Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Bilgi Sorunlar■ ve Dil Managua Dersleri

2nd Edition Noam Chomsky


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/bilgi-sorunlari-ve-dil-managua-dersleri-2nd-edition-noa
m-chomsky/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Dil ve Zihin ■ncelemelerinde Yeni Ufuklar 1st Edition


Noam Chomsky

https://ebookstep.com/product/dil-ve-zihin-incelemelerinde-yeni-
ufuklar-1st-edition-noam-chomsky/

Internacionalismo ou Extinção 1st Edition Noam Chomsky

https://ebookstep.com/product/internacionalismo-ou-extincao-1st-
edition-noam-chomsky/

Türk Dünyas■nda Ortak Dil Türkçe Bilgi ■öleni 2nd


Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/turk-dunyasinda-ortak-dil-turkce-
bilgi-soleni-2nd-edition-kolektif/

I segreti delle parole Noam Chomsky Andrea Moro

https://ebookstep.com/product/i-segreti-delle-parole-noam-
chomsky-andrea-moro/
Türkçenin Yabanc■ Dil Olarak Ö■retimi Bilgi Teknoloji
Tabanl■ Ö■retim 2nd Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/turkcenin-yabanci-dil-olarak-
ogretimi-bilgi-teknoloji-tabanli-ogretim-2nd-edition-kolektif/

Tre lezioni sull uomo Linguaggio conoscenza bene comune


Noam Chomsky

https://ebookstep.com/product/tre-lezioni-sull-uomo-linguaggio-
conoscenza-bene-comune-noam-chomsky/

Pozitif Felsefe Dersleri ve Pozitif Anlay■■ Üzerine


Konu■ma 2nd Edition Auguste Comte

https://ebookstep.com/product/pozitif-felsefe-dersleri-ve-
pozitif-anlayis-uzerine-konusma-2nd-edition-auguste-comte/

Türk Dilinin ve Edebiyat■n■n Yay■lma Alanlar■ Bilgi


■öleni Bildirileri 2nd Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/turk-dilinin-ve-edebiyatinin-
yayilma-alanlari-bilgi-soleni-bildirileri-2nd-edition-kolektif/

Türk Dil Bilgisi Toplant■lar■ 1 Birle■ik Fiil


Bildiriler ve Tart■■malar 2nd Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/turk-dil-bilgisi-
toplantilari-1-birlesik-fiil-bildiriler-ve-tartismalar-2nd-
edition-kolektif/
BİLGİ SORUNLARI VE DİL

MANAGUA DERSLERİ

Noam Chomsky

bgst Yayınları
bgst Yayınları-31
Düşünce D izisi- ı ı
Bilgi Sorunları ve D i l : Managua Dersleri
Noam Chomsky
" Language and Problems of Knowledge
The Managua Lectures"
The M iT Press, Cambridge, Massachusetts (1988)
Türkçesi : Veysel Kılıç

ı. Basım: Nisan 2009, İstanbul


2. Basım: Eylül 2019, İstanbul
© bgst Yayınları

Yayına Hazırlayan: Nuri Ersoy


Redaksiyon: Aslı Göksel
Türkçe Düzelti: Sibel Neslişah Hazar
Kapak ve Kitap Tasarımı: Rauf Kösemen
Mizanpaj: Savaş Yıldırım

Baskı: WPC Matbaacı lık Sanayi ve Ticaret A. Ş.


Osmangazi Mah . Mehmet Kopuz Sk.
No: ı7 Kıraç - Esenyurt /İSTAN BUL
Tel : 0212- 886 83 30
Faks: 0212- 886 83 60 Sert. No: 35428

ISBN: 975-6 1 65-3 1-7


Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu
Tomtom Mah. Kaymakam Reşat Bey Sok. 9/3
Beyoğlu/İstanbul Sert. No: 45153
0212 251 19 2 1
www. bgst. org
bgstyayinlari@bgst. org
BİLGİ SORUNLARI VE DİL

MANAGUA DERSLERİ

Noam Chomsky

Türkçesi: Veysel Kılıç

bgst Yayınları
Noam Choınsky: Çağımızın en önemli muhalif entelektüellerin­
den birisi olan Noam Chomsky, ı928'de Amerika'da doğdu. Dilbilim,
matematik ve felsefe eğitimi gördü. ı955'te Pennsylvania Üniversi­
tesi'nden doktorasını aldı ve Massachussets Teknoloji Enstitüsü'n­
de (MiT) ders vermeye başladı. Halen MiT Dilbilim ve Felsefe bölü­
münde Emeritüs Enstitü Profesörüdür. 1955'te hazırladığı doktora te­
zinin bulgularından hareketle 1957'de yayımladığı Syntactic Struc­
turn�'ın [Sözdizimsel Yapılar], dilbilim alanında bir devrim yarattığı
kabul edilmektedir.

Chomsky, insan yaşamının her alanındaki özgürleşme sorunları hak­


kında ve özellikle ABD'nin dış politikası üzerine çok sayıda etkili po­
litik çalışmaya imza atmıştır. Türkiye'de yayımlanan eserlerinden
bazıları şunlardır: Kader Üçgeni (Çev: Tanı! Bora, İletişim Yayınları,
1993), Dünya Düzeni: E6ki6 i Yeni6 i (Çev: Tuncay Birkan ve Ali Ça­
kıroğlu, Metis Yayınları, 2000), Dil ve Zihin (Çeviri: Ahmet Kocaman,
Ayraç Yayınevi, 2ooı), Amerikan Müdahaleciliği (Çev: Taylan Do­
ğan ve Barış Zeren, Aram Yayıncılık, 2ooı), Medya Gerçeği (Çev: Os­
man Akınhay ve Abdullah Yılmaz, Everest Yayınları, 2002), ı ı Eylül
ve Sonra<1ı: Dünya Nereye Gidiyor? (Çev: Nuri Ersoy, vd. , Aram Ya­
yıncılık, 2002), İmparatorluğa Kar�ı Durmak (Çev: Nuri Ersoy, Aram
Yayıncılık, 2003), inwn Doğa<1ı: İktidara Kar� ı Adalet (Çev: Tuncay
Birkan, Bgst Yayınları, 2005), Entelektüellerin Sorumluluğu (Çev:
Nuri Ersoy, Bgst Yayınları, 2005), Rızanın imalatı (Çev: Ender Aba­
doğlu, Aram Yayıncılık, 2006), Demokra<1i ve Eğitim (Ed: C. P. Otero,
Çev: Ender Abadoğlu, vd. , Bgst Yayınları, 2007), PoMmodemizm ve
Sol (Albert ve Herman ile birl ikte, Çev: Ender Abadoğlu ve Sevinç Al­
tınçekiç, Bgst Yayınları, 2007), Tehlikeli Güç (Çev: Yavuz Alogan, it­
haki Yayınları, 2007), Müdahaleler (Çev: Taylan Doğan, Nuri Ersoy,
Bgst Yayınları, 2008), Bilim ve Po6tmodemizm Tartı�maları: Po6t­
modemizm ve Ra<1yonalite (Raskin v.d. ile birlikte, Çev: Sevinç Al­
tınçekiç, Taylan Doğan, Bgst Yayınları, 2008).
İÇİNDEKİLER

6 (.'evirmenin Ön&özü

9 Ön&ÖZ

12 Tart�manın (.'erçeve&i

49 (.'asda� Dilbilimin Ara�tırma Programı

83 Dil Yapı.sının İlkeleri I

ııı Dil yapı.sının İlkeleri II

1 58 Gelecese Bakı�: Zihnin İncelenme.sindeki Beklentiler

196 Tartı�malar

222 Dizin ve Sözlük


ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ

Türkiye'de son yıllarda çok tanınan ve ilgiyle okunan ünlü dilbi­


l imci Noam Chomsky, aynı zamanda Amerika dış politikasının ünlü
karşıtlarındandır. ı957 yıl ında yazmış olduğu Syntactic Structures,
daha sonra 1965 yılında bunu kuramsallaştırdığı Aspects of the The­
ory of Syntax adlı kitaplarıyla dilbilim alanında devrim yaratmıştı.

Chomsky'nin Managua'da (Nikaragua) yapmış olduğu sabah otu­


rumu konuşmaları Bilgi Sorunları ve Dil , Managua Dersleri başlığı
altında kitaplaştırıldı. Öğleden sonraki oturumlar da politik ko­
nular üzerine olmuştur. Chomsky'nin bu kitabının, gerek bugüne
kadar uyguladığı dilbilim yöntem ini tanıtmak, gerekse daha son­
ra geliştirmiş olduğu düşüncelerin temelinin ön habercisi olduğu
için, mutlaka Türkçe'ye kazandırılması gerektiğine inandım.

Özellikle üniversitelerde, dil ve sosyal bilimler alanında gerek dil­


bilimle ilgi l i gerekse dünyada düşünsel olarak süregelen gelişme­
leri izlemek isteyen aydınların, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin
bu kitabın hedef kitlesi olabil eceğine inandığımdan çeviri stratej i ­
lerimi bu amaca yönelik olarak kurdum. Bu yüzden, Chomsky'nin
sözlü bir metin olarak kurduğu ancak belli bir zihinsel yoğunluğa
ulaşan bu metinleri yalınlaştırmayı ya da açımlamayı düşünmedim.

Kitabı çevirmeye karar verdiğimde hem heyecanlandım hem de


büyük bir sorumluluk altına gireceğimin bil incine vardım. Çevi­
ri hiç de kolay olmadı. Bu tür yapıtlar çevirilirken anlamın, erek
B GST 1 Dü�ünce Dizi6i 1

dilin olanaklarından yararlanılarak fire vermeden aktarılması il­


kesi, benim de bu çeviride benimsediğim i l kelerden birisi oldu.
O nedenle çeviri sürecinde zaman zaman bunaldığım, çeviriye
uzun süre ara verdiğim oldu. Ne var ki, iki binli yılların başında
Chomsky ile Bilgi Üniversitesi'nde yapmış olduğu bir konuşmadan
sonra, tanışma ve ona kimi sorular sorma olanağı buldum. Kimi
sorularım da bu çeviriye i l işkindi. Bu buluşma, çeviriyi bitirme ko­
nusunda beni yüreklendirdi.

Managua Denl eri, Üretici Dönüşümse! Dilbilgisi kuramı içinde


dilin ayrıntılı incelemesini dilbil imci olmayan, ama dil konularıy­
la ilgi lenen kişilerin anlayabileceği biçimde sunduğu tek kitap­
tır. Burada okuru çevirinin teknik yönleriye ilgili bir iki noktada
aydınlatmak istiyorum. Chomsky, metinde örnek olarak verdiği
yaklaşık 150 yapıda, konuşmayı yaptığı coğrafyaya uygun olarak
ve metnini zenginleştirmek üzere İngil izce örneklerine İspanyolca
örnekler de eklemiş. Bu örnekler ve bunların ham çeviri olarak
açıklamaları hedef okur kitlesinin bu örneklerin tüm katmanları­
nı görüp yararlanabilmesi için olduğu gibi korunmuştur. Böylece
okur, örneklerin tüm katmanlarını görecek: (a) İspanyolca tümce,
(b) İngilizce'ye sözcük sözcük aktarımı, (c) Türkçe'ye sözcük söz­
cük aktarımı (bunların çevirileri Asl ı Göksel ' e aittir.) (d) İngilizce
dil sistemi içinde anlamlı çevirisi ve (d) Türkçe'ye aktarımı.

örnek (ı. bölüm):

(3)
j uan hizo [arreglar el carrol.
juan made [fix the car].
(Juan neden.oldu [tamir.et araba] .)
"juan had someone fix the car. "
(J uan arabayı tamir ettirdi.)
1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua DeralerI
_
�I _No_a_ m_C_h om 6 ky
_ _� -- -
- -
- �

Anlatılmakta olan konu için önemi olan, ancak Türkçe'de sözcük


karşılığı olmayan birimleri aktarırken karşılıklarını kavram olarak
verdik (ör. aşağıda "i6 "in karşılığı olarak ko(>aç, "in"in karş ı lığı ola­
rak ilgeç):

Örnek (2. bölüm):

(2)
a. El hombre esta en la casa.
The man is in the house.
(Adam ko(>aç ilgeç ev)
'The man is at home."
(Adam evde.)

Doç. Dr. Veysel Kılıç


Beykent Üniversitesi
İstanbul 30 Ocak 2009
ÖNSÖZ

1986 Martının ilk haftasında rektör Cesar j erez'in (S. j.)° ve Galio
Gurdian yönetimindeki araştırma merkezi C I D CA'nın çağrılısı ola­
rak Managua'yı ziyaret etme ve Universidad Centroamericana'da
(UCA) bir dizi konuşma yapma olanağı buldum. Bu derslerin sabah
oturumları dil ve bilgi sorunlarına, öğleden sonraki oturumları ise
çağdaş politika sorunlarına ayrı lmıştı. Katıl ımcılar arasında aka­
demisyenlerle Nikaragua'dan gelen bir çok dinleyicinin yanı sıra
Kosta Rika üniversitelerinde çalışanlar, ayrıca Nikaragua'da ça­
lışan yabancılar ya da bu ülkeyi ziyaret edenler de yer alıyordu.
Benim İ ngilizce sunduğum bildiriler usta çevirmenler Danilo Sala­
manca ve tartışma bölümünde de çevirmenlik yapan Maria-Esther
Zamora tarafından dinleyiciler için İ spanyolca 'ya çevrildi. Bunlar
radyodan yayımlandı, (sonradan öğrendiğime göre Amerika Birle­
şik Devletleri'nde kısa dalga radyoda da yayımlanmış) ve basıldı,
ayrıca sunum sonrasındaki tartışmalar da yayımlandı. Özlü ve bil­
gilendirici tartışmalar yapı lmış olmasına karşın, kayıt aygıtı bun­
ları iyi kaydedemediğinden maalesef çoğu burada yer almıyor.

Kitap, dil ve bilgi konusundaki sabah oturumlarının genişletilmiş,


yapılan tartışmaların da gözden geçirilerek yazıya dökülmüş bi­
çimlerini içermektedir. Çağdaş politika konusuna i lişkin öğleden
sonra yapılan oturumların bildirileri, Power and ldeology: The
M anagua Lecture6 [Güç ve İdeoloji: Managua Dersleri] başlığı al-
• "Society oUeöuitö"e (Cizvit Cemaati) aidiyetin sembolü b i r kısaltma. -y. h.n.
ıo 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Deraleri 1 Noam Chom6ky

tında Boston'daki South End Press tarafından ayrı bir kitap olarak
yayımlanacaktır. Dilin ilkelerini göz önüne sermek ve tartışmayı
daha i lgi çekici kılmak için, kullanılan örnekler İspanyolca. Bu­
rada, İ ngilizce çevirisinin daha kolay anlaşılabi lmesi için bir kaç
açıklama ekledim ve değişiklik yaptım. Tartışmayı notlardan ye­
niden yapılandırırken bazı yerlere kasete alınmamış birkaç nok­
tayı da ekledim. Bazı durumlarda da tartışmayı daha iyi uyduğu­
n u düşündüğüm yerlere taşıdım. Ayrıca, birçok yerde dinleyicile­
rin sorularına vermiş olduğum yanıtları bildiri metinlerinin içine
kattığım için bir kısım tartışmayı kitap dışı bıraktım. Buna, iki d i l l i
geniş bir dinleyici kitlesinin katıl ımlarını teybe almakta yaşanan
teknik güçlükler de eklenince, dinleyicilerin katılımları metinden
ayrı parçalarmış gibi kaldı. . Yine de bütün bu güçlüklerin katılım­
cıların ve çevirmenlerin çabasıyla hal ledilmesi sayesinde ders ve
tartışmalar oldukça kolay i lerled i . Anlattığım nedenlerden ötürü,
ders ve son derece canlı geçen tartışmalar süresince dile getirilen
özlü soru ve görüşlerin, ancak bir kısmı var bu kitapta.

Oldukça zor ve yorucu bir iş olan hem İ ngilizce hem İspanyolca


çeviriyi başarılı bir şeki lde yaptıkları, ayrıca bildiri lerimi sunuş
için hazırlarken bana çok yardımcı oldukları için Danilo Salaman­
ca ile Marfa-Esther Zamora'ya özel teşekkürlerimi sunmak istiyo­
rum. Bu yapıttaki İspanyolca örnekler için Esther Torrego'ya son­
suz teşekkür borçluyum. Claribel Alegrfa'nın hem sunduğum met­
ni hem de tartışma metinlerini Nikaragua baskısı için İspanyol­
ca'ya çevirmesine özellikle sevindim. Ayrıca, eşim Carol'la birlikte
gezimizi, hep anımsanacak bir güzell iğe dönüştüren Cesar jerez,
Galio Gurdian, Danilo Salamanca, Marfa-Esther Zamora, Claribel
Alegrfa ve daha birçoklarına teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
Yaşamın değişik kesimlerinden tanıştığımız arkadaşların bize gös­
terdikleri yakın i lgi, duyarlılık ve konukseverlikten ve yapıcı tar-
B GST 1 Dü�ünce Diziöi 1 ıı

tışmalardan çok mutlu olduk. Dahası çok yoğun olan bir progra­
mın aralarına sıkıştırabildiğimiz ev ziyaretleri ve gezilerden çok
zevk aldık. Ayrıca birçoğunun adını bile bilmediğim ya da anımsa­
yamad ığım insanlara da teşekkür etmek istiyorum: Bizi Leon yöre­
sinde yoksul köylülerin oluşturdukları tarım kooperatifine buyur
eden Asunci6n birliğinin rahibelerine, halka açık toplantılara ve
tartışmalara katılanlara, ve daha birçok insana. Özell ikle Amerika
Birleşik Devletleri 'nin kurduğu dehşet çemberinden kaçmış, dev­
let teröründen uzak, saygın ve umut dolu bir yaşam sürdürebile­
cekleri bir yere sürgüne gelmiş kişilerin oluşturduğu muhteşem
topluluğun üyeleriyle tanışmaktan çok mutluluk duyduğumu vur­
gulamak istiyorum. Gerçi Yarıkürenin Efendisi, bu yaşamın oluş­
turduğu ciddi "düzen" ve "istikrar" tehdidini önlemek için elinden
geleni yapıyor.

Gerçek Nikaragua'nın, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki basın or­


ganlarında çizilen resimden çok değişik olacağını tahmin etmiş­
tim; ancak farkın tahminimin ötesinde olduğunu görmek beni
mutlu etti . Ülkenin değişik yörelerinde uzun yıllar yaşamış birçok
ziyaretçi de görüşlerimi paylaşıyor. Siman Bolivar'ın ısa küsur yıl
önce söylediği "Amerika Birleşik Devletleri, özgürlük adına, kıtayı
sürekli kargaşa ortamına sokmayı ve eziyet etmeyi iş edinmiş gö­
züküyor. " sözünün anlam ve gerçekliğini ABD'l ilerin anlamalarını
sağlamak konusunda başarısız kaldık. Ülkemizin, birçok başka ül­
kenin yanısıra Nikaragua'ya da, bir yüzyıldan daha uzun bir süre­
dir tarihsel bir uğraş olarak ve günümüzde yenilenmiş bir inançla
işkence etmesini durdurmak konusunda da başarısız kaldık. Ame­
rika Birleşik Devletleri 'nden gelmiş dürüst bir kimsenin bu başa­
rısızlıklarımızdan dolayı, derin bir üzüntü ve utanç duymadan ko­
nuşması hemen hemen olanaksızdır.
1. TARTIŞMANIN ÇERÇEVESİ

Dil ve bilgi sorunları üzerine vereceğim beş derste değineceğim ko­


nular karmaşık ve iç içedir, kapsam açısından da geniş bir yelpaze­
dedir. Bu konuların bir kısmı üstüne düşündüklerimi özel bir bilgi
gerektirmeyecek bir anlatımla sunacağım. Aynı zamanda araştır­
maların ön sınırında yer alan gelişmeleri anlamaya yardımcı ola­
cak kadar teknik sorunlardan bazıları ve bu sorunlara verilen ola­
sı yanıtlar hakkında da en azından fikir vermek istiyorum. Bu tek­
nik konuların, genel ve kökü eskilere dayanan sorunlara neden ışık
tuttuğu konusundaki düşüncelerimi de belirtmek istiyorum.

Günümüzde dil konusunda bildiklerimiz üzerine açıklama yapma­


ya çalışmayacağım. Bana ayrılan süre içinde bu konunun hakkını
vermek oldukça zor. Ben daha çok bu çalışmayı -ya da en azından
onun içindeki temel görüşü- i lgilendiren sorulara değineceğim ,
onları açıklamaya ve daha genel b i r bağlama yerleştirmeye çalı­
şacağım. Bu bağlamın i ki boyutu vardır: birisi insanın temel doğa­
sını anlamaya çalışan Batı felsefesi ve ruhbi lim geleneği, öteki ise
beyin ve organizma konusunda bugün bildiklerimiz ve öğrenmeyi
umdukl arımız ışığında, çağdaş bilimler çerçevesinde klasik sorula­
rı yeniden ele alma çabası.

Asl ında dil incelemesi, her iki tür araştırmanın merkezini oluştu­
rur: Batı düşünce tarihinin önem l i bir bölümünü oluşturan gele­
neksel felsefe ve ruhbilim ile, insanın doğasına yönelik bilimsel
çağdaş araştırma. Dilin insan doğasını incelemekte niçin özel bir
BGST [ Dü�ünce Diziöi [ 13

yerinin olduğuna ve olmayı sürdüreceğine dair birçok neden var.


Bunlardan birisi, dilin gerçek anlamda insan türüne özgü bir olgu
olmasıdır. Dil, özünde yalnızca insanlara ait, ciddi patolojik du­
rumlar dışında tüm insanlar arasında neredeyse hiç farklılık gös­
termeyen ve doğuştan varolan biyolojik ortaklığımızın genel bir
parçasıdır. Dahası d i l , düşüncenin, eylemin ve toplumsal i lişkile­
rin içine önemli bir biçimde girer. Son olarak da dil, incelemeye
oldukça açık bir alandır. Bu bakımdan, sorun çözme, sanatsal ya­
ratıcılık, insan yaşamının ve etkinliklerinin öteki görünümleri gibi
incelemeyi isteyebileceğimiz diğer konulardan çok değişiktir.

Çağdaş araştırmaların doğal mekanı olduğuna inandığım entelek­


tüel geleneği tartışırken, felsefe ile bilim arasında kesin bir ayrım
yapmıyorum. Bu ayrım, doğru ya da yanlış, oldukça yeni bir olgu.
Burada bizi ilgilendiren, bu konuları irdelerken gelenekçi düşü­
nürlerin kendilerini "bilim insanlarından" farklı görmedikleridir.
Örneğin Descartes, kendi çağının önde gelen bilim insanlarından­
dı. Onun "felsefe alanındaki çalışması", "bilim alanındaki çalışma­
sından" ayrı deği ldi; dahası onun felsefe alanındaki çalışması, bi­
limsel çalışmasının, bilimin kavramsal temel lerinin ve de (onun
gözünde) bil imsel kurguların en uç noktalarının ve çıkarsamala­
rın bir bi leşenini oluşturuyordu. David Hume, insan düşüncesi ko­
nusundaki araştırmasında kendi projesinin Newton'unkiyle ben­
zerlik gösterdiğini düşünüyordu: O, insan doğasının öğelerini ve
bizim zihinsel yaşamımıza giren ve onu yönlendiren ilkeleri bul­
gulamayı amaçladı. "Felsefe" terimi, bilim olarak adlandırdığımız
şeyleri kapsıyordu, böylece fizik, doğa felsefesi olarak adlandırıldı
ve "felsefi dilbi lgisi" terimi bil imsel dilbi lgisi anlamında kul lanıldı.
Dil ve düşünce alanında araştırma yapanların önde gelenleri, fel ­
sefi dilbi lgisinin (genel dilbi lgisi y a da evrensel dilbilgisi) "yazılı
ve sözlü dilin değişmez ve genel ilkeleriyle" tüm insanların doğa-
14 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noam Chom&ky

sının ortak özell iğinin bir bölümünü oluşturan i lkeler ve "insanın


aklını kullanmasını kendi entelektüel işlemlerinde yönlendiren il­
kelere" (Beauzee) il işkin tümdengelimli bir bilim olması gerektiği­
ni düşündüler. Çoğunlukla dil ve düşünce alanındaki çalışmalar,
tek bir konu ya da en azından birbiriyle ilgili araştırmalar olarak
benimsendi . Çeşitli yaklaşımlar, başka konularda çatışsalar da bu
konuda benzer noktada durmaktadırlar. Bu anlayış, bana birçok
nedenden kuşkulu gözüküyor. Bunları beşinci bölümde tartışaca­
ğım; ancak araştırmanın esasının kavramsallaştırılma biçimi sağ­
lam görünüyor, o nedenle bu doğrultuda i lerleyeceğim .

Bir d i l i konuşan birey, b i r biçimde zihinde, nihayetinde beyinde


fiziksel olarak yer alan bel l i bir bilgi sistemi oluşturmuştur. Bu ko­
nularda bir araştırma yapacak olursanız bir dizi soruyla karşılaşır­
sınız, bazı ları şunlardır:

ı. Bilgi sistemi nedir? İngilizce, İ spanyolca ya da Japonca


konuşan kişinin zihninde/beyninde ne vardır?
2. Bu bilgi sistemi zihinde/beyinde nasıl ortaya çıkar?
3- Bu bilgi, konuşmada (ya da ikincil bir sistemde, örneğin
yazıda) nasıl devreye girer?
4. Bu bilgi sisteminin maddi temeli ve bu bilginin kullanımında
işlevi olan fiziksel düzenekler nelerdir?

Bunlar klasik sorular. Ne var ki, benim burada benimsediğim i fa­


delerle sorulmamışlardır. Birinci soru, ı7. ve ı 8 . yy'da yapılan fel­
sefi dilbilgisi araştırmalarının temel konusuydu. İkinci soru, Pla­
ton'un sorunu diye tanımlayabi leceğimiz sorunun özel ve önem li
bir biçimidir. Bertrand Russell, son çal ışmalarında bu sorunu yeni
bir biçimde dile getirmiştir; sorunun temeli şudur: "Dünya ile i l iş­
kisi kısa, sınırlı ve kişisel olan insan, nasıl oluyor da bildiği kada­
rını bilebil iyor?" Platon, bu sorunu kayıtlardaki ilk ruhbilim dene-
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 ıs

yiyle sergiledi (en azından, ilk "düşünce deneyi"). Sokrat ise Meno
adlı yapıtında, eğitilmemiş köle bir çocuğu bir dizi soruyla yön­
lendirerek, çocuğun geometrinin teoremlerini keşfetme sürecin i
sergiler. Bu sorun, şimdiki durumda b i z i de i lgilendiren b i r başka
sorunu ortaya çıkarır: Köle çocuk, kendisine bilgi verilmeden ya
da eğitilmeden geometriye i l işkin gerçekleri nasıl bulabil miştir?

Platon, bu soruna bir çözüm önerdi tabii ki: Bilgi, köle çocuğun zih­
ninde/beyninde daha önce var olan biçiminden anımsandı. Sok­
rat'ın ona yönelttiği sorular aracılığı ile yeniden uyandırıldı. Yüzyıl­
lar sonra Leibniz, Platon'un yanıtının temelde doğru olduğunu söy­
ler; ancak bu yanıt "'daha önce de vardı' yanlışından arındırılmalı­
dır. " der. Bu öneriyi çağdaş kavramlarla nasıl değerlendirebiliriz?
Çağdaş hali şöyle olabi lir: Bi lgimizin ve kavrayışımızın bir bölümü
doğuştan vardır, biyolojik özelliğimizin bir bölümüdür, genetik ola­
rak belirlenmiştir, tıpkı kanatlı olmak yerine, kol ve bacakl ı olma­
mıza neden olan ortak özelliğimizin unsurları gibi. Klasik öğretinin
bu yorumu bence temelde doğrudur. "Doğanın özgün elinden türe­
miş" ve "türlere özgü olan" bilgiden söz eden Hume gibi, önde ge­
len deneye( düşünürlerin kavramlarına tümüyle aykırı olmamasına
karşın bu yorum, son bir kaç yüzyı ldır Batı düşüncesine egemen ol­
muş deneyci ekolün varsayımlarından oldukça uzaktır.

Platon'un sorunu, dil incelemelerinde çarpıcı bir biçimde ortaya çı­


kar. Bu konuda biraz önce önerilen yanıt doğru çizgide gözükmek­
tedir. Bu konuya, konuşmanın ilerleyen bölümlerinde değineceğim.

Sıradaki üçüncü soru iki bölümde ele alınabil ir: algılama sorunu
ve üretim sorunu. Algılama sorunu, duyduğumuzu nasıl anlamlan­
dırdığımızla ilgilidir (ya da okuduğumuzu; ama hiç kuşkusuz ikin­
cil olan bu sorunu bir kenara bırakıyorum) . Çok daha belirsiz olan

• l ng. empiriciöt
16 1 Bilgi Sonınları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noam Chomöky

üretim sorunu ise ne söylediğimiz ve niçin söylediğimizle ilgili­


dir. Buna " Descartes'ın sorunu" diyebiliriz. Sorunun temelinde "dil
kul l anımının yaratıcı gücü" biçiminde nitelenebilecek sorunun ya­
nıtını aramak yatar. Descartes ve yandaşları, dilin normal kulla­
nımını, sürekli yen i l i kçi, sınır tanımayan, dış uyarıcılardan ve iç
durumların egemenliğinden bağımsız, kullanıldığı ortamlar için
uygun ve tutarlı , dinleyicide de aynı durumlarda benzer i fadeleri
kul l anabilecekleri duygusu uyandıran bir şey olarak görmüşlerdir.
Böylece normal bir konuşma ortamında kişi yalnızca daha önce
duyduklarını yinelemez, yeni dilsel biçimler de üretir -çoğunluk­
l a kend i yaşamındaki yeni deneyimler, hatta dilin tarihinde daha
önce hiç kullanı lmamış dilsel biçimler. Ve bu tür yenil ikler için
bir sınır yoktur. Dahası, bu türden bir söylem, rasgel e söylenmiş
sözceler dizisi değildir, onu dile getiren duruma uygundur; ancak
onun nedeni değildir. Bu öneml i , ama anlaşılması zor olabilecek
bir ayrımdır. Bu durumda dilin kullanımı bağımsızdır ve kesinleş­
tirilmemiştir, yine de kullanıldığı durumlara uygundur; ve söylem
ortamındaki öteki katıl ımcılarca bu kullanımın uygun olduğu ka­
bul görür. Öteki katıl ımcılar da aynı biçimde tepki verebil irler­
di. Onların düşünceleri, ilk konuşmacı gibi aynı biçimde söyleme
uyum sağlar. Kartezyenlere göre, dil kul l anımının yaratıcı gücü,
bize görünüş olarak benzeyen başka bir organizmanın da bizimki­
ne benzer bir zihni olduğuna i l işkin en iyi kanıttır.

Dil kullanımının yaratıcı boyutu, "insanlar fiziksel dünyadaki her


şeyden özde farklıdırlar." diyen Kartezyenler tarafından temel bir
sav olarak kul lanıldı. Diğer organizmalar, makinedır. Onların par­
çaları belli bir biçimde düzenlendiğinde ve dışsal bir çevreye yer­
leştirildiklerinde artık yapacakları şey tümüyle belirlenmiştir (ya da
belki rasgele). Ne var ki, insanlar belli koşullarda belli bir biçimde
davranmaya "güdümlü" deği ldir; ancak Kartezyen düşüncenin önde
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 11

gelen savunucularından birisinin açıkladığı gibi, yalnızca bell i şey­


leri yapmaya "'eğilimli ve isteklidirler." Davranışları belki önceden
kestirilebi lir, bu davranışlar içinde yapmaya eğilimli ve istekli ol­
dukları şeyleri yapmaya yöneleceklerdir, yine de bunları yapıp yap­
mamakta özgürdürler, yapmaya eğilimli oldukları veya zorlandıkla­
rı şeyleri yapmak zorunda değildirler. Örneğin, elime makineli bir
tüfek alıp size tehdit edici bir biçimde doğrultarak "Heil Hitler" diye
bağırmanızı emretsem, benim adam öldürme eğilimli bir deli oldu­
ğuma inanırsanız dediğimi yaparsınız; ancak yine de bir seçeneğiniz
vardır, kullanmasanız bile. Bunu gerçek dünyada gördük: Nazi işga­
li altındaki bazı ülkelerde, örneğin insanların büyük çoğunluğu et­
kin ya da edilgen işbirlikçiler oldu; ama kimileri de bu işgale karşı
direndi. Oysa böylesi durumlarda bir makine, insanların yaptığının
tam tersine, hiçbir seçeneği olmaksızın, kendi iç yapısı ve dış çev­
resine göre davranır. Dil kullanımının yaratıcı boyutu, insan doğa­
sının bu temel yanının en çarpıcı örneği olarak sunuldu genellikle.

Dördüncü soru görece yeni bir soru, aslında hala ufukta olan bir
soru. İlk üç soru dilbilim ile ruhbi limin inceleme alanına girer.
Ben, bu iki disiplin arasında bir ayrım yapmamayı yeğlerim. Dil­
bilimi (daha doğrusu, burada ilgilendiğim dilbilim alanlarını), ilk
üç soruda özetlenen ruhbi lim konularının bir parçası olarak görü­
rüm. Şunu da vurgulamak isterim, aynı başlık altına felsefenin de
büyük bir bölümünü yerleştirmek isterim, bunu gelenekseli izle­
yerek yaparım, çağdaş uygulamayı deği l . Dilbil imci, birinci, ikinci
ve üçüncü sorulara olası yanıt aradığı ölçüde, beyin konusunda
araştırma yapan bilim insanı da, dilbilimin soyut kuramında açığa
çıkan özell ikleri sergi leyen fiziksel düzenekleri keşfetmeye başla­
yabilir. Bu sorulara yanıt verilememesi durumunda, beyin konu­
sunda araştırma yapan bilim insanları ne aradıklarını bilmezler;
onların araştırmaları, bu noktaya i lişkin olarak kördür.
ıs 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Deralerl 1 Noam Chomöl.:y

Bu, fiziksel bilimlerde bilinen bir öyküdür. 19.yy kimya bilimi, kim­
yasal öğelerin öze l l i klerine i l işkindi ve bileşikler için modeller
sundu (örneğin, benzen halkası); değerlik' , molekül ve element­
lerin periyodik tablosu gibi kavramlar geliştirdi. Bu gel işmelerin
tümü oldukça soyut bir düzeyde sürdü. Bunların, daha temel fizik­
sel düzeneklerle nasıl bir bağlantısının olduğu bilinmiyordu. As­
l ında bu kavramların "fiziksel gerçekliği"nin olup olmadığı ya da
sadece deneyimi düzenlemeye yarayacak rivayetler olup olmadık­
ları çok tartışıldı. Soyut araştırmalar, fizikçilerin önüne bir takım
yeni sorunlar koydu: bu tür özellikler sergil eyen fiziksel düzenek­
leri keşfetmek gibi. 20.yy fiziğinde katedilen inanılmaz adımlar­
la, bu tür sorunlara çok yetkin ve i lgi çekici çözümler üretilmiş­
tir, öyle ki kimileri bu çözümleri bir tür "en son ve eksiksiz yanıt"a
yaklaşma olarak görüyor olabil irler.

Günümüzün zihin/beyin incelemeleri de aşağı yukarı aynı şeki l­


de görülebilir. Zihin hakkında konuştuğumuzda, bir bakıma soyut
bir düzeyde beynin fiziksel düzeneğinin henüz bilinmeyen özel­
l iklerini konuşuyoruz demektir. Oksijenin değerlik ya da benzen
halkası konusunda konuşanların, o güne kadar bilinmeyen fizik­
sel düzenek konusunda soyut bir düzeyde konuştukları gibi. Tıpkı
kimyacıların keşfettikleri şeyin, temelde yatan düzeneklerin daha
i leri düzeyde araştırılmasının yolunu açması gibi, günümüzde dil­
bilimci-ruhbi l imcilerin araştırmaları da, beyin düzenekleri incele­
melerinin ilerlemesinin koşul l arını hazırlamıştır. Bu araştırma lar
el yordamıyla, ne aradığını bilmeden, kavramadan yoksun ve so­
yut bir düzeyde ilerlemek zorundadır.

Dilbilimcinin yapılarının doğru olup olmadığını, ya da bu yapıların


değiştirilmeleri gerekip gerekmediğini veya yerine yeni lerinin ko-

' lng. valence. Bir atom ya da atom kümesinin, hidrojen atomu ya da eşdeğeriyle birle­
şebilmesine göre ölçülen kimyasal bağ yapabilme sığası. -y. h . n.
BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 19

nup konmamasını sorgulayabiliriz. Ne var ki, bu yapıların "gerçek­


liği" konusunda çok az anlamlı soru bulunmaktadır -daha doğrusu,
onların "ruhsal gerçeklikleri" konusunda (bu terim yaygın, ancak
bir o kadar da yanıltıcıdır). Kimyacının yapılarının "fiziksel ger­
çekliği" konusundaki sorulabilecek birtakım anlamlı soruların az­
l ığı gibi (bu soruların yeteri kadar ayrıntılı olup olmadıklarını sor­
gulayabildiğimiz halde). Araştırmanın her aşamasında dünyanın
niteliğini daha iyi kavramamız için kuramlar oluştururuz. Bunu,
kuramsal çabaları aydınlatabilecek kanıt sunan dünyadaki bu gö­
rüngülere d ikkatlerimizi odaklayarak yaparız. Dil araştırmaların-·
da soyut bir biçimde ilerleriz, zihinsel düzeyde, biriml erin bu so­
yut düzeyde nasıl yapı l andıklarını, özelliklerinin ve onları yönlen­
diren i l kelerin beynin özellikleri açısından nasıl açıklanabilece­
ğini inceleriz. Beyin bilimleri, beynin bu özell iklerini keşfetmeyi
başarırsa, biz o zaman d i l i sözcük, tümce, ad, eylem ve benzeri so­
yut dilbilimsel kavramlar açısından tartışmaya son vermeyeceğiz,
nasıl ki günümüzde kimyacıların değerlik, element, benzen halka ­
sı v e benzeri kavramları kullanmaktan kaçınmadıkları gibi. Temel
fiziksel varlıklarla i lişkileri konusundaki bi lgimiz sayesinde artık
güç kazanan bu kavramlar, açıklama yapmamız ve tahminde bu­
lunmamız için uygun ve elverişli olmaya devam edebilirler. Ya da
bunlara i lişkin daha i leri düzey araştırmalar, daha iyi açıklamalar
bulmak için onların yerini başka soyut kavramlara bırakması ge­
rektiğini de gösterebil irler.

Dikkat ederseniz, zihnin incelenmesi konusunda gizemli bir şey


yoktur, eğer bunu beyin düzeneklerinin soyut özelliklerinin ince­
lenişi olarak değerlendirirsek. Aslında bu haliyle çağdaş zihinci­
lik0, ruhbilim i l e dilbilimin fiziksel bilimler içinde eritilmesi için
atılmış bir adımdır. Çoğunlukla sosyal bilimlerde ve felsefede,

• lng. mentaliöm.
20 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noam ChomMcy

Marksist gelenek de dahil olmak üzere, yanlış anlaşıldığını düşün­


düğüm bu konuya daha sonra dönmek istiyorum.

Bu dört soruyu, daha i leri düzeyde araştırma yapman ın temel çer­


çevesi olarak görüyorum. Dördüncü soru konusunda söyleyecek
bir şeyim yok; çünkü o konuda çok az şey biliniyor. Üçüncü soruy­
la da yalnızca kısmen ilgiliyim, üretimsel boyutuyla. Bu soru, do­
ğası itibariyle farkl ıdır, buna daha sonra döneceğim, ne var ki kay­
da değer bir şey öneremeyeceğim. Ama birinci ve ikinci soruyla,
üçüncü sorunun a lgılama boyutu konusunda söylenecek çok şey
var. Bu konuda önemli gel işmeler oldu.

Birinci ve üçüncü soru, dile il işkin bilginin ne olduğu ve nasıl kul­


lanıldığına dair sorulardır; çoğunlukla da birbirlerine uydurulur­
lar. Bu nedenle sık sık şu görüş dile getirilir: Bir dili konuşmak ve
konuşulanları anlamak, pratik bir yeteneğe sahip olmak demektir,
bisiklete binmek ya da satranç oynamak gibi. Daha genel bir söy­
leyişle, bu yaklaşıma göre dil, bazı yetenek ve beceri lere sahip ol­
mak demektir. Beceri ve yeteneğin, al ışkanlık ve eğilime indirgen­
diği i leri sürülür sıklıkla, böylece dil bir al ışkanl ıklar sistemi olur,
ya da bel l i koşullarda bel l i davranışlar sistemi. Böylece dil kulla­
nımının yaratıcı boyutu "örnekseme"ye indirgenir (sorunun ayır­
·

dına varı lıp varı lamadığını bir tarafa bırakıyorum, bu son zaman­
lara değin çok az yapı ldı, yaklaşık yüzyı llık bir gecikmeyle): Dili
konuşanlar, yeni dilsel biçimleri, duyup anladıkları biçimlerden
"örneksemeyle üretir" ve benzer yöntemlerle anlarlar bu anlayışa
göre. Bu şekilde, karanlıklardaki esrarengiz.. bir şeyden, zihinci­
lik endişesinden kurtulmuş oluyoruz, şeytan çıkarır gibi Kartezyen
"makinedeki hayaleti" kovuyoruz. İşte böyle deniyor.

İ ng. analogy.

•• l ng. occu lt.


BGST 1 Dü�ünce Dizi6i 1 21

Daha önce de değindiğim gibi, bu endişeler yersizdir ve kanımca


geleneksel zihinciliği ciddi bir biçimde yanlış yorumlamaktan kay­
naklanmaktadır. Bu soruna, son kısımda tekrar değineceğim. An­
cak bilginin bir yetenek olduğu görüşünün de i ler tutar bir yanı
yoktur. Basit bir irdeleme bu düşünüşün doğru olmadığını gösterir.

İspanyolca'yı tam aynı düzeyde bilen iki kişiyi düşünelim: İkisinin


de telaffuzları, sözcüklerin anlamları konusundaki bilgileri, tümce
yapısını kavrayışları vd. tümüyle aynı . Yine de bu iki insan, dil kul­
lanımı yetenekleri açısından birbirlerinden çok farklı olabilirler,
farklıdırlar da. Bunlardan biri dili şiirsel kullanırken, öbürü klişe­
lerle konuşan sıradan bir dil kul lanıcısı olabilir. Aynı bilgiyi payla­
şan iki kişi, özell ikle farklı konuşma ortamlarında oldukça değişik
şeyler söyleyebil irler. Bu nedenle bilgiyi yetenekle bir tutmak zor­
dur, hele hele davranışla edinilen eği limlerle.

Dahası, yetenek, bi lgide bir değişiklik olmadan da gelişebilir. Birisi


topluluk karşısında etkil i konuşma ya da yazma kursuna katı larak
bu konularda dil kullanma yetenekl erini geliştirebil ir; ancak dile
i l işkin yeni bilgiler edinmez. Sözcükler, yapılar, kurallar vd. konu­
sunda aynı bilgiye sahiptir. Dil kullanma yeteneği gel işmiş, ancak
dil konusunda yeni bilgiler edinmemiştir. Yetenek, benzer biçim­
de, bilgi kaybına yol açmaksızın bozulabi lir ya da yok olabilir. Ör­
neğin, ispanyolca'yı anadili olarak konuşan juan'm başından ya­
ralanması sonucu sözyitimine ' uğradığını, konuşma ve konuşulan­
ları anlama yeteneğini yitirdiğini varsayalım. Bu durumda juan,
İspanyolca bilgisini de mi yitirmiş oluyor? Pek sayılmaz, hasarın
etkisi azalıp juan'ın konuşma ve anlama yeteneğini yeniden ka­
zanması durumunda bunu kendimiz keşfedebil iriz. El bette ki, juan
Japonca değil , hp a nyolca konuşma ve anlama yeteneğini yeni-

• l ng. aphaöia.
22 1 Bilgi Soranları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noam Chomt.ky

den kazanır ve bunu eğitim veya deneyim ile yapmaz. Juan 'ın ana­
d i l i , eğer Japonca olsaydı, İspanyolca yerine Jap onca konuşma
ve anlama yeteneğini yeniden kazanırdı, yine eğitimi ve deneyimi
olmaksızın. İspanyolca anlama ve konuşma yeteneğini yitirdiğin­
de, İ spanyolca 'ya i lişkin bilgisini de yitirmiş olsaydı, bu yeteneği­
ni yeniden kazanması bir mucize olurdu. juan, bu durumda neden
J aponca deği l de İspanyolca konuşabil iyor? Juan, İ spanyolca 'ya
i lişkin eğitim ve deneyimi olmaksızın, acaba bu yeteneği nasıl ge­
l iştirdi? Bu hiçbir çocuğun yapabileceği bir şey deği ldir. Şu kesin:
Anlama ve konuşma yeteneği yitirildiğinde kimi şeyler korunmuş
olmalı. Korunan şey yeteneği olmasa gerek, bu alanda yitime uğ­
radığına göre. Korunan şey bilgi sistemidir, zihnin/beynin bili�<1el
bir <1 i<1tem ( Bu bilgiye sahip olmakla, konuşma ve anlama yete­
neği ya da birtakım eğil imler, al ışkanl ıklar ve beceriler sistemi bir
olamaz, bu ortada. "Maki nedeki hayaleti" bilgiyi, yetenek, davra­
nış ve eği limlere indirgeyerek kovamayız.

Bu şekilde düşünürsek bisiklete binmek, satranç oynamak vb. tür


şeylerin yetenek ve eğilimler sistemine indirgenemeyeceğini gö­
rebiliriz. Varsayalım ki J uan, bisiklete binmeyi biliyordu; ama son­
ra bir beyin rahatsızlığından dolayı bu yeteneğini tümüyle yitirdi,
ama d iğer fiziksel yetkinliklerine birşey olmadı ve beyindeki hasar
azaldıkça J uan yitirdiği yeteneklerini yeniden kazandı. Geçici ye­
tenek kaybına rağmen, yaralanmadan etkilenmemiş olarak kalan
bir şey vardır. Dokunulmamış ya da bozulmamış olarak kalan şey,
bisiklete nasıl binileceğini içeren bilişsel sistemdir; yani burada
yetenek, eğilim, a l ışkanlık ya da beceri söz konusu deği ldir.

Bu tür sonuçlardan kaçınmak için bilgi ile yeteneği özdeşleştiren


düşünürler, beyin travmasından sonra İ spanyolca konuşma ve an-

• l ng. a cognitive t.yötem


BGST 1 Dü�ünce DiZi6i 1 23

lama yeteneğini yitiren juan'ın, bu yeteneğe aslında hala sahip ol­


masına karşın uygulamayı unutmuş olduğu sonucuna varmak zo­
runda kalmışlardır. 1 Bu durumda yeteneğe i lişkin iki kavramımız
oluyor: birisi korunan, ötekisi ise yitirilen yetenek. Ama bu iki kav­
ram birbirinden çok farklıdır. Normal kul lanımda yeteneğe denk
olan bunlardan ikincisidir; birincisiyse yeni üretilmiş bir kavramdır
ve bilginin tüm özelliklerini içerecek biçimde tasarlanmıştır. Bu ta­
nımla bi lginin yetenek olduğu söylenebilir tabii; ama bu yeni üre­
tilmiş "yetenek" kavramı, normal anlamıyla oldukça ilgisizdir. Bu
tür söz manevralarıyla hiçbir şeyin elde edilemeyeceği ortadadır.
Aksine şu sonucu çıkarabiliriz: Bi lgiyi yetenek (eğilim, beceri, vd.)
açısından açıklamaya çalışmak, bu yaklaşımın baştan yanlış oldu­
ğunu gösterir. Bilginin günümüz felsefesindeki kavramsallaştırılma
biçiminin isabetsiz yanlarından sadece bir tanesi bu bence.

Başka bazı konular da bizi aynı sonuca götürür. juan, el libro sözünün,
örneğin masaya değil, kitaba gönderme yaptığını bilir. Bu Juan açısın­
dan yeteneğinin iflası değildir. Çünkü el libro, güçsüz ya da kimi be­
cerilerden yoksun diye juan için masa kavramına gönderme yapıyor
değildir. Bu juan'ın sahip olduğu belli bir bilgi sisteminin özelliğidir.
İspanyolca konuşmak ve anlamak bu bilgiye sahip olmak demektir.

Şimdi aynı noktaları öne çıkaran ve bizim Platon'un sorununu ve


bu sorunun sorgulattığı şeyleri daha net anlamamızı sağlayacak,
daha ilginç ve zor örneklere dönel im. Aşağıdaki tümcelere baka­
lım:2

( ı)
j uan arregla el carro.
"J uan fixes the car."
(J uan arabayı onarır.)
(2)
juan afeita a Pedro.
24 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noanı C ho _m_ö ky
_ �
_______

j uan shaves to Pedro.


(Juan tıraş.eder i lgeç Pedro.)
"Juan shaves Pedro . "
(J uan Pedro'yu tıraş eder.)

Bu tümceler, İspanyolca'nın kendisine özgü ve örneğin benzer bir


dil olan İ talyanca'da olmayan bazı özel liklerini sergiler. Eylemin
nesnesi (z)'de olduğu gibi canl ı olduğunda, nesne (burada "Ped­
ro"), İspanyolca'da a i lgecinden sonra gelmeli, oysa İtalyanca'da
durum böyle deği ldir.

Şimdi de içinde arreglar (tamir etmek, onarmak) ve aueitar (tıraş


etmek) eylemlerinin bulunduğu başka bir İspanyolca yapıya baka­
lım, ettirgen yapılara:

(3)
juan hizo [arreglar el carro].
juan made [fix the cari.
(Juan neden.oldu [tamir.et araba]°.)
"juan had someone fix the car. "
(Juan arabayı tamir ettirdi. )
(4)
juan hizo [afeitar a Pedrol.
j uan made [shave to Pedro].
(Juan neden. oldu [tıraş. et ilgeç Pedro]. )
"Juan h a d someone shave Pedro."
(Juan Pedro'yu tıraş ettirdi. )

İspanyolca ve İ ngil izce satırlardaki ayraçlar, ha cer (yapmak, ne­


den olmak) eyleminin tümleci olan tümceciksel öğeyi gösterir:

• İngilizce'de kullanılan beli rtme sıfatı the sözcüğü, Türkçe'ye yapılan sözcük sözcük çe­
virilerde cümlenin anlaşılmasına katkısı ve Türkçe karşılığı olmadığı için kullanı lmamıştır.
-y. h.n.
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 ıs

Bunun anlamı, ayraç içindeki önermelerle söylenen bel l i bir ola­


ya juan'ın neden olduğudur, yani birisinin arabayı onardığı (3) ya
da Pedro'yu traş ettiği (4). (4)'te canlı nesne Pedro, bir kez daha a
ilgecini gerekli kılar.

Bu örneklerde tümleç tümceciğinin öznesi i fade edilmemiştir, bu


nedenle belirsiz birisi olarak anlamlandırı lır. Ne var ki, özne açık­
ça belirtilebi lir de:

(s)
juan hizo [arreglar el carro a Marfal.
juan made [fix the car to Marial.
(J uan neden.oldu [tamir. et araba i lgeç Maria].)
"j uan had Maria fix the car."
(Juan Maria 'ya arabayı tamir ettirdi.)

Burada İ ngilizce ile İ spanyolca arasındaki bir ayrımı görürüz. İs­


panyolca' da tümleç yantümceciğinin öznesi ilgeç öbeği olarak
eklenmiştir (a Mar{a). Oysa aynı tümcenin İngil izce'sinde özne,
normal bir tümcede olduğu gibi eylemden önce gelir; "Maria fixed
the car" da olduğu gibi. Bu yapıda İspanyolca, kendisine çok yakın
olan İtalyanca'daki gibi bir durum sergi ler.

Şimdi arregler e l carro yerine auei tar a Pedro sözünü kullanarak


(s) benzeri bir yapı oluşturmaya çal ıştığımızı varsayalım. Bu du­
rumda şöyle bir örneğimiz olur:

(6)
j uan hizo [afeitar a Pedro a Marfal.
juan made [shave to Pedro to Marial.
(J uan neden.oldu [tıraş.et ilgeç Pedro ilgeç Maria].)
"juan had Maria shave Pedro."
(J uan Pedro'yu Maria'ya tıraş ettirdi.)
26 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der&leri 1 Noam Chomöky

(6)'nın İtalyanca eşdeğer tümcesi iyi bir tümce olmasına karşın,


İ spanyolcası düzgün bir tümce değildir. Nedeni şu: İspanyolca ve
benzeri dillerde iki a-öbeği'nin yinelenmesine izin verilmez.3 İtal­
yanca'da "tıraş etmek" eyleminin nesnesi a i lgeci gerektirmediği
için (6)'daki örnek düzgün kabul edilebi lir bir tümcedir.

Bu örneklerde, değişik düzeydeki genel lemeleri sergileyen dil ku­


ralları ile karşılaşırız. En genel düzeyde, İngil izce, İtalyanca ve İs­
panyolca'da bir tümceciği içe yerleştirerek ettirgen eylemin tüm­
leci yapmak olasıdır. Bu aslında dilin genel bir özelliğidir; ama bu
soyut yapıların dillerde nasıl gerçekleştiği farklılık gösterir. Daha
alt düzeydeki genellemelerde İ ngilizce, İtalyanca ve İspanyol ­
ca'dan ayrı lır. İngil izce'de yantümceciğin öznesi normal özne ko­
numundadır, İ talyanca ve İspanyolca'da ise a-(i lgeç)öbeğine dö­
nüşür, ya da söylenmez. Bu ayrım, daha ileride göreceğimiz gibi,
İ ngil izce-İspanyolca ile İ talyanca arasındaki derin ayrımlardan
kaynaklanmaktadır. Şimdilik bu ayrımlara "yantümcecik özel l iği"
diyelim, i leride tekrar döneceğiz. İngil izce, yantümcecik özelliğini
İspanyolca ve İtalyanca'dan farklı yorumlar. Bu ayrım, biraz önce
sergilenen ettirgen yapıda da gösterildiği gibi değişik sonuçlara
gider. Daha ayrıntı lı bakarsak İspanyolca, İtalyanca'dan şu ba­
kımdan ayrı lır: Canlı bir nesneden önce a i lgeci gelmel idir. Ama
artlarda sıralanmış a-öbeklerini engelleyen ilkeyi bu iki dil pay­
laşırlar. Bu i l keler (6)'nın İspanyolca'da yapı lamamasına yolaçan
ilkelerdir.

Özetleyecek olursak, bazı genel ilkeler var, ettirgen ve benzeri


yantümcecik yapı larını oluşturan ilkeler gibi, ya da a-öbeklerinin
artlarda sıralanmalarını engelleyen ilkeler gibi. Bu ilkeler, anlam­
landırmada kimi farklıl ıklara izin verir: yantümcecik özell iğinde
olduğu gibi, dil leri birbirinden ayıran alt düzey kurallar gibi, ör­
neğin İ spanyolca'da canlı bir nesneden önce a ilgecini eklemeyi
BGST f Dü�ünce Diziöi f 27

gerektiren kura l . Kuşkusuz bu düzeylerden başkaları da olabilir.


Ama bu tür kural ların ve ilkelerin etkileşimi, d ilbilgisel i fadenin
biçim ve anlamlandırılmasını belirler.

Şimdi bu olguların tümünü, bir çocuğun İspanyolca öğrenmesi açı­


sından yeniden değerlendirelim. Dikkat edilirse, verilen her örne­
ğin Platon'un sorununa bir örnek olduğu görülür. Yapacağımız şey,
bir çocuğun olgunlaşmış bir dil sisteminin kural ve ilkelerine nasıl
hakim olduğunu belirlemeye çalışmaktır. Sorun deneyci bir sorun­
dur. İ l ke olarak bu tür bilginin kaynağı, çocuğun çevresinde ya da
zihninde/beyninde biyolojik olarak belirlenmiş bir bölümde ola­
bilir, hatta dil yetisi diyebileceğimiz bölümde. Bu etmenlerin et­
kileşimi, konuşma ve anlama sürecinde uygulamaya konulan bilgi
sistemini sağlar. Bilginin çevresel etmenlere bağlı olduğu durum­
larda, zihin/beyin, kısmen biyolojik olarak belirlenmiş kaynakların
parçası olan düzenekler aracılığıyla, i lgili bilgiyi belirleme ve ayırt
etmenin yöntemini sağlıyor olsa gerek. Bu düzenekler dil yetisi­
ne özgü olabilirler ya da daha genel "öğrenme düzenekleri" olabi­
lirler. Bu durumda göz önünde bulundurmamız gereken üç etmen
bulunmaktadır: genetik olarak belirlenmiş dil yetisi ilkeleri, gene­
tik olarak belirlenmiş genel öğrenme düzeneği, ve konuşmanın bu­
lunduğu bir toplulukta büyüyen çocuğun dilsel deneyimi. Sorun,
bu etmenleri belirleme ve ayırt etmektedir. Bu etmenler arasın­
da üçüncüsünün varlığından oldukça emin sayılırız (değişik dillerin
varolmasından dolayı), birinci etmen konusunda da oldukça güçlü
kanıtlarımız bulunmaktadır (dil yetisinin ilkeleri). Genel öğrenme
düzeneğinin konumu ise sanıldığının aksine hiç de açık deği ldir.

Biraz önce tartıştığımız örneklerle bağlantı lı olarak birtakım spe­


külasyonlar yapabiliriz. Canlı nesneden önce a-ilgeci koyma ku­
ralı gibi alt düzey bir kural, İspanyolca'ya özgüdür. Bu kural İs­
panyolca öğrenen bir çocuğun edinmesi gereken bir kuraldır. Bu
za 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der6leri 1 Noam Ch om.ıky

durumda dilsel çevrenin de bir rolü olmalı; ya dil yetisi ilkeleriyle


ya da genel öğrenme düzeneğiyle etkileşimde bulunarak yapma­
lıdır bunu (bu tür genel düzenekler mevcutsa). Ancak İspanyolca
konuşan çocuk (6)'daki tümcenin olamayacağını öğrenmek zorun­
da değildir. Bu olgu artlarda a-öbeğini engelleyen genel ilkelerden
kaynaklanır. Bu ilke ise dil yetisinin bir öğesi olabilir, o zaman de­
neyimden bağımsız olarak vardır, ya da deneyim, doğuştan gelen
dil yetisi ve genel öğrenme düzeneklerinin etkileşimiyle ortaya çı­
kabilir. Yantümcecik özel l iğine gelince, en azından bazı yönlerinin
dilsel çevrece belirlenmiş olması lazım; çünkü daha önce gördü­
ğümüz gibi diller bu açıdan farkl ılık gösterir. Bunu ileride de kulla­
nacağım bir terimle i fade etmekte fayda var: Yantümcecik özelli­
ği parametriktir. İ lkenin genel biçimi sabittir; ama parametrenin
farklı değerler almasına da açıktır. Parametrenin değeri deneyim­
le belirlenir. Değer, bir kez öğreni ldiğinde genel dil ilkelerinden
bir dizi olgu ortaya çıkar; yukarıda sergilenen görüngüler gibi.

Daha genel ilkelerden söz edecek olursak, yantümceciksel tümleçle


karmaşık bir yapı oluşturabilmenin öğrenmekten kaynaklanmadığı­
na dair spekülasyon yapabiliriz. Bu tür soyut yapılar, dillere özgü,
sözlüksel ve daha başka özelliklere bağl ı olarak yüzeysel farkl ılıklar
göstermelerine karşın, dil yetisinin bir ilkesi olarak vardırlar.

Bu görüşler ışığında Platon'un sorununa dönecek olursak sorun,


zihnin/beynin bel l i özellikleri ve dilsel çevrenin bazı nitel iklerine
dayanarak çözülür. Zihnin/beynin özellikleri, dil yetisinin birçok
ilkesini içerir: yantümceciksel tümleçleri olan karmaşık yapıların
kurulabilmesi, yantümcecik parametresi ve bu parametrenin açık
olması, hatta belki de a-öbeklerinin artlarda gelmesinin engel len­
mesi gibi. Dilsel çevre, yantümcecik öze lliği parametresinin de­
ğerini belirleyecek kadar zengin olmalıdır (ve İspanyolca'da can­
lılara işaret eden nesnelerin a-öbeği gerektirdiğini belirleyecek
BGST j D ü�ünce Diziöi j 29

kadar). Bu süreçlerde genel öğrenme düzenekleri işin içine girebi ­


lir d e , girmeyebilir de. Bu etmen lerin etkileşimi, zihinde/beyinde
dilin olgunlaşmış durumu olarak ifade bulan bilgi sistemini üretir.
Bu bilgi sistemi, dilsel i fadelerin anlamlandırılabilmesini sağlar.
Bunların arasında çocuğun dil öğrenirken daha önce hiç duymadı­
ğı şeyler de yer alır. Burada söylediklerim, genel sorunun özel bir­
takım öğelerine şöyle bir değiniyor kuşkusuz. Platon' un sorununu
çözmek istiyorsak izlememiz gereken yol budur.

Şimdi işi biraz daha karmaşıklaştıran durumlara bakalım. (2)'de a


Pedro yerine, juan'a gönderme yapan dönüşlü bir öğe de kullan­
mış olabilirdik. İspanyolca, dönüşlülerde iki olasıl ığa izin verir: öe
ya da 61 miömo. Bunlardan yalnızca birincisine bakalım. Pedro ye­
rine 6e koyarsak şu yapıyı elde ederiz:

(7)
juan afeita a se.
juan shaves to himself.
(juan tıraş. et i lgeç kend i.)

Ne var ki (7) düzgün bir tümce değildir. Buradaki öe öğesi kendi


başına duramayan, ancak bir eyleme eklenerek tümcede yer ala­
bilen bir parçacıktır (teknik deyimiyle takıöal öğe). İspanyolca'da
bir kural var, bu kural öe'yi aueitar'ın belirtili nesnesinin olağan
yerinden alıp eyleme ekleyerek şimdiki konumunun gelecek bi­
çimde kaydırır. 4

(8)
juan se afeita.
juan self-shaves.
(juan kendi-tıraş. eder.")

lspanyolca'da kullanılan dönüşlü fiillerdeki öe kavramının Türkçe'deki karşılıklarından


biri "kendi" sözcüğüdür; ancak bunun diğer kullanımlarla (ör. 'Bu benim kendi düşüncem'
ya da 'Evi ken di yaptı'daki gibi) karıştırılmaması gerekir. -y.h.n.
30 1 Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Der61eri 1 Noam Chomöky

"juan shaves himself. "


(J uan kendini tıraş eder.)

Öyleyse (2)'ye denk düşen dönüşlü biçim (8)'dir. Benzer olgular,


dönüşlü adıllar dahil olmak üzere adıl parçacıkları olan İtalyanca
ve diğer dil ler için de geçerl idir.

Şimdi ettirgen ve dönüşlü yapıları birleştirelim, örneğin (4)'teki


Pedro yerine öe parçacığını koyalım:
(9)
juan hizo [afeitar a se)].
juan made [shave to setn.
(Juan neden.oldu [tıraş.et ilgeç kendi].)
Se parçacık olduğu için tek başına bir işlevi olamaz, yerinden ka­
yarak bir eyleme eklenmelidir. Burada kuramsal olarak iki olasılık
var: parçacık, ateitar eylemine eklenerek (ı oa) 'yı, ya da hizo ey­
lemine eklenerek (ıob)'yi verebilir. Son durumda parçacık (8)'deki
gibi eylemden önce gelir:

(ıo)
a. juan hizo [ a feitarse).
j uan made [shave-selfl.
(Juan neden. oldu [tıraş. et-kendi].)
b. juan se hizo [afeitarl.
juan self-made [shavel.
(Juan kendi-neden.oldu [tıraş. et].)
"juan had someone shave him (J uan)."
(Juan kendini tıraş ettirdi.)

İ spanyolca'nın tüm lehçelerinde bu tümcelerden ikincisi (ıob)


normal kul lanımdır (akraba olduğu İtalyanca gibi dillerde de oldu­
ğu gibi). Birincinin, (ıoa)'nın, durumu ise karışıktır. Bu yapı, Latin
BGST 1 Dü�ünce Diziöi 1 31

Amerika İspanyolcası'nda ve İber yarımadasındaki çoğu İspanyol­


ca konuşurla'. ı için kabul edilemez görünüyor. Mamafih, yarıma­
da İspanyolcası'nın bazı biçimlerinde kabul edilebil iyor. Yani dilin
genel olmayan bir özelliği daha var karşımızda, bel l i dillere özgü
bir nitelik ve bu nedenle öğreni lmesi geren bir özellik. Bir parçacı­
ğı bir eyleme ekleyen kuralın iki değere izin veren bir parametre­
si vardır ve bu değer farkı (ı oa) ile (ıob)'yi birbirinden ayırt eder,
ya da daha büyük bir olasılıkla bu ayrım, sözü geçen dillerin kıs­
men öğrenilebi lir olan diğer özelliklerinden kaynaklanır. (ıob)'de
6e'nin juan'a gönderme yaptığı açıktır. (ıoa)'da ise durum biraz
daha karışık. Bu durumu şimdilik bir kenara bırakarak (ıob)'de yo­
ğunlaşmak istiyorum.

(ıob)'de ettirgen eylemin yantümceciksel tümleci, (3) ve (4)'te ol­


duğu gibi öznesizdir. Ama, daha önce de gördüğümüz gibi, tümle­
cin öznesi a-öbeği olarak ortaya çıkabilir. Eğer tümlecin öznesi,
örneğin lo6 muchacho6 ((erkek) çocuklar) ise, bu durumda (ı ı)'i
bekleriz:

(ıı)
juan se hizo [afeitar a los muchachos].
juan self-made [shave to the boys].
(J uan kendi-neden .oldu [tıraş.et ilgeç çocuklar].)
"J uan had the boys shave him (J uan)."
(Juan kendini çocuklara tıraş ettirdi.)

Bu durumda bir sorun çıkıyor karşımıza. (ıob) iyi yapılandırılmış


bir tümce olmasına rağmen, ona a lo6 muchacho6'un eklenmesi
anlamlandırılması mümkün olmayan bir tümce çıkarmıştır ortaya:
juan'ın kendisini kimliği bilinmeyen birisine tıraş ettirdiği anlamı­
na gelen (ıob)'den yola çıkarak (ı ı)'in, juan'ın kendisini çocuklara
tıraş ettirdiği anlamına gelen normal bir tümce olması gerekirdi.
ıı ! Bilgi Sorunları ve Dil: Managua Deraleri ! Noam Chomöky

Her nedense burada örnekseme işlemiyor. Bu durumda (ı ı)'in ne­


den düzgün kabul edilebi l i r bir tümce olmadığını açıklarken art
arda a-öbeği olmaması ilkesine başvuramayız; çünkü yinelenmiş
a-öbeği yok ortada. Başka bir ilke var işin içinde. Aslında İtalyan­
ca' da da (ı ı)'in dengi tümceler kabul edilmemektedir, yine bu ilke­
nin bir sonucu olarak.

O halde, ettirgen ve dönüşlü yapıya a lo6 muchacho6 öbeği ek­


lendiğinde, yapının kabullenilebilirl iğinin önemli ölçüde değişti­
ğini görürüz ve örnekseme yöntemi çalışmaz olur. Bu yapının baş­
l angıcına a quien öbeğini eklediğimizde de aynı sonuçla karşıla­
şırız. Bu öbek (ıob) 'ye eklendiğinde (ı2) elde edilir (soru öbeği a
quien nedeniyle sözdiziminde değişiklikler olur).
(ı2)
A quien se hizo juan [afeitarl?
To whom self-made juan [shavel?
(ilgeç kim kendi-neden. oldu juan [tıraş. et]?)

Bu tümce, tıpkı (ıı) gibi, kabul edilir bir İspanyolca ya da İtalyanca


değildir. Benzerlerinden bekleyeceğimiz "Kime juan [kend ini (Ju­
an'ı) tıraş et]tirdi" anlamına gelmez. A qui en öbeği yapıyı değişti­
rir ve örnekseme işe yaramaz olur.

Bu örnekler, Platon'un sorununun daha da belirginleşmiş ve


önemli hale gelmiş bir biçimine işaret etmektedir: İspanyolca
veya İtalyanca öğrenen bir çocuk bu olguları nereden bilebil ir?
Bu örnekler, bir kez daha, bilgiyi yetenekle açıklama girişiminin
ya da dil kullanımının örneksemelerle açıklanmasının ne kadar
umutsuz çaba lar olduğunu gösterir.

Yukarıda gözden geçirdiğimiz olgular, İspanyolca konuşanların


bilgilerinin bir bölümünü oluşturur. Bu durumda şu soru günde-
Another random document with
no related content on Scribd:
Fig. 232. Davallia aculeata. (⅖ nat. size.)
It is noteworthy that while certain vegetative features may in some
cases be cited as family-characters, such features are not usually of
much value from a taxonomic point of view. While the typical tree
ferns are practically all members of the Cyatheaceae, a few
members of other families, e.g. Todea barbara (Osmundaceae) and
the monotypic Indian genus Brainea (Polypodiaceae), form erect
stems several feet in height; but these differ in appearance from the
Palm-like type of the Cyatheaceous tree ferns. On the other hand,
the thin, almost transparent, leaf of Hymenophyllum tunbridgense
and other filmy ferns is a character shared by several species of
Todea, Asplenium resectum, and Danaea trichomanoides
(Marattiaceae); the filmy habit is essentially a biological adaptation.
The form of frond represented by certain species of Gleichenia,
characterised by a regular dichotomy of the axis and by the
occurrence of arrested buds, is on the whole a trustworthy character,
though Davallia aculeata (bearing spines on its rachis) (fig. 232) and
Matonia sarmentosa have fronds with a similar mode of branching
and also bear arrested radius-buds. A limited acquaintance with
ferns as a whole often leads us to regard a certain form of leaf as
characteristic of a particular species, but more extended enquiry
usually exposes the fallacy of relying upon so capricious a feature.
The form of leaf illustrated by Trichomanes reniforme is met with also
in Gymnogramme reniformis and is fairly closely matched by the leaf
of Scolopendrium nigripes. The fronds of Matonia pectinata (figs.
227, 228) bear a close resemblance to those of Gleichenia
Cunninghami, Adiantum pedatum, and Cheiropteris
[704]
palmatopedata .

The habit, leaf-form, and distribution of Ferns.


The full accounts of the structure and life-history of the common
Male Fern, given by Scott in his Structural Botany and by Bower in
the Origin of a Land Flora, render superfluous more than a brief
reference to certain general considerations in so far as they may
facilitate a study of fossil types.
In size Ferns have a wide range: at the one extreme we have the
filmy fern Trichomanes Goebelianum[705], growing on tree stems in
Venezuela, with leaves 2·5 to 3 mm. in diameter, and at the other the
tree ferns with tall columnar stems reaching a height of 40 to 50 feet
and terminating in a crown of fronds with a spread of several feet. A
common form of stem is represented by the subterranean or
creeping rhizome covered with ramental scales or hairs: the remains
of old leaves may persist as ragged stumps, or, as in Oleandra,
Polypodium vulgare and several other species, the leaf may be cut
off by the formation of an absciss-layer[706] leaving a clean-cut peg
projecting from the stem. As a rule the branches bear no relation to
the leaves and are often given off from the lower part of a petiole, but
in a few cases, e.g. in the Hymenophyllaceae, it is noteworthy that
true axillary branching is the rule[707]. In the typical tree-fern the
surface resembles that of a Cycadean trunk covered with persistent
leaf-bases and a thick mass of roots. Among epiphytic ferns highly
modified stems are occasionally met with, as in the Malayan species
Polypodium (Lecanopteris) carnosum and P. sinuosum[708].
The leaves of ferns are among the most protean of all plant
organs; as Darwin wrote, “the variability of ferns passes all
bounds[709].” The highly compound tri- or quadripinnate leaves of
such species as Pteris aquilina, Davallia and other genera stand for
the central type of fern frond; others exhibit a well-marked
dichotomy, e.g. Lygodium, Gleichenia, Matonia, etc., a habit in all
probability associated with the older rather than with the more
modern products of fern evolution. Before attempting to determine
specifically fossil fern fronds, it is important to familiarise ourselves
with the range of variability among existing species and more
especially in leaves of the same plant. A striking example of
heteromorphy is illustrated in fig. 233. Reinecke[710] has figured a
plant of Asplenium multilineatum in which the segments of the
compound fronds assume various forms. In Teratophyllum
aculeatum var. inermis Mett., a tropical climbing fern believed by
Karsten[711] to be identical with Acrostichum (Lomariopsis)
sorbifolium,—an identification which Goebel[712] questions,—the
fronds which stand free of the stem supporting the climber differ
considerably from the translucent and much more delicate filmy
leaves pressed against the supporting tree. From this fern alone Fée
is said to have created 17 distinct species. In this, as in many other
cases, differences in leaf-form are the expression of a physiological
division of labour connected with an epiphytic existence. Some
tropical species of Polypodium (sect. Drynaria), e.g. P. quercifolium
(fig. 234 and fig. 231, D), produce two distinct types of leaf, the large
green fronds, concerned with the assimilation of carbon and spore-
production, being in sharp contrast to the small slightly lobed brown
leaves which act as stiff brackets (fig. 234, M) for collecting humus
from which the roots absorb raw material. Similarly in Platycerium
the orbicular mantle-leaves differ widely from the long pendulous or
erect fronds fashioned like the spreading antlers of an elk. In
Hemitelia capensis, a South African Cyatheaceous species, the
basal pinnae assume the form of finely divided leaves identified by
earlier collectors as those of a parasitic Trichomanes (fig. 235). In a
letter written by W. H. Harvey in 1837 accompanying the specimen
shown in fig. 235, he says, “Apropos of Hemitelia, be it known
abroad that supposed parasitical Trichomanes ... is not a parasite,
but a part of the frond of Hemitelia.” The delicate reduced pinnae
remain on the stem and form a cluster at the base of the fronds[713].

Fig. 233. Polypodium Billardieri Br. (¼ nat. size.) Middle Island, New
Zealand. From specimens in the Cambridge Herbarium.
Fig. 234. Polypodium quercifolium. (Much reduced: M, Mantle-leaves.)
In many species the sporophylls are distinguished from the sterile
fronds by segments with little or no chlorophyllous tissue, as in
Onoclea struthiopteris[714] in which, each year, the plant produces a
funnel-shaped group of sterile leaves followed later in the season by
a cluster of sporophylls; or, as in many other genera, the fertile
leaves are distinguished also by longer petioles and thus serve as
more efficient agents of spore-dissemination. In Ceratopteris the
narrow segments of the taller fertile leaves are in striking contrast to
the broader pinnules of the submerged foliage leaves. Leaf-form is in
many cases obviously the expression of environment; the
xerophilous fern Jamesonia[715] from the treeless paramos of the
Andes[716] is characterised by its minute leaflets with strong revolute
margins and a thick felt of hairs on the lower surface; in others,
xerophilous features take the form of a covering of overlapping
scales (Ceterach), or a development of water-tissue as in the fleshy
leaves of the Himalayan fern Drymoglossum carnosum. In the
Bracken fern Boodle[717] has shown how the fronds may be classed
as shade and sun leaves; the former are spreading and softer, while
the latter are relatively smaller and of harder texture (fig. 236, a and
b). Even in one leaf six feet high, growing through a dense bush of
gorse and bramble, the lower part was found to have the features of
a shade leaf, while the uppermost exposed pinnae were xerophilous.

Fig. 235. Hemitelia capensis R. Brown. Nat. size. a, Pinna of normal frond.
[From a specimen in the British Museum. M.S.]
Fig. 236a. Pteris aquilina.
Part of leaf from greenhouse. (¼ nat. size.) After Boodle.
PTERIS

The resemblance between some of the filmy Hymenophyllaceae


and thalloid Liverworts[718] is worthy of mention as one of the many
possible pitfalls to be avoided by the palaeobotanical student. The
long linear fronds of such genera as Vittaria and Monogramme might
well be identified in a fossil state as the leaves of a grass-like
Monocotyledon, or compared with the foliage of Isoetes or Pilularia.
The resemblance of some fern leaves with reticulate venation to
those of Dicotyledons has led astray experienced palaeobotanists; it
is not only the anastomosing venation in the leaves of several ferns
that simulates dicotyledonous foliage, but the compound leaves of
many dicotyledons, e.g. Paullinia thalictrifolia (Sapindaceae) and
species of Umbelliferae, may easily be mistaken for fronds of ferns.

Fig. 236b. Pteris aquilina.


Leaf from the same plant grown out of doors. (¼ nat. size.)
After Boodle.
RECENT FERNS
The dichotomously lobed lamina of some Schizaeas, e.g. S.
dichotoma and S. elegans (fig. 222), bears a close resemblance to
the leaves of Baiera or Ginkgo[719]. The original description by
Kunze[720] of the South African Cycad Stangeria paradoxa as a
Polypodiaceous fern illustrates the difficulty, or indeed impossibility,
of distinguishing between a sterile simply pinnate fern frond and the
foliage of some Cycads. The deeply divided segments of Cycas
Micholitzii[721] simulate the dichotomously branched pinnae of
Lygodium dichotomum, and the leaves of Aneimia rotundifolia (fig.
223) and other species are almost identical in form with the Jurassic
species Otozamites Beani, a member of the Cycadophyta.
There are certain facts in regard to the geographical distribution of
ferns to which attention should be directed. Mr Baker in his paper on
fern distribution writes: “With the precision of an hygrometer, an
increase in the fern-vegetation marks the wooded humid regions[722].”
If in a collection of fossil plants we find a preponderance of ferns we
are tempted to assume the existence of such conditions as are
favourable to the luxuriant development of ferns at the present day.
On the other hand, we must bear in mind the wonderful plasticity of
many recent species and the fact that xerophilous ferns are by no
means unknown in present-day floras.
Ferns are admirably adapted to rapid dispersal over comparatively
wide areas. Bower[723] estimates that in one season a Male Fern may
produce about 5,000,000 spores: with this enormous spore-output
are coupled a thoroughly efficient mechanism for scattering the
germs and an unusual facility for wind-dispersal. When Treub[724]
visited the devastated and sterilised wreck of the Island of Krakatau
in 1886, three years after the volcanic outburst, he found that twelve
ferns had already established themselves; the spores had probably
been carried by the wind at least 25 to 30 miles. It is not surprising,
therefore, to find that many ferns have an almost world-wide
distribution; and, it may be added, in view of their efficient means of
dispersal, wide range by no means implies great antiquity. Prof.
Campbell[725] has recently called attention to the significance of the
wide distribution of Hepaticae in its bearing on their antiquity; the
spores are incapable of retaining vitality for more than a short period,
and it is argued that a world-wide distribution can have been
acquired only after an enormous lapse of time. If we apply this
reasoning to the Osmundaceae among ferns, it may be legitimate to
assume that their short-lived green spores render them much less
efficient colonisers than the great majority of ferns; if this is granted,
the wide distribution of Osmundaceous ferns in the Mesozoic era
carries their history back to a still more remote past, a conclusion
which receives support from the records of the rocks.
The Bracken fern which we regard as characteristically British is a
cosmopolitan type; it was found by Treub among the pioneers of the
New Flora of Krakatau; in British Central Africa, it greets one at
every turn “like a messenger from the homeland[726]”; it grows on the
Swiss Alps, on the mountains of Abyssinia, in Tasmania, and on the
slopes of the Himalayas. The two genera Matonia (fig. 228) and
Dipteris, which grow side by side on Mount Ophir in the Malay
Peninsula, are examples of restricted geographical range and carry
us back to the Jurassic period when closely allied types flourished
abundantly in northern latitudes. Similarly Thyrsopteris elegans,
confined to Juan Fernandez, exhibits a remarkable likeness to
Jurassic species from England and the Arctic regions.
The proportion of ferns to flowering plants in recent floras is a
question of some interest from a palaeobotanical point of view; but
we must bear in mind the fact that the evolution of angiosperms,
effected at a late stage in the history of the earth, seriously disturbed
the balance of power among competitors for earth and air. The
abundance of ferns in a particular region is, however, an unsafe
guide to geographical or climatic conditions. Many ferns are
essentially social plants; the wide stretches of moorland carpeted
with Pteris aquilina afford an example of the monopolisation of the
soil by a single species. In Sikkim Sir Joseph Hooker speaks of
extensive groves of tree ferns, and in the wet regions of the Amazon,
Bates[727] describes the whole forest glade as forming a “vast
fernery.” In a valley in Tahiti Alsophila tahitiensis is said to form “a
sort of forest almost to the exclusion of other ferns[728].” In the
abundance of Glossopteris (figs. 334, etc.) fronds spread over wide
areas of Permo-Carboniferous rocks in S. Africa, Australia, and
India, we have a striking instance of a similar social habit in an
extinct fern or at least fern-like plant.
Acrostichum aureum, with pinnate fronds several feet long, is an
example of a recent fern covering immense tracts, but this
species[729] is more especially interesting as a member of the
Filicineae characteristic of brackish marshes and the banks of
tropical rivers in company with Mangrove plants and the “Stemless
Palm” Nipa. This species exhibits the anatomical characters of a
water-plant and affords an interesting parallel with some Palaeozoic
ferns (species of Psaronius) which probably grew under similar
conditions.

The Anatomy of Ferns.


The text-book accounts of fern-anatomy convey a very inadequate
idea of the architectural characters displayed by the vascular
systems of recent genera. When we are concerned with the study of
extinct plants it is essential to be familiar not only with the commoner
recent types, but particularly with exceptional or aberrant types. The
vascular system of many ferns consists of strands of xylem
composed of scalariform tracheae associated with a larger or smaller
amount of parenchyma, surrounded either wholly or in part (that is
concentric or bicollateral) by phloem: beyond this is a pericycle, one
layer or frequently several layers in breadth, limited externally by an
endodermis, which can usually be readily recognised. The vascular
strands are embedded in the ground-tissue of the stem consisting of
thin-walled parenchyma and, in most ferns, a considerable quantity
of hard and lignified mechanical tissue. The narrow protoxylem
elements are usually characterised by a spiral form of thickening, but
in slow-growing stems the first-formed elements are frequently of the
scalariform type.
A study of the anatomy of recent ferns both in the adult state and
in successive stages of development from the embryo has on the
whole revealed “a striking parallelism[730]” between vascular and
sporangial characters in leptosporangiate ferns. For a masterly
treatment of our knowledge of fern anatomy from a phylogenetic
point of view reference should be made to Mr Tansley’s recently
published lectures: within the limits of this volume all that is possible
is a brief outline of the main types of vascular structure illustrated by
recent genera.

Fig. 237.
A. Matonia pectinata (petiole).
B. M. pectinata (stem).
C. Gleichenia dicarpa (stem): p, petiole; pp, protophloem; position
of protoxylem indicated by black dots.
D. Matonidium.
E. Trichomanes reniforme: pp, protophloem.
(C, E, after Boodle; D, after Bommer.)
To Prof. Jeffrey[731] we owe the term protostele which he applied to
a type of stele consisting of a central core of xylem surrounded by
phloem, pericycle, and endodermis. While admitting that steles of
this type may sometimes be the result of the modification of less
simple forms, we may confidently regard the protostele as
representing the most primitive form of vascular system. The genus
Lygodium affords an example of a protostelic fern; a solid column of
xylem tracheae and parenchyma is completely encircled by a
cylinder of phloem succeeded by a multi-layered pericycle and an
endodermis of a single layer of cells. In this genus the stele is
characterised by marginal groups of protoxylem; it is exarch. An
almost identical type is represented by species of Gleichenia, but
here the stele is mesarch, the protoxylem being slightly internal (fig.
237, C). Trichomanes scandens (fig. 238) has an exarch protostele
like that of Lygodium; but, as Boodle[732] has suggested, the
protostelic form in this case is probably the result of modification of a
collateral form of stele such as occurs in Trichomanes reniforme (fig.
237, E). A second type of stele has been described in species of
Lindsaya[733] in which the xylem includes a small group of phloem
near the dorsal surface. This Lindsaya type is often passed through
in the development of “seedling” ferns and may be regarded as a
stage in a series leading to another well-marked type, the
solenostele. The solenostele[734], a hollow cylinder of xylem lined
within and without by phloem, pericycle, and endodermis, occurs in
several genera belonging to different families, e.g. Dipteris, species
of Pteris, species of Lindsaya, Polypodium, Jamesonia, Loxsoma,
Gleichenia and other genera. In a smaller number of ferns the stele
consists of what may be called a medullated protostele similar to the
common form of stele in Lepidodendron: this type is found in species
of Schizaea and in Platyzoma (fig. 239). It is important to notice that
in the solenostele and as a rule in the medullated protostele when a
leaf-trace passes out from the rhizome stele the vascular cylinder is
interrupted by the formation of a foliar gap (Platyzoma[735], fig. 239, is
an exception). This fact has been emphasized by Jeffrey[736] who
draws a distinction between the Lycopodiaceous type of stele, which
is not broken by the exit of leaf-traces, and the fern stele in which
foliar gaps are produced: the former he speaks of as the
cladosiphonic type (Lycopsida) and the latter as the phyllosiphonic
(Pteropsida).
Fig. 238. Stele of Trichomanes scandens: px, protoxylem; s, endodermis.
From Tansley, after Boodle.

Fig. 239. Platyzoma microphylla. l.t., leaf-trace; i.e., internal endodermis.


(After Tansley; modified from Boodle.)
The transition to a hollow cylinder of xylem from a protostele may
be described as the result of the replacement of some of the axial
conducting tracheae by parenchyma or other non-vascular tissue
consequent on an increase in diameter of the whole stele and the
concentration of the true conducting elements towards the
periphery[737].
The occurrence of the internal cylinder of phloem, pericycle, and
endodermis in a solenostele is rendered intelligible by a study of fern
seedlings and by a comparative examination of transitional types
connecting protosteles and solenosteles through medullated
protosteles and steles of the Lindsaya type. A further stage in stelar
evolution is illustrated by what is termed the dictyostele, the
arrangement of vascular tissue characteristic of Nephrodium Filix-
mas, Cyathea (fig. 240), Polypodium vulgare and many other
common ferns.

Fig. 240. Cyathea Imrayana. (From Tansley after de Bary.) (Sclerenchyma


represented by black bands.)
If a solenostele is interrupted by leaf-gaps at intervals sufficiently
close to cause overlapping, a transverse section at any part of the
stele will show apparently separate curved bands of concentrically
arranged xylem and phloem, which on dissection are seen to
represent parts of a continuous lattice-work or a cylinder with the
wall pierced by large meshes. The manner of evolution of the
dictyostele has been ably dealt with by Gwynne-Vaughan[738] and
other authors. In a few ferns, e.g. Matonia pectinata[739], a transverse
section of the stem (fig. 237, B) reveals the presence of two or in
some cases three concentric solenosteles with a solid protostele in
the centre: this polycylic type may be regarded as the expression of
the fact that in response to the need for an adequate water-supply to
the large fronds, ferns have increased the conducting channels by a
method other than by the mere increase of the diameter of a single
stele. Fig. 237, A, shows the vascular tissue of a petiole of Matonia
in transverse section.
The two genera of Osmundaceae, Todea and Osmunda, are
peculiar among recent ferns in having a vascular cylinder composed
of separate strands of xylem varying considerably in shape and size,
from U-shaped strands with the concavity facing the centre of the
stem and with the protoxylem in the hollow of the U, to oval or more
or less circular strands with a mesarch protoxylem or without any
protoxylem elements (fig. 221, A, B). These different forms are the
expression of the change in contour or in structure which the parts of
the lattice-work undergo at different levels in the stem[740]. Beyond
this ring of xylem bundles is a continuous sheath of phloem of
characteristic structure. A transverse section of a stem of Osmunda
regalis may show 15 or more xylem strands; in O. Claytoniana there
may be as many as 40. In Todea barbara (fig. 221, B) the leaf-gaps
are shorter, and in consequence of the less amount of overlapping
the xylem cylinder becomes an almost continuous tube. The recent
researches of Kidston and Gwynne-Vaughan[741] have resulted in the
discovery of fossil Osmundaceous stems with a complete xylem ring,
the stele being of the medullated protostele type; in another extinct
member of the family the stele consists of a solid xylem core. The
Osmundaceous type of stele is complicated in O. cinnamomea (fig.
221, A) by the occurrence of local internal phloem and by an internal
endodermis, a feature which leads Jeffrey to what I believe to be an
incorrect conclusion that the vascular arrangement found in
Osmunda regalis has been evolved by reduction from a stele in
which the xylem was enclosed within and without by phloem. New
facts recently brought to light enable us to derive the ordinary
Osmundaceous type from the protostele and solenostele. It is worthy
of remark that the Osmundaceae occupy a somewhat isolated
position among recent ferns; their anatomy represents a special
type, their sporangia differ in several respects from those of other
leptosporangiate ferns and in some features Osmunda and Todea
agree with the Eusporangiate ferns. The possession of such
distinguishing characters as these suggests antiquity; and the facts
of palaeobotany, as also the present geographical range of the
family, confirm the correctness of this deduction.
Before leaving the stelar structure of leptosporangiate fern stems,
a word must be added in regard to a type of structure met with in the
Hymenophyllaceae. In this family Trichomanes reniforme (fig. 237,
E) may be regarded, as Boodle suggests, as the central type: the
stele consists of a ring of metaxylem tracheae, the dorsal portion
having the form of a flat arch and the ventral half that of a straight
band. This flattened ring of xylem encloses parenchymatous tissue
containing scattered tracheae some of which are protoxylem
elements. In Trichomanes radicans the rhizome is stouter than in T.
reniforme and the stele consists of a greater number of tracheae.
The stele is cylindrical like that shown in fig. 238, but the centre is
occupied by two groups of protoxylem and associated parenchyma.
In Hymenophyllum tunbrigense the stele is of the subcollateral type;
the ventral plate of the xylem ring has disappeared leaving a single
strand of xylem with endarch protoxylem and completely surrounded
by phloem. Trichomanes muscoides possesses a still simpler stele
consisting of a slender xylem strand with phloem on one side only.
Reference has already been made to the occurrence in this family of
the protostelic type. The Hymenophyllaceae afford a striking
illustration of the modification in different directions of stelar structure
connected with differences in habit, and of the correlation of demand
and supply as shown in the varying amount of conducting tissue in
the steles of different species.
The leaf-trace in a great number of ferns is characterised by its C-
shaped form[742] as seen in transverse section: this in some genera,
e.g. Matonia (fig. 237, A), is complicated by the spiral infolding of the
free edges of the C; in other ferns (e.g. some Cyatheaceae) (fig.
278, C) the sides of the C are incurved, while in some species the
xylem is broken up into a large number of separate strands.
An elaborate treatment of the leaf-traces of ferns was published a
few years ago by MM. Bertrand and Cornaille[743] in which the
authors show how the various systems of vascular tissue in the
fronds of ferns maybe derived from a common type. As Prof.
Chodat[744] justly remarks this important work has not received the
attention it deserves, the neglect being attributed to the strange
notation which is adopted[745].
The roots of ferns are characterised by a uniformity of plan in
marked contrast to the wide range of structure met with in the stem
and to a less extent in the leaves. The xylem may consist of a plate
of scalariform tracheae with a protoxylem group at each end, or the
stele may include six or more alternating strands of xylem and
phloem.

II. Marattiales (Eusporangiate isosporous Filicales).


The Marattiaceae, the single family of ferns included in the
Marattiales, comprise the genera Angiopteris, Archangiopteris,
Marattia, Danaea, and Kaulfussia, which are for the most part
tropical in distribution. These genera are characterised by
eusporangiate sori or synangia, the presence of stipules at the base
of the petioles, and by the complex arrangement of the vascular
tissue. In view of the fact that many fossil ferns show a close
resemblance to the recent Marattiaceae, the surviving genera are
briefly described. The prothallus is green and relatively large.
Angiopteris. This genus occurs in Polynesia, tropical Asia, and
Madagascar; it is characterised by a short and thick fleshy stem
bearing large bipinnate leaves which occasionally show a forking of
the rachis[746], a feature reminiscent of some Palaeozoic fern-like
fronds. One of the large plants of Angiopteris evecta in the Royal
Gardens, Kew, bears leaves 12 feet in length with a stalk 6 inches in
diameter at the base. The sessile or shortly stalked and rather
leathery linear or broadly lanceolate pinnules have a prominent
midrib and dichotomously branched lateral veins. The surface of an
old stem is covered with the thick stumps of petioles enclosed by
pairs of fleshy stipules (fig. 241, A) and bears numerous fleshy roots,
which hang free in the air or penetrate the soil. The young fronds
(fig. 220, A) exhibit very clearly the characteristic circinate vernation.
The proximal part of each primary pinna is characterised by a
pulvinus-like swelling. The sporangia, in short linear elliptical sori
near the edge of the pinnules, consist of free sporangia (fig. 242, A–
D) provided with a peculiar type of “annulus”[747], in the form of a
narrow band of thicker-walled cells, which extends as a broad strip
on either side of the apex. An examination of sections through the
sporangia of Angiopteris in different planes[748] illustrates the difficulty
of determining the precise nature of the annulus in a petrified
sporangium which is seen only in one or two planes. Many of the
sporangia from the English Coal-Measures, compared by authors
with those of Leptosporangiate ferns, are in all probability referable
to the Marattiaceous type.

Fig. 241.
A. Angiopteris evecta. (Considerably reduced.)
B. Marattia fraxinea. Stipule. M.S.
The vascular system[749] of the stem constitutes a highly complex
dictyostelic or polycylic type which may consist of as many as nine
concentric series of strands of xylem surrounded by phloem, with
large sieve-tubes and a pericycle which abuts on the
parenchymatous ground-tissue without any definite endodermal
layer. A peculiarity in the vascular strands is that the first-formed
elements of the phloem lie close to the edge of the xylem, the
metaphloem being therefore centrifugal in its development. The
ground-tissue is devoid of mechanical tissue and is penetrated by
roots, a few of which arise from the outer vascular strands while
others force their way to the surface from the more internal
dictyosteles. Leaf-traces, consisting of several strands, are given off
from the outermost cylinder and a segment of the second dictyostele
moves out to fill the gap formed in the outermost network, while the
gap in the second cylinder receives compensating strands from the
third. A few layers below the surface of the petiole there is a ring of
thick-walled elements (s, fig. 243), and in both petiole and stem
numerous mucilage ducts and tannin-sacs occur in the ground-
tissue. It has been shown by Farmer and Hill[750] that in some of the
vascular strands in an Angiopteris stem a few secondary tracheae
are added to the primary xylem by the activity of the adjacent
parenchyma. The vascular bundles in the petiole form more or less
regular concentric series; they have no endodermis and are
characterised also by the large size of the sieve-tubes (st, fig. 243).

You might also like