Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Korkunun Felsefesi veya Kalbin

Paradokslar■ 1st Edition Noel Carroll


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/korkunun-felsefesi-veya-kalbin-paradokslari-1st-edition
-noel-carroll/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Γαλ■ζια σελ■νη Alyson Noel

https://ebookstep.com/download/ebook-45169752/

Uyurgezerler Huguenau veya Realizm 1st Edition Hermann


Broch

https://ebookstep.com/product/uyurgezerler-huguenau-veya-
realizm-1st-edition-hermann-broch/

Uyurgezerler Pasenow veya Romantizm 1st Edition Hermann


Broch

https://ebookstep.com/product/uyurgezerler-pasenow-veya-
romantizm-1st-edition-hermann-broch/

Uyurgezerler Esch veya Anars izm 1st Edition Hermann


Broch

https://ebookstep.com/product/uyurgezerler-esch-veya-anars-
izm-1st-edition-hermann-broch/
Alevi Felsefesi 1st Edition Esat Korkmaz

https://ebookstep.com/product/alevi-felsefesi-1st-edition-esat-
korkmaz/

Yürümenin Felsefesi 1st Edition Frédéric Gros

https://ebookstep.com/product/yurumenin-felsefesi-1st-edition-
frederic-gros/

Tarih Felsefesi 1st Edition Johann Gottfried Herder

https://ebookstep.com/product/tarih-felsefesi-1st-edition-johann-
gottfried-herder/

Alice im Wunderland 2nd Edition Carroll Lewis

https://ebookstep.com/product/alice-im-wunderland-2nd-edition-
carroll-lewis/

Phainomena Say■ 4 Duygular Felsefesi 1st Edition


Kolektif

https://ebookstep.com/product/phainomena-sayi-4-duygular-
felsefesi-1st-edition-kolektif/
Noël Carroll: 1947 doğumlu Amerikalı filozof. Sinema çalışmaları ve
felsefe alanlarında doktora yapmıştır. 1972-1988 yılları arasında film,
tiyatro, gösteri ve güzel sanatlar konularında gazete yazıları yazmıştır. Bu
yazılarının büyük kısmı daha sonra kitaplaştırılmıştır. Bunun dışında beş
belgesel yazmıştır. 2012 itibariyle New York Şehir Üniversitesinin Seçkin
Profesörlerinden biridir. Carroll, çağdaş sanat felsefesinin önge gelen figür-
lerinden biridir. En iyi bilinen eseri Philosophy of Film’dir [Filmin Felsefesi]
ve kendisi bilişsel teori yanlısıdır. En popüler ve etkili kitabı olarak The
Philosophy of Horror, or, Paradoxes of the Heart’ın (1990) [Korkunun Felsefesi
veya Kalbin Paradoksları] adı geçer. Kitabı kısmen, anne babasına, korku
kurmacasının zaman kaybı olmadığını göstermek için kaleme alır. Diğer
eserlerinde genel olarak sanat, medya teorisi, tarih felsefesi konularına
eğilmiştir.

Suzan Sarı: 1981’de Rize’de doğdu. 2002’de İstanbul Üniversitesi, Ameri-


kan Kültürü ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. İngilizce Öğretmenliği
yapmaktadır. İki çocuk annesidir. 2006’dan bu yana çeşitli, yerli ve yabancı
yayınlarda edebiyat eleştirisi, modern/avangard sanat ve özellikle görsel ve
deneysel şiir üzerine çeşitli yazı ve çevirileri yayımlandı. Basım ve dağıtımı-
nı kendisinin yaptığı üç şiir kitabı bulunmaktadır, Sans Eseri, Günaydın Kral
ve Şiirler. Wayne C. Booth’un İroninin Retoriği, Sinisa Malesevic’in Savaşın
ve Şiddetin Sosyolojisi kitaplarını çevirdi.
KORKUNUN FELSEFESİ
VEYA
KALBİN PARADOKSLARI

Noël Carroll

Çeviren: Suzan Sarı

H E C E YAY I N L A R I
Hece Yayınları: 576

Sanat Felsefesi

Orijinal Adı

The Philosophy of Horror: Or, Paradoxes of the Heart

Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın çevirisi, Taylor&Francis Group üyesi

Routledge tarafından yayımlanan İngilizce baskıdan, izin alınarak yapılmıştır.

©Hece Yayınları

Birinci Basım

Nisan 2020

Kapak Tasarımı

www.sarakusta.com.tr

Teknik Hazırlık

www.hece.com.tr

ISBN: 978-605-7547-65-1

Baskı

Emsal Matbaa Tanıtım Hizmetleri San. ve Ltd. Şti.

HECE Basın Yayın Reklamcılık San. Tic. Ltd. Şti.

Konur Sokak No: 39/1-2 Kızılay-Çankaya/Ankara

T: (0 312) 419 69 13 F: (0 312) 419 69 14

e-posta: hece@hece.com.tr

Sertifika No: 17672


İÇINDEKILER

TEŞEKKÜR / 9
GIRIŞ / 15
1. KORKUNUN DOĞASI / 33
Korkunun tanımı / 33
Fantastik Biyolojiler ve Korkutucu İmgelemin Yapıları / 91
Özet ve Sonuç / 108

2. METAFIZIK VE KORKU YA DA
KURMACAYLA İLİŞKİLERİ / 119
Korkutucu Kurmacalar: İlgili Paradoks ve Çözümü Üzerine / 120
Karakterle Özdeşleşme nedir? / 172

3. KORKUDA OLAY ÖRGÜSÜ / 187


Korkuda Olay Örgüsü / 187
Korku ve Endişe / 238
Fantastik / 266

4. NEDEN KORKU? / 289


Neden Korku? / 289
Korku paradoksu / 291
Korku ve İdeoloji / 356
Bugün Korku / 374

DIZIN / 389
Sally Banes’e ithafen.
TEŞEKKÜR

Şüphesiz farkında olmadan, bana zamanımı ve paramı korku


kitapları, korkuyla ilgili dergiler, çizgi romanları, televizyon
programları ve korku filmlerine harcamamamı söyleyerek bu
tezin ortaya çıkmasına neden olan annem ve babam Hughie
ve Evelyn Carroll’a teşekkür ediyorum. Son bir kez daha
hayırsız evlatlık yapıp, şahsım da orta yaşlı bir baby-boomer
olarak, onlara her zaman bu işin okulunu okumak ve bu işten
para kazanmak istediğimi ispat etmiş oluyorum.
Korkuyla ilgili düşüncelerim aslında Annette Michel-
son’la birlikte New York Üniversitesinde korku ve bilim-kur-
gu dersi verdiğimizde toparlanmaya başladı. Annette dersin
bilim-kurgu tarafının neferiydi, bana daha duygusal olan
mıntıka düşmüştü. Annette teorimin gelişmesinde bana çok
yardımcı oldu. Korkutucu organizmalarla ilgili fikirlerimi
füzyon ve fizyon anlamında nasıl ortaya koyabileceğimi gös-
termesi bir yana, çağdaş film teorisiyle ilgili şüpheciliğime
dayanarak kurmaca paradoksunu ciddiye almam için bana
baskı yaptı. Verdiğim cevaplar onun umdukları olmayabilir
ancak bu cevapların en azından ilginç olduklarını umuyorum.
İşin başında bu konuyu araştırmanın ilginç olacağına
beni ikna eden suç ortaklarım iki filozoftur ve ikisi de korku
bağımlısıdır. Judith Tormey ile birlikte Meksika’ya keyifli
bir seyahatteydik, arabadaki herkes sıkıntıdan patlarken biz

9
Noël Carroll

birbirimize sevdiğimiz canavar hikâyelerini anlatmıştık. Jeff


Blustein ise ilk korku teorisi denemelerimi yalnızca bir korku
hastasının takdir edebileceği analitik bir özen ve hevesle
okuyordu.
Daha sonra Monroe Beardsley olgunlaşmaya başlayan
korku teorimi okudu. Bu şeylerle ilgilenmeme hayret etti.
Ancak daha sonra hipotezimi sadece gizli karşı örnekler ola-
rak düşünülebilecek şeylerle yorumladı. Oğulları küçükken
onlarla ellilerin korku filmleri seanslarına gitmek zorunda
kaldığını süklüm püklüm bir şekilde söyleyerek konuyla ilgili
değerli uzmanlığını ortaya koyup bu filmlerden birkaçını
hatırlamaya çalıştı (bunları müthiş detaylarıyla anlattığını
eklemem gerek).
Korkuya ilgim yavaş yavaş akademik dergilere yansımaya
başladı ve Southern California Üniversitesi, Warwick Üni-
versitesi, Hareketli İmgeler Müzesi, LeMoyne Koleji, Cornell
Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Iowa Üniversitesinde
yazılarım yayımlandı. Her okur zorlayıcı yorumlarda bulundu,
bunlardan bazıları şu isimlere aitti: Stanley Cavell, Ed Lei-
tes, Karen Hansen, Richard Koszarski, Johnny Buchsbaum,
Stuart Liebman, Allan Casebier, Jim Manley, Bruce Wilshire,
Susan Bordo, Irving Thalberg Jr., Stephen Melville, Mary
Wiseman, Ken Olsen, Nick Sturgeon, Anthony Appiah,
David Bathrick, Cynthia Baughman, Murray Smith, Dudley
Andrew, Henry Jenkins, Kristin Thompson, Berenice Reyna-
ud ve Julian Hochberg.
Bu kitabın ilk taslaklarının çoğunu, Wesleyan Üniversi-
tesinden ücretli izne ayrıldığım sırada yazdım. En dobra filo-
zoflardan biri olan Kent Bendall’la ilk tartışmalarımız kurma-
canın paradoksu diye adlandırdığım sorunu çözmemde bana
önemli ipuçları verdi. Kendisini tanımak bile bir ayrıcalıktır.
Chris Gauker’la sayısız keyifli akşam yemeğinde yaptığımız

10
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

uzun konuşmalar, geldiğim yeri netleştirmeme yardımcı oldu.


Ken Taylor ve korkunun felsefesi üzerine yazdığı, bir sembol
görevi üstlenen The Paradox Cruelty [Zalimliğin Paradoksu]
adlı kitabıyla bir öncü olan Philip Hallie teorilerimi cömert ve
daima destekleyici ve öğretici bir eleştirel dikkatle dinlediler.
Hatta Phil benimle birkaç filme birlikte gidip ardından tar-
tışmaya bile gönüllü oldu (cömert bir arkadaş jesti olduğunu
yalnızca korku türünde çalışan birinin fark edebileceği bir
şey).
Michael Denning, Nancy Armstrong ve Leonard Ten-
nenhouse araştırmam ve onun çağdaş edebi çalışmalarla
ilişkisi üzerine faydalı önerilerde bulundular. Betsy Traube
seçtiğim konuya duyduğu nefreti aşarak korku hakkındaki
antropolojik literatürle ilgili yerinde birçok tavsiyede bulundu.
Çeşitli başarılarının arasında dünyanın en iyi kırpma hizmet-
lerini vermek de olan Khachig Tololyan konudan sapmama-
ma yardımcı oldu. Ve ilk iki bölümün taslaklarını muazzam
bir özenle okuyan Jay Wallace bol bol eleştiri ve yorum yaptı.
Jay defalarca bana iddialarımı nasıl sağduyulu bir şekilde
düzenleyip hâlâ derdimi anlatabileceğimi gösterdi. Saf ilgisi
ve tartışmaları bu kitapta önemli değişikliklere neden olmuş-
tur. Onunla birlikte çalışmak harikaydı.
Francis Dauer, Annette Barnes, John Fisher, Dale Jamie-
son, George Wilson, Arthur Danto, George Dickie, John
Morreall, Richard Moran, Terry Irwin, Laurent Stern, Paul
Guyer, Alex Sesonske, Daniel Banes, Jennefer Robinson,
Susan Feagin, Gary Iseminger, Roy Gordon ve Myles Brand
hipotezlerimi dinleyerek veya okuyarak dikkate almam gere-
ken yorumlarda bulundular. Margolis yaptığımız sohbetlerde
bana ihmal ettiğim çeşitli ayrımları yapmayı gösterdi ve
eserlerinden haberdar olmadığım bazı yazarları gösterdi. Ric-
hard Shusterman “Korkunun Doğası” makalemi okuduktan

11
Noël Carroll

sonra beni Peter Lemarque’ın, geliştirmeye çalıştığım tipteki


kurmaca teorileriyle ilgili ufuk açıcı ve daha ileri düzeydeki
yazılarından haberdar etti.
Tony Pipolo ve Amy Taubin, ikisi de her şeyi izleyip
okudukları için teorime katkıda bulunmasını umduğum her
roman, film ve videoyla ilgili en sıcak haberleri onlardan
aldım. Hassasiyetleri formüllerimden çok ileride olsa bile
bazılarının tasvirlerime işlediğini görebileceklerini umuyo-
rum.
David Bordwell, David Konstan ve Peter Kivy taslağın
tamamını okudu. Üçü de kışkırtıcı eleştiriler yapıp faydalı
önerilerde bulundu. David Bordwell teorimle beşeri bilim-
lerde egemen psikanalitik modeller arasındaki ayrımı netleş-
tirmeye ne kadar ihtiyacım olduğunu göstermenin yanı sıra
filmlerin tarihleriyle ilgili hatalarımın bazılarını (çok fazla
yoktu) düzeltti. David Konstan cümle cümle giderek çoğu-
na benim de katıldığım yorumlarda bulundu; atladıklarımı,
korkarım ki kendimi riske atarak atladım. Peter Kivy sadece
tahsiste yardımcı olmayıp içerikle ilgili birçok zekice felsefi
yorumda bulundu. Ancak hepsinden öte, Peter’a müziğin
felsefesi, duyguların teorisinin sanat felsefesindeki sorulara
uygulanıp uygulanamayacağıyla ilgili düşüncelerini benimle
paylaştığı için çok şey borçluyum.
Böyle bir kitabın yazılabileceğini ilk düşünen kişi, Wil-
liam Germano’ya da özel teşekkürlerimi sunuyorum. Başka
konular üzerine yaptığımız bir sohbette benim yazdığım bir
korku felsefesi kitabı önerisini “seveceğini” (kendi ifadesiyle)
belirtmişti. Gerisi malum (yoksa kader mi?).
Bu kitabı karım, Sally Banes’a ithaf ediyorum. “Araştır-
ma”m hatırına dünyanın dört bir tarafında sinema ve tiyat-
roları yağmalarken beni cesaretlendirerek yanımda oldu. Ne
zaman markete, eczaneye veya seri sonu indirim mağazalarına

12
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

gitsek kitap bölümünü incelerken beni kapıda sabırla bekledi.


Onun masallarla ilgili çalışması, korku felsefesi projemde
bana yardımcı oldu. Sally bu projenin her taslağını okuyup
her açıdan yorumladı: dilbilgisel ve mantıkî; biçemsel ve kav-
ramsal. Böyle bir kitap sevginin ürünüyse ayrıca sevgililerin de
ürünüdür. Ve ben de projemi kendisininmiş gibi sahiplenen
bir sevgiliyle ödüllendirildim.
Bir sürü akıllı ve yetenekli insan bir sürü şey anlattı. Bu
metinde hala kusur kaldıysa bu da artık yalnızca kötü bir din-
leyici olduğumu gösterir.

13
GIRIŞ

Bağlam

Korku on beş yıldır, özellikle Birleşik Devletler’de kitleleri


estetik olarak heyecanlandırmanın en parlak yolu oldu. İşin
aslı, korku türü post-Vietnam dönemin en uzun ömürlü,
geniş kapsamlı ve kalıcı türü bile sayılabilir. Hemen hemen
her süpermarkette ve köşebaşında korku romanları bulabilir-
siniz. Öbür yandan da her gün yeni bir korku kitabı çıkmaya
devam ediyor. Korku romanları ve antolojilerinden oluşan bu
çığ, en azından günümüzde, resmettikleri canavarlar gibi dur-
durulamaz ve kaçınılmaz görünüyor. Bir korku yazarı, mesela
Stephen King herkes tarafından tanınırken Peter Straub ve
Clive Barker gibi daha az bilinen diğerleri de aslında büyük
kitlelere hitap etmekteler.
Popüler korku filmleri de The Exorcist’in gişe zaferinin
ardından öyle bir takıntı objesi haline geldi ki en az bir cana-
varla karşılaşmadan semtimizdeki sinemaya gidemez olduk.
Yine semtimizdeki bir video mağazasına giderek korku türü-
nün bu muazzam yükselişini kendi gözlerinizle görebilirsiniz.
Korku ve müziğin güçlerinin en çarpıcı birleşimi Rock
videolarında gerçekleşir, Michael Jackson’ın Thriller’ı buna
örnektir. Yine MTV ve pop müzik endüstrisinin büyük kıs-
mına hâkim olan renklerin kaynağının da korku ikonografisi

15
Noël Carroll

olduğunu unutmamak gerekir. Phantom of the Opera [Ope-


radaki Hayalet], Broadway’in 1988’deki müzikal başarısına
ve tabii ki Londra’da büyük ses getiren ve Carrie gibi sıra
dışı gezginlere ilham olmuştur. Tiyatro kanadında Edward
Gorey’in Dracula eseri gibi korku klasiklerinin yeni uyarla-
maları ortaya çıkarken, televizyonda da Freddy’s Nightmares
[Freddy’nin Kabusları] ve benzeri bir sürü korku veya kor-
kuyla ilgili seriye başlanmıştı. Korku, güzel sanatlar alanındaki
Francis Bacon, H. R. Giger ve Sibylle Ruppert gibi sanatçıları
bile her zaman doğrudan olmasa bile etkilemiştir. Kısacası
korku türü çağdaş sanatın temel formlarından biri haline
gelmiş ve vampirler, troller, gremlinler, zombiler, kurtadamlar,
şeytan tarafından ele geçirilen çocuklar, boy boy uzay canavar-
ları, hayaletler ve başka adlandırılamayan karışımların ortaya
saçılmasıyla, geçtiğimiz on yılı uzun bir Cadılar Bayramına
çeviren veya öyle hissettiren popüler ve popüler olmayan bir
dizi postmodern pastişte korkuya gönderide bulunulmuştur.
1982’de Stephen King, hepimizin her yaz sonunda
yaptığı gibi, mevcut korku döngüsünün de bir sona gelmiş
olabileceğini dile getirdi. 1 Ancak bu girişte ifade ettiğim gibi
Freddy, dördüncü kazançlı uyanışında, hâlâ Elm Sokağının
çocuklarına korku saçmaya devam ediyor ve Clive Barker’ın
yeni koleksiyonu, Cabal postadan daha bu sabah çıktı.
Mevcut korku döngüsü başta bu kadar hızlı değildi. Edebi
tarafta bunun habercisi Tom Tryon’ın The Other [Öteki]
(1971) ve William Peter Blatty’nin The Exorcist’i (o da 1971)
gibi çok satanların yolunu açan Ira Levin’in Rosemary’s Baby’si
[Rosemary’nin Bebeği] (1967) ve Fred Mustard Stewart’ın
The Mephisto Waltz’unun [Mephisto Valsi] (1969) piyasaya

1
Stephen King, “On Becoming a Brand Name,” Fear Itself, ed. Tim Underwood ve
Chuck Miller (New York: New American Library, 1982), ss. 15–16.

16
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

çıkmasıydı.2 Özellikle The Exorcist sayesinde kalbi kazanılan


okur kitlesi daha sonra Ira Levin’in romanı The Stepford Wives
[Stepford Hanımları] (1972), Stephen King’in yayımlanan
ilk romanı Carrie (1973), Robert Marasco’nun romanı Burnt
Offerings [Yanık Kurbanlar] (1973), Jeffrey Konvitz’in romanı
The Sentinel [Korucu] (1974) ve King’in romanı Salem’s Lot
[Korku Ağı] (1975) gibi kitapların ortaya çıkmasıyla tatmin
edilmişti. Elbette, Richard Matheson, Dennis Wheatley, John
Wyndham ve Robert Bloch gibi ustaların katkıda bulunduğu
korku edebiyatı bu kitapların ortaya çıkışından önce de ora-
daydı. Ancak yetmişlerin ilk yarısında yaşanan, bir bakıma,
korkunun artık anaakıma girmesidir. Okuru artık özel bir
kesimle sınırlı değildi, alan genişlemişti ve tür gittikçe daha
rastlanır hale gelmişti. Bu da kitlenin korku ürünlerini ara-
masına yardımcı oldu ve yetmişlerin sonu ve seksenlerden
itibaren artık bu talebi karşılayacak bir yazarlar falanjı türedi,
bu yazarlardan bazıları şunlardı: Charles L. Grant, Dennis
Etchison, Ramsey Campbell, Alan Ryan, Whitely Strieber,
James Herbert, T. E. D. Klein, John Coyne, Anne Rice, Mic-
hael McDowell, Dean Koontz, John Saul ve diğerleri.
Okurun da şüphesiz hemen hatırlayacağı gibi yukarıda
listelenen romanların hepsi, genelde oldukça başarılı bir şekil-
de, sinemaya da uyarlandı. Bu açıdan en önemlisi, neredeyse
söylemeye bile gerek yok, William Friedkin’in yönettiği The
Exorcist ise 1973’te gösterime girdi. Bu filmin asıl başarısı-
nın sinema sektörü için bir mihenktaşı olmasının yanı sıra
korkuyu yayımcılar için daha çekici hale getirmesi olduğu
söylenebilir. Filmi izlerken dehşete düşenlerin çoğu filmden
sonra romanınına ulaşmaya çalışmış, dolayısıyla korku edebi-
yatı zevki edinmiştir. Korku döngüsü süresince, hem korku
2
Bu kitapta geliştirilecek teoriye göre The Other aslında saf korku örneği değildir.
Ancak buraya alıyorum çünkü genel olarak türün ortaya çıkışı için önemlidir.

17
Noël Carroll

filmlerinin genelde korku romanlarından uyarlanması hem


de türün birçok yazarının kendisinden önce gelen korku dön-
gülerinden derinden etkilenmiş olmaları dolayısıyla, korku
filmi ve korku edebiyatı arasında yalnızca söyleşilerde değil,
romanlarda da bir diğerine atıfta bulunulan samimi bir ilişki
ortaya çıkmıştı.3
Ancak The Exorcist’in başarısının film endüstrisindeki
muazzam etkisi edebiyat dünyasında daha da göz alıcıdır.
The Exorcist (film olan) ele geçirilme ve telekineziz gibi daha
sonra defalarca kullanılacak temaları başlatmış ve hemen
ardından Abby, Beyond the Door [Kapının Ardında], La Ende-
moniada (diğer adıyla, Demon Witch Child [Çocuklu Şeytan]),
Exorcismo, ve The Devil’s Rain [Şeytan Yağmuru] dâhil olmak
üzere bir taklit film furyası yaratmıştır. Başta bu dümdüz
kopya çılgınlığıyla türün yok olup gideceği düşünülmüştü.
Ancak 1975’te Jaws endüstriye büyük bir giriş yaparak film
yapımcılarını hala korkudan çıkartılacak ekmek olduğuna
ikna etti. Jaws’a gelen tepkiler tam sönmeye başlamışken Car-
rie ve The Omen [Kehanet] geldi. Ve ardından 1977’de korku
filmi olmasa da Star Wars [Yıldız Savaşları] uzayın kapısını,
dolayısıyla sonunda Alien’a [Yaratık] varacak yolu haleflerine
açtı. Türün selameti her seferinde tehdit altındaymış gibiydi
ama her seferinde birden bire küllerinden yeniden doğdu.
Korku türü kendine has muazzam bir direnç sergilemektedir.
Bu da şu anda korkunun önde gelen bir örneği olan fantas-
tik türünde, yapımcıların, çıkmaza girdiklerinde, yılmadan
deneme yapmaya değeceğinin hatırlanması gerektiği anlamı-
na gelmektedir. Sonuçta inanılmaz bir korku eseri külliyatı
3
Faces of Fear gibi söyleşi kitaplarının sayfalarını gözden geçirirken korku yazarla-
rının kendilerinin türe başlamalarını sağlayan ve bunu çekici yapan korku filmle-
rinden alıntılar yaptığını görmek ilginçtir. Robert Bloch gibi saygın atalardan biri
için bile bu durum geçerlidir Bkz. Douglas E.Winter, Faces of Fear: Encounters
with the Creators of Modern Horror (New York: Berkley Books, 1985).

18
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

oluştu. Ve artık önümüzde çoğu, aralarında Steven Spielberg,


David Cronenberg, Brian De Palma, David Lynch, John
Carpenter, Wes Craven, Philip Kaufman, Tobe Hooper, John
McTiernan, Ridley Scott ve diğerlerinin de olduğu tanınmış
korku/fantastik filmi ustası olan, başarılı film yönetmenlerin-
den oluşan bir kuşak duruyor.
Son onbeş yılda yapılan korku filmlerinin sayısını vur-
gulayarak korku filmlerinin altmışlarda yaygın olmadığını
ima etmiyorum. Ancak bu tür filmler bir açıdan marjinaldi;
American International Pictures, William Castle ve Hammer
Films’in son gösterimlerine ulaşmak için gözleri dört açmak
gerekiyordu. Sevilen korku ustası Roger Corman tanınmıyor-
du; George Romero’nun Night of the Living Dead’i [Yaşayan
Ölülerin Gecesi] gibi geceyarısı klasikleri daha çok yer altında
bir itibara sahipti. The Exorcist’le başlayan gişe rekortmeni
seriler korku filminin, kültür içindeki konumunu değiştirdi ve
kabul etmek gerekir ki korku edebiyatının yayımlanması ve
tüketiminin yayılmasına ön ayak oldu.
Elbette korku edebiyatı ve filmi durup dururken ortaya
çıkmadı. Korku filmi kitlesinin çoğunluk olarak babyboomer-
lardan oluştuğu söylenebilir. Bu izleyici, korkuda ustalaşmaya
başlamış çok sayıdaki sanatçı gibi televizyonla büyüyen ilk
savaş-sonrası kuşağıydı. Bu kuşağın korkuya düşkünlüğünün,
büyük oranda gençliklerinde televizyondaki öğleden sonra ve
geceyarısı yayın akışlarında durmadan yeniden yayımlanan
daha eski korku ve bilim-kurgu çevrimleriyle beslenip ser-
pildiği söylenebilir. Bu kuşakla birlikte kahvaltılık gevrekler
ve çocuk oyuncaklarından post-modern sanata kadar gölgesi
kültüre nüfuz eden ve toplumun edebi, sinematik ve hatta
tiyatroyla ilgili ürünlerinin önemli bir oranını oluşturan bir
korku ürünleri diyeti başladı.
Bu bağlamda korkunun doğasının estetik bir inceleme-

19
Noël Carroll

siyle başlamak özellikle faydalı olacaktır. Bu kitabın amacı


korku türüne felsefi bir açıklama getirmektir. Ancak bu proje
günümüzde her yerde gördüğümüz, durmadan kışkırtılıp
kaçınılmaz bir konu haline gelen korkunun, tarihsel olarak
sergilediği genel özelliklerini, felsefi yöntemle ortaya koymaya
çalışacaktır.

Korku Türünün Kısa Geçmişi

Bu tezin konusu korku türüdür. Ancak bu konudaki teorimi


geliştirmeden önce tartışmaya açtığım fenomenin kabataslak
bir tarihçesini çıkarmak daha sonra da işimize yarayacak. Her
şeyden önce birçok eleştirmeninin de belirttiği gibi korkunun
on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmış modern bir tür olduğunu
söylemek istiyorum.4 Korku türünün birincil kaynağı İngi-
liz Gotik romanı, Alman Schauer-roman5 ve Fransız roman
noir6’dir. Genel, ama belki de biraz tartışılabilir görüş, Gotik
romanın korku türüyle ilişkisinin başlangıcının, Horace
Walpole’un 1765 tarihli The Castle of Otranto’su [Otranto
Kalesi] olduğu üzerinedir. Bu roman daha önce mezarlık
şairlerince7 başlatılan neo-klasik zevke karşı çıkarak, öfkeyle
yazılmıştır. 8
Gotik başlığı büyük bir alanı kapsar. Montague Sum-
mers’ın önerdiği dört katlı sınıflandırma şemasında türün
tarihinin gotik, doğal veya açıklamalı gotik, doğaüstü gotik
ve muğlâk gotik olarak dörde ayrıldığını görebiliriz.9 Tarihi
4
Örneğin editör Marshall B. Tymm’in oldukça faydalı kitabı, Horror Literature:
A Core Collection and Reference Guide (New York: R.R.Bowker Company, 1981)
türün örneklerinin 1762’de verilmeye başladığını söyler.
5
Ç.N. Almanca Gotik roman veya korku romanı.
6
Ç.N. İngiliz gotik roman anlamında kullanılan terim.
7
Ç.N. 18. yüzyılda ölümle ilgili karanlık şiirler yazan bir grup pre-romantik şair.
8
Frederick S.Frank, “The Gothic Romance: 1762–1820,” in Horror Literature, s. 11.
9
Montague Summers, The Gothic Quest: A History of the Gothic Novel (London:

20
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

gotik, hayali bir geçmişte doğaüstü olayların zerresi olmaksı-


zın kurulmuş bir hikâyeyi temsil ederken doğal Gotik, doğa-
üstü fenomenleri yalnızca onları açıklamak üzere kullanır.
Ann Radcliffe’in Mysteries of Udolpho [Udolpho’nun Gizem-
leri] (1794) kitabı bu kategoride bir klasiktir. Charles Brock-
den Brown’ın Edgar Huntley: or, the Memoirs of a Sleepwalker’ı
[Edgar Huntley: ya da Bir Uyurgezerin Anıları] (1799) gibi
muğlak gotikte ise, olayların doğaüstü kökenleri metinde
psikolojik rahatsızlıkları olan karakterlerle çiftanlamlı kılınır.
Açıklamalı gotik ve muğlak gotik günümüzde edebi eleştir-
menlerce genelde olağanüstü ve fantastik olarak adlandırılan
türün habercisidir.
Korku türünün evriminde en önemli evre, doğal olma-
yan güçlerin varlığı ve bunların grafiksel olarak gösterildiği
doğaüstü gotikti. Bu türle ilgili olarak J. M. S. Tompkins
şunları söyler: “yazarlar ani şoklara başvurur ve iş doğaüstüne
geldiği zaman en sevdikleri etkiyse, şüphe eden zihni aniden,
korkudan dehşete düşürmektir.”10 Matthew Lewis’ın The
Monk’unda [Keşiş] (1797) şeytanın ortaya çıkması ve rahibin
ürkütücü bir şekilde kazığa oturtulması korku türünün gerçek
habercisidir. Türün gelişiminde bu dönemde elde edilen diğer
başarılar şöyledir: Mary Shelley’nin Frankenstein’ı (1818),
John Polidori’nin The Vampyre’ı [Vampir] (1819) ve Charles
Robert Maturin’in Melmoth the Wanderer’ıdır [Gezgin Mel-
moth] (1820).
1820’lerden itibaren korku öyküleri tiyatro oyunlarının
kaynağı olmaya başlamıştı. Frankenstein 1823’te, Presump-
tion: or, the Fate of Frankenstein (diğer adıyla Frankenstein:
or, the Danger of Presumption or Frankenstein: A Romantic

Fortune, 1938).
10
J. M. S. Tompkins, The Popular Novel in England (London: Methuen, 1969), s.
245.

21
Noël Carroll

Drama Frankenstein: A Romantic Drama) [Frankenstein: ya


da Küstahlık Tehlikesi ya da Frankenstein: ya da Roman-
tik Bir Hikaye] adı altında sahneye uyarlandı. Canavarı,
Polidori’nin The Vampyre uyarlamalarında Lord Ruthven’ı
oynayan Thomas Potter Cooke canlandırdı. Bu iki hikâyenin
uyarlamalarının zaman zaman iki film birden şeklinde göste-
rilmesi iki mitin de hem otuzların korku filmi döngüsünün
hem de Hammer Filmlerinin altın çağının başlama vuruşu
gibi algılanmasına yol açmıştır. Frankenstein hikâyesinin
alternatif versiyonları 1820’lerde oldukça popülerdi, bunların
arasında Abbott ve Costello’nun dalaverelerini istemeden
ortaya döken sayısız satirik sapmanın yanında Le Monstre et
le Magicien [Canavar ve Sihirbaz], Frankenstein: or, The Man
and the Monster [Frankenstein: ya da İnsan ve Canavar] var-
dır.11Bale sahnesinde Giacomo Meyerbeer’ın Robert le Diable
(Filippo Taglioni, 1831) operasındaki ölü rahibelerin eğlencesi
korkutucu temaların keşfedilmesini sağlamıştır. Bunun diğer
örnekleri ise La Sylphide (Filippo Taglioni, 1832), Les Ondi-
nes (Louis Henry, 1834) Giselle ( Jean Coralli ve Jules Perrot,
1841) ve Napoli (August Bournonville, 1844) gibi balelerdir.
Korku 1820’lerde ve 1870’ler arasındaki dönemde de
yazılmaya devam etti ancak gerçekçi romanın ortaya çıkışıyla
İngilizce konuşulan dünya kültüründe büyük oranda gölgede
kaldı. 1820’lerden 1840’lara kadar Blackwood’s Edinburgh
Magazine tarafından yayımlanan William Mudford, Edward
Bulwer-L­ytton ve James Hogg’un kısa öyküleriyle gotik ateşi
sürdürülürken daha sonra 1840’larda kamusal hayal gücü
Thomas Prest’in 220 bölümden oluşan seri romanı, Varney
the Vampire: or, The Feast of Blood [Vampir Varney: ya da Kan
Ziyafeti] ve George William MacArthur’un the Wehr-wolf ’u
11
Bkz. Donald Glut, “Frankenstein Haunts the Theater,” The Frankenstein Legend
içinde (Metuchen, New Jersey: The Scarecrow Press, 1973).

22
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

[Kurtadam] ile işgal edildi.12 Edgar Allen Poe Amerika’da


Blackwood’u izledi ve aslında “How to Write a Blackwood
Article [Nasıl Blackwood hikâyesi yazılır?]” başlığıyla bir yazı
yazdı.13
Benjamin Franklin Fisher bu dönemin genel havasıyla
ilgili olarak şunları yazmıştır:

Bu dönemde korku sanatının başına gelenler büyük Viktor-


yen ve Amerikan romanlarında yaşananlara benzer, korku
türü de katıksız sanatsal ve ağırbaşlı bir türe dönüşecektir.
Büyük ızdıraplar ve haince eylemlerle ifade edilen fiziksel
ürkmeden psikolojik kaygıya doğru bir geçiş yaşanmıştı.
Kurmacada yaşanan içe dönüş, güdüleri vurguladı, bariz
dehşet verici sonuçlarını değil. Çarşaflı hayalet, Charles
Dickens’ın A Christmas Carol’ının [Bir Noel Hikayesi] insan
ruhuna edebi olarak yaptığını daha güçlü bir şekilde talih-
siz kurbanlarını “korkuratak” yapmış ve böylece yeni kapılar
açmıştır.14

Fisher konuyu, Poe’nun eseriyle Hawthorne, Melville,


ve Bronte kardeşlerin eserlerindeki gotik atmosferi göz ardı
etmeden tartışmıştır. Ancak bu dönemde, korku türüne en
büyük doğrudan katkıyı Joseph Sheridan Le Fanu yapmış
olabilir. Hikâyelerinde sık sık sıradan, (gotik kibirlilerden
ziyade) masum kurbanların çektiği eziyetleri yakından göz-

12
Vamey the Vampire zaman zaman James Malcolm Rymer’a atfedilir.
13
Poe’nun çoğu eseri bu kitapta dile getirilecek olan teori anlamında korku türüne
uymaz. Poe’yu korku değil de dehşetin ustası saymayı tercih ediyorum. Ancak
bu girişte ondan bahsetmemin tek nedeni türle preteorik olarak bütünleşmesi
değil, ayrıca karakterin psikolojik duygularını tasvir etmeye gösterdiği özen H.
P. Lovecraft ve takipçileri gibi belli başlı korku yazarlarının üzerinde doğrudan
etkili olmuştur.
14
Benjamin Franklin Fisher, “The Residual Gothic Impulse: 1824–1873,” Horror
Literature içinde, s. 177.

23
Noël Carroll

lemleyebiliriz. Le Fanu gündelik hayatın ortasına yerleştirdiği


doğaüstüyle, türde kendisinden sonra gelecek eserlerin çoğu-
nun tonunu ayarlayacak düzeyde bir psikolojik ayrıntılandır-
maya başvurmuştur.
Le Fanu’nun In a Glass Darkly’si [Karanlık Bir Pencere-
de] (1872) 1920’lere kadar süren bir dönemde hayalet hikâ-
yesine öncülük etti. Bu tarz başyapıtlar genelde öykü şeklinde
ve Henry James, Edith Wharton, Rudyard Kipling, Ambrose
Bierce, Guy de Maupassant, Arthur Machen, Algernon
Blackwood, Oliver Onions ve diğerlerinin kalemlerinden
dökülmüştür.
Daha sonra sahne ve ekran için uyarlanan ve yeniden-u-
yarlanan klasik korku romanları aynı aralıkta üretildi ve bun-
lardan bazıları: Robert Louis Stevenson’ın The Strange Case
of Dr. Jekyll and Mr. Hyde’ı [Dr Jekyll ve Bay Hyde] (1887),
Oscar Wilde’ın The Picture of Dorian Grey’i [Dorian Grey’in
Portresi] (1891) ve Bram Stoker’ın Dracula’sıdır (1897).
Genelde bilim-kurguyla anılan H. G. Wells yüzyılın başlan-
gıcından bu yana korku ve hayalet hikâyeleri de yazıyordu.
Bu verimli dönemin diğer daha az bilinen ama saygın korku
yazarları şunlardı: Grant Allen, Mrs. Riddell, M. P. Shiel, G.
S. Viereck, Eliot O’Donnell, R. W. Chambers, E. F. Benson,
Bayan Campbell Prael ve William Clark Russell.
Gary William Crawford’a göre önceki neslin ustalarının
(Blackwood, Machen ve Onions gibi) eserlerindeki kozmik
biçimin aksine Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz korku
hikâyesi Walter De La Mare, L. P. Hartley, W. F. Harvey,
R. H. Malden, A. N. L. Munby, L. T. C. Rolt, M. P. Dare,
H. Russell Wakefield, Elizabeth Bowen, Mary Sinclair ve
Cynthia Asquith’in eserleriyle gerçekçi ve psikolojik bir hal

24
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

aldı.15 Ancak korku yazınının kozmik kanadı Weird Tales adlı


ucuz dergilerde de yazan yazarların göbeğinde duran Howard
Phillips Lovecraft (1890–1937) ile hayatta kaldı. Lovecraft
yalnızca tomarlarca hikâye değil, ayrıca Supernatural Horror
in Literature adıyla bir tez yazmış ve sayesinde özel korku
estetiğinin geliştiği, sayısız yazışması bulunan olağanüstü bir
yazardır. Kısmen bu yazışmalar ve yazar adaylarına desteği
sayesinde Lovecraft aralarında Clark Ashton Smith, Carl
Jacobi ve August Derleth’in de dâhil olduğu sadık bir yazar
ve taklitçi kitleye sahip olmuştur. Ayrıca Robert Bloch da
kariyerine, tür üzerindeki etkisi İkinci Dünya Savaşından
sonra da devam eden Lovecraft’ın kozmik korku geleneğiyle
başlamıştır. 16
Birinci Dünya Savaşının ardından korku türü yeni
gelişmeye başlayan sinema sanatında kendisine yeni bir yuva
buldu. Alman dışavurumculuğu olarak bilinen biçimiyle
korku filmleri Weimar Almanyasında yapılmıştı ve F. W.
Murnau’nun filmi Nosferatu gibi bazıları da korku başyapıt-
ları olarak tanındı. Mevcut korku filmi döngüsünden önce
film tarihi korku konulu sayısız önemli yaratıcılık girişimine
tanıklık etti: otuzların başındaki, Universal Studios tarafından
başlatılan ve kırkların sonu ve ellilerin başında film yapımcı-
larının daha genç bir izleyici kitlesi için yeniden diriltmeye
çalıştığı döngü; RKO’da Val Lewton tarafından kırklarda
üretilen yetişkin korku filmleri sağanağı; ellilerin başındaki,
birkaç yıl sonra Japon Godzilla endüstrisine ilham olacak
korku/bilim-kurgu döngüsü ve son on yılın sonlarında Ame-
rika’da yeniden canlandırılmaya çalışılan döngü.

15
Gary William Crawford, “The Modern Masters: 1920–1980,” Horror Literature
içinde, s. 279.
16
Örneğin altmışların romanı Dagon bir açıdan Lovecraft’a avangart bir saygı du-
ruşu olarak okunabilir.

25
Noël Carroll

Televizyon veya sinemada gösterilen bu filmler altmışlar-


da AIP, William Castle ve Hammer Films’in kenarda kalan
matinelerinin devridaimiyle idame ettirilebilen bir korku
zevkine sahip, baby-boomer bir kitle yetiştirdi.17 Klasik korku
filmi mitleri korkuya aç hayranlarını genelde edebi kaynaklara
olduğu kadar, Famous Monsters of Filmland (1958’de kuruldu)
gibi daha az gelişmiş okuma materyallerine yönlendirmiş; The
Twilight Zone gibi “fantastik” televizyon ürünleri Charles
Beaumont, Richard Matheson, Roald Dahl gibi yazarları daha
sonra serpildikleri kısa öykü geleneğine teşvik etmiştir. Dola-
yısıyla yetmişlerin başından itibaren sıradaki, yani içinde oldu-
ğumuz korku döngüsü için hazır ve nazır bir kitle oluşmuştu.
Korku türünün bu kabataslak tarihi önümüzdeki tezin
teorize etmeye çalıştığı çalışma alanını oldukça genel haliyle
özetlemektedir. Çizdiğim bu küçük tür krokisinin, diğer yazar-
ların preteorik olarak dışta bırakacakları eserleri de kapsadığını
düşünüyorum. Türü teorize edebilmemiz için korku tarihinde-
ki bu bazısı az bazısı çok naif eserlerin yeniden sınıflandırıl-
ması gerekecek. Yukarıda adı geçen eserlerin birçoğu teorik bir
tasnife tabi tutulduğunda türden çıkarılacaktır. Ancak bence
kitapta geliştirilen korkunun felsefesi insanların genellikle
korku olarak adlandırmak için preteorik olarak elden çıkardığı
çoğu şeyi karakterize edecektir; edemiyorsa teori kusurludur.
Yani türle ilgili bundan önce yapılmış incelemelerdeki her
maddeyi yakalamayı beklemesem de teorim bunları fazlasıyla
ıskalamışsa hedeften epeyce sapmışım demektir.

Korkunun Felsefesi nedir?

Bu kitap ortaya bir korku felsefesi koyduğu iddiasındadır.

17
Babyboomer’ların öteki eğlence kaynağı kuşkusuz çizgi romanlardı.

26
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

Kavramın kendisi çoğumuzun kafasını karıştırabilir. Aranızda


başka korku felsefesi duyan var mı? Bunu bir üniversite bül-
teninde veya tanıtım broşüründe veya akademik yayınlarda
bulamazsınız. İnsan bu tuhaf ifadeyle ne demek isteyebilir ki:
“korkunun felsefesi” nedir?
Aristoteles ilk kitabı Poetika’ya şu sözlerle başlar: “Ama-
cım genel olarak şiiri ve şiirin çeşitli türlerini ele almaktır; her
bir türün oluşturduğu parçaların neler olduğunu ve kaç tane
olduğunu ve bunun gerçek etkilerini yani iyi bir şiirin hangi
fabl veya plan yapısına sahip olması gerektiğini o konuya iliş-
kin diğer her şeyle birlikte sorgulamaktır..”18 Aristoteles önü-
müzdeki metindeki bu genel taslağın mahiyetinin tam olarak
farkında değildir. Ancak Aristoteles’e göre trajedinin ortaya
çıkarması beklenen bir etki yani acıma ve korku katarsisi
vardır ve bize bazı öğelerin, özellikle olay örgüsü öğelerinin
tesis ettiği bu etkiyle ilgili bir açıklama sunar. Bu trajedi olay
örgülerinde Aristoteles’in aldığı anlamda başlangıç, gelişme
ve bitişler; geri dönüşler, kavrayış ve felaketler vardır. Yani
Aristoteles trajedideki bu olay örgüsü öğelerini, kışkırtıldı-
ğında türün özünü oluşturduğunu söylediği duygusal tepkiye
nasıl yol açtıklarına değinerek açıklar.
Aristoteles’in sanatsal bir türün felsefesinin ne olabileceği
ile ilgili bir paradigma önerdiğini düşünürsek ben de korkunun
alımlayıcıda oluşturmayı tasarladığı duygusal etkilerin özellik-
lerini ortaya koyan bir korku açıklaması yapmak niyetindeyim.
Bu hem duygusal etkinin doğasının nitelendirilmesini hem
de türde, uygun duygusal etkileri uyandırması için tekrarlayan
figürlerin ve hikâye yapılarının bir eleştiri ve incelemesini
kapsar. Yani Aristoteles’e özenerek, türün duygusal bir etki
üretmek için tasarlandığını varsayıyorum; o etkiyi açıklamaya
18
Aristotle, Poetics, çevirenler; Benjamin Jowett ve Thomas Twining (New York:
The Viking Press, 1957), s. 223.

27
Noël Carroll

ve yapı, imgeleme ve figürlerin niteliklerinin tür içinde nasıl


benim korku-sanatı dediğim duyguya neden olacak şekilde
düzenlendiğini göstermeye çalışacağım. (Aristoteles kadar
otoriter olacağını sanmıyorum, yalnızca Aristoteles’in trajedi
için yaptığını korku türüne yapmayı amaçlıyorum.)
Elimizdeki tezin Aristoteles’in çalışmasından farkı bu
tezde türe ait belli sorunsallara, kimi on sekizinci yüzyıl
yazarlarından çaldığım bir ifadeyle (alt başlıktaki) “kalbin
paradoksları” diye adlandırdığım boyutuna odaklanmamdır.
Korkuyla ilgili olarak bu paradokslar şu iki soruda toparla-
nabilir: 1) Bir insan nasıl olur da gerçekten var olmadığını
bildiği bir şeyden korkar ve 2) korkmak bu kadar tatsız bir
şeyken insan nasıl korkmaya heves eder? Kitap boyunca bu
soruları konumlandırmada neyin önemli olduğunu gösterme-
ye çalışacağım. Ve ayrıca bu paradoksları ortadan kaldıracak
felsefi teoriler geliştireceğim.
Bu kitapta gömülü felsefe biçimi genelde Anglo-A-
merikan veya analitik felsefe denen türdedir. Ancak burada
küçük bir uyarıda bulunmalıyım. Bu kitabın analitik felsefe
geleneğiyle yazılmış olduğunu söylemenin adil olduğunu
düşünsem de yöntemimin genelde kavramsal analize daha
yakın olduğunu söylemem gerekir. Bir dizi nedenle kuşağı-
mın diğer filozofları gibi ben de kavramsal analiz ve deneysel
bulgu arasındaki katı ayrıma güvenmiyorum. O yüzden bu
kitaptaki kavramsal analiz, deneysel hipotezlerle örülmüştür.
Yani buradaki felsefe kavramsal analiz olarak dar bir şekilde
yorumlanan, örneğin korku teorisi diye adlandırılabilecek bir
şey ile türde tekrarlanan çok genel kalıplarla ilgili deneysel
varsayımların karışımıdır. Başka bir şekilde ifade edersek
bu korku felsefesi, Aristoteles’in trajedi felsefesi gibi, hem
kavramsal analiz hem de çok genel deneysel temelli hipotez-
lerden oluşmaktadır.

28
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

Aristoteles’i örnek aldığımı zaten söyledim. Projem


ayrıca güzel ve yüce gibi şeyleri tanımlamaya çalışan ve bu
duyguları canlandıran nedensel tetikleyicileri açıklamaya çalı-
şan Hutcheson ve Burke gibi on sekizinci yüzyıl teorisyenle-
rininkilere de benzetilebilir. Bergson da on sekizinci yüzyılın
başlarında benzer şekilde, komediyle ilgili olarak böyle bir
araştırma yapmıştır.
Ancak bu referansların hepsi, bu yazarlarla hemfikir
olduğum kapalı işlevselcilik dâhil olmak üzere, şüphesiz eli-
nizdeki projeyi aşırı eski moda yapıyor. O yüzden burada bu
çalışmamın, estetik felsefesine yeni yaklaşımlar sunduğunu da
vurgulamak gerekir.
İngilizce konuşulan dünyada estetik felsefesinin iki temel
sorunu olmuştur: sanat nedir ve estetik nedir? Bunlar güzel
sorulardır ve bu zamana kadar takdire şayan bir entelektüellik
ve özenle ele alınmışlardır. Ancak sanat filozoflarının kendi
alanlarıyla ilgili sorabilecekleri sorular bunlarla sınırlı değildir
ve bunları cevaplamayı takıntı haline getirmek çağdaş estetik
filozoflarının ilgisinin sınırlarını gereğinden fazla sınırlandır-
mak olur. Sanat ve estetikle ilgili sorular terk edilmemelidir
zira cevapları sanat ve estetik konularına yeni bakış açıları
sağlayabilecek pek çok soru, o alanın monotonlaşmasını
engelleyecektir.
Son zamanlarda sanat filozofları, alanın aşırı sınırlandı-
rılmış görünümünü, tekil sanatların özel teorik sorunlarına
bakarak, estetiğin doğasıyla ilgili daha eski sorulara döne-
rek ve geleneksel soruları genel olarak sembol sistemlerinin
işleviyle ilgili daha kapsamlı sorular içinde konumlandırarak
değiştirmeye çalışmışlardır. Bu korku felsefesi girişimi kısmen
de estetik felsefesinin kapsamını genişletme çabasıdır. Sanat
biçimlerinin özel sorunlarının yeniden gözden geçirilmesi
bir yana sanat biçimlerini aşan özel tür sorunlar da yeniden

29
Noël Carroll

değerlendirilmelidir.
Estetik felsefesinin perspektifini genişletme çabalarının
en ilginç olanlarından biri artık duygular üzerinde çalışıl-
masıdır. Bu, son yıllarda moda olan, sanat felsefesini zihin
felsefesiyle birleştiren bir araştırma projesi gibidir. Bu kitabı
okumanın bir yolu da metni daha büyük bir girişim içindeki
detaylı bir vaka çalışması olarak ele almak olacaktır.
Ayrıca estetik felsefesi, yüksek sanat dediğimiz şeyin de
izini sürer. Estetik felsefesi kitlesel veya popüler sanata karşı
ya kayıtsız kalır ya da ona kuşkuyla yaklaşır. Bunun bir nedeni
kitlesel ve popüler sanatın formülasyona doğru çekilmesidir
ve estetikçiler genelde, Kantçı-ilhamla ve yerinde bir ifadeyle,
sanatın formüle müsait olmadığını söylerler. Elimizdeki tez
bu görüşü iki açıdan yerinden eder: 1) kitle sanatını estetik
felsefesinin gözünden değerlendirmek ve 2) sanat dünyasının
formülden yoksun olduğu fikriyle yılmamak. Bu görüşlerin
ikisine birden karşı olmak açıkça birbiriyle ilgili ve kastidir.
Kitap dört bölümden oluşmuştur. İlk bölümde korkunun
doğası, özellikle de duyguyla ilgili olarak, türün de somut-
laştırmaya çalıştığı, korku-sanatının bir açıklaması yapılır.
Bu bölümde yalnızca gelebilecek itirazlara karşı savunma
yapmaya çalışan bir korku tanımı yapılmaz. Ayrıca korku-sa-
natının duygusunu uyandıran tekrarlayan yapılar, ortaya çık-
tığı zaman neden ortaya çıktığıyla ilgili tarihi açıklamalarla
birlikte ele alınmaya çalışılır.
İkinci bölümde kalbin paradokslarından ilki, yani kur-
maca paradoksu ele alınır. Bu da, korku türüne uyarlarsak,
gerçekten olmadığını bildiğimiz bir şeyden nasıl korkabildi-
ğimiz sorusudur. Ancak buradaki sorun daha geneldir. Sadece
durumun ne olduğunu bildiğimizde duygusal olarak etkile-
nebileceğimizi düşünenlere göre yalnızca Kont Drakula’dan
korkmamızın nedeni değil, ayrıca Sofokles’in Antigone’undaki

30
Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları

Creaon’a öfkelenmemizin nedeni de bir sırdır. Kitabın en tek-


nik bölümüdür; felsefi mantıktan hoşlanmayanlar tamamen
atlamasa da bu bölümü hızlıca geçmek isteyebilirler.
Üçüncü bölüm, korku türünün en sık kullanılan karak-
teristik olay örgülerinin, gerilim ve çağdaş edebi eleştir-
menlerin fantastik olarak adlandırdığı türdeki olay örgüsü
formasyonlarıyla karşılaştırıldığı kapsamlı bir açıklamadan
oluşur. Kitabın en deneysel kısmı burasıdır; felsefi mantıktan
hoşlanmayanlar tamamen atlamasa da bu bölümü de hızlıca
geçmek isteyebilirler.
Son bölüm, kalbimizin ikinci paradoksunu ele alır; on
sekizinci yüzyılda bu güzel ifadeyi bulan yazar John Aikin
ve yazar kız kardeşi Anna Laetitia Aikin’dir (Barbauld). Eğer
korku daha önceki bölümlerde tasvir edildiği gibi bir şeyse
insanın neden kendini korkuya maruz bıraktığı sorusu ele
alınır. Buna korku paradoksu diyelim. Normalde bize sıkıntı
veren şeylerden kaçınırız: çoğumuz kendimizi oyalamak için
trafikte makas atmayız ya da zaman öldürmek için otopsi
izlemeyiz. O zaman neden kendimizi bizi dehşete düşüren
kurmacalara maruz bırakıyoruz? Bu, kalbin bir paradoksudur,
bu tezde çözümlemeyi umduğum paradokstur.
Ayrıca bu paradoksu çözdükten sonra korku türünün
günümüzde neden bu kadar merak uyandırdığını söyleyebil-
meyi umuyorum. Kitabın bu bölümü korkunun felsefesinin
tam bir parçası değil. Ama öbür yanda da, türün çağdaş for-
muna saplandığımız için muhtemelen bir korku felsefesinin
tasarlanmaya değer olduğunu fark etmemiş olabiliriz.
Parçaları birbiriyle sistematik olarak bağlantılı olduğu
için bu kitaptan bir tez olarak bahsediyorum. Sunduğum kor-
kunun doğası açıklaması, korku olay örgüsü ve ilgili formas-
yonların soruşturulmasıyla ayrıntılandırılmıştır. Aynı şekilde
korkunun doğası ve korku anlatısı açıklamalarım, uzlaşılmış

31
Noël Carroll

yöntemlerden farklı olsa da, önceki paragrafta korku paradok-


su olarak adlandırılan şeye verdiğim cevabın hammaddesidir.
Dahası kitabın ikinci bölümünde, kurmacaya verdiğimiz
tepkinin düşünce (düşüncedenden kaynaklandığı) teorisi ola-
rak savunduğum teori, korku paradoksu ile ilgili hipotezime
mahsustur çünkü yazarların “estetik mesafe” gibi fikirlerle el
yordamıyla aradığı işlemsel bir yapılanma öneriyor. Dolayı-
sıyla kitabın bölümleri birbiriyle bağlantılıdır. Ancak bunun
türün en kapsamlı açıklaması olduğuyla ilgili en ufak bir
iddiada bulunmuyorum. İleride araştırılabilecek, dokunmadan
bıraktığım birçok konu mevcut.
Bu kitap bazı açılardan kendinden öncekilerden oldukça
farklıdır. Birinci bölümde genel korku türünü nitelendirmeye
yaklaşımım, sayısız akademik eleştirmenin metoduyla H.P.
Lovecraft’tan Stephen King’e kadar, korkuyla ilgili bir dizi
oldukça genel uzun ve derin düşünceler sunmak ve ardından
örnekleri inceleyerek türün evrimini tarihi olarak detaylan-
dırmaktır. Bu yaklaşımda bir sorun yok. Ben de bunu anlaya-
bilmem için bir sistem geliştirebilme planıma uygun olarak,
sanat biçiminin bir tanımını başta vererek bu yaklaşımı tersi-
ne çevirmeye çalıştım.
Bu tür akademik alıştırmaların önsözleri ve uygulan-
masının getirdiği bütün çeldiricilere ve tenkitlere rağmen bu
kitabı yazarken aşırı eğlendim ve umarım okur da bundan
nasiplenir.

32
Another random document with
no related content on Scribd:
North Anna river at Quarles Ford, and marched almost constantly for
twenty-four hours towards the Pamunky river.
We next met the enemy near Mechanicsville, on the morning of the
30th of May. Little did we think then, that in the future years, that day
would be set apart for honoring the memory of the fallen sons of the
nation, our brigade advanced in line of battle through Tolopotomy
Swamp, driving the confederate skirmishers until we came to open
fields near Shady Grove Church, where we found the enemy in force
behind earthworks.
We could not take them, so kept back as much as we could, out of
range, yet our loss during the day was twenty-two, killed or
wounded. I shall never forget our march through Tolopotomy woods,
keeping in line, over briars and fallen trees and stumps. Our shoes
were worn out with twenty five days of constant marching and
fighting, and we were about as bad off ourselves. But we got there
all the same, and staid there until midnight, when we were relieved
by a part of the Ninth Corps, and went into camp, where we
remained on the reserve for two or three days.
We took this time to do a little much needed washing, for we had no
change of clothing, being in very light marching order. During our
long marches, often, when we came to a stream, have I taken off my
shirt, given it a hasty wash, wrung it out, put it on again, and gone on
my way rejoicing.
Perhaps the simple record kept in my diary during that “Bloody May,”
as it has been so often called, will give some idea of the life we led
when we were constantly confronting the enemy, with, as we might
well say, a musket in one hand, and a shovel in the other; we could
not stop to rest without first shoveling up earthworks to protect us
from the fire of the ever active enemy.
Chapter XVIII.
LEAVES FROM MY DIARY.
That starry banner blazed afar,
The ensign of the free;
The beacon light of millions past,
And millions yet to be.
Thy father loved its shining folds,
He followed where they waved,
Thro’ tangled wood, or frowning height,
As battle’s storm he braved.

Mrs. Ralston.

May 1, 1864. Was relieved from picket last night, broke


camp, went within one mile of Rappahannock Station. To-
day crossed the Rappahannock river, and marched to
Brandy Station. Corporal Tuttle left for home.
May 2. In camp near Brandy Station; sent letters home.
Several of the boys left us, having exchanged into the
navy.
May 3. Broke camp at one o’clock P. M. Camped near
Culpepper.
May 4. Broke camp last night at eleven o’clock; marched
through Stephensburg, crossed the Rapidan at Germania
Ford at eight A. M.; camped at one P. M., after marching
fourteen hours.
May 5. In the Wilderness. Left camp, advanced half a
mile, and threw up breastworks; skirmishing began, and
we advanced into the fight, which was very hot work. Fell
back to our works at night.
May 6. Left our line at three A. M. and went to the front;
heavy skirmishing from daylight till dark. There has been
some hard fighting on our left. At dark we went to the rear,
then back to the front, where we stayed until midnight,
then returned to our works.
May 7. Was awakened about sunrise by heavy firing all
along the line. Our brigade made a charge over the works;
some fighting all day.
May 8. Sunday. We moved to the right at ten P. M. last
night. Came up with the enemy at eight this morning;
heavy fighting. We are driving the enemy. Our regiment
supported the Fifth Mass. battery. Our brigade charged the
rebs works, with a loss of three hundred men. Fighting
near Spotsylvania Courthouse.
May 9. Started at ten o’clock last night, and went to the
front. This morning threw up some works, and laid in them
all day. No fighting in front of us, only skirmishing until
sunset, then we had some hard fighting. Volunteered, and
went out skirmishing. Erskine, of my company killed today.
We were attacked twice, but the enemy was repulsed.
May 10. Our regiment supported the First New York
battery today. Fighting began at half past eleven, and
lasted until night. John Tidd and E. B. Hewes of my
company wounded. Received a week’s mail; no letters for
me.
May 11. Still supporting the First New York battery. Sent a
letter home written on paper picked up on the battlefield.
May 12. Went out skirmishing at three o’clock this
morning. Flint of my company, badly wounded. Later
charged the enemy’s works. Wellington and Dowd of my
company killed.
May 13. Was relieved from skirmish line, and went to the
regiment, then we started for somewhere; stopped in the
woods. Lost my knapsack and everything I had.
May 14. Up in front; staid here all day, but not much
fighting. Within a mile of Spotsylvania.
May 15. In front; no fighting. Formed in line of battle in
advance of our works, expecting to charge the enemy’s
works, but did not, for some reason to me unknown.
May 16. Laid in line of battle all day and night; no fighting.
On guard.
May 17. Laid in line of battle until dark, and then
advanced, and worked all night throwing up works.
May 18. Shelling began early this morning. Laid behind
works all day and night. Received seven letters from
home, the first I have had since we broke camp at Liberty,
and they are very welcome.
May 19. Laid behind our works until about sunset, then
fighting began on our right. Packed up and moved to the
right. Commenced a letter to father.
May 20. Laid in line of battle behind our works. Sent letter
to father.
May 21. Laid behind our works until one P. M. Packed up
and moved to the left; camped at eight o’clock P. M.
Received letters from home.
May 22. Broke camp at four this morning, but did not start
until ten o’clock. Came up with some of the enemy about
two P. M. Stopped for dinner at four o’clock, then went on
picket.
May 23. We started this morning at six o’clock, and
crossed the North Anna river near Hanover Junction.
Skirmishing began as soon as we crossed, at three P. M.;
fighting began about an hour before sunset. Smart fight.
May 24. Threw up some works and laid behind them until
five P. M. Packed up and moved to the right, then front,
and threw up some works.
May 25. Started this morning at half past four, and
advanced about two miles, then skirmishing began. Threw
up some works.
May 26. Laid behind earthworks until dark, then started,
and marched until eleven P. M., when we stopped for
rations. Atwood wounded today. Two years ago we left
Fort Warren for the front.
May 27. Marched all night until half past six this morning,
then stopped for breakfast near Reed’s Church. Stopped
there two hours, then marched until half past five P. M.
Marched for twenty-two hours.
May 28. Started this morning at half past five. Crossed the
Pamunky river, and went about a mile; stopped for
breakfast, and then threw up some works. Received
letters from home.
May 29. Advanced two miles, rested two or three hours,
then advanced another mile, when skirmishing began.
Threw up some works, and stopped all night.
May 30. Packed up and started at seven this morning;
skirmishing began as soon as we started. Advanced two
miles, fighting all the way. Our regiment charged the
enemy, with a loss of thirty men.
May 31. Regiment relieved, and sent to the rear for a brief
rest. Received letters from the dear ones at home.
Chapter XIX.
COLD HARBOR.
Ah me! I see it all again,
The frenzied battle’s formless form,
The reeling field, alive with men,
The thunderous flashes through the storm!

The rifle’s crack, the hiss, the thud;


The sizz of the on-hurtling shell;
The dying cry; the trickling blood—
The sights, the sounds we knew too well.

Rev. Minot J Savage.

On the 3rd of June, before daylight, we were called up to do our part


in the battle of Cold Harbor. The troops that had relieved us at the
front the day before had been driven from their works, and our
division was called upon to re-take them.
It was the same along the whole line. We were to charge across an
open field, under a terrible fire from the enemy, strongly entrenched
behind earthworks. Between our line of works and that of the enemy,
the ground was covered with pine trees, felled and fastened across
each other, and in addition, they had posted a battery in a position
that could sweep the entire unsheltered field. We heard afterwards
that Lee had been two weeks getting ready for us.
It was about half past four on that bright June morning, that we
started on that memorable charge. Never shall I forget the storm of
bullets, grape and canister that was rained upon us. My comrades
fell on my right and left till I thought there would be none left to tell
the tale. Half way across, my shoe became untied, and I knew that I
would lose it unless I tied it up again, so down on one knee I went,
and tied my shoe.
My comrades saw me drop, and I heard a shout, “Mosby’s hit!” I was
up in an instant, and on with the rest. On we went until we reached
the works, from which we drove the enemy, but they only fell back to
their own line of works, about two hundred yards away. We remained
in the recaptured works, and kept up a constant exchange of fire all
day long; on neither side could a man show his head without being
shot at, but we hindered them as much as we could from using their
battery upon us.
I remember one poor fellow of my company, who had somehow
gone to a part of our line where the enemy had a raking fire right
among us. I noticed him lying there as though asleep, but I well knew
that no one living could sleep in that place, and concluded that he
must be dead. I offered to help his brother bring him in, but he
demurred, fearing that he might share the same fate. We did not
know what moment we might have to leave, and did not want to
leave a dead comrade unburied.
At last four of us started after the body, and succeeded, under a
terrific shower of bullets that drove us back more than once, in
getting him onto a blanket, and each one holding a corner, we made
quick time into the rifle pits. We rolled the poor fellow in the blanket,
and buried him in one of the rifle pits; many a poor fellow was buried
in that way.
There was a peach orchard between the lines, and when the battle
ended at dark, there was not much left of it but the trunks of the
trees. All day I kept pegging away. When my gun got too foul from
constant firing, I poured in a little water, washed it out, snapped a
cap or two, and I was ready for action again. I was not sorry
however, when nightfall put an end to the conflict, and I could drop
down and rest.
Another charge was ordered before night, all along the line, but the
order was countermanded, thus saving many precious lives. The
loss of our army that day was over thirteen thousand men, our
regimental loss being ten killed, and twenty-one wounded.
The next morning at daybreak I heard the orderly call my name, and
reported to him immediately, and received the order with others,
“On the skirmish line!”
While I stood waiting a few moments for the skirmishers to get
together, I noticed a Johnny Reb walking over to our line; I thought
he wanted to come in, so I shouted to him to come on in; he stopped
and looked at me a moment as though surprised, then turned on his
heel, and walked back from whence he came, taking no notice of my
invitation to come in, and threat to shoot him if he didn’t. I would not
have shot the brave fellow anyway, and I watched him walk
deliberately back until he reached the works, when he leaped over
them and ran for the woods like a deer. We concluded that he was a
straggler who had been asleep somewhere, and did not know of the
changed conditions, and thought his side still held the advanced line;
at any rate, he found out the difference before it was too late.
Only a few moments elapsed before we were ready for the start, and
away we went, expecting every minute the rebels would rise above
their works, and put an end to us all. But all was quiet in front, so we
kept on until we stood upon their works, and found that during the
night the enemy had left for parts unknown. Upon a cracker box
cover they had left the loving message,
“Come on, you damned Yanks to Richmond, but you will
find it a rough road to travel, with a Hill, and two
Longstreets to go over before you get there!”
You can imagine how surprised we were to find the works
abandoned that our leaders had thought it impossible to capture by
assault, and how thankful we were that we had not made the charge
that the enemy had evidently expected, and so had prudently
withdrawn, under cover of darkness. They had succeeded in
removing their battery that had so raked us all day, but the heap of
dead horses, a dozen or more, that lay near the position they had
occupied, showed that they had made several attempts before they
accomplished their purpose.
Chapter XX.
THE NORFOLK RAILROAD.
What wonder if the mouth is grim,
That said so many swift “Goodbyes?”
Life’s common words are idle breath,
Beside those earnest battle cries.
What wonder if the gaze is dim,
And yonder strangely lingers yet?
The eye that has looked straight at death,
His image may not soon forget!

Unknown.

On the 12th of June, General Grant changed his plan of operations,


and started us off for the James river. Our corps crossed the
Chickahominy river at Long Bridge, marched southward to the
James river, and on the 16th of June, the Army of the Potomac was
on the right bank of the James, preparing for a fresh start in another
direction. As we went up in front of Petersburg on the 18th of June,
we were double quicked across an open field, and made a dash on
the Norfolk railroad, where we made a stand.
It was in this charge that our beloved colonel, George L. Prescott, fell
mortally wounded, while leading his men. He died the next day, and
the whole brigade mourned his loss; he was a brave soldier, and a
good man; always kind to his men, he treated them like brothers.
Many a time have I known him to let a sick man have his blanket,
and then bunk in with a private who was lucky enough to have such
an article. More than once has he slept with me, rolled up in the
same blanket, and I always felt that in him I had a true friend. By his
kind and generous words and deeds he had endeared himself to the
whole brigade, and today many an old veteran reveres his memory,
even as I do.
His body was brought home, and buried with his kindred in Sleepy
Hollow cemetery, at Concord, Mass. I have visited his grave since
the war, and as I stood in the pleasant spot where he sleeps so
peacefully, I could but recall the memories of that terrible scene,
when he laid his life on the altar of his country.
We had hot work all that day; again we charged the enemy, and
drove them into their last line of works. This enabled us to establish
our line on the crest of the hill. Near this place the mine was made
that was exploded on the 30th of July, a little over a month later.
It was in this charge that a minie ball grazed my check, which soon
swelled so that my comrades hardly recognized me. For a week or
more, my jaw was rather stiff and sore, so that I could not eat hard
bread; this made it rather inconvenient, as I was blessed with a good
appetite and could not get much else but the old reliable “Hard tack”
to eat, but I was not disabled, and did my duty as usual.
It was about noon, during a lull in the fight, that we saw a large
turkey strut proudly into the centre of a deep ravine, that lay between
us and the enemy’s lines. Instantly every musket in our company
was aimed at that poor turkey gobbler. When the smoke cleared
away, we saw him still undisturbed in his foraging; we stood
astonished until one of us happened to remember that our guns
were sighted for 200 yards distance. He hastily lowered the sight,
and spang went the deadly messenger into the heart of that devoted
bird. When the fight was over, we picked up the fowl, and cooked
him for our supper.
That night we spent in throwing up earthworks with our bayonets and
tin plates, and by morning we had some works from which the
enemy could not drive us, though they made several attempts. Our
works were never advanced beyond this line until Petersburg was
taken.
Chapter XXI.
EXTRACTS FROM MY DIARY.
Such is the price with which we bought
A country! And our sons here see
How faithfully the fathers wrought,
For manhood, peace, and liberty.

And you, ye sons, as here you tread,


And on our graves your tribute lay,
That ye be worthy of such dead,
Forget not till the latest day.

M. J. Savage.

June 1, 1864. Sunset. Another battle has begun, and


brave men are now falling for their country and their
homes. Ah, many a heart will mourn when they hear of
this hour’s history, but may the thought cheer them, that
their dear ones fell like heroes, as they are, in the holiest
cause for which man ever fought.
June 2. Five P. M. Again has the battle begun, and again
we hear the hum of lead and iron, like hail in a storm. Oh,
how terrible is the conflict of arms among men of one
nation!
June 3. The battle began early this morning, and now
many of my dear comrades are cold in death. Many others
are suffering with pain from wounds received while facing
traitors to their country.
At six o’clock this morning we charged across a field about a quarter
of a mile; fighting began, and we had it hot and heavy until dark. Our
loss was very heavy, and of my company, Warren P. Locke, and
Makepeace C. Young are killed, and Hazen, Kennison, Robinson,
Melvin, Parsons, Beals, Uffindale, and Fuller are wounded. Oh, may
their names be ever honored by those who love their country!
June 4. Went out skirmishing; relieved at noon, and joined
my company. Started for some place, and went about one
mile, then back we went to the front, and staid all night.
June 5. Laid behind our works until four P. M., then with
two other regiments, we went out on a reconnoissance;
skirmishing began soon after starting, and we fell back to
our works, got our rations, and fooled around all night.
June 13. Started at eight o’clock last night, and marched
until half past four this morning, when we halted near the
Chickahominy river; laid down an hour, then up and going
again. Stopped for breakfast at seven o’clock. Crossed the
Chickahominy, and went about a mile, then halted until
dark; then packed up and started for Charles City
courthouse. Stopped at midnight.
June 14. Once more back on the James river. I little
thought one year ago that I should ever return here. But
where are my companions that were with me then? Some
are lying beneath Virginia soil, others are wounded in the
hospitals, and others are at home with their friends; but I
am still in my country’s service, fighting for the Nation that
was given to us by our forefathers.
June 18. This day will ever be fresh in my memory, for
through the mercy of God, my life was spared, when death
certainly stared me in the face. While men fell all around
me, I was left unharmed. It was a desperate attempt to
carry the enemy’s works; we charged three times and
were repulsed each time, with terrible loss. Our Colonel
fell, fatally wounded, while leading his men in the charge.
Major Edmunds was wounded; William R. Wait was killed,
and Wheeler and many others of my company were
wounded.
June 19. Col. Prescott died of his wounds today at 11 A.
M. He was a good and brave man and we deeply feel his
loss.
July 30. Before Petersburg. Battle opened all along the
line before sunrise this morning. About as heavy artillery
firing as I ever heard. There is hard fighting on the left and
centre of our line.
August 18. On guard last night; packed up at three this
morning, and moved to the left across the Weldon railroad,
and tore up the rails. Heavy fighting all day; was on the
skirmish line; Melvin of my company wounded; was
relieved from the skirmish line at 10 o’clock tonight.
August 21. Sunday; on the Weldon railroad; just got my
breakfast down when the outposts of our line were driven
in; we opened fire, but were driven back to our works, then
we advanced, skirmishing all the way back to our old
picket line.
Chapter XXII.
PETERSBURG.
“And this is what it means, to earn
The title ‘Veteran’ on a coat;
To march through flood and field, or lie
Where rebel rifles sweep the moat;
To serve the guns in rifle pits;
To sleep beneath the silent sky;
To dream of home, and wake to war;
To see a comrade drop and die;
To hear and heed the fearful song
Which whistling minie bullets sing;
To faint and fall, and longing lie,
For one cool draught from rocky spring.”

Unknown.

After our line of entrenchments was established, our brigade was


ordered to the rear, and we encamped along the Jerusalem plank
road, where we were held in reserve for special duty. Here we
worked day and night building a large earthen fort, which we named
in honor of our lamented Col. Prescott. Here Major Edmunds was
appointed colonel, and took command of the regiment.
We remained in reserve about three weeks, during which time we
were called upon to re-enforce the Second and Sixth Corps, on two
occasions. On July 12th we were ordered into the trenches, where
we lived in bomb proofs for five weeks, one of the hardest
experiences of my army life. These bomb proofs were a sort of
artificial cavern, which we had to construct under cover of darkness,
for the enemy was continually sending over to our lines solid shot
and hissing shells, and only in our bomb proofs, (and not always
there,) were we out of danger from them.
To build a bomb proof we dug a hole in the ground about four feet
deep if the ground was dry, but where our regiment was located it
was so springy that two feet brought us to water so most of ours
were partly above ground; after the hole is dug, the top was roofed
over with logs, and dirt thrown on top of them. A small space was left
open towards our rear for a door to go in and out of, which was
sheltered by a log canopy. Here we had to stay, and hot,
uncomfortable, and unhealthy places they proved to be, and it is no
wonder that many of our men were taken from them to the hospital,
sick with malarial fever, from which some of them never recovered.
I remember one hot night, my chum and I pitched a tent two or three
steps in the rear of our bomb proof under a pine tree, and there we
went to sleep. Before morning, the active enemy in front began
shelling our line, and we were awakened by the falling of the
branches upon our tent, having been cut off by a passing shot. Soon
another shot came and struck the tree, and my bedfellow made one
leap out of the tent into the bomb proof. The next shot struck the tree
still lower, and I too forsook my bed for the safer, though
uncomfortable hole in the ground.
Sometimes, when the guns in front of us were silent, we would sit on
the bomb proofs in the evening, and watch the shells of the enemy,
as they came over on to some other part of our entrenchments. It
was a beautiful sight, far beyond any fireworks I have ever
witnessed, if we could only forget their deadly errand.
On the 30th of July occurred the explosion of the Burnside mine, that
we had made by digging a passage to and under one of the rebel
forts, and laying powder enough to destroy it. The plan had been
carefully laid, and an attack contemplated simultaneous with the
explosion, which would carry their line.
The blowing up of that mine was a horrible affair, and caused much
slaughter, but for some reason, the attack was not a success. The
artillery opened all along our line, on that eventful morning, as a
signal for the beginning of the fight.
Near our bomb proof was a battery, which was so located that in
firing, it would rake the rebel picket line on our left. The Captain of
the battery knew that the first round would almost annihilate them,
and wanted to give them a chance for their lives, so he wrote a note,
telling them if they would leave their position and come over to us,
they would save their lives; he then called for a volunteer to carry the
note. Instantly a brave boy of our regiment stepped forward. He was
told that it was a dangerous mission, and that he was risking his life,
for he would certainly be shot at. His only reply was,
“Give me the message, I will go.”
Holding up the white paper, he deliberately walked across the open
space to the rebel picket line, handed one of them the note, saying,
“Here you Johnnies, read that!”
He came back at the same moderate pace and strangely enough,
was not shot at going or coming. All seemed astonished into silence
at his daring, but he was loudly cheered, when he reached our line in
safety.
The warning was in vain; the brave fellows would not desert their
post, neither would they retreat without orders. Again came the order
to rake their line; the order was obeyed, and two-thirds of the poor
men were swept into eternity.
The captain of the battery was disgusted with such butchery. He
could have fired on an advancing foe without scruple, but to fire on a
thin picket line was too cold blooded for him, and he swore that he
would not fire another shot in that direction, and he kept his word.
Chapter XXIII.
PEEBLE’S FARM.
“Forward——charge!
Into the smoke and hurling death,
Trampling friend and crushing foe;
Through the cannons’ flaming breath,
Beneath the flag we rushing go.”

Unknown.

On the 16th of August we were relieved from the trenches. On the


18th we made an attack on the Weldon railroad, in order to cut off
the supplies of the rebel forces in front of Petersburg. In this action
our regiment lost thirteen men. The railroad was too strongly
guarded for our attempt to succeed.
We were called upon frequently to repel attacks from the enemy, and
continually kept busy until the 1st of September, when we were
again ordered to the trenches for a few days. We were soon relieved
however, for our services were required in another direction.
On the 30th of September the Fifth and Ninth corps made a charge
on the rebel Fort McRea. We formed our line in a piece of woods,
bringing the 32nd Massachusetts directly in front of the fort, and the
4th Michigan on our right. We had to cross an open field, and the
enemy’s batteries opened on us directly, but we went on steadily
until we were in range of the rebel rifles, then we made a dash, and
soon reached the fort.
Our colonel received a wound in the leg, and Col. Welch of the 4th
Michigan fell mortally wounded. The first to mount the parapet was
an officer of our regiment; he jumped the deep ditch in front of the
fort, and swinging his sword above his head, shouted to us to follow
him; he was followed by several officers, who jumped the ditch and
rushed into the fort. We soon followed them, though being
encumbered with our equipments, we could not as easily jump the
ditch as the officers. I jumped into the moat, and shouted to a
Johnny Reb to help me up the slope; he shook his head, so I brought
my gun to my shoulder and threatened to shoot him. He reached out
his hand and helped me up the bank.
Corporal Lewis Chesbro of my company, instead of climbing the
bank, ran around to the rear of the fort, where he saw a rebel gunner
sighting a piece of artillery towards a portion of our division that had
not reached the works. Chesbro instantly shot the gunner, then tried
in vain to turn the piece around. Seeing me inside the fort, he called
for me to help him. Together we turned it partly round and sighted it
at another of the rebel pieces of artillery, with which they were trying
to escape.
The shot killed the two lead horses; the driver jumped down and cut
the dead horses clear and managed to save the gun for us to face
again the same day. After we had taken the first line of works, the
Ninth corps passed to the front to take the second line. General
Charles S. Griffin our commander, told us that we had done our duty
well, and had done enough for one day, so we stacked arms and
dropped down to rest.
Just at dusk, an aide came riding swiftly to our line, with the
message that the left of the troops in front of us had broke, and our
assistance was wanted. The order came clear and sharp:
“Fall in! Take arms! Left face! Forward double quick,
march!”
General Griffin took the lead, shouting,
“Follow me!”
Away we went to where the troops had broke, and oh, what
confusion! Shells bursting, men running here and there, every one
for himself, and above all the noise was heard the rebel yell, once
heard, never to be forgotten.
Our brigade passed through the retreating men, and began firing, to
check if possible, the enemy’s advance. This we did, and drove them

You might also like