Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 15

PİYANO

Bestecilerin piyanoya olan ilgi ve sevgileri, çeşitli zaman ve mekânlarda müzik kültürünün oluşumunu
sağlamış ve bu müzik kültürünün geçirdiği aşamalar da piyano tarihini oluşturmaktadır. Piyanonun
1709-1711 yıllarında İtalyan usta Bartolomeo Cristofori tarafından Floransa’da icadından çok daha
önce, bu müzik aletinin öncülü olarak eski Yunanistan’da, hareketli desteğin yardımıyla, farklı
yüksekliklere sahip tek telli, klavyesiz çalgı olan “monokord” karşımıza çıkmaktadır.

Monokord (M.Ö. 500)


Pisagor’un, M.Ö. beş yüzlü yıllarda, müzikal
seslerin matematiksel ilişkilerini bulmak için
kullandığı alettir. Tahta bir kutunun üstüne
sabitlenmiş tek bir telden oluşurdu ve telin altına
konan bir kağıt aracılığıyla, farklı ses derecelerinin
işaretlenerek incelendiği bir ölçeğe sahipti. Tel, bu
derecelerin gösterildiği farklı pozisyonlardan
parmakla çekilerek, değişik perdelerden sesler elde
edilirdi. Yunanlılar tarafından sıklıkla kullanılan
monokord, Roma İmparatorluğu’nda da, özellikle
kilisede, koronun tona girişini kolaylaştırmak
amacıyla kullanılmıştı. Arezzo’lu Guido,
entonasyonu kesinleştirmek için, çalgıya hareketli
köprüler uyarlamıştı. Hareketli köprü, ardından
gelecek olan başka yenilikleri de hızlandırmış, tel
sayısı arttırılan monokordlara, klavis (klavye) de
eklenmişti. Klavisteki her tuşun, kendine ait bir
mızrabı vardı; tuşa basıldığında mızrap, elde
edilecek sesin perdesine uygun bir noktadan teli
çekip bırakmaktaydı. Klavis, kısa sürede tel sayısının

artmasına olanak sağlamıştı. 12. ve 13. yy.‘ da


yapılan denemelerle çalgının, tüm sesleri
verebilecek özelliğe kavuşması amaçlanmıştı. Bu denemeler, Klavisiteryum (clavicytherium)’u
doğurdu.
Klavisiteryum (1300)
1300 yılında İtalya’da keşfedildiği düşünülen çalgı, Almanya’da
geliştirilmişti. Teller, arpta olduğu gibi, üçgen biçiminde
yerleştirilmişlerdi ve klavisin ucuna sabitlenmiş, tüyden mızraplarla
çekilmektelerdi. Klavisiteryum da, gelişerek, klavikordu oluşturmuştur.
Echiquier (14. Yy )
Adına tarihi kayıtlarda sıkça rastlanan bu çalgıyla
ilgili olarak ne yazık ki, detaylı bilgi bulunmamaktadır.
Fransızca echiquier, “satranç tahtası” anlamına
gelmektedir. Çalgıyı nitelendirmek için kullanılan tek
terim bu değildir; İngiltere’de buna chekker
deniyordu. Almanya’da, şair Eberhardus Cersne von
Minden, der Minne Regelen (1404)’de,
Clavycymbolum (klavsen), Clavichordium (klavikord)
yanında bir de Schachtbret’ten bahseder ki bu sözcük,
Almanca’da echiquier’in karşılığıdır. Çalgının yapısına
atıfta bulunan çok az belge vardır.Bunlardan biri,
1388 yılında Aragon Kralı I. John’un, Burgundy
Dükü’ne yazdığı bir mektuptur. Kral John, bu çalgının
aslında orga benzemekle beraber, teller aracılığıyla
ses çıkarttığını yazmıştır. Bazı yazarlar, bu çalgıyı, ilkel
çekiç mekanizmasına sahip bir klavikord olarak
düşünmektedirler. Diğer yazarlar ise, klavsenin atası olabileceğini ve telleri çeken mızrapların, satranç
tahtasındaki piyonlara benzemelerinden dolayı bu şekilde adlandırılmış olabileceğini iddia
etmektedirler. Her ne olursa olsun, echiquier sözcüğü, 15. yy.dan itibaren kaynaklardan kalkmış, yerini
klavikord almıştır.

Klavikord
15. yy.da üretilen ilk klavikord modelleri,
diğer çalgıların aksine, mızrapla tellerin
çekilmediği, ancak, titreştirildiği bir sisteme
dayanıyorlardı. 20 ila 22 metal tele sahiptiler.
16. Yy. Sonu ve 17.
Yy. Başında oldukça geliştirilen klavikord,
döneminin en popüler çalgısı haline gelmişti.
18. Yy.da pianoforte’nin icadından sonra bile,
klavikord, uzunca bir süre popülerliğini korudu.

Klavikordun yapısında, genellikle, tellerden


daha fazla tuş bulunmaktaydı. Çoğunlukla, her
bir tele iki ya da üç tuş
bağlıydı; erken dönem çalgılarında bir tuş iki
mızraplıydı; mızrabın doğru yere
vurabilmesi için
müzisyen, tuşu eliyle
yönlendirmekteydi. Bu,
oldukça zor bir yöntemdi ve en basit eserlerin
bile çalınmasını güçleştiriyordu. Sorunun
çözülmesi için, 1725 yılında Alman Daniel
Faber’in bulacağı düzeneğin beklenmesi
gerekiyordu.
Çalgının bir avantajı, sahip
olduğu tuş ve mızrabın tek
parçadan oluşmasındaydı ki, bu
sayede, farklı hareket eden pek
çok parçanın birbirleriyle
uyumunu sağlama sorunu
ortadan kalkmaktaydı. Farklı tel
setleri ve el ile
işletilen
düzeneklerden de uzak olan
klavikord, bu nedenlerle ucuza
mal oluyor ve bakımı da
kolaylıkla yapılabiliyordu.

Ses volümü çok düşük


olmakla beraber,
klavikord, çalan kişinin
dokunuşunun
hassasiyetini
yansıtabilmekte ve
hoşcrescendo ve
diminuendo
yapabilmekteydi.
Johann Sebastian ya
da Emanuel Bach gibi
virtüozler, tuşları
tutarak ya da
titreterek, kendi
ifadelerini en üst
düzeyde çalgıya yansıtabilmektelerdi. Bu yüzden, klavikordu, geniş bir müzikal ruha sahip ilk klavyeli
telli çalgı olarak adlandırmak mümkün olabilir. İfadeli çalabilme özelliği, onu, diğer klavyeli çalgılardan
ayırıyordu.

(Bachhaus, Eisenach) Pedal Clavichord, 1815


“Genel bağlamda, bu iki çalgının hemen ardından geliştirilen klavikord, bu çalgılardan farklı olarak
daha keskin bir sese ve daha akortlanabilir bir mekaniğe sahipti. Hatta klavikord mekaniği günümüz
piyanolarında geliştirilerek kullanılmış ve piyanonun icadında da öncü bir güç olmuştur. Klavikord,
boyutları bakımından değişkenlik gösteren fakat çoğunlukla virjinyal gibi kolay taşınabilir halde üretilen
bir çalgıydı. Klavye ses genişliği bakımından oldukça dar olan klavikord, döneminde bazı besteciler
tarafından tercih edilmiş, aynı zamanda klavsen için yazılan eserlerin çoğunu da seslendirmek için
zaman içinde kullanılmıştır (Schott, 2004: 595).”

Spinet ve Virjinal

1503 yılında, Venedik’li


Giovanni Spinetti,
dikdörtgen şeklinde, dört
oktavlı yeni bir telli klavyeli
çalgı icat etti.Dikdörtgen
yapı, ses tahtasının
genişlemesine ve tellerin
daha uzun olabilmesine
olanak sağlamıştı; Spinetti,
neredeyse tüm yüzeyi
tellerle kapladı. Bununla
beraber, uzun teller,
mızrabın tellere doğrudan
dokunmasına izin vermiyordu; ses elde edebilmek için, mızrabın, teli çekip bırakması gerekmekteydi.
Bu çalgıya, mucidinin adından hareketle spinet adı verildi.

Spinetin, müzisyene ifade gücü vermemesi ve mızrabın çekme hareketinden doğan metalik ses rengi
gibi dezavantajları vardı; ancak, ses volümündeki yükseklik, onun, kısa sürede popüler olmasına yetti.
Bu tarz küçük boyutlu klavyeli çalgılar, portatif olarak taşınabiliyor ve bir masanın üstüne konarak,
rezonansları arttırılabiliyordu. Spinetti’nin ürettiği modellerde klavye çalgının dışındayken, 1550’den
sonra, Milan’lı Rossi, klavyeyi çalgının içine alan modeller geliştirmişti.

İngiltere’de spinet, virjinal olarak tanınmıştır. Bazı yazarlar, bu iki çalgının birbirinden farklı olduğunu
söyleseler de, gerçekte, birbirlerine çok benzerler.

17.yy.ın ikinci yarısından itibaren virjinal sözcüğünün kullanımı, nedenini tam olarak kavrayamadığımız
şekilde, gözden düşmeye başlamıştır. Bunun yerine, harpsicon ve daha sonraları da harpsichord
sözcükleri tercih edilmiştir.

Sedir gibi güney Avrupa kozalaklarından yapılan altıgen şekli ve hafif yapısı ile Floriani virginaller,
Rönesans’ın son döneminde İtalya’da üretilen çok gelişmiş müzik aletlerinin tipik örneklerindendir.
Sesinin karanlık ve sıcak tonları sayesinde virginal yerli müzik enstrümanı olarak önemini korudu.

Rönesans Barok Dönemi’nde özellikle bu iki özel tipte çalgı, çoğunlukla yapıları ve boyutları dolayısı ile
evlerde bulunmaktaydı.

Ses renklerindeki yapısal zayıflık ve çalma kapasiteleri tarafından o dönemde dahil besteciler tarafından
çok tercih edilmese de genellikle ilk öğrenim ve üretiminin diğer çalgılara oranla daha kolay olması
sebebi ile çokça bulunmaktaydı. Sesi psalterion denen antik dönem çalgısına oldukça yakın olan ve tatlı
bir tınıya sahip olan bu çalgının günümüzde neredeyse eserlerini bulmak imkansız hale gelmiştir.
Elbette oktav yapısı dikkate alındığında piyano veya kendi döneminin gözde çalgısı olan klavsenin bazı
eserlerinin çalınabilmesi mümkündür. Ses frekans değerleri bakımından oldukça net olan bu çalgının
bir diğer özelliği de günümüzdeki akort frekansları gibi oranlı bir frekansa sahip olmasıdır. Elbette
dönemi düşünüldüğünde tüm sesler daha pes yapılarda akortlanmaktaydı fakat çalgının renkleri
bakımından tınısal yapısı oldukça dikkate değer bir frekans bütünlüğüne sahipti (Cooper, 1958: 178).

12. yüzyılda Asya’dan gelme iki çalgı, timpanon ve psalterion, klavsen ailesinin ve piyanonun kökenini
oluşturmaktadır.

Psalterion, tellerin çekilmesi yoluyla, mızrapla çalınan bir çalgıdır. Günümüz çalgılarından olan kanun,
bu çalgının gelişmiş bir şeklidir.

Timpanon, teller gerili tahta kutudur ve bu tellere tahta tokmaklarla vurularak ses üretilir. Tük
müziğindeki santur’un atasıdır. Çalgıların telleri sayısında tuşlar eklenerek klavye mekanizması
oluşturulmuş, böylece timpanon klavikord’a, psalterion da spinet’e dönüşmüştür.

Klavsen, virginal, spinet, klavikord gibi klavyeli çalgılar, bazı yörelerde birbiriyle karıştırılmıştır.
Klavikord, titreşime dayanan, parmakla tuş üstündeki dokunuşun duyarlılığına göre ses üreten bir
çalgıdır. Bu nedenle iyi ailelerin genç kızları, zamanında klavikorddaki titreşim yeteneklerine,
dokunuşlarının hassasiyetine göre değerlendirilmekteydi (İlyasoğlu, 1999: 22).

“Genelde kanat
şeklinde, klavyeye eğik
bir açıyla yerleştirilmiş
tek bir dizi tel ile,
klavsenin küçük bir şekli
olan çalgıya spinet adı
verilmiştir. Kanat
şeklindeki yapısı ile
spinetin 16. Yüzyılda
İtalya’da ortaya çıkmış
olduğu düşünülmektedir;
daha sonra Fransa ve
İngiltere’de tanınmıştır.
Spinetler, daha büyük ve
daha pahalı klavsenlerin
yerine geçmiş, 17. Ve 18.
Yüzyılların sonlarında,
özellikle İngiltere’de çok sayıda yapılmıştır. Gövdeleri genellikle çok işlemeli ve süslüdür. Spinet ismi
Latince “Virgo” (diken) türetilebilir, bu isim zamanında ipleri tıkayan minik tüyler veya deri eklenti
dolayısı ile verilmiştir. Modern kullanımda “spinet” genellikle kısa bir dikey piyano biçiminde ifade
edilir (Tikkanen, 2006: 72).”
“Virginal, en yaşlı üye olabileceği
düşünülen klavyeli çalgı ailesinin bir
üyesidir. Adını Latin “Virgo” (çubuk)
kelimesinden alır, krikolara veya
anahtarların uçlarına dayanan ve toplama
mekanizmasını tutan tahta millere
dayanır. Klavsen ve spinet’in aksine,
çalgının tek dizi telleri klavyeye neredeyse
paralel bir şekilde gider. Çalgı, klavyesiyle
dikdörtgen şeklindeki kasanın ön tarafına
veya diğer tarafına yerleştirilen, ipin
toplama noktasındaki değişiklik nedeniyle
farklı ton renkleri elde edilir. Genellikle
çokgen şekilli İtalyan virginalleri, klavyenin
merkezi olarak yerleştirilmesindeki
dikdörtgen
Flaman ve İngiliz virginallerinden farklı olarak karakteristik yumuşak bir ton üretiyordu. Küçük olanlar
daha yüksek bir perdede çalınır ve bazen büyük virginalin tuşlarının üzerine monte edilirdi, böylece bir
çalıcı her ikisini de kontrol edebilme olanğı yakalardı. Virginaller, 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’de
oldukça popülerdiler. 17. yüzyıldan kalma Fitzwilliam “Virginal Book”, İngiliz repertuarının özelliklerini
taşıyan parçalar içermektedir. Virginaller sıklıkla resimler, iç kaplamalar ve oymalar ile süslenmiştir”
(Clutten, 2005: 6).
Bu iki çalgı (spinet ve
virginal) genel bir
anlamda, psalterion ve
benzeri telli çalgılardan
geliştirilerek, mobilya
eklentisi ile ve mekanik
bir düzen üzerinde
üretilmişti. Özellikleri
bakımından çok fazla tuş
sesi ve çekme-itme
gürültüleri yüzünden
Barok Dönem
orkestralarında
kullanılmamak ile
birlikte sadece günümüz
kayıtlarına dayanarak
anonim şarkılar ve
parçaların çalındığı
söylenebilir.
Özellikle yapı
bakımından virjinyal,
epinete oranla daha
modern bir ses yapısına
sahiptir. Çalgının en
büyük sorunu akort
edilmesinin ardından
doğrudan frekansların
yapım mekaniğine göre
düşmesidir. Bu düşme
sonucunda herhangi bir
çalgıya eşlik etmesi
esnasında oldukça
düşebileceğinden
dolayı, besteciler bu
çalgı için sadece solo
eser vermeyi tercih
etmişlerdir. Kapsberger
gibi Rönesans Çağı
Barok Dönem
bestecileri, bu çalgı için
bazı eserler yazmışlardır
(Cooper: 1958: 178).
Klavsen
Daha yüksek ses ihtiyacı, spinetlerin, kanat şekilli daha geniş yapılara evrimleşmeleri sonucunu
doğurdu. Birbirine benzeyen virjinal ve spinet, gelişerek, İngilizce’deharpsichord, Fransızca’da clavecin,
Almanca ve İtalyanca’dacembalo ya da clavicembalo diye adlandırılan çalgıya dönüşmüştür.
15. yy.da klavsen, deneysel gelişimini
tamamlamış ve genel kullanıma
sunulmuştu. 1440 yılında Burgundian
Sarayı astronomu Henri Arnault de
Zwolte, geniş birclavicymbalum
(klavsen) diyagramı çizmişti. Arnault,
şekli açıklarken, telleri, kuş tüyünden
yapılan mızrapların çektiğini yazmıştı.
1500’lü yıllarda ikinci tel seti ve 1579’da
da, bir üst oktavdan tınlayan üçüncü tel
seti eklenmişti. 17. yy.da, dönemin en
gözde çalgısı olan lavta ile rekabet
edebilecek durumdaydı. Takip eden
yıllarda, Avrupa’nın en popüler çalgısı
oldu ve besteleme tekniklerini derinden
etkiledi.
Fransa’da Chambonniéres ve Louis
Couperin gibi bu çalgıya odaklanmış
besteciler, kendilerini takip eden Jean -
Philippe Rameau ve François Couperin

ile birlikte, ünlü Fransız Klavsen Okulu’nu oluşturdular.


Çalgı, Almanya’da Bach ailesini ve İspanya’da da, İtalyan
besteci Scarlatti’yi derinden etkiledi.
Klavsenin sesi temiz ve parlaktı; çalındığında, sanki bir
grup gitar çalınıyormuş gibi bir hava yaratıyordu. 1700’lü
yılların sonuna gelindiğinde klavsen, pianoforte karşısında
popülerliğini yitirmeye başladı; bunun en önemli nedeni,
klavsene sürekli uygulanan teknik gelişmelere rağ men,
çalgının, piyano ya da klavikordun sunduğu “ifadeli çalma”
özelliğinden yoksun olmasıdır.Daha yüksek ses ihtiyacı,
spinetlerin, kanat şekilli daha geniş yapılara evrimleşmeleri
sonucunu doğurdu. Birbirine benzeyen virjinal ve spinet,
gelişerek, İngilizce’deharpsichord, Fransızca’da clavecin,
Almanca ve İtalyanca’dacembalo ya da clavicembalo diye
adlandırılan çalgıya dönüşmüştür.
15. yy.da klavsen, deneysel gelişimini tamamlamış ve
genel kullanıma sunulmuştu. 1440 yılında Burgundian
Sarayı astronomu Henri Arnault de Zwolte, geniş
birclavicymbalum (klavsen) diyagramı çizmişti. Arnault,
şekli açıklarken, telleri, kuş tüyünden yapılan mızrapların
çektiğini yazmıştı. 1500’lü yıllarda ikinci tel seti ve
1579’da da, bir üst oktavdan tınlayan üçüncü tel seti
eklenmişti. 17. Yy.da, dönemin en gözde çalgısı olan lavta
ile rekabet edebilecek durumdaydı. Takip eden yıllarda,
Avrupa’nın en popüler çalgısı oldu ve besteleme
tekniklerini derinden etkiledi.

Fransa’da Chambonniéres ve Louis Couperin gibi bu


çalgıya odaklanmış besteciler, kendilerini takip eden Jean
-Philippe Rameau ve François Couperin ile birlikte, ünlü
Fransız Klavsen Okulu’nu oluşturdular. Çalgı, Almanya’da
Bach ailesini ve İspanya’da da, İtalyan besteci Scarlatti’yi
derinden etkiledi.

Klavsenin sesi temiz ve parlaktı; çalındığında, sanki bir


grup gitar çalınıyormuş gibi bir hava yaratıyordu. 1700’lü yılların sonuna gelindiğinde klavsen,
pianoforte karşısında popülerliğini yitirmeye başladı; bunun en önemli nedeni, klavsene sürekli
uygulanan teknik gelişmelere rağ- men, çalgının, piyano ya da klavikordun sunduğu “ifadeli çalma”
özelliğinden yoksun olmasıdır.
18. yy Santur / Pantaleon

Santur, Asya’dan çıkmış,


kökleri çok eskilere dayanan bir
çalgıdır. Her iki kenarında
köprülerin bulunduğu ahşap bir
ses tahtası, ana yapısını
oluşturur. Köprülerin arasına
gerilen farklı uzunluk ve
kalınlıktaki teller, kendi
aralarında bir dizi oluştururlar.
Müzisyen, elinde tuttuğu
çubuklarla tellere vurarak ses
elde eder. Müzikal olmayan
seslerin çıkmasını engellemek
için, çubukların uçları yumuşatılmıştır. Santur, günümüzde, orta ve doğu Avrupa’da simbalom adıyla
hala kullanılmaktadır.

18. Yy. Sosyal düşüncesi içerisinde santur, düşük sınıflara


ait bir çalgı olarak görülüyordu. Müzikal kapasitesi
üstünde derin olarak düşünülmemişti; hatta, çalgı için
yazılmış kaynak dahi yoktu. Kukla tiyatrolarında, ya da
köy evlerinde kendine yer bulabilmişti. Diyatonik dizinin
özelliklerini büyük ölçüde yerine getirebiliyor, kromatik
dizide ise varlık gösteremiyordu. Almanlar, o dönemde
bu çalgıya, sucukların doğrandığı tahtalardan
esinlenerek hackbrett diyorlardı.

18 . yy.ın ikinci yarısında, güçlü bir kemancı


ve dans ustası olan Pantaleon Hebenstreit,
santur çalgısına getirdiği yeniliklerle
adından söz ettirecek, bu çalgının verdiği
fikirler, pianoforteye uygulanacaktı.
Pantaleon, dinamik farklılıklar yaratarak,
tellere çekiçlerle vurma fikrinin
sağlaml aşmasına büyük katkıda
bulunmuştu.
Piano e forte (1711)

Floransalı Bartolomeo Cristofori, 1711 yılında “Piyano e


forte” hem hafif hem kuvvetli çalınabilir adlı yeni bir müzik
aleti icat etti.Bu çalgı üzerinde hem hafif seslerin hem de
kuvvetli seslerin çıkartılması olanaklıydı.Bunun için adına
İtalyanca “hafif ve kuvvetli” anlamına gelen “Piyano e
forte” dendi. Yeni bir icat sayılan piyanonun sesleri meşin
kaplı küçük seslerin tuşlar aracılığıyla harekete geçirilerek
tellere vurması ile elde ediliyordu.Aletin mekanizması
sesler sayısında küçük çekiçler ,o çekiçleri harekete geçiren manivelalar ve bir de tellerin titremesini
durduran susturucu çuha bölümü bulunuyordu.

Cristofori, 1720 yılında mekanizmasını geliştirirken, günümüzde una corda adıyla adlandırdığımız sol
pedalın yarattığı etkiye benzer biçimde, elle kullanılan ve klavyeyi yana kaydıran bir mekanizma da
yerleştirmiştir. Cristofori, öldüğü 1731 yılına dek 20 civarında piyano üretti.

Piyanonun temelini oluşturan çekiç


mekanizmasını Cristofori’den önce iki kişi
tarafından icat edildiği öne sürülmüştür.Biri
Marius adındaki Fransız klavsen
yapımcısıydı.1716 yılında “clavecin a maillet”
(çekiçli klavsen) adını taktığı dört mekanizma
modelini Paris akademisinde
sunmuştu.Marius’un klavsen aletine çekiçli
mekanizmalı koymaktan amacı klavsende mızrap
olarak kullanılan ve çabuk eskiyen tüy uçlarının
değiştirilme zorluğunu ortadan kaldırmaktı.
Schroter adındaki Alman müzikçi ise yeni
mekanizmanın mucidinin kendisi olduğunu
söylemiştir.

Almanya da Freiburg kentinde Silbermann


adında birisi 1726′da iki piyano yaparak
Cristofori’nin icat ettiği mekanizmayı kullanmaya
başlamıştı. Silbermann her iki piyanoyu
J.S.Bash’a gösterdiyse de Bach bunların ince
seslerinin zayıfladığından ve tuşların sertliğinden şikayet etmiştir. Silbermann bu yolda ki
çalışmalarını sürdürerek Bach’ın övgülerini kazanmayı başarmıştı.
Cristofori’nin öldüğü yıl olan 1732, piyano için yazılan ilk müziğin basıldığı yıldır. 18. Yy.ın büyük
bölümünde piyano, farklı ülkelere ihraç edilse de, aristokrat patronlar, bunların hizmetindeki
müzisyenler ve çalgı üreticilerinden oluşan çok dar bir kesime hitap ediyordu. Saray odalarındaki özel
performanslarda solo, ya da eşlik çalgısı olarak kendine sınırlı bir yer bulabiliyordu. Piyanonun
gönderildiği ilk saray, Lizbon’daki Portekiz Sarayı’d ır. Burada Kral V. Joao ve Kraliçe Maria Anna,
Domenico Scarlatti gibi bestecilere ve bazı İtalyan opera sanatçılarına patronluk yapıyorlardı; İtalyan
müziğine düşkünlükleri, birkaç Cristofori pianofortesini satın almalarına yol açtı. Kralın küçük kardeşi
olan Dom Antonio de Bragança, İtalya’da bulunmuş ve Scarlatti’den klavsen öğrenmişti; Bragança,
pianoforte çalgısı için yazılan ilk müziğin ithaf edildiği kişi olacaktı. Tuscan’lı orgçu Lodovico Giustini,
1732’de Floransa’da yayınlanan 12 solo sonatını, bu prense adamıştı. Giustini’yi takip eden 30 yıl
içerisinde pianoforte, gelişmesine devam etse de, bu çalgıya yazılmış herhangi bir esere
rastlanmamaktadır; bu da, çalgının hitap ettiği kitlenin henüz çok kısıtlı olmasından kaynaklanmıştır.

Piyano için eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir.1773 de henüz on sekiz yaşındayken piyano için
üç sonat yazmıştır. Böylelikle piyano çalma tekniğinin temelleri atılmış oldu. Muzio Clementi modern
piyano tekniğinin babası olarak anılan İtalyan asıllı İngiliz bestecidir. Mozart ve Beethoven gibi büyük
bestecilerin çağdaşı olması, onun besteci olarak ününü gölgelemiş olsa da piyano müziği alanında
özellikle de sonat formunun gelişiminde büyük yeri vardır.

Clementi sonatinaları (küçük sonatlar) halen tüm dünyada piyano öğrencileri tarafından çalınmaktadır.
Etkisi, çağının çok ötesine uzanmış bir sanatçıdır. Clementi resital piyanisti kariyerine 18 yaşında
başladı. 1774’te Sir Peter Beckford’a olan yükümlülükleri sona erince Londra’ya taşındı. 1779’da
yayımladığı 6 piyano sonatı ile ün kazandı. Bu eserler müzik dünyasında piyano sonatı ile klavsen
sonatının birbirinden ayrılmasını sağladı.

İlk piyanolar, biçim bakımından o zamanın klavikordlarına benzediğinden kuyrukluydu.Ünlü org


yapımcısı Frederici, dört köşe piyanoyu icat etti. Zumpe adını taşıyan Alman klavikord yapımcısı Londra
da dört köşe piyanoyu çok sayıda imal ederek İngiltere’ye yaydı. En eski Zumpe piyanosunun yapılış
tarihi 1766′dır.
Fransız Marius’un bu çalgıya katkısı, tokmaklı klavseni bulmak oldu. Saksonyalı Silbermann ise,
Schröter’ in çekiç sistemini geliştirdi ve Bach’ın da değerli öğütlerinden yararlanarak, klavyenin tüm ses
genişliğinde eşit bir
ötüm elde etmeyi
başardı. Augsburg’ da
org yapımcısı Johann
Andreas Stein Alman
veya Viyana usulü
denen mekanizmalı
piyanolar meydana
getirdi. 1789’da Stein,
ayrıntıları belirtmek
için kullanılmakta olan
dizliklerin yerine pedal
koydu.
Andreas ve torunu
Johann Baptist
Streicher, piyanonun
yapısını (Beethoven’in arzusu üzerine) daha sağlamlaştırdı ve ikinci bir otum kapağı ekleyerek daha
dolgun bir ses sağladı. Piyano sanayinin gerçek kurucusu Alman Zumpe’dir, “kılavuzlu” denen mekanik
piyanoyu gerçekleştirdi. İlk düz piyanoyu, 1789’da İrlandalı William Southwell yaptı. Sebastian Erard
1822’de piyano yapım tekniğini geniş ölçüde etkileyen bir yenilik getirdi (ikili itme dilleri). Henri Pape,
çapraz tel ve keçeli çekici buldu. James Thom, ekleme demir çatıyı kurdu.

Bu çalgı, büyük bestecilerin en yakını olmuştur, dolayısıyla bu çalgı için verilen bestelerin sayısı ciltler
tutar. “Piyanistler, diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri piyano üzerinde hazır bulurlar”
gerekçesiyle, küçük yaştan (altı-on) başlayarak, öğrenebilecek çalgılardan birisidir. Hatta günümüzde
çok daha küçük yaşlara yönelik piyano eğitimi verilebilmektedir.

Ünlü piyanist Sigismund Thalberg: “Çalarken, sesleri uzatmayı, iyi bir ses çıkarmayı ve ses çıkarırken
gerekli olan değişiklikleri yapabilmek için, zorunlu olan ilk şartlardan biri her türlü sertlikten uzak
bulunmaktır. Kolda, elde ve parmaklarda yetenekli bir şarkıcının sesinde sahip olduğu incelik ve
bükülmeler bulunmalıdır” diyor ve şöyle devam ediyor: “İhmal edemeyeceğimiz bir konu varsa, o da,
çalarken vücudun hareketlerinde büyük bir ölçü olmasının; kolları, elleri büyük bir sükunetle
yönetmenin, piyanoya çok yüksekten vurmamanın; kendi kendini dinleyebilmenin ve hüküm
verebilmenin gerekliliğidir. Genellikle, parmaklarla fazla çalışılmakta, fakat kafa ile yeter derecede
çalışılmamaktadır.”

Piyano pedallarının kullanılması hakkında, Antoine Marmontel şöyle diyor :”Pedalları kullanmasına izin
verilen öğrencilerin büyük bir kısmı onları usulleri saymak için kullanırlar veya ayaklarını pedalın
üzerine basarlar ve bir daha çekmezler. Şüphesiz ki, her ikisi de kusur sayılan bu alışkanlıklara sahip
olmamak gerekir.” Lavignac ise: “Pedal sanatı ayağın nasıl konulacağını değil, nasıl çekileceğini
bilmektir” diyerek, gerekli öğüdü vermiştir.
Piyanonun çekiç
mekanizması: 1) Tuş,
2) tuş ayarı, 3)
şövale, 4) eşapman
ayarı, 5) eşapman
kolu, 6) çekiç kenar
vidası, 7) tekrarlama
vidası, 8) çekiç sapı,
9) tekrarlama kolu,
10) çekiç başı, 11)
çekiç yakalayıcı, 12)
susturucu kiriş çatalı,
13) susturucu kirişi,
14) susturucu kaşığı,
15) susturucu, 16)
tel, 17) madenî
plaka, 18) zımba, 19)
akort çivisi, 20) çivi
yatağı.

Doğa Ergen, XI-A


Piyano

2021

BİBLİYOGRAFYA

PİYANO VE ÖNCÜLLERİNİN ( KLAVİKORD, KLAVSEN) İCRA SANATI TARİHİNDEKİ ROLLERİ-Prof. Dr. Hakikat
MUHARREMOVA

https://www.senkronmuzikkursu.com/haberler/piyano-nun-tarihsel-gelisimi/

https://www.guitardaily.net/blog/piyanonun-tarihcesi-
2#:~:text=%E2%80%8B14.%20yy%20Echiquier,%C4%B0ngiltere'de%20buna%20chekker%20deniyordu.

BAROK DÖNEM KLAVYELİ ÇALGI ESERLERİNİN GÜNÜMÜZ TEKNİKLERİ İLE PİYANO ÜZERİNDE İCRASI ÜZERİNE BİR
DERLEME, Beril ÖZYAZICI

PİYANO, Çiğdem KAT KESERCİ

https://www.last.fm/tr/music/Muzio+Clementi/+wiki

https://www.facebook.com/izmirmuzisyenleri/posts/d41d8cd9/316727631760913/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Piyano

https://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/piyanonun-icadi-ve-tarihcesi-822586/

https://www.zuhalmuzik.com/piyanonun-tarihini-biliyor-musunuz?

You might also like