Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Gençler ■çin Felsefe Metinlerle

Ele■tirel Okuma ve Dü■ünme


Çal■■malar■ 1st Edition Nuran Direk
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/gencler-icin-felsefe-metinlerle-elestirel-okuma-ve-dusu
nme-calismalari-1st-edition-nuran-direk/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Felsefe Okuma Rehberi 3rd Edition Nigel Warburton

https://ebookstep.com/product/felsefe-okuma-rehberi-3rd-edition-
nigel-warburton/

Pratique Grammaire B1 1st Edition Evelyne Sirejols

https://ebookstep.com/product/pratique-grammaire-b1-1st-edition-
evelyne-sirejols/

A medida B1 guía didáctica 1st Edition Anaya

https://ebookstep.com/product/a-medida-b1-guia-didactica-1st-
edition-anaya/

Lo straniero A2 B1 Primi Racconti 1st Edition Marco


Dominici

https://ebookstep.com/product/lo-straniero-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/
L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/

Deutsch intensiv Wortschatz B1 Das Training 1st


Edition Arwen Schnack

https://ebookstep.com/product/deutsch-intensiv-wortschatz-b1-das-
training-1st-edition-arwen-schnack/

Ritorno alle origini B1 B2 Primi Racconti 1st Edition


Valentina Mapelli

https://ebookstep.com/product/ritorno-alle-origini-b1-b2-primi-
racconti-1st-edition-valentina-mapelli/

Un giorno diverso A2 B1 Primi Racconti 1st Edition


Marco Dominici

https://ebookstep.com/product/un-giorno-diverso-a2-b1-primi-
racconti-1st-edition-marco-dominici/

100 DELF B1 Version scolaire et junior 1st Edition


Sylvie Cloeren

https://ebookstep.com/product/100-delf-b1-version-scolaire-et-
junior-1st-edition-sylvie-cloeren/
. .

GENÇLER iÇi N FELSEFE

NURAN DİREK
Gri Yayın Dizisi: 113

ISBN 978-605-9646-62-8

© Pan Yayıncılık, 2019


Sertifika No: 44720

• Birinci Baskı: Kasım 2019


• Yayın Yönetmeni: Işık Tabar Gençer
• Baskı Hazırlık: Fatma Tulum Eryoldaş-Gonca Başel Yalçın
• Kapak: Davut Yücel

•Baskı: Ayhan Matbaası


Mahmut Bey Mah. 2622. Sok. No: 6/31 Bağcılar / İSTANBUL
Tel: (0212) 445 32 38
Sertifika No: 44871

Pan Yayıncılık
Barbaros Bulvarı 18/4 Beşiktaş 34022 İSTANBUL
•Tel: (0212) 261 80 72 - 227 56 75
• Faks: (0212) 227 56 74
www.pankitap.com
GENÇLER İÇİN FELSEFE

NURAN DİREK
Nuran Direk
1942 yılında İstanbul doğdu. İstanbul Kız Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi . 1965-2005 yılları arasında Kırklareli Lisesi, Antal­
ya Lisesi, Adana Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi ve İstanbul SaTnt BenoTt Fransız Lisesi,
İtalyan Lisesi ve Sainte Pulcherie Fransız liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı.
1992 yılında "Çocuklar İçin Felsefe" alanında (9-18 yaş) çalışmalara başladı. 1994
yılından beri Türkiye Felsefe Kurumu Çocuklar İçin Felsefe Birimi Başkanlığı görevini
yürütmektedir.
lnternational Philosophy Olympiad'ın (IPO) beş kurucu üyesinden biridir. Türkiye
Felsefe Olimpiyatları (T FO) kurucusudur. Her yıl Türkiye Felsefe Kurumu Çocuklar İçin
Felsefe Birimi Başkanı olarak T FO düzenlemekte ve IPO'ya Türkiye'nin katılımını sağ­
lamaktadır. Liselerde felsefe kulüplerinin kurulmasına öncülük etmiştir.
Çocuklar için felsefe alanında Küçük Prens Üzerine Düşünmek, Filozof Çocuk, Bil­
gin Çocuk ve Çocuklarla Felsefe adlı kitapları yayımlandı.
Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi'nin MEB işbirliğiyle gerçekleştirdiği
"Düşünme Gücü: Soran Sorgulayan Gençlik İçin Öğretmen Eğitimi Destek Projesi"nde
uzman eğitici olarak öğretmen eğitimi çalışmaları yapmıştır.
Halen öğretmen eğitimiyle ve felsefe olimpiyatları düzenlenmesiyle ilgili çalışma­
larını sürdürmektedir.
İÇİNDEKİLER
Önsöz 7
1. Akılcı Davranmak için Duyguları Bastırmak Gerekir mi? 13
1. Akıl, ruhun egemeni midir? 18
2. Duygular, seçimlerimizin belirleyicisi midir? 21
il. Kişinin Başkaldırması Yararlı mıdır? 31
1. Özgür olmak için başkaldırmak gerekli midir? 40
2. Politik özgürlüğün engelleri nelerdir? 42
ili. Sorgulama Düşünmenin Zirvesi midir? 49
1. Bilimsel sorgulamanın aşamaları nelerdir? 50
2. Sorgulamanın bilimlerin gelişmesindeki rolü nedir? 55
3. Sorgulamanın bireysel yaşamdaki rolü nedir? 57
iV. İnsan Doğanın Egemeni midir? 63
1. Bilgi güç müdür? 71
2. Hangisi akla uygundur;
doğaya uymak mı, doğaya egemen olmak mı? 74
v. Yasalar Karşısında Özgür müyüz? 80
1. Bireyin özgürlüğünün sınırları nelerdir? 84
2. Politik özgürlüğün sınırları nelerdir? 89
vı. Kötülüğü İnsan mı icat Etti? 96
1. İnsandaki kötülük eğiliminin kaynakları nelerdir? 103
2. Kötülük engellenebilir mi? 109
vıı. Her Şeyi Hoş Görmek Mümkün müdür? 115
1. Farklılıklarla birlikte yaşamak mümkün müdür? 119
2. Hoşgörüsüzlüğü hoş görebilir miyiz? 124
vııı. Aşkın Farklı Biçimleri Var mıdır? 130
ıx. Teknoloji Dost mu, Düşman mı? 142
1. Teknolojinin gelişmesi insanın duygu ve
düşünce dünyasını nasıl etkilemiştir? 150
2. Teknolojinin gelişmesi maddi yaşamı nasıl etkilemiştir? 156
x. Sanat Eseri Duyusal Algıyı Aşar mı? 166
XI İnsanın İnanca İhtiyacı Var mı? 176
1. Tanrı'nın buyrukları mutlak mıdır? 180
2. İnsan hayatında inancın yeri nedir? 184
xıı. Ölüm Yaşamı Değerli Kılar mı? 197
1. insan için ölümün anlamı nedir? 202
2. Ölüm değerli olabilir mi? 206
TEŞEKKÜR

Hak sahipleri oldukları metinlerin bu kitapta alıntılanmasına izin veren aşağı­

daki yayınevlerine teşekkür ederiz ...

Alfa Yayınları, Ayrıntı Yayınları, Dost Yayınevi, İmge Yayınevi, İthaki Yayınları,

Kaknüs Yayınları, Metis Yayınları, Paradigma Yayınları, Pinhan Yayıncılık, Rem­

zi Kitabevi, Say Yayınları, Timaş Yayınları, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları,

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Varlık Yayınları.


ÖN SÖZ

Gençlerle Felsefe
Felsefeye ilgi duyan, ama okumaya nereden başlayacağını bilemeyen gençler,

felsefe öğretmenlerinden "felsefeye giriş" reçeteleri isterler. Bu isteğe tat­

minkar bir yanıt vermek çok zordur. Herkes için geçerli, tek bir reçete yoktur

çünkü ... Bir okuma listesi önermek pek işe yaramaz. Öğrencinin isteğini yanıt­

sız bırakmak da yakışık almaz. Böyle bir taleple karşılaştığımda öğrencilerime

ilgilendikleri bir tema, konu ya da sorundan yola çıkarak okumalar yapmaları­

nı öneririm. Felsefe tarihini okumakla işe başlamaksa, acemi şoförün birden­

bire otoyola çıkmasına benzer. Yani meraklı genci baştan zora sokar. Bu öne­

rim, felsefe tarihi okumayı tamamen bir tarafa bırakmak anlamına gelmez.

Yalnızca felsefe tarihi okuyarak "felsefe yapma" etkinliği öğrenilemez. Felsefe

tarihi, felsefe metinlerini okuma sürecine eşlik etmelidir, demek istiyorum.

Felsefeye Sanatla Bakmak


Felsefe problemlerine yaklaşmanın en elverişli yollarından biri, uygun yazın­

sal metinlerle işe başlamaktır. Nitekim edebiyat-felsefe ilişkisinin pek çok fi­

lozofta çok sıkı olduğunu görürüz. Felsefesini ozanca yapan filozoflar (Platon,

Nietzsche ...) olduğu gibi, romanlarında felsefe yapan yazarlar da (Dostoyevs­

ki, Kafka ...) vardır. Şüphesiz, sanat ve felsefenin yaklaşım tarzları ve yöntemle­

ri arasında farklar bulunur. Sanat, tekil bir durumu belli sınırlar içinde duyusal

ve duygusal, estetik bir alımlama yoluyla dolaysız olarak anlamamızı sağladığı

halde; felsefe, akıl yürütmeye dayalı kavramsallaştırma ve temellendirmeyle,

dolaylı olarak akılcı düzeyde açıklar. Bu nedenle felsefeye yeni başlayanlar

7
için yazınsal metinlerin kolaylaştırıcı bir işlevi vardır.

Örneğin, "adalet" kavramını irdelemek istediğimizi varsayalım. Bu kavramı

felsefe tarihi içinde incelemeye girmeden önce, Sophokles'ten Antigone, Dos­

toyevski'den Karamazov Kardeşler, Borges'ten Babil Piyangosu, Nabokov'dan

Pnin, Kafka'dan Dava gibi eserlerden seçilmiş uygun metinlerle işe başla­

makta sonsuz yarar vardır. Çünkü sanat yapıtları, sorunları doğrudan doğru­

ya sezgisel bir duyuşla anlamamızı sağlayarak felsefece kavramsallaştırmayı

kolaylaştırıcı bir rol oynar. Bu saydığım kitaplardan seçilen bir-iki metinden

sonra Platon, Aristoteles, Aquinas, Leibniz, Hume, Kant, Stuart Mili, Kari Marx

gibi filozofların adalet konusundaki görüşlerinin özünü ortaya koyan metinler

seçerek okumalar yapabiliriz. Bu anlayışın mükemmel örneklerini Fransa'da

liseler için hazırlanmış felsefe kitaplarında görürüz.

Elinizdeki kitapta da benzeri bir yol izlenmektedir. Kitaptaki sorular, Fran­

sa'daki bakalorya sınavlarında sorulmuş on iki sorudan ve bu sorulara farklı

yanıtlar veren seminer metinlerinden hareketle oluşturulmuştur. Bu sorula­

rın felsefeye başlayan gençlerin ilgisini çekeceğini umuyorum. Bu metinlerin

amacı, sınıf içi diyalogları ve tartışmaları yüreklendirmek, dolayısıyla "felsefe

öğretmek" değil, "felsefe yapmaya davet etmek"tir. Ayrıca felsefenin ve ede­

biyatın ortak olarak ele aldıkları konuların kesişim noktalarından yararlanarak

disiplinlerarası bir yaklaşımla gençlerle felsefe yapmanın olanaklarını göster­

mektir.

Bilindiği gibi metin inceleme, edebiyat ve felsefe eğitiminin ortak uğra­

şıdır. Sanatsal metinleri çözümleyerek işe başlamak, felsefe metinlerini çö­

zümlemeye öncülük eder. "Çocuklar İçin Felsefe" disiplininin temelinde yatan

anlayış da budur. Özellikle çalışma alanım "Çocuklar İçin Felsefe" olduğu için,

felsefe eğitiminde yazınsal metinlerden yararlanmanın yararını bizzat dene-

8
yimlediğimi belirtmek isterim. Schiller, duyarlılık eğitiminin, hayal gücünün

insanda yeni fikirlere ulaşma gücü sağlayacağını savunur ve duyarlık eğitimini

düşünce eğitiminden ayırmaz. Bu kitap, odaklandığımız bir konu bağlamında

seçilmiş felsefi metinleri grup çalışmalarıyla inceleyerek felsefe eğitimi yap­

mayı önermektedir.

Kitapta on iki ünite vardır ve her ünitede bir soru ele alınmaktadır. Her

ünite bir yazınsal metinle başlamakta ve farklı perspektifleri olan felsefi me­

tinlerle devam etmektedir. Metni okuma ve anlama ilk ve en önemli adımdır.

Bu okumanın amacı metnin odaklandığı kavramları, konu, soru ya da sorunu

belirlemektir. Bir metni anlamada metin-okur ilişkisinin rolü önemlidir. Dola­

yısıyla aynı metnin birden fazla yorumu olabilir. Önemli olan bu yorumların

metnin izin verdiği sınırlar içinde olmasıdır.

Felsefe, karşılaştığımız olaylar hakkında kavramsal bir görü kazandırır.

Amelie Oksenberg Rorty, felsefenin geçmişe ve günümüze ait miyopluğu dü­

zeltme işi olduğunu söyler. Yani felsefe örııcelikle görme kusurlarını düzeltir.

Bir problemi çözmenin ilk adımı o problemi görmektir. Nietzsche Yunanlıların

Trajik Çağında Felsefe adlı yapıtında felsefenin hem Apollon'un hem Dyonis­

sos'un dilini konuşması gerektiğini söyler. Apollon sınırlılıktır. Dyonissos ise

aşkınlık ve taşkınlık. Nietzsche akıl ile duyguların, felsefe ile yazının diyalek­

tiğine dikkatimizi çeker. Çünkü insan düşünen bir varlık olmadan önce duyan

bir varlıktır.

9
Felsefi Metinleri Okuma - Anlama - Tartışma ve
Yorumlama
Felsefi metinleri okuyup anlayabilmek için izleyeceğimiz yolları şöyle özetle­

yebiliriz:

1. Metnin konusunu ve ortaya koyduğu felsefi savları belirlemek


İlk yapılması gereken metnin ele aldığı, kavram, soru ya da sorunun ne ol­

duğunu saptamaya çalışmaktır. Böylelikle hangi kavramlarla hesaplaşmak

gerektiğini, bu kavramların olası tanımlarını düşünmekle işe başlarız. "Metin­

deki konu, nasıl ve hangi açıdan ele alınmıştır?", "Bu metnin satır aralarında­

ki sorular neler olabilir?" gibi sorular üzerinde düşünmek gerekir. Konuyu ve

konu hakkındaki savları belirlemek, temel savın ne olduğunu formüle etmeyi

kolaylaştırır. Metnin verdiği yanıt, filozofun kendisine sorduğu soruyu işaret

eder. Metnin sorusunu bulmak, öğrencinin konuyu anladığını gösterir. Çoğu

kez karşımıza çıkan soru birçok filozof tarafından yanıtlanmış olan bir soru­

dur. Bu takdirde bu soruyu farklı biçimde yanıtlamış olan filozofların düşünce­

lerini araştırmak gerekecektir. Bir metni incelerken metinden çok uzaklaşmak

ne kadar hatalıysa, metnin içinde sıkışıp kalmak da o kadar hatalıdır.

2. Konunun ortaya koyduğu felsefi problemi belirlemek ve çözümlemek


Ortaya konan soruyu belirledikten sonra yazarın yanıtını nasıl temellendir­

diğini belirlemeliyiz. Sorunun birden fazla yanıtı olabilir. Bu yanıtlar üzerinde

tartışmak, bu yanıtların ne tür yeni sorulara kapı araladığını göstermekten

geçer.

10
3. Düşüncelerini gerekçelendirebilmek için bilgilerini seferber etmek

Ana problemi belirledikten sonra problem karşısındaki tutumumuzu belirle­

memiz gerekir. Konu bizi tanıdığımız birçok düşünüre götürebilir. Bunları ken­

di değerlendirmelerimizi desteklemek için kullanabiliriz.

Metin İncelemede Önerilen Yöntem ve Teknikler


Kitaptaki her ünite üç bölümden meydana gelir. Birinci bölümde yazınsal me­

tin aracılığıyla öğrencilerin ele alınan konu hakkındaki mevcut bilgilerinin far­

kına varmaları ve konu üzerinde odaklanmaları sağlanır.

İkinci bölümde öğrencilerden felsefi metinlerin ana temalarını tanımlama­

ları, metinlerin savlarını belirlemeleri ve filozofun savının dayandığı gerekçe­

leri göstermeleri istenir. Bu amaçla öğrencilerin felsefe metinlerini daha kolay

anlamasını sağlamak için, konunun bütünlüğünü bozmayacak şekilde bazı kı­

saltmalar ve sadeleştirmeler yapılmıştır.

Metinlerin, felsefe öğretmeni eşliğinde eleştirel düşünme ve ders işleme

teknikleri kullanılarak işlenmesi önerilir. Tartışmalarda öğretmenin kolaylaştı­

rıcı rolü önemlidir. Kolaylaştırıcı; tartışmaları yöneten, ileri sürülen düşünce­

lerin tartışılmasını kolaylaştıracak sorular yönelten ve ulaşılan sonuçları çer­

çeveleyerek derleyen, sonuçlanmamış olanları da özetleyen biridir.

Üçüncü bölüm konuya ilişkin çerçevelemenin yapıldığı ve tartışmalarda

ortaya çıkan yeni soruların tartışıldığı, öğrenilenlerin değerlendirmesinin ya­

pıldığı bölümdür.

11
Sonuç:
Grup çalışmalarında akran öğrenmesine izin veren eleştirel düşünme yön­

tem ve tekniklerinin kullanılması önerilmektedir. Bu tekniklerin temelinde

öğretmenin sınıf içi diyalogları yöneten kolaylaştırıcı rolü vardır. Yöntemler

hakkında bilgi almak için Akbank, ERG , MEB girişimi tarafından yayımlanan

Düşünen Sınıf İçin Öğretme ve Öğrenme Yöntemleri kitabından, okuduğunu

anlama konusunda Pan Yayıncılık tarafından yayımlanan Oya Adalı, Anlamak

ve Anlatmak kitabından yararlanılabilir.

12
1.

Akı lcı Davra n ma k için Duygu lan


Bastı rma k Gerekir mi?

GİRİŞ

Sizce b u soruyu tartışmak neden önemli?

ANAHTAR KAVRAMLAR

Akıl, d uygu, zi hin, mantı k, a k ı l l ı l ı k, açı kgözl ü k, ç ı ka rc ı l ı k, b u d a l a l ı k, saf­


l ı k, özgeci l i k (başkası sevgisi, d iğerka m l ık).

• Bu kavramlar hakkında neler biliyorsun uz?


• Ara l a rında nasıl i l işkiler kurarsı n ız?

13
YÖNERGE

Aşağıdaki metni kişilerin kara kter öze l l i klerine d i kkat ederek okuyu nuz.

BUDALA
Dostoyevski1

Romanın başkahramanı Prens Mişkin saralıdır. Henüz bir bebekken


ailesini kaybetmiş ve evlat edinildiği Pavlişçev tarafından tedavi edil­
mek üzere İsviçre'ye gönderilmiştir. Tedavisi bittikten sonra ailesin­
den birilerini bulma umuduyla Petersburg 'a gelen Mişkin, burada
ailesinin son ferdi olan Lizaveta Prokofyevna ile tanışır. Çevresinde­
kiler onun yüce gön üllü tavırlarını yadırgarlar, ama aynı zamanda
ona hayranlık da beslerler. Mişkin, başkalarınca budala denecek ka­
dar özverilidir. Herkesi sever, kimsenin incinmesine katlanamaz. As­
lında zeki biridir, soylu bir ruha sahiptir. Zamanla Prokofyevna 'nın
kızı Aglaya 'ya aşık olur. Fakat diğer yanda da Nastasya adında güzel
ama kötü şöhretli bir kadının aşağılanmasına ve onurunun zedelen ­
mesine dayanamadığı için herkesin önünde o n a evlenme teklif eder.
Nastasya, ise hem kendi hem de Prens'in onurunu korumak için bu
teklifi kabul etmez ve hayranlarından biriyle kaçar. Nastasya, mek­
tuplarıyla Aglaya 'yı Prens ile evlenmeye teşvik eder. Son unda Prens
Mişkin ile Aglaya nişanlanmaya karar verirler. Mişkin, iki kadını da
çok sevmektedir ve onlar arasında bir seçim yapamaz. Kimi zayıfgö­
rürse onu seçmiş gibi görünür. Sonunda Nastasya ile Aglaya arasın-

Fyodor M ihayloviç Dostoyevski ( 1 8 2 1 - 1 8 8 1 ), Rus yazar.

14
daki rekabet patlama noktasına ulaşır ve bir tartışmada taraflar bir­
birlerini aşağılarlar. Nastasya baygınhk geçirdiği için Prens Mişkin
Nastasya 'yı seçmiş gibi olur. Sonunda Mişkin her iki kadım da mutsuz
eder. İki kadın da onurlanm korumak için başkalanyla m utsuz ev/i­
likler yaparlar.
* * *

Yevgeni Pavloviç belli ki bu konu üzerinde çok düşünmüştü (...)


açık ve anlamlı sözlerle, ruhsal temellere dayanarak, Prens'e Nas­
tasya Filipovna'yla ilişkisinin tahlilini yaptı. Zaten iyi bir hatipti,
ama bu defa coşmuştu:
"Sizin ilişkinizde baştan beri yalan bir şeyler vardı," dedi. "Yalan­
la başlayan şey yalanla biter, tabiatın yasasıdır bu . . . Size budala di­
yenlere katılmıyorum, bunu duymak bile kızdırıyor beni. Siz, böyle
nitelendirilemeyecek kadar akıllısınız. Ama şunu da kabul etmek
gerek, diğer insanlar gibi de değilsiniz; onlar gibi olamayacak kadar
tuhaf birisiniz. Bence her şey sanki sizin doğuştan gelen deneyimsiz­
liğinizden (Doğuştan, buna dikkatinizi çekerim.) eşsiz saflığınızdan,
ölçü duygusundan bütünüyle şaşılacak derecede yoksun oluşunuz­
dan (Bunu birkaç kere kendiniz de itiraf etmiştiniz zaten.) ve niha­
yet kafanızda yaşattığınız ve bunların gerçek olduğuna yürekten
inandığınız bir sürü düşüncenin varlığından kaynaklanıyor. Prens,
şunu da itiraf ediniz ki Nastasya Filipovna'yla ilişkinizde, sizi baştan
beri şartlandıran "kadın sorunlarının" da cezbedici payı vardı. (. .) .

Anayurdunuza coşkuyla geri döndüğünüzde bir şeyler yapmak, işe


atılmak arzusuyla yanıyordunuz. Ama daha ilk geldiğiniz gün, sizin
gibi şövalye ruhlu bir gence, düşmüş bir kadının yürek sızlatan hika-

15
yesi anlatıldı! Aynı gün onu gördünüz; şeytani güzelliğiyle -çok güzel
olduğunu ben de kabul ediyorum- büyülendiniz. Buna sinirlerinizin
durumunu, hastalığınızı, Petersburg'daki buzların çözülme mevsimi­
nin güçlü etkisini, rüya gibi bu şehirde ilk günde başınıza gelen bütün
olayları da ekleyelim. (. . .) Heyecandan sarhoş olan siz, soylu bir aile­
den gelen bir Prens, namuslu bir insan, bir sosyete çapkınının kötü
yola düşürdüğü bir kadının namussuz sayılamayacağını kanıtlamak
istediniz. Bu asil düşünceyi herkesin önünde savunma fırsatının üs­
tüne atıldınız adeta. (. . .) Ama ona acıdığınız için ve onun hoşuna git­
mesi için neden soylu ve temiz bir kızı rezil ettiniz? Ötekinin kin dolu,
küçümseyici bakışları karşısında neden bu masum kızı aşağıladınız?
Acıma duygusu daha nereye kadar varabilir? İnsan sevdiği kızı, ev­
lenmek istediği kızı, öteki kadının önünde küçük düşürüp yüzüstü
mü bırakmalı? Bu kıza, kız kardeşlerinin, annesinin ve babasının
karşısında evlenme teklifinde bulunmuşsunuz! Prens, izin verirse­
niz sorayım, bundan sonra kendinizi dürüst ve onurlu bir kişi olarak
görüyor musunuz? Onu sevdiğinizi söyleyerek, temiz ve saf bir kızı
aldatmış olmuyor musunuz?"
Prens:
"İnanın bana, ben hiçbir şeye izin vermedim ... Nasıl olup bitti­
ğini hiila anlamıyorum . . . Ben . . . Aglaya İvanovna'nın peşinden koş­
tum, ama Nastasya Filipovna düşüp bayıldı. O zamandan beri de
beni Aglaya İvanovna'nın yanına bırakmıyorlar."
"Öteki bayılsa da onu bırakıp Aglaya İvanovna'nın peşinden koş­
malıydınız."
"Orada bırakamazdım, ölebilird i . . . Kendisini öldürürdü, siz onu

16
bilmezsiniz. Ben daha sonra Aglaya İvanovna'ya her şeyi anlata­
caktım . . . Söyleyin bana, beni neden Aglaya İvanovna'ya yaklaştır­
mıyorlar? Ona her şeyi izah ederdim. O gün ikisi pek anlaşamadı,
çünkü farklı şeyden söz ediyorlardı. Bunu size açıklayamam belki,
ama Aglaya'ya anlatırdım, o da beni anlardı. Aman Tanrım! Kaçtığı
sırada yüzünü hatırlıyorum . . . Tanrım, hatırlıyorum! Gidelim, he­
men gidelim!" Prens yerinden kalkmış Yevgeni Pavloviç'i kolundan
çekiştiriyordu. 2

YORUMLAMA

Dostoyevski'n i n "Akılcı davra n m a k için d uygu ları bastı rma k gerekir mi?"
sorusuna verebileceği ya n ıtı metne daya narak gerekçelendiriniz.

DEGERLENDİRME

Dostoyevski'nin Prens M işkin ka ra kteri n i "budala" olara k nitelendir­


mesi n i n nedeni, M işkin'in seçi mlerini a n l ı k duygula rıyla ha re ket ede­
rek ya pması d ı r. M işkin, kimi zor d u ru mda görse ondan yana tavı r a l m ış
gö r ü n ü r. Bu durum hem ke n d i s i n i n hem de sevd iği iki kad ı n ı n mutsuz
olmasına neden o l u r. Diğer ya n d a n romandaki kad ı n l a r ı n da duygu­
l a r ı n ı yö netememesinden ötü r ü ke ndilerini zor d u rumda b ı raktıkl a r ı n ı
görürüz.

TARTIŞMA KONULAR!

• H ayati kararlar a l ı rken d uygu l a ra göre davranmak doğru m u d u r?


• G ü ndelik hayatta "budala l ı k " olara k ta n ı m lanan tutu m l a r nelerdir?

Budala, Çev. Leyla Şener, İstanbul, Timaş Yayınları, 2014, s. 662-665


1. Akıl, ruhun egemeni midir?

İ l kel i n sa n l a r doğa n ı n bütü n üyle c a n l ı olduğunu düşünü rlerd i . H atta


cansız va rlı kları da tıpkı çocu kların yaptığı gibi ceza landı rmaya ka lkışır­
lard ı . İ nsa n l a r zamanla ca n l ı ve cansız a rasında bir fa rk olduğunu gör­
düler ve ca n l ı olanla cansız olanı ayı rt etti ler. Gözle görü n ü r olan bu
fa rk, ca n l ı ların nefes a l ı p vermesiyd i . G ü n l ü k dilde ölümü "Son nefesi n i
verd i," şekl i n d e ifade ederiz çoğu kez. Dolayısıyla i l k çağlarda insana
hayat veren şeyin hava, nefes old uğu n u n düşünülmüş olması çok doğa l .
Ö l ü nce i n s a n a c a n veren hava n ı n , nefes y a da ru h u n bedeni terk ederek
yaşa m ı n ı b i r başka d ü nyada sürd ü rd üğü, beden i n ise ö l ü m l ü old uğu için
çözü nerek toprak olduğu d ü ş ü n ü l meye başladı. İnsanlar, ru h l a rıyla da
olsa b i r başka d ü nyada ö lümsüz olarak yaşa ma u m uduyla avu n d u . D i l i ­
mizde ruh sözcüğüyle karşıladığımız psykhe sözcüğü n ü n de nefes, hava,
ca n l ı l ı kla ilgili a n l a m la rı va rd ı r.

RUHUN DOGASI ÜSTÜNE


Platon3

Ruhun gerçek formu hakkında yapılan bir konuşmanın, ( . ) geniş bir . .

konusu olduğu halde, ondan bir benzetme kullanarak söz etmeme


izin verin. Bu benzetme bir çift kanatlı atla bir arabacının bir araya
gelmesinden oluşsun. Tanrıların atları ve arabacılarının hepsi soylu-

Platon, Antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve Batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim
kurumu olan Atina Akademisi'nin kurucusu.

18
dur ve iyi soydandır; oysa öteki ırklara ait atlar ve arabacıların hep­
sinin soyu aynı değerde değildir. İnsanın arabacısı bir çift atı idare
eder ve bu atlardan biri güzel, iyi ve pek üstün bir soydan olduğu
halde öteki pek kötü bir soydandır ve birinciye her bakımdan karşıt­
tır: Bu durumda mecburen arabacının işi, güç ve zahmetli olacaktır.
Sana ölümlü bir yaratığın ölümsüz bir varlıktan nasıl farklı olduğu­
nu anlatmaya gayret edeceğim. Bütünlüğü içerisindeki ruh her yerde
cansız varlığa ilgi gösterir ve çeşitli biçimlerde görünen gökleri bir
baştan bir başa gezer. Eğer ruh mükemmel ve bütünüyle kanatlıysa
yukarı doğru tırmanır ve bakışı tüm dünyaya hakim olur; oysa mü­
kemmel olmayan ruh, kanatlarını yitirir ve irtifa kaybederek yere
doğru düşmeye başlar ve sonunda oradaki katı zemine iniş yapar,
kendisine orada bir ev bularak dünyevi bir çerçeve kazanır, sanki bu
çerçeve kendi kendisini hareket ettiriyormuş gibi görünür, oysa ki
gerçekte onu hareket ettiren ruhun gücüdür ve ruh ile bedenin bu
bileşimi yaşayan ve ölümlü bir yaratıktır.4

SORU PANOSU

• Platon'a göre ruh ö l ü m l ü mü, ö l ü msüz mü?


• Ruh iki atl ı bir a rabaya benzeti l d iği ne göre, atların ve arabacı n ı n tem­
sil ettiği şeyler neler o l a b i l i r?
• İyi ve kötü atlar neye yönel iyor o l a b i l i rler?
• Tü m d ü nya n ı n bi lgisine hakim olmak için araba c ı n ı n ne ya pması
gerekiyor?

Phaidros, Çev. Nurettin Şazi Kösemihal, Maarif Matbaası, İstanbul, 1 943, s. 246

19
• Ta n rısal ruhla rla s ı radan insanların ruhları a rasında ne fa rk va r?
• Arabacı n ı n a macı ne?
• G e rçekleri kavraya n ruh mu, beden m i ? Duygular mı, yoksa akıl m ı?
• Doğru bi lgiye (ha ki kate) u laşmaya engel olan şeyler nelerd i r?
• Platon'a göre soyl u olan ve o l mayan d uygu l a r neler olabi l i r?
• Akılla ayd ı n l an mış istekler neler olabi l i r?
• D uyguların kontrolü nasıl mümkün o l u r?
• Aklı n eşlik ettiği ve etmediği duygu d u rumlarına örnek verebilir misiniz?

YORUMLAMA

Platon'un "Akılcı davra nmak için d uygu l a rı bastı rmak gerekir m i ?" soru­
suna verebileceği yanıtı metne daya n a ra k gerekçelendiriniz.

DEGERLENDİRME

Platon bi lgi teorisini, si mgesel bir d i l l e a n l atır. Ona göre asıl bi lgi, ideala­
rın bilgisid i r. Gerçek olan olgu lar d ü nyas ı n d a ki değişebi l i r tek tek nesne­
ler değil, zihin d ü nyasındaki tü mel idea l a rd ı r. İdealara ancak a k ı l yol uyla
ulaşılabi l i r. Olgular d ü nyasındaki nesneler, ya l n ızca ideaları hatı rlama­
mıza vesile olan tikel görüntü lerd i r. Platon'a göre Episteme (doğru bi lgi),
tümel olan ideaların bilgisid i r. Sokrates'e göre de bir şeyi bilmek demek,
o şeyin kavra m ı n ı bilmek demekti r. Platon ruhun ölümsüzlüğü düşün­
cesi ve idea l a r öğretisiyle insan z i h n i n d e bu tümel kavramların nereden
geldiğini ve nasıl b u l u nduğunu göstermek istemişti r.

TARTIŞMA KONUSU

• Tü mel kavra mlar ve cins adları o l madan düşünebilir m iyiz?

20
2. Duygular, seçimlerimizin belirleyicisi midir?

ARZU İNSANIN ÖZÜDÜR


Spinozas

Duygulanımlar ve insanların yaşam biçimleri üzerine yazan kişi­


lerin çoğu, sanki ele aldıkları konu bildik doğa yasalarını izleyen
doğal şeyler değilmiş gibi yazıyorlar. Onlar, gerçekten de doğadaki
insanı krallık içinde bir krallık olarak düşünür gibidirler. İnsanın
doğanın düzenini izlediğini, içindeki ve dışındaki nedensel güçlere
uygun bir biçimde hayatını idame ettirdiğini düşünmezler; tersi­
ne, insanın kendi eylemleri üzerinde mutlak güce sahip olduğunu
ve insanın doğaya olan etkisinin ve müdahalesinin sadece kendisi
tarafından belirlendiğini düşünürler. (. . .)
Doğada olan hiçbir şey ondaki bir kusura atfedilemez; zira doğa
her zaman aynıdır. Doğanın bütün olayları yöneten yasaları ve ku­
ralları her yerde ve her zaman aynıdır; bu demektir ki, doğanın
mükemmelliği ve eyleme gücü her yerde aynıdır. (. . .)
Öyleyse bebek özgürce süt istediğini, öfkeli çocuk özgürce inti­
kam almak istediğini ve utangaç çocuk da özgürce kaçmak istedi­
ğini düşünür. Bir kişi sarhoşken zihninin özgür bir kararıyla söy­
lediğini düşündüğü şeyden, ayılınca pişman olabilir. O halde deli,
boşboğaz, çocuk ve bu türden bir sürü insan, konuşma itkilerini

Baruch Spinoza (1632-1 677), 1 7. yüzyıl felsefesinin önde gelen rasyonalistlerinden


biri olarak kabul edilmektedir.

21
bastıramazlarken zihinlerinin özgür kararıyla konuştuklarına ina­
nırlar. Şu halde, deneyimin kendisi, akıl kadar açıkça şunu öğretir:
İnsanlar eylemlerinin bilincinde oldukları için ve onları bu şekilde
hareket ettiren sebeplerden habersiz oldukları için özgür oldukları­
nı düşünürler. Dahası, zihnin kararları iştahtan başka bir şey değil­
dir, dolayısıyla bedenin hali değiştikçe zihnin kararları da değişir.6

SORU PANOSU
• Spinoza'n ı n insan doğası hakkındaki görüşleri nelerd i r?
• Spinoza, i n sa n ı n eylemlerinde özgür olduğunu düşün üyor mu?
• Spinoza'ya göre insanların kendi eyle m leri üzeri nde mutlak bir güce
sahip olması m ü m kün müdür?
• insanların özg ü r olduklarını düşünmelerinin nedenleri neler olabilir?

YORUMLAMA

Spinoza'n ı n "Akılcı davranmak için d uygu ları bastırmak gerekir mi?" so­
rusuna verebileceği yanıtı metne daya n a ra k gerekçelendiriniz.

DE�ERLENDİRME

Spinoza'ya göre "Zi hi nsel alanda özg ü r i rade, fiziksel d ü nyada tesad üf
diye b i r şey yoktur." Her şey mutlak b i r zoru n l u l u k içinded i r ve başka
türl ü o l ması m ü m kü n deği ldir. Olup biten her şey, Ta nrı'n ı n doğas ı n ı n
bir görü n ü m ü nden i barettir. Ta n rı b ü t ü n va r olanları ken d i özü n d e n
türetmiştir. İ nsan evrensel doğa n ı n bir pa rças ı d ı r. Bu n e d e n l e "İnsan

6
Ethics Demonstrated by Geometrical Order, Part lll: The Origin and the Nature of the
Affects Copyright © Jonathan Bennet s. 5 0 - 5 1

22
z i h n i n i n , Ta n rı'n ı n öncesiz-son rasız ve sonsuz özüne i l işkin yeterli bilgi­
si va rd ı r." Her şeyin zoru n l u olduğunu anl ayan kişi doğa n ı n bir parçası
olduğunu kavra r. Doğası dışında dış neden lere daya n madığı ve kendi
kaderini kendisi belirlemiş olduğunu kavradığı için bu zoru n l u l u k aslın­
da özgürlük demektir. B u n u a n laya n kişi bi lgece davra n ı r. B i r şeyi aklın
emri olduğunu kavradığı için istediği n i, hiçbir şeyi kendi başına değişti­
remeyeceğini bilir. Gelecek de geçmiş kadar sabittir.

TARTIŞMA KONUSU

• Özgü rl ü k insa n ı n bir ya n ı lsaması m ı d ı r? Niçin?

SEÇİMLERİMİZ
ÖZGÜRLÜGÜMÜZÜN KANITIDIR
Sartre'

İnsan ancak özgürlüğünün alanı içinde engellerle karşılaşır. (...)


Mutlak engel yoktur. (...) Eğer ne pahasına olursa olsun dağın zirve­
sine ulaşmak istiyorsam, bir kaya bana engel olmayacaktır; bunun
tersine, kendisine doğru atılımda bulunduğum tırmanışı gerçek­
leştirme arzuma özgürce birtakım sınırlar koyarsam, kaya cesa­
retimi kıracaktır. (. . .) Eşit bir tırmanma arzusunun hedefi olsa da,
kaya atletik bir dağcı için tırmanılması kolay; acemi, antrenmansız
ve cılız yapılı bir başkası için tırmanılması zor olacaktır. 8

Jean Paul Sartre ( 1 9 0 5 - 1980), Fransız yazar ve düşünür.


Varlık ve Hiçlik, çev. Turhan Ilgaz-Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yayınları, İstanbul, 2 0 1 3,
s. 6 1 4

23
SORU PANOSU
• Sa rtre isteklerle özgürl ü k a rasında nasıl bir i l işki kuruyor?
• Sa rtre'a göre özgü rlük ile engeller arasında nasıl bir i l işki va r? İkinci
Dü nya Savaşı sırasında söylediği " H içbir zama n Alman işga l i a ltında
olduğumuz kadar özgür olmamıştık," sözü n ü bu bağlamda nasıl yo­
rumlars ı n ız? Bu sözün özgür olmayla i l işkisi va r mı?

YORUMLAMA

Sa rtre'ın "Akılcı davranma k için d uygu l a rı bastırmak gerekir mi?" soru­


suna verebileceği ya n ıtı metne daya narak gerekçelendiri n iz.

DEGERLENDİRME

Sa rtre'a göre i nsan, dü nyayı veri l i koş u l l a ra rağmen dönüştü rür. İ n s a n ı


i n s a n ya pan veri l i koşulları aşmas ı d ı r. O l a n a klar a l a n ı n ı n s ı n ı rlarını m a d ­
d i koşu l l a r çizer. Dolayısıyla o l a n a k l a r a l a n ı , mevcut d u r u m u aşma ereği­
ne ulaşabi leceğimiz yol ları da gösterir. Böylece a rzulanan ve tasa rla nan,
gerçeklik kaza n ı r. Ta rihi ya pa n insa n l a r veri l i koşullar içindeki olanakları
değerl e n d i rerek e ngelleri aşa n l a rd ı r.

TARTIŞMA KONUSU

• Özgü rlüğün psikoloj i k ve sosya l engelleri nelerd i r?

24
İYİ YAŞAM, RUHUN AKLA UYGUN
ETKİNLİGİYLE MÜMKÜNDÜR
Aristoteles9

(...) Yapılabilecek tüm iyiliklerin amacı nedir? Adı konusunda pek çok
kişi anlaşıyor. Hem sıradan kişiler hem de seçkin insanlar ona mut­
luluk diyorlar, iyi yaşamayı ve iyi durumda olmayı da mutlu olmak­
la bir tutuyorlar. Ama mutluluğun ne olduğu tartışma konusudur,
çoğunluğun ondan anladığı da bilge kişilerinkiyle aynı değil. Kimi
apaçık belli şeyleri, sözgelişi haz, zenginlik, onuru anlıyor; kimi de
bir başka şeyi. Çok kez aynı kişi bile başka başka şeyleri anlıyor. ( . .) .

(...) Hiçbir zaman bir başka şey için tercih edilmeyip hep kendi­
si için tercih edilene ise "sadece kendisi amaçtır" diyoruz. En çok,
mutluluğun böyle bir şey olduğu düşünülüyor. Çünkü onu başka bir
şey için değil, hep kendisi için tercih ediyoruz. (. .) .

İnsanın işinin belli bir yaşam olduğunu, bu yaşamın da ruhun


akla uygun etkinliği ve böyle eylemler olduğunu; erdemli insana
yakışanın bunları iyi ve güzel bir biçimde yapması olduğunu; her
şeyin ise kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa, iyi gerçekleştiril­
miş olduğunu da ileri sürüyoruz. İnsansal iyi, ruhun erdeme uygun
etkinliği olur -üstelik yaşamın sonuna kadar etkinliği. Çünkü ne
tek bir kırlangıç baharı getirebilir, ne de bir tek gün ya da kısa bir
süre insanı kutlu ve mutlu kılar. (...) 10

Aristoteles (MÖ-384-MÖ 322) ya da kısaca Aristo, Antik Yunan filozofu.


Nikomakhos'a Etik, çev. Saffet Babür, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1988, s.
1095a-1098a

25
SORU PANOSU
• M utl u l uğun bir a maç olduğu n u n ka n ıtı ned i r?
• İnsana ya kışan bir yaşamın nite l i kleri nelerd i r?
• Mutl u l uğun ne olduğu konusundaki tartışmaların nedeni ne olabi l i r?
• Erdemli bir yaşam olmadan mutlu o l u n a b i l i r mi?
• Bilge l i kle mutl u l u k arasında bir i l işki va r mı?

YORUMLAMA

Aristoteles' i n "Akılcı davra nmak için d uygu l a rı bastı rma k gerekir mi?"
sorusuna verebileceği ya n ıtı metne daya nara k gerekçelendiri n iz.

DE�ERLENDİRME

Aristoteles'e göre "iyi yaşa m"a ancak erdeml i bir ruhla ulaşılabilir. R u h
akıl sayesinde doğruya, iyiye v e güzele yönelir. Akl ı n kı lavuzluğu saye­
sinde insan özg ü rl üğe ulaşır. "İyi yaş a m"ın teorik temeli bi lgi, eti k teme l i
i s e adalet, cesa ret, ölçü l ü l ü k, bilge l i k gibi değerlerd i r. Bir eylemin değeri
başka bir a maçla değil, alanı na ait değeri gerçekleşti rmek için ya p ı l mış
olması ndadır: devlet yöneti mi nde adalet, savaşta cesa ret gibi... Aristo­
teles'e göre iyi ve güzel olan bu eyl e m tarzları ikinci bir doğa gibi kişiyi
sarma l a ma l ı ve ömür boyu sürme l i d i r. Ancak böyle bir yaşa ma iyi ya­
şam ya da mutlu yaşam denebi l i r.

TARTIŞMA KONUSU

• Yaşamı boyunca erdeml i olan a ma yaşa msal i htiyaçları n ı gidereme­


yen biri mutlu olabilir mi?

26
MUTLU OLMAK İÇİN
YALNIZCA ERDEM YETERLİ MİDİR?
Descartes11

Hayatımızdan memnun olmamızı engelleyen; arzu, esef ya da piş­


manlıktan (nedamet) başka bir şey değildir. Eğer daima aklımızın
bize emrettiğini yapmış olsaydık, olaylar daha sonra aldandığımızı
gösterse bile, pişman (nadim) olmak için bir gerekçemiz olmazdı:
Çünkü yanılmanın kabahatini kendimizde bulmazdık.
İnsan hiçbir zaman daha fazla kolu ya da dili olmasını istemez
ama daha sağlıklı ve zengin olmayı ister. (...) Çünkü sağlık ve zen­
ginlik gibi şeylerin davranışla elde edilebileceğini düşünür; bu,
başka şeyler için geçerli değildir. Aklımızın öğüdünü dinlersek eli­
mizden gelen her şeyi yapmamıza rağmen, hastalık ve talihsizliğin
de sağlık ve zenginlik kadar doğal olduğunu görür, kendimizi yan­
lış kanıdan kurtarabiliriz. Sabırsızlık ve hüzün doğuranlar hariç,
isteklerin tümünün mutluluğumuzu engellediğini söyleyemeyiz.
Aklımız hiçbir zaman aldanmayacak diye bir şey de yoktur. Öy­
leyse hayatımızdan memnun olmak için yalnızca erdem yeterlidir.
Yeter ki vicdanımızın iyi olduğuna hükmettiği şeyleri yapma konu­
sunda hiçbir zaman kararlılık ve erdemden yoksun olmayalım. An­
cak erdem, akılla desteklenmediği zaman yanlışlar olabilir. Yani,
iyiyi gerçekleştirme konusundaki irade ve kararlılığımız, yanıldı­
ğımız zaman bizi iyi sandığımız kötü şeylere de götürebilir. Böyle

Rene Descartes ( 1 596-1650), Fransız filozof, matematikçi ve yazar.

27
bir erdemden gelen mutluluk sağlam bir mutluluk değildir. Ayrıca
erdemi zevkin, iştahın ve ihtirasın karşısına koyduğumuz için, onu
pratiğe dökmek de pek güçtür. Halbuki aklın doğru kullanımı bize
iyinin doğru bir bilgisini verdiği için, erdemin yanlış yönlendirme­
sini engeller. Akıl, erdemle meşru zevklerin arasını bularak, onları
tatmamızı kolaylaştırır ve bize doğamızın koşullarını öğreterek,
arzularımıza sınır koyar. Böylece, itiraf etmek gerekir ki, insanın
en büyük mutluluğu aklını doğru kullanmasına bağlıdır ve dola­
yısıyla bunu edinmeye yarayan öğrenim, uğraşıların en faydalısı
olduğu gibi, şüphesiz en güzeli ve en tatlısıdır da.12

SORU PANOSU
• Desca rtes'a göre mutsuzluğun baş l ı ca nedeni ned i r?
• Akılcı davra n makla mutl u l u k arasınd a bir i l işki va r mı? N için?
• Akla uygun olan ve ol maya n istekler a rasındaki ayrım neye göre ya-
p ı l ı r?
• Aklı k u l l a n madan erdemli olmak m ü m kü n m ü d ü r?
• Meşru ol mayan isteklerimize s ı n ı r koya n nedir?
• M eti n üzü ntü ve pişma n l ı klarım ızdan ku rtu l m a k için psi koloj i k b i r re­
çete öneriyor m u? Öneriyorsa bu reçetede neler var?
• Kötü seçi m l e rden pişma n l ı k d uyma mızı sağlayan ned i r?
• Desca rtes'ı n ve Aristoteles' i n mutl u l u k hakkındaki görüşleri n i n ben­
zerl i k ve fa rkl ı l ı kları nelerd i r?

The Correspondance Between Princess Elizabeth of Bohemia and Rene Descartes, Ed.
Lisa Shapiro Egmond, 1 945, s. 1 2 6

28
YORUMLAMA

Desca rtes'ı n "Akılcı davra n ma k için d uygu l a rı bastı rma k gerekir mi?"
sorusuna verebileceği yan ıtı metn e dayanara k gerekçelendiriniz.

DEGERLENDİRME

Eli mizde olan ve olmayan şeyler vard ı r. Elimizde o l maya n şeyler için
üzü lebi l i riz ama pişma n l ı k d uymayız. Ancak kendi seçimleri mizden ve
ka rarlarımızdan dolayı pişma n l ı k duya b i l i riz. Desca rtes'a göre seçi m­
lerimizden ve kara rlarımızdan pişma n olma ma k için i l k a d ı m, doğruyu
d ü ş ü n mekti r. İ kinci adım ise doğruyu eyleyecek şeki lde karar vermekti r.
Eğer e l i mizde ol maya n ya n i özgürlük a l a n ı mız dışında olan şeyler va r­
sa, ta l i h i mizden çok ken d i mizi yen memiz gerekir. Ç ünkü değişti ri l mesi
e l i mizde ol maya n şeyler hakkında yapacağımız bir şey yoktur. O halde
doğru soru şudur: Doğruya ulaşma k için elimden ge len her şeyi yaptım
mı? Önemli olan ve ruh d i ngi nl iğimizi sağlaya n başarmak değil, başar­
ma k için e l i mizden geleni ya pmış o l ma ktır.

TARTIŞMA KONULAR!

• İstekleri meşrulaştırarak doyurma k mü mkü n müd ü r?


• Duygu larımızın akılcı seçimler yapmamızı engel lediği o l u r mu?

29
Oku ma önerileri
KİTAP

Andre Gide, Denemeler


Andre Gide, Vatikanın Zindanları
Dostoyevski, Kumarbaz
M o ntaigne, Denemeler
Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi
Rousseau, Yeni Heloise
U l u ğ N utku, İnsan Felsefesi

FİLM

Budala (Yönetmen: Akira Kurusawa)

30
il.

Kişinin Başka l d ı rması Ya ra rh mıdır?

GİRİŞ
Sizce bu soruyu ta rtışmak neden önemli?

ANAHTAR KAVRAMLAR
İ nsan, bi rey, kişi, özne, özgürlük, otorite, baskı, boyun eğme / başka l­
d ı rm a .

• Bu kavra mlar h a k k ı n d a n e l e r biliyorsu n uz?


• Ara l a rında nasıl i l işkiler kurars ı n ız?

31
YÖNERGE: YÖNLENDİRİCİ OKUMA ÇALIŞMASI (YOÇ)
Aşağıdaki öykü üç böl ü me ayr ı l mıştır. Bölümlere başlamadan önce si­
zin bazı soru ları yan ıtlaya rak tahmi n l e rde b u l u n manız beklenme kted i r.
Ayrıca böl ü mleri oku rken a raştırma sorula rı n ı n ya n ıtla r ın ı b u l maya ça­
l ı ş ı n ız.

LÜZUMSUZ ADAM
Sait Faik Abasıyamk

ÖYKÜNÜN ADI SİZE NELER DÜŞÜNDÜRÜYOR?

1. Araştırma sorusu: Öykü n ü n ka hrama n ı n ı n kara kter öze l l i kleri hakkın­


da neler söylersi n iz?

Ben bir acayip oldum. Gözüm kimseyi görmüyor, kimsenin kapımı


çalmasını istemiyorum. Dünyanın en sevimli insanları olan posta
müvezzilerinin bile ... Mahallemden pek memnunum. Yedi senedir
çıkmadım oradan desem yeri. Hiçbir dostum da nerede oturduğu­
mu bilmiyor. Mahallem dediğim; şu yedi senedir -üç ayda bir Kara­
köy'e inip dükkan kirasını almak bir yana- yaşadığım yer, üç dört
sokak içindedir. ( ... )
Oturduğum apartmanın altında bir sütçü, onun karşısında iki ma­
rangoz vardır. Marangozlara hiç işim düşmedi. Nasıl geçindiklerine
şaşar kahrım. Akşamlara dek uğraşırlar. Demek herkes benim gibi
değil: Öyle ya, tam kırk sekiz senedir marangoza işim düşmesin. İs­
tanbul'da marangoza işi düşecek insanlara şaşar kahrım. Hem de şu

32
Another random document with
no related content on Scribd:
The Project Gutenberg eBook of Crystals
This ebook is for the use of anyone anywhere in the United
States and most other parts of the world at no cost and with
almost no restrictions whatsoever. You may copy it, give it away
or re-use it under the terms of the Project Gutenberg License
included with this ebook or online at www.gutenberg.org. If you
are not located in the United States, you will have to check the
laws of the country where you are located before using this
eBook.

Title: Crystals

Author: A. E. H. Tutton

Release date: July 15, 2022 [eBook #68530]

Language: English

Original publication: United Kingdom: K. Paul, Trench, Trübner,


1911

Credits: Richard Tonsing and the Online Distributed


Proofreading Team at https://www.pgdp.net (This file
was produced from images generously made available
by The Internet Archive)

*** START OF THE PROJECT GUTENBERG EBOOK CRYSTALS


***
Transcriber’s Note:
The cover image was created by the transcriber
and is placed in the public domain.

International Scientific Series

VOLUME XCVIII.
DIRECT REPRODUCTIONS OF AUTOCHROME PHOTOGRAPHS
OF SCREEN PICTURES IN POLARISED LIGHT.

Fig. 90.—Screen Picture in Polarised


Light, with Nicols crossed, of a thick
Plate perpendicular to the Axis of a
naturally twinned Crystal of Quartz, the
left half being of right-handed Quartz
and the right half of alternately left and
right-handed Quartz, the Planes of
Demarcation being oblique to the Plate.
Fig. 97.—Crystals of Benzoic Acid in the
Act of Growth, as seen on the Screen in
Polarised Light with crossed Nicols.

The International Scientific Series


CRYSTALS

BY
A. E. H. TUTTON
D.Sc., M.A. (New College, Oxon.), F.R.S.

VICE-PRESIDENT OF THE MINERALOGICAL SOCIETY MEMBER


OF THE COUNCILS OF THE CHEMICAL SOCIETY AND THE
BRITISH ASSOCIATION FOR THE ADVANCEMENT OF SCIENCE

WITH 120 ILLUSTRATIONS

LONDON
KEGAN PAUL, TRENCH, TRÜBNER & CO. LTD
DRYDEN HOUSE, GERRARD STREET, W.
1911
PREFACE

The idea underlying this book has been to present the phenomena
of crystallography to the general reading public in a manner which
can be comprehended by all. In the main the sequence is that of the
author’s evening discourse to the British Association at their meeting
at Winnipeg in the summer of 1909. It is hoped, however, that the
book combines the advantages of sufficient amplification of the story
there told to make it an adequately detailed account of the
development of the subject, and of the immense progress which has
been made in it during recent years, with a full description of the
numerous experimental illustrations given in the lecture, involving
some of the most beautiful phenomena displayed by crystals in
polarised light. Such an account has not been otherwise published,
the brief abstract appearing in the Report of the British Association
for 1909 giving no account of the experiments, which were a feature
of the lecture, owing to the employment of a fine projection
polariscope of more or less novel construction, and including two
magnificent large Nicol prisms, a pair of the original ones made by
Ahrens. The author has been frequently requested to publish a fuller
account of this discourse, and as the general plan of it so fully
embodies the present aspect of this fascinating science, it was
determined, when invited by the publishers to write a generally
readable book on “Crystals,” to comply with these requests.
There is also included an account of the remarkable work of
Lehmann and his fellow workers on “Liquid Crystals,” and the
bearing of these discoveries on the nature of crystal structure is
discussed in so far as the experimental evidence has gone. Similarly,
the theory of Pope and Barlow, connecting crystalline structure with
the chemical property of valency, is referred to and explained, as this
theory has called forth deep and widespread interest. In both cases,
however, the author has been careful to avoid any expression of
opinion on purely theoretical questions for which there is as yet no
definite experimental evidence, and has confined himself strictly to
indicating how far such interesting theories are supported by actual
experimental facts.
No forbidding mathematical formulæ and no unessential technical
terms will be found in the book, the aim of the author being to make
any ordinarily cultured reader feel at the conclusion that the story
has been readily comprehensible, and that crystallography is not the
abstruse and excessively difficult subject which it has so generally
been supposed to be, but that, on the contrary, it is both simple and
straightforward, and full of the most enthralling interest, as well for
the exquisite phenomena with which it deals, as for the exceedingly
important bearing which it has on the nature, both chemical and
physical, of solid matter.
If any of its readers should be so impressed with the value of work
in this domain of science as to be desirous of joining the very thin
ranks of the few who are engaged in it, they will find a guide to
practical goniometry and to the experimental investigation of
crystals in all its branches and details, as well as the necessary
theoretical help, in the author’s book on “Crystallography and
Practical Crystal Measurement” (Macmillan & Co., 1911), and also an
account of the author’s own contributions to the subject in a
monograph entitled “Crystalline Structure and Chemical
Constitution” (Macmillan & Co., 1910).

A. E. H. TUTTON.
January 1911.
CONTENTS
PAGE
Preface v
CHAPTER
I. Introduction 1
II. The Masking of Similarity of Symmetry and Constancy
of Angle by Difference of Habit, and its Influence on
Early Studies of Crystals 10
III. The prescient Work of the Abbé Haüy 22
IV. The Seven Styles of Crystal Architecture 33
V. How Crystals are Described. The Simple Law limiting
the Number of possible Forms 50
VI. The Distribution of Crystal Faces in Zones, and the
Mode of Constructing a Plan of the Faces 60
VII. The Work of Eilhardt Mitscherlich and his Discovery of
Isomorphism 70
VIII. Morphotropy as distinct from Isomorphism 98
IX. The Crystal Space-Lattice and its Molecular Unit Cell.
The 230 Point-Systems of Homogeneous Crystal
Structure 111
X. Law of Variation of Angles in Isomorphous Series.
Relative Dimensions of Unit Cells. Fixity of Atoms in
Crystal 121
XI. The Explanation of Polymorphism and the Relation
between Enantiomorphism and Optical Activity 133
XII. Effect of the Symmetry of Crystals on the Passage of
Light through them. Quartz, Calcite, and Gypsum as
Examples 162
XIII. Experiments in Convergent Polarised Light with
Quartz, as an Example of Mirror-Image Symmetry
and its accompanying Optical Activity 183
XIV. Experiments with Quartz and Gypsum in Parallel
Polarised Light. General Conclusions from the
Experiments with Quartz 201
XV. How a Crystal Grows from a Solution 236
XVI. Liquid Crystals 255
XVII. The Chemical Significance of Crystallography. The
Theory of Pope and Barlow—Conclusion 283
Index 295
CRYSTALS

(INCLUDING LIQUID CRYSTALS)


CHAPTER I
INTRODUCTION.

It is a remarkable fact that no definition of life has yet been


advanced which will not apply to a crystal with as much veracity as to
those obviously animate objects of the animal and vegetable world
which we are accustomed to regard in the ordinary sense as “living.”
A crystal grows when surrounded by a suitable environment, capable
of supporting it with its natural food, namely, its own chemical
substance in the liquid or vaporous state or dissolved in a solvent.
Moreover, when a crystal is broken, and then surrounded with this
proper environment, it grows much more rapidly at the broken part
than elsewhere, repairing the damage done in a very short space of
time and soon presenting the appearance of a perfect crystal once
more. In this respect it is quite comparable with animal tissue, the
wonderful recuperative power of which after injury, exhibited by
special growth at the injured spot, is often a source of such marvel to
us. Indeed, a crystal may be broken in half, and yet each half in a
relatively very brief interval will grow into a crystal as large as the
original one again. The longevity and virility of the spores and seeds
of the vegetable kingdom have been the themes of frequent
amazement, although many of the stories told of them have been
unable to stand the test of strict investigation. The virility of a crystal,
however, is unchanged and permanent.
A crystal of quartz, rock-crystal, for instance—detached, during the
course of the disintegration of the granitic rock of which it had
originally formed an individual crystal, by the denuding influences at
work in nature thousands of years ago, subsequently knocked about
the world as a rounded sand grain, blown over deserts by the wind,
its corners rounded off by rude contact with its fellows, and
subjected to every variety of rough treatment—may eventually in our
own day find itself in water containing in solution a small amount of
the material of which quartz is composed, silicon dioxide SiO2. No
sooner is this favourable environment for continuing its
crystallisation presented to it, than, however old it may be, it begins
to sprout and grow again. It becomes surrounded in all probability
by a beautiful coating of transparent quartz, with exterior faces
inclined at the exact angles of quartz, although no sign of exterior
faces had hitherto persisted through all the stages of its varied
adventures. Or it may grow chiefly at two or three especially
favourable places, and in the course of a few weeks, under suitable
conditions, at each place a perfect little quartz crystal will radiate out
from the sand grain, composed of a miniature hexagonal prism
terminated by the well-known pyramid, really consisting of a pair of
trigonal (rhombohedral) pyramids more or less equally developed,
and together producing an apparently hexagonal one. Four such
grains of sand, from which quartz crystals are growing, are shown in
Fig. 1, as they appear under a microscope magnifying about fifty
diameters. One of them shows a perfectly developed doubly
terminated crystal of quartz growing from the tip of a singly
terminated one, attached to and growing directly out of the grain.

Fig. 1.—Sand Grains with Quartz Crystals


growing from them.

This marvellously everlasting power possessed by a crystal, of


silent imperceptible growth, that is, of adding to its own regular
structure further accretions of infinitesimal particles, the chemical
molecules, of its own substance, is one of the strangest functions of
solid matter, and one of the fundamental facts of science which is
rarely realised, compared with many of the more obvious
phenomena of nature.
A crystal in the ordinary sense of the word is solid matter in its
most perfectly developed and organised form. It is composed of the
chemical molecules of some definitely constituted substance, which
have been laid down in orderly sequence, in accordance with a
specific architectural plan peculiar to that particular chemical
substance. The physical properties of the latter are such that it
assumes the solid form at the ordinary temperature and pressure,
leaving out of consideration for the present the remarkable viscous
and liquid substances which will be specially dealt with in Chapter
XVI. of this book, and which are currently known as “liquid crystals.”
This term is not perhaps a very appropriate one. For the word
“crystal” had much better be left to convey the idea of rigidity of
polyhedral form and internal structure, which is the very basis of
crystal measurement.
The solid crystal may have been produced during the simple act of
congealment from the liquid state, on the cooling of the heated
liquefied substance to the ordinary temperature. Sulphur, for
instance, is well-known to crystallise in acicular crystals belonging to
the monoclinic system under such conditions, a characteristic crop
being shown in Fig. 2 (Plate I.); they were formed within an
earthenware crucible in which the fusion had occurred, and became
revealed on pouring out the remainder of the liquid sulphur when
the crystallisation had proceeded through about one-half of the
original amount of the “melt.”
PLATE I.

Fig. 2.—Monoclinic Acicular Crystals of


Sulphur produced by Solidification of
Liquid.
Fig. 3.—Octahedral Crystals of Arsenious
Oxide produced by Condensation of
Vapour.

Crystals formed by Different


Processes.
PLATE II.

Fig. 4.—Cubic Octahedral Crystals of


Potash Alum growing from Solution.
Fig. 10.—Micro-Chemical Crystals of
Gypsum (Calcium Sulphate) produced by
Slow Precipitation (see p. 14).

Crystals formed by Different


Processes.

Or the substance may be one which passes directly from the


gaseous to the solid condition, on the cooling of the vapour from a
temperature higher than the ordinary down to the latter, under
atmospheric pressure. Oxide of arsenic, As2O3, is a substance
exhibiting this property characteristically, and Fig. 3 (Plate I.) is a
reproduction of a photograph of crystals of this substance thus
produced. The white solid oxide was heated in a short test tube over
a Bunsen flame, and the vapour produced was allowed to condense
on a microscope glass slip, and the result examined under the
microscope, using a 1½ inch objective. Fig. 3 represents a
characteristic field of the transparent octahedral crystals.
Or again, the crystal may have been deposited from the state of
solution in a solvent, in which case it is a question of the passage of
the substance from the liquid to the solid condition, complicated by
the presence of the molecules of the solvent, from which the
molecules of the crystallising solid have to effect their escape. Fig. 4
(Plate II.) represents crystals of potash alum, for instance, growing
from a drop of saturated solution on a glass slip placed on the stage
of the microscope, the drop being spread within a hard ring of gold
size and under a cover-glass, in order to prevent rapid evaporation
and avoid apparent distortion by the curvature of an uncovered drop.
The crystals are of octahedral habit like those of oxide of arsenic, but
many of them also exhibit the faces of the cube.
In any case, however it may be erected, the crystal edifice is
produced by the regular accretion of molecule on molecule, like the
bricks or stone blocks of the builder, and in accordance with an
architectural plan more elaborate and exact than that of any human
architect. This plan is that of one of the thirty-two classes into which
crystals can be naturally divided with respect to their symmetry.
Which specific one is developed, and its angular dimensions, are
traits characteristic of the substance. The thirty-two classes of
crystals may be grouped in seven distinctive systems, the seven styles
of crystal architecture, each distinguished by its own elements of
symmetry.
A crystal possesses two further fundamental properties besides its
style of architecture. The first is that it is bounded externally by plane
faces, arranged on the definite geometrical plan just alluded to and
mutually inclined at angles which are peculiar to the substance, and
which are, therefore, absolutely constant for the same temperature
and pressure. The second is that a crystal is essentially a
homogeneous solid, its internal structure being similar throughout,
in such wise that the arrangement about any one molecule is the
same as about every other. This structure is, in fact, that of one of the
230 homogeneous structures ascertained by geometricians to be
possible to crystals with plane faces. The first property, that of the
planeness of the crystal faces, and their arrangement with
geometrical symmetry, is actually determined by the second, that of
specific homogeneity. For, as with human nature developed to its
highest type, the external appearance is but the expression of the
internal character.
When nature has been permitted to have fair play, and the crystal
has been deposited under ideal conditions, the planeness of its faces
is astonishingly absolute. It is fully equal to that attained by the most
skilled opticians after weeks of patient labour, in the production of
surfaces on glass or other materials suitable for such delicate optical

You might also like