İklimin Estetiği Antroposen Sanatı Ve Mimarlığı Üzerine Denemeler 1st Edition Eray Çaylı Full Chapter Download PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

■klimin Esteti■i Antroposen Sanat■ Ve

Mimarl■■■ Üzerine Denemeler 1st


Edition Eray Çayl■
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/iklimin-estetigi-antroposen-sanati-ve-mimarligi-uzerine-
denemeler-1st-edition-eray-cayli/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

■klimin Esteti■i Antroposen Sanat■ Ve Mimarl■■■ Üzerine


Denemeler 1st Edition Eray Çayl■

https://ebookstep.com/product/iklimin-estetigi-antroposen-sanati-
ve-mimarligi-uzerine-denemeler-1st-edition-eray-cayli/

A medida B1 guía didáctica 1st Edition Anaya

https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/

Lo straniero A2 B1 Primi Racconti 1st Edition Marco


Dominici

https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/
Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st
Edition Arwen Schnack

https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/

Ritorno alle origini B1 B2 Primi Racconti 1st Edition


Valentina Mapelli

https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/

Un giorno diverso A2 B1 Primi Racconti 1st Edition


Marco Dominici

https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

100 DELF B1 Version scolaire et junior 1st Edition


Sylvie Cloeren

https://ebookstep.com/product/100-delf-b1-version-scolaire-et-
junior-1st-edition-sylvie-cloeren/

La nuova Prova orale 1 A1 B1 1st Edition Telis Marin

https://ebookstep.com/product/la-nuova-prova-orale-1-a1-b1-1st-
edition-telis-marin/
1

>- İl • •

�iKLiMiN
>- • _. .

�ESTETIGI
ANTROPOSEN SANATI VE
MİMARLl�I ÜZERİNE DENEMELER


ERAY ÇAYLI
i
Antropoloj , coğrafya ve mimarlık disiplinlerinin arayüzünde çalışan bir
ademisyen. Baş ıca
ak l araştırma konuları arasında politik şiddet ve eko­
lojik felaketin gö
rselliği ve mekansallığı yer almakta. 2015'te University
ol
C egel L ond o n'ın mimarlık fakültesi Bartlett School of Architecture
n
bü y esinde tam am ladığı mimarlık tarihi ve kuramı alanındaki dokto­
r�ını yapmak üzere gittiği Londra'da 2011'den beri yaşıyor. Londra ve
cı\rarındaki çeşitli üniversitelerde 2012'den bu yana vermekte olduğu
derslere ve sürdürmekte olduğu araştırma faaliyetlerine 2018'den beri
LSE'de (London School of Economics and Political Science) devam
ediyor. Hakkında daha ayrıntılı bilgiye ve yayınlarının tümüne kişisel
Websitesi eraycayli.com üzerinden ulaşılabilir.
ERAY ÇAYLI

İKLİMİN ESTETİÔİ
Antroposen Sanatı ve
Mimarlığı Üzerine Denemeler

§
Yayın No 1950
Sanat 13

İklimin Estetiği
Antroposen Sanatı ve Mimarlı ğı Üzerine Denemeler
Eray Çaylı

Editör: Merve Ünsal


Kapaktaki eser: Cengiz Tekin, Kum, 2010.
Kapak tasarımı: Emir Tali
Sayfa tasarımı: Muzaffer Aysu

© 2020, Eray Çaylı


© 2020, bu kitabın Türkçe yayın hakları
Everest Yayınları'na aittir.

1. Basım: 2020, Everest Yayınları

ISBN: 978 - 605 - 185 - 514 - 1


Sertifika No: 43949

Baskı ve Cilt: Melisa Matbaacılık


Matbaa Sertifika No: 45099
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8
Bayrampaşa/İstanbul
Tel: (0212) 674 97 23 Faks: (0212) 674 97 29

EVERESTYAYINIARI
T icarethane Sokak No: 15 Cağaloğlu!İSTANBUL
Tel: (0212) 513 34 20-21 Faks: (0212) 512 33 76
e-posta: info@everestyayinlari.com
www.everestyayinlari.com

www.twitter.com/everestkitap

www.facebook.com/ everestyayinlari

www.instagram.com/everestyayinlari

Everest, Alfa Yayınları'nın tescilli markasıdır.


İÇİNDEKİLER

Teşekkürler ........................................................................................ 9
Önsöz (Merve Ünsal) ...... ... ......... ..
. .... . ..
. . .
..... ... ....... . .... .. .... .. . .......... 11

1. TERİM, TEMSİL, TAHAYYÜL


1 . Antroposen Kavramı Üzerine ........... . ............ . ...... . . ..
.. .. . ..... . 17
.

2. Coğrafyanın Temsili .......... .............. . .


... .......... . ..... :. . . . . . . . . . . . . . . 29
3. Antroposen'in Estetiği: Hassasiyet, İnsaniyet, Şiddet .. . . . . 40 .. ..

4. The Road (2009) Üzerine Düşünceler ............... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 52 .

5 . CO VID- 1 9 ve Antroposen'in Viralliği ......... . . .. ........ . . .. . 61


... .. .

il. KENT VE PLANLAMA


6. Metruk Alanlar, Müşterek Bostanlar . . .. . . . .. . .. ... . . .. .. . ... .. . . 79
. . . . ..

7. Kamusallığın Doğası . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
8. Sınırlaştırılan Doğa . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 90
9. Görünmez Sınırların İfşası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
10. Grenfell: Çağımızın Büyük Yangını ........... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
1 1 . Dipsiz Göl ve Korumanın Şiddeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
ili. MİMARLIK VE TASARIM
12. Andropozen (?) Çağında Mimari Erkeklik Krizleri ......... 127
13. Felaket Öncesi ve Sonrası Tasarım ................................... 136
14. Soma: Mimarlık, Etik, Politika ........................................ 144
15. Grenfell'den 2.5 Yıl Sonra: Barınma, Sınıf, lrkçılık ......... 149
1 6. Antroposen Mimarlığı İçin Bir Nirengi Noktası:
Southbank'in Brütalistleri .. .......... . . ... ..... ... .................... .... 158

iV. SANAT V E KÜRATÖRLÜK


1 7. Sanatın Antroposeni . .. . . . . . . . . ..... . .
... .. . .. ..
. ... . . .. .
...... ..
. .. . . . . 1 79
. .. ..

1 8. Bir Halk Sağlığı Sorunu Olarak Bienaller ........................ 195


19. Anestezik Çözümlere Karşı Duyarlılığın Estetiği ............206
20. Fikri ve Kültürel Üretimin Hafriyatçılığı. ......................... 213
Sonsöz .................. .
................... ... ....... . .......................................... 219
Kaynakça ...................... . .. . . ...
... . ... . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . .
.... . ............... ...... 227
Dizin ............................................................................................. 238
İKLİMİN ESTETİÔİ
Teşekkürler

Bu kitabın ortaya çıkışında birçok kişinin farklı düzeyde verdiği


teşvik ile sağladığı entelektüel imkan ve destekler son derece önemli
rol oynadı. Öncelikle bir kısmı farklı versiyonlarıyla bu kitaba da
giren yazılarımı XX1 dergisinde düzenli olarak yazma imkanını
bana tanıyan yayın yönetmeni Hülya Ertaş ve söz konusu yazıların
yayınlandığı köşeyi dönüşümlü olarak birlikte yazdığım Sinan Logie
ile Senem Doyduk'u anmak ve kendilerine çok teşekkür etmek
isterim. Bunun yanı sıra burada yer alan farklı yazıların tartıştığı
fikirleri tetikledikleri, derleyip toparlamama yardımcı oldukları ya
da dinleyici kitleleriyle birebir tartışma imkanını bana tanıdıkları
için Mekanda Adalet (özellikle Yaşar Adanalı ve Sinan Erensü ile
derneğin yayıncılık faaliyetlerini yürüten Bahar Bayhan), Esen Ka­
rol, Gül Köksal, Başka Bir Atölye, Emre Özyetiş, Herdem Doğrul,
Hakkı Kanat, Hüsamettin Bahçe, Ferat Demiroğlu, Zeki Kanay,
Alaattin Selçuk Ertekin, Samed Uçaman, Doğan Hatun, Güner
Yanlıç, Rıdvan Kuday, Ronahi Gökdemir, Bilge İşiyok, Didem
Kılıçkıran, Yağmur Yıldırım, Sibel Yardımcı, Umut Kart, Neslihan
Şık, Aslı Tuncer Madge, Murat Alat, Loading (özellikle Erkan Öz­
gen ve Cengiz Tekin), Dicle Beştaş, Berivan Aslan, Evindar Tokur,
Bahar Tokur, Bişar İçli, Ezgi Tuncer, Tayfun Gürkaş, Melis Uğur­
lu, Güray Balıktay ve Sera Bal'a içten birer teşekkürü borç bilirim.
Sanatçı Cengiz Tekin'e, ·işini kapakta kullanmamıza izin verdiği
için ve böylesi bir kitabın anlamlı olabileceğine dair öncü telkinleri
için ayrıca minnettarım. Kitaba Everest Yayınları'nın kapılarını açan

9
Yayın Yönetmeni Cem İleri'ye teşekkür ederim. Kitabın derlenip
toparlanmasında eşsiz emekleri olan ve önsözünü yazan Merve
Ünsal' a ayrı bir başlık altında teşekkür etmem gerekli. Kendisinin
dikkati, titizliği, sabrı, desteği ve dahası eleştirel katkıları olmasa bu
kitabın ete kemiğe bürünmesi mümkün olmazdı. Bununla beraber,
şayet kitapta kusur veya hatalar varsa, bu konudaki sorumluluk pek
tabii ki yalnızca bana ait.
Eray Çaylı
2 1 Mart 2020, Londra

10
On söz
..

İklimin Estetiği: Antroposen Sanatı ve Mimarlığı Üzerine Dene­


meler, mekan, alan, yer gibi kavramların gittikçe genişleyen, geniş­
ledikçe de birbiriyle örtüşen hallerinin ürettiği durumları ele alıyor.
İnsan Çağı olarak Türkçeleştirebileceğimiz Antroposen kavramının
tetiklediği tartışmalara damga vuran ana akım yaklaşımı sanat ve
mimarlık üzerinden yapı bozumuna uğratan kitap, içinde yaşadığı­
mız zamanın kerteriz noktalarını bütüncül bir tavırla işaretlemeyi
öneriyor.
Bu kitap bağlamında ilk defa yan yana gelen, yaklaşık 10 yıla
tekabül eden bir süreçte yazılmış metinler, hızla dönüşen günü­
müz koşullarının gerektirdiği makro ölçekteki çoğullukların politik
gerekliliklerini ve aciliyetlerini mikro ölçekteki maddesel pratikler
üzerinden nasıl ifade edebileceğimizi inceliyor. Kitap bahsi ge­
çen pratiklerdeki kayganlıkların temsil ettiği kör noktaları sık sık
metinlerinin merkezine oturtuyor. Bunu yaparken de ana akım
yaklaşımlara sirayet eden insan ve doğa kavramlarına takıntılı odağı
sorgulamaya çabalıyor. Peki böylesi bir sorgulama bizi eylemliliğe
sevk edebilir mi? Eylemliliğin bugünün üretimlerine sirayet eden
tezahürlerini kimlikler ve durumlar ötesi bir şekilde nasıl kurgu­
layabiliriz? Genelleyen ve homojenleştiren eğilimlere yenik düş­
meden, kendi kimliklerimizin muhtevası olan yerleri, yerleşkeleri,
cinsiyetleri, tarihleri, coğrafyaları çağırarak bir eylemlilik geliştirmek
mümkün mü?

11
İklimin Estetiği, bu soruları çeşitli afetler ve afet imgeleri üzerin­
den ele almamızı sağlıyor. Kitapta irdelenen afetler arasında İkinci
Dünya Savaşı, Grenfell ve Soma gibi gezegensel dinamiklerin birin­
cil düzeyde etki etmediği örnekler kadar deprem, sel ve kasırga gibi
daha etken rol oynadıkları örnekler de var. Ana akım yaklaşımların
"doğal olmayan" addedebileceği bu ilk tür örneklerle Antroposen
başlığındaki tartışmalara daha doğrudan konuşan olay ve süreçlerin
bu şekilde bir arada irdeleniyor olması not edilmeli. İş cinayeti ve
barınma politikalarının piyasalaşmanın insafına bırakılması kaynaklı
toplu ölümlerin iklim değişikliğinin konusu olan olaylarla birlikte
aynı kitapta ele alınması aslında her iki tür olayda da ana akım
söylemin başvurduğu "doğa" tahayyülünü sorgulamamıza yol açıyor.
Grenfell ve Soma gibi olaylardan kaza olarak bahseden, "fıtrat"tan
dem vuran ana akım yaklaşımın, aslında iklim değişikliğinin konusu
olan olayları ele alırken yine "insan-doğa" karşıtlığına odaklanan (bu
karşıtlığı sorgularken bile eleştirel ufkunu ona fıksleyen) yaklaşımın
akrabası olduğunu böylece hissedebiliyoruz. "Doğal olan - insan
elinden çıkma olan" karşıtlığından oluşan bir eksenin yerine "top­
lumsal anlamda adaletli olan ve olmayan" karşıtlığından temellenen
bir politik ekseni böylece yerleştirebiliyoruz.
Kitap, sanatsal üretimin, bulunduğu "yer"le olan ilişkisini, tam
da "doğal" a dair tahayyüllerini yeniden gözden geçirmemizi sağ­
layarak sorguluyor; "yer"leri ayırmanın, üretilmiş ve üretilmemiş
olduğu düşünülen koşulların arasındaki ilişkiler ağını görmezlikten
gelmeyi kolaylaştırabileceğini öneriyor. İnsan odaklı bir çağı işaret­
leyen Antroposen kavramının, insanlığın bir bütünmüş gibi içinde
bulunduğumuz koşullara aynı derecede katkıda bulunmuş olduğu­
nu ve bu koşulların herkesi aynı derecede etkiliyor olduğunu farz
etmesi, Antroposentrik olana dair eşitleyici bir perspektif üretme

12
içgüdüsünün bir zayifeti: Çoğulcu, dahiliyetçi söylemler üretmeye
çalışırken İnsan'ı ayıran ve eşitleyen bir düşünce yapısı, aslında var
olan yapıları olduğu gibi sürdürerek yapısal dönüşüm yerine yüzey­
sel değişimi teşvik etme tehlikesi taşıyor.
İklimin Estetiği, Antroposen terimini, terimin konu olduğu kav­
ramsallaştırmaları ve bu kavramlarla içli dışlı şekilde üretilen temsil
ve tahayyülleri irdeleyerek başlıyor. "Doğal afet" addedilen olayların
suçlu ve sorumlusunun tüm insanlık olduğu türünden argümanların
ekolojinin politikasına dair meseleleri siyasi ve toplumsal içerikten
arındırışını sorunsall aştırmaya "doğa" ve "kültür" karşıtlığının so­
runlu yanlarına dikkat çekerek yapıyor. Kitap, sanatta olduğu kadar
tasarım disiplinlerinde de yaratıcı eylemin fail ve muhataplarının
netleştirilmesini ve adalet arayışına yönelik eylemliliklerin konusu
kılınabilmelerini mümkün kılan bir yaklaşımın peşinde. Kent meka­
nındaki sınırlandırıcı mekanizmaları tersine çevirecek ve "yapılı"
olan kadar "doğal" olanın da toplumsallığını açığa çıkarabilecek
paydaşlara çanak tutan bir mimarlığı kurgulayacak olanın birbiriyle
müzakereci ve çatışmalı nitelikte olanlar da dahil olmak üzere türlü
politik süreç üzerinden ilişkilenen müellifler ve iştirakçiler olduğunu
öneriyor. Afet kavramı ve olgusunun yekpare bir kategori olarak
görülmesini distopya anlatıları üzerinden irdeleyen İklimin Estetiği,
Grenfell Yangını'nı bir vakadan çok mikrokozmos olarak inceliyor.
Felaketin yekpareliğinin gizlediği şedit siyasetleri ele alırken coğ­
rafyanın, ancak sayısal olarak ölçülebilir kaynakları sağlayabildiği
oranda değerli olduğuna dair hafriyatçı bakış açısını Dicle Nehri
üzerinden anlatıyor. Ülkeler arası sınırları ehlileştiren tasarımların
müphemliğini, kaykaycıların normalde denizde yapılan bir eylemi
beton üzerinde gerçekleştirirken yarattığı kamusal alanlar üzerinden
inceliyor. Kitap, kamuyu üretilmiş bir olgu olarak sorgularken, bunu

13
ne salt yapısalcı ne de postyapısalcı şekilde yapıyor; kamusallığın te­
melinde yatan toplumsal niyetlerle maddi tezahürlerin birbirleriyle
ortak ve birbirlerini biçimlendirerek iş gördüğüne dikkat çekerek
bir eleştiri hattı açmaya çalışıyor. Kent içindeki doğa pratiklerini
baskın anlatıcıların kurduğu dil üzerinden aktarmanın baskılayıcı
olma ihtimaline dikkat çeken İklimin Estetiği, toplumsal hareket­
lerde popülerleşen kavramları, etkileri üzerinden değerlendiriyor
olmayı önemsiyor. Mimari üretimin nesnelerinden biri olan çitlen­
dirme pratiklerinin kamusal olanın inşasına dair ipuçları vermesi,
bu sınırlandırma pratiklerinin görsel olmayan ama duyumsadığımız
toplumsal olgularla ilişkini hatırlatıyor bize. Kitap, güncel sınır
mimarlıklarının suyu, ağaçları, bitki örtülerini ve hatta rüzgarı ham­
madde olarak kullanarak "doğallaştırmak" çabasını hiçbir sınırın asla
doğal olmadığı fikrini hatırlatarak ifşa ediyor. Antroposenler'den
bahsetmenin mümkün kıldığı yeni kesişimler böylece-yani, görü­
nür ve hissedilir kılındıkları derecede-dönüştürücü hale geliyorlar.
Yazar Eray Çaylı, bu kitapta, farklı yöntemler ve ölçeklerde yap­
tığı incelemelerle, karanlığın merkezinden çıkış için bir rota öner­
mekte. Rotanın rehberi, toplumsal, tarihsel, sosyal, kültürel, politik
ve iktisadi sınırların, var olduklarına dair inanç ile tasdik edilerek
kendilerini üretmeye ve türetmeye devam ettiklerine dair farkında­
lık. Çaylı'nın önerdiği birleştirici düşünce, bir paradigma değişikliği
ve bu değişikliğin ima ettiği estetik olgusu, var olduğumuz ve üret­
tiğimiz düzlemlere boyut ve derinlik katarak onları mecralaştırıyor.
Nesnelikten mecraya doğru giden bu izlek de İnsan'ı insanlar olarak
yeniden konumlandırma ihtimalini barındırıyor.
Merve Ünsal (editör)
28 Mart 2020, İstanbul

14
1. TERİM, TEMSİL,
TAHAYYÜL
1 . ANTROPOSEN TERİMİ ÜZERİNE

Küresel ısınma, iklim değişikliği ve çevresel afetler, kentleri ve


mimarlığı biçimlendirenlerin dil ve zihinlerini son yıllarda en fazla
meşgul eden olgular haline gelmiş durumda.1 Bu olgulara dair tar­
tışmaları tek bir çatı altında toplayan yeni bir üst kavram olarak ise,
özellikle Anglosakson dünyada ve Kıta Avrupası'nda, Antroposen
(anthropocene) ön plana çıkmakta. Antroposen, Yunanca'da insan
anlamına gelen anthropos kelimesine jeolojik çağları imleyen "-cene"
ekinin eklenmesiyle elde edilen bir terim. Yani, terimi-etimoloji­
sinin de işaret ettiği üzere-"İnsan Çağı" olarak Türkçeleştirmek
mümkün. Peki, Antroposen ne kadar yeni bir kavram ya da ekolo­
jinin mekansal ve mimari politikasına dair ne gibi yeni tahayyülleri
tetikliyor olabilir? Bu soruları Antroposen'in öncülleri ve tetiklediği
tartışmalar kapsamında sosyal ve beşeri bilimciler tarafından gelişti­
rilen bir dizi kavram aracılığıyla tartışabiliriz.
Antroposen, 2000'li yılların başında geliştirilen bilimsel bir
tez kapsamında ortaya atılan bir kavram. Paul Crutzen önderli­
ğindeki bir grup pozitif bilimcinin imzasını taşıyan bu teze göre,
gezegenin işleyişi ve fiziki yapısı üzerindeki en belirleyici etken
uzun bir süredir "insanlık." İçerisinde bulunduğumuz jeolojik çağa
"İnsan Çağı" denmesi bu nedenle öneriliyor. Aslında, Antroposen,
insanlığın gezegen üzerindeki belirleyiciliğini kavramsallaştırma

1 Bu yazının evvelki bir versiyonu Betonart dergisinin 57. sayısında yayınlan­


mıştır.

17
niyetiyle türetilmiş ilk terim değil. Öncülleri arasında 1873'te İtal­
yan jeolog Stoppani'nin ortaya attığı "Antropozoik" ve Rus jeolog
Pavlov'un 1919'da önerdiği "Antropojen çağı" yer alıyor. Ayrıca,
1879'da Amerikan jeolog Joseph LeConte'un önerdiği "Psikozoik"
ve 1927'de Fransız felsefeci Edouard Louis Emmanuel Julien Le
Roy'un Rus mineralbilimci Vladimir Vernadsky' den ödünç alarak
kullandığı ve cansız Jeosfer ve canlı Biyosfer' den sonra insan düşün­
cesinden mürekkep bir jeolojik katmanı imlemek üzere türetilmiş
Noosfer'i de akraba öncüller olarak burada anmak gerekir.
Bu öncülleri burada anmamın nedeni Antroposen'in kavramsal
yeniliğine halel getirmek-yani ekolojinin politikası temelli yapıla­
bilecek eleştirel tahlillere dair yol açtığı yeni imkanları görmezden
gelmek-değil. Niyetim, daha ziyade, kavramın tam olarak ne
açıdan yeni olduğunun yani ne gibi yeni eleştirel tahlil imkanlarını
barındırdığının daha isabetli bir muhakemesini yapabilmek. Zira,
birazdan da açıklayacağım gibi, Antroposen tartışmalarının büyük
bölümü bugün bu kavram üzerinden adlandırılacak jeolojik çağın
başlangıcının tam olarak hangi döneme tarihlenmesi gerektiği so­
rusuna odaklanıyor.2 Bu gibi bir odak, kavramın, irdelemeyi vaat
ettiği olguları şekillendiren tarihsel ve maddi süreçlerden azade
olmadığını göz ardı ediyor. Oysa, şayet kavramlar irdelemeyi vaat
ettikleri olgularla aynı tarihsel ve maddi süreçlerce şekillendiriliyor­
larsa, o halde sadece söz konusu olguların değil aynı zamanda onları
irdelemeyi vaat eden kavramların da bir şeceresinin çıkarılması ve
hatta olgusal olanın şeceresiyle kavramsal olanın şeceresini birlikte
ele almak faydalı olacaktır.

2 Bu odağın önemli bir eleştirisi için bkz. Kathryn Yusoff, A Billion Black
Anthropocenes or None. (Minneapolis: University ofMinnesota Press, 2019),
s.23-64.

18
Antroposen'e dair bu tür bir kavramsal şecerenin izini sürmeye
işte yukarıda andığım dört öncül kavramın geliştirildikleri tarih­
lere bakarak başlayabiliriz. Söz konusu tarihler, 1 9 . yüzyılın son
çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan elli yıllık döneme
işaret ediyor. Aynı döneme küresel ölçekte damga vuran olgular
sanayileşme ve sömürgecilik. Her iki olgu da o ana dek benzeri
görülmemiş bir ivmeyi söz konusu dönemde kazanıyor ve çoğu
kez birlikte de iş görerek dünya çapında siyasi ve toplumsal hayatı
belirleyen ana etkenler haline geliyorlar. Bu iki olgunun nasıl bir­
likte iş gördüğünü kısaca özetlemek gerekirse, sanayileşmenin 1 9 .
yüzyılda zirve yapmasına büyük katkısı olan buharlı makinenin
kıtalararası yolculuklarda kullanılan gemilere de entegre edil­
mesinden bahsedilmeli. Sömürgecilik böylece ivme kazanırken,
buharlı makinelerin kömüre olan bağımlılığı da kömür yatak­
larına erişmeye ve bu yataklara sahip coğrafyaların sömürüsüne
dair arzuyu da tetikliyor. O halde, "insanlığın gezegene yaptığı
dönüştürücü etki"yi imliyor addedilen "Antropojen," "Antropo­
zoik" ve benzeri kavramlar, aslında sanayileşme ve sömürgeciliğin
birbirlerini körüklemek suretiyle belirleyici etki yaptığı bir tarih­
sel bağlamın ortaya çıkardığı sonuçlara tepki olarak üretiliyor da
denebilir.
Peki, Antroposen, kavramsal öncüllerinin işaret ettiği tarihsel
bağlamın ne kadar farkında? Bu soruyu tartışmaya başlamadan
önce, Antroposen kavramını ilk olarak 2000 yılındaki bir konfe­
ransta ortaya atan Crutzen'in de, kavramı 2002'de yine Crutzen
liderliğinde geliştirdikleri bilimsel tezin odağına yerleştiren ekibin
de müspet bilimciler olduklarını belirtmek gerekli. Kavramların
toplumsal ve siyasi açıdan barındırdıkları tahayyül ve tarihsel tu­
tarlılıklarının, Crutzen gibilerinden ziyade sosyal bilimcilerin so-

19
rumluluk alanına girdiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Ne mutlu ki, Antroposen ve konu olduğu tez her ne kadar müspet
bilim dünyası tarafından henüz yüzde yüz kabul görmüş olmasa da,
2002'den bu yana sosyal bilimlerde epey genişçe bir literatüre ilham
olmuş durumda. Bu nedenle, Antroposen'in, kavramsal öncüllerinin
işaret ettiği tarihsel bağlamın ne denli farkında olup olmadığı so­
rusunu son yıllarda sosyal bilimciler arasında tetiklediği tartışmalar
kapsamında geliştirilen bir dizi kavram üzerinden tartışmak daha
faydalı olabilir.

Masum değiliz hiçbirimiz: Antroposen ve Ktulusen ( Chthu­


lucene}
Son yıllarda Antroposen terimi etrafında şekillenmekte olan
literatürün büyük kısmı, terimin altında yatan kavramsal tahay­
yülü sorgulamaksızın, gezegene yapılan belirleyici etkinin öznesi­
nin "insanlık" olduğu ön kabulüyle hareket ediyor. Bu yaklaşımı
temsil eden eserlerde, sıklıkla birinci çoğul şahsa dair zamir ve
kipler kullanılıyor. Bir diğer deyişle, örneğin küresel ısınma ve
iklim değişikliğinden söz ederken, ilgili meselelerin başlıca mü­
sebbibi olan fosil yakıtları üreten ve geniş kitlelerce kullanımını
destekleyenler gibi zümrelere dikkat çekmek yerine, adına "insa­
noğlu" denen muğlak ve oldukça geniş kitlenin suçlu olduğu ima
ediliyor. Elbette, bu ima çoğu kez iyi niyetle yapılıyor. Örneğin,
Antroposen esinli yeni bir terim olarak Donna Haraway'in ortaya
attığı Ktulusen (Chthulucene), mitolojide yerin üstünde değil al­
tında yaşayan tanrıların ikametgahını imleyen chthonic sıfatından
ilhamla insanlığın kendini doğanın üzerinde görmektense onunla
ahenk içinde yaşadığı bir "türlerarası eşitlik" düzenini tahayyül et­
tirebilmeyi hedefliyor. Ancak sorunun öznesi olarak "insanlık" ya

20
da "insanoğlu" gibi muğlak kategorileri işaret eden yaklaşımlarla
karşı karşıya kalındığında durup bir düşünmek gerekiyor-her ne
kadar, küresel ısınma ve iklim değişikliği "insanoğlu" benzeri eril
bir referansın kullanılmasını haklı çıkartabilecek nadir durumlar­
dan olsa da!
"Masum değiliz hiçbirimiz" şiarıyla hareket ettiği söylenebilecek
bu yaklaşımlar, Antroposen'e konu olan olgu ve meselelerin suçlu
ve sorumlularını bilerek veya bilmeyerek müphemleştirme etkisi
yapabiliyor. Zira "insan" ile "doğa" ilişkisini yeniden ve daha eşit­
likçi bir şekilde kurma hedefi, bu ilişkinin iki muhatabını da kendi
içlerinde homojen birer kategori olarak algılayan bir ön kabule
dayanıyor. Oysa biliyoruz ki söz konusu iki kategori de bundan çok
daha fazlası; özellikle, adına "insan" denilen kategori aslında sınıf,
toplumsal cinsiyet, ırk ve benzeri bir dizi eksende vuku bulan çelişki
ve çatışmaları barındırmakta. Eşitlikçi bir siyasi ve toplumsal tahay­
yül elbette bu çelişki ve çatışmaları gidermeyi hedefleyebilir. Ancak,
verili durumlar tahlil edilirken bu çelişki ve çatışmaların görmezden
gelinmesi, karşı karşıya olunan büyük sorunların tam olarak hangi
eylem ve tercihlerden kaynaklandığı sorusuna isabetli bir yanıt
vermeyi zorlaştırıyor. İçinde bulunan darboğazdan çıkışın yolu, bu
eylem ve tercihlerin izini sürmekten ve sorgulamalarını yapmaktan
geçiyor-keza, bahsi geçen eylem ve tercihler de, herhalde, konuyu
"insanlık" üzerinden ele alan terimlerin ima ettiği gibi "insan olmak"
ya da "insanlık hali" olamaz.

Sınıflı, imtiyazlı, kaynaşmamış bir kitle: Kapitalosen ( Capita­


locene) + Plastisen (Plasticene)
Neyse ki, son yıllarda, Antroposen'e konu olan sorunların tam
olarak hangi pratikler tarafından üretildiği ve körüklendiğine dair

21
kavrayışımızı kuwetlendirme gayesi taşıyan alternatif terimlerle
de karşılaşılmakta. Bu terimlerden biri, Andreas Malın ve Jason
Moore gibi tarihçilerin tercih ettiği Kapitalosen ( Capitalocene)-bir
diğer deyişle "Sermaye Çağı". Kapitalosen'in, Antroposen'in öncülü
olan terimlerin ne gibi bir tarihsel bağlamda ortaya çıktıklarına dair
bir farkındalıkla geliştirildiğini söylemek mümkün. Zira Kapita­
losen terimini Antroposen'e tercih eden Moore ve Malın, küresel
ısınma ve iklim değişikliğinin bugün vardığı noktanın kökenini
19. yüzyıla-yani, fosil ekonomisini sanayileşme ve sömürgeciliğin
arasındaki rabıtanın dayanak noktası haline getiren süreçlere-da­
yandırıyorlar. Bu süreçlerin kökeni 1 8 . yüzyılın sonuna yaklaşılırken
buharlı makinelerin gelişmiş versiyonunun James Watt tarafından
tasarlanmasına dayanıyor. Ancak en önemli dönüm noktaları ara­
sında, 1830'larda, buharlı makinelerde kullanılan başlıca yakıt an­
lamında odundan kömüre geçiş yapılması yer alıyor. Zira artı değer
üretimine dayanan sermayeciliğin sömürgecilik ile işbirliği içinde o
ana dek benzeri görülmemiş bir ivme ile büyümesi bu dönüm nok­
tasının akabinde gerçekleşiyor.
Kapitalosen'i Antroposen'e alternatif olarak sunanların geliş­
tirdiği analitik eleştirel perspektif, sorgulanması gerekenin-me­
alen belirtmek gerekirse-"doğa ile insan ilişkisindeki eşitsizlik"
benzeri fazlaca kapsamlı bir olgudan ziyade "Avrupalı sermayedar
sanayicilerin vatandaşı oldukları imparatorlukların donanmalarının
yardımıyla sömürgeleştirdikleri toprakları fosil yakıtlara ulaşmak
adına delik deşik etmeleri" olgusu olduğunu öneriyor. Bu şekilde
anlamlandırılan Kapitalosen'in sorunsallaştırdığı tarihsel süreçle­
rin üzerine 20. yüzyılda bina edilmiş olan "plastiğe dayalı üretim
ve tüketim"deki hızlı yükselişe dikkat çeken Plastisen (Plasticene)
de Malın ve Moore'unkine akraba bir terim olarak not düşülmeli.

22
Kapitalosen ve Plastisen benzeri terimlerin önayak olduğu tespitten
hareketle bugüne yol alarak, tam olarak hangi eylem ve tercihlerin
Antroposen'e konu olan sorunlara sebep olduğunu belirleyebilmek
ve dolayısıyla bu eylem ve tercihlerin üstleniciliğini yapanlara odak­
lanarak suç ve sorumluluğun "insan" addedilen o geniş kategorinin
üyeleri arasında tam olarak nasıl dağıldığını kavrayabilmek mümkün
olabilir.

Renk körlüğüne karşı: Plantasyonosen (Plantationocene) +Bir


Milyar Siyah Antroposen(ler)
Kapitalosen ve Plastisen gibi kavramlar her ne kadar ana akım
Antroposen tezinin toplumsal ve politik düzleştiriciliğini sorgula­
mak konusunda etkili birer girişimi ı:nümkün kılmışlarsa da, başka
bir açıdan büyük eksikleri bulunmakta. Söz konusu açı, ırkçılık açısı.
Irkçılığın bugün Antroposen başlığı altında tartışılan meselelerdeki
merkezi rolüne dikkat çeken bir dizi düşünür, söz konusu başlığa
ismini veren kavram kadar ona siyasi ve toplumsal nüans katmak
amacıyla üretilmiş bir dizi kavramın da renk körlüğünden muzdarip
olduğunu ve bu nedenle eleştiriyi hak ettiklerini savunuyor. Bura­
daki eleştiri, daha net biçimde ifade etmek gerekirse, Antroposen
kavramına konu olan meselelerin gerek günümüzde gerekse sömür­
geci köle ticaretinin etki ettiği tarih boyunca adına insanlık denilen
o geniş topluluğun belli kesimlerini öncelikli olarak etkilediği ve bu
etkinin o kesimlerin derilerinin rengi nedeniyle ortaya çıktığının
gözden kaçırılmasına dair. Söz konusu eleştiriyi dile getiren düşü­
nürlerin, Plantasyonosen ve Antroposenler gibi kavramları, eleştirel
Antroposen literatürünün bu anlamdaki renk körlüğünün önüne
geçecek alternatifler olarak önerdikleri görülüyor.

23
Plantasyonosen kavramının, ilkin 2014'te Donna Haraway ve
Anna Tsing gibi ünlü politik ekoloji düşünürlerinin de aralarında
bulunduğu bir akademik etkinlikte ortaya atıldığı biliniyor.3 Kav­
ramın kökündeki "plantasyon," tek ürüne odaklanarak, endüstriyel
ölçeklerde ve köleleştirilen bireylerin emeği kullanılarak yapılan
tarımın yapıldığı tarlalara verilen ad. Bu tarlalar esasen Avrupa
sömürgeciliğinin Amerika'daki faaliyetleri sırasında yaptığı bir
icat. Amaç, verimli arazinin bolca bulunduğu fakat emek gücünün
aynı bolluğun konusu olmadığı Amerika coğrafyasında yapılacak
tarımsal üretim ile Avrupa'yı beslemek. Bu amaçla her ne kadar
Avrupa'dan getirilen ücretli çalışanların emeği de kullanılmış olsa
da, işgücünün büyük kısmı Afrika'dan zorla taşınan, alınır satılır bir
meta haline getirilen, ücretsiz çalıştırılan ve ırkçı politikalar sonucu
insanlıktan yoksun görülmesi sağlanan siyahlardan oluşuyor.4 Ne ki,
Plantasyonosen kavramının ilk ortaya atıldığı akademik toplantıdaki
katılımcıların çoğu bir yandan bu kavram üzerinden plantasyonların
bugün Antroposen başlığı altında tartışılan meselelerdeki rolünü
vurgulama iddiasındayken diğer yandan ırkçılık temelli köleliğin bu
kavrama konu olan süreçlerdeki merkezi rolünü görmezden geliyor.
O toplantıda, Haraway ve Tsing'ın da içinde olduğu üç katılımcının
arasında geçen ve gerçekte ırkçılıkça nesneleştirilen halkları hedef

3 Donna Haraway, "Anthropocene, Capitalocene, Plantationocene, Chthu­


lucene: Making Kin," Environmental Humanities 6 (2015). Söz konusu tar­
tışmanın yazılı bir kaydı sonradan Ethnos dergisinde yayınlandı. Bkz. Don­
na Haraway, Noboru Ishikawa, Scott F. Gilbert, Kenneth Olwig, Anna L.
Tsing ve Nils Bubandt, "Anthropologists Are Talking-About the Anth­
ropocene," Ethnos, 8 1 , no.3 (2016).
4 David McNally, Başka Bir Dünya Mümkün, çev. Oya Köymen ( İ stanbul:
Yordam, 2013), s. 156-1 86.

24
alan bir politika olan köleleştirmeyi insan-doğa ikiliğine indirgeyen
şu diyalog katılımcıların renk körlüğünü özetler nitelikte:
- Bana göre plantasyonlar bitkilerin köleleştirilmesinden başka
birşey değil.
- Katılıyorum.
- Ve de mikropların köleleştirilmesi. 5
Bu diyalogda da görüldüğü gibi, eleştirel Antroposen literatü­
ründeki renk körlüğü, aslında somut birtakım halkları ve birey­
leri derilerinin rengi nedeniyle ırkçı politikalara maruz bırakan
meseleleri sanki "insan" ve "doğa" diye bahsedilen oldukça geniş
kategoriler arasında cereyan eden bir ihtilafmışçasına ele alma eği­
liminde. Söz konusu renk körlüğünü aşabilmeyi amaçlayan Janae
Davis, Alex Moulton, Levi van Sant ve Brian Williams, bunu,
ırkçılığın plantasyonlardaki merkezi rolü kadar, köleleştirilen
siyah bedenlerin ve halkların bu şedit süreçlere nasıl direndik­
lerini vurgulayarak da yapıyorlar. Böylesi bir vurgu, dolayısıyla,
Haraway ve Tsing gibi günümüz politik ekolojistlerinin geleceğe
dönük bir tahayyül olarak dillendirmeyi pek sevdikleri türlerarası
ortakyaşamın aslında halihazırda geçmişte geliştirilmiş ve hayata
birer direniş pratiği olarak geçirilmiş örneklerinin bulunduğunu
hatırlattığı için de bu pratikleri görmezden gelen renk körlüğünü
sorgulatmaya yardımcı oluyor.6
Yine ırkçılığın bugün Antroposen'e konu olan meselelerdeki
merkezi rolünü irdeleyen coğrafyacı Kathryn Yusoffun yaklaşımı
ise, yalnızca bu anlamdaki savları nedeniyle değil, tüm bu kavram

5 Janae Davis, Alex A. Moulton, Levi Van Sant, ve Brian Williams, "Anthro­
pocene, Capitalocene, ... Plantationocene?: A Manifesto for EcologicalJusti­
ce in an Age of Global Crises," Geography Compass 13, no.5 (2019), s.5.
6 A.g.e: 7-10.

25
tartışmasına getirdiği farklı soluk nedeniyle de ufuk açıcı. Bu kita­
bın ilerleyen sayfalarında Yusoffun savlarından bahsedeceğim ve
özellikle de "Bir Halk Sağlığı Sorunu Olarak Bienaller" ile "Antro­
posen'in Estetiği: Hassasiyet, İnsaniyet, Şiddet" başlıklı bölümlerde
faydalanacağım için, şimdilik kendisinin savlarından ziyade yuka­
rıda ana hatlarını çizdiğim kavram bulutuna yönelik yaklaşımına
değinmek isterim. Yusoff 2019 yılında çıkan A Billion Black Anth­
ropocenes (Ya Bir Milyar Siyah Antroposen[ler] Ya Hiç) kitabında
sömürgeci köle ticaretinin itici gücü olan ırkçılığın sadece bedenleri
değil aynı zamanda coğrafyayı da hedef aldığını söylüyor. Sömür­
geciliğin bir yandan bedenleri emek sömürüsünün konusu kılarken
diğer yandan da coğrafyayı jeolojileştirdiğini, yani sömürülecek bir
malzeme deposuna indirgediğini savunan Yusoff, bu metodolojiye
Beyaz Jeoloji adını veriyor. İşte kitabına adını verdiği Bir Milyar
Siyah Antroposen(ler) bahsini de Beyaz Jeoloji'nin politik karşıtı
olarak öneriyor. Zira, Yusoffa göre, Beyaz Jeoloji tekçi bir bakış
açısıyla ırksallaştırdığı bedenleri ve onların yaşadıkları coğrafyaları
niceliksel ölçütler üzerinden sömürünün konusu kıldığı tarihler üze­
rinden yükseldiği haliyle bugün hala küresel ölçekte etkili olmaya
devam ediyorsa, onu sorgulamanın yolu sömürü süreçlerine maruz
bıraktığı birden çok öznelliği-yani Bir Milyar Siyah Antropo­
sen'i-hatırlamak ve vurgulamaktır. Üstelik, tekil bir Antroposen'i
ziyade çoğul Antroposen'leri dikkate almak, kuramcıların ve eleş­
tirmenlerin kavramsal enflasyon üzerinden tam da ırkçılığın tarih
boyu coğrafya ve bedenler üzerine yaptığı etkiye benzer bir etkiyi
fikri mecra üzerinden yeniden üretmeleri üzerine de durup düşün­
memizi sağlayabilir. Kısacası, Yusoffa göre, Antroposen kavramına
verilecek yanıt, belki de onu reddetmek ve sürekli ona alternatif
yeni kavramları üretmek değil, kavramın kökenindeki epistemik

26
ve maddi şiddeti faş etmek ve ırkçı tekçiliğinin yerine mağdurların
direnişinden yükselen çoğulcu bir tahayyülü koymaktır. 7

Ezcümle
Başta da bahsettiğim gibi, Antroposen kavramı etrafında ya­
şanmakta olan tartışmalardaki ana başlıklardan biri bu kavramın
irdelemeyi vaat ettiği olguların kökenlerinin izini sürebilmek olsa
da, kavramın kendisinin de bu olgularla olan tarihsel ve maddi
bağlarını irdelemenin de izi sürülmesi bir o kadar önemli olan bir
tür şecere olduğunu düşünüyorum. Zira, Antroposen kavramının
ekolojinin politikasına dair barındırdığı imkanların ayırdına ancak
bu şekilde varılabileceğine inanıyorum. Bu bölümde olguların şe­
ceresiyle kavramın şeceresini bir arada ele alarak vardığım nokta,
Yusoffun yaptığı çoğulluk vurgusunu andıracak şekilde, tek bir
Antroposen' den ziyade birden çok Antroposen' den bahsetmenin ve
bunu yaparken de söz konusu çoğulluğun bugün Antroposen başlığı
altında tartışılan meselelerin sömürgecilik, ulus devlet inşası, ataerki
ve sermayecilik gibi süreçlerle olan kesişimlerinden kaynaklandığını
hatırlamanın faydalı olacağı. Şayet Antroposen kavramı tekçi ve
yekpare bir insanlık tahayyülünden temelleniyorsa, ekolojinin poli­
tikasına dair eleştirel ufku bu kavrama karşı çıkmakla sınırlamak da
onun tekçiliğini ve yekpareciliğini yeniden üretmeye yol açacaktır.
Oysa Antroposen'i çoğullaştırmak, söz konusu eleştirel ufku geniş­
letme adına açtığı yeni imkanları değerlendirebilmeye olanak tanı­
yacağı gibi, ekolojinin politikasına dair yazılacak tarihlerin de hiçbir
zaman sadece sömürgecilik, ulus devlet inşası, ataerki ve sermayeci­
liğin temsilcileri tarafından yazılmadığını ve onlara karşı çıkanların

7 Yusoff, A Billion Black Anthropocenes or None, s.1-22.

27
da birer özne olarak bu tarihyazımında söz sahibi olduklarının
ayırdına varmayı da sağlayacaktır. İşte, kanımca, Antroposenler'den
bahsetmenin mümkün kıldığı yenilik tam da bu kesişimleri ve bu
çoğulluğu görünür ve hissedilir kılması.

28
2. COGRAFYANIN TEMSİLİ

Afet olgusu son yıllarda gerek Türkiye' de gerekse dünyanın geri


kalanında kent ve mimarlık gündeminin belirleyici unsuru haline
gelmiş durumda. İklim değişikliği gerçeğiyle ancak dirençli (resi­
lient) şehirler inşa ederek başa çıkılabileceğini iddia edenlerden,
büyük ölçekli deprem ihtimaline "topyekun" kentsel dönüşüm
seferberlikleriyle yanıt verilmesi gerektiğini savunanlara, kent ve mi­
marlık üzerinde söz sahibi olanların, afetleri ancak "tüm insanlığın"
örgütlenmesiyle bertaraf edilebilecek ortak bir tehdit kaynağı olarak
imlediği söylenebilir. Keza dünyanın farklı yerlerinde yaşanan ve
doğal sıfatıyla anılagelen sel, deprem, yangın ve kasırgaların aslında
bu sıfatı hak edecek hiçbir yanının olmadığını savunanların sayısı
da son yıllarda artışta. Bu savı dile getirenlerin önemli bir kısmı
da, insanlığın, uzun bir süredir dünyanın işleyişini ve fiziki yapısını
belirleyen ana etken olduğunu ve dolayısıyla günümüzde "doğa"ya
atfedilen ne varsa tümünün aslında "insan elinden çıkma" olduğunu
savunan Antroposen tezine dikkat çekiyor.
Peki afetleri önleme ya da olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik
bu tür yaklaşımlarda vurgu yapılan "topyekCm"luk, "tüm insanlık"
ve hatta daha basitçe "insan" kavramları ne gibi toplumsal ve poli­
tik tahayyülleri barındırıyor olabilir? Bu soruyu bir önceki bölümde
Antroposen kavramının bugün anlaşıldığı şekliyle ortaya atıldığı 2000
yılından beri kavramın etrafında gelişmekte olan eleştirel literatürün
ışığında tartışmaya çalışmıştım. Bu bölümde ise, böylesi bir tartışmayı
konuyla yakından alakalı olan bir dizi görsel temsil ve bu temsillerin

29
şekill endirdiği mekansal tahayyüllerin ışığında yürütmeye çalışacağım.
Savunacağım pozisyonu özetlemek gerekirse, "'doğal' olarak nitelendi­
rilebilecek bir olgunun artık mümkün olmadığı, zira 'doğal' varsayılan
her şeyin o veya bu şekilde insanın izlerini taşıdığı ve dolayısıyla 'doğal
afet' addedilen olayların suçlu ve sorumlusunun aslında insanlık ol­
duğu" türünden argümanların meseleyi siyasi ve toplumsal içerikten
arındırdığını düşünüyorum. Bu düşünceyi detaylandırırken, mekan ve
coğrafyanın görselleştirilmesine yönelik belirli yaklaşımların söz konu­
su içeriksizleştirmedeki payını da tartışmak niyetindeyim.1
"İnsan Çağı" olarak Türkçeleştirebileceğimiz Antroposen, ilk
bölümde açıklamaya çabaladığım üzere, gezegenimizin işleyişi
ve fiziksel yapısını belirleyen başlıca etkenin "insanlık" olduğunu
savunan bir tez. Antroposen, dert edindiği sorunların müsebbibi
olarak tüm "insanlığı" gördüğünden, imlediği çağın başlangıcının
ne zamana tarihlenmesi gerektiği sorusu da oldukça tartışmalı
hale geliyor. Bazıları 1964'u başlangıç tarihi olarak almalıyız diyor.
Zira, tarihte Büyük İvme ( Great Acceleration) adı verilen dönemin
başlangıcı, yani, iktisadi ve nüfus açısından küresel ölçekte büyüme
hızının zirve yapması ve teknolojik ilerlemelerin önceden benzeri
görülmemiş bir ivme ile yaşanmaya başlaması o yıl söz konusu olu­
yor. Keza·radyoaktif atıklar dünya çapında zirveyi bu yıl görüyorlar.
Kimisi ise tam da bu nedenlerden dolayı başlangıç tarihinin 1950
olarak alınması gerektiğini söylüyor: atom bombası testleri, tek
kullanımlık plastiklerin piyasaya sürülmesi ve küresel nüfus patla­
ması o yıla tarihleniyor. Süreci 1610'a kadar götürenler var, çünkü
atmosferdeki sera gazı birikimi o yıl bir anda milyonda O. 7 birim

1 Görsellerin bu bağlamdaki payının eleştirisine dair iyi bir başvuru kaynağı


olarak bkz. T.J. Demos, Against the Anthropocene: Visual Culture and Envi­
ronment Today (Berlin: Sternberg, 2017).

30
kadar düşmüş. Dahası bu düşüş doğrudan "insan eliyle" gerçekleş­
miş. Önce, sömürgeciliğin mikropların kıtalar arasında yayılmasının
yolunu açmasıyla çiçek hastalığı Amerika kıtasında onlarca milyon
insanın ölümüne yol açmış. Bunu kıtada tarımın ve uygarlıkların
sona ermesi ve akabinde geniş bölgelerin yeniden ormanlaşması
takip etmiş. Bir anda artan bitki örtüsü ve ormanlar çok ciddi bir
karbondioksit emilimini mümkün kılmış ve sera gazı birikimi bu
nedenle sert bir düşüş yaşamış. Kimi bilim insanlarıysa tam da
aynı nedenle Antroposen'in başlangıcını 1492 yılına tarihlememiz
gerektiğini savunuyor, zira Kristof Kolomb Bahama adalarına o
yıl çıkarak Avrupa sömürgeciliğinin ve dolayısıyla az önce sözünü
ettiğim Amerika uygarlıklarının sonunu getiren ve kıtayı yeniden
ormanlaştıran süreçlerin yolunu açıyor.2
"Antroposen'in başladığı tarih" konusundaki görüş farklılıkla­
rıyla neden ilgilenmeliyiz? Bu tartıŞmayı anarken amacım doğru
tarihi-ya da tek bir tarihi-başlangıç olarak tespit etmektense, hali
hazırda önerilmiş tarihlere dair yöntemsel bir okuma yapabilmek.
Böylesi bir okumaysa şunu gösteriyor: Aslında aşağı yukarı aynı
olguyu ele alan bilim insanlarının bir kısmı Antroposen'i tarihlemek
gerektiğinde bu olgunun sonuçlarının görünür hale geldiği düşünü­
len tarihe, bir diğer kısmıysa olgunun sebeplerinin ortaya çıktığına
inanılan tarihe işaret ediyor. Yani sebep ile sonuç arasındaki ilişkinin
nasıl kurulması gerektiği konusunda bir anlaşmazlık ve dolayısıyla

2 Kimi bilim insanlarıysa M.Ö. 10.000'de başlayan Tarım Devrimi'ne kadar


götürüyor süreci; zira, o devrim olmasa "insanlığın bugün gezegenin işle­
yişi ve fiziki yapısı üzerinde yaptığı belirleyici etki" söz konusu olamazdı.
Bu ve yukarıdaki paragrafta anılan türlü pozisyonun dile getirildiği "Ant­
roposen'in başlangıcını tarihleme" tartışmalarına dair bkz. Simon Lewis ve
Mark Maslin, "Defining the Anthropocene," Nature 519 (2015); Jan Zala­
siewicz, "Disputed Start Dates for Anthropocene," Nature 520 (2015).

31
bu ilişkiye dair bir muğlaklık olduğunu görüyoruz. Ziiek'in dediği
gibi, çağımızdaki felaketlerin ne denli sarsıcı boyutta olduklarını
ortaya çıkardıkları anlam krizine bakarak anlayabiliriz ve böylesi
krizler sebep ve sonuçların birbirine karıştırılmasına yol açar. 3
İşte, iştigal ettiğimiz meseleyi "doğa"nın "insanlık" tarafından geri
dönülemeyecek denli biçimlendirmesi olarak anlamanın yol açtığı
sıkıntılar da böylece netleşmeye başlıyor. "İnsan" ve "doğa" olgularını
bu denli düzleştiren ve tektipleştiren bir yaklaşım, aslında ekolojik
anlamda olumsuz addedilmesi wr bir sonuç olan atmosferdeki sera
gazının düşmesini bile Antroposen tartışmalarının merkezine alma­
mıza yol açıyor. Bu durum, eleştirel tahlile ilişkin bir tembelliğe işaret
ediyor. Antroposen'e konu olan meselelerin tam olarak neresinin dert
edinilmesi gerektiğinin ve bu derdin aslında ne gibi yaklaşımlardan
kaynaklandığının tahlilini yapıp, o tahlile göre bir tarihyazımı yapma­
ya dair emeği vermeye yanaşmayan türden bir tembellik bu.
Böylesi bir emeği vermeye çabalayanlardan Jason Moore ve And­
reas Maim gibi tarihçiler Antroposen'in başlangıcını, kapitalizm ile
sömürgeciliğin iç içe geçerek birbirlerini körükledikleri 18. yüzyıl
sonu 19. yüzyıl başı civarına tarihliyorlar.4 Zira bugün içerisinde
bulunulan duruma gelinmesinde baş etken olarak gördükleri fosil
yakıtlara dayanan iktisadi düzenin kuruluşu o döneme tarihleniyor.
Buhar makinesinin gelişmiş versiyonunun James Watt tarafından
1775'te tasarlanmış olması ve bu makinenin artı değer üretimine
dayanan sermayeciliğin evvelden benzeri görülmemiş hızlarda büyü-

3 Slavoj Ziiek, Antroposen'e Hoşgeldiniz ( İstanbul: Encore, 2012), s.26-27.


4 Jason Moore, Capitalism in the Web ofLife: Ecology and the Accumulation ofCa­
pital (Londra: Verso, 2015); Andreas Malın, The Rise ofSteam Power and the
Roots ofGlobal Warming (Londra: Verso, 2016 ); Andreas Malın, The Progress
ofThis Storm: Nature and Society in a Warming World (Londra: Verso, 2017).

32
mesini mümkün kılması bu anlamda not düşülüyor. Keza makinele­
rin işletilmesinde kullanılan yakıt anlamında odundan kömüre geçi­
şin kökleri, Borneo adasının kuzey ucundaki Labuan adacığında
kömür yatağının bulunduğu yıl olan 1837'ye dayanıyor. Dahası, bu
tarihin görsel de bir ayağı var. 1847 tarihli taşbaskı gravür View of a
Coal Seam on the Island of Labuan (Labuan Adası'ndan Bir Kömür
Damarı Manzarası) bu anlamda önemli ipuçları sunmakta (görsel
I.I). Gravürde, İngiliz Kraliyet Donanması'ndan bir bahriyeli ve
ekürisi büyük bir şevkle iki ağaç ile bir derenin arasında konumlan­
mış kömür yatağına işaret ederler. Bahriyelinin yanındaki adam
muhtemelen bir girişimcidir; gözleri parlamaktadır. Yani, bu ikili,
İngiliz sömürgeciliğinin itici güçleri olan donanma ve sermayeyi
temsil eden figürlerdir; gravürü yapan da bir bahriyelidir.5

Görsel/./. View ofa Coa/ Seam on the/sland ofLabuan başlı klı g ravür (taşbaskı:
C.W. G i les; ç i z i m: Kra l i yet Don a nması komuta n ı L.C. Heath, 1 84 7).

5 Andrew Francis, Culture and Commerce in Conrad's Asian Fiction (Cambri­


dge: Cambridge University Press: 2016), s.1-26.

33
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of Nomad
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United States
and most other parts of the world at no cost and with almost no
restrictions whatsoever. You may copy it, give it away or re-use it
under the terms of the Project Gutenberg License included with this
ebook or online at www.gutenberg.org. If you are not located in the
United States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.

Title: Nomad

Author: George O. Smith

Illustrator: Paul Orban

Release date: June 16, 2022 [eBook #68325]

Language: English

Original publication: United States: Street & Smith Publications,


Incorporated, 1944

Credits: Greg Weeks, Mary Meehan and the Online Distributed


Proofreading Team at https://www.pgdp.net

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK NOMAD ***


Nomad
By WESLEY LONG

Illustrated by Orban

[Transcriber's Note: This etext was produced from


Astounding Science-Fiction, December 1944, January, February
1945.
Extensive research did not uncover any evidence that
the U.S. copyright on this publication was renewed.]
I.
Guy Maynard left the Bureau of Exploration Building at Sahara Base
and walked right into trouble. It came more or less of a surprise; not
the trouble as a condition but the manner and place of its coming was
the shocking quality. Guy Maynard was used to trouble but like all
men who hold commissions in the Terran Space Patrol, he was used
to trouble in the proper places and in the proper doses.
But to find trouble in the middle of Sahara Base was definitely
stunning. Sahara Base was as restricted an area as had ever been
guarded and yet trouble had come for Guy.
The trouble was a MacMillan held in the clawlike hand of a Martian.
The bad business end was dead-center for the pit of Guy's stomach
and the steadiness of the weapon's aim indicated that the Martian
who held the opposite end of the ugly weapon knew his MacMillans.
Maynard's stomach crawled, not because of the aim on said midriff,
but at the idea of a MacMillan being aimed at any portion of the
anatomy. His mind raced through several possibilities as he recalled
previous mental theories on what he would do if and when such a
thing happened.
In his mind's eye, Guy Maynard had met MacMillan-holding Martians
before and in that mental playlet, Guy had gone into swift action using
his physical prowess to best the weapon-holding enemy. In all of his
thoughts, Guy had succeeded in erasing the menace though at one
time it ended in death to the enemy and at other times Guy had used
the enemy's own weapon to march him swiftly to the Intelligence
Bureau for questioning. The latter always resulted in the uncovering
of some malignant plot for which Maynard received plaudits,
decorations, and an increase in rank.
Now Guy Maynard was no youngster. He was twenty-four, and well
educated. He had seen action before this and had come through the
Martio-Terran incident unscathed. Openly he admitted that he had
been lucky during those weeks of trouble but in his own mind,
Maynard secretly believed that it was his ability and his brain that
brought him through without a scratch.
His dreaming of action above and beyond the call of duty was normal
for any young man of intelligence and imagination.
But as his mind raced on and on, it also came to the conclusion that
the law of survival was higher than the desire to die for a theory.
Therefore it was with inward sickness that Guy Maynard stopped
short on the sidewalk before the Bureau of Exploration Building and
did nothing. He did not look around because the fact that this Martian
was able to stand before him in Sahara Base with a MacMillan
pointed at his stomach was evidence enough that they were alone on
the street. Had anyone seen them, the Martian would have been
literally torn to bits by the semi-permanent MacMillan mounts that
lined the roof tops.
The Martian had everything his own way, and so Maynard waited. It
was the Martian's move.
"Guy Maynard?"
Maynard did not feel that such an unnecessary question required an
answer. The Martian would not have been menacing him if he hadn't
known whom he wanted.
"Guy Maynard, I advise that you do nothing," said the Martian. His
voice was flat and metallic like all Martian voices, and the sharply-
chiseled features were expressionless as are all Martian faces. "You
are to come with me," finished the Martian needlessly. He had not
concluded the last bit of information when invisible tractor beams
lashed down and caught the pair in their field of focus and lifted them
straight up.
The velocity was terrific, and the only thing that saved them
suffocation in the extreme upper stratosphere was the entrapped air
that went along with the field of focus.
The sky went dark and the stars winked in the same sky as the
flaming sun.
And then they entered the space lock of an almost invisible
spaceship. The door slammed behind them and air rushed into the
confines of the lock just as the tractors were snuffed.
Maynard arose from the floor to face once more that rigidly held
MacMillan. Before he could move, the door behind him flashed open
and three Martians swarmed in upon him and trussed him with straps.
They carried him to a small room and strapped him to a surgeon's
table.
The one with the MacMillan holstered the weapon as the ship started
off at 3-G.
"Now, Guy Maynard, we may talk."
Maynard glared.
"It is regrettable that this should be necessary," apologized the
Martian. "I am Kregon. Your being restrained is but a physical
necessity; I happen to know that you are the match for any two of us.
Therefore we have strapped you down until we have had a chance to
speak our mind. After which you may be freed—depending upon your
reception of the proposition we have to offer."
Maynard merely waited. It was very unsatisfactory, this glaring, for the
Martian went on as though Maynard were beaming in glee and
anxiously awaiting for the "Proposition." He recalled training which
indicated that the first thing to do when confronted by captors is to
remain silent at all cost. To merely admit that your name was correctly
expressed by the captor was to break the ice. Once the verbal ice
was broken, the more leading information was easier to extract; a
dead and stony silence was hard to break.

"Guy Maynard, we would like to know where the Orionad is," said
Kregon. "We have here fifty thousand reasons why you should tell.
Fifty thousand, silver-backed reasons, legal for trade in any part of
the inhabited Solar System and possibly some not-inhabited places."
No answer.
"You know where the Orionad is," went on Kregon. "You are the aide
to Space Marshal Greggor of the Bureau of Exploration who sent the
Orionad off on her present mission. The orders were secret, that we
know. We want to know those orders."
No answer.
"We of Mars feel that the Orionad may be operating against the best
interests of Mars. Your continued silence is enhancing that belief.
Could it be that we have captured the first prisoner in a new Terra-
Martian fracas? Or if the Orionad is not operating against Mars, I can
see no reason for continued silence on your part."
No answer, though Maynard knew that the Orionad was not
menacing anything Martian. He realized the trap they were laying for
him and since he could not avoid it, he walked into it.
Kregon paused. Then he started off on a new track. "You are
probably immunized against iso-dinilamine. Most officials are, and
their aides are also, especially the aide to such an important official
as Space Marshal Greggor. That is too bad, Guy Maynard. Terra is
still behind the times. Haven't they heard that the immunization given
by anti-lamine is good except when anti-lamine is decomposed by a
low voltage, low frequency electric current? They must know that,"
said Kregon with as close to a smile as any Martian could get. It was
also cynically inclined. "After all, it was Dr. Frederich of the Terran
Medical Corps who discovered it."
Maynard knew what was coming and he wanted desperately to
squirm and wriggle enough to scratch his spine. The little beads of
sweat that had come along his backbone at Kregon's cool
explanation were beginning to itch. But he controlled the impulse.
"We are not given to torture," explained the Martian. "Otherwise we
could devise something definitely tongue-loosening. For instance, we
could have you observe some surgical experiments on—say—Laura
Greggor."
The beads of sweat broke out over Maynard's face. It was a harsh
thought and very close to home. And yet there was a separate
section of his mind that told him that Laura would undergo that
treatment without talking and that he would have to suffer mentally
while he watched, because she would hold nothing but contempt for a
man who would talk to save her from what she would go through
herself. He wondered whether they had Laura Greggor already and
were going to do as they said. That was a hard thing to reason out.
He feared that he would speak freely to save Laura disfigurement and
torture; knowing as he spoke that Laura would forever afterward hate
him for being a weakling. Did they have her—?
"Unfortunately for us, we have not had the opportunity of getting the
daughter of the Space Marshal. But there are other things. They are
far superior, too. I was against the torture method just described
because I know that Mars would never have peace again if we
destroyed the daughter of Space Marshal Greggor. Your
disappearance will be explained by evidence. A wrecked spaceship
or flier, will take care of the question of Guy Maynard, whereas Laura
Greggor is forbidden to travel in military vehicles."
Kregon turned and called through the open door. His confederates
came with a portable cart upon which was an equipment case,
complete with plug-in cords, electrodes, and controls.
"You will find that low frequency, low voltage electricity is very
excruciating. It will not kill nor maim nor impair. But it will offer you an
insight on the torture of the damned. Ultimately, we will have
decomposed the anti-lamine in your system and then you will speak
freely under the influence of iso-dinilamine. Oh yes, Guy Maynard, we
will give you respite. The current will be turned off periodically. Five
minutes on and five minutes off. This is in order for you to rest."
"—to rest!" said Maynard's mind. Irony. For the mind would count the
seconds during the five free minutes, awaiting with horror the next
period of current. And during the five minutes of electrical horror, the
mind would be counting the seconds that remain before the period of
quiet, knowing that the peaceful period only preceded more torture.
Kregon's helpers tied electrodes to feet, hands, and the back of his
head. Then Kregon approached with a syringe and with an apologetic
gesture slid the needle into Maynard's arm and discharged the
hypodermic.

"Now," he asked, "before we start this painful process, would you


care to do this the easy way? After all, Maynard, we are going to
have the answer anyway. For your own sake, why not give it without
pain. That offer of fifty thousand solars will be withdrawn upon the
instant that the switch is closed."
Maynard glared and broke his silence. "And have to go through it
anyway? Just so that you will be certain that I'm not lying? No!"
Kregon shook his head. "That possibility hadn't really occurred to us.
You aren't that kind of man, Maynard. I think that the best kind of
individual is the man who knows when to tell a lie and when not to
tell. Too bad that you will never have the opportunity of trying that
philosophy, but I think it best for the individual, though often not best
for society in general. Accept the apology of a warrior, Guy Maynard,
that this is necessary, and try to understand that if the cases were
reversed, you would be in my place and I in yours. I salute you and
say good-by with regrets."
Maynard strained against the straps in futility. He felt that sense of
failure overwhelm him again, and he fought against his fate in spite of
the fact that there was nothing he could do about it. Another man
would have resigned himself, realizing futility when it presented itself,
and possibly would have made some sort of prayer. But Guy Maynard
fought—
And the surge of low frequency, low voltage electricity raced into his
body, removing everything but the torture of jerking muscle and the
pain of twitching nerves. It was terrible torture. He felt that he could
count each reversal of the low frequency, and yet he could do nothing
of his own free will. The clock upon the wall danced before his jerking
eyeballs so that he could not see the hands no matter how hard he
tried. Ironically, it was a Martian clock and not calibrated into Terran
time; it would have had no bearing on the five-minute periods of
sheer hell.
Ben Williamson raced across the sand of Sahara Base, raising a
curling cloud of dust behind him. The little command car rocketed and
careened as Williamson approached his destroyer, and then the long,
curling cloud of dust took on the appearance of a huge exclamation
point as the brakes locked and the command car slid to a stop beside
the space lock. Williamson leaped from the command car and inside
with three long strides.
He caught the auxiliary switch on his way past, and the space lock
whirred shut. "Executive to pilot," he yelled. "Take her up at six."
The floor surged, throwing Williamson to his knees. Defiantly, Ben
crawled to the executive's chair and rolled into the padded, body-
supporting seat. He lay there for some seconds, breathing heavily.
Then from the communicator there came the query:
"Pilot to executive: Received. What's doing?"
"Executive to crew: Martian of the Mardinex class snatched Guy
Maynard on a tractor. We're to pursue and destroy."
"Golly!" breathed the pilot. "Maynard!"
"That's right," said Williamson. "They grabbed him right in front of the
BuEx and that's that."
"But to destroy them—?"
"We're running under TSI orders, you know," reminded Williamson.
"Yeah, I know. But killing off one of our own people doesn't sound
good to me. Makes me feel like a murderer."
"I know," said Ben. "But remember, Maynard was grabbed by a
Martian. Being an aide to Greggor, he was filled to the eyebrows with
anti-lamine. That means the electro-treatment for him, plus a good
shot of iso-dinilamine. All we're doing is giving peace to a man who is
suffering the tortures of hell. After all, would any of you care to go on
living after that combination was finished?"
"No, I guess not. Must be worse than death not to have a mind."
"What's worse is what happens. You haven't a mind—and yet you
have enough mind to realize that fact. Strange psychological tangle,
but there it is. Tough as it is, we've got to go through with it."
"They're after some information on the Orionad?"
"Probably. That's why we're taking out after them. It's the only reason
why Guy Maynard was covered under the TSI order."
"Too bad," said the pilot.
"It is," agreed Williamson. "But—prepare for action. Check all
ordnance."
It was almost an hour later that the communicator buzzed again.
"Observer to executive: Martian of Mardinex class spotted."
"Certain identification?"
"Only from the cardex file. Can't see her yet, but the spotters have
picked up a ship having the characteristics of the Mardinex class. It's
the Mardinex herself, Ben, because she's the only one left in that
class. Old tub, not much good for anything except a fool's errand like
this."
"Turretman to executive: Have we got a chance, tackling a first-line
ship like the Mardinex in a destroyer?"
"Only one chance. They probably didn't staff it too well. On an
abortive attempt like this, they'd put only those men they could afford
to lose aboard. Probably a skeleton crew. Also the knowledge that
detection meant extermination, therefore go fast and light and as
frugal as possible on crewmen. That's our one chance."
"One more chance," interrupted the technician. "We have the drive
pattern of the Mardinex in the cardex. We can bollix their drive. That's
one more item in our favor."
"Right," said Ben. "What's our velocity with respect to theirs?"
"Forty miles per second."
"Tim, launch two torpedoes immediately. Pete, continue course above
Mardinex and cross their apex at two hundred miles. Tim, as we
cross their apex, drop a case of interferers. Once that is done, Pete,
drop back and give Tim a chance to say hello with the AutoMacs."
"Giving them the whole thing at once?"
"Yes. And one thing more, Jimmy?"
"Technician to executive," answered Jimmy. "I'm here."
"Can you rig your drive-pattern interferer?"
"In about a minute. I've been setting up the constants from the cardex
file."
"And hoping they've not been changed?" asked Ben with a smile.
"Right."

The little destroyer lurched imperceptibly as the torpedoes were


launched, and then continued on its course a hundred miles to the
south of the Martian ship, passing quickly above the Mardinex and
across the apex of the Martian's nose. The turretman was busy for
several seconds dropping his case of interferers from the discharge
lock. The little metal boxes spread out in space and began to emit
signals.
Then the destroyer dropped back, and from the turret there came the
angry buzz of the AutoMacs. On the driving fin of the Mardinex
appeared an incandescent spot that grew quickly and trailed a fine
line of luminous gas behind it. Then the turrets of the Mardinex
whipped around and Tim shouted: "Look out!"
His shout was not soon enough. On the turret of the Martian ship
there appeared two spots of light that were just above the threshold
of vision against the black sky. The destroyer bucked dangerously,
and the acceleration fell sharply.
"Hulled us."
On the pilot's panel there appeared a number of winking pilot lights.
"We'll get along," said he, studying the lights and interpreting their
warning.
"Got him!" said the turretman. The top turret of the Mardinex erupted
in a flare of white flame blown outward by the air inside of the ship.
"Can we catch him for another shot?" asked Ben pleadingly.
"Not a chance," answered Pete. "We're out of this fight."
"No, we're not," said Ben. "Look!"
Before the Mardinex there began to erupt a myriad of tiny, winking
spots. The meteor spotting equipment and projectile intercepting
equipment were flashing the interferers one after the other with huge
bolts from the secondary battery of the Mardinex.
Ben counted the flashes and then asked the technician: "How many
spotters has the Mardinex?"
"Thirty."
"Good. The torps have a chance then." The nonradiating torpedoes
would be ignored by the spotting equipment since the emission of the
interferers made them appear gigantic and dangerously close to the
nonthinking equipment. The torpedoes, on the other hand, would be
approaching the Mardinex from below and slowly enough to be
considered not dangerous to the integrating equipment. If they arrived
before the spotting circuits destroyed the entire case of interferers—
The lower dome of the Mardinex suddenly sported a jagged hole. And
almost immediately there was a flash of explosive inside of the lower
portion of the Martian ship. The lower observation dome split like a
cracked egg, and the glass shattered and flew out. Portholes blew out
in long streamers of fire around the lower third of the Mardinex and a
series of shattering cracks started up the flank of the ship.

You might also like