Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 58

Felsefe Kitab■ 1st Edition Will

Buckingham John Marenbon Douglas


Burnham Marcus Weeks Clive Hill Peter
J King
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/felsefe-kitabi-1st-edition-will-buckingham-john-marenb
on-douglas-burnham-marcus-weeks-clive-hill-peter-j-king/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Will Grayson Will Grayson David Levithan John Green

https://ebookstep.com/product/will-grayson-will-grayson-david-
levithan-john-green/

Harry Potter ve Felsefe Ta■■ 1st Edition J K Rowling

https://ebookstep.com/product/harry-potter-ve-felsefe-tasi-1st-
edition-j-k-rowling/

Sosyoloji Kitab■ 2nd Edition Christopher Thorpe Chris


Yuill Mitchell Hobbs Megan Todd Sarah Tomley Marcus
Weeks

https://ebookstep.com/product/sosyoloji-kitabi-2nd-edition-
christopher-thorpe-chris-yuill-mitchell-hobbs-megan-todd-sarah-
tomley-marcus-weeks/

■■■■■■■■01 King Weeks Vaughns Kindzierski Strachan

https://ebookstep.com/download/ebook-55574096/
Descoper■ ■i Punctele Forte Cu Testul Clifton
strengthsfinder 1st Edition Marcus Buckingham Donald O
Clifton Radu Nicolae Trif Lingvist Paul Moro■anu

https://ebookstep.com/product/descopera-ti-punctele-forte-cu-
testul-clifton-strengthsfinder-1st-edition-marcus-buckingham-
donald-o-clifton-radu-nicolae-trif-lingvist-paul-morosanu/

Mindhunter Dans la tête d un profileur 1st Edition John


Douglas Mark Olshaker

https://ebookstep.com/product/mindhunter-dans-la-tete-d-un-
profileur-1st-edition-john-douglas-mark-olshaker/

Robótica John J Craig

https://ebookstep.com/product/robotica-john-j-craig/

Will 1st Edition Will Smith Mark Manson

https://ebookstep.com/product/will-1st-edition-will-smith-mark-
manson/

Enquête royale à Buckingham 1st Edition Anna Cazine

https://ebookstep.com/product/enquete-royale-a-buckingham-1st-
edition-anna-cazine/
Bu bir Dorling Kindcrsley kitabıdır.
www.dk.com

Alfa Yayınlan: 2184


Popüler Kültür: 1

FELSEFE KİTABI
Orijinal Adı The Philosophy Book
lngilizce Aslından Çeviren Emel Lakşe

1. Basım: 2011

Yaymcı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak


Yayın Yönetmeni Rana Alpöz
Pazarlama ve Satış Miidiirü Vedat Bayrak

Proje Sanal Edi1örü Anna Hali


Proje Edi1örü Sam Atkinson
Sanal Yönetmeni Philip Ormcrod
Çizimler James Graham

© 201 l, ALFA Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.


© Dorling Klı1dersley Limited, 2011

Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.


Ticarethane Sokak No: 53 34410
Cağaloğlu, İstanbul/Türkiye
Tel: (212)5115303-5138751 - 512 30 46
Faks: (212) 51933 00
www.alfakitap.com info@aUakitap.com

Singapur'da Star Standard tarafından Orctilmişıt r.


KATKIDA BULUNANLAR
WILL BUCKINGHAM JOHN MARENBON
Düşünür, romancı ve öğretim üyesi Will Buckingham, İngiltere, Cambridge Üniversitesi'ndeki, Trinity
özellikle felsefe ve hikayenin etkileşimi ile ilgileniyor. Koleji'nde öğretim üyesi olan John Marenbon, Ortaçağ
Halen İngiltere, Leicester'daki De Montfort felsefesi konusunda çalışıyor ve yazıyor. Yazdığı
Üniversitesi 'nde ders veriyor ve aralarında Finding Our kitaplar arasında Early Medieval Philosophy 480-1150:
Sea-Legs: Ethics, Experience and the Ocean of An Introduction da bulunuyor.
Stories'in de bulunduğu pek çok kitabın yazarı.

MARCUS WEEKS
DOUGLAS BURNHAM
Yazar ve müzisyen, Marcus Weeks, felsefe
İngiltere, Staffordshire Üniversitesi'nde felsefe araştırmaları yapıyor. Yazarlık kariyerine başlamadan
profesörü olan Douglas Burnham, modern felsefe ve evvel öğretmen olarak çalışıyordu. Sanat ve popüler
Avrupa felsefesi üzerine pek çok makalenin ve kitabın bilim konusunda pek çok kitaba katkıda bulundu.
yazarı.

VE DIGERLERI...
CLIVE HILL
Yayıncılar ayrıca bu kitabın planlanması
Politik teori ve İngiliz tarihi konusunda ders veren aşamasındaki gayretleri ve desteği için İngiltere,
Clive Hill, özellikle entelektüellerin modern dünyadaki Camberwell Sanat Koleji 'nde felsefe ve eleştirel kuram
rolü ile ilgileniyor. üzerine dersler veren Richard Osborne'a ve Rehber
Dizin'in bir araya getirilmesindeki yardımları için
Stephanie Chilman'a teşekkür eder.
PETER J. KING
İngiltere, Oxford Üniversitesi'ndeki Pembroke
Koleji'nde felsefe doktoru olan Peter J. King, son olarak
One Hundred Philosophers: A Guide to the World's
Greatest Thinkers kitabını yazdı.
İÇİNDEKİLER
RÖNESANS VE DEVRİM
AKIL ÇAGI ----
ÇAGI
1500-1 1750-1900

108 Şöhret ve huzur asla 148 Alışkanlık, insan yaşamı­


arkadaş olamazlar nın en büyük rehberidir
------
tırtgne

154 İnsan özgür doğar oysa 186 Her insan dünyanın sınır­
her yerde zincire larını kendi vizyonunun
vurulmuş olarak yaşar sınırlarına göre çizer
112 İnsan bir makinedir e es ousseııu 1\rffi r Sc o en a
Tfi a s
160 İnsan pazar 189 Teoloji antropolojidir
116 Düşünüyorum öyleyse hayvandır =- budwig Andreas Feuerbach
t"';' �;,o.; ��
190 Birey kendi bedeni ve
zihni üzerinde mutlak
olarak egemendir
.
JOhn Stuart M

126 Var olan her şey Tanrı'nın


içinde vardır ve her şeyin
sebebi Tanrı'dır
-senedictus Spinoza
196 Şimdiye kadar var olan tüm
130 İnsanın bilgisi toplumların tarihleri sınıf
deneyiminin ötesine mücadelesinin tarihidir
geçemez JôlUfLOcKe

134 İki tür gerçek vardır: 204 Bir yurttaş bir an için bile
akılcı gerçekler ve olgusal olsa vicdanını yasa koyucu­
gerçekler nun eline bırakmalı mıdır?
acı
· Leibniz

177 Dünyada felsefeden daha 205 Şeylerin ne gibi etkileri


az felsefe yapılan başka olduğunu düşünün
bir konu yoktur. Ch s Sanders_Feirce
Chleg
206 Yaptıklarınız bir fark yara­
178 Gerçeklik tarihi bir tıyormuş gibi davranın
süreçtir Oeorg He�! Williaın James
MODERN DÜNYA
241 İnsan sadece birey
olduğunda filozof olabilir
K-a
1900-1950 242 Yaşam gelecekle
çatışmalar dizisidir
214 İnsan aşılması gereken Jcrse-e>ı:tega_ y Gasset
bir varlıktır
r'rıeancnNietzsGhe 244 Felsefeyle uğraşmak için
önce itiraf etmek gerekir
222 Kendine güvenli insanlar �::raını.oe
gelir, görür ve yenerler
Pi. adHa'am 246 Dilimin sınırları dünyamın
sınırlandır
223 Her mesaj işaretlerden tuı:iwiı:wiıtgenstein
oluşur
Fer<:lfflaiiô e Saussu 252 Çözümlenmesi gereken 268 Varoluş özden önce gelir
varlıklar bizleriz an:Ea sıntre
224 Deneyim tek başına bilim Martini:igjg_eg:ger
değildir Edirillfül' usser 272 Kötülüğün sıradanlığı
256 Bireyin tek gerçek ahlaki Hannıın-Arend
seçimi toplum için
kendini feda etmesidir 273 Akıl dilde yaşar
Tetınıro atsU)! E tLffi&:ıas

228 Sadece sorunlarla karşılaş­ 257 Mantık, felsefenin son 274 Dünyayı görebilmek için
tığımızda düşünürüz bilimsel unsurudur alışılageldik kabullerimizi
Jotın:J)6wey Rudol ;eaJrulp kırmalıyız
Ma�-;Pon
232 Geçmişi hatırlayamayanlar 258 Bir insanı tanımanın tek
onu tekrar etmeye yolu onu umut olmadan 276 Erkek insan olarak
mahkumdurlar sevmektir tanımlanır, kadınsa dişi
George Waiter;:B Simon•ni..-to
-ımırnr

233 Bizi birey yapan 259 Her gerçek doğru olmaya­ 278 Dil bir sosyal sanattır
çektiğimiz acılardır bilir Herbert!Ml!fCUse W' Van OımarrQuine
Mig:uel d&Unamuno
260 Tarih bize ait değildir, biz 280 En temel özgürlük
234 Yaşama inanın ona aitiz zincirlerden kurtulmaktır
Williamdu."Bois arutSeorg::Gadamer Isıııtıı:lcllerlm

236 Mutluluğa giden yol 262 Bilimsel bir teorinin gerçe­ 282 Bir dağ gibi düşün
çalışmanın düzenli olarak ği yansıtması ancak yanlış­ e;N!R!iıs
azaltılmasından geçer lanabilirliğe açık olmasıyla
Bertrana Russell mümkündür 284 Yaşam afl;lamı olmasaydı
K-arl PQ!;>pEl{ çok daha iyi yaşanırdı
240 Aşk bilgi yetersizliğinden AJlıeL+Gafill:IS
bilgi zenginliğine uzanan 266 Zeka ahlaki bir
bir köprüdür Max Scheler kategoridir Ti:ıeOOoLAdoı:ntı
ÇAGDAŞ
322 Düşünce aykırılıklardan
beslenir
Helene Ciıroırs

FELSEFE 323 Günümüz feminizminde


1950'DEN GÜNÜMÜZE Tanrı rolünü kim oynuyor?
Jı:rl�
290 Dil bir deridir
Roland Barthes 324 Felsefe sadece yazılı bir iş
değildir
292 Kültür olmasaydı ne Henry oaera Oraka
yapardık? ary "Clgley
325 Acı çekme konusunda
293 Normal bilim gerçekteki hayvanlarla eşitiz
ya da teorideki yenilikleri Petei' Singer
hedeflemez Thomas uhn
302 İnsan yakın geçmişin bir 326 En iyi Marksist analizler
294 Adaletin ilkeleri seçilirken keşfidir hep başarısızlığın
sosyal statü görmezden Mtcfie Foucault analizleridir
gelinmelidir JOl'in awls o Zi�k
304 Eğer istersek rahatlatıcı
296 Sanat bir yaşam biçimidir bir illüzyon içinde
lCliarOWôllheim yaşayabiliriz
Noam Chomsky
330 REHBER
297 Her ey mümkündür
Pau Feyera end 306 Toplum kendi gelenekleri­ 340 TERiMLER
298 Bilgi satılmak için üretilir
nin eleştirisine dayalıdır
Jitrgen a ermas
SÖZLÜ GÜ
Jeıın:Françoıs yotard
308 Metnin dışında hiçbir şey 344 DiZiN
300 Siyah adam için tek bir yoktur
kader vardır ve o da Jacques Oerriaa 351 TEŞEKKÜR
beyazdır Ftantz anon
314 İçimizin derinliklerinde
bizim oraya koydukları­ \//
mızdan başka bir şey
yoktur
Richard Rorty

320 Her arzunun delilikle bir


ilişkisi vardır I:;uce Irigaray

321 Her imparatorluk


kendisine ve dünyaya,
diğer imparatorluklara
benzemediğini söyler
Eawar Said
12 GİRİŞ

elsefe sadece dahileri değil rini öğretmek için "okullar" kur­ olan hiçbir büyük fikir bırakmamış­

F aynı zamanda herkes tara­


fından dahi olabileceği dü­
şünülen eksantrik düşünürleri de
muşlardı. Öğrencilerini fikirlere kar­
şı çıkmaları ve eleştirmeleri için
teşvik ederler; bu yolla o fikirlerin
tır. Aslında kendisinin hiçbir şey
bilmediğini bildiği için en akıllı in­
san olduğunu söylemekten gurur
muhafaza eder. Bu aslında, günde­ gelişmesini ya da yeni ve farklı fi­ duymuştur. Tüm mirası, daha derin
lik işleriyle çok meşgul olmadıkla­ kirlerin ortaya çıkmasını sağlarlar­ bir kavrayış kazanmak ve temel
rında ya da sadece yaşamın ve ev­ dı. Filozofların tüm sonuçlara ıssız gerçekleri ortaya çıkarmak için di­
renin ne olduğunu merak etme fır­ bir yerde tek başına vardığına dair ğer insanların varsayımlarının sor­
satına sahip olduklarında herkesin yaygın bir yorum yanlışı vardır; oy­ gulanabileceği bir tartışma ve mü­
yaptığı bir şeydir. Biz insanlar do­ sa bu pek az durumda böyledir. Ye­ nazara geleneği oluşturmasıdır.
ğuştan soruşturmacı yaratıklarız ve ni fikirler, diğer insanların fikirleri­ Sokrates'in öğrencisi Platon'un ya­
çevremizdeki dünyayla onun içinde­ nin tartışılmasından, irdelenmesin­ zıları, Sokrates'in neredeyse değiş­
ki yerimizi merak etmeden durama­ den, analiz edilmesinden ve eleşti­ meksizin başkahraman olduğu di­
yız. Ayrıca güçlü bir entelektüel ye­ rilmesinden ortaya çıkar. yaloglar şeklindedir. Daha sonraki
tenekle donatıldığımızdan sadece filozofların çoğu da fikirlerini sun­
merak etmez aynı zamanda akıl da Tartışma ve diyalog mak için diyalog yöntemini benim­
yürütürüz. Biz her zaman farkına Bu anlamda en prototipik örnek semişler; düşüncelerini ve sonuçla­
varmasak da akıl yürüttüğümüzde Sokrates'tir. Geride hiçbir yazılı rını basit ifadelerle anlatmak yerine
felsefi düşünüyoruz demektir. belge ve hatta düşüncesinin ürünü argüman ve karşı argümanlarla or­
Felsefe temel sorulara cevaplar taya koymuşlardır.
bulmakla çok da ilgili değildir; da­ Fikirlerini dünyaya sunan bir
ha çok bu cevapları bulmaya çalış­ filozofun tümden bir kabullenme
ma sürecidir ve beylik görüşleri ya
da geleneksel hükümleri sorgula­
madan kabullenmek yerine akıl yü­
'' yerine, "Evet, ama . . . " ya da "Farz
edelim ki . . . " diye başlayan
yorumlarla karşılaşması
rütmeyi kullanır. Yunanlı ve Çinli Merak bir filozofun en düşkün muhtemeldir. Aslında filozoflar
en eski filozoflar din ve göreneklerin olduğu şeydir çünkü felsefenin felsefenin hemen her cephesinde
söylediği köklü açıklamalarla yetin­ bundan başka bir başlangıcı birbirleriyle şiddetli biçimlerde ters
meyen, mantıklı gerekçeleri olan düşmüşlerdir. Örneğin Platon ve
yoktur.
' cevapların peşındeki d�ünürlerdi. öğrencisi Aristoteles temel felsefi
Platon
Ve aynen bizim görüşlerimizi arka­ sorular hakkında tamamen zıt
daşlarımız ve meslektaşlarımızla yönlerde görüşler geliştirmişler ve
paylaştığımız gibi onlar da kendi fi­
kirlerini birbirleriyle tartışmış ve '' bu farklı yaklaşımları ile filozofların
her zamankinden daha fazla görüş
ayrılıkları yaşamalarına neden
hatta sadece vardıkları sonuçları
değil o sonuçlara ulaşma yöntemle- olmuşlardır. Bu da daha fazla
GiRİŞ 13

tartışmayı ateşlemiş, yeni ve taze kadar basitçe cevaplanacak türden mizi düşündüklerimizi gerçekten
fikirleri teşvik etmiştir. değildir. bilip bilmediğimizden ve ona duyu­
Ancak bu felsefi soruların hala Bizler de evrenin bir parçası larımızla inanmakla bir şekilde
münazara edilmekte ve tartışıl­ şeklinde var olduğumuz için metafi­ "kandırılmadığımızdan" emin ola­
makta olması garip değil midir? zik aynı zamanda insan varoluşu­ mayız.
Düşünürler neden kesin cevaplar nun doğasını ve bilinçli bir varlık
verememektedirler? Filozofların a­ olmanın ne anlama geldiğini de de­ Mantılı: ve dil
sırlardır üzerlerinde kafa patlattığı ğerlendirir. Etrafımızdaki dünyayı Düşünce, daha sonradan bizi sonu­
bu "temel sorular" nelerdir? nasıl algılıyoruz ve her şey bizim al­ ca götürecek bir düşünceler dizisini
gımızdan bağımsız var olabilir mi? inşa etmekte kullanılabilecek ifade­
Varoluş ve bilgi Zihnimiz ve bedenimiz arasındaki lerin gerçeğinin saptanmasına da­
İlk gerçek filozoflar bundan 2500 yıl ilişki nedir ve ölümsüz ruh diye bir yanır. Bugün bu bize apaçık görü­
kadar önce antik Yunan' da ortaya şey var mıdır? Metafizik alanı varo­ nebilir ama akılcı bir tartışma inşa
çıktıklarında merak duyularını u­ luşla ilgili sorularla uğraşır, ontoloji etme fikri felsefeyi ilk filozoflardan
yandıran çevrelerindeki dünya ol­ (varlıkbilim) Batı felsefesinin çoğu­ önce mevcut olan batıl ve dini açık­
muştu. Yeryüzünü ve onu dolduran nun temellerini oluşturur. lamalardan ayırmaktaydı. Bu düşü­
çeşitli yaşam türlerini; güneşi, ayı, Bir zamanlar filozoflar genelge­ nürlerin, fikirlerinin geçerliliğinden
gezegenleri ve yıldızları; iklimler, çer bilgileri mantık testinden geçir­ emin olmak için bir araç geliştirme­
depremler ve ay-güneş tutulmaları­ meye kalkıştılar ve başka bir temel leri gerekiyordu. Onların düşüncele­
nı gördüler. Bütün bunları açıkla­ soru ortaya çıktı: "Nasıl biliyoruz?" rinden, zaman içinde yavaş yavaş
manın -tanrılar hakkındaki gele­ Doğa incelemeleri ve bilginin sınır­ gelişen bir akıl yürütme tekniği ola-
neksel mitler ve efsaneler değil me­ ları felsefenin ikinci önemli dalını,
raklarını ve zekalarını tatmin ede­ epistemolojiyi oluşturdu.
cek bir şeylerin- peşine düştüler. İlk Epistemolojinin merkezinde bil­

''
filozofları meşgul eden ilk soru: "Ev­ giyi nasıl kazandığımız, bildikleri­
ren neden yapılmıştır?" idi ve bu mizi nasıl bildiğimiz; bazı (ya da
soru çok geçmeden genişleyerek: tüm) bilginin doğuştan mı geldiği
"Var olan her şeyin doğası ne?" ha­ ya da yaşayarak mı öğrendiğimiz Hurafeler yeryüzünü ateşe
lini almıştır. bulunur. Yalnızca mantık yürüterek verir, felsefe ise alevleri
Bu günümüzde felsefenin meta­ bir çcylei bilebilir miyiz? Doğru akıl söndürür.
fizik adını verdiğimiz dalıdır. Her yürütmek için bilgimize güvenme­ Voltaire
ne kadar orijinal sorunun büyük ye ihtiyaç duyduğumuzdan bunlar
kısmı modern bilim tarafından ce­
vaplandıysa da, "Hiçbir şey olmaya­
felsefi düşünce için can alıcı soru­
lardır. Aynı zamanda bilgimizin a­ ''
cağına nasıl oluyor da bir şeyler olu­ lanını ve sınırlarını belirlemeye de
yor?" gibi metafizikle ilgili sorular o ihtiyaç duyarız. Aksi halde bildiği-
14 GiRİŞ

rak, mantık doğdu. Önceleri sadece Sorunun büyük bir kısmı felsefi den münazara !arda Sokrates hayatı
bir tartışmanın tutarlılığının olup mantığın, matematiğin aksine, sayı­ yaşama yöntemlerimiz ve önemli
olmadığını analiz etmek için yararlı lar ve sembollerin yerine kelimelerle kabul ettiğimiz şeylerle ilgili varsa­
bir gereç olan mantık kurallar ve ifade edilmesi ve dildeki doğuştan yımlara meydan okumuştur.
düzenler geliştirdi ve çok geçme­ gelen anlaşılmazlıklara ve anlatım "İyi" bir hayat sürmenin, adalet ve
den giderek genişleyen felsefe ko­ bozukluklarına açık olmasından olu­ mutluluk gibi kavramların gerçekte
nularının başka bir dalı olarak ken­ şur. Mantıklı bir argüman inşa et­ ne anlama geldiğini ve bunlara na­
di başına bir alan haline geldi. mek dili dikkatli ve doğru kullanma­ sıl ulaşabileceğimizi; nasıl davran­
Felsefenin büyük kısmı gibi yı, düşündüğümüz anlama geldikle­ mamız gerektiğinin araştırılması
mantığın da bilimle ve özellikle ma­ rinden emin olmak için ifade ve ar­ felsefenin etik (ya da ahlaki felsefe)
tematikle yakın bağları vardır. Bir gümanlarımızı test etmeyi ve baş­ dalının temellerini oluşturur ve söz
mantık argümanının temel yapısı, kalarının argümanları üzerinde çalı­ konusu dal estetik olarak bilinen
bir önermeden yola çıkıp bir dizi şıyorsak sadece geçtikleri mantık güzellik ve sanatın neden oluştuğu
basamaktan geçerek sonuca ulaşan zincirini değil aynı zamanda kullan­ sorusundan doğmuştur.
matematik kanıtınınkiyle aynıdır. dıkları dili ve vardıkları sonuçların Bireysel yaşamlarımız hakkın­
Bu nedenle filozofların apaçık, inkar tutarlılığını da analiz etmeyi gerek­ daki etik sorular üzerinde kafa yor­
edilemez örnekler için matematiğe tirir. Bu süreçten felsefenin 20. yüz­ mak, içinde yaşamak isteyebilece­
başvurmaları ya da Pisagor' dan yılda yeşeren yeni bir dalı, terimleri ğimiz tür bir toplum -bu toplumun
Rene Descartes'a ve Gottfried ve anlamlarını araştıran dil felsefesi
Leibniz'a kadar büyük düşünürlerin ortaya çıkmıştır.
çoğunun aynı zamanda başarılı
matematikçiler olmalarında da şa­
şırtıcı bir yan yoktur.
Her ne kadar mantık, felsefenin
Ahlak, sanat ve politika
Dil muğlak olduğu için filozoflar fel­
sefi sorulara cevaplar ararlarken an­
''
en kesin ve "bilimsel" dalı, her şe­ lamları netleştirmeye de girişmiş­ Ah felsefe, yaşamın rehberi!
yin doğru ya da yanlış olduğu bir a­ lerdir. Sokrates'in Atinalı yurttaşla­ Ah erdemleri arayan,
lan olarak görünse de konuya ya­ ra sorduğu türden sorular onların kötülükleri kovan!
kından bir bakış bu kadar basit ol­ belli kavramlar hakkında esas ola­ Biz ve insanlık tarihi sensiz ne
madığını gösterir. 19. yüzyılda ma­ rak neye inandıklarını ortaya çıkar­
yapardık?
tematik alanındaki ilerlemeler man­ maya da çalışır. Sokrates hem�eıi­
Çiçero
tığın Aristoteles tarafından belirle­ lerine, "Adalet nedir?" veya "Güzel­
nen kurallarının doğruluklarını sor­ lik nedir?" gibi basit gibi görünen
guladı ama antik çağlarda bile Ele­
alı Zenon'un ünlü paradoksları ha­
tasız gibi görünen argümanlardan
sorular sorarken bunu sadece an­
lamları aydınlatmayı değil aynı za­
manda kavramların kendilerini de
''
saçma sonuçlara ulaşmışlardı. araştırmayı hedeflemiştir. Bu tür-
GiRiŞ 15

nasıl yönetileceği, yurttaşların hak Çin ve Hindistan' da ortaya çı­ tafizik sorular sorarlarken ilk Çirili
ve sorumlulukları gibi konular- hak­ kan Doğu felsefelerinde (özellikle filozoflar dinin bunlarla yeteri kadar
kında düşünmeye başlamak için Taoizm ve Budizm' de) felsefe ve din uğraştığını düşünmüşler ve onun
doğal bir adımdır. Felsefenin önem­ arasındaki çizgiler, en azından Batı yerine ahlaki ve politik felsefeyle il­
li dallarından sonuncusu olan poli­ düşünce yöntemine göre, daha be­ gilenmeyi seçmişlerdir.
tik felsefe bu düşüncelerle ilgilenir lirsizdir. Bu da Batı ve Doğu felsefe­
ve filozoflar Platon'un Cumhuri­ leri arasındaki en önemli farklardan Sağduyuyu takip etmek
)•et'inden Kari Marx'ın Komünist biridir. Doğu felsefeleri her ne kadar Felsefe bize tarihteki en önemli ve
Manijes/o'suna kadar toplumun genellikle ilahi bir esin ya da dini etkili fikirlerden bazılarını kazan­
kendi inandıkları doğrultusunda bir dogmanın sonucu değillerse de dırmıştır. Bu kitap en ünlü filozofla­
nasıl organj.ı:e edilmesi gerektiği ile sıklıkla, bizim inanç meseleleri ola­ rın fikirlerini, iyi bilinen sözleriyle
ilgili modelleri ortaya çıkarırlar. rak adlandudığımız konularla içli veya görüşlerinin kısa özetleriyle o­
dışlıdır. Felsefi akıl yürütme Yahu­ kurlarına sunmaktadır. Felsefedeki
Din: Doğu ve Batı di-Hıristiyan ve İslam dünyasında en çok tanınan söz hiç kuşkusuz
Felsefenin çeşitli dalları sadece bir­ inancı doğrulamak için kullanılma­ Descartes'ın "cogito, ergo sum"
birleriyle bağlantılı olmakla kalmaz­ sına rağmen inanç ve iman Doğu (genellikle Latince'den "Düşünüyo­
lar aynı zamanda ciddi şekilde ör­ felsefesinin, Batı' da örneği bulun­ rum, öyleyse varım" şeklinde tercü­
tüşürler ve bazen hangi fikrin hangi mayacak şekilde, önemli bir parça­ me edilen) cümlesidir. Bu söz aynı
alana ait olduğunu söylemek zordur. sını oluşturur. Doğu ve Batı felsefe­ zamanda felsefe tarihindeki en ö­
Felsefe ayrıca aralarında bilim, ta­ leri başlangıç noktaları bakımından nemli fikirlerden biridir ve düşünce
rih ve sanatın da bulunduğu birbi­ da farklıdırlar. Antik Yunanlar me- tarihinde bizi modern çağa taşıyan
rinden farklı pek çok konuya da el bir dönüm noktası olarak kabul edi­
uzatır. Başlangıcında din dogmala­ lir. Bu söz kendi başına pek fazla
rını ve batıl inançları sorgulayan anlam ifade etmez. Kesinliğin do­

''
felsefe ayrıca "Tanrı var mıdır?" ve­ ğası hakkındaki bir dizi argümanın
ya "Ruhlarımız ölümsüz mü?" gibi sonucudur ve ancak ona giden
sorularla dinin kendisini de inceler. mantığı incelediğimizde bir anlam
Bu soruların kökleri metafiziktedir İyi ya da kötü yoktur, onları ifade etmeye başlar. Ve ancak
ancak etik üzerinde etkileri de bu­ düşüncelerimiz yaratır. Descartes'ın bu fikri -ve bu sonu­
lunmaktadır. Örneğin bazı filozoflar cun etkilerini- nereden çıkardığını
William Shakespeare
ahlak duygumuzun Tanrı' dan mı anladığımızda önemini anlarız.
geldiği yoksa tamamen insani bir Bu kitaptaki fikülerin çoğu ilk
kurgu mu olduğunu araştırmışlar­
dır ve bu da insanoğlunun özgün i­ '' bakışta anlaşılmaz gelebilir. Bazı­
ları çok aşikarken diğerleri para­
radesinin nereye kadar gittiği ile il­ doksal ve sağduyuyu hiçe sayar.
gili tartışmayı ateşlemiştir. Hatta Bertrand Russell'ın biraz da
16 GİRiŞ

uçuk olan " felsefenin sırrı konuşul­ çalışmalarının analizi ya da düşüncelerimizi organize etmeyi
maya değmez görünecek basitlikte eleştirisinden doğmuştur. Bu öğretmişlerdir. Unutmamalıyız ki
bir şeyle başlayıp kimsenin inana­ sonuncular nesiller ya da yüzyıllar bu fikirler bir filozofun
mayacağı kadar karmaşık bir so­ boyu sürebilecek bir mantık düşüncelerinin sadece küçük bir
nuçla bitirmektir" tanımlamasını zincirinin bir bölümünü oluşturur kısmı; genellikle uzun bir mantık
doğrular nitelikte bile olabilirler. veya belirli bir felsefe "Okul"unun zincirinin sonucudur.
Peki o zaman bu fikirler neden ö­ ana fikri olabilirler.
nemlidirler? Büyük filozofların çoğu fikirleri Bilim ve toplum
birbirine bağlayan entegre felsefe Bu fikirlerin etkileri felsefenin
Düşünce sistemleri "sistemleri" oluşturmuşlardır. alanını da aşmıştır. Bazıları ana
Bu kitapta sunulan teorilerden Örneğin evrenin ve insan ruhunun akım bilim, politika veya sanat
bazıları düşünce tarihinde kendi belirli bir metafizik görüntüsüne hareketlerinin doğmasına öncülük
türlerinin ilk örneklerini filozofların nasıl öğrendiğimizle etmiştir. Bilimle felsefe arasındaki
oluşturmaktadırlar. Bunların ilgili görüşleri üzerinden ilişki bir ileri bir geri gider; fikirlerin
sonuçları bize şimdi gayet açık ulaşılmıştır. Bunun, filozofun bizim birinden diğeri oluşur. Aslında
gözükse de geriye bakıldığında ne tür bir yaşam sürdüreceğimize felsefenin, bilimsel metot ve
kendi dönemlerinde şaşırtıcı ve ne tip bir toplumun ideal uygulamaların arkasındaki
biçimde yenidirler ve görünürdeki sayılacağı konusuna etkileri vardır. düşünceler üzerinde çalışan bir dalı
basitliklerine rağmen doğal Ve sonuçta tüm bu fikirler sistemi, vardır. Sağduyulu düşüncenin
karşıladığımız şeyleri yeniden daha sonra gelen filozoflar için bir gelişmesi matematiğin evrilerek
incelememizi sağlarlar. Burada başlama noktası oluşturmuştur. dünyayı sistematik gözlemlere
sunulan ve paradokslar ya da Bu fikirlerin hiçbir zaman dayanarak açıklayan bilimsel
sezgiye karşı önermeler gibi "modası geçmiş" sayılmayacağını
görünen teoriler bizim kendimiz ve da anımsamalıyız. Vardıkları
dünya hakkında varsayımlarımızın sonuçların kendilerinden sonra

''
doğruluğunu gerçekten gelen filozoflar tarafından
sorgulamamızı sağlayan fikirlerdir yanlışlıkları kanıtlanmış olsa da
ve aynı zamanda her şeyi nasıl hala bize anlatacakları çok şey
gördüğümüzle ilgili yeni yöntemler vardır. Aslında yüzyıllar boyunca Kuşku gerçeğe götüren
düşünmemize neden olurlar. göz ardı edilen pek çok fikrin ilk adımdır.
Buradaki fikirlerden filozofların şaşırtıcı derecede ileri görüşlü Denis Diderot
üzerinde hala kafa yordukları pek oldukları sonradan kanıtlanmıştır.
çok mesele doğmuştur. Bazı fikirler
aynı filozofun farklı alanlardaki
Örneğin antik Yunan atomcuları.
Daha da önemlisi bu düşünürler ''
düşünce ve teorileriyle bağlantılıdır felsefi süreçleri, düşünce
ya da başka bir filozofun yöntemlerini kurmuş ve
GİRiŞ 17

yöntemlerin temelini oluşturmasını ve ulaştıkları sonuçlara giden açıklayamadığı soruları incelerken


sağlamıştır. İnsanın benliği ve mantık zincirini izlemekle kalmaz radikal biçimde farklı sonuçlara
bilinci hakkındaki fikirlerse aynı zamanda bunların arkasında ulaşabilirler.
psikoloji biliminin gelişmesine nasıl bir insan olduğuyla ilgili
neden olmuştur. hislere de sahip olursunuz. Örneğin Felsefeden keyif almak
Aynı şey felsefenin toplumla esprili ve çekici Hume'a, Merak bir insan davranışı olmanın
ilişkisi için de doğrudur. Ahlak söylediklerine tam olarak yanında icatların ve keşiflerin
kurallarının tümü tarih boyunca, katılmamakla birlikte ısınabilir ve tetikleyicisidir. Fiziksel aktiviteyle
bugün içinde yaşadığımız olağanüstü bir netlikte yazılmış kazandığırnıı hareketliliği
toplumları şekillendiren ve hatta fikirlerine hayran kalabilirsiniz; ya felsefeden de kazanabilir, sanattan
devrimleri ateşleyen siyasetçiler da Schopenhauer'u hem ikna edici aldığımız zevki felsefeden de
içinde yandaş bulmuştur. Tüm hem de okunması zevkli bulabilir alabiliriz. Her şeyden önce
mesleklerde alınan etik kararlarda ancak özellikle sevimli ve hoş biri toplumun, öğretmenlerin, dinin ve
felsefenin büyük düşünürlerinin olmadığına dair bir fikre hatta filozofların dayattıkları ya da
fikirlerinden etkilenen ahlaki kapılabilirsiniz. onlardan kalan fikir ve inançlara
boyutlar bulunur. Bu düşünürler her şeyden önce değil kendi bireysel mantık
(ve hala) ilginç ve aydınlatıcıdırlar. zincirimizin oluşturduklarına
Fikirlerin arkasında En iyileri aynı zamanda çok başarılı erişmenin tatminini yaşarız. •
Bu kitaptaki fikirler bu fikirleri yazarlardır da ve onların orijinal
şekillendiren kültür ve toplumlarda yazılarını okumak edebi metinler
yaşayan insanlardan gelmektedir. okumak kadar değerli olabilir;
Fikirleri incelediğimizde belirli onların sadece edebi stillerini değil
ulusal ve yerel özelliklerin yanı sıra tezlerini ortaya koyarken

''
içinde yaşadıkları dönemin ruhunu kullandıkları felsefi stillerini de
yansıtan unsurlar da görürüz. hayranlık uyandırıcı bulabiliriz. Bu
Burada adı geçen filozoflar farklı yazılar düşündürücü oldukları
kişilikler olarak ortaya çıkmışlardır; kadar büyük sanat eserleri gibi Düşünce sadece başkalarıyla
bazıları karamsarken diğerleri canlandırıcı, matematik kanıtları değil kendimizle de düştüğü­
iyimserdir; kimileri titiz ve özenli kadar zekice ve bir yemek sonrası
müz fikir ayrılıklarıyla başlar.
kimileri kapsayıcıdır; bazıları konuşmacısı kadar nüktedan
Eric Hoffer
kendilerini kısa ve öz olarak ifade olabilirler.
ederken bazıları anlaşılması zaman Felsefe sadece fikirlerden ibaret
alan ağır, soyut, şiirsel bir dil
kullanırlar. Bu fikirleri orijinal
metinlerden okursanız sadece
değildir, aynı zamanda bir düşünce
yöntemidir. Genellikle doğru ya da
yanlış cevaplar yoktur ve farklı
''
söylediklerine katılıp katılmamakla filozoflar bilimin -ve dinin de-
20 GİRİŞ
Mlletli Thales,
bilinen ilk Yunan
filozofudur, içinde Fikirlerini şiir halinde
yaşadığımız dünya yazan son Yunan
hakkındaki sorulara filozofu Empedokles'in
sağduyulu cevaplar dört Klasik elem ent
arar. Teorisini açıklaması.

i
MÖ 624-546
i
MÖ 551 MÖ 480
i
MÖ Y. 460
MÖ 569 MÖ 508 MÖ 469 MÖ 404

�� Felsefe ve matematiği
nbuyukYunan

t/
unan şehir
devleti Atina,
ı
Sorgulama yöntemleri
kendisinden sonraki Batı
dü . . n demokratik bir felsefesinin büyük
� anayasayı benimser. kısmının temellerini
oluşturan Sokrates'in
dajumu.

1•
nsanlık tarihinin başlangıcın-
dan beri insanlar dünya ve ken­
zamanda sağduyulu düşünce süre­
cinin tümünü ve tatmin edici açık­
!imsel düşüncenin doğmasında ö­
nemli bir etki yaratmıştır.
dilerinin dünyadaki yeri hak­ lamaların nelerden oluşması gerekti­
kında sorular sormuşlardır. İlk top­ ği ile ilgili görüşünü bıraktı. Thales Klasik Yunan felsefesi
lumlar için en temel sorulara cevap­ bu nedenle genellikle ilk filozof ola­ Yunan şehir devletlerinin önemle­
lar dindeydi, tanrıların eylemleri ev­ rak kabul edilir. rinin artmasıyla birlikte felsefe de
renin işleyişini açıklamış ve insan İlk filozofların üzerinde durdukla­ İyonya'dan tüm Yunan dünyasına
medeniyeti için bir çerçeve oluştur­ rı en önemli başlık Thales'in temel ve özellikle Atina'ya yayıldı; şehir
muştu. sorusuydu: "Dünya neden yapıllllJli.:. hızla Yunanistan'ın kültürel mer­
Ancak bazı insanlar geleneksel 7" Cevapları bilimseld üşüncenin kezi haline geldi. Filozofların ·�
- ·
dini açıklamaları yetersiz bularak temellerini ve bilimle felsefe arasın­ ·ıd izi ıl biliyoruz?" ya da
geleneklere ya da dine değil akla . da bugün de geçerli olan ilişkiyi o­ J:iayatlarımızı nası ya amalıyız?"
dayanan cevaplar aramaya koyul­ luşturdu. Pisagor'un, dünyayı ilk gibi yenı sorular ekleye rekfelsefe­
dular. Bu kayma felsefenin doğma­ madde olarak tanımlanabilecek bir nin kapsamını genişlettikleri yer
sına ve bilinen ilk büyük düşünür kavramın terimleri yerine matema­ de yine burası oldu'. Kısa süreli a­
olan -günümüzde Türkiye' de bulu­ tiksel terimlerle araştıran çalışmala­ ma etkileri bakımından büyük Kla­
nan bir Yunan yerleşim birimi olan­ rı ümmıli bir dönüm noktası yarattı. si k Yunan felsefesi dön emi ni baş­
Miletli Thales'in ortaya çıkmasına O ve öğrencileri kozmosun yapısını latan da yine bir Atina'Jı olan
neden oldu . Thales evrenin doğasını sayılar, oranlar ve geometriyle tarif Sokrates'ti. Ardında hiç yazılı me­
araştırmak içın aklıkullandı ve aynı ettiler. Bu matematiksel ilişkilerin tin bırakmadığı halde fikirleri o ka­
<Şeyi yapmaları için başkalarını da bazıları Pisagor ve öğrencilerine dar önemliydi ki felsefenin yolunu
teşvik etti. Kendisini izleyenlere sa­ mistik anlamlar yüklediyse de evre­ çizmekte kullanıldı ve ondan önce­
dece bulduğu cevapları değil aynı nin sayısal olarak açıklanması bi- ki filozoflar "Sokrat öncesi" olarak
ANTiK DÜNYA 21

Mısır asıllı � Bergama'lı Galen,


P�k Elealı Zenon'un Roma vatandaşı olatolei_!!Y, Vcsalius'un 1543'teki

_ın!lili- İmparatorluğu'nda da ''Dünya evrenTn eserine kadar emsalsiz


� beğeni toplayacak _!!!>aıa
. merkezıdl�t kalan olağanüstü tıp
Atina>da kurwası felsefesini fornıü le etmesi. etmez" tezini ortaya atar. araştırmasını yapar.

i
MÖ Y. 385
r
MÖ Y. 332-Mö 265
i
MS Y. 100-MS 178
i
MÖ Y . 150
MÖ 335 MÖ 323 MS 122 MS 220

�l
Platon'un öğrencisi
Aristoteles'in
B:ii.yiikİskender'lnöhiı:fili.
Atina'nrn antik dünyadaki
BriLanya'da,_Bgıııa._
İ mparatorluğu'nun en
l
Han Hanedanı'nın
çöküşü birleşmiş
Atina'da kendi okulu kültürel ve politik ....kuzey
..._ ucunu Çin'in sonunu getirir.
Lyceuin'u açması. nüfuzunun çöküşünün bclij@en IW!rian. Uyuşmazlık
işaretidir. � nın inşaatına Dönemi başlar.

adlandırıldılar. Ö ğrencisi Platon, Aristoteles'in MÖ 322'deki ölümü­ yapısından çok adil bir toplumun
Atina'da hocasının fikirlerini geliş­ nün ardından felsefe de inikle , nasıl düzenleneceği ve içindeki bi­
tirip öğrettiği, onları orada 20 yıl e tik e , ikürcül reylere nasıl ahlaki yol göstericiler
boyunca öğrencilik ve öğretmenlik olara çok far sağlanacağı kısaca "iyi" bir hayatı
yapan Aristoteles gibi öğrencileri­ na ayrıldı. nelerin oluşturduğunu inceleyen
ne naklettiği ve Akademi adını Sonraki birkaç yüzyıl boyunca felsefe derlemelerinin doğmasına
verdiği ("akademık"keli mesi de o­ Roma İmparatorluğu'nun büyüme­ yol açmıştı. "Yüz Düşünce Okulu"
radan gelmektedir) bir felsefe oku­ siyle Yunan kültürü zayıfladı. Ro­ adı verilen oluşum da bu dönemde
lu kurdu. Bu büyük düşünürlerin malıların stoacılık dışındaki Yu­ ortaya çıkmıştı. Bu okulların en ö ­
-Sokrates, Platon ve Aristoteles­ nan felsefesi ile ilgilenmek için pek (';_
nemlileri onfüçyani� ve
birbirine zıt görüş ve yöntemleri az zamanları vardı ama Yunan fi­ �i; her ikisi de Çin felsefe­
bugün Batı felsefesi adını verdiği­ kirleri, esas olarak Arap dünyası­ sine 20. yüzyıla kadar damga
miz sistemin temellerini oluştur­ nın el yazmaları ve çevirileri ile ko­ vurmaya devam ettiler.
dular ve aralarındaki fikir ayrılıkla­ runarak sürüp gitti ve daha sonra Çin'in güneyinde de eşit derece­
rı tarih boyunca filozofları ikiye Orta Çağ' da, Hıristiyanlık ve de etkili bir başka filozof ortaya çık­
bölmeye devam etti. İslamiyet'in yükselişiyle tekrar su mıştı: daha sonraları Buda olarak a­
c Antik Yunan'ın Klasik dönemi yüzüne çıktı lHr nıhoıcak olancS iddhartlıa-Oaııtama .
\BüYüJ{ Iskend er'in MQ323'tekiö­ Mü y. 500'le �
lümüyle sona erdi. fu!.b'iın'iklider. Doğu felsefeleri Hindistan' dan tüm kıtaya ve güney
unanistan ı ır eştir i ve bir Tüm Asya'dak.i düşünürler de gele­ Asya'nın büyük kısmına yayılan öğ­
zaman ar çalışan Yunan neksel bilgeliği sorgulamaktaydılar. relileri günümüzde de yaygın biçim­
şehir devletleri onun ölümüyle ye­ Çin' de MÖ 771'den 481'e kadar sü­ de uygulanmaktadır. •
niden rakip haline geldiler. ren politik çalkantılar evrenin
22

HER ŞEYİN
KAYNAGISUDUR
MİLETLI THALES (Mö Y. 624 - MÖ 546)

KISACA
DAL
Metafizik
YAKLAŞIM
Monizm (Tekçilik)
ÖNCE Thales gözlem yoluyla şu sonuca varmıştı: Belirli hava
MÖ 2500-y. 900 Girit'teki koşulları, tanrılara başvurmadan da iyi bir hasat mevsimi
Minos medeniyeti ve daha yaşatabilirdi. Bir yıl zeytinlerin çok iyi ürün vereceğini öngörerek
sonra Yunanistan'daki Miken civardaki tüm zeytin preslerini satın aldığı ve sonra bunları artan
talebi karşılamak için kiraya vererek büyük kar sağladığı söylenir.
medeniyeti fiziksel fenomeni a­
çıklamak için dine dayanır.
rkaik dönem boyunca (MÖ Thales MÖ 585'teki tam güneş

A
MÖ y. 1100 Babil yarad ılı ş ef­
8. yy ortalarından 6. yy'a tutulmasını önceden bilmesi ile
sanesi Enüma Elis dünyanın
kadnr) Yunan ünlüdür. Bu pratik düşünce tarzı
ilk halinin bir su kütlesinden
yarımadasının halkları yavaş yavaş onu dünyadaki olayların doğaüstü
oluştuğunu söyler. bir grup şehir-devlet kurmuşlardır. müdahalelerle değil aklın ve
MÖ y. 700 Yunan şair Alfabetik bir yazı sistemi gözlemin ortaya çıkaracağı doğal
Hesiod'un Theogony's i tanrıla­ geliştirmişler ve şimdi Batı felsefesi nedenlerle meydana geldiğine
rın evreni nasıl yarattıkları olarak bilinen sistemin temellerini inandırmıştır.
hakkında yazılmıştır.. oluşturmuşlardır. Daha önceki
uygarlıklar çevrelerindeki Temel madde
SONRA dünyadaki fenomeni açıklamak için Thales'in çalışmaya başlamak için
MÖ 5. yüzyıl başı Empedok­ dine başvurmuşlar ama bu yeni bir ilk ilkeye ihtiyacı vardı, bunun
les evre nin dört elementi oldu­ filozoflar daha doğal, akılcı üzerine "Kozmosun temel maddesi
ğunu öne s ürer: toprak, su, ha­ açıklamalar bulmaya ı,:alı�1n1şlardır. ned ir?" sorusunu ortaya attı. Ev
va ve ateş. Bu yeni bilimsel düşünürlerin rendeki her şeyin tek bir maddeye
bildiğimiz kadarıyla ilki Miletli indirgenebileceği fikri monizmin
MÖ y. 400'ler Leukippos ve
Thales'tir. Yazılarından hiçbiri (tekçilik) teorisidir ve Thales'le öğ­
Demokritos evrenin sadece a­
kalmamıştır ama kendisinin çok rencileri bunu Batı felsefesinde ilk
tomlar ve boşluktan oluştuğu
iyi bir geometri ve astronomi öne sürenlerdir. Thales evrenin te­
sonucuna varırlar. kavrayışı olduğunu biliyoruz . mel maddesinin diğer her şeyi o-
ANTİK DÜNYA 23
Aynca bkz.: Anaximander 330 • Miletli Anaxımenes 330 • Pisagor 26-29 •
Empedokles 330 • Demokritos ve Leukippos 45 • Aristoteles 56 63

Kozmosun temel maddesi


nedir?

Mutlaka . .

Miletli Thales
Thales'in, günümüz �
ye'sinin kıyılarındak� 'te
doğduğunu ve yaşadığını bili­
. . . kendisinden değişim yoruz ancak yaşamı hakkında
her şeyin . . hayat için kabiliyeti çok az bilgiye sahibiz. Kendi­
oluştuğu gereklidir. vardır. sinden geriye hiçbir yazılı bel­
bir şeydir. ge kalmamıştır ama ilk Yunan
düşünürlerinin en önemlilerin­
den biri olduğuna dair ününün
haksız olmadığı anlaşılmakta­
dır. Adı bazı ayrıntılarla birlik­
:::: .,.,,,
�� �
h '
""�'""" ., �
te hem Aristoteles hem de an­
�,:,,'',, ,, ' ..�$�<:�,,' '-'' '•' tik Yunan filozoflarının 3 .
�,, ,,,_ ,,, ' ·
::,'""::: ,. yy'da yaşamış biyografi yazarı

f_:;�;p(w;;;xA�\�,;,A
, }t��;:it:--: Diogenes Laertius'a ait kay­
naRlart!a geçmektedir.
Anekdotlardan oluşan ka­
nıtlara göre Thales bir filozof
luşturabilecek, yaşam için gerekli, depremlerin sudaki bazı
olmanın dışında politika ile de
hareket ve değişme kabiliyetine dalgalanma ve çalkantılardan
yakından ilgiliydi ve aynı za­
sahıp bı r madde olduğundan yola oluştuÇjunu da ifade etmiştir. manda çok başarılı bir iş ada·
çıkmıştır. Ve bu arada suyun tüm Ancak Thales'in teorilerinin mıydı. Doğu Akdeniz'de sık
yaşam formları için vazgeçilmez detayları kadar ilginç bir başka sık seyahatlere çıktığı ve
bir madde olduğunu. ha reket etti­ konu da bunların Thales'in felsefe Mısır'ı ziyaret ettiği sırada çı·
ğini ve -sıvıdan kaskatı buza ve tarihindeki en önemli figürlerden karımsa! akıl yürütme sistemi­
buhara kadar- değiştiğini gözlem­ biri sayılmasındaki esas neden nin temelini oluşturan pratik
lemiştir. Bunun üzerine tüm mad­ olmamalarıdır. Ünlü filozofun geometriyi öğrendiği sanıl­
delerin görünürdeki özelliklerine gerçek önemi, nesneleri ve olayları maktadır.
bakılmaksızın transformasyonları­ kaprisli tanrıların isteklerine Ancak Thales bütün bunlar·
nın bir basamağında su oldukları bağlamak yerine temel sorulara dan önce bir öğretmendir; Mi·
sonucuna varmıştır. doğaya uygun, akılcı cevaplar Jet felsefe okulunun ilk hocala­
Thales ayrıca her büyük kara arayan bilinen ilk düşı'lnı'ir rındandır. ÖğrencisiAnaxi·
parçasının bir su kıyısında biter olmasındadır. O ve Milet okulunun
m� ��-ı;ınun bilimsel teortleri­
-ıü1lerletmiş ve sonradan genç
gibi göründüğünün de farkına kendisinden sonraki filozofları
matematikçi Pisagor'a hocalık
varmıştır. Buradan da tüm böylelikle Batı dünyasının
yaptığı sanılan Anaximenes'in
yeryüzünün içinden çıktığı bir su gelecekteki bilimsel ve felsefi öğretmeni olınuştur.
yatağı üzerinde yüzdüğü düşüncelerinin temellerini
varsayımına ulaşmıştır. Thales, atmışlardır. •
24

ANLATILABILEN·
TAO EBEDİ TAO
DEGİLDİR
LAO TZU (Mö v. 6 . YÜZYIL)

KISACA
Ç in Zhou Hanedanı egemenli­
ğinin bozulmasıyla MÖ 6.
len geniş fikirler yelpazesi de Yüz
Düşünce Okulu olarak tanınmıştı.
yüzyılda bir iç savaşın eşiği­ Tüm bunlar Yunanistan' da fel­
GELENEK
ne doğru sürüklenmişti. Bu deği­ sefenin ortaya çıkışıyla aynı zama­
Çin felsefesi
şim yöneticilerden ve hakimlerden na denk gelmiş ve onların sürekli
YAKLAŞIM oluşan yeni bir sosyal sınıf doğur­ değişen bir dünyada istikrar sağla­
Taoizm muş ve bu sınıf egemenliklerinin mak vedalıa önce din tarafından
etkisini arttırmak için yeni düzen­ tayin edilen konular için alternatif­
ÖNCE lemeler yapmanın peşine düşmüş­ ler üretmek gibi bazı fikirlerini pay­
MÖ 1600-1046 Shang
lerdi. Bu memurlar tarafından üreti- laşmıştı. Ancak Çin felsefesi politik
Hanedanı sırasında insanlar
kaderin tanrılar tarafından
tayin edildiğine inanırlar ve
atalarına taparlardı.
MÖ 1045-256 Zhou
Hanedanı döneminde politik
kararları Gökyüzü'nün Vekili
(tanrı tarahndan
yetkilendirilmiş) verirdi.
SONRA
MÖ 5. yüzyıl Konfüçyüs
(Kong Fuzi) kişisel gelişim ve
etik yönetim tarzı için kendi
kurallarını düzenledi.
MÖ 4. yüzyıl Filozof
Zhuangzi, Taoist öğretinin
merkezini devletin eylemlerin­
den bireyin eylemlerine
kaydırdı.
MÖ 3. yüzyıl Bilim adamları
Wang Bi ve Guo Xiang bir Neo­
Taoist ekol kurdular.
ANTiK DÜNYA 25
Ayrıca bkz.: Siddhartha Gautama 30-33 • Konfüçyüs 34-39 • Mozi 44 • Wang B i 331 • Hajime Tanab e 244-45

uygulamalardan gelişmiş olduğun­ !erden biriydi ve Taoizm olarak bili­


dan dolayı kozmosun yapısından nen felsefenin temellerini oluşturu­

''
çok ahlak ve etik üzerine yoğun !aş­ yordu.
mıştı.
Bu dönemde ortaya çıkan fikir­ Değişim döngüleri
lerden en önemlisi Laö Tıu'ya atfe­ Tao kavramını anlamak için eski Başkalarını bilmek zeka;
dilen Tao Te Ching'di ol ve Onun Çinlilerin sürekli değişen dünyayı kendinizi bilmek gerçek
iliicü.L.Bu , tao'yu (Yol) takip e ere nasıl gördüklerini bilmek gerekir. bilgeliktir.
bulunabilecek de (erdem) üzerine Onlara göre değişimler döngüsel­ Lao Tzu
inşa edilen, sadece kurallardan olu­ dir, gece ve gündüz, yaz ve kış gi­

''
şan bir teoriyi öngören ilk girişim- bi sürekli bir durumdan diğerine
geçerler ve bu değişimler birbirine
karşıt olarak değil, biri diğerinden
çıkan bağlantılar olarak görülürler.
Bu durumlar aynı zamanda bir bü­
tünü oluşturan tamamlayıcı özel­ tao'yu izlemek de çok basit bir me­
liklere sahiptirler. Değişim süreci sele değildir. Tao hakkında felsefe
tao'nun bir ifadesi olarak görülür yapmak da anlamsızdır çünkü bu,
ve dünyayı oluşturan 10.000 görün­ insanların kavrama yeteneklerinin
tüye neden olur. Lao Tzu Tao Te ötesindedir. Wu (var olmama) ile
Ching'de insanların bu 10.000 gö­ karakterize edilir, bu yüzden de
rüntüden sadece biri olduklarını ve tao'ya göre yaşamanın tek yolu
özel bir statüleri olmadığını söyler. "eylemsizlik" anlamına gelen wu
Ancak isteklerimiz ve özgür irade­ wei'dir. Lao Tıu bununla "yapma­
miz nedeniyle ıao'dan sapabilir ve mayı" değil doğayla uyum içinde
dünyanın uyumlu dengesini boza­ -kendiliğinden ve sezgisel olarak­
Doğayla yum içinde yaşamak Tao
Chin!bn.deRseli lıiılı
Te a yatiçi öner­
biliriz. Erdemli bir hayat sürmek hareket etmeyi kasteder. Bu da is­
diği yollardan birid ir. Bu ilke bu adam tao ile uyum içinde hareket etmek teksiz, hırssız ve sosyal gelenekle­
için gölün ekolojik dengesine saygı anlamına gelmektedir. Ancak Tao re geri dönmeyi gerektirir. •
göstermek ve gereğinden fazla balık
Te Ch ing 'de verilen bilgiye göre
tutmamak anlamına geliyor olabil ir .
Lao Tzu Tao Te Ching'in yazarının kim ol­ çok metin vardır. Söylentiye gö­
duğuna dair kesin çok az bilgi bu­ re Lao Tzu, Zhou Hanedanı'nın
lunmaktadır ama geleneksel ola­ düşüşüyle sarayı terk ederek
rak Lao Tzu'ya atfedilir. Lao Tzu kendi başına kalmak için batıya
neredeyse mitolojik bir figür hali­ gider. Tam sınırı geçmek üzerey­
ne gelmiştir; kitabın Lao Tzu tara­ ken muhafızlardan biri onu tanır
fından yazılmadığı, gerçekte bir­ ve kendisinden bilgece yazılmış
çok bilim adamının deyişlerinden bir yazı ister. Lao Tzu muhafız i­
bir derleme olduğu da iddia edilir. çin Tao Te Ching'i yazar ve yolu­
Bilinen, Zhou Hanedanı dönemin­ na devam eder. Bir daha da onu
de, Chu şehrinde Li Er veya Lao kimse görmez.
Tan adıyla doğmuş ve sonradan
Lao Tzu (Yaşlı Usta) adını alan bir Önemli eserleri
bilim adamının varlığıdır. Onun
Zhou sarayında bir arşivci olduğu­ MÖ y. 6. yüzyıl
nu, Konfüçyüs'ün tören ve ritüel­ Tao Te Ching (Lao Tzu olarak da
lerde ona danıştığını gösteren pek bilinir)
26
KISACA

SAYILAR, DAL
Metafizik

=�
BİÇİMLERİN VE Ö NCE
MÖ 6. yüzyıl Thales kozmo­
sun dini olmayan bir açıkla­
masını yapar.

FİKİRLERİN
•• ••
SONRA
MÖ y. 535-MÖ y. 475 Herak-
5 Pisagoranizmi reddeder ve
kozmosıın �rafınctaıı.

HUKUMDARIDIR
yönetildiğini one sürer.
MÖ y. 428 Platon duyuları de­
ğil zekayı ortaya çıkaran mü­
kemmel Formlar kavra mını a­

PİSAGOR (MÖ Y. 570 - MÖ 495) çıklar.


MÖ y. 300 Yunan matematik­
çi Euclid geometrinin prensip ­
lerini saptar.

1619 Alman matematikçi Jo­


hannes Kepler geometriyle fi­
ziksel fenomen arasındaki iliş­
kiyi tanımlar.

isagor doğduğunda Batı

P fels efesi henüz emekleme


çağındaydı. Yunanistan,
Milet'te toplu olarak Milet Okulu
olarak tanınan ve Batı felsefesi
gelene ğ inin başlangıcını oluşturan
bir grup filozof, doğal fe nomen için
akılcı açıklamalar aramaya henüz
bir nesil önce başlamıştı.
Pisagor'un çocukluğu Milet'ten
fazla uzakta geçmel:ıi, dolayısıyla
bu filozofları biliyordu ve hatta
belki rlıe AkArlP.mi lP.rinde
çalışmıştı. Milet Okulu'nun
kurucularından olan Thales gibi
Pisagor'un da ge ometrini n
ilkelerini Mısır'a yaptığı bir
seyahatte öğrendiği söylenir. Bu
altyapıyla felsefi düşünceye
ANTiK DÜNYA 27
Ayrıca bkz.: Miletlı Thales 22 23 • S iddhartha Gautama 30-33 • Heraklıt 40 • Platon 50-55 • Rene De scar tes 116-23

Bu nedenle
Evrendeki her şey
eğer sayıları-ve . . . evrenin Matematik felsefi
matematik kuralları
"ıu>ranlapli n;ıatematiksel yapısını da düşünce için en
ilişkileri anlayabiliriz. önemli modeldir.
uyuliili:idur
anlayabilirsek . . .

Baydar blçlmlerln
bGldlmdandlr.

bilimsel ve matematiksel bir çalışırken davranışsa! ve diyetsel Pisagor'un inançlarının iki yüzü
yöntemle yaklaşması hiç de bakımdan sıkı kuralları olan bir -mistik ve bilimsel- uzlaşmaz gibi
şaşırtıcı değildi. komünde toplu halde yaşarlardı. görünse de Pisagor bunları
Pisagorcular olarak tanınan bu birbirine zıt görmüyordu. Ona göre
Pisagor akademisi öğrenciler onun fikirlerini mistik yaşamın amacı reen ka rnasyon
Ancak Pisagor avnı zamanda vahiyler olarak görürlerdi, o kadar ki döngüsünden çıkabilmekti. Bu da
dindaryehatıljpşpçlç uıglag Pisagor'un "vahiyleri" olarak ancak bir dizi sıkı davranış
biriydi. Reenkarnas na ve ruhların kendisine atfedilen bazı keşifler kuralına bağlanmakla ve tefekkürle
geçişine inanı talya ın topluluktaki başka kimselere bile ya da bizim deyişimizle objektif
uneyın e, Croton' a, kendisini ait olabilirdi. Fikirleri, aralarında bilimsel düşünceyle olabilirdi.
Mesih ilan ettiği dini bir tarikat karısı Crotonalı Theano ve Geornotri ve matematikte
oile kurmuştu. Oğrencileri, onun kızlarının da bulunduğu öğrencileri kendisine göre tanrı vergisi gibi
dini ve felsefi teorileri üzerinde tarafından yazıya dökülmüştür. gayet bariz olan gerçekler ve

Pisagor Pisagor'un hayatı hakkında çok az İtalya'nın güneyinde, Croton'da


şey bilinmektedir. Zaten o da ken­ 300 kişilik bir topluluk kurmuş­
disine ait hiçbir yazılı metin tur. Bu topluluk bir mistik ve
bırakmamıştır. Yunanlı filozof akademik çalışmalar karışımı ü­
Porphyry'nin Vita Pythagorae'sin­ zerinde çalışmışlardır.
de belirttiği gibi: "Pisagor'un Topluluğun kolektif yapısına rağ­
arkadaşlarına neler anlattığını men liderin Pisagor olduğu çok
kimse bilmiyor çünkü hepsi ola­ açıktır. ��ayken genç b4:_
ğandışı bir sessizlik içinde." Ancak kızla, Crotonalı Theano ile evlen­
çağımız akademisyenleri onun bü­ mıştır. Pfsagoryantarikatına -
yük ihtimalle, bugün Türkiye 1rn'Tşigiderek büyüyen düşmanlık
kıyılarının açıklarında ki Sisam ada­ onu sonunda Croton'u teık tılıne­
sında doğduğuna inanmaktadırlar. ye zorlamış, yine İtalya'nın
Gençken çok seyahat etmiş, büyük güneyinde bulunan Metapon­
olasılıkla Milel Okulu'nda çalışmış tum'a kaçmış ve kısa süre sonra
ve ilmin merkezi olan Mısır'ı ziya­ orada ölmüştür. Topluluğu da MÖ
ret etmiştir. 40'1ı yaşlardayken, 4. yüzyılın sonunda vak olmustur"
28 PiSAGOR
Pisagor'un teoremi şekiller ve oranların
keşfedilebilir ilkeler tarafından
yönlendirildiğini göstermiştir. Bu da zaman
içinde tüm kozmosun çözülebilmesinin
mümkün olabileceğini akla getirmiştir. ''
Tellerin hareketlerinde
geometri, kürelerin
b2 b
c
aralıklarında müzik vardır.
Pisagor
a

a2
''

bir önemi vardır. Daha az tartışmalı


bir şekilde bir sayısını, kendisinden
başka şeylerin türeyebileceği bir

c2 bütünlük olan tek bir nokta şeklinde

a
z + b2 görmüşlerdir. Bu düşünce tarzına
göre iki sayısı bir çizgi; üç, bir yüzey
ya da düzlem; dört, kübiktir ve
günümüz boyut kavramıyla taşıdığı
benzerlikler açıktır.
tanrısal esinlerin etkisini taşıyan matematiksel aksiyomlar) kozmosun Evrenin yaradılışı hakkındaki
matematik kanıtları bulmuştur. yapısını açıklamakta kullanılabilirler. Pisagoryan açıklama matematiksel
Bu matematiksel keşifler saf akıl Evrenin tek bir temel maddeden bir modeli izler: tanrı Sınırsız'a
yürütmenin ürünü olduklarından yapılmış olduğuna dair Milet Okulu (evrenden önce varolan sonsuzluk)
Pisagor bunların sadece gözleme görüşünü tamamen reddetmemekle bir Sınır getirmi�. böylece varolan
dayalı olanlardan daha değerli birlikte sorgulamasını maddeden her şey gerçek boyutlarını almıştır.
olduklarına inanır. Örneğin biçime kaydırmıştır. Bu yolla Tanrı diğer her şeyin ondan
Mısırlılar kenarları 3:4:5 oranlarına Bu, dünyaya bakış açısında o türeyebileceği ölçülebilir bir
sahip bir üçgenin her zaman bir dik kadar büyük bir değişim meydana bütünlük yaratmıştır.
açıya sahip olacağını keşfetmişlerdir getirmiştir ki Pisagor ve
ve bu bilgi pratikte, mesela mimari arkadaşlarının kendiler.inden Sayısal uyumlar
gibi alanlarda çok yararlıdır. Ancak geçmelerini ve sayılara mistik bir Pisagor'un en önemli keşiflerinden
Pisagor tüm dik açılı üçgenlerin önem atfetmelerini muhtemelen hoş biri sayılar arasındaki ilişkiler,
arkasındaki prensibi (hipotenüsün görebiliriz. Sayılar ve geometri oranlar ve orantılardır. Bu, müzikteki
karesinin diğer iki kenarın arasındaki ilişkiyi araştırırlarken araştırmalarının, özellikle de notalar
karelerinin toplamına eşit olduğunu) bugün kullandığımız kare ve küp arasında hoş sesler ı;:ıkaran ilişkinin
ve bunun evrensel bir gerçek köklerini bulmuşlar ve aynı şekilde pekiştirdiği bir buluştur. Söylenceye
olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu o onlara da belli özellikler göre bu fikir Pisagor'un aklına ilk
kadnr mra dışı bir buluştur ki kez iki rlAmirr.iyi çalışırken
Pisagorcular tarafından tanrısal bir dinlediğinde aklına gelmiş. Birinin
örsünün diğerininkinin yarısı kadar
ve çekiçle örse vurduklarında
çıkardıkları seslerin tam tamına bir
oktav (sekiz nota) aralığında
olduğunu fark etmiş. Bu da doğru
ANTiK DÜNYA 29
olabilir ancak Pisagor uyumlu elementte bir ortaya ıktıklannı
aralıkların oranlarını (birbirlerine keşfetmiştir. Bu keşi Oktav Yasası
çarptıklarında ahenkli bir ses olarak bilinir ve kimyasa
çıkartıp çıkartmayacaklarını
belirleyen iki nota arasındaki
elementlerin bugün M.lil kullanılan
Periyod ik Cetvel'inin ''
notaların sayısıdır) büyük olasılıkla geliştirilmesine yardımcı olmuştur.
kopuk tellerle deney yaparak Pisagor aynca bariz Mantık ölümsüz, diğer her şey
belirlemiştir. Keşfettiği şeyse bu aksiyomlardan (2+2=4 gibi) yola ölümlüdür.
aralıkların uyumlu olduğu çünkü çıkıp adım adım ilerleyerek yeni bir Pisagor
aralarındaki ilişkinin basit ve kesin sonuç ya da gerçeğe ulaşmak olan
bir matematiksel oranı olduğudur. tümdengelim akıl yürütme ilkesini
Bizim şimdi armonik dizi olarak
bildiğimiz bu dizi, Pisagor için onun
de bulmuştur. Tümdengelim daha
sonra Euclid tarafından
''
soyut matematikte bulduğu geliştirilmiş ve Ortaçağ' da ve
matematiksel zarafetin doğada da sonrasında matematiksel
bulunduğuna dair bir teyit düşüncenin temellerini
oluşturmuştur. oluşturmuştur. Pisagor'un Pisagor hakkında tüm
felsefenin gelişimine yaptığı en bildiklerimiz bize başkaları
-..../ Yıldızlar ve elementlet\j önemli katkılardan biri de soyut aracılığıyla aktarılmıştır;
Pisagor artık sadece evrenin düşüncenin duyuların yaşamının çıplak gerçekleri bile
yapısının matematiksel terimlerle kanıtlarından üstün olduğuna dair büyük ölçüde tahmine dayalıdır.
açıklanabileceğini değil -"sayılar fikridir. Bu, Biçimler Teorisi için Buna rağmen kendisine atfedilen
biçimlerin hükümdarıdır"- aynı Platon tarafından da kullanılmış ve fikirlerle kendisinin de açıkça
zamanda akustiğin de kesin bir 17. yüzyılda rasyonalistlerin felsefi teşvik elliği yarı efsane bir statüye
bilim olduğunu ve sayıların uyumlu yöntemi olarak tekrar su yüzüne ulaşmıştır. Bu fikirlerin gerçek
orantıları yönettiğini de çıkmıştır. Pisagoryanlann mantığı sahibi olması ya da olmaması çok
kanıtlamıştır. Ardından yıldızların, dinle birleştirme girişimi de önemli değildir; esas önemli olan
gezegenlerin ve elementlerin ezelden beri felsefeyle dini karşı felsefi düşünce üzerindeki büyük
uyumlu ilişkilerini göstererek karşıya getiren bir sorunla ilk kez etkisidir. •
teorilerini tüm kozmosa yüzleşme girişimidir.
uygulamaya başlar. Yıldızlar
arasındaki uyumlu ilişki fikri,
kürelerin müziği fikri etrafında
bütünsel teoriler üreten Ortaçağ ve
Rönesans astronomları tarafından
hevesle devralınmış, elementlerin
uyumlu şekilde düzenlenmiş
olduğu varsayımına ölümünden
2000 y11 sonra bile başvurulmuştur.
1865'te İngiliz kimyager John
Newlands kimyasal elementlerin
atomik ağıffiklaHRa1:fÖre
)
düz enıenı:ıikleri zaman benz
özellikleri taşıyanların aynen
üzikte olduğu gibi her se�

Klasik mimari Pisagoryan matematik


oranlarını izler. Baştanbaşa kullanılan
uyumlu biçimler ile oranlar daha küçük
kısımlar için azaltılarak kullanılır ve
yapının tümünü oluştururlar.
30

MUTLU ADAM
KISACA
GELENEK
Doğu felsefesi

EGOSUNUN
YAKLAŞIM
Budizm
ÖNCE
MÖ y. 1500 Vedizm Hint

ÜSTESİNDEN
yarımadasına ulaşır.
MÖ y. 10. yüzyıl - 5.
yüzyıl Brahmanizm, Vedizm
in a nçl ar ı n ı n yerini alır.

GELEBİLEN KİŞİDİR
SONRA
MÖ 3. yüzyıl Budizm, Ganj
vadisinden batıya doğru tüm
Hindistan'a yayılır.
SIDDHARTHA GAUTAMA (MÖ Y. 563 - MÖ 483) MÖ 1. yüzyıl Siddhartha
Gautama'nın öğretileri ilk kez
yazıya geçirilir.
MS 1. yüzyıl Budizm Çin'e
ve Güneydoğu Asya'ya
yayılır. Değişik alanlarda
farklı Budizm ekolleri ortaya
çıkar.

D
aha sonraları Buda olarak
tanınacak olan Siddhart­
ha Gautama,
"aydınlanmış olan", dünyan ı n dini
ve mitolojik değerlerinin sorgulan­
maya başladığı bir dönemde
Hindistan'da yaşadı.
Yunanistan'da Pisagor gibi filozof­
lar mantığı kullanarak kozmosu
inceliyor ve Çin' de pe Lao Tzu ile
Konfüçyüs etiği dini dogmalardan
ayırıyorlardı. Vedizm' den -kutsal
veda metinlerini temel alan antik
bir inanç- doğan bir din olan Brah­
manizm MÖ 6. yüzyılda Hindistan
yarımadasındaki egemen inançtı
ve Siddhartha Gautama da bu öğ­
retilere felsefi akıl yürütmeyle
meydan okuyan ilk kişiydi.
ANTiK DÜNYA 31
Ayrıca bkz.: Lao Tzu 24-25 • Pisagor 26-29 • Konfüçyüs 34-39 •
David Humc 148-53 • Arthur Schopenhauer 186-188 • Hajime Tanabo 244-45

Acı çekme gerçeği


(Dukkha)

Acının nedeni isteklerdir: Siddhartha Gautama


duyusal zevkleri arzulamak ve Acının kaynağı gerçeği
dünya nimetlerine ve güce (Samudaya) Siddhartha Gautama hakkın­
bağlanma. da neredeyse tüm bildiğimiz
ölümünden yüzyıllar sonra ta­
kipçileri tarafından yazılan ve
ayrıntılar bakımından pek çok
Acı insa�rından farklılıklar gösteren biyografi­
Acının sona erdiri.lmesi
kendi.ı;ini'.kuı:tarmasıyla sona lerinden öğrendiklerimizdir.
gerçeği
erdl!!lebilir. Kesin olan MÖ y. 560'da gü­
(Nirodha)
nümüz Nepal'inde Lumbini'de
doğduğudur. Babası bir me­
mur, büyük ihtimalle bir klan
lideridir ve Siddhartha lüks i­
ekiz aşamalı kutsal yol arzuları Acının sonuna giden yol çinde üst düzey ve ayrıcalıklı
bertaraf etmenin ve egonun gerçeği bir hayat sürer.
üstesinden gelmenin çaresidir. (Magga) Ancak bundan tatmin ol­
mayarak manevi bir yol
bulmak amacıyla karısıyla oğ­
lunu terk eder ve duyusal
zevklerle çilecilik arasında bir
Gautama'ya, bilgeliği nedeniyle ötesindeki mevcudiyetlerle uğraşan
"orta yol" keşfeder. Bir bodhi
Budistler tarafından saygı gösteril­ bu tür araştırmalar anlamsız spe­
ağacının gölgesinde tefekküre
se de o ne bir Mesih ne de bir külasyonlardır. Bunun yerine dalmışken aydınlanmaya ula­
peygamberdir ve Tanrı ile İnsan a­ düşüncelerini yaşamın amacı üze­ şır ve hayatının geri kalanını
rasında bir aracı gibi hareket rine yoğunlaştırır. Bu da onu Hindistan'da seyahat ederek
etmez. Fikirlerine tanrısal vahiyler­ mutluluk, erdem ve "iyi" yaşamı in­ vaaz vermeye adar. Ölümün­
le değil akıl yürütme yoluyla celemeye götürür. den sonra öğretileri 400 yıl
ulaşmıştır ve bu da Budizmin bir kadar ağızdan ağza nakledil­
din kadar (hatta belki ondan da faz­ Orta yol dikten sonra Tipitaka (Üç
la) bir felsefe de olmasının esas Gautama'nın hayatının başlarında Sepet) adıyla yazıya dökülür.
nedenlerinden biridir. Arayışı felse­ lüksten ve tüm duyusal zevklerden
önemU eurlerl
fidir; doğruları keşfetmeye çalışır. hoşlandığı söylenir. Ancak bunların
Öne sürdüğü tüm doğruların akıl tek başına mutluluk qetirmeyeceğini
MS 1. yüz yıl
gücü aracılığıyla hepimiz için erişi­ fark eder. Dünyadaki acıların derin­
Tipitaka (takipçileri tarafından
lebilir olduğunu söyler. Doğulu den farkındadır ve bu acıların
nakledilmiştir), şunları içerir:
filozofların çoğu gibi Yunan mes­ çoğunun hastalık, yaşWık, ölüm ve
Vinaya-pitaka, Sutta-pitaka,
lektaşlarını meşgul eden insanların gereksinimlerini karşıla­ Abhidhamma-pitaka
cevaplanamayacak metafizik soru­ ya mamalarından kaynaklandığını
larıyla ilgilenmez. Deneyimimizin görür. Aynı zamanda acıları geçir-
32 SIDDHARTHA GAUTAMA
sa vadeli bir doyum sağlar ama
zihnin huzuru ve gönül ferahlığı
anlamında mutluluk getirmez.

"Nefs olmayan"
''
Gautama'nın mantık zincirindeki bir
Nerede okursanız
sonraki adım, hayal kırıklıklarını en­
okuyun, kim söylerse söylesin
gellemek ve dolayısıyla acıyı sona
kendi mantığınıza uymayan
erdirmek için bağımlılıkların orta­
dan kaldırılmasıdır. Bunu başarmak hiçbir şeye irıanmayın.
için bağımlılıklarımızın temeldeki Siddhartha Gautama
nedenlerine -bencilJiğimize- inme­

''
miz gerekir. Gautama'nın bencillikle
kast ettiği doyum arama eğilimi­
mizden fazlasıdır. Ona göre bu
bencillik bizim bugün "ego" olarak
Buda dünya nimetlerinden elini adlandırdığımız benmerkezcilik ve
çekmenin bir parçası olarak saçlarını kendine bağımlılık halidir. Acı çek­ Sekiz Aşamalı Kutsal Yol
kazılır. Budist öğretiye göre dünyadaki memize neden olan bağımlılıklardan Gautama'nın acının nedenlerinden
baştan çıkarıcı şeyler tüm acıların
kendimizi kurtarmamız için sadece mutluluğa ulaşma yoluna giden
kaynağıdır ve onlara direnilmelidir.
arzularımızdan feragat etmemiz yet­ mantık zinciri Dört Soylu Ger-
mez; onları arzulayana -nefse- olan çek 'teki Budist öğretilerde
mek için duyusal zevklere boyun bağımlılığımızın da üstesinden gel­ düzenlenmiştir. Bu aşamalar acının
eğmenin nadiren tatmin edici oldu­ memiz gerekir. evrenselliği; arzunun ac..anın nedeni
ğunun ve olsalar bile etkilerinin Peki bu nasıl başarılabilir? Arzu, olduğu; arzuyu ortadan kaldırma­
geçiciliğinin farkına varır. Dünya ni­ hırs ve beklentiler doğamızın bir nın acıyı engelleyeceği; Sekiz
metlerinden elini aşırı derecede parçası, çoğumuz için yaşama ne­ Aşamalı Kutsal Yolu izlemenin ar­
çekmenin (azla yetinme ve perhiz) denidir. Gautama'nın buna cevabı, zuları yok edeceğidir. Bu son
de aynı ölçüde yetersiz olduğunu ve yine akıl yürütme yoluyla gösterdiği gerçek Gautama'nın takipçilerine
kendisini mutluluğa ulaşmanın yakı­ egonun dünyasının hayali olduğu­ aydınlanmaya ulaşmak için önerdi­
nına bile getirmediğini yaşayarak dur. Ona göre evrendeki hiçbir şey ği "orta yol"a giden pratik bir yol
görür.
Gautama böylece kendini dün­
yevi zevklere bırakmakla çile
kendiliğinden olmaz, her şey daha
önceki bir eylemin sonucudur ve her
birimiz bu ebedi sürecin geçici par­
gösterici niteliğindedir.
Sekiz Aşamalı Kutsal Yol (doğru
davranış, doğru amaç, doğru yaşam
)
çekme arasında bir "orta yol" olma­ çalarıyız, nihayetinde kalıcı ve biçimi, doğru çaba, tam konsantras­
sı gerektiği sonucuna varır. Ona gerçek değiliz. Bu nedenle gerçekte yon, doğru sözlülük, tam anlayış,
göre bu orta yol gerçek mutluluğa büyük bir bütünün -ya da "nefs
veya "aydınlanma"ya götürecek yol­ olmayan"ın- parçası olmayan herhan­
dur ve bunu keşfetmek için kendi gi bir "nefs" yoktur ve acı bizim bunu
deneyimlerinden akıl yürütür.
Acı çekmenin evrensel olduğu­
nu fark etmiştir. Bu varoluşun
anlamaktaki başarısızlığımızdan
kaynaklanır. Bu, bizim varlığımızı ve­
ya kimliğimizi irıkar etmemiz
, ,' /
ayrılmaz bir parçasıdır ve acı çek­
menin esas nedeni istek ve
anlamına gelmez bunun yerine onla­
rın gerçekte ne olduklarını -geçici ve
Huzur içten gelir. J
Onu dışarıda aramayın.
beklentilerimizi karşılayamama­ qerçek dışı- anlamalıyız. Eşsiz bir Siddhartha Gautama
mızdır. Gautama'nın "bağlılık" "nefs" olma nosyonuna sımsıkı tu­
adını verdiği bu istekler sadece du­ tunmak yerine ebedi bir "nefs
yusal isteklerimizi ve dünyevi
hırslarımızı değil temel bir içgüdü
olan kendini korumayı da içerir. Bu
olmayan"ın parçalarından biri olma
kavramını idrak etmek bu bağımlılı­ ''
ğı yok etmenin ve acıdan
bağımlılıkları doyurmak sadece kı- kurtulmanın anahtarıdır.
ANTiK DÜNYA 33
tam farkındalık) etkileri bakımından mudur ve bu yüzden de varoluşun etki yaratabilmiştir. Ancak
etiğin şifreleri, iyi bir yaşamın ve acısından nihai bir kurtuluştur. Gautama'nın felsefeye yaklaşımı ile
Gautama'nın aramak için yola çıktı­ Gautama aydınlanmasından son­ Yunan düşünürlerin yaklaşımı ara­
ğı mutluluğun reçetesidir. ra yıllarını Hindistan' da dolaşarak, sında, özellikle Gautama'nın
vaazlar vererek ve öğreterek geçir­ mutluluğa ulaşma yolu olarak akıl
Nirvana miştir. Yaşadığı dönemde ciddi bir yürütmenin önemini vurgulaması
Gautama, Yeryüzü'ndeki hayatın takipçi kitlesi oluşmuş ve Budizm bir ve öğrencilerinin onun öğretilerini
nihai amacının içine doğduğumuz felsefe olmanın yanı sıra büyük bir açıklamak için felsefi diyaloglar
acı döngüsünü (doğum, ölüm ve ye­ din olarak da yerleşmiştir. Öğretileri kullanmaları bakımından benzer­
niden doğuş) sona erdirmek takipçileri tarafından nesilden nesle likler vardır. Onun düşünceleri
olduğunu düşünür. İnsan, Sekiz A­ anlatılarak geçıniş en sonunda MS 1 . ayrıca kendinden sonraki Batılı filo­
şamalı Yol'u izleyerek egosunun yüzyılda ilk kez yazıya dökülmüştür. zofların fikirlerinde de yankı
üstesinden gelebilir, acıdan uzak Budizm Hindistan'ın her yerine yayıl­ bulmuştur. Bu na örnek olarak
bir hayat yaşayabilir ve yeniden acı dıkça çeşitli okullar ortaya çıkmaya Hume'un "nefs" kavramı ve
çekeceği başka bir hayata yeniden başlamış ve daha sonra doğuya doğ­ Schopenhauer'un insanlık hali gö­
doğmayı engelleyebilir. Gautama ru uzanmış, popülerlik bakımından rüşü gösterilebilir. Ancak
"nefs olmayan"ın içindeki yerini Konfüçyanizm ve Taoizm'le yarıştığı Budizm'in 20. yüzyıla kadar Batı
kavramış ve ebedi olanla bir olmuş­ Çin ve Güneydoğu Asya'ya kadar ya­ felsefeleri üzerinde doğrudan bir et­
tur. Nirvana durumuna ulaşmıştır: yılınıştır. kisi olmamıştır. O zamandan beri
Nirvana, "bağımlılığı olmayan", Gautama'nın öğretileri MÖ 3. giderek daha çok Batılı yaşama bi­
"varlık olmayan" veya kelimenin yüzyılda Yunanistan'a kadar gelmiş çimleri konusunda Budizm' in
düz anlamıyla (mum misali) "sönüp ancak Batı felsefesi üzerinde çok az rehberliğine dönmektedir. •
giden" gibi çeşitli şekillerde tercü­
me edilmektedir.
Dharma tekerleği, en eski Budist
Gautama'nın yaşadığı dönemde
sembollerden biridir ve Nirvana'ya
Brahmanizm ve ardından gelen H ip­ giden yoldaki Sekiz Aşama'yı simgeler.
du dini Nirvana'yı tanrıyla bir olmak "Dharma" kelimesi Budizm' de Buda'nın
şeklinde tanımlarlar ancak Gautama öğretileri anlamına gelir.
bir tanrı adı ya da yaşamın nihai Tam
maksadını zikretmekten dikkatle Farkındalık
kaçınmıştır. Nirvana'yı "doğmamış,
doğurulmamış, yaradılmamış ve şe­ Tam
killendirilmemiş" herhangi bir Anlayış
duyusal deneyimden çok daha üs­
tün olarak tanımlar. "Nefs olmama"
halinin ebedi ve değişmez bir duru-

Doğru Doğru
Sözlülük Amaç

Zihin her şeydir. Ne


düşünürseniz o olursunuz.
Siddhartha Gautama
Tam

Doğru
Çaba
Another random document with
no related content on Scribd:
Theobald hoped, the Church, having saved the state, would find her
most fitting instruments for the work of reform and revival which still
remained to be done within her own borders. One by one, as the
occasion presented itself, he began to send them forth to take
independent positions in the Church or in the world. Of the chosen
three whom he specially trusted, the first who thus left his side was
John of Canterbury, who in 1153 succeeded Hugh of Puiset as
treasurer of York. Next year Theobald was able to place another of
his disciples in the northern metropolis in a far more important
capacity: he succeeded in obtaining the royal assent to the
appointment of Roger of Pont-l’Evêque as archbishop of York, in
succession to S. William, who had been restored by Pope
Anastasius after Henry Murdac’s death, but died six weeks after his
restoration.[1553]

[1552] John of Salisbury frequently writes of him as “Sanctus


Eugenius.”

[1553] R. Diceto (Stubbs), vol. i. pp. 298, 299. Gerv. Cant.


(Stubbs), vol. i. p. 158. Will. Newb., l. ii. c. 26 (Howlett, vol. i. pp.
80, 82). Anon. I. (Robertson, Becket, vol. iv.), pp. 10, 11.

Roger’s history before his entrance into the primate’s household is


so completely lost that even the rendering of his surname is a matter
of some doubt; it may have been derived from the English town of
Bishopsbridge, and if so Roger was now going back as primate to
his own native shire; it seems however more probable that he came
from Pont-l’Evêque in Normandy.[1554] He was evidently some years
older than Theobald’s other favourites, John of Canterbury and
Thomas of London; for we find him and Gilbert Foliot quarrelling,
apologizing, lecturing and forgiving each other with an outspoken
freedom and familiarity possible only between two men of equal
standing who have been friends from their youth.[1555] With Thomas
Becket, on the other hand, Roger was never upon really friendly
terms; jealous, no doubt, of the younger man who seemed likely to
supersede him in the primate’s confidence, Roger lost no opportunity
of teasing the “hatchet-clerk” (as he called Thomas, from the
nickname of the man who had first introduced him to Theobald), and
made his life so wretched that he was twice driven to quit the
archbishop’s house and take refuge with Theobald’s brother, Walter,
archdeacon of Canterbury, till the latter smoothed the way for his
return.[1556] On Walter’s elevation to the see of Rochester in 1148
his archdeaconry was given to Roger;[1557] he also held some other
preferments, all of which he was at one time in great danger of losing
—most likely on account of his share in the famous “swimming-
voyage” to Reims; but his friend Gilbert Foliot secured him the
protection of the Pope;[1558] and the restoration of the archbishop
would naturally involve that of the archdeacon. After six years’ tenure
of his office at Canterbury Roger was called to go up higher.
Theobald had more than one reason for desiring his archdeacon’s
elevation. He wished it for Roger’s own sake; he wished it still more
for the sake of his younger favourite, whom he longed to establish in
a position of dignity and importance, yet close to his own side; above
all, he wished it for the sake of the Church;[1559] for he naturally
hoped that in leaving one of his own foremost disciples seated on
the metropolitan chair of York, he would be leaving at least one
prelate of the highest rank firmly pledged to those schemes of
ecclesiastical policy and organization which he himself had most at
heart. His confidence in Roger was over-great. After all the disputes
about the canonical relations between Canterbury and York which
had wasted the energies of Lanfranc and embittered the last days of
S. Anselm, Theobald missed his opportunity of securing at last a full
acknowledgement of Canterbury’s superior rights, and was rash
enough to consecrate Roger without requiring from him a profession
of obedience.[1560] The large-hearted primate evidently never
dreamed that any question of obedience could arise between himself
and one of his spiritual sons, or that Roger’s loyalty to him could fail
to be extended to his successor. He never discovered his mistake; it
was Roger’s old rival, and with him the English Church, who
ultimately had to bear its unhappy consequences.
[1554] There is a bit of evidence on this side in Thomas Saga
(Magnusson), vol. i. p. 40, where the writer calls him “Rogerum
Nevstriensem.”

[1555] Gilb. Foliot, Epp. cix.–cxi. (Giles, vol. i. pp. 135–145).


This was after Roger became archbishop; the quarrel went so far
that Roger appealed to Rome about it, and carried his appeal in
person. (What can be the date of this?) Gilbert owns that he had
let his sharp tongue run away with him; Roger lectures him
soundly, but ends with “ecce jam in occursum vestrum vetus
festinat amicus,” and a proposal to kill the fatted calf in
celebration of his repentance (Ep. cx. p. 141).

[1556] Will. Fitz-Steph. (Robertson, Becket, vol. iii.), p. 16. Cf.


Anon I. (ib. vol. iv.), pp. 9, 10; E. Grim (ib. vol. ii.), p. 362; and
Gamier (Hippeau), p. 10.

[1557] Gerv. Cant. (Stubbs), vol. i. p. 133.

[1558] “Clericus . . . dilecti filii vestri domini Cantuariensis


archiepiscopi Magister R. de Ponte Episcopi vestrum adit
urgente necessitate præsidium ut ad tuenda ea quæ canonice
possidet a vestrâ imploret serenitate patrocinium.” Gilb. Foliot,
Ep. xvii (Giles, vol. i. p. 30). The salutation of the letter runs
“Summo Dei gratiâ Pontifici E., frater G. Glocestriæ dictus
abbas”; it looks very much as if written in the interval between the
council of Reims and Gilbert’s consecration.

[1559] Anon. I. (Robertson, Becket, vol. iv.), p. 10.

[1560] “Sed professionem non fecit” [Roger], significantly


remarks R. Diceto (Stubbs), vol. i. p. 298. Roger was
consecrated at Westminster on October 10, 1154; ibid. Gerv.
Cant. (Stubbs), vol. i. p. 158.

Immediately after Roger’s consecration Thomas was raised by his


primate to deacon’s orders and made archdeacon of Canterbury.
[1561] A few months later the accession of Henry II. opened the way
for his advancement in another direction. His appointment to the
chancellorship involved a great self-sacrifice on the part of Theobald;
for the chancellor’s duties—at least as conceived by Thomas, and as
Theobald had intended him to conceive them—took him not only
quite away from those of his archdeaconry and from his primate’s
side, but very often out of the country altogether; so that Theobald in
giving him up to the king had condemned himself to pass his
declining years apart from the object of his warmest earthly
affections. But the Curia Theobaldi was by no means deserted;
though it had lost its most brilliant star, there was no lack of lesser
lights to brighten the primate’s home-circle; there was one whose
soft mild radiance, less dazzling than the glory of Thomas, was a far
truer and steadier reflex of Theobald’s own calm and gentle spirit.
Yet John of Salisbury had entered the archbishop’s household within
a comparatively recent period. His father’s name seems to have
been Reinfred;[1562] his family connexions were all in or around the
city whence his surname was derived;[1563] but there is some
indication that John himself may have been born in London.[1564] In
the year after the death of Henry I. he went to study in Paris, and
there received his first lessons in dialectics from the greatest scholar
of the day—sitting at the feet of Peter Abelard, and eagerly drinking
in, to the utmost capacity of his young mind, every word that fell from
the master’s lips. Abelard departed all too soon, and John pursued
his studies for about two years under his successors Alberic and
Robert, of whom the latter, although commonly called “Robert of
Melun” from having taught with distinction in that place, was an
Englishman by birth, and will come before us again in later days as
Gilbert Foliot’s successor in the bishopric of Hereford. It must have
been precisely during those two years that Thomas of London also
was in Paris for the first time, striving for his mother’s sake to
overcome his dislike of books; and it was possibly there that the two
young Englishmen, who must have been of nearly the same age,
began to form an acquaintance which afterwards ripened into a
lifelong friendship. And it can only have been about the same time,
and in that same wonderful meeting-place where so many of the
happiest and most fruitful associations of the time had their
beginnings, that John of Salisbury first met with Nicolas of Langley.
[1561] Will. Fitz-Steph. (Robertson, Becket, vol. iii.), p. 17.
Herb. Bosh. (ibid.), p. 168. Will. Cant. (ib. vol. i.), p. 4. Anon. I.
(ib. vol. iv.), p. 11. Garnier (Hippeau), p. 10. Gerv. Cant. (Stubbs),
vol. i. p. 159. Rog. Howden (Stubbs), vol. i. p. 213, where he is
called “Thomas Beket”—apparently for the first time.

[1562] “Magister B. filius Reinfred peccator, fraterculus meus,”


is named by Joh. Salisb. Ep. xc. (Giles, vol. i. p. 135).

[1563] See his correspondence passim.

[1564] There is among John’s letters a most enigmatical one—


Ep. cxxx. (Giles, vol. i. p. 109) —without date, address, or writer’s
name, but very much in the tone and style of John’s familiar
letters—in which a Londoner, or rather a man who tried to make
himself out to be such, is described as “concivis noster.” It looks
very much as if written by John to Thomas.

Thomas went home to the plodding life of a city merchant’s clerk;


Nicolas set out on the long course of wandering which was to bring
him at last to the Papal chair; John, having as he says “steeped
himself to the finger-tips in dialectics, and moreover learned to think
his knowledge greater than it really was,” applied himself for the next
three years to the schools of the grammarians William of Conches
and Richard l’Evêque, with whom he went over again the whole
course of his previous studies, penetrated somewhat deeper into
those of the quadrivium which he had begun under the direction of a
German named Hardwin, and improved some slight notions of
rhetoric which he had acquired at the lectures of a certain Master
Theodoric. His relatives were quite unable to maintain him all this
while; like all poor students of the day, he earned his living and his
college-fees by teaching others, and as he pleasantly says “What I
learned was the better fixed in my mind, because I constantly had to
bring it out for my pupils.” One of these pupils was William of
Soissons, to whom he taught the elements of logic, “and who
afterwards contrived, as his followers say, a method of breaking
down the old strongholds of logic, producing unexpected
consequences, and overthrowing the opinions of the ancients.” John
however declined to believe in a “system of impossibilities,” for which
he at any rate was clearly not responsible; for he had soon
transferred his pupil to the care of one Master Adam, an English
teacher deeply versed in Aristotelian lore. It seems just possible that
this Master Adam, who was at this time helping John in his studies
not as a teacher but as a friend,[1565] was the same who many years
before had stood in a somewhat similar relation to Gilbert Foliot.
[1566] He may, however, perhaps be more probably identified with
Adam “du Petit-Pont”—so called from the place where he lectured in
Paris—who in 1176 became bishop of S. Asaph’s.[1567] After a while
John found that with all his efforts he could hardly earn enough to
live upon in Paris; so by the advice of his friends he determined to
set up a school elsewhere.[1568] While sitting at the feet of the
“Peripatetic” doctors on the Mont-Ste.-Geneviève he had become
acquainted with a young native of Champagne, Peter by name, who
was studying in the school of S. Martin-des-Champs.[1569] The two
friends, it seems, settled together at Provins in Peter’s native land,
and there, under the protection of the good Count Theobald,[1570]
laboured and prospered for three years.[1571] Long afterwards, from
his anxious post at the side of the dying Archbishop Theobald,
John’s thoughts strayed tenderly back to the days which he and his
young comrade, with hearts as light as their purses, had spent
among the roses of Champagne: “I am the same that ever I was,” he
wrote to Peter, now abbot of Celle, “only I possess more than you
and I had between us at Provins.”[1572] He returned to Paris,
revisited his old haunts on the Mont-Ste.-Geneviève, and was
amused to find his old school-companions just where and as he had
left them. “They did not seem to have advanced an inch towards
disposing of the old questions, nor to have added one new
proposition.” He, in his three years of healthy meditation in the
country, had discovered that their dialectics, however useful as a
help to other studies, were in themselves but a fruitless and lifeless
system; he therefore now gave himself up to the study of theology
under a certain Master Gilbert, Robert “Pullus”—in whom one is
tempted to recognize the Robert Pulein who had planted the seed of
the first English University by his divinity-lectures at Oxford in 1133—
and lastly, Simon of Poissy.

[1565] Joh. Salisb. Metalog., l. ii. c. 10 (Giles, vol. v. pp. 78–


80). Adam’s nationality appears in l. iii. c. 3 (p. 129), where he is
described as “noster ille Anglus Peripateticus Adam.”

[1566] See below, p. 492, 493.

[1567] Wright, Biogr. Britt. Lit., vol. ii. pp. 245, 246.

[1568] Joh. Salisb. Metalog., l. ii. c. 10 (Giles, vol. v. pp. 80,


81).

[1569] On Peter of Celle see Migne, Patrologia, vol. ccii. cols.


399, 400, and Gall. Christ., vol. xii. col. 543.

[1570] Cf. Joh. Salisb. Epp. lxxxii. and cxliii. (Giles, vol. i. pp.
114, 206); and see also Demimuid, Jean de Salisbury, pp. 26,
27.

[1571] “Reversus itaque in fine triennii.” Joh. Salisb. Metalog.


as above (p. 81).

[1572] Joh. Salisb. Ep. lxxxii. (Giles, vol. i. p. 114).

John’s whole career in the schools, after occupying about twelve


years,[1573] apparently came to an end shortly before the council of
Reims. His old friend Peter had already retired into the peace of the
cloister, and about this time became abbot of Celle, near Troyes.
There John, who was utterly without means of living, found a shelter
and a home, nominally, it seems, in the capacity of Peter’s “clerk” or
secretary, but in reality as the recipient of a generous hospitality
which sought for no return save the enjoyment of his presence and
his friendship.[1574] Such a light as John’s, however, could not long
remain thus hidden under a bushel. So felt Peter himself;[1575] and
at that moment a better place for it was easily found. At the council
of Reims, or during his exile after it, the archbishop of Canterbury
probably met the abbot of Celle and his English “clerk”;[1576] he
certainly must have met the abbot of Clairvaux; and S. Bernard, with
his unerring instinct, had already discovered John’s merits. He
named him to Theobald in terms of commendation; and it was he
who furnished the letter of introduction,[1577] as it was Peter who
furnished the means,[1578] wherewith John at last made his way to
the archbishop’s court,[1579] of which he soon became one of the
busiest and most valued members. So busy was he—so “distracted
with diverse and adverse occupations,” as he himself said—that he
complained of being scarce able to steal an hour for the literary and
philosophical pursuits which he so dearly loved. Ten times in the next
thirteen years[1580] did he cross the Alps, twice did he visit Apulia, on
business with the Roman court for his superiors or his friends;
besides travelling all over England and Gaul on a variety of errands,
and fulfilling a crowd of home-duties which left him scarcely time to
look after his own private affairs, much less to indulge in study.[1581]
The greater part of the communications between Theobald and
Eugene III. must have passed through his hands, either as
messenger or as amanuensis; but his name never figures in their
diplomatic history; his place therein was a subordinate one. It was
not in his nature to take the foremost rank. Not that he was unfit for
it:—with his gracious, genial temper; his calm clear judgement,
generally sound because always disinterested; his delicate wit, his
easy, elegant scholarship, and his wide practical experience of the
world—John of Salisbury might have adorned far higher positions in
either Church or state than any which he ever actually occupied. But
his own position was a thing of which he seems never to have
thought, save as a means of serving others. His apology for his
unwilling neglect of literature—“I am a man under authority”[1582]—
might have been the motto of his life. He left it to others to lead; if
they led in the way of righteousness, they might be sure of one
faithful adherent who would serve and follow them through good
report and evil report, who would try to clear the path before them at
any risk to himself; who would criticize their conduct and tell them of
their errors with fearless simplicity, while striving to avert the
consequence of those errors and to cover their retreat; who in
poverty and exile, incurred for another’s sake, would make light of
his own sufferings and be constantly endeavouring to relieve those
of his fellow-sufferers, and who would always find or make a silver
lining to the darkest cloud. This was what John did for the possible
acquaintance of his early student-days whom he had now rejoined in
the household of Archbishop Theobald. To the end of his life he was
more than satisfied to count the friendship of Thomas Becket as his
chief title of honour, and to let whatever share of lustre might have
been his own go to brighten the aureole of his friend. It brightened it
far more than he knew. When detractors and panegyrists have both
done their worst, there remains this simple proof of the real worth of
Thomas—that he inspired such devotion as this in a man such as
John of Salisbury, and that he knew how to appreciate it as it
deserved.

[1573] Joh. Salisb. Metalog., l. ii. c. 10 (Giles, vol. v. p. 81).

[1574] Joh. Salisb. Ep. lxxxv. (Giles, vol. i. p. 117). Pet. Cell.
Epp. lxvii.–lxxv. (Migne, Patrol., vol. ccii. cols. 513–522).

[1575] Pet. Cell. Ep. lxx. (as above, col. 516).

[1576] The Historia Pontificalis, certainly the work of one who


was present at this council, is attributed to John.

[1577] S. Bern. Ep. ccclxi. (Mabillon, vol. i. col. 325).

[1578] Joh. Salisb. Ep. lxxxv. (Giles, vol. i. p. 117).

[1579] From the Prologue to the Polycraticus, l. i. (Joh. Salisb.


Opp., Giles, vol. iii. p. 13), it appears that at the time of writing it
John had been twelve years at the court. As the Polycraticus was
written during the war of Toulouse, this takes us back to 1148. He
must in fact have joined Theobald very soon after the council of
Reims.

[1580] He himself makes it twenty years (Joh. Salisb. Metalog.,


prolog. l. iii., Giles, vol. v. p. 113); but he cannot possibly have left
Paris before 1147, and the Metalogicus was finished before
Theobald’s death in 1161. Either there is something wrong in
John’s reckoning, or in his copyist’s reading of it, or this passage
was added some years after the completion of the book.
[1581] Joh. Salisb. Metalog. as above.

[1582] Joh. Salisb. Polycrat., prolog. l. vii. (Giles, vol. iv. p. 80).

It was however John’s friendship with Nicolas of Langley which in


these years of his residence in the primate’s household made him so
valuable to Theobald as a medium of communication with Rome. We
can hardly doubt that this acquaintance, too, had begun in Paris;
now, as the English cardinal-secretary and the envoy of the English
primate discussed in the Roman court the prospects of their common
mother-country and mother-Church, their acquaintance ripened into
a friendship which no change of outward circumstances could alter
or disturb. Nicolas cared more for John than for his own nearest
relatives; he declared in public and in private that he loved him
above all men living; he delighted in unburthening his soul to him.
When he became Pope there was no change; a visit from John was
still Adrian’s greatest pleasure; he rejoiced in welcoming him to his
table, and despite John’s modest remonstrances insisted that they
should be served from the same dish and flagon.[1583] King and
primate were both alike quick to perceive and use such an
opportunity of strengthening the alliance between England and
Rome; while Adrian on his part was all the more ready to give a
cordial response to overtures made to him from the land of his birth,
when they came through the lips of his dearest friend. As a matter of
course, it was John who very soon after the accession of Henry II.
was sent to obtain a Papal authorization for the king’s projected
conquest of Ireland.[1584] Naturally, too, it was John who now
became Theobald’s private secretary and confidential medium of
communication with Pope Adrian. A considerable part of the
correspondence which goes under John’s name really consists of
the archbishop’s letters, John himself being merely the amanuensis.
This part of his work, however, was a relaxation which he only
enjoyed at intervals; he was still constantly on active duty of some
kind or other not only at the court of the primate but also at that of
the king; and sorely did he long to escape from its weary trifling, to
find rest for his soul in the pursuit of that “divine philosophy” which
had been the delight of his youth.[1585] But obedience, not
inclination, had brought him to court, and obedience kept him there.
Thomas knew his worth and would not let him go; at last, to pacify
his uneasiness, he bade him relieve his mind by pouring it out in a
book. John protested he had scarce time to call his soul his own,
much less his intellect or his hands.[1586] He was, however, set free
by the removal of the court over sea for the expedition against
Toulouse; and while Thomas was riding in coat of mail at the head of
his troops against Count Raymond and King Louis, John was writing
his Polycraticus in the quiet cloisters of Canterbury.[1587]

[1583] Joh. Salisb. Metalog., l. iv. c. 42 (Giles, vol. v. p. 205).

[1584] Joh. Salisb. Metalog., l. iv. c. 42 (Giles, vol. v. pp. 205,


206).

[1585] Joh. Salisb. Polycrat., l. i. prolog. (Giles, vol. iii. p. 13).

[1586] Ib. l. vii. prolog. (vol. iv. p. 80).

[1587] Ib. l. i. prolog. (vol. iii. p. 16). Cf. ib. l. viii. c. 24 (vol. iv. p.
379).

This book of Polycraticus on the Triflings of Courtiers and the


Foot-prints of Philosophers[1588] is a strange medley of moral and
political speculations, personal experiences, and reflections upon
men and things, old and new. Its greatest charm lies in the revelation
of the writer’s pure, sweet, child-like character, shining unconsciously
through the veil of his scholastic pedantries and rambling
metaphysics; its historical value consists in the light which it throws
on the social condition of England with respect to a crowd of matters
which the chroniclers leave wholly in the dark. “Part of it,” says the
author in his dedication, “deals with the trifles of the court; laying
most stress on those which have chiefly called it forth. Part treats of
the foot-prints of the philosophers, leaving, however, the wise to
decide for themselves in each case what is to be shunned and what
to be followed.”[1589] We need not weary ourselves with John’s
meditations upon Aristotle and Plato and their scholastic
commentators; they all come round to one simple conclusion—that
the fear of the Lord is the beginning of wisdom, and the love of Him
the end of all true philosophy.[1590] It is in the light of this truth that
he looks at the practical questions of the day, and reviews those
“trifles of the court” which are really the crying abuses of the
government, the ecclesiastical administration, and society at large. In
the forefront of all he does not hesitate, although dedicating his book
to the chancellor whose passion for hunting almost equalled that of
the king himself, to set the inordinate love of the chase and the
cruelties of the forest-law.[1591] The tardiness of the royal justice and
the corruption of the judges—“justitiæ errantes, justices errant are
they rightly called who go erring from the path of equity in pursuit of
greed and gain”[1592]—was also, after seven years of Henry’s
government, still a ground of serious complaint. So, too, was the
decay of valour among the young knighthood of the day—a
consequence of the general relaxation of discipline, first during the
years of anarchy, and then in the reaction produced by the unbroken
peace which England had enjoyed since Henry’s accession. Chivalry
was already falling back from its lofty ideal; military exercises were
neglected for the pleasures and luxury of the court; the making of a
knight, in theory a matter almost as solemn as the making of a priest,
was sinking into a mere commonplace formality;[1593] and the
consequences were beginning to be felt on the Welsh border.[1594]
John was moved to contrast the present insecurity of the marches
with their splendid defence in Harold’s time,[1595] and to lament that
William the Conqueror, in his desire to make his little insular world
share the glories of the greater world beyond the sea, had allowed
the naturally rich and self-sufficing island to be flooded with luxuries
of which it had no need, and thus fostered rather than checked the
indolent disposition which had helped to bring its people under his
sway.[1596]

[1588] Polycraticus de Nugis Curialium et Vestigiis


Philosophorum.
[1589] Joh. Salisb. Polycrat., l. i. prolog. (Giles, vol. iii. p. 13).

[1590] This is the idea which runs through the whole of


Polycraticus, and indeed through all John’s writings. It is neatly
expressed in two lines of his Entheticus (vv. 305, 306, Giles, vol.
v. p. 248):
“Si verus Deus est hominum sapientia vera,
Tunc amor est veri philosophia Dei.”

[1591] Joh. Salisb. Polycrat., l. i. c. 4 (Giles, vol. iii. pp. 19–32).

[1592] Ib. l. v. c. 15 (p. 322). Cf. cc. 10, 11 (pp. 300–311). Pet.
Blois, Ep. xcv. (Giles, vol. i. p. 297), makes a like play on the title
of the judges.

[1593] Joh. Salisb. Polycrat., l. vi. cc. 2, 3, 5, 8–10 (Giles, vol.


iv. pp. 8–12, 15, 16, 20–23).

[1594] Ib. cc. 6, 16 (pp. 16, 17, 39, 40).

[1595] Ib. c. 6 (p. 18).

[1596] Ib. l. viii. c. 7 (p. 238).

The ills of the state had each its counterpart in the Church; the
extortions and perversions of justice committed by the secular
judges were paralleled by those of the ecclesiastical officials, deans
and archdeacons;[1597] and at the bottom of the mischief lay the old
root of all evil. Simony was indeed no longer public; spiritual offices
were no longer openly bought with hard cash; but they were bought
with court-interest instead;[1598] the Church’s most sacred offices
were filled by men who came straight from the worldly life of the
court to a charge for which they were utterly unfit;[1599] although, in
deference to public opinion, they were obliged to go through an
elaborate shew of reluctance, and Scripture and hagiology were
ransacked for examples of converted sinners, which were always
found sufficient to meet any objections against a candidate for
consecration and to justify any appointment, however outrageous.
[1600] All the sins of the worldly churchmen, however, scarcely move
John’s pure soul to such an outburst of scathing sarcasm as he
pours upon the “false brethren” who sought their advancement in a
more subtle way, by a shew of counterfeit piety:—the ultra-monastic,
ultra-ascetic school, with their overdone zeal and humility, and their
reliance on those pernicious exemptions from diocesan jurisdiction
which the religious orders vied with each other in procuring from
Rome, and which were destroying all discipline and subverting all
rightful authority.[1601]

[1597] Joh. Salisb. Polycrat., l. v. c. 15 (vol. iii. pp. 327, 328).

[1598] Ib. l. vii. c. 18 (vol. iv. pp. 149, 152).

[1599] Ib. l. v. c. 15 (vol. iii. p. 329).

[1600] Ib. l. vii. cc. 18, 19 (vol. iv. pp. 149–152, 156–158).

[1601] Joh. Salisb. Polycrat., l. vii. c. 21 (Giles, vol. iv. pp. 169–
178). It is to be noted that the two orders which John considers to
be least infected with this hypocrisy are those of the Chartreuse
and of Grandmont. Ib. c. 23 (pp. 180, 181).

Over against the picture of the world and the Church as they
actually were, the disciple of Archbishop Theobald sets his ideal of
both as they should be—as the primate and his children aimed at
making them. For John’s model commonwealth, built up in a
somewhat disjointed fashion on a foundation partly of Holy Writ and
partly of classic antiquity, is not, like the great Utopia of the sixteenth
century, the product of one single, exceptionally constituted mind; it
is a reflection of the plans and hopes of those among whom John
lived and worked, and thus it helps us to see something of the line of
thought which had guided their action in the past and which moulded
their schemes for the future. Like all medieval theorists, they began
at the uppermost end of the social and political scale; they started
from a definite view of the rights and duties of the king, as the head
on which all the lower members of the body politic depended. The
divine right of kings, the divine ordination of the powers that be, were
fundamental doctrines which they understood in a far wider and
loftier sense than the king-worshippers of the seventeenth century:—
which they employed not to support but to combat the perverted
theory that “the sovereign’s will has the force of law,” already
creeping in through the influence of the imperial jurisprudence;[1602]
—and which were no less incompatible with the principle of
invariable hereditary succession. “Lands and houses and suchlike
things must needs descend to the next in blood; but the government
of a people is to be given only to him whom God has chosen thereto,
even to him who has God’s Spirit within him and God’s law ever
before his eyes. . . . Not that for the mere love of change it is lawful
to forsake the blood of princes, to whom by the privilege of the divine
promises and by the natural claims of birth the succession of their
children is justly due, if only they walk according to right. Neither, if
they turn aside from the right way, are they to be immediately cast
off, but patiently admonished till it become evident that they are
obstinate in their wickedness”[1603]—then, and then only, shall the
axe be laid to the root of the corrupt tree, and it shall cumber the
ground no more.[1604]

[1602] Joh. Salisb. Polycrat., l. iv. c. 7 (vol. iii. p. 241).

[1603] Joh. Salisb. Polycrat., l. v. c. 6 (Giles, vol. iii. p. 278).

[1604] Ib. l. iv. c. 12 (pp. 259, 260).

Such was the moral which the wisest and most thoughtful minds in
England drew from the lessons of the anarchy. On a like principle, it
was in the growth of a more definite and earnest sense of individual
duty and responsibility, as opposed to the selfish lawlessness which
had so long prevailed, that they trusted for the regeneration of
society. They sought to teach the knights to live up to the full
meaning of their vows and the true objects of their institution—the
protection of the Church, the suppression of treason, the vindication
of the rights of the poor, the pacification of the country;[1605] so that
the consecration of their swords upon the altar at their investiture
should be no empty form, but, according to its original intention, a
true symbol of the whole character of their lives and, if need be, of
their deaths.[1606] And then side by side with the true knight would
stand the true priest:—both alike soldiers of the Cross, fighting in the
same cause though with different weapons—figured, according to
John’s beautiful application of a text which medieval reformers never
wearied of expounding, by the “two swords” which the Master had
declared “enough” for His servants, all the lawless undisciplined
activity of self-seekers and false brethren being merely the “swords
and staves” of the hostile multitude.[1607] Into a detailed examination
of the rights or the duties of the various classes of the people no one
in those days thought it necessary to enter; their well-being and well-
doing were regarded as dependent upon those of their superiors,
and the whole question of the relation between rulers and ruled
—“head and feet,” according to the simile which John borrows from
Plutarch—was solved by the comprehensive formula, “Every one
members one of another.”[1608] To watch over and direct the
carrying-out of this principle was the special work of the clergy; and
the clerical reformers were jealous for the rights of their order
because, as understood by them, they represented and covered the
rights of the whole nation; the claims which they put forth in the
Church’s name were a protest in behalf of true civil and religious
liberty against tyranny on the one hand and license on the other.
[1609] “For there is nothing more glorious than freedom, save virtue; if
indeed freedom may rightly be severed from virtue—for all who know
anything aright know that true freedom has no other source.”[1610]

[1605] Joh. Salisb. Polycrat., l. vi. c. 8 (vol. iv. p. 21).

[1606] Ibid. c. 10 (p. 23). Cf. Pet. Blois, Ep. xciv. (Giles, vol. i.
pp. 291–296).

[1607] Joh. Salisb. Polycrat., l. vi. c. 8 (Giles, vol. iv. p. 21).


John’s use of the text is perhaps only a generalization from S.
Bernard’s application of it to Suger and the count of Nevers, left
regents of France in 1149. Odo of Deuil, Rer. Gall. Scriptt., vol.
xii. p. 93.

[1608] Joh. Salisb. Polycrat., l. vi. c. 20 (as above, pp. 51, 52).
[1609] Ib. l. vii. c. 20 (pp. 161–169).

[1610] Ibid. c. 25 (p. 192).

How far these lofty views had made their way into the high places
of the Church it was as yet scarcely possible to judge. The tone of
the English episcopate had certainly undergone a marked change for
the better during the last six years of Stephen’s reign. Theobald’s
hopes must, however, have been chiefly in the rising generation. Of
the existing bishops there was only one really capable of either
helping or hindering the work which the primate had at heart; for
Henry of Winchester, although his royal blood, his stately personality
and his long and memorable career necessarily made him to his
life’s end an important figure in both Church and state, had ceased
to take an active part in the affairs of either, and for several years
lived altogether away from England, in his boyhood’s home at Cluny.
[1611] A far more weighty element in the calculations of the reforming
party was the character and policy of the bishop of Hereford, Gilbert
Foliot. From the circumstances in which we find Gilbert’s relatives in
England,[1612] it seems probable that he belonged to one of the
poorer Norman families of knightly rank who came over either in the
train of the great nobles of the conquest or in the more peaceful
immigration under Henry I. His youth is lost in obscurity; of his
education we know nothing, save by its fruits. Highly gifted as he
unquestionably was by nature, even his inborn genius could hardly
have enabled him to acquire his refined and varied scholarship, his
unrivalled mastery of legal, political and ecclesiastical lore, his
profound and extensive knowledge of men and things, anywhere but
in some one or other of the universities of the day. It is curious that
although Gilbert’s extant correspondence is one of the most
voluminous of the time—extending over nearly half a century, and
addressed to persons of the most diverse ranks, parties, professions
and nationalities—it contains not one allusion to the studies or the
companions of his youth, not one of those half playful, half tender
reminiscences of student-triumphs, student-troubles and student-
friendships, which were so fresh in the hearts and in the letters of
many distinguished contemporaries. Only from an appeal made to
him, when bishop of London, in behalf of his old benefactor’s orphan
and penniless children, do we learn that he had once been the
favourite pupil, the ward, almost the adoptive son, of a certain
Master Adam.[1613] It is tempting, but perhaps hardly safe, to
conjecture that this Master Adam was the learned Englishman of that
name who in like manner befriended another young fellow-
countryman, John of Salisbury, when he too was studying in Paris.
[1614] This, however, was not till Gilbert Foliot’s student-days had
long been past. Wherever his youth may have been spent, wherever
his reputation may have been acquired, the one was quite over and
the other was fully established before 1139, when he had been
already for some years a monk of Cluny, had attained the rank of
prior in the mother-house, and had thence been promoted to
become the head of the dependent priory of Abbeville.[1615]

[1611] He went there in 1155 (Rob. Torigni, ad ann.), and does


not reappear in England till March 1159 (Palgrave, Eng.
Commonwealth, vol. ii. p. xii).

[1612] See his letters passim.

[1613] Gilb. Foliot, Epp. dxv., dxvii. (Giles, vol. ii. pp. 323, 324,
326). The writer of the first is “Ranulfus de Turri”; the second is
anonymous. Both appeal earnestly to the bishop’s charity and
gratitude in behalf of “J. filius A. magistri quondam vestri,
procuratoris vestri, tutoris vestri. . . . Hæreat animo sanctitatis
vestræ illa M. Adæ circa vos curarum gravitas, alimoniæ
fœcunditas, diligentia doctrinæ, specialis impensa benivolentiæ.
Quis hodie proprios liberos regit providentius, educat uberius,
instruit attentius, diligit ferventius? Sic pæne amor ille modum
excessit, ut vos diligeret non quasi excellenter, sed quasi
singulariter . . . qui vos aliquando pro filio adoptavit” (Ep. dxv.).
“Tangat memoriam vestram illa M. Adæ circa vos curarum
gravitas, doctrinæ profunditas, alimoniæ ubertas, postremo
fervens, immo ardens caritas. Hæreat animo vestro quantâ curâ,
quali amplexu, quam speciali privilegio, illa doctoris vestri,
procuratoris, tutoris, diligens vigilantia vos non modo supra
familiares, verum supra quoslibet mortales adoptaverit,
qualiterque ejus spiritus in vestro, ut ita dicam, spiritu quieverit.”
Ep. dxvii.

[1614] See above, p. 482. In any case, Gilbert’s Master Adam


is surely a somewhat interesting person, of whom one would like
to know more. This was the condition of his eldest son, when
commended to the gratitude of Gilbert: “Pater ejus cum fati
munus impleret, filium reliquit ære alieno gravatum, fratrum
numerositate impeditum, redituum angustiis constrictum, et
quibusdam aliis nexibus intricatum.” Gilb. Foliot, Ep. dxvii. (Giles,
vol. ii. p. 326). “Onerant enim eum supra modum redituum
angustiæ, debitorum paternorum sarcinæ, amicorum raritas,
fratrum sororumque pluralitas et reliquæ sarcinæ parentelæ.” Ep.
dxv. (ib. p. 323).

[1615] Gilb. Foliot, Ep. cclxix. (Giles, vol. i. p. 366).

In 1139 the abbot of S. Peter’s at Gloucester died; Miles the


constable, the lord of Gloucester castle and sheriff of the county, and
the greatest man of the district after Earl Robert himself, secured the
vacant office for Gilbert Foliot,[1616] who was a family connexion of
his own.[1617] The abbey of S. Peter at Gloucester, founded as a
nunnery in the seventh century, changed into a college of secular
priests after the Danish wars, and finally settled as a house of
Benedictine monks in the reign of Cnut, had risen to wealth and
fame under its first Norman abbot, Serlo, some of whose work still
survives in the nave of his church, now serving as the cathedral
church of Gloucester. Gloucester itself, the capital of Earl Robert’s
territories, was still, like Hereford and Shrewsbury, a border-city
whose inhabitants had to be constantly on their guard against the
thievery and treachery of the Welsh, who, though often highly useful
to their English earl as auxiliary forces in war, were anything but loyal
subjects or trustworthy neighbours. The position of abbot of S.
Peter’s therefore was at all times one of some difficulty and anxiety;
and Gilbert entered upon it at a specially difficult and anxious time.
Stephen’s assent to his appointment can hardly have been prompted
by favour to Miles, who had openly defied the king a year ago; he
may have been influenced by fear of giving fresh offence to such a
formidable deserter, or he may simply have been, as we are told,
moved by the report of Gilbert’s great merits.[1618] The new abbot
proved quite worthy of his reputation. His bitterest enemies always
admitted that he was a pattern of monastic discipline and personal
asceticism; and his admirable judgement, moderation and prudence
soon made him a personage of very high authority in the counsels of
the English Church. Holding such an important office in the city
which was the head-quarters of the Empress’s party throughout the
greater part of the civil war, he of course had his full share of the
troubles of the anarchy, whereof Welsh inroads counted among the
least. There is no doubt that in bringing him to England Miles had,
whether intentionally or not, brought over one who sympathized
strongly with the Angevin cause; but Gilbert’s sympathies led him
into no political partizanship. During his nine years’ residence at
Gloucester he consistently occupied the position which seems to
have been his ideal through life: that of a churchman pure and
simple, attached to no mere party in either Church or state, but ready
to work with each and all for the broad aims of ecclesiastical order
and national tranquillity. That these aims came at last to be identified
with the success of the Angevin party was a result of circumstances
over which Gilbert had no control. He was honoured, consulted and
trusted by the most diverse characters among the bishops. Mere
abbot of a remote monastery as he was, Nigel of Ely was glad to be
recommended by him to Pope Celestine, Jocelyn of Salisbury to
Lucius, and Alexander of Lincoln to Eugene III.[1619] He was treated
almost as an equal not only by his own diocesan Bishop Simon of
Worcester, by his neighbour Robert of Hereford, and by Jocelyn of
Salisbury, but even by the archbishop of Canterbury and the legate
Henry of Winchester; and he writes in the tone of a patron and
adviser to Bishop Uhtred of Landaff and to the heads of the religious
houses on the Welsh border.[1620] He seems indeed to have been
the usual medium of communication between the Church in the
western shires and its primate at far-off Canterbury, who evidently
found him a trustworthy and useful agent in managing the very
troublesome Church affairs of the Welsh marches during the civil
war.

You might also like