Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

Asya: Medeniyetimiz felsefeyle kuruldu ve sonsuz bir hızda felsefeyle büyüyor.

Bir zamanlar eski


öğretilere ve dogma düşüncelere saplanıp kalan Wakanda*, bugün tam sekiz dünyaya hükmediyor ve
teknolojisiyle, bilimiyle herkesi etkisi altına alıyor. Wakanda’nın bugünlere gelebilmesinin en büyük
nedeni eğitime ve özellikle de felsefeye verdiği önemdir. Çocuklarımızı bedenlerinden,
düşüncelerinden utanmadan kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir şekilde büyüttük, onlara
istedikleri kişi olma fırsatını verdik ve bugün bunun meyvesini yemek için buradayız. Her geçen gün
eğitimle yoğrulmaya, özgürlük için yaşamaya ve felsefeyle büyümeye devam edeceğiz! Yirmi altıncısı
düzenlenen Mavi Gezegen Felsefe Festivali’ne hepiniz hoşgeldiniz!
Salonda büyük bir alkış kopar.
Asya: Tam altı gün düzenlenecek festivalimizde bugünün konusu Kıta Avrupası Felsefesi. Bu girişi
fazla uzatmadan çok değerli filozoflarımızı çağırmak istiyorum: Feuerbach, Marx, Horkheimer ve
Habermas!
Filozoflar tek tek sahneye girerler. Festivalin sunucusu ve Wakanda’nın en önemli robotikçilerinden
biri olan Asya; geçen seneki festivale kıyasla yarattığı görünümleri daha gerçekçi bulur, yapay zeka ve
robotikte yıllardır aşamadıkları göz kontağı ve ağız hareketleri problemleri aşılmış gibi görünüyordur.
Asya: Hoşgeldiniz. Umarım hepiniz iyisinizdir. İzninizle sizden önce Kıta Avrupası Felsefesiyle ilgili
ben birazcık giriş yapmak istiyorum, daha sonra sizlere dönerek daha derin tartışmalarda bulunacağız.
Horkheimer: Elbette!
Diğer filozoflar da gülümseyerek ve başlarını sallayarak onay verirler.
Asya: Kıta Avrupası felsefesi, yirminci yüzyılda İngilizce konuşulan dünyadaki analitik felsefenin
egemenliğine karşıt bir şekilde ortaya çıkan felsefi yaklaşımlar olarak tanımlanabilir. Bu felsefi
yaklaşımlar başta marksizm, hermeneutik, fenomenoloji, varoluşçuluk, yapısalcılık, postyapısalcılık
ve postmodernizm olarak kendini açığa çıkarır. Bu noktada özellikle şuna vurgu yapmanın çok önemli
olduğunu söylemeliyim: Kıta Avrupası felsefesiyle ilişkili filozoflar arasında belli geleneklerden
etkilenme anlamında benzerlikler olsa da, hepsini kapsayan tek bir birleşik çerçeve yoktur. Dolayısıyla
bu yönüyle Kıta Avrupası Felsefesinin ne olduğunu anlamak için Kıta’cı filozofların hangi gelenekten
geldiğinin izini sürmek gerekiyor; tarihsel bağlamı inceleyerek, özellikle Aydınlanma'nın seçtiği ana
yönlere bir yanıt olarak Kıta Avrupası felsefesindeki düşünce akımlarının ortaya çıkışını daha iyi
değerlendirebiliriz diyebilirim. Buradaki Aydınlanma vurgum çok önemli çünkü empirik bilim, akıl,
ahlak, din ve geleneksel metafiziğe karşı şüpheciliği ön plana çıkaran Aydınlanma, Kıta geleneği
içinde eleştirinin birincil hedefidir. Aydınlanma'nın bilimsel yöntemlere odaklanması ve diğer bilgi
biçimlerini rasyonel olmadıkları gerekçesiyle reddetmesi, Kıta geleneği içindeki düşünürleri
Aydınlanma’yı eleştirmeye ve ona alternatif yaklaşımlar aramaya yönlendirmiştir. Kıta Avrupası
geleneği içinden gelen Aydınlanma eleştirilerinin izleri bugün ne yazık ki aramızda olamasalar da
Herder, Rousseau ve özellikle Hegel’e kadar geri götürülebilir. Bugün eminim ki aramızda bulunan
konuklardan şu söylediğime tamamen karşı çıkan olmayacaktır: Kıtacılar Hegel'i reddederken bile,
onun etkisinin izlerini taşımışlardır. Bu anlamıyla Hegel’in Kıta Avrupası Felsefesinde ciddi bir
öneme sahip olduğunu belirtmeliyim. Bu konuda eminim Feuerbach’ın söyleyeceği birkaç söz vardır
çünkü Hegel’in özellikle kendisini çok etkilediğini bugün biliyoruz.

*Wakanda, Black Panther çizgiromanları ve filmlerinde geçen bir ülkedir; bilime, teknolojiye,
felsefeye verdiği önemle Marvel evreninde çok önemli bir yere sahiptir.
Feuerbach: Çok haklısın Asya. Benim felsefem özellikle Hegel ve din eleştirisi etrafında dönüyor.
Hristiyanlığın Özü kitabımda bunlara öncelik veriyorum ve tabii Aydınlanma ile de çok ilgisi var
yazdıklarımın. Özetlemem gerekirse dini, bilim dışı unsurları nedeniyle eleştiren Aydınlanma
düşünürlerinin aksine, benim eleştirim biraz daha kompleks. Dini inançların gerçekten hurafelerle dolu
olduğunu kabul ediyorum ama dini, en küçük ayrıntılarında bile önemli gerçeklerin içerildiği bir alan
olarak görüyorum. Sanırım sorduğun soruyu yani Hegel’den etkilenmiş olmamı bu noktada daha iyi
açıklayabileceğim: Benim din eleştirim diyalektiktir. Dinin salt soyut bir reddinden ziyade, kararlı bir
şekilde reddini savunuyorum. Yani şayet din yanlışsa bile bu yanlışlık onun değersiz olduğunu
göstermez. Herhangi bir şey gibi dinin de olumsuzlanması kocaman bir sıfıra değil, özel bir sonuca ve
daha yüksek bir diyalektik aşamaya götürür bizi. Ben dinin, ilahi bir gerçek değil de insan yaratımı
olmasına rağmen, insan ihtiyaçlarından ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu düşüncemi de Hegel'in tarih
boyunca tinin kendini gerçekleştirmesi kavramından yola çıkarak edindim. Şöyle söyleyebilirim: Tanrı
benim için insan doğasının bir nesnelleştirilmesidir. Başka bir deyişle, Tanrı esasen ayrı bir varlık
olarak düşünülen ve saygı duyulan insan varlığıdır. Güç, bağışlayıcılık, iyilik ve sevgi gibi Tanrı'ya
adanmış olan tüm nitelikler özünde insan doğasının nitelikleridir. İnsanlar bunları Tanrı'yla
özdeşleştirmekle kendi içsel niteliklerinden yabancılaşır. Ben bu yabancılaşmayı aşmak için insanların
dinin gizeminden tamamen arındırılmasının gerektiğini düşünüyorum. Bu sebepten Geleceğin
Felsefesi kitabımda bu eleştirilerimi spekülatif felsefeyi ve Hegelci idealizmi içerecek şekilde
genişlettim. Spekülatif felsefe, felsefeyi dinsel dürtülere tabi kılmış, onu teolojiye dönüştürmüştür
fakat felsefe materyalist ve eleştirel olmalıdır.
Asya: Teşekkür ederim Bay Feuerbach… Bay Marx, bugün bile Hegel’in felsefesini ters yüz eden
filozof olarak anılıyorsunuz, böyle anılmanızda Feuerbach’ın söylediklerinin büyük etkisi var
kuşkusuz. Bununla ilgili birkaç şey söylemek ister misiniz?
Marx: Mutluluk duyarım. Dediğiniz gibi Asya, Hegel’den ve Feuerbach’tan çok etkilendim.
Eserlerimde özellikle Feuerbach’ın az önce dile getirmiş olduğu dinde ve spekülatif felsefede belirgin
olan yabancılaşma kavramına odaklandım. Öncelikle Hegel'in felsefesinde, insanın doğayla
etkileşiminin öznel yönünü ihmal eden Aydınlanma empiristlerine yönelik eleştirilerini çok dikkate
aldım ve bunun yanında Feuerbach'ın insan bilgisinin nesnel temellerini ve felsefede materyalizmin
olması gerektiğini vurgulayan Hegel eleştirilernden de çok etkilendim. Fakat her ikisinin de eksik
yanları vardı, ben bu eksiklikleri giderdim. Bu bağlamda Feuerbach'ın materyalizmi ile Hegel'in
diyalektik yaklaşımını birleşterek, diyalektiği tarihsel bir biçimde ele aldım. Benim için insanlığın özü,
Hegel'in kendini açığa çıkaran tininde değil, toplumsal ilişkilerin toplamındadır. Bu sebepten Hegel’e
yönelik materyalist eleştirim, tinin idealist diyalektiğini materyalist bir emek diyalektiğiyle
değiştirmeyi amaçlar. Çünkü benim için emek, insanlığın gerçek özüdür. Bu bağlamda Hegel’in tinin
kendini açımlaması olarak gördüğü tarihsel gelişimi ben, farklı üretim biçimlerine karşılık gelen
aşamalar olarak görüyorum. Bunun en büyük sebebi ekonomik sistemlerdeki üretim ilişkilerinin; bazı
bireylerin üretim araçlarına sahip olduğu, diğer bireylerin ise bu tür mülkiyetlerin dışına itildiği sosyal
sınıflar arasında bir bölünmeyi zorunlu kıldığını ve bu zorunluluğun sınıf çatışmalarını doğurduğunu
görmemdir. Feuerbach’a tekrardan dönecek olursam onunla ilgili en büyük eleştirim aydınlanmacı
eski materyalizm kafasında olmasıdır. Oysa benim yeni materyalizmim, bakış açılarımızı insan
toplumuna kaydırır ve bu da gelecekteki komünizme işaret eder. Şunu demek istiyorum; Feuerbach’ın
dine ve felsefeye yönelttiği eleştirileri kabul etmekle birlikte; kendisinin az önce de ifade ettiği felsefe
eleştirel olmalıdır meselesinde ayrılıyoruz. Çünkü bence “felsefe, politik eylemden ayrılamaz. Şu
sözümü eminim hatırlıyorsunuzdur: filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumladılar; amaç
onu değiştirmektir.”*

*David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, sayfa 106.


Asya: Teşekkür ederim Bay Marx. Feuerbach’la özel olarak yüzleşmeniz için size zaman vereceğim
fakat yarına kalacak bu. Hatta belki Bay Hegel de katılır aranıza. Fakat şimdi diğer konuklarımıza
dönmem gerekiyor.
Feuerbach ve Marx gülümseyerek kafalarını sallarlar. Herkes halinden memnundur.
Asya: Konuklarıma söz vermeden önce Engels'in, Marx'ın eserlerinin popülerleştirmesindeki rolüne
dikkat çekmek istiyorum çünkü Engels’in Marx’ın ölümü sonrası adeta Marx’ın eserlerinin bekçisi
olması Marksizm'in gidişatını şekillendirmede çok önemliydi. Engels 19. yüzyılın pozitivist iklimi
sebebiyle, doğa bilimlerindeki gelişmelerle birlikte empirist bakış açısına ve özellikle Darwin'in doğal
seçilim teorisine çekilmişti ve doğal seçilimle tarihsel materyalizmin toplumun evrimine uygulanması
arasında bir paralellik görüyordu. Bu bağlamda Marx’ın diyalektiğini doğa, insan toplumu ve
düşüncede genel bir gelişme bilimi olarak sundu. Engels'in bu katkıları, Marx'ın düşüncesinin
pozitivist ilkelere eklemlenmesine yol açtı. Ben bu durumun kendimce Marx’ın düşüncelerinin
‘Marksizm’ olarak anılmasına yol açtığını düşünüyorum. Elbette ki bu tartışılır fakat bugün Ortodoks
Marksizm ve Frankfurt Okulu hakkında da konuşacağımız için Engels’in adını anmayı çok gerekli
gördüm. Marx’ın düşüncelerinin ‘izm’ olmasında ve Ortodoks Marksizm, Frankfurt Okulu vb. bir sürü
fraksiyonlara bölünmesinde Engels’in rolünün büyük olduğunu düşünüyorum. Engels bugün
yanımızda olmadığı için kendisine söz hakkı düşmüyor ama söylediklerime daha sonra cevap
verecektir. Lafı fazla uzatmadan Frankfurt Okulu teorisyenlerinden Horkheimer’a dönmek istiyorum:
Bay Horkheimer, Frankfurt Okulu’nu genel hatlarıyla bize birazcık açıklar mısınız?
Horkheimer: Tabii. Sizin de söylediğiniz gibi Marx’tan sonra ciddi bir Ortodoks Marksizm sorunu
başladı. Biz Frankfurt Okulu teorisyenleri, Marx'ın teorisinin esas karakterini katı ve giderek içi
boşalan bir ideolojik doktrinden kurtarmayı amaçladık. Çünkü Marksizm süregelen başarısızlıklarla
boğuşmasına rağmen giderek Ortodoks bir hal almıştı ve Marx’tan uzaklaşmıştı. Bu anlamda bizler
Marx'ın Hegel felsefesiyle ilişkisini ve özellikle erken dönemini yeniden gözden geçirerek
Marksizm'in güncellenmesini önerdik. Mesela bu söylediğim bugün bile az sayıda kalmış Ortodoks
Marksist tarafından korkunç karşılanacaktır çünkü onlara göre Marksizm tamamlanmış bir teoridir ve
güncellenemez, teoriye adeta kutsal bir kitap gibi bakarlar… Ben, Adorno ve Herbert Marcuse gibi
düşünürlerden oluşan Frankfurt Okulu, Marksizmi güncellemek için felsefenin rolünün merkezi
olduğunu savunduk. Adorno ile birlikte yazdığımız Aydınlanmanın Diyalektiği’nde şöyle söylüyoruz:
“O bir felsefe eleştirisidir ve dolayısıyla, felsefeden vazgeçmeyi reddeder.”* Bu düşüncemiz aslında
Marx’ın demin de vurgu yaptığı felsefenin eylemden ayrılamıyor olma meselesiyle ilişkili. En genel
ifadesiyle bizler Marx’ın materyalist dönüşünün, felsefenin yerini devrimci eylemin aldığına işaret
ettiği Ortodoks Marksist görüşe karşı çıktık çünkü Marx’ın felsefeyi bırakalım, sadece devrim yapalım
dediğini düşünmüyoruz. Bize göre Marx'ın eleştirisi felsefe karşıtı değil, felsefenin kendisiyle eleştirel
bir ilişkidir. Hazır kendisi karşımdayken onunla da konuşmak isterim bunu ama yarınki oturuma
saklayacağız galiba ikili tartışmayı. Yine de şimdiden düşüncelerimi söyleyeyim ve Bay Marx da
notlarını tutsun çünkü konuşacak çok fazla şey var…
Asya: Evet Bay Horkheimer, deminden beri konuştuğumuz konularda birçok kişiye çok fazla söz
hakkı doğuyor, ben de bu sebepten yarın için heyecanlıyım herkes gibi. Ama konuyu dağıtmadan
devam edelim, gerek Bay Feuerbach ve gerekse Bay Marx’ta Hegel’in etkilerini konuştuk, siz de
konuşmanızın başında Marksizmin Hegel’le ilişkisine dönerek güncellenmesi gerektiğini belirttiniz.
Bunu biraz açar mısınız?

*David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, sayfa 111.


Horkheimer: Tabii. Biz Frankfurt Okulu teorisyenlerinin başlıca eleştirilerinden birisi özellikle Kant’la
ilişkilendirilmiş olan Aydınlanma’nın soyut rasyonalizmidir ve buna karşılık bizler Marx'ın Hegel’e
verdiği materyalist yanıtı vurguladık yani tarihsel sürecin tamamen tine ya da mantığa
indirgenemeyeceğini savunduk. Bize göre kapitalizm, modernite hastalığının bir ifşasıdır. Bununla
birlikte, Marx'ın fikirlerinin ortodoks tarihsel materyalizme doğru yozlaşması da aynı hastalığın bir
başka ifşasıdır. Marksizmin Hegel’le ilişkisine dönmesi gerekliliği bu söylediklerimle ilgili.
Asya: Teşekkür ederiz Horkheimer. Son olarak eleştirel teorinin canlanışına büyük katkıda bulunan
Habermas’a söz vermek istiyorum. Sen de felsefenden ve özellikle de Frankfurt Okuluna bakış
açından bahseder misin biraz?
Habermas: Benim felsefem öncelikle salt rasyonalizmin ötesine geçen daha eksiksiz bir rasyonalite
anlayışı sağlamayı amaçlıyor çünkü bana göre bilgi, insan toplumlarının maddi tarihi ve sosyal
ilişkiler bağlamı dışında anlaşılamaz. Bu eleştirimi geliştirmek için ilkin iki tür eylem arasında ayrım
yaptım: emek ve etkileşim. Emek, üretim tarzlarının tarihsel gelişimiyle ilgiliyken etkileşim, kişiler
arasındaki ilişkiler alanını ifade ediyor. Bu bağlamda diyebilirim ki emek ve etkileşim ayrı ama
birbiriyle bağlantılı kavramlar. Emek, araçlar ve amaçlarla ilgiliyken; etkileşim, değerlerin geçerliliği
ve yorumlanmasıyla ilgili. Ben bu noktada emek ve etkileşim arasında ayrım yaparak, tamamen
araçsal bir rasyonalite anlayışının ötesine geçmeye çalıştım; insan varoluşunun sosyal ve tarihsel
boyutlarını değerlerin analizi ile bütünleştirip toplumu anlamak için daha geniş bir pencereden
meseleleri okumaya çalıştım. Benim için eleştirel teori, etkileşime odaklanarak baskıcı toplumsal
gerçekliklerin eleştirisini güçlendirmeyi amaçlar. Buradaki etkileşim vurgusunu çok önemli
buluyorum çünkü bu Marksist toplum yorumlarının merkezinde yer alan emek ve araçsal rasyonalite
kavramlarının sınırlarının ötesine geçmek için gerekli. Bunları söylerken elbette üretimin gelişmesinde
bilimin emek üzerindeki etkisinin farkındayım ve fakat yalnızca üretim güçleri ile üretim ilişkileri
arasındaki diyalektik ilişkiye dayanan bir ilerleme görüşüne şüpheyle bakıyorum. Çünkü toplumda
meydana gelen ya da gelecek olan değişiklikler sadece ekonomik gelişmelerle okunamaz. Dolayısıyla
eleştirel teori, emeğin olduğu kadar etkileşimin rolüne de değer vermelidir. Ben bu bağlamda araçsal
rasyonalite yerine iletişimsel rasyonalite kavramını öneriyorum. Son tahlilde benim felsefem araçsal
rasyonalite sürecine odaklanan özellikle Weber gibi Frankfurt Okulu teorisyenlerinden büyük bir
kopuşu temsil ediyor. Frankfurt Okulu teorisyenleri bence araç-sonuç hesaplamalarının ötesine geçen
temel bir rasyonalite ihtiyacını yeterince ele alamadılar. Ben az önce sözünü ettiğim etkileşim kavramı
üzerinden rasyonaliteyi iletişimsel olarak yeniden inşa ederek bu teorik boşluğu doldurmayı
amaçladım diyebilirim.
Asya: Hepinize cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Şimdi bir süre ara vereceğiz, sonrasında
katılımcılarımız size sorular soracak ve sizler de cevaplayacaksınız. Oturumun ikinci yarısı yarım saat
sonra başlayacaktır, görüşmek üzere.

You might also like