Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

S ehirlerin Tarihi Andrew Lees

Visit to download the full and correct content document:


https://ebookstep.com/product/s-ehirlerin-tarihi-andrew-lees/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Birinci Dünya Sava■■ Tarihi 1st Edition Andrew Wiest

https://ebookstep.com/product/birinci-dunya-savasi-tarihi-1st-
edition-andrew-wiest/

Organização estruturada de computadores 6th Edition


Andrew S. Tanenbaum

https://ebookstep.com/product/organizacao-estruturada-de-
computadores-6th-edition-andrew-s-tanenbaum/

Do■u H■ristiyanl■■■ Tarihi 1st Edition Aziz S Atiya

https://ebookstep.com/product/dogu-hiristiyanligi-tarihi-1st-
edition-aziz-s-atiya/

Diderot e a arte de pensar livremente Andrew S. Curran

https://ebookstep.com/product/diderot-e-a-arte-de-pensar-
livremente-andrew-s-curran/
■nsanlar Her ■eyin ■çine Nas■l S çt■■■m■z■n K■sa Tarihi
1st Edition Tom Phillips

https://ebookstep.com/product/insanlar-her-seyin-icine-nasil-s-
ctigimizin-kisa-tarihi-1st-edition-tom-phillips/

Tarihi Yapanlar Tarihi Yazanlar 1st Edition J H Elliott

https://ebookstep.com/product/tarihi-yapanlar-tarihi-
yazanlar-1st-edition-j-h-elliott/

■■■■■■ ■■■ 4th Edition Andrew S Tanenbaum And Herbert


Bos

https://ebookstep.com/download/ebook-23877160/

Siyaset 19th Edition Andrew Heywood

https://ebookstep.com/product/siyaset-19th-edition-andrew-
heywood/

Churchill 1st Edition Andrew Roberts

https://ebookstep.com/product/churchill-1st-edition-andrew-
roberts/
• •

SEHIRLERIN
,
• •

TARiHi
Andrew Lees
Şehirlerin Tarihi - The City: A World History - Andrew Lees

© 2015, Oxford University Press,


, Türkçede yayın hakları AnatoliaLit Telif ve Tercüme Ajansı aracılığıyla
©2022, İnkılap Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ

Yayıncı ve Matbaa Sertifika No: 44066

Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın çevirisi Oxford University Press'in basmış olduğu edisyondan yapılmıştır ve
çevirisinden İnkılap Kitabevi sorumludur. Bu kitabın hiçbir bölümü, orijinal telif hakkı sahibi olan Oxford
University Press'in yazılı izni olmadan hiçbir formatta yeniden yayımlanamaz.

Bu kitapın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince
İnkılap Kitabevi'ne aittir.

Yayın direktörü Gülşen İşeri


Editör Kadriye Kızıl Güzelkan
Kapak tasarım Gilas Coşkun
Sayfa tasarım Şenol Alanbay

ISBN: 978-975-10-4342-9

22 23 24 6 5 4 3 2 1
İstanbul, 2022

Baskı ve Cilt
İnkılap Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. N o. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
Tel: (0212) 496 11 11 (Pbx)

İnkılap Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ

Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8


34196 Yenibosna - İstanbul
Tel : (0212) 496 11 11 (Pbx)
Faks: (0212) 496 11 12
posta@inkilap.çom
www.inkilap.com
• •

SEHIRLERIN
,
• •

TARiHi
Andrew Lees

İngilizceden çeviren:
Tuğba Bektaş Sünnetci
Andrew lees

Andrew Lees, Camden'deki Rutgers Üniversitesi'nde Seçkin Tarih Profesörüdür. Cities and
the Making of Modf'rn Europe, 1750-1914 (2007), Cities, Sin, and Social Reform in lmpe­
rial Cermany (2002), Cities Perceived: Urban Society in European and American Thought,
1820-1940 (1985), ve Rf'vo/ution and Reflection: lntel/ectual Change in Cermany durihg
the 1850s (1974) kitaplarının yazarıdır. Character Is Oestiny: The Autobiography of Alice
Sa/oman, 1872-1948 (2004), The Rise of Urban Britain (1985) ve The Urbanization of Euro­
pean Society in the Nineteenth Century (1976) kitaplarının editörüdür.

Tuğba Bektaş Sünnetci

Tuğba Bektaş Sünnetci, YORK Uluslararası Tercüme, profesyonel çeviri alanında faaliyet
gösteren bir yeminli tercümandır. Çalışmaları daha çok akademik ve medikal çeviri üzerin­
de odaklpnmıştır. Bu alanda çok sayıda kitap çevirisi projesinde yer almıştır.
İçindekiler

Editörlerin Onsözü .................... . . . . . . . . . . . ............ . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . ............. . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . 7

1. Bölüm
Eski Şehirlerin Kökenleri ve Konumları, (MÖ 3500-500) ...................................................... 11

2. Bölüm
Büyük Şehirler, (MÖ 500 - MS 300) ... .... . .. .. . .
. . . .. .. ........ ................. ................. .. . . . ... ... .. ..
. . . ..... 25

3. Bölüm
Çöküş ve Kalkınma, (300-1500) . .. .. . . .
.... ..... ...... . . . . . ................. . ...... . . . ....... ................. ............ . 39

4. Bölüm
Başkentler, Kültür, Sömürgeleşme ve Devrim, (1500-1800) ..... ... . . .
.. . . ................ ..................... 55

5. Bölüm
Sanayileşme Çağında Kentsel Büyüme ve Sonuçları, (1800-1914) . . .... . ................................... 71

6. Bölüm
Sömürge Şehirleri, (1800-1914) . .. .... .. .
. ....................................................... .. .......... . . . . . .... . 87
. . . .. .

7. Bölüm
Y ıkılış ve Yeniden İnşa, (1914-1960) .
..... .................... . . . ............................. .. . .. . . .. .. . .
.. . . . . .. ..... 101

8. Bölüm
1950'den beri Kentsel Düşüş ve Kentsel Büyüme ................................................................. 117

Kronoloji ........................................ .. ............ ..... . .... .. . . . ..


. . . ... . . . ........................................... . . . 131

Notlar . .
..... . . ...... ....... .... . .
. .
. . ............... ........................................................ .. . . . . . ... . .. .
... ... . ...... 135

İlave Okumalar .................................................................................................................... 141

Web Siteleri .......................................................................................................................... 147

Dizin .......... ............................................................................. ............................................. 151


Editörlerin Önsözü

'' ski" dünya tarihinde yapılan önemli bir değişikliğin temsilcisi bu kitap,
Edünyanın ve onun üzerindeki insanların bilgili, canlı ve güncel tarihini
okuyuculara sunan yenilikçi bir seri olan Yeni Oxford Dünya Tarihi'nin bir par­
çasıdır. Sadece birkaç yıl önce dünya tarihi, genellikle Batı (Avrupa ve Amerika
Birleşik Devletleri) tarihi anlamına geliyordu ve dünyanın geri kalanı hakkında az
miktarda bilgi içeriyordu . " Eski" dünya tarihinin bazı versiyonları da, Avrupa ve
Amerika Birleşik Devletleri dışında dünyanın diğer her yerine dikkat çekiyordu. Bu
şekilde yazılmış dünya tarihini okuyanlar, dünyanın geri kalanının tuhaf gelenek­
leri olan ve zor dilleri konuşan egzotik insanlardan ibaret olduğu izlenimini edine­
bilirler. Yine bir başka türden "eski" dünya tarihi, öncelikle büyük uygarlıkların
başarılarına odaklanarak dünyadaki bölgelerin veya halkların hikayesini sunuyor­
du. Okuyucu, azametli binaları, tesirli dünya dinlerini ve kudretli hükümdarları
öğrenirken, sıradan insanları ya da daha genel ekonomik ve sosyal kalıpları pek
öğrenemedi. Dünya halkları arasındaki etkileşimler sıklıkla tek bir bakış açısından
anlatıldı.
Bu seri dünya tarihini farklı bir şekilde anlatıyor. İlk olarak, dünyanın tüm
ülkelerini ve bölgelerini kapsayacak şekilde, bütün halkların -büyük medeniyetler­
den uzakta yaşayan, tarihi olmadığı söylenen halkların bile- deneyimini araştırıyor.
"Yeni" dünya tarihçileri bu nedenle, yazılı insan kayıtları bulunmadan milyonlarca
yıl öncesine kadar tüm insanlık tarihine ilişkin ortak bir ilgiyi paylaşıyorlar. Hatta
"yeni" dünya tarihinin bir kısmı, odağını tüm evrene, hikayenin başlangıcını çarpı­
cı bir şekilde büyük patlamaya kadar geri götüren bir "büyük tarih" perspektifine
doğru genişletiyor. Bazıları, bir bilim adamının dediği gibi, bugün dünya tarihinin
"yeni" küresel çerçevesinin, adeta dünyaya Ay'dan bakıyormuş gibi göründüğünü
düşünüyor. Katılıyoruz. Ama aynı zamanda, tüm insanlığın önemli deneyimlerini
tahlil ederek ve yeniden yapılandırarak yakından bir görünüm elde etmek istiyoruz.
Bu, her yerde ve her zaman dilimindeki her bilginin toplanabileceği veya bilin­
meye değer olduğu anlamına gelmez, ancak farklı toplumların ve kültürlerin hem
ayrı hem de birbiriyle ilişkili hikayelerini göz önünde bulundurarak kazanılacak

7
çok şey vardır. Bu bağlantıları kurmak, "yeni" dünya tarihinin bir diğer önemli
bileşenidir. Bu bakış açısı, insanları, yerleri ve süreçleri içeren kültürel, ekonomik,
politik, dini ve sosyal her türden bağlantının ve etkileşimin altını çizer. Karşılaş­
tırmalar yapar ve benzerlikler bulur. Hem karşılaştırmaları hem de etkileşimleri
vurgulamak; odağı, ister belirli bir ülke, ister bir bölge, isterse de tüm dünya olsun,
tarihsel anlayışı derinleştirebilecek ve genişletebilecek küresel bir çerçeve geliştir­
mek için kritik öneme sahiptir.
Yeni dünya tarihinin bir disiplin olarak yükselişi talihli bir zamana denk ge­
liyor. Okullarda ve halk arasında dünya tarihine ilgi çok büyük. Birbirimizin mil­
letlerini ziyaret ediyoruz, dünyanın dört bir yanındaki insanlarla sohbet ediyor
ve birlikte çalışıyoruz ve küresel olaylar tarafından değişiyoruz. Savaş ve barış,
ekonomik koşullar ve çevremizin durumu, iletişim, sağlık ve tıp dünya çapındaki
nüfusları etkiliyor. Yeni Oxford Dünya Tarihi, yerel tarihleri küresel bir bağlamda
takdim ediyor ve sıradan insanların gözünden dünya olaylarına genel bir bakış
ortaya koyuyor. Yerel ve küresel olanların bu birleşimi, yeni dünya tarihini daha
da tanımlı hale getiriyor. Geçmişteki küresel ve yerel koşulların işleyişini anlamak,
bize kendi dünyamızı incelemek ve birbirimize bağlı istikbalimizi tasavvur etmek
için gerekli araçları sağlıyor.

Bonnie G. Smith
Anand Yang

8
9
Bölüm 1

Eski Şehirlerin Kökenleri ve Konumları,


MÖ 3 5 00-5 00

i lk şehirler, MÖ 4. binyılın ortalarından başlayarak, dünyanın çeşitli yer-


lerinde çoğunlukla birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktı ve bazı aksi­
liklere rağmen, büyümeleri günümüze kadar devam etti. Şehirler; kırsal
kesimden, sakinleri öncekilerden ve kırsal çağdaşlarından oldukça farklı koşullar
altında yaşayan yeni insan yerleşimleri biçimleri olarak ortaya çıktı. Uzun zaman­
dır dünya nüfusunun sadece küçük bir azınlığını barındırdıkları gerçeğine rağmen,
doğdukları toplumlar üzerinde derin etkileri oldu. Şehir sakinlerinin kabiliyetlerini
önemli oranda geliştirdiler ve teknolojik, politik, kültürel ve entelektüel gibi her
türden yenilikleri güçlü bir şekilde desteklediler. Şehirlerde meydana gelen gelişme­
ler, onları çevreleyen hinterlandın sakinleri arasında karşılaştırılabilir bir gelişmeyi
teşvik etti ve genel olarak medeniyetin gelişmesine yardımcı olan güçlü uyarıcılar
olarak hizmet etti. Aslında, "medeniyet" (civilization) kelimesi, kökensel olarak
" şehir devleti" (city-state) anlamına gelen Latince " kent"ten (civitas) türetilmiştir.
Bu, şehirlerin yükselişinin ve etkisinin her zaman faydalı olduğu anlamına gel­
mez. Hem halk sağlığı hem de sosyal (veya antisosyal) davranış alanlarında sayısız
sorunu alevlendirmenin yanı sıra, şehirler savaş ve fetih öncülerinin karargahları
olarak da hizmet ettiler. Bu güçlerin yükselişi, gelişmiş yeteneklerin hikayesinin
önemli bir parçası olmuştur. Kentsel faktörün, insanlık tarihinin diğer yönlerini
belirleyici bir faktör olarak, şehirlerin büyüklüğüyle orantılı bir şekilde ya bölge­
sel ya da demografik açıdan önemli bir yeri vardır. Pek çok övgünün ya da eleştiri­
nin sağladığı hem faydalarını hem de eksikliklerini göstermesi, şehirlerin insanlığın
gelişimindeki m uhteşem bir gücün dışavurumudur.

11
Şehir neydi (ve nedir)? Tarihçiler ve diğer bilim adamları, kentsel yerleşim özel­
liklerini tanımlayan birçok özellik üzerinde genellikle hemfikirdirler. Bir bölgenin
tarihçilerin gözünde kentsel sayılabilmesi için, hem nispeten yüksek bir nüfus yo­
ğunluğunun hem de nispeten büyük bir nüfusunun olması gerekir. Genel nüfus
arttıkça istatistiksel eğilimler değişmiş olsa da eski zamanlarda yalnızca birkaç yüz
nüfustan oluşan, genellikle şehirlerden ziyade köyler olarak adlandırılan oldukça
yoğun yerleşimler bile değişmiştir. Bu nedenle, büyüklük önemlidir. Şehirler nispe­
ten yoğun ve nispeten büyük olmalıdır.
Şehirler ayrıca oldukça önemli devamlılık sergilemiştir. Uruk'tan sonra bin yıl­
lık dönem içinde, bildiğimiz üzere ilk büyük şehir kuruldu, etrafını çevreleyen du­
var ve ana tapınağı Gılgamış Destanı (söylendiğine göre şehrin doğumunu borçlu
olduğu bir tanrı) olarak bilinen uzun anonim bir şiirde hararetli bir şekilde tasvir
edildi:
Surlarla çevrili Uruk'tan inşa ettiği duvardan,
Kutsal Eanna'nın [tapınak] saf mabedi.
Pervazı bakır gibi olan dış duvarına bakın,
Hiçbirinin eşit olamayacağı iç duvara bakın !
Eskilerden kalma eşiği yakalayın!
İştar'ın [tanrıça] konutu Eanna'ya yaklaşın,
Gelecekteki hiçbir kralın, hiçbir erkeğin eşit olamayacağı.
Yukarı çıkın ve Uruk'un duvarlarında yürüyün,
Taban terasını inceleyin, tuğlaları inceleyin:
Onun tuğlası yanmış tuğla değil mi?
Yedi [Bilge] temellerini atmadı mı? ( 1 )
Şair, güçlü bir kentin harikulade ihtişamına duyduğu hayranlığı, daha sonra­
ki yüzyıllarda kentsel yerleşimin destekleyicileri tarafından sık sık tekrar eden bir
duyguyu, ifade ediyor.
Kuşkusuz şehirler büyüyüp küçüldü, bazen ya ekonomik güçler ya da askeri
saldırılar nedeniyle keskin bir düşüş yaşadı. Ancak sokaklar, binalar ve diğer ya­
pılar biçiminde, başka yerlerde görülenden çok daha yüksek derecede fiziksel ka­
lıcılık sergilediler. (Şehirler, varlıklarının hem erken hem de sonraki dönemlerinde,
koruyucu duvarlarla dışlarında kalanlardan sıklıkla ayrılırdı, ancak son yüzyıllar­
da bu tür yapılar neredeyse tamamen ortadan kalkmış olsalar da, ortadan kalkma­
dıkları durumlarda da sınırla ayrılmıyorlar. )
Son olarak, şehirlerin yasal v e siyasi statüleri büyük ölçüde farklılık gösterse
de, üst soydan bir hükümdar veya oligarşi tarafından kontrol edilen veya aşağıdan
vatanda�ların daha geniş bir kısmı tarafından kontrol edilen bir tür kentsel hükü-

12
met de genellikle resmin bir parçası olmuştur. ( Belirli bir şehri yasal olarak belir­
lenmiş bir belediyenin sınırları içerisinde bulunan bölge olarak tanımlamak, kendi
şehri ve onun dışındakileri ayırt etme görevini kolaylaştırır. Bununla birlikte, bazı
şehirciler, şehirlerin bir parçası olarak şehir belediyelerinin çok ötesine uzanan,
örneğin 5 kasabada yaşayan yaklaşık 8,4 milyon New Yorklu insanın iki katına
ev sahipliği yapan " Büyük" bir New York'a atfedilen yerleşim bölgelerini içerir. )
Tüm şehirler belli özellikleri paylaşsa d a şehirlerin pek çok çeşitleri vardır.
En kalıcı olanların çoğu, idari şehirler ve siyasi başkentler olarak hizmet etmiştir.
Diğerleri (genellikle nehirlerde veya okyanusların yakınlarında bulunan), alışve­
riş ve ticaret merkezleri olarak hizmet etmişlerdir. Sonra sanayi, din veya kültür
merkezleri olan şehirler vardır. Bazı şehirler, siyasal bir hükümdar tarafından alı­
nan kararlar neticesinde hızlı bir şekilde ortaya çıkmıştır, oysaki birçoğu bireyle­
rin aldığı kararların sonucu olarak yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Çok kökenlilik,
kentsel mekanların ve kentsel yaşamın en belirgin özelliklerinden biri olmuştur.
Şehirlerin ortaya çıkışı ve büyümesi, büyük ölçüde kırsal alanlardaki dönü­
şümlere bağlı olmuştur. Kentsel yerleşimler, insanların yiyecek elde etme biçim­
lerinde büyük değişiklikler olmadan asla ortaya çıkmazdı. Şehirlerin büyümesi
için en önemli ön koşul, ok ve mızraklarla avcılık ve toplayıcılık yapılan Eski Taş
Devri'nden keskin taş baltalarla ağaçların kesildiği, taş bıçaklı çapalarla arazile­
rin ekim için temizlendiği, kemik veya tahta oraklarla tahılların hasat edildiği ve
dibek ve havanlarla tahılın una dönüştürüldüğü Neolitik ya da Yeni Taş Devri'ne
geçişti. Neolitik insanlar ayrıca yiyecek ve giyecek için hayvanları öldürmede de
çakmaktaşı bıçaklar kullandılar. Değişim, MÖ 9. veya 10. binyıllarında başlaya­
rak ve MÖ yaklaşık 4000 yılına kadar dünyanın birçok yerine yayılarak, binlerce
yıl sürdü. Daha sonra, MÖ 4000 ile 2500 yılları arasında, alaşım bronzunda ba­
kırın kullanılması, saban demirlerinin ve ayrıca daha keskin baltalar ve bıçaklar
da dahil olmak üzere ilk metal aletlerin üretimini mümkün kıldı.
Bu teknolojik gelişmeler insanların ürün yetiştirmelerini ve et, süt ve yumur­
ta için sığır, koyun ve tavuk gibi hayvanları yetiştirmelerini kolaylaştırmıştır. Bul­
mak ve yakalamak yerine yedikleri şeyleri ekerek ve yetiştirerek yerleşik hayat
için göçebe yaşam tarzlarını (genellikle yerel gıda kaynaklarının tükenmesiyle
ihtiyaç duyulan) değiştirdiler. Bununla beraber, insanlar, ilk defa beslenmek için
ihtiyaçları olandan daha fazlasını üretebildiler.
Artık toplumun kendi yiyeceklerini üretme ihtiyacından kurtulmuş belirli
kesimleri tarım dışı arayışlara yönelebildi. İş bölümü giderek yaygınlaştı. De­
mografik yoğunluk, çeşitli uzmanlık etkinliklerini desteklemeye yardımcı oldu.
İnsanlar, yenmeyen malların ve tarım dışı emeğin diğer biçimlerinin yapımıy-

13
ŞEHİRLERİN TARİHİ

la daha fazla meşgul oldular ( örneğin, daha da fazla tarımsal ürünler üreten
araçların gittikçe daha iyi olması) . Sadece malların üretimi ve alımı-satımı değil,
aynı zamanda devlet idaresi ve dini törenlerin düzenlenmesi de gerçekleşti. Eski
hükümetler, krallık ile yönettiler ve yazılı kayıtların idamesinde uzmanlaşan er­
kekleri görevlendirdiler, şehrin seçkinleri ve diğer şehir sakinleri tarafından ihti­
yaç duyulan uygun koşullarda sağlanabilecek tarımsal ürün fazlasını sağlamak
için büyük bir bölümü geliştirdiler. Rahipler, yöneticilerin zorlayıcı güçlerinin
kutsal bir biçimde onaylandığı inancını teşvik etmek için yardımcı oldular ve
savaşçılar aynı zamanda güç tehdidi ya da gücün kullanılmasıyla devlet baskısını
da desteklediler.
İlk şehirler, gıda maddelerinin uzun mesafeli ticaretinin yükselişinden önce
ortaya çıktıkları için, bağımlı oldukları gıda fazlasının üretildiği alanlara nispeten
yakın bir yerde kurulmaları gerekiyordu. Tarım bol miktarda su gerektirdiğinden
ve ayrıca şehirlerin ithalat yapmasının en ekonomik yolu su yoluyla olduğun­
dan, ilk şehirler genellikle tarımsal üretimin gerçekleştiği nehir vadilerinde yer
alıyordu. Akıntı yönünde olmak, şehir sakinlerinin ithal ettikleri gıda karşılığın­
da yukarıya gönderdikleri mallardan genellikle daha hacimli ve daha ağır olan
malların sevkiyatını kolaylaştırdı ve böylece bölgeler arası nakliye maliyetlerini
en aza indirdi. Bu, ayrıca, kentsel gelişimin gerektirdiği ekonomik uzmanlaşmaya
daha fazla katkıda bulunan deniz kıyılarındaki ticareti kolaylaştırdı.
Bu ön koşullar ilk olarak Güneybatı Asya'da, bugünün Irak'ına ve Suriye'nin
kuzeyine kabaca bitişik bir bölgede karşılandı. Antik Yunanlılar, bu alanı, " Me­
zopotamya" ya da " nehirler arası " (Dicle ve Fırat nehirleri) şeklinde adlandırdı­
lar. Şimdi tarım açısından nispeten çorak bir bölge olan bu bölge, eski zamanlar­
da bol miktarda suya ve oldukça verimli topraklara sahipti. Belde halkı, dönem­
sel taşkınları kontrol etmenin ve istenilen zamanda ve istenilen yerdeki alanların
içine kanallar vasıtasıyla suyu yönlendirmenin yollarını buldular ve böylece ta­
rımsal üretimi istikrarlı bir şekilde artırdılar.
Su akışını yönetmek ve tarım fazlalıklarının çıkarılmasını sağlamak için
sosyal ve politik örgütlenme ihtiyacı Mezopotamya şehirlerinin kurulmasında
önemli bir rol oynadı. Siyasi açıdan bağımsız olan ve bu nedenle kent devletleri
olarak faaliyette bulunan kentsel yerleşimler, MÖ 4. binyılın ortalarında çok sa­
yıda görünmeye başladı. Hakkında sağlam bilgilere sahip olduğumuz ilk yerler­
den biri, arkeologlar tarafından kapsamlı bir şekilde kazılmış olan Uruk şehridir.
Mezopotamya'nın güney kesiminde, Sümer olarak bilinen bir bölgede bulunan,
MÖ 3600'de yaklaşık 300 dönüm iken, MÖ 2 800'de bu büyüklüğün yedi katın­
dan fazl<l; sına ulaştı.

14
ANTİ K DÖNEMDE
O RTA DOGU'DAK İ ŞEHİRLER

Umman
Körfezi

Mekke
ARAP

•Taif YARJMADASI

Meroe

Umman
Adulis Denizi

Aks:m

Aden �
Hint
Körfezi
Okyanusu
o 400mi
o 400 km

Şehirler, ilk olarak Güneybatı Asya'da miladi tak vim başlamadan birkaç bin yıl önce ortaya
çıktı. Uruk gibi yerler ilk önce Dicle ve Fırat nehirlerinin verimli vadisinde yoğunlaşmıştı. İran'daki
Kashan'dan, bugün Türkiye içerisindeki İstanbul ve Troy'a ve ta Mısır'daki Teb'e kadar bölgenin
diğer tarafları daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıktılar. Niko Lipsanen'in bir haritasına göre.

15
ŞEHİRLERİN TARİHİ

Zaten MÖ 3200'de Uruk, 20,000 civarında bir nüfusa sahipti ve bu onu dün­
yanın en büyük şehri haline getirdi; MÖ 2800'e kadar nüfusu 50.000'e kadar yük­
selmiş olabilir.
Uruk'un kurulmasıyla başlayan yaklaşık üç binyıllık süre boyunca,
Mezopotamya'da hem Sümer'de hem de kuzeyde Babil ve Asur olarak bilinen böl­
gelerin kuzeyinde pek çok sayıda başka şehirler ortaya çıktı. Eridu, Ur, Lagash,
Nippur, Kish (MÖ 2500 ile 2000 yılları arasında 60.000 nüfusa sahip olabilir)
ve Ninova kent toplumları olarak gelişti. Mezopotamya'da MÖ yaklaşık 600'e
kadar diğer tüm şehirler arasında göze çarpan tek şehir, antik dünyadaki tüm şe­
hirlerin en büyüğü olanlardan biriydi: Babil. Antik Yunan tarihçisi Herodot, MÖ
5. yüzyıldaki Tarih'inde, hem boyutundan hem de ihtişamından son derece etkilen­
mişti (gerçi ölçümleri hiç şüphesiz abartılı idi) :
Asur çok sayıda büyük şehre sahiptir, ki bunun o süreçte e n meşhur
ve en güçlü olanı Babil'dir . . . Şehir geniş bir ova üzerinde yer alır ve
tam bir karedir, her yöne mesafesi yüz yirmi milin sekizde biridir
[on beş mil], böylece tüm çember dört yüz seksen milin sekizde bi­
ridir [altmış mil] . Her şeyden önce, etrafı su dolu geniş ve derin bir
hendekle çevrilidir, bunun arkasında elli arşın [yaklaşık seksen yedi
fit] genişliğinde ve iki yüz arşın yüksekliğinde bir duvar yükselir. (2)
MÖ 6. yüzyılda, Babil, Asur'daki şehirlerin çoğunu yok eden, kuzeyden Med­
lerin müttefiki olarak gelişen Kral il. Nebukadnezar başkanlığındaki bir Babil kral­
lığının başkenti olarak hizmet etti. 200.000- 300.000 kabilinde bir nüfusa sahip
olması, dünyanın dev şehirlerinden biri olduğunu kanıtlayabilir. Toplam yaklaşık
altmış üç fit genişliğinde ve bin fit uzunluğunda ve sonunda kırk fit yüksekliğindeki
İştar Kapısı'ndan geçilerek bir tören yolu ile ulaşılabilen şehir, tepe noktası boyun­
ca at arabalarının yol alabileceği kadar geniş bir çift duvar ile çevrilmiştir.
Mezopotamya şehirlerinin mimari özellikleri, onları dışarıdaki bölgeler­
den ayrı tutmaktadır. Genellikle savunma hendeklerinin arkasında bulunan şehir
surları, ilk etapta savunma aracı olarak hizmet etti; ama aynı zamanda, hem sada­
kati geliştirecek hem de olası saldırganları caydıracak bir şehrin ihtişamı ve gücü
hissini hem sakinlerin hem de ziyaretçilerin zihnine aşılamanın bir aracı olarak da
hizmet ettiler. Bir kentin duvarları içinde en etkileyici yapı kentin ana tapınağıydı.
Tapınakları diğer tüm binalardan daha yüksek yapan platformlar, insanların tapı­
nağa girdiklerinde cennete doğru yükseliş duygusu taşımasını amaçladı. Bir veya
daha fazla ilahın ibadetine adanmış tapınaklar aynı zamanda rahipler tarafından
çalıştırıla.n, ticaretlerine katkıda bulundukları dokumacılar, çömlekçiler veya ku-

16
Aşk ve bereket tanrıçası olarak adlandırılan İştar Kapısı, MÔ yak laşık 57 5 yılında o sü­
reçte dünyanın en büyük şehri olan Babil'in kudretli kentini çevreleyen bir duvarın giriş noktası
olarak inşa edilmiştir. Kapının yeniden inşa edilmiş hali bugün Berlin'deki Pergamon Müzesi'nde
görülebilir. Bpk , Berlin/Vorderasiatisches Museum/Art Resource, NY, ART3 1 58 55.

yumcular gibi zanaatkarlara alan sağlamıştır; yanı sıra bürokrat-rahipler, yazarlar


ve öğretmenlerin işleriyle de ilgilenmişlerdir.
Tapınaklara ek olarak, kraliyet sarayları da genellikle kısmen kutsal olarak
kabul edilen kralların sahip olduğu otoriteye tanıklık eden kent faaliyet alanında
kendini gösteriyordu. Ayrıca, bu şehirlerdeki yapıların çoğu dar patikalar boyunca
tek katlı küçük evlerden oluşuyordu. Bu şehirler, daha sonraki şehirlerde olduğu
gibi, yapılarının oldukça net bir şekilde ortaya koyduğu toplumsal eşitsizliği son
derece somutlaştırıyordu.
Saraylar, önceden bağımsız kent devletlerini kapsayan topraklarının (örneğin,
Babil Krallığı ve Asur İmparatorluğu) gittikçe daha da genişlemesinin önemini asil
hükümdarların güçlü konumları olarak duyursalar da, aynı zamanda şehir yaşa­
mı özerk yönetimi teşvik etmiştir. Bazıları şehirlerde otoriteye sahip olan, bazıları
daha küçük ilçelerde faaliyet gösteren halk meclisleri, hem hukuk hem de ceza
davalarına bakan hukuk mahkemeleri olarak hizmet etmek amacıyla ortaya çık-

17
ŞEHİRLERİN TARİHİ

mıştır. Zamanla, bu meclislerin üyeleri muhtemelen yerel yönetimlerde daha büyük


bir rol almaları için rağbet gördüler. Bu konuda başarılı olup olmadıklarına bakıl­
maksızın, meclisler halkın endişesi olan konular hakkında münazara ve müzakere
etmek için toplantı yeri olarak hizmet etti. Buna ek olarak, bu kurumlar bünyesin­
de gerçekleşen faaliyetler, bütün yurttaşlar ve krallar arasında aracı olarak görev
yapan yeni grup yetkililerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu meclislerin yanı
sıra yetkililerden gelen baskılar, şehir sakinlerinin kırsal kesimde yaşayanlara düşen
yükümlülüklerden, özellikle vergi ve askerlikle ilgili olarak, muafiyet kazanmala­
rına yardımcı oldu.
Mezopotamya kentlerinde yaşayan erkekler, bu şehirler eski kuluçka merkezi
olarak hizmet ettikleri için yazının icadında önemli rol oynadılar. MÖ 4. binyılın
sonunda, kamu yetkilileri yönetiminde çalışan yazmanlar, alfabetik ve resimsel un­
surları birleştiren çivi yazısı olarak bilinen bir yazı sistemini kullandı. Çivi yazısı­
nın keşfi, kentsel yaşamın kuruluşuna büyük ölçüde olanak sağladı. Kil tabletlere
sözcük yazım işlemi, hükümetlerin kendisinin ve vatandaşlarının hak ve yüküm­
lülüklerini takip etmek için ihtiyaç duydukları kayıtları üretti. MÖ 1 8. yüzyılda
Babil Kralı Hammurabi tarafından öne sürülen kodlanmış yasalar, uzun sürede
çözülen bu kod, en eski önemli belgelerden biri olarak göze çarpıyor. Bu yasalar,
binbir çeşit işin ücretleri, göçmüş evlerin kurucularının yükümlülükleri, ev ve aile
ilişkileri, miras hakları, cinsel davranış ve askerlik görevini yapma zorunlulukları
gibi geniş kapsamlı meseleleri ilgilendiren 282 ayrı yasadan oluşur. Ayrıca, "göze
göz, dişe diş" ilkesine göre bu yasaları çiğnemenin sert cezaları olduğunu gösterir.
Yazılanların çoğu yasalara ve yönetime ait olmasına rağmen, birçok ticari işlem
belgeleri kaydedilmiştir. Diğerleri dualar, ilahiler veya ritüellerin talimatları şeklin­
de, dini amaçlara hizmet eder. Devletle, ekonomik ve dini konularla ilgili metinle­
rin ötesinde, diğer metinler de bilim, matematik, tıp, tarih ve edebiyat alanlarında
entelektüel ve kültürel üretimi somutlaştırdı.
Mezopotamya'da şehirlerin kurulması ilerledikçe, benzer gelişmeler aynı za­
manda hem Mezopotamya yakınlarında hem de olabildiğince uzak olan Doğu Asya
ve Latin Amerika gibi Neolitik Devrim'den yararlanan başka yerlerde de ortaya
çıkmaya başladı. Tahminen MÖ 3. binyıl ile MÖ 1 . binyıl arasında, Mezopotamya
öncülerini simgeleyen, birçok vasfı elinde bulunduran 1 0.000 ya da daha fazla nü­
fusa sahip bitişik yerleşimler ortaya çıktı. Bazı durumlarda, kentsel gelişim, kentsel
ve kentsel olmayan alanlar arasındaki ticari ilişkilerle bağlantılı olarak gerçekleşti
ve bu da kentsel biçimlerin ihracına veya en azından öykünmesine yol açtı. Tıpkı
bölgeler içinde gelişen şehir ağları gibi, şehirler de bölgeler-ötesi olarak gelişebilir,
çünkü görece gelişmiş bölgelerde yaşayan insanlar kentsel koloniler kurar ve ( bazı )
görece geri bölgelerin sakinlerinin izlediği örnekler oluşturur. Yine de çoğunlukla,
.

18
şehirlerin kurulması özerk bir biçimde gerçekleşti. Geniş ölçüde zamanla değişerek
de olsa, birçok şehir dış etkilerden yararlanmadan gelişti. Şehir kurma kapasitesi,
dünyanın tüm kıtalarında olmasa da çoğunda yaşayan insanlar arasında belirgin
hale geldi.
Her iki tür kentsel gelişme, Antik Mezopotamya dışında, güney ve batıda ve
Güneybatı Asya'dan Doğu Asya'ya kadar yarım düzine alanda kentsel yerleşim­
lerin yükselmesine yol açtı. Mezopotamya'nın güneybatısında, yine de Sümer et­
kilerinin izlerini taşıyan ayrı bir uygarlık ortaya çıktı. Güneyde Asuan'daki bir
çağlayandan kuzeyde Nil Deltası'na 600 mil uzaklıkta Nil Nehri'nin iki yanında
yer alan Mısır'ın çeşitli krallıkları (ilki MÖ 3 1 00 civarında Menes adlı bir fatih
Yukarı ve Aşağı Mısır'ı birleştirmeyi başardığında kuruldu) Nil'in yıllık taşkınla­
rından yalnızca tarımsal olarak faydalanmadı. Aynı zamanda, Basra Körfezi'nden
Arabistan çevresinde ve Kızıldeniz'e kadar uzanan deniz yolu boyunca gerçekleşen
ticari alışverişlerin sonuçlarından da büyük olasılıkla yararlandılar. Ticari etkile­
şimlere yol açan yollar ne olursa olsun, görünüşe göre Mezopotamya inşaat yön­
temleri (özellikle tuğla kullanımı) ve ayrıca resimli yazı pratiği ve bakır üretimi de
Sümer'den Mısır'a geçmiş olabilir. Sümer etkileri, muhtemelen Mısır şehirlerinin
çeşitli biçimlerde yükselişine katkıda bulundu.
Bununla birlikte, Mısır şehirleri Mezopotamya'da ortaya çıkan şehirlerden ol­
dukça farklıydı. Memphis (Menes tarafından iktidara geldikten kısa bir süre sonra
kuruldu) ve Teb (2050 civarında başlayan yeni bir hanedan tarafından bir yönetim
merkezi olarak Memphis'in güneyinde kuruldu) gibi yerler Mezopotamya benzer­
lerine kıyasla nispeten küçüktü. Buna ek olarak, eski Mezopotamya şehirlerinin
aksine, onlar şehir devletleri değildi. Bulundukları bölge devletlerinin başkentleri
yerine faaliyet gösteriyorlardı. Coğrafi kopuklukları, onları yakındaki şehir devlet­
lerinin orduları tarafından saldırı tehdidinden kurtardı; güçlendirilmeye ihtiyaçları
yoktu ve sonuç olarak etrafları duvarlarla kuşatılmadı. Kentlerin içinde ticari ve
üretim faaliyetleri nispeten tam gelişmemişti. Memphis, Teb ve eyalet başkenti ola­
rak hizmet veren diğer Mısır şehirleri ekonomik faaliyetler merkezi değil, öncelikle
idari ve dini merkezlerdi ve önde gelen vatandaşları tüccarlar değil, bürokratlar ve
rahiplerdi. Yine de, büyük bir zenginlik yaratmasa bile, Teb onu sergiledi. Büyük
ve görkemli sarayı, tapınakları, krallar ve soyluları için pek çok mezarı ve MÖ
yaklaşık 1400'lerde 50.000 ila 80.000 civarında bir nüfusu ile halkının gözünde
büyük bir metropol olduğu ortaya çıktı. İçlerinden biri burayı arketipsel kentsel yer
olarak övdü: " Ona şehir deniyor; diğerleri, onun aracılığıyla kendilerini büyütmek
için onun gölgesi altında." ( 3 ) MÖ 500'den önce Afrika'nın başka yerlerindeki
şehirler, esas olarak Mısır'ın hemen güneyinde ortaya çıktı. MÖ 2. binyılda, bu­
günkü Sudan'daki küçük Kerma şehri, bu bölge bir Mısır sömürgesi olana kadar
bir Kerman Krallığı'nın başkenti olarak hizmet etti.

19
ŞEHİRLERİN TARİHİ

Mısır'ın Teb, Tiryns ve Pylos kentleri, günümüzde Yunanistan'daki Mycenae


kentinden yayılan ve MÖ yaklaşık 1 400 ila 1200 arasında zirveye ulaşan ticari bir
imparatorlukta önemli bir yere sahip olmuştur. MÖ 2. binyılın bitiminden son­
ra başlayarak şehirler, Yunanlıların iskan ettiği bölgelerde, Yunan toprakları ve
Akdeniz'in doğu kısmındaki adalar üzerinde ortaya çıkmaya başlamıştı. En eski
şehir kurucularından bazıları bölgeye kuzeyden göç etmiş olan insanlardı. Karma­
şık ve ağır tahkimatları ve sarayları ile dikkat çeken Miken şehirleri yine de, muh­
temelen MÖ 1 000 civarında Darlar olarak bilinen Yunanlılar tarafından kuzeyden
yapılan başka bir istiladan sonra, düşüşe girdiler ve Ege bölgesindeki diğer şehirlere
bıraktıkları miras önemli değildi.
Şehirler ayrıca, MÖ 3. binyıl boyunca, şu an Lübnan ve Suriye'de Fenike ola­
rak bilinen küçük bir bölümde Akdeniz'in doğu kıyısında türemeye başladılar. Bu
şehirlerden ilki, fetih yoluyla değil, tamamen ticaret yoluyla kendilerini destekle­
yen, denizcilikle uğraşan insanların yaşadığı bir sahil kasabası olan Biblos'tur. Ora­
da bulunan tüccarlar sadece Güneybatı Asya'da değil, Kafkaslar ve Sudan kadar
uzakta da ticaretle uğraştılar. Daha sonraki yüzyıllarda, Beyrut, Akka, Sidon ve
Sur olmak üzere bölgede çok sayıda başka şehir ortaya çıktı. Biblos gibi, bu şehir­
ler de sakinlerinin uzun mesafeli ticaret için gemilerini denize indirdikleri Akdeniz
kıyısında bulunuyorlardı. Fenikeli tüccarlar sedir, cam, mücevher ve dokuma ku­
maş ihraç etmiş, üretimde kullanılmak üzere yabancı limanlardan yiyecek ve ham
maddeleri geri getirmiştir. Şehirleri bölgedeki en büyük şehirler arasında değildi.
MÖ 1 200 ile 700 yılları arasında, hiçbiri 30.000 nüfusu geçmedi, ancak bölgede
refahları ve ihtişamlarıyla öne çıktılar.
Fenike şehirlerinin en meşhur olanı Ezekiel'in söylediği İncil peygamberi-
ni methedenlerin şehri Sur idi:
Sınırlarınız denizlerin göbeğinde; kurucularınız güzelliğinizi mü­
kemmelleştirdi. Bütün kalaslarını Senir'den [Hermon Dağı] ge­
len köknar ağaçlarından yaptılar; size bir gemi direği yapmak
için Lübnan'dan bir sedir aldılar. Küreklerinizi Başan meşelerinden
[Celile Denizi'nin doğusunda] yaptılar; Kıbrıs kıyılarından çamlar­
la ince fildişi oymalarıyla güvertenizi yaptılar. Yelkeniniz Mısır'dan
gelen ince işlemeli ketendendi ... Denizin tüm gemileri ve denizcileri,
mallarınızı takas etmek için sizdeydi. ( 4)
Fenikeliler yalnızca ülkelerinde şehir kurmayıp, aynı zamanda yurt dışında
da sömürgeleştirme sürecini yürüttüler ve batıya kadar adlarından söz ettirdiler.
Birkaç yerde liman kolonileri kurdular, bunlar daha sonra kendi başlarına şehir
haline geldiler, en önemlisi Kuzey Afrika'da Kartaca (MÖ 5. yüzyılın sonunda Batı

20
Akdeniz'de baskın şehir oldu), Sicilya Adası'nda Palermo ve İspanya'da Cadiz'di.
Aynı zamanda fonetik bir alfabe geliştirmede öncülük ettiler. Bu, kentsel yaşamın
giderek artan önemli temelleri olan yazılı kayıtların tutulmasına büyük ölçüde ola­
nak sağladı.
Güneybatı Asya'dan gelen uyaranlar, ticaret yoluyla, bugünkü Pakistan'dan
başlayarak Güney Asya'da meydana gelen kentsel büyümeye de katkıda bulun­
muş olabilir. Hem tarımsal hem de ticari açıdan güçlü Indus Nehri'nden fayda­
lanan bölgenin sakinleri, MÖ yaklaşık 2500 ila 1 500 arasında, Indus Vadisi'nde
bulunan çeşitli şehirlerde bir araya geldiler. Bu bölgedeki büyük şehirler Harappa
ve Mohenjo-Daro, yüzlerce mili aşan uzaklıkta bir Harappan İmparatorluğu'nun
başkenti olarak hizmet ediyordu. Mekansal bir görüş açısından nispeten büyük­
tü. MÖ 2000 yılı civarında, her biri yaklaşık bir mil karelik bir alanda yaşayan
yaklaşık 40.000 nüfustan oluşuyordu. Onlar, Mezopotamya'daki şehirlerin aksi­
ne, büyük olasılıkla tek bir yöneticinin emrinde dikkatlice tasarlandıklarını gös­
teren ortak zemin planlarına göre özenle hazırlandı. Sokaklar ızgara dokularına
göre inşa edildi; her şehrin batı kenarında kuvvetlendirilmiş bir kale vardı, kuyular
ve hamamlar vardı, karmaşık drenaj sistemleri vardı. Bu şehirler aynı zamanda
taşkınlardan korunmak için setler ile çevriliydi. MÖ 1 500 yıllarında Harappan
İmparatorluğu, bölgeye Orta Asya' dan taşınan Sanskritçe konuşan Aryan işgalcile­
rin kurbanı oldu. Hem bu değişimin hem de diğerlerinin bir sonucu olarak, doğal
faktörler (yağışların azalması ve nehir kayması gibi), Indus Vadisi'ndeki şehirlerin
kısa sürede aniden zayıf düşmesine neden oldu. Daha sonra, güneydoğuda, çeşitli
krallıkların çoğalışına, Ganj Nehri boyunca yeni kasabaların gelişmesiyle birlik­
te, MÖ 500'lerde eşlik edildi. Sonrasında çok geçmeden, MÖ 4. ve 1 . yüzyıllar
arasında Hindistan'ın çoğuna hükmeden Mauryan İmparatorluğu'nun kurulması,
aynı zamanda, başkent Pataliputra olmak üzere Ayodhya ve Benares gibi yerlerin
varlığına örnek oluşturmuş ve kent merkezlerinin gelişmesine yol açmıştı.
Güney Asya ile Doğu Asya arasında bazı ticari bağlantılar olmasına rağmen,
Çin'de kentleşmenin büyük oranda bağımsız bir gelişme olduğu kabul edilmelidir.
Henüz MÖ 3000'de ortaya çıkmış şehirlere ait bazı kanıtlar olsa da çoğu tarihçi
Çin şehir tarihi konusundaki hesaplarına Shang ve Zhou hanedanları döneminde
MÖ 3. ve 1 8 . yüzyıllar arasında meydana gelen gelişmelerle başlar. İlk şehirler
Kuzey Çin'de, Yellow River yakınlarında ortaya çıktı. Bu yerleşim yerlerinden en
belirgin olanı, MÖ yaklaşık 1 300'deki Shang başkentinin ve MÖ 1 02 l 'deki Shang
hanedanın sonu olan Yin'dir. Bu yıllar boyunca, art arda gelen Shang hükümdar­
ları şehri Çin'in politik, ekonomik, askeri ve kültürel açıdan bir merkeze çevirdiler.
Yin'in kazılan kalıntıları, şehirden geriye kalanları UNESCO Dünya Mirası alanı
olarak belirledi. Bu, kentin 1 00.000'den fazla nüfusunun çoğunun içinde bulundu-

21
ŞEHİRLERİN TARİHİ

ğu, etrafı bir duvarla kuşatılmış ve birkaç mil karelikten daha büyük olan 100 dö­
nümlük bir alanı kapsamaktadır. Yin, içinde, etrafı duvarlarla çevrilmiş bir saray,
200 konut (çoğunlukla üst sınıf yetkililer için) ve binlerce mezar bulunduruyordu.
Bir tahmine göre, MÖ 772 ile 480 arasında, Çin'in kuzeyinde yetmiş sekiz adet ek
şehir ortaya çıktı. Kentleşme aynı zamanda merkezi Doğu Çin'de Yangtze Nehri
boyunca, güney kıyı bölgelerinden daha uzakta ve Tayvan'da gerçekleşti. Sonuç
olarak, MÖ 500 civarında, Çin zaten, 1 00.000'den fazla nüfusla altı şehirden dör­
düne sahipti. Bu büyüklükteki şehirlerler o zamanlar dünyanın başka hiçbir bölge­
sinde kurulamadı.
Atlantik Okyanusu'nun öbür yanında, Latin Amerika'nın orta ve kuzey ke­
simlerinde, şehirler MÖ 70. yüzyılın başlarında Olmecler ve Mayalar tarafından
kurulmuş olabilir. MÖ 600 yılına kadar, And Medeniyeti bölgesinde de şehirler
vardı. Şu anda bir UNESCO Dünya Mirası sit alanı olan Tiwanaku, onlardan biri
olabilirdi, bundan epey sonralara kadar adı duyulmamış olsa da.
MÖ ilk binyılın ortalarında, kentsel büyüme dünyanın bir yerinden diğerine
geniş bir çeşitlilik gösterdi. Çoğu bölgede, şehirler hala nadir görülen olaylardı.
Avustralya'da, Kuzey Asya'da, Kuzey Avrupa'da, Sahra Çölü'nün güneyindeki
Afrika' da ve hem Güney hem de Kuzey Amerika'nın çoğunda, şehirler ya hiç yoktu
ya da sayıca çok azdı ve boyut olarak çok küçüktü. Öte yandan, Akdeniz'den Gü­
neybatı Asya'ya, Güney Asya, Çin ve daha az da olsa, Meksika ve Orta Amerika'da,
çok sayıda şehir merkezi ağı, büyük bir şehircilik çağının başlaması eşiğinde teme­
lini attı.

22
ANTİK DÖNEMDE
GÜN EY ASYA'DA Kİ ŞEHİRLER
Charsadda.
•Taxila
Akra•

.Harappa

Kalibangan.
Banawali• Hastinapura
• aanweriwala •
Rakh
Mathura •

•Dholavira
Kuç • Ujjayini
Körfezi

HİNDİSTAN

Bengal Körfezi

Umman
Denizi

Andaman
Adaları g��
.

Loccadive adhapura
Denizi

o 100 mi
Hint Okyanusu o 100km

Yaygın kentleşme, Orta Doğu'dan biraz sonra, şu anda Hindistan ve Pakistan olan Güney
Asya'da gerçekleşti. Indus Vadisi, Mohenjo-Daro ve Harappa'da özellikle belirgin hale gelen
büyük bir kentsel gelişim merkezi idi. Niko Lipsanen'in bir haritasına göre.

23
Bölüm 2

Büyük Şehirler, MÖ 5 00 - MS 3 00

Ö 1 . binyılın ikinci yarısı ve bundan sonraki birkaç yüzyıl, Akdeniz


Mkıyılarında canlı bir kentsel uygarlığın yeşermesine tanık oldu, birçok
izi hala sadece arkeologlar ve tarihçiler tarafından değil, aynı zamanda hayran­
lık uyandıran turist orduları tarafından da ziyaret edilmekte ve denetlenmektedir.
Kendilerinden önceki Fenikeliler tarafından üstlenilen her şeyden çok daha geniş
bir ölçekte, girişimci ve genişleyen Yunanlılar ve Romalılar, etkileyici bir şehir kur­
ma programı yürüttüler. Günümüzde Türkiye ve Avrupa'nın batı kesimlerinin yanı
sıra, Kuzey Afrika kıyılarında yüzlerce kentsel yerleşim kurdular. Kendilerini yük­
sek derecede etki ve kontrol uyguladıkları çok sayıda başka yere bağlayan şehir
ağları içinde yerleşmiş olan Atina ( bir şehir devleti) ve Roma ( bir imparatorluğun
başkenti), klasik dönemde Akdeniz bölgesinde dünyanın önde gelen şehir merkez­
leri olarak ortaya çıktı.
Atina'nın diğer Yunan şehirlerinden (örneğin, Corinth ve Sparta) çok daha
fazla nüfusu vardı. Hem şehrin kendisini hem de Atina (Atika olarak bilinen) ta­
rafından yönetilen çevresini sayarsak, nüfusu 200.000'i aştı. Büyüklüğü kesinlikle
komşularıyla ilişkili olarak üstünlüğüne katkıda bulundu, ancak büyüklüğü dikkat
çekmeyi en çok hak eden şey değildi. Her ne kadar diğer Yunan şehir devletlerinin
vatandaşlarından farklı olarak Atinalılar evlerinden uzakta sömürge kurucuları
olarak öne çıkmasalar da şehirleri olağanüstü dinamik bir kentsel yaşam merkezi
olarak görülüyordu. Aslında, MÖ 5. yüzyıl boyunca bölgelerindeki diğer şehirler
üzerinde ve örneğin daha sonraki yüzyıllarda başka yerlerde yaşayan insanlar üze­
rinde önemli ölçüde bir etki yapmıştır. Özellikle Atina geçmişinde bir " altın çağ"
olan 5 . yüzyılda, şehir, bilginlerin onu Batı medeniyetinin beşiği olarak adlandır­
masına neden olan gelişmeler yaşadı ve nitelikler sergiledi.

25
ŞEHİRLERİN TARİHİ

Atina'nın yaratıcılığı mimarlıkta, politik kurumlarda, edebiyatta ve felsefe­


de kendini gösterdi. Atina'nın büyüklüğü, iç ve dış olayların karışmasına zemin
hazırladı. İlk olarak, zalim hükümdar Peisistratus ve oğullarının yönetimi, MÖ
508'de Atina Cleisthenes'in önderliğinde göreceli olarak demokratik bir hükümet
biçimini yıktı. Atina'nın önde gelen devlet adamı Perikles, MÖ 431 'de, Sparta'yla
bir çatışmadaki savaş şehitlerinin cenaze töreni konuşmasında Atina'nın siyasi ve
toplumsal mükemmelliğiyle gurur duyduğunu belirtti. Atinalı tarihçi Thucydides,
konuşma yapıldıktan kısa bir süre sonra yazarak, Perikles'in söylediğini düşündü­
ğü şeyi yeniden yapılandırdı:
Anayasamız komşu devletlerin yasalarını kopyalamaz; biz taklit­
çiden çok başkaları için bir modeliz. Yönetimi, bazıları için değil
ama çoğuna lütuftur; bu nedenle buna demokrasi denir. Kanunlara
bakarsak, özel farklılıklarında herkese eşit adaleti sağlarlar; sosyal
statü yoksa, kamusal yaşamdaki ilerleme kapasite itibarına düşü­
yor, sınıfsal düşüncelerin liyakate müdahale etmesine izin verilmi­
yor; yoksulluk yolu engellemez, eğer bir insan devlete hizmet edebi­
liyorsa, durumunun belirsizliği tarafından engellenmez.
Thucydides'e göre Perikles şu iddiada bulundu: "Biz Atinalılar eğer örnek alın­
mazsak tüm olayları yargılayabiliriz ve tartışmayı eylem yolunda bir engel olarak
görmek yerine, herhangi bir akıllı eylem için vazgeçilmez bir ön hazırlık olduğunu
düşünürüz." Perikles'in görüşüne göre, Atina'da açıkça görüldüğü gibi, böylesine
yüksek derecede eşitlik ve özgürlükle öne çıkmış bir şehir, vatandaşlarının sevgisini
fazlasıyla hak ediyordu ve bunu dinleyicilerini açıkça göstermeye teşvik ediyordu .
(1)
Atina bugünkü demokrasi olarak gördüğümüz şey değildi. Kadınlar, hükü­
metsel süreçlerinde hiçbir rol oyna �adılar ve tahminen nüfusun üçte biri, kamu
işlerinin müzakeresinin dışında tutulan sesler olan kölelerden oluşuyordu. Bununla
birlikte, özgür erkekler arasında, vatandaşların meclislerinde oy kullanma ve kamu
görevini sürdürme konusunda yasal eşitlik ve eşit haklar hakimdi; bu da Atinalılara
popüler egemenlik fikrini ve uygulamasını keşfettiklerini iddia etme hakkı verdi.
Atina'nın beşinci yüzyıldaki zirvesine yükselişi, daha önceki savaşlarda Yu­
nanlıların başarılı liderliğinin sonucuydu. Komutanları Pers İmparatorluğunu Yu­
nan pahasına genişletmeye çalışan güçlü ordulara ve Pers filolarına karşı kendile­
rini savunmak için bir araya gelmişlerdi. MÖ 490 ve 479 yılları arasında karada
ve suda yapılan birkaç büyük muharebede, Pers kuvvetleri bozguna uğratıldı ve
Yunanlı olmayanların Yunan bağımsızlığına yönelik oluşturduğu tehdit önlendi.

26
Çatışmada üstlendiği lider rolünün bir sonucu olarak, Atina, bölgedeki gücü ve
saygınlığı ile büyük ölçüde gelişti ve Yunan şehir devletleri arasındaki önceliği bir­
kaç on yıl boyunca sorgulanmadan kaldı.
Atina'nın imajı yalnızca özerklik ve askeri erdemler konusundaki itibarı ile
değil, mimarisi ve diğer kültürel kazanımlarıyla da geliştirildi. Atinalılar ve mütte­
fikleri Persleri uzak tutsa da şehirleri çok fazla fiziksel yıkıma uğramıştı. Ancak bu,
Atina'nın yükselişine de büyük katkı sağladı, çünkü muazzam bir yeniden yapılan­
ma planının başlatılmasına yol açtı. Pericles'in öncülüğünde, sadece birkaç onyıllık
bir sürede, çok sayıda etkileyici yapı tamamlandı. Kişisel sefalet aşırı kalabalık
yerleşim bölgelerinde yaygındı, ancak büyük bir kamusal refah ve ihtişam vardı.
5 yüzyıl sonra, Yunan tarihçi Plutarch, yapıyı şu şekilde tarif etti: "O zamanlar
eserler büyüdü, boyut olarak daha az görkemli değildi, form olarak da mükem­
meldi . . . ancak en harika şey, uygulama hızlarıydı. Herhangi birinin tek başına
tamamlanması için . . . birkaç ardıl ve insan çağına ihtiyaç duyabileceği taahhütler,
her biri tek bir adamın siyasi hizmetinin zirvesinde ve asalında gerçekleştirildi. "
(2) Çeşitli kamusal amaçlara hizmet eden binaların inşasına odaklanan bu proje,
'
özgür erkeklerin kamu işlerine vatandaşlar olarak katılımıyla canlandırılan ve bes­
lenen yurttaşlık bilinci ruhuna görünür bir ifade verdi. Meclis olarak bilinen bir
açık hava yönetim merkezinin içinde ve çevresinde erkekler devlet işlerine, alım
satıma, spor etkinliklerine, tiyatro gösterilerine ve tapınaklarda ibadete katılmak
için toplanırlardı.
Yunan mimarisi, Akropolis olarak bilinen bir kaya plato üzerindeki üst merci
olan meclisin refah dönemlerindeki en üst noktasına ulaştı. Devasa bir kapı olan
Propylaea'yı geçtikten sonra, sıra, eski bir Atina kahramanına adanmış olan Erekt­
heum adında bir tapınağa gelir, son olarak da aynı zamanda bir tapınak ve antik çağ
boyunca inşa edilebilecek en meşhur ve hayran olunmuş tek yapı olan Parthenon'a
gelir. İç mekanı çevreleyen kırk altı Dor sütunları ve heykeltıraş Phidias yönetimin­
de üretilen ve yapıların çatıları arasına yerleştirilen görkemli heykelleri ile estetik
açıdan mükemmel olan Parthenon sadece tanrıça Athena'ya değil aynı zamanda
simgelediği şehirlere adandığını somutlaştırıyor. Frizin tasvirleri şehri ve vatandaş­
larının birliğini gelecek nesiller için değer taşıyacak şekilde anıtlaştı.
Tiyatro ve felsefede, Yunan düşünürleri insan durumunu inceledi. Birçok oyun
halka açık bir şekilde gerçekleştirildi. 5. yüzyıl Yunan oyun yazarlarının en büyüğü
Aeschylus, Sophocles ve Euripides'tir.

27
Parthenon, heykeltıraş Phidias'ın friz/eriyle, M ô 5. yüzyıl boyunca Atina'daki Akropolis'te
inşa edilen etkileyici çeşitli kent yapılarının en başında geldi. Bu binalarda gerçekleşen dini tö­
renler, Yunan tanrılarına ve aynı zamanda bir vatandaşlar topluluğu olarak şehre bir takdir
nişanesi gösterdi. Raya/ Ontario Müzesi, Toronto, katılım sayısı 9 5 6. 1 1 8.

Oresteia (yazarı Aeschylus), Oedipus Kralı ve Antigone (yazarı Sophocles) ve


Medea (yazarı Euripides) gibi şiir şeklinde yazılan triloji olarak bilinen trajedilerde,
bu yazarlar, ailevi çatışmalar, dini ve ahlaki yükümlülükler arasındaki çatışmalar
ve hukukun üstünlüğüne ilişkin çatışmalarla ilgili derin sorunları dile getirdiler. Bu
oyun yazarları, bu tür çatışmaların adaletin tecellisi adına nasıl çözüleceğine kendi­
lerini adadılar. Özellikle Sophocles, birinin iktidara sahip olmasının ahlaki sorum­
luluk duygusunu nasıl altüst edebileceğini göstermeye çalıştı (Antigone'daki Kral
Kreon örneğinde olduğu gibi) . Ayrıca, en dikkat çekeni Aristophanes tarafından
yazılmış, tiyatro komedilerinin esprili bir dışavurumuydu. İçlerinde Yunan tanrı­
larının yanı sıra Perikles, diğer politikacılar ve bürokratlar, ordu mensupları, iş
adamları ve aydınlar gibi devlet adamlarından oluşan geniş bir hedef yelpazesini
açıkça rezil etti. Yüksek derecede konuşma özgürlüğü, onun ve diğerlerinin emper­
yalizm, savaş vurgunluğu ve vicdansız politikacılar tarafından iktidar arayışı gibi
birçok insanı ve uygulamayı eleştirmesini mümkün kıldı ve böylece şehrin çekici
olmayan yönlerini sorguladı.

28
Felsefe de özellikle Sokrates'in şahsında cisimleştiği için gelişti. Kendi ceha­
letini itiraf ederek, bildiklerini düşündüklerini nasıl bildikleri üzerinde durmadan
düşünmelerini isteyerek başkalarını aydınlatmaya çalıştı. "Atina'nın at sineği"
olarak bilinirdi ve sonunda dine aykırı düşünceleri ve sorularıyla Atinalı gençleri
ayartması nedeniyle ölüme mahkum edildi, ancak düşünsel mirası öğrencisi Plato
tarafından canlı tutuldu.
MÖ 431 'de Atina ve Sparta arasında başlayan ve hükümdarların bölgedeki
Atina'nın gücünün büyümesinden korkan diğer Yunan şehir devletlerinin destekle­
diği savaşın çıkmasının ardından, Atina'nın demokrasisi ağır bir darbe aldı. Bu sa­
vaşlar MÖ 404'te Atina'nın mağlubiyeti ile sona erdi. Bu sırada, Spartalıların dik­
tesi altında, Atina'dan liman bölgesine giden yolu koruyan uzun bir duvarı yıkması
ve "otuz zalim" olarak bilinen oligarşik bir hükümeti kabul etmesi gerekiyordu.
Atina eski önemini asla geri kazanamadı. MÖ 3 3 8 'de Atina, bir kez daha yenilgiye
uğradı, bu kez Yunanistan'ın Makedon krallığının yöneticisi olan il. Philip'in elin­
deydi. Atina hemen dış yönetim altına girdi (MÖ 146'da Roma İmparatorluğu'nun
bir parçası oldu). 4. yüzyıl yine de edebiyat ve felsefe alanlarında yüksek düzeyde
devam eden bir üretime tanık oldu. Komik şair Aristophanes, MÖ 3 8 8'de ölümü­
ne kadar yoğun şekilde siyasi ve sosyal hiciv içeren sahne eserleri yazmaya devam
etti. Daha sonra, Platon ve öğrencisi Aristoteles hem filozoflar hem de eğitimciler
olarak büyük, kalıcı ün ve nüfuz kazandılar; Aristoteles sadece Atina'da değil, aynı
zamanda Makedonya'da da Kral Philip'in oğlu İskender'e ders veren bir öğretmen
olarak görev yaptı.
İskender yalnızca birkaç yıl içinde Yunanistan ve Mısır boyunca Kuzey
Hindistan'a ulaşarak imparatorluk dünyasının bölge fatihi olarak büyük ün kazan­
mıştır. Bu alanda, kazandığı topraklardaki kontrolünü büyük ölçüde güçlendirmek
amacıyla yetmiş şehir kurdu. Bu ve diğer şehirler MÖ 4. yüzyıl boyunca ve sonra­
sında Doğu Akdeniz'de gelişti (ör. Bergama ve Antakya). Ayrıca, İskender'in erken
ölümü ve kurduğu imparatorluğun dağılmasından çok sonra Yunan (veya Helen)
etkilerinin Yunan olmayanlara yayılması için düğüm noktaları olarak hizmet etti­
ler. Kendisinden sonra adlandırdığı birçok şehir arasında, İskenderiye (MÖ 332'de
Kuzey Mısır'da bir liman kenti olarak kuruldu) Batı dünyasında kentsel yaşamın
lideri olarak parladı. Eski zamanlarda 200.000 ila 500.000 arasında bir nüfusa
sahip olan İskenderiye, MÖ 3. ve ilk yüzyıllar arasında Roma'nın büyüklüğünü,
zenginliğini ve ihtişamını aştı. Bölge MÖ 30'da Romalılar tarafından fethedilene
kadar (İmparatoriçe Kleopatra dahil) Yunan kumandanları tarafından yönetilen
bir krallığın başkenti olarak hizmet etti.
Yunan şehir plancısı Rodos Dinocrates'in İskender'in talimatlarına göre ızgara
şeklinde düzenlediği şehir, doğudan batıya yaklaşık dört mil genişledi ve dokuz mil

29
ŞEHİRLERİN TARİHİ

uzunluğunda olduğu varsayılan bir duvarla çevrildi. Bu alanın içinde veya bitişi­
ğinde, heybetli yapıların çokluğu sadece şehrin ticari zenginliğine değil (çoğu fildişi,
abanoz, baharat ve tahıl ihracatına dayanmaktadır), aynı zamanda Batlamyus hü­
kümdarlarının hırslarına bağlıdır. Hem gösteriş yapmak hem de hanedanlık güçle­
rini artırmak için anıtsal mimariyi araç olarak kullanmışlardır. MS 7 ve 1 8 yılları
arasında yazan Yunan coğrafyacı Strabo onların başarılarını şöyle övdü:
Şehir kamusal ve kutsal binalarla doludur, ancak en güzeli, 200
metre uzunluğunda bir stadyumdan daha fazla sütunlara sahip
olan Gymnasium'dur. Ve [şehrin] ortasında hem adalet mahkeme­
si hem de korular vardır. . . Ve şehir, en güzel halka açık mahalleleri
ve ayrıca şehrin tüm çevresinin dörtte birini, hatta üçte birini oluş­
turan kraliyet saraylarını içerir. . . Müze ayrıca kraliyet saraylarının
bir parçasıdır; içerisinde halka açık bir yürüyüş alanı, koltuklu
bir eksedra [müzakere amaçlı yarım daire biçimli bir dış alan] ve
müzenin akademisyenlerinin ortak odasının bulunduğu geniş bir
ev vardır. ( 3 )
Batlamyuslular yüzlerce metre yüksekliğinde devasa bir deniz feneri inşa etti­
ler. Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak bilinen bu yapı, büyük limana
giriş noktasında Pharos Adası'nda MÖ 280 civarında inşa edilmiştir. Diğer binala­
rın bolluğu, özellikle Canopus Caddesi adlı muhteşem bir cadde boyunca, İskende­
riye refahını ve saygınlığını ilan etti.
Atina gibi, İskenderiye de şehirler arasında yalnızca binaları nedeniyle değil,
aynı zamanda ve daha da önemlisi içerdikleri nedeniyle de üstünlüğe sahipti. Stra­
bo tarafından övülen müzenin, dünyanın en büyük kütüphanesi olduğu söyleniyor­
du. Yunanca yazılmış ya da Yunancaya çevrilmiş papirüs rulola rı üzerinde 700.000
kadar eserden oluşan kütüphane bir araştırma merkezi olarak hizmet vermiştir.
Bilginler, bilgi edinmek ve paylaşmak için buraya şehir içinden ve Mısır'ın baş­
ka yerlerinden ve hatta diğer birçok ülkeden geldiler. Böylece, entelektüel yaşamı
büyük ölçüde teşvik eden etnik, kültürel ve dinsel çeşitlilikle dolu bir topluluğa
girdiler. MÖ 236'da baş kütüphaneci olan Eratosthenes; Avrupa, Afrika ve Asya
kıtalarını gösteren, bilinen dünyanın ilk haritasını çizmesi için ona olanak sağlayan
yolcuların raporlarından yola çıkarak hesaplamalar yaptı.
Canlı hayvanlar üzerinde deney yapan ve hatta cesetler üzerinde inceleme ya­
pan tıp araştırmacıları, beynin bölümlerini, kalbin kapakçıklarını, damarlar ve
arterler arasındaki bağlantıları tanımladılar. İskenderiye'de toplanan diğer bilgin­
ler Eski Ahit'i Yunancaya çevirdiler ve böylece Hıristiyanlık vakfının önemli bir

30
ALEXANDRIA
lN CLEOPATRA'S DAY

Hippodrome
-

Milattan sonraki yılların başlangıcında, İskenderiye dört mil doğu-batı yoluna, Canopic Yo­
luna ve bunların yanı sıra olağanüstü evlere, tapınaklara ve diğer kamu binalarına sahip olmak­
tan gurur duyuyordu. Kraliyet Mahallesi'nin hemen kuzeyinde dünyanın en büyük kütüphanesi
yer alıyordu. İki büyük liman, gemiler için güvenli barınaklar sağladı. Yön güdüm, dünyanın
yedi harikasından biri olarak tanımlanan 400 fitten uzun bir deniz feneri tarafından sağlanı­
yordu. Cleopatra: A Life, Stacy Schiff, Telif hakkı © 201 0 Stacy Schiff'e aittir. Little, Brown ve
Company'nin izniyle kullanılmıştır.

parçası olacak bir metin hazırladılar. İskenderiye, tüm bu ve diğer birçok yönden,
Helenistik dünyanın kültürel başkenti olarak ününü fazlasıyla hak etmiştir.
Batlamyus krallığı, başkenti İskenderiye ile birlikte bağımsızlığını yitirdiğinde,
merkezi yarım binyıldan daha önce kurulmuş olan bir imparatorluğa dahil oldu.
İmparatorluğun güçlü başkenti olan Roma şehri, MÖ 8. yüzyılın ortalarına ka­
dar uzanıyordu. İtalya'nın ve topraklarının çoğunun MÖ 270 civarında saltanatın
altındaki Etrüsklerin yaşadığı kuzeye getirilmesiyle Roma giderek büyüdü. MÖ
1 50 yılına gelindiğinde, en az 300.000 nüfusa sahipti. Kent, MS 2. yüzyıl boyunca
demografik zirvesine ulaştı. O zaman, nüfusu en az 700.000 ve belki de 1 . 2 milyon
kadar çok idi. Dünya tarihindeki ilk dev şehirdi; sayısal olarak (ve başka şekillerde)
daha önce var olan diğer şehirlerden çok daha üstün bir şehir. Başlangıçta krallar
tarafından yönetilen Roma, Atina gibi MÖ 500'de bir cumhuriyet haline geldi.
Bununla birlikte, Atina cumhuriyetinin aksine, Roma cumhuriyetine, Roma sena-

31
ŞEHİRLERİN TARİHİ

tosunu kontrol eden toprak sahibi aristokratlar hakimdi. Bununla birlikte, plebler
olarak bilinen aristokrat olmayanlar da temsil edildi ve MÖ 287'de bu adamlar ek
güç kazandı.
Daha sonraki yüzyıllarda, Roma cumhuriyetçiliği, köle isyanları ve güvenilir­
liği sarsan üst sınıfların üyeleri arasındaki açgözlülük nedeniyle önceki canlılığını
kaybetti. Nihayetinde cumhuriyet, MÖ 27 ile MS 14 arasında ilk olarak Sezar
Augustus'un oturduğu imparatorluk tahtı, miras yoluyla geçen imparatorlar ta­
rafından üstün gücün tutulduğu siyasi bir sisteme yol açtı. Eski rejimin düşüşü
beraberinde yeni bir rejimi getirdi ve ardından Roma valilerinin hüküm sürdüğü
bölgenin hacminden çok daha büyük, MS 2. yüzyılın başlarında zirveye ulaşan
istikrarlı bir büyüme izledi. O sıralarda, Roma İmparatorluğu; İspanya, Galya (şu
anda Fransa) ve İngiltere'nin çoğu dahil olmak üzere neredeyse Akdeniz çevresine
Ve aynı zamanda kuzeye doğru uzanıyordu. İmparatorluk genişledikçe, sadece baş­
kenti çok daha kalabalık nüfuslu değil, aynı zamanda söz konusu halkın neredeyse
tamamından büyük ölçüde kaynak sağlayabildiği için çok daha varlıklı hale geldi.
Yüzyıllar boyunca olduğu gibi büyüyen Roma, İskenderiye'nin aksine, usta
bir planlamacının birleştirici bakışını yansıtmadı. Uzun bir süre sokakları dar ve
gürültülü idi; çok katlı konutları aşırı kalabalıktı ve şehrin sakinleri periyodik tifo,
tifüs ve kolera salgınlarına maruz kaldılar. Ancak, Atina ve İskenderiye gibi, Roma
da kentin gelişiminin büyüklüğü ve yoğunluğu açısından yetersiz olmasına rağmen,
kamu binalarının ve hizmetlerinin değeri konusunda sonsuz bir inanca tanıklık
eden bir mimari gelenekten faydalandı.
Zaten cumhuriyet döneminde, kamu görevlileri kamu tesislerinin inşası için
kamu harcamaları ve kendi masrafları konusunda her ikisi için de sorumluluk üst­
lendi. MÖ 2. yüzyılın başlarında, forum olarak bilinen merkezi bir buluşma yerine
kamu salonları ( bazilikalar) inşa edildi. Sonraki yüzyılın başlarında, aynı bölgede
bir kamu arşivi (Tabularium) ortaya çıktı. Daha sonra başarılı generaller, ganimet­
lerinin bir kısmını benzer amaçlar için kullandılar. General olarak görev yaptıktan
sonra sivil bir yetkili olan Pompey, askeri eylemlerden istifade ederek Roma'nın ilk
kalıcı taş tiyatrosunu kurdu.
Benzer şekilde, Julius Caesar kötü hava koşullarında işi yürütmek için koru­
naklı bir alan olarak hizmet veren forumda başka bir bazilikanın inşasını başlattı.
Bu arada, aynı bölgede, Curia Senato için bir buluşma yeri olarak yapılmış ve ayrı­
ca üç tapınak da inşa edilmiştir.
Yeni binaların inşasındaki azami artış, böbürlendiği söylenen Sezar Augustus'un
hükümdarlığı süresinde ve emriyle gerçekleşti: "Onu, bir tuğla şehriyken buldu-

32
Another random document with
no related content on Scribd:
1403. Cp. Metam. xv. 27.
1413 f. Pont. i. 3. 57 f.
1420. Cp. Her. iii. 24, used here with a change of meaning.
1424. Cp. Ars Amat. ii. 88, ‘Nox oculis pavido venit oborta metu.’
1425 f. Pont. i. 2. 45 f.
1429 f. Cp. Pont. i. 2. 49 f.
1433. Metam. iii. 709.
1442. Cp. Her. v. 14, where we have ‘Mixtaque’ instead of
‘Copula.’
1445 ff. Cp. Metam. xiv. 214-216.
1453. Adapted from Metam. iv. 263, ‘Rore mero lacrimisque suis
ieiunia pavit.’ The change of ‘mero’ to ‘meo’ involves a tasteless
alteration of the sense, while the sound is preserved.
1459. Cp. Rem. Amoris, 581.
1465. Metam. ii. 656. Our author has borrowed the line without
supplying an appropriate context, and the result is nonsense. Ovid
has

‘Suspirat ab imis
Pectoribus, lacrimaeque genis labuntur obortae.’

1467 f. Pont. i. 2. 29 f.
1469. Cp. Metam. xiii. 539.
1473. Ovid, Metam. viii. 469.
1475. Metam. iv. 135, borrowed without much regard to the
context.
1485. From Ovid, Her. xiv. 37, where however we have ‘calor,’
not ‘color,’ a material difference.
1496. Her. v. 46.
1497. The expression ‘verbis solabar amicis’ is from Ovid (Fasti,
v. 237), but here ‘solabar’ seems to be made passive in sense.
1501 f. i.e. ‘cessat amor eius qui prius,’ &c., with a rather harsh
ellipse of the antecedent. The couplet is a parody of Ovid, Pont. iv. 6.
23 f.,

‘Nam cum praestiteris verum mihi semper


amorem,
Hic tamen adverso tempore crevit amor.’

1503 f. Cp. Tristia, iii. i. 65 f.,

‘Quaerebam fratres, exceptis scilicet illis,


Quos suus optaret non genuisse pater.’

1506. Fasti, i. 148, not very appropriate here.


1512. Her. xi. 82.
1514. Cp. Her. xiii. 86, ‘Substitit auspicii lingua timore mali.’
1517 f. Cp. Her. iii. 43 f.
1519. Cp. Pont. iii. 4. 75.
1521. Cp. Tristia, i. 11. 23.
1534. Cp. Tristia, v. 4. 4, ‘Heu quanto melior sors tua sorte mea
est.’
1535 ff. Cp. Tristia, iii. 3. 39 ff.
1539 f. Tristia, iii. 3. 29 f.
1541. scis quia: ‘quia’ for ‘quod,’ cp. l. 1593; ‘puto quod,’ i. Prol.
15, &c.
1549. Cp. Fasti, i. 483.
1564. Her. xiv. 52.
1565 f. Cp. Her. x. 113 f. The lines are not very appropriate here.
1568. See note on l. 1420.
1569. Cp. Metam. iii. 396.
1571. Cp. Metam. xiv. 210.
1573. Cp. Metam. vii. 614.
1575. Cp. Metam. ix. 583.
1581. Obice singultu, that is, ‘Impediente singultu’: cp. Cronica
Tripertita, ii. 3.
1585. Metam. xiv. 217.
1589. Tristia, i. 5. 45.
1593. vidi quia: cp. l. 1541.
1609. quid agant alii, ‘whatever others may do.’
1612. Cp. Her. xix. 52.
1615 f. It seems probable that this is a prayer to the Virgin Mary,
whose name ‘Star of the Sea’ was used long before the fourteenth
century, e.g.

‘Praevia stella maris de mundo redde procella


Tutos: succurre, praevia stella maris,’

in an address to the Virgin by Eberhard (date 1212) in Leyser, Poet.


Med. Aevi, p. 834, and the name occurs also in Peter Damian’s
hymns (xi. cent.). For Gower’s use of the expression cp. Mirour de
l’Omme, 29925, ‘O de la mer estoille pure,’ and later in this book, l.
2033, ‘Stella, Maria, maris.’ Here, however, we might translate, ‘Be
thou a star of the sea going before me,’ taking it as a prayer to
Christ.
1623. Metam. i. 265.
1627. Extra se positus, ‘beside himself.’
1630. Fasti, iv. 386.
1631. Cp. Metam. i. 282.
1635. Cp. Metam. i. 269.
1637. Cp. Metam. i. 270.
1653 ff. From this point to the end of the chapter the description
is mostly taken from Ovid, Metam. xi. 480-523, many hexameters
being appropriated without material change, e.g. ll. 480, 482, 484,
486, 488, 491, 492, 495, 499, 501, 516, 517, 519 f.
1689. The line is taken away from its context, and consequently
gives no sense. In Ovid it is,

‘Ipse pavet, nec se qui sit status ipse fatetur


Scire ratis rector.’—Metam. xi. 492.

1693. Metam. i. 292.


1695. From Peter Riga, Aurora, (MS. Bodley 822) f. 16 vo.
1697-1700. Cp. Aurora, f. 15 vo,

‘Fontes ingresso Noe corrumpuntur abyssi,


Et de uisceribus terra fluenta uomit.
Effundunt nubes pluuias, deciesque quaternis
Sustinet inmensas archa diebus aquas.’

1717 f. Cp. Ovid, Metam. iv. 689 f.


1719. Cp. Metam. iv. 706 f. Ovid has ‘praefixo,’ which is more
satisfactory.
1721. Cp. Metam. iv. 690.
1727 f. Tristia, i. 11. 21 f.
1729. Fasti, iii. 593.
1735. Metam. xi. 539.
1739. Cp. Metam. xi. 515, ‘Rima patet, praebetque viam letalibus
undis.’
1774. Cp. Fasti, ii. 98.
1775 f. Cp. Amores, ii. 11. 9 f.
1779 f. Tristia, v. 12. 5 f.
1781. Metam. xiv. 213.
1825. Cp. Tristia, ii. 179.
1832. Tristia, i. 5. 36.
1847 f. Cp. Ovid, Pont. iii. 7. 27 f. In the second line Ovid has
‘tumidis,’ for which there is no authority in Gower. Our author
perhaps read ‘timidis’ in his copy of Ovid, or made the change
himself, taking ‘timidis’ to mean ‘fearful.’
1879. ‘Perhaps that day would have been the last of confusion,
even if,’ &c. This, by the context, would seem to be the meaning.
1898. Ovid, Fasti, iv. 542.
1899 f. Cp. Pont. i. 3. 9 f.
1907 f. From Godfrey of Viterbo, Pantheon, p. 82 (ed. 1584).
1909. ‘But he who walked upon the sea,’ &c., that is, Christ.
1913. Cp. Metam. i. 328, ‘Nubila disiecit, nimbisque Aquilone
remotis.’
1917. Metam. i. 329.
1919. Cp. Metam. i. 345.
1921. Cp. Metam. v. 286, where we have ‘nubila,’ as the sense
requires. Here the MSS. give ‘numina’ without variation.
1923. Cp. Metam. ix. 795.
1925. Metam. i. 344.
1935. Metam. xiii. 440.
1939. Metam. xiii. 419.
1944. Quam prius: for ‘prius quam,’ as often.
1963 f. This alludes to the supposed reply made to Brutus (son of
Silvius), when he consulted the oracle of Diana in the island of
Leogecia, ‘Brute, sub occasum solis,’ &c., as told by Geoffrey of
Monmouth.
1979 f. Ovid, Pont. iii. 8. 15 f.
1991 ff. Cp. Tristia, i. 11. 25 ff.
1997 f. Tristia, iii. 2. 25 f.
2001 f. Cp. Her. xi. 27 f.
2003 f. Her. xiv. 39 f.
2029 f. Cp. Rem. Amoris, 119 f.
2031 f. Cp. Rem. Amoris, 531 f.
2033 f. Cp. Her. ii. 123 f.
2037 f. Pont. iv. 3. 49 f.
2043. Cp. Pont. i. 4. 21. In Ovid we read ‘animus quoque pascitur
illis,’ and this probably was what Gower intended to write.
2071 f. Cp. Pont. ii. 7. 9 f.
2074. Pont. ii. 7. 8.
2091. Cp. Hist. Apollonii Tyrii, xli, ‘Sicut rosa in spinis nescit
compungi mucrone.’
2139. Cp. Pont. i. 5. 47.
2150. Cp. Rem. Amoris, 484.

LIB. II. Prologus.


15. Cp. Speculum Stultorum, p. 11, l. 41 (Rolls Series, 59, vol. i.).
41. Deut. xxxii. 13, ‘ut sugeret mel de petra oleumque de saxo
durissimo.’
49 f. Cp. Fasti, i. 73 f.
51. The supposed mischief-maker is compared to Sinon, who
gave a signal by fire which led to the destruction of Troy: cp. Conf.
Amantis, i. 1172. I cannot satisfactorily explain ‘Excetra.’
57 f. From Neckam, De Vita Monachorum, p. 175 (ed. Wright,
Rolls Series, 59, vol. ii.).
61. De modicis ... modicum: cp. Mirour de l’Omme, 16532.
64. Cp. Ovid, Ars Amat. ii. 166.

LIB. II.
With the general drift of what follows cp. Conf. Amantis, Prol. 529
ff.
1. Incausti specie, cp. Conf. Amantis, viii. 2212.
18. nos: meaning the people of England, as compared with those
of other countries.
31 f. Cp. Ovid, Tristia, v. 8. 19 f.
33. Tristia, v. 5. 47.
41. Job v. 6, ‘Nihil in terra sine causa fit’: cp. Mirour de l’Omme,
26857.
59. This is the usual opposition of rose and nettle, based perhaps
originally on Ovid, Rem. Amoris, 46: cp. Conf. Amantis, ii. 401 ff.
67 f. Cp. Boethius, Consol. Phil. 2 Pr. 4, ‘in omni adversitate
fortunae infelicissimum genus est infortunii fuisse felicem.’ So Dante,
Inf. v. 121 ff.,

‘Nessun maggior dolore,


Che ricordarsi del tempo felice
Nella miseria.’

117 ff. Cp. Ovid, Her. v. 109 ff. In l. 117 ‘siccis’ is substituted, not
very happily, for ‘suci.’
138. Cp. Conf. Amantis, Latin Verses after ii. 1878,

‘Quod patet esse fides in eo fraus est, que politi


Principium pacti finis habere negat.’

163 f. Cp. Ovid, Tristia, v. 8. 15 f.


167 ff. Cp. Tristia, i. 5. 27 ff.
199 f. There seems to be no grammatical construction here.
239 ff. With this passage cp. Mirour de l’Omme, 27013 ff., where
nearly the same examples are given. The classification is according
to the nature of the things affected, first the heavenly bodies, then
the elements of air, water, fire and earth, and finally living creatures.
This arrangement is more clearly brought out in the Mirour.
259. Cp. Mirour, 27031, and note.
261. ‘And from the hard rocks of the desert,’ the conjunction
being out of its proper place, as in i. 407, 847, ii. 249, &c.
267 f. Cp. Mirour, 27049 ff.
281 ff. See Mirour de l’Omme, 27073 ff.
282. Congelat, ‘took form.’ Probably the author had in his mind
the phrase ‘congelat aere tacto,’ Ovid, Metam. xv. 415.
306. ‘num’ is here for ‘nonne’; cp. l. 320.
316. Cumque, for ‘Cum’: cp. l. 545, iii. 958, &c.
353 f. Cp. Godfrey of Viterbo, Pantheon, p. 9 (ed. 1584).

‘Ante creaturam genitor deus et genitura,


Primaque natura, novit statuitque futura.’

357-359. These three lines are from the Pantheon, p. 9.


371-374. Taken with slight change from the Pantheon, p. 10.
377 f. From Aurora, (MS. Bodley 822) f. 7 vo.
414. ‘That which the new star brings argues that he is God.’
423. That is, ‘Lux venit, vt obscurari possit tenebris,’ &c.
485. ‘Every one who thinks upon Jesus ought to resolve to lay
aside,’ &c.
487. The MSS. give ‘benedicti,’ but it seems probable that
‘benedici’ was meant. The verb is commonly transitive in later Latin.
495 ff. Cp. Isaiah, xliv. 9-20.
531 f. Psalms, cxiii. 8.
619 ff. Cp. Ovid, Metam. i. 74 ff.

LIB. III. Prologus.


11 ff. The author characteristically takes care to point out that in
his criticism of the Church he is expressing not his own private
opinion, but the ‘commune dictum,’ the report which went abroad
among the people, and the ‘vox populi’ has for him always a high
authority. Cp. Mirour de l’Omme, 18445 ff., 19057 ff., and see below,
l. 1267 ff, iv. 19 f., 709 f.
With what is said in this Book of the condition of the Church and
the clergy we may compare the author’s Mirour de l’Omme, 18421-
20832.
25 f. Compare with this the author’s note on Mirour de l’Omme,
21266-78.
61. Cp. Ovid, Pont. iv. 14. 41.
64. Cp. Pont. iv. 9. 10.
67 f. Cp. Tristia, ii. 301 f.
82. Cp. Pont. ii. 2. 128.

LIB. III.
1-28. The form of these lines which stood originally in S is given
by the Trinity College, Dublin, and the Hatfield MSS. The passage
has been rewritten over erasure in CHG, and it must be left doubtful
what text they had originally. From the fact that the erasure in G
begins with the second line, it may seem more probable that the
original text of this manuscript agreed with that which we have now
in S, rather than with TH₂: for in the latter case there would have
been no need to begin the erasure before l. 4. In CH the whole
passage has been recopied (the same hand appearing here in the
two MSS.) so that we can draw no conclusion about the point where
divergence actually began. EDL have the same text by first hand. It
will be noted that the lines as given by TH₂ make no mention of the
schism of the Papacy.
11 ff. With this we may compare Mirour de l’Omme, 18769 ff.
22. nisi, for ‘nil nisi’: cp. l. 32.
41. Cp. Ovid, Amores, iii. 8. 55.
63. Fasti, i. 225.
65 f. Cp. Fasti, i. 249 f.
85-90. Chiefly from the Aurora of Petrus (de) Riga, (MS. Bodley
822) f. 71,

‘Ollarum carnes, peponum fercula, porros,


Cepas pro manna turba gulosa petit.
Quosdam consimiles sinus ecclesie modo nutrit,
Qui pro diuinis terrea uana petunt.
. . . . .
Carnes ollarum carnalia facta figurant
Que uelut in nostra carne libido coquit.’

It would seem that Gower read ‘Gebas’ (which has no meaning)


for ‘Cepas’ and ‘preponunt,’ as in MS. Univ. Coll. 143, for ‘peponum,’
which is the true reading, meaning ‘melons’ or ‘pumpkins.’
115. Cp. Metam. xv. 173.
Cap. iii. Heading. Cp. Conf. Amantis, Prol. 288 (margin), where
this is given as a quotation from Gregory.
141 f. Cp. Mirour de l’Omme, 18553.
167 f. From Aurora, f. 37.
175. gregis ex pietate mouetur, ‘is moved by pity for his flock.’
193 ff. With this passage compare Conf. Amantis, Prol. 407-413,
and Mirour de l’Omme, 20161 ff. In all these places a distinct charge
is brought against the clergy, to the effect that they encourage vice,
in order to profit by it themselves in money and in influence: ‘the
prostitute is more profitable to them than the nun,’ as our author
significantly says in the Mirour (20149).
209 ff. Cp. Mirour de l’Omme, 20113 ff.
227 ff. For this attack on the ‘positive law’ of the Church cp. Conf.
Amantis, Prol. 247, Mirour, 18469 ff. The ‘lex positiva’ is that which is
enjoined not as of inherent moral obligation, but as imposed by
Church discipline.
249 f. Cp. Mirour, 18997 ff. Apparently ‘nouo’ is an adverb,
meaning ‘anew,’ ‘again’: cp. 284, 376.
265 ff. Cp. Mirour, 18505 ff.
283 ff. Cp. Mirour, 18637, Conf. Amantis, ii. 3486.
329 ff. With this chapter compare Mirour, 18649-18732.
375. The note which we find here in the margin of SCHGD refers
to the crusade of the bishop of Norwich in Flanders in the year 1383,
which probably took place soon after the completion of our author’s
book. It is added in SCHG in what appears to be one and the same
hand, possibly that of the author himself. If we may judge by the
manner in which the campaign in question is referred to by
contemporary chroniclers, it seems to have been considered a public
scandal by many others besides Gower.
419. Gower uses ‘sublimo’ as an ablat. sing, in l. 701; therefore
‘sublimis’ may here be an ablative plural agreeing with ‘meritis.’
425 ff. Cp. Aurora, (MS. Bodley 822) f. 103,

‘Cogitat inde domum domino fundare, sed audit


A domino, “Templi non fabricator eris.
Es uir sanguineus, ideo templum mihi dignum
Non fabricare potes, filius immo tuus.”
Sanguineus uir signat eum qui, crimina carnis
Amplectens, templum non ualet esse dei.
Ecclesie sancte talis non erigit edem,
Nec sacre fidei collocat ille domum.’
508. ‘And whosoever may sound trumpets, we ought to be silent’;
cp. i. 1609.
531 f. Aurora, f. 75 vo.
619 f. Ovid, Pont. ii. 5. 61 f.
623 f. Pont. ii. 6. 21 f.
641. See Ars Amat. ii. 417, where we find ‘semine,’ a reading
which is required by the sense, but not given in the Gower MSS.
651. ‘The line of descent by right of his mother proclaims Christ
to be heir of that land in which he was born.’ The author argues for
crusades to recover the Holy Land, if there must be wars, instead of
wars against fellow Christians, waged by one pope against the other
under the name of crusades: cp. below, 945 ff.
676. quo foret ipse vigil, ‘where it ought to be watchful,’ a
common use of the imperfect subjunctive in our author’s Latin: cp.
‘gestaret,’ 695, ‘lederet,’ 922, ‘medicaret,’ 1052.
815. What follows is spoken as in the person of the supreme
pontiff: cp. Mirour, 18505-18792, where somewhat similar avowals
are put into the mouth of a member of the Roman Court.
819 f. Cp. Conf. Amantis, Prol. 261,

‘The hevene is ferr, the world is nyh.’

835. Ovid, Fasti, v. 209.


955 f. I take this concluding couplet as a remark made by the
author on the sentiments which he has just heard expressed by the
representative of the Pope. It practically means that ‘Clemens’ is not
a proper name for the Pope: it is in fact a ‘headless name’ and
should rather be ‘Inclemens.’ Compare the address to Innocent III at
the beginning of Geoffrey de Vinsauf’s Poetria Nova:

‘Papa, stupor mundi, si dixero Papa nocenti,


Acephalum nomen tribuam tibi: si caput addam,
Hostis erit metri,’ &c.
957 ff. It seems best to take what follows as, in part at least, a
dialogue between the author and the representative of the pope, who
has just spoken. Soon however the speech passes again entirely to
the author. The Biblical reference here is to Revelation, xxii. 8 f. The
same use is made of it in the Mirour, 18736 ff.
1077-1080. These four lines are from the Aurora, f. 44 vo.
1113 f. Ovid, Ars Amat. iii. 595 f. (where we have ‘sequatur’). The
original application is to the effects of rivalry in stimulating the
passion of lovers. For the use of ‘sequetur’ here, apparently as a
subjunctive, compare l. 1946, ‘Inueniet tardam ne sibi lentus opem.’
1118-1124. These lines are almost entirely borrowed from the
Aurora, (MS. Bodley 822) f. 21 vo.
1124. In the Glasgow MS. ‘Est’ has been here altered to ‘Et.’
1145-1150. Almost verbatim from Aurora, f. 93 vo.
1169. S has here in the margin in a somewhat later hand than
that of the text, ‘Nota hic quattuor neccessaria episcopo.’
1171 f. Cp. Aurora, f. 44 vo,

‘Est olei natura triplex, lucet, cybat, unguit;


Hec tria mitratum debet habere capud.’

1183 f. Cp. Aurora, f. 44 vo,

‘Lux est exemplo, cibus est dum pascit egenos,


Vnctio dum populis dulcia uerba ferit.’

Gower is right in reading ‘serit,’ which is given in MS. Univ. Coll. 143,
f. 13.
1206. Cp. l. 1376.
1213. Cp. Ovid, Ars Amat. iii. 655.
1215 f. Cp. Ars Amat. iii. 653 f.
1233. Cp. Ars Amat. ii. 279.
1247 ff. Cp. Mirour, 18793 ff.
1267. Vox populi, &c.: cp. Speculum Stultorum, p. 100, l. 4, and
see also the note on iii. Prol. 11.
1271. Cp. Conf. Amantis, Prol. 304 ff. and Mirour, 18805.
1313. With the remainder of this Book, treating of the secular
clergy, we may compare Mirour de l’Omme, 20209-20832.
1341. Cp. Mirour, 18889 ff.
1342. participaret, ‘he ought to share’: see note on l. 676.
1359 f. Cp. Conf. Amantis, i. 1258 ff.
1375 ff. Cp. Mirour, 20287 ff.
1376. The reading ‘vngat vt’ is given by the Digby MS. and
seems almost necessary: cp. l. 1206.
1405. prece ruffi ... et albi, ‘by reason of the petition of the red
and the white,’ that is, presumably, by the influence of gold and
silver, ‘dominis’ in the next line being in a loose kind of apposition to
a dative case suggested by ‘Annuit.’
1407. S has here in the margin, in a rather later hand, ‘contra
rectores Oxon.’
1417. Eccles. iv. 10, ‘Vae soli, quia cum ceciderit, non habet
sublevantem se.’
1432. The margin of S has here, in the same hand as at 1407,
‘Nota rectores et studentes Oxon.’
1443. formalis, that is, ‘eminent,’ from ‘forma’ meaning ‘rank’ or
‘dignity,’ but here also opposed to ‘materialis.’
1454. Originally the line was ‘Dum legit, inde magis fit sibi sensus
hebes,’ but this was altered to ‘plus sibi sensus hebes est,’ with the
idea apparently of taking ‘magis’ with ‘legit.’ This involves an
awkward metrical licence, ‘hebes est’ equivalent to ‘hebest,’ and the
original text stands in CEH as well as in TH₂. The expedient of the
Roxburghe editor is quite inexcusable.
1493 ff. Cp. Mirour, 20314. The sporting parson was quite a
recognized figure in the fourteenth century. Readers of Froissart will
remember how when the capture of Terry in Albigeois was effected
by stratagem, the blowing of the horn to summon the company in
ambush was attributed by those at the gate to a priest going out into
the fields, ‘Ah that is true, it was sir Francis our priest; gladly he
goeth a mornings to seek for an hare.’
1498. fugat: used apparently as subjunctive also in l. 2078, but it
is possible that ‘Nec fugat’ may be the true reading here.
1509 ff. Cp. Mirour de l’Omme, 20313 ff.
1527. Est sibi missa, ‘his mass is over.’
1546. Apparently a proverbial expression used of wasting
valuable things.
1549. If benefices went from father to son, little or nothing would
be gained by those who go to Rome to seek preferment, for an heir
would seldom fail.
1555 ff. Cp. Mirour de l’Omme, 20497 ff. The priests here spoken
of are the ‘annuelers,’ who get their living by singing masses for the
dead, the ‘Annua seruicia’ spoken of below:

‘Et si n’ont autre benefice,


Chantont par auns et par quartiers
Pour la gent mort.’ Mirour, 20499.

1559. In the Mirour,

‘Plus que ne firont quatre ainçois’ (20527).

1587-1590. Taken with slight change from Aurora, (MS. Bodley


822) f. 65 vo.
1591. ‘With the ancients it is possible to say “hic et hec
sacerdos,”’ that is, ‘sacerdos’ is both masculine and feminine.
1693-1700. Adapted from Aurora, f. 65,
‘Omen in urbe malum bubo solis iubar odit,
Escam uestigat nocte, ueretur aues:
In quem forte gregis auium si lumina figant,
Et clamando uolant et laniando secant.
Incestus notat iste reos, qui corpore fedi
Contra nature iura latenter agunt:
Hos iusti quasi lucis aues discerpere querunt,
Zelo succensi uerba seuera serunt.’

(‘Conclamando’ for ‘Et clamando’ in MS. Univ. Coll. 143.)


1727 ff. Cp. Mirour, 20713 ff.
1759 ff. Cp. Mirour, 20725 ff.,

‘Ne sont pas un, je suis certeins,


Ly berchiers et ly chapelleins,
Ne leur pecché n’est pas egal,
L’un poise plus et l’autre meinz,’ &c.

1775. fierent, ‘ought to become’: cp. l. 1789.


1791-1794 are from Aurora, f. 93 vo, and the succeeding couplet
is adapted from the same source, where we have,

‘De lino que fit per ephot caro munda notatur,


Nam tales seruos Cristus habere cupit.’

1797. Cp. Aurora, f. 46 vo,

‘Balteus ex bysso tunicam constringit honeste.’

1799 f. Cp. Aurora, f. 45 vo.


1801 f.

‘In medio tunice capitale ligat sibi presul,


Vt capitis sensus non sinat ire uagos.’
Aurora, f. 46.

1807 f.
‘Aurum ueste gerit presul, cum splendet in illo
Pre cunctis rutilans clara sophia patris.’
Aurora, f. 45.

1809 ff.

‘Ne tunice leuiter possit ruptura minari,


Illius in gyro texilis ora micat:
A grege ne presul se disrumpat, set honestus
Ad finem mores pertrahat, ista notant.’
Aurora, f. 46.

1813 f. Cp. Aurora, f. 46 vo.


1815-1818.

‘Aaron et natis uestes texuntur, ut horum


Quisque sacerdotis possit honore frui.
Nam modo presbiteri, seu summi siue minores,
Conficiunt Cristi corpus idemque sacrant.’
Aurora, f. 45.

1823 f. Aurora, f. 43 vo.


1841-1848. These eight lines are taken with insignificant changes
from the Aurora, f. 63 vo.
1853. The reference here given by Gower to the Aurora of Petrus
(de) Riga has led to the tracing of a good many passages of the Vox
Clamantis, besides the present one, to that source.
1863-1884. These lines are almost entirely from Aurora, ff. 66 vo,
67. The arrangement of the couplets is somewhat different, and
there are a few slight variations, which are noted below as they
occur.
1866. eius: ‘illud,’ Aurora, f. 67.
1868. tumet: ‘timet,’ Aurora. (MS. Bodley 822), but Gower’s
reading is doubtless the more correct.
1871. nimio: ‘magno,’ Aurora.
1872. ipse: ‘esse,’ Aurora.
1876. ligante: ‘trahente,’ Aurora, f. 66 vo.
1878. tardat ad omne bonum: ‘ad bona nulla ualet,’ Aurora.
1880. Lumina nec: ‘Nec faciem,’ Aurora, f. 67.
1881 f.

‘Per pinguem scabiem succensa libido notatur;


Feruet vel fetet corpus utroque malo.’
Aurora, f. 67.

1885 ff. Our author still borrows from the same source, though
from a different part of it. We find these lines nearly in the same form
in the Aurora, f. 103,

‘Oza manus tendens accessit ut erigat archam,


Set mox punita est arida facta manus.
Hinc ideo dicunt meruisse necem, quia nocte
Transacta cohitu coniugis usus erat.
Declaratur in hoc quod si pollutus ad aram
Accedas, mortis uulnere dignus eris.’

1891 f.

‘Namque superiectas sordes detergere pure


Nescit nostra manus, si tenet illa lutum.’
Aurora, f. 103.

1905-1908. These two couplets are from Aurora, f. 69 vo, where


however they are separated by four lines not here given.
1911 ff. Cp. Aurora, f. 69 vo,

‘Radices non extirpat rasura pilorum,


Set rasi crescunt fructificantque pyli.
Sic licet expellas omnes de pectore motus,
Non potes hinc penitus cuncta fugare tamen.
Hec de carne trahis, quia semper alit caro pugnans;
Intus habes cum quo prelia semper agas.’

Gower’s reading ‘pugnam’ in l. 1915 is probably right.


1937. Ovid, Rem. Amoris, 669.
1939. Tristia, iv. 6. 33 f.
1943 f. Rem. Amoris, 89 f.
1945 f. Cp. Rem. Amoris, 115 f.
1946. Inueniet: apparently meant for subjunctive; cp. l. 1114.
1947-1950. Rem. Amoris, 81-84.
1952. Cp. Her. xvii. 190.
1953. Rem. Amoris, 229.
1955 f. Rem. Amoris, 139 f.
1999 f.

‘Cum sale uas mittens in aquas Helyseus, easdem


Sanat, nec remanet gustus amarus aquis.’
Aurora, f. 140.

2001. Aurora, f. 60 vo.


2017-2020. From Aurora, f. 8.
2035-2040. From Aurora, f. 15 vo, but one couplet is omitted, and
so the sense is obscured. After ‘sunt sine felle boni’ (l. 2038), the
original has,

‘Cras canit hinc coruus, hodie canit inde columba;


Hec vox peruersis, congruit illa bonis.
Cras prauum cantant, dum se conuertere tardant,
Set tales tollit sepe suprema dies.’

The meaning is that the bad priests cry ‘Cras,’ like crows, and
encourage men to put off repentance, while the others sing ‘Hodie,’
like doves, the words ‘cras’ and ‘hodie’ being imitations of the notes
of the two birds. The expression ‘Cras primam cantant,’ in l. 2039, is
not intelligible, and probably Gower missed the full sense of the
passage.
2045. ‘sit’ has been altered in S from ‘fit.’
2049 ff. Cp. Mirour de l’Omme, 20785 ff.
2071. Cp. Mirour, 20798.
2078. fugat: cp. l. 1498.
2097 f. Cp. iv. 959 and note.

LIB. IV.
The matter of this book corresponds to that of the Mirour de
l’Omme, ll. 20833-21780.
19 f. Cp. Lib. iii. Prol. 11.
34. ‘dompnus’ or ‘domnus’ was the form of ‘dominus’ which was
properly applied as a title to ecclesiastical dignitaries, and it seems
to have been especially used in monasteries. Ducange quotes John
of Genoa as follows: ‘Domnus et Domna per syncopen proprie
convenit claustralibus; sed Dominus, Domina mundanis.’ Cp. l. 323
of this book and also 327 ff.
57. humeris qui ferre solebat, ‘who used to bear burdens,’ as a
labourer.
87. Cp. Godfrey of Viterbo, Pantheon, p. 74 (ed. 1584).
91. Pantheon, p. 74.
109 f. Cp. Ovid, Fasti, i. 205 f.
111. Ars Amat. ii. 475, but Ovid has ‘cubilia.’
112. Cp. Fasti, iv. 396, ‘Quas tellus nullo sollicitante dabat.’
Gower has not improved the line by his changes.
114. Fasti, iv. 400.
115. Metam. i. 104, but Ovid has of course ‘fraga.’

You might also like