Turan Dursun Kur An Ansiklopedisi 6 Cilt 1st Edition Turan Dursun Full Chapter Download PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 6

Cilt 1st Edition Turan Dursun


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-ansiklopedisi-6-cilt-1st-edition-tur
an-dursun/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 5 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-5-cilt-1st-edition-turan-dursun/

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 3 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-3-cilt-1st-edition-turan-dursun/

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 8 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-8-cilt-1st-edition-turan-dursun/

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 4 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-4-cilt-1st-edition-turan-dursun/
Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 7 Cilt 1st Edition
Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-7-cilt-1st-edition-turan-dursun/

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 2 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-2-cilt-1st-edition-turan-dursun/

Turan Dursun Kur an Ansiklopedisi 1 Cilt 1st Edition


Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/turan-dursun-kur-an-
ansiklopedisi-1-cilt-1st-edition-turan-dursun/

■eytan Ayetleri Tart■■mas■ 4th Edition Turan Dursun

https://ebookstep.com/product/seytan-ayetleri-tartismasi-4th-
edition-turan-dursun/

■erafettin Turan Türk Devrim Tarihi 1 Kitap


■mparatorlu■un Çökü■ünden Ulusal Direni■e 1st Edition
■erafettin Turan

https://ebookstep.com/product/serafettin-turan-turk-devrim-
tarihi-1-kitap-imparatorlugun-cokusunden-ulusal-direnise-1st-
edition-serafettin-turan/
Kur'an Ansiklopedisi'nin Yayın Hakları
Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti'nindir.

Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti. Adına Sahibi


İsmet Öğütücü

Genel Müdür
İlhan Kırıt

Sorumlu Müdür
Zafer Enver Bilgin

Yayın Koordinatörü
Rıza Doğan

Yayına Hazırlayanlar
Asaf Güven Akse!, Zafer Enver Bilgin, Rıza Doğan,
İlhan Kırıt, İsmet Öğütücü, Meriç Özeller

Grafik ve Sayfa Düzeni


Yüksel Atatunç, Semra Karabulut

Bilgi İşlem
Ahmet Aka

Dizgi
Güler Kızılelma

Montaj
Bahri Çakır

Muhasebe Müdürü
Fadile Bölükbaşı

Satlş
Şinasi Gökçe, Fetih Kişioğlu, Fatih Tıpırdamaz

Abone
İlknur Gürbüz

Baskı: Sistem Ofset

Cilt: Uğur Matbaacılık

Basım: Ağustos 1994

ISBN: 975-343-066-3 (Takım)


975-343-078-7
© 1994
Her hakkı saklıdır. Yazılar izin alınmadan, tümüyle ya da kısmen yayınlanamaz,
kullanılamaz, Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, onbeş günlük, gazete ve der­
giler) kısa alıntılar, kaynak gösterilerek kullanılabilir.

ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM UYGULAMA LTD. ŞTİ.


İstiklal Cad. 184/4 80070 Beyoğlu/İstanbul
Tel/Faks: 252 21 56 - 252 21 99
1 1 1

KUR' AN ANSiKLOPEDiSi

HİCRET & KAFİR


KAYNAK AYINlARI
Fahruddin Razi, "hicret" edenlerin, din yolunda görevlerini hakkıyla yapan
kimseler olduklarının bu ayette anlatılıyor olduğunu yazıyor. Ve şöyle diyor:
"Gerçek anlamda dindar olmayan kimse, geçmiş dinleri tümüyle bırakmayı 5
göze alamaz. Ve ailesini, yurdunu bırakıp yollara düşmez, canını, malını bu HİCRET
yola adamaz ve bu yolun yolcuları arasındaki yarışmaya katılıp yarışı kazanma
çabasını göstermez." (Bkz. Razi, Tefsir, c. 1 5, s. 21 2.)

Nisa Suresi,
ayet: 100

Anlamı (Diyanet'in)
Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik
bulur. Evinden, Allah'a ve Peygamberi'ne hicret ederek çıkan kimseye ölüm ge­
lirse, onun ecrini (karşılığını) vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve mer­
hamet eder. (Nisa Suresi, ayet: 1 00.)

Açıklama
Nisa Suresi'nin 97. ayetinde, meleklerin, "kendilerine yazık etmiş olanlar"ın
canlarını aldıkları zaman onlara: "Ne yaptınız bakalım?" diye soracakları,
onların da: "Biz yeryüzünde güçsüz kimselerdik" diyecekleri, meleklerin de bu
kez: "Tanrı'nın yeri (dünya) geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ! " diye karşılık
verecekleri, yani hicret etmemiş olanların "kınanacakları" anlatılır.

B- Manevi Neden: " Mekke'deki Sıkıntılı Durum ";


" Mekke Dışında Umulanlar"
İlgili ayet ve hadislerle yorumlarından anlaşılır ki, "hicret"ten önce Mekke,
Müslümanlar için oldukça sıkıntılı bir yer durumuna gelmişti. Mekke dışında,
özellikle Habeşistan'da ve Medine'deyse daha elverişli bir ortam vardı. Buralara
"hicret" için Peygamber hem izin veriyor, hem de özendiriyordu. Yine anlaşılan
odur ki, "hicret" edenler içinde, Mekkeli inanmazlar tarafından "hicret"e zor­
lananlar, yurtlarından zorla çıkarılanlar da vardı:

1- Mekke Ortamının Elverişsizliği ve "Hicret"e Zorlayışlar

Ali lmran Suresi,


ayet: 195
6
HİCRET

Anlamı (Diyanet'in)
Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda ezaya uğratılanların,
savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Andolsun ki Allah katında
bir nimet olarak onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin
güzeli Allah katındadır. (Ali İmran Suresi, ayet: 1 95.)
İbn Cerir Taberi bu ayeti şöyle yorumlar:
" 'Hicret edenler. . .' Yani kafirlerden, bu arada ailelerinden, yakınlarından
Tanrı uğrunda uzaklaşan ve Tanrı'ya ve Peygamberi'ne inananlar kesimine
yönelenler. . . 'Yurtlarından çıkarılanlar. . .' Yani: Yurtları olan Mekke'den, Kureyş
putataparları tarafından çıkarılanlar . . . 'Benim yolumda eziyetlere uğratılanlar. . .'
Yani : Tanrı'larına boyun eğme ve O'na içten, gönülden kulluk etme yolunda -ki
bu yol Tanrı yoludur- Mekke putataparları kesiminden sıkıntılara uğratılan Pey­
gamber inanırları . . . 'Savaşan ve öldürülenler. . .' Yani : Tanrı yolunda savaşan ve
öldürülenler .. .' Bunların günahlarını elbette ki örteceğim (bağışlayacağım) .. .'
Yani: Günahlarını tümüyle kazıyacağım, yok edeceğim, bağışlamamla ve rah­
metimle hepsini üstün bir duruma getireceğim ... 'Ve andolsun ki, Tanrı katından
bir sevap, bir karşılık olarak, onları altlarından ırmaklar akan cennetlere ko­
yacağım .. .' Yani: Bütün bunlar, onların Tanrı yolunda (hicrette) gösterdikleri
çabaların, uğradıkları sıkıntıların ve sınavlarını kazanmış olmalarının karşılığı
olarak verilecektir onlara .. .' 'Sevabın güzeli Tanrı katındadır. . .' Yani:
Gösterdikleri tutum ve çabaların karşılığı olan mutluluklar, hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir zaman hatıra-hayale gelmedik ni­
metler Tanrı katındadır. . .'' (Bkz. Taberi, Tefsir, c. 4, s. 1 44.)
Fahruddin Razi'yse, bu ayeti yorumlarken, ayette, "hicret" edenlerin ikiye
ayrıldıklarının bildirildiğini yazıyor: a) Peygamberin hizmetinde ve buyruğuyla
hicret yolunu seçip yurtlarından ayrılanlar, b) Kafirler tarafından yurtlarından
ayrılmak zorunda bırakılanlar. .. Razi, bunlardan birinci kesimin, yani Peygamber
için kendi gönülleriyle hicret yolunu seçenlerin, ikinci kesimden, yani yurt­
larından -kafirler eliyle- çıkmak zorunda bırakılanlardan, "rütbe"ce daha üstün
olduklarını, ayetin anlatımında buna işaret edildiğini yazmakta. (Bkz. Razi, Tef­
sir, c. 9, s. 1 5 1 .)

2- Mekke Dışındaki Destek ve Özel Kardeşlikle Özel Miras


Mekke'de sıkıntıda olan Müslümanlar için, eğer hicret ederlerse çeşitli maddi
yararlar da söz konusuydu: "Ganimet"lerden alınacak paylar, özellikle Medine'li
inanırlarca sağlanan maddi destekler, bu arada "özel din kardeşliği "nden
(muahat) doğan "miras" payları bunlar arasındaydı.
a) Ganimet Payları

Haşr Suresi,
ayet: 8

Anlamı (Diyanet'in)
Allah'ın verdiği bu ganimet malları, yurtlarından ve mallarından edilmiş olan,
Allah'tan bir lütuf ve rıza isteyen, Allah'ın dinine ve Peygamberi'ne yardım eden
"ınuhfıcir" (hicret etmiş)fakirlerindir. İşte doğru olan bunlardır. (Haşr Suresi, ayet: 8.)

Açıklama
Aynı surenin bu ayetten bir önceki ayetinde, ganimetin kimlere verileceği
anlatılmakta. "Allah'ın fethedilen memleketler halkının mallarından Pey­
gamberi'ne verdikleri. Allah, Peygamber, yakınları, öksüzler, yoksullar ve yolda
kalmışlar içindir. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden alıkoyarsa
ondan geri durun. Allah'tan sakının. Doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir. "
Ayetin anlamı böyledir. Razi', burada sözü edilen "yakınlar"ın, "öksüzler"in,
"yolda kalmışlar"ın kimler olduğunu anlatmak için "Allah'ın verdiği bu ganimet
malları ... " diye başlayan (anlamıyla birlikte yukarıda sunulan) ayetle (8.)
açıklama yapıldığını belirtiyor. (Bkz. Razi', c. 29, s. 286.)
Demek ki söz kosunu olan, "muhacirler"dir, yani "hicret etmiş olanlar".
Daha sonraki ayet de şöyle:

Haşr Suresi,
ayet: 9

Anlamı (Diyanet'in)
Daha önce Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerini hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret (ayetteki karşılığı:
"hasase":maddi sıkıntı) içinde bulunsalar bile, onları kendilerinden önde tutarlar.
8 Nefsinin tamahkarlığından (cimrilikten) korunabilmiş kimseler, işte onlar, sa­
HİCRET adete erenlerdir. (Haşr Suresi, ayet: 9.)

Açıklama
Yorumlarda, bu ayet nedeniyle bir hadis aktarılır. Bu hadise göre, Peygamber
Medinelilere öneride bulunur: "İsterseniz, evlerinizi ve mallarınızı siz ve
göçmenler (muhacirler) arasında bölüştüreyim, buna karşılık da, "ganimet"ten
size de pay vereyim ! " Peygamber'in bu önerisine Medineliler şöyle karşılık
verir:
"Hayır, evlerimizi ve mallarımızı onlarla paylaşalım; ganimet de onların
olsun ! " (Bkz. Razi, Tefsir, c. 29, s. 287.)

b) Bağışlar
Gerek ayetlerde, gerek hadislerde, "hicret" eden inanırlara maddi yardım ve
bağış öğütleri yer almakta.

"Muhacir"Ierin kimileri, zamanla zenginleşmiş, bu kez başkalarına yardımla


yükümlü kılınmışlardır. Şu ayet bunu açıkça anlatır:

Nur Suresi,
ayet: 22

Anlamı (Diyanet'in)
İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yo­
lunda "hicret" edenlere vermemek için yemin etmesinler. Affetsinler, geçinsinler.
Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah, B ağışlayan'dır, mer­
hametli Olan'dır. (Nur Suresi, ayet: 22.)

Açıklama
Bu ayette, "ülü'l-fadl ve's-saa" geçiyor. Yukarıda çeviride, "lütuf ve servet sa­
hibi" anlamının verildiği görülüyor. "Fazilet (erdem, üstünlük) ve geniş mal
varlığı olan" diye de dilimize çevrilebilir. Burada sözü edilen kimlerdi, ya da
kimdi?
Kur'an yorumları, burada, Peygamber'in en yakın arkadaşı Ebubekir'in
anlatıldığı görüşünde birleşirler. Yani, yorumculara göre, "fazilet ve geniş mal
varlığı olan kişi ", Ebubekir'di. Bilindiği gibi Ebubekir (Abdullah e's-Siddlk) 9
(573-634) (halifeliği 632-634), Peygamber'le birlikte "hicret" etmiştir. Pey­
HİCRET
gamber'in karılarından Aişe'nin babasıdır. Peygamber'den sonraki "dört ha­
life"nin ilkidir. Ayet, Ebubekir'in, "muhacir"lerden olduğu halde, zamanla "çok
servet" elde ettiğini yansıtmakta.

c) Özel "Kardeşlik" (Muiihiit) İle Sağlanan Yarar ve Özel "Miras "


Prof. Dr. Muhammed Hamidullah şunları yazıyor:
"(Peygamber), Medine'ye varışından yaklaşık beş ay kadar sonra,
Mekke'den gelen 'muhacirler' ile Medineli (Ensar) ailelerin başkanlarının
katıldığı büyük bir meclis topladı. Ve muhacirlerin bu yeni yerleşme merkezine
uyum ve intibaklarını sağlamak maksadıyla basit, müessir ve somut bir hfü tarzı
ortaya atarak, onları samimi bir işbirliğine teşvik etti . Medine'li her bir aile
başkanı, en azından refah ve maddi genişlik içinde bulunanlar, Mekkeli bir mu­
hacir ailesini kendi yanına alacaktı. Böylece hasıl olan ahdi kardeşlik
münasebetine (muahat) göre her ikisi de müştereken çalışacaklar, elde ettikleri
kazancı aralarında paylaşacaklar ve hatta birbirine mirasçı olacaklardı . Herkes
bu formüle rıza gösterip kabul etti. Ve ResG!ullah (Peygamber) hiç vakit
geçirmeksizin bir miktar Mekkeliyi (muhacirleri), Makrızl'ye göre 186 aileyi,
aynı sayıdaki Medinelinin yanına yerleştirdi ... " (Bkz. Hamidullah, İslam Pey­
gamberi, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1980, c. 1 , s. 195, 196.)
Hamidu llah, "hicret etmiş olanlar"ın barındırılmalarını, geniş çaplı mali des­
tekle desteklenmelerini, dahası Medinelilerden kardeşlik ilişkisi kurulanlara
mirasçı bile olmalarını sağlayan "özel kardeşlik" olayının örneklerine de yer ve­
riyor ve Buharl gibi sağlam kabul edilen hadis kitaplarından aktarmalarda bu­
lunuyor.
Buharl'nin "e's-Sahih"inde, Menakıbu'l-Ensar bölümünde (bkz. c. 4, s. 222.)
Peygamber'in Mekkeli "Muhacir"lerle Medineliler (Ensar) arasında özel kardeş
oluşturduğu anlatılırken, Mekkeli Avf Oğlu Abdurrahman ile kardeş olarak
seçilen Medineli Rebi' Oğlu Sa'd arasında geçen bir konuşmaya da yer veriliyor:
Sa'd: "Abdurrahman ! Ben, Medinelilerin en zenginlerindenim. Mallarımı iki­
miz arasında paylaştırmak istiyorum. İki de karım var. İkisine de bak. Hangisini
güzel bulursan, birini boşayıp sana vereceği m. Seveceğin kadının adını ver,
hemen boşayayım ! Ve sen al ! "
Abdurrahman: "Sa'd ! Karılarını da, malını da Tanrı sana 'mubarek' eylesin.
Sen şu çarşının yolunu bana göster yeter.. ! "
Abdurrahman, çarşının yolunu öğrenir, gider ticarete girişir ve zamanla zen­
ginler arasına girer.
10
HİCRET

Enfal Suresi,
ayet: 72

Anlamı (Diyanet'in)
Doğrusu inanıp hicret eden, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler
ve muhacirleri (hicret etmişleri) barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar
birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenler ile hicret edene kadar, sizin dost­
luğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma
(saldırmazlık antlaşması) olan topluluktan başkalarına karşı, onlara yardım et­
meniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. (Enfal Suresi, ayet: 72.)

Açıklama
Yukarıdaki çeviride "anlaşma olmayan topluluk başkasına karşı " biçiminde
dizilmiş olan anlatım, ayetteki aslına uymadığından, bir dizgi yanlışı diye
düşünülüp doğrusu yazılmıştır. (Diyanet'in resmi çevirisindeki yanlış
düzeltilmiştir.)
Yukarıdaki ayette şunların anlatıldığı görülmekte:
• İnanan, hicret eden ve Tanrı yolunda savaşanlar ile "muhacirler"i barındıranlar
"birbirlerinin dostudurlar".
• Daha hicret etmemiş olanlar, bu "dostluk"tan yararlanamazlar. Yine de "din
uğrunda"ki savaşlarında bir yardım isterlerse onlara yardım edilmelidir. Eğer,
savaşları, Müslümanlarla saldırmazlık antlaşması yapmış olanlara karşı değilse.
• Daha hicret etmemiş olanlar, hicret ettikleri zaman, söz konusu "dostluk"tan
yararlanabilirler.
• "Dostluk" diye anlam verilen sözcük, ayette "veHiyet"tir. "Dostluk" anlamı
verilebileceği gibi, asıl anlamına daha yakın olarak "yakınlık-akrabalık " anlamı
da verilebilir. Aralarında "velayet" bağı bulunanlar, birbirlerine, başkalarından
daha "evla", yani daha "uygun", daha "yakın"dırlar. Bu "yakınlık" ne ölçüdedir?
Kimilerine göre, "akrabalık" ölçüsündedir ve onun için, aralarında "velayet" bu­
lunduğu bildirilen "Muhacirler" ile "Ensar", yani Medineliler birbirlerine "mirasçı"
da olabilirler. Kısacası, "velayet"e bu anlamı verenlerin görüşlerine göre, yukarıdaki 11
ayet, "hicret" etmiş olanlarla, onları barındıran ve destekleyen Medinelilerin bir­ HİCRET
birlerine "miras"çı da olabilecek ölçüde "yakın-akraba" sayıldıklarını anlatıyor. Bu
yakınlık, Peygamber'in eliyle kurulan, özel "kardeşlik (muahat)" bağından kay­
naklanıyor. (Bkz. Taberi, Tefsir, c. 1 0, s. 36, 37; Razi, Tefsir, c. 1 5 , s. 209.)
Taberl'ye göre, Peygamber zamanındaki Müslümanlar üç kesimdi:
• Hicret etmiş Müslümanlar (Muhacirler).
• Hicret etmiş olanları destekleyip barındıranlar (Ensar).
• Müslüman oldukları halde, yurtlarını bırakıp çıkmamış, yani hicret et­
memiş olanlar. (Bkz. Taberi, 1 0/37.)
Razi, bunlara bir kesim daha ekler:
• İlk zamanda hicret etmeseler de, sonradan hicret yolunu seçen Müslümanlar.
(Bkz. Razi, 1 5/208-2 1 4.)

Enfal Suresi,
ayet: 75

Anlamı
Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte cihadda bulunanlar, işte bunlar
sizdendirler. Hısımlar, Tanrı'nın kitabındakine göre (miras konusunda) birbirine
daha yakındırlar. Tanrı, herşeyi Bilen'dir. (Enfal Suresi, ayet: 75.)

Açıklama
Kur'an yorumlarında genellikle benimsenen yorum şöyle:
Aynı surenin 72. ayetinde, "hicret" edenlerle bunları yurtlarında barındıranların,
yani Mekkeli Müslüman göçmenlerle Medineli Müslümanların birbirlerine "velayet"
sahibi oldukları, yani birbirlerinin "yakın"ı sayıldıkları bildirilmişti. Bu açıklamaya
göre bunlar, birbirlerinin "mirasçı"sı da olabiliyorlardı. Hadisler de bunu anlatmakta.
Bu ayette, yani 75. ayetteyse, "hısım"ların, birbirlerine daha "evla" (yakın) oldukları
bildiriliyor. Bu durumda, "miras"ta da "hısım"lar, yani asıl akraba dururken, ara­
larında Peygamber eliyle özel kardeşlik bağı kurulmuş olanlar da olsa başkalarının
mirasçı olmamaları gerekir. Demek ki 75. ayetin hükmüne göre, asıl akraba varken,
birbirlerine "kardeş" yapılmış olan kimseler (muhacirler-Medineliler), yalnızca bu
kardeşlik bağından dolayı "mirasçı" olamazlar. Mirasçı olabilmek için asıl akrabalık
şarttır. İşte durum böyle olduğu için, 75. ayetteki hükmün, 72. ayetteki hükmü
geçersiz kıldığı (nesh ettiği) savunulmakta. (Bkz. tefsirler, örneğin Taberi, Razi,
ayrıca Feril.iz kitapları.)
il- "HİCRET" NEDENİYLE ORTAYA ÇIKAN ÖZEL DURU M VE HÜKÜMLER

12 A - "Muhacirler"-" Ensar" (Medineliler) İlişkilerine İlişkin


HİCRET 1- Özel Kardeşlik (Muahat) İlşkisi
İlgili ayet ve hükümler yukarıda sunuldu.

2- Gelir Dağıtımına, Özellikle "Ganimet"in Paylaştırılmasına İlişkin


Yukarıda da sunulduğu gibi, Peygamber'in eliyle oluşturulan "karşılıklı sevgi
ve dayanışma" ve "manevi kardeşlik" nedeniyle i lişkiler son derece iyiydi. Me­
dineliler, "muhacir kardeşleri"ni seve seve barındırıyor ve her yönden des­
tekliyorlardı. Muhacirler de olabildiğince yük olmamaya çalışıyorlar, özellikle ti­
caret alanına kendilerini vererek geçimlerini sağlıyorlardı . Ganimet
paylaştırıl ması da ilk zamanlar sorun olmuyor, belirl i bir anlayış içinde
yürütülüyordu. Ancak sonraları giderek artan gelir kaynakları, en başta "ganimet"
ve "zekat" yüzünden sorunlar çıkar oldu. "Kalpleri İslam'a ısındırılanlar"a
(müellefetü'l-kulfib) mal varlıklarına bakılmaksızın zekat verilir olması, Huneyn
Savaşı'nda yine bu kimselere "ganimet"ten fazl a pay verilmesi (Buharl'de de yer
alan hadislere göre, Kureyş büyüklerinden kimilerine, ganimetten yüzer deve ve­
ril mişti. Oysa her bir savaşçının aldığı pay, dört deveydi.) "Peygamber'in
hemşerileri kayırı lıyor! " türünden dedikodulara ve kimi rahatsızlıklara yol
açmıştı. (Özellikle bkz. Tecrid-i Sarih, 1 040. hadis, Diyanet yayınlarından.)
Ancak, Peygamber'in yaptığı toplantı ve konuşmalarıyla ortalık yatıştırılmış ve
yine karşılıklı anlayış sağlanmıştı .

B- Evlilik Konulan

v1ümtelıineSuresi,
ayet: 10
Anlamı (Diyanet'in)
Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse, onları deneyin
(imtihan), hicretlerinin sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. 13
Onların mü'min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu HİCRET
kadınlar o inkarcılara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. İnkarcıların
bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin. Bu kadınların mehirlerini kendilerine
verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. İnkarcı kadınları
nikahınızda tutmayın, onlara verdiğiniz mehri isteyin. İnkarcı erkekler de hicret
eden mü'min kadınlara verdikleri mehirleri istesinler. Allah'ın hükmü budur,
aranızda O hükmeder. Allah Bilen'dir, Haldm'dir. (Mümtehine Suresi, ayet: 1 O.)

Açıklama
Hudeybiye Barış Antlaşması'nda (627 yılının sonları), Mekke'ye sığınan hiç
bir Müslüman'ın "iade edilmeyeceği, buna karşılık Muhammed'in kendisine
sığınan tüm Mekkelileri, Mekke'deki yetkililerinin istekleri üzerine iade etmek
zorunda olduğu hükmü de yer alıyordu. Bu hükme uyularak, Peygamber'e -
Müslüman oldukları için- sığınan Mekkeliler (örneğin Süheyl'in oğlu) iade edil­
mişlerdi . Ancak iade edilenler, erkekti. Bu arada Mekke'den kaçıp Peygamber'e
sığı nan kadınlar da olmuştu. "İman"larını sunmuşlardı Peygamber'e. Pey­
gamber, antlaşma hükmünün yalnızca erkekler için geçerli olduğunu söyleyerek
bu kadınları iade etmemişti . İşte tefsirlerin ve hadislerin belirttiklerine göre,
yukarıdaki ayet bu kadınlarla ilgilidir. (Bkz. Buhar), Meğazi /35, Tefsir, 28/45;
Razi, Tefsir, 29/305 ; Hamidullah, İslam Peygamberi, fıkra: 420, 428.)
Ayetin getirdiği hükme göre, "Hicret" edip gelen kadınların kabul edi­
lebilmeleri için, bir sınavdan geçirilmeleri gerekiyordu. İlgili kaynaklarda be­
lirtildiğine göre, bu kadınların sınavlarında bir "andiçme" vardı. Yani kadınlara
andiçiriliyordu. Şöyle:
"Tanrı'ya andiçerek söylerim ki, ben hicret edip gelirken kocama kızdığım, kin
beslediğim için çıkıp gelmedim. Bir yer değişikliği olsun diye de gelmedim. Bir
dünyalık elde etmek için de gelmedim. Ben yalnızca, Tanrı ve Peygamber sev­
gisinden ötürü evimden çıkıp geldim ! " (Bkz. Taberi, 28/44, 45; Razi, 29/305.)
Sınavı kazanan ve "gerçekten i manlı oldukları " anlaşılan kadınlar artık
Müslümanlar kesiminde (Medine'de) kalabilirdi ve bunlarla evlenilebilirdi.
Hüküm uygulandı.
Ahzab Suresi'nin 50. ayetinde, Peygamber'e seslenilerek: " . . . Ve seninle bir­
likte hicret edenlerden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, teyzelerinin
kızlarını da sana helal kıldık . . . " denmekte. Bkz. KARI, MUHAMMED.

III- BİRİNCİ VE İKİNCİ "HİCRET"

A- Birinci " Hicret " : Habeşistan' a


Kaynakların verdikleri bilgilere göre, ilk "hicret", Peygamber'in izniyle
Habeşistan'a olmuştur.
İbn İshak'ın aktarmasına göre Peygamber'in karılarından Ümmü Seleme
şöyle anlatır:
14 "Mekke başımıza dar gelmişti. Peygamber'in arkadaşları sıkıntıl ara
HİCRET uğratılıyorlardı, dinleri uğruna türlü belalara uğruyorlardı . Peygamber de bunları
önlemeye güç yetiremiyordu. Tanrı'nın Peygamberi'nin kendisi, kabilesinden bir
kesimin ve amcasının koruması altındaydı . Bu koruma nedeniyle, ar­
kadaşlarının başlarına gelenler, onun başına gelmiyordu. B unun üzerine Pey­
gamber onlara şöyle dedi :
" 'Habeşistan'da, kimseye zulmetmeyen bir kral var. İçinde bulunduğunuz
sıkıntılardan kurtulmanız için Tanrı bir çıkış yolu gösterene dek onun ülkesine gidin!'
"Bunun üzerine oraya gittik. Toplandık orada. En iyi yurda, en iyi komşuya gitmiş
olduk. Dinimizde güvenceli bir ortama kavuşmuştuk. Habeşistan kralı zulmeder diye
bir kaygımız yoktu. Kureyş bizim orada toplandığımızı, bir yurda ve güvenceye
kavuştuğumuzu öğrenince, bizi o ülkeden çıkarmak ve iade ettirmek için adamlar
gönderdi... " (Bkz. İbn İshak, e's-Sire, fıkra: 282, s. 1 94, yay. Hamidullah, 1 98 1 .)
Aktarılana göre, Habeşistan kralı (Necaşi), Kureyş'in, armağanlarla giden
elçilerini (elçilerden biri de ünlü Amr'İbn'ül-As'dı) azarlar ve isteklerini geri
çevirir.
İlk "hicret" buysa da, hicret edenler arasında Peygamber'in kendisinin bu­
lunmaması nedeniyle "hicret" denince bu hicret amaçlanmamakta, asıl hicret,
Mekke'den Medine'ye hicret kabul edilmekte.

B- İkinci Hicret
Profesör Hamidullah şunları yazmakta:
"Eza, cefa ve zulüm altında inleyen İslam, artık kendine bir melce (sığınak),
barınılacak bir yer bulmuş ve Medine, dünya tarihinin gidişatına tesirde bulunan
hareket ve eylemin merkezi haline gelmişti. işte hicret dediğimiz olay budur.
Yani Resulullah (Peygamber) ve sahabenin Mekke'den Medine'ye geli p
yerleşmeleri olayıdır..." (Bkz. Hamidullah, İslam Peygamberi, fıkra: 303.)
"Hicret" yılı, miladi takvimin 622. yılına rastlar. Yani bu tarih, hicri yılın
başlangıcı sayılır.
Medine'ye ilk hicret edenler, Peygamber'in hicretinden birkaç ay (kimine göre
üç ay) önceden, Peygamber'in izni ve buyruğuyla Menide'ye göçmüşlerdir.
İlk "muhacirler", öncülük etmiş olmaları nedeniyle övülürler.

Tevbe Suresi,
ayet: 100
Anlamı (Diyanet'in)
İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve Ensar (Medine'li
Müslümanlar) ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur. Onlar da 15
Allah'tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, HİCRET
içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.
(Tevbe Suresi, ayet: 1 00.)

Açıklama
Ayette "e's-sabikı1ne'l-evvelı1n" diye bir deyim yer alıyor. Yukarıdaki
çeviride, "iyilik yarışında önceliği kazananlar" anlamı verildiği görülüyor. Asıl
anlamıysa "ilk öncüler" ya da "yarışta öne geçen ilkler"dir. Kimdir bunlar?
Konu tartışmalıdır. Fahruddin Razi'ye göre, burada anlatılmak istenenler,
"hicrette öncü olanlar"dır. Hicrette en önde olan kişi Ebubekir'dir. Çünkü Pey­
gaber'in hizmetine herkesten önce giren ve her yerde (hicrette de) Peygamber'le
birlikte olan, odur. (Bkz. Razi, Tefsir, 1 61 1 68, 1 69.)

VI- "HİCRET"İN HADİSLERDEKİ ANLAMI


"Hicret" sözcüğü, hadislerde, "Mekke'den Medine'ye göç" anlamında yer
aldığı gibi başka anlamlarda da yer alır;

Hadisler
"Peygamber karılarından bir ay 'hicret' etti . " (Bkz. Ahmed İbn Hanbel, 1/235,
2/3 1 , 56, 298, 3/329, 34 1 .)
Yani Peygamber, karılarından bir süre uzak kalıp cinsel birleşimde bu-
lunmadı.
"Üç günden çok 'hicret' olmamalı." (Bkz. Ahmed İbn Hanbel, 2/329, 4/220.)
Yani üç günden uzun süreyle "küsüşme" olmamalıdır.
"Fatıma (babasının, Peygamber'in mirasını elde etmesine engel olduğu için)
Ebubekir'den 'hicret' etti ve 'hicret'i ölene dek sürdü. " (Bkz. Buhar!, Hums il ;
Ahmed İbn Hanbel, 1/6.)
Yani Peygamber'in kızı Fatıma, miras nedeniyle Ebubekir'e küstü ve
küskünlüğü ölene dek sürdü.
"Kocasının yatağından 'hicret' eden kadına, melekler lanet eder." (Bkz.
Ahmed İbn Hanbel, 2/348.)
Yani cinsel birleşimde bulunmak isteyen kocasının isteğini geri çeviren
kadına melekler lanet eder.
"Kimin hicreti Tanrı'ya ve Peygamberi'ne olursa, onun hicreti Tanrı'ya ve
Peygamberi'nedir, kimin hicreti elde edebileceği bir dünyalığa ve evleneceği bir
kadınaysa onun hicreti de yöneldiği şeyedir." (Bkz. Buhar!, İman /4 1 .)
Yani kimin yönelişi, amacı neyeyse, değerlendirilmesi ve alacağı karşılık da
ona göredir.
Özet
Hicret, Mekk:e'deki ortamın da itmesiyle Peygamber dönemindeki
16 Müslümanların buradan başka yerlere göçleridir. İlk hicret, Habeşistan'a
HİDAYET olmuşsa da, hicret dendiğinde amaçlanan, Peygamber ve arkadaşlarının
Mekke'den Medine'ye göçleriöir. 622 yılında olmuştur. Bu yıl, hicri takvimin ilk
yılıdır (başlangıcı). Peygamber' le birlikte göçmüş olanlara " muhacir", onları
barındıran ve destekleyen Medineli Müslümanlara da "yardımcılar" anlamına
gelen "Ensar" denir. "Muhacir"lerle "Ensar" arasında, Peygamber eliyle özel bir
"kardeşlik" (muahat) oluşturul muştur. Bu kardeşlik bağı, hükmü kaldırılıncaya
dek, "miras"tan pay almayı bile sağlar nitelikteydi. Mekke'de kalıp hicret et­
memiş Müslümanlar bu ayrıcalıktan yararlanamıyorlardı . Ancak, bunlardan ki­
mileri, sonradan hicret etmişler ve "hicret etmiş olma"nın sevap ve nimetlerine
kavuşmuşlardır. Hicret edenlere, öbür danyada da cennet söz verilir. Gerek ayet­
lerde ve gerek hadislerde, "hicret etmiş olanlar (muhacirler)" çok övülür.

�HİDAYET
"Doğru yol", "doğru yolda bulunmak", "doğru yola gitmek", "doğru yolun
gösterilmesi", "doğru yola iletmek".
"Hidayet", "İslam kelamı"nda çok tartışılır. Ne anlama geldiği konusunda
çok değişik görüşler ileri sürülür. Karşıtı olan "dalalet" de öyle. "Dalalet",
"sapıklık, doğru yoldan sapma" anlamında. Ama konu olarak çok tartışılır.
"Hidayet" ve "dalalet" üstüne birçok "mezheb" ortaya çıkmıştır. "Tefsir
Sözlüğü"nde ve "Kelam Sözlüğü"nde konu üzerinde genişçe durulacak.
"Hidayet" , "Tanrı'nın dilemesi"ne bağlı. Ama "Tanrı, falanca kişiye hidayet
etti"nin anlamı nedir? Anlamı "Tanrı o kişiyi doğru yola götürdü, doğru yola
soktu" mudur? Yoksa, "Tanrı o kişiye doğru yolu gösterdi" midir? "Hidayet"in
öznesi kimi zaman da "Peygamber" olur: Peygamber'e seslenilerek: "Sen di­
lediğine hidayet edemezsin, ama Tanrı dilediğine hidayet eder ! " (Kasas Suresi,
ayet: 56.), "Sen elbette ki doğru yola hidayet edersin ! " (Şura Suresi, ayet: 52.)
diye bildirildiği görülür. Peygamberin "hidayet etmesi" , ya da "edememesi" ne
demektir?
İslam kelamında ve Kur'an yorumlarında yer alan kimi görüşlere göre,
"hidayet etmek " ; "yol göstermektir". "O nedenledir ki, Peygamber'in de hidayet
edebildiği bildiriliyor" diyor bu görüştekiler. Kimi görüşe göreyse "hidayet
etmek", "doğru yola iletmek, götürüp sokmaktır" . Kanıt olarak da, "Pey­
gamber'in değil ; yalnızca Tanrı'nın hidayet ettiğini" bildiren ayeti gösteriyorlar.
Bir üçüncü görüşe göre de durum şu : "Hidayet", Kur'an'da iki anlamda da yer
almıştır: "Peygamber'in hidayet edemediğini, yalnızca Tanrı'nın hidayet ettiğini"
bildiren ayetteki "hidayet", "doğru yola doğrudan iletip koymak"tır. Çünkü bunu
ancak Tanrı yapabilir, Peygamber bile yapamaz. Peygamber'in de "hidayet ede­
bildiğini" bildiren ayetteyse "hidayet", "yol göstermek" anlamındadır. Çünkü
Peygamber "doğru yolu gösterir". Görevi de insanlara "doğru yolu göstermek"tir.
Yine de tüm mezhepler, özellikle "sünnet ehli"nin mezhepleri, hidayetin,

ayetleri bunu açıkça bildirdiği için benimserler. Ayrıca � adisler de bunun böyle
hidayette bulunmanın, yalnızca "Tanrı' nı n dilemesi"ne bağlı olduğunu, Kur'an
17
olduğunu hildiriyor. Kimi ayetlerden örnekler: HİDAYET

,,, 7 .,,. ,.�l:-J o/ o.;,.,� l�/.,... o_,.o,,,.. o/ o_,,,,,.,,,,.-:


.>'>J� .. .. �����.J· ��'t;��'Sllij ..
Kasas Suresi,
/ , ,!)o },,. •.,...

µ�r'
ayet: 56

e_� ..

Anlamı
(Ey Muhammed!) Sen sevdiğine (istediğine) "hidayet edemezsin" . Ama Tanrı,
dilediğine "hidayet eder". "Hidayette olacakları ", en iyi O bilir. (Kasas Suresi,
ayet: 56.)
Diyanet çevirisindeki anl am ı :
Ey Muhammed ! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin. Ama Allah, di­
lediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri, en iyi O bilir. (Kasas Suresi,
ayet: 56.)
Bu çeviride, bu ayette yer alan "hidayet"e, "doğru yola eriştirmek" anlamı ve­
rildiği görülüyor.

Şura Suresi,
ayet: 52

Anlamı
İşte böylece (Ey Muhammed ! ) Buyruğumuzdan sana "ruh"umuzu "vah­
yettik". Sen, kitab nedir, inanç (iman) nedir bilmiyordun. Ama biz onu bir ı şı k
yaptık. Onunla, kullarımızdan dilediğimize hidayet ederiz. Kuşku yok k i , ke­
sinlikle sen de, doğru yola hidayet edersin ! (Şı1ra Suresi, ayet: 52.)
Diyanet çevirisindeki anlamı :
Ey Muhammed ! İşte sana da buyruğumuzla Cebrail'i gönderdik. Sen, kitab
nedir, iman nedir önceleri bilmezdin, fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi
onunla doğru yola ediştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz sen de insanlara, doğru
yolu göstermektesin. (Şı1ra Suresi, ayet: 52.)
Bu ayetteki "ruh"a "Cebrail" anlamı verilmiştir. "Hidayet"lerden birincisine,
"doğru yola eriştirmek", ikincisineyse "doğru yolu göstermek" anlamı ve­
rildiğide görülüyor.
Kehf Suresi,
ayet: 17

Anlamı
Tanrı kime hidayet etmişse, odur hidayette olan. Ve kimi saptırmışsa, artık
ona yol gösteren bir dost da bulamazsın ! (Kehf Suresi, ayet: 1 7.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse, "hak yolda" dır. Kimi de saptırırsa, artık
onu doğru yola götürebilecek bir rehber bulamazsın. (Kehf Suresi, ayet: 1 7.)
Çeviride, ayetteki "hidayet"e, "doğru yola eriştirmek" ; "hidayette olan"
anlamındaki "muhted"e "hak yolda" (olan) anlamı veriliyor. "Dost" demek olan
"veliy" ile "yol gösteren, aydınlatan" demek olan "mürşid"e de "doğru yola
götürecek bir rehber" anlamı verildiği görülüyor.
Yalnızca "Tanrı'nın hidayet ettiği kimseler" in "hidayette olacakları", "O'nun
saptırdığı kimseler"iyse kimsenin kurtaramayacağı ve doğru yola
yöneltemeyeceği; pek çok ayette ve pek çok kez bildirilmekte:
Bakara Suresi, ayet : 5, 1 6, 26, 38, 70, 1 20, 142, 143, 1 75, 2 1 3, 258, 264, 272
Ali İmran Suresi, ayet : 8, 73, 86, 1 0 1
Nisa Suresi, ayet : 88, 1 37, 1 68
Maide Suresi, ayet : 5 1 , 67, 108
En'am Suresi, ayet : 35, 7 1 , 77, 88, 90, 1 57
A'raf Suresi, ayet : 30, 148, 1 78
Tevbe Suresi, ayet : 1 8, 19, 24, 37, 80, 1 09

Yunus Suresi, ayet : 25, 35, 45


Ra'd Suresi, ayet : 27, 3 1

İbrahim Suresi, ayet : 4, 1 2, 2 1


Nahl Suresi, ayet : 36, 37, 93, 1 03, 1 07, 1 2 1
İsra Suresi, ayet : 97
Kehf Suresi, ayet : 1 3, 1 7, 57
Meryem Suresi, ayet : 58, 76
Taha Suresi, ayet : 1 22, 1 23

Tekvlr Suresi,
ayet: 29
Anlamı (Diyanet'in)
Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, sizler bir şey dileyemezsiniz.
(Tekvlr Suresi, ayet: 29.)
Burada bildirilen, İnsan Suresi'nin 30. ayetinde de bildiriliyor.
Konuya ilişkin ayetler ve anlamları için bkz. AÇIKLAMAK, DİLEMEK, DİN,
DOGRU, ECEL, TANRI, CEHENNEM, CENNET, CİN, İNSAN, MELEK, ŞEYTAN, TAKDİR.
>HİKMET
"Yargı ve inanç da içeren bilgi" anlamındadır Kur'an'da.
19
"İnsanlar arasında hükmetsinler diye" gönderilen "peygamber"lere hep "hik­ HİKMET
met" verilmiştir. Peygamberler de inanırlarına " hikmet"i öğretmişlerdir. Din
adına verilen öğütlerin " hikmet"le olması istenmiştir. " Hikmet verilmiş
kimse" lere "hayır"dan çok şey verildiği bildirilmiştir. Bütün bunlar, "hik­
met"in "vahy kaynaklı bilgi'', "düşünce", "inanç" ve "yargı " (hüküm) içerdiğini
anlatır:

Bakara Suresi,
ayet: 129

Anlamı
(İbrahim ve İsmail Peygamber'ler yakarıyorlar:)
"Tanrı'mı z ! Onlara, içlerinden, senin ayetlerini okuyacak, onlara kitabı ve
hikmeti öğretecek ve (böylece) onları arındıracak peygamber gönder. Kuşku yok
ki, güçlü ve hikmetli olan sensin ! " (Bakara Suresi, ayet: 129.)
� ' o o_.,,,,

���\J::ıS\ r
.

q�ı��j(�ı�92� Bakara Suresi,


ayet: 151

Anlamı
'�@�\jjtjı;�:;;p�
Nitekim içinizden size, ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı, hik­
meti öğreten ve size bilmediklerinizi öğreten Peygamber gönderdik. (Bakara Su­
resi, ayet: 1 5 1 .)

Ali İmran Suresi,


ayet: 164
Anlamı
Andolsun ki Tanrı inanırlara iyilikte bulunduğunu bildirmiştir: Anımsa ki
20 kendilerine içlerinden, O'nun ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı,
HİLE hikmeti öğreten Peygamber gönderdi. Daha önce açık bir sapıklık içinde bu­
lunuyor olsalar bile ... (Ali İmran Suresi, ayet: 1 64.)
Bkz. AYET, BİI,Gİ, HABER, KİTAB, MUHAMMED, PEYGAMBER.

Bakara Suresi,
ayet: 269

Anlamı
(Tanrı) "hikmet"i dilediğine verir. Kime "hikmet" vermişse, kuşkusuz, ona
çok "hayır" (yarar) vermiştir (ona büyük iyilikte bulunmuş demektir). Bunu,
ancak akıl sahipleri düşünebilir. (Bakara Suresi, ayet: 269.)
Bkz. DİLEMEK, HAYR. "Hikmet"le i lgili öteki ayetler için ayrıca bkz. AKIL,
ANMAK, BİLGİ, HABER, KİTAB, MUHAMMED, PEYGAMBER, TANRI.
"İslam ahlakı"nda, "İslam usı1lu'l-fıkhı"nda, "İslam tasavvufu"nda, "hik­
met"in önemli yeri var. O nedenle "Tefsir Sözlüğü"nde, "İslam Ahlak
Sözlüğü"nde, "Tasavvuf Sözlüğü"nde "hikmet" üzerinde genişçe durulacak.
" Hikmet", türevlerinin dışında, yirmi kez geçer Kur'an'da:
Bakara Suresi, ayet : 1 29, 1 5 1 , 23 1 , 25 1 , 269 (iki kez)
Ali İmran Suresi, ayet : 48, 8 1 , 1 64
Nisa Suresi, ayet : 54, 1 1 3
Maide Suresi, ayet : 1 1O
Nah! Suresi, ayet : 1 25
İsra Suresi, ayet : 39
Lokman Suresi, ayet : 12
Ahzab Suresi, ayet : 34
Sad Suresi, ayet : 20
Zuhruf Suresi, ayet : 63
Kamer Suresi, ayet :5
Cum'a Suresi, ayet :2

>HİLE
Türkçe sözlükte hilenin ne olduğu şöyle anlatılır:
"Düzen: Oyunda hile yapmak."
"Çıkar sağlamak üzere bir mala değersiz bir şey karıştırmak: Bu sütte hile var."
Kur'an'da yalnızca, Nisa Suresi'nin 98. ayetinde geçen "hile" sözcüğü,
yukarıdaki anlamda yer almamakta. "Çare", yani "çıkar yol" , "kurtuluş yolu"
anlamında yer almakta. Ayet şöyle:
Nisa Suresi,
ayet: 98

Anlamı
Erkek, kadın ve çocuklarından o güçsüzler bu kimselerin dışındadırlar ki,
"hile" (çıkış yolu, kurtuluş yolu) bulamazlar. Ve yol bulup kurtulamazlar. (Nisa
Suresi, ayet: 98.)
Bu erkek, kadın ve çocuklar, bu ayetten önceki ayette sözü edilenlerin
dışında tutuluyorlar. O ayet de şöyle:

Nisa Suresi,
ayet: 97

Anlamı
Kendilerine yazık etmiş olanların canlarını alırlarken melekler: "Ne işte-ne
tutumdaydınız?" derler. Onlar da: "Biz yeryüzünde küçümsenen güçsüzler ke­
simindendik ! " diye karşılık verirler. Meleklerse söyle derler: "Tanrı'nın yeri
geniş değil miydi ? Oradan başka yerlere göçseydini z ! " (Hicret). Bunlar o kim­
selerdir ki, varacakları yer cehennemdir. Ne kötü varış yeridir orası ! (Nisa Su­
resi, ayet: 97.)
Demek ki, 98. ayette, "hile", yani "kurtuluş yolu" bulamadıkları için yer­
lerinde kalanlar, bulundukları yerden başka yerlere göçebilecek durumda olan­
ların dışında tutulmakta. Yani bir yerde "kötülük" mü var, din kurallarına aykırı
yaşam mı var? Oradan başka yere göçmek (hicret) gerek. Ama insan hiç yol bu­
lamaz, güç yetiremezse, o zaman, özür gerekçesi kabul edilir. Yoksa varacağı yer
cehennemdir.
Görülüyor ki, 98. ayetteki "hile"nin anlamı, Tükçemizde kullanılan hile
değildir. "Çare" denen şeydir. Kurtuluş için bulunabilecek "yol"dur. "Hile-i
şeriyye" diye de bir şey vardır. Bu deyimdeki "hile"nin anlamı da "çıkış yolu,
kurtuluş yolu"dur. " Hi le-i şeriyye", "çare-i şeriyye" demektir. Yani, içinden
çıkılmak i stenen durumdan, "şeriat kurallarına uygun biçimde çıkış yolu" bul­
maktır, ya da bulunan "çıkış yolu"dur.
"Hile"nin Türkçemizde kullanılan anlamında, başka sözcükler var Kur'an'da:
"Mekr" sözcüğü başta gelir. Yani "mekr'', "hile"nin, Türkçemizde kullanılan
22 anlamını içerir. "Mekr'', oyuna getirmek için kurulan "düzen"dir, "tuzak"tır. Her­
HİLE hangi bir biçim ve görünümle "aldatmak"tır. "Mekr"in yer aldığı ayetler:

A- " Kafir"lerin " Mekr"ine Karşılık Tanrı' nın " Mekr"i


1- "Tanrı Mekri Olanların Hayırlısıdır"
"Kiifir"ler "mekr" yapıp kuruyorlar, Tanrı da "mekr" yapıp kuruyor.
Tanrı'nın "mekr"i daha güçlüdür ve Tanrı "mekr"i olanların "hayırlısı "dır:

Ali imran Suresi,


ayet: 54

Anlamı
"Mekr" yaptılar. Tanrı da "mekr" yaptı. Tanrı, " mekr" yapanların
hayırlısıdır. (Ali İmran Suresi, ayet: 54.)

Açıklama
Diyanet'in çevirisinde, bu ayete şöyle anlam verilmekte:
"Fakat hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapanların
cezasını en iyi verendir."
"Fakat"ın ayette karşılığı yok. Ama bu önemli değil. Önemli olan gerisi.
Ayetin asıl anlamı, Diyanet'in anlamından önce sunulandır. Yan i : "Mekr
yaptılar. Tanrı de mekr yaptı. Tanrı mekr yapanların hayırlı sıdır. "
Ama, Diyanet'in çevirisindeki anlamın bir nedeni, bir gerekçesi var:
"Mekr'', yani "hile" (düzen, tuzak) yapmak; İslam "keliim"ında Tanrı ıçın
uygun görülmez. Onun için de, ayetlerde çokça yer alan "Tanrı'nın mekr"i,
"Tanrı'nın mekre karşı lık vermesi ve mekr yoluna gidenleri cezalandırması"
anlamında yorumlanır. Kur'an yorumlarında da genellikle böyle yer alır. "Tanrı
mekr yaptı " anlamındaki sözler, "Tanrı mekr (hile) yapanları cezalandırdı " diye
yorumlanır. O nedenle, Diyanet çevirisinde de o yola gidilmiştir. Ama ben, ayet­
teki aslını belirtmek istedim, "aslına sadık kalarak" yukarıdaki anlamı verdim.
Öteki ayetlerde de aynı yol izlenecektir:

Enfal Suresi,
ayet: 30
Anlamı
Anımsa ki kafirler sana " mekr" (tuzak) kurmuşlardı. Seni tutup bağlasınlar,
ya da öldürsünler, ya da sürüp (yurdundan) çıkarsınlar diye... "Mekr" 23
yapıyorlardı. Tanrı da (onlara) mekr yapıyordu. Tanrı, "mekr" yapanların HİLE
hayırlısıdır. (Enfal Suresi, ayet: 30.)
Diyanet çevirisindeki anlamı :
İnkar edenler, seni bir yere kapatmak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen
kuruyorlardı . Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah
düzen yapanların en iyisidir. (Enfal Suresi, ayet: 30.)
Bu çeviride, "Allah da düzen kuruyordu" demekten kaçınılıp, "Allah da
düzenlerini bozuyordu" denirken, bir yandan da ayetteki aslına uygun biçimde
"Allah düzen (mekr:hile) yapanların en iyisidir! " dendiği görülüyor.

Ra'd Suresi,
ayet: 42

Anlamı
Kuşkusuz onlardan öncekiler de "mekr" yapmışlardı. Oysa bütün "mekr"ler
Tanrı'nındır. Herkesin yaptığını bilir O. Yaşamın sonunun kimin yararına
olduğunu kafirler ileride öğrenecekler. (Ra'd Suresi, ayet: 42.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Öncekiler düzen kurdular. Oysa bütün düzenler Allah'ındır. Herkesin yaptığını
bilir. İnkarcılar da. neticenin kimin olduğunu göreceklerdir. (Ra'd Suresi. ayet: 42.)

Nemi Suresi,
ayet: 50, 51

Anlamı
Onlar bir "mekr" (hile) biçimiyle "mekr" ettiler; biz de bir "mekr" biçimiyle
"mekr" ettik. Onlarsa bunu bilmiyorlardı. Şimdi bak onların "mekr"lerinin sonu ne
oldu: Onları ve toplumlarını, tümünü yok edip sildik. (Nemi Suresi, ayet: 50, 5 1 .)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Onlar bir düzen kurdular; biz fark ettirmeden düzenlerini bozduk.
Düzenlerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak ! Biz onları ve milletlerini, hepsini,
yerle bir ettik. (Nemi Suresi, ayet: 50, 5 1 .)
Bkz. AKIBET, SALİH, SEMÜD.
ibrahim Suresi,
ayet: 46

Anlamı
Onlar "mekr"lerini yapıp koydular. Oysa onların "mekr"leri, Tanrı katındadır.
"Mekr"leri, dağlan yerinden oynatacak türden olsa bile ... (İbrahim Suresi, ayet: 46.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Şüphesiz onlar düzenlerini kurdular. Oysa dağları yerinden oynatacak olsa
bile, bu düzenleri hep Allah'ın elindeydi . (İbrahim Suresi, ayet: 46.)

o'((;�·,:--::'
,,.... � .
""'\,;.'.__...
���!'ti'- . � �,•/_,�.,c;,r\"
)t.J" \:.:.) �)J
�,�o! _.�, �:,�'->�G
....... .. .)

o �,,.'!,... \ ,,�"'�,,,.
· .,,.�d �� r�
/ }
Yunus Suresi,
""'
. .- • !) :;ı;t...,. -'� '- �
...,, -
ayet: 21 ' ;,;
"' """

"-'�\/
S; °J.Jfa \,a
Anlamı
İnsanlara darlıktan sonra "rahmet" tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ; ayet­
lerimiz konusunda "mekr"leri var. (Hile yolunu seçerler) De ki: "Mekr yönünden
Tanrı, (herkesten) daha hızlıdır. Kuşkusuz elçilerimiz, sizin "mekr"lerinizi ya­
zarlar. (Yunus Suresi, ayet: 2 1 .)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu tattırdığımızda, hemen ayet­
lerimize dil uzatmaya kalkışırlar. Onlara de ki: " Hile yapanın cezasını vermekte
Allah daha çabuktur." Elçilerimiz, kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yaz­
maktadırlar. (Yunus Suresi, ayet: 2 1 .)

2- Hile, "Hile Yapanın Zararınadır"


"Mekr" yani "hile" (düzen, tuzak) yoluna gidenler, bu yolun kendi yararlarına
olduğunu sanırlar, oysa bu yol, "onların zararına"dır. "Hile yapan, kendi hi­
lesine" (kuyu kazan kendi kazdığı kuyuya) düşer.

Fiitır Suresi,
ayet: 42, 43
25
HİLE

Anlamı
Antlarının tüm gücüyle Tanrı'ya andiçmişlerdi: Eğer kendilerine bir kor­
kutucu (uyarıcı, peygamber) gelirse, kesinlikle, toplumlardan herhangi birinden
daha çok doğru yola gireceklerdi. Ne zaman ki kendilerine bir korkutucu geldi, o,
onlara ürküntüden başka bir şey artırmadı. Yeryüzündeki büyüklenmeleri ne­
deniyle ... Ve kötü bir "mekr" için . . . Oysa "kötü mekr" (kötü düzen-tuzak),
yalnızca onu yapıp kuranın başına geçer. Gelip geçmişlerin gittikleri yolda
başlarına gelenlerden başkasını beklemiyorlar. Tanrı'nın çizdiği yolda hiçbir
zaman değişiklik (tebdil) bulamazsın. Tanrı'nın çizdiği yolda (başka şeye)
dönüşme de (tahvil) bulamazsın hiçbir zaman. (Patır Suresi, ayet: 42, 43.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Kendilerine bir uyarıcı gelince, ümmetlerinin içinde en doğru yolda gi­
denlerden biri olacaklarına, andolsun ki, bütün güçleriyle Allah'a yemin
etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcının gelmesi, yeryüzünde büyüklük taslamak
ve pis pis düzen kurmak ile uğraştıklarından, sadece nefretleri artırdı. Oysa pis
pis kurulan düzene, ancak sahibi düşer. Öncekilere uygulanagelen yasayı
görmezler mi? Sen Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. Sen Allah'ın
yasasında tağyir de bulamazsın. (Fatır Suresi, ayet: 42, 43.)

Nahl Suresi,
ayet: 26

Anlamı
Onlardan öncekiler de "mekr" yapmışlardı. Bunun üzerine Tanrı, onların
yapılarını temellerinden yıktı. Üstlerinden tavan çöktü üzerlerine. Hiç bil­
gilenemedikleri bir yerden azab geldi onlara. (Nah! Suresi, ayet: 26.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Onlardan öncekiler düzen kurmuşlardı. Bunun üzerine Allah, binalarının te­
melini çökertti de tavanları başlarına yıkıldı. Azab onlara, fark etmedikleri
şekilde geldi. (Nah! Suresi, ayet: 26.)
3- "Tanrı'nın 'Mekr'ine Karşı, Kimse Kendini Güvenceli Görmemeli"

Nahl Suresi,
ayet: 45-47

Anlamı (Diyanet'in)
Kötü i şler düzenleyenler, Allah'ın kendilerini yere batırmasından, yahut fark
etmedikleri bir yerden onlara azab gelmesinden güvende midirler? Veya hareket
halindelerken -ki Allah'ı aciz bırakamazlar- ya da yok olmak endişesindeyken
onlara azabın gelmesinden güvende midirler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, mer­
hametlidir. (Nah! Suresi, ayet: 45-47.)

B- " Her Ülkenin Düzencileri, O Ülkenin Günahkar İleri Gelenleridir"

En'aın Suresi,
ayet: 123

Anlamı
İşte böyle. Her ülkede, o ülkenin suçlularını, oranın büyükleri yaptık ki
orada "ınekr" (hile) yapsınlar. Oysa kendi zararlarına yaparlar "mekr"lerini
farkında olmadan ... (En'am Suresi, ayet: 1 23.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Bunun gibi, her kasabanın ileri gelenlerini, hile yapan suçlular kıldık. Oysa
yalnız kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar. (En'am Suresi, ayet: 1 23.)
Hasan Basri Çantay'inkinden:
Her şehir ve kasabada da oraların günahkarlarını, o yerlerde hilekarlık et­
sinler diye büyük adamlar yaptık. Halbuki onlar hilekarlığı, ancak kendilerine
yaparlar da farkında olmazlar. (En'am Suresi, ayet: 123.)
Abdullah Atıf Tüzüner'inkinden:
Bunun gibi, her şehir günahlılarını, oranın büyükleri kıldık ki orada hileler
etsinler. Halbuki bilmeyerek kendilerini aldatıyorlar. (En'am Suresi, ayet: 123.)
A. Fikri Yavuz'unkinden:
Mekke'de olduğu gibi, her beldede de en büyük günahkarları, yüksek mev­
kide bulunduruyoruz ki, orada hile yapsınlar. Halbuki onlar, hileyi ancak ken­ 27
dilerine yapıyorlar da farkında değillerdir. (En'am Suresi, ayet: 1 23.)
HİLE
Daha eski çevirilerin dilleri biraz daha ağır olduğu için artık onlardan ak­
tarma yapmıyorum. Kimileriyse güvenilir bulunmamakta. O nedenle bu kadarl a
yetiniyorum. Bu ayetle ilgili birkaç çeviriden aktarma gereksinimini neden
duyduğuma gelince: Çok ilginç bulduğum bu konuyu, belki okurlar da ilgi çekici
bulurlar ve hiç değilse birkaç çeviriyi karşılaştırmak isterler diye ...
Karşılaştırma yapılırsa, Diyanet çevirisindeki bir yanlışlık görülür (italik yer).
Arapçadaki "hud'a" sözcüğü de, "hile"nin Türkçedeki anlamını içerir.
Kur'an'da, "hud'a" sözcüğünün türevleri yer alır:

Bakara Suresi,
ayet: 8, 9

Anlamı
İnsanlardan kimileri: "Tanrı'ya ve Ahiret gününe inandık! " derler; oysa inanır
değillerdir. Tanrı'ya ve inanırlara "hud'a" (hile) yapma çabasındalar. (Tanrı'yı ve
inanırları aldatmaya çabalarlar.) Oysa yalnızca kendilerine "hud'a" yapmış olur­
lar da bilincinde olmazlar. (Bakara Suresi, ayet: 8, 9.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve Ahiret gününe inandık" di­
yenler vardır. Bunlar, Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece
kendilerini aldatırlar da, farkında değillerdir. (Bakara Suresi, ayet: 8, 9.)
Bkz. ALDATMAK, MÜNAFIK.

Nisa Suresi,
ayet: 142

Anlamı
Dıştan Müslüman görünenler (münafıklar), Tanrı'ya "hud'a" yapmaya
çabalarlar. Oysa O da onlara "hud'a" yapar. (Nisa Suresi, ayet: 142.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Doğrusu münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Oysa O, aldatmanın ne
olduğunu gösterecektir. (Nisa Suresi, ayet: 1 42.)
Enfal Suresi,
ayet: 62

Anlamı
Sana "hud'a" (hile) yapmak isterlerse bilesin ki, Tanrı sana yeter. O Tanrı ki,
seni ve inanırları yardımıyla güçlendirdi. (Enfiil Suresi, ayet: 62.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah senden yanadır. Seni ve
inanırları yardımıyla destekleyen O'dur. (Enfal Suresi, ayet: 62.)

Özet
Türkçedeki anlamıyla "hile" (ayetlerdeki mekr, hud'a) konusundaki ayetlerin
anlattıkları kısaca şöyle:
Hile-tuzak, kimseye yarar sağlamaz. Tanrı, "hilecileri izlemekte" ve onlara en ağır
karşılıklar vererek acı sonuçlara uğratmakta. "Kuyu kazan, kendi kazdığına düşer."

�HUNEYN
Mekke yakınında bir "vadi"nin adı. Müslümanlarla pututaparlar arasında bu­
rada önemli bir savaş olmuş ve Müslümanların yengisiyle sonuçlanmıştır. (Yı l :
630) Pek çok ganimet elde edilmiştir bu savaşta. "Tefsir Sözlüğü"nde v e "Hadis
Sözlüğü"nde, bu savaş ve ganimetler üzerinde önemle durulacak.
Huneyn günü: Bu savaşın oluğu gün.

Tevbe Suresi,
ayet: 25-27
29
HÜRT

Anlamı
Andolsun ki, Tanrı size birçok yerde, Huneyn gününde de yardım etmiştir. O
zaman ki, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Ne var ki, size hiç bir yarar
sağlamamıştı. Bütün genişliğiyle yeryüzü dar gelmişti size. (Bozguna
uğradığınız için) arkanızı dönüp geri çekilmeye yönelmiştiniz. Sonra, Tanrı,
Peygamberi'ne ve inanırlara yatıştırıcı güvenini indirdi, görmediğiniz askerler
(melekler) indirdi ve kafirleri cezalandırdı. İ şte kafirlere verilen karşılıktır bu.
Sonra, Tanrı bunun ardından dilediklerinin tevbesini kabul eder (etti). Tanrı
bağışlayan ve acıyandır. (Tevbe Suresi, ayet: 25-27.)
Diyanet çevirisindeki anlamı:
Andolsun ki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği
fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip
de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan
sonra Allah, Peygamberi'ne ve müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz as­
kerler indirdi, inkar edenleri azaba uğrattı . İnkarcıların cezası budur. Allah bun­
dan sonra da dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bağışlar ve merhamet eder.
(Tevbe Suresi, ayet: 25-27.)
Bedir savaşında da, Tanrı'nın Müslümanlara, "melekler" göndererek yardım
ettiği açıklanır. Ali İ mran Suresi'nin 123. ayetinde Tanrı'nın yardım ettiği be­
lirtildikten sonra, aynı surenin bu ayeti izleyen ayetlerde, yardımın nasıl
gerçekleştiği de açıklanıyor. 1 24. ve 1 25. ayetlerde "üç bin melek yardım için
yeterli olmazsa, beş bin damgalı meleğin gönderileceği " bildiriliyor.
Bkz. ASKER, BEDR, MELEK.

Özet
Tanrı inananlara yardım eder. İnananlar az sayıda bile olsa Tanrı'nın
yardımıyla güçlenirler. Elverir ki, inançları sarsılmasın ve Tanrı 'ya güvensinler.
Bir de "sabretmeyi" bilsinler.

>HURi
Kur'an'daki biçimiyle, "Hı1r": "Gözlerinin akı çok ak, karası çok kara, biçimi
sığır ya da ceylan gözlerinin biçiminde ve iriliğinde olan kadın, kız, cennet
kızı " .
Tekili: "Havra". Ama ayetlerde "hı1r" biçiminde çoğul olarak yer alır. " İyn"
diye de nitelenir. " İyn" sözlük anlamıyla "yabanıl sığır" ya da "iri gözlü
kadınlar" demektir. Kimi ünlü Kur'an yorumcuları, örneğin, Beydavl; "hı1r" ile
"lyn"e, ikisine birden "şahin gözlü kadınlar" diye anlam verirler. Diyanet
çevirisindeyse "hGr"a: "Ceylan gözlüler" dendiği (bkz. Rahman Suresi, ayet: 72),
30 "hGr" ile "i'yn"e, yani ikisine birden de iki yerde aynı anlamın verildiği (bkz. TGr
HÜRI Suresi, ayet: 20. ; Vakıa Suresi, ayet: 22.), bir yerdeyse "iri siyah gözlüler" anlamı
uygun görülmüş (bkz. Duhan Suresi, ayet: 54.).
"HGr" sözcüğü bir yerde tek, üç yerde de "iyn"le birlikte yer alıyor Kur'an'da.
Tek olarak yer aldığı ayet: Rahman Suresi, ayet: 72.
"İyn"le birlikte yer aldığı ayetler:
Duhan Suresi, ayet : 54
TGr Suresi, ayet : 20
Vakıa Suresi, ayet : 22

Duhan Suresi,
ayet: 54

Anlamı (Diyanet'in)
Bu böyledir; onları, iri siyah gözlülerle eşlendiririz. (Duhan Suresi, ayet: 54.)

TCtr Suresi,
ayet: 20

Anlamı (Diyanet'in)
Dizi dizi tahtlara yaslanarak. Onlara ceylan gözlü eşler veririz. (TGr Suresi,
ayet: 20.)

Vakıa Suresi,
ayet: 22, 23

Anlamı (Diyanet'in)
Sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. (Vakıa Suresi, ayet: 22, 23.)

Rahman Suresi,
ayet: 72

Anlamı (Diyanet'in)
Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır. (Rahman Suresi, ayet: 72.)
"Huri" dediğimiz "cennet kızları "nın, "gözlerinin özellikleri"nden başka da
özellikleri anlatılır ayetlerde: Özelliklerinin başlıcaları şunlar:
• "Kızlıkları bozulmuş değildir. " Cennetteki sahipleri tarafından bozulduğunda
da "kızlıkları yeniden oluşacak"tır. (Bkz. Vakıa Suresi, ayet: 35-38.)
• "Sahiplerinden önce, onlara ne cin, ne de insan dokunmuştur." (Bkz. Rah­
man Suresi, ayet: 56-74.)
• Gözleri, yalnızca "sahiplerine çevrili bulunacak". (Bkz. Saffiit Suresi, ayet:
48; Sad Suresi, ayet: 52; Rahman Suresi, ayet: 56.)
• "Memeleri daha yeni tomurcuklanmış" olacak. (Bkz. Nebe' Suresi, ayet: 33.) 31
• Hepsi "yaşıt" olacak. (Bkz. Sad Suresi, ayet: 52; Vakıa Suresi, ayet: 37; HÜKÜM
Nebe' Suresi, ayet: 3.)
• "İnci ", "mercan", "yakut" gibi olacaklar. (Bkz. Vakıa Suresi, ayet: 23; Rah­
man Suresi, ayet: 58.)
Konuyla ilgili ayetler ve ayrıntılar için özellikle bkz. CENNET.

>HÜKÜM
Kur'an'daki anlamıyla: "Bir konuda 'şu, şudur!' ya da 'şu, şöyle olmalıdır! '
denerek yargıda bulunmak, neyin ne olduğunu, ne olması gerektiğini (çözümü)
bildirmek", "egemenlik".
Dinsel içeriklidir. Temeli, dayanağı "din"dir, "Tanrı"dır; biçimi, yolu ve
yöntemi "din ölçüleri"dir; kuralları ilişkilidir, iç içedir. O nedenle: Hüküm ve­
rilirken Tanrı'nın bildirdiği dinsel temel kurallara dayanılır. Ve o nedenle, pey­
gamberlere, din büyüklerine verilmiştir hüküm yetkisi. Peygamberler, "insanlar
arasında hüküm versinler" diye gönderilmişlerdir. "Din uluları" da bu konuda
kendilerine verilen ödevi yerine getirirler. Hükümden sorumludurlar. İnanırlar,
"Tanrı'nın bildirdiği hükümlere uymakla" yükümlüdürler:

A- " Geçerli Olan Tanrı' nın Hükmüdür"


1 - Bu Dünyada

a) "Tanrı 'mn İndirdiğiyle Hükmetmeyenler Kfıfirlerdir"

Maide Suresi,
ayet: 44
Anlamı (Diyanet'in)
Doğrusu biz, yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat'ı indirdik. Kendisini
32 Allah'a teslim etmiş peygamberler, Yahudi olanlara onunla ve Rabbi'ne kul olan­
HÜKÜM lar, bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmeden/erdi. Tevrat'a
şahiddiler. İnsanlardan korkmayın, benden korkun ! Ayetlerimi hiçbir değerle
değiştirmeyin. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir.
(Maide Suresi, ayet: 44.)
"Ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin ! " biçimindeki çeviri, ayetteki aslına
tam uymamakta. Aslına uygun bir çeviri için "ayetlerimi, az (önemsiz) bir değer
karşılığında satmayın", ya da "ayetlerimi az bir fiyatla satmayın ! " diye anlam
vermek gerekiyor. Elbette ki bu, "fiyat çok olursa ayetlerimi satabilirsiniz ! "
demek değildir. Burada anlatılan şudur: "Siz, ayetlerimi öyle değerlerle
değişiyorsunuz ki, onlar önemsizdir. Çünkü onlar dünyalıktır, sürekli değildir.
Yapmayın bunu. Ayetlerimi, önemi olmayan o dünyalıklara feda etmeyin ! "

b) "Tanrı 'nın İndirdiğiyle Hükmetmeyenler, Zalimlerdir"

Maide Suresi,
ayet: 44

Anlamı (Diyanet'in)
Orada onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara
karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse, ona keffüret olur. Allalı'ın in­
dirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir. (Maide Suresi, ayet: 45.)
Bkz. KEFFARET, KISAS.

c) "Tanrı 'nın İndirdiğiyle Hükmetmeyenler,


Fasık (Yoldan Çıkmış, Sapık) Olanlardır"

Maide Suresi,
ayet: 47
Anlamı (Diyanet'in)
İncil sahipleri, Alah 'uı onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, işte onlar fasık olanlardır. (Maide Suresi, ayet: 47.) 33
Bkz. İNCİL. HÜKÜM

2- Öbür Dünyada

Nisa Suresi,
ayet: 141

Anlamı
Tanrı, Kıyamette aranızda hükmeder. (Nisa Suresi, ayet: 141.)
Bkz. KIYAMET.

Hace Suresi,
ayet: 56

Anlamı
O gün, egemenlik Tanrı'nındır. O hükmeder onların arasında... (Hace Suresi,
ayet: 56.)
Bkz. CENNET, EMEK, KIYAMET.

3- Bu Dünyada, Öbür Dünyada ve Tüm Konularda "Hüküm Sahibi"


Tanrı'dır; "O'nun Hükmünü Kimse Bozamaz, Değiştiremez"

Ra 'd Suresi,
ayet: 41

Anlamı (Diyanet'in)
Görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü, etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Hüküm
Allah 'ındır. O'nun hükmünü bozacak yoktur. O, hesabı çabuk görür. (Ra'd Suresi,
ayet: 4 1 .)
Bkz. HESAB, YER.

Açıklama
Bu ayette, "yer" ve "çevresinden eksilmesi"yle i lgili açıklama üstüne, eski
"tefsir"lerde yer alan yorumlara göre: Ayette değinilen "yer", "kafirlerin egemen
oldukları topraklar"dır, "onların egemenlikleri"dir. "Çevresinden giderek ek­
silmesi " de, "o toprakların ve egemenliklerin, giderek daralması ve Tanrı'nın
hükmünün giderek, kafirlerin egemenliklerini tüketir duruma gelmesidir".
Bkz. KAFİR.
Another random document with
no related content on Scribd:
kullasta vaimoa. Ruumiin hän kyllä saa syntymään, mutta henkeä ei
kultakuvaan tule — se olisi Ilmarisen pitänyt huomata jo työhön
ryhtyessään. Ei lämmitä häntä kultakuvan kylmä kylki, ja hän
tarjookin kultaneidon naimahaluiselle Väinämöiselle, vieläpä
leikillisesti — mikä piirre hänessä muutoin on perin harvinainen —
vakuuttelee, ettei se suinkaan »ole suuri suun piolta.» Vieläkin hän
tekee yhden vaimon hankkimisyrityksen, ajaa Pohjolan nuorempaa
tytärtä kosimaan ja ryöstää tämän mukaansa, kun tyttö ei hyvällä
lähde. Vaan eipä tästäkään hänelle iloa koidu. Arkipäiväisenä ja
uneliaana hän nukkuu sikeästi majatalossa, ja sill'aikaa toinen
naurattelee hänen naistansa. Suuttuupa silloin hidasverinen
seppäkin ja loitsii — mikä muuten ei kuulu hänen tapoihinsa —
naisensa meren lokiksi eikä enää puutu naimisasioihin.

Ilmarisen epäröivä jopa merellä pelkurimainen luonne käy selvästi


ilmi samporetkellä. Häntä kyllä harmittaa, että Pohjola rikastuu
hänen samponsa turvissa, mutta hän ei tee mitään sammon
hankkimiseksi Kalevalaan. Vieläpä hän pelotteleekin kaikenlaisilla
vaaroilla, kun Väinämöinen rohkeasti kehoittaa lähtemään sammon
ryöstöön. Hän on maalla-eläjä, joka perin vastahakoisesti uskaltaa
kalliin henkensä Wäinämöisen välkeälle tielle, merelle. Lemminkäistä
hän kyllä ivaa, kun tämä miekallaan haukea tavoittaessaan
mulskahtaa venheestä mereen, mutta samalla joutuu itsekkin
seppänä epäedulliseen valoon, kun särkee miekkansa haukeen.
Yhtä saamattomana hän, niin taitoniekka kuin onkin, ei kykene
hauen leukaluusta kannelta tekemään, vielä vähemmin
epärunollisena edes yrittääkään sitä soittaa, vaikkapa kaikki muut
yrittävät. Eikä hän samporetkellä osota mitään erityistä innostusta tai
kykyä muuhun kuin soutamiseen ja sampovuoren ovenlukkojen ja -
saranain rasvaamiseen; vieläpä todellisen vaaran uhatessa vain
valittelee ja peittäytyy veneessä viltin alle. Hän ei ole sankarisielu,
vaan pelkästään arkipäiväinen seppä. Pohjan akan Kalevalaan
lähettämien vaarojen pois karkoittamisessa hän tosin käytännön
miehenä hieman auttelee Väinämöistä, mutta pääkunnia kaikesta on
tällöin Väinämöisen.

Irrallisempana edellisten pääurosten rinnalla esiintyy luonteineen


ja tekoineen Wäinämöisen »ylimäinen ystävä» Lemminkäinen, oikea
suomalaisen kansanrunon suosikki. Kuten jo hänen monista
nimityksistään — Lemminkäinen, Ahti, Kaukomieli y.m. — voimme
huomata, on hänenkin kokonaiskuvansa kansanrunossa kudottu
yhteen monen eri henkilön teoista ja luonteenpiirteistä. Mutta sitenpä
onkin syntynyt erittäin monipuolinen ja mielenkiintoinen sankarikuva,
joka sekin ansioineen ja vikoineen omalta kannaltaan hyvin edustaa
suomalaista kansanluonnetta. Väinämöistä sopisi meidän katsoa
Suomen kansan kokonaisedustajaksi, Ilmarinen taas on lähinnä
hämäläisheimon edustaja, ja vilkas, seikkaileva Lemminkäinen
edustaa lähinnä karjalaisluonnetta. Hänessä virtaa liikkuva, eloisa
veri, joka pakottaa hänet alituisesti retkeilemään ja seikkailemaan
kotikylän ulkopuolella, uhmailemaan vaaroja ja etsimään naisiloja.
Runotar on hänen kuvaamiseensa tuhlannut runsaasti väriä, niin että
paikoin tuntuu itse Väinämöinenkin jäävän häneen verraten varjoon.
Hän on nuori ja pulska mies, »veitikka verevä», jota naiset eivät voi
vastustella ja joka elelee neitojen kisoissa kuin kotonaan. Hänen
mielijuomiansa on olut, joka panee veren kuohumaan hänen
suonissaan, niin että hän useinkin toimii äkkipikaisesti ja
häikäilemättömästi. Hän on »kärkäs käskemättä» ja suuri kerskuri,
mutta osottaa samalla pelotonta sotaista mieltä sekä asetaitoa,
osaapa tarvittaessa loitsiakin milt'ei Väinämöisen veroisesti.
Hurjapäisenä, ylpeänä, riidan- ja sodanhaluisena hän kuitenkin on
erittäin hellä äidilleen, vaikkapa kääntääkin äitinsä varoitukset
leikiksi, niitä tottelematta. Kaikkialla hän on oma itsensä, jonkinlainen
Kalevalan »yli-ihminen.»

Hänen ensimäinen urotyönsä on ylpeän ja kauniin Kyllikin


ryöstäminen Saaresta vaimoksi. Äiti häntä varoittelee lähtemästä
kosiin, koska oli köyhä ja halpasukuinen, mutta ylpeästi viittaa
Lemminkäinen vastustamattomaan viehätysvoimaansa sekä lupaa
Kyllikille jumalaisella miekallaan sukunsa suurentavansa. Tosin
Saaren naiset hänelle nauravat, kun hän kylän kujalla ajaa rekensä
kumoon, mutta pianpa Lemminkäinen kääntää naisten naurun
lemmenleikiksi. Kyllikki on ainoa, jonka vuoksi hän saa turhaa työtä
tehdä, mutta niinpä hän vihdoin kyllästyykin ja ryöstää Kyllikin
rekeensä. Saapa hän lopuksi mairein sanoin ja vakavin valoin
Kyllikinkin suostumaan itseensä ja palajaa onnellisena kotiin.

Mutta sankarin avio-onni ei ole pitkä. Vastoin valaansa menee


Kyllikki kerran, Lemminkäisen liiaksi kalamatkalla viipyessä, kylän
kisoihin. Lemminkäisen veri kuohahtaa, kun hän sen kuulee;
hänessä herää jälleen vastustamaton sodanhalu, jota mitkään äidin
tai vaimon rukoukset eivät voi viihdyttää; eivät aarteet eikä kotoinen
olut hänelle enää kelpaa. Kyllikin sijaan hän tahtoo hankkia
vaimokseen Pohjolan kuulun neidon ja lähtee päätä pahkaa, loitsuilla
ja sota-aseilla hyvin varustettuna, Pohjolaan. Täällä hän
taikakeinojansa avulla puikahtaa Pohjolan pirttiin kenenkään
huomaamatta keskelle mahtavia loitsijoita, ja loitsii itse niin ankarasti
joukkoon, että »tulta iski turkin helmat, valoi silmät valkeata», ja
kaikki Pohjolan tietäjät nujertuvat sellaisen loitsuvoiman edessä mikä
minnekin. Röyhkeästi hän sitten pyytää Pohjan akalta tytärtä,
»piikajoukosta pisintä», mutta saakin aivan kuin Ilmarinen ensin
tehtäväkseen vaarallisia ansiotöitä. Kerskaillen hän lähtee
hiihtämään Hiiden hirveä, niin että »tuli suihki suksiloista, savu
sauvojen nenistä», mutta vasta metsänhaltioita suostuttelemalla hän
lopulta monen seikkailun jälkeen saa hirven taatusti kiinni. Ukko
ylijumalan avulla hän taltuttaa suitsiinsa myös Hiiden raisun
hevosen, mutta kolmannessa ansiotyössä, Tuonelan mustan joen
joutsenen ammunnassa, hänet hukka perii. Pohjolan sokea
karjanpaimen, jota hän oli pilkannut, täällä kostoksi salaa ampuu
hänet kyynuolella ja silpoo miekallaan kappaleiksi Tuonelan
synkkään jokeen. Sinne olisikin sankarimme kadonnut, jollei hänen
hellä ja huolehtiva äitinsä, saatuaan Lemminkäisen kotiin jättämästä
ennemerkistä tiedon poikansa tuhosta, olisi verrattomassa
äidinrakkaudessaan pannut maat ja taivaat liikkeelle ja haravoinut
poikaansa kokoon Tuonelan joesta sekä jumalien voiteilla häntä
henkiin herättänyt. Tosin hän nyt lähtee kotiin äitinsä kera, mutta
sydän on edelleen »noissa Pohjan neitosissa.»

Ja Ilmarisen häiden jälkeen hän uudelleen sonnustaa itsensä


Pohjolaan — tällä kerralla kostamaan sitä häväistystä, että hänet
yksin, koska muka oli toraisa, tappelija ja naisten viettelijä, oli jätetty
häihin kutsumatta. Mitkään äidin varoitukset tai vaaroilla pelottelut
eivät häntä nytkään voi pidättää, sillä sellaista häpeää hän, urosten
uros, ei voi sulattaa. Hän kylpee, pukeutuu vahvaan sota-asuunsa ja
luottaen oivalliseen miekkaansa sekä loitsutaitoonsa lähtee äidin
kuvaamaa vaarallista tietä ajamaan Pohjolaan. Rohkeutensa ja
neuvokkaisuutensa avulla hän selvittäytyy noista kamalista
vaarapaikoista ja käyttäytyy niin röyhkeästi ja ylimielisesti
Pohjolassa, että Pohjolan isäntä vihdoin miekalla koettaa häätää
pois tuota kutsumatonta vierasta. Mutta kaksintaistelussa
Lemminkäinen sivaltaa isännältä pään poikki »kuin naatin
naurihista», vieläpä julkeaa pyytää vettä veriä käsistään
pestäksensä. Silloin emäntä vimmastuu ja kutsuu kaikki Pohjolan
miekkamiehet Lemminkäistä häätämään. Ylivoiman edessä
sankarimme viisaasti väistyy ja rientää suinpäin kotiinsa sekä sieltä
vahvoilla eväillä varustettuna Saareen vainolaisia piiloon. Saaressa
hän viettää niin julkeaa ja hauskaa elämää Saaren neitojen ja
vaimojen parissa, että Saaren mustasukkaiset miehet vihdoin
päättävät karkoittaa tuon rauhanhäiritsijän pois. Tälläkin kertaa
Lemminkäinen sukkelasti väistyy ylivoiman tieltä ja pääsee vihdoin
monien vaivojen ja seikkailujen jälkeen kotivalkamille, jätettyään
Saaren naiset rannalle itkemään hänen äkillistä poislähtöään. Apea
oli lähtijänkin mieli, ja vielä apeammaksi se käy, kun hän huomaa,
että koti on poltettu poroksi ja armas äiti kadonnut. Kerrankin hän
oikein katuu tottelemattomuuttaan ja hurjapäisyyttään. Vihdoin hän
löytää äitinsä metsän piilopirtistä ja on heti yhtä huoleton veitikka
kuin ennenkin. Vielä kerran hän yrittää kostoretkelle Pohjolaan,
ottaen vanhan aseveikon Tieran sotatoverikseen. Mutta nolosti käy
tälläkin kertaa. Heidän laivansa jäätyy Pohjolan emännän lähettämiin
pakkasiin, ja alakuloisina palajavat uroot kovia vastuksia kestäen
kotiin. Lemminkäisen ylpeää itseensäluottamusta ja naisiin
mieltymystä ei tosin ankarin pakkanenkaan jaksa täysin masentaa.

Näin on Lemminkäinen puuhaillut yksikseen. Vasta samporetkellä


hän esiintyy muiden sankarien mukana ja osottaa pitkin matkaa
rohkeaa, kerskailevaa ja levotonta luonnettaan. Hänpä se
varomattomuudellaan aiheuttaa retken puolinaisen onnistumisenkin,
kun Väinämöisen varoituksista huolimatta paluumatkalla laulaa
karjahtelee niin kovasti, että Pohjolan väki herää ja lähtee
sammonryöstäjiä takaa ajamaan, mistä ennen mainittu meritaistelu
on seurauksena.

Näiden Kalevalan kolmen pääuroon ohelle on kansanruno


asettanut muutamia muita miesluomia, jotka nekin tavalla tai toisella
liittyvät edellisiin ja runojen kokonaisvirtaan, niin että yhteys kaikkien
eri osien ja sankarien välillä mitenkuten säilyy. Sellainen sivuhenkilö
on ennen muita synkkä Kullervo, jonka tuhoisa teko — Ilmarisen
emännän surma — muodostaa käänteen Kalevalan juonessa,
rikkomalla Kalevalan ja Pohjolan siihenastiset hyvät välit. Kullervo
edustaa kodittoman orjan kolkkoa osaa, on juurikuin orjuutta
kärsineiden suomalaisheimojen — inkeriläisten, vatjalaisten ja
virolaisten — kovaosainen vertauskuva. Harvinaisella runollisella
voimalla ja 'jylhyydellä Kalevala esittää hänen elämänsä
murhenäytelmän. Hänen kotinsa hävitetään tuimassa heimoriidassa,
itse hän syntyy orjuuteen, mutta osottaa jo lapsena tavattomia
ruumiin ja hengen voimia. Orjassa ne eivät pääse huonon kohtelun
vuoksi kehittymään suotuisaan suuntaan; ulkonaiset olosuhteet ja
oman sydämen voimakkaat vietit ja intohimot saattavat Kullervon
rikoksien tielle. Sukukoston hän näyttää imeneen jo äidin maidossa,
ja sitä peläten hänen setänsä Untamo ensin koettaa toimittaa hänet
pois päiviltä ja sitten, kun Kullervo uhkamielisesti tekee kaikki työt,
jotka hänen sankariluonteelleen olivatkin sopimattomia, nurinpäin,
myö hänet muutamasta raudankappaleesta Ilmariselle. Ei osaa
Ilmarisen emäntäkään orjaa oikein kohdella; ajattelemattomasti hän
Kullervon eväsleipään leipoo sisälle kiven. Kun Kullervo, jota
paimenen halpa virka jo on tarpeeksi harmittanut, lisäksi särkee
tuohon leipäkiveen ainoan muiston isästänsä, perintöveitsensä,
kuohahtaa hänen kostonhaluinen verensä, ja sepän emäntä saa
hengellään maksaa ilkityönsä. Koston makuun päästyään Kullervo
nyt tahtoo kostaa Untamolle isänsä Kalervon kodin hävityksen, mutta
joutuu sitä ennen kuolleiksi luulemiensa vanhempainsa luo.
Täälläkään hän ei töissään menesty, ne kun eivät ole hänen
voimiensa mukaisia, ja vihdoin hän eräällä metsämatkalla
tietämättään viettelee oman kadoksissa olleen sisarensa, joka
hyppää koskeen häpeäänsä sovittamaan. Näyttääpä kuin olisivat
kaikki kohtalon voimat liittoutuneet häntä vastaan. Rikos vie
rikokseen. Töykeästi kohtelee Kullervo kotiväkeään ja vihdoin kostaa
perinpohjin Untamollekin. Mutta silloinpa onkin mitta täysi. Rikokset
huutavat sovitusta, ja sovitukseksi Kullervo jylhästi painaa
miekkansa kärjen omaan rintaansa.

Kullervonkin nimen ympärille on kansanrunoissa kutoutunut


alkuperäisestä eri henkilöille kuuluvia tekoja ja piirteitä, jotka kaikki
yhdessä ovat jylhentäneet tuon onnettoman sankarin synkkää
kokonaiskuvaa ja muodostaneet sen niin kammottavan traagilliseksi.
Hän se Kalevalan henkilöistä onkin ensinnä ja eniten herättänyt
kaunotieteilijäin ja -taiteilijain mielenkiintoa.

Verrattain vähäpätöinen sivuhenkilö on nuori Joukahainen, jonka


esiintyminen kuitenkin on tarpeellinen saattamaan Väinämöistä
kosiopuuhiin. Hän on luihu ja kateellinen ylvästelijä ja kerskuri, joka
ei voi kärsiä Väinämöisen suurta tietäjämainetta. Vastoin
kotiväkensä kieltoa hän lähtee kilpasille Väinämöisen kera, mutta
joutuu kilpalaulannassa niin surkeasti tappiolle, että ainoasti
lupaamalla sorean Aino-siskonsa Väinämöiselle puolisoksi pelastaa
hätääntyneen henkensä. Tätä hän sitten kyllä katkerasti pahoittelee
ja yrittää salakavalasti kostaa Väinämöiselle ampumalla häneen
nuoliaan, kun hän Pohjolaan kosiin merta myöten ajelee. Sattuvasti
kuvailee kansanruno Joukahaisen maltitonta vahtausta, kun hän
levottomana siirtyy pirtistä vaanimaan ulos pihalle ja pihalta yhä
ulommaksi pelloille ja kosken partaalle. Ja vahingoniloisena hän
toivottelee Väinämöiselle tuhoa meren aalloissa. — Kalevala ei
hänestä sen enempää piittaakaan, tehtyään ensin muutamilla
piirteillä hänen halpamaisen luonteensa selväksi.
Hauska tuttavuus on Lemminkäisen sotatoveri, urhea Tiera, joka
ohimennen lukijalle esitetään. Kun Lemminkäinen Tieran sotaista
mieltä herättääkseen hänelle muistuttelee heidän entisiä yhteisiä
urotekojaan, herää hänessä sotainen into niin kiivaasti, ettei edes
äsken naitu nuorikko voi häntä pidättää. Niin kiireesti hän
jouduttautuu Lemminkäisen mukaan, että vasta ulkona viimeistelee
pukuansa. Muutamilla piirteillä on Kalevala hänestäkin luonut
havainnollisen pikkukuvan.

Nolon osan on Kalevalassa saanut Pohjolan isäntä. Häntä ei edes


mainita millään erityisnimelläkään; hän peittyy täydellisesti
voimakkaan vaimonsa Louhen liepeihin. Kotiväki ei piittaa
rahtuakaan hänen käskyistään ja kun hän kerran koettaa ominpäin
isännyyttään näyttää, häätämällä miekoin talostaan julkeaa
Lemminkäistä, saa hän surkeasti surmansa. Hän on täydellinen
»tohvelisankari». Hänen vastakohtanaan esiintyy Kalevalan lopussa
talonsa ylpeänä isäntänä »ruma Ruotus paitulainen» (= raamatun
Herodes), joka röyhkeästi kohtelee avunanojaa.

Kalevalan miesjumalat ja muut tilapäiset mieshenkilöt


sivuutamme, kun ne ovat ulkopuolella esityksemme piiriä.

*****

Näin asettaa Kalevala eteemme suuren joukon mieskuvia kaikki


elävinä ja yksilöllisinä. Suppea esityksemme ei voi antaa muuta kuin
perin kalpean aavistuksen siitä monipuolisesta elämästä, jota
Kalevala mestarillisesti kuvailee. Vielä vähemmän se voi selvitellä
sitä verratonta runollista kauneutta ja värikkyyttä, joka sen kuvauksia
koristaa. Voidakseen tästä kaikesta täysin nauttia, täytyy itsekunkin
lukemalla syventyä Kalevalan omiin runoihin. Niiden lukeminen kyllä
runsaasti lukijan vaivat palkitsee.
KALEVALAN NAISET
Esittänyt O.A. Kallio

Kalevalan varsinaiset pää- ja toimihenkilöt ovat tosin, kuten


luonnollista onkin, miehiä, mutta samalla on Kalevala antanut
naisillekin sangen huomattavan sijan. Miehet töineen ja toimineen
ovat ikäänkuin Kalevalan vahva luusto, naiset sen, lihasto; tai toista
vertausta käyttääksemme, miehet ovat sen ajatteleva pää ja toimiva
käsivarsi, naiset sen tunteva ja lämmittävä sielu ja sydän. Harva
kansanrunoelma asettaa eteemme sellaisen joukon havainnollisia
naiskuvia kuin Kalevala. Sodat, taistelut ja verityöt eivät ole
Kalevalan pääsisällyksenä kuten esim. kreikkalaisten ja saksalaisten
vanhain kansanrunoelmain. Suomalaisen kansanluonteen
mukaisesti Kalevala pysyy enimmälti kodin ja perheen piirissä,
yksityisolojen, mielialojen ja tunnelmain maailmoissa. Ja tämä
Kalevalan idyllinen, lyyrillinen luonne johtuu suuressa määrin juuri
siitä, että naisilla siinä on niin vaikuttava asema. Varsinkin äidit ovat
Kalevalassa saaneet harrasta huomiota ja myötätuntoa osakseen.
Missäpä muussa kansanrunoelmassa on äidin huolta ja
lapsenrakkautta kuvattu niin kauniisti kuin Kalevalassa? Ainon äiti,
Lemminkäisen äiti, Louhi, Lokka, Kullervon äiti, Marjatta — kaikki he
hellällä äidinrakkaudella huolehtivat, tosin joskus vääräänkin
suuntaan, lastensa parhaasta; ja helposti suo äidinsydän anteeksi
lapsensa hairahdukset. Tosin muutamain Kalevalan äitien
alkukuvana lienee kristinuskon kantaäiti, neitsyt Maaria, josta
katolinen kirkko keskiajalla muodosteli naisen ihannekuvan, mikä
sitten siirtyi kansan mielikuvitukseen ja sen runoihin, mutta silti
Kalevalan äidit ovat suuressa määrin yksilöllisiä henkilöitä omine
erikoisuuksineen. Äitien rinnalla on meillä Kalevalassa joukko
viehkeitä neitosia, kuten Aino, Kyllikki, Pohjan impi ja Annikki, jotka
ovat omiansa panemaan Kalevalan sankarien päät pyörälle ja
saattamaan äideilleen päänvaivaa kosijain suhteen. Onpa vielä
lisäksi ahkeria ja toimekkaita emäntiä ja palvelustyttöjä, kuten
Osmotar ja »Pohjan piika pikkarainen», puhumattakaan monista
soreista haltiattarista, joita ilmat, metsät ja vedet ovat täynnä. Tämä
naishenkilöjen kirjava paljous se antaakin Kalevalalle aivan erikoisen
viehätyksen.

*****

Mahtavin, edustavin naishenkilö Kalevalassa on Louhi, Pohjolan


emäntä, sukunsa, talonsa ja tavaransa neuvokas ja voimakas
suojelija ja johtaja. Hänellä on miehen tarmo ja ryhti, kun hän
esiintyy heimonsa edustajana Kalevalan sankareja kohtaan;
äidillisellä huolella hän valvoo perheensä parasta. Ulkomuodoltaan
hän ei ole viehättävä. Hänen lisänimensä onkin »Pohjan akka
harvahammas» — siis sellaisena miltei noita-akan näköinen. Hän
osaakin loitsia kuin parhain tietäjä ja muuttaa helposti muotoansa.
Talossaan hän esiintyy mieluisille vieraille rehtinä emäntänä ja
hallitsee täydellisesti vähäpätöistä miestänsä. — Louhen intohimona
on saada talonsa ja sukunsa rikkaaksi ja mahtavaksi. Senpätähden
hän koettaa hankkia itselleen kuuluisan ja äveriään vävyn sekä
tyttärensä lunnaiksi onnea ja rikkautta tuottavan ihmemyllyn sammon
Pohjolaan. Hän kestitsee runsaasti Väinämöistä, joka perin kurjassa
tilassa on mereltä joutunut Pohjolan rantaan, ja lupaa saattaa hänet
takaisin Kalevalaan, vieläpä tyttärensäkin hänelle, jos Väinämöinen
sammon takoisi. Kun sitten Ilmarinen Väinämöisen sijasta saapuu
Pohjolaan sampoa takomaan, käskee Louhi tyttärensä käyttämään
kaikkea naisellista viehätysvoimaansa Ilmarisen lumoamiseksi, jotta
tuo taitava seppo todellakin viehtyisi ryhtymään sammon taontaan.
Sammon saanti se tässä on hänelle pääasia, tytär vain
houkutuskeino. Ja iloisena hän sitten, kun sampo on valmis,
toimittaa Ilmarisen tiehensä sekä saattaa sammon syvälle »Pohjolan
kivimäkehen, yheksän lukon ta'aksi» valtansa ja voimansa
vastaiseksi perustaksi. Tyttären Ilmariselle antaminen joutui jäämään
siksensä, kun oli toivoa saada mahtavampikin vävy.

Riihatonta Lemminkäistä toimellinen Louhi ei voi suvaita. Hän


muistuttaa Lemminkäiselle, että tällä oli jo entinen emäntä, eikä siis
voinut Louhen tytär enää tulla kysymykseen; mutta kun
Lemminkäinen röyhkeästi yhä vaatii Pohjolan »impiparvesta
ihaninta», panee hän kosijalle sellaiset ansiotyöt tehtäviksi, joihin
tämä viimein sortuu. Ja Lemminkäinenpä se yksin jätetään Pohjolan
suuriin häihin kutsumatta, koska on »tehnyt häissäkin häpeät». Kun
Lemminkäinen siitä suuttuneena surmaa hänen mitättömän
miehensä, kostaa hän sen ankarasti ja vainoaa murhaajaa
hellittämättä.

Kun Väinämöinen ja Ilmarinen saapuvat kilpakosijoina Pohjolaan,


koettaa Louhi kaikilla järkisyillä saada tytärtään menemään vaimoksi
rikkaalle Väinämöiselle, koska sellainen naimiskauppa olisi ollut
Louhelle edullinen, mutta ei hän toki tahdo väkisin pahoittaa
tytärtään vastenmieliseen avioliittoon. Kuitenkin saa Ilmarinen vielä
suorittaa perin vaikeita ansiotöitä, ennenkuin Louhi lopullisesti
suostuu. Vaan sitten hän pitääkin Ilmariselle ja tyttärelleen
mahdottoman komeat häät, joihin hän kutsuttaa kaiken maailman
kansan. Haikein mielin hän vihdoin laskee tyttärensä, hyvillä
neuvoilla ja varoituksilla varustettuna, lähtemään uuteen kotiin.
Tällöin vasta tuossa miesmäisessä naisessa todelliset naisen ja
äidin tunteet pääsevät arvoonsa.
Erittäin tarmokkaana esiintyy Louhi sammonryöstörunoissa. Hän
puolustaa tuota hartaimman intohimonsa esinettä, valtansa ja
rikkautensa lähdettä, kuin naarasleijona pentujaan; hän kokoo
sotajoukon ja varustaa laivan ajamaan takaa sammon ryöstäjiä; hän
toimittaa heidän tielleen jo etukäteen kaikenlaisia vaaroja; ja
neuvokkaasti, rohkeasti hän, kun hänen sotalaivansa särkyy
Väinämöisen loitsimaan salakariin, kokoo sen kappaleet allensa,
asettaa soturinsa siivilleen, muuttautuu jättiläislinnuksi ja istuikse
suoraan vihollistensa laivan mastoon. Ja kun taistelussa sampo
särkyy, niin että vain sen tyhjä kansi jää Louhen käsiin, koettaa hän
vieläkin kaikin keinoin vahingoittaa kalevalaisia; koston paha henki
on saanut hänet kokonaan valtoihinsa, naisellisuus on hänestä
tyystin kadonnut. Lopulta hän, tuntien sammon menetettyään
kadottaneensa voimansa, luopuu pahoista aikeistaan ja laskee
piilottamansa auringon ja kuun jälleen Kalevalalle paistamaan.

Jylhänä, suurenmoisena niin hyvässä kuin pahassakin kohoaa


Louhen mahtava olemus Kalevalan henkilökuvista aivan etualalle,
miessankarien rinnalle. Kaikesta itsekkyydestään huolimatta hän
johdonmukaisella luonteellaan ja toiminnallaan herättää
mielenkiintoa, jopa lopussa tavallaan myötätuntoa, sillä sortuuhan
hän kotiaan ja tavaraansa suojellessaan.

Puhtaasti äitinä on Lemminkäisen äiti Kalevalan täydellisin


äidinkuva. Hurjapäisen poikansa puolesta hän panee kaikki alttiiksi.
Tämä ainoa poika on, miehen aikaisin kuoltua, hänen hellikkinsä ja
silmäteränsä, jota hän alituisesti varoittelee, neuvoo ja pidättelee
syöksymästä uhkarohkeihin yrityksiin, ja jota Tuonelan joesta
pelastaakseen hän panee maat ja taivaat liikkeelle. Äidillisessä
rakkaudessaan hän helposti unohtaa ja antaa anteeksi lemmikkinsä
hairahdukset ja kovakorvaisuuden. Kun Lemminkäinen lähtee
Saareen Kyllikkiä kosimaan, varoittelee äiti vanha häntä kaikin tavoin
menemästä niin ylhäisiä kosimaan; tai kun Lemminkäinen kerta
toisensa perästä sonnustautuu retkelle Pohjolaan, milloin kosimaan,
milloin kostamaan, käyttää äiti, poikansa henkeä peläten, kaikkea
äidillistä vaikutusvoimaansa pidättääkseen rakasta poikaansa kotona
emon luona kaukana surman teiltä. Mutta rajupäinen poika ei kuule
äidin varoitteluja, ja silloin tällä ei ole muuta keinoa kuin neuvoa ja
opettaa poikaansa, jotta tämä terveenä selviäisi vaaroista.

Kotona hän levottomin mielin seuraa poikansa seikkailuja ja


odottelee kärsimättömänä tämän kotiin paluuta. Kun Lemminkäisen
ollessa ensimäisellä Pohjolan-retkellä hänen kotiin merkiksi
jättämästään harjasta veri alkaa vuotaa, arvaa äiti tuhon
kohdanneen Lemminkäistä. Miniä, Kyllikki, ei ehdi vielä ajatella
mitään, kun äiti jo suinpäin syöksyy ulos tielle poikaansa etsimään ja
juoksee Pohjolaan niin että »mäet mätkyi mennessänsä, norot nousi,
vaarat vaipui». Pohjolassa hän panee kiertelevän Louhen tiukalle, ja
kun Louhi sanoo Lemminkäisen mahdollisesti joutuneen susien
suuhun tai karhujen kitahan, tiuskaisee hän ylpeänä ja itsetietoisena:
Jo vainen valehtelitki! Susi ei syö minun sukua, karhu ei kaa'a
Lemminkäistä.» Vihdoin Louhi sanoo Lemminkäisen lähteneen
Tuonelan joelle, ja silloin äiti taas juoksemaan kadonneen jälestä
»suuret suot sutena, kulki korvet kontiona, ve'et saukkona samosi».
Saatuaan auringolta varman tiedon siitä, että Lemminkäinen on
surmattu Tuonelan jokeen, hän Ilmarisella teettää jättiläisharavan,
jolla hellittämättä haravoi poikansa jäännökset joesta kokoon.
Huolimatta korpin pilkasta hän sommittelee kappaleet yhteen, saa
Suonettaren avulla ruumiin eheäksi ja vihdoin mehiläisen lopulta itse
»luojan kellarista, kamarista kaikkivallan» hakemien voiteiden avulla
hengenkin poikaansa palajamaan. Ei hän tätä toru eikä moiti, vaan
on perin iloinen saadessaan vallattoman veitikkana lähtemään kotiin.
Samalla tavalla hän hellii ja suojelee Lemminkäistä silloinkin, kun
tämä, Pohjolan isännän surmattuaan, toiselta Pohjolan-retkeltään
pakenee kotiin ylivoiman tieltä. Hän tiedustelee hellästi
Lemminkäisen pahoilla-olon syytä ja kokee kaikin tavoin häntä
lohdutella, vieläpä neuvoo hänelle varman piilopaikankin
kaukaisessa meren saaressa, jääden itse kotiin alttiiksi Pohjolan
väen kostolle. Niin hätäinen on äidin sydän, että hän ei ollenkaan
huomaa Lemminkäisen vannovan vain pari kesää pysyvänsä poissa
sotateiltä, vaikkapa äiti oli luvannut piilopaikan neuvoa vain sillä
ehdolla, että Lemminkäinen vannoisi kymmenen kesää välttävänsä
sotaseikkailuja. Ja vaikka Lemminkäinen yksin on syypää siihen, että
äiti saa paeta Pohjolan väkeä metsään kurjuuteen ja nämä polttavat
poroksi heidän talonsa, heltyy äidin sydän heti, kun saa nähdä
poikansa terveenä palajavan piiloretkeltään. Tällaisen
hemmottelevan äidinrakkauden hoivissa Lemminkäisestä kai
kasvaakin tuollainen riihaton hurjapää, joka ei hetkistäkään pysy
alallaan. Mutta ottamalla huomioon, että Lemminkäinen on äitinsä
ainoa poika ja vanhuuden tuki, on tuollainen hellyys helposti
ymmärrettävissä; se on anteeksi annettavaa äidillistä ja naisellista
heikkoutta.

Samantapaista äidin huolta ja hätää osottaa Marjatta neito


etsiessään kadonnutta pojuttansa »alta jauhavan kivosen, alta
juoksevan jalaksen, katsoen joka kanervan, kaivellen katajanjuuret»,
ja iso on hänenkin ilonsa, kun lapsi vihdoin suolta löytyy.

Liikuttavin on sittenkin Kullervon äidin rakkaus ja


anteeksiantamus. Hänkin on väsymätönnä etsinyt metsään
kadonnutta tytärtään, sillä »emon etso eellimäisnä, emon etso, emon
kaiho», mutta turhaan hän on etsinyt. Sitä suurempi on hänen ilonsa,
kun kuolleeksi itkemänsä poika Kullervo vielä palajaa äidin luo. Ja
vaikkapa Kullervo, tosin kyllä tietämättään, tekee mitä kauheimman
rikoksen, pitää tuon samaisen metsään kadonneen sisarensa,
»turmelee emonsa tuoman», ei äiti kuitenkaan kiroo Kullervoa, vaan
päinvastoin lohduttelee ja tyynnyttelee häntä. Hän juurikuin koettaa
ymmärtää kurjan poikansa katkerat kokemukset ja löytää niistä
lieventäviä asianhaaroja pojan rikokselle. Lemminkäisen äidin tavoin
hän kaikin keinoin kieltelee Kullervoa sotaan lähtemästä, ettei sinne
sortuisi. Kun sitten Kullervo jäähyväisiksi ynseästi kohtelee
kotiväkeänsä, jopa äitiäänkin, niin kaikki muut vastalahjaksi hänet
hylkäävät; äiti yksin verrattomassa, anteeksiantavassa
rakkaudessaan ei unhota kurjaa Kullervoa. »Et älyä äidin mieltä,
arvoa emon sydäntä», hän vastaa Kullervolle, kun tämä kysyy,
surisiko äiti häntä, jos kuulisi hänen kuolleen sotatielle, ja jatkaa:
»Itkenpä minä sinua, kun sun kuulen kuolleheksi; itken tulville
tupamme, siltalauat lainehilla, lumet itken iljeniksi, iljenet suliksi
maiksi, sulat maat vihottaviksi, vihottavat vieroviksi; mit'en itkeä
ilenne, itkeä inehmisissä, itken saunassa saloa, saunan lauat
lainehilla.» Voiko tosiaan äidinrakkaus rikoksellista poikaa kohtaan
mennä pitemmälle kuin tässä ihanassa kuvauksessa? Tuskin.

Lastensa parasta katsova on myös Ainon äiti, vaikkapa hän


erehtyy keinoissaan ja vasta myöhään sen huomaa. Aivan oikein
hän epää poikaansa Joukahaista lähtemästä kilpasille Väinämöisen
kanssa ja sitten myöhemmin kokee estellä hänen kostopuuhiaan,
mutta tyttärensä Ainon suhteen hän äidillisessä
lyhytnäköisyydessään menettelee väärin. Hänkin näet toivoo
tyttärelleen mahtavia sulhasia, ja kun hän Joukahaiselta kuulee, että
tämä oli luvannut Ainon Väinämöiselle puolisoksi, niin hän ihastuu
ikihyväksi, koska siten näkee hartaimman toivonsa toteutuvan.
Ottamatta ollenkaan lukuun Ainon omaa tahtoa ja valintavapautta
hän äidillisellä vallalla koettaa pakoittaa itkevää Ainoa iloitsemaan ja
koristautumaan Väinämöistä varten. Äidin tarkoitus on kyllä hyvä,
mutta hän ei jaksa käsittää, että Ainossa jo on täysin hereillä oman
sydämen naisellinen itsetietoisuus, uuden sukupolven
katsantokanta. Vasta kun hän saa kuulla Ainon menneen surussaan
»alle aaltojen syvien», hän huomaa erehtyneensä pakoittaessaan
tytärtään »vastoin mieltä miehelähän». Ja sitä katkerampi ja
lohduttomampi on nyt hänen surunsa, niin suuri hänen kyyneltensä
tulva, että niistä kasvaa kolme jokea, joiden keskellä olevilta luodoilta
sadat kultaiset käköset alakuloisella kukunnallaan juurikuin
säestävät hänen mielipahaansa.

Näihin äidinkuviin voisimme vielä lisätä seppo Ilmarisen äidin.


Lokka, »luopuisa emäntä», odottelee hartaalla halulla Ilmarista ja
hänen kuulua nuorikkoaan Pohjolan hääjuhlista kotiin. Kun sitten
»reen kapina kankahalta» kuuluu, riemastuu hän suuresti, sillä nyt
hän ensi kerran saa nähdä poikansa toivotun morsiamen ja
nuorikon, joka »on kuin puola puolikypsi tahi mansikka mäellä».
Ilmarisen onni ja menestys on ollut äidin hellin huoli, ja kun hän nyt
näkee pojan onnellisena kauniin nuorikon rinnalla, ei äidin riemulla
ole rajoja. Muhkeat tupaantuliaiskemut, joissa »oli kysta kyllin
syö'ä», ovat puolestaan osotuksena Lokan äidinilosta ja
vieraanvaraisuudesta. — Samoin Väinämöisen äiti, vaikkapa jo
onkin vainaja, vielä haudasta seuraa mielenkiinnolla poikansa
kohtaloita ja antaa hänelle äidillisiä neuvoja.

Nämä kauniit äidinkuvat ovat Kalevalan ihanimpia kohtia ja


osaltaan arvokas todistus esivanhempiemme sydämellisistä
perhesuhteista.

Entäpä Kalevalan neidot, kassapäiset kaunottaret?


Heidän hempeästä parvestaan kohoaa yli muiden Pohjan neito,
»maan kuulu, ve'en valio», Kalevalan sankarien sydämen aivoitus ja
sentähden tavallaan koko Kalevalan keskus. Moninaisesti kuvailee
Kalevala hänen kauneuttaan ja hempeyttään, joka kosijoita
vastustamattomasti vetää puoleensa. Hän itse hyvin tietää sulonsa
voiman eikä suinkaan suostu ensimäisen kosijan kumppaniksi. Hän
osaa vikkelästi, mutta samalla herttaisen suopeasti torjua kosijain
tarjoukset, kunnes hänen sydämensä on päässyt täysin selville
vaalistaan. Äiti ei voi häntä pakoittaa vastenmieliseen liittoon;
ylväästi hän sydämen asioissa vaatii itselleen valintavapauden.
Väinämöinen saa turhaan hikoilla hänen tähtensä ja panna maat ja
manalat liikkeelle. Neito tosin kohtelee arvokasta Väinämöistä
kaikella kunnioituksella, mutta osaa sukkelasti väistää Väinämöisen
kosinnat. Kun Väinämöinen ensi kertaa Pohjolasta palatessaan
näkee hänet taivaan kaarella kaikessa ihanuudessaan ja heti häntä
kosaisee, kertoo neito herttaisesti hymyillen edellisenä iltana
kuulleensa rastaan lehdossa lauleskelleen »tytärten mieltä» ja
»miniän mieltä». Ja laulun loppuponsi oli muka ollut se että »harvoin
saapi orja lemmen, ei miniä milloinkana», kun sitä vastoin neito on
kotonaan »kuin marja hyvällä maalla». Kun Väinämöinen ei peräydy,
panee hän, kosijan itsensäkehumiseen kiinni iskien, tälle
mahdottomilta näyttäviä koetöitä ja lupaa »ehkä» niiden suorittajalle
menevänsä. Siten hän sillä kertaa selviää Väinämöisestä, tämä kun
ei voi tehtäviään loppuun suorittaa.

Sen sijaan näyttää Pohjolan neiti jo alunpitäen tunteneen sisäistä


vetovoimaa nuorekkaan muhkeaa Ilmarista kohtaan, vaikk'ei,
naisellisesta kyllä, tahdo sitä aivan heti tunnustaa. Mielellään hän
siis äitinsä kehotuksesta koristautuu kaikin tavoin, kun Ilmarinen
saapuu Pohjolaan sampoa takomaan, ja saakin sirkoin silmin,
punehtivin poskin yksivakaisen sepän häneen ihastumaan. Mutta
kun seppo sammon taottuaan tosissaan pyytää neitoa vaimokseen,
hän kuitenkin ikäänkuin sulhasta koetellakseen vielä tekee
kaikenlaisia pieniä estelyitä, joista totinen seppä niin pahastuu, että
pyrkii suinpäin kotiinsa. Juurikuin katuen käytöstään Ilmarista
kohtaan hän sitten, kun Väinämöinen ja Ilmarinen kilpakosijoina
saapuvat Pohjolaan, heti ilmaisee menevänsä Ilmariselle, »otsan
hyvyydelle, varren kaiken kauneudelle», vaikkapa äiti kyllä
kehottelee häntä menemään rikkaalle Väinämöiselle. Tälläkin kertaa
hän hyvin somasti, kosijaa loukkaamatta, selviää Väinämöisen
uudistetusta kosinnasta, sanomalla ettei Väinämöinen olekkaan
suorittanut loppuun koetöitään, eikä häntä haluta merelläkulkijan
toveriksi. Hieman neuvotonta sulhoaan Ilmarista hän sitten kaikella
morsiamen osanotolla opastaa suoriutumaan uusista ansiotöistä,
sillä nyt hän on jo koko sydämellään Ilmariseen kiintynyt. Tosin
hääjuhlien aikana, kun joka taholta häntä pelotellaan miniän kovalla
kohtalolla, huoli ja ikävä väkisinkin tahtovat armaasta kodosta
erotessa hänet masentaa ja itkemään saattaa, mutta rakkaus
Ilmariseen voittaa, ja hellien jäähyväisten jälkeen hän lähtee
Ilmarisen mukana uusia kohtaloita kohti.

Ilmarisen emäntänä hän esiintyy erittäin toimellisena, pitäen


varsinkin karjastaan mallikelpoista huolta. Ja entinen vallaton
veitikkamaisuus tulee hänessä esiin, kun hän ilkamoiden ja orjan
ihmisarvoa ollenkaan ajattelematta, leipoo Kullervon eväsleipään
sisälle kiven. Tarkoitus hänellä tuskin oli paha; teko oli pikemmin vain
nuorekasta kujeilua. Mutta Kullervoon kohdistettuna se käy hänelle
turmioksi, sillä Kullervo, tuo elämän kovasti kolhima orja, ei sellaista
sydämetöntä leikkiä ymmärrä; hengellään saa »sepon ilkoinen
emäntä» maksaa kepposensa, hänen katumuksensa on liian myöhä.
Että Ilmarisen rakkaus ei ollut avioliitossa kylmennyt, sitä todistaa se
syvä ja epätoivoinen suru, joka hänet kuukausmääriksi valtaa
emännän kuoltua.

Pohjan neidon sukua on ylväs »Kyllikki, korea neiti, Saaren neiti,


Saaren kukka». Hänkään ei hevillä »suostu sulhosihin, mielly
miehihin hyvihin», koska tuntee hyvin suuren sukunsa ja kuulun
kauneutensa arvon. Turhaan itse taivaankappaleet häntä pojillensa
kosiskelevat; suotta tulevat Virosta sulhot; turhaanpa lieto
Lemminkäinenkin, tuo kaikkien naisten vastustamaton lumooja,
kokee Kyllikkiä suostutella ja hänen tähtensä »sadat airot poikki
souti, sadat saappahat kulutti». Kyllikki yksin on taipumaton, ja
niinpä täytyykin Lemminkäisen rohkeasti ryöstää hänet rekeensä.
Aluksi neito on vallan suunniltaan, mutta Lemminkäisen rohkean
ylväs olemus ja kauniit lemmenvakuuttelut saavat hänet vihdoin
taipumaan. Kuitenkin hän, tuntien Lemminkäisen seikkailunhaluisen
luonteen ja saadakseen nauttia rauhassa avioelämän onnea, vaatii
sulhonsa vannomaan »valat ikuiset ei sotia käyäksensä kullankana
tarpehella, hopeankana halulla». Lemminkäinen vannookin, mutta
vaatii vastavalaksi, peläten nuorten naisten kyläilemishalua, Kyllikin
lupaamaan, ettei hän kävisi kylissä »hyvänki hypyn halulla,
tanhujuoksun tarpehella». Ja hyvässä sovussa he sitten saapuvat
Lemminkäisen kotiin, joka Kyllikin mielestä tosin on »nälkäraunion
näköinen». Lemminkäinen lupaa tehdä uudet ja paremmat tuvat; ja
riemastuksin ottaa hellä äiti poikansa pulskan nuorikon vastaan.

Niin elävät he jonkun aikaa onnellisina, kunnekka Lemminkäisen


kerran liian kauan kalankudussa viipyessä Kyllikki ikävissään
unohtaa valansa ja lähtee kylän kisoihin. Kiusaus oli liian suuri, jotta
hänen nuori ja verevä luontonsa olisi jaksanut sitä vastustaa. Mutta
samassapa on Lemminkäisen sisar Ainikki, joka varmaan tunsi
itsensä kodissa syrjäytyksi Kyllikin rinnalla, valmis — siinäkin
kuvaava naisellinen piirre — kantelemaan Lemminkäiselle.
Kauheasti suuttuen Kyllikille tämä lähtee päätä pahkaa — ehkäpä
mielissäänkin, kun on nyt saanut laillisen tekosyyn — sotaretkelle
Pohjolaan. Turhaan Kyllikki häntä enää pidättelee ja suostuttelee;
koskaan hän ei enää voita takaisin levottoman Lemminkäisen
rakkautta. Siinä siis ankara varoitus naisillekin pysymään
sanassaan, muuten käy huonosti!

Perin soma neitokuva on Ilmarisen viisas ja vireä sisar »Annikki,


hyväniminen, yön tytti, hämärän neiti», joka pitää pitkät puhteet ja
valvoo varhaiset aamut. Kun hän ahkerana »nenässä utuisen
niemen» huuhtoo vaatteita, näkee hän Väinämöisen komealla
purrella viilettelevän merellä niemen lähitse. Aavistaen purjehtijalla
olevan vallan erikoisia aikeita hän naisellisen uteliaasti alkaa
tiedustella matkan tarkoitusta. Väinämöinen aluksi juurikuin häpeää,
vanha mies, kosiomatkaansa ja peittelee sitä kaikenlaisilla
verukkeilla. Hän muka menee kalankutuun tai »hanhien hakuhun»
tai »suurihin sotihin», mutta viisas Annikki ei ole niin helposti
petettävissä. Hän kyllä varustuksista ja aseista tuntee, milloin
mennään minnekin, eikä Väinämöisen auta, kun tilapäinen
kosimisyrityskin epäonnistuu, muuta kuin kertoa viehättävälle
Annikille silkka totuus. Sitäpä tämä oli jo aavistanutkin. Siinä
tuokiossa hän »heitti hunnut huuhtomatta, vaattehet viruttamatta» ja
riensi kiirehtimään hidasta veljeään kilpakosijaksi. Huoli veljen
onnesta on hänelle kallis. Mutta samalla hän perin vikkelästi osaa
katsoa omaakin etuaan. Ensin hän vaatii Ilmarisen takomaan
itselleen kaikenlaisia naiskoruja, ennenkuin ilmaisee tärkeät tietonsa.
Seppä lupaa sen, ja silloin Annikki, moitittuaan veljeään
saamattomuudesta, kertoo hänelle, kuinka Väinämöinen jo menee
muhkeasti Pohjolaan kosiin »kokan kultaisen kuvussa, melan
vaskisen varassa». Tuleepa kiire jo sepollekin, ja toimeliaana auttaa

You might also like