Professional Documents
Culture Documents
Tefsir-I Kebir-091-Şems-001
Tefsir-I Kebir-091-Şems-001
Tefsir-I Kebir-091-Şems-001
semann banisi ise, Cenâb- Hak’tr. Bu durumda, bu ifadenin takdirinin l$!jj *U)i
"Semann Rabbine ve onun Rabbine yemin olsun ki...” eklinde olur ki, bu çeliik
bir durumdur. Kadî buna u ekilde cevap vermitir. Ayetteki UU» Uj ifâdesi ile murad
edilenin Allah Teâlâ olmas caiz deildir. Çünkü (U) edat, semann Yaratcs
hakknda, ancak, mecazi manada kullanlr. Bir de, Allah’n, bakalarna yemin etme
iini, Kendisine yemin etme iinden önce getirmesi caiz deildir.
Bir üçüncü husus da, Allah Teâlâ Kendisini, bakalaryla birlikte, nerdeyse hemen
hemen hiç zikretmemitir. Binâenaleyh burada, öyle yapmak gerekir.
bir tevil
fâdenin takdiri, 4-^j «UlJ'j "Somaya vq onun binasna, yaplna, yemin olsun
ki..." eklinde olur.
Keâf sahibi bu görü© tiraz ederek öyle der: Eer durum bu ekilde olsayd,
o zaman, ifadesinin buna atfedilmi olmasndan, naznda bir bozulma
meydana gelirdi...
olan kiiemoler izlemitir. Zira, vöv’dan çevrilen elif, bazan yfi’dan çevrilmi olana
muvafakat eder. Baksana, s ve benzeri kelimelerin fiillerinde, mesela
ufi s/" 5 ö'bi bu vâv’la yâ’ya çevrilebilir. Binâenaleyh, böyle bir muvafakat
oluunca, yâ'i olanlarn imalesini caiz gördükleri gibi, vâv’l olanlarn imalesini de
tecviz etmilerdir. Mutlak manada imaleyi torkedenlerin terkedi sebeplerine goiinco,
bu, pokçok Arabn, bu eliflere meyletmoyileri vo bu eliflerde yâ’ya doru
meylötmeyilerinden (imale yaprnaylarndan) kaynaklanmaktadr. Elifi imâle ile
okumay, mesolâ kelimesindeki vâv’n, yâ’dan; 6ûJî ve i>\y\ kelimelerindeki
yâ’nn da vâv’dan munkalip olmalar da teyit eder. Bundan, orada bu deiiklie
delalet eden eyin bulunmas gerektii neticesi gerekmez. te, burada da, elifin
imâle edilmeden ve yâ’ya doru meyledilmeden, hâli üzere braklmas gerekir.
Hamza’mn yapt gibi, bu kelimelerden bir ksmini "imâle” ile, bir ksmn da imâlesiz
okumak da güzeldir. Bu böyledir, zira eüf, yâ 'dan çevrilmi olduu zaman, o yâ’ya
delalet etsin diye, yâ’ya doru imâle ile okunur. Halbuki, ve Ufc-i
kelimelerinde ise, yâ’dan çevrilmi olan bir elif yoktur. Bunlarn elifleri, ancak vâv'dan
çevrilmi eliflerdir. Delili ise, bu kelimelerin, dbji» tdbjAj eklinde kullanlmalrdr.
Duba
Cenâb- Hak, t^v>j ’j “Andolsun günee veonun aydnlna”
buyurmutur. Müfessirler, ifadesi hususunda, u üç görüe yer vermilerdir:
1) Mücâhid ve Kelbî, "günein aydnlna”;
Dil asndan bunun zah üylorJir: Leya, j.'VâsJt (dahv), gündüzün yükselmesi;
v ,
Aj i£ü, gündüzün yükseliinin, bunun biraz daha olmas halini ve mod ila îUJi
kelimesi da, yarsna yaklat durumu ifada için kullanlan
gündüzün uzayp da,
/l” k-ilmosinir /.iddi olup, bu da, günein aydifiînm, yeryüzünü sarmas manasna
W lit ki, bunun asl ‘dr. Böyleoo, hA’mn sükûnu ile birlikte ya’nn yor aln
i ’,
'ir bulduklar için ya’y îuVya çevirerek, ^s)t eklinde söylemilerdir, binâenaleyh
-•J' günein ziyas ve nûru demektir. Daha sonra bu kelime, Cenâb- Hakk’m da,
j:
.wji V> (Ndrfat, 46) diye ifade buyurduu gibi, günein yeryüzünü iyice aydnlatt
manasnn adr olarak kullanlr olmutur. Binâenaleyh, müfessirlsrin, bu kelimeye
"günein ziyas" manasn vermeleri, ite bir asl anlamdan dolaydr. Bu kelimeye,
"gündüzün tamam" manasm verenlerin durumu da beyledir. Çünkü, gündüzün
tamam da günein nurundan kaynaklanmaktadr. Yine bu kelimeye, "günein
harareti" manasn verenlere gelince, bu da. günein harareti ile nurunun ayrlmaz
ki vasf olmasndan ötürüdür. Binâenaleyh, günein harareti arttkça, ziyas da artar.
Aksi de boylsdir, yani harareti dütükçe, aydnl da azalr. Ama bu görü, görülerin
on zayfdr."
Günein Önemi
Bil ki, Allah TeftSft, canllarn pekçok menfaatinin günee bal olmasndan dolay,
günee
1) ve günein aydnlatmasna yemin etmitir. Çünkü, alenidekiler, geceleyin
adeta ölüler gibidirler. Binâenaleyh, sabahn alameti, dou ufkunda gözükünce ite
bu durum, kendisiyle hayat kuvvetinin üfürüldüü "sûr" gibi olmu olur. Böyteco
de, (geceleyin uyku ile) ölmü olanlar, diri hale gelmi olurlar. Ve bu dirili, gitgide
artmaya kuvvet kazanmaya ve tekamül etmeye doru yönelir; kuluk vaktinde de
doruk noktasna ular. te bu durum, kyametin hallerine, kuluk vakti de,
cennetliklerin cennete tam manasyla yerlemelerine benzemi olur.
Ley s, "Bir ey, bir eyi izleyip tabi olduunda. ' -- ifâdesi kullanlr"
Güne batarken ayn domu olarak kalakalmasdr. Bu böyledir, zira ay, her
ayn ilk yarsnda, güne batt zaman böyle olur. O halde bu demektir k, ay,
aydnlatma bakmndan günei izler (onun yerini alr). Bu, Atâ'nn bn Abbas’tan
naklettii bir görütür.
2) Güne batt zarn8n, hilalin ilk gecesinde, bat ufkunda ay, günei izler. Bu,
Katida ve Kolbf'nin görüüdür.
3) Ferrâ
kastedildiini; zira, Arapça’da,
da bu izleyi ve tabi
"Ondan
olu le,
alr"
ayn, kendi
anlamnda,
n iJf
güneten
J>
W
alnn
££ OV
'Talanca bu konuda, filancadan alev, örenir, ona tabi olur" denilir.." der.
4) Zeccâc da, "Ay, dolunayolduu zaman günei izler. Buna göre, ay, adeta
tan, ziya ve nur bakmndan günei izlemi olur. Yani, ayn ziyas kemale erip de
dolunay olduunda, etraf aydnlatma bakmndan onun yerini alm gibi olur. Bu
durum ise, aydnlk mehtapl gecelerde tahakkuk eder.
menfaatine olan eylerin ayn hareketlerine bal olmas itibariyle izler, takip eder.
Astronomi ilminde, güne ile ay arasnda bulunan münasebet kadar, güne ile dier
gezegenler arasnda ilgi ve münasebet bulunmad kabul edilmitir.
bakas açklayamaz.” (Yani, onu ortaya koyamaz) (A’ra, i87) ayeti gibi olmu olur.
ulemann görüüne göre, her ne kadar dah önce geçmese bile, bu zamir,
b) Ekseri
ya, "karanla", ya "dünya’’ya, yahut da, "yer”e racidir. Cumhur öyle demektedir.
Araplar, kuluk vaktini kastederek, semây kastederek de cH-ji
Kaftftl öyle der: "Bu ksm, ancak gerçekte güne le oluan hususlardr.
dört
Ne varki, u dört vasf açsndan böyle olur: Gündüz yükseldiinde, güneten
kaynaklanan k...
limonlarn maietleri
te bu vakit, canllarn, kamil manada, yeryüzüne yayldklar ve
peinde koutuklar vakittir. Ayn, günei izlemesi, bundan
almas da böyledir. Gündüzün gelmesi ile, günein duunun ve tamamen gözüküü
n
do böyledir. Gecenin gelmesi ile de, bunun aksinin tahakkuk etmesi de böyledir.
Binâenaleyh, günein azameti hususunda kim biraz düünür de, sonra da, akl
gözüyle bu güneteki yaratlmlk ve yaplm olmasna dair sonsuz eser ve alametleri
vo cüzlerden meydana gelmi olan bir mürekkeb olu halini müahede etmeye
çalrsa, buradan, o günei yaratann büyüklüüne geçi salar. yüce olan an
Allah' takdis ve tenzih ederiz.
yaratcsna bir yemin olsayd, bunun, günein zikredilmesinden sonra gelmesi caiz
olmazd...” eklindeki görüüne gelince, bu zor bir problemdir. Buna verilecek cevap
hususunda hatrma gelen ey udur: "Gözle görülebilen maddi eylerin en büyüü
günetir. Böylece Cenâb- Hak, günein büyüklüüne delalet eden bu dört vasf ile
birlikte, önce güneten bahsetmi, bundan sonra mukaddes zatn zikretmi ve
yerdekilerin ve mürekkeb varlklarn tümü ile, bunlar yoktan var eden bir zatn varln
isbata yönelmitir, ite bu durumda akl, burada, Allah’n celal ve azametini, O’na
yakr bir biçimde idrak etme nasibini alm olur ki, his ve duyu organlar da bu
konuda, akla kar çkmamtr. Böylece bu, akln, maksûsat alamenin derinliklerinden,
rububiyyet aleminin zirvelerine ve samediyyetin kibriyasnn balangçlarna
çekilmesine ve ulamasna bir yol gibi olmu olur. Binâenaleyh biz, hikmeti yüce,
kelimeleri mükemmel olan zat noksan sfatlardan takdis ve tenzih ederiz.
kinci Sofu: Hak Teâlâ’nn “ Göe ve onu bina edene...” ifadesinin, burada yer
al hikmeti nedir?
ekilde yapyorsa, aynen bunun gibi, günei vo dier semavi kütleleri dare öden
de, bunlar kendi radesine göre belirlemitir. O halde ayetteki, “onu bina edene ”
. . .
ifadesi, hem günein, hem de dier semavi kütleleri muhdes varlk olduklarna delalet
eden bu ncelie dikkat çeker gibidir.
Niçin Men Yerine Ma Kullanld?
Üçüncü Soru: Cenâb- Hak niçin, Ut Uj buyurmu da, UU; jij dememitir?
Buna u
iki ekilde cevap verebiliriz:
1) Bu ifade ile, bir vasfiyyete iaret edilmek istenmitir. Buna göre adeta, “göe
ve o göü
yapan o büyük kadire; nefse ve o nefsi tesviye eden o üstün hikmetli
Hakime yemin olsun ki...” denilmek istenmitir.
2) (U) edat, j* yerine kullanlabilir. Mesela, U I
(ni?s, 22)
ayetinde böyledir. Fakat tercihe ayan olan birinci izahtr.
Cevap: Çünkü görülemeyen eyler hususunda ancak görünür eyler ile istidlal
edilir. Görünür eyler ancak maddi eylerdir. Bunlarda basit ve mürokkeb diye ikiye
ayrlr. Basit, ulvî ve süflî diye ikiye ayrlr. Ulvisine, “göe...”, süflisine de, “yere
yemin olsun ki...” ifadesiyle iaret edilmitir.
Mürekkeö olan varlklar da ksmlara
ayrlp, bunlarn en kymetlileri de, nefis, yani can sahibi olan varlklardr ve buna
“
da, Herbir nefse ve onu düzenleyene yemin olsun ki. " (ems. 7) ayetiyle iaret .
edilmitir.
di." AVI vo Kclbl icio bu uy ota, "Yeryüzünü suyun üzerlna yayana..." eklinde mana
vermilerdir.
* *
A-
.
“Nefse ve onu düzenleyene. •»
.
(ems, 7).
donatmaktr.
Buna göre eer, "Peki öyleyse "nefs" kelimesi niçin nekire getirilmitir?"
denilirse, biz deriz ki: Bu hususta da iki izah yaplabilir: u
a) Bununla Allah "nefs"ler içinde belli bir nefsi kastetmitir ki bu da, kutsî-nebovî
nefisdir. Bu böyledir, zira her çoklukta mutlaka bakan olacak birinin bulunmas
gerekir. Binâenaleyh bütün mürekkeb varlklar, muhtevasnda pek çok türler bulunan
bir cinstir. Bu türlerin bakan ise, canllardr. Canllar da, muhtevasnda pok çok tür
bulunan bir cinstir. Bu türlerin bakan-reisi ise insandr. nsan da türlere ve çeitlere
ayrlr. Bunlarn reisi, en ilerisi ile peygamberlerdir. Peygamberler ise, pek çokturlar.
Binâenaleyh mutlaka içlerinde, kesinlikle reis olacak birisinin bulunmas gerekir. O
halde ayetteki “nefse” ifadesi, mürekkeb varlklar aleminin reisi ve bizzat bakan
olan o yüce (peygamberi) nefse iarettir.
b) Bu ifade ile her bir “r.efs” kastedilmi de olabilir. Bu durumda kelimenin nekire
oluu ila, “Her bir nefis (ahiret için) ne hazrladn anlar” (Tekvîr, 14) olduu
ayetinde
gibi, çokluk, yani bütün nefisler kastedilmitir. Bu böyledir, çünkü canllar, Hak
Teâlâ’nn da baz varlklardan bahsettikten sonra, “(O Allah) sizin bilmediiniz nice
eyler yaratmtr" (Nam, 8) buyurduu gibi, saylarn ancak Allah'n bilebilecei pek
çok çeitlere sahiptirler. Her türün, kendilerine doer kazandran ve o türe mahsus
özellikler ile, dier türlerden ayrdedildii husus! bir "nefsi" vardr. Binâenaleyh Allah
Sübhanehû ve Teâlâ’ntn srlar denizine dalmak öyle dursun, sinek ve sivrisinek gibi
varlklarn özelliklerini bile, tam olarak kimin akl kuatabilir?
A *
" Sonra da o (nefis), hem kötülüünü, hem de takvasn lham edene yemin
olsun ki...”
(ems, 8).
b) Bu, “Allah Teâlâ, mü’min ve muttaki olana, takvay, kafire de fücuru (kötülüü)
ilham etmitir” demektir. Sa’îd b. Cübeyr, “O nefsi, fücuru ve takvas ile babaa
brakan...” manasn vermitir. bn Zeyd, “O nefisde, onu takvaya muvaffak klmas
ile, bu mahrumiyeti meydana getirdi” diye izah etmitir. Zeccâc ve Vâhid de bunu
tercih etmilerdir.
lham Nedir?
Vâhldî öyle der: “Öretme, anlatma ve açklama daha baka eydir, ilham ise
baka bir eydir. Çünkü ilham, Allah Teâlâ’nn, kulunun kalbine bireyi düürmesi
koymas demektir. Allah Teâlâ, kulunun kalbine (aklna) birey düürdüünde ise,
onu ondan ayrlmaz hale getirir. Çünkü ilhamn temel manas, araplarn, birisi bir
eyi bir kerede yuttuunda, kullandklar iZfli -
dayanr. Yine Arapça’da, "O ey onu yuttu” manasnda
^
ifâdesi kullanlr.
eklindeki deyimlerine
te bu “ilham” kelimesinin, temel manas budur. Ama daha sonra bu ifade, tpk
bir “yutturma” gibi olduu için, Allah Teâlâ’nn kulunun kalbine düürdüü eyleri
Ben diyorum ki: Biraz önce bu üç ayetin Hak Teâlâ’nn ulvî, süfli, basit ve
mürekkeb varlklarn, idare edicisi olduuna delalet etmek için zikredlldilni
söylemitik. Burada geriye, mahsûsat aleminde, yani madde aleminde yer alan
varlklardan hereyln, bu dikkat çekme gerei, Hak TeÖlâ’mn yaratmas ve tedbiriyle
olduunu anlatmak kalmtr. Bundan da, kalblerde (akllarda), bütün bunlarn Allah’n
kaza ve kaderi olup-olmad hususu depreir durur olmutur. “Bunlar'’ dediimiz
ile
“
ey, canllarn ihtiyarî fiilleridir. Bundan dolay HakTeâlâ, Sonra da o (nutfe), hem
kötülüünü, hem takvasn ilham eden” buyurmak suretiyle bu eylerin de
Allah’dan, Allah ile ve Allah’n kaza-kaderi olduuna dikkat çekmitir. Bu durumda
ile
Iso Allah Teâlâ’nn dnda kalan hereyin, O’nun kaza ve kaderiyle meydana
goldikleri; O’nun icad ve tasarrufunun altnda olduklar sabit olmu olur.
bahsettiimiz u
husustur: htiyari fiiller, ihtiyar ve iradenin mevcudiyetine varp
dayanr. Binâenaleyh, bu meydana gelmesi, eer bir fail olmadan olmu ise,
fiillerin
bu demektir ki, muhdes (sonradan olma) varlk, failden müstani olmutur, faili ihtiyaç
duymaz. Böyle olmas halinde, bir yaratcnn olmadnn söylenmesi gerekir. Yok
eer “Bu ihtiyari fiiller bir failden meydana gelmitir. Bu fail de kuldur” denilirse,
o zaman teselsül gerekir. Yok eer, “Bu fiiller, Allah’dan meydana gelmitir” denirse,
ite ulamak istediimiz netice budur ve dorudur. Hem sonra, insan kendisi denesin.
Çünkü çou kez bireyden hiç haberi yok iken, o ey hiç aklnda yok iken, birden
kalbine onun ekli, plan, sureti kalbine düüverir. Kalbe düen bu ekle binaen, kalbte
o eye bir meyil meydana gelir. Uzuvlarn hareketleri ve bu eyin olarak meydana fiil
gelii de, kalbteki bu meyle varp dayanr. te bu Hak Teâlâ’nn, "... ilham eden"
ayetinden kastedilen manann, Mu’tezile’nin ileri sürdüü deil, bizim ileri
sürdüümüz ey olduunu kesinkes ifade eder.
011 Ki biz, kesin akil delil Ho, “lham etli" fadesi ile, Mu’tnzJlîi’nln cicili, biz (ohl-i
V0) 'j* JJ- l<£)) “Allahm, nefsime, takvasn ver. Sen o nefsin velisi ve
mevlassn. Nefsimi temizle. Sen ,
nefsi temizleyenlerin en hayns;sm’W buyurdu.
ir
Bu, tpk ^)Ui ’nin aslnn, “ahin üzüldü” oluu gibidir. Yine bu,
Araplarn, demeleri gibidir ki bunun asl, i-$ "(Aklettim) eklindedir. Yine,
bu, araplarn Ç-% yerine Jü demeleri Deha sonra diyoruz k: Mu'tozüe,
gibidir.
1) Salâh ehli, kendilerini zhar ederlerken, fsk ehli ise, kendi nefislerini, gizil kapal
yerlerde gizler ve aça vurmazlar. Nitekim, cömert Araplar, evleri tannsn ve
:?) üt ifadenin manas, "Hiç de* onlardan olmad halde, kendisini salih kimseler
,*u .mda saklayan..." eklindedir.
kar olan cür’etinden ötürü bana zulmetmitin...” dersin. Buna göre mana,
“Cmlarn tuyan ve azgnlklar, onlar, Allah’ yalanlamaya sürüklemitir” eklinde
olur. Ki, ite mehur olan görü budur.
“Ssmûd, balarna gelecek olan azab yalanlad...” eklinde olur ki, bu da, “Onlar,
peygamberlerini, kendilerine uyarda bulunduu o azabn geleceini kabullenmemek
suretiyle, resullerini tasdik etmediler...” demektir. Bu, uzak bir ihtimal deildir. Çünkü,
Arabça’da “tuyan”, allagelmi, mutad olmu olan ölçü ve miktar amak, tecavüz
jn. l ul 5BMS SURES 92/11 23 . CIK / 173
1)
gelince, bil k, (UiA ’nn ne demek olduu hususunda çu zahlar yaplabilir:
fiil gibi kabul etmitir. Buna göre ayetteki ifâdesinin manas, "Onlarn
üzerine o azab kapatt bu azab onlar, her taraftan kuatlm olan bir ey gibi
sarverdi...” eklinde olur.
2) Görülen bir ey için son, aJp ifâdesini kullanrsn ki, bu, "Onun
üzerini örttüm, düzenledim" demek olur. Buna göre, fiili ifâdesinin manas,
"Onlar helak etmek, böylece de onlar, topran altnda brakmak suretiyle, yerle
bir etti..." eklinde olur.
*
O, mtihan Sonucundan Çekinmez
Yj “Bunun sonundan korkmayarak. .’\ams, . 15 ) cümlesine gelince,
bu hususta u izahlar yaplabilir:
1
)
»J&j Rab Teâiâ’ya raci bir zamirdir. Çünkü
fiilinin tahtndaki j* zamiri,
Allah, bahsi geçenlerin bu fiile en yakn olandr. Derken, ulema, bu ifadeye
verilebilecek mana hususunda ihtilaf etmilerdir. Bu cümleden olarak bunlar, "O,
bunun neticesinde, bir kovuturmadan, soruturmadan (haa!) akbetinden
korkmayarak...” demektir. Zira, "el-ukbâ ve ei-âkbe" kelimeleri, ayn manadadr.
>U, cm EMS SURES 92/12 23. Cilt / 177
Böylece Cenftb- Hak, bu ii, hakl olarak yaptn beyan etmitir. Çünkü, yapt hak
vo hikmet olan herkesin, yaptnn neticesinden korkulmaz...
2) Bu Peygamber olan Sâlih (a.s)’e racidir. Buna göre mana, "Salih, onlarn
zamir,
bana gelen o azabn neticesinden korkmad halde...” eklinde olur. Ki bu, bu
azabtan dolay bir kimse Salih (a.s)’e eziyyet etmeye gayret ettiinde, ona, ilahi yardm
geleceini ve kötülüklerin ondan savuturulaca hususunda bir va’d gibidir.
edilmitir. Hz. Peygamber (s.a.s) bu ifadeyi J&î jjj "korkmad” eklinde okumutur.
Halbuki, Medinelilerin ve amllarn mushafnda ise, eklindedir. Allah en
iyisini bilendir.
gelecek bir azab haber vermitir. Eer o sâdk ise, Rabbinizin gazabn artrm
olursunuz. Yok eer yalan ise, sizler kastettiinizin peindesiniz..." dediler. Böyiece,
o gece, Hz. Salih’ten ayrlp gittiler. Böyiece yüzleri sararmaya balad. Derken o
azabn artk yakn olduunu anladlar. Hz. Salih (a.s)’i öldürmek için aramaya
baladlar. Fakat o kaçt, mürik olan ve Semûd kavminin kollarnda olan bir efendiye
snd. O, Salih (a.s)’i onlardan saklad. Dolaysyla onu bulup öldüremediler. Daha
I7R / 23. Cilt II1KMK-I MMK
sonra da balarna gelen o azab, onlarn artk onun peine dümelerine mani oldu.
te bu husus, “ Bunun sonundan, yani neticesinden korkmayarak....” ayetiyle
anlatlan husustur. En iyi bilen Allah’dr. Salât-ü selâm Hz. Muhammed (s.a.s)’e,