Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Pasajlar Say■ 5 Go c Meselesi 1st

Edition Kolektif
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-5-go-c-meselesi-1st-edition-kolektif/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Pasajlar Say■ 4 Post Truth C ag ■ 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-4-post-truth-c-
ag-i-1st-edition-kolektif/

Pasajlar Say■ 11 Transhu manizm 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-11-transhu-
manizm-1st-edition-kolektif/

Pasajlar Say■ 1 Hukuk Du s u ncesi 1st Edition Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-1-hukuk-du-s-u-
ncesi-1st-edition-kolektif/

Pasajlar Say■ 2 Edebiyat Teori ve Eles tiri 1st Edition


Kolektif

https://ebookstep.com/product/pasajlar-sayi-2-edebiyat-teori-ve-
eles-tiri-1st-edition-kolektif/
Cogito Say■ 101 Irkc ■l■g ■ Go rmek 1st Edition
Kolektif

https://ebookstep.com/product/cogito-sayi-101-irkc-ilig-i-go-
rmek-1st-edition-kolektif/

Say My Name 1st Edition Alina Lane

https://ebookstep.com/product/say-my-name-1st-edition-alina-
lane-2/

Say You Swear 1st Edition Meagan Brandy

https://ebookstep.com/product/say-you-swear-1st-edition-meagan-
brandy/

Say My Name 1st Edition Alina Lane

https://ebookstep.com/product/say-my-name-1st-edition-alina-lane/

Speaking for IELTS 5 6 B1 Collins English for Exams


Second Edition,Second Edition Kovacs

https://ebookstep.com/product/speaking-for-ielts-5-6-b1-collins-
english-for-exams-second-editionsecond-edition-kovacs/
1

DOGUBATI
sosyal bılımler dergisi

Göç MESELESİ
fASAJLAR
SOSYAL BiLiMLER DERGiSi
Yerel Süreli Hakemli Yayın
ISSN: 2667-4181
Sayı 5 / Mayıs 2020

Doğu Bab Yayınlan Yazışma Adresi


Adına Sahibi Doğu Batı Yayınları
Taşkın Takış Kültür Mah. Libya Cad.
Becerikli Sok. No: 20/5
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü 06420 Kızılay-Çankaya/Ankara
Talha Dereci o (312) 425 68 64 / 425 68 65
pasajlar@dogubati.com
Sayı Editörü www.pasajlar.dogubati.com
İbrahim Sirkeci
Kapak Tasarımı
Yayın Kurulu Harun Ak
Oğuz Adanır, Mücahit Bilici, Nilgün Çelebi,
Kapak Resmi
Mustafa Erdoğan, Ferhat Kente!, Neşe Özgen,
Ali Yaşar Sanbay, İbrahim Sirkeci,
Edvard Munch, Melankoli
Özgür Taburoğlu, Çetin Türkyılmaz, Ali Utku
Baskı ve Cilt
Tarcan Matbaacılık
Bu Sayının Bilim Kurulu
İvedik Köy Mah.
Bahar Başer, Gül İnce Beqo, Tuncay Bilecen,
İvedik Cad. No: 417/A
Ayhan Kaya, Emre Eren Korkmaz,
06378 Yenimahalle/ Ankara
Armağan Teke Lloyd, Vildan Mahmutoğlu,
Fulya Memişoğlu, Buket Ayşegül Özbakır,
Sertifika No: 15036
Deniz Şenol Sert, İbrahim Sirkeci, Ali Tilbe,
K. Onur Unutulmaz, Bayram Ünal,
1. Baskı: 1300 Adet
Mustafa Murat Yüceşahin
15 Haziran 2020
Bu Sayının Hakemleri
Deniz Yetkin Aker, Tuncay Bilecen, Nihan Bozok, Sevilay Bulut, H. Yaprak Civelek,
Yakup Çoştu, Saniye Dedeoğlu, Sevim Atila Demir, Efnan Dervişoğlu, Esin Hamdi Dinçer,
Süreyya Sönmez Efe, Selma Akay Ertürk, Gökçe Bayındır Goularas, Ülkü Güney, Selmin Kaşka,
Hatice Çoban Keneş, Mehmet Rauf Kesici, Emre Eren Korkmaz, Erhan Kurtarır,
Fatma Armağan Teke Lloyd, Vildan Mahmutoğlu, Fulya Memişoğlu, Özlem Özdemir,
Mehmet Gökay Özerim, İbrahim Serbestoğlu, Deniz Şenol Sert, İbrahim Sirkeci,
İbrahim Soysüren, Meltem Yılmaz Şener, N. Aslı Şirin, Tuğba Taş, Caner Tekin, Ali Tilbe,
Fethiye Tilbe, Gamze Kaçar Tunç, K. Onur Unutulmaz, Deniz Eroğlu Utku,
Filiz Göktuna Yaylacı, Pınar Yazgan, Meltem Yıldırım, Sinan Zeyneloğlu

Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi, yılda üç sayı olmak üzere;


Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında yayımlanır.

Gelecek sayıların bilgileri de dahil olmak üzere, dergiye ilişkin tüm detaylara
www.pasajlar.dogubati.com adresinden ulaşılabilir.

Pasajlar ve yazarın ismi kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.


Dergiye gönderilen yazıların yayımlarup yayımlanmaması
sorumlu yazı işleri müdürü ile yayın kurulunun kar arına bağlıdır.

Reklam kabul edilmez.

f W � @pasajlardergisi
İÇİNDEKİLER

İBRAHİM SİRKECİ EMRE KURT


11 "Göç Meselesi" 145 Tek Parti Döneminde
Türk Yahudilerinin
KARSTEN pAERREGAARD Zorunlulaşan Göçleri
35 Korkuyu Anlamak: Yabancı
Düşmanlığı, İklimfobi ve AHMET CEYLAN
Robofobi Kavşağında İsA Usw
Terk Edilmişlik 177 Göçün Kadınlaşan Yapısı ve
Duygusunun Yaratımı Türkiye: İzmir'de
Ev Hizmetlerinde Çalışan
PER BAUHN Kadın Göçmenler
45 Evrenselci Haklar ve
Tikelci Yükümlülükler: GÜLTEN DENİZ
Mülteciler Örneği FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
HİLAL UYSAL
ADRlAN J. BAILEY 213 İstanbul'da Ev ve Bakım
59 Ulusötesi Göç, Derinleşen Hizmetlerinde Çalışan Filipinli
Korunmasızlık ve Üyelik Kadınlar: Göç, Emek ve
Sorunu Üzerine Gündelik Hayat

ToBIAS ScuwARZ BERRİN ÇALIŞKAN


67 Batının Ötesinde 247 "Serbest Göçler Ülkesi'nde"
Vatandaşlığa Geçiş Politikaları Arnavutlar

DANI KRANZ FETHİYE TİLBE


87 Devlet ye Halk Arasında 281 Türkiye-İngiltere Göçünü
Ortaya Çıkan Ayrımlar: Yeniden Düşünmek:
Dönüş Göçü Programları, Politik mi, Farklı ya da
Diaspora Yönetimi ve Çoklu Çatışmalar mı?
Temsili Göçmenler
MELTEM YILMAZ ŞENER
DENİZ EROCLU UTKU 311 Avrupa' da Sivil Entegrasyon
ÜKANAKPINAR Kavramının Sınırları:
105 Çevresel Göçmenlik, Küresel Norveç Örneği ve Günlük
Mutabakatlar ve KOVİD-19 Hayatta Entegrasyon
(Hverdagsintegrering)
AVNİ ÖNDER HANEDAR
SEZGİN UYSAL CANERAVER
125 Birinci Dürıya Savaşı ATAKAN DURMAZ
Yaklaşırken Osmanlı 331 Almanya'da Yaşayan Nitelikli
İmparatorluğu'ndan Amerika Türklerin Uluslararası Göç
Birleşik Devletleri'ne Emek Eğilimi: Niyetler, Etkenler
Hareketliliği ve Türk Kökenli ve Sonuçlar
Göçmenlerin Kalıcık Sorunu
Anayurtlarından ayrıldıklarında artık yurtsuzdular, devletlerini
bıraktıklarında artık devletsizdiler, insan haklarından yoksun
bırakıldıklarında artık haksızdılar, yeryüzünün posasıydılar. Ne
kadar aptalca olursa olsun ne kadar çok insan sonuçlarını bilmiş
ve önceden anlatmış olursa olsun, hiçbir şey geriye döndürüle­
mez ya da engellenemezdi. Her olayda, son yargının (ne Tanrı­
nın ne de şeytanın hükmettiği, daha çok kefaretinin ödenmesi
olanaksız aptalca bir kaderin ifadesi gibi görünen bir yargının)
kesinliği vardı.

Hannah Arendt
Totalitarizmin Kaynaklan
"İnsan Ne Zaman Evindedir?"

Miletos'da yaşamış, Sokrates öncesi dönemin filozoflarından Anaksimand­


ros'un biz insanlara evladiyelik bir miras gibi bıraktığı o malum tek fragma­
nı hatırlayalım: " . . . Varolanlar nelerden meydana gelmişlerse zorunlu ola­
rak yok olup ona dönerler. Zira onlar birbirlerine zamanın düzenleyişine
göre haksızlıkların cezasını ve kefaretini öderler."
Aklıma düştüğü her anda beni tuhaf bir hüzne sokan bu fragmanı ark­
he tartışmalarının ötesine geçerek biraz da serbest bir dolaşım hali içinde
"Göç Meselesi" bağlamında dile getirilecek birkaç kelamın başlangıcı ola­
rak belirlemeyi 'uygun gördüm. Sonunu pek de kestiremediğim ama bu
belirsizliğin bizatihi kıymetli olduğunu düşündüğüm böylesi bir girizgahın,
meselenin temel kaygıları ile de kesiştiğini düşünüyorum.
Anaksimandros'un fragmanını dikkate aldığımızda; varolanın, tam da
var olduğu için bir suç işlemiş olduğu ve bunun kefaretini ödemek için yok
olması gerektiğini görüyoruz. Varolma ile başlayıp yok olma ile nihayete
eren bu süreç, insanın yaşam mücadelesi gibi düşünülebilir ve bu mücadele
göç olarak okunabilir.
Hikayenin aktörleri yani varolanlar, her daim bir yarım kalmışlık içinde­
dir. Odysseus'u anımsayalım: Savaşı bitmiş bir asker ve ülkesinden uzakta
bir kraldan bahsediyoruz. Savaş yoksa asker ne işe yarar? Ülkesinden uzak­
ta bir kralın, krallığının ne anlamı var? Odysseus şüphesiz bunlardan çok
daha fazlasıdır; çocuğunun büyüdüğünü göremeyen bir babadır ve eşinden
uzakta bir adamdır. Çocuğunun büyüdüğünü göremeyen adam aynı za­
manda, kendisinin eve dönüşünü göremediği için acısından ölen kadının,
öksüz kalmış çocuğudur. Bu yarım kalmışlığın kendisinin de ödenecek
olan kefarete dahil olduğunu aklımızın bir kenarında tutarak diyebiliriz
ki Odysseus, eve dönüş yolundaki en bilindik, en aşina olunan mültecinin
bizatihi kendisidir.
Becerilebilirse şayet, üstesinden gelinebilirse tüm bu yarım kalmışlık­
larla eve bir şekilde dönülür. Dönülen ev, bırakılanın aynısı mıdır? Varılan
ev, insanın kendi evi midir? Böylesi bir dönüş, varılan hedef, bizi cevabını
veremediğimiz sorularla baş başa bırakır: Barbara Cassin'in deyimiyle, "İn­
san ne zaman evindedir?"
***

Sürgüne gönderildiği dönem hakkında, Roma'dan sessiz sedasız ayrıldı­


ğını ve Roma halkının aslında kendi iyilikleri ve gelecekleri için böylesi
bir suskunluktan ötürü herhangi bir mücadele vermediklerinden yakınan
Cicero'nun, sürgününü ve Roma'ya tekrar dönüşünü böylesi bir eve dönüş
hikayesi olarak okumak mümkün. Şayet Cicero'ya "Ev neresidir?" diye so­
rulsaydı vereceği cevabı biliyoruz. Ona göre evren tek bir kenttir ve tanrı­
lar insanlara yurt olarak bütün dünyayı vermişlerdir. Kozmopolitanizmin
erken yorumlarından biri olarak okunabilen bu bakış, yersiz ve yurtsuz
olanın, "dünya vatandaşlığı" söylemi olarak görülebilir. Zihnin sınırlarını
yıkabilmek ve tüm anlatılardan sıyrılabilmek adına bir hamle imkanı sağ­
layan böylesi bir söylem, günün sonunda evini arayanın, onun yolunda ola­
nın yani yolda olanın çaresine derman olabilir mi yoksa bunun üzerine inşa
edilecek tüm argümanlar bir keyfiliğin göstergesi sayılabilir mi?
***

Evine dönen için, ensar ve muhacir kardeşliğinden başka sözü olmayanla­


rın, böylesi bir dönüş hikayesini masa başında bir koz olarak kullanabile­
ceğini; eve dönebilenin kendi yaşam mücadelesini, evin "yerleşik" sakin­
lerinin aylaklığına gerekçe kılınmasını; bu dönüş hikayesinin başlı başına,
yerleşik sakinlerin evlerinin kapısının zorlanması olarak okunmasına el­
bette şaşırmadık.
Anaksimandros'un kefaretinin ödenme vakti geldiğinde, Odysseus ka­
pı eşiğinde belirdiğinde ve Cicero sürgününden döndüğünde . . . Arzu edile­
ni, Oğuz Atay'ın satırlarında buluyoruz: "Öyle bir kapı olmalı ki çalınca, in­
sana hiçbir şey sormadan açsalar. Kapının ortasındaki küçük pencereden
bakıp da 'kim o' demeseler. Sonra hemen içeri alsalar beni. Ben anlatmak
istesem bile, hemen sustursalar: Biz her şeyi biliyoruz . . . "

Talha Dereci
Genel Yayın Yönetmeni
Mayıs 2020, Ankara
"Göç Meselesi"

IBRAHiM SiRKEci·

2 019 yılının henüz başlarında genel yayın yönetmenimiz Talha Dereci,


Pasajlar dergisi için göç üzerine bir özel sayı yapma teklifi ile geldiğinde
bugün (Mayıs 2020) içinde bulunduğumuzdan çok farklı bir konjonktür­
le karşı karşıyaydık. KOVİD-19 salgını ve salgına karşı getirilen tedbirler
hayatın her alanını olduğu gibi göç ve ilgili süreçleri de sarstı. Göç, nüfus
hareketliliği ve KOVİD-19 gibi bulaşıcı hastalıkların yayılımı arasında doğ­
rudan bir ilişki olduğu halihazırda görüldü (Sirkeci ve Yüceşahin, 2020) .
Bu etkilerin boyutunu ve çeşitli alanlara yansımasını ancak önümüzdeki
yıllarda bilanço netleştikçe göreceğiz. O yüzden bu sayıda orjinal kurguya
yani daha uzun soluklu olan göç meselesine sadık kalacağız.
Bir klişedir; göç meselesi insanlık tarihinden de eskidir. Doğada göz­
lemlediğimiz göçler ve onların tetikleyicileri ve düzenleyici mekanizmaları
arasında büyük benzerlikler olduğunu görebiliriz. İnsan merkezli göçleri
düşündüğümüzde ise hep göçün nasıl başladığı gündeme geliyor. Bunun
yanıtı basit: İnsanların bulundukları yerde rahatsızlık duymaya başladığı
an göçün başlangıç noktasıdır. Dolayısıyla yine aynı kapıya çıkarız göç çok
eskiye dayanır. Burada Türkiye'nin göç ve göç çalışmaları tarihine de kısa­
ca bir göz atacağız. Ancak öncelikle "göç meselesi" ile neyi kastettiğimizi
açıklayalım.

•Sayı Editörü, Prof., Birleşik Krallık, Lonra Regent's Üniversitesi, Ulusötesi İşletme ve
Yönetim Araştırma Merkezi. E-Posta: sirkecii@regents.ac.uk
·cöç Meselesi"

Göç meselesinin birinci boyutu göçün tanımı ve terminolojisi, ikincisi


ise göçün nasıl kuramsallaştırıldığıdır. Dolayısıyla göçün bir disiplin olarak
gelişimi üçüncü, alanın genişlemesi ile yakından ilişkili olangöç verileri ve
yöntem de dördüncü meselemiz olmaktadır.
Öncelikle göç meselesinin neresindeyiz sorusuyla konuya girelim. Bu
özel sayıya "Göç Meselesi" başlığının seçilmesinin nedeni, konunun "so­
run" olarak görülmesinden ziyade etraflıca tartışma arzusundandır. Sayı­
nın kurgusundaki en temel kaygımız olan (öz)eleştirel yaklaşımla yazılmış
metinlere maalesef ulaşamadık. Bu kısmen bizim başarısızlığımız ve muh­
temelen kısmen de Türkiye'de göç çalışmaları alanında bu olgunluğa he­
nüz erişilmemesi ile ilgili.
Araştırmacılar ve bu konuda kafa yoran kişiler olarak mutlaka görüş­
lerimiz ve deneyimlerimiz neleri ve nasıl gördüğümüzü belirliyor. Bunu
belirtmek de öznel bir çerçeve oluşturmak açısından önemli. Benim için
Türkiye'de göç meselesine kafa yorma çabası kabaca 1996 yılında Atina'ya
bir yaz okuluna gittiğimde başladı. Atina'da Devlet İstatistik Dairesi'ne
gidip mübadele dönemi nüfus sayımlarını inceleme fırsatı buldum. Daha
sonra bu son dönem Osmanlı göçlerine ilgiyi Halil İnalcık ile Bilkent Üni­
versitesi' nde Tarih doktorası yapma "hevesine" dek götürdüm. Orada tarih
kısmını bıraktım. Ancak, göç benimle Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etüt­
leri Enstitüsü üzerinden Sheffield Üniversitesi'ne kadar geldi.
Göç alanında çalışan neredeyse herkesin künyesinde görülebileceği
üzere benim de aile boyu göç hikayelerim vardı. 1 Mübadil bir ailenin çocu­
ğu olmak ve geniş aile içinde neredeyse her türden iç ve dış göç deneyimine
sahip olmak hem bir avantaj hem de bir dezavantaj olabilir. Süreci anlamak
açısından avantajları elbette tartışılmaz. Fakat göçmen ve göçmen ailesin­
den olmanın meseleye bir yanlılık getireceğini de kabul etmemiz gerekli.
Kendi kişisel ve aile tarihimizde yüzyıl geriye giden bir göçler yumağı
bulabiliyorken, 1990'ların başında Türkiye'de göç kayıtları ve göç çalışma­
ları ile ilgili çok ciddi atılımların neden görülmediğini hala tam olarak an­
lamış değilim. Atina'da gördüğüm ve duyduğum "komşu" nun bu konuda
1930'lara dek giden ciddi bir birikime sahip olduğuydu.
Ondan sonra da bu yönde kendi çapımda adımlar atmaya çalıştım.
1995-96 akademik yılında Bilkent Üniversitesi'nde Ahmet İçduygu'nun
asistanlığını yapmaya başladım. Daha sonra Demografi yüksek lisans prog­
ramına da kaydolduğum Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etütleri Enstitüsü
.
öncülüğünde Uluslararası Göç Araştırması'nın Türkiye ayağında asistan
olarak çalıştım.

1 Bu aile içi göç hikayelerinin bir kısmını daha önce yayımladık. Bakınız: İçduygu ve
Sirkeci (1998) ve Sirkeci ve İçduygu (2001).

12
İbrahim Sirkeci

Aynı dönemde, 1997 yılında, Bolu Gerede'de "Türkiye'de İç Göç" kon­


feransının organizasyonunda İsmail Aydıngün ile birlikte asistan olarak ça­
lıştık. O dönemde göç ile ilgilenen araştırmacıların "önemli bir kısmını" bi­
raraya getiren bu konferansın bildirilerinden bir kısmını da içeren derleme
Tarih Vakfı Yayınları'ndan yayımlandı (İçduygu vd., 1998) . Bu kitap hala
alandaki en önemli kaynaklardan biri durumundadır. Bu toplantıya sadece
28 kişinin katılmış olması o dön�m itibariyle 60'tan fazla üniversitesi olan
ve Nazım'ın deyişiyle "Orta Asya'dan gelip, Akdeniz'e . . . uzanan" bir göç
ülkesi için görece sınırlı bir ilgi olduğunun dolaylı bir göstergesiydi. Ancak
yine de alanda çok eskilere giden önemli çalışmaların ve araştırmaların
olduğunun altını çizmeliyiz. Bu isimlerin bir kısmına aşağıda değineceğiz.
Bazılarının iddia ettiği gibi "göç çalışmaları bizimle başladı" demek sadece
cehaletimizi yansıtır. Bu zengin yazına tekrar geri döneceğiz. Şimdi önce
Türkiye'nin göç deneyimini ve bu alana ilgiyi biraz daha tartışalım.

On Dönemde Türkiye'nin Göç Deneyimi


Türkiye ve Türk göçlerine ilişkin yazına bakıldığında yanıltıcı biçimde
1961'de Almanya ile yapılan işçi değişim anlaşması başlangıç gibi görünür.
Her ne kadar bu tarih önemli bir dönüm noktası olsa da Türkiye'nin göçle
imtihanı çok daha eskilere dayanır. Alandaki eski isimlerden Abadan-Unat
dahil pek çok yazarın Türklerin göç serüveninin "geç" başladığı yönündeki
iddiaları nüfus hareketleri tarihimizi eksik okumaktır. 1961 yılındaki misa­
fir işçi anlaşması ve sonrasındaki kitlesel işçi göçleri itibariyle dahi bir ge­
cikme söz konusu değildir. Türkiye, Yugoslavya, İtalya, Portekiz gibi diğer
Güney Avrupa ülkeleriyle aynı dönemde bu uygulamaya dahil olmuştur.2
Türkiye'nin göç tarihine ilişkin dönemlendirme çabaları genelde 4 veya
5 dönem olduğunu vurgular ve bunların çoğu da 1960 sonrasına odaklanır
(Keyder ve Aksu-Koç, 1988: 15) . 2005 tarihinde yazdığım Türk Diasporası
başlıklı bir ansiklopedi maddesinde ben de göç tarihinin kitlesel ve birey­
sel göçler olarak iki döneme ayrılabileceğini ve bunun 1960 öncesini de
kapsayacak biçimde dört ayrı dönemde ele alınabileceğini öne sürmüştüm
(Sirkeci, 2005 : 607) . Ancak bugün yeniden düşündüğümde daha uzun ve
detaylı bir periyodik belirlemenin gerektiğini düşünüyorum. Bu tür bir
çaba ile birlikte, bireysel ve kitlesel göçlerin ve zorunlu iskan içeren nüfus
hareketlerinin çeşitli dönemlerde öne çıktığını vurgulamak gereklidir.

2 Bunu Almanya' nın imzaladığı misafir işçi anlaşmalarının tarihlerinden görebiliriz:


İtalya (22 Kasım 1955), İspanya (29 Mart 1960), Yunanistan (30 Mart 1960), Türkiye (30
Ekim 1961), Fas (21 Haziran 1963), Portekiz (17 Mart 1964), Tunus (18 Ekim 1965), and
Yugoslavya (12 Ekim 1968).

13
"Göç Meselesi"

Bu bağlamda önemli tarihsel kırılma anlarına da atıfla Türkiye'nin göç


tarihini 10 dönem üzerinden tartışmak mümkündür. Bunlardan ilk dördü
antik dönem ve Osmanlı göçlerini sonraki altı dönem ise Cumhuriyet dö­
nemini kapsamaktadır:
1} Antik dönem göçleri (400-1399) Orta Asya'dan Batı'ya yönelen Türk
göçleri ile başlar (Yunusbayev vd., 2015 :2) . Anadolu'da görülen yer
değiştirmeleri, prenslikler/beylikler ve küçük devletler arasındaki
savaşlar nedeniyle oluşan hareketleri saymak mümkün.
2) Genişleme dönemi göçleri (1400-1799} 15. yüzyıl başından 18. yüzyıl
sonuna dek uzatılabilir. İstanbul'un Bizans'tan Osmanlılara geçtiği
tarihte 50 bin (Vryonis, 1967: 187} olan nüfusunun Fatih Sultan Meh­
met tarafından Anadolu, Mora, Sırbistan ve Kefe3' den geniş kitlele­
rin getirilmesi yoluyla artırıldığını biliyoruz (İnalcık, 1954: 122-129) .
İnalcık'ın yazılarından, hem eski topraklardan hem de yeni elde edi­
len topraklardan gerçekleştirilen bu zorunlu göçlerin Osmanlı'nın
fetih, düzenin korunması ve asimilasyon yöntemlerine dahil oldu­
ğunu anlıyoruz. İsyan eden grupların devlet tarafından "güvenli"
görülen başka yerlere sürülmesi ve yeni elde edilen topraklara Ana­
dolu'dan nüfusların yerleştirilmesi bu dönemin uygulamaları olarak
karşımıza çıkıyor. Bu dönemde Osmanlı "askeri" sınıfının da yeni
ele geçirilen topraklara yerleştiğine dikkat etmeliyiz. İmparatorlu­
ğun Batıya doğru genişlemesine paralel gerçekleşen "şenlendirmek"
de denen iskanlar da bu dönem de önemlidir. Bu dönemin önemli
göçlerinden bir örnek de İspanyol Yahudilerinin 1492'de Osmanlı
devletine sığınmalarıdır (Franz, 1994: 237) .
3) Daralma dönemi göçleri (1800-1860) 18. yüzyılın sonundan 1860'a
kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde temel tetikleyici
unsur Osmanlı Devleti'nin zayıflayarak toprak kayıplarına uğrama­
sıdır. Kaybedilen topraklarda yaşayan özellikle Müslüman nüfuslar
ve "askeri" sınıf daralan impartorluğun elde kalan topraklarına göç
etmiştir. Savaşlardaki can kayıpları ve sürekli asker toplanması özel­
likle kırsal nüfusun kritik seviyelerde azalmasına yol açmıştır. Buna
karşılık nüfusu artırmak amacıyla yurtdışından göç teşvik edilmiştir.
Örneğin, Osmanlı devleti 1857'de Avrupa'da gazetelere ilan vere­
rek vergi ve benzeri teşviklerle göçmen çekmeye çalışmıştır (Karpat,
1985 : 177) .

3 Kırım' ın güneyi ve Karadeniz' in kuzey doğudaki kıyı şeridini kapsayan Osmanlı eya­
leti.

14
İbrahim Sirkeci

4) Dağılma döneminde (1861-1920) hem bir önceki dönemdeki geri


çekilme göçleri devam etmektedir hem de ekonominin kötü gidi­
şiyle dışa göç artmıştır. Geri çekilinen imparatorluk topraklarından
yoğun göç yaşanmış bunlar basına da yansımıştır (bkz. Tilbe, 2016 :
250-1) . Örneğin 1873 ila 1922 arasında 1,8 milyon Kırım Tatarı'nın
Türkiye'ye göç ettiği tahmin edilmektedir (Karpat, 1983 : 402, Akta­
ran Akgündüz, 1998: 99) . Bu dönemde ekonominin kötü gitmesi ve
başka ülkelerde cazip imkanlar olduğunun geri gelen göçmenler­
den duyulması dışa göçü teşvik etmiştir. İsyanlar ve bunların özel­
likle Suriye' deki Hıristiyan nüfusları tehdit etmesi ve genel olarak
da Osmanlı nüfusunun gelen Müslüman mülteciler nedeniyle hızla
İslamlaşması ülkedeki Müslüman olmayan nüfusların dışa göçünü
tetiklemiştir (Karpat, 1985: 179-180) . 1860 ve sonrasında özellikle
Amerika kıtasına yönelen bu göçlerin çatışma modeli" çerçevesin­
/1

de güvensizlik" algısıyla başladığını ve zamanla belirli bir göç kül­


/1 /1

türü" oluşturarak devam ettiğini söyleyebiliriz.4


Bu dönemin ikinci etabı Balkan Savaşları ile 1912'de başlar, Birin­
ci Dünya Savaşı (1914) ile devam eder ve Kurtuluş Savaşı (1919) ile
sona erer. Özellikle Balkan toprakları ile Anadolu arasında, savaşlar
arasında geri dönüşler ve yeniden göçler yaşanmıştır. Aynı dönem­
de Türkiye yabancı nüfuslar için cazibe merkezi olma özelliğini de
kaybetmiştir. Örneğin, İstanbul nüfusunun 1906'da yaklaşık yüzde
15'i yabancı uyrukludur (Behar, 2003 : 74) . Eski Osmanlı toprakla­
rından mültecilerin gelişi bu ikinci etaptaki temel karakter olarak
karşımıza çıkar. 93 Harbi'nden itibaren 1 milyon civarında "mülteci­
nin" Anadolu'ya geldiği yönünde bilgiler mevcuttur (Kazgan, 1970-
1971 : 315) . 1912 ila 1920 arasında ise Balkanlardan toplam 413,922
göçmen geldiği hesaplanmaktadır (Behar, 2003 : 62) . Aynı dönemde
1 milyondan fazla kişinin de yurtdışına göç etmiştir. Bu dönemde
özellikle şehir nüfuslarının azaldığını da vurgulamamız gerek (Kaz­
gan, 1970-1971 : 325) .
5) Cumhuriyetin kuruluş dönemi göçleri (1921-1960) özellikle mübade­
le göçleriyle şekillenmiştir. Mübadele kapsamda yaklaşık 1,5 milyon
insan yer değiştirirken (Hirschon, 2005 : 3), bu resmi değişim prog­
ramı dışında 1923 öncesinde ve 1930'lardan sonra ekseriyetle birey­
sel çabalarca gerçekleşen karşılık nüfus hareketlerinin hacim olarak
çok daha büyük olduğunu unutmamalıyız. Örneğin, Lozan Antlaş­
masından önce, 1922'nin son aylarında bir milyondan fazla Rum' un
Anadolu'dan Yunanistan'a sığındığı bilinmektedir (Hirschon, 2005 :
4 Göç kültürleri ve çatışma modeli için bkz. Sirkeci (2009) ve Sirkeci vd. (2019).

15
·cöç Meselesi"

6) . Mübadele anlaşmasından sonra ise Yunanistan'dan Türkiye'ye


yaklaşık 355 bin Müslüman nüfus gelirken, 192 bin dolayında Or­
todoks Rum nüfus da Tükiye'den ayrılmıştır (Hirschon, 2005 : 14) .5
1920 ila 1927 arasında Balkanlardan toplam 431,062 göçmenin geldi­
ği belirtilmektedir (Behar, 2003 : 62) . 1923-1933 döneminde 700 ,258
ve 1933-1960 döneminde 576,667 olmak üzere toplam 1,276,925
göçmen Balkan ülkelerinden Türkiye'ye gelmiştir (Akgündüz, 1998:
112) . Aynı dönemde, Türkiye kentlerindeki gayrimüslimlerin genel
nüfus içindeki oranlarının ciddi miktarda azaldığını görüyoruz. Pek
çok şehirde 19. yüzyıl sonunda yüzde 30 ila yüzde 60 arası değişen
gayrimüslim nüfusların oranı 1927'ye gelindiğinde binde 1 ile yüzde
1 seviyelerine inmiştir (Behar, 2003 : 74) . Bu dönemde gayrimüslim
azınlıkların kaçışı devam etmiş ve Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayla­
rı gibi azınlıkları hedef alan olaylarla hızlanmıştır (Sirkeci, 2013:
4; Toktaş, 2006: 511; Akgündüz, 1998 : 114) . Yurtdışına gidişin sıkı
kontrollere tabi olduğu bu dönemde 182,585 kişi Türkiye'den ayrıl­
mıştır (Geray, 1962: 6) . 1950'lerin ikinci yarısından itibaren ise az
sayıda göçmen işçinin yurtdışına gittiğini biliyoruz.
6) Misafir işçi dönemi (1961-1974) hem ülke içinde kırdan kente göç­
lerin yoğun olduğu hem de ortaya çıkan işgücü fazlasının organize
biçimde devlet eliyle yurtdışına gönderildiği kitlesel göçlerle şekil­
lenmiştir. İç göçlerin İkinci Dünya Savaşı (1945) akabinde hızlanma­
ya başladığını biliyoruz (Tekeli ve Erder, 1978) . 1965'e gelindiğinde
ömürlük göç, yani doğduğundan başka bir ilde yaşayanların nüfusu
yüzde 12,8'e yükselmişti (Keleş, 1976: 139) . Kırdan kente göç 1960
ila 1980 arasında, kentlerde yaşayanların toplam nüfus içindeki ora­
nı yüzde 40'a yaklaşmıştır (İçduygu ve Sirkeci, 1999: 252) . Yurtdı­
şına göç eden nüfus özellikle Batı Avrupa ülkelerine yönelmiş ve
toplamda 805 bini aşmıştır. Ayrıca 150 bin kadar düzensiz göçmen
işçinin de bu dönemde yurtdışına gittiği tahmin edilmektedir (Mar­
tin, 1991 : 3) . Bu nüfusun bir kısmının da kırsal kökenli olduğunu6
düşünürsek, bu dönemdeki kırların boşalmasının çok daha büyük
boyutlarda olduğunu tahmin edebiliriz. Balkan ülkelerinde kalan

5 Anlaşma öncesi ve anlaşma çerçevesinde gerçekleşen göçler, ilgili yazında genelde ka­
rıştırılarak kullanılmıştır. Örneğin, Baldwin-Edwards (2006), Sirkeci ve İçduygu (2001),
Arı (1995) ve Mat (1932) .
6 Burada genel kanaatin aksine Ali Gitmez yurtdışına gidenlerin çoğunluğunun kent­

lerden sanayi işçileri olduğunun altını çiziyor (1983: 112) ancak yine de kırsal kökenli
göçmen işçilerin toplam içinde yüzde 45 dolayında olduğunu görüyoruz (Gitmez, 1983:
114) .

16
İbrahim Sirkeci

"bakiye" nüfusların Türkiye'ye göçlerinin bu dönemde 380 bin dü­


zeyinde gerçekleştiğini görüyoruz (Franz, 1994: 247) .
7) Misafir işçi ve aile göçleri dönemi (1975-1980) kırdan kente göçle­
rin devam ettiği bir zaman dilimine işaret etmektedir. Küresel enerji
krizine paralel olarak Avrupa'da düşen işçi gereksinimi yurtdışına
giden göçmen işçilerin Batı Avrupa'dan Arap ülkelerine doğru kay­
maya başlamasına yol açmıştır (İçduygu ve Sirkeci, 1998: 14) . Avru­
pa'ya göç aile birleşimleri kapsamında devam etmiş 1980'de bir bu­
çuk milyon düzeyine ulaşmıştır. 7 Balkan ülkelerinde kalan "bakiye"
nüfusların Türkiye'ye göçlerinin bu dönemde de yüzbinlerle ifade
edilecek düzeyde devam ettiğini görüyoruz (Franz, 1994: 247) .
8) Birinci kınlına dönemi göçleri (1980-2005) göç alan ülkelerde azalan
göçmen gereksinimi ve ülkedeki siyasi, etnik ve dini çatışma eksen­
lerinin dış göçe yansıması nüfus hareketleriyle belirlenirler. Bu dö­
nemdeki siyasi yurtdışına kaçışlar 1970'lerin sonuna dek uzatılabilir.
Ancak özellikle 1980 askeri darbesi sonrasında fazlasıyla arttığı bi­
linmelidir. 1980-85 arasında 105,480 Türk vatandaşı yurtdışında sı­
ğınma başvurusunda bulunmuştur (Sirkeci, 2006: 72) . Bu kaçışların
içinde yine 1970'lere uzanan ve sol muhalefetle büyük oranda örtü­
şen Alevi nüfusun yurtdışına kaçışı daha sonra Kürt mülteci akınları
ile örtüşmüş ve 2000'lerin ortasına dek devam etmiştir: Toplamda
750 binden fazla Türk sığınma başvurusu yapmıştır (Sirkeci, 2017:
144; 2006: 72) . Yine aynı dönemde 763 binden fazla sadece Arap
ülkelerine olmak üzere, eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Avusturalya
başta olmak üzere Avrupa dışındaki ülkelere göçler gerçekleşmiştir
(Kahraman vd. 2019: 118; Sirkeci, 2006: 65) . Bu dönemde Türkiye'ye
gelen göçlere, 1989 Bulgaristan göçüyle gelen 360 bin kadar mülteci
ve 1991 'de Saddam Hüseyin rejiminden kaçan 400 bin dolayında
Iraklı Kürt mülteci damga vurmuştur. Aynı zamanda bu dönemde
AB ile yakınlaşan ilişkilerine paralel olarak Türkiye'nin transit ülke
konumuna geldiğini de görüyoruz (İçduygu, 2015) . Türkiye'nin geçiş
ülkesi ve göç-iltica ülkesi olmaya evrilmesine paralel olarak düzensiz
göç artmış, özellikle 1995 sonrası yakalanan düzensiz göçmen sayısı
600 bini bulmuştur (Çağlar, 2011 : 9) .
9) Göç ve iltica ülkesine geçiş dönemi (2006-2015) üç göç örüntüsüyle
örte çıkıyor. Birincisi, 1960'lardan bu yana ilk kez Avrupa'dan Tür­
kiye'ye gelen göç, giden göç hacmini geçiyor. Önceki dönemde de

7 1980 yılına gelindiğinde, sadece, o zamanki adıyla, Federal Almanya'da 1,462,400

Türk vatandaşı yaşamaktaydı (Sirkeci, 2006: 72) .

17
·cöç Meselesi"

gördüğümüz geri dönen Türkiyeli göçmenlerin yanında ikinci ve


üçüncü kuşakların ve Türk kökenli olmayanların ülkeye göç ettik­
lerini görüyoruz (Sirkeci, Cohen ve Can, 2012: 175; Zeyneloğlu ve
Sirkeci, 2014) . İkincisi, Türkiye'nin transit ülke konumu devam et­
mekle birlikte, AB baskıları sonucu ülkede kalmak zorundaki göç­
men nüfus artıyor. Bu dönemde güvenlik güçlerince yakalanan dü­
zensiz göçmen sayısı 380 bini geçmiştir (Sirkeci ve Martin, 2014 : 9) .
Üçüncüsü ise, bu dönemde, lrak'ta ve Afganistan'da devam eden
çatışmalardan dolayı önceki dönemde tedrici olarak artan mülteci
nüfusuna, özellikle 2011 'de başlayan Suriye kriziyle, 4 milyona yakın
yeni mültecinin eklenişine tekabül eder (Yazgan vd., 2015; Sirkeci,
2017; Utku vd., 2017) . Bu bağlamda Türkiye'nin göç haritalarındaki
konumu ciddi anlamda değişmiştir.
lO)İkinci kırılma dönemi göçlerini (2016'dan günümüze) Temmuz
2016'daki darbe girişiminden başlatmak anlamlı olacaktır. Her ne
kadar ondan önceki bir kaç yılda da ülkedeki otoriterleşmenin ya­
rattığı insani güvensizlik ortamına karşılık bir kaçış başlamışsa da
darbe girişimi ile bu baskıcı ortam ve onun yarattığı etkiyle, özellikle
beşeri sermayesi ve sosyal sermayesi yüksek ve sektiler bir kesimin
siyasi sığınma talebi ve başka yollarla yurtdışına gittiğini görüyoruz.
Türk vatandaşlarının 2005'ten sonra ciddi biçimde azalan sığın­
ma başvuruları bu dönemde yeniden katlanarak artmıştır (Sirkeci,
2017) . Kısaca Ankara Anlaşması diye bilinen program çerçevesinde
onbinlerce Türkiyeli girişimci ve profesyonel Birleşik Krallık'a (ya da
İngiltere'ye) göç etmiştir (Bilecen, 2015; Sirkeci vd., 2016: 63) . 12 bin
dolayında süper zengin Türkiyelinin de bu dönemde ülkeyi terketti­
ği ileri sürülmüştür (Gal, 2019) . Bir önceki dönemde olduğu gibi bu
dönemde de özellikle mültecilerin nüfusu artmış, Suriyelilerin sayısı
3 buçuk milyonun üzerinde seyrederken diğer mülteci ve göçmen
nüfusların sayısının 5 milyonu aştığı tahmin edilmektedir.
Yukarıdaki modern dönemlerin hemen herbirinde dönemi ve nüfus hare­
ketlerinin niteliğini yansıtan siyasi bir konjonktür ve yasal çerçevenin var­
lığını da unutmamak gerekir. Örneğin Osmanlı'nın son dönemlerinde baş­
layan Pan-Türkist ve Turancı içegöç politikalarının Cumhuriyet döneminde
de evrilerek devam ettiğini söylemek mümkündür (Franz, 1994: 243-245) .
Son dönemlerde izlenen göç siyaseti ise daha ziyade Avrupa Birliği ile iliş­
kiler üzerinden belirlenmektedir.
Özellikle Osmanlı'nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında
yoğun göç akınlarına şahit olan Türkiye'de 1961 'den sonra misafir işçi an­
laşmalarıyla göç edenlere ve iç göçe odaklanan sınırlı bir yazın oluşturul-

18
İbrahim Sirkeci

muştur. Ancak yazından b ağımsız olarak mübadele, muhacirler, iç göçle


yer değiştiren milyonlarca nüfus, Afganistan, İran, Irak, Bosna gibi çatışma
bölgelerinden gelen göçler, ülkedeki gayri müslim azınlıkların tedrici ola­
rak yurtdışına göçü, Kıbrıs' a iskan hareketleri ve özellikle geri dönüşler
dahil Türkiyeli göç hareketleri düşünüldüğünde hem siyasi hem akademik
olarak son döneme kadar gündemde olmaması şaşırtıcıdır. Burada kastet­
tiğim şüphesiz, meseleye hiç değinilmediği veya çalışılmadığı değil çalışma­
ların oldukça sınırlı kalmış olmasıdır.
Ancak bu uzun göç tarihinden ülkenin hemen her dönem hem göç alan
hem göç veren bir ülke konumunda olduğunu anlıyoruz. Nüfus hareket­
lerindeki dalgalanmalara paralel olarak bu konuya ilgi de dalgalanmıştır.
Şimdi bu bağlamda alanın gelişimine kısaca göz atalım.

Göç Çalışmalarının Gelişimi


Göç çalışmalarına ilgi şüphesiz göç deneyiminin artışıyla doğrudan ilişkili­
dir. Tarih boyunca göçler arttıkça bu konuda kafa yoran insan sayısı da art­
mıştır. Burada özellikle Türkiye örneğine odaklanmak istiyorum. Özelikle
geçen yüzyılın ikinci yarısında yaşanan kentleşme ve bununla ilişkili olarak
Almanya'ya ve Batı Avrupa'ya gerçekleşen işçi göçleri Türkiye'de göç mese­
lesine ilgiyi artırmıştır. Ancak sanılanın aksine 1940'lardan itibaren ciddi
sayıda araştırmacı bu konuya eğilmiştir. Osmanlı nüfus kayıtları, göç ve
göçmenlerin yerleşimi konularındaki çok sayıdaki çalışmasıyla öne çıkan
iktisat tarihçisi Ömer Lütfi Barkan' ı milat olarak kabul etmek muhtemeldir.
Bu dönemde ayrıca Sadun Aren, Ali Tanoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Sami Ön­
gör ve Sabahattin Zaim gibi isimlerin göç üzerine çalışmalarına rastlıyoruz.
1960 sonrasında alanda ciddi bir genişleme olduğunu görüyoruz. Bunu
biraz 2011 'de başlayan Suriyeli göçü sonrası görülen genişlemeye benzete­
biliriz. Bunun temel nedeni kırdan kente göçte yaşanan artış ve Almanya
ve diğer Batı Avrupa ülkelerine yönelik işçi göçlerinin başlamasıdır. Bu dö­
nemde 40 civarında araştırmacı göç yazınına önemli katkıda bulunmuştur
ve bunların içine Ahmet Aker, Sevgi Aral, Oğuz Arı, Nermin Abadan-U­
nat, Margaret Cormeny, Leila Erder, Nusret Ekin, Ahmet Cevat Eren, Zi­
yaeddin Fahri Fındıkoğlu, Ayşe Gedik, Cevat Geray, Ali Gitmez, Ahmet
Gökdemir, Kemal H. Karpat, Gülten Kazgan, Ruşen Keleş, Mübeccel Kı­
ray, Cevdet Kösemen, Ayşe Kudat, Ned Levine, Paul J. Magnarella, Duncan
Miller, John M. Munro, Turhan Oğuzkan, Ferhunde Özbay, Yılmaz Özkan,
Kemal Özak, Mümtaz Peker, Rinus Penninx, Sezer Santemiz, Frederic
Shorter, İbrahim Şanlı, Bilal Şimşir, Belgin Tekçe, İlhan Tekeli, Mahmut
Tezcan, Orhan Tuna, Erol Tümertekin, Cavit Orhan Tütengil, Sunday Üner

19
·cöç Meselesi"

ve Samira Yener gibi isimleri koymamız gerekir. Bunlar arasında Nermin


Abadan-Unat alanda ilk sayılabilecek pek çok çalışması olmasının yanında
muhtemelen daha uzun soluklu ve düzenli olarak İngilizce'de de yayın yap­
mış olmasından ötürü öne çıkmıştır. Ruşen Keleş ve ekibinin Boğazlıyan
araştırması, Ali Gitmez'in işçi göçü ve geri dönüşler konulu araştırması ve
İlhan Tekeli ve ekibinin içgöçler araştırması bu dönemin iz bırakan çalış­
malarındandır.
1980'ler ve 1990'larda alan daha da genişlemiş ve ikinci kuşak diyebile­
ceğimiz öncekine göre daha geniş bir göç araştırmacıları grubu ortaya çıktı.
Bu dönemde göç alanında çalışan araştırmacıların sayısındaki artışla aynı
zamanda özellikle sosyoloji, demografi, coğrafya, ekonomi, hukuk ve ulus­
lararası ilişkiler gibi alanlarda çalışmaların ayrışmaya, silolaşmaya başladı­
ğını da görüyoruz. Türkiye'nin göç veren ülkeler arasında önemli bir yere
sahip olması ve yukarıdaki dönemlendirmede bahsedildiği üzere mülteci
göçleriyle de dışa göç hacminin artışına paralel olarak Türkiye'nin göç de­
neyimleri Türkiye dışından araştırmacıların da daha yaygın olarak ilgisini
çekmeye başlamıştır. Bu dönemde Türkiye ve göç konusunda hem Türkçe
hem İngilizce yayınların sayısının ve bu çalışmalara yapılan atıf sayılarının
bir kaç kez katlanarak arttığını gözlemliyoruz (Sirkeci ve Yüceşahin, 2014:
2) . Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etütleri Enstitüsü' nün Hollanda Demog­
rafi Enstitüsü ile birlikte gerçekleştirdiği, benim de araştırma ekibinde yer
aldığım Türkiye Uluslararası Göç Araştırması alanda kapsamlı ilk ulusal
araştırma olarak hatırlanmalıdır.
2000 ila 2010 arasında tedrici bir genişleme olduğu söylenebilir. Bu dö­
nemde de hem Türkiye'den hem de yurtdışından Türkiye ve göç konusuna
eğilenlerin sayısında sınırlı bir artış görülmüştür. Önemli sayıda doktorası­
nı yeni tamamlamış akademisyen alana girmiştir, ancak bu dönemde göç
çalışmalarının hala dar bir ilgi alanı olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde
göç konusununda sıklıkla işlendiği Nüfusbilim alanında ülkenin en eski
ve yetkin kurumu 1967'de kurulmuş olan Hacettepe Üniversitesi, Nüfus
Etütleri Enstitüsü'dür. Bilgi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi'nde kurulan
göç araştırma merkezleri alanın gelişimine önemli katkı sağlarken döne­
min sonuna doğru ve 2010 sonrası pek çok üniversitede göç araştırmaları
odaklı merkezler ortaya çıktı.
Muhtemelen siyaset ve göç araştırmaları için Türkiye'de 2011 yılı önem­
li bir dönüm noktası oldu. Suriye'de başlayan iç savaşla beraber, -beklenil­
diği üzere- kısa bir süre içinde komşu ülkelere kitlesel akınlar gerçekleşti.
Bunların yarıdan fazlasının Türkiye'ye yönelmesiyle, Türkiye'de uzun yıllar
göz ardı edilen göç meselesi ülkenin ana gündem maddelerinden biri oldu.
Bunun doğrudan yansıması olarak, göç konusunda çalışan akademisyen,

20
İbrahim Sirkeci

öğrenci, kamu ve özel sektörden uzman sayısında daha önce görülmemiş


bir artış yaşandı.
Örneğin, küçük bir toplantı niyetiyle 2011 'de hazırlıklarına giriştiğimiz
ve 2012'de ilki Londra'da Avrupa'da Türk Göçü konferansı8 beklediğimizin
kat kat üzerinde ilgi gördü. Daha sonra yıllık olarak tekrarladığımız Türk
Göç Konferansları serisine giderek artan ilgi ve katılım hem Türkiye'nin
göç deneyiminin hem de konuya ilginin arttığının doğrudan bir yansıma­
sıydı. Londra (2014), Prag (2015) ve Viyana'da (2016) gerçekleştirilen Türk
Göç Konferanslarında katılımcı ve sunulan bildiri sayıları 400'ün üzerine
çıkarken diğer ulusal ve uluslararası sosyal bilim kongrelerinde de Türkiye
üzerine çalışmalar ve Türkiyeli katılımcıların da benzer şekilde arttığını
gördük.
Alandaki bu genişlemenin sadece Türkiye'ye özgü olmadığının altını ye­
niden çizmemiz gerekiyor. 2010 sonrasında dünya'da göçmen sayıları radi­
kal bir biçimde artmasa da göç meselesinin gündelik ve siyasi söylemlerde
ve medyada fazlaca popüler olması bu ani patlamanın nedenlerindendir.
Suriye krizi Türkiye gibi pek çok başka ülkeyi de etkiledi. Lübnan, Ürdün,
Kürdistan Bölge Yönetimi, Mısır ve Yunanistan çok kısa sürede ülkeden
kaçan 7 milyon civarındaki Suriyeliye kapılarını açmasa bile aralamak zo­
runda kaldı. Avrupa'da yükselen göç karşıtı havaya tezat biçimde aniden
artan mülteci sayıları ciddi bir uluslararası göç politikası krizi yarattı (Sir­
keci vd., 2018) . Bu durum hükümetleri, ulusötesi kuruluşları, sivil toplum
kuruluşlarını ve özel sektörü göç ve mülteciler üzerine stratejiler üretmeye
yönlendirdi. Her ne kadar akıldışı görünse de göç çok köklü kararların da
önemli nedeni haline geldi. Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden çıkışı
buna iyi bir örnektir (Taggart ve Szczerbiak, 2018; Burrell vd., 2019) . Do­
layısıyla göç meselesine ilgi dünyada da Türkiye'de olduğu gibi hem genel
olarak hem de akademide arttı.
Bu genişlemenin etkisini alan yazınında görebiliyoruz. Örneğin, göç
yazınında en çok tanınan ve eski dergilerden biri olan Migration Letters'ı
kurduğumuz 2003 yılında göç konusunu başlığına taşıyan sadece 5-6 tane
dergi varken, bugün göç konusuna eğilen seçkin dergilerin sayısı bile
20'nin üzerindedir (Sirkeci vd., 2017: 397) . 20 yıl önce ticari yayınevlerinin
yaklaşmadığı bir alan iken, bugün hemen hemen tüm ciddi uluslararası ya­
yınevlerinin göç meselesine yoğunlaşmış en az bir tane dergi yayımladığını
görebiliyoruz.
Aynı dönemde Türkiye'de de 2013'de Göç Dergisi9 Türkçe'de ilk ulus­
lararası hakemli göç araştırmaları dergisi olarak kuruldu ve ilk sayısını

8 Bakınız : https://www.migrationconference.net/archive/
9 Bakınız: www.gocdergisi.com.

21
·cöç Meselesi"

2014'te yayımladı. Ardından 2015 yılında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü


tarafından Göç Araştırmalan Dergisi ve 2016 yılında Mülteci Hakları Derne­
ği tarafından Middle East ]ournal of Refugee Studies yayımlanmaya başladı.
Migration Letters, International Migration ve Comparative Migration Studies
gibi önemli uluslarası göç dergilerinde de Türkiyeli editörlerin görev aldı­
ğını görüyoruz.
Hem göç hacmindeki hem de ilgideki bu genişlemenin göç meselesini
anlama çabasında neye karşılık düştüğünü de irdelememiz gerekli.

Göçün Tanımı, Terminolojisi ve Teorisi


Göç hacminin büyümesi, doğrudan göç etme teknolojilerinin gelişimiyle
ilgilidir. Son 30 yılda ulaşımın ve iletişimin kalitesinin artışı, ucuzlaması ve
yaygınlaşması göç etmeyi kolaylaştırmıştır. Küreselleşme süreci (içsel di­
renciyle birlikte) göç deneyiminin yaygınlaşmasına da yol açmıştır. Göç de­
neyiminin yaygınlaşması "göç kültürleri" oluşturur ve göçün devamlılığını
ve artmasını sağlar. Ancak pek çok çalışmada benim de başka arkadaşların
da belirttiği üzere göçlerin altında yatan ve tarihsel olan asıl dinamik ne­
den çatışma ve güvenlik kaygısıdır.10 Ancak uluslararası göç yazınında da
Türkçedeki yazında da göçün çok basitleştirilmiş bir biçimde itme çekme
modeliyle açıklandığı ve bu çalışmalarda çoğu zaman liberal yaklaşımın ha­
kim olduğu görülür (Cohen ve Sirkeci, 2016) . Bunun iki nedeni olduğunu
düşünüyorum: Birincisi, alanda öne çıkan yazarlar ve hocaların ideolojik
konumlanışları hem bunların hakim olduğu yayınlar üzerinden hem de
yetiştirdikleri doktora öğrencileri üzerinden bu görece liberal bakışın yay­
gınlaşmasında etkili olmuştur. İkincisi ise, kanaatimce, okuma ve düşün­
me tembelliğidir.
Enteresan biçimde göçün "en temel" nedenleri diye söze girilen tar­
tışmalarda dahi menşe ülke veya alanlardaki bir takım zorluklara vurgu
yapıldıktan sonra, göç eden kişilerin kendi istek ve arzuları doğrultusunda
bir takım cazip ülkelere göç ettikleri biçiminde bir algının yaygın oldu­
ğunu görüyoruz. En sık kullanılan terimlerden biri de bu "itme-çekme"
modeli. Yazında "yeni" veya "yenilikçi" diye anılan çalışmalar dahi en fazla
bunun yanına arzular, hevesler, hedefler ("aspirations") ya da "dönüştü­
rücü" etki gibi kavramları eklemenin ötesine gitmez. Bu bağlamda genel
bir teori oluşturma kaygısı olsa da göç meselesinin çok yönlü doğasından
da kaynaklanan karmaşık yapısı karşısında parçalı ve kısmi kuramsal yak­
laşımların genel olarak kabullenildiğini görebiliriz. Pek çok çalışmada şu

1° Kaynakça yer alan özellikle Sirkeci ve Cohen imzalı metinlerin çoğunda bu tartışma
yürütülmüştür.

22
İbrahim Sirkeci

veya bu eşitsizliğin işlendiğini görmemize karşın bunların uygun ideolojik


çerçeveden bağımsız olarak tartışıldığını ve dolayısıyla da hep bir ayağının
havada kaldığını görüyoruz. Kendilerini Marksizm ile tanımladığını düşü­
nen yazarların dahi ekseriyetle bir liberal yanılsamanın içinde kaldıklarını
görüyoruz.
Burada bir parantez açıp iki perspektifin ortaya çıktığını belirtmek ge­
rek. Birincisi göç meselesine daha çok akademik kaygılarla yaklaşarak si­
yasi ve kişisel tercihleri bir kenara bırakanlar. İkincisi meseleyi bir aktif
siyaset alanı içinden görenler. İkinci grupta "sol" eğilimli, sınırların açık
olmasını, göçmenlere eşit muamele gösterilmesi gerekitğini ve benzeri ar­
gümanları sıklıkla işleyen "liberal" yaklaşım hakimdir. Ancak entellektüel
etkisi daha az olsa da siyasette daha çok karşılık bulan, kabaca, göçmen
karşıtı veya göçün kontrolü üzerine odaklanan "sağ" ve liberal veya mu­
hafazakar bir duruşun da önemli yeri vardır. Kendilerini siyasi yelpaze­
nin neresinde tarif ettiklerinden bağımsız olarak iki yaklaşım da liberal
bir bakışla göçü bir anlamda "piyangolaştırır" .11 Göç sonucunda herkesin
ulaşabilme ihtimali olan bir "rüyası" vardır. Amerikan veya Alman veya
Türk rüyası olması önemli değildir. Önemli olan gidilen ülkede elde edile­
cek işler, paralar, mülkler, eğitim, zenginlik ve refahtır. Göçmen aktörler
bunun peşindedir. Gidilecek ülkeye odaklı bu yaklaşım gerçekte göçmen
karşıtı ve yabancı düşmanı siyaseti de besler ve aşırı sağ siyaset bu anlayışa
dayanır; göçmenlere karşı bu "zenginlikleri" koruma duygusunu kaşıyarak
gelişir. Buna karşı geliştirilen göçmenlerin ekonomiye, kültüre vesaire kat­
kılarının büyük olduğu argümanı da aynı liberal yaklaşımla örtüşür.
Büyük mülteci krizleri bu düşünce zincirini kırmak için fırsat sunar an­
cak orada da liberal ("vakıfçı" ya da belki de "zekatçı" denilebilir) söylemi
görürüz. Yani kapımıza dayanmış olan bu mağdur insanlara kucak açıp
elimizdekini paylaşmamız gerekir. Bu paylaşımın da geçici süreli insani
bir yardım olduğunun altı çizilir. Halbuki karşımızdaki göç veya mülteci
meselesi yaygın ve uzun soluklu sistematik ve yapısal bir sorunun patlama­
larından biridir. Castles ve Kosack (1973), Rex, Portes, Wallerstein, Cohen
gibi göç araştırmacılarının erken yazıları çatışma kuramından daha çok
etkilenmiştir. Hugo'nun çalışmaları bu bağlamda köprü kurmaya yaraya­
bilir, ancak risklerini kontrol etmeye çabalayan akılcı liberal birey pence­
resinden bakmaya devam eder (Hugo, 1987) . Türkiye'de de Çağlar Keyder
ve Ali Gitmez gibi araştırmacılar göçü benzer bir çerçeveden tartışmışlar;
hem merkez-çevre ilişkisini, hem de sınıf, eşitsiz kalkınma, yoksulluk gibi
kavramları öne çıkarmışlardır. Ancak yakın dönem yazında ne Marksist

11
Bakınız: 'Göç Piyangolaştırılıyor' T24'te Murat Şevki Çoban'ın İbrahim Sirkeci ile
röportajı, Link: https://t24.com. tr/k24/yazi/ibrahirn-sirkeci,2242.

23
"Göç Meselesi"

ya da neo-Marksist çatışma kuramının ne de sistemler kuramının pek faz­


la anımsanmadığını, tartışmanın çok dar ve kısır bir alana sıkıştığını be­
lirtmek gerek. Bunda yaygın kullanılan terminolojinin de etkisi olduğunu
düşünüyoruz. Türkçe'de göç biraz daha açık uçlu bir süreç olarak gerçeğe
yakın ifade edilebiliyorsa da İngilizce "migration" aynı açık uçlu süreç an­
lamını yansıtmaktan uzak. Bunun yanına göçmenler ve mülteciler, ekono­
mik ve ekonomik olmayan göçmenler, zorunlu ve zorunlu olmayan göç gibi
ayrımları da eklediğimizde göç meselesini tutarlı ve kapsamlı bir çerçevede
tartışmak mümkün değil.
Biz bu yüzden çalışmalarımızın çoğunda özellikle nüfus hareketliliği
ve hareketli nüfuslar gibi kavramları kullanarak göçün dinamik bir süreç
olarak algılanmasını ve tartışılmasını teşvik etmeye çalıştık. Çünkü yaygın
olan yazın bu ucu açık, ileri geri çok sayıda göç etme ihtimal ve gerçeğini
gösteren çalışmalar içerse de genel olarak olarak durağan yani A yerinden
B yerine en az şu kadar süreliğine gitmek tanımını esas almakta. Jeff Co­
hen'le bunu daha yaygın mecralarda tartıştık.
Çatışma ve göç kültürleri modeli ile biz göç tartışmalarına hem aktörleri
(agency) hem de yapısal (structural) unsurları dinamik biçimde yeniden
entegre etmeye çalıştık. 2019'da Türkçe'de yayımlamış olduğumuz 3K ve
4S modeli konulu çalışmamız bu yaklaşımın süzülmüş bir kuramsallaştır­
masını ampirik verilerle ortaya koymaktadır (Bakınız: Sirkeci, Utku ve Yü­
ceşahin, 2019) . Çok kısa özetlemek gerekirse, göç ve çatışma modelinde
öncelikle mikro, mezzo ve makro düzeylerde çeşitli çatışmaların var oldu­
ğunu tespit ettik. Bu çatışmalar, basit anlaşmazlıklardan, gerilimlerden, iç
savaşlar ve savaşlara dek uzanan bir yelpazede gözlemlenebilir. Basit geri­
limlerden savaşlara doğru giden spektrumda çatışmanın şiddeti arttıkça
Suriye krizi örneğindeki gibi kitlesel akınların olma ihtimali artar. Ancak
belirleyici olan bu çatışmaların bireyler ve gruplarca nasıl algılandığı ve ne
tür stratejilerin geliştirildiğidir. Herkes her çatışma durumunu aynı dere­
cede bir "insani güvensizlik" (human insecurity) olarak algılamıyor ve bu
yüzden bazı insanlar göç ederken diğerleri göç etmiyorlar. Bu noktaya az
sonra geri döneceğiz.
Çatışmalar ülkeler arasındaki siyaset uyuşmazlıklarından kaynaklana­
bilir, gruplar arası uyuşmazlıklardan kaynaklanabilir ve/veya bireyler arası
uyuşmazlıklardan kaynaklanabilir. Göç etmeye kadar varan tepkilere yol
açabilen bu çatışmalar genel olarak bir veya birden çok eşitsizlik durumu­
nu yansıtırlar. Bu kalkınma eşitsizlikleri olabilir, gelir eşitsizlikleri olabilir,
kamu hizmetlerinde eşitsizlikler olabilir. Bunları genel olarak "Kalkınma/
Ekonomi Açıkları" başlığı altında toplayabiliriz. Siyasi pratiklerde ve norm­
larda eşitsizlikler olabilir. Kadınlar, LGBTI+, etnik veya dini grupların tem-

24
İbrahim Sirkeci

siliyet mekanizmalarında yer almasında eşitsizlikler olabilir. Bunları "Ka­


tılım/Demokratik Açıklar" başlığı altında toplayabiliriz. Son olarak "Kitle/
Nüfus Açıkları" dediğimiz kategoride nüfus yapısında özellikle genç ve
yaşlı grupların eşitsiz dağılımından kaynaklı bir göç baskısı olabileceğini
vurguluyoruz. 3K diye kısalttığımız bu model ile insani güvensizlik kay­
naklarını tespit ediyoruz.
Yukarıda bahsettiğim gibi çatışmalar, bazılarında dayanılmaz bir insa­
ni güvensizlik algısı yaratırken diğerlerinde daha hoşgörülebilir sıkıntılar
olarak algılanabiliyor. Ancak bu insani güvensizlik durumunu göç etme
ihtiyacı uyandıracak kadar sert algılayanların da sadece bir kısmı göç edi­
yor.1 2 Bu nedenle Gallup'un World Poll çalışması gibi pek çok göç niyeti
araştırmasında çıkan sonuçlar gerçekleşen göç oranlarının çok altındadır.
Bunun nedenlerini de 4S modeli ile açıklıyoruz. Göç etmek maddi ve ma­
nevi maliyeti yüksek olan bir davranıştır. Dolayısıyla göç edebilmek için
bazı yeterlilikler ve imkaanlara sahip olmak şarttır. Öncelikle mali sermaye
gereklidir. Parası olmayan göç edemez. Çünkü pasaport, vize, bilet veya
kaçakçıların bir maliyeti vardır. İkinci olarak beşeri sermaye gereklidir. Dip­
lomalar, sertifikalar vs yanında dil bilmek, yol yordam bilmek önemlidir.
Üçüncü olarak sosyal sermaye gereklidir. Tanıdığınız kişiler, üye olduğunuz
dernekler, partiler vs göç etmenizi kolaylaştırır. Dördüncü olarak fiziki ser­
maye (bedensel sermaye) gereklidir. Fiziki olarak göç edebilecek durumda
olmanız gerekir. Bu yüzden göçmen nüfuslar içinde çok sınırlı sayıda en­
gelli insan görüyoruz. 4S insanların bir yerden bir yere gitmesini ve yerleş­
mesini mümkün kılar ve kolaylaştırır.
Göç kültürleri modeli birikimli nedensellik modeli üzerine inşa edilmiş­
tir. Kısaca bir yerde göç deneyimi yaygınlaştıkça ve insanların göç deneyi­
mine aşinalıkları arttıkça zaman içinde göç kültürü oluşur. Bu göç kültürü
göç etmenin insani güvensizlik karşısında önde gelen bir strateji olmasına
yol açar. Dahası göçü tetikleyen insani güvensizlik kaynağı olan çatışmalar
ortadan kalksa bile göç etme davranışının devam etmesine yol açar. Bu
modelin detayları için de Göç Kültürleri kitabımıza bakılabilir (Cohen ve
Sirkeci, 2011) .

SonuÇiar ve Olasılıklar
Burada kabaca üç temel konuya değindik: Türkiye'nin göç deneyimleri,
göç çalışmaları alanının genişlemesi ve göçün kavramsallaştırılması. Bu üç
konunun etkileri bizim için önemli.

12
Bu algı ve gerçeklik ve aşağıda bahsettiğim dört sermaye unsurunun etkisi Bour­
dieu' nün habitus kavramıyla ilişkilendirilebilir (Bkz. Bourdieu, P. (1988: 782, 786) .

25
"Göç Meselesi"

Bugün geldiğimiz noktada öncelikle göç meselesi ile ilgilenen entelektü­


el camianın hem dünyada hem Türkiye'de bu kadar genişlemiş olmasından
mutluluk duymamız gerek. Bu, meseleyi daha iyi anlamamızın yanında,
daha çok veri üretimi, analiz ve kuramsallaştırma çabası anlamına geliyor.
Bunu yaparken Türkiye'nin genel kanaatin ve göç çalışmalarının yoğunlaş­
tığı alanların aksine çok daha geniş bir tarihsel dönemi kapsadığını hatır­
lamamız gerekiyor. Bugünkü Suriyelilerin göç ve yerleşme deneyimlerinin
kategorik olarak mübadillerden veya Safardilerden çok uzak olmadığını
görmemiz gerek. Yani çalışılması gereken alan çok daha geniş.
Göç çalışmaları alanının kalabalıklaşması tek başına olumlu görülebilir­
se de, çalışmaların çok dar biçimde son dönemdeki Suriyeliler konusuna
odaklanması aslında bir dezavantaj . Bu dezavantajı daha da büyüten bir
konu ise yöntem bilgisinin yetersizliği veya göz ardı edilmesi. Son yıllarda
yapılan anket çalışmalarının haddi hesabı yok ve bu çalışmaların maale­
sef çok büyük bir kısmı, çok popüler olanlar dahil, özensiz oluşturulmuş
soru kağıtlarından ibaret. Ölçek geliştirme, pilot çalışma gibi kavramlar
neredeyse tedavülden kalkmış durumda. Matematiksel yöntemleri bilen ve
hakkıyla uygulayan araştırmacılar eskiden de az bulunurdu ve bu durum
değişmiş değil. Ancak yaygın biçimde kantitatif yöntemleri "tu kaka" ilan
eden bir tavır da maalesef başka bir yanlışı ve muhtemel cehaleti yansıtı­
yor. İstatistikler yalan söyleme yöntemleri değildir ve istatistiki yöntemleri
kullanarak çok güvenilir analizler yapabilirsiniz.
Nitel araştırma yöntemleri ile çalışma yaptığını ileri süren pek çok çalış­
mada da aynı özensizliği görebilirsiniz. Nicel araştırma yöntemlerini 'seve­
memiş' ve istatistik dersinden 'hoşlanmamış' pek çok kişinin odak grup ya
da nitel görüşme yapacağım diyerek yola çıkıp sonra karşımıza 20 kişinin
çapraz tablosuyla geldiğini çok sıklıkla görüyoruz. Buna da her ne kadar
0nitel sonuçların sayısallaştırılması (quantification)" şeklinde bir kavramla
yaklaşılsa da hoşgörülebilirliği oldukça tartışmalıdır.
50 yıl önce çözülmüş bir mesele olmasına karşın, Türkiye'de henüz
emekleme aşamasında olan nitel ve nicel araştırma yöntemlerini birlikte
kullanma anlamına gelen karma yöntem özellikle göç gibi konularda ken­
dini dikte eden metodolojik bir yaklaşımdır. Daha geniş ekiplerle çalışmak
ve bu tarz grup çalışmalarının teşviki bu yönde önemli bir değişime yol
açabilir. Örneğin, AB araştırma programlarının kendi içinde eleştirilebi­
lecek ahlaki ve bilimsel sorunları olabilir. Fakat nedeni farklı olsa da çok
ortaklı proje vurgusu, bu anlamda daha zengin çalışmaların yapılmasına
neden olmuştur.
Bu noktada tabii ki bilim insanları ve 'proceciler' şeklinde bir ayrım da
mümkün olabilir. Pek çok konuda araştırma fonu sağlayan bir kuruluş en

26
İbrahim Sirkeci

nihayetinde 'sokaktaki insanın' anlama kapasitesine hakaret kıvamında ra­


porlar beklediği için ve bizim tabi olduğumuz bilimsel yöntem rejimlerine
tabi olmadığı için, ikinci gruba düşen araştırmacılar da bu hassasiyetlerden
uzaklaşıyor olabilirler. Araştırma araçlarının çoğu zaman yeterince gelişti­
rilmediği ve hatta yanlış kurgulandığı pek çok çalışmaya ratlayabiliyorsu­
nuz. Araştırma araçları yetersiz dizayn edilmiş çalışmaların haliyle analiz­
leri de aynı derecede sınırlı olmaktadır. Çoğu zaman bu analiz kısmının
altalta dizilmiş bir kaç frekans tablosu veya görüşme alıntısından ibaret
olduğunu maalesef gözlemliyoruz. Açık veri kaynaklarına doğru hızla iler­
lediğimiz bu dönemde bu 'proceci' araştırma koleksiyonunun -en azından
akademideki etkisinin- azalacağını umuyorum.
Çalışmaların kalitesi ve içeriği konusunda veri kaynağı sorunu öteden
beri devam etmektedir. "Büyük Veri" (Big Data) meselesi çok fazla günde­
me gelse de göç araştırmalarının önünü açacak büyük veriler henüz ortada
yok. Türkiye İstatistik Kurumu'nun yıllardır süren iyileştirme çabalarına
karşın özellikle uluslararası göç veri kayıtları konusunda hala çok sıkıntı
yaşanmakta. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü de bu konuda görece düzenli
özet grafikler ve tablolar yayınlamak dışında pek bir iyileşmeye yol açama­
dı. Son olarak KOVİD-19 pandemisi için insan hareketliliğine dair veri set­
leri yayımlayan Google gibi şirketlerin sağladığı veriler de hfila soru işareti.
Bazı eğilimler ve örüntülerin ipuçları bulunabilse de kaliteli bir nüfus sayım
datasından elde edebileceğiniz sonuçların kalitesinden hala çok uzakta bir
yerde duruyoruz.
Bu noktada yapılan araştırma ve yayınlarda gözlemlediğimiz bilimsel
ahlak sorunlarına da değinmek gerekli. Hem çeşitli dergilerin editörü hem
de üretken bir göç araştırmacısı olarak maalesef pek çok çeşidine şahit
olduğum bilimsel ahlak sorunları konusunda ciddi eğitim ve bilgilendirme
ihtiyacı olduğu kesin. Bu sorunun nedenlerinden biri de akademinin parti
politikasının akademiye fazlaca sirayet etmesinden kaynaklanıyor. Örne­
ğin bazıları, "şu Kürtçü", "bu Sorosçu", "bu Fetöcü" ve benzeri gerekçeler­
le çalışmalarının atıflarını seçebiliyorlar. Burada pedantik olmanın anlamı
yok ancak atıf yapmamızın nedeni bizden önce yapılmış işlere kredi verip
onları çalmadan üzerine inşa etmek ve onlar üzerinden sorunsallaştırdı­
ğımız meseleyi tartışmak. Bu "Anadolu üniversiteleri" daha yaygın olarak
görülse de büyük şehirlerin elitleri de maalesef bu sorundan azade değil.
Bunun yanında kişisel husumetler üzerinden aynı seçiciliği yapanları da
görüyorsunuz. Hatta bunların bir kısmı çok detay stratejilerle hasımları­
nı "silmeye" çalışıyorlar. Bunu yapanların bilim insanlığı tartışılabilir belki
ancak bunu gerçek olduğunu görmek ve üzerine gitmek gerek. Bunun en
önemli tedbirlerinden birisi, bilimsel hakemlik kurumunun oturtulması-

27
·cöç Meselesi'

dır. Bilimsel üretim sürecinin geniş bir kolektif faaliyet olduğunu unut­
madan, yani hakemlerin de yazarlar gibi önemli katkıda bulunduğundan
emin olan bir sistemik yaklaşım gereklidir. Bunun bir yolu hakemlik faali­
yetlerinin desteklenmesidir.
Son olarak önümüzdeki dönemde göç çalışmaları ve göç meselesi ile il­
gili beklentilerimize değinelim. KOVİD-19 pandemisi nedeniyle göç mese­
lesinin daha çok insani güvenlik ve ulusal güvenlik kavramlarıyla yanyana
geleceğini beklemek çok yanlış olmayacaktır. Süreçte şu ana kadar ortaya
çıkan ipuçları, yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığının ve dolayısıyla
nefret suçlarında bir artış görüleceğini gösteriyor. Göç etme ve vize kri­
terlerinin daha kısıtlayıcı hale geleceği ve göç etme maliyetinin artacağı­
nı öngörebiliyoruz. Bu düzensiz göçlerde önemli bir artışa yol açacaktır.
Dünya çapında göç araştırmacılarının bu konulara yöneleceğini tahmin
edebiliriz. Türkiye'de ise Suriyeliler meselesinin uzunca bir süre daha göç
çalışmalarının odağı olmaya devam edeceği kesin. Göç ve uyum meselesi
Suriye krizinin başından beri gündemdeydi ve öyle olmaya devam edecek.
İç göç, göçmen dövizleri gibi konular uzun süredir çok az araştırmacının
ilgisini çekiyor ve bu alanlara yönelmek gereklidir. İnsani güvenlik ve gıda
güvenliği temalarının ciddi olarak işlenmesi de yakın dönemde daha çok
gündeme gelecektir.

Bu Sayıda
"Göç Meselesi" özel sayısında sizlere 20 yazardan 14 çalışma sunuyoruz.
Bunların bir kaç tanesi özel sayıya gönderilen çalışmaların doğrudan kap­
samadığı ancak bizim önemli olduğunu düşündüğümüz konularda İngiliz­
ce' den tercüme edilmiş makaleler. Bu sayıda Türkiye'deki Suriyeliler konu­
sunu dışarıda bıraktık. Böyle bir özel sayıda, yer sınırlamasını da dikkate
alarak, hakkıyla ve kapsamlı olarak Suriyelilerin göçünü ele almamız müm­
kün olmayacaktı. Bu konuda halihazırda ben de dahil pek çok araştırmacı
çok çeşitli çalışmalar ve derlemeler yaptılar (Örneğin bakınız: Migration
Letters özel sayısı: Yazgan vd., 2015; Utku vd., 2017; Kartal ve Manço, 2018;
Yaylacı, 2019) .
Karsten Paerregaard 2019 Haziran ayında İtalya'nın Bari kentinde dü­
zenlediğimiz göç konferansında bugün KOVİD-19 pandemisinin yarattığı
ortama da ışık tutacağını düşündüğüm etkileyici bir anahtar konuşma yap­
tı. Bu konuşma metni üzerinden hazırladığı makale de daha sonra Migra­
tion Letters dergisinde yayımlandı. Korkuyu Anlamak: Yabancı Düşmanlığı,
İklimfobi ve Robofobi Kavşağında Terk Edilmişlik Duygusunun Yaratımı maka­
lesinde Karsten'in popülizmler üzerinden gelişen göç karşıtlığı ve göç üze­
rinden geliştirilen tehditleri ve öfke iklimini tartışıyor.

28
İbrahim Sirkeci

Per Bauhn'un Evrenselci Haklar ve Tikelci Yükümlülükler: Mülteciler Örneği.


başlıklı makalesini de aynı saikle bu özel sayıya aldık. Karsten'in bahsetti­
ği iklimde düşmanlığa paralel gelişen parayla satılan vatandaşlık piyasası
karşısında yeniden düşünmemiz gereken evrensel haklar meselesi bugün
bir kez daha ve çok daha sert bir siyasi iklime girerken önem kazanıyor.
Bauhn mültecilerin insan olarak haklarının vatandaşı oldukları ve olmadık­
ları ulus devletler tarafından gözardı edilmesine dair önemli bir tartışmayı
sürdürüyor.
Adrian Bailey aynı tartışmayı vatandaşlık ve ulusa üyelik ekseninde
devam ettiriyor ve göçmenlerin karşılaştığı korunmasızlıklar üzerinden
ulusötesi çerçevede sorguluyor. Zaman ve mekanda süregiden eşitsizlikler
üzerine yine zamandan bağımsızlaşmış çok yerinde bir tartışmayı okurla­
rımıza sunuyoruz.
Batının Ötesinde Vatandaşlığa Geçiş Politikalan başlıklı makale ile Tobias
Schwarz ulusa üyelik ve vatandaşlık tartışmalarına kapsamlı bir eleştirel
yazın incelemesi ile katkıda bulunuyor. Burada özellikle vatandaşlığa ge­
çiş süreçlerine ve bunun ölçütlerine ilişkin sorgulamayı Batı-merkezci ve
Batı'daki araştırmaların hegemonyasına işaret ederek sürdürüyor. Aynı
minval üzre, Dani Kranz vatandaşlar ve devletler arasındaki çatışmaları
ve yakınlaşmaları inceliyor. Muhtemelen bu konuda pek benzeri olmayan
İsrail örneği üzerinden eğilen Kranz, diyaspora politikası, diyasporaların
İsrail devleti ve siyasetine dair tavır ve tutumları üzerine zengin gözlemler­
le dolu bir çalışma sunuyor.
Deniz Utku Eroğlu ve Okan Akpınar Türkçe'de çok az işlenmiş bir konu
olan çevresel göçmenlik ve ilgili yasal çerçeveleri eleştirel bir gözle inceli­
yor ve çok isabetli bir biçimde bunu insani güvensizlik çerçevesinden tar­
tışıyorlar. Bu tartışmanın KOVİD-19 krizi ile daha da önem kazanacağını
düşünüyorum.
Avni Önder Hanedar ve Sezgin Uysal yukarıdaki dönemlendirmede de
üzerinde durduğumuz 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'ndan Amerika
Birleşik Devletleri'ne göç hareketlerini göçün tarihsel olarak hiç değişme­
yen dinamik yönleriyle inceliyorlar. 1900 dolayında göç etmiş Türkiyeli­
lerin 10 yıl zarfında yüzde 80'inin geri dönmüş olması dönemin siyasi ve
ekonomik durumunu yansıtması açısından da önemli. Hanedar ve Uysal
bu tartışmayı emek piyasası ile ilişkilendiriyorlar.
Türkiye'deki Yahudi azınlık hem sayıca çok küçük olmasından ötürü
hem de genel olarak komplo teorilerinde çok kullanılan bir unsur olduğu
için ilgi uyandıran bir konu. Ancak hem tarihsel Yahudi göçleri hem de
Cumhuriyet yıllarının ilk yarısına denk düşen 'millileşme' çabasına para­
lel gelişen Yahudi göçleri aslolarak yukarıda kısaca bahsettiğimiz çatışma

29
"Göç Meselesi"

modeli önermelerine çok uyan tipik göç vakalarıdır. Emre Kurt Tek Parti
Döneminde Türk Yahudilerinin Zorunlulaşan Göçleri yazısında 1914 ila 1955
arasındaki 'kaçışı' temiz bir analizle bize sunuyor.
Ardından gelen makaleler emek piyasasındaki en korunmasız bir gru­
ba odaklanıyor: Ev hizmetlerinde çalışan kadın göçmenler, Ahmet Ceylan
ve İsa Uslu'nun Göçün Kadınlaşan Yapısı ve Türkiye: İzmir'de Ev Hizmetlerin­
de Çalışan Kadın Göçmenler ve Gülten Deniz, Firdevs Büşra Kaluç ve Hilal
Uysal'ın İstanbul'da Ev ve Bakım Hizmetlerinde Çalışan Filipinli Kadınlar: Göç,
Emek ve Gündelik Hayat başlıklı makalelerinin konusu. İzmir' de çok sınırlı
sayıda göçmen kadınla yapılan ancak oldukça zengin bir deneyimi kayıt
altına alan birinci çalışma korunmasızlığın özellikle bu büyük oranda kayıt
dışı sektörde ulaştığı boyutu ortaya koyuyor. İstanbul'da 1 2 Filipinli kadın
göçmen işçinin ev hizmetlerinde çalışma deneyimleri ve aracı aktörlerin
görüşlerini birlikte sunan ikinci çalışma da Filipinlerdeki insani güven­
sizlik karşısında Türkiye'ye uzanan göç deneyimlerini aktarıyor. Buradan
uluslararası yazından da bildiğimiz süreçlerin aynı biçimde neredeyse me­
kandan bağımsız yaşandığını görebiliyoruz. Bu kadınların deneyimlerin­
deki aile stratejilerini işaret eden vurgular ve geçicilik vurgusu özellikle
göze çarpıyor.
Berrin Çalışkan'ın "Serbest Göçler Ülkesi'nde" Arnavutlar başlıklı maka­
lesi bir yandan göç tarihinin eskiliğini hatırlatırken genelde mübadele veya
Balkan göçleri başlıkları altında kaynayıp giden bir etnik gruba dikkatimizi
çektiği için önemli. 1928 ila 1958 arasında doğmuş 15 Arnavut göçmenle
yapılan görüşmeler hem siyaset ve kültür üzerinden göçün tetikleyicile­
ri olan çatışma ve insani güvensizliğe göndermeler yapan hem de göçten
soma Türkiye'de yaşanan ve yasal çerçevedeki dalgalanmaları da yansıtan
güvensizlik deneyimlerini sergileyen ilginç bir çalışma.
Somaki üç makale bize İngiltere, Norveç ve Almanya örnekleri üzerin­
den Türkiyelilerin diaspora çeşitliliğini de yansıtarak uyum ve göç dene­
yimlerini aktarıyor. Türkiye'den İngiltere'ye göçün nedenlerini Londra'da
27 göçmenle gerçekleştirdiği yüzyüze görüşmeler üzerinden inceleyen
Fethiye Tilbe, Göç ve Çatışma Modeli çerçevesinden gördüğü 'çoklu çatış­
malar' kavramıyla yeni bir açılım sunuyor. Tilbe "Türkler, Kürtler, Aleviler,
Sünniler ve diğerleri" diye sıraladığı diasporada çok gördüğümüz kimlik
hatları arasında insani güvenlik arayışı üzerinden bir ortak alan çıkarıyor.
Makalesine "Bu makalenin temel çıkış noktası, benim de Norveç'te yaşa­
yan bir göçmen olmamdır. Henüz kalıcı oturum başvurusunda bulunma­
mış, ülkede ne kadar yaşayacağına karar vermemiş ancak ülkenin anadilini
öğrenmenin çalışma hayatı ve günlük hayat için yararlı olacağına karar ver­
miş bir göçmen olarak katıldığım dil kurslarındaki ve hayatın farklı alanla-

30
İbrahim Sirkeci

rındaki deneyimlerim" diye başlayan Meltem Yılmaz Şener hem göçmen ve


göç araştırması yapanların deneyimlerine ayna tutarken, genel göç ve gün­
delik hayatta uyum pratiklerini ve siyasetini de içerden bir dille irdeliyor.
Caner Aver ve Atakan Durmaz "ikinci vatan" Almanya'daki eğitimli Türk­
lerin göç eğilimlerini 1200'den fazla kişiyle yaptıkları bir anket çalışması
üzerinden inceliyorlar. Tasvir edici nitelikteki bu çalışma da 2015-16 gibi
kritik bir zaman dilimindeki durumu kayıt altına aldığı için önem taşıyor.
Göç Meselesi özel sayısında hem bazı temel meseleleri hem de ilgili
bazı vaka çalışmalarını sizlerin takdirine sunuyoruz. Özellikle içinde bu­
lunduğumuz Pandemi ile belirlenmiş küresel durumun nüfus hareketliliği
açısından ciddi dönüşümler ve maalesef olumsuz gelişmelere gebe oldu­
ğunu hissettiğimiz siyasi, kültürel ve ekonomik iklimde, bu özel sayının
göç konusunda çalışanlara, kafa yoranlara ve çözüm üretmeye çalışanlara
faydalı olmasını umut ediyoruz.

Teşekkür
Bu özel sayının hazırlanmasında çok sayıda arkadaşımızın emeği geçti.
Kendilerine tek tek teşekkür etmek isterim. Başta Talha Dereci olmak üze­
re Doğu Batı Yayınları ekibi disiplinli ve kaliteli çalışmalarıyla bu sayıyı
mümkün kıldılar. Bu süreçte, stresli dönemler de oldu keyifli ve yer yer
hicivli muhabbetler de. Gerek bilim kurulu üyeliğini kabul ederek destek
veren gerekse hakem ve yazar olarak bu özel sayıya katkıda bulunan tüm
arkadaşlara özverili ve titiz çalışmalarından dolayı teşekkür ederim. Bilim
kurulu ve hakem listelerini bu sayının künye sayfalarında bulabilirsiniz.
Onun dışında bu sayıda yer veremediğimiz pek çok makale olduğunu be­
lirtmeliyiz. Çalışmalarını bu sayı için bize gönderip değerlendirme fırsatı
veren yazarlara da alana katkılarından dolayı teşekkür ederim. Alanın ko­
lektif gelişiminde yayımlanan çalışmalar kadar yayınlanmayan çalışmaların
da katkısı olduğunu vurgulamakta fayda var. Tercümeleriyle bu sayıya kat­
kıda bulunan arkadaşlara da emekleri için teşekkür ediyorum. Son olarak
bu giriş yazısının erken versiyonlarını okuyup eleştirilerini paylaşan Tun­
cay Bilecen ve Yaprak Civelek'e teşekkür ederim.

Kaynakça
Akgündüz, A. (1998) . Migration to and from Turkey, 1783-1960: types, numbers and
ethno-religious dimensions. ]ournal of Ethnic and Migration Studies, 24(1), 97-120.
Arı, K. (1995) . Büyük Mübadele, İstanbul: Tarih Vakfı.
Behar, C. (2003) . Osmanlı İmparatorluğu 'nun ve Türkiye'nin Nüfusu, 1500-1927. Ankara:
TC. Başbakanlık Devlet İ statistik Enstitüsü.

31
·cöç Meselesi"

Baldwin-Edwards, M. (2006) . Migration between Greece and Turkey: from the 'Ex­
change of Populations' to the non-recognition of borders. SEER-South-East Europe
Review for Labour and Social Affairs, (03), 115-122.
Bilecen, T. (2015) . •zorunluluk mu?"/Göniillü mü?" Türkiye'den Britanya'ya Yeni Göç
Dalgası: Ankara Anlaşması. İçinde: Şeker, G. Vd. (der.), Turkish Migration Confe­
rence 2015 Selected Proceedings. Londra: Transnational Press London, sf. 394-420.
Bourdieu, P. (1988) . Vive la Crise! : For Heterodoxy in Social Science. Theory and Society,
17(5), 773-787.
Burrell, K., Hopkins, P., Isakjee, A., Lorne, C., Nagel, C., Finlay, R., . . . & Botterill,
K. (2019). Brexit, race and migration. Environment and Planning C: Politics and Spa­
ce, 37(1), 3-40.
Castles, S., & Kosack, G. (1973) . Immigrant workers and class structure in Western Europe.
London: Oxford University Press.
Cohen, J. H., & Sirkeci, 1. (2016) . Migration and insecurity: rethinking mobility in the
neoliberal age. İçinde: Carrier, J. (der.) After the crisis, anthropological thought, neoli­
beralism, and the aftermath. London, New York: Routledge, sf.96-113.
Çağlar, A. (2011) . Türkiye'de Sığınmacılar: Sorunlar, Beklentiler ve Sosyal Uyum. An­
kara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
Franz, E. (1994). Population Policy in Turkey. Hamburg: Orient Institute.
Gal, C. (2019) . Spurning Erdogan's Vision, Turks Leave in Droves, Draining Money and
Talent. The New York Times. https://www.nytimes.com/2019/0l/02/world/europe/
turkey-emigration-erdogan.html. Erişim: 2/1/2019.
Gedik, A. (1997) . Internal migration in Turkey, 1965-1985: Test of conflicting findings
in the literature. Review of urban & regional development studies, 9 (2), 170-179.
Geray, C. (1962). Türkiye'den ve Türkiye'ye Göçler ve Göçmenlerin İskanı (1923-1960) . An­
kara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Enstitüsü.
Gitmez, A. (1983). Yurtdışına İşçi Göçü ve Geri Dönüşler ·Beklentiler ve Gerçekleşenler".
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Hirschon, R. (der.). (2003) . Crossing the Aegean: an appraisal of the 1923 compulsory popu­
lation exchange between Greece and Turkey (Vol. 12). Oxford: Berghahn Books.
Hugo, G. (1987) . Demographic and Welfare lmplications of Urbanization: Direct and
Indirect Effects on Sending and Receiving Areas. İçinde: R. J. Fuchs, G. W. Jones,
and E. M. Pernia (der.), Urbanization and Urban Policies in Pacific Asia (Westview
Press: Boulder, Colo.), sf. 136-65.
İçduygu, A. (2015) . Turkey's Evolving Migration Policies: A Mediterranean Transit Stop
at the Doors of the EU, IAI Working Papers, No. 15. http://www. dehai.org/archi­
ves/ dehai_news_archive/2015/sep/att-0374/Turkey_s_Evolving_Migration_Po­
licies-A_Mediterranean_Transit_Stop_at_the_Doors_of_the_EU. pdf. Erişim: 1/4/
2020.

32
İbrahim Sirkeci

İçduygu, A. ve Sirkeci, İ. (1998} . Changing dynamics of the migratory regime between


Turkey and Arab countries. Turkish ]ournal of Population Studies, 20, 3-16.
İçduygu, A. ve Sirkeci, İ. (1999} . Cumhuriyet Dönemi Türkiye'sinde Göç Hareketleri.
İçinde: O. Köymen, 75 Yılda Köylerden Şehirlere (sf. 249-269} . İstanbul: Tarih Vakfı
Yayınları.
İçduygu, A., Sirkeci, İ. ve Aydıngün, İ. (der.) (1998) . Türkiye'de İç�ç. İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
inalcık, H. (1954) . Ottoman methods of conquest. Studia Islamica, (2), 103-129.
Karpat, K. (1985) . The Ottoman Emigration to America, 1860-1914. International ]ournal
ofMiddle East Studies, 17(2), 175-209.
Kazgan, G . (1970-1971). Milli Türk Devletinin Kuruluşu ve Göçler. İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Mecmuası, 30 (1-4) : 313-331.
Keleş, R. (1976) . Regional development and migratory labour. İçinde: Abadan-Unat vd ..
Migration and Development. A Study of International Labor Migration on Bağazlıyan
District. Ankara: Ajans Türk, 139-162.
Keyder, Ç. ve Aksu-Koç, A. (1988) . External labour migration from Turkey and its impact.
Manuscript report/IDRC; 185e. Ottawa, Canada: International Development Rese­
arch Centre.
Martin, P. L. (1991). The unfinished story: Turkish labour migration to Western Europe: with
special reference to the Federal Republic of Germany (Vol. 84). Geneva: International
Labour Organization.
Mat, H. (1932} . İskan Tarihçesi, Istanbul: Hamit Matbaası.
Kahraman, S. Ö., Gültay, B., Sirkeci, 1., & Çalışkan, V. (2019) . Conflict Responsive Pat­
terns of Labour Migration from Hatay, Turkey to the Mena Countries. İçinde: Kha­
lil, R. ve Malit, F. (der.) Recent Migrations and Refugees in the MENA Region. Londra:
Transnational Press London, sf.113-137.
Kartal, B., & Manço, U. (der.). (2018} . Beklenmeyen Misafirler: Suriyeli Sığınmacılar Pence­
resinden Türkiye Toplumunun Geleceği. Londra: Transnational Press London.
Sirkeci, 1. (2003a} . Migration from Turkey to Germany: an ethnic analysis, New Perspec­
tives on Turkey, 2003(28-29} : 189-208.
Sirkeci, 1. (2006} . The environment of insecurity in Turkey and the emigration of Turkish
Kurds to Germany. New York ve Lampeter: Edwin Mellen Press.
Sirkeci, 1. (2009) . Transnational mobility and conflict. Migration Letters, 6(1), 3-14.
Sirkeci, 1. (2017) . Turkey's refugees, Syrians and refugees from Turkey: a country of
insecurity. Migration Letters, 14(1), 127-144.
Sirkeci, İ., Utku, D.E. ve Yüceşahin, M. M. (2019) . Göç Çahşma Modelinin katılım,
kalkınma ve kitle açıkları üzerinden bir değerlendirmesi. ]ournal of Economy Culture
and Society, 59(1), 199-226.

33
Another random document with
no related content on Scribd:
cup of the acorn (Fig. 226). The chestnut and the beech bear a
prickly involucre, but the nuts, or true fruits, are not grown fast to it,
and the involucre can scarcely be called a part of the fruit. A ripened
ovary is a pericarp. A pericarp to which other parts adhere has been
called an accessory or reënforced fruit. (Page 169.)
So
me
fruits
are
dehis
cent,
or split
open
at
maturi
ty and
liberat
e the
seeds;
others
Fig. 225.—Hickory-nut. The nut is
are
the fruit, contained in a husk. Fig. 226.—Live-oak Acorn. The
indehi fruit is the “seed” part; the
scent, involucre is the “cup.”
or do not open. A dehiscent pericarp
is called a pod. The parts into which
such a pod breaks or splits are known as valves. In indehiscent
fruits the seed is liberated by the decay of the envelope, or by the
rupturing of the envelope by the germinating seed. Indehiscent
winged pericarps are known as samaras or key fruits. Maple (Fig.
227), elm (Fig. 228), and ash (Fig. 93) are examples.
Pericarps.—The simplest pericarp is a dry, one-seeded,
indehiscent body. It is known as an akene. A head of akenes is
shown in Fig. 229, and the structure is explained in Fig. 230. Akenes
may be seen in buttercup, hepatica, anemone, smartweed,
buckwheat.
A 1-loculed pericarp which
dehisces along the front edge
(that is, the inner edge, next
the centre of the flower) is a
follicle. The fruit of the
larkspur (Fig. 231) is a follicle.
There are usually five of these
fruits (sometimes three or four)
in each larkspur flower, each
pistil ripening into a follicle. If
these pistils were united, a
Fig. 227.—Key of single compound pistil would
Sugar Maple.
be formed. Columbine, peony, Fig. 228.—Key of
ninebark, milkweed, also have Common American
follicles. Elm.

A 1-loculed pericarp that dehisces


on both edges is a legume. Peas and
beans are typical examples (Fig. 232); in
fact, this character gives name to the pea
family,—Leguminosæ. Often the valves
of the legume twist forcibly and expel theFig. 230.—
seeds, throwing them some distance. Akenes of
Fig. 229.— Buttercup,
Akenes of
The word “pod” is sometimes restricted one in
Buttercup. to legumes, but it is better to use it longitudinal
generically for all dehiscent pericarps. section.

A compound pod—dehiscing pericarp of two or more


carpels—is a capsule (Figs. 233, 234, 236, 237). Some capsules
are of one locule, but they may have been compound when young
(in the ovary stage) and the partitions may have vanished.
Sometimes one or more of the carpels are uniformly crowded out by
the exclusive growth of other carpels (Fig. 235). The seeds or parts
which are crowded out are said to be aborted.
There are several ways in which capsules dehisce or open. When
they break along the partitions (or septa), the mode is known as
septicidal dehiscence (Fig. 236); In
septicidal dehiscence the fruit separates
into parts representing the original
carpels. These carpels may still be
entire, and they then dehisce individually,
usually along the inner edge as if they
were follicles. When the compartments
split in the middle, between the
partitions, the mode is loculicidal
dehiscence (Fig. 237). In some cases
the dehiscence is at the top, when it is
Fig. 231.—
said to be apical (although several
Follicle ofmodes of dehiscence are here included).
Larkspur. When the whole top comes off, as in
purslane and garden portulaca
(Fig. 238), the pod is known as
a pyxis. In some cases apical
dehiscence is by means of a
hole or clefts.
Fig. 232.—A Bean
Pod.

Fig. 233.—Capsule of
Castor-oil Bean
after Dehiscence.

Fig. 237.—
Loculicida
l Pod of
Day-lily.

The peculiar capsule of the mustard family, or Cruciferæ, is known


as a silique when it is distinctly longer than broad (Fig. 224), and a
silicle when its breadth nearly equals or exceeds its length. A
cruciferous capsule is 2-carpeled, with a thin partition, each locule
containing seeds in two rows. The two valves detach from below
upwards. Cabbage, turnip, mustard, water-cress, radish, rape,
shepherd’s
purse, sweet
alyssum,
wall-flower,
honesty, are
examples.
The
pericarp mayFig. 235.—Three-carpeled Fruit of
Horse-chestnut. Two locules are
be fleshy and closing by abortion of the ovules.
indehiscent.
A pulpy
pericarp with several or many seeds is a berry
(Figs. 239, 240, 241). To the horticulturist a
Fig. 234.—Capsule of berry is a small, soft, edible fruit, without
Morning Glory.
particular reference to its structure. The
botanical and horticultural conceptions of a
berry are, therefore, unlike. In the botanical sense,
gooseberries, currants, grapes, tomatoes, potato-balls,
and even eggplant fruits and oranges (Fig. 241) are
berries; strawberries, raspberries, blackberries are not.
A fleshy pericarp containing one relatively large seed or
stone is a drupe. Examples are plum (Fig. 242), peach,
Fig. 236.— cherry, apricot, olive. The walls of the pit in the plum,
St. John’s peach, and cherry are formed from the inner coats of the
Wort.
Septicidal.
ovary, and the flesh from the outer coats. Drupes are also
known as stone-fruits.
Fruits that are formed by the subsequent union of separate pistils
are aggregate fruits. The carpels in aggregate fruits are usually
more or less fleshy. In the raspberry and the blackberry flower, the
pistils are essentially distinct, but as the pistils ripen they cohere and
form one body (Figs. 243, 244).
Each of the carpels or pistils in the raspberry and the blackberry is
a little drupe or drupelet. In the raspberry the entire fruit separates
from the torus, leaving the torus on the plant. In the blackberry and
the
dewbe
rry the
fruit
adher
es to
the
torus,
and
the
two
Fig. 239.—Berries of
Fig. 238.—Pyxis of Portulaca or are
Gooseberry. Remains of calyx at c.
Rose-moss. remov
ed
togeth
er
when
the
fruit is
picked
.
Acc
essor
Fig. 240.—Berry of the Ground y
Cherry or Husk Tomato, contained Fruits
in the inflated calyx. .—
When
the pericarp and some other part grow
together, the fruit is said to be accessory Fig. 241.—Orange; example of
or reënforced. An example is the a berry.
strawberry (Fig. 245). The edible part is a
greatly enlarged torus, and the pericarps are akenes embedded in it.
These akenes are commonly called seeds.
Various kinds of reënforced fruits have received special names.
One of these is the hip, characteristic of roses. In this case, the torus
is deep and
hollow, like
an urn, and
the separate
akenes are
borne inside
it. The mouth
of the
Fig. 242.—Plum; receptacle
Fig. 243.—Fruit of Raspberry.
example of a drupe. may close,
and the walls
sometimes become fleshy; the fruit may then be
mistaken for a berry. The fruit of the pear, apple,
and quince is known as a pome. In this case
the five united carpels are completely buried in
the hollow torus, and the torus makes most of
the edible part of the ripe fruit, while the pistils
are represented by the core (Fig. 246). Observe
the sepals on the top of the torus (apex of the
fruit) in Fig. 246. Note the outlines of the
Fig. 244.—Aggregate embedded pericarp in Fig. 247.
Fruit of Mulberry;
and a separate fruit. Gymnospermous Fruits.—In pine, spruces,
and their kin, there is no fruit in the sense in
which the word is used in the preceding pages, because there is no
ovary. The ovules are naked or uncovered, in the axils of the scales
of the young cone, and they have neither style nor stigma. The
pollen falls directly on the mouth of the ovule. The ovule ripens into a
seed, which is usually winged. Because the ovule is not borne in a
sac or ovary, these plants are called gymnosperms (Greek for
“naked seeds”). All the true cone-bearing plants are of this class;
also certain other plants, as red cedar, juniper, yew. The plants are
monœcious or sometimes diœcious. The staminate flowers are mere
naked stamens borne beneath scales, in small yellow catkins which
soon fall. The pistillate flowers are naked ovules beneath scales on
cones that persist (Fig. 29). Gymnospermous
seeds may have several cotyledons.
Suggestions.—168. Study the following fruits, or any five
fruits chosen by the teacher, and answer the questions for
each: Apple, peach, bean, tomato, pumpkin. What is its form?
Locate the scar left by the stem. By what kind of stem was it
attached? Are there any remains of the blossom at the
blossom end? Describe texture and colour of surface. Divide
the fruit into the seed vessel and the surrounding part. Has
the fruit any pulp or flesh? Is it within or without the seed
vessel? Is the seed vessel simple or sub-divided? What is the
Fig. 245.—
number of seeds? Are the seeds free, attached to the wall of
Strawberry; fleshy
the vessel, or to a support in the centre? Are they arranged in
torus in which
any order? What kind of wall has the seed vessel? What is
akenes are
the difference between a peach stone and a peach seed?
embedded.
169. The nut fruits are always available for study. Note the
points
suggest
ed
above.
Determi
ne what
the
meat or
edible
part
represe
nts,
whether
cotyled
Fig. 246.—Section of an Apple. ons or
not. Fig. 247.—Cross-section of an
Figure 248 is suggestive. 170. Mention all the Apple.
fleshy fruits you know, tell where they come
from, and refer them to their proper groups.
171. What kinds of fruit can you buy in the market, and to what groups or classes
do they belong? Of which fruits are the seeds only, and not the pericarps, eaten?
172. An ear of corn is always available for study. What is it—a fruit or a collection
of fruits? How are the grains arranged on the cob? How many rows do you count
on each of several ears? Are all the rows on an ear equally close together? Do you
find an ear with an odd number of rows? How do the parts of the husk overlap?
Does the husk serve as protection from rain? Can birds pick out the grains? How
do insect enemies enter the ear? How and when do weevils lay eggs on corn?
173. Study a grain of corn. Is it a seed? Describe the shape of a grain. Colour.
Size. Does its surface show any projections or depressions? Is the seed-coat thin
or thick? Transparent or opaque? Locate the hilum. Where is the silk scar? What is
the silk? Sketch the grain from the two points of view that show it best. Where is
the embryo? Does the grain have endosperm? What is dent corn? Flint corn? How
many kinds of corn do you know? For what are they used?

Fig. 248.—Pecan Fruit.


Note to Teacher.—There are few more interesting subjects to beginning
pupils than fruits,—the pods of many kinds, forms, and colours, the berries, and
nuts. This interest may well be utilized to make the teaching alive. All common
edible fruits of orchard and vegetable garden should be brought into this
discussion. Of dry fruits, as pods, burs, nuts, collections may be made for the
school museum. Fully mature fruits are best for study, particularly if it is desired to
see dehiscence. For comparison, pistils and partially grown fruits should be had at
the same time. If the fruits are not ripe enough to dehisce, they may be placed in
the sun to dry. In the school it is well to have a collection of fruits for study. The
specimens may be kept in glass jars. Always note exterior of fruit and its parts;
interior of fruit with arrangement and attachment of contents.
CHAPTER XXII
DISPERSAL OF SEEDS

It is to the plant’s advantage to have its seeds distributed as widely


as possible. It has a better chance of surviving in the struggle for
existence. It gets away from competition. Many seeds and fruits are
of such character as to increase their chances of wide dispersal. The
commonest means of dissemination may be classed under four
heads: explosive fruits; transportation by wind; transportation by
birds; burs.
Exp
losive

Fig. 250.—Explosive Fruits of


Fig. 249.—Explosion of the Oxalis.
Balsam Pod. An exploding pod is shown at c. The dehiscence
is shown at b. The structure of the pod is seen
at a.
Fruits.—Some pods open with
explosive force and discharge the
seeds. Even beans and everlasting peas do this. More marked
examples are the locust, witch hazel, garden balsam (Fig. 249), wild
jewel-weed or impatiens (touch-me-not), violet, crane’s-bill or wild
geranium, bull nettle, morning-glory, and the oxalis (Fig. 250). The
oxalis is common in several species in the wild and in cultivation.
One of them is known as wood sorrel. Figure 250 shows the
common yellow oxalis. The pod opens loculicidally. The elastic tissue
suddenly contracts when dehiscence takes place, and the seeds are
thrown violently. The squirting cucumber is easily grown in a garden
(procure seeds of seedsmen), and the fruits discharge the seeds
with great force, throwing them many feet.
Wind Travelers.—Wind-transported seeds are of two general
kinds: those that are provided with wings, as the flat seeds of catalpa
(Fig. 251) and cone-bearing trees and the samaras of ash, elm, tulip
tree, ailanthus, and maple; and those which have feathery buoys or
parachutes to enable them to float in the air. Of the latter kind are the
fruits of many composites, in which the pappus is copious and soft.
Dandelion and thistle are examples. The silk of the milkweed and
probably the hairs on the cotton seed have a similar office, and also
the wool of the cat-tail. Recall the cottony seeds of the willow and the
poplar.
Dispersal by Birds.—Seeds of berries and of other small fleshy
fruits are carried far and wide by birds. The pulp is digested, but the
seeds are not injured. Note how the cherries, raspberries,
blackberries, June-berries, and others spring up in the fence rows,
where the birds rest. Some berries and drupes persist far into winter,
when they supply food to cedar birds, robins, and the winter birds.
Red cedar is distributed by birds. Many of these pulpy fruits are
agreeable as human food, and some of them have been greatly
enlarged or “improved” by the arts of the cultivator. The seeds are
usually indigestible.
Burs.—Many seeds and fruits bear spines, hooks, and hairs,
which adhere to the coats of animals and to clothing. The burdock
has an involucre with hooked scales, containing the fruits inside. The
clotbur is also an involucre. Both are composite plants, allied to
thistles, but the whole head, rather than the
separate fruits, is transported. In some composite
fruits the pappus takes the form of hooks and
spines, as in the “Spanish bayonets” and “pitch-
forks.” Fruits of various kinds are known as “stick
tights,” as of the agrimony and hound’s-tongue.
Those who walk in the woods in late summer and
fall are aware that plants have means of
disseminating themselves (Fig. 252). If it is
impossible to identify the burs which one finds on
clothing, the seeds may be planted and specimens
of the plant may then be grown.
Suggestions.—
174. What
advantage is it to
the plant to have its
seeds widely
dispersed? 175.
What are the
leading ways in
which fruits and
seeds are
dispersed? 176.
Name some Fig. 251.—Winged
explosive fruits. 177. Seeds of Catalpa.
Describe wind
travelers. 178. What
seeds are carried by birds? 179.
Describe some bur with which you are
familiar. 180. Are adhesive fruits usually
Fig. 252.—Stealing a Ride. dehiscent or indehiscent? 181. Do
samaras grow on low or tall plants, as a
rule? 182. Are the cotton fibres on the seed or on the fruit? 183. Name the ways in
which the common weeds of your region are disseminated. 184. This lesson will
suggest other ways in which seeds are transported. Nuts are buried by squirrels
for food; but if they are not eaten, they may grow. The seeds of many plants are
blown on the snow. The old stalks of weeds, standing through the winter, may
serve to disseminate the plant. Seeds are carried by water down the streams and
along shores. About woollen mills strange plants often spring up from seed
brought in the fleeces. Sometimes the entire plant is rolled for miles before the
winds. Such plants are “tumbleweeds.” Examples are Russian thistle, hair grass or
tumblegrass (Panicum capillare), cyclone plant (Cycloloma platyphyllum), and
white amaranth (Amarantus albus). About seaports strange plants are often found,
having been introduced in the earth that is used in ships for ballast. These plants
are usually known as “ballast plants.” Most of them do not persist long. 185. Plants
are able to spread themselves by means of the great numbers of seeds that they
produce. How many seeds may a given elm tree or apple tree or raspberry bush
produce?

Fig. 253.—The Fruits of the Cat-tail are loosened by Wind


and Weather.
CHAPTER XXIII
PHENOGAMS AND CRYPTOGAMS

The plants thus far studied produce


flowers; and the flowers produce
seeds by means of which the plant is
propagated. There are other plants,
however, that produce no seeds, and
these plants (including bacteria) are
probably more numerous than the
seed-bearing plants. These plants
propagate by means of spores,
which are generative cells, usually
simple, containing no embryo. These
spores are very small, and
Fig. 254.—Christmas Fern.— sometimes are not visible to the
Dryopteris acrostichoides; known
also as Aspidium.
naked eye.
Prominent among the spore-
propagated plants are ferns. The common Christmas fern (so called
because it remains green during winter) is shown in Fig. 254. The
plant has no trunk. The leaves spring directly from the ground. The
leaves of ferns are called fronds. They vary in shape, as other
leaves do. Some of the fronds in Fig. 254 are seen to be narrower at
the top. If these are examined more closely (Fig. 255), it will be seen
that the leaflets are contracted and are densely covered beneath
with brown bodies. These bodies are collections of sporangia or
spore-cases.
The sporangia are collected into little groups, known as sori
(singular, sorus) or fruit-dots. Each sorus is covered with a thin
scale or shield, known as an indusium. This indusium separates
from the frond at its edges, and the sporangia are exposed. Not all
ferns
have
indusi
a. The
polypo
de
(Figs.
256,
257)
does
not;
the
Fig. 256.—Common Polypode Fern.
Polypodium vulgare.
sori
are
naked.
In the brake (Fig. 258) and maidenhair Fig. 255.—Fruiting Frond of
(Fig. 259) the edge of the frond turns Christmas Fern.
over and forms an indusium. The Sori at a. One sorus with its
nephrolepis or sword fern of indusium at b.
greenhouses is allied to the polypode.
The sori are in a single row on either side the midrib (Fig. 260). The
indusium is circular or kidney-shaped and open at one edge or finally
all around. The Boston fern, Washington fern, Pierson fern, and
others, are horticultural forms of the common sword fern. In some
ferns (Fig. 261) an entire frond becomes contracted to cover the
sporangia.
The sporangium or spore-case of a fern is a more or less globular
body and usually with a stalk (Fig. 257). It contains the spores. When
ripe it bursts and the spores are set free.
In a moist, warm place the spores germinate. They produce a
small, flat, thin, green, more or less heart-shaped membrane (Fig.
262). This is the prothallus. Sometimes the prothallus is an inch or
more across, but oftener it is less than a ten cent piece in size.
Although easily seen, it is commonly unknown except to botanists.
Prothalli may often be found in greenhouses where ferns are grown.
Look on the moist stone or brick walls, or
on the firm soil of undisturbed pots and
beds; or spores may be sown in a damp,
warm place.
On the under side of the prothallus two
kinds of organs are borne. These are the
archegonium (containing egg-cells) and
the antheridium (containing sperm-
cells). These organs are minute
specialized parts of the prothallus. Their
positions on a particular prothallus are
shown at a and b in Fig. 262, but in some Fig. 257.—Sori and
ferns they are on separate prothalli (plant Sporangium of Polypode. A
diœcious). The sperm-cells escape from chain of cells lies along the top
the antheridium and in the water that of the sporangium, which
collects on the prothallus are carried to springs back elastically on
drying, thus disseminating the
the archegonium, where fertilization of spores.
the egg takes place. From the fertilized
egg-cell a
plant grows,
becoming a “fern.”
In most cases the
prothallus soon
dies. The prothallus
is the gametophyteFig. 258.—The Brake
(from Greek, Fruits underneath
signifying the the Revolute Edges
of the Leaf.
fertilized plant).
Fig. 259.—Fruiting Pinnules The fern plant, arising from the
of Maidenhair Fern.
fertilized egg in the archegonium,
becomes a perennial plant, each year
producing spores from its fronds (called the sporophyte); but these
spores—which are merely detached special kinds of cells—produce
the prothallic phase of the fern plant, from which new individuals
arise. A fern is fertilized but once in its lifetime. The “fern” bears the
spore, the
spore gives
rise to the
prothallus,
and the egg-
cell of the
prothallus
Fig. 260.—Part of Frond of (when
Sword Fern. To the pupil: Is fertilized)
this illustration right side up?
gives rise to
the fern.
A similar
alternation
of
generations Fig. 261.—Fertile and Sterile
Fronds of the Sensitive
runs all Fern.
through the
vegetable
kingdom, although there are some
Fig. 262.—Prothallus of a groups of plants in which it is very
Fern. Enlarged: obscure or apparently wanting. It is very
Archegonia at a; antheridia at b. marked in ferns and mosses. In algæ
(including the seaweeds) the
gametophyte is the “plant,” as the non-botanist knows it, and the
sporophyte is inconspicuous. There is a general tendency, in the
evolution of the vegetable kingdom, for the gametophyte to lose its
relative importance and for the sporophyte to become larger and
more highly developed. In the seed-bearing plants the sporophyte
generation is the only one seen by the non-botanist. The
gametophyte stage is of short duration and the parts are small; it is
confined to the time of fertilization.
The sporophyte of seed-plants, or the “plant” as we know it,
produces two kinds of spores—one kind becoming pollen-grains
and the other kind embryo-sacs. The pollen-spores are borne in
sporangia, which are united into what are called anthers. The
embryo-sac, which contains the egg-cell, is borne in a sporangium
known as an ovule. A gametophytic stage is present in both pollen
and embryo sac: fertilization takes place, and a sporophyte arises.
Soon this sporophyte becomes dormant, and is then known as an
embryo. The embryo is packed away within tight-fitting coats, and
the entire body is the seed. When the conditions are right the seed
grows, and the sporophyte grows into herb, bush, or tree. The utility
of the alternation of generations is not understood.
The spores of ferns are borne on leaves; the spores of seed-
bearing plants are also borne amongst a mass of specially
developed conspicuous leaves known as flowers; therefore these
plants have been known as the flowering plants. Some of the
leaves are developed as envelopes (calyx, corolla), and others as
spore-bearing parts, or sporophylls (stamens, pistils). But the
spores of the lower plants, as of ferns and mosses, may also be
borne in specially developed foliage, so that the line of demarcation
between flowering plants and flowerless plants is not so definite as
was once supposed. The one definite distinction between these two
classes of plants is the fact that one class produces seeds and the
other does not. The seed-plants are now often called
spermaphytes, but there is no single coordinate term to set off
those which do not bear seeds. It is quite as well, for popular
purposes, to use the terms phenogams for the seed-bearing plants
and cryptogams for the others. These terms have been objected to
in recent years because their etymology does not express literal
facts (phenogam signifying “showy flowers,” and cryptogam “hidden
flowers”), but the terms represent distinct ideas in classification. The
cryptogams include three great series of plants—the Thallophytes
or algæ, lichens, and fungi; the Bryophytes or moss-like plants; the
Pteridophytes or fernlike plants.
Suggestions.—186. The parts of a fern leaf. The primary complete divisions of
a frond are called pinnæ, no matter whether the frond is pinnate or not. In ferns the
word “pinna” is used in essentially the same way that leaflet is in the once-
compound leaves of other plants. The secondary leaflets are called pinnules, and
in thrice, or more, compound fronds, the last complete parts or leaflets are ultimate
pinnules. The diagram (Fig. 263) will aid in making the subject clear. If the frond
were not divided to the midrib, it would
be simple, but this diagram represents a
compound frond. The general outline of
the frond, as bounded by the dotted line,
is ovate. The stipe is very short. The
midrib of a compound frond is known as
the rachis. In a decompound frond, this
main rachis is called the primary rachis.
Segments (not divided to the rachis) are
seen at the tip, and down to h on one
side and to m on the other. Pinnæ are
shown at i, k, l, o, n. The pinna o is
entire; n is crenate-dentate; i is sinuate
or wavy, with an auricle at the base; k
and l are compound. The pinna k has
twelve entire pinnules. (Is there ever an
even number of pinnules on any pinna?)
Pinna l has nine compound pinnules,
each bearing several entire ultimate
pinnules. The spores.—187. Lay a
mature fruiting frond of any fern on white
paper, top side up, and allow it to remain
in a dry, warm place. The spores will
discharge on the paper. 188. Lay the full-
grown (but not dry) cap of a mushroom
or toadstool bottom down on a sheet ofFig. 263.—Diagram to explain the
clean paper, under a ventilated box in a Terminology of the Frond.
warm, dry place. A day later raise the
cap.
CHAPTER XXIV
STUDIES IN CRYPTOGAMS

The pupil who has acquired skill in the use of the compound
microscope may desire to make more extended excursions into the
cryptogamous orders. The following plants have been chosen as
examples in various groups. Ferns are sufficiently discussed in the
preceding chapter.

Bacteria

If an infusion of ordinary hay is made in water and allowed to


stand, it becomes turbid or cloudy after a few days, and a drop under
the microscope will show the presence of minute oblong cells
swimming in the water, perhaps by means of numerous hair-like
appendages, that project through the cell wall from the protoplasm
within. At the surface of the dish containing the infusion the cells are
non-motile and are united in long chains. Each of these cells or
organisms is a bacterium (plural, bacteria). (Fig. 135.)
Bacteria are very minute organisms,—the smallest known—
consisting either of separate oblong or spherical cells, or of chains,
plates, or groups of such cells, depending on the kind. They possess
a membrane-like wall which, unlike the cell walls of higher plants,
contains nitrogen. The presence of a nucleus has not been definitely
demonstrated. Multiplication is by the fission of the vegetative cells;
but under certain conditions of drought, cold, or exhaustion of the
nutrient medium, the protoplasm of the ordinary cells may become
invested with a thick wall, thus forming an endospore which is very
resistant to extremes of environment. No sexual reproduction is
known.
Bacteria are very widely distributed as parasites and saprophytes
in almost all conceivable places. Decay is largely caused by
bacteria, accompanied in animal tissue by the liberation of foul-
smelling gases. Certain species grow in the reservoirs and pipes of
water supplies, rendering the water brackish and often undrinkable.
Some kinds of fermentation (the breaking down or decomposing of
organic compounds, usually accompanied by the formation of gas)
are due to these organisms. Other bacteria oxidize alcohol to acetic
acid, and produce lactic acid in milk and butyric acid in butter.
Bacteria live in the mouth, the stomach, the intestines, and on the
surface of the skins of animals. Some secrete gelatinous sheaths
around themselves; others secrete sulphur or iron, giving the
substratum a vivid colour.
Were it not for bacteria, man could not live on the earth, for not
only are they agents in the process of decay, but they are concerned
in certain healthful processes of plants and animals. We have
learned in Chapter VIII how bacteria are related to nitrogen-
gathering.
Bacteria are of economic importance not alone because of their
effect on materials used by man, but also because of the disease-
producing power of certain species. Pus is caused by a spherical
form, tetanus or lock-jaw by a rod-shaped form, diphtheria by short
oblong chains, tuberculosis or “consumption” by more slender
oblong chains, and typhoid fever, cholera, and other diseases by
other forms. Many diseases of animals and plants are caused by
bacteria. Disease-producing bacteria are said to be pathogenic.
The ability to grow in other nutrient substances than the natural
one has greatly facilitated the study of these minute forms of life. By
the use of suitable culture media and proper precautions, pure
cultures of a particular disease-producing bacterium may be
obtained with which further experiments may be conducted.
Milk provides an excellent collecting place for bacteria coming
from the air, from the coat of the cow and from the milker. Disease
germs are sometimes carried in milk. If a drop of milk is spread on a

You might also like