Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 51

Araplar■n Go zu nden Hac l■ Seferleri

Amin Maalouf
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/araplarin-go-zu-nden-hac-li-seferleri-amin-maalouf/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Le labyrinthe des égarés 1st Edition Amin Maalouf

https://ebookstep.com/product/le-labyrinthe-des-egares-1st-
edition-amin-maalouf/

L eredità B1 B2 Primi Racconti 1st Edition Luisa Brisi

https://ebookstep.com/product/l-eredita-b1-b2-primi-racconti-1st-
edition-luisa-brisi/

Panoptikon Go zu n I ktidar■ 2nd Edition Jeremy Bentham


Catherine Pease Watkin Simon Werret Bar■■ Çoban Zeynep
Özarslan

https://ebookstep.com/product/panoptikon-go-zu-n-i-ktidari-2nd-
edition-jeremy-bentham-catherine-pease-watkin-simon-werret-baris-
coban-zeynep-ozarslan/

Les clés du DELF B1 Nouvelle édition Livre de l élève


1st Edition Emdl

https://ebookstep.com/product/les-cles-du-delf-b1-nouvelle-
edition-livre-de-l-eleve-1st-edition-emdl/
Karama Go Bulava Smiet

https://ebookstep.com/product/karama-go-bulava-smiet/

Dua Aksara Go Kazuki Kaneshiro

https://ebookstep.com/product/dua-aksara-go-kazuki-kaneshiro/

Begutachtung to go Sabine Hindrichs

https://ebookstep.com/product/begutachtung-to-go-sabine-
hindrichs/

Pengantar Filsafat Kebudayaan 1st Edition Amin Khoirul


Abidin

https://ebookstep.com/product/pengantar-filsafat-kebudayaan-1st-
edition-amin-khoirul-abidin/

Go Kitchen 2 Restu Utami Dewi

https://ebookstep.com/product/go-kitchen-2-restu-utami-dewi/
ARAPLARIN GÖZÜNDEN HAÇLI SEFERLERİ

Amin Maalouf 1949'da Lübnan'da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra


gazeteciliğe başladı; 1976'dan beri Paris'te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve
köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitap yazmaya ayırmaktadır.
Çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini yapıtlannda başarıyla
işleyen Maa\ouf, ilk kitabı Les Croisades vues par /es Arabes ( 1983). (Araplann Gözüyle
Haçlı Seferleri, YKY, 2006) ile tanındı ve bu kitabın çevrildiği dillerde de büyük bir başarı
kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız-Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci
kitabı (ilk romanı) Uon l'/ifricain (A.frikalı Leo, YKY, 1993) ise bugün bir ""klasik" kabul
edilmektedir.
Maalouf'un 1988"de yayımlanan ikinci romanı Samarcande da (Semerkant, YKY, 1993)
coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Les/ardins de Lumiere (1991). (Işık Bahçeleri.
YKY. 2004) ve Le r Sii:cle apres Brfatrice (1992), (Beatrice 'ten Sonra Birinci Yüzyıl, YKY,
2005) adlı romanlarının ardından, 1993'te yayımlanan romanı Le Rocher de Tanios (Ta­
nıos Kayası, YKY, 1995) ile Goncourt Ödülü'nü kazanan yazarın. Les Echelles du Levant
(Doğıı'nıın Liman/an, YKY. 1996) adlı romanı 1996'da, Les Identitrfs Meurtrieres (Ölümcül
Kimlikkı; 'ı1CY, 2000) adlı deneme kitabı 1998'de çıkn. Maalouf 2000'de Le Prfnple de
Baldassarc'ı yayımladı (Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu", YKY, 2000). Finlandi­
yalı müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği opera için yazdığı L'amour de lain (Uzaktan
Aşk, YKY. 2002) Maa\ouf'un ilk librettosudm. 2004'te Origines (Yollann Başlangıcı, YKY,
2004) adlı romanı, 2006'da ikinci librettosu A driana Mater, (YKY. 2004) 2009'da ise ikinci
deneme kitabı Le drfreglement du monde (Çivisi Çıkmış Dünya, YKY. 2009) yayımlanmıştır.
Amin Maalouf 2011 yılında Fransız Akademisi"ne (Academie Française) seçilmiştir. 2019
yılında kaleme aldığı Les naefrages des civilisations ( Uygarlıklann Batışı, YKY. 2019) Prix
Aujourd'hui Jüri özel Ödülü'ne (Fransa) ve Tiziano Terlani Uluslararası Edebiyat Ödülü'ne
(İtalya, 2020) layık görüldü.

Ali Berktay tiyatro yazan. editör, çevirmen. 1960 yılında istanbul"da doğdu. Galatasaray
Lisesi'ni bitirdi. 1982-1994 yıllan arasında önce İsveç, sonra Fransa"da Halk Oyuncuları
Tiyatrosu'nda çalıştı. Tiyatro kaynaklarımız ve dünyadaki çeşitli tiyatro akımları konusunda
çeviriler, araştırmalar yaptı. Bu konulardaki bazı makale \'e çevirileri, yurtdışında basılan
çeşitli dergilerde yayımlandı.
Amin Maalouf'un
YKY'deki kitapları:

Afrikalı Leo (1993)


Semerkant (1993)
Tanios Kayası (1995)
Doğu'nun Limanları (1996)
Ölümcül Kimlikler (2000)
Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu" (2000)
Uzaktan Aşk (2002)
Işık Bahçeleri (2004)
Yolların Başlangıcı (2004)
Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl (2005)
Adriana Mater (2006)
Arapların Gözünden Haçlı Seferleri (2006)
Çivisi Çıkmış Dünya (2009)
Doğu'dan Uzakta (2012)
Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması (2017)
29 Numaralı Koltuğun Hikayesi -
Fransa Tarihinin Dört Yüzyılı (2018)
Uygarlıkların Batışı (2019)
Empedokles'in Dostları (2021)

Yüzüncü Ad 1 - Baldassare'nin Yolculuğu (2013)


Yüzüncü Ad 2 - Yıldızsız Gökyüzü (2013)
Yüzüncü Ad 3 - Cenova'nın Ayartması (2014)
AMiN MAALOUF

Arapların Gözünden
Haçlı Seferleri

Çeviren
Ali Berktay

omo
YAPI KREDİ YAYINLARI
Yapı Kredi Yayınları - 2375
Tarih: 27

Arapların Gözünden Haçlı Seferleri ı Amin Maalouf


özgün adı: Les croisades vues par les Arabes
Çeviren: Ali Berktay

Kitap editörü: Beril Sönmez


Düzelti: Nahide Bilgili

Kapak tasarımı: Mehmet Ulusel


Sayfa tasarımı: Nahide Dikel
Grafik uygulama: Süreyya Erdoğan

Baskı: Asya Basım Yayın Sanayi Tic. Ltd. Şti


15 Temmuz Mah. Gülbahar Cad. No: 62/B
Güneşli - Bağcılar ı İstanbul
Tel: 0212 693 00 08
Sertifika No: 52508

Çeviriye temel alınan baskı: )ean-Claude Lattes, Paris, 2001


YKY'de ı. baskı: İstanbul. Ağustos, 2006
25. baskı: İstanbul, Ocak 2022
ISBN 978-975-08-1121-6

©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2004, 2019
Sertifika No: 44719
© 1983 by Editions JC Lattes

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


istiklal Caddesi No: 161 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0212) 252 47 00 Faks: (0212) 293 07 23
http://www.ykykultur.com.ır
e-posta: ykykultur@ykykultur.com.tr
facebook.com/yapikrediyayinlari
twitter.com/YKYHaber
instagram.com/yapikrediyayinlari

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


PEN International Publishers Circle üyesidir.
Andreeye
İÇİNDEKİLER

önsöz• 11
Giriş• 13

BİRİNCİ KISIM
İSTİLA (1096-1100) • 17

BİRİNCİ BÖLÜM
Frenkler Geliyor• 19

İKİNCİ BÖLÜM
Melun Bir Zzrhbef• 33

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Maarra Yamyam/an• 49

İKİNCİ KISIM
İŞGAL (1100-1128) • 65

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Trablusşam 'zn iki Bin Günü• 67

BEŞİNCİ BÖLÜM
Sanklz Bir Direnişçi• 87
ÜÇÜNCÜ KISIM
KARŞI SALDIRI (1128-1146) • 107

ALTINCI BÖLÜM
Şam Entn"kalan• 109

YEDİNCİ BÖLÜM
Barba1ian12 ülkesinde Bir Emir• 121

DÖRDÜNCÜ KISIM
ZAFER (1146-1187) • 135

SEKİZİNCİ BÖLÜM
Evliya Gibi Bir Melik: Nureddin• 137

DOKUWNCU BÖLÜM
Nı1'e Hücum• 151

ONUNCU BÖLÜM
Selahaddin 'in Gözyaş/an• 165

BEŞİNCİ KISIM
ERTELEME (1187-1244) • 187

ON BİRİNCİ BÖLÜM
imkansız Buluşma• 189

ON İKİNCİ BÖLÜM
Adıl ve Kamil• 203
ALTINCI KISIM
FRENKLERİN KOVULMASI (1224-1291) • 215

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Moğol Kırbacı• 21 7

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
inşallah Buraya Bir Daha Asla Ayak Basamazlar • 227

Sonsöz• 239
Notlar ve Kaynaklar • 245
Kronoloji • 255

Dizin• 259
�Dl7..ANSIMrARATORl.UC;ı t::: �-
( .. _,...--.2.._::::::Ji " �=ı·======="""""'"""_.,.....,
o
� o

cy

SAKIZ�
:s
� "'
bil
ı.ı:ı

KiBRi

Akdeniz � O Tadmur

/"'

oS;ulthad

e Önemli şehir
Küçük şehir
A, SilVilŞilfom
1128'e gelirken Frenk
Devletleri'nin yayıldıkları
alanın sının
ÖNSÖZ

Bu kitap çok basit bir fikirden yola çıkıyor: Haçlı Seferleri'nin tarihini "öteki
cephe"de, yani Arapların tarafında görüldüğü, yaşandığı ve hikaye edildiği biçim­
de anlatmak. Kitabın hemen hemen tüm içeriği, o çağın Arap tarihçilerinin ve
vakanüvislerinin tanıklıklarına dayanıyor.
Onlar Haçlı Seferleri'nden değil, Frenk savaşlarından veya istilalarından
söz ederler. Frenkleri (les Francs) ifade etmek için kullanılan sözcüğün yazımı
bölgeye, yazara ve çağa göre değişir: Ferenc, Ferencat, ifrenc, ifrencat... Biz de
bu farklı söyleyişleri birleştirmek için en kısa ve asıl önemlisi bugün bile halk
dilinde Batılıları, özellikle de Fransızları isimlendirmekte kullanılan sözcüğü
seçtik: Frenk.•
Konması şart olan çok sayıda dipnotla -kaynakçaya, tarihe veya diğer alan­
lara ilişkin dipnotlar- anlatıyı iyice ağırlaştırmamak için, bu dipnotları kitabın
sonunda, bölüm bölüm toparlamayı tercih ettik. Daha çok bilgi edinmek isteyenler
bu notları okuyup yararlanabilir, ama herkes tarafından anlaşılmayı amaçlayan
anlatının kavranması açısından bu dipnotlar hiç de vazgeçilmez değildir. Zaten asıl
niyetimiz yeni bir tarih kitabı kaleme almak değildi; biz, Haçlı Seferleri'nin, hem
Batı'yı hem de Arap dünyasını şekillendirmiş ve bugün bile bu iki dünya arasında­
ki ilişkileri belirleyen bu iki yüzyılın "gerçek romanı"nı, bugüne dek ihmal edilmiş
bir bakış açısından yazmak istedik.

• Yazarın kullandığı "Frary: ifrenc" yerine, Osmanlıcada kullanılan yaygın biçim olarak "Frenk"i tercih
ettik-ç.n.

11
GİRİŞ

Bağdat, Ağustos 1099.

Başı bir matem işareti olarak kazınmış saygıdeğer Kadı Ebu Said el-Here­
vi, sarıksız bir halde ve haykırarak Halife el-Mustazhirbillah'm geniş divanına
daldı. Peşinde genç yaşlı müritlerinden oluşan bir kalabalık. Ağzından çıkan her
sözü gürültülü bir biçimde onaylıyor ve tıpkı onun gibi gür saka11arla çevrelenmiş
dazlak başlarıyla kışkırtıcı bir manzara sunuyorlar. Saray erkanından bazı kişiler
kadıyı yatıştırmayı deniyor, ama kadı onlan elinin tersiyle bir yana itip salonun
ortasına doğru kararlı adımlarla ilerliyor, sonra minbere çıkmış bir vaizin ateşli
belagatiyle orada bulunan herkesi mevki ve rütbelerine hiç aldırmadan paylıyor:
- Suriye'deki kardeşlerinize develerin eyerlerinden veya akbabaların kursa­
ğından başka eğleşecek bir mekan kalmamışken, bahçe çiçeği gibi uçan bir hayat
sürüp talih eseri başınızı soktuğunuz şu emniyetli kuytuda miskin miskin uyuk­
lamaya nasıl cüret edersiniz? Ne çok kan döküldü! Kimbilir kaç genç kız utanç
içinde o tatlı yüzlerini elleriyle gizlemek zorunda kaldı! Değerli Araplar hakarete
alışıyor mu, yiğit Acemler şerefsizliği kabul mu ediyor?
Sonradan Arap vakanüvisler, "Yürekleri sızlatan, göz pınarlarından yaşlar
döktüren bir söylevdi" diyeceklerdi. Sahneyi izleyenlerin hepsi inlemeler ve ağla­
yıp sızlamalarla sarsılıyor. Ama el-Herevi onların hıçkınklannı duymak istemiyor.
- Kılıçlar savaş ateşini körüklerken insanın kullanabileceği en kötü silah
gözyaşı dökmektir, diye haykmyor.
Suriye Çölü'nde, önüne konan her engeli delip geçen kavurucu yaz güneşi
altında bitmek bilmeyen üç hafta boyunca Şam-Bağdat yolculuğuna katlanmışsa,
bunun nedeni merhamet dilenmek değil, İslam 'ın en yetkili makamlarını ümmetin
üzerine çöken felaket hakkında uyarmak ve bu kıyıma bir son vermek amacıy­
la duruma bir an önce müdahale etmelerini istemekti. "Müslümanlar asla böyle

13
Arapların Gözünden Haçlı Seferleri

aşağılanmamıştı" diye yineliyor el-Herevi, "memleketleri şimdiye dek hiç böyle


vahşice yakılıp yıkılmamıştı." Yanındakilerin hepsi istila kuvvetlerinin yağma­
ladığı kentlerden kaçıp gelmiş; bazıları Kudüs'ten sağ çıkabilmiş az sayıda insan
arasında yer almış. Bir ay önce yaşadıkları dramı birinci ağızdan anlatabilsinler
diye getirmiş yanında onları.
Frenkler kutsal kenti, kırk gün süren bir kuşatmanın ardından, H. 492 yılı­
nın 22 Şaban'ında (15 Temmuz 1099), bir cuma günü ele geçirmişlerdi. Ne
zaman bu konu açılsa muhacirler titremeye başlıyor ve zırhlar içinde, yalınkılıç
sokaklara dağılan, erkekleri, kadınlan ve çocukları boğazlayan, evleri yağmalayıp
camileri talan eden o sarışın savaşçılar hala gözlerinin önündeymişçesine bakış­
ları donuyor.
İki gün sonra kıyım sona erdiğinde, surların içinde bir tek Müslüman kal­
mamıştı. Bazıları kargaşadan yararlanarak, saldırganların kırdığı kapılardan
dışarı süzülmüştü. Geri kalan binlerce insan evlerinin eşiklerinde veya camilerin
etrafında oluşmuş kan göllerinin içinde cansız yatıyordu. içlerinde çok sayıda
imam, ulema ve bu kutsal yerde inzivaya çekilip murakabeye dalabilmek için
memleketlerini terk edip gelmiş birçok derviş vardı. Son sağ kalanlar angarya­
lann en kötüsüne zorlanmışn: Müslüman ölülerini sırtlanıp taşımak, onları boş
arazilere mezar bile kazmadan yığmak, sonra cesetleri yakmak ve ardından kat­
ledilmeyi ya da köle olarak satılmayı beklemek.
Kudüs Yahudilerinin hali de içler acısıydı. Savaşın ilk saatlerinde pek çoğu
yaşadıkları bölgenin, şehrin kuzeyine düşen Yahudi Mahallesi'nin müdafaasına
katılmıştı. Ama evlerinin üstünde yükselen sur parçası yıkılıp sarışın şövalyeler
sokakları istila etmeye başlayınca Yahudiler korkudan çılgına döndü. Tüm cema­
at, atalarından kalma bir davranışı yineleyerek, dua etmek için büyük sinagog­
da toplandı. O zaman Frenkler sinagogun tüm çıkışlarını kapadılar ve çepeçevre
odun yığıp ateşe verdiler. Dışarı çıkıp kaçmayı deneyenler yan sokaklarda öldü­
rüldü. ötekiler diri diri yandı.
Bu dramdan birkaç gün sonra, yanlarında Hz. Osman'ın Kuran'ını da
(kutsal kitabın en eski nüshalarından biri) binbir önlemle taşıyan ilk Filistin
muhacirleri Şam'a vardı. Sonra Kudüs'ten kurtulanlar Suriye'nin başkentine
yöneldi. ümeyye Camii'nin üç minaresinin kare planlı kent surlarının üzerinde
sivrilen siluetini uzaktan görünce seccadelerini yere serip sona erdiğini sandık­
lan ömürlerini bu şekilde uzattığı için Gücü Her Şeye Yeten Allah'a şükretmek
üzere secdeye vardılar. Ebu Said el-Herevi, Şam'ın büyük kadısı olarak muha­
cirleri iyi niyetle karşıladı. Kentin en saygıdeğer şahsiyeti olan Afgan asıllı bu
fakih, Filistinlilere hem öğütler verdi, hem de içlerini rahatlattı. Ona göre, bir

14
Giriş

Müslüman'ın evinden kaçıp gitmesinde yüz kızartıcı bir yan yoktu. islam'ın ilk
"muhacir"i, ahaliden gördüğü düşmanlık üzerine doğduğu kent Mekke'yi terk
edip yeni dini daha iyi karşılayan Medine'ye sığınmak için göç etmek zorun­
da kalan Hz. Muhammed değil miydi? Vatanını putperestlikten kurtarmak için
açtığı cihadı da bu sığındığı yerden başlatmamış mıydı? Şu halde muhacirler de
kendilerini tam anlamıyla birer mücahit olarak görmeliydi; İslam tarihi içinde
onlara öyle onurlu bir yer verilmişti ki, peygamberin göçü, yani Hicret Müslü­
man takviminin başlangıcı olarak seçilmişti.
Hatta birçok mümine göre işgal durumunda hicret, sürgün zorunlu bir
ödevdir. Frenk istilası başladıktan yaklaşık yüz yıl sonra Filistin'i ziyaret ede­
cek bir ispanya Arabı, büyük seyyah İbn Cübeyr, "anavatan aşkına boyun
eğen" bazı Müslümanların işgal edilmiş topraklarda yaşamayı kabul ettikleri­
ni görünce utanç ve dehşete kapılıp şöyle diyecekti: "Bir Müslüman, bir kafir
şehrinde ikamet edip yaşamaya Allah indinde hiçbir mazeret bulamaz; bunun
tek istisnası o şehre geçici olarak uğramaktır. Darü'l-islam'da [İslam toprak­
larında] Hıristiyan memleketlerinde yaşadığı eza ve cefanın uzağındadır; pey­
gamberimiz konusunda özellikle de en aptal insanların ağızlarından dökülen
mide bulandırıcı laflan işitmek, domuzların ve bir sürü mekruh şeyin ortasında
hiçbir arınma olanağı bulamadan yaşamak bu eza ve cefaya misal gösterilebi­
lir. Onların topraklarına ayak basmayın sakın, sakın! Böyle bir günah işleyince
Allah'tan af dilemek ve O'nun mağfiretine sığınmak gerekir. Hıristiyan topra­
ğında yaşayan herhangi birinin ilk gözüne çarpan dehşet sahnelerinden biri
ayaklarına takılı prangalarla sendeleyerek yürümeye çabalayan, en zor işlerde
çalıştırılıp köle muamelesi gören erkek Müslüman tutsakların ve ayaklarına
demir halkalar takılmış kadın Müslüman tutsakların halidir. Onları görünce
insanın kalbi parçalanır, ama merhamet hiçbir işlerine yaramaz."
İbn Cübeyr'in İslami öğreti açısından biraz abartılı olan sözleri 1099 yılının
Temmuz ayında Şam'da toplanmış binlerce Filistin ve Kuzey Suriye muhacirinin
tavrını yine de gayet iyi yansıtmaktadır. Çünkü içlerine sinen ölüm korkusuyla
evlerini terk etmiş olsalar da, işgalci kesin olarak çekip gitmeden geri dönmemeye
ve tüm İslam topraklarındaki kardeşlerini uyandırmaya kararlıdırlar.
Yoksa niye el-Herevi'nin önderliğinde Bağdat'a gelsinler ki? Müslümanlann
zor vakitlerinde halifeye, peygamberin ardılına yönelmeleri gerekmez mi? Yakan­
lannı ve sızlanmalannı duyuracaklan kişi Emirü'l-müminin değil midir?
Muhacirler Bağdat'ta en az umutları kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşa­
yacaktır. Halife el-Mustazhirbillah önce onlara karşı duyduğu derin sempatiyi
ve sınırsız merhameti ifade ederek söze başlar, sonra da sarayın altı ileri gele-

15
Araplann Gözünden Haçlı Seferleri

nini bu tatsız olayları soruşturmakla görevlendirir. Bu bilgeler heyetinden bir


daha söz edilmeyeceğini aynca belirtmeye bilmem gerek var mı?

İslam ile Batı arasında bin yıl sürecek bir düşmanlığın kaynağı olan Kudüs
yağması o anda hiçbir tepki ve ayaklanmaya yol açmayacaktı. Arap Doğusu'nun
istilacıya karşı seferberliğe girişmesi ve Şam kadısının halifenin divanında yaptığı
cihat çağrısının ilk resmi direniş hareketi olarak kutlanması için yaklaşık yarım
yüzyıl beklemek gerekecekti.
istilanın başlarında, Batı'dan gelen tehdidin çapını el-Herevi gibi hemen
anlayan Arapların sayısı fazla değildir. Hatta bazıları yeni duruma büyük bir
hızla uyum sağlarlar. Pek çok kişi, yaşananlardan acı duysa da, tevekkül içinde
hayatta kalmaya çalışır sadece. Bazıları da bu yeni olduğu kadar beklenme­
dik olaylan anlamaya çalışan, şu veya bu ölçüde duru görüş sahibi gözlemci
tavrını takınırlar. Bunların arasında en ilginci, kentin ileri gelen ailelerinden
birine mensup genç bir alim olan, Şam vakanüvisi ibnü'l-Kalanisi'dir. Olayları
en başından itibaren izleyen İbnü'l-Kalanisi 1096 'da, Frenkler Doğu 'ya ayak
bastığında yirmi üç yaşındadır ve bildiği, duyduğu olayları düzenli bir biçim­
de yazıya geçirmeye özen gösterir. Onun Vekayinamesi, istilacıların ilerleyişini
aşın duygusallığa kapılmadan, kendi şehrinden algılandığı biçimiyle ve gerçeğe
sadık kalarak anlatır.
Ona göre her şey, ilk söylentilerin Şam'a ulaşmaya başladığı o bunaltıcı gün­
lerde başlamıştır.
BİRİNCİ KISIM

İSTİLA (1096-1100)

Frenklere bakın! Dinleri için nasıl gözleri dönmüşçesine


savaşryorlar; oysa ki biz Müslümanlarcihatyolunda hiç
de ateşli değiliz.

Selahaddin Eyyubi
BİRİNCİ BÖLÜM

FRENKLER GELİYOR

O yıl, Marmara Denizi'nden sayılmakla bitmez bir kalabalık halinde gelen

Frenk ordularının ortaya çıkışı üzerine birbiri ardısıra haberler yağmaya başladı.

insanları korku sardı. Gelen Frenklere en yakın toprakların hükümdarı olan

Kılıç Arslan bu haberleri doğ ruladı.

ibnü'l-Kalanisi'nin burada söz ettiği "Sultan Kılıç Arslan", istilacılar geldiğinde


henüz on yedisinde bile değildir. Onların yaklaştığını ilk haber alan Müslüman
yönetici olan gözleri hafifçe çekik bu genç Türk sultanı, hem onlara ilk bozgunu
yaşatacak, hem de ürkütücü şövalyeler karşısında ilk yenilgiyi tadan hükümdar
olacaktır.
Kılıç Arslan çok büyük bir Frenk kalabalığının Konstantinopolis'e doğru iler­
lediğini 1096 yılının Temmuz ayında haber alır. Hemen en kötüsü gelir aklına.
Bu insanların gerçek amaçları hakkında hiçbir fikri yoktur haliyle, ama onların
Doğu'ya gelişini hiç de hayra yormaz.
Başında bulunduğu sultanlık, Türklerin Bizanslıların elinden yeni kopa­
rıp aldıkları bir toprak parçası olan Anadolu'nun genişçe bir bölümüne yayıl­
mış durumdadır. Aslında yüzyıllar sonra Türkiye adını alacak bu toprağı ilk ele
geçiren Türk, Kılıç Arslan'ın babası olan [Kutalmışoğlu] Süleyman'dır. Bu genç
Müslüman devletin başkenti olan iznik'teki [Nikaia] Bizans kiliselerinin sayısı
hala camilerden fazladır. Kentteki askeri kuvvet Türk süvarilerinden oluşsa da,
nüfusun çoğu Rum'dur ve Kılıç Arslan, tebaasının gerçek duyguları hakkında
asla hayale kapılmaz: Onların gözünde her zaman barbar bir çete reisi olarak
kalacağını bilir. Onların tanıdığı tek hükümdar, adı her duada kısık sesle yinele­
nen, Roma imparatoru Basileus Aleksios Komnenos'tur. Aslında Aleksios, Roma

19
Araplann Gözünden Haçlı Seferleri

İmparatorluğu'nun varisi olduklarını iddia eden Bizanslıların imparatorudur.


Zaten bu vasıflan, Yunanlan -onbirinci yüzyılda olduğu gibi yirminci yüzyılda
da- Rum, yani "Romalı" diye adlandıran Araplar tarafından da kabul edilir. Kılıç
Arslan'ın babasının Bizans İmparatorluğu'ndan fethettiği topraklara da Rum Sul­
tanlığı [Anadolu Selçuklu Sultanlığı] adı verilir.
O çağda Aleksios, Doğu'nun en saygın simalarından biridir. Kurnaz gözleri
ferfecir okuyan. sakalı bakımlı, kibar ve zarif, her zaman altın takılar ve pahalı
mavi kumaşlar içinde dolaşan, elli yaşlarındaki bu ufak tefek adam Kılıç Arslan'ı
gerçekten büyüler. İznik şehrine yürüyerek en fazla üç gün uzaklıktaki Kons­
tantinopolis'te, masalsı Bizans'ta hüküm süren odur. İki kentin yakınlığı genç
sultanda karışık duygular uyandırmaktadır. Tüm göçebe savaşçılar gibi onun da
düşlerini fetih ve yağma süsler. Bizans'ın efsanevi zenginliklerinin elini uzatsa
dokunabileceği kadar yakında olduğunu bilmek hoşuna gider. Ama aynı zaman­
da kendini tehdit altında hisseder: Aleksios'un İznik'i geri alma umudunu hiçbir
zaman yitirmediğini bilmektedir; bunun nedeni sadece kentin kurulduğundan
beri Rumlara ait olması değil, aynı zamanda Konstantinopolis'e bu kadar kısa bir
mesafede Türk savaşçılarının bulunmasının Bizans İmparatorluğu'nun güvenliği
açısından sürekli bir tehlike oluşturmasıdır.
Yıllardır iç krizler nedeniyle parçalanmış durumdaki Bizans ordusu tek
başına yeniden fetih savaşına atılabilecek durumda olmasa da, Aleksios'un
ne zaman istese yabancılardan yardım isteyebileceğini herkes bilmektedir.
Bizanslılar, Batı'dan gelen şövalyelerin hizmetlerine başvurmaktan hiçbir
zaman geri kalmamışlardır. Ağır zırhlar kuşanmış paralı askerler veya FiHs­
tin yollarına düşmüş hacılar kılığında Doğu'yu ziyaret eden Frenklerin sayı­
sı hayli kabarıktır. Ve 1096 yılında, Müslümanlar açısından Frenkler hiç de
bilinmedik insanlar değildir. Hatta yirmi yıl kadar önce -o sırada Kılıç Arslan
daha doğmamıştı, ama ordusunun yaşlı emirlerinden dinlemişti bu hikayeyi­
bu sarışın maceracılardan biri, Anadolu'da özerk bir devlet kurmayı başarmış
Roussel de Bailleul adında biri Konstantinopolis üzerine yürümüştü. Korkudan
çılgına dönen Bizanslılar Kılıç Arslan'ın babasından yardım istemekten başka
çare bulamamışlar; Basileus'un gönderdiği özel bir elçinin imparatorun yardı­
mına koşması için yalvardığı Süleyman kulaklarına inanamamıştı. O zaman
gerçekten Türk atlıları Konstantinopolis'e gitmiş ve Roussel'i yenmeyi başar­
mışlar; Süleyman da çok cömert bir biçimde ödüllendirilerek, altına, ata ve
toprağa boğulmuştu.
eizanslılar o günden beri Frenklerden kuşkulansalar da, sürekli tecrübeli
asker eksiği çeken imparatorluk orduları paralı askerleri bünyesine almak zorun-

20
Birinci Kısım: i stila (1 096-1 1 00)

da kalır. Üstelik bu paralı askerler sadece Frenklerden de oluşmaz: Hıristiyan


imparatorluğunun sancağı altında birçok Türk savaşçısı da at koşturur. Zaten
Kılıç Arslan da 1096'nın Temmuz ayında binlerce Frenk' in Konstantinopolis'e
yaklaştıklarını Bizans ordusundaki bu soydaşlarından öğrenir. Haber kaynakla­
nnın gözlerinin önüne serdikleri manzara karşısında şaşınp kalır. Bu gelen Batı­
lılar, görmeye alıştıkları paralı askerlere pek benzememektedir. Aralannda birkaç
yüz şövalye ve çok sayıda silahlı piyade vardır gerçi, ama binlerce yoksul, hırpani
kılıklı kadın, çocuk, ihtiyar da yürümektedir onlarla birlikte: Sanki istilacı bir güç
tarafından topraklanndan kovulmuş bütün bir halk göç etmektedir. Hepsinin giy­
silerinin sırtlarına haç biçiminde kumaş parçalan dikili olduğu da söylenmektedir.
Tehlikenin çapını kestirmekte zorlanan genç sultan, casuslarından gözlerini
dört açmalarını ve bu yeni istilacıların en ufak hareketini bile kendisine bildir­
melerini ister. Ne olur ne olmaz diye başkent surlarını teftiş eder. Uzunluğu bir
fersahı (altı bin metre) geçen İznik surlarının üstünde iki yüz kırk burç yüksel­
mektedir. Kentin güneybatısındaki İznik [Askanios] Gölü'nün sakin suları da
mükemmel bir doğal engel oluşturmaktadır.
Yine de ağustosun ilk günlerinde tehlike iyice belirginleşir. Bizans gemi­
lerinin taşıdığı Frenkler İstanbul Boğazı'nı geçip kavurucu güneşe karşın sahil
boyunca ilerlerler. Yollarının üstündeki birçok Rum kilisesini yağmaladıkları
bilinse de, Müslümanlann kökünü kazımaya geldiklerini ilan ederler her geçtikle­
ri yerde. Başlarında Pierre adında bir keşiş vardır [Pierre /'Ermite: Keşiş Pierre].
Kılıç Arslan'ın haber kaynaklarının tahminlerinde, gelenlerin sayısı on binlerle
ölçülmekte, ama kimse ne tarafa yöneleceklerini kestirememektedir. İmparator
Aleksios'un onları daha önceleri başka paralı askerler için hazırlattığı müstahkem
bir karargaha, İznik'e bir günlük yürüyüş mesafesinde bile olmayan Civitot'ya•
yerleştirmeye karar verdiği anlaşılmaktadır.
Sultanın sarayında hummalı bir kaynaşma yaşanmaktadır. Türk süvari}eri
her an savaş atlarının eyerlerine sıçramaya hazır beklerken, Frenklerin en küçük
hareketini bile bildiren casuslar ve keşif erleri gidip gelmektedir. Frenklerin her
sabah binlerce kişilik sürüler halinde karargahlarından çıkıp çevrenin altını üstüne
getirdikleri, birkaç çiftliği yağmalayıp birkaçını da yaktıktan sonra Civitot'ya geri
döndükleri, sonra da kamptaki topluluklar arasında ganimet kavgaları çıktığı anla­
tılmaktadır. Bunlarda sultanın askerlerini şaşırtacak, efendilerini de kaygılandıracak
hiçbir şey yoktur. Alışkanlık halini alan bu durum bir ay boyunca sürüp gider.

• Bizanslıların Kibotos, Haçlıların Civitot veya Civetot diye adlandırdığı, Aleksios'un İngiliz paralı
askerleri için Yalova [Helenopolis] yakınında, bugünkü Hersek'in bulunduğu yerde inşa ettirdiği
müstahkem karargah -ç.n.

21
Arapların Gözünden Haçlı Seferleri

Ama eylül oıtasma doğru bir gün Frenkler alışkanlıklarını birdenbire değişti­
rirler. Etrafta çalıp çırpacak bir şey kalmayınca İznik'e doğru ilerlemeye başladık­
lan, hepsi de Hıristiyan olan birkaç köyden geçtikleri, hasat dönemi olduğu için
ambarlara yığılmış tüm mahsule el koydukları, direnmeye kalkışan köylüleri de
acımasızca katlettikleri anlatılmakta, hatta küçük çocukların diri diri yakıldıkları
iddia edilmektedir.
Kılıç Arslan hazırlıksız yakalandığını hisseder. İlk haberler kendisine ulaştı­
ğında, saldırganlar başkent surları önüne varınıştır bile ve kent sakinleri yangın­
lann yükselen dumanlarını gördüklerinde güneş henüz ufka inmemiştir. Sultanın
hemen çıkardığı atlı devriye Frenklerle karşılaşır. Karşı tarafın sayısal üstünlüğü
karşısında ezilen Türkler kılıçtan geçirilir. Hayatta kalabilen birkaç kişi üstleri
başlan kan içinde İznik'e döner. İtibannın tehlikede olduğunu düşünen Kılıç Ars­
lan hemen savaşa tutuşmak ister, ama ordusunun emirleri [komutanları]• onu
bu fikirden caydınr. Gece bastınnak üzeredir ve Frenkler aceleyle karargahlanna
çekilmeye başlamışlardır. İntikam için beklemek gerekecektir.
Bekleyiş uzun sürmez. Batılılar başarılarından cesaret bulmuş olacaklar
ki, iki hafta sonra geri gelirler. Bu kez zamanında haber alan Süleyman'ın oğlu
onların ilerleyişini adım adım izler. Aralarında birkaç şövalyenin de bulundu­
ğu, ama çoğunluğu hırpani kılıklı binlerce yağmacıdan oluşan bir Frenk ordusu
İznik yoluna düşer, sonra kentin çevresinden dolaşıp doğuya doğru ilerler ve bir
baskınla Kserigordon Kalesi'ni ele geçirir.
Genç sultan kararını verir. Adamlarının başında küçük kaleye doğru dörtnala
at koşturur. Kaledeki Frenkler içip sarhoş olarak zaferlerini kutlamakta, kaderin
onlar için ağlarını çoktan ördüğünü akıllarına bile getirmemektedirler. Kserigor­
don aslında bir tuzaktır; Kılıç Arslan'ın askerlerinin gayet iyi bildikleri tuzağı bu
deneyimsiz yabancılar fark edememiştir: Kale su ihtiyacını dışarıdan, surların
epey uzağındaki bir kaynaktan sağlamaktadır ve Türkler buraya giden yolu der­
hal tutarlar. Kaleyi kuşatıp hiç kıpırdamadan beklemekten başka yapacak işleri
yoktur. Susuzluk onların yerine savaşacaktır nasıl olsa.
Kuşatılanlar açısından dayanılmaz bir işkence başlar: Atlarının kanını ve
kendi idrarlarını içme noktasına varırlar. Ekim ayının ilk günlerinde gözlerini
umutsuzca gökyüzüne dikip birkaç yağmur damlası düşmesini beklerler. Ama
boşuna. Bir hafta sonunda, akının başını çekmiş Renaud adında bir şövalye
canlarının bağışlanması koşuluyla teslim olmayı kabul eder. Frenklerin halkın
ortasında dinlerinden vazgeçmelerini şart koşan Kılıç Arslan, Renaud'rıun sade­
ce ihtida etmeye değil, kendi arkadaşlarına karşı Türklerin saflarında savaşma-

• Bkz. ı. bölümün notları -ç.n.

22
Birinci Kısım: i stila (1 096-11 00)

ya da hazır olduğunu öğrenince epey şaşınr. Aynı şartlara uyan birçok dostuyla
birlikte esir edilerek Suriye veya Orta Asya kentlerine gönderilirler. Geri kalanlar
kılıçtan geçirilir.
Genç sultan başarısıyla gurur duysa da serinkanlılığını korur. Geleneksel
ganimet paylaşımı için adamlarına kısa bir mola verdikten sonra hemen ertesi
gün onları yeniden düzene sokar. Gerçi Frenkler altı bin adam yitirmiştir, ama
geride kalanlar altı kat daha kalabalıktır ve onlardan kurtulmak için fırsat bu fır­
sattır. Bunu başarmak için hileye başvurmayı tercih eder: Rumların arasından
seçtiği iki casusu Civitot karargahına gönderip Renaud'nun adamlarının çok iyi
durumda olduğu, iznik'i de fethettikleri ve ellerine geçirdikleri zenginlikleri din­
daşlarına kaptırmamaya kararlı oldukları haberini uçuracak, bu arada da Türk
ordusu muazzam bir pusu kuracaktır.
Gerçekten de özenle yayılan dedikodular Civitot karargahında öngörülen
kaynaşmayı yaratır. Hepsi bir araya toplanır, Renaud'ya ve adamlarına sövüp
sayarlar; İznik yağmasına katılmak için hiç vakit yitirmeden yola çıkma karan alı­
nır. Ama birdenbire Kserigordon seferinden nasıl olduysa kurtulmuş biri çıkagelir
ve arkadaşlarının başına gerçekte neler geldiğini anlatır. Kılıç Arslan'ın casusları
görevlerini başaramadıklarını düşünmeye başlamışlardır, çünkü Frenklerin en
aklı başında olanları herkese sükunet telkin etmektedirler. Ama ilk şaşkınlık anı
geçtikten sonra, yeniden kızışan kalabalık heyecanlanmaya ve bağrışıp çağrışma­
ya başlar: Artık istedikleri yağmaya katılmak değil, "şehitlerin öcünü almak" için
hemen yola koyulmaktır. Duraksayanlar korkaklıkla suçlanır. Sonuçta en öfkeli­
ler ağır basar ve ertesi gün yola çıkma karan alınır. Hileleri ortaya çıkan ama yine
de amaçlarına ulaşan sultanın casusları çok sevinirler. Efendilerine savaşa hazır
olması için haber gönderirler.
21 Ekim ı 096' da Batılılar şafakla birlikte karargahlarından ayrılırlar. Kılıç
Arslan da uzakta değildir. Geceyi Civitot yakınındaki tepelerde geçirmiş, adam­
ları da mevzilenip iyice gizlenmiştir. Kendisi de uzaktan, bir toz bulunı içinden
gelen Frenk yürüyüş kolunu durduğu yerden görebilmektedir. Başta çoğu zırhsız
birkaç yüz şövalye ilerlemekte, onları karmakanşık bir piyade kalabalığı izlemek­
tedir. Sultan onların giderek yaklaşan gürültülerini işitmeye başladığında en az bir
saattir yürümektedirler. Sultanın arkasından doğan güneş Frenklerin tam gözüne
girmektedir. Soluğunu nıtan sultan komutanlarına saldırıya hazır olmalarını işaret
eder. Kader anı yaklaşmaktadır. Zar zor seçilebilen bir hareket, sağda solda fısıl­
tıyla verilen emirler. . . Okçular yaylarını ağır ağır gerer. Birdenbire bin ok tek bir
ıslık halinde yağar. Şövalyelerin çoğu savaşın ilk dakikalarında yere serilir. Sonra
da piyadeler kılıçtan geçirilir.

23
Araplann Gözünden Haçlı Seferleri

Göğüs göğüse çarpışma başladığında Frenkler zaten dağılmıştır. En arkada­


kiler koşarak karargaha dönerler; savaşa katılmayanlar henüz uyanmaktadır.
İhtiyar bir rahip sabah ayinini yapmakta, birkaç kadın yemek hazırlamaktadır.
Kaçanların, peşlerinde Türklerle birlikte gelmesi herkesi dehşete salar. Frenk­
ler her yöne kaçışır. Yakındaki ormanlara saklanmak isteyen bazıları hemen
yakalanır. Daha akıllı davrananlar ise sırtını denize verdiği için elverişli bir
konumdaki metruk bir hisara mevzilenirler. Gereksiz risklere girmek istemeyen
sultan onları kuşatmaktan vazgeçer. Derhal haber salınan Bizans donanması bu
kaleye sığınanları gelip toplayacak, böylece iki-üç bin kişi kurtulacaktır. Birkaç
gündür Konstantinopolis'te bulunan Keşiş Pierre de bu sayede canını kurtarmış,
ama yandaşları onun kadar talihli çıkmamıştır. Sultanın atlıları emirlere dağıt­
mak veya köle pazarlarında satmak üzere en genç kadınları kaçırmışlardır. Bir­
kaç küçük oğlan çocuğu da aynı yazgıyı paylaşır. Sayıları hiç kuşkusuz yirmi
bine yaklaşan geri kalan Frenkler öldürülür.
Kılıç Arslan ·m sevinci büyüktür. Çok ürkütücü olduğu söylenen Frenk ordu­
sunu olduğu gibi yok etmiştir ve kendi kayıpları söz etmeye değmeyecek kadar
önemsizdir. Ayaklarının dibindeki o muazzam ganimet yığınını seyrederken.
ömrünün en güzel zaferini yaşadığına inanmaktadır.
Yine de tarihte çok az zafer onu kazananlara bu kadar pahalıya patlamıştır.

Başarıdan başı dönen Kılıç Arslan ertesi kış yeni Frenk birliklerinin Konstan­
tinopolis'e gelişi konusunda ardı arkası kesilmeyen haberleri duymazdan gelir.
Ona, hatta komutanlarının en akılWarına göre artık kaygılanacak bir şey kalma­
mıştır. Eğer Aleksios'un başka paralı askerleri de Boğaz'ı geçmeye yeltenirlerse
kendilerinden öncekiler gibi kılıçtan geçirileceklerdir. Sultanın düşüncesine göre
gündemin asıl önemli uğraşlarına, başka bir ifadeyle komşuları olan Türk beylik­
lerine karşı yürüttüğü amansız mücadeleye dönme vakti gelmiştir. Onun ve top­
raklarının kaderi başka bir alanda değil, bu mücadelede belirlenecektir. Rumlarla
ve onların yabancı yardımcıları olan Frenklerle girilen çatışmalar asıl mücadele
içindeki ara oyunlar olmaktan öteye geçmez.
Bunu genç sultandan daha iyi bilebilecek birisi yoktu. Babası Süleyman da
1086'da, beyler arasındaki bu sonu gelmez çatışmalardan birinde can vermemiş
miydi? Kılıç Arslan o sırada yedi yaşında bile değildi ve birkaç sadık komutanın
naipliğiyle tahtı devralmak zorunda kalmış, ama iktidardan uzaklaştırılıp hayatı­
nın tehlikede olduğu bahanesiyle iran'a götürülmüştü. Pohpohlanmış, her türlü
ilgi ve hürmetle kuşatılmış, alabildiğine dikkatli bir köleler ordusu hizmetine koş­
muş, ama aynı zamanda çok sıkı bir gözetim altında tutularak sultanlığını ziyaret

24
Birinci Kısım: istila (1096-1100)
--- ------------------

etmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Ev sahipleri, yani zindancıları ise kendi aşireti­


nin, Selçukluların üyelerinden başkası değildi.
On birinci yüzyılda uzaklardaki Frenk diyarından Çin'e kadar herkesin bil­
diği bir isim varsa, o da Selçuklulardır. Uzun örgülü saçlı, binlerce göçebe atlıyla
Orta Asya'dan çıkagelen Selçuklu Türkleri Afganistan'dan Akdeniz'e kadar uza­
nan tüm bölgeyi birkaç yıl içinde ele geçirirler. 1OSS'ten beri peygamberin ardılı
ve itibarlı Abbasi imparatorluğu'nun varisi olan Abbasi halifesi onların elindeki
uysal bir kukladan başka bir şey değildir. Isfahan'dan Şam'a, iznik'ten Kudüs'e
kadar Selçuklu emirlerinin ağzından çıkan sözler kanundur. üç yüzyıldır ilk kez
tüm Müslüman Doğu tek bir hanedanın yetkesi altında birleşmiş ve bu hane­
dan İslam 'ı yeniden geçmişin şanlı günlerine döndürmek istediğini herkese ilan
etmiştir. Selçukluların 1071 'de ezdiği Bizanslılar bir daha bellerini doğrulta­
mamışlardır. En büyük eyaletleri olan Küçük Asya [Anadolu] istila edilmiştir;
başkentleri bile artık güvende değildir; bizzat Aleksios da içinde olmak üzere,
Bizans imparatorları Batı'nın en üstün önderi olan Roma'daki papaya durma­
dan heyetler göndererek. hortlayan İslam tehlikesine karşı kutsal savaş çağrısı
yapması için yalvarmaktadırlar.
Kılıç Arslan böylesine saygın bir aileye aidiyetinden dolayı gururludur ger­
çi. ama Türk İmparatorluğu'nun dış görünüşteki birliğine aldanacak kadar saf da
değildir. Selçuklu ailesinin üyeleri olan amcaoğulları arasında hiçbir dayanışma
yoktur: Hayatta kalmak için öldürmek şarttır. Babası Küçük Asya ·yı, o geniş
Anadolu'yu kardeşlerinden yardım almadan fethetmiş ve topraklarını güneye,
Suriye'ye doğru genişletmek istedi diye kuzenlerinden biri tarafından öldürül­
müştü. Kılıç Arslan da zorla Isfahan'da tutulurken babadan kalma topraklan par­
çalanmıştı. ı 092 sonunda zindancıları arasında çıkan bir kavgadan yararlanan
yeniyetme sultan serbest kaldığında, yetkesi İznik surlarının ötesine geçmiyordu.
O sırada henüz on üç yaşındaydı.
Daha sonra ordusundaki emirlerin tavsiyeleri sayesinde, savaş, cinayet
veya hile yoluyla babadan kalma mirasının bir bölümünü yeniden ele geçirir.
Bugün sarayından çok atının eyeri üstünde vakit geçirdiği için övünebiliyor. Yine
de Frenkler geldiği sırada henüz hiçbir şey belli olmamıştır. Neyse ki Suriye ve
İran'daki Selçuklu kuzenlerinin kendi kavgalarından başlarını kaldıracak halleri
yoktur, ama Anadolu'daki rakipleri hala güçlüdür.
Bu belirsizlik zamanlarında özellikle doğuda, Anadolu yaylasının ıssız yük­
seltilerinde Danişmend ("bilgili, bilge kişi") adında tuhaf bir şahsiyet hüküm sür­
mektedir. Aslı meçhul bu maceracı adam, çoğunun okuması yazması olmayan
öteki Türk emirlerinin aksine. çok çeşitli ilim dallarında eğitim görmüştür. Kısa

25
Araplann Gözünden Haçlı Seferleri

süre sonra Danişmendndme adında meşhur bir destanın da kahramanı olacaktır.


Ankara'nın güneydoğusundaki bir Erıneni şehri olan Malatya'nın fethini anlatan
bu destanın yazarlarına göre, bu şehrin düşmesi geleceğin Türkiye'sinin İslamlaş­
nnlmasında bir dönüm noktasıdır. 1097'nin ilk aylarında yeni bir Frenk seferinin
haberi Kılıç Arslan'a ulaştınldığında, Malatya savaşı başlamıştır bile. Danişmend
kenti kuşatır ve genç sultan, babasının ölümünü fırsat bilip Anadolu'nun kuzey­
doğusunu olduğu gibi işgal eden bu rakibin böylesine şanlı bir zafer kazanması
düşüncesini kabullenemez. Bunu engelleme kararlılığı içinde atlılarının başında
Malatya civarına yönelir ve Danişmend'i yıldım1ak amacıyla onun hemen yakı­
nına ordugah kurar. Gerilim yükselir, küçük çatışmalar çoğalır, bu çatışmalardaki
ölü sayısı artmaya başlar.
Nisan 1097'de savaş kaçınılmaz hale gelmeye başlar. Kılıç Arslan buna
hazırlanır. Tükenmiş haldeki bir atlı ulak, çadırının önüne geldiğinde, ordusu­
nun büyük bölümü Malatya surları önünde toplanmıştır. Ulak getirdiği haberi
soluk soluğa verir: Frenkler gelmiş; yeniden ve geçen yıldan daha kalabalık
olarak İstanbul Boğazı'nı geçmişlerdir. Kılıç Arslan sükunetini korur. Böyle bir
kaygıyı doğrulayabilecek hiçbir işaret yoktur ortada. Frenkleri daha önce dene­
diği için neyle karşılaşacağını bilmektedir. Sonunda sadece İznik sakinlerini ve
özellikle de yakında doğuracak genç eşini yatıştırmak için, birkaç süvari birli­
ğine geri dönüp başkentteki garnizonu takviye etmelerini bildirir. Kendisi de
Danişmend'le hesabını görür görmez geri dönecektir.
Kılıç Arslan yeniden her şeyiyle Malatya savaşına döner, ama mayısın
ilk günlerinde yorgunluk ve korkudan titreyen yeni bir ulak gelir. Anlattıkları
sultanın karargahını dehşete salar. Frenkler İznik kapılarına dayanmış ve ken­
ti kuşatmaya başlamışlardır. Geçen yaz olduğu gibi hırpani yağmacı çeteleri
değil, ağır teçhizatlı binlerce şövalyeden oluşan gerçek bir ordudur söz konusu
olan. Ve bu kez Basileus'un askerleri de onlara eşlik etmektedir. Kılıç Arslan
adamlarını yatıştırmaya uğraşır, ama endişe onun da içini kemirmektedir.
Malatya'yı rakibine bırakıp iznik'e mi dönse? Başkenti hala kurtarabilme şan­
sı gerçekten var mı? Yoksa her iki cephede de yenilgiye uğramış olmayacak
mı? Durumu en sadık emirleriyle birlikte uzun uzun istişare ettikten sonra, bir
çözüm, bir tür orta yol kendiliğinden öne çıkar: sözüne güvenilir bir adam olan
Danişmend'i gidip görmek, Rumların ve paralı askerlerinin fetih girişiminden
onu da haberdar etmek ve Anadolu'daki tüm Müslümanların üzerine çöken bu
tehdit karşısında düşmanlığı bırakmayı teklif etmek. Daha Danişmend ceva­
bını bildirmeden, sultan ordusunun bir bölümünü başkente doğru göndermiştir
bile.

26
Birinci Kısım: i stila (1 096-1 1 00)

Birkaç gün sonunda bir ateşkes antlaşmasına varılır ve Kılıç Arslan hiç
gecikmeden batıya doğru yola çıkar. Ama İznik yakınındaki tepelere vardığında
gözlerinin önüne serilen manzara kanını dondurur. Babasının kendisine miras
bıraktığı o muhteşem kent her yandan kuşatılmıştır; büyük bir asker kalabalığı
nihai saldırıda kullanılacak hareketli kuleleri, çakaloslan ve mancınıkları yerleş­
tirmekle meşguldür. Emirlerin görüşü kesindir: Orada yapacak hiçbir şey kalma­
mıştır. Fazla geç olmadan yörenin içlerine doğru çekilmeleri gerekmektedir. Ama
genç sultan başkentini öylece terk edip gitmeye razı olmaz. Güneyde, kuşatma
mevzilerinin en zayıf gibi göründükleri yerden son bir yarma denemesi yapılma­
sında ısrar eder. 21 Mayıs'ta şafak sökerken savaş başlar. Kılıç Arslan da göğüs
göğüse çarpışanların arasına öfkeyle dalar ve gün batıncaya kadar çok şiddetli
bir kapışma olur. İki taraf da ağır kayıplar vermiş, ama mevzilerini korumuştur.
Sultan daha fazla ısrar etmez. Bu cendereyi artık gevşetemeyeceğini anlamıştır.
Sonu böylesine kötü gözüken bir savaşa tüm kuwetlerini sürmekte ısrar etmek
belki kuşatmanın birkaç hafta, olsa olsa birkaç ay daha uzamasını sağlayacak,
ama sultanlığın bile varlığını tehlikeye atacaktır. Esas olarak göçebe bir halktan
gelen Kılıç Arslan, iktidarının kaynağının ne kadar çekici görünürse görünsün bir
şehre sahip olmakta değil, kendisine itaat eden birkaç bin savaşçıda olduğunu iyi
bilir. Zaten kısa süre sonra çok daha doğudaki Konya'yı sultanlığın yeni başkenti
yapacak, ardılları da on dördüncü yüzyıl başına dek bunu sürdürecek, ama Kılıç
Arslan bir daha İznik'i göremeyecektir...
Oradan uzaklaşmadan önce şehri savunanlara ıstırap verici kararını bildi­
ren ve "kendi çıkarlarına uygun" hareket etmelerini salık veren bir veda mesajı
gönderir. Bu sözlerin anlamı hem Türk garnizonu, hem de Rum ahali açısından
bellidir: Şehir Frenklere değil, Aleksios Komnenos'a teslim edilmelidir. O zaman
birliklerinin başında İznik'in batısına mevzilenmiş Basileus'la pazarlıklar başlar.
Sultanın adanılan efendilerinin belki de yeni kuwetlerle çıkıp gelebileceği umu­
duyla zaman kazanmaya bakarlar. Ama Aleksios'un acelesi vardır: Batılılar son
saldırıya başlamaya hazırlanıyor ve eğer bu saldırı başlarsa ondan sonra hiçbir
teklifinizi kabul etmem, diye tehdit eder karşısındakileri. Frenklerin önceki yıl
İznik civarındaki davranışlarını hatırlayan görüşmeciler dehşete kapılır. Şehrin
nasıl yağmalanıp erkeklerin katledileceği, kadınların ırzına geçileceği gözlerinin
önünde canlanır. Daha fazla duraksamadan kaderlerini Basileus'un eline teslim
etmeyi kabul ederler; o da teslim şartlarını belirler.
18 Haziran'ı 19'a bağlayan gece, çoğunluğu Türklerden oluşan Bizans
askerleri İznik Gölü'nü sessizce geçen kayıkların içinde kente sokulur: Garni­
zon savaşmadan teslim olur. Günün ilk ışıklan yükselirken surlarda imparatorun
27
Arapların Gözünden Haçlı Seferleri
-------------

mavi ve altın sansı bayrakları dalgalanmaya başlamıştır bile. Frenkler saldırıdan


vazgeçer. Böylece Kılıç Arslan tüm bahtsızlığı içinde yine de avunur: Sultanlığın
ileri gelenlerinin canlan bağışlanmıştır. Kılıç Arslan'ın eşi olan genç hanım sultan
ise. yeni doğmuş bebeğiyle birlikte, Konstantinopolis'te hükümdarlara yaraşır
şekilde ağırlanacak, Frenkler ise bu durumu utanç verici bulacaklardı.
Kılıç Arslan 'ın genç karısı, Frenk istilası öncesinde çok meşhur olan
güçlü bir Türk komutanın, dahi bir maceracı olan Çaka Bey'in kızıdır. Ana­
dolu'ya yaptığı bir çapul akını sırasında Rumlar tarafından yakalanıp hapse
atılan Çaka Bey, birkaç ay içinde mükemmel konuşmaya başladığı Rumcayı
öğrenmekte sergilediği beceriyle zindancılarını hayran bırakmıştı. Bu parlak,
becerikli, iyi konuşan adam imparatorluk sarayının düzenli ziyaretçilerinden
olmuş, hatta bir de soyluluk unvanı almıştı. Ama bu şaşırtıcı yükseliş ona
yetmiyordu. Gözü yükseklerde, çok daha yükseklerdeydi: Bizans imparatoru
olmak istiyordu!
Çaka Bey bu amaçla çok tutarlı bir plan geliştirmişti. Ege Denizi kıyısında­
ki İzmir [Smyrna] Limam'na yerleşmeye gitmiş, orada Bizanslı bir gemi sahi­
binin yardımıyla hafif çektiriler, kürekli savaş gemileri, çift sıra veya üç sıra
kürekli kadırgalar da dahil olmak üzere toplam yüz kadar gemi içeren gerçek
bir savaş filosu kurmuştu. ilk aşamada birçok adayı, bu arada Rodos, Sakız
[Khios] ve Sisam'ı [Samos] ele geçirmiş ve tüm Ege sahilini denetimi altına
almıştı. Böylece bir deniz imparatorluğu kurduktan sonra izmir'deki sarayını
imparatorluk sarayı modeline göre biçimlendirip kendini de basileus ilan etmiş
ve donanmasıyla birlikte Konstantinopolis'e saldırıya geçmişti. Aleksios, ancak
büyük gayretler sonucunda bu saldırıyı püskürtüp Türk gemilerinin bir bölü­
münü yok edebilmişti.

Gelecekte Kılıç Arslan'ın eşi olacak kızın babasının cesareti hiç kırılmamış,
büyük bir kararlılıkla yeniden savaş gemisi inşa etmeye koyulmuştu. 1092'nin
sonuydu ve Kılıç Arslan sürgünden dönüyordu; Çaka, Süleyman'ın genç oğlunun
Rumlara karşı mükemmel bir müttefik olacağım düşünmüş ve kızını ona vermiş­
ti. Ama genç sultanın hesaplan kayınpederinden çok farklıydı. Konstantinopolis'in
fethi ona göre saçma bir tasarıydı; buna karşılık çevresindeki herkes, Anadolu'da
beylik kurmaya çabalayan Türk beylerini, yani ilk sırada Danişmend'i ve fazla hırslı
Çaka Bey'i ortadan kaldırmaya çalıştığını biliyordu. Dolayısıyla sultan hiç duraksa­
mamıştı: Frenklerin gelişinden birkaç ay önce kayınpederini bir ziyafete davet etmiş
ve onu sarhoş ettikten sonra anlaşıldığı kadar kendi eliyle bıçaklamıştı. O zaman
Çaka'nın yerine oğlu geçmişti, ama onda da babasının ne zekası, ne de hırsı var-

28
Birinci Kısım: istila (1 096-1 1 00)
----- ·---- ---------·------------------

dı. Kılıç Arslan'ın kayınbiraderi deniz beyliğini yönetmekle yetinmişti; ta ki 1097


yılının bir yaz günü Bizans donanması hiç beklenmedik bir anda İzmir açıklarında
belirinceye kadar... Gemilerden birinde hiç beklenmedik bir ulak vardı: kız kardeşi.
Kılıç Arslan'ın genç eşi önceleri, imparatorun kendisini niye ısrarla Kons­
tantinopolis'e getirttiğini anlamamıştı; ama çocukluğunu geçirdiği İzmir kentine
götürülürken her şeyi daha açık seçik görüyordu. Aleksios'un iznik'i aldığını,
Kılıç Arslan'ın yenildiğini, güçlü bir Rum ve Frenk ordusunun muazzam bir
donanmanın desteğiyle yakında izmir'e saldıracağını kardeşine açıklamakla
görevlendirilmişti. Çaka'nın oğluna, canını kurtarmak için, kız kardeşini Anado­
lu'da bir yerlerde bulunan kocasının yanına götürmesi gerektiği bildiriliyordu.
Bu teklif reddedilmeyince İzmir Beyliği de kendiliğinden ortadan kalkar.
iznik'in düşüşünün ardından, tüm Ege sahili, adalar, tüm Batı Anadolu da Türk­
lerin elinden çıkmıştır. Ve Frenklerden yardım alan Rumlar daha da ilerlemeye
kararlı görünmektedir.
Ama dağlardaki sığınağında yaşayan Kılıç Arslan teslim olmaya hiç niyetli
değildir.
Sultan ilk günlerin şaşkınlığını atlattıktan sonra karşı darbeyi indirmeye
hazırlanır. İbnü'l-Kalanisi, asker toplamaya, gönüllü kaydetmeye ve cihat ilan
etmeye koyuldu, diye yazar. Şamlı vakanüvis Kılıç Arslan'm, tüm Türkleriyardı­
mma çağırdığım, çok sayıda Türk 'ün bu çağnyayanzt verdiğinl ekler.
Aslında sultanın ilk amacı Danişmend'le ittifak kurmaktır. Basit bir ateş­
kes yeterli değildir; Anadolu'daki Türk kuvvetlerinin tek bir ordu gibi birleşmesi
şarttır. Kılıç Arslan hasmının cevabından emindir. Gerçekçi bir komutan olduğu
kadar ateşli bir Müslüman da olan Danişmend, Rumların ve onların Frenk mütte­
fiklerinin ilerleyişi nedeniyle kendini tehdit altında hissetmektedir. Onlarla kendi
topraklarınd<i'değil de, komşusunun topraklarında savaşmayı yeğler ve daha
fazla beklemeden yanında binlerce süvariyle sultanın ordugahına gider. Araların­
da kardeşçe bir yakınlık kurulur, karşılıklı görüş alışverişinde bulunulur, planlar
geliştirilir. Çevredeki tüm tepeleri kaplayan bu savaşçı ve at kalabalığı komutanla­
ra güven telkin eder. Fırsat bulur bulmaz düşmana saldıracaklardır.
Kılıç Arslan avını kollar. Rumların arasına sızmış habercileri ona değerli
bilgiler ulaştırmıştır. Frenkler, iznik'ten sonra da yollarına devam edip Filistin'e
kadar ilerlemek istediklerini yüksek sesle ilan etmektedirler. izleyecekleri güzer­
gah bile bilinmektedir: Güneydoğuya, sultanın elinde kalmış tek önemli şehir
olan Konya 'ya doğru ineceklerdir. O halde geçmeleri gereken tüm dağlık bölge
boyunca Batılıların yan tarafları saldırılara açık olacaktır. iş, pusu yerini seçme­
ye kalmıştır. Bölgeyi iyi tanıyan emirler hiç duraksamazlar. iznik'e dört günlük

29
Araplann Gözünden Haçlı Seferleri

yürüyüş mesafesindeki Eskişehir [Dorylaeion] yakınındaki bir yerde, yol çok da


derin sayılamayacak bir vadinin içinden geçmektedir. Eğer Türk savaşçılar tepele­
rin ardında toplanırlarsa, beklemekten başka yapacak bir iş kalmayacaktır.
Kılıç Arslan 1097 Haziranı'nın son günlerinde, Batılıların, yanlarında küçük
bir Rum birliği olduğu halde iznik'ten ayrıldıklarını öğrendiğinde, pusu çoktan
kurulmuştur. ı Temmuz günü şafak.la birlikte Frenkler ufukta gözükür. Şövalye­
ler ve piyadeler sakin sakin, kendilerini bekleyen tehlikeden hiç haberleri yokmuş
gibi ilerlemektedirler. Sultan hazırladığı savaş hilesinin düşman keşif kuvvetleri
tarafından anlaşılacağından korksa da, görüldüğü kadarıyla böyle bir şey söz
konusu değildir. Selçuklu sultanını memnun eden bir diğer husus, Frenklerin ken­
disine haber verildiği kadar kalabalık olmayışıdır. Acaba içlerinden bir bölümü
iznik'te kalmış olabilir mi? Bunu bilmemektedir. Her ne olursa olsun ilk bakışta
sayısal üstünlük de ondan yanadır. Buna ani baskının sağlayacağı avantaj da
eklenirse, savaşın ondan yana döneceğine kuşku yoktur. Kılıç Arslan sinirli, ama
kendine güvenlidir. Ondan yirmi yıl daha tecrübeli olan bilge Danişmend de aynı
ruh hali içindedir.
Saldırı emri verildiğinde güneş tepelerin ardından henüz gözükmüştür.
Türk savaşçıları çok alışılmış bir taktik.le saldırırlar. Onlara Doğu'da yarım yüz­
yıldır askeri üstünlüğü bu taktik sağlamıştır. Orduları neredeyse tamamen hafif
süvarilerden oluşmakta, bu süvariler aynı zamanda mükemmel ok atmaktadır.
Düşmanlarına yaklaşıp üzerlerine ölümcül bir ok bulutu yağdırmakta, sonra dört­
nala uzaklaşıp yeni bir saldın safına yer açmaktadırlar. Genellikle bu şekilde art
arda gelen birkaç dalgayla birlikte avlan can çekişmeye başlayınca, en son göğüs
göğüse çarpışma aşamasına geçilmektedir.
Ama Eskişehir savaşını kurmay heyetiyle birlikte bir tepenin ü zerinden
izleyen sultan, eski Türk usullerinin o bildik etkiyi yaratmadığını kaygıyla göz­
lemler. Gerçi Frenkler hiç çevik değildir ve art arda yinelenen saldırılara cevap
verme konusunda da pek aceleci davranmazlar. Ama savunma sanatında
kusursuz bir ustalığa sahip oldukları da görülmektedir. Ordularının başlıca gücü
şövalyelerin tüm bedenlerini, hatta kimi zaman bineklerini de sardıkları o kalın
zırhlardan kaynaklanmaktadır. Adamlar ağır ve usandırıcı bir biçimde ilerlese­
ler de, oklara karşı harika bir biçimde korunmaktadırlar. O gün saatlerce süren
savaşın ardından Türk okçuları, özellikle de piyadeler arasında hiç kuşkusuz
birçok can almıştır, ama Frenk ordusunun ana bölümü dimdik ayaktadır. Acaba
göğüs göğüse çarpışmaya girişmek daha mı iyi olacaktır? Bu da epey tehlikeli
gözükmektedir: Savaş alanı çevresinde yaşanan sayısız küçük çatışmada boz­
kırın atlıları bu insan-kaleler karşısında hiçbir üstünlük sağlayamamıştır. Acaba

30
Birinci Kısım: i stila (1 096-1 1 00)

yıpratma harekatını belirsiz bir süre uzatmak daha mı yararlıdır? Ama şimdi
baskın etkisini de atlattıkları için, inisiyatif karşı tarafa geçebilir.
Bazı komutanlar, ricatın daha yerinde olacağı yönünde tavsiyelerde bulun­
maya başlamışlardır ki, uzaktan bir toz bulutu görünür. En az ilki kadar kalabalık
yeni bir Frenk ordusu yaklaşmaktadır. Sabahtan beri savaştıkları sadece öncü
kuvvetlerdir. Sultanın seçim şansı kalmamıştır. Ricat emri vermek zorundadır.
Daha bu emri veremeden Türk hatlarının gerisinde, komuta karargahının bulun­
duğu tepeye hakim bir yükseltide üçüncü bir Frenk ordusunun görüldüğü haberi
gelir.
Bu kez Kılıç Arslan korkuya kapılır. Savaş atının sırtına atlar ve askerleri­
nin parasını ödemek için her zaman yanında taşıdığı meşhur hazinesini de geride
bırakarak dağlara doğru dörtnala kaçar. Danişmend ve emirlerin çoğu da onu
izler. Çok sayıda atlı ellerinde kalan tek kozdan, süratlerinden yararlanarak uzak­
laşmayı başanrlar ve galipler de onları izleyemez. Ama dört bir yandan kuşatılan
askerlerin çoğu savaş meydanında kalmıştır. ibnü'l-Kalanisi yazacağı gibi: Frenk­
ler Türk ordusunu kılıçtan geçirdiler. Öldürdüler, yağmaladılar ve pek çok tut­
sak alıp anlan köle olarak sattılar.
Kılıç Arslan kaçarken, onun safında savaşmak üzere Suriye'den gelen
bir grup atlı savaşçıyla karşılaşır. Artık çok geç, diye itiraf eder, bu Frenkler
çok kalabalık ve çok güçlü, artık onları durdurmak için yapacak bir şey kal­
madı. Sözünü davranışıyla destekleyen ve fırtına yatışıncaya kadar bekleme­
ye kararlı olan sultan uçsuz bucaksız Anadolu yaylalarında gözden kaybolur.
öcünü almak için tam dört yıl bekleyecektir.
istilacıya tek direnen doğadır artık. Toprağın çoraklığı, dağ patikalarının dar­
lığı ve gölgesiz yollardaki kavurucu sıcaklar Frenklerin ilerleyişini biraz yavaşla­
tır. Eskişehir'den sonra normal koşullarda bir ayda geçmeleri gereken Anadolu'yu
tam yüz günde katedebilirler. Bu arada Türklerin uğradığı bozgunun haberi tüm
Doğu'yu dolaşır. Şamlı vakanüvis, İslam açısından utanç ven"ci bu olay öğre­
nildiğinde, tam bir panik yaşandı, diye kaydeder. Korku ve endişe muazzam
boyutlara ulaştı.
ürkütücü şövalyelerin her an ortaya çıkabilecekleri hakkında ardı arkası
kesilmeyen söylentiler dolaşmaktadır. Temmuz sonunda Suriye'nin kuzey ucun­
daki el-Balana Köyü'ne yaklaştıkları duyulur. Onlara karşı koymak üzere binlerce
süvari toplanır. Yanlış alarm verildiği anlaşılır, çünkü Frenkler ufukta gözükmez.
En iyimser olanlar istilacıların belki de yan yoldan döndüklerini söylerler. ibnü'l­
Kalanisi de, çağdaşlarının pek düşkün olduğu ilm-i nücum [müneccimlik; astrolo­
ji] istiarelerinden biriyle bu görüşü yansıtır: Oyaz batı tarefı.nda bir kı!)'mkluyıl-

31
Arapların Gözünden Haçlı Seferleri

dtzgöründü, yükselişiytimigün sürdü, sonra kayboldu ve bir daha gön"inmedi


Ama hayaller hızla dağılır. Gelen haberler giderek kesinlik kazanmaktadır. Eylül
ayının ortasından itibaren Frenklerin köyden köye ilerleyişi takip edilebilir.
2 1 Ekim 1097'de Suriye'nin en büyük şehri olan Antakya [Antiokheia]
Kalesi'nin tepesinden haykmşlar yükselir: "Geliyorlar!" işsiz güçsüz alayı surlara
üşüşür, ama çok uzaklarda, ovanın ucunda, Amik Gölü'nün yakınında ne olduğu
belirsiz bir toz bulutundan başka bir şey göremezler. Frenkler henüz bir günlük,
belki de daha uzun bir yürüyüş mesafesindedir ve uzun yolculuklarının ardından
biraz durup soluklanmak isteyecek gibi bir halleri vardır. Yine de bir önlem olarak
kentin beş ağır kapısı hemen kapatılır.
Çarşılarda sabahın o bildik uğulnısu ansızın dinmiş, esnaf ve müşteriler yer­
lerinde donup kalmıştır. Kadınlar dualar mmldanmaktadır. Şehir, korkunun pen­
çesine düşmüştür.
İKİNCİ BÖLÜM

MELUN BİR ZIRHBAF [ZIRH İMALATÇISI]

Antakya emiri Yağısıyan, Frenklerin yaklaştığını haber alınca, şehirdeki Hıris­

tiyanların ayaklanacağından korktu. O zaman onları şehirden sürmeye karar


verdi.

Frenk istilasının başlamasının üstünden yüz yıldan biraz daha fazla bir
zaman geçtikten sonra, o çağda yaşamış insanlann tanıklıklanna dayanan Arap
tarihçi İbnü'l-Esir olayı şöyle anlatacaktır:

ilk gün Yağısıyan Müslümanlara dışarı çıkıp şehri çevreleyen hendekleri temiz­

lemelerini emretti. Ertesi gün aynı angaryaya sadece Hıristiyanları gönderdi.

Onları akşam oluncaya dek çalıştırdı ve geri dönmek istediklerinde şu sözlerle

bunu engelledi: "Antakya sizindir, ama ben Frenklerle olan sorunumuzu çözün­

ceye kadar şehri bana bırakmalısınız." Ona sordular: " Bizim çocuklarımızla

kadınlarımızı kim koruyacak? " Emir cevap verdi: " Ben sizin yerinize onlarla

ilgileneceğim." Gerçekten de şehirden sürdüklerinin ailelerini korudu ve kimse­

nin onların kılına dokunmasına izin vermedi.

ı 09 7 yılının bu Ekim ayında, kırk yıldır Selçuklu sultanlanna hizmet eden ihtiyar
Yağısıyan bir ihanete uğrayacağı saplantısı içinde yaşamaktadır. Antakya önünde
toplanan Frenk ordularının sur içinde birtakım suç ortaklan bulmadan kente asla
giremeyeceklerine inanmaktadır. Çünkü onun şehri saldırıyla alınamaz, ablu­
kayla da aç bırakılamaz. Sakalı ağarmaya yüz tutmuş bu Türk emirin elindeki
askerlerin sayısı altı-yedi bini geçmez, oysa Frenkler onun karşısında otuz bin
savaşçıyla saf tutmuştur. Ama Antakya alınması gerçekten olanaksız bir kaledir.
Surun uzunluğu iki fersahtır (on iki bin metre) ve üç farklı düzeyde yapılmış en

33
Another random document with
no related content on Scribd:
back
back
back
back
back
back
back
back
back
back

You might also like