Professional Documents
Culture Documents
Yakındaki Uzak 1st Edition Rebecca Solnit Full Chapter Free
Yakındaki Uzak 1st Edition Rebecca Solnit Full Chapter Free
Solnit
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/yakindaki-uzak-1st-edition-rebecca-solnit/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...
https://ebookstep.com/product/kaybolma-kilavuzu-1st-edition-
rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/yoklugumdan-aklimda-kalanlar-1st-
edition-rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/tum-sorularin-anasi-1st-edition-
rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/sindirella-ozgurluk-kedisi-1st-
edition-rebecca-solnit/
Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar 1st Edition Rebecca
Solnit
https://ebookstep.com/product/bana-bilgiclik-taslayan-
adamlar-1st-edition-rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/yurumenin-tarihi-yol-aski-1st-
edition-rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/karanliktaki-umut-anlatilmayan-
hikayeler-muhtesem-olasiliklar-1st-edition-rebecca-solnit/
https://ebookstep.com/product/onweerstaanbaar-1st-edition-
rebecca-yarros/
https://ebookstep.com/product/tas-ra-u-c-lemesi-kasaba-mayis-
sikintisi-uzak-1st-edition-nuri-bilge-ceylan/
vakındaki uza
ENCORE
YAKINDAKİ UZAK
Rebecca Solnit San Francisco'da yaşıyor. National Book Critics Circle
ödülünü alan River of Shadows da dahil olmak üzere on iki kitabı
yayımlandı. Düzenli olarak London Review Of Books ve LA Times
için yazıyor. Kitaplarından A
Field Guide to Getting Lost, Wanderlust:
History of Walking, Men Explain Things To Me Encore tarafından
2015'te yayımlanacaktır.
REBECCA SOLNIT
YAKINDAKİ UZAK
Çeviren: Müge Karahan, Mehmet Öznur
ENCORE
ENCORE EDEBİYAT
İngilizce orijinali The Faraway Nearby Granta Publications tarafından
2013 yılında yayımlandı.
Encore Yayınlan
Tekrar Yayıncılık Bilişim ve Tic. Ltd. Şti. Sertifıka No: 29423
Zambak Sokak, No:l3/3 34435 Beyoğlu İstanbul
iletisim@encorekitap.com
www.encorekitap.com
ISBN 978-605-9949-07-1
ve kurtlara
İçindekiler
1. Kayısılar 9
2. Aynalar 25
3. Buz 45
4. Kaçış 63
5. Nefes 85
6. İlmek 103
7. Düğüm 123
8. Çözülen 147
9. Nefes 167
Teşekkür 263
1. Kayısılar
Senin hikayen ne? Her şey anlatışa dahil. Hikayeler pusulalardır
ve mimarlıktır; onlarla yön buluruz, tapınaklarımızı, hapishanele
rimizi yaparız onlardan. Hikayesiz olmak, arktik tundralara veya
buz denizine kadar her yöne uzanan bir dünyanın enginliğinde
kaybolmaktır. Birilerini sevmek, kendini onların yerine koyabil
mektir deriz, yani kendini onların hikayesine yerleştirmek ya da
onların hikayesini kendine nasıl anlatacağını bulup çıkarmak.
Bu, bir mekanın bir hikaye olduğu anlamına gelir ve hikayeler
coğrafyadır; empati de her şeyden önce bir tasavvur işidir, hikaye
anlatıcısının sanatıdır ve sonra buradan oraya seyahat edilen yol
dur. Aldığı darbeyle sessizleşen yaşlı adama benzemek veya cel
ladıyla yüz yüze gelmiş genç adam, sınırı yürüyerek geçen kadın,
hızlı oyun trenindeki çocuk, hakkında sadece bir şeyler okuduğun
ya da yatağını paylaştığın kişi gibi olmak nasıl bir şeydir acaba?
Hikayeler anlatırız kendimize, hayatta kalmak ya da birileri
nin hayatına, hatta kendi hayatımıza son vermek için; şiddete baş
vurarak veya hissizleşmiş halde ve yaşamayı başaramayarak. Hi
kayeler anlatırız kendimize, bizi kurtaran hikayeler ve içinde de
belendiğimiz bataklıklar, boğulduğumuz kuyular olan hikayeler,
haklı çıkma hikayeleri, lanetlenme, şans ve mutsuz aşk hikayeleri;
ya da bunların, yerine göre çok şık olabilen bir kinizm örtüsüne
bürünmüş çeşitlemeleri. Bazen hikaye çöker, kaybolduğumuzu
fark etmemizi ister bizden veya korkunç halimizi, gülünç olduğu
muzu ya da sadece tıkanıp kaldığımızı. Bazen de değişim çıkagelir
bir cankurtaran veya bir damla destek gibi. Batan gemilere benze-
Pervaneler uyuyan kuşların gözyaşlarını içer. Bu, 2006 tarihli kısa bir bilimsel raporun
12 YAKINDAKİ UZAK
hieroglyphica adlı bir türdür. Ama başlık bir cümleden oluşuyor ve adeta tek dizelik bir
14 YAKINDAKİ UZAK
balad ya da en yalın temellerine sıkıştırılmış bir tarih. iki kahramanı var, bir uyuyan ve
REBECCA SOLNIT 15
bir içen, bir veren ve bir alan; ve birinin gözyaşları diğerinin besini. Hikaye, bize bir
16 YAKINDAKİ UZAK
hikayeden anlatmasını isteyeceğimiz her şeyi söylüyor. Bir farklılık var. Bir ilişki var.
REBECCA SOLNIT 17
kat etmediği hem de bir kez karşıya geçtikten sonra oraya nasıl
geldiğini ve şimdi nerede bulunduğunu bilemediği için. Küçük
kardeşim heyecanla annemin kişisel onurunu ve bağımsızlıği
nı korumak istiyordu; ne var ki, size bir arabanın çarpması hiç
de onurlu bir durum değildir. Krizin yeni bir düzeyine gelmiştik
şimdi, uyanık olduğu saatlerde daima birimiz annemin yanında
olmalıydı. Bize destek olarak yardımcılar tuttuk ve daha sonra an
neme bakım işlerinin de üstlenildiği bir huzurevi bulduk. Orada
gerekli şeylerin yapıldığını ve güvende olduğunu sanıyorduk.
Bizi baş edebilecekleri durumlar hakkında yanıltmış ve geri
vermeyecekleri bir yığın paramızı almışlardı; işler yolunda gitme
yince de sorumluluğu bize yıkıyorlardı. Yeniden annemle uzun
zamanlar geçirmeye ve kişisel bakıcılar tutmaya başlamıştık. Bir
ihtiyarlık vakası olup çıkmıştı annem, etrafa saldırmaya ve kaçıp
uzaklaşmaya hazırdı. Kendi başına çekip gitmesin diye her sabah
mahallenin tomurcuklanmış bahçelerle dolu hoş sokaklarında
uzun yürüyüşler yapıyorduk birlikte. Başka şeyler konuşmak ka
rışık veya tehlikeli olduğu için, genellikle evlerin renklerinden,
irislerden, hanımelilerden, Latin çiçeklerinden, çarkıfeleklerden,
ayçiçeklerinden, gündüzsefalarından ve yürürken gördüğümüz
diğer bitkilerden dem vuruyordum.
gözyaşlarını içer. Seni alıp kaçabilir bu cümle, sen bilimi ve kuşların -bu örnekte
REBECCA SOLNIT 19
unutana kadar. Kendi gözyaşlarını hatırlarsın ve asimetrik bir ilişkinin resmi çıkar
REBECCA SOLNIT 21
şıyla tırmanacağı bir dağ gösterir, delik deşik bir testiye basiret
suyu doldurmasını ister; yeşil bir yılana çevrilmiş kocasının ye
niden insan şeklini alabilmesi için kraliçe bunları başarmak zo
rundadır. Böyle işler gelişip olgunlaşmanın, özgür olmanın veya
aşkı bulmanın önündeki engellerdir hep. Görevi yerine getirince
lanet kalkar. Büyü bu tür hikayelerde biçim değişikliği, hayvan
bedenine girme veya başka bir kimliğe bürünme anlamına gelir.
Büyünün bozulması ise kişinin tekrar kendi olmasını sağlayan bir
lütuftur.
Kolay bozulan kayısının bolluğu bana verilmiş böyle bir gö
revdi işte, ama aynı zamanda doğuştan sahip olduğum hakkım
dı, çocukluğumdan beri bana neredeyse hiçbir şey vermemiş
olan annemden kalma masalsı bir mirastı. Aile ağacından top
lanan son hasattı bu meyve yığını, peri masallarındaki esraren
giz, bulmacalı armağanlar gibiydi: sihirli bir tohum, bilinmeyen
bir kapının anahtarı, büyülü bir söz gibi. Kavanozlara doldurma,
konserve yapma, komposto yapma, dondurma, yeme ve damıt
ma, kayısıların neden olduğu işlerden sadece çok az bir kısmıydı.
Çözmem gereken bir bulmacaydılar aynı zamanda, neredeyse her
şeyin kötü gittiği sonraki on iki ay boyunca anlamını keşfetmem
gereken bir masaldılar.
Masallar sıkıntılarla, sıkıntıya düşüp sonra kurtulmakla ilgi
lidir; sıkıntı olgunlaşma yolunda zorunlu bir aşama gibi görün
mektedir. Bütün o büyüler, kristal dağlar, ev boyundaki inciler,
gün ışığı kadar güzel prensesler, konuşan kuşlar ve geçici bir süre
yılana dönüşen insanlar dikkati başka taraflara çekse de, çoğu hi
kayenin esas çekirdeği düşmanlara karşı hayatta kalma mücade
lesi, kişinin dünyadaki yerini bulması ve hak ettiği konuma ulaş
masıyla ilgilidir. Çekilen zorluklar bir okuldur daima, öğrenme
ise bir tercih meselesi.
karşına: uyuyan biri ve uyanık olan biri; biri boyun eğen diğeri elde eden. Biri var
YAKINDAKİ UZAK
içinde uçuşuyor, çünkü cümlede gece de var; ve iki ayrı türün kanatları. Sanki bu iki
2. Aynalar
Kocaman kayısı yığınında ham, olgunlaşmış ve çürümüş meyveler
bulunuyor. Annem hakkında anlatabileceğim hikayeler de öyle.
Onun hakkında daha önce yazmış olsaydım, hikaye bir mahkeme
havasına bürünürdü; çünkü argümanlar, olgular ve kimin haklı
olduğu meseleleriyle yetiştirildim ben, sevgi denebilecek bir sıç
rayışa pek yer yoktu. Bir davalı ağzıyla konuşmam gerekirdi, uzun
zaman birçok suçlamanın muhatabı olarak, annem karşısında
haklılığımı kanıtlamak zorunda kalırdım. Varoluşumu aklama ve
ayakta kalma acil bir ihtiyaç olmaktan çıktı artık, ama yine de,
duygu silindikten sonra bile hikaye derin bir çukur gibi kalıyor.
Bazı başka hikayeler ise henüz olgunlaşmış değil, onları da
birkaç yıl sonra, vakti geldiğinde anlatacağım. Kayısılar evime ge
lip de masalları düşünmeye başladığımda, "Pamuk Prenses"teki
"ayna, ayna, söyle bana'' satırlarını hatırlayıp dehşete kapıldım;
çünkü annelerle aynalar arasında kurulan bu bağlantı annemin
gazabının ne kadar öldürücü olduğunu fark etmeme yol açmıştı.
Yıllarca hasetten içi içini yemişti, kendine anlattığı bir hikayeydi
bu haset, sürüp giden bir karşılaştırmanın hikayesi.
Büyük bir dürüstlük meraklısıydı annem. En iyi halinde ezil
mişlerin haklarını korumaya kalkışırdı; en kötü haliyse bende bu-
lunup da kendisinin hiç sahip olamadığı şeyleri kıskanmasıydı.
Haset bir duyguydu ve annem duyguları nedenlere, nedenleri de
olgulara dönüştürürdü, üstelik olguların kesin ve kalıcı olduğuna
inanıyordu, değişmez şeylerdi olgular, oysa kendi duyguları deği
şip dururdu. Bunlar metamorfoz geçirip hikayelere dönüşüyor ve
karakter gündüz ile gece; ya da sanki ayın, görünmeyen güneşin ışığını yansıtması gibi,
28 YAKINDAKİ UZAK
içen, rüya görenden besleniyor. "Pervaneler uyuyan kuşların gözyaşlarını içer" ifadesi
REBECCA SOLNIT 29
akla çok şeyler getirir; tanıdık şeylerin tuhaflaşmasını, besine dönüşmüş hüznü,
111 YAKINDAKİ UZAK
doğanın sunduğu ve herhangi bir mit kadar esrarengiz tınlayan sayısız hikayeyi kapsar.
REBECCA SOLNIT 31
Antik Yunan::ia psyche sözcüğünü soluk, yaşam, yaşamın hayati özü, ruh anlamında
\l YAKINDAKİ UZAK
kullanırlardı ve bazen de ruhun simgesi olan kelebekleri kastederlerdi; ama ben bir
REBECCA SOLNIT 33
III
Then there is the question of the Barkers. Most of the Victims were
young people, who could not possibly mind. But the Barkers had
two, and the Barkers are a respected middle-aged couple, and
nobody could possibly make them apple-pie beds who did not know
them very well. That shows you it can’t have been me—I—me—that
shows you I couldn’t have done it. I have only spoken to them once.
They say Mr. Barker was rather annoyed. He has rheumatism and
went to bed early. Mrs. Barker discovered about her bed before she
got in, but she didn’t let on. She put out the candle, and allowed her
lord to get into his apple-pie in the dark. I think I shall like her.
They couldn’t find the matches. I believe he was quite angry....
IV
I suspect Denys and Joan. They are engaged, and people in that
state are capable of anything. Neither of them had one, and they
were seen slipping upstairs during the dance. They say they went
out on the balcony—a pretty story....
V
I suspect the Barkers. You know, that story about Mrs. B. letting Mr.
B. get into his without warning him was pretty thin. Can you imagine
an English wife doing a thing of that kind? If you can it ought to be a
ground for divorce under the new Bill. But you can’t.
Then all that stuff about the rheumatism—clever but unconvincing.
Mr. Barker stayed in his room all the next morning when the
awkward questions were being asked. Not well; oh, no! But he was
down for lunch and conducting for a glee-party in the drawing-room
afterwards, as perky and active as a professional. Besides, the really
unanswerable problem is, who could have dared to make the
Barkers’ apple-pie beds? And the answer is, nobody—except the
Barkers.
And there must have been a lady in it, it was so neatly done.
Everybody says no man could have done it. So that shows you it
couldn’t have been me—I....
VI
I suspect Mr. Winthrop. Mr. Winthrop is fifty-three. He has been in
the hotel since this time last year, and he makes accurate forecasts
of the weather. My experience is that a man who makes accurate
forecasts of the weather may get up to any deviltry. And he protests
too much. He keeps coming up to me and making long speeches to
prove that he didn’t do it. But I never said he did. Somebody else
started that rumour, but of course he thinks that I did. That comes of
being a professional humorist.
But I do believe he did it. You see he is fifty-three and doesn’t dance,
so he had the whole evening to do it in.
To-night we are going to have a Court of Inquiry....
VII
We have had the Inquiry. I was judge. I started with Denys and Joan
in the dock, as I thought we must have somebody there and it would
look better if it was somebody in the family. The first witness was
Mrs. Barker. Her evidence was so unsatisfactory that I had to have
her put in the dock too. So was Mr. Barker’s. I was sorry to put him in
the dock, as he still had rheumatics. But he had to go.
So did Mr. Winthrop. I had no qualms about him. For a man of his
age to do a thing like that seems to me really deplorable. And the
barefaced evasiveness of his evidence! He simply could not account
for his movements during the evening at all. When I asked him what
he had been doing at 9.21, and where, he actually said he didn’t
know.
Rather curious—very few people can account for their movements,
or anyone else’s. In most criminal trials the witnesses remember to a
minute, years after the event, exactly what time they went upstairs
and when they passed the prisoner in the lounge, but nobody seems
to remember anything in this affair. No doubt it will come in time.
The trial was very realistic. I was able to make one or two excellent
judicial jokes. Right at the beginning I said to the prosecuting
counsel, “What is an apple-pie bed?” and when he had explained I
said with a meaning look, “You mean that the bed was not in apple-
pie order?” Ha, ha! Everybody laughed heartily....
VIII
In my address to the jury of matrons I was able to show pretty clearly
that the crime was the work of a gang. I proved that Denys and Joan
must have done the bulk of the dirty work, under the tactical direction
of the Barkers, who did the rest; while in the background was the
sinister figure of Mr. Winthrop, the strategical genius, the lurking
Macchiavelli of the gang.
The jury were not long in considering their verdict. They said: “We
find, your Lordship, that you did it yourself, with some lady or ladies
unknown.”
That comes of being a professional humorist....
IX
I ignored the verdict. I addressed the prisoners very severely and
sentenced them to do the Chasm hole from 6.0 a.m. to 6.0 p.m.
every day for a week, to take out cards and play out every stroke.
“You, Winthrop,” I said, “with your gentlemanly cunning, your subtle
pretensions of righteousness——” But there is no space for that....
X
As a matter of fact the jury were quite right. In company with a lady
who shall be nameless I did do it. At least, at one time I thought I did.
Only we have proved so often that somebody else did it, we have
shown so conclusively that we can’t have done it, that we find
ourselves wondering if we really did.
Perhaps we didn’t.
If we did we apologize to all concerned—except, of course, to Mr.
Winthrop. I suspect him.
The Grasshopper