmekte, ba­
psikiyatri hastanesinde tutulan ve iyileşen (de­ zen uzun süreli kullanımda hastaya zararlı ya
ğişen) kişilerin gözetimde tutulmalarına gerek da etkisiz olabilmektedir. İlaçlar her zaman has­
kalmayabilir. Bu durum yeterince açık olmasına tanın psikososyal sorunlarına yardımcı olama­
karşın gözden kaçırılmaktadır. Örneğin 1986’da yabilir (Negatif semptomlara ilişkin tartışmaya
ki bir davada zihinsel gelişme geriliği olan bir bkz. Bölüm 11). Bunun da ötesinde antipsiko­
kadın hasta tüm yetişkinlik hayatını bir enstitü­ tik ilaçlar herhangi bir düzeni olmaksızın eyalet
de geçirmiştir. 15 yaşında iken bu kuruma gön­ hastanelerinde çoğunlukla tek tedavi türü ola­
derilmiş ve 20 yıl boyunca hiçbir kontrolden ge­
rak kullanılmaktadır.
çirilmeden burada bırakılmıştır38.
Bazı mahkeme kararları bu sıkıntılı konuları,
tedaviyi reddetme hakkı tartışmaları ortaya çık­
TEDAVİYİ REDDETME HAKKI tığında açığa çıkarmaktadır. İlaçların ciddi olum­
Eğer bir hasta uygun tedaviyi bekleme hak­ suz yan etkilerini dikkate almaksızın, gerekçesiz
kına sahip ise özgürlüğünün kısıtlanmasıyla so­ çoklu ilaç, zorlama ve gözdağı kullanıldığının
nuçlanabilecek bir tedaviyi reddetme hakkına ifade edildiği bazı davalara ilişkin 1979 tarihli bir
da sahip midir? Yanıt evettir, her ne kadar te­
kararda, New Jersey Federal Bölge Mahkemesi
daviyi geri çevirmede bazı sınırlamalar olsa da,
yargıcı, ilaçların iyileşmeyi gerçekten önleyebi­
bu, tedavinin zorla kabul ettirilmesi anlamına
leceğini ve bu yüzden de acil durumlar dışın­
gelmez (Schwitzgebel, 1980).
da, sivil mahkûmiyetteki bir hastanın bile, özel
Bir eyalet hastanesinin güncel ilaç tedavisi
yaşam hakları (İlk değişiklik) ve normal süreç
ile grup terapisi sunabilecek uygun bir kadroya
temelinde (14. Değişiklik)39 ilacı almayı redde­
sahip olması gerekir, ancak uzman personel
debileceği kararına vardı. Yargı düzenlemesi
sayısı bireysel terapi için yetersiz kalabilir. Bir
hastanın uygun seçenekleri reddedip, bireysel tüm eyalet hastanelerinde koğuşa sevk edi­
terapide direndiğini düşünün. Hasta istediği len hastalara tedaviyi reddetme konusunda ve
tedaviyi alamazsa hastaneyi dava edebilir mi? ilaçların tüm yan etkilerine ait listenin hastalara
Eğer hastanın tedaviyi reddetme hakkı varsa, ulaşmasına ilişkin bir yardım yapılmasını sağ­
mahkeme eyaletlerin alternatifler üretmesini lamıştır. Bu konuyla ilgili esas nokta; hastalar
göz önüne alarak, gerçekçi bir biçimde bu hakla kendilerine ya da başkalarına zararlı ise başka
ilgili nasıl bir yargıya varabilecektir? Mahkeme bir ifadeyle, acil durumlarda sağlık uzmanının
uzman görüşünün, hastanın isteklerinden daha kararının, tedaviyi reddetme hakkının önünde
önemli olduğuna, özellikle de hasta psikotikse, olmasıdır40.
38
Rennie Klien’a karşı, Sivil Hareket No: 77-2624, New Jersey Federal Bölge 39
Clark Cohen’e karşı, 794 F. 2d 79 cert. Reddedilmiş, 479 u.S. 962 (1986).
Mahkemesi 40
Rennie Klein’a karşı, 720 F.2d 266 (3d Cir.1983).
SİVİL MAHKUMİYET 643
√√

Yasal çevrelerde, ilaç almayı reddetme hak­ hastanın bu tedavi hakkında yazılı izin vere­
kına ilişkin olarak, gönüllü ve gönülsüz hastala­ meyecek kadar ağır psikotik olduğuna inanıl­
rın yararına olup olmadığı sorusu konuşulmaya dığında, ruh sağlığı yasası bazen ikame yargı
devam etmektedir. Hastaların lehine olan karar­ doktrinine başvurur. Bu, eğer karar alma yeter­
lar çoğu kez hastane uzman ekibi tarafından ve­ sizliği olsaydı, hastanın alabileceği karar yerine
rilmektedir. Yargılamalarda tutarsızlık olmasına geçecek yargıdır44. Bu ilke, çözebildiği kadar
rağmen, adli tabloda, hastalara psikotropik ilaç­ da sorun yaratır. Hastanın tedaviyi reddetmede
ları reddetme konusunda düşünce özgürlüğü yeterli olup olmadığına karar verebilme konusu,
ve gizlilik hakkı temelinde kesin haklar tanındığı literatürdeki en anlaşılmaz konulardandır (Ap­
görülmektedir41. En az kısıtlayıcı tedavi ilkesinin pelbaum & Grisso, 1995; Grisso & Appelbaum,
bir uzantısı olarak, Birleşik Devletler Charters’a 1995; Winick 1997).
karşı davasında, hastanın bir gün tehlikeli ola­
bileceği varsayımı ile hükümetin hastayı ilaç KANUNLAR, ÖZGÜR İRADE VE ETİK
kullanmaya zorlamasının olanaksız olduğu ka­ Ruh sağlığı yasası, birçok sosyal bilimcinin
nunlaştırılmıştır. Kamu güvenliğine tehdit açık yaptığından farklı olarak gönüllülüğü yorumlar.
olmak zorundadır ve bu ilaçların getireceği risk­ Sosyal bilimciler paradigmalar içinde çalışırlar
lerin ve kısıtlamaların haklı çıkarılmasına yakın ki, onlar özgür seçime, kanuna göre daha az
olmalıdır. Diğer bir deyişle, zorla ilaç tedavisi önem verme eğilimlidirler, bu fikre sonuna ka­
taşıdığı fiziksel riskler yüzünden özgürlüğü sı­ dar sadıktırlar (Morse, 1993). Psikologların akıl
nırlamaktadır; hastayı özgürlük ve mahremiyet hastanelerindeki güncel uygulamalarla tanışık
hakkından yoksun bırakmak için çok geçerli ne­ olmaları gibi, biz, yatan hastalara (hatta kendi
denler olmalıdır. istekleriyle yatanlara bile) yapılabilen ince bas­
Sağlık uzmanlarının elleri bağlı değildir. Ör­ kılara karşı duyarlayız. Yatan hasta profesyonel
neğin 1987’de hasta psikoaktif bir ilaca zorlan­ hastane personelinin tedavi önerilerini kabul et­
dığı için anayasal hakkı bozulmuş kabul edil­ mesi için yoğun bir baskı altındadır ve iknâ ob­
medi, çünkü hasta ABD Başkanını öldürmekle jesidir. Bunun böyle olması gerektiği tartışılabilir
tehdit etmekteydi ve kendi güvenliği için de ama “gönüllü” ve psikotropik tedavi veya başka
tehlikeliydi, ciddi ruhsal bozukluğa ait iknâ edici bir tedavi rejimine katılacağı konusunda bilgi­
kanıtlar görülüyordu42. Bununla beraber, sağlık lendirilerek karar almış kişiler bile sıklıkla özgür
profesyonellerinin kararı yargısal incelemeye değildir. Bu konu daha karışık ve ruh sağlığı ya­
konudur43. sasının değerlendirmesinden daha sıkıntılıdır
Tedaviyi reddetme hakkının karşıtları, hasta­ -ve uzmanların tartışmaları da karmaşıklığı ve
nelerin hastalara uygulanan tedavinin kısıtlılığı sıkıntıyı gidermez.
yüzünden ambara dönüştüğü endişesindedirler. Biz, bazen yasal tartışmalarla örtülen bu etik
Psikiyatrlar, avukatların ya da mahkemenin, aşı­ konuyla derinden ilgileniyoruz
rı ruhsal bozukluğu varmış gibi görülen hastala­
rın aslında mahkemede kendini inandırmak için Hastanın terapiyi reddetme hakkının olması görüşü­
ya da tedavi görmedikleri düşünülsün diye böy­ nün arkasındaki en önemli güç, tedaviyi değiştirme veya
le göründüklerine inanmayacaklarından endişe kabul etme kararının kazanımındaki riskler ve yararlarının
ağırlığını kabul etmektir. Hangi risklerin kabul edilemez
etmektedir. Geçenlerde yayınlanan Amerika’nın
ve hangi yararların istenebilir olduğunun değerlendirme­
Ruhsal Sağlık Krizi (America’s Mental Health
sinde kişisel tercihler rol oynar. Örneğin; doktorun, karşı
Crisis) adlı kitapta, psikiyatrist E. Fuller Torrey çıkmasına rağmen bir hastayı, psikotropik ilaçlarla tedavi
%90’ın üzerinde psikotik hastaların durumlarıy­ etme kararı “psikozdan özgür olmak” değer yargısını taşır.
la ilgili hiç bir içgörüye sahip olmadıklarını ileri Bu doktorun, “psikozdan özgür olmak, hastanın istekleri­
sürmüştür. Tedavi görmeleri gerektiğine inan­ ne önem vermenin ve onu yan etkilere maruz bırakma­
madıkları için, tedaviyi reddetme haklarıyla (ilaç nın maliyetine göre ağır basar” bakış açısını yansıtır. Bu,
tedavisi, terapiler ve hastane bakımı) durum­ en azından doktor ve hastanın en iyi terapinin ne olduğu
konusunda her zaman aynı fikirde olmadıkları anlamına
ları ümitsiz ve ürkütücü hale gelmiştir (Torrey,
gelir.......[Ayrıca, psikiyatristin sadece hastanın en iyi çıkarı
1996). Hastanede yatmakta olan bir mahkum
için hareket ettiği söylemi] bir başkasının çıkarına karışa­
41
Birleşik Devletler Charters’a karşı, 829 F.2d 479 (1987); Birleşik Devletler bilmek için genel bir mazerettir. Toplum, bununla beraber,
Watson’a karşı, 893 F.2d 970 (1990). genellikle kişinin sadece kararlarını yönetmez. Çünkü nes­
42
Dautremont Broadlawns hastanesine karşı.
43
Birleşik Devletler Charters’a karşı, 863 F.2d 302, cert. Reddedilmiş, 494 U.S.
1016 (1990). 44
Weedon’un vasiliği, 565 2d. 432409 Mas.196 (1991).
644 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

nel olarak hastanın iyiliği için olup olmadığını değerlendi­ karlarını korumak, bir kurumsal gözlem kurumu­
remezler. İnsanların idamdan sigara içmeye kadar bütün nun (hastanenin tüm tedavi ve araştırma aktivi­
tehlikeli aktivitelere katılma izni vardır (Clayton, 1988, s. telerini gözden geçiren bir grup profesyonel ve
19-20).
kanun adamı) sorumluluğunda olmalıdır. Kurul
hastaların hastaneden gitmelerini sağlayacak
Seçim özgürlüğü ile ilgili sorular Odak
ve asgari hedefleri başaracak hangi tedaviyi
20.5’de tartışılmıştır. Tedavi hakkı, tedaviyi red­
alacaklarını hastalar için karar verecektir.
detme hakkı ve en az kısıtlayıcı ortamda tedavi
Eğer hastaların asgari seviyelerin üstünde
edilme; bunlar bağdaşabilir mi? olduğu görülürse optimal amaçları sağlayan
hastaların (ses becerisi kazananlar, lise diplo­
TEDAVİ HAKLARI, TEDAVİYİ ması alanlar ve hastanın yaşam kalitesini artı­
REDDETME HAKKI VE EN AZ KISITLI ran diğer lüks şeyler) tedavileri reddetme hakkı
ORTAMDA TEDAVİ OLABİLME olmalıdır. Paul ve Lentz’e göre hedefleri öyle
UZLAŞTIRILABİLİR Mİ? hayati olmalıdır ki, hasta onlarla birlikte çalış­
Yıllar boyunca geliştirilen, mahkemeleri ve maya zorlanabilsin.
ruh sağlığı profesyonellerini, sivil mahkûmiyete
tabi tutulan ruh hastalarına karşı Anayasal so­ KURUM DIŞINA ÇIKARMA, İNSAN
rumlulukları konusunda yönlendiren bazı yasal HAKLARI VE RUH SAĞLIĞI
ilkeleri gözden geçirdik. Yine de yürütülen ha­
reketlerin biri diğeriyle zıtlaşabilir. Temel sorun Mahkeme kurallarının toplam etkisi, Wyatt,
tedavi olma hakkı ve tedaviyi reddetme hakkı Stickney ve O’connor, Donaldson da olduğu
ile en az kısıtlayıcı tarzda tedavi edilme hak­ gibi, ruh sağlığı profesyonellerinin dikkatini in­
kının uyumunun sağlanabilirliğidir. 1970’lerde sanları kendi arzuları dışında ruh hastanelerine
Paul ve Lentz (1977) tarafından, bir ruh sağlığı koyma konusunda daha dikkatli ve bağlı olmaya
merkezindeki sosyal öğrenme ve çevre terapi­ çekmeli ve hastaların ihtiyaçları için daha özgül
tedavilerin geliştirilmesine eşlik etmelidir. Ruh
leri hakkındaki makalelerinde yaratıcı bir teklif
sağlığı kuruluşlarındaki bakım kalitesinin yük­
öne sunulmuştur. Belli şartlar altında ruh hasta­
seltilmesi için eyalet hükümetlerine baskı kon­
sı (mahkum ruh hastası) belli bir terapi progra­
maktadır. Hastane bakımındaki suiistimallerin
mına zorlanabilir ve zorlanmalıdır. Hatta hasta
dokümantasyonu ışığında bunlar cesaret verici
katılmak istemediğini söylese bile. Bu şartlar
gelişmelerdir. Ama durum o kadar pembe değil­
Rennie ve Klein’ın istediği gibi aciliyetlerde de
dir. Hâkimlere göre hasta bakımı asgari stan­
olmayabilir.
dartlarla buluşmalıdır, kazanç amaçlı hedeflere
Paul ve Lentz, bazı hastanelerin asgari, di­
dönüşmemelidir. Para limitsiz bir kaynak değil­
ğerlerinin optimal hedefleri olduğunu ve kuru­
dir ve 1960’lardan beri ruh hastalarının bakımı
luşların hastaları asgari hedeflere doğru itmesi
hükümet için öncelikli değildir (sosyal ve davra­
haklarının ve ödevlerinin olması gerektiğini öne nışsal bilimler için araştırma desteği de öyle).
sürdüler. Asgari hedeflerin başarısı (öz bakım, Psikopatolojinin doğası, korunma ve tedavi
örneğin; sabah kalkmak, yıkanmak, yemek hakkında öğrenme ihtiyacının ne kadar arttığı
yemek vb; diğerleriyle en basit anlamda ilişki önemli bir noktadır.
kurmak ve şiddet yoksunluğu), hastaların daha 1960’lardan beri birçok eyalet Ruh hastane­
az kısıtlayıcı ikametine izin verir. Semptomatik lerinden birçok hastayı mümkün olduğunca çı­
davranışın ortadan kalkması asgari hedef ola­ kararak ve başvuranları cesaretlendirmeyerek
rak değerlendirilebilir (Eğer yerel toplum, has­ kurum dışına çıkartma (deinstitualization) politi­
taları en azından toplum standartlarına yakın kasına başladı. 50’lere ve 60’lara göre sivil mah­
şekilde rahat ettirebilirse)45. Paul ve Lentz eğer kûmiyetin başarılması daha güçtür ve mahkum
belli tedavilerin asgari hedefleri başardığı görgül hastalar insan haklarına saygılı avukatların yar­
kanıtlarla gösterilirse (onların çalışmasındaki dımıyla hastanelerdeki tedavilerin çoğunu red­
sosyal öğrenme programı gibi), hastalar bunla­ dedebiliyorlar. 1950’lerde eyalet ruh hastanesi
ra katılmaya zorlanabilir (hatta hastalar ve yasal nüfusu yarım milyon hastayla en üst düzeye
koruyucuları istekli olmasalar da). Hastaların çı­ ulaşmıştır. 1990’ların ortasında ise yüz binlere
düşmüştür. Şimdiki slogan “onları toplum içinde
Birçok terapist hastaları toplum standartlarına uymaya zorlamakla suçlanır, bu tedavi et”, herhangi bir şeyin kurumsallaşmaya
45

da sorgulamaya açıktır. Burdaki temel sorun ruh hastalarının temiz ve kemerli bir
pantolon giymesinden çok onların bir pantolon giyip giymemesidir. göre tercih edilebileceğini farz eder.
SİVİL MAHKUMİYET 645
√√

Ama ya toplum onların taburcu edilmesine giyerler. Bir kadın her gece ülserli bacaklarını temizleyip
göre önceki gibi hastanede yatmalarını daha kağıt havlularla sarar. En çok istenen şey tuvalet oda­
yararlı bulursa? Hastane dışındaki imkânlar bu cıklarını mahremiyet ve sıcaklık için gazetelerle kaplayıp
rezervuar etrafında uyumaktır. Tuvaletler kapılınca, ka­
hastalara uyumlu olmaya hazır değildir. Bölüm
lanlar duvar kenarlarında uyur, birisi el kurutma makinesi
19’da tarif edilen bazı umut verici programlar altındaki bir kutudadır. Böylece doğrudan ılık hava alabilir.
istisnadır, kural değildir. Yüzbinlerce kronik ruh Kadınlardan biri düzenli olarak yerleri lavabo ve tuvaletleri
hastasının yeterli iş eğitimi verilmeden ve onlara temizler. Böylece kullanıma ait izler kalmamış olur (Bonşo­
yardım edecek toplum servisleri olmadan salıve­ ter & Hopper, 1981, s. 77).
rilmesi, istenmeyen sosyal krizlere yol açar. Bu
kurum dışına çıkarmanın kronik ruhsal hastalık Hiç kimse evsizlerin kaç tanesinin ruh hasta­
oranını düşüreceği çok şüphelidir. Gralnick’in nesinden çıkan hastalar olduğunu bilmiyor. Ev­
(1987) tartıştığı gibi, akut hastalar genellikle ih­ siz olmayanlar marjinal ve sağlıksız bir şekilde
mâl edilir. Çünkü kendilerine ve çevrelerine za­ bakım evlerinde, hapishanelerde, çok kötü otel­
rar vermeyecek durumda olmadıkça (ki, bunun lerde yaşar. Topluluğun görünür kısmı oldukları
oluşumu yıllar alabilir ve bu süre içinde sorunlar halde birçok başka insanın da işlevini kaybet­
kronikleşir ve başa çıkmak zorlaşır), onlara uy­ mesi ve evlerinden atılmasıyla görünülebilirlik­
gulanması zordur. Buradaki ironi, kurum dışına leri azalabilir. Hiç şüphesiz evsiz olma durumu
çıkarmanın (azaltmak için tasarlandığı) kronik bu ruh hastalarının duygusal acılarını artırmak­
ruhsal hastalığı artırmasıdır. tadır. Sayıları ne olursa olsun ruh hastaları ev­
Gerçekte kurum dışına çıkarma yanlış bir sizler topluluğunun özellikle savunmasız parça­
isim olabilir. Başka kurumlara aktarma (trans’m- sı olarak kalırlar.
stitutionalization) daha uygun olabilir. Devlet Evsizlik ve ruh hastaları arasındaki ilişki Ulu­
akıl hastanelerindeki nüfusun azalması, hapis­ sal Bilim Akademisi’nin (National Academy of
hanelerde, bakım evleri ve psikiyatrik olmayan Sciences) bir komitesi tarafından sayılıp, analiz
hastanelerin ruh hastalığı bölümlerindeki nüfu­ edildi. (NAS, evsiz insanlar için sağlık bakımı ko­
sunun artmasıyla sonuçlanır (Kiesler, 1991). Ve mitesi, 1988, Leeper’ da özetlendi, 1988). Evsiz
bu yerler hastaların ihtiyaçlarını yeterince kar­ nüfusunun %25-40’ının alkolik olduğu hesap­
şılayacak donanıma sahip değildir. Kurumsuz­ landı. Bu oranlar şizofreni gibi bazı ruh hastalığı
laştırma hareketinden önce yeniden hastaneye türleri için benzerdi. Bu sorunlar onların göçebe
başvurular %25 iken 1980’lerde %80’lere yük­ ve tehlikeli varoluşlarıyla ağırlaşmaktadır. Evsiz
selmiştir (Paul & Menditto, 1992). insanlar özellikle kadınlar, evsizler için yapılmış
Ruh hastanelerinden çıkarılan hastaların barınaklarda bile şiddet ve tecavüz kurbanları­
çoğu Emekliler İdaresinden ve Sosyal Güvenlik dır (D’Ercole & Struening, 1990). Evsizler ara­
Yetiyitimi Sigortasından yararlanabilir. Fakat bü­ sında çocuklar da bulunmaktadır. Komite bunu
yük bir bölümü bunları almıyor. Evsiz insanların “ulusal utanç” olarak tanımlamıştır; bu gençler
belli bir adresleri yoktur; uygunluğa ve bakacak gelişme dönemlerini kaotik ve tehlikeli ortamlar­
yere başvurmak için yardıma ihtiyaçları vardır. da ciddi stres altındaki ebeveynlerle gelişmeye
New York’da eski ve saygı duyulan bir sosyal zorlanırlar. Bir komite üyesi bir röportajda şun­
ajans olan Comminity Service Society’nin yap­ ları belirtti. Birçok çocukta gelişme geriliği var.
tığı bir çalışmada, psikiyatrik hastanelerden İki yaşında yürüyemeyen, altı aylık bebek ve
çıkarılan insanlar, caddelerde, tren ve otobüs anneleri onlara istedikleri bakımı vermediği için
terminallerinde, boşaltılmış binalarda, metro­ dört yaşında oldukları halde annelerine bir ya­
da, Büyük merkezi istasyondan kuzeye uzanan şındaymış gibi davranan çocuklar gördüm (Le­
bulvarın kanalizasyon tünellerinde, toplum ku­ eper, 1988, s. 8). Bu çocuklar sıklıkla okuldan
ruluşları, kiliseler ve yardım kuruluşlarının barı­ uzaktırlar; kaygı, depresyon ve madde bağımlı­
naklarında yaşarken bulundular. Bu insanların lığından muzdariptirler, ayrıca fiziksel ve cinsel
yaşamları umutsuzdu ve bu rapor 1981’de ya­ istismara uğramaları bir sürpriz değildir.
zıldığı halde durum değişmemiştir. 1990’ların sonlarında olan bu tür olaylar ku­
rum dışına çıkarma politikasını ters çevirmeyi
[Bir tren istasyonunda saat 23.00] Çalışanlar işi bıra­
kınca kadınlar saklandıkları kovuklardan çıkıp tuvaletlere
haklı kılar mı? NAS komitesi öyle düşünmüyor;
giderler. Orada soyunur kendilerini ve giysilerini yıkarlar. çünkü onlara göre sorun toplumun, bu kitapta
El kurutma makinesi önündeki kuyruk uzunluğuna göre, daha önce bahsedildiği gibi uygun bir yaşam ve
giysilerini kuruturlar, çantalarına koyarlar veya onları ıslak rehabilitasyon sağlamakta başarısız olmasıdır.
646 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

Bu hastaların yatkınlığı, ilk 1982 Ocağında, 61 yaşında TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA


eski bir psikyatrik hastanın bir New York sokağında karton
bir kutuda ölü bulunmasıyla açıklığa kavuştu. Yeniden ser­ ETİK İKİLEMLER
tifikasyonu için belgeleri yanlışlıkla iptal edildiğinden beri,
sekiz aydır o kutuda yaşıyordu. Onu yeniden yerleştirmeye Bu kitapta “ne olduğu” ve “ne olması düşü­
çalışan çeşitli kurumların çabalarını reddetmişti. Onun bir nüldüğü” üzerine yoğunlaşan bir çok veri ve ku­
hastaneye götürülmesiyle ilgili mahkeme kararı çıkmadan ramı inceledik. Kanunlarımızda sıkça belirtilen
saatler önce de hipotermiden öldü. etik ve değerler bir başka tartışma konusudur.
Bu olay HELP (yardım) projesinin oluşturulmasına ne­ “Ne olduğu” ile ilgili az şey yapıldığı için ne ol­
den oldu. [Homeless Emergency Liaison Project (evsiz acil
ması gerektiği ile ilgileniyorlar. Bu farkı anlamak
bağlantı projesi)]. Bu mobil psikiyatrik bir ekipti, psikiyatrik
çok önemlidir. Verilen bilimsel bir paradigma ile
yardım ihtiyacı olan evsiz insanları tanımlıyor, yardım ve
inandığımız şeyin gerçekliğini inceleyebiliriz.
geliştirme için kendilerini irade dışı tehlikeye sokabilecek
evsiz kişileri hastaneye götürmek için eyalet ve yerel ya­
Felsefi ve etik çalışmaların ortaya çıkardığı gibi,
saların otoritesine sahipti. (Comittee on Goverment Ope­ yine de, insanların binlerce yıldır ne olması ge­
rations, 1985, s. 5)46. rektiği ile ilgili tartışmaları ayrı bir konudur. “On
Emir” böyle cümlelerdir. İnsan davranışlarıyla
Şizofrenik bireylerin profesyonel bakım ge­ ilgili yasak reçetelerdir. Örneğin; sekizinci emir,
reksinimi duyan hasta insanlardan çok, uyum­ çalmamalısın; çalmak sıklıkla olan bir şey olma­
dığı için, insani bir durumu tarif etmez. Bu, as­
suz, ilaç bağımlısı ve dilenciler olarak görülme­
lında insanların arzu etmesi gereken bir idealin
sinden korkulduğu ifade edilmiştir (Gralnick,
seslendirilmesidir. Çalmayı yasaklamanın etik
1986). Çoğu, ruh sağlığı kliniklerinden çok,
kodunun doğruluğu çalan insan oranı ile ilgili
hapishanelerde, barınaklarda ve kilise merdi­
değildir. Ahlâk ve veri, ciddi söylemin (discour­
venlerinde ölürler. Geniş tabanlı bir çalışmada
se) iki ayrı sahasıdır.
(Teplin, 1984) polis memurlarının %20 oranın­ Bu Bölümde daha sonra gözden geçirilecek
da, tutuklamak için bir neden olmaksızın sade­ olan yasal eğilimler ruh sağlığı profesyonelleri­
ce ruh hastalığı belirtileri gösteren kişileri tutuk­ nin aktiviteleri üzerindedir. Bu yasal zorlamalar
lama eğiliminde oldukları bulunmuştur. Ayrıca önemlidir. Çünkü, kanunlar hepimizi belli bir şe­
bu kişilere verilebilecek her tedavi biyolojik ve kilde davranmaya yönlendirmede toplumun en
ilaç bazlı olmalıydı. Çünkü bu tür bir tedavi daha önemli araçlarından biridir. Psikologlar ve psi­
ucuz ve doğrudandır ve herhangi bir psikotera­ kiyatrlar mesleki ve etik kurallara tabidirler. Bü­
piye, yakın insanlar arası ilişkiye ihtiyaç duymaz tün meslek kuruluşları yapılması gerekenlerle,
(Gralnick, 1986). Psikolojik faktörler hariç tutu­ yapılmaması gerekenleri duyururlar. Talimatlar
larak biyolojik faktörler vurgulanır47. Bu nokta ve kurallarla, bir dereceye kadar, terapistlerin
ciddi ruhsal hastalığın tamamıyla anlaşılmasını hastaları ile yapacaklarını sınırlarlar. Mahke­
engeller ki, bu alanda çalışan çoğu kişi, biyolojik meler ise bu tür sorunların bazıları hakkında
yatkınlıklar ve çevre stresörleri arasındaki kar­ kararlar çıkarmışlardır. Çoğu zaman, etik olma­
maşık ilişkileri gözler. Gralnick, psikiyatrik has­ dığına inandığımız şey, aynı zamanda yasal da
tanelerin restore dilerek önceki gibi şizofreninin değildir. Ancak bazen de var olan yasalar, bizim
tedavi ve araştırma merkezleri haline getirilme­ ahlâki değer yargılarımızla, doğru - yanlış duy­
sini önerir. Ayrıca bu araştırmalar hastaları has­ gumuzla çatışır. Şimdi psikolojik inceleme yap­
taneden taburcu edildikten sonraki bakımlarını manın ve başka insanların yaşamlarına yönelik
da etkin bir şekilde izlemelidir. müdahalenin etiğini gözden geçireceğiz.

46
Kişinin kendisi ya da ailesi için gerçek tehdit oluşturmayıp sadece caddelerde ARAŞTIRMADA ETİK
evsiz dolaşması ve sefil yaşaması durumunda bile, ibrenin gönülsüz hastaneye
yatırılmadan yana döndüğüne ilişkin belirtiler var. “Kendisine veya başkalarına KISITLAMALAR
zarar vermenin” yerine “sürekli ve akut yetersiz olma” durumu geçiyor.
(Shogren, 1994). Kişilerin isteği dışında hastanede tutulmasını gitgide daha Bilimin doğasında, yapılabilecek bir şeyin
zorlaştıran mahkeme kuralları ve kanunların ışığında bu eğilimin nasıl gelişeceği
görülecektir. denenmesi yatar. Eleştirilmeye en açık etik du­
Gralnick tanı, etiyoloji ve tedaviye biyolojik yaklaşımla ilgili büyük ilerlemelerin
yarsızlığının kanıtlarını, II. Dünya Savaşı sıra­
47

yapılmadığını tartışmıyor, -kişinin buna inanması için gerçekle bağını kopartması


gerek.- Aslında, şizofrenik insanların kişisel çıkmazlarından uzaklaşıp, bilimsel sında toplama kamplarındaki esirlerle acıma­
olarak gereksiz ve sosyal olarak sorgulanabilir üzüntü verici yaşam koşullarının
yok farzedilmesiyle, kurum dışına çıkarmanın yanlış yönetilmesine yönelmenin sız deneyler yapan Alman doktorları gösterdi.
bilimsel avantajları arttırdığını belirtir olması ve bu araştırmanın taburcu edilen
hastaların sonraki bakımları için iknâ edilmesi üzerinde yoğunlaşmasını tavsiye
Örneğin bir deneyde, sürekli kafalarına ağır
eder. bir sopayla vurulduğunda insanların ne kadar
TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 647
√√

uzun yaşadığı sorgulanmıştır. Bu çeşit bir de­ düşük, azınlık gruplarının üyeleri, ruh hastaları,
neyden önemli bilgiler elde edilse bile (ki bu çok huzur evi sakinleri ya da mahkûmlardı. Araştır­
şüpheli görünüyor), böyle eylemler bizim ter­ maları çoğunlukla federal bütçelerle destekle­
biye ve ahlâk değerlerimize karşıdır. Savaştan nen bilim adamları, o zamanlarda radyasyonun
sonra Müttefik Güçleri tarafından düzenlenen zararlı etkilerinin çok az bilinmesine rağmen,
Nürnberg Mahkemeleri bu ve bunun gibi başka tehlikelerin büyük olduğunu biliyorlardı ve bu sa­
barbarlıkları açığa çıkardı ve bu tip eylemlerde dece şu gerçekle gösterilebilirdi: “Fakir ve siyah
bulunan veya eşlik eden askerleri, doktorları ve insanlara yapıyorlardı. Mayo Clinic’de bunun
diğer Nazi görevlilerini, sadece emirlere itaat et­ yapıldığını göremezdiniz” (bazı denekler için
tiklerini söylemelerine karşın çok ağır cezalara açılan tazminat davasında konuşan bir avukat,
çarptırdı. Healy’den alındığı gibi, 1994). Bazı deneylerde,
İnsan ahlâkının bu kadar büyük ölçüde ihlâ­ radyasyona maruz kalmanın güvenli miktarları­
linin sadece Üçüncü Reich gibi cani devirlerde nı belirlemek amacıyla kadınlara hamilelikleri­
olduğunu söyleyebilmek rahatlatıcı olurdu ama nin son üç ayında radyoaktif bir karışım verilirdi
ne yazık ki durum böyle değil. İşlerine olan he­ veya sperm üretimini etkilemeye başlamadan
vesleriyle kör olan Amerika ve diğer ülkelerdeki önce personelin radyasyona ne kadar dayana­
araştırmacılar, insan denekleri ayıplanacak şe­ bileceğini saptamak üzere testislere radyasyon
killerde kullanmışlardır48. verilirdi. Bu deneylerin Nürnberg Mahkemele­
Harvard Tıp Fakültesinden bir profesör, Hen­ rinden çok yıllar sonra gerçekleşmesi çok dü­
ry K. Beecher, 1945’den bu yana tıbbi araştırma­ şündürücüdür.
ları inceledi ve şunu buldu: “[deneylerde denek Bilim adamlarının eğitimi onları ilginç ve ba­
olarak kullanılan] çoğu hastaya hiçbir zaman zen önemli sorular yöneltme ve karışıklardan
riskler açıkça anlatılmamıştı ve... yüzlercesi, mümkün olduğunca uzak araştırmalar yürüt­
çok ciddi sonuçlarla karşılaşılmasına rağmen, me konusunda çok iyi hazırlar. Ama insanları
bir deneyde kullanıldıklarını bilmemişlerdir.” ilgilendiren bir dizi sorunun takip edilip edilme­
(1996, s. 1354). Bir deney ateşli romatizmanın mesine karar vermelerine yarayan özel bir ni­
tedavisi için penisilin ve bir plaseboyu (İlaç etkin telikleri yoktur. Toplumun bilgiye ihtiyacı vardır
maddesi taşımayan ancak ilaca benzer hap ya ve bir demokraside bir bilim adamının bu bilgiyi
da sıvı) karşılaştırıyordu. Penisilinin zaten strep­ aramaya hakkı vardır. Ama deneylerde katılımcı
tokok kökenli solunum hastalıkları olan kişilere olarak kullanılan sıradan vatandaşlar gereksiz
ileride ateşli romatizma geçirmesini önlemek zararlardan, risklerden, küçük düşmekten ve
için verilen en iyi ilaç olduğu onaylanmıştı, ama özel hayatlarına müdahaleden korunmalıdır­
109 servis personeline bilgi ve izinleri olmadan lar49.
plasebolar verildi. Penisilin verilen hastaların Bazı uluslararası etik kanunları bilimsel
sayısı, plasebo verilenlerinkinden fazlaydı ama araştırmaların yürütülmesiyle ilgilidir - Nazi sa­
kontrol grubundan üç kişi çok ciddi hastalıklara vaş suçları mahkemelerinden sonra hazırlanan
yakalandı-iki tanesinde ateşli romatizma vardı Nürnberg Kanunu, Helsinki Beyannamesi ve İn­
ve birinde bir böbrek hastalığı olan (acute neph­ giliz Tıbbi Araştırma Komitesi’nden açıklamalar.
ritis). Penisilin verilenlerin hiçbiri bu tip hastalık­ 1970’lerin başlarında Amerikan Sağlık, Eğitim
lara yakalanmadı. ve Refah Bakanlığı, insan denekleri içeren bi­
Yarım asır sonra, Ocak 1994’de, konu üze­ limsel araştırmalar için kurallar ve kısıtlamalar
rindeki araştırmacı gazeteciliği sayesinde Pulit­ çıkarmaya başladı.
zer Ödülü’ne layık görülen Eileen Welsome’in Ek olarak, bir mavi-kurdele paneli, Biyome­
da desteğiyle, Amerikan Enerji Bakanlığı, dikal ve Davranış Araştırmalarındaki İnsan De­
1950’lerle 1970’ler arasında gerçekleşmiş ve neklerini Koruma Ulusal Komisyonu, psikiyatrik
yüzlerce deneği -genellikle izin ve bilgileri ha­ enstitülerdeki hastalar, mahkûmlar ve çocuklar
ricinde- zararlı dozlarda radyasyona maruz bı­ üzerinde yürütülecek araştırmalara, federal hü­
rakan birçok deneyi kamuoyuna sunmaya baş­ kümetin getirebileceği kısıtlamaları tartışan otu­
ladı. Olay büyük ilgi gördü, çünkü katılımcıların rumlar ve soruşturmalar düzenledi. Birkaç yıl
çok büyük bir kısmı sosyoekonomik düzeyleri boyunca, çoğu psikopatoloji ve terapi dallarında
deney yapan davranışçı araştırmacıların öneri­
Hayvanlar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, zaman zaman deneklerine
leri, hastanelerde, üniversitelerde ve araştırma
48

sebepsiz yere kaba davranırlar. APA’in laboratuar hayvanlarına rahatsız


etmeksizin ve tehlike yaratmaksızın, nasıl davranılacağına ilişkin el kitabı vardır.
Katı standartlar Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından da duyurulmuştur. 49
Bu tümce görgül olmaktan çok etik bir tümcedir.
648 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

enstitülerinde inceleme kurulları tarafından, gü­ sıkıntılı hale getirdikleri için, bilim adamları belli
venlik ve genel etiğe uygunluk açısından tartı­ konularda çalışmalara başlamayacaklar mı?
şıldı. Bu komiteler -ve burası çok önemlidir- sa­ Bir diğer zorluk ise, araştırmacının, katılımcı­
dece davranış bilimcileri içermez, yanlarında nın bilgilendirilmiş onamının aldığının gösteril­
toplumdan başka vatandaşlar da vardır; avu­ mesinin kolay olmamasıdır. Epstein ve Lasagna
katlar, öğrenciler ve birçok disiplinden uzman­ (1969), deneylere gönüllü olarak katılanlardan
lar, örneğin İngilizce, tarih ve din profesörleri. yalnızca üçte birinin deneyin ne içerdiğini ger­
Topluca verdikleri kararlar aracılığıyla, katılım­ çekten anladığını buldular. Daha özenli bir ça­
cıları çok büyük tehlikeye sokacaklarına inan­ lışmada, Stuart (1978) çoğu üniversite öğren­
dıkları noktaların değiştirilmesini isteme veya cisinin, kendilerine açıklandığı ve katılmayı
araştırma önerisinin tamamen engellenmesini onayladıkları halde, basit bir deneyi tam olarak
sağlama haklarına sahiptirler. Son zamanlarda anlatamadıklarını ortaya çıkardı. Bir onam for­
bu tip komitelerin, önerilerin bilimsel başarıları mundaki imza, bilgilendirilmiş onamın alındı­
hakkında karara varmaları da önerildi; önerinin ğının kesin kanıtı değildir ve bu durum, insan
arkasındaki mantık ise geçerli veri elde edile­ deneklerin araştırmalarda yer almalarını dü­
meyecek bir çalışma için katılımcı alınmasının zenleyen yasaları korumaya çalışan soruştur­
etik olmadığıdır (Rosenthal, 1995). macılara ve inceleme kurullarına sorun çıkarır.
Benzer bir sorun klinik ortamlarda da görülür;
BİLGİLENDİRİLMİŞ ONAM buradaki soru, hastaların, antipsikotik ilaçların
Araştırmalardaki katılım, çok önemli bir nok­ doğasını anlayıp anlamadığıdır. Irwin ve ark.
ta olan, bilgilendirilmiş onam (informed consent) (1985), çoğu hastanın ilaçların yararlarını ve
kavramını ortaya çıkarır. Mahkum edilmiş ruh yan etkilerini anladıklarını söylemelerine kar­
hastalarının tedaviyi reddetme haklarını kaza­ şın, kendilerine hakkında sorular sorulduğunda
nıyor olması gibi, herhangi bir kişi bir deneye sadece dörtte birinin gerçekten anladığının gö­
katılmayı reddedebilir. Araştırmacı, insanların rüldüğünü bulmuştur. Yazarlar, hastanelerdeki
katılımcı olmakla beraber alacakları riskleri an­ hastalara -özellikle de daha ciddi durumdaki­
lamaya ve katılıp katılmayacaklarına karar ver­ lere- sadece bilgilerin okunmasının, anladıkla­
meye yetecek kadar bilgi vermelidir. Aday katı­ rının garantisi olmadığına, böylece bilgilendi-
lımcılar, yasal olarak izin verebilecek durumda rilmiş onamın alındığının söylenemeyeceğine
olmalılar ve iznin alınmasında hiçbir hile veya karar verdiler.
baskı olmamalıdır. Örneğin, bir deneysel psi­ Genelde, tedaviyi reddetme hakkında olduğu
kolog, resimlerin, üniversite öğrencilerinin bir gibi, kişinin ruh hastası olduğuna karar verilme­
kelimeyi başka bir kelimeyle ilişkilendirmelerine sinin, -yani şizofreni teşhisi konulması ve has­
yardımcı olup olmadığını belirlemek isteyebilir. taneye kaldırılması- kişinin rızasını vermesine
Bir grup öğrenciden, iki sözcüğü, akıllarında iki­ engel olmadığı giderek daha geniş çevrelerce
sini bağdaştıran canlı bir resim yaratarak ilişki­ anlaşılıyor (Appelbaum & Gutheil, 1991; Grisso,
lendirmeleri istenecektir, mesela bisiklete binen 1986). Grisso ve Applebaum (1991) tarafından
bir kedi. Aday bir katılımcı, deneyin sıkıcı olabi­ yürütülen bir deney, tedavi konularının şizof­
leceğini düşünürse katılmayı reddedebilir; hatta renik hastalar tarafından, psikiyatrik olmayan
herkes istediği zaman, ceza korkusu olmaksı­ hastalara göre daha az anlaşılmasına karşın,
zın deneyden çekilebilir. şizofrenik hastaların çok farklı şeyler anladığını
Yukarıda anlatıldığı gibi bir eşleştirme-ilişki ortaya çıkardı; bazıları psikiyatrik olmayan has­
deneyi zararsız olabilir, ama ya deney bir ilacı talar kadar iyi anlayabiliyordu. Bu sonuçlar, kişi­
yutmak gibi gerçek riskler taşırsa? Ya aday ka­ nin şizofreni yüzünden hastaneye kapatılması­
tılımcı mahkûm edilmiş bir ruh hastasıysa ya da na bakılarak izin veremeyeceğini kabul etmek
zihinsel özürlü bir çocuksa ve söylenenleri tam yerine, kişilerin izin verebilecek beceride olup
olarak anlayamıyorsa? Böyle bir kişi kendini öz­ olmadığının saptanması için bireysel muayene­
gür hissetmeyebilir, hatta katılmayı reddedebile­ lerin gerekli olduğuna işaret etti. Örneğin, New
cek durumda bile olamayabilir. Peki ya katılım­ York eyaletindeki hastanelerde bir hasta onam
cınınkiler kadar düşünülmeyen araştırmacının vermeden önce, çalışma lisanslı bir psikolog
hakları ve yarım bırakılmış önemli araştırma­ veya psikiyatrın, hastanın bunu yapabileceğine
ların topluma bedeli? İnceleme kurulları, katı­ karar vermesi gerekir. Yani, profesyonel karar
lımcılardan iznin alınmasını gereksiz şekilde gerekmesine ve bu yüzden hatalı olabilmesine
TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 649
√√

rağmen, bir kişinin ruh hastası olarak teşhisinin bilgilerin açıklanması bu tehlikeleri giderecekse
bilgilendirilmiş onam vermesine engel olmama­ (Odak 20.3’ü hatırlayın).
sı gerçek bir ihtimaldir.
HASTA YA DA MÜŞTERİ KİMDİR?
GİZLİLİK VE AYRICALIKLI İLETİŞİM Klinikçi için müşterinin kim olduğu her zaman
Bir kişi bir doktora, bir psikiyatra veya bir kli­ açık mıdır? Kişisel terapide, bir yetişkin bir kli­
nik psikologa başvurduğu zaman, profesyonel nikçiye, yasal sistemle alakası olmayan özel bir
etik kurallar tarafından, seansta olanların gizli sorunuyla ilgili, bir ücret karşılığı yardım almak
kalacağı güvence altına alınır; gizlilik (confi­ üzere başvurduğunda, başvuran kişi açık bir
dentiality), hiçbir şeyin, diğer profesyoneller ya şekilde müşteridir. Ama bir kişi, bir klinikçi tara­
da hemşire veya tıbbi sekreter gibi tedaviyle ya­ fından mahkemeye çıkma yeterliliğini saptamak
kından ilgili kişiler haricinde, üçüncü bir kişiye için muayene edilebilir ya da klinikçi kişinin aile­
açıklanmaması demektir. si tarafından, sivil mahkûmiyet davalarında yar­
Ayrıcalıklı iletişim (privileged communicati­ dımcı olması için tutulabilir. Belki klinikçi, bir ruh
on) biraz daha ileri gider. Gizlilik ilişkisi içindeki hastanesi tarafından kadrolu personel olarak
iki kişinin, kanun tarafından korunan iletişimidir. işe alınmıştır ve belli bir hastayı, saldırgan dür­
Böyle bir iletişim dâhilindeki biri, yasa tarafından tülerini kontrol etmesindeki sorunları yüzünden
bildiklerini tanık olarak anlatmaya zorlanamaz. görüyordur. Böyle durumlarda klinikçinin bir­
Ayrıcalıklı iletişim hakkı, adli davalarda mahke­ den çok müşteriye hizmet ettiği açık olmalıdır,
menin delillere ulaşabilmelerine bir istisnadır. ama genelde değildir. Hastanın yanında ailesi­
Toplum, bazı profesyonellerle ve eşlerle olan ne veya devlete de hizmet vermektedir ve bu
iletişimin polisler, hâkimler ve avukatların göz durumu hastaya bildirmek zorundadır. Bu çifte
ve kulaklarından uzak tutulduğunda, uzun va­ sadakat, hastanın menfaatlerinin hiçe sayıla­
dede insanların menfaatlerine olacağına inanır. cağını göstermez ama tartışmaların sonunda
Bu ayrıcalık karı-koca, doktor-hasta, papaz-gü­ gizli kalamayacağını ve klinikçinin ileride, kişiyi
nah çıkaran, avukat-müvekkil ve psikolog-hasta mutlu etmeyecek şekilde hareket edebileceğini
gibi iletişimleri kapsar. Yasal açıklamaya göre gösterir.
“ayrıcalık hastadadır” yani sadece hasta diğer
kişiyi, bildiklerini bir mahkemede kullanması için HEDEFLERİN SEÇİMİ
serbest bırakabilir.
Ama, hastanın ayrıcalıklı iletişim hakkının Terapi için ideal olan danışanın terapinin he­
önemli sınırlamaları vardır. Örneğin, şu anki defini belirlemesidir, fakat pratikte bazılarının
California psikoloji lisansı kanununa göre (di­ danışanın isteklerinin aksine terapist tarafından
ğer eyaletlerin yasalarında da benzer unsurlar dayatılmadığını düşünmek saflık olur. Örneğin,
vardır), bu hak aşağıdaki durumların herhangi bir okul sistemi öğrencilerine “sessiz, sakin ve
birinde ortadan kalkar: uysal” olmayı öğretecekleri bir program oluş­
Hasta terapisti, görevi kötüye kullanmakla turmayı isteyebilirler (Winett & Winkler, 1972).
suçlarsa; başka bir deyişle terapist, hastasının Pek çok davranışçı terapist öğrencilerin uyumlu
başlatacağı herhangi bir yasal işlemde, kendini olması gerektiğini düşünür. Çünkü bu şekilde
savunma amacıyla terapi hakkında bilgi vere­ öğretmenler hem daha düzenli bir ders yürüte­
bilir. bilirler, hem de bu şekilde öğrencilerin daha iyi
• Hasta on altı yaşından küçükse ve terapist, öğrendikleri varsayılır. Fakat biz gerçekten daha
hastanın taciz gibi bir suçun kurbanı olduğuna etkili ve daha eğlenceli öğrenmenin çocukları
inanıyorsa. Hatta psikolog, hastasının, cinsel sandalyelerinde sessiz kalmaya zorlayarak ger­
taciz dahil, herhangi bir fiziksel saldırıya uğra­ çekleşeceğini gerçekten biliyor muyuz? Bazı
dığına dair şüphesi varsa, bunu otuz altı saat “açık sınıf” savunucuları, ilkokul çocuklarında
içinde polise veya bir çocuk kurumuna bildirmek merak ve girişimciliğin, en az akademik yete­
zorundadır. neklerin kazanımı kadar önemli olduğuna inan­
• Hasta, bir suç işledikten sonra veya işlemeyi maktadırlar. Psikolojide genellikle olduğu gibi,
planlarken, yasadan kaçmak için terapiyi baş­ güçlü dayatmalara ve ateşli bir şekilde savunu­
lattıysa. lan görüşlere kıyasla kanıtlar daha azdır. Ancak,
• Terapist, hastanın kendine veya başkalarına okul sistemi ile çalışan uzmanların, hedeflere
bir tehdit oluşturabileceği kararına varırsa ve ilişkin kendi kişisel yanlılıkları konusunda far­
650 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

Hangi çevre soldaki klasik sınıf mı yoksa sağdaki açık sınıf mı


öğrenmeyi teşvik eder?

ve arzu edilebilir görünmektedir. Ancak bu uygulanamaz


bir modeldir. Teknisyenlerden farklı olarak, bir psikiyatr (ya
kındalık sahibi olmaları ve ebeveynler ile okul da psikolog) iletişim kurmaktan ve zaman zaman da kendi
personelinin istekleri yönünde, farklı hedeflere değerlerini danışanlarına aktarmaktan kaçınmaz. Danışan
yönelik çalışmaya hazırlıklı olmaları gerektiği kişi genellikle davranışlarını ne şekilde değiştirebileceğini
bulma konusunda güçlük yaşayabilir. Ancak psikiyatrı ile
açıktır. Herhangi bir terapist, danışanın hedef­
konuştukça istekleri ve gereksinimleri daha açık hale gelir.
leri ve bu hedefler için öne sürdüğü gerekçeler Gereksinimlerini bilgili ya da otoriter olarak algılanan bir ki­
kendi bakış açısına uygun değilse, bu danışan şinin karşısında tanımlama sürecinde danışan kişi oldukça
için çalışmama seçeneğine sahiptir. etkilenir ve sonuçta psikiyatrın kendisi için gerekli gördüğü
Hedeflere ilişkin bu sorular özellikle ailede ve şeyleri istemeye başlar (s. 19).
eş terapilerinde karmaşıktır (Margolin, 1982).
Eğer eş zamanlı olarak danışan konumunda bir­ Araştırmalar danışanların gerçekten terapist­
den çok kişi bulunuyorsa -ki aile terapisinde ka­ lerin değerleri ya da yargılarından etkilendikle­
çınılmaz olarak böyledir-, danışanlardan birinin ri görüşünü desteklemektedirler (Rosenthal,
ya da birkaçının lehine işleyecek müdahaleler 1955). İnsanlar yalnızca kendi tarzlarına uygun
diğerlerinin aleyhine işleyebilir. Eş terapisinde ve gereksinimlerini karşılayabileceğini düşün­
eşlerden biri gerçekten ilişkiyi bitirmek isterken, dükleri bir terapist aramakla kalmaz, bazen
diğerinin terapiyi, ilişkiyi kurtarmak- için bir yol terapistlerinin bazı ideallerini hatta onların yap­
olarak görmesi durumunda bu gerçekleşebilir. macık tavırlarını benimserler. Pek çok terapist,
Kişiler genellikle terapinin başında gerçek ilgi profesyonel rollerinin zaten ağır olan sorumlulu­
ve isteklerini ifade etmedikleri için, terapistler iki ğunu arttıran bu model alma durumunun farkın­
eşin de çatışan hedeflerini öğrenmeden önce dadır. “Terapötik müdahalede etik” konusunun
zaten onların yaşamları içine derinlemesine gir­ önde gelen yazarlarından olan Perry London
miş durumdadırlar (Gurman & Kniskern, 1981). (1964, 1985) terapistlerin, danışanlarına “iyi bir
Terapiste gönüllü olarak başvuran kişilerin yaşam” sürmeleri için gereken değer ve etik il­
durumları kötü olsa da, bu kişiler özgürlükleri keleri aktaran, çağdaş toplumların rahipleri ol­
kısıtlanmış olan yatan hastalarınki kadar hap­ duklarını öne sürmektedir (Bkz. Odak 20.5).
solmuş durumda değildirler, Bu konu terapistin
yansızlığının bir efsane olduğunu ileri süren TEKNİKLERİN SEÇİMİ
psikiyatr Seymour Halleck (1971) tarafından ele
Ortaya çıkan sonuç kullanılan yöntemi haklı
alınmıştır. Onun görüşüne göre, terapistler da­
çıkarmaz. Bu ilkenin, özgür toplumların kendi
nışanlarını kullandıkları tarzla incelikle ve güçlü
yapısında zaten var olduğu söylenir. Yıllarca
yollarla etkilerler.
davranışsal tekniklerle ilgili sorular uzmanlar
İlk bakışta, kişilerin yapmak istedikleri şeyleri yapmayı arasında tartışılmış ve mahkeme kurallarının
öğrenmeleri konusunda yardım edilmesi tartışmasına da­ konusu olmuştur. Belki de pek çok içgörü tera­
yanan psikiyatrik (ya da psikolojik) uygulama modeli; basit pisi, doğrudan davranışı değiştirmeye yönelik
TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 651
√√

çabalara vurgu yapmadığından, ender olarak İtici uyaranlarla terapinin kullanımı çok sıkı
davranış terapisi gibi incelenirler. Davranışçı kurallara bağlıdır. Adli açıdan bu kadar dikkat
tekniklerin deneysel psikoloji ile ilişkisi kadar, çekmesinin nedenlerinden biri de itici uyaran­
davranışı değiştirmeye yönelik somutlukları, larla terapilerin standart terapilerden çok daha
özgüllükleri ve yönlendiricilikleri dikkati çeken fazla araştırmalara konu olmasıdır. Bir terapötik
yanları olmuştur. Bazılarına göre insanları an­ yöntem (tıbbi ya da psikolojik) ne kadar otur­
lamak üzere farelerin ve güvercinlerin insanoğ­ muşsa, bu yöntemin mahkemelerin ya da diğer
luyla benzer yanlarının kullanılması saldırgan devlet kuruluşlarının dikkatini çekme olasılığı o
bir tutumdur. kadar düşer. Paul ve Lentz (1977)’in çok az sa­
yıda saldırgan hastası vardı. Paul ve Lentz’in
Terapi amacıyla acı vermenin etik boyutuna ilişkin uygulamaya ilişkin sorunlarla ilgili aktardıkları
olarak özel görüşler dile getirilmiştir. Bazılarına göre görüş, yeni tekniklerin kullanımındaki sınırlılık­
davranışçı terapi, Kubrick’in klasik filmi “Otomatik lar nedeniyle hastaların çok daha aşırı yöntem­
Portakal”da ki (Clockwork Orange) saldırgan baş ak-
lerle karşılaşabileceklerini ortaya koymaktadır.
tör imgesini, göz kapakları arasına yerleştirilmiş işkence
aleti ile saldırganlık sahnelerinin bir ekrana yansıtılması
sırasında bir ilaç etkisiyle mide bulantısı hissettirilmesini Orta şiddette elektrik şoklarının kullanımına ilişkin
çağrıştırmaktadır: İtici uyarıcılarla terapi programları bazı sınırlamalar getirilmiştir.... Ancak bu tür yöntemlerin
hiçbir zaman zorlayıcı ve dramatik sınıra ulaşmamıştır. değerlendirilmesinden önce, izlenmesi gereken güvenlik
Ancak bu tür yöntemlerin hastayı rahatsız edeceği, hatta önlemleri ve gözden geçirme işlemlerinin araştırılmasında
bazen son derece aşırı bir şekilde rahatsız edeceği kesin- bölüm yöneticisi itici koşullamanın politik hassaslığı olan
dir. Kol ve ayaklara uygulanan elektrik şokunun acısıyla bir durum olduğunu açıklamak için telefon görüşmeleri
hastayı kusturmak ya da korkuyla sindirmek burada is- yaptı. Böylece genel öneriler, hazırlıklar, dokümanlar ve
mini anmaya değer iki itici uyaranlarla (aversive) terapi gerekli komite gözden geçirmesinden fazlası gerekecekti
tekniğidir. Terapistlerin danışana acı çektirmesini haklı -bunun onanması yaklaşık 8 ayı bulacaktı-Yerine kasılma
çıkaran herhangi bir koşul olabilir mi? nöbeti (convulsive) şokları önerildi... ECT’nin tıbbi müda­
Aşağıdaki raporu kuvvetle ”hayır” diye bağırmadan hale olarak kabulünden beri bu yöntem kullanılıyor. Bu
önce dikkatle okuyun. seçeneklerle bizim seçimimiz veya elektrik şoku kullanımı
Kusma tedavisi ve kronik yutamama şikâyetiyle üç ay- terk edildi (s. 499).
dır hastanede kalan 9 aylık bir bebek vardı. EEG çekildi,
ek bir araştırmayla sağ böbreğindeki kist yok edildi, ama Dikkat edileceklerden biri de kısa süreli elek­
tanı testleri sonucu hiçbir biyolojik temel bulamadılar trik şoku kullanımının bazen zekâ geriliği veya
ve özel diyetleri de içeren çeşitli tedaviler başarısızlıkla otizmi olan çocukların kendilerine zarar verici
sonuçlandı. Davranış terapisti olan Lang ve Malamed davranışlarını önlemede yardımcı olabileceği­
(1969) çocuğun kritik durumda olduğu ve doğrudan bo- dir. Martin (1975) tarafından şu önerilmiştir;
ğazdan midesine salınan tüple beslendiği sırada devreye
girdiler. Eğer kusma durdurulamazsa bebeğin hayatının İtici uyaranlarla terapi diğer terapiler işe yaramadığında
tehlikeye girmesinin çok yakın olduğunu söyleyerek, fizik-
kişiyi akut veya süre giden kendine zarar verme davranı­
sel durumun önemini dile getirdiler. Kurtarma müdahale-
şından korumak için, bu tedavi uygulanmadığında sürecek
sinin temel özelliği, kusmanın başlangıcında bebeğin bal-
olan fiziksel kısıtlamalardan kurtarmak için, yalnızca bir
dırlarına 1 sn. süre uzunluğunda düzenli olarak elektrik
kaç uygulama ile sınırlı ve başka itici olmayan terapilerin
şoklarının verilmesiydi. Seansları beslenme izledi ve bu 1
uygulanmasına olanak yaratacak durumlarda kullanılabilir.
saate yakın bir zaman sonra sonlandırıldı. İki seans son-
Bu tür itici programlar, kesinlikle veliden izin istenmesini ve
ra, bebeğin kusmayı çabucak durdurup düzenli şoklardan
her bir ayrı uygulama sonrasında bu uygulama sonuçları­
kaçmayı öğrenmesiyle birlikte elektrik şoku çok nadiren
nın gözden geçirilmesini gerektirir. (s. 77)50
gerekli oldu. Altıncı seansla birlikte, yedikten sonra derin
olarak uyuyabildi. Hemşireler bebeğin seanslarda kusma-
yı durdurmayı öğrendiği gibi genellediğini, günün içinde Böyle fazladan önlemler tedavi bir hastaya
dinlenme saatlerinde ve geceleri de kusmasının gitgide tedbirlice acı verici bir işlem uygularken gerek­
azaldığını bildirdiler. Yaklaşık iki hafta sonra aynı şeyi lidir. Özellikle de hastadan bilgilendirilme ile
hastanede kalan bebeğin annesi bildirdi ve ondan kısa bir onam alınma olanağı olmadığında önem taşır.
süre sonra hasta yaşamını tehdit eden davranışı tam ola- Ancak ilgilenmemiz gereken sadece fiziksel acı
rak hayatından çıkararak hastaneden ayrıldı. Tedavinin mı? Sevdiğimiz birisi öldüğünde duyduğumuz
3. haftasında aralıksız yapılan gözlemlerde bebeğin sabit
keder psikolojik olarak acı vericidir. Hatta belki
bir ağırlık kazandığı görüldü. Bir ay sonra çocuk 9,5 kilo
oldu ve fiziksel durumunun tamamen iyileştiği gözlendi.
de 1500 mikroamperlik elektrik şokundan çok
Beş ay sonra 11,8 kilo oldu ve hem fiziksel hem de psiko-
Martin’in önerileri insancıl olmasının yanı sıra varolan yasal kuralla da
50
lojik olarak iyiydi. uyumludur. Bu kural terapinin, hastanın özgürlüğüne asgari müdahale ve olası en
az riskle karşılaştıran bir teknikle başlaması gerektiğidir (Morris, 1946).
652 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

OLABİLİR DEĞİL OLMALI: HOMOSEKSÜALİTE TEDAVİSİ


ODAK 20.5 ÜZERİNE BİR GÖRÜŞ
Pek çok psikolog homoseksüel bireyler üzerinde, he- Devam eden araştırmaların, şu anda mevcut olanlar-
teroseksüel olmaları yönündeki sosyal baskıların, tera- dan çok daha etkili olan cinsel yeniden yönelim program-
pistlere eşcinsellikten heteroseksüelliğe doğru değişmek larının geliştirilmesine katkıda bulunacağı ileri sürül-
üzere, yapılan başvuruların kişilerin özgür seçimi oldu- mektedir (Sturgis & Adams, 1978). Bu tür çalışmaların
ğuna inanmayı zorlaştırdığını savunmaktadır (Begelman, önünün kesilmesi bugünün homoseksüel hastalarını ümit
1975; Davison, 1974, 1976, 1991; Silverstein, 1972). verici terapilerden, yarının homoseksüel hastalarını da
Pek çok ülkede homoseksüel eylemler karşıtı olarak uy- gelişmiş tedavilerden yoksun bırakabilir. Ancak bir şey-
gulanabilecek yasaları yürürlükten kaldırmış olsa da he- ler yapabileceğimiz gerçeği, bunu mutlaka yapmamız
nüz homoseksüelliğe ilişkin yasal baskılar sürmektedir. gerektiği anlamına gelmez. Cinsel yeniden yönelim tera-
Halen geçerli olan bir 1986 Amerikan üst mahkemesi pilerini reddeden yaklaşım özünde felsefi ve etiktir, fakat
kararı, yetişkin homoseksüel eylemlerine ilişkin mahre- görgül değildir. Cinsel eğilimi değiştirip değiştirmeme
miyet haklarının anayasal korunmasını reddetmektedir. kararı ahlâki temeller üzerine dayandırılmalıdır.
Bu yönde iki yetişkin arasında (onaylanmış) ve onlara Cinsel yeniden yönelim seçeneğinin ortadan kaldırıl-
özel gizlilik içinde olsa bile oral ve anal genital ilişkileri ması ile olumsuz etkilenecek kişiler var mıdır? Terapist-
yasaklayan bir Georgia kanunu uygulanmaktadır. Araş- lerin, cinsel yönelimleri değiştirmeye yardımcı olmama-
tırmalar homoseksüel kadınlar ve erkeklerin cinsel yöne- ları durumunda homoseksüel hastalar arasında intihar
limlerini değiştirmeleri üzerinde güçlü baskılar olduğu- girişimlerinin artabileceğine dikkati çekenler olmuştur.
na işaret etmektedir. Lezbiyen kadınlar ve gay erkeklerin Bunlar oldukça ciddi konulardır, ancak cinsel yeniden
%90’ının tehdit edildiklerini ve çeşitli sözel tacizlere yönelim programlarının var olması nedeniyle çok daha
maruz kaldıklarını, %30’undan fazlasının homoseksü- fazla sayıda kişinin uzun zamandır olumsuz etkilenmiş
elliklerinden dolayı fiziksel şiddete maruz kaldıklarını olma olasılığının gözden kaçırıldığını söyleyenler de
göstermiştir(Adams, 1996; Fessinger, 1991). olacaktır. Daha önce belirtildiği gibi, bu tür tedavilerin
Yönelim değiştirme programlarının homoseksüelliğe varlığı homoseksüellere karşı sosyal yargılar ve ayrımcı-
karşı gösterilen önyargıya hizmet ettiği ileri sürülmekte- lıkla tutarlılık göstermektedir.
dir. Klinisyenler teknikler geliştirmişler ve sadece bu tek- 1975’ten bu yana, homoseksüellik eğilimi, heterosek-
niklerin odaklandığı sorunlarda etkililiğine bakmışlardır. süel eğilime dönüştürmek için itici uyaranlarla terapi
Terapi ile ilgili literatürde bireyin cinsel yönelimini de- yöntemlerinin kullanımında dramatik bir azalma görül-
ğiştirmeden, homoseksüel bireyler olarak gelişmelerine müş (Rosen & Beck, 1988) ve ayrıca homoseksüelliği
değiştirmek için kullanılan diğer yöntemlere ilişkin ra-
yardımcı olacak materyalden çok homoseksüel davranışı
porlarda da belirgin bir düşüş gözlemlenmiştir (Campos
söndürme yerine, heteroseksüel örüntüleri yerine koy-
& Hathaway, 1993). Homoseksüelliğin bir yaşam biçimi
maya yönelik materyalin olduğunu görüyoruz. İtici uya-
olarak kabullenirliğinin artışına ilişkin diğer belirtiler;
ranlarla terapi en yaygın kullanılan davranışsal teknik-
egodistonik homoseksüelliğin DSM’den çıkartılması,
tir (Davison ve Wilson, 1973; Henkel ve Lewis-Thome,
Amerikan Psikologlar Derneği bünyesinde lezbiyen ve
1976). Bir yandan anormal olmadıkları konusunda ga-
gay psikologlar biriminin kurulması ve sosyal - etik so-
ranti verirken, diğer yandan normal olduğunu söylediği-
rumluluk kurulunun lezbiyen - gay sorunları komitesinin
miz duygu ve davranışlardan kurtulmalarını amaçlayan
oluşturulmasıdır.
bazıları acı veren teknikler yığınını sunarak danışanlara
Cinsel yönelimi değiştirme programlarının son-
gerçekte ne diyoruz?(Davison, 1976, s. 161) landırılmasını savunanlar, kendi önerilerinin çok daha
Bu nedenlerle böyle bir tedavi yöntemi istenmiş olsa olumlu sonuçlar getireceğine inanmaktadırlar. Böyle-
bile terapistlerin, homoseksüel danışanlarına heterosek- likle homoseksüel bireylere, kendileri hakkında daha iyi
süel olmaları konusunda yardım etmemeleri gerekmekte- düşünebilmeleri için yardım edilmiş ve homoseksüellik
dir. Az ayıdaki klinisyen tarafından, savunulan bu radikal konusundan çok, bireylerin yaşadıkları sorunlar üzerine
önerme, çok şiddetli tepkiler almıştır. Gay eylemci grup- dikkatler yöneltilmiş olacaktır.
ları bu öneriyi homoseksüelliğin tek başına ruhsal bo- Örneğin bir alkolik homoseksüelin cinsel yönelimi
zukluk olmadığı inancına somut bir destek olarak kabul sorgulanmaksızın, “içme davranışının” azaltılması yö-
etmişlerdir. Ancak pek çok psikolog ve psikiyatr terapiye nünde yardım alması daha iyi olacaktır. Ya da kişilera-
başvuran kişiler için seçeneklerin kısıtlanması konusun- rası ilişkilerden korkan veya bu alanda başarısız olan
da kaygı taşımaktadırlar. Neden bir terapist, potansiyel bir homoseksüelin, terapistin sorununun kökeninde ho-
danışanı için ne tür seçeneklerin olası olabileceğine moseksüelliğin yattığını varsaymaksızın yardım alması
karar vermektedir? Danışanlar tarafından ifade edilen iyi olacaktır. Orgazm ya da ereksiyon sorunu olan ho-
gereksinimlerin karşılanması terapistlerin sorumluluğu moseksüelin tıpkı bir heteroseksüel gibi cinsel tercihi ile
değil midir (Sturgis ve Adams, 1978)? Bu önemli eleş- ilgilenilmeksizin yardım alabilmesi iyi olurdu. Terapist-
tiriye verilecek yanıt terapistlerin, amaçları uyuşmayan lerin enerjilerini en açık görülen “uyumsuzluğa” kendi
kişileri danışan olarak kabul etmek istemediklerinde, cinsiyetinden kişileri sevmeye yönlendirmek yerine, bu
olası terapiye karar verebilecekleri şeklinde olmalıdır. tür insani sorunlara odaklanılması umut edilmektedir
Bir danışanın belli bir terapi yöntemini istiyor olması bu (Davison, 1978; s. 171).
tedavi yönteminin sağlanması yargısı için yeterli değildir
(bkz. Davison, 1978). Terapistler etik bir yansızlık içinde
çalışmazlar (London, 1964). *
Bowers Hardwick’e karşı 106 S.Ct. 2841 (1986).
TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 653
√√

daha acı vericidir. Kim bilebilir? Acının psikolojik şiddetle inkâr ederler ve bazı hastalar suçlama­
olabileceğini kabul ettiğimize göre, bir Geştalt larını geri alırlar. Olayların bu şekilde dönüşümü
terapistinin hastasını yıllarca kaçındığı duygu­ hem hastalar hem de suçlanan grupların tera­
larla yüzleştirerek, ağlamasına neden olmasını pistlere karşı çıkmasıyla sonuçlanır (MacNama­
yasaklamamız mı gerekir? Bir psikanalistin yıl­ ra, 1993)
larca bastırılmış çatışmaları açığa çıkarabilmek Sanırım en iyi bilinen yasal dava Gary Ro­
için oldukça acı veren bir içgörüye hastasını mona ile ilgilidir. Bir adam, sorumsuzca yapılan
yönlendirmesini yasaklayabilecek miyiz? terapiyle, erişkin kızının aklına yalancı anılar
nakledildiğinden şikâyetçi oldu. Kız babasını
HATIRLANAN ANILARIN ETİK VE çocukken kendisine tecavüz etmekle suçladı
YASAL BOYUTLARI ama baba, kızının terapistini, yanlış fikri kızının
Bölüm 7’de hatırlanan anılar tanımıyla ar­ aklına koymakla suçladı ve yarım milyon dolara
tan bilimsel tartışmaları inceledik. Çocuk istis­ yakın tazminat aldı (kızın babaya karşı suçla­
marı ile ilgili raporların sağlamlığı ve gerçekliği ması düştükten sonra) (Kramer, 1995). Binlerce
ile ilgili tartışma büyüyor (terapideki yetişkinler ebeveynin ve diğer 3. kişilerin terapistlere karşı
akla uygun ve etik yasal ilgiyi üretiyor). Ameri­ dava açtığı veya açmayı planladığı tahmin edi­
kan Psikiyatri Topluluğu’nca (1993) basılan en liyor (Luzo,1995). Terapistlerin önyargısına ek
önemli el kitabı der ki, bir hasta istismarı bildiri­ olarak, iknâ edilebilirliği artıran hipnoz ve sod­
yorsa, terapist nötr kalmalıdır. Çünkü verilen bir yum amytal (gerçek serumu) gibi bazı tedavile­
belirti örneğin seksüel ilişkiden kaçınma, birçok re de hassasiyet gösterilir.
nedenden kaynaklanabilir. APA’ya göre ciddi Anıların bilimsel değeri çok tartışmalı oldu­
kanıtlar olmadan bu tür belirtileri çocukluğun ğu için yasa akademisyenlere bu konuya çok
bastırılmış anılarına bağlamak etik değildir. dikkatli yaklaşılmasını tavsiye ediyorlar. Yanlış
Odak 20.5’te araştırılan sorun terapistin nötr pozitif (istismar yokken var kararı vermek), yan­
kalıp kalamayacağıdır. Ayrıca Bölüm 14’te be­ lış negatif (istismar varken yok kararı vermek)
lirtildiği gibi, bazı cinsel işlev bozukluğu uzmanı kadar tehlikelidir.
terapistler, hastaları, özellikle kadınlar seksle Bu kitabın altını çizdiği nokta bilginin do­
ilgilenmediklerini veya nefret ettiklerini belirttik­ ğasıdır. Bir fenomeni anladığımıza nasıl karar
leri zaman olası cinsel istismarı araştırıyor. Asıl veririz? Bilgi hakkındaki araştırma ve tanımları
sorun birçok terapistin kişisel düşünce veya ku­ yöneten bilim kuralları test edilebilen kuramla­
ramına göre psikolojik bozuklukların çoğunun ra, tekrar edilebilen deneylere ve açık verilere
arkasında cinsel istismarın yattığına inanması­ gereksinim duyar. Ama anormal davranışların
dır. Aynı görüşe göre travmatik anıların sıklıkla karmaşıklığı ve bilgisizliğin genişliği, bilim ta­
bastırıldığına inanmayan terapistler, olay vuku rafından zaten haritalanmış sahalardan daha
bulduğunda cinsel istismarı daha iyi değerlendi­ uzaktır; daha önce denendiği için hipotezler öne
rebileceğini düşünürler. süren, önsezilerini takip eden, tahminler yapan
Bastırılmış cinsel istismarın anılarının yanlış kuramcılara ve klinisyenlere büyük saygımız
tanısı sadece hastayı değil hastanın eskiden var; hepsi gevşek verilere dayanıyordu ama bi­
ona tecavüzle suçladığı kişiyi de zarara uğratır. limsel bilginin geleceğine dair söz veriyorlardı
Bazı yargılama mahkemelerinde, terapistlerin (Davidson ve Lazarus, 1995).
sadece hastalarına değil, psikoterapi sırasında Bu son bölüm, kitabın en başlarında vurgula­
açığa çıkan yanlışlıkla tecavüz (istismar) suç­ nan şeyleri yeniden açıklıyor ki tedavi ve araş­
lamasıyla karşı karşıya kalan kişilere karşı da tırma yapan davranış bilimcileri ve ruh sağlığı
görevleri vardır51. profesyonelleri de sadece insanoğludur.
Bu yasal durum istismarcıya karşı olan kişiye Onlar da uzman olmayanlarla aynı fobilere
getirilen davalara kapı açar. İstismar olduktan sahiptir. Bazen kanıtların doğrulanmadığı bir
20 veya daha fazla yıl sonra dava açan istismar kesinlikle hareket ederler ve bazen disiplinle­
olduğuna inanan kişilere izin veren davalara bu rinin geçici bulgularını uygular ve araştırırken
kısıtlamalar uygulanabilir. Ancak, bu tür davala­ kullandıkları yolların yasal ve ahlâki sonuçlarını
ra karşı tepki oluşur, çünkü suçlanan ebeveynler tahmin edemezler. Toplum, uzman bilimsel gö­
rüş doğrultusunda büyük bir kesinlikle hareket
51
Bakınız, örneğin, Montoya Bensee’ye karşı 761.P.2d 285(Colo.Ct.App. 1988);
Peterson Walentiny’e karşı, No.93-C-399-K (N.D.Okla.Jan.6, 1995) (özet yargıyı
ederken, bazen bu görüş kişinin haklarını yok
reddetme harekti); Fakat, bkz. Bird W.C.W’ye karşı, 868 S.W.2d 767 (tex. 1994). sayıp diğerlerinkine saygı gösterirken; Szasz’ın
654 √√ BÖLÜM 20 - YASAL VE ETİK KONULAR

(1963) bize hatırlatmasına izin vermemiz doğru şüphe etmeye bağlılığımızı bir ölçüde aktarabil­
olabilir ki, bir İngiliz doktoru Sir Thomas Brow­ diğimizi umuyoruz ve de yeni kuşak meslektaş­
ne 1664’de bir İngiliz mahkemesinde cadıların larımıza öncekilerin başarıları üzerine çok daha
varlığını “herkesin bildiği gibi” diyerek kanıtla­ fazlasını inşa edebilmeleri için ürünler bıraktığı­
mıştır. mızı umut ediyoruz
Bizim konumuza aşkla bağlılığımızı ve daha
önemlisi doğadan gelen bilgileri sorgulama ve

ÖZET
Psikopatolojideki müdahale araştırma ve tedaviyle ilgili birçok yasal ve etik konu vardır. Ruh
sağlığı profesyonelleri ve mahkemeler ruh hastalıklarının bireyin davranışının değerlendirilmesinde
önemli rol oynadığına hükmettiklerinde bazı insan hakları rutin şekilde bir kenara atılabilmektedir.
Cezai mahkûmiyet, suç işlemeden de kişiyi hastaneye gönderebilir. Çünkü suç işleyebilir karan
alınırsa veya delilik yüzünden beraat ederse de kişi hastaneye gidebilir. Anglo-Amerikan kanunla­
rında suç işleyen hangi kişilerin yasal sorumluluğu olmayacağına dair bilgi veren bazı örnek davalar
vardır. Karşı konulamayan bir içgüdü varlığında bazı insanların doğru ve yanlışı ayırt edemeyeceğini
(M. Naghten kuralı) ve kişi ruh hastası ise işlediği kanunsuz davranışlardan sorumlu tutulamaya­
cağı ilkeleri (Durham ilkesi); bu kararları kapsar. Deliliğin savunması Reform Yasası (The insanity
Defense Reform Act) suçlanan suçluların deliliğinin affedilebilir bir durum olup olmadığını tartışmayı
zorlaştırır. Bugün Birleşik Devletler yasal sistemi bu bilgilerin birine veya fazlasına dayanır. Bazı eya­
letler ise suçlu ama ruhsal hasta hükmünü verir. Bu yeni acil yasal doktrin, tanımsal olarak sorumlu
oldukları halde insanların sorumlu tutulmamasıyla ilgili ruh sağlığı döngüsünü ve yasal zorlukları
yansıtır. Delilik ve ruh hastalığı arasında önemli bir fark vardır. Delilik (cinnet) yasal bir durumdur. Bir
kişi ruhsal hasta tanısı alabilir, yine de yargılanabilecek ve suçlu bulunabilecek kadar aklı olabilir.
Kendine ve çevresine tehlikeli ruhsal hasta tanısı alan bir kişi suç işlemese bile bir kuruma yatırı­
labilir. Şimdiki mahkeme kararları suçlanan tüm ruh hastalarına özellikle sivil mahkûmiyetlerde daha
çok koruma sağlıyor. Yazılı ihbar, avukat tutma, kararla ilgili jüri kararı ve kendini suçlamaya karşı
5. Değişiklik koruması gibi hakları vardır; en az kısıtlayıcı tedavi hakkı, tedavi edilme hakkı ve (özel­
likle risk taşıyan) birçok durumda tedaviyi reddetme haklarına sahiptirler. Yine de, örneğin seksüel
suçluların salıverildikten sonra bir başkasına tekrar zarar vermesi durumunda koruyucu tutuklama
eğilimi vardır.
Terapi ve araştırmalarla ilgili birçok ahlâki konu vardır: araştırmalara karşı etik sınırlama, bilim
adamlarının bilgilendirilmiş onam (izin) alma görevi, danışanların gizliliği hakkı, terapi amaçlarının
belirlenmesi, tekniklerin seçimi ve kişi erişkinse psikoterapi sırasında çocukluktaki cinsel istismar
anılarının iyileştirilmesi gibi.

ANAHTAR SÖZCÜKLER
cezai mahkûmiyet delilik savunması gizlilik
sivil mahkûmiyet bilgilendirilmiş onam ayrıcalıklı iletişim
SÖZLÜK
A tipi davranış örüntüsü A tipi kişilerin başarı önemli kişilere, çoğunlukla ebeveynlerine yö­
ve ilerleme için yoğun ve rekabetçi güdüleri nelik tutumlarının analiste aktarılmış kalıntı­
vardır ve abartılmış zaman baskısı duyusuve ları olarak ele alınmıştır.
acele etme gereksinimi görülür; başkalarına akut stres bozukluğu, travma sonrası stres
karşı oldukça saldırgan ve düşmanca davra­ bozukluğundan farklıdır. Travmaya maruz ka­
nırlar. A Tipi kişiler işlerine aşırı düşkündürler, lan hemen hemen herkes, bazen de oldukça
sıklıkla iki işi birden yapmaya kalkarlar ve bir şiddetli stres yaşar. Bu normaldir. Eğer stres
işin iyi olması için o işi kendilerinin yapması kaynağı sosyal ya da mesleki işlevsellikte bir
gerektiğine inanırlar. bozulmaya neden olursa, akut stres bozuklu­
agorafobi (Yunanca pazar yeri anlamına gelen ğu tanısı konur.
agora sözcüğünden) halka açık yerler üze­ alogi negatif bir düşünce bozukluğu sayılır ve
rine odaklanan ve kaçmasını engelleyen ya bazı bileşenleri vardır. Konuşma fakirliğin­
da kişinin yetersiz kaldığı durumlarda yardım de konuşmanın miktarı çok azalmıştır. Ko­
istemesini olanaksızlaştıran bir korku küme­ nuşmanın içeriğinin azalmasında konuşma
sidir. miktarı yeterlidir ancak konuşma çok az bilgi
ağrı bozukluğu tanısı, ağrının başlangıcı, şid­ içerir, belirsiz ve tekrarlayıcıdır.
deti, süresi hastada önemli sıkıntı ve kısıtlılık­ Alzheimer hastalığında beyin dokusu geri dön­
lara yol açtığı ve uzun araştırmalardan sonra dürülemez şekilde bozulur ve ölüm genellikle
bile organik patoloji bulunmadığı durumlarda semptomların başından itibaren on-on iki yıl
konulur. sonra gerçekleşir. Alman nörolog Alois Alz­
aile yöntemi, kan bağı olan iki akrabanın pay­ heimer tarafından 1860 yılında tanımlanmış­
laştığı ortalama gen sayısı bilindiği için, bir tır. Kişi ilk olarak yalnız dikkatini yoğunlaştır­
ailenin üyelerini karşılaştırmak için kullanılır. makta, yeni öğrenilmiş bir şeyi hatırlamakta
akılcı-duygusal davranış terapisi (ADDT) zorluk çekebilir, unutkan ve huzursuz olmuş
(rational emotive behavior therapy = REBT) gözükür, yetersizlikler birkaç yıl görmezden
olarak (Ellis, 1993a, 1995) yeniden adlandırı­ gelinse de kısa süre sonra bu günlük yaşama
lan, Ellisin akılcı-duygusal terapisinin (ADT / etki eder. Kişi sıklıkla kişisel başarısızlıkları
RET) temel tezine göre, süregelen duygusal için diğer kişileri suçlar ve yargılanma san­
tepkilere, kişilerin kendi kendilerine tekrarla­ rıları yaşayabilir. Bellek gerilemeye devam
dıkları içsel hükümler yol açar. Bu iç söylem­ eder, kişide giderek zihinsel karmaşa görülür
ler, bazen anlamlı bir yaşama yönelmek için ve bundan rahatsızlık duyar.
gerekenlerle ilgili konuşulmayan varsayımla­ amfetaminler, ilk amfetamin olan Benzerdin
rı, mantıkdışı inançları, yansıtır. Bu terapinin 1927’de yapılmıştır. 1930’ların başında burun
amacı, kendini yenilgiye uğratan (self-defe­ tıkanıklığını açmak için ticari olarak satışa
ating) inançların akılcı bir incelemeyle elen­ sunulduğunda, halk uyarıcı etkilerini de keş­
mesidir. fetti. Daha sonra doktorlar bu ilacı ve diğer
aktarım (transferans), analist-hasta ilişkisi­ amfetaminleri hafif düzeydeki depresyon ve
ne uymayan; aksine hastanın geçmişinde iştahı kontrol etmek için kullandılar. II. Dün­
önemli birine gösterdiği tutum ve davranışla­ ya Savaşı sırasında her iki tarafta bu ilacı
rını terapistine aksettirdiği bir davranış örün­ yorgunluğu gidermek amacıyla askerlerine
tüsüdür. dağıttı. Bugün anfetaminler bazen hiperaktif
aktarım nevrozu (transference neurosis) psi­ çocukların tedavisinde kullanılmaktadır
kanalitik terapinin çekirdeğidir. Freud ba­ amok, bir derin düşünme dönemini şiddetin ve
zen hastaların kendisine duygu yüklü ve bazan insan öldürmeyle sonuçlanan patla­
gerçekdışı bir biçimde davrandığına dikkat maların izlediği dissosiyatif bir dönem. Dö­
etti. Örneğin, Freud’dan çok daha yaşlı bir nem bir hakarete uğramayla başlama eğili­
hasta bir terapi seansında çocuksu davra­ mindedir ve esas olarak erkekler arasında
nabilmektedir. Bu tepkiler genellikle, olumlu bulunur. Kötülüğe uğradığına dair sanrılar
ve sevgi dolu iken, bazen oldukça olumsuz genellikle vardır. Terim Malezyaca’dandır
ve düşmanca olabilir. Bu duygular sürmek­ ve sözlükte “katletmeye ilişkin çılgınlık” ola­
te olan terapi ilişkisinin niteliğine uymadığı rak tanımlanmaktadır; okuyucu muhtemelen
için, Freud bunları hastanın çocukluğundaki “amok koşusu” tümcesiyle de karşılaşmıştır.
S-2 √√ SÖZLÜK

anal dönem de çocuğun başlıca libidinal haz atılganlık eğitimi, insanlara, ilişkilerinde veya
kaynağı, dışkısıyla, tutarak ya da salıvererek, başkalarının yanında olumlu ve olumsuz duy­
meşgul olmasıdır. gu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri öğ­
analitik psikoloji Freud’dan radikal olarak fark­ retilir ve insanlar bu yönde cesaretlendirilir.
lı görüşler ileri süren Jung’un geliştirdiği ve avolisyon, enerjinin olmaması ve genellikle gün­
Freud’çu psikoloji ile insancıl psikolojinin kar­ lük faaliyetlere ilgisizlik olarak görülür. Has­
ması olan akım. talar kendilerine ve temizliklerine bakmazlar,
anhedoni, haz alma yaşantısının yokluğudur. kirli tırnaklar, taranmamış saçlar, fırçalanma­
Boş zaman aktivitelerine karşı ilgi azlığı, baş­ mış dişler ve bakımsız elbiselerle dolaşırlar.
kalarıyla yakın ilişki kuramama ve cinselliğe İşte, okulda ya da ev işlerinde sebat göster­
mekte güçlükleri vardır ve zamanlarının ço­
ilgi duymama şeklinde kendini gösterir.
ğunu hiçbir şey yapmadan geçirirler.
anksiyolitik, sedatif, ya da trankilizan kaygıyı
ayırdedici uyarıcı, organizmaya, belirli bir dav­
azaltan ilaçlara denmektedir.
ranışı yaptığı takdirde onu belli bir sonucun
anomik intihar bireyin toplumla ilişkisindeki ani
izleyeceği mesajını veren dışsal olayları ta­
değişiklikle tetiklenebilir. İflasla karşılaşan
nımlar.
başarılı bir iş adamı anomi, yani bir tür yö­ ayrılık kaygısı bozukluğu, bağlılık yaşadığı ki­
nelim bozukluğu duygusu yaşayabilir, çünkü şilerden ya da evden ayrılmada işlev boza­
inandığı normal yaşama şekli artık olası de­ cak ya da rahatsızlık yaratacak şekilde yay­
ğildir. gın kaygı sergileme.
anoreksiya nervoza, anoreksiya terimi, iştah ayrışmamış ve rezidüel (kalıntı) şizofreni, ay­
kaybına, nervoza ise duygusal nedenlere rışmamış şizofreni tanısı şizofreni tanı ölçüt­
işaret etmektedir. DSM’de bir tür yeme bo­ lerini karşılayan, ancak diğer tiplere girme­
zukluğuna işaret eder. yenler içindir. Rezidüel şizofreni tanısı, hasta
antisosyal kişilik bozukluğu olan yetişkin, so­ artık şizofreni ölçütlerine tam uymadığı ama
rumsuz ve antisosyal davranışları sürekli iş bazı belirtileri gösterdiği zaman kullanılır.
değiştirerek, kuralları çiğneyerek, asabi ve ayrı-yumurta ikizleri (dizygotic twins) -ya da
fiziksel saldırgan davranışlar sergileyerek, özdeş olmayan ikizler - ayrı ayrı döllenen iki
borçlarını zamanında ödemeyerek, düşün­ yumurtadan gelişirler ve genetik olarak %50
cesiz davranarak gösterir. Bu kişi dürtüseldir lik bir benzerlik gösterirler.
ve bir plan yapıp ona uymayı başaramaz; ya­ azalmış (hipoaktif) cinsel istek bozukluğu,
lanlarının ve suçlarının farkındadır ancak ne cinsel fantezi ve etkinliklerde bulunma iste­
doğrulara aldırış eder ne de pişmanlık duyar. ğinin eksikliği ya da hiç olmaması şeklinde
Psikopati, bazı kavramsal farklar da yüklen­ tanımlanmaktadır.
se temelde bu bozukluğa işaret eder. bağımlı değişken üzerinde ölçüm alınan, ba­
arındırma (detoxification), alkolün vücut­ ğımsız değişken üzerindeki değişimlemelere
bağlı olarak ya da onlarla birlikte değişmesi
tan atılması, hem fiziksel hem de psikolojik
beklenen değişkendir.
olarak zor olabilir ve genellikle bir ay sürer.
bağımlı kişilik bozukluğu olan hastaların kendi­
Bazen alkolün vücuttan atılma sürecinde gö­
ne güvenleri yoktur. Bu kişiler pasif bir şekil­
rülen genel rahatsızlık ve kaygıyı azaltmak
de, nerede yaşayacaklarına, ne iş yapmaları
amacıyla sakinleştirici ilaçlar kullanılır. Alko­
gerektiğine, kiminle arkadaşlık edeceklerine
lü kötüye kullanan bazı kişilerin sakinleştirici vb. karar verme sorumluluğunu eşlerine ya
ilaçları yanlış kullanımı nedeniyle, bazı klinik­ da sevgililerine bırakırlar. Karşı tarafın ona­
ler alkolü aniden kesmek yerine, sakinleşti­ yını kaybetmekten korktukları için, hatalı ol­
rici ilaçlar vermeden yavaş yavaş kademeli duğunu bildikleri halde onun fikrine katılırlar.
olarak kesmeyi tercih etmektedirler. Kendi başlarına bir eyleme başlama ya da
aritmetik bozukluğunda çocuk, sayısal sem­ karar vermekte güçlük çekerler. Birisi tarafın­
bolleri tanımada, eldeli sayılarda eklemeyi dan korunup bakılmaya olan şiddetli ihtiyaç­
hatırlamakta, nesneleri saymakta ya da arit­ ları, yalnız kaldıklarında bu kişilerin sıklıkla
metiksel silsileyi izlemekte güçlük çeker. Arit­ kendilerini rahatsız hissetmelerine neden
metikteki düşük başarı, en az düşük okuma olur. Zihinleri sürekli yalnız bırakılıp kendi
ve heceleme başarısı kadar olağandır. kendilerine bakmak zorunda kalacakları ile
SÖZLÜK S-3
√√

ilgili korkularla meşguldür. Başkalarından abarttığı bir kusurla, (örn. kırışıklıklar, yüzde
taleplerde bulunamazlar ve kurdukları koru­ kıllanma, burnun büyüklüğü ya da şekli vb)
yucu ilişkilerin bozulmamasını garanti altına aşırı düzeyde meşguldür.
almak için kendi ihtiyaçlarını göz ardı ederler. beyin yorgunluğu (brain fag), köken olarak
Yakın bir ilişkileri bittiği zaman, onun yerine Batı Afrikaya aittir, bu terim lise ya da üni­
koymak için telaşla başka bir ilişki ararlar. versite öğrencilerinin akademik baskıya tep­
bağımsız değişken, araştırmacı, değişimleye­ ki vermede tanımladıkları bir koşulu anlatır.
bileceği bir değişken seçer. Bu değişkenler, Semptomlar yorgunluğu, kafada ve boyunda
deneycinin kontrolü altında olacak olan fak­ gerginliği, görmenin bulanmasını içerir. Bu
törlerdir. sendrom belli kaygı, depresif ve somatoform
bağlantı analizi (linkage analysis), bu teknikte bozukluklarına benzer.
duygudurum bozukluklarının ortaya çıkması
biçimlendirme, istenen tepki veya davranışa,
bir ailede bir kaç kuşak boyunca incelenmek­
her seferinde daha çok benzeyen tepki ve
te ve eş zamanlı şekilde kalıtsal mekanizma­
davranışların kademeli yaklaşımlar şeklinde
sı tam olarak bilinen bir başka özellik -kalıtsal
ödüllendirilmesi.
marker- değerlendirilmektedir (örneğin, kırmı­
biçimsel (formel) düşünce bozukluğu olarak
zı-yeşil renk körlüğünün X kromozomundaki
bir mutasyondan olduğu bilinmektedir). da bilinen konuşmada düzensizlik (dezor­
barbituratlar, gevşeme ve uykuya yardımcı ganize konuşma / disorganized speech), dü­
olmak amacıyla geliştirilmişlerdir. Bu ilaçlar şünce ve konuşmanın organizasyonundaki
başlangıçta çok etkili bulunmuş ve sıklıkla sorunlarla belirlenir böylece dinleyen konuş­
reçetelere yazılmıştır. Bağımlılık yapıcı etkisi mayı anlayamaz.
keşfedildiğinden, 1940’larda bu ilaçlara karşı bilinçdışı, Freud’un, davranışın büyük ölçüde
bir kampanya başlatılmış ve doktorlar barbi­ kaynaklandığını düşündüğü etkenleri oluştu­
turatları reçetelerine daha az yazmaya baş­ ran, kişinin farkında olmadığı bilince ait kat­
lamışlardır. Günümüzde Valyum gibi benzo­ man.
diazepinler sıklıkla kullanılmakta ve istismar biliş; algılama, tanıma, kavrama, yargılama ve
edilmektedir. muhakeme gibi zihinsel süreçleri birarada
bastırma (repression), egoya yabancı olan ya gruplayan bir terimdir.
da onun tarafından kabul edilemez olan iç­ bilişsel paradigma, insanların (hatta hayvan­
tepi /dürtü ve düşünceleri bilinçdışına itme. ların da) yaşantılarını nasıl yapılandırdıkla­
Bastırma, yalnız gömülen bu arzuların bilince rı, onları nasıl anlamlandırdıkları ve şimdiki
çıkmasını önlemekle kalmaz, onların büyü­ yaşantılarını nasıl bellekte saklanan geçmiş
mesine de engel olur. yaşantılarla ilişkilendirdikleri üzerinde odak­
bebeklik ve erken çocukluk döneminde tep- laşır.
kisel bağlanma bozukluğu, beş yaşından bilişsel terapi, işlevsel olmayan inançlar veya
önce başlayan, ana babalar ya da diğer ba­ olumsuz şemalar, seçici soyutlama veya key­
kıcılar tarafından büyük ölçüde patolojik ba­
fi çıkarsama gibi bir veya daha fazla önyargı
kım görme ile ilişkili ve çoğu alanda belirgin
veya mantık hatasıyla sürer. Beck’in bilişsel
biçimde bozulmuş ve gelişimsel olarak yeter­
terapisinin amacı hastayı danışma odasının
siz sosyal ilişkiler.
hem içinde hem de dışında olumsuz şema­
bebeklik ve erken çocukluk döneminin bes-
ları uygun şekilde değiştirecek deneyimlere
lenme ve yeme bozuklukları, belirgin kilo
kaybı ya da kilo alma güçlüğü ile yansıtılan, hazırlamaktır. Böylece, beceriksizlik şema­
besleyici olmayan maddeleri yeme (pika), yi­ sında, rostoyu yaktığı için beceriksizliğinden
yeceklerin yeniden çiğnenmesi ya da kusul­ yakınan bir hasta, bu başarısızlığı üzücü bul­
ması (ruminasyon bozukluğu), ya da yeterli maya, ancak genele mal etmemeye (bilişsel
miktarda yeme güçlüğü gibi sürekli beslen­ ön yargılardan biri) ve umutsuzluk şemasın­
me ve yeme bozukluğunu (bebeklik ve erken da ilerdeki fırsatları iyi değerlendiremeyeceği
çocukluk dönemi beslenme bozukluğu) kap­ sonucuna varmamaya teşvik edilir. Terapist
sar. mantıksızlığı tetikleyen olumsuz şemanın,
beden dismorfik bozukluğu olan bir kişinin şemayı tetikleyen olumsuz kısırdöngüsünü
zihni, görünüşüyle ilgili imgelediği ya da kırmaya çalışır.
S-4 √√ SÖZLÜK

bilişsel yeniden yapılandırma (cognitive res­ ğu gibi, bulimiada da iki ayrı tip tanımlanmış­
tructuring), rahatsızlık veren duygu veya dav­ tır: Çıkartma tipi (purging type) ve ödünleyeci
ranışa yol açtığı varsayılan düşünce şeklinin davranışların aç kalma ve aşırı egzersiz yap­
değiştirilmesiyle ilgili genel bir terimdir. Biliş­ ma biçiminde olduğu çıkartma olmayan tip
sel davranış terapistleri tarafından çeşitli şe­ (non-purging type).
killerde uygulanmaktadır. cezai mahkumiyet (criminal commitment), Bu
bireysel psikoloji, Adler’in çalışmalarında en durumda, kişi ya mahkemeye çıkarılacak ye­
önemli anahtar öğe, kişiyi anlamada onun terliliğe sahip olup olmadığına karar verilmek
fenomenolojisini ya da bireysel psikolojisini üzere ya da delilik nedeniyle beraat ettikten
anlamaktır. sonra bir akıl hastanesi gözetimine sevkedilir.
birincil süreç (primary process) tarzı düşün­ cinsel kimlik (gender identity), yani kendimizi
ce, arzulanan şeyin hayalini kurmak, imge bir kadın ya da erkek olarak hissetmek, çok
üretmektir. Annesinin sütünü isteyen bebek, erken çocukluk yaşantıları sırasında o kadar
annesinin memesini hayal eder ve böylelikle kökleşir ki, farklı dönemlerde stres yaşansa
kısa süreli de olsa açlık dürtüsünü, arzu do­ bile, pek çok kişi kendi cinsel kimliği konu­
yurucu fantezi ya da hayalini kurma yoluyla sunda herhangi bir kuşku yaşamaz.
doyurur. cinsel mazoşizmin anahtar özelliği ise cinsel
birlikte görülme (komorbidite), çoğu zaman doyumun olabilmesi ya da artırılabilmesi için
bir bozukluğu olan kişi başka bir bozukluğun kişinin acı ya da aşağılanmaya boyun eğme­
tanısal ölçütlerini de karşılar. Bu duruma, bir­ yi tercih etmesidir.
likte görülme denmektedir. cinsel sadizmin anahtar özelliği cinsel doyu­
biyolojik geribildirim hastaların, kalp atımı, mun olabilmesi veya arttırılabilmesi için diğer
kan basıncı, beyin dalgaları, cilt ısısı, ve di­ kişiye acı ya da psikolojik ıstırap (aşağılama
ğer beden işlevleri hakkında, başka türlü gibi) çektirmenin tercih edilmesidir.
sağlanamayan, anında ve tam olarak bilgi­ cinsel tiksinti bozukluğu kişinin cinsel temas­
lendirildikleri, aynı zamanda bir davranışsal tan neredeyse tamamen kaçındığı ciddi bir
tıp alanı işlemidir. bozukluk olarak tanımlanmaktadır.
biyolojik paradigma somatogenik hipotezin çağrışımlarda gevşeklik (loose associations)
devamıdır, ruhsal bozukluklara, yanlış soma­ ya da düşüncenin rayından çıkması (de­
tik, biyolojik ya da bedensel süreçlerin neden railment), hastanın kendini ifade etmede bir
olduğunu savunur. Bu paradigma çoğunlukla konuda kalması güçtür. Geçmişteki bir fikrin
tıbbi model veya hastalık modeli olarak da uyardığı çağrışımlar arasında sürüklenir.
anılır. çekingen kişilik (bazen “kaçıngan”) bozuklu­
boylamsal (longitudinal) araştırmalarda, ğu tanısı eleştirilme, reddedilme ya da kabul
araştırmacı belirli bir zaman örneğin -1999 görmeme ihtimaline karşı aşırı duyarlı olan
sınıfıve düzenli olarak onu her yıl aynı ölçüy­ ve karşı tarafın ondan hoşlanacağından emin
le yeniden teste tabi tutar. Bu tasarım zaman olmadan ilişkiye girmekten çekinen kişilere
içinde tutarlık ve değişiklik konusunda birey­ konulmaktadır. Karşı tarafın ondan hoşlan­
lerin özelliklerini-kuşak etkileri-izlememize dığını ifade ettiği durumlarda, çekingen kişi
olanak sağlar, bunun amacı yaşamın erken onun samimiyetinden kuşku duyma eğili­
döneminin ileri yaştaki davranışla ilişkisini mindedir. Aptalca bir şey söylemekten ya da
analiz etmektir. yüzünün kızarması veya başka bir kaygı be­
boyutsal sınıflandırmada, sınıflandırılan nes­ lirtisi yüzünden mahcup duruma düşmekten
neler ya da bütünlükler niceliksel bir boyut­ aşırı korktukları için sosyal ortamlarda zorluk
ta (örn., bir kaygı ölçeğinde 1’den 10’a; 1 en çekerler. Başkalarına karşı yetersiz ve aciz
düşük, 10 ise en yüksek kaygıyı göstermek olduklarına inanırlar; tipik bir şekilde riskleri,
üzere) derecelendirilmektedir. Kategorik sı­ tehlikeleri ve her zamankinin dışında bir şey­
nıflamanın aksine hastanın ilgili boyutlarda ler yaptıklarında zorlukları abartırlar.
değerlendirilmesini ve belki de, bir koordi­ çift (evlilik) ve aile terapisinde görüşmeye eş­
natlar sistemi içinde her bir boyuttaki yerinin ler ve bazen de çocuklar birlikte katılırlar. Bazı
belirlenmesini kapsar. çiftler, bilerek veya bilinçsizce, ilişkilerinde
bulimia nervoza, anoreksiya nervoza gibi, hiç çatışma ve anlaşmazlık yokmuş gibi dav­
olumsuz fiziksel sorunların eşlik ettiği olduk­ ranmaktadırlar. İlişkilerinin iyiye gitmediğini
ça ciddi bir bozukluktur. Anoreksiyada oldu­ gösteren en ufak bir işaretten bile tehdit olur­
SÖZLÜK S-5
√√

lar ve bunu görmemezlikten gelirler. Bu tür davranış genetiği, kısmen kalıtsal düzen fark­
tavırlar kısa vadede barışı sağlayabilir ama lılığına atfedilebilecek, davranışlardaki birey­
uzun vadede ciddi bozukluklara yol açar. Gi­ sel farlılıkların incelenmesidir.
derek tatminsizlik ve öfke ortaya çıkar ve gün davranış terapisi, başlangıçtaki haliyle, klinik
geçtikçe bunlar daha da artar. Bu tür çiftler sorunların değiştirilmesi için klasik ve edimsel
tartışmadıkları için dışarıdan mükemmel bir koşullamaya dayanan işlemleri kullanmıştır.
çiftmiş gibi görünseler de, aralarında iletişim Bazen davranış değiştirme terimi de kullanıl­
olmadığı için duygusal olarak birbirlerinden maktadır, bu terim daha çok tedavi için edim­
uzaklaşırlar. Çift terapisi bu gibi durumlara sel koşullama yöntemini kullanan terapistler
uygulanır. tarafından tercih edilmektedir. Davranış te­
çift körlemesine işlem (double-blind procedu­ rapisi bugün daha çok epistemolojik tutumu
re), araştırmacı, sonuçlar kendi beklentilerin­ -belirli kavramlara bağlılıktan çok, kanıtların
den etkilenecek korkusuyla tetikte olmalıdır. titiz standartlarını araştırması ile karakterize
Bu tip bir yanlılıktan kaçınmak için hangi gru­ edilmektedir. davranışçılık, doğrudan gözle
ba hangi işlemin uygulandığını bilmemesi ge­ görülemez zihinsel süreçler yerine, gözle gö­
rekir. Katılımcının da araştırmada neyin çalı­ rülebilir davranışların incelenmesine odakla­
şıldığına dair bilgisi olmaması, beklentileriyle şan yaklaşım.
hareket ederek yanlılık yaratmasını önler. davranışsal gözlemde gözlemci, davranış bö­
çok yaklaşımlı terapi (multimodal therapy) lünmelerini gerekli yerlerde göstererek öğ­
Rutgers Üniversitesi psikologlarından Arnold renme çerçevesinde ilgili, uygun terimlerle
Lazarus (1989, 1977) tarafından önerilen bi­ tanımlamaya çalışır.
davranışsal pediatri çocuklardaki bozuklukla­
lişsel-davranışçı bir yaklaşımdır.
rın üstesinden gelmek için davranış terapisi
danışan-merkezli terapi insan doğası ve onu
ve pediatrisini birleştiren disiplinler arası bir
anlama çabalarımızın yolları üzerine bazı
çalışmadır. Ana baba-çocuk, okul-çocuk ve
varsayımlara dayanmaktadır. Rogers’a göre,
tedavi ekibi-çocuk ilişkileriyle ilgilenir.
önderliği danışan üstlenmeli, seansın ve ko­
davranışsal tekrar işleminde hastaya bir du­
nuşmanın akışını o belirlemelidir. Terapistin
rumun çeşitli ele alınış şekilleri gösterilir ve
görevi, danışanın, birlikte oldukları süre için­
daha sonra terapi seanslarında onları taklit
de, bir kez daha kendi temel doğasına dön­
etmesi istenir.
mesinin ve nasıl bir hayat tarzının içgüdüsel
davranışsal tıp “davranışsal ve biyomedikal bi­
olarak onu tatmin edeceğini bulmasının ko­
lim, bilgi; sağlık ve hastalığı anlayışıyla ilgili
şullarını yaratmaktır. Terapistin üç tane temel teknikler; bu bilginin ve bu tekniklerin reha­
özelliği olmalıdır: içtenlik, koşulsuz olumlu bilitasyon, tedavi, tanı ve önleme amacıyla
kabul ve empatik anlayış. uygulanması ile ilgilenen disiplinler arası bir
davranım (conduct) bozukluğu terimi bir çok alandır.” Bu tanımda dikkate değer olan, ala­
kontrolsüz davranışı içine alır. DSM-IV diğer­ nın yapısını açıkça yansıtan, yaklaşımın di­
lerinin temel haklarını ve başlıca toplumsal siplinler arası olmasıdır. Davranışsal tıp ve
normları ihlâl eden davranışlara odaklanır. sağlık psikolojisi gibi alanlar psikolojik faktör­
Bu davranışların hemen tamamı aynı za­ lerin sağlık ve hastalıktaki yaygın rolünün
manda yasadışıdır. Davranım bozukluğu­ gösterilmesiyle ortaya çıkmıştır. 1970’lerden
nun belirtileri olarak görülen davranışların beri bu yeni alanlar sağlık ve hastalığın her
çeşitleri, insanlara ya da hayvanlara yönelik yönündeki psikolojik faktörlerin rolünü ince­
saldırganlık, mülkiyete hasar verme, yalan lemektedirler.
söyleme ve hırsızlık yapma olarak sayılabilir. değerlendiriciler arası güvenirlik iki değer­
Davranım bozukluğu, cocuklar ve ergenler lendiricinin bir olay hakkında vardıkları gö­
arasında yaygın olan hatalı davranışların ve rüşbirliğinin derecesidir.
kötü şakaların ötesine geçen davranışların Delilik Savunması (insanity defence), sanığın
sık ve şiddetli olmasına işaret eder. Sıklıkla ruhsal hastalığı veya başka her hangi bir du­
aldırış etmeme, tehlike yaratma, vicdan aza­ rum sebebiyle mantıklı hareket edememesi
bı yokluğu gibi belirtiler bu bozukluğu, anti­ ya da doğruyu yanlıştan ayıramaması yüzün­
sosyal kişilik bozukluğu ya da psikopatinin den yaptığı yasadışı hareketlerden, sorumlu
bir ölçütü yapar. tutulmamasını isteyen yasal savunmadır.
S-6 √√ SÖZLÜK

delirium tremens (DTs) bazı alkol kullananlar­ dışa atım bozuklukları, dört yaşından sonra
da, hoş olmayan ve çok canlı yaratıklar-yı­ uygun olmayan yerlerde yineleyici dışkılama
lanlar, hamam böcekleri, örümcekler vb.- du­ (enkopresis) ya da 5 yaşından sonra yatağa
varda ya da kişinin üzerinde sürünebilir veya ya da giysilerine çiş kaçırma (enuresis).
bütün odayı doldurabilir. Bu halüsinasyonlar dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu
sonucunda uyumu bozulan ve korkuya kapı­ (DEHB), hiperaktivite terimi çoğu kişi, özellik­
lan kişi, bu yaratıkları üzerinden atmak için le ana babalar ve öğretmenler için tanıdıktır.
vücudunu tırmalayabilir veya bu fantastik Sürekli hareket halinde olan, elini oynatan,
hayvanların istilasından kaçmak için odada ayağını sallayan, görünür nedeni olmaksı­
bir köşeye büzülüp oturabilir. zın diğerlerini itekleyen, sırasını beklemeden
demans, sosyal ve mesleksel işleyişte bozulma konuşan ve yerinde duramayan çocuklara
noktasına kadar giden zihinsel yeteneklerin sıklıkla hiperaktif denir. Bu çocuklar, bilenen
aşamalı olarak gerilemesidir. Demansın en deyimi ile ana baba ve öğretmenleri çıldırtır.
belirgin semptomu hatırlamakta, özellikle de DSM son kullandığı bu tanı terimi ile odaklaş­
yakın geçmişte olan şeyleri hatırlamakta zor­ tığı noktayı hiperaktiviteden, uygun zamanda
luk çekilmesidir. elindeki işe dikkatini yoğunlaştırma güçlüğü­
dementia praecox (erken bunama), Kraepelin ne ve amaç yönelimli olmayan hareketliliğe
ilk olarak şizofreninin ilk ismi olan bu kavra­ kaydırmıştır.
mı 1898’de öne sürmüştür. İki temel endojen dilin ifade bozukluğunda (expressive langua­
(içsel nedenli) psikoz grubu ayrıştırılmıştır: ge disorder) çocuk kendini konuşarak ifade
Manik-depresif hastalık ve erken bunama. etmekte güçlük çeker. Çocuk, iletişim kurma­
Erken bunama (dementia praecox), çeşitli ya isteklidir ama doğru kelimeleri bulmakta
olağandışı bir zorluk yaşar.
tanısal kavramları -dementia paranoides, ka­
direnç, serbest çağrışımda, dizginlerinden kur­
tatoni ve hebefreni-içeriyordu.
tulduğu kabul edilen düşüncelerin arasına
deneysel hipotez, araştırmacının belli bir de­
kendilerini sokuşturan bloklar ortaya çıkar.
ğişkeni değişimlediği zaman olacağını var­
Hastalar aniden konuyu değiştirebilir veya bir
saydığı durumu tanımlayan ifadedir.
olayın ne kadar önce olduğunu hatırlamaya­
depersonalizasyon bozukluğu bireyin benli­
bilir. Seansı kesmek için her türlü taktiği (ses­
ğine ilişkin algısının ya da yaşantısının altüst
siz kalmak, divandan kalkmak, pencereden
edici ve yıkıcı şekilde değiştiği, DSM-IV’de
bakmak, şaka yapmak ya da analiste kişisel
dissosiyatif bozukluk olarak sınıflanan bir bo­
yorumlarda bulunmak gibi) deneyebilir. Has­
zukluktur. talar geç gelebilir veya randevuyu tümden
depresyon, büyük bir üzüntü, endişe, suçluluk “unutabilir”. Tüm bunlar direnç olarak adlan­
ve değersiz hissetme, başkalarından uzak­ dırılır.
laşma, uyku, iştah, cinsel istek kaybı ya da dissosiyatif bozukluklarda, bireyin bilinç, bel­
her zamanki faaliyetlere karşı ilgisizlikle be­ lek ve kimliğinde aksaklıklar gözlenir. Ge­
lirginleşen duygudurumudur. nelde konversiyonla birlikte her ikisinin de
derealizasyon dünyanın gerçek olmadığı duy­ başlangıcı kaygıyı içeren stresli yaşam olay­
gusu. larına dayanır. Bu bozuklukların bir arada gö­
dezorganize (dağınık) şizofreni, bunda ko­ rülmeleri seyrek değildir.
nuşma dağınıktır ya da konuşulanların takibi dissosiyatif kaçış (fug) da, bellek kaybı daha
güçtür. Hasta aynı sözcüklerle ya da tutar­ yoğundur. Kişi sadece tamamen amnezik ol­
sızca konuşabilir, bazen kahkaha atabilir. maz, aynı zamanda aniden evinden ve işin­
Duygulanım düz ya da çok değişkendir, an­ den uzaklaşır ve yeni bir kimlik benimser.
laşılamayan gülme ya da ağlama nöbetleri disparoni tanısı cinsel ilişki öncesinde, sırasın­
görülür. Hastanın davranışları tümüyle çok da ya da sonrasında yineleyen ya da sürekli
düzensizdir. genital ağrı olması halinde konulur. Kadın­
dhat Hindistan’da meni boşalmasıyla bağlantılı larda ağrının vajinal ıslanmanın olmaması­
aşırı kaygı ve hipokondriye işaret etmek üze­ na bağlı olduğu düşünülüyorsa (ki böyle bir
re kullanılır. durumda cinsel uyarılma bozukluğu tanısı
dış geçerlik bir araştırmanın sonuçlarının, o konulmalıdır), veya ağrı ikinci bir ağrı bozuk­
deneyin dışına genellenebilme derecesine luğuna yani vajinismusa bağlı olarak ortaya
denir. çıkıyorsa disparoni tanısı konulmamalıdır.
SÖZLÜK S-7
√√

dissosiyatif amnezisi olan bir kişi, genellikle terleme, kaygı, depresyon ve dağınıklığa yol
stres verici bir olaydan sonra aniden önemli açabilmektedir.
kişisel bilgileri hatırlayamaz. Bilgi tamamen edimsel (operant) koşullama B. F. Skinner
kaybolmaz ancak amnezi dönemi boyunca (1904-1990) tarafından tanımlanan öğrenme
hatırlanamaz. Bellekteki boşluklar günlük şekline verilen ad. Davranış, çevre üzerinde
unutkanlıkla açıklanamayacak kadar büyük­ etki yaratmaktadır. Etki yasası, uyarıcı-dav­
tür. ranış bağlantılarına odaklaşmadan, davra­
dissosiyatif kimlik bozukluğu (DKB) ya da nışlar ve sonuçları (izleyenleri) arasındaki
çoğul kişilik tanısı koyabilmek için kişinin en ilişkiye vurgu yapar.
az iki ayrı ego durumunun bulunması, belirli ego analistleri bir grup çağdaş psikanalistler
zamanlarda birinin öne çıkması, bu ego du­ olup, Freud’un egoya verdiği göreli zayıf rolü
rumlarının, kontrolü ele aldığı birbirlerinden tartışırlar.
bağımsız oluş, düşünüş ve varoluş şekilleri­ ego analizinin savunucuları, kişinin çevreyi
nin olması gerekmektedir. kontrol becerisine ve belirli içgüdüsel dürtü­
distimik bozukluk tanısı olan kişiler kronik lerin doyurulması için araçların ve zamanın
olarak depresyon içindedirler. Kendilerini üz­ seçimine daha çok önem verirler. Temel gö­
gün hissetme ve her zamanki faaliyetlerden rüşleri, bireyin id olduğu kadar ego da olduğu
hoşlanmamanın yanı sıra uykusuzluk ya da biçimindedir. Ayrıca, bireyin davranışının ta­
çok uyuma, yetersiz hissetme, enerji kaybı, rihsel nedenlerine yönelik derin araştırmaları
kötümserlik, dikkati toplayamama ve açık bazen savundukları olsa da, güncel yaşam
düşünememe, başkalarından kaçınma gibi koşullarına, Freud’dan daha çok odaklanmış­
depresyon belirtilerini gösterirler. lardır.
Down Sendromu ya da trisomy 21, Down ego, İd’den farklı olarak bilinci ifade eder ve
Sendromlu kişiler, kısa boy; oval, yukarıya doğumdan sonraki ikinci 6 ay boyunca id’den
çekik gözler; gözün iç köşesinin üzerinden kaynaklanarak gelişir. İd, gerekirse hayal iş­
göz kapağının yukarısına doğru uzanan bir lemini kullanırken, ego’nun görevi, gerçekle
kıvrım; seyrek, ince, düz saç; geniş ve yas­ uğraşmaktır.
sı bir burun köprüsü; kare şeklinde kulaklar; egoist intihar bireyin toplumla çok az bağı kal­
ağzın küçük ve damağın alçak olmasından dığı zaman gerçekleştirir. Bu insanlar sosyal
ötürü dışarı çıkan büyük kırışık bir dil; ve varlıklar olarak işlev görmelerini sağlayan
kısa, kalın parmaklarla, kısa, geniş eller gibi, sosyal desteklerden koparak başkalarına ya­
sendromun kendine özgü fiziksel belirtileri bancılaşırlar.
kadar, orta dereceden ağır dereceye kadar eklektisizm, terapistlerin çoğunun onaylayıp
uzanan geriliğe sahiptirler. benimsedikleri çeşitli terapi yaklaşımlarına
DSM-IV olarak adlandırılan ve açık adı Ruh- ait görüş ve teknikleri kullanmaları.
sal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel elektra kompleks kız çocukta babaya karşı
Elkitabı olan sınıflama sistemi, ruh sağlığı aşk, anneye karşı nefret duygularının yaşan­
profesyonelleri arasında yaygın kabul gören dığı karmaşa.
resmi tanı sistemidir ve Amerikan Psikiyatri elektrokonvulsif tedavi (EKT) genelde hasta­
Birliği tarafından yayınlanmıştır. ne ortamlarında hem şizofreni hastalarında
duygulanım küntlüğü olan hastalarda hemen hem de psikotik olan depresyon hastalarında
hemen hiç bir uyarıcı duygusal tepkiye yol kullanılır. Günümüzde EKT’nin kullanımı, ağır
açmaz. Hasta boş boş bakabilir, yüz kas­ depresyon vak’alarıyla sınırlıdır. EKT’de has­
ları sarkık, gözleri cansızdır. Hitap edildiği tanın kafasından 70 ila 130 volt arasındaki
zaman düz ve tonlaması olmayan bir sesle bir akım geçirilerek bilerek bir nöbet başla­
cevap verir. tılır ve kısa süreli bir bilinçsizlik olur. EKT’nin
ecstasy kimyasal olarak mescaline ve amfe­ çalışmasını sağlayan mekanizma bilinme­
taminlere benzemektedir. Günümüzde bazı mektedir. Genel olarak, metabolik hareketi
üniversite kampuslarında yaygındır. Kullanı­ ve beyine giden kan dolaşımını azaltmakta
cılar maddenin yakınlığı ve içgörüyü arttırdı­ ve normal dışı beyin aktivasyonunu engelle­
ğını, kişilerarası ilişkileri geliştirdiğini, duygu mektedir.
durumunu yükselttiğini ve estetik farkındalığı elsever (alturistik) intihar Durkheim tarafından
arttırdığını belirtmektedirler. Bu madde ayrı­ sosyal taleplere karşı bir cevap olarak algıla­
ca, kaslarda gerginliği arttırmakta hızlı göz nır. İntihar eden bazı kişiler kendilerini sosyal
hareketleri, mide bulantısı, halsizlik, titreme, bir grubun bir parçası olarak hissederler ve
S-8 √√ SÖZLÜK

kendilerini toplumun yararına feda ederler. ranmasına neden olur. Bunun da ötesinde,
Vietnam savaşı sırasında Budist keşişlerin diğer kişilerin hastaya nasıl davranacaklarını
kendilerini kurban etmeleri bu çeşit intihara da etkiler. Dolayısıyla sosyal rol, etiketleme
bir örnektir. yoluyla hastalığın kendisi olur.
enürezis, dışa atım bozukluklarından biri olup etiyolojik geçerlik, bir tanı grubunu oluşturan
yatak ıslatma sorununa işaret eder; noktür­ kişilerde aynı nedensel etkenlerin gösterilmiş
nal enürezis gece yatak ıslatmadır. Gece olması sistemin etiyolojik geçerliğine işaret
gündüz ıslatanlar (diurnal enuresis) bir diğer eder.
alt kategoridir. etki yasası, bir davranışın neden olduğu so­
epidemiyoloji, bir bozukluğun belli bir nüfus nuçlar eğer organizmaya doyum veriyorsa, o
içerisindeki görülme sıklığı ve dağılımıyla il­ davranışın tekrarlanma olasılığı yüksek ola­
gili çalışma alanıdır. caktır. Eğer davranışın neden olduğu sonuç­
erkekte erektil bozukluk (sertleşme bozuk- lar organizma üzerinde nahoş etkiler yaratı­
luğu) cinsel aktivitenin tamamlanabilmesi yorsa, o davranışın tekrarlanma olasılığı ve
için gerekli olan sertleşmenin sürekli olarak sıklığı azalacaktır.
sağlanamaması veya sürdürülememesi ge­ etkilenme (referans) fikirleri önemsiz olayları
rekir. Empotans (iktidarsızlık) bu sorunun sanrısal bir çerçeve içine koyup başkalarının
eski adıdır. ufak tefek davranışlarından kişisel anlamlar
erken boşalma erkeklerde en yaygın olarak gö­ çıkarmadır.
rülen işlev bozukluğudur ve erkeklerin %40 ı fallik dönem, 3 yaşından 5-6 yaşına kadar ki
yaşamlarının bir döneminde böyle bir sorun dönemdir. Bu dönemde id’in başlıca haz
yaşarlar. Laboratuar çalışmaları erken bo­ veya doyum kaynağı genital uyarılmalardır.
şalma sorunu olan erkeklerin cinsel uyarılma fenilketonüri de (PKU) bebek normal doğar,
eşiklerinin düşük olduğunu ve tam bir orgaz­ hemen sonra karaciğer enzimi fenilalanin
ma ulaştıkları cinsel yaşantıları arasında ge­ hidroksilaz eksikliğinden yakınılır. Bu enzi­
çen sürelerin erken boşalma sorunu olmayan min, epinefrin gibi hormonların gelişiminde
erkeklere nazaran daha uzun olduğunu gös­ esas olan bir aminoasite, fenilalanine dönüş­
termektedir. Erken boşalma genellikle belir­ türülmesi gerekmektedir. Bu enzim yetersiz­
gin derecede kaygı ile birlikte görülür. Bazen liğinden dolayı, fenilalanine ve bunun türevi
vajene girmeden boşalma ortaya çıkabilir, fenil prüvik asit yıkıma uğramaz ve bunun
ama daha sık rastlanan durum boşalmanın yerine vücut sıvılarına yerleşir, en sonunda
girişten birkaç saniye sonra olmasıdır. geriye dönüşü olmayan beyin hasarlarına yol
eroin, araştırmacılar morfinin, çok güçlü bir ağrı açar.
kesici olan ve eroin olarak adlandırılan başka fenotip (fenotype) kaygı derecesi gibi gözlene­
bir ilaca dönüştürülebileceğini buldular. Eroin bilir özelliklerin atfedildiği yapı.
başlangıçta morfin bağımlılığını tedavi etmek fetal alkol sendromu hamilelik döneminde yo­
için kullanıldı; öksürük şuruplarında ve pa­ ğun alkol kullanımı, zekâ geriliğinin bilinen
tentli diğer ilaçlarda morfinin yerini aldı. An­ bir nedenidir. Fetüsün gelişimi yavaşlar, kafa,
cak, eroinin morfinden daha kuvvetli ve daha yüz, kol ve bacaklarda anormallikler oluşur.
çok bağımlılığa yol açan bir madde olduğu fetişizmde cinsel uyarılmaya yol açan vücudun
ve de etkisinin daha yoğun ve çabuk olduğu belli kısımları değil cansız nesnelerdir. He­
ortaya çıktı. men hepsi erkek olan fetişistler, örneğin ka­
eş-değer form güvenirliği, bazen psikologlar dın ayakkabısı gibi fetişlere yani cansız tutku
bir testi, belki de kişinin birincil testi alırken nesnelerine karşı tekrarlayan ve yoğun bir
verdiği yanıtları hatırlayabileceği endişesin­ cinsel dürtü hissederler. Cinsel uyarılmanın
den, iki kez tekrarlamak yerine, bir testin iki olabilmesi için tutku nesnesinin var olması
ayrı formunu uygularlar. Bu durumda testin tercih edilir, hatta bu zorunludur.
her iki formunun aynı ölçümü yaptığının bilin­ fobi, bir nesne ya da durumla ilgili, tehlikeyle
mesi gerekir. orantılı olmayan ve onu yaşayan tarafından
etiketleme kuramı (labeling theory) olarak bili­ anlamsız olarak tanınan engelleyici, korku­
nen yaklaşımda, Scheff’e göre, şizofrenideki nun aracılık ettiği kaçınma olarak tanımlanır.
ana etken, kişiye tanıyı içeren bir etiket ya­ fonolojik bozukluğu olan gençler önemli bir
pıştırmaktır. Bu etiket, kişinin daha sonra akıl kelime dağarcığını anlayabilir ve kullanabi­
hastalığı kalıpyargılarına dayalı olarak dav­ lirler, ancak konuşmaları bebek konuşması­
SÖZLÜK S-9
√√

nı andırır gibidir. Örneğin İngilizcede “blue”, cesi hücrenin içine geri pompalandığı süreç.
“bu” gibi çıkar; “rabbit”, “wabbit” gibi duyulur. gerileme (regression), saplanmayla bağlantılı
Sonradan kazanılan konuşma seslerinin te­ olarak daha önceki bir dönemin veya yaşın
laffuzunu öğrenmemişlerdir “r, sh, th, f, z ve davranış örüntülerine geri dönmektir.
ch” gibi. Geştalt terapinin temel amacı hastaların ihti­
frajil X sendromu, Bazı kişilerde X kromozo­ yaçlarını, arzularını ve korkularını anlama­
mu ikiye ayrılabilir. Frajil (kırılgan) X ile ilişkili larına ve kabullenmelerine ve kendilerini bu
fiziksel semptomlar, büyük az gelişmiş kulak­ amaçlarına ulaşma ve ihtiyaçlarını doyurma
lar, uzun, zayıf bir yüz, geniş bir burun kökü konusunda nasıl bloke ettiklerini fark etme­
gibi yüz özellikleri ve erkeklerde büyük testis­ lerine yardımcı olmaktır. Temel bir varsayım,
leri içermektedir. hepimizin ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi her
geçerlik testi, bir tanı kategorisi oluşturulduktan türlü durumda dışa vurduğumuz biçiminde­
sonra, bu kategori hakkında kesin ifadeler ve dir.
yordamalarda bulunup bulunamama sınıfla­ gizli dönem 6 ve 12 yaşları arasında çocuğun
ma sisteminin geçerliğini oluşturur. Geçerlik içinden geçtiği dönemdir. Bu yıllarda id’e ait
ile güvenirlilik arasında özel bir ilişki vardır: içtepiler, davranışı güdülemede başlıca rolü
bir kategorinin güvenilirliği azaldıkça, bu ka­ oynamazlar.
tegori hakkında geçerli ifadeler kullanmak gözetlemek (röntgenlemek) Bir erkek bazen
daha zorlaşır. Bir tanının güvenirliği tümüyle tesadüfen karşılaştığı bir durumda, o kişinin
yeterli değil ise, geçerliğinin de yeterli olma­ haberi olmaksızın bir kadını çıplak iken izle­
yacağını bekleriz. yebilir. Eğer bu erkek temelde geleneksel bir
gelişimin psikososyal dönemleri her birinde, cinsel yaşama sahip ise, davranışı gözetle­
onu karakterize eden bir krizin var olduğu ve
mek (röntgenlemek) olarak adlandırılsa da,
Eric Erikson’un öngördüğü dönemler.
genellikle böyle bir kişi gözetlemeci olarak
genel adaptasyon (uyum) sendromu (GAS)
değerlendirilmeyebilir. Gözetlemecilik cinsel
1936’da doktor Hans Selye, uzun süren şid­
doyuma ulaşabilmek amacıyla başkalarını
detli strese karşı biyolojik tepkileri tanımlayan
soyunukken veya cinsel ilişki sırasında gö­
bir model olan olarak bu sendromu önerdi.
zetlemek demektir.
Modelde üç dönem tanımlanmaktadır: alarm
grup terapisinde belli sayıdaki hastalara aynı
reaksiyonu, direnç, tükenme.
zamanda yardım verilir. Grup üyeleri, dikkat
genel felç, bazı ruh hastaları ilerleyen bir felç
bir başka üyenin üzerinde yoğunlaştığında
ile büyüklük sanrılarını da içeren hem fiziksel
daha da çabuk öğrenebilirler. Gruplarda şa­
hem de ruhsal yeteneklerin kalıcı bir bozul­
ması ile belirgin bir sendromu gösteriyorlar­ şırtıcı biçimde güçlü bir sosyal baskı vardır.
dı. Bireysel terapide terapist danışanına davra­
genellenmiş kaygı bozukluğu (GKB) olan kişi nışının düşmanca göründüğünü (böyle bir
çoğu kez önemsiz şeylerle ilgili olarak sürekli amaçla yapılmamış olsa da) söylediğinde
bir kaygı içindedir. Her çeşit konuda kronik danışan bu mesajı reddedebilir ama grup te­
ve kontrol edilemez bir endişe GKB’nin temel rapisinde eğer terapistin bu yorumu 3-4 kişi
özelliğidir. tarafından da onaylanırsa, danışanın bu me­
genital dönem en son yetişkinlik dönemidir. Bu sajı göz ardı etmesi daha zor olur.
dönemde heteroseksüel ilgiler baskındır. güvenirlik derecesi, bir tanı sisteminin ya da bir
genotip (genotype) bireyin, kalıtımla geçen testin ya da herhangi bir ölçümün her uygula­
genlerini kapsayan kalıtsal yapısına veya dü­ mada aynı bilimsel gözlem sonucunu verme
zenine denir. Bireyin genotipi, onun, gözlene­ derecesidir.
mez, fizyolojik yapı veya bünyesidir. güzel aldırmazlık Bu olgu, belirtinin şiddetini
gerçek kaygı bir kimsenin yaşamı tehlike al­ ve uzun dönemli sonuçlarını hafife alan bir
tındayken oluşan kaygı. Freud’a göre bu, tutum sergilemek ve endişelenmemek dav­
ego’nun, dış dünyadan gelebilecek tehlikele­ ranışlarıyla karakterizedir.
re karşı gösterdiği bir tepkidir. haşhaş, marihuanadan daha kuvvetli olan haş­
gerçeklik ilkesi, egonun, gerçeğin talepleri ve haş, iyi kaliteli kannabis bitkisinin reçinesinin
id’in, anında doyum arzuları arasında denge çıkartılıp kurutulması ile elde edilir. Marihua­
kurarak çalışmasına aracılık eder. na, Kannabis sativa denilen bir bitkinin kuru­
geri alım sinapsta nörotransmitterin sinaps ön­ tulmuş ve ufalanmış yaprak ve çiçek uçların­
S-10 √√ SÖZLÜK

dan oluşur. Sıklıkla sigara gibi içilir fakat aynı güdülenmelerin daha çok farkına varılması­
zamanda çiğnenebilir, çay gibi hazırlanarak nın düşünce, duygu ve davranışlar üzerinde
içilebilir veya kurabiyelerin içine konabilir. daha çok kontrole ve ardından gelişmeye yol
hayalet hastalık (ghost sickness) Bazı Ameri­ açacağı biçimindedir.
kan yerli kabileleri erkeklerinde görülen ölüm­ iç-tutarlık güvenirliği, bir testteki maddelerin
le ve ölmüş kişilerle aşırı zihin meşguliyeti. birbiriyle ilgili olup olmadıklarını değerlendi­
hemzaman ya da betimsel geçerlik denen ge­ rir.
çerlik tipi, bir ölçü aracından alınan puanların,
iki uçlu (bipolar) I bozukluk DSM-IV’de mani
aşağı-yukarı aynı zamanda değerlendirilen
dönemi ve hem mani hem depresyon belirti­
bir psikolojik özelliğe ait bir ölçümle araların­
lerini kapsayan karışık dönem olarak tanım­
da ne dereceye kadar korelasyon olduğuyla
lanmaktadır. İki uçlu I bozukluğu olan kişile­
ilgilidir.
hipokondri, tıbbi kanıtlar aksine olsa da, birey­ rin çoğu aynı zamanda depresyon dönemi
lerin ciddi bir hastalıkları olmasından endişe de yaşamaktadırlar. İki uçlu bozukluğun kritik
ettikleri bir somatoform bozukluktur. belirtileri, maninin taşkın ya da sinirli duygu­
histeri şimdi konversiyon dediğimiz bozukluk durumu, konuşkanlık ve aşırı hareketliliği ve
daha önceleri böyle adlandırılıyordu. Histeri ek olarak depresyon dönemleridir.
sözcüğünün tarihçesi anormal davranışlar ikincil süreç düşünce (secondary process),
üzerindeki ilk yazılara kadar gitmektedir. Hi­ planlama ve karar verme işlevleri yoluyla,
pokrat konversiyonu sadece kadınlarda olan egonun, id’in yapmak isteyeceği gibi hemen
ve rahmin bedende gezmesine bağlı olarak her zaman haz ilkesine göre çalışmanın,
ortaya çıkan bir hastalık şeklinde algılamış­ yaşamı sürdürmenin etkili ve yeterli bir yolu
tı. Yunanca hystera sözcüğü rahim anlamına olmadığını fark etmesi ve gerçeği esas alma­
gelmektedir. sı.
histriyonik kişilik tanısı, aşırı dramatik ve dik­ ikiz yönteminde hem tek yumurta ikizleri, hem
kat çekmeye çalışan insanlar için kullanıl­
de ayrı-yumurta ikizleri belli özellikleri açısın­
maktadır. Bu kişiler dikkatleri kendi üzerle­
dan karşılaştırılırlar.
rine çekmek için çoğunlukla farklı elbiseler,
iletişim bozukluğu, ifade edici ve /ya da anla­
makyaj, saç rengi gibi fiziksel görünüşleriyle
ilgili özellikleri kullanırlar. Fazla duygusal gö­ yıcı konuşmada sorunlara işaret eder.
rünmelerine rağmen, aslında duygusal ola­ ilişkinin yönü sorunu, (directionality problem)
rak yüzeysel oldukları izlenimi edinilir. Ben­ pek çok korelasyonel araştırma deseninde
merkezcidirler, fiziksel çekicilikleriyle aşırı ortaya çıkmaktadır. Çok kullanılan bir sözle
ilgilidirler ve dikkat odağı olmadıkları zaman özetlersek “İlişkili olma, biri diğerinin nedeni­
rahatsız olurlar. Uygunsuz derecede cinsel dir anlamına gelmez”.
olarak tahrik edici ve baştan çıkarıcıdırlar ve indeks - işaret vak’alar, araştırmalarda baş­
başkaları tarafından kolayca etkilenirler. langıç noktası, araştırma konusu tanıya uyan
iç geçerlik, elde edilen etkinin nedeni, bağım­ kişilerin örneklem için biraraya getirilmelerin­
sız değişkenin değişimlenmesine güvenli bir de bu katılımcılara verilen ad.
biçimde yüklenebildiği zaman, araştırmanın işlevsel sosyal destek ise daha çok bireyin
iç geçerliği vardır. ilişkilerinin kalitesiyle ilgili bir tanımlamadır.
içe-bakış, iç gözlem ve zihinsel süreçlerin bil­ Örneğin, birey gereksinim duyduğu anda
dirimi gibi işlemlerle denekler, yaşantı blok­
yardım isteyebileceği yakınlıkta bir arkadaşı­
larını kaldırmaya ve bilincin yapısını görmeye
nın varlığına inanmakta mıdır?
çalışırlar.
itici uyarıcılarla terapi adlı yöntem duyarsız­
içgörü (insight) terapisi, duyguların (emotion)
ve düşüncelerin insanların, özellikle ihtiyaç­ laştırmaya benzer olmakla beraber, olumlu
ları ve dürtüleri çatıştığında, kendilerini neyin tepki yerine yeni bir kaygı ya da tiksindirme
güdülediğini uygun bir şekilde anlamadıkları (aversion) tepkisi koymayı amaçlamasıyla,
için bozulduğunu varsaymaktadır. İçgörü te­ ona karşıttır. İtici uyarıcılarla terapiyle tedavi
davisi insanların davranışları ve düşüncele­ edilen sorunlar arasında aşırı alkol ve sigara
rinin gerçek nedenlerini keşfetmelerine yar­ tüketimi, travestilik, teşhircilik ve aşırı yeme
dımcı olmaya çalışır. Burada, temel önerme, sayılabilir.
SÖZLÜK S-11
√√

kaçınma koşullamasında(1) hayvan, klasik olayla ilgili düşüncelerin ürettiği gerilimin gi­
koşullama yoluyla KŞLU’dan korkmayı öğ­ derilmesi (katarsis). Breuer’in yöntemi olarak
renmiştir ve (2) hayvan edimsel koşullama da bilinir.
yoluyla KŞLU’dan kendisini kurtarmak ve do­ katatonik hareketsizlik, donakalım durumun­
layısıyla araya giren korku tepkisini azaltmak da hastalar uzun süre garip duruşlar alıp
için, açık bir davranış öğrenmiştir. bunu sürdürürler. Hasta tek ayağının üzerin­
kadında cinsel uyarılma bozukluğu Cinsel de durarak diğer bacağını kalçaya doğru kı­
uyarılma bozukluğu tanısının konulabilmesi
vırıp bütün bir gün öyle kalabilir.
için kadınlarda birleşmenin rahat bir şekilde
katatonik şizofreninin en önde gelen belirti­
tamamlanabilmesi için gerekli olan vajinal ıs­
leri hareket alanındadır. Bu kişiler katatonik
lanmanın sürekli olarak yetersiz olması gere­
kir. Frijidite (cinsel soğukluk) bu sorunun eski hareketsizlik ve aşırı hareketlilik ve heyecan
adıdır. arasında gidip gelebilirler ancak her iki du­
karışık desende, birbirleriyle ortak özellikleri rumda da motor belirtiler ön plandadır.
olmayan iki (ya da daha fazla sayıdaki) farklı kategorik sınıflandırmada, bir “evet-hayır”
nüfustan gelen denekler, birer deney koşulu­ yaklaşımı söz konusudur. Birey şizofreni has­
na atanırlar. İki farklı tipteki nüfus (evren), ör­ tası mıdır değil midir? Ayrık tanı bütünlükleri
neğin şizofren hastalar ile fobik hastalar, bir önerdiği için, bu tür bir sınıflandırmanın nor­
sınıflayıcı değişken teşkil ederler. Yani şizof­ mal ve anormal davranış arasında dikkate
reni ve fobi değişkenleri araştırmacı tarafın­ alınması gereken sürekliliğe boyutsal sınıf­
dan değişimlenmemiş veya yaratılmamışlar­ landırmadaki gibi izin vermediği öne sürülür.
dır. Bu değişkenler değişimlenen koşullarla, kaygı (anksiyete), korku ve endişenin egemen
yani gerçek deneysel değişkenlerle, yalnızca olduğu bir duygu durumu olup, birçok psiko­
ilişki gösterebilirler. patolojide ortaya çıkabilen ve bir çoğunun da
karıştırıcılar (confounds), birinin yaşam duru­ temelini oluşturan bir duygu durumudur.
mundaki bir değişiklik ya da zamanın geç­
kaygı bozukluğu tanısı, kişisel olarak yaşanan
mesi gibi değişkenlerdir. Bunların etkileri ile
kaygının bulunduğu durumlarda konur. DSM-
bağımsız değişkenlerin etkileri birbiri içine
IV’de altı temel kategori vardır: Fobiler, pa­
karışır ve aynı korelasyonel çalışmalardaki
üçüncü değişkenler gibi, sonuçları değerlen­ nik bozukluk, genellenmiş kaygı bozukluğu,
dirmeyi güçleştirir ya da imkânsız hale geti­ obsesif-kompulsif bozukluk, travma sonrası
rirler. stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu.
karşı aktarım (countertransference), psikana­ kekelemelik bir iletişim bozukluğu olup, aşağı­
listin hastaya karşı duygularıdır. Bir psikana­ daki konuşma örüntülerinden bir ya da bir­
liz yazarı, karşı aktarımı “çarpık empati” diye den fazlasıyla karakterize edilmiş, söz akı­
tanımlar. cılığındaki kesintilerdir. Konuşma örüntüleri:
karşıt olma-karşıt gelme bozukluğu (KOK­ seslerin sık tekrarı ya da uzatılması, kelime­
GB) (Oppositional Defiant Disorder) tanısı, ler arasında uzun duraklamalar, telaffuzu zor
bir çocuğa davranım bozukluğu tanısı konu­ kelimelerin yerine kolay kelimeleri koymak
lamadığında -aşırı fiziksel saldırganlık ölçütü (belli sesiz harflerle başlayan kelimeler gibi)
karşılanamadığındaama huysuzluk yaptığı, ve bütün kelimeyi tekrar etmek (sadece bir
yetişkinlerle tartıştığı, yetişkinlerin isteklerine “go” yerine “go-go-go-go”demek gibi).
uymayı tekrar tekrar reddettiğinde, kasten kendine yeterlik, Albert Bandura (1977) tara­
başkalarını kızdıracak şeyler yaptığında ve
fından tanımlanan, değişik terapilerin insan­
öfkeli, kinci, alıngan ya da intikamcı olduğun­
ların, (istenen, arzulanan amaç ve hedeflere
da konur.
ulaşabileceğine dair inanç) duygularını arttır­
karşıt tepki geliştirme (reaction formation)
mekanizması, bir duyguyu, örneğin nefreti, mak yoluyla gelişme ve iyileşme kaydettikle­
onun aksine çevirmektir. rini ileri sürerek formüle ettikleri kavram.
karşıt-koşullama, belirli bir uyarıcıya karşı yeni kendini-izleme (self-monitoring), bir dönem
bir tepkinin çıkarılması ile gerçekleşen bir ye­ de davranışçı terapistler ve araştırmacılar,
niden öğrenmedir. insanların kendi davranışlarını gözlemleme­
katartik yöntem önceki bir felaket yaşantısının sini ve çeşitli davranış veya tepki kategorile­
açığa çıkarılması ve daha önce unutulmuş rini izlemelerini istemişlerdir.
S-12 √√ SÖZLÜK

kesitsel (cross-sectional) araştırmalarda, araş­ lantı ve uykusuzluk yapabilir. Ayrıca paranoid


tırmacı aynı zaman diliminde aynı anda farklı dağılma ve deri altında gezen böcekler gibi
yaş guruplarını belirli bir değişken yönünden dehşet verici sanrılara neden olabilir. Kronik
karşılaştırır. kullanımı sıklıkla gittikçe artan sinirlilik, sos­
kimlik krizi Erikson’ı meşhur eden kavram.
yal ilişkilerin bozulması, paranoid düşünme
Erikson’ın 12 ile 20 yaşları arasında ortaya
gibi kişilik ile ilgili değişikliklere ve de yeme
çıktığını söylediği kimlik krizi, çocukluktan ye­
tişkinliğe geçişi yansıtır. Bu zaman aralığında ve uyku düzeninde bozulmalara neden ola­
hepimiz bir çeşit benlik-duygusu yaratırız. bilir
Kişilerarası Terapi (IPT; Interpersonal The­ kolektif (ortak) bilinçdışı Jung’un kuramında
rapy) (Klerman ve ark., 1984). Bu terapi insanlığın sosyal tarihçesine ait bilgileri kap­
güncel kişilerarası sorunlara odaklanır ve sayan bilinçdışı alanı.
başkalarıyla daha iyi ilişki kurmayı hastayla kompulsiyon, sıkıntıyı azaltmak ya da bir fela­
tartışarak, hatta doğrudan öğreterek işler. ketin olmasını önlemek için kişinin yapmaya
Klasik psikanalizde araştırılan büyük davra­ zorunlu hissettiği tekrarlayıcı davranıştır.
nış değişiklikleri IPT’nin amacı değildir. IPT
kontrol grubu, deneysel bir desenin önemli bir
hem psikodinamik hem de bilişsel davranış­
özelliği, deneysel muameleye (bağımsız de­
çı terapilerden stratejiler içerir. Temel odağı,
çocukluk dönemi ve gelişimsel konulardan ğişkene) maruz kalmayan en az bir tane gru­
çok, şimdi-ve-burada sorunlarıdır. bun bulunmasıdır. Eğer bir deneydeki sonuç­
kişiliğin dinamiği kişiliği oluşturan güçler ara­ lar, bağımsız değişkendeki değişimlenmelere
sındaki etkileşmeye denir. Freud’un görüşle­ bağlanacaksa, bir kontrol grubu şarttır.
rini ve düşüncelerini izleyen kuramcılara da konuşmada dağınıklık (enkoherans / incohe­
psikodinamik kuramcılar denir. rence), hasta temel bir tema ya da fikre dön­
kişilik bozuklukları heterojen bir gruptur. mesine rağmen imgeler ve düşünce parça­
DSM’de II. Eksen’de kodlanırlar ve kişinin
cıkları birbirine bağlı değildir.
içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden sa­
konversiyon bozukluğunda, aniden görme kay­
pan ve kişinin sosyal ve iş yaşantısındaki iş­
levselliğini bozan, çok eskiden beri varolan, bı ya da felç gibi duyusal veya motor belirti­
yayılgan, esnemeyen davranış örüntüleri ve ler nörolojik türde bir hasarı akla getirse de,
içsel yaşantılar olarak görülürler. Hepsi değil organlar ve sinir sistemi iyi durumdadır. Bu
ama bazıları duygusal rahatsızlıklara neden bireyler, fizyolojik olarak normal olsalar da,
olabilirler. anesteziler adı verilen, kol ve bacaklarda kıs­
klasik koşullanma tipi öğrenme, bu yüzyılın mi ya da tam felç; bayılma nöbetleri ve denge
başında, neredeyse tesadüfen Rus fizyolog kusuru olabilir; deride batma, uyuşma, karın­
Ivan Pavlov (1849-1936) tarafından keşfe­
calanma hissi görülebilir.
dildi. Köpeğin arkasında çalınan bir zilin he­
korelasyon katsayısı r sembolü ile temsil edilir.
men ardından ağzına et tozu konur. Bu işlem
bir kaç kez tekrarlandıktan sonra, köpek, et Bu istatistik, -1.00 ile +1.00 arasında bir değer
tozunu almadan önce daha zil sesini duyar alabilir ve bir ilişkinin hem büyüklüğünü hem
duymaz salya çıkarmaya başlar. de yönünü gösterir. +1.00 ya da -1.00 olan bir
klinik görüşmenin, günlük konuşmadan ya da r, en yüksek olasılığa sahip veya mükemmel
anketten ayrıldığı bir yön belki de görüşmeci­ bir ilişkiyi işaret eder. Buna karşılık, .00 olan
nin, yanıtlayan kişinin soruları nasıl yanıtladı­ bir r değeri, değişkenlerin ilişkisiz olduğunu
ğına ya da yanıtlamadığına dikkat etmesidir. gösterir. Eğer r’nin işareti artı ise iki değişken
kokain alkoloidi, 1844’de elde edildi ve o yıldan birbiriyle pozitif ilişkilidir.
beri de lokal anestezik olarak kullanıldı. Ağrı
koro Güney ve doğu Asya’da da bildirilen ve pe­
azaltıcı etkisinin yanı sıra, kokain beyinde
nisin ya da memelerin vücutta tersine dön­
hızla yayılır, dopamin geri alımını engeller ve
sonuçta duyusal farkındalığı arttırarak aşırı müş olduğu ve muhtemelen ölüme yol aça­
coşku yaratır. Cinsel istek kamçılanır, kendi­ cağı olasılığına dair yoğun bir kaygı dönemi
ne güven, kendini iyi hissetme ve hiç yenile­ kuram, bir olgu kümesini açıklamaya yarayan
mezlik duygusu artar. Aşırı doz, titreme, bu­ düzenli önermeler bütünüdür.
SÖZLÜK S-13
√√

libido, psikanalitik kurama göre yeni doğan motor beceri bozukluklarında, gelişimsel ko­
bebeğin büyümesi ve gelişmesiyle birlikte ordinasyon bozukluğu olarak da bilinir, çocuk
psişik enerjiye dönüşen ve kişilik sisteminin motor koordinasyonunda, zekâ geriliği ya da
işlemesine güç sağlayan biyolojik enerji. serebral palsi gibi, bilinen bir fiziksel bozuk­
LSD, bu ilaç psikoz belirtilerine benzeyen etkiler lukla açıklanamayacak belirgin bir bozulma
yarattığı düşüncesi ile bir psychotomimetic gösterir. Çocuk ayakkabılarını bağlamakta,
olarak kabul edildi. Psychedelic terimi “ruh” düğmelerini iliklemekte ve büyüdüğünde ise
ve “açığa çıkarmak” anlamına gelen Yunan­ maket yapmak, top oynamak, kitap harfi ya
ca bir kelimeden türemiş; LSD kullanıcıları­ da el yazısı yazmakta zorluk çekebilir.
nın rapor etmiş oldukları bilincin yayılmasına mum esnekliği (waxy flexibility) denen durum­
ilişkin sübjektif deneyimlerden uyarlanmıştır. da bir başkası hastanın kolunu garip bir duru­
Günümüzde kullanılan terim ise halüsinojen ma getirdiği zaman hasta o duruşu sürdürür.
terimidir. Bu tür ilaçların temel etkilerinden narsisistik kişiliği olan insanlar, kendi ben­
biri olan halüsinasyon (varsam) üretme etki­ zersizliklerini ve yetilerini büyüklenmeci
sinden esinlenilerek adlandırılmıştır. (grandiyöz) bir gözle görürler. Sürekli büyük
mani, sinirlilik, aşırı hareketlilik, konuşkanlık, fi­ başarılarla ilgili hayallerle meşguldürler. On­
kir uçuşması, dikkatte dağılma, uygulanama­ ların benmerkezci olduklarını söylemek bile
yacak büyük planlar, zaman zaman amaçsız durumu azımsamak olur. Her zaman sürekli
faaliyetlerle kendini gösteren temelsiz aşırı bir dikkat odağı olmaya ve her koşulda kabul
bir coşku durumudur. edilmeye gereksinim duyarlar. Ancak özel ve
mantığa bürünme ya da rasyonalizasyon, yüksek statülü insanların onları anlayabile­
akla mantığa uymayan bir davranış veya tu­ ceğine inanırlar. Empati yokluğu, çekemezlik
tuma akla yakın, mantıklı bir gerekçe uydur­ duyguları, kibir, bir takım haklara ve avantaj­
maktır. lara sahip olma duyguları yüzünden kişile­
methadone ve methodyl acetate eroinin yerini rarası ilişkileri bozuktur. Başkalarından özel
alması için tasarlanmış olan sentetik uyuştu­ muamele beklerler, ancak kendilerini bunun
ruculardır. Bu maddelerin kendileri bağımlılık karşılığını vermek zorunda görmezler.
yapıcı maddeler oldukları için, başarılı bir te­ negatif belirtiler avolisyon (istek ve enerji azal­
davi yalnızca eroin bağımlılığını methadone ması), alogi (düşünce ve konuşma fakirliği),
bağımlılığına dönüştürür. Bu dönüşümün ne­ anhedoni (zevk alamama), duygularda künt­
deni methadone’un, eroin’in çapraz-bağımlı- leşme gibi normalde olması gereken bazı
lık maddesi olmasıdır. Yani; benzer merkezi özelliklerin bulunmaması türünden davranış­
sinir sistemi alıcılarının aktive edilmesi ile sal sorunlardan oluşur.
methadone orijinal bağımlılığın yerini alır. nevroz oldukça uzun bir zaman gerçekdışı kay­
model alma, gerçek yaşamda, pekiştiriciler gı ve ilişkili sorunlarla tanımlanan geniş bir
olmadan da öğrenme olmakta, başkalarını bozukluk grubudur.
izleyerek ve taklit ederek, model alarak öğ­ nikotin tütünün temel alkoloidi ve alışkanlık ya­
renmekteyiz. pan etkenidir. Nikotin reseptörleri adı verilen
Monoamin Oksidaz (MAO) engelleyicileri, ve beynin haz merkezinde bulunan reseptör­
monoamin oksidaz enziminin nörotransmit­ leri uyarır. Tütünün bağımlılık yapma özelliği,
terlerin aktivasyonlarını sonlandırmasını en­ insanların onu elde etmek için ne denli feda­
gelleyen bir grup antidepresif ilaçtır. karlıklar yaptıklarına bakılarak anlaşılabilir.
Moral tedavi yaklaşımında, hastalar görevliler­ nörolog, kas distrofisi ya da serebral palsy gibi,
le yakın temastaydılar ve onlarla konuşuyor, sinir sistemini etkileyen tıbbi hastalıklar üze­
onlara okuyor ve onları amaçlı faaliyetlere rinde uzmanlaşan hekimdir.
cesaretlendiriyorlardı. nöron dört ana kısımdan oluşan sinir hücresi:
morfin alkoloidi, ismini Yunan Düş Tanrısı Morp­ (1) hücre gövdesi, (2) birkaç dendrit; kısa ve
heusdan alan morfin alkoloidi, ham afyondan kalın lifler, (3) bir veya daha fazla akson, ama
ayrıştırılmıştır. Acı bir tada sahip olan bu toz, genellikle sadece bir tek, uzun ve ince, hücre
çok kuvvetli bir yatıştırıcı ve ağrı kesicidir. gövdesinden çıkarak epey uzayan akson; ve
Alışkanlık yapıcı etkisi keşfedilmeden önce, (4) aksonun bir çok bitiş dalındaki sonlanım
patentli birçok ilaçta kullanılıyordu. düğmeleri.
S-14 √√ SÖZLÜK

Nöropsikolog, beyinde yer alan işlev bozuk­ okul fobisi, genç için aşırı engelleyici olabilir ve
luklarının düşünmeyi, hissetmeyi, duygu ve ciddi akademik ve sosyal sonuçlara sahiptir.
davranışları nasıl etkilediğini inceleyen psi­ İki tip okul fobisi tanımlanmıştır. Ayrılma kay­
kologtur. Bu terimin de imâ ettiği gibi, bir gısıyla ilişkili olan en yaygın tipte, çocuk ebe­
nöropsikolog, düşünce, duygu, heyecan, veynlerinden uzak olduğunda kendinin ya da
davranışla ilgilenen; ancak beyin anormal­ ebeveynlerinin başına bir zarar geleceğin­
liklerinin davranışları çeşitli şekillerde nasıl den sürekli olarak endişelenir. İkinci önem­
etkilediğine odaklaşmak üzere eğitilmiş olan li tip okul reddi, okula karşı varolan gerçek
psikologdur. bir fobiyle ilişkilidir; korku özgül olarak okula
nöropsikolojik testler organik beyin işlev bo­ karşıdır ya da daha genel bir sosyal fobiyle
zukluklarının neden olduğu davranış bozuk­ ilişkilidir.
luklarını değerlendirmek üzere bazı testler­ okuma güçlüğü olan çocuklar, daha iyi bilindiği
dir. şekliyle disleksi, kelime tanıma, okuduğunu
nörotik kaygı gerçek bir tehdit veya tehlike un­ anlama ve tipik olarak da yazarken harf ka­
suruyla ilgisi olmayan, gerçekçi olmayan bir rıştırma konularında belirgin güçlük yaşarlar.
duygu olarak tanımlanır. Sözlü olarak okuduklarında yaşıyla uyumlu
nörotransmiterler, sinir akımını bir nörondan olmayan bir biçimde kelimelerin okunuşların­
diğerine taşımada önemi olan kimyasal mad­ da çarpıtma, ekleme ve eksiklikler yaparlar.
deler. Erişkinlikte, akıcı sözlü okuma, anlama ve
numara yapma (malingering) Bu durumda bi­ yazarken harf karıştırma sorunları sürer.
rey iş sorumluluğu ya da askerlik görevinden olumlu pekiştirme, bir tepki veya davranışın
vb’den kaçabilmek veya sigortadan büyük ardından, olumlu pekiştirici denen hoş bir
miktarda ödenek alabilmek gibi amaçlara
olayın sunulması, gerçekleşmesi sonucun­
ulaşmak için bir acizliği taklit eder.
da, davranışın yapılması olasılığının artması,
obsesif kompulsif kişilik mükemmeliyetçidir,
güçlenmesidir.
zihni ayrıntılar, kurallar, programlar ve bunun
olumsuz pekiştirme, bir tepki veya davranışı
gibi şeylerle sürekli meşguldür. Bu kişiler ge­
güçlendirir, fakat bu davranışın sonucunda
nellikle ayrıntılara çok fazla dikkat ayırırlar
yer alan olumsuz, itici olayın kaldırılması ile
ve bu yüzden asla projelerini bitiremezler.
gerçekleşir.
Bunlar haz yönelimliden çok iş yönelimli ki­
opiyatlar, az miktarlarda kullanıldığında ağrı gi­
şilerdir ve karar vermede (hata yapmasınlar
derici ve rahatlatıcı olan bir grup yatıştırıcıyı
diye) ve zaman yönetiminde (yanlış şeye za­
man ayırmasınlar diye) aşırı güçlük çekerler. temsil ederler. Opiyatların en önemlilerinden
Kişilerarası ilişkileri sıklıkla fakirdir, çünkü bu biri, M.Ö. 7000 yılında Sümerliler tarafından
kişiler inatçı ve ısrarcıdırlar ve karşı taraftan da bilinen ve başlangıçta uluslararası uyuş­
her şeyin kendi istedikleri gibi yapılmasını turucu trafiğinin temel maddesi olan afyon
talep ederler. Genellikle ciddi, katı, resmi­ (opium) dur. Sümerliler bu maddeyi sağlayan
dirler ve esneklik gösteremezler, özellikle de poppy bitkisine, günümüzde de hala bilinen
ahlâki konularda. Ömrünü doldurmuş ve işe “mutluluk bitkisi” adını vermişlerdir.
yaramaz nesneleri atamazlar, hatta bunların oral dönem psikoseksüel dönemlerin ilkidir. Do­
hiçbir duygusal değeri olmasa bile. Bu kişiler ğumdan 18. aya kadar yeni doğan bebeğin id
cimri ve üç kuruşun hesabını yapan biri gibi talepleri birincil olarak beslenme, emme ve
davranırlar. onlara eşlik eden ısırma ile doyuma ulaşır.
obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), çok sı­ Ortam tedavisi (milieu therapy) tüm hastane­
kıntı yaratan ve gündelik işlevleri kısıtlayan, nin “terapötik bir topluluğu” oluşturduğu ve
aklın ısrarlı ve kontrol edilemeyen düşünce­ süre giden tüm faaliyetlerle tüm personelin
lerle dolduğu ya da kişinin bazı davranışları tedavi programının parçası olduğu yaklaşım.
tekrar tekrar yapmaya zorunlu hissettiği bir otizm, yaygın gelişimsel bir bozukluk olan otizm
kaygı bozukluğudur. 2, 5 yaşından önce başlamaktadır. Otizmin
obsesyonlar davetsiz olarak akla gelen girici, temel belirtileri uç noktada otistik yalnızlık,
tekrarlayan düşünceler, itkiler ve imgelerdir. insanlarla ilişki kurmada başarısızlık, iletişim
odipal kompleks, erkek çocukta anneye karşı sorunları, dil öğrenmede başarısizlik ya da
aşk, babaya karşı nefret duygularının yaşan­ ekolali ya da uygunsuz zamir kullanma gibi
dığı karmaşa. konuşma başarısızlıkları, aynılığı sürdürme,
SÖZLÜK S-15
√√

günlük rutinlerini, çevreyi aynı tutma konu­ gruplara) tipik olarak sağlanırken, önleme,
sunda obsesif istekler duyma olarak tanımla­ okullar gibi çoğunlukla klinik yapısı olmayan
nabilir. Otizmin biyolojik bir temeli olduğuna çok daha geniş sosyal ortamlarda yer alır.
ilişkin kesin bulgular olmamakla birlikte otiz­ özgül-reaksiyon kuramına göre bireyler strese
min biyolojik bir yönü olduğunu gösteren pek kendilerine özgü şekillerde cevap verirler ve
çok neden bulunmaktadır: başlangıcı çok en tepkili beden sistemi daha sonraki psiko­
erkendir, ikiz ve aile çalışmaları kalıtsal bir fizyolojik bozukluklar için olası bir odak teşkil
yatkınlığı olduğunu desteklemektedir; otistik eder. Örneğin, strese artmış kan basıncıyla
çocukların beyinlerinde anormallikler bulun­ cevap veren bir kişi esansiyel (esas) yüksek
muştur; menenjitin ve ensefalitin ardından tansiyon geliştirmeye daha yatkın olabilir.
otizme benzer bir sendrom görülebilir; pek panik bozuklukta ani ve açıklanamayan belirti­
çok otistik çocuğun düşük zekâ düzeyi beyin ler nöbeti vardır. Bunlar, nefes almada güçlük,
işlevsizlikleri ile bağlantılıdır. kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, boğulma hissi,
otonom oynaklık oynak kişiler, otonom sistem­ mide bulantısı, baş dönmesi, terleme, titreme
leri çok sayıda uyarıcı tarafından uyarılabi­ ve korkunç bir şey olacakmış hissidir.
lenlerdir. Açıkça, korkuda ve fobik davranış­ paradigma Kuhn’un görüşlerinde bilimsel ilke­
larda otonom sinir sisteminin rolü olduğu için lerin herhangi bir uygulamasında merkezi
bu boyutun önemi anlaşılabilir. kavram olan, bilim insanının içinde çalıştığı
ödül biriktirme tekniği (token economy), edim­ kavramsal bir çerçeve ya da yaklaşımdır.
sel gelenekteki ilk çalışmalara örnek olarak, Kuhn’a göre bir paradigma, verileri toplayıp
istenilen davranışlar için jetonların (poker yorumlamada kullanılabilecek yöntemleri
çipleri veya plastik markalar) daha sonra is­ olduğu kadar, yasal olarak değerlendirilen
tenilen aktiviteler veya eşyalar için kullanıl­ kavramları belirleyen bilimsel sorgulamanın
mak üzere verildiği bir davranış değiştirme kısmî evreninin ana hatlarını oluşturan temel
tekniğidir. varsayımlar grubudur.
öğrenme yetersizlikleri, akademik, dil, konuş­ paradoksal müdahalelerde değişimi etkile­
ma ya da motor beceriler gibi özel alandaki meye yönelik bu uğraşlarda ortak olarak
yetersiz gelişme ile belirlenir ki, bunlar zekâ terapistin, sorunu sürdürmesi veya şiddetini
geriliğine, otizme, belirgin fiziksel ya da nöro­ ve sıklığını artırması yönünde, hastadan is­
lojik bozukluğa ya da eğitimde fırsat aksaklı­ teği veya hastaya yazmış olduğu bir reçete
ğına bağlı değildir. Bu bozukluğu olan insan­ bulunur. Kişi uyuyamıyorsa uyanık kalması
lar, normal ya da normal üstü zekâya sahiptir, istenir. Hasta rahatsız eden bir olayı düşün­
fakat bir çocuk olarak bazı özel becerileri öğ­ meden yapamıyorsa, daha sık düşünmesi is­
renmekte güçlük çekerler (örn, aritmetik ya tenir. Belirgin bir neden olmadan kaygılanır­
da okuma) ve böylece okul başarısı bozulur. sa, kendi kendini kaygılandırması istenir.
öğrenmenin aracı kuramına göre açık davra­ parafililer (cinsel sapkınlıklar) olağandışı nes­
nışı çevresel bir uyarıcı doğrudan başlatma­ ne veya cinsel aktivitelerin cinsel açıdan çe­
makta; daha çok bir takım araya girici (me- kici bulunması ile ilgili bozuklar olarak tanım­
diator) süreçlerle bunu yapmaktadır. lanmaktadır. Başka bir deyişle parafililerde
ölçüm zamanının etkileri zamanın belirli bir kişinin çekici bulduğunda (philia) bir sapma
noktasındaki olayların, zaman içinde üzerin­ (para) söz konusudur.
de araştırma yapılan bir değişkende özel bir parafreni şizofreninin yaşlı erişkinlerde ilk kez
etki bırakmasından oluşan etkilerdir. nadiren ortaya çıktığında, genellikle adlan­
önleme (prevention), halen mevcut olan bo­ dırılış şeklidir. Semptomlar şizofrenin erken
zukluk veya vak’alarına odaklaşmak yerine, başlangıcında görülenlerden farklılık göste­
nüfusta yeni görülen sosyal ve duygusal rir; parafreni tipik olarak daha fazla varsam
sorunların veya bunların görülme sıklığının ve paranoyaya dayalı kaygı içerir.
azaltılmasına yönelir. Daha önceleri birincil paranoid kişilik, insanlardan şüpheciliktir. Kişi
önleme diye anılan bu çabalar, bir bozukluk diğerlerinden kötü muamele göreceği ya da
ya da rahatsızlığın ortaya çıkmasından önce başkaları tarafından kullanılacağı beklentisi
yer alırlar. Tedavi, mevcut bir ruh sağlığı soru­ içindedir. Bu yüzden de kendini dışarıya ka­
nu için yardım almak üzere sevk edilen veya patır ve sürekli kendisine oynanacak oyunla­
kendileri başvuran bireylere (veya küçük rın ya da yapılacak istismarın olası ipuçlarını
S-16 √√ SÖZLÜK

arar. Sıklıkla düşmanlık besler ve kendini kü­ (mind), soma ya da beden üzerindeki dolaylı
çük düşürücü olarak algıladığı şeylere karşı etkisine işaret etmektedir.
öfkeyle tepkide bulunur. psikogenez, rahatsızlığın psikolojik kökenleri
paranoid şizofreni tanısı, belirgin sanrıların ol­ bulunduğu inancı.
ması bu tanıda anahtar rolü oynar. Genellikle psikopatoloji anormal davranışın, düşüncele­
kötülük görme (perseküsyon) sanrıları vardır rin ve duyguların gelişimi ve doğasıyla ilgili
ancak bazen büyüklenme (grandiyöz) san- alan.
rıları gözlenebilir. Burada bireyler kendilerine psikoseksüel dönem, kişiliğin gelişmesi için
verdikleri önemi, kudreti, bilgilerini, kimlikleri­ sırasıyla içinden geçilen dönem. Her bir dö­
ni abartırlar. nemde bedenin değişik bir bölgesi cinsel
pedofili (pedos Yunanca çocuk demektir) polis uyarılmaya çok duyarlı olup id’in libidinal do­
kayıtlarına göre genellikle yetişkin erkekler­ yumunu sağlar.
de görülür. Bunlar cinsel açıdan tatmin ola­ psikoterapi, eğitimli bir profesyonelin başka bir
bilmek için ergenleşmemiş çocuklarla fiziksel kişiye (danışan ya da hasta) daha farklı dav­
ve genellikle de cinsel temas kurarlar. DSM- ranması ya da hissetmesi için yardım etmeye
IV’e göre bu tanının konulabilmesi için kişinin çalıştığı sosyal bir ilişkidir. Bir diğer deyişle,
en az 16 yaşında olması ve temas kurduğu tedirgin bireylerin stresin olumsuz sonuçları­
çocuktan en az 5 yaş büyük olması gerekir. nı azaltmaları ve daha fazla yaşam doyumu­
Pedofili aynı cinse ya da karşıt cinse yönelik nu başarmaları için düşüncelerini, duyguları­
olabilir. nı ve davranışlarını, değiştirmelerinde birincil
plasebo etkisi, tedavideki herhangi etkin bir bi­ olarak sözel bir yardım etme yöntemidir.
leşenden çok hastanın yardım beklentilerine rol oynama bazı davranışçı terapistlerin has­
atfedilebilecek fiziksel ya da psikolojik du­ talarına, kendi davranışlarından daha etkili
rumdaki bir gelişmeye işaret etmektedir. olabilecek değişik davranış örüntülerini gös­
pozitif belirtiler konuşmada düzensizlik, var­ termeleri.
sanılar, sanrılar ve garip davranışlar gibi rüya analizi, psikanalitik kuram, ego savunma­
normalde olması beklenmeyen aşırılıklardan larının uyku sırasında gevşediklerini ve nor­
oluşur. malde bastırılmış olan malzemenin uyurken
projektif test, kişiye standart uyarıcıların su­ bilince çıkmasına izin verdiklerini ileri sürer.
nulduğu psikolojik değerlendirme aracıdır. Bu malzeme çok tehdit edici olduğundan,
Bir mürekkep lekesi ya da çizim şeklinde bilince, gerçekte olduğundan farklı girebilir.
olabilen bu uyarıcılar, standart tepkilere yol Yani, bastırılmış materyal kılık değiştirmek
açmayan, değişik ve kişisel tepkilerin veril­ yoluyla gizlenmiştir. İşte bu nedenle rüyaların
mesine olanak tanıyan belirsiz uyarıcılardır. sembolik kapsamı çok yüklüdür.
Rorschach Mürekkep Lekesi Testi ve Te- sanrılar (hezeyanlar), gerçeğe aykırı olduğu
matik Algı Testi, projektif teknikler arasın­ halde inanılan düşüncelerdir ve şizofreninin
da en bilinen iki tanesidir. psikanalitik ya da sık görülen pozitif belirtileridir. Basit kötülük
psikodinamik paradigmanın ana sayıltısı, görme (persecutary) sanrıları en bilinen türü
psikopatolojinin bilinçdışı çatışmalarından iken, sanrılar başka şekiller de alabilir.
kaynaklandığıdır. sanrısal bozukluk, sanrısal bozukluktaki bir
psikoaktif ilaçlar insanların nasıl hissettiklerini kişi kötülük görme sanrılarından veya sanrı­
ve düşündüklerini etkileyebilen kimyasal bi­ sal kıskançlıktan (yani eşinin veya sevgilisi­
leşikler. nin aldattığına yönelik kanıtlanmamış inanç­
psikofizyoloji disiplini, psikolojik olaylara eşlik lardan) rahatsızlık duymaktadır. Sanrı başka
eden veya kişinin psikolojik özellikleriyle ilgili içeriklerde de olabilir.
bedensel değişmeleriyle ilgilenir. saplantı herhangi bir psikoseksüel gelişim dö­
psikofizyolojik bozukluklar, duygusal faktör­ neminde gelişimin durması, o döneme özgü
lerle oluşan ya da daha kötüye giden gerçek karmaşanın çözümlenemeden kalmasıdır.
fiziksel belirtilerle karaterizedir. Psikofizyolo- Örneğin, anal dönemde olan kişi, yetersiz
jik bozukluklar terimi, belki daha iyi tanınan ya da aşırı doyum yaşamışsa, tabi olduğu
psikosomatik bozukluklar terimine tercih tuvalet eğitimi işlemine göre, bu döneme
edilmektedir, çünkü psikosomatik terimi, bu saplanma geliştirecek ve ne zaman bir stres
bozukluğun temel özelliklerini daha iyi ifade durumuna girecek olsa bu döneme gerileme
etmesine karşın, ruh (psyche) ya da zihnin eğilimi gösterecektir.
SÖZLÜK S-17
√√

savunma mekanizması, egoyu kaygıdan koru­ ri yoluyla uyarıldığında, hücrenin elektrik po­
mak için, bilinçsiz olarak devreye sokulan bir tansiyelinde bir değişme olan sinir akımı, ak­
stratejidir. son boyunca terminal uçlara doğru yol alır.
seçici konuşmazlık (mutizm), başka durumlar­ sistematik duyarsızlaştırma (desensitization),
da (örn. ana babasıyla) konuşuyor olmasına yetişkinlerin korktukları şeyleri hayal etmele­
karşın özel sosyal ortamlarda (örn. okulda) rinin daha akılcı olacağının düşünülmesiyle,
konuşmada sürekli güçlük. kişinin hayal ettiği korkularına eşlik eden de­
seçkisiz atama (random assignment), araştır­ rin gevşemeye dayalı bir tekniktir. Dayandığı
madaki her bir deneğin her gruba atanma ilke karşıt-koşullama ilkesidir. Wolpe ve daha
şansının eşit olmasını garanti eden bir tek­ birçok klinisyen tarafından belgelendiğine
niktir. göre, gerilimli hayallere katlanma yeteneğinin
sendrom, tıpkı belli bir tıbbi hastalıkta olduğu artmasını, genellikle gerçek yaşamda karşı­
gibi, altta yatan fiziksel bir nedeni bulundu­ laşılan benzer durumlarda duyulan kaygının
ğunu düşünmeye yetecek şekilde, düzenli azalması izlemiştir.
olarak birlikte görülen belli bir grup belirti. Sivil mahkumiyet (civil commitment), ruhsal
serbest çağrışımda, hasta bir divanda yatarak bozukluklara sahip ve tehlikeli bir kişinin, ya­
düşünce ve duygularının dizginlerini serbest saları çiğnememiş olmasına rağmen elinden
bırakmaya ve zihnine gelen her şeyi söze özgürlüklerinin alınması ve kişinin bir akıl
dökmeye yüreklendirilir. Yeterli egzersiz ya­ hastalıkları hastanesine konmasını öngören
pıldıktan sonra, serbest çağrışımın bilinçdışı bir süreçtir.
materyalin ortaya çıkartılmasını kolaylaştıra­ somatik-zayıflık kuramına göre stres ve belir­
cağı varsayılmaktadır. gin psikofizyolojik bozukluk arasındaki ilişki
sıklık (insidans), belirli bir zaman diliminde, belirgin beden organındaki zayıflıktır. Örne­
genellikle de bir yıllık bir dönemde, o bozuk­ ğin doğuştan zayıf bir solunum sistemi bireyi
luğun ortaya çıktığı yeni vak’aların sayısıdır. astıma yatkın kılar.
sınır kişilik tanısı alan kişi ilişkilerinde, duygu somatizasyon bozukluğu tıbbın ilgi alanına gi­
durumunda ve benlik imgesinde sabit ka­ ren, ancak belirgin fiziksel bir nedeni görün­
lamaz. Örneğin, diğer insanlara yönelik tu­ meyen, süreğen, çoklu somatik yakınmalar
tumlar ve duygular kısa bir süre sonra dikkat bu bozukluğun temelini oluşturur. Tanı ölçüt­
çekici derecede ve açıklanamaz biçimde de­ lerini karşılamak için dört ağrı belirtisi (örn.
ğişebilir. Duygular kararsızdır ve birden bire, Baş, sırt, eklem), iki gastrointestinal sistem
özellikle de tutkulu bir idealleştirmeden hor belirtisi (örn., İshal, bulantı), ağrıdan farklı
gören bir öfkeye doğru yer değiştirebilirler. olarak bir cinsel sorun belirtisi (örn., Cinsel
Sınır kişilik bozukluğu olan hastalar tartışma­ ilgi kaybı, erektil işlev bozukluğu) ve bir psö­
cı, çabuk sinirlenen, aşağılayıcı şekilde alay­ donörolojik belirti (konversiyon bozukluğun­
cı, hemen küsüveren, beraber yaşanması da olanlar gibi) olması gerekmektedir.
çok zor olan kişilerdir. somatoform bozukluklarda, bireyin bedensel
siklotimik bozuklukta bireyin sık depresyon eksiklik ya da hastalığı andıran bedeniyle il­
ve hipomani dönemleri vardır. Bu dönemler gili belirtileri vardır. Bu belirtilerin bazısı çok
karışık olabilir, birbirini takip edebilir ya da dramatik olsa da fiziksel bir neden buluna­
arada iki ay kadar normal ruh hali görülebi­ maz.
lir. Siklotimik bozukluğu olanlar, hipomani ve somatogenez -bedende (soma) yanlış giden bir
depresyon dönemlerinde çiftli belirtiler gös­ şeylerin düşünce ve hareketleri de bozacağı
terirler. düşüncesi-, en erken savunuculardan birinin
simgesel ödül biriktirme bir tür edimsel koşul­ Hipokrat olduğu değerlendirilir.
lamaya dayalı bir tedavidir. Ödül kazanmak, sonuç araştırmaları belirli bir müdahalenin ne
bilet, para fişi gibi simgesel aracı malzemeler kadar işe yaradığını bildiren araştırmalardır.
edinmek için bir takım kesin kurallar gelişti­ sosyal problem çözümlemesi, danışanların
rilir. Hastalar davranışlarına bağlı olarak ka­ bu konuda eğitimi bir dizi aşama içerir. Önce
zandıkları fişlerini daha önceden belirlenen sıkıntılarına çözülmemiş sorunlara karşı tep­
düzenli zaman aralıklarında gerçek ödüle ki gözüyle bakmaları, hatta sorunlara tehdit
çevirirler. yerine meydan okuma veya fırsat gözüyle
sinir akımı (nerve impulse), bir nöron uygun bir bakmaları öğretilir. Sonra sorunların ne ola­
biçimde hücre gövdesi içinde veya dendritle­ bileceği öğretilir. Beyin fırtınasını, yapılabi­
S-18 √√ SÖZLÜK

lirliği veya olası etkisini değerlendirmeden şeytancılık (demonology) bir kişinin içinde ya­
olabildiğince çok alternatif çözüm üretmeyi, şayabilen ve onun zihnini ve bedenini kontro­
her çözümün beklenilen sonuçlarını değer­ lü altında tutabilen şeytan gibi kötü bir varlı­
lendirmeyi, bir kararı uygulamayı ve amaçla­ ğın var olduğu öğretisi.
rına ulaşmak için etkinliğini değerlendirmeyi şizofreni, düşünce, duygu ve davranışlarda te­
öğrenirler. mel bozukluklarla kendini gösteren bir grup
sosyal-eleme kuramı, şizofreni ve düşük sos­ psikotik bozukluktur. Bozuk düşüncede fikirler
yal sınıf arasındaki ilişkiyi açıklayan sosyo­ mantıksal olarak bağlı değildir, algı ve dikkat
jenik hipotezden başka bir kuram da budur. bozuktur. Motor faaliyetlerde garip bozukluk­
Şizofrenler, psikozları geliştiği süre boyunca lar vardır, uygunsuz ya da donuk duygulanım
şehrin fakirlik yüklü bölgelerine kayabilirler. görülür. Hastanın diğer insanlardan ve ger­
Bu kişilerin artan güdüsel ve bilişsel sorunla­ çeklerden sıklıkla varsam (halüsinasyon) ve
rı para kazanma yeteneklerini çok azaltabilir, sanrılara (hezeyan) kaçmasına neden olur.
böylece en fakir alanlarda yaşamaktan baş­ şizoid kişilik bozukluğu olan hasta, sosyal iliş­
ka çareleri kalmayabilir. Ya da kendi seçimle­ kileri istemez ya da bunlardan hoşlanmaz ve
riyle sosyal baskının en az olacağı ve yoğun genellikle yakın arkadaşları yoktur. Donuk,
sosyal ilişkilerden kaçabilecekleri alanlara yavan ve uzak görünür ve diğer insanlara
taşınırlar. karşı sıcak, içten duyguları yoktur. Bu hasta­
sosyojenik hipotez, bazıları düşük sosyal sı­ lar çok ender olarak güçlü duygulardan bah­
nıfta olmanın şizofreni nedeni olduğunu dü­ sederler, cinselliğe karşı ilgisizdirler ve zevk
şünmektedirler. Bu düşünceye sosyojenik aldıkları çok az sayıda uğraş vardır. Övülme­
hipotez denmektedir. Kişinin başkalarından ye, eleştirilmeye ve başkalarının duygularına
aşağılayıcı muamele görmesi, düşük eğitim karşı ilgisizdirler.
şizotipal kişilik bozukluğu olan hastalar genel­
düzeyi, fırsat ve ödüllerin olmayışı, en düşük
likle şizoid kişiliğin kişilerarası ilişki güçlükle­
sosyal sınıfa üye olma, çok yoğun bir strese
rine ve tanıdık olmakla bile azalmayan aşırı
yol açabilir ve kişi bu nedenle şizofreni ge­
bir sosyal kaygıya sahiptirler. Buna ek olarak
liştirebilir. Ancak buna alternatif olarak, en
şizotipal kişilik bozukluğunda pek çok tuhaf
düşük sosyal sınıfa üye olan kişilerin karşı­
belirti ortaya çıkar. Bu belirtiler bir şizofreni
laştığı stresörler biyolojik de olabilir. Örneğin,
tanısı koymaya yetecek kadar şiddetli olma­
gebelik döneminde kötü beslenen annelerin
malarına rağmen, temel olarak şizofreninin
çocukları, şizofreninin görülebilmesi açısın­
başlangıç ve kalıntı dönemlerindeki belirti­
dan diğerlerine göre daha fazla risk altında lerin aynısıdırlar. Şizotipal kişilik bozukluğu
olabilirler. olan hastalar tuhaf inançlara ve büyüseI dü-
stres yönetimi, tansiyon, baş ağrısı, kanser, şüncelere sahip olabilirler. Bunlar, gözle gö­
yüksek tansiyon ve kronik ağrı gibi diğer pek rülmeyen şeyleri görme ve telepati gibi doğa­
çok hastalıkta da başarıyla kullanılmaktadır. üstü inançlardır. Aynı zamanda bu hastalar
Stres yönetiminde çeşitli teknikler yer almak­ tekrarlayan algı yanılsamaları yaşarlar. Ger­
ta ve bir uygulama sürecinde, genellikle bir­ çekte orada olmayan bir gücün ya da kişinin
den fazla teknik bir arada kullanılmaktadır: orada olduğu hissine kapılabilirler. Konuşur­
Uyarılmanın azaltılması, bilişsel yeniden ya­ ken, alışılmamış ve net olmayan kelimeler
pılandırma, davranışsal beceri eğitimi, çev­ kullanabilirler.
resel değişim yaklaşımı. tanı bir hastanın belli bir bozukluğu gösteren so­
süperego, id ve ego’dan sonra ortaya çıkan so­ runlarını ve belirtilerini belirlemek için gere­
nuncu ruhsal yapıdır, vicdani işlevleri temsil ken becerilerin kullanımıyla ulaşılan sonuç.
eder ve çocukluk süresince gelişir. Freud’a Taşırma (Flooding), hastanın fobi kaynağıyla
göre süperego, ego’nun id’den gelişmesi bütün şiddetiyle yüzleştirildiği terapötik bir
gibi, ego’dan gelişmektedir. tekniktir.
süreç araştırmaları belirli bir sonucun nasıl or­ tek denekli deneysel desenlerde, her araştır­
taya çıktığını, yani, terapötik değişimin altın­ mada bir kişiyle çalışılır ve denekler değişim­
da yattığına inanılan süreçlerin ne olduğunu lenen bir değişkene maruz bırakılırlar.
bildiren araştırmalardır. tek uçlu (unipolar) depresyon denen majör
şeytan çıkarma (exorcism), kötü ruhların tören­ depresyon un belirtileri aşırı elemli bir duygu­
sel mâniler söyleyerek ya da işkence yapa­ durum ve iştah, kilo, uyku ve faaliyet düzeyi
rak dışarıya çıkarılması. bozukluklarıdır.
SÖZLÜK S-19
√√

tek yumurta ikizleri (monozygotic twins) -veya tolerans geliştirme, (a) aynı etkiyi elde etmek
özdeş ikizler, döllenen tek bir yumurtadan için maddenin daha yüksek dozlarda kulla­
gelişirler ve genetik olarak tıpatıp aynıdırlar. nımı veya (b) aynı dozda alınıyorsa etkisinin
tepkime (reactivity) davranışın, kendini izleme giderek azalması.
olgusuna bağlı olarak değişebileceğini belirt­ toplumsal psikoloji hastalıkların ve davranış
mektedir. problemlerinin başlamasını önlemek ama­
test-tekrar test güvenirliği, araya giren bir kaç cıyla toplumun çeşitli kesimlerine müdaha­
hafta veya ay sonra ikinci kez gözlenen ya lelerde bulunur ve toplumsal ruh sağlığı ise
da almış olduğu testi ikinci kez alan birinin ekonomik açıdan daha dar gelirli kişilerin ruh
genelde ne derece aynı veya en yakın pua­ sağlığı hizmetlerine (yatısız veya yatılı) daha
nı aldığını ölçer. Bu tür güvenirlik, kuramımız kolay ve daha ekonomik bir şekilde ulaşabil­
sadece insanların, konu olan değişken üze­ melerine yardımcı olur.
rinde testler ya da ölçümler arasında anlamlı travestik fetişizm Eğer bir erkek kadın giysileri
olarak değişme göstermeyeceğini varsaydığı giyerek cinsel olarak uyarılabiliyorsa, kendini
zaman bir anlam taşır. bir erkek olarak görse de, travestik fetişizm
teşhircilik, cinsel doyuma ulaşabilmek amacıy­ veya travestizm söz konusudur. Bir travesti
la kişinin cinsel organını, onu görmeye istekli sosyal yaşamda bir kadın gibi görünmekten
olmayan bir yabancıya gösterme ihtiyacının hoşlanabilir. Bazıları gece klüplerinde kadın­
tekrarlayan bir biçimde ortaya çıkmasıdır. ları taklit ederek ve kadınlara özgü kıyafetlerle
Gözetlemecilikte olduğu gibi teşhircilikte de, seyircileri eğlendirirler. Ancak kadın giysileri
cinsel organın gösterildiği kişi ile cinsel te­ giymek cinsel uyarılmaya yol açmadıkça, bir
masta bulunulması çok nadir rastlanılan bir kadın gibi giyinerek kadınları taklit edenleri
durumdur. Cinsel uyarılmanın olabilmesi için travesti olarak değerlendirmemek gerekir.
travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), bü­
teşhirci ya cinsel organını gösterdiğini hayal
yük bir stres karşısında, artmış kaygı, trav­
eder ya da gerçekten gösterir ve bu hayali ya
mayla ilgili uyarıcılardan kaçınma ve duy­
da gerçek gösterme sırasında mastürbasyon
gusal tepkilerin azalması gibi aşırı tepkileri
yapar. Birçok vak’ada cinsel organını göster­
yansıtır.
diği kişiyi şaşırtma veya utandırma isteği söz
trisiklikler antidepresif ilaçlardan bir grup olan
konusudur.
maddeler, bu ismi moleküllerinde birbirine
T-grupları ve etkileşim grupları kişilerin sa­
girmiş üç halka içerdikleri için almışlardır.
vunmaya geçmeden, dürüst bir biçimde
uygunsuz duygulanım hastanın duygusal tep­
davranmalarının desteklendiği bir ortam ya­ kileri bağlamla ilgili değildir. Hasta annesinin
ratırlar. Böyle bir ortamda grup üyelerinin öldüğünü yeni duyduğu zaman gülebilir ya
geribildirim vermelerine ve almalarına, diğer­ da yeni elbise üstüne uygun mu gibi basit bir
lerinden nasıl etkilendiklerini ve onları nasıl soru karşısında öfkeye kapılabilir.
etkilediklerini görebilmelerine, kendi ve diğer­ uykuda solunum yokluğu (sleep apnea) gece
lerinin davranışları ile ilgili neler hissettiklerini boyunca on ve üzeri bir saniyelik zaman di­
inceleyebilmelerine yardımcı olunur. Sonuçta limi boyunca solumanın yineleyici olarak
kendilerinin ve diğerlerinin daha fazla farkına durduğu bir solunum bozukluğudur. Normal
varmaları ve kabul etmeleri beklenir. uykuyu ciddi şekilde bozar ve zamanla yor­
tıkanırcasına yeme bozukluğu, DSM-IV’de gunluğa, kas ağrılarına ve kan basıncının
resmi bir tanı olmaktan çok araştırılması yükselmesine neden olur.
gerekli bir kategori olarak yer almaktadır. Tı­ üçüncü değişken sorunu, iki değişken ara­
kanırcasına yeme bozukluğu, yineleyen tıka­ sındaki ilişkinin, önceden görülemeyen bir
nırcasına yeme örüntüsü, bu sırada kendini üçüncü değişken tarafından sağlanıyor ola­
kontrol etmede güçlük çekmek, tıkanırcasına bileceğini anlatır.
yeme örüntüsünden rahatsızlık duymak, hızlı vajinismus vajenin dış üçte birindeki kaslarda
ve tek başına yeme gibi diğer özellikleri de birleşmeyi engelleyecek biçimde yineleyen
içermektedir. ya da sürekli istem dışı spazmın oluşması­
tımarhane (asylums), akıl hastalarının hapse­ dır.
dilme ve bakımları için ayrılan yer. varsanılar (halüsinasyonlar) çevreden gelen
tik bozukluğu (örn. Tourette), ani, hızlı, yinele­ uyarıcı olmadığı halde duyusal yaşantıların
yici, ritmik olmayan, kalıplaşmış motor davra­ olmasıdır. En sıklıkla işitsel, daha az sıklıkla
nımlar ya da sesler çıkarma ile belirgindir. görsel alanda görülürler.
S-20 √√ SÖZLÜK

vekâleten (vicarious) öğrenme tepkilerin baş­ yatkınlık-stres paradigması, biyolojik, psiko­


kalarını gözleyerek öğrenilmesi olarak tanım­ lojik ve çevresel etkenleri birbirine bağlar ve
lanır. öğrenme, bilişsel ya da psikodinamik gibi be­
yansıtma (projeksiyon) paranoid bozukluk­ lirli bir düşünce akımı ile sınırlı değildir. Bu
larda önemi olan savunma mekanizmasıdır. paradigma, hastalığa yatkınlık, kalıtsal yat­
Yansıtma, bireyin bilinçli farkındalığının kabul kınlık, ve çevresel ya da yaşamsal rahatsız­
etmeyeceği ama yine de sahip olduğu bazı lıklar - stres - arasındaki etkileşim üzerinde
özelliklerinin ya da arzularının, onlar sanki odaklaşır.
kendisine ait değiller de başkasına aitlermiş yaygın gelişimsel bozukluklarda, diğer kişi­
gibi, o başkasına atfedilmesidir. lerle etkileşim ve iletişimi de içeren gelişimin
yapay (factitious) bozuklukta hasta amaçlı pek çok alanında ciddi ve yaygın bozulmalar
olarak fiziksel bir belirti ortaya çıkarır (bazen
ve yineleyici davranışlar sergilenir.
de psikolojik bir belirti). Hastalar belirtileri
yaygınlık (prevelans), bir bozukluğun belirli bir
kendileri yaratırlar. Örneğin akut bir ağrı, ya
anda ya da zaman dilimi içerisinde belli bir
da ağrı veren bir yaralanma. Numara yapma­
nüfusta görülme oranıdır.
dan farklı olarak belirtiler tahmin edilebilir bir
yazılı ifade bozukluğu, yazılı kelimeleri (hece­
amaç ile daha az bağlantılıdır; yapay bozuk­
lukta fiziksel ya da psikolojik belirtilerin neye leme hataları; gramer ve noktalama hataları
hizmet ettiği pek belli değildir. ya da kötü el yazısı gibi) bütünleştirme yete­
yapı geçerliği, kaygıyı ölçen testte olduğu gibi, neğindeki bozulma ile tanımlanır, bu yazma
bir testten alınan puanların, bir başka değiş­ becerisi gerektiren günlük işlerde ya da aka­
ken grubuna beklenen şekillerde uyup uyma­ demik başarıda yeterince bir ciddi olumsuz
dıklarıyla ilgilidir. etkidir.
yapısal sosyal destek, bireyin sosyal ilişkile­ yer değiştirme (displacement), heyecansal
rindeki temel ağı ifade eder (örn., evlilik duru­ tepkiyi olası tehlikeli nesnenin aslından baş­
mu ve arkadaşların sayısı). kasına yöneltmektir.
yapısalcılık, zihinsel işlevler ve zihinsel yapı yoksunluk (withdrawal) belirtileri, kişi madde
(aklın yapısı) üzerindeki çalışmaları temsil alımını kestiği ya da azalttığı zaman olumsuz
eden akımdır. fiziksel ve psikolojik etkiler gelişir. Kişi ayrıca
yasaksevi (ensest) ile evliliğin yasak olduğu maddeyi yoksunluk belirtilerini önlemek ya
yakın akrabalar arasındaki cinsel ilişkiler da azaltmak amacıyla da kullanabilir.
kastedilir. yordayıcı geçerlik belli bir bozukluğu bulunan­
yaş etkileri, araştırmalarda belirli bir takvim ya­ ların gelecekteki davranışlarına işaret etmek­
şında olmanın etkileridir, kuşağa özgü (co- tedir. Bozukluğun özgül bir sonucu ya da gi­
hort) etkiler, belirli bir yılda doğma, kendine dişi olabilir; örneğin, yüksek oranda iyileşme
özgü baskılar, sorunlar, tehditler ve olanakla­ ya da sorunların pek değişmeden sürmesi
rı içeren belirli bir zaman diliminde yetişmiş beklenebilir. Ayrıca, bu tanı grubundakilerin
olmanın araştırmalardaki etkileridir. belirli bir tedaviye benzer yanıtlar vermeleri
yaşam boyu yaygınlık oranı, bozuklukların beklenebilir.
belli bir zaman dilimi yerine yaşam boyunca
yüceltme (sublimation), cinsel veya saldırgan
herhangi bir zamanda görülmesini saptayan
dürtülerin, toplum tarafından beğenilen, de­
orandır.
ğer verilen sosyal davranışlara dönüştürül­
yaşantısal (experiential) terapiler diye de ad­
mesidir.
landırılan, insancıl ve varoluşçu terapiler
yüksek risk yönteminde, örneklem olarak, ör­
de psikanalitik terapiler gibi, içgörü odaklıdır.
Bunlar, davranışların, en iyi şekilde, kişinin neğin sadece yetişkinler arasından şizofreni
güdülenmeleri ve gereksinmeleri konusun­ olma riski ortalamadan yüksek olan kişiler
daki farkındalığının arttırılması ile değiştirile­ seçilir.
bileceği temel varsayımına dayanırlar. zekâ geriliği, zekâ işlevlerinin belirgin biçimde
yatıştırıcılar (sedatifler), sıklıkla sakinleştirici­ ortalamanın altında oluşu, uyum işlevlerinde
ler olarak da anılır, bedenin aktivitesini yavaş­ varolan bozuklukların eşlik etmesi, 18 yaşın­
latırlar ve tepkilerini azaltırlar. Bu grup ilaçlar dan önce fark edilmesi durumudur.
opiyatlar -opium ve ondan türetilen morfin, zihinsel yetenek testi veya IQ testi de denen
eroin ve kodein-, sentetik barbituratlar ve se­ zekâ testi, kişinin mevcut zihinsel yeteneğini
kobarbital (Seconal) gibi sakinleştiricilerden değerlendirmek için geliştirilen standart ölçü
(tranklizan) oluşur. aracıdır.
KAYNAKLAR
Abel, G.G., Mittelman, M.S., & Becker, J.V. neurons in prefrontal cortex of schizo- Journal of Clinical and Experimental Hyp-
(1985). Sexual offenders: Results of as- phrenics. Archives of General Psychiatry, nosis, 32, 102-117.
sessment and recommendations for 52, 258-266. Alloy, L.B., Kelly, K.A., Mineka, S., &
treatment. In M.H. Ben-Aron, S.J. Akillas, E., & Efran, J.S. (1995). Symptom Clements, C.M. (1990). Comorbidity in
Hucker, & C.D. Webster (Eds.), Clinical anxiety and depressive disorders: A
prescription and reframing: Should
criminology: The assessment and treatment
they be combined? Cognitive Therapy helplessness/hopelessness perspective.
of criminal behavior. Toronto: M & M
and Research, 19, 263-279. In J.D. Maser & C.R. Cloninger (Eds.), Co-
Graphics.
Albano, A.M., Marten, P.A., Holt, C.S., morbidity in anxiety and mood disorders.
Abrams, R., Swartz, C.M., & Vedak, C. Washington, DC: American Psychiatric
(1991). Antidepressant effects of high- Heimberg, R.G., et al. (1995). Cognitive-
Press.
dose right unilateral electroconvulsive behavioral group treatment for social
phobia in adolescents: A preliminary Allport, G.W. (1937). Personality: A psycho-
therapy. Archives of General Psychiatry,
48, 746- 748. study. Journal of Nervous and Mental Dis- logical interpretation. New York: Holt,
ease, 183, 649-656. Rinehart & Winston.
Abramson, L.V., Metalsky, G.I., & Alloy,
L.B. (1989). Hopelessness depression: A Albee, G.W., Lane, E.A., & Reuter, J.M. Allport, G.W. (1961). Pattern and growth in
theory-based subtype of depression. (1964). Childhood intelligence of future personality. New York: Holt, Rinehart &
Psychological Review, 96, 358 -372. schizophrenics and neighborhood Winston.
Abramson, L.Y., Seligman, M.E.P., & Teas- peers. Journal of Psychology, 58, 141- Almada, S.J. (1991). Neuroticism and cyni-
dale, J.D. (1978). Learned helplessness 144. cism and risk of death in middle aged
in humans: Critique and reformulation. Alcohol, Drug Abuse, and Mental Health men: The Western Electric study. Psy-
journal of Abnormal Psychology, 87, 49 Administration. (1996). Reports of the chosomatic Medicine, 53, 165-175.
-74. Secretary’s Task Force on Youth Suicide. Altman, D.G., Flora, J.A., & Farquhar, J.W.
Achenbach, T.M., & Edelbrock, C.S. Vols. 1-4, Washington, DC. U.S. Gov- (1986, August). Institutionalizing commu-
(1978). The classification of child ernment Printing Office. nity-based health promotion programs. Pa-
psychopathology: A review of empirical per presented at the annual meeting of
Alexander, F. (1950). Psychosomatic medi-
efforts. Psychological Bulletin, 85, 1275- the American Psychological Associa-
cine. New York: Norton.
1301. tion, Washington, DC. As cited in Mac-
Alexander, F., & French, T.M. (1946). Psy- coby & Altman (1988).
Ackerman, N.W. (1966). Treating the trou-
bled family. New York: Basic Books. choanalytic therapy. New York: Ronald
Altshuler, L.L., Post, R.M., Leverich, G.S.,
Press.
Adams, H.E., Wright, L.W., Jr., & Lohr, Mikalauskas, K., Rusoff, A., & Acker-
B.A. (1996). Is homophobia associated Alexander, J.F., Holtzworth-Munroe, A., & man, L. (1995). Antidepressant-induced
with homosexual arousal? Journal of Ab- Jameson, P. (1994). The process and out- mania and cycle acceleration: A contro-
normal Psychology, 105, 440-445. come of marital and family therapy: Re- versy revisited. American Journal of Psy-
Adams, K.M. (1980). In search of Luria’s search review and evaluation. In A.E. chiatry, 152, 1130-1138.
battery: A false start. journal of Consult- Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook
Amador, X.F., Flaum, M., Andreasen,
ing and Clinical Psychology, 48, 511- of psychotherapy and behavior change.
N.C., Strauss, D.H., Yale, S.A., et al.
516. Fourth edition (pp. 595-630). New (1994). Awareness of illness in schizo-
Addis, M.E. (1997). Evaluating the treat- York: Wiley. phrenia and schizoaffective and mood
ment manual as a means of disseminat- Alexander, P.C., & Lupfer, S.L. (1987) disorder. Archives of General Psychiatry,
ing empirically validated psychothera- Family characteristics and long-term 51, 826-836.
pies. Clinical Psychology: Science and consequences associated with sexual Aman, M.G., & Kern, R.A. (1989). Review
Practice, 4, 1-11. abuse. Archives of Sexual Behavior, 16, of fenfluramine in the treatment of the
Adelmann, P.K. (1994). Multiple roles and 235-245. developmental disabilities. Journal of the
psychological well-being in a national Allderidge, P. (1979). Hospitals, mad American Academy of Child and Adoles-
sample of older adults. journal of Geron- houses, and asylums: Cycles in the care cent Psychiatry, 28, 549-565.
tology, 49, S277-S285. of the insane. British journal of Psychia- American Association of Mental Retarda-
Adler, A. (1929). Problems of neurosis. try, 134, 321-324. tion. (1992). Mental retardation: Defini-
New York: Harper & Row.
Allen, G.J., Chinsky, J.M., Larsen, S.W., tion, classification, and systems of support.
Agras, W.S., Rossiter, E.M., Arnow, B., Lockman, J.E., & Selinger, H.V. (1976). Washington, DC: Author.
Schneider, J.A., Telch, C.F., Raeburn, Community psychology and the schools: A American Law Institute. (1962). Model pe-
S.D., Bruce, B., Perl, M., & Koran, L.M. behaviorally oriented multilevel preventive nal code: Proposed official draft. Philadel-
(1). Pharmacologic and cognitive-be-
approach. Hillsdale, NJ: Erlbaum. phia: Author.
havioral treatment for bulimia nervosa:
A controlled comparison. American Jour- Allen, M.G. (1976). Twin studies of affec- American Psychiatric Association (1994).
nal of Psychiatry, 149, 82-87. tive illness. Archives of General Psychia- Diagnostic and statistical manual of men-
Akbarian, S., Kim, J.J., Potkin, S.G., Hag- try, 33, 1476-1478. tal disorders. Fourth edition (DSM-IV).
man, J.O., Tafazzoli, A., et al. (1995). Allison, R.B. (1984). Difficulties diagnos- Washington, DC: Author.
Gene expression for glutamic acid de- ing the multiple personality syndrome American Psychiatric Association Board
carboxylase is reduced without loss of in a death penalty case. International of Trustees. (1993). Statement on memo-
R-2 √√ KAYNAKLAR

ries of sexual abuse. Washington, DC: Diagnostic significance. Archives of Gen- date for the 1990s (pp. 168 -206). New
American Psychiatric Association. eral Psychiatry, 36, 1325-1330. York: Guilford.
American Psychiatric Association. (1992). Andreasen, N.C., & Olsen, S.A. (1982). Appel, L.J., Moore, T.J., Obarzanek, E.,
AIDS policy: Guidelines for outpatient Negative versus positive schizophrenia. Vollmer, W.M., Svetkey, L.P., Sacks,
psychiatric services. American Journal of Definition and validation. Archives of F.M., Bray, G.A., Vogt, T.M., Cutler,
Psychiatry, 149, 721. General Psychiatry, 39, 789-794. J.A., Windhauser, M.M., Lin, P-H, Kara-
American Psychiatric Association. (1993). Andreasen, N.C., Flaum, M., Swayze, V.W., nja, N., for the DASH Collaborative Re-
Practice guidelines for major depressive Tyrrell, G., & Arndt, S. (1990). Pos- search Group. (1997). A clinical trial of
disorder in adults. American Journal of itive and negative symptoms in schizo- the effects of dietary patterns on blood
Psychiatry, 150, All. phrenia: A critical reappraisal. Archives pressure. New England Journal of Medi-
of General Psychiatry, 47, 615-621. cine, 336, 1117-1124.
American Psychiatric Association. Diag-
nostic and statistical manual of mental dis- Andreasen, N.C., Olsen, S.A., Dennert, Appelbaum, P.S. (1985). Tarasoff and the
orders. First edition, 1952; second J.W., & Smith, M.R. (1982). Ventricular clinician: Problems in fulfilling the duty
edition, 1968; third edition, 1980; re- enlargement in schizophrenia: Relation- to protect. American Journal of Psychia-
vised, 1987. Washington, DC: Author. ship to positive and negative symp- try, 142, 425-429.
toms. American Journal of Psychiatry, Appelbaum, P.S., & Greer, A. (1994).
Ames-Frankel, J., Devlin, M.J., Walsh, B.T.,
139, 297-302. Who’s on trial? Multiple personalities
Strasser, T.J., & Sadick, C. (1992). Per-
sonality disorder diagnoses in patients Andreasen, N.C., Rice, J., Endicott, J., and the insanity defense. Hospital and
with bulimia nervosa. Journal of Clinical Coryell, W., Grove, W.W., & Reich, T. Community Psychiatry, 45, 965-966.
Psychiatry, 53, 90-96. (1987). Familial rates of affective disor- Appelbaum, P.S., & Grisso, T. (1995). The
der. Archives of General Psychiatry, 44, MacArthur Treatment Competence
Amoss, P.T., & Harrell, S. (1981). Introduc-
461-472. Study: 1. Mental illness and competence
tion: An anthropological perspective on
aging. In P.T. Amoss & S. Harrell (Eds.), Andreasen, N.C., Swayze, V.W., Flaum, to consent to treatment. Law and Human
Other ways of growing old (pp. 1-24). M. et al. (1990). Ventricular enlargement Behavior, 19, 105-126.
Stanford, CA: Stanford University in schizophrenia evaluated with com- Appelbaum, P.S., & Gutheil, T. (1980). The
Press. puted tomographic scanning: Effects of Boston State Hospital case: “Involun-
gender, age, and stage of illness. tary mind control, “ the Constitution,
Anastasi, A. (1990). Psychological testing
Archives of General Psychiatry, 47, 1008- and the “right to rot.” American Journal
(6th ed.). New York: Macmillan.
1015. of Psychiatry, 137, 720-727.
Anderson, B.J., & Wolf, F.M. (1986).
Andress, V.R., & Corey, D.M. (1978). Sur- Appelbaum, P.S., & Gutheil, T. (1991).
Chronic physical illness and sexual be-
vivor-victims: Who discovers or wit- Clinical handbook of psychiatry and the
havior: Psychological issues. Journal of
nesses suicide? Psychological Reports, law. Baltimore: Williams & Wilkins.
Consulting and Clinical Psychology, 54,
42, 759-764.
168-175. Appleby, P.R. (1995). Rationalizing risk:
Angold, A., & Rutter, M. (1992). Effects of Sexual behavior of gay male couples. Un-
Anderson, B.L. (1983). Primary orgasmic age and pubertal status on depression
dysfunction: Diagnostic considerations published masters thesis, University of
in a large clinical sample. Development Southern California.
and review of treatment. Psychological and Psychopathology, 4, 5-28.
Bulletin, 93, 105-136. Apt, C., & Hurlbert, D.H. (1994). The sex-
Angrist, B., Lee, H.K., & Gershon, S. ual attitudes, behavior, and relation-
Anderson, B.L. (1992). Psychological in- (1974). The antagonism of ampheta-
terventions for cancer patients to en- ships of women with histrionic person-
mine-induced symptomatology by a ality disorder. Journal of Sex and Marital
hance quality of life. Journal of Consult- neuroleptic. American Journal of Psychia-
ing and Clinical Psychology, 60, 552- Therapy, 20, 125-133.
try, 131, 817-819.
568. Arbuthnot, J., & Gordon, D.A. (1986). Be-
Anthony-Bergstone, C., Zarit, S.H., & havioral and cognitive effects of a moral
Anderson, C.A. (1991). How people think Gatz, M. (1988). Symptoms of psycho-
about causes: Examination of the typi- reasoning development intervention for
logical distress among caregivers of de- high-risk behavior disordered adoles-
cal phenomenal organization of attribu- mentia patients. Psychology and Aging, 3,
tions for success and failure. Social Cog- cents. Journal of Consulting and Clinical
245-248. Psychology, 54, 208-216.
nition, 9, 295-329.
Antoni, M.H., Baggett, L., Ironson, G., Ard, B.N., Jr. (1977). Sex in lasting mar-
Anderson, G.M., & Hoshino, Y. (1987). LaPerriere, A., August, S., Klimas, N.,
Neurochemical studies of autism. In riages: A longitudinal study. Journal of
Schneiderman, N., & Fletcher, M.A.
D.J. Cohen, A.M. Donnellan, & R. Paul Sex Research, 13, 274-285.
(1991). Cognitive-behavioral stress
(Eds.), Handbook of autism and pervasive management intervention buffers dis- Arentewicz, G., & Schmidt, G. (1983). The
developmental disorders (pp. 166-191). tress responses and immunologic treatment of sexual disorders: Concepts and
New York: Wiley. changes following notification of HIV-1 techniques of couple therapy. New York:
seropositivity. Journal of Consulting and Basic Books.
Anderson, J.C., Williams, S., McGee, R., &
Silva, A. (1987). DSM-III disorders in Clinical Psychology, 59, 906-915. Arieti, S. (1979). New views on the psy-
pre-adolescent children: Prevalence in a Antoni, M.H., Schneiderman, N., Fletcher, chodynamics of phobias. American Jour-
large sample from the general popula- M.A., Goldstein, D.A., Ironson, G., & nal of Psychotherapy, 33, 82- 95.
tion. Archives of General Psychiatry, 44, Laperriere, A. (1990) Psychoneuroimmu- Arkowitz, H. (1989). The role of theory in
69 - 76. nology and HIV-1. Journal of Consult- psychotherapy integration. Journal of In-
Anderson, L.T., Campbell, M., Adams, P., ing and Clinical Psychology, 58, 38-49. tegrative and Eclectic Psychotherapy, 8,
Small, A.M., Perry, R., & Shell, J. (1989). Antonovsky, H., Sadowsky, M., & Maoz, 8-16.
The effects of haloperidol on discrimi- B. (1990). Sexual activity of aging men Arkowitz, H. (1992). Integrative theories
nation learning and behavioral symp- and women: An Israeli study. Behavior, of therapy. In D. Freedheim (Ed.), The
toms in autistic children. Journal of Health, and Aging, 1, 151-161. history of psychotherapy: A century of
Autism and Developmental Disorders, 19, Apfelbaum, B. (1989). Retarded ejacula- change. Washington, DC: American Psy-
227-239. tion: A much-misunderstood syndrome. chological Association.
Andreasen, N.C. (1979). Thought, lan- In S.R. Leiblum & R.C. Rosen (Eds.), Arndt, I.O., Dorozynsky, L., Woody, G.E.,
guage, and communication disorders: 2. Principles and practice of sex therapy: Up- McLellan, A.T., & O’Brien, C.P. (1992).
KAYNAKLAR R-3
√√

Desipramine treatment of cocaine de- apy and rehabilitation. New York: Apple- United States. Springfield, IL: Charles C.
pendence in methadone-maintained pa- ton-Century-Crofts. Thomas.
tients. Archives of General Psychiatry, 49, Azrin, N.H., Sisson, R.W., Meyers, R., & Ball, J.C., & Ross, A. (1991). The effective-
888-893. Godley, M. (1982). Alcoholism treat- ness of methadone maintenance treatment.
Arnow, B., Kenardy, J., & Agras, W.S. ment by disulfiram and community re- New York: Springer-Verlag.
(1992). Binge eating among the obese. inforcement therapy. Journal of Behaviour
Journal of Behavioral Medicine, 15, 155- Therapy and Experimental Psychiatry, 13, Ball, S.A., Carroll, K.M., & Rounsaville,
170. 105- 112. B.T. (1994). Sensation seeking, sub-
Aronson, E. (1972). The social animal. San Azrin, N.H., Sneed, T.J., & Foxx, R.M. stance abuse, and psychopathology in
Francisco: Freeman. (1973). Dry bed: A rapid method of treatment-seeking and community co-
Aronson, E., & Carlsmith, J.R. (1968). Ex- eliminating bedwetting (enuresis) of the caine abusers. Journal of Consulting and
perimentation in social psychology. In retarded. Behaviour Research and Thera- Clinical Psychology, 1053-1057.
G. Lindzey & E. Aronson (Eds.), The py, 11, 427-434. Ball-Rokeach, S.J., Rokeach, M., & Grube,
handbook of social psychology: Vol 2. Re- Bach, G.R. (1966). The marathon group: J.W. (1984). The great American values
search methods. Menlo Park, CA: Addi- Intensive practice of intimate interac- test. New York: Free Press.
son-Wesley. tions. Psychological Reports, 181, 995-
Ballard, E.L. (1995). Attitudes, myths, and
Artiles, A.J., & Trent, S.C. (1994). Over- 1002.
realities: Helping family and profes-
representation of minority students in spe- Bachrach, H., Galatzer-Levy, R., Skol-
sional caregivers cope with sexuality in
cial education: A continuing debate. nikoff, A., & Waldron, S. (1991). On the
efficacy of psychoanalysis. Journal of the the Alzheimer’s patient. Sexuality and
Journal of Special Education, 27, 410-
437. American Psychoanalytic Association, 39, Disability, 13, 255-270.
Ascher, L.M., & Turner, R.M. (1979). Para- 871-916. Ballenger, J.C., Burrows, G.O., DuPont,
doxical intention and insomnia: An ex- Badeau, D. (1995). Illness, disability and R.L., Lesser, M., Noyes, R.C., Pecknold,
perimental investigation. Behaviour Re- sex in aging. Sexuality and Disability, 13, J.C., Rifkin, A., & Swinson, R.P. (1988).
search and Therapy, 17, 408-411. 219-237. Alprazolam in panic disorder and ago-
Associated Press. (1996, October 5). Con- Badian, N.A. (1983). Dyscalculia and non- raphobia, results from multicenter trial.
gress adds to penalty for using “date- verbal disorders of learning. In H.R. Archives of General Psychiatry, 45, 413-
rape” drugs. Los Angeles Times, p. A3. Myklebust (Ed.), Progress in learning dis- 421.
Asthana, S., Craft, S., Baker, L.D., Raskind, abilities (Vol. 5). New York: Grune &
Baltes, M.M. (1988). The etiology and
M.A., Avery, E., Lofgreen, C., Wilkin- Stratton.
maintenance of dependency in the el-
son, C.W., Falzgraf, S., Veith, R.C., & Baer, J.S., & Lichtenstein, E. (1988). Cogni-
derly: Three phases of operant research.
Plymate, S.R. (1996). Transdermal estro- tive assessment. In D.M. Donovan &
Behavior Therapy, 19, 301-319.
gen improves memory in women with G.A. Marlatt (Eds.), Assessment of addic-
Alzheimer’s Disease. Annual meeting tive behaviors (pp. 189-213). New York: Bancroft, J. (1988). Sexual desire and the
of the Society for Neuroscience, No- Guilford. brain. Sexual and marital therapy, 3, 11-
vember (abstract). Baer, L., Jenike, M.A., Ricciardi, J.N., Hol- 29.
Atchley, R. (1980). Aging and suicide: Re- land, A.D., Seymour, R.J., et al. (1990). Bancroft, J.H. (1989). Human sexuality and
flection of the quality of life. In S. Standardized assessment of personality its problems (2nd ed.). Edinburgh:
Haynes & M. Feinleib (Eds.), Proceed- disorders in obsessive compulsive dis- Churchill Livingston.
ings of the Second Conference on the Epi- order. Archives of General Psychiatry, 47,
826-831. Bandura, A. (1969). Principles of behavior
demiology of Aging. National Institute of
Health, Washington, DC: U.S. Govern- modification. New York: Holt, Rinehart
Baer, L., & Jenike, M.A. (1992). Personality
ment Printing Office. disorders in obsessive-compulsive dis- & Winston.
Atkeson, B.M., Calhoun, K.S., Resick, P.A., order. Psychiatric Clinics of North Amer- Bandura, A. (1977). Self-efficacy: Toward a
& Ellis, E.M. (1982). Victims of rape: Re- ica, 15, 803-812. unifying theory of behavioral change.
peated assessment of depressive symp- Baer, L., Rauch, S.L., Ballantine, H.T., Mar- Psychological Review, 84, 191-215.
toms. Journal of Consulting and Clinical tuza, R., Cosgrove, R., et al. (1995). Cin- Bandura, A. (1982). The psychology of
Psychology, 50, 96-102. gulatomy for intractable obsessive-com- chance encounters. American Psycholo-
Atkinson, D. (1985). Karl Marx and group pulsive disorder. Archives of General
gist, 37, 747- 755.
therapy. Counseling and Values, 29, 183- Psychiatry, 52, 384-392.
Bandura, A. (1986). Social foundations of
184. Bailey, A., LeCouteur, A., Gottesman, I., thought and action: A social cognitive the-
Atkinson, D.R., Maruyama, M., & Matsui, Bolton, P., Simonoff, E., Yuzda, E., &
ory. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
S. (1978). The effects of counselor race Rutter, M. (1995). Autism as a strongly
and counseling approach on Asian genetic disorder: Evidence from a Bandura, A. (1997). Self-efficacy: The exer-
Americans’ perception of counselor British twin study. Psychological Medi- cise of control. New York: Freeman.
credibility and utility. Journal of Counsel- cine, 25, 63- 77. Bandura, A., & Menlove, F.L. (1968). Fac-
ing Psychology, 25, 76-83. Baker, T., & Brandon, T.H. (1988). Behav- tors determining vicarious extinction of
Austin, L.S., Lydiard, R.B., Forey, M.D., & ioral treatment strategies. In A report of avoidance behavior through symbolic
Zealberg, J.J. (1990). Panic and phobic the Surgeon General: The health conse- modeling. Journal of Personality and So-
disorders in patients with obsessive quences of smoking: Nicotine addiction. cial Psychology, 8, 99-108.
personality disorder. Journal of Clinical Rockville, MD: U.S. Department of
Psychiatry, 51, 456-458. Health and Human Services. Bandura, A., & Perloff, B. (1967). Relative
efficacy of self-monitored and exter-
Awad, G.A., & Saunders, E. (1989). Ado- Bakwin, H. (1973). The genetics of enure-
lescent child molesters: Clinical obser- sis. In J. Kolvin, R.C. MacKeith, & S.R. nally imposed reinforcement systems.
vations. Child Psychiatry and Human De- Meadow (Eds.), Enuresis and encopresis. Journal of Personality and Social Psychol-
velopment, 19, 195-206. Philadelphia: Lippincott. ogy, 7, 111-116.
Ayllon, T., & Azrin, N.H. (1968). The token Ball, J.C., & Chambers, C.D. (Eds.). (1970). Bandura, A., & Rosenthal, T.L. (1966). Vic-
economy: A motivational system for ther- The epidemiology of opiate addiction in the arious classical conditioning as a func-
R-4 √√ KAYNAKLAR

tion of arousal level. Journal of Personal- hostility scale scores in a national sur- of panic disorder. Behavior Therapy, 26,
ity and Social Psychology, 3, 54-62. vey. Health Psychology, 10, 18-24. 261-282.
Bandura, A., & Walters, R.H. (1963). Social Barkley, R.A. (1981). Hyperactive children: Barlow, D.H., Reynolds, E.J., & Agras,
learning and personality development. A handbook for diagnosis and treatment. W.S. (1973). Gender identity change in a
New York: Holt, Rinehart & Winston. New York: Guilford. transsexual. Archives of General Psychia-
Barkley, R.A. (1990). Attention-deficit hyper- try, 29, 569 -576.
Bandura, A., Blanchard, E.B., & Ritter, B.
activity disorder: A handbook for diagnosis Barlow, D.H., et al. (1985). The phenome-
(1969). Relative efficacy of desensitiza-
and treatment. New York: Guilford. non of panic. Journal of Abnormal Psy-
tion and modeling approaches for in- chology, 94, 320- 328.
ducing behavioral, affective, and attitudi- Barkley, R.A. (1997). Behavioral inhibition,
sustained attention, and executive func- Baron, M., Risch, N., Levitt, M., & Gru-
nal changes. Journal of Personality and
tion: Constructing a unifying theory of en, R. (1985). Familial transmission of
Social Psychology, 13, 173-199. schizotypal and borderline personality
ADHD. Psychological Bulletin, 121, 65-
Bandura, A., Grusec, J.E., & Menlove, F.L. 94. disorders. American Journal of Psychia-
(1967). Vicarious extinction of avoid- try, 142, 927-934.
Barkley, R.A., Copeland, A.P., & Sivage, C.
ance behavior. Journal of Personality and (1980). A self-control classroom for hy- Barr, L.C., Goodman, W.K., McDougle,
Social Psychology, 5, 16-23. peractive children. Journal of Autism and C.J., Delgado, P.L., Heninger, G.R., et al.
Bandura, A., Jeffrey, R.W., & Bachicha, Developmental Disorders, 10, 75-89. (1994). Tryptophan depletion in patients
with obsessive-compulsive disorder
D.L. (1974). Analysis of memory codes Barkley, R.A., DuPaul, G.J., & McMurray,
who respond to serotonin reuptake
and cumulative rehearsal in observa- M.B. (1990). A comprehensive evalua-
blockers. Archives of General Psychiatry,
tional learning. Journal of Research in tion of attention deficit disorder with
51, 309 -317.
Personality, 7, 295 - 305. and without hyperactivity defined by
research criteria. Journal of Consulting Barsky, A.J., Brener, J., Coeytaux, R.R., &
Banis, H.T., Varni, J.W., Wallander, J.L., Cleary, P.D. (1995). Accurate awareness
and Clinical Psychology, 58, 775 - 789.
Korsch, B.M., Jay, S.M., Adler, R., Gar- of heartbeat in hypochondriacal and
Barkley, R.A., Fischer, M., Edelbrock, C.S.,
cia-Temple, E., & Negrete, V. (1988). nonhypochondriacal patients. Journal
& Smallish, L. (1990). The adolescent
Psychological and social adjustment of of Psychosomatic Research, 39, 489 -487.
outcome of hyperactive children diag-
obese children and their families. Child: Bartholomew, K., & Horowitz, L.M.
nosed by research criteria: 1. An 8 year
Care, Health, and Development, 14, 157- (1991). Attachment styles among young
prospective follow-up study. Journal of
173. adults: A test of a four-category model.
the American Academy of Child and Ado-
Journal of Personality and Social Psychol-
Bank, L., Marlowe, J.H., Reid, J.B., Patter- lescent Psychiatry, 29, 546-557.
ogy, 61, 226 -244.
son, G.R., & Weinrott, M.R. (1991). A Barkley, R.A., Grodzinsky, G., & DuPaul,
Bartlett, F. (1932). Remembering. Cam-
comparative evaluation of parent-train- G.J. (1992). Frontal lobe functions in at-
bridge: Cambridge University Press.
ing interventions for families of chronic tention deficit disorder with and with-
delinquents. Journal of Abnormal Child out hyperactivity: A review and re- Bartlett, J. (1992). Familiar quotations: A col-
search report. Journal of Abnormal Child lection of passages, phrases and proverbs
Psychology, 19, 15-33.
Psychology, 20, 163-188. traced to their sources in ancient and mod-
Barabee, H.E., Marshall, W.L., Yates, E., & ern literature. Boston: Little, Brown and
Lightfoot, L. (1983). Alcohol intoxica- Barkley, R.A., Karlsson, J., & Pol-
Company.
lard, S. (1985). Effects of age on the
tion and deviant sexual arousal in male Bartlett, J.G. (1993). The Johns Hopkins Hos-
mother-child interactions of hyperac-
social drinkers. Behaviour Research and pital guide to medical care of patients with
tive children. Journal of Abnormal Child
Therapy, 21, 365 -373. HIV infection. Baltimore: Williams &
Psychology, 13, 631-638.
Barbarin, O.A., & Soler, R.E. (1993). Be- Wilkins.
Barlow, D.H. (1988). Anxiety and its disor-
havioral, emotional, and academic ad- Bartzokis, G., Liberman, R.P., & Hier-
ders: The nature and treatment of anxiety
justment in a national probability sam- holzer, R. (1990). Behavior therapy in
and panic. New York: Guilford.
ple of African-American children: groups. In I.L. Kutash & A. Wolf (Eds.),
Barlow, D.H., Abel, G.G., & Blanchard, The group psychotherapist’s handbook:
Effects of age, gender, and family struc- E.B. (1979). Gender identity change in Contemporary theory and technique. New
ture. Journal of Black Psychology, 19, 423 transsexuals. Archives of General Psychia- York: Columbia University Press.
-446. try, 36, 1001-1007.
Basco, M R., & Rush, A.J. (1996). Cognitive-
Barber, T.X., & Silver, M.J. (1968). Fact, fic- Barlow, D.H., Becker, R., Leitenberg, H., & behavioral therapy for bipolar disorder.
tion, and the experimenter bias effect. Agras, W.S. (1970). A mechanical strain New York: Guilford.
Psychological Bulletin, Monograph Supple- gauge for recording penile circumfer-
Bass, E., & Davis, L. (1994). The courage to
ment, 70, 1-29. ence. Journal of Applied Behavior Analy-
heal: A guide for women survivors of child
sis, 3, 73-76.
Barclay, D.R., & Houts, A.C. (1995). Child- sexual abuse. New York: Harper Collins.
hood enuresis. In C. Schaefer (Ed.), Clini- Barlow, D.H., Blanchard, E.B., Vermilyea,
Bastani, B., Nash, J.F., & Meltzer, H.Y.
J.A., Vermilyea, B.B., & DiNardo, P.A.
cal handbook of sleep disorders in chil- (1990). Prolactin and Cortisol responses
dren (pp. 223-252). Northvale, NJ: Jason (1). Generalized anxiety and gener- to MK-212, a serotonin agonist, in ob-
Aronson. alized anxiety disorder: Description and sessive compulsive disorder. Archives of
reconceptualization. American Journal of General Psychiatry, 47, 833-839.
Barefoot, J.C., Dahlstrom, G., & Williams, Psychiatry, 143, 40-44.
R.B. (1983). Hostility, CHD incidence, Bates, G.W. (1990). Social anxiety and self-
Barlow, D.H., Cohen, A.B., Waddell, M.T., presentation: Conversational behaviours
and total mortality: A 25-year follow-up
Vermilyea, B.B., Klosko, J.S., Blanchard, and articulated thoughts of heterosexually
study of 255 physicians. Psychosomatic E.B., & DiNardo, P.A. (1984). Panic and anxious males. Unpublished doctoral
Medicine, 45, 59-63. generalized anxiety disorders: Nature dissertation, University of Melbourne,
Barefoot, J.C., Peterson, B.L., Dahlstrom, and treatment. Behavior Therapy, 15, 431- Australia.
W.G., Siegler, I.C., Anderson, N.B., et al. 449. Bates, G.W., Campbell, T.M., & Burgess,
(1991). Hostility patterns and health im- Barlow, D.H., Craske, M.G., Cerny, J.A., & P.M. (1990). Assessment of articulated
plications: Correlates of Cook-Medley Klosko, J.S. (1989). Behavioral treatment thoughts in social anxiety: Modification
KAYNAKLAR R-5
√√

of the ATSS procedure. British Journal of cidal behavior. New York: New York tims. Archives of Sexual Behavior, 15, 37-
Clinical Psychology, 29, 91 -98. Academy of Sciences. 49.
Baucom, D., Epstein, N., & Rankin, L. Beck, A.T. (1987). Cognitive models of de- Bedell, J.R., Archer, R.P., & Marlow, H.A.
(1995). Integrative couple therapy. In pression. Journal of Cognitive Psychother- (1980). A description and evaluation of
N.S. Jacobson & A.S. Gurman (Eds.), apy: An International Quarterly, 1, 5-37. a problem-solving skills training pro-
Clinical handbook of couple therapy (pp. Beck, A.T., & Ward, C.H. (1961). Dreams gram. In D. Upper & S.M. Ross (Eds.),
of depressed patients: Characteristic Behavioral group therapy: An annual re-
65-90). New York: Guilford.
themes in manifest content. Archives of view (pp. 3-35). Champaign, IL: Re-
Baucom, D.H., Epstein, N., Sayers, S.L., & search Press.
General Psychiatry, 5, 462-467.
Sher, T.G. (1989). The role of cognitions Bednar, R.L., & Kaul, T.J. (1994). Experien-
in marital relationships: Definitional, Beck, A.T., Brown, G., Berchick, R.J., Stew-
art, B.L., & Steer, R.A. (1990). Relation- tial group research: Can the canon fire?
methodological, and conceptual issues. In A.E. Bergin & S.L. Garfield (Eds.),
ship between hopelessness and ulti-
Journal of Consulting and Clinical Psychol- Handbook of psychotherapy and behavior
mate suicide: A replication with
ogy, 57, 31-38. change (4th edition.) New York: Wiley.
psychiatric outpatients. American Jour-
Baucom, D.H., & Hoffman, J.A. (1986). nal of Psychiatry, 147, 190-195. Beecher, H.K. (1966). Ethics and clinical
The effectiveness of marital therapy: Beck, A.T., Brown, G., Steer, R.A., Eidel- research. New England Journal of Medi-
Current status and application to the cine, 274, 1354-1360.
son, J.I., & Riskind, J.H. (1987). Differen-
clinical setting. In N.S. Jacobson & A.S. tiating anxiety and depression: A test of Begelman, D.A. (1975). Ethical and legal
Gurman (Eds.), Clinical handbook of mari- the cognitive-content-specificity hy- issues of behavior modification. In
tal therapy (pp. 597-620). New York: pothesis. Journal of Abnormal Psychol- M. Hersen, R. Eisler, & P.M. Miller
Guilford. ogy, 96, 179-183. (Eds.), Progress in behavior modification.
New York: Academic Press.
Baumeister, A.A., Kupstas, F.D., & Klind- Beck, A.T., Kovacs, M., & Weissman, A.
(1975). Hopelessness and suicidal be- Beidel, D.C. (1991). Social phobia and
worth, L.M. (1991). The new morbidity:
havior: An overview. Journal of the overanxious disorder in school-age chil-
A national plan of action. American Be-
American Medical Association, 234, dren. Journal of the American Academy of
havioral Scientist, 34, 468-500.
1146-1149. Child and Adolescent Psychiatry, 30, 545-
Baumeister, R.F. (1990). Suicide as escape 552.
Beck, A.T., Kovacs, M., & Weissman, A.
from self. Psychological Review, 97, 90- Bell, J.E. (1961). Family group therapy.
(1979). Assessment of suicidal ideation:
113. Washington, DC: U.S. Department of
The Scale for Suicide Ideation. Journal of
Baumgartner, G.R., & Rowen, R.C. (1987). Consulting and Clinical Psychology, 47, Health, Education, and Welfare.
Clonidine vs. chlordiazepoxide in the 343 -352. Bellack, A.S., & Mueser, K.T. (1993). Psy-
management of acute alcohol with- Beck, A.T., Schuyler, D., & Herman, I. chosocial treatments for schizophrenia.
drawal. Archives of Internal Medicine, (1974). Development of suicidal intent Schizophrenia Bulletin, 19, 317-336.
147, 1223-1226. scales. In A.T. Beck, H.L.P. Resnik, & Bellack, A.S., Hersen, M., & Turner, S.M.
Baxter, E., & Hopper, K. (1981). Private D.J. Lettieri (Eds.), The prediction of sui- (1976). Generalization effects of social
lives/public places: Homeless adults on the cide. Bowie, MD: Charles Press. skills training in chronic schizophrenics:
An experimental analysis. Behavior Re-
streets of New York City. New York: Com- Beck, A.T., Steer, R.A., Kovacs, M., & Gar-
search and Therapy, 14, 391-398.
munity Service Society. rison, B. (1985). Hopelessness and even-
tual suicide: A 10-year prospective Bellack, A.S., Morrison, R.L., & Mueser,
Baxter, L.R., Schwartz, J.M., Bergman, K.T. (1989). Social problem solving in
study of patients hospitalized with sui-
K.S., Szuba, M.P., Guze, B.H., Mazzi- schizophrenia. Schizophrenia Bulletin, 15,
cidal ideation. American Journal of Psy-
otta, J.C., Alazraki, A., Selin, C.E., 101-116.
chiatry, 142, 559-563.
Ferng, H., Munford, P., & Phelps, M.E. Ben-Porath, Y.S., & Butcher, J.N. (1989).
Beck, J.G. (1995). Hypoactive sexual desire
(1992). Caudate glucose metabolic rate The comparability of MMPI and MMPI-
disorder: An overview. Journal of Con-
changes with both drug and behavior 2 scales and profiles. Psychological As-
sulting and Clinical Psychology, 63, 919-
therapy for obsessive-compulsive disor- sessment, 1, 345 -347.
927.
der. Archives of General Psychiatry, 49, Ben-Tovim, M.V., & Crisp, A.H. (1979).
Beck, J.G., & Bozman, A. (1995). Gender
681-689. Personality and mental state within
differences in sexual desire: The effects
Beach, S.R.H., & O’Leary, K.D. (1986). The of anger and anxiety. Archives of Sexual anorexia nervosa. Journal of Psychoso-
treatment of depression occurring in the Behavior, 24, 595-612. matic Research, 23, 321-325.
context of marital discord. Behavior Beck, M. (1979, November 12). Viet vets Benes, F.M., McSparren, J., Bird, T.D., San-
Therapy, 17, 43 -49. fight back. Newsweek, pp. 44 -49. Giovanni, J.P., Vincent, S.L., et al. (1991).
Deficits in small interneurons in pre-
Beach, S.R.H., Sandeen, E.E., & O’Leary, Becker, J.V. (1990). Treating adolescent
frontal and cingulate cortices of schizo-
K.D. (1990). Depression in marriage. New sexual offenders. Professional Psychology: phrenic and schizoaffective patients.
York: Guilford. Research and Practice, 21, 362-365. Archives of General Psychiatry, 48, 986-
Beck, A.T. (1967). Depression: Clinical, ex- Becker, J.V., Kaplan, M.S., Cunningham- 1001.
perimental and theoretical aspects. New Rathner, J., & Kavoussi, R.J. (1986). Benkelfat, C., Ellenbogen, M.A., Dean, P.,
York: Harper & Row. Characteristics of adolescent incest sex- Palmour, R.M., & Young, S.N. (1994b).
ual perpetrators: Preliminary findings. Mood-lowering effect of tryptophan de-
Beck, A.T. (1976). Cognitive therapy and the
Journal of Family Violence, 1, 85-97. pletion: Enhanced susceptibility in
emotional disorders. New York: Interna-
tional Universities Press. Becker, J.V., Kaplan, M.S., Tenke, C.E., & young men at genetic risk for major af-
Tartaglini, A. (1991). The incidence of fective disorders. Archives of General
Beck, A.T. (1986a). Cognitive therapy: A depressive symptomatology in juvenile Psychiatry, 51, 687-700.
sign of retrogression or progress. The sex offenders with a history of abuse. Bennett, C.C., Anderson, L.S., Cooper, S.,
Behavior Therapist, 9, 2-3. Child Abuse and Neglect, 15, 531 -536. Hassol, L., Klein, D.C., & Rosenblum, G.
Beck, A.T. (1986b). Hopelessness as a pre- Becker, J.V., Skinner, L.J., Abel, G.G., & (Eds.). (1966). Community psychology:
dictor of eventual suicide. In J.J. Mann Cichon, J. (1986). Level of postassault sex- A report of the Boston Conference on the
& M. Stanley (Eds.), Psychobiology of sui- ual functioning in rape and incest vic- educatiorı of psychologists for community
R-6 √√ KAYNAKLAR

mental health. Boston: Boston University nual Convention of the American Psy- depressive, and other disorders. Ameri-
Press. chological Association, Washington, DC. can Journal of Psychiatry, 148, 564-577.
Bennett, I. (1960). Delinquent and neurotic Besdine, R.W. (1980). Geriatric medicine: Biederman, J., Rosenbaum, J., Hirschfeld,
children. London: Tavistock. An overview. In C. Eisodorfer (Ed.), An- D., Faraone, S., Bolduc, E., & et al.
Bennett, V. (1997, February 22). Russia’s nual review of gerontology and geriatrics. (1990). Psychiatric correlates of behav-
New York: Springer. ioral inhibition in young children of
forgotten children. Los Angeles Times, pp.
Al, A10. Betancourt, H., & Lopez, S. (1993). The parents with and without psychiatric
study of culture, ethnicity, and race in disorders. Archives of General Psychiatry.
Benson, H., Beary, J.F., & Carl, M.P. (1974).
American psychology. American Psy- 47, 21-26.
The relaxation response. Psychiatry, 37,
chologist, 48, 629-637. Billings, A. (1979). Conflict resolution in
37.
Bettelheim, B. (1967). The empty fortress. distressed and nondistressed married
Berger, K.S., & Zarit, S.H. (1978). Late life couples. Journal of Consulting and Clini-
New York: Free Press.
paranoid states: Assessment and treat- cal Psychology, 47, 368-376.
Bettelheim, B. (1973). Bringing up chil-
ment. American journal of Orthopsychia-
dren. Ladies Home Journal, 90, 28. Billings, A.G., Cronkite, R.C., & Moos,
try, 48, 528-537.
Bettelheim, B. (1974). A home for the heart. R.H. (1983). Social-environmental fac-
Bergin, A.E. (1971). The evaluation of tors in unipolar depression: Compar-
New York: Knopf.
therapeutic outcomes. In A.E. Bergin & isons of depressed patients and nonde-
S.L. Garfield (Eds.), Handbook of psy- Beutler, L.E. (1979). Toward specific psy-
pressed controls. Journal of Abnormal
chotherapy and behavior change: An empir- chological therapies for specific condi-
Psychology, 92, 119-133.
tions. Journal of Consulting and Clinical
ical analysis. New York: Wiley. Bion, W. (1959). Experiences in groups. New
Psychology, 47, 882-897.
Bergin, A.E., & Garfield, S.L. (Eds.). York: Basic Books.
Beutler, L.E. (1983). Eclectic psychotherapy:
(1994). Handbook of psychotherapy and be- Birbaumer, H. (1977). Biofeedback train-
A systematic approach. New York: Per-
havior change. Fourth edition. New York: ing: A critical review of its clinical ap-
gamon.
Wiley. plications and some possible future di-
Beutler, L.E. (1991). Have all won and
Bergin, A.E., & Lambert, M.J. (1978). The rections. European Journal of Behavioral
must all have prizes? Revisiting
evaluation of therapeutic outcomes. In Analysis and Modification, 4, 235-251.
Luborsky et al.’s verdict, journal of Con-
S.L. Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Hand- sulting and Clinical Psychology, 59, 226- Birnbaum, M. (1960). The right to treat-
book of psychotherapy and behavior change: 232. ment. American Bar Association Journal,
An empirical analysis (2nd ed.). New 46, 499-505.
Beutler, L.E. (1997). The psychotherapist
York: Wiley. Birren, J.E., & Schaie, K.W. (Eds). (1996).
as a neglected variable in psychother-
Berlin, F.S., & Meinecke, C.F. (1981). Treat- apy: An illustration by reference to the Handbook of the psychology of aging.
ment of sex offenders with antiandro- role of therapist experience and train- Fourth edition. San Diego, CA: Aca-
genic medication: Conceptualization, ing. Clinical Psychology: Science and Prac- demic Press.
review of treatment modalities, and tice, 4, 44-52. Bisette, G., Smith, W.H., Dole, K.C.,
preliminary findings. American journal Beutler, L.E., & Davison, E.H. (1995). Crain, B., Ghanbari, B., Miller, B., &
of Psychiatry, 138, 601-607. What standards should we use? In S.C. Nemeroff, C.B. (1991). Alterations in
Berman, A.L., & Jobes, D.A. (1996). Adoles- Hayes, V.M. Follette, R.M. Dawes, & Alzheimer’s disease-associated protein
cent suicide: Assessment and intervention. K.E. Grady (Eds.), Scientific standards of in Alzheimer’s disease frontal and tem-
Washington, DC: American Psychologi- psychological practice: Issues and recom- poral cortex. Archives of General Psychia-
cal Association. mendations (pp. 11-24). Reno, NV: Con- try, 48, 1009-1011.
Berman, E.M., & Lief, H.I. (1976). Sex and text Press. Blackburn, I.M., Eunson, K.M., & Bishop,
the aging process. In W.W. Oaks, G.A. Beutler, L.E., & Harwood, T.M. (1995). S. (1986). A two-year naturalistic follow-
Melchiode, & I. Ficher (Eds.), Sex Prescriptive psychotherapies. Applied up of depressed patients treated with
and the life cycle. New York: Grune & and Preventive Psychology, 4, 89-100. cognitive therapy, pharmacotherapy, and
Stratton. Beutler, L.E., Crago, M., & Arizmendi, a combination of both. Journal of Af-
T.G. (1986). Therapist variables in psy- fective Disorders, 10, 67-75.
Berman, J.S., & Norton, N.C. (1985). Does
professional training make a therapist chotherapy process and outcome. In Blake, W. (1973). The influence of race on
more effective? Psychological Bulletin, S.L. Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Hand- diagnosis. Smith College Studies in Social
98, 401-407.
book of psychotherapy and behavior change Work, 43, 184-192.
(3rd ed.). New York: Wiley. Blanchard, E.B. (1994). Behavioral medi-
Bernstein, D.A., & Nietzel, M.T. (1980). In-
Beutler, L.E., Machado, P.P.P., & Neufeldt, cine and health psychology. In A.E.
troduction to clinical psychology. New
S.A. (1994). Therapist variables. In A.E. Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook
York: McGraw-Hill.
Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook of psychotherapy and behavior change.
Bernstein, D.P., Useda, D., & Siever, L.J. of psychotherapy and behavior change. Fourth edition (pp. 701-733). New
(1993). Paranoid personality disorder: Fourth edition (pp. 229 -269). New York: Wiley.
Review of the literature and recommen- York: Wiley. Blanchard, E.B., Andrasik, F., Neff, D.F.,
dations. Journal of Personality Disorders, Beutler, L.E., Scogin, F., Kirkish, P., Arena, J.G., Ashles, T.A., Jurish, S.E.,
7, 53-62. Schretlen, D., Corbishley, A., Hamblin, Pallmeyer, T.P., Saunders, N.L., & Ted-
Berrettini, W.H., Goldin, L.R., Gelernter, J., D., Meredith, K., Potter, R., Bamford, ers, S.J. (1982). Biofeedback and relax-
Geiman, P.Z., Gershon, E., et al. (1990). C.R., & Levenson, A.I. (1987). Group ation training with three kinds of
X-chromosome markers and manic-de- cognitive therapy and alprazolam in the headache: Treatment effects and their
pressive illness: Rejection of linkage to treatment of depression in older adults. prediction. Journal of Consulting and
Xq28 in nine bipolar pedigrees. Archives Journal of Consulting and Clinical Psychol- Clinical Psychology, 50, 562-575.
of General Psychiatry, 47, 366-373. ogy, 55, 550-556.
Blanchard, E.B., Miller, S.T., Abel, G.G.,
Berry, J.C. (1967). Antecedents of schizophre- Biederman, J., Newcorn, J., & Sprich, S. Haynes, M.R., & Wicker, R. (1979). Eval-
nia, impulsive character and alcoholism in (1991). Comorbidity of attention deficit uation of biofeedback in the treatment
males. Paper presented at the 75th An- hyperactivity disorder with conduct, of borderline essential hypertension.
KAYNAKLAR R-7
√√

Journal of Applied Behavior Analysis, 12, turbance in adult humans. Journal of ity. Behaviour Research and Therapy, 28,
99-109. Gerontology, 39, 290-293. 153-158.
Blaske, D.M., Borduin, C.M., Hengeler, Block, A.P. (1990). Rape trauma syndrome Borkovec, T.D., & Mathews, A. (1988).
S.W., & Mann, B.J. (1989). Individual, as scientific expert testimony. Archives of Treatment of nonphobic anxiety disor-
family, and peer characteristics of ado- Sexual Behavior, 19, 309-323. ders: A comparison of nondirective,
lescent sex offenders and assaultive of- Block, J. (1971). Lives through time. Berke- cognitive and coping desensitization
fenders. Developmental Psychology, 25, ley, CA: Bancroft Books. therapy. Journal of Consulting and Clini-
846-855. cal Psychology, 56, 877-884.
Bloomfield, H.H. (1973). Assertive train-
Blatt, B. (1966). The preparation of special ing in an outpatient group of chronic Borkovec, T.D., & Roemer, L. (1994). Gen-
educational personnel. Review of Educa- schizophrenics: A preliminary report. eralized anxiety disorder. In M. Hersen
tional Research, 36, 151 -161. Behavior Therapy, 4, 277-281. & R.T. Ammerman (Eds.), Handbook of
Blau, Z.S., Oser, G.T., & Stephens, R.C. Blumstein, A., & Cohen, J. (1987). Charac- prescriptive treatments for adults (pp.
(1979). Aging, social class, and ethnic- terizing criminal careers. Science, 237, 261-281). New York: Plenum.
ity: A comparison of Anglo, Black, and 985-991. Borkovec, T.D., & Whisman, M.A. (1996).
Mexican-American Texans. Pacific Socio- Bockhoven, J. (1963). Moral treatment Psychosocial treatment for generalized
logical Review, 22, 501-525. in American psychiatry. New York: anxiety disorder. In M. Mavissakalian &
Blazer, D., George, L.K., & Hughes, D. Springer. R.E. Prien (Eds.), Long-term treatment of
(1991). The epidemiology of anxiety: An anxiety disorders (pp. 171-199). Wash-
Bohart, A.C., & Greenberg, L.S. (1997)
age comparison. In C. Salzman & B.D. ington, DC: American Psychiatric Asso-
(Eds.), Empathy reconsidered: New direc-
Lebovitz (Eds.), Anxiety in the elderly. ciation.
tions in psychotherapy. Washington, DC:
New York: Springer. American Psychological Association. Borkovec, T.D., Roemer, L., & Kinyon, J.
(1995). Disclosure and worry: Opposite
Blazer, D., Hughes, D., & George, L.K. Bolger, N., Foster, M., Vinokur, A.D., &
sides of the emotional processing coin.
(1987). Stressful life events and the on- Ng, R. (1996). Close relationships and
In J.W. Pennebaker (Ed.), Emotion, dis-
set of a generalized anxiety syndrome. adjustment to a life crisis: The case of
closure, and health. Washington, DC:
American Journal of Psychiatry, 144, breast cancer. Journal of Personality and
American Psychological Association.
1178-1183. Social Psychology, 70, 283-294.
Bornstein, P.E., Clayton, P.J., Halikas, J.A.,
Blazer, D.G. (1982). Depression in late life. Boll, T.J. (1985). Developing issues in clini-
& Robins, E. (1973). The depression of
St. Louis: Mosby. cal neuropsychology. Journal of Clinical
widowhood after thirteen months.
Blazer, D.G., & Williams, C.D. (1980). Epi- and Experimental Neuropsychology, 7,
British Journal of Psychiatry, 122, 561-
demiology of dysphoria and depression 473 -485.
566.
in the elderly population. American Bolton, P., MacDonald, H., Pickles, A.,
Bornstein, R.F., Leone, D.R., & Galley, D.J.
Journal of Psychiatry, 137, 439-444. Rios, P., Goode, S., Crowson, M., Bailey,
(1987). The generalizability of sublimi-
Blazer, D.G., Bachar, J R., & Manton, K.G. A., & Rutter, M. (1994). A case-control
nal mere exposure effects: Influence of
(1986). Suicide in late life: Review and family history study of autism. Journal
stimuli perceived without awareness on
commentary. Journal of the American of Child Psychology and Psychiatry, 35,
social behavior. Journal of Personality and
Geriatrics Society, 34, 519-525. 877- 900.
Social Psychology, 53, 1070-1079.
Blazer, D.G., Kessler, R.C., & McGonagle, Bond, I.K., & Hutchinson, H.C. (1960).
Botvin, G.J., & Tortu, S. (1988). Peer rela-
K.A. (1994). The prevalence and distri- Application of reciprocal inhibition
tionships, social competence, and sub-
bution of major depression in a national therapy to exhibitionism. Canadian Med-
stance abuse prevention: Implications
community sample: The National Co- ical Association Journal, 83, 23 -25.
for the family. Journal of Chemical Depen-
morbidity Survey. American Journal of Bootzin, R.R., & Engle-Friedman, M. dency Treatment, 1, 245-273.
Psychiatry, 151, 979- 986. (1987). Sleep disturbances. In L.L.
Bouchard, T.J., Lykken, D.T., McGue,
Carstensen & B.A. Edelstein (Eds.),
Blechman, E.A., McEnroe, M.J., Carella, M., Segal, N.L., & Tellegen, A. (1990).
Handbook of clinical gerontology. New
E.T., & Audette, D.P. (1986). Childhood Sources of human psychological differ-
York: Pergamon.
competence and depression. Journal of ences: The Minnesota Study of Twins
Abnormal Psychology, 95, 223- 227. Bootzin, R.R., Engle-Friedman, M., &
Reared Apart. Science, 250, 223-228.
Hazel wood, L. (1983). Sleep disorders
Blehar, M.C., & Rosenthal, N.E. (1989). Boudreaux, R. (1996, September 29). HIV
and the elderly. In P.M. Lewinsohn & L.
Seasonal affective disorders and pho- now haunts streets of former Soviet
Teri (Eds.), Clinical geropsychology: New
totherapy: Report of a National Insti- model city. Los Angeles Times, pp. A1,
directions in assessment and treatment.
tute of Mental Health-sponsored work- A14.
New York: Pergamon.
shop. Archives of General Psychiatry, 46, Bowers, J., Jorm, A.F., Henderson, S., &
469-474. Borduin, C.M., Mann, B.J., Cone, L.T.,
Henggeler, S.W., Fucci, B.R., Blaske, Harris, P. (1990). General practitioners’
Blenker, M. (1967). Environmental change detection of depression and dementia in
D.M., & Williams, R.A. (1995). Multi-
and the aging individual. Gerontologist, 7, elderly patients. The Medical Journal of
systemic treatment of serious juvenile of-
101-105. Australia, 153, 192-196.
fenders: Long-term prevention of crimi-
Bliss, E.L. (1980). Multiple personalities: A nality and violence. Journal of Consulting Bowers, K.S., & Meichenbaum, D. (Eds.).
report of 14 cases with implications for and Clinical Psychology, 63, 569 -578. (1984). The unconscious reconsidered.
schizophrenia and hysteria. Archives of Borkovec, T.D., & Costello, E. (1993). Effi- New York: Praeger.
General Psychiatry, 37, 1388-1397. cacy of applied relaxation and cognitive Bowers, M.B., Jr. (1974). Central dopamine
Bliss, E.L. (1983). Multiple personalities, behavioral therapy in the treatment of turnover in schizophrenic syndromes.
related disorders, and hypnosis. Ameri- generalized anxiety disorder. Journal of Archives of General Psychiatry, 31, 50
can Journal of Clinical Hypnosis, 26, 114- Consulting and Clinical Psychology, 61, -54
123. 611-619. Bowers, M.K., Brecher-Marer, S., Newton,
Bliwise, D., Carskadon, M., Carey, E., & Borkovec, T.D., & Inz, J. (1990). The nature B.W., Piotrowski, Z., Spyer, T.C., Taylor,
Dement, W. (1984). Longitudinal devel- of worry in generalized anxiety disor- W.S., & Watkins, J.G. (1971). Therapy of
opment of sleep-related respiratory dis- der: A predominance of thought activ- multiple personality. International Jour-
R-8 √√ KAYNAKLAR

nal of Clinical and Experimental Hypno- girls. Journal of Child Psychology and Psy- Handbook of intelligence (pp. 353-389).
sis, 19, 57-65. chiatry, 30, 711-716. New York: Wiley.
Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Sad- Brehm, J.W. (1966). A theory of psychologi- Brookoff, D., Cook, C.S., Williams, C., &
cal Mann, C.S. (1994). Testing reckless dri-
ness and depression. New York: Basic
reactance. New York: Academic Press. vers for cocaine and marijuana. The New
Books.
England Journal of Medicine, 331.
Boxall, B. (1995, September 3). Young gays Brehm, S.S., & Brehm, J.W. (1981). Psycho-
518-522.
logical reactance: A theory of freedom and
stray from safer sex, new data shows. Brown, G.L., & Goodwin, F.K. (1986).
control. New York: Academic Press.
Los Angeles Times, pp. Al, A24. Cerebrospinal fluid correlates of suicide
Breier, A., Charney, D.S., & Heninger, G.R.
Boyle, M. (1991). Schizophrenia: A scientific attempts and aggression. Annals of the
(1986). Agoraphobia with panic attacks.
New York Academy of Science, 487, 175-
delusion? New York: Routledge. Archives of General Psychiatry, 43, 1029- 188.
Bozman, A., & Beck, J.G. (1991). Covaria- 1036.
Brown, G.P., Hammen, C.L., Craske, M.G.,
tion of sexual desire and sexual arousal: Breier, A., Schreiber, J.L., Dyer, J., & Pick- & Wickens, T.D. (1995). Dimensions of
The effects of anger and anxiety. ar, D. (1991). National Institute of Mental dysfunctional attitudes as vulnerabili-
Archives of Sexual Behavior, 20, 47-60. Health longitudinal study of chronic ties to depressive symptoms. Journal of
schizophrenia: Prognosis and predictors Abnormal Psychology, 104, 431-435.
Bradley, B.P., Mogg, K., Millar, N., &
of outcome. Archives of General Psychia- Brown, G.W., & Birley, J.L.T. (1968). Crises
White, J. (1995). Selective processing of try, 48, 239-246. and life changes and the onset of schiz-
negative information: Effects of clinical
Bremner, J.D., Southwick, S.M., Darnell, ophrenia. Journal of Health and Social Be-
anxiety, concurrent depression, and A., & Charney, D.S. (1996). Chronic havior, 9, 203-214.
awareness. Journal of Abnormal Psychol- post-traumatic stress disorder in Viet- Brown, G.W., & Harris, T.O. (1978). Social
ogy, 104, 532-536. nam combat veterans: Course of illness origins of depression. London: Tavistock.
Bradley, L., & Bryant, P.E. (1985). Rhyme and substance abuse. American Journal Brown, G.W., Bone, M., Dalison, B., &
and reason in reading and spelling. Ann of Psychiatry, 153, 369 -375. Wing, J.K. (1966). Schizophrenia and so-
Arbor: University of Michigan Press. Breslau, N., Davis, G. C., Andreski, D., & cial care. London: Oxford University
Peterson, E. (1991). Traumatic events Press.
Brady, E., & Kendall, P. (1992). Comorbid-
and post-traumatic stress disorder in an Brown, H.D., Kosslyn, S.M., Breiter, H.C.,
ity of anxiety and depression in chil- urban population. Archives of General Baer, L., & Jenike, M.A. (1994). Can pa-
dren and adolescents. Psychological Bul- Psychiatry, 48, 216-222. tients with obsessive-compulsive disor-
letin, 111, 244 -255. Bretschneider, J.G., & McCoy, N.L. (1988). der discriminate between percepts and
Brady, J.P., Davison, G.C., DeWald, P.A., Sexual interest and behavior in healthy mental images? A signal detection
80 to 102-year-olds. Archives of Sexual analysis. Journal of Abnormal Psychol-
Egan, G., Fadiman, J., Frank, J.D., Gill,
Behavior, 17, 109-129. ogy, 103, 445 -454.
M.M., Hoffman, I., Kempler, W., La-
Brown, S.A., Vik, P.W., McQuaid, J.R., Pat-
zarus, A.A., Raimy, V., Rotter, J.B., & Brettle, R.P., & Leen, L.S. (1991). The nat-
terson, T.L., Irwin, M.R., et al. (1990).
Strupp, H.H. (1980). Some views on ef- ural history of HIV and AIDS in
Severity of psychosocial stress and out-
fective principles of psychotherapy. women. AIDS, 5, 1283-1292.
come of alcoholism treatment. Journal of
Cognitive Therapy and Research, 4, 269- Breuer, J., & Freud, S. (1982). Studies in Abnormal Psychology, 99, 344 - 348.
306. hysteria. (J. Strachey, Trans, and Ed.,
Brown, T.A., & Barlow, D.H. (1995). Long-
with the collaboration of A. Freud). term outcome in cognitive-behavioral
Brandon, Y.H., Zelman, D.C., & Baker, T.B. New York: Basic Books. (Original work treatment of panic disorder: Clinical
(1987). Effects of maintenance sessions published 1895) predictors and alternative strategies for
on smoking relapse: Delaying the in- Brewerton, T.D., Lydiard, B.R., Laraia, assessment. Journal of Consulting and
evitable? Journal of Consulting and Clini- M.T., Shook, J.E., & Ballenger, J.C. Clinical Psychology, 63, 754- 765.
cal Psychology, 55, 780-782. (1992). CSF Beta-endorphin and dynor- Brown, T.A., Barlow, D.H., & Liebowitz,
Brandt, J., Buffers, N., Ryan, C., & Bayog, phin in bulimia nervosa. American Jour- M.R. (1994). The empirical basis of gen-
R. (1983). Cognitive loss and recovery nal of Psychiatry, 149, 1086-1090. eralized anxiety disorder. American Jour-
Brickel, C.M. (1984). The clinical use of nal of Psychiatry, 151, 1272-1280.
in chronic alcohol abusers. Archives of
General Psychiatry, 40, 435 - 442. pets with the aged. Clinical Gerontologist, Brownell, K.D., & Rodin, J. (1994). The di-
2, 72 - 75. eting maelstrom: Is it possible or advis-
Bransford, J.D., & Johnson, M.K. (1973). able to lose weight? American Psycholo-
Brickman, A.S., McManus, M., Grapen-
Considerations of some problems of gist, 49, 781-791.
tine, W.L., & Alessi, N. (1984). Neu-
comprehension. In W.G. Chase (Ed.), Vi- ropsychological assessment of seriously Brownell, K.D., & Wadden, T.A. (1992).
sual information processing. New York: delinquent adolescents. Journal of the Etiology and treatment of obesity: To-
Academic Press. American Academy of Child Psychiatry, ward understanding a serious, preva-
23, 453-457. lent, and refractory disorder. Journal of
Braswell, L., & Kendall, P.C. (1988). Cog-
Consulting and Clinical Psychology, 60,
nitive-behavioral methods with chil- Bridge, T.B., & Wyatt, R.J. (1980). Para-
505-517.
dren. In K.S. Dobson (Ed.), Handbook of phrenia: Paranoid states of late life. 2.
Brownell, K.D., Hayes, S.C., & Barlow,
cognitive-behavioral therapies. New York: American research. Journal of the Ameri-
D.H. (1977). Patterns of appropriate and
can Geriatrics Society, 28, 205-210.
Guilford. deviant sexual arousal: The behavioral
Bridger, W.H., & Mandel, I.J. (1965). Abo- treatment of multiple sexual deviations.
Brecher, E.M., & the Editors of Consumer
lition of the PRE by instructions in GSR Journal of Consulting and Clinical Psychol-
Reports. (1972). Licit and illicit drugs. conditioning. Journal of Experimental ogy, 45, 1144-1155.
Mount Vernon, NY: Consumers Union. Psychology, 69, 476-482. Brownell, K.D., Stunkard, A.J., & Albaum,
Breen, M.J. (1989). Cognitive and behav- Brody, N. (1985). The validity of tests of J.M. (1980). Evaluation and modifica-
ioral differences in ADHD boys and intelligence. In B.B. Wolman (Ed.), tion of exercise patterns in the natural
KAYNAKLAR R-9
√√

environment. American Journal of Psychi- nity population. Journal of Consulting Archives of General Psychiatry, 52, 42-
atry, 137, 1540-1545. and Clinical Psychology, 56, 843-850. 52.
Brownmiller, S. (1975). Against our will: Burns, A. (1991). Affective symptoms in Cadoret, R.J., Yates, W.R., Troughton,
Alzheimer’s disease. International Jour- E., Woodworth, G., & Stewart, M.A.
Men, women and rape. New York: Simon
nal of Geriatric Psychiatry, 6, 371-376. (1995b). Genetic-environment interac-
& Schuster.
Buss, A.H. (1966). Psychopathology. New tion in the genesis of aggressivity and
Bruch, H. (1980). Preconditions for the de- conduct disorders. Archives of General
York: Wiley.
velopment of anorexia nervosa. Ameri- Psychiatry, 52, 916-924.
Butcher, J.N., Dahlstrom, W.G., Graham,
can Journal of Psychoanalysis, 40, 169- Calhoun, J.B. (1970). Space and the strat-
J.R., Tellegen, A., & Kraemer, B. (1989).
172. egy of life. Ekistics, 29, 425-437.
Minnesota Multiphasic Personality Inven-
Bruck, M. (1987). The adult outcomes of Calhoun, K.S., & Atkeson, B.M. (1991).
tory-2: Manual for administration and
Treatment of rape victims. Elmsford, NY:
children with learning disabilities. An- scoring. Minneapolis: University of Min-
Pergamon.
nals of Dyslexia, 37, 252-263. nesota Press.
Calhoun, K.S., Atkeson, B.M., & Resick,
Bryant, R.A. (1995). Autobiographical Butler, G., & Mathews, A. (1983). Cogni- P.A. (1982). A longitudinal examination
memory across personalities in disso- tive processes in anxiety. Advances in Be- of fear reactions in victims of rape. Jour-
ciative identity disorder. Journal of Ab- haviour Research and Therapy, 5, 51-62. nal of Counseling Psychology, 29, 655-
normal Psychology, 4, 625-632. Butler, L., Miezitis, S., Friedman, R., & 661.
Cole, I.D. (1980). The effect of two Cameron, D.J., Thomas, R.I., Mulvhill, M.,
Bryant, R.A., & McConkey, K.M. (1989).
school-based intervention programs on & Bronheim, H. (1987). Delirium: A test
Visual conversion disorder: A case depressive symptoms. American Educa- of the Diagnostic and Statistical Manual
analysis of the influence of visual infor- tional Research Journal, 17, 111-119. III criteria on medical inpatients. Journal
mation. Journal of Abnormal Psychology, Butler, L.D., Duran, E.F., Jasinkaitis, P., of the American Geriatrics Society, 35,
98, 326-329. Koopman, C., & Spiegel, D. (1996). 1007-1010.
Buchsbaum, M.S., Kessler, R, King, A., Hypnotizability and traumatic experi- Cameron, N. (1959). The paranoid
Johnson, J., & Cappelletti, J. (1984). Si- ence: A diathesis-stress model of disso- pseudocommunity revisited. American
ciative symptomatology. American Jour- Journal of Sociology, 65, 52-58.
multaneous cerebral glucography with
nal of Psychiatry, 153, 42-63. Cameron, N., & Magaret, A. (1951). Behav-
positron emission tomography and
Butler, R.N. (1963). The life review: An in- ior pathology. Boston: Houghton Mifflin.
topographic electroencephalography. In
terpretation of reminiscence in the Campbell, J., Stefan, S., & Loder, A. (1994).
G. Pfurtscheller, E.J. Jonkman, & F.H.
aged. Psychiatry, 119, 721-728. Putting violence in context. Hospital and
Lopes da Silva (Eds.), Brain ischemia:
Butler, R.N., & Lewis, M.I. (1982). Aging Community Psychiatry, 45, 633.
Quantitative EEG and imaging techniques.
and mental health: Positive psychosocial ap- Campbell, M., Anderson, L.T., & Small,
Amsterdam: Elsevier. proaches (3rd ed.). St. Louis: Mosby. A.M. (1990). Pharmacotherapy in
Buckley, P.F., Buchanan, R.W., Schulz, Butterfield, E.C., & Belmont, J.M. (1977). autism: A summary of research at Bel-
S.C., & Tamminga, C.A. (1996). Catch- Assessing and improving the cognitive levue/New York University. Brain Dys-
ing up on schizophrenia: The Fifth In- functions of mentally retarded people. function, 3, 299-307.
ternational Congress on Schizophrenia In I. Bialer & M. Sternlicht (Eds.), The Campbell, M., Anderson, L.T., Small,
Research, Warm Springs, VA, April psychology of mental retardation: Issues A.M., Adams, P., Gonzales, N.M., &
and approaches. New York: Psychological Ernst, M. (1993). Naltrexone in autistic
8-12, 1995. Archives of General Psychia-
Dimensions. children: Behavioral symptoms and at-
try, 53, 456-462. tentional learning. Journal of the Ameri-
Caccioppo, J.T., Glass, C.R., & Merluzzi,
Bulfinch’s mythology. (1979). New York: can Academy of Child and Adolescent Psy-
T.V. (1979). Self-statements and self-
Avenel Books. chiatry, 32, 1283-1291.
evaluations: A cognitive-response anal-
Burmey, W.E., Goodwin, F.K., & Murphy, ysis of heterosexual social anxiety. Cog- Campbell, M., Rosenbloom, S., Perry, R.,
nitive Therapy and Research, 3, 249-262. George, A.E., Kercheff, I.I., Anderson,
D.L. (1972). The “Switch Process” in
L., Small, A.M., & Jennings, S.J. (1982).
manic-depressive illness. Archives of Caddy, G.R. (1983). Alcohol use and Computerized axial tomography in
General Psycltiatry, 27, 312-317. abuse. In B. Tabakoff, P.B. Sutker, & young autistic children. American Jour-
C.L. Randell (Eds.), Medical and social as- nal of Psychiatry, 139, 510-512.
Bunney, W.E., Murphy, D.L., Goodwin,
pects of alcohol use. New York: Plenum.
F.K., & Borge, G.F. (1970). The switch Campbell, S.B. (1990). Behavioral problems
Caddy, G.R. (1985). Cognitive behavior in preschoolers: Clinical and developmental
process from depression to mania: Rela-
therapy in the treatment of multiple issues. New York: Guilford.
tionship to drugs which alter brain
personality. Behavior Modification, 9,
amines. Lancet, 1, 1022. Camper, P.M., Jacobson, N.S., Holtzworth-
267-292. Munroe, A., & Schmaling, K.B. (1988).
Burgess, A.W., & Holmstrom, L.L. (1974). Cadoret, R.J. (1978). Evidence for genetic Causal attributions for interactional be-
Rape: Victim of crisis. Bowie, MD: Robert inheritance of primary affective disor- haviors in married couples. Cognitive
J. Brady Company. der in adoptees. American Journal of Psy- Therapy and Research, 12, 195 - 209.
Burgio, L.D., Burgio, K.L., Engel, B.T., & chiatry, 135, 463-466. Campos, P.E., & Hathaway, B.E. (1993).
Tice, L.M. (1986). Increasing distance Cadoret, R.J., & Stewart, M.A. (1991). An Behavioral research on gay issues 20
and independence of ambulation in el- adoption study of attention deficit/ag- years after Davison’s ethical challenge.
gression and their relationship to adult The Behavior Therapist, 16, 193-197.
derly nursing home residents. Journal of
antisocial personality. Archives of Gen- Canetto, S.S. (1992). Gender and suicide in
Applied Behavior Analysis, 19, 357-366.
eral Psychiatry, 47, 73 - 82. the elderly. Suicide and Life-Threatening
Burnam, M.A., Stein, J.A., Golding, J.M., Cadoret, R.J., Yates, W.R., Troughton, Behavior, 22, 80-97.
Siegel, J.M., Sorenson, S.B., Forsythe, E., Woodworth, G., & Stewart, M.A. Cangelosi, A., Gressard, C.F., & Mines,
A.B., & Telles, C.A. (1988). Sexual as- (1995a). Adoption study demonstrating R. A. (1980). The effects of a rational
sault and mental disorders in a commu- two genetic pathways to drug abuse. thinking group on self-concepts in ado-
R-10 √√ KAYNAKLAR

lescents. The School Counselor, 27, 357- Journal of Personality and Social Psychol- of optimism on distress: A study of
361. ogy, 66, 127-141. women with early stage breast cancer.
Cannon, D.S., Baker, T.B., Gino, A., & Carney, R.M., Freedland, K.E., Rich, M.W., Journal of Personality and Social Psychol-
Nathan, P.E. (1986). Alcohol-aversion & Jaffe, A.S. (1995). Depression as a risk ogy, 65, 375 - 390.
therapy: Relation between strength of factor for cardiac events in established Cashman, J.A. (1966). The LSD story.
aversion and abstinence. Journal of Con- coronary heart disease: A review of pos-
Greenwich, CT: Fawcett.
sulting and Clinical Psychology, 54, 825- sible mechanisms. Annals of Behavioral
830. Medicine, 17, 142-149. Casriel, D. (1971). The dynamics of
Synanon. In R.W. Siroka, E.K. Siroka, &
Cannon, T.D., Mednick, S.A., & Parnas, J. Carone, B.J., Harrow, M., & Westermeyer,
G.A. Schloss (Eds.), Sensitivity training
(1990). Antecedents of predominantly J.F. (1991). Posthospital course and out-
and group encounter. New York: Grosset
negative and predominantly positive- come in schizophrenia. Archives of
General Psychiatry, 48, 247-253. & Dunlap.
symptom schizophrenia in a high-risk
population. Archives of General Psychia- Carr, A.T. (1971). Compulsive neurosis: Castellanos, F.X., Giedd, J.N., Marsh, W.L.,
try, 47, 622-632. Two psychophysiological studies. Bul- Hamburger, S.D., Vaituzis, A.C., Dick-
Cannon, T.D., Mednick, S.A., Parnas, J., letin of the British Psychological Society, stein, D.P., Sarfatti, S.E., Vauss, Y.C.,
Schulsinger, F., Praestholm, J., & Ves 24, 256-257. Snell, J.W., Lange, N., Kaysen, D., Krain,
tergaard, A. (1994). Developmental A.L., Ritchie, G.F., Rajapaske, J.C., &
Carr, E.G., Schreibman, L., & Lovaas, O.I.
brain abnormalities in the offspring of (1975). Control of echolalic speech in Rapoport, J.L. (1996). Quantitative brain
schizophrenic mothers: 2. Structural psychotic children. Journal of Abnormal magnetic resonance imaging in at-
brain characteristics of schizophrenia Child Psychology, 3, 331-351. tention-deficit/hyperactivity disorder.
and schizotypal personality disorder. Archives of General Psychiatry, 53, 607-
Carroll, B.J. (1982). The dexamethasone
Archives of General Psychiatry, 51, 955- 616.
suppression test for melancholia. British
962. Journal of Psychiatry, 140, 292-304. Castle, D.J., & Murray, R.M. (1993). The
Cannon, T.D., Zorilla, L.E., Shtasel, D., Carroll, J.M., Touyz, S.M., & Beumont, P.J. epidemiology of late-onset schizophre-
Gur, R.E., Gur, R.C., et al. (1994). Neu- (1996). Specific comorbidity between nia. Schizophrenia Bulletin, 19, 691-700.
ropsychological functioning in siblings bulimia nervosa and personality disor- Catania, J.A., Turner, H., Kegeles, S.M.,
discordant for schizophrenia and ders. International Journal of Eating Dis- Stall, R., et al. (1989). Older Americans
healthy volunteers. Archives of General orders, 19, 159-170. and AIDS: Transmission risks and pri-
Psychiatry, 51, 651-661.
Carroll, K.M. (1996). Relapse prevention mary prevention research needs. Geron-
Cantor, N., Markus, H., Niedenthal, P., & as a psychosocial treatment: A review of tologist, 29, 373 -381.
Nurius, P. (1986). On motivation and controlled clinical trials. Experimental Cautela, J R. (1966). Treatment of compul-
the self-concept. In R.M. Sorrentino & and Clinical Psychopharmacology, 4, 46- sive behavior by covert sensitization.
E.T. Higgins (Eds.), Handbook of motiva- 54. Psychological Record, 16, 33-41.
tion and cognition: Foundations of social
Carroll, K.M., Rounsaville, B.J., Gordon, Caven, R.S. (1973). Speculations on inno-
behavior (pp. 96-121). New York: Guil-
L.T., Nich, C., Jatlow, P., Bisighini, R.M., vations to conventional marriage in old
ford.
& Gawin, F.H. (1994). Psychotherapy age. The Gerontologist, 13, 409-411.
Cantos, A.L., Neidig, P.H., & O’Leary, and pharmacotherapy for ambulatory
K.D. (1994). Injuries of women and men Centers for Disease Control. (1994).
cocaine abusers. Archives of General Psy-
in a treatment program for domestic vi- chiatry, 51, 177-187. HIV/AIDS surveillance report. Atlanta:
olence. journal of Family Violence, 9, Centers for Disease Control.
Carroll, K.M., Rounsaville, B.J., Nich, C.,
113-124. Cerny, J.A., Barlow, D.H., Craske, M.G., &
Gordon, L.T., & Gawin, F. (1995). Inte-
Cantwell, D.P., Baker, L., & Rutter, M. grating psychotherapy and pharma- Himadi, W.G. (1987). Couples treatment
(1978). Family factors. In M. Rutter & E. cotherapy for cocaine dependence: Re- of agoraphobia: A two year follow-up.
Schopler (Eds.), Autism: A reappraisal of sults from a randomized clinical trial. In Behavior Therapy, 18, 401-415.
concepts and treatment. New York: L.S. Onken, J.D. Blaine & J.J. Boren Chambers, K.C., & Bernstein, I.L. (1995).
Plenum. (Eds.), Integrating behavioral therapies Conditioned flavor aversions. In R.L.
Caplan, G. (1964). Principles of preventive with medications in the treatment of drug Doty (Ed.), Handbook of olfaction and gus-
psychiatry. New York: Basic Books. dependence (pp. 19-36). Rockville, MD: tation (pp. 745-773). New York: Marcel
Çaplan, M., Weissberg, R.P, Grober, J.S., National Institute on Drug Abuse. Dekker.
Sivo, P.J., et al. (1992). Social compe- Carroll, K.M., Rounsaville, B.J., Nich, C., Chambless, D.L., Sanderson, W.C., Sho-
tence promotion with inner-city and Gordon, L.T., Wirtz, P.W., & Gawin, F. ham, V., Johnson, S.B., Pope, K.S.,
suburban young adolescents: Effects on (1994). One-year follow-up of psy- Crits-Christoph, P., Baker, M., Johnson,
social adjustment and alcohol use. Jour- chotherapy and pharmacotherapy for
B., Woody, S.R., Sue, S., Beutler, L.E.,
nal of Consulting and Clinical Psychol- cocaine dependence. Archives of General
Williams, D.A., & McCurry, S. (1996).
ogy, 66, 56-63. Psychiatry, 51, 989-997.
An update on empirically validated
Cardon, L.R., Smith, S.D., Fulker, D.W., Carstensen, L.L. (1996). Evidence for a therapies. The Clinical Psychologist, 49,
Kimberling, W.J., Pennington, B.F., & life-span theory of socioemotional selec- 5-18.
DeFries, J.C. (1994). Quantitative trait tivity. Current Directions in Psychological
locus for reading disability on chromo- Science, 4, 151-156. Chambliss, C.A., & Murray, E.J. (1979). Ef-
some 6. Science, 266, 276-279. ficacy attribution, locus of control, and
Carter, M.M., Hollon, S.D., Carson, R., &
weight loss. Cognitive Therapy and Re-
Carey, G., & Gottesman, I.I. (1981). Twin Shelton, R.C. (1995). Effects of a safe
search, 3, 349-353.
and family studies of anxiety, phobic, person on induced distress following a
and compulsive disorders. In D.F. Klein biological challenge in panic disorder Chaney, E.F., O’Leary, M.R., & Marlatt,
& J.G. Rabkin (Eds.), Anxiety: New re- with agoraphobia. Journal of Abnormal G.A. (1978). Skills training with alco-
search and changing concepts. New York: Psychology, 104, 156-163. holics. Journal of Consulting and Clinical
Raven. Carver, C.S., Pozo, C., Harris, S.D., Nor- Psychology, 46, 1092-1104.
Carnelly, K.B., Pietomonaco, P.R., & Jaffe, iega, V., Scheier, M., Robinson, D., Chapman, L.J., & Chapman, J.P. (1969). Il-
K. (1994). Depression, working models Ketcham, A., Moffat, F.L., & Clark, K. lusory correlation as an obstacle to the
of others and relationship functioning. (1993). How coping mediates the effect use of valid psychodiagnostic signs.
KAYNAKLAR R-11
√√

Journal of Abnormal Psychology, 74, 271- sulting and Clinical Psychology, 59, 458- (Ed.), Epidemiology of mental disorder.
287. 463. Washington, DC: American Association
Christie, A.B. (1982). Changing patterns in for the Advancement of Science.
Charney, D.S., Woods, S.W., Goodman,
mental illness in the elderly. British Jour- Clayton, E.W. (1988). From Rogers to
W.K., & Heninger, G.R. (1987). Neuro-
nal of Psychiatry, 140, 154-159. Rivers: The rights of the mentally ill to
biological mechanisms of panic anxiety:
Chua, S.T., & McKenna, P.T. (1995). Schiz- refuse medications. American Journal of
Biochemical and behavioral correlates
ophrenia-A brain disease? British Jour- Law and Medicine, 13, 7-52.
of yohimbine-induced panic attacks. nal of Psychiatry, 166, 563-582.
American Journal of Psychiatry, 144, Clayton, P.J. (1973). The clinical morbidity
Churchill, D.W. (1969). Psychotic children of the first year of bereavement: A
1030-1036. and behavior modification. American review. Comparative Psychiatry, 14, 151-
Chassin, L., Curran, P.J., Hussong, A.M., Journal of Psychiatry, 125, 1585-1590. 157.
& Colder, C. R. (1996). The relation of Cimons, M. (1992, May 22). Record num- Clayton, R.R., Catterello, A., & Walden,
parent alcoholism to adolescent sub- ber of Americans stop smoking. Los An-
K.P. (1991). Sensation seeking as a po-
stance abuse: A longitudinal follow-up. geles Times, p. A4.
tential mediating variable for school-
Journal of Abnormal Psychology, 105, Cimons, M. (1995, December 16). Smok- based prevention intervention: A two-
ing, illegal drug use still rising among year follow-up of DARE. Health
70-80.
teens, national survey shows. Los Ange- Communication, 3, 229-239.
Chelune, G.J., Ferguson, W., Koon, R., & les Times, p. A25.
Dickey, T.O. (1986). Frontal lobe disinhi- Cleckley, H. (1976). The mask of sanity (5th
Cimons, M. (1996, March 19). Firm ad- ed.). St. Louis: Mosby.
bition in attention deficit disorder. Child justed nicotine in cigarettes, affidavits
say. Los Angeles Times, pp. Al, A13. Climko, R.P., Roehrich, H., Sweeney, D.R.,
Psychiatry and Human Development, 16,
& Al-Razi, J. (1987). Ecstasy: A review of
264-281. Cinciripini, P.M., Lapitsky, L., Seay, S.,
MDMA and MDA. International Journal
Chemtob, C., Roitblat, H.C., Hamada, Wallfisch, A., Kitchens, K., & Van Vu-
of Psychiatry in Medicine, 16, 359 -372.
nakis, H. (1995). The effect of smoking
R.S., Carlson, J.G., & Twentyman, C.T. Clomipramine Collaborative Study
schedules on cessation outcome: Can
(1988). A cognitive action theory of we improve on common methods of Group. (1991). Clomipramine in the
posttraumatic stress disorder. Journal of gradual and abrupt nicotine with- treatment of patients with obsessive-
Anxiety Disorders, 2, 253-275. drawal? Journal of Consulting and Clini- compulsive disorder. Archives of General
cal Psychology, 63, 388-399. Psychiatry, 48, 730 - 738.
Cherner, J. (1990). A smoke-free America.
New York: Smokefree Educational Ser- Cinciripini, P.M., Lapitsky, L.G., Wall- Cloninger, R.C., Bohman, M., & Sigvards-
fisch, A., Mace, R., Nezami, E., & Van son, S. (1981). Inheritance of alcohol
vices.
Vunakis, H. (1994). An evaluation of a abuse: Cross-fostering analysis of
Chernoff, R., & Davison, G. C. (1997, Au- multicomponent treatment program in- adopted men. Archives of General Psychi-
gust). Values and their relationship to volving scheduled smoking and relapse atry, 38, 861-868.
HIV/AIDS risk behavior. Paper pre- prevention procedures: Initial findings. Cloninger, R.C., Martin, R.L., Guze, S.B.,
sented at the annual convention of the Addictive Behaviors, 19, 13-22. & Clayton, P.L. (1986). A prospective
American Psychological Association, Clark, D.F. (1988). The validity of mea- follow-up and family study of somati-
Chicago. sures of cognition: A review of the liter- zation in men and women. American
ature. Cognitive Therapy and Research, Journal of Psychiatry, 143, 713-714.
Chesney, M.A., & Folkman, S. (1994). Psy- 12, 1-20.
chological impact of HIV disease and Clunies-Ross, G.G. (1979). Accelerating
Clark, D.M. (1986). A cognitive approach the development of Down’s syndrome
implications for intervention. Psychiatric to panic. Behavior Research and Therapy, infants and young children. The Journal
Clinics of North America, 17, 163-182. 24, 461-470.
of Special Education, 13, 169-177.
Chiariello, M.A., & Orvaschel, H. (1995). Clark, L.A., Watson, D., & Mineka, S.
Coates, S., & Person, E.S. (1985). Extreme
Patterns of parent-child communica- (1994). Temperament, personality, and
boyhood femininity: Isolated behavior
tion: Relationship to depression. Clinical the mood and anxiety disorders. Journal
or pervasive disorder? Journal of the
of Abnormal Psychology, 103, 92-102.
Psychology Review, 15, 395-407. American Academy of Child Psychiatry,
Clark, R.F., & Goate, A.M. (1993). Molecu- 24, 702-709.
Christensen, A., & Heavey, C.L. (1990). lar genetics of Alzheimer’s disease.
Gender and social structure in the de- Archives of Neurology, 50, 1164-1172. Cody, M., Wendt, P., Dunn, D., Ott, J.,
mand/withdraw pattern of marital in- Pierson, J., & Pratt, L. (1997) Friendship
Clarke, G., Hops, H., Lewinsohn, P.M.,
formation and community develop-
teraction. Journal of Personality and Social Andrews, J., Seeley, J.R., & Williams, J.
ment on the Internet. International
Psychology, 59, 73 - 81. (1992). Cognitive-behavioral group
Communication Association Meeting,
treatment of adolescent depression: Pre-
Christensen, A., & Jacobson, N.S. (1993). Montreal, May.
diction of outcome. Behavior Therapy, 23,
Who or what can do psychotherapy? Cohen, D., Eisdorfer, C., Prinz, P., Breen,
341-354.
Psychological Science, 5, 8-14. A., Davis, M., & Gadsby, A. (1983).
Clarke, K., & Greenberg, L. (1986). Differ-
Christensen, A., Jacobson, N.S., & Bab- ential effects of the gestalt two chair in- Sleep disturbances in the institutional-
cock, J.C. (1995). Integrative behavioral tervention and problem solving in re- ized aged. Journal of the American Geri-
solving decisional conflict. Journal of atrics Society, 31, 79-82.
couples therapy. In N.S. Jacobson & A.S.
Gurman (Eds.), Clinical handbook of cou- Counseling Psychology, 33, 48-53. Cohen, D.J., Solnit, A.J., & Wohlford, P.
Clarkin, J.F., Marziali, E., & Munroe-BIum, (1979). Mental health services in Head
ples therapy (pp. 31-64). New York:
H. (Eds.). (1992). Borderline personality Start. In E. Zigler & J. Valentine (Eds.),
Guilford.
disorder: Clinical and empirical perspec- Project Head Start. New York: Free
Christensen, A., & Shenk, J.L. (1991). tives. New York: Guilford. Press.
Communication, distress, and psycho- Clausen, J.A., & Kohn, M.L. (1959). Rela- Cohen, L.J., & Roth, S. (1987). The psycho-
logical distance in nondistressed, clinic, tion of schizophrenia to the social struc- logical aftermath of rape: Long-term ef-
and divorcing couples. Journal of Con- ture of a small city. In B. Pasamanick fects and individual differences in re-
R-12 √√ KAYNAKLAR

covery. Journal of Social and Clinical vosa. British Journal of Psychiatry, 110, sion in late life (pp. 397-418). Washing-
Psychology, 5, 525-534. 86-108. ton, DC: American Psychiatric Press.
Cohen, P., Cohen, J., Kasen, S., Velez, C.N., Combs, G., Jr., & Ludwig, A.M. (1982). Cook, B., Blatt, S.J., & Ford, R.Q. (1995).
Hartmark, C., Johnson, J., Rojas, M., Dissociative disorders. In J.H. Greist, The prediction of therapeutic response
Brook, J., & Streuning, E.L. (1993). An J.W. Jefferson, & R.L. Spitzer (Eds.), Treat- to long-term intensive treatment of seri-
epidemiological study of disorders in ment of mental disorders. New York: ously disturbed young adult inpatients.
late childhood and adolescence: 1. Age Oxford University Press. Psychotherapy Research, 5, 218-230.
and gender-specific prevalence. Journal
Comfort, A. (1980). Sexuality in later life. Cook, M., & Mineka, S. (1989). Observa-
of Child Psychology and Psychiatry, 34,
In J.E. Birren & R.B. Sloane (Eds.), Hand- tional conditioning of fear to fear-rele-
851-867.
book of mental health and aging. Engle- vant versus fear-irrelevant stimuli in
Cohen, S., & Herbert, T.B. (1996). Health wood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. rhesus monkeys. Journal of Abnormal
psychology: Psychological factors and
Comfort, A. (1984). Sexuality and the el- Psychology, 98, 448 -459.
physical disease from the perspective of
derly. In J.P. Abrahams & V. Crooks
human psychoneuroimmunology. In Coons, P.M., & Milstein, V. (1992). Psy-
(Eds.), Geriatric mental health. Orlando,
J.T. Spence, J.M. Darley, & D.J. Foss chogenic amnesia: A clinical investiga-
FL: Grune & Stratton.
(Eds.), Annual review of psychology (pp. tion of 25 cases. Dissociation: Progress in
123-142). Stanford, CA: Stanford Uni- Committee on Government Operations.
the Dissociative Disorders, 5, 73-79.
versity Press. (1985). The federal response to the homeless
crisis. Washington, DC: U.S. Govern- Cooper, A.F., Garside, R.F., & Kay, D.W.K.
Cohen, S., & Wills, T.A. (1985). Stress, so- (1976). A comparison of deaf and non-
ment Printing Office.
cial support, and the buffering process. deaf patients with paranoid and affec-
Psychological Bulletin, 98, 310-357. Committee on Health Care for Homeless
People. (1988). Homelessness, health, and tive psychoses. British Journal of Psychia-
Cohen, S., Tyrell, D.A.J., & Smith, A.P. try, 129, 532-538.
human needs. Washington, DC: National
(1991). Psychological stress and suscep-
Academic Press. Cooper, A.F., Kay, D.W.K., Curry, A.R.,
tibility to the common cold. New Eng-
Compas, B.E., Ey, S., & Grant, K.E. (1993). Garside, R.F., & Roth, M. (1974). Hear-
land Journal of Medicine, 325, 606-612.
Taxonomy, assessment and diagnosis of ing loss in paranoid and affective psy-
Cole, D., & Turner, J., Jr. (1993). Models of
depression during adolescence. Psycho- choses of the elderly. Lancet, 2, 851-854.
cognitive mediation and moderation in
logical Bulletin, 144, 323 - 344. Cooper, J.E., Kendell, R.E., Gurland, B.J.,
child depression. Journal of Abnormal
Psychology, 102, 271-281. Compton, D.R., Dewey, W.L., & Martin, Sharpe, L., Copeland, J.R.M., & Simon,
B.R. (1990). Cannabis dependence and R. (1972). Psychiatric diagnosis in New
Cole, D.A., Martin, J.M., Powers, B., &
tolerance production. Advances in Alco- York and London. London: Oxford Uni-
Truglio, R. (1990). Modeling causal rela-
hol and Substance Abuse, 9, 129-147. versity Press.
tions between academic and social com-
petence and depression: A multitrait- Condelli, W.S., Fairbank, J.A., Dennis, Cooper, M.L., Frone, M.R., Russell, M., &
multimethod longitudinal study of M.L., & Rachal, J.V. (1991). Cocaine use Mudar, P. (1995). Drinking to regulate
children. Journal of Abnormal Psychol- by clients in methadone programs: Sig- positive and negative emotion: A moti-
ogy, 105, 258 - 270. nificance, scope, and behavioral inter-
vational model of alcoholism. Journal of
Cole, J., Watt, N., West, S., Hawkins, J., ventions. Journal of Substance Abuse
Personality and Social Psychology, 69,
Asarnow, J., Markman, H., Ramey, S., Treatment, 8, 203-212.
961-974.
Shure, M., & Long, B. (1993). The sci- Conger, J.J. (1951). The effects of alcohol
on conflict behavior in the albino rat. Cooper, P.J., Coker, S., & Fleming, C. (1994).
ence of prevention: A conceptual frame-
Quarterly Journal of Studies on Alcohol, Self-help for bulimia nervosa: A
work and some directions for a national
12, 129. preliminary report. International Journal
research program. American Psycholo-
gist, 48, 1013-1022. of Eating Disorders, 16, 401-404.
Connelly, M. (1992, March 7). 3 found
Cole, J.D. (1988). Where are those new dead after inhaling laughing gas. Los Coppen, A., Prange, A.J., Whybrow, PC.,
anti-depressants they promised us? Angeles Times, pp. Al, A23. & Noguera, R. (1972). Abnormalities in
Archives of General Psychiatry, 45, 193- Conners, C.K. (1969). A teacher rating indoleamines in affective disorders.
194. scale for use in drug studies with chil- Archives of General Psychiatry, 26, 474-
Cole, K.C. (1996, November 22). Trying to dren. American Journal of Psychiatry, 478.
solve the riddle of the rock. Los Angeles 126, 884 -888. Corbitt, E.M., & Widiger, T.A. (1995). Sex
Times, pp. Al, A29. Conners, F.A., Caruso, D.R., & Detterman, differences in the personality disorders:
Collaborative study of children treated for D.K. (1986). Computer-assisted instruc- An exploration of the data. Clinical Psy-
phenylketonuria, preliminary report 8. tion for the mentally retarded. In N.R. chology: Science and Practice, 2, 225-
(1975, February). R. Koch, principal in- Ellis & N.W. Bray (Eds.), International re- 238.
vestigator. Presented at the Eleventh view of research in mental retardation (Vol.
Cordova, J.V., & Jacobson, N.S. (1993).
General Medicine Conference, Stateline, 14). New York: Academic Press.
Couple distress. In D.H. Barlow (Ed.), Clin-
NV. Conoley, C.W., Conoley, J.C., McConnell, ical handbook of psychological disorders
Colletti, G., & Kopel, S.A. (1979). Main- J.A., & Kimzey, C.E. (1983). The effect of (2nd ed., pp. 461-512). New York: Guil-
taining behavior change: An investiga- the ABCs of rational emotive therapy
ford.
tion of three maintenance strategies and and the empty-chair technique of
the relationship of self-attribution to the Gestalt therapy on anger reduction. Cornblatt, B., & Erlenmeyer-Kimling, L.E.
long-term reduction of cigarette smok- Psychotherapy: Theory, Research, and (1985). Global attentional deviance in
ing. Journal of Consulting and Clinical Practice, 20, 112-117. children at risk for schizophrenia:
Psychology, 47, 614-617. Consumer Reports. (1995, November). Specificity and predictive validity. Jour-
Collins, L.F., Maxwell, A.E., & Cameron, Mental health: Does therapy help? Con- nal of Abnormal Psychology, 94, 470-
C. (1962). A factor analysis of some sumer Reports, pp. 734- 739. 486.
child psychiatric clinic data. Journal of Conwell, Y. (1994). Suicide in elderly pa- Cornelius, J.R., Salloum, I.M., Mezzich, J.,
Mental Science, 108, 274-285. tients. In L.S. Schneider, C.F. Reynolds, Cornelius, M.D., Fabrega, H., & et al. (1995).
Collins, S., & King, M. (1996). Ten year fol- III, B.D. Lebowitz, & A.J. Friedhoff Disproportionate suicidability in
low-up of 50 patients with bulimia ner- (Eds.), Diagnosis and treatment of depres- patients with comorbid major depres-
KAYNAKLAR R-13
√√

sion and alcoholism. American Journal of prediction table. Crime and Delinquency, panic disorder. Archives of General Psy-
Psychiatry, 152, 358 - 364. 9, 249-261. chiatry, 40, 1065-1069.
Corwin, M. (1996). Heroin’s new popular- Craighead, L.W., & Agras, W.S. (1991). Crowe, R.R., Noyes, R., Wilson, A.F., El-
ity claims unlikely victims. Los Angeles Mechanisms of action in cognitive-be- ston, R.C., et al. (1987). A linkage study
Times. havioral and pharmacological interven- of panic disorder. Archives of General
Coryell, W., Leon, A., Winokur, G., Endi- tions for obesity and bulimia nervosa. Psychiatry, 44, 933-937.
cott, J., Keller, M., et al. (1996). Impor- Journal of Consulting and Clinical Psychol- Culter, S.E., & Nolen-Hoeksema, S. (1991).
tance of psychotic features to long-term ogy, 59, 115-125. Accounting for sex differences in de-
course in major depressive disorder. Craighead, W.E., Evans, D.D., & Robins, pression through female victimization:
American Journal of Psychiatry, 153, 483- Childhood sexual abuse. Sex Roles, 24,
C.J. (1992). Unipolar depression. In S.M.
489. 425-438.
Turner, K.S. Calhoun, & H.E. Adams
Coryell, W., Winokur, G., Shea, T., Maser, (Eds.), Handbook of clinical behavior Cummings, E.M., Davies, P.T., & Simpson,
J.W., Endicott, J., & Akiskal, H.S. (1994). therapy (2nd ed., pp. 99-116). New York: K.S. (1994). Marital conflict, gender, and
The long-term stability of depressive Wiley. children’s appraisals and coping effi-
subtypes. American Journal of Psychiatry,
Craske, M.G., Brown, A.T., & Barlow, D.H. cacy as mediators of child adjustment.
151, 199 - 204.
(1991). Behavioral treatment of panic Journal of Family Psychology, 8, 141
Costa, P.T., Jr., & McCrae, R.R. (1992). -149.
disorder: A two-year follow-up. Behav-
SEO-PI-R. Odessa, FL: Psychological
ior Therapy, 22, 289-304. Cunningham, P.J., & Mueller, C.D. (1991).
Assessment Resources.
Craske, M.G., Maidenberg, E., & Individuals with mental retardation in
Costa, P.T., Jr., & McCrae, R.R. (1988). Per- residential facilities: Findings from the
sonality in adulthood: A six-year longi- Bystritsky, A. (1995). Brief cognitive-
behavioral versus nondirective therapy for 1987 National Medical Expenditure
tudinal study of self-reports and spouse
panic disorder. Journal of Behavior Ther- Survey. American Journal on Mental Re-
ratings on the NEO Personality Inven-
apy & Experimental Psychiatry, 26, 113- tardation, 96, 109-117.
tory. Journal of Personality and Social Psy-
chology, 54, 853-863. 120. D’Amicis, L., Goldberg, D., LoPiccolo, J.,
Craske, M.G., Rapee, R.M., & Barlow, Friedman, J., & Davies, L. (1985). Clini-
Costa, P.T., Jr., Zonderman, A.B., McCrae,
cal follow-up of couples treated for sex-
R.R., Cornoni-Huntley, J., Locke, B.Z., & D. H. (1992). Cognitive-behavioral treat-
ual dysfunction. Archives of Sexual Be-
Barbano, H.E. (1987). Longitudinal ment of panic disorder, agoraphobia,
analyses of psychological well-being in havior, 14, 461-483.
and generalized anxiety disorder. In
a national sample: Stability of mean lev- D’Ercole, A., & Struening, E. (1990). Vic-
S.M. Turner, K.S. Calhoun, & H.E.
els. Journal of Gerontology, 42, 50-55. timization among homeless women:
Adams (Eds.), Handbook of clinical behav-
Costello, E.J., Costello, A.J., Edelbrock, C., Implications for service delivery. Journal
ior therapy (2nd ed. pp. 39-65). New
Burns, B.J., Dulcan, M.K., Brent, D., & of Community Psychology, 18, 141-152.
York: Wiley.
Janiszewski, S. (1988). Psychiatric disor- D’Zurilla, T.J. (1986). Problem-solving ther-
Creer, T.L. (1982). Asthma. Journal of Con-
ders in pediatric primary care. Archives apy: A social competence approach to clini-
sulting and Clinical Psychology, 50, 912-
of General Psychiatry, 45, 1107-1116. cal intervention. New York: Springer.
921.
Courchesne, E., Yeung-Courchesne, R., D’Zurilla, T.J. (1990). Problem-solving
Press, G.A., Hesselink, J.R., & Jernigan, Creer, T.L., Renna, C.M., & Chai, H.
training for effective stress management
T.L. (1988). Hypoplasia of cerebellar (1982). The application of behavioral
and prevention. Journal of Cognitive Psy-
vermal lobules VI and VII in autism. techniques to childhood asthma. In
chotherapy: An International Quarterly,
New England Journal of Medicine, 318, D.C. Russo & J.W. Varni (Eds.), Behav-
4, 327-355.
1349-1354. ioral pediatrics: Research and practice.
D’Zurilla, T.J., & Goldfried, M.R. (1971).
Covi, L., Lipman, R.S., Derogatis, L.R., New York: Plenum.
Problem-solving and behavior modifi-
Smith, J.E., & Pattison, J.H. (1974). Crick, N.R., & Dodge, K.A. (1994). A re- cation. Journal of Abnormal Psychology,
Drugs and group psychotherapy in view and reformulation of social infor- 78, 107-126.
neurotic depression. American Journal of mation-processing mechanisms in chil-
D’Zurilla, T.J., & Sheedy, C.F. (1991). Rela-
Psychiatry, 131, 191-197. dren’s social adjustment. Psychological
tion between social problem-solving
Cox, A., Rutter, M., Newman, S., & Bartak, Bulletin, 115, 74-101.
ability and subsequent level of psycho-
L. (1975). A comparative study of infan- Crisp, A.H., Callender, J.S., Haleck, C., & logical stress in college students. Journal
tile autism and specific developmental Hsu, L.K.G. (1992). Long-term mortality of Personality and Social Psychology, 61,
language disorders: 2. Parental charac- in anorexia nervosa. British Journal of 841-846.
teristics. British Journal of Psychiatry, Psychiatry, 161, 104-107.
126, 146-159. D’Zurilla, T.J., & Sheedy, C.F. (1992). The
Crits-Christoph, P. (1992). The efficacy of relation between social problem-solving
Cox, D.J., Freundlich, A., & Meyer, R.G.
brief dynamic psychotherapy. American ability and subsequent level of acade-
(1975). Differential effectiveness of elec-
Journal of Psychiatry, 149, 151-158. mic competence in college students.
tromyographic feedback, verbal relax-
ation instructions, and medication Cronan, T.A., Cruz, S.G., Arriaga, R.I., & Cognitive Therapy and Research, 16, 589-
placebo with tension headaches. Journal Sarkin, A.J. (1996). The effects of a com- 599.
of Consulting and Clinical Psychology, munity-based literacy program on Dackis, C.A., & Gold, M.S. (1985). Phar-
43, 892-898. young children’s language and concep- macological approaches to cocaine ad-
Coyne, J.C. (1976). Depression and the re- tual development. American Journal of diction. Journal of Substance Abuse Treat-
sponse of others. Journal of Abnormal Community Psychology, 24, 251-272. ments, 139-145.
Psychology, 85, 186-193. Crow, T.J. (1980). Molecular pathology of DaCosta, M., & Halmi, K.A. (1992). Classi-
Craft, M.J. (1969). The natural history of schizophrenia: More than one disease fications of anorexia nervosa: Question
psychopathic disorder. British Journal of process? British Medical Journal, 280, of subtypes. International Journal of Eat-
Psychiatry, 115, 39-44. 784-788. ing Disorders, 11, 305-313.
Craig, M.M., & Glick, S.J. (1963). Ten Crowe, R.R., Noyes, R., Pauls, D.I., & Sly- Daneman, E.A. (1961). Imipramine in of-
years’ experience with the Glueck social man, D.J. (1983). A family study of fice management of depressive reac-
R-14 √√ KAYNAKLAR

tions (a double-blind study). Diseases of Association for Advancement of Behav- ment. Current Directions in Psychological
the Nervous System, 22, 213-217. ior Therapy, Chicago. Science, 4, 29-33.
Daniolos, P.T., & Holmes, V.F. (1995). HIV Davison, G.C. (1976). Homosexuality: The Davison, G.C., Robins, C., & Johnson,
public policy and psychiatry: An exami- ethical challenge. Journal of Consulting M.K. (1983). Articulated thoughts dur-
nation of ethical issues and professional and Clinical Psychology, 44, 157-162. ing simulated situations: A paradigm
Davison, G.C. (1978). Not can but ought: for studying cognition in emotion and
guidelines. Psychosomatics, 36, 12-21.
The treatment of homosexuality. Journal behavior. Cognitive Therapy and Re-
Dare, C., LeGrange, D., Eisler, I., & search, 7, 17-40.
of Consulting and Clinical Psychology,
Rutherford, J. (1994). Redefining the
46, 170-172. Davison, G.C., Tsujimoto, R.N., & Glaros,
psychosomatic family: Family process A.G. (1973). Attribution and the mainte-
Davison, G.C. (1991). Constructionism
of 26 eating disordered families. Interna- nance of behavior change in falling
and therapy for homosexuality. In J.
tional Journal of Eating Disorders, 16, Gonsiorek & J. Weinrich (Eds.), Homo- asleep. Journal of Abnormal Psychology,
211-226. sexuality: Research findings for public pol- 82, 124-133.
Davies, P.T., & Cummings, E.M. (1994). icy. Newbury Park, CA: Sage. Davison, G.C., Williams, M.E., Nezami, E.,
Marital conflict and child adjustment: Davison, G.C., & Darke, L. (1991). Manag- Bice, T.L., & DeQuattro, V. (1991). Re-
An emotional security hypothesis. Psy- ing pain. In R. Bjork & D. Druckman laxation, reduction in angry articulated
chological Bulletin, 116, 387-411. (Eds.), In the mind’s eye: Understanding thoughts, and improvements in border-
the basis of human performance. Washing- line essential hypertension and heart
Davila, J., Hammen, C.L., Burge, D., Pa-
ton, DC: National Academy Press. rate. Journal of Behavioral Medicine, 14,
ley, B., & Daley, S.E. (1995). Poor in- 453-468.
terpersonal problem solving as a mech- Davison, G.C., & Lazarus, A.A. (1995).
The dialectics of science and practice. In Dawes, R.M. (1994). House of cards: Psy-
anism of stress generation in depression
S.C. Hayes, V.M. Follette, T. Risley, chology and psychotherapy built on myth.
among adolescent women. Journal of New York: Free Press.
R.D. Dawes, & K. Grady (Eds.), Scien-
Abnormal Psychology, 104, 592 - 600.
tific standards of psychological practice: Is- Dawson, G., & Lewy, A. (1989). Reciprocal
Davis, J.M. (1978). Dopamine theory of sues and recommendations (pp. 95-120). subcortical-cortical influences in au-
schizophrenia: A two-factor theory. Reno, NV: Context Press. tism. In G. Dawson (Ed.), Autism:
In L.C. Wynne, R.L. Cromwell, & Davison, G.C., & Neale, J.M. (1996). Ab- Nature, diagnosis, and treatment (pp.
S. Matthysse (Eds.), The nature of normal psychology. Revised sixth edition. 144-173). New York: Guilford.
schizophrenia. New York: Wiley. New York: Wiley. Dawson, M.E., Schell, A.M., & Banis, H.T.
Davis, K.L., Kahn, R.S., Ko, G., & David- Davison, G.C., & Rosen, R.C. (1972). Lo- (1986). Greater resistance to extinction
son, M. (1991). Dopamine and schizo- beline and the reduction of cigarette of electrodermal responses conditioned
smoking. Psychological Reports, 31, 443- to potentially phobic CSs: A noncognitive
phrenia: A review and reconceptualiza-
456. process? Psychophysiology, 23, 552-561.
tion. American Journal of Psychiatry, 148,
1474-1486. Davison, G.C., & Thompson, R.F. (1988). Deacon, S., Minichiello, V., & Plummer, D.
Stress management. In D. Druckman & (1995). Sexuality and older people: Re-
Davison, E.H. (1996). Women and aging. visiting the assumptions. Educational
J.A. Swets (Eds.), Enhancing human per-
Unpublished manuscript, University of Gerontology, 21, 497-513.
formance: Issues, theories, and techniques.
California at Santa Barbara.
Washington, DC: National Academic Dejong, W., & Kleck, R.E. (1986). The so-
Davison, G.C. (1964). A social learning Press. cial psychological effects of overweight.
therapy programme with an autistic Davison, G.C., & Valins, S. (1969). Mainte- In C.P. Herman, M.P. Zarına, & E.T. Hig-
child. Behaviour Research and Therapy, nance of self-attributed and drug-attrib- gins (Eds.), Physical appearance, stigma,
2, 146-159. uted behavior change. Journal of Person- and social behavior. Hillside, NJ: Erl-
ality and Social Psychology, 11, 25-33. baum.
Davison, G.C. (1966). Differential relax-
ation and cognitive restructuring in Davison, G.C., & Wilson, G.T. (1973). Atti- Delgado, PL., Charney, D.S., Price, L.H.,
tudes of behavior therapists toward ho- Aghajanian, G.K., Landis, H., et al.
therapy with a “paranoid schizo-
mosexuality. Behavior Therapy, 4, 686- (1990). Serotonin function and the
phrenic” or “paranoid state.” Proceed-
696. mechanism of antidepressant action:
ings of the 74th Annual Convention of the
Reversal of antidepressant induced re-
American Psychological Association. Davison, G.C., & Zighelboim, V. (1987). Ir-
mission by rapid depletion of plasma
Washington, DC: American Psychologi- rational beliefs in the articulated
tryptophan. Archives of General Psychia-
cal Association. thoughts of college students with social
try, 47, 411-418.
anxiety. Journal of Rational-Emotive Ther-
Davison, G.C. (1968a). Elimination of a apy, 5, 238-254. deLint, J. (1978). Alcohol consumption
sadistic fantasy by a client-controlled and alcohol problems from an epidemi-
Davison, G.C., Feldman, P.M., & Osborn,
counterconditioning technique. Journal ological perspective. British Journal of
C.E. (1984). Articulated thoughts, irra-
of Abnormal Psychology, 73, 84-90. Alcohol and Alcoholism, 17, 109-116.
tional beliefs, and fear of negative eval-
Davison, G.C. (1968b). Systematic de- uation. Cognitive Therapy and Research, Dement, W.C., Laughton, E., &
sensitization as a counterconditioning 8, 349-362. Carskadon, M.A. (1981). “White paper”
on sleep and aging. Journal of the Ameri-
process. Journal of Abnormal Psychology, Davison, G.C., Haaga, D.A., Rosenbaum,
can Geriatrics Society, 30, 25-50.
73, 91-99. J., Dolezal, S.L., & Weinstein, K.A.
(1991). Assessment of self-efficacy in ar- DeMyer, M. (1975). The nature of the neu-
Davison, G.C. (1973). Counter countrol in
ticulated thoughts: “States of Mind” ropsychological disability of autistic
behavior modification. In L.A. Hamer- children, journal of Autism and Childhood
analysis and association with speech
lynck, L.C. Handy, & E.J. Mash (Eds.), Schizophrenia, 5, 109-127.
anxious behavior. Journal of Cognitive
Behavior change: Methodology, concepts
Psychotherapy: An International Quar- Depression Guideline Panel. (1997). De-
and practice. Champaign, IL: Research terly, 5, 83-92. pression in primary care: Detection and di-
Press. agnosis. Rockville, MD: U.S. Department
Davison, G.C., Navarre, S.G., & Vogel,
Davison, G.C. (1974). Homosexuality: The R.S. (1995). The articulated thoughts in of Health and Human Services.
ethical challenge. Presidential address to simulated situations paradigm: A think- Depue, R.A., & Monroe, S.M. (1978).
the Eighth Annual Convention of the aloud approach to cognitive assess- Learned helplessness in the perspective
KAYNAKLAR R-15
√√

of the depressive disorders: Conceptual and his offenses. Bulletin of the American tional Journal of Eating Disorders, 10,
and definitional issues. Journal of Abnor- Academy of Psychiatry and the Law, 18, 67- 78.
mal Psychology, 87, 3-20. 163-178. Dollard, J., & Miller, N.E. (1950). Personal-
Dershowitz, A. (1994a, May 15). “Abuse DiFranza, J.R., Richards, J.W., Paulman, ity and psychotherapy. New York: Mc-
Excuse” du jour victimizes many. Los P.M., Wolf-Gillespie, N., Fletcher, C., et Graw-Hill.
Angeles Times. al. (1991). RJR Nabisco’s cartoon camel
Doran, A.R., Pickar, D., Boronow, J., et al.
Dershowitz, A. (1994b). The abuse excuse: promotes Camel Cigarettes to children.
(1985). CT scans in schizophrenics, medical
And other cop-outs, sob stories, and eva- Journal of the American Medical Associa-
tion, 266, 3149-3153. and normal controls. Annual meeting of
sions of responsibility. Boston: Little
the American College of Neuropsy-chop-
Brown. DiMascio, A., Weissman, M.M., Prusoff,
harmacology, Maui, HI.
DeRubeis, R.J., Hollon, S.D., Evans, M.D., B.A., Neu, C., Zwilling, M., & Klerman,
G.L. (1979). Differential symptom re- Dougher, M.J. (1988). Clinical assessment
& Bemis, K.M. (1982). Can psychothera-
duction by drugs and psychotherapy in of sex offenders. In B.K. Schwartz (Ed.), A
pies for depression be discriminated? A
systematic investigation of cognitive acute depression. Archives of General practitioner’s guide to treating the incar-
therapy and interpersonal therapy. Jour- Psychiatry, 36, 1450-1456. cerated male sex offender (pp. 77-84).
nal of Consulting and Clinical Psychol- DiNardo, P.A., Guzy, L.T., Jenkins, J.A., Washington, DC: U.S. Department of
ogy, 50, 744 - 760. Bak, R.M., Tomasi, S.F., & Copland, M. Justice.
Detterman, D.K. (1979). Memory in the (1988). Etiology and maintenance of Dowd, J.J., & Bengston, V.L. (1978). Aging
mentally retarded. In N.R. Ellis (Ed.), dog fears. Behaviour Research and Ther- in minority populations: An examina-
Handbook of mental deficiency, psychologi- apy, 26, 241-244. tion of the double jeopardy hypothesis.
cal theory and research (2nd ed.). Hills- DiNardo, P.A., O’Brien, G.T., Barlow, Journal of Gerontology, 33, 427-436.
dale, NJ: Erlbaum. D.H., Waddell, M.T., & Blanchard, E.B.
Dowson, J.H. (1992). Associations be-
Deutsch, A. (1949). The mentally ill in (1993). Reliability of the DSM-III-R anx-
tween self-induced vomiting and per-
America. New York: Columbia Univer- iety disorders categories using the Anx-
sonality disorder in patients with a
sity Press. iety Disorders Interview Schedule-
history of anorexia nervosa. Acta Psychi-
Revised (ADIS-R). Archives of General
Devanand, D.P., Dwork, A.J., Hutchinson, atrica Scandinavica, 86, 399-404.
Psychiatry, 50, 251-256.
E.R., Bolwig, T.G., & Sackeim, H.A. Draguns, J.G. (1989). Normal and abnor-
(1994). Does ECT alter brain structure? Dobson, K.S. (1989). A meta-analysis of
the efficacy of cognitive therapy for de- mal behavior in cross-cultural perspec-
American Journal of Psychiatry, 151, 957- tive: Specifying the nature of their rela-
pression. Journal of Consulting and Clini-
970. cal Psychology, 57, 414-419. tionships. In J.J. Berman (Ed.), Nebraska
Devanand, D.P., Sano, M., Tang, M., Tay- Dobson, K.S., & Jackman-Cram, S. (1996). symposium on motivation. Lincoln: Uni-
lor, S., Gurland, B., et al. (1996). De- Common change processes in cogni- versity of Nebraska Press.
pressed mood and the incidence of tive-behavioral therapies. In K.S. Dob- Dubbert, P. (1995). Behavioral (life style)
Alzheimer’s disease in the elderly liv- son & K.D. Craig (Eds.), Advances in modification in the prevention and
ing in the community. Archives of Gen- cognitive-behavioral therapy, (pp. 63 -82). treatment of hypertension. Clinical Psy-
eral Psychiatry, 53, 148-158. Thousand Oaks, CA: Sage Publications. chology Review, 15, 187-216.
Devine, V., Adelson, R., Goldstein, J., Va- Dobson, K.S., & Shaw, B.F. (1986). Cogni-
lins, S., & Davison, G.C. (1974). Con- Duck, S. (1984). A perspective on the
tive assessment with major depressive repair of personal relationships. In S.
trolled test of the analgesic and relaxant disorders. Cognitive Therapy and Re-
properties of nitrous oxide. Journal of Duck (Ed.), Personal relationships: 5. Re-
search, 10, 13-29.
Dental Research, 53, 486-490. pairing personal relationships. New York:
Dodge, K.A., & Coie, J.D. (1987). Social in- Academic Press.
DeVries, H.A. (1975). Physiology of exer- formation-processing factors in reactive
cise and aging. In D.S. Woodruff & Duggan, C.E., Marks, I., & Richards, D.
and proactive aggression in children’s
J.E. Birren (Eds.), Aging: Scientific per- peer groups. Journal of Personality and (1993). Clinical audit of behavior ther-
spectives and social issues. New York: Van Social Psychology, 53, 1146-1158. apy training of nurses. Health Trends, 25,
Nostrand-Reinhold. 25-30.
Dodge, K.A., & Frame, C.L. (1982). Social
Dew, M.A., Bromet, E.J., Brent, D., & cognitive biases and deficits in aggres- Duggan, C.F., Lee, A.S., & Murray, R.M.
Greenhouse, J.B. (1987). A quantitative sive boys. Child Development, 53, 620- (1991). Do different subtypes of hospi-
literature review of the effectiveness of 635. talized depressives have different long
suicide prevention centers. Journal of term outcomes? Archives of General Psy-
Doerfler, L.A., Moran, P.W., Barriera, P.,
Consulting and Clinical Psychology, 55, chiatry, 48, 308-312.
Chaplin, M., & Brown, L. (in press).
239-244.
Marital satisfaction and marital com- Duke, M.P. (1994). Chaos theory and psy-
Dewys, W.D., Begg, C., & Lavin, P.T. munication in depressed, manic, and chology: Seven propositions. Genetic, So-
(1980). Prognostic effect of weight loss normal couples. Behavior Therapy. cial, & General Psychology Monographs,
prior to chemotherapy in cancer pa-
Doerr, P., Fichter, M., Pirke, K.M., & 120, 267-286.
tients. American Journal of Medicine, 69,
Lund, R. (1980). Relationship between Dunham, H.W. (1965). Community and
491-497.
weight gain and hypothalamic-pitu-
Diamond, S., Baldwin, R., & Diamond, R. schizophrenia: An epidemiological anal-
itary-adrenal function in patients with
(1963). Inhibition and choice. New York: ysis. Detroit: Wayne State University
anorexia nervosa. Journal of Steroid Bio-
Harper & Row. Press.
chemistry, 13, 529-537.
DiClemente, C.C. (1993). Changing addic- DuPaul, G.J. (1991). Parent and teacher
Dohrenwend, B.P., Levav, P.E., Schwartz,
tive behaviors: A process perspective. S., Naveh, G., Link, B.G., Skodol, A.E., ratings of ADHD symptoms: Psycho-
Current Directions in Psychological Sci- & Stueve, A. (1992). Socioeconomic sta- metric properties in a community-based
ence, 2, 101-106. tus and psychiatric disorders: The causa- sample. Journal of Clinical Child Psychol-
Didion, J. (1979). The white album. New tion-selection issue. Science, 255, 946- ogy, 20, 245 - 253.
York: Simon & Schuster. 952. Dura, J.R., Stukenberg, K.W., & Kiecolt-
Dietz, P.E., Hazelwood, R.R., & Warren, J. Dolan, B. (1991). Cross-cultural aspects of Glaser, J.K. (1991). Anxiety and depres-
(1990). The sexually sadistic criminal anorexia and bulimia: A review. Interna- sive disorders in adult children caring
R-16 √√ KAYNAKLAR

for demented parents. Psychology and grams. Acta Psychiatrica Scandinavaica, Depression Collaborative Research Pro-
Aging, 6, 467-473. 79, 163-178. gram. Archives of General Psychiatry, 42,
Durkheim, E. (1951). Suicide. (J.A. Spauld- Eckhardt, C.I., Barbour, K.A., & Davison, 305-316.
ing & G. Simpson, Trans.). New York: G.C. (1997). Articulated thoughts of Elkin, I., Shea, M.T., Watkins, J.T., Im-
Free Press. (Original work published maritally violent and nonviolent men ber, S.D., Sotsky, S.M., Collins, J.F.,
1897; 2nd ed., 1930) during anger arousal. Unpublished Glass, DR., Pilkonis, P.A., Leber, W.R.,
manuscript, University of North Car- Docherty, J.P, Fiester, S.J., & Parloff,
duVerglas, G., Banks, S.R., & Guyer, K.E.
olina, Wilmington.
(1988). Clinical effects of fenfluramine M.B. (1989). NIMH Treatment of De-
on children with autism: A review of Eckhardt, C.I., Barbour, K.A., & Stuart, pression Collaborative Research Pro-
the research. Journal of Autism and Devel- G.L. (in press). Anger and hostility in gram: 1. General effectiveness of treat-
opmental Disorders, 18, 297-308. maritally violent men: Conceptual dis-
ments. Archives of General Psychiatry,
tinctions, measurement issues, and lit-
Dvoskin, J.A., & Steadman, H.J. (1994). 46, 971-983.
erature review. Clinical Psychology Re-
Using intensive case management to re- view. Elkin, J., Shea, T., Imber, S., Pilkonis, P.,
duce violence by mentally ill persons in Sotsky, S., Glass, D., Watkins, J., Leber,
Egan, G. (1975). The skilled helper. Mon-
the community. Hospital and Community W., & Collins, J. (1986). NIMH Treatment
terey, CA: Brooks/Cole.
Psychiatry, 45, 679 - 684. of Depression Collaborative Research Pro-
Egan, T. (1990). As memory and music
Dworkin, R.H., & Lenzenwenger, M.F. gram: Initial outcome findings. Paper pre-
faded, Alzheimer patient met death. The
(1984). Symptoms and the genetics of sented to the American Association for
New York Times, 89, pp. Al, A16.
schizophrenia: Implications for diagno- the Advancement of Science.
Egeland, J.A., Gerhard, D.S., Pauls, D.L.,
sis. American journal of Psychiatry, 141, Elkis, H., Friedman, L., Wise, A., &
Sussex, J.N., Kidd, K.K., Allen, C.R.,
1541-1546. Meltzer, H.T. (1995). Meta-analysis of
Hosterer, A.M., & Housman, D.E.
Dworkin, R.H., Lenzenwenger, M.F., & (1987). Bipolar affective disorders studies of ventricular enlargement and
Moldin, S.O. (1987). Genetics and the linked to DNA markers on chromosome cortical sulcal prominence in mood dis-
phenomenology of schizophrenia. In 11. Nature, 325, 783-787. orders. Archives of General Psychiatry,
P.D. Harvey and E.F. Walker (Eds.), Pos- 52, 735 - 746.
Ehrhardt, A., & Money, J. (1967). Pro-
itive and negative symptoms of psychosis. gestin-induced hermaphroditism: IQ Ellenberger, H.F. (1972). The story of
Hillsdale, NJ: Erlbaum. and psychosexual identity in a study of “Anna O”: A critical review with new
Dykens, E., Leckman, J., Paul, R., & Wat- ten girls. Journal of Sex Research, 3, 83- data. Journal of the History of the Behavior
son, M. (1988). Cognitive, behavioral, 100. Sciences, 8, 267-279.
and adaptive functioning in fragile X Eiberg, H., Berendt, I., & Mohr, J. (1995). Ellis, A. (1962). Reason and emotion in psy-
and non-fragile A retarded men. Journal Assignment of dominant inherited noc-
of Autism and Developmental Disorders, chotherapy. New York: Lyle Stuart.
turnal enuresis to chromosome 13Q.
18, 41-52. Nature Genetics, 10, 354-356. Ellis, A. (1984). Rational-emotive therapy.
Dysken, M.W. (1979). Clinical usefulness In R.J. Corsini (Ed.), Current psychother-
Eiser, C, Eiser, R.J., Town, C., & Tripp, J.
of sodium amobarbital interviewing. (1991). Discipline strategies and apies (3rd ed.). Itasca, IL: Peacock Press.
Archives of General Psychiatry, 36, 789 parental perceptions of preschool chil- Ellis, A. (1991). The revised ABC’s of ratio-
- 794. dren with asthma. British journal of Med- nal-emotive therapy (RET). Journal of
Eagles, J.M., Johnston, M.I., Hunter, D., ical Psychology, 64, 45-53. Rational-Emotive and Cognitive Behavior
Lobban, M., & Millar, H.R. (1995). In- Eisler, R.M., & Blalock, J.A. (1991). Mascu- Therapy, 9, 139-172.
creasing incidence of anorexia nervosa line gender role stress: Implications for Ellis, A. (1993a). Changing rational-emo-
in the female population of northeast the assessment of men. Clinical Psychol- tive therapy (RET) to rational emotive
Scotland. American Journal of Psychiatry, ogy Review, 11, 45 - 60. behavior therapy (REBT). The Behavior
152, 1266-1271. Elias, M., & Clabby, J.F. (1989). Social deci- Therapist, 16, 257-258.
Eaker, E.D., Pinsky, J., & Castelli, W.P. sion making skills: A curriculum for the ele-
Ellis, A. (1993b). Fundamentals of ratio-
(1992). Myocardial infarction and coro- mentary grades. Rockville, MD: Aspen
nal-emotive therapy for the 1990s. In W.
nary death among women: Psychoso- Publishers.
Dryden & L. Hill (Eds.), Innovations in
cial predictors from a 20 year follow-up Elkin, I. (1994). Treatment of Depression rational-emotive therapy. Newbury Park,
of women in the Framingham study. Collaborative Research Program: Where
CA: Sage.
American Journal of Epidemiology, 135, we began and where we are. In A.E.
Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook Ellis, A. (1995). Changing rational-emo-
854-864.
of psychotherapy and behavior change. tive therapy (RET) to rational emotive
Earleywine, M., & Gann, M.K. (1995). behavior therapy (REBT). Journal of
Fourth edition (pp. 114-139). New
Challenging recovered memories in the
York: Wiley & Sons. Rational-Emotive and Cognitive Behavior
courtroom. In J. Ziskin (Ed.), Coping
Elkin, I., Gibbons, R.D., Shea, M.T., & Therapy, 13, 85 -89.
with psychiatric and psychological testi-
mony (pp. 1100-1134). Los Angeles: Shaw, B.F. (1996). Science is not a trial Ellis, H. (1906). Studies in the psychology of
(but it can sometimes be a tribulation). sex. New York: Random House.
Law and Psychology Press.
Journal of Consulting and Clinical Psychol- Ellis, H. (1910). Studies in the psychology of
Eastwood, M.R., Corbin, S., Reed, M., No- ogy, 64, 92-103.
bbs, H., & Kedward, M.B. (1985). Ac- sex. Philadelphia: FA Davis.
Elkin, I., Gibbons, R.D., Shea, M.T., Sotsky,
quired hearing loss and psychiatric ill- Ellis, N.R., Deacon, J.R., & Wooldridge,
S.M., Watkins, J.T., Pilkonis, P.A., &
ness: An estimate of prevalence and co- P.W. (1985). Structural memory deficits
Hedeker, D. (1995). Initial severity and
morbidity in a geriatric setting. British of mentally retarded persons. American
differential treatment outcome in the
Journal of Psychiatry, 147, 552. NIMH Treatment of Depression Collab- Journal of Mental Deficiency, 89, 393-
Eaton, W.W., Kramer, M., Anthony, J.C., orative Research Program. Journal of 402.
Dryman, A., Shapiro, S., et al. (1989). Consulting and Clinical Psychology, 63, Elmore, A.M., & Tursky, B. (1978). The
The incidence of specific DIS/DSM-III 841-847. biofeedback hypothesis: An idea in
mental disorders: Data from the NIMH Elkin, I., Parloff, M.B., Hadley, S.W., & search of a theory and method. In A.A.
Epidemiologic Catchment Area Pro- Autry, J.H. (1985). NIMH Treatment of Sugerman & R.E. Tarter (Eds.), Expand-
KAYNAKLAR R-17
√√

ing dimensions of consciousness. New school program for control of eating in cold. British Journal of Medical Psychol-
York: Springer. obese children. Behavior Therapy, 9, 766- ogy, 64, 35-44.
Elmore, J.L., & Sugerman, A.A. (1975). 788. Evans, R.I., Rozelle, R.M., Maxwell, S.E.,
Precipitation of psychosis during electro- Epstein, L.H., Wing, R.R., Thompson, J.K., Raines, B.E., Dill, C.A., Guthrie, T.J.,
shock therapy. Diseases of the Nervous & Griffen, W. (1980). Attendance and Henderson, A.H., & Hin, P.C. (1981). So-
System, 3, 115-117. fitness in aerobics exercise: The effects cial modelling films to deter smoking in
Emery, R.E., & O’Leary, K.D. (1979). Chil- of contract and lottery procedures. Be- adolescents: Results of a three-year field
dren’s perceptions of marital discord and be- investigation. Journal of Applied Psychol-
havior Modification, 4, 465-479.
havior problems of boys and girls. Paper ogy, 66, 399-414.
Epstein, S. (1979). The stability of behav-
presented at the annual meeting of the Everett, F., Proctor, N., & Cartmell, B.
ior: On predicting most of the people
Association for Advancement of Behav- (1989). Providing psychological services
much of the time. Journal of Personality to American Indian children and fami-
ior Therapy, San Francisco.
and Social Psychology, 37, 1097-1126. lies. In D.R. Atkinson, G. Morten, &
Emmelkamp, P.M.G. (1986). Behavior
therapy with adults. In S.L. Garfield & Erdberg, P., & Exner, J.E., Jr. (1984). D.W. Sue (Eds.), Counseling American
A.E. Bergin (Eds.), Handbook of psy- Rorschach assessment. In G. Goldstein minorities (3rd ed.). Dubuque, IA: W.C.
chotherapy and behavior change (3rd ed.). & M. Hersen (Eds.), Handbook of psycho- Brown.
New York: Wiley. logical assessment. New York: Perga- Everill, J.T., & Waller, G. (1995). Reported
Emmelkamp, P.M.G., Visser, S., & Hoek- mon. sexual abuse and eating psychopathol-
stra, R.J. (1988). Cognitive therapy ver- Erikson, E.H. (1950). Childhood and society. ogy: A review of the evidence for a
sus exposure in vivo in the treatment of New York: Norton. causal link. International Journal of Eat-
obsessive-compulsives. Cognitive Ther- ing Disorders, 18, 1-11.
Erikson, E.H. (1959). Identity and the life cy-
apy and Research, 12, 103-114. Exner, J.E. (1978). The Rorschach: A compre-
cle. Selected papers. New York: Interna-
Emmons, R.A., & Diener, E. (1986). Situa- hensive system: Vol. 2. Current research
tional Universities Press.
tion selection as a moderator of re- and advanced interpretation. New York:
Erikson, E.H. (1968). Identity: Youth and Wiley.
sponse consistency and stability. Journal
crisis. New York: Norton. Exner, J.E., Jr. (1986). The Rorschach: A com-
of Personality and Social Psychology, 51,
1013-1019. Erlenmeyer-Kimling, L.E., & Cornblatt, B. prehensive system: Vol. 1. Basic founda-
Emory, L.E., Williams, D.H., Cole, C.M., (1987). The New York high-risk project: tions (2nd ed.). New York: Wiley.
Amparo, E.G., & Meyer, W.J. (1991). A follow-up report. Schizophrenia Bul- Eysenck, H.J. (1952). The effects of psy-
Anatomic variation of the corpus cal- letin, 13, 451-461. chotherapy: An evaluation. Journal of
losum in persons with gender dysphoria. Ernst, M., Liebenauer, L.L., King, A.C., Consulting Psychology, 16, 319-324.
Archives of Sexual Behavior, 20, 409 Fitzgerald, G.A., Cohen, R.M., & Zamet- Eysenck, H.J. (1975). Crime as destiny.
-417. kin, A.J. (1994). Reduced brain me- New Behaviour, 9, 46-49.
Emrick, C.D., Tonigan, J.S., Montgom- tabolism in hyperactive girls. Journal of Fairbank, J.A., & Brown, T.A. (1987). Cur-
ery, H., & Little, L. (1993). Alcoholics the American Academy of Child and Ado- rent behavioral approaches to the treat-
Anonymous: What is currently known? lescent Psychiatry, 33, 858 - 868. ment of posttraumatic stress disorder.
In B.S. McCrady & W.R. Miller (Eds.), The Behavior Therapist, 3, 57-64.
Escobar, J.I., Burnam, M.A., Karno, M.,
Research on Alcoholics Anonymous: Op- Fairbank, J.A., DeGood, D.E., & Jenkins,
Forsythe, A., Golding, J.M., et al. (1987).
portunities and alternatives (pp. 41-76). C.W. (1981). Behavioral treatment of a
Somatization in the community.
New Brunswick, NJ: Rutgers Center of persistent post-traumatic startle re-
Alcohol Studies. Archives of General Psychiatry, 44, 713-
720. sponse. Journal of Behaviour Therapy and
English, H.B. (1929). Three cases of the Experimental Psychiatry, 12, 321-324.
“conditioned fear response.” Journal of Esler, J., Julius, S., Sweifler, A., Randall,
Fairburn, C., Jones, R., Peveler, R., Hope,
Abnormal and Social Psychology, 34, O., Harburg, E., Gardiner, H., & De-
R., & O’Connor, M. (1993). The longer-
221-225. Quattro, V. (1977). Mild high-renin es-
term effects of interpersonal psy-
Enright, J.B. (1970). An introduction to sential hypertension: A neurogenic hu- chotherapy, behavior therapy, and cog-
Gestalt techniques. In J. Fagan & I.L. man hypertension. New England Journal nitive therapy. Archives of General
Shepherd (Eds.), Gestalt therapy now: of Medicine, 296, 405 -411. Psychiatry, 50, 419 -428.
Theory, techniques, applications. Palo Estes, C.L. (1995). Mental health services Fairburn, C.G. (1985). Cognitive-behav-
Alto, CA: Science & Behavior Books. for the elderly: Key policy elements. In ioral treatment for bulimia. In D.M.
Epping-Jordan, J.E., Compas, B.E., & M. Gatz (Ed.), Emerging issues in mental Garner, & P.E. Garfinkel (Eds.), Hand-
Howell, D.C. (1994). Predictors of can- health and aging (pp. 303 -327). Wash- book of psychotherapy for anorexia nervosa
cer progression in young adult men and ington, DC: American Psychological As- and bulimia (pp. 160-192). New York:
women: Avoidance, intrusive thoughts, sociation. Guilford.
and psychological symptoms. Health Fairburn, C.G., Agras, W.S., & Wilson,
Etringer, B.D., Gregory, V.R., & Lando,
Psychology, 13, 539-547. G.T. (1992). The research on the treat-
H.A. (1984). Influence of group cohe-
Epstein, L.C., & Lasagna, L. (1969). Ob- sion on the behavioral treatment of ment of bulimia nervosa: Practical and
taining informed consent. Archives of In- theoretical implications. In G.H. Ander-
smoking. Journal of Consulting and Clini-
ternal Medicine, 123, 682- 688. son & S.H. Kennedy (Eds.), The biology
cal Psychology, 52, 1080-1086.
Epstein, L.H., Beck, S., Figneroa, J., Far- of feast and famine: Relevance to eating dis-
Evans, M.D., Hollon, S.D., DeRubeis, R.J., orders. New York: Academic Press.
kas, G., Kazdin, A.E., Danema, D., &
Piasecki, J.M., Grove, W.M., et al. (1992).
Becker, D. (1981). The effects of point Fairburn, C.G., Jones, R., Peveler, R.C.,
economy and parent management on Differential relapse following cognitive Carr, S.J., Solomon, R.A., O’Connor,
urine glucose and metabolic control in therapy, pharmacotherapy, and com- M.E., Burton, J., & Hope, R.A. (1991).
children with insulin dependent dia- bined cognitive-pharmacotherapy for Three psychological treatments for bu-
betes. Journal of Applied Behavior Analy- depression. Archives of General Psychia- limia nervosa. Archives of General Psychi-
sis, 14, 365- 375. try, 49, 802 -808. atry, 48, 463-469.
Epstein, L.H., Masek, B.J., & Marshall, Evans, P.D., & Edgerton, N. (1990). Life Fairburn, C.G., Jones, R., Peveler, R.C.,
W.R. (1978). A nutritionally based events as predictors of the common Hope, R.A., & O’Connor, ME. (1993).
R-18 √√ KAYNAKLAR

Psychotherapy and bulimia nervosa: nostic efficiency anaylsis. Journal of Massachusetts male aging study. Journal
The longer-term effects of interpersonal Abnormal Psychology, 104, 286-304. of Urology, 151, 54-61.
psychotherapy, behavior therapy, and Faraone, S.V., Kremen, W.S., & Tsuang, Felner, R.D., Farber, S.S., & Prima vera, J.
cognitive therapy. Archives of General M.T. (1990). Genetic transmission of af- (1983). Transition and stressful events:
Psychiatry, 50, 419-428. fective disorders: Quantitative models A model for primary prevention. In
Fairburn, C.G., Marcus, M.D., & Wilson, and linkage analysis. Psychological Bul- R.A. Felner, L.A. Jason, J.N. Mortisugu,
G.T. (1993). Cognitive behaviour ther- letin, 108, 109-127. & S.S. Farber (Eds.), Preventive psychol-
apy for binge eating and bulimia ner- Farina, A. (1976). Abnormal psychology. En- ogy: Theory, research, and, practice (pp.
vosa: A comprehensive treatment man- glewood Cliffs, NJ: Prentice- Hall. 199-229). New York: Pergamon.
ual. In C.G. Fairburn & G.T. Wilson Farkas, G., & Rosen, R.C. (1976). The ef- Fenigstein, A. (1979). Self-consciousness,
(Eds.), Binge eating: Nature, assessment, fects of alcohol on elicited male sexual self-attention, and social interaction.
and treatment. New York: Guilford. response. Studies in Alcohol, 37, 265-272. Journal of Personality and Social Psychol-
Fairburn, C.G., Norman, P.A., Welch, S.L., Farquhar, J.W. (1991). The Stanford cardio- ogy, 37, 75-86.
O’Connor, M.E., Doll, H.A., & Peveler, vascular disease prevention programs. Fenigstein, A., Scheier, M.F., & Buss, A.H.
R.C. (1995). A prospective study of out- Annals of the New York Academy of Sci- (1975). Public and private self-con-
come in bulimia nervosa and the long- ences, 623, 327-331. sciousness: Assessment and theory.
term effects of three psychological treat- Journal of Consulting and Clinical Psychol-
Farquhar, J.W., Fortmann, S.P., Flora, J.A.,
ments. Archives of General Psychiatry, ogy, 43, 522-527.
& Maccoby, N. (1990). Methods of com-
52, 304-312.
munication to influence behaviour. In Fentiman, L.C. (1985). Guilty but mentally
Fairburn, C.G., Peveler, R.C., Jones, R., W. Holland, R. Detels, & G. Knox (Eds.), ill: The real verdict is guilty. Boston Col-
Hope, R.A., & Doll, H.A. (1993). Predic- Oxford textbook of public health (2nd ed.). lege Law Review, 26, 601 -653.
tors of twelve-month outcome in bu- New York: Oxford University Press.
Ferguson, K.J., & Spitzer, R.L. (1995).
limia nervosa and the influence of atti-
Farquhar, J.W., Fortmann, S.P., Flora, J.A., Binge eating disorder in a community-
tudes to shape and weight. Journal of Taylor, B., Haskell, W.L., Williams, P.T., based sample of successful and unsuc-
Consulting and Clinical Psychology, 61, Maccoby, N., & Wood, P.D. (1990). Ef- cessful dieters. International Journal of
696-698. fects of communitywide education on Eating Disorders, 18, 167-172.
Fairburn, C.G., Welch, S.L., & Hay, P.J. cardiovascular disease risk factors: The
Ferster, C.B. (1961). Positive reinforcement
(1993). The classification of recurrent Stanford Five-City Project. Journal of the
and behavioral deficits of autistic chil-
overeating: The “binge eating disorder” American Medical Association, 264, 359-
dren. Child Development, 32, 437-456.
proposal. International Journal of Eating 365.
Disorders, 13, 155-159. Fillmore, K.M. (1987). Prevalence, inci-
Farris, E.J., Yeakel, E.H., & Medoff, H.
Fairburn, C.G., Welch, S.L., Norman, P.A., dence and chronicity of drinking pat-
(1945). Development of hypertension in
O’Conner, M.E., & Doll, H.E. (1996). terns and problems among men as a
emotional gray Norway rats after air
Bias and bulimia nervosa: How typical function of age: A longitudinal and co-
blasting. American Journal of Physiology,
are clinic cases? American Journal of Psy- 144, 331-333. hort analysis. British Journal of Addiction,
chiatry, 153, 386-391. 82, 77-83.
Fassinger, R. (1991). The hidden minority:
Fairweather, G.W. (Ed.). (1964). Social psy- Issues and challenges in working with Fillmore, K.M., & Caetano, R. (1980, May
chology in treating mental illness: An ex- lesbian women and gay men. Counsel- 22). Epidemiology of occupational alco-
perimental approach. New York: Wiley. ing Psychologist, 19, 157-176. holism. Paper presented at the National
Institute on Alcohol Abuse and Alco-
Fairweather, G.W., Sanders, D.H., May- Fawcett, J., Epstein, P., Fiester, S.J., Elkin,
holism’s Workshop on Alcoholism in
nard, H., & Cressler, D.L. (1969). Com- I., & Autry, J.H. (1987). Clinical Manage-
the Workplace, Reston, VA.
munity life for the mentally ill: An alterna- ment —Imipramine/placebo adminis-
tive to institutional care. Chicago: tration manual: NIMH Treatment of De- Fils-Aime, M.L., Eckardt, M.J., George,
Aldine-Atherton. pression Collaborative Research D.T., Brown, G.L., Mefford, I., & Lin-
Program. Psychopharmacology Bulletin, noila, M. (1996). Early-onset alcoholics
Falkner, B., Kusher, H., Oresti, G., & An-
23, 309-324. have lower cerebrospinal fluid 5-hy-
gelakus, E.T. (1981). Cardiovascular
Fedora, O., Reddon, J.R., & Yeudall, L.T. droxyindoleacetic acid levels than late-
characteristics in adolescents who de-
(1986). Stimuli eliciting sexual arousal onset alcoholics. Archives of General Psy-
velop essential hypertension. Hyperten-
in genital exhibitionists: A possible clin- chiatry, 53, 211-216.
sion, 3, 496-505.
ical application. Archives of Sexual Be- Finkelhor, D. (1979). Sexually victimized
Falloon, I.R.H., Boyd, J.L., McGill, C.W.,
havior, 15, 417-427. children. New York: Free Press.
Razani, J., Moss, H.B., & Gilderman,
A.N. (1982). Family management in the Fein, D., Pennington, B., Markowitz, Finkelhor, D. (1983). Removing the
prevention of exacerbation of schizo- P., Braverman, M., & Waterhouse, L. child—Prosecuting the offender in
phrenia: A controlled study. New Eng- (1986). Toward a neuropsychological cases of sexual abuse: Evidence from
land Journal of Medicine, 306, 1437- model of infantile autism: Are the social the national reporting system for child
1440. deficits primary? Journal of the American abuse and neglect. Child Abuse and Ne-
Academy of Child Psychiatry, 25, 198-212. glect, 7, 195-205.
Falloon, I.R.H., Boyd, J.L., McGill, C.W.,
Williamson, M., Razani, J., Moss, H.B., Feingold, B.F. (1973). Introduction to clinical Finkelhor, D. (1993). Epidemiological fac-
Gilderman, A.M., & Simpson, G.M. allergy. Springfield, IL: Charles C. tors in the clinical identification of child
(1985). Family management in the pre- Thomas. sexual abuse. Child Abuse and Neglect,
vention of morbidity of schizophrenia. Feinsilver, D.B., & Gunderson, J.G. (1972). 17, 67-70.
Archives of General Psychiatry, 42, 887- Psychotherapy for schizophrenics—Is it Finkelhor, D., & Araji, S. (1986). Explana-
896. indicated? Schizophrenia Bulletin, 1, 11- tions of pedophilia: A four-factor
Faraone, S.V., Biederman, J., Chen, W.J., 23. model. Journal of Sex Research, 22, 145-
Milberger, S., Warburton, R., & Tsuang, Feldman, H.A., Goldstein, I., Hatzichris- 161.
M.T. (1995). Neuropsychological func- tou, G., Krane, R.J., & McKinlay, J.B. Finkelhor, D., Hotaling, G., Lewis, I.A., &
tioning among the nonpsychotic rela- (1994). Impotence and its medical and Smith, C. (1990). Sexual abuse in a na-
tives of schizophrenic patients: A diag- psychosocial correlates: Results of the tional survey of adult men and women:
KAYNAKLAR R-19
√√

Prevalence, characteristics, and risk fac- American Academy of Child and Adoles- pairs. Journal of Child Psychology and
tors. Child Abuse and Neglect, 14, 19-28. cent Psychiatry, 29, 571 -580. Psychiatry, 18, 291 -321.
Finn, S.E. (1982). Base rates, utilities, and Fluoxetine Bulimia Nervosa Collaborative Ford, C.S., & Beach, F.A. (1951). Patterns of
DSM-III: Shortcomings of fixed-rule Study Group. (1992). Fluoxetine in the sexual behavior. New York: Harper.
systems of psychodiagnosis. Journal of treatment of bulimia nervosa: A multi- Ford, C.V. (1995). Dimensions of somati-
Abnormal Psychology, 91, 294-302. center, placebo-controlled, double blind zation and hypochondriasis. Special Is-
Fiore, J., Becker, J., & Coppel, D.B. (1983). trial. Archives of General Psychiatry, 49, sue: Malingering and conversion reac-
Social network interactions: A buffer or 139-147. tions. Neurological Clinics, 13, 241-253.
a stress? American Journal of Community
Foa, E.B., & Kozak, M.J. (1986). Emotional Ford, C.V., & Folks, D.G. (1985). Conver-
Psychology, 11, 423-439.
processing of fear: Exposure to correc- sion disorders: An overview. Psychoso-
Fiore, M.C., Novotny, T.F., Pierce, J.P., tive information. Psychological Bulletin, matics, 26, 371-383.
Giovino, G.A., Hatziandreu, E.J., New- 99, 20-35. Ford, D.H., & Urban, H.B. (1963). Systems
comb, P.A., Surawicz, T.S., & Da-
Foa, E.B., Feske, U., Murdock, T. B., Ko- of psychotherapy: A comparative study.
vis, R.M. (1990). Methods used to quit
zak, M.J., & McCarthy, PR. (1991). New York: Wiley.
smoking in the United States: Do cessa-
tion programs help? Journal of the Amer- Processing of threat-related information Fordyce, W.E. (1994). Pain and suffering:
ican Medical Association, 263, 2760- in rape victims. Journal of Abnormal Psy- What is the unit? Quality of Life Research:
2765. chology, 100, 156-165. An International Journal of Quality of Life
Fiore, M.C., Smith, S.S., Jorenby, D.E., & Foa, E.B., Kozak, M.J., Steketee, G.S., & Aspects of Treatment, Care, and Rehabilita-
Baker, T.B. (1994). The effectiveness of McCarthy, P.R. (1992). Treatment of de- tion, 3, S51-S56.
the nicotine patch for smoking cessa- pressive and obsessive-compulsive Fordyce, W.E., Brockway, J.A., Bergman,
tion: A meta-analysis. Journal of the symptoms in OCD by imipramine and J.A., & Spengler, D. (1986). Acute back
American Medical Association, 271, behavior therapy. British Journal of Clini- pain: A control-group comparison of be-
1940-1947. cal Psychology, 31, 279 - 292. havioral vs. traditional methods. Journal
Fischer, M. (1971). Psychoses in the off- Foa, E.B., Steketee, G.S., & Ozarow, B.J. of Behavioral Medicine, 9, 127-140.
spring of schizophrenic monozygotic (1985). Behavior therapy with obses- Foreyt, J.P. (1990). Behavioral medicine. In
twins and their normal co-twins. British sive-compulsives: From theory to treat- C.M. Franks, G.T. Wilson, P.C. Kendall,
Journal of Psychiatry, 118, 43 -52. & J.P. Foreyt (Eds.), Annual review of be-
ment. In M. Mavissakalian, S.M. Turner,
Fischetti, M., Curran, J.P., & Wessberg, & L. Michelson (Eds.), Obsessive-compul- havior: Theory and practice (Vol. 12). New
H.W. (1977). Sense of timing. Behavior sive disorder: Psychological and pharmaco- York: Guilford.
Modification, 1, 179-194. logical treatment. New York: Plenum. Forsythe, W.I., & Redmond, A. (1974).
Fishbain, D.A., & Goldberg, M. (1991). Enuresis and spontaneous cure rate:
Foa, E.B., Zinbarg, R., & Rothbaum, B.O.
The misdiagnosis of conversion disor- Study of 1129 enuretics. Archives of Dis-
(1992). Uncontrollability and unpre-
der in a psychiatric emergency service. ease in Childhood, 49, 259 - 263.
dictability in post-traumatic stress dis-
General Hospital Psychiatry, 13, 177- Forth, A.E., & Hare, R.D. (1989). The con-
order: An animal model. Psychological
181. tingent negative variation in psy-
Bulletin, 112, 218-238.
Fisher, J.E., & Noll, J.P. (1996). Anxiety dis- chopaths. Psychophysiology, 26, 676 -
orders. In L.L. Carstensen, B.A. Edel- Fodor, I. (1978). Phobias in women: Thera-
682.
stein, & L. Dornbrand (Eds.), The practi- peutic approaches. In Helping women
change: A guide for professional counseling. Foucault, M. (1965). Madness and civiliza-
cal handbook of clinical gerontology (pp.
New York: BMA Audio Cassette Pro- tion. New York: Random House.
304-323). Thousand Oaks: Sage.
gram. Foulkes, S.H. (1964). Therapeutic group
Fisher, J.E., Goy, E.R., Swingen, D.N., &
analysis. New York: International Uni-
Szymanski, J. (1994, November). The Folkman, S., & Lazarus, R.S. (1985). If it
versities Press.
functional context of behavioral distur- changes it must be a process: Study of
bances in Alzheimer’s disease patients. emotions and coping during 3 stages of Foy, D.W., Resnick, H.S., Carroll, E.M., &
Paper presented at the annual conven- college examination. Journal of Personal- Osato, S.S. (1990). Behavior therapy. In
tion of the Association for Advance- ity and Social Psychology, 48, 150-170. A.S. Bellack & M. Hersen (Eds.), Hand-
ment of Behavior Therapy. book of comparative treatments for adult
Folkman, S., Bernstein, L., & Lazarus, R.S.
Fishier, K., Azen, C.G., Henderson, R., disorders (pp. 302-315). New York: Wi-
(1987). Stress processes and the misuse
Friedman, E.G., & Koch, R. (1987). ley.
of drugs in older adults. Psychology and
Psychoeducational findings among chil- Aging, 2, 366-374. Foy, D.W., Resnick, H.S., Sipprelle, R.C., &
dren treated for phenylketonuria. Amer- Carroll, E.M. (1987). Premilitary, mili-
ican Journal of Mental Deficiency, 92, 65 Folks, D.G., Ford, C.V., & Regan, W.M. tary, and postmilitary factors in the de-
-73. (1984). Conversion symptoms in a gen- velopment of combat-related posttrau-
eral hospital. Psychosomatics, 25, 285- matic stress disorder. The Behavior
Fishman, D.B., Rodgers, F., & Franks,
295. Therapist, 10, 3-9.
C.M. (Eds.). (1988). Paradigms in behavior
therapy: Present and promise (pp. Follette, V.M. (1994). Acceptance and com- Frame, C., Matson, J.L., Sonis, W.A., Fi-
254-293). New York: Springer. mitment in the treatment of incest sur- alkov, M.]., & Kazdin, A.E. (1982). Be-
vivors: A contextual approach. In S.C. havioral treatment of depression in a
Fitts, S.N., Gibson, P., Redding, C.A., &
Hayes, N.S. Jacobson, V.M. Follette, & prepubertal child, journal of Behaviour
Deiter, P.J. (1989). Body dysmorphic dis-
order: Implications for its validity as a M. Dougher (Eds.), Acceptance and Therapy and Experimental Psychiatry, 3,
DSM-III-R clinical syndrome. Psycholog- change: Content and context in psychother- 239-243.
ical Reports, 64, 655 - 658. apy. Reno, NV: Context Press. Frances, A., Pincus, H.A., Widiger, T.A.,
Fitzgerald, R.V. (1973). Conjoint marital Folstein, S., & Rutter, M. (1977a). Genetic Davis, W.W., & First, M.B. (1990). DSM-
therapy. New York: Jason Aronson. influences and infantile autism. Nature, IV: Work in progress. American Journal of
Fleming, J.E., & Offord, D.R. (1990). Epi- 265, 726 - 728. Psychiatry, 147, 1439-1448.
demiology of childhood depressive dis- Folstein, S., & Rutter, M. (1977b). Infantile Frances, R., Franklin, J., & Flavin, D.
orders: A critical review. Journal of the autism: A genetic study of 21 twin (1986). Suicide and alcoholism. Annals
R-20 √√ KAYNAKLAR

of the New York Academy of Science, 287, tion and rehabilitation. Journal of Clini- Alteration of type A behavior and re-
316-326. cal Psychology, 4, 28-45. duction in cardiac recurrences in post-
Frank, E., & Kupfer, D.J. (1994). Mainte- Franks, C.M., Wilson, G.T., Kendall, P.C., myocardial infarction patients. Ameri-
nance therapy in depression: In reply. & Foreyt, J.P. (1990). Review of behavior can Heart Journal, 108, 237-248.
Archives of General Psychiatry, 51, 504- therapy: Theory and practice. New York: Friedman, M., Thoresen, C.E., Gill, J.J., Ul-
505. Guilford. mer, D., Thompson, L., Powell, L., Price,
Frank, E., & Spanier, C. (1995). Interper- Frazier, P.A. (1990). Victim attributions A., Elek, S.R., Rabin, D.D., Breall, W.S.,
and post-rape trauma. Journal of Person- Piaget, G., Dixon, T., Bourg, E., Levy, R.,
sonal psychotherapy for depression:
ality and Social Psychology, 59, 298 & Tasto, D.I. (1982). Feasibility of alter-
Overview, clinical efficacy, and future
-304. ing type A behavior pattern after my-
directions. Clinical Psychology: Science
Frederickson, B.L., & Carstensen, L.L. ocardial infarction. Circulation, 66, 83-
and Practice, 2, 349-369.
(1990). Choosing social partners: How 92.
Frank, E., Anderson, C., & Kupfer, D.J.
old age and anticipated endings make Friedman, M. (1969). Pathogenesis of coro-
(1976). Profiles of couples seeking sex
people more selective. Psychology and nary artery disease. New York: McGraw-
therapy and marital therapy. American
Aging, 5, 335-347. Hill.
Journal of Psychiatry, 133, 559-562.
Freeman, A., & Reinecke, M.A. (1995). Friedman, R., & Dahi, L.K. (1975). The ef-
Frank, E., Anderson, C., & Rubenstein, D.
Cognitive therapy. In A.S. Gurman & fects of chronic conflict on the blood
(1978). Frequency of sexual dysfunc- pressure of rats with a genetic suscepti-
S.B. Messer (Eds.), Essential psychothera-
tions in “normal” couples. New England bility to experimental hypertension.
pies: Theory and practice. New York:
Journal of Medicine, 299, 111-115. Guilford. Psychosomatic Medicine, 37, 402-416.
Frank, E., Kupfer, D.J., Perel, J.M., Cornes, Fremouw, W.J., Perczel, W.J., & Ellis, T.E. Frisch, M.B., & Higgins, R.L. (1986). In-
C, Jarrett, D.B., et al. (1990). Three-year (1990). Suicide risk: Assessment and re- structional demand effects and the cor-
outcomes for maintenance therapies in sponse guidelines. Elmsford, NY: Perga- respondence among role-play, self-re-
recurrent depression. Archives of General mon. port, and naturalistic measures of social
Psychiatry, 47, 1093-1099. skill. Behavioral Assessment, 8, 221-236.
Freud, A. (1946). The ego and mechanisms of
Frank, E., Kupfer, D.J., Wagner, E.F., defense. New York: International Univer- Frith, U. (1989). Autism: Explaining the
McEachran, A.B., & Cornes, C. (1991). sities Press. enigma. Cambridge, MA: Basil Black-
Efficacy of interpersonal psychotherapy Freud, A. (1966). The ego and the mecha- well.
as a maintenance treatment of recurrent nisms of defense. New York: International Fromm-Reichmann, F. (1948). Notes on
depression: Contributing factors. Universities Press. the development of treatment of schizo-
Archives of General Psychiatry, 48, 1053- phrenics by psychoanalytic psychother-
Freud, S. (1917). Mourning and melancho-
1059. apy. Psychiatry, 11, 263-273.
lia. In Collected papers (Vol. 4). London:
Frank, J.D. (1961). Persuasion and healing. Hogarth and the Institute of Psycho- Fromm-Reichmann, F. (1952). Some as-
Baltimore: Johns Hopkins University analysis, 1950. pects of psychoanalytic therapy with
Press. Second edition, 1973; third edi- Freud, S. (1937). Analysis terminable and schizophrenics. In E. Brady & F.C.
tion, 1978. interminable. International Journal of Redlich (Eds.), Psychotherapy with schizo-
Frank, J.D. (1971). Therapeutic factors in Psychoanalysis, 18, 373 -391. phrenics. New York: International Uni-
psychotherapy. American Journal of Psy- Freud, S. (1955). Lines of advance in psy- versities Press.
chotherapy, 25, 350-361. choanalytic therapy. In The complete psy- Frude, N. (1982). The sexual nature of sex-
Frank, J.D. (1976). Psychotherapy and the chological works of Sigmund Freud. J. ual abuse: A review of the literature.
sense of mastery. In R.L. Spitzer & D.F. Strachey (Ed. and Trans.) London: Hogarth Child Abuse and Neglect, 6, 211-223.
Klein (Eds.), Evaluation of psychothera- and the Institute of Psychoanalysis. Fuller, R.K. (1988). Disulfiram treatment
pies: Behavioral therapies, drug therapies (Original work published 1918) of alcoholism. In R.M. Rose & J.E. Bar-
and their interactions. Baltimore: Johns Freud, S. (1956). Analysis of a phobia in a rett (Eds.), Alcoholism: Treatment and out-
Hopkins University Press. five-year-old boy. In Collected works of come. New York: Raven.
Frank, J.D. (1982). Therapeutic compo- Sigmund Freud (Vol. 10). London: Ho- Fuller, R.K., Branchey, L., Brightwell, D.R.,
nents shared by all psychotherapies. In garth. (Original work published 1909) Derman, R.M., Emrick, C.D., Iber, F.L.,
J.H. Harvey & M.M. Parks (Eds.), The Freund, K., & Kuban, M. (1994). The basis James, K.E., & Lacoursiere, R.B. (1986).
Master Lecture Series: Vol. 1. Psychother- of the abused abuser theory of pe- Disulfiram treatment of alcoholism: A
apy research and behavior change (pp. dophilia: A further elaboration on an Veterans Administration cooperative
73-122). Washington, DC: American earlier study. Archives of Sexual Behavior, study. Journal of the American Medical As-
Psychological Association. 23, 553-563. sociation, 256, 1449-1455.
Frankenhaeuser, M.U., Lundberg, M., Fre- Friedman, J.M. (1978). Sexual adjustment Furnham, A., & Baguma, P. (1994). Cross-
driksson, B., Melin, M., Thomisto, A., of the postcoronary male. In J. LoPic- cultural differences in the evaluation of
et al. (1989). Stress on and off the job colo & L. LoPiccolo (Eds.), Handbook of male and female body shapes. Interna-
sex therapy. New York: Plenum. tional Journal of Eating Disorders, 15,
as related to sex and occupational status
in whitecollar workers. Journal of Orga- Friedman, J.M., & Hogan, D.R. (1985). 81-89.
nizational Behavior, 10, 321-346. Sexual dysfunction: Low sexual desire. Fyer, A.J., Mannuzza, S., Chapman, T.F., ‘
In D.H. Barlow (Ed.), Clinical handbook Martin, L.Y., & Klein, D.F. (1995). Speci-
Frankl, V. (1959). From death camp to exis-
of psychological disorders. New York: ficity in familial aggregation of phobic
tentialism. Boston: Beacon.
Guilford. disorders. Archives of General Psychiatry,
Frankl, V. (1963). Man’s search for meaning. 52, 564-573.
Friedman, M., & Ulmer, D. (1984). Treating
New York: Washington Square. type A behavior and your heart. New York: Fver, A.J., Sandberg, D., & Klein, D.F.
Frankl, V. (1967). Psychotherapy and existen- Fawcett Crest. (1991). The pharmacological treatment
tialism. New York: Simon & Schuster. Friedman, M., Thoresen, C.E., Gill, J.J., of panic disorder and agoraphobia. In
Franklin, J.C., Schiele, B.C., Brozerk, J., & Powell, L.H., Ulmer, D., Thompson, L., J.R. Walker, G.R. Norton, & C.A. Ross
Keys, A. (1948). Observations on human Price, V.A., Rabin, D.D., Breall, W.S., (Eds.), Panic disorder and agoraphobia:
behavior in experimental semistarva- Dixon, T., Levy, R., & Bourg, E. (1984). A comprehensive guide for the practi-
KAYNAKLAR R-21
√√

tioner (pp. 211-251). Belmont, CA: of the American Academy of Child and therapy for bulimia nervosa. American
Brooks/Cole. Adolescent Psychiatry, 27, 49-54. Journal of Psychiatry, 150, 37-46.
Gabbay, F.H. (1992). Behavior genetic Garber, J., Weiss, B., & Shanley, N. (1993). Garrison, C.Z., McKeown, R.E., Valois,
strategies in the study of emotion. Psy- Cognitions, depressive symptoms, and R.F., & Vincent, M.L. (1993). Aggression,
chological Science, 3, 50-55. development in adolescents. Journal of substance use, and suicidal behaviors in
Abnormal Psychology, 102, 47-57. high school students. American Journal
Gagnon, J.H. (1977). Human sexualities.
of Public Health, 83, 179-184.
Chicago: Scott, Foresman. Garbutt, J.C., Mayo, J.P., Little, K.Y.,
Gillette, G.M., Mason, G.A., et al. Garssen, B., Buikhuisen, M., & Van Dyck,
Gaines, J. (1974). The founder of Gestalt R. (1996). Hyperventilation and panic
therapy: A sketch of Fritz Perls. Psychol- (1994). Dose-response studies with pro-
attacks. American Journal of Psychiatry,
ogy Today, 8, 117-118. tirelin. Archives of General Psychiatry,
153, 513-518.
51, 875-883.
Galaburda, A.M. (1989). Ordinary and Gatchel, R.J., Baum, A., & Krantz, D.S.
extraordinary brain development: Ana- Garcia, J., McGowan, B.K., & Green, K.F.
(1989). An introduction to health psychol-
(1972). Biological constraints on condi-
tomical variation in developmental ogy (2nd ed.). New York: Random
tioning. In A.H. Black & W.F. Prokasy House.
dyslexia. Annals of Dyslexia, 39, 67-80.
(Eds.), Classical conditioning: 2. Current
Galaburda, A.M. (1993). Neuroanatomical Gatz, M., & Pearson, C.G. (1988). Ageism
research and theory. New York: Apple-
basis of developmental dyslexia. Neuro- revised and the provision of psycholog-
ton-Century-Crofts.
logic Clinics, 11, 161-173. ical services. American Psychologist, 43,
Gardner, H. (1997, January 19). [Review of 184-188.
Galanter, M., & Castaneda, R. (1985). Self- “The Creation of Dr. B.”] Los Angeles
destructive behavior in the substance Gatz, M., & Smyer, M.A. (1992). The men-
Times, Book Review, p. 3. tal health system and older adults in the
abuser. Psychiatric Clinics of North Amer-
Garfield, S.L. (1978). Research on client 1990s. American Psychologist, 47, 741-
ica, 8, 251-261.
variables in psychotherapy. In S.L. 751.
Galin, D., Diamond, R., & Braff, D. (1977). Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Handbook Gatz, M., Bengtson, V.L., & Blum, M.J.
Lateralization of conversion symptoms: of psychotherapy and behavior change (2nd (1990). Caregiving families. In J.E. Birren
More frequent on the left. American ed.). New York: Wiley. & K.W. Schaie (Eds.), Handbook of the
Journal of Psychiatry, 134, 578-580. psychology of aging. (3rd ed., pp.
Garfield, S.L., & Bergin, A.E. (1986b). In-
Gallagher, D., & Thompson, L.W. (1982). troduction and historical overview. In 404 -426). New York: Academic Press.
Elders’ maintenance of treatment benefits S.L. Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Hand- Gatz, M., Kasl-Godley, J.E., & Karel, M.J.
following individual psychotherapy for de- book of psychotherapy and behavior change (1996). Aging and mental disorders. In
pression: Results of a pilot study and pre- (3rd ed.). New York: Wiley. J.E. Birren & K.W. Schaie (Eds.), Hand-
liminary data from an ongoing replication Garfield, S.L., & Bergin, A.E. (Eds.). book of the psychology of aging San Diego:
study. Paper presented at the annual Academic Press.
(1986a). Handbook of psychotherapy and
meeting of the American Psychological behavior change (3rd ed.). New York: Wi- Gatz, M., Pearson, C., & Fuentes, M.
Association, Washington, DC. ley. (1984). Older women and mental
Gallagher, D., & Thompson, L.W. (1983). health. In A.U. Rickel, M. Gerrard, & I.
Garland, R.J., & Dougher, M.J. (1991). Mo-
Cognitive therapy for depression in the Iscoe (Eds.), Social and psychological prob-
tivational interviewing in the treatment lems of women: Prevention and crisis inter-
elderly. A promising model for treat- of sex offertders. In W.R. Miller & S. vention. Washington, DC: Hemisphere.
ment and research. In L.D. Breslau & Rollnick (Eds.), Motivating interviewing:
M.R. Haug (Eds.), Depression and aging: Gauthier, Y., Fortin, C., Drapeau, P., Bre-
Preparing people to change addictive behav-
Causes, care and consequences. New York: ton, J., Gosselin, J., Quintal, L., Weisna-
ior (pp. 303-313). New York: Guilford.
gel, J., & Lamarre, A. (1978). Follow-
Springer.
Garner, D.M., & Wooley, S.C. (1991). Con- up study of 35 asthmatic preschool
Gallagher, D., Breckenridge, J.N., Thomp- fronting the failure of behavioral and children. Journal of the American Acad-
son, L.W., Dessonville, C., & Amaral, P. dietary treatments of obesity. Clinical emy of Child Psychiatry, 17, 679-694.
(1982). Similarities and differences be- Psychology Review, 11, 729-780. Gauthier, Y., Fortin, C., Drapeau, P., Bre-
tween normal grief and depression in Garner, D.M., Garfinkel, P.E., Schwartz, ton, J., Gosselin, J., Quintal, L., Weis-
older adults. Essence, 5, 127-140. D., & Thompson, M. (1980). Cultural ex- nagel, J., Tetreault, L., & Pinard, G.
Gallagher-Thompson, D., & Thompson, pectation of thinness in women. Psycho- (1977). The mother-child relationship
L.W. (1995a). Efficacy of psychothera- logical Reports, 47, 483-491. and the development of autonomy and
peutic interventions with older adults. self-assertion in young (14-30 months)
Garner, D.M., Olmsted, M.P., & Polivy, J.
The Clinical Psychologist, 48, 24-30. asthmatic children. Journal of the Ameri-
(1981). The Eating Disorder Inventory:
can Academy of Child Psychiatry, 16,
Gallagher-Thompson, D., & Thompson, A measure of cognitive-behavioral di-
109-131.
L.W. (1995b). Psychotherapy with older mensions of anorexia nervosa and bu-
Gebhard, P.H., Gagnon, J.H., Pomeroy,
adults in theory and practice. In B. Bon- limia. In P.L. Darby, P.E. Garfinkel, D.M.
W.B., & Christenson, C.V. (1965). Sex of-
gar & L.E. Beutler (Eds.), Comprehensive Garner, & D.V. Coscina (Eds.), Anorexia fenders. New York: Harper & Row.
textbook of psychotherapy: Theory and nervosa: Recent developments in research.
practice (pp. 359-379). New York: Ox- Geer, J.H., Davison, G.C., & Gatchel, R.I.
New York: Liss.
(1970). Reduction of stress in humans
ford University Press. Garner, D.M., Olmsted, M.P., & Polivy, J. through nonveridical perceived control
Gann, M.K. (1995). Challenging personal- (1983). Development and validation of a of aversive stimulation. Journal of Per-
ity testing: 2. The Rorschach and other multi-dimensional eating disorder in- sonality and Social Psychology, 16, 731-
projective methods. In J. Ziskin (Ed.), ventory for anorexia nervosa and bu- 738.
Coping with psychiatric and psychological limia. International Journal of Eating Dis- Geer, J.H., Heiman, J., & Leitenberg, H.
testimony. Los Angeles: Law & Psychol- orders, 2, 15-34. (1984). Human sexuality. Englewood
ogy Press. Garner, D.M., Rockert, W., Davis, R., Gar- Cliffs, NJ: Prentice-Hall. ‘
Garber, J., Kriss, M.R., Koch, M., & Lind- ner, M.V., Olmsted, M.P., & Eagle, M. Gelernter, C.S., Uhde, T.W., Cimbolic, P.,
holm, L. (1988). Recurrent depression in (1993). Comparison between cognitive- Arnkoff, D.B., Vittone, B.J., et al. (1991).
adolescents: A follow-up study. Journal behavioral and supportive-expressive Cognitive behavioral and pharmacolog-
R-22 √√ KAYNAKLAR

ical treatments of social phobia: A con- test of the health belief model. AIDS Ed- past and present cases. Journal of Ner-
trolled study. Archives of General Psychia- ucation and Prevention, 6, 1 -11. vous and Mental Disease, 181, 595-600.
try, 48, 938-945. Gilbert, F.S. (1991). Development of a Goldberg, E.M., & Morrison, S.L. (1963).
Gendlin, E.T. (1962). Experiencing and the “steps questionnaire.” Journal of Studies Schizophrenia and social class. British
creation of meaning: A philosophical and on Alcohol, 52, 353-360. Journal of Psychiatry, 109, 785 -802.
psychological approach to the subject. New Gilboy, J.A., & Schmidt, J.R. (1971). “Vol- Goldbloom, D.S., Garfinkel, P.E., & Shaw,
York: Free Press. untary” hospitalization of the mentally
B. F. (1991). Biochemical aspects of bu-
General Register Office. (1968). A glossary ill. Northwestern University Law Review,
limia nervosa. Journal of Psychosomatic
of mental disorders. London: Author. 66, 429-439.
Research, 35, 11-22.
George, L.K. (1980). Role transitions in later Gillberg, C. (1991). Outcome in autism
life. Monterey, CA: Brooks/Cole. Golden, C.J. (1981a). The Luria-Nebraska
and autistic-like conditions. Journal of
Children’s Battery: Theory and formu-
George, L.K. (1994). Social factors and de- the American Academy of Child and Ado-
lation. In G.W. Hynd & J.E. Obrzut
pression in late life. In L.S. Schneider, lescent Psychiatry, 30, 375-382.
C.F. Reynolds, III, B.D. Lebowitz, & A.J. (Eds.), Neuropsychological assessment and
Gillberg, C., & Steffenburg, S. (1987). Out-
Friedhoff (Eds.), Diagnosis and treatment the school-age child: Issues and procedures.
come and prognostic factors in infantile
of depression in late life (pp. 131-153). New York: Grune & Stratton.
autism and similar conditions: A popu-
Washington, DC: American Psychiatric lation-based study of 46 cases followed Golden, C.J. (1981). A standardized ver-
Press. sion of Luria’s neuropsychological tests:
through puberty. Journal of Autism and
George, L.K., & Weiler, S.J. (1981). Sexual- Developmental Disorders, 17, 273-287. A quantitative and qualitative approach
ity in middle and late life: The effects of to neuropsychological evaluation. In
Gillberg, C., & Svendsen, P. (1983). Child-
age, cohort, and gender. Archives of Gen- S.B. Filskov & T.J. Boil (Eds.), Handbook
hood psychosis and computed tomo-
eral Psychiatry, 38, 919 -923. of clinical neuropsychology. New York:
graphic brain scan findings. Journal of
George, L.K., Landoman, R., Blazer, D.G., Autism and Developmental Disorders, 13, Wiley.
& Anthony, J.C. (1991). Cognitive im- 19-32. Golden, C.J., Hammeke, T., & Purisch, A.
pairment. In L.N. Robins & D.A. Regier (1978). Diagnostic validity of a stan-
Ginsburg, A.B., & Goldstein, S.G. (1974).
(Eds.), Psychiatric disorders in America. dardized neuropsychological battery
Age bias in referral to psychological
New York: Free Press. derived from Luria’s neuropsychologi-
consultation. Journal of Gerontology, 29,
Gerber, L.M. (1983). Ethnicity still matters: cal test. Journal of Consulting and Clinical
410-415.
Socio-demographic profiles of the eth- Psychology, 46, 1258-1265.
nic elderly in Ontario. Canadian Ethnic Ginzburg, H.M. (1986). Naltrexone: Its
clinical utility. In B. Stimmel (Ed.), Ad- Goldfried, M.R. (1971). Systematic de-
Studies, 15, 60-80.
vances in alcohol and substance abuse (pp. sensitization as training in self-control.
Gergen, K.J. (1982). Toward transformation
83-101). New York: Haworth. Journal of Consulting and Clinical Psychol-
in social knowledge. New York: Plenum.
Gitlin, M.J. (1993). Pharmacotherapy ogy, 37, 228-234.
Gerin, W., Rosofsky, M., Pieper, C., &
of personality disorders: Conceptual Goldfried, M.R. (1980). Toward the delin-
Pickering, T.G. (1994). A test of general-
framework and clinical strategies. Jour- eation of therapeutic change principles.
izability of cardiovascular reactivity us-
ing a controlled ambulatory procedure.
nal of Clinical Psychopharmacology, 13, American Psychologist, 35, 991-999.
343 -353. Goldfried, M.R. (1991). Research issues in
Psychosomatic Medicine, 56, 360-368.
Gershon, E.S. (1990). Genetics. In F.K. Gittelman, R., Abikoff, H., Pollack, E., psychotherapy integration. Journal of
Goodwin & K.R. Jamison (Eds.), Manic Klein, D., Katz, F., & Mattes, J. (1980). A Psychotherapy Integration, 1, 5-25.
depressive illness. New York: Oxford Uni- controlled trial of behavior modification
Goldfried, M.R., & D’Zurillia, T.J. (1969).
versity Press. and methylphenidate in hyperactive
A behavioral-analytic model for assess-
children. In C. Whalen & B. Henker
Gesten, E.L., & Jason, L.A. (1987). Social ing competence. In C.D. Speilberger
(Eds.), Hyperactive children: The social
and community interventions. Annual (Ed.), Current topics in clinical and com-
ecology of identification and treatment (pp.
Review of Psychology, 38, 427-460. munity psychology (Vol. 1). New York:
221-246). New York: Academic Press.
Ghoneim, M.M., & Mewaldt, S.P. (1990). Academic Press.
Gittelman, R., Mannuzza, S., Shenker, R.,
Benzodiazepines and human memory: Goldfried, M.R., & Davison, G.C. (1994).
A review. Anesthesiology, 72, 926-938. & Bonagura, N. (1985). Hyperactive
Clinical behavior therapy. Expanded edi-
boys almost grown up. Archives of Gen-
Gibbons, D.C. (1975). Delinquent behavior. tion. New York: Wiley.
eral Psychiatry, 42, 937-947.
Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. Goldfried, M.R., Greenberg, L.S., & Mar-
Gladue, B.A. (1985). Neuroendocrine re-
Gibbs, J.T. (1980). The interpersonal orien- mar, C. (1990). Individual psychother-
sponse to estrogen and sexual orienta-
tation in mental health consultation: apy: Process and outcome. Annual Re-
tion. Science, 230, 961.
Toward a model of ethnic variations in view of Psychology, 41, 659- 688.
consultation. American Journal of Or- Gleaves, D.H., & Eberenz, K.R (1994). Sex-
ual abuse histories among treatment-re- Goldfried, M.R., Padawer, W., & Robins,
thopsychiatry, 45, 430-445.
sistant bulimia nervosa patients. Inter- C. (1984). Social anxiety and the seman-
Gibson, D., & Harris, A. (1988). Aggre-
gated early intervention effects for national Journal of Eating Disorders, 15, tic structure of heterosocial interactions.
Down’s syndrome persons: Patterning 227-231. Journal of Abnormal Psychology, 93, 87-
and longevity of benefits. Journal of Gleick, J. (1987). Chaos: Making a new sci- 97.
Mental Deficiency Research, 32, 1-17. ence. New York: Penguin Books. Golding, J.M., Smith, G.R., & Kashner,
Gielen, A.C., Faden, R.R., O’Campo, Goff, D.C., & Simms, C.A. (1993). Has T.M. (1991). Does somatization disorder
P., Kass, N., & Anderson, J. (1994). multiple personality disorder remained occur in men? Clinical characteristics of
Women’s protective sexual behaviors: A consistent over time? A comparison of women and men with unexplained so-
KAYNAKLAR R-23
√√

matic symptoms. Archives of General parents. Archives of General Psychiatry, Nelson (Ed.), Threats to optimal develop-
Psychiatry, 48, 231-235. 128, 239-243. ment. Hillside, NJ: Erlbaum.
Goldmeier, J. (1988). Pets or people: An- Goodwin, F., & Jamison, K. (1990). Manic- Gottesman, I.I., McGuffin, P., & Farmer,
other research note. The Gerontologist, A.E. (1987). Clinical genetics as clues to
depressive illness. New York: Oxford Uni-
26, 203-206. the “real” genetics of schizophrenia.
versity Press.
Goldstein, A. (1994). Addiction: From biol- Schizophrenia Bulletin, 13, 23-47.
ogy to drug policy. New York: W.H. Free- Gorenstein, E.E. (1991). A cognitive per-
spective on antisocial personality. In Gottlieb, J. (1990). Mainstreaming and
man.
quality education. American Journal on
Goldstein, A.J., & Chambless, D.L. (1978). P.A. Magaro (Ed.), Cognitive bases of
Mental Retardation, 95, 16.
A reanalysis of agoraphobic behavior. mental disorders. Newbury Park, CA:
Behavior Therapy, 9, 47-59. Sage. Gottman, J.M. (1979). Marital interaction:
Experimental investigations. New York:
Goldstein, M.J., & Rodnick, E. (1975). The Gorenstein, E.E., & Newman, J.P. (1980).
Academic Press.
family’s contribution to the etiology of Disinhibitory psychopathology: A new
schizophrenia: Current status. Schizo- Gottman, J.M., Notarius, C., Gonso, J., &
perspective and a model for research.
phrenia Bulletin, 14, 48-63. Markman, H. (1976). A couple’s guide to
Psychological Review, 87, 301-315. communication. Champaign, IL.: Re-
Goldstein, R.B., Weissman, MM., Adams,
P.B., Horwath, E., Lish, J.D., et al. (1994). Gorman, J.M. (1994). New and experimen- search Press.
Psychiatric disorders in relatives of tal pharmacological treatments for Gottman, J.M., & Krokoff, L.J. (1989). Mar-
probands with panic disorder or major panic disorder. In B.E. Wolfe & J.D. ital interaction and satisfaction: A longi-
depression. Archives of General Psychia- Maser (Eds.), Treatment of panic disorder: tudinal view, journal of Consulting and
try, 51, 383-394. A consensus development conference (pp. Clinical Psychology, 57, 47-52.
Goldstein, S.E., & Birnbom, F. (1976). 83 - 90). Washington, DC: American Gould, M.S., Wallenstein, S., & Kleinman,
Hypochondriasis and the elderly. Jour- Psychiatric Press. M.H. (1990). Time-space clustering of
nal of the American Geriatrics Society, 24, teenage suicide. American journal of Epi-
150-154. Gorman, J.M., Fyer, M.R., Goetz, R., Aska-
demiology, 131, 71 -78.
nazi, J., Leibowitz, M.R., Fyer, A.J., Kin-
Goleman, D. (1995). Emotional intelligence. Gove, W.R. (1970). Societal reaction as an
New York: Bantam. ney, J., & Klein, D.F. (1988). Ventila-
explanation of mental illness: An evalu-
tory physiology of patients with panic
Gomez, F.C., Piedmont, R.L., & Fleming, ation. American Sociological Review, 35,
M.Z. (1992). Factor analysis of the Span- disorder. Archives of General Psychiatry,
873 - 884.
ish version of the WAIS: The Escala de 45, 53-60.
Gove, W.R., & Fain, T. (1973). The stigma
Inteligencia Wechsler para Adultos Gotesdam, K.G., & Agras, W.S. (1995).
of mental hospitalization. Archives of
(EIWA). Psychological Assessment, 4, General population-based epidemiolog-
317-321. General Psychiatry, 28, 494-500.
ical survey of eating disorders in Nor-
Goodenow, C., Reisine, S.T., & Grady, K.E. Goyer, P., Andreason, P.J., Semple, W.E.,
way. International journal of Eating Disor- Clayton, A.H., et al. (1994). Positron-
(1989). Quality of social support and as-
ders, 18, 119-126. emission tomography and personality
sociated social and psychological func-
tions in women with rheumatoid arthri- Gotlib, l.H. (1982). Self-reinforcement and disorders. Neuropsychopharıacology, 10,
tis. Health Psychology, 9, 266-284. depression in interpersonal interaction: 21-28.
Goodman, L.A., Koss, M.P., Fitzgerald, The role of performance level, journal of Goyette, C.H., & Conners, C.K. (1977).
L.F., Russo, N.F., et al (1993). Male vio- Abnormal Psychology, 93, 19 - 30. Food additives and hyperkinesis. Paper
lence against women: Current research presented at the 85th Annual Conven-
Gotlib, l.H., & Asarnow, R.F. (1979). Inter-
and future directions. American Psychol- tion of the American Psychological As-
personal and impersonal problem-solv-
ogist, 48, 1054-1058. sociation.
ing skills in mildly and clinically de-
Goodman, R., & Stevenson, J. (1989). A Graham, J.R. (1988). Establishing validity of
twin study of hyperactivity: 2. The aetio- pressed students. Journal of Consulting
the revised form of the MMPl. Sympo-
logical role of genes, family relation- and Clinical Psychology, 47, 86-95.
sium presentation at the 96th Annual
ships, and perinatal adversity, journal of Gotlib, I.H., Lewinsohn, P.M., Seeley, J.R., Convention of the American Psycholog-
Child Psychology and Psychiatry, 30, Rohde, P., & Rednew, J.E. (1993). Nega- ical Association, Atlanta.
691-709.
tive cognitions and attributional style in Graham, J.R. (1990). MMPI-2: Assessing
Goodwin, D.W. (1979). Alcoholism and depressed adolescents: An examination personality and psychopathology. New
heredity: A review and hypothesis.
of stability and specificity. Journal of Ab- York: Oxford University Press.
Archives of General Psychiatry, 36, 57-
normal Psychology. 102, 607-615. Graham, J.W., Johnson, C.A., Hansen,
61.
Goodwin, D.W. (1982). Substance induced Gotlib, l.H., ‘ & Robinson, L.A. (1982). Re- W.B., Flay, B.R., & Gee, M. (1990). Drug
and substance use disorders: Alcohol. sponses to depressed individuals: Dis- use prevention programs, gender, and
In J.H. Griest, I.W. Jefferson, & R.L crepancies between self-report and ob- ethnicity: Evaluation of three seventh-
Spitzer (Eds.), Treatment of mental disor- server-rated behavior. Journal of grade Project SMART cohorts. Preven-
ders. New York: Oxford University tive Medicine, 19, 305-313.
Abnormal Psychology, 91, 231-240.
Press. Graham, P.J., Rutter, M.L., Yule, W., &
Gottesman, I., & Shields, J. (1972). Schizo-
Goodwin, D.W., & Guze, S.B. (1984). Psy- Pless, I.B. (1967). Childhood asthma: A
phrenia and genetics: A twin study vantage
chiatric diagnosis (3rd ed.). New York: psychosomatic disorder? Some epi-
Oxford University Press. point. New York: Academic Press. demiological considerations. British
Goodwin, D.W., Schulsinger, F., Hermansen, Gottesman, I.I., & Goldsmith, H.H. (1994). Journal of Preventive Medicine, 21, 78-
L., Guze, S.B., & Winokur, G.A. Developmental psychopathology of an- 85.
(1973). Alcohol problems in adoptees tisocial behavior: Inserting genes into Gralnick, A. (1986). Future of the chronic
raised apart from alcoholic biological its ontogenesis and epigenesis. In C.A. schizophrenic patient: Prediction and
R-24 √√ KAYNAKLAR

recommendation. American journal of lies in an acute care setting. Hospital and eration. Journal of the American Medical
Psychotherapy, 40, 419-429. Community Psychiatry, 39, 277-281. Association, 273, 1875-1876.
Grandin, T. (1986). Emergence: Labeled Greenberg, L.S., & Johnson, S.M. (1988). Grisso, T. (1986). Evaluating competencies:
autistic. Novato, CA: Arena Press. Curative principles in marital therapy: Forensic assessments and instruments.
Grandin, T. (1995). Thinking in pictures. A response to Wile. Journal of Family New York: Plenum.
New York: Doubleday. Psychology, 2, 28-31. Grisso, T., & Appelbaum, P.S. (1991). Men-
Gratzer, T., & Bradford, J.M.W. (1995). Of- tally ill and non-mentally ill patients’
Greenberg, L.S., & Johnson, S.M. (1988).
fender and offense characteristics of abilities to understand informed con-
Emotionally focussed couples therapy. New
sexual sadists: A comparative study. jour- sent disclosures for medication: Prelimi-
York: Guilford.
nal of Forensic Sciences, 40, 450-455. nary data. Law and Human Behavior, 15,
Greenberg, L.S., & Rice, L.N. (1981). The 377-388.
Gray, E.B. (1983). Final report: Collaborative specific effects of a gestalt intervention. Grisso, T., & Appelbaum, P.S. (1992). Is it
research of community and minority group Psychotherapy: Theo- unethical to offer predictions of future
action to prevent child abuse and neglect:
ry, Research, and Prac- violence? Law and Human Behavior, 36,
Vol. 3. Public awareness and education us-
tice, 18, 31-37. 621-633.
ing the creative arts. Chicago: National
Committee for Prevention of Child Greenberg, L.S., & Safran, J. (1984). Inte- Grisso, T., & Appelbaum, P.S. (1995). The
Abuse. grating affect and cognition: A perspec- MacArthur Treatment Competence
tive on the process of therapeutic Study: 3. Abilities of patients to consent
Green, R. (1969). Mythological, historical
change. Cognitive Therapy and Research, to psychiatric and medical treatments.
and cross-cultural aspects of transsexu-
8, 559-578. Law and Human Behavior, 19, 149-174.
alism. In R. Green & J. Money (Eds.),
Transsexualism and sex reassignment. Bal- Greenblatt, M., Solomon, M.H., Evans, Gross, M.D. (1984). Effects of sucrose on
timore: Johns Hopkins University Press. A.S., & Brooks, G.W. (Eds.). (1965). hyperkinetic children. Pediatrics, 74, 876
- 878.
Green, R. (1974). Sexual identity conflict in Drugs and social therapy in chronic schizo-
children and adults. New York: Basic phrenia. Springfield, IL: Charles C. Grosz, H.J., & Zimmerman, J. (1970). A
Books. Thomas. second detailed case study of functional
blindness: Further demonstration of the
Green, R. (1976). One hundred ten femi- Greene, B.A. (1985). Considerations in the contribution of objective psychological
nine and masculine boys: Behavioral treatment of black patients by white laboratory data. Behavior Therapy, 3, 115-
contrasts and demographic similarities. therapists. Psychotherapy, 22, 115-122. 123.
Archives of Sexual Behavior, 5, 425-446.
Greene, B.L. (1960). Marital disharmony: Groth, N.A., & Burgess, A.W. (1977). Sex-
Green, R. (1985). Gender identity in child- Concurrent analysis of husband and ual dysfunction during rape. New Eng-
hood and later sexual orientation: Fol- wife. Diseases of the Nervous System, 21, land journal of Medicine, 297, 764-766.
low-up of 78 males. American Journal of 1-6. Groth, N.A., Hobson, W.F., & Guy, T.S.
Psychiatry, 342, 339-341.
Greer, S., Morris, T., & Pettigale, K.W. (1982). The child molester: Clinical ob-
Green, R. (1987). The “sissy boy syndrome” servations. In J. Conte & D.A. Shore
(1979). Psychological response to breast
and the development of homosexuality. (Eds.), Social work and child sexual abuse.
cancer: Effect on outcome. Lancet, 2, 785-
New Haven: Yale University Press. New York: Haworth.
787.
Green, R. (1992). Sexual science and the law. Grove, W.R., Eckert, E.D., Heston, L.,
Gregerson, H.B., & Sailer, L. (1993). Chaos
Cambridge, MA: Harvard University Bouchard, T., et al. (1990). Heritability
Press. theory and its implications for social
of substance abuse and antisocial be-
science. Human Relations, 46, 777-802.
Green, R., & Blanchard, R. (1995). Gender havior in monozygotic twins reared
identity disorders. In H.I. Kaplan & B.J. Grigorenko, E.L., Wood, F.B., Meyer, M.S., apart. Biological Psychiatry, 27, 1293-
Sadock (Eds.), Comprehensive textbook of Hart, L.A., Speed, W.C., Shuster, A., & 1304.
psychiatry, (pp. 1347-1360). Baltimore, Pauls, D.L. (in press). Susceptibility loci Grych, J.H., & Fincham, F.D. (1990). Mari-
MD: Williams & Wilkins. for distinct components of developmen- tal conflict and children’s adjustment: A
Green, R., & Fleming, D.T. (1990). Trans- tal dyslexia on chromosome 6 and 15. cognitive-contextual framework. Psy-
sexual surgery follow-up: Status in the American journal of Human Genetics. chological Bulletin, 108, 267-290.
1990s. In J. Bancroft, C. Davis, & D. Grilo, C.M., Shiftman, S., & Carter-Camp- Guerra, N., & Slaby, R. (1990). Cognitive
Weinstein (Eds.), Annual review of sex re- bell, J.T. (1994). Binge eating ante- mediators of aggression in adolescent
search (pp. 163-174). cedents in normal weight nonpurging offenders: 2. Intervention. Developmental
Green, R., & Money, J. (1969). Transsexual- females: Is there consistency? Interna- Psychology, 26, 269-277.
ism and sex reassignment. Baltimore: tional journal of Eating Disorders, 16, Guidano, V.F., & Liotti, G. (1983). Cognitive
Johns Hopkins University Press. 239-249. processes and emotional disorders. New
Greenberg, J. (1996, August 21). Teen drug York: Guilford.
Grings, W.W., & Dawson, M.E. (1978).
use has doubled in 4 years, U.S. says. Emotions and bodily responses: A psy- Gunderson, J.G., Kolb, J.E., & Austin, V.
Los Angeles Times, pp. Al, A17. chophysiological approach. New York: (1981). The diagnostic interview for bor-
Greenberg, L., Elliott, R., & Lietaer, G. Academic Press. derline patients. American Journal of Psy-
(1994). Research on experiential thera- chiatry, 138, 896-903.
Grinker, R.R., & Spiegel, J.P. (1944). Man-
pies. In A.E. Bergin & S.L. Garfield Gunn, J. (1993). Castration is not the an-
agement of neuropsychiatry casualties in
(Eds.), Handbook of psychotherapy and be- swer. British Medical Journal, 307, 790-
the zone of combat: Manual of military neu-
havior change (pp. 509-539). New York: 791.
ropsychiatry. Philadelphia: W.B. Saun-
Wiley. Gur, R.E., & Pearlson, G.D. (1993). Neu-
ders.
Greenberg, L., Fine, S.B., Cohen, C., Lar- roimaging in schizophrenia research.
son, K., Michaelson-Baily, A., Rubinton, Grinker, R.R., & Spiegel, J.P. (1979). War Schizophrenia Bulletin, 19, 337-353.
P., & Glick, I D. (1988). An interdiscipli- neuroses. New York: Arno Press. Gurian, B., & Miner, J.H. (1991). Clinical
nary psychoeducation program for Grinspoon, L., & Bakalar, J.B. (1995). Mari- presentation of anxiety in the elderly. In
schizophrenic patients and their fami- juana as medicine: A plea for reconsid- C. Salzman & B.D. Lebowitz (Eds.),
KAYNAKLAR R-25
√√

Anxiety in the elderly. New York: (Eds.), Inside rational-emotive therapy. nile dementia. Journal of the American
Springer. New York: Academic Press. Geriatrics Society, 35, 405 -411.
Gurland, B. (1991). Epidemiology of psy- Haaga, D.A.F. (1989). Articulated Hall, C.S., Lindzey, G., Loehlin, J.C., &
chiatric disorders. In J. Sadavoy, L.W. thoughts and endorsement procedures Manosevitz, M. (1985). Introduction to
Lazarus, & L.F. Jarvik (Eds.), Compre- for cognitive assessment in the predic- theories of personality. New York: Wiley.
hensive review of geriatric psychiatry (pp. tion of smoking relapse. Psychological Hall, G.C., Hirschman, R., & Oliver, L.L.
25-40). Washington, DC: American Assessment: A Journal of Consulting and (1995). Sexual arousal and arousability
Psychiatric Press. Clinical Psychology, 1, 112-117. to pedophilic stimuli in a community
Gurland, B.J., & Cross, P.S. (1982). Epi- Haaga, D.A.F. (1990). Issues in relating sample of normal men. Behavior
demiology of psychopathology in old self-efficacy to smoking relapse: Impor- Therapy, 26, 681-694.
age. In L.F. Jarvik & G.W. Small (Eds.), tance of an “Achilles’ Heel” situation Hall, S.M., Munoz, R.F., & Reus, V.I.
Psychiatric Clinics of North America. and of prior quitting experience. Journal (1994). Cognitive-behavioral interven-
Philadelphia: Saunders. of Substance Abuse, 2, 191 -200. tion increases abstinence rates for de-
Gurman, A.S., & Kniskern, D.P. (1978). Re- Haaga, D.A.F., & Davison, G.C. (1991). pressive-history smokers. Journal of
search on marital and family therapy: Consulting and Clinical Psychology, 62,
Cognitive change methods. In F.H. Kan-
Progress, perspective, and prospect. In 141-146.
fer & A.P. Goldstein (Eds.), Helping peo-
S.L. Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Hand-
ple change: A textbook of methods (4th ed.). Hall, S.M., Munoz, R.F., Reus, V.I., Sees,
book of psychotherapy and behavior change:
Elmsford, NY: Pergamon. K.L., Duncan, C., Humfleet, G.L., &
An empirical analysis (2nd ed.). New
Haaga, D.A.F., & Davison, G.C. (1992). Hartz, D.T. (1996). Mood management
York: Wiley.
Disappearing differences do not always and nicotine gum in smoking treat-
Gurman, A.S., & Kniskern, D.P. (1981). ment: A therapeutic contract and
reflect healthy integration: An analysis
Family therapy outcome research: placebo-controlled study. Journal of Con-
Knowns and unknowns. In A.S. Gur- of cognitive therapy and rational-emotive
therapy. Journal of Psychotherapy In- sulting and Clinical Psychology, 64, 1003-
man & D.P. Kniskern (Eds.), Handbook of 1009.
family therapy. New York: tegration, 2, 287-303.
Halleck, S.L. (1971). The politics of therapy.
Brunner/Mazel. Haaga, D.A.F., Dyck, M.J., & Ernst, D.
New York: Science House.
Gurman, A.S., Kniskern, D.P, & Pinsoff, (1991). Empirical status of cognitive the-
ory of depression. Psychological Bulletin, Hamilton, E.W., & Abramson, L.Y. (1983).
W.M. (1986). Research on the process
110, 215-236. Cognitive patterns and major depres-
and outcome of marital and family ther-
sive disorder: A longitudinal study in a
apy. In S.L. Garfield & A.E. Bergin Haas, G.L., Glick, I.D., Clarkin, J.F.,
hospital setting. Journal of Abnormal Psy-
(Eds.), Handbook of psychotherapy and be- Spencer, J.H., & Lewis, A.B. (1990).
chology, 92, 173-184.
havior change (3rd ed.). New York: Wi- Gender and schizophrenia outcome:
ley. A clinical trial of an outpatient inter- Hammen, C., & Compas, B.E. (1994). Un-
vention. Schizophrenia Bulletin, 16, 277- masking unmasked depression in chil-
Gustafson, Y., Berggren, D., Bucht, B.,
dren and adolescents: The problem of
Norberf, A., Hansson, L.I., & Winblad, 292.
comorbidity. Clinical Psychology Review,
B. (1988). Acute confusional states in el- Hafner, R.J. (1982). Marital interaction in 14, 585-603.
derly patients treated for femoral neck persisting obsessive-compulsive disor-
fracture. Journal of the American Geri- Hammen, C.L. (1980). Depression in col-
ders. Australian and New Zealand Journal
atrics Society, 36, 525-530. lege students: Beyond the Beck Depres-
of Psychiatry, 16, 171-178.
Guze, S B. (1967). The diagnosis of hyste- sion Inventory. Journal of Consulting and
Hafner, R.J., Gilchrist, P., Bowling, J., & Clinical Psychology, 48, 126-128.
ria: What are we trying to do? American Kalucy, R. (1981). The treatment of ob-
journal of Psychiatry, 124, 491-498. Hammen, C.L. (1991). Generation of stress
sessional neurosis in a family setting.
Guze, S.B. (1993). Genetics of Briquet’s in the course of unipolar depression.
Australian and New Zealand journal of Journal of Abnormal Psychology, 100,
syndrome and somatization disorder: A Psychiatry, 15, 145-151.
review of family, adoption, and twin 555-561.
Hagerman, R.J. (1995). Molecular and Hammen, C.L., & Cochran, S.D. (1981).
studies. Annals of Clinical Psychiatry, 5,
clinical correlations in Fragile X syn- Cognitive correlates of life stress and
225-230.
drome. Mental Retardation and Develop- depression in college students. Journal
Gwynther, L.P., & George, L.K. (1986). mental Disabilities Research Reviews, 1,
Caregivers for dementia patients: Com- of Abnormal Psychology, 90, 23- 27.
276-280.
plex determinants of well-being and Hampe, E., Noble, H., Miller, L.C., & Bar-
burden. The Gerontologist, 26, 245-247. Hahlweg, K., & Markman, H.J. (1988). The rett, C.L. (1973). Phobic children one
effectiveness of behavioral marital ther- and two years posttreatment. Journal of
Haaga, D.A. (1987a). Smoking schemata re-
apy: Empirical status of behavioral Abnormal Psychology, 82, 446-453.
vealed in articulated thoughts predict early
techniques in preventing and alleviat- Hannappel, M., Calsyn, R.J., & Allen, G.
relapse from smoking cessation. Paper pre-
ing marital distress. Journal of Consulting (1993). Does social support alleviate the
sented at the 21st Annual Convention of
and Clinical Psychology, 56, 440-447. depression of caregivers of dementia
the Association for Advancement of Be-
havior Therapy, Boston. Hale, A.S. (1993). New antidepressants: patients? Journal of Gerontological Social
Haaga, D.A. (1987b). Treatment of the Use in high-risk patients. Journal of Clin- Work, 20, 35-51.
type A behavior pattern. Clinical Psy- ical Psychiatry, 54, 61 -70. Hansen, W.B. (1992). School-based sub-
chology Review, 7, 557-574. Haley, S.A. (1978). Treatment implications stance abuse prevention: A review of
Haaga, D.A. (1988). Cognitive aspects of the of post-combat stress response syn- the state of the art in curriculum, 1980-
relapse prevention model in the prediction dromes for mental health professionals. 1990. Health Education Research:
of smoking relapse. Paper presented at In C.R. Figley (Ed.), Stress disorders Theory and Practice, 7, 403-430.
the 22nd Annual Convention of the As- among Vietnam veterans. New York: Hansen, W.B. (1993). School-based alcohol
sociation for Advancement of Behavior Brunner/Mazel. prevention programs. Alcohol Health and
Therapy, New York. Haley, W.E., Levine, E.G., Brown, S.L., Research World, 18, 62-66.
Haaga, D.A., & Davison, G.C. (1989). Out- Berry, J.W., & Hughes, G.H. (1987). Psy- Hansen, W.B., & Graham, J.W. (1991). Pre-
come studies of rational-emotive ther- chological, social, and health conse- venting alcohol, marijuana, and ciga-
apy. In M.E. Bernard & R. DiGiuseppe quences of caring for a relative with se- rette use among adolescents: Peer pres-
R-26 √√ KAYNAKLAR

sure resistance training versus choanalytical theories (Vol. 1). Hillsdale, Cognitive and behavioral perspectives.
establishing conservative norms. Pre- NJ: Analytical Press. New York: Guilford.
ventive Medicine, 20, 414-430. Hartmann, H. (1958). Ego psychology and Haynes, S.N., & Horn, W.F. (1982). Reac-
Hansen, W.B., Johnson, C.A., Flay, B.R., the problem of adaptation. New York: In- tivity in behavioral observation: A re-
Graham, J.W., & Sobel, J. (1988). Affec- ternational Universities Press. view. Behavioral Assessment, 4, 369-385.
tive and social influence approaches to Harvard Mental Health Letter. (1995). Hazelrigg, M.D., Cooper, H.M., & Bor-
the prevention of multiple substance Schizophrenia update, Pt. 2. Harvard duin, C.M. (1987). Evaluating the effec-
abuse among seventh grade students. Mental Health Letter, 12, 1-5. tiveness of family therapies: An integra-
Preventive Medicine, 17, 135-154. tive review and analysis. Psychological
Harvard Mental Health Letter. (1996a).
Hanusa, B.H., & Schulz, R. (1977). Attri- Bulletin, 101, 428-442.
Pt. 1. Harvard Mental Health Letter, 13,
butional mediators of learned helpless- Healy, M. (1994, January 8). Science of
1-4.
ness. Journal of Personality and Social Psy- power and weakness. Los Angeles Times,
chology, 35, 602-611. Harvard Mental Health Letter. (1994a, July).
Borderline personality—Part III, pp. A1, A12.
Haracz, J.L. (1982). The dopamine hypoth-
11, 1-3. Heatherton, T.F., & Baumeister, R.F.
esis: An overview of studies with schiz-
(1991). Binge eating as escape from self-
ophrenic patients. Schizophrenia Bulletin, Harvard Mental Health Letter. (1994b,
awareness. Psychological Bulletin, 110,
8, 438-469. July). Borderline personality—Part I
86-108.
Hardy, B.W., & Waller, D.A. (1988). Bu- and II, Special Supplement, 22, 1-3.
Heatherton, T.F., Herman, C.P., & Polivy,
limia as substance abuse. In W.G. John- Harvard Mental Health Letter. (1995, July).
J. (1991). Effects of physical threat and
son (Ed.), Advances in eating disorders. Schizophrenia update—Part II, 22, 1-5.
ego threat on eating behavior. Journal of
New York: JAI. Harvard Mental Health Letter. (1996a, Au- Personality and Social Psychology, 60,
Hardy, J. (1993). Genetic mistakes point gust). Treatment of alcoholism—Part I, 138-143.”
the way to Alzheimer’s disease. Journal 23, 1-4.
Heatherton, T.F., Nichols, P., Mahamedi,
of NIH Research, 5, 46-49. Harvard Mental Health Letter. (1996b, F., & Keel, P. (1995). Body weight, diet-
Hardy, K.V., & Laszloffy, T.A. (1995). Ther- February). Personality disorders: The ing, and eating disorder symptoms
apy with African Americans and the anxious cluster—Part 1, 22, 1-3. among college students, 1982 to 1992.
phenomenon of rage. In Session: Psy- American Journal of Psychiatry, 152,
Harvard Mental Health Letter. (1996c,
chotherapy in Practice, 1, 57-70. 1623-1630.
March). Personality disorders: The anx-
Hare, E. (1969). Triennial statistical report of ious cluster—Part II, 12, 1-3. Hechtman, L., Weiss, G., & Perlman, T.
the Royal Maudsley and Bethlem Hospitals. (1984). Hyperactives as young adults:
Hastrup, J.L., Light, K.C., & Obrist, P.A.
London: Bethlem and Maudsley Hospi- Past and current substance abuse and
(1982). Parental hypertension and car-
tals.
diovascular response to stress in antisocial behavior. American Journal of
Hare, R.D. (1978). Electrodermal and car- healthy young adults. Psychophysiology, Orthopsychiatry, 54, 415-425.
diovascular correlates of sociopathy. In 19, 615-622. Hecker, M.H.L., Chesney, M., Black, G.W.,
R.D. Hare & D. Schalling (Eds.), Psycho-
Hathaway, S.R., & McKinley, J.C. (1943). & Frautsch, N. (1988). Coronary-prone
pathic behaviour: Approaches to research.
MMPl manual. New York: Psychological behavior in the Western Collaborative
New York: Wiley.
Corporation. Group Study. Psychosomatic Medicine,
Hare, R.D., Harpur, T.J., Hakstian, R.A., 50, 153-164.
Forth, A.E., Hart, S.D., et al. (1990). The Hawton, K., Catalan, J., & Fagg, J. (1992).
Sex therapy for erectile dysfunction: Heidrich, S.M. (1993). The relationship be-
revised Psychopathy Checklist: Reliabil-
Characteristics of couples, treatment tween physical health and psychologi-
ity and factor structure. Psychological
outcome, and prognostic factors. cal well-being in elderly women: A de-
Assessment, 2, 338-341.
Archives of Sexual Behavior, 21, 161- velopmental perspective. Research in
Hare, R.D., Hart, S.D., & Harpur, T.J. Nursing and Health, 16, 123-130.
176.
(1991). Psychopathy and the DSM-IV
Hawton, K., Catalan, J., Martin, P., & Heilman, K.M., Voeller, K.K., & Nadeau,
criteria for antisocial personality disor-
der. Journal of Abnormal Psychology, Fagg, J. (1986). Long-term outcome of 5. E. (1991). A possible pathophysiologic
100, 391-398. sex therapy. Behaviour Research and Ther- substrate of attention deficit hyperactiv-
apy, 24, 665-675. ity disorder. Journal of Child Neurology,
Harpur, T.J., & Hare, R.D. (1990). Psy-
chopathy and attention. In J. Enns (Ed.), The Hay, D.P. (1991). Electroconvulsive ther- 6, S76-S81.
development of attention: Research and apy. In J. Sadavoy, L.W. Lazarus, & L.F. Heiman, J.R., & Verhulst, J. (1990). Sexual
theory. Amsterdam: New Holland. Jarvik (Eds.), Comprehensive review of dysfunction and marriage. In F.D. Fin-
Harris, M.J., & Jeste, D.V. (1988). Late-on- geriatric psychiatry (pp. 469-485). Wash- cham, & T.N. Bradbury (Eds.), The psy-
set schizophrenia: A review. Schizophre- ington, DC: American Psychiatric Press. chology of marriage: Basic issues and appli-
nia Bulletin, 14, 39-55. Hayashi, K., Toyama, B., & Quay, H.C. cations (pp. 299-322). New York:
Harrison, J., Chin, J., & Ficarrotto, T. (1976). Across-cultural study concerned Guilford.
(1989). Warning: Masculinity may be with differential behavioral classifica- Heiman, J.R., Rowland, D.L., Hatch, J.P.,
dangerous to your health. In M.S. Kim- tion: 1. The Behavior Checklist. Japanese & Gladue, B.A. (1991). Psychophysio-
mel & M.A. Messner (Eds.), Men’s lives Journal of Criminal Psychology, 2, 21- logical and endocrine responses to sex-
(pp. 296 - 309). New York: Macmillan. 28. ual arousal in women. Archives of Sexual
Hart, S.D., & Hare, R.D. (1989). Discrimi- Hayes, R.L., Halford, W.K., & Varghese, Behavior, 20, 171-186.
nant validity of the Psychopathy F.T. (1995). Social skills training with Heimberg, R.G., & Juster, H.R. (1994).
Checklist in a forensic psychiatric popu- chronic schizophrenic patients: Effects Treatment of social phobia in cognitive-
lation. Psychological Assessment, 1, 211- on negative symptoms and community behavioral groups. Journal of Clinical
218. functioning. Behavior Therapy, 26, 433- Psychiatry, 55, 38-46.
Hartley, D.E., & Strupp, H.H. (1983). The 449. Heimberg, R.G., Salzman, D.G., Holt, C.S.,
therapeutic alliance: Its relationship to Hayes, S.C. (1987). A contextual approach & Blendell, K. (1993). Cognitive behav-
outcome in brief psychotherapy. In J. to therapeutic change. In N.S. Jacobson ioral group treatment for social phobia:
Masling (Ed.), Empirical studies of psy- (Ed.), Psychotherapists in clinical practice: Effectiveness at five-year follow-up.
KAYNAKLAR R-27
√√

Cognitive Therapy and Research, 17, 325- and eating. Journal of Abnormal Psychol- relationship of marital adjustment to
339. ogy, 96, 264-269. agoraphobia treatment outcome. Behav-
Heller, J. (1966). Something happened. New Hersen, M., & Barlow, D.H. (1976). Single iour Research and Therapy, 24, 107-115.
York: Knopf. case experimental designs: Strategies for Hinshaw, S.P. (1987). On the distinction
Heller, K.A., Holtzman, W.H., & Messick, studying behavior change. New York: between attentional deficits/hyperac-
S. (Eds.). (1982). Placing children in spe- Pergamon. tivity and conduct problems/aggres-
cial education: A strategy for equity. Wash- Hersen, M., & Van Hasselt, V.B. (1992). Be- sion in child psychopathology. Psycho-
ington, DC: National Academy Press. havioral assessment and treatment of logical Bulletin, 101, 443-463.
Helzer, J.E., Burnam, A., & McEvoy, L.T. anxiety in older adults. Clinical Psychol- Hinshaw, S.P. (1991). Stimulant medica-
(1991). Alcohol abuse and dependence. ogy Review, 12, 619-640. tion and the treatment of aggression in
In L. Robins & D. Reiger (Eds.), Psychi- Hersen, M., Bellack, A.S., Himmelhoch, children with attentional deficits. Jour-
atric disorders in America: The Epidemio- J.M., & Thase, M.E. (1984). Effects of so- nal of Clinical Child Psychology, 20, 301-
logic Catchment Area Study (pp. 9-38). cial skill training, amitriptyline, and 312.
New York: Free Press. psychotherapy in unipolar depressed Hinshaw, S.P., Henker, B., & Whalen, C.K.
Helzer, J.E., Robins, L.N., & McEvoy, L. women. Behavior Therapy, 15, 21 -40. (1984). Cognitive-behavioral and phar-
(1987). Post-traumatic stress disorder in Hester, R.K., & Miller, W.R. (1989). Self- macologic interventions for hyperactive
the general population. New England control training. In R.K. Hester & W.R. boys: Comparative and combined ef-
Journal of Medicine, 317, 1630-1634. Miller (Eds.), Handbook of alcoholism fects. Journal of Consulting and Clinical
Hembree, W.C., Nahas, G.G., & Huang, treatment approaces: Effective alternatives Psychology, 52, 739- 749.
H.F.S. (1979). Changes in human sper- (pp. 141-149). New York: Pergamon. Hinshaw, S.P, Henker, B., & Whalen, C.K.
matozoa associated with high dose Heston, L.L. (1966). Psychiatric disorders (1984). Self-control in hyperactive boys
marihuana smoking. In G.G. Nahas & in foster home reared children of schiz- in anger-inducing situations: Effects of
W.D.M. Paton (Eds.), Marihuana: Biologi- ophrenic mothers. British Journal of Psy- cognitive-behavioral training and of
cal effects. Elmsford, NY: Pergamon. chiatry, 112, 819-825. methylphenidate. Journal of Abnormal
Hendin, H. (1982). Suicide in America. New Heston, L.L. (1987). The paranoid syn- Child Psychology, 12, 55-77.
York: Norton. drome after mid-life. In N.E. Miller & Hirschi, T. (1969). Causes of delinquency.
Henkel, H., & Lewis-Thome, J. (1976). Ver- G.D. Cohen (Eds.), Schizophrenia and ag- Berkeley, CA: University of California
haltenstherapie bei mannlichen Homo- ing (pp. 249-257). New York: Guilford. Press.
sexuellen. Diplomarbeit der Studierenden Heston, L.L., & White, J.A. (1991). The van- Hite, S. (1976). The Hite Report: A nationt-
der Psychologie. University of Mar- ishing mind. New York: Freeman. vide study of female sexuality. New York:
burg, Germany. Hewett, F.M. (1965). Teaching speech to Dell.
Henry, J.P., Ely, D.L., & Stephens, P.M. an autistic child through operant condi- Hobbs, S.A., Beck, S.J., & Wansley, R.A.
(1972). Changes in catecholamine- tioning. American Journal of Orthopsychi- (1984). Pediatric behavioral medicine:
controlling enzymes in response to psy- atry, 33, 927-936. Directions in treatment and prevention.
chosocial activation of defense and Hewitt, P.L., Flett, G.L., & Ediger, E. In M. Hersen, R.M. Eisler, & P.M. Miller
alarm reactions. In Physiology, emotion, (1996). Perfectionism and depression: (Eds.), Progress in behavior modification
and psychosomatic illness. Ciba Sympo- Longitudinal assessment of a specific (Vol. 16). New York: Academic Press.
sium 8. Amsterdam, Netherlands: Asso- vulnerability hypothesis. Journal of Ab- Hobfoll, S.E., Spielberger, C.D., Breznitz,
ciated Scientific Publishers. normal Psychology, 105, 276-280. S., Figley, C., Folkman, S., Lepper-
Henry, R.M. (1996). Psychodynamic group Heyd, D., & Bloch, S. (1981). The ethics of Green, B., Meichenbaum, D., Milgram,
therapy with adolescents: Exploration suicide. In S. Bloch & P. Chodoff (Eds.), N.A., Sandler, I., Sarason, I., & van der
of HIV-related risk taking. International Psychiatric ethics. New York: Oxford Kolk, B. (1991). War-related stress: Ad-
Journal of Group Psychotherapy, 46, 229- University Press. dressing the stress of war and other
253. traumatic events. American Psychologist,
Hietala, J., Syvalahti, E., Vuorio, K.,
Henry, W.P., & Strupp, H.H. (1994). The Nagren, K., Lehikoinen, P., et al. (1994). 46, 848-855.
therapeutic alliance as interpersonal Striatal D2 dopamine receptor charac- Hodges, L.F., Rothbaum, B.O., Kooper, R.,
process. In A. Horvath & L. Greenberg teristics in drug-naive schizophrenic Opdyke, D., Meyer, T., de Graff, J.J., &
(Eds.), The working alliance: Theory, re- patients studied with positive emission Williford, J.S. (1994). Presence as the
search and practice (pp. 51-84). New tomography. Archives of General Psychia- defining factor in a VR application: Vir-
York: Guilford. try, 51, 116-123. tual reality graded exposure in the
Henry, W.P., Strupp, H.H., Schacht, T.E., & Hill, C.E., O’Grady, K.E., & Elkin, I. (1992). treatment of acrophobia. Tech Rep GIT-
Gaston, L. (1994). Psychodynamic ap- Applying the Collaborative Study Psy- GVU-94 -96, Georgia Institute of Tech-
proaches. In A.E. Bergin & S.L. Garfield chotherapy Rating Scale to rate thera- nology.
(Eds.), Handbook of psychotherapy and be- pist adherence to cognitive-behavior Hodgson, R.J., & Rachman, S.J. (1972). The
havior change. Fourth edition (pp. therapy, interpersonal therapy, and clin- effects of contamination and washing
467-508). New York: Wiley. ical management. Journal of Consulting on obsessional patients. Behaviour Re-
Herbert, J.D. (1995). An overview of the and Clinical Psychology, 60, 73 -79. search and Therapy, 10, 111-117.
current status of social phobia. Applied Hill, J.H., Liebert, R.M., & Mott, D.E.W. Hodson, D.S., & Skeen, P. (1994). Sexuality
and Preventive Psychology, 4, 39-51. (1968). Vicarious extinction of avoid- and aging: The hammerlock of myths.
Herbert, M. (1982). Conduct disorders. In ance behavior through films: An initial Journal of Applied Gerontology, 13, 219-
B.B. Lahey & A.E. Kazdin (Eds.), Ad- test. Psychological Reports, 12, 192. 235.
vances in clinical child psychology (Vol. 5). Hill, S.Y. (1980). Introduction: The biologi- Hoebel, B.G., & Teitelbaum, P. (1966).
New York: Plenum. cal consequences. In Alcoholism and alco- Weight regulation in normal and hypo-
Herman, C.P., & Polivy, J. (1980). Re- hol abuse among women: Research issues. thalamic hyperphagic rats. Journal of
strained Eating. In A. Stunkard (Ed.), Rockville, MD: National Institute on Al- Comparative and Physiological Psychol-
Obesity. Philadelphia: Sanders. cohol Abuse and Alcoholism. ogy, 61, 189-193.
Herman, C.P., Polivy, J., Lank, C., & Himadi, W.G., Cerny, J.A., Barlow, D.H., Hoffman, M.L. (1970). Moral develop-
Heatherton, T.F. (1987). Anxiety, hunger, Cohen, S., & O’Brien, G.T. (1986). The ment. In P.H. Mussen (Ed.), Carmichael’s
R-28 √√ KAYNAKLAR

manual of child psychology. London: Wi- compulsive disorder: Behavioral and total mortality and coronary heart dis-
ley. neuroendocrine responses to oral m- ease risk. Circulation, 82, 1916-1924.
Hofmann, S.G., Newman, M.G., Ehlerr, A., chlorophenylpiperazine and fenflu-
Holmes, T.H., & Rahe, R.H. (1967). The so-
& Roth, W. (1995). Psychophysiolog- ramine in patients and healthy volun-
teers. Archives of General Psychiatry, 49, cial readjustment rating scale. Journal of
ical differences between subgroups of
21-27. Psychosomatic Research, 11, 213-218.
social phobia. Journal of Abnormal Psy-
chology, 104, 224 -231. Hollander, E., Stein, D.J., Decaria, D.M., Holmes, T.S., & Holmes, T.H. (1970).
Hogan, D. (1978). The effectiveness of sex Cohen, L.J., Saond, J.B., et al. (1994). Short-term intrusions into the life style
therapy: A review of the literature. In J. Serotonergic sensitivity in borderline routine. Journal of Psychosomatic Re-
LoPiccolo & L. LoPiccolo (Eds.), Hand- personality disorder. American Journal of search, 14, 121-132.
book of sex therapy. New York: Plenum. Psychiatry, 151, 277-280.
Holroyd, K., Penzien, D., Hursey, K.,
Hogarty, G.E. (1993). Prevention of relapse Hollifield, M., Katon, W., Spain, D., &
Pule, L. (1990). Anxiety and depression Tobin, D., Rogen, L., Holm, J., Marcille,
in chronic schizophrenic patients. Jour-
nal of Clinical Psychiatry, 54, 18- 23. in a village in Lesotho, Africa: A com- P., Hall, J., & Chila, A. (1984). Change
parison with the United States. British mechanisms in EMG biofeedback train-
Hogarty, G.E., Anderson, C.M., Reiss, D.J.,
Kornblith, S.J., Greenwald, D.P., et al. Journal of Psychiatry, 156, 343-350. ing: Cognitive changes underlying im-
(1986). Family psychoeducation, social Hollingshead, A.B., & Redlich, F.C. (1958). provements in tension headache. Jour-
skills training, and maintenance che- Social class and mental illness: A commu- nal of Consulting and Clinical Psychol-
motherapy in the aftercare treatment of nity study. New York: Wiley. ogy, 52, 1039-1053.
schizophrenia: 1. One-year effects of a Hollon, S.D., & Beck, A.T. (1986). Cogni- Holtzworth-Munroe, A., Markman, H.,
controlled study on relapse and ex- tive and cognitive-behavioral therapies.
pressed emotion. Archives of General O’Leary, K.D., Neidig, P., Leber, D.,
In S.L. Garfield & A.E. Bergin (Eds.),
Psychiatry, 43, 633-642. Handbook of psychotherapy and behavior Heyman, R., Hulbert, D., & Smutzler,
Hogarty, G.E., Anderson, C.M., Reiss, D.J., change (3rd ed.). New York: Wiley. N. (1995). The need for marital violence
Kornblith, S.J., Greenwald, D.P., Ulrich, Hollon, S.D., & Beck, A.T. (1994). Cogni- prevention efforts: A behavioral cogni-
R.F., Carter, M., & The Environmental- tive and cognitive behavioral therapies. tive secondary prevention program for
Personal Indicators in the Course of In A.E. Bergin & S.L. Garfield (Eds.), engaged and newly married couples.
Schizophrenia (EPICS) Research Group. Handbook of psychotherapy and behavior Applied and Preventive Psychology, 4,
(1991). Family psychoeducation, social change. Fourth edition (pp. 428 -466). 77-88.
skills training, and maintenance New York: Wiley.
chemotherapy in the aftercare treatment Holzman, P.S. (1985). Eye movement dys-
Hollon, S.D., & Kendall, P.C. (1980). Cog-
of schizophrenia. Archives of General functions and psychosis. Review of Neu-
nitive self-statements in depression: De-
Psychiatry, 48, 340-347. robiology, 27, 179-205.
velopment of an automatic thoughts
Hogarty, G.E., McEvoy, J.P., Ulrich, R.F., questionnaire. Cognitive Therapy and Re- Honigfeld, G., & Howard, A. (1978). Psy-
DiBarry, A.L., Bartone, P., et al. (1994). search, 4, 383-395. chiatric drugs: A desk reference (2nd ed.).
Pharmacotherapy of impaired affect
Hollon, S.D., De Rubeis, R.J., & Evans, New York: Academic Press.
in recovering schizophrenic patients.
M.D. (1996). Cognitive therapy in the
Archives of General Psychiatry, 52, 29- Hooley, J.M., & Teasdale, J.D. (1989). Pre-
treatment and prevention of depression.
41. dictors of relapse in unipolar depres-
In P.M. Salkovskis (Ed.), Frontiers of cog-
Hokanson, J.E., & Burgess, M. (1962). The nitive therapy (pp. 293-317). New York: sives: Expressed emotion, marital dis-
effects of three types of aggression on Guilford. tress, and perceived criticism. Journal of
vascular processes. Journal of Abnormal Abnormal Psychology, 98, 229 -235.
Hollon, S.D., DeRubeis, R.J., & Seligman,
and Social Psychology, 65, 446-449.
M.E.P. (1992). Cognitive therapy and Hoon, E.F., & Hoon, P.W. (1978). Styles of
Hokanson, J.E., Burgess, M., & Cohen, the prevention of depression. Applied sexual expression in women: Clinical
M.F. (1963). Effects of displaced aggres- and Preventive Psychology, 1, 89-95.
sion on systolic blood pressure. Journal implications of multivariate analyses.
Hollon, S.D., DeRubeis, R.J., Evans, M.D., Archives of Sexual Behavior, 7, 105-116.
of Abnormal and Social Psychology, 67,
Wiemer, J.J., Garvey, J.G., Grove, W.M.,
214-218. Hope, D.A., Heimberg, R.G., & Bruch,
& Tuason, V.B. (1992). Cognitive ther-
Hokanson, J.E., Willers, K.R., & Koropsak, apy and pharmacotherapy for depres- M.A. (1995). Dismantling cognitive-be-
E. (1968). Modification of autonomic re- sion: Singly and in combination. havioral group therapy for social pho-
sponses during aggressive interchange. Archives of General Psychiatry, 49, 774- bia. Behaviour Research and Therapy, 33,
Journal of Personality, 36, 386-404. 781. 637- 650.
Holden, C. (1972). Nader on mental health Hollon, S.D., DeRubeis, R.J., Tuason, V.B.,
centers: A movement that got bogged Horn, A.S., & Snyder, S.H. (1971). Chlo-
Weimer, M.J., Evans, M.D., & Garvey,
down. Science, 177, 413-415. rpromazine and dopamine: Confirma-
M.J. (1989). Cognitive therapy, pharma-
Holder, H., Longabaugh, R., Miller, W.R., cotherapy, and combined cog- tional similarities that correlate with the
& Rubonis, A.V. (1991). The cost effec- nitive-pharma-cotherapy in anti-psychotic activity of phenothiazine
tiveness of treatment for alcoholism: A the treatment of depression: 1. drugs. Proceedings of the National Acad-
first approximation. Journal of Studies on Differential outcome. Unpublished manu- emy of Sciences, 68, 2325- 2328.
Alcohol, 52, 517 - 540. script, Vanderbilt University, Nashville,
Horn, W.F., Wagner, A.E., & Ialongo, N.
Holinger, P.C. (1987). Violent deaths in the TN.
(1989). Sex differences in school-aged
United States. New York: Guilford. Holm, V.A., & Varley, C.K. (1989). Phar-
children with pervasive attention deficit
Hollander, E., Cohen, L.J., & Simeon, D. macological treatment of autistic chil-
(1993). Body dysmorphic disorder. Psy- dren. In G. Dawson (Ed.), Autism: Na- hyperactivity disorder. Journal of Abnor-
chiatric Annals, 23, 359-364. ture, diagnosis, and treatment (pp. mal Child Psychology, 17, 109-125.
Hollander, E., DeCaria, C.M., Nitescu, A., 386-404). New York: Guilford. Hornblower, M., & Svoboda, W. (1987,
Gully, R., Suckow, R.F., et al. (1992). Holme, I. (1990). An analysis of random- November 23). Down and out—But de-
Serotonergic function in obsessive- ized trials on cholesterol reduction on termined: Does a mentally disturbed
KAYNAKLAR R-29
√√

woman have the right to be homeless? able walls, floors, ceilings, and doors: fying smoking behavior. Journal of Clini-
Time, p. 29. Partition delusions in late paraphrenia. cal Psychology, 30, 431 -438.
Horney, K. (1939). New ways in psycho- International Journal of Geriatric Psychia- Hunter, J.E. (1986). Cognitive ability, cog-
analysis. New York: International Uni- try, 7, 719- 724. nitive aptitudes, job knowledge, and job
versities Press. Howard, R., Castle, D., Wessely, S., & performance. Journal of Vocational Behav-
Horney, K. (1942). Self-analysis. New York: Murray, R. (1993). A comparative study ior, 29, 340-362.
Norton. of 470 cases of early-onset and late-on- Hurst, J. (1992, March). Blowing smoke.
Horovitz, B. (1992, March 10). Cigarette set schizophrenia. British Journal of Psy- Los Angeles Times, pp. A3, A29.
ads under fire. Los Angeles Times, pp. chiatry, 163, 352-357. Hussian, R.A., & Lawrence, P.S. (1980).
D1, D6. Howes, J.L., & Vallis, T.M. (1996). Cogni- Social reinforcement of activity and
tive therapy with nontraditional popu- problem-solving training in the treat-
Horowitz, M.J. (1975). Intrusive and repet-
lations: Application to post-traumatic ment of depressed institutionalized el-
itive thoughts after experimental stress.
stress disorder and personality disor- derly patients. Cognitive Therapy and Re-
Archives of General Psychiatry, 32, 223-
ders. In K.S. Dobson & K.D. Craig search, 5, 57-69.
228.
(Eds.), Advances in cognitive-behavioral Hutt, C., Hutt, S.J., Lee, D., & Ountsted, C.
Horowitz, M.J. (1986). Stress response syn- therapy (pp. 237-272). Thousand Oaks, (1964). Arousal and childhood autism.
dromes. Northvale, NJ: Aronson. CA: Sage. Nature, 204, 908-909.
Horowitz, M.J. (1988). Introduction to psy- Howitt, D. (1995). Pornography and the Hyland, M.E. (1990). The mood-peak flow
chodynamics: A new synthesis. New York: paedophile: Is it criminogenic? British relationship in adult asthmatics: A pilot
Basic Books. Journal of Medical Psychology, 68, 15- study of individual differences and di-
Horowitz, M.J. (1990). Psychotherapy. In 27. rection of causality. British Journal of
A.S. Bellack & M. Hersen (Eds.), Hand- Hser, Y., Anglin, M.D., & Powers, K. Medical Psychology, 63, 379 -384.
book of comparative treatments for adult (1993). A 24-year follow-up of Califor-
Iacono, W.G., Morean, M., Beiser, M.,
disorders (pp. 289-301). New York: Wi- nia narcotics addicts. Archives of General
Fleming, J. A., et al. (1992). Smooth pur-
ley. Psychiatry, 50, 577-584.
suit eye-tracking in first episode psy-
Horwath, E., Wolk, S.I., Goldstein, R.B., Hsu, L.K.G. (1990). Eating disorders. New chotic patients and their relatives. Jour-
Wickramaratne, P., Sobin, C., et al. York: Guilford. nal of Abnormal Psychology, 101, 104-
(1995). Is the comorbidity between so- Hudson, J.I., Pope, H.G., Yurgelun- 116.
cial phobia and panic disorder due to Todd, D., Jonas, J.M., & Frankenburg, Imber, S.D., Elkin, İ., Watkins, J.T., Col-
familial cotransmission or other factors? F.R. (1987). A controlled study of life- lins, J.F., Shea, M.T., Leber, W.R., &
Archives of General Psychiatry, 52, 574- time prevalence of affective and other Glass, D.R. (1990). Mode-specific effects
581. psychiatric disorders in bulimic pa- among three treatments for depression.
Horwitz, L. (1974). Clinical prediction in tients. American Journal of Psychiatry, Journal of Consulting and Clinical Psychol-
psychotherapy. New York: Jason Aron- 144, 1283-1287. ogy, 58, 352-359.
son. Huesmann, L.R., & Miller, L.S. (1994). Ingram, C. (1996, September 26). Bill
House, J.S., Landis, K.R., & Umberson, D. Long-term effects of repeated exposure signed to let police tell of sex offenders’
(1988). Social relationships and health. to media violence in childhood. In L.R. whereabouts. Los Angeles Times, pp. A3,
Science, 241, 540-544. Huesmann (Ed.), Aggressive behavior: A19.
Current perspectives (pp. 153-186). New
Houston, B.K., & Vavak, C.R. (1991). Cyni- Ingram, R.E., & Kendall, P.C. (1987). The
York: Plenum.
cal hostility: Developmental factors, cognitive side of anxiety. Cognitive Ther-
psychosocial correlates, and health be- Hughes, J.R., & Hatsukami, D.K. (1992). apy and Research, 11, 523 -536.
haviors. Health Psychology, 10, 9-17. The nicotine withdrawal syndrome: A
Insell, T.R. (1986). The neurobiology of
brief review and update. International
Houts, A.C. (1991). Nocturnal enuresis as anxiety. In B.F. Shaw, Z.V. Segal, T.M.
Journal of Smoking Cessation, 1, 21-26.
a biobehavioral problem. Behavior Ther- Wallis, & F.E. Cashman (Eds.), Anxiety
apy, 22, 133-151. Hughes, J.R., Higgins, S.T., Bickel, W.K., disorders. New York: Plenum.
Hunt, W.K., & Fenwick, J.W. (1991).
Houts, A.C., Berman, J., & Abramson, H. Institute of Medicine. (1990a). Matching.
Caffeine self-adminstration, with-
(1994). Effectiveness of psychological In Broadening the base of treatment for al-
drawal, and adverse effects among cof-
and pharmacological treatments for cohol problems (pp. 279-302). Washing-
fee drinkers. Archives of General Psychia-
nocturnal enuresis. Journal of Consulting try, 45, 611-617. ton, DC: National Academy Press.
and Clinical Psychology, 62, 737-745. Institute of Medicine. (1990b). Treating
Hughes, J.R., Higgins, S.T., & Hatsukami,
Houts, P.S., & Serber, M. (Eds.). (1972). Af- D.K. (1990). Effects of abstinence from drug problems. Washington, DC: Na-
ter the turn-on, what? Learning perspec- tobacco: A critical review. In L.T. Ko- tional Academy Press.
tives on humanistic groups. Champaign, zlowski, H. Annis, H.D. Cappell, F. Insull, W. (Ed.). (1973). Coronary risk hand-
IL: Research Press. Glaser, M. Goodstadt, Y. Israel, H. book. New York: American Heart Asso-
Howard, K.I., Orlinsky, D.E., Saunders, Kalant, E.M. Sellers, & J. Vingilis (Eds.), ciation.
S.M., Bankoff, E., Davidson, C., & Research advances in alcohol and drug Irwin, M., Lovitz, A., Marder, S.R., Mintz,
O’Mahoney, M. (1991). Northwestern problems. New York: Plenum. J., Winslade, W.J., Van Putten, T., &
University-University of Chicago Psy- Humphrey, L.L. (1986). Family relations in Mills, M.J. (1985). Psychotic patients’
chotherapy Research Program. In L. bulimic-anorexic and nondistressed understanding of informed consent.
Beutler & M. Crago (Eds.), Psychother- families. International Journal of Eating American Journal of Psychiatry, 142,
apy research. Washington, DC: American Disorders, 5, 223-232. 1351-1354.
Psychological Association. Humphreys, K., & Rappaport, J. (1993). Isen, A.M., Shaiken, T.F., Clark, M., &
Howard, R., Almeida, O.P., & Levy, R. From the community mental health Karp, L. (1978). Affect, accessibility of
(1993). Schizophrenic symptoms in movement to the war on drugs: A study material in memory, and behavior: A
late paraphrenia. Psychopathology, 26, in the definition of social problems. cognitive loop? Journal of Personality and
95-101. American Psychologist, 892-901. Social Psychology, 36, 1-12.
Howard, R., Castle, D., O’Brien, J., Hunt, W.A., & Bespalec, D.A. (1974). An Issidorides, M.R. (1979). Observations in
Almeida, O., & Levy, R. (1991). Perme- evaluation of current methods of modi- chronic hashish users: Nuclear aberra-
R-30 √√ KAYNAKLAR

tions in blood and sperm and abnormal Journal of Consulting and Clinical Psychol- marital distress. Journal of Consulting
acrosomes in spermatozoa. In G.G. Na- ogy, 52, 295-305. and Clinical Psychology, 48, 696-703.
has & W.D.M. Paton (Eds.), Marihuana: Jacobson, N.S. (1992). Behavioral couple Jaffe, J.H. (1985). Drug addiction and drug
Biological effects. Elmsford, NY: Perga- therapy: A new beginning. Behavior abuse. In Goodman and Gilman’s the phar-
mon. Therapy, 23, 493-506. macological basis of therapeutic behavior.
Istvan, J., & Matarazzo, J.D. (1984). To- Jacobson, N.S., & Addis, M.E. (1993). Re- New York: Macmillan.
bacco, alcohol and caffeine use: A re- search on couples and couple therapy: James, N., & Chapman, J. (1975). A genetic
view of their interrelationships. Psycho- What do we know? Where are we go- study of bipolar affective disorder.
logical Bulletin, 95, 301-326. ing? Journal of Consulting and Clinical British Journal of Psychiatry, 126, 449
Ivanoff, A., Jang, S.J., Smyth, N.J., & Line- Psychology, 61, 85-93. -456.
han, M.M. (1994). Fewer reasons for Jacobson, N.S., & Christensen, A. (1996). Jamison, K.R. (1979). Manic-depressive ill-
staying alive when you are thinking of Integrative couple therapy: Promoting ac- ness in the elderly. In O.J. Kaplan (Ed.),
killing yourself: The Brief Reasons for ceptance and change. New York: Norton. Psychopathology of aging. New York:
Living Inventory. Journal of Psy- Jacobson, N.S., Gottman, J.M., Waltz, J., Academic Press.
chopathology and Behavioral Assessment, Rushe, R., Babcock, J., & Holtzworth- Jamison, K.R. (1992). Touched with fire:
16, 1-13. Munroe, A. (1994). Affect, verbal con- Manic depressive illness and the artistic
Iwamasa, G.Y. (1993). Asian Americans tent, and psychophysiology in the argu- temperament. New York: Free Press.
and cognitive behavioral therapy. The ments of couples with a violent Jampole, L., & Weber, M.K. (1987). An as-
Behavior Therapist, 16, 233-235. husband. Journal of Consulting and Clini- sessment of the behavior of sexually
cal Psychology, 62, 982-988. abused and nonsexually abused chil-
Jablensky, A., Sartorius, N., Cooper, J.E.,
Jacobson, N.S., & Hollon, S.D. (1996). dren with anatomically correct dolls.
Anker, A., Korten, A., & Bertelson,
Cognitive-behavior therapy versus Child Abuse and Neglect, 11, 187-192.
A. (1994). Culture and schizophrenia.
pharmacotherapy: Now that the jury’s Jandorf, L., Deblinger, E., Neale, J.M., &
British Journal of Psychiatry, 165, 434-
returned its verdict, it’s time to present Stone, A.A. (1986). Daily vs. major life
436.
the rest of the evidence. Journal of Con- events as predictors of symptom fre-
Jackson, A.M. (1973). Psychotherapy: Fac- sulting and Clinical Psychology, 64, 74- quency. Journal of General Psychology,
tors associated with the race of the ther- 80. 113, 205-218.
apist. Psychotherapy: Theory, Research,
Jacobson, N.S., & Margolin, G. (1979). Janicak, P.G., Davis, J.M., Preskorn, S.H., &
and Practice, 10, 273-277. Marital therapy: Strategies based on social Ayd, F.J. (1993). Principles and practicc
Jackson, C., Winkleby, M.A., Flora, J.A., & learning. New York: Brunner/Mazel. of psychopharmacological therapy. Balti-
Fortmann, S.P. (1991). Use of educa- Jacobson, N.S., Dobson, K., Fruzzetti, more: Williams & Wilkins.
tional resources for cardiovascular risk A.E., Schmaling, K.B., & Salusky, S. Janoff-Bulman, R. (1992). Shattered assump-
reduction in the Stanford Five- City (1991). Marital therapy as a treatment tions: Toward a new psychology of trauma.
Project. American Journal of Preventive for depression. Journal of Consulting and New York: Free Press.
Medicine, 7, 82-88. Clinical Psychology, 59, 547-557. Jansen, M.A., Arntz, A., Merckelbach, H.,
Jackson, R.L., & Weinstein, H. (1996, Jacobson, N.S., Follette, W.C., & Pagel, N. & Mersch, P.P.A. (1994). Personality dis-
March 16). Liggett agrees to pay 5 states (1986). Predicting who will benefit from orders and features in social phobia and
for tobacco illnesses. Los Angeles Times, behavioral marital therapy. Journal of panic disorder. Journal of Abnormal Psy-
pp. Al, A15. Consulting and Clinical Psychology, 54, chology, 103, 391-395.
Jacobs, M., Jacobs, A., Gatz, M., & 518-522. Jansen, M.A., Glynn, T., & Howard, J.
Schaible, T. (1973). Credibility and de- Jacobson, N.S., Follette, W.C., Revenstorf, (1996). Prevention of alcohol, tobacco
sirability of positive and negative struc- D., Baucom, D.H., Hahlweg, K., & Mar- and other drug abuse. American Behav-
tured feedback in groups. Journal of golin, G. (1984). Variability of outcome ioral Scientist, 39, 790- 807.
Consulting and Clinical Psychology, 40, and clinical significance of behavioral Jarrell, M.P., Johnson, W.G., & Williamson.
244-252. marital therapy: A reanalysis of out- D.A. (1986). Insulin and glucose response
Jacobson, A., & Herald, C. (1990). The rel- come data. Journal of Consulting and in the binge purge episode of bulimic
evance of childhood sexual abuse to Clinical Psychology, 52, 497-504. women. Paper presented at the annual
adult psychiatric inpatient care. Hospital Jacobson, N.S., Fruzzetti, A.E., Dobson, convention of the Association for
and Community Psychiatry, 41, 154-158. K., Whisman, M., & Hops, H. (1993). Advancement of Behavior Therapy, Chi-
Couple therapy as a treatment for de- cago.
Jacobson, A., & McKinney, W.T. (1982). Af-
pression. 2: The effects of relationship Jarvelin, M.R., Moilanen, I., Vikevainen-
fective disorders. In J.H. Griest, J.W. Jef-
quality and therapy on depressive re- Tervonen, L., & Huttunen, N.P. (1990)
ferson, & R.L. Spitzer (Eds.), Treatment
lapse. Journal of Consulting and Clinical Life changes and protective capacities
of mental disorders. New York: Oxford
Psychology, 61, 516-519. in enuretic and non-enuretic children
University Press.
Jacobson, N.S., Holzworth-Munroe, A., & Journal of Child Psychology and Psychia-
Jacobson, E. (1929). Progressive relaxation. Schmaling, K.B. (1989). Marital therapy try, 31, 763- 774.
Chicago: University of Chicago Press. and spouse involvement in the treat- Jary, M.L., & Stewart, M.A. (1985). Psychi-
Jacobson, N.A., Dobson, K.S., Truax, P.A., ment of depression, agoraphobia, and atric disorder in the parents of adopted
Addis, M.E., Koemer, K., Gollan, J.K., alcoholism. Journal of Consulting and children with aggressive conduct disor-
Gortner, E., & Prince, S.E. (1996). A Clinical Psychology, 57, 5-10. der. Neuropsychobiology, 13, 7-11.
component analysis of cognitive behav- Jacobson, N.S., Schmaling, K.B., & Holtz- Jasnoski, M.L., & Kugler, J. (1987). Relax-
ioral treatment for depression. Journal of worth-Munroe, A. (1987). Component ation, imagery, and neuroimmunomodu-
Consulting and Clinical Psychology, 64, analysis of behavioral marital therapy: lation. Annals of the New York Academy
285-304. Two-year follow-up and prediction of of Sciences, 496, 722-730.
Jacobson, N.S. (1984). A component analy- relapse. Journal of Marital and Family Jay, S.M., Elliott, C.H., Ozolins, M., & Ol-
sis of behavioral marital therapy: The Therapy, 13, 187-195. son, R.A. (1982). Behavioral management
relative effectiveness of behavior ex- Jacobson, N.S., Waldron, H., & Moore, D. of children’s distress during painful medical
change and problem solving training. (1980). Toward a behavioral profile of procedures. Paper presented at the an-
KAYNAKLAR R-31
√√

nual meeting of the American Psycho- chiatric Annals of North America, 11, depression theory, journal of Abnormal
logical Association, Washington, DC. 1-13. Psychology, 104, 364 -372.
Jay, S.M., Elliott, C.J., Woody, P.D., & Jeste, D.V., Lacro, J.P., Gilbert, P.L., Kline, Joiner, T.E., & Metalsky, G.I. (1995). A
Siegel, S. (1991). An investigation of J., & Kline, N. (1993). Treatment of late- prospective test of an integrative inter-
cognitive-behavioral therapy combined life schizophrenia with neuroleptics. personal theory of depression: A natu-
with oral Valium for children undergo- Schizophrenia Bulletin, 19, 817-830. ralistic study of college roommates.
ing painful medical procedures. Health journal of Personality and Social Psychia-
Jeste, D.V., Manley, M., & Harris, M.J.
Psychology, 10, 317-322. try, 69, 778 - 789.
(1991). Psychoses. In J. Sadavoy, L.W.
Jeans, R.F.I. (1976). An independently vali- Lazarus, & L.F. Jarvik (Eds.), Compre- Joiner, T.E., Alfano, M.S., & Metalsky, G.l.
dated case of multiple personality. Jour- (1992). When depression breeds con-
hensive review of geriatric psychiatry (pp.
nal of Abnormal Psychology, 85, 249- tempt: Reassurance seeking, self-es-
353-368). Washington, DC: American
255. teem, and rejection of depressed college
Psychiatric Press.
Jeffrey, D.B. (1974). A comparison of the students by their roommates. Journal of
Jimerson, D.C., Lesem, M.D., Kate, W.H.,
effects of external control and self-con- Abnormal Psychology, 101, 165-173.
trol on the modification and mainte- & Brewerton, T.D. (1992). Low sero-
tonin and dopamine metabolite concen- Jones, M. (1953). The therapeutic
nance of weight, journal of Abnormal
trations in cerebrospinal fluid from bu- community. New York: Basic Books.
Psychology, 83, 404-410.
limic patients with frequent binge Jones, M.C. (1924). A laboratory study of
Jeffrey, R.W. (1991). Weight management
episodes. Archives of General Psychiatry, fear: The case of Peter. Pedagogical Semi-
and hypertension. Annals of Behavioral
49, 132-138. nary, 31, 308-315.
Medicine, 13, 18-22.
Johnson, B.A. (1991). Cannabis. In I.B. Jones, R.T. (1980). Human effects: An
Jeffrey, R.W., Forster, J.L., & Schmid, T.L.
(1989). Worksite health promotion: Fea- Glass (Ed.), International handbook of ad- overview. In Marijuana research findings.
sibility testing of repeated weight con- diction behavior. London: Tavistock/ Washington, DC: U.S. Government
trol and smoking cessation classes. Routledge. Printing Office.
American journal of Health Promotion, 3, Johnson, C.L., Rifkind, B.M., & Sempos, Julkunen, J.T., Salonen, R., Kaplan, G.A.,
11-16. C.T., et al. (1993). Declining serum total Chesney, M.A., & Salonen, J.T. (1994).
Jellinek, E.M. (1952). Phases of alcohol ad- cholesterol levels among U.S. adults. Hostility and the progression of carotid
diction. Quarterly Journal of Studies on Journal of the American Medical Associa- atherosclerosis. Psychosomatic Medicine,
Alcohol, 13, 673-684. tion, 269, 3002-3008. 56, 519-525.
Jenike, M.A. (1986). Theories of etiology. Johnson, D.R. (1987). The role of the cre- Junginger, J., Barker, S., & Coe, D. (1992).
In M.A. Jenike, L. Baer, & W.E. ative arts therapist in the diagnosis and Mood theme and bizarreness of delu-
Minichiello (Eds.), Obsessive-compulsive treatment of psychological trauma. The sions in schizophrenia and mood psy-
disorders. Littleton, MA: PSG Publish- Arts in Psychotherapy, 14, 7-13. chosis. Journal of Abnormal Psychology,
ing. 101, 287-292.
Johnson, J., Horvath, E., & Weissman,
Jenike, M.A. (1990). Psychotherapy. In M.M. (1991). The validity of depression Jutai, J.W., & Hare, R.D. (1983). Psychopa-
A.S. Bellack & M. Hersen (Eds.), Hand- with psychotic features based on a com- thy and selective attention during per-
book of comparative treatments for adult formance of a complex perceptual-mo-
munity study. Archives of General Psychi-
disorders (pp. 245-255). New York: Wi- tor task. Psychophysiology, 20, 140-151.
atry, 48, 1075-1081.
ley. Kagan, J., & Snidman, N. (1991a). Infant
Johnson, J., Weissman, M.M., & Klerman,
Jenike, M.A., & Rauch, S.L. (1994). Manag- predictors of inhibited and uninhibited
G.L. (1990). Panic disorder, comorbidity,
ing the patient with treatment-resistant profiles. Psychological Science, 2, 40-44.
obsessive-compulsive disorder: Current and suicide attempts. Archives of General
Psychiatry, 47, 805-808. Kahana, R.J. (1987). Geriatric psychother-
strategies. Journal of Clinical Psychiatry,
apy: Beyond crisis management. In J.
55, 11-17. Johnson, L. (1995). Psychotherapy in the age
Sadavoy & M. Leszcz (Eds.), Treating the
Jenike, M.A., Baer, L., & Minichiello, W.E. of accountability. New York: Norton.
elderly with psychotherapy. Madison, CT:
(1986). Obsessive-compulsive disorders: Johnson, M.K., & Raye, C.L. (1981). Real- International Universities Press.
Theory and management. Littleton, MA: ity monitoring. Psychological Review, 88,
PSG Publishing. Kahn, R.L., Zarit, S.H., Hilbert, N.M., &
67-85.
Niederehe, G. (1975). Memory com-
Jenkins, C.D. (1976). Recent evidence sup- Johnson, S.M., & Greenberg, L.S. (1985). plaint and impairment in the aged: The
porting psychologic and social risk fac- Differential effects of experiential and effect of depression and altered brain
tors for coronary disease. New England problem-solving interventions in re- function. Archives of General Psychiatry,
journal of Medicine, 294, 987-994, 1033- solving marital conflict. Journal of Con- 32, 1569-1573.
1038. sulting and Clinical Psychology, 53, 175-
Kahneman, D. (1973). Attention and effort.
Jenkins, J.M., & Smith, M.A. (1991). Mari- 184.
tal disharmony and children’s behav- Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
Johnson, S.M., & Greenberg, L.S. (1987).
iour problems: Aspects of a poor mar- Kaiser, F.E., Viosca, S.P, Morley, J.E.,
Emotionally focused marital therapy:
riage that affect children adversely. Mooradian, A.D., Davis, S.S., & Koren-
An overview. Psychotherapy, 24, 552-
journal of Child Psychology & Psychiatry man, S.G. (1988). Impotence and aging:
560. Clinical and hormonal factors. Journal of
& Allied Disciplines, 32, 793 -810.
Jensen, J.P., Bergin, A.E., & Greaves, D.W. Johnston, M.B., Whitman, T.L., & Johnson, the American Geriatrics Society, 36, 511-
(1990). The meaning of eclecticism: M. (1980). Teaching addition and sub- 519.
traction to mentally retarded children: Kalichman, S.C. (1991). Psychopathology
New survey and analysis of compo-
nents. Professional Psychology: Research A self-instructional program. Applied and personality characteristics of crimi-
and Practice, 21, 124-130. Research in Mental Retardation, 1, 141- nal sexual offenders as a function of vic-
Jeste, D.V., Harris, M.J., Pearlson, G.D., 160. tim age. Archives of Sexual Behavior, 20,
Rabins, P.V., Lesser, I., Miller, B., Coles, Joiner, T.E. (1995). The price of soliciting 187-198.
C., & Yassa, R. (1988). Late-onset schizo- and receiving negative feedback: Self- Kalichman, S.C. (1995). Understanding
phrenia: Studying clinical validity. Psy- verification theory as a vulnerability to AIDS: A guide for menial health profession-
R-32 √√ KAYNAKLAR

als. Washington, DC: American Psycho- sion making in behavior therapy. Clini- emy of Child and Adolescent Psychiatry.
logical Association. cal Psychology Review, 2, 239-266. 28, 701-706.
Kalichman, S.C. (1996). Answering your Kanfer, F.H., & Phillips, J.S. (1970). Learn- Kasindorf, J. (1988, May 2). The real story
questions about AIDS. Washington, DC: ing foundations of behavior therapy. New of Billie Boggs: Was Koch right—Or the
York: Wiley. civil libertarians? New York, pp. 36 - 44.
American Psychological Association.
Kanner, L. (1943). Autistic disturbances of Kasl, S.V., & Cobb, S. (1970). Blood pres-
Kalichman, S.C., Sikkema, K., & Somlai, sure changes in men undergoing job
affective contact. Nervous Child, 2, 217-
A. (1995). Assessing persons with hu- loss: A preliminary report. Psychoso-
250.
man immunodeficiency virus (HIV) in- matic Medicine, 32, 19-38.
Kanner, L., & Eisenberg, L. (1955). Notes
fection using the Beck Depression In- Kaslow, N.J., & Racusin, G.R. (1990).
on the follow-up studies of autistic chil-
ventory: Disease processes and other dren. In P. Hoch & J. Zubin (Eds.), Psy- Childhood depression: Current status
potential confounds. Journal of Personal- chopathology of childhood. New York: and future directions. In A.S. Bellack,
ity Assessment, 64, 86-100. Grune & Stratton. M. Hersen, & A.E. Kazdin (Eds.), Inter-
national handbook of behavior modification
Kamarck, T.W., Annunziato, B., & Ama- Kanter, J., Lamb, R., & Loeper, G. (1987).
and therapy (2nd ed.). New York:
teau, L.M. (1995). Affiliations moder- Expressed emotions in families: A criti-
Plenum.
ate the effects of social threat on stress- cal review. Hospital and Community Psy-
chiatry, 38, 374-380. Kaslow, N.J., Stark, K.D., Printz, B., Liv-
related cardiovascular responses:
ingston, R., & Tsai, Y. (1992). Cognitive
Boundary conditions for a laboratory Kantorovich, N.V. (1930). An attempt at Triad Inventory for Children: Develop-
model of social support. Psychosomatic associative-reflex therapy in alcoholism. ment and relationship to depression
Medicine, 57, 183-194. Psychological Abstracts, 4, 493. and anxiety. Journal of Clinical Child Psy-
Kaplin, H.I., & Sadock, B.J. (1991), Synop- chology, 21, 339-347.
Kammen, D.P. van, Bunney, W.E., Do-
sis of psychiatry: Behavioral sciences, clini- Kasprowicz, A.L., Manuck, S.B., Malkoff,
cherty, J.P., Jimerson, J.C., Post, R.M.,
cal psychiatry. Baltimore: Williams & S., & Kranz, D.S. (1990). Individual dif-
et al. (1977). Amphetamine induced cat-
Williams. ferences in behaviorally evoked cardio-
echolamine activation in schizophrenia
Kaplan, H.S. (1974). The new sex therapy. vascular response: Temporal stability
and depression. Advances in Biochemical
New York: Brunner/Mazel. and hemodynamic patterning. Psy-
Psychopharmacology, 16, 655-659. chophysiology, 27, 605-619.
Kaplan, H.S. (1991). Sex therapy with
Kandel, D.B. (1984). Marijuana users in older patients. In W.A. Myers (Ed.), Kaszniak, A.W., Nussbaum, P.D., Berren,
young adulthood. Archives of General New techniques in the psychotherapy of M.R., & Santiago, J. (1988). Amnesia as
Psychiatry, 41, 200-209. older patients (pp. 21-37). Washington, a consequence of male rape: A case re-
DC: American Psychiatric Press. port. Journal of Abnormal Psychology, 97,
Kandel, D.B., & Andrews, K. (1987).
Karasek, R.A. (1979). Job demands, job de- 100-104.
Processes of socialization by parents
cision latitude, and mental strain: Im- Katz, E.R. (1980). Illness impact and social
and peers. International Journal of the Ad-
plications for job redesign. Administra- reintegration. In J. Kellerman (Ed.), Psy-
dictions, 22, 319-342.
tive Science, 24, 285-308. chological aspects of childhood cancer.
Kandel, D.B., Davies, M., Karus, D., & Springfield, IL: Charles C. Thomas.
Karasu, T.B., Stein, S.P., & Charles, E.S.
Yamaguchi, K. (1986). The consequences Katz, E.R., Kellerman, J., & Siegel, S.E
(1979). Age factors in the patient-thera-
in young adulthood of adolescent drug pist relationship. Journal of Nervous and (1980). Behavioral distress in children
involvement. Archives of General Psychia- Mental Disease, 167, 100-104. with leukemia undergoing bone mar-
try, 43, 746 - 754. row aspirations. Journal of Consulting
Karno, M., & Golding, J.M. (1991). Obses-
and Clinical Psychology, 48, 356-365.
Kandel, D.B., Murphy, D., & Karus, D. sive-compulsive disorder. In L.N.
Katz, R.C., Gipson, M.T., Kearl, A., &
(1985). National Institute on Drug Abuse Robinson & D.A. Regier (Eds.), Psychi-
Kriskovich, M. (1989). Assessing sexual
Research Monograph Series 61. Washing- atric disorders in America. New York:
aversion in college students: The Sexual
ton, DC: NIDA. Free Press.
Aversion Scale. Journal of Sex and Marital
Kane, J., Honigfeld, G., Singer, J., Melt- Kasanin, J. (1933). The acute schizoaffec- Therapy, 15, 135-140.
zer, H., and the Clozapine Collaborative tive psychoses. American Journal of Psy-
Kaufmann, P.G., Jacob, R.G., Ewart, C.K
chiatry, 13, 97-123.
Study Group. (1988). Clozapine for Chesney, M.A., Muenz, L.R., Doub, N.
treatment resistant schizophrenics. Kashani, J.H., Beck, N.C., Hoeper, E.W., Mercer, W., & HIPP Investigators
Fallahi, C., Corcoran, C.M., McAllis- (1988). Hypertension intervention pool-
Archives of General Psychiatry, 45, 789
ter, J.A., Rosenberg, T.K., & Reid, J.C. ing project. Health Psychology, 209 -
- 796.
(1987). Psychiatric disorders in a com- 224.
Kane, J.M., Woerner, M., Weinhold, P., munity sample of adolescents. American Kay, D.W.K., Cooper, A.F., Garside, R.F., &
Wegner, J., Kinon, B., & Bernstein, M. Journal of Psychiatry, 144, 584 -589. Roth, M. (1976). The differentiation of
(1986). Incidence of tardive dyskinesia: Kashani, J.H., & Carlson, G.A. (1987). Seri- paranoid from affective psychoses by
Five-year data from a prospective ously depressed preschoolers. American patient’s premorbid characteristics
study. Psychopharmacology Bulletin, 20, Journal of Psychiatry, 144, 348 - 350. British Journal of Psychiatry, 129
387-389. Kashani, J.H., Holcomb, W.R., & Orv- 207-215.
Kane, R.L., Parsons, D.A., & Goldstein, G. aschel, H. (1986). Depression and de- Kaye, W.H., Weltzin, T.E., Hsu, L.K.G., &
(1983). Statistical relationships and dis- pressive symptoms in preschool chil- Bulik, C.M. (1991). An open trial of flu-
dren from the general population. oxetine in patients with anorexia ner-
criminative accuracy of the Halstead-
American Journal of Psychiatry, 143, vosa. Journal of Clinical Psychiatry, 51
Reitan, Luria-Nebraska, and Wechsler
1138-1143. 464 -471.
IQ scores in the identification of brain
Kashani, J.H., Orvaschel, H., Rosenberg, Kazdin, A.E. (1985). Treatment of antisocial
damage. Journal of Clinical and Experi- behavior in children and adolescents.
T.K., & Reid, J.C. (1989). Psychopathol-
mental Neuropsychology, 7, 211-223. Homewood, IL: Dorsey Press.
ogy in a community sample of children
Kanfer, F.H., & Busenmeyer, J.R. (1982). and adolescents: A developmental per- Kazdin, A.E. (1986). Research designs and
The use of problem-solving and deci- spective. Journal of the American Acad- methodology. In S.L. Garfield & A.E.
KAYNAKLAR R-33
√√

Bergin (Eds.), Handbook of psychotherapy table. Archives of General Psychiatry, 39, In P.C. Kendall & D. Watson (Eds.),
and behavior change (3rd ed.). New York: 911-915. Anxiety and depression: Distinctive and
Wiley. Kellerman, J. (1989). Silent partner. New overlapping features (pp. 27-54). New
Kazdin, A.E. (1994). Psychotherapy for York: Bantam Books. York: Academic Press.
children and adolescents. In A.E. Bergin Kellerman, J., & Varni, J.W. (1982). Pedi- Kendell, R.E. (1975). The role of diagnosis in
& S.L. Garfield (Eds.), Handbook of psy- atric hematology/oncology. In D.C. psychiatry. London: Blackwell.
chotherapy and behavior change. Fourth Russo & J.W. Varni (Eds.), Behavioral pe-
diatrics: Research and practice. New York: Kendler, K., Pedersen, N., Johnson, L.,
edition (pp. 543 -594). New York: Wiley. Neale, M.C., & Mathe, A. (1993). A
Plenum.
Kazdin, A.E., & Kagan, J. (1994). Models Swedish pilot twin study of affective ill-
Kellner, R. (1982). Disorders of impulse
of dysfunction in developmental psy- ness, including hospital and popula-
control (not elsewhere classified). In
chopathology. Clinical Psychology: Sci- J.H. Griest, J.W. Jefferson, & R.L. Spitzer tion-ascertained subsamples. Archives of
ence and Practice, 1, 35-52. (Eds.), Treatment of mental disorders. New General Psychiatry, 50, 699 - 706.
Keane, T.M. (in press). The role of expo- York: Oxford University Press. Kendler, K.S. (1993). Twin studies of psy-
sure therapy in the psychological treat- Kelly, G.A. (1955). The psychology of per- chiatric illness: Current status and fu-
ment of PTSD. PTSD Clinical Quarterly. sonal constructs. New York: Norton. ture directions. Archives of General Psy-
Keane, T.M., & Wolfe, J. (1990). Co-mor- Kelly, J.A. (1985). Group social skills train- chiatry, 50, 905-914.
bidity in post-traumatic stress disorder: ing. The Behavior Therapist, 8, 93-95.
Kendler, K.S., & Diehi, S.R. (1993). The ge-
An analysis of community and clinical Kelly, J.A. (1995). Changing HIV risk
netics of schizophrenia: A current, ge-
studies. Journal of Applied Social Psychol- behavior: Practical strategies. New York:
netic-epidemiologic perspective. Schizo-
ogy, 20, 1776-1788. Guilford.
phrenia Bulletin, 19, 87-113.
Keane, T.M., Fairbank, J.A., Caddell, J.M., Kelly, J.A., & St. Lawrence, J.S. (1988a).
The AIDS health crisis: Psychological and Kendler, K.S., & Gruenberg, A.M. (1984).
& Zimering, R.T. (1989). Implosive Independent analysis of Danish adop-
social interventions. New York: Plenum.
(flooding) therapy reduces symptoms tion study of schizophrenia. Archives of
Kelly, J.A., & St. Lawrence, J.S. (1988b).
of PTSD in Vietnam combat veterans.
AIDS prevention and treatment: Psy- General Psychiatry, 41, 555-562.
Behavior Therapy, 20, 245-260.
chology’s role in the health crisis. Clini- Kendler, K.S., Neale, M.C., Kessler, R.C.,
Keane, T.M., Fisher, L.M., Krinsley, K.E., & cal Psychology Review, 8, 255-284. Heath, A.C., & Eaves, L.J. (1992). Gener-
Niles, B.L. (1994). Posttraumatic stress Kelly, J.A., Murphy, D., Sikkema, K., & alized anxiety disorder: Same genes,
disorder. In M. Hersen & R.T. Ammerman Kalichman, S.C. (1993). Psychological (partly) different environments.
(Eds.), Handbook of prescriptive treat- interventions are urgently needed to Archives of General Psychiatry, 49, 716-
ments for adults (pp. 237-260). New prevent HIV infection: New priorities
722.
York: Plenum. for behavioral research in the second
decade of AIDS. American Psychologist, Kennedy, E., Spence, S.H., & Hensley, R.
Keane, T.M., Foy, D.W., Nunn, B., &
48, 1023-1034. (1989). An examination of the relation-
Rychtarik, R.G. (1984). Spouse contract-
Kelly, J.A., St. Lawrence, J.S., Betts, R., ship between childhood depression and
ing to increase Antabuse compliance in
Brasfield, T., & Hood, H. (1990). A skills social competence amongst primary
alcoholic veterans. Journal of Clinical
training group intervention model to school children. Journal of Child Psychol-
Psychology, 40, 340-344.
assist persons in reducing risk behav- ogy and Psychiatry, 30, 561-573.
Keane, T.M., Gerardi, R.J., Quinn, S.J., & iors for HIV infection. AIDS Education
Kennedy, M., & Jones, E. (1995). Violence
Litz, B.T. (1992). Behavioral treatment of and Prevention, 2, 24 -35.
from patients in the community: Will
post-traumatic stress disorder. In S.M. Kelly, J.A., St. Lawrence, J.S., Hood, H., &
UK courts impose a duty of care on
Turner, K.S. Calhoun, & H.E. Adams Brasfield, T. (1989). Behavioral interven-
mental health professionals? Criminal
(Eds.), Handbook of clinical behavior ther- tion to reduce AIDS risk activities. Jour-
apy (2nd ed., pp. 87-97). New York: Wi- nal of Consulting and Clinical Psychol- Behaviour and Mental Health, 5, 209
ley. ogy, 57, 60-67. -217.

Keane, T.M., Zimering, R.T., & Caddell, J. Kempster, N. (1996, August 25). Clinton Kennedy, S.H., & Garfinkel, P.E. (1992).
(1985). A behavioral formulation of orders tracking of sex offenders. Los An- Advances in the diagnosis and treat-
geles Times, p. A20. ment of anorexia nervosa and bulimia
posttraumatic stress disorder in Viet-
nam veterans. The Behavior Therapist, 8, Kendall, P., Haaga, D.A.F., Ellis, A., Ber- nervosa. Canadian Journal of Psychiatry,
nard, M., DiGiuseppe, R., & Kassinove, 37, 309-315.
9-12.
H. (1995). Rational-emotive ther-
Keefe, F.J., & Gil, KM. (1986). Behavioral Kent, J.S., & Clopton, J.R. (1992). Bulimic
apy in the 1990s and beyond: Current
concepts in the analysis of chronic pain women’s perceptions of their family re-
status, recent revisions, and research
syndromes. Journal of Consulting and questions. Clinical Psychology Review, lationships. Journal of Clinical Psychol-
Clinical Psychology, 54, 776 - 783. 15, 169-185. ogy, 48, 281-292.
Keith, J. (1982). Old people as people. Kendall, PC. (1990). Cognitive processes Kent, R.N., O’Leary, K.D., Diament, C., &
Boston: Little, Brown. and procedures in behavior therapy. In Dietz, A. (1974). Expectation biases in
C.M. Franks, G.T. Wilson, P.C. Kendall, observational evaluation of therapeutic
Keller, M.B., Beardslee, W., Lavori, P.W.,
& J.P. Foreyt (Eds.), Review of behavior change. Journal of Consulting and Clinical
Wunder, J., Dils, D.L., & Samuelson, H.
therapy: Theory and practice (Vol. 12, pp. Psychology, 42, 774-780.
(1988). Course of major depression in 103-137). New York: Guilford.
non-referred adolescents: A retrospec- Kernberg, O.F. (1985). Borderline conditions
Kendall, P.C., & Braswell, L. (1985). Cogni-
tive study. Journal of Affective Disorders, and pathological narcissism. Northvale,
tive-behavioral therapy for impulsive chil-
15, 235-243. dren. New York: Guilford. NJ: Jason Aronson.
Keller, M.B., Shapiro, R.W., Lavori, P.W., & Kendall, P.C., & Ingram, R.E. (1989). Cog- Kerr, S.L., & Neale, J.M. (1993). Emotion
Wolpe, N. (1982). Relapse in major de- nitive-behavioral perspectives: Theory perception in schizophrenia: Specific
pressive disorder: Analysis with the life and research on depression and anxiety. deficit or further evidence of general-
R-34 √√ KAYNAKLAR

ized poor performance? journal of Ab- competence in a geriatric population. erans. Journal of Abnormal Psychology,
normal Psychology, 102, 312-326. Health Psychology, 4, 25-41. 104, 184-196.
Kessel, N., & Grossman, G. (1961). Suicide Kiesler, C.A. (1991). Changes in general King, M.B. (1990). Sneezing as a fetishistic
in alcoholics. British Medical Journal, 2, hospital psychiatric care. American Psy- stimulus. Sexual and Marital Therapy, 5,
1671-1672. chologist, 46, 416-421. 69 - 72.
Kessler, R.C., McGonagle, K.A., Shan- Kingsley, L.A., Kaslow, R., Rinaldo, C.R.,
Kihlstrom, J.F., & Tataryn, D. J. (1991). Dis-
yang, Z., Nelson, C.B., Hughes, M., Esh- Detre, K., Odaka, N., Van-Raden, M.,
sociative disorders. In P.B. Sutker &
leman, S., Wittchen, H.U., & Kendler, K. Detels, R., Polk, B.F., Chmiel, J., Kelsey,
H.E. Adams (Eds.), Comprehensive hand-
(1994). Lifetime and 12-month preva-
book of psychopathology (2nd ed.). New S.F., Ostrow, D., & Visscher, B. (1987).
lence of DSM-III-R psychiatric disor-
York: Plenum. Risk factors for seroconversion to hu-
ders in the United States. Archives of
man immunodeficiency virus among
General Psychiatry, 51, 8-19. Kihlstrom, J.F. (1994). Dissociative and
male homosexuals. Lancet, 1, 345-348.
Kessler, R.C., McGonagle, K.A., Zhao, S., conversion disorders. In D.J. Stein & J.E.
Nelson, C.B., Hughes, M., et al. (1994). Young (Eds.), Cognitive science and clini- Kinsey, A.C., Pomeroy, W.B., & Martin,
Lifetime and 12-month prevalence rates cal disorders. San Diego, CA. Academic C. E. (1948). Sexual behavior in the human
of DSM-III-R psychiatric disorders in Press. male. Philadelphia: Saunders.
the United States: Results from the Na- Kinsey, A.C., Pomeroy, W.B., Main, C.E., &
Kihlstrom, J.F. (1997). Exhumed memory.
tional Comorbidity Survey. Archives of Gebhard, P.H. (1953). Sexual behavior in
In S.J. Lynn, K.M. McConkey, & N.P.
General Psychiatry, 51, 8-19. the human female. Philadelphia: Saun-
Spanos (Eds.), Truth in memory. New
Kety, S.S., Rosenthal, D., Wender, P.H., & ders.
York: Guilford.
Schulsinger, E (1968). The types and
Killen, J.D., Fortmann, S.P., Newman, B., Kinsman, R.A., Spector, S.L., Shucard,
prevalence of mental illness in the bio-
logical and adoptive families of & Varady, A. (1990). Evaluation of a D. W., & Luparello, T.J. (1974). Observa-
adopted schizophrenics. In D. Rosen- treatment approach combining nicotine tions on patterns of subjective sympto-
thal & S.S. Kety (Eds.), The transmission gum with self-guided behavioral treat- matology of acute asthma. Psychoso-
of schizophrenia. Elmsford, NY: Perga- ments for smoking relapse prevention. matic Medicine, 36, 129-143.
mon. Journal of Consulting and Clinical Psychol- Kinzie, J.D. (1985). Overview of clinical is-
Kety, S.S., Rosenthal, D., Wender, P.H., & ogy, 58, 85-92. sues in the treatment of Southeast Asian
Schulsinger, R (1975). Mental illness in Killen, J.D., Taylor, C.B., Hayward, C., refugees. In T.C. Owan (Ed.), Southeast
the adoptive and biological families of Asian mental health treatment, prevention
Wilson, D.M., Haydel, K.F., et al. (1994).
adopted individuals who have become services, training, and research. Washing-
Pursuit of thinness and onset of eating
schizophrenic. In R.R. Fieve, D. Rosen- ton, DC: National Institute of Mental
thal, & H. Brill (Eds.), Genetic research in disorders in a community sample of
Health.
psychiatry. Baltimore: Johns Hopkins adolescent girls. International Journal of
Eating Disorders, 16, 227-238. Kipke, M.D., Montgomery, S., & MacKen-
University Press.
zie, R.G. (1993). Substance use among
Kety, S.S., Wender, P.H., Jacobsen, B., In- Killen, J.D., Taylor, C.B., Telch, M.J., Say-
youth who attend community-based
graham, L.T., Jansson, L., et al. (1994). lor, K.E., Maron, D.J., & Robinson, T.N.
health clinics. Journal of Adolescent
Mental illness in the biological and (1986). Self-induced vomiting and laxa-
Health, 14, 289-294.
adoptive relatives of schizophrenic tive and diuretic use among teenagers:
adoptees: Replication of the Copen- Kirmayer, L.J., Robbins, J.M., & Paris, J.
Precursors of the binge-purge syn-
hagen study in the rest of Denmark. (1994). Somatoform disorders: Personal-
drome. Journal of the American Medical
Archives of General Psychiatry, 51, 442- ity and social matrix of somatic distress.
Association, 255, 1447-1449.
468. Journal of Abnormal Psychology, 103,
Kilpatrick, D.G., & Best, C.L. (1990, April). 125-136.
Keys, A., Taylor, H.L., et al. (1971). Mortal-
Sexual assault victims: Data from a random
ity and coronary heart disease in men Kivlighan, D.M., & Mullison, D. (1988).
studied for 23 years. Archives of Internal national probability sample. Paper pre-
Participants’ perception of therapeutic
Medicine, 128, 201-214. sented at the annual convention of the
factors in group counseling: The role of
Southeastern Psychological Association,
Kidder, T. (1978). Soldiers of misfortune. interpersonal style and stage of group
The Atlantic Monthly, 241, 41 -52. Atlanta. development. Small Group Development,
Kiecolt-Glaser, J., Dura, J.R., Speicher, Kilpatrick, D.G., Best, C.L., Veronen, L.J., 19, 452-468.
C.E., & Trask, O. (1991). Spousal care- Amick, A.E., Villeponteaux, L.A., & Kleeman, S.T. (1967). Psychiatric contribu-
givers of dementia victims: Longitudi- Ruff, G.A. (1985). Mental health corre- tions in the treatment of asthma. Annals
nal changes in immunity and health. lates of criminal victimization: A ran- of Allergy, 25, 611-619.
Psychosomatic Medicine, 54, 345-362. dom community survey. Journal of Con-
Klein, D. (1992, April 1). The empty pot.
Kiecolt-Glaser, J., Glaser, R., Strain, E., sulting and Clinical Psychology, 53, 866-
Los Angeles Times, pp. A3, A14.
Stout, J.C., Tarr, K.L., Holliday, J.E., & 873.
Speicher, C.E. (1986). Modulation of cel- Klein, D.F. (1993). False suffocation
Kilpatrick, D.G., Edmunds, C.N., & Sey- alarms, spontaneous panics, and related
lular immunity in medical students.
mour, A.K. (1992). Rape in America: A re- conditions: An integrative hypothesis.
Journal of Behavioral Medicine, 9, 5-21.
port to the nation. Arlington, VA: Na- Archives of General Psychiatry, 50, 306
Kiecolt-Glaser, J.K., Garner, W., Speicher, tional Victim Center.
C.E., Penn, G.M., Holliday, J., & Glaser, -317.
R. (1984). Psychosocial modifiers of im- Kimble, G.A., Garmezy, N., & Zigler, E. Klein, D.F. (1996). Preventing hung juries
munocompetence in medical students. (1980). Principles of general psychology. about therapy studies. Journal of Con-
Psychosomatic Medicine, 46, 7-14. New York: Wiley. sulting and Clinical Psychology, 64.
Kiecolt-Glaser, J.K., Glaser, R., Williger, D., King, D.W., King, L.A., Gudanowski, 81-87.
Stout, J., Messick, G., Sheppard, S., D.M., & Vreven, D.L. (1995). Alternative Klein, D.F., & Ross, D.C. (1993). Reanaly-
Ricker, D., Romischer, S.C., Briner, W., representations of war zone stressors: sis of the National Institute of Mental
Bonnell, G., & Donnerberg, R. (1985). Relationship to posttraumatic stress dis- Health Treatment of Depression Collab-
Psychosocial enhancement of immuno- order in male and female Vietnam vet- orative Research Program general effec-
KAYNAKLAR R-35
√√

tiveness report. Neuropsychopharmacol- rections in psychiatry. New York: Hather- of schizophrenia. Elmsford, NY: Perga-
ogy, 8, 241-251. leigh. mon.
Klein, D.N., Taylor, E.B., Dickstein, S., & Knapp, S., & Vandecreek, L. (1982). Tara- Kohut, H. (1971). The analysis of the self.
Harding, K. (1988). Primary early-onset New York: International Universities
soff: Five years later. Professional Psy-
dysthymia: Comparison with primary Press.
chology, 13, 511-516.
nonbipolar nonchronic major depres- Kohut, H. (1977). The restoration of the self.
sion on demographic, clinical, famil- Knaus, W., & Bokor, S. (1975). The effect of New York: International Universities
ial, personality, and socioenvironmental rational-emotive education lessons on Press.
characteristics and short-term outcome. anxiety and self-concept in sixth grade Kohut, H., & Wolf, E.S. (1978). The disor-
Journal of Abnormal Psychology, 97, 387- students. Rational Living, 10, 7-10. ders of the self and their treatment: An
398.
Knight, B. (1983). An evaluation of a mo- outline. International Journal of Psycho-
Klerman, G.L. (1983). Problems in the def- analysis, 59, 413 - 425.
inition and diagnosis of depression in bile geriatric team. In M.A. Smyer & M.
Gatz (Eds.), Mental health and aging: Pro- Kolden, G.G. (1991). The generic model of
the elderly. In M. Hauge & L. Breslau psychotherapy: An empirical investiga-
(Eds.), Depression in the elderly: Causes, grams and evaluations. Beverly Hills, CA:
tion of patterns of process and outcome
care, consequences. New York: Springer. Sage. relationships. Psychotherapy Research, 1,
Klerman, G.L. (1988). Depression and re- Knight, B.G. (1996). Psychotherapy with 62 - 73.
lated disorders of mood (affective disor- older adults. 2nd ed. Thousand Oaks, CA: Kolmen, B.K., Feldman, H.E., Handen,
ders). In A.M. Nicholi, Jr. (Ed.), The new B.L., & Janosky, J.E. (1995). Naltrexone
Sage.
Harvard guide to psychiatry. Cambridge, in young autistic children: A double-
MA: Harvard University Press. Knight, B. G., Kelly, M., & Gatz, M. (1992). blind, placebo-controlled crossover
Klerman, G.L. (1988). The current age of Psychotherapy and the older adult. In study. Journal of the American Academy of
youthful melancholia. British Journal of D.K. Freedheim (Ed.), History of psy- Child and Adolescent Psychiatry, 34, 223-
Psychiatry, 152, 4-14. chotherapy: A century of change (pp. 231.
Klerman, G.L. (1990). Treatment of recur- 528-551). Washington, DC: American Kolvin I., McKeith, R.C., & Meadows, S.R.
rent unipolar major depressive disor- Psychological Association. (1973). Bladder control and enuresis.
der. Archives of General Psychiatry, 47, Philadelphia: Lippincott.
Knight, B.G., Lutzky, S.M., & Olshevski,
1158-1162. Konig, P., & Godfrey, S. (1973). Prevalence
J.L. (1992). A randomized comparison
Klerman, G.L., & Weissman, M.M. (Eds.), of exercise-induced bronchial liability in
of stress reduction training to problem families of children with asthma.
(1993). New applications of interpersonal
psychotherapy. Washington, DC: Ameri- solving training for dementia care- Archives of Diseases of Childhood, 48,
can Psychiatric Press. givers: Processes and outcomes. Un- 518.
Klerman, G.L., Weissman, M.M., Markow- published manuscript, University of Korchin, S.J. (1976). Modern clinical psy-
itz, J.C., Glick, I., Wilner, P.J., Ma- Southern California, Los Angeles. chology. New York: Basic Books.
son, B., & Shear, M.K. (1994). Med- Knopp, E.H. (1984). Retraining adult sex of- Kornetsky, C. (1976). Hyporesponsivity of
ication and psychotherapy. In A.E. chronic schizophrenic patients to dex-
fenders. New York: Safer Society Press.
Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook troamphetamine. Archives of General
of psychotherapy and behavior change. Kobak, K.A., Rock, A.L., & Greist, J.H. Psychiatry, 33, 1425-1428.
Fourth edition (pp. 734 - 782). New (1995). Group behavior therapy for ob- Koss, M.P. (1985). The hidden rape victim:
York: Wiley. sessive-compulsive disorder. Journal for Personality, attitudinal, and situational
Klerman, G.L., Weissman, M.M., Roun- Specialists in Group Work, 20, 26-32. characteristics. Psychology of Women
saville, B.J., & Chevron, E.S. (1984). In- Quarterly, 9, 193-212.
Koegel, R.L., Schreibman, L., Britten, K.R.,
terpersonal psychotherapy of depression. Koss, M.P., & Butcher, J.N. (1986). Re-
Burkey, J.C., & O’Neill, R.E. (1982). A
New York: Basic Books. search on brief psychotherapy. In S.L.
comparison of parent training to direct Garfield & A.E. Bergin (Eds.), Handbook
Klinnert, M.D., Mrazek, P.J., & Mrazek,
child treatment. In R.L. Koegel, A. Rin- of psychotherapy and behavior change (3rd
D.A. (1994). Early asthma onset: The in-
teraction between family stressors and cover, & A.L. Egel (Eds.), Educating and ed.). New York: Wiley.
adaptive parenting. Psychiatry, 57, 51-61. understanding autistic children. San Koss, M.P., & Shiang, J. (1994). Research of
Klosko, J.S., Barlow, D.H., Tassinari, R., & Diego, CA: College-Hill. brief psychotherapy. In A.E. Bergin &
S.L. Garfield (Eds.), Handbook of psy-
Cerny, J.A. (1990). A comparison of al- Koenig, H.G., & Blazer, D.G. (1992). Mood
chotherapy and behavior change. Fourth
prazolam and behavior therapy in treat- disorders and suicide. In J.E. Birren, R.B. edition (pp. 664 - 700). New York: Wi-
ment of panic disorder. Journal of Con- Sloane, & G.D. Cohen (Eds.), Hand- ley.
sulting and Clinical Psychology, 58, 77-
book of mental health and aging (pp. Kösten, T.R., Mason, J.W., Giller, E.L.,
84.
379 -407). San Diego: Academic Press. Ostroff, R., & Harkness, I. (1987). Sus-
Kluft, R.P. (1984a). An introduction to
Koenig, K., & Masters, J. (1965). Experi- tained urinary norepinephrine and epi-
multiple personality disorder. Psychi-
nephrine elevation in posttraumatic
atric Annals, 7, 19-24. mental treatment of habitual smoking.
stress disorder. Psychoneuroendocrinol-
Kluft, R.P. (1984b). Multiple personality in Behaviour Research and Therapy, 3, 235- ogy, 12, 13-20.
childhood. Psychiatric Clinics of North 243. Kösten, T.R., Morgan, C.M., Falcione, J., &
America, 7, 121-134. Koenigsberg, H.W., & Handley, R. (1986). Schottenfeld, R.S. (1992). Pharmacother-
Kluft, R.P. (1984c). Treatment of multiple Expressed emotion: From predictive in- apy for cocaine-abusing methadone-
personality disorder: A study of 33 maintained patients using amantadine
dex to clinical construct. American Jour-
cases. Psychiatric Clinics of North or desipramine. Archives of General Psy-
nal of Psychiatry, 143, 1361-1373.
America, 7, 929. chiatry, 49, 894-898.
Kluft, R.P. (1985). The treatment of multi- Kohn, M.L. (1968). Social class and schizo- Kovacs, M. (1990). Comorbid anxiety dis-
ple personality disorder (MPD): Cur- phrenia: A critical review. In D. Rosen- orders in childhood-onset depressions.
rent concepts. In F.F. Flach (Ed.), Di- thal & S.S. Kety (Eds.), The transmission In J.D. Maser & C.R. Cloninger (Eds.), Co-
R-36 √√ KAYNAKLAR

morbidity of mood and anxiety disorders holics: A controlled trial. Archives of therapy. Archives of General Psychiatry,
(pp. 272-281). Washington, DC: Ameri- General Psychiatry, 51, 720- 731. 53, 41-46.
can Psychiatric Press. Kring, A.M., & Neale, J.M. (1996). Do Lambert, M.J., & Bergin, A.E. (1994). The
Kovacs, M., Feinberg, T.L., Crouse-No- schizophrenics show a disjunctive rela- effectiveness of psychotherapy. In A.E.
vack, M.A., Paulauskas, S.L., & Finkel- tionship among expressive, experiential Bergin & S.L. Garfield (Eds.), Handbook
stein, R. (1984). Depressive disorders and physiological components of emo- of psychotherapy and behavior change.
in childhood: 1. A longitudinal prospec- tion? Journal of Abnormal Psychology, Fourth edition (pp. 143-189). New York:
tive study of characteristics and recov- 105, 249 -257. Wiley.
ery. Archives of General Psychiatry, 41, Kringlen, E. (1970). Natural history of ob- Lambert, M.J., Bergin, A.E., & Collins, J.L.
229-237. sessional neurosis. Seminars in Psychia- (1977). Therapist-induced deterioration
Kovacs, M., Feinberg, T.L., Crouse-Novak, try, 2, 403-419. in psychotherapy. In A.S. Gurman &
M.A., Paulauskas, S.L., Pollack, M., & Krystal, J.H., Karper, L.P., Seibyl, J.P., Free- A.M. Razin (Eds.), Effective psychother-
Finkelstein, R. (1984). Depressive disor- man, G.K., Delaney, R., et al. (1995). apy: A handbook of research. Elmsford,
ders in childhood: 4. A longitudinal Subanesthetic effects of the non-com- New York: Pergamon.
study of comorbidity with and risk for petitive NMDA antagonist, ketamine, in Lambert, M.J., Shapiro, D.A., & Bergin,
anxiety disorders. Archives of General humans: Psychotomimetic, perceptual, A.E. (1986). The effectiveness of psy-
Psychiatry, 41, 776 - 782. cognitive, and neuroendocrine effects. chotherapy. In S.L. Garfield & A.E.
Kovacs, M., Rush, A.J., Beck, A.T., & Hol- Archives of General Psychiatry, 51, 199- Bergin (Eds.), Handbook of psychotherapy
lon, S.D. (1981). Depressed outpatients 214. and behavior change (3rd ed.). New York:
treated with cognitive therapy or phar- Krystal, J.H., Kösten, T.R., Southwick, S., Wiley.
macotherapy: A one-year follow-up. Mason, J.W., Perry, B.D., & Giller, E.L. Landman, J.T., & Dawes, R. (1982). Psy-
Archives of General Psychiatry, 38, 33- (1989). Neurobiological aspects of chotherapy outcome: Smith and Glass’s
39. PTSD: Review of Clinical and preclinical conclusions stand up under scrutiny.
Kowalik, D.L., & Gotlib, I.H. (1987). De- studies. Behavior Therapy, 20, 177-198. American Psychologist, 37, 504-516.
pression and marital interation: Concor- Kucharski, L.T., White, R.M., & Schratz, Lando, H.A. (1977). Successful treatment
dance between intent and perception of M. (1979). Age bias, referral for psycho- of smokers with a broad-spectrum be-
communication. Journal of Abnormal logical assistance and the private physi- havioral approach. Journal of Consulting
Psychology, 96, 127-134. cian. Journal of Gerontology, 34, 423 and Clinical Psychology, 45, 361 -366.
-428.
Kowall, N.K., & Beal, M.F. (1988). Cortical Lane, E.A., & Albee, G.W. (1965). Child-
somatostatin, neuropeptide Y, and Kuhn, T.S. (1962). The structure of scientific hood intellectual differences between
NADPH diphorase neurons: Normal revolutions. Chicago: University of schizophrenic adults and their siblings.
anatomy and alterations in Alzheimer’s Chicago Press. American Journal of Orthopsychiatry, 35,
disease. Annals of Neurology, 23, 105- Kundera, M. (1991). Immortality. New 747- 753.
113. York: Grove Press. Lang, A.R., Goeckner, D.J., Adessor, V.J., &
Kozel, N.J., & Adams, E.H. (1986). Epi- Kunst-Wilson, W.R., & Zajonc, R.B. (1980). Marlatt, G.A. (1975). Effects of alcohol
demiology of drug abuse: An overview. Affective discrimination of stimuli that on aggression in male social drinkers.
Science, 234, 970 -974. cannot be recognized. Science, 207, 557- Journal of Abnormal Psychology, 84, 508-
Kozel, N.J., Crider, R.A., & Adams, E.H. 558. 518.
(1982). National surveillance of cocaine Kuriansky, J.B., Deming, W.E., & Gurland, Lang, P.J., & Lazovik, A.D. (1963). Experi-
use and related health consequences. B.J. (1974). On trends in the diagnosis of mental desensitization of a phobia. Jour-
Morbidity and Mortality Weekly Report schizophrenia. American Journal of Psy- nal of Abnormal and Social Psychology,
31, 20, 265 - 273. chiatry, 131, 402-407. 66, 519-525.
Kozlowski, L.T., Skinner, W., Kent, C., & Kutchinsky, B. (1970). Studies on pornogra- Lang, P.J., & Melamed, B.G. (1969). Case
Pope, M. (1989). Prospects for smoking phy and sex crimes in Denmark. Copen- report: Avoidance conditioning therapy
treatment in individuals seeking treat- hagen: New Social Science Mono- of an infant with chronic ruminative
ment for alcohol and other drug prob- graphs. vomiting. Journal of Abnormal Psychol-
lems. Addictive Behaviors, 14, 273-279. Lacey, J.I. (1967). Somatic response pat- ogy, 74, 1-8.
Kozol, H., Boucher, R., & Garofalo, R. terning and stress: Some revisions of ac- Lange, A.J., & Jakubowski, P. (1976). Re-
tivation theory. In M.H. Appley & R. sponsible assertive behavior. Champaign,
(1972). The diagnosis and treatment of
Trumball (Eds.), Psychological stress. IL: Research Press.
dangerousness. Crime and Delinquency,
New York: McGraw-Hill.
18, 37-92. Langeluddeke, A. (1963). Castration of sex-
Ladd, G.W. (1981). Effectiveness of a so- ual criminals. Berlin: de Gruyter.
Kraepelin, E. (1981). Clinical psychiatry.
cial learning method for enhancing chil-
(A.R. Diefendorf, Trans.). Delmar, NY: Langenbucher, J.W., & Chung, T. (1995).
dren’s social interaction and peer accep-
Scholars’ Facsimiles and Reprints. Onset and staging of DSM-IV alcohol
tance. Child Development, 52, 171-178.
(Original work published 1883) dependence using mean age and sur-
Lahey, B.B., Piacentini, J.C., McBurnett,
Kramer, E.F. (1995). Controversial litiga- vival hazard methods. Journal of Abnor-
K., Stone, P., Hartdagen, S., & Hynd, G.
tion issue may be shifting our focus mal Psychology, 104, 346 -354.
(1988). Psychopathology in the parents
away from a more serious problem. Res Langer, E.J. (1981). Old age: An artifact? In
of children with conduct disorder and
Gestae, 12. hyperactivity. Journal of the American J. McGaugh & S. Kiesler (Eds.), Aging:
Krantz, S., & Hammen, C.L. (1979). As- Academy of Child and Adolescent Psychia- Biology and behavior. New York: Acade-
sessment of cognitive bias in depres- try, 27, 163-170. mic Press.
sion. Journal of Abnormal Psychology, Lam, R.W., Zis, A.P., Grewal, A., Delga- Langer, E.J. (1989). Mindfulness. Reading,
88, 611-619. do, PL., Charney, D.S., & Krystal, J.H. MA: Addison-Wesley.
Kranzler, H.R., Burleson, J.A., Del Boca, (1996). Effects of rapid tryptophan de- Langer, E.J., & Abelson, R.P. (1974). A pa-
F.K., Babor, T.F., Korner, P., et al. (1994). pletion in patients with seasonal affec- tient by any other name . . . : Clinician
Busipirone treatment of anxious alco- tive disorder in remission after light group difference in labelling bias. Jour-
KAYNAKLAR R-37
√√

nal of Consulting and Clinical Psychol- Project Head Start. New York: Free trophy: Effects of hygienic therapy. Jour-
ogy, 42, 4-9. Press. nal of Human Hypertension, 1, 147-151.
Langer, E.J., & Rodin, J. (1976). The effects Lazarus, A.A. (1961). Group therapy of Lee, S. (1994). The Diagnostic Interview
of choice and enhanced personal re- phobic disorders by systematic desensi- Schedule and anorexia nervosa in Hong
sponsibility for the aged. Journal of Per- tization. Journal of Abnormal and Social Kong. Archives of General Psychiatry, 51,
sonality and Social Psychology, 34, 191- Psychology, 63, 504 -510. 251-252.
198. Lazarus, A.A. (1965). Behavior therapy, in- Lee, V.E., Brooks-Gunn, J., & Schnur, E.
Lanyon, R.I. (1986). Theory and treatment complete treatment, and symptom sub- (1988). Does Head Start work? A 1-year
of child molestation. Journal of Consult- stitution. Journal of Nervous and Mental follow-up comparison of disadvan-
Disease, 140, 80-86. taged children attending Head Start, no
ing and Clinical Psychology, 54, 176-
Lazarus, A.A. (1968a). Behavior therapy in preschool, and other preschool pro-
182.
groups. In G.M. Gazda (Ed.), Basic ap- grams. Developmental Psychology, 24,
Lara, M.E., & Klein, D.N. (in press). 210-222.
proaches to group psychotherapy and coun-
Processes underlying chronicity in de-
seling. Springfield, IL: Charles C. Leenaars, A.A., & Lester, D. (1995). Impact
pression. of suicide prevention centers on suicide
Thomas.
LaRue, A. (1992). Aging and neuropsycho- in Canada. Crisis, 16, 39.
Lazarus, A.A. (1968b). Learning theory
logical assessment. New York: Plenum. and the treatment of depression. Behav- Leeper, P. (1988). Having a place to live is
LaRue, A., Dessonville, C., & Jarvik, L.R ior Research and Therapy, 6, 83-89. vital to good health. News Report, 38,
(1985). Aging and mental disorders. In Lazarus, A.A. (1971). Behavior therapy and 5-8.
J.E. Birren & K.W. Schaie (Eds.), Hand- beyond. New York: McGraw-Hill. Leff, J.P. (1976). Schizophrenia and sensi-
book of psychology of aging (2nd ed.). tivity to the family environment. Schizo-
Lazarus, A.A. (1973). Multimodal behav-
New York: Van Nostrand-Reinhold. phrenia Bulletin, 2, 566-574.
ior therapy: Treating the basic ID. Jour-
Lassano, D., del Buono, G., & Latapano, nal of Nervous and Mental Disease, 156, Legido, A., Tonyes, L., Carter, D., Schoe-
P. (1993). The relationship between 404-411. maker, A., DiGeorge, A., & Grover, W.D.
obsessive-compulsive personality and (1993). Treatment variables and intellec-
Lazarus, A.A. (1989). The practice of multi-
obsessive-compulsive disorder: Data tual outcome in children with classic
modal therapy. Baltimore: Johns Hopkins
obtained by the personality disorder ex- phenylketonuria: A single-center-based
University Press.
amination. European Psychiatry, 8, 219- study. Clinical Pediatrics, 32, 417-425.
Lazarus, A.A. (1997). Brief but comprehen-
221. Lehrer, P.M., & Woolfolk, R.L. (1993) Prin-
sive psychotherapy: The multimodal way.
ciples and practice of stress management
Last, C.G., & Strauss, C.C. (1990). School New York: Springer.
(2nd ed.). New York: Guilford.
refusal in anxiety-disordered children Lazarus, A.A., & Davison, G.C. (1971).
and adolescents. Journal of the American Lehrer, P.M., Hochron, S.M., Mayne, T.,
Clinical innovation in research and
Academy of Child and Adolescent Psychia- Isenberg, S., & et al. (1994). Relaxation
practice. In A.E. Bergin & S.L. Garfield
try, 29, 31-35. and music therapies for asthma among
(Eds.), Handbook of psychotherapy and be-
patients prestabilized on asthma med-
Laub, J.H., & Sampson, R.J. (1995). The havior change: An empirical analysis. New
ication. Journal of Behavioral Medicine,
long term effects of punitive discipline. York: Wiley.
17, 1-24.
In J. McCord (Ed.), Coercion and punish- Lazarus, A.A., & Messer, S.B. (1991). Does
Lehrer, P.M., Isenberg, S., & Hochron, S.M.
ment in long-term perspective (pp. chaos prevail? An exchange on techni-
(1993). Asthma and emotion: A review.
247-258). Cambridge, MA: Cambridge cal eclecticism and assimilative integra-
Journal of Asthma, 30, 5-21.
University Press. tion. Journal of Psychotherapy Integra-
tion, 1, 143-158. Leiblum, S.R., & Rosen, R.C. (Eds.). (1988).
Laumann, E.O., Gagnon, J.H., Michael, R.T., Sexual desire disorders. New York: Guil-
& Michaels, S. (1994). The social or- Lazarus, A.A., Davison, G.C., & Polefka,
ford.
ganization of sexuality. Chicago: Univer- D. (1965). Classical and operant factors
in the treatment of school phobia. Jour- Leitenberg, H., Gross, H., Peterson, H., &
sity of Chicago Press. Rosen, J.C. (1984). Analysis of an anxi-
nal of Abnormal Psychology, 70, 225
Lavelle, T.L., Metalsky, G.I., & Coyne, J.C. ety model in the process of change dur-
-229.
(1979). Learned helplessness, test anxi- ing exposure plus response prevention
Lazarus, R.S. (1966). Psychological stress
ety, and acknowledgment of contingen- treatment of bulimia nervosa. Behavior
and the coping process. New York: Mc- Therapy, 15, 3-20.
cies. Journal of Abnormal Psychology, 88,
Graw-Hill.
381-387. Leland, J. (1995). A risky Rx for fun.
Lazarus, R.S., & Folkman, S. (1984). Newsweek, p. 74.
Law, M., & Tang, J.L. (1995). An analysis
Stress, appraisal, and coping. New York:
of the effectiveness of interventions in- Lenane, M.C., Swedo, S.F., Leonard, H.,
Springer.
tended to help people stop smoking. Pauls, D.L., Sceery, W., et al. (1990). Psy-
Lazo, J. (1995). True or false: Expert testi- chiatric disorders in first degree rela-
Archives of Internal Medicine, 155, 1933-
mony on repressed memory. Loyola of tives of children and adolescents with
1941.
Los Angeles Law Review, 28, 1345-1413. obsessive compulsive disorder. Journal
Lawler, B.A., Sunderland, T., Mellow,
Leach, S., & Roy, S.S. (1986). Adverse drug of the American Academy of Child and
A.M., Hill, J.L., Molchan, S.E., et
reactions: An investigation on an acute Adolescent Psychiatry, 29, 407-412.
al. (1989). Hyperresponsivity to the geriatric ward. Age and Ageing, 15
serotonin agonist m-chlorophenyl- Lenzenwenger, M.F., Dworkin, R.H., &
241-246. Wethington, E. (1991). Examining the
piperazine in Alzheimer’s disease.
Lebow, J.L., & Gurman, A.S. (1995). Re- underlying structure of schizophrenic
Archives of General Psychiatry, 46, 542-
search assessing couple and family phenomenology: Evidence for a 3-
548.
therapy. Annual Review of Psychology, process model. Schizophrenia Bulletin,
Layne, C. (1986). Painful truths about de- 46, 27-57. 17, 515-524.
pressives’ cognitions. Journal of Clinical Lee, D., DeQuattro, V., Cox, T., Pyter, L., Leon, G.R., Fulkerson, J.A., Perry, C.L., &
Psychology, 39, 848-853. Foti, A., Allen, J., Barndt, R., Azen, S., & Early-Zald, M.B. (1995). Prospective
Lazar, I. (1979). Social services in Head Davison, G.C. (1987). Neurohormonal analysis of personality and behavioral
Start. In E. Zigler & J. Valentine (Eds.), mechanisms and left ventricular hyper- vulnerabilities and gender influences in
R-38 √√ KAYNAKLAR

the later development of disordered and M.M. Katz (Eds.), The psychology of & L. Dornbrand (Eds.), The practical
eating, journal of Abnormal Psychology, depression: Contemporary theory and re- handbook of clinical gerontology (pp.
104, 140-149. search. Washington, DC: Winston-Wiley. 324-348). Thousand Oaks, CA: Sage.
Lerer, B., Bleich, A., Kotler, M., Garb, R., Lewinsohn, P.M., Clarke, G.N., Hops, H., Liebenluft, E. (1996). Women with bipolar
Hertzberg, M., & Levin, B. (1987). Post- & Andrews, J. (1990). Cognitive-behav-
illness: Clinical and research issues.
traumatic stress disorder in Israeli com- ioral treatment for depressed adoles-
American Journal of Psychiatry, 153, 163-
bat veterans. Archives of General Psychia- cents. Behavior Therapy, 21, 385-401.
173.
try, 44, 976 -981. Lewinsohn, P.M., Hops, H., Roberts, R.E.,
Lieberman, M.A., Yalom, J.D., & Miles, M.B.
Lerman, C., & Glanz, K. (1997). Stress, Seeley, J.R., & Andrews, J.A. (1993).
coping, and health behavior. In K. Adolescent psychopathology: 1. preva- (1973). Encounter groups: First facts.
Glanz, F. Lewis, & B. Rimer (Eds.), Health lence and incidence of depression and New York: Basic Books.
behavior and health education: The- other DSM-III disorders in high school Liebert, R.M., Neale, J.M., & Davidson, E.S.
ory, research and practice San Francisco: students. Journal of Abnormal Psychol- (1973). The early window. Elmsford, NY:
Jossey-Bass. ogy, 102, 133-144. Pergamon.
Lerman, C., Schwartz, M.D., Miller, S.M., Lewinsohn, P.M., Mischef, W., Chapion, Liebson, I. (1967). Conversion reaction: A
Daly, M., Sands, C., & Rimer, B.K. W., & Barton, R. (1980). Social compe- teaming theory approach. Behaviour Re-
(1996). A randomized trial of breast can- tence and depression: The role of illu- search and Therapy, 7, 217-218.
cer risk counseling: Interacting effects sory self-perceptions. Journal of Abnor-
Lief, H.I. (1988). Foreword. In S.R.
of counseling, educational level, and mal Psychology, 89, 203-212.
Leiblum & R.C. Rosen (Eds.), Sexual de-
coping style. Health Psychology, 15, 75 - Lewinsohn, P.M., Roberts, R.E., Seeley,
83. sire disorders. New York: Guilford.
J.R., Rohde, P., Gotlib, I.H., & Hops, H.
Lerner, H.R (1983). Contemporary psy- (1994). Adolescent psychopathology: 2. Lief, H.I., & Hubschman, L. (1993). Or-
choanalytic perpectives on gorge-vom- Psychosocial risk factors for depression. gasm in the postoperative, transsexual.
iting: A case illustration. International Journal of Abnormal Psychology, 103, Archives of Sexual Behavior, 22, 145-
Journal of Eating Disorders, 3, 47-63. 302-315. 155.
Lesage, A., & Lamontagne, Y. (1985). Para- Lewinsohn, P.M., Rohde, P., Fischer, S.A., Lifton, R.J. (1976). Advocacy and corrup-
doxical intention and exposure in vivo & Seeley, J.R. (1991). Age and depres- tion in the healing profession. In N.L.
in the treatment of psychogenic nausea: sion: Unique and shared effects. Psy- Goldman & D.R. Segal (Eds.), The social
Report of two cases. Behavioral Psy- chology and Aging, 6, 247-260. psychology of military service. Beverly
chotherapy, 13, 69-75. Lewinsohn, P.M., Steimetz, J.L., Larsen, Hills, CA: Sage.
Lesperance, F., Frasure-Smith, N., & Tala- D.W., & Franklin, J. (1981). Depression Light, E., & Lebowitz, B.D. (Eds). (1991).
jic, M. (1996). Major depression before related cognitions: Antecedent or conse- The elderly with chronic mental illness.
and after myocardial infarction: Its na- quences? Journal of Abnormal Psychol- New York: Springer.
ture and consequences. Psychosomatic ogy, 90, 213-219.
Light, K.C., Dolan, C.A., Davis, M.R., &
Medicine, 58, 99-110. Lewinsohn, P.M., Weinstein, M., & Alper, Sherwood, A. (1992). Cardiovascular re-
Lester, D. (1991). Do suicide prevention T. (1970). A behavioral approach to the sponses to an active coping challenge as
centers prevent suicide? Homeostasis in group treatment of depressed persons:
predictors of blood pressure patterns 10
Health and Disease, 33, 190-194. A methodological contribution. Journal
to 15 years later. Psychosomatic Medicine,
Leuchter, A.F. (1985). Assessment and of Clinical Psychology, 26, 525-532.
54, 217-230.
treatment of the late-onset psychoses. Ley, R. (1987). Panic disorder: A hyper-
Light, L.L. (1990). Interactions between
Hospital and Community Psychiatry, 36, ventilation interpretation. In L. Michel-
815-818. son & L.M. Asher (Eds.), Anxiety and memory and language in old age. In J.E.
stress disorders. New York: Guilford. Birren & K.W. Schaie (Eds.), Handbook of
Levenson, M. (1972). Cognitive and percep-
the psychology of aging (pp. 275-290).
tual factors in suicidal individuals. Un- Li, T-K., Lumeng, L., McBride, W.J., &
San Diego: Academic Press.
published doctoral dissertation, Univer- Waller, M.B. (1981). Indiana selection
sity of Kansas, Lawrence. studies on alcohol related behaviors. In Lindemann, E. (1944). Symptomatology
Levin, R.L. (1992). The mechanisms of hu- R.A. McClearn, R.A. Deitrich, & V.G. and management of acute grief. Ameri-
man female sexual arousal. Annual Re- Erwin (Eds.), Development of animal mod- can Journal of Psychiatry, 101, 141-148.
view of Sex Research, 3, 1-48. els as pharmacogenetic tools. Washington, Linehan, M.M. (1985). The reasons for liv-
DC: U.S. Government Printing Office. ing inventory. In P. Keller & L. Ritt
Levine, S.B., & Yost, M.A. (1976). Fre-
quency of sexual dysfunction in a gen- Liberman, R.P. (1972). Reinforcement of (Eds.), Innovations in clinical practice: A
eral gynecological clinic: An epidemio- social interaction in a group of chronic sourcebook (pp. 321-330). Sarasota, FL:
logical approach. Archives of Sexual mental patients. In R. Rubin et al., Ad- Professional Resource Exchange.
Behavior, 5, 229-238. vances in behavior therapy. New York:
Linehan, M.M. (1987). Dialectical behavior
Academic Press.
Levitsky, A., & Perls, F.S. (1970). The rules therapy for borderline personality dis-
and games of Gestalt therapy. In J. Fa- Liberman, R.P. (1994). Psychosocial treat- order. Bulletin of the Menninger Clinic,
gan & I.L. Shepherd (Eds.), Gestalt ther- ments for schizophrenia. Psychiatry: In-
51, 261-276.
apy now: Theory, techniques, applications. terpersonal and Biological Processes, 57,
104-114. Linehan, M.M. (1993a). Behavioral skills
Palo Alto, CA: Science & Behavior
training manual for treating borderline per-
Books. Liberman, R.P. (Ed). (1992). Handbook of
sonality disorder. New York: Guilford
Levy, S.M., Herberman, R.B., Whiteside, psychiatric rehabilitation. New York:
Macmillan. Press.
T., Sanzo, K., Lee, J., & Kirkwood, J.
(1990). Perceived social support and tu- Liberman, R.P., DeRisi, W.J., & Mueser, Linehan, M.M. (1993b). Cognitive behav-
mor estrogen/progesterone receptor K.T. (1989). Social skills training for psy- ioral treatment of borderline personality
status as predictors of natural killer cell chiatric patients. Elmsford, NY: Perga- disorder: The dialectics of effective treat-
activity in breast cancer patients. Psy- mon. ment. New York: Guilford.
chosomatic Medicine, 52, 73 - 85. Liberto, J.G., Oslin, D.W., & Ruskin, P.E. Linehan, M.M., & Shearin, E.N. (1988).
Lewinsohn, P.M. (1974). A behavioral ap- (1996). Alcoholism in the older popula- Lethal stress: A social-behavioral model
proach to depression. In R.J. Friedman tion. In L.L. Carstensen, B.A. Edelstein, of suicidal behavior. In S. Fisher & J.
KAYNAKLAR R-39
√√

Reason (Eds.), Handbook of life stress, cog- chiatric clinics of North America. Philadel- ations. Psychological Bulletin, 106, 184-
nition, and health. New York: Wiley, phia: Saunders. 203.
Linehan, M.M., Armstrong, H.E., Suarez Litwack, T.R. (1985). The prediction of vi- Lopez, S.R. (1994). Latinos and the expres-
A., Allmon, D., & Heard, H.L. (1991). olence. The Clinical Psychologist, 38, 87- sion of psychopathology: A call for di-
Cognitive-behavioral treatment of 90. rect assessment of cultural influences.
chronically parasuicidal borderline pa- Livesley, W.J., Schroeder, M L., & Jackson, In C. Telles & M. Karno (Eds.), Latino
tients. Archives of General Psychiatry, 48, mental health: Current research and policy
D.N. (1990). Dependent personality and
1060-1064. perspectives. Los Angeles: UCLA.
attachment problems. Journal of Person-
Linehan, M.M., Camper, P., Chiles, J.A., ality Disorders, 4, 131-140. Lopez, S.R. (1996). Testing ethnic minority
children. In B.B. Wolman (Ed.), The en-
Strosahl, K., & Shearin, E.N. (1987). In- Livesley, W.J., Schroeder, M.L., Jackson, cyclopedia of psychology, psychiatry, and
terpersonal problem-solving and para- D.N., & Jung, K.L. (1994). Categorical psychoanalysis. New York: Henry Holt.
suicide. Cognitive Therapy and Research, distinctions in the study of personality
11, 1-12. Lopez, S.R., & Hernandez, P. (1986). How
disorder: Implications for classification.
culture is considered in evaluations of
Linehan, M.M., Goodstein, J.L., Nielsen, Journal of Abnormal Psychology, 103,
psychopathology. Journal of Nervous and
S.L., & Chiles, J.A. (1983). Reasons for 6-17.
Mental Disease, 176, 598 - 606.
staying alive when you are thinking of Lobitz, W.C., & Post, R.D. (1979). Parame-
Lopez, S.R., & Romero, A. (1988). Assess-
killing yourself, journal of Consulting ters of self-reinforcement and depres-
ing the intellectual functioning of Span-
and Clinical Psychology, 51, 276-286. sion. journal of Abnormal Psychology, 88,
ish-speaking adults: Comparison of the
Linehan, M.M., Heard, H.L., & Arm- 33-41.
EIWA and the WAIS. Professional Psy-
strong, H.E. (1992). Naturalistic follow-up Loeber, R., & Keenan, K. (1994). Interac- chology: Research and Practice, 19, 263
of a behavioral treatment for chronically tion between conduct disorder and its -270.
parasuicidal borderline patients. Unpub- comorbid conditions: Effects of age and Lopez, S.R., & Taussig, I.M. (1991). Cogni-
lished manuscript, University of Wash- gender. Clinical Psychology Review, 14, tive-intellectual functioning of Spanish-
ington, Seattle. 497-523. speaking impaired and nonimpaired
Link, B., Cullen, F., Frank, J., & Wozniak, J. Loeber, R., Lahey, B., & Thomas, C. (1991). elderly: Implications for culturally sen-
(1987). The social rejection of former Diagnostic conundrum of oppositional sitive assessment. Psychological Assess-
mental patients: Understanding why la- defiant disorder and conduct disorder. ment: A Journal of Consulting and Clinical
bels matter. American Journal of Journal of Abnormal Psychology, 100, Psychology, 3, 448 -454.
Sociology, 92, 1401-1500. 379-390. Lopez, S.R., Lopez, A.A., & Fong, K.T.
Linney, J.A. (1989). Optimizing research Loeber, R., Stouthamer-Loeber, M., Van (1991). Mexican Americans’ initial pref-
Kammen, W., & Farrington, D.P. (1989). erences for counselors: The role of eth-
strategies in the schools. In L.A. Bond &
Development of a new measure of self- nic factors. Journal of Counseling Psychol-
B.E. Compas (Eds.), Primary prevention
reported antisocial behavior for young ogy, 38, 487-496.
and promotion in the schools (pp. 50 - 76).
children: Prevalence and reliability. In LoPiccolo, J. (1977). Direct treatment of
Newbury Park, CA: Sage.
M. Klein (Ed.), Cross-national research in sexual dysfunction in the couple. In J.
Lion, J.R. (1978). Outpatient treatment of self-reported crime and delinquency (pp. Money & H. Musaph (Eds.), Handbook of
psychopaths. In W.H. Reid (Ed.), The 203-226). Boston: Kluwer-Nijhoff. sexology. New York: Elsevier/North-
psychopath: A comprehensive study of anti- Holland.
Loftus, E.F. (1993). The reality of repressed
social disorders and behaviors. New York:
memories. American Psychologist, 48, LoPiccolo, J. (1991). Counseling and ther-
Brunner/Mazel.
518-537. apy for sexual problems in the elderly.
Lipowski, C.J. (1990). Acute confusional Clinics in Geriatric Medicine, 7, 161-179.
Loftus, E.F., & Ketchum, K. (1994). The
states. New York: Oxford University LoPiccolo, J. (1992a). Post-modern sex
myth of repressed memory: False memories
Press. and allegations of sexual abuse. New York: therapy for erectile failure. In R.C.
Lipowski, P., Kerkhofs, M., VanOnderber- St. Martin’s Press. Rosen & S.R. Leiblum (Eds.), Erectile
gen, A., Hubain, P., Copinschi, G., & et London, P. (1964). The modes and morals of failure: Assessment and treatment. New
al. (1994). The 24 hour profiles of Corti- York: Guilford.
psychotherapy. New York: Holt, Rinehart
sol, prolactin, and growth hormone se- & Winston. LoPiccolo, J. (1992b). Psychological evalu-
cretion in mania. Archives of General Psy- ation of erectile failure. In R. Kirby, C.
London, P. (1986). The modes and morals of
chiatry, 51, 616-624. Carson, & G. Webster (Eds.), Diagnosis
psychotherapy (2nd ed.). New York:
Lipowski, Z.J. (1980). Delirium: Acute brain and management of male erectile failure
Hemisphere.
failure in man. Springfield, IL: Charles C. dysfunction. Oxford: Butterworth-Heine-
Loney, J., Langhorne, J.E., Jr., & Paternite, mann.
Thomas. C.E. (1978). An empirical basis for sub-
LoPiccolo, J. (in press). Sex therapy: A
Lipowski, Z.J”. (1983). Transient cognitive grouping the hyperkinetic-minimal
post-modern model. In S.J. Lynn & J.P.
disorders (delirium and acute confu- brain dysfunction syndrome. Journal of
Garske (Eds.), Contemporary psychother-
sional states) in the elderly. American Abnormal Psychology, 87, 431 -441.
apies: Models and methods. New York:
journal of Psychiatry, 140, 1426-1436. Long, W.R. (1995, November 24). A chang- Merrill.
Liskow, B. (1982). Substance induced and ing world proves deadly to Brazil Indi- LoPiccolo, J., & Friedman, J. (1988). Broad-
substance use disorders: Barbiturates ans. Los Angeles Times, pp. Al, A47, spectrum treatment of low sexual de-
and similarly acting sedative hypnotics. A48. sire: Integration of cognitive, behav-
In J.H. Greist, J.W. Jefferson, & R.L. Looman, J. (1995). Sexual fantasies of ioral, and systemic therapy. In S.
Spitzer (Eds.), Treatment of mental disor- child molesters. Canadian Journal of Be- Leiblum & R.C. Rosen (Eds.), Sexual de-
ders. New York: Oxford University havioural Science, 27, 321-332. sire disorders. New York: Guilford.
Press. Lopez, S.R. (1989). Patient variable biases LoPiccolo, J., & Friedman, J.M. (1985). Sex
Liston, E.H. (1982). Delirium in the aged. in clinical judgment: Conceptual therapy: An integrated model. In S.J.
In L.E. Jarvik & G.W. Small (Eds.), Psy- overview and methodological consider- Lynn & J.P. Garskee (Eds.), Contempo-
R-40 √√ KAYNAKLAR

rary psychotherapies: Models and methods. havior change: An empirical analysis (2nd theory in the courtroom. California
New York: Merrill. ed.). New York: Wiley. Lawyer, 15, 36-41.
LoPiccolo, J., & Hogan, D.R. (1979). Multi- Luborsky, L., Barber, J.P., & Crits- Madonna, P.G., Van Scoyk, S., & Jones,
dimensional treatment of sexual dys- Christoph, P. (1990). Theory-based re- D.B. (1991). Family interactions within
function. In O.F. Pomerleau & J.P. Brady search for understanding the process of incest and nonincest families. American
(Eds.), Behavioral medicine: Theory and dynamic psychotherapy. Journal of Con- Journal of Psychiatry, 148, 46-49.
practice. Baltimore: Williams & Wilkins. sulting and Clinical Psychology, 58, 281- Magee, W.J., Eaton, W.W., Wittchern,
LoPiccolo, ]., & Stock, W.E. (1987). Sexual 287. H.U., McGonagle, K.A., & Kessler, R.C.
function, dysfunction, and counseling Luborsky, L., Crits-Christoph, P., Melon, J., (1996). Agoraphobia, simple phobia and
in gynecological practice. In Z. Rosen- & Auerbach, A. (1988). Who will bene- social phobia in the National Comor-
waks, F. Benjamin, & M.L. Stone (Eds.), fit from psychotherapy: Predicting thera- bidity Survey. Archives of General Psychi-
Gynecology. New York: Macmillan. peutic outcomes. New York: Basic atry, 53, 159-168.
LoPiccolo, J., Heiman, J., Hogan, D., & Books.
Maher, B.A. (1966). Principles of psy-
Roberts, C. (1985). Effectiveness of sin- Luepnitz, R.R., Randolph, D.L., & Gutsch, chopathology: An experimental approach.
gle therapists vs. co-therapy teams in K.U. (1982). Race and socioeconomic New York: McGraw-Hill.
sex therapy. Journal of Consulting and status as confounding variables in the
Maher, B.A. (1974). Journal of Consulting
Clinical Psychology, 53, 287-294. accurate diagnosis of alcoholism. Jour-
nal of Clinical Psychology, 38, 665 -669. and Clinical Psychology, 42, 1-3 [Editor-
Loranger, A., Oldham, J., Russakoff, L.M.
ial],
& Susman, V. (1987). Structured inter- Lykken, D.T. (1957). A study of anxiety in
views and borderline personality disor- the sociopathic personality. Journal of Mahoney, L.J. (1977). Early diagnosis of
der. Archives of General Psychiatry, 41, Abnormal and Social Psychology, 55, breast cancer: The breast self-examina-
565-568 6-10. tion problem. Progress in Clinical and Bi-
ological Research, 12, 203-206.
Loranger, A.W., Sartorius, N., Andreoli, A., Lynam, D.R. (1996). Early identification of
Berger, P., Buchleim, P., et al. (1994). chronic offenders: Who is the fledgling Mahoney, M.J. (1974). Cognition and behav-
The International Personality Disorders psychopath? Psychological Bulletin, 120, ior modification. Cambridge, MA: Ball-
Examination: The World Health Organi- 209 -234. inger.
zation/Alcohol, Drug Abuse and Men- Lyon, G.R., & Moats, L.C. (1988). Critical Mahoney, M.J. (1982). Psychotherapy and
tal Health Administration international issues in the instruction of the learning human change processes. In Psychother-
pilot study of personality disorders. disabled. Journal of Consulting and Clini- apy research and behavior change (Vol. 1).
Archives of General Psychiatry, 51, 215 cal Psychology, 56, 830-835. Washington, DC: American Psychologi-
-223. cal Association.
Lyons, M.J., True, W.S., Eisen, A., Gold-
Lotter, V. (1974). Factors related to out- berg, J., Meyer, J.M., et al. (1995). Differ- Mahoney, M.J. (1991). Human change
come in autistic children. Journal of ential heritability of adult and juvenile processes: Notes on the facilitation of hu-
Autism and Childhood Schizophrenia, 4, antisocial traits. Archives of General Psy- man development. New York: Basic
263-277. chiatry, 52, 906 -915. Books.
Lotter, V. (1978). Follow-up studies. In M. Lystad, M.M. (1957). Social mobility Mahoney, M.J. (1991). Human change
Rutter & E. Schopler (Eds.), Autism: A among selected groups of schizophren- processes: The scientific foundations of psy-
reappraisal of concepts and treatment. New ics. American Sociological Review, 22, chotherapy. New York: Basic Books.
York: Plenum. 288 -292. Mahoney, M.J. (1993). Theoretical devel-
Lovaas, O.I. (1987). Behavioral treatment Maccoby, N., & Alexander, J. (1980). Use opments in the cognitive psychothera-
and normal educational and intellectual of media in lifestyle programs. In P.O. pies. Journal of Consulting and Clinical
functioning in young autistic children. Davidson & S.M. Davidson (Eds.), Be- Psychology, 7, 138-157.
Journal of Consulting and Clinical Psychol- havioral medicine: Changing health
ogy, 55, 3-9. Mahoney, M.J., & Moes, A.J. (1997). Com-
lifestyles. New York: Brunner/Mazel.
plexity and psychotherapy: Promising
Lovaas, O.I., Berberich, J.P., Perloff, B.F., & Maccoby, N., & Altman, D.G. (1988). Dis- dialogues and practical issues. In F.
Schaeffer, B. (1966). Acquisition of imi- ease prevention in communities: The Masterpasque & A. Perna (Eds.), The
tative speech by schizophrenic children. Stanford Heart Disease Prevention Pro- psychological meaning of chaos: Self-or-
Science, 151, 705-707. gram. In R.H. Price, E.L. Cowen, R.P. ganization in human development and psy-
Lovaas, O.I., Freitag, G., Gold, V.J., & Kas- Lorion, & J. Ramos-McKay (Eds.), 14 chotherapy. Washington, DC: American
soria, I.C. (1965). Experimental studies ounces of prevention: A casebook for practi- Psychological Association.
in childhood schizophrenia: Analysis of tioners (pp. 165-174). Washington, DC:
self-destructive behavior. Journal of Ap- American Psychological Association. Malamuth, N.M., & Check, J.V.P. (1983).
plied Behavior Analysis, 6, 131-166. Sexual arousal to rape depictions: Indi-
Maccoby, N., Farquhar, J.W., Wood, P.D.,
vidual differences. Journal of Abnormal
Lovaas, O.I., Newsom, C., & Hickman, C. & Alexander, J. (1977). Reducing the
Psychology, 92, 55 -67.
(1987). Self-stimulatory behavior and risk of cardiovascular disease: Effects of
perceptual reinforcement. Journal of Ap- a community-based campaign on Mala testa, C.Z., & Izard, C.E. (1984). The
plied Behavior Analysis, 20, 45-68. knowledge and behavior. Journal of facial expression of emotion: Young,
Community Health, 3, 100-114. middle-aged, and older adult expres-
Lovass, O.I., Schreibman, L., Koegel, R., &
sions. In C.Z. Malatesta & C.E. Izard
Rehm, R. (1971). Selective responding MacLeod, C., & Hemsley, D.R. (1985). Vi-
(Eds.), Emotion in adult development (pp.
by autistic children to multiple sensory sual feedback of vocal intensity in the
253-273). Beverly Hills, CA: Sage.
input. Journal of Abnormal Psychology, treatment of hysterical aphonia. Journal
77, 221-222. of Behaviour Therapy and Experimental Maletzky, B.M. (1991). Treating the sexual
Lubin, B. (1983). Group therapy. In I.B. Psychiatry, 4, 347-353. offender. Newbury Park, CA: Sage.
Weiner (Ed.), Clinical methods in psychol- MacLeod, C., Mathews, A., & Tata, P. Mandler, G. (1966). Anxiety. In D.L. Sills
ogy (2nd ed.). New York: Wiley. (1986). Attentional bias in emotional (Ed.), International encyclopedia of the so-
Luborsky, L., & Spence, D.P. (1978). Quan- disorders. Journal of Abnormal Psychol- cial sciences. New York: Macmillan.
titative research on psychoanalytic ther- ogy, 95, 15 -20. Mandler, G. (1972). Helplessness: Theory
apy. In S.L. Garfield & A.E. Bergin MacNamara, M. (1993). Fade away: The and research in anxiety. In C.D. Spiel-
(Eds.), Handbook of psychotherapy and be- rise and fall of the repressed memory berger (Ed.), Anxiety: Current trends in
KAYNAKLAR R-41
√√

theory and research. New York: Aca- patients with schizophrenia. American chological changes during faradic aver-
demic Press. Journal of Psychiatry, 153, 1585-1592. sion. British Journal of Psychiatry, 113,
Mangalmurti, V.S. (1994). Psychothera- Marder, S.R., Wirshing, W.C., VanPut- 711-729.
pists’ fear of Tarasoff: All in the mind? ten, T., Mintz, ]., McKenzie, R.N., et al. Marks, I.M., Gelder, M.G., & Bancroft, J.
Journal of Psychiatry and Law, 22, 379- (1994). Fluphenazine vs. placebo sup- (1970). Sexual deviants two years after
409. plementation for prodromal sign of re- electrical aversion. British Journal of Psy-
Manji, H.K., Chen, G., Shimon, H., Hsiao, lapse in schizophrenia. Archives of Gen- chiatry, 117, 73-85.
J.K., Potter, W.Z., & Belmaker, R.H. eral Psychiatry, 51, 280-287.
Marlatt, G.A. (1983). The controlled drink-
(1995). Guanine nucleotide-binding Marengo, J., & Westermeyer, J.F. (1996). ing controversy: A commentary. Ameri-
proteins in bipolar affective disorder: Schizophrenia and delusional disorder. can Psychologist, 38, 1097-1110.
Effects of long-term lithium treatment. In L.L. Carstensen, B.A. Edelstein, & L.
Dornbrand (Eds.), The practical handbook Marlatt, G.A. (1985). Relapse prevention:
Archives of General Psychiatry, 52, 135-
of clinical gerontology (pp. 255 -273). Theoretical rationale and overview of
144.
Thousand Oaks, CA: Sage. the model. In G.A. Marlatt & J. Gordon
Mann, V.A., & Brady, S. (1988). Reading (Eds.), Relapse prevention: Maintenance
disability: The role of language defi- Margolin, G. (1981). Behavior exchange in
strategies in addictive behavior change.
ciencies. Journal of Consulting and Clini- happy and unhappy marriages: A fam-
ily cycle perspective. Behavior Therapy, New York: Guilford.
cal Psychology, 56, 811-816.
12, 329-343. Marlatt, G.A., & Gordon, J.R. (1985).
Mannuzza, S., Klein, R.G., Bonagura, N.,
Margolin, G. (1982). Ethical and legal con- (Eds.), Relapse prevention: Maintenance
Malloy, P., Giampino, T.L., & Addalli,
siderations in marital and family ther- strategies in the treatment of addictive be-
K.A. (1991). Hyperactive boys almost
apy. American Psychologist, 37, 788-801. haviors. New York: Guilford.
grown up: 5. Replication of psychiatric
status. Archives of General Psychiatry, 48, Margolin, G., & Burman, B. (1993). Wife Marmar, C., & Horowitz, M.J. (1988). Di-
77-83. abuse vs. marital violence: Different ter- agnosis and phase-oriented treatment
minologies, explanations, and solutions. of post-traumatic stress disorders. In J.
Mannuzza, S., Schneier, F.R., Chapman,
T.F., Leibowitz, M.R., Klein, D.F., & Clinical Psychology Review, 13, 59 - 73. Wilson (Ed.), Human adaptation to ex-
Fyer, A.J. (1995). Generalized social Margolin, G., & Fernandez, V. (1985). Mar- treme stress: From the Holocaust to Viet-
phobia: Reliability and validity. Archives ital dysfunction. In M. Hersen & A.S. nam. New York: Brunner/Mazel.
of General Psychiatry, 52, 230-237. Bellack (Eds.), Handbook of clinical behav- Marmor, J. (1962). Psychoanalytic therapy
Manos, N., Vasilopoulou, E., & Sotiriou, ior therapy with adults. New York: as an educational process: Common de-
M. (1987). DSM-III diagnoses of border- Plenum. nominators in the therapeutic ap-
line disorder and depression. Journal of Margolin, G., & Wampold, B.F. (1981). Se- proaches of different psychoanalytic
Personality Disorders, 1, 263-268. quential analysis of conflict and accord schools. In J.H. Masserman (Ed.), Sci-
in distressed and non-distressed marital ence and psychoanalysis: Vol. 5. Psychoan-
Manton, K.G., Blazer, D.G., & Woodbury,
partners. Journal of Consulting and Clini- alytic education. New York: Grune &
M.A. (1987). Suicide in middle age and
cal Psychology, 49, 554-567. Stratton.
later life: Sex and race specific life table
and cohort analyses. Journal of Gerontol- Marijuana research findings. (1980). Wash- Marmor, J. (1971). Dynamic psychother-
ogy, 42, 219-227. ington, DC: U.S. Government Printing apy and behavior therapy: Are they ir-
Office. reconcilable? Archives of General Psychia-
Manuck, S.B., Kaplan, J.R., Adams, M.R.,
& Clarkson, T.B. (1989). Behaviorally Margraf, J., Ehlers, A., & Roth, W.T. (1986). try, 24, 22-28.
elicited heart rate reactivity and athero- Sodium lactate infusions and panic at- Marrazzi, M.A., & Luby, E.D. (1986). An
sclerosis in female cynomolgus mon- tacks: A review and critique. Psychoso- auto-addiction model of chronic
keys (Macaca fascicularis). Psychosomatic matic Medicine, 48, 23-51.
anorexia nervosa. International Journal of
Medicine, 51, 306 -318. Markman, H.J., Floyd, F.J., Stanley, S.M., Eating Disorders, 5, 191-208.
Manuck, S.B., Kaplan, J.R., & Clarkson, & Storaasli, R.D. (1989). Prevention of
Marsh, B. (1996, July 7). Meth at work: In
T.B. (1983). Behaviorally induced heart marital distress: A longitudinal investi-
virtually every industry, use among em-
rate reactivity and atherosclerosis in gation. Journal of Consulting and Clinical
ployees is on the rise [editorial], Los An-
cynomolgus monkeys. Psychosomatic Psychology, 56, 210-217.
geles Times, pp. D1-D4.
Medicine, 49, 95-108. Markman, H.J., Silvern, L., Clements, M.,
& Kraft-Hanak, S. (1993). Men and Marshall, W.L., Barabee, H.E., &
March, J.S. (1995). Cognitive-behavioral Christophe, D. (1986). Sexual offenders
women dealing with conflict in hetero-
psychotherapy for children and adoles- against female children: Sexual prefer-
sexual relationships. Journal of Social Is-
cents with OCD: A review and recom- ences for age of victims and type of be-
sues, 49, 107-125.
mendations for treatment. Journal of the havior. Canadian Journal of Behavioural
American Academy of Child and Adoles- Markovitz, J.H., Matthews, K.A., Kiss, J.,
& Smitherman, T.C. (1996). Effects of Science, 18, 424-439.
cent Psychiatry, 34, 7-18.
hostility on platelet reactivity to stress Marshall, W.L., Jones, R., Ward, T., John-
Marcus, J., Hans, S.L., Nagier, S., Auer-
in coronary heart disease patients and ston, P., & Barabee, H.E. (1991). Treat-
bach, J.G., Mirsky, A.F., & Aubrey, A.
in healthy controls. Psychosomatic Medi- ment outcomes with sex offenders. Clin-
(1987). Review of the NIMH Israeli Kib-
cine, 58, 143-149. ical Psychology Review, 11, 465-485.
butz-City and the Jerusalem infant de-
velopment study. Schizophrenia Bulletin, Markowitz, J.C., Rabkin, J., & Perry, S. Martin, J.E., Dubbert, P.M., & Cushman,
13, 425 -438. (1994). Treating depression in HIV-posi- W.C. (1991). Controlled trial of aerobic
tive patients. AIDS, 8, 403-412. exercise in hypertension. Circulation, 81,
Marder, S.R., & Meibach, R.C. (1994).
Risperidone in the treatment of schizo- Marks, I.M. (1969). Fears and phobias. New 1560-1567.
phrenia. American Journal of Psychiatry, York: Academic Press. Martin, P.A., & Bird, H.W. (1953). An ap-
151, 825 -836. Marks, I.M. (1995). Advances in behavioral- proach to the psychotherapy of mar-
cognitive therapy of social phobia. riage partners—The stereoscopic tech-
Marder, S.R., Wirshing, W.C., Mintz, J.,
McKenzie, J., Johnston, K, et al. (1996). Journal of Clinical Psychiatry, 56, 25-31. nique. Psychiatry, 16, 123-127.
Two-year outcome of social-skills train- Marks, I.M., & Gelder, M.G. (1967). Trans- Martin, R. (1975). Legal challenges to behav-
ing and group psychotherapy for out- vestism and fetishism: Clinical and psy- ior modification: Trends in schools, correc-
R-42 √√ KAYNAKLAR

tions, and mental health. Champaign, IL.: tive Group Study. Journal of Chronic Dis- and/or medroxyprogesterone. Acta Psy-
Research Press. eases, 30, 489-498. chiatrica Scandinavica, 77, 199-206.
Maruish, M.E., Sawicki, R.E, Franzen, Matthews, K.A., Woodall, K.L., Jacob, T., McCord, W., & McCord, J. (1964). The psy-
M.D., & Golden, C.J. (1984). Alpha coef- & Kenyon, K. (1995). Negative family chopath: An essay on the criminal mind.
ficient reliabilities for the Luria- environment as a predictor of boy’s fu- New York: Van Nostrand-Reinhold.
Nebraska Neuropsychological Battery ture status on measures of hostile atti- McCrady, B.S. (1985). Alcoholism. In D.H.
summary and localization scales by di- tudes, interview behavior, and anger Barlow (Ed.), Clinical handbook of psycho-
agnostic category. The International Jour- expression. Health Psychology, 15, 30- logical disorders. New York: Guilford.
nal of Clinical Neuropsychology, 7, 10- 37. McCrady, B.S., Noel, N.E., Abrams, D.B.,
12. Mattick, R.P., & Andrews, G. (1994). Social Stout, R.L., Nelson, H.F., & Hay, W.M.
Marziali, E. (1984). Prediction of outcome phobia. In M. Hersen & R.T. Ammerman (1986). Comparative effectiveness of
of brief psychotherapy from therapist (Eds.), Handbook of prescriptive treat- three types of spouse involvement in
interpretive interventions. Archives of ments for adults (pp. 157-177). New outpatient behavioral alcoholism treat-
General Psychiatry, 41, 301-304. York: Plenum. ment. Journal of Studies on Alcohol, 47,
Masling, J. (1960). The influences of situa- Mattson, M.E., Allen, J.P., Longabaugh, R., 459-467.
tional and interpersonal variables in Nickless, C.J., Connors, G.J., & Kadden, McCrady, B.S., Stout, R., Noel, N.,
projective testing. Psychological Bulletin, R.M. (1994). A chronological review of Abrams, D., & Nelson, H.F. (1991). Ef-
57, 65-85. empirical studies matching alcoholic fectiveness of three types of spouse-in-
clients to treatment. Journal of Studies on volved behavioral alcoholism treat-
Maslow, A.H. (1968). Toward a psychology
Alcohol, 55, 16-29. ment. British Journal of the Addictions,
of being. New York: Van Nostrand-Rein-
Maugh, T.H.I. (1996a, July 10). AIDS fo- 86, 1415-1424.
hold.
rum addresses ways to help women. McCrady, B.S., Stout, R.L., Noel, N.E.,
Masson, J.M. (1984). The assault on truth:
Los Angeles Times, p. A6. Abrams, D.B., & Nelson, H.F. (in press).
Freud’s suppression of the seduction theory.
Comparative effectiveness of three
New York: Farrar, Strauss, Giroux. Maugh, T.H. (1996b, July 7). Experts
types of spouse involved behavioral al-
Masters, W.H., & Johnson, V.E. (1966). Hu- alarmed by HIV spread, hopeful on pre-
coholism treatment: Outcomes 18
man sexual response. Boston: Little, vention. Los Angeles Times, p. A6.
months after treatment. British Journal of
Brown. Maugh, T.H. (1996c, July 4) New AIDS Addictions.
Masters, W.H., & Johnson, V.E. (1970). Hu- drug therapies could check epidemic.
McCrae, R.R., & Costa, P.T., Jr. (1990). Per-
man sexual inadequacy. Boston: Little, Los Angeles Times, pp. Al, A24.
sonality in adulthood. New York: Guil-
Brown. Maugh, T.H. (1996d, July 11). New AIDS ford. ‘
Masters, W.H., Johnson, V.E., & Kolodny, test may predict disease’s course. Los
McCutchan, J.A. (1990). Virology, im-
R.C. (1988). Human sexuality (3rd ed.). Angeles Times, pp. Al, A8. munology, and clinical course of HIV
Boston: Little Brown. Mavissikalian, M., Hammen, M.S., & infection. Journal of Consulting and Clini-
Mathe, A., & Knapp, P. (1971). Emotional Jones, B. (1990). DSM-III personality cal Psychology, 58, 5-12.
and adrenal reactions of stress in disorders in obsessive-compulsive dis- McDougle, C.J., Black, J.E., Malison, R.T.,
bronchial asthma. Psychosomatic Medi- order. Comprehensive Psychiatry, 31, Zimmerman, R.C., Kösten, T.R., et al.
cine, 33, 323-329. 432-437. (1994). Noradrenergic dysregulation
Mathews, A., & MacLeod, C. (1994). Cog- Mays, D.T., & Franks, C.M. (1980). Getting during discontinuation of cocaine rise
nitive approaches to emotion and emo- worse: Psychotherapy or no treatment- in addicts. Archives of General Psychia-
tional disorders. In L.W. Porter & M.R. The jury should still be out. Professional try, 51, 713-719.
Rosenzweig (Eds.), Annual Review of Psychology, 11, 78-92. McDougle, C.J., Goodman, W.K., Leck-
Psychology (pp. 25-50). Stanford, CA: McArthur, D.S., & Roberts, G.E. (1982). man, J.F., Lee, N.C., Heninger, G.R., &
Stanford University Press. Roberts Apperception Test for Children Price, L.H. (1994). Haloperidal addition
Manual. Los Angeles: Western Psycho- in fluvoxamine-refractory obsessive-
Matsumoto, A., Murakami, S., & Arai, Y.
logical Services. compulsive disorder: A double-blind,
(1988). Neurotropic effects of estrogen
McBride, P.A., Anderson, G.M., & placebo controlled study in patients
on the neonatal preoptic area grafted
Shapiro, T. (1996). Autism research: with and without tics. Archives of Gen-
into the adult rat brain. Cell and Tissue
Bringing together approaches to pull eral Psychiatry, 51, 302-308.
Research, 252, 33-37.
apart the disorder. Archives of General McDougle, C.J., Naylor, S.T., Volkmar,
Matthews, K.A. (1982). Psychological per-
Psychiatry, 53, 980-983. F.R., Heninger, G.R., & Price, L.H.
spectives on the type A behavior pat-
(1996). A double-blind placebo-con-
tern. Psychological Bulletin, 91, 293-323. McCarthy, B.W. (1986). A cognitive-be-
trolled study of fluvoxamine in adults
Matthews, K.A., & Rakaczky, C.J. (1987). havioral approach to understanding and
with autistic disorder. Archives of Gen-
Familial aspects of type A behavior and treating sexual trauma. Journal of Sex
eral Psychiatry, 53, 1001-1008.
physiologic reactivity to stress. In T. and Marital Therapy, 12, 322-329.
McEachin, J.J., Smith, T., & Lovaas, O.I.
Dembroski & T. Schmidt (Eds.), Behav- McConaghy, N. (1990). Sexual deviation.
(1993). Long-term outcome for children
ioral factors in coronary heart disease. Hei- In A.S. Bellack, M. Hersen, & A.E.
with autism who received early inten-
delberg: Springer-Verlag. Kazdin (Eds.), International handbook of
sive behavioral treatment. American
behavior modification and therapy (2nd
Matthews, K.A., Meilan, E., Küller, L.M., Journal on Mental Retardation, 97, 359-
ed., pp. 565-580). New York: Plenum. 372.
Kelsey, S.F., Caggiula, A., et al. (1989).
Menopause and risk factors in coronary McConaghy, N. (1994). Paraphilias and McElroy, S.L., Phillips, K.A., Keck, P.E.,
heart disease. New England Journal of gender identity disorders. In M. Hersen Hudson, J.I., & Pope, H.G. (1993). Body
Medicine, 321, 641-646. & R.T. Ammerman (Eds.), Handbook of dysmorphic disorder: Does it have a
prescriptive treatments for adults (pp. psychiatric subtype? Journal of Clinical
Matthews, K.A., Glass, D.C., Rosenman,
R.H., & Bonner, R.W. (1977). Competi- 317-346). New York: Plenum. Psychiatry, 54, 389-395.
tive drive, pattern A, and coronary McConaghy, N., Blaszczynski, A., & Kid- McFall, R.M., & Hammen, C.L. (1971).
heart disease: A further analysis of son, W. (1988). Treatment of sex offend- Motivation, structure, and self-monitor-
some data from the Western Collabora- ers with imaginal desensitization ing: Role of nonspecific factors in smok-
KAYNAKLAR R-43
√√

ing reduction. Journal of Consulting and tion toward the year 2000 (pp. 180-192). infection and adult schizophrenia.
Clinical Psychology, 37, 80-86. New York: Guilford. Archives of General Psychiatry, 45, 189-
McFall, R.M., & Lillesand, D.B. (1971). Be- Mcintosh, J.L., Santos, J.F., Hubbard, R.W., 192.
havior rehearsal with modeling and & Overholser, J.C. (1994). Elder suicide: Medvedev, Z. (1972). A question of madness.
coaching in assertion training. Journal of Research, theory, and treatment. Washing- New York: Knopf.
Abnormal Psychology, 77, 313-323. ton, DC: American Psychological Asso- Meehl, P.E. (1962). Schizotaxia, schizo-
ciation. typy, schizophrenia. American Psycholo-
McGee, R., & Feehan, M. (1991). Are girls
with problems of attention underrecog- Mclntyre-Kingsolver, K., Lichtenstein, gist, 17, 827-838.
E., & Mermelstein, R.J. (1986). Spouse Meehl, P.E. (1986). Diagnostic taxa as open
nized? Journal of Psychopathology and Be-
training in a multicomponent smoking- concepts: Methodological and statistical
havioral Assessment, 13, 187-198.
cessation program. Behavior Therapy, 17, questions about reliability and con-
McGee, R., & Williams, S. (1988). A longi- 67-74. struct validity in the grand strategy of
tudinal study of depression in nine-
McKeon, P., & Murray, R. (1987). Familial nosological revision. In T. Millon & G.L.
year-old children. Journal of the Ameri- aspects of obsessive-compulsive neuro- Klerman (Eds.), Contemporary directions
can Academy of Child and Adolescent sis. British Journal of Psychiatry, 151, in psychopathology. New York: Wiley.
Psychiatry, 27, 49-54. 528-534. Meichenbaum, D.H. (1971). Examination
McGee, R., Williams, S., & Silva, P. (1987). McKibben, A., Proulx, J., & Lusignan, R. of model characteristics in reducing
A comparison of girls and boys with (1994). Relationships between conflict, avoidance behavior. Journal of Personal-
teacher-identified problems of atten- affect, and deviant sexual behaviors in ity and Social Psychology, 17, 298-307.
tion. Journal of the American Academy of rapists and pedophiles. Behaviour Re- Meichenbaum, D.H., & Asarnow, J. (1979).
Child and Adolescent Psychiatry, 26, 711- search and Therapy, 32, 571-575. Cognitive-behavioral modification and
717. McKim, W.A. (1991). Drugs and behavior: metacognitive development: Implica-
McGhie, A., & Chapman, I.S. (1961). Dis- An introduction to behavioral pharmacol- tions for the classroom. In P.C. Kendall
orders of attention and perception in ogy. Englewood Cliffs, NJ: Prentice- & S.D. Hollon (Eds.), Cognitive-behav-
early schizophrenia. British Journal of Hall. ioral interventions: Theory, research, and
Medical Psychology, 34, 103-116. McLarnon, L.D., & Kaloupek, D.G. (1988). procedures. New York: Academic Press.
McGlynn, F.D. (1994). Simple phobia. In Psychological investigation of genital Melamed, B.G., & Siegel, L.J. (1975). Re-
herpes recurrence: Prospective assess- duction of anxiety in children facing
M. Hersen & R.T. Ammerman (Eds.),
ment and cognitive-behavioral inter- hospitalization and surgery by use of
Handbook of prescriptive treatments for
vention for a chronic physical disorder. filmed modeling. Journal of Consulting
adults (pp. 179-196). New York:
Health Psychology, 7, 231 -249. and Clinical Psychology, 43, 511 -521.
Plenum.
McMullen, S., & Rosen, R.C. (1979). Self- Melamed, B.G., Hawes, R.R., Heiby, E., &
McGrady, A.V., & Bernal, G.A.A. (1986). administered masturbation training in Glick, J. (1975). Use of filmed modeling
Relaxation-based treatment of stress in- the treatment of primary orgasmic dys- to reduce uncooperative behavior of
duced syncope. Journal of Behavior Ther- function. Journal of Consulting and Clini- children during dental treatment. Jour-
apy and Experimental Psychiatry, 17, 23- cal Psychology, 47, 912-918. nal of Dental Research, 54, 797-801.
27. McNally, R.J. (1987). Preparedness and Mellinger, G.D., Baiter, M.B., & Uhlen-
McGue, M., Pickens, R.W., & Svikis, D.S. phobias: A review. Psychological Bulle- huth, E.H. (1985). Insomnia and its
(1992). Sex and age effects on the inheri- tin, 101, 283-303. treatment. Archives of General Psychia-
tance of alcohol problems: A twin study. McNally, R.J. (1994). Panic disorder: A criti- try, 42, 225-232.
Journal of Abnormal Psychology, 101, cal analysis. New York: Guilford. Mello, N.K., & Mendelson, J.H. (1970). Ex-
3-17. McNally, R.J., Caspi, S.P., Riemann, B.C., perimentally induced intoxication in al-
McGuffin, P., Katz, R., Watkins, S., & & Zeitlin, S.B. (1990). Selective process- coholics: A comparison between pro-
Rutherford, J. (1996). A hospital-based ing of threat cues in posttraumatic grammed and spontaneous drinking.
twin registry study of the heritability of stress disorder. Journal of Abnormal Psy- Journal of Pharmacology and Experimental
DSM-IV unipolar depresson. Archives of chology, 99, 398-406. Therapy, 173, 101.
General Psychiatry, 53, 129-136. McNeal, E.T., & Cimbolic, P. (1986). Anti- Mellor, C.S. (1970). First rank symptoms
McGuiness, D. (1981). Auditory and mo- depressants and biochemical theories of of schizophrenia. British Journal of Psy-
tor aspects of language development in depression. Psychological Bulletin, 99, chiatry, 117, 15-23.
males and females. In A. Ansara (Ed.), 361-374. Meltzer, H.Y., Cola, P., & Way, L.E. (1993).
Sex differences in dyslexia. Towson, MD: McNeil, E. (1967). The quiet furies. Engle- Cost effectiveness of clozapine in neu-
The Orton Dyslexia Society. wood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. roleptic-resistant schizophrenia. Ameri-
Mednick, S.A., & Schulsinger, F. (1968). can Journal of Psychiatry, 150, 1630-
McGuire, J., Nieri, D., Abbott, D., Sheri-
Some premorbid characteristics related 1638.
dan, K., et al. (1995). Do Tarasoff princi-
to breakdown in children with schizo- Mendels, J. (1970). Concepts of depression.
ples apply in AIDS-related psychother-
phrenic mothers. In D. Rosenthal & S.S. New York: Wiley.
apy? Ethical decision making and the
Kety (Eds.), The transmission of schizo- Mendels, J., Stinnett, J.L., Burns, D., &
role of therapist homophobia and per-
phrenia. Elmsford, NY: Pergamon. Frazer, A. (1975). Amine precursors and
ceived client dangerousness. Professional
Psychology: Research and Practice, 26, Mednick, S.A., Gabrielli, W.F., & Hutch- depression. Archives of General Psychia-
ings, B. (1984). Genetic influences in try, 32, 22-30.
608-611.
criminal convictions: Evidence from an Mendlewicz, J., & Rainer, J.D. (1977).
McGuire, R.J., Carlisle, J.M., & Young, adoption cohort. Science, 224, 891-894. Adoption study supporting genetic
B.G. (1965). Sexual deviations as condi- Mednick, S.A., Huttonen, M.O., & Ma- transmission in manic-depressive ill-
tioned behaviour: A hypothesis. Behav- chon, R.A. (1994). Prenatal influenza in- ness. Nature, 268, 327-329.
iour Research and Therapy, 2, 185-190. fections and adult schizophrenia. Schiz- Merzenich, M.M., Jenkins, W.M., Johnson,
Mcintosh, J.L. (1995). Suicide prevention ophrenia Bulletin, 20, 263-268. P., Schreiner, C, Miller, S.L., & Tallal, P.
in the elderly (65-99). In M.M. Silver- Mednick, S.A., Machon, R., Hottunen, (1996). Temporal processing deficits of
man & R.W. Maris (Eds.), Suicide preven- M.O., & Bonett, D. (1988). Fetal viral language-learning impaired children
R-44 √√ KAYNAKLAR

ameliorated by training. Science, 271, 77- disorder. Journal of Abnormal Psychol- Monograph, Vol. 2, DHHS Publication
81. ogy, 97, 308-313. No. (ADM) 92-1894.
Meschino, W., & Lennox, A. (1994). Work- Miklich, D.R., Rewey, H.H., Weiss, J.H., & Millon, T. (1996). Disorders of personality:
shop report: Genetic testing programs Kolton, S. (1973). A preliminary investi- DSM-IV and beyond. (2nd ed.). New
for familial Alzheimer’s disease. gation of psychophysiological re- York: Wiley.
Alzheimer’s Disease and Associated Disor- sponses to stress among different sub- Millsaps, C.L., Azrin, R.L., & Mittenberg,
ders, 8, 68 - 70. groups of asthmatic children. Journal of W. (1994). Neuropsychological effects of
Messer, S.B., Sass, L.A., & Woolfolk, R.L. Psychosomatic Research, 17, 1-8. chronic cannabis use on the memory
(Eds.). Hermeneutics and psychological Miklowitz, D.J. (1985). Family interaction and intelligence of adolescents. Journal
theory: Integrative perspectives on person- and illness outcome in bipolar and schizo- of Child and Adolescent Substance Abuse,
ality, psychotherapy and psychopathology. phrenic patients. Unpublished Ph.D. the- 3, 47-55.
New Brunswick, NJ: Rutgers University sis, University of California at Los An- Milton, F., & Hafner, J. (1979). The out-
Press. geles. come of behavior therapy for agorapho-
Metalsky, G.I., Halberstadt, L.J., & Abram- Miklulineen, M., & Solomon, Z. (1988). bia in relation to marital adjustment.
son, L.Y. (1987). Vulnerability and in- Attributional style and posttraumatic Archives of General Psychiatry, 36, 807-
vulnerability to depressive mood reac- stress disorder. Journal of Abnormal Psy- 811.
tions: Toward a more powerful test of Mineka, S. (1985). Animal models of anx-
chology, 97, 308-313.
the diathesis-stress and causal media- iety-based disorders: Their usefulness
tion components of the reformulated Miles, L.E., & Dement, W.C. (1980). Sleep
and aging. Sleep, 3, 119-220. and limitations. In A.H. Tuma & J.D.
theory of depression, journal of Personal- Maser (Eds.), Anxiety and the anxiety dis-
ity and Social Psychology, 52, 386-393. Miller, H.R. (1981). Psychiatric morbidity
orders. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Meyer, J.J. (1988). Impotence: Assessment in elderly surgical patients. British Jour-
Mineka, S. (1992). Evolutionary memo-
in the private-practice office. Postgradu- nal of Psychiatry, 128, 17-20.
ries, emotional processing, and the emo-
ate Medicine, 84, 87-91. Miller, N.E. (1948). Studies of fear as an tional disorders. In D. Medin (Ed.), The
Meyer, J.J., & Reter, D.J. (1979). Sex reas- acquirable drive: I. Fear as motivation psychology of learning and motivation (Vol.
signment follow-up. Archives of General and fear-reduction as reinforcement in 28). New York: Academic Press.
Psychiatry, 36, 1010-1015. the learning of new responses. Journal of
Mineka, S., Davidson, M., Cook, M., &
Meyer, J.K. (1995). Paraphlias. In H.I. Ka- Experimental Psychology, 38, 89-101.
Keir, R. (1984). Observational condition-
plan & B.J. Sadock (Eds.), Comprehensive Miller, N.E. (1959). Liberalization of basic ing of snake fear in rhesus monkeys.
textbook of psychiatry (pp. 1334-1347). S-R concepts: Extensions to conflict be- Journal of Abnormal Psychology, 93, 355-
Baltimore: Williams & Wilkins. havior, motivation, and social learning. 372.
Meyer, V. (1966). Modification of expecta- In S. Koch (Ed.), Psychology: A study of a
Mintz, E. (1967). Time-extended marathon
tions in cases with obsessional rituals. science (Vol. 2). New York: McGraw-
groups. Psychotherapy, 4, 65-70.
Behaviour Research and Therapy, 4, 273- Hill.
Mintz, J. (1983). Integrating research evi-
280. Miller, N.S. (1995). History and review of dence. Journal of Consulting and Clinical
Meyer, V., & Chesser, E.S. (1970). Behavior contemporary addiction treatment. Al- Psychology, 51, 71-75.
therapy in clinical psychiatry. Baltimore: coholism Treatment Quarterly, 12, 1-22.
Mintz, M. (1991). Tobacco roads: Deliver-
Penguin. Miller, S.B. (1994). Parasympathetic ner- ing death to the third world. Progressive,
Meyer-Bahlburg, H. (1979). Sex hormones vous system control of heart rate re- 55, 24 -29.
and female homosexuality: A critical ex- sponses to stress in offspring of hyper-
Mintz, R.S. (1968). Psychotherapy of the
amination. Archives of Sexual Behavior, tensives. Psychophysiology, 31, 11-16.
suicidal patient. In H.L.P. Resnik (Ed.),
8, 101-119. Miller, S.M., Shoda, Y., & Hurley, K. Suicidal behaviors. Boston: Little,
Meyerowitz, B.E., & Chaiken, S. (1987). (1996). Applying cognitive-social theory Brown.
The effect of message framing on breast to health-protective behavior: Breast
Minuchin, S., Baker, L., Rosman, B.L., Lie-
self-examination attitudes, intentions, self-examination in cancer screening.
berman, R., Milman, L., & Todd, T.C.
and behavior. Journal of Personality and Psychological Bulletin, 119, 70-94. (1975). A conceptual model of psycho-
Social Psychology, 52, 500- 510. Miller, S.O. (1989). Optical differences in somatic illness in children. Archives of
Mezzich, A.C., Moss, H., Tarter, R.E., cases of multiple personality disorder. General Psychiatry, 32, 1031-1038.
Wolfenstein, M., et al. (1994). Gender Journal of Nervous and Mental Disease, Mirenda, P.L., Donnellan, A.M., & Yoder,
differences in the pattern and progres- 177, 480-487.
sion of substance use in conduct disor- D. E. (1983). Gaze behavior: A new look
Miller, T.Q., Markides, K.S., Chiriboga, at an old problem. Journal of Autism and
dered adolescents. American Journal on
D.A., & Ray, L.A. (1995). A test of the Developmental Disorders, 13, 397-409.
Addiction, 3, 289-295.
psychosocial and health behavior mod-
Michelson, L., Mavissakalian, M., & Mar- Mischel, W. (1968). Personality and assess-
els of hostility: Results from an 11-year
chione, K. (1985). Cognitive and behav- ment. New York: Wiley.
follow-up of Mexican Americans. Psy-
ioral treatments of agoraphobia: Clini- chosomatic Medicine, 57, 572-581. Mischel, W. (1977). On the future of per-
cal, behavioral, and psychophysiolog- sonality assessment. American Psycholo-
Miller, W.R., & Rollnick, S.(Eds). (1991).
ical treatments of agoraphobia. Journal gist, 32, 246-254.
of Consulting and Clinical Psychology, Motivational interviewing: Preparing peo- Mishkind, M.E., Rodin, J., Silberstein, L.R.,
53, 913-925. ple to change addictive behavior. New & Striegel-Moore, R.H. (1986). The
Michelson, L., Sugai, D.P., Wood, R.P., & York: Guilford. embodiment of masculinity: Cultural,
Kazdin, A.E. (1983). Social skills assess- Miller, W.R., Zweben, A., DiClemente, psychological, and behavioral dimen-
ment and training with children: An empir- C. C., & Rychtarik, R.G. (1992). Motiva- sions. American Behavioral Scientist, 29,
ically based handbook. New York: tional Enhancement Therapy manual: A 545 -562.
Plenum. clinical research guide for therapists Mitchell, J., McCauley, E., Burke, P.M., &
Mikhliner, M., & Solomon, Z. (1988). At- treating individuals with alcohol abuse Moss, S.J. (1988). Phenomenology of de-
tributional style and post-traumatic stress and dependence. NIAA Project MATCH pression in children and adolescents.
KAYNAKLAR R-45
√√

Journal of the American Academy of Child eration. American journal of Psychiatry, atric insomnia. Journal of Consulting and
and Adolescent Psychiatry, 27, 12-20. 135, 198-201. Clinical Psychology, 56, 748 - 753.
Mitchell, J.E. (1992). Subtyping of bulimia Monahan, J. (1984). The prediction of vio- Morokoff, P., & Gilliland, R. (1993). Stress,
nervosa. International Journal of Eating lent behavior: Toward a second genera- sexual functioning, and marital satisfac-
Disorders, 11, 327-332. tion of theory and policy. American Jour- tion. Journal of Sex Research, 30, 43-53.
Mitchell, J.E., & Pyle, R.L. (1985). Charac- nal of Psychiatry, 141, 10-15. Morokoff, P.J. (1988). Sexuality in peri-
teristics of bulimia. In J.E. Mitchell menopausal and postmenopausal
Monahan, J. (1992). Mental disorder and
(Ed.), Anorexia nervosa and bulimia: Diag- women. Psychology of Women Quarterly,
violent behavior: Perceptions and evi- 12, 489-511.
nosis and treatment. Minneapolis: Uni- dence. American Psychologist, 47, 511-
versity of Minnesota Press. Morris, A.A. (1968). Criminal insanity.
521. Washington Review, 43, 583 -622.
Mittleman, M.A., Madure, M., Sherwood,
Monahan, J. (1993). Limiting therapist ex- Morris, N. (1966). Impediments to legal
J.B., Murly, R.P., Tofler, G.A., et al.,
posure to Tarasoff liability: Guidelines reform. University of Chicago Law Re-
(1997). Triggering of acute myocardial
for risk containment. American Psycholo- view, 33, 627-656.
infarction onset by episodes of anger.
gist, 48, 242-250. Morris, N. (1968). Psychiatry and the dan-
Circulation, 92, 1720-1725.
Monahan, J., & Shah, S. (1989). Danger- gerous criminal. Southern California Law
Modestin, J. (1987). Quality of interper-
ousness and commitment of the men- Review, 41, 514-547.
sonal relationships: The most character-
tally disordered in the United States. Morse, R.M. (1988). Substance abuse
istic DSM-III BPD characteristic. Com-
Schizophrenia Bulletin, 15, 541-553. among the elderly. Bulletin of the Men-
prehensive Psychiatry, 28, 397-402.
ninger Clinic, 52, 259-268.
Modestin, J. (1992). Multiple personality Monahan, J., & Steadman, H. (1994).
Toward a rejuvenation of risk assess- Morse, S.J. (1982a, June 23). In defense of
disorder in Switzerland. American Jour- the insanity defense. Los Angeles Times.
nal of Psychiatry, 149, 88 - 92. ment research. In J. Monahan & H.
Steadman (Eds.), Violence and mental dis- Morse, S.J. (1982b). Failed explanation and
Moffatt, M.E.K., Kato, C., & Pless, I.B. criminal responsibility: Experts and the
(1987). Improvements in self-concept af- order: Developments in risk assessment.
unconscious. Virginia Law Review, 678,
ter treatment of nocturnal enuresis: Chicago: University of Chicago Press.
971-1084.
Randomized controlled trial. The Journal Moniz, E. (1936). Tentatives operatoires dans Morse, S.J. (1982c). A preference for lib-
of Pediatrics, 110, 647 - 652. le traitement de ceretaines psychoses. Paris: erty: The case against involuntary com-
Moffitt, T.E. (1990). Juvenile delinquency Mason. mitment of the mentally disordered.
and attention deficit disorder: Boys’ de- Monroe, S.M., & Simons, A.D. (1991). California Law Review, 70, 54-106.
velopmental trajectories from age 13 to Diathesis-stress theories in the context Morse, S.J. (1992). The “guilty mind”:
15. Child Development, 61, 893-910. of life stress research: Implications for Mens rea. In D.K. Kagehiro & W.S.
Moffitt, T.E. (1993). Adolescence-limited the depressive disorders. Psychological Laufer (Eds.), Handbook of psychology and
and life-course-persistent antisocial be- Bulletin, 110, 406 -425. law (pp. 207-229). New York: Springer-
havior: A developmental taxonomy. Verlag.
Moran, M. (1991). Psychological factors
Psychological Review, 100, 674- 701. Morse, S.J. (1996). Blame and danger: An
affecting pulmonary and rheumatological
essay on preventive detention. Boston
Moffitt, T.E., Lynam, D., & Silva, P.A. diseases: A review. Psychosomatics, 32,
University Law Review, 76, 113-155.
(1994). Neuropsychological tests predict 14-23.
persistent male delinquency. Criminol- Moscicki, E.K. (1995). Epidemiology of
Moreau, D., Mufson, L., Weissman, M.M., suicidal behavior. In M.M. Silverman &
ogy, 32, 101-124.
& Klerman, G.L. (1992). Interpersonal R.W. Maris (Eds.), Suicide prevention: To-
Mohr, D.C., & Beutler, L.E. (1990). Erectile psychotherapy for adolescent depres- ward the year 2000 (pp. 22-35). New
dysfunction: A review of diagnostic and sion: Description of modification and York: Guilford.
treatment procedures. Clinical Psychol- preliminary application. Journal of the Moser, C., & Levitt, E.E. (1987). An ex-
ogy Review, 10, 123-150.
Academy of Child and Adolescent Psychia- ploratory-descriptive study of a sado-
Mohr, D.C., & Beutler, L.E. (1990). Erectile try, 30, 642-651. masochistically oriented sample. The
dysfunction: A review of diagnostic and Journal of Sex Research, 23, 322-337.
Morenz, B., & Becker, J.V. (1995). The
treatment procedures. Clinical Psychol- Moser, P.W. (1989, January). Double vi-
treatment of youthful sexual offenders.
ogy Review, 10, 123-150. sion: Why do we never match up to our
Applied and Preventive Psychology, 4,
Mohr, J.W., Turner, R.E., & Jerry, M.B. mind’s ideal? Self Magazine, pp. 51-52.
247-256.
(1964). Pedophilia and exhibitionism. Moses, J.A. (1983). Luria-Nebraska Neu-
Toronto: University of Toronto Press. Morey, L.C. (1988). Personality disorders
ropsychological Battery performance of
in DSM-III and DSM-IIIR: Conver- brain dysfunctional patients with posi-
Molgaard, C.A., Nakamura, C.M., Stan-
gence, coverage, and internal consistency. tive or negative findings on current
ford, E.P., Peddecord, K.M., & Morton,
American Journal of Psychiatry, 145, 573- neurological examination. International
D.J. (1990). Prevalence of alcohol con-
577. Journal of Neuroscience, 22, 135-146.
sumption among older persons. Journal
of Community Health, 15, 239-251. Morgan, C.A., Grillon, C., Southwick, S.M., Moses, J.A., & Schefft, B.K. (1984). Inter-
Davis, M., & Charney, D.S. (1996). rater reliability analyses of the
Monahan, J. (1973). The psychiatrization
Exaggerated acoustic startle reflex in Luria-Nebraska Neuropsychological
of criminal behavior. Hospital and Com-
Gulf War veterans with post-traumatic Battery. The International Journal of Clini-
munity Psychiatry, 24, 105-107. cal Neuropsychology, 7, 31-38.
stress disorder. American Journal of Psy-
Monahan, J. (1976). The prevention of vio- Mosher, L.R., & Burti, L. (1989). Communi-
chiatry, 153, 64-68.
lence. In J. Monahan (Ed.), Community ty mental health: Principles and practice.
mental health and the criminal justice sys- Morgan, K. (1992). Sleep, insomnia, and New York: Norton.
tem. Elmsford, NY: Pergamon. mental health. Reviews in Clinical Geron-
Mosher, L.R., Kresky-Wolff, M., Mathews,
Monahan, J. (1978). Prediction research tology, 2, 246-253. S., & Menn, A. (1986). Milieu therapy in
and the emergency commitment of dan- Morin, C.M., & Azrin, N.H. (1988). Behav- the 1980s: A comparison of two residen-
gerous mentally ill persons: A reconsid- ioral and cognitive treatments of geri- tial alternatives to hospitalization. Bul-
R-46 √√ KAYNAKLAR

letin of the Menninger Clinic, 50, 257- ity: 7 years of study. Health Psychology, ADM 83-1263). Washington, DC: U.S.
268. 14, 48-55. Government Printing Office.
Moss, H.B. (1990). Pharmacotherapy. In Muscettola, G., Potter, W.Z., Pickar, D., & National Institute on Drug Abuse.
A.S. Bellack & M. Hersen (Eds.), Hand- Goodwin, F.K. (1984). Urinary 3- (1983b). Population projections, based on
book of comparative treatments for adult methoxy-4-hydroxyphenyl glycol and the National Survey on Drug Abuse, 1982.
disorders (pp. 506-520). New York: Wi- major affective disorders. Archives of Rockville, MD: Author.
ley. General Psychiatry, 41, 337-342. National Institute on Drug Abuse. (1988).
Mowrer, O.H. (1939). A stimulus-response Muse, M. (1986). Stress-related, posttrau- National household survey on drug abuse:
analysis of anxiety and its role as a rein- matic chronic pain syndrome: Behav- Main findings 1985. Washington, DC:
forcing agent. Psychological Review, 46, ioral treatment approach. Pain, 25, 389- Department of Health and Human Ser-
553-565. 394. vices.
Mowrer, O.H. (1947). On the dual nature Musetti, L., Perugi, G., Soriani, A., Rossi, National Institute on Drug Abuse. (1991).
of learning—A reinterpretation of V.M., Cassano, G.B., & Akiskal, H.S. National Household Survey on Drug
“conditioning” and “problem-solving.” (1989). Depression before and after age Abuse: Population Estimates, 1991. Wash-
Harvard Educational Review, 17, 102- ington, DC.
65: A re-examination. British Journal of
148. Nauss, D.W. (1996, March 9). Kevorkian
Psychiatry, 155, 330-336.
Mowrer, O.H. (1950). Learning theory and found not guilty of aiding two suicides.
Myers, J.K., Weissman, M.M., Tischler,
personality dynamics. New York: Ronald Los Angeles Times, pp. Al, A15.
Press. G. L., Holzer, C.E., Leaf, P.J., Orvaschel,
Nawas, M.M., Fishman, S.T., & Pucel, J.C.
Mowrer, O.H., & Mowrer, W.M. (1938). H. A., Anthony, J.C., Boyd, J.H., Burke, (1970). The standardized densensitiza-
Enuresis: A method for its study and J.E., Kramer, M., & Stoltzman, R. (1984). tion program applicable to group and
treatment. American Journal of Orthopsy- Six-month prevalence of psychiatric individual treatment. Behaviour Research
chiatry, 8, 436-459. disorders in three communities: and Therapy, 6, 63-68.
Mrazek, P.J., & Haggerty, R.J. (1994). Re- 1980-1982. Archives of General Psychia-
Neale, J.M., & Liebert, R.M. (1986). Science
ducing risks for mental disorders: Frontiers try, 41, 959-967. and behavior: An introduction to methods
for preventive intervention research. Wash- Nagy, Z., Esiri, M.M., Jobst, K.A., Morris, of research (3rd ed.). Englewood Cliffs,
ington, DC: National Academy Press. J.H., et al. (1995). Relative roles of senile NJ: Prentice-Hall.
Mueser, K., Bellack, A.S., & Blanchard, J.J. plaques and tangles in the dementia of Neale, J.M., & Oltmanns, T. (1980). Schizo-
(1992). Co-morbidity of schizophrenia Alzheimer’s disease: Correlations using phrenia. NY: Wiley.
and substance abuse: Implications for three sets of neuropathological indica-
Neisser, U. (1976). Cognition and reality.
treatment. Journal of Consulting and Clin- tors. Dementia, 6, 21-31.
San Francisco: Freeman.
ical Psychology, 60, 845-856. Nahas, G.G., & Manger, W.M. (1995). Mar-
Neisser, U., & Harsch, N. (1991). Phantom
Mueser, K.T., & Liberman, R.P. (1995). Be- ijuana as medicine: In reply. Journal of flashbulbs: False recognitions of hearing
havior therapy in practice. In B. Bongar the American Medical Association, 274, the news about Challenger. In E. Win-
& L.E. Beutler (Eds.), Comprehensive 1837-1838. ograd & U. Neisser (Eds.), Affect and ac-
textbook of psychotherapy: Theory and National Cancer Institute. (1977). The curacy of recall: Studies of “flashbulb”
practice (pp. 84-110). New York: Oxford smoking digest: Progress report on a nation memories. New York: Cambridge Uni-
University Press. kicking the habit. Washington, DC: U.S. versity Press.
Mulligan, T., & Palguta, R.F. (1991). Sexual Department of Health, Education and Nelson, R.E., & Craighead, W.E. (1977).
interest, activity, and satisfaction among Welfare. Selective recall of positive and negative
male nursing home residents. Archives feedback, self-control behaviors, and
National Center for Child Abuse and Ne-
of Sexual Behavior, 20, 199-204. depression. Journal of Abnormal Psychol-
glect. (1988). Study of national incidence
Mulligan, T., Retchin, S.M., Chinchilli, and prevalence of child abuse and neglect, ogy, 86, 379-388.
V.M., & Bettinger, C.B. (1988). Journal of 1988. Washington, DC: U.S. Department Nelson, R.O., Lipinski, D.P., & Black, J.L.
the American Geriatrics Society, 36, 520- of Health and Human Services. (1976). The reactivity of adult retar-
524. dates’ self-monitoring: A comparison
National Center for Health Statistics
Mulvey, E.P. (1994). Assessing the evi- (1989). National nursing home survey among behaviors of different valences,
dence of a link between mental illness and a comparison with token reinforce-
(DHHS Publication No. PHS 89-1758,
and violence. Hospital and Community ment. Psychological Record, 26, 189-201.
Series 13, No. 97). Washington, DC: U.S.
Psychiatry, 45, 663-668. Nemeroff, C.F., Stein, R.I., Diehl, N.S., &
Government Printing Office.
Mumford, D.B., Whitehouse, A.M., & Smilack, K.M. (1994). From the Cleavers
National Center for Health Statistics.
Choudry, I.Y. (1992). Survey of eating to the Clintons: Role choices and body
(1988). Advance report of final mortal-
disorders in English-medium schools in orientation as reflected in magazine ar-
ity statistics, 1986. NCHS Monthly Vital
Lahore, Pakistan. International Journal of ticle content. International journal of Eat-
Statistics Report, 37 (Suppl. 6).
Eating Disorders, 11, 173-184. ing Disorders, 16, 167-176.
Munjack, D.J. (1984). The onset of driving National Center for Health Statistics.
Nemeroff, C.J., & Karoly, P. (1991). Oper-
phobias. Journal of Behavior Therapy and (1994). Advance report of final mortal-
ant methods. In F.H. Kanfer & A.P.
Experimental Psychiatry, 15, 305-308. ity statistics, 1991. Monthly Vital Statis-
Goldstein (Eds.), Helping people change:
tics Report, 42.
Murdoch, D., Pihl, R.O., & Ross, D. (1990). A textbook of methods (4th ed.) Elmsford,
Alcohol and crimes of violence: Present National Institute on Drug Abuse. (1979). NY: Pergamon.
issues. International Journal of Addiction, National Survey on Drug Abuse. Wash-
Nemetz, G.H., Craig, K.D., & Reith, G.
25, 1059-1075. ington, DC: Author.
(1978). Treatment of female sexual dys-
Murphy, J. (1976). Psychiatric labeling in National Institute on Drug Abuse. (1982). function through symbolic modeling.
cross-cultural perspective. Science, 191, National Survey on Drug Abuse. Wash- Journal of Consulting and Clinical Psychol-
1019-1028. ington, DC: Author. ogy, 46, 62 - 73.
Murphy, J.K., Stoney, C.M., Alpert, B.S., & National Institute on Drug Abuse. (1983a). Neron, S., Lacroix, D., & Chaput, Y. (1995).
Walker, S.S. (1995). Gender and ethnic- National Survey on Drug Abuse: Main Group vs. individual cognitive behav-
ity in children’s cardiovascular reactiv- Findings 1982 (DHHS Publication No. iour therapy in panic disorder: An open
KAYNAKLAR R-47
√√

clinical trial with a six month follow-up. reports on mental processes. Psychologi- control for life program. Addictive Be-
Canadian Journal of Behavioural Science, cal Review, 84, 231-259. haviors, 17, 579 -585.
27, 379-392. Nobler, M.S., Sackeim, H.A., Prohovnik, Nyth, A.L., Gottfries, C.G., Blennow, F.,
Nestadt, G., Romanoski, A., Chahal, R., I., Moeller, J.R., Mukherjee, S., et al. Brane, G., & Wallin, A. (1991). Hetero-
Merchant, A., et al. (1990). An epidemi- (1994). Regional cerebral blood flow in geneity in the course of Alzheimer’s
ological study of histrionic personality mood disorders, 3. Treatment and clini- disease: A differentiation of subgroups.
disorder. Psychological Medicine, 20, 413- cal response. Archives of General Psychia- Dementia, 2, 18-24.
422. try, 51, 884-896.
O’Conner, M.C. (1989). Aspects of differ-
Nettelbeck, T. (1985). Inspection time and Nocks, B.C., Learner, R.M., Blackman, D., ential performance by minorities on
mild mental retardation. In N.R. Ellis & & Brown, T.E. (1986). The effects of a standardized tests: Linguistic and socio-
N.W. Bray (Eds.), International review of community-based long term care pro- cultural factors. In B.R. Gifford (Ed.),
research in mental retardation (Vol. 13). ject on nursing home utilization. The Test policy and test performance: Educa-
New York: Academic Press. Gerontologist, 26, 150-157.
tion, language, and culture (pp. 129-181).
Neugarten, B.L. (1977). Personality and Nolen-Hoeksema, S., & Girgus, J.S. (1994). Boston: Kluwer Academic Publishers.
aging. In J.E. Birren & K.W. Schaie The emergence of gender differences in
O’Connor, D.W., Pollitt, P.A., Roth, M.,
depression during adolescence. Psycho-
(Eds.), Handbook of the psychology of ag- Brook, P.B., & Reiss, B.B. (1990). Mem-
logical Bulletin, 115, 424-443.
ing (pp. 626-649). New York: Van Nos- ory complaints and impairment in nor-
trand. Norgaard, J.P. (1989a). Urodynamics in mal, depressed, and demented elderly
enuretics: 1. Reservoir function. Neur- persons identified in a community sur-
Neugebauer, R. (1979). Mediaeval and
ourology and Urodynamics, 8, 199-211.
early modern theories of mental illness. vey. Archives of General Psychiatry, 47,
Archives of General Psychiatry, 36, 477- Norgaard, J.P. (1989b). Urodynamics in 224-227.
484. enuretics: 2. A pressure/flow study.
O’Connor, R.D. (1969). Modification of so-
Neurourology and Urodynamics, 8, 213-
Neuringer, C. (1964). Rigid thinking in cial withdrawal through symbolic mod-
217.
suicidal individuals. Journal of Consult- eling. Journal of Applied Behavior Analy-
North, A.F. (1979). Health services in sis, 2, 15-22.
ing Psychology, 28, 54-58.
Head Start. In E. Zigler & J. Valentine
Newlin, D.B., & Thomson, J.B. (1990). Al- (Eds.), Project Head Start. New York: O’Donohue, W., & Plaud, J.J. (1994). The
cohol challenge with sons of alcoholics: Free Press. conditioning of human sexual arousal.
A critical review and analysis. Psychol- Archives of Sexual Behavior, 23, 321-
Norton, J.P. (1982). Expressed emotion, affec-
ogy Bulletin, 108, 383-402. 344.
tive style, voice tone and communication
Newman, J.P., Patterson, C.M., & Kosson, deviance as predictors of offspring schizo- O’Donohue, W.T. (1987). The sexual be-
D.S. (1987). Response perseveration in phrenia spectrum disorders. Unpublished havior and problems of the elderly. In
psychopaths. Journal of Abnormal Psy- doctoral dissertation, University of Cal- L.L. Carstensen & B.A. Edelstein (Eds.),
chology, 96, 145-149. ifornia at Los Angeles. Handbook of clinical gerontology. New
Nezu, A.M. (1986). Efficacy of a social Noshirvani, H.F., et al. (1991). Gender-di- York: Pergamon.
problem-solving therapy approach for vergent factors in obsessive-compulsive O’Leary, K.D., & Beach, S.R.H. (1990).
unipolar depression. Journal of Consult- disorder. British Journal of Psychiatry, Marital therapy: A viable treatment for
ing and Clinical Psychology, 54, 196- 158, 260-263. depression and marital discord. Ameri-
202. Nottelmann, E.D., & Jensen, P.S. (1995). can Journal of Psychiatry, 147, 183-186.
Nezu, A.M., Nezu, C.M., D’Zurilla, T.J., & Comorbidity of disorders in children O’Leary, K.D., Pelham, W.E., Rosenbaum,
Rothenberg, J.L. (1996). Problem-solving and adolescents: Developmental per- ‘ A., & Price, G.H. (1976). Behavioral
therapy. In J.S. Kantor (Ed.), Clinical spectives. Advances in Clinical Child Psy- treatment of hyperkinetic children: An
depression during addiction recovery (pp. chology, 17, 109-155. experimental evaluation of its useful-
187-219). New York: Marcel Dekker. Nowlan, R., & Cohen, S. (1977). Tolerance ness. Clinical Pediatrics, 15, 510-515.
Nezworski, M.T., & Wood, J.M. (1995). to marijuana: Heart rate and subjective O’Leary, K.D., & Wilson, G.T. (1987). Be-
Narcissism in the Comprehensive Sys- “high.” Clinical Pharmacology Therapeu- havior therapy: Application and outcome.
tem for the Rorschach. Clinical Psychol- tics, 22, 550-556. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
ogy: Science and Practice, 2, 179-199. Noyes, R., Reich, J., Christiansen, J., O’Malley, S.S., Jaffe, A.J., Chang, G., Rode,
Nicholson, R.A., & Berman, J.S. (1983). Is’ Suelzer, M., Pfohl, B., et al. (1990). Out- S., Schottenfeld, R., et al. (1996). Six
follow-up necessary in evaluating psy- come of panic disorder: Relationship to
month follow-up of naltrexone and psy-
chotherapy? Psychological Bulletin, 93, diagnostic subtypes and comorbidity.
chotherapy for alcohol dependence.
261-278. Archives of General Psychiatry, 47, 809-
Archives of General Psychiatry, 53, 217-
818.
Nietzel, M.T., & Harris, M.J. (1990). Rela- 224.
Noyes, R., Kathol, R.G., Fisher, M.M.,
tionship of dependency and achieve- O’Neal, J.M. (1984). First person account:
Phillips, S.B., & Suezer, M.T. (1994).
ment/autonomy to depression. Clinical Finding myself and loving it. Schizo-
Psychiatric comorbidity among patients
Psychology Review, 10, 279-297. phrenia Bulletin, 10, 109-110.
with hypochondriasis. General Hospital
Nigg, J.T., & Goldsmith, H.H. (1994). Psychiatry, 16, 78 - 87. O’Neil, P.M., & Jarrell, M.P. (1992). Psy-
Genetics of personality disorders: Per- chological aspects of obesity and diet-
Noyes, R., Woodman, C., Garvey, M.J.,
spectives from personality and psycho- ing. In T.A. Wadden & T.B. Vanltallie
Cook, B.C., Suezer, M., & et al. (1992).
pathology research. Psychological Bul- (Eds.), Treatment of the seriously obese pa-
Generalized anxiety disorder versus
letin, 115, 346-380. panic disorder: Distinguishing charac- tient (pp. 231-251). New York: Guil-
Nihira, K., Foster, R., Shenhaas, M., & Le- teristics and patterns of comorbidity. ford.
land, H. (1975). AAMD-Adaptive Behav- Journal of Nervous and Mental Disease, Obrist, P.A., Gaebelein, C.J., Teller, E.S.,
ior Scale. Washington, DC: American 180, 369-379. Langer, A.W., Grignolo, A., Light, K.C.,
Association on Mental Deficiency. Nunn, R.G., Newton, K.S., & Faucher, P. & McCubbin, J.A. (1978). The relation-
Nisbett, R.E., & Wilson, T.D. (1977). (1992). 2.5 year follow-up of weight and ship among heart rate, carotid dP/
Telling more than we can know: Verbal body mass index values in the weight dt, and blood pressure in humans as a
R-48 √√ KAYNAKLAR

function of the type of stress. Psychophys- multiple personality in the forensic ity, stability, and validity. Psychological
iology, 15, 102-115. court. International Journal of Clinical and Bulletin, 103, 367-373.
Ochitil, H. (1982). Conversion disorder. In Experimental Hypnosis, 32, 118-169. Parker, S.R., Mellins, R.B., & Sogn, D.D.
J.H. Greist, J.W. Jefferson, & R.L. Spitzer Ornitz, E. (1973). Childhood autism: A re- (1989). Asthma education: A national
(Eds.), Treatment of mental disorders. New view of the clinical and experimental strategy. American Journal of Respiratory
York: Oxford University Press. literature. California Medicine, 118, 21- Disease, 140, 848- 853.
Offord, D.R., Boyle, M.H., Szatmari, P., 47.
Parkes, C.M., & Brown, R.J. (1972). Health
Rae-Grant, N.I., Links, P.S., Cadman, Ornitz, E.M. (1989). Autism at the inter-
after bereavement: A controlled study
D. T., Byles, J.A., Crawford, J.W., Blum, face between sensory and information
of young Boston widowers. Psychoso-
H.M., Byrne, C., Thomas, H., & Wood- processing. In G. Dawson (Ed.), Autism:
Nature, diagnosis, and treatment (pp. matic Medicine, 34, 49-461.
ward, C.A. (1987). Ontario Child Health
Study: 2. Six-month prevalence of disor- 174-207). New York: Guilford. Parkinson, L., & Rachman, S. (1981). In-
der and rates of service utilization. Orr, S.P., Lasko, N.B., Shalev, A.Y., & Pit- trusive thoughts: The effects of an un-
Archives of General Psychiatry, 44, 832- man, R.K. (1995). Physiological re- contrived stress. Advances in Behavior
836. sponses to loud tones in Vietnam veter- Research and Therapy, 3, 111-118.
Ogilvie, D.M., Stone, P.J., & Shneidman, ans with post-traumatic stress disorder. Parks, C.V., Jr., & Hollon, S.D. (1988). Cog-
E. S. (1983). A computer analysis of sui- Journal of Abnormal Psychology, 104, nitive assessment. In A.S. Bellack & M.
cide notes. In E.S. Shneidman, N. Farbe- 75 - 82. Hersen (Eds.), Behavioral assessment (3rd
row, & R. Litman (Eds.), The psychol- Orth-Gomer, K., & Unden, A.L. (1990). ed.). Elmsford, NY: Pergamon.
ogy of suicide (pp. 249-256). New York: Type A behavior, social support, and
Parsons, O.A. (1975). Brain damage in al-
Jason Aronson. coronary risk: Interaction and signifi-
coholics: Altered states of conscious-
Ogloff, J.R., & Wong, S. (1990). Electro- cance for mortality in cardiac patients.
ness. In M.M. Gross (Ed.), Alcohol intoxi-
dermal and cardiovascular evidence of a Psychosomatic Medicine, 52, 59 -72.
cation and withdrawal. New York:
coping response in psychopaths. Crimi- Ost, L-G. (1987a). Age of onset in different
nal Justice and Behavior, 17, 231-245. Plenum.
phobias. Journal of Abnormal Psychol-
Öhman, A., Erixon, G., & Loftberg, I. ogy, 96, 223 -229. Patel, C, Marmot, M.G., Terry, D.J., Carru-
(1975). Phobias and preparedness: Pho- Ost, L-G. (1987b). Applied relaxation: De- thers, M., Hunt, B., & Patel, M. (1985).
bic versus neutral pictures as condi- scription of a coping technique and re- Trial of relaxation in reducing coronary
tional stimuli for human autonomic re- view of controlled studies. Behaviour Re- risk: Four year follow-up. British Med-
sponses. Journal of Abnormal Psychol- search and Therapy, 25, 397-409. ical Journal, 290, 1103-1106.
ogy, 84, 41-45. Pato, M.T., Zohar-Kadouch, R., Zohar,
Ost, L-G. (1992). Blood and injection pho-
Öhman, A., & Soares, J.J.F. (1994). “Un- bia: Background and cognitive, physio- J., & Murphy, D.L. (1988). Return of
conscious anxiety”: Phobic responses to logical, and behavioral correlates. Jour- symptoms after discontinuation of
masked stimuli. Journal of Abnormal Psy- nal of Abnormal Psychology, 101, 68- 74. clomipramine and patients with obses-
chology, 103, 231-240.
Ost, L-G., Fellenius, J., & Sterner, U. sive-compulsive disorder. American
Olds, D.L. (1984). Final report: Prenatal/ (1991). Applied tension, exposure in Journal of Psychiatry, 145, 1521-1525.
early infancy project. Washington, DC: vivo, and tension-only in the treatment
Maternal and Child Health Research, Na- Patrick, C.J. (1994). Emotion and psy-
of blood phobia. Behaviour Research and chopathy: Some startling new insights.
tional Institute of Health. Therapy, 29, 561-574.
Psychophysiology, 31, 319-330.
Olivardia, R., Pope, H.G., Mangweth, B., Ouimette, P.C., Finney, J.W., & Moos, R.H.
& Hudson, J.I. (1995). Eating disorders Patrick, M., Hobson, R.P., Dastie, D.,
(1997). Twelve-step and cognitive-be-
in college men. American Journal of Psy- Howard, R., et al. (1994). Personality
havioral treatment for substance abuse:
chiatry, 152, 1279-1284. disorder and the mental representation
A comparison of treatment effective-
Oltmanns, T.F., Broderick, J.E., & O’Leary, ness. Journal of Consulting and Clinical of early social experience. Development
K.D. (1976). Marital adjustment and the Psychology, 65, 230-240. and Psychopathology, 6, 375-388.
efficacy of behavior therapy with children. Patterson, C.M., & Newman, J.P. (1993).
Overholser, J.C., & Beck, S. (1986). Multi-
Paper presented at the Association for
method assessment of rapists, child mo- Reflectivity and learning from aversive
the Advancement of Behavior Therapy,
lesters, and three control groups on be- events: Toward a psychological mecha-
New York.
havioral and psychological measures. nism for the syndromes of disinhibition.
Oltmanns, T.F., Neale, J.M., & Davison, Journal of Consulting and Clinical Psychol- Psychological Review, 100, 716 -736.
G.C. (1995). Case studies in abnormal ogy, 54, 682-687.
psychology. Fourth edition. New York: Patterson, G., & Chamberlain, P. (1992). A
Page, A.C. (1994). Blood-injection phobia. functional analysis of resistance (a
Wiley.
Clinical Psychology Review, 14, 443-461. neobehavioral perspective). In H.
Organista, K.C., & Munoz, R.F. (1996).
Pahkala, K. (1990). Social and environ- Arkowitz (Ed.), Why people don’t change:
Cognitive behavioral therapy with Lati-
mental factors and atypical depression New perspectives in resistance and non-
nos. Cognitive and Behavioral Practice,
3, 255-270. in old age. International Journal of Geri- compliance. New York: Guilford.
atric Psychiatry, 5, 99-113.
Orleans, C.T., Schoenbach, V.J., Wagner, Patterson, G.R. (1974). A basis for identi-
E.H., Quade, D., Salmon, M.A., Pear- Palmer, T. (1984). Treatment and the role
fying stimuli which control behaviors in
son, D.C., Fiedler, J., Porter, C.Q., & Ka- of classification: Review of basics. Crime
natural settings. Child Development, 45,
plan, B.H. (1991). Self-help quit smok- and Delinquency, 30, 245 -267.
900 -911.
ing interventions: Effects of self-help Paris, J., Zweig, F.M., & Guzder, J. (1994).
Psychological risk factors for borderline Patterson, G.R., Crosby, L., & Vuchinich,
materials, social support instructions,
and telephone counseling. Journal of personality disorder in female patients. S. (1992). Predicting risk for early police
Consulting and Clinical Psychology, 59, Comprehensive Psychiatry, 35, 301-305. arrest. Journal of Quantitative Criminol-
439-448. Parker, K.C.H., Hanson, R.K., & Hunsley, ogy, 8, 335-355.
Orne, M.T., Dinges, D.F., & Orne, E.C. J. (1988). MMPI, Rorschach, and WAIS: Patterson, G.R., Ray, R.S., Shaw, D.A., &
(1984). The differential diagnosis of A meta-analytic comparison of reliabil- Cobb, J.A. (1969). Manual for coding
KAYNAKLAR R-49
√√

of family interactions. New York: gram. Journal of Consulting and Clinical growth in the human personality. New
ASIS/NAPS, Microfiche Publications. Psychology, 53, 603-611. York: Julian Press.
Paul, G.L. (1966). Insight vs. desensitization Pedro-Carroll, J.L., Cowen, E.L., High- Perry, R., Campbell, M., Adams, P., Lynch,
in psychotherapy. Stanford, CA: Stanford tower, A.D., & Guare, J.C. (1986). Pre- N., Spencer, E.K., Curren, E.L., & Over-
University Press. ventive intervention with latency-aged all, J.E. (1989). Long-term efficacy of
Paul, G.L. (1969). Chronic mental patient: children of divorce: A replication study. haloperidol in autistic children: Contin-
Current status-future directions. Psy- American Journal of Community Psychol- uous versus discontinuous administra-
chological Bulletin, 73, 81-94. ogy, 14, 277- 290. tion. Journal of the American Academy of
Paul, G.L., & Lentz, R.J. (1977). Psychoso- Pelham, W.E., Carlson, C., Sams, S.E., Val- Child and Adolescent Psychiatry, 28, 87-
cial treatment of chronic mental patients: lano, G., Dixon, M.J., & Hoza, B. (1993). 92.
Milieu versus social learning programs. Separate and combined effects of Persons, J. (1989). Cognitive therapy in prac-
Cambridge, MA: Harvard University methylphenidate and behavior modifi- tice: A case formulation approach. New
Press. cation on boys with attention York: Norton.
deficit/hyperactivity disorder in the
Paul, G.L., & Menditto, A.A. (1992). Effec- Persons, J.B., Thase, M.E., & Crits-
classroom. Journal of Consulting and
tiveness of inpatient treatment pro- Christoph, P. (1996). The role of psy-
Clinical Psychology, 61, 506-515.
grams for mentally ill adults in public chotherapy in the treatment of depres-
psychiatric facilities. Applied and Preven- Pelham, W.E., McBurnett, K., Harper, G.W., sion: Review of two practice guidelines.
tive Psychology: Current Scientific Perspec- Milich, R., Murphy, D.A., Clinton, J., Archives of General Psychiatry, 53, 283-
tives, 1, 41-63. & Thiele, C. (1990). Methylphenidate
290.
and baseball playing in ADHD chil-
Paul, G.L., & Shannon, D.T. (1966). Treat- Peters, M. (1977). Hypertension and the
dren: Who’s on first? Journal of Consult-
ment of anxiety through systematic de- nature of stress. Science, 198, 80.
ing and Clinical Psychology, 58, 130-
sensitization in therapy groups. Journal Peterson, C., & Seligman, M.E.P. (1984).
133.
of Abnormal Psychology, 71, 124-135. Causal explanations as a risk factor for
Penn, D.L., & Mueser, K.T. (1996). Re-
Paul, G.L., Stuve, P., & Cross, J.V. (in depression: Theory and evidence. Psy-
search update on the psychosocial treat-
press). Real-world inpatient programs: chological Review, 91, 347- 374.
ment of schizophrenia. American Journal
Shedding some light. Applied and Pre-
of Psychiatry, 153, 607-617. Peterson, D. (1995). The reflective educa-
ventive Psychology.
Pennebaker, J., Kiecolt-Glaser, J.K., & tor. American Psychologist, 50, 975-984.
Paul, G.L., Stuve, P., & Menditto, A.A. (in Glaser, R. (1988). Disclosure of traumas Pfeiffer, E. (1977). Psychopathology and
press). Social-learning program (with and immune function: Health implica- social pathology. In J.E. Birren & K.W.
token economy) for adult psychiatric tions for psychotherapy. Journal of Con- Schaie (Eds.), Handbook of psychology and
inpatients. The Clinical Psychologist. sulting and Clinical Psychology, 56, 239 aging. New York: Van Nostrand- Rein-
Paul, R. (1987). Communication. In D.J. Co- - 245. hold.
hen, A.M. Donnellan, & R. Paul (Eds.), Pennebaker, J.W. (1990). Opening up: The Pfeiffer, E., Verwoerdt, A., & Wang, H.H.
Handbook of autism and pervasive develop- healing power of confiding in others. New (1969). The natural history of sexual be-
mental disorders (pp. 61-84). New York: York: William Morrow & Co. havior in a biologically advantaged
Wiley.
Pennington, B.F. (1995). Genetics of learn- group of aged individuals. Journal of
Paykel, E.S., Brayne, L., Huppert, F.A., ing disabilities. Journal of Child Neurol- Gerontology, 24, 193-198.
Gill, C., Barkley, L., et al. (1994). Inci- ogy, 10, S69-S77. Pfeiffer, E., Verwoerdt, A., & Wang, H.S.
dence of dementia in a population older
Pentoney, P. (1966). Value change in psy- (1968). Sexual behavior in aged men
than 75 years in the United Kingdom.
chotherapy. Human Relations, 19, 39-46. and women: 1. Observations on 254
Archives of General Psychiatry, 51, 325-
332. Peplau, L.A., & Cochran, S.D. (1988). community volunteers. Archives of Gen-
Value orientations in the intimate rela- eral Psychiatry, 19, 753- 758.
Pearlin, L.I., Mullan, J.T., Semple, S.J., &
tionships of gay men. In J. De Cecco Phares, E.J., & Trull, T.J. (1997). Clinical
Skaff, M.M. (1990). Caregiving and the
(Ed.), Gay relationships (pp. 195-216). psychology. Pacific Grove, CA:
stress process: An overview of concepts
New York: Harrington Park Press. Brooks/Cole.
and their measures. Gerontologist, 30,
583- 594. Perkins, D.D. (1995). Speaking truth to Phelps, L., Wallace, D., & Waigant, A.
power: Empowerment ideology as so- (1989, August). Impact of sexual assault:
Pearlson, G.D., & Rabins, P.V. (1988). The
cial intervention and policy. American Post assault behavior and health status. Pa-
late-onset psychoses: Possible risk fac-
Journal of Community Psychology, 23, per presented at the annual convention
tors. Psychiatric Clinics of North America,
765 - 794. of the American Psychological Associa-
11, 15-32.
Perley, M.J., & Guze, S.B. (1962). Hyste- tion, New Orleans. As cited in Calhoun
Pearlson, G.D., Wong, D.F., Tune, L.E.,
ria—The stability and usefulness of & Atkeson (1991).
Ross, C.A., Chase, G.A., et al. (1995). In
clinical criteria. New England Journal of
vivo D2 dopamine receptor density in Phillips, D.P. (1974). The influence of sug-
Medicine, 266, 421-426.
psychotic and non-psychotic patients gestion on suicide: Substantive and the-
with bipolar disorder. Archives of Gen- Perls, F.S. (1947). Ego, hunger, and aggres- oretical implications of the Werther ef-
sion. New York: Vintage. fect. American Sociological Review, 39,
eral Psychiatry, 52, 471 -477.
Perls, F.S. (1969). Gestalt therapy verbatim. 340-354.
Pearson, C., & Gatz, M. (1982). Health and
mental health in older adults: First Moab, UT: Real People Press. Phillips, D.P. (1977). Motor vehicle fa-
steps in the study of a pedestrian com- Perls, F.S. (1970). Four lectures. In J. Fagan talities increase just after publicized sui-
plaint. Rehabilitation Psychology, 27, 37- & I.L. Shepherd (Eds.), Gestalt therapy cide stories. Science, 196, 1464-1465.
50. now: Therapy, techniques, applications. Phillips, D.P. (1985). The found experi-
Pedro-Carroll, J.L., & Cowen, E.L. (1985). Palo Alto, CA: Science & Behavior ment: A new technique for assessing
The children of divorce intervention Books. impact of mass media violence on real-
program: An investigation of the effi- Perls, F.S., Hefferline, R.F., & Goodman, P. world aggressive behavior. In G. Com-
cacy of a school-based prevention pro- (1951). Gestalt therapy: Excitement and stock (Ed)., Public communication and be-
R-50 √√ KAYNAKLAR

havior (Vol. 1). New York: Academic years. Journal of Studies on Alcohol, 41, Handbook of clinical gerontology. New
Press. 397-415. York: Pergamon.
Phillips, K.A., McElroy, S.L., Keck, P.E., Polivy, J. (1976). Perception of calories and Post, S.G. (1994). Genetics, ethics, and
Pope, H.G., & Hudson, J.L. (1993). Body regulation of intake in restrained and Alzheimer’s disease. Journal of the Amer-
dysmorphic disorder: 30 cases of imag- unrestrained eaters. Addictive Behaviors, ican Geriatrics Society, 42, 782 - 786.
ined ugliness. American Journal of Psy- 1, 237-244.
Poster, D.S., Penta, J.S., Bruno, S., & Mac-
chiatry, 150, 302-308. Polivy, J., & Herman, C.P. (1985). Dieting
donald, J.S. (1981). Delta 9-tetrahydro-
Phillips, L. (1953). Case history data and and binging: A causal analysis. Ameri-
cannabinol in clinical oncology. Journal
prognosis in schizophrenia. Journal of can Psychologist, 40, 193-201.
of the American Medical Association, 245,
Nervous and Mental Disease, 117, 515- Polivy, J., Heatherton, T.F., & Herman,
2047-2051.
525. C.P. (1988). Self-esteem, restraint and
Pigott, T.A., Pato, M.T., Bernstein, S.E., eating behavior. Journal of Abnormal Psy- Potashnik, S., & Pruchno, R. (1988, No-
Grover, G.N., Hill, J.L., et al. (1990). chology, 97, 354-356. vember). Spouse caregivers: Physical and
Controlled comparison of clomipra- Polivy, J., Herman, C.P., & Howard, K. mental health in perspective. Paper pre-
mine and fluoxetine in the treatment of (1980). The Restraint Scale. In A. sented at the meeting of the Geronto-
obsessive-compulsive disorder. Archives Stunkard (Ed.), Obesity. Philadelphia: logical Society of America, San Fran-
of General Psychiatry, 47, 926-932. Saunders. cisco.
Pilowsky, I. (1970). Primary and sec- Polivy, J., Herman, C.P., & McFarlane, T. Powell, L.H., Friedman, M., Thoresen,
ondary hypochondriasis. Acta Psychiat- (1994). Effects of anxiety on eating: C. E., Gill, J.J., & Ulmer, D.K. (1984). Can
rica Scandinavica, 46, 273-285. Does palatability moderate distress-in-
the type A behavior pattern be altered
Pinel, P. (1962). A treatise on insanity, 1801. duced overeating in dieters? Journal of
after myocardial infarction? A second
English (D.D. Davis, Trans.). New York: Abnormal Psychology, 103, 505-510.
year report from the Recurrent Coro-
Hafner. Pollak, M.H. (1994). Heart rate reactivity
nary Prevention Project. Psychosomatic
Pinkston, E., & Linsk, N. (1984). Behav- to laboratory tests and in two daily life
Medicine, 46, 293-313.
ioral family intervention with the im- settings. Psychosomatic Medicine, 56,
271-276. Praderas, K., & MacDonald, M.L. (1986).
paired elderly. The Gerontologist, 24,
Pollak, R. (1997). The creation of Dr. B. New Telephone conversational skills training
576-583.
York: Simon & Schuster. with socially isolated impaired nursing
Piper, W.E., Azim, F.A., Joyce, S.A., Mc-
home residents. Journal of Applied Behav-
Callum, M., Nixon, G., & Segal, P.S. Pollard, C.A., Pollard, H.J., & Corn, K.J.
(1989). Panic onset and major events in ior Analysis, 19, 337-348.
(1991). Quality of object relations vs. in-
terpersonal functioning as predictors of the lives of agoraphobics: A test of con- Premack, D. (1959). Toward empirical be-
alliance and outcome. Archives of Gen- tiguity. Journal of Abnormal Psychology, havior laws: 1. Positive reinforcement.
eral Psychiatry, 48, 946-953. 98, 318-321. Psychological Review, 66, 219-233.
Piran, N., Kennedy, S., Garfinkel, P.E., & Polusny, M.A., & Follette, V.M. (1995). Pressman, B., & Sheps, A. (1994). Treating
Owens, M. (1985). Affective disturbance Long-term correlates of child sexual wife abuse: An integrated model. Inter-
in eating disorders. Journal of Nervous abuse: Theory and review of the empiri- national Journal of Group Psychotherapy,
and Mental Disease, 173, 395 -400. cal literature. Applied and Preventive Psy-
44, 477-498.
chology, 4, 143-166.
Pirsig, R.M. (1974). Zen and the art of mo- Price, L.H., Charney, D.S., Rubin, A.L., &
torcycle maintenance: An inquiry into val- Ponce, F., & Atkinson, D. (1989). Mexican-
Heninger, G.R. (1986). Alpha-2 adrener-
ues. New York: Morrow. Americans and acculturation, counselor
ethnicity, counseling style, and per- gic receptor function in depression.
Pitman, R.K., Orr, S.P., Forgue, D.F., Alt- Archives of General Psychiatry, 43, 849-
ceived counselor credibility. Journal of
man, B., deJong, J.B., et al. (1990). Psy- Counseling Psychology, 36, 203-208. 860.
chophysiologic responses to combat im-
Pope, K.S. (1995). What psychologists bet- Price, R.A., Cadoret, R.J., Stunkard, A.J., &
agery of Vietnam veterans with
ter know about recovered memories, re- Troughton, E. (1987). Genetic contribu-
post-traumatic stress disorder vs. other
search, lawsuits, and the pivotal experi- tions to human fatness: An adoption
anxiety disorders. Journal of Abnormal
ment: A review of “The Myth of study. American Journal of Psychiatry,
Psychology, 99, 49-54.
Repressed Memory: False Memories 144, 1003-1008.
Piven, J., Arndt, S., Bailey, J., Havercamp, and Allegations of Sexual Abuse, “ by
S., Andreasen, N.C., & Palmer, P. (1995). Price, V.A. (1982). Type A behavior pattern:
Elizabeth Loftus and Katherine
An MRI study of brain size in autism. A model for research and practice.. New
Ketcham. Clinical Psychology: Science and
American Journal of Psychiatry, 152, Practice, 2, 304-315. York: Academic Press.
1145-1149. Prien, R.F., & Potter, W.Z. (1993). Mainte-
Posner, M.I. (1992). Attention as a cogni-
Pliner, P., & Haddock, G. (1996). Perfec- tive and neural system. Current Direc- nance treatment for mood disorders. In
tionism in weight-concerned and un- tions in Psychological Science, 1, 11-14. D. L. Dunner (Ed.), Current psychiatric
concerned women: An experimental ap-
Post, F. (1978). The functional psychosis. therapy. Philadelphia: Saunders.
proach. International Journal of Eating In A.D. Isaacs & F. Post (Eds.), Studies in
Disorders, 19, 381-389. Prieto, S.L., Cole D.A., & Tageson, C.W.
geriatric psychiatry. Chichester, England: (1992). Depressive self-schemas in clinic
Plotkin, D.A., Mintz, J., & Jarvik, L.F. Wiley.
and nonclinic children. Cognitive Ther-
(1985). Subjective memory complaints Post, F. (1980). Paranoid, schizophrenia-
in geriatric depression. American Journal apy and Research, 16, 521-534.
like and schizophrenic states in the
of Psychiatry, 142, 1103-1105. aged. In J.E. Birren & R.B. Sloane (Eds.), Prinz, P., & Raskind, M. (1978). Aging and
Pokorny, A.D. (1968). Myths about sui- Handbook of mental health and aging. sleep disorders. In R. Williams & R. Ka-
cide. In H.L.P. Resnik (Ed.), Suicidal be- Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. racan (Eds.), Sleep disorders: Diagnosis
haviors. Boston: Little, Brown. Post, F. (1987). Paranoid and schizo- and treatment. New York: Wiley.
Polich, J.M., Armor, D.J., & Braiker, H.B. phrenic disorders among the aging. In Prioleau, L., Murdock, M., & Brody, N.
(1980). Patterns of alcoholism over four L.L. Carstensen & B.A. Edelstein (Eds.), (1983). An analysis of psychotherapy
KAYNAKLAR R-51
√√

versus placebo studies. The Behavioral disorder. Psychiatry Research, 31, 251- positron emission tomography. Archives
and Brain Sciences, 6, 275-310. 260. of Neurology, 51, 27-38.
Prochaska, J.O. (1984). Systems of psy- Quay, H.C. (1979). Classification. In H.C. Rapaport, D. (1951). The organization and
chotherapy (2nd ed.). Homewood, IL: Quay & J.S. Werry (Eds.), Psychopatho- pathology of thought. New York: Colum-
Dorsey Press. logical disorders of childhood (2nd ed.). bia University Press.
Project Match Research Group. (1997). New York: Wiley. Rapp, S.R., Parisi, S.A., & Walsh, D.A.
Matching alcoholism treatments to (1988). Psychological dysfunction and
Quay, H.C., & Parskeuopoulos, I.N. (1972,
client heterogeneity: Project MATCH physical health among elderly medical
posttreatment drinking outcomes. Jour- August). Dimensions of problem behavior inpatients. Journal of Consulting and
nal of Studies on Alcohol, 58, 7-29. in elementary school children in Greece, Clinical Psychology, 56, 851-855.
Pryor, T., Wiederman, M.W., & McGilley, Iran, and Finland. Paper presented at the Rapp, S.R., Parisi, S.A., Walsh, D.A., &
B, (1996). Clinical correlates of anorexia 20th International Congress of Psychol- Wallace, C.E. (1988). Detecting depres-
subtypes. International Journal of Eating ogy, Tokyo. sion in elderly medical impatients. Jour-
Disorders, 19, 371-379. Rabavilas, A., & Boulougouris, J. (1974). nal of Consulting and Clinical Psychol-
Pu, T., Mohamed, E., Imam, K, & El-Roey, Physiological accompaniments of rumi- ogy, 56, 509-513.
A.M. (1986). One hundred cases of hys- nations, flooding and thought-stopping Rappaport, J. (1977). Community psychol-
teria in eastern Libya. British Journal of in obsessional patients. Behaviour Re- ogy: Values, research, and action. New
Psychiatry, 148, 606-609. search and Therapy, 12, 239-244. York: Holt, Rinehart & Winston.
Puig-Antich, J., Goetz, D., Davies, M., Ka- Rappaport, J., & Chinsky, J.M. (1974).
Rabins, P.V., & Folstein, M.F. (1982). Delir-
plan, T., Davies, S., Ostrow, L., Asnis, L., Models for delivery of service from a
ium and dementia: Diagnostic criteria
Twomey, J., Iyengar, S., & Ryan, N.D. historical and conceptual perspective.
and fatality rates. British Journal of Psy- Professional Psychology, 5, 42-50.
(1989). A controlled family history
study of prepubertal major depressive chiatry, 140, 149-153.
Raskin, F., & Rae, D.S. (1981). Psychiatric
disorder. Archives of General Psychiatry, Rabkin, J.G. (1974). Public attitudes to- symptoms in the elderly. Psychopharma-
46, 406-418. ward mental illness: A review of the lit- cology Bulletin, 17, 96-99.
Puig-Antich, J., Kaufman, J., Ryan, N.D., erature. Schizophrenia Bulletin, 9-33. Raskind, M.A., Carta, A., & Bravi, D.
Williamson, D.E., Dahi, R.E., Lukens, Raboch, J., & Faltus, F. (1991). Sexuality of (1995). Is early-onset Alzheimer disease
E., Todak, G., Ambrosini, P., Rabinovich, women with anorexia nervosa. Acta a distinct subgroup within the
H., & Nelson, B. (1993). The psychoso- Alzheimer disease population?
Psychiatrica Scandinavica, 84, 9-11.
cial functioning and family environ- Alzheimer Disease and Associated Disor-
ment of depressed adolescents. Ameri- Rachman, S.J. (1966). Sexual fetishism: An ders, 9, S2-S6.
can Academy of Child and Adolescent experimental analogue. Psychological
Rasmussen, D.X., Brandt, J., Martin, D.B.,
Psychiatry, 32, 244-253. Record, 16, 293-296. & Folstein, M.F. (1995). Head injury as a
Puig-Antich, J., Lukens, E., Davies, M., Go- Rachman, S. & deSilva, P. (1978). Abnor- risk factor in Alzheimer’s disease. Brain
etz, D., Brennan-Quattrock, ]., & Todak, mal and normal obsessions. Behaviour Injury, 9, 213-219.
G. (1985). Psychosocial functioning Research and Therapy, 16, 233-248. Rather, B.C., Goldman, M.S., Roehrich, L.,
in prepubertal major depressive disor- & Brannick, M. (1992). Empirical mod-
Rachman, S.J., & Hodgson, R.J. (1980). Ob-
ders: 1. Interpersonal relationships dur- eling of an alcohol expectancy memory
ing the depressive period. Archives of sessions and compulsions. Englewood
network using multidimensional scal-
General Psychiatry, 42, 500-507. Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
ing. Journal of Abnormal Psychology,
Puig-Antich, J., Perel, J.M., Lupatkin, W., Rachman, S.J., & Wilson, G.T. (1980). The 101, 174-183.
Chambers, W.J., Tabrizi, M.A., King, effects of psychological therapy (2nd ed.). Rauch, S.L., & Jenike, M.A. (1993). Neuro-
]., Goetz, R., Davies, M., & Stiller, R.L. Elmsford, NY: Pergamon. biological models of obsessive-compul-
(1987). Imipramine in prepubertal ma- Rahe, R.H., & Lind, E. (1971). Psychoso- sive disorder. Psychosomatics, 34, 20-30.
jor depressive disorders. Archives of
cial factors and sudden cardiac death: A Rauch, S.L., Jenike, M.A., Alpert, N.M.,
General Psychiatry, 44, 81-89.
pilot study. Journal of Psychosomatic Re- Baer, L., Breiter, H.C.R., et al. (1994). Re-
Purcell, K., & Weiss, J.H. (1970). Asthma. gional cerebral blood flow measured
search, 15, 19-24.
In C.G. Costello (Ed.), Symptoms of psy- during symptom provocation in obses-
chopathology: A handbook. New York: Wi- Raj, B.A., Corvea, M.H., & Dagon, E.M.
sive-compulsive disorder using oxygen-
ley. (1993). The clinical characteristics of
15 labeled carbon dioxide and positron
Purdie, F.R., Honigman, T.B., & Rosen, P. panic disorder in the elderly: A retro- emission tomography. Archives of Gen-
(1981). Acute organic brain syndrome: spective study. Journal of Clinical Psychi- eral Psychiatry, 51, 62-70.
A view of 100 cases. Annals of Emergency atry, 54, 150-155. Red Horse, Y. (1982). A cultural network
Medicine, 20, 455-461. Ramsey, J.M., Andreason, P., Zametkin, model: Perspectives for adolescent ser-
Putnam, F.W., Guroff, J.J., Silberman, E.K., A.J., Aquino, T., King, A.C., Hamburger, vices and paraprofessional training. In
Barban, L., & Post, R.M. (1986). The S.D., Pikus, A., Rapoport, J.L., & Cohen, S. Manson (Ed.), New directions in pre-
clinical phenomenology of multiple R.M. (1992). Failure to activate the left vention among American Indians and
personality disorder: Review of 100 re- tempoparietal cortex in dyslexia: An Alaskan Native communities. Portland:
cent cases. Journal of Clinical Psychiatry, Oregon Health Sciences University.
oxygen 15 positron emission tomo-
47, 285-293. Redmond, D.E. (1977). Alterations in the
graphic study. Archives of Neurology, 49,
Putnam, F.W., Post, R.M., & Guroff, J J, function of the nucleus locus coeruleus.
527-534.
(1983). 100 cases of multiple personality In I. Hanin & E. Usdin (Eds.), Animal
disorder. Paper presented at the annual Ramsey, J.M., Zametkin, A.J., Andreason, models in psychiatry and neurology. New
meeting of the American Psychiatric P., Hanahan, A.P., Hamburger, S.D., York: Pergamon.
Association, New York. Aquino, T., King, A.C., Pikus, A., & Co- Reed, S.D., Katkin, E.S., & Goldband, S.
Putnam, F.W., Zahn, T.P., & Post, R.M. hen, R.M. (1994). Normal activation of (1986). Biofeedback and behavioral
(1990). Differential autonomic nervous frontotemporal language cortex in medicine. In F.H. Kanfer & A.P. Gold-
system activity in multiple personality dyslexia, as measured with oxygen 15 stein (Eds.), Helping people change: A
R-52 √√ KAYNAKLAR

textbook of methods (3rd ed.). Elmsford, throughout the life span. (pp. 171-191). dures. Behaviour Research and Therapy,
NY: Pergamon. Newbury Park, CA: Sage. 6, 1-6.
Rees, L. (1964). The importance of psycho- Resick, P.A. (1993). The psychological im- Rittig, S., Knudsen, U.B., Norgaard, J.P.,
logical, allergic and infective factors in pact of rape. Journal of Interpersonal Vio- Pedersen, E.B., & Djurhuus, J.C. (1989).
childhood asthma, journal of Psychoso- lence, 8, 223-255. Abnormal diurnal rhythm of plasma
matic Research, 7, 253-262. Resick, P.A., & Schnicke, M.K. (1992). vasopressin and urinary output in pa-
Regier, D.A., Boyd, J.H., Burke, J.D., Jr., Cognitive processing therapy for sexual tients with enuresis. American Journal of
Rae, D.S., Myers, J.K., Kramer, M., Rob- assault victims. Journal of Consulting and Physiology, 256, 664-671.
ins, L.N., George, L.K., Karno, M., & Clinical Psychology, 60, 748 - 756. . Ritvo, E.R., Freeman, B.J., Geller, E., &
Locke, B.Z. (1988). One-month preva- Yuwiler, A. (1983). Effects of fenflu-
Resick, P.A., Veronen, L.J., Calhoun,
lence of mental disorders in the United ramine on 14 outpatients with the syn-
K.S., Kilpatrick, D.G., & Atkeson, B.M.
States. Archives of General Psychiatry, drome of autism. Journal of the American
(1986). Assessment of fear reactions in
45, 977-1986. Academy of Child Psychiatry, 22, 549-
sexual assault victims: A factor-analytic
558.
Reich, J. (1990). Comparison of males and study of the Veronen-Kilpatrick Modi-
females with DSM-III dependent per- fied Fear Survey. Behavioral Assessment, Roan, S. (1992, October 15). Giving up cof-
sonality disorder. Psychiatry Research, 8, 271-283. fee tied to withdrawal symptoms. Los
33, 207- 214. Angeles Times, p. A26.
Reynolds, C.R., Chastain, R.L., Kaufman,
Reifler, B.V. (1994). Depression: Diagnosis A.S., & McLean, J.E. (1997). Demo- Roberts, M.C., Wurtele, S.K., Boone, R.R.,
and comorbidity. In L.S. Schneider, C.F. Ginther, L.J., & Elkins, P.D. (1981). Re-
graphic characteristics and IQ among
Reynolds, III, B.D. Lebowitz, & A.J. duction of medical fears by use of mod-
adults: Analysis of the WAIS-R stan-
Friedhoff (Eds.), Diagnosis and treatment eling: A preventive application in a gen-
dardization sample as a function of the
eral population of children. Journal of
of depression in late life (pp. 55-59). stratification variables. Journal of School
Pediatric Psychology, 6, 293-300.
Washington, DC: American Psychiatric Psychology, 25, 323-342.
Press. Robins, L.N. (1966). Deviant children grown
Riccardi, N., & Leeds, J. (1997, February
up. Baltimore: Williams & Wilkins.
Reifler, B.V., Larson, E., & Hartley, R. 24). Megan’s law calling up old, minor
(1982). Coexistence of cognitive impair- offenses. Los Angeles Times, pp. Al, A16. Robins, L.N. (1978). Sturdy childhood pre-
ment and depression in geriatric outpa- dictors of adult antisocial behavior:
Richardson, J.L., Dwyer, K.M., McGuigan,
tients. American journal of Psychiatry, Replications from longitudinal studies.
K., Hansen, W.B., Dent, C.W., Johnson,
139, 623-626. Psychological Medicine, 8, 611-622.
C.A., Sussman, S.Y., Brannon, B., &
Reiss, D., Heatherington, E.M., Plomin, R., Robins, L.N., Helzer, J.E., Przybec, T.R., &
Flay, B. (1989). Substance use among eighth
Howe, G.W., Simmens, S.J., et al. (1995). Regier, D.A. (1988). Alcohol disorders in
grade students who take care of them-
Genetic questions for environmental the community: A report from the Epi-
selves after school. Pediatrics, 84, 556-
studies: Differential parenting and psy- demiologic Catchment Area. In R.M.
566.
Rose & J.E. Barrett (Eds.), Alcoholism:
chopathology in adolescence. Archives Richman, D.D. (1996). HIV thera- Origins and outcome. NY: Raven.
of General Psychiatry, 52, 925-936. peutics. Science, 272, 1886-1888.
Robins, L.N., Helzer, J.E., Weissman,
Reiss, I.L., & Leik, R.K. (1989). Evaluating Ricks, D.M. (1972). The beginning of vocal
M.M., Orvaschel, H., Gruenberg, E.,
strategies to avoid AIDS: Number of communication in infants and autistic chil-
Burke, J.D., & Reiger, D.A. (1984). Life-
partners vs. use of condoms. The Journal dren. Unpublished doctoral dissertation,
time prevalence of specific psychiatric
of Sex Research, 26, 411-433. University of London. disorders in three sites. Archives of Gen-
Rekers, G.A., & Lovaas, O.I. (1974). Be- Ridley, C.R. (1984). Clinical treatment of eral Psychiatry, 41, 942-949.
havioral treatment of deviant sex role the nondisclosing black client. American Robinson, N.M., & Robinson, H.B. (1976).
behaviors in a male child, journal of Ap- Psychologist, 39, 1234-1244. The mentally retarded child (2nd ed.).
plied Behavioral Analysis, 7, 173-190. Rieder, R.O., Mann, L.S., Weinberger, New York: McGraw-Hill.
Renshaw, D.C. (1988). Profile of 2376 pa- D.R., van Kammen, D.P., & Post, R.M. Robinson, N.S., Garber, J., & Hillsman, R.
tients treated at Loyola Sex Clinic be- (1983). Computer tomographic scans in (1995). Cognitions and stress: Direct
tween 1972 and 1987. Sexual and Marital patients with schizophrenia, schizoaf- and moderating effects on depression
Therapy, 3, 111-117. fective, and bipolar affective disorder. versus externalizing symptoms during
Renvoize, E.B., & Beveridge, A.W. (1989). Archives of General Psychiatry, 40, 735 the junior high school transition. Journal
Mental illness and the late Victorians: A - 739. of Abnormal Psychology, 104, 453-463.
study of patients admitted to three asy- Riesmann, F. (1990). Restructuring help: A Rodin, J. (1980). Managing the stress of
lums in York, 1880-1884. Psychological human services paradigm for the 1990s. aging: The control of control and cop-
Medicine, 19, 19-28. American Journal of Community Psychol- ing. In H. Ursin & S. Levine (Eds.), Cop-
Reppucci, N.D., & Haugaard, J.J. (1989). ogy, 18, 221-231. ing and health. New York: Academic
Prevention of child sexual abuse: Myth Riggs, D. et al. (1991). Post-traumatic Press.
or reality. American Psychologist, 44, stress disorder following rape and non- Rodin, J. (1983). Behavioral medicine:
1266-1275. sexual assault: A predictive model. Un- Beneficial effects of self-control training
Reppucci, N.D., Jones, L.M., & Cook, S.L. published manuscript. in aging. International Review of Applied
(1994). Involving parents in child sexual Rimland, B. (1964). Infantile autism. New Psychology, 32, 153-181.
abuse prevention programs. Journal of York: Appleton-Century-Crofts. Rodin, J. (1986). Aging and health: Effects
Child and Family Studies, 3, 137-142. Ringwalt, C., Ennett, S.T., & Holt, K.D. of the sense of control. Science, 233,
Rescorla, R.A. (1988). Pavlovian condi- (1991). An outcome evaluation of Proj- 1271-1276.
tioning: It’s not what you think it is. Amer- ect DARE (Drug Abuse Resistance Edu- Rodin, J., & Ickovics, J.R. (1990). Women’s
ican Psychologist, 43, 151-160. cation). Health Education Research, 6, health: Review and research agenda as
Resick, P.A. (1992). Cognitive treatment of 327-337. we approach the 21st century. American
crime-related post-traumatic stress dis- Ritter, B. (1968). The group treatment of Psychologist, 45, 1018-1034.
order. In R. Peters, R. McMahon, & V. children’s snake phobias, using vicari- Rodin, J., & Langer, E.J. (1977). Long-term
Quinsey (Eds.), Aggression and violence ous and contact desensitization proce- effects of a control-relevant intervention
KAYNAKLAR R-53
√√

with the institutionalized aged. Journal time periods 1947-1957 and 1957-1972. ence of 8 years. Journal of the American
of Personality and Social Psychology, 35, Neuropsychobiology, 15, 122-129. Medical Association, 233, 872-877.
897-902. Rorty, M., Yager, J., & Rossotto, E. (1994). Rosenman, R.H., Friedman, M., Straus, R.,
Rodin, J., McAvay, G., & Timko, C. (1988). Childhood sexual, physical, and psy- Wurm, M., Kositichek, R., Hahn, W., &
A longitudinal study of depressed chological abuse in bulimia nervosa. Werthessen, N.T. (1964). A predictive
mood and sleep disturbances in elderly American Journal of Psychiatry, 151, study of coronary heart disease. Journal
adults. Journal of Gerontology: Psychologi- 1122-1126. of the American Medical Association, 189,
cal Sciences, 43, 45-53. Rose, D.T., Abramson, L.Y., Hodulik, C.J., 103-110.
Roesch, R., & Golding, S.L. (1980). Compe- Halberstadt, L., & Gaye, L. (1994). Het- Rosenthal, D. (1955). Changes in some
tency to stand trial. Urbana: University erogeneity of cognitive style among de- moral values following psychotherapy.
of Illinois Press. pressed inpatients. Journal of Abnormal Journal of Consulting Psychology, 19,
Rogers, C.R. (1942). Counseling and psy- Psychology, 103, 419 -429. 431-436.
chotherapy: New concepts in practice. Rose, J. (1996). Anger management: A Rosenthal, D. (1970). Genetic theory and ab-
Boston: Houghton Mifflin. group treatment program for people
normal behavior. New York: McGraw-
Rogers, C.R. (1951). Client-centered therapy. with mental retardation. Journal of De-
Hill.
Boston: Houghton Mifflin. velopmental and Physical Disabilities, 8,
133-149. Rosenthal, N.E., Carpenter, C.J., James,
Rogers, C.R. (1961). On becoming a person: S.P., Parry, B.L., Rogers, S.L.B., & Wehr,
A therapist’s view of psychotherapy. Rose, S.D. (1986). Group methods. In F.H.
T.A. (1986). Seasonal affective disorder
Boston: Houghton Mifflin. Kanfer & A.P. Goldstein (Eds.), Helping
in children and adolescents. American
people change: A textbook of methods (3rd
Rogers, C.R. (1970). Carl Rogers on en- Journal of Psychiatry, 143, 356 -358.
ed.). Elmsford, NY: Pergamon.
counter groups. New York: Harper & Rosenthal, R. (1966). Experimenter bias in
Rosen, E., Fox, R., & Gregory, I. (1972). Ab-
Row. behavioral research. New York: Appleton-
normal psychology (2nd ed.). Philadel-
Rogers, J.H., Widiger, T.A., & Krupp, A. phia: Saunders. Century-Crofts.
(1995). Aspects of depression associated Rosenthal, R. (1995). Critiquing Pyg-
Rosen, R.C. (1991). Alcohol and drug ef-
with borderline personality disorder. malion: A 25 year perspective. Current
fects on sexual response: Human exper-
American Journal of Psychiatry, 152, 288- Directions in Psychological Science, 4,
imental and clinical studies. Annual Re-
290. 171-172.
view of Sex Research, 2, 119-180.
Rogler, L.H., & Hollingshead, A.B. (1985).
Rosen, R.C., & Beck, J.G. (1988). Patterns Rosenthal, T.L., & Bandura, A. (1978). Psy-
Trapped: Families and schizophrenia (3rd
of sexual arousal: Psychophysiological chological modeling: Theory and prac-
ed.). Maplewood, NJ: Waterfront Press.
processes and clinical applications. New tice. In S.L. Garfield & A.E. Bergin
Rohde, P., Lewinsohn, P.M., & Seeley, J.R. York: Guilford. (Eds.), Handbook of psychotherapy and be-
(1991). Comorbidity of unipolar depres- havior change: An empirical analysis (2nd
Rosen, R.C., & Hall, E. (1984). Sexuality.
sion: 2. Comorbidity with other mental ed.). New York: Wiley.
New York: Random House.
disorders in adolescents and adults.
Rosen, R.C., & Leiblum, S.R. (1995). Treat- Rosenzweig, R., & Fillit, H. (1992). Proba-
Journal of Abnormal Psychology, 54, 653-
ment of sexual disorders in the 1990s: ble heterosexual transmission of AIDS
660.
An integrated approach. Journal of Con- in an aged woman. Journal of the Ameri-
Rokeach, M. (1973). The nature of human can Geriatric Society, 40, 1261-1264.
sulting and Clinical Psychology, 63, 877-
values. New York: Free Press.
890. Rosman, B.L., Minuchin, S., & Liebman,
Rokeach, M. (1979). Some unresolved is-
Rosen, R.C., & Rosen, L. (1981). Human R. (1975). Family lunch session: An in-
sues in theories of beliefs, attitudes, and
sexuality. .New York: Knopf. troduction to family therapy in anorexia
values. Proceedings of the Nebraska Sym-
Rosen, R.C., Leiblum, S.R., & Spector, I. nervosa. American Journal of Orthopsy-
posium on Motivation. Lincoln: Univer-
(1994). Psychologically based treatment chiatry, 45, 846 -852.
sity of Nebraska Press.
for male erectile disorder: A cognitive- Rosman, B.L., Minuchin, S., & Liebman,
Romanczyk, R.G., Diament, C., Goren,
interpersonal model. Journal of Sex and R. (1976). Input and outcome of family
E.R., Trundeff, G., & Harris, S.L. (1975).
Marital Therapy, 20, 67-85. therapy of anorexia nervosa. In J.L.
Increasing isolate and social play in se-
Rosenbaum, M. (1980). The role of the Claghorn (Ed.), Successful psychotherapy.
verely disturbed children: Intervention
term schizophrenia in the decline of di- New York: Brunner/Mazel.
and postintervention effectiveness. Jour-
agnoses of multiple personality. Ross, C.A. (1989). Multiple personality dis-
nal of Autism and Childhood Schizophre-
Archives of General Psychiatry, 37, 1383- order: Diagnosis, clinical features, and
nia, 43, 730- 739.
1385. treatment. New York: Wiley.
Romero, D. (1992, March 7). Two drugs
Rosenberg, M.S., & Reppucci, N.D. (1985). Ross, C.A. (1991). Epidemiology of multi-
crash the party scene. Los Angeles Times,
Primary prevention of child abuse. Jour- ple personality disorder and dissocia-
pp. Al, A22-23.
nal of Consulting and Clinical Psychol-
Ronningstam, E., & Gunderson, J.G. tion. Psychiatric Clinics of North Ameri-
ogy, 53, 576-585.
(1990). Identifying criteria for narcissis- ca, 14, 503-517.
Rosenfarb, I.S., . Goldstein, M.J., Mintz, J.,
tic personality disorder. American Jour- Ross, C.A., Miller, S.D., Reagor, P., Bjorn-
& Neuchterlein, K.H. (1994). Expressed
nal of Psychiatry, 147, 918-922. son, L., & Fraser, G.A. (1990). Struc-
emotion and subclinical psychopathol-
Root, M.P. (1990). Disordered eating in tured interview data on 102 cases of
ogy observable within transactions be-
women of color. Sex Roles, 22, 525-536. multiple personality from four centers.
tween schizophrenics and their family
Rooth, F.G. (1973). Exhibitionism, sexual American Journal of Psychiatry, 147, 596-
members. Journal of Abnormal Psychol-
violence, and pedophilia. British Journal ogy, 104, 259-267. 600.
of Psychiatry, 122, 705-710. Rosenman, R.H., Brand, R.J., Jenkins, Ross, D.M., & Ross, S.A. (1982). Hyperac-
Rorsman, B., Hagnell, O., & Lanke, J. C.D., Friedman, M., Straus, R., & tivity: Research, theory, and action. New
(1986). Prevalence and incidence of se- Wurm, M. (1975). Coronary heart dis- York: Wiley.
nile and multi-infarct dementia in the ease in the Western Collaborative Roth, D., & Rehm, L.P. (1980). Relation-
Lundby Study: A comparison between Group Study: Final follow-up experi- ships among self-monitoring processes,
R-54 √√ KAYNAKLAR

memory, and depression. Cognitive depressed patients. Archives of General Journal of Child Psychology and Psychia-
Therapy and Research, 4, 149-157. Psychiatry, 44, 320-327. try, 12, 233-260.
Roth, M. (1955). The natural nistory of Rutter, M., & Schopler, E. (1987). Autism
Roy, A., Segal, N., Centerwall, B., &
mental disorder in old age. Journal of and pervasive developmental disor-
Mental Science, 99, 439-450. Robinette, D. (1991). Suicide in twins. ders: Concepts and diagnostic issues.
Roth, M., & Kay, D.W.K. (1956). Affective Archives of General Psychiatry, 48, 29- Journal of Autism and Developmental Dis-
disorder arising in the senium: 2. Physi- 36. orders, 17, 159-186.
cal disability as an etiological factor. Ryall, R. (1974). Delinquency: The prob-
Ruberman, W., Weinblatt, E., Goldberg,
Journal of Mental Science, 102, 141-150. lem for treatment. Social Work Today, 15,
J.D., & Chaudhary, B.S. (1984). Psy-
Rothbaum, B.O., & Foa, E.B. (1992). Expo- 98-104.
sure therapy for rape victims with post- chosocial influences on mortality after
Ryan, W. (1971). Blaming the victim. New
traumatic stress disorder, the Behavior myocardial infarction. New England York: Random House.
Therapist, 15, 219-222. Journal of Medicine, 311, 552-559. Rybstein-Blinchik, E. (1979). Effects of dif-
Rothbaum, B.O., Foa, E.B., Murdock, T., ferent cognitive strategies on chronic
Rubin, P., Holm, S., Madsen, R.L., Frib-
Riggs, D.S., & Walsh, W. (1992). A pain experience. Journal of Behavioral
prospective examination of post-trau- erg, L., et al. (1993). Regional cere-
Medicine, 2, 93-101.
matic stress disorder in rape victims. bral blood flow in newly diagnosed
Sabin, J.E. (1975). Translating despair.
Journal of Traumatic Stress, 5, 455-475. schizophrenic and schizophreniform
American Journal of Psychiatry, 132, 197-
Rothbaum, B.O., Hodges, L., Watson, disorders. Psychiatry Research, 53, 57 - 199.
B.A., Kessler, G.D., et al. (1996). Virtual 75. Sachs, J.S. (1983). Negative factors in brief
reality exposure therapy in the treat-
Rubin, R.T., Phillips, J.J., Sadow, T.F., & psychotherapy: An empirical assess-
ment of fear of flying: A case report. Be-
ment. Journal of Consulting and Clinical
haviour Research and Therapy, 34, 477- McCracken, J.T. (1995). Adrenal gland
Psychology, 51, 557-564.
481. volume in major depression: Increase
Sackeim, H.A., Nordlie, J.W., & Gur, R.C.
Rothbaum, B.O., Hodges, L.F., Kooper, R., during the depressive episode and de- (1979). A model of hysterical and hyp-
Opdyke, D., Williford, J.S., & North, M.
crease with successful treatment. notic blindness: Cognition, motivation
(1995a). The efficacy of virtual reality
Archives of General Psychiatry, 52, 213- and awareness. Journal of Abnormal Psy-
graded exposure in the treatment of
chology, 88, 474-489.
acrophobia. American Journal of Psychia- 218.
try, 152, 626 - 628. Sacks, O. (1985). The twins. In The man
Ruch, L.O., & Leon, J.J. (1983). Sexual as- who mistook his wife for a hat and other
Rothbaum, B.O., Hodges, L.F., Kooper, R.,
sault trauma and trauma change. clinical tales. New York: Harper & Row.
Opdyke, D., Williford, J.S., & North, M.
(1995b). Virtual reality graded exposure Women and Health, 8, 5-21. Sacks, O. (1995). An anthropologist on Mars.
in the treatment of acrophobia. A case New York: Knopf.
Rush, A.J., Beck, A.T., Kovacs, M., & Hol-
report. Behavior Therapy, 26, 547-554. Safer, D.J., & Krager, J.M. (1988). A survey
lon, S.D. (1977). Comparative efficacy of
Rounsaville, B.J., Chevron, E.S., & Weiss- of medication treatment for hyperac-
cognitive therapy and pharmacother- tive/inattentive students. Journal of the
man, M.M. (1984). Specification of tech-
niques in interpersonal psychotherapy. apy in the treatment of depressed out- American Medical Association, 260,
In J.B.W. Williams & R.L. Spitzer (Eds.), patients. Cognitive Therapy and Research, 2256-2258.
Psychotherapy research: Where are we and 7, 17-39. Saffer, H. (1991). Alcohol advertising bans
where should we go? New York: Guil- and alcohol abuse: An international
ford. Rush, A.J., Beck, A.T., Kovacs, M., Weis-
perspective. Journal of Health Economics,
Rovner, B.W., Kafonek, S., Filipp, L., Lu- senberger, J., & Hollon, S.D. (1982). 10, 65 - 79.
cas, M.J., & Folstein, M.F. (1986). Preva- Comparison of the effects of cognitive Safran, J.D., Vallis, T.M., Segal, Z.V., &
lence of mental illness in a community therapy on hopelessness and self-con- Shaw, B.F. (1986). Assessment of core
nursing home. American Journal of Psy- cept. American Journal of Psychiatry, cognitive processes in cognitive ther-
chiatry, 143, 1446-1449. apy. Cognitive Therapy and Research, 10,
139, 862-866.
Rowston, W.M., & Lacey, H.J. (1992). 509-526.
Stealing in bulimia nervosa. Interna- Russell, M.A.H., Feyerabend, C., & Cole, Sager, C.J. (1990). Foreword. In I.L. Kutash
tional Journal of Social Psychiatry, 38, P.V. (1976). Plasma nicotine levels after & A. Wolf (Eds.), The group psychothera-
309-313. cigarette smoking and chewing nicotine pist’s handbook: Contemporary theory and
Roy, A. (1982). Suicide in chronic schizo- technique. New York: Columbia Univer-
gum. British Medical Journal, 290, 1043-
phrenia. British Journal of Psychiatry, sity Press.
1046.
141, 171-180. Sakel, M. (1938). The pharmacological
Roy, A. (1994). Recent biologic studies on Russo, D.C., & Varni, J.W. (1982). Behav- shock treatment of schizophrenia. Ner-
suicide. Suicide and Life Threatening Be- ioral pediatrics. In D.C. Russo & J.W. vous and Mental Disease Monograph, 62.
haviors, 24, 10-24. Varni (Eds.), Behavioral pediatrics: Re- Saks, E. (1997). Jekyll on trial: MPD and
Roy, A. (1995). Suicide. In H.I. Kaplan & search and practice. New York: Plenum. criminal law. New York: New York Uni-
B.J. Sadock (Eds.), Comprehensive text- versity Press.
book of psychiatry (pp. 1739-1752). Balti- Rutter, M. (1967). Psychotic disorders in
Salan, S.E., Zinberg, N.E., & Frei, E. (1975).
more: Williams & Wilkins. early childhood. In A.J. Cooper (Ed.), Antiemetic effect of delta-9-THC in pa-
Roy, A., & Linnoila, M. (1986). Alcoholism Recent developments in schizophrenia tients receiving cancer chemotherapy.
and suicide. Suicide and Life Threatening [Special publication], British Journal of New England Journal of Medicine, 293,
Behaviors, 16, 244-259. 795 - 797.
Psychiatry.
Roy, A., Everett, D., Pickar, D., & Paul, Salovey, P., & Singer, J.A. (1991). Cognitive
S.M. (1987). Platelet tritiated imip- Rutter, M. (1971). Parent-child separation: behavior modification. In F.H. Kanfer &
ramine binding and serotonin uptake in Psychological effects on the children. A.P. Goldstein (Eds.), Helping people
KAYNAKLAR R-55
√√

change: A textbook of methods (4th ed.). factors. Sexuality and Disability, 13, 201- cal handbook of clinical gerontology (pp.
Elmsford, NY: Pergamon. 218. 481-542). Thousand Oaks, CA: Sage.
Salter, A. (1949). Conditioned reflex therapy. Scarborough, H.S. (1990). Very early lan- Schneider, K. (1959). Clinical psychopathol-
New York: Farrar, Straus. guage deficits in dyslexic children. Child ogy. New York: Grune & Stratton.
Saltzman, D. (1995). The jester has lost his Development, 61, 128-174. Schneider, N.G. (1987). Nicotine gum in
jingle. Palos Verdes Estates, CA: The smoking cessation: Rationale, efficacy,
Scarlett, W. (1980). Social isolation from
Jester Company. and proper use. Comprehensive Therapy,
age-mates among nursery school chil-
Salzman, L. (1980). Psychotherapy of the ob- 13, 32-37.
dren. Journal of Child Psychology and Psy-
sessive personality. New York: Jason
chiatry, 21, 231-240. Schoenbach, V., Kaplan, B.H., Fredman,
Aronson.
L., & Kleinaum, D.G. (1986). Social ties
Salzman, L. (1985). Psychotherapeutic Schaie, K.W., & Hertzog, C. (1982). Longi-
and mortality in Evans County, Geor-
management of obsessive-compulsive tudinal methods. In B.B. Wolman (Ed.),
gia. American Journal of Epidemiology,
patients. American Journal of Psychother- Handbook of developmental psychology.
123, 577-591.
apy, 39, 323-330. Englewood Cliffs, NJ: Prentice- Hall.
Schoeneman, T.J. (1977). The role of men-
Sanday, P.R. (1981). The socio-cultural Schall, PL., Landsbergis, P.A., & Baker, D. tal illness in the European witch-hunts
context of rape: A cross-cultural study. (1994). Job strain and cardiovascular of the sixteenth and seventeenth cen-
The Journal of Social Issues, 37, 5-27.
disease. Annual Review of Public Health, turies: An assessment. Journal of the His-
Sanderson, W.C., DiNardo, P.A., Rapee, 15, 381-411. tory of the Behavioral Sciences, 13, 337-
R.M., & Barlow, D.H. (1990). Syndrome 351.
comorbidity in patients diagnosed with Scharff, J.S. (1995). Psychoanalytic marital
a DSM-IIIR anxiety disorder. Journal of therapy. In N.S. Jacobson & A.S. Gur- Schofield, W. (1964). Psychotherapy: The
Abnormal Psychology, 99, 308-312. man (Eds.), Clinical handbook of couple purchase of friendship. Englewood Cliffs,
therapy. New York: Guilford. NJ: Prentice-Hall.
Sanderson, W.C., Rapee, R.M., & Barlow,
D.H. (1989). The influence of an illusion Schatzberg, A.F. (1991). Overview of anxi- Schooler, C., Flora, J.A., & Farquhar, J.W.
of control on panic attacks induced via (1993). Moving toward synergy: Media
ety disorders: Prevalence, biology,
inhalation of 5.5% carbon dioxide-en- supplementation in the Stanford Five-
course, and treatment. Journal of Clinical
riched air. Archives of General Psychiatry, City Project. Communication Research,
Psychiatry, 52, 5-9.
46, 157-162. 26, 587-610.
Scheerer, M., Rothman, E., & Goldstein, K.
Sandler, J. (1986). Aversion methods. In Schopler, E., Short, B., & Mesibov, G.B.
EH. Kanfer & A.P. Goldstein (Eds.), Help- (1945). A case of “idiot savant”: An ex- (1989). Comments. Journal of Consulting
ing people change: A textbook of meth- perimental study of personality organi- and Clinical Psychology, 157, 162-167.
ods (3rd ed.). Elmsford, NY: Pergamon. zation. Psychological Monographs, 58
Schuckit, M.A. (1983). The genetics of al-
Sandler, J. (1991). Aversion methods. In (Whole No. 269). coholism. In B. Tabakoff, P.B. Sulker, &
F.H. Kanfer & A.P. Goldstein (Eds.), Help- Scheff, T.J. (1966). Being mentally ill: A soci- C.L. Randall (Eds.), Medical and social as-
ing people change: A textbook of meth- ological theory. Chicago: Aidine. pects of alcohol use. New York: Plenum.
ods. Elmsford, NY: Pergamon. Schuckit, M.A. (1994). Low level of re-
Schellenberg, G.D., Bird, T.D., Wijsman,
Sano, M., Ernesto, C., Thomas, R. G., Klau- E.M., Moore, D.K., Boehkne, E.M., Bry- sponse to alcohol as a predictor of fu-
ber, M. R., Schafer, K., Grundman, M., ture alcoholism. American Journal of Psy-
ant, E.M., Lampe, T.H., Nochlin, D.,
Woodbury, P., Growdon, J., Cotman, chiatry, 151, 184-189.
Sumi, S.M., Deeb, S.S., Bayreuther, K., &
C. W., Pfeiffer, E., Schneider, L. S., Thai, Schuckit, M.A., & Smith, T.L. (1996). An 8-
Martin, G.M. (1988). Absence of linkage
L. J., for the Members of the Alzhei- year follow-up of 450 sons of alcoholic
of chromosome 21q21 markers to famil-
mer’s Disease Cooperative Study. and control subjects. Archives of General
(1997). A controlled trial of selegiline, ial Alzheimer’s disease. Science, 241,
Psychiatry, 53, 202-210.
alpha-tocopherol, or both as treatment 1507-1510.
for Alzheimer’s disease. New England Schultz, J. (1991). Smoking-attributable
Schinke, S.P., & Gilchrist, L.D. (1985). Pre-
Journal of Medicine, 336, 1216-1222. mortality and years of potential life lost:
venting substance abuse with children
U.S., 1988. Morbidity and Mortality
Sartorius, N., Shapiro, R., & Jablonsky, A. and adolescents. Journal of Consulting Weekly Report, 40, 63-71.
(1974). The international pilot study of arid Clinical Psychology, 53, 596-602.
schizophrenia. Schizophrenia Bulletin, 2, Schultz, R., & Brenner, G. (1977). Reloca-
Schleifer, M. (1995). Should we change tion of the aged: A review and theoreti-
21-35.
our views about early childhood educa- cal analysis. Journal of Gerontology, 32,
Saunders, E.A. (1991). Rorschach indica-
tion? Alberta Journal of Educational Re- 323-333.
tors of chronic childhood sexual abuse
in female borderline patients. Bulletin of search, 41, 355-359. Schulz, R. (1982). Emotionality and aging:
the Menninger Clinic, 55, 48 - 71. Schlundt, D.G., & Johnson, W.G. (1990). A theoretical and empirical analysis.
Savage, D.G. (1996, December 11). High Eating disorders: Assessment and treat- Journal of Gerontology, 37, 42-51.
court debates sexual predator law. Los ment. Needham Heights, MA: Allyn & Schulz, R., & Williamson, G.M. (1991). A
Angeles Times, p. A26. Bacon. 2-year longitudinal study of depression
Savage, D.G., & Dolan, M. (1996, Decem- Schmitt, B.D. (1982). Nocturnal enuresis: among Alzheimer’s caregivers. Psychol-
ber 12). Sex predator law faces high ogy and Aging, 6, 569-578.
An update on treatment. Pediatric Clin-
court challenge. Los Angeles Times, pp. Schwalberg, M.D., Barlow, D.H., Alger,
ics of North America, 29, 21 -37.
Al, A22. S.A., & Howard, L.J. (1992). Compari-
Schnall, PL., Landsbergis, P.A., & Baker,
Sayette, M.A., & Wilson, G.T. (1991). In- son of bulimics, obese binge eaters, so-
toxication and exposure to stress: Ef- D. (1994). Job Strain and cardiovascular cial phobics, and individuals with panic
fects of temporal patterning. Journal of disease. Annual Review of Public Health, disorders on comorbidity across DSM-
Abnormal Psychology, 100, 56-62. 15, 381-411. III anxiety disorders. Journal of Abnormal
Sbrocco, T., Weisberg, R.B., & Barlow, Schneider, J. (1996). Geriatric psychophar- Psychology, 101, 675-681.
D. H. (1995). Sexual dysfunction in the macology. In L.L. Carstensen, B.A. Edel- Schwartz, ‘ G.E. (1973). Biofeedback as
older adult: Assessment of psychosocial stein, & L. Dornbrand (Eds.), The practi- therapy: Some theoretical and practical
R-56 √√ KAYNAKLAR

issues. American Psychologist, 28, 666 - order. Journal of Abnormal Psychology, oretical perspectives. Baltimore: Williams
673. 104, 205- 213. & Wilkins.
Schwartz, G.E., & Weiss, S. (1977). What is Segraves, K.B., & Segraves, R.T. (1991). Shalev, A.Y., Peri, T., Canetti, L., &
behavioral medicine? Psychosomatic Hypoactive sexual desire disorder: Schreiber, S. (1996). Predictors of post-
Medicine, 36, 377-381. Prevalence and comorbidity in 906 sub- traumatic stress disorder in injured
Schwartz, J.E., Warren, K., & Pickering, jects. Journal of Sex and Marital Therapy, trauma survivors: A prospective study.
T.G. (1994). Mood, location, and physi- 27, 55-58. American Journal of Psychiatry, 153, 219-
cal posture as predictors of ambulatory Segraves, R.T. (1990). Theoretical orienta- 225.
blood pressure: Application of a multi- tions in the treatment of marital dis- Sham, PC., Jones, P., Russell, A., Gilvarry,
level random effects model. Annals of cord. In F.D. Fincham & T.N. Bradbury K., Bebbington, P., et al. (1994). Age of
Behavioral Medicine, 16, 210-220. (Eds.), The psychology of marriage: Basic onset, sex and familial psychiatric mor-
Schwartz, M.S. (1946). The economic and issues and applications (pp. 281-298). bidity in schizophrenia. British Journal of
spatial mobility of paranoid schizo- New York: Guilford. Psychiatry, 165, 466-473.
phrenics. Unpublished master’s thesis, Segraves, R.T., & Segraves, K.B. (1995).
Shaper, A.G. (1990). Alcohol and mortal-
University of Chicago. Human sexuality and aging. Journal of
ity: A review of prospective studies.
Schwartz, R., & Schwartz, L.J. (1980). Be- Sex Education and Therapy, 21, 88-102.
British Journal of Addiction, 85, 837-847.
coming a couple. Englewood Cliffs, NJ: Selemon, L.D., Rajkowska, G., & Gold-
Shapiro, D., Goldstein, I.B., & Jamner, L.D.
Prentice-Hall. man-Rakic, P.S. (1995). Abnormally
(1995). Effects of anger and hostility,
Schwartz, R.M., & C.ottman, J.M. (1976). high neuronal density in the •schizo-
defensiveness, gender and family history
Toward a task analysis of assertive be- phrenic cortex: A morphometric analy-
of hypertension on cardiovascular reac-
havior. Journal of Consulting and Clinical sis of prefrontal area 9 and occipital
tivity. Psychophysiology, 32, 425-435.
Psychology, 44, 910-920. area 17. Archives of General Psychiatry,
52, 805-818. Shapiro, D., Jamner, L.D., & Goldstein, I.B.
Schwartz, S.H., & Inbar-Saban, N. (1988). (1993). Ambulatory stress psychophysi-
Value self-confrontation as a method to Seligman, L. (1990). Selecting effective treat-
ology: The study of “compensatory and
aid in weight loss. Journal of Personality ments: A comprehensive, systematic guide
defensive counterforces” and conflict in
and Social Psychology, 54, 396-404. to treating adult mental disorders. San
a natural setting. Psychosomatic Medi-
Francisco: Jossey- Bass.
Schwarz, J.R. (1981). The Hillside Strangler: cine, 55, 309-323.
A murderer’s mind. New York: New Seligman, M.E.P. (1971). Phobias and pre-
Shapiro, D., Tursky, B., & Schwartz, G.E.
American Library. paredness. Behavior Therapy, 2, 307-320.
(1970). Control of blood pressure in
Schweizer, E., et al. (1990). Long-term Seligman, M.E.P. (1974). Depression and man by operant conditioning. Circula-
therapeutic use of benzodiazapines: Ef- learned helplessness. In R.J. Friedman
tion Research, 26, 127-132.
fects of gradual taper. Archives of Gen- & M.M. Katz (Eds.), The psychology of de-
pression: Contemporary theory and re- Shapiro, D.A., & Shapiro, D. (1983). Com-
eral Psychiatry, 47, 908-915. parative therapy outcome research:
search. Washington, DC: Winston-Wiley.
Schwitzgebel, R.L., & Schwitzgebel, R.K. Methodological implications of meta-
(1980). Law and psychological practice. Seligman, M.E.P. (1995). The effectiveness
analysis. Journal of Consulting and Clini-
New York: Wiley. of psychotherapy: The Consumer Re-
cal Psychology, 51, 42-53.
ports study. American Psychologist, 50,
Scientific perspectives on cocaine abuse. Shaw, B.F. (1977). Comparison of cogni-
965-974.
(1987). Pharmacologist, 29, 20-27. tive therapy and behavior therapy in
Seligman, M.E.P. (1996). Science as an ally
Scoggin, F., & McElreath, L. (1994). Effi- the treatment of depression. Journal of
of practice. American Psychologist, 51,
cacy of psychosocial treatments for geri- Consulting and Clinical Psychology, 45,
1072-1079.
atric depression: A quantitative review. 543- 551.
Journal of Consulting and Clinical Psychol- Seligman, M.E.P, Abramson, L.V., Sem-
Shaw, B.F. (1984). Specification of the
ogy, 62, 69 - 74. mel, A., & Von Beyer, C. (1979). Depres-
training and evaluation of cognitive
sive attributional style. Journal of Abnor-
Searight, H.R., & Pound, P. (1994). The therapists for outcome studies. In J.B.W.
mal Psychology, 88, 242-247.
HIV-positive psychiatric patient and the Williams & R.L. Spitzer (Eds.), Psy-
duty to protect: Ethical and legal issues. Seligman, M.E.P, & Binik, U. (1977). The chotherapy research: Where are we and
International Journal of Psychiatry in Med- safety signal hypothesis. In H. Davis & where should we go? New York: Guil-
icine, 24, 259-270. H. Horowitz (Eds.), Operant-Pavlovian
ford.
interaction. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Seeman, P., & Nizik, H.B. (1990). Shaywitz, S.E., Shaywitz, B.A., Fletcher,
Dopamine receptors and transporters in Seligman, M.E.P., Castellon, C., Cacciola,
J.M., & Escobar, M.D. (1990). Prevalence
J., Schulman, P., Luborsky, L., Ollove,
Parkinson’s disease and schizophrenia. of reading disability in boys and girls.
M., & Downing, R. (1988). Explanatory
Federation of Associated Society of Experi- Journal of the American Medical Associa-
style change during cognitive therapy
mental Biology, 4, 2737-2744. tion, 264, 998-1002.
for unipolar depression. Journal of Ab-
Seeman, T.E., & Syme, S.L. (1987). Social normal Psychology, 97, 13-18. Shea, M.T., Elkin, I., Imber, S.D., Sotsky,
networks and coronary artery disease: S.M., Watkins, J.T., Collins, J.F., Beck-
Selling, L.S. (1940). Men against madness.
A comparison of the structure and func- ham, E., Glass, D.R., Dolan, R.T., &
New York: Greenberg.
tion of social relations as predictors of Parloff, M.B. (1992). Course of depres-
disease. Psychosomatic Medicine, 49, Seltzer, L.F. (1986). Paradoxical strategies in sive symptoms over follow-up: Find-
381-406. psychotherapy: A comprehensive overview ings from the National Institute of Men-
and guidebook. New York: Wiley. tal Health Treatment of Depression
Segal, Z.V., & Shaw, B.F. (1988). Cognitive
assessment: Issues and methods. In K.S. Selye, H. (1950). The physiology and pathol- Collaborative Research Program.
Dobson (Ed.), Handbook of cognitive be- ogy of exposure to stress. Montreal: Acta. Archives of General Psychiatry, 49, 782
havioral therapies (pp. 39-81). New York: Settin, J.M. (1982). Clinical judgment in - 787.
Guilford. geropsychology practice. Psychotherapy: Shea, M.T., Pilkonis, P.A., Beckham, E.,
Segal, Z.V., Gemar, M., Truchon, C., Guir- Theory, Research and Practice, 19, 397- Collins, J.F., Elkin, I., Sotsky, S.M., &
guis, M., & Horowitz, L.M. (1995). A 404. Docherty, J.P. (1990). Personality disor-
priming methodology for studying self- Shader, R.I., & DiMascio, A. (1970). Psy- ders and treatment outcome in the
representation in major depressive dis- chotropic drug side-effects: Clinical and the- NIMH Treatment of Depression Collab-
KAYNAKLAR R-57
√√

orative Research Program. American relaxation treatment for insomnia: The American Journal of Psychiatry, 152,
journal of Psychiatry, 147, 711-718. moderating role of practice. Sleep Re- 1053-1057.
Shekelle, R.B., Honey, S.B., Neaton, J., search, 25a, 365.
Silverman, J.M., Li, G., Zaccario, M.L.,
Billings, J., Borlani, N., Gerace, T., Ja- Shoham, V., Rohrbaugh, M., & Patterson, Smith, C., Schmeidler, J., et al. (1994).
cobs, D., Lasser, N., & Stander, J. (1983). J. (1995). Problem- and solution-focused
Patterns of risk in first-degree relatives
Type A behavior pattern and coronary couple therapies: The MRI and Milwau-
with Alzheimer’s disease. Archives of
death in MRFIT. American Heart Associa- kee models. In N.S. Jacobson & A.S.
tion Cardiovascular Disease Newsletter, Gurman (Eds.), Clinical handbook of cou- General Psychiatry, 51, 568-576.
33, 34. ple therapy (pp. 142-163). New York: Silverman, K., Evans, S.M., Strain, E.C., &
Sher, K.J., & Levenson, R.W. (1982). Risk Guilford. Griffiths, R.R. (1992). Withdrawal syn-
for alcoholism and individual differ- Shoham-Salomon, V., & Rosenthal, R. drome after the double-blind cessation
ences in the stress-response-dampening (1987). Paradoxical interventions: A of caffeine consumption. New England
effects of alcohol. Journal of Abnormal meta-analysis. Journal of Consulting and Journal of Medicine, 327, 1109-1114.
Psychology, 91, 350-367. Clinical Psychology, 55, 22 -27.
Silverstein, B., Feld, S., & Kozlowski, L.T.
Sher, K.J., Frost, R.O., Kushner, M., Crew, Shoham-Salomon, V., Avner, R., & Nee- (1980). The availability of low-nicotine
T.M., & Alexander, J.E. (1989). Memory man, R. (1989). You’re changed if you
cigarettes as a cause of cigarette smok-
deficits in compulsive checkers in a do and changed if you don’t: Mecha-
clinical sample. Behaviour Research and ing among teenage females. Journal of
nisms underlying paradoxical interven-
Therapy, 27, 65-69. tions. Journal of Consulting and Clinical Health and Social Behavior, 21, 383-388.
Sher, K.J., & Otto, R. (1983). Cognitive Psychology, 57, 590-598. Silverstein, C. (1972). Behavior modification
deficits in compulsive checkers: An ex- Shontz, F.C., & Green, P. (1992). Trends in and the gay community. Paper presented
ploratory study. Behaviour Research and research on the Rorschach: Review and at the annual convention of the Associa-
Therapy, 21, 357-363. recommendations. Applied and Preven- tion for Advancement of Behavior Ther-
Sher, K.J., Walitzer, K.S., Wood, P.K., & tive Psychology, 1, 149-156. apy, New York.
Brent, E.F. (1991). Characteristics of chil- Shopsin, B., Friedman, E., & Gershon, S. Simeons, A.T.W. (1961). Man’s presumptu-
dren of alcoholics: Putative risk factors, (1976). Parachlorophenylalanine rever-
ous brain: An evolutionary interpretation of
substance use and abuse, and psycho- sal of tranylcypromine effects in de-
psychosomatic disease. New York: Dut-
pathology. Journal of Abnormal Psy- pressed patients. Archives of General Psy-
chology, 100, 427-448. chiatry, 33, 811-819. ton.
Sherwin, B.B. (1991). The psychoen- Shulman, K.I. (1993). Mania in the elderly. Simon, R.J., & Aaronson, D.E. (1988). The
docrinology of aging and female sexu- International Review of Psychiatry, 5, 445 insanity defense: A critical assessment of
ality. Annual Review of Sex Research. 2. -453. law and policy in the post-Hinckley era.
181-198. Shure, M., & Spivack, G. (1988). Interper- New York: Praeger.
Shneidman, E.S. (1973). Suicide. In Ency- sonal cognitive problem-solving. In R. Simons, A.D., Garfield, S.L., & Murphy,
clopedia Britannica. Chicago: Encyclope- Price, E. Cowen, R. Lorion, & X. Ramos- G.E. (1984). The process of change in
dia Britannica. McKay (Eds.), 14 ounces of prevention cognitive therapy and pharmacother-
Shneidman, E.S. (1976). A psychological (pp. 111-122). Washington, DC: Ameri-
apy for depression: Changes in mood
theory of suicide. Psychiatric Annals, 6, can Psychological Association.
and cognition. Archives of General Psy-
51-66. Siegel, J.M., Sorenson, S.B., Golding, J.M.,
chiatry, 41, 45-51.
Shneidman, E.S. (1985). Definition of sui- Burnam, M.A., & Stein, J.A. (1987). The
cide. New York: Wiley. prevalence of childhood sexual assault: Simons, A.D., Lustman, P.J., Wetzel, R.D.,
The Los Angeles Epidemiological & Murphy, G.E. (1985). Predicting re-
Shneidman, E.S. (1987). A psychological
Catchment Area Project. American Jour- sponse to cognitive therapy of depres-
approach to suicide. In G.R. VandenBos
nal of Epidemiology, 126, 1141-1153. sion: The role of learned resourceful-
& B.K. Bryant (Eds.), Cataclysms, crises,
and catastrophes: Psychology in action. Siegel, R.K. (1982). Cocaine smoking. Jour- ness. Cognitive Therapy and Research, 9,
Washington, DC: American Psychologi- nal of Psychoactive Drugs, 14, 277-359. 79- 89.
cal Association. Siegler, I.C., & Costa, P.T., Jr. (1985). Simons, A.D., Murphy, G.E., Levine, J.L.,
Shneidman, E.S., & Farberow, N.L. (1970). Health behavior relationships. In J.E. & Wetzel, R.D. (1985). Sustained im-
A psychologioal approach to the study Birren & K.W. Schaie (Eds.), Handbook of
provement one year after cognitive
of suicide notes. In E.S. Shneidman, N.L. the psychology of aging (2nd ed.). New
and/or pharmacotherapy of depres-
Farberow, & R.E. Litman (Eds.), The York: Van Nostrand-Reinhold.
sion. Archives of General Psychiatry, 43,
psychology of suicide. New York: Ja- Siever, L.J., Amin, P., Coccaro, E.P., Trest-
43- 48.
son Aronson. man, R., Silverman, J., et al. (1993). CSF
Shneidman, E.S., Farberow, N.L., & Lit- homovanillic acid in schizotypal per- Simons, M. (1996, June 28). For first time,
man, R.E. (Eds.). (1970). The psychology sonality disorder. American Journal of court defines rape as war crime. New
of suicide. New York: Jason Aronson. Psychiatry, 150, 149-151. York Times, p. 1.
Shoda, Y., Mischel, W., & Wright, J.C. Sifton, D.W. (1988). PDR drug interactions Sinclair, J.J., Larzelere, R.E., Paine, M.,
(1994). Intraindividual stability in the and side effects index. Oradell, NJ: Med- Jones, P., et al. (1995). Outcome of group
organization and patterning of behav- ical Economics. treatment for sexually abused adoles-
ior: Incorporating psychological situa- Sigman, M., Ungerer, J.A., Mundy, P., & cent females living in a group home set-
tions into the idiographic analysis of Sherman, T. (1987). Cognition in autistic ting: Preliminary findings. Journal of In-
personality. Journal of Personality and So- children. In D.J. Cohen, A.M. Donnellan,
terpersonal Violence, 10, 533-542.
cial Psychology, 67, 674-687. & R. Paul (Eds.), Handbook of autism
and pervasive developmental disorders (pp. Singer, J.L. (1984). The private personality.
Shogren, E. (1994, August 18). Treatment
against their will. Los Angeles Times, pp. 103-120). New York: Wiley. Personality and Social Psychology Bul-
Al, A16. Silk, K.R., Lee, S., Hill, E.M., & Lohr, N. letin, 10, 7-30.
Shoham, V., Bootzin, R.R., Rohrbaugh, M., (1995). Borderline personality disorder Singer, M., & Wynne, L.C. (1963). Differ-
& Urry, H. (1995). Paradoxical versus symptoms and severity of sexual abuse. entiating characteristics of the parents
R-58 √√ KAYNAKLAR

of childhood schizophrenics. American Carbamazapine compared with lithium der pedigrees. American Journal of Psy-
Journal of Psychiatry, 120, 234-243. in the treatment of mania. Archives of chiatry, 153, 271-274.
Sinnott, J.D. (1986). Sex roles and aging: General Psychiatry, 48, 915-921. Snyder, D.K., & Wills, R.M. (1989). Behav-
Theory and research from a systems per- Smith, D. (1982). Trends in counseling and ioral versus insight-oriented marital
spective. Basel, Switzerland: Karger. psychotherapy. American Psychologist, therapy: Effects of individual and inter-
Sintchak, G.H., & Geer, J.H. (1975). A vagi- 37, 802-809. spousal functioning. Journal of Consult-
nal plethysmograph system. Psychophysi- Smith, D.W., Bierman, E.L., & Robinson, ing and Clinical Psychology, 57, 39-46.
ology, 22, 113-115. N.M. (1978). The biologic ages of man: Snyder, D.K., Wills, R.M., & Grady-
Siris, S.G., Bermanzohn, P.C., Mason, S.E., From conception through old age. Philadel- Fletcher, A. (1991). Long-term effective-
& Shuwall, M.A. (1994). Maintenance phia: Saunders. ness of behavioral vs. insight-oriented
imipramine therapy for secondary de- Smith, G.T., Goldman, M.S., Greenbaum, marital therapy. Journal of Consulting
pression in schizophrenia: A controlled P.E., & Christiansen, B.A. (1995). Ex- and Clinical Psychology, 59, 1.38-141.
trial. Archives of General Psychiatry, 51, pectancy for social facilitation from
Snyder, M. (1983). The influence of indi-
109-115. drinking: The divergent paths of high
viduals on situations: Implications for
Sisson, R.W., & Azrin, N.H. (1989). The expectancy and iow expectancy adoles-
understanding the links between per-
community reinforcement approach. In cents. Journal of Abnormal Psychology,
104, 32-40. sonality and social behavior. Journal of
R.K. Hester & W.R. Miller (Eds.), Hand- Personality, 51, 497-516.
book of alcohol treat- Smith, J., Frawley, P.J., & Polissar, L.
ment approaches: Effec- (1991). Six- and twelve-month absti- Snyder, M., & White, E. (1982). Moods
tive alternatives. Elmsford, NY: Perga- nence rates in inpatient alcoholics and memories: Elation, depression, and
mon. treated with aversion therapy com- remembering the events of one’s life.
pared with matched inpatients from a Journal of Personality, 50, 149-167.
Sisson, R.W., & Azrin, N.H. (1989). The
community-reinforcement approach. In treatment registry. Alcoholism: Clinical Snyder, S.H. (1974). Madness and the brain.
R.K. Hester & W.R. Miller (Eds.), Hand- and Experimental Research, 15, 862-870. New York: McGraw-Hill.
book of alcoholism treatment approaches: Smith, K.F., & Bengston, V.L. (1979). Posi- Sobell, L.C., Toneatto, A., & Sobell, M.B.
Effective alternatives (pp. 242-258). New tive consequences of institutionaliza- (1990). Behavior therapy. In A.S. Bellack
York: Pergamon. tion: Solidarity between elderly parents & M. Hersen (Eds.), Handbook of compar-
Sizemore, C.C., & Pittillo, E.S. (1977). I’m and their middle aged children. The ative treatments for adult disorders (pp.
Eve. Garden City, NY: Doubleday. Gerontologist, 5, 438-447. 479 - 505). New York: Wiley.
Sizemore, J.P. (1995). Alabama’s confiden- Smith, M.L., Glass, G., & Miller, T. (1980).
Sobell, M.B., & Sobell, L.C. (1976). Second-
tiality quagmire: Psychotherapists, AIDS, The benefits of psychotherapy. Baltimore:
year treatment outcome of alcoholics
mandatory reporting, and Tarasoff. Law Johns Hopkins University Press.
treated by individualized behavior ther-
and Psychology Review, 19, 241-257. Smith, P.B. (1975). Controlled studies of apy: Results. Behaviour Research and
Skinner, B.F. (1953). Science and human be- the outcome of sensitivity training. Psy- Therapy, 14, 195-215.
havior. New York: Macmillan. chological Bulletin, 82, 597-622.
Sobell, M.B., & Sobell, L.C. (1993). Problem
Sklar, L.A., & Anisman, H. (1979). Stress Smith, S.S., & Newman, J.P. (1990). Alco-
drinkers: Guided self-change treatment.
hol and drug dependence in psycho-
and coping factors influence tumor New York: Guilford.
pathic and nonpsychopathic criminal
growth. Science, 205, 513-515. Society of Behavioral Medicine. (1989).
offenders. Journal of Abnormal Psychol-
Slater, E. (1961). The thirty-fifth Maudsley ogy, 99, 430-439. Bylaws of the Society of Behavioral Medi-
lecture: Hysteria 311. Journal of Mental cine. Washington, DC: Author.
Smith, T., Snyder, C.R., & Perkins, S.C.
Science, 107, 358-381.
(1983). Self-serving function of Solomon, Z., Mikulincev, M., & Flum, H.
Slater, E., & Glithero, E. (1965). A follow- hypochondriacal complaints: Physical (1988). Negative life events, coping re-
up of patients diagnosed as suffering symptoms as self-handicapping strate- sponse, and combat-related psy-
from hysteria. Journal of Psychosomatic gies. Journal of Personality and Social Psy- chopathology: A prospective study.
Research, 9, 9-13. chology, 44, 787-797. Journal of Abnormal Psychology, 97, 302-
Slavson, S.R. (1950). Analytic group psy- Smith, T.W. (1983). Change in irrational 307.
chotherapy with children, adolescents and beliefs and the outcome of rational- Sonda, P., Mazo, R., & Chancellor, M B
adults. New York: Columbia University emotive psychotherapy. Journal of Con- (1990). The role of yohimbine for the
Press. sulting and Clinical Psychology, 51, 156- treatment of erectile impotence. Journal
Sloane, R.B. (1980). Organic brain syn- 157. of Sex and Marital Therapy, 16, 15-21.
drome. In J.E. Birren & R.B. Sloane Smolowe, J. (1996, Fall). Older, longer.
(Eds.), Handbook of mental health and ag- Sorenson, S.B., & Brown, V.B. (1990). Inter-
Time, 148 (Special Issue), 76-80. personal violence and crisis interven-
ing. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
Smyer, M.A., & Gatz, M. (1995). The pub- tion on the college campus. New Direc-
Small, G.W., & Jarvik, L.F. (1982). The de- lic policy context of mental health care tions for Student Services, 49, 57-66.
mentia syndrome. Lancet, 1443-1446. for older adults. The Clinical Psycholo-
Soueif, M.I. (1976). Some determinants of
Small, G.W., Komanduri, R., Gitlin, M., & gist, 48, 31-36.
psychological deficits associated with
Jarvik, L.F. (1986). The influence of age Smyer, M.A., Zarit, S.H., & Quails, S.H.
on guilt expression in major depression. chronic cannabis consumption. Bulletin
(1990). Psychological interventions with of Narcotics, 28, 25-42.
International Journal of Geriatric Psychia- the aging individual. In J.E. Birren &
try, 1, 121-126. K.W. Schaie (Eds.), Handbook of the psy- Southwick, S.M., Krystal, J.H., Morgan,
Small, G.W., Kuhl, D.E., Riege, W.H., Fu- chology of aging (3rd ed., pp. 375-403). C.A., Johnson, D., Nagy, L.M., & et al.
jikawa, D.G., Ashford, J.W., et al. (1989). New York: Academic Press. (1993). Abnormal noradrenergic func-
Cerebral glucose metabolic patterns in tion in posttraumatic stress disorder
Smyth, C., Kalsi, G., Brynjofsson, J.,
Alzheimer’s disease: Effects of gender O’Neill, J., Curtis, D., et al. (1996). Fur- Archives of General Psychiatry, 50
and age at dementia onset. Archives of ther tests for linkage of bipolar affective 266-274.
General Psychiatry, 46, 527-533. disorder to the tyrosine hydroxylase Spacapan, S., & Oskamp, S. (1989). Intro-
Small, J.C., Klapper, M.H., Milstein, V., gene of chromosome 11p15 in a new se- duction to the social psychology of ag-
Kellans, J.J., Miller, M.J., et al. (1991). ries of multiplex British affective disor- ing. In S. Spacapan & S. Oskamp (Eds.),
KAYNAKLAR R-59
√√

The social psychology of aging (pp. 9-24). book. Washington, DC: American Psy- England Journal of Medicine, 319, 267-
Newbury Park, CA: Sage. chiatric Press. 273.
Spanos, N.P., Weekes, J.R., & Bertrand, Spitzer, R.M., Stunkard, A., Yanovski, S., Stanley, M.A., & Turner, S.M. (1995). Cur-
L.D. (1985). Multiple personality: A so- Marcus, M.D., Wadden, T., et al. (1993). rent status of pharmacological and be-
cial psychological perspective. Journal of Binge eating disorders should be in- havioral treatment of obsessive-compul-
Abnormal Psychology, 94, 362 -376. cluded in DSM-IV. International Journal sive disorder. Behavior Therapy, 26, 163-
Spar, J.E., & LaRue, A. (1990). Geriatric of Eating Disorders, 13, 161-169. 186.
psychiatry. Washington, DC: American Sprague, R.L., & Gadow, K.D. (1976). The Stanley, M.A., Beck, J.G., & Glassco, J.D.
Psychiatric Press. role of the teacher in drug treatment. (1997). Treatment of generalized anxiety
School Review, 85, 109-140. disorder in older adults: A preliminary
Sparrow, S.S., Ballo, D.A., & Cicchetti,
comparison of cognitive-behavioral and
D.V. (1984). Vineland Adaptive Behavior Sprenkle, D.H., & Storm, C.L. (1983). Di-
supportive approaches. Behavior Ther-
Scales. Circle Pines, MI: American Guid- vorce therapy outcome research: A sub- apy, 27, 565-581.
ance Service. stantive and methodological review.
Stansfield, J.M. (1973). Enuresis and uri-
Spector, I.P., & Carey, M.P. (1990). Inci- journal of Marital and Family Therapy, 9,
nary tract infection. In I. Kolvin, R.C.
dence and prevalence of the sexual dys- 239-258.
MacKeith, & S.R. Meadow (Eds.), Blad-
functions: A critical review of the em- Spunt, B., Goldstein, P., Brownstein, H., & der control and enuresis (pp. 102-103).
pirical literature. Archives of Sexual Fendrich, M. (1994). The role of mari- London: William Heinemann.
Behavior, 19, 389-408. juana in homicide. International Journal
Stanton, A.H., Gunderson, J.G., Knapp,
Spencer, G. (1989). Projections of the popula- of the Addictions, 29, 195-213. P.H., Frank, A.E., Vanicelli, M.L.,
tion of the United States, by age, sex, and Squires-Wheeler, E., Skodal, A., Agamo, Schnitzer, R., & Rosenthal, R. (1984). Ef-
race: 1988 to 2080. Washington, DC: U.S. O.M., Bassett, A.S., et al. (1993). Person- fects of psychotherapy in schizophre-
Department of Commerce. ality features and disorder in the sub- nia. Schizophrenia Bulletin, 10, 520-563.
Spengler, A. (1977). Manifest sado- jects in the New York High-Risk Project. Stanton, A.L., & Snider, P. (1993). Coping
masochism of males: Results of an em- Journal of Psychiatric Research, 27, 379- with breast cancer diagnosis: A prospec-
pirical study. Archives of Sexual Behavior, 393. tive study. Health Psychology, 12, 16-23.
6, 441-456. Srole, L., Langner, T.S., Michael, S.T., Stanton, M.D., & Bardoni, A. (1972). Drug
Spiegel, D. (1990). Can psychotherapy Opler, MX, & Rennie, T.A.C. (1962). flashbacks: Reported frequency in a
prolong cancer survival? Psychosomatics, Mental health in the metropolis: The mid- military population. American Journal of
32, 361-366. town Manhattan study. New York: Mc- Psychiatry, 129, 751-755.
Spiegel, D., Bloom, J.R., & Yalom, I. (1981). Graw-Hill. Starfield, B. (1972). Enuresis: Its pathogen-
Group support for patients with St. Lawrence, J., Jefferson, K.W., Banks, esis and management. Clinical Pedi-
metastatic cancer: A randomized P.G., Cline, T.R., et al. (1994). Cognitive- atrics, 11, 343-350.
prospective outcome study. Archives of behavioral group intervention to assist Stark, K.D., Kaslow, N.J., & Reynolds,
General Psychiatry, 38, 527-534. substance-dependent adolescents in W.M. (1987). A comparison of the rela-
Spiegel, D., Bloom, J.R., Kraemer, H.C., & lowering HIV infection. AIDS Education tive efficacy of self-control therapy and
Gottheil, E. (1989). Effect of psychoso- and Prevention, 6, 425-435. a behavioral problem-solving therapy
cial treatment on survival of patients St. Lawrence, J.S., & Madakasira, S. (1992). for depression in children. Journal of Ab-
with metastatic breast cancer. Lancet, 2, Evaluation and treatment of premature normal Child Psychology, 15, 91-113.
888-891. ejaculation: A critical review. Interna- Stark, K.D., Linn, J.D., MacGuire, M., &
Spiers, P.A. (1982). The Luria-Nebraska tional Journal of Psychiatry in Medicine, Kaslow, N.J. (in press). The social func-
Neuropsychological Battery revisited: A 22, 77-97. tioning of depressed and anxious chil-
theory in practice or just practicing? dren: Social skills, social knowl-
Staats, A.W., & Staats, C.K. (1963). Com-
Journal of Consulting and Clinical Psychol- edge, automatic thoughts, and physical
plex human behavior. New York: Holt,
arousal. Journal of Clinical Child Psychol-
ogy, 50, 301-306. Rinehart & Winston.
ogy.
Spiess, W.F.J., Geer, J.H., & O’Donohue, Stacy, A.W., Newcomb, M.D., & Bentler,
Stark, K.D., Napolitano, S., Swearer, S.,
W.T. (1984). Premature ejaculation: In- P.M. (1991). Cognitive motivation and
Schmidt, K., Jaramillo, D., & Hoyle, J.
vestigation of factors in ejaculatory la- drug use: A 9-year longitudinal study.
(1996). Issues in the treatment of de-
tency. Journal of Abnormal Psychology, Journal of Abnormal Psychology, 100, pressed children. Applied and Preventive
93, 242-245. 502-515. Psychology, 5, 59-83.
Spinetta, J.J. (1980). Disease-related com- Stacy, A.W., Sussman, S., Dent, C.W., Bur- Stark, K.D., Schmidt, K, Joiner, T.E., &
munication: How to tell. In J. Kellerman ton, D., & Flay, B.R. (1992). Moderators Lux, M.G. (in press). Depressive cogni-
(Ed.), Psychological aspects of childhood of peer social influence in adolescent tive triad: Relationship to severity of
cancer. Springfield, IL: Charles C. smoking. Personality and Social Psychol- depressive symptoms in children, par-
Thomas. ogy Bulletin, 18, 163-172. ents’ cognitive triad, and perceived
Spitzer, R.L., Endicott, J., & Gibbon, M. Stall, R.D., McKusick, L., Wiley, J., Coates, parental messages about the child him
(1979). Crossing the border into border- T., & Ostrow, D. (1986). Alcohol and or herself, the world, and the future.
line personality and borderline schizo- drug use during sexual activity and Journal of Abnormal Child Psychology.
phrenia. Archives of General Psychiatry, compliance with safe sex guidelines for Starr, B.D., & Weiner, M.B. (1981). The
36, 17-24. AIDS: The AIDS Behavioral Research Starr-Weiner report on sex and sexuality in
Spitzer, R.L., Gibbon, M., & Williams, J.B.W. Project. Health Education Quarterly, 13, the mature years. New York: Stein & Day.
(1986). Structured clinical interview 359-371. Steadman, H.J. (1979). Beating a rap: Defen-
of DSM-IV Axis 1 disorders. New York: Stampfer, M.J., Colditz, G.A., Willett, dants found incompetent to stand trial.
N.Y. State Psychiatric Institute, Biomet- W.C., Speizer, F.E., & Hennekens, C.H. Chicago: University of Chicago Press.
rics Research Department. (1988). A prospective study of moderate Steadman, H.J., McGreevy, M.A., Morris-
Spitzer, R.L., Skodol, A.E., Gibbon, M., & alcohol consumption and risk of coro- sey, J.P., Callahan, L.A., Robbins, P.C., &
Williams, J.B.W. (1981). DSM-III case- nary disease and stroke in women. New Cirincione, C. (1993). Before and after
R-60 √√ KAYNAKLAR

Hinckley: Evaluating insanity defense re- Journal of Community Psychology, 13, follow-up. Bulletin of the Menninger
form. New York: Guilford. 111-124. Clinic, 52, 231-247.
Steele, C.M., & Josephs, R.A. (1988). Stolberg, S. (1996a, August 24). Clinton Stone, M.H. (1993). Abnormalities of person-
Drinking your troubles away: 2. An at- imposes wide crackdown on tobacco ality. Within and beyond the realm of treat-
tention-allocation model of alcohol’s ef- firms. Los Angeles Times, pp. Al, A10. ment. New York: Norton.
fects on psychological stress. Journal of Stolberg, S. (1996b, October 1). Ending life Stone, S.V., & Costa, P.T. (1990). Disease-
Abnormal Psychology, 97, 196-205. on their own terms. Los Angeles Times, prone personality or distress-prone per-
Stephens, B.J. (1985). Suicidal women and pp. Al, A14. sonality? The role of neuroticism in
their relationships with husbands, boy- Stoller, E.P., & Gibson, R.C. (1994). Worlds coronary heart disease. In H.S. Fried-
friends, and lovers. Suicide and Life- of difference: Inequality in the aging experi- man (Ed.), Personality and Disease. New
Threatening Behavior, 25, 77-89. ence. Thousand Oaks, CA: Pine Forge York: Wiley.
Stephens, J.H., & Kamp, M. (1962). On Press.
Stormer, S.M., & Thompson, J.K. (1996).
some aspects of hysteria: A clinical Stoller, F.H. (1968). Accelerated interac- Explanations of body image distur-
study. Journal of Nervous and Mental Dis- tion: A time-limited approach based on bance: A test of maturational status,
ease, 134, 305-315. the brief intensive group. International negative verbal commentary, and socio-
Stephens, R.S., Roffman, R.A., & Simpson, Journal of Group Psychotherapy, 18, 220- logical hypotheses. International Journal
E.E. (1993). Adult marijuana users seek- 235.
of Eating Disorders, 19, 193-202.
ing treatment. Journal of Consulting and Stom, M., French, S.A., Resnick, M.D., &
Clinical Psycology, 61, 1100-1104. Story, M., French, S.A., Resnick, M.D., &
Blum, R.W. (1995). Ethnic/racial and so-
Blum, R.W. (1995). Ethnic/racial and so-
Stern, D.B. (1977). Handedness and the cioeconomic differences in dieting be-
cioeconomic differences in dieting be-
lateral distribution of conversion reac- haviors and body image perceptions in
haviors and body image perceptions in
tions. Journal of Nervous and Mental Dis- adolescents. International Journal of Eat-
ing Disorders, 18, 173-179. adolescents. International journal of Eat-
ease, 164, 122-128.
ing Disorders, 18, 173-179.
Stern, R.S., & Cobb, J.P. (1978). Phenome- Stone, A.A. (1975). Mental health and law: A
nology of obsessive-compulsive neuro- system in transition. Rockville, MD: Na- Strauss, J.S., Carpenter, W.T., & Bartko, J.J.
sis. British Journal of Psychiatry, 132, tional Institute of Mental Health. (1974). The diagnosis and understand-
233-234. ing of schizophrenia: Part 3. Specula-
Stone, A.A., & Neale, J.M. (1982). Devel-
opment of a methodology for assessing tions on the processes that underlie
Sternberger, R.T., Turner, S.M., Beidel,
daily experiences. In A. Baum and J. schizophrenic signs and symptoms.
D.C., & Calhoun, K.S. (1995). Social
Singer (Eds.), Environment and health. Schizophrenia Bulletin, 1, 61-69.
phobia: An analysis of possible devel-
opmental pathways. Journal of Abnormal Hillsdale, NJ: Erlbaum. Strauss, M.E., & Ogrocki, P.K. (1996). Con-
Psychology, 104, 526-531. Stone, A.A., & Neale, J.M. (1984). The ef- firmation of an association between
Stets, J.E., & Straus, MA. (1989). The mar- fects of “severe” daily events on mood. family history of affective disorder and
riage license as a hitting license: A com- journal of Personality and Social Psychol- the depressive syndrome in Alzhei-
parison of assaults in dating, cohabit- ogy, 46, 137-144. mer’s disease. American Journal of Psy-
ing, and married couples. Journal of Stone, A.A., Bovbjerg, D.H., Neale, J.M., chiatry, 153, 1340-1342.
Family Violence, 4, 161-180. Napoli, A., Valdimarsdottir, H., et al. Stringer, A.Y., & Josef, N.C. (1983).
Steuer, J.L. (1982). Psychotherapy with (1992). Development of common cold Methylphenidate in the treatment of ag-
older women: Ageism and sexism in symptoms following experimental rhi- gression in two patients with antisocial
traditional practice. Psychotherapy: The- novirus infection is related to prior personality disorder. American Journal of
ory, research and practice, 19, 429-436. stressful life events. Behavioral Medicine, Psychiatry, 140, 1365-1366.
Stevenson, J., & Jones, I.H. (1972). Behav- 18, 115-120.
Strober, M., Morrell, B., Burroughs, J.,
ior therapy technique for exhibitionism: Stone, A.A., Cox, D.S., Valdimarsdottir, H., Salkin, B., & Jacobs, C. (1985). A con-
A preliminary report. Archives of General Jandorf, L., & Neale, J.M. (1987). Ev- trolled family study of anorexia ner-
Psychiatry, 27, 839-841. idence that secretory IgA antibody is as- vosa. Journal of Psychiatric Research, 19,
Stevenson, J.S., & Topp, R. (1990). Effects sociated with daily mood. Journal of Per- 239-246.
of moderate and low intensity long- sonality and Social Psychology, 52, 988-
993. Strober, M., Salkin, B., Burroughs, J., &
term exercise by older adults. Research Morrell, W. (1982). Validity of the bu-
in Nursing and Health, 13, 209-213. Stone, A.A., Reed, B.R., & Neale, J.M.
limia-restrictor distinction in anorexia
Stewart, B.D., Hughes, C., Frank, E., An- (1987). Changes in daily event fre-
nervosa, journal of Nervous and Mental
quency precede episodes of physical
derson, B., Kendall, K, & West, D. Disease, 170, 345-351.
symptoms. Journal of Human Stress, 13,
(1987). Profiles of immediate and de-
70- 74. Strong, R, Huang, J.S., Huang, S.S.,
layed treatment seekers. Journal of Ner-
Stone, G. (1982). Health psychology, a new Chung, H.D., Hale, C, et al. (1991). De-
vous and Mental Disease, 175, 90 - 94.
journal for a new field. Health Psychol- generation of the cholinergic innerva-
Stinson, F.S., & DeBakey, S.F. (1992). tion of the locus ceruleus in
ogy, 1, 1-6.
Alcohol-related mortality in the United Alzheimer’s disease. Brain Research, 542,
States 1979-1988. British Journal of Ad- Stone, L.J., & Hokanson, J.E. (1967).
23-28.
diction, 87, 777-783. Arousal reduction via self-punitive be-
havior. Journal of Personality and Social Strub, R.L., & Black, F.W. (1981). Organic
Stolbach, L.L., Brandt, U.C., Borysenko,
Psychology, 12, 72 - 79. brain syndromes: An introduction to neu-
J.Z., Benson, H., Maurer, S.N., Lesser-
robehavioral disorders. Philadelphia: F.A.
man, J., Albright, T.E., & Albright, N.L. Stone, M.H. (1986). Exploratory psy-
Davis.
(1988, April). Benefits of a mind/body chotherapy in schizophrenia-spectrum
group program for cancer patients. Paper patients: A reevaluation in the light of Strunin, L., & Hingson, R. (1987). Ac-
presented at the annual meeting of the long-term follow-up of schizophrenic quired immunodeficiency syndrome:
Society for Behavioral Medicine, Boston. and borderline patients. Bulletin of the Knowledge, beliefs, attitudes, and be-
Stolberg, A.L., & Garrison, K.M. (1985). Menninger Clinic, 50, 287-306. haviors. Pediatrics, 79, 825 - 828.
Evaluating a primary prevention pro- Stone, M.H. (1987). Psychotherapy of bor- Strupp, H.H. (1989). Psychotherapy: Can
gram for children of divorce. American derline patients in light of long-term the practitioner learn from the re-
KAYNAKLAR R-61
√√

searcher? American Psychologist, 44, Journal of Group Psychotherapy, 46, 163- namic psychotherapy: A meta-analysis.
717-724. 176. Journal of Consulting and Clinical Psychol-
Strupp, H.H., Hadley, S.W., & Gomes- Sundin, O., Ohman, A., Palm, T., & Strom, ogy, 59, 704-714.
Schwartz, B. (1977). Psychotherapy for G. (1995). Cardiovascular reactiv- Swain, A., & Suls, J. (1996). Reproducibil-
better or worse: An analysis of the problem ity, Type A behavior, and coronary heart ity of blood pressure and heart rate re-
of negative effects. New York: Jason Aron- disease: Comparisions between my- activity: A meta-analysis. Psychophysiol-
son. ocardial infarction patients and controls ogy, 33, 162-174.
during laboratory-induced stress. Psy- Swan, N. (1994). Marijuana, other drug
Stuart, I.R., & Greer, J.G. (Eds.). (1984).
chophysiology, 32. 28-35. use among teens continues to rise.
Victims of sexual aggression: Treatment of
children, women and men. New York: Van Suppes, T., Baldessarini, R.J., Faedda, NIDA Notes: National Institute on Drug
Nostrand-Reinhold. G.L., & Tohen, M (1991). Risk of recur- Abuse, 10, 8-9.
rence following discontinuation of Swann, W.B., Jr. (1996). Self-traps: The elu-
Stuart, R.B. (1976). An operant interper-
lithium treatment in bipolar disorder. sive quest for higher self-esteem. New
sonal program for couples. In D.H.L.
Archives of General Psychiatry, 48, 1082- York: W.H. Freeman.
Olson (Ed.), Treating relationships. Lake
1087.
Mills, IA: Graphic Publishing. Swanson, J.W., Holzer, C.E., Ganju, V.K.,
Susser. E.. & Wanderling, J. (1994). Epi-
Stuart, R.B. (1978). Protection of the right & Jono, R.T. (1990). Violence and psy-
demiology of nonaffective acute remit-
to informed consent to participate in re- chiatric disorder in the community: Evi-
ting psvehosis versus schizophrenia:
search. Behavior Therapy, 9, 73 -82. dence from the Epidemiological Catch-
Sex and sociocultural setting. Archives of
ment Area surveys. Hospital and
Stunkard, A.J., & Rush, J. (1974). Dieting General Psychiatry, 51, 294-301.
Community Psychiatry, 41, 761-770.
and depression reexamined: A critical Susser E Neugebauer, R., Hoek, H.W.,
review of reports of untoward re- Swartz, M., Blazer, D., George, L., & Lan-
Brown. AS., Lin, S., et al. (1996). Schizo-
sponses during weight reduction for derman, R. (1986). Somatization disor-
phrenia after prenatal famine: Further
obesity. Annals of Internal Medicine. 81. der in a community population. Ameri-
evidence. Archives of General Psychiatry,
526-533. can Journal of Psychiatry, 143, 1403-
53 25-31.
1408.
Sturgis, E.T., & Adams, H.E. (1978). The Sussman. S. (1996). Development of a
right to treatment: Issues in the treat- Swartz, M., Blazer, D., George, L., & Win-
school-based drug abuse prevention
ment of homosexuality. Journal of Con- field, I. (1990). Estimating the preva-
curriculum for high-risk youth. Journal
lence of borderline personality in the
sulting and Clinical Psychology. 46, 165- of Psychoactive Drugs, 28, 169-182.
community. Journal of Personality Disor-
169. Sussman, S., Dent, C.W., Burton, D., Stacy, ders, 1990, 257- 272.
Suddath, R.L., Christison, G.W., Torrey, A.W., & Flay, B.R. (1995). Developing
Sweet, J.J., Carr , M.A., Rossini, E., &
E.F., Cassonova, M.F., Weinberger, school-based tobacco use prevention and
Kasper, C. (1986). Relationship between
D R. et al. (1990). Anatomical abnor- cessation programs. Thousand Oaks, CA:
Sage. the Luria-Nebraska Neuropsychologi-
malities in the brains of monozygotic
cal Battery and the WISC-R: Further
twins discordant for schizophrenia. Sussman, S., Dent, C.W., McAdams, L.,
examination using Kaufman’s factors.
New England Journal of Medicine, 322, Stacy, A.W., Burton, D., & Flay, B.R.
International Journal of Clinical Neuropsy-
789- 793. (1994). Group self-identification and
chology, 8, 177-180.
Sue, D.W., & Sue, D. (1992). Counseling the adolescent cigarette smoking: A 1-year
prospective study. Journal of Abnormal Sweet, R.A., Mulsant, B.H., Gupta, B., Ri-
culturally different (2nd ed.). New York:
Psychology, 103, 576 - 580. fai, A.H., Pasternak, R.E., et al. (1995).
Wiley.
Duration of neuroleptic treatment and
Sue, S., Zane, N., & Young, K. (1994). Re- Sussman, S., Dent, C.W., Simon, T.R.,
prevalence of tardive dyskinesia in late
search on psychotherapy with cultur- Stacy, A.W., Galaif, E.R., Moss, M.A.,
life. Archives of General Psychiatry, 52,
ally diverse populations. In A.E. Bergin Craig, S., & Johnson, C.A. (1995). Imme-
478-486.
& S.L. Garfield (Eds.), Handbook of psy- diate impact of social influence-oriented
substance abuse prevention curricula in Sweeting, H.W. (1995). Family life and
chotherapy and behavior change. Fourth health in adolescence. Social Science and
traditional and continuation high
edition (pp. 783-820). New York: Wiley. Medicine, 40, 163-175.
schools. Drugs and Society, 8, 65-81.
Suinn, R.M., & Richardson, R. (1971). Syndulko, K. (1978). Electrocortical inves-
Sussman, S., Stacy, A.W., Dent, C.W., Si-
Anxiety management training: A non- tigations of sociopathy. In R.D. Hare &
mon, T.R., & Johnson, C.A. (in press).
specific behavior therapy program for D. Schalling (Eds.), Psychopathic behav-
Marijuana use: Current issues and new
anxiety control. Behavior Therapy, 2, 498- iour: Approaches to research. New York:
research directions. The Journal of Drug
510. Wiley.
Issues.
Sukhai, R.N., Mol, J., & Harris, A.S. (1989). Szasz, T. (1986). The case against suicide
Sussman, S., Dent, C.W., Stacy, A.W., Bur-
Combined therapy of enuresis alarm prevention. American Psychologist, 41,
ciage, C., Raynor, A., et al. (1990). Peer-
and desmopressin in the treatment of group association and adolescent to- 806-812.
nocturnal enuresis. European Journal of bacco use. Journal of Abnormal Szasz, T.S. (1963). Law, liberty, and psychia-
Pediatrics, 148, 465-467.
Psychology, 99, 349-352. try. New York: Macmillan.
Sullivan, H.S. (1953). The interpersonal the-
Sutcliffe, J.P., & Jones, J. (1962). Personal Szasz, T.S. (Ed.). (1974). The age of madness:
ory of psychiatry. New York: Norton. The history of involuntary hospitalization.
identity, multiple personality, and hyp-
Sullivan, P.F. (1995). Mortality in anorexia nosis. International Journal of Clinical and New York: Jason Aronson.
nervosa. American Journal of Psychiatry, Experimental Hypnosis, 10, 231-269. Szatmari, P., Offord, D R., & Boyle, M.H.
152, 1073-1075. (1989). Ontario child health study:
Sutker, P.B., Davis, J.M., Uddo, M., &
Suls, J., & Fletcher, B. (1985). The relative Ditta, A. (1995). Warzone stress, per- Prevalence of attention deficit disorder
efficacy of avoidant and nonavoidant sonal resources, and post-traumatic with hyperactivity, journal of Child Psy-
coping strategies: A meta-analysis. stress disorder in Persian Gulf War re- chology and Psychiatry, 30, 219-230.
Health Psychology, 4, 249-288. turnees. Journal of Abnormal Psychology, Tallal, P., Miller, S.L., Bedi, G., Byma, G.,
Sultenfuss, J., & Geczy, B., Jr. (1996). 104, 444-453. Wang, X., Nagarajan, S.S., Schreiner,
Group therapy on state hospital chronic Svartberg, M., & Stiles, T.C. (1991). Com- C., Jenkins, W.M., & Merzenich, M.M.
wards: Some guidelines. International parative effects of short-term psychody- (1996). Language comprehension in lan-
R-62 √√ KAYNAKLAR

guage-learning impaired children im- B.A. Edelstein (Eds.), Handbook of clini- graphics at presentation. Acta Psychi-
proved with acoustically modified cal gerontology. New York: Pergamon. atrica Scandinavica, 84, 288-293.
speech. Science, 271, 81-84. Terman, L.M. (1995). Genetic studies of ge- Toran-Allerand, C.D. (1976). Sex steroids
Tallmadge, J., & Barkley, R.A. (1983). The nius. Stanford, CA: Stanford University and the development of the newborn
interactions of hyperactive and normal Press. mouse hypothalamus and preoptic area
boys with their mothers and fathers. in vitro: Implications for sexual differ-
Theodor, L.H., & Mandelcorn, M.S. (1973).
Journal of Abnormal Child Psychology, entiation. Brain Research, 106, 407-412.
Hysterical blindness: A case report us-
11, 565-579.
ing a psychophysical technique. Journal Torgersen, S. (1983). Genetic factors in
Tanzi, R.E., Gusella, R, Watkins, P.C., of Abnormal Psychology, 82, 552-553. anxiety disorders. Archives of General
Bruns, G.A.P., St. George-Hyslop, P.,
Thibaut, J.W., & Kelley, H.H. (1959). The Psychiatry, 40, 1085-1089.
Van Keunen, M.L., et al. (1987). Amy-
loid B protein gene: cDNA, mRNA dis- social psychology of groups. New York: Torgersen, S. (1986). Genetics of somato-
tribution, and genetic linkage near the Wiley. form disorder. Archives of General Psy-
Alzheimer locus. Science, 235, 880-884. Thigpen, C.H., & Cleckley, H. (1954). The chiatry, 43, 502 - 505.
Task Force on Promotion and Dissemina- three faces of Eve. Kingsport, TN: Torrey, E.F. (1996). Out of the shadows: Con-
tion of Psychological Procedures. Kingsport Press. fronting America’s mental health crisis.
(1995). Training in and dissemination of Thomas, S., Gilliam, A., & Iwrey, C. (1989). New York: Wiley.
empirically-validated psychological Knowledge about AIDS and reported Torrey, E.F., Taylor, E., Bowler, A., &
treatments: Report and recommenda- risk behaviors among black college stu- Gottesman, 1. (1994). Schizophrenia and
tions. The Clinical Psychologist, 48, 3-23. dents. Journal of American College
manic depressive disorder. The biological
Tate, B.G., & Baroff, G.S. (1966). Aversive Health, 32, 61-66.
roots of mental illness as revealed by the
control of self-injurious behavior in a Thompson, G.O.B., Raab, G.M., Hepburn, landmark study of identical twins. New
psychotic boy. Behaviour Research and W.S., Hunter, R., Fulton, M., & Laxen, York: Basic Books.
Therapy, 4, 281 -287. D.P.H. (1989). Blood-lead levels and
Tramontana, J., & Stimbert, V. (1970).
Taylor, C.B. (1983). DSM-III and behav- children’s behaviour—Results from the
ioral assessment. Behavioral Assessment, Some techniques of behavior modifica-
Edinburgh lead study. Journal of Child
5, 5-14. tion with an autistic child. Psychological
Psychology and Psychiatry, 30, 515-528.
Reports, 27, 498.
Taylor, S.E., & Brown, J.D. (1988). Illusion Thompson, L.W., Gallagher, D., & Breck-
and well-being: A social psychological Traskman, L., Asberg, M., Bertilsson, L., &
enridge, J.S. (1987). Comparative effec-
perspective on mental health. Psycholog- Sjostrand, L. (1981). Monoamine
tiveness of psychotherapies for de-
ical Bulletin, 103, 193-210. pressed elders. Journal of Consulting and metabolites in CSF and suicidal behav-
Taylor, S.E., Kemeny, M.E., Aspinwall, Clinical Psychology, 55, 385-390. ior. Archives of General Psychiatry, 38,
L.G., Schneider, S.G., Rodriguez, R., & 631-639.
Thoresen, C.E., Friedman, M., Powell, L.H.,
Herbert, M. (1992). Optimism, coping, Treffert, D.A., McAndrew, J.B., & Dreifu-
Gill, J.J., & Ulmer, D.K. (1985). Al-
psychological distress, and high-risk erst, P. (1973). An inpatient treatment
tering the type A behavior pattern in
sexual behavior among men at risk for program and outcome for 57 autistic
postinfarction patients. Journal of Car-
acquired immunodeficiency syndrome and schizophrenic children. Journal of
diopulmonary Rehabilitation, 5, 258-266.
(AIDS). Journal of Personality and Social
Autism and Childhood Schizophrenia, 3,
Psychology, 63, 460 - 473. Thyer, B.A., & Curtis, G.C. (1984). The ef-
138-153.
Teasdale, J.D., Fennell, M.J.V., Hibbert, fects of ethanol on phobic anxiety. Be-
haviour Research and Therapy, 22, 599- Trickett, P.K., & Putnam, F.W. (1993). Im-
G.A., & Amies, P.L. (1984). Cognitive
therapy for major depressive disorder 610. pact of child sexual abuse on females:
in primary care. British journal of Psychi- Tiefer, L., Pedersen, B., & Melman, A. Toward a developmental, psychobiologi-
atry, 44, 400-406. (1988). Psychosocial follow-up of penile cal integration. Psychological Science, 4,
prosthesis implant patients and part- 81-87.
Telch, C.F., & Telch, M.J. (1986). Group
coping skills instruction and supportive ners. Journal of Sex and Marital Therapy, True, W.R., Rice, J., Eisen, S.A., Heath,
group therapy for cancer patients: A 34, 184-201. A.C., Goldberg, J., et al. (1993). A twin
comparison of strategies, journal of Con- Tienari, P. (1991). Interaction between ge- study of genetic and environmental
sulting and Clinical Psychology, 54, 802- netic vulnerability and family environ- contributions to liability for posttrau-
808. ment: The Finnish adoptive family matic stress disorder. Archives of General
Telch, M.J., & Harrington, P.J. (in press). study of schizophrenia. Acta Psychiatrica Psychiatry, 50, 257-264.
Anxiety sensitivity and expectedness of Scandinavica, 84, 460-465. Truett, J., Cornfield, J., & Kannel, W.
arousal in mediating affective response (1967). Multivariate analysis of the risk
to 35% carbon dioxide inhalation. Tillich, P. (1952). The courage to be. New
Haven, CT: Yale University Press. of coronary heart disease in Framing-
Teplin, L.A. (1984). Criminalizing mental ham. Journal of Chronic Disease, 20, 511-
disorder: The comparative arrest rate of Tollefson, D.J. (1972). The relationship be-
524.
the mentally ill. American Psychologist, tween the occurrence of fractures and life
crisis events. Unpublished Master of Trull, T.J., Widiger, T.A., & Frances, A.
29, 794 - 803.
Nursing thesis, University of Washing- (1987). Covariation of criteria for
Teri, L., & Lewinsohn, P.M. (1986). Indi-
ton, Seattle. avoidant, schizoid, and dependent per-
vidual and group treatment of unipolar
Tollefson, G.D., Rampey, A.H., Jr., Pot- sonality disorders. American Journal of
depression: Comparison of treatment
vin, J.H., Jenike, M.A., Rush, A.J., et al. Psychiatry, 144, 767- 771.
outcome and identification of predic-
tors of successful treatment outcome. (1994). A multicenter investigation of Tsai, G., Parssani, L.A., Slusher, B.S.,
Behavior Therapy, 17, 215-228. fixed-dose fluoxetine in the treatment of Carter, R., Baer, L., et al. (1995). Abnor-
Teri, L., & Logsdon, R.G. (1992). The fu- obsessive-compulsive disorder. Archives mal excitatory neurotransmitter metab-
ture of psychotherapy with older of General Psychiatry, 51, 552-558. olism in schizophrenic brains. Archives
adults. Psychotherapy, 29, 81-87. Tomasson, K., Kent, D., & Coryell, W. of General Psychiatry, 52, 829-836.
Teri, L., & Reifler, B.V. (1987). Depression (1991). Somatization and conversion Tsoi, W.F. (1990). Developmental profile of
and dementia. In L.L. Carstensen & disorders: Comorbidity and demo- 200 male and 100 female transsexuals in
KAYNAKLAR R-63
√√

Singapore. Archives of Sexual Behavior, paverine and phentolamine in the treat- hood: Self-motivated quitting. In Can-
19, 595-605. ment of psvchogenic impotence. Journal cer: The health consequences of smoking, a
Tsuang, M.T., & Faraone, S.V. (1990). The of Sex and Marital Therapy, 15, 163-176. report of the Surgeon General. Washing-
genetics of mood disorders. Baltimore: Turner, R.J., & Sternberg, M.P. (1978). Psy- ton, DC: U.S. Government Printing Of-
Johns Hopkins University Press. chosocial factors in elderly patients ad- fice.
Tucker, J.A., Vuchinich, R.E., & Downey, mitted to a psychiatric hospital. Age and U.S. Department of Health and Human
K.K. (1992). Substance abuse. In S.M. Aging. 7, 171-177. Services. (1989). Reducing the health con-
Turner, K.S. Calhoun, & H.E. Adams Turner, R.J., & Wagonfeld, M.O. (1967). sequences of smoking: 25 years of progress.
(Eds.), Handbook of clinical behavior ther- Occupational mobility and schizophre- A report of the Surgeon General, Executive
apy (pp. 203- 223). New York: Wiley. nia. American Sociological Review, 32, summary (DHHS Publication No. CDC
Tune, L.E., Wong, D.F., Pearlson, G.D., 104-113. 89-8411). Washington, DC: U.S. Gov-
Strauss, M.E., Young, T., et al. (1993). Turner, R.M. (1993). Dynamic-cognitive- ernment Printing Office.
Dopamine D2 receptor density esti- behavior therapy. In T. Giles (Ed.), Hand-
U.S. Department of Health and Human
mates in schizophrenia: A positron- book of effective psychotherapy (pp.
Services. (1990b). The health benefits of
emission tomography study with “C- 437-454). New York: Plenum.
methylspiperone.” Psychiatry Research smoking cessation: A report of the surgeon
Turner, R.M. (1994). Borderline, narcissis- general. Alexandria, VA: Author.
49, 219-237. tic, and histrionic personality disorders.
Tuomilehto, J., Geboers, J., Salonen. I T In M. Hersen & R.T. Ammerman (Eds.), U.S. Department of Health and Human
Nissinen, A., Kuulasman, K., & Puska, Handbook of prescriptive treatments for Services. (1993). Eighth special report to
P. (1986). Decline in cardiovascular mor- adults (pp. 393-420). New York: the U.S. Congress on alcohol and health.
tality in North Karelia and other parts Plenum. Alexandria, VA: Author.
of Finland. British Medical Journal. 295. Turner, S.M., Beidel, D.C., & Cooley- U.S. Department of Health and Human
1068-1071. Services. (1994). National survey results
Quille, M.R. (1995). Two-year follow-up
Turk, D.C. (1996). Cognitive factors in of social phobics treated with Social Ef- on drug use from the Monitoring the Fu-
chronic pain and disability. In K.S. Dob- fectiveness Therapy. Behaviour Research ture Study, 1975-1993. Rockville, MD:
son & K.D. Craig (Eds.), Advances in and Therapy, 33, 553-555. National Institute on Drug Abuse.
cognitive-behavioral therapy (pp. 83-115).
Turner, S.M., Beidel, D.C., & Townsley, U.S. Department of Health and Human
Thousand Oaks, CA: Sage.
R.M. (1992). Behavioral treatment of so- Services. (1997). Alcohol and health.
Turk, D.C., Meichenbaum, D.H., & Genest, cial phobia. In S.M. Turner, K.S. Cal- Washington, DC: NIH.
M. (1983). Pain and behavioral medi- houn, & H.E. Adams (Eds.), Handbook of
cine: A cognitive, behavioral perspective. Ullmann, L., & Krasner, L. (1975). A psy-
clinical behavior therapy (2nd ed., pp.
New York: Guilford. chological approach to abnormal behavior
13-37). New York: Wiley.
Turk, D.C., Wack, J.T., & Kerns, R.D. (2nd ed.). Englewood Cliffs, NJ: Prentice-
Tuschen, B., & Bent, H. (1995). Intensive
(1985). An empirical examination of the Hall.
brief inpatient treatment of bulimia ner-
“pain behavior” construct. Journal of Be- vosa. In K.D. Brownell & C.G. Fairburn Upper, D., & Ross, S.M. (Eds.). (1980). Be-
havioral Medicine, 8, 119-130. (Eds.), Eating disorders and obesity: A havioral group therapy 1980: An annual re-
Turk-Charles, S., Rose, T., & Gatz, M. comprehsive handbook. New York: Guil- view. Champaign, IL: Research Press.
(1996). The significance of gender in the ford. Vaillant, G.E. (1979). Natural history of
treatment of older adults. In L.L. Twentyman, C.T., & McFall, R.M. (1975). male psychologic health: Effects of
Carstensen, B.A. Edelstein, & L. Dorn- Behavioral training of social skills in mental health on physical health. New
brand (Eds.), The practical handbook of shy males. Journal of Consulting and England Journal of Medicine, 301, 1249-
clinical gerontology (pp. 107-128). Thou- Clinical Psychology, 43, 384-395. 1254.
sand Oaks, CA: Sage.
Tye, J. (1991). Stop teenage addiction to to- Vaillant, G.E. (1983). The natural history of
Turkat, I.D., & Maisto, S.A. (1985). Person- bacco. Springfield, MA: Stop Teenage alcoholism: Causes, patterns, and paths to
ality disorders: Application of the ex- Addiction to Tobacco.
perimental method to the formulation recovery. Cambridge, MA: Harvard Uni-
Tykra, A.R., Cannon, T.D., Haslam, N., versity Press.
and modification of personality disor-
Mednick, S.A, Schulsinger, F., et al. Vaillant, G.E. (1996). A long-term fol-
ders. In D.H. Barlow (Ed.), Clinical
handbook of psychological disorders. New (1995). The latent structure of schizo- lowup of male alcohol abuse. Archives of
York: Guilford. typy. I. Premorbid indicators of a taxon General Psychiatry, 53, 243-250.
Turkewitz, H., & O’Leary, K.D. (1977). A of individuals at risk for schizophrenia
Valdes, M., Garcia, L., Treserra, J., & et al.
comparison of communication and behav- spectrum disorders. Journal of Abnormal
(1989). Psychogenic pain and depres-
ioral marital therapy. Paper presented at Psychology, 104, 173-184.
sive disorders: An empirical study. Jour-
the Eleventh Annual Convention of the U. S. Department of Health and Human
nal of Affective Disorders, 16, 21-25.
Association for Advancement of Behav- Services (1991). Health United States:
ior Therapy, Atlanta. 1990. Washington, DC. U.S. Govern- van Broeckhoven, C.L. (1995). Molecular
ment Printing Office. genetics of Alzheimer disease: Identifi-
Turkheimer, E. (in press). Heritability and
U.S. Bureau of the Census (1990). Statisti- cation of genes and gene mutations. Eu-
biological explanation.
cal abstract of the United States. Washing- ropean Neurology, 35, 8-19.
Turkheimer, E., & Parry, C.D. (1992). Why
the gap? Practice and policy in civil ton, DC. van den Broucke, S., Vandereycken, W., &
commitment hearings. American Psy- U.S. Bureau of the Census. (1986). Statisti- Vertommen, H. (1995). Marital Commu-
chologist, 47, 646-655. cal brief. Washington, DC: U.S. Govern- nication in Eating Disorders: A Con-
Turner, B.F., & Adams, C.G. (1988). Re- ment Printing Office. trolled Observational Study. Interna-
ported change in preferred sexual activ- U.S. Department of Health and Human tional Journal of Eating Disorders, 17,
ity. The Journal of Sex Research, 25, 289- Services, National Center for Health 1-23.
303. Statistics. (1990a, August 30). Monthly Van der Kolk, B., Greenberg, M., Boyd,
Turner, L.A., Althof, S.E., Levine, S.B., vital statistics. H., & Krystal, J.H. (1985). Inescapable
Risen, C.B.. Bodner, D.R., Kursh, E.D., & U.S. Department of Health and Human shock, neurotransmitters, and addiction
Resnick, M.I. (1989). Self-injection of pa- Services. (1982). Prevention in adult- to trauma: Toward a psychobiology of
R-64 √√ KAYNAKLAR

posttraumatic stress. Biological Psychia- pediatric chronic disorders. Clinical Psy- unfolding. Contemporary Psychoanalysis,
try, 20, 314-325. chology Review, 4, 585-596. 18, 259-273.
van der Kolk, B.A., Dreyfuss, D., Mi- Varni, J.W., Blount, R.L., Waldron, S.A., & Wachtel, P.L. (1993). Therapeutic communi-
chaels, M., Shera, D., Berkowitz, R., et Smith, A.J. (1997). Management of pain cation: Principles and effective practice.
al. (1994). Fluoxetine in posttraumatic and distress. In M.C. Roberts (Ed.), New York: Guilford.
stress disorder. Journal of Clinical Psychi- Handbook of pediatric psychology. New Wachtel, P.L. (1997). Psychoanalysis, behav-
atry, 15, 517-523. ior therapy and the relational world. Wash-
York: Guilford.
van Egeren, L.F., & Madarasmi, S. (1987). ington, DC: American Psychological As-
Vaughn, C.E., & Leff, J.P. (1976). The influ-
A computerized diary for ambulatory sociation.
blood pressure monitoring. In N. ence of family and social factors on the
course of psychiatric illness. A compari- Wahl, O.F. & Harrman, C.R. (1989). Fam-
Schneiderman (Ed.), Handbook on meth- ily views of stigma. Schizophrenia Bul-
ods and measurements in cardiovascular be- son of schizophrenic and depressed
letin, 15, 131-139.
havioral medicine. New York: Plenum, neurotic patients. British Journal of Psy-
chiatry, 129, 125-137. Wakefield, H., & Underwager, R. (1994).
van Praag, H., Plutchik, R., & Apter, A. Return of the furies: An investigation into
(Eds.), (1990). Violence and suicidality. Ventura, J., Neuchterlein, K.H., Lukoff, D., recovered memory therapy. Chicago: Open
New York: Brunner/Mazel. & Hardesty, J.D. (1989). A prospective Court Publishing.
van Reekum, R., Conway, C.A., Gansler, study of stressful life events and schizo-
Wakefield, J. (1992). Disorder as dysfunc-
D., & White, R. (1993). Neurobehavioral phrenic relapse. Journal of Abnormal Psy- tion: A conceptual critique of DSM-III-
study of borderline personality disor- chology, 98, 407-411. R’s definition of mental disorder. Psy-
der. Journal of Psychiatry and Neurosci-
Vernberg, E.M., LaGreca, A.M., Silverman, chological Review, 99, 232-247.
ence, 18, 121-129.
W.K., & Prinstein, M.J. (1996). Predic- Walco, G.A., Varni, J.W., & Ilowite, N.T.
vanKammen, D.P., Bunney, W.E., Do- tion of post-traumatic stress symptoms (1992). Cognitive-behavioral pain man-
cherty, J.P., Jimerson, D.C., Post, R.M.,
in children after hurricane Andrew. agement in children with juvenile
Sivis, S., Ebart, M., & Gillin, J.C.
Journal of Abnormal Psychology, 105, rheumatoid arthritis. Pediatrics, 89, 1075-
(1977). Amphetamine-induced cate-
237-249. 1079.
cholamine activation in schizophrenia
and depression. Advances in Biochemical Viederman, M. (1986). Somatoform and Waldenger, R.J., & Frank, A.E. (1989).
Psychopharmacology, 16, 655-659. factitious disorders. In A.M. Cooper, Clinicians’ experiences in combining
A.J. Frances, & M.H. Sacks (Eds.), The medication and psychotherapy in the
vanKammen, D.P., Hommer, D.W., &
personality disorders and neuroses. treatment of borderline patients. Hospi-
Malas, K.L. (1987). Effects of pimozide
tal and Community Psychiatry, 40, 712-
on positive and negative symptoms in Philadelphia: Lippincott.
718.
schizophrenic patients: Are negative Vinogradov, S., & Yalom, I. (1989). Group
symptoms state dependent? Neuropsy- Waldron, I. (1976). Why do women live
therapy. Washington, EXT: American
chobiology, 18, 113-117. longer than men? Journal of Human
Psychiatric Press. Stress, 2, 1-13.
vanKammen, W.B., Loeber, R., &
Vitousek, K, & Manke, F. (1994). Personal- Walen, S., Hauserman, N.M., & Lavin, P.J.
Stouthamer-Loeber, M. (1991). Sub-
stance use and its relationship to con- ity variables and disorders in anorexia (1977). Clinical guide to behavior therapy.
duct problems and delinquency in nervosa and bulimia nervosa. Journal of Baltimore: Williams & Wilkins.
young boys. Journal of Youth and Adoles- Abnormal Psychology, 103, 137-147. Walitzer, K.S., & Connors, G.J. (1994). Psy-
cence, 20, 399-413. Vogel, V.G., Graves, D.S., Vernon, S.W., choactive substance use disorders. In
Vanzi, M. (1996, August 31). Drug castra- Lord, J.A., Winn, R.J., & Peters, G.N. M. Hersen & R.T. Ammerman (Eds.),
tion bill passes, goes to Gov. Wilson. Los (1990). Mammography screening of Handbook of prescriptive treatments for
Angeles Times, pp. Al, A26. women with increased risk of breast adults (pp. 53-71). New York: Plenum.
Vardaris, R.M., Weisz, D.J., Fazel, A., & cancer. Cancer, 66, 1613-1620. Walker, E.F., Davis, D.M., & Savoie, T.D.
Rawitch, A.B. (1976). Chronic adminis- Volpicelli, J.R., Watson, N.T., King, A.C., (1994). Neuromotor precursors of schiz-
tration of delta-9-tetrahydrocannabinol Shermen, C.E., & O’Brien, CP. (1995). ophrenia. Schizophrenia Bulletin, 20, 441-
to pregnant rats: Studies of pup behav- 451.
Effects of naltrexone on alcohol “high”
ior and placental transfer. Pharmacology Walker, E.F., Grimes, K.E., Davis, D.M., &
in alcoholics. American Journal of Psychi-
and Biochemistry of Behavior, 4, 249- Adina, J. (1993). Childhood precursors
atry, 152, 613-617.
254. of schizophrenia: Facial expressions of
Varner, R.V., & Gaitz, C.M. (1982). Schizo- von Krafft-Ebing, R. (1902). Psychopathia emotion. American Journal of Psychiatry,
phrenic and paranoid disorders in the sexualis. Brooklyn, NY: Physicians and 150, 1654-1660.
aged. In L.F. Jarvik & G.W. Small (Eds.), Surgeons Books.
Walker, J.L., Lahey, B.B., Russo, M.F.,
Psychiatric Clinics of North America. Vygotsky, L.S. (1978). Mind in society: The Frick, P.J., Christ, M.A.G., McBurnett,
Philadelphia: Saunders. development of higher psyhological K., Loeber, R., Stouthamer-Loeber, M.,
Varni, J.W. (1981). Self-regulation tech- processes (M. Cole, V. John-Steiner, S. & Green, S.M. (1991). Anxiety, inhibi-
niques in the management of chronic Scribner, & E. Souberman, Eds. and tion, and conduct disorder in children:
arthritic pain in hemophilia. Behavior Trans.). Cambridge, MA: Harvard Uni- 1. Relations to social impairment. Jour-
Therapy, 12, 185-194. versity Press. nal of the American Academy of Child and
Varni, J.W., & Bernstein, B.H. (1991). Eval- Adolescent Psychiatry, 30, 187-191.
Wachtel, E.F., & Wachtel, P.L. (1986). Fam-
uation and management of pain in chil- Wallace, C.J., Boone, S.E., Donahoe, C.P.,
ily dynamics in individual psychotherapy:
dren with rheumatoid diseases. Pedi- & Foy, D.W. (1985). The chronically
A guide to clinical strategies. New York:
atric Rheumatology, 17, 985-1000. mentally disabled: Independent living
Guilford.
Varni, J.W., & Dietrich, S.L. (1981). Behav- skills training. In D.H. Barlow (Ed.),
ioral pediatrics: Towards a reconceptual- Wachtel, P.L. (1977). Psychoanalysis and be- Clinical handbook of psychological
ization. Behavioral Medicine Update, 3, havior therapy: Toward an integration. disorders. New York: Guilford.
5-7. New York: Basil; Books. Waller, D.A., Kiser, S., Hardy, B.W., Fuchs,
Varni, J.W., & Wallander, J.L. (1984). Ad- Wachtel, P.L. (1982). Vicious circles: The I., & Feigenbaum, L.P. (1986). Eating be-
herence to health-related regimens in self and the rhetoric of emerging and havior and plasma beta-endorphin in
KAYNAKLAR R-65
√√

bulimia. American Journal of Clinical Nu- Nervous and .Mental Disease, 167, 243- trolled referral problems among chil-
trition, 4, 20-23. 247. dren and adolescents from Thailand
Wallerstein, R.S. (1986). Forty-tivo lives in Watson, J.B. (1913). Psychology as the be- and the United States: The wat and wai
treatment: A study of psychoanalysis and haviorist views it. Psychological Review, of cultural differences. Journal of Con-
psychotherapy. New York: Guilford. 20, 158-177. sulting and Clinical Psychology, 55, 719-
Wallerstein, R.S. (1989). The Psychother- Watson, J.B., & Rayner, R. (1920). Condi- 726.
apy Research Project of the Menninger tioned emotional reactions. Journal of Weidner, G., & Collins, R.L. (1993). Gen-
Foundation: An overview. Journal of Experimental Psychology, 3, 1-14. der, coping, and health. In H.W. Krohne
Consulting and Clinical Psychology, 57, Watt, N.F. (1974). Childhood and adoles- (Ed.), Attention and avoidance. New York:
195-205. cent roots of schizophrenia. In D. Ricks, Springer-Verlag.
A. Thomas, & M. Roll (Eds.), life history
Walling, M., Anderson, B.L., & Johnson, Weidner, G., & Griffin, K.W. (1995). Psy-
research in psychopathology (Vol. 3). Min-
S.R. (1990). Hormonal replacement ther- neapolis: University of Minnesota chological aspects of cholesterol-lower-
apy for postmenopausal women: A re- Press. ing. Cardiovascular Risk Factors, 5, 1-7.
view of sexual outcomes and related Weidner, G., Connor, S.L., Hollis, J.F., &
Watt, N.F., Stolorow, R.D., Lubensky,
gynecologic effects. Archives of Sexual Connor, W.E. (1992). Improvements in
A.W., & McClelland, D.C. (1970). School
Behavior, 19, 119-137. adjustment and behavior of children hostility and depression in relation to
Walsh, D.C., & Hingson, R.W. (1991). A hospitalized for schizophrenia as dietary change and cholesterol lower-
randomized trial of treatment for alco- adults. American Journal of Orthopsychia- ing. Annals of Internal Medicine, 117,
hol abusing workers. New England Jour- try, 40, 637-657. 820-823.
nal of Medicine, 325, 775 - 782. Wattis, J.P. (1990). Diagnostic issues in de- Weidner, G., Sexton, G., McLellarn, R.,
Walters, E., & Kendler, K.S. (1994). pression in old age. International Clinical Connor, S.L., & Matarazzo, J.D. (1987).
Anorexia nervosa and anorexia-like Psychopharmacology, 5, 1-6.
The role of Type A behavior and hostil-
symptoms in- a population based twin Watzlawick, P., Beavin, J., & Jackson, D.D. ity in the elevation of plasma lipids in
sample. American Journal of Psychiatry, (1967). Pragmatics of human communica- adult women and men. Psychosomatic
152, 62-71. tion: A study of interactional patterns,
Medicine, 49, 136-146.
pathologies, and paradoxes. New York:
Walters, E.E., Neale, M.C., Eaves, L.J., Lin- Weidner, G., Friend, R., Ficarroto, T.J., &
Norton.
don, J., & Heath, A.C. (1992). Bulimia Mendell, N.R. (1989). Hostility and car-
nervosa and major depression: A study Weaver, T.L., & Clum, G.A. (1993). Early
family environments and traumatic ex- diovascular reactivity to stress in
of common genetic and environmental women and men. Psychosomatic Medi-
periences associated with borderline
factors. Psychological Medicine, 22, 617- cine, 51, 36-45.
personality disorder. Journal of Consult-
622.
ing and Clinical Psychology, 61, 1068- Weikel, D. (1996, April 7). Meth labs: How
Ward, C.H., Beck, A.T., Mendelson, M., 1075. young lives are put in peril. Los Angeles
Mock, E., & Erbaugh, J.K. (1962). The Webb, W.B., & Campbell, S.S. (1980). Times, pp. Al, A18.
psychiatric nomenclature: Reasons for Awakenings and the return to sleep in
diagnostic disagreement. Archives of Weiler, P.G., Mungas, D., & Pomerantz, S.
an older population. Sleep, 3, 41-66.
General Psychiatry, 7, 198-205. (1988). AIDS as a cause of dementia in
Weber, T. (1996, December 2). Tarnishing the elderly. Journal of the American Geri-
Warren, C.A.B. (1982). The court as last re- the golden years with addiction. Los atrics Society, 36, 139-141.
sort: Mental illness and the law. Chicago: Angeles Times, pp. Al, A37.
University of Chicago Press. Weinberger, D.R. (1987). Implications of
Wechsler, D. (1968). Escala de Inteligencia
normal brain development for the
Wartenberg, A.A., Nirenberg, T.D., Liep- Wechsler para Adultos. New York: Psy-
pathogenesis of schizophrenia. Archives
man, M.R., Silvia, L.Y., Begin, A.M., & chological Corporation.
of General Psychiatry, 44, 660- 669.
Monti, P.M. (1990). Detoxification of al- Wechsler, H., Davenport, A., Dowdell, G.,
coholics: Improving care by symptom- Moeykens, B., & Castillo, S. (1994). Weinberger, D.R., Berman, K.F., & II-
triggered sedation. Alcoholism: Clinical lowsky, B P. (1988). Physiological dys-
Health and behavioral consequences of
binge drinking in college: A national function of dorsolateral prefrontal cor-
and Experimental Research, 14, 71-75.
survey of students at 140 campuses. tex in schizophrenia: 3. A new cohort
Waskow, I.E. (1984). Specification of the
Journal of the American Medical Associa- and evidence for a monoaminergic
technique variable in the NIMH Treat-
tion, 272, 1672-1677. mechanism. Archives of General Psychia-
ment of Depression Collaborative Re-
Wechsler Intelligence Scale for Children. try, 45, 609-615.
search Program. In J.B.W. Williams &
R.L. Spitzer (Eds.), Psychotherapy re- Third Edition. (1991). San Antonio: The Weinberger, D.R., Cannon-Spoor, H.E.,
Psychological Corporation. Potkin, S.G., & Wyatt, R.J. (1980). Poor
search: Where are we and where should we
go? New York: Guilford. Weg, R.B. (Ed.). (1983). Sexuality in the later premorbid adjustment and CT scan ab-
years: Roles and behavior. New York: Aca- normalities in chronic schizophrenia.
Watkins, J.G. (1984). The Bianchi (L.A.
demic Press. American Journal of Psychiatry, 137,
Hillside Strangler) case: Sociopath or
Wegner, D.M., Schneider, D.J., Carter, S.R., 1410-1413.
multiple personality? International Jour-
& White, T.L. (1987). Paradoxical effects Weinberger, D.R., Wagner, R.L., & Wyatt,
nal of Clinical and Experimental Hypno-
of thought suppression. Journal of Per- R.J. (1983). Neuropathological studies
sis, 32, 67-101.
sonality and Social Psychology, 53, 5-13.
Watson, D., & Pennebaker, J.W. (1989). of schizophrenia: A selective review.
Wegner, D.M., Schneider, D.J., Knutson, Schizophrenia Bulletin, 9, 193-212.
Health complaints, stress, and distress: B., & McMahon, S.R. (1991). Polluting
Exploring the central role of negative the stream of consciousness: The effect Weiner, B. (1986). An attributional theory of
affectivity. Psychological Review, 96, of thought suppression on the mind’s motivation and emotion. Unpublished
234-254. environment. Cognitive Therapy and Re- manuscript, University of California at
Watson, G.C., & Buranen, C. (1979). The search, 15, 141-152. Los Angeles.
frequency and identification of false Weicz, J R., Suwanlert, S., Chaiyasit, W., & Weiner, B., Frieze, L., Kukla, A., Reed, L.,
positive conversion reactions. Journal of Walter, B.R. (1987). Over-and undercon- Rest, S., & Rosenbaum, R.M. (1971). Per-
R-66 √√ KAYNAKLAR

ceiving the causes of success and failure. ing and Clinical Psychology, 49, 251- orders. Archives of General Psychiatry,
New York: General Learning Press. 261. 43, 923-929.
Weiner, H. (1977). Psychobiology and human Weissman, A.N., & Beck, A.T. (1978). De- Wenzlaff, R.M., Wegner, D.M., & Klein,
disease. New York: Elsevier. velopment and validation of the Dysfunc-
S.B. (1991). The role of thought suppres-
Weingartner, H., & Silverman, E. (1982). tional Attitude Scale: A preliminary inves-
sion in the bonding of thought and af-
Models of cognitive impairment: Cogni- tigation. Paper presented at the annual
meeting of the American Educational fect. Journal of Personality and Social Psy-
tive changes in depression. Psychophar-
Research Association, Toronto. chology, 60, 500-508.
macology Bulletin, 18, 27-42.
Weinstein, H. (1996, March 7). Assisted Weissman, M.M. (1993). The epidemiol- West, D.J. (1977). Homosexuality re-rex-
deaths ruled legal: 9th Circuit lifts ban ogy of personality disorders: A 1990 up- amined. Minneapolis: University of Min-
of doctor-aided suicide. Los Angeles date. Journal of Personality Disorders, 7, nesota Press.
Times, pp. Al, A16. 44-61.
Wester, P., Eriksson, S., Forsell, A., Puu,
Weissman, M.M. (1995). Mastering depres-
Weinstein, H., & Groves, M. (1996, March G., & Adolfsson, R. (1988). Monoamine
sion: A patient’s guide to interpersonal psy-
14). Tobacco firm agrees to settle a metabolite concentrations and cholines-
chotherapy. New York: Graywind.
health suit. Los Angeles Times, pp. Al, terase activities in cerebrospinal fluid of
A12. Weissman, M.M., & Markowitz, J.C.
(1994). Interpersonal psychotherapy: progressive dementia patents: Relation
Weinstein, K.A., Davison, G.C., DeQuat-
Current status. Archives of General Psy- to clinical parameters. Acta Neurologica
tro, V., & Allen, J.W. (1986). Type ^ be-
chiatry, 51, 599-605. Scandinavica, 77, 12-21.
havior and cognitions: Is hostility the bad
actor? Paper presented at the 94th An- Weissman, M.M., Klerman, G.L., & Whalen, C.K. (1983). Hyperactivity, learn-
nual Convention of the American Psy- Paykel, E.S. (1971). Clinical evaluation ing problems, and the attention deficit
chological Association, Washington, DC. of hostility in depression. American Jour-
disorders. In T.H. Ollendick & M.
nal of Psychiatry, 128, 261 -266.
Weintraub, S., Liebert, D.E., & Neale, J.M. Hersen (Eds.), Handbook of child psy-
(1975). Teacher ratings of children vul- Weissman, M.M., Klerman, G.L., Paykel,
chopathology. New York: Plenum.
nerable to psychopathology. American E.S., Prusoff, A., & Hanson, B. (1974).
Treatment effects on the social adjust- Whalen, C.K., & Henker, B. (1985). The so-
Journal of Orthopsychiatry, 45, 838-845.
ment of depressed patients. Archives of cial worlds of hyperactive (ADDH) chil-
Weintraub, S., Prinz, R., & Neale, J.M. General Psychiatry, 30, 771-778. dren. Clinical Psychology Review, 5, 447-
(1978). Peer evaluations of the compe-
Weissman, M.M., Prusoff, B.A., DiMascio, 478.
tence of children vulnerable to psy-
A., New, C., Goklaney, M., & Klerman,
chopathology. Journal of Abnormal Child Whalen, C.K., & Henker, B. (1991). Thera-
G.L. (1979). The efficacy of drugs and
Psychology, 6, 461-473. pies for hyperactive children: Compar-
psychotherapy in the treatment of acute
Weiss, B., Weisz, J.R., & Bromfield, R. depressive episodes. American Journal of isons, combinations, and compromises.
(1986). Performance of retarded and Psychiatry, 36, 555-558. Journal of Consulting and Clinical Psychol-
nonretarded persons on information- ogy, 59, 126-137.
Weisz, J.R., & Weiss, B. (1991). Studying
processing tasks: Further tests of the
the “referability” of child clinical prob- Whalen, C.K., Henker, B., Hinshaw, S.P.,
similar structure hypothesis. Psychologi-
lems. Journal of Consulting and Clinical Heller, T., & Huber-Dressler, A. (1991).
cal Bulletin, 100, 157-175.
Psychology, 59, 266-273.
Weiss, G. (1983). Long-term outcome: Messages of medication: Effects of ac-
Weisz, J.R., & Yeates, K.D. (1981). Cogni- tual versus informed medication status
Findings, concepts, and practical impli-
tive development in retarded and non-
cations. In M. Rutter (Ed.), Developmen- on hyperactive boys’ expectancies and
retarded persons: Piagetian tests of the
tal neuropsychiatry. New York: Guilford. self-evaluations. Journal of Consulting
similar structure hypothesis. Psychologi-
Weiss, G., & Hechtman, L. (1986). Hyperac- cal Bulletin, 90, 153-178. and Clinical Psychology, 59, 602 -606.
tive children grown up. New York: Guil- Weisz, J.R., Suwanlert, S., Chaiyasit, W., White, J., Davison, G.C., Haaga, D.A.F., &
ford. Weiss, B., Walter, B.R., & Anderson, White, K. (1992). Articulated thoughts
Weiss, R.L., & Cerreto, M.C. (1980). The W.W. (1988). Thai and American per- and cognitive distortion in depressed
Marital Status Inventory: Development spectives on over- and undercontrolled and nondepressed psychiatric patients.
of a measure of dissolution potential. child behavior problems: Exploring the
journal of Nervous and Mental Disease,
American Journal of Family Therapy, 8, threshold model among parents, teach-
80-85. ers, and psychologists. Journal of Con- 180, 77-81.
Weiss, S. (1986). Introduction and sulting and Clinical Psychology, 56, 601- White, K., & Cole, J.O. (1990). Pharma-
overview. In K.A. Matthews, S.J. Weiss, 609. cotherapy. In A.S. Bellack & M. Hersen
T. Detre, T.M. Dembroski, B. Falkner, Weitzenhoffer, A.M., & Hilgard, E.R. (Eds.), Handbook of comparative treat-
S.B. Manuck, & R.B. Williams (Eds.), (1959). Stanford hypnotic susceptibility ments for adult disorders (pp. 266 - 284).
Handbook of stress, reactivity, and cardio- scale, Forms A and B. Palo Alto, CA: New York: Wiley.
vascular disease. New York: Wiley. Consulting Psychologists Press.
White, P.F. (1986). Patient-controlled anal-
Weissberg, R.P., Çaplan, M., & Harwood, Welch, S.L., & Fairburn, C.G. (1994). Sex-
gesia: A new approach to the manage-
R.L. (1991). Promoting competent ual abuse and bulimia nervosa: Three
young people in competence-enhancing integrated case-control comparisons. ment of postoperative pain. Seminars in
environments: A systems-based per- American Journal of Psychiatry, 151, 402- Anesthesia, 4, 255-266.
spective on primary prevention. Journal 407. Whitehead, W.E., Burgio, K.L., & Engel,
of Consulting and Clinical Psychology, Wells, C.E., & Duncan, G.W. (1980). Neu- B.T. (1985). Biofeedback treatment of fe-
59, 830-841. rology for psychiatrists. Philadelphia: F.A. cal incontinence in geriatric patients.
Weissberg, R.P., Gesten, E.L., Rapkin, B.D., Davis.
Journal of the American Geriatrics Soci-
Cowen, E.L., Davidson, E., deApodaca, Wender, PH., Kety, S.S., Rosenthal, D., ety, 33, 320-324.
R.F., & McKim, B.J. (1981). Evaluation Schulsinger, F., Ortmann, J., & Lunde, I.
of a social-problem-solving training (1986). Psychiatric disorders in the bio- Whitford, R., & Parr, V. (1995). Use of ra-
program for suburban and inner-city logical and adoptive families of tional emotive behavior therapy with
third-grade children. Journal of Consult- adopted individuals with affective dis- juvenile sex offenders. Journal of Ratio-
KAYNAKLAR R-67
√√

nal-Emotive and Cognitive Behavior Ther- older adults. Journal of Consulting and atic desensitization. Animal studies.
apy, 13, 273 -282. Clinical Psychology, 55, 595-598. Psychological Bulletin, 76, 1-14.
Whitlock, F.A. (1967). The aetiology of Williams, K., Goodman, M., & Green, R. Wilson, G.T., & Lawson, D.M. (1976). The
hysteria. Acta Psychiatrica Scandinavica, (1985). Parent-child factors in gender effects of alcohol on sexual arousal in
43, 144-162. role socialization in girls. Journal of the women. Journal of Abnormal Psychology,
Whitman, T.L. (1990). Self-regulation and American Academy of Child Psychiatry, 85, 489 -497.
mental retardation. American Journal on 26, 720 - 731. Wilson, G.T., & Pike, K.M. (1993). Eating
Mental Retardation, 94, 347-362. Williams, L.M. (1995). Recall of childhood disorders. In D.H. Barlow (Ed.), Clinical
Whyte, S., Bayreuther, K., & Masters, C.L. trauma: A prospective study of handbook of psychological disorders (pp.
(1994). Rational therapeutic strategies women’s memories of child sexual 278-317). New York: Guilford.
for Alzheimer’s disease. In D.B. Calne abuse. Journal of Consulting and Clinical Wilson, G.T., & Rachman, S. (1983). Meta-
(Ed.), Neurodegenerative diseases. Psychology, 62, 1167-1176. analysis and the evaluations of psy-
Philadelphia: Saunders. Williams, M.E., Davison, G.C., Nezami, E., chotherapy outcome: Limitations and
Wickens, D.D., Allen, C.K., & Hill. FA & DeQuattro, V. (1992). Cognitions of liabilities. Journal of Consulting and Clini-
(1963). Effects of instruction on extinc- type A and type B individuals in re- cal Psychology, 51, 54-64.
tion of the conditioned GSR. Journal of sponse to social criticism. Cognitive
Wilson, G.T., Eldredge, K.L., Smith, D., &
Therapy and Research, 16, 19-30.
Experimental Psychology, 66, 235-240. Niles, B. (1991). Cognitive-behavioural
Williams, R.B. (1987). Psychological fac- treatment with and without response
Widiger, T.A., & Costa, P.T., Jr. (1994). Per-
tors in coronary artery disease: Epi- prevention for bulimia. Behaviour Re-
sonality and personality disorders, jour-
demiological evidence. Circulation, 76, search and Therapy, 29, 575 -583.
nal of Abnormal Psychology, 95, 43-51.
117-123.
Widiger, T.A., Frances, A., & Trull, T.J. Wilson, T.D., Goldin, J.C., & Charbon-
Williams, R.B., Barefoot, J.C., Haney, T.H., neau-Powis, M. (1983). Comparative ef-
(1987). A psychometric analysis of the
Harrell, F.E., Blumenthal, J., Pryor, D.B., ficacy of behavioral and cognitive treat-
social-interpersonal and cognitive-per-
& Peterson, B. (1986). Type behavior ments of depression. Cognitive Therapy
ceptual items for the schizotypal per-
and angiographically documented coronary and Research, 7, 111-124.
sonality disorder. Archives of General
atherosclerosis in a sample of 2, 289
Psychiatry, 44, 741 -745. Wilson, W.R. (1975). Unobtrusive induction
patients. Paper presented at the annual
Widiger, T.A., Frances, A., Spitzer, R.L., & meeting of the Psychosomatic Society. of positive attitudes. Unpublished doc-
Williams, J.B.W. (1988). The DSM-III toral dissertation, University of Michi-
Williams, S.L., & Rappoport, A. (1983).
personality disorders: An overview. gan.
Cognitive treatment in the natural envi-
American Journal of Psychiatry, 145, 786 Winchel, R.M., Stanley, B., & Stanley, M.
ronment for agoraphobics. Behavior
- 795. (1990). Biochemical aspects of suicide.
Therapy, 14, 299-313.
Wig, N.N., & Varma, V.K. (1977). Patterns In S.J. Blumenthal & D.J. Kupfer (Eds.),
Williamson, D.A., Goreczny, A.J., Davis,
of long-term heavy cannabis use in Suicide over the life cycle: Risk factors, as-
C.J., Ruggiero, L., & MacKenzie, S.L.
North India and its effects on cognitive sessment and treatment of suicidal patterns
(1988). Psychophysiological analysis of
functions. A preliminary report. Drug (pp. 97-126). Washington, DC: Ameri-
the anxiety model of bulimia nervosa.
and Alcohol Dependence, 2, 211 -219. can Psychiatric Press.
Behavior Therapy, 19, 1-9.
Wigdor, B., & Morris, G. (1977). A compar- Wincze, J.P., & Carey, M.P. (1991). Sexual
Wills, T.A., DuHamel, K., & Vaccaro, D.
ison of twenty-year medical histories of dysfunction: A guide for assessment and
(1995). Activity and mood temperament
individuals with depressive and para- treatment. New York: Guilford.
as predictors of adolescent substance
noid states. Journal of Gerontology, 32, use: Test of a self-regulation model. Winett, R.A., & Winkler, R.C. (1972). Cur-
160-163. Journal of Personality and Social Psychol- rent behavior modification in the class-
Wilder, A. (1980). Opioid dependence: Mech- ogy, 68, 901-916. room: Be still, be quiet, be docile. Jour-
anisms and treatment. NY: Plenum. Wilsnak, S.C. (1984). Drinking, sexual- nal of Applied Behavior Analysis, 5, 499-
Willi, J., & Grossman, S. (1983). Epidemi- ity, and sexual dysfunction in women. In 504.
ology of anorexia nervosa in a defined S.C. Wilsnak & L.J. Beckman (Eds.), Al- Wing, L. (1976). Diagnosis, clinical de-
region of Switzerland. American Journal cohol problems in women: Antecedents, scription, and prognosis. In L. Wing
of Psychiatry, 140, 564-567. consequences, and intervention (pp. (Ed.), Early childhood autism: Clinical, ed-
Williams, D.A., Compas, B., Leitenberg, 189-227). New York: Guilford. ucational, and social aspects. New York:
H., & Haaga, D.A.F. (in press). Empiri- Wilson, G. T. (in press). Manual-based Pergamon.
cally supported psychological treat- treatment and clinical practice. Clinical Wing, L., & Attwood, A. (1987). Syn-
ments: A sampling from health psychol- Psychology: Science and Practice. dromes of autism and atypical develop-
ogy. Journal of Consulting and Clinical Wilson, G.T. (1991). Chemical aversion ment. In D.J. Cohen, A.M. Donnellan, &
Psychology. conditioning in the treatment of alco- R. Paul (Eds.), Handbook of autism and
Williams, H., & McNicol, K.N. (1969). holism: Further comments. Behaviour pervasive developmental disorders (pp.
Prevalence, natural history and rela- Research and Therapy, 29, 405-420. 3-19). New York: Wiley.
tionship of wheezy bronchitis and Wilson, G.T. (1995). Empirically validated Winick, B.J. (1993). Psychotropic medica-
asthma in children: An epidemiological treatments as a basis for clinical prac- tion in the criminal trial process: The
study. British Medical Journal, 4, 321- tice: Problems and prospects. In S.C. constitutional and therapeutic implica-
325. Hayes, V.M. Follette, R.M. Dawes, & tions of Riggins v. Nevada. New York Law
Williams, J.B.W., Gibbon, M., First, M.B., K.E. Grady (Eds.), Scientific standards of School Journal of Human Rights, 10, 637-
Spitzer, R.L., Davies, M., et al. (1992). psychological practice: Issues and recom- 709.
The Structured Clinical Interview for mendations. Reno, NV: Context Press. Winick, B.J. (1994). The right to refuse
DSM-III-R (SCID): 2. Multisite test- Wilson, G.T. (1996). Manual-based treat- mental health treatment: A therapeutic
retest reliability. Archives of General Psy- ments: The clinical application of re- jurisprudence analysis. International
chiatry. 49, 630-636. search findings. Behaviour Research and Journal of Law and Psychiatry, 17, 99-
Williams, J.M., Little, M.M., Scates, S., & Therapy, 34, 295-314. 117.
Blackman, N. (1987). Memory com- Wilson, G.T., & Davison, G.C. (1971). Winick, B.J. (1996). The MacArthur Treat-
plaints and abilities among depressed Processes of fear reduction in system- ment Competence Study: Legal and
R-68 √√ KAYNAKLAR

therapeutic implications. Psychology, edge and priorities. Journal of Clinical pital treatment program. International
Public Policy, and Law, 2, 137-166. Child Psychology, 24, 5- 22. Journal of Eating Disorders, 17, 105-115.
Winick, B.J. (1997) The right to refuse mental Wolfe, J.L. (1995). Rational emotive behav- Woody, G.M., McLellan, T., Luborsky, L.,
health treatment. Washington, DC: Amer- ior therapy women’s groups: A twenty & O’Brien, C.P. (1995). Psychotherapy
ican Psychological Association. year retrospective. Journal of Rational- in community methadone programs: A
Winick, C. (1962). Maturing out of nar- Emotive and Cognitive Behavior Therapy, validation study. American Journal of
cotic addiction. Bulletin on Narcotics, 14, 13, 153-170. Psychiatry, 152, 1302-1308.
1-7. Wolfe, R., Morrow, J., & Frederickson, B.L. World Health Organization. (1948). Man-
Winkler, R. (1977). What types of sex-role (1996). Mood disorders in older adults. ual of the international statistical classifica-
behavior should behavior modifiers In L.L. Carstensen, B.A. Edelstein, & L. tion of diseases, injuries, and causes of
promote? Journal of Applied Behavior Dornbrand (Eds.), The practical handbook death. Geneva: Author.
Analysis, 10, 549-552. of clinical gerontology (pp. 274- 303). World Health Organization. (1993). 1992
Thousand Oaks, CA: Sage. world health statistics annual. Geneva:
Winters, K.C., & Neale, J.M. (1985). Mania
and low self-esteem. Journal of Abnormal Wolfe, V.V. (1990). Sexual abuse of chil- Author.
Psychology, 94, 282 -290. dren. In A.S. Bellack, M. Hersen, & A.E. Worling, J.R. (1995). Sexual abuse histories
Kazdin (Eds.), International handbook of of adolescent male sex offenders: Differ-
Winters, K.C., Weintraub, S., & Neale, J.M.
behavior modification and therapy (2nd ences on the basis of the age and gender
(1981). Validity of MMPI code types in
ed., pp. 707- 729). New York: Plenum. of their victims. Journal of Abnormal Psy-
identifying DSM-III schizophrenics,
unipolars and bipolars. Journal of Con- Wolin, S.J. (1980). Introduction: Psychoso- chology, 104, 610-613.
sulting and Clinical Psychology, 49, 486- cial consequences. In Alcoholism and al- Wortman, C.B., & Brehm, J.W. (1975). Re-
cohol abuse among women: Research issues. sponses to uncontrollable outcomes: An
487.
Rockviile, MD: National Institute on Al- integration of the reactance theory and
Wirz-Justice, A., Graw, P., Krauchi, K.; cohol Abuse and Alcoholism.
Gisin, B., Jochum, A., et al. (1993). Light the learned helplessness model. In L.
Wolitzky, D. (1995). Traditional psychoan- Berkowitz (Ed.), Advances in social psy-
therapy in seasonal affective disorder is
alytic psychotherapy. In A.S. Gurman & chology. New York: Academic Press.
independent of time of day or circadian
S.B. Messer (Eds.), Essential psychother- Wright, D.S. (1971). The psychology of moral
Phase. Archive of General Psychiatry, 50,
apies: Theory and practice. New York: behavior. Harmondsworth, England:
927-940.
Guilford. Penguin.
Wischik, C. (1994). Molecular neu-
Wolitzky, D.L., & Eagle, M.N. (1990). Psy- Wright, J.C. (1976). A comparison of sys-
ropathology of Alzheimer’s disease. In
chotherapy. In A.S. Bellack & M. Hersen tematic desensitization and social skill
C.L.A. Katona (Ed.), Dementia disorders:
(Eds.), Handbook of comparative treat- acquisition in the modification of social
Advances and prospects. London: Chap-
ments for adult disorders (pp. 123-143). fear. Behavior Therapy, 7, 205-210.
man and Hall.
New York: Wiley.
Wise, T. (1978). Where the public peril be- Wright, M.J. (1991). Identifying child sex-
Wolpe, J. (1958). Psychotherapy by reciprocal ual abuse using the Personality Inven-
gins: A survey of psychotherapists to
inhibition. Stanford, CA: Stanford Uni- tory for Children. Dissertation Abstracts
determine the effects of Tarasoff. Stan-
versity Press.
ford Law Review, 31, 165-190. International, 52, 1744.
Wolraich, M., Milich, R., Stumbo, P., &
Wiseman, C.V., Gray, J.J., Mosimann, J.E., Wulsin, L., Bachop, M., & Hoffman, D.
Schultz, F. (1985). The effects of sucrose
& Arhens, A.H. (1992). Cultural expec- (1988). Group therapy in manic-depres-
ingestion on the behavior of hyperac-
tations of thinness in women: An up- sive illness. American Journal of Psy-
tive boys. Pediatrics, 106, 675-682.
date. International Journal of Eating Dis- chotherapy, 2, 263-271.
orders, 11, 85-89. Wong, D.F., Wagner, H.N., Tune, L.E.,
Wurtele, S.K., & Miller-Perrin, C.L. (1987).
Dannals, R.F., Pearlson, G.D., Links,
Wittchen, H.U., Zhao, S., Kessler, R.C., & An evaluation of side-effects associated
J.M., et al. (1986). Positron emission to-
Eaton, W.W. (1994). DSM-III-R general- with participation in a child sexual
mography reveals elevated D2
ized anxiety disorder in the national co- abuse prevention program, journal of
dopamine receptors in drug-naive
morbidity survey. Archives of General School Health, 57, 228-231.
schizophrenics. Science, 234, 1558-1562.
Psychiatry, 51, 355- 364. Wynne, L.C., & Singer, M.T. (1963).
Wong, N. (1995). Group psychotherapy,
Wold, D.A. (1968). The adjustment of sib- Thought disorder and family relations
combined individual and group psy-
lings to childhood leukemia. Unpublished in schizophrenia. 2: A classification of
chotherapy, and psychodrama. In H.I.
medical thesis, University of Washing- forms of thinking. Archives of General
Kaplan & B.J. Sadock (Eds.), Comprehen-
ton, Seattle. Psychiatry, 9, 199-206.
sive textbook of psychiatry (pp.
Wolf, A. (1949). The psychoanalysis of 1821-1838). Baltimore: Williams & Yalom, I.D. (1980). Existential psychother-
group. American Journal of Psycho- Wilkins. apy. New York: Basic Books.
therapy, 3, 16-50. Wood, J.M., Nezworski, M.T., & Stejskal, Yalom, I.D. (1985). The theory and practice of
Wolf, A., & Kutash, I.L. (1990). Psycho- W.J. (1996). The Comprehensive System group psychotherapy (3rd ed.). New York:
analysis in groups. In I.L. Kutash & A. for the Rorschach: A critical examina- Basic Books.
Wolf (Eds.), The group psychotherapist’s tion. Psychological Science, 7, 3-10. Yalom, I.D., Green, R., & Fisk, N. (1973).
handbook: Contemporary theory and tech- Wood, L.F., & Jacobson, N.S. (1985). Mari- Prenatal exposure to female hormones:
nique. New York: Columbia University tal distress. In D.H. Barlow (Ed.), Clini- Effect on psychosexual development in
Press. cal handbook of psychological disorders. boys. Archives of General Psychiatry, 28,
Wolf, M., Bally, H., & Morris, R. (1986). New York: Guilford. 554-561.
Automaticity, retrieval processes, and Woodside, D.B., Shekter-Wolfson, L.F., Yates, A. (1989). Current perspectives on
reading: A longitudinal study in aver- Garfinkel, P.E., & Olmsted, M.P. (1995). the eating disorders. Journal of the Amer-
age and impaired readers. Child Devel- Family interactions in bulimia nervosa: ican Academy of Child and Adolescent Psy-
opment, 57, 988-1000. Study design, comparisons to estab- chiatry, 28, 813-828.
Wolfe, D.A., Reppucci, N.D., & Hart, S. lished population norms and changes Yetman, N.R. (1994). Race and ethnic in-
(1995). Child abuse prevention: Knowl- over the course of an intensive day hos- equality. In C. Calhoun & G. Ritzer
KAYNAKLAR R-69
√√

(Eds.), Social problems. New York: Mc- wives as caregivers: A longitudinal quences of unexplained arousal: A post-
Graw-Hill. study. The Gerontologist, 26, 260-266. hypnotic suggestion paradigm. Journal
Yirmiya, N., & Sigman, M. (1991). High Zeaman, D., & Hanley, P. (1983). Stimulus of Abnormal Psychology, 102, 466-473.
functioning individuals with autism: preferences as structural features. In T.J. Zimmer, L., & Morgan, J.P. (1995). Expos-
Diagnosis, empirical findings, and theo- Tighe & B.E. Shepp (Eds.), Perception, ing marijuana myths: A review of the scien-
retical issues. Clinical Psychology Review, cognition, and development. Hillsdale, NJ: tific evidence. New York: The Lindemith
11, 669-683. Erlbaum. Center.
Yoshioka, R.B., Tashima, N., Chew, M., & Zeiss, A.M., & Steffen, A.M. (1996). Inter- Zimmerman, M. (1988). Why are we rush-
Murase, K. (1981). Mental health services disciplinary health care teams: The ba- ing to publish DSM-IV? Archives of Gen-
for Pacific/Asian Americans. San Fran- sic unit of geriatric care. In L.L. eral Psychiatry, 45, 1135-1138.
cisco: Pacific American Mental Health Carstensen, B.A. Edelstein, & L. Dorn- Zimmerman, M. (1994). Diagnosing per-
Project. brand (Eds.), The practical handbook of sonality disorders: A review of issues
Young, G.C. (1965). The aetiology of clinical gerontology (pp. 423-450). Thou- and research methods. Archives of Gen-
enuresis in terms of learning theory. sand Oaks, CA: Sage. eral Psychiatry, 51, 225-245.
Medical Officer, 113, 19-22. Zeiss, A.M., Zeiss, R.A., & Dornbrand, L. Zimmerman, M., & Coryell, W. (1989).
Yurgelon-Todd, D., Waternaux, C.M., Co- (1988, November). Assessing and treating DSM-III personality disorder diagnoses
hen, B.N., Gruber, S.A., English, C.D., & sexual problems in older couples. Paper in a nonpatient sample. Archives of Gen-
Renshaw, P.F. (1996). Functional mag- presented at the meeting of the Geron- eral Psychiatry, 46, 682-689.
netic resonance imagery of schizophre- tological Society of America, San Fran-
Zimmerman, M., Coryell, W., Pfohl, B., &
nia patients and comparison subjects cisco.
Staid, D. (1986). The validity of four
during word production. American Jour- Zeitlin, S.B., & McNally, R.J. (1991). Im- types of endogenous depression.
nal of Psychiatry, 153, 200-206. plicit and explicit memory bias for Archives of General Psychiatry, 43, 234-
Zakowski, S., Hall, M.H., & Baum, A. threat in post-traumatic stress disorder. 245.
(1992). Stress, stress management, and Behaviour Research and Therapy, 29,
Zoccolillo, M., & Rogers, K. (1991). Char-
the immune system. Applied and Preven- 451-457.
acteristics and outcome of hospitalized
tive Psychology, 1, 1-13. Zellner, D.A., Harner, D.E., & Adler, R.L. adolescent girls with conduct disorder.
Zanarini, M.C., Gunderson, J.G., Ma- (1989). Effects of eating abnormalities journal of the American Academy of Child
rino, M.F., Gunderson, J., Marino, M., and gender of perceptions of desirable and Adolescent Psychiatry, 30, 973 -981.
Schwartz, E., & Frankenburg, F. (1988). body shape. Journal of Abnormal Psychol-
Zucker, K.J., Finegan, J.K., Deering, R.W.,
DSM-III disorders in the families of bor- ogy, 98, 93 -96.
& Bradley, S.J. (1984). Two subgroups of
derline outpatients. Journal of Personality Ziegler, F.J., Imboden, J.B., & Meyer, E. gender-problem children. Archives of
Disorders, 2, 292-302. (1960). Contemporary conversion reac- Sexual Behavior, 13, 27-39.
Zane, M.D. (1984). Psychoanalysis and tions: A clinical study. American Journal
Zucker, K.J., Green, R., Garofano, C.,
contextual analysis of phobias. Journal of Psychiatry, 116, 901-910.
Bradley, S.J., et al. (1994). Prenatal gen-
of the American Academy of Psycho- Zigler, E. (1967). Familial mental retarda- der preference of mothers of feminine
analysis, 12, 553 - 568. tion: A continuing dilemma. Science, 155, and masculine boys: Relation to sibling
Zarit, S.H. (1980). Aging and mental disor- 292-298. sex composition and birth order. Journal
ders: Psychological approaches to assess- Zigler, E., Hodapp, R.M., & Edison, M.R. of Abnormal Child Psychology, 22, 1-13.
ment and treatment. New York: Free (1990). From theory to practice in the
Press. care and education of mentally retarded
Zarit, S.H. (1989). Issues and directions in individuals. American Journal on Mental
family intervention research. In E. Light Retardation, 95, 1-12.
& B. Lebowitz (Eds.), Alzheimer’s Disease Zilbergeld, B., & Evans, M. (1980). The in-
treatment and family stress: Directions for adequacy of Masters and Johnson. Psy-
research (Publication No. ADM 89-1569, chology Today, 14, 28-43.
pp. 458-486). Washington, DC: U.S. De- Zilboorg, G., & Henry, G.W. (1941). A his-
partment of Health and Human Ser- tory of medical psychology. New York:
vices. Norton.
Zarit, S.H., Eiler, J., & Hassinger, M. Zimbardo, P.G., Andersen, S.M., & Kabat,
(1985). Clinical assessment. In J.E. Bir- L.G. (1981). Paranoia and deafness: An
ren & K.W. Schaie (Eds.), Handbook of experimental investigation. Science, 212,
psychology of aging (2nd ed.). New York: 1529-1531.
Van Nostrand-Reinhold.
Zimbardo, P.G., LaBerge, S., & Butler, L.D.
Zarit, S.H., Todd, P.A., & Zarit, I.M. (1986). (1993). Psychophysiological conse-
Subjective burden of husbands and
İNDEKS İ-1
√√

İNDEKS
AIDS: DAVRANIŞ BİLİMLERİNE MEYDAN OKUMA 413
Problemin Boyutu 413
Hastalığın Tanımlanması 414
Hastalığın Yayılması 414
HIV ve AIDS’in İlaçla Tedavisi 415
Hastalığın Önlenmesi 415
HIV Pozitif ve AlDS’li Hastaların Terapisi 417

ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞI 305


Alkol Kötüye Kullanımının Yaygınlığı 306
Bozukluğun Gidişi 307
Alkol Bağımlılığının Bedeli 307
Alkolün Kısa Süreli Etkileri 308
Uzamış Alkol Kötüye Kullanımının Uzun Süreli Etkileri 308

ALKOL KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ 329


Problemi Kabullenme 329
Geleneksel Hastane Tedavisi 330
Biyolojik Tedaviler 330
Adsız Alkolikler 331
Çift Terapisi 332
Bilişsel ve Davranışçı Tedaviler 332
Alkol Kötüye Kullanımı Tedavisinde Klinik Değerlendirmeler 334

AMERİKAN PSİKİYATRİ BİRLİĞİNİN TANI SİSTEMİ (DSM-IV) 58


Sınıflandırmanın Beş Boyutu 58
Tanı Kategorileri 59

ANORMAL DAVRANIŞ NEDİR? 6


İstatistiksel Seyreklik 6
Normların İhlâl Edilmesi 6
Kişisel Rahatsızlık Hissetme 7
Yeti Yitimi ya da İşlev Bozulması 8
Beklenmedik Olma 8

ANORMAL DAVRANIŞIN ÇALIŞILMASINDA ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 105

ANORMAL DAVRANIŞIN SINIFLANDIRILMASINDA SORUNLAR 66


Tanıya İlişkin Genel Eleştiriler 66
Sınıflandırma ve Tanının Değeri 67
Tanıya İlişkin Özgül Eleştiriler 67
Güvenilirlik: Bir Tanı Sisteminin Köşetaşı 68
Tanı Kategorileri Ne Kadar Geçerlidir? 68
DSM ve Tanıya İlişkin Eleştiriler 69

ANORMAL PSİKOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ 109


Vak’a Çalışması 109
Epidemiyolojik Araştırma 111
Korelasyonel Yöntem 113
Deney 116
İ-2 √√ İNDEKS

Tek Denekli Deneysel Araştırma 120


Karışık Desenler 121
ASTIM 202
Hastalığın Özellikleri 203
Astımın Etiyolojisi 204

BİLİM VE BİLİMSEL YÖNTEMLER 106


Sınanabilirlik ve Tekrarlanabilirlik 106
Kuramın Rolü 106
BİLİM: BİR İNSAN UĞRAŞI 20
Bilimde Öznellik: Paradigmaların Rolü 21
Anormal Psikolojisinde Paradigmaların Bir Örneği 21

BİLİŞSEL DAVRANIŞ TERAPİSİ 552


Ellis in Akılcı-Duygusal Davranış Terapisi 553
Beck’in Bilişsel Terapisi 555
Beck ile Ellis’in Terapileri Arasında Bazı Karşılaştırmalar 557
Sosyal Problem Çözümlemesi 558
Çok Yaklaşımlı Terapi 559
Bilişsel Davranışçı Terapi Hakkında Düşünceler 559

BİLİŞSEL PARADİGMA 47
Bilişsel Kuramın Temelleri 47
Bilişsel Paradigmanın Değerlendirilmesi 48
Bilişsel Davranışçı Terapi 48

BİLİŞSEL VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ 542

BİLİŞSEL VE DAVRANIŞÇI TERAPİLERDE TEMEL KONULAR 570


İçsel Davranış ve Biliş 570
Bilinçdışı Etkenler ve Altta Yatan Nedenler 570
Geniş Spektrumlu Tedavi 571
İlişki Etkenleri 572
Kuramsal İskeletin Üstündeki Et 572

BİR PARADİGMAYI BENİMSEMENİN SONUÇLARI 50

BİYOLOJİK DEĞERLENDİRME 88
Beyin Görüntüleme: Beyni “Görme” 88
Nörokimyasal Değerlendirme 91
Nöropsikolojik Değerlendirme 92
Psikofizyolojik Ölçme 94
BİYOLOJİK PARADİGMA 25
Biyolojik Paradigmada Çağdaş Yaklaşımlar 26
Tedavide Biyolojik Yaklaşımlar 29
Biyolojik Paradigmanın Değerlendirilmesi 30

CEZAİ MAHKÛMİYET 621


Delilik Savunması 622
Yargılanma Yeterliği 629

CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI 372

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI 373


İNDEKS İ-3
√√

Cinsel Kimlik Bozukluğu 374


Çocukluk Dönemindeki Cinsel Kimlik Bozukluğu 375
Cinsel Kimlik Bozukluklarının Terapisi 376

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI 398


Cinsel İşlev Bozuklukları ve İnsanlardaki Cinsel Tepki Döngüsü 399
Cinsel İşlev Bozukluklarının Tanımlanması ve Nedenleri 402
Cinsel İşlev Bozuklukları ile İlgili Genel Kuramlar 406
Cinsel İşlev Bozukluklarının Terapisi 409

ÇOCUKLUK ÇAĞI BOZUKLUKLARI SINIFLANDIRMASI 426

ÇOCUKLUK DÖNEMİ BOZUKLUKLARI 425

ÇOCUKLUK VE ERGENLİKTE DEPRESYON 257


Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun Semptomları ve Yaygınlığı 257
Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunun Etiyolojisi 259
Çocukluk ve Ergenlik Depresyonunda Tedavi 259

ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ 591


Çatışmanın Normalliği 591
Bireysel Terapiden Birlikte Terapiye 593
Birlikte Terapinin Temelleri 594
Genel Konular ve Dikkat Edilmesi Gereken Özel Noktalar 599
Çift ve Aile Terapisinin Değerlendirilmesi 599

DAVRANIŞIN TUTARLIĞI VE DEĞİŞKENLİĞİ 101

DAVRANIŞSAL TIP 563


Ağrı Tedavisi 563
Kronik Hastalıklar ve Yaşam Tarzı 565
Biyolojik Geri Bildirim 566

DEĞERLENDİRMEDE GÜVENİRLİK VE GEÇERLİK 97


Güvenirlik 97
Geçerlik 98

DENETİMSİZ DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI 428


Dikkat Eksikliği / Hiperaktivite Bozukluğu 429
Davranım Bozukluğu 433

DEPRESYON VE MANİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ 235


Resmi Tanı Listeleri 236
Tek uçlu (unipolar)- İki uçlu (bipolar) Bozukluk Ayırımının Geçerliği 238
Kategoriler Arasındaki Heterojenlik 238
Kronik Duygudurum Bozuklukları 239

DRAMATİK / DEĞİŞKEN KÜME 350


Sınır Kişilik Bozukluğu 350
Histriyonik Kişilik Bozukluğu 352
Narsistik Kişilik Bozukluğu 353
Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Psikopati 354

DUYGUDURUM (MOOD) BOZUKLUKLARININ PSİKOLOJİK KURAMLARI 240


Depresyonun Psikanalitik Kuramı 240
İ-4 √√ İNDEKS

Depresyonun Bilişsel Kuramları 241


Depresyonun Kişilerarası Kuramı 247
İki uçlu Bozukluğun Psikolojik Kuramları 248

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI 234

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARINDA TEDAVİ 252


Psikolojik Tedaviler 252
Biyolojik Tedaviler 255

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARININ BİYOLOJİK KURAMLARI 249


Kalıtsal Veriler 249
Nörokimya ve Duygudurum Bozuklukları 249
Nöroendokrin Sistem 252

DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 173


Dissosiyatif Amnezi 173
Dissosiyatif Kaçış 175
Depersonalizasyon Bozukluğu 176
Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu 176
Dissosiyatif Bozuklukların Etiyolojisi 179
Dissosiyatif Bozukluklarda Tedavi 179
EDİMSEL KOŞULLAMA 546
Ödül Biriktirme Tekniği 546
Çocuklarla Edimsel Çalışma 549

FOBİLER 129
Özgül Fobiler 130
Sosyal Fobiler 130
Fobilerin Etiyolojisi 131
Fobilerin Tedavisi 135

GENELLENMİŞ KAYGI BOZUKLUĞU 144


Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun Etiyolojisi 144
Genellenmiş Kaygı Bozukluğunun Tedavisi 146
GRUP TERAPİSİ 583
Grup Terapisinin Temel Özellikleri 584
İçgörü-Yönelimli Grup Terapisi 585
Davranışçı Grup Terapisi 588
Grup Terapisinin Değerlendirilmesi 590

GRUP ÇİFT VE AİLE TERAPİSİ & TOPLUM PSİKOLOJİSİ 582

İÇGÖRÜ TERAPİLERİ 513

İLERİ YAŞ VE BEYİN BOZUKLUKLARI 476


Demans 476
Delirium 482

İLERİ YAŞ VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR 484


Yaşamın İleri Döneminde Ruhsal Bozuklukların Genel Yaygınlığı 484
Depresyon 485
Kaygı Bozuklukları 488
Sanrılı (Paranoid) Bozukluklar 488
İNDEKS İ-5
√√

Şizofreni 491
Madde Bağımlılığı ile İlişkili Bozukluklar 492
Hipokondri 494
Uyku Bozuklukları 494
intihar 496
Cinsellik ve Yaşlanma 497

İNSANCIL VE VAROLUŞÇU TERAPİLER 529


Kari Rogers’ın Danışan Merkezli Terapisi 530
Varoluşçu Terapi 534
Geştalt Terapi 536
İNTİHAR 260
İntiharla ilgili Gerçekler 262
İntihara Bakış Açıları 263
İntiharın Psikolojik Testlerle Yordanması 266
İntiharı Önleme 266
İntiharla Çalışmada Klinik ve Etik Sorunlar 268

KARDİYOVASKÜLER BOZUKLUKLAR 195


Esansiyel Yüksek Tansiyon 195
Koroner Kalp Hastalığı 199
KARŞI KOŞULLAMA 543
Sistematik Duyarsızlaştırma 543
İtici uyarıcılarla Terapi 545

KAYGI BOZUKLUKLARI 127

KAYGILI / KORKULU KÜME 360


Çekingen Kişilik Bozukluğu 360
Bağımlı Kişilik Bozukluğu 361
Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu 361
Kaygılı / Korkulu Kümenin Etiyolojisi 362

KLİNİK BİR SORUNA DEĞİŞİK BAKIŞ AÇILARI İLE YAKLAŞMAK 52

KLİNİK DEĞERLENDİRME İŞLEMLERİ 73

KLİNİK TANIMLAMA 214


Anoreksiya Nervoza 214
Bulimia Nervoza 216
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu 218

KÜLTÜREL FARKLILIK VE KLİNİK DEĞERLENDİRME 99


Değerlendirmede Kültürel Yanlılıktan Kaçınma Stratejileri 100

KİŞİLİK BOZUKLUKLARI 345

KİŞİLİK BOZUKLUKLARINDA KULLANILAN TERAPİLER 364


Sınır Kişiliğin Terapisi 365
Bozukluktan Tarza: Hedefler Üzerine Bir Yorum 368
Psikopatiye Yönelik Terapi 368

KİŞİLİK BOZUKLUKLARININ SINIFLANDIRILMASI: KÜMELER, KATEGORİLER VE SORUNLAR 347

LSD VE DİĞER HALUSİNOJENLER 321


İ-6 √√ İNDEKS

Halusinojenlerin Etkileri 322

MADDE KÖTÜYE KULLANIMI VE BAĞIMLILIĞININ ETİYOLOJİSİ 324


Sosyokültürel Değişkenler 324
Psikolojik Değişkenler 326
Biyolojik Değişkenler 328

MADDE KÖTÜYE KULLANIMININ ÖNLENMESİ 341

MADDE KULLANIMIYLA İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR 303

MARİYUANA 312
Marihuana Kullanımının Yaygınlığı 312
Marihuana’nın Etkileri 312

MODEL ALMA 549


Model Alma Yoluyla Tedavi Edilen Sorunlar 549
Bilişin Rolü 550

NİKOTİN VE SİGARA İÇME 310


Sigara İçmenin Yaygınlığı ve Sağlık Açısından Sonuçları 310
Pasif İçiciliğin Sonuçları 311
OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK 146
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Etiyolojisi 148
Obsesif-Kompulsif Bozukluğun Tedavileri 150

OTİSTİK BOZUKLUK 456


Otistik Bozukluğun Tanısal Özellikleri 547
Otistik Bozukluğun Etiyolojisi 463
Otistik Bozukluğun Tedavisi 466

ÖĞRENME PARADİGMALARI 40
Davranışçılığın Doğuşu 41
Aracı Öğrenme Paradigmaları 44
Öğrenme Paradigmalarının Değerlendirilmesi 45
Davranışçı Terapi 45

ÖĞRENME PARADİGMALARI VE BİLİŞSEL PARADİGMALAR 49

ÖĞRENME YETERSİZLİKLERİ 440


Öğrenme Bozuklukları 440
İletişim Bozuklukları 440
Motor Beceri Bozuklukları 441
Öğrenme Bozukluklarının Etiyolojisi 441
Öğrenme Bozukluklarının Tedavisi 444

PANİK BOZUKLUK 140


Panik Bozukluğun Etiyolojisi 141
Panik Bozukluk ve Agorafobiye Yönelik Terapiler 143

PARAFİLİLER (CİNSEL SAPKINLIKLAR) 379


Fetişizm 380
Travestik Fetişizm 380
Pedofili ve Yasaksevi (Ensest) 381
Gözetlemecilik 383
İNDEKS İ-7
√√

Teşhircilik 384
Cinsel Sadizm ve Cinsel Mazoşizm 384
Parafililerin Nedenleri 388
Parafililerin Tedavisi 390

PSİKANALİTİK PARADİGMA 30
Klasik Psikanalitik Kuram 30
Yeni-Freud’çu Psikodinamik Bakış Açıları 34
Psikanalitik Paradigmanın Değerlendirilmesi 37
Psikanalitik Terapi 39

PSİKANALİTİK TERAPİLER 519


Klasik Psikanalizde Temel Teknikler ve Kavramlar 519
Çağdaş Analitik Terapiler 524
Analitik Terapilerin Değerlendirilmesi 527

PSİKANALİZ VE DAVRANIŞÇI TERAPİ - BİR UZLAŞMA MI? 574

PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR VE SAĞLIK PSİKOLOJİSİ 184

PSİKOFİZYOLOJİK BOZUKLUKLARDA TEDAVİ 206


Yüksek Tansiyon Tedavisi 207
A Tipi Davranış Değiştirmek 210
Stres Yönetimi 210

PSİKOLOJİK DEĞERLENDİRME 74
Klinik Görüşmeler 74
Psikolojik Testler 77
Davranışçı ve Bilişsel Değerlendirme 82

PSİKOLOJİK MÜDAHALELERDE KÜLTÜREL VE IRKSAL FAKTÖRLER 615


Afrika Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 616
Latin Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 616
Asya Kökenli Amerikalılar ve Psikolojik Müdahale 617
Amerikan Yerlileri ve Psikolojik Müdahale 617
Davranışın Daha Eksiksiz Bir Bilimine Doğru 618

PSİKOPATOLOJİDE VE TERAPİDE GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ PARADİGMALAR 24

PSİKOPATOLOJİNİN TARİHÇESİ 8
Erken Dönem Şeytancı Anlayış 8
Somatogenez 10
Karanlık Çağlar ve Şeytancılık 11
Ruh Hastalarının Büyücü Olarak Kabul Edilmeleri 12
Tımarhanelerinin Gelişimi 13
Moral Tedavi 14
Çağdaş Düşüncenin Başlangıcı 17

PSİKOTERAPİ ARAŞTIRMALARINI DEĞERLENDİRMEDE GENEL SORUNLAR 515


Plasebo Etkisi 516
Araştırma ve Uygulamada Terapi 516
Süreç ve Sonuç 518
Tedavi Görmeyen Kontrol Grupları 518
Kaos Kuramı ve Yaşam 518
İ-8 √√ İNDEKS

PSİKOTERAPİ NEDİR? 514

PSİKOTERAPİDE EKLEKTİK YAKLAŞIM: UYGULAMA KUSURSUZ DEĞİL 53

PSİKOTERAPİDE EKLEKTİSİZM VE KURAMSAL BÜTÜNLEŞTİRME 575


Lazarus Messer Tartışması 576
Olgunlaşmamış Bütünleştirmeye Karşı İddialar 579

SINIFLANDIRMA VE TANI 56

SOMATAFORM BOZUKLUKLAR 161


Konversiyon Bozukluğu 162
Somatizasyon Bozukluğu 164
Somatoform Bozuklukların Etiyolojisi 166
Somatoform Bozuklukların Tedavisi 171

SOMATOFORM VE DİSOSİYATİF BOZUKLUKLAR 160

STRES VE SAĞLIK 186


Stres Kavramını Tanımlamadaki Güçlükler 186
Stresi Ölçme Çabaları 187
Başa Çıkmanın Değerlendirilmesi 190
Stres-Hastalık Bağlantısındaki Ara Değişkenler 192

STRES-HASTALIK BAĞLANTISI KURAMLARI 193


Biyolojik Kuramlar 193
Psikolojik Kuramlar 194
SİGARA İÇMENİN TEDAVİSİ 338
Psikolojik Tedaviler 338
Biyolojik Tedaviler 339
Yinelenmeyi Önleme 340

SİVİL MAHKÛMİYET 631


Önleyici Tutuklama ve Tehlikenin Yordanmasında Sorunlar 632
Daha Fazla Koruma için Güncel Eğilimler 634
Kurum Dışına Çıkarma, İnsan Hakları ve Ruh Sağlığı 644

ŞİZOFRENİ 272

ŞİZOFRENİ KAVRAMIN TARİHÇESİ 277


Şizofreninin Erken Tanımlamaları 277
Birleşik Devletlerin Genişletilmiş Kavramı 279
DSM-IV Tanısı 279
DSM-IV’e Göre Şizofreninin Alttipleri 280

ŞİZOFRENİ TEDAVİLERİ 294


Biyolojik Tedaviler 295
Psikolojik Tedaviler 297
Tedavide Genel Eğilimler 299
Şizofreni Hastalarının Tedavisinde Süregelen Konular 299

ŞİZOFRENİNİN ETİYOLOJİSİ 281


Kalıtsal Veriler 282
Biyokimyasal Faktörler 286
Beyin ve Şizofreni 289
İNDEKS İ-9
√√

Psikolojik Stres ve Şizofreni 290


Şizofreninin Yüksek Risk Araştırmaları 293

ŞİZOFRENİNİN KLİNİK BELİRTİLERİ 273


Pozitif Belirtiler 273
Negatif Belirtiler 276
Diğer Belirtiler 277

TARİHSEL VE BİLİMSEL DEĞERLENDİRMELER 3

TECAVÜZ 393
Suç 393
Mağdur, Saldırı ve Kötü Sonuçlar 394
Tecavüz Eden Kişi 395
Tecavüz Edenlerin ve Tecavüze Uğrayanların Terapisi 397

TEDAVİ ETKİLERİNİN GENELLENMESİ VE SÜRDÜRÜLMESİ 567


Aralıklı ve Doğal Pekiştirme 567
Çevresel Değişim 567
İkincil Kazancın Elenmesi 567
Nüksün Önlenmesi 567
Kendine Yükleme 568

TEDAVİ VE ARAŞTIRMADA ETİK İKİLEMLER 646


Araştırmada Etik Kısıtlamalar 646
Bilgilendirilmiş Onam 648
Gizlilik ve Ayrıcalıklı İletişim 649
Hasta ya da Müşteri Kimdir? 649
Hedeflerin Seçimi 649
Tekniklerin Seçimi 650
Hatırlanan Anıların Etik ve Yasal Boyutları 653

TOPLUM PSİKOLOJİSİ 602


Odak: Önleme 602
Tutum: Beklemek Yerine Aramak 603
Değerler ve “Ne Zaman Müdahale Edilir?” Sorusu 604
Toplum Psikolojisinin Faaliyetleri 604
Toplum Psikolojisi Çalışmalarının Değerlendirilmesi 611
Toplum Psikolojisinde Politik ve Etik Faktörler 612

TOPLUM RUH SAĞLIĞI 613


Toplum Ruh Sağlığının Amaçları 613
Toplum Ruh Sağlığının Değerlendirilmesi 614

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU 152


Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Etiyolojisi 154
Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Tedavileri 155

TUHAF / EKSANTRİK KÜME 348


Paranoid Kişilik Bozukluğu 349
Şizoid Kişilik Bozukluğu 349
Şizotipal Kişilik Bozukluğu 349
Tuhaf / Egzantrik Kümenin Etiyolojisi 350
İ-10 √√ İNDEKS

YASAL VE ETİK KONULAR 620

YAŞADIŞI MADDE KULLANIMI İÇİN TEDAVİ 335


Biyolojik Tedaviler 336
Psikolojik Tedaviler 337

YAŞLANMA VE PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR 471

YAŞLI ERİŞKİNLERLE TERAPİYE ÖZGÜ KONULAR 505


Yaşlı Erişkinlerdeki Terapinin İçeriği 505
Yaşlı Erişkinlerdeki Terapi Süreci 508

YAŞLI ERİŞKİNLERİN İNCELENMESİNDE KONULAR, KAVRAMLAR VE YÖNTEMLER 474


Yaşlı Erişkinlerdeki Çeşitlilik 474
Yaş, Kuşak ve Ölçüm Zamanının Etkileri 474
Yaşamın İleri Döneminde Psikopatoloji Tanısının Konması 476
Sorunlardaki Çeşitlilik 476

YAŞLILARIN TEDAVİSİ VE BAKIMI 500


Bakım Evleri 501
Toplum Temelli Bakım 502
YATIŞTIRICILAR ve UYARICILAR 315
Yatıştırıcılar (sedatifler) 315
Uyarıcılar (stimulanlar) 318

YATKINLIK - STRES: BÜTÜNLEŞTİRİCİ PARADİGMA 50

YEME BOZUKLUKLARI 213

YEME BOZUKLUKLARININ ETİYOLOJİSİ 218


Biyolojik Etkenler 218
Sosyokültürel Değişkenler 220
Cinsiyet Etkileri 223
Kültürel Etkiler 223
Psikodinamik Görüşler 224
Bilişsel-Davranışçı Görüşler 227

YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ 229


Biyolojik Tedaviler 229
Anoreksiyanın Tedavisi 229
Bulimianın Tedavisi 230

YİRMİNCİ YÜZYILDA TANI 57

ZEKÂ GERİLİĞİ 444


Zekâ Geriliği için Geleneksel Ölçütler 444
Zekâ Geriliğinin Sınıflandırılması 446
Amerikan Zekâ Geriliği Birliğinin Yaklaşımı 447
Zekâ Geriliğinde Becerilerde ve Bilişsel Yeteneklerde Gözlenen Yetersizlikler 447
Zekâ Geriliğinin Etiyolojisi 449
Zekâ Geriliğinin Önlenmesi ve Tedavisi 452
DSM-IV Sınıflandırması: DELİRYUM, DEMANS, AMNESTİK VE
Eksen I ve II DİĞER BİLİŞSEL BOZUKLUKLAR

Eksen I Delirium
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Deliryum
GENELLİKLE İLK KEZ BEBEKLİK, / Madde Zehirlemesine Bağlı
ÇOCUKLUK YA DA ERGENLİK
Delirium / Madde Yoksunluğuna
DÖNEMİNDE TANISI KONAN
BOZUKLUKLAR Bağlı Delirium / Çoklu Etiyolojiye
Bağlı Delirium
Öğrenme Bozuklukları Demanslar
Okuma Bozukluğu / Matematik Alzheimer Tipi Demans; Erken
Bozukluğu / Yazılı Anlatım Bozukluğu Başlangıçlı: 65 Yaş veya Altında
Motor Beceriler Bozukluğu Başlamışsa; Geç Başlangıçlı: 65
Gelişimsel Koordinasyon Yaşından Sonra Başlamışsa /
Bozukluğu Vasküler Demans / Diğer Genel
Yaygın Gelişimsel Bozukluklar Tıbbi Durumlara Bağlı Demanslar /
Otistik Bozukluk / Rett Bozukluğu / Madde Kullanımının Yol Açtığı Kalıcı
Çocukluğun Dezentegratif Demans / Çoğul Etiyolojiye Bağlı
Bozukluğu / Asperger Bozukluğu
Demans
Dikkat Eksikliği ve Yıkıcı Davranış
Bozuklukları Amnestik Bozukluklar
Dikkat Eksikliği-Hiperaktivite Genel Tıbbi Duruma Bağlı
Bozukluğu / Karşıt Olma-Karşı Amnestik Bozukluk / Madde
Gelme Bozukluğu / Davranım Kullanımının Yol Açtığı Kalıcı
Bozukluğu Amnestik Bozukluk (özgün madde
Bebek ya da Küçük Çocukların kodlama için belirtilmeli)
Beslenme ve Yeme Bozuklukları
Pika / Ruminasyon Bozukluğu /
MADDE KULLANIMI İLE İLİŞKİLİ
Bebeklerde ya da Küçük Çocuklarda
BOZUKLUKLAR
Beslenme Bozukluğu
Tik Bozuklukları
Tourette Bozukluğu / Kronik Motor Alkolle İlişkili Bozukluklar
ya da Vokal Tik Bozukluğu / Gelip Amfetaminle İlişkili Bozukluklar
Geçici Tik Bozukluğu Kafeinle İlişkili Bozukluklar
İletişim Bozuklukları Kannabisle İlişkili Bozukluklar
Sözel Anlatım Bozukluğu / Karışık
Kokainle İlişkili Bozukluklar
Dili Algılama-Sözel Anlatım
Bozukluğu / Fonolojik Bozukluk / Halüsinojenle İlişkili Bozukluklar
Kekeleme İnhalanla İlişkili Bozukluklar
Dışa Atım Bozuklukları Nikotinle İlişkili Bozukluklar
Enkopresis / Enürezis Opiyatla İlişkili Bozukluklar
Bebeklik, Çocukluk ya da Ergenliğin Fensiklidinle (veya bağlantılı maddeyle)
Diğer Bozuklukları İlişkili Bozukluklar
Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu /
Sedatif, Hipnotik ya da Anksiyolotiklerle
Seçici Konuşmazlık / Bebeklik
ya da Küçük Çocukluk Döneminin İlişkili Bozukluklar
Tepkisel Bağlanma Bozukluğu / Çoğul Madde Kullanımı ile İlişkili
Basmakalıp Davranış Bozukluğu Bozukluk
ŞİZOFRENİ VE DİĞER PSİKOTİK Genel Tıbbi Duruma Bağlı Anksiyete
BOZUKLUKLAR Bozukluğu
Madde Kullanımının Yol Açtığı
Şizofreni Anksiyete Bozukluğu
Paranoid Tip / Dezorganize Tip /
Katatonik Tip / Ayrışmamış Tip / SOMATOFORM BOZUKLUKLAR
Rezidüel Tip
Şizofreniform Bozukluk Somatizasyon Bozukluğu
Şizoaffektif Bozukluk Konversiyon Bozukluğu
Sanrısal (Delüzyonel) Bozukluk Hipokondri
Kısa Psikotik Bozukluk Beden Dismorfik Bozukluğu
Paylaşılmış Psikotik Bozukluk (Folie â Ağrı Bozukluğu
Deux)
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Psikotik YAPAY BOZUKLUKLAR
Bozukluk
sanrılarla / varsanılarla / Madde Yapay Bozukluk
Kullanımının Yol Açtığı Psikotik
Bozukluk DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR

DUYGUDURUM BOZUKLUKLARI Dissosiyatif Amnezi (unutma)


Dissosiyatif Kaçış (fug)
Depresif Bozukluklar Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu (Çoğul
Majör Depresif Bozukluk / Distimik Kişilik Bozukluğu)
Bozukluk Depersonalizasyon Bozukluğu
İki Uçlu (Bipolar) Bozukluklar
İki Uçlu I Bozukluğu / İki Uçlu II CİNSEL BOZUKLUKLAR VE CİNSEL
Bozukluğu (Hipomani ile KİMLİK BOZUKLUĞU
Tekrarlayıcı Majör Depresif
Dönemler) / Siklotimik Bozukluk Cinsel İşlev Bozuklukları
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Duygudurum Cinsel İstek Bozuklukları: Azalmış
Bozukluğu Cinsel İstek Bozukluğu; Cinsellikten
Madde Kullanımının Yol Açtığı Tiksinme Bozukluğu / Cinsel
Duygudurum Bozukluğu Uyarılma Bozuklukları: Kadında
Cinsel Uyarılma Bozukluğu; Erkek
ANKSİYETE (KAYGI) BOZUKLUKLARI Erektil Bozukluğu / Orgazmla İlgili
Bozukluklar: Kadında Orgazm
Panik Bozukluk Bozukluğu (İnhibe Kadın Orgazmı);
Agorafobi olmaksızın / Agorafobi ile Erkekte Orgazm Bozukluğu (İnhibe
Erkek Orgazmı); Erken Boşalma /
Panik Bozukluk Öyküsü Olmadan
Cinsel Ağrı Bozuklukları: Disparoni;
Agorafobi
Vajinismus / Genel Tıbbi Duruma
Özgül (spesifik) Fobi Bağlı Cinsel İşlev Bozukluğu /
Sosyal Fobi (Sosyal Anksiyete Madde Kullanımının Yol Açtığı
Bozukluğu) Cinsel İşlev Bozukluğu
Obsesif-Kompulsif Bozukluk Parafililer
Travma Sonrası Stres Bozukluğu Teşhircilik / Fetişizm / Sürtünmecilik
Akut Stres Bozukluğu / Pedofili / Cinsel Mazoşizm /
Genellenmiş (Yaygın) Anksiyete Cinsel Sadizm / Gözetlemecilik /
Bozukluğu Transvestik Fetişizm
Cinsel Kimlik Bozukluğu Eksen II
Cinsel Kimlik Bozukluğu:
Çocuklukta; Ergenlikte ya da Zekâ Geriliği (Mental Retardasyon)
Yetişkinlikte (Transseksüellik) Hafif Zekâ Geriliği / Orta Derecede
Zekâ Geriliği / Ağır Derecede Zekâ
YEME BOZUKLUKLARI Geriliği / İleri Derecede Zekâ
Geriliği
Anoreksiya Nervoza KİŞİLİK BOZUKLUKLARI
Bulimia Nervoza
Paranoid Kişilik Bozukluğu
UYKU BOZUKLUKLARI Şizoid Kişilik Bozukluğu
Şizotipal Kişilik Bozukluğu
Primer Uyku Bozuklukları Antisosyal Kişilik Bozukluğu
Dissomniyalar: Primer İnsomniya; Sınır (Borderline) Kişilik Bozukluğu
Primer Hipersomnia; Narkolepsi; Histriyonik Kişilik Bozukluğu
Solunumla İlişkili Uyku Bozukluğu; Narsistik Kişilik Bozukluğu
Çekingen (Kaçıngan) Kişilik Bozukluğu
Sirkadyen Ritm Uyku Bozukluğu
Bağımlı Kişilik Bozukluğu
(Uyku-Uyanıklık Döngüsü
Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu
Bozukluğu) / Parasomniyalar;
Kâbus Bozukluğu (Uyku KLİNİK İLGİ ODAĞI OLABİLECEK
Anksiyetesi Bozukluğu); Uykuda DİĞER DURUMLAR
Korku (Uyku Terörü) Bozukluğu;
Uyurgezerlik Bozukluğu / Bir başka Tıbbi Durumu Etkileyen Psikolojik
Ruhsal Bozuklukla İlişkili Uyku Faktörler
Bozukluğu Medikasyonun Ortaya Çıkardığı Hareket
Genel Tıbbi Duruma Bağlı Uyku Bozuklukları
Bozukluğu İlişkisel Sorunlar
Madde Kullanımının Ortaya Bir Ruhsal Bozukluğa veya Genel
Çıkardığı Uyku Bozukluğu Tıbbi Duruma İlişkin Sorunu /
Anababa-Çocuk Arasında İlişki
BAŞKA BİR YERDE Sorunu / Eşle (Partner) İlişki
SINIFLANDIRILMAMIŞ DÜRTÜ Sorunu / Kardeşle İlişki Sorunu
KONTROLÜ BOZUKLUKLARI İstismar ya da İhmâle İlişkin Sorunlar
Çocuğun Fiziksel İstismarı
(Kötüyekullanımı) / Çocuğun Cinsel
Aralıklı Patlayıcı Bozukluk İstismarı / Çocuğun İhmâli /
Kleptomani Erişkinin Fiziksel İstismarı /
Piromani Erişkinin Cinsel İstismarı
Patolojik Kumar Oynama Klinik İlgi Odağı Olabilecek Ek
Trikotillomani durumlar
Yas / Sınırda Zihinsel İşlevsellik /
UYUM BOZUKLUKLARI Okul Sorunu / Mesleki Sorun /
Çocuk ya da Ergen Antisosyal
Davranışı / Erişkin Antisosyal
Uyum Bozukluğu Davranışı / Numara
Anksiyete ile / Depresif Yapma(Temaruz) (Malingering) / Bir
Duygudurum ile / Davranım Yaşam Evresi Sorunu / Tedaviye
Bozukluğu ile / Karışık Duygu ve Uyumsuzluk / Kimlik Sorunu / Dini
Davranım Bozukluğu ile / Karışık ya da Manevi Sorun / Yeni Bir
Anksiyete ve Depresif Duygudurum Kültürden Etkilenme Sorunu / Yaşa
ile Giden İlişkin Bilişsel Zayıflama

You might also like