Professional Documents
Culture Documents
İklimin Estetiği Antroposen Sanatı Ve Mimarlığı Üzerine Denemeler 1st Edition Eray Çaylı Full Chapter Download PDF
İklimin Estetiği Antroposen Sanatı Ve Mimarlığı Üzerine Denemeler 1st Edition Eray Çaylı Full Chapter Download PDF
İklimin Estetiği Antroposen Sanatı Ve Mimarlığı Üzerine Denemeler 1st Edition Eray Çaylı Full Chapter Download PDF
https://ebookstep.com/product/iklimin-estetigi-antroposen-sanati-
ve-mimarligi-uzerine-denemeler-1st-edition-eray-cayli/
https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/
https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/
Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st
Edition Arwen Schnack
https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/
https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/
https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
https://ebookstep.com/product/100-delf-b1-version-scolaire-et-
junior-1st-edition-sylvie-cloeren/
https://ebookstep.com/product/la-nuova-prova-orale-1-a1-b1-1st-
edition-telis-marin/
1
>- İl • •
�iKLiMiN
>- • _. .
�ESTETIGI
ANTROPOSEN SANATI VE
MİMARLl�I ÜZERİNE DENEMELER
-§
ERAY ÇAYLI
i
Antropoloj , coğrafya ve mimarlık disiplinlerinin arayüzünde çalışan bir
ademisyen. Baş ıca
ak l araştırma konuları arasında politik şiddet ve eko
lojik felaketin gö
rselliği ve mekansallığı yer almakta. 2015'te University
ol
C egel L ond o n'ın mimarlık fakültesi Bartlett School of Architecture
n
bü y esinde tam am ladığı mimarlık tarihi ve kuramı alanındaki dokto
r�ını yapmak üzere gittiği Londra'da 2011'den beri yaşıyor. Londra ve
cı\rarındaki çeşitli üniversitelerde 2012'den bu yana vermekte olduğu
derslere ve sürdürmekte olduğu araştırma faaliyetlerine 2018'den beri
LSE'de (London School of Economics and Political Science) devam
ediyor. Hakkında daha ayrıntılı bilgiye ve yayınlarının tümüne kişisel
Websitesi eraycayli.com üzerinden ulaşılabilir.
ERAY ÇAYLI
İKLİMİN ESTETİÔİ
Antroposen Sanatı ve
Mimarlığı Üzerine Denemeler
§
Yayın No 1950
Sanat 13
İklimin Estetiği
Antroposen Sanatı ve Mimarlı ğı Üzerine Denemeler
Eray Çaylı
EVERESTYAYINIARI
T icarethane Sokak No: 15 Cağaloğlu!İSTANBUL
Tel: (0212) 513 34 20-21 Faks: (0212) 512 33 76
e-posta: info@everestyayinlari.com
www.everestyayinlari.com
www.twitter.com/everestkitap
www.facebook.com/ everestyayinlari
www.instagram.com/everestyayinlari
Teşekkürler ........................................................................................ 9
Önsöz (Merve Ünsal) ...... ... ......... ..
. .... . ..
. . .
..... ... ....... . .... .. .... .. . .......... 11
7. Kamusallığın Doğası . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
8. Sınırlaştırılan Doğa . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 90
9. Görünmez Sınırların İfşası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
10. Grenfell: Çağımızın Büyük Yangını ........... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
1 1 . Dipsiz Göl ve Korumanın Şiddeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120
ili. MİMARLIK VE TASARIM
12. Andropozen (?) Çağında Mimari Erkeklik Krizleri ......... 127
13. Felaket Öncesi ve Sonrası Tasarım ................................... 136
14. Soma: Mimarlık, Etik, Politika ........................................ 144
15. Grenfell'den 2.5 Yıl Sonra: Barınma, Sınıf, lrkçılık ......... 149
1 6. Antroposen Mimarlığı İçin Bir Nirengi Noktası:
Southbank'in Brütalistleri .. .......... . . ... ..... ... .................... .... 158
9
Yayın Yönetmeni Cem İleri'ye teşekkür ederim. Kitabın derlenip
toparlanmasında eşsiz emekleri olan ve önsözünü yazan Merve
Ünsal' a ayrı bir başlık altında teşekkür etmem gerekli. Kendisinin
dikkati, titizliği, sabrı, desteği ve dahası eleştirel katkıları olmasa bu
kitabın ete kemiğe bürünmesi mümkün olmazdı. Bununla beraber,
şayet kitapta kusur veya hatalar varsa, bu konudaki sorumluluk pek
tabii ki yalnızca bana ait.
Eray Çaylı
2 1 Mart 2020, Londra
10
On söz
..
11
İklimin Estetiği, bu soruları çeşitli afetler ve afet imgeleri üzerin
den ele almamızı sağlıyor. Kitapta irdelenen afetler arasında İkinci
Dünya Savaşı, Grenfell ve Soma gibi gezegensel dinamiklerin birin
cil düzeyde etki etmediği örnekler kadar deprem, sel ve kasırga gibi
daha etken rol oynadıkları örnekler de var. Ana akım yaklaşımların
"doğal olmayan" addedebileceği bu ilk tür örneklerle Antroposen
başlığındaki tartışmalara daha doğrudan konuşan olay ve süreçlerin
bu şekilde bir arada irdeleniyor olması not edilmeli. İş cinayeti ve
barınma politikalarının piyasalaşmanın insafına bırakılması kaynaklı
toplu ölümlerin iklim değişikliğinin konusu olan olaylarla birlikte
aynı kitapta ele alınması aslında her iki tür olayda da ana akım
söylemin başvurduğu "doğa" tahayyülünü sorgulamamıza yol açıyor.
Grenfell ve Soma gibi olaylardan kaza olarak bahseden, "fıtrat"tan
dem vuran ana akım yaklaşımın, aslında iklim değişikliğinin konusu
olan olayları ele alırken yine "insan-doğa" karşıtlığına odaklanan (bu
karşıtlığı sorgularken bile eleştirel ufkunu ona fıksleyen) yaklaşımın
akrabası olduğunu böylece hissedebiliyoruz. "Doğal olan - insan
elinden çıkma olan" karşıtlığından oluşan bir eksenin yerine "top
lumsal anlamda adaletli olan ve olmayan" karşıtlığından temellenen
bir politik ekseni böylece yerleştirebiliyoruz.
Kitap, sanatsal üretimin, bulunduğu "yer"le olan ilişkisini, tam
da "doğal" a dair tahayyüllerini yeniden gözden geçirmemizi sağ
layarak sorguluyor; "yer"leri ayırmanın, üretilmiş ve üretilmemiş
olduğu düşünülen koşulların arasındaki ilişkiler ağını görmezlikten
gelmeyi kolaylaştırabileceğini öneriyor. İnsan odaklı bir çağı işaret
leyen Antroposen kavramının, insanlığın bir bütünmüş gibi içinde
bulunduğumuz koşullara aynı derecede katkıda bulunmuş olduğu
nu ve bu koşulların herkesi aynı derecede etkiliyor olduğunu farz
etmesi, Antroposentrik olana dair eşitleyici bir perspektif üretme
12
içgüdüsünün bir zayifeti: Çoğulcu, dahiliyetçi söylemler üretmeye
çalışırken İnsan'ı ayıran ve eşitleyen bir düşünce yapısı, aslında var
olan yapıları olduğu gibi sürdürerek yapısal dönüşüm yerine yüzey
sel değişimi teşvik etme tehlikesi taşıyor.
İklimin Estetiği, Antroposen terimini, terimin konu olduğu kav
ramsallaştırmaları ve bu kavramlarla içli dışlı şekilde üretilen temsil
ve tahayyülleri irdeleyerek başlıyor. "Doğal afet" addedilen olayların
suçlu ve sorumlusunun tüm insanlık olduğu türünden argümanların
ekolojinin politikasına dair meseleleri siyasi ve toplumsal içerikten
arındırışını sorunsall aştırmaya "doğa" ve "kültür" karşıtlığının so
runlu yanlarına dikkat çekerek yapıyor. Kitap, sanatta olduğu kadar
tasarım disiplinlerinde de yaratıcı eylemin fail ve muhataplarının
netleştirilmesini ve adalet arayışına yönelik eylemliliklerin konusu
kılınabilmelerini mümkün kılan bir yaklaşımın peşinde. Kent meka
nındaki sınırlandırıcı mekanizmaları tersine çevirecek ve "yapılı"
olan kadar "doğal" olanın da toplumsallığını açığa çıkarabilecek
paydaşlara çanak tutan bir mimarlığı kurgulayacak olanın birbiriyle
müzakereci ve çatışmalı nitelikte olanlar da dahil olmak üzere türlü
politik süreç üzerinden ilişkilenen müellifler ve iştirakçiler olduğunu
öneriyor. Afet kavramı ve olgusunun yekpare bir kategori olarak
görülmesini distopya anlatıları üzerinden irdeleyen İklimin Estetiği,
Grenfell Yangını'nı bir vakadan çok mikrokozmos olarak inceliyor.
Felaketin yekpareliğinin gizlediği şedit siyasetleri ele alırken coğ
rafyanın, ancak sayısal olarak ölçülebilir kaynakları sağlayabildiği
oranda değerli olduğuna dair hafriyatçı bakış açısını Dicle Nehri
üzerinden anlatıyor. Ülkeler arası sınırları ehlileştiren tasarımların
müphemliğini, kaykaycıların normalde denizde yapılan bir eylemi
beton üzerinde gerçekleştirirken yarattığı kamusal alanlar üzerinden
inceliyor. Kitap, kamuyu üretilmiş bir olgu olarak sorgularken, bunu
13
ne salt yapısalcı ne de postyapısalcı şekilde yapıyor; kamusallığın te
melinde yatan toplumsal niyetlerle maddi tezahürlerin birbirleriyle
ortak ve birbirlerini biçimlendirerek iş gördüğüne dikkat çekerek
bir eleştiri hattı açmaya çalışıyor. Kent içindeki doğa pratiklerini
baskın anlatıcıların kurduğu dil üzerinden aktarmanın baskılayıcı
olma ihtimaline dikkat çeken İklimin Estetiği, toplumsal hareket
lerde popülerleşen kavramları, etkileri üzerinden değerlendiriyor
olmayı önemsiyor. Mimari üretimin nesnelerinden biri olan çitlen
dirme pratiklerinin kamusal olanın inşasına dair ipuçları vermesi,
bu sınırlandırma pratiklerinin görsel olmayan ama duyumsadığımız
toplumsal olgularla ilişkini hatırlatıyor bize. Kitap, güncel sınır
mimarlıklarının suyu, ağaçları, bitki örtülerini ve hatta rüzgarı ham
madde olarak kullanarak "doğallaştırmak" çabasını hiçbir sınırın asla
doğal olmadığı fikrini hatırlatarak ifşa ediyor. Antroposenler'den
bahsetmenin mümkün kıldığı yeni kesişimler böylece-yani, görü
nür ve hissedilir kılındıkları derecede-dönüştürücü hale geliyorlar.
Yazar Eray Çaylı, bu kitapta, farklı yöntemler ve ölçeklerde yap
tığı incelemelerle, karanlığın merkezinden çıkış için bir rota öner
mekte. Rotanın rehberi, toplumsal, tarihsel, sosyal, kültürel, politik
ve iktisadi sınırların, var olduklarına dair inanç ile tasdik edilerek
kendilerini üretmeye ve türetmeye devam ettiklerine dair farkında
lık. Çaylı'nın önerdiği birleştirici düşünce, bir paradigma değişikliği
ve bu değişikliğin ima ettiği estetik olgusu, var olduğumuz ve üret
tiğimiz düzlemlere boyut ve derinlik katarak onları mecralaştırıyor.
Nesnelikten mecraya doğru giden bu izlek de İnsan'ı insanlar olarak
yeniden konumlandırma ihtimalini barındırıyor.
Merve Ünsal (editör)
28 Mart 2020, İstanbul
14
1. TERİM, TEMSİL,
TAHAYYÜL
1 . ANTROPOSEN TERİMİ ÜZERİNE
17
niyetiyle türetilmiş ilk terim değil. Öncülleri arasında 1873'te İtal
yan jeolog Stoppani'nin ortaya attığı "Antropozoik" ve Rus jeolog
Pavlov'un 1919'da önerdiği "Antropojen çağı" yer alıyor. Ayrıca,
1879'da Amerikan jeolog Joseph LeConte'un önerdiği "Psikozoik"
ve 1927'de Fransız felsefeci Edouard Louis Emmanuel Julien Le
Roy'un Rus mineralbilimci Vladimir Vernadsky' den ödünç alarak
kullandığı ve cansız Jeosfer ve canlı Biyosfer' den sonra insan düşün
cesinden mürekkep bir jeolojik katmanı imlemek üzere türetilmiş
Noosfer'i de akraba öncüller olarak burada anmak gerekir.
Bu öncülleri burada anmamın nedeni Antroposen'in kavramsal
yeniliğine halel getirmek-yani ekolojinin politikası temelli yapıla
bilecek eleştirel tahlillere dair yol açtığı yeni imkanları görmezden
gelmek-değil. Niyetim, daha ziyade, kavramın tam olarak ne
açıdan yeni olduğunun yani ne gibi yeni eleştirel tahlil imkanlarını
barındırdığının daha isabetli bir muhakemesini yapabilmek. Zira,
birazdan da açıklayacağım gibi, Antroposen tartışmalarının büyük
bölümü bugün bu kavram üzerinden adlandırılacak jeolojik çağın
başlangıcının tam olarak hangi döneme tarihlenmesi gerektiği so
rusuna odaklanıyor.2 Bu gibi bir odak, kavramın, irdelemeyi vaat
ettiği olguları şekillendiren tarihsel ve maddi süreçlerden azade
olmadığını göz ardı ediyor. Oysa, şayet kavramlar irdelemeyi vaat
ettikleri olgularla aynı tarihsel ve maddi süreçlerce şekillendiriliyor
larsa, o halde sadece söz konusu olguların değil aynı zamanda onları
irdelemeyi vaat eden kavramların da bir şeceresinin çıkarılması ve
hatta olgusal olanın şeceresiyle kavramsal olanın şeceresini birlikte
ele almak faydalı olacaktır.
2 Bu odağın önemli bir eleştirisi için bkz. Kathryn Yusoff, A Billion Black
Anthropocenes or None. (Minneapolis: University ofMinnesota Press, 2019),
s.23-64.
18
Antroposen'e dair bu tür bir kavramsal şecerenin izini sürmeye
işte yukarıda andığım dört öncül kavramın geliştirildikleri tarih
lere bakarak başlayabiliriz. Söz konusu tarihler, 1 9 . yüzyılın son
çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan elli yıllık döneme
işaret ediyor. Aynı döneme küresel ölçekte damga vuran olgular
sanayileşme ve sömürgecilik. Her iki olgu da o ana dek benzeri
görülmemiş bir ivmeyi söz konusu dönemde kazanıyor ve çoğu
kez birlikte de iş görerek dünya çapında siyasi ve toplumsal hayatı
belirleyen ana etkenler haline geliyorlar. Bu iki olgunun nasıl bir
likte iş gördüğünü kısaca özetlemek gerekirse, sanayileşmenin 1 9 .
yüzyılda zirve yapmasına büyük katkısı olan buharlı makinenin
kıtalararası yolculuklarda kullanılan gemilere de entegre edil
mesinden bahsedilmeli. Sömürgecilik böylece ivme kazanırken,
buharlı makinelerin kömüre olan bağımlılığı da kömür yatak
larına erişmeye ve bu yataklara sahip coğrafyaların sömürüsüne
dair arzuyu da tetikliyor. O halde, "insanlığın gezegene yaptığı
dönüştürücü etki"yi imliyor addedilen "Antropojen," "Antropo
zoik" ve benzeri kavramlar, aslında sanayileşme ve sömürgeciliğin
birbirlerini körüklemek suretiyle belirleyici etki yaptığı bir tarih
sel bağlamın ortaya çıkardığı sonuçlara tepki olarak üretiliyor da
denebilir.
Peki, Antroposen, kavramsal öncüllerinin işaret ettiği tarihsel
bağlamın ne kadar farkında? Bu soruyu tartışmaya başlamadan
önce, Antroposen kavramını ilk olarak 2000 yılındaki bir konfe
ransta ortaya atan Crutzen'in de, kavramı 2002'de yine Crutzen
liderliğinde geliştirdikleri bilimsel tezin odağına yerleştiren ekibin
de müspet bilimciler olduklarını belirtmek gerekli. Kavramların
toplumsal ve siyasi açıdan barındırdıkları tahayyül ve tarihsel tu
tarlılıklarının, Crutzen gibilerinden ziyade sosyal bilimcilerin so-
19
rumluluk alanına girdiğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.
Ne mutlu ki, Antroposen ve konu olduğu tez her ne kadar müspet
bilim dünyası tarafından henüz yüzde yüz kabul görmüş olmasa da,
2002'den bu yana sosyal bilimlerde epey genişçe bir literatüre ilham
olmuş durumda. Bu nedenle, Antroposen'in, kavramsal öncüllerinin
işaret ettiği tarihsel bağlamın ne denli farkında olup olmadığı so
rusunu son yıllarda sosyal bilimciler arasında tetiklediği tartışmalar
kapsamında geliştirilen bir dizi kavram üzerinden tartışmak daha
faydalı olabilir.
20
da "insanoğlu" gibi muğlak kategorileri işaret eden yaklaşımlarla
karşı karşıya kalındığında durup bir düşünmek gerekiyor-her ne
kadar, küresel ısınma ve iklim değişikliği "insanoğlu" benzeri eril
bir referansın kullanılmasını haklı çıkartabilecek nadir durumlar
dan olsa da!
"Masum değiliz hiçbirimiz" şiarıyla hareket ettiği söylenebilecek
bu yaklaşımlar, Antroposen'e konu olan olgu ve meselelerin suçlu
ve sorumlularını bilerek veya bilmeyerek müphemleştirme etkisi
yapabiliyor. Zira "insan" ile "doğa" ilişkisini yeniden ve daha eşit
likçi bir şekilde kurma hedefi, bu ilişkinin iki muhatabını da kendi
içlerinde homojen birer kategori olarak algılayan bir ön kabule
dayanıyor. Oysa biliyoruz ki söz konusu iki kategori de bundan çok
daha fazlası; özellikle, adına "insan" denilen kategori aslında sınıf,
toplumsal cinsiyet, ırk ve benzeri bir dizi eksende vuku bulan çelişki
ve çatışmaları barındırmakta. Eşitlikçi bir siyasi ve toplumsal tahay
yül elbette bu çelişki ve çatışmaları gidermeyi hedefleyebilir. Ancak,
verili durumlar tahlil edilirken bu çelişki ve çatışmaların görmezden
gelinmesi, karşı karşıya olunan büyük sorunların tam olarak hangi
eylem ve tercihlerden kaynaklandığı sorusuna isabetli bir yanıt
vermeyi zorlaştırıyor. İçinde bulunan darboğazdan çıkışın yolu, bu
eylem ve tercihlerin izini sürmekten ve sorgulamalarını yapmaktan
geçiyor-keza, bahsi geçen eylem ve tercihler de, herhalde, konuyu
"insanlık" üzerinden ele alan terimlerin ima ettiği gibi "insan olmak"
ya da "insanlık hali" olamaz.
21
kavrayışımızı kuwetlendirme gayesi taşıyan alternatif terimlerle
de karşılaşılmakta. Bu terimlerden biri, Andreas Malın ve Jason
Moore gibi tarihçilerin tercih ettiği Kapitalosen ( Capitalocene)-bir
diğer deyişle "Sermaye Çağı". Kapitalosen'in, Antroposen'in öncülü
olan terimlerin ne gibi bir tarihsel bağlamda ortaya çıktıklarına dair
bir farkındalıkla geliştirildiğini söylemek mümkün. Zira Kapita
losen terimini Antroposen'e tercih eden Moore ve Malın, küresel
ısınma ve iklim değişikliğinin bugün vardığı noktanın kökenini
19. yüzyıla-yani, fosil ekonomisini sanayileşme ve sömürgeciliğin
arasındaki rabıtanın dayanak noktası haline getiren süreçlere-da
yandırıyorlar. Bu süreçlerin kökeni 1 8 . yüzyılın sonuna yaklaşılırken
buharlı makinelerin gelişmiş versiyonunun James Watt tarafından
tasarlanmasına dayanıyor. Ancak en önemli dönüm noktaları ara
sında, 1830'larda, buharlı makinelerde kullanılan başlıca yakıt an
lamında odundan kömüre geçiş yapılması yer alıyor. Zira artı değer
üretimine dayanan sermayeciliğin sömürgecilik ile işbirliği içinde o
ana dek benzeri görülmemiş bir ivme ile büyümesi bu dönüm nok
tasının akabinde gerçekleşiyor.
Kapitalosen'i Antroposen'e alternatif olarak sunanların geliş
tirdiği analitik eleştirel perspektif, sorgulanması gerekenin-me
alen belirtmek gerekirse-"doğa ile insan ilişkisindeki eşitsizlik"
benzeri fazlaca kapsamlı bir olgudan ziyade "Avrupalı sermayedar
sanayicilerin vatandaşı oldukları imparatorlukların donanmalarının
yardımıyla sömürgeleştirdikleri toprakları fosil yakıtlara ulaşmak
adına delik deşik etmeleri" olgusu olduğunu öneriyor. Bu şekilde
anlamlandırılan Kapitalosen'in sorunsallaştırdığı tarihsel süreçle
rin üzerine 20. yüzyılda bina edilmiş olan "plastiğe dayalı üretim
ve tüketim"deki hızlı yükselişe dikkat çeken Plastisen (Plasticene)
de Malın ve Moore'unkine akraba bir terim olarak not düşülmeli.
22
Kapitalosen ve Plastisen benzeri terimlerin önayak olduğu tespitten
hareketle bugüne yol alarak, tam olarak hangi eylem ve tercihlerin
Antroposen'e konu olan sorunlara sebep olduğunu belirleyebilmek
ve dolayısıyla bu eylem ve tercihlerin üstleniciliğini yapanlara odak
lanarak suç ve sorumluluğun "insan" addedilen o geniş kategorinin
üyeleri arasında tam olarak nasıl dağıldığını kavrayabilmek mümkün
olabilir.
23
Plantasyonosen kavramının, ilkin 2014'te Donna Haraway ve
Anna Tsing gibi ünlü politik ekoloji düşünürlerinin de aralarında
bulunduğu bir akademik etkinlikte ortaya atıldığı biliniyor.3 Kav
ramın kökündeki "plantasyon," tek ürüne odaklanarak, endüstriyel
ölçeklerde ve köleleştirilen bireylerin emeği kullanılarak yapılan
tarımın yapıldığı tarlalara verilen ad. Bu tarlalar esasen Avrupa
sömürgeciliğinin Amerika'daki faaliyetleri sırasında yaptığı bir
icat. Amaç, verimli arazinin bolca bulunduğu fakat emek gücünün
aynı bolluğun konusu olmadığı Amerika coğrafyasında yapılacak
tarımsal üretim ile Avrupa'yı beslemek. Bu amaçla her ne kadar
Avrupa'dan getirilen ücretli çalışanların emeği de kullanılmış olsa
da, işgücünün büyük kısmı Afrika'dan zorla taşınan, alınır satılır bir
meta haline getirilen, ücretsiz çalıştırılan ve ırkçı politikalar sonucu
insanlıktan yoksun görülmesi sağlanan siyahlardan oluşuyor.4 Ne ki,
Plantasyonosen kavramının ilk ortaya atıldığı akademik toplantıdaki
katılımcıların çoğu bir yandan bu kavram üzerinden plantasyonların
bugün Antroposen başlığı altında tartışılan meselelerdeki rolünü
vurgulama iddiasındayken diğer yandan ırkçılık temelli köleliğin bu
kavrama konu olan süreçlerdeki merkezi rolünü görmezden geliyor.
O toplantıda, Haraway ve Tsing'ın da içinde olduğu üç katılımcının
arasında geçen ve gerçekte ırkçılıkça nesneleştirilen halkları hedef
24
alan bir politika olan köleleştirmeyi insan-doğa ikiliğine indirgeyen
şu diyalog katılımcıların renk körlüğünü özetler nitelikte:
- Bana göre plantasyonlar bitkilerin köleleştirilmesinden başka
birşey değil.
- Katılıyorum.
- Ve de mikropların köleleştirilmesi. 5
Bu diyalogda da görüldüğü gibi, eleştirel Antroposen literatü
ründeki renk körlüğü, aslında somut birtakım halkları ve birey
leri derilerinin rengi nedeniyle ırkçı politikalara maruz bırakan
meseleleri sanki "insan" ve "doğa" diye bahsedilen oldukça geniş
kategoriler arasında cereyan eden bir ihtilafmışçasına ele alma eği
liminde. Söz konusu renk körlüğünü aşabilmeyi amaçlayan Janae
Davis, Alex Moulton, Levi van Sant ve Brian Williams, bunu,
ırkçılığın plantasyonlardaki merkezi rolü kadar, köleleştirilen
siyah bedenlerin ve halkların bu şedit süreçlere nasıl direndik
lerini vurgulayarak da yapıyorlar. Böylesi bir vurgu, dolayısıyla,
Haraway ve Tsing gibi günümüz politik ekolojistlerinin geleceğe
dönük bir tahayyül olarak dillendirmeyi pek sevdikleri türlerarası
ortakyaşamın aslında halihazırda geçmişte geliştirilmiş ve hayata
birer direniş pratiği olarak geçirilmiş örneklerinin bulunduğunu
hatırlattığı için de bu pratikleri görmezden gelen renk körlüğünü
sorgulatmaya yardımcı oluyor.6
Yine ırkçılığın bugün Antroposen'e konu olan meselelerdeki
merkezi rolünü irdeleyen coğrafyacı Kathryn Yusoffun yaklaşımı
ise, yalnızca bu anlamdaki savları nedeniyle değil, tüm bu kavram
5 Janae Davis, Alex A. Moulton, Levi Van Sant, ve Brian Williams, "Anthro
pocene, Capitalocene, ... Plantationocene?: A Manifesto for EcologicalJusti
ce in an Age of Global Crises," Geography Compass 13, no.5 (2019), s.5.
6 A.g.e: 7-10.
25
tartışmasına getirdiği farklı soluk nedeniyle de ufuk açıcı. Bu kita
bın ilerleyen sayfalarında Yusoffun savlarından bahsedeceğim ve
özellikle de "Bir Halk Sağlığı Sorunu Olarak Bienaller" ile "Antro
posen'in Estetiği: Hassasiyet, İnsaniyet, Şiddet" başlıklı bölümlerde
faydalanacağım için, şimdilik kendisinin savlarından ziyade yuka
rıda ana hatlarını çizdiğim kavram bulutuna yönelik yaklaşımına
değinmek isterim. Yusoff 2019 yılında çıkan A Billion Black Anth
ropocenes (Ya Bir Milyar Siyah Antroposen[ler] Ya Hiç) kitabında
sömürgeci köle ticaretinin itici gücü olan ırkçılığın sadece bedenleri
değil aynı zamanda coğrafyayı da hedef aldığını söylüyor. Sömür
geciliğin bir yandan bedenleri emek sömürüsünün konusu kılarken
diğer yandan da coğrafyayı jeolojileştirdiğini, yani sömürülecek bir
malzeme deposuna indirgediğini savunan Yusoff, bu metodolojiye
Beyaz Jeoloji adını veriyor. İşte kitabına adını verdiği Bir Milyar
Siyah Antroposen(ler) bahsini de Beyaz Jeoloji'nin politik karşıtı
olarak öneriyor. Zira, Yusoffa göre, Beyaz Jeoloji tekçi bir bakış
açısıyla ırksallaştırdığı bedenleri ve onların yaşadıkları coğrafyaları
niceliksel ölçütler üzerinden sömürünün konusu kıldığı tarihler üze
rinden yükseldiği haliyle bugün hala küresel ölçekte etkili olmaya
devam ediyorsa, onu sorgulamanın yolu sömürü süreçlerine maruz
bıraktığı birden çok öznelliği-yani Bir Milyar Siyah Antropo
sen'i-hatırlamak ve vurgulamaktır. Üstelik, tekil bir Antroposen'i
ziyade çoğul Antroposen'leri dikkate almak, kuramcıların ve eleş
tirmenlerin kavramsal enflasyon üzerinden tam da ırkçılığın tarih
boyu coğrafya ve bedenler üzerine yaptığı etkiye benzer bir etkiyi
fikri mecra üzerinden yeniden üretmeleri üzerine de durup düşün
memizi sağlayabilir. Kısacası, Yusoffa göre, Antroposen kavramına
verilecek yanıt, belki de onu reddetmek ve sürekli ona alternatif
yeni kavramları üretmek değil, kavramın kökenindeki epistemik
26
ve maddi şiddeti faş etmek ve ırkçı tekçiliğinin yerine mağdurların
direnişinden yükselen çoğulcu bir tahayyülü koymaktır. 7
Ezcümle
Başta da bahsettiğim gibi, Antroposen kavramı etrafında ya
şanmakta olan tartışmalardaki ana başlıklardan biri bu kavramın
irdelemeyi vaat ettiği olguların kökenlerinin izini sürebilmek olsa
da, kavramın kendisinin de bu olgularla olan tarihsel ve maddi
bağlarını irdelemenin de izi sürülmesi bir o kadar önemli olan bir
tür şecere olduğunu düşünüyorum. Zira, Antroposen kavramının
ekolojinin politikasına dair barındırdığı imkanların ayırdına ancak
bu şekilde varılabileceğine inanıyorum. Bu bölümde olguların şe
ceresiyle kavramın şeceresini bir arada ele alarak vardığım nokta,
Yusoffun yaptığı çoğulluk vurgusunu andıracak şekilde, tek bir
Antroposen' den ziyade birden çok Antroposen' den bahsetmenin ve
bunu yaparken de söz konusu çoğulluğun bugün Antroposen başlığı
altında tartışılan meselelerin sömürgecilik, ulus devlet inşası, ataerki
ve sermayecilik gibi süreçlerle olan kesişimlerinden kaynaklandığını
hatırlamanın faydalı olacağı. Şayet Antroposen kavramı tekçi ve
yekpare bir insanlık tahayyülünden temelleniyorsa, ekolojinin poli
tikasına dair eleştirel ufku bu kavrama karşı çıkmakla sınırlamak da
onun tekçiliğini ve yekpareciliğini yeniden üretmeye yol açacaktır.
Oysa Antroposen'i çoğullaştırmak, söz konusu eleştirel ufku geniş
letme adına açtığı yeni imkanları değerlendirebilmeye olanak tanı
yacağı gibi, ekolojinin politikasına dair yazılacak tarihlerin de hiçbir
zaman sadece sömürgecilik, ulus devlet inşası, ataerki ve sermayeci
liğin temsilcileri tarafından yazılmadığını ve onlara karşı çıkanların
27
da birer özne olarak bu tarihyazımında söz sahibi olduklarının
ayırdına varmayı da sağlayacaktır. İşte, kanımca, Antroposenler'den
bahsetmenin mümkün kıldığı yenilik tam da bu kesişimleri ve bu
çoğulluğu görünür ve hissedilir kılması.
28
2. COGRAFYANIN TEMSİLİ
29
şekill endirdiği mekansal tahayyüllerin ışığında yürütmeye çalışacağım.
Savunacağım pozisyonu özetlemek gerekirse, "'doğal' olarak nitelendi
rilebilecek bir olgunun artık mümkün olmadığı, zira 'doğal' varsayılan
her şeyin o veya bu şekilde insanın izlerini taşıdığı ve dolayısıyla 'doğal
afet' addedilen olayların suçlu ve sorumlusunun aslında insanlık ol
duğu" türünden argümanların meseleyi siyasi ve toplumsal içerikten
arındırdığını düşünüyorum. Bu düşünceyi detaylandırırken, mekan ve
coğrafyanın görselleştirilmesine yönelik belirli yaklaşımların söz konu
su içeriksizleştirmedeki payını da tartışmak niyetindeyim.1
"İnsan Çağı" olarak Türkçeleştirebileceğimiz Antroposen, ilk
bölümde açıklamaya çabaladığım üzere, gezegenimizin işleyişi
ve fiziksel yapısını belirleyen başlıca etkenin "insanlık" olduğunu
savunan bir tez. Antroposen, dert edindiği sorunların müsebbibi
olarak tüm "insanlığı" gördüğünden, imlediği çağın başlangıcının
ne zamana tarihlenmesi gerektiği sorusu da oldukça tartışmalı
hale geliyor. Bazıları 1964'u başlangıç tarihi olarak almalıyız diyor.
Zira, tarihte Büyük İvme ( Great Acceleration) adı verilen dönemin
başlangıcı, yani, iktisadi ve nüfus açısından küresel ölçekte büyüme
hızının zirve yapması ve teknolojik ilerlemelerin önceden benzeri
görülmemiş bir ivme ile yaşanmaya başlaması o yıl söz konusu olu
yor. Keza·radyoaktif atıklar dünya çapında zirveyi bu yıl görüyorlar.
Kimisi ise tam da bu nedenlerden dolayı başlangıç tarihinin 1950
olarak alınması gerektiğini söylüyor: atom bombası testleri, tek
kullanımlık plastiklerin piyasaya sürülmesi ve küresel nüfus patla
ması o yıla tarihleniyor. Süreci 1610'a kadar götürenler var, çünkü
atmosferdeki sera gazı birikimi o yıl bir anda milyonda O. 7 birim
30
kadar düşmüş. Dahası bu düşüş doğrudan "insan eliyle" gerçekleş
miş. Önce, sömürgeciliğin mikropların kıtalar arasında yayılmasının
yolunu açmasıyla çiçek hastalığı Amerika kıtasında onlarca milyon
insanın ölümüne yol açmış. Bunu kıtada tarımın ve uygarlıkların
sona ermesi ve akabinde geniş bölgelerin yeniden ormanlaşması
takip etmiş. Bir anda artan bitki örtüsü ve ormanlar çok ciddi bir
karbondioksit emilimini mümkün kılmış ve sera gazı birikimi bu
nedenle sert bir düşüş yaşamış. Kimi bilim insanlarıysa tam da
aynı nedenle Antroposen'in başlangıcını 1492 yılına tarihlememiz
gerektiğini savunuyor, zira Kristof Kolomb Bahama adalarına o
yıl çıkarak Avrupa sömürgeciliğinin ve dolayısıyla az önce sözünü
ettiğim Amerika uygarlıklarının sonunu getiren ve kıtayı yeniden
ormanlaştıran süreçlerin yolunu açıyor.2
"Antroposen'in başladığı tarih" konusundaki görüş farklılıkla
rıyla neden ilgilenmeliyiz? Bu tartıŞmayı anarken amacım doğru
tarihi-ya da tek bir tarihi-başlangıç olarak tespit etmektense, hali
hazırda önerilmiş tarihlere dair yöntemsel bir okuma yapabilmek.
Böylesi bir okumaysa şunu gösteriyor: Aslında aşağı yukarı aynı
olguyu ele alan bilim insanlarının bir kısmı Antroposen'i tarihlemek
gerektiğinde bu olgunun sonuçlarının görünür hale geldiği düşünü
len tarihe, bir diğer kısmıysa olgunun sebeplerinin ortaya çıktığına
inanılan tarihe işaret ediyor. Yani sebep ile sonuç arasındaki ilişkinin
nasıl kurulması gerektiği konusunda bir anlaşmazlık ve dolayısıyla
31
bu ilişkiye dair bir muğlaklık olduğunu görüyoruz. Ziiek'in dediği
gibi, çağımızdaki felaketlerin ne denli sarsıcı boyutta olduklarını
ortaya çıkardıkları anlam krizine bakarak anlayabiliriz ve böylesi
krizler sebep ve sonuçların birbirine karıştırılmasına yol açar. 3
İşte, iştigal ettiğimiz meseleyi "doğa"nın "insanlık" tarafından geri
dönülemeyecek denli biçimlendirmesi olarak anlamanın yol açtığı
sıkıntılar da böylece netleşmeye başlıyor. "İnsan" ve "doğa" olgularını
bu denli düzleştiren ve tektipleştiren bir yaklaşım, aslında ekolojik
anlamda olumsuz addedilmesi wr bir sonuç olan atmosferdeki sera
gazının düşmesini bile Antroposen tartışmalarının merkezine alma
mıza yol açıyor. Bu durum, eleştirel tahlile ilişkin bir tembelliğe işaret
ediyor. Antroposen'e konu olan meselelerin tam olarak neresinin dert
edinilmesi gerektiğinin ve bu derdin aslında ne gibi yaklaşımlardan
kaynaklandığının tahlilini yapıp, o tahlile göre bir tarihyazımı yapma
ya dair emeği vermeye yanaşmayan türden bir tembellik bu.
Böylesi bir emeği vermeye çabalayanlardan Jason Moore ve And
reas Maim gibi tarihçiler Antroposen'in başlangıcını, kapitalizm ile
sömürgeciliğin iç içe geçerek birbirlerini körükledikleri 18. yüzyıl
sonu 19. yüzyıl başı civarına tarihliyorlar.4 Zira bugün içerisinde
bulunulan duruma gelinmesinde baş etken olarak gördükleri fosil
yakıtlara dayanan iktisadi düzenin kuruluşu o döneme tarihleniyor.
Buhar makinesinin gelişmiş versiyonunun James Watt tarafından
1775'te tasarlanmış olması ve bu makinenin artı değer üretimine
dayanan sermayeciliğin evvelden benzeri görülmemiş hızlarda büyü-
32
mesini mümkün kılması bu anlamda not düşülüyor. Keza makinele
rin işletilmesinde kullanılan yakıt anlamında odundan kömüre geçi
şin kökleri, Borneo adasının kuzey ucundaki Labuan adacığında
kömür yatağının bulunduğu yıl olan 1837'ye dayanıyor. Dahası, bu
tarihin görsel de bir ayağı var. 1847 tarihli taşbaskı gravür View of a
Coal Seam on the Island of Labuan (Labuan Adası'ndan Bir Kömür
Damarı Manzarası) bu anlamda önemli ipuçları sunmakta (görsel
I.I). Gravürde, İngiliz Kraliyet Donanması'ndan bir bahriyeli ve
ekürisi büyük bir şevkle iki ağaç ile bir derenin arasında konumlan
mış kömür yatağına işaret ederler. Bahriyelinin yanındaki adam
muhtemelen bir girişimcidir; gözleri parlamaktadır. Yani, bu ikili,
İngiliz sömürgeciliğinin itici güçleri olan donanma ve sermayeyi
temsil eden figürlerdir; gravürü yapan da bir bahriyelidir.5
Görsel/./. View ofa Coa/ Seam on the/sland ofLabuan başlı klı g ravür (taşbaskı:
C.W. G i les; ç i z i m: Kra l i yet Don a nması komuta n ı L.C. Heath, 1 84 7).
33
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of Nomad
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United States
and most other parts of the world at no cost and with almost no
restrictions whatsoever. You may copy it, give it away or re-use it
under the terms of the Project Gutenberg License included with this
ebook or online at www.gutenberg.org. If you are not located in the
United States, you will have to check the laws of the country where
you are located before using this eBook.
Title: Nomad
Language: English
Illustrated by Orban
"Guy Maynard, we would like to know where the Orionad is," said
Kregon. "We have here fifty thousand reasons why you should tell.
Fifty thousand, silver-backed reasons, legal for trade in any part of
the inhabited Solar System and possibly some not-inhabited places."
No answer.
"You know where the Orionad is," went on Kregon. "You are the aide
to Space Marshal Greggor of the Bureau of Exploration who sent the
Orionad off on her present mission. The orders were secret, that we
know. We want to know those orders."
No answer.
"We of Mars feel that the Orionad may be operating against the best
interests of Mars. Your continued silence is enhancing that belief.
Could it be that we have captured the first prisoner in a new Terra-
Martian fracas? Or if the Orionad is not operating against Mars, I can
see no reason for continued silence on your part."
No answer, though Maynard knew that the Orionad was not
menacing anything Martian. He realized the trap they were laying for
him and since he could not avoid it, he walked into it.
Kregon paused. Then he started off on a new track. "You are
probably immunized against iso-dinilamine. Most officials are, and
their aides are also, especially the aide to such an important official
as Space Marshal Greggor. That is too bad, Guy Maynard. Terra is
still behind the times. Haven't they heard that the immunization given
by anti-lamine is good except when anti-lamine is decomposed by a
low voltage, low frequency electric current? They must know that,"
said Kregon with as close to a smile as any Martian could get. It was
also cynically inclined. "After all, it was Dr. Frederich of the Terran
Medical Corps who discovered it."
Maynard knew what was coming and he wanted desperately to
squirm and wriggle enough to scratch his spine. The little beads of
sweat that had come along his backbone at Kregon's cool
explanation were beginning to itch. But he controlled the impulse.
"We are not given to torture," explained the Martian. "Otherwise we
could devise something definitely tongue-loosening. For instance, we
could have you observe some surgical experiments on—say—Laura
Greggor."
The beads of sweat broke out over Maynard's face. It was a harsh
thought and very close to home. And yet there was a separate
section of his mind that told him that Laura would undergo that
treatment without talking and that he would have to suffer mentally
while he watched, because she would hold nothing but contempt for a
man who would talk to save her from what she would go through
herself. He wondered whether they had Laura Greggor already and
were going to do as they said. That was a hard thing to reason out.
He feared that he would speak freely to save Laura disfigurement and
torture; knowing as he spoke that Laura would forever afterward hate
him for being a weakling. Did they have her—?
"Unfortunately for us, we have not had the opportunity of getting the
daughter of the Space Marshal. But there are other things. They are
far superior, too. I was against the torture method just described
because I know that Mars would never have peace again if we
destroyed the daughter of Space Marshal Greggor. Your
disappearance will be explained by evidence. A wrecked spaceship
or flier, will take care of the question of Guy Maynard, whereas Laura
Greggor is forbidden to travel in military vehicles."
Kregon turned and called through the open door. His confederates
came with a portable cart upon which was an equipment case,
complete with plug-in cords, electrodes, and controls.
"You will find that low frequency, low voltage electricity is very
excruciating. It will not kill nor maim nor impair. But it will offer you an
insight on the torture of the damned. Ultimately, we will have
decomposed the anti-lamine in your system and then you will speak
freely under the influence of iso-dinilamine. Oh yes, Guy Maynard, we
will give you respite. The current will be turned off periodically. Five
minutes on and five minutes off. This is in order for you to rest."
"—to rest!" said Maynard's mind. Irony. For the mind would count the
seconds during the five free minutes, awaiting with horror the next
period of current. And during the five minutes of electrical horror, the
mind would be counting the seconds that remain before the period of
quiet, knowing that the peaceful period only preceded more torture.
Kregon's helpers tied electrodes to feet, hands, and the back of his
head. Then Kregon approached with a syringe and with an apologetic
gesture slid the needle into Maynard's arm and discharged the
hypodermic.