Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Tarih i Taberî IV 1st Edition Ebû Câfer

Muhammed Bin Cerîrü T Taberî


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/tarih-i-taberi-iv-1st-edition-ebu-cafer-muhammed-bin-c
eriru-t-taberi/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Tarih i Taberî I 1st Edition Ebû Câfer Muhammed Bin


Cerîrü T Taberî

https://ebookstep.com/product/tarih-i-taberi-i-1st-edition-ebu-
cafer-muhammed-bin-ceriru-t-taberi/

Tarih i Taberî II 1st Edition Ebû Câfer Muhammed Bin


Cerîrü T Taberî

https://ebookstep.com/product/tarih-i-taberi-ii-1st-edition-ebu-
cafer-muhammed-bin-ceriru-t-taberi/

Tarih i Taberî III 1st Edition Ebû Câfer Muhammed Bin


Cerîrü T Taberî

https://ebookstep.com/product/tarih-i-taberi-iii-1st-edition-ebu-
cafer-muhammed-bin-ceriru-t-taberi/

Teori dan Teknik Penyelesaian Kasus Rangkaian Listrik


dengan Matlab dan Simulink II Dr Ir I Ketut Wirjayati S
T M T Ipu Asean Eng I Nyoman Wahyu Satiawan S T M Sc Ph
D I Made Ari Nrartha S T M T Ni Made Seniari S T M T
https://ebookstep.com/product/teori-dan-teknik-penyelesaian-
kasus-rangkaian-listrik-dengan-matlab-dan-simulink-ii-dr-ir-i-
ketut-wirjayati-s-t-m-t-ipu-asean-eng-i-nyoman-wahyu-satiawan-s-
Hz Muhammed in Hocalar■ 1st Edition Arif Tekin

https://ebookstep.com/product/hz-muhammed-in-hocalari-1st-
edition-arif-tekin/

La liberté de t aimer Mary Matthews Amélie C Astier

https://ebookstep.com/product/la-liberte-de-t-aimer-mary-
matthews-amelie-c-astier/

Biyografi ve Tarih 1st Edition Barbara Caine

https://ebookstep.com/product/biyografi-ve-tarih-1st-edition-
barbara-caine/

Tarih ■çinde Bilim 1st Edition James Trefil

https://ebookstep.com/product/tarih-icinde-bilim-1st-edition-
james-trefil/

Tarih Felsefesi 1st Edition Johann Gottfried Herder

https://ebookstep.com/product/tarih-felsefesi-1st-edition-johann-
gottfried-herder/
TARİH·İ TABERİ
IV
/~ ~f',;\ f / <"~ jl. -:;.., / ~ ""t
~jj~)
EBÜ CA'FER MUHAMMED BİN CERİR'ÜT-TABERİ

• • ..ft..

TARIH·I TABERi
iV
Tercüme
M. Faruk Gürtunca

SAGLAM YA YINEVİ
Prof. Kazım İsmail Gürkan Caddesi
Üretmen Han 29/16 Cağaloğ l u - İST
Tel : (0212) 527 52 79 - 513 67 70
Her hakkı Sağlam Yaymevi'ne aittir.
Tarih-i Taberi 5

ALİ BİN EBİ TALİB (KEREMALLAHÜ


VECHEHU) NUN YAPTIGI İŞLER VE TALHA,
ZÜBEYR VE AYŞE'NİN MUHALEFETİ
. Hz. Ali'nin ilk gönderdiği vali Hz. Abdullah bin Abbas'ın kardeşi
Abbas oğlu Hz. Ubeydullah idi. Hz. Ali, Ubeydullahı Yeınen'e vali
göndermiş ve Yali bin Müneyye (r.a.)'ı azletmişti. Ve Hz. Muaviyeyi
azlederek Selh bin Hanif (r.a.)'ı Şaın'a göndermişti. Ve Amınar bin Şi­
hab (r.a.)'ı Küfeye gönderip Ebu Musa el-Eş'ari'yi de azletmişti . Hz.
Osman bin Hanifi Basra'ya yollamış, Abdullah bin Amir bin Kurz
(r.a.) ı azletmişti . Kays bin Ubade (r.a.)'ı Mısır'a gönderip Abdullah bin
Ebu Serh (r.a.)ı yerinden alınıştı. Ama, Hz. Ubeydullah Yeınen'de gö-
reve başlayınca Hz. Ya'li , malını aldı. Mekke'ye geldi. Hz. Ali'nin ya-
nına hiç uğramadı.

Osman bin Hanif (r.a.) da Basra'ya gelince, Abdullah bin Amir


(r.a.) şehri ona teslim etti, gitti.
Amrnar bin Şihab (r.a.) Küfe'ye girdi, Talha bin Hüveylid, Am-
mar' ın önüne çıkıp:

- Geri dön. Bu Küfe halkı Ebu Musa'dan başka kimseyi istemiyor-


lar. Sonra, Hz. Osman ' ın kanını, senden ;'e seni buraya gönderenden
isterler. Eğer dönersen dön , yoksa başını keserim . dedi. Ammar
(r.a.)da geri döndü. Hz. Ali (r.a.)'ın katına geldi. durumu haber verdi.
Ama Mısır halkı üç bölük olmuştu. Abdullah Bin Ebi Serh kaç-
mıştı. Ve Muhammed bin Ebi Hanif (r.a.) şehri gözetlerdi. Vakta ki
Kays bin Ubade (r.a.) Mısır'a geldi. Bir bölüm Mısır'lı ona geldiler.
Bir bölük halk da:
- Sabredelim. Ta ki Hz. Osman'ı öldüren o Mısırlılar gelsin. Dedi-
ler. Bir bölüm Mısır'lı da:
- Eğer Hz. Ali, Hz. Osman'ın kanını dilemezse biz de ona beyat
etmeyiz, dediler.
Ve Selh bin Hanif Şam'a gelince, Muaviye (r.a.) ona karşı asker
gö nderdi. Ve bu asker onu geri döndürdü. Selh de döndü . Medine'ye
geldi.
6 Tarih-i Taberi

Kays (r.a.) Mısır'dan, Basra halkının ihtilafı hakkında mektup


gönderdi . Bu olaydan Hz. Ali, çok üzüldü. Talha'yı ve Zübeyr (r.a.)ları
çağırd ı , onlara:

- Bu işe ne tedbir düşünürsünüz? diye sordu. Onlar da:


- Biz sana söylemiştik. Bizi sen dinlemedin. Bizi Mekke'ye gön-
der. Ta ki biz orada ibadetle meşgul olalım. Halk ta bizim bu işlerde
hiçbir ilişkimiz olmadığını anlasın. Sana boyun eğsin. Ye sen savaş
hazırlığı yap. Bu firne savaştan başka bir şeyle oturuşmaz, dediler. Hz.
Ali (r.a.)da:
- O kadar takatım olsa bu kişilere iyilikler ederim. Eğer, o. Fayda
vermezse savaş son çaredir, dedi.
Talha ve Zübeyr (r.a.)'lar. Hz. Ayşe'ye haber vermek için izin iste-
mekteydiler. Çünkü , o, Mekke'de idi. Ye Hz. Ay ş e'nin kızgınlığı var-
dı. Hz. Aişe hakkında iftira edildiği zaman , peygamber (a .s.) ondan
çok üzüntüler duymuştu. Ve Hz. Ali (r.a.):
- Ya Resulallah . Dünyada kadın çoktur. Eğer gönlün çok üzüldüy-
se, birini al. Demişti. İşte , Hz . Ai~e (r.a .) o günden beri Hz. Ali (k. v.)
ile konuşmamış, görüşmemişti.
Hz. Aişe Medine'den gittiği zaman, Hz. Osman (r.a.) muha sara
halindeydi. Medine'ye gitmek üzere Mekke'den çıkmıştı ki, Hz. O s-
man'ın şehid edildiğini i~itti. Yine Mekke'ye döndü ve :

- Medine, artık benim yerim değildir. Dedi. Ye Hz. Ali (r.a.)'a be-
yat edildiğ ini işitince de bu haberi beğenmedi. Ye:

- Hz. Osman zulümle şehid edildi. Onun kanını istemek gerek. de-
di. Medine'den çıkan Medineliler de Mekke'ye gidip onun katında top-
landılar ve Hz. Osman (r.a .) nasıl öldürüldü ise o olayı anlattılar. Hz .
Aişe ağladı ve:

- Allah Teala Osman'a rahmet eylesin. Onun kanını dilemeniz va-


ciptir. Dedi. Mekke'nin Bey'i olan Abdullah bin Hadrami:
- Osman'ın kanını isteyene ben ve Mekke halkı beyat ederiz. dedi-
ler. Bu haber Hz. Talha ve Zübeyr'in kulağına gitmişti. Hz. Ali, Ebu
Musa el Eş'ari'ye haber gönderip :
- KQfe halkının ne fikirde olduğunu bildir. dedi. O da:
Tarih-i Taberi 7

- Senin itaatindedirler. Ve sana beyat ettiler. diye cevap gönderdi


Hz. Ali bu habere sevindi. Ebu Musa'yı yine Klıfe'de bıraktı.
Ve bir kişiyi de Şam'a, Hz. Muaviye'ye gönderdi. Bunun adı. Sari-
retül Cehni idi. Ona:
- Şamlıların düşüncesi nedir? Bana haber ver. dedi. Fakat Muavi-
ye, ona bir ay cevap vermedi. Ne zaman ondan cevap istese:
- Evet hoş ola. derdi.
Ancak bir aydan sonra Hz. Muaviye Hz. Ali'ye, Kays adında birisi
ile cevap göndermişti. Bir mekiuba mühür vurdu . İçine hiçbir şey yaz-
madı. O kişi ile yolladı. Bu adam Hz. Ali'nin katına geldi. Mektubu
ona sundu. Hz. Ali o mektubu açtı. Hiçbir şeyin yazılmamış olduğunu
gördü:
- Mektupta birşey yazılmamış. Eğer haberin varsa söyle . dedi.
Haberci de:
- Aman ver. dedi. Hz. Ali de:
- Emin ol. dedi. Haberci:
- Bütün Şam halkı Hz. O s man'ın kanını se nden istemek için beyat
etti ler. Bunların sayısı 100.000 kişiden daha fazl adır. Hergün Mescid'e
geliyorlar. O sman (r.a.) için ağlayıp gözyaşı döküyorlar. dedi. Hz. Ali:
- Ben de Hz. Osman'ı öldüren kişiden rahatsızım. Hz. Osman'ın
kanı benim boynumda değildir. dedi. O haberciyi geri gönderdi.
Talha ve Zübeyr (r.a.)'lar izin dilediler, Mekke'ye gittiler. Hz. Ali,
halkı savaşa çağırarak, Hz. Muaviye ile savaş yapmak için Şam'a git-
me ye niyet eyledi. Askerini topladı. Ve Muhammen bin Hanife bir
sancak verdi. Ye Hz. Abdullah bin Abbas'ı sağ kanad da ödevlendirdi.
Ve Hz. Amr İbni Seleme'yi sol kanata yerleştirdi. Ve Ebu Leyli'yi. As-
kere öncü koydu. Hz. Osman için gelen kişilerden kimseyi götürmedi.
Ve Kays bin Saad'a:
- Mısır askerini topla,benim ardımca gönder. Çünkü ben Şam'a gi-
diyorum, dedi.
Basra valisi Osman bin Hanife de mektup yazdı. Asker istedi.
Klıfe'de Ebu Musa'ya emirname gönderip asker istedi. Ve hergün
Mescid'de hutbe okuyup halka:
8 Tarih-i Taberi

- Hazır bulunun. diye buyururdu. Onlar da daima silahlı olarak


hazır beklerlerdi.
Az sonra, Hz. Ali'ye:
- Mekke kavmide muhalefet için bir araya geldiler. diye haber
geldi. Ve Hz. Aişe de:
- "Osman'ın kanını isteyin . Demi ş, haberleri de Hz. Ali'ye geldi.
sonra:
- Talha ve Zübeyr (r.a.)lar da onlarla birlik oldular. Onların katına
vardılar ve beyatı bozdular. Haberlt;Ci geldi.

Bu haberler, Hz. Ali'ye erişince, o da:


- Her kim ki ahdi bozmuş olsa, Hak Teala ona nusret vermesin.
dedi . Ama, hazır olun ki Şam'd a n önce Mekke'ye varalım. Çünkü bu
farizadır. dedi.

Medine'Jiler de Talha ve Zübeyr sözü nü i ş itin ce durakladılar. Hz.


Ali ile birlikte Mekke üzerine gitmeyi kimse kabul etmedi . Hz. Ali de
üç gün hutbe okudu ve:
- Beniml e beyat etti niz. B eyatın vefası nusrettir. Yardımdır. Dedi .
Ona birkaç kişi icabet etti . Ve Hz . Ali Mekke'den yana gitmek hazırlı ­
ğı yaptı. Lakin, Talha ve Zübeyr'in katında çok asker toplanmıştı. Ay-
rıca önceleri yemen beyi olan ve Hz. Ali tarafıtndan azledilen Yali bin
Meniyye, çok mal ve yiyecekle Mekke'ye geldi, onlarla birlik oldu.
Yine ayrıca:
1- Said bin As,
2- Velid bin Ukbe,
3- Abdullah bin Amir gibi.
Bütün Ümeyyeoğulları hazır oldular. Ve Hz. Aişe'nin katına gelip
beyat ettiler. Hangi yola gidelim diye tedbir düşündüler. Zübeyr ve
Talha (r.a.a)lar:
- Medine halkı bizimle muharebe ederler. Çünkü biz, onlarla Hz.
Ali'ye beyat etmiştik. dedi. Hz. Aişe'de :
- Madem siz Ali'ye beyat ettiniz, şimdi niçin bozuştunuz? diye
sordu. Onlar da:
Tarih-i Taberi 9

- Biz beyatı zorla ettik. dediler.


Sonra Talha ve Zübeyr (r.a.)'lar Şam'a Hz. Muaviye'nin huzuruna
gitmek tedbirini aldılar. Hz. Abdullah bin Amir:
- Basra'ya varalım. O ülkede bizimle olacak çoktur. Osman bin
Hanifi şehirden çıkarıp, şehri size emanet ederim. dedi. Hz. Talha da:
- Eğer senin kudretin olsaydı, Muaviye gibi onu şehre sokmazdın.
dedi. Selh bin Hanif ile Yali bin Meniyye:
- Doğru olan şudur ki biz Basra'ya varalım. dediler. Çünkü Talha
(r.a.) kendisinin Basra kavmi tarafından istenilmesini bilmekteydi :
- Senin bizimle gelmen gerekir. Ta ki Basra Halkını Hz. Osman'ın
kanını istemeye teşvik edesin. Şöyle ki Mekke'de bu işi yaptın. dedi.

Aişe (r.a.a) da icabette bulundu.

TALHA, ZÜBEYR VE AİŞE (R.ANHÜM) ÜN


BASRA'YA GİTMELERİ
Abdullah bin Amir'in ne kadar malı varsa, askere harca s ın diye,
Hz. Talha ve Zübeyr'e verdi. Ye Yali Bin Me niyye de, askere dağıtıl­
sın diye altı yüz deve verdi. Onun bir devesi vardı. Adı Eşkar'dı. Ye-
men'den seksen altına almıştı. Hz. Aişe'ye verdi. Yükünü ona ba ğ ladı­
lar.
Her kimin nafakası yoksa, gelsin alsın. diye münadi (tellal) bağırt­
tı. O kavmdan 1000 kişi hazırlandı. Altıbin deveye ve yüz ata bindi.
Ye Hz. Ali de Me.kke'ye gitmek üzere haztrlanmıştı. Onlar Mekke'den
ayrılınca Ümmü Haris binti Abdülmuttalib, Mekke'den Hz. Ali'ye
mektup yazarak, onların Basraya gitmelerini bildirdi. Hz. Ali üzüldü
ve:
- Eğer onlar Basra'ya varırlarsa iş kötüleşir. dedi. Onların önünü
almak diledi . Selh bin Hanif (r.a.)'ı Medine'ye Bey eyledi. Ve Kasım
bin Abbas'a Bey'lik verdi. Mekke'ye gönderdi. Ve kendi, Medine'den
beşyüz kişiyle çıktı. Zebede'ye eriştiği zaman onların oradan geçtikle-
rini haber aldı. Kendisi Basra ile Küfe arasında bulunan Zikarda otur-
du. Basra'da bulunan Osman bin Hanife mektup gönderdi. Bu mek-
tapda ona:
10 Tarih-i Taberi

- Talha, Zübeyr ve Aişe, üstüne geliyorlar. Kendini iyi saklayasın.


dedi.
Hz. Aişe, Vaktaki 1000 kişiyle Mekke'den çıktı. Onlar, Basra'ya
gelinceye kadar üçbin kişi oldular. Hz. Ali'nin, onların yolunu kesece-
ğini bildikleri için, kendilerini kara yolundan götürsün diye bir kılavuz
tuttular. "Habbab" denilen bir yoldurağına eriştiler. Hz. Aişe kılavuz­
dan:
- Burası neresidir? diye sordu . O da:
- Buraya "Habbab" derler. dedi. O köşlerin köpekleri, havlamaya,
ulumaya başladılar. Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'e:
- Ben geri dönüyorum. Zira Hz. Resulullah:
- "Benim Hatunlarımdan birisi Habbab'a gelince ona köpek-
ler ulursa onun oradan geçmesi sevap ve caiz değildir." diye bu-
yurmuştu, dedi. Birkaç kişi:

- Bu kişi yalan söylüyor. Buraya (Habbab) demezler. dedi. Bu


sözlerle Hz. Aişe'nin gönlü teselli bulmadı :
- Elbette dönerim, kadın kısmının asker arasında ne işi var? dedi.
İlk önce, Abdullah bin Zübeyr'i iler!ye karakol gö nderdi . Ona:
- Tez geri gel. Çünkü Ali e ri ş ti. Asileri alalım, gide lim . dediler.

**
Hz. Ali de M ed ine'den çıktığı vakit Peygamberimiz (s.a.v .) in ha-
tunlarından Ümınü Seleme de Hz. Ali'ye ge lerek:
- Ben de seninle geleyim. Aişe nasıl ki o askerle birlikte gi tti. de-
di. Hz. Ali:
- Allah Teala sana haber verir. Sen de evde otur ki Hak Teala Ai-
şe'yi benim elime tutsak etsin . dedi.

Hz .A işe , bu sözü işitmişti. Hz. Ali'den korkuyordu. O "Habbab"


durağına konduğu gün Aişe (r.a.a):
- Ben çaresiz dönüyorum . dedi. Dönmek için çalıştığı sırada, Ab-
dullah bin Zübeyr (r.a.) askerinin arasına geldi :
- Hz. Ali geldi. Diye Tellal bağırttıl ar. Askerler hemen atlarına
Tarih-i Taberi 11

bindi. Hz. Aişe gidemedi. Kılavuz, Hz. Aişe'nin askerini karayolundan


iletip ve geriye döndürüp yalnız başına oradan giderdi. Ansızın, Hz.
Ali'yi yolda otururken gördü. O mahalle gelmişti:
- Onlar hangi yoldan gittiler? diye araştırıyordu. Hz. Ali kılavuzu
gördü. Onu yanına çağırdı.
- Onlar hangi yoldan gitti. Diye sordu. Kılavuz da olduğu gibi ha-
ber verdi. Hz. Ali:
- Ben isterdim ki Medine'den çıkmayayım? Her nereye varırsam,
yine Medine'ye döneyim. Bu müslümanlar, şimdi ki bey'at ettiler. Ora-
da oturamadım.
Ve Peygamber (a.s.)'ın ahirete göç ettiği günde halifeliğe benden
münasip müstahak kimse görmedim. Halk Hz. Ebu Bekir'i halife seçti.
O da vefat edince yine, halifelik için benden daha müstahak kimseyi
göremedim.
Halk Ömere beyat edince bende ona beyat ettim. Ne zaman ki
Ömer'i yaraladılar, halifelik işi danışma çaresine düştü.
Halk, Hz. Osman'da ittifak ettiler, ben de kendisine beyat ettim.
Vaktaki Osman'ı şehit ettiler.
Müslümanlar gönül hoşluğu ile bana bey'at ettiler. Ben de onlan
reddetmedim. Halifeliği kabul etti m. Şimdi, müslümanlardan e l çekip
evde oturma k doğru olmaz dedi.

***
Hz. Aişe, Ba sra'nın yakınına erişmişti. Ona:
- Şehre girme. Bu halkın ne fikirde olduğunu bilmiyorum. Önce
bir elçi gönderelim. Dediler. Bakalım ne düşünüyor, ne diyorlar.
Hz. Aişe:

- Do ğ ru söylüyorsunuz. Dedi. Abdullah bin Amir'i çağırdı. Ona:


- Beni buraya sen getirdin. Ve Basra halkı benimle eleledir. dedin .
Şimdi gel şehre gir. Halkla konuş.
Ondan sonra ben şehre gireyim. dedi. Abdullah da ilerleyip şehre
girdi. Aişe hatun da o duraktan göçtü. Basra kapısına kondu.
12 Tarih-i Taberi

OSMAN BİN HANİF VE TALHA VE ZÜBEYR


ARASINDA BASRA'DA GEÇEN OLAY
Osman bin Hanif, Hz. Aişe'ye Basra'da yardım edecek kişinin bu-
lunup bulunmadığını, anlamak istedi. Kays bin Muğiyre adında birisi-
ni çağırdı. Ona:
- Cuma Mescidine git. ·orada şöyle nide edeceksin "- Ey Cemaat!
Aişe ile gelenler Biz Hz. Osman'ın kanını istemeye geldik. Ve Hz. Os-
man'ı öldürene ne kıssa yapmalıyız? Biz onunla savaş edeceğiz. Siz ne
dersiniz dersin. ,Onlar ne söylerse gel ve bana haber ver." dedi .
Kays ta, kalktı, Cuma Mescidi'ne geldi. Bu sözleri söyledi. Bir ki-
şi ayağa kalktı :

- Eğer, onlar "Bize yardım edin, Hz. Osman'ı katilini öldürelim."


derlerse biz de o kişiyi öldürmek için yardım ederiz." diyerek Kays'ı
gönderdiler. Kays da bu haberi alıp, Basra beyi, Osman bin Hanifin
katına geldi. Osman bin Hanif, Hz. Ai ş e'nin şehre sokulabileceğini ha-
ber almış oldu. Ertesi sabah da Hz. Ai ş e askerlerini alıp şehre girdi .
Basra'nın ortasında açık bir yer vardı. Oraya "Mezbed" derlerdi. Oraya
geldi. Kendisi, deve üstünde mahfesinin içinde oturdu. Askeri de saf
bağladı. Hz. Talha sağ kolda, Hz. Zübeyr sol kolda durmuşlardı. Os-
man bin Hanif de, kendi adamları ile geldi. Bir bucakta durdu. Ve
Basra halkı da gezintiye geldiler.
***
Sonra Hz. Talha, hutbe okudu, Hz. Osman'ın faziletini ve kendisi-
ne reva görülen zulmü anlattı. Ve:
- Onu öldüreni bulun, öldürün. dedi .
Hz. Zübeyr de hutbe okuyup Hz. Talha gibi sözler söyledi. Hz.
Aişe de hutbe okuyup onun gibi sözler söyledi.
Basra halkı onların bu sözlerini işitince, iki bölük oldular. Bir bö-
lüğü şöyle dediler:
- Doğru söylüyorlar. Hz. Osman'ı öldüreni öldürmek gerek.
Öteki bölüktekiler de:
Tarih-i Taberi 13

- Basra'nın içinde Hz. Ali'nin askeri vardır.

Bu sözü söyleyenler de Hz. Ali'yi istemekteydiler. Ve:


- Eğer, Hz. Osman'ı Hz. Ali öldürttü ise onlar Medine'deydiler.
Niçin ona beyatte bulundular. Ve şimdi niçin bey'ati bozup Hz. Os-
man'ın kanını bahane edip savaş yapmak istiyorlar? dediler.

***
Böylece, başka şehrin kavmi, ikiye ayrılmış oldu. Bir bölüğü Os-
man bin Hanif ile, bir bölüğü de Hz. Aişe ile birlik oldular.
Bir kişi vardı ki adı. Kudemetü's-sadi idi. Hz. Aişe'ye:
- Vallahi Osman'ın öldürülmesi senin kendi perdeni yırtmandan
asandır. Sen, bu melun deveye bindin. Bu halkın içine geldin . Ve Pey-
gamberin hürmetini saklamadın. Yaradan'ın perdesini kendi üzerinden
giderdin. Eğer sen kendin buraya geldinse, seninle cenk edip seni yine
ta yerine iletmek gerektir. Eğer seni zorla getirdilerse, onlarla da sa-
vaşmak gerek. Çünkü seni zulümle getirmişlerdir. Onlar hakkın buy-
ruğuna ve Peygamberin hadisine riayet etmeyerek müslümanların ana-
sının perdesini açmışlardır. dedi.

Saadoğullarından bir kişi de:


- Ey Talha! Ey Zübeyr! dedi . Siz, Peygamberin Havarilerisiniz.
Peygamberle sohbet ettiniz. Ama, hakkını korumadınız. Öyle ki kendi
hatununuzu perde içinde sakladınız da peygamberin hatununun perde-
sini açtınız . dedi .
Bu sözlere hiç kimse cevap vermedi.
Sonra, Osman bin Hanifin askerinden Hakim bin Cebele ortaya
çıktı. Hz. Aişe (r.a.a)nın askerine saldırdı. Cenk başladı. İki taraftan
birbirlerine taşlar atıldı. Çenk çok şiddetli oldu. İki taraftan da adamlar
öldü. Savaş, o gün akşama kadar sürdü. Akşam olunca da Hz. Aişe,
askeriyle Mezbed'den çekildi.
Orada bir makbere vardı. Ona Mazinoğulları Makberesi denirdi.
Orada kondular. Osman bin Hanif de döndü. Sarayının içine girdi, Er-
tesi gün yine cenk yerine gelindi. Öğle vaktine kadar savaş sürdü. Yi-
ne iki taraftan çok kişi öldü. O zaman Hz. Aişe:
14 Tarih-i Taberi

- Savaşı kesiniz. Ben kan dökmeye gelmedim. Ben, şunun için


geldim ki barış yapıp iyilik edeyim, dileğindeyim. dedi.
O zaman , Osman bin Hanif:
- Sen, Talha'yı ve Zübeyr'i yanından gidermeyince seninle barışı­
mız yoktur. dedi. Hz. Aişe (r.a.a) da:
- Onlar, biz Hz. Ali'ye beyatı zorla zulümle ettik. diye cevap ver-
diler. Osman bin Hanif de:
- Yalan söylüyorlar. Sen orada değildin. Ama, ben oradaydım. de-
di.
O zaman Hz. Aişe:

- Sabreyleyin. Kendim mektup yazıp göndereyim, Medine halkın­


dan sordurayım. Görelim, nice tanıklık ederler. Eğer onlar:
- Zorla bey'at ettiler. Derlerse, bu kişiler doğrudur. Sen o zaman
Basra'dan çık, şehri bunlara ver. Eğer: "Gönül hoşluğu ile beyat edip
şimdi o beyatı bozdular derlerse onları ben Basra'dan çıkarayım. Sen
şehri koru. Ye bu iki asker, birbirini incitmesinler. dedi .

***
Böylece, bu söz üzerine Sulhname yazıldı. Hz. Aişe, Medine'de
bir cemaate mektup yazdı. Kaab bin Suri'yi Medine'ye gönderdi. Ye
Bu halden sordu. bu haberi de Hz. Ali işitti . Osman bin Hanife bir
mektup yazdı:
- Niçin çok iyi bildiğin bir şeyi kuşkuya düşürdün ? Hz. Talha ve
Hz. Zübeyr bey'at ettikleri zaman, sen Medine'deydin. Ye şimdi sen
orada dur. Ben senin yanına askerle geliyorum. dedi .

* **
Bu hal üzerine, Hz. Kaab, halkı topladı. Medine halkı da mescidde
toplandılar.Hz. Aişe'nin mektubu okundu. Hiç kimse cevap vermedi.
O zaman Hz. Usame bin Zeyd, ayağa kalktı. dedi ki:
- Hz. Talha ve Zübeyr bey'ati , Malik bin Ejder'in korkusundan et-
ti.
Medine emiri olan Selh bin Hanif.
Tarih-i Taberi 15

- Vurun bu yalancıya ki yalan söylüyor. Dedi. Bir kavga koptu.


Üsame'yi ayak altına aldılar. Öyle ki ölüm haddine eriştiği bir sırada,
Hz. Süheyb bin Sinan ve Ebu Eyyüb ve Muhammed bin Meslem'e kal-
kıp Üsame'yi ellerinden aldılar.
- Bu zavallıdan ne istiyorsunuz? Biz de biliyoruz ki beyati Hz.
Talha ve Zübeyr korkularından etti. dediler.
Sonra Hz. Aişe'nin elçisi olan Kaab bin Suri geri döndü . Basra'ya
geldi. Medine'de her ne görmüşse olduğu gibi söyledi.
Osman bin Hanif de:
- Bana Hz. Ali'den mektup geldi. "Ben oraya varıncaya dek dur."
diyor. Ben halifeye boyun eğerim. dedi.
Kaab bin Suri geldi . Hz. Aişe'ye böylece haber verdi. Vaktaki ge-
ce bastı. Talha ve Zübeyr askerle valilik konağına dayandılar. Kapıda
kırk kişi vardı. Onları ö ldürdüler. İçeri girip Hz. Osman bin Hanifin
a damlarını oradan çıkardılar. Osman bin Hanifi tuttular. Ertesi günü
on u öldürmek için getirdiler. Hz. Aişe:
- Öldürmeyiniz. O peygamberle sohbette bulunmuştur. dedi. Son-
ra Hz . Talha ve Zübeyr onı ı serbest bıraktılar.

***
Osman bin Hanif de dönüp Hz. Ali'nin yanına geldi . Hz. Ali, Os-
man'ıgörünce:
- Ey Osman ne haber var? diye sordu:
- Talha ve Zübeyr (r.a.lar) Ba sra'y ı tuttular. Ertesi günüydü. Talha
ve Zübeyr Mescid'e gittiler. Minbere çıktılar. Hutbe okudular:
- Ey Müslümanlar, deiler, Siz Hz. Osman bin Affan'ın faziletinin
nice olduğunu bilirsiniz. Ondan kimse hiç incinmedi. Ama, valileri
zulmettiler. Ve biz onu azletmek ve herkesi rahata erdirmek dilerdik.
Ama onun ölürülmesini hiç dilememiştik. Kavga edildi. Onu öldüreni
öldürmek istiyoruz.
Minberde Hz. Talha ve Zübeyr, ikisi de bir birinin yanındaydı.
Hz. Talha her ne söylerse, Hz. Zübeyr de onu diyordu. Bu sırada, o ce-
maat arasından bir ki ş i ayağa kalktı:
16 Tarih-i Taberi

- Ey Talha! Dedi. Hz. Osman hakkında senin mektubun Medi-


ne'den size gelmez miydi? Şimdi, olayı, sen bize söylüyorsun? Sonra
Hz. Zübeyr'e de:
- Senin de mektubun Kı1fe halkına gelmez miydi? dedi.
Bundan sonra, yine, Kaysoğullarından bir kişi kalkıp dedi ki:
- Siz Hz. Ali'ye beyat ettiniz. Şimdi halife olduğu için onun kusu-
runu söylüyorsunuz. Ama, o haks ız yere hükmetmedi ki kimse ona ku-
sur bula. Dedi. Bunun üzerine Halk Hz. Talha ve Zübeyr'e kılıç çekti-
ler. Ve Abdülkays kabilesinden çok kişi hamle ettiler. Fitne yatıştı.
Hz. Talha ve Zübeyr'i minberden indirdiler, kovmaya geldiler ve:
- Hz. Osman'ı öldürmek iç in Basra'dan Medine'ye gelenleri isteyi-
niz dediler. Ama o mal Beytül Maldeydi, onu yağmaladılar. "Orada ni-
ce kişi vardı. Filan kişi filan kişi v a rdı ve filan kişi onunla birlikteydi.
Diye gammazlık ederek o ki ş ile ri bulup öldürdüler."

***
Bundan sonra, Hz. Talha v Zlibeyr etraft aki şehirlere mektuplar
gönderdiler. Ve:
- Biz Basra'da şöyle eyledik, böyle eyledik. Siz de öyle edin. Ve
Hz. Ali'nin üstüne de varın : "Hz. O sm a n'ın k a nını isteriz." deyin. dedi-
ler.
İlk önce, Mescid'de Hz. Ali için söz sö yleyen Hz. Hakim bin Ce-
bele idi. Onu aradılar. buldular ve Hz. Ali'nin s avaşına halktan beyat
istediler. Ve açıktan açığa:
- Hz. Osman'ı şehitetmeye Hz. Ali sebeptir, zira öyle olmasaydı
onu şehit edenleri kendi yanında s aklamazdı. dediler. Hz. Talha ve Zü-
beyr mescide vardılar. ve Kaysoğulları kabilesiyle beyatleştiler. Kavın
ve kabile şehirden çıktılar.
Çünkü Basra'da onlar çok ş öhretli y diler. Hakim bin Cebele (r.a.)
mescid kapısına gelip:
- Ey Talha ve ey Zübeyr! Hz. Ali 'ye beyatinizi bozup Allah'a kar-
şı asi oldunuz. Ve bu kadar müslümanın ka nına girdiniz. dedi.
Hz.Talha:
Tarih-i Taberi 17

- Ey Hakim, dedi. Ey hakim . ben seni arıyor, diliyordum, sen


Basra'da mıydın? dedi .
Hz. Hakim'in de kabilesi çoktu. Mescid'den çıktılar. ve Hz. Tal-
ha'nın askeri ile ta Mezheb mahallesine kadar cenk ettiler. Savaş çok
çetin oldu. Hz. Talha'nın ve Zübeyr'in askeri çoktu. İlk önce Hz. Ha-
kim'i şehid ettiler. Bir kişi Hz. Hakim'in dizine öyle bir kılıç salladı ki
ayağını yere düşürdü . Ama o, bir ayağı ile sıçradı o ayağına kılıç vu-
ran kişinin boynuna öyle şiddetli bir kılıç vurdu ki başı yere düştü.
Böylece halk toplanarak Hz. Hakem'in kavminden yetmiş kişiyi öldür-
düler. Geri kalanı kurtuluşu kaçmakta gördüler.

**
Hz. Talha ve Zübeyr Basra'nın beyatini tamamlayınca her şehre
mektuplar gönderdiler, asker istediler.
Ve Hz. Aişe de KGfe şehrinden bir kişiye mektup gönderip Zeyd
bin Serhan'ı istedi.
- Eğer , bana gelmezsen Ali'nin de katına varma. Aişe'ye mektup
yazıp:

- Hak Teala bana: "Cenk eyle!" buyurmu ş tur. Sana ise:


- Evde otur! Kadınların işi ev işidir. Sen ise kendi işini bana bu-
yuruyorsun . Ve benim işimi sen işliyorsun. Bir çok acaib bir iştir.
Hz. Aişe'ye her gün şöyle haberler gelirdi:
- Hz. Ali, Zikar'da oturuyor. KGfe'den ve Medine'den asker toplu-
yor.
Herkesin haberi oldu ki Basra halkının çoğu , Hz. Ali'dendir. Bun-
ları öğrenen Talha ve Zübeyr çok üzüldüler. Hiç bir yerden ne Iraktan ,
ne Şam'dan onlara asker gelmiyordu. Çünkü büyük bir işe girişmişler­
di. Ve işlerini ileriye götüremiyorlardı. Bunun üzerine halkı bir yere
topladılar. Hutbede bulunup şöyle dediler:

- Hz. Ali Zikar'da oturmaktadır. Şimdi bize 1000 kişi gerek. Ta


onların üstüne saldıralım. Halkı da ondan kurtaralım. Ama, bu dileğe
kimse cevap vermedi.
O zaman Hz. Zübeyr kalktı :
18 Tarih-i Taberi

- Benim isteğim sizden yardımdır. Şimdi sizden yardım isterim,


niçin yardım etmiyorsunuz? dedi. Yine hiç kimse cevap vermedi. Her-
kes sustu . Hz. Zübeyr:
"La havle vela kuvvete illa billahi! aliyyil azim. Resul-i Ekrem
(s.a.v.)'in haber verdiği o fitne budur, dedi. Halk, şaşkına dönmüş ola-
rak. Çünkü ben de siz de hep şaşkına dönmüşüz. deyip sustu. Sonra
minberden indi.

CEMEL GÜNÜ CENGİ


Bu haber Hz. Ali'ye erişti. O da her tarafa mektup yolladı. Asker
istedi. Özellikle KQfe'ye gönderdi ki onların çoğunu kendisinden bili-
yordu. Ye Ebu Musa el-Eş'ari (R.T. Anh). Kufe halkını her vakit Hz.
Ali'ye muhabbetli göstermekteydi .
Ama, ne KQfe halkının , ne de Ebu Musa e l -Eş'ari'ni n gö nlü Hz.
Ali'ye yatkın değildi. Ebu Musa, valiliğinin elinden a lınm asından kor-
kardı. Hz. Ali KQfe'lilere mektup gönderip:

- Ben, bütün cihanda sizi seçkin eyledim. Bu, asıl işte n kurtuldu-
ğum zaman size geleceğim . Sizin aranızda bulunaca ğ ım . Ne kadar as-
ker topl ayabi lirseniz toplayın ve gönderin ki bana ge lsinler. dedi. Hem
de Muhammed bin Ebi Bekiri ve Muhammed bin Cafer bin Ebi Ta-
lib'i Ebu Musa el-Eş'ari'ye gönderdi ve:
- KQfe halkını savaşa hır s lı ve hevesli kılman gerekt ir. Elinden
geldiği kadar asker gönderesin.

Ebu Musa'nın gönlünün kendisiyle birlik olduğunu sanıyo rdu.


Vaktaki Hz. Ali'nin elçisi KQfe'ye geldi, Talha ve Zübeyr (r.a.) la rın da
elçileri KQfeye gelmişlerdi.
Hz. Ali'nin elçileri KQfe'ye gelince halk Ebu Musa'ya :
Hz. Osman, ölmezden önce, sağ iken cengetmek belki doğru ola-
bilirdi. Ona nusı"et edeydin. Biz ise halka onu öldürsünler fikrini yay-
dık . Şimdi bizim oraya varmamız doğru olmaz. Eğer savaşmak gerek-
se, Hz. Osman'ı şehid edenlerle savaşmak gerekir, dediler.
Hz. Ebu Musa Hz. Ali'nin elçilerine:
- Biz· o ki şiy l e cenk ederiz ki Hz. O s man'ı onlar öldürmüş l e rdir.
Tarih-i Taberi 19

Ötekiler de:
- Ey Eba Musa! Utanmaz mı s ın ki Hz. Ali'nin bey'ati senin üzeri-
nedir. dediler. Ebu Musa da:
- Hz. Osman'ın beyati sizin üzerinizde değ il miydi? Onu niçin öl-
dürdünüz. dedi.
Onlar da:
- Kim öldürdü. dediler.
Ebu Musa cevap vererek:
- Önce sen öldürdün ki adın Muhammed bin Ebi Bekir'dir. dedi.
Elçiler geri döndü. Hz. Ali'ye, Ebu Musa'nın sözlerini bildirdiler.
Hz. Ali (Kerema llahi vechehu) üzüldü. Yazıp yazıp Malik bin Eşter ve
Abdullah bin Abbas (r.a.) l arı Ebu Musa'ya gönderdi. Onlar da KOfe'ye
geldiler. Mescid'e gitt iler. Hz. Ali'nin mektubunu halka okudular. Ebu
Musa minbere çıktı. Hutbe okudu. Ve:
- Ey Küfeli halk! Dedi. Ey bu zamanın kişileri! Kureyş'ten iki kişi
geldi. Mülkü istiyorlar. Onların biri Hz. Ali , birisi de Hz. Talha'dır.
Her kim bu cihanı istiyorsa varsın. Ve her kim ahiret cihanını istiyorsa
varmasın. Çünkü, asıl olarak Hz. Osman öldü rülmeden önce, varma-
mız gerekti.

Hz. İbni Abbas ona:


- Allah Teala'dan kork ki halkı cihattan alıkoymaktasın . dedi. Ebu
Musa'da:
- Ey Abbas oğlu! Dedi. Siz, Hz. Osman'ın bey atine vefa göster-
mediniz. Biz şimdi bu kimseye beyat etmeyiz. Onun buyruğuna gir-
meyiz. Önce Hz. Osman'ın kanını isteyiniz. Ondan sonra bizden yar-
dım isteyiniz.

O zaman, Ma lik ve Abdullah (r.a.)lar geriye döndüler. Hz. Ali'nin


katına geldiler. Hz. Ali üzüntü içinde kaldı. Onlardan ümidi kesildi.
Sonra kendi oğlu Hz. Hasan'ı ve Ammar bin Yasir'i gönderdi. Onlar
da gittiler. Gittiklerinin ertesi günü Malik bin Ejter, Hz. Ali'ye:
- Ey Müminlerin Emiri! dedi . Bu halk Ebu Mu sa ölmeyince, se-
nin sözüne icabet etmezler. Beni yolla. Ta ki Ebu Musa'yı ben öldüre-
yim. dedi.
20 Tarih-i Taberi

Hz. Ali de:


- Var git, dedi. Eşter oğlu Malik de gitti.
Ammar ile Hasan KGfe'ye gelince, Cuma Mescidine vardılar.
KGfe halkı da Hz. Hasan'ın çevresinde toplandılar. Hz. Hasan bu halka
rağbet gösterdi. Sonra, Ebu Musa (r.a.) Hz. Hasan'ın katım geldi. Önce:
- Ey Ammar. dedi. Hz. Osman 'ın kanını niçin helal tuttunuz? de-
di.
Ammarda :
- Ey Ebu Musa ! Niçin böyle söylers in? Hz. Osman'ı şehid eden-
den bizde şikayetçiyiz. Onun valileri zulmettiler: "Onları azlet." diye
halk toplandı. O arada onu şehid ettiler. Onlardan hepimiz bıkkınız.
dedi .
Bundan sonra da Hz. Ali oğlu Hasan:
- Ey Ebu Musa! Niçin bu halkı bize yardım etmekten alıkoyuyor­
sun? dedi. Ebu Musa da:
- Ben alıkoymuyorum. Ama bu halk benden fikir alıyor. Ben de
doğrusunu söylüyorum ki, Peygamber (s.a.v.):
- "Mü'minlcrin meşveret etmesi, birbiriyle müşavere etmesi
gerektir." Diye buyurmuştur. Madem ki birşey soruyorlar, emaneti
iade etmek gerek. Bu işe fitne derler. Allah Teala Hazretleri, halkı bu
fitneye mübtela kılmıştır. Bu aradan uzak olmak gerek. dedi. Hz. Am-
mar, onun sözünü kesip:
- Peygamber (s.a.v.) senin gibi kişi hakkında : "Hakkı, batıldan
ayırtedemez " dedi. Temimoğullarından biı kişi ayağa kalkıp, Am-
mar'a:
- Senin, bizim beyimize sövmek ne haddin? dedi. Hz. Ali'nin oğlu
Hasan o kişiye kızıp darıldı. Böylece halk iki bölük oldu. Kimisi Hz.
Ali'den, kimisi de Ebu Musa'dan yana taraf tuttular. Yine Hz. Os-
man'ın kanı için Ebu Musa halkı ayaklandırdı. Sonra yine:

- Oturun! dedi. Minbere çıktı. Hutbe okuyarak:


- Ey müslümanlar! dedi. Fitne devri başlayınca batıl hak olur. Ve
hak da batıl olur. Böylece her kim o vartaya girerse ona Fitneengiz
Tarih-i Taberi 21

derler. Herbiriniz evinize varın. Güzel güzel oturun.Bir kişi ne zaman


çaresiz kalıp kapınıza gelirse ve yardım dilerse ona yardım edin. Evi-
nizin dışında kimseye yardım etmeyin. dedi.
O zaman Hz. Hasan:
- Ey kişi! Sen minberde neylersin? Minber bu gün Hz. Ali'nindir.
Eğer, onun beyati boynunda yoksa minberden aşağı in, dedi.
Ye yine Hz. Hasan Hz. Musa'ya:
- Bu halk varıp Hz. Ali'ye yardıma yüz tuttular, sen. Dille onları
bu yardımdan alıkoyamazsın. dedi. Sonra da: Hz. Kaaka İbni Amr'da
kalktı, dedi ki:

- Ey halk! Siz benim öğüt ve şefkatimi bilirsiniz. Benim sözümü


işitin.
Hepiniz, küçük-büyük Ebi Talib oğlu Ali'nin katına varın. Ye
ona yardım edin. Kötü sözleri işitmeyiniz ve Ebu Musa'nın fermanını
dinlemeyiniz. İşte, ilk önce Hz. Ali'ye ben gidiyorum. dedi.
Bir de fasih, güzel konuşur kişisi vardı. Adı Sahban oğlu Savhan
bin Azer Bin Sa'saa idi. Halk için hutbe okudu , ve:
- Ey Müslümanlar! dedi. Bu halka ş und a n ötürü imam gerektir ki:
1- Halkın işini din üzerine görsün.
2- Dünya işlerini adaletle işletsin,

3- Birbirinizden hakkınızı alsın.

4- Zalimlerden de mazlumların feryadını bırakmasın.

5- İşte, böyle bir kimse imamlığa ve emanete layıktır. Ye din yo-


lunda herkesten bilgin olmalıdır ve Peygamber (s .a. v .)e yakın olmalı­
dır. dünya sevgisinden uzak bulunmalıdır. Bütün bu hasletler mü 'rnin-
lerin emiri Hz. Ali'de vardır. Ve hak onundur. Düşmanların arasını dü-
zeltsin diye ve ayrılık-gayrılık ortadan kalksın diye ve hak batıldan
ayırt edilsin diye, O, sizden yardım istemektedir. Artık icabet eyleyin.
Gidin ona yardım edin, ona karşı kusurda bulunmayın.

***
Sonra da Hz. Ali oğlu Hasan hutbe okuyup şöyle dedi :
- Ey Kavın!Hz. Ali sizin imamınızdır. Bu kavın, ınüslüınanlar
arasında fitne saldılar. Önce beyat ettiler. Sonra da beyati bozdular.
22 Tarih-i Taberi

Allah'a asi oldular. Ye emirli! müminin Hz. Ali (r.a.) sizi şundan ötürü
istiyor ki ta ki hasımların ve kavimlerin arasını düzeltsin. Ayrılık gay-
rılık aradan gitsin? Sizinle fırsat bulsun. Eğer bunları kabul ederlerse
ne ala, kabul etmezlerse Allah Teala'nın hükmü ne ise onlara icra et-
sin. Yarın, Mü'minlerin emiri Hz. Ali (r.a.)'ın yardımına gecikmeyiniz.
Birbirinize bakmayınız, her kişi kendi suçu ile kalır. Ye kendi ameli-
ne göre derece alır.
* **
Hz. Hasan'ın bu sözleri üzerine bütün halk ona uyup:
- Sem'an e taaten hepimiz senin önünce gelelim ve yardımımızı
senden esirgemeyelim. Emirülmüminin Hz. Ali (r.a.)'ın önünde canı­
mızı feda edelim. dediler.

Bundan sonra da Amr oğlu Hz. Zeyd hutbe okudu. O da:


- Ey Kavın! dedi. Bu zat, Mü'minler Emiri Hz. Ali'nin oğludur.
Ye Peygamber (s.a.v.)'in uzuvlarından bir uzuvdur ki onu size elçi
gönderdi. Ye görün, ne türlü keremde bulundu ki kendi oğlunu gön-
derdi. O ki Resul (s.a.v.)'in kızının oğludur . Topunuz, büyük, küçük
ondan yana varın. Baş ve can feda kılın.
Bunun üzerine bütün halk:
- Baş üstüne. Dediler. Hz. Ebu Musa ses ç ıkarmadı , sust u, kaldı.
Utanç bir yüzle bakıp duruyordu. Hz. Ali'nin hı ş mınd a n da korkuyor-
du.
İşte bu vakitte, ansızın, Hz. Malik bin Eşter şehre girdi. Ye sultan
sarayına vardı. Ye Ebu Musa'nın adamlarına:

- Tez, bu yerden çıkın. diye buyurdu. Onlar da:


- Bizim ulumuz gelsin. Sonra çıkarız! dediler. Hz. Malik gürzünü
eline alıp onların başlarını yardı. Hepsini konaktan çıkardı. Onlarında
hepsinin başları yaralı olduğu halde Mescide Ebu Mu sa' nın katına git-
tiler.
- Sakın saraya varma. Malik bin Eşter, bizi oradan çıkardı, sürdü
dediler.
Ebu Musa'nın bu valilik konağında çok malı vardı. Minberden
aşağı indi . Ayrılıp gitti. Halkta kalab a lıkl a onunla birlikte gittiler. Ma-
Tarih-i Taberi 23

lik, elinde çomakla duruyordu. Musa, valilik konağına girmek istedi .


Malik:
- Ey fesatçı! Bu sultan saray ı, bu valilik konağı Hz. Ali'nindir.
Şimdi sen halkı ondan nasıl menedersin. Hem , sen bu sultan sarayında
neylersin?" dedi.
Hz. Ebu Musa da:
- Bu gün bana aman ver. Başka bir yere gideyim. Dedi. Malik de:
- Bir saat bile aman bile vennem. dedi. Ve giysilerinin ve kumaş-
l arının çıkarılmasınaemir verdi. Her ne eşyası varsa konağın kapısına
götürüldü. Oraya yığıldı. Musa Malik'ten, yine aman diledi.
Bunun üzerine Malik bin Eşter, akşama kadar amaı verdi . O da
bir yer bularak oraya gitti. Hz. Hasan, Ammar ve Malik o gece o vali
konağında kaldılar. Ertesi gü n Hz. Hasan gitti. Ve onunla birlikte yedi
bin kişide at ve si l ahı ile birlikte gittiler. KGfe'de ne kadar genç varsa,
ve ulu kişi varsa ona katılıp gittiler.
Hz. Ali, bunu öğrenip bir menzil ileride karşılayıcı çıktı, onları
tatlı dil, güler yüzle karşıladı:

- Ey KGfe eh li! dedi. Size ş u işte bulunayım ki İslam dininin mer-


kezi siz olasın ı z. Hem de siz Hz. Ömer vaktinde acem lerle cenk etti-
niz. Mü s lümanlığı ta doğu illerine ilettiniz. Ve ş imdi ben sizi şu nun
için çağırdım ki bize yardım ed iniz. Şu bize muhalefet eden bu kardeş­
lerimizi Hakka davet edelim. Eğer bize uyarlarsa kabul edelim. Önce-
ki geçm i ş l eri nd e n geçelim. Eğer bize uym azla rsa onlara müdahale
edelim, onlara güleryüz gösterir gibi olalım. Ve eğer eza edip düşm an ­
lık ve sitem kılarlarsa Allah Teala'ya yalvaralım . Ta ki onları bizden
gidersin. Onda iyilik, salah varsa onu yapalım. Diyerek sözlerini bitir-
di . Sonra o askeri Zikar'da kondurdu. Ve ertesi gün Hz. Kaa'ka bin
Amr'ı Basra'ya elçilikle gönderdi. Ve ona:

- Var git. Onları beyate öncü ol. Onlara öğütlerde bulun dedi.
Bu buyruk üzerine Hz. Ka'ka, Basra'ya vardı. Hz. Aişe, Hz. Talha
ve Zübeyr onu görünce ona:
- Niçin geldin? diye sordular. Hz. Ka'ka da:
- Mü s lümanların iyiliğini , salahını istemeye geldim. Şimdi sizler
ne dersiniz. dedi. Onlar da :
24 Tarih-i Taberi

- Hz. Osman'ın kanını isteriz ve salah dileriz dediler. Hz.Ka'ka'da:


- Hz. Osman'ın kanını istemekte fesat vardır. salah yoktur, ola-
maz. Ve bu iş önce ve sonra size kalmaz. Şundan ötürüdiJr ki siz, Bas-
ra'da üçyüz kişi öldürdünüz. Üçbin kişinin de gönlünü kırdınız. Onlar,
işte o kanı sizden istiyorlar. Ve siz bu işi ne kadar çoğaldırırsanız, hal-
kın gönlünde de kini o kadar fazla olur, dedi.

Hz. Aişe (r.a.):


- İyi söylüyorsun. dedi. Ya sen ne döşünüyorsun? diye Hz.
Ka'ka'ya sordu. O da:
- Ben derim ki fitneyi söndürüp barış yapmak gerek ve akibeti gö-
zetmek gerek. Afiyet ve iyilik anahtarı sizin elinizdedir. Eğer bu iyilik
kapısını açarsanız, selamet bulursunuz. Eğer ki bela kapısını açarsanız,
korkarım ki bu fitnede siz perişan olur, hüsrana uğrars ınız. Ondan son-
ra da sizin sebebinizden dolayı çok kişilere de kötülük glir. dedi.
Hz. Aişe:

- İyi dedin. Eğer Hz. Ali'nin fikri iyilik bul sun yolundaysa, Hz.
Osman'ın üzerine gidenleri yanından ayırsın dedi.Hz. Kaka' da:

- Zaten Hz. Ali'de beni bu iş için gönderdi. diyerek Hz. Ali'nin


yanına döndü ve:

- Onlar barış ve iyiliğe kavuşulmasına razı oldular. dedi. Bu ha-


ber:
- Barış yapılıyor, diye Basra'ya yayıldı.
Bundan sonra Hz. Ali askerini aldı, Basra kapısına geldi. Ve KGfe
askerine:
- Ey KGfeliler! Her kim ki sizin aranızda KGfe'den Hz. Osman'ın
üzerine Medine'ye vardı ise bizim aramızdan çıksın. Fakat, o askerin
arasında, Hz. Osman (r.a.)'ın üstüne varmış olan çok kişi vardı.

Malik bin Eşter (r.a.) ile Adiyy bin Hatem ve çok ileri gelen kişi­
ler vardı.Hepsi toplanıp:
- Onlar barış istiyorlar, ama onların bu barışı bizim kanımızı iste-
mektir. Eğer bu barış tamam olursa , bizim cihandan gitmemiz gerek.
dedi.
Tarih-i Taberi 25

Adiyy bin Hatem de:


- Doğrusu şudur ki, onlar eğer barış yaparlarsa, biz de onun hilesi-
ni yapalım. dedi. Böylece savaşalım. Öyle bir savaş yapalım ki onlar
bilemesin. dedi. Vakta ki gece bastı. Basra'lı bir kişi Hz. Talha ile Zü-
beyr'in katına geldi ve:
- Bana bin kişi veriniz. Şimdi Hz. Ali sizin barış yapacağınızı san-
maktadır. Güven içinde oturuyor. Ben onun üstüne bir gece baskını
yapayım dedi. Onlar da:

- Onlar müslümandırlar. Ali, Peygamberin amcasının 0ğludur. Ve


hiç bir zaman ümmet, birbirleriyle savaş etmez ve biz de hepimiz bir
dindeniz. Bundan ötürü, bize savaş yapmak layık değildir. dediler.
Ve hem o gece Hz. Ali'nin adamlarından birisi Hz. Ali'nin katına
geldi. O da bir gece baskını yapmak istedi . Hz. Ali de ona tıpkı bu ce-
vabı verdi:

Hz. Ali üç gün bu barış üzerine karar eyledi. Halkı barışa çağırdı.
O barışüzerine Ka'kaa:
- Çıkın! dedi. Hiç kimse çıkmadı. Üç günden sonra Hz. Ali atına
bindi, durdu. Hz . Talha ile Zübeyr'i çağırdı ve:
- Allah hakkı için dışarı çıkın. Ta ki size bir çift sözüm var, söyle-
yeyim . dedi. İki si de ordunun arasından çıktılar. Biribirinin yanı başın­
da durdular. Öyleki atlarının başları biri bisine eşitti. Hz. Ali:
- Ey kardeşler! Benim için asker ve silah hazırladınız . Eğer Allah
Teala size benim cengimden sorarsa hüccet getirebilir misiniz? Hele
ben bir hüccet, bir belge getiremem. Ve şunu diyelim ki bizimle sizin
aranızda, mesela, akrabalık, yakınlık yoktur. Ve benim beytim de sizin
boynunuza borç değildir. Ama Peygamberimizin arkasında namaz kıl­
dık. Onunla sohbet ettik.Şimdi ben size ne yaptım ki kanım size helal
oldu? diye sordu.
Hz. Talha 'da:
-· Sen adam gönderdin.Onlar, Hz. Osrnan'ı şehit ettiler. dedi .
Hz. Ali de:
- Aramızda Allah'tan başka kimse yoktur. Öyleyse gelin el kaldı­
ralım. Hak Teala'ya dua eyliyelim ve:
26 Tarih-i Taberi

- Yarabbi! Osman'ın öldürülmesine sevinenlere lanet eyle! diye-


lim. Ta ki lanet kime gelir, görelim dedi. Hz. Talha ses çıkarmadı, sus-
tu. Hz. Ali, Hz. Zübeyr (r.a.)'da:
- Hatırında mı, dedi, ben Medine'de Haşimoğulları mahallesinde
oturuyordum. Sen Peygamber (a.s.) ile geçmiştin. Peygamber (a.s.)
bana bakıp gülmüştü. Sen o zaman Peygamber'e :
- Ebu Talib oğlunu hiç bir zaman elden uzak tutmazsın . deniştin.
Allah'ın Resulü de:
- Ey Zübeyr! Bir gün gelir ki sen asker toplar, onunla savaşa giri-
şirsin.Ye sen sitemkar olursun. Ey Zübeyr, Allah'tan kork demişti.
Zübeyr, başını aşağıya eğdi. Bir saat sonra:
- Hiç hatırlamıyorum. Eğer bu söz hatırım a gelseydi, buraya gel-
mezdim. Vallahi ki hiç bir zaman savaş etmem. Dedi. Ye gözleri yaşla
doldu. Atının başını geri döndürdü , gitti. Ye Hz. Ali de, kendi askeri-
nin yanına geldi.
Sonra Hz. Talha ve Zübeyr, Aişe (r.a.)'nın katına geldil er.Hz. Zü-
beyr (r.a.) Hz. Ai şe' ye:
- Ben Hz. Ali ile savaşmıyorum. Geri dönüyorum . dedi . Ve ger-
çekten geri dönüp kendi yerine geldi. Hz. Aişe , Talha'yı ve Abdullah
bin Zübeyr'i çağırttı. Onlara Hz. zübeyr'in hikayesini söy ledi. Onlar da
Hz. Zübeyr'in katına geldiler ve:
- Bizim buraya gelmemiz gerekti. Ama, madem ki geldik, asker
topladık ve halkı savaşa çağırdık. Ve osman'ın kanını diledik. Ye bun-
ca kişiyi, Basra'da öldürdük. Şimdi ki askerler yüz yüze geldi. Eğer
biz dönersek halk: "Bu dönüş Allah korkusundan değil, Hz. Ali korku-
sundandır! derler." dediler. Ve o kadar sözler söylediler ki Zübeyrin
fikrini caydırdılar. Çünkü düşünceleri , fitneye sebep olan Hz. Ali'dir."
Düşüncesiydi. Ye:

- Kaç gündür Hz. Osman için Medine'ye varanları yanında tut-


maz, ay ırırdı! dediler. Ama bu içtihatlarında yanıldılar.
**
Bunun üzerine Hz. Zübeyr:
- Neyleyim yemin ettim. dedi. Onlar da:
Tarih-i Taberi 27

- Bir kul azad eyle. dediler. Onun Mekhur adında bir kölesi vardı.
Onu azad edip hürriyetine kavuşturdu.
Böylece Basra halkı, iki bölüme ayrıldı. Bir bölümü Talha ve Zü-
beyr (r.a.)larla beyat kıldılar. Bir bölümü de geceleyin Hz. Ali
(K.V.)ya geldiler. Hz. Ali'nin ordusu yirmi kişi idi. Ve Hz. Talha ile
Zübeyr'in ordusu ise otuz bin kişiydi.
Sonra, iki taraf da barışa razı oldular. Ve Hz. Ali, Hz. Abbas'ın
oğ lu Abdullah'ı Hz. Talha ve Zübeyr'e gönderdi. Barış tamamlanacak
ve sabah kalkılınca barışa girişilecekti.
Ama, Hz. Osman için Medine'ye giden kişiler o gece uyumadılar.
Bir yerde toplanıp :
- Bunlar barışı bizim kanımıza karşı yapıyorlar. Bizim tedbirimiz
şim di,iki askerin arasında savaş koparmaktır. Fakat, bunu bizim fitil-
lediğimizi kimse bilmemelidir. dediler.

Tan yeri ağırırke n bunl ar üç bölük oldular. Kendilerini Hz. Tal-


ha'nın ve Zübeyr'in askerinin arasına sa ldılar. Üç yerden askerlerini
kırmaya başladılar. Onlar ise: "Gece ba sk ını yapıltyor. " diye bağırı ş­
maya başladılar. Sonra o sa fları bırakarak Hz. Ali (r.a.)ın askerinin
arasına giriş yaptılar. O zaman, Malik bin Eşter, Adiyy bin Hatem ve
başka ileri gelen !er asker arasından çıkarak Hz. Ali (r.a.)'ın katına gel-
diler. Ye:
- Talha ve Zübeyr'den ötürü dizi askerden çıkarmak istedin. Biz
biliyoruz ki, onlardan, muhalefetten başka bir şey gelmez. Bu gün se-
nin katında canımızı feda edelim.
Dediler. Saldırıya, saldırı ile karşı durdular. Savaş şiddetli oldu.
Hz. Aişe buyurdu. Devenin hevdecini kadınlar için yapılmış mahfesini
bağladılar. Üzerine iki kat zırh geçirdiler. Sağlamlaştırdılar. Ye o hev-
deci altınla donattılar.Kendisi o hevdeç içinde oturdu. Ve askerin ar-
dında durdu.
Hz. Talha ile Hz. zübeyr de askerin önünde yer aldılar. Cenge tu-
tuştular. Güneş ısınmıştı. Cenk çok şiddet li oldu. Hz. Abdullah bin
Zübeyr (r.a.) hamle eyledi. Kendisi yaya idi. Malik bin Eşter Hazretle-
ri de yaya idi . Birbirine saldırdılar. Hz. Abdullah bin Zübeyr onda bir-
kaç yara açtı. Malik de onun başına şiddetli bir kılıç indirdi. Hz. Ab-
28 Tarih-i Taberi

dullah sendeledi, düştü.Malik bir daha vurmak diledi. Hz. Abdullah


bunu anladı. Malik'in elini tuttu:
- Ey Malik. dedi. aman ver.
Halk Malik'in kimolduğunu bilmedi. Çünkü Eşter denilmekle şöh­
ret bulmuştu. Malik de ona aman erip Hz. Ali'nin askeri arasına geldi.
Abdullah (r.Anh) ise zayıf kaldı ğından yere düştü. Onu alıp şehre gö-
türdüler. Tam otuz yerinden yara almıştı.
Hz.Talha ve Zübeyr (r.a.)'lar askerlerinin ortasında durmaktaydı­
lar. Hz. Ali kendi askerine şöyle bağırıyordu:
- Biliniz ki onlar sizinle savaş etmeyinci siz de savaşmayınız.
Eğer kaçarlarsa kovalamayınız. Arkalarından gitmeyiniz. Hiç birine
yara açmayınız. Öldürmeye niyet etmeyiyiniz. Zira onların ne kadı , ne
de malı helal değildir. Eğer hamle ederseniz. o niyetle ediniz ki onları
kendinizden koruyunuz. Ölürlerse, kanları sizin boynunuzda olmasın.

**
Vaktaki gün sıcaklığını artırdı ortalık çok sıcaklaştı, iki taraftan
da çok kişi şehid oldular. Kimse bunun gibi savaş görmemişti. Öğle
zamanına yakın bir anda, Hz? Talha'nın ayağına bir ok saplandı. Eğil ­
di oku çekti, çıkardı. Kanı çok aktı. Ama sabreder dururdu . Ve yine
safların önüne geçti, yerini aldı. Ama kanı çok aktığından ötürü başı
döndü. Kuluna :
- Gel, atımın arkasına
bin . Ve beni kucakla dedi. O kul da ata bin-
di. Onukucakladı. Sonra Hz. Talha:
- Beni bir yöne ÇLkar. dedi. O kulda onu aradan çıkardı, şehre gel-
diler. Lakin Hz. Talha'nın vücudundaki kan bütün uzuvlarına bulaş­
mıştı. Şehrin kenarında bir virane yer vardı. O kul onu o yere iletti.
Yere indirdi. Hemen o anda da Hz.Talha orada can verdi. Onun müba-
rek kabri de şimdi oradadır.
Ve Hz. Zübeyr onun yanında durmaktaydı. Hz. Talha yaralanıp
düşünce Hz. Zübeyr de geri döndü. Vadi-i Siba (Yırtıcı hayvanlar Va-
disi) denilirdi . Amr İbni Harmud adında bir kişi, iki atlı ile Hz. Zü-
beyr'in ardından at sürdü. Onun böğrüne bir ok sapladı, ok sırtından
çıktı. Hz. Zübeyr de geriye dönüp, Amr'a bir kılıç salladı. Amr, bu kı­
lıca kalkanıyla karş ı durdu . O iki atlı da yetiştiler. Hz. Zübeyr'i vurup,
Tarih-i Taberi 29

atından yere yıktılar. Amr, atından indi, onun mübarek başını kesti.
Hz. Ali'nin katına götürdü ve:
- Ya Ali! Zübeyr'i öldürdüm. dedi. Hz. Ali de:
- Yerin Cehennem ola. dedi. Çünkü Hz. Ali, Peygamber
(s.a.v.)'den işitmişti ki Resulullah şöyle buyurmuştu:
- Safiyye oğlunu öldürenin yeri Cehennem olsun. demişti.

Oysa, Hz. Ali:


- Her kim kaçarsa ardından gitmeyiniz. demişti.

O zaman Zübeyr'i öldüren Amr, Hz. Ali'ye:


- Ne diyeyim? Şimdi senin buyruğuna aykırı hareket edersem Ce-
henneme atılmam gerek. Eğer buyruğuna uysam yine Cehennem'e git-
mem gerek. Ya Ali, sen bu ümmete fitnesin, dedi.

***
Bu demde Hz. Aişe'ye

- Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in ikisinin de şehid edildiği haberi ve-


rildi. O da:
- Devemi, saflar önüne iletin. diye buyurdu. Zabbeoğulları ile
12.000 kişi gelip saf tuttular.Hz. Aişe devesi ile durmaktaydı. Onları
savaşa sevkediyordu. Çünki, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in şehid edilme-
si , onların askerlerini bozguna uğratmak üzereydi. Ve safları geri geri
çekilmişti . Fakat, Hz. Aişe'nin teşviki ile cenk yine şiddetlendi.

Hz. Ali (r.a.) bu hali görünce sertleşti. Şimdi kendi yaranı Hz. Ai-
şe'nin mahfesine nisan yağmuru gibi ok yağdırmaya başladılar. Ama,
hiçbir ok o zırhı delip geçemedi. Devesinin yularını Hz.Kaab bin Sü-
veyd tutmaktaydı.Hz. Ali, Malik bin Ejder'i çağırdı. Ona:
- O Kavın, o deveyi ve üstündeki hevdeci görüp durdukça onların
yüzü geri dönmez. Ama sen bir hile eyle, devenin yularını eline al ve
bir yana çek. dedi.
Malik bin Eşter de, l-Iz. Aişe'nin askerine saldırdı. Bir kılıç vura-
rak Kaab'ın eline düşürdü. Kaab'ın bir kardeşi vardı. Geldi devenin yu-
larını tuttu. Hz. Aişe'ye:

- Ben Kaab'ın kardeşiyim. dedi. Hz. Aişe'de:


30 Tarih-i Taberi

- All ah h a yırlı sevaplar versin, ded i. Hz. Malik bin Eşte r onun da
elini kesip dü ş ürttü. Arka arkaya yetmiş kişi geldi . Malik bi n Eşter o
yetmi ş ki ş in i n de elin i yere dü ş ü rdü. Art ık gelen kimse kalmamıştı.
Hz. Ali:
- Devenin yul a rını çekin , diye buyurdu. Fakat devenin yuları ne
kadar çekildi ise de deve yürümedi. Hz. Ali (r.a.):
- Şu l ane tl e nmi şe vurun . dedi. Deveye bir kı l ıç vurdu lar. Ayağını
d üşürd üler. B asra lı as ker bozguna uğradı. Üs tündeki hevdeç yere düş ­
tü .
Hz. Aişe :

- Ey Hasan'ın babası! Bana karşı zafer kazandın. İyilik eyle. dedi.


Hz. Ali (r.a.) bu yalvarışı işitirdi , ama cevap vermiyordu. O zaman
Muhammed bin Ebi Bekir'i çağırdı. Ona:
- Yürü, Kız kardeşin Ebubekirin Kızı Aişe'ye şehre ilet. dedi. Mu-
hammed bin Ebibekir de mahfenin yanına geldi. Elini perde arkalığın ­
dan içeri soktu. Hz. Aişe'nin göğsüne dokununca, Hz. Aişe: Haykıra­
rak:
- Bu kimdir ki elini öyle bir yere dokunduruyor ki orasına Hz.
Peygamber'den başka kimsenin eli dokunmuş d eği ldir. diye bağırdı.
Muhammed bin Ebi Bekir de:
- Korkma. Benim, Senin karde şi nim . dedi. Hz. Aişe'de:

- Şükürler olsun Allah'a ki senmişsin! dedi ve Kardeşi onu alıp


Basra'ya iletti. Basra'nın ileri gelenlerinden Abdullah bin Halefi( Hli-
zai hazretlerinin evine indirdi. Hz. Ali (r.a.)ta, geldikçe, orada oturur-
du .
Nihayet akşam oldu. Hz. Ali, kaçanların ardından gitmelerine izin
vermedi. Hz. Ali'nin yaranından çok kişi ölmüştü. Ertesi günü Hz. Ali
(r.a.) Basra'ya geldiğ i zaman doğru saraya vardı. Abdullah İbni Kiriz
hasta l a n mıştı. Kaçmış ve Şam'da Hz.M uaviye'nin katına gelmişti. Ka-
çanlardan çok kişiler de Abdullah İbni Kiriz ile Şam'a gitmişlerdi.
Hz. Ali e ıniT buyurdu. İki tarafı n şehitlerini cami mesc idine götü r-
dül er ve namaz l a rı nı k ıl d ıl ar. Sonra da toprağa gömdüler. BliWn şeh i r
ha l kı saraya geldiler. Ve Hz. Ali'ye beyatte bulundular. B::ısra halkı,
Tarih-i Taberi 31

l:er gece Hz. Aişe'nin kapısına gelerek bağırıp, acı sözler söylerlerdi.
Bu sözler de onun yüreğini delerdi. Bu haberi Hz. Ali'ye haber verdi-
ler. Hz. Ali (Allah onun yüzünü kerim kılsın) ona Ka'ka' bin Amr'ı
gönderdi. Ona:
- Her kim Hz. Aişe'ye o türlü hareketlerle bulunursa onlara tedmir
eyle. dedi. Ka'ka'da çok kişiyle Hz. Aişe'nin kapısına geldi. İki kişiyi
yakaladılar. Her birine yüzer deynek vurdular. Bundan sonra da hiç
kimse kötü bir harekette bulunmadı.
Hz. Ali Beytülmal'den ne kadar mal varsa, askere üleştirdi. Ve:
- Şam'a gidip orasını fethedersem size bunun on katını vereyim
dedi Ve Hz. Ali (r.a.), Hz. Aişe'yi yine Medine'ye göndermeyi düşün­
dü. Abbas'ın oğlu Abdullah'ı ona gönderdi. Ve:
- Peygamber (s.a.v.) bana:
"-Senin aranda benim zevcelerimden birisi ile bir olay geçecektir.
Her ne zaman ki ona karşı zafer elde edersen, onu, yine, evine gönder
dedi diye, ona haber yolladı. Ve Hz. Abdullah bin Cafer ile Beytül
Bal'den 12.000 dirhem gönderdi. Hz. Abdullah da kendi malından
50.000 dirhem verdi. Ve Hz. Ali (r.a.) Basra Bey'inin hatunlarından
kırk hatunu onunla birlikte gönderdi. Kendisi de üç mil onunla birlikte
gitti. Hz. Aişe , deveyi de durdurttu. Onunla birlikte giden halk çoktu.
Hz. Aişe, hutbe okuyup:
- Ey halk! Bir iştir geldi geçti. Allah'ın kazasıydı. Bundan sonra
kimse kimseye gönlünde kin tutmasın. Hepiniz benim oğu ll aıımsı­
n ız. Hepiniz de birbirinizle kardeş olun. Buraya kadar gelen Hz. Ali'ye
de sözü getirerek:
- Hz. Ali ile benim aramda eskiden hiçbir mesele yoktu. Bu kadar
şey mesele oldu, bunlar kadınlar arasında, kavın ve kabile arasında da
olur. Şimdi o bana hepinizden yekrektir. dedi. Ve Hz. Ali de:
- Gerçektir. Bizim aramızda hiç bir şey yoktu. O, mü'minlerin
anasıdır. Ve Hz. Peygamber (s.a.v.)in hatunudur. Onun hakkı bizde
çoktur. Diyerek Hasan ve Hüsiyn'i ve Muhammed Hanefiye'yi üç
menzil ileri götürdü. Sonra Hz. Ali, Basra'ya döndü .Basra'n ın Bey ' li ği­
ni Abbas'ın oğlu Hz. Abdullah'a verdi.Kendisi askerini aldı. KQfe'ye
gitti. Yine Medine' ye varmadı. KQfe'de yerleşti. B asra'nın beyliğini
Hz. Abd ullah'a verdiği zaman Malik bin Eş ter:
32 Tarih-i Taberi

- Ali, Basra'yı Abbas'ın oğluna verdi. KGfe'yi kendisinin şehri


yaptı. Biz ise, bir yıldan beri niçin savaş yapmaktayız.dedi. Hem de
Hz. Osman zulm ile öldürüldü. Biz onun için Hz. Aişeyle niçin savaş
ettik? Bundan ötürü de Hz. Talha ve Zübeyr ki Peygamber'in havarile-
rindendirler, onlar öldürüldü. dedi.
Bu haberi Hz. Ali işitince KGfe'ye gitmekteydi. Malik bin Eşter
ondan önce gitmişti. Hz. Ali, onun ardından adam gönderip kendisini
geri getirtti, ve fitnelik olmasın diye onunla birlikte KGfe'ye girdi.

MISIR HABERİ
Osman zamanında, Abdullah bin Saad bin Ebi Serh, Mısır'da
Bey'di. Ve Muhammed bin Ebu Bekir ve Muhammed bin Huzeyfe,
onun hükmündeydiler. Ve bu iki Muhammed Mısırlılara:
- Biz bu Abdullah bin Saad bin Ebi Serh'i kabul etmeyiz. dediler.
Ve Mısırlılar, ayaklandılar, Medine'ye vardılar. Ve Muhammed Bin
Ebi Bekir onlarla birlikte gitmişti . Ve Muhammed bin Huzeyfe Mı­
sır'da kaldı.

***
hz. Osman'ı Medine'de muhasara ettiler diye haber geldiği zaman
Muhammed bin Huzeyfe, Abdullah bin Saad'ı Mısır'dan çıkarmıştı. Ve
Ali (r.a.)'ın tarafmı tutardı. Ve:
- Eğer, hilafet Ali'ye geçerse Mısır'ı kendisine versin diye düşünü­
yordu. Lakin, Ali, Mısır'ı Kays bin Ubade'ye vermişti.Vaktaki Kays
Mısır'a vardı. Ahdı okudu. Halk Kays'a itaat ettiler. Ve onun eliyle de
Hz. Ali'ye beyat ettiler.
Ama Kinaneoğullanndan bir kavın vardı ki Mısır'ın Harisa adın­
daki bir köyünde oturmaktaydılar. Onların hepsi Osman'ı sevmektey-
diler. Kays'a adam gönderdiler:
- Biz, haraçla baçla senin fermanındayız. Ve Lakin, beyat için bi-
ze birkaç gün mühlet ver. Görelim iş neye varır? dediler. Kays:
- Mısır'da bir köy halkı beyat etmezse ne ziyan olur? dedi.
Kays'ın Mesleme bin Muhalled adında bir amcası oğlu vardı.
Kays'tan gizli olarak Hz. Osman'ın kanı için halkı ayaklandırmaya teş-
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of A szocziológia

vázlata
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United
States and most other parts of the world at no cost and with
almost no restrictions whatsoever. You may copy it, give it away
or re-use it under the terms of the Project Gutenberg License
included with this ebook or online at www.gutenberg.org. If you
are not located in the United States, you will have to check the
laws of the country where you are located before using this
eBook.

Title: A szocziológia vázlata

Author: Georges Palante

Translator: Lajos Mikes

Release date: May 25, 2022 [eBook #68168]

Language: Hungarian

Original publication: Hungary: Franklin, 1912

Credits: Albert László from page images generously made


available by the Library of the Hungarian Academy of
Sciences

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK A


SZOCZIOLÓGIA VÁZLATA ***
Megjegyzés:
A tartalomjegyzék a 233. oldalon található.
KULTURA és TUDOMÁNY

A SZOCZIOLÓGIA VÁZLATA

IRTA G. PALANTE
FORDITOTTA MIKES LAJOS dr.

BUDAPEST

FRANKLIN-TÁRSULAT
MAGYAR IROD. INTÉZET ÉS KÖNYVNYOMDA

1912

A SZOCZIOLÓGIA VÁZLATA

IRTA

G. PALANTE
FORDITOTTA

AZ EREDETI ÖTÖDIK KIADÁSBÓL

MIKES LAJOS dr.

BUDAPEST

FRANKLIN-TÁRSULAT
MAGYAR IROD. INTÉZET ÉS KÖNYVNYOMDA

1912
FRANKLIN-TÁRSULAT NYOMDÁJA.
ELSŐ KÖNYV

BEVEZETÉS:

A SZOCZIOLÓGIA MEGHATÁROZÁSA

MÓDSZERE ÉS FELOSZTÁSA

I. FEJEZET.

Mi a szocziológia?

Ez a szó: szocziológia – sokkal világosabb értelmünek tetszik,


semhogy meghatározásra szorulna. Etimológiai jelentése: a
társadalom vagy a társaságok tudománya. De ez a világosság csak
látszólagos. Mert ennek a kifejezésnek: a társaságok tudománya –
több különböző értelmet tulajdoníthatunk.
Első és legtágabb értelmében a szocziológia nem egyéb, mint a
társadalmi tudományok: gazdaságtan, politika, ethnológia,
nyelvészet, a vallások és művészetek tudománya, stb. –
összessége. Nyilvánvaló, hogy efféle tudománynak, amely a
határozott, külön tárgykörnek hijával van, nincs létjogosultsága.
Másodsorban érthetjük szocziológia alatt a tulajdonképpeni
társadalmi tudományok rendszerbe foglalását, vagy – ha jobban
tetszik, – azt a tudományt, amely e különböző tudományok
egymásközti kapcsolataival foglalkozik. A szocziológia eszerint úgy
viszonylanék a különböző társadalmi tudományokhoz, mint – a
pozitivizmus szerint – a filozófia a szaktudományokhoz, amelyeket
rendszerbe foglal. Tárgyalná a társadalmi tudományok egymásközti
kapcsolatait és kitöltené réseiket. Ez az értelme már pontosabb, mint
az előbbi; de még mindig nem kielégítő. Mert ily módon nem
választjuk el kellőképpen a tulajdonképpeni szocziális jelenségeket
azoktól a néprajzi, gazdasági, jogi, politikai, stb. jelenségektől,
amelyek az előbbieket kisérik vagy létrehozzák. – Másrészt pedig a
szocziológusoknak az a törekvése, hogy pótolni akarják a társadalmi
gazdaságtan, a jogtudomány, erkölcstan, stb. hiányait, egy csöppet
sem jogosultabb, mint némely filozófusnak az az igyekvése, hogy
többé-kevésbbé helytálló hipothezisekkel pótolja a fizikai és
természettudományok hiányait.
Egy harmadik értelmezés szerint a szocziológiának tárgya: a
társadalmi formák tanulmányozása, elvonatkozva azok tartalmától.
«Hadseregnek, családnak, részvénytársaságnak, bármennyire
különböző is eredetük és czéljuk, vannak közös vonásai: a
hierarchia, a kölcsönös függés, a differencziálódás, stb., és ezeket a
közös vonásokat külön-külön is lehet tanulmányozni. Minden
társulás már magában is különleges hatásokkal jár a társuló
egyénekre nézve. Akár gazdasági, akár jogi, akár erkölcsi
jelenségekről van szó, ezek egyaránt alá vannak vetve a társadalmi
miliő befolyásának.»1) – «A társadalmi miliők különböző fajtáit
osztályozhatjuk, – mondja ugyanaz a szerző máshelyütt. –
Megfigyelhetjük, hogy ha e miliők tulajdonságai, pl. erőértékük,
minőségük, egységeik összetapadása, stb. változnak, velük együtt
változik a hatás is, melyet az egyénekre gyakorolnak. Ekként
teremthetünk olyan tudományt, melyben a megfigyelés, osztályozás
és magyarázat merőben szocziológiai.»
Ebben a felfogásban, amelynek Németországban Simmel és
Francziaországban Bouglé a képviselője, van némi igazság. Megvan
az az előnye, hogy megvilágítja azt a tényt, hogy a társadalmi
csoportosulások száma, tömege és népessége már magában is
nagy hatással van ezeknek a csoportosulásoknak fejlődésére.
Mindazáltal e meghatározás ellen a következő kifogásokat tehetjük:
1. Ez a szoros értelemben vett (mint Bouglé nevezi: stricto sensu)
szocziológia nem építhető ki másként, mint párhuzamosan a
különböző különleges studiumokkal, amelyeknek összessége volna
a tágabb értelemben vett (lato sensu) szocziológia. – A társadalmi
csoportosulások módozatainak elvont és általános törvényeit nem
állapíthatjuk meg addig, amíg előbb nem tanulmányoztuk
részletesen magukat ezeket a csoportosulásokat. – 2. Van valami,
amitől lehetetlen eltekinteni, s ez: a tanulmányozott csoportok
lélektani tartalma. Mert mindazok a statikai vagy dinamikai
jelenségek, amelyekből a társaságok élete összetevődik, voltaképp
gondolatok, hitek, vágyak formájában jelentkeznek. A lélektani jelzés
az, amelyre végül minden egyéb jelzésmód redukálódik. Ha
elvonatkozunk, mint Bouglé kivánja, «a társadalmi egységek
gondolataitól», és nem törődünk mással, mint a csoportosulások
merőben formai törvényeivel, akkor önként lemondunk arról, ami a
legmegfoghatóbb és legkonkrétebb a társadalmi életben; akkor
lemondunk a látszatért a lényegről.2)
A mi felfogásunk szerint a szocziológia nem egyéb, mint a
társadalmi lélektan. És a társadalmi lélektan szerintünk az a
tudomány, mely a társadalmi élet által egymáshoz közel hozott
egységek lelki állapotát (mentalitását) tanulmányozza.
Nem akadunk fenn azon az ellenvetésen sem, hogy ez a
meghatározás voltaképpen visszavezeti a társadalmi lélektant és így
a szocziológiát is az egyéni lélektanra. A mi felfogásunk szerint
valóban ehhez kell mindig visszatérnünk. Akár akarjuk, akár nem: az
egyéni lélektan a nyitja minden zárnak. A tulajdonképpeni társadalmi
energia végre is mindig csak a pszichizmus; nem az a kollektiv
pszichizmus, amelyről Roberty3) beszél, hanem egyszerüen a
pszichizmus; vagy az egyéni pszichizmus. Csak ez teheti érthetővé
ezt a kifejezést: kollektiv pszichizmus.
A társadalmi lélektannak ennélfogva kettős tárgya lesz:
1. Kutatása annak, hogy az egyéni tudatok hogyan kapcsolódnak
bele a társadalmi tudat alakulásába és fejlődésébe. (Társadalmi
tudat alatt azoknak a gondolatoknak, meggyőződéseknek és
vágyaknak az összességét értjük, amelyek egyrészről megadják
valamely társadalom uralkodó világfelfogását, másrészről pedig
rányomják a társadalommá egyesült egységekre az értelmi,
érzésbeli és erkölcsi egyöntetüség többé-kevésbbé tudatos
bélyegét). A nagy emberek lélektana igen fontos ebből a
szempontból.
2. Kutatása annak, hogy viszont ez a társadalmi tudat hogyan hat
az egyéni tudatokra. Hogy ez a társadalmi egyöntetüség miképpen
módosítja, miképpen fokozza le, néha miképpen nyomja le az egyéni
értelmet és sajátosságokat? Milyenek a lélektani hatásai annak a
szolidaritásnak, amely az emberi egységeket egyesíti, akár szakmai,
akár gazdasági, vallási, erkölcsi, stb. ez a szolidaritás? – Helyesen
jegyzi meg Barth, hogy «a társadalom minden átalakulása maga
után vonja az emberi tipus bizonyos átalakulását és maga után von
bizonyos korrelativ változásokat a társadalmat alkotó egyének
tudatában, amely változások viszont visszahatnak magára a
társadalomra».4) A társadalmi lélektannak igazi tárgya: e hatások és
visszahatások tanulmányozása.
Mikor Lebon megcsinálja a szoczializmus lélektanát; mikor
Sighele megírja könyveit a tömegek és szekták lélektanáról; mikor
Max Nordau tanulmányozza a hazugságnak azt a légkörét, amelylyel
a mai társadalom körülveszi az egyént; mikor Laura Marholm5)
nyomon követi a nő szellemi állapotának változásait a társadalmi
miliő változásai szerint; mikor Schopenhauer elemzi a «nő» szellemi
állapotát és szerepét a mai társadalomban; mikor Nietzsche
tanulmányozza a szánalomérzés általánosításának társadalmi
következményeit a mi európai civilizácziónkban, vagy pedig mikor
elemzi, mi az erkölcsi mivolta és mik a társadalmi hatásai az
értékskála ama felforgatásának, amelyet a kereszténység végzett:
senkisem vonhatja kétségbe, hogy az efféle lélektani kutatásoknak
igen nagy a szocziológiai fontosságuk is.
Általánosságban a társadalmi lélektan az egyéni tudat és a
társadalmi tudat kapcsolatait mutatja. Egyrészt megvilágítja a lehető
érintkezési pontokat e két tudat között, másrészt hangsúlyozza az
ellenmondásokat és a belőlük eredő összeütközéseket e két tudat
között.
Mély és finom analógiák vannak az egyéni és társadalmi lélek
között. Ilyen analógia pl. az az igazság, amelyet Nietzsche vett
észre, hogy a múlttal való heves összecsapás, energikus szakítás
néha az életerő megújhodásának egyik föltétele úgy a népek, mint
az egyének számára. «Van bizonyos fokú álmatlanság, kérődzés,
történeti érzék, – mondja Nietzsche, – amely egyaránt ártalmas
minden élő lénynek és minden élő lény megsemmisítéséhez visz,
akár egy emberről, akár egy népről, akár egy egész czivilizáczióról
van szó.»
Az efféle belátások, amelyeket a legmélyebbre ható lélektanból
meríthetünk, módot nyújtanak arra, hogy a társadalmi élet
legkényesebb feltételeinek elevenére tapinthassunk.
Az egyéni tudatok mélyén dúló harczok gyakran nem egyebek,
mint külső és társadalmi antagonizmusok visszahatásai. Egy
műbiráló, Ch. Saroléa,6) igen finom megkülönböztetést tesz az
egyéni és a társadalmi összeütközések között. Társadalmi
összeütközéseknek nevezi azokat, amelyek két osztály
antagonizmusából erednek (például a nemesség és a polgárság, a
gazdagok és a szegények osztálya között), ellenben egyéni
összeütközéseknek nevezi az egyénnek összeütközéseit saját
magával, amelyeket egyrészt azok a különféle társadalmi körök
határoznak meg, amelyekhez az egyén tartozhat, másrészt azok az
ellentétes társadalmi hatások, amelyeknek az egyén alá lehet vetve.
– A társadalmi miliőben és az egyéni tudatban lévő ez
antagonizmusoknak a párhuzamossága egyik legfontosabb
tanulmánytárgya a társadalmi lélekbúvárnak.
Az egyén szellemi állapota és a közösség vagy társadalom
szellemi állapota között lévő kapcsolatok fontosságát régen
észrevették azok, akik a társadalmi és politikai problémákkal
foglalkoztak. – Aristoteles Politikájá-nak III. könyve III. fejezetében –
bárha még elég homályosan – fölveti már azt a kérdést, vajjon az
erény fogalmát egyformán kell-e meghatározni, akár
magánemberről, akár polgárról beszélünk. Sighele hasonló rendü
problémát tanulmányoz, mikor fölveti azt a kérdést, vajjon az
érintkezés, összeállás, tömörülés ténye emeli-e vagy sülyeszti az
egyének értelmi és erkölcsi szinvonalát.7) De Roberty is fölveti
ugyanazt a problémát, amelyet Sighele, és hasonlóan oldja is meg,
de más magyarázatot fűz hozzá.8)
Az egyéni tudat és a társadalmi tudat sokkal több és fontosabb
ponton áll összeütközésben egymással, mint a hány ponton
megegyezik. De e helyütt nem fogjuk bővebben fejtegetni ezt a
kérdést. Csak a következő megjegyzésekre szorítkozunk: Valamely
társadalom gondolataiban, szokásaiban, meggyőződéseiben,
intézményeiben gyakran rejlenek oly ellenmondások, amelyek a
kissé figyelmesebb szemlélőnek is szemet szúrnak. Mihelyt valamely
egyéni tudat észreveszi ezeket az ellenmondásokat, akaratlanúl is
meglepődik és fölveti magában azt a kérdést, vajjon mi az értéke a
környező társadalom szellemi állapotának? Ezek a társadalmi
ellenmondások okozzák, dr. Nordau szerint, azt a nyugtalanságot és
kellemetlen érzést, amely ránehezedik kortársaink egyéni tudatára.
A társadalmi tudat gyakran elnyomja az egyéni tudatot. Az egyéni
önzések igen gyakran rabszolgái és elámítottjai a kollektiv önzésnek.
Nietzsche magvasan kifejezte ezt az antinómiát: «A legtöbb ember,
– mondja, – bárha gondolkozhat és beszélhet a saját «egoizmus»-
áról, egész élete során semmit sem tesz a saját «ego»-jáért, hanem
mindent csak saját «ego»-jának a fantomjáért, amely környezetének
agyában alakult ki, mielőtt környezetével úgyszólván érintkezett; –
ennélfogva valamennyien személytelen vélemények, esetleges és
fiktiv értékelések felhőjében élnek, egymással szemben. Fantazmák
furcsa világa ez, amely oly észszerü látszatot tud adni saját
magának! A véleményeknek és szokásoknak ez a ködfelhője
növekszik és él, csaknem függetlenül az emberektől, akiket
körülvesz; ez okozza azt a hamisságot, amely az általános
itéletekhez tapad, s amelyet «az ember» rovására szokás írni, –
ezek az emberek, akik egymást nem is ismerik, valamennyien
hisznek abban az elvont dologban, amelyet «az ember»-nek
neveznek, s amely csak fikczió; és minden változás, amelyet ez
elvont dolgon hatalmas egyének (pl. fejedelmek és bölcsek) itéletei
próbálnak létrehozni, rendkivüli és esztelen hatást tesz a nagy
tömegre. Mindez azért van, mert minden egyén, ebben a nagy
tömegben, nem tudja szembeállítani a maga igazi «ego»-ját, amely
az övé s amelyet kitanulmányozott, azzal az egyetemes sápadt
fikczióval, amelyet saját magával kellene lerombolnia.»9)
Schopenhauer szintén észrevette ezt az illuziót, amelynek
következtében annyi ember «mások fejébe helyezi boldogságát és
egész életének érdekét.»
Az, ami társadalmilag tiszteletreméltó, a gondolkozó ember
egyéni eszével nézve gyakran teljesen értéktelen.
Fölösleges tovább időznünk azoknál az összeütközéseknél,
amelyek az egyéni tudat és a társadalmi tudat között mutatkoznak.
Amit elmondtunk róluk, az eléggé bizonyítja, hogy a társadalmi
lélekbúvárnak kutatásai számára ezen a ponton milyen tág tere van.
Főfeladata annak a megállapítása volna, hogy ezek közül az
antinómiák közül, melyek az ideiglenesek, és melyek a lényegesek
és véglegesek.
E kutatások ellen azt a kifogást fogják tenni, hogy azok inkább
irodalmiak, mint tudományosak. Ez az ellenvetés nem nyugtalanít
bennünket, ha azt akarja jelenteni, hogy a szocziológus a társadalmi
jelenségek szubjektiv – érzésbeli vagy értelmi – képének
tanulmányozásával kénytelen foglalkozni, még pedig oly lélektani
belátás segítségével, amely hasonlatos ahhoz a belátáshoz,
amellyel a regényíró, a moralista és általánosságban a társadalmi
festő dolgozik. Mert szükségképpen eljutunk oly mozzanatokhoz,
ahol a társadalmi dolgok bonyolult és kényes birodalmában a
tudományos szellem, a maga merev – gyakran mesterkélt –
osztályozásaival, kénytelen átengedni helyét a művészi szellemnek.
A társadalmi lélekbúvár módszere nem «az iskola közönséges
logikájának a módszere, amely sorrendbe szedi az igazságokat, úgy,
hogy mindegyik támogassa szomszédjának az oldalát, hanem a
gyakorlati észnek a módszere, amely úgy halad előre, hogy széles
belátásaival átölel csoportokat és rendszerez egész osztályokat;
amelyről elmondhatjuk, hogy nemes bonyolultsága, amely lelki
képeiben uralkodik, hasonlatos csaknem a természet
bonyolultságához».10)
Tegyük hozzá, hogy a társadalmi lélekbúvár szerintünk nem fog
vonakodni sohasem az egykorú társadalom tanulmányozásától.
Nietzsche kifejezése szerint, fogja tudni a módját, hogy «jó
szomszédja legyen a szomszédos dolgoknak», és bátran szemügyre
vegye azokat közelről is. Vannak szocziológusok, akik óvakodnak az
élő társadalom tanulmányozásától. De véleményünk szerint,
ezeknek nincs igazuk, mert ha a múlt ismerete elkerülhetetlen a
jelen ismeretéhez, ez utóbbi is támogathatja viszont a múlt
eszméinek és szokásainak magyarázását.
Azért időzünk ily hosszadalmasan a társadalmi lélektannál, mert
ebben látjuk a szocziológia velejét. A formális szocziológia hívei
szintén kénytelenek, a dolgok kényszerítő erejénél fogva, nagy
mértékben élni a lélektani dedukczióval;11) elismerik, hogy mindig
lélektani törvény alapján vezetik le a szocziológiai törvényeket.12) Az
oly tényezőknek, aminők a népesség tömege, sűrűsége,
különnemüsége, mozgékonysága, érdemes a befolyását
tanulmányozni. De a tanulmánynak szükségszerü kiegészítése és
igazi czélja a társadalmi lélektan.

II. FEJEZET.
Mi nem a szocziológia?

Hogy a szocziológia fogalmát pontosan megállapítsuk, meg kell


különböztetnünk a szocziológiát bizonyos rokontudományoktól,
amelyekkel könnyen összezavarható.
Először is, gondosan meg kell a szocziológiát különböztetnünk a
társadalmi metafizikától. A társadalomnak tanulmányozásával, úgy,
mint más tudományokkal, együtt járnak az eredet, a természet és a
czél bizonyos kérdései, a melyeket metafizikai kérdéseknek
nevezünk. Minden jó módszernek kötelessége minden téren éles
határvonalat húzni a között, ami megfigyelhető, és a között, ami
metafizikai hipothézisekre szorul.
A társadalomnak tanulmányozása dolgában két metafizikai
kérdés merül fel: 1. a társadalmak természetének kérdése, 2. a
társadalmak czéljának kérdése.
Ami az első kérdést illeti, az emberi társadalmat vagy atomok
mechanikus aggregatumának képzelhetjük el, vagy sejtek
rendszerének, az élő lény szöveteit és szemeit alkotó sejtek
rendszerének az analógiájára; vagy végül szellemi, értelmes és
szabad monádok rendszerének, amelyek egyben harmonikusak és
autonómok. Ez a három hipothézis: a társadalmi mechanizmus, a
társadalmi biologizmus és a társadalmi spiritualizmus vagy
dualizmus hipothézise. E különböző iskoláknak voltak és vannak
még ma is képviselőik. Például Spencer, de Roberty, Worms, stb. a
társadalmi organizmussal való összefüggés (organicismus) tanát
fejtik ki. Vannak Leibnizre vagy Kantra támaszkodó spiritualisták,
akik a társadalmi dualista filozófiát becsülték többre. Mindezeknek a
spekuláczióknak meglehet a maguk érdekessége. De őszintén
szólva, nem tartoznak bele az igazi szocziológiába, a melynek annyi
köze van hozzájuk, mint a pozitiv lélektannak a lélek legbensőbb –
szellemi vagy anyagi – lényegéhez.13)
A másik metafizikai kérdés, a mely fölvetődik: a czél kérdése.
Van-e az emberi társadalmak fejlődésének czélja, és mi ez a czél? –
A társadalmi világ az esetlegesség terméke-e, vagy
gondviselésszerű eszme uralkodik-e benne? Vajjon – a szó
metafizikai és finalista (czélelméleti) értelmében – kell-e haladásról
beszélnünk, – vagy a fejlődés nem egyéb-e, mint örökös újrakezdés
értelem és czél nélkül? – Vajjon ez a czél, az Isten gondolatában, az
emberiség egész tömegének java-e vagy csupán kiválasztottaknak,
a lángelmék ama köztársaságának a java, amelyről beszél valahol
Schopenhauer és amelynek eljövetelét üdvözli Nietzsche? – Csupa
oly probléma, amely inkább a metafizikába, mint a szocziológiába
tartozik. A szocziológus mást nem tehet, mint hogy konstatálja az
emberi társadalmak tényleges haladását és a társadalmi tudat
átalakulásait. Legfölebb annyit koczkáztathat meg, hogy a multak
alapján utal valamelyest a társadalmak haladásának irányára a
jövőben.
Mi a kapcsolata a szocziológiának a történelemmel? A
történelem az a forrás, a melyből a szocziológia merít. De más a
feladata a történetirónak, aki a tényeket tanulmányozza és
magyarázza, és más a feladata a szocziológusnak, aki az általános
befolyásokat tanulmányozza, amelyek közreműködnek a társadalmi
rendek kialakulásában, továbbá a konkrét összefüggéseket,
amelyekre a társadalmi rendek törekszenek, és a társadalmi állapot
formáit, amelyeket meghatároznak. – Tegyük hozzá mindazáltal,
hogy megeshetik, hogy a történetirók – egy Michelet, Carlyle vagy
Taine – restaurálják valamely kor vagy valamely történeti korszak
szellemi állapotát. Ez esetben a társadalmi lélekbúvár és a
szocziológus munkáját végzik.
A szocziológiát nem szabad összezavarni a történetbölcselettel
sem, noha Barth – úgy látszik – más véleményen van.14) Mert a
történetbölcselet többnyire a priori szerkesztmény volt. Ezt láthatjuk
egy Szent Ágoston, egy Bossuet, egy Vico történetbölcseletében. –
Egyébként magának Barthnak vallomása szerint is: «A
történetbölcseleti rendszerek nem vették tárgyul a társadalom
összességét, hanem a társadalmi életnek csupán egy oldalát,
amelynek olyannyira uralkodó hatást tulajdonítottak, hogy azt hitték,
hogy minden egyebet belőle származtathatnak.» – Ennélfogva Barth
joggal sorolja e rendszereket az egyoldalú (einseitige) rendszerek
közé.
A szocziológia épp ily kevéssé ethnológia, anthropológia vagy
anthroposzocziológia, a hogy azt az új tudományt nevezik, amely
nem egyéb, mint az anthropológiának tartozéka. Mert ezek a
különböző tudományok főként az ethnikai tényezőt tanulmányozzák,
amelynek kétségtelenül lehet szerepe a társadalmi formák
alakításában, amelytől azonban a társadalmi formák szabadulnak,
és amelyen, mint új és makacs jelenségen, túlteszik magukat.
A társadalmi gazdaságtan területe szükebb a szocziológia
területénél. Valóban, a társadalmi gazdaságtan csakis a
gazdagsággal foglalkozik. A gazdasági törvényeknek, aminő a
munkamegosztás vagy a kereslet és kinálat törvénye, kétségtelenül
igen széles értelmü a társadalmi alkalmazásuk, de a
társadalomgazdaságtan ezeket a törvényeket csak a gazdagságra
vonatkozó alkalmazásuk szempontjából vizsgálja.
Még egy szót a szocziológia kapcsolatairól a politikával és az
erkölcstannal.
A szocziológia a társadalmaknak, azok működésének és szellemi
állapotának reális tanulmányozása. A politikának az a czélja, hogy
szabályokat állapítson meg és társadalmi eszményképet tüzzön ki.
Ez a két dolog nagyon különböző. Ezt a két kifejezést: szocziológia
és szoczializmus nem szabad összezavarni, mintahogy
összezavarják némelyek, akik kevéssé járatosak ezekben a
problémákban. Más a szocziológiai tanulmány és más a politikai
rendszer. Tegyük hozzá, hogy a szocziológiának nem szabad
függenie soha a politikától, a politika exigencziáitól és törekvéseitől.
Ellenben a politika függ a szocziológiától, és ehhez kénytelen
felvilágosításokért fordulni, mert különben szofizmák hivságos
hadakozása vagy érdekek lapos harcza marad.
A szocziológia és az erkölcstan kapcsolata is igen szoros,
minthogy a társadalmi probléma tetőpontján a legszenvedélyesebb
erkölcsi probléma formájában nyilvánul, amely a ma élők tudatát
foglalkoztatja, és ez az egyén és a közösség kapcsolatainak
problémája.
Vannak, akik azonosítják a szocziológiát az erkölcstannal. Ezt
teszi a többi között de Roberty is. E szerint a szocziológus szerint az
erkölcstan lényegében társadalmi produktum. «Az átmenet abból,
ami erkölcsi, abba, ami társadalmi, – mondja de Roberty, – mindig
és mindenütt ugyanabból ugyanabba való átmenetnek bizonyul. Az
erkölcstan az eszmék világában pontos egyenértéke a szokásoknak,
erkölcsi cselekedeteknek, jogoknak és általában a társadalmi
kapcsolatoknak a tények világában.» E társadalmi optimizmussal
szemben állnak azok, akik ellentétet látnak az egyén és a
társadalom között. Ezek szerint a társadalom, épp úgy, mint
Schopenhauer és Renan szerint a természet – közönyös az
erkölcsiséggel szemben. Sohasem fogja megvalósítani az optimista
ideált: az erkölcsi monizmust. Az erkölcstan az egyén alkotása;
székhelye az egyéni tudat, és nem a társadalmi tudat. – Beérjük
azzal, hogy e helyütt rámutattunk erre a problémára, a melynek
megoldása nem lehet más, mint magának a szocziológiának
betetőzése.

III. FEJEZET.
A szocziológia története.

A szocziológia új szó. Vajjon a tudomány, amelyet ezzel a szóval


jelölünk meg, régibb keletü? Az emberek figyelmét mindenkor
magukra vonták oly jelenségek, amelyek oly közelről érintették őket,
mint a társadalmi jelenségek. Mindazáltal az ókorban ez a
tanulmányozás állandóan alá volt rendelve a metafizikai vagy
erkölcsi elmélkedéseknek. A szocziológia megfogalmazása még
Aristotelesnél is határozatlan marad, és tárgya nem válik el a rokon
tudományok, aminő a gazdaságtan és a politika, tárgyától. Ugyanígy
vagyunk mindazokkal a bölcselőkkel, akik a görög-latin fordításnak
örökösei voltak. Morus Tamás, Campanella, stb. inkább eszményi
közösségek politikus szerkesztői voltak, mint szocziológusok.
A XVIII. században, úgy látszik, Montesquieunek volt sejtelme
először tudományos szocziológiáról. A pozitivista iskola fejtette ki
később a legnagyobb erőfeszítést, hogy a szocziológiát
tudománynyá emelhesse. Francziaországban A. Comte, Angliában
H. Spencer azt hitték, hogy a társadalmi jelenségeket
visszavezethetik pontos törvényekre. Sőt ők nyomták rá a
szocziológiára kettős nagy irányának a bélyegét. Míg Spencer a
társadalmi biologizmus útját járta, A. Comte azonnal belátta a
lélektani szempont fontosságát a szocziológiában, minthogy az
egész társadalmi fejlődést egy lélektani törvényre: a három fejlődési
állapot törvényére alapította.
Ha szemügyre veszszük a szocziológia fejlődését a mi
századunkban, azt látjuk, hogy ez a fejlődés három fázison ment
keresztül. Ez a három fázis: a gazdasági, a természettudományi és a
lélektani.
H. Mazel kitünően rajzolja a következő sorokban e fejlődésnek
három fázisát: «Húsz-harmincz évvel ezelőtt a szocziológia területe
a gazdaságbúvárok hübérbirtoka volt, és ezek furamód szűk
fogalmat alkottak a maguk tudományáról. Sejthető ez a szűk
fogalom abból a meghatározásból, amelyet akkoriban a társadalmi
gazdaságtannak adtak, s amely szerint ez: a gazdagság tudománya.
A gazdaság már-már bálványnyá vált, amelynek oltárán feláldozták
az embert; termelését, a társadalomnak egyetlen czélját, a
maximumra kellett fokozni. Nem harmincz, hanem legfölebb öt-hat
évvel ezelőtt, a szocziológia területe a természetbúvárok
örökrészévé lett. Az a hatalmas eszmeáramlat, amelyet a
fejlődéstani hipothézis hozott létre, éreztette erejét a társadalmi
tudományokban is, és ezek, Taine ismert mondása szerint,
elszakadtak a metafizikai spekuláczióktól, hogy a
természettudományokhoz kapcsolódjanak. Nem halljuk többé
harsogni ezeket a szavakat: járadék és érték, szabadkereskedelem
és védővámos politika, kettős valuta és egyes valuta; hanem
szakadatlanul ezek a kifejezések ismétlődnek: organizmus,
kiválasztás, küzdelem a létért, Az öröklődés, atavizmus,
kereszteződés, visszaütés elfogultságai válnak uralkodókká; a
szorgalmas tanítványoknál, akik sokkal jellegzetesebbek, mint a
mesterek, az elmélet zsarnokivá lesz, és megszünik minden
különbség az emberi társadalmak és az állati társadalmak között.
Ebben a miliőben emelte fel szavát Tarde, és hatása – úgy látszik –
épp oly döntő a természettudományi visszaéléssel szemben, mint
amily döntő volt annak idején Le Play hatása a gazdaságtani
visszaélés ellen. Tarde maga azonban csak igen egyszerü dolgot
hangsúlyozott, azt t. i., hogy az emberek nem emberszabású lények,
és hogy a szocziológiának nem szabad pusztán a geográfiai vagy
fiziológiai tényezők tanulmányozására szorítkoznia, hanem inkább

You might also like