Professional Documents
Culture Documents
Yeni Paradigmanın Eşiğinde Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursi Gerçeği 1st Edition Emrah Cilasun Full Chapter Download PDF
Yeni Paradigmanın Eşiğinde Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursi Gerçeği 1st Edition Emrah Cilasun Full Chapter Download PDF
Yeni Paradigmanın Eşiğinde Bediüzzaman Efsanesi Ve Said Nursi Gerçeği 1st Edition Emrah Cilasun Full Chapter Download PDF
https://ebookstep.com/product/dil-ve-zihin-incelemelerinde-yeni-
ufuklar-1st-edition-noam-chomsky/
https://ebookstep.com/product/osmanli-imparatorlugu-ve-dunya-
savasi-2nd-edition-said-halim-pasa/
https://ebookstep.com/product/kirilgan-sapmalar-sokak-
mukavemetleri-ve-yeni-baskaldirilar-1st-edition-engin-sustam/
https://ebookstep.com/product/psikopolitika-neoliberalizm-ve-
yeni-iktidar-teknikleri-3rd-edition-byung-chul-han/
Çin Yeni Büyük Göç ve De■i■en Dünya Dengeleri 4th
Edition Fatih Oktay
https://ebookstep.com/product/cin-yeni-buyuk-goc-ve-degisen-
dunya-dengeleri-4th-edition-fatih-oktay/
https://ebookstep.com/product/osmanli-da-marksizim-ve-sosyalizm-
yeni-kusak-calismalari-2nd-edition-y-dogan-cetinkaya/
https://ebookstep.com/product/eski-koye-yeni-roman-koy-romaninin-
tarihi-kokeni-ve-sonu-1950-1980-1st-edition-erkan-irmak/
https://ebookstep.com/product/alacakaranlikta-hegel-i-
dusunmek-1st-edition-kurtul-gulenc-ozgur-emrah-gurel/
https://ebookstep.com/product/yeni-oykuler-1st-edition-kolektif/
Yeni Paradigmanın Eşiginde
'BEDİÜZZAMAN' EFSANESİ
ve
Emrah CiLASUN
.-'
__::z/'-,
PATIKA�ITAq
Patika Kitap: 1 7
Araştırma-İnceleme : 0 7
'BEDİÜZZAMAN' EFSANESİ
ve
Emrah CİLASUN
Birinci Basım: 20 1 5
Düzelti
Emel TEMUÇİNER KORKMAZ
ISBN: 9 78-605-64775-7-7
Yayıncı Sertifika no : 26829
Baskı:
Kayhan Matbaacılık
Davutpaşa Cad. Güven San. Sitesi C Blok No : 2 44
Topkapı / İSTANBUL
Tel . : 02 1 2 6 1 2 3 1 85
Matbaa Sertifika No . : 1 2 1 56
Patika Kitap
Osmanağa Mah. Serasker Cad .
Erol Apt. N o : 3 9 Kat: 3 Kadıköy-İstanbul
Tel: 02 1 6 3 3 7 75 04
e-posta: info@patikakitap . com .tr
www . patikakitap . com .tr
Yeni Paradigmanın Eşiginde
'BEDİÜZZAMAN' EFSANESİ
ve
Emrah CiLASUN
p
·--�
�/"'-,
PATIKA�ITA9
Emrah CİLASUN 1 966'da İstanbul' da doğdu. 1 9 78'de ailesiyle birlikte Almanya'ya ilti
ca etti. Halen Almanya'da yaşamakta, tarih araştırmacılığı, belgeselcilik ve çevirmenlik
yapmaktadır.
Eserleri:
• Fırtınalı Yıllarda lbrahim Kaypakkaya - Bilinmeyen Yazılar (Belge Yayınları, 1 994).
• İbrahim Kaypakkaya'nın hayatını anlatan belgesel: Kırmızı Gül Buz içinde ( 1 998) (El
Yayınları, 2008).
• Mustafa Suphi'yle Yoldaşlannı Kim ôldürdü? (Agora Kitaplığı, 2 008).
• "Baki ilk Selam" - Çerkes Ethem (Agora Kitaplığı, 2 009).
Çevirileri:
• Helmut Ortner, Suikastçı - Hitler'i Tek Başına ôldürmek isteyen Adam, Georg Elser (Agora
Kitaplığı, 2 0 1 1).
• Helmut Ortner, Sacca ve Vanzetti - Amerika'da iki ltalyan, Bir Hukuk Cinayeti (Agora
Kitaplığı, 2 0 1 2).
• Helmut Ortner, Cellat -Hitler'in Hizmetindeki Katil, Ronald Friesler (Agora Kitaplığı,
2 0 1 3).
• Rafik Schami, Mario Usta'nın Yaramaz Kuklalan, (Kırmızı Kedi, 2 0 1 4).
Kolektif Çalışmaları :
• Resmi Tarih Tartışmalan-2 (Özgür Üniversite Kitaplığı, 2 006).
• Resmi ideoloji Sözlüğü (Özgür Üniversite Kitaplığı, 2 007).
. . .
iÇiNDEKiLER
9 Derkenar ve Teşekkür
24 Suç O rtaklığı
39 • Kemalistler
52 • İslamcılar
96 • Kürt Milliyetçileri
1 08 Rejimin "Zeitgeist" ı
il. 1 1 1 Said Nursi'nin Biyografisi
111 1 9 . Yüzyıl'ın Sonlarına Doğru Kürdistan
1 15 E fsaneden Gerçeğe . . .
1 42 Siyasetin Sarkacında . . .
443 Kaynakça
Bob Avakian 'a...
Derkenar ve Teşehhür
Şayet bundan beş sene evvel yolum Orta Avrupa'da Türkiyeliler'in yoğun
yaşadığı o kasabaya düşmeseydi belki de bu kitabı yazmak aklımın
ucundan dahi geçmezdi. Neden mi? Anlatayım . . . Bir pazar günü
gittiğim o kasabada, arkadaşımın elime tutuşturduğu bir iki sayfalık
yazıyı acilen fotokopi yapmak için açık bir yer aramaya başladım. Her
yer kapalıydı. Çaresizce kaldığım evin yolunu tutmaya başlamıştım ki
bir de ne göreyim? Takriben yüz metre ileride bir binanın giriş katında
ofise benzeyen bir yere insanlar girip çıkmaktaydı. Yaklaştıkça fotokopi
yapma ümidim hem artıyor ama hem de bu ofisin ne olduğunu merak
ediyordum . Adımımı ofisten içeri attığımda, gördüğüm manzara beni
çocukluk yıllarımın İstanbulu'na götürmüştü . Gerçi burası resmiyette
'konut kredisi' ve 'tercümanlık' işleriyle uğraşan bir yerdi. Fakat
fiiliyat da ise şu veya bu nedenden ötürü banka kredisi alamayanlara
elden, yüksek faizle borç paranın verildiği, işsiz olanın fahiş fiyata
çalıştırılacak kaçak bir iş bulduğu , iltica başvuru dilekçesinin yüklü
bir para karşılığında çevrildiği , 7 0'lerden hatırımda kalan emlakçı/
arzuhalci karışımı bir yerdi . Her halinden ofisin sahibi olduğu
anlaşılan kısa boylu , topallayan , kravatlı , takım elbiseli adam ne
istediğimi sordu. Meramımı anlatınca elimdeki kağıtları , fotokopi
çekmesi için sekreter kadına verdi, kendisi de sırada bekleyenlerden
birini odasına alıp kapıyı kapattı . Sekreter fotokopiyle meşgulken ben
de sırtımı duvara yaslamış, etrafı izlemeye koyulmuştum. Girişteki
bekleme odası , yüzlerinin her halinden umudunu yitirdikleri belli
olan insanlarla doluydu . Duvardan indirilmiş bir fotoğraf çerçevesinin
geride bıraktığı iz dikkatimi çekmişti . Acaba ne asılıydı diye kendi
kendime sorarken bir de baktım ki indirilen fotoğraf ayağımın dibinde
ters çevrilmiş, duvara dayanmış vaziyette duruyordu . Ayağımla biraz
itince çerçevenin bir kenarıyla duvar arasında oluşan boşluktan
tepetaklak duran fotoğraf sanki aşağıdan bana doğru bakıyordu . Bu
fotoğraf Mustafa Kemal'in bildik bir portresiydi . Kendi kendime "her
halde yakında tamir var onun için indirmişlerdir" diyecektim ki, bu sefer
de karşımdaki derme çatma bir rafta hepsi birbirinin benzeri 14 adet
lik bir kitap seti durmaktaydı. Toprak rengindeki ciltlerin üzerinde
gotik karakterli harflerle yazılanları okuyamıyordum. Karşı duvara ,
kitapların olduğu rafa doğru yürüdüm ve setin içinden bir tanesini
elime aldım. Oldum olası sevmediğim, bana her zaman Faşist Nazi
______ 'Bediüzzaman' Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği
1 10
Emrah Cilasun
5 Şubat 2 0 1 5
Emrah Cilasun
11 1
1.
Neden Said Nursi?
"Kime karşı hoşgörü? Sizin bütün bir Islami varlığınıza karşı küresel çapta
sistematik anlamda bir proje yürütülüyor. Sizi temin ederim şu anda yüzlerce
düşünce kuruluşu Türkiye'de faaliyet halindeler. Hoşgörülü bir Islam tanı
mı için uyanyorlar Müslümanlan. 'Mevlana okuyun, Yunus okuyun. Dövene
elsiz gerek, sövene dilsiz gerek' diye. Halbuki bugün döveni dövmek gerek,
sövene sövmek gerek. " 3
l 14
Emrah Cilasun
kez manevi değerlerin ve politik meş ruluğun temel kaynağı haline getirildi mi, o
zaman Islamcılığın değişik varyasyonlan arasındaki aynm çizgileri de silikleş
mektedir. " 4
Dindar Nesilleri Yetiştirmenin Yolu
Karaman'ın veya Müftüoğlu'nun bakış açısına sahip olabilmenin yolu
hiç kuşkusuz eğitimden geçmektedir. Dini eğitimde son yıllarda Türki
ye'de çok ciddi adımların atıldığı; mevcut yönetimin "dindar nesiller yetiş
tireceğiz" sözleriyle bu adımların bir atağa dönüştüğü bilinmektedir. Peki
bu atak pratiğe nasıl yansımaktadır ya da daha doğrusu İslamcı çevrelere
göre nasıl yansımalıdır?
Tarih, 9 Ağustos 2 011. Ramazan ayında çocuklara nasıl davranılması
gerektiğini Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın'dan okuyalım :
ıs ı
______ 'Bediüzzaman' Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği
"Türkiye'de kimi kesimlerin ortak hedef belirlemiş gibi, özellikle Evrim Ku
ramı'na saldırmalan son zamanlarda giderek artmıştır. Bunun amacı da bi
limsel düşünceyi, bilimi gençlerimiz ve halkımızın zihninden silmek, Türkiye
toplumunu itaatkar insanlardan oluşan bir yapıya dönüştürmektir. Itaatkar
bir toplum çok daha kolay yönetilebilir. Evet. Türkiye yaratılışçılığın resmi bir
devlet politikası olarak, eğitim sisteminde yer aldığı tek laik ülkedir. "10
8 Akşam, 3 Şubat 20 1 2
9 Radikal, 1 6 Mayıs 20 1 2
10 BirGün, 2 2 Mayıs 20 1 2
l 16
Emrah Cıbsun
çoktan farkındadırlar.
Tarih, 24 Şubat 20 1 2 . Onun içindir ki mesela Yeni Şafak yazarlarından
Yusuf Kaplan çok daha iddialı şu öneriyi yapmaktadır:
"Bu ülkede din dersleri kaldırılmadığı ve bütün eğitim sistemi, dinin sunduğu
düşünce, sanat ve hayat tasavvuru ekseninde çocuklarımıza bir medeniyet fik
ri, ruhu ve iddiası kazandıracak, çocuklarımızın bu fikri her bakımdan özüm
seyecekleri, bütün yönle1iyle kıran kırana tartışacakları bir niteliğe ve kimliğe
kavuşturulamadığı sürece, bu ülke, dünyanın en güçlü ülkesi haline bile gelse,
kendine gelemeyecek, dünyaya Müslüman bir ülke olarak bilimde, sanatta ve
düşüncede özgün şeyler veremeyecek, sadece Batılıların ikinci sınıf karikatürü
olarak asalakça yaşamaya ve salakça yapay kavgalarla boğuşmaya devam
edecek ve asla tarih yapacak bir özne konumuna yükselemeyecektir. Nokta. " 11
Yusu f Kaplan'ın arzuladığı "dinin tasavvurundaki sanat" ve ondan talep
ettiği "özgünlüğü" yaklaşık iki seneye yakındır tüm Türkiye , Cuma akşam
ları Primetime'da popüler bir TV kanalında seyretti .
Tarih , 8 Ocak 20 1 3 . "Huzur Sokağı " adlı TV dizisinde tesettürlü 'Şük
ran'ı canlandıran Sinem Öztürk'ün sinemadan gelen bir teklifi reddettiğini
öğreniyoruz . Tayfun Atay'a göre , "Öztürk 'ün gerekçesi, günümüzde kurgunun
gerçek hayat üzerindeki yaptırım gücüne de iyi bir örnek . . . Geçen haftaki bir
haber, özelde tesettür ve rol, genelde din ve sahne sanatı ilişkisi üzerine epeydir
yürüttüğümüz tartışmaya bir başka pencereden bakma imkanı verir nitelikte:
'Huzur Sokağı' dizisinde Şükran 'ı canlandıran Sinem Öztürk, Hakan Günday 'ın
'Piç' romanının sinema uyarlaması 'Hiç' için aldığı rol teklifini geri çevirdi. Çün
kü filmde sevişme sahneleri varmış. Evlilik planlan yapan Öztürk özel hayatı
nı da düşünerek ama aynı zamanda tesettürlü bir kadını canlandırdığı 'Huzur
Sokağı'na zarar vermemek için bu karan aldığını söylemiş. " 1 2
"Huzur Sokağı " adlı TV dizisi , toplumsal hayata din ekseninde şekil
verme faaliyetinin en 'özgün' örneğidir. Zira dizide kadının topluma ve
kocasına karşı isyankar değil itaatkar; başıboş değil bir erkeğe ait olması
gerektiği en vulger şekilde anlatılmaktadır.
Tarih, 14 Kasım 2 0 1 2 . Bu dizinin esin kaynağı olan ve aynı adı taşıyan
romanın yazarı Şule Yüksel Şenler'in duygularını ve onun hakkında yazı
lanları gazetenin haberinden okuyoruz:
13 Star, 14 Kasım 20 1 2
l 18
Emrah Cilasun
"Kent merkezindeki bir lokantada garsonluk yapan Veysi Turan, 9 aylık ha
mile eşi Mübarek Turan'ı 24 Ocak'ta doğum sancıları artınca hastaneye gö
türdü. 4 yaşında bir kızı da bulunan Mübarek Turan ikinci kızım sağlıklı
olarak dünyaya getirdi. Ertesi gün Turan, eşini ve bebeğini evlerine götürdü.
Iddiaya göre Veysi Turan, gece eşi ve çocuklarının uyumasını bekledi. Bir süre
sonra evde bulunan üçlü elektrik prizinin kablosunu kesti. Ardından, kablonun
fişini prize takarken, kestiği uçlarını ise uyuyan eşinin şakaklanna tuttu. Mü
barek Turan akıma kapılıp can çekişmeye başladı. Bu sırada ise Veysi Turan
14 Radikal, 2 4 Mart 20 1 1
15 Radikal, 4 Ağustos 2 O 1 1
·Bediüzzaman' Efsanesi ve Said '.'iursi Gerçeği
"�;jl.· 2 0
Emrah Cilasun
21
_______ 'Bediuzzaman' Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği
19 A Declaration: Far Women's Liberation and the Emancipation of Ali Humanity , 2009 .
(abç) www . revcom.us
20 Bulaç , agy
21 Her ne kadar feminizm, kadınların eşitlik mücadelesini amaç edinmiş olsa da ; yine
de bu mücadele "hadınlann hurtuluşunun olmazsa olmazlarından biri olmasına rağmen
teh başına yeterli derecede radihal bir talep değildir. Eşitlih mücadelesi hapitalist dünya
nın dar ufhuyla sınırlandınlacah olursa ve hapitalist sistemin hendisine dohunulmazsa"
-ki feminizm maalese f bu dar u fuklarla kendisini sınırlamaktadır- "hadınlar 'en iyi
durumda bf1e' meta olarah 'hendilerine' ait olacahlardı r. Başha bir olası/ıh da, diğerleri
üzeıinde hontrol sahibi olmah ve onlara gerçehte metalar olarak davranmaktır. Ama bu
durumda onlar sömürücü yapının dar ve kapana kıstıncı sınırlarını kırıp aşamazlar. " (A
Declaration: Far Women 's Liberation and the Emancipation �f Ali Humanity, 2009)
1'.;,i 22
Emrah Cilasun
23 1"*''<
·sediüzzaman' E fsanesi w Said Nursi Gerçeği
hulu değil Tanrıyı bile yaratandır! Ona kimse bir iş yaptıramaz . . " 25 .
Suç Ortaklığı
Bütün bu birbirlerinin karşıtıymış gibi görünen, 'laik' , 'seküler' , hatta
ve hatta 'marksist' olduklarını iddia edenlerin, genel olarak din ve özel ola
rak İslam hakkında yaptıkları yukarıdaki tespitler ne anlama gelmektedir?
Her şeyden evvel alıntı sahipleri bir 'aydınlatıcı' görevi görmemektedirler.
Sömürü ve baskı düzeninin doğrudan bir üstyapı kurumu olan dini dolay
sız bir şekilde kutsamaktadırlar. Bu kutsama üç açıdan önemlidir ve alın
tı sahiplerinin düşün dünyasını ele vermektedir. Birincisi, onların seküler
yaşamlarına müdahale edilmediği müddetçe toplumun geniş kesimlerinin
neye maruz kaldığının hiçbir önemi yoktur. İkincisi , zaten geri bıraktı
rılmış olan ve dinle kendini avutan yığınların aydınlatılması hem gerekli
hem de mümkün değildir. Üçüncüsü , es kaza kendi dünya görüşleri ikti
dar olduğu taktirde zaten toplum devrimci tarzda dönüştürülmeyeceği için
geleneksel düşünceler ve ilişkiler berdevam edecektir.
Türkiye'de -Gazi Çağlar'ın gayet isabetli saptamasıyla söyleyecek olur
sak- "kitleler üzerinde adım adım, hale hale, höşe höşe, cami cami örülmüş Isla
mi hegemonya"nın2h mevcut olduğu bir ortamda Perinçek, Zaptçıoğlu, Mar
gulies ve Fırat'ın dine yaptıkları olumlu atıflar, alenen bir suç ortaklığıdır.
Adında işçi ibaresi bulunan ve doğal olarak işçilerin çıkarlarını savun
ması beklenilen bir parti açısından "Bedevi toplumdan, kabile toplumundan,
özel mülkiyet ve ticarete dayanan bir toplumun yaratılmasının " ne gibi "ilerici
ve devrimci " bir yanı olabilir? "ôzel mülkiyete dayanan bir uygarlık " 1 500
sene evvel de olsa kimin ve neyin uygarlığıdır? Perinçek'in kutsadığı ve aynı
dalga boyutunda Zaptçıoğlu'nun öne sürdüğü "Peygamberlerin bu dünyada
yoksul, ezilmiş ve yalnız insanların yanında olduğu" savı , "kölelik, esas olarak
erkeklerin mülkü olan çocuk ve kadın kavramı, kadının erkeğe tabi olması, ina
nanların inanmayanlara savaş açma hak ve yükümlülüğü ve kadınlar da dahil
yağmalanan malların savaş ganimeti olarak alınması, farklı olanların diğerleri
ni sömürüp baskı altına almasını mümkün kılan genel ilişkiler"in2 1 varlığı kar
şısında nasıl iddia edilebilir ve bunun neresi 'devrimci ve ilerici' olabilir?
Zaptçıoğlu'nun "inancın ancak ezilenlerin insanlaşması için gösterilecek
çabada yaşadığını ve bu çaba hiç bitmeyeceği için de asla yok olmayacağını"
söylemesi , sınıflı toplumun, sömürü ilişkilerinin ve tüm bunların üstyapı
kurumu olan dinin , can-ı gönülden üstlenilip ilelebet sürdürüleceğinin
24
Emrah Cilasun
deklare edilmesinden başka bir şey olamaz . Zaptıçıoğlu'nun arzu ettiği bir
toplumda mesela genç kuşakların eğitimi nasıl olacaktır? "İnancın ancak
ezilenlerin insanlaşması için gösterilecek çabada yaşadığı" fikriyle Evrim
Bilimi nasıl bağdaştırılacaktır? Bunun mümkün olmadığını Birikim yazarı
dahi bilmektedir.
Peki ya Zaptçıoğlu'nun, "inancın asla yok olmayacağı" arzusuna ne
demeli? Marx'ın , dini "kalpsiz dünyanın kalbi " diye tanımladığını biliyoruz.
Buradaki "kalpsiz dünya" kapitalist dünyanın tasviriyse , o halde Zaptçıoğ
lu'nun "asla yok olmayacağını" arzu ettiği sadece din değil aynı zamanda
bütün bir kapitalist dünyadır.
Roni Margulies'in , "Islam, Kemalist devletin 'düşman' olarak gösterdiği,
işçi sınıfını ve her tür muhalefeti bölmek için kullandığı en temel unsur" tespiti
ise tamamen gerçek dışı ve zorlamadır. Bu kitabın ilerleyen sayfalarında
Kemalizm'in dinle olan ilişkisine uzun uzadıya yer verilmiştir. Fakat bura
da Margulies'in bu gerçek dışı iddiasının aksini ispatlamadan geçmek doğ
ru olmayacaktır. Zira Mustafa Kemal'in önderliğindeki Ankara hükümeti
başından beri İslam'ı değil ama komünizmi kararlı bir şekilde "düşman ola
rak göstermiştir" Ankara hükümeti daha ilk yıllarında , Sovyet Rusya'dan
Türkiye'ye gelen Türkiye Komünist Partisi'nin lideri Mustafa Suphi ve yol
daşlarını , Kars'ta başlayıp Erzurum'da devam eden ve nihayet Trabzon'da
kanlı bir katliamla sonuçlanacak olan sürek avını bölgenin İslamcılarıyla
el ele gerçekleştirmiştir. Erzurum'da Suphi ve yoldaşlarına karşı estirilen
linç ortamı, devlet eliyle kurdurtulan başını Erzurum Delegesi Hoca Raif
Efendi'nin çektiği Muhafaza-ı Mukaddesat Cemiyeti'nce örgütlenmiştir. 2K
Bu katliamla -ve Ethem kuvvetlerinin tasfiyesiyle- , Antant devletlerinin
teveccühünü kazanıp Londra Konferansı'na katılmaya hak kazanan Anka
ra hükümetinin lideri Mustafa Kemal'in, konferansın başlamasından bir
gün evvel (26 Şubat 1 9 2 1 ) ABD'li gazeteci Streit'e verdiği yazılı demeç son
derece açıktır: "Türkiye'de komünizm yoktur. Bütün cihan bizi milliyetçi ola
rak bilir ve milletimizin bağımsızlığını, haklannı ve menfaatlerini müdafaa eden
kimseler olarak öyleyiz de. Şayet enternasyonalizm demekle bütün milletlerin
bağımsızlık ve hukukuna saygıyı kastediyorsanız, o zaman evet, biz enternasyo
nalistiz de. Diğer taraftan biz dinimize de bağlıyız. Milli ve dini ruha aykırı olan
komünizmin bizde nasıl bir tatbikat sahası bulabileceğini de anlamam. Böyle bir
ihtimal ancak Türk milletine karşı girişilen bir suikastın gerçekleşmesi halinde
husule gelebilir. " 2'ı
Margulies'in , "işçi sınıfı da dahil olmak üzere nüfusun büyük bir kesimi
kendini 'şeriatçı ' değil ama 'Müslüman ' olarak tanımlarken, tanrı tanımazlığı
28 Emrah Cilasun , Mustafa Suph(vlc Yoldaşlarını Kim O/dürdü?, Agora Kitaplığı , İstan
bul, 2008, s. 1 47- 1 50
29 Cilasun , age , s. 1 89
25
______ 'Bediüzzaman' Efsanesi ve Said Nursi Gerçeği
önkoşul olarak dayatan bir solun küçük kalmaya mahkum olduğu açık değil mi"
sorusu ise kendisini solcu olarak tanımlayan birisi açısından son derece
talihsiz bir 'öngörüdür' . Çünkü bu demagoj ik bakış açısı, her şeyden evvel
işe bir işçi fetişizmi yaparak başlamaktadır. Sınıf bilinci almamış işçile
rin kendilerini herhangi bir din ile tanımlamaları ne zamandan beri tayin
edici olmuştur? Velev ki öyle olmuş olsun. Yarın bir gün işçiler biz 'şeriat
istiyoruz' derseler yazarımız bize ne önerecektir? Fakat şaka bir yana; "lşçi
sınıfı da dahil olmak üzere nüfusun büyük kesiminin kendisini 'Müslüman' ola
rak tanımlaması" hangi eğitimin, geleneğin ve göreneğin sonucudur? Bu,
kendiliğinden oluşmuş bir durum mudur? Yoksa devletin ve toplumun
tüm kurumlarının zihinlere -yazarın zihni de dahil- yerleştirdiği fikirlerle
bunun arasında bir bağ var mıdır? Marx'ın şu isabetli sözleri sanki yazarı
mız için yazılmıştır :
"Bu devlet, bu toplum, ters bir dünya bilinci olan dini yaratır, çünkü
onlar ters bir dünyadır. Din, o dünyanın genel teorisi, ansiklopedik icmali,
halka yatkın mantığı, manevi namus meselesi, coşkunluğu, ahlaki onaylanışı,
resmiyete bürünüşü, evrensel avuntu ve haklılık temelidir. Din, insanın özü
nün hayalde gerçekleşmesidir, çünkü insanın özü somut gerçekliğe kavuşmuş
değildir. Onun için dinle mücadele etmek, dolaylı yoldan o ters dünyayla
-ki din o dünyanın manevi rayihasıdır- savaşmaktır. " (Marx, 1978, 10)
Marx'ın bu saptaması , üstyapının önemine işaret etmektedir. Margu-
lies'de de görüldüğü gibi solun içerisinde bir hayli yaygın olan, her şeyi
sınıf ve ideoloj i arasında doğrudan birebir ilişki kurarak açıklamaya çalışan
kaba ve mekanik bir materyalizm mevcuttur. Hal böyle olunca , İslam'ın
"devri mci" ilan edilmesi ya da "lşçi sınıfının Müslümanlığına" dikkat çekilme
si, Sol'a son derece mantıki ve pratik gelmektedir. Ama bu kaba ve meka
nik materyalizmin, Marksizm'e taban tabana zıt olduğu üzerinde ise hiç
durulmamaktadır. Halbuki Engels'in de dikkat çektiği üzere ,
"Materyalist tarih anlayışına göre, tarihteki belirleyici etken son kertede,
gerçek yaşamın üretim ve yeniden üretimidir. Daha çoğunu hiçbir zaman ne
Marx ileri sürdü ne de ben. Eğer biri bu görüşü iktisadi etken tek belirleyicidir
anlamında bozarsa, böylece onu boş, soyut saçma bir söze dönüştürmüş olur.
lktisadi durum temeldir, ama üstyapının çeşitli öğeleri: sınıf savaşımının si
yasal biçimleri ve sonuçları, hukuksal biçimler ve hatta bütün bu gerçek sava
şımların, bu savaşımlara katılanların kafasındaki yansımaları, siyasal, hukuk
sal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve bunların dogmatik sistemler olarak daha
sonraki gelişmele1i de, tarihsel savaşımların gidişi üzerindeki etkilerini gösterir
ve birçok durumda, onların biçimini baskın bir tarzda belirlerler. "'L1
Üstyapının tayin edici oluşunu görmezden gelen Margulies'e dönecek
l 26
Emrah Cilasun
olursak, yazarın, "tanrı tanımazlığı önkoşul olarak dayatan bir solun küçük
kalmaya mahkum olduğu açık değil mi" sorusuna insanın neredeyse keşke
öyle bir "ön koşul dayatan sol" olsa diyeceği geliyor. Margulies , Türkiye'de ,
başından beri serinkanlı bir biçimde dinin bütün bir siyasi, ideoloj ik ve
felsefi boyutlarını gözler önüne seren; onun kapitalist toplumun bir üstya
pı kurumu olduğunu açıklayan ; bilimden -özellikle de Evrim Bilimi'nden
kadın sorununa kadar Marksist zaviyeden bakarak tartışan ve aydınlatan
bir 'sol' gösteremez. Fakat bunun yerine maalesef, komünist olduğunu
iddia eden ; Türkiye toplumunda azınlık inancı Aleviliği , Sünni hakimi
yetine karşı bir alternatifmiş gibi sunan ; tabiri caizse 'Cemevi Sosyalizmi'
yapan bir 'sol'dan bahsetmek mümkündür. Öte yandan Kemalizm'in sos
yal Darwinist etkisinde kalarak 'dinle mücadele' adı altında Kemalist devlet
doktrinini kutsayan bir 'sol' da gösterilebilir. Bunların büyük ya da küçük
olması ise hem dönemsel ve hem de görecelidir. Tayin edici olan nicelik
değil ; niteliktir. Siyasi çizginin doğru olup olmadığıdır. O yüzden bahsi
Margulies'in zaman zaman yazılarında alıntı vermeyi pek sevdiği Lenin'in
şu sözleriyle tamamlayalım:
"Proletarya burjuva demokratik devrimimizin öncüsüdür. Partisi bütün orta
çağ kalıntılarına karşı verilecek savaşın ideolojik öncüsü olmalıdır. Bu kalıntı
ların içine ise, eski resmi din gibi, onu yenileştirmeye, değiştirmeye, başkalaş
tırmaya yönelik bütün çabalar da girer. "3 1
Tabii ki kendisini Marksist soldan ayrı tutmaya özen gösteren nasyonal
sosyalist Türk Solu 'nun teorisyeni Gökçe Fırat'ı bu kitaba taşımamın birinci
nedeni, kendilerini Marksist görenlerin din konusunda Türk Solu ile ara
larındaki benzerliğe dikkat çekmek içindir. İkincisi ve daha da önemlisi,
Kemalist ideolojinin bayraktarlığını yapan bu derginin, a) Kemalizm'in de
dine ihtiyacı olduğunu b) Türkiye'de yeni resmi ideoloj inin din ekseninde
oluşturulmaya başlandığını göstermesidir. "Allah'ı bile tanımayanların bir
araya geldiği bir yapının başarı şansı yoktur. " sözlerinin 2 1 . Yüzyıl Türki
yesi'ndeki anlamı , Kemalist cephenin bu yeni paradigmayı kabul etme
ye hazır olduğunun kanıtıdır. Fakat yukarıda göstermeye çalıştığım gibi,
Kemalist cenah bu konuda yalnız değildir. Kendini Marksist görenler de
buna çoktan hazırdır. Peki , sadece onlar mı?
28
Emrah Ci lasun _____ _
Öcalan'ın referans gösterdiği "bin yıla yakın Islam bayrağı altında ortak
yaşam", Selçuklu ve Osmanlı hanedanları ve bütün bir devlet ricaliyle ,
Kürt aşiret reislerinin, derebeylerinin, şeyh ve mollaların arasındaki "ortak
yaş am"dır. Kuzey Afrika'dan , Ortadoğu'ya , Balkanlar'dan Kafkasya'ya kadar
uzanan Osmanlı seferleri , 'Jetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha"dan
başka bir şey değildi. Kuşkusuz bu "ortak yaşamın hukukunda", ortaklığın
dışında kalanlara, yani başta geniş köylü kitleleri olmak üzere , gayri Müs
limlere, diğer azınlıkta kalan milliyet ve mezheplere 'Jetih, inkar, red, zorla
asimilasyon ve imha" reva görülmüştü . Bugün istila , savaş ve kıyımların,
dünya kapitalizmini besleyecek enerj i hatlarının coğrafyası olan Ortado
ğu'da, Türkleri ve Kürtleri kasteden "temel iki stratejik güç"den bahsedilme
sinin nedeni nedir? Buradan yıllardır milli zulme uğramış olan Kürt kitle
leri ne ümit edebilirler? Bahsi geçen "iki stratejik güç " dışında kalan bütün
diğer ulus ve halkları nasıl bir gelecek beklemektedir?
Öte yandan üzerinde birazdan duracağım din meselesiyle alakalı olduğu
için, Öcalan'ın "demokratik modernite" dediği ve "kapitalist modernite"ye
karşı önerdiği toplum modeline ilişkin -her ne kadar kendi başına bir tar
tışma konusu olmakla birlikte- kısaca üzerinde belirtilmesi gereken iki
husus vardır. Birincisi , ne tür anlam(lar) atfedilmeye çalışılırsa çalışılsın
modernizm, kapitalizm demektir. O yüzden "Kapitalist modernizm" gibi bir
kavram son derece anlamsız olmakla birlikte , onun karşısına bir alternatif
gibi sunulan "demokratik modernite" kavramı ise son derece anlamlıdır ve
"demokratik kapitalizm" demenin bir başka türüdür. Buradaki "demokrasi"
kavramı da son derece sorunludur. Çünkü her şeyden evvel demokra
si , meta ideoloj isidir. Bir başka ifadeyle Engels'in, "kapitalizmin tozpembe
şafağı " dediği şeyin ta kendisidir. Toplumu kapitalist üretim ilişkileri üze
rinden idare eden hakim sınıfların, şişirdikleri balonun patlatılmamasının
hem garantörü hem de illüzyonudur ve katiyen matah değildir. Çünkü
"Derin sınıf farklılıhlarının ve toplumsal eşitsizliğin damga vurduğu bir dünya
da, sınıfsal yapısına ve hangi sınıfa hizmet ettiğine değinmeksizin 'demohrasi'den
söz etmek anlamsız ve çok yanlıştır. Toplum sınıflara bölünmüş olduğu sürece
'herkes için demokrasi' olması mümkün değildir: Iktidarda şu veya bu sınıf ola
·cah ve hendi çıkar ve hedeflehne hizmet eden demokrasi türünü savunup yaygın
laştıracaktır. Sorulması gereken soru, iktidarda hangi sınıfın olduğu ve bu sınıfın
yönetim tarzının ve demokrasi sisteminin, sınıf ayrımlarının ve buna tekabül
eden sömürü, baskı ve eşitsizlik ilişkilerinin devamına mı hizmet edeceği yoksa
bunlara son mu vereceğidir. " >h
i 30
Another random document with
no related content on Scribd:
Il Cavalcanti mi parve esitare.
— Se però — osservò con una certa titubanza — lei leva di mano a
un grande scultore il suo scalpello, o chiude in carcere un poeta
senza penna e carta....
— No, non intendo questo.... All’artista che crea, l’arte è lo strumento
della propria bravura: ne ha dunque bisogno, come il banchiere ha
bisogno di denaro e il maestro di equitazione di cavalli.... Io parlo di
chi gode l’arte. Supponga un uomo che sia ammiratore fervidissimo
di Dante e nello stesso tempo arrabbiato fumatore come è, mi pare,
il signor Rosetti; e che sia condannato al carcere per sei mesi con
l’alternativa: o senza sigari o senza Dante.... Che cosa sceglierà?
Ridemmo tutti; e il Rosetti osservò scherzosamente che il fumare era
più che un bisogno, era un vizio!
— Altra prova — continuò l’Alverighi. — Che cosa si giudica in arte:
la qualità o la quantità? Il giudizio estetico è il giudizio qualitativo per
eccellenza: non tiene conto mai della quantità: sempre, dovunque, in
ogni arte una cosa bella avrà più pregio che cento brutte. Ma chi non
sa che l’uomo discerne e gusta meglio le qualità delle cose, a mano
a mano che glie ne scema il bisogno? Più ho fame, e meno fo
differenza tra un rozzo pan di soldato e il più prelibato pasticcino:
anzi vorrò piuttosto un grosso pane di soldato che uno squisito ma
minuscolo pasticcino. Se nell’arte noi giudichiamo solo la qualità, se
non teniamo mai conto della quantità è chiaro che non ne abbiamo
bisogno. L’arte è dunque un piacere senza bisogno: ne gioisco,
quando posso goderne, non soffro se ne son privo. Siamo
d’accordo?
Infervorato nel suo discorso, l’Alverighi non si accorgeva che oltre il
Cavalcanti, solo il Rosetti, impassibile come sempre, stava attento:
gli altri non più, parte perchè un poco affaticati dalla sottigliezza di
queste ultime controversie, parte perchè distratti dai movimenti della
nave e dalla signora Feldmann, che si era di nuovo ridrizzata e sulla
cui faccia si leggeva la stanchezza che precede il sonno. Non
appena quindi il Cavalcanti ebbe assentito, senza badare agli altri,
parlando a lui, subito l’Alverighi continuò:
— Appunto perchè l’arte è un piacere senza bisogno, un piacere
disinteressato e libero, il piacere dell’arte è incerto, vago, nebuloso.
Quando ho fame e mangio, sono sicuro che il mio pane è squisito. Il
piacere che provo quando appago un bisogno è così intenso, che
non dubito di quel che sento. Quanti dubbi invece, quando cerco di
accertare che sorta e qualità di piacere certi oggetti e certe opere
dell’uomo suscitano in me, perchè sarebbero «belle»! A certi
momenti lo sento, quel piacere, a certi altri no, e questo mutamento
non riesco a capire da che dipenda; qualche volta invece dubito se
lo sento o non lo sento; mi par di sì, mi par di no; faccio uno sforzo
per chiarire me a me medesimo e non ci riesco. Non di rado
m’accorgo che non sono d’accordo con i miei simili: talora lo sento io
e i miei amici, no; o viceversa. Lei mi dirà che occorre chiudersi in
sè; intrinsecarsi, come diceva un mio vecchio professore di filosofia;
ma quanti sono gli uomini capaci di ammirar soli una opera d’arte,
disprezzata da tutti gli altri? Urtata dall’altrui disparere, l’opinione mia
vacilla; ho bisogno di puntellarla; e come posso puntellarla, poichè il
sentimento è oscuro, se non ragiono? Ed ecco che l’incertezza del
sentimento mi spinge a cercar di ammirare per ragionamento.
Inquieto e scontento, afferro la lampada della ragione e con quella
scendo nel fondo tenebroso della mia coscienza, per illuminare me
stesso, a sapere se veramente quel che sento è bello!
Disgraziatamente la ragione si burla di me; la sua lampada gira di
continuo e mi confonde gli occhi con un barbaglio saltellante di
ombre e di luci; le sue risposte sono ambigue come quelle della
Sibilla; io non capisco più nulla....
— Mi pare che l’onda si faccia più grossa, — disse a questo punto,
sottovoce, la signora Feldmann all’ammiraglio, aprendo a fatica gli
occhi ormai quasi socchiusi dal sonno.
L’ammiraglio la guardò: le mormorò qualche parola all’orecchio; si
volse a guardare il Cavalcanti.... Avrei detto che stava per levarsi e
interrompere la discussione; quando il Rosetta mosse una breve
domanda:
— Ma quale sarebbe allora, secondo lei, l’ufficio della critica?
— Critica ed estetica? — rispose l’Alverighi. — Ma sono mestieri
buoni per i ciarlatani, i quali hanno la faccia tosta di dare ad
intendere che essi sanno ciò che è bello e ciò che è brutto....
Ma a questo punto l’ammiraglio ruppe gli indugi, perchè la signora
Feldmann cascava dal sonno. Trasse l’orologio e:
— Signori, — disse, — sono le undici e mezzo. Non abusiamo della
pazienza di queste signore. Abbiamo due settimane di tempo per
terminar questa discussione.
Ci levammo tutti; ma l’Alverighi raggiante di gioia. Gli si leggeva in
faccia l’esultanza di aver potuto finalmente sfogarsi, e
vittoriosamente sfogarsi: perchè egli era rimasto, sino all’ultimo,
padrone del terreno. Scendendo infatti la scala dietro l’ammiraglio,
che dava il braccio alla signora Feldmann, lo udii dirle:
— Eppure, pur troppo, è così, signora: in Brasile lei incontra già
qualche giovane che giudica New-York più bella di Parigi. Non sono
molti, no, ancora, ma....
E non aggiunse parola. La signora sbadigliò.
VI.