Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

1.

Russell’ın Frege’ye Müdahalesi

E ile isimlendirilen ve her şeyi eleman olarak kabul eden bir evrensel küme olsun.
E evrensel kümesi, kendi kendisini eleman kabul ederse, onu E’ olarak tanımlayalım:
E’ = {… , E}

Peki yukarıdaki gibi, kendi kendisini eleman kabul eden kümeler var mıdır?
Elemanları küme olan kümelere, küme ailesi diyelim. Aşağıda “öyle A kümelerinden oluşmuş ki,
eleman sayısı 3’ten büyük olan kümeler” olan D ailesi tanımlanıyor:
D = {A: s(A) > 3}
D = {{1,2,3,4} , {1,2,3,5} , {a,b,c,d} , Z} , …}

O halde, D ailesinin eleman sayısı sonsuzdur ve dolayısıyla D ailesinin de eleman sayısı 3’ten
büyüktür. Bu bağlamda D ailesi, kendi kendisini eleman olarak kabul edecektir.
s(D) > 3 → D ∈ D

Madem kendi kendisini eleman kabul eden kümeler vardır, o halde tüm kümeler A = {‘kendi kendisini
eleman kabul etmeyen kümelerin kümesi’} ve B = { ‘kendi kendisini eleman kabul eden kümelerin
kümesi’} olarak ikiye ayrılabilir. Hiçbir küme hem A ailesine, hem de B ailesine aynı anda mensup olamaz.

Peki A ailesi (kendi kendisini eleman kabul etmeyen kümelerin kümesi), kendi kendisini eleman kabul
eder mi, yoksa kendi kendisini eleman kabul etmez mi?
Farzedelim ki A ailesi, kendi kendisini eleman kabul etmesin;

A∉A

Bu durumda A ailesi, kendisini içermiş olur.

Görüldüğü gibi, A ailesi kendi kendisini kabul etmediğinde, A ailesi, A ailesinin elemanı kabul etmez
demek olacaktır. Ancak A ailesi, kendi kendisini eleman kabul etmezse, A ailesinin tanımından ötürü
(kendi kendisini eleman kabul etmeyenlerin kümesi), A ailesi, A ailesinin elemanı olacaktır. Russel
Müdahalesi olarak da anılan paradoks budur. (Russel daha sonra, bizim yukarıda A ve B ailesi olarak
tanıttığımız küme ailelerinden bahsedilemeyeceğini öne sürerek, probleme sınırlar koymuştur ve
paradoksu kendisi ortadan kaldırmıştır.)

2. Gödel’in Russell’a Müdahalesi: Karar Verilemezlik ve Kanıtlanamazlık

Gödel, Principia Mathematica’nın bu notasyonunu, Gödel Sayıları olarak bildiğimiz bir takım asal
sayıları kullanarak, tekrar yazar. Sonuçta Principia Mathematica’nın içerisinde bir ‘karar verilemezlik’
durumu yaratmış olur. Bu durum, Principia Mathematica’da yer alan ispatlardan bazılarının -
ispatlanamaz- hale gelmesine neden olur. Dolayısıyla Gödel tarafından Principia Mathematica’nın
çalışmadığı en azından bir nokta yaratılır. Gödel Müdahalesi, bu tarz sistemler içerisinde her zaman
için bir karar verilemezliğin ortaya çıkacağını gösterir. Buraya şöyle bir şerh düşmeyi gerekli
görüyorum: Gödel Müdahalesi, “herhangi bir hakikat bulunabilir değildir” savı üzerine kurulu değildir.
Ne olursa olsun Gödel hala hakikatin nasıl bir şey olabileceğine dair bir sınır çeken pozisyondadır.
Gödel, hakikatin belli türden bir modellemeye indirgenebilir olmadığını gösterir ve aritmetik modelin
içinde kalarak, mevcut aritmetik modeli ‘ispatlanamaz’ ilan eder.
Bu noktada Gödel Sayıları karşımıza çıkar. Gödel, asal sayıların kendisinden başka hiçbir sayıya
bölünmemesinden ötürü bir çarpım içerisinde eşsiz olduklarını düşünür. Bunun üzerine örneğin
(2x3x5x7x11) işleminin sonucu olan ‘2310’ sayısını mantıkla değil, aritmetik ile şifreleyebileceğini öne
sürer. Fakat burada şöyle bir sorun ortaya çıkar ‘2310’ sayısı çarpanlarına ayrıldığında, çarpanların
sırası belirlenebilir olmadığı için, ‘2310’ sayısı pekala (2x3x5x7x11) değil, (3x5x2x7x11) vb. olabilir.
Dolayısıyla Gödel’in bu ifadede, sayıların doğru yerlerine de karar verebileceği bir sisteme ihtiyacı
olur. Yani yalnızca aritmetik ile oluşturulmuş, şifrelenmiş bir önerme için, önermenin bileşenlerinin
doğru sıralamasını da ortaya koymalıdır. Bu sorunu çözmek adına, eğer bir ifade (asal sayı) tümcede
ilk sırada ise, onun üzerini ‘1’; ikinci sırada ise onun üzerini ‘2’ vb. yapar Bu durumda cümle şu hale
gelir: (21x32x53x74x115) ve bu işlemin sonucu devasadır. Bu sonuç çarpanlarına ayrıldığında, artık
tümcedeki her bir sayı ve sayıların sırası da belirlenmiş olur. Bu bağlamda Gödel, mantıkta ifade
edilebilir ne varsa Gödel sayılarını kullanarak bu şekilde şifreleyebilir duruma getirir.

3. Mobius Şeridi ve Mezura Örneği

Matematiği düz bir mezura olarak düşünelim. Mezuranın bir tarafında sayılar arasındaki ilişkileri
haritalandırmak için mantık kullanılırken, diğer tarafından aritmetik haritalandırmak için kullanılıyor.
Esasında Russell'ın Frege'ye ve Gödel'in Russell'a yaptığı şey, bu haritalama sisteminin yeniden
yazılması olarak görülebilir. Fakat özellikle Gödel’in sistemini şöyle anlatabiliriz: Gödel, mantığın
aritmetiğe çevrilmesine olanak tanıyan Gödel sayılarını tanıtarak yeniden bir yapılandırmaya gider.
Bir tarafı aritmetik ve diğer tarafı mantık olan 2 yüzlü bir mezurayı döndürüp birleştirir, bu şekilde bir
mobius şeridi oluşturur. Bu noktada sözgelimi Gödel öncesi sistemde mezuranın matematik
yüzeyinde bir karınca yürütürsek sayılar üzerinde yürüyecektir ve mantık yüzeyinde yürütürsek
semboller üzerinde yürütecektir. Oysa Gödel, mezuranın mantık yüzeyini alıp matematik yüzeyi ile
birleştirerek bir mobius şeridi oluşturduğunda; karınca artık mantık terimlerinin mi yoksa sayıların mı
içinde yürüyor meselesi muğlak bir hale gelir. İşte bu şekilde Gödel Principia Matematica’da yer alan
dili 180 derece döndürüp, mantık terimleriyle ifade edilmiş ne varsa, aritmetik terimlerle ifade
edilebilir hale getirir. Ortaya çıkan paradoks, mantık ile aritmetik arasındaki karşılıklı etkileşimden
kaynaklanır; burada her iki alan da birbiri hakkında konuşur gibi görünür. Bu noktada Gödel'in
müdahalesi kelimenin tam anlamıyla Russell’ın kurduğu sisteme karar verilemezlik virüsünü sokar ve
Russell’ın sisteminin önceden kurulmuş düzenini bozar.

3. Yayılımsallık, Uzamsallık ve Karar Verilemezlik

Frege, Aritmetiğin Temellerinde, aritmetik ve uzamsallık arasında bir ilişki kurar: Toplama ve çıkarma
gibi aritmetik işlemleri, niceliklerin fiziksel nesneler gibi görselleştirilebildiği ve
kavramsallaştırılabildiği mekansal düzenlemelere benzer şekilde tanımlanır ve sayıları sayma, onları
birleştirme işlemi, boncukların bir ip üzerinde dizilmesine benzer. Dolayısıyla, Frege; aritmetiğin,
temelde niceliklerle ilgili olmasına rağmen, kökeninde geometrik yönlerin de bulunduğu savı
üzerinden bir haritalandırma yapar. Frege'nin geometrik yorumunun aksine, Russell ve Whitehead
"Principia Mathematica"da matematik için mantıksal bir temel önerir. Matematiğin tamamen
mekânsal ve fiziksel sezgiye dayanmadan mantıksal ilkelerden çıkarılabileceğini savunurlar. Bu
bağlamda mekânsal veya zamansal değerlendirmelere başvurmadan mantıksal aksiyomlardan ve
kurallardan matematik oluşturmaya çalışarak biçimlendirme ve haritalandırmaya odaklandılar. Gödel
ise Russell ve Whitehead tarafından önerilenler de dahil olmak üzere biçimsel sistemlerin doğasında
olan sınırlamaları göstererek bir haritalandırma sistemi kurmaya çalışır. Gödel, aritmetiği ifade
etmeye yeterli olan herhangi bir sistemin, doğru bile olsa o sistem içinde kanıtlanamayan ifadeler
içerdiğini göstererek aslında matematiksel sistemlerinin doğasında olan ‘eksik’liği gösterir.
Frege üzerinden aritmetik büyüklüklerin ilişkilerini ortaya koyarken, aritmetiğin nesnelerinin her
zaman yayılımsal olanın dolayımından geçtiğini söylemiştik. Aritmetik, geometrinin yayılımsallığının
dolayımından ortaya çıkıyordu. Başka bir örnek olsun; 't1' ve 't2' olarak gösterilen zaman içindeki
anları düşünelim. Bu anlar, zamansal bir uzanım aracılığıyla tasvir edilir ve uzamsal boyutların
ötesindeki yayılımsallığın temel bir yönünü vurgular. Uzamsal olmayan bir nokta olarak tasarlanan
her an, zamansal bir süreklilik oluşturacak şekilde birleştirilir ve bu da bir tür zamansal genişlemeyi
gösterir. Bu zamansal yayılımsallık, uzamsal sınırların ötesine geçerek zaman alanına uzanan yayılımın
daha geniş kapsamını oluşturur. Küme teorisine geçişte ise şu soru ortaya çıkar: Kapsamlılık bu alanda
ortaya çıkar mı? Mantığı kapsamsallık merceğinden incelediğimizde, bir uçta varlığın kendisinden
farklı, anlaşılmaz olan bulunurken, diğer uçta apaçık özdeşlik önermesi (A = A) bulunur. Bu mantıksal
uzay, her biri bir uzantı oluşturan sonsuz küçük noktalara benzeyen tüm doğru önermeleri kapsar.
Ancak bu mantıksal uzanım yalnızca mekânsal bir yapı değildir; soyut düşünce alanını kapsayacak
şekilde fiziksel boyutları aşar. Sözgelimi dil, bu mantıksal alan içerisinde faaliyet gösterir. Bir
sandalyeyi "siyah" olarak nitelediğimizde, doğası gereği sandalyenin "beyaz olmaması" gibi diğer
olasılıkları dışlamış oluruz. Bu noktada dil, mantıksal uzayda görünüşte kusursuz bir haritalama aracı
işlevi görür. Ancak Gödel, mantıksal yapıdaki boşlukları ortaya çıkararak bu kusursuz haritalama
kavramını bozar. Bu noktada ister dil olsun, ister başka herhangi bir haritalama yöntemi, her zaman
için haritamızda boşluklar açılacaktır.

4. Kendi Kendine Gönderimde Bulunmanın Sonucu Olarak Karar Verilemezlik

Bu noktada Gödel’in yaptığı şeyin metafiziksel olarak bana nasıl bir şey ifade ettiğini açıklamak
istiyorum: Örneğin p’nin özdeşlik ve ‘non-p’nin özdeşlik dışı olması üzerinden düşünelim. ‘p’lerin
ilksel olarak durumu: (a=a) gibi bir özdeşlik; ‘non-p’lerin ilksel olarak durumu: (a≠a) gibi bir
anlamsızlıktır. Yani burada bir taraf, varlığa gelme olasılığını karşılayan olmasından ve diğer tarafın ise
varlığa gelmesinin olasılık dışılığını karşılayan olmasından söz edilebilir. Aynı zamanda bunlar ‘0’ ve ‘1’
ile de tanımlanabilir. Burada boş küme, özdeşlik dışı olan tarafla ilişkilendirilebilir. Mantık uzayı bir
sayı doğrusuna yerleştirseydik: özdeşliklerin niceliği belirlidir; çünkü bunlar var olma olasılığı olan,
yani arketip fonksiyonu kuran mantık kurallarının sınırlarını belirlediği tarafta olan, varlık
olasılıklarıdır. Varlık olasılıklarını sayı doğrusunda +sonsuza giden tarafa yerleştirirsek, özdeşlikle
açılan ve onun özelliklerini taşıyacak varlık olasılıklarının +sonlu bir ifade olduğunu söyleyebiliriz. Bu
durumda sayı doğrusunun pozitif kısmına bu niceliksel ifadeyi işaretleyebiliriz. Özdeş olmayan, yani
varlığın değili olan olasılıkları ise sayı doğrusunun negatif kısmına yerleştireceğiz. Mantıksal olarak
varlığın değili, yani özdeşliğin değili demek, a ≠ a demektir. Fakat a’nın, a olduğu bir durumdan
bahsedebilirken; a’nın, a’nın değili olduğu, yani a olmadığı birçok durumdan bahsedebiliriz: a’nın a
olmadığı -sonsuz durumdan bahsedebiliriz. Dolayısıyla sayı doğrusunda -sonsuzu işaretlediğimiz, özne
için varlık olasılığı olmayan durumlar vardır. Burada aslında özdeşlik kısmı nicelik olarak sözü edilemez
durumdadır çünkü karşısında nicelik olarak sonsuz bir anti özdeşlik kısmı vardır. Burada çember bir
grafik düşünseydik, grafiğin tam orta noktasında bir nokta olarak özdeşlik olurdu ve çember
içerisindeki geri kalan tüm alan özdeşliğin değili, yani ‘yokluk’ denilen olurdu. Tüm bunları örneğin
entropi bağlamında düşünürsek şöyle diyebiliriz: Entropinin niceliksel yorumları; bir olasılığın var
olması durumunun, var olmaması durumlarına kıyasla ihmal edilebilir düzeyde olduğunu, bu anlamda
var olan olasılıkların - yani düzenli, dengeli durumların - kaotik durumlar karşısında sürekli
tüketildiğini öne sürer. Bunu, sistemdeki tutarsızlıkların, tutarlılıklardan her zaman daha fazla
nicelikte olması gerektiği şeklinde de yorumlayabiliriz. Tüm bunlar birlikte düşünülürse: Arketip
aksiyomatik dizge, geometrik veya algoritmik olarak neye benziyor olabilir? Burada sanki Rizomatik
bir açılım söz konusu. İki yüzü var denebilir. Bir tarafta varlık, yani özdeşlik ile başlayan yüz; diğer
tarafta özdeşliğin değili olan yokluk veya boş küme. Temel olarak özdeşlik, arketip fonksiyon aracılığı
ile açıldığı için ve tüm varlıklar tarafı bu özdeşlikten açıldığı için, varlık tarafında oluşacak her olasılığın
bu temel özdeşliği içermesi gerekliliği. Bu, bir anlamda algoritmanın herhangi bir dizgesinde oluşacak
olan her varlığın özdeşliğe sahip olmasıyla ilgili, daha cüretkar olursak her varlığın kendisini
duyumsaması veya subjektivasyonu -ya da kendine gönderimde bulunması- ile ilgili.

Buraya kadar verdiğimiz tüm örneklerde aslında karar verilemezlik durumunun, öznenin kendi
kendine gönderme yapması ve (A=A)’nın olması sonucunda ortaya çıktığını anlattık. (Sandalye örneği,
karınca örneği vs) Şimdi; ‘Karar verilemezlik’, bir şeyin kendi kendisine gönderimde bulunması ile
ortaya çıkıyorsa, subjektivasyon eylemini de özdeşlik dışı bir sonuca evrilmesi muhtemel olacaktır. O
halde A=A gibi bir özdeşlik, A=B gibi özdeşliği bozan, yine entropi bağlamında daha kaotik bir varlığa
evrilecek, böylelikle de tüm varlıkların çokluğa doğru çeşitlenişi açıklanabilir olacaktır. Öznenin
subjektivasyonunda özdeşlik A=A işlemini yapar, ancak bunun sonuçları özdeşlik dışı olana sebep olur:
öznenin objektivasyonu, yani öznenin kendi kendine gönderimde bulunması, A=B sonucunu doğurur.
Eğer bu tariflerin bağlamından kopmazsak bir diğer sonuç, mantık uzayının başlangıç dizgesindeki
varlık bakımından algının neliğine ilişkin sorgulamadan ortaya çıkar: tüm varlıklar, bu ilk dizgedeki
varlıktan, arketip özdeşlikle algısını kuran varlıktan açılmıştır. Ve eğer bu aksiyomatik dizgelerin
geometrisi fraktal bir geometriye benzetilirse, oluşacak tüm varlıkların içerisinde, bu ilk varlığın
algılayabileceği en azından bir eylem vardır. Fakat oluşacak olan hiçbir varlık objektivasyonunda
nesnelliği tasarlarken, bu arketip varlık kadar duru bir algıya sahip olmayacaktır. Arketip varlık
açısından diğer tüm olasılık varlıklar, kendi özdeşliğinden ötürü kusurlu olsalar bile, oluşan diğer tüm
varlıklar açısından nesnelliğin görüngüsü her zaman kusurlunun kusurlusu olarak tasarıma gelecektir.
Sonuçta nesnelliğin tasarımı, her zaman bir tür yargı barındırır ve ‘en duru yargı’ ile bakabilmek, belki
de şeyleri olduğu gibi görmeye en yakınıdır. Böylelikle Blake’in o meşhur sözünü de analım: “Eğer algı
kapıları temizlenmiş olsaydı, her şey insana olduğu gibi görünürdü: sonsuz.” Tüm bu hikayede bize
sonsuzu çağrıştıracak ilk şey de sanırım “A=A” gibi bir özdeşliktedir. Şimdi tüm bu metafiziksel
anlatılarımı Gödel üzerinden düşünecek olursak; Gödel öncesi sistemler bir şekilde A=A gibi bir
mükemmel özdeşliğe (Yani örneğin mantıkla bir şeyin yüzde yüzünün açıklanabileceği iddiasına)
ulaşılabileceği, ‘’olduğu gibi olan’’ şeylerin belirlenebileceği düşüncesini savlarken, Gödel herhangi bir
sistemde A=A gibi bir mükemmel özdeşliğin sabit olarak belirlenemeyeceği, A=A’nın olduğu her
yerde, kendi kendine gönderme yapmanın sonucu olarak A=B’nin ve dolayısıyla karar verilemezliğin
ortaya çıkacağını savlar. Bu noktada aslında günümüzde kuantum fiziğinin işleyiş ilkeleri,
belirlenimsizlik, çiftyarık deneyi gibi konuları aklımıza getirmemizde fayda var. Verdiğim tüm örnekleri
bu bağlamda düşünebilirsiniz. Nitekim Gödel, yaptığı çözümlemelerle tüm bunların önünü açar.

You might also like