Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 15

1.

Aristoteles Politikasında İnsanın Özü

İnsanın Ruhu

Politika felsefesinde, devlet ve toplumsal birliktelikleri ele alan her filozofun ilk adımı,
insanın konumunu belirlemektir. Devletin ve toplumsal yapının temel taşı olan insan,
gerçekleştirdiği eylemlerle bu tanımlamayı kazanır. Aristoteles'in felsefesinde, insanın yerini
belirlemek çok yönlü bir incelemeyi gerektirir, çünkü Aristoteles insanı felsefesinin
merkezine yerleştirir ve onu farklı açılardan derinlemesine inceler. Metafizik, fizik, etik ve
politika gibi çeşitli disiplinlerde insan farklı boyutlarda ele alınır. Ancak bu incelemelere
başlamadan önce, "insan nedir?" sorusunu sormak gerekir. Aristoteles, bir konuyu incelemek
için en yakından ve en bilinebilir olandan başlayarak daha uzak ve az bilinebilir olana doğru
ilerlemek gerektiğini savunur (Aristoteles, 1996: 982a30-b2). Bu nedenle, insanı anlamak için
önce onun doğasını ve en temel nedenini analiz etmek, genel insan kavramını ele almakta
kolaylık sağlar.

İnsan, doğal bir varlık olarak ele alınmalıdır; çünkü bu canlılık özelliği, onu yapay varlıkların
karşısında benzersiz kılar (Aristoteles, 2018: 432a10-15). Aristoteles'e göre, her şeyin var
olmasının nedeni, var olmaktır; ancak canlı varlıklar için bu var olmanın amacı yaşamaktır.
Yaşamın kıstası ve nedeni ise ruhtur (Aristoteles, 2018: 415a14). Aristoteles, ruhun
özelliklerini tanımlarken, bitkisel ruhun beslenme, hayvansal ruhun ise beslenmenin yanında
algılama yeteneğine sahip olduğunu belirtir. İnsanlar ise, bitkiler gibi beslenme ve hayvanlar
gibi algılama yeteneklerine ek olarak düşünme yeteneğine sahiptir. Bu düşünme yeteneği,
Aristoteles'e göre, insanı diğer canlılardan üstün kılar ve onun benzersizliğini ortaya koyar.

Aristoteles, insanın doğasını ve onun diğer canlılardan farklı yönlerini vurgular. İnsan,
beslenme, arzu ve coşku gibi temel isteklerle hayvanlarla ortak özellikler taşır; ancak
düşünme yeteneği ile onlardan ayrılır. Bu düşünme yeteneği, insanın diğer canlılardan daha
değerli olmasını sağlar. Aristoteles, düşünme yeteneğini en üstün özellik olarak görür ve bu
yetinin, insanın doğasını anlamada temel bir rol oynadığını belirtir. Diğer canlılar da
beslenme ve algılama yeteneklerine sahip olabilir, ancak insanın rasyonel düşünme kabiliyeti,
onu diğer varlıklardan ayırır ve üstün kılar (Aristoteles, 2018: 411b).

Sonuç olarak, Aristoteles’in felsefesinde insan, doğal bir varlık olarak incelenir ve canlılık
özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılır. Onun için insan, beslenme ve algılama gibi temel
yeteneklere sahip olmasının yanı sıra düşünme yeteneği ile de belirginleşir. Bu yetenek, insanı
diğer canlılardan üstün kılar ve onun toplumsal ve politik yaşamda önemli bir konuma sahip
olmasını sağlar. Aristoteles'in insan anlayışı, onun felsefi sisteminde merkezi bir yer tutar ve
bu anlayış, devlet ve toplum yapılarının incelenmesinde temel bir rol oynar. Aristoteles, insanı
anlamak için onun doğasını ve yetilerini derinlemesine analiz eder ve bu analiz, insanın
toplumsal ve politik yaşamındaki rolünü belirler. Böylece Aristoteles'in insan anlayışı, onun
politika ve toplumsal düzen teorilerinin temelini oluşturur ve bu teoriler, insanın doğasına
uygun olarak şekillenir.

İnsanın İşlevi

Aristoteles'e göre, insanın işlevini (ergon) belirlemek, iyi bir yaşamın temellerini atmak için
esastır. İnsanın ayırt edici işlevi, diğer canlılarla paylaşılan büyüme, beslenme, üreme ve
duyusal yaşam gibi ortak özelliklerin ötesinde yer almalıdır. Bu işlev, daha yüksek bir düzeye
ve kurala sahip olan, bu kuralları anlayan ve onlara bağlı kalan yetenekleri içerir. İyi olma
durumu, bu üstün yetinin yaşam formudur (Ross, 2014: 225). Dolayısıyla, insani iyilik,
eylemsel, etkin, yetkin ve sürekli olmalıdır. İnsanın ruhu, akla uygun etkinlik gösterdiği için,
insani iyi de bu etkinliğe denk olmalıdır. İnsanın görevi akla uygun faaliyetler ve davranışlar
gerçekleştirmekse, iyilik de bu faaliyetleri en iyi şekilde yerine getirmekle tanımlanır. Bu
bağlamda, iyiliğin veya ruhun erdeme uygun etkinliği olarak tanımlanması doğrudur (Arslan,
2007: 248).

Bir alet, belirli bir amaca hizmet etmek için tasarlanmış bir nesnedir; ancak insan bu tür bir
nesne olarak değerlendirilemez. Aristoteles’in ergon kavramına göre, gözün işlevinin görmek
olduğunu söylemek, gözlerin kullanım amacını ifade eder; ancak görme yeteneği, gözler
kapalı olsa bile, gözün işlevi olarak kalır. Dolayısıyla, işlevin sadece kullanım olarak
anlaşılması, Aristoteles’in ergon kavramının yanlış yorumlanmasına yol açar. Aristoteles'e
göre, bir şeyin işlevi, o şeyin doğasının en belirgin şekilde görüldüğü, sadece onun
yapabildiği özel bir etkinliktir (Esenyel, 2012: 210). Bu perspektiften bakıldığında, insanın
işlevi, onun benzersiz niteliklerini ve potansiyelini yansıtan özgün etkinliklerdir.

Aristoteles, yaşamın insanın işlevine yönelik bir özellik olamayacağını savunur, çünkü yaşam,
bitkiler de dahil olmak üzere tüm canlıların ortak özelliğidir. Bu nedenle, beslenme ve
büyüme gibi yaşam biçimleri de insanın ayırt edici işlevi olamaz. Duyusal yaşam, at ve öküz
gibi hayvanlarla paylaşılan bir ortaklıktır. Bu durumda, geriye düşünen ve eylemlerini akıl
doğrultusunda gerçekleştiren insanın etkinlik yaşamı kalır (Aristoteles, 2020, 1098a).
Aristoteles, insanı diğer canlılardan ayıran temel özellik olan akla dikkat çeker. İnsanın
eylemlerinin özgünlüğü, aklını doğru ve yetkin kullanmasından kaynaklanır. Bu yetenek,
insanı diğer canlılardan üstün kılar ve onun benzersizliğini vurgular.

İnsanın işi, ruhun akla uygun ya da akıldan yoksun olmayan etkinliği olduğunda, bu işte
yetkin olanın da aynı işlevi en iyi şekilde yapması gerekir. Örneğin, bir gitarcının işi gitar
çalmaksa, erdemli bir gitarcının işi gitarı en iyi şekilde çalmaktır. İnsanın işi belirli bir yaşam
biçimiyle tanımlanır; bu yaşam da ruhun akla uygun etkinliği ve bu tür eylemlerdir. Erdemli
insan, bu eylemleri en iyi ve en güzel şekilde yapar. Her şeyin kendine özgü erdemine göre iyi
yapıldığında, iyi gerçekleştirilmiş olur; dolayısıyla insani iyilik, ruhun erdeme uygun
etkinliğidir ve bu etkinlik yaşamın sonuna kadar sürdürülmelidir. Çünkü "tek bir kırlangıç
baharı getirmez, ne de tek bir gün" (Aristoteles, 2020, 1098a5-15). Bu sürekli ve yetkin
etkinlik, insanın yaşamını anlamlı kılar ve mutluluğa ulaşmasını sağlar.

Nihayetinde, Aristoteles’e göre, insanın işlevinin kavranması, mutluluğun anahtarıdır. İnsanın


ergon'u, onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliğidir. Bu açıdan bakıldığında, insanın
işlevinin belirlenmesi, onun özünün ne olduğunu anlamaya yönelik bir soruşturmadır.
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik'te marangozun veya ayakkabıcının belirli işler yaptığını, bu
durumda insanın da kendi işlevinin olup olmadığını sorgular. Bu sorgulama, insanın doğası
gereği belirli bir işlevi olup olmadığını ve eğer varsa bu işlevin ne olduğunu araştırmakla
sürer (Aristoteles, 2020: 1097b 28). Aristoteles’in bu sorgulaması, esasen onun mutluluğun ne
olduğuna dair araştırmasının bir parçasıdır. İnsanın mutluluğu, onun özgün işlevini en iyi
şekilde gerçekleştirmesiyle mümkün olur. Bu bağlamda, insanın işlevi ve bu işlevi en iyi
şekilde yerine getirme kapasitesi, onun erdemli ve mutlu bir yaşam sürmesinin temelini
oluşturur.

Aristoteles, insanın nihai amacını ve doğasını analiz ederek etik anlayışını geliştirir. Ona göre,
insanların hayatta ulaşmak istedikleri bazı amaçlar vardır. Ancak bu amaçlar, sınıfı geçmek
için çalışmak veya iş yerinde terfi etmek gibi kısa vadeli hedeflerden farklıdır. İnsanların
ulaşması gereken nihai amaçları vardır ki bu da onların özüne uygun olmalıdır. Aristoteles, bu
nihai amacın, hocası Platon ve Sokrates gibi, eudaimonia olduğunu belirtir (Cevizci, 2015:
165).

Eudaimonia, modern anlamda mutluluk kavramından oldukça farklıdır. Günümüzde mutluluk


genellikle haz veya geçici bir ruh hali olarak anlaşılır, ancak Aristoteles'in eudaimonia
anlayışı bundan çok farklıdır. Eudaimonia, şans eseri elde edilen bir durum değildir ve tanrı
vergisi de değildir. Aksine, kişinin "işini iyi yapması", "iyi yaşaması" ve "ruhun erdeme
uygun etkinliği" anlamına gelir (Kalaycı, 2019: 257).

Aristoteles, eudaimonia'yı bireysel bir meseleden ziyade toplumsal bir mesele olarak görür.
Ona göre politika, insanın kendini gerçekleştirdiği bir etkinliktir (Kalaycı, 2019: 257).
Eudaimonia, kişinin ruh halini ve dış dünyanın yaşam kriterlerine göre mutluluğa ulaşmayı
ifade eder. Bu bağlamda, insan ruhundaki bir güç olan eudaimonia, mutluluk felsefesinin
temel kavramıdır. Duyusal hayatın tatmini ile birlikte, insanın doğasının tam anlamıyla
gerçekleşmesi önemlidir. Bu, kişinin hayatının belirli dönemlerinden ziyade tüm hayatının iyi
ve doğru bir şekilde şekillenmesini ifade eder. Mutluluk, ahlakın temel hedefi olmasının yanı
sıra, tüm yaşamın da nihai amacıdır.

Aristoteles, insanın nihai amacının mutluluk olduğunu savunur ve mutluluğu ruhun erdeme
uygun etkinliği olarak tanımlar. Bu bağlamda, erdem iki ana işleviyle öne çıkar: erdemli
olmak ve erdemli eylemlerde bulunmak. Bu perspektiften bakıldığında, bu iki kavram
arasında belirgin farklar vardır. Mutluluğun rastlantısal mı yoksa Tanrı vergisi mi olduğu
sorusu üzerinde durduğumuzda, Aristoteles şöyle der: "Mutluluk Tanrı vergisi olmayıp
erdemle ya da belirli bir öğretim veya eğitimle gelse bile, en tanrısal şeylerden biridir; çünkü
o, erdemin ödülü ve en iyi amaç olarak görülür. Tanrısal ve kutsal bir şeydir" (Aristoteles,
2020: 1099 b).

Aristoteles'e göre mutluluk, rastlantı sonucu ortaya çıkan bir şey değildir; insanın nihai
amacıdır. Mutluluk, akıldan kaynaklanan eylemlerle elde edilir ve bu nedenle hayvanlar
tarafından gerçekleştirilemez. Mutluluk, deneyim ve tecrübe gerektirir; bu yüzden çocuklar
mutluluktan tam anlamıyla yararlanamaz. Çocukların aklı olsa da, rasyonel yanları zayıf ve
duygusal yanları güçlüdür. Aristoteles'e göre, bir insanın mutlu olması için hem yaşamının
tamamı hem de erdemli bir yaşam gereklidir. Mutluluk, erdeme uygun eylemlerle elde edilir;
erdeme uygun olmayan eylemler ise mutsuzluk getirir. Mutlu insanlar sürekli olarak bu tür
eylemler içinde yaşar. Aristoteles şöyle der: "Aradığımız şey mutlu kişide bulunacak ve o,
yaşam boyu böyle olacak; hep ve herkesten çok erdeme uygun olan şeyleri yapacak ve
görecek; talihin cilvelerine de en iyi ve en uygun şekilde katlanacak ve gerçekten iyi ve
pürüzsüz, dört dörtlük bir kişi olacak" (Aristoteles, 2020a: 1100 b).

Küçük şanssızlıklar yaşamı büyük ölçüde etkilemez, ancak büyük şanssızlıklar mutluluğu yok
edebilir ve yaşamın seyrini değiştirebilir. Aristoteles, "Ne var ki bu durumda bile kişi,
vurdumduymazlıktan değil, soylu ve yüce gönüllü olduğundan pek çok önemli talihsizliğe
göğüs gerdiği için, güzellikleri parıldar. O halde dediğimiz gibi, yaşamda önemli olan
etkinliklerse kutlu kişilerden hiçbiri sefil olmaz; çünkü hiçbir zaman nefret uyandıran, kötü
bir şey yapmayacaktır" (Aristoteles, 2020a, 1101a) der. İnsanlar nihai hedef olan mutluluğa
erişebilmek için her şeyi yaparlar çünkü mutluluk bir amaçtır ve kendine yeterlidir.
Aristoteles, aklı başında insanların hep iyiye uygun şekilde davranacaklarını ümit eder.

Son olarak, Aristoteles, mutluluğun övülebilir şeylerden mi yoksa değerli olan şeylerden mi
olduğu sorusunu ele alır. Övülen şeylerin bazı özellikleri olduğunu belirtir. Örneğin, "adil
insanı, yürekli kişiyi ve genel olarak iyi insanı eylemlerinden, erdemi de eserlerinden dolayı;
güçlü kişiyi, hızlı koşanı ve bu gibi her kişiyi ise doğuştan böyle olduğu için ve iyi ve erdemli
bir şeyle ilgisi olduğu için övüyoruz" (Aristoteles, 2020a: 1101 b). Ancak en iyi şeyler övgüye
layık değildir; onlara daha üstün bir muamele yapılmalıdır. Bu durum, uygun mutluluk olarak
adlandırılır. Sonuç olarak, "mutluluk değerli ve kendisi amaç olan şeylerdendir. Bunun böyle
olduğu, mutluluğun ilk şey olmasından da görünüyor; çünkü hepimiz bütün öteki şeyleri onun
için yapıyoruz; iyi şeylerin başını ve nedenini de değerli ve tanrısal bir şey olarak kabul
ediyoruz" (Aristoteles, 2020a: 1102 a). Özetle, Aristoteles'in etik anlayışında, insanın nihai
amacı mutluluktur ve bu mutluluk erdeme uygun etkinliklerle elde edilir. Mutluluk rastlantısal
değildir, akıl ve erdem gerektirir. Bu nedenle, mutlu olmak için insanlar hayatlarının
tamamını erdeme uygun şekilde yaşamalıdır. Aristoteles'in mutluluk ve erdem üzerine olan bu
derin analizleri, onun etik felsefesinin temel taşlarını oluşturur.

Karakter Erdemleri

Aristoteles, karakter erdemlerine uygun bir biçimde yaşanan hayatın da beraberinde mutluluk
getireceğini belirtmektedir. Ancak, bu yaşamın, ikinci sırada yer alan mutlu bir yaşam
olabileceğini savunmaktadır. “Buna uygun etkinlikler ‘insanıl’dır. Alışverişlerde, hizmetlerde,
her türlü eylemlerde, tutkularda her bir kişiye özgü olanı göz önüne alarak birbirimize karşı
adil, cesur, erdemlere uygun başka şeyler yapıyoruz, bütün bunlarında insanın olduğu
görünüyor” (Aristoteles, 2020a: 1178 a).Karakter erdemleri bazı zamanlarda tutkularla bazı
zamanlarda bazı zamanlarda ise bedenle iç içedir. Bundan dolayı, erdem insanın bütünleşik
yapısıyla ilgilidir ve mutluluk buna bağlıdır. Dışarıya dönük iyiler daha ön plandadır.
Bununla birlikte, karakter erdemleri için şunlar söylenebilir: “Eylemlerle ilgili şeyler
düşünülecek olursa hepsi Tanrılar için küçük, değersiz görünecektir” (Aristoteles, 2020a:
1178b).
Tüm bu ayrışmaları incelediğimizde görürüz ki karakter erdemleri kusursuz yaşamın bir
parçası değildir. Sonuç itibariyle, kusursuz yaşam, theoria yaşamıdır çünkü “mutluluğun haz
verici bir etkinlik olması gerektiğini, bir şeyi ‘bilmenin’ o şeyi ‘araştırmadan’ daha fazla haz
verici olduğunu ve nihayet mutluluğun kendi kendine yeterlilik koşulunu karşılaması
gerektiğini biliyoruz” (Arslan, 2007: 273).

Aristoteles'e göre, insanın temel işlevi mutluluğa ulaşmaktır. Bu mutluluk, başka bir amaca
hizmet etmeyen ve kişinin tam anlamıyla insanlığını gerçekleştirdiği bir durumdur. Ancak,
her faaliyet mutluluk getirmez; mutluluğa ulaşmak için erdeme uygun eylemlerde bulunmak
gerekir. Mutluluğun kaynağı, ruhun erdeme uygun etkinliğidir. Bu nedenle, mutluluğun
peşinde koşarken yaptığımız etkinlikler erdemli olmalıdır. Aristoteles, sadece erdeme uygun
faaliyetlerin gerçek mutluluğu getireceğini savunur. Bu bağlamda, ruhun bir kısmının akıldan
uzak, diğer kısmının ise akıl sahibi olduğunu belirtir. Akıldan uzak olan kısım, bitkisel
fonksiyonlarla ilgilidir ve insani erdemlerden pay almaz. Ancak, akıldan uzak olup yine de
akıldan bir pay alan kısım, arzulayan veya iştiha duyan kısımdır. Bu durumu, bir babanın veya
dostun bize akıl vermesi gibi bir duruma benzetir (Aristoteles, 2020a: 1102 b).

Bunun yanı sıra, Aristoteles erdemin mutlulukla ilişkili olduğunu vurgular ve erdemi ikiye
ayırır: birincisi akıldan uzak veya akıldan kaynaklanan karakter (ethos) ile ilgili ahlaki
erdemler, yani ölçülülük ve cömertlik; ikincisi ise akıl sahibi olan düşünce (dianoia) ile ilgili
entelektüel erdemler, yani bilgelik, doğru yargılama ve sağduyu. Bu erdemler, akıl temelli
tercihler olup kökenlerini ruh ile uyumlu eylemlerden alırlar. Ancak, insan ruhu sadece akılsal
değildir; özellikle düşünce erdemlerinin kökeni insan ruhunun bu akılsal tarafıdır. Aristoteles,
erdemi belirli bir durumda gerekli olan biçimde eyleme yatkınlık olarak tanımlar (Ross, 2014,
s. 316). Bu yatkınlığın ortaya çıktığı yer insan ruhudur. Ona göre, insan için iyi olan, ruhunun
mükemmel eylemidir (Ökten, 2017, s. 488). Başka bir deyişle, erdemler, insanın kaderini
gerçekleştirmek için iyi eyleyen bir yoldaş olacaktır.

Bu nedenle, Aristoteles’in görüşüne göre mutluluk ve erdem ayrılmaz bir şekilde birbirine
bağlıdır. İnsan ruhunun akılsal ve akıldan pay alan tarafları, erdemin farklı yönlerini oluşturur.
Bu erdemler, insanın hem kendisi hem de toplum için en iyi haliyle yaşamasını sağlar.
Mutluluğa ulaşmak, sadece bireysel bir başarı değil, aynı zamanda toplumsal bir erdemdir.
Dolayısıyla, erdeme uygun eylemler sadece kişisel mutluluğu değil, toplumsal huzuru da
getirir. Örneğin, ahlaki erdemler bireyin karakterini şekillendirirken; entelektüel erdemler
bireyin düşünsel yeteneklerini geliştirir. Ahlaki erdemler, bireyin duygusal ve dürtüsel
yönlerini akla uygun hale getirmeyi amaçlar ve bu bağlamda, erdemli olmak, yalnızca
bireysel eylemlerle sınırlı kalmaz, aynı zamanda toplumsal ilişkilerde de kendini gösterir.

Son olarak, Aristoteles’in erdem ve mutluluk anlayışı, bireyin hem içsel hem de dışsal
dünyasında denge ve uyum sağlamayı hedefler. Erdemli bir yaşam, sadece bireyin kendisi için
değil, toplum için de en iyi yaşam biçimidir. Bu nedenle, erdeme uygun eylemler, bireyin
mutlu ve anlamlı bir yaşam sürmesine olanak tanır. Aristoteles’in bu felsefesi, bireyin
yaşamının her alanında erdemi rehber edinmesi gerektiğini savunur. Bu şekilde, birey hem
kendi içsel tatminine ulaşır hem de topluma fayda sağlar. Erdemli ve mutlu bir yaşam,
bireysel ve toplumsal düzeyde uyumu ve refahı artırır. Bu anlayış, Aristoteles'in etik
felsefesinin temel taşlarını oluşturur ve insanın nihai amacının mutluluğa ulaşmak olduğunu
açıkça ortaya koyar.

Aristoteles, erdemi bilgiye dayalı bir kavram olarak görmez. Başka bir deyişle, erdemlerin
bilgisine sahip olmak, bu erdemlerin gereğini yapmayı garanti etmez. Erdemli olmak, sadece
bu bilgiyi edinmekle değil, bu bilgiyle uyumlu eylemler gerçekleştirmekle mümkündür.
Aristoteles, "erdemin ne olduğunu bilmek amacıyla değil, iyi olalım diye araştırma yapıyoruz;
yoksa bunu ele almanın bir yararı olmazdı" diyerek bu durumu açıklar (Aristoteles, 2020b:
1103 b 25). Bu nedenle, erdemler hakkında bilgi sahibi olmak, tek başına yeterli değildir;
erdemli olmanın asıl yolu, bu bilgiyi uygulamaktır.

Bu bağlamda, Aristoteles, erdemleri iki ana kategoriye ayırır: karakter erdemleri (ahlaki
erdemler) ve dianoetik erdemler (entelektüel erdemler). Dianoetik erdemler, eğitim yoluyla
öğrenilir ve zamanla gelişir; bu nedenle deneyim ve zamana ihtiyaç duyarlar. Buna karşılık,
karakter erdemleri, alışkanlık sonucu oluşur ve bu nedenle ethos kelimesinden türemiştir
(Aristoteles, 2020a: 103 a). Karakter erdemleri, tam olarak akıl sahibi olmayan ancak bir
miktar akıldan pay alan arzu melekesinden kaynaklanır. Bu erdemler arasında cömertlik,
gurur, tevazu, cesaret, ölçülülük, dostluk ve adalet yer alır (Arslan, 2006). Bu erdemler,
sürekli tekrar ve pratik yoluyla kazanılır ve bu nedenle huy anlamına gelir.

Devamında, Aristoteles, erdemlerin alışkanlık ve tekrar yoluyla kazanıldığını belirtir.


Örneğin, keman çala çala kemancı olunur; ev yapa yapa iyi bir mimar olunur ve ölçülü ve
adaletli davranışlar sergileye sergileye ölçülü ve adaletli bir insan olunur. İnsanlar eylemde
bulunurken ölçü; adaletli veya adaletsiz, haz düşkünü veya edepli, cesaretsiz veya yiğit
olmaktır. Bu süreç, erdemlerin kazanılmasında da aynıdır. Aristoteles, insanların karakter
özelliklerinden bahsederken, huyların bu edimlerden ortaya çıktığını vurgular (Aristoteles,
2020a: 1103 a-1103 b). Dolayısıyla, karakter erdemlerinin en yetkin olanı adalettir. Adalet,
kendine yeterlilik ve diğer erdemleri de içinde barındırmakla birlikte, başkasının iyiliğini
toplumsal iyilik olarak görmek anlamına gelir (Arslan, 2007).

Son olarak, Aristoteles, erdemlerin eksiklik veya fazlalık nedeniyle bozulabileceğini ifade
eder. Örneğin, her şeyden korkan biri korkak, her şeyin üstüne giden biri ise cüretkardır.
Erdem, bu iki uç arasında bir denge, yani orta yol gerektirir. Aristoteles şöyle der: "Aynı
şeyler ve aynı şeylerin yapılması erdemlerin meydana gelmesini, artmasını ve bozulmasını
sağladığı gibi, etkinliklerin de aynı şeylerden oluşmasını sağlar" (Aristoteles, 2020a: 1104 a
26). Korkutucu şeylere karşı önlem almaya çalıştıkça cesur olunur; cesur olmak, korkutucu
şeylere karşı daha dayanıklı hale gelmeyi sağlar. Bedensel hazlardan uzak duran biri, ölçülü
hale gelir. Bu süreçte, acı ve haz duyguları eylemlerimizi izler. Bedensel hazlardan uzak
duran iyi, yakınan ise haz düşkünüdür. Bu nedenle, karakter erdemleri hazlar ve acılarla
ilgilidir (Aristoteles, 2020a: 1140 b). Ancak, erdemli olmak, sadece belirli davranışları
tekrarlamakla kalmaz; bu davranışları bilinçli ve kararlı bir şekilde yapmayı da gerektirir.
Böylece, insanlar eylem biçimleri sayesinde erdemli hale gelirler (Aristoteles, 2020a, par.
1105 a-b).

Aristoteles'e göre, ahlaki erdemlere ulaşmanın yolu ölçülülükten, yani ortayı bulmaktan geçer.
Ancak bu orta nokta, evrensel bir kavram olmayıp, kişiye özel bir pusuladır. Başka bir
deyişle, bir kişinin aşırılıklardan kaçınarak yaptığı eylemler, onun ahlaki doğrularını belirler.
Aristoteles bu durumu şöyle açıklar: “Sürekli ve bölünebilir olan her şeyde, daha fazlası, daha
azı ve eşiti vardır; bu ölçüler de nesneye veya kişiye göre değişir. Eşit olan, aşırılık ve
eksikliğin ortasıdır ve bu herkes için aynı değildir. Örneğin, bir şeyin ortası iki uçtan eşit
uzaklıktaysa, bu matematiksel bir oranlamadır. Ancak, kişinin ihtiyaçlarına göre ortayı
belirlemek farklıdır; birinin çok dediği şey, bir başkası için yeterli olmayabilir” (Aristoteles,
2020a, par. 1106 a 25).

Bu bağlamda, Aristoteles'in etiği, teorik olmaktan ziyade pratik yönleri ağır basan bir
yaklaşımdır ve insan merkezlidir. Aristoteles, erdemleri sadece akıl ile ilişkilendirmeye karşı
çıkar ve bu düşünceyi yanlış bulur. Ona göre, erdemler sadece bilgiyle eşdeğer değildir;
duygular ve arzular da önemlidir. Aristoteles, Sokrates'in erdemin ne olduğunu bilmekle
erdemli olmayı eşitlemesini eleştirir. Ona göre, geometri veya mimarlık gibi bilimsel bilgileri
öğrenerek bu alanlarda başarılı olmak mümkündür, ancak erdemli olmak için sadece bilgi
yeterli değildir (Aristoteles, 2019, s. 25; 2020a: 1216 b 15).
Aristoteles’in düşüncesinde ruh, akıl sahibi ve akıldan yoksun iki kısımdan oluşur. Akıldan
yoksun olan kısım, arzular ve iştihalar tarafından yönetilir, ancak belirli bir düzeyde akla
riayet edebilir. Karakter erdemleri, ruhun bu akıldan pay alabilen kısmıyla ilgilidir ve bu
erdemler, ruhun bir etkinliği olan mutlulukla paralellik taşır. Aristoteles, mutluluğa ulaşmanın
yolunun erdemlerle dolu bir hayat yaşamak olduğunu savunur. Ancak, erdemli davranışların
bir kez veya aralıklı olarak sergilenmesi yeterli değildir. Kişinin erdemli sayılabilmesi için bu
davranışları bir alışkanlık haline getirmesi gerekir. Aristoteles bu durumu şöyle ifade eder:
“Doğal olarak aşağı doğru giden taşı, biri onu binlerce kez yukarı atarak alıştırmaya çalışsa
bile, taş yukarı doğru gitmeye alışamaz. Aynı şekilde, doğal yapısı gereği farklı olan hiçbir
şey başka türlü bir alışkanlık edinemez” (Aristoteles, 2020a: 1103 a 20).

Bu nedenle, Aristoteles’in etiği, kişinin dengeyi bulmasını ve bu dengeyi alışkanlık haline


getirmesini gerektirir. Erdemli olmak, sadece bilgiye sahip olmakla değil, bu bilgiyi hayata
geçirecek sürekli eylemlerle mümkündür. Bu süreç, kişinin duygularını ve arzularını akıl ile
dengelemesini ve bu dengeyi yaşamında sürekli kılmasını içerir. Erdemler, eksiklik veya
fazlalık nedeniyle bozulabilir. Örneğin, her şeyden korkan biri korkak, her şeyin üstüne giden
biri ise cüretkardır. Erdem, bu iki uç arasında bir denge, yani orta yol gerektirir. Aristoteles
şöyle der: "Aynı şeyler ve aynı şeylerin yapılması erdemlerin meydana gelmesini, artmasını
ve bozulmasını sağladığı gibi, etkinliklerin de aynı şeylerden oluşmasını sağlar" (Aristoteles,
2020a: 1104 a 26). Bu şekilde, kişi hem kendi mutluluğuna ulaşır hem de toplum için iyi bir
birey olur.

Dianoetik Erdemler

Aristoteles, kişilik erdemlerinin ardından dianoetik erdemler olarak adlandırdığı düşünce


erdemlerine odaklanır. Bu erdemlerin temel ayırt edici özelliği, belirli bir eğitim, olgunluk ve
bilgi düzeyine ihtiyaç duymalarıdır. Dianoetik erdemler, ruhun akıl melekeleriyle ilişkilidir ve
akıldan yararlanarak gelişirler. Bu erdemler arasında, ezeli ve ebedi şeylerin bilgisi olan bilim,
yaratım sürecine dair bilgi olan sanat, bilimsel ilkelerin bilgisi olan öngörüsel akıl, insan
hayatının amaçlarına ulaşma bilgisi olan pratik bilgelik ve aklın ve bilimin birliği olan bilgelik
yer alır. Davranışlarla ilgili erdemler ise kavrayış ve ayırmadır (Arslan, 2007). Bu erdemler,
eylemlerin amaçlarını anlamayı sağlar ve fizik ile matematik gibi disiplinlerle teorik bilgelik
çerçevesinde eğitim yoluyla kazanılır.

Dianoetik erdemlerin teorik bilgeliğe denk olduğunu savunan Aristoteles, bu erdemleri evreni
düzenleyen evrensel hakikatleri düşünmek ve kavramakla ilişkilendirir. Ona göre, insanın
elde edebileceği en yüksek mutluluk, bu hakikatlerin kavranmasıyla mümkündür. Bu nedenle,
dianoetik erdemler, insanı yaratıcı ile yakınlaştırır ve karakter erdemlerinden daha üstün bir
konumda yer alırlar. Teorik faaliyet, yani tefekkür, başka bir amaca hizmet etmeyen ve sadece
kendi için yapılan bir uğraştır. Bu bağlamda, insanlar bu faaliyetleri başka bir amaç için değil,
kendi değerleri için arzularlar (Cevizci, 2015, s. 174).

Aristoteles, düşünce erdemlerini Nikomakhos’a Etik adlı eserinin altıncı kitabında ayrıntılı bir
şekilde açıklar. Burada ruhun kısımlarını tartışırken, ruhun akıllı kısmını ikiye ayırır: aklın
bilimsel yanı ve pratik yanı. Aklın bilimsel kısmı, değişmeyen nesneleri incelerken, pratik
kısım değişen ve olasılıklara bağlı olan nesneleri ele alır. Aristoteles, aklın iki eylemini
birbirinden ayırır: teorik olan ve pratik olan. Teorik olan zorunlu ve değişmez şeylerle
ilgilenirken, pratik olan olasılıklara ve değişen varlıklara odaklanır. Bu bağlamda, Aristoteles,
ruhun edimlerine ve doğruluğa has olan üç temel özelliği olan duyum, iştiha ve akıldan
bahseder. Duyum, eylemin kaidesi değildir çünkü hayvanlar da duyuma sahiptir ancak
eylemlerine yön vermezler. İştiha ise akla uygun kararlar alır ve erdemli bir tercih
izlendiğinde doğruya ulaşmayı sağlar: "Eylemle ilgili akıl yürütme ile ilgili doğruluk, doğru
iştaha ile uyumludur. O halde eylemin ilkesi tercihtir, tercihin ilkesi ise iştahadır ve bir şey
için olan akıl yürütmedir" (Aristoteles, 2020a: 1139 a 32).

Bu açıklamalardan hareketle, Aristoteles’in düşüncesinde, eylem ve tercihin temeli akıl


yürütme ve iştaha ile ilgilidir. Akıl yürütmeden ve alışkanlıktan bağımsız bir eylemde, iyi
durum ve bunun karşıtı ortaya çıkmaz. Akıl yürütme, yaratıcı etkinlikleri de yönetir; yaratan
her kişi bir şey için bunu yapar ve mutlak hedef yapılan iştir. Aristoteles, kişinin kendisi için
iyi olanı ve faydalı yaşamı düşünmesi ve buna göre adım atmasının onun aklı başında bir
birey olduğunu gösterdiğini savunur. Aklı başında olmak, doğru davranışları içeren ve insana
iyi gelen şeylerle ilgilidir. Bu noktada, yaratıcı etkinlik devrede olmadığında, aklı başında
olmak bir sanat değil, kendi başına bir erdemdir. Uygulama ile yakından ilgili olan bu durum,
bilim değil, sonuç odaklıdır ve deneyim gerektirir. "Çünkü yapılan şeyin başka türlü olması
olası olduğundan bilgi değildir, eylem ile yaratmanın cinsi farklı bir şey olduğundan ötürü de
sanat değildir" (Aristoteles, 2020a: 1140 b). Devlet yönetiminde deneyim oldukça önemlidir
ve bu nedenle Aristoteles, aklı başında kişilerin devleti yönetmesinden yanadır. Aklı başında
olmak, akılla ilerleyen, insani iyilerle ilgili ve doğru bir huydur (Aristoteles, 2020a).

Aristoteles, Nikamakhos’a Etik adlı eserinde bu konulardan bahsettikten sonra hakikat ile
ilgili olan kısma geldiğinde, ruhun diğer parçalarının bırakılarak asıl odaklanılması gereken
kısım olan ruhun akıllı tarafı ve bilgeliği ile ilerlemeye çalışılması gerektiğinden bahseder.
“Bilgelik de mutluluk yaratır. Nitekim o, erdemin bütününe ilişkin olduğundan ötürü parçayı,
iyi ve etkinlik halinde olmakla mutlu kılar” ve “eser, aklı başında olmaya ve karakter
erdemine uygun olarak tamamlanır” (Aristoteles, 2020a: 1144 a). Bunun sebebi, erdemin
amacı hakem kılması ve bu amaçla ilgi olan şeyleri de ruhun akılla ilgili olan parçasının
sağlamasıdır. “Aklı başında olmaktan bağımsız asıl anlamda iyi olmak ve karakter
erdeminden bağımsız aklı başında olmak olanaksızdır” (Aristoteles, 2020a:1144 b).

Politik Bir Hayvan Olarak İnsan

Aristoteles, Nikomakhos’a Etik'in sonunda, insanla ilgili konuların felsefi olarak tam
anlamıyla ele alınabilmesi için politikanın önemine dikkat çeker. Etik ile politika arasındaki
ilişki, "insanın doğası" ve "insanın özü"nün açığa çıkmasına olanak tanır. Ross'a göre,
Aristoteles'in etiği toplumsaldır; politikası ise ahlaki bir temele dayanır. Aristoteles, etik
bağlamında bireyin toplumun bir parçası olduğunu, Politika’da ise iyi bir devletin sadece
yurttaşlarının erdemli yaşamları ile mümkün olabileceğini ileri sürer (Ross, 2014: 220). Bu
durumu açıklayan Akarsu, devletin erdeminin yurttaşlarının erdemine bağlı olduğunu belirtir.
Bu yüzden, Aristoteles, Nikomakhos’a Etik'in başında, devletin iyiliğinin bireyinkinden daha
büyük ve kapsamlı olduğunu göstermeye çalışır ve bu süreçte insanın ahlaki yaşamını göz
ardı etmez. Devletin, insanın ahlaki yaşamına nasıl hizmet ettiğini göstererek (Akarsu, 1998:
121) insanı ahlak ve politika açısından birer özne olarak tanımlar. İnsanın iyiliğinin ne
olduğunu anlamak etik ile mümkün olacaktır; bu nedenle politika, etiği kapsayarak insanın ne
olduğunu erdem ve ahlak yoluyla, ahlakın ne olduğunu ise politika yoluyla ortaya koyar.

Aristoteles'in felsefesinde, amaç yalnızca yaşamak değildir; zira bu özellik diğer canlılarda da
bulunur. İnsan için aranan şey, ona özgü olan bir yaşamdır. Dolayısıyla, beslenme ya da
büyüme cevabı yeterli değildir; çünkü bunlar hayvanlarda da mevcuttur. Belki de duyusal
yaşamdan bahsediyoruzdur, ancak bu da hayvanlarda bulunan bir özelliktir. Bu nedenle, akıl
sahibi olan bir yaşamı hedeflemeliyiz. Burada akıl, düşünmek ve akla uygun davranmak gibi
işlevlerle devreye girer. Eylem yaşamı, iki şekilde ifade edilir; bunlardan daha önemli olanı,
etkinliklerle sürdürülen yaşamdır. İnsanın görevi, ruhun akla uygun veya akılsız olmayan
eylemleriyse ve bu eylemler becerikli olanla aynı isimdeyse, yani müzik yapan biri ile erdemli
müzik yapan biri örneğinde olduğu gibi, insan için iyinin, ruhun erdemli eylemleri olduğunu
ve bunun tüm yaşam boyunca sürmesi gerektiğini söyleyebiliriz (Aristoteles, 2020: 29-30).

Bu bağlamda, Aristoteles, iyi bir yaşamın akılla yönlendirilen eylemlerle sürdürülebileceğini


savunur. İnsanın doğası gereği rasyonel bir varlık olduğu için, eylemleri de akla uygun
olmalıdır. Ahlaki erdemler, bireyin eylemlerinde kendini gösterir ve bu eylemler, kişinin tüm
yaşamı boyunca devam etmelidir. Bu anlayış, Aristoteles'in etiği ve politikasının temelini
oluşturur. Devletin iyiliği, yurttaşlarının erdemli ve iyi yaşam sürmeleriyle mümkündür.
Böylece, bireysel ve toplumsal düzeyde iyi bir yaşamın sağlanması hedeflenir.

Aristoteles’in ahlaki ve politik düşünceleri, insanın doğası ve yaşamı üzerine derinlemesine


bir anlayış sunar. Etik ve politika, birbirinden ayrılamaz ve bir bütün olarak insanın yaşamını
anlamamıza yardımcı olur. Bu bağlamda, Aristoteles’in düşünceleri, bireyin ve toplumun
nasıl daha iyi bir yaşam sürebileceğini gösterir. Bireyin erdemli yaşamı, toplumsal iyiliği de
beraberinde getirir. Böylelikle, Aristoteles'in kapsamlı yaklaşımı, bireylerin erdemli bir yaşam
sürerek topluma katkı sağlamalarını ve bu yolla toplumun genel refahını artırmalarını
hedefler.

Aristoteles, insanın iyiliğini (telos) ve amacını, akılsal doğasından hareketle açıklar. Ona göre,
insan ruhunun en yüksek ilkesi olan akıl ile uyumlu hareket ettiğinde, iyi işler yapar. Ancak
Aristoteles, insan için iyi olanın gerçekleştirilmesiyle elde edilen mutluluğun (eudaimonia)
veya iyi yaşamın (eu zen), doğal olarak toplumsal bir bağlamda, yani diğer insanlarla doğal
bir birliktelik ve işbirliği içinde ortaya çıktığını vurgular. Bu birliktelik ve işbirliği zorunluluk
değil, insanın doğal eğilimleri ve içgüdülerinden kaynaklanır. Bu nedenle, Politika’nın 1.
Kitap 2. Bölümünde belirttiği gibi; devlet ya da polis hem doğaldır hem de bireyden önce
gelir. Aristoteles, polisin varlığını insanın doğal ve akılsal doğasından yola çıkarak
temellendirir. Örneğin, erkek ve kadının birleşmesi bir seçimden ziyade doğal yönelim ve
çoğalma içgüdüsüyle gerçekleşir. Aynı şekilde, korunma, beslenme gibi temel ihtiyaçların
karşılanması ve yaşamın devam ettirilmesi de bu içgüdülerle hedeflenir.

Bu süreç, insanların akılsal ilkeler çerçevesinde bir araya gelme ve kolektif işbirliği oluşturma
sürecini teşvik eder. Aristoteles, "Bir şeyin yetkinleşme sürecinin tamamlanmış ürünü o şeyin
doğasıdır" derken, kendi kendine yeterliliğe ulaşmış bir amaç olarak doğadan bahseder. Bu
yetkin doğanın en ideal ve doğal düzeni ise polistir. Aristoteles'in belirlemeleri, insanın akla
(düşünme, bilme) sahip olma, etik erdemlere sahip olma ve bu doğrultuda eylemde bulunma
yeteneği ile politik olarak örgütlenme (devlet kurma) gibi fenomenlerin hem insan olma ile
ilgisini hem de insanla ilgili bu fenomenlerin olanaklar bütünü olduğunu ortaya koyar.
Aristoteles'in temel amacı, insani yaşamın anlamını ve böyle bir yaşam biçimine ulaşmanın
koşullarını açığa çıkarmaktır. MacIntyre'ın belirttiği gibi, Aristoteles'in etiği, mutluluğa
ulaşmak için belirli bir yaşam biçimi ve tarzının zorunlu olduğunu bize gösterir. Politika ise,
bu yaşam biçimini mümkün kılmak ve korumak için gerekli olan organizasyon ve kurumları
tanımlar.

Bu çerçevede, Aristoteles'e göre insanın nihai amacı ile devletin nihai amacı aynıdır: en
yüksek iyi veya iyi yaşam. Devletin görevi, yurttaşları için böyle bir yaşam olanağını
sağlamaktır. İnsanın bütün eylemlerinin nihai amacı mutluluğa ulaşmaktır ve bu en yüksek
amaç, devlet adı verilen politik bütün içinde mümkün olur. Devlet, diğer insan gruplarından
bu farklılığı ve varoluş amacını ortaya koyarak, yurttaşlarına iyi bir yaşam sunmayı hedefler
(Yurtsever, 2016: 252). Böylelikle, Aristoteles'in kapsamlı yaklaşımı, bireylerin erdemli bir
yaşam sürerek topluma katkıda bulunmalarını ve bu yolla toplumun genel refahını
artırmalarını sağlar (Yurtsever, 2016: 252).

Aristoteles'in siyaset biliminin temel ilkeleri, telos, yetkinlik ilkesi, siyasal topluluk ilkesi ve
yönetim ilkesi olarak sıralanabilir (Miller, 2022). Telos kavramı, siyasal natüralizmi
şekillendirmek için bir başlangıç noktasıdır; her vatandaş, doğal bir varlık olan devlette kendi
telosunu gerçekleştirmeye çalışır (Ross, 2014: 275). Yetkinleşme ilkesi ise, faktörlerin kendi
doğalarına uygun hale gelmesi için kendi amaçlarını gerçekleştirmeleri gerektiğini belirtir.
Aristoteles, "Biz var olanların en mükemmel halinin tamamlanmış türüne o şeyin doğası
deriz" diyerek bu ilkeyi açıklar (Aristoteles, 2013: 1252a). Siyasal topluluk ilkesi, bireyin
siyasal toplum dışında tamamen yetersiz olduğunu, ancak en yüksek topluluk olan devlet
içinde tam anlamıyla kendi yeterliliğine ulaşabileceğini ifade eder. Dolayısıyla, birinin söz
dinlemesi ve bir başkasının buyruk vermesi gibi olgulara temel olarak karşı çıkılamaz
(Aristoteles, 2013: 1254a). Bu bağlamda, Aristoteles, siyaset biliminin görevlerini dört ana
başlık altında tanımlar: uygun bir anayasayı geçerli kılmak, en iyi olası anayasayı oluşturmak,
mevcut bir anayasanın nasıl daha uzun ömürlü olacağını belirlemek ve tüm şehirler için uygun
bir anayasa tasarlamak (Aristoteles, 2013: 1288b). Bu görevlerin hepsi, vatandaşların iyi bir
yaşam sürmelerini sağlama amacına yöneliktir.

Aristoteles'e göre, siyasal bir varlık olan insanın neliği sorusu ortaya çıkar. İnsan, akıllı bir
varlık olarak toplum dışında var olamaz ve doğal olarak toplum içinde yaşar, birliktelikler
kurar ve işbirliği yapar. Bu durum, insanın toplumsal bir varlık olmasını sağlar. Aristoteles'in
belirlemeleri, insanın akla (düşünme, bilme) sahip olma, etik erdemlere sahip olma ve bu
doğrultuda eylemde bulunma yeteneği ile politik olarak örgütlenme (devlet kurma) gibi
fenomenlerin hem insan olma ile ilgisini hem de insanla ilgili bu fenomenlerin olanaklar
bütünü olduğunu ortaya koyar. Aristoteles'in temel amacı, insani yaşamın anlamını ve böyle
bir yaşam biçimine ulaşmanın koşullarını açığa çıkarmaktır. MacIntyre'ın belirttiği gibi,
Aristoteles'in etiği, mutluluğa ulaşmak için belirli bir yaşam biçimi ve tarzının zorunlu
olduğunu gösterir. Politika ise, bu yaşam biçimini mümkün kılmak ve korumak için gerekli
olan organizasyon ve kurumları tanımlar. Bu perspektif doğrultusunda, Aristoteles'in siyasal
düşüncesi, bireyin doğal eğilimleri ve içgüdülerine dayanarak toplumsal bir yaşamı zorunlu
kılar. İnsan, doğası gereği, akılsal ve toplumsal bir varlık olduğu için, kendi telosunu yalnızca
siyasal bir topluluk içinde gerçekleştirebilir. Bu nedenle, bireylerin en iyi şekilde
yaşayabilmeleri için uygun anayasal düzenlemeler ve siyasal yapılar gereklidir.

İnsanın neden zoon politikon, yani siyasal hayvan olduğu onun doğası ile ilgilidir. Doğa,
hiçbir şeyi gereksiz yere yapmadığı gibi, insanı da boşuna siyasal bir varlık olarak
yaratmamıştır. Tüm hayvanlar arasında yalnızca insan, dil ve anlamlı konuşma yeteneğine
sahiptir. Konuşma ile ses çıkarma arasındaki fark burada belirleyicidir. Ses çıkarma yeteneği
diğer hayvanlarda da bulunur ve özellikle acı veya haz ifade etmek için kullanılır. Ancak
insan, dil ve anlamlı konuşma yeteneği ile yargılarda bulunarak ve birliktelikler oluşturarak
örgütlenmeler kurabilir. Bu özellik, insanı konuşma kapasitesiyle donatılmış tek canlı olarak
siyasal bir varlık yapar. Arılar, eşek arıları, karıncalar ve turnalar gibi bazı hayvanlar da acı ve
haz hissini iletme yeteneğine sahiptir ve bir bakıma siyasal canlılardır. Ancak insan, akli
konuşma yeteneği sayesinde en siyasal hayvandır. Bu nedenle siyasal yaşam, insanlar için
doğaldır; çünkü bu yaşam, insan doğasının en belirgin özelliği olan konuşma ve akıl
kapasitesinin gerçekleştirilmesine izin verir. Bu durum, insan doğasının hem rasyonel hem de
sosyal olduğunu gösterir.

Dolayısıyla, insanlar için bir arada yaşamak sadece bedensel ihtiyaçların paylaşımı anlamına
gelmez, aynı zamanda düşüncelerin ve fikirlerin de paylaşımını ifade eder. Eğer insanları bir
arada yaşamaya iten şey yalnızca bedensel ihtiyaçlar olsaydı, insanlar hayvanlardan farksız
olurdu ve bu durumda devletin ontolojik anlamı kalmazdı. Ancak insanın akıllı yanına sahip
olması, onu iyiye yönlendiren bir varlık olarak doğal bir içgüdü ile birlikte yaşamaya sevk
eder. Bu içgüdü, insanı doğal olarak siyasal bir varlık kılarken, aynı zamanda siyasal bir
topluluk içinde bulunmasını da gerektirir. Bu bağlamda, insan doğasını gerçekleştirmeye
yönelik birlikteliklerin doğası, insanın siyasal yanının daha da belirgin hale gelmesini sağlar.
Aristoteles'in perspektifine göre insan, doğal olarak siyasal bir varlıktır ve bu siyasal yaşam,
insanın doğasındaki en belirgin özellik olan akıl ve konuşma kapasitesinin bir sonucudur. Bu
kapasite, insanı diğer hayvanlardan ayıran ve onu sosyal ve siyasal bir varlık yapan temel
unsurdur. İnsanların bir arada yaşamaları sadece fiziksel ihtiyaçların karşılanmasını değil,
aynı zamanda düşünsel ve akli paylaşımı da içerir. Böylece, insanın doğasını gerçekleştirmeye
yönelik her türlü toplumsal birliktelik, onun siyasal yanını daha açık bir şekilde ortaya koyar
ve bireylerin topluluk içinde kendilerini gerçekleştirmelerine olanak tanır.

You might also like