Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Göç Ekonomik ve Sosyal ■ncelemeler

1st Edition Tuba Yüceer Karde■ Fulya


Akgül Gök Ay■e Sezen Serpen
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/goc-ekonomik-ve-sosyal-incelemeler-1st-edition-tuba-y
uceer-kardes-fulya-akgul-gok-ayse-sezen-serpen/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Orta Ça■ Avrupas■ Sosyal Kültürel Ve Ekonomik Hayat 1st


Edition Özlem Genç

https://ebookstep.com/product/orta-cag-avrupasi-sosyal-kulturel-
ve-ekonomik-hayat-1st-edition-ozlem-genc/

Körler Ülkesi ve Di■er Karanl■k Öyküler 1st Edition H G


Wells

https://ebookstep.com/product/korler-ulkesi-ve-diger-karanlik-
oykuler-1st-edition-h-g-wells/

La furia y el laberinto 1st Edition Iria G. Parente

https://ebookstep.com/product/la-furia-y-el-laberinto-1st-
edition-iria-g-parente/

Farmacología básica y clínica Bertram G. Katzung


(Editor)

https://ebookstep.com/product/farmacologia-basica-y-clinica-
bertram-g-katzung-editor/
Sosyal Bilimler Tarihi ve Felsefesi 1st Edition Scott
Gordon

https://ebookstep.com/product/sosyal-bilimler-tarihi-ve-
felsefesi-1st-edition-scott-gordon/

El sol y la mentira 1st Edition Iria G. Parente &


Selene M. Pascual

https://ebookstep.com/product/el-sol-y-la-mentira-1st-edition-
iria-g-parente-selene-m-pascual/

Alianzas 1st Edition Iria G. Parente

https://ebookstep.com/product/alianzas-1st-edition-iria-g-
parente/

Demerara 1st Edition Wagner G Barreira

https://ebookstep.com/product/demerara-1st-edition-wagner-g-
barreira/

Imperio 1st Edition Iria G. Parente

https://ebookstep.com/product/imperio-1st-edition-iria-g-parente/
GÖÇ
Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

Dr. Öğr. Üyesi Tuba Yüceer Kardeş


Dr. Fulya Akgül Gök
Prof. Dr. Ayşe Sezen Serpen
Prof. Dr. Adem EFE anısına…
BÖLÜM YAZARLARI

ULUS DEVLET VE GÖÇ


Arş. Gör. F. Burak Yerlikaya
Süleyman Demirel Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
burakyerlikaya@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-3745-9275

“İNSANIN DEĞERİ” VE “DEĞERLENDİRME BİÇİMLERİ”


BAĞLAMINDA GÖÇ
Dr. Öğr. Üyesi Tuba Yüceer Kardeş
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
tubayuceer@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0003-2434-8952

ULUSLARARASI GÜVENLİK VE GÖÇ


Arş. Gör. Merve Aytaç
Süleyman Demirel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
merveaytac@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0001-8616-2593

GÖÇ, KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME


Dr. Öğr. Üyesi Şefika Eda Çiçek
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
edacicek@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0003-0839-1475

GÖÇMENLERE KARŞI OLUMSUZ TUTUMDA MEDYANIN ETKİSİ


Arş. Gör. İlhan Kayacan
Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü
ilhankayacan@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-2809-6126

v
ÇOK KÜLTÜRCÜ SOSYAL HİZMET VE GÖÇ
Arş. Gör. Erdinç Kalaycı
Ankara Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
kalaycierdinc@gmail.com
orcid: 0000-0001-8572-972X

GÖÇ VE ÇOCUK
Elif Nur Çeçen
Ankara Üniversitesi, Disiplinlerarası Sosyal Psikiyatri Bölümü Tezli Yüksek Lisans
Öğrencisi - Sosyal Çalışmacı
elifnurcecen@gmail.com
orcid: 0000-0001-8873-9018

GÖÇ VE KADIN
İmran Uzunaslan
Ankara Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Doktora Öğrencisi-Sosyolog
imranuzunaslan@gmail.com
orcid: 0000-0002-7821-5605

GÖÇ VE EĞİTİM
Doç. Dr. Adem Dağ
Bursa Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
adem.dag@btu.edu.tr
orcid: 0000-0001-8548-7599

ADLİ SÜREÇTE GÖÇMEN MAĞDURLAR VE SOSYAL HİZMET


Dr. Pınar Özdemir
Adalet Bakanlığı, Mağdur Hakları Daire Başkanlığı Sosyal Çalışmacı
ozdemir.pinar.86@hotmail.com
orcid: 0000-0001-7992-6938

GÖÇÜN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİNE YÖNELİK GÜÇLENDİRME


TEMELLİ SOSYAL HİZMET MÜDAHALELERİ
Arş. Gör. Dr. Fulya Akgül Gök
Ankara Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
fullyagok@gmail.com
orcid: 0000-0003-3657-8704

vi
GÖÇ VE SALGIN HASTALIKLAR
Arş. Gör. Yunus Kara
Altınbaş Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
yunus.kara@altinbas.edu.tr
orcid: 0000-0002-7812-5845

GÖÇMENLERE SUNULAN SAĞLIK HİZMETLERİNİN FİNANSMANI


Habibe Özdemir
T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Sağlık Uzmanı
habibe.ozdemir@saglik.gov.tr
orcid: 0000-0003-1755-3384

Doç.Dr. Çağdaş Erkan Akyürek


Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü
erkanakyurek52@hotmail.com
orcid: 0000-0001-8915-3406

GÖÇ VE İSTİHDAM
Arş. Gör. Hilal Tuğçe Bayar
Süleyman Demirel Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
hilalbayar@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-8834-7433

BÖLGESEL KALKINMA VE GÖÇ İLİŞKİSİ


Dr. Öğr. Üyesi Süha Çelikkaya
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisat Bölümü
suhacelikkaya@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-4104-1680

GÖÇ ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’DEKİ MÜLTECİLERE YÖNELİK MALİ


YARDIM PROGRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Dr. Öğr. Üyesi İclal Dağlıoğlu Şanlı
Süleyman Demirel Üniversitesi Maliye Bölümü
iclaldaglioglu@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-0841-4158

vii
KALKINMA VE GÖÇ İLİŞKİSİ: AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE
BİR İNCELEME
Muhammet Atila
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisat Bölümü Doktora Öğrencisi
atila.muhammet@gmail.com
orcid: 0000-0002-4470-0944

Dr. Öğr. Üyesi Süha Çelikkaya


Süleyman Demirel Üniversitesi İktisat Bölümü
suhacelikkaya@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0002-4104-1680

GÖÇ VE DİN
Prof. Dr. Adem Efe
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
ademefe@sdu.edu.tr
orcid: 0000-0001-6514-5065

viii
ÖN SÖZ

İnsanlık tarihi boyunca göç olgusu dinamik yapısını korumuş; son yüzyılda ise
bir insanlık krizi olarak en yoğun dönemini yaşamaktadır. Tüm dünyada siyasi,
ekonomik, dinî, etnik, güvenlik gibi nedenlerle insanlar göç etmek zorunda
kalmış veya göçe itilmiştir. Göç olgusu, çok yönlü bir perspektifle çalışılması
gereken bir konudur. Bu nedenle multidisipliner bir bakış açısı ile bütüncül bir
değerlendirmede bulunmak son derece önemlidir. Bu amaçla yola çıkılan bu
eserde farklı birçok disiplinin bakış açısı ile göç olgusu değerlendirilmiş ve göç
olgusunun çoklu dinamiğinin anlamlandırılması hedeflenmiştir.

Göç kavramının tanımı birçok disiplin açısından farklılıklar arz etse de en genel
biçimde “anlamlı bir uzaklık ve etki yaratacak kadar bir süre içinde gerçekleşen
bütün yer değiştirmeler” olarak tanımlanmaktadır (Erder, 1986). İçişleri Bakan-
lığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı göç raporunda (2016) göç;
yabancıların, yasal yollarla Türkiye’ye girişini, Türkiye’de kalışını ve Türki-
ye’den çıkışını ifade eden düzenli göç ile yabancıların yasa dışı yollarla Türki-
ye’ye girişini, Türkiye’de kalışını, Türkiye’den çıkışını, Türkiye’de izinsiz ça-
lışmasını ifade eden düzensiz göçü ve uluslararası korumayı ifade etmektedir.
Göçün dinamik yapısının getirdiği bir sonuç olarak Türkiye’nin uluslararası
mevzuat ve yönetmeliklerde transit ülke olmasına rağmen pratikte hedef ülke
hâline gelmesi bu alanda ifade edilen kavramsal tanımların değişmesine ya da
yeni kavramların alana eklenmesine neden olmuştur. Bu anlamda bu eserde tüm
göç eden bireylere yönelik oluşturulan kavramsal tanımlamalar “göçmen” kav-
ramı altında toplanmıştır. Kavramsal kaosa rağmen göçmenlerin durumlarına
göre tanımlanan bazı kavramsal ayrımlara eserin bu bölümünde yer verilmesi
uygun görülmüştür. Buna göre düzensiz göç, yabancıların yasa dışı yollarla bir
ülkeye girişini, ülkede kalışını, ülkeden çıkışını veya yasal yollarla ülkeye girip
yasal süresi içerisinde ülkeden çıkmamasını ifade etmektedir. Öte yandan dü-
zensiz göçmen ise yasa dışı yollarla Türkiye’ye giren, Türkiye’de kalan, Türki-
ye’den çıkan veya yasal yollarla ülkeye girip yasal süresi içerisinde ülkeden
çıkmayan kişiyi ifade etmektedir. Son dönemde yaşanan sınır bölgelerdeki yo-
ğun göç hareketliliği ise geçici koruma kavramının literatürde yer almasına
neden olmuştur. Buna göre geçici koruma, ülkesinden ayrılmaya zorlanmış,

ix
ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitle-
sel olarak sınırlarımıza gelen, bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırla-
rımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel
olarak değerlendirilmeye alınamayan yabancılara sağlanan korumayı ifade et-
mektedir. Ayrıca yine eserde mülteci, şartlı mülteci, insan ticareti ve ikincil
koruma kavramları altında yer alan bireyler de yine göçmen kavramı altında
değerlendirilmiştir.

Bu eser iktisat, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, sosyoloji, sosyal hizmet,


çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri, maliye, din, işletme, sağlık yönetimi,
felsefe, psikoloji, eğitim, sağlık ve hukuk gibi farklı disiplinlerce ele alınmış
teorik ve uygulamalı çalışmaları bir araya getirerek göç kavramını anlamlan-
dırmaya ve değerlendirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede Burak Yerlikaya ulusal
devlet ve göç olgusunu; Tuba Yüceer Kardeş insanın değeri bağlamında göç
olgusunu; Merve Aytaç uluslararası güvenlik ve göç ilişkisini; Şefika Eda Çiçek
kentleşme, kentlileşme ve göç ilişkisini; İlhan Kayacan göçmenlere yönelik
olumsuz tutumlarda medyanın etkisini; Erdinç Kalaycı çok kültürcü sosyal hiz-
met bağlamında göç olgusunu; Elif Nur Çeçen göç sürecinde çocukların duru-
munu; İmran Uzunaslan göç sürecinde kadınların durumunu; Adem Dağ göç ve
eğitim ilişkisini; Pınar Özdemir adli süreçte göçmen mağdurların sosyal hizmet
perspektifinden değerlendirilmesini; Fulya Akgül Gök göçün ruh sağlığı üzerine
etkilerine yönelik güçlendirme temelli sosyal hizmet müdahalelerini; Yunus
Kara göç ve salgın hastalıkları; Habibe Özdemir ve Çağdaş Erkan Akyürek
göçmenlere sunulan sağlık hizmetlerinin finansmanını; Hilal Tuğçe Bayar göç
bağlamında istihdam konusunu; Süha Çelikkaya bölgesel kalkınma ve göç iliş-
kisini; İclal Dağlıoğlu Şanlı göç bağlamında Türkiye’deki mali yardım prog-
ramlarının değerlendirilmesini; Muhammet Atila ve Süha Çelikkaya kalkınma
ve göç ilişkisini ve son olarak Adem Efe göç ve din konusunu kaleme almıştır.

Çeşitli disiplinlerden farklı bir pencere ile ufkumuzu açan ve göç konusunda
farklı değerlendirmelerle bütüncül bir bakışı açısı kazanmamızı sağlayan tüm
bölüm yazarlarımıza ve çalışma arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.

Kıymetli Hocamız, büyüğümüz, saygıdeğer Hocamız Prof. Dr. Adem EFE’nin


son akademik yayını olan bu eserdeki bölümünü yayına hazırlamanın büyük
sorumluluğunu taşıyor ve ondan ayrılmanın derin hüznünü yaşıyoruz. Özve-
riyle, heyecanla, yaşama büyük bir enerji ile tutunuşunu, şen kişiliğini, adale-
tini, şahsına münhasır oluşunu ve mütevazi kimliğini unutmayacak ve anısını

x
yaşatacağız. Hassaten, son yazısında “en uzun ömürlü ağaç”, “ölümsüzlüğün
sembolü” olarak nitelendirilen zeytin ağacından bahsederken, çocukluğunun o
masum coşkusunu, merak eden araştıran kimliğini, müthiş keyif aldığı doğa
ve gezi maceralarını, hiç bitmek bilmeyen kaleme alma sevdası ile hastaneden
ahir göçünün başlamak üzere olduğunu bilmeden kaleme ele aldı. Biz bu ger-
çeği bilmenin derin üzüntüsü ile bu eseri onun kıymetli anısına ithaf ediyoruz.

Dr. Öğr. Üyesi Tuba Yüceer Kardeş


Dr. Fulya Akgül Gök
Prof Dr. Ayşe Sezen Serpen
22.10.2020

xi
İÇİNDEKİLER

BÖLÜM YAZARLARI ................................................................................................. v

ÖN SÖZ ......................................................................................................................... ix

ULUS DEVLET VE GÖÇ ............................................................................................. 1


F. Burak Yerlikaya
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
Ulus Devletin Ortaya Çıkışı ve Temel Dinamikleri ...................................................... 1
Popülizm, Neo-Nasyonalizm ve Göç ............................................................................ 8
SONUÇ ....................................................................................................................... 17
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 19

“İNSANIN DEĞERİ” VE “DEĞERLENDİRME BİÇİMLERİ”


BAĞLAMINDA GÖÇ ................................................................................................. 23
Tuba Yüceer Kardeş
GİRİŞ ............................................................................................................................. 23
İnsan ve “Değeri” ........................................................................................................ 24
“Değerlendirme Biçimleri” ......................................................................................... 28
SONUÇ ....................................................................................................................... 35
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 37

ULUSLARARASI GÜVENLİK VE GÖÇ ................................................................. 39


Merve Aytaç
GİRİŞ ............................................................................................................................. 39
Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı .................................................................. 40
Ulusal Güvenlikten Uluslararası Güvenliğe ................................................................ 42
Güvenlikleştirme Teorisi ............................................................................................. 45
Uluslararası Düzensiz Göç .......................................................................................... 46
Kaynak Ülkedeki İtici Faktörler ve Düzensiz Göçe Etkisi .......................................... 47
AB Göç Politikasının Güvenlikleştirilmesi ................................................................. 49
Düzensiz Göçmenlere Yönelik Değişen Algı.............................................................. 51
SONUÇ ....................................................................................................................... 52
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 53

xiii
GÖÇ, KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME .............................................................. 57
Şefika Eda Çiçek
GİRİŞ ............................................................................................................................. 57
Kavramsal Olarak Göç ................................................................................................ 58
Kent, Kentleşme, Kentlileşme ..................................................................................... 61
Göç ve Kentleşme Üzerine Etkisi ............................................................................... 63
SONUÇ ....................................................................................................................... 66
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 67

GÖÇMENLERE KARŞI OLUMSUZ TUTUMDA MEDYANIN ETKİSİ ............ 69


İlhan Kayacan
GİRİŞ ............................................................................................................................. 69
Göç ve Medya ............................................................................................................. 70
Göçmenlere Karşı Tutum ............................................................................................ 71
Zenofobi, Nefret Söylemi ve Öteki Kavramları .......................................................... 73
Medyanın Göçmenlere Karşı Tutum Oluşturması....................................................... 75
Medyada Göçmenler ................................................................................................... 78
SONUÇ ....................................................................................................................... 82
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 83

ÇOK KÜLTÜRCÜ SOSYAL HİZMET VE GÖÇ .................................................... 87


Erdinç Kalaycı
GİRİŞ ............................................................................................................................. 87
Kavramsal Çerçeve ..................................................................................................... 88
Çok Kültürcü Sosyal Hizmet Yaklaşımı ..................................................................... 92
SONUÇ ....................................................................................................................... 96
KAYNAKÇA .............................................................................................................. 98

GÖÇ VE ÇOCUK ........................................................................................................ 99


Elif Nur Çeçen
GİRİŞ ............................................................................................................................. 99
Türkiye’de Göç ve Çocuğun Çerçevesine Genel Bir Bakış ...................................... 100
Olumsuz Yaşam Deneyimleri ve Psikososyal Sağlık ................................................ 101
Eğitim ........................................................................................................................ 105
Risk Faktörleri ve Çocuk Koruma............................................................................. 109
Refakatsiz Çocuklar .................................................................................................. 111
İnsan Ticareti............................................................................................................. 112
Çocuk Yaşta Evlilik .................................................................................................. 113
Çocuk İşçiliği ............................................................................................................ 113
Sosyal Uyum ............................................................................................................. 114
SONUÇ ..................................................................................................................... 115
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 117

xiv
GÖÇ VE KADIN........................................................................................................ 121
İmran Uzunaslan
GİRİŞ ........................................................................................................................... 121
Göçün Kadınlaşması ................................................................................................. 123
Kadın Göçünün Belirleyicileri .................................................................................. 124
Göç Kararı Alan Kadınların Deneyimledikleri Sorunlar ........................................... 126
Sağlık Sorunları ......................................................................................................... 127
Sosyo-Psikolojik Sorunlar ......................................................................................... 129
Ekonomik Sorunlar ................................................................................................... 132
Dil Sorunu ................................................................................................................. 134
SONUÇ ..................................................................................................................... 135
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 137

GÖÇ VE EĞİTİM...................................................................................................... 141


Adem Dağ
GİRİŞ ........................................................................................................................... 141
Yapısal İşlevselci Kuramsal Yaklaşım ...................................................................... 143
Göç ve Eğitim ile İlgili Yasal Düzenlemeler ............................................................ 145
Göç ve Eğitim Sistemine Uyum ................................................................................ 146
Yaygın Eğitim ........................................................................................................... 147
Eğitime Katılım ......................................................................................................... 149
Entegrasyon ve Eğitim .............................................................................................. 152
Toplumsal Kabul ve Eğitim ...................................................................................... 153
Dil Problemi ve Eğitim ............................................................................................. 153
Yoksulluk ve Eğitim ................................................................................................. 154
SONUÇ ..................................................................................................................... 155
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 156

ADLİ SÜREÇTE GÖÇMEN MAĞDURLAR VE SOSYAL HİZMET ................ 159


Pınar Özdemir
GİRİŞ ........................................................................................................................... 159
Suç ve Göçmenlik ..................................................................................................... 160
Göçmenlik ve Suç Mağduriyeti Parametreleri .......................................................... 161
Pasif Mağduriyet ve Göçmenlik ................................................................................ 164
Göçmen Mağduriyeti Etkileyen Faktörler ................................................................. 165
İnsan Ticareti Mağduru Olarak Göçmenler ............................................................... 172
Suç Mağduru Olarak Göçmenler ............................................................................... 173
Sosyal Hizmet Mesleği ve Göçmen Mağdurlara Müdahale ...................................... 175
SONUÇ ..................................................................................................................... 177
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 178

xv
GÖÇÜN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİNE YÖNELİK
GÜÇLENDİRME TEMELLİ SOSYAL HİZMET MÜDAHALELERİ ............... 183
Fulya Akgül Gök
GİRİŞ ........................................................................................................................... 183
Göçün Ruh Sağlığı Üzerindeki Etkileri..................................................................... 184
Güçlendirme Temelli Sosyal Hizmet Müdahaleleri .................................................. 187
SONUÇ ..................................................................................................................... 191
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 192

GÖÇ VE SALGIN HASTALIKLAR ....................................................................... 195


Yunus Kara
GİRİŞ ........................................................................................................................... 195
Göçmenlerin Salgın Hastalıklarda Karşılaştığı Zorluklar ......................................... 198
Göç Olgularında Salgın Hastalıkların Yayılmasını Önleyici Müdahaleler ............... 203
SONUÇ ..................................................................................................................... 205
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 206

GÖÇMENLERE SUNULAN SAĞLIK HİZMETLERİNİN FİNANSMANI....... 211


Habibe Özdemir
Çağdaş Erkan Akyürek
GİRİŞ ........................................................................................................................... 211
Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı .............................................................................. 212
Geri Ödeme Sistemleri .............................................................................................. 214
Göç ............................................................................................................................ 216
Türkiye’de Göçmenlere Sunulan Sağlik Hizmetleri ve Finansmani ........................ 219
SONUÇ ..................................................................................................................... 232
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 236

GÖÇ VE İSTİHDAM ................................................................................................ 239


Hilal Tuğçe Bayar
GİRİŞ ........................................................................................................................... 239
Göç Nedenleri Bağlamında İstihdam ........................................................................ 240
Göçmen İstihdamı Konusunda Yaşanılan Sorunlar................................................... 242
Çalışma Hakkı ........................................................................................................... 244
Türkiye’nin Çalışma Hakkına İlişkin Taraf Olduğu Uluslararası Belgeler
ve Türkiye Mevzuatı ................................................................................................. 245
Göçmenlerin Çalışma Hakkına İlişkin Uluslararası Belgeler ........................................ 245
Türkiye Çalışma Mevzuatında Göçmenler ................................................................ 246
Türkiye’de Göçmen İşçi Profili ................................................................................. 250
SONUÇ ..................................................................................................................... 253
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 254

xvi
BÖLGESEL KALKINMA VE GÖÇ İLİŞKİSİ ...................................................... 259
Süha Çelikkaya
GİRİŞ ........................................................................................................................... 259
Kalkınma ve Göç İlişkisi ........................................................................................... 261
Uluslararası Göçler ve Kalkınma Süreci İlişkisi ....................................................... 264
Bölgesel Kalkınma ve Göç İlişkisi ............................................................................ 268
SONUÇ ..................................................................................................................... 276
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 277

GÖÇ ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’DEKİ MÜLTECİLERE YÖNELİK


MALİ YARDIM PROGRAMININ DEĞERLENDİRİLMESİ ............................. 281
İclal Dağlıoğlu
GİRİŞ ........................................................................................................................... 281
Göçe İlişkin Kavramsal Çerçeve ............................................................................... 282
Türkiye’deki Suriyelilere Yönelik Düzenlemeler ..................................................... 285
Türkiye’deki Mültecilere Yönelik Mali Yardım Programı ....................................... 288
Eğitim ........................................................................................................................ 295
Sağlık ........................................................................................................................ 296
Acil Sosyal Güvenlik Ağı ......................................................................................... 297
Koruma...................................................................................................................... 298
Göç Yönetimi ............................................................................................................ 298
Sosyo-Ekonomik Destek ........................................................................................... 298
Belediye Altyapısı ..................................................................................................... 299
Sonuç......................................................................................................................... 300
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 302

KALKINMA VE GÖÇ İLİŞKİSİ: AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE


ÜZERİNE BİR İNCELEME ..................................................................................... 305
Muhammet Atila
Süha Çelikkaya
GİRİŞ ........................................................................................................................... 305
Kuramsal Çerçeve: Kalkınma ve Göç ....................................................................... 307
Türkiye ve Avrupa Birliği Üzerine Bir Tartışma ...................................................... 316
SONUÇ ..................................................................................................................... 321
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 323

GÖÇ VE DİN.............................................................................................................. 325


Adem Efe
GİRİŞ ........................................................................................................................... 325
Göç Kavramı ............................................................................................................. 326
Göç Türleri ................................................................................................................ 327

xvii
Göçe Etki Eden Faktörler .......................................................................................... 331
Din............................................................................................................................. 333
Göç ve Din ................................................................................................................ 334
Din Değiştirme ve Göç.............................................................................................. 336
SONUÇ ..................................................................................................................... 337
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 338

xviii
ULUS DEVLET VE GÖÇ
F. Burak Yerlikaya

GİRİŞ

Göç ve devlet arasındaki ilişki teorik olarak zayıf görülse de esasında bu ilişki-
nin daha derin olduğunu iddia etmek mümkündür. Günümüzde hâkim devlet
biçimi olan modern demokratik ulus devlet, nispeten yeni bir siyasal organizas-
yon biçimidir. Daha önceki devlet formlarında insanların üst bir yapıya olan
bağlılıkları dinî kurumlar, toplumsal sınıf ya da feodal kurumlar üzerinden tartı-
şılırken ulus devlet ile beraber bireylerin bağlılıkları devlet kurumu ve ulus
kavramına kaymıştır. Ulus devletin içkin nitelikleri de bu bağlılığın biçimlen-
mesinde oldukça etkili olmuştur. Ulus devletin kuşatıcılığı o kadar kapsamlıdır
ki metodolojik nasyonalizm çalışmaları ulus devletin insanların düşünüş biçi-
mini, referans çerçevelerini etkilediğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ulus
devlet ile göç arasındaki ilişkiyi anlamak için çalışmada, ulus devletin ortaya
çıkış süreci takip edilerek, soğuk savaş sonrasında küreselleşme ve postmoder-
nizmin devlet tasavvuru üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılmıştır. Böylece
ulus devletin göç üzerinde etkili olan içkin niteliklerinin dönüşümü de incelen-
miş olacaktır. Çalışmanın sonucunda son dönemlerde dünya siyasi hayatını etki-
leyen popülizmin göç olgusunu postmodern hiperrealite ekseninde nasıl siyasi
bir meta hâlinde tüketime açtığı vurgulanacaktır.

Ulus Devletin Ortaya Çıkışı ve Temel Dinamikleri


Devletten bahsederken neden bahsettiğimizi bildiğimizi düşünsek de devlet
tanımlaması oldukça güç bir kavramdır. Bununla beraber politik söylem ve ana-
liz için devlet kavramından daha temel bir kavramı düşünmek zordur. 17. yüz-
yılda terimsel olarak devlet, geniş bir şekilde kullanılmaya başlandığından beri

1
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

üzerinde birçok tartışmalar yapılmıştır. Devlet, birçok araştırmacı için çok çeşit-
li perspektiflerden çok farklı şeyler ifade etmiş ve etmeye devam etmektedir.
Bazı görüşlere göre devlet, ataerkil baskının zor kullanım aracı; bazılarına göre
ise sosyal ve politik özgürlüğün olmazsa olmaz koşuludur. Kimileri için ideal
kapitalizm, kimileri için ise piyasanın öz denetim kapasitesine pranga vuran bir
aygıt anlamına gelir. Ancak devletin sosyal, siyasal ve ekonomik analiz için esas
teşkil ettiğine karşı çıkacak araştırmacı sayısı oldukça azdır (Hay ve Lister,
2006). Hay ve Lister, birçok çalışmanın tanım problemini ele alarak başladığını
ancak bir çözüm sunmakta yetersiz kaldığını belirtmektedir. Maddesel olmayan,
“kavramsal soyutlama” olarak kabul edilmesi gereken devletin tanımlanmasının
özellikle önemli olduğunu ifade eder. Devlet kendi kendine belirgin bir referans
nesnesine sahip olmadığı için devletin fonksiyonları gösterilmelidir. Dolayısıyla
öncelikle devletin faydası ve fonksiyonları belirtilmelidir (2006).
Modern devletin klasik tanımı Weber tarafından yapılmıştır. Buna göre devlet,
belirli bir coğrafi alan içerisinden kendi personeli tarafından meşru zorlayıcı güç
kullanma tekeline sahip “hakim siyasal organizasyon”dur. (Weber, 1980). Hall
ve Ikenberry (2000:) sosyal bilimciler arasında, devletin tanımı hususunda,
Weberin fonksiyonel tanımının türevleri üzerine bir ortaklık oluştuğunu söyle-
mektedir. Buna göre devletin tanımı üç öge içerir. İlk olarak devlet bir kurumlar
bütünüdür. İkincisi, bu kurumlar genellikle bir topluma mal edilen, coğrafi ola-
rak sınırlanmış bir bölgenin merkezindedir. Üçüncü olarak, devlet, sınırları içe-
risinde yönetimi kendi tekeline alır. Tanım örgüt, coğrafi sınır ve egemenlik
asgari şartlarını sıralayan fonksiyonel bir ifadeye sahiptir.
Bu ve benzeri birçok modern devlet tanımı Max Weber’in modern devlet tanı-
mından etkilenmiştir. Ancak araştırmacılar belirtilen üç elemanın nitelikleri ve
önemleri üzerine farklı görüşlere sahiptir (Scheidel, 2013).
Tilly (1990) devletlerin beş bin yıldır dünyanın en güçlü ve en geniş örgütleri
olduğunu ifade eder ve devletlerin, haneler ve akrabalık gruplarından farklı,
belirli bir coğrafi alan üzerinde diğer tüm örgütlerden üstün ve öncelikli, cebir
(zorlayıcı güç) kullanan örgütler olduğunu belirtir. Dolayısıyla devlet terimi
şehir devletlerini, imparatorlukları, teokrasileri ve benzeri birçok yönetim biçi-
mini içerisine alırken; kavim, neseb, şirket ya da kilise gibi örgütleri dışarıda
bırakmaktadır. Daha net bir ifade ile Tilly’ye (1975) göre belirli bir bölgeyi
işgal eden, nüfusu kontrol eden devlet i) aynı bölgede faaliyet gösteren diğer
örgütlerden farklı, ii) özerk, iii) merkezî, iv) bölümleri birbirleri ile eş güdüm
içerisinde olan bir örgüttür.

2
Ulus Devlet ve Göç

Hakikaten devletin kökenlerine bakıldığında insanların yerleşik hayata geçmele-


ri önemli bir ilerleyiş olarak öne çıkmaktadır. Yerleşik hayata geçen insan toplu-
luklarının görece coğrafi hareketsizliği yönetim altyapı ve kurumlarının ortaya
çıkmasında etkili olmuştur (Hay ve Lister, 2006). Aile ve kavim gibi yapıların,
insanlar yerleşik hayata geçmeden önce de var olması Tilly’nin vurguladığı
örgütsel üstünlük anlayışını doğrulamaktadır.
Devlet binlerce yıllık tarihine Anadolu ve Mezopotamya’da başlamış, şehir
devletler olarak nitelendirilebilecek olan ilk nüveler sonrasında bilinen impara-
torluk formuna daha yakın yönetim sistemlerine dönüşmüştür. Tarih boyunca
krallıklar ve şehirler arasında salınan devlet formasyonlarının günümüzde tec-
rübe ettiğimiz modern devlet biçimine dönüşmesi ise ancak mutlaki monarşiler
ile gerçekleşir. Mutlaki monarşilerin kökenleri ise feodalizm sonrası Avrupa’da
bulunmaktadır.
1400 yılında hiçbir monark diğer baronlarının desteği olmadan bir diğer baro-
nuna karşı galibiyetini garanti altında göremezken; 1600 yılına gelindiğinde her
bir monarkın daimi ordusu en kuvvetli isyanları bile bastırabilecek güce ulaş-
mıştır. Benzer şekilde, 1400 yılında Avrupa’ya bakıldığında birçok bağımsız ya
da yarı bağımsız devletin bulunduğu ancak 1600 yılına gelindiğinde devletlerin
sayıca büyük oranda azalmış olduğu görülmektedir. Geriye kalan devletler ise
eskiye nazaran merkezî otoritesini bir hayli kuvvetlendirmiştir. Bu durum erken
modern dönemde Avrupa devletlerinin siyasi ve askerî gücünü konsolide ettiğini
göstermektedir (Bean, 1973). Hakikaten, mutlaki monarşik yapılar İngiltere,
Fransa ve İspanya’da 15. yüzyılın sonunda ortaya çıkmaya başlamıştır (Wallers-
tein, 2004). Roma imparatorluğunun çöküşünün ardından Hristiyan kilisesinin
din çerçevesinde ortaya çıkardığı kültürel homojenite ve yine Roma imparator-
luğunun bakiyesi olan hukuk kuralları Avrupa genelinde karşılıklı ticaretin yay-
gınlaşmasını ve modern devletin taslak niteliğindeki kurumlarının Avrupa gene-
line yayılmasını sağlamıştır. Bununla beraber Tudor, Habsburg ve Bourbon gibi
hanedanların sırasıyla İngiltere, İspanya ve Fransa’da devlet üzerindeki kontro-
lünü sağlamlaştırması mutlaki monarşilerin ortaya çıkışını kolaylaştırmıştır
(Hay ve Lister, 2006).
Ortaya çıkan yeni monarşiler, dönemine göre merkezî yapılardır. Merkezî güç-
ten bahsedebilmek için merkezî otorite dışında kalan diğer güçlere boyun eğdi-
rilmesi gereklidir. Monarşiler merkezî gücün tesisi ve devamlılığı için askerî ve
sivil bürokrasiyi oluşturmuş ve böylece vergi koyma ve toplama mekanizmala-
rını etkili bir şekilde işletebilecek personel kapasitesine sahip olmuştur (Wal-

3
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

lerstein, 2004). Mutlaki monarşilerin sahip olduğu merkezî bürokrasi, vergi


koyma kapasitesi, daimi ordu, diğer devletler ile diplomatik ilişkiler ve belirgin
coğrafi sınırlar gibi kurumsal nitelikler bugün bildiğimiz hâliyle devletin ilk
müjdecileri olmuştur (Hay ve Lister, 2006).
Modern ulus devletin ortaya çıkışı; içerisinde din, nasyonalizm, ulaşım, tekno-
lojik buluşlar, şehirlerin gelişimi, nüfus artışı ve benzeri birçok faktörü barındı-
ran oldukça karmaşık bir süreçtir (Bean, 1973). Fakat bu noktada tarihsel ve
kurumsal açıdan Westphalia Anlaşması’nın (1648) özel bir önemi olduğuna
değinmek gereklidir. Bu anlaşma sonucunda hem mutlaki monarşilerin devlet
olarak karşılıklı tanıma ilişkileri kurduğu hem de klasik egemenliği tesis eden
toprak ve otorite unsurlarının öne çıktığı görülmektedir. Westphalia Anlaşması
ile devletlerin fiili gücünün ulaştığı coğrafi alanları belirleyen sınır kavramı
gelişmiş ve devletlerin karşılıklı olarak birbirlerini tanıması ile daha önceki
eşitsizlik ilişkisinden egemen devletlerarası eşit ilişkilere geçilmiştir (Davutoğ-
lu, 2003). Her ne kadar antlaşmanın maddeleri ülkelerin egemenliğine atıfta
bulunmasa da anlaşma üzerine yapılan pazarlıklar devletlerin egemenliğinin
göstergesi hâline gelmiştir (Croxton, 1999). Böylece herhangi dünyevi otoriteye
boyun eğmeyen devletlerin oluşturduğu ilk “dünya birliği” denemelerinden
birisi gerçekleştirilmiştir (Gross, 1948). Anlaşma çerçevesinde ortaya çıkmış
olan sınır-otorite ilişkisi ve karşılıklı tanınmaya dayalı ulusal egemenlik anlayışı
modern ulus devlet yapısının belirleyici niteliklerini ortaya çıkarmıştır (Davu-
toğlu, 2003).
Egemenliğin ulusa geçişinin ya da daha farklı bir ifade ile devletin meşruiyet
kaynağının hanedan, soy ya da kilise gibi kaynaklardan sıyrılıp ulus kaynağına
geçişinin bir anlaşma ile basitçe tesis olduğunu düşünmek bir hayli yanıltıcı
olur.
Porter (2002) egemen devletlerin tarihsel gelişimini üç aşamaya ayırmıştır. Bu-
na göre ilk aşama mutlaki monarşilerin ortaya çıkışı, ikinci aşama Fransız Dev-
rimi ve Napolyon Savaşları sonrasında tüm Avrupa’ya yayılan nasyonalizm
akımı etkisiyle gerçekleşen devlet oluşumu dalgası, üçüncüsü ise hâlâ devam
etmekte olan bürokratik devlet olgusunun tüm dünyaya yayılışıdır. Devlet geli-
şiminin ilk ve ikinci aşamasına hâkim olan ülke ise Fransa olmuştur. Mutlak
monarşi dönemindeki Avrupa’da yarattığı başarı algısı diğer devletler tarafından
Fransız kurumlarının kopyalanması sonucunu doğurmuş ve Fransız devlet yöne-
timi anlayışı diğer ülkeler için adeta bir reform taslağı hâline gelmiştir. 1648-
1789 yılları arasında Fransız mutlakiyetçiliği, modern devlet gelişiminde önemli

4
Ulus Devlet ve Göç

yer tutan bazı gelişmelerin de beşiği olmuştur. Bunlardan en önemlisi ise Fran-
sız Devrimi’dir.
Tocqueville Fransız Devrimi öncesi Fransa’nın siyasi ve toplumsal şartlarını
incelediği çalışmasında devrim öncesi ve sonrası durumun tablosunu, hâlihazır-
da Fransız toplumsal tabakalarını oluşturan kral, ruhban sınıfı, soylular ve tiers-
état 1 bağlamında çizmektedir. Buna göre Kral XIV. Louis mutlaki monarşi anla-
yışı ile genişleyen merkezî yetkilerini kullanarak soylu ve ruhban sınıfını baskı
altına almıştır. Bireysel güç odakları yok edilmiş ve siyasi veya toplumsal güce
sahip tüm kurumlar ya geçersizleştirilmiş ya da kurumların güçleri azaltılmıştır.
Ruhban sınıfı bu kıyımdan nispeten sağ kurtulmuştur. Papalık ile bağları tama-
men kesilmese de Vatikan’a karşı düşmanca bir yaklaşım içine sürüklenmiş olan
ruhban sınıfı XIV. Louis’in hükümranlığı süresince siyasi ve dinî bir kuruma
dönüşmüştür. Fransız Devrimi’ne gelene kadar geçen sürede insanların dinî
inançları tedrici olarak zayıflamış ve kilisenin maddi serveti varlığını korusa da
insanlarla ruhani bağları önemli ölçüde zedelenmiştir. Soylular ise en trajik
değişimi yaşayan toplumsal sınıf olmuştur. 18. yüzyılda Fransız soylusu eski
gücünün ancak gölgesi niteliğindedir. Her ne kadar üst düzey devlet görevlileri
hâlâ soyluların arasından seçilse de soyluların idari açıdan herhangi bir zorlayıcı
güce sahip olduğu söylenemez. Soylu sınıfın sahip olduğu ayrıcalıklar ise top-
lumdan saygı yerine nefret görmelerini sağlamaktadır. Dolayısıyla soylular ay-
rıcalıklarının kardan çok zarar getirdiği bir dönem yaşamaktadır. Soyluların
maddi ve siyasi gücü zayıflarken tiers-état olarak isimlendirilen üçüncü tabaka-
nın ise aynı oranda artmaktadır. Sanayi, ticaret ve zanaat ile bir şekilde zengin-
leşmiş olan orta sınıfın yanı sıra kendi toprağına sahip olan köylüleri ve işçileri
de içerisinde barındıran üçüncü tabaka, soylular ile aynı çevrede yaşasa bile iki
farklı millet gibi birbirinden ayrılmış durumdadır (Tocqueville, 1836). Bu nok-
tada Fransız Devrimi’nin belirleyici toplumsal dinamiği; geri çekilen soylular
sınıfı, pasifleştirilen ruhban sınıfı ve giderek güçlenen tiers-état arasında cere-
yan eden haklar mücadelesinden doğmuştur.
Tocqueville’in bahsettiği, özü itibarıyla burjuvazi ve feodalizm arasındaki sür-
tüşmeden kaynaklanan toplumsal yapı değişimine Fransız entelektüllerinin kat-
kısından da söz etmek gereklidir. Dönemin düşünsel altyapısı özellikle Monte-
squeiu, Rousseau, Sieyes ve Aydınlanma filozofları gibi düşünürler tarafından
belirlenmiştir. Süreç içerisinde ön plana çıkan halk egemenliği, ulus, yurttaşlık

1
Tocqueville (1836) aynı çalışmada tiers-état tabakasının kısaca rahip ya da soylu olmayan tüm
Fransız vatandaşlarının mensubiyeti ile oluştuğunu belirtmektedir.

5
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

gibi toplumsal ve siyasal kavramlar gelecek devrime ve sonrasında kurulacak


olan cumhuriyete hatırı sayılır etkide bulunmuştur (Ağaoğulları, 2010). Entelek-
tüel sürecin ardından Fransız Devrimi’nin fitilini ateşleyen olay ise États
Généraux’nun yeniden toplanma kararı olmuştur. 5 Mayıs 1789’da toplanıp
çalışmalarına başlayan, üç toplumsal tabakanın da temsil edildiği genel meclisin
çalışmaları, monarşinin yıkılıp yerine cumhuriyetin kurulmasıyla neticelenen
devrim hareketinin fiili başlangıcı olmuştur. Devrimin sonunda artık Fransa için
kral-devlet sona ermiş ve ulus devlet başlamıştır (Ağaoğulları, 2010).
Fransız Devrimi gibi büyük hacimli bir toplumsal olayı tüm aktör ve kurumları
içerecek biçimde açıklamak elbette aynı derecede büyük hacimli bir çalışmayla
sağlanabilir. Ancak ortaya çıkardığı modern ulus devletin temel niteliklerinden
bahsetmek çalışma açısından önem arz etmektedir. Finer’a göre (1999) ulus ve
nasyonalizm, halk egemenliği, ulus devlet, sekülerizm, sanayileşme, servet ve
refah, modern devlet modelinin ithal edilmesi gibi nitelikler modern devlet kon-
septinin temel karakteristiğidir. Ulus devlet ile beraber Avrupa’da ortaya çıkan
bu nitelikler (Finer, 1999) modern devletin Avrupa merkezli bir bakış açısıyla
incelenmesi birçok araştırmacı açısından kabul gören bir tutum hâline getirmiş-
tir (Held, 1995; Hay ve Lister, 2006).
Özetle; belirli tarihi, iktisadi ve toplumsal olayların sonucu olarak ortaya çıkan
ulus devlet ilk olarak Avrupa kıtasında ortaya çıkmıştır. Merkezîleşen devlet,
başlangıcında mutlak gücü bünyesinde toplayan monarkların etkisinde olsa da
egemenlik tartışmalarının gelişmesi ile beraber devlet otoritesi gayri şahsilik
niteliğine bürünmüştür. İmparatorluk ve şehir devletlerinden farklı olarak sınır-
ları belli bir toprak parçası üzerinde egemenlik iddia eden ulus devlet, diğer ulus
devletler tarafından da egemenliğinin tanınması ile bahsi geçen toprak parçası-
nın tamamına devlet gücünü ve otoritesini yayma kapasitesine erişmiştir. Böy-
lece egemen olduğu sınırlı toprak parçası üzerinde, yönetim araç ve mekaniz-
malarının oluşturduğu tekil devlet kimliğini yayabilir hâle gelmiştir. Ulus devle-
tin bölgesel egemenliği zamanla bir başkent, bayrak, marş, para birimi, ordu
gibi ulusal unsurlarla temsil edilir hâle gelir (Opello ve Rostow, 1999; Smith,
1986). Bu nitelikleriyle ulus devlet özellikle Avrupa kıtasında hem ulus hem de
devlet inşası süreçlerinin birlikte ilerlemesi açısından ilgi çekicidir (Linz, 1993).
Avrupa’da Napolyon’un yönetimindeki Fransa’nın kıtasal emperyalizmi, mo-
dernizasyona yönelik değişimini başlatmıştır. Reformlar, Avrupa ülkelerinin de
politikalarına sirayet eden topyekün bir yapıya dönüşmüştür. Avrupa dünyanın
geri kalanının henüz baş edemeyeceği modern savaşın araç ve örgüt yapısını

6
Ulus Devlet ve Göç

dünyaya emperyalizm yoluyla yaymaya başlamıştır. Emperyalist Avrupa; bürok-


rasi, vergi sistemi, hukuki rejim, askere alma sistemi, askerî kurumlar, sabit
sınırlar gibi modern savaş devletinin tüm teknik araç ve örgüt yapısını dünyaya
ihraç etmiştir. Ancak ihraç edilen bölgelerin ne bu kurumlara ne de kurumları
hazırlayan devlet biçimine hazır olmaması günümüze kadar sürecek olan istik-
rarsızlık ve çekişme mirasını ortaya çıkarmıştır (Porter, 2002).
Modern ulus devletin tarihine değinen Polanyi (2001), çok uluslu Avrupa mut-
laki monarşilerinin tarih sahnesindeki yerini modern ulus devlete bırakmadan
önceki son direnişinin tam olarak yüz yıl sürdüğünü belirtir. 1815- 1914 yılları
arasında daha önce benzeri görülmemiş olan barış ve refah dönemi; bu refah ve
barışı sağlayan altın standardı, güçler dengesi, liberal devlet anlayışı ve o dö-
nemin serbest piyasası gibi kurumların çökmesi ile beraber varlığını sonlandır-
mıştır. Dönemin sonlanmasındaki en önemli unsur, uluslararası ticaretin temel
taşı olan altın standardının çökmesi olarak belirtilebilir. I. Dünya Savaşı’nın
başlamasından önce yapılan hazırlıklar devletlerin altın stoklarını hızla eriterek,
altın standardının terk edilmesine neden olmuştur. Savaş sonrasında altın stan-
dardı yeniden kurulmak istense de yapılan hatalı iktisadi seçimler Büyük Buh-
ran’la sonuçlanacak olan ekonomik krizin patlak vermesine neden olmuştur.
Ekonomik sistemin çöküşü, siyasal sistemin çöküşünü de beraberinde getirmiş-
tir. (Polanyi, 2001: 3-20). Bu iktisadi ve beşerî gelişmeler çok uluslu imparator-
lukların parçalanması ile sonuçlanmıştır ancak Polanyi’nin ifade ettiği gibi dev-
letler için “güç, kârdan önemlidir” (Polanyi, 2001).
Çöken sistemin yok ettiği barış ve refah, devletlerin meşruiyetlerini daha farklı
kavramlara bağlama ihtiyacını da doğurmuştur. Poggi (2012) modern devletin
öncüllerini kent devletlerine dayandırır. Poggi 19. yüzyılda modern devletin
tarihini anlatırken, henüz tüm dünyaya yayılmamış olsa da bir toprak parçası
üzerinde egemen olduğunu iddia eden çoğu kez imparatorlukların parçalanma-
sıyla ortaya çıkmış birçok devletten söz etmektedir. Yeni devletler sistemi ço-
ğunlukla güçlü olanın haklı sayıldığı birçok gerilime neden olmakta ve devletler
sisteminin içsel istikrarsızlığı karşısında egemenliğe ilişkin iki ölçüt ortaya çık-
maktadır. Bunlardan ilki nasyonalizm ikincisi ise doğal sınırlardır.
Modern ulus devletin dünya geneline yayılması dünya savaşlarının sonrasına
kadar devam eden bir süreçtir ve tam olarak tesis edilmesinde I. ve II. Dünya
Savaşlarının da önemli rolü bulunmaktadır. Tilly (1990), Dünya Savaşları ile
bozulan devletlerarası güç dengesi yeniden kurulurken, yeni meşruiyet kaynak-
ları olarak bu fikir akımlarının kullanıldığını belirtmektedir. Dolayısıyla modern

7
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

ulus devletlerin dünya siyasi haritasını baskın bir şekilde doldurmaya II. Dünya
Savaşı sonrasında başladığı ve o günden bu yana siyasal ve sosyal analizin te-
meli olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan çift kutuplu dünya sistemi, Batı
medeniyeti ile Varşova Paktı ülkeleri arasında “demir perde” çekmiştir. Bir ta-
rafta liberal demokrasi diğer tarafta ise Sovyet sosyalizminin devlet üzerinde
hüküm sürdüğü yapı 1989 yılına kadar devam etmiştir. 1989-1991 yılları ara-
sında SSCB’nin yıkılması ile demir perde aralanmaya başlamış; Sovyetlerden
ayrılan ülkelerin liberal demokrasi ile tanıştığı ve sivil devrimlerin Batı devlet
anlayışını birçok ülkeye yeniden yaydığı bir döneme girilmiştir. Bu dönemde
post kolonyal devlet inşası akımına benzer bir şekilde (Solnick, 2002) birçok
devletsiz ulusun devlet kurma isteği ortaya çıkmıştır (Tilly, 1990). Yükselen
devlet kurma arzusu nasyonalizim akımından beslenmiştir. Görüleceği üzere,
devlet inşaasında Westphalia anlaşmasından 20. yüzyıla gelene kadar nasyona-
lizmin çok büyük bir etkisi bulunmakta ve nasyonalizm uluslararası politikada
önemli bir güç olmaya devam etmektedir (Barrington, 2009).

Popülizm, Neo-Nasyonalizm ve Göç


Günümüzde demokratik ulus devlet dünya üzerindeki yaklaşık 200 temsilcisi ile
politik organizasyonlar arasında egemen hâle gelmiştir. Ulus devletin tarihine
değindiğimiz bir önceki bölüm ulus devletin içkin olarak nasyonalizmle ilişkili
olduğunu göstermektedir. Bu durum şeklinde ulus devlet içerisinde var olan
karar alıcıların, Westphalia’dan bu yana sık sık nasyonalizm nosyonundan siyasi
güç elde etmeye çalıştığını bize göstermektedir. Günümüzde de siyasi güç aracı
olarak ulusçuluğun sömürülmesi sıkça şahit olduğumuz bir durum olarak karşı-
mıza çıkmaktadır. Çalışmanın bu bölümü modern devletin ayrılmaz bir parçası
olarak ulusçuluğun etkileri ile göç olgusu arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışa-
caktır. Bunun için, soğuk savaş sonrasında modern ulus devlet ve vatandaşlar
için üst düzeyde etkisi olan küreselleşme, post modernizm, yeni nasyonalizm
gibi süreçlerden bahsedilecektir.
21. yüzyılın son çeyreği sonların çağı olmuştur. Bu dönemde dünya soğuk sava-
şın, komünizmin, işçi sınıfının, fordist üretimin, aydınlanma projesinin, moder-
nitenin ve hatta kimi araştırmacılara göre devletlerin sonunu görmüştür (Elliot,
2008). Huntington bu dönemin dünya siyasetinde yeni bir evre olduğunu ifade
eder. Bu dönem için birçok araştırmacı; tarihin sonu, ulus devletler arasındaki
geleneksel rekabetin yeniden canlanması, yerel ve küresel arasında sıkışan dev-

8
Ulus Devlet ve Göç

letin zayıflaması gibi farklı görüşler belirtmiştir (Huntington, 1993). Soğuk


Savaş’ın sona ermesinden sonra küreselleşme süregelen yapının dönüşüm süre-
cinde gittikçe artan öneme sahip olan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Harvey’e göre 1492 yılından bu yana devam eden bir süreç olan sermaye küre-
selleşmesi hâlâ kapitalizmin temel dinamikleri açısından hayati önemini koru-
maktadır. Modern endüstri sadece dünya piyasası yaratmakla yetinmez, bunun
sürekli genişlemesini de temin etmek durumundadır (1995). Kotz, kapitalist
sistemin ekonomik genişlemenin yanı sıra teknolojik ilerlemeyi de içeren güçlü
sermaye birikimi yeteneğine ihtiyacı olduğunu belirtir. Sermaye birikimi; artan
kârın, uzun vadede nüfusun önemli bir kısmı için yükselen yaşam standartlarıy-
la bir arada bulunmasına izin verir böylece sistemin istikrarı sağlanmış olur
(2002). Sermaye ile iletişim, mal ve hizmet lojistiği arasındaki bağlantı günü-
müzde küreselleşmenin niçin bu kadar önem atfedilen çatı kavram olarak tartı-
şıldığını anlamamızda bize yardımcı olur. Harvey ve Kotz’un belirttiği nitelikler
sermayenin küreselleşmeye asırlardır hazır ve istekli olduğunu göstermektedir.
Bu isteği karşılayan özellikle iletişim alanındaki teknolojik ilerlemeler küresel-
leşmeyi egemen bir hâle getirmiştir. Ekonomik küreselleşme diğer toplumsal
yapıların dönüşümünü de beraberinde getirmektedir (Mann, 1997).
Küreselleşme ile devlet arasındaki ilişki ise tartışmalı bir konu olmuştur. 1990’lı
yıllarda yapılan çalışmaların bir kısmı küreselleşmenin devleti gereksiz hâle
getirdiğini, zayıflattığını iddia etmekte; bir kısmı ise esasında devleti dönüşüme
zorlasa da önemini arttırdığını iddia etmektedir. Devletin küreselleşme tarafın-
dan gereksiz hâle getirildiği iddiası özetle dört temel teze dayanmaktadır. Bun-
lar şu şekilde sıralanabilir (Mann, 1997):
• Aşkın niteliklere sahip olan küresel kapitalizm; merkezî planlama, ko-
lektivist refah devleti, kolektif kimlik anlayışı ve genel olarak sosyal
hayatın sınırlarını aşındırarak ulus devleti zayıflatmaktadır.
• Çevresel ve nüfusa bağlı sorunların küresel sınırlara ulaşması ulus dev-
letin bu sorunlar ile baş edebilmesini zorlaştırmaktadır.
• Yeni iletişim teknolojilerini kuşanan kimlik ilişkileri, yerel ve bölgesel
kimliklerin ulus kimliğine nazaran daha önemli hâle gelmesini sağla-
maktadır.
• Nükleer savaş tehdidinin sona ermesi ulus devlete dair egemenlik ve je-
opolitik güç gibi nitelikleri sarsmaktadır.
Mann (1997), ulus devlete yönelik olarak tanımladığı yukarıda sayılan dört
tehdit alanını ele alarak değerlendirmelerde bulunmuştur. Ulaştığı sonuçlar eko-

9
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

nomik küreselleşmenin gelişmiş Batı devletlerinde ulus devleti nispeten zayıf-


lattığını ancak gelişmekte olan ülkelerde güçlendirdiğini, kimlik politikalarında
yaşanan değişimlerin genel kanının aksine ulus devleti güçlendirdiğini, savaş
tehdidinin ortadan kalkmasının ise gelişmiş Batı ülkelerinde ulus devleti zayıf-
lattığını göstermektedir. Benzer bir şekilde Wolf (2001), küreselleşmenin devlet
üzerindeki aşındırıcı etkisinin büyütüldüğünü ifade etmektedir. Wolf’a göre
küreselleşme kaçınılmaz bir süreç değildir. Ancak ülkelerin politika belirleyici-
lerinin tercihine bağlı olarak ilerleyebilir. Küreselleşmeyi egemen kılan teknolo-
jiler ironik olarak devletin insanlar üzerindeki gözetim kapasitesini de arttırmış-
tır. Küreselleşme içerisinde sermaye, ticari mal ve hizmetlerin dolaşımı kolayla-
şırken insan hareketliliği Avrupa Birliği istisnası dışında kısıtlanmıştır. Uluslara-
rası ekonomik entegrasyonu tercih eden bir ülke egemenlik kabiliyetlerini sınır-
landıracak birtakım örtülü şartları da kabul etmiş olur. Ancak bu sınırlandırma-
ların devletin vergilendirme, düzenleme ya da müdahale kapasitesini yok ede-
ceği varsayımı yanlıştır. Dahası, uluslararası ekonomik entegrasyon devletin
uygulayacağı ekonomik düzenlemelerden etkilenenler için çok daha fazla alter-
natifin de ortaya çıkmasına yol açar (Seçim tepkisini düşürür.). Wolf küresel-
leşmenin devleti gereksiz hâle getirdiği önermesini inandırıcı bulmamaktadır.
Hatta aksini iddia edebilmek için üç neden olduğunu belirtmektedir. İlki, küre-
selleşmenin beraberinde gelen uluslararası ekonomik entegrasyondan yararlan-
mak için devletin hukuk, güvenlik ve eğitim altyapısını geliştirmesi gerekliliği-
dir. İkincisi, normal şartlar altında devlet tarafından belirlenen kimlik duygusu-
nun küreselleşme çağında dahi insanların güvenlik algısının bir parçası olarak
önemini korumaya devam etmesidir. Üçüncüsü ise, uluslararası düzenin işlerliği
için gerekli olan güvenliğin tekil devletlerin egemenlik sahası altında üzerinde
kullandıkları zorlayıcı güç tekeli ile sağlanması zorunluluğudur. Dolayısıyla
güçsüz, düzensiz, yozlaşmış, başarısız devletlerin küresel sistem tarafından
dışlanması sistemin sürdürülebilirliği için gereklidir.
Anlaşılacağı üzere küreselleşme ile devlet arasındaki ilişki ilk bakışta ulus dev-
leti aşındıran bir süreç gibi görünse de sistemin işlerliği açısından tekil olarak
devletlerin hâlâ büyük önem taşıdığı, ayrıca devletlerin küresel sisteme uygun
kurumsal düzeyleri sağlamaya uğraşmaları sonucu güç kazandığı görülmektedir
(Drezner, 1998).
Soğuk Savaş sonrasında var olan dengeler sistemi geriye ne kalacağına dair
hiçbir ipucu vermeden yıkılmıştır (Held, 1995). Yeni kurulacak sistemin belir-
sizliği birçok akademik tartışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Burada
çokça tartışma yaratan Fukuyama ve Huntington’un görüşlerine değinmek ge-

10
Ulus Devlet ve Göç

reklidir. Bu görüşlerin anlaşılması ilerleyen dönemlerde popülizm ve neonasyo-


nalizmin yükselişini anlamak açısından önem arz etmektedir (Hussien, 2001).
Fukuyama 1989 yılında yayınladığı “The End of History?” isimli makalesi ile
görüşlerinin ilk açıklamasını yapmıştır. Çok tartışılan ve Fukuyama’ya göre
çokça yanlış anlaşılan (Fukuyama, 2010) bu çalışmaya göre Soğuk Savaş’ın
sona ermesi ile ideolojik gelişim bakımından tarihin sonu gelmiş ve liberalizm,
kapitalizm, demokrasi gibi değerler ile küresel anlamda egemen hâle gelmiştir.
Müellif bu çıkarımlarda bulunurken sıkça Hegel’in 2 diyalektik tarih metoduna
atıfta bulunmaktadır. Fukuyama’ya göre ideolojik olarak tarihsel gelişim artık
durmuştur. Diğer bir ifade ile diyalektik tez-antitez-sentez döngüsü artık süre-
meyecektir. Önce Çin’de daha sonra Sovyetler Birliği’nde Marksist-Leninist
ideolojinin sonlanması berberinde uluslararası ilişkilerde Ortak Pazar’ın hâki-
miyetini getirmektedir. Böylece devletler arasında geniş ölçekli çatışmaların
ortaya çıkması da büyük ölçüde engellenmiş olur. Fukuyama; ideolojik mücade-
lenin yerini ekonomik hesaplar, teknik sorunlar ve gittikçe özel hâle gelen tüke-
tici taleplerinin karşılanmasının alacağını ifade eder. Bu noktada devletlerin
tarih içerisinde ve tarih ötesinde olarak ikiye ayrılacağını ifade eden Fukuyama
uluslararası çatışmaların tamamen sonlanmayacağını, iki ayrım arasında müca-
delelerin devam edeceğini de belirtmektedir. Mücadelelerin geneli ise etnik ve
ulus temelli olacaktır. Çünkü Fukuyama’ya göre hâkim olan ideoloji faşizm,
komünizm ve din alanlarında toplumun dürtülerini kontrol ya da kanalize ede-
bilmişken etnik ve ulusçu dürtülerini tamamen söndürememiştir (Fukuyama,
1989).
Huntington’un soğuk savaş sonrası yeni düzen projeksiyonu ise 1993 yılında
yayınladığı “The Clash of Civilizations?” isimli makalesi ile ortaya çıkmıştır.
Huntington’un görüşleri Fukuyama’dan farklıdır. Huntington eserinde soğuk
savaş sonrasında oluşan literatürün gerçeğin ancak bir kısmını kapsadığını an-
cak can alıcı bir noktayı kaçırdığını belirtmektedir. Huntington’a göre bu nokta
çatışma kaynağının sorgulanmasıdır. Öyle ki Huntingtona göre bu yeni dünyada
çatışmanın temel kaynağı ekonomik ya da ideolojik değil kültürel olacaktır.
Ulus devlet gücünü devam ettirecek ve çatışmalar farklı medeniyetlere mensup
ulus ve gruplar arasında olacaktır. Medeniyetler arasındaki çatışmalar dünya
siyasetini domine edecektir. Huntington medeniyetler çatışmasının, çatışmaların

2
Hegel, temel olarak tarihin süreğen, diyalektik bir gelişime sahip olması gerektiğini ifade eder.
Hegel’in diyalektik anlayışı sadece tarih alanına özgü olarak düşünülmemeli, gerçeklik örüntü-
sünü anlama ve açıklama aracı olan yeni bir mantık sistemi olarak anlaşılmalıdır (Alatlı,
2010).

11
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

evrimindeki son evre olduğunu ifade eder. Huntington dünyanın 7 ya da 8 me-


deniyetin ilişkileri ile şekilleneceğini ve çatışmaların bu medeniyetleri birbirin-
den ayıran satıhlarda gerçekleşeceğini ifade ederek medeniyetleri sıralar. Bunlar
Batı, Konfüçyüsçü, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve
muhtemelen Afrika medeniyetleridir. Medeniyetler arasındaki farkların gerçek-
ten var olmasının yanı sıra bunların belirleyici nitelikte olması, dünyanın gitgide
daha küçük bir hâl alması, ekonomik modernleşme ve sosyal değişimin yerel
kimlikleri günden güne eritmesiyle oluşan boşluğu dinî kimliklerin doldurması,
Batı’nın kuvveti karşısında diğer medeniyetlerin öze dönüş fikirlerine sahip
olması, kültürel vasıf ve farklılıkların çıkardığı problemlerin ekonomik ve sos-
yal olanlara nazaran çok daha zor çözülmesi ve ekonomik bölgeciliğin yüksel-
mesi gibi nedenler medeniyetler arasındaki çatışmanın ana sebebi olacaktır
(Huntington, 1993).
Huntington ve Fukuyama’nın tezleri arasındaki en belirgin fark küreselleşmeye
verilen tepki konusunda olmuştur. Huntington küreselleşme sonucunda kültürel
kimliklerin ulus devletten bağımsız olarak güçleneceğini iddia ederken Fuku-
yama ise küreselleşmenin ortak bir üst kültür yaratarak toplumları homojenize
edeceğini belirtmektedir (Drezner, 1998).
Huntington’un medeniyetler çatışması tezi esasında Fukuyama’nın tarihin sonu
tezine bir cevap niteliğinde olsa da birbiri ile yakınlaştığı noktalar önem arz
etmektedir. İki görüş de Marksist ekonomik determinizme sahiptir ve tarih pa-
radigmaları Huntington’da açık Fukuyama’da kapalı olarak mücadele temellidir.
Mücadele, Fukuyama’da ideolojik Huntington’da ise medeniyet esasında ele
alınmaktadır. Bu deterministik yaklaşım Hegelci diyalektik tarih metodu ile
örtüşmekte, çift kutuplu dünyanın liberalizm-sosyalizm mücadelesi yerine kül-
türel çatışma ve tarih içi ve dışında olan ülkelerin çatışması tezlerini yerleştir-
mektedir. Bir diğer önemli benzeşme unsuru ise hem Huntington’un hem de
Fukuyama’nın nasyonalizmin önemli bir çatışma alanı olarak varlığını sürdüre-
ceği öngörüsüdür. Sovyetler birliği dağıldıktan sonra ortaya çıkan ülkelerin ulus
devlet biçiminde olması, kültür ve etnisitenin onlarca yıllık devlet geleneğinden
daha kuvvetli olduğunu göstererek bu öngörüyü desteklemektedir (Drezner,
1998). Günümüzde ortaya çıkan siyasi yapı ise deterministik görüşlerin ortaya
koyduğu şartların gelişmediğini göstermektedir. Fukuyama’nın tarihin sonu
anlayışında belirttiği “ideolojik son” yaşanmamış aksine sistem neo-
nasyonalizm ekseninde diyalektik sürecine devam etmiştir. Huntington’un me-
deniyetler çatışması ise geniş kapsamlı bir çatışmadan ziyade ulusçu, zenofobik,

12
Ulus Devlet ve Göç

göç karşıtı ve İslam düşmanı retorikler olarak neo-nasyonalizmin içerisinde


varlığını sürdürmektedir.
Dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülen soğuk savaş sonra-
sında ortaya atılan bu tezlerin çatışma kaynağı olarak ulus devlet, din ve ulusçu-
luğa atfettiği önem ve tezlerin temellendiği çatışma olgusu, günümüzde Avrupa
ve ABD başta olmak üzere egemen hâle gelen popülist neo-nasyonalist siyasi
yapının ortaya çıkmasının hiç de şaşırtıcı olmadığını göstermektedir.
Son on yılda yaşanan gelişmeler ile beraber Avrupa ve ABD siyasi arenalarında
güçlenen, Brexit referandumu ve Donald Trump’ın ABD başkanı olarak seçil-
mesiyle politik tartışmaların gündemine sıkça taşınan popülizm, günümüz siya-
setinin belirleyici bileşenlerinden birisi hâline gelmiştir (Bergmann, 2020).
Mudde (2004) populizmi, toplumu birbirine muhalif “yozlaşmış seçkinler” ve
“saf halk” olarak ikiye ayıran ve siyasetin “saf halk”ın genel iradesinin uzamı
olması gerektiğini iddia eden bir ideoloji olarak tanımlar. Popülizm bu biçimde
tanımlandığında iki doğal düşmana sahiptir. Bunlar seçkincilik ve çoğulculuk-
tur. Popülizmin çoğunluğun iradesini siyasetin merkezine yerleştirmesi liberal
demokrasinin çoğunlukçu anlayışı ile çelişmektedir. Politik bir rejim olarak
liberal demokrasi ile teorik demokrasi arasındaki temel fark; liberal demokrasi-
nin halk egemenliği ve çoğunluk egemenliği gibi ana demokratik bileşenlerin
yanı sıra azınlıkların korunması, ifade özgürlüğü ve benzeri temel hak ve özgür-
lükleri koruma altına alan bağımsız kurumları da içermesidir (Mudde ve
Kaltwasser, 2017). Özellikle Avrupa’da popülist sağ partilerin politikaları otori-
teryenizm, güçlü devlet ve göç karşıtlığına yönelik şiddetli eğilim göstermeye
başladığında bu partiler neo-nasyonalist olarak adlandırılmıştır (Eger ve Valdez,
2015). Sağ popülizmi için kazanma formülü olarak adlandırılan bu eğilim korku
ve tehdit algısı oluşturmak için agresif iletişim biçimini kullanan felaket tellallı-
ğı hâlini alır (Wodak, 2015; Bergmann, 2020) ve Avrupa’da popülizm yabancı
düşmanlığı (zenofobi) ve göç karşıtlığı ile beraber anılır hâle gelir (Mudde ve
Kaltwasser, 2017). Bununla beraber yükselen neo-nasyonalist parti politikaları-
nın temelinde yeniden uluslaşma, yeni sınırlar ve duvarlar oluşturma, nativizm
gibi eğilimler de bulunmaktadır.
Mounk (2018), neo-nasyonalizmin yükselişinde en önemli faktörlerin liberal
demokratik kriz, ekonomik durgunluk, kimlik ve sosyal medya olduğunu be-
lirtmektedir. Inglehart ve Norris (2016) ise bu yükselişteki payı kültürel geri
tepki ve ekonomik güvensizliğe vermektedir. Eatwell ve Goodwin (2018) ise
popülizmin karakteristik olarak nasyonalizm ile bağlantılı olduğunu belirterek
popülizme destek potansiyelinin oluşması için dört neden sıralar:

13
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

• Siyasi elite karşı güvensizlik, yolsuzluk ve liberal demokratik kurum-


lardan dışlanmışlık algısına karşı duyulan öfke,
• Ekonomik eşitsizliklerin artması ile ortaya çıkan mahrumiyet,
• Ulusal kültür ve geleneğin yok edildiğine yönelik endişe,
• Seçmenlerin ana siyasi partilerden politik spektrumun çeperine doğru
yaşadığı eksen kayması.
Görüleceği üzere, liberal demokratik kriz politikacılara ve politik kurumlara
olan güvenin azalması ve politikaya karşı ilgisizlik (apolitiklik) olarak ortaya
çıkmaktadır. Bunun yanı sıra politikacıların halkın çıkarlarını öncelediğine dair
inanç da azalmaktadır (Mounk, 2018). İkinci Dünya Savaşı sonrasında ekono-
mik hayatta genel olarak izlenen iyileşme dalgası insanların ekonomik krizlere
ve takip eden ekonomik durağanlaşmaya olan tepkilerini radikalleştirmiştir
(Mounk, 2018). Bununla beraber post-endüstriyel toplumda ortaya çıkan eko-
nomik eşitsizlik popülizmin kitlesel destek bulmasına neden olmaktadır. Bilgi
ekonomisi, teknolojik otomasyon, manüfaktür sanayisinin çöküşü, daralan refah
devleti uygulamaları ile gelir ve servette gitgide açılan makas toplumun düşük
gelire sahip kesimlerinde siyasilere karşı kitlesel gücenmişlik oluşmasına neden
olmaktadır. Bir yandan ekonomik güvensizlik yaşayan savaş sonrası nesil diğer
taraftan bir sonraki jenerasyonun ürettiği çok kültürcülük, insan hakları ve cin-
siyet eşitliği ekseninde biçimlenen kültürel kaymaya da maruz kalmaktadır.
Alışık oldukları geleneksel değerlerin değiştiğini hisseden ve öncelikli durumla-
rını yeniden kazanmak isteyen toplumun yaşlı kesiminde oluşan hayal kırıklığı
popülizmin desteklenmesi için zemin oluşturmaktadır (Inglehart ve Norris,
2016). İşlerini kaybeden ve kültürel kimliklerinin eridiğini düşünen toplum bu
durumu, hâlen devam etmekte olan geniş ölçekli göç ile bağdaştırmıştır. (Gals-
ton, 2017; Fukuyama, 2018). Dolayısıyla hâlihazırda göç ve Avrupa Birliği kar-
şıtı olan Fransa, Hollanda, Almanya, Avusturya gibi gelişmiş ülkelerde neo-
nasyonalist partiler güç kazanmış, Brexit 3 referandumundan ayrılık kararı çık-
mış, Donald Trump ABD başkanlığına seçilmiştir (Fukuyama, 2018).
Uluslararası bir trend hâline dönüşen popülizme destek, popülist siyasi liderler
tarafından hızla kullanılmaya başlamıştır. Demokratik sistemin sağladığı meşru-
iyet ile güçlerini pekiştiren liderler, etnik olarak tanımlanan “halk” ile karizma-
tik bir ilişki oluşturmuştur. Liberal demokrasinin liderin kişisel gücünü sınırla-

3
İngiltere’nin 2016 yılında oyladığı AB üyeliği hakkındaki referandum.

14
Ulus Devlet ve Göç

yan yargı, yasama, bağımsız medya ve bürokrasi gibi kurumları bu dönemde


erozyona uğramıştır (Fukuyama, 2018).
Neo-nasyonalizmin güç kazanmasındaki önemli etkenlerden bir diğeri de sosyal
medya olarak tanımlanmaktadır (Mounk, 2018). Sosyal medyanın siyasal rolü-
nü tanımlarken iki önemli kavram karşımıza çıkar. Bunlar hiperrealite ve gerçek
ötesilik (post-truth) olarak sıralanabilir. Baudrillard’ın sanayi ötesi toplum gö-
rüşünü açıklamak için kullandığı metaforlardan biri olan hiperrealite model ya
da imgelerden oluşan kurgunun, gerçekliğin yerini aldığına işaret eder. İnsanlar
artık gerçeğe bakarak modeli değil, iletişim teknolojileri ile kendilerine sunulan
modele bakarak kurgusal gerçekliği belirlemektedir (Şaylan, 2009). Fox ve Mil-
ler (2006) siyasal alan içerisinde hiperrealiteyi kullanılan simge ve söylemlerin
demokratik söylemden gittikçe ayrılması olarak tanımlar. Başka bir ifade ile
gerçekliğin seyrelmesi olarak tanımlanan bu durum kamusal olarak nitelenen
birçok tartışmayı kapsamaktadır. Hiperrealite içerisinde kelimeler bir anlama
işaret etme yeteneğini kaybeder ve öz gönderimsel (self referential) hâle gelir.
Bu da söylemin ya çok fazla kişi tarafından paylaşılmayan dar bir kapsamda
anlamlı hâle gelmesine ya da söylendiği anın dışında hazmedilecek bir anlam
ihtiva etmeyen geçici bir yapıya bürünmesine neden olur. Tek taraflı iletişim
sıradanlığı medyayı egemenliği altına aldıkça ırk, sınıf, cinsiyet, dil, jenerasyon
gibi sınırlamaları aşan toplumun tamamını kapsayan makro kültür zayıflar.
Makro kültüre göre daha dayanıklı olan alt topluluklar kapalı alt kültürler içeri-
sinde gelişmeye başlar. Diyalektik olarak ilişkili bu iki eğilim demokratik irade
ve politik söylemin oluşumunu gittikçe zorlaştırmakta; siyasilerin manipüle
edilmiş söylemler ile iletişim kurduğu siyasal simülasyonun ortaya çıkmasını
sağlamaktadır.
Yaygın ismi ile post-truth yani gerçekötesilik ise özellikle sosyal medyanın
yükselişiyle şekillenen bir fenomendir. Post-truth Oxford sözlüğünde 4 “kamuo-
yunun oluşmasında duygular ve kişisel inançların, nesnel gerçeklere oranla daha
fazla etkili olması durumu” olarak tanımlanmıştır. Post-truth yaklaşımının siya-
setle alakalı hâle gelmesinde ise iki öncül yapının ilişkisi yadsınamaz hâldedir.
Bunlardan ilki kamusal alanın dijitalleşmesi ikincisi ise siyasal açıdan duygula-
rın gittikçe önemli hâle gelmesidir. Maldonado popülizmin işleyişini bu iki ya-
pıya bağlar. Ona göre hâlihazırda siyasi gündeme egemen olan popülist akım
insanların duygularını siyasal olarak seferber etmek için dijital medyayı araç
olarak kullanmaktadır (Maldonado, 2017). Flew ve Iosifidis (2020), sosyal

4
https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/post-truth (E.T. 23.06.2020)

15
Göç: Sosyal ve Ekonomik İncelemeler

medya tarafından desteklenen günümüz popülizminin kamusal alanı istismar


ettiğini ve kişisel gerçeklikleri bozduğunu belirtmektedir. Bu istismarın aracısı
ise post-truth söylem olmuştur. Literatürde post-truth söylemin etkin olarak
kullanıldığı Brexit ve 2016 ABD başkanlık seçimleri olmak üzere iki demokra-
tik vaka öne çıkmaktadır. Her iki seçimde de asılsız haberlerin sürekli tekrarla-
narak kullanıldığı sosyal medya destekli propaganda usulü yoğun bir şekilde
kullanılmıştır. Üretilen söylem gerçeklerle çelişen, insanların duygularını istis-
mar etmeye yönelik abartılar ya da düpedüz yalanlardır (Iosifidis ve Andrews,
2020). Örneğin Brexit sürecinde sıkça kullanılan asılsız haberlerden (fake news)
birisi İngiltere’nin haftalık olarak AB’ye 350 milyon pound ödeme yaptığı diğe-
ri ise Türkiye’nin AB’ye gireceğine yönelik zenofobik söylemdir (Flew ve Iosi-
fidis, 2020). İlk mesaj siyasi eliti karalamak, ikinci mesaj ise toplum içerisinde-
ki yabancı korkusunu körüklemek üzerine bina edilmiştir. ABD başkanlık se-
çimlerinde de Trump; İngiltere örneğine benzer bir şekilde Latin Amerikalı ve
Müslüman göçmenler üzerinden zenofobi ve müslüman düşmanlığını körükle-
miş, yargı ve tarafsız medya gibi liberal demokratik kurumlara saldırmıştır
(McNamara, 2020).
Popülizm ve post-truth söylem arasındaki ilişki Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan
bazı örnekler ile daha çarpıcı hâle gelmektedir. İngiltere’nin AB tarafından en
çok mali yardım gören bölgelerinde yüksek oranda ayrılmaya yönelik oy çık-
mıştır. Finlandiya ve Hollanda’da neo-nasyonalist partilere verilen destek, göç-
men sayıları düşüşteyken dahi yükselmiştir. Çekya’da ekonomik büyüme izle-
nirken ve göçmen krizinden hiç etkilenmemişken neo-nasyonalist partiye destek
artmıştır. Bu örnekler literatürde popülizmin yükselişini açıklayan sosyal, siya-
sal ve ekonomik şartların her koşulda geçerli olmadığını göstermektedir. Dola-
yısıyla popülist siyasal retoriğin gerçek ile görüntü arasındaki farkı ortadan
kaldıran post-truth yapısı, özellikle korku tellallığı ile bireysel duyguları mobi-
lize edebilme özelliği önemli bir açıklayıcı faktör olarak karşımıza çıkmaktadır
(Bergmann, 2020).
Bu noktada neo-nasyonalizm, göç ve medya arasındaki ilişkiliyi daha iyi açık-
layabilmek için Baudrillard’ın felsefesine geri dönülmelidir. Baudrillard’a göre
gelişen kitle iletişim teknolojileri bireyin “sibernetik ağ” ile tepkisizleştirilmesi-
ne neden olur. Gerçek ile görüntü arasındaki farkı kaybeden birey yığınları,
sibernetik ağın kontrolü altındaki “uyumlu sessiz çoğunluk” hâline gelir (Şay-
lan, 2009). Var olan aykırı görüşler ise Fox ve Miller’ın (2006) belirttiği gibi alt
kültürler olarak hayatta kalmaya çalışır. Sosyal medya ise bireyi Baudrillard’ın
sibernetik ağından kurtaran araç olmuştur. Tek kanallı kitlesel iletişimin simge

16
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of St. Cuthbert's
tower
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United States
and most other parts of the world at no cost and with almost no
restrictions whatsoever. You may copy it, give it away or re-use it
under the terms of the Project Gutenberg License included with this
ebook or online at www.gutenberg.org. If you are not located in the
United States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.

Title: St. Cuthbert's tower

Author: Florence Warden

Release date: July 17, 2022 [eBook #68544]

Language: English

Original publication: United States: Frank F. Lovell & Company, 1889

Credits: MWS, Thomas Frost and the Online Distributed


Proofreading Team at https://www.pgdp.net (This file was
produced from images generously made available by The
Internet Archive/American Libraries.)

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK ST.


CUTHBERT'S TOWER ***
Lovell’s International Series
OF
MODERN NOVELS.

MISS EYON OF EYON COURT. By Katharine S.


No. 1. 30 Cents.
Macquoid.
No. 2. HARTAS MATURIN. By H. F. Lester. 50 Cents.
TALES OF TO-DAY. By George R. Sims, author of
No. 3. 30 Cents.
“Mary Jane’s Memoirs.”
ENGLISH LIFE SEEN THROUGH YANKEE
No. 4. 50 Cents.
EYES. By T. C. Crawford.
PENNY LANCASTER, FARMER. By Mrs. Bellamy,
No. 5. 50 Cents.
author of “Old Man Gilbert.”
UNDER FALSE PRETENCES. By Adeline
No. 6. 50 Cents.
Sergeant.
No. 7. IN EXCHANGE FOR A SOUL. By Mary Linskill. 30 Cents.
No. 8. GUILDEROY. By Ouida. 30 Cents.
No. 9. ST. CUTHBERT’S TOWER. By Florence Warden. 30 Cents.
No. 10. ELIZABETH MORLEY. By Katharine S. Macquoid. 30 Cents.
DIVORCE; OR FAITHFUL AND UNFAITHFUL. By
No. 11. 50 Cents.
Margaret Lee.
No. 12. LONG ODDS. By Hawley Smart. 30 Cents.

Other books by well-known authors are in course of preparation,


and will be published at regular intervals.
⁂ The above published in cloth; price per volume, $1.00.

FRANK F. LOVELL & COMPANY,


142 and 144 Worth Street, New York.
St. Cuthbert’s Tower

BY

FLORENCE WARDEN
Author of “The House on the
Marsh,” “Scheherazade,” “A Witch
of the Hills,” Etc., Etc.

NEW YORK
FRANK F. LOVELL & COMPANY
142 and 144 Worth Street
Copyright, 1889,
BY
JOHN W. LOVELL.
Contents
Chapter I. 3
Chapter II. 9
Chapter III. 16
Chapter IV. 23
Chapter V. 30
Chapter VI. 37
Chapter VII. 44
Chapter VIII. 51
Chapter IX. 57
Chapter X. 65
Chapter XI. 72
Chapter XII. 80
Chapter XIII. 89
Chapter XIV. 97
Chapter XV. 105
Chapter XVI. 113
Chapter XVII. 122
Chapter XVIII. 130
Chapter XIX. 139
Chapter XX. 148
Chapter XXI. 156
Chapter XXII. 165
Chapter XXIII. 175
Chapter XXIV. 184
Chapter XXV. 193
Chapter XXVI. 201
CHAPTER I.
Rishton Hall Farm was let at last. Lord Stannington had had it on
his hands a long time, and had offered it at a lower and ever lower
rent. It was an open secret that John Oldshaw, who had a long lease
of Lower Rishton Farm at the other end of the village, had expected
the Rishton Hall lease to drop into his hands at last for a very trifling
rent indeed. He was a careful man; the property under his hands
throve; and he was fond of saying that his lordship would make a
better bargain by letting him have the land at £10 an acre than by
letting another man have it at £15. However, Lord Stannington had
apparently thought otherwise; at any rate, when a stranger appeared
upon the scene and offered him a fair rent for the land without any
haggling, they came to terms without delay, and John Oldshaw found
that his hoped-for bargain had escaped him.
This West Riding farmer was not a nice person to deal with when he
was disappointed. He drove over to Sheffield to the agent’s office,
and stamped into that gentleman’s presence, his square, heavy face
purple with ill-suppressed rage.
“Na then, Maister Garrett, be pleased to tell mah if yender’s true as
Ah hear, that Rishton Hall Farm’s let to a stranger?” he bellowed,
thumping the table with his broad fist, and glaring at the agent with
the unreasoning fierceness of an angry bull.
Mr. Garrett was a slight, fair man of uncertain age, whose light eyes
were accustomed, by long practice, to read men pretty accurately.
“Quite true, Mr. Oldshaw,” he answered, civilly, with imperturbable
coolness. “It was let a fortnight ago; and the new tenant comes in—
let me see—” referring to his papers—“on the 16th; this day week in
fact.”
“And dost tha’ knaw, Maister Garrett, that Ah’re had ma mahnd set
on Rishton Hall Farm for this twelvemonth and mair?”
“How could we know it, Mr. Oldshaw, since the farm’s been in the
market more than twice that time, and we have never had any
intimation from you of a wish for it?”
“We Yarkshiremen doan’t do thing’s in a hurry. But every mon in t’
village knawed Ah’d set ma heeart on t’ farm, and noo Ah’m to be t’
laughin’-stock o’ a’ t’ feeals i’ t’ coontry, and Rishton Farm let ower
ma yead to a stranger as nawbody’s ever heeard on!”
And the farmer gave an apoplectic snort of malignant anger.
“Oh, but that is not the case, Mr. Oldshaw,” said the agent as quietly
as ever; “Mr. Denison, the gentleman who has taken the farm, is a
friend of friends of his lordship, and in every way a tenant of the most
desirable kind.”
John Oldshaw calmed down suddenly, and into his small, bloodshot
blue eyes there came a satisfied twinkle.
“A gentleman, ye say. A gentleman’s got the farm!” in a tone of the
deepest contempt. “Thank ye, Maister Garrett, Ah’m quite satisfied.
It’s not for me to grumble at his lordship, then. Ah can pity him. The’
never was t’ gentleman barn could do any good at farming, and if a
gentleman barn’s got Rishton Hall Farm, all t’ ill I wish his lordship is
—may t’ gentleman barn stick to’s bargain.”
And with these words, uttered in a tone of fierce triumph, the farmer,
who had not removed his hat on entering the office, turned and
stalked out with every appearance of enjoying, as he had intimated,
a complete revenge.
The village of Rishton boasted two inns, both of the most
unpretending kind. The larger and more important of these was the
Chequers, a stone building of the simplest kind of architecture, to
which were attached numerous small outbuildings, forming three
sides of a quadrangle for Mr. Tew’s gig and Mrs. Tew’s hens. The
Chequers stood just outside the gate of Rishton Hall Farm, and its
windows commanded the approach from Matherham, the nearest
market town, which was three miles away. On the 16th of January,
the day of the expected arrival of the new tenant of Rishton Hall,
John Oldshaw took up his stand at one of the inn windows, watching
with malevolent eyes for the approach of his rival. It was a bitterly
cold day, grey overhead and black under foot; and the frost, which
had held for three days, was growing harder as the afternoon wore
on. John Oldshaw, with a sense of keen disappointment, had at last
to acquiesce in the general belief that the new tenant would not
come to-day.
“If he’s coom as far as Matherham he’ll stop there t’ night, Maister
Oldshaw,” said Tew, the landlord, a small man, ruled by his wife. “T’
ground’s too slaippery for e’er a horse to stand on, lettin’ alone t’
road’s all hill and dale ’tween this and Matherham. Besides, t’ awd
house is as bare as a barn; he’d never coom till he’d sent some stuff
to put in it, and a coople o’ servants to set it to rights a bit.”
“Well, it ain’t ma way o’ doin’ things, to neame wan day for coomin’
and then to coom another,” said Oldshaw, contemptuously. “But,
then, Ah’m naw gentleman, and my lord Stannington ’ll mighty soon
wish as he could say same o’ t’ new tenant, Maister Tew.”
Mr. Tew could not afford to have an independent opinion in the
presence of the great man of the village, with that miserable Cock
and Bottle, not five hundred yards away, gaping for first place as the
hostelry of the elite.
“It’s ta mooch to expect to get another tenant like you, Maister
Oldshaw,” he said, discreetly.
It was by this time nearly four o’clock, and the grey day was already
beginning to darken towards a black evening when Mat Oldshaw, the
farmer’s oldest son, who had been sent by his father to the top of the
hill on the look-out, re-entered the inn at a pace somewhat faster
than his usual shambling gait. He was a tall, round-shouldered lad of
about twenty, with fair hair and a weather-tanned face, whose heavy
dulness was for the moment lightened by a passing gleam of great
excitement.
“Weel, Mat, hast seean a ghoost?” asked his father.
“Naw, feyther; but there’s a cab coomin’ down t’ hill——”
“So Maister Gentleman’s coom, has he?” shouted the farmer,
triumphantly; and he had seized his stout ash stick, and was making
with ponderous strides for the door, as if with the intention of inflicting
bodily chastisement on the insolent new comer, when his son
interposed, blushing a deep brick-red to the roots of his hair.
“Eh, but feyther,” he stammered, turning the door handle uneasily,
and dividing his glances between the floor, the window, and his
father’s boorish face, “it’s na t’ gentleman; it’s nobbut twea lasses.”
After which admission, he fell to blushing more violently than before.
“Twea lasses?” echoed Oldshaw, incredulously.
“Hey, feyther. An’ wan o’ them’s got a feace lik’ a rose.”
“Feace lik’ a rose?” thundered the farmer. “Doan’t thee daze tha dull
wits lookin’ at wenches’ faces, for Ah tell tha Ah’ll have na son o’
mine hangin’ aboot t’ Hall noo.”
“She bain’t na lass for t’ likes o’ mea, feyther; yon lass is a leady,”
said the lad, simply.
If the stranger’s fair face had not, as his father suggested, dazed his
dull wits already, the young man would surely have had the tact to
restrain these rash words, which fanned the flame of his father’s
coarse malevolence.
“A leady! A foine leady! ta foine for any son o’ mine? Ah tell thee,
feeal, t’ day’ll coom when tha foine leady’ll wish she wur good enoo
for t’ loikes o’ thee; and good enoo she shall never be—tha heears?”
Though the young man’s head was bent in a listening attitude, and
he assented in the meekest of gruff voices, the father guessed that
this deep attention was not all for his discourse, when the sound of
hoofs and wheels on the hard ground outside attracted him to the
outer door, which he reached in time to see a luggage-laden cab
slowly descend the hill and pass the inn door, giving time for a look
at the two young faces inside. Mistress and maid evidently; both
bright, eager, and rather anxious. The former met full the surly stare
of the farmer, and she drew back her head as if a blast of chilling
wind had met her on her approach to her new home. The little maid,
who had rosy cheeks and what one may call retrousse features, was
less sensitive, and she looked out to resent this cold unwelcome with
a contemptuous toss of the head.
“They’re reg’lar savages in these parts, Miss Olivia,” she said, in a
slightly raised tone. “I only hope we may be uneaten by the time the
master comes!”
The cab had passed the front of the inn, and was rounding the sharp
turn which led up a slight ascent through the open farmyard gate,
when suddenly, without any warning except a few rough jolts over
the uneven ground, it turned over on its side, to the accompaniment
of shrill screams from one female throat, and a less loud but more
plaintive cry from the other. Mat Oldshaw, who was standing on the
inn doorstep behind his father, made a spring forward to help them.
But the elder man, with a movement quicker than one would have
expected from his clumsy form and ponderous gait, grasped his arm
with a violence which made the lad reel, and giving him a push back
against the wall of the house, said, in a low, thick voice—
“Doan’t thoo meddle with what darn’t concern thee. Wheer there’s so
mooch cry, there ain’t mooch hurt, tak’ ma word for’t.”
“Feyther!” said Mat, indignantly, entreatingly. Then he was dumb, for
even through his not over-bright brains came a suspicion that this
accident was perhaps not wholly unexpected by one of its witnesses.
As this brief scene passed between father and son, a man in a short
frieze coat, knickerbockers, gaiters, and deer-stalker cap, who had
quickened his pace down the hill into a run on seeing the accident,
looked full into the faces of both men with a keen, shrewd expression
as he dashed by.
“It’s parson Brander, o’ S’ Cuthbert’s, feyther. He heeard thee,” said
the young man in a husky, awed whisper.
“An’ wha not? Ah’d loike to see sik as him say a word to me!” said
the farmer, in a loud voice of boastful contempt.
And the attitudes respectively of father and son, the one of
contemptuous disgust, the other of awestruck respect, represented
the two views most commonly taken in the country-side of the
Reverend Vernon Brander, vicar of Saint Cuthbert’s.
Before the last disdainful word was out of John Oldshaw’s mouth,
the new comer had opened the cab door, and extricated the two girls
from their unpleasant position. The maid was uppermost, but she
was a little creature, and had probably inflicted far less
inconvenience on her more massively built mistress than that young
lady would have inflicted on her had their positions been reversed.
Her rosy cheeks had lost their color, and from her forehead, which
had been cut by the broken glass of the carriage window, blood was
trickling down.
In answer to the gentleman’s inquiries as to whether she was hurt,
she said in a trembling voice that she didn’t know yet, and begged
him to get her mistress out. This he at once proceeded to do, and
was rewarded by the thanks of a young lady whom he at once
decided to be one of the handsomest girls that this or any other
country ever produced.
Olivia Denison was indeed an unchallenged beauty, and had
occupied that proud position almost ever since, twenty years ago,
she had been pronounced to be “a lovely baby.” She was tall—of
that cruel height which forces short admirers, on pain of looking
ridiculous, to keep their distance; of figure rather massive than
slender, with a fair skin, a fresh color, dark hair, blue eyes, and a
winning expression of energy and honesty which gave to the whole
face its greatest charm. For the moment, however, the rose color
had left her cheeks, too, and her lips were drawn tightly together.
“You are hurt, I am afraid,” said the stranger, with concern.
“I’ve only—pinched—my finger,” she answered, trying to laugh.
But the effort of speaking brought the tears to her eyes, much to her
indignation. For she was brave, and she liked to have the credit of it.
“Let me see,” said he, with kindly authority.
She presented her right hand, from which he drew the glove very
gently, disclosing bruised and slightly discolored finger tips.
“They do hurt a little, but it’s nothing very dreadful. I don’t know how I
did it,” she said.
“Lucky it’s no worse,” said the stranger, kindly. “Now for the lad.”
The young driver was looking ruefully at the overturned vehicle. He
proved to have escaped with no worse damage than a battered hat.
Lucy, the maid, who had ascertained that her head was still on her
shoulders, had bound up her cut forehead with her handkerchief,
and was scolding the driver for his carelessness as she pointed to
the scattered luggage. The traces having broken as the cab fell, the
horse had sustained very little hurt, so that, on the whole, the
accident had been without tragic consequences. The rescuer took
hold of the girl, and shook her by the arm.
“Now, don’t you think, considering all things, you might find some
better use for your tongue than scolding. You might have been upset
a mile away on the road, instead of which you are turned out
comfortably at your own door. For, I suppose, you are coming to the
Hall?”
“Yes, sir,” answered Lucy, abashed, but still rather mutinous, not
having the least idea that she was speaking to a clergyman.
“So that the real sufferer by this spill is neither you nor your mistress,
but the poor lad who has driven you safely more than three miles
over a very dangerously slippery road, and who will perhaps get
discharged by his master for having injured the cab. Your mistress
does not scold you for half an hour if you break a plate.”
“Yes she does, sir,” fired up Lucy, so unexpectedly that Mr. Brander
involuntarily glanced with surprise at the young lady. “Oh, not Miss
Olivia,” added the little maid almost indignantly; “it’s Mrs. Denison I
mean.”
“Well, then, if you find the habit so unamiable in Mrs. Denison, as I
see you do, you should take the greatest care not to fall into it
yourself,” said the vicar, suppressing a smile.
Then he turned again to the lady.
“Is everything ready for your coming?” he asked, doubtfully.
For he had passed the house that morning, and found it deserted,
mildewed, and shuttered-up as usual.
“No, nothing,” said the girl. “We’ve come on in advance to prepare
things for papa and mamma and the rest,” she added rather
tremulously.
The frightful immensity of the undertaking perhaps struck her now for
the first time, as she stood, still shaking from the shock of the
accident, staring at the smokeless chimneys and shuttered windows
of the new home. Mr. Brander looked from one girl to the other, very
sorry for both, wondering what kind of idiots the parents could be to
send two inexperienced young lasses to grapple with all the
difficulties of installation.
“And the furniture? I suppose that has come?” he suggested,
dubiously.
“Oh, I hope so,” said the girl, anxiously.
“I’ll ask at the inn here. If it has come they will have seen it pass. And
Mrs. Tew will give you both a cup of tea. You don’t mind going into
an inn, do you? It’s a very respectable place.”
“Oh, no; of course we don’t,” said Miss Denison. “Indeed, it is very,
very kind of you to take so much trouble for us.”
“Trouble! Nonsense. It’s a splendid excitement. As far as I am
concerned, I should like a pair of travellers overturned here once a
week.”
He beckoned to Lucy, and led them the few steps back to the inn
door. John Oldshaw was still standing in a defiant attitude on the
doorstep, whence he had watched the proceedings with malicious
interest. His son was still peeping out, sheepish and ashamed, from
behind him.
“Here, Mat, will you run round to Mrs. Wall’s—tell her that Miss
Denison has come, and ask for the key of the Hall?” said he. “And
then you might lend me a hand to take some of the lady’s trunks into
the house.”
Mat’s face brightened and flushed.
“All right, sir,” he said, and tried to push past his father.
But the elder man blocked the doorway with his arms, and stood like
a rock.
“Nay,” he said, obstinately; “Mat doesna’ stir at tha’ bidding. Help the
wenches thasel’; thoo’s used to ’t.”
Olivia drew back; she was shocked, frightened, by the dogged
ferocity of the farmer’s face and by the sudden expression of some
strong feelings—whether anger or anguish she could not quite tell—
which for a moment convulsed the features of her unknown
companion. As for Oldshaw’s coarse words, the strong Yorkshire
dialect rendered them unintelligible to her. They, however, roused the
spirit of the phlegmatic Mat.
“For shame, feyther!” cried he, in a voice which was a new terror for
the young lady whose champion he thus declared himself to be.
“Maister Brander, Ah’ll go loike a reace horse.”
And ducking his long body under his father’s left arm with an
unceremonious roughness which shook that mighty man from his
dignity, he touched his cap to Olivia with oafish respect, and ran off
down the lane past the Hall barns with the best speed of his long
legs.
“We won’t go in there, thank you very much,” said Olivia, when Mr.
Brander had come back to the spot to which she had retreated. “I
could not pass that man; I would rather not go near him.”
“Will you wait here while I find out about the furniture, then?”
“Please promise not to quarrel with that horrid man about his
rudeness to us. I can see he is one of those people who can’t help
being rude and horrid, just as some other people can’t help being
unselfish and kind,” said the girl, shyly, but with much warmth. “Will
you please promise?”
“Yes,” said he, simply, looking into her face with a grave,
straightforward expression of interest and, as it seemed to her, of
gratitude which surprised and touched her.
Then he turned without another word, almost as if afraid to say
another word, and going back rapidly to the inn, passed the farmer,
who sullenly made way for him, and disappeared into the house.
When he came back, his face was full of deep concern of a different
kind.
“I bring bad news,” he said to the girls, who, mistress and maid, were
shrinking together in their desolation. “I am afraid your furniture has
not come, and—they say they haven’t a room to spare in the inn for
to-night. But if Mrs. Tew could see you and speak to you herself——”
“I wouldn’t stay in the house,” burst out Olivia, indignantly. “If we can
only get into the Hall, Lucy and I can manage very well indeed.”
“But the place is sure to be hideously damp, and there are no
carpets; in fact, there’s nothing,” said Mr. Brander, in dismay.
“The resources of the feminine mind are infinite,” said Olivia, who
was again blinking behind her veil. “Here comes the old woman who
has the keys, I suppose. I shall get her to take us in for a little while
—at least, she’ll have a cottage and a fire somewhere or other. And
perhaps while we are waiting there the furniture will come.”
Mr. Brander looked at her with renewed compassion. He thought this
last a forlorn hope.
“Don’t be disappointed if it doesn’t come yet,” he said, encouragingly.
“Old Sarah Wall will do her best for you, I’m sure, and all the better if
she doesn’t see me talking to you. For you won’t hear any good of
me from her.”
And before Olivia could detain him to pour out again the thanks for
his kindness with which her heart was overflowing, he had raised his
hat with a sudden cold withdrawal into himself, and turning with the
rapidity of the most accomplished athlete, disappeared along the
road which led through Lower Rishton, leaving her overwhelmed with
surprise at the abrupt change in his manner and with desolation at
this unexpectedly sudden loss of their only friend.
CHAPTER II.
Old Sarah Wall, the key-bearer, who now came ambling up at a
very slow pace, holding her hand to her side, and muttering feebly as
she moved, was a poor exchange, Olivia thought, for the masculine
friend who had ended his kindly services so abruptly. He had not
even waited, as he had intimated an intention of doing, to see the
luggage safely moved into the house. Mrs. Wall looked very cross
and not too clean. Scarcely deigning to glance at the strangers, she
muttered, “This way!” and then fell to groaning as she led the way
through the farmyard up to the house.
Olivia paused to look despairingly at her scattered trunks, and to
give a kindly word of comfort to the unlucky cab driver, who was still
occupied in estimating the damage done to his vehicle, and his
chances of getting it back to Matherham that night. As she did so
she heard a footstep on the hard ground beside her, and found the
shamefaced and blushing Mat at her side.
“Ah’ll get t’ luggage in seefe, never fear,” said he, in a voice so gruff
with excessive bashfulness that poor Olivia thought him surly, and
shrank back with a cold refusal of his services rising to her lips.
Mat thought she identified him with his father and so hastened to
offer a neat apology for that gentleman’s conduct.
“Feyther’s a pig,” said he. “Boot he wunna harm ye! an’ Ah’ll do what
Ah can to mak’ oop for him being so rough.”
And he shouldered one trunk and caught up another, and strode
along towards the house, whistling to himself with the defiant
carelessness of one who feels he has done a bold stroke. The lady
and her attendant followed, somewhat soothed by this little show of
friendliness.
Even in the midst of her feelings of desolation and disappointment, in
spite of the keen cold and of the forlorn, blind look which shuttered
and shut-up windows, broken chimney pots, and untrimmed ivy gave
to the house, Olivia could not look quite without admiration and a
youthful sense of delight in the picturesque at the old Hall. The body
of the house was a long, plain, two-storeyed building, with a flagged
roof and a curious wide, flat portico, supported by two spindleshank
wooden windows, beneath which three stone steps, deeply hollowed
out and worn by generations of feet, led to the front door. At the west
end a gabled wing, flag-roofed like the rest, ran back from the body
of the house; and at right angles to this there jutted out westwards a
second small wing of the same shape. In these, the oldest portions
of the house, traces of former architectural beauties remained in
stately Tudor chimneys and two mullioned windows, round which the
ivy clustered in huge bushes, long left neglected and untrimmed. At
this end of the building a little garden ran underneath the walls,
protected from the incursions of intrusive cows by a wall which
began towards the back of the house by being very high and ended
towards the front by being very low. From the wall to the house the
garden had been shut in by palings and a little gate; but these were
now much broken and decayed, and afforded small protection to the
yews and holly bushes, the little leafless barberry tree and the
shabby straggling evergreens, which grew thickly against the
weather-stained walls of the old house, choking the broken panes of
the lower windows as the ivy did those of the upper ones. It was this
western end that was visible from the road, the view of the front
being obscured by a long stone-built barn, very old, and erected on
foundations older still, about which hung traditions of monkish days.
If she had seen it at any other time, Olivia would have been crazy
with delight at the thought of living in such a place; and even now,
cheerless as the immediate prospect was, it gave her a gleam of
comfort to reflect that, if she did have to pass the night without any
bed amongst the rats, the ancestors of those rats had scampered
over the place in the time of Queen Elizabeth.
With some difficulty, Mrs. Wall turned the key in the rusty lock and
admitted them. It seemed that she had a grievance in the fact that
she had not known on what day they were to arrive. As a matter of
fact, she was one of those persons who are never prepared for

You might also like