Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

■slam ■n Kaynaklar■ 3 Kitab■

Mukaddes 1st Edition Erol Sever


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/islam-in-kaynaklari-3-kitabi-mukaddes-1st-edition-erol-
sever/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

■slam ■n Kaynaklar■ 2 Muhammed 1st Edition Erol Sever

https://ebookstep.com/product/islam-in-kaynaklari-2-muhammed-1st-
edition-erol-sever/

Aula Internacional Plus 3 B1 Edición anotada para


docentes 1st Edition Difusión

https://ebookstep.com/product/aula-internacional-
plus-3-b1-edicion-anotada-para-docentes-1st-edition-difusion/

Pratique Grammaire B1 1st Edition Evelyne Sirejols

https://ebookstep.com/product/pratique-grammaire-b1-1st-edition-
evelyne-sirejols/

A medida B1 guía didáctica 1st Edition Anaya

https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/
Lo straniero A2 B1 Primi Racconti 1st Edition Marco
Dominici

https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/

Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st


Edition Arwen Schnack

https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/

Ritorno alle origini B1 B2 Primi Racconti 1st Edition


Valentina Mapelli

https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/

Un giorno diverso A2 B1 Primi Racconti 1st Edition


Marco Dominici

https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
EROL SEVER
İslamın Kaynaltlan-3
KİTABI MUKADDES

1 BERFİN]
Berfin Yayınları : 279
Araştırma-İnceleme : 1 04

ISBN 978 - 605 - 4399 - 32 - 1 (Tk. No. )


ISBN 9 7 8 - 605 - 4399 - 86 - 4

Yayıncı Sertifika No: 44362


Matbaa Sertifika No: 340 1 1

Erol Sever : İslam ' ın Kaynakları-3 /


Kitabı Mukaddes
Yayın Yönetmeni : İsmet Arslan
Düzelti : Güzide Dadaloğlu
Kapak : Mehmet Özalp
Baskı Cilt : Deren Matbaacılık
Beylikdüzü, OSB Mah. Orkide Cad.
No: 9 / Z Beylikdüzü / İstanbul
Birinci Baskı : Haziran 2020

© Yayın Hakkı , Berfın Basın Yayın ve Tic. Ltd. Şti.


(Berfin Yayınları, Berfin Basın Yayın ve Tic. Ltd. Şti.nindir.)

Berf'm Basın Yayın ve Tic. Ltd. Şti.


Cağaloğlu Yokuşu, Evren Han, No: 29 / 62
Kat: 3 Cağaloğlu 34 1 1 2 / İstanbul
Tel: (0.2 1 2) 5 1 3 79 00 - Faks: (0.2 1 2) 5 1 2 37 20
www.berfin.net e-posta: berfin@berfin.net
EROL SEVER
İslamın Kaynakları-3

KİTABI MUKADDES

- ·­
BERFiN
YAYINLARI
EROL SEVER

Erol Sever 1 939'da İzmit'te doğdu. Aslen İstanbullu 'dur. Li­


se 'yi bitirdikten sonra işçi olarak Viyana'ya gitti. Bir süre İşlet­
me Ekonomisi okudu. Viyana'da devrimci işçi-öğrenci hareket­
lerinin ön saflarında yer aldı . Avusturya Hükümeti 'nin çıkardığı
ırkçı yabancılar yasasını protesto eylemlerini örgütlediği gerek­
çesiyle sınırdışı edildi.
Aydınlık Gazetesi İstanbul Bürosu 'nda çalıştı. Daha sonra Al­
manya 'ya Frankfurt Bürosu 'na, oradan da İsveç 'e geçti. Aydın­
lık ve 2000'e Doğru muhabirliği yaptı. Yazılan ayrıca leni Bir­
lik, Hujado, Yaba ve Berfin Bahar dergilerinde yayınlandı. İsveç
Yazarlar Birliği Üyesi olan Erol Sever ' in iki şiir, sekiz araştırma
ve altı çeviri kitabı var.
Yazar 1 994 yılında Turan Dursun Araştırma İnceleme Öd ü­
lü 'nü aldı. 9 Şubat 2003 tarihinde kansere yenilen gazeteci-yazar
vasiyeti üzerine yakıldı ve külleri İstanbul Boğazı 'na serpildi.
"Biz topraktan gelmedik toprağa gitmeyelim, sudan geldik
suya gidelim" diyordu.
Ölümünden sonra İsveç Asur Federasyonu, Asur/Süryani ol­
mayıp da onlar hakkında araştırma yapanlar için Erol Sever araş­
tırma inceleme ödülü vermeye başladı.
İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM
KİTABI MUKADDES VE KUR' AN
ESKİ AHİT METİNLERİ
Yaratılışın Öyküsü . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
İnsanın Yaratılışı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . 14. . . . . . . .

Yaratana Övgü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17
İnsanın Günahı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24
Kain ile Habil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27
. . . . . . . .

Katil Kardeş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28. . . . . . . .

Nuh ve Tufan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29
. . . . . . . .

Tufanın Sonu . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33. . . . . . . .

Kule Yapımı (Babil Kulesi) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .36


Kule Yapımı . . . . . . . .
. . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 37. . . . . . . .

Abram Babasını Terk Ediyor . . . . . . . . . . . . . . . .


. . . .38
. . . . . .

İbrahim Babasını Terk Ediyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .39


İbrahim ' in Konukları .. . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . .40
. . . . . . .

İbrahim Sodom İçin Yalvarıyor . . . . . . . . . .


. . . . . .4 1
. . . . . . . .

Sodom ile Gomora'nın Yıkılışı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43 .

Lı1t 'un Kurtuluşu . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .


. . . . . . .45
. . . . . . .

İbrahim ' in Sınanması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 .

İbrahim, Kabe ve İslam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .48


Yusuf'un Düşleri . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .49
. . . . . . . .

Kardeşleri Yusuf'u Satıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50. . . . . . . .

Yakup 'un Üzüntüsü-Yusuf Ticaret Malı . . . . . . . . . 52. . . . . . . .

Yusuf Mısır 'da-Mısırhnın Karısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53


Yusuf Tutsakların Düşünü Yorumluyor . . . . . .. .. . . . 56 . . . . . .

Yusuf Mısır ' ın Yöneticisi Oluyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . : .63


Yusuf' un Kardeşleri Mısır ' a Gidiyor . . . . . . . .
. . . . 66 . . . . . . .

Babaya Dönüş-Mısır ' a İkinci Yolculuk . . . . . . . . . . . . . . . . . 67


Yusuf Kardeşlerini Sınıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
Benyamin Rehin Alınıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 71
Yusuf Kardeşlerine Kim Olduğunu Açıklıyor . . . . . . . . . . . . . 73
Yakup Ailesi ile Mısır 'a Gidiyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 76
Yakup ' un Ölümü ve Vasiyeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ·. . . 78
Yakub Ailesi ile Mısır 'a Gidiyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79
Yakub ' un Ölümü ve Vasiyeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79
Musa Öyküleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 81
Musa 'nın Doğumu ve Korunması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83
Midyan ' a Kaçış ve Evlenme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
Musa 'nın Tanrı ile Karşılaşması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87
Musa ve Aron Firavun ' un Huzurunda . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 94
Mısır 'da Kuraklık ve Yıkım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 98
Mısır ' dan Çıkış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 00
İsrailoğulları 'nın Kızıldeniz 'den Geçişi . . . . . . . . . . . . . . . . 1 02
Çölde Korunma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 04
Sina Dağında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 07
Tanrı ' nın Buyrukları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 10
Tanrı ' nın Yasakları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 112
Altın Buzağı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113
Yeni Ülkeyi Keşfe Gidiliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 118
Korah ve Avanesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121
Üç Büyük Kral . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 24
Şaul 'un Krallığı ve Savaşları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 25
Gideon Savaşçılarını Seçiyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 26
Şaul Savaşçılarını Seçiyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 26
Şaul ' un Krallığı ve Savaşları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 27
David ' in Suçu ve Pişmanlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 28
Saul ' un Krallığı ve Savaşları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 28
Davud ' un Suçu ve Pişmanlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 29
David ' in Suçu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 29
Davud ' un Hakimliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 30
David ' in Suçu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 30
David: İnançlıların Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 131
David' in Hakimliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 131
Davud: İnançlıların Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 131
David: İnançlıların Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 32
Solomon ' un Hikmeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133
Davud: İnançlıların Örneği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 33 . . .
Süleyman ' ın Hikmeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 33 . . .
Solomon ' un Hikmeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 34 . . .
Solomon ve Saba Melikesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 34 . . .
Süleyman ve Saba Melikesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 34 . . .
Solomon ve Saba Melikesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 36 . . .
Süleyman ve Saba Melikesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 37 . . .
Solomon ' un Putperestliği ve Nedameti . . . . . . . . . . . .
. 1 38 . . .
Süleyman ' ın Putperestliği ve Nedameti . . . . . . . . . . . .
. 1 38 . . .
Solomon ' un Kadınlan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 39 . . .
Solomon ' un Yargı Gücü ve Bilgeliği . . . . . . . . . . . . . .
. 1 39 . . .
Süleyman 'ın Yargı Gücü ve Bilgeliği . . . . . . . . . . . . . .
. 1 40 . . .
Solomon ' un Yaptırdığı Yapılar . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 40 . . .
Solomon ' un Ölümü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 141 . . .
Süleyman v e Büyücülük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 141 . . .
Peygamber İlya (Elias) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 42 . . .
Dindar İl ya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 43
. . . . .

Peygamber İlyas Dindar İlyas . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 43


Ölenin Yeniden Dirilmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 40
Yunus ' un Getirdiği Haberl4 1
Ninovalılar Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 48 . . .
Mütevekkil Dindar Eyüp . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 48 . . .
Ezra (Uzeyr) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 50 . . .
Uzeyr (Ezra) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 1 50 . . .
İşaya 'ya Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . . . . . . . .
. 151 . . .
Muhammed 'e Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . .
.151. . . .
İşaya'ya Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . . . . . . . .
. 1 52 . . .
Muhammed ' e Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . . .
. 1 53 . . .
Yeremya'ya Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . . . . .
. 1 53 . . .
Amos . . . .. .. . .. . . . . .. . . . . . . . . . . ·. . . . . . . . . . . . 1 54
. . . . .

Muhammed 'e Peygamberlik Görevi Veriliyor . . . . . . . . . . . 1 54

İKİNCİ BÖLÜM
KİTABI MUKADDES VE KUR' AN
YENİ AHİT, ESKİ AHİT VE DİGER METİNLER
Miryam ' ın Doğumu ve Çocukluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 56
Meryem ' in Doğumu ve Çocukluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 57
Miryam : İsa'nın Annesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 57
Meryem: İsa'nın Annesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 158
Vaftizci Yahya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 59
Meryem ' e Bildirilen Haber . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 62
İsa'nın Doğumu . . . . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 65
Tanrı Elçisi İsa . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 68
İsa'nın Soyu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 69
İslam Geleneği : Muhammed' in Soyu . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 70
İsa ' nın Doğası Ü zerine Anlaşmazlık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 171
İsa ' nın Dağ Vaazından Parçalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 74
İsa'nın Dağ Vaazının Yansıması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 175
Kan Davası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 79
Yenilmesi Yasaklanan Yiyecekler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 80
Evlilik Yasaları . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 83
Dua Kuralları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 85
Namaz Kuralları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 86
İsa' nın Kimliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 87
İsa' nın Görünüşü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 87
Göksel Sofra . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 89
Kutsal Ruh ' un Gelişi ve Tanıklığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 191
Yargı Günü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 92
Akılsızlar ve Akıllılar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 95
Müminler ve Münafıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 95
İsa'nın Çarmıha Çakılması ve Ölümü . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 96
İsa' nın Korunması ve Tann ' nın Yanındaki Yeri . . . . . . . . . . 1 97
Dua ve İman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 98
Tanıklık ve İman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 1
Buyruk, Özgürlük ve Sorumluluk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 205
Şeytanın Rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .2 1 1
Vahiy ve Yazı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .2 1 3
Kadın Yaşamının Tanımlanması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 1
Savaş ve B arış Teması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228
Yaşam Suyu Vizyonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 236
Yaşam Suyuna Gidiş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 237

Kaynakça . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 239
BİRİNCİ BÖLÜM

KİTABI MUKADDES VE
KUR' AN ESKİ AHİT MET İNLERİ

ESKİ AHİT, TEKVİN 1 : YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

1 . 1 . Başlangıçta Tanrı yeri ve göğü yarattı.


2. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kap-
lıydı. Tanrı ' nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu.
3. Tanrı "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu.
4. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı.
5. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam ol­
du, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
6. Tanrı, "Suların ortasında bir boşluk olsun, suları birbirin­
den ayırsın" diye buyurdu.
7 . Tanrı boşluğa "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu
ve ikinci gün oluştu.
9. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru
toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu.
1 0. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi.
Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.

KUR'AN: YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

1 6.3 a. (Allah) gökleri ve yeri hak ile yarattı.


3 . 1 90. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir­
biri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipler için gerçekten açık
ibretler vardır.

9
2 1 . 1 6. Biz göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyuncular (işi,
eğlencesi) olarak yaratmadık.
46.3 . Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, şüphesiz
yerli yerince ve belli bir süre için yarattık. İnkar edenler, uyanl­
dıklan şeyden yüz çevirmektedirler.
1 1 .7 a. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda
sizi imtihan etmek için, Arş ' ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri al­
tı günde yaratandır.
1 6. 1 2 a. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize
verdi.
1 0.6. Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında)
Allah ' ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (O'nu inkar et­
mekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!
2 1 .30. İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim,
onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattı­
ğımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?
2 1 .32 a. Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık.
2.29. O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (ken­
dine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp
düzenledi (tanzim etti) . O her şeyi hakkıyla bilendir.
27 .6 1 . (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli
kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz
için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Doğ­
rusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
32.7. O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk baş­
ta insanı çamurdan yaratmıştır.

ESKİ AHİT, TEKVİN 1 : YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

1 . 1 1 . Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar ve türüne


göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçlan üretsin" diye
buyurdu ve öyle oldu.
1 2. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar ve tohu­
mu meyvesinde bulunan meyve ağaçlan yetiştirdi. Tanrı bunun
iyi olduğunu gördü .

10
1 3 . Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
1 4- 1 5 . Tanrı şöyle buyurdu : "Gökte gündüzü geceden ayıra­
cak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimle­
ri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu.
1 6. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki
büyük ışığı ve yıldızlan yarattı.
1 7- 1 8. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen
olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları göğe yerleştirdi.
Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.
1 9. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
20. Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün
üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu.
2 1 . Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan bütün
canlıları ve uçan varlıkları türlerine göre yarattı. Bunun iyi oldu­
ğunu gördü.
22. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryü-
zünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı.
23. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
(Veya-ES)
22. Ve Allah: Semereli olun ve çoğalın ve denizlerde suları dol­
durun ve karada kuşlar çoğalsın, diyerek onları mübarek kıldı.
23 . Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün.

KUR' AN : YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

67 . 3 . O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman


olan Allah ' ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözü­
nü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
16. 1 0. Gökten suyu indiren O ' duı'. Ondan hem size içecek
vardır, hem de hayvanlarımızı otlatacağımız bitkiler.
6. 14 1 . Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri, çeşit
çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde
zeytin ve narları yaratan O ' dur. Her biri meyve verdiği zaman mey­
vesinden yiyin. Devşirilip toplandığı günde hakkını (zekat ve sada­
kasını) sevin, israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.

11
6.95 a. Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölü­
den diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur.
1 6. 1 2. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize
verdi. Yıldızlar da Allah'ın emriyle hareket ederler. Şüphesiz ki
bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır.
2 1 .30. İnkar edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim,
onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattı­
ğımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?
1 6. 5 . Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şey­
ler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.
6. Sizin için onlardan aynca akşamleyin getirirken, sabahle­
yin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır.
7. Bu hayvanlar sizin ağırlıklannızı, ancak güçlüklere katla­
narak varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz
çok şefkatli, pek merhametlidir.
8. Atlan, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) ziynet ol­
sun diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (na­
kil vasıtaları) yaratır.
67 . 1 5 a. Yeryüzünü size boyun eğdiren O ' dur. Şu halde yerin
omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah ' ın rızkından yiyin.

ESKİ AHİT, TEKVİN 1 : YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

1 .24. Tanrı, "Yeryüzü türlü türlü canlı yaratıklar, evcil ve yaba­


nıl hayvanlar, sürüngenler türesin" diye buyurdu. Ve öyle oldu.
25 . Tanrı türlü türlü yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen
yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü .
26. Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yara­
talım" dedi. "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvan­
lara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun."
27 . Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı
suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.
28-29. Onları kutsadı ve "Verimli olun, çoğalın" dedi. "Yeryü­
zünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki
kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün otu ve meyvesinde bulunan
her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.

12
30. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk
alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyo­
rum." Ve iyi oldu.
3 1 . Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu
gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.

KUR' AN : YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

6. 1 42. Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılan­


ları yaratan O 'dur. Allah ' ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytanın
ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
143. (Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı : Koyundan iki, ke­
çiden iki . . . De ki: O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yok­
sa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti?
Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.
1 44 a. Deveden de iki, sığından da iki (yarattı) . De ki : O bun­
ların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimle­
rinde bulunan yavruları mı haram kıldı?
32.4. Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (de­
virde) yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. O ' ndan başka ne
bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz
mısınız?
5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra
(bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir
günde O ' nun nezdine çıkar.

ESKİ AHİT, TEKVİN 2: YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

2. 1 . Yer ve gök bütün öğeleriyle tamamlandı.


2. Tanrı yapmakta olduğu işi yedinci günde bitirdi. O gün işi
bırakıp dinlendi.
3 . Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak ayırdı.
Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi .
4. Yerin ve göğün yaratılış öyküsü:

13
İNSANIN YARATILIŞI

2.4. Rab Tanrı yeri ve göğü yarattığında . . .


5 . Yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çün­
kü Rab Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı
işleyecek insan da yoktu.
6. Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu.

KUR' AN, SURE 50 VE 7: YARATILIŞIN ÖYKÜSÜ

50.38. Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan­


ları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.
7 .54. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra Arş ' a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan
gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun
eğmiş durumda yaratan Allah 'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da em­
retmek de O 'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
55. Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki
O, haddi aşanları sevmez.
56. Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yap­
mayın. Allah ' a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Mu­
hakkak ki iyilik edenlere Allah ' ın rahmeti çok yakındır.

İNSANIN YARATILIŞI

32.6. İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak galip ve


merhamet sahibi O 'dur.
7 . O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta in­
sanı çamurdan yaratmıştır.
8. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üret­
miştir.
9. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan
üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne
kadar az şükrediyorsunuz !

14
ESKİ AHİT, TEKVİN 2: İNSANIN YARATILIŞI

2.7. Rab Tanrı Adem ' i topraktan yarattı ve bumuna yaşam


soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu.
8. Rab Tanrı doğuda, Aden ' de bir bahçe dikti. Yarattığı
Adem ' i oraya koydu.
9. B ahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi.
Bahçenin ortasında yaşam ağacı ile iyiyle kötüyü bilme ağacı
vardı.
1 0. Aden ' den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört
kola ayrılıyordu.
1 5 . Rab Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için
Adem 'i oraya koydu.
1 6. Ve ona "Bahçede isteğini ağacın meyvesini yiyebilirsin"
diye buyurdu.
1 7 . "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan
yediğin gün kesinlikle ölürsün."
1 8 . Sonra, "Adem ' in yalnız kalması iyi değil" dedi. "Ona uy­
gun bir yardımcı yaratacağım."

KUR' AN: İNSANIN YARATILIŞI

23 . 1 2. Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış)


bir özden yarattık.
1 3 . Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik.
1 4 . Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden,
alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemik­
lere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu
başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp-yaratanların en
güzeli olan Allah pek yücedir.
3 8 .7 1 . Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamur­
dan bir insan yaratacağım.
72. Onu tamamlayıp, içine de ruhundan üfürdüğüm zaman,
derhal ona secdeye kapanın !

15
73. B ütün melekler toptan secde ettiler.
74. Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kafirler­
den oldu.
75. Allah ! Ey İblis ! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni
meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.
76. İblis : Ben ondan hayırlıyım ! Beni ateşten yarattın, onu ça­
murdan yarattın, dedi.
77-78 . Allah: Çık oradan (cennetten) ! Sen artık kovulmuş bi­
risin, ceza gününe kadar lanetim senin üzerindedir! buyurdu.
2.35. Biz: Ey Adem ! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete
yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet ni­
metlerinden yiyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaç­
tan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olur­
sunuz, dedik.
23. 1 9 . Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza
hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bunlarda si­
zin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
20. Tur-i S ina'da yetişen bir ağaç daha meydana getirdik ki,
bu ağ�n hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri
(zeytin) verir.

ESKİ AHİT, TEKVİN 2: İNSANIN YARATILIŞI

2. 1 9. Rab Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların hepsini


topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsi­
ni Adem ' e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o ad­
la anıldı.
20. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara
ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı.
2 1 . Rab Tanrı Adem ' e derin bir uyku verdi. Adem uyurken,
Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle
kapladı.
22. Adem ' den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak
onu Adem ' e getirdi.
23 . Adem,

16
"İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,
Etimden alınmış ettir" dedi.
"Ona ' Kadın' denilecek,
Çünkü o adamdan alındı. "
24. Bu nedenle adam anasını babasını bırakıp karısına bağla­
nacak ve ikisi tek beden olacak.

KUR' AN: İNSANIN YARATILIŞI

2.3 1 . Allah Adem 'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce
meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların
isimlerini bana bildirin, dedi.
32. Melekler: Ya Rab ! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz,
senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe­
siz alim ve hakim olan ancak sensin, dediler.
3 3 . (Bunun üzerine:) Ey Adem ! Eşyanın isimlerini meleklere
anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size,
muhakkak semavat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları)
bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da
bilirim, dememiş miydim? dedi .
7 . 1 89 a. Sizi bir tek candan (Adem 'den) yaratan, ondan da
yanında huzur bulsun diye eşini (Havva' yı) yaratan O 'dur. Eşi
ile (birleşince) eşi hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı) .. Onu bir
müddet taşıdı.

ZEBUR (MEZMURLAR) 8 VE MATTA 6:


YARATANA ÖVGÜ

8 . 1 . Ey efendimiz Rab !
Ne yüce adın var yeryüzünün tümünde,
Gökyüzünü görkeminle kapladın.
2. Çocukların, hatta bebeklerin sesiyle
Set çektin hasımlarına,
Düşmanı, öç alam yok etmek için.

17
3 . Seyrederken ellerinin eseri olan gökleri,
Oraya koyduğun ayı ve yıldızları,
4. Soruyorum kendi kendime:
"İnsan ne ki, onu göz önüne alasın,
İnsan soyu ne ki, ona ilgi duyasın?"
5. Nerdeyse bir Tanrı yaptın onu,
Başına şan şeref tacı koydun.
6. Ellerinin eserlerine onu egemen kıldın.
Her şeyi ayaklarının altına serdin;
7. Davarları, sığırları,
Yabanıl hayvanları,
8. Gökteki kuşları, denizdeki balıklan,
Denizde kıpırdaşan bütün canlıları.
9. Ey Efendimiz Rab.
Ne yüce adın var yeryüzünün tümünde !
Matta 6.26. B akın göğün kuşlarına ! Ne eker, ne biçer, ne de
ambarlara biriktirirler. Öyleyken göksel Babanız doyurur onları.
Siz kuşlardan daha üstün değil misiniz?
27 . İçinizden hanginiz kaygılanmakla boyuna bir arşın ekle­
yebilir?
28. Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zam­
baklarını göz önüne getirin: Ne güzel serpilip büyürler! Ne çalı­
şırlar, ne de iplik eğirirler.
29. Size diyorum ki, Süleyman bile tüm görkeminin içinde
bunlardan biri gibi giyinip kuşanmamıştır.
30. Ey kıt imanlılar, bugün var olan, yarın fırına atılan kır
otunu böylesi özenle giydirip kuşatan Tanrı sizi daha çok giydi­
rip kuşatmaz mı?

KUR' AN, SURE 67 VE 24: YARATANA ÔVGÜ

67 . 1 5 . Yeryüzünü size boyun eğdiren O 'dur. Şu halde yerin


omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah ' ın rızkından yiyin. Dö­
nüş ancak O 'nadır.

18
24.4 1 . Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Al­
lah 'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve
tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta oldukla­
rını hakkıyla bilir.
42. Göklerin ve yerin mülkü Allah ' ındır; dönüş de ancak
O ' nadır.
43. Görmez misin ki Allah birtakım bulutlan (çıkarıp) sürü­
yor; sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyor­
sun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki dağ­
lardan (dağlar büyüklüğünde bulutlardan) dolu indirir. Artık onu
dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; (bu bu­
lutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır !
44. Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bun­
da basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır.
45 . Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi kamı
üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı
üstünde yürür. . . Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye
kadirdir.

ZEBUR (MEZMURLAR) 104: YARATANA ÖVGÜ

1 04. 1 . Rab ' be övgüler sun, ey gönlüm !


Ya Rab Tanrım, ne ulusun !
Görkem ve yücelik kuşanmışsın.
2. Bir kaftana bürünür gibi ışığa bürünmüşsün.
Gökleri bir çadır gibi geren,
3. Evini yukarıdaki sular üzerine kuran,
Bulutlan kendine savaş arabası yapan,
Rüzgann kanatlan üzerinde gezen,
4. Rüzgarlan kendine haberci,
Y ıldınmlan uşak eden sensin.
5. Yeryüzünü temeller üzerine kurdun,
Asla sarsılmasın diye.
6. Engini ona bir giysi gibi giydirdin.
Sular dağların üzerinde durdu.

19
7. Sen kükreyince sular kaçtı,
Göğü gürletince hemen çekildi.
8 . Dağları aşıp vadilere aktı,
Onlar için belirlediğin yerlere doğru.
9. Bir sınır koydun önlerine,
Geçmesinler, gelip yeryüzünü bir daha kaplamasınlar diye.
1 O. Vadilerde fışkırttığın pınarlar,
Dağların arasından akar.
1 1 . Bütün kır hayvanlarım suvarır,
Yaban eşeklerinin susuzluğunu giderirler.
1 2. Kuşlar yanlarında yuva kurar,
Dalların arasında ötüşürler.
1 3 . Gökteki evinden dağlan sularsın,
Yeryüzü işlerinin meyvesine doyar.
14. Hayvanlar için ot,
İnsanların yararı için bitkiler yetiştirirsin;
İnsanlar ekmeğini topraktan çıkarsın diye,

KUR'AN, SURE 78, 79 VE 80: YARATANA ÖVGÜ

78.6. Bir yeryüzünü bir döşek,


7. Dağları da birer kazık yapmadık mı?
8. Sizi çifter çifter yarattık.
9. Uykunuzu bir dinlenme kıldık.
1 O. Geceyi bir örtü yaptık.
1 1 . Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı kıldık.
1 2. Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.
1 3 . (Orada) alev alev yanan bir kandil yarattık.
14. Size tohumlar, bitkiler (ağaçlar), sarmaş dolaş olmuş
1 5 . bağlar bahçeler yetiştirmek için üst üste yığılıp
1 6. sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indirdik.
79.27. Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa yeryüzünü yaratmak mı?
28. Ki onu Allah bina etti, onu yükseltip düzene koydu.
29. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı.
30. Ondan sonra da yerküreyi döşedi.

20
Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere,
yerden suyunu ve odağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde
yerleştirdi.
80.24. İnsan, yediğine bir baksın !
25 . Şöyle ki : Yağmurlar yağdırdık.
26. Sonra toprağı göz göz yardık da
27 . aradan ekinler,
28 . üzüm bağlan, sebzeler,
29. zeytin ve hurma ağaçlan,
30. iri ve sık ağaçlı bahçeler,
3 1 . meyveler ve çayırlar bitirdik.
32. Bütün bunlar,
33. sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir.

ZEBUR (MEZMURLAR) 104: YARATANA ÖVGÜ

1 5 . Yüreklerini sevindiren şarabı,


Yüzlerini güldüren zeytinyağım,
Güçlerini artıran ekmeği hep sen verirsin.
1 6. Rab ' bin ağaçları,
Kendi diktiği Lübnan sedirleri suya doyar.
1 7 . Kuşlar orada yuva yapar,
Leyleğin evi ise selvilerdedir.
1 8 . Yüksek dağlar dağ keçilerinin uğrağı,
Kayalar böbürlerin sığınağıdır.
1 9 . Mevsimleri göstersin diye ayı,
Batacağı zamanı bilen güneşi yarattın.
20. Karartırsın ortalığı, gece olur,
Başlar kıpırdamaya orman hayvanları.
2 1 . Genç arslan av peşinde kükrer,
Tanrı ' dan yiyecek ister.
22. Güneş doğunca
İnlerine çekilir, yatarlar.
23. İnsan işine gider,
Akşama dek çalışmak için.

21
24. Ya Rab ne çok eserin var!
Hepsini bilgece yaptın;
Yeryüzü yarattıklannla dolu.
25 . İşte uçsuz bucaksız denizler,
İçinde kaynaşan sayısız canlılar,
Büyük küçük yaratıklar.
26. Orada gemiler dolaşır,
İçinde oynaşsın diye yarattığın Livyatan da orada.
27 . Hepsi seni bekliyor,
Yiyeceklerini zamanında veresin diye.

KUR' AN, SURE 43 : YARATANA ÖVGÜ

43 .9. Andolsun ki,


onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan;
"Onları şüphesiz güçlü olan, her şeyi bilen Allah yarattı" derler.
1 0. O, size yeri beşik kılmış
ve doğru gidesiniz diye
yeryüzünde size yollar yaratmıştır.
1 1 . Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O ' dur.
Biz onunla, ölü memlekete hayat veririz.
İşte siz de böylece mezarlarınızdan çıkarılacaksınız.
1 2 . Bütün çiftleri O yaratmıştır.
Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar
var etmiştir ki,
böylece onların sırtına binip üzerlerine yerleşince,
Rabbinizin nimetini anarak:
1 3 . Bunu bizim hizmetimize vereni
tesbih ve takdis ederiz,
yoksa biz bunlara güç yetiremezdik, diyesiniz.
14. Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz demelisiniz.
1 5 . Ama onlar,
kullarından bir kısmını,
O ' nun bir cüzü kıldılar.
Gerçekten insan apaçık bir nankördür.

22
ZEBUR (MEZMURLAR) 1 04: YARATANA ÖVGÜ

1 04.28. Sen verince onlar toplar,


Sen elini açınca onlar iyiliğe doyar.
29. Yüzünü gizleyince dehşete kapılırlar.
Soluklarını kesince ölüp toprak olurlar.
30. Ruhunu gönderince var olurlar.
Yeryüzüne yeni yaşam verirsin.
3 1 . Rab 'bin görkemi sonsuza dek sürsün !
Sevinsin Rab yaptıklarıyla!
32. O bakınca yeryüzü titrer,
3 3 . Ömrümce Rab 'be ilahiler okuyacak,
Var oldukça Tanrımı ezgilerle öveceğim,
34. Düşüncem ona hoş görünsün,
Sevincim Rab olsun !
3 5 . Tükensin dünyadaki günahlılar,
Yok olsun artık kötüler!
Rab 'be övgüler sun, ey gönlüm !
Rab 'be övgüler sunun !

KUR' AN, SURE 30: YARATANA ÖVGÜ

30. 1 1 . Allah, ilkin mahlukunu yaratır, (ölümden) sonra da bu­


nu (yaratmayı), tekrarlar. Sonunda hep O ' na döndürüleceksiniz.
17 . 1 8. Haydi siz, akşama ulaştığınızda, sabaha kavuştuğunuz­
da, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih
edin, namaz kılın ki, göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.
1 9 . O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarıyor;
O yeryüzünü ölümünün ardından canlandırıyor;
İşte siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.
20. Sizi topraktan yaratması,
O ' nun varlığının delillerindendir.
Sonra siz (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz.

23
2 1 . Kaynaşmanız için size kendi(cinsi)nizden eşler yaratıp,
aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de,
O ' nun (varlığının) delillerindendir.
Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.
22. O ' nun delillerinden biri de,
gökleri ve yeri yaratması,
lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır.
Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.
23. Gece olsun gündüz olsun,
uyumanız ve Allah ' ın lütfundan (nasibinizi) aramanız da,
O ' nun varlığının delillerindendir.
Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır.
24. Yine O ' nun delillerindendir ki,
size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor,
gökten su indirip ölümünün ardından,
arzı onunla diriltiyor.
Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim için (alınacak)
dersler vardır.
25 . O ' nun buyruğuyla göğün ve yerin durması da,
O ' nun (varlığının) delillerindendir.
Sonra sizi topraktan bir çağırdı mı hemen (kabirlerinizden)
çıkıverirsiniz.

ESKİ AHİT, TEKVİN 2 ve 3: İNSANIN GÜNAIIl

2.25 . Adem de, karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmi­


yorlardı.
3 . 1 . Rab Tanrı 'nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı
yılandı . Yılan kadına, "Tanrı gerçekten, 'bahçedeki ağaçların
hiçbirinin meyvesini yemeyin ' dedi mi?" diye sordu.
2. Kadın, "bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz"
diye yanıtladı.
3. "Ama Tanrı, 'bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini ye­
meyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz' dedi."
4. Yılan, "kesinlikle ölmezsiniz" dedi.

24
5 . "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde
gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız."
6. Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bil­
gelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp
yedi. Yanındaki kocasına verdi. Kocası da yedi.
7. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu
yüzden incir yapraklan dikip, kendilerine önlük yaptılar.
8. Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen Rab Tann 'nın
sesini duydular. O 'ndan kaçıp, ağaçların arasına gizlendiler.
9. Rab Tanrı Adem 'e, "nerdesin?" diye seslendi .
1 0. Adem, "bahçede sesini duyunca korktum, çünkü çıplak­
tım, bu yüzden gizlendim" dedi.
1 1 . Rab Tanrı, "çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sor­
du. "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?"

KUR'AN, SURE 7: İNSANIN GÜNAID

7 . 1 9 . (Allah buyurdu ki) : Ey Adem ! Sen ve eşin cennette yer­


leşip, dilediğiniz yerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın !
Sonra zalimlerden olursunuz.
20. Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine
göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı
sırf melek olursunuz veya ebedi/kalanlardan olursunuz diye ya­
sakladı, dedi.
2 1 . Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye
yemin etti.
22. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıkla­
rından ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yaprakların­
dan üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağa­
cı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, deme­
dim mi? diye nida etti.
23. (Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz ! Biz kendimize
zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka zi­
yan edenlerden oluruz.

25
24. Allah : Birbirinize düşman olarak inin ! Sizin için yeryü­
zünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.
25 . "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diril­
tilip) çıkarılacaksınız" dedi.

ESKİ AHİT, TEKVİN 3 : İNSANIN GÜNAHI

3 . 1 2. Adem, "yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesine ba­


na verdi, ben de yedim" diye yanıtladı.
1 3 . Rab Tanrı kadına, "nedir bu yaptığın?" diye sordu. Kadın,
"yılan beni aldattı, o yüzden yedim" diye karşılık verdi.
1 4. B unun üzerine Rab Tanrı yılana,
"Bu yaptığından ötürü,
Bütün evcil ve yabanıl hayvanların
En lanetlisi sen olacaksın" dedi.
"Karnının üzerinde sürünecek
Ve yaşamın boyunca toprak yiyeceksin.
1 5 . Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu
Birbirinize düşman edeceğim.
O'nun soyu senin başını ezecek.
Sen onun topuğuna saldıracaksın."
1 6. Rab Tanrı kadına,
"Çocuk doğururken sana,
Çok acı çektireceğim" dedi.
"Ağrı çekerek doğum yapacaksın.
Kocana istek duyacaksın.
Seni o yönetecek."
17. Rab Tanrı Adem 'e,
"Karının sözünü dinlediğin ve sana
Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için,
Toprak senin yüzünden lanetlendi" dedi.
"Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın."
1 8 . Toprak sana diken ve çalı verecek,
Yaban otu yiyeceksin.
1 9 . Yaratılmış olduğun toprağa dönünceye dek
Ekmeğini alın teri ·dökerek kazanacaksın.

26
Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın
Ve yine toprağa döneceksin."
20. Adem kansına Havva adını verdi .
Çünkü o bütün insanların anasıydı.

KUR' AN, SURE 7 ve 2: İNSANIN GÜNAIIl

7 .26. Ey Ademoğullan ! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi,


süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi. . . İşte o daha hayırlıdır.
Bunlar Allah ' ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye
onları indirdi) .
27 . Ey Ademoğulları ! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkar­
dığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları
göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları,
inanmayanların dostları kıldık.
2.36. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi
ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine :
Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzün­
de barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır, dedik.
37. Bu durum devam ederken Adem, Rabbinden birtakım il­
hamlar aldı ve derhal tövbe etti . Çünkü Allah tövbeleri kabul
eden ve merhameti bol olandır.
38. Dedik ki : Hepiniz cennetten inin ! Eğer benden size bir hi­
dayet gelir de her kim hidayetime tabi olursa, onlar için herhan­
gi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.
39. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar ce­
hennemliktir, onlar orada ebedi kalırlar.

ESKİ AHİT, TEKVİN 4: KAİN İLE HABİL

4.2. Daha sonra Kain' in kardeşi Habil 'i doğurdu. Habil çoban
oldu. Kain ise çiftçi.
3 . Günler geçti. Bir gün Kain toprağın ürünlerinden Rab 'be
sunu getirdi.

27
4. Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özel­
likle de yağlarını getirdi. Rab Habil 'i ve sunusunu kabul etti.
5. Kain 'i ve sunusunu ise reddetti. Kain çok öfkelendi, sura­
tını astı.
6. Rab Kain 'e, "Niçin öfkelendin?" diye sordu. "Niçin surat
astın?"
7. Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğ­
ru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor.
Ona egemen olmalısın."
8 . Kain kardeşi Habil 'e, "haydi, tarlaya gidelim" dedi. Tarla­
da birlikteyken Kain kardeşine saldırıp onu öldürdü.
9. Rab Kain 'e, "kardeşin Habil nerede?" diye sordu. Kain, "bil­
miyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?" diye karşılık verdi.
1 0 . Rab, "ne yaptın?" dedi. "Kardeşinin kanı topraktan bana
sesleniyor.
1 1 . Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan top-
rağın laneti altındasın.
1 2. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek.
Yeryüzünde aylak aylak dolaşacaksın."
13. Kain, "Cezam kaldıramayacağım kadar ağır" diye karşı­
lık verdi.
1 4. Bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan
uzak kalacağım, Yeryüzünde aylak dolaşacağım. Beni kim bulsa
öldürecek."
15. Bunun üzerine Rab, "kim seni öldürürse, ondan yedi kat
öç alınacaktır" dedi . Kimse Kain ' i bulup öldürmesin diye onun
üzerine bir nişan koydu.
1 6. Kain Rab 'bin huzurundan ayrıldı. Aden bahçesinin doğu­
sunda, Nod topraklarına yerleşti.

KUR'AN, SURE 5: KATİL KARDEŞ

5 .27 . Onlara, Adem 'in iki oğlunun haberini gerçek olarak an­
lat. Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edil­
miş, diğerinden ise kabul edilmemişti (kurbanı kabul edilmeyen

28
kardeş, kıskançlık yüzünden), "Andolsun seni öldüreceğim" de­
di. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi
(ve ekledi : )
2 8 . "Andolsun k i sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile)
ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, alemlerin
Rabbi olan Allah 'tan korkarım."
29. "Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de ken­
di günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin ceza­
sı işte budur."
30. Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldür­
dü: Bu yüzden de kaybedenlerden oldu.
3 1 . Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona
göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş),
"Yazıklar olsun bana ! Şu karga kadar da olamadım mı ki, karde­
şimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan oldu.
32. İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları 'na şöyle yazmıştık:
Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, kar­
şılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öl­
dürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kur­
tarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdi­
ler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşın
gitmektedirler.

ESKİ AHİT, TEKVİN 6: NUH VE TUFAN

6.5. Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı


fikri hep kötülükte.
6. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
7. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları si­
lip atacağım" dedi. "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum."
8. Ama Nuh Rab 'bin gözünde lütuf buldu.
9. Nuh ' un öyküsü şöyledir: Nuh doğru bir insandı . Çağdaşla­
rı arasında kusursuz biriydi . Tanrı yolunda yürürdü.
1 0. Üç oğlu vardı : Sam, Ham ve Yafet.
1 1 . Tanrı 'nın gözünde yeryüzü bozulmuş, zorbalıkla dolmuştu.

29
12. Tanrı yeryüzüne baktı ve her şeyin ne denli bozulduğunu
gördü. Çünkü insanlar yoldan çıkmıştı.
13. Tanrı Nuh ' a, "İnsanlığa son vereceğim" dedi. "Çünkü on­
ların yüzünden yeryüzü zorbalık doldu. Onlarla birlikte yeryüzü­
nü de yok edeceğim.
14. Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle,
içeriye kamaralar yap.
15. Gemiyi _şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği el­
li, yüksekliği otuz arşın olacak.
16. Pencerede yap, boyu yukarıya doğru bir arşını bulsun.
Kapıyı geminin yan tarafına koy. Alt, orta ve üst güverteler yap.
17. Yeryüzüne tufanı ben göndereceğim. Göklerin altında soluk
alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her şey ölecek.

KUR' AN, SURE 1 1 : NUH ve TUFAN

11.25. Andolsun, biz Nuh 'u kavmine elçi gönderdik. Onlara:


"Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
26. Allah 'tan başkasına tapmayın ! Ben, size (gelecek) elem
verici bir günün azabından korkuyorum. "
27. Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki : "Biz seni sade­
ce bizin gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle
hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu gör­
müyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz.
Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.
28. (Nuh) dedi ki : Ey kavmim ! Eğer ben Rabbim tarafından
(bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından
bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz?
Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?
29. Ey kavmim ! Allah ' ın emirlerini bildirmeye karşılık siz­
den herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükafatım ancak Al­
lah 'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar
Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan
bir topluluk olarak görüyorum.
30. Ey kavmim ! Ben onları kovarsam, beni Allah 'tan (onun
gazabından kim korur? Düşünmüyor musunuz?

30
3 1 . Ben size: "Allah ' ın hazineleri benim yanımdadır" demi­
yorum, gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum, si­
zin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir
hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah
daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimler­
den olurum. "

ESKİ AHİT, TEKVİN 6 v e 7: NUH VE TUFAN

1 8 . Ama seninle antlaşmamı sürdüreceğim. Oğulların, karın,


gelinlerinle birlikte gemiye bin.
1 9. Sağ kalabilmeleri için, her canlı türünden bir erkek, bir di­
şi olmak üzere birer çifti gemiye al.
20. Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için
çifter çifter sana gelecekler.
2 1 . Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa
al, ilerde yemek üzere depola.
22. Nuh Tanrı ' nın bütün buyruklarını yerine getirdi.
7 . 1 . Rab Nuh 'a "bütün ailenle birlikte gemiye bin" dedi.
"Çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.
2-3 . Yeryüzünde soylan tükenmesin diye yanına temiz sayı­
lan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sa­
yılan hayvanlardan ikişer çift, kuşlardan yedişer çift al.
4. Çünkü yedi gün sonra yeryüzünü kırk gün kırk gece yağmur
yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım."
5. Nuh Rab 'bin bütün buyruklarını yerine getirdi.
6. Yeryüzünde tufan koptuğu zaman Nuh altı yüz yaşındaydı.
7. Nuh, oğullan, kansı, gelinleri tufandan kurtulmak için hep
birlikte gemiye bindiler.
8-9. Tann ' nın Nuh ' a buyurduğu gibi temiz ve kirli sayılan
her tür hayvan, kuş ve sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere bi­
rer çift Nuh ' a gelip gemiye bindiler.
1 0. Yedi gün sonra tufan koptu.
1 1 . Nuh altı yüz yaşındayken o yılın ikinci ayının on yedinci gü­
nü enginlerin bütün kaynaklan fışkırdı, göklerin kapaklan açıldı.
1 2. Yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdı.

31
KUR' AN, SURE 1 1 : NUH ve TUFAN

11.32. Dediler ki: Ey Nuh ! Bizimle mücadele ettin ve bize


karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendi­
siyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!
33. (Nuh) dedi ki: "Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz
(Allah 'ı) aciz bırakacak değilsiniz.
34. Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek
istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbi­
nizdir. (Ve nihayet) O ' na döndürüleceksiniz.
35. (Resulüm) ! Yoksa, "Bunu uydurdu" mu diyorlar? De ki :
"Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin iş­
lediğiniz günahtan uzağım. "
36. Nuh ' a vahyolundu ki : Kavminden iman etmiş olanlardan
başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemek­
te olduklarından (günahlarından) dolayı üzülme.
37. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca ge­
miyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme ! On­
lar mutlaka boğulacaklardır.
38. Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına
her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: "Eğer bizimle
alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de si­
zinle alay edeceğiz !
39. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli
bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz."
40. Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başla­
yınca Nuh ' a dedik ki: "(Canlı çeşitlerinin) her birinden iki eş ile­
(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni
ve iman edenleri gemiye yükle. " Zaten onunla beraber pek azı
iman etmişti.
41. (Nuh) dedi ki : "Gemiye binin ! Onun yüzüp gitmesi de,
durması da Allah ' ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışla­
. yan, pek esirgeyendir. "

32
Another random document with
no related content on Scribd:
De Eerw. Lindley zegende de zes huwelijken in volgens het formulier der
Hollandsche Kerk, en alvorens den zegen uit te spreken, sprak hij een paar
zeer ernstige woorden tot de jonggetrouwden. Hij wees er op hoe vooral in
de tegenwoordige omstandigheden, man en vrouw elkander ter zijde
moesten staan; en hoe zij toch nooit moesten vergeten om gezamenlijk God
te bidden hen en de hunnen te zegenen. Meer dan ooit had men thans den
zegen des Allerhoogsten noodig.

Na afloop van deze plechtigheid ging elk paar naar de tent van de bruids
vader en daar werd rijkelijk koffie en koek genoten. Charel Cilliers kwam
David en Martje gelukwenschen en hield een kleine aanspraak, waarin hij
den jongen bruidegom grooten lof toezwaaide. Toen het ergste gedrang van
gelukwenschen voorbij was, kwam ook de oude Anna het jonge paartje
gelukwenschen, en de tranen stonden de goede oude meid in de oogen, toen
Martje in den aandrang van haar hart, haar oude ayah om den [148]hals vatte
en zoende. En waarlijk wel mocht zij dit doen, want niemand wist beter dan
zij, dat het door de oude Anna was, dat David thans aan hare zijde zat als
haren geliefden man. Had de oude ayah niet zoo’n slim plan gehad, dan had
David dien dag te verbleeken gelegen op den heuvel nabij Umkungunhlovu.
Eerst dien dag hoorde David uit Martje’s mond, waarom hij zoo ziek was
geweest, en op welke wonderdadige wijze hij zijn dood was ontkomen. Dat
David daarop zijne vrouw een hartelijken zoen gaf en beloofde om niets meer
te zeggen tegen „vrouwenpraatjes,” dat behoef ik bijna niet te vertellen.

Intusschen begonnen de Emigranten alles gereed te maken voor den tocht


tegen Dingaan. Men zond met den heer Lindley een boodschap aan den
heer Cane, deze bericht gevende, dat men omtrent den 10den April uit het
lager zou trekken, maar dat aangezien men slechts langzaam zou
voorttrekken, de heer Cane eenige dagen later kon beginnen.

David en Martje waren eenige weken getrouwd, toen op zekeren avond


Pieter Lavras Uys de tent van Oom Frans Joubert binnentrad. Het jonge
paartje zat er ook, en David wilde juist opstaan en naar buiten gaan, toen
Uys zeide: „Neen David, zit een beetje, man; ik kom juist om jou te zien.”

„Ja, Oom Pieter, wat is dit,” vroeg onze held. [149]


„Kerel, jij moet mij uit een moeielijkheid helpen. Ik zoek naar een flukschen
adjudant voor die tocht tegen Dingaan, en ik moet een kerel hebben, waar ik
op kan rekenen in tijd van gevaar. Mijn zoon Dirk dwing om saâm te gaan, en
ik heb gezegd dat hij kan gaan, maar hij is nog maar vijftien, en te jong en
onervaren om adjudant te wezen. Die vraag is nou net dit: Zal jij mijn
adjudant wezen. Ik ken jou goed, en ik weet ik zal in het geheele lager geen
flukscher man krijgen.”

David zweeg. Hij keek Martje aan, doch deze zat met voorovergebogen
hoofd, en kon of wilde hem geen wenk geven. De jonge man was met
zichzelven in tweestrijd. Gaan, dat zou hij zeker willen, maar hij dacht aan
Martje.

Oom Frans Joubert, scheen zijne gedachten te raden.

„Oom Pieter, David moet zelf weten wat hij wil en ik wil hem niet hier houden,
maar kan oom Piet niet een ander voor adjudant krijgen. ’t is net jammer voor
Martje, dat is net al.”

Hier hief Martje het hoofd op, en hare zwarte oogen fonkelden van fierheid.

„Neen, Pa,” zeide zij, en hare stem trilde zoo effentjes, „David moet gaan;
ons volk en onze zaak heeft hem noodig; zijn Kommandant roept hem; hij
moet zijn plicht doen even goed als eenig ander. [150]Hullie zal nooit zeg, dat
ik mijn man teruggehouden heb om zijn plicht te doen, waar zijn dienst
vereischt wordt. Ja oom Pieter, David zal gaan. Ik weet hij denkt om mij,
maar hij moet nu eerst denken om Pieter Retief en diens bloed.”

Het meisje sidderde van ontroering toen zij dit gesproken had. Het Fransche
heldenbloed had bewezen dat het nog in de aderen der Jouberts vloeide
maar de taak was een zware voor het vrouwenhart geweest, en snikkend
zeeg de jonge vrouw aan de borst van haren man, met een „Ga David, Ga!”

Een diep stilzwijgen volgde, en zelfs den dapperen Pieter Lavras Uys voelde
zich aangedaan.

David hief zijne vrouw op en zeide: „Ja Oom Pieter, ik zal saam gaan. Martje
heeft gelijk; waar mijnen plicht mij roept, daar moet ik luisteren.”
Uys stak David zijn hand toe, en drukte de zijne ferm. Daarop stond hij op,
wenschte „Goeden nacht” en ging de tent uit. Het gebeurde was hem te veel
en hij wilde niet aan anderen de tranen wijzen, die hem onwillekeurig in de
oogen sprongen.

Er mogen misschien van mijne lezers zijn die dit tooneel wat overdreven
vinden, en niet gelooven dat er zulke edele Afrikaansche vrouwen zijn of
waren als Martje. Doen zij dit, dan hebben zij het ver mis. Onze geschiedenis
is vol van heldinnen; in [151]Bezuidenhouts vrouw, ten tijde van Slachtersnek,
vindt gij er eene, de stervende vrouw van Andries Wessel Pretorius, die haar
man aanspoorde zijn plicht voor zijn land te doen, en haar te verlaten, is
eene anderen; en in den Transvaalschen Vrijheidsoorlog van 1880 waren er
vrouwen wier gedrag niet minder heldhaftig was. Zoolang het jonge geslacht
zulke moeders heeft, is er geen vrees dat de Afrikaner natie geheel zal
ontaarden. [152]

[Inhoud]
HOOFDSTUK XV.

Thans moeten wij een weinigje naar de baai van Natal gaan, en de
lotgevallen der Engelschen aldaar verhalen. Om die van het begin af na te
gaan, daarvoor is in dit verhaal geen plaats, hoewel hunne geschiedenis
belangwekkend genoeg is. Het zij slechts gezegd dat reeds van af 1830 er
Engelschen gevestigd waren bij Port Natal, waar thans de stad Durban ligt.
Na een aantal troebels met Dingaan, slaagden zij er echter in om in 1835 een
soort van vriendschapsverbond met hem aan te gaan, en konden zij een
tamelijk rustig leven voeren. Er waren bij de baai een aantal vluchtelingen uit
Zululand en deze erkenden [153]eenige der blanken als hunne opperhoofden
of kapteins. Zoo was de heer Alexander Biggar het hoofd van een deel
hunner en de heer John Cane het hoofd van een ander deel.

Toen de Engelschen bij Port Natal de tijding kregen van den moord van
Retief, en ook dat Thomas Holstead een der slachtoffers was, begonnen zij
bevreesd te worden en Dingaan te wantrouwen, en het was om die reden dat
zij den heer John Cane met den Eerw. Lindley zonden, om aan de Boeren
hunne hulp aan te bieden. Toen zij nu door den heer Lindley, na zijn tweede
reis naar de Emigranten, vernamen dat de Boeren op den 11den April tegen
Dingaan zouden optrekken, maakten ook zij zich gereed, en reeds vroeg in
April trokken zij op weg. Hun commando bestond uit zoowat twintig blanken
en omtrent twaalfhonderd kleurlingen, allen goed gewapend, de meesten
zelfs met geweren. De jonge Robert Biggar, de broer van den bij
Bushmansrivier vermoorde George Biggar, werd veronderstelt de leider der
expeditie te zijn, maar in werkelijkheid had elke blanke kapitein alleen iets
over zijne volgelingen te zeggen en het waren John Cane en zekere Henry
Ogle die de meeste volgelingen hadden.

Na een marsch van vier dagen bereikte het Engelsche [154]commando een
Zulukraal. De mannen hiervan waren naar Umkungunhlovu gegaan op order
van Dingaan, en men vond er slechts een aantal vrouwen en kinderen, en
behalve die, ook een paar duizend stuks grootvee. Deze vangst maakte de
hoofden der kleurlingen van het commando op hol, en het was onmogelijk
voor de blanken om eenige order onder hen te houden, zoodat spoedig er
een hevige ruzie plaats vond tusschen de volgelingen van Cane en die van
Ogle en later klom die ruzie zoo hoog, dat de partijen met elkander aan het
vechten raakten. Te vergeefs trachtten de blanken de kleurlingen binnen de
palen der krijgstucht te houden, en men zag eindelijk in, dat het onmogelijk
was om verder te trekken voor dat de genomen buit verdeeld was. Het
commando ging dus naar Port Natal terug.

Het duurde eenige dagen voordat alle geschillen tusschen de partijen


geslecht waren, en toen zelfs waren Henry Ogle en de zijnen ontevreden, en
weigerden om weder met het commando op te trekken. Men liet hen dus
achter en trok op. Ditmaal bestond de expeditie uit zeventien Engelschen,
dertig Hottentotten en zoowat een vijftienhonderd kleurlingen, meest
vluchtelingen uit den Zulustam die men dus wel kon vertrouwen, want zij
wisten [155]dat zij van Dingaan geen genade konden verwachten. Ook deze
keer stond de heer Robert Biggar aan het hoofd. Men trok stadig voort en op
den derden dag stiet men een korten afstand ten zuiden van de Tugela op
een Zulu-regiment. Dit was juist bezig het middagmaal te gebruiken en
schrok blijkbaar zoo hevig op het gezicht van den vijand, dat het hals over
kop de vlucht nam, en kost en kookgoed achterliet. De Natalsche kleurlingen
vervolgden het, en joeg hen over de Tugela, en toen ging het Natal-
commando zelf de rivier over en namen bezit van een kraal die dicht bij de
wallen der rivier stond. Plotseling vonden zij zich hier omringd door een
Zululeger meer dan 7000 man sterk. Toen op den 17den April 1837 werd hier
een slag gevochten, die zeker de bloedigste is ooit op Zuid-Afrikaansche
bodem gevochten.

Het Zululeger rukte met de gewone vinnigheid op de kraal aan,


verwachtende om hun gering aantal vijanden in een oogenblik te vernielen.
Doch zij werden met groot verlies afgeslagen. Een tweede aanval gelukte
niet beter, en zelfs in den derden aanval leden de Zulu’s de nederlaag,
waarop zij moedeloos zich op eenigen afstand terugtrokken.

Het Natal-commando meende nu de aanvallende partij te moeten zijn. Het


verliet de kraal en trok [156]tegen het Zulu-impi op. Ongetwijfeld zou het
Zululeger op de vlucht geslagen hebben, ware het niet dat plotseling twee
nieuwe Zulu-regimenten op den plaats des gevechts aankwamen. Dit gaf den
Zulu’s nieuwen moed, en in plaats van den aanval af te wachten, stormden zij
op het Engelsche commando los, en hun charge was zoo geweldig dat zij
dwars door het commando heen gingen, dat aldus thans in tweeën gedeeld
was. Het eene deel, dat welk het dichtst bij de rivier was, zocht thans hun heil
in de vlucht, maar om dit te doen moesten zij de Tugela over en voor het dit
gelukte sneed een Zulu-regiment hen den pas af. Met groot verlies echter
baanden zij zich een weg, onder een hevig gevecht, en vier Engelschen en
zoowat vierhonderd kleurlingen bereikten veilig de zuidzijde der Tugela, en
sloegen toen den weg naar Port Natal in.

Het andere deel bestaande uit dertien Engelschen en zoowat duizend


kleurlingen, was nu geheel omringd door de Zulu’s, en voor hen was geen
hope meer. Doch manmoedig besloten zij zich tot het laatste toe te
verdedigen.

De Zulu’s meenden dat het geen moeielijke taak was om dit klein klompje
vijanden te vernielen, en de Ringkoppen gingen dus rustig op een nabij
staand kopje zitten, en gaven de jongeren de kans [157]om hunne dapperheid
te toonen, en hunne ringkoppen te verdienen. De drie regimenten
„Witschilden” gingen dan ook dadelijk tot den aanval over. Doch zij werden
door zulk een hagelbui van kogels ontvangen dat zij, met verlies van eenige
honderden terugdeinsden. De Ringkoppen lieten een luid gelach hooren, en
daardoor in woede ontstoken waagden de jonge regimenten een tweeden, en
een derden, ja, zelfs een vierden aanval. Doch het Natal-commando stond
zoo vast als een rotssteen, en deed meer dan een derde der aanvallers in
het stof bijten. De Ringkoppen lachten nu niet meer en hun Induna enkolu
zag, dat het ernst was en zond een regiment veteranen om de jongeren te
helpen. Doch ook hunne dapperheid was te vergeefs, en het gelukte hen niet
het Natalsche commando te verbreken.

De Zulu’s trokken zich voor een tijdlang terug, waardoor de Engelschen en


de hunnen eenige verademing bekwamen. Ook hun aantal was reeds
aanzienlijk gedund. Drie Engelschen, waaronder John Cane en Robert
Biggar lagen dood ter aarde, en bijna vierhonderd der kleurlingen waren
gevallen. Doch de overblijvenden stonden rug aan rug, en maakten zich voor
een nieuwen strijd gereed. De Zulu’s deden niet lang naar zich wachten,
doch thans liep het geheele Zululeger storm. Doch weder [158]te vergeefs.
Hunne ontzettende dapperheid was niet bestand tegen het verschrikkelijk
vuur van het commando, dat hen bij honderden nedermaaide.

Weder trokken de Zulu’s zich terug, en toen zij een nieuwen aanval deden
geschiedde zulks op eene andere wijze.

De twee regimenten veteranen (zwartschilden) liepen nu achter elkander, en


stormden op één plek los. De aanval was zoo hevig, dat het de Zulu’s gelukte
het commando te verbreken, en nu ontspon zich een hand tot hand gevecht,
waarvan geene beschrijving mogelijk is. Het Natalsche leger verweerde zich
dapper; elke man was een held en vocht als een leeuw.

Doch de overmacht was te groot, en na een uur strijdens was er geen enkele
man van dat dappere commando over.

De dertien Engelschen en hunne duizend volgelingen vielen allen in dien


vreeselijken strijd. Doch zij vielen met eere, want bijna vierduizend der Zulu’s
lagen dood en gewond om hen heen. Verdienen ook niet die mannen een
gedenkteeken? Zij waren uitgetrokken om de Afrikaners te ondersteunen en
allen lieten hun leven voor de zaak.

Brave Engelschen! dappere kleurlingen! Wit of [159]zwart, gij behoort in de


onvergetelijke rijen van Zuid-Afrika’s helden te staan, en de geschiedenis
vergete u niet.

Na deze overwinning marcheerden de Zulu’s naar Port Natal, en gewis


zouden zij de weinige blanken die daar nog waren vermoord hebben, zoo
niet gelukkig er een schip in de baai lag, waarop deze konden vluchten. Ook
de Eerw. Lindley was een van hen, die op deze wijze zijn leven redde.

De Zulu’s vernielden alles wat zij te Port Natal konden vinden. Zelfs geen
hond of kat werd door hen in het leven gelaten, en na negen dagen lang aan
hun vernielzucht den vollen teugel te hebben gegeven, trokken zij af.

Zulks waren de lotgevallen van het Natalsche commando. [160]


[Inhoud]
HOOFDSTUK XVI.

Al was Martje edel en moedig geweest, in het aansporen van David om aan
het verzoek van Kommandant Uys te voldoen, zoo was het haar toch wee om
het harte bij de gedachte dat zij zoo spoedig van hem moest scheiden, en
wanneer zij stil en alleenig in haar tent zat, weende zij menigen traan. Wat
haar troostte was dat Davids vader, de oude Jacobus Malan, alsmede zijn
jongere broeder Johannes ook zouden samengaan.

Intusschen was er heel wat werk in het lager voor beide mannen en vrouwen.
De laatsten moesten zorgen voor biltong, beschuit en verdere mondprovisie;
de [161]eerste hadden naar geweren te zien, paarden uit te zoeken, en alle
andere noodige maatregelen te treffen. De beide Kommandanten hadden
een zware taak om hunne manschappen uit te zoeken. Allen waren gewillig
om meê te gaan, doch men begreep dat het lager niet te veel verzwakt kon
worden, want het was zeer mogelijk dat gedurende het afwezig zijn van het
commando, een Zulu-impi een aanval op het lager kon doen, en men moest
er dus een genoegzaam aantal verdedigers achterlaten. Uys nam een
honderdenvijftig man en Potgieter een honderd zevenennegentig, te zamen
dus driehonderd zevenenveertig man, buiten en behalve zoo wat een
honderd „achterrijders.” Men was eerst van plan geweest om een tiental
wagens mede te nemen om de mondprovisie en de ammunitie te vervoeren,
maar er bestond gevaar dat de weg op een aantal plaatsen onpassabel zou
wezen voor de logge gevaarten en ook dat zij het commando te veel
ophouden zouden. Men gaf dus dit plan op, en besloot liever een aantal extra
pakpaarden mede te nemen ter vervoer van provisie en ammunitie.

Als men de omstandigheden der zaak nagaat dan moet men zich waarlijk
verwonderen hoe de Emigranten met zulk een klein legertje het waagden om
den machtigen Dingaan in zijne sterkten te gaan [162]beoorlogen. De Zulu’s
waren in staat een 70 of 80.000 man in het veld te brengen, en konden door
hunne overmacht het geheele commando in de pan hakken.

Wel is waar, hadden de Boeren het voordeel dat zij met vuurwapenen
vochten, maar de steekassegaai der Zulu’s was een vreeselijk wapen, als het
op een hand tot hand gevecht kwam, en de dapperheid en doodsverachting
der Zulu’s was ook niet buiten rekening te laten. Het grootste voordeel dat de
Boeren echter over de zwarte natie hadden, was het feit, dat zij bereden
waren, en dit begrepen de Emigranten dan ook zoo goed, dat zij geen steen
onaangeroerd lieten om de beste paarden in het bezit der hunnen te nemen.
Wie een eenigszins zwak paard had, leende of ruilde een ander van een
zijner vrienden, en ter eere van de achterblijvenden was het dan ook, dat zij,
zonder de minste weifeling, de behulpzame hand op dit punt gaven.

David had Sieraad, die geheel uitgerust en spekvet was. Wel was het paard
een beetje baldadig, maar de jonge Boer meende dat een paar dagen rijdens
wel alle gekheid van het dier zou doen ophouden. Van zijn schoonvader
Frans Joubert, die in het lager zou blijven, kreeg hij een tweede paard, een
fluksch zwart dier, heel wat stemmiger dan Sieraad. Daar hij dit [163]dier in
afwisseling met Sieraad wilde rijden, en Sieraad veel te levendig was, om als
pakpaard te worden gebruikt, nam hij een makke, doch goede merrie mede
voor het dragen zijner provisie en ammunitie.

Op den avond van den 5den April 1838 was alles gereed voor het commando,
en den volgenden morgen vroeg zou men op weg gaan. Dien middag hadden
de beide Kommandanten hunne manschappen, bereden en gewapend, met
achterruiters en al wat er bij behoorde, bij elkander doen komen, en hadden
toen eene wapenschouwing gehouden, die naar hunne tevredenheid afliep.
De paarden werden toen daarna bij elkander gejaagd, en dien nacht door
een aantal kleurlingen opgepast, want vroeg den volgenden morgen zou men
op weg gaan.

Het was dien avond stil in het lager. Een ieder was in zijn eigen tent, om nog
den laatsten avond met de zijnen door te brengen. Slechts de
Kommandanten en Veldkornetten liepen hier en daar rond om de laatste
orders af te geven.

David zat in de tent van zijn schoonvader met zijne vrouw, en men had een
algemeen gesprek over het commando, en oom Frans die in de
Kafferoorlogen in de Kolonie veel ondervinding had opgedaan, gaf zijn
schoonzoon menigen nuttigen wenk. Martje, die David misschien beter
kende, dan zijne eigen [164]ouders, waarschuwde haren man herhaalde
malen om toch voorzichtig te wezen en niet te veel te wagen, want zij kende
zijnen onverschrokken moed. Het was laat in den nacht toen men eindelijk
ging slapen, om nog eenige uren zoete rust te genieten.

Bij het eerste krieken van den dag was het lager als in oproer, en nauwelijks
had men een kop koffie en een stuk beschuit gebruikt of het bevel „opzaâl,
opzaâl” klonk van alle kanten. De paarden werden gehaald; een ieder pakte
zijn mondprovisie en ammunitie op de pakpaarden en daarna gingen de
achterruiters met de paarden naar het lager, waar de Veldkornetten, de twee
afdeelingen van Potgieter en Uys uit elkander scheiden.

In het lager namen de vertrekkenden afscheid van de hunnen, doch niet


alvorens Charel Cilliers allen bij elkander had geroepen, en een korte
godsdienstoefening had gehouden. Oom Charel zou in het lager blijven,
gedeeltelijk zeer tegen zijn wensch, want de oude man was nog begeerig om
zich ook nog met de Zulu’s te meten. Doch men had het beter beschouwd om
hem in het lager te laten, om Gert Maritz, in geval van nood, ter zijde te
staan, want geen beter Lager-Commandant was er in Zuid-Afrika te vinden
dan de oude Charel.

Martje, arm meisje, deed haar best om hare droefheid [165]en ontroering te
verbergen, doch het gevoel van weê overkwam haar en zij weende bitterlijk,
toen David haar in zijne armen vatte en haar den afscheidskus gaf.

„Wees voorzichtig, David, en begeef je niet roekeloos in gevaar. Kijk naar je


vader en blijf bij hem.”

Dit waren hare laatste woorden aan haren geliefden man.

Vijf minuten later zat een ieder op zijn paard, en stonden de twee afdeelingen
tegenover elkander in twee lange rijen.

„Rij maar voor! neef Hendrik;” riep Uys uit, en daarop gaf Potgieter het bevel
„Trek,” en op langzamen stap begon men den weg af te leggen naar
Umkungunhlovu. David reed naast Piet Uys aan het hoofd van de tweede
afdeeling, en hij had geen gemakkelijk werk om Sieraad in orde te houden,
want het vinnige dier was er geenszins mede gediend, dat men zoo
langzaam reed, en sprong en steigerde dat het een lust was, doch onze held
zat zooals een boom in den zadel, en scheen als uit een stuk met zijn paard
gesmeed. Eindelijk ging het op een galop, toen men een eindje van het lager
af was, en nu was het meer naar Sieraads zin.

Het is onnoodig om u hier den dagelijkschen tocht van het commando te


beschrijven, want de eerste [166]vijf dagen gingen zonder eenige bijzondere
gebeurtenis voorbij. Men reed gewoonlijk twee uur achter elkander en
zadelde dan voor een tijdje af om de paarden een kans te geven, een paar
bijten van het hooge soppige gras te krijgen. Elken avond werden de paarden
gekniehalterd, en door sterke wachten opgepast, en de anderen sliepen in
het veld met het geweer naast zich en het zadel als kopkussen. Gedurende
die vijf dagen zag men geen levend wezen, en de enkele Kafferkralen die
men passeerde waren verlaten.

„Wat drommel, David,” zeide Uys tot zijn adjudant op den morgen van den
11den April, toen men een eindje had afgereden, en weder een verlaten
Kafferkraal was voorbijgegaan: „dit lijkt alsof Dingaan voor ons wacht bij
Umkungunhlovu, en dit zal maar hard gaan, als ons die heele Zululeger daar
ontmoet.”

David wilde juist hierop antwoorden, toen plotseling het paard van Uys in een
gat trapte en viel, zijn ruiter eenige treden ver voor hem in het gras
werpende. Uys was echter in een oogenblikje op zijn voeten, en liep naar zijn
paard, dat niet scheen te kunnen opstaan. Hij hielp het dier den poot uit het
tamelijk diepe gat te krijgen, doch toen hij het een eindje weg trok, zag hij dat
het dier zoo kreupel [167]was, dat het voor het oogenblik niet berijdbaar was.

„Hier Kommandant, vat mijn paard,” riep David, snel van Sieraad
afklimmende, „ik zal gauw mijn ander paard bij mijn achterruiter halen. Op die
eerste afzadelplek kan jij dan een van je andere paarden krijgen.”

Uys nam dit aanbod aan, en besteeg Sieraad, die werkelijk thans heel wat
bedaarder was en David nam het kreupele paard, en leidde het naar de
achterhoede, waar hij het aan zijn achterruiter afgaf, en daarna Welkom, het
zwarte paard dat hij van zijn schoonvader gekregen had, besteeg. Binnen
weinige oogenblikken was hij weder op zijn plek ter zijde van Uys.

De Boeren reden thans op eene twee of drie mijlen breede vlakte, aan beide
zijden begrensd door een rij randjes en kopjes. De grond was zelf een beetje
op- en afdans en het gras was erg ruig.

De afdeeling van Uys reed voor op dezen morgen, en Potgieters afdeeling


was zoowat een vijftienhonderd treden achter.

„Daar is de Zulu’s Oom Piet,” riep David opeens, toen men juist op het
bovenste van een randje uitkwam.

Werkelijk stond er ook op een duizend treden afstand een klein Zulu-leger,
zoowat drie- of vierduizend in getal. [168]

„Hoera!” riep Uys, „hier is die Kaffers, kerels. Kom, ons zal hullie gauw schrik
maak.”

De Boeren vormden nu een langen rij, en daarop ging het in vollen galop op
de Zulu’s af. Op een afstand van omtrent tachtig treden van den vijand
genaderd, sprongen de Boeren van hunne paarden, en vuurden een salvo op
hunne vijanden. Dit scheen genoeg voor de Zulu’s en zij sloegen op de
vlucht. De Boeren begonnen hen nu te volgen, en een soort van „wilde jacht”
vond plaats, die aan menigen Zulu het leven kostte.

Doch ongelukkig waren de Emigranten te onstuimig en gedurende de


vervolging letten zij er niet op, dat de natuur van den grond geheel veranderd
was. De twee rijen randjes of kopjes hadden elkaar genaderd en vormden nu
een soort van kloof, met glooiende heuvels aan beide zijden. De Zulu’s
waren die kloof ingegaan, en de Boeren hadden hen gevolgd. Op eens
scheen het alsof het Zulu-impi vertiendubbeld was. Uit elk boschje, achter
elke klip scheen een Zulu te verrijzen en in plaats van een klein Zulu-
regiment stonden de Boeren tegenover of liever tusschen een ontzaglijk
Zulu-leger, meer dan tienduizend man sterk.

Zooals wij gezegd hebben was de afdeeling van Hendrik Potgieter omtrent
vijftienhonderd treden [169]achter, maar toen de afdeeling van Uys aan het
vechten geraakte, spoorden zij hunne paarden aan om de eerste afdeeling te
assisteeren, indien noodig. Doch deze was reeds in de kloof toen Potgieter
en de zijnen aankwamen, en juist toen deze de kloof binnenreden, rezen de,
in hunne hinderlaag verstoken Zulu’s op. Met hunne assegaaien en hunne
schilden maakten zij zulk een ontzettend lawaai, waarbij zij hunne
oorlogskreten voegden, dat de paarden van Potgieters menschen geheel en
al onregeerbaar waren, en weigerden om de kloof in te gaan. Een aantal
paarden sprongen om en holden met hunne berijders de vlakte in, anderen
wierpen hunne ruiters af en liepen weg. In kort, Potgieters afdeeling was
buiten staat om hunne broeders te helpen; zij hadden hunne handen vol om
naar hunne eigen zaken te zien.

Intusschen was de positie van Uys en de zijnen een zeer hachelijke. De


Zulu’s waren als tusschen hen, en de kloof was zoo nauw en zoo klipperig
dat de Boeren hunne gewone tactiek van „storm-loopen” niet konden
uitvoeren. Een scherp gevecht volgde. De Boeren schoten hunne
naastbijzijnde tegenstanders neder, en Zulu na Zulu viel. Doch voor elke
gevallen vijand stonden er drie in de plaats.

David was een eindje weg van Pieter Uys en stond tusschen dezen en zijn
eigen vader en broeder. [170]Hij was zelf hard bedrukt, en kon nauwelijks zijne
aanvallers van het lijf houden. Daar zag hij dat een tiental Zulu’s zijn vader en
broeder omringden en hij sprong op zijn paard om dezen te hulp te snellen.
Nauwelijks zat hij in den zadel of een assegaai trof hem in den rug. De jonge
Boer voelde hoe het koude staal hem in de longen drong, toen werd alles
zwart voor zijn oogen en viel hij van het paard. Piet Uys zag den dapperen
jongeling vallen, en met twee sprongen van Sieraad was hij bij hem en
schoot de Zulu, die nogmaals den assegaai in David wilde steken, terneder.
Doch een plotselinge aanval van een zestal Zulu’s deed hem terugdeinzen
en alvorens hij zijn geweer geladen had, trof één assegaai hem in de
linkerborst en een tweede hem in den nek. Met een diepe zucht zeeg de
dappere Kommandant neder. Het laatste wat hij hoorde was de stem van zijn
zoon, die uitriep: „Hier ben ik vader,” en een der Zulu’s viel onder den kogel
die de vijftienjarige Dirk Cornelis Uys op een der moordenaars van zijn vader
afschoot. Doch ook den jongeling trof de doodelijke assegaai, en hij viel dood
langs zijn vader neder. Een aantal Boeren hadden den Kommandant zien
vallen, en snelden hem te hulp. Zij schoten de Zulu’s voor een oogenblik
terug, en trachtten Uys op te lichten ten einde hem uit het gevecht te
brengen. [171]De Kommandant kreeg door de beweging zijn bewustzijn terug,
maar hij voelde dat zijn dood nabij was.
„Laat mij staan, vrienden; help jullie zelf; red jullie leven, want met mij is dit
klaar.” Met deze woorden blies de held den laatsten adem uit.

Ook David Malan trachtte men te redden, want hij scheen nog te leven. Doch
toen men bij hem kwam hoorde men slechts een zucht „Martje”—en David
was dood.

De Boeren zochten nu Uys’ laatsten raad te volgen, en zich een uitweg te


banen want zij waren nu geheel en al omsingeld door de Zulu’s. Om nu uit de
kloof te komen, vuurden zij allen geweldig op het klompje Zulu’s dat bij den
ingang der kloof hun den terugweg wilden afsnijden, en toen zij eenige
honderden van hen hadden doodgeschoten, en de lijken hunner vijanden als
een muur opgestapeld lagen, joegen zij zoo hard zij konden door de opening
en reden de vlakte in. Potgieters manschappen, dit ziende, en meenende dat
de Zulu’s hen achtervolgden, werden verbijsterd en sloegen ook op de vlucht.
De handpaarden, met provisie en overige ammunitie lieten zij achterblijven,
en ieder scheen een goed heenkomen te zoeken.

Eerst zes mijlen van de plaats des gevechts hielden de Boeren stil voor een
oogenblik, en kregen [172]zij hunne bedaardheid terug. Het eerste wat zij
deden was om hun verlies te berekenen. Tien Boeren waren in het gevecht
gevallen viz. Kommandant Uys, diens zoon Dirk, Jacobus Malan, David
Malan, Johannes Malan, Frans Labuschagne, Joseph Kruger, Louis Nel,
Pieter Nel en Theunis Nel.

Een veertigtal der achterruiters werden vermist, en een honderdtal


handpaarden en al de provisie en ammunitie was in handen der Zulu’s
gevallen.

Daarop ontstond er een woordenstrijd. Een aantal van Uys’ mannen


beschuldigden Hendrik Potgieter en de zijnen als de schuld te zijn van dit
rampspoedig gevecht; waarom waren zij niet komen helpen? waarom waren
zij zoo ver achtergebleven? en zulke vragen meer werden gedaan. Potgieter
vermaande de menschen om stil te blijven.

„Laat ons nou niet ruzie maken,” zeide hij, „laat ons verder rijden zoo hard
ons kan; als die Kaffers ons nou inhaal en aanval, hêt ons niet ammunitie
genoeg om ons te verweêr, en hoe verder ons van avond kan komen, hoe
veiliger voor ons.”

Onder de bestaande omstandigheden was dit inderdaad de beste raad, en


de Emigranten zagen dit dan ook in, en men reed zwijgend verder. Na
verloop van nog een uur zadelde men een half-uur af, om de paarden een
weinig te laten rusten, en toen [173]ging men weder voort. Zoo hield men aan
tot laat in den nacht, want het was bijna volle maan. Dien nacht rustte men
slechts een uur of vijf, en dat zou men niet eens gedaan hebben, ware zulks
niet hoog noodig geweest ter wille der vermoeide paarden. Den volgenden
dag ging het ijlings verder en op den morgen van den vierden dag kreeg men
het lager in het gezicht. [174]

[Inhoud]
HOOFDSTUK XVII.

Op den morgen van den 15den April 1838, stonden Gert Maritz en Charel
Cilliers met eenige andere der Emigranten, die in het lager waren
teruggebleven, aan den buitenkant der wagenkring een praatje te houden,
toen op eens een der Boeren uitriep: „Daar komen onze menschen al terug.”
Men zag in de richting, die de spreker aanwees en bespeurde op het randje
de eerste voorrijders van het terugkeerende commando, zoowat drieduizend
treden ver. Het nieuws verspreidde zich door het lager, en spoedig was elke
man, elke vrouw, elk kind daarbuiten.

„Waarom rij hullie dan zoo langzaam,” riep Gert Maritz ongeduldig uit. [175]

„Daar is groot fout, geloof mij oom Gert,” zeide Cilliers ernstig, die ook
bespeurd had dat het commando in langzamen stap het lager naderde.

Eindelijk was het bij het lager, na verloop van een tijd, die aan de angstig
wachtenden wel twee uur scheen. Hendrik Potgieter reed voorop, en Cilliers
trad met een weê voorgevoel op hem toe, en groette hem.

„Wat is dit, neef Hendrik,” vroeg hij langzaam en ernstig, en de menschen,


zoowel mannen als vrouwen verdrongen zich om het antwoord te vernemen.

„Oom, die Zulu’s hêt ons in een hinderlaag geleid; ons hêt al ons paarden en
goed verloren, en tien van ons zijn in het gevecht gevallen, en daaronder Piet
Uys, de drie Malans, en—”

Een ontzettende gil eener vrouw deed zich hooren en men hoorde een
geroep van „til haar op! breng haar naar die tent! geef haar lucht!” Het was de
arme Martje. Zij had zich door de menigte heen gewrongen om het nieuws
van Hendrik Potgieter te hooren, en zij had gehoord dat de drie Malans in het
gevecht waren gesneuveld. David was gevallen! David was dood! Die eene
gedachte schoot als een bliksemstraal door het brein der jonge vrouw, en
alles was toen duister om haar. In een hevige flauwte zonk zij als dood ter
aarde. [176]
Men tilde haar op, en droeg haar naar hare eigen tent, waar men haar op het
bed nederlegde, en alle mogelijke middelen te baat nam om haar uit hare
verdooving te wekken. Maar te vergeefs; zij bleef als dood daar liggen. Een
aantal vrouwen trokken haar de kleederen van het lijf, en men probeerde een
aantal nieuwe middelen, en volgde honderd raadgevingen, doch geen hunner
scheen het arme kind tot bewustzijn te kunnen terugroepen. Dien avond
kreeg zij een hevige koorts, en verergerde haar toestand. Het scheen
werkelijk alsof de jonge vrouw haren geliefden David niet lang zou overleven.
Doch de zorg van hare ouders, en van de vele vrienden, die hun behulpzaam
waren, redde het leven van Martje; na een ziekte van meer dan drie weken
opende zij voor het eerst hare oogen. Beter ware het misschien geweest zoo
zij gestorven ware, want—Martje was hopeloos krankzinnig. Zij herstelde wel
in krachten doch het jeugdig vuur harer oogen was verdwenen; zij had
slechts een glazen blik, en geen woord kwam uit haren mond als slechts één
vraag—waar is David?

Geachte lezer ik nader het einde van dit verhaal.

Veel zou ik u nog kunnen verhalen over die dappere voorouders der
tegenwoordigen Vrijstaters en Transvalers; menig mooi tafereel uit hunne
geschiedenis [177]zou ik u nog kunnen aantoonen; doch tijd en gelegenheid
ontbreken voor het oogenblik. Slechts dit kan ik u zeggen; dat in December
1838 de Emigranten een vreeselijke wraak namen op Dingaan, en dat op 16
December 1838 bij Bloedrivier, zij eenmaal voor goed Dingaans macht
vernielden. Mogelijk zullen wij u later iets meer van dien tijd vertellen, want
ons jonger geslacht weet, helaas! te weinig, veel te weinig van de
geschiedenis van ons Land en ons Volk. [178]

[Inhoud]
HOOFDSTUK XVIII.

Het is den 11den April 1888, juist vijftig jaren na den dood van David Malan en
ik verzoek u om met mij mede te gaan naar de plaats van Johannes Joubert,
gelegen aan de Mooirivier, eenige uren van Potchefstroom. Volg mij een
oogenblik; ik ga u in een ziekenkamer brengen. Het gordijn van het venster is
nedergelaten, en hoewel het nog vroeg in den dag (het is zoowat tien uur) is,
heerscht er een halve schemer in de kamer. Op het bed ligt een zieke vrouw.
Zij is niet meer jong, zooals gij bemerkt [179]aan de diepe rimpels op haar
gelaat; inderdaad is zij reeds achtenzestig jaar oud. De lijderes is blijkbaar
zwaar ziek en aan de korte ademhaling, die zeer onregelmatig is, kan men
bemerken dat de dood op den drempel van de deur staat, en weldra zal
binnentreden om de ziel van deze vrouw op te eischen.

Aan de eene zijde van het bed staat de eigenaar der plaats, Frans Joubert,
een man wiens haren ook reeds grijs zijn, en die dan ook reeds 63 zomers
telt. Aan de andere zijde van het bed zit zijne vrouw Anna, terwijl aan het
voeteneinde twee meisjes van bijna twintig jaar op de lijderes nederzien.

„Haar pols raakt heelemaal weg, Frans,” zegt tante Anna zachtjes; „zij zal net
nu sterven.” Haar man antwoordt niet; hij ziet slechts neder op de zieke
vrouw, en zijne gedachten houden zich bezig met gebeurtenissen, die vijftig
jaren geleden plaats gevonden hebben. Wel was hij toen nog maar dertien
jaar oud, doch toch staan hem die gebeurtenissen levendig voor den geest.

Plotseling richt de zieke vrouw zich snel op, alsof zij het bezit harer volle
krachten met een tooverslag teruggekregen had.

„Wat is dit zuster,” vroeg tante Anna opstaande. [180]

De zieke keek strak voor zich; de glazigheid harer oogen verdween; een
liefelijke glimlach verspreidde zich om haren mond, en zij riep—„Ja David, ik
kom.” Toen viel zij op de kussens terug.—Martje was dood.

You might also like