Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Keltler 1st Edition Alexander Demandt

Visit to download the full and correct content document:


https://ebookstep.com/product/keltler-1st-edition-alexander-demandt/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Milliyetçilikten Önce Milletler 1st Edition John


Alexander Armstrong

https://ebookstep.com/product/milliyetcilikten-once-
milletler-1st-edition-john-alexander-armstrong/

Expresskochen Low Carb 1st Edition Sarah Schocke


Alexander Dölle

https://ebookstep.com/product/expresskochen-low-carb-1st-edition-
sarah-schocke-alexander-dolle/

Corona Staat German Edition Christ Alexander

https://ebookstep.com/product/corona-staat-german-edition-christ-
alexander/

Soziale Ungleichheiten in der beruflichen Weiterbildung


1st Edition Alexander Yendell

https://ebookstep.com/product/soziale-ungleichheiten-in-der-
beruflichen-weiterbildung-1st-edition-alexander-yendell/
Rogue One uma história Star Wars 1st Edition Alexander
Freed

https://ebookstep.com/product/rogue-one-uma-historia-star-
wars-1st-edition-alexander-freed/

Zur Philosophie der Mathematik Alexander George

https://ebookstep.com/product/zur-philosophie-der-mathematik-
alexander-george/

Assimilate une histoire critique de la musique


industrielle 1st Edition Alexander Reed

https://ebookstep.com/product/assimilate-une-histoire-critique-
de-la-musique-industrielle-1st-edition-alexander-reed/

Os Infernais O Motor do Diabo 1 1st Edition Alexander


Gordon Smith

https://ebookstep.com/product/os-infernais-o-motor-do-
diabo-1-1st-edition-alexander-gordon-smith-2/

Os Infernais O Motor do Diabo 1 1st Edition Alexander


Gordon Smith

https://ebookstep.com/product/os-infernais-o-motor-do-
diabo-1-1st-edition-alexander-gordon-smith/
ALEXANDER DEM ANDT

Runik Bilaı
ARİF ÜNAL
037

R U n îK
K ıT R P
RUNİK KİTAP
No: 75 | Runik Bilgi Serisi: 37 |

KELTLER
Alexander Demandt

ÖZGÜN ADI
Die Keltetı

GENEL YAYIN YÖNETMENİ


Kadir Yılmaz

ÇEVİREN
Arif Ünal
EDİTÖR
Muhammed Mustafa Albayrak

REDAKSİYON
Zeynep Yılmaz

SON OKUMA
Ecem Yıldız

KAPAK GÖRSELİ
Gundestrup Kazanı

KAPAK TASARIM
Şevket Dönmezoğlu

SAYFA DÜZENİ
Oğuz Yılmaz

BASIM VE CİLT
Repar Dijital Matbaası

BASKI
Nisan 2021 -1. Basım

ISBN
978-625-7757-54-6

SERTİFİKA NO
40675
© Verlag C.H.Beck oHG, München 1998, 2014
Bu kitabın Türkçe yayım hakları, Verlag C.H.Beck oHG ile yapılan anlaşmayla
alınmıştır.

Runik Yayınlan, Repar Tasarım Mimar


ıvum ur Sınan
d i nurı Mah.,
ıvıun., <S>Bu kitabın tüm baklan saklıdır.
Matbaa ve Reklamcılık Selami Ali Efendi Cad., No: 5 Tanıtım amaçlı, kısa alıntılar dışında
Ticaret Limited Şırketi'nin 346 72 Üsküdar/lstanbul metin ya da Görseller yayınevinin izni
tescilli markasıdır Tel: 0(212) 522 48 45 olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.
KELTLER

Alexander Demandt

Çeviren: Arif Ünal

R U n îK
K îT R P
Melusine için...
İÇİNDEKİLER
İLK BASKIYA ÖNSÖZ.........................................................7
ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ..............................................9
I. İSİM.......................................................................................11
II. KÖKEN VE KAYNAKLAR.............................................15
III. BATIYA YAYILMALARI .............................................. 21
IV. DOĞU SEFERLERİ..........................................................27
V. EKONOMİLERİ................................................................ 33
VI. DİNLERİ............................................................................41
VII. TOPLUMSAL YAPILARI............................................ 55
VIII. KELT HALKININ YAPISI......................................... 69
IX. KALELERİ VE ŞEHİRLERİ......................................... 73
X. HÜKÜMDARLARI........................................................... 79
XI. ARİSTOKRASİ YÖNETİMİ..........................................87
XII. SİYASİ ÇÖKÜŞ...............................................................91
XIII. SEZ AR GALYA'DA......................................................95
XIV. İMPARATORLUK DÖNEMİNDE KELTLER......... 99
XV. KELT HRİSTİYANLIĞI............................................... 107
XVI. KELT MİTLERİ............................................................. 111
XVII. HÜMANİZM DÖNEMİNDE KELTLER................ 119
XVIII. KELT ROMANTİZMİ.............................................. 123
KAYNAKÇA.......................................................................... 129
DİZİN....................................................................................... 133
İLK BASKIYA ÖNSÖZ

Doğup büyüdüğüm Lindheim köyü, Vogelberg ve VVette-


rau'nun arasında, Hessen Glauberg'in eteklerinde bulunu­
yor. Henüz lise öğrencisiyken, Glauberg'de kazı uzmanı
olarak bulunan Heinrich Richter, İlk Çağ tarihi araştırmaları
için burada keşfetmişti beni. Yüksek bir yerde inşa edilmiş
bu kalenin yerleşim evrelerinden biri de Keltler dönemine
kadar uzanıyordu. Bunları 1994 yılından itibaren gün yü­
züne çıkarılan mezar buluntuları da teyit ediyor. 1959 yı­
lında, YVolfgang Kimmig'in başkanlığında Hindersingen
bölgesindeki Heuneburg kazılarına öğrenci olarak katıldım.
1960 yılında da Josef Weisweiler beni Marburg'da İrlan­
da ve Kelt dilleri seminerine kabul etti. Aynı yıl VVolfgang
Dehn, Burgund ve Güney Fransa'daki Kelt eserlerini bana
yakından tanıma fırsatı verdi. 1964 yılında Alman Arkeo­
loji Enstitüsü'nün bursuyla Galatya ve Bergama'yı ziyaret
ettim. 1981 yılında Berlin Özgür Üniversitesi öğrencileriyle
bugünkü Avusturya ve Slovenya toprakları üzerinde bulu­
nan Kelt-Roma Krallığı'na bilimsel bir gezi yaptık. Böyle-
ce Keltleri daha yakından tanıma fırsatı buldum ve Keltler,
1995 yılında yayımlanan Arıtike Staatsformen [Antik Çağ
Devlet Biçimleri] adlı kitabımda önemli bir yer işgal etti.
Okutmanım Dr. Stefan von der Lahr'ın ricası üzerine
söz konusu eserdeki bilgilere dayanan elinizdeki bu kitabı
kaleme aldım. Arkeolojik, tarihi ve filolojik boyutları den­
geli olarak ele almaya ve Keltlerin etki tarihini anlatmaya
çalıştım. Sabatino Moscati tarafından yayımlanan, 1991 yı­
lında Venedik'te bulunan Grassi Sarayı'ndaki çok önemli "I
Celti" adlı sergi katalogu ve 1997 yılında yayımlanan Hel-
muth Birkhan'm Kelten adlı kapsamlı eserinden epey fayda­
landım. Okuyucu, bilhassa Helmut Birkhan'm bu eserinde,
burada bulamadığı her bilgiye kolayca erişebilir.
Kari Feld, Thomas Gerhardt, Renate Meincke ve Uwe
Puschner'e verdikleri bilgiler ve yardımları için; sabır ve

7
eleştirileriyle bu eserin ortaya çıkmasına vesile olan eşim
Barbara'ya teşekkür ederim. Umarım bu eser, okuyucuyu
meraklandırıp daha fazla araştırmaya teşvik eder. Augus-
tinus'un dediği gibi, (De vera religione, 94): "Merak olarak
adlandırılan her şey, insanın öğrendiği şeyden duyduğu se­
vinçten başka nedir ki?"
Roma, 1 Mart 1998
Alexander Demandt

8
ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZ

Keltler gittikçe artan bir ilgi ve sevgiyle takip ediliyor. Bu­


nun sebebi tarih sahnesinden silinmiş bir halka duyulan
merhamet midir acaba? Yoksa Yunanlarm ve Romalıların
gölgesinde esrarengiz bir şekilde gelişmiş bir kültürün cez-
bedici yönü müdür? Bir zamanlar tüm Avrupa'ya ve Tür­
kiye'ye yayılan Keltlerin ve tek başma hiçbir ulusun atası
olduğunu iddia edemeyişinden ötürü, birlikte büyüyen Av­
rupa'nın adeta ortak mirası gerçeğine duyulan ilgi midir?
Acaba Keltleri, Germenlerin hasret duyulan bir devamı ola­
rak kabul etmek mümkün müdür?
Bu yeni baskıda bazı şeyleri düzeltme fırsatı buldum.
Bunların arasında -Rüdiger Krause'nin bir konferansına
göre- tartışmalı kare şeklindeki mezarlarm yorumu mevcut.
Teşvik ve yardımlarından dolayı Gerhard Dobesch, Franz
Fischer, Johannes Heinrichs, Renate Meincke, Stefan von
der Lahr, Kari Strobel, Kurt Tomaschitz ve Duchessavon
Heiligensee'ye teşekkür ederim.
Üzülerek belirtmeliyim ki, "C.H. Beck VVissen" serisinin
özelliği ya da uygulaması, belgeleri resmetme ve tartışmalı
noktalara değinme imkânmı sınırlamıştır. Burada da yine
1995 yılında yayımlanan Antike Staatsformen adlı kitabım­
daki Keltler (XIV) bölümüne gönderme yapmaktan başka
çarem yoktu. Bu eser, orijinal kaynaklardan yararlanılarak
hazırlanmış, eserin kaynakça bölümü de birçok yeni kitapla
zenginleştirilmiştir. Çalışmamm anlamıyla ilgili olarak Bav-
yera Saray tarihçisi Johannes Aventinus (öl. 1534) bana şunu
öğretmiştir: "O kadar fazla ölen insanın unutulan hayatla­
rını ebedi olarak hafızaya çağırmak ve karanlıkta kalanı da
aydınlatmaktan daha önemli ve daha büyük ne olabilir ki?"
Lindheim, 25 Aralık 2000
Alexander Demandt

9
Bu arada ey Ossian,
senin duyduğun
boğuk trompet sesleri.
Senin bu yumuşak
seslerine kulak veren kişi,
her daim mutludur.
Herder 1791
I. İSİM

"Galya üç bölgeden oluşur. Bunlardan birinde Belçikalılar,


diğerinde Aquitanialılar1 yaşarken, Galya'nın üçüncü böl­
gesinde kendilerini 'Keltler' olarak tanıtan, dilimizde ise
Gallier (Galyalılar) olarak adlandırılan bir halk yaşıyordu."
Sezar, bir dönem Latince öğrenen öğrencilerin ders kitabı
olarak kullandığı, MÖ 58 ile 51 yılları arasmda Galya Savaşı
hakkmdaki otobiyografik eserine (Commentarii) bu cümleyle
başlıyordu. Peki, kimdi bu Keltler?
Alplerin kuzeyinde bulunan Keltler, ismi bilinen en eski
halktır. Bu bölgenin daha önceki sakinlerinin yaşam biçimi,
bir modern sanat tarihi terimi olan Urnenfeld Kültürü12 ya
da İp Baskılı Seramik Kültürü olarak ifade edilir. Bu hal­
kı isimlendirirken, Yunan yazarlar Keltoi (Herodot), Keltai
(Strabon) ve Galatai (Pausanias); Latin yazarlar ise Celtae (Li-
vius) ya da Galli (Sezar) kelimelerini kullanırlar. Bütün bu
isimlendirme biçimleri, Almancada "Kelten" [Keltler] ola­
rak ifade edilen halka işaret eder. Muhtemelen Kelt halkı,
kendine bu adı vermişti ve bu kelimeyi "cesurlar" olarak
tercüme etmek mümkündür. Günümüzde "Keltler" ismi
bir üst kavram olarak kullanılırken, Galya7daki Keltler Gal-
yalılar, Galatya'dakiler de Galatyalılar olarak adlandırılır.
Germenler ise Keltleri "YVelschn" [YVelschler] olarak adlan­
dırmışlar, ayrıca Sezar zamanmda Orta Almanya'da yaşa­
yan, Keltlerin soy olarak dayandığı ve daha sonra "Roman­
lar" diye ifade ettikleri güneyden kendilerine komşu olan
Kelt kökenli Volcae ismini, temel ad olarak kullanmışlardır.
"VVelsch" kelimesinin kökeni çok sayıda Almanca isme ve
1 Gallia Aquitania, Roma İmparatorluğu'nun bir eyaletiydi. Eyalet günümüzde
Fransa'nın güneybatısında yer alan Akitanya bölgesini kapsamaktaydı ve Gallia
Lugdunensis, Gallia Narbonensis ve Hispania Tarraconensis eyaletleriyle kom­
şuydu. (ç.n.)
2 Urnenfeld Kültürü Geç Bronz Çağı Dönemi'nin en yaygın Orta Avrupa kültürü­
dür. Bu gelenek MÖ 1300 yılından 800 yılına kadar devam etmiştir. Cenaze gömü
ritüeli, cesedin bir odun yığını üzerinde yakılması ve küllerinin bir kavanoza ko­
nulması, diğer kültürlerde de uygulandığı için bu Urnenfeld Kültürü tipik bronz
biçimleri ve seramik şekilleriyle de tanımlanır, (ç.n.)

11
kavrama uzanır: Wallis, Wallonen (Valonlar), Wales (Gallerli-
ler), Cornumll. Fakat bunlarm yanmda VVallach [iğdiş edilmiş
aygır] ve VValnuss [ceviz] isimlerinin de " IVelsch" kavramıy­
la ilişkisi vardır.
Keltlerin kendilerine bu ismi vermelerinde önemli bir rol
oynayan aidiyet ve birliktelik duygusu, kökenleri ve nere­
den geldikleriyle ilgili bir efsanede de görülür. Sezar (VI, 18,
1) bütün Keltlerin, Almanca "Gottvater" [baba tanrı] anla­
mına gelen tanrı Dispater'm soyundan geldiklerine inandık­
larını bildirir. Dispater ismi de kelimenin kökeni itibarıyla
jüpiter ve Zeus isimlerine yakmdır. Burada kastedilen tanrı
ise Romalılar tarafından yeraltı tanrısı Hades/Plüton ile eş
anlamlı kullanılmıştır. Bu yeraltı tanrısı, Keltlerde Cernun-
nos şeklinde adlandırılır. Yeraltı tanrısının soyundan gelme
düşüncesi, toprağa bağlılık ve yerlilik inancıyla da örtüşür.
Yunanlarm etkisi altında, Keltlerin atasınm yarı tanrı Ga-
lates olduğu efsanesi de ortaya çıkmıştır. Bu şekilde isimlen­
dirilen yarı tanrılar, antik mitolojide sık sık karşımıza çıkar.
Galatların, Herakles'in soyundan geldiği düşüncesi de ol­
dukça yaygındır. Herakles, Antik Çağ'ın gezgin büyük tan­
rılarından biridir. Dionysos'un doğuda Hindistan'a kadar
uzandığı tahmin edilirken ve yine Odysseus, deniz yoluyla
ulaşılabilecek bütün bölgeleri ziyaret etmişken, Herakles'in,
batıdaki Hesperidlere kadar gittiği, buralarda kadmları baş­
tan çıkardığı ve bu şekilde gittiği yerlerde kendi tohumu­
nu bıraktığı anlatılır. Böylece daha sonraları Burgundların
Romalılarla akrabalık iddiaları ve yine Franklarm Truva-
lılarla aynı soydan geldikleri iddiası, Saksonyalıların da
Babil'den çıkıp Holstein'a yelken açarak gelen İskender'in
MakedonyalIlarıyla aynı soydan geldiği iddiasında olduğu
gibi, Roma İmparatorluğu'ndaki entelektüel Keltler de eti­
molojik ve genetik bir köken efsanesine göre, kendilerinin
Akdeniz kültür dünyasına ait olduklarını ispat etmeye ça­
lışmışlardır.
500 yıldan fazla bir zaman boyunca, Batı Avrupa'nm ta­
rihini Keltler belirlemiştir. Kelt kabilelerin hareketlerini, MÖ
6. yüzyıldan MS 1. yüzyıl arası dönemde, siyasi oluşumlar
olarak değerlendiririz. Yunanlar ve Romalıların nazarmda
Keltler barbardılar ve barbar tanımının biçimlenmesinde,
onlarm bu yönlerinin de katkısı vardır.

12
Akdeniz'deki polis3 devletlerin kuzeydeki komşuları
olarak Keltler, Antik Çağ'm yan kültürlerinden biriydi. Bu
kavramın aşağılayıcı bir niteliği yoktur. Yan kültür kavra­
mı, kültürel değişimin devamlı aynı seviyede gerçekleşme­
diğinden ortaya çıkmıştır. Etnolojik araştırmalarla da ispat
edilen, kültürler arasında genellikle bir "kültürel boşluk"
vardır ve her kültür eşit şekilde gelişmemiştir, çünkü bazı
kültürler gelişmiş kültürlerden kendilerinde mevcut olan­
dan fazlasmı almışlardır. Sezar (VII 22), Galyalıları nereden
gelirse gelsin başka kültürlerin buluşlarını, ilham ve teşvik­
lerini hemen kavrama ve değerlendirmede çok yetenekli
bir halk olarak nitelendirir. Buna göre Keltler, yazı ve para
işlerini Yunanlardan ve Romalılardan öğrenmişlerdir. Fa­
kat her ikisi de (yazı ve para), Keltler siyasi bağımsızlıkla­
rını kaybetmeden tam manasıyla oluşmamıştır. Bu durum
Keltlerin askeri bakımdan zayıf oluşlarma dayanmaktadır.
Antik Çağ'da yan kültüre sahip diğer halklar gibi Keltler
de Romalılara oranla benzer şartlar altında çok gelişmiş bir
görünüm arz etmiyorlardı. Roma lejyonları, Keltlere kıyasla
daima daha iyi silahlanmış, daha iyi organize olmuşlardı ve
daha disiplinliydiler. Fakat yine de Keltlerin Romalılara tek­
nik hususunda sunabileceği bazı şeyler vardı (bu konuyla
ilgili olarak aşağıdaki bölümlere bakılabilir).
Tarihi bakımdan çok önemli olmalarma rağmen Keltler,
Avrupa'nm siyasi ve ulusal/etnik haritasından silinmişler­
dir. Süvari birlikleri ve demir silahları sayesinde İrlanda'dan
Orta Anadolu'ya kadar uzanan yayılmalarından ve Akde­
niz bölgesindeki halklarla aralarmdaki sıkı ilişkilerden son­
ra, yoğun bir şekilde Doğu'da Helenleştirilme, Batı'da ise
Romalaştırma hareketlerine maruz kalmışlardır. Başka bir
deyişle, daha sonraki halklarm kültürlerinde kaybolmuşlar
ya da bu halklarm içinde tekrar doğmuşlardır. Orta Çağ'da
yeniden ortaya çıkarak Rönesans hareketleri esnasmda Av­
rupa kültür hayatını canlandırmışlardır. Bu Rönesans hare­
ketleri, son dönemlere kadar Artus, Ossian ve -affedersiniz-
Asterix isimleriyle de yakmdan ilgilidir.

3 Antik Çağ'da hem şehir hem de şehre ait toprakları kapsayan siyasi topluluk,
şehir devleti, (ç.n.)

13
II. KÖKEN VE KAYNAKLAR

Keltler hakkındaki bilgilerimizin kaynağı, ilk etapta Romalı


ve Yunan yazarlara dayanır. Keltler hakkında kaynak oluş­
turulmasının nedeni de esasen savaşlarda, gerek Yunanlarla
ve gerekse Romalılarla karşı karşıya gelmelerdir. Buna göre
Keltler ile ilgili en eski bilgi, Küçük Asya'dan Hekataios ve
Halikarnassoslu Herodot'a dayanır. Hekataios, MÖ 500 yı­
lında Ligur sahillerinin,1 Marsilya hinterlandının ve Nyrax
şehrinin de bulunduğu bölgeyi Yunanca Massalia, Latince
Massilia, yani Kelt ülkesi şeklinde adlandırır. Burası bir ih­
timal Nyrax, Karintiya ve Steiermark'ta hüküm süren No-
ricum Krallığı'yla aynı yerdir. O halde Keltler döneminde,
Alpler bölgesi ve Rhön Vadisi'nin de Keltlere ait olduğunu
söylemek mümkündür.
MÖ 450 yılında Herodot da (II 33; IV 49) Istros un, yani
Tuna Nehri'nin kaynağının Keklerin ülkesinde bulunan
Pyrene şehrinde olduğu bilgisini aktarır. Acaba Heredot
burada Pireneler'i mi kastediyordu? Herodot'a göre Pire-
neler, kara ormanlarm içinde kaybolmuştu. Yine Herodot
Keklerin, Herakles (Herkül) Sütunları'nın dışında yaşadık­
larını -Marsilya'nın arka bölgeleri, Ligurların yaşadığı yer­
ler olduğu için, buraya gitmek isteyen kişi, gemi kullanmak
zorundadır- ve Avrupa'da batiya doğru uzanan, sondan
bir önceki halk olduklarını yazar. Kekler sondan bir önce­
ki halk olduklarma göre, batıya doğru uzanan son halkm
Portekiz'de olduğunu kabul etmek mümkündür. Buna göre
Kekler, MÖ 500 yılında Alplerin ön bölgelerine ve Orta
Fransa'ya yerleşmişlerdir.
Eserlerini Yunanca kaleme alan daha sonraki yazarlar
arasında bilhassa Polibios, MÖ 150 yılında yazmış olduğu,
fakat büyük bölümü kaybolan tarih eserinde Keklerden bah­
seder. Yunancada Keklerden söz eden diğer önemli isimler,

1 Cenova'nın batısından Fransa sınırına kadar uzanan 300 kilometre uzunluğunda­


ki sahiller, (ç.n.)

15
MÖ 80 yılında Galya ve İspanyayı dolaşan ve Yunanca ka­
leme aldığı yazılar Diodoros tarafından da kullanılan, fakat
yazdıklarını yalnızca alıntılar yoluyla takip edebildiğimiz
etnolojik eserin yazarı Stoacı Poseidonios; Augustus döne­
minde yazan coğrafyacı Strabon; MS 2. yüzyıl seyyahı Pau-
sanias ve MS 200 yılında kaleme alman Mısır-Naukratis'ten
Antik Dönem yemek ve sofra kültürü kitabınm yazarı Athe-
naios şeklinde sıralanabilir.
Latince yazan isimlerden girişte bahsetmiştik. Keltler söz
konusu olduğunda, yedi ciltlik Gallia Savaşı (De bello Gallico)
adlı eserinde Keltler hakkmdaki güvenilir ve ayrıntılı bilgi­
lerle, özellikle de Gallier-Exkurs (V I11-20) cildinde, verdiği
bilgilerle bizleri aydmlatan Sezar ismi oldukça önemlidir.
Burada olduğu gibi, Sezar isminin yanmda parantez içinde
kitap ve paragraf numarası verildiği zaman bununla, Gal-
lier-Exkurs eserine atıfta bulunuyoruz demektir. Sezar, pro-
konsül2 olarak MÖ 58 ile 51 yılları arasında Galya'yı ele ge­
çirmiş, ülkeyi ve ülke halkmı daha önceki görevlilerden çok
daha iyi tanıma fırsatı bulmuştur. Tarihi bilgileri yanlış ak­
tardığı yönünde gittikçe artan suçlamalara rağmen (Ramba-
ud, 1966) Sezar, verdiği bilgiler göz önüne alındığında, yeri
doldurulamayacak birisidir. Bununla beraber, ikinci elden
almmış münferit bilgiler hususunda Titus Livius, Gnaeus
Pompeius, Pompeius Trogus ya da Justin, Tacitus (MS 100)
ve Ammianus Marcellinus (MS 400) gibi isimlerin Augustus
döneminde Latince kaleme aldıkları tarih eserlerine de çok
şey borçluyuz.
Keltler ile Germenleri birbirinden ayıran ilk Antik Çağ
yazarı Sezar'dır. Onun Galyalılar hakkında yazmış oldu­
ğu, yukarıda da sözü edilen Exkurs kitabını, yine Germen­
ler hakkmda yazmış olduğu benzer bir eser takip eder.
Sezar'dan önceki dönemde Batı Avrupa, Orta Avrupa ve
Kuzey Avrupa'da sadece Keklerin yaşadığı görüşü geçer-
liydi. Poseidonios, Germen boylarından Tötonların dilini
Galceden ayrı gördüğü için, onun da Germenler ile Keltleri
birbirinden ayırmış olması mümkündür. Germenlerin ve
Keklerin aynı halk olarak görülmesi, yaşam biçimlerinin ve
diğer bazı özelliklerinin birbirine benzemesine, komşu ol­

2 Antik Roma'da konsül olarak bir yıl görev yaptıktan sonra belirli Roma eyaletle­
rinde vali olarak görev yapan promagistra. (ç.n.)

16
malarına ve Germemi isminin, Ren Nehri'nin sağ tarafmda,
kendilerini Sweben (Sueviler) olarak adlandıran halkm bü­
yük bir ihtimalle Keltçede yabancı bir isim olarak kullanıl­
masına dayanır. Bundan başka Germani ismi Yukarı Rhön ve
Ispanya'daki iki Kelt kabilesi için de kullanılmıştır. Her ne
kadar Sezar'dan ve tam olarak da Tacitus'un Germania adlı
eserinden sonra Keklerin ve Germenlerin farklı oluşları her
Romalı tarafından biliniyor olsa da Bizans dönemine kadar
bazı yazarlar, Germenleri kati surette Kelt addetmişlerdir.
Bunun için Appianus, Cassius Dio ve MS 10. yüzyıldan
Suda admdaki büyük Bizans ansiklopedisini örnek olarak
verebiliriz.
Antik ve modern çağda, Keltler ve Germenlerin birbirle­
rinden farklı olduklarıyla ilgili görüşlerin temel sebebi kuş­
kusuz ki dildi. Bütün Galya'da, Britanya'da ve Galatya'da
konuşulan Keltçe, 1810 yılında DanimarkalI Conrad Malte
Brun tarafından adlandırılan Hint-Avrupa dillerine dâhil­
dir. Bugün elimizde Keltçe yazılmış çok uzun metinler bu­
lunmuyor ve Hristiyanlık öncesi döneme ait sadece 60 kitabe
var. Bunlara ilaveten sikkeler üzerinde ve sözlüklerde antik
yazarların isimleri, yine çok sayıda kişi ve yer adı bulunur.
Keklerin nehirler, dağlar ve zaman zaman yerleşim yerleri
için kullandıkları isimler, kuzey sınırı Aşağı Ren bölgesin­
den Kekçe bir isim olan "Eisenach"a, oradan da Bohemya'ya
kadar uzanan bir bölgede karşımıza çıkar. Örneğin Ren, Lip-
pe, Ruhr, Main, Nidda, Neckar ve Tauber gibi birçok Alman
nehrinin ismi, Kekçe ya da Keltçeden önceki bir dilden gelir.
Yine Tuna, Isar ve Lech nehirleri de Keltçeyle doğrudan il­
gilidir. Kekçe yer isimleri, tüm Fransa'dan Orta İspanya ve
Britanya'ya kadar çok geniş bir alana yayılır.
Dilbilimi, Q-Keltçe ve P-Keltçe olmak üzere Keltçeyi iki­
ye ayırır. Örneğin Q-Keltçe "at" kelimesi için equos kelimesi­
ni kullanırken, P-Keltçe epos kelimesini kullanır. P-Keltçenin
Galya'da, İngiltere, Galler ve Cornwall'ı kapsayan ana alan­
da ve bunun yanında Galatya'da kullanıldığını görürüz. Çok
nadir olarak da Q-Keltçe yer isimleri (örneğin Sequana, Sen
Nehri'nin adı gibi) yerleşmiştir. Buna mukabil İrlanda'da,
İskoçya'da ve İspanya'da günümüze kadar Galce olarak ko­
nuşulan Q-Keltçe ağır basar. Q-Keltçe, Latinceyle çok yakın
benzerlikler gösterir (equus) ve kökeni için bizi, ilk Kekler

17
ile ilk İtaliklerin Orta Avrupa'da komşu oldukları ikinci bin-
yıla kadar uzanan daha eski bir varyantı olduğu sonucuna
götürür. Merkezi bölgelerde ise P-Keltçe gelişmiştir, fakat
tutucu kenar bölgelerin bu gelişmeye ayak uydurduğunu
söylemek zordur. Benzer bir durumu da Kanada Fransızcası
gösterir. Kanada'da konuşulan Fransızcanın, asıl konuşulan
Kıta Avrupasında kaybolan bazı özelliklerinin muhafaza
edildiğini müşahede ederiz.
Batı İsviçre'de yer alan ve buluntu açısından olduk­
ça zengin Neuchâtel Gölü'ndeki bir kum yığını nedeniyle
1872'den beri La Tene Kültürü olarak adlandırılan ve arke­
olojik buluntular açısmdan da benzerlik gösteren kapalı bir
kompleks, Kelt yerleşiminin kanıtlandığı zamana ve mekâ­
na tarihlenir. Bu, MÖ 450 yılından Romalılar dönemine
kadar uzanan Geç Demir Çağı olarak tahmin edilir ve bu
dönem, Orta Avrupa'daki tarih öncesi çağın sonu anlamına
gelir. La Tene Kültürü devamlı Hallstatt Kültürü'nden etki­
lenerek geliştiği için bu kültüre ait Salzkammergut'daki3 en
önemli yerleşim yerindeki Kelt tuz madenlerinden de Kelt-
ler olarak bahsedilir. Bu dönem Güney Almanya'da MÖ 800
ile 450 yılları arası dönemi kapsar.
Keltlerin Hallstatt ve La Tene dönemi, arkeolojik ba­
kımdan oldukça zengindir. Bu döneme ait çok sayıda yük­
sek yerleşim yerini (oppida) biliyoruz. Bu bağlamda Mont
Auxois (Alesia), Mont Beuvray (Bibracte), Yukarı Tuna
bölgesinde Hundersingen'deki Heuneburg'u veya Hessen
eyaletinde bulunan VVetterau'daki Glauberg'i zikretmek
yerinde olacaktır. En önemli buluntuları, yağmalanmamış
prens mezarlarında görürüz. Bunların arasında MÖ 480
yılında inşa edilmiş ve 1953 yılında ortaya çıkarılan, Cha-
tillon-sur-Sen'de sergilenen çok zengin envanteriyle Mont
Lassois'teki tümülüs, günümüzde Stuttgart Bölge Müze-
si'nde sergilenen MÖ 540 yılından kalma değerli bulgu
eserleriyle Hohenasperg bölgesindeki Hochdorf Tümülüsü;
ayrıca yine 5. yüzyıldan kalma ve 1994 yılında keşfedilen
Glauberg mezarlığıdır. Sadece VVittenberg eyaletinde Hal­
lstatt Dönemi'ne ait tümülüslerin sayısı yaklaşık 7000'dir.

3 Avusturya Demir Çag'ının daha erken evresine ait bir bölge, (ç.n.)

18
Diğer dönemler için "Keltlere ait" diyebileceğimiz ve­
riler belirsizdir. Halistatt Dönemi'nden önceki Tunç Çağı
Urne Tarlaları Kültürü'nün (MÖ 1200 ile 800 arası evre) veya
Tunç Çağı'nm bir önceki evresine (MÖ 1500 ile 1200 arası)
ait tümülüslerin, Keltçe konuşanlar tarafmdan aktarılıp ak­
tarılmadığı tartışmalıdır. "İlk Keltler" (Protokelten) kavramı
bir anlamda geçici çözümdür. Genelgeçer görüşe göre Urne
Tarlarları Kültürü'nün MÖ 1100 yılındaki yayılma biçimi,
Indogermenlerin batıya yayılım biçimiyle benzerlik gösterir.
Tarihçiler için Yunanların, Germenlerin ve Slavların kökeni
sorusu neyse, Keltler için de aynı köken sorunu geçerlidir.
Başlangıç daima karanlıktır. Son olarak, Keltlerin kökeniyle
ilgili sorun etrafmda dolaşan tartışmalar kelimelerin öte­
sindedir: İnsanlarm kendilerini hangi dönemden itibaren
Keltler olarak gördüklerini hiçbir zaman öğrenemeyeceği­
miz için, hangi bulgunun "Kelt" olarak tanımlanacağı bizim
inisiyatifimize kalmıştır. Keltlerin kendilerini ne zamandan
itibaren Kelt olarak adlandırdıklarını bilseydik, PrusyalI­
ların etnik kimliğindeki nominal devamlılık gibi çok fazla
şey çıkaramazdık. Alman İmparatorluğu tahtında oturan,
Alaman kökenli Hohenzollern Hanedanı'nm, isim dışında,
Mazovya göllerindeki PrusyalIlarla (Pruzzen) ortak noktası
ne olabilir ki?

19
III. BATIYA YAYILMALARI

MÖ 500 yılından sonra Keltlerin tarihi daha anlaşılır hale


gelmiştir. Bu dönemdeki Keltlerin tarihi de Ön Alpler bölge­
sinden, yine Germenlerle karşılaştıkları kuzey yönü dışın­
da, her yöne çok hızlı bir yayılmayla kendini gösterir (bkz.
Görsel 1). Şimdiye kadar en kuzeyde bilinen Kelt prensliği,
Main Nehri'nin yirmi kilometre kuzeyindeki YVetterau'nun
kıyısında yer alan Glauberg'dir. Keltleştirme süreci, bir ta­
raftan Keltlerin hayat tarzınm ve Kelt dilinin yayılmasıyla,
diğer taraftan Keltlerin göç hareketleriyle gerçekleşmiştir.
Zaman zaman Keltlerin gezgin ruhu, onlarm boy isimlerin­
den de anlaşılır. Tektosagen1ismi bir sığınma yeri, yuva ara­
yanlar anlamına gelir ve konut sıkıntısına işaret eder. Bu da
ancak göç yolunda ortaya çıkmış olabilir. Savoyen'deki Ol-
lobroger ismi de alienigetıae "başka bir yerde doğanlar anla­
mındadır" ve bu isim de yabancı bir ifade olarak daha önce
oraya gelenler ya da o civarda yaşayan Keltler tarafmdan
verilmiş olmalıdır. Kelt yayılmacılığının dinamizmi, kabile
göçünde Keltleri Germenlerin önüne geçirir ve benzer şart­
larla bir ilişki kurar: Bunlar savaşçı ruh, çok çocuk, taşrada
sade bir hayat tarzı olarak sayılabilir. Neron döneminde ya­
şayan şair Silius Italicus (I 225), "Eylemsiz ve alelade yaşa­
maktansa, ölmeyi tercih etme"nin Keltlerden bize ulaşan bir
hayat düsturu olduğunu iletir ve Keltlerin bu düstur gere­
ğince yaşadıklarını ifade eder.

1 Tuna bölgesinden Avrupa'ya göç etmiş bir Kelt kavmidir ve Tektosagen, Keltçe
"servet arayanlar" demektir, (ç.n)

21
A .Ankara (Aneym)
Hl Bonlogue (Bononla)
B2 Bonn (Botum)
BJ Bologne (Bononla)
B-l Vidaı (Bononun
Dİ Dııblin (DnMnmnl
B2 Dt-lphl
G Gttfafa
k Krmplfll (Cımıporlnnnııı)
Ll Lornlnı (Loıuiinmın>
12 Lyon (Lugrfnntnu)
Mİ Mailiz (\(ogon(ioeuııı)
M2 NİHİlnnd ıMediolammı)
N1 Nu,namla
N2 S'oncnııı
P PiU'il (I.uırlln Parl.ıionıtn)
R Itegejtsbıiıg (Cnıtno Regnın)
S Süıttitlımıuu (T3dgn*l)
t n iH
\VI \ t a u (Borbetontagni)
V ? Viyana/J Wa/m>.nı
Y York (Ehurocum)
?. _ Zürtlı (Türk'üm)

Görsel 1: Keltlerin Yayılımı (Demandt, Antike Staatsformen).

Batıya doğru yapılan göçler, tüm Galya bölgesinde bir Kent­


leşmeye yol açmıştır. İspanya'daki Keltiberler de2 ve İs­
panya'nm kuzeybatısındaki Gallaecia ismi de onlara işaret
eder. Orada ve Thames Nehri'nin denize döküldüğü yere
yakın bölgede bulunan Keltlere ait en eski bulgularm İs­
panya'dakilerle benzerlik gösterdiği Britanya'da, Keltleştir-
me hareketleri o kadar yoğun değildir. Buradaki bulgular
MÖ 5. yüzyıla aittir. Strabon (IV 5, 2), Britanya Keltlerinin
oldukça mütevazı şartlar altında yaşadıklarını yazar. MÖ
75 yılında Belgler Südengland'a kadar yayılmış ve çok kısa
bir süre sonra Sezar'm bahsettiği düzeni kurmuşlardı. Ağır­
lıklı olarak ölü hediyelerinden oluşan maddi kültür öğeleri,
yine aynı dönemde Kuzey Fransa'da bulunan arkeolojik bu­
luntularla benzerlik gösterir. Bu da MS 6. yüzyılda Britan­
ya'daki Saksonların seramiği ile Holstein'daki seramikler
arasında görülen benzerliğin aynısıdır. Hibernia (İrlanda),
Geç Antik Dönem'de Kaledonya ya saldıran Scotti Keltleri
tarafından işgal edildi. "İskoçya" adı ilk kez Orta Çağ'ın or­
talarından itibaren kullanılmaya başlamıştır. MS 4. yüzyılda
2 Bu isim dar anlamıyla Roma öncesi dönemde Ispanya'nın merkezinde ve kuze­
yinde veya Iber Yarımadasının Akdeniz sahilleri boyunca ve yarımadanın iç kı­
sımlarında yaşayan Kelt boylarının adıdır, (ç.n.)

22
İrlandalI İskoçlar, Kaledonyalı Piktlerle birlikte Roma İmpa­
ratorluğuna ait ve o zamanlar Germen asıllı Saksonyalıların
da zulmüne maruz kalan Britanya'yı yağmaladılar. Dicuilus
(bkz. sonraki bölümler) ve daha sonraki coğrafyacılara göre
"Britanya" ismi İrlanda'yı da teşmil eder.
Güneye yapılan seferlerin sonuçları daha ağır olmuş­
tu. Livius'tan (V 33 vd.) alman göç efsanesi, 5. Roma kralı
Tarquinus Priscus döneminde, yani MÖ 550 yılında Gal-
ya'da, Bituriglerin iktidarının zirveye çıktığını anlatır. Kelt
ülkesini (Celticum) cesurca ve mutlu bir şekilde yöneten Bi­
turiglerin kralı Ambicatus, ülkesini aşırı nüfus yoğunluğun­
dan kurtarmak istemiş ve ilerlemiş yaşına rağmen yeğenleri
Bellovesus ve Segovesus'u yeni yerleşim yerleri bulmaları
için göndermişti. Kader, tanrıların arzusunu haber vermiş­
ti: Segovesus, Hersin Ormanlarını, yani Orta Almanya'yı;
Bellovesus ise çok daha büyüğünü, İtalya'yı ele geçirmişti.
Bellovesus, yedi kabileden oluşan büyük ordusuyla Alpler
üzerinden İtalya'ya ulaşmıştı.
Justin'in (XXIV 4, 1) dünya tarihinde bize ulaşan Ro-
malılaştırılmış Gallier Pompeius Trogus efsanesi ise daha
farklı şeyler söyler. Ülkelerinde ekmek bulamayıp kuşların
işaretini takip ederek kutsal bir ilkbahar {ver sacrum) zama­
nı Alpler üzerinden "Hercules'ten sonra" bir kısmı Panun-
ya'ya, bir kısmı da Po Ovası'na göç eden Keltlerin sayısını
Justin, 300.000 olarak kaydeder. Kutsal ilkbahar anlamma
gelen "ver sacrum" kavramı, eski İtaliklerde alışılmış bir ri-
tüel anlamındadır: Halk, kıtlığı izleyen yıl ellerine geçen her
şeyi tanrılara bir şükran ifadesi olarak sunar. Ondan sonra
doğan çocuklar da büyütülüp yetiştirildikten sonra yeni bir
ülke aramak üzere yabana yollanırlardı.
İtalya'ya yapılan göçler, Ön Alpler bölgesinin kuzeyin­
deki 400 yılından öncesine ait iki farklı arkeolojik bulgunun
nedenini açıklar. Bu durum, bir taraftan kadm mezarların­
daki önemli artışı ve buna bağlı olarak Alpler üzerinden
çok az sayıda kadının erkekleri takip ettiğini; diğer taraftan
söz konusu tahribatın boyutunu, yani iskân yerlerinin geniş
alanda ve eş zamanlı yıkım izlerini göstermektedir. Normal­
de bu, savaş olaylarına da işaret eder, fakat Sezar'ın (I, 5),

23
Helvetlerin3 kabile-yerleşim yerlerini terk etmeden önce bu­
raları yakıp yıktıkları bilgisini de anımsatır.
Bundan böyle Keltlerin yerleşmiş olduğu Kuzey İtalya,
Romalıların gözünde "Alplerin bu tarafında kurulmuş Gal-
ya" olan Gallia Cisalpirıa olarak adlandırılırken; "öbür ta­
raftaki" Gallia Transalpina, Galyalılar İtalya'da Romalı gibi
görünmeyi kabul ettikten sonra, Gallia Comata (conta: uzun
saç) ya da Gallia Bracata (bracae: uzun pantolon) olarak anıl­
mışlardır. Böylece Keltlerin ülkesi, Gallia Togata olarak da
adlandırılmıştır. Keltler İtalya'da birçok kabile halinde orta­
ya çıkmıştır. Keltlerin Insubria kolu, Bellovesus tarafmdan
kurulan Medialanum, yani Milano bölgesinin çevresini işgal
etmiş; Cenomanlar Brixia, yani Brescia ve Verona bölgeleri­
nin çevresini, Boiler ise Bononia, yani Bolonya'nın çevresini
ve son olarak da Senonlar Arimninum, yani Rimini kıyılarını
işgal etmişlerdir. Alpler üzerindeki bağlantı da muhafaza
edilerek Suebya'daki Alb ve Inn arasında ikamet eden Rea-
terler de Keltleştirilmiştir. Galyalıları güneyde cezbeden şey
de Livius'a göre, meyve ve şaraptır. Po Ovası'na yerleşen
Kuzey Etrüskler, kendi bölgelerine yapılan saldırıları engel-
leyemediklerinden on sekiz şehrini kaybetmiştir. Örneğin
Bolonya'nm güneyinde kalan Marzobotto'daki münferit
olaylarda olduğu gibi arkeologlar, Etrüsklere ait yerleşim
yerlerini, istiladan hemen sonraki enkaz haliyle, yıkıntılar
arasındaki ölü ve silahlarla birlikte bulmuşlardır.
Romalılar da Keltlerden muzdariptiler. O zamanlar Ro­
malılar Romanın Yağmalanmasını (Sacco di Roma) ilk kez
yaşamışlardır. Livius (V 33 vd.) Galyalı Senonlarm, vatan­
perverlik duygularıyla yeniden şekillendirilmiş geleneklere
göre, Brennus'un önderliğinde Roma'nm kuzeyinde bulu­
nan Ertrüsk şehri Clusium'a., yani Chiusi'ye saldırdıklarını
anlatmaktadır. Bu olay üzerine Chiusi sakinleri, Roma'dan
yardım istemiş ve senato, Fabier soyundan üç elçiyi (onla­
ra) göndermiştir. Fakat bunlar, Galyalıların ayağına giderek
hiçbir girişimde bulunmayarak yabancılar ülkeye saldır­
maktan vazgeçmediler. Savaş devam etti ve Romalı elçiler
bu savaşa Clusium saflarında iştirak ettiler. Hatta bu elçi­
3 Helvetia, İsviçre'nin ulusal kişileştirme figürü olup resmi adı "Confederetio Hel-
vetica" (Helvetia Konfederasyonu) olarak geçer. Helveti ismi Roma işgalinden
önce İsviçre platosunda yaşayan, Kelt bir kabile olan Helvetlerden türetilmiştir.
(Ç-n)

24
lerden biri, bir Kelt prensini dahi öldürdü. Bu hak ihlali için
Brennus tazminat istediyse de bu istek senato ve halk tara­
fından reddedildi. Romalılar, Senonlara karşı harekete geçti,
ancak 18 Temmuz 387 tarihinde Roma'nm 20 km kuzeyin­
de, Allia Deresi yakmında büyük bir hezimet yaşadılar.
Büyük bir zafer kazanan Keltler, Via Salaria4 üzerinden
Roma'ya yürüdü. Roma'nm sakinlerinin çoğunun şehirden
kaçmasıyla Keltler şehri işgal etti. Daha eski, örneğin Qu-
intus Ennius'un MÖ 180 civarına ait yıllıklarında (dize 228
Skutsch) anlatılanlara göre kaleyi de ele geçirdiler. Daha
yeni yıllıklardaki bilgilere göre, Kapitol Tepesi5 düşmedi.
Gece vakti kayalara tırmanma girişimini Juno'nun6 kutsal
kazları, çıkardıkları seslerle haber vererek engellemiş olma­
lıydı. Bugün Aracoeli'de yükselen Santa Maria Kilisesi'nin
olduğu yerde bulunan evlilik tanrıçasının tapınağmı kazlar
korumaktadır. Fakat Juno, uyaran (monere) anlammdaki la­
kabını ilk o zaman almamıştır. Burası onun kutsal madeni
para basma yeri olduğu için nıoneta, Ovidius'e göre "akçe"
anlamındadır. Almancadaki "Münze" [bozuk para ya da je­
ton] de bu kelimeden gelir.
Romalılar Veji'ye kadar çekilerek şehri, yedi ay sonra
altm karşılığında Galyalılardan satın aldılar. Aralarmdaki
anlaşmaya göre 1000 pfund teslim edilince Brennus, kılıcını
terazinin kefesine koyup Romalıların itirazına şöyle cevap
verdi (fakat bu kesinlikle Latince değil): Vae victisl [Yenilene
yazıklar olsun!]. Bu bilgiyi biz Livius'ta (V 48, 9) okuyoruz.
Bu kelime, Plautus'la birlikte MÖ 200 yılma kadar gelmiş­
tir. Senatonun, Brennus ile yaptıkları müzakereler sırasmda
Marcus Furius Camillus'un bir ordu toplayıp geri çekilen
Senonları mağlup ettiği, hatta hâzineleri geri aldığı ve Ro­
malıların onurunu tekrar kazandığı tahmin edilir. Polibios
(II 22) gibi daha eski kaynaklar, Keltlerin, elde ettiği gani­
metlerle ülkelerine geri döndüklerini söyler. "Allianın kara
günü" anlamındaki dies ater Alliensis, Geç Antik Dönem'in
sonuna kadar devletin yas günü olarak kaldı. Bu kara günle
birlikte Romalıların kuzeydeki barbarlardan korkmaları bir
travma halini almıştı.

4 İtalya'daki eski bir Roma yolu, (ç.n.)


5 Antik Roma kentinin kurulu olduğu tepelerden biri, (ç.n.)
6 Eski İtalya'da doğum ve evlilik tanrıçası, (ç.n.)

25
Zaferlerinden sonra Kelt orduları birer birer İtalya'nın iç
bölgelerine doğru ilerlediler. Syrakus'un zalim hükümdarı
I. Dionysios tarafmdan karşılandılar ve Ksenophon'un Hel-
lenika (VIII. 20) adlı eserinde belirttiği gibi, MÖ 368 yılında
Epameinondas tarafmdan rahatsız edilen Spartalılara yardı­
ma gönderildiler. O zamanlar Keltler, ilk kez Yunanistan'da
görüldü. Etrüskler ve Kartacalılar da Kelt askerlerinden fay­
dalandılar. Orosius'un (IV 13, 5) tespitlerine göre, askerler
için Keltçe kullanılan kavram "Gaesaten"dir [mızrak adam­
lar]. Diğer yazarlarca söz konusu Keltleri başka bir soya ait
olmaları, onlarm gruplar halinde lider addettikleri kralları­
nın emri altında askere alınmalarıyla ilişkilidir.
Daha sonraki yıllarda başka başka ve kısmen Apulien'e
kadar uzanan yağmalama ve Romalılarla aralarında geçen
çatışmalar da meydana gelmiştir. Bunlar anlatılırken, efsa­
nevi bir şekilde abartılarak ve süslenerek sunulmuştur. MÖ
360 yılında Titus Manlius Imperiosus, Galyalıları Roma'nın
doğusundaki Aniene Nehri üzerinde mağlup etti. Kartacalı
komutan Hannibal, MÖ 218 yılında İspanya ve Güney Fran­
sa'dan çıkıp, Alpler üzerinden gelerek Roma'ya meydan
okuduğunda ve savaş ilan ettiğinde, Keltler son kez Roma­
lılar için bir tehlike teşkil etmişlerdi. Hannibal'ın ismi Galim
Cisalpina'da duyuldu. İnsubriler ve Boiler Hannibal'a katı­
larak yakınlarına yerleşen Romalıları kovdular. 207 yılında
Cisalpin Keltleri, Ispanya'dan çıkıp Alpler üzerinden karde­
şi Hannibal'a yardıma gelen, fakat ona yetişemeyen Hadru-
bal'ı destekledi. MÖ 203 yılında Pönlerin İtalya'yı terk etme­
sinden sonra, Romalılar intikamlarını aldılar. İnsubriler ve
Cenomanlarla bir anlaşma yapıldıysa da Boilerin büyük bir
kısmı ya buradan kovuldu ya da yok edildiler. Gallia Cisalpi­
na da bir şekilde Romalılaştırıldı. Lucius Cornelius Sulla, bu
bölgeyi bir eyalet olarak düzenledi. Sezar ise Gallia Transal-
pin ay a karşı bir savaş için askerlerini hazırladı.

26
IV. DOĞU SEFERLERİ

Keltler, ana yerleşim yerleri olan Güney Almanya ve Fran­


sa'dan doğuya doğru ilerledi. MÖ 5. yüzyılın sonunda, is­
mini Kelt boylarmdan biri olan Boilerden alan Bohemya'yı
(Boiohaemum) işgal etti ve bu bölgede Stradonitz ve Pressburg
kalelerini inşa ettiler. Kelt orduları buradan daha doğuya, Şi-
lezya ve Siebenbürgen'e geçtiler. İllürik kökenli Doğu Alp-
lerinin Keltleştirilmesi, MÖ 3. yüzyılda gerçekleştirilmiştir.
Daha önce ismi zikredüen Regnum Noricum, krallık merkezi­
ni Kaerten'deki (Virunum) Magdalensberg'de kurdu. Sakin­
lerinin Norici ya da Taurisci olarak adlandırıldığı bu bölge,
Avusturyahlarca örnek teşkil edecek biçimde araştırılmıştır.
Daha küçük gruplar, çok daha önceden Karadeniz'e
ulaşmışlardı. 4. yüzyıldan itibaren Keltler, İliryalılara karşı
Makedonlarm müttefiki olarak görülmeye başlandı. Stra-
bon'a (V II3, 8) göre buraya gelen Keltler, 335 yılında Büyük
İskender'e bağlılık yemini etti. Onlarm şartlı olarak yaptık­
ları bu bağlılık yemini, yaklaşık bin yıl sonra İrlandalı Gal-
yalılarda (Thurneysen, 1921,150:199) görülen yemin şekline
benziyordu: "Biz yeminimize sadık kalmak istiyoruz ya da
gök yere insin ve bizi parçalasm, yer yarılsın bizi yutsun,
deniz kabarsın ve bizi boğsun." Nikomakhos'a Etik (1115 b
25) eserinde bahsedildiğine göre, böyle bir yemin şeklini
Büyük İskender'in hocası Aristoteles'in de duymuş olması
ihtimal dahilindedir. Fakat o, bu yemin şeklini muhteme­
len yanlış anlamıştır, çünkü Aristoteles, Keltlerin ne kadar
cesur olduğunun, şiddetli depremlerden ya da güçlü deniz
fırtınalarından korkmadıklarından anlaşıldığını yazar. Çün­
kü Keltler, böylesine büyük felaketlerin ülkelerinde ortaya
çıkmasma ihtimal vermezler.
324 yılında Keltleri, Büyük İskender'in Babil'deki sara­
yında, Batılı kabilelerin elçileri arasmda görürüz. Diodo-
ros'a göre 280 yılında Kelt ordusu, 2000 yük aracının oldu­
ğu bir kervan eşliğinde Makedonya'ya yürümüştür. Yine

27
Brennus gibi bir Kelt komutan, MÖ 279 yılında Makedonla-
rı mağlup ederek Makedonya kralı Prolemaios Keraunos'u
öldürdü. Delphi'deki tahkimatı olmayan zengin Apollon
Tapmağı yağmalandı. Ele geçirilen ganimetlerin bir kısmı
daha sonra Güney Galya'daki Tolosa Tapınağı'na götürüldü.
Günümüzde Toulouse denilen bu yerde, MÖ 106 yılında bu
ganimet Romalıların eline geçti. Delphi'nin yağmalanması,
Yunan dünyasında çok büyük bir etki yarattı. Bu itibarla
tanrıların bu işe bizzat el attıkları ve barbarları geri çekil­
meye zorladıkları, efsane şeklinde anlatılagelmiştir. Çok
uzaklardaki İskenderiye şehrinde yaşayan şair Kallimachos,
Delos Adası'ndaki Apollon ile ilgili şiirinde şunları yazar:
Ve bir gün bir savaş çıkacak. Şayet Keltler, Yunanlara karşı bar­
bar kılıçlarını çekerlerse ve Keltler kendi savaş tanrılarını çağı­
rırlarsa, batının geç doğmuş titanları, gökteki sayısız yıldızlar
kadar sürüler halinde kar fırtınası içinde oraya üşüşürler.

Güneydoğuya doğru göçleri esnasında çok sayıda Kelt gru­


bu, Orta ve Aşağı Tuna bölgelerine yerleşti. Save, Drau ve
Morava'nın denize yakm bölgelerinde Skordiskler yaşıyor­
du. Skor diskler, orada yerleşik haldeki TrakyalIlara karış­
malarına rağmen imparatorluk dönemine kadar kaba örf ve
geleneklerini muhafaza ettiler. Bu hususta, ölülerinin ka-
fataslarım içme kabı olarak kullanmaları örnek olarak gös­
terilebilir. Felaket getirdiği gerekçesiyle altına sahip olma
konusunda küçümseyici bir tavır takındıklarını iddia eden
Athenaios'a (234 AB) inanmak pek de makul görünmüyor.
Keklerin bu grubu, zaman zaman Romalılara karşı mücade­
le ederek zaferler kazandılar ve Romalılar tarafından tahrip
edilen Singidunum, yani Belgrad şehrini kurdular.
Keklerin güneydoğuya doğru yaptıkları büyük göç ha­
reketleri sırasmda Haimos Dağları'mn (Balkanlar) güney
eteklerindeki Trakya'ya, MÖ 278 yılında Kral Kommonto-
rios'un maiyetindeki Kelt grupları yerleşti. Kral Kommon-
torios, bugün bir Bulgar köyü olan Tulowo'da kendisi için
Tylis Sarayı'nı inşa ettirdi. Kommontorios, savaşçılarını
burada yönetiyor ve yetiştiriyordu. Keklerin kralı Kauaros
MÖ 212 yılında TrakyalIların bir saldırısında mağlup olun­
caya kadar Yunan şehri Byzantion, 50 yıl boyunca Keklere
vergi ödemek zorunda kaldı. Bu yenilgi sonrası Keklerin
Tylis adındaki ülkesi tarih sahnesinden silindi.

28
280 yılındaki göçleri esnasında aralarında 10.000 savaş­
çının da bulunduğu 20.000 Kelt, kralları Lonorius ve Luta-
rius'un öncülüğünde boğazı geçerek Küçük Asya'ya ulaştı.
Keltler, evvela Bitinya krallarının askerleri olarak, daha son­
ra yine asker olarak Roma'da, Massilia ve Kartaca'ya kadar
Akdeniz bölgesindeki ülkeler için, hatta Mısır'da bulunan
Ptolemaioslar tarafında bile savaştı. MÖ 268 yılında "Filler
Savaşı"nda Seleukoslarm kralı I. Antiokhos'a yenildiler,
fakat yine de bundan böyle Galatya admı alan bölgede ve
Orta Anadolu'nun Halysbogen (Kızılırmak) bölgesinde yer­
leştiler. Keltler, daha önce Alplerden geçerken yaptıkları
gibi, işgal ettikleri ya da yağmaladıkları bölgeleri önceden
aralarmda yaptıkları kurayla paylaştılar. İmparator Hadria-
nus'un gözetiminde yazan Yunan tarihçi Appianus, Keltle-
rin bu üç kolunu şu şekilde adlandırır: Tavium çevresindeki
Tektosaglar, Ankara ve çevresindeki Trokmer'ler (Türkmen-
ler) ve Pessinus çevresindeki Tolistoboyer'ler (ya da Tolis-
toager'ler).
Daha sonraki dönemlerde Galatya Keltleri düzenli olarak
komşu devletlerle yaptıkları savaşlarla karşımıza çıkar. Ber­
gama'nın Yunan krallarıyla sürekli çatışmışlardır. MÖ 235
yılında 1. Attalos, kendinden önceki kralların onlara ödediği
bir nevi haraç niteliğindeki saldırmama parasını ödemeye
yanaşmadı. MÖ 190 yılında Galatya Keltleri, Seleukos kralı
III. Antiokhos'un tarafmda Romalılara karşı savaştı.1 Za­
ferlerinden sonra MÖ 189 yılında Konsolos Manlius Vulso
bütün Galatya'ya hâkim olmayı amaçlayan Tolistoagirlerin
kralı Ortiagon'u cezalandırdı ve iddiaya göre 40.000 esiri be­
raberinde götürdü. Buna rağmen Ortiagon, Bergama kralı
II. Eumenes'i rahatsız etti. MÖ 166 yılında II. Eumenes bir
zafer kazandı, ancak Romalılar onun, Galatyalıları hüküm­
ranlığı altma almasına engel oldular.
Attalosların Galatyalılara karşı zaferi, Yunan heykel sa­
natının yarattığı en önemli eserlerden olan üç heykel gru­
bunda ifadesini bulmuştur. MÖ 235 yılında Kaikos'taki
zaferinden sonra Attalos, Bergama akropolündeki Athena
Nikephoros Tapmağı'na, mermer kopyaları günümüze ula­
şan "Büyük Galliler" admdaki bronz heykellerden hediye

1 Söz konusu savaş Manisa (Magnesia am Sipylos) civarında meydana gelmiştir.


(ç.n.)

29
etti. Bu heykellerin konusu "ölmekte olan Galyalılar"dır.
Bu heykellerden biri trompet çalan bir Galyalıya aittir. Gü­
nümüzde bu heykeli Roma'daki Capitoline Müzesi'nde
görmek mümkündür. Bir diğer heykel de karısını ve ken­
disini hançerleyerek öldüren bir Galyaîıyı tasvir eder. Lu-
dovisi'nin koleksiyonunda bulunan bu heykeli de kısa bir
süreden beri Roma'daki Altemps Palazzo'da görmek müm­
kündür. Bunların kopyalarını Sezar, Batı Keltlerini mağlup
ettikten sonra zaferinin bir anısı olarak, bilahare Sallust'ta
inşa ettirdiği bahçelere diktirmiştir.
MÖ 160 yılında Atina akropolisinin güney duvarına
"Küçük Galyalılar" adında ikinci heykel grubu dikilmiş­
tir. Bu zafer anıtında tasvir edilen Yunanlar m Amazonlar­
la mücadelesi esasen Maraton Savaşı'nı, tanrıların devlerle
(Gigantlarla) mücadelesi ise BergamalIların Galatyalılara
karşı kazandığı savaşı simgelemektedir. Bu heykel grubuy­
la ilgili olarak dörtlü bir yorum yapılabilir: bunlardan ikisi
mitolojik ve tarihi bir olayın yorumu, diğer ikisi de kültür
ve medeniyetin barbarlığa karşı kazandığı zaferin yorumu.
Pausanias'ın (I 25, 2) anlattığı bu devasa heykel grubunun
da sadece Roma dönemi kopyaları bilinmektedir.
MÖ 166 yılında Eumenes tarafmdan Zeus ve Athena'ya
ithaf edilen Bergama Zeus Sunağı'nın ehemmiyeti diğerle­
rinden daha fazladır. Heykelin etrafını saran süslü friz de
yine tanrıların devlere karşı savaşmı tasvir eder. Her antik
gözlemci tarafmdan bu, Galatyalıların zaferlerinin mitolo­
jik temsili olarak bilinir. Bu temsili anlatımın bir benzerinin,
Bergama heykeltraş okuluna ait Apollo ve Marsyas heykel
grubunda olduğu düşünülür: Burada da Yunan tanrılarının
Asyalı şeytanın (Kay Ehling) kibrine üstün gelmesi söz ko­
nusudur. Geç Antik Dönem'de Bergama Sunağı, dünyanın
yedi harikası arasında sayılmıştır; fakat sunak Bizans dö­
neminde sökülmüş ve Arapların tehdidi alfandaki şehrin
kalelerinde yapı malzemesi olarak amacmm dışında kulla­
nılmıştır. Alman mühendis Cari Humann tarafmdan bu ese­
rin keşfedilmesinden sonra, 1878 yılında onun yönetiminde
gerçekleştirilen kazı çalışmalarına başlanmıştır. 1896 yılında
ölen Cari Humann, Bergama7danm Yukarı Agora bölgesin­
de defnedilmiştir.

30
Bu eser üzerindeki çalışmalar, Berlin müzelerinin görev­
lendirdiği Alexander Conze ve Theodor VViegand tarafın­
dan devam ettirilmiştir. Bab-ı Ali ile 16 Ağustos 1879 yılında
yapüan anlaşma gereği bu sunağm kabartmalı parçaları Al­
manya'ya getirilmiş ve büyük heyecan uyandırmıştı. Bu ka­
bartmalardaki ihtiraslı coşku ve dinamik hareket zenginliği,
VVinkelmann'ın "soylu sadelik, sessiz büyüklük" sözüne uy­
maz ve "Helenistik Barok" adı verilen bir üslup kavramının
oluşmasına yol açmıştır. Jakob Burckhardt Berlin'e gelmiş
ve 10 Ağustos 1882 tarihinde Max Alioth'a şunları yazmıştı:
"Bergama'nın süslü frizi! Öfke ve şiddet dolu her şey; sanat
tarihini epey altüst edercesine büyük bir üslupta."

31
V. EKONOMİLERİ

Galyalılar, aynı dönemdeki Germenlerden, İtaliklerden ve


Etrüsklerden daha gelişmiş bir ekonomiye sahiptiler. Hay­
van, özellikle de domuz ve sığır yetiştiriciliğinde oldukça
ilerleme kaydetmişlerdi. Antik yazarlar, sığırlarda iyi ırkı,
domuzlarda ise miktarı öne çıkarırlar. Ancak evcil hayvanlar
günümüzdeki benzer türleriyle karşılaştırıldığında oldukça
küçük kalıyorlardı. Manching'deki kemik buluntularının,
%42'si sığıra, %32'si de domuza aittir. Yaban domuzu Kelt
sanatında milli bir sembol olarak anlaşılacak kadar çok tas­
vir edilmiştir. Yine benzer şekilde meyvelerinden domuz­
ların beslendiği meşe ağaçlarına da çok değer verilmiştir.
Kemik buluntular arasındaysa geyiğe çok az rastlanmıştır.
Öyle görünüyor ki temel gıda maddeleri hububat ve bakla-
gil idi. Galyalılar zeytin ağacı ve asmadan da bihaberlerdi.
Çok yönlü olarak gelişen çiftçiliği, meracılık sisteminde
görürüz: Belirli bir arazi, uzun yıllar ekim arazisi olarak, sonra
da daha uzun bir süre boyunca da mera olarak kullanılır. Böy-
lece toprak kendini dinlendirir. Mera döneminde tarlaların
doğal gübrelenmesi dışında Keltler, ıslah edilmiş kireçli balçık
toprağı ile kireçten de suni gübre elde etmesini biliyorlardı.
Yem ekonomisi ya da meracılık, tarlalarm çitle çevrelenmesini
gerektirir. Bu da yine arazilerin özel mülkiyette bulunmasıyla
mümkün olur. Bir araziye ya da bir mala ortaklaşa sahip ol­
mak Diodoros'a (V, 34,3) göre, İber Yarımadasındaki Vaccaei
Keklerinde vardı. Bunlar arazilerini ortaklaşa ekip biçiyorlar
ve ürünü bölüşüyorlardı; bir ürünü ya da bir şeyi saklayan
ölüm cezasma çarptırılıyordu. Toprak yoğun olarak işlendik­
ten sonra özel mülkiyete geçiyordu. Germenlerde de benzer
üretim biçimlerine dayanan ve uzun zaman çok ilgi görmüş
ilk komünist öğreti, elbette toplumdaki eşitliği kanıtlamıyor­
du. Çünkü karar verebilenler, toplumdaki itibarlı ve hatırı sa­
yılan kişilerdi. Çekişme ve kavgalar hep olmuştur. Kavgadan
kaçınmak için mülkiyet sistemi uygulanıyor ve artık kimse
kendi mülkünün dışında hiçbir şey için kavga etmiyordu.

33
Tıpkı Ertrüsklerde olduğu gibi, Kelt ekonomisinin asıl
büyüklüğü maden endüstrisindeydi. Salzburg bölgesindeki
bakır maden ocakları zaman zaman bütün Orta Avrupa'nm
bakır ihtiyacını karşılıyordu. Bronz için çok önemli olan çin­
ko, çok eskiden beri Cornwall'dan getiriliyordu. MÖ ilk bin-
yıla ait Mısır Papirüsü, çinko için pretan kelimesini ihtiva edi­
yordu. Bu kavram da Britanya isminin kökeni olabilir. Yine
Kypros (Kıbrıs) isminin "bakır adası"ndan ve Kreta (Girit)
isminin de "tebeşir adası"ndan geldiği bilinir. Bronz, Demir
Çağ'da da önemini korumuştur. Bronz paslanmaz, kolayca
yaldızlanabilir, esneklik özelliğiyle de çekiçle istenilen ka­
lıba sokulabilirdi; bronzlar örneğin miğferlere, kabartmalı
bakraçlara (situla) ya da İrlanda efsanesinde Keltlerin önemli
ev eşyalarından biri olan kazanlara dönüştürülüyordu.
Galyahlar altın zenginliğiyle de biliniyorlardı. Bu altın
zenginliğinin temeli de daha çok Batı Alplere altın kum ta­
şıyan nehirlere dayanır. Polibios (XXXIV. 10,10) MÖ 150 yı­
lında Noricum'da çok ilgi çeken bir altın madeninin bulun­
duğundan bahseder. MÖ 106 yılında Romalılar tarafmdan
yağmalanan Tolosa (Tulus) Tapınağı hâzinesinin 5 milyon
pfund değerinde altın ihtiva ettiği söylenir. Sezar ele geçir­
diği ganimetleri İtalyan pazarma yığdığında, Suetonius'un
(54) belgelerine göre altm fiyatları çok düşmüştü. Gümüş ise
İspanya'daki Keltiberler aracılığıyla elde edildi. Fakat ilk kez
Kartacalılar, ilk Pön Savaşı'nı kaybettikten sonra, Barkid ai­
leleri aracılığıyla İber Yarımadası'nı kontrol altına aldıkların­
da, daha büyük ve daha gelişmiş bir madencilik getirdiler.
Renkli metallerden yapılan aletler, Antik Dönem Kekle­
rinin sanat anlayışına dair en önemli kanıttır. Meşin, ağaç
ve dokumacılık üzerine çalışmalarla ilgili günümüze hemen
hemen hiçbir şey ulaşmamıştır. Diğer dönemlerin bölgesel el
sanatlarına benzer şekilde burada da geometrik biçimlerdeki
dekoratif ve soyut süslemeler ağır basar. Bu el sanatlarında,
insanlar ve hayvanlar tabii bir şekilde değil, çok basitleştiril­
miş ve değiştirilmiş orantılarla verilmiştir. Betimlenen figür
ve motif gibi unsurların büyüklüğü, onların önemi ölçüsün­
de olup gerçek boyuüarmı yansıtmaz. İnsan ve hayvan ka­
rışımı fantastik masal yaratıkları Keklere has özellikler gös­
terir. Hareketli ve stilize figürler, benzer ya da değiştirilmiş
olarak genellikle bir sıra dâhilinde görülür. Güneydeki eser­
ler de önemli bir ilham kaynağı olmuş ve değiştirilerek be­

34
nimsenmişti. Sonuçlar da usta elinden çok, halkın duygula­
rının sanata yansıdığını açıklar. Hallstatt Dönemi'nin çeşitli
motiflerle süslenmiş çok renkli seramik kapları da oldukça
etkilidir. Sanattaki Yunan etkisi, Keltlerin heykeltraşisinde
görülür. Keltler heykel yapımına MÖ 6. yüzyılda başladılar.
Bu dönemin ilk örneği Hirschland Prensi'dir. Bunu MÖ 5.
yüzyılda Glauberger heykeli takip etti (Bkz. Görsel 2). Fakat
bu eserlerin sayısı çok fazla değildir.
En önemli maden demir idi. Galya'da demiri işleme, İtal­
ya' dakinden iki asır sonra başlamıştır. MÖ 7. yüzyıldan iti­
baren üretilen La Tene kılıçları2 teknik olarak aynı dönem­
deki Roma kılıçlarından daha kalitelidir. Kılıcın Latincedeki
karşılığı gladius'tur (gladiole ise bir tür süs çiçeğidir) ve aslı
Keltçe bir kelimedir. Bu tür kültürel etkileşimlerin nasıl ger­
çekleştiği, tesadüfen elde edilen haberlerle öğrenilir. Doğa
Tarihi adlı eserinde (XII, 5) Plinius,3 (aşağıdaki bölümde
Plinius'a yapılan atıfların tümü bu eserde geçer) MÖ 400 yı­
lında Roma'da el sanatlarında ya da demir sanatmdaki (ars
fabrilis) ustalığıyla tanmmış ve memleketindeki hemşerile-
rine İtalya'daki güzel hayatın bir kanıtı olarak incir, üzüm,
zeytinyağı ve şarap getirmiş Helico alias Elico admda Kelt
asıllı bir Helvetin yaşadığmı bildirir.

Görsel 2: Glaubergli Keltlerin prensi, Sandstein, MÖ 5. yüzyılın başı.


2 La Tene, Halstatt Keltlerinin İtalya'nın kuzeyindeki kollarından biri, (ç.n.)
3 Gaius Plinius Secundus (yak. MS 23-79), tarihçi ve yazardır ve adı geçen eseri de
ansiklopedik bir doğa tarihi eserdir, (ç.n.)

35
Bern civarındaki Biel Gölü'nün üzerinde, palmiye ağacının
altında karşılıklı duran iki keçi ve Yunanca harflerle KORİ-
SİOS damgası taşıyan bir kılıç bize ulaşmıştır. Diğer kılıçlar­
da ise bir süvari, ayak izi, boğa, domuz ve maske görürüz.
Bunlar üreticinin sembolü müdür, kılıç sahibinin damgası
mıdır, yoksa bir şifa işareti midir? Meşhur norik kılıçlarının
(Noricus ensis) teknolojik olarak çelikten yapıldığı kanıtlan­
mıştır. Diodoros (XVI 94, 3), İskender'in babası II. Philipp'in
katilinin suikast sırasmda Keltlere ait bir kılıç kullandığını
ve haber değeri olarak bunun çok önemli olduğunu bildirir.
Madenciliği Orta Avrupa'ya Keltler getirmiştir. Maden
cevherinin bulunduğu ocaklar, demir cevheri işlemeciliği­
nin ilk kez MÖ 6. yüzyılda başladığı Britanya'da, Aquitan-
ya'da,4 Lothringen'de, Siegerland'da, Noricum ve Bohem­
ya'da bulunuyordu. Maden ocakları 100 metre derinliğe
kadar ulaşıyordu. Bu yerlerin her biri arkeolojik olarak iyi
araştırılmıştır ve Camp d'Affrique'deki gibi üretim sürecini
anlama imkânı verir. İsa'dan önceki son yüzyılda Kelt de­
mir işlemeciliği oldukça ilerlemişti. Manching'de şimdiye
kadar, demirden yapılmış çeşitli tiplerde yaklaşık 200 alet
bulunmuştur. Keltler, Germen mitolojisine demirci ve ma­
denci olarak girmişlerdir. Pamuk Prensesin Yedi Cüceleri
de Roma dönemindeki Genius Cucullatus üzerinden Kelt
inancındaki "kapşonlu manto giymiş yardımsever cüceye
uzanmaktadır" (R. Egger, 1948). Almancadaki Eisen (demir)
kelimesi de Keltçeye dayanır. Yine "Ger" (kargı), "Glocke"
(çan), "Brünne" (kuyu) ve olasılıkla "Ofen" (ocak) kelimesi
de fonksiyon olarak demir eritme ocağını hatırlatmaktadır.
Mısır'da MÖ 3000'li yıllarda bilinen çömlekçi çarkı ile
değirmenin Germenlere Keklerden aktarılmış olması, on­
ların zanaatkârlıktaki üstünlüğünü göstermektedir. Birçok
üretim dalında Keltler, mükemmel işler başarmışlardır.
Bunlara örnek olarak emaye sanatını, cam üretimini (isim
olarak Bibracte'de)5 tekstil ve deri işlemeciliğini, tornacılı­
ğı, araba yapımmı verebiliriz. Keltler tarafmdan icat edilen
iki akslı araba tipleri, 19. yüzyıla kadar posta arabası olarak
kullanılmıştır. Sezar, birkaç kez Galya'daki köprülerden (I
7; VII 19) bahseder. Romalılar da, Latinceye girmiş silah,

4 2015 yılına kadar Fransızlara ait olan bir bölge, (ç.n.)


5 Bibracte, Galyalı Keklerden Aeduların başkenti idi. (ç.n.)

36
araba ve tekstilde kullanılan yaklaşık 200 Keltçe kelimenin
gösterdiği gibi Keklerden çok şey öğrenmişlerdir. Diğer bir­
çok kabilede olduğu gibi, tekstil alanı Keklerde de kadınla­
rın asıl çalışma alanıydı. Kelt kıyafetinde öne çıkan önemli
giysiler, ata binerken gerekli olan paçaları uzun pantolonlar
(bracae), soğuktan ve yağmurdan koruyan kollu mantolar
{mantım) idi. Latince caliga, câligula [asker çizmesi] da yine
Keltçe bir kelimedir. At koşum takımlarını da Romalılar,
Keklerden almışlar ve süs parçalarını kendileri geliştirmiş­
tir. Romalılar, Geç Antik Dönem'de hâlâ kullanılan ve eşek­
ler tarafından çekilen, büyük bir bıçakla teçhiz edilmiş iki
teker arasmda bulunan büyük bir tarak ve Keklere ait dikiş
makinelerini mucize aletler olarak görüyorlardı. Plinius'un
(XVIII 72) anlattığı bu aletin örnekleri Trier, Köln, Koblenz
Luxemburg'daki mezar kabartmaları üzermde bulunur.
Daha Hallstatt Dönemi'nde tuz elde etme Keltlerin
önemli meslek kollarmdan biriydi. Tıpkı maden cevheri gibi
tuzu da Kekler yer altmda aramışlardır. 1846 yılından beri
araştırılan Hallstatt ocakları, 200 metrenin üzermde bir de­
rinliğe ve en az 5500 metre toplam uzunluğa ulaşmıştır. Bu
ocakları açma tekniği, bilhassa Salzbach yakınında bulunan
Hallein'daki Dürnberg'de yürütülen arkeolojik çalışmalar
sayesinde iyi bilinmektedir. Çıradan yapılma meşalelerine
varmcaya kadar, madencilikle ilgili gerekli bütün aletler
bulunmuştur. MÖ 7. ve 6. yüzyıllara ait binlerce mezar, ge­
lişmiş bir sanayinin göstergesidir. "Hallstatt" ismi "tuz şe­
hir" (Salzstadt) anlamındadır. Ve yine "Hallein", "Halle" ve
Alpler bölgesinde Steinsalz Schvvaben bölgesindeki "Hail"
isimleri de "tuz" (Sah) ile ilişkilidir. Alpler bölgesinde kaya
tuzu aramaları, bunun işletmeciliği ve ticareti yapılırken
başka yerlerin tuz ihtiva eden kaynaklarmda da, örneğin
Hessen bölgesindeki Bad Nauheim'da, kaynatma işlemiyle
tuz elde edildiği vakidir.
Keltlerin yaşadığı tüm bölgelerde, daha az kapsamlı ola­
rak da Kuzey Avrupa'da kehribar yatakları bulunan böl­
gelerle, büyük çapta da Akdeniz'le dış ticaret yapılıyordu.
Keltlere ait Alpler bölgesinden kaya tuzu ve kaya kristali,
Cornwall'den de, kısmen Kartacalı denizciler tarafmdan
Biskay Körfezi üzerinden kalay ihraç ediliyor, kısmen de
Sen ve Rhöne nehirleri üzerinden Kelt ve Yunan tüccarlar

37
Another random document with
no related content on Scribd:
»Lue pois», sanoi Ida, joka yhä makasi vuoteellaan.

Tuo kirje sisälsi lyhyen draamaluonnoksen. Draaman nimeksi piti


tulla
»Arthur ja Irene», ja sen piti loppua niin, että Arthur sai Irenen.
Kirjeen lopussa oli sanottu suunnilleen seuraavalla tavalla: »Näin
teki
Irene, mitä tekisitte Te, armollinen Rouva, jos Te olisitte Irene ja
minä Arthur?»

»Kuule, tämähän on kosimista!»

»Elä hulluttele, sehän on aivan mahdotonta», sanoi Ida, mutta


ryhtyi sitten erittäin innokkaasti itse tutkimaan kirjeen sisältöä.

Oli sovittu, että rouva Abaza tulisi Hotel de Franceen aikaisin


aamulla. Kun Ida ei näyttänyt ollenkaan aikovan nousta ylös, aloin
minä hoputtaa häntä ja huomautin, että huone oli siinä siivossa, ettei
siinä mitenkään voinut ottaa vastaan niin ylhäistä vierasta. Ida
vakuutti aivan heti nousevansa, mutta virui yhä edelleen vuoteessa
ja tutki entistä innokkaimmin saamansa kirjeen sisältöä. Minä päätin
jättää hänet hetkeksi yksikseen.

Olin tuskin saanut oven jälkeeni kiinni, kun näin hienon naisen
lakeijan saattamana nousevan portaita ylös. »Herra Jumala, tuo on
tietysti rouva Abaza», ajattelin minä. Sydäntäni alkoi jyskyttää
ajatellessani kuvaelmaa, joka syntyisi, kun Idan ylhäinen suosija
astuisi huoneeseemme.

Menin hyvin levottomana hotellin ruokasaliin. Hetken päästä tuli


joku palveluskunnasta minulle ilmoittamaan, että rouva Aalberg-
Kivekäs kutsui minua luokseen. Lähdin siis. Avattuani oven näin Idan
ja rouva Abazan istuvan eri puolilla pöytää. Ida istui muuten
paitasillaan, mutta oli hädissään saanut vedetyksi ylleen minun
pienen, hänelle vallan sopimattoman, päällystakkini.

Molempien rouvien välillä oli pöydällä tyhjä olutpullo.

»Saanko esittää: lapsuuteni ystävä neiti Jaatinen — rouva Abaza.


— Kuule, Emmy, mene vaan takaisin ruokasaliin, meillä on vähän
vielä puhuttavaa rouva Abazan kanssa.»

Menin takaisin ruokasaliin ja ihmettelin mielessäni, miksi Ida


ollenkaan oli kutsunut minua luokseen. Nousin takaisin
huoneeseemme vasta nähtyäni rouva Abazan lakeijoineen ja
komeine valjakkoineen ajavan tiehensä. Siellä kulki Ida edes takaisin
äärimmäisen kiihtyneenä.

»Mikä skandaali! mikä skandaali!» hän tuskaili mittaillessaan


huonetta. »Rouva Abaza astui sisälle, silmäili hetkisen tätä
onnetonta komentoa, katsoi sitten kylmäntutkivasti minuun ja sanoi
ensi sanoikseen: »Ah, täällä on kaksi vuodetta!» Ymmärsin, mistä oli
kysymys, ja lähetin hakemaan sinua, että hän saisi nähdä, kuka
minun toverini oli. — Mikä skandaali! mikä skandaali!»

Vähän ajan päästä Ida kuitenkin rauhoittui, ja kotimatkalla me


yhdessä paljon nauroimme kaikille Pietarin kokemuksillemme.

Myöhemmin sain kuulla, että vapaaherra Alexander Uexkull-


Gyllenband muutamaa päivää myöhemmin oli saapunut Helsinkiin ja
varhain aamulla ilmaantunut senaattori Munckin asuntoon, missä Ida
Aalberg tilapäisesti majaili. Hän oli pyytänyt saada tavata rouva
Aalberg-Kivekästä, ja kun tämä ilmaantui, olivat he yksissä lähteneet
kaupungille. Jonkun ajan kuluttua olivat he tulleet takaisin ja
hämmästyttäneet toisia uutisella, että he nyt olivat kihlattu pari.

Näin tapahtui heidän toistensa löytäminen. Minä sanon siis: Ida


Aalbergin puolelta ei mitään rakkautta!»

Emmy Rejman on hamasta lapsuudestaan asti ihaillut Ida


Aalbergia ja muistelee tätä vielä mitä suurimmalla lämmöllä ja
hellyydellä.

Bertha Forsman, jonka myötätunto Ida Aalbergia kohtaan on


ehdoton ja harras, vastasi kysymykseen, miksi Ida Aalberg niin
lyhyen ajan kuluttua miehensä kuolemasta suostui menemään
avioliittoon melkein tuntemattoman kanssa:

»Niin — Ida Aalberg eli siihen aikaan niin tukalissa oloissa.»

*****

Arkkitehti Josef Stenbäck, Lauri Kivekäs-vainajan veli, matkusti


kesällä 1894 kerran laivalla Turusta Helsinkiin. Hän tutustui tällä
matkalla sattumalta erääseen vanhaan aviopariin. Keskustelu kävi
aluksi ranskaksi, sitten saksaksi, ja pian kävi ilmi, että vieraat
matkustajat olivat pietarilaisia.

»Jos herrasväki on kotoisin Pietarista, niin silloin te kai tunnette


meidän kuuluisan taiteilijamme rouva Ida Aalberg-Kivekkään», sanoi
arkkitehti Stenbäck.

Tuli kiusallinen hiljaisuus. Hetken kuluttua vanha rouva ja vanha


herra nousivat sanaa sanomatta paikoiltaan ja poistuivat. Arkkitehti
Stenbäck jatkoi silloin keskustelua herrasväen seuranaisen kanssa,
joka tiedusteli, tunsiko hän Ida Aalbergia.
»Tunnen hyvinkin.»

»Minkälainen karaktääri hänellä on?»

»Siihen on minun vaikea vastata, olen ehkä ollut häntä liiaksi


lähellä.
Hänen miesvainajansa oli minun veljeni.»

Seuranainen lähti kertomaan näitä tietoja vanhalle pariskunnalle.

Kävi selville, että vieras henkilö oli pietarilainen valtioneuvos


Alexander Uexküll-Güldenbandt. [Isä kirjoitti nimensä eritavalla kuin
poika, joka hänkin toisinaan kirjoitti alkuosan: Uexkull.] Hän ilmoitti
arkkitehdille, että Ida Aalberg oli karannut hänen poikansa kanssa
ulkomaille ja että hänen vaimonsa, nuoren paroonin äiti, oli murheen
murtama.

»Tiedän kyllä, että Ibsen ja näyttelijät ovat panneet poikani pään


pyörälle», sanoi pietarilainen senaattori. »Mutta mistä syystä otti tuo
nainen minun kokemattoman poikani.»

»Ehkä rikkauden tähden.»

»Jos niin on, niin hän pahasti erehtyy. Meillä on kyllä suvussamme
rikkaita, mutta meillä itsellämme ei ole omaisuuksia.»

Ennenkuin tultiin perille, ilmestyi myöskin senaattorin rouva


hytistään ja valitteli haikeasti, että vieras nainen oli riistänyt häneltä
ainoan pojan.

Helsingin rannassa arkkitehti Stenbäck, joka matkan varrella oli


saanut vastata moneen kysymykseen, osti sanomalehden, jossa oli
uutinen, että Ida Aalberg ja vapaaherra Alexander Uexküll-
Gyllenband on juuri vihitty ulkomailla kristilliseen aviosäätyyn. Hän
ilmoitti heti asian nuoren herran vanhemmille.

*****

Senaattori Alexander Uexküll-Güldenbandt kuului ikivanhaan


saksalaiseen Itämeren maakuntain aateliin. Kerrotaan, että hän
nuoruudessaan oli ollut suuri idealisti ja toivonut tulevansa papiksi.
Myöhemmin hänestä kuitenkin tuli täydellinen venäläisen virkavallan
edustaja. Hän oli Venäjän valtioneuvoston jäsen. Nuoruusajan
haaveista ei ollut kylmään reaalipoliitikkoon jäänyt jälkeäkään,
uskonto oli hänestä hyvä keino, jolla esivalta pitää tyhmiä talonpoikia
kurissa.

Vapaaherratar Lina Uexküll-Güldenbandt, hänen vaimonsa, oli


täysiverinen juutalaisnainen. Hänen isänsä oli ollut dresdeniläinen
lääkäri ja suuri musiikinharrastaja Josef von Adelson.

Heidän ainoa poikansa Alexander oli syntynyt 1864. Hän oli siis
vereltään puoleksi juutalainen, mutta ei yleensä tahtonut sietää siitä
puhuttavan, vaan väitti tuntevansa itsensä koko sielunelämältään
puhtaaksi germaaniksi. Hän oli saanut hienon kasvatuksen.
Saksassa, germaanien päämaassa, sanotaan jokaisen lahjakkaan
nuorukaisen tuntevan kutsumuksekseen joko tulla runoilijaksi tai
filosofiksi. Alexander Uexküll-Gyllenband lienee nuoruutensa päivinä
tuntenut kutsumusta kumpaankin: »Arthur ja Irene»-tarina viittaa
runouteen, mutta hänen häämatkallaan 1894 pitämänsä päiväkirja
todistaa, että hän siihen aikaan tunsi lähimmäksi
elämäntehtäväkseen filosofian, eli tarkemmin sanottuna: eetillisen
filosofian harrastamisen.

*****
»Matka 1894» on kirjoitettu nimilehdelle suurehkoon sinikantiseen
vihkoon, johon noin kolmenkymmenen vuoden ikäinen vapaaherra
Alexander Uexküll-Gyllenband on merkinnyt ajatelmiaan ja
kokemuksiaan häämatkaltaan, jolle lähti Ida Aalbergin kanssa vasten
vanhempiensa tahtoa. Muistiinpanot ovat osaksi salamerkeillä
kirjoitettuja, salamerkeillä, joiden avain kuitenkin on vihon kannessa,
mutta muutenkin on hänen käsialansa niin vaikeasti luettavaa, että
hetkellinen uteliaisuus löytää kovin vähän tyydytystä sivujen
selailemisesta. Niin tilapäisiä kuin nuo muistiinpanot ovatkin, ne
kuitenkin puhuvat mitä rehellisintä kieltä tuon matkan vaiheista.

Alkumerkinnät näyttävät nuoren parin täydessä onnessa.


Vapaaherran sedältä saadulla avustuksella on huhtikuun lopulla
lähdetty liikkeelle Pietarista ja tultu Pohjois-Saksaan. Katsellaan
kuutamoa ja kukkivia omenapuita, puhutaan kirjallisuudesta,
Goethestä. Että nuoren paroonin eetillinen filosofia perustui Ibseniin,
käy varsin pian selväksi ja ilmeiseksi, yhtä selväksi kuin sekin, että
hän, hellän äitinsä ainoa poika, oli sangen vähän kokenut ja sangen
etäällä kaikesta reaalisesta elämästä, vaikka olikin jo ehtinyt miehen
ikään.

Kahden ihmisen kiintymys toisiinsa on yleensä sangen vaikeasti


eriteltävissä. Heidän tuttavuutensa oli kuitenkin ollut niin
lyhytaikainen, ettei ole ihmettelemistä, vaikka, kuten muistiinpanot
osoittavat, vapaaherra Uexküll-Gyllenband jo Helsingissä oli kysynyt
Ida Aalbergilta: »Mistä syystä rakastat minua?» »Sitä minä en
tiedä», oli vastaus kuulunut, vastaus, joka ei kuitenkaan voinut
tyydyttää filosofia. Kuinka vapaaherra Uexküll-Gyllenband selitti
heidän yhtymisensä, näkee seuraavasta karakteristisesta
merkinnästä:
»Rakkaus on ainoa todellinen suhde; joko joku jatkaa elämäänsä
— taikka ei ole koskaan elänytkään; oli näennäistä, harhaa,
erehdystä, valhetta; me hapuilimme molemmat rakkautta kohti sitä
etsiessämme; me erehdyimme; molemmat; kamppailimme
molemmat; olimme yksinäisiä; löysimme toisemme, eri tahoilta
tullen, Ibsenissä; silloinhan tulimme tarpeeksi lähelle toisiamme.» —

Matkalla etelään tutkitaan taulukokoelmia. Saavutaan Sveitsiin.


Kun on tultu Zürichiin, kirjoittaa vapaaherra ensimmäistä kertaa
tällaisen merkinnän: —

»Meidän pitää kumpaisenkin hillitä kiivauttamme.»

Vapaaherra Uexküll-Gyllenband on vapaa-ajattelija ja liberaali.


Hänen filosofinen maailmankatsomuksensa vastustaa
kuolemanrangaistusta, joka on, kuten hän on sanomalehdestä
lukenut, tullut erään ranskalaisen anarkistin osaksi: »Murha on aina
murhaa — —. Panna veitsi tai sähkökipinä toisen ruumiiseen on
järjetöntä. Se on amerikkalaisuutta, Amerikan reformeja.
Englantilaiset ovat jo meille antaneet kaiken, mitä he voivat antaa:
vapaan kaupan, suvaitsevaisuuden, — parlamentarismin. Englannin
vallankumousta seurasi ranskalainen. Mitä antoivat meille
ranskalaiset? Vain vallankumouksen. Englantilaisista tuli
rihkamakauppiaita, ranskalaisista valloittajia. Saksalaiset antoivat
kurin ja heistä tuli sotilaita. Amerikkalaiset antoivat rahan ja heistä
tuli teknikkoja. Slaavit antoivat liikkumattoman massan, he jäävät
barbaareiksi, he antavat meille kärsimyksensä ja intohimonsa.» —

Hänen tulevaisuudensuunnitelmistaan ja Ibsenin vaikutuksesta


antaa kuvan seuraavakin merkintä:
»Ainoastaan rakkaus, vapaus ja tahto saavat — ja niiden tuleekin
se tehdä — sitoa. Ida on valinnut tulevan teokseni tien. Kaipaus
vapauteen ei hänessä ole vielä niin voimakas kuin minussa; se on
hänessä kuitenkin passiivisena: kaipaus päästä sisäisestä
rikkinäisyydestä.»

Vapaaherra Uexküllin kokemattomuus ja filosofinen ihanteellisuus


esiintyvät vielä pitkän aikaa erittäin sympaattisessa valossa. Ida
Aalberg oli sairas, hermosto oli aivan pilalla, ja vaikka hän
pitkänpitkissä keskusteluissa tosin saa tehdä tiliä kuluneesta
elämästään, ennen kaikkea avioliitostaan Lauri Kivekkään kanssa —
ne olivat vaikeita keskusteluja ja Ida Aalberg näki hyväksi kieltää
onnellisuuden edellisestä aviostaan — nuori paroni esiintyy
täydellisessä filosofisessa ja rakastettavassa
suvaitsevaisuudessaan, kun hän esim. toteaa:

»Se on ollut vain näennäistä elämää» (Scheinleben»).

Vähitellen muuttuu muistiinpanojen sävy kuitenkin


kriitillisemmäksi. Nuori mies alkaa yhä selvemmin nähdä, että
rakastetulla naisella ei olekaan oikeata ibseniläistä mieltä eikä
ibseniläistä rakkautta. Hän ei olekaan vapaa, huomaa silloin
kauhistuen Ibsenin aatteiden ajaja. Ida Aalberg ei jaksanut kestää
pitkiä ja filosofisia keskusteluja, joista suoriutumiseen hänellä ei ollut
mitään edellytyksiä — Perander-vainajan opetukset eivät auttaneet
häntä vähääkään, siihen olisi tuskin Perander itsekään pystynyt. Ida
Aalberg yritti esittää matkatoverinsa kiihkeisiin kysymyksiin ja
syytöksiin aluksi vastakysymyksiä ja vastasyytöksiä:

»Sinun onnettomuutesi on siinä, ettei sinun koskaan ole ollut


pakko tehdä työtä eikä nähdä nälkää» hän väitti ja syytti
matkatoveriaan pedanttisuudesta.
»Ehkä», vastasi väsymätön filosofi suunnattoman suuressa
epäitsekkäisyydessään, mutta jatkoi sitten tuntikausia keskustelua,
joka sai Ida Aalbergin koettamaan toista puolustusasema:
vaikenemista. Mikä apu tästä oli, nähdään esim. seuraavasta
muistiinpanosta:

»Kun sinä nyt olet niin herkkätunteinen minun huomautuksilleni:


mitä tapahtuukaan sitten, kun kaikenlaiset juorukellot ja hyvät
ystävättäret alkavat yllyttää sinua selittelemällä, että sinun pitäisi
puolustaa itsenäisyyttäsi minua vastaan.

Että he tulevat niin tekemään, on varmaa.

Rva Weljaminovin [rva Weljaminov: Ida Aalbergin suojelija


Berlinissä 1889] kirjeessä on jo alku siihen.

Ota se ajoissa huomioon.

Minä taistelen ajattelemista vastaan enkä voi taistella mitään


pienempää vihollista vastaan.

En voi taistella uhmaa ja vaikenemista vastaan. Uhma ja


vaikeneminen eivät ole ajattelemista.

Juorukelloja vastaan voin vielä vähemmän taistella. He eivät


kykene ajattelemaan.

Mutta sinä menet — usko minua, minä ennustan niin käyvän —


niin pitkälle, tai oikeastaan niin alas, että teet heistä liittolaisiasi, jos
jatkat uhmaasi ja vaikenemissysteemiäsi.

Se on naistaktiikkaa.
Heikkoa, valheellista ja sairaalloista naistaktiikkaa.

Rakastan sinua niiden ominaisuuksien vuoksi, jotka kohottavat


sinut tavallisten naisten yläpuolelle.

En niiden ominaisuuksien vuoksi, jotka alentavat sinut tavallisten


naisten tasalle.

Tiedät, mitä arvelen olemuksesi sisimmästä.

Sitä ei kukaan tule koskaan ymmärtämään niin hyvin kuin minä.

Jos sen tiedät ja jos siihen uskot: miten pientä onkaan silloin
semmoista taustaa vastaan olla herkkätunteinen!

Sinä olet aikana, jonka tiedämme, kerännyt jalon sisimpäsi


ympärille rumia, inhoittavia, vulgäärejä tottumuksia, ja niillä
himmentänyt oikean, puhtaan olemuksesi.

Sinä olet niin tehnyt, sen sinä tiedät.

Kaikkien noiden tottumuksien täytyy jäljettömiin kadota, sen sinä


tiedät.

Sinä tiedät, etten tule ennen lepäämään, enkä saakaan sitä tehdä,
ennenkuin ne ovat jäljettömiin kadonneet.

*****

En voi antaa sinulle kaikkea aikaani.

Sinä itsekin halveksisit minua, jos niin tekisin!» ‒ ‒ (Huonot


tottumukset katoavat pian, jos vapaaherra saa auttaa.)» Älä
menettele niin, että kuluu päiviä siihen, mistä voi tunneissakin
suoriutua.

Päivistä tulee viikkoja, viikoista vuosia ja lopuksi koko elämä.

Syy-seurauksen laki on rautaisen järkähtämätön.

Pelkää sitä.

Jos kerrankin, edes hetkeksi, antaudut valheelliselle, valheelle,


sillä sinun täytyy, minä tiedän sen, sisimmässäsi tuntea — uhmasi ja
vaikenemisesi valheeksi, valheeksi rakkautemme edessä, niin
seuraukset näyttäytyvät itsestään.

Ne näyttäytyvät ehdottomalla varmuudella. Jos tahdot niitä välttää,


voita itsesi hetkellisesti.

Ole vapaa.» ‒ ‒

Tämäntapaisissa muistiinpanoissa, joita on sangen runsaasti,


nuori filosofi ja maailmanparantaja epäilemättä ei esiinny
suvaitsevaisuuden ja puhtaan epäitsekkään rakkauden palvojana,
vaan sisältyy merkintöihin ja alleviivauksiin sivumaku lahjakkaan ja
äitinsä ainoan pojan suuresta omahyväisyydestä ja
itsetietoisuudesta. Kun lukee nämä peittelemättömät muistiinpanot
on jokseenkin mahdotonta välttää vaikutelmaa, että kirjoittaja oli
hiukan liian nuori, liian vähän kokenut, liian teoreettinen ja liiaksi
itsetietoisen viisas pystyäkseen vaikuttamaan itseään koko joukon
vanhempaan ja paljon kokeneeseen toveriinsa täyden vakuutuksen
voimalla. Ida Aalbergin kielteinen kanta ystävänsä teoretisoimiseen
nähden tulee tämän muistiinpanoista riittävän selväksi. Ida Aalberg
ei tosin loukannut toveriaan toistamalla Hamletia:
»Sanoja, sanoja, sanoja»,

mutta hän loukkasi häntä muilla välinpitämättömyyttä ilmaisevilla


puheillaan, ilmeillään, olemuksellaan ja käytöksellään, jotka kaikki
osoittivat, ettei hän, Ibsenin jumalainen tulkitsija, osannut antaa
toivottua arvoa syvälliselle ajatustyölle ja teoreettisesti saavutetuille
elämänohjeille. Vapaaherra Uexküll-Gyllenband oli vanhaa ritari- ja
sotilassukua; oli selvää, että hänen oli liian vaikea taipua
myönnytyksiin. Traagillisen ristiriidan syvyyttä kuvaa esim. seuraava
paperipalaselle tehty merkintä:

»Joko:

me eroamme heti; voin antaa sinulle 500 markkaa;

1500 tarvitsen minä tehdäkseni kolmen vuoden ajan työtä jossakin


saksalaisessa yliopistossa ja täydentääkseni työni, jonka tehtävänä
on tuoda sinulle ja minulle selvyyttä.

tai:

menemme heti naimisiin (pastori Ziegler); — syksyllä Ruotsin


kiertue; sitten kolme vuotta yhdessä Münchenissä, missä saatan
työni loppuun; rahakysymykset (asianajotoiminta) saavat vasta
senjälkeen tulla päiväjärjestykseen.»

Välillä vapaaherra Uexküll-Gyllenband muistiinpanoissaan puhuu


filosofin kieltä rakkaudestaan ja kiintymyksestään toveriinsa, väliin
hän saattaa uhata käyttää vaikkapa väkivaltaa saadakseen tämän
taipumaan tahtoonsa.

Kun nuori pari oli Sveitsistä saapunut Lontooseen, tahtoi Ida


Aalberg tutustua englantilaiseen teatteriin ja kävi katsomassa ennen
kaikkea Henry Irvingin ohjaus- ja näyttelemistaidetta, joihin
molempiin hän suuresti ihastui. Lontoossaoloajalla vapaaherra
Uexküll-Gyllenband teki melkein yksinomaan vain surullisen katkeria
muistiinpanoja, esim.:

»Irving on nero — minuun Ida ei usko.

Hän on vilkas ja iloinen kuin ennen, huutaa englanniksi: come in


j.n.e.

Hän ei välitä mitään surustani. Kysyy vain, olenko väsyksissä. —


Rakkautemme ei ole tarpeeksi sisäistä. – — — Ida saattoi olla


täysin tyytyväinen teatterissa, vaikka minä en ollut mukana; olemme
vasta kolme kuukautta olleet avioliitossa!!

— — _Näyttämötaide on itsekästä, kunnian_himoista. Vain


kaikkein korkeimman idealismin avulla siitä voi tulla jotakin eetillistä.

Kunniaa he saattavat tavoitella yksin terveydenkin kustannuksella.

Ei yhtään iltaa kolmessa kuukaudessa Ida halunnut valvoa.


»Fedran» vuoksi hän ilman muuta valvoi 12 1/4:een asti. – — —

Minulla, jolle elämä on vain henkeä, on vaimo, joka ajattelee


pukuja ja hattuja, muoteja ja värejä, mieltyy niihin ja iloitsee niistä.
Aivan kuin muutkin!» —

Ida Aalberg ja vapaaherra Uexküll-Gyllenband olivat lähteneet


matkalle huhtikuussa. Vapaaherra oli maailmankatsomukseltaan
täysi ateisti eikä antanut mitään arvoa kirkolliselle vihkimiselle.
Suomessa herätti, kuten esim. näkee Bergbomien kirjeenvaihdosta,
tämä vapaa suhde paljon pahaa verta, ja Ida Aalberg tunsi
matkallaan, ainakin toisinaan, elävänsä alennustilassa.
Ristiriitaisuuksien johdosta, jotka aiheutuivat siitä, että matkatoverien
suhteella ei ollut yhteiskunnan pyhitystä, vapaaherra kirjoitti
päiväkirjaansa:

»Rakkaani.

Sinä et sittenkään ole niin vapaa kuin luulin.

Se aiheuttaa muutoksen koko asemassani.

Rakastan sinussa sitä, mikä on suurta ja vapaata, en sitä pientä ja


epävapaata, mikä sinua sitoo.

Minun pitää tehdä sinut vapaaksi rakkauteni avulla.

Rakkautemme pitää vapauttaa meidät —; sen täytyy yhdistää


meitä vapautemme avulla; mutta se ei saa sitoa meidän
vapauttamme.

Minun tieni on seuraava:

2—3 vuotta työtä ja vapautta. — Sinä aikana minun pitää löytää


ilmaus sille, mikä muodostaa kaiken pyrkimiseni ytimen.

Nyt en saa tahtoa mitään muuta, mikään ei saa tulla esteeksi


työlleni.

Nyt en enää saa tehdä mitään kompromisseja enkä suostua esim.


kirkolliseen vihkimiseen.

Tie tulee olemaan vaikea.


En voi pyytää sinua mukaani käymään yhdessä tuota tietä. Etkö
tahdo mieluummin odottaa?

Sinä tiedät: en milloinkaan tule rakastamaan ketään toista naista,


ketään toista ihmistä, vain sinua.

Sinä tiedät: rakastan sinua aina ja elän vain sinun rakkaudessasi.

Vain sinussa minä ajattelen, työskentelen ja luon.

Kun olen saavuttanut nimen, aseman ja menestyksen, tulee


olemaan korkein onneni saada antaa ne sinulle.

Tahdotko odottaa?

Tahdotko kulkea yhdessä »minun» tietäni?

En saa pyytää sinua mukaani.»

Pessimisti ja kyynikko löytäisi useimmista vapaaherra Uexküll-


Gyllenbandin muistiinpanoista mitä voimakkaimman egosentrisyyden
ilmauksia ja väittäisi, että filosofinen kutsumus, johon hän
lakkaamatta vetoaa, on vain itserakkautta, ja pitkä dialektiikka, jolla
hän masentaa matkatoverinsa, vain verho, jonka takana ei ole
mitään muuta kuin hebrealaista vallanhimoa. Epäilemättä
tämmöinen tuomio olisi kuitenkin kohtuuton. Melkein jokaisessa
kutsumuksessa — niissäkin, joita ihannoidaan suurten ja onnellisten
tulosten vuoksi — voi löytää itsekkäitä puolia, ja varmaa on, että
vapaaherra Uexküll-Gyllenband puhui omasta kutsumuksestaan
vilpittömällä mielellä ja uskoi siihen itse. Hänen filosofisen
kutsumuksensa traagillisuus on siinä, että se ei johtanut mihinkään
näkyvään tulokseen; jos siinä perspektiivissä arvostelee hänen
käyttäytymistään matkalla 1894, ei tuomio ole kiittävä, mutta jos
arvostelee mielenlaadun mukaan, joka on oikeampi
arvosteluperuste, voi tuskin kieltää kauneutta ja suuruuden piirrettä
tuon nuoren miehen luonteessa.

Niin itsepintainen taistelijaluonne kuin vapaaherra Uexküll-


Gyllenband olikin, sai hän kuitenkin elämänsä varrella suostua
moneen kompromissiin. Ensimmäiset kompromissit, jotka hän
matkalla 1894 sai tehdä filosofisen kantansa ja realisen elämän
ristiriidassa olivat: kirkollinen avioliitto ja Ida Aalbergin lähettäminen
skandinaaviselle kiertueelle.

Elokuun lopulla Hampurista kirjoittamassaan kirjeessä Ida Aalberg


kertoo vihkiäisistään Lontoossa Bertha Forsmanille:

»Meidät vihittiin 24 p:nä heinäkuuta k:lo 12 päivällä. Sen teki


saksalaisessa kirkossa saksalainen pastori, kun sitä ennen
Englannin lain mukainen siviilivihkiminen oli tapahtunut n.s.
registraattorin välityksellä. Meidän liittomme ovat siis vahvistaneet
sekä laki että profeetat, ja maailma voi rauhoittua. – — —
Lykkäsimme tuonnemmaksi vihkimisen, sillä minä tahdoin ensin
saada hermoni parannetuksi ja siten tulla terveeksi mieleltäni ja
ruumiiltani, lisäsyy lykkäämiseen oli, että kun vanhempiemme vuoksi
alistuimme kirkolliseen vihkimiseen, tahdoimme ainakin saada sitä
tekemään täysin vapaamielisen papin, joka ei uskoisi dogmeja eikä
mystiikkaa. Löysimme sellaisen Lontoosta; se oli eräs tunnettu
sveitsiläinen nimeltä Wysard (— hän on sitäpaitsi draamankirjoittaja
—), jonka puheet (niitä ei voi sanoa »saarnoiksi») olivat opettavia —
kuuntelimme häntä kolmena peräkkäisenä sunnuntaina ja opimme
häntä ihailemaan, hän on varmasti reformatsionin edelläkävijä,
reformatsionin, joka pian tulee kirkkomme osaksi. Muuten Englanti
oli meistä mielenkiintoinen maa. Alexander väittää, että Englannista
ensimmäiseksi tulee sosialistinen maa ja että se tapahtuu ilman
vallankumousta, vain tuon maan oman voimakkaan kehityksen
vuoksi. Se on mahtava kansa, mahtava siksi, että on vapaa. On
mielenkiintoista tutustua Englannin valtiomuotoon. Sarah
Bernhardtin luonnollisesti täällä näimme ja sitäpaitsi Ellen Terryn ja
Irvingin, tuon nerokkaan taiteilijan. Irvingin näyttämöasetus
»Faustissa» ja Mefiston näytteleminen oli minusta ihmeellistä. Hän
on syvämietteinen taiteilija, jota minä suuresti ihailen ja kunnioitan.
Hän vasta on opettanut minua ymmärtämään 'Faustia'.»

Ida Aalberg oli Harald Molanderin kanssa tehnyt kirjallisen


sopimuksen siitä, että hän syksyllä 1894 lähtisi skandinaaviselle
kiertueelle. Esteeksi tuolle matkalle muodostui huono terveys ja
vapaaherra Uexküll-Gyllenbandin filosofia. Pietarissa vapaaherra
Uexküll-Gyllenband oli ilta illan jälkeen istunut Kononovan salissa ja
tutkinut Ida Aalbergin taidetta, mutta heinäkuun puolivälissä 1894
hän oli huomannut, että näyttämötaiteella ei ole mitään todellista
arvoa. Hän on ilmaissut mielipiteensä paperilla, kirjeen muodossa,
mutta hänen esityksensä on niin pitkä, niin suunnattoman
vaikeatajuinen ja katkonaiseen tyyliin kirjoitettu — on aivan varmaa,
ettei Ida Aalberg jaksanut sulattaa sen logiikkaa — että tähän on
parasta ottaa suomalaisena käännöksenä [mikään käännös ei
kuitenkaan voisi antaa aivan oikeata kuvaa vapaaherra Uexküll-
Gyllenbandin yksilöllisestä tyylistä] vain helpommin tajuttava
alkuosa:

»Lontoossa 15 p:nä heinäkuuta 1894.

Vaimoni!

Juuri nyt sai minut valtaansa ajatus — minä luulen, etten


koskaan voi nähdä sinun näyttelevän. Minusta tuntuu nyt siltä kuin
tulisin siitä hulluksi.

Sillä: näytteleminen on minusta valhetta; ja päinvastoin.

Mitä paremmin, siis mitä pettävämmin elämää jäljitellen sinä


näyttelet, sitä pienempi mahdollisuus on löytää ulkonaista,
muodollista välikappaletta, jonka avulla voisi erottaa elämän ja
elämännäyttelemisen toisistaan. Jos siis näyttelemisessäsi pääset
aina elämänpettävään esittämiseen (siis mitä parempaa
näyttelemisesi on) — mikä voi silloin taata, ettei sinulle päinvastoin
myöskin itse elämä ole paljasta — pettävästi elämää muistuttavaa
näyttelemistä?

Ja juuri tuohon mielikuvituselämään sinä olet joutunut, kuten


tiedät.

Siksi sinä et vielä ymmärrä ainoata oikeata, filosofista


elämänvakavuutta.

Jos elämä on niin vakavaa, niin se ei silloin voi enää olla


milloinkaan, ei ainoassa osassaankaan, näyttelemistä.

Kaikki elämän näytteleminen — (kaiken esteettis-symbolisen


taiteen juuret) — on silloin valheellista, elotonta, vain
_teennäis_taidetta, ei mitään (elävää) taidetta.» ‒ ‒

Ristiriita, joka vapaaherra Alexander Uexküll-Gyllenbandin


kirjoituksessa aiheutuu mielikuvitus-elämän ja todellisen, vakavan
elämän rinnastamisesta, muodostaa epäilemättä hänen ja Ida
Aalbergin yhteisen elämänvaelluksen keskeisimpiä kysymyksiä.
XV.

SKANDINAAVIAN KIERTUE 1894. VIERAILUNÄYTÄNTÖJÄ.

1894 Ida Aalberg oli mitä tyypillisin diiva. Jo hänen omalla


kiertueellaan Suomessa ja Venäjällä näytännöt olivat tähtinäytäntöjä,
ja Harald Molanderin syksyksi kokoama teatteriseurue kulki
Ruotsissa, Tanskassa ja Norjassa nimellä: »Tournée Ida Aalberg.»
Suomalaista primadonnaa lukuunottamatta Molanderin teatteriin ei
kuulunut ketään eteväksi tunnettua näyttelijää.

Ida Aalbergin Harald Molanderin kanssa tekemä välikirja takasi


hänelle varmat iltatulot. Näyttelijätär sai sen mukaan 25 %
näytäntöjen bruttotuloista, mutta lisäksi hänelle oli taattu, ettei
palkkio mistään näytännöstä saanut olla Ruotsissa alle 300:n
markan, Norjassa ja Tanskassa alle 400:n. Syyskuun 1:sen ja
lokakuun 4:nnen päivän välisenä aikana seurue antoi yhteensä 30
näytäntöä. Teatteritoimisto Molander & Grandinsonin Ida Aalbergille
antamista tilityksistä näkee, että — niin suuri reklaamintekijä kuin
Harald Molander olikin — järjestäjät eivät paljoa rikastuneet.
Ruotsissa, varsinkin Tukholmassa ja Göteborgissa meni kaikki
sentään sangen hyvin taloudellisestikin, mutta Kööpenhamina
muodostui suureksi pettymykseksi ja Kristianiakaan tuskin vastasi
toiveita. Ilman »Kamelianaista» olisi kiertue nähtävästi lopettanut
toimintansa lyhyeen. Tukholmassa Dumas'n draamalla oli niin suuri
yleisömenestys, ettei Vaasa-teatteri riittänyt, vaan täytyi turvautua
kuninkaallisen oopperan avarampiin suojiin.

Ida Aalbergin taide joutui tällä matkalla sangen monipuolisen


pohdinnan alaiseksi. Hänestä kirjoitetuista arvosteluista yksin
vuodelta 1894 voisi muodostaa kokonaisen kirjan, ja vaikka tuolle
kokoelmalle tuskin sopisi nimeksi »De laudibus Idae Aalberg», se ei
jättäisi pieniltäkään epäilystä siitä, että häntä tuona aikana pidettiin
suurena näyttelijänä ja suurena taiteilijana. Hänen ruotsinkielensä
tosin havaittiin puutteelliseksi, ohjelmistoa moitittiin monin paikoin
hänen vastanäyttelijöitään vielä enemmän, mutta hänen oma
näyttämöllinen kykynsä ja vaikutusvoimansa sai kaikkialla
tunnustusta.

Gustaf af Geijerstamin »Ord och bild» aikakauslehteen


kirjoittamasta arvostelusta saa kokonaisemman käsityksen Ida
Aalbergin taiteesta tuona aikana kuin tavallisten sanomalehtien
tilapäisistä, kutakin näytäntöä erikseen käsittelevistä kirjoituksista.
Geijerstamin arvostelu kuuluu:

»Nykyisen näytäntökauden voi sanoa alkaneen sekä hyvin että


huonoin entein. Voidaan epäilemättä pitää hyvänä enteenä, kun
näytäntökausi alkaa loistavalla sarjalla näytäntöjä, sarjalla
semmoisia näytäntöjä kuin Ida Aalbergin vierailunäytännöt olivat, ja
on vielä parempi, kun tietää, että näiden näytäntöjen jälkeen tulee
toisia samanlaisia.[24] Mutta ilonpikarissa on katkeraakin makua,
joka johtuu siitä luonnollisesta ajatuksesta, että loistavia teatteri-iltoja
pääkaupungille — ainakin mitä tulee tragediaan — voivat antaa vain
matkustelevat seurueet.

You might also like