Tümnotlarım

You might also like

Download as rtf, pdf, or txt
Download as rtf, pdf, or txt
You are on page 1of 38

Mussolini'ye Telgraf (17.9.

1928)

İtalyan izcilerinin Türkiye'yi ziyareti ve Atatürk tarafından kabulü üzerine İtalyan başbakanı Mussolini,
Gazi'ye İtalyanca bir telgraf çekerek memnunluğunu belirtmiş ve saygılarını sunmuştur. Atatürk de
aşağıdaki Türkçe telgrafla karşılık vermiştir:

İtalya Hükümeti Reisi Mr. Mussolini Hazretlerine

17 Eylül 1928

''Türk gençliği, İtalya'nın, aralarında oğullarınız da bulunan güzide gençliğini kabul etmekle bahtiyar
olmuştur. Aziz ekselans, samimi hürmetlerimi size teyit ederim.''

Gazi Mustafa Kemal

(Ayın Tarihi, sayı 54, yıl 1928)

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 387 - 388]

-----

Aras'ın İtalya Gezisi Nedeniyle Benito Mussolini'ye Telgrafı

(31.5.1932)

''Kıymettar telgrafnamenizden pek mütehassis olarak İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Beyin büyük dost
memleketinde gördükleri samimi ve dostane hüsn-i kabulden dolayı har teşekkürlerimi takdim ederim.

Bu ziyaretin büyük ve asil İtalyan milleti ve büyük dostumuz yüksek ve şerefli Duçe tarafından gösterilen
hüsn-i kabulün iki memleketi yekdiğerine bağlayan sağlam ve samimi dostluk rabıtalarını daha ziyade
sıkılaştırmaya yardım edeceğine kani bulunmaktayım. En iyi temenniyet ve sarsılmaz dostluklar.''

Gazi M. Kemal

(Cumhuriyet, 1.6.1932, s. 4)

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 393]

-----

''Mucahid-i muhterem sâdattan Seyyid Muhammed ve akrabalarına


Memleketin bir ciz-i layenfeki olan Musul'un alahisinin kariben halas bulacağına itikat ve itimat olunarak
öteden beri devam eden müchedatınızda berkarar olmanızı selamet ve saadet-i atiyeniz namına hamiyet-
i malumenize terk eylerim.

Türkiye Hükümetinin şefkati ve Musul'un hükümetimize aidiyeti hasebiyle ati-i karipten asla kat'ı ümit
etmeyerek zulümlere karşı yüksek bir cidal ile münevver bir istikbal temin olunması din kardeşlerimizin
huzur ve saadeti için kıymettardır.

Halâs günleri kariptir. Şems-i istihlasın tuluuna saburane müterakkip bulunmasını hatırlatır, Cenab-ı
Vacib-ül-vücut'tan cümleye muvaffakiyetler temenni eylerim.''

1 Ağustos 341 (1925)

Mustafa Kemal

(Hayat Tarih Mecmuası, 19 Kasım 1972, sayı 19, s. 6, 7)

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 375]

-----

''...Ernest Renan, millet hakkında geçici ve yetersiz unsurları ikinci derece unsurlar kabul ederek, insan
topluluklarının iki şeyin birleşmesiyle millet haline geldiğini açıklamaktadır. Bunlardan birincisi zengin bir
geçmişin mirasını paylaşmak, diğeri beraber yaşamak hususundaki istek ve karşılıklı anlaşma sahip olunan
mirasın korunmasında devam eden irade birliğinin sonucudur.''

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 381]

-----

''Nation kelimesi iştikakı (kökeni) gösteriyor ki millet kavramı, genel olarak kök birliği, aynı ırktan, aynı
dilden ve aynı âdet ve aynı özel yeteneklere sahip ve aynı toprak parçasında birleşmiş insan topluluklarını
gerektirir.''

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 385]

-----

''Millet, aynı toprak parçası üzerinde oturan, aynı kanunlara tabi, ahlak ve dil birliği halinde yaşayan insan
topluluğuna denir. Fransız Milleti, Alman Milleti, İspanyol Milleti denir. Kullanırken çoğunlukla ''millet''
kelimesiyle ''kavim'' kelimesi karışır. Fakat şu farkla ki millet kelimesiyle siyasi kuruluş anlaşılır. Kavim
''peuple'' kelimesi ise her şeyden önce kök bağını ve ırkı hatırlatır.''

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 377]

-----

''Bugün, milliyetler prensibi denildiği zaman, siyaseten ayrılmış, aynı ırktan insanların bir millet halinde
birleşmek istemeleri, arzuları anlaşılır.''

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 378]

-----

''Irk, dil, din, hükümet kesinlikle insanların millet halinde birleşmelerine yardım etmiştir.''

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 378]

-----

Yusuf Kemal, Rıza Nur, Vehbi, Abdullah Azmi Beyefendilere

''Şifrenizi aldık. Seyahat Amacınız anlaşıldı. Ankara'yı teşrifinizi bekliyoruz. Seyahatinizin rahat ve kolay
geçmesi için gerekli yardımları göstermesi Tümen Kumandanı Mahmut Beyefendiye yazılmıştır efendim.''

Mustafa Kemal

(Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 69, Haziran 1973, s. 21)

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 345]

-----

"Din, milli hissin oluşmasında en kuvvetli unsurlardan biri kabul edilebilir."

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 378]

-----

"Bazı düşünürler ve sosyalistler için, milliyet fikri ancak geçici bir yarar sağlayacaktır. İstedikleri; sosyal
felaketlere karşı daha iyi korunmak daha iyi bir iş tipinin kadrolarını kurmaktır. Bunlara göre millet, geçici
bir unsur olup, ırk, dil veya din farkı gözetmeksizin menfaat, his ve hakkın birleştirdiği toplumlar birliğine
geçilecek ve millet yerini buna terk edecektir. Bu suretle millet ortadan kalkmaya mahkûm edilmektedir."

[Kaynak: Sadi Borak, Atatürk'ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak
Yayınları, 2. Basım, Şubat 1997 s. 385]
-----

"Artık bizim hükümetimiz müstebit bir hükümet değildir. Bir mutlaki veya meşruti hükümet de değildir.
Bizim hükümetimiz Fransa veya Amerika cumhuriyetlerine de benzemez.

Bizim hükümetimiz bir halk hükümetidir. Tam bir şûra hükümetidir. Yeni Türkiye devletinde saltanat
millettedir."

[Kaynak: ATABE - Cilt 14, s. 328, 329]

-----

"İnkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe ve bizim kafataslarımızdaki cereyanı
boğmadıkça başladığımız yenilikçi inkılap bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep
böyle olacaktır!"

[Kaynak: ATABE - Cilt 14, s. 302]

-----

"Bu noktadar ufak bir itiraf yapmak lazımdır. Bütün bunlara ve hatta esaslara karşı olanların mevcut
olmadıklarını kabul edemeyiz. Halbuki, bu karşı olanlar, milletin tamamını bir vasat yapıp da onun
üzerinde yürüyemez. Kurtulmak için, bu karşı olanların hepsinin kafasını koparmak lazımdır."

| ATABE - 15. Cilt, s. 99

-----

"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyet'imizin dayanağı Türk


camiasıdır. Bu camianın fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa o camiaya dayanan Cumhuriyet de o
kadar kuvvetli olur."

| ATABE - 18. Cilt, s. 99

-----

"Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset milli siyasettir. Türkçülük siyaseti idi. Bu siyaseti
ilan edip yaygın hale getirmekle beraber, fikri, toplumsal, iktisadi hayatı ilerletmek gereklidir. Bu üç şeklin
hayattaki gelişme dereceleri birleştiği zaman ortaya o milletin harsı çıkar."

📕 ATABE - Cilt 24, s. 380

-----

''Zamanımızın bir Alman tarihçisi gerek Nasyonal Sosyalizmin ve gerek Faşizmin Mustafa Kemal rejiminin
az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur. Çok doğru bir
görüştür.''
(Kaynak: Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali 1, s. 128.)

-----

''Kanını taşıyandan başkasına inanma.''

(Kaynak: Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali (Mahmut Esat Bozkurt sözün, Atatürk'e ait olduğunu
aktarıyor.) 1, s. 373.)

-----

''Benim milliyetçilik fikrim, aynı soydan, dinden ve tabiattan bir halkın milliyetçiliğidir. Yüzlerce yıl
boyunca Türk İmparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha başka sözde
azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının kaynağı olmuşlardı; bu ve eski fetih
düşüncesi... (...) Biz şimdi Türküz, sadece Türk. İşte bunun içindir ki, Woodrow Wilson'un gayet iyi ifade
ettiği kendi kaderini tayin idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Bu, milliyetçilik demektir,
ama Avrupa'nın pek çok yerlerinde kendi kaderini tayini engelleyen bencil cinsten bir milliyetçilik değil.
Ne de keyfi gümrük duvarları ve sınırları demek. Bizim milliyetçiliğimiz, ticarette açık kapıyı, ekonominin
yeniden canlandırılmasını, bir anavatanda şekil bulan, memleketi üzerindeki gerçek bir vatanseverliği
ifade eder. Kan ve fetihle dolu bunca yıldan sonra nihayet Türkler, bir anavatana kavuşmuşlardır. Bunun
sınırları belirlenmiş, dert kaynağı olan azınlıklar ayrılmıştır. İşte bu sınırların içinde mevkiimizi korumak ve
kendi kurtuluşumuz için çalışmak, kendi evimizin efendileri olmak niyetindeyiz.''

(Kaynak: Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt: 16, sayfa: 38)

-----

"Zira ben bazıları gibi kamuoyunu, din bilginleri çevresini yavaş yavaş benim düşüncelerim seviyesinde
fikir oluşturmaya ve düşünmeye alıştırmak sureti ile bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete
karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, bu kadar yıl yüksek öğrenim gördükten, sosyal ve medeni hayatı
incelemek ve hürriyetin tadını çıkarmak için hayatımı ve zamanımı sarf etikten sonra halkın seviyesine
ineyim? Onları kendi seviyeme çıkarayım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. Ancak bu
meselede incelenmeye değer bazı noktalar var, bunları iyice kararlaştırmadan işe başlamak hata olur."

Kaynak:

-----

''Yurdu kooperatifleştirmek Cumhuriyet Türkiye'sinin en isabetle üstüne bastığı mühim mes'elelerden


biridir. Kemalizmin ekonomik akidesinin ifadesi olan kooperatifçilik memleketin sür'atle inkışafı ve
sarfedilen enerji nisbetinde temiz ve ıslah edilmiş randıman alınması için en kestirme bir yol, ve en doğru
bir sistemdir. Yaşadığımız devrin ilmî ve fennî kanaatlerinin en güzel ve en doğru ifadesi, sosyoloji dili ile
solidarizm ve ekonomi dili ile de kooperatizmdir. Bu sistemdir ki, musavat ve hak fikrini iktisadî sahada
sola ve sağa kaçmaksızın temin eder.''
-Necip Ali Küçüka

| 18 Temmuz 1936, Anadolu Gazetesi, s. 2

-----

"Türk milleti, maruz kaldığı darbeler karşısında mevcudiyetini muhafaza etmiştir. Gerçi hariçten gelen bu
darbelerin sonuncusu Osmanlı devletini yıktı, fakat asli unsur olan Türk milletini mahvedemedi."

Kaynak: ATABE - Cilt 15, s. 111

-----

-Atatürk'ün Ziya Gökalp için ''Fikirlerimin Babası'' Dediği İddiasının Tarihsel Gerçeklik ile Uyuşmaması

Atatürk'ün fikirlerinin babası için genellikle Ziya Gökalp gösterilir. Hatta bir adım daha da öteye gidilerek,
Atatürk'ün Gökalp için ''fikirlerimin babası'' dediği iddiası ortaya atılır, Atatürk ve Gökalp aynı ideolojinin
ürünleri diye tasnif edilir. Fakat Atatürk'ün ve Gökalp'in fikrî derinlikleri irdelendiğinde ve incelendiğinde
ise bunun tam tersi görülür. En başta Ziya Gökalp bilindiği üzere ''Hars ve Medeniyet'' eserinde, ''Hars ile
Medeniyet'in İlişkisi'' bölümünde hars (kültür) ve medeniyetin (uygarlığın) ayrı olduğu görüşünü
savunurken1 Atatürk ''En ilmi olanı harsla medeniyeti birleştirmektir.''2 diyerek hars (kültür) ile
medeniyeti (uygarlığı) birbirinden ayrı olmayan şeyler görüşünü benimsemiştir. Görüldüğü üzere Gökalp
ve Atatürk, hars - medeniyet ilişkisi mevzusunda birbirinden ayrı görüşler beyan etmişlerdir. Bir başka
görüş ayrılığı olarak da Gökalp, ''Türkçülüğün Esasları'' eserinde ''Türkçülüğü mefkûresinin büyüklüğü
noktasından üç dereceye ayırabiliriz: (1) Türkçülük (2) Oğuzculuk yahut Türkmencilik (3) Turancılık''3
diyerek Turancılığı, Türkçülüğün bir ülküsü olarak saymışken Atatürk, Nutuk'ta ''Hiçbir sınır tanımayarak,
dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir devlet halinde birleştirmek, gayrikabil-i istihsal bir hedeftir. Bu,
asırların ve asırlarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı hadisat ile meydana koyduğu bir
hakikattir.''4 diyerek Turancılığı, imkansız bir hedef olarak görmüş, çok hanlı hadiselere sebep olduğunu
belirtmiş ve reddetmiştir. En dikkat çeken görüş ayrılıklarından bir tanesi de Gökalp ve Atatürk'ün millet
tanımında farklı görüşlere sahip olmalarıdır. Gökalp, ''Milet, lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça
müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir.''5 tanımlamasıyla
millet tanımı görüşünü ortaya koymuş fakat Atatürk ise ''Din birliğinin de bir millet oluşumunda etkili
olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini
görmekteyiz.''6 sözüyle Gökalp'in millet tanımındaki din etkeninin millet oluşumunda etkisiz olduğunu
belirtmiş, ''Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir
topluluktur.''7 diyerek kendi görüşünce millet tanımını ortaya koymuştur. Özellikle, Gökalp ''Bu
ifadelerden anlaşıldı ki millet, ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir.''8
derken Atatürk, Türk milletinin kökleşmesine etkili olduğu görülen etkenlere 'siyasi varlıkta birlik' ve 'ırk
ve köken birliği'8 unsurlarını yerleştirerek Gökalp'e bu yönden de paralel olmayan bir yaklaşım ortaya
koymuştur. Görüldüğü üzere her ne kadar 'kaynağı bilinmez' şekilde Atatürk'ün, Ziya Gökalp için
''fikirlerimin babası'' dediği rivayet edilse de bu aksine Atatürk ile Gökalp arasında birçok görüş ayrılığı
olması nedeniyle tarihsel gerçeklik ile uyuşmamaktadır.

1-Ziya Gökalp, Hars ve Medeniyet, Bilgeoğuz Yayınları, Sayfa: 33

2-Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt: 24, Sayfa: 380

3-Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Sayfa: 24

4-Nutuk—Söylev, 2. Cilt, 1920—1927, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Sayfa: 586

5-Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Sayfa: 19

6-Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler, 2. Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Sayfa: 44

7-Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler, 2. Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Sayfa: 40

8-Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler, 2. Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Sayfa: 45

-----

"Milliyet, yegâne vasıta-ı iltisakımızdır. diğer anasır Türk ekseriyeti karşısında haiz-i tesir değildir.
vazifemiz, türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet
edecek anasırı kesip atacağız. vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden evvel o adamın
Türk ve Türkçü olmasıdır."

(Kaynak: 27 Nisan 1925, Türk Ocakları, Vakit Gazetesi.)

-----

26 Ağustos 1942, Akşam Gazetesi, s. 4 / 6 Haziran 1943 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 7 / 18 Haziran 1940
Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8 [Gedikli Erbaş Hazırlama ve Askeri orta okula talebe] / 20 Temmuz 1942
Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 4 / 7 Şubat 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12 / 14 Haziran 1943 Tarihli
Ulus Gazetesi Sayfa 6 / 10 Temmuz 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 15 / 9 Mayıs 1940 Tarihli
Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 8 / 18 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8 / 6 Mayıs 1940 Tarihli Tan
Gazetesi Sayfa 8 / 16 Mayıs 1944 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8 / 17 Mayıs 1939 Tarihli Akşam
Gazetesi Sayfa 16 / 23 Nisan 1943 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8 / 5 Mayıs 1944 Tarihli Cumhuriyet
Gazetesi Sayfa 4 / 3 Temmuz 1942 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 4

-----

''Beyaz ırktan olan Türkler, antropolojik tasniflerimizin l'Homo Alpinus tipi dediği başlıca büyük camiaya
mensuptur. Neolithiquelerden evvel bilinmiyen ve bugün Avrupaya mebzuliyetle yayılmış olan bu
brachycephale tip, Egenin öte kıyısında orta Asyadan Marmara sahillerine kadar geniş mıntakaları bugün
olduğu gibi işgal etmiş ve etmektedir.''

-Afet İnan
| 16 Haziran 1938, Son Posta, s. 14

-----

''Avrupada pek mebzul olarak temsil edilmekte bulunan iki ırk - Dinarik ve Alpin - ırkları menşei aslî
itibarile Türk halkının mühim bir kısmı ile aynı cihetten geldiklerini iddia edebilirler.''

-Profesör Pittard

| 6 Nisan 1938, Son Posta, s. 11

-----

''...Türk milliyetçiliği herhangi bir kütle hareketi değildir. O bir millî harekettir. Yâni ırkın vicdanının
derinliklerinde yatan asıl melekelerin tehlike karşısında kollektif bir tahteşşuur kuvveti halinde
zuhurudur.''

| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 995

-----

''Bu şahsiyet, ırkının en seçme seciyelerini ve enerjisini benliğinde zübdeliyen ve bu suretle kollektif
tahteşşuurun timsali halini alan bir zekâ ve bir irade sentezi, bir kelime ile, bir dehâdır. (...)

İşte Türk millî hareketinin ve Türk milliyetçiliğinin bu dehâsı, Atatürk'tür. Millî benliğe inan ve güven
veren, gayesini ve ülküsünü gösteren, hulâsa millî şuurdan tarihe yeni bir devlet çıkaran Atatürk'tür.

Asîl ve temiz Türk kanının yarattığı bu büyük dâhiye kurtardığı ve yükselttiği Türklük ile beraber insaniyet
de minnettardır.''

| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 995

-----

''Türk milliyetçiliği evvelâ Türklüğe siyasî istiklâlini alarak millî benliği milletlerarası hukukunun şerefli bir
şahsiyeti yapmakla; sonra da kendi haklarına hürmet edildiğini istediği kadar başkaların haklarına da
hürmet etmeği millî ve ahlakî bir vazife tanımakla gelecekte teessüsüne ümit bağlanan bu millî camialar
birliğine ve bu cihanşümul nizama Türk milletini bugünden hazırlamış bulunuyor.

| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 993

-----

''Bunun için eski devrin fertçi, liberal ve kozmopolit ekonomisi yerine camiacı, devletçi ve millî ekonomi
sistemi konulmuştur.''
| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 992 - 993

-----

''Biz burada bu uzun münakaşaya girmeden, kısaca, diyeceğiz ki; milliyeti vücuda getiren ne sadece
maddî ne de sadece manevî elemanlar değil, bunların birleşmesinden ve kaynaşmasından hâsıl olan
sentezdir. Müşterek soy, dil, tarih, kültür ve ideal birbirini tamamlıyan faktörlerdir. Buna göre Türk milleti
türkçe konuşan, damarlarında Türk kanı taşıyan, yahut Türk asıllarından geldiğine inanan, mazide ataların
şahsında Türklüğ'ün acı, tatlı günlerini yaşamış yahut bu günlerin hatıralarını benimsemiş olan, gönlü ve
kültürü ile Türklüğe bağlı ve Türküm diyen vatandaşlardan mürekkeptir.''

| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 986

-----

''Milliyetçilik ana prensiptir, çünkü yeni Türkiye devleti, bütün müessese ve teşkilâtiyle bu fikir üzerine
kurulmuş ve şimdiye kadar bütün işlerinde ilhamını bu fikirden almıştır.

Milliyetçilik ana prensiptir, çünkü milliyetçi Türk devletinin diğer vasıf ve prensipleri tarihen millet
fikrinden doğmuş ve millet benliğinin peyderpey inkişafının birer zarurî ve lojik neticesi olarak zuhûr
etmiştir.''

| II. Türk Tarih Kongresi, 20-25 Eylül 1937, İstanbul, Ali Fuad Başgil, Türk Milliyetçiliğ – Doğuşu – Mânası –
Gayesi ve Vasıfları, s. 984

-----

"Türk tarihinin ilk çağlarında milletin fertleri arasında hiç bir fark yoktu. Göze görünen mevki ve makam
farkları herkesin uhdesine verilen vazifelerden ibarettir ki, bu vazifelerin muhtelif dereceleri arasında
ehemmiyet itibarile fark olsa da vazifenin şerefi ve vazifeyi görenin haysiyeti noktasından hiç bir fark
yoktu. O devirde ulus adamları yalnız atları ile anılır, atlarının başına hiç bir sıfat ve paye eklenmezdi.
İftihar olunan yegâne sıfat Türk ulusundan olmaktı. Bunun en parlak misali Atillânın Romalılara verdiği
sade, fakat büyük cevaptır."

-Şükrü Kaya

📕 | TBMM Zâbıt Ceridesi, Devre: IV, Cilt: 25, İçtima: 4, Sekizinci inikat, 26 Kasım 1934 Pazartesi, s. 42

-----

"İşte yabancı müelliflerin Büyük Millî Reisin adına nispetle '' Kemalism ,, dedikleri Türk inkılâp hareketinin
temel prensipleri bunlardır. Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk Milletinin tarihine, ihtiyacına,
içtimaî bünyesine ve mefkûresine en uygun olduğu kadar, bütün dünyadaki sistemler içinde de en sağlam
ve en mükemmel olanıdır."
📕 | Tarih IV (4) - Türkiye Cümhuriyeti, 1931, İstanbul, Devlet Matbaası, sayfa: 187

-----

Dil hususunda insanoğlunun konuşmaya başladığı en eski dilin ve bütün dillerin anasının Türkçe olduğu
kuramını ileri süren, kültür hususunda ise İslâm'a yer bırakmamayı esas tutarak bir taraftan özleştirmeye
çalıştırdığı Türk kültürünü korumak gayesi güden diğer taraftan da Türk kültürüyle uygun düşecek şekilde
Batı kültüründen alan ve ırk hususunu beyaz ırkın l'Homo -Alpinus tipine dayandıran bir lâik millîyetçilik
anlayışı.

-----

''Binaenaleyh cumhuriyetçilik, ırkçılık için en esaslı prensiplerden birisidir.''

(Kaynak: Hakimiyet-i Milliye, 25 Nisan 1927, 1. Sayfa)

''Bundan kesdettiğim, öjenik ile birlikte muasır cemiyetlerin tabiiyet ve mekteplere kabul hususunda
vazettikleri bazı tedbirlerdir. Askerî mekteplere talebe kabulünü bildiren ilânlarda «öz Türk ırkından
olmak» kaydine her gün gazetelerde rastlıyoruz. Ecnebi kadınlarla evlenmek hususunda Devlet
memurlarının tabi oldukları şartları keza biliyorsunuz. Hele bazı Avrupa memleketlerindeki Yahudi
düşmanlığı ve bundan mülhem idarî, ve hukukî tedbirler malûmdur. Bu neviden meş'ur müdahaleler, millî
zümreyi istenen bir vaziyette tutmak veya tasarlanan şekle sokmak için ittihaz edilmektedir.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 29. Sayfa)

''İlmî bakımdan tutunacak bir davaya benzemiyen ırkçılık hasıl oluyor da bu kadar kuvvetli bir surette
yaşıyor, hatta bazı siyasî ideolojilere istikamet veriyor? Almanyada, Rumanyada, İtalyada, arasıra
Türkiyede ırkçılık cereyanlarının bulunduğu gözle görülür vâkılardandır.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 30. Sayfa)

''O halde ırk ve millet meselesinde mühim olan unsur halk millet olma hâdisesidir. Bu hâdise bir yerde
tamamlanmamısa, yani tarihî ve içtimaî temsil ameliyesi noksan kalmışsa, birlik ve beraberlik duygusu
muhtelif sebeplerden dolayı gerçekleşmemişse ortaya bir ırk meselesi çıkar ve çıkmalıdır. Görüyorsunuz
ki biz ırkcılığı inkâr etmiyoruz, yalnız meselenin vaz'ediliş tarzında bir değişiklik yapıyoruz.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 31. Sayfa)
''Modern milletlerin ırkcılıkdaki ifratları (meselâ bizde askerî mektepler için ileri sürülen haklı kayitler ve
şartlar) bundan ileri geliyor.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 31. Sayfa)

''Renan, Fransa halkını her şeye rağmen tek bir millet yapan kültür ateşinde yaratıp tarihe hediye etmek,
özünü Türk her bulan genç için mukaddes bir endişedir.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 32. Sayfa)

''İşte arasıra memleketimizde de yer ve zemin bulan ırkcılık hareketleri kanaatimizce tam millet haline
gelme temayülünün ifadeleridir.''

(Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 17 - 19. Kitap, Z. F. Fındıkoğlu - Irk ve Millet, 33. Sayfa)

"İşte ben de Kemalizmi, ayrı ırkî şuur güdenlere karşı müteyakkız, hatta zaman zaman müfrit ırkçı diye
belledim ki, hakikat da budur. Ancak, yukarda da arzettiğim gibi, ben bu derece ırkçı olamadım. Ve ayrı
ırkî şuur güdenlere karşı ihtiyat prensibini kâfi gördüm."

(Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 428. Sayfa)

"Devletimizin, bütün askerî okullara ve harp okullarına talebe alma hususunda koyduğu «Öz Türk ırkından
olmak» şartı malûmdur. .. Bu şart her yıl resmen gazetelerle ilân edilmiş, efkârı umumiye de devleti bir
kere daha ırkçı bellemiştir. Bunu «ilânı verenin şahsî fikri» saymak imkânsızdır. Çünkü eğer ırkçılık, hele
tatbikat haline giren ayırıcı bir ırkçılık suçsa, Cumhuriyet kuruldu kurulalı resmen gazetelerle ilân edilen
bu şartla işlenen ağır suçlara karşı harekete geçilmediği ve Genel kurmayın, bundan habersiz kalıp,
farkına varmadığı iddia edilemez. Her halde Türkiye Genelkurmayı bu kadar gafil değildir."

(Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 428 - 429. Sayfa)

''Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü de, talebe alma şartlarında «öz Türk ırkından olmak»kaydını
koymuştur. (Buna müteallik 23.10 941 tarihli Resmî Gazete ilânı delil olarak sunulmuştur). Nafıâ vekaleti
de, Avrupa'ya talebe gönderme şartları meyanında bu kaydı koymuştur. Gariptir, ırkçılık sebebile mevkuf
tutulduğumuz İstanbul Emniyet Müdürlüğünde, Birinci Şubenin Birinci Kısmında resmen bir «Irk Masası»
mevcuttur ki vazifesi; alınacak polislerin, askerî talebelerin vs. ailevî ırklarını tesbittir. Talihin tuhaf
tecellisi, bizi ırkçılık yaptığımız için tutan hükumet organlarının, yanıbaşımızda, ırkçılığın tam tatbikatını
yapmalarıdır. ''
(Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 429. Sayfa)

"Bizim tevkifimizden sonra, Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Sabit Noyan imzasile resmen gazetelerde
çıkan bir ilânda, şu sarih ırkçı ibareler göze çarpmaktadır:

«Sergis Ayaz - İstanbullu Sürpikten doğma, Ermeni Irkından: Haraçya Alyanakyan - Jako İsak - İstabnul'lu
Reyna Dolyon'dan doğma, Musevi ırkından. - İstanbul'lu Serkodi'den doğma Ermeni Irkından Savaros
Ayaz'ın, Ask. Pos. 14914 K. lığı mahkemesine müracaat etmeleri tebliğ olunur. - 24/ağustos/1944 Korg.
Sabit Noyan, Örfi İdare Komutanı.»

Aynı Örfi İdare Komutanı adına huzurunda ırkçıyız diye suçlandırılıyoruz. Anayasanın 88 inci
maddesindeki «din ve ırk farkı olmaksızın» ibâresile Kemalizmin tutumu aynı olsaydı herhalde Korg. Sabit
Noyan böyle bir ilân neşredemezdi."

(Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 429 - 430. Sayfa)

"Adliye Vekâletinde 2 yıla yakın bir zaman İntihap Bürosu umumi kâtip muavini olarak çalışmıştım. İnzibat
meclisi raportörü sıfatile elimden yüzlerce hâkim sicili geçti. Gerek bu sicillerde, gerekse tahkikat dosyası
müfettiş fezlekelerinde, ırkî menşe ve ırkî şuur meselesine birinci derecede önem verildiğini gördüm.
İntihap Bürosundaki vazifem dolayısile, bir keresinde, Avukat bir Rum vatandaşımızın istidası ile
ilgilendim. Bu Rum vatandaş Hâkimler Kanunun aradığı bütün şeraiti haiz olduğunu bildirerek hakimlik
talebinde bulunuyordu. Tabii kanunda ırk ve din farkı mâni sebepler meydanında sayılmadığından, bu
Rum vatandaşın kabulü icap ediyordu. Reddedildi. Tekrar itirazen müracaat etti ve kanunların kendisine
— Vatandaş sıfatile — tanıdığı hakkı ileri sürerek talebinde ısrar etti. Müsteşar Selim Nafiz Akyol'a
danıştık (ben ve umumi kâtip). Müsteşar, bu Rum vatandaşın hâkim olmasına Anayasanın ruhu mani
olduğundan bahsile, herhangi bir sebep serdile reddedilmesini bize emretti. Bir başka sefer de, Şeyh
Said'in kardeşi — Galiba Sait Kaçar — Hakimlik şeraitini haiz olduğunu söyleyerek müracaat etmişti.
Tahkikat raporu kendisine Kürtçülük şuurunun uyanık bulunduğunu bildirdiğinden reddedildi."

(Kaynak: Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, 430 - 431. Sayfa)

''Kemalizm Türkçülüğü, Ziya Gök Alp Türkçülüğünü reddetmez, tamamlar. Ziya Gök Alp için, menşe birliği
mevzuubahs değildi; yabancı kaynaktan gelen fakat Türk kültürüne temessül eden ve onunla kaynaşan
her şey Türktü. Kemalizm Türkçülüğüne göre ise, «her Türk asıllı olan Türktür»; yabancılaşmağa yüz
tutmuşsa, onu tekrar Türk kültürüne döndürmeli, zira o Türkün malıdır. Bu mefkûreleri içtimaiyat
terimleriyle tarif etmek lâzımgelirse, şöyle bir hülâsa yapılabilir:

Beşer toplulukları, başlıca üç esasa göre husule gelirler: Siyasî tabiî ve somatik (yani sırf antropolojik,
gövde teşekkülü bakımından). Siyasî topluluk, bir «millet» (nation) teşkil eder. Tabiî bir topluluğun
esasları ise, somatik (yani bedenî), lengüistik, ve kültürel vasıflardan mürekkeptir, ki buna da «etni»
(éthnie) denir. Ethnide mümeyyiz vasıf olarak, somatik, lengüistik veya kültürel vasıflardan her hangi biri
hakim olabilir. Somatik bir topluluk ise, «ırk» (race) denilen ana esasa istinad eder. Bu tasnifte görülüyor
ki, siyasî topluluk müstesna, bütün reel topluluklarda somatik unsur esastır. Türkiye Cümhuriyeti sadece
siyasî bir topluluk olmadığına göre onun bünyesinde diğer iki topluluk şekillerini tetkik edelim. Ziya Gök
Alp Türkçülüğünde - Durkheim'dan mülhem olmasına rağmen - tam bir etni mefhumu yoktu, çünkü
somatik âmil nazarı itibara alınmamıştı; buna mukabil, kültür bahsinde dine fazlaca ehemmiyet verilmiş
ve İslâmiyet, Türklüğün şartlarından biri sayılmıştı. Kemalist Türkçülük ise, hem somatik hem de tabiî
topluluğa, yani aynı zamanda hem ırk hem etni esaslarına istinad ediyor; kültür bahsinde dine büyük bir
rol bırakmıyarak, onun oynayacağı kültürel ve millî rol, başka âmillerle telâfi edilmiş bulunuyor. Bu ekolü
kuran Ebedî Şefimiz Atatürk olmuştur.''

(Kaynak: Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 19. Kitap, Agop Dilaçar - Alpin Irk, Türk Etnisi ve Hatay Halkı, s.
6 - 7)

''Kemalizm Türkçülüğü bugün onlara kendi öz benliklerini, öz menşelerini bildirmiş ve Türk etnisinden
olduklarını göstermiştir. Bizdeki rasizm işte bundan ibarettir...''

(Kaynak: Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 19. Kitap, Agop Dilaçar - Alpin Irk, Türk Etnisi ve Hatay Halkı,
17. Sayfa)

'' 2 — Millîcilik : Nasyonal-sosyalizm ırkçılığı ve komünizm de beynelmilelciliği terviç ettiler. Kamalist


Türkler ise bu iki cereyanın ortasında kalarak millîciliği kabul etmiş bulunuyorlar.

Türk vatandaşlık kanununa göre nazarî olarak Türkiyede yaşıyan her Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Arap,
Çerkes, Kürt vesaire resmen Türk sayılıyorsa da fiiliyatta bazan objektivizmden sübjektivizme
gidildiğinden hissiyata kapılarak yurtdaşlar arasında bir takım farklar gözetiyoruz. Ve meselâ memur ve
zabitliği Türklere hasrediyoruz.

İslâmcılık sünnîcilik gibi ümmetçi yani milletler arası idi. Biz bundan zarar gördüğümüzden
Cümhuriyetimizi millîci esaslara göre kurduk. Millîcilik cereyanları 1789 Fransız ihtilâli ile başlamıştır.''

(Kaynak: Suphi Nuri İleri, Koperativler, İkinci Baskı, İstanbul, Arkadaş Matbaası, 1941, 69. Sayfa)

-----

Peyami Safa Bey, ''Hitler ve Nasyonal - Sosializm'' kitabı hakkında ''bu da nesi?'' başlığı altında bir yazı
neşretmiştir. İki tane de sual sormuştur. Bu iki suallerden birincisi Hitler'in, Türk kavmi, milleti ve ırkı için
bu kadar sitayişle dolu bir kitap neşredilmesine izin verir mi sualidir. Bu sualler, Hitler'e arzedilmiş ve
buna karşılık iki suale cevaplar vermiştir. Bunlardan birincisine verilen cevap aşağıdadır:

'' 1 - Alman matbuatında ve senelerdenberi yeni intisar etmekte olan Almanca eserlerde Türkiyenin
ırkçılığını müdrik yükselişini bilâ kaydüşart terviç ve takdir eden neşriyat çoktur.''

(Kaynak: 2 Aralık 1933, Cumhuriyet Gazetesi, s. 5.)

-----

''Türk ırkçılarının iddialarının bütünüyle temelsiz olduğu söylenemez. CHP’nin ırk ve irsiyetin önemine
ilişkin konferansları ve Ankara Halkevi’nin yayın organı olan Ülkü’de ırkın saffeti ve kuvveti üzerine
yayınlanan çeviri makaleler, ırk teorisinin Kemalist seçkinler üzerindeki nüfuzunun açık örnekleridir.
Özellikle millî ırk ıslahı (eugenics) teorisi, Kemalist seçkinler üzerinde öylesine etkili olmuştur ki, sağlıklı ve
yüksek kaliteli bir Türk nüfusuna sahip olmak için millî ırk ıslahı politikaları geliştirmek amacıyla çok
sayıda kitap ve makale yayımlanmış ve bilimsel konferanslar düzenlenmiştir. Irk ıslahı “bilimi” (eugenics),
daha mükemmel ve üstün insan toplulukları meydana getirmeye çalışan politikalar belirlemeyi hedefler.
Evlilik muayenesi, kısırlaştırma, seçilmiş kişiler arasında cinsî birleşme, yabancılarla evlilikten sakındırma,
göç politikaları gibi politikalarla ırkın saffet ve kuvvetinin muhafazası öjeniksin aslî özelliğidir. Kemalist
ulusçuluğun etnisist ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt’un İsviçre’de eğitim gördüğü yıllarda
“karşılaştığı Türk gençlerine, her zaman, ‘buralarda evlenmek yok, Türk kızları bizi bekliyor’ demesi,
yabancılarla evlilikten sakınmanın bir örneğidir.''

(Kaynak: Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene Türk Ulusal Kimliğinin Etno-seküler Sınırları (1919-
1938), İletişim Yayınları, sayfa: 168)

-----

Devlet Sendikacılığı
Korporatist Meclis
Regülasyon Ekonomisi
Vatanseverlik paydasında milliyetçilik
İş bölümü üzerinden toplumsal ayrım
Marksist ve Kapitalit sınıf yargılarının reddi
Sınıf Çatışmasına karşı uzlaşmacı anlayış (Solidarizm)

-----

“Ermenilerin bu feyzli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte
Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. (...) en sonunda Asya’nın göbeğinden
tamamen kaynayan Türkler soyundan ırkdaşlar buraya gelerek memleketi, geçmiş ve asli hayatına iade
ettiler. Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada
hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.“

📰 | 21 Mart 1923, Hakimiyet-i Milliye


-----

Şu ciheti de tebarüz ettirmeliyim ki: ben komünist değilim. Türk milliyetcisiyim. Böyle doğdum, böyle
öleceğim. Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile , gözlerimi dünyaya
onun rüyaları içinde kapayacağım.. Tıpkı Uhud şehidi Said ankedo-tu gibi. Peygamberimizin
arkadaşlarından Said, Uhud'da şehid olarak ölürken baş ucunda bulunanlara demiş ki : “ Gidiniz!
Peygambere deyiniz ki, onun şehidlere müjdelediği cennetleri görüyorum ve şimdi oraya girmek üzere
bulunuyorum! Said müslümanlığa bu kadar inanmıştı. Ben de Türk birliğine bundan fazla inanıyorum.

(Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 191.)

-----

Kemalist Milliyetçiliğin Fiziksel Antropoloji Temelli Ulus İnşası

Türk Tarih Kongresinde Şevket Aziz Kansu'nun bir Türk ailesini ''Alp adamı'' diye adlandırılan ırkın tarifini
yapmak ve tarifini desteklemek amacıyla getirmiş olması Kemalizm'in fizikî antropoloji temelli bir ulus
inşası gayesi gütmesine oldukça sağlam bir örnektir. İlk önce Şevket Aziz Kansu'nun ''Alp adamı'' diye
adlandırılan ırk tipini nasıl tarif ettiğine bakmak gereklidir. ''Alp adamı brakisefal, ince burunlu, vasatî
veya vasatîden uzun boylu, buğday renkli kumral, dağlı adam dediğimiz tiptir.''1 Kansu, sonrasında ise bu
tarifini kuvvetlendirmek için getirmiş olduğu Türk ailenin fertlerinden önce babanın fiziksel tanımını ''İnce
ve uzun burunlu brakisefal ve Antropoloji kitaplarında bu karakterle tavsif edilen halis dağlı adam, Alp
adamı, Türk adamı. Apdullah, koyu olmıyan gözlere buğdaydan daha açık renkli kumral bıyıklara ve beyaz
bir tene sahiptir.''2 cümleleriyle yapmakta, hemen sonrasında da ailenin yavrularını ''İşte yavruları, saçları
altın renkli olan bu yavru Türk ırkına mensuptur. İşte Alp adamı. Ortaasiyadan gelmiş olan adam, bizim
ecdadımıza bağlı olan adam (...) Türk yavrusuna bakınız; asırlık ihmallere rağmen hâlâ bereketli olarak ve
bereket taşıyarak fışkıran uyanıklığı, kabiliyetleri kat'iyen mahvolmayan...''3 şeklinde fiziksel bir tariften
geçirerek Türklerin ''Alp adamı'' diye adlandırılan Beyaz ırka mensup oldukları savını güçlendirmektedir.
Burada Kemalizm'in ulus inşasında fiziksel antropolojiyi temelleştirdiği ve fiziksel antropolojiden oldukça
yararlandığı göze çarpmaktadır. Dolayısıyla Kemalizm, 1930'lara kadar ağırlıklı olarak sürdürdüğü
''sosyolojik ulus'' projesini, 1930 sonrasında geliştirdiği ''antropolojik ulus'' projesiyle paralel olarak
ilerletmiştir.

1: (1. Türk Tarih Kongresi, Şevket Aziz Kansu, Üçüncü Oturuş, Türklerin Antropolojisi)

2: (1. Türk Tarih Kongresi, Şevket Aziz Kansu, Üçüncü Oturuş, Türklerin Antropolojisi)

3: (1. Türk Tarih Kongresi, Şevket Aziz Kansu, Üçüncü Oturuş, Türklerin Antropolojisi)

-----

Alman Basınında Kemalizm'in, Faşizm ve Nasyonal Sosyalizmin Aynı Minvalde Değerlendirilmesi

Kemalizm, 1930'larda Batı'da genel olarak yeni Türk rejiminin tanımı ve Türkiye'nin yegâne ideolojik yolu
anlamında kullanım halindeydi. Mesela Fransızca olarak ''La Turquie Kemaliste'' başlıklı bir dergi ve bu
dergilere benzer neşriyatlar yayınlanıyordu. Fakat Kemalizm'i sadece Türk rejiminin tanımı ve Türkiye'nin
yegâne ideolojik yolu olarak kavramsallaştırmak yetmezdi. Aynı zamanda Kemalizm'i kategorize de etmek
gerekirdi. Kemalizm bir Sosyalizm miydi? Kemalizm bir liberal demokrasi miydi? Hayır, hakikatte
Kemalizm bir sosyalizm veya liberal demokrasi olmadığı gibi böyle yanlış bir kategorizasyonda
yapılamazdı. Alman basınında Kemalizm, Nasyonal Sosyalizm ve Faşizmle ortak minvale sahip bakış
açısıyla değerlendiriliyordu. Bu değerlendirme pek doğruydu çünkü aynı şekilde Kemalist siyaset adamları
ve aydınlarda bu ortak düşünceyi taşıyorlardı. Alman basınına örnekler:

''Kaderin ilk talebini çoktan yerine getirmiş Orta Avrupa halkları, Almanya'da Nasyonal Sosyalizm'le,
İtalya'da faşizmle ve Türkiye'de Kemalizm gibi, kendi yaşam kanunlarıyla yeniden doğuyorlar...''1

''Almanya'nın tek anlam ve biçim kaynağının Nasyonal Sosyalizm olduğu büyük bir ideolojik değişim
çağında yaşıyoruz. Ama Türkiye'de Kemalizm var, İtalya'da faşizm var, diğer ülkelerde de kendilerine özgü
yeni anlamlar ve biçimler hazırlanıyor.''2

''NSDAP Ofisi Büyükelçi Werner Daitz konuşmasında, Almanya'da Nasyonal Sosyalizm, Türkiye'de
Kemalizm ve İtalya'da Faşizm olarak kendini gösteren çağımızın büyük olaylarının siyasi bir değişimden
kaynaklanmadığını söyledi. sistem, ancak gelgit dalgasını tüm dünyaya gönderecek büyük bir ideolojik
atılımla ilgili.''3

''Kemalizm ve faşizm ilk olarak daha küçük çatlaklardan ortaya çıktı. İlk büyük merkezi salgın Nasyonal
Sosyalizm döneminde meydana geldi.''4

''Ancak Yunanistan için faşizm, Nasyonal Sosyalizm veya Kemalizm mutlak model değil. Üç sisteme
dayanan fikirlerin Yunanistan'da Yunanistan koşullarına dönüştürülmesi gerekiyor.''5

''Atatürk'ün devrimci hareketi olan Kemalizm'in basın propagandasıyla sarsılamayacak kadar güçlü
olduğuna inanıldığını belirtiyor.''6

Görüldüğü üzere yazılarda özetle, Kemalizm'in, Faşizm'in ve Nasyonal Sosyalizm'in ortak amaca sahip
oldukları, ortak dönüşümler oldukları vurgulanmaktadır. Ayriyeten son yazıda da Kemalizm'in basın
propagandası ile sarsılamayacak kadar güçlü olduğu inanından söz edilmektedir.
Kaynakça:

(Kaynak: Die Glocke. Ausgabe C. 1934-1945, Friday, 24.02.1939, seite 6.)

(Kaynak: Solinger Tageblatt : die Nachmittagszeitung der Klingenstadt : aelteste Tageszeitung im


Stadtkreis Solingen, Thursday, 12.07.1934, 1 seite.)

(Kaynak: Der sächsische Erzähler : Bischofswerdaer Tageblatt ; (Tageblatt für Bischofswerda, Neukirch
und Umgebung), Wednesday, 01.11.1933, seite 7.)

(Kaynak: Jeversches Wochenblatt: Friesisches Tageblatt ; gegr. 1791, Samstag, 06.10.1934, seite 9.)

(Kaynak: Süddeutsche Zeitung : für deutsche Politik und Volkswirtschaft, Tuesday, 02.01.1934, seite 11.)

(Kaynak: Hamburger Fremdenblatt, Morgenausgabe, Thursday, 21. 10. 1937, Seite: 1)

-----

''Her şeyde olduğu gibi, militarizmde insan mesleğini sevmelidir, ona sevgiyle sarılmalı veya bu meslekten
ayrılmalıdır, zira bu felâketlere yol açabilir.''

(Kaynak: Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar - Cilt 23, Sayfa: 435)

-----

''Zengin bir hatıra mirasına sahip; beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatta samimî
olan; ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların
birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.''

(Medeni Bilgiler, Milletin Genel Tanımı)

-----

Atatürk'ün, ulusçuluk anlayışının günümüzce ''aslının ne olduğu'' mevzusu tartışmaya son derece kapalı
bir dogmatikleşmiş algı tesiri altında kaldığı gözle görülür bir vâkıadır. Özellikle, 1950'den sonra vuku
bulan ''Atatürkçülük'' adı üzerinden kişilerin kendi fikirlerini meşrulaştırmak amacıyla Atatürk'ü
kendilerine bir araç ve kalkan olarak kullanmalarının etkisi günümüze kadar süregelmiştir. Atatürk'ün
ulusçuluk anlayışı, ''Atatürkçülük'' adını sahiplenen kimseler tarafından da tek yönlü ve asılsız bir
indirgenmeye maruz kalmış ve dejenerasyona, revizyona tabii tutulmuştur. Örnek olarak Atatürk'ün
ulusçuluk anlayışına bir slogan olarak kullanılan ''Kendini Türk hisseden herkes Türk'tür'' sözünün
Atatürk'e ait olmaması ve Atatürk tarafından söylenmiş olduğuna dair kanıt olarak bir kaynağa
dayanmaması da epey güldürücü ve şaşırtıcıdır. Atatürk'ün ulusçuluk anlayışı aslında bir anda
kuramlanagelmiş bir ulusçuluk anlayışı değildir. Bir ulusçu hareketin tarihsel evriminin son halidir. Fransız
devrimiyle beraber ortaya çıkan ya da aslında bir duygu olarak var olduğu bilincine varılan ''nationalism''
sözcüğü eski Türkçe'ye ilk ''kavmiyetçilik'' olarak çevrilmiş, ilerleyen zamanlarda ise aslında bir ''din birliği
esasına müstenid içtima'' anlamına gelen ''millet'' sözcüğü ''nation'' sözcüğünün anlamlarına karşılık
gelecek biçimde revize edilmiş ve ''nationalism'' kelimesinden hareketle de ''milliyetçilik'' kelimesi
türetilmiştir.

-----

''Eğer tam bir program olmaz, bu programın her tarafı vuzuhlandırılmazsa hiç bir rejim, zihin
kargaşalığından kurtulamaz. Bizde ara sıra gördüğümüz bu kargaşalık, programımız olmamasından, hatta
eksik olmasından değil, Kemalizm'in ideolojisi yapılmamasından, her tarafa çekilebilir müphem ve umumî
esaslar bir takımlarının hoşuna gitmesindendir.''

Kaynak: Moskova-Roma, s. 8

-----

''Ağır ve ciddi bir sesle ''yakın âtiden bahsetmemeliyiz'' dedi, ''harp tehlikesi bulunduğumuz zaman da
vardır.''

Avrupadaki vaziyetin birkaç ay evvelkisine nazaran daha gergin olup olmadığını sorunca, ''daha fenadır,
daha çok fenadır'' dedi, ''harbın ciddiyetini nazarı dikkate almıyan bazı gayrisamimî önderler, taarruzun
vasıtaları (agent) ları olmuşlardır. Kontrolları altındaki milletleri, milliyetçiliği ve ananayı yanlış bir şekilde
göstererek ve suiistimal ederek aldatmışlardır. Bu buhranlı saatlerde hercümerce mani olmak için
kütlelerin kendileri karar vermeleri ve mesuliyet mevkiini yüksek karakterli ve yüksek moralli, vicdanlı
insanların eline tevdi etmeleri zamanı gelmiştir. Bu gecikmeden yapılmalıdır.''

(...) ''eğer harp bir bomba infilâkı gibi birden bire çıkarsa milletler, harba mani olmak için, müsellâh
mukavemetlerini ve malî kudretlerini mütearıza karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidirler. En seri ve
en müessir tedbir, muhtemel bir mütearıza, taarruzun yanına kâr kalmıyacağını açıkça anlatacak bir
beynelmilel teşkilâtın kurulmasıdır.''

(...)

''Harp çıktığı takdirde Amerika bitaraflık siyasetini muhafaza edebilir mi?'' dedim.

''İmkânı yok'' dedi, ''imkânı yok. Eğer harp çıkarsa, Amerikanın milletler camiasında işgal ettiği yüksek
mevki herhalde müteessir olacaktır. Coğrafî vaziyetleri ne olursa olsun milletler birbirine birçok
rabıtalarla bağıdırlar.''

(...)

''Şuna da kaniim ki eğer devamlı sulh isteniyorsa kütlelerin vaziyetlerini eyileştirecek beynelmilel
tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyeti umumiyesinin refahı açlık ve tazyikin yerine geçmelidir. Dünya
vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.''

(...)

''...Türkiye, muhtemel sulh bozucularının birbirleriyle harbetmek için boğazlardan geçmesine mani
olmaya mecburdur.'' (...) ''Türkiye buna asla müsaade etmiyecektir.'' dedi.

Kamâl Atatürk'e neden dikatör diye çağırılmaktan hoşlanmadığını sordum: ''Ben diktatör değilim'' dedi.
''Benim kuvvetim olduğunu söyliyorlar. Evet bu doğrudur. Benim arzu edip te yapamıyacağım hiç bir şey
yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine ram
edendir. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.''

Kaynak | 21 Haziran 1935, Ulus, s. 1 ve 3, Atatürk'ün Mis Baker ile Mülakatı

-----

''İşte bundan dolayı bir ırk birliği, dil birliği, kültür birliği, vatan birliği, din birliği ve muazzam bir tarih
birliğiyle birbirine bağlanmış ferdlerden mürekkeb olan Türkiye Türklüğü siyasî ve sun'i bir
«Nation=Millet» değil, tabiî bir teşekkül evsafını haiz kuvvetli bir Nationalité=Milliyet, yahud öteki ismile
bir «Ethnie=Kavmiyet» dir.

Bu muhtelif râbıtaları inkâr edip Türklüğü yalnız bir tek milliyet esasına müstenid saymakla onu sun'i ve
siyasî bir teşekkül gibi göstermiş ve zayıflatmış olacağımızı unutmamalıyız. Bu bakımdan, muhtelif devlet
dairelerinin geçen yazımızda resmi vesikalarını gözden geçirdiğimiz ırkçılığı, turancılığı, dilciliği, vatancılığı
ve kültürcülüğü bir kül halinde ele alınınca nasıl tenkid ve muahaze edilebilir? Zaten cemiyetin millî
şuurile tarihî bünyesinde bütün bu esasların mevcud olduğu yalnız o resmi telâkkilerde değil, 30-40 yıllık
matbuat tarihimizde bir çok akisler bırakmış fikir cereyanlarile de sabittir: Tabiî bütün bunlar, hep ayni bir
hakikatin muhtelif çephelerinden görünüşleri demektir; ırkçının da, kültürcünün de, vatancının da
gördüğü hep aynı millî bünyedir.

...umumî ve müşterek bir milliyet târifi elde etmek için artık bütün mesele bu milliyetin tarihî bünyesinde
âmil olan sekiz prensipin şöyle bir terkib halinde ifadesinden ibaret kalır:

«Bütün Türk âleminin merkezi ve bugünkü ana-yurdunda umumî Türk tarihinin vâris ve mümessili olan
Türk milliyeti Tâbiiyet, Vatan, Dil, Din, Irk, Kültür, İdeal ve müşterek Tarih birliklerile birbirine bağlı
ferdlerden mürekkeb bir kütledir.»''

| 8 Eylül 1937, Cumhuriyet Gazetesi, Türk Milliyetinin Tek ve Müşterek Târifi - İsmail Hami Danişmend, s.
2

-----

''Diejenigen völker Mitteleuropas, die dereits die erste Forderung des Schicksals erfüllt haben,
Wiedergeburt aus eigener Lebensgesetzlichkeit, wie Deutschland durch den Nationalsozialismus, İtalien
durch den Faschismus und die Türkei im Kemalismus...''
''Kaderin ilk talebini çoktan yerine getirmiş Orta Avrupa halkları, Almanya'da Nasyonal Sosyalizm'le,
İtalya'da faşizmle ve Türkiye'de Kemalizm gibi, kendi yaşam kanunlarıyla yeniden doğuyorlar...''

(Kaynak: Die Glocke. Ausgabe C. 1934-1945, Friday, 24.02.1939, seite 6.)

''Wir leben in einer Zeit größten weltanschaulichen Umbruchs, für den der Nationalsozialismus die
alleinige deutsche Sinn= und Form=gebung ist. Aber in der Türkei ist der Kemalismus, in Italien der
Faschismus, und in anderen Ländern bereiten sich gleichfalls ihnen eigentümliche neue Sinn= und
Formgebungen vor.''

''Almanya'nın tek anlam ve biçim kaynağının Nasyonal Sosyalizm olduğu büyük bir ideolojik değişim
çağında yaşıyoruz. Ama Türkiye'de Kemalizm var, İtalya'da faşizm var, diğer ülkelerde de kendilerine özgü
yeni anlamlar ve biçimler hazırlanıyor.''

(Kaynak: Solinger Tageblatt : die Nachmittagszeitung der Klingenstadt : aelteste Tageszeitung im


Stadtkreis Solingen, Thursday, 12.07.1934, 1 seite.)

''Schon vor dem Jahre 1914 bebte die letzte 500jährige intellektuelle Kruste — im Weltkrieg barst sie
sodann. Nationalsozialismus, Kemalismus und Fascismus und alles das. was noch kommen wird, sind die
ersten großen Eruptionen, die die veraltete intellektuelle Kruste für neue 500 Jahre mit einer neuen
glühenden und feurigen Schict, mit einer neuen Weltanschauung und Kulturschicht überdecken
werden.''

''1914'ten önce bile, son 500 yıllık entelektüel kabuk sarsıldı - sonra Dünya Savaşı sırasında patladı.
Nasyonal Sosyalizm, Kemalizm ve Faşizm ve daha yaşanacak olan her şey, köhnemiş entelektüel kabuğu
bir 500 yıl daha yeni bir parıldayan ve ateşli kabukla, yeni bir dünya görüşü ve kültürel katmanla
kaplayacak ilk büyük patlamalardır.''

(Kaynak: Ostdeutsche Wirtschafts: Zeitung, Ausgabe B, Breslau, 12. Jahrgang, den 17. November 1933,
Nummer 17, ''Recht statt Gewalt! Die Friedensmission des Nationalsozialismus Von Gesandtem Werner
Daitz, Hauptabteilungsleiter im Außenpolitischen Amt der NSDAP'', seite 292. [gazete pdf'i linkini
bıraktım ve gazete de de 6. sayfa'da geçiyor.]) http://sbc.org.pl/Content/686278/PDF/iii302880-
1933_1934-17-0001.pdf
''Kemalismus und Faschismus traten zuerst aus kleineren Bruchspalten hervor. Im Nationalsozialismus
erfolgte der erste große zentrale Ausbruch.''

''Kemalizm ve faşizm ilk olarak daha küçük çatlaklardan ortaya çıktı. İlk büyük merkezi salgın Nasyonal
Sosyalizm döneminde meydana geldi.''

(Kaynak: Jeversches Wochenblatt: Friesisches Tageblatt ; gegr. 1791, Samstag, 06.10.1934, seite 9.)

''Aber für Griechenland ist nicht Faschismus noch der Nationalsozialismus oder der Kemalismus
unbedingtes vorblld. Die in den drei Systemen verankerten Ideen bedürfen in Griechenland der
Umformung auf griechische Verhältnisse.''

''Ancak Yunanistan için faşizm, Nasyonal Sosyalizm veya Kemalizm mutlak model değil. Üç sisteme
dayanan fikirlerin Yunanistan'da Yunanistan koşullarına dönüştürülmesi gerekiyor.''

(Kaynak: Süddeutsche Zeitung : für deutsche Politik und Volkswirtschaft, Tuesday, 02.01.1934, seite 11.)

''Amt der NSDAP., Gesandter Werner Daitz, sagte in seiner Ansprache, das große Geschehen unserer
Tage, das sich als Nationalsozialismus in Deutschland, als Kemalismus in der Türkei und als Faschismus In
Italien zeige, sei nicht auf politischen Systemwechsel zurückzuführen, sondern es handele sich um einen
großen weltanschaulichenDurchbruch, der seine Flutwelle um den ganzen Erdball senden werde.''

''NSDAP Ofisi Büyükelçi Werner Daitz konuşmasında, Almanya'da Nasyonal Sosyalizm, Türkiye'de
Kemalizm ve İtalya'da Faşizm olarak kendini gösteren çağımızın büyük olaylarının siyasi bir değişimden
kaynaklanmadığını söyledi. sistem, ancak gelgit dalgasını tüm dünyaya gönderecek büyük bir ideolojik
atılımla ilgili.''

(Kaynak: Der sächsische Erzähler : Bischofswerdaer Tageblatt ; (Tageblatt für Bischofswerda, Neukirch
und Umgebung), Wednesday, 01.11.1933, seite 7.)
"Bei einer Großoperation gegen Batum z. B. würde bestimmt nicht die Türkei der letzte glückliche
Besitzer werden. Es bleibt zu hoffen, daß die Türkei den bewährten außenpolitischen Grundsätzen des
Kemalismus treu bleiben wird, eingedenk des „Nationalpakts'' von Ankara (1920), der die territortalen
Ansprüche der Türkei auf national und völkisch dem jungen anatolischen Staatwesen untrennbar
zugehörige, mit ihm homogene Gebiete beschränkt hat."

"Örneğin Batum'a yönelik büyük bir operasyonda Türkiye kesinlikle son şanslı taraf olmayacaktır.
Türkiye'nin, toprak taleplerini genç Anadolu devletinden ayrılamaz ve ulusal ve etnik açıdan onunla
homojen olan bölgelerle sınırlayan Ankara'daki "Misak-ı Milli "yi (1920) akılda tutarak, Kemalizm'in
kanıtlanmış dış politika ilkelerine sadık kalacağı umulmaktadır."

(Kaynak: Westfälische Zeitung : Bielefelder Tageblatt, Thursday, 18.04.1940, seite 3.)

''Den französisch inspirierten Meldungen aus dem Orient, daß die Kemaliste» keine RassakreS begehen
muß energisch entg gengetreten werde». Der Pantürkismus wie ihn die Regierung Mustapha Kemals in
Reinkultur darsellt, ist absolut christenseindlich, absolut kulturfeindlich, absolut europafeindlich.''

''Doğu'dan gelen ve "Kemalistlerin" ırkçı suçlar işlemediğine dair Fransız esintili raporlara şiddetle karşı
çıkılmalıdır. En saf haliyle Mustafa Kemal hükümeti tarafından temsil edilen Pan-Türkizm, kesinlikle
Hıristiyanlığa, kesinlikle kültüre ve kesinlikle Avrupa'ya düşmandır."

(Kaynak: Berliner Börsen-Zeitung / Morgenausgabe, Saturday, 11.02.1922, page 2.)

''In dem Leitartikel heißt es, man köhne überzeugt fein, daß der Kemalismus, diye revolutionäre
Bewegung Atatürks, zu stark sei, als daß sie durch Pressepropaganda erschüttert werden köhne.''

''Yazı, Atatürk'ün devrimci hareketi olan Kemalizm'in basın propagandasıyla sarsılamayacak kadar güçlü
olduğuna inanıldığını belirtiyor.''

(Kaynak: Hamburger Fremdenblatt, Morgenausgabe, Thursday, 21. 10. 1937, Seite: 1)

-----

''Bizim inkılabımız, bir ihtilal olmaktan öte, bir millî yenilenmedir. Türk inkılabının amacı, bir taraftan; Türk
ırkının hayat ve bekasını tehlikeye atan sebepleri ve Türk'ün refah ve mutluluğuna engel olan unsurları
ortadan kaldırmak, diğer taraftan; eskimiş, yaşam gücü sönmüş temellere dayanan Doğu milletleri
sınıfından çıkarak, hayatını çağdaş esaslar üzerine kuran, medeni bir Batı milleti olmanın gereklerini
yerine getirmektir.''

(Kaynak: Atatürk'ün Not Defterleri, 12. Cilt, İkinci Bölüm, Sayfa: 17)

''Eski hukukumuzun menbaı Arab İslâm hukuku idi. Dinî nokta-i nazar bu hukukun mîzân ve mikyâsı idi.
Dinî nokta-i nazar ancak hukuk-ı medeniyye değil; hatta kavânîn-i esâsiyyede bile hükmünü icrâ
ediyordur. Yeni hukukumuzun menba'-ı ilhâmı bir cihetden Türkçülük, diğer cihetden Garbcılıkdır.''

(Kaynak: Atatürk'ün Not Defterleri, 12. Cilt, Üçüncü Bölüm, sayfa: 56)

''Evvelâ Socialite olmalı maddesini anlamalı.''

(Kaynak: Atatürk'ün Not Defterleri, 2. Cilt, 3. Bölüm, sayfa: 52)

''Evvelâ Socialiste olmalı

Maddeyi anlamalı!''

(Kaynak: Ali Mithat İnan, Atatürk'ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, s. 51)

''Türk Ocakları Türk tarihinin kutsiyetini, Türk milletinin asaletini, dünyaya ilk tarihi kuranın kendi soyları
olduğunu anlamayı başardıkları gün vazifelerini yapmış olacaklardır. Türklerden âlim, dâhi, düşünür
yetişmez iddiaları gerçekle taban tabana zıttır. Gerçeklerle tutarlı değildir. Çünkü Batı'ya ilk medeniyeti
götüren, Türklerdir.''

(Kaynak: Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt: 24, Sayfa: 380)

-----

Atatürk'ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı

Atatürk'ün millet anlayışını kavrayabilmek için ilk olarak onun millet tanımlarına bakmak lazımdır. ''Zengin
bir geçmiş mirasına sahip bulunan; birlikte yaşamak konusunda ortak arzu ve kabulde samimi, içten olan;
ve sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam konusunda iradeleri ortak olan insanların
birleşmesinden meydana gelen topluluğa millet adı verilir.''(1) ''Gerçekte, geçmişten ortak zafer ve
üzüntü mirası; gelecekte gerçekleştirilecek aynı program; birlikte sevinmiş olmak, birlikte aynı ümitleri
beslemiş olmak...''(1) ''...bir kültürden olan insanlardan oluşmuş topluluğa millet denir, dersek milletin en
kısa tanımını yapmış oluruz.''(1) ''Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların
oluşturduğu siyasi ve sosyal bir topluluktur.''(2) Buralardan yola çıkarak Atatürk'ün millet anlayışını
kategorize etmek doğru olur. Atatürk'ün millet anlayışında birincil özellik genellikle ortak duygu, ortak
geçmiş, ortak istek ve irade, ortak gelecek sahibi olmak isteği gibi soyut ve duyguların ağır bastığı bir
özelliktir. İkincil özelliği ise milleti dil, kültür birliği gibi öğelere dayandırır. Kısaca bir tarif yapmak
gerekirse buradaki bilgilerin toplamı olarak, Atatürk'ün millet anlayışı ortak geçmiş, ortak gelecek
programı, ortak duygular, ortak dil, ortak kültür, ortak ülkü unsurlarına bağlı ve dayalıdır. Fakat bunlar
tekil bir şekilde Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını kavramak için yeterli değildir. Atatürk'ün Türk milleti
tarifine, Türk milletinin oluşumundaki olguları sıralayışına da göz atmak gerekir. ''Türkiye Cumhuriyeti’ni
kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.''(2), ''Türk milletinin kökleşmesinde etkili olduğu görülen doğal ve
tarihi gerçekler şunlardır: Siyasi varlıkta birlik, Dil birliği, Yurt birliği, Irk ve köken birliği, Tarihi yakınlık,
Ahlaki yakınlık.''(3) Atatürk ilk olarak Türk milletini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkı olarak
tanımlıyor. Buradan Türk milleti anlayışının Türkiye sınırlarıyla çevrili olduğunu görebiliriz. Türkiye sınırları
dışındaki Türkler için ise Atatürk genellikle, özellikle Medeni Bilgiler'de ''Türk toplulukları''(4) diye
tanımlama yapar. Türk milletinin oluşumunda görülen olgulara değindiğimizde ise Atatürk'ün burada bu
olguları ''Türk milletinin oluşumunda var olan bu şartlann hepsi birden diğer milletlerde yok gibidir.''(3)
demesinden dolayı önemsediği oldukça sezilebilir. Irk ve köken birliğini Türk milletinin oluşumundaki
olgulara ilave edişi kafa karıştırıcı gibi gözükse de aslında anlaşılması çok basittir. Atatürk'ün bu olguları
saydıktan bir kaç satır sonrasında Türk milletinin oluşumundaki olgularla diğer milletlerin özelliklerini
karşılaştırmasında ''Güney Amerika’da beyaz ırkla kırmızı derili insanlar dirsek dirseğe yaşayan
Amerikalılardır.''(3) demesinden hareketle kastettiği ırkın antropolojik anlamda bir ırk olduğu ve beyaz ırk
olduğu görülebilir. Ayrıca Afet İnan'ın Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi Türk
Irkının Vatanı Anadolu kitabında Türklerin antropolojik özelliklerini yapılan ölçümlerle ortaya koyduktan
sonra ''Netice'' bölümünde ''...görülmüştür ki Türkiye'de bir ırk birliği mevcuttur.''(5) demesi de
Atatürk'ün söz ettiği ırk ve köken birliğinin hem beyaz ırk olduğuna hem de Türk milletinde bir ırk ırk
birliği olduğunu söylemesine kanıttır. Şimdi ise Atatürk'ün Türk milliyetçiliği tanımını bilmek gerekir. ''Türk
milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası görüşme ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere
paralel ve onlarla aynı uyumda bir ahenkte yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yaradılışını ve başlı
başına bağımsız kimliğini korunmuş tutmaktır.''(6) Atatürk'ün tanımından Türk milliyetçilik anlayışının
bütün çağdaş milletlerle aynı uyum ve ahenkte yürümeyi esas aldığını ve Türk toplumunun özel
niteliklerini ve bağımsızlık sahibi kimliğini korumayı prensip tuttuğu çıkarımına ulaşılabilir. Şimdi ise çok
önemli gördüğüm değerli Agop Dilaçar'ın anlatımıyla Kemalizm'in (dolayısıyla Atatürk'ün) milliyetçilik
(Türkçülük) anlayışına göz atmak gerektiği kanaatindeyim. Agop Dilaçar çoğu kimseden marjinal olarak
Atatürk'ün milliyetçilik (Türkçülük) anlayışını tanımlama da etnik ve antropolojik yöne vurgu yapıyor. Buna
örnek olarak ''...Ziya Gök Alp'ın tasavvur ettiğinden çok daha derin ve kuvvetlidir. Bu mütefekkire göre,
«her Türkleşmiş olan Türktür» ; Türk kültürünü benimsemiş olan herkes, menşei ve nesebi ne olursa
olsun, Türk sayılır ; kendini Türk hisseden herkes Türk camiasının malı olmuştur demektir. Bu, bir hakikat
olmakla beraber, ilim bakımından tamam değildir. Bunu hakikata ve ilme uygun olarak tamamlayan,
Kemalizm Türkçülüğü olmuştur. Kemalizm Türkçülüğü, Ziya Gök Alp Türkçülüğünü reddetmez, tamamlar.
Ziya Gök Alp için, menşe birliği mevzuubahs değildi (...) Kemalizm Türkçülüğüne göre ise, « her Türk asıllı
olan Türktür » ; yabancılaşmağa yüz tutmuşsa, onu tekrar Türk kültürüne döndürmeli, zira o Türkün
malıdır.''(7) ''Bugün Hatay'da Arapça konuşan halk, aslen Türk olup, zamanın icabı olarak Arapça yazmış
olan birer küçük Farabî ve İbni Sinâ'dırlar. Kemalizm Türkçülüğü bugün onlara kendi öz benliklerini, öz
menşelerini bildirmiş, ve Türk etnisinden olduklarını göster miştir. Bizdeki rasizm işte bundan
ibarettir...''(Dilaçar'ın ilk cümlesinden anlaşılacağı özere aslında Kemalizm sıfırdan yeni bir ekol
türetmemiş aksine Gökalp'in Türkçülüğünün varisi olup, ona ırkı ilave etmiştir. Dilaçar'ın ikinci
cümlesinden ise daha da anlaşılır bir biçimde Kemalizm'in milliyetçiliğinin tek yönlü olmadığı,
antropolojik yönününde olduğu vurgulanmış hatta daha da ileri giderek ''bizdeki rasizm'' denilmiştir.
Özetle Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını ''Ortak duygu, ortak geçmiş ve gelecekte gerçekleştirilecek
program, ortak tarih, ortak ahlak, gibi öğeleri birincil unsurlar sayan, dili, kültürü, yurdu, ırkı, kökeni
ikincil unsur saymakla birlikte kimi yerlerde kültürün kimi yerlerde ırkın odaklı olunduğu bir milliyetçilik
anlayışıdır.'' diye tanımlamak doğru olur.

Kaynakça:

(1): Medeni Bilgiler, s. 47, Toplumsal Dönüşüm yayınları, 2. baskı, Arı Matbaası, İstanbul, 2010

(2): a.g.e., s. 37, Toplumsal Dönüşüm yayınları, 2. baskı, Arı Matbaası, İstanbul, 2010

(3): a.g.e., s. 45, Toplumsal Dönüşüm yayınları, 2. baskı, Arı Matbaası, İstanbul, 2010

(4): a.g.e., s. 46, Toplumsal Dönüşüm yayınları, 2. baskı, Arı Matbaası, İstanbul, 2010

(5): Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi Türk Irkının Vatanı Anadolu, Afet İnan, s.
181, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. baskı, Ankara, 2022

(6): a.g.e., s. 48, Toplumsal Dönüşüm yayınları, 2. baskı, Arı Matbaası, İstanbul, 2010

(7): C.H.P Konferanslar Serisi 19. Kitap, Alpin ırk, Türk etnisi, ve Hatay Halkı s. 6-7

(8): C.H.P Konferanslar Serisi 19. Kitap, Alpin ırk, Türk etnisi, ve Hatay Halkı s. 17

-----

''Atatürkün vazettiği prensipleri Türktür. Yani asliyeti ve menşei itibarile tamamile milletin kendi
seciyesinden alınmış ve onun bütün ihtiyaç ve zaruretlerine uygun olarak seçilmiştir. Bu prensipler aynı
zamanda türkçüdür de..'' -Şükrü Kaya

(Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 60, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz üçüncü
inikad)

-----
Kemâlist İnkılâbın Muğlak Mürebbisi: Recep Peker

Geçtiğimiz günlerden 1 Nisan'da Recep Peker'in ölüm yıldönümüydü. Bundan tam 74 sene önce 1950'de
yaşama gözlerini yummuştu. Tini kut bulsun. Recep Peker gerek Kemalizm ve gerek CHP açısından çok
önemli bir figürdür. Halk Fırkası'nın kurulacağı zaman resmi izin belgesinde Atatürk'ten başka bir tek
Peker'in imzası olmasından ötürü Peker için CHP'nin ikinci kurucusu diyebiliriz. Recep Peker CHP'de belirli
bir dönem partinin genel sekreteri olarak görev almıştır. Kendisi CHP'nin üçüncü en yetkin kişisidir. Şevket
Süreyya Aydemir'in Atatürk'ü ''Tek Adam'', İsmet İnönü'yü ''İkinci Adam'' olarak kaleme almasından yola
çıkarak Recep Peker için de ''Üçüncü Adam'' demek yanlış olmaz. Recep Peker genellikle otoriter kişiliği
ve Kemalizm'in doktrinleşme sürecindeki önemli rolüyle bilinir. Otoriter bir kişiliğe sahip olduğu çok
doğrudur ve Kemâlizm'in de ideolojik olarak otoriter bir kimlik kazanmasında Peker'in etkisi oldukça
görülmüştür. Peker, rejimin totaliterliğe yakın kanadının da önemli bir figürüdür. Kemalizm'in yalnız bir
devlet ideolojisinden de öteye giderek ulusal bir ''inan'' olarak kimsenin aleyhinde bulunamayacağı bir
doktrin olmasını istemiştir. Bunu 5 Şubat 1937 günü anayasaya altı ilkenin girmesi tartışmalarında, meclis
tutanaklarında görürüz. ''Yeni hükümler anayasaya geçerken bunların olan manalarını uzun uzun metne
sokmağa kanunun kostrüksiyonu itibarile imkân yoktu. Fakat bir nokta pek açıktır ki, şimdiye kadar ana
kanunun temelini teşkil etmiş olan Cümhuriyetçilik aleyhine yurd içinde hiç kimsenin hiç bir faaliyette
bulunması caiz olmadığı gibi şimdiden sonra da Cümhuriyetçiliğin nakızı olan saltanat lehine bir hareket;
hiç bir kimseden bir hareket sadir olmayacağı gibi, Teşkilâtı esasiyenin umumî bünyesinin teyidatı altında
olarak milliyetçiliğin nakızı olan beynelmilelcilik ve halkçılık nakızı olan imtiyazcılık veya sınıfçılık ve
Devletçiliğin nakızı olan liberallik, lâikliğin nakızı olan klerikallik ve inkilâbçılığın nakızı olan irtica lehinde
hiç bir faaliyet yapılamayacaktır.''1 Recep Peker açıkça altı ilkenin artık bütün ulus tarafından
benimsenmesi ve ilkelere aykırı hiç bir faaliyetin caiz görülmeyeceğini belirtiyor. Aynı şekilde Peker'in
kafasındaki ''parti devleti'' tasavrunun da artık uygulamaya geçtiğini ''Dikkat buyurulmuştur ki, Devlete
vasıf olacak yeni hükümlerin manalarını izah edebilmek için hep Parti programından yardım alıyorum.
Bunun sebebi açıktır. C. H. Partisi yeni Devletin fikir ve politika kaynağıdır. Parti liberal Devletlerde
görülen bir çok partilerden biri değildir. Yeni Devletin hayatı boyunca derin tecrübelerle pişmiş olan
bünyesinden her zaman Devlete esaslar vermiştir. Bu sebeble yeni Devlet vasıflarının anlaşılması için
bütün alâkadarlar bu günkü Parti programından istifade edeceklerdir.''2 cümlelerinden görürüz.
Dediklerimi daha iyi açıklayabilmek için Recep Peker'in o günkü kilit konuşmalarından en mühim
gördüğümü alıntılamak isterim.

''Şimdiye kadar Cumhuriyet Halk Partisinin şuuru içinde beslenib büyümüş olan ve Partinin kendi hususî
ve profesyonel politika telakkisi içinde kalan hayatî esasları biz bu madde ile teşkilâtı esasiye kanununa
eklemekle bütün yurdun müşterek resmî ve kanunî bir rejimi haline sokmak istiyoruz. Bu hâdise,
hakikaten başlı basma büyük bir inkılâb sayılacak kadar mühim bir meseledir. Bu esasların Kamutay
tarafından kabul edilib resmiyet kesbettiği dakikadan itibaren yurddaşlarm lâboratuvarmda çalışan
profesörlerden günün politikası ile uğraşmayanlara ve, işlerin başmda bulunan büyük müdür
arkadaşlardan meselâ Devlet demiryollarının bir makasçısına kadar bütün vatandaşlar bu esaslara
inanacak, bunları sevecek ve bunlara itaat mecburiyeti altma girmiş olacaklardır ve bütün millî faaliyet
ahengi bir manzume halinde birbirini tamamlayan bu yüksek esasların havası içinde akıb gidecektir. Bu
demektir ki, bizzat hayattan alarak Cumhuriyet Halk Partisinin programının içinde yazılmış bulunan bu
hükümler, bu Devletin bundan sonraki varlığında bütün yurddaşları bütünlük ve beraberlik ruhu ile
besleyecek ve millî birlik için daha sıkı bir tedbir alınmış olacaktır. Temyiz mahkemesinin en büyük
hâkiminden en küçük memurlarımıza kadar hüküm veren, tedbir alan, emir veren ve tanzim eden herkes
günlük işini yaparken ve kararmı verirken kendini bu esasların çerçevesi içinde hissetmek mecburiyeti
altma girecektir.''3

Peker'in otoriter karakterinin Kemalizm'e yansıyışı ve etkisi bu son cümlesinden çok net ve belirgin
biçimde anlaşılmaktadır. Bütün bir milletin altı umdeye bağlı olmasını arzulamaktadır ve milletin altı
umdeye sadakati konusunda ''itaat mecburiyetinde olacaklardır'' diyerek total bir düzeni savunduğunu
ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peker'in notlarının toplanmış olduğu '' Recep Pekerin İnkılâb Dersleri
Notları'' kitabında da otoriter yapılı bir karaktere sahip olan Peker'in kitabın ''Parlamantarizm'' adlı
bölümünde de garip bir ifade kullandığı görülmektedir. ''Millet namına iş başına gelmek iddiasında
bulunan parlamantarizmin çok partili hayatı, devir devir öyle vaziyetlere düştü ki, çeşid çeşid partili
parlamentoda iş yapacak derecede kuvvetli parti bulunamadı. Bu istikrarlı bir devlet çalışmasını imkânsız
bir hale koydu. (...) bütün devletin işini başarabilecek bir parti bulunamayınca, birçok partilerden
mürekkeb hükûmetler meydana geldi. Fakat bunların hemen hepsi kendi aralarında bile
anlaşamıyorlar...''4 Peker burada çok önemli bir noktaya değinmektedir. Çok partili düzenin ''istikrarlı bir
devlet çalışmasını imkansız bir hale koyduğuna'' ve partiletin birbirleri aralarında dahi anlaşamadıklarına
dikkat çekmektedir. Daha Türkiye'de çok partili hayat iki kere denenmiş fakat pratikte usulüne göre
uygulanmamış olduğundan Peker'in bu çıkarımlarını Türkiye üzerinden değil de farklı bilhassa çok partili
demokrasiyi devamlı uygulayan ülkelerden yaptığı anlaşılabilir.

Kaynakça:

1: (Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 66, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

2: (Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 67, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

3: (Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 65, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

4: (Kaynak: Recep Peker'in İnkılab Dersleri Notları, sayfa: 18, 19)

-----

''...Almanyadaki Hitlerizm ile Türkiyedeki Kemalizm arasında milliyet prensibi noktasından mühim bir fark
vardır. Alman milliyetçiliği, tahlilci bir milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliği, terkipçi bir milliyetçiliktir.

Alman milliyetçiliği tahlilci olduğu için ırk nazariyesini bir nevi süzgeç gibi kullanıyor. Üç batin evvel
kanında yahudilik şüphesi olan Almanları bile halis Alman saymıyor. (...)
Türk milliyetçiliği ise Türkiyedeki müteferrik ânasırı camia haricine atmak değil, temsil etmek için ırk
nazariyesinden istifade ediyor.''

| Mehmet Asım, 20 Mayıs 1934, Vakit Gazetesi, s. 4

''Bir gün bize deseler ki: — Dünyayı size veriyoruz. Bir Türkün burunu kanasın.

— Hayır.. Deriz. Bütün bir dünya bir Türkün burunun kanamasına değmez.''

| Mahmut Esat Bozkurt, 15 Nisan 1935, Kurun Gazetesi, s. 4

''Bana öyle geliyor, ki Allah Türk milletini, haksızlık edenlere yüzkarasını yüzlerine vursun diye yarattı.''

| Mahmut Esat Bozkurt, 15 Nisan 1935, Kurun Gazetesi, s. 4

''— Hürriyet ve istiklâl, bir millet için nasıl elde edilebilir? Bunu bilmiyen Türk tarihi okusun. Orada
kurtuluş bunu bulacaktır.''

| Mahmut Esat Bozkurt, 15 Nisan 1935, Kurun Gazetesi, s. 4

''Türk dilini sadeleştirmek, sadelik içinde zenginleştirmek lâzımdır, ki bütün bir Türk dünyasile irtibat
halina gelsin, yalnız vatanşümul değil..

Dil buna derler, böyle olmalıdır. Türk gençliğinin bellibaşlı bir işi dilimizi düzeltmektir. Şuna buna inhisari
etmeyecek dil konuşmalı...''
| Mahmut Esat Bozkurt, 15 Nisan 1935, Kurun Gazetesi, s. 4

-----

''Bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, çarpışma demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede
muvaffakiyetle mümkündür. Bu da, manen ve maddeten kuvvete, kudrete dayanır bir keyfiyettir.''

(Kaynak: Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt: 20, Sayfa: 23)

''Hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak.''

(Kaynak: Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt: 15, Sayfa: 229)

-----

Kemalist İktidarda Söylev ve Uygulamadaki Farklılıklar

İsmet İnönü'nün ırkçı - Turancılara karşın 19 Mayıs 1944'te söylediği meşhur "Türk milliyetçisiyiz, fakat
memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız.'' nutku herkesçe bilinmektedir. İsmet İnönü, bu nutku
verdiği tarihte devletin ve ordunun ırkçılığı tavana ulaşmıştır. Askeri mekteplere kayıt ve kabul şartlarında,
harb okulu komutanlığına alımlarda gözetilen şartlarda, Türkkuşu teşkilâtına alım şartlarında ve daha bir
çok kurumda ırk ayrımı gözetilmiştir. Bunlara örnek olarak mesela ırkçı - Turancıların tutuklandığı tarih
olan 3 Mayıs 1944'ün 2 gün sonrasında yani 5 Mayıs 1944'te Cumhuriyet Gazetesi'nin 4. sayfasında(1)
''Harb Okulu Komutanlığından:'' diye başlayan ilânın giriş şartlarında A'da ''Öz Türk ırkından olmak''
ifadesi yer almaktadır. Veya İsmet İnönü'nün 19 Mayıs nutkuna daha yakın bir tarih olan 16 Mayıs 1944'te
Son Posta Gazetesi'nin 8. sayfasında(2) ''Milli müdafaa Vekâletinden'' ilânında bir kaç askeri okula alım
şartlarının 2. maddesinde ''Alınacak Talebenin Türk ırkından olması yapılacak muayenede sağlam çıkması
lazımdır.'' cümlesi geçmektedir. Bir sene öncesine ait ilânlardan da örnek vermek mecburiyetinde
hissederim. 6 Haziran 1943 tarihli Ulus Gazetesinin 7. sayfasında(3) ''Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü
Genel Direktörlüğünden:'' diye başlayan ilşanın 1. maddesinde ''Türkiye Cumhuriyeti tebaasından ve Türk
ırkından olmak'' ifadesi yer alır. 14 Haziran 1943 tarihli Ulus Gazetesi'nin 6. sayfasında(4) ''Millî Müdafaa
Vekâletinden'' diye başlayan ilanında bir kaç askeri okula alım şartlarının 2. maddesinde ''Alınacak
talebenin Türk ırkından olması, yapılacak sıhhî muayenede sağlam çıkması lâzımdır.'' ifadesi geçmektedir.
Dediklerimizi sağlamlaştırmak açısından 1943'ün bir sene öncesine yani 1942'ye de gitmek isterim. 26
Ağustos 1942 tarihli Akşam Gazetesi'nin 4. sayfasında(5) ''Maden tetkik ve arama Enstitüsü Genel
direktörlüğünden:'' diye başlayan ilânın 1. şartında ''Türkiye Cümhuriyeti tebaasından ve Türk ırkından
olmak'' ifadesi bulunmaktadır. Akşam Gazetesi'nin 20 Temmuz 1942 tarihli 4. sayfasında(6) ''Ordu
Hastabakıcı ve Hemşireler Okuluna ait bazı izahat ve okula kayıt ve kabul şartları'' ilânının A maddesinde
''Türkiye Cumhuriyeti tebaasından olmak, ve Türk ırkından bulunmak'' şartı geçmektedir. Aynı zamanda
dediklerimizi bir kaç Kemalist aydının sözleriyle de tescillendirmeyi arzu ederim. Fahri Fındıkoğlu C.H.P.
Konferanslar Serisi 19. Kitap'ta Irk ve Millet konuşmasında ''İlmî bakımdan tutunacak bir davaya
benzemiyen ırkçılık hasıl oluyor da bu kadar kuvvetli surette yaşıyor, hatta bazı siyasî ideolojilere
istikamet veriyor? Almanyada, Rumanyada, İtalyada, arasıra Türkiyede ırkçılık cereyanlarının bulunduğu
gözle görülür vâkıalardandır.''(7) sözü geçmektedir. Ayriyeten bir sayfa öncesinde ''Bundan kesdettiğim,
öjenik ile birlikte muasir cemiyetlerin tabiiyet ve mekteplere kabul hususunda vazettikleri bazı
tedbirlerdir. Askerî mekteplere talebe kabulünü bildiren ilânlarda «öz Türk ırkından olmak» kaydine her
gün gazetelerde rastlıyoruz. Ecnebi kadınlarla evlenmek hususunda Devlet memurlarının tabi oldukları
şartları keza biliyorsunuz. Hele bazı Avrupa memleketlerindeki Yahudi düşmanlığı ve bundan mülhem
idarî, ve hukukî tedbirler malûmdur.''(8) cümlesini kurmaktadır. Suphi Nuri İleri, Kooperativler kitabının
1941 basımında ''Türk vatandaşlık kanununa göre nazarî olarak Türkiyede yaşıyan her Rum, Ermeni,
Yahudi, Arnavut, Arap, Çerkes, Kürt vesaire resmen Türk sayılıyorsa da fiiliyatta bazan objektivizmden
sübjektivizme gidildiğinden hissiyata kapılarak yurtdaşlar arasında bir takım farklar gözetiyoruz. Ve
meselâ memur ve zabitliği Türklere hasrediyoruz.''(9) cümlesini Kemalizm'in milliyetçilik anlayışını
açıklamak için kullanmıştır. Görüldüğü üzere Kemalist iktidarda söylevde ırkçılığın reddinin fakat
uygulamada ırkçılığın vuku bulmasını delillendirdik. O halde diyebiliriz ki İsmet Paşa Hazretleri, 19 Mayıs
nutkunu ırksal ayrımlara ve ırkçılığa karşı olmasından dolayı değil (zaten ırksal ayrımların en çok İsmet
Paşa hazretleri döneminde görüldüğü bir hakikattır) tamamen siyasî gerekçelerden ötürü, yükselen
Sovyetler tehlikesine karşı önlem almak için yapmış olsa gerek.

Atatürk'ün Yakup Kadri'nin ''Partinin doktrini ne olacak?'' sorusuna karşın söylediği ''Doktorin istemem
donar kalırız'' sözü Kemalizm'de tamamen pragmatizmin hakim olduğu yönündeki iddiaya bir slogan
olarak kullanılır. Halbuki bu söz uygulamayı yansıtmamaktadır. Öncelikle doktrin kelimesinin ne olduğunu
bilmek gerekir. Atatürk'ün kurmuş olduğu, Türk Dil Kurumu, doktrinin öz Türkçe karşılığı olan öğreti
kelimesi için ''Toplumda herhangi bir alanda çığır açan bir düşünce adamının ortaya koyduğu görüşler,
ilkeler bütünü'' anlamını vermektedir. 1935 CHP Parti Programı'nın 2. sayfasına baktığımızda da ''Yalnız
bir kaç yıl için değil geleceği de kapsayan tasarlarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır.
Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kamâlizm prensipleridir.'' sözünü açıkça görmekteyiz. Burada da
faydayı yaşamın merkezine oturtan ve faydayı kutsayan pragmatizmin sürekli değişmeye müsaitliğine
karşın olarak CHP Programı'nın ana hatlarının yalnızca bir kaç yılı değil geleceği de kapsadığını
görmekteyiz. Ayrıca Türk Dil Kurumu'ndaki ''İlkeler bütünü'' anlamını taşıyan öğreti kelimesinin de
''partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kamâlizm prensipleridir.'' cümlesiyle doğru orantılı olduğu hatta
anlam bakımından Kamâlizm'in bir öğreti yani doktrin olduğu sonucuna çok rahatlıkla varılabilir. Üstelik
Kemalizm öğretisinin benimsenip benimsenmemesinde kişinin iradesinin özgür olmadığı da CHP'nin altı
umdesinin 5 Şubat 1937'de anayasaya girmesinden ve o günkü meclis konuşmalarından da anlaşılabilir.
Öncelikle altı umdenin anayasaya girmesi demek, artık ülkede altı umdeye aykırı bir şeyin
benimsenmesinin yasak olması hatta altı umdeyi benimsememenin anayasal bir suç haline gelmesi
demektir. 5 Şubat 1937 gününde mecliste daha ılımlı bir eğilim taşıyan Halil Menteşe'nin ''Şimdi
ekonomide liberal taraftarı ferdiyetci bir vatandaş ortaya çıkar da propagandaya başlarsa...''(10) diye
başlayan sualine Rasih Kaplan'ın ''Öbür dünyaya gitsin, deriz.''(10) yanıtı, Şemsettin Günaltay'ın ''bir
liberal çıkıb liberalizm esaslarını, bir komünist çıkıb komünizmi müdaafa edemeyecek midir diye
sordular? Hayır etmeyecektir, edemeyecektir. Teşkilâtı esasiye kanununa muhalif her hangi bir hareket
nasıl bir cürüm ise, bu esaslara muhalefet te ayni şekilde cürüm sayılacaktır.''(11) demesi ve Recep
Peker'in 6 umdeyi ve 6 umdenin nakızı olan düşünceleri sayarak, 6 umdenin nakızı olan düşüncelerin
lehinde hiç bir faaliyet yapılamayacaktır(12) demesi 6 umdenin bir ilkeler bütünü olmasından ötürü
doktrin (öğreti) olması bir yana, 1937'den itibaren 6 umdenin benimsenmemesinin anayasal suç haline
gelmesi çok açık bir şekilde gözle görülür bir vâkıadır. Netice itibarıyla diyebiliriz ki Atatürk, ''doktrin
istemem donar kalırız'' demişse de, uygulamada ve hakikatte bunun tam tersi bir siyaset gütmüştür. Yani
Kemalizm bir doktrindir fakat bu söyleve pek yansımaz.

KAYNAKÇA:

(1): 5 Mayıs 1944 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin 4. sayfası

(2): 16 Mayıs 1944 tarihli Son Posta Gazetesi'nin 8. sayfası

(3): 6 Haziran 1943 tarihli Ulus Gazetesi'nin 7. sayfası

(4): 14 Haziran 1943 tarihli Ulus Gazetesi'nin 6. sayfası

(5): 26 Ağustos 1942 tarihli Akşam Gazetesi'nin 4. sayfası

(6): 20 Temmuz 1942 Tarihli Akşam Gazetesi'nin 4. sayfası

(7): (Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 19. Kitap, Fahri Fındıkoğlu, ''Irk ve Millet'', 30. sayfa)

(8): (Kaynak: C.H.P. Konferanslar Serisi 19. Kitap, Fahri Fındıkoğlu, Irk ve Millet, 29. sayfa)

(9): (Kaynak: Suphi Nuri İleri, Koperativler, İkinci Baskı, İstanbul, Arkadaş Matbaası, 1941, sayfa 69.)

(10): (Kaynak: TBMM Zabıt Ceridesi, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 62, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

(11): (Kaynak: TBMM Zabıt Ceridesi, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 65, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

(12): (Kaynak: TBMM Zabıt Ceridesi, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 66, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

-----

Kemalizm'in millet anlayışı antropolojik , ırkî ve evrimsel esasları önceliğe alır ve major manada
asimilasyoncu - pozitivisttir, ırk hususunu Alp adamı, yani beyaz ırka dayandırır ve millet kuramını Türklük
kültür havzasında oluşturur. Kemalizm Darwinist temellerde bilimsel ırkçılığı savunur.

-----
''...Ankara'da ilk matbuat kongresini kendi başkanlığı altında toplayan Şükrü Kaya : «Kemalizm, sağ veya
sol formüllerin dar çerçevesi altına alınamaz» demişti.''

📕 | Atatürk Devri Fikir Hayatı - Cilt 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 289 - 290

''Emniyet işlerinde memleketin mücadeleye mecbur olduğu cereyanlar, hepiniz görüyorsunuz, sağdan ve
soldan gelen cereyanlardır. Soldan gelen cereyanlar bu memleketin bünyesine, esas kurumuna muhaliftir.
Herhangi bir tesir altında olursa olsun, bunlara mâni olmak, hem her vatandaşın vazifesi hem de
Hükûmetin birinci işidir. Memleketin Bünyesini kemirecek cereyanlara mâni olmak iktiza eder. Buna
kapılan, yahud kaptırılan vatandaşları korumak ve hatta korutmak, Hükûmetin gayet hassasiyet ve
asabiyetle tekib edeceği bir iştir. Sağdan gelen cereyanlar da soldan gelen cereyanlardan daha az muzur
değildir. Haricde kurulan her hangi bir şebekenin tesirlerini burada yürütmek ve bu halkı tekrar evvelki
gibi tagallüb ve tasallüt altına almak istemek bir cinayettir. Bu cinayete mâni olmak, bugünü ve yarını bu
menfi tesirlerden korumak ve bu tesirleri izale etmek, hem her vatandaşın bir vazifesi hem Hükûmetin
hassasiyet ve asabiyetle takib etmesi lâzımgelen bir iştir. Bundan dolayı, vatandaşların canının yanacağına
şüphe yoktur ve bu gibilere acımamak elden gelmez. Amma, büyük bir kütleyi ve daha hidayette tarihin
kurulduğu günden beri bu müstakil ve şerefli yaşamağa alışmış bir ulusun böyle sakat ve zararlı
fikirlerden kurtarmak nihayet hepimizin borcudur. Polisin vazifesi, bunlardan vaktile haberdar olarak
oraya düşecek safdil vatandaşları korumaktır. Bu itibarla, polisi de iyi seçmek icab eder. Polis hakkında
yapacağımız işler bunlardır. Jandarmamızı da, programlı ıslah yolundayız.''

📕 | C.H.P. Dördüncü Büyük Kurultayı Görüşmeleri Tutulgası, 9 - 16 Mayıs 1935, Ankara, Ulus Basımevi,
141 - 142 s.

-----

''Bizim milliyetçiliğimiz, gerek müstakil, gerek başka devletlerin tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri
hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik hissile candan sevmek, onların refah ve inkişafını
candan dilemekle beraber kendisine siyasî iştigal hududu olarak Türkiye Cümhuriyeti hudutlarını kabul
etmiştir.

Türkiye Cümhuriyeti dahilinde türk dili ile konuşan, türk kültürü ile yetişen, türk mefkûresini benimseyen
her fert, hangi dinden olursa olsun Türktür.''

📕 | Tarih IV (4) - Türkiye Cümhuriyeti, 1931, İstanbul, Devlet Matbaası, sayfa: 182

-----
"Türklerin fena miras olarak diğer bir şeyi de bir takım tarikatlara salik olmasıdır. Bizim bildiğimiz, Türk
için yegâne doğru yol ve tarikat müsbet ilimlere dayanan milliyetçiliktir. Bu yolu tutmak Türkün maddî ve
manevî hayatı için en büyük kuvvettir.

Bunun içindir ki eğer şurada burada vatandaşlarımızın kalbinde bu yanlış gidişlere küçük bir rabıta
kalmışsa o rabıtayı B. M Meclisinin kararile kökünden silerek bu tarikatlardan uzaklaştırmak istiyoruz.
Koyduğumuz prensiblerden biri de budur."

-Şükrü KAYA

📕 | TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 61, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz üçüncü inikad

-----

30 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 11

-----

''Türklerin boyu, ortalamadan az uzundur. Ekseriyet itibarıyla makroskel'dirler. Çoğu, brakisefal ve


leptorrhinien'dir. Göz ve saçlarının rengi umumiyetle ortadır. Türklerin büyük çoğunluğu, ırk
ayrılmalarında Homo - Alpinus diye tanılan, Avrupa'nın büyük beyaz ırkına mensuptur.''

(Kaynak: Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi Türk Irkının Vatanı Anadolu, Afet
İnan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2022, 3. Baskı, 180. sayfa)

''Türklerde ayrı ayrı kabile isimlerini zikrederken, başka adlar altında da olsa Türk ırk birliğini tebarüz
ettirmek istedik. Bilhassa Anadolu'da bu anketten önce yapılmış olan incelemelerde bazı kabile isimlerine
göre (meselâ Laz, Kürt gibi) rakkamlar verilmiştir. Biz Bunları coğrafî bölgeleri gösterdiği için öylece
koyduk. Bu karşılaştırmada da görülmüştür ki Türkiye'de bir ırk birliği mevcuttur.''

(Kaynak: Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi Türk Irkının Vatanı Anadolu, Afet
İnan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2022, 3. Baskı, 181. sayfa)

-----

"Dünyada insanların mahiyetini, asaletini anlamak için çok seneler geçti. Ancak ...(?) son asırda
belirtebildiği belgelerle hakikat anlaşılmak üzeredir. Yeni hakikatlere göre artık insanlar baş ve iskelet ve
yüz görünümlerine göre sınıflara ayrılmaktadır. Bu son tasnife göre Türk, dünyanın akılda, güzellikte,
tenasüpte en mütekamil mahlukudur. Bu hakikati milletime bildirmekle onların zaten orijinal olan
enerjilerini kuvvetlendirmiş olduğumu sanıyorum. Ben bununla müftehirim."
ATATÜRK Kol. Kls. Nu.: 16; Dosya Nu.: 460; Fihrist Nu.: 1-2.

📕 | Türk Tarihi Yazıları, T. C. Genelkurmay Başkanlığı Ankara, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2008, s. 111, 112

-----

"Tarih tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak lâzımdır. Bazı imansızlar olabilir,
bunlar yol kesenlere benzer; aldırmayınız."

(Kaynak: Türk Tarih Kurumu, Belleten, Nisan 1939, Cilt 3 - Sayı 10, Âfet - Atatürk ve Türk Tarih Tezi, s. 246)

-----

''Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve
bütün Türkleri birleştiren «ulusalcılığımız»dır. O halde felsefemizde «din» sözcüğünün tam karşılığı
«ulusalcılık»tır. Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman
namuslu ve her zaman onurlu bir insandır.

Yüksek bir ulusun, ulusalcı bireyleri, ak günde mutlu, kara, günde dayanıklı ve kanlı günde ezicidir.''

(Metnin yanına, «Aferin», «Alkışlar» sözcükleri el yazısı latin harfleri ile yazılmıştır.)

(Kaynak: Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, 171. sayfa)

''Hangi ulusun yüceliği, Türklüğün ululuğu kadar tarihin bilinmeyen enginlerine uzanmıştır? Ve en nihayet
hangi ulus ölürken azraili tepeliyerek dirilmiştir? Dünyada Türk olmak kadar onur mu var? Ve Türk olmak
kadar «din» mi var?...''

(Sayfa dışına «Aferin, Aferin» diye yazılmış.)

(Kaynak: Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, 173. sayfa)

-----

Varlık Vergisi Uygulaması:


Ermeniler: %232 oranında vergi ödüyorlar.

Yahudiler: %179 oranında vergi ödüyorlar.

Greko-Rumen: %156 oranında vergi ödüyorlar.

Türk olanlar: %4,94 oranında vergi ödüyorlar.

Varlık Vergisi'ni ödemeyen veya ödeyemeyenler Aşkale, Sivas, Sivrihisar gibi kurulan çalışma kamplarına
toplanıyor ve "Emek özgürleştirir" politikası uygulanarak, sosyal devrim ve cumhuriyete yararlı olmaları
için yol yapımı, kar küreme, taş madeni kırma, kerestecilik ve benzeri işlerde iktisadi olarak, Türk asıllılarla
eşitlenene kadar çalıştırıyorlar.

Kamplar sivil değil askeri hükümetin kontrolü altında yönetiliyor, Jandarma değil, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ve Yardımcı Kolluk Kuvvetlerinin gözetiminde işletiliyor.

-----

"Tek bir insanın bir millet haline bu temessülü tıpkı, Pagan dinlerin bazı ilâhî misterlerini andırıyor. Zaten,
onun millet yolunda her hareketinin bir sembolik âyinden farkı yoktu. Acaba, milliyetçiliği bir mezhep, bir
din haline sokmayı aklından geçirdi mi? Geçirmemiş olsa bile, Türklüğü, bütün Türk olan şeyleri,
dindarane bir aşkla sevdiğini biliyoruz ve eminiz ki, dünyaya gözlerini kaparken asîl "soy"un ebediyeti
içinde eriyip gittiğine imanı vardı."

| Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bütün Eserleri 8, İletişim Yayınları, Atatürk, s. 112

-----

''İsmet Paşa devlet idaresinin başkaları tarafından deruhte edilmesi tecrübesine fırsat ve imkân vermek
için başkvekâleti kabul etmemiş ve Gazi hazretlerinin ısrarına rağmen ademi kabulde musır olmuş,
nihayet bir saat süren ısrardan sonra başvekâleti kabul etmiştir.

Gazi Hz. saat onda meclisi terkederek Çankayaya avdet etmişlerdir. İsmet paşa yeni kabinesine alacağı
mebuslarla bir kaç saat mecliste müzakereden sonra kabinesini teşkil ve gece saat iki buçukta Çankayaya
gelerek kabine reisi listesini Reisicumhurun tadikine arzetmiştir. İsmet paşanın başkvekâleti kabul
etmemekteki ısrarını izah buyuran Gazi hazretleri, iktidar mevkiinin başka bir tecrübeye tahammülü
olmadığını söylediler ve dediler ki: ''-Eğer İsmet Paşa hükûmet teşkilini kabul kabulden sureti katiyede
imtina etseydi başvekâleti bizzat deruhte etmekten başka çare kalmazdı. 'Ya ben, ya İsmet Paşa.',,''
(Kaynak: 28 Eylül 1930 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 1)

-----

Recep Peker ve Otoriter Mizacının Kemalizm Üzerindeki Tesiri

Recep Peker, Kemalist rejimde ideolojik bakımdan oldukça önemli bir yere sahiptir. Peker'in otoriter
mizacı, Kemalizm'in formülasyon sürecinde oldukça etkili olmuştur. Recep Peker'in otoriter mizacından
en çok göze çarpan özelliklerinden birisi çok partili hayata muazzam bir şekilde karşıt oluşudur. Recep
Peker, ''Muhtelif partili parlamento hayatı meydana geldi. Bu partiler çoğalınca politika işlerini meslek
edinmiş bir takım türedi adamlar belirdi ve devletlerin, milletlerin hakları için muayyen dedeflere giden
kısa yollar uzatıldı, iç dedikoduları kîllükaller aldı yürüdü.''1 diyerek çok partili hayatın sabit bir program
yerine vakit kaybettiren, çarpışmakta gayesiz olan, birbirini boğazlıyan bir ortam yarattığını vurgulamıştır.
Recep Peker bu yönüyle Kemalizm'de Tek parti düşüncesinin devamlılığında ödün verilmemesi görüşünü
güçlendirmiştir. Recep Peker'in diğer bir özelliği ise ''parti devleti'' fikrinin savunuculuğunu yapması ve
ideolojiyi halkın tamamına benimsetmek isteği düşüncesidir. ''Şimdiye kadar Cumhuriyet Halk Partisinin
şuuru içinde beslenib büyümüş olan ve Partinin kendi hususî ve profesyonel politika telakkisi içinde kalan
hayatî esasları biz bu madde ile teşkilâtı esasiye kanununa eklemekle bütün yurdun müşterek resmî ve
kanunî bir rejimi haline sokmak istiyoruz. Bu hâdise, hakikaten başlı basma büyük bir inkılâb sayılacak
kadar mühim bir meseledir. Bu esasların Kamutay tarafından kabul edilib resmiyet kesbettiği dakikadan
itibaren yurddaşlarm lâboratuvarmda çalışan profesörlerden günün politikası ile uğraşmayanlara ve,
işlerin başmda bulunan büyük müdür arkadaşlardan meselâ Devlet demiryollarının bir makasçısına kadar
bütün vatandaşlar bu esaslara inanacak, bunları sevecek ve bunlara itaat mecburiyeti altma girmiş
olacaklardır ve bütün millî faaliyet ahengi bir manzume halinde birbirini tamamlayan bu yüksek esasların
havası içinde akıb gidecektir. Bu demektir ki, bizzat hayattan alarak Cumhuriyet Halk Partisinin
programının içinde yazılmış bulunan bu hükümler, bu Devletin bundan sonraki varlığında bütün
yurddaşları bütünlük ve beraberlik ruhu ile besleyecek ve millî birlik için daha sıkı bir tedbir alınmış
olacaktır. Temyiz mahkemesinin en büyük hâkiminden en küçük memurlarımıza kadar hüküm veren,
tedbir alan, emir veren ve tanzim eden herkes günlük işini yaparken ve kararmı verirken kendini bu
esasların çerçevesi içinde hissetmek mecburiyeti altma girecektir.''2 Görüldüğü üzere Recep Peker,
Kemalizm'i yani 6 ilkeyi devlete özümsetmiş ve ''parti devleti'' yaratma idealine ulaşmıştır. Peker'in, 5
Şubat 1937'de farklı ideolojileri hatta 6 ilkeyle ilgisi olmayan fikirleri de hedef alması oldukça önemlidir.
''Yeni hükümler anayasaya geçerken bunların olan manalarını uzun uzun metne sokmağa kanunun
kostrüksiyonu itibarile imkân yoktu. Fakat bir nokta pek açıktır ki, şimdiye kadar ana kanunun temelini
teşkil etmiş olan Cümhuriyetçilik aleyhine yurd içinde hiç kimsenin hiç bir faaliyette bulunması caiz
olmadığı gibi şimdiden sonra da Cümhuriyetçiliğin nakızı olan saltanat lehine bir hareket; hiç bir
kimseden bir hareket sadir olmayacağı gibi, Teşkilâtı esasiyenin umumî bünyesinin teyidatı altında olarak
milliyetçiliğin nakızı olan beynelmilelcilik ve halkçılık nakızı olan imtiyazcılık veya sınıfçılık ve Devletçiliğin
nakızı olan liberallik, lâikliğin nakızı olan klerikallik ve inkilâbçılığın nakızı olan irtica lehinde hiç bir faaliyet
yapılamayacaktır.''3 Peker'in bu sözü, Kemalist rejimin otoriter yönünde çok önemli bir yer tutar. Peker,
burada artık Kemalizm'in yani altı umdenin nakızı (tam tersi) olan fikirlerin lehinde olunamayacağını,
faaliyet yapılamayacağını söyleyerek total bir yaklaşım benimsemiştir. Yine Kemalizm'in otoriter
karakterinin gelişmesinde çok önemli bir yer tutan konuşma olmuştur.

1: (Kaynak: Recep Peker'in İnkılab Dersi Notları, 18. Sayfa)

2: (Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 65, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

3: (Kaynak: TBMM ZABIT CERİDESİ, cild: 16, Devre: 5 sayfa: 66, içtima: 2, 5 Şubat 1937 Cuma, Otuz
üçüncü inikad)

-----

"Irak ve Suriye'de evvel ve sonra yerleşmiş olan Türkler oralarda din ve Araplık tesiri altında kalarak
Araplaşmış bulunuyorlar. Bu tesirler olmasa idi bugün oraları baştan aşağı Türk olurdu. Görülüyor ki din,
milliyetçilik yerine ümmetçiliği koyduğu için buna muvaffak olunamamıştır. Çünkü Müslümanlık Arap'ın
malı sayılmış, Arap'a hürmeti mucip olmuştur. Türk'te milliyet duygusunu silmiştir. Bunun neticesi olarak
Irak ve Suriye'dekiler Türk olmadıktan başka oralarda yerleşmiş olan milyonlarca Türk Araplaşmış,
gitmiştir."

Atatürk'ün Türk Tarihi Yazıları, s. 49 - 50

-----

Dini Milliyete Taptırmak: Kemalizm'in İslam'ı Türkleştirme Metodolojisi

Cumhuriyeti ilan etme aşamasında ve sonrasında Atatürk, Milli Mücadele'de beraber olduğu fakat
cumhuriyet ilanına yakın zamanlarda düşünsel olarak ters düşmeye başladığı arkadaşlarıyla bir tasfiye
mücadelesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ya Atatürk tasfiye olacaktı ya da düşünsel olarak ters düştüğü
arkadaşları. Neticede 1926'da inkılabın kanunu gereği bir kısmı siyaseten bir kısmı da hayaten tasfiye
olmuştu. Fakat buradaki asıl olay aslında Atatürk'ün, onlarla ters düşmesinden ziyade, düşünsel
ayrılıklardaki ince çizgiyi yakalamaktır. En göze çarpan düşünsel ayrılık, din meselesiydi. Zaten,
cumhuriyet sonrası Atatürk'e muhalif olan kadroya bakacak olursak, Atatürk'ü genellikle hep "din"
üzerinden sarsmaya odaklanmışlardı. Buna en isabetli örnek, Karabekir olabilir. Karabekir, "Paşaların
Kavgası" kitabında Atatürk'e ait olduğunu iddia ettiği "din karşıtıvari" ifadelerle hem anti - Kemalist
çevrelerin dikkatlerini olumlu yönde üzerinde toplamıştı, hem de Kemalist çevrelerin dikkatlerini
olumsuz yönde üzerinde toplamıştı. Tabi genel olarak akademik camiada, Karabekir'in bu iddiaları,
Atatürk'le arası bozulmuşken yazılmış olmasından ve hatırat olmasından ötürü tartışmaya değer
görülmemiştir. Fakat toplumsal kesimlerde dikkati yakalamıştır. Gerçi, Atatürk'ün bir "İslam karşıtı"
olduğunu iddia etmek zordur. Fakat, İslam dinine karşı sert bir reaksiyona sahip olduğunu kendi el
yazılarından görebiliriz.
"Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; (Ikre, Bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar,
uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan bu
ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır. Bu zihniyetle hareket edenler İslam'dan önce evrensel
Türk uygarlığının bütün belgelerini imha etmekte engel görmediler."1 (Atilla Oral - Atatürk'ün
Sansürlenen Mektubu, 2011, s. 61)

-----

(📕 Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğinin Parti Örgütüne Genelgesi, İkincikânun 1938 den 30
Haziran 1938 tarihine kadar, Cilt - 12, B. M. M. Kitaplığı, Es. No. : 1941- 803, Remiz : S. S. 170 / 14, Ulus
Basımevi, 1938 s. 74, 75)

-----

"...Ziyada iki ve hatta üç şahsiyet vardı. Birisi mütefekkir Ziya, ikincisi memleketin mukadderatını eline
almış, büyük siyasî bir teşekkülün başında bulunan Ziya, üçüncüsü de mutaassıp derecesine varan
«Türkçü» Ziya!"

📕 | Ağaoğlu Ahmet, 27 Ekim 1934 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 3ft

You might also like