Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Psikanalizin Kara Kitab■ 1st Edition

Catherine Meyer
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/psikanalizin-kara-kitabi-1st-edition-catherine-meyer/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Psikanalizin Temel ■lkeleri 1st Edition Jacques Lacan

https://ebookstep.com/product/psikanalizin-temel-ilkeleri-1st-
edition-jacques-lacan/

K■z■l ile Kara 1st Edition Stendhal

https://ebookstep.com/product/kizil-ile-kara-1st-edition-
stendhal/

Yaln■zl■■■n Kara Laneti 1st Edition Brigid Kemmerer

https://ebookstep.com/product/yalnizligin-kara-laneti-1st-
edition-brigid-kemmerer/

Archienemigos 1st Edition Marissa Meyer

https://ebookstep.com/product/archienemigos-1st-edition-marissa-
meyer/
Néron 1st Edition Catherine Salles

https://ebookstep.com/product/neron-1st-edition-catherine-salles/

■ntikam 1st Edition Catherine Doyle

https://ebookstep.com/product/intikam-1st-edition-catherine-
doyle/

Mafya 1st Edition Catherine Doyle

https://ebookstep.com/product/mafya-1st-edition-catherine-doyle/

Kütleçekim Kara Delikler ve Bilgi Üzerine 1st Edition


Jacob D Bekenstein

https://ebookstep.com/product/kutlecekim-kara-delikler-ve-bilgi-
uzerine-1st-edition-jacob-d-bekenstein/

Kara Ayin Apokaliptik Din ve Ütopyan■n Ölümü 1st


Edition John Gray

https://ebookstep.com/product/kara-ayin-apokaliptik-din-ve-
utopyanin-olumu-1st-edition-john-gray/
ALBARAKA YAY INLARI - 116
PSİKOLOJİ DİZİSİ - 7

Psikanalizin Kara Kitabı

ORİJİNAL ADI Le Livre Noir de la Psychanalyse


published by Les Arenes ©2005

YAZAR Catherine Meyer

GENEL YAY I N YÖNETMENİ Ahmet Faruk Çağlar


ÇEVİRİ Ece Ergin
ÇEVİRİ EDİTÖRÜ Ahmet Faruk Çağlar
MİZANPAJ Tali Creative
KAPAK TASARIMI Tali Creative / Emir Tali

TÜRKİYE YAYIN HAKLARI © 2020 Albaraka Kültür Sanat ve Yayıncılık A.Ş.


Sertifika No: 41640
ALBARAKA YAYINLARI 1 . Baskı, Mart 2022
ISBN 978-625-7312-65-3
BASKI VE CİLT Özkaracan Matb. ve Ciltcili.k: San. Tic. Ltd. Şti.
Sertifıka No: 45469
15 Temmuz Mah. Gülbahar Cad. No: 62/C
Bağcılar/ İstanbul
Tel: 0212 515 49 47 Fax: 0212 602 02 10

Albaraka Yayınları, neşrini gerçekleştirdiği metinleri aslına sadık kalarak çevirir. Açıklamalı görüşlerini
gerek gördüğünde önsöz ve dipnot aracılığıyla aktarır. Bu ve benzeri vasıtalarla görüş belirtilmeyen
hususlara Albaraka Yayınları'nın katıldığı varsayılamaz.

ALBARAKA KÜLTÜRSANATVE YAYINCILIKA.Ş.


Kuloğlu Mahallesi, Turnacı Başı Caddesi, No: 2/lA/l, 34433, Beyoğlu / İSTANBUL

www.albarakakıılrur.com

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtun amacıyla, kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar
dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
• • •

PSI KANALIZI N

KARA KiTABi
Catherine Meyer
Mikkel Borch-Jacobsen, Jean Cottraux
Didier Pleux, Jacques Van Rillaer

Çeviri: Ece Ergin

alBarakaOÔ
Yayınları
CATHERINE MEYER
Eski bir Ecole Normale Superieure öğrencisi, editör olmadan önce zamanı­
nın çoğunu kitaplara ve müziğe ayırmıştır. Yehudi Menuhin ile �irlikte La Le­
gende du violon 'un (Flammarion, 1996) yazarlığını üstlenmiştir. Arenes yayınevi
"psikoloji" bölümünün yazınsal müdürüdür.

MIKKEL BORCH-JACOBSEN
Danimarkalı-Fransız-Amerikandır. Felsefe eğitimli, tezini Freudyen denek
konusuna adamış ve Vincennes'in psikanaliz bölümünde, Lacan'ın meskeninde,
kısa bir süreliğine ders vermiştir. Washington Üniversitesi'nde karşılaştırmalı
edebiyat dersi verdiği Birleşik Devletler'e 1986'da yerleşen Jacobsen, bugün bir
klasik haline dönüşen Sorgulanamaz Üstat, Lacan ve çıkış tarihi olan 1995'ten
itibaren yaşayan bir tartışmaya sebebiyet veren Yüz Yıllık Aldatmaca, Anna O.
dahil olmak üzere, altı dile çevrilmiş olan, psikanaliz ve psikiyatri tarihi ile il­
gili on kitabın yazarlığını üstlenmiştir. Çalışmaları yeni psikanaliz ve psikiyatri
tarihinin birer parçası haline gelmişlerdir. Sonu Shamdasani ile birlikte kaleme
aldığı Freud Dosyası, en güncel araştırmalarını içermektedir.

JEAN COTTRAUX
Saygıdeğer bir hastane psikiyatristidir. İngiltere ve Birleşik Devletler'de
Bilişsel ve Davraınşçı Terapi (BDT) üzerine eğitim görmüş olan Cottraux, en
az otuz beş yılını anksiyete bozuklukları çeken hastalara adamıştır. Ders verdiği
Lyon Üniversitesi'nde, birçok pratisyen yetiştirdiği BDT lisans programını kur­
muştur. Profesyoneller için başvuru kitaplarının ve Yaşam Senaryolarının Tek­
rarlanması gibi halk için eserlerin yazarlığını üstlenmiştir. Sağlık bakanlığının
INSERM (2004 )'i görevlendirdiği "Üç Terapinin Değerlendirilmesi" çalışma­
sında yer almıştır. Günümüzde, Frankofon BDT araştırma ve eğitim Enstitü­
sü'nün bilimsel yöneticiliğini üstlenmektedir.
DIDIER PLEUX
Gelişim psikolojisi doktoru ve klinik psikologtur. Suça sürüklenen ço­
cuklarla birlikte çalıştıktan sonra, Birleşik Devletler'de eski bir psikanalist ve
1960'lardan itibaren modern bilişselciliğin demirbaşı olan Albert Ellis ile birlik­
te bilişsel terapiler üzerine çalışmıştır. Fransa'ya döndüğünde sonradan Fransız
Bilişsel Terapi Enstitüsü'ne, A. Ellis'in ekibi tarafından onaylanmış tek eğitim
organizasyonu haline gelen bir psikolojik danışmanlık şirketi açmaya karar ver­
miştir. Çalışmaları hayalkırıklığının kabullenilmesi ve insani tatmin arasındaki
ilişkiye odaklanmaktadır. Bilişsel tedavi pratisyeni olarak, İsrail'deki Hadassah
Enstitüsü' nün Feuerstein ekibinin üyesidir. Kral Çocuktan Tiran Çocuğa ve gün­
cel olarak da Dolto jenerasyonu gibi tanınmış kitapların yazarlığını üstlenmiştir.

JACQUES VAN RILLAER


Louvain-la-Neuve Üniversitesi (Belçika ) bünyesindeki seçkin profesörler­
dendir. 1 O yılı aşkın bir süre boyunca Belçikalı psikanaliz ekolünün üyesi oldu­
ğundan, psikanalizi "içeriden" tanımaktadır. Psikanaliz'in İllüzyonları ( 1980)
isimli Freudyen sistemi tepetaklak ettiği kitabında anlattığı, psikanalize duy­
duğu inancının çürüme sürecinden önce, uzun süre boyunca Freudyen yöntem
üzerine çalışmıştır. Ona göre, "Gizem Çözücü" olarak tanıtılan Freud'un çocuk­
ları da genellikle bilinçsizce, illüzyon propogandacıları ve ötekileştirme ustaları
olmaktadırlar. Bir klasik haline gelmiş olan bu eser, birçok psikolog ve psikiyat­
rist üzerinde iz bırakmıştır. O günden itibaren, Günlük Yaşamın Psikolojisi dahil,
sekiz kitabın yazarlığını üstlenmiştir.

FREDERICK CREWS
Kaliforniya Berkeley Üniversitesi'nin seçkin profesörlerindendir. Eserleri
Birleşik Devletler'de ses getirmiştir: Hafiza Savaşları: Freud'un Tartışmalı Mi­
rası ve Yetkisiz Freud: Şüphciler Bir Efsaneye Karşı Geliyor. 1993 yılında, " Ta­
nınmayan Freud" makalesi The New York Review of Books'ta yayınlanmış ve bu
derginin tarihinde görülmemiş bir tartışmaya sebebiyet vermiştir. Aynı zamanda
büyük bir edebi denemeci olarak da nam salmıştır.
FRANK CIOFFI
Canterbury, Kent Üniversitesin'de bilim filozofudur. 1970'li yılların ba­
şında, bu Wittgenstein uzmanı, Freud'un anıtsal mirasının kilometre taşların­
dan biri hakkında (tahrik teorisi) dudak uçuklatan keşifler yapmıştır. BBC'deki
programı Büyük Britanya'da büyük bir polemiğe yol açmıştı: Freud bir yalancı
mıydı ? Psikanalize bir epistemology gözünden bakmakt;ıydı. Daha önemlisi,
Freud ve Sözdebilim Sorusu kitabının yazarıdır.

JEAN-JACQUES DEGLON
Psikiyatrist ve Cenevre Pheniz Kuruluşu'nun başkanı, otuz beş yıldır mad­
de bağımlıları ile ilgilenmektedir. Fransız psikanalisderin görüşlerinin aksine,
binlerce yaşamın kurtarılmasını sağlayan metadon temelli madde tedavileri için
mücadele vermektedir.

LAVINIA EDMUNDS
John Hopkins dergisine katkılarıyla tanınmaktadır. Eğitim teması üzerine
yazılarını yazdığı Baltimore'da yaşamaktadır.

ALLEN ES TERSON
1958 yılında fızik lisansını tamamlamış, uzun yıllardır Londra Ytiksekoku­
lu'nda fızik ve matematik dersleri vermektedir. Tahrik Edici İllüzyon: Sigmund
Freud'un Çalışmaları Üzerine bir Keşifkitabının yazarıdır

VIOLAINE GUERİ TAULT


Adama Üniversitesi'nde (Birleşik Devletler) eğitim görmüş bir psikoloji
doktorudur. Tükenmişlik sendromu alanında uzman ve Annelerin Duygusal ve
Fiziksel Tükenmişliği kitabının yazarıdır.
HAN ISRAELS
Amsterdam Üniversitesi'nde psikoloji tarihi eğitimini tamamladıktan son­
ra, Maastricht Üniversitesi'nde adli psikoloji dersleri vermeye başlamıştır. Yirmi
yıl boyunca psikanaliz tarihi üzerine çalışmıştır. Psikanalizin doğuşu hakkında
(Freud Vt:ıkası) belgelere dayanan bir eser yayınladığı gibi Freud ve psikanaliz
hakkında bir makale derlemesine sahiptir: Viyanalı Şarlatan. Freud ve Freudcu­
luğun Yüz Yılı.

PATRICK MAHONY
Amerikan kökenli psikiyatrist, uzun yıllar boyunca Montreal Üniversite­
si'nde ders vermiştir. Kanada psikanaliz krallık topluluğunun üyesi olan Mahony,
Freud'u yorumlamış ve eleştirmiş, psikanalizin yorumunu güncellemiş ve psika­
nalitik enstitüsünü sarsmıştır. Araştırmaları Freud vakasına ve özellikle de ünlü
Dora vakasına odaklanmaktadır. KurtAdam ve Dora Oraya Gidiyor'un yazarıdır.

RICHARD POLLACK
New York'lu bir araştırmacı gazeteci ve birçok roman ve belgenin yazarıdır.
Gazetecilik kariyerine 1960'lı yılların başında muhabir olarak başlamış ve son­
rasında Newsweek'te editörlük yapmıştır. Richard Pollack 1970'li yıllarda aylık
basın eleştiri dergisi MORE'un kurucularından biri ve editörü olmuştur. 1980'li
yıllara gelindiğindeyse en eski haftalık solcu Amerikan dergisi Nation'ın baş
editörlüğünü üstlenmiştir. Son kitabı Betdeheim veya bir mitin üretimi kitabı
Amerika'da büyük bir başarıya ulaşmıştır.

SONU SHAMDASANI
Psikoloji tarihçisi ve Londra Üniversitesi Akademisi bünyesindeki tıp tari­
hi araştırmaları merkezinde (WCHM) araştımacıdır. Londra'daki Freud müze­
sinde çalışmalarını sürdürmüştür. Dünya çapındaki en iyi Jung uzmanlarından
biridir.
EDWARD SHORTER
Bir tıp tarihçisidir. Toronto Üniversitesi tıp fakültesinde ders vermektedir.
1998 yılında çıkmış olup psikosomatik hastalıkların tarihini içeren muazzam
Psikiyatri Tarihi: Akıl Hastaneleri Çağından
. Prozac Çağına dahil, birçok eserin
yazarlığını üstlenmiştir.

FRANK SULLOWAY
Berkeley'de (Kaliforniya) bilim tarihçiliği yapmaktadır. 1979 yılında çık­
mış olan kitabı Freud, akıl biyoloğu: Psikanalitik efianesinin ötesi, psikanalizin
kökenleri ve geçerliliği üzerine radikal bir inceleme niteliğindedir. "Dahi bursu"
olarak bilinen MacArthur Gram'a hak kazanmıştır. Yakın zamanlı kitabı Asi Ço­
cuklar'da yaratıcı dahilerinki dahil aile dinamiklerinin kişilik gelişimine etkileri
üzerinde çalışmış ve doğum sırasının kişilik ve davranış üzerindeki etkisinin al­
tını çizmiştir.
PETER SWALES
Yerleşik gelenek ve kurumlara karşı çıkan Galler kökenli Swales -bir başka
hayatta Rolling Stones ile birlikte çalışmış olup- psikanaliz tarihi alanında say­
gın bir otoritedir. Shirley Mason (nam-ı diğer Sybil), William S. Burroughs, Ma­
rilyn Monroe ve Freud'un eser ve yaşamları hakkındaki metin ve konferansları ile
tanınmakta, New York'ta yaşamakta ve düzenli olarak Jacques Brel repertuarını
müzik testeresi ile yorumlamaktadır.
İÇİNDEKİLER

NEDEN PSİKANALİZ ÜZERİNE BİR KARA KİTAP? .... 13

PSİKANALİZİN KARA KİTABININ KISA TARİHİ ........ 21

İLK BÖLÜM: FREUDYEN TARİHİN GİZLİ YÜZÜ ........ 41

Arına O. Yakası Hakkındaki Gerçekler ..................................... 47

"Baştan Çıkarma Teorisi": Bir Zamane Miti .......................... 55

Freud Bir Yalancı mıydı? ............................................................... 62

Freud'un Dönüşümü: Kriptobiyoloji ve Yalancı Bilim .......... 68

Kokainci-Terapist Freud ................................................................ 85

Hayal Ürünü Doktor ...................................................................... 89

Kim Korkar Kurt Adamdan? ....................................................... 97

Schreber ve Babası ........................................................................... 102

Psikanalizin Vitrini: Fare Adam .................................................. 106

Sütten Çıkmış Ak Kaşık Bir Vatandaş ....................................... 112

Akbaba Adam: Freud ve Leonardo da Vinci ........................... 125


1
10 P S İ KANAL İ Z İ N KARA K İ TABI

Freud, Kazanç ve Zayıflığın Kötüye Kullanımı. ...................... 133

Ödipus'tan Tartuffe'a: Minna Olayı ........................................... 152

İKİNCİ BÖLÜM: PSİKANALİZ NEDEN BU KADAR


BAŞARILI OLDU? ..................................................................... 159

Psikanalizin İhtişamı ve Çöküşü .................................................. 161

Psikanaliz, Tescilli Bir T icari Marka ........................................... 175

Bir Sıfır Teorisi ................................................................................. 191

Psikanalizin Faydaları ..................................................................... 198

Derinlemesine Terapi Mitolojisi... ............................................... 216

Popüler Psikanaliz ve İçindekiler İçin Psikanaliz .................... 235

Bir Neslin Tarihçesi: ....................................................................... 244

Vantrilok Lacan ................................................................................ 264

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: PSİKANALİZ KENDİ


ÇIKMAZLARINA KARŞI ........................................................ 269

Epistemoloji ve Art Niyet: ............................................................ 274

Freudculuk Yakası ........................................................................... 274

Psikanaliz İyileştirir mi? ................................................................. 297

Sonlu Analiz ..................................................................................... 32 1

Telkin Tartışması .............................................................................. 327

Freudyen Koşullandırma ............................................................... 335

Freudcuların Savunma Mekanizmaları ...................................... 346

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: PSİKANALİZİN


KURBANLARI ........................................................................... 383

Davanın Çıkarları İçin Manipüle Edilmiş Olan

Horace Frink'in Trajik ve Gerçek Hikayesi.. ............................ 385

Emma'nın Kanaması ....................................................................... 397


1
İÇİNDEKİLER 11

Aile Terapisti Freud . . . . . ..


... ......... ....................... ........... ..... .. ............. 404

Sahtekar Bettelheim ........................................................................ 411

Psikanalitik Teoriler Nasıl Toksikomanların Etkili Tedavilerini


Engelledi ve Binlerce Bireyin Ölümüne Katkıda Bulundu? 427

Kuvvetle Muhtemel Kabahatliler, Anneler .


.................... .......... 449

Eğitim ve Psikanaliz ................. , ...................................................... 473

Özel İsim Dizini.. ............................................................................. S1 S

Dizin ................................................................................................... 523


"Gökyüzü ve yeryüzünde senin felsefenin hayalini bile
kuramayacağı kadar çok şey vardır, Hamlet."
William Shakespeare

"İnsanların gerçekten arzuladığı, bilgi değil, kesinliktir."


Bertrand Russel
NEDEN PSİKANALİZ ÜZERİNE
BİR KARA KİTAP ?

Fransa, Arjantin ile Birlikte Dünyanın En Freudyen Ülkesidir


'
Bu iki ülkede çoğunlukla, bütün dil sürçmelerinin (lapsus) "dışavurumlar;'
rüyaların "itiraf edilemeyen arzuların açığa çıkması" veya neredeyse her "psi­
kiyatrın" bir "psikanalist" olduğu kabul edilmektedir. Fransa'da Freudyen
kavramlar -Ödipus kompleksi, anal sadistik evre, nevrozların cinsel köken­
leri vs.- mezuniyet sınavlarına hazırlanan öğrencilere ve formasyon almak­
ta olan öğretmenlere, tartışmaya kapalı gerçeklikler olarak öğretilmektedir.
Freud'dan bahsedildiğini hiç duymamış olanların dahi günlük dillerinde
gelişigüzel kullandıkları birçok Freudyen kavram mevcuttur ("yas çalışma­
sı;' "bastırmak;' "yüceltmek;' "aktarım yapmak;' "iğdiş edilmiş kadın" vs.).
Psikanalistlerin ruh sağlığı dünyasına egemenliği halen büyük ölçüde
devam etmektedir. 1 3.000 psikiyatrın %70 kadarı psikanaliz veya psika­
nalitik temelli terapiler uygulamaktadır. 1 Bu terapilere sadakatleriyle övü­
nen psikolog ve psikoterapistler de cabasıdır. Lacan ve Françoise Dolto,
saygı duyulan sembol isimler olmaya devam etmektedirler. Eğitim, adalet
ve tüm sosyal hizmetler psikanalizden etkilemiştir. "Mutfak psikanali­
zine" bir çocuk nezlesinden siyaset arenasına kadar, nasıl tüm alanlarda

2005 tarihli rakamlar Sağlık bakanlığı tarafından sağlanmıştır. Uluslararası Psikana­


liz Birliği başkanı Daniel Widlöcher'e göre "Fransız psikanalistlerin sayısının 4000
ila 5000 arasında" olduğu tahmin edilmektedir. Kaynak: Le Quotidien du Medecin.
14/ 1 0/04.
14 1 P S İKANA L İ Z İ N KARA.K İTAB I
başvurulduğunu anlamak için bir gazeteyi açmak veya bir radyo yayınını
dinlemek yeterli olacaktır. Bununla birlikte birçok kişi halihazırda bu du­
rumun dünya üzerinde eşi olmadığının bilincinde değildir.

Fransa ve Arjantin'in Aksine, Dünyanın Geri Kalanında Psikanaliz


Marjinalleşmiştir
Etkileri başta Birleşik Devletler olmak üzere, 20. yüzyılın ilk yarısında
kontrol edilmesi güç bir yangın gibi tüm dünyaya yayılan psikanalizin yet­
kinliği günden güne azalmıştır. Edebi tercümesi "Freud alimleri" olması
gereken, İngilizcede "Freud scholars" olarak geçen kişiler tarafından, Freu­
dculuğun resmi tarihinin doğruluğu giderek sorgulanmaya başlanmıştır.
Bu kişiler, özgün eserdeki gerçek dışı unsurları ortaya çıkarmışlardır.
Bu doğrultuda, psikanalizin bir terapi olarak saygınlığı sarsılmıştır.
Kuzey Avrupa ve Anglosakson ülkelerde, psikoloji fakültelerinin ders­
lerinde hemen hemen hiç öğretilmemeye başlayan psikanalizin sığınağı,
edebiyat veya felsefe fakülteleri olmuştur.
Kaygı giderici ilaç tüketiminin en düşük olduğu ulusa sahip olan Hol­
landa'da, bir terapi olarak psikanaliz neredeyse hiç varlık göstermemekte­
dir. Birleşik Devleder'de yalnızca 5000 kişi psikanalize başvurmaktadır: 2
295 milyon olan Amerika nüfusu ile kıyaslandığında, bu oldukça marjinal
bir rakamdır. Ünlü New York Psikanalitik Kurumu da gün geçtikçe üyele­
rini kaybetme sıkıntısıyla karşı karşıya kalmaktadır. Adantik ötesinde psi­
koloji öğrencilerinin en çok başvurduğu ders kitaplarından biri olan 830
sayfalık Myers, Freudyen kuramlara yalnızca 1 1 sayfa ayırmıştır!
Dünyanın geri kalanına karşın, yalnızca Fransa ve Arjantin mi hak­
lıdır ?

Psikanaliz Eleştirisi Fransız Entelektüeller Tarafından Her Daim


Karikatürize Edilmiştir
Sınırlarımız içerisinde psikanaliz, tamamen bireye hitap eden ve onun
özgÜ.rlüğünü gözeten bir "özne felsefesi;' asil ve titiz bir disiplin olarak

Times Dergisi, 2003.


N E D E N P SİKANALİZ ÜZE RİNE B İ R KARA K İ TAP ? 1 15
tanıtılmış ve önünde saygı ile eğilinmiştir. 1 970'lerin büyük şahsiyetleri
(Françoise Dolto, Brune Bettelheim, Jacques Lacan) tartışılmaz kaynak­
lar, hatta kimi zaman efsaneler olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Aynı zamanda, bilimsel psikoloji veya nörobilim kökenli diğer tera­
piler, danışanları itaatkar bireylere dönüştürmeyi normalleştirecek olan,
"pavlovcu" koşullama teknikleri olarak karikatürize edilmişlerdir. Adeta
bir tarafta derin bir terapi, diğer tarafta ise semptomları yalnızca geçici
olarak silecek bir selpak varmış gibi.
Şüphesiz ki bazı psikanalistler bu karikatürün ötesine geçmişler ve
bilimsel psikolojiye açık olduklarını göstermişlerdir. Diğerleri ise çekine­
rek nörobilim ile yakınlaşmışlardır. Fakat psikanalistlerin çoğu, psikanali­
zin entelektüel, tarihsel ve terapötik geçerliliğini var güçleriyle savunmuş­
lardır. Freudyen teoriye eleştirel bakış bir tabudur.
İleri gelen psikanalistler, özellikle Lacancılar, henüz başlamaya fırsat
dahi bulamadan tartışmanın önünü kesmeye çalışmaktadırlar. Aşın sağcı­
ların, farmasötik lobilerinin veya muhafazakar Amerikalıların cephesinde
kendileri aleyhinde konuşanları düzenli olarak reddetmiş, onları dışlamış
ve lanetlemişlerdir !
Zaten psikanalizin her halükarda, kendi içinde bir "semptom"un var­
lığını inkar etmesi nedeniyle iletişim engellenmektedir (ona rahatsız edici
bir gerçeklik denmektedir). 2005 yılının Şubat ayında, dönemin Sağlık
Bakanı Philippe Douste-Blazy'nin hasta derneklerinin talebi üzerine ba­
kanlığın İnternet sitesinden Fransız Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırmalar
Enstitüsü'nün farklı terapilerin değerlendirilmesi hakkındaki resmi rapo­
runu kaldırması, Jacques Lacan'ın mirasçıları için bir sembol niteliğinde
olmuştur. . . Ve bu olayın sonuçları psikanalizin aleyhine olmuştur.

Fransa'nın Psikanalizin Geçerliliğini Sorgulama Meselesiyle


Yüzleşme Zamanı Gelmiştir
Bu eserdeki "ifşalar;' Fransa sınırları dışındaki kamuoyunun malumu­
dur. . . Birleşik Devletler'de yaşayan kültürlü herhangi bir birey, psikanali­
zin kurucu vakası Anna O.'nun iyileşmediğini bilir; Bruno Bettelheim'ın
16 1 P S İ KA N A L İ Z İ N KARA K İ TA B I
sahtekarlıkları herkesin malumudur; "Freudcu bilim insanları"nın argü­
manları yalnızca uzmanı olmayanları ikna etmiştir.
Fakat süreç asla sancısız olmamıştır. Psikanalizin sorgulanması, her
zaman şiddetli tartışmaları tetiklemiştir. "İnancından vazgeçme" süreci
bireyler için yavaş olsa da toplumlar için şiddetlidir ve farkındalık uyandı­
ran tutkulu buhranlardan sonra hızlanmıştır.
Filozof Frank Cioffi'nin 1 970'ler İngiltere'sinde kayda değer bir duy­
gu dalgası yarattığı, BBC'de yayımlanan unutulmaz programının teması
şuydu: Freud bir yalancı mıydı ? Yakın dönemde, Birleşik Devletler'de New
York Review ofBooks'ta Freud'un bilinmeyenlerini konu aldığı derin araş­
tırma, yüzlerce hakaret mektubunun gönderilmesine sebep olmuştur.
Sağduyu galip gelmeden önce her tartışma serttir. Freudyen önerme­
ler çoğumuz tarafından sorgulanamaz gerçekler olarak kabul edildiklerin­
den, hatalı muhakemelerde bulunulduğunun farkına varılması çoğunluk­
la zor olmaktadır.

Freud'dan Sonra da Bir Hayat Vardır!


Yaşamakta olduğumuz yüzyılda, insana ve onun ruhsal yaşamına dair bil­
diklerimiz hayli gelişmiştir. Ruhsal bozuklukları kavramak, incelemek ve
tedavi etmek için psikanalistlerinki dışında birçok yaklaşım mevcuttur.
Freud'dan sonra da bir hayat vardır: Freudyen olmayan bir terapide bilinç­
dışı üzerinde çalışılabileceği gibi, Freudyen kavramlara katılmaksızın birey­
lerin çocukluk, cinsellik, duygu ve geçmişleriyle ilgilenmek mümkündür.
Dolayısıyla elinizde tuttuğunuz bu kitap her şeyden önce, okuyu­
cuların özgürlüğünü gözeten bir güvencedir. Şahsi kanaatini geliştirmek
ve kendisine telkin edilmiş olan gerçeklerden özgürleşmek, okuyucunun
takdirindedir. Otoritenin, ex abrupto bilgin ve karar vericilerin argüman­
larına direnmeyi bilmek de yine okuyucuya kalmıştır. Farklı görüşleri
karşılaştıracak olan odur. Hayat kurtarıcı erdemler olan merak ve şüpheyi
öğrenmeye de yine okuyucu karar verecektir.
N E D E N P S İ KANALİZ ÜZE R İ N E B İ R KARA KİTA P ? 1 17
Teorik:, Bilimsel ve Tarihsel Gelişmeler Bakımından Zengin, Canlı ve
Geniş Kapsamlı Bir Araştırma
Farklı milletlerden birçok yazarı bir araya getiren bu eserin amacı, konu­
dan bihaber olanlara günümüze kadar ulaşmış olan bir tartışmanın unsur­
larını sunmaktır.
Bu eserin tek yöneticisi ben olsam da Psikanalizin Bu Kara Kitabı'n­
da şu dört yazarın emeği büyüktür: Fransa ve dışında tanınmış bir filo­
zof ve tarihçi Mikkel Borch-Jacobsen; bir hastane psikiyatrı, öğretmen ve
araştırmacı Jean Cottraux; bir klinik psikolog Didier Pleux; "inancından
vazgeçmiş" eski bir psikanalist, üniversite profesörü ve terapist Jacques
Van Rillaer. Bahsi geçen yazarların her biri uzun zamandan beri kendi
alanlarında psikanalitiğin hakimiyetinin muhalifleridir.
Kitaba katkıda bulunan herkes gibi onlar da yalnızca altında imzaları
bulunan metinlerden sorumludurlar ve bu kitapta ifade edilmiş olan dü­
şüncelerin tamamına katılma zorunlulukları yoktur. Fakat onlar bu eserin
kişiliğini yansıtan gerçek bir dörtlü meydana getirmişlerdir: açık fikirli,
uluslararası, disiplinlerarası, okuyucu dostu ve eleştiriye açık. Onlar saye­
sinde ve çoğunlukla da onlar aracılığıyla, onlarca yıldır Psikanalizin Baba­
sı'nın metinleri üzerine çalışan ve bu muazzam eserlerdeki tutarsızlık ve
sahtecilikleri ortaya çıkarmış olan uzmanların en iyilerine danışma imka­
nı bulduğumu belirtmeliyim.

Düşünsel, Toplumsal ve İnsancıl Bir Bahis


Tutkumuz tümüyle entelektüeldir, zira konu hakkındaki tartışmanın ça­
ğın gerisinde kalmış oluşu can sıkıcıdır. Hepimiz "birbirlerini görmezden
gelen Freudyenleriz." Yerinde sorular sormak, kabul görmüş düşünceleri
sorgulamak, farklı görüşlere açılmak ve düşünmek: eserin hedefi budur.
Fakat söz konusu olan yalnızca kelimeler, düşünceler veya tartışma­
lar değildir. Uluslararası çalışmalar, psikolojik rahatsızlıkların artışta ol­
duğunu göstermektedir. Her iki bireyden biri psikolojik bir rahatsızlıktan
muzdariptir veya muzdarip olacaktır ve her beş bireyden biri böylesi bir
18 1 P S İ KANAL İ Z İ N KARA K İ TA B I
rahatsızlığı şiddetli deneyimleyecektir. 3 Bu rahatsızlıkları daha yakından
tanımak, tedavilerini geliştirmek hayati önem taşımaktadır. Bu rahatsız­
lıklardan muzdarip olanların, hangi terapilerin kendilerine daha uygun
olduğunu bilmeye ihtiyaçları vardır.
Fakat aynı zamanda bu kitabı yayımlarken her bir okuyucuya bura­
da kendisine dair bir şeyler bulmasını sağlayarak, onlara yardım etmeyi
umuyoruz. Bizi belirleyen geçmişimiz ve cinselliğimiz midir, eğer öyleyse
hangi şekilde belirlemektedir ? Çocuklarımıza nasıl bir eğitim vermeliyiz ?
Yaşamın bize verdiği yaralarla ve insan olma durumunun karanlık tarafla­
rıyla nasıl başa çıkmalıyız ? Psikanaliz olmadan da hayatta kalmak, düşün­
mek ve yaşamayı sürdürmek mümkün müdür ?

Kara Kitap'ın Yeni Edisyonunda Farklı Neler Var ?


Eserin b u yeni baskısına eklenen ve çıkarılan bazı unsurlar oldu. Kara
Kitap'ın basımının üzerinden geçen beş yıl içerisinde tarihçiler Freudyen
efsaneye dair toprağın altında gizli kalmış kimi tohumları meydana çı­
karmışlardır: Freud'un baldızıyla gizli ilişkisi bunlardan biri olup iki aşı­
ğın birlikte konakladıkları İsviçre'deki otelin kayıtlarından [bu durum]
kanıtlarıyla birlikte şans eseri ortaya çıkmıştır. Aslında bu münasebet
önemsizdir; Freudcular dışında kimse bu olaya aldırış etmemiştir. Mikkel
Borch-Jacobsen bu bayağı ahlaki olayın iç yüzünü bize aktarırken, birey­
lerin kendilerine itiraf edemedikleri içsel tutkularını saptamakta aceleci
olan Freudyen ahlak bekçilerinin bu olayla ilgili galeyana gelişlerini de
alay konusu yapmıştır. . .
Psikoterapiye gelince, 2004 yılında oylanmış olan, psikoterapisderin
görevlerini düzenlemek amacı güden kanun tasarısının, tam ismiyle Ac­
coyer Değişikliği'nin uygulanmasına yönelik kararname henüz yürürlü­
ğe girmemiştir: Jean Cottraux mevcut bakımın envanterini çıkarmıştır.
Jacques Van Riller, psikanalistlerin savunma mekanizmalarına Freudcu­
ların ve özellikle de Lacancıların davranışsa! ve bilişsel terapiler vermiş
olduklarına ilişkin komik düşünceyi eklemiştir. Didier Pleux'a gelince,
o birçok psikanalistin otoriteye dönüşü savunarak 1 80 derecelik bir dö-

Kessler, Haziran 2005, Archives ofGeneral Psychiatry.


N E D E N P S İ KANALİZ ÜZ ERİNE B İ R KARA KİTAP ? 1 9 1
nüş gerçekleştirmesinden hoşnuttur. Yine de böylesi bir çarkın altındaki
motivasyondan memnun değildir: François Dolto sorumlu değildir, onu
yanlış okuyan bizleriz.
Bu güncellemelerin yanı sıra, "Psikanalizin Kara Kitabı'nın Kısa Ta­
rihi" sayesinde kitabın basımının medyada yarattığı fırtınaları gösterile­
cek, entelektüel camiada tanınmamış insanlar olduğumuz ve kitabımızın
tiksindirici bir kağıt parçasından başka bir şey olamayacağı ileri sürülerek
tartışmadan nasıl kaçıldığı ortaya konulabilecektir. 4
Bu eklemeleri yapabilmek ve güncellenmiş eserin bütünlüğünü kura­
bilmek adına bazı bölümleri çıkardık. Bunların arasında beşinci bölüm de
bulunmaktadır. "Freud'dan Sonra da Bir Hayat Var" başlıklı beşinci bö­
lümümüz, 1 9 SO'lerden itibaren Freud'un çizdiği yoldan sapmış olanlara
adanmıştı: Albert Ellis, Aaron Beck, nörobilimciler vs. Peki bunu neden
yaptık? Öncelikli sebebi bu bölümün tamamlanmamış oluşu olsa da ayrı­
ca bu kitabın ilk basımından sonra, 2008'de Arenes Yayınevi'nden Kara
Kitap'ın tamamlayıcısı niteliğindeki Yeni Psikoloji. İnsan Ruhuna ilişkin
Güncel Bilgilerimiz isimli, başlıca alternatif yaklaşımları ortaya koyan bir
başka kitap daha çıkardık. "Eski Ahit' in Tanrısı'nın yaptığı gibi, psikana­
liz de kendisinden başka tanrıların varlığını reddeder;' demiştir Freud. 5
Bu eserde, o diğer tanrıların sesleri olduk.
Umarız Kara Kitap, gözden geçirilmiş ve kısaltılmış bu yeni baskısı
sayesinde bilgilendirme görevini sürdürebilecektir. Şüphesiz ki Sigmund
Freud, yaşam şeklimizi etkilemiştir. Bu kavramsallaştırmanın üzerinde bi­
limin, felsefenin ve yanılsamanın hangi kısmının hakimiyet kurduğunu
bilmek hepimiz için önemlidir.
Psikanaliz geçmişimizin bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak bugü­
nümüzü de şekillendirmektedir. Peki ama geleceğimizin ne ölçüde parçası
olacaktır ?
Catherine Meyer

4 Jacques-Alain Miller, "Michel Onfrayl]acques-Alain Miller Tartışması;' Felsefe Der­


gisi, Şubat 20 1 0, s. 12.
Theodor Reik tarafından alıntılanmıştır, Trente ans avec Freud, Editions Complexe,
1975, s. 37.
PSİKANALİZİN KARA KİTABI'NIN
KISA TARİHİ

Psikanalizin Kara Kitabı Fikri Nasıl Doğdu?


Psikanaliz suistimallerini ortaya çıkaran bir kitap projesi uzun zamandan
beri aklımızdaydı. Meslektaşlarının kurmuş oldukları hegemonyadan ve
küçümsenmekten bezmiş Freudyen olmayan psikologlar bu projenin dü­
şüncesiyle kendilerini oyaladılar. Ünlü Viyanalı doktorun yaşamı hakkın­
da bilgi sahibi olan tarihçiler gerçeklik bilmecesini yavaş yavaş çözdüler ve
halihazırda lise ve üniversitelerde öğretilmekte olan efsanenin aslı karşı­
sında hayrete düştüler. Psikanalizin kurbanları olan hastalar, özellikle de
otistik çocukların aileleri, Bettelheim modeli psikanalizin kendilerini dü­
şürdüğü bataklıktan çıkarak yavaş yavaş kendilerini göstermeye başladılar.
Güçlerin birleştirilmesi ve alevin tutuşması için tek bir kıvılcım yetti.
Bazı gazeteciler Kara Kitap' ın davranışçıların Truva Atı olduğuna
inanmışlardı: hatta bana bu girişimin altında yatan gizli pazarlıkları itiraf
ettirmeyi bile deneyeceklerdi. "Psikoterapilerin değerlendirilmesi" hak­
kındaki Sağlık ve Tıbbi Araştırma Ulusal Enstitüsü raporu ile psikotera­
pisderin statüsünü düzenlemeyi hedefleyen "Accoyer Değişikliği" arasın­
daki zincirin kayıp halkası ben olmalıydım . . . Onlara göre bütün bunlar
planlı bir girişimin parçalarıydı. Oysa ki gerçek çok daha basit. Yalnızca
güneşin altında, arkadaşlar ile içilen bir kahve. Paris'te,fardin des plantes
1
22 P S İ KANA L İ Z İ N KARA KİTA B I

yakınında, Linne caddesindeki bir kafenin terasında, 2004 yılının Hazi­


ran ayında, güneşli bir günde edilmiş bir sohbet ...
O gün, bilişsel psikolog Didier Pleux ve Arenes Yayınevi'nin yöneti­
cisi Laurent Beccaria ile daldan dala adayarak sohbet ediyorduk. l 970'li
yıllarda suça sürüklenmiş gençlerle ilgilenmiş olan Didier, dünyanın geri
kalanına muhalefet ederek psikanalizin sebep olduklarını çözmeye çalış­
ma çabasını anlatıyordu.
- Yurt dışında durum nasıl ? diye sordu Laurent.
- Orada dönüşüm süreci tamamlandı. Psikanaliz sadece edebiyat fa-
kültelerinde öğretiliyor, hepsi bu. Sahada esamesi okunmuyor, diye
cevapladı onu Didier.
- Yani psikanalizin bir Fransız istisnası haline geldiğini mi söylemek
istiyorsun?
- Fransız ve Arjantinli.
Sözlerine şu şekilde katkıda bulundum: "Woody Allen'ın memleketi
Birleşik Devleder'de dahi Freudyen öğreti artık psikologlara da psikiyatr­
lara da öğretilmiyor. Psikanalisderin yaş ortalaması neredeyse altmış iki."
Laurent Beccaria, psikanalizin Fransa ve yurt dışındaki durumu ara­
sındaki inanılmaz tutarsızlık karşısında hayrete düştü. Tartışma devam
etti. Ve Kara Kitap orada, içilen o iki espresso arasında şekillendi. Altında
yatan düşünce oldukça basitti: psikanaliz cephesinin sorgulanması için
dünyanın geri kalanının katkılarını bir araya getirmek.
Bu, serüvenimizin başıydı. Ve tabii sıkıntılarımızın da . . .

Yazar Seçimlerinde Karşılaşılan Sorunlar


Karşılaştığımız ilk sorun, bu projede bizimle işbirliği yapmayı kabul eden
yazarlar bulmaktı. Psikanalize, bu muazzam düşünce abidesine karşı baş
kaldırmayı göze almak öyle kolay değildir. Hatta kimi zaman esas mesele,
misilleme korkusudur. Şunun gibi retlerle karşılaştım: "Oğlum psikoloji
fakültesinde okuyor. Bizdeki psikoloji fakülteleri hayli Freudyen, bu kita­
ba katılırsam bunun bedelini oğlumun ödeyeceğinden korkarım."
P S İ KANALİZİN KARA K İ TABl'N I N K I S A TA RİHİ 123
Yine de fikrimiz çoğunlukla hoş karşılandı: bir Thalys seyahatimde,
Louvain-la-Neuve Üniversitesi'nde psikoloji profesörü olan Jacques Van
Rillaer ile görüştüm. Teklifim karşısında bir saniye dahi tereddüt etmedi.
Bu eski psikanalist, dönüşümünü tamamladığı günden itibaren zamanı­
nın bir kısmını kutsal metnin içerisindeki hataları ortaya çıkarmaya ada­
mıştı. 6.266 sayfalık Freudyen çalışmaya (Almancası, natürlich) dair ay­
rıntılı bilgileri bizim için inanılmaz derecede kıymetli oldu.
Jean Cottraux'u bulmaya Lyon'daki hastanesine gittiğimde, gözbe­
beklerinde barut kokusundan hoşlanan ve yeni düşmanlar edinmekten
korkmayan heyecanının pırıltısını gördüm. Fransa'da bilişsel ve davranış­
sa! terapilerin öncüsü ve yine Fransa'da bu yaklaşımın ilk lisans programı­
nı kurmuş olan bu savaşçı, başka savaşlar da görmüştü.
Mikkel Borch-Jacobsen ise bizim için hazine sandığını açtı. O, Freud­
yen efsanenin Danimarkalı, Fransız ve Amerikan olan İndianaJones'udur.
Onun sayesinde iflah olmazlar kulübünü, farklı milletlerden ( Gallerli,
Avusturalyalı, Hollandalı, Anglo-Hint) ve farklı çevrelerden (eski bir Rol­
ling Stones menajerinden bir Berkeley profesörüne veya bir dahi bursu
kazananına kadar), Sherlock Holmes öngörüsüne sahip olan ve Washin­
gton'daki Kongre Kütüphanesinde bulunan Freud arşivlerinin kurduğu
tuzakları bozmasını bilen "Freud akademisyenleri" veya "Freud araştırma­
cıları" keşfettim. Eklemek gerekir ki bu arşivin bir kısmı 2057 yılına kadar
kamuya açılmayacakken, geri kalanları ise, örneğin Freud'un baldızı Minna
Bernays ile mektuplaşmaları, belirsiz bir tarihe kadar "kapalı" kalacaktır!
Bu şövalyeler ile birlikte ordumuzu kurmayı başardık: psikologlar,
tarihçiler, etnopsikiyatrlar, nörobilimciler, hastalar, vs.
Karşılaştığımız ikinci sorun ise yazarların özleriydi. Yetkinlikleri ve
güvenilirlikleri dışında -ki bunlar yazınsal her girişimin ön şartıdır-,
yazarların niyetlerini de değerlendirmek zorundaydım. Kendimi şöyle
açıklayayım. Bazıları iyi sebeplerden (tarihsel, epistemolojik, teorik, kli­
nik), bazıları ise kötü sebeplerden olmak üzere psikanalizin birçok mu­
halifi vardır: psikanalizin sağcı ve aşırı sağcı eleştirisinin uzun bir geleneği
bulunmaktadır - bazı coşkulu muhalifler Freudyen sistemde medeniyet
meyvesinin içindeki kurdu görmeye heveslidirler. İşte bu noktada canımız
yanabilir. Çiftliğimize bir kurdu davet etmediğimizden emin olmalıydım.
24 1 P S İ KANAL İ Z İ N KARA KİTA B I
Dargınlık v e Karmaşalar
Aylar boyunca e-posta kutularımıza e-postalar çığ gibi yağdı, sonu gelmez,
kimi zaman da ateşli tartışmalar yaşadık. Farklı çevrelerden insanlarla gö­
rüşüldü, bu insanlar sınandı ve misafir edildi. Her birini değerlendirmek
gerekiyordu. Bu kimi zaman verimli olsa da, ellerimiz boş döndüğümüz
de oluyordu: öyle ki Sergius Pankejeff, nam-ı diğer ".Kurt Adam" ile son
günlerinde görüşmüş olan Avusturyalı gazeteci Karin Obholzer, Freud'un
iddia ettiğinin aksine Kurt Adam'ın hayatı boyunca acı çektiğini, altmış
yıllık analize rağmen hastalıklı düşüncelerinde boğulduğunu ortaya çı­
kardı ! Kurt Eissler, Freud Arşivlerinin yöneticisi, ona düzenli olarak para
gönderiyordu. Mikkel, Obholzer ile birkaç yıl önce röportaj yapmıştı fa­
kat ona yeniden ulaşmak mümkün değildi.
Yavaş yavaş kitabın mimarisi şekil aldı, tartışıldı, beğenilmedi, yeni­
den üretildi. Daha sonra ilk metinler ortaya çıktı.
Kitabın yazım sürecini simgeleyen destansı tartışmalar arasında olan
Peter Swales ve Mikkel Borch-Jacobsen arasındaki "t" tartışması evin yıl­
lıkları içinde kalacak. Bugün Freud'u hakir görenlerin en önemlilerinden
biri olan Peter Swales'ın vazgeçmeyi sevmeyen bir yapısı vardır. Mesele,
Freud'un temel düşüncelerini kendisinden aldığı Viyanalı bir nörolog ile
ilgiliydi: Moritz Benedikt. Swales'e göre, Moritz ismi içerisinde bir "t"
harfi bulunmaktaydı. Mikkel'e göre ise doğru yazım "Moriz" şeklinde ol­
malıydı: "t"siz Moriz. E-posta ve telefon görüşmelerinin ardından ( Swales
New York'ta yaşıyordu), Mikkel büyük bir zaferle bana şunu duyurdu:
"elimde 't'nin olmadığına dair, tartışmaya kapalı bir kanıt var: Hypnotis­
mus and Suggestion, Bientenstein, Leipzig ( 1 984) orjinal basımı." Ertesi
gün Swalle'in hızlı cevabı ise şöyleydi: "Viyana'da bir arkadaşım var, onu
Moritz Benedikt'in mezarını görmeye yolladım. Artık resmileşti, gerçek­
ten de bir "t" var." Bu tadı çekişmenin yanı sıra, bu anekdot kitabın hazır­
lanma sürecindeki kesinlik ve doğruluk kaygısını da ortaya koymaktadır.
Kitaba yöneltilmiş olan suçlamaların gülünçlüğünü gösterir niteliktedir. 1

Elisabeth Roudinesco, 5 Eylül 2005 tarihinde L'Express'te bu kitabın "kesinlikle


hatalı ve temelsiz iddialar" ileri sürdüğünü ve "rakamların hatalı olduğunu, iddiaların
yanlış olduğunu, yorumların kimi zaman hezeyanlı olduğunu, bibliyografik atıfların
kesilip biçildiğini ve dizin'in hatalarla dolu olduğunu" ileri sürmüştür.
P S İ KANALİZİN KARA K İ TAB I'N I N K I S A TARİHİ 1 25
Bu kitabın yazımında ayrıca bir kere çarpılıp çıkıldıktan sonra bir
daha da açılmayan kapılara benzer bir hikaye de bulunmaktadır. Örneğin
Robert Wilcocks. Freud'un rüya teorisinin kurucu metni olan Düşlerin
Yorumu'ndaki İrma'nın rüyasının analizindeki sahtekarlıklarını ilk bulan
kişi Wilcocks'tu. Mikkel ile birlikte Wilcocks'un umut vaadeden katkısı­
nın peşine düştük. Fakat Wilcocks önerdiğimiz kısaltma ve düzeltmeleri
reddederek gemiyi terk etti. "İçten içe çürümekte olan bir projede say­
gınlığını lekelemek" istemediğini söyledi. Görünen o ki ben çok "saftım"
ve Mikkel de çok "kibirliydi:' Kara Kitap'ın basımından sonra Wilcocks,
sert bir rapor yayınlayarak bizim "oldukça seçici" ve "oldukça pro-Freud­
cu ve pro-Lacancı" alıntı kullanımımızdan bahsetti ! Halihazırda İngiliz­
ce olarak basılmış olan Freud'un Fliess'e mektuplarının tam basımını daha
çok kullanmamamıza hayıflanmıştı.

Fırtına Öncesi Sessizlik


Haziran 2005. Yaz yaklaşıyor, tabii Kara Kitap'ın çıkışı da. Arenes'de ile­
tişimden sorumlu olan Laurence Corona, aylar boyunca fikir aşamasının
kaldırım taşlarını takip etti. Yazarlarla görüştü, fikir verdi ve eleştirdi. Bu
· tehlikeli bir tanıtım. Haftalık Nouvel Observateur'ün gazetecileri hareke­
te geçtiler, özellikle de tanımadığımız uzman psikolog Ursula Gauthier
veya şahsen şunu söylemiş olan yazı işleri müdürü Laurent Joffrin: "Bü­
tün müsveddeyi okudum, kanım dondu. Eğer söyledikleriniz doğruysa,
ki bence öyle, bu her şeyin sorgulanmasına sebep olur." Hep aynı şaşkın­
lık. Ursula Gauthier, Laurent Joffrin ve Nouvel Observateur'un yazı işleri
başkanı yazarlarla iletişime geçtiler, esere merak sardılar ve teyit aldılar.
68 Mayıs kuşağı gibi onlar için de psikanaliz, akademiyi, adaleti, aileyi ve
toplumu değiştirmek amacıyla kullanılan bir araç olmuştu. Yurt dışındaki
geri dönüşlerin sesi, tarihsel, teorik ve terapötik eleştirilerin sertliği bir şok
etkisiydi. Dosya mükemmel durumdaydı. Tartışma üst seviyelerde başladı.
Yaz geldi. Büyük bir tedirginlik de. Elisabeth Roudinesco'nun bir
e-postası İnternet üzerinde dolaşıyor. Kitabı okumamış fakat Tanrı bilir
nasıl temin etmiş olduğu Kara Kitap hakkındaki yorumları suçlama ve
büyük hatalarla doluydu (örneğin Marilyn Monroe'dan psikanaliz kur­
banlarından biri olarak bahsedildiğini ileri sürüyordu ki konumuz bu
261 P S İKANA L İ Z İ N KARA KİTA B I
değildi ve yazarlardan birinin, Edwar Shorter'ın ölmüş olduğunu iddia
ediyordu !). Psikanaliz'in Kara Kitap'ına saldırı ekseni apaçık ortada: iti­
barsızlaştırma. Görünen o ki Elisabeth Roudinesco tatil için şehri terk
etmek yerine komutanı Freud'u kurtarmak ve Kara Kitap'a saldırmak için
Paris'te kalmıştı.
Yaz ilerliyor, Le Nouvel Obs dosyası da. Gezegenin diğer ucuna tatile
çıkıyorum. Laurent J offrin, bariz bir sıkkınlık içerisinde henüz gün ağarır­
ken beni arıyor. "Bir derdim var. Elisabeth Roudinesco Kara Kitap'ı n bazı
yazarlarını Yahudi düşmanı olmakla suçluyor." Ve işte o kelime söylendi,
öngörülebilir fakat kürek kemiğinin arasına saplanmış bir bıçak kadar
can yakıcı. Tartışma çığırından çıkıyordu. Neden "öngörülebilir ?" Çün­
kü Elisabeth Roudinesco yıllar boyunca "revizyonizm" (bu terim tarihin
gdeneksd tarihi kabul etmeyen tarihçiler için kullanılır) ve "soykırım
inkarcılığı" (gaz odalarını reddeden Faurisson davasından itibaren Fran­
sa'da kelimenin yarattığı çağrışımla) karışımını uygulamış - sayfalarının
altına hakaret davalarından korunmak için bir dipnot eklemeyi de ihmal
etmemişti. Anglo-sakson "Freud savaşları"nın emektarı Mikkel bizi, bize
karşı temel saldırının bu olabileceği konusunda uyarmış olsa da bunu ger­
çekçi bulmamıştık.
Laurent Joffrin ile telefonda elimden geldiğince tartıştım : "İlk Freud
muhaliflerinin tamamı Yahudiydi: Kari Kraus, Popper, Wittgenstein.
Beck ve Ellis bilişsel terapiler üzerine çalışan iki öğretmendi ve Kara Ki­
tap' ın yazarları arasında da Yahudiler var. İsraelis, Esterson, Shorter da
aynı şekilde. Kara Kitap' ın kırküç yazarı arasında on Yahudi var. Bence
kendinden nefret etme adına bir Yahudi'ye bile Yahudi düşmanı diyebi­
lirler, buna şaşırmam ama cidden, tartışma burada bitmiştir."
Laurent Joffrin, Elisabeth Roudinesco'nun onur kırıcı suçlamalarına
itibar etmedi. Hatta yaptıklarını, dergisinde yayınladığı bir mektup vası­
tasıyla herkese duyurdu. 2
Aynı zamanlarda Mikkel, Ursula Gauthier'den endişeli bir telefon
alır: Elisabeth Roudinesco, seçkin tıp tarihçisi ve kitabımızda yer alan
"Psikanaliz'in Görkemi ve Çöküşü" başlıklı metnin yazarı olan Edward

http:/ /permanent.nouvelobs.com/ cu!ture/200509 1 4.0BS92 17.hrml


P S İ KANALİ Z İ N KARA KİTABl'N I N K I S A TA RİHİ 1 27
Shorter'in ölü olduğunu ve metinlerini onun rızası olmaksızın kullandı­
ğımızı iddia ediyor! Mikkel, Ursula'yı yatıştırır: Shorter tabii ki yaşıyor,
Elisabeth onun telefon numarasını ister miymiş ? Daha sonra psikanaliz
tarihçisi aynı hikayeyi bütün gazetecilere anlatacaktır, Tobie Nathan ve
Patrick Mahony'nin tuzağa düşürüldüğünü de hikayesine ekleyecektir:
bu adı duyulmamış girişime katılmayı "rızaları olmaksızın" kabul etmiş­
lerdi, zira söz konusu olanın bir Psikanalizin Kara Kitabı olduğunu bil­
miyorlardı. Daha da beteri, sözleşmeyi imzalamamışlardı. Bu tamamen
yanlış, zira bütün sözleşmeler imzalanmıştı ve hepsinde açık bir şekilde
"Psikanalizin Kara Kitabı" yazıyordu. Mikkel L'Express'e ve Liberation'da
bu konu hakkında bir makale yayınlamak üzere olan Eric Favereau'a bu
suçlamalar ile ilgili Mahony ile yazışmasının bir nüshasını da ekleyerek
bir tekzip yollamak zorunda kalacaktı; Tobie Nathan ve Emilie Hermant
da kendi adlarına Favereau'a 3 bir tekzip yollayacaklardı. Bizi aydın olarak
itibar edilmeyecek bireyler olarak gösterenlere karşı her yol mübahtır.
L'Obs ekibi için bir diğer zorluk ise kitabın yazarlarından birinin ka­
tıldığı bir tartışma düzenlemek oldu. Sorun oldukça büyük: hiçbir psi­
kanalist kendini kılıçların önüne atmayı kabul etmiyor. Ne Prof. Daniel
Widlöcher ne de Elisabeth Roudinesco. Tek bir aday bile yoktu, şüphesiz
ki sebepleri "bizimle tartışmaya değmeyeceği" idi. Ursula, Jacques Van
Rillaer'in karşısına geçmeyi kabul eden Alain de Mijolla ile anlaşarak me­
seleyi kapatti. Bu metnin ve dosyanın tamamı çevrim içi olarak İnternet
sitemizde mevcuttur, fakat kısaca belirtelim ki tartışma oldukça öğretici
ve saygı çerçevisi içerisinde geçti. Kanaatimizce bu, sert fakat verimli kar­
şıt diyalogların başlangıcıydı. .. Ne yazık ki bu tek tartışma, tek karşılaşma
olarak kaldı. Gerisi yalnızca lanet okumaydı. Herkes tartışmayı reddetti,
özellikle Psikoloji Dergisinin "uzmanı" Claude Halmos, Didier Pleux ile
tartışmayı. Alain de Mijolla dışında herkes, diyalog kurmak yerine mono­
logu tercih etti.
Bakanlık cephesinde endişe galip geliyor. Laurent Beccaria Sağlık Ba­
kanı'ndan bir telefon alıyor: Xavier Bertrand'ın kabinesi, bunun kamu sağ­
lığına karşı zararlı bir girişim olduğuna yönelik uyarılmış (kim tarafından?)
ve müsveddeleri görmek istiyor. Şüphesiz ki editör bu talebi reddediyor.

3 Liberation, I 7 Eylül 2005.


28 1 P S İ KANALİZİN KARA K İTAB I
Sahne Işıkları Altında
1 Eylül 2005, Perşembe : Kara Kitap çıktı. Hepsinin yararına olmasa da
kitapçılar yine de rollerini oynadılar. Bazıları gözüpekliklerinin kurban­
ları dahi oldular, zira mümessiller bize bir kitapçının, çılgına dönmüş
bir müşteri tarafından yüzüne fırlatılan bir Kara Kitap 'tan kılpayı kur­
tulduğunu anlattılar. Hacıların papalık dumanının rengini beklemeleri
gibi, biz de Nouvel Obs'ın çıkmasını heyecanla bekliyoruz. Tombala !
İlk sayfası dahil, dokuz sayfasını "olay kitap" adını verdiği Psikanaliz'in
Kara Kitabı'na ayırmış. Ursula Gauthier günümüz psikanalizinin bir
portresini yaparken Freud etrafında yükselen uzun duvarları betimliyor.
Bazı analistlerin eşcinsellere karşı onların mesleğe erişimlerini reddeden,
"sembolik düzen"e saygıyı bahane eden muhafazakar tutumlarının altını
çiziyor. Psikanalitik bakım dışında, davranışsa! ve bilişsel terapiler dahil,
diğer terapileri tanıtıyor. Bunu ise Jacques Van Rillaer ile Alain de Mijol­
la arasındaki ünlü tartışma izliyor.
Tepkiler gecikmiyor. Haftalık derginin sitesine korkutucu tehdit
e-postaları yağıyor. Tabii teşvik edici mailer de. Okuyuculardan gelen ya­
zıları, Freudcuların karşı saldırıları izliyor. Laurent Joffrin telefonda şunu
soruyor: "Peki siz, siz hiç yüreklendirici yazı aldınız mı ?." Anlıyoruz ki
Nouvel Obs'un merkez ofisinde, Bourse meydanında, aceleci davranıl­
maması gerekiyor. . . İnternet siteleri hakaretle doluyor. Şüphesiz ki kimse
kitabı okumamış. Fakat kitabın varolabileceği düşüncesi dahi insanla­
rı dehşete düşürüyor. Yanlış bilgi herkesi esir almış. Hatta bazıları beni,
2004 yılı çok satan kitap Günaydın Tembellik. . . yazarı, Lacancı psikanalist
Corinne Maier ile karıştırıyor.

Basın Tarafından Kezzaplanmak


S Eylül Pazartesi. Kezzaba karşı atak. L'Express, meslektaşının dokuz say­
fasına karşılık sekiz sayfa ayırıyor. Fakat L' Obs'un bir tartışmayı sergilediği
yerde, Elisabeth Roudinesco'nun şiddetli bir monoloğu yer alıyor. Yazın
yaşanan olaylar düşünülünce, bize yapılan bu kezzaplı saldırı bizi şaşırtmı­
yor. Aslında cevap vermek gerekecek. L 'Express kanıtlara dayalı bir metne
yer vermeyi kabul etmeyecektir. Çözüm olarak yalnızca olgusal noktalara
cevap verme hakkını kullanmak kalıyor. Jacques Van Rillaer, harfi harfine
P S İ KANALİZİN KARA K İ TABl'N I N K I S A TARİHİ 1 29
bütün iddiaları çürütüyor. 4 Okuyucular onu dalga geçmek veya hakaret
etmek için arıyorlar. Dinlence zamanlarımızı, Lacancı psikologların okul­
larının forumlarına yazdıkları, kelimenin gerçek anlamının kullanıldığı
konusunda her zaman tereddüte düşülen, belirsiz bir dilin kelimenin ger­
çek anlamına üstün geldiği mesajlarını okuyarak geçiriyoruz.
8 Eylül, Perşembe. Le Monde'da Jean Birnbaumi ağır silahları çıka­
rıyor. Hayrete düşüyoruz. Sadece kötülemek için, bu kitabın ne kadar
zararlı olduğunu anlatmak için ayrılan bir tam sayfa. Tek bir hedef var:
itibarsızlaştırmak. Sahtekarlık suçlamalarını desteklemek için hala bir ka­
nıtları yok. Tarihsel bölümün içi tek bir kelimeyle boşaltılmış. Psikanali­
zin küresel kriz bağlamının üstü tamamen örtülmüş. Hastaların ifadeleri
alaya alınmış. Fakat dahası, makalenin yazarı kendisini metinden yaptığı
alıntıları manipüle etmeye adamış: Jacques Van Rillaer'in sözlerini kişiye
yazarla ilgili şunları hissettirmek istercesine sunuyor: 1 ) psikanalize kini
var, 2) kini bir yöntem olarak kullanıyor: "Burada, bu projenin kalbin­
de, nefret var" diyor Jean Birnbaum. DolayısıylaJacques Van Rillaer, ( . . . )
kinini yöntemsel bir prensip olarak kullanmaktan uzak değil." "Uzak de­
ğil" sözlerini bir kenara yazın. Kurnazca, değil mi ? 5 Jacques Van Rillaer,
Freudyen teorilere karşı kin duyduğunu söylemediği gibi, bu kinin iyi bir
yöntemsel prensip olduğunu da söylememişti ! Yalnızca kini açıklarken
onun Freudcular tarafından rakiplerinin argümanlarını değersizleştirmek
için kullanılan bir savunma mekanizması olduğunu dile getirmiş, kin içer­
meyen eleştirilerin de varolduğu ve diğer taraftan düşmanca bir duygunun
eşlik ettiği eleştirilerin ise doğrudan yanlış olmadığını söylemiştir. 6
İki gün sonra, aynı Monde'un 9 Eylül'ünde, senatörler Jack Ralite ve
J. P. Sueur "davranışçılığın ve ilaç mantığının hakimiyetini zorla kabul et­
tirme" girişiminden bahsetmişler ve "kültürümüzün kalbine saldıranlara
karşı bir cadı avı" başlatmışlardır ! Aynı gün, Lacancı psikanalist Roland
Gori, L'Humanitede, Freud muhaliflerini "homurdanarak bata çıka yürü­
yen karabüyücüler" olarak nitelendirmiştir. Tartışmanın özünde, tarihsel

4
http://www. arenes.fr/ spip.php ?article739.
Eksiksiz alıntılar ve isabetli atıflar için Arenes'in İnternet sitesindeki Kara Kitap
arşivlerine başvurabilirsiniz.
Eksiksiz alıntılar ve isabetli atıflar için Arenes'in İnternet sitesindeki Kara Kitap
arşivlerine başvurabilirsiniz.
1
30 P S İ KANA L İ Z İ N KARA KİTA B I

boyutta da aynı karartma vardı, klinik verilerin yanlış yansıtılması. Bize,


Kara Kitap'ın ilaç-bilimci bir uygarlığın tanıtımı olduğu ve BDT terapist­
lerinin "nezleli bürokratlar" olduğu söylendi. Amerika kırasında, kutsal
kitapların gerçekliğini savunan yaradılışçılar ile şeytanlıkla suçlanan bilim
adamları arasındaki tartışmalardan birinin ortasında gibiydik . . .

"Kampüs"
Guillaume Durand'ın gözü korkmuyor: Kara Kitap'a bir bölüm ayırıyor
ve kitabın iki yazarını da konuk alıyor: Jean Cottraux ve Mikkel Borch-Ja­
cobsen. Sunucu, bu yazarların karşısına "oldukça Freudcu ve medyatik bir
psikolog olan Gerard Miller ve eski eşi Dominique Miller'ı" 7 , "heyecan
verici çoksatan Bir Sır'ın yazarı ve kendisi de bir psikanalist olan Philip­
pe Grimbert'i" çağırmıştı. Bunlara Christine Orban, Pierre Peju, Raphael
Enthoven ve Dr. Alain Gerard da eklenmelidir.
Ortam çok gergin. Gerard Miller, kabına sığmıyor. Programın ilk da­
kikalarından itibaren suçlamalarına başlıyor. Sesi titriyor. Bizim, Freud'un
kızı Anna ile ensest ilişki kurduğunu ileri sürdüğümüzü düşünüyor: buna
kanıt olarak ise Patrick Mahony'nin (kırk yazar arasında tek psikanalist
ve Montreal Üniversitesi profesörü) bir metnini gösteriyor ve bu nokta­
da çuvallıyordu. Zira Mahony burada, psikanalistlerin de "ensest analiz"
dedikleri, Freud'un yıllar boyunca haftada altı seans olmak üzere kendi öz
kızı Anna'ya psikanaliz uygulamasından, tamamen metaforik bir ensest­
ten bahseder. Psikanalisder işlerine geldiği zaman her şeyin içinde sembo­
lizm ararken, işlerine gelmediğinde ise her şeye yüzeysel yaklaşırlar
Depresyon üzerine bir kitabı bulunan psikiyatrist Alain Gera�d, Jean
Cottraux'a saldırıyor. Her şey ezberlenmişti: hastaların divan ve Prozac
dışında başka bir seçeneği yokmuşçasına, eğer biri psikanaliz karşıtıysa,
antidepresan tedavisi ve laboratuvar taraftarıdır. Oysa ki Kara Kitap, bu
iki uç arasında birçok farklı seçenek olduğunu göstermeyi hedeflemektey­
di. Cristine Orban, bu Kara Kitap'ın Freudculuğun erdemlerine ilişkin
gerçekleri saptırıyor olduğuna ilişkin endişesinin yanı sıra, analizdeki has­
taları "dekompanse" etmemesinden de korkuyordu. Pierre Peju ise kitaba

7 29 Eylül 2005, Perşemde, "Campus"'un blogu.


P S İ KANALİZİN KARA KİTA B I ' N I N K I S A TA RİHİ 1 31
saldırırken, yalnızca arka kapağı okuduğunu itiraf ediyordu. Raphael Ent­
hoven ise Deleuze'den, psikanalizin en acımasız eleştirmeninden bahsedi­
yor. . . fakat bizi onu zikretmemekle suçluyordu.
Sesler gittikçe yükseliyor, tansiyon artıyor. Jean ve Mikkel, bu atak
salvolarına cevap vermeye çalışıyorlar.
Ertesi gün, Dominique Dhombres'in Le Monde'da yayınlanan çar­
pıcı makalesi: ''Ayın 29'u Perşembe gününü, ayın 30'u Cuma'ya bağlayan
gece, adı psikanaliz olan yaşlı kadının kulakları çınlamış olmalı. En azın­
dan rüyasında, karanlıktan faydalanan hırsızların elinden çantasını çal­
maya çalıştıklarını görmüş olmalı. Psikanalizin Kara Kitabının iki baş ya­
zarı, France 2 kanalındaki "Kampüs" programına davet edilmişlerdi. Yaşlı
kadın ile ilgili bütün düşündüklerini söyleyerek kahkahalarla güldüler. Ve
ondan birikimlerini, işini ve sararmış aile fotoğraflarına kadar her şeyini
çalmaya niyetlendiklerini kimseden saklamadılar. Biri zayıf, biri şişmandı.
Kitaplarında yaşlı kadının babasına, dünyaca tanınmış, Viyana'da doğup
Londra'da ölmüş onurlu bir profesöre yaptıklarını anlatırken gülüştüler."

Büyük Bir Dağa Dönüşen Kum Tanesi


Birkaç gün sonra, Monde'un "Tartışmalar" sayfalarında, 8 Serge Tisseron
"Psikanalizin Kara Kitabı: Çantadaki El" başlıklı sert bir metin yayınladı.
Parisli psikanalist, Didier Pleux'un Doltocu teorilerin zararları hakkında­
ki bir metninde, kendisine, Serge Tisseron'a atfedilmiş, "tamamen uydur­
ma'' ve "aldatıcı" bir alıntı tespit etmişti. Bunun "kendisinin asla kaleme
almayacağı anlaşılmaz bir cümle olduğunu" ve "saçma bir meslek argosu
içerdiğini" söylemiştir.
Böyle bir metin aktarımı mevcuttur. Fakat Cümle Serge Tisseron'un
değil... Françoise Dolto'nundur. 9 Söz konusu eserin 72. dipnotundaki

S Ekim 2005.
Bütünlüğü içinde bkz : "Çocuk ebeveynleri için bilir. İlk saatlerden itibaren, onlara
yardım etme kabiliyetine sahiptir. Doğmak istemiş olan odur, ebeveyn çiflerini seç­
miş olan odur. Ona her zaman gerçeği söylemek gerekir. Köklerinin gerçeğini, aile
yaşamının gerçeğini. Buna ihtiyacı vardır. Eğer ona bu söylenmezse, onun güvenini
kaybetme tehlikesiyle, yaşamına aldığı insanları yanlış seçmiş olduğunu düşündür­
me tehlikesiyle karşı karşıya kalınır, zira öyleyse bu insanlar olup bitenleri kelimelere
32 1 P S İKANA L İ Z İ N KARA K İ TAB I
atıfı:a alıntı, bir sonraki dipnotta bahsi geçen Serge Tisseron'un eserine
değil, Françoise Dolto'ya atfedilmiştir. Düzenleme hatası, bir yanlış anla­
şılmaya sebep olmuştu. Psikanalizin Kara Kitabı'nda 1352 dipnot mev­
cuttur. Bırakalım ilk taşı, kendisine hiçbir dipnot atfedilmeyen atsın.
Le Monde, Serge Tisseron için "Tartışmalar" sayfasını açtı. Birkaç
hafı:a sonra "okurların yazıları" tarafından açılan küçük bir kapı sayesinde,
kısa bir tekzip yayınlamamıza izin verildi. Sonuç olarak Le Monde en az
sekiz Kara Kitap karşıtı yazı, bir de Kara Kitap lehine Philippe Pignarre
imzalı metin yayınlayacaktı.

Çok Politik Bir Tartışma


Başlattığımız tartışmayı içtenlikle destekleyen Nouvel Observateur, sert
eleştirilerle yüzleşmek zorunda kaldı. Birçok okur için psikanaliz yalnızca
sol kanada hitap edebilirken, karşıtları sağcı olmalıydı. Ursula Gauthier,
bu garipliğe tepkisini açıkça ortaya koymuştu: "Birçok psikanalist bu ar­
gümanı ileri sürdü. Nouvel Observateur solcu bir gazetedir ve bu sebeple
de sırtını dayadığı söylem veya olayların politik "renklerini" titizlikle in­
celemeye meyillidir. Psikanalisder bizi ısrarla Kara Kitap' ın yazarlarının
sağcı politik yaklaşımları hakkında uyardılar. Bu konuyu araştırdık ve so­
nuç olarak art niyetli söylentiler dışında bir olguya rastlamadık."
Tartışma -Fransa'da her zaman olduğu gibi- hızla politik bir hale bü­
ründü. Philippe Pignarre'ın Monde'daki köşesinde yazdığı gibi: "Freud'u
sorgulayanlar yalnızca Naziler olabilir, zira Freud'un kitaplarını yakanlar
da nazilerden başkası değildi ! Davranışçılık ve bilişselcilik aşırı sağdan
başka bir şey olamaz. Psikanalize gelince, o yalnızca insancıl olabilir ki
psikolojik rahatsızlıklar dahil her şeyin metalaştırıldığı bir dönemde acı
çekenlerin kahramanı, sözcüsüdür." Bu, psikanalistlerin savunma çizgisi
olacaktır: şüphesiz ki disiplin aydınlıktan yana, hatta totaliterliğin kar­
şısında bir kale duvarı niteliğindedir. Öyleyse, nüfusa vurunca en yüksek
psikanalist sayısına sahip Arjantin' in askeri cuntaya direnemeyişini nasıl
açıklayabiliriz ? Peki ya 1 976'dan 1 9 83'e kadar olan süreçte, işkenceci, "ölü

dökme yeteneğine sahip olmayacaklardır. Bu, biyolojik canlılığı ile toplumsal can­
lılığı arasında bir ayrımı tetikleyecektir. Bilinçdışına yalan söylenmemelidir, o her
zaman gerçeği bilir."
1
P S İ KANALİZİN KARA K İ TA B I ' N I N K I S A TA RİHİ 33

yağmalayıcı" ve barbar eylemlerde bulunan en kötü diktatörlüklerden biri


oluşu nasıl açıklanabilir ? Buna karşılık, nasıl oluyor da dünyanın en de­
mokratik ülkelerden birinde, Hollanda'da psikiyatr ve psikologlar uzun
zamandır Freud teorilerine başvurmaktan vazgeçmiş oluyorlar ? Görülü­
yor ki tartışma tutarlı değil.
Ayrıca sağcı ve solcu düşünürlerin değerlerinin karşılaştırılmasında,
onları ayıran çizginin düşünülen olduğu kesin değildir: "Sol kanat, dav­
ranışçı teknikler kullanan bütün psikoterapistleri aşağılamakta mıdır ?
Onların (hatta bilinçsizce ! !), bedeni ve aklı evcilleştirmek isteyen yeni
düzenin, aklı çitilemek isteyen küçük Sarkozylerin köleleri olduğunu söy­
lemek kullanışlı bir şey midir ? Eğer "sağcı" olarak nitelendirilmekte zorla­
nılacak olan tek bir kişi varsa o da eski işçi, aşırı sol militanı ve ATTAC'a
yakın olan Philippe Pignarre'dır.

Tepkili Okurlar
Amazon sitesindeki okur yorumları mantar gibi çoğalıyorlardı, bazen o
kadar hızlı geri dönüşler oluyordu ki yorumların sahiplerinin kitabın yal­
nızca giriş kısmını okumaya bile zamanları olup olmadığı konusunda şüp­
heye düşülebilirdi. Kitaba verilen puanlar 1 yıldız (en düşük puan) ile 5
yıldız arasında gidip geliyordu. Bu demek oluyor ki kitap "ızdırap verici"
ya da "vazgeçilmez;' "temiz bir hava" ya da "bir felaket" olmalıydı. Bazıları
için Kara Kitap "masraflarının Sosyal Güvenlik tarafından karşılanması­
nı" hakediyorken, diğerlerine göre ise "hiç yazılmamış olmalıydı:' Uç yo­
rumların bir ortası yoktu. Psikanalizin Kara Kitabının yazgısı, el üstünde
tutulmak veya yerin dibine sokulmak olacak gibi duruyordu.

"Reklamın İyisi Kötüsü Olmaz"


Rolling Stones'un sloganı kendini ispat etmişti: psikanalistler kitaba karşı
harekete geçtikçe, eserin bütün kötü yanlarıyla yıprattıkça ve okurlar ki­
taba saldırdıkça . . . 23.000 kopyadan fazlası, üç yeni baskı, on beş günden
daha kısa bir süre içerisinde satıldı.
Liberation'da Daniel Sibony imzalı tam sayfa, ruhsal acıları nede­
niyle yaşamdan uzaklaşanların, tek isteği daha az acı çekmek olan zavallı
Another random document with
no related content on Scribd:
Nestle Cove post-office, no one claimed the dog. When Mr. Horton
came down the next Saturday and took them all out driving, Curly
perched on Sunny’s lap in the front seat and very plainly enjoyed the
trip.
“He’s used to riding in a car,” said Mr. Horton. “I wonder why no
one advertises for him or tries to find him.”
“Maybe I can keep him always,” said Sunny hopefully. “He can sit
up, Daddy, and beg, and play dead. I think he’s a very educated
dog.”
CHAPTER XII
SUNNY BOY IS NAUGHTY

C URLY proved to be a happy-natured little dog, and was soon a


great favorite with all the children who played on the beach.
“I wish I had one just like him,” said Ellen.
“I’d rather have a bigger dog,” said Ralph. “One, maybe, as big as
Queen.”
“Oh,” declared Sunny Boy, “no other dog could be as nice as
Curly! Though Queen is nice, too, and I like her awful much,” he
added, feeling that if Queen could know what he had just said her
feelings might be hurt.
At first Sunny Boy had an uneasy feeling that the dog might be
claimed any day, but as two weeks went by and no one came to look
for a lost bow-wow, this feeling gradually vanished entirely. “Curly”
was, in Sunny’s mind, his own dog.
“I wish I had something to do,” sighed Sunny Boy one warm
morning.
“Find Ellen and Ralph and play with them,” suggested Mrs. Horton
promptly. She was sitting in the porch swing, mending. Aunt Bessie
and Miss Martinson had gone up to the city to shop.
“Their father took ’em sailing,” Sunny Boy explained
disconsolately, referring to Ellen and Ralph. “I wish Daddy stayed
here all the time. We could go fishing, too.”
“Well, you know what Daddy would say if he were here about little
boys who are always wishing for what they have not,” said Mrs.
Horton, rummaging in her stocking bag for tan cotton to darn a huge
hole in one of Sunny’s socks. “You’ve ever so many pleasant things
to do, dear. Don’t sit there and grumble.”
“I can’t do anything at all!” Sunny Boy was in a perverse mood. “I
can’t go swimming, ’less some one is there watching me. And I can’t
drive the car, ’cause nobody will teach me. An’ you sew all the time
and don’t ’muse me at all!”
Sunny Boy felt so sorry for himself that two big tears ran out of his
blue eyes and splashed down on Curly, asleep in his lap.
“Why Arthur Horton!” Mother’s voice was gentle. “That doesn’t
sound like my little Sunny Boy. Who ever heard of amusing a laddie
with a dog to romp with and the whole beautiful seashore for a
playground? You and Curly run down to the beach now, and see if
you can’t find some more of those shells Aunt Bessie is saving to
make into souvenirs. And this afternoon we’ll go to meet their train
with the car.”
“I don’t want to hunt shells,” grumbled Sunny Boy, kicking his feet
against the step.
“You’ll have to go to your room and stay till lunch time if you can’t
find something pleasant to do,” said Mrs. Horton, firmly. She did not
look at Sunny Boy at all, but at her darning.
Sunny Boy felt as cross as two sticks. He didn’t know why, and
perhaps there wasn’t any reason. If you had asked him, he would
have said that every one was mean to him.
Mother continued to sew steadily. Suddenly a mischievous idea
popped into Sunny’s mind. He put down Curly and ran to his own
room. When he came out he went out of the house the back way,
and slammed the screen-door without speaking to Harriet, who was
busy ironing. You know, don’t you, how it does relieve your feelings
to slam doors? Well, Sunny Boy, who was really as bad as he could
be that morning, felt better directly. He even tried to whistle as he
went down the street.
He knew exactly what he was going to do. He was going to town
and ride on the merry-go-round and have an ice-cream cone. They
had been in Nestle Cove over three weeks, and he had been to town
only that once with Harriet.
“All the other children go,” Sunny Boy said to himself, hailing the
rattling old jitney as it came past the corner. He had taken good care
to walk two blocks down the road so that no one from his house
could see him.
He had a pocketful of pennies that jingled merrily. Daddy on his
last visit had added to the store in the pasteboard box that stood on
Sunny’s bureau, and Mother and the aunties often dropped pennies
in, too. Sunny Boy was sure he had enough money to go to the city
with, had he wished to go.
“Goin’ far?” the jitney driver asked. There were only three other
passengers in his bus.
“To town,” Sunny assured him cheerfully. “Is the merry-go-round
running yet?”
“Well, ’tis, if it didn’t burn down last night,” said the jitney driver. “I
was over that way ’bout ten o’clock, and she sure was crowded.”
The jitney bus went only as far as the post-office, and Sunny paid
his fare there, counting out the five pennies slowly, and jumped
down. He remembered where the merry-go-round was, and if he had
not, the music would have led him to it.
“What are you going on?” asked a boy slightly older than Sunny,
as they stood watching the whirling figures and waiting for the thing
to stop. “I’ve been on everything ’cept the tigers, an’ this time I’m
going on one of ’em.”
“I’d like a zebra,” announced Sunny Boy shyly. “Or maybe a horse
—they go up and down, don’t they?”
“Well, if you’ve money enough, buy two tickets and you can stay
right on for two rides,” advised his new friend. “Let’s see. Oh, yes,
you can buy two. More than two at a time is apt to make you dizzy.
Look, she’s going to stop!”
The merry-go-round did stop with a dismal groan, and Sunny Boy
scrambled on with a crowd of eager children. Most of them had
mothers or older brothers and sisters with them, and when the
attendant came to Sunny Boy and lifted him up, he seemed inclined
to stay there and hold him on.
“I won’t fall off,” urged Sunny with dignity.
“Then you’ll have to be strapped on,” said the man, smiling. “Can’t
have you flying into space when your frisky steed gets to going, you
know. There! now you’re safe, and no one will notice that belt.”
Sunny Boy’s horse went up and down—in time to the
music
Page 161
After the first ride the man came and unbuckled the belt, and,
when Sunny Boy showed his second ticket, lifted him down and up
again on a cream-colored horse. He fastened the belt snugly about
him, and the merry-go-round started gayly. Sunny Boy’s horse went
up and down—in time to the music it seemed to him—and he was
very happy.
When the music stopped and the platform was still, the attendant
came and lifted him down. The floor wobbled under Sunny Boy’s feet
and he felt a bit shaky, but as he walked away he was all right again.
Across the street from the merry-go-round was a large open booth
where soda water was sold. There were people sitting at all four
sides of the fountain and a handsome motor car was drawn up at the
curb before it.
“I’ll get chocolate, with ice-cream,” Sunny Boy decided, jingling his
remaining pennies.
He climbed up, with some difficulty, on one of the high stools, and
gave his order. The white-jacketed boy back of the counter brought it
to him, and with it a pale green check.
“Good, isn’t it?” smiled the white-haired lady who sat next to
Sunny Boy, as he took the first spoonful.
Sunny nodded and smiled, not knowing just what to say.
He had half finished when the boy in the white jacket came back to
him.
“Fifteen cents, please,” he said politely.
Sunny Boy put his hand in his pocket and brought out a little heap
of pennies. He pushed them toward the green check.
“Only eleven cents here,” said the boy impatiently. “Four cents
more, please.”
Sunny Boy looked at him silently, clutching his soda glass tightly
with both hands.
“What is it, dear?” asked the white-haired lady, who was pulling on
her gloves, having finished her soda water. “Haven’t you enough
money?”
Sunny’s lower lip trembled. He shook his head. There was a big
lump in his throat, and he couldn’t have spoken had he tried.
“How much is it? I’ll pay for it,” said the lady, fumbling in her purse.
“Give the child his pennies, and take the check out of this.” She
pushed a bill toward the boy.
“Now drink your soda, dear,” she went on kindly. “Do you live here
in the town?”
“He lives over in the summer colony,” volunteered the boy, bringing
back the change. “My father’s postmaster and he knows every one. I
don’t believe his folks know he’s over here alone. Do they, Buddy?”
Sunny Boy put down his spoon and got off the stool. He didn’t like
to be called buddy, and he had just remembered that his mother
didn’t know where he was. She would worry if he was not home at
lunch time.
“Take your money, kid,” said the boy, who really meant to be kind.
“How are you going to pay jitney fare without a cent in your pocket?
Here, take it.”
Sunny Boy thrust the pennies back in his pocket.
“Thank you very much,” he said to the white-haired lady. “I think
perhaps my mother wants me now.”
The soda fountain boy laughed, but the lady did not. She was very
sweet and serious.
“I wish you’d let me take you home in my car,” she suggested,
quite as one friend to another. “You may have to wait for a jitney
fifteen or twenty minutes, and my chauffeur can have you home in
less time than that. What do you say?”
Sunny Boy nodded, and they got into the beautiful pale gray car,
the tall young chauffeur holding open the door for them. He wore a
gray uniform and the light linen robe he spread over them was gray,
too.
“Curly has hair just like yours,” said Sunny Boy suddenly. He had
been studying the white-haired lady, and he paid her the biggest
compliment he could. He thought Curly’s silky white hair very lovely.
The lady smiled.
“Who is Curly?” she asked.
Sunny Boy told her about the little dog he had found in the storm,
how pretty it was, and how many tricks it could do. The white-haired
lady sat up straighter and straighter, and the prettiest pink came into
her cheeks under her gray veil.
“Carlton, do you hear?” she cried to the chauffeur. “I believe this
child has found Bon-Bon!”
“Bon-Bon?” echoed Sunny Boy, bewildered.
“Yes, Bon-Bon, my dear little dog. My son brought him to me from
France. Is he very tiny, with a sharp little black nose and slim feet? I
thought so! Why you don’t know how glad I am! And to think you’ve
been taking such wonderful care of him all this time!” The white-
haired lady threw her arms around Sunny Boy and hugged him
tightly.
“There he is now,” said the chauffeur, stopping the car before the
Horton bungalow.
Curly, or Bon-Bon as the lady called him, sat on the top step of the
porch, watching them.
CHAPTER XIII
CURLY IS FOUND

T HE white-haired lady was out of the car the instant it stopped


and up the walk, her silk skirts flying in the wind.
“Bon-Bon! Bon-Bon!” she called. Then she said something that
Sunny Boy could not understand. Afterward she told him that it was
French for “Littlest one.”
Curly leaped upon her, barking madly.
The lady took him in her arms and sat down on the step, and, to
Sunny Boy’s amazement, began to cry.
The noise of the dog’s barking brought Mrs. Horton to the door.
“Why, Sunny Boy, where in the world have you been?” she said
quickly. “It’s almost one o’clock. Harriet was just going down to the
beach to look for you.”
Then she saw the strange car at the curb and the strange lady on
her doorstep. The lady stood up and held out her hand.
“I am Mrs. Raymond,” she said. “Colonel Francis Raymond’s wife.
I believe my husband has met Mr. Horton. And now I find your little
boy has found my pet dog.”
Mrs. Horton was very much surprised and greatly pleased to learn
that at last Curly’s own people had been found. She asked Mrs.
Raymond to come in and stay to lunch with them, but Mrs. Raymond
had an appointment at two o’clock several miles away with the
colonel, and lunch would be ready there for the white-haired lady.
She and Mrs. Horton talked very fast, and Sunny Boy could not
understand all they said.
“We advertised and put up a bulletin notice,” he heard Mother say,
“and we couldn’t understand why no one claimed the dog. It was so
evidently a pet, that we knew it couldn’t have been abandoned, and
though exhausted by the storm, it seemed so well-fed we were sure
it had not been lost very long.”
“I lost him the same day you found him,” explained Mrs. Raymond.
“Carlton, the chauffeur, was taking the car up to Draper Inlet to get
my husband. That’s twenty miles up the coast from our cottage, and
Bon-Bon loves so to ride that he never misses a chance to go in the
car. He rode in the back and the hood was down and I suppose he
was on top of that, as he often was. Carlton was trying to make the
inlet before the storm, and I imagine he drove at a pretty hard pace.
Bon-Bon was evidently jolted out going through Nestle Cove, and
neither my husband nor Carlton thought of the dog again till they
reached home and I asked for him.”
“And of course you didn’t know where he was lost,” said Mrs.
Horton sympathetically.
“No, though my husband and Carlton hunted and hunted. But now
everything is all right again. Sunny Boy has made me very happy!”
Mrs. Horton walked with her guest toward the door.
“But what I don’t understand yet,” she said, puzzled, “is how you
met Sunny Boy and he mentioned the dog. Were you out
searching?”
Sunny’s face got very red.
“No, I’d simply stopped in town to get a cool soda before going on
to meet Colonel Raymond,” said Mrs. Raymond. “I think Sunny Boy
had better tell you all about it. Kiss me good-by, dear. I’m going to
send you the very nicest thing I can buy in the city for being so good
to my dog. You won’t feel too bad if I take him away now, will you,
Sunny Boy?”
“No, I—I guess not,” quavered Sunny Boy uncertainly.
He kissed Mrs. Raymond, and gave Bon-Bon, for we might as well
call the dog by its right name now that we know it, a big hug. Then
he sat down on the top step while Mrs. Horton walked with Bon-
Bon’s owner to the car. They stood there several minutes, talking,
and then Mrs. Raymond got in and drove away.
Mrs. Horton came up the path, but Sunny Boy did not look at her.
He was studying a crack in the step with great interest.
“Lunch is on the table, Mrs. Horton,” announced Harriet. “Most
everything’s spoiled, it’s so late.”
“I’m ever so sorry, Harriet, but it couldn’t be helped this time,”
answered Sunny’s mother pleasantly. “Sunny Boy, I want you to go
to your room. Harriet will bring you a bowl of bread and milk, and
when you have eaten that I’m coming in to talk to you.”
Sunny Boy went slowly to his room. When Harriet brought the
bread and milk, he ate it. In perhaps half an hour his mother came
into the room, closing the door quietly.
She drew a low rocking chair near the window where Sunny Boy
stood looking out, and, sitting down, put her arm about him.
“Now tell Mother all about it,” she said, gently turning Sunny Boy
around so that he faced her.
“I wanted to go on the merry-go-round,” explained Sunny Boy,
tracing with his forefinger the outline of one of the pink roses that
grew on Mother’s pretty white dress.
“Well?”
“So I went to town—” Sunny Boy began on another rose.
“And you didn’t ask me? Did you run away, Sunny Boy?”
Sunny Boy was very uncomfortable. His throat didn’t feel right.
And he couldn’t look at his own dear mother, though usually he loved
to watch her face. He wasn’t a Sunny Boy just now.
“Did you run away, Arthur?” she asked again.
Sunny Boy nodded miserably, still fingering the pink roses.
Mrs. Horton did not say anything for a moment. She seemed to be
thinking. Then she gathered both of Sunny Boy’s small hands in her
smooth, soft right hand, keeping her left arm around him.
“Listen to Mother carefully, dear,” she said firmly. “This all
happened because you were cross. Any other morning you would
have found something pleasant to do. But when a little boy makes up
his mind to be cross and not to be pleased with anything he usually
winds up by doing something naughty.”
Two big tears fell out of Sunny Boy’s eyes and rolled down his
cheeks. He was very unhappy.
“What do you suppose Daddy would say,” continued his mother, “if
he knew you had gone over to town without saying a word to me? I
think he would say that he was surprised and grieved to learn that
his only son couldn’t be trusted. Because that is what it really means
—that Daddy and Mother can not trust a little boy who, just because
the day doesn’t go to suit him, runs away and lets his mother worry
about him.”
Sunny Boy put his yellow head down in Mother’s lap and cried as
though his heart would break.
“Don’t you really trust me, Mother?” he managed to sob out.
Mother’s soft arms drew him into her lap.
“Well, yes, I do,” she admitted, smoothing his hair. “Because, you
see, dear, I think you are sorry and will not do it again. Being sorry
makes all the difference in the world.”
Sunny Boy sat up, and this time he found he could look right into
Mother’s deep brown eyes.
“I’m sorry—honest,” he told the little boy he saw there.
“All right, I believe you,” Mother assured him promptly. “I think you
will have to stay here in your room till supper time to help you
remember not to be cross again, and after that we’ll forget about it.
Now tell Mother what you did over in town.”
Sunny Boy told her all about his trip, from the jitney and merry-go-
round rides to his experience at the soda fountain where kind Mrs.
Raymond had paid for his soda-water.
“An’ wasn’t it funny Curly was her dog?” he wound up.
“Yes, indeed,” agreed Mother. “I’m glad the dog found his mistress.
There, I hear the clock striking three. I must go to the station to meet
Aunt Bessie and Miss Martinson.”
“I s’pect they’ll wonder where I am,” said Sunny Boy sadly.
“They probably will,” sighed Mother. “Never mind, Son, just
remember you are never going to run away again.”
And Sunny Boy did remember.
“Why did Mrs. Raymond cry when she found Curly?” he asked, as
Mrs. Horton turned to leave the room. “Did her little boy die in the
war?”
“No, dear,” answered Mrs. Horton. “He came home from France
and brought his mother the dog you call Curly and she calls Bon-
Bon. But her son—he was a Captain—lived only a few months after
he landed in this country; he was invalided home. So, you see, poor
little Bon-Bon means a great deal to Mrs. Raymond because her boy
thought to bring him all the way from France to his mother.”
After Mother had gone—Sunny Boy heard the noise of the car as it
started for the station, though his room was on the wrong side of the
house to see the garage—he thought a great deal about the little lost
dog and the brave soldier who had brought it home to his mother.
The more he thought, the gladder Sunny Boy was to know that Mrs.
Raymond had her dog again.
Two or three days later he was sitting on the front porch waiting for
Aunt Bessie to go swimming with him (Sunny Boy could really swim
very nicely now) when the parcel-post wagon drew up before the
house. The driver grinned as Sunny Boy came flying down the path.
“Package for Arthur Bradford Horton,” he announced cheerfully. “Is
that the little boy who lives next door?”
“Course not!” Sunny Boy was startled at the idea that his package
might go to the boy next door. “That’s my name. Is there something
for me?”
“Looks like it,” admitted the man. “Here you, don’t get under the
horse’s feet, I’m handing it to you as fast as I can. There you are.
Like Christmas, isn’t it?”
Sunny Boy took his package and said “thank you.” It was a large
package, and he wondered what could be in it and who had sent it to
him.
“Maybe it’s from Grandpa,” he told his mother, as she and Aunt
Bessie came out on the porch.
CHAPTER XIV
LOST ON THE OCEAN

“P ERHAPS he has sent you some fresh eggs from the farm,”
teased Aunt Bessie.
“Or a pound of fresh, sweet butter,” suggested Miss Martinson,
coming out on her way to the bathhouse.
“Open it, precious, and see,” urged Mrs. Horton.
So Sunny Boy sat down and carefully untied the red cord and took
off the wrapping paper. There was a pasteboard box tied with more
string to be opened then.
“Why—why—” Sunny Boy, peeping down under the tissue paper
that packed this box, uttered a shriek of delight.
“Look, Mother!” he shouted. “It’s a boat!”
It was a boat, sure enough—a beautiful boat with three sails and
two decks and a large American flag in her bow. Her name was
painted on her sides in bright blue letters—The Billow.
Sunny Boy was delighted.
“Did Grandpa send it?” he asked, his eyes big with surprise.
“I hardly think so,” smiled Mrs. Horton. “See, dear, here is a card
that dropped out. Shall I read it to you? ‘To Sunny Boy, with love
from Mrs. Raymond and Bon-Bon.’ Mrs. Raymond sent it to you,
precious.”
Sunny Boy, of course, wanted to sail his boat immediately. Ellen
and Ralph—Stephen had gone home—who came over presently
thought it was the finest boat they had ever seen. Ralph had one or
two boats, but none as large as The Billow.
“You can sail her sometimes,” offered Sunny Boy. “You get your
Frolic now and let’s go down to the beach and play with ’em. I’ve got
my bathing suit on.”
“If you chickens are going to sail boats, you’ll have to keep away
from the bathing beach,” announced Aunt Bessie decidedly. “You
can’t sail boats in a surf, anyway. Go over on the other side of the
Cove where it is shallow and smoother.”
So the three children, the two boys carrying their boats, marched
over to the side of the Cove where a small fleet of rowboats were
kept at anchor and where the only house in sight was a small shanty
where an old fisherman lived who made his living by selling tackle
and bait.
“Guess Mr. Grimes has taken out a fishing party to-day,” said
Ralph, noticing that the shanty door was closed. “His boat’s gone,
too. Come on now, Sunny, let’s see The Billow race the Frolic.”
The Billow rested lightly on the water, and as there was hardly a
breath of wind, Sunny Boy had to tow her instead of letting her sails
carry her. But towing your boat on a warm summer’s day when you
have your bathing suit on and are not afraid of getting wet, is great
fun.
“If there was any wind, I guess your boat could beat mine,”
conceded Ralph generously. “But if we can’t sail ’em, let’s play taking
fishing parties out.”
“How?” asked Sunny Boy practically.
“Well, we have to have some people—make-believe, of course,”
answered Ralph. “An’ then we ought to have something to eat.”
“Ellen’s paper dolls would do for people,” said Sunny Boy. “We’ll
ask her if she’ll go an’ get ’em. And I’ll go and ask Harriet for
something to eat.”
“All right,” agreed Ralph. “I’ll hold the boats till you come back. Hi,
Ellen!” he called to his little sister. “Want to give your paper dolls a
sail?”
Ellen was willing, when she understood what the boys wanted,
and she trotted up the beach with Sunny Boy to fetch the paper doll
family. At the corner they parted, Sunny Boy to ask Harriet for a
“piece of picnic,” as he said.
“Something to eat?” repeated Harriet in pretended surprise. “Why,
Sunny Boy! Weren’t you here for breakfast? Well, I suppose if you
are going to take a sailing party out, you’ll have to see that they are
fed. How will three of these sandwiches I’m making for supper to-
night do? And three chocolate cup cakes? All right, here you are—
and mind you bring home a fish.”
Ellen came flying down the street with her paper dolls as Sunny
Boy started with his food, and though she eyed the delicious little
cakes hungrily, she waited politely till they had joined Ralph on the
beach.
“Oh, my!” said Ellen’s brother, when he saw what Sunny Boy had
brought. “Gee, I’m hungry! Let’s eat before we take our sailing
parties out, Sunny.”
This suited Sunny Boy, and as Ellen made no objection, the three
children sat down comfortably in the sand and ate every crumb of
Harriet’s goodies.
“And now,” announced Ellen, rising and shaking the short skirt of
her bathing suit free of sand, “Mr. and Mrs. Smith and the seven
Smith children want to go fishing for whitebait.”
This large Smith family were Ellen’s best paper dolls, cut from the
colored fashion plates, and though, as Sunny Boy sensibly said, they
were not exactly dressed for a fishing trip, still they did look as
though they were pleased at such a prospect. Mrs. Smith wore a red
velvet suit and a feathered hat, and her husband was in full evening
dress; three of the girls had silver and gold dresses, two of them
wore skating costumes, and the one boy was wearing his bathrobe.
Ralph said he probably had his bathing suit on underneath, and we’ll
hope he had.
“Let the younger children go on Ralph’s boat,” suggested Ellen,
“and Mr. and Mrs. Smith and their son can go with Sunny Boy.”
She arranged them all neatly, weighted them down with shells so
they would not blow away, and the two boys set off, towing the
boats.
But when they came back from the first trip, there was trouble at
once.
“Where’s Mr. Smith?” demanded Ellen, counting her dolls as soon
as the ships were steadied in the sand.
“Mr. Smith?” echoed Sunny Boy helplessly. “Why—why—isn’t he
there?”
“He isn’t here,” said Ellen coldly. “And the shell that held him down
isn’t here. And, Ralph, where is Lucile?”
Lucile was one of the paper dolls who wore a silver frock.
“Gee! I suppose they’re washed away,” admitted Ralph. “I’m
awfully sorry, honest, Ellen. Sunny and I were watching a boat ’way
out, and we didn’t look back at our ships. I’ll ask Mother to let you
have the new fashion magazine to-night.”
“Well, Mr. Smith was torn in one place,” said Ellen kindly. “And I
never did care so much for Lucile. Daddy always called her cross-
eyed. So you needn’t care, Ralph.”
“What’ll we do now?” asked Ralph, tired of the responsibility of
taking paper dolls sailing. A fellow couldn’t be expected to keep the
silly things from blowing away. “What’ll we do now, Sunny?”
“Yes, what’ll we do, Sunny?” chimed in Ellen.
Sunny Boy could usually be counted on to think of some game. He
played alone so much, and, having no sister or brother, often had to
depend upon himself for amusement.
“We’ll play dry-dock,” he suggested now. “Put our ships up for
repairs, you know. Come on, Ellen, you can help build the dry-dock.”
Sunny Boy had seen pictures of the great dry-docks where ships
were sent to be repaired and painted, and he really had a very clear
idea of how they were used. Naturally, he wasn’t so sure how they
were built, but together he and Ralph and Ellen made an
arrangement of sticks that looked very imposing, and into which they
fitted the Frolic and The Billow with some difficulty.
“I think we’ll take ’em out for another sail,” said Sunny Boy, after
the dry-dock was pronounced finished. “And perhaps we’ll have a
wreck. You stay on shore and signal to us, Ellen.”
“Then we’ll come in and go into dry-dock for repairs! That will be
fun,” agreed Ralph. “Come on, let’s have a big wreck.”
But before they could have a wreck, Ellen called them.
“Look what I’ve found!” she cried.
The boys waded back and tied their ships to a cable that held a
half-sunken scow. Ellen had captured a butterfly, yellow with black
spots, and they watched it flutter its beautiful wings in her hands. It
didn’t seem to want to fly away.
“Perhaps he is a tame butterfly,” suggested Sunny Boy. “Let’s give
him a sail on The Billow.”
He straightened up and looked out to where he had left his boat,
gently rocking on the water. Only Ralph’s Frolic was still tied, and
The Billow was drifting out to sea.
“Ralph!” gasped Sunny Boy. “Look! My boat’s untied!”
He waded into the water, but Ralph, splashing after him, caught
him by his shirt.
“It’s deep out there—the beach goes down,” Ralph explained. “You
can’t catch it, Sunny Boy.”
“Daddy’s coming down to-day and I wanted to show it to him,”
Sunny Boy almost sobbed. “I just have to get it, Ralph. I know! I’ll
row after it. Come on, we’ll take this boat.”
Sunny Boy began to untie the rope that fastened one of the
rowboats.
“Don’t you go, Ralph,” ordered his little sister. “You know Mother
wouldn’t like it. Sunny Boy, you won’t catch your boat, an’ maybe
you’ll be drowned.”
“Won’t neither,” retorted Sunny Boy ungraciously, working at the
stiff rope. “Nobody gets drowned in rowboats—so there!”

You might also like