Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 14

Uluslararası İbnü’l

Arabi Sempozyumu
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve
İbnü’l Arabi

BİLDİRİ KİTABI
15-16 Kasım 2018 MALATYA

I. CİLT

Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Fikret KARAMAN
İnönü Üniversitesi
(İlahiyat Fakültesi)

İnönü Üniversitesi Yayınları No: 41


İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 4

Sertifika No
26607

Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Fikret KARAMAN

ISBN
978-975-8573-85-1

1. Baskı Aralık 2018 Ankara 500 Adet

Editörler
Prof.Dr. Mustafa ARSLAN
Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR
Doç. Dr. M. Korkut ÇEÇEN
Dr. Öğr. Üyesi Abdulkadir KIYAK
Arş. Gör. Gülşen SAYIN

İsteme Adresi
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
44280 Kampüs / MALATYA
Telefon: 0422 377 49 99
e-posta: ilahiyat@inonu.edu.tr

Baskı

Serhat Mah. 1256 Sokak No:11


Yenimahalle / ANKARA
Tel: 0312 354 91 31 (pbx)
Faks: 0312 354 91 32
e-posta: bilgi@tdv.com.tr

Açıklama: 15-16 Kasım 2018 tarihlerinde Malatya’da düzenlenen Uluslararası


İbnü’l Arabi Sempozyumuna 11 farklı ülkeden katılım gerçekleşmiştir. Bu eserde
yer alan metinlerin tüm sorumluluğu yazarlarına aittir.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

HAKÎKAT ARAYIŞINDA SON İNSÂN-I KÂMİL:


İBNÜ’L-ARABÎ’DE HÂTEMÜ’L-EVLÂD MEFHUMU

Zeliha ÖTELEŞ1

Özet: İbnü’l-Arabî, Füsûsu’l-Hikem isimli eserinde “hâtemü’l-evlâd”dan bahseder. Son


insân-ı kâmil için bu şekilde bir isimlendirme yapan İbnü’l-Arabî, kıyâmetten önce kes-
retten vahdete dâvet eden bu son insân-ı kâmilin Şît Peygamberin ayak izi üzerinde
bulunduğu bilgisini bize Şît Fassında verir. Şît Peygamberin Hâbil ile Kâbil hâdisesin-
den sonra Hz. Âdem’in teskîni için Hakk’ın bir armağanı olarak gönderildiğini belirten
İbnü’l-Arabî, Şît Peygambere Hikmet-i Nefsiyyeyi, “atâullah” ve “hibetullah” mânâsında
tahsîs buyurmuştur. Şît Fassının sonunda da “hâtemü’l-evlad” ile Şît Peygamber ara-
sında bir irtibat kurmaktadır. İbnü’l-Arabî, “hâtemü’l-evlâd” ve onun zamanında iman
edenlerin rûhunun kabzedilmesinden sonra dünyada insan sûretinde varlıkların hay-
vanât gibi kalacağını ve kıyâmetin de o insan sûretindeki varlıklar üzerine kopacağını
belirtir.
İnsanlığın Hakikat arayışında, son insân-ı kâmil hakkında bilgi sahibi olmanın faydası
nedir? İbnü’l-Arabî kıyâmet öncesi ortaya çıkacağını iddia ettiği “hâtemü’l-evlâd” hak-
kında bilgi vermek ile neyi murâd etmiştir? Neden Şît Peygamberin ayak izi üzerinedir?
Son kâmil insan nerede ve nasıl ortaya çıkacaktır? “Hâtemü’l-evlâd” ifâdesi mecaz ve
hakikat arasında nasıl bir anlam içeriğini ihtivâ eder? Bu gibi soruların kesin cevabını
bulup apaçık meseleyi ortaya koymak ne derece mümkündür? Bu çalışma ile İbnü’l-A-
rabî’nin eserleri bağlamında, özellikle Füsûsu’l-Hikem ve şerhleri çerçevesinde işâret
edilen “Son Kâmil İnsan” üzerine yapılan mülahazaları bir araya getirmek ve dünyada
yaşayacak son insan-ı kâmil ile kastedilen kişinin, hakikat arayışındaki konumu anlaşıl-
maya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İbnü’l-Arabî, Füsûsu’l-Hikem, Hâtemü’l-evlâd, İnsân-ı Kâmil, Şît
Peygamber, Kıyamet.

WW The Last Perfect Man (al-Insān al-kāmil) in Search of Divine


Truth: Ibn Arabî’s Seal of Children Conception
Abstract: Ibn Arabî mentioned “the seal of children” in his work named “Fusûs al-Hi-
kam”. For the last perfect man, Ibn Arabî chooses to name this way, and in Seth chapter
he gives the information that the last perfect man who invites people from partiality to
unity before the the judgement day, will be on the footprints of Prophet Seth. Ibn Arabî
emphasizes that God sent Prophet Seth as a gift to Prophet Adam to relieve him after
the incident of Abel and Cain, and Ibn Arabî indicate individual of Prophet Seth as Gift
of God (Atāullah) and Mercy of God (Hibetullah). Prophet Seth and the seal of children
are found in correlation at the end of chapter Seth. Ibn Arabî expresses that the seal 695
1
Dr. Ö� ğretim Ü� yesi, Adıyaman Ü� niversitesi, İ�slami İ�limler Fakültesi, Tasavvuf Bilim Dalı.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

of children and followers of his time will deliver their souls, after that the remaining
humans in the world to be like animals and they will face apocalypse. What is the use
of having information about last perfect man to the search of humanity for truth? What
Ibn Arabî aimed by giving information about the seal of children, and claiming that he
will appear before Apocalypse? Why the seal of children on the footprints of Prophet
Seth? Where and when will the last perfect man will appear? Which meanings that inc-
lude expression of “the seal of children” between figurative and literal speeches? How
likely to find answers to all these questions and reveal the matter clearly? By this study
surveys with in the context of Ibn Arabî’s works, especially Fusûs al-Hikam and its in-
terpretation that points “last perfect man” will tried to be gathered, and the person
regarded as “last perfect man” on earth and his position in search of divine truth will
tried to be understood.
Key words: Ibn Arabî, Fusûs al-Hikam, Seal of Children, Perfect man(Al-Insān al-kāmil),
Prophet Seth, Judgement Day.

WW Giriş
İbnü’l-Arabî üzerine okumalarım Lisans zamanlarında başlamıştı. İslam
Felsefesi alanında Tedbîrât-ı İlâhiyye üzerine Yüksek Lisans tezimi tamamla-
dıktan sonra Tasavvuf alanında Doktora öğrenciliğimin başlarından itibaren
Fusûsu’l-Hikem okumalarım da başlamıştı. A. Avni Bey’in Şerhi ile başladığım
Fusûs okumalarımda Şît Fassına geldiğimde “hatemu’l-evlad” ifâdesiyle ilk
kez karşılaşmıştım. 2008 yılında Dımaşk’ta özel ders aldığım Prof. Dr. Bakri
Aladdin Bey ile 2011’de Konya’da gerçekleşen II. Sadreddin Konevî Sempoz-
yumunda, zihnimi meşgul eden bu mesele hakkındaki sorularımı yönelttim.
Hocam, “Min acâibi’l- İbn Arabî / İbnü’l-Arabî’nin acâipliklerinden” demişti.
O vakitten beri Fusûs üzerine çalıştıkça bu sorular yeniden zihnimi meşgul
etmeye devam etti. Bu Sempozyum vesilesiyle bu sorulara cevap arama imkâ-
nı oluştu. Yine bu Sempozyum vesilesiyle Prof. Dr. Bakri Aladdin Beyefendiye
yedi yıl önceki cevabını anımsattığımda, İbnü’l-Arabî şârihlerinden Sainüddin
Ali b. Muhammed et-Türke’nin İbnü’l-Arabî’nin anlaşılması güç ifâdeleri için
“min Moğoliyyât-ı İbn Arabî/İbnü’l-Arabî’nin Moğolca ifâdelerinden” dediğini
nakletti. İbnü’l-Arabî’nin anlaşılmazlığını belirtmeye çalışan bu ifâdelere rağ-
men, bu tebliğde İbnü’l-Arabî’nin anlaşılmaz ifâdelerinin açıklığa kavuşturu-
lacağına dâir bir iddia taşımadığımı belirtmek isterim.
Ulaşabildiğim Fusûs şerhlerinde şârihler, bu meseleyi nasıl anlamışlar-
dı? Mesih- Mehdi inancı ile “hâtemü’l-evlâd” arasında bir bağ kurulabilir mi?
“Hâtemü’l-evlâd”ın Çin’de doğacağını iddia eden İbnü’l-Arabî için Çin neresi-
dir? İkiz olarak doğacak olması sembolik midir? Bu sorulara verilen cevapları
ele alacağımız bu tebliğde öncelikle Şît Peygamber hakkında bazı bilgiler ve-
relim.

WW 1-Şît Peygamber Hakkında Kısa Bir Bilgi


Şît,ismi Kur’an’da yer almayan peygamberlerdendir. Âdem peygamberin
üçüncü oğlu olduğu bilinmekle birlikte, hakkındaki bilgilerin ekserîsi İsrâilî
696 kaynaklara dayanmaktadır. Şît Peygamber, Mûsevî geleneğinin yanı sıra Îsevî
geleneğinde, ortaçağda yaşayan putperest Harrânîler’de, Gnostik geleneklerde
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

ve Sabiî (Manden) geleneğinde mukaddes bir yere sâhiptir.2 Müslüman âlim-


ler de Hz. Peygamberin soy kütüğü içinde Şît’e yer verir.3 Hemen hemen bütün
inançlarda âdeta mitolojik bir karakter olarak yer alan Şît Peygamber, hakîkat
yolunda takip edilmesi gereken bir ışık gibi görülmektedir.
Cennette yaratılan Âdem, ilk insan ve peygamberdir. Ancak, insan yaşamı-
nın bütün aşamalarından geçen ilk peygamber Şît’tir. Dolayısıyla Hz. Muham-
med’e gelene kadarki tüm Peygamberlerin de atasıdır. Öyle ki İbn İshak, Hz.
Âdem’in çocukları arasında Hâbil’in zürriyetinin olmadığını, Kâbil’in zürriye-
tinin ise Nûh Tûfânında ortadan kalktığını, dolayısıyla insanlığın Âdem’den
sonraki ikinci atasının Şît olduğunu aktarır.4
Şît kelimesi İbrânî dilinde “atâullah” mânâsındadır. Araplar ise bu keli-
meyi, Şîs şeklinde telaffuz ederler.5 Taberi ise Şît isminin Süryânice olduğunu
ve “Tanrı’nın bağışı” anlamına geldiğini kaydeder.6 Hâbil’in Kâbil7 tarafından
katledilmesi sonucu Hz. Âdem’in teskîni için Hakk’ın gönderdiği kabul edilen
Şît Peygamber, İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem isimli eserinde, Hz. Âdem için
“nefes-i rahmânî” olarak “hikmet-i nefsiyye” şeklinde isimlendirilir. Ulûm-ı
vehbiyye, atâya-yı zâtiyye ve atâyâ-yı esmâiyyenin Şît’in kalbine vârid olduğu
yine İbnü’l-Arabî tarafından zikredilir.8 A. Avni Konuk Bey, Hz. Âdem’in teskîni
yine Hz. Âdem’den olmuştur diyerek, burada “Çocuk babasının sırrıdır.” hadisi
ile Hz. Şît’in bâtınının Hz. Âdem’in bâtınına tevâfuk ettiğini, insana kendi hakî-
kati olan ayn-ı sâbitesinin hâricinde hiçbir şeyin gelmeyeceğini, özetle kişiye
kendisinin hâricinden hiçbir atâ (ihsan) vârid olmayacağını belirtir.9 Âdem’in
teskîni yine Âdem’dendir. Bu ihsân, Âdem’in sırrı olan Şît’dir. İbnü’l-Arabî son
insân-ı kâmil için “hâtemü’l evlâd” ibâresini kullanırken neden Şît Peygam-
ber’e atıfta bulunmuştur? Bu sorunun cevabını aramak için, genelde İslam dü-
şüncesinde özelde sûfiler indinde, özellikle İbnü’l-Arabî’de “Hâtem” mefhû-
muna değinmemiz gerekecektir.

2-İbnü’l-Arabî’de “Hâtem” Mefhumu: Hâtemü’l-Enbiyâ-Hâtemü’l-Evli-


yâ ve Hâtemü’l-Evlâd
“Yüzük, üzerinde mühür bulunan yüzük, en son, sonuncu”10 anlamlarına
gelen hâtem, Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Peygamberi ifâde edecek şekilde
2
Geniş bilgi için bakınız: Şinâsi Gündüz, “Şî�t”, DİA, C. 39, s. 214-215.
3
Şinâsi Gündüz, “Şî�t”, DİA, C. 39, s. 215.
4
İ�bn İ�shak’tan naklen Şinâsi Gündüz, “Şî�t”, DİA, C. 39, s. 215.
5
Konuk, Ahmed Avni, Fusûsu’l- Hikem Tercüme ve Şerhi, I, s. 181, 236.
6
Taberî�’den naklen Şinâsi Gündüz, “Şî�t”, DİA,C. 39, s. 214.
7
Hâbil ve Kābil kıssası Kur’ân-ı Kerî�m’de özlü bir şekilde nakledilirken (el-Mâide 5/27-31), gerek tarih ve
tefsir kitaplarında, gerekse kısas-i enbiyâ türünden eserlerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bu bilgilere
göre Hz. Havva biri kız, biri erkek olmak üzere her batında iki ve toplam yirmi batında kırk çocuk dünyaya
getirmiş, sadece Hz. Şî�t tek doğmuştur. Ayrıntılar için bakınız. Ö� mer Faruk Harman, “Hâbil ve Kâbil”, DİA,
C. 14, s. 377. Hz. Şî�t’in tek doğduğuna dâir kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, İ�bnü’l-Arabî� Fusûsu’l-Hi-
kem’de Şî�t Fassında ikiz doğduğunu aktarmaktadır. İ�bnü’l-Arabî� şârihleri de bu bilgiyi teyid etmektedirler.
Çalışmamızın “Hâtemü’l evlâd” kısmında bu bilgiye değinilecektir.
8
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 181-183.
9
Konuk, Fusus Şerhi, C. I, s. 236-237. 697
10
Kubbealtı Lugatı, II, 2006, s.1204.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

“hâtemü’n-nebiyyîn” (el-Ahzâb 33/40) Allah’ın nebîlerinin sonuncusu olduğu


açık şekilde belirtmektedir. Her resûlün nebî, ancak her nebînin resûl olma-
dığı gerçeğinden hareketle, Kur’ân-ı Kerîm’de nebîlerin sonuncusu olarak zik-
redilmesi, aynı zamanda resûllerin de sonuncusu olduğunu göstermektedir.
Hadis kaynaklarında yer alan çeşitli rivâyetlerde belirtildiği üzere, Hz.
Peygamber nebîlerin sonuncusudur. Risâlet ve nübüvvetin kendisiyle sona er-
dirildiğini açıklamış (meselâ bk. Müsned, II, 412; III, 266; Buhârî, “Menâķıb”,
18; Müslim, “Mesâcid”, 5, “Îmân”, 327); kendisini, bütün bölümleri ikmâl edilip
yalnız bir tuğlası eksik kalan güzel bir sarayı tamamlayan tuğlaya benzetmiş,
böylece başka bir peygambere ihtiyaç kalmadığına dikkat çekmiştir (Müslim,
“Fezâil”, 20-23)11 Bu noktada sûfîlerden Hakîm et-Tirmizî başta olmak üzere
pek çok sûfî “hatm-i nübüvvet” inancından hareket ederek “hatm-i velâyet”
teorisini geliştirmiştir. Buna göre bir “hâtemü’l-enbiyâ” olduğu gibi bir “hâte-
mü’l-evliyâ” da olmalıdır. Zira velâyet nübüvvetin bâtınıdır. Nübüvvetin zâhi-
ri dinî hükümleri ve şeriatı haber vermek, bâtını ise haber verilenleri bizzat
yaşamak ve bu şekilde nefislere tasarrufta bulunmaktır. Her ne kadar tebliğ
etme bakımından nübüvvetin zâhiri tamamlanmışsa da ilâhî kemâlin yeryü-
züne yansımaları olarak kabul edilen velîlerin tasarruf görevleri sürdüğün-
den nübüvvet velâyet şeklinde devam etmektedir.12
“Hâtemü’l-enbiyâ”nın Hz. Muhammed olduğu mutlaktır. İbnü’l-Arabî Al-
lah ismi câmi‘nin altındaki bütün isimlerin hükümlerinin i‘tidâl üzere zuhûr
etmesi sonucu Hz. Muhammed’in “hâtemü’l-enbiyâ” olduğunu Fusûs’un Üzeyr
Fassında zikreder. Öyle ki Hakk’ın tecelli eden esmâsı, biri diğeri üzerinde gā-
lib olmaksızın i‘tidâl dairesinde kemâl veçhi üzeredir. Hak, diğer enbiyâ ve
evliyâsında dahi bütün isimleriyle zâhir olmuş olsa bile onlarda “i‘tidâl” üzere
değildir.13“Hâtemü’l-enbiyâ” bu şekilde îzah olunduktan sonra “hâtemü’l-ev-
liyâ” hakkında tafsîlî bilgilere geçebiliriz.
Sözlükte, “Cenâb-ı Hakk’a yakınlık mertebesini kazanmış olan seçkin kul,
Allah’ın dostu ve sevgili kulu” anlamına gelen velî�, Türkçede velî�nin çoğul şek-
li olan “evliya” tekil mânâda kullanılır. Kelime sözlüklerde hem fâil hem mef‘ûl
mânasında yer aldığından Kur’an’da Allah müminlerin, müminler Allah’ın;
şeytan inkârcıların ve zâlimlerin, inkârcılar ve zâlimler de şeytanın velî�si
olarak zikredilir (el-Bakara 2/257; Â� l-i İ�mrân 3/68; el-Mâide 5/55; el-A‘râf
7/196; eş-Şûrâ 42/9). Ayrıca müminler müminlerin ve kâfirler de kâfirlerin
evliyâsıdır (et-Tevbe 9/71; el-Enfâl 8/73).14Kur’an’da yer alan “velî�” kelimesi-
ni çeşitli vecihlerden ele alan Mukātil b. Süleyman, el-Vücûb ve’n-nezâir isimli
eserinde kelimenin veled(çocuk) mânâsında olduğunu söyler. Hz. Zekeriyya
Meryem Sûresinde rabbine ‫نك َو ِل ًّيا‬
َ ‫“ َف َه ْب ِلي ِمن َّل ُد‬Tarafından bana bir velî� (oğul)
ver.”(Meryem, 19/5) diye dua ederken “veled” yani çocuk istemektedir.15 Velî�
11
Metin Yurdagür, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C. 16, s. 478.
12
Metin Yurdagür, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C. 16, s. 479.
13
Konuk, Fusûs Şerhi, C. 3, s. 54.
14
Süleyman Uludağ, “Velî�”, DİA, C. 43, s. 25; Kur’ân-ı Kerî�m’de velâyet kavramının kullanımı ile ilgili geniş bilgi
698 için bakınız: Sürmeli, Mehmet “Kur’ân-ı Kerî�m’de Velâyet Kavramı”, Tasavvuf, sy. 9 (2002), s. 303-336.
15
Bkz. İ�smail Hakkı Ü� nal, “Kur’an ve Sünnet Açısından Kutsiyet, Velâyet ve Kerâmet”, İ�slâm Düşünce Gelene-
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

kelimesinin, âyette velet mânâsında kullanılmış olması “hâtemü’l-evlâd”(ço-


cukların sonuncusu) ile kast edilenin “hâtemü’l-velî�”olma ihtimâlini metin
boyunca hatırda tutmamızı gerektirebilir.
Birine yakın olmak demek onun dostu olmak demektir ve güçlü birinin
dostu olmak sûretiyle herhangi bir kişi belli bir kudrete mâlik olmuş olur. Bu
sayede güç (kudret) de (vekâleten) devredilebilir olmaktadır. Arapça’da velâ-
yet kelimelerinin her ikisi de bu devir (vekâlet verme)işini ve devredilen şeyi
ifade eder. O halde biz şöyle diyebiliriz: Velî ya davelîyullâh, Allah ile özel ve
ayrıcalıklı bir ilişkisi olan kimseyi tanımlamaktadır ve bu ilişki velâyet olarak
isimlendirilmektedir. Herhangi bir kimse Allah’la olan bu ayrıcalıklı ilişkiye
nasıl nâil olur ve bir kere bunu elde etti mi bu (ilişki)hangi yolla kendisini ifşâ
eder? Kısaca şöyle cevap verilebilir: Allah dostu denilen kişi (velî), yüküm-
lülüklerinin gereğini yerine getirmek suretiyle Allah’a yakın olma makâmına
erişen kişidir.16Velâyet hakkına sahip velî, velîyullah olarak Allah adına tasar-
rufta bulunabilen kimseler olarak tasavvuf terminolojisinde yer edinmiştir.
Bu tasarrufta bulunma hakkı, zaman zaman velî mefhumu etrafında mitolojik
anlatılara ve sözde velîlerin ortaya çıkmasına da sebebiyet vermiştir.
Mutasavvıflar velî hakkındaki görüşlerine eserlerinde yer vermişlerdir.
Ebû Nuaym el-İsfahânî evliyânın ayırt edici niteliklerinden bahseder. Ebû
Süleyman ed-Dârânî, Ahmed b. Ebu’l-Havârî, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Ebû
Saîd el-Harrâz, Cüneyd-i Bağdâdî, Hallâc-ı Mansûr gibi ilk dönem sûfîleri nü-
büvvet-velâyet ilişkisine değinmekle birlikte konu hakkında ilk müstakil eser
Hakîm et-Tirmizî’nin Hatmü’l-evliyâ17sıdır. Hakîm Tirmizî velâyeti iki kısma
ayırır: Velîyyullâh ve velîyyu hakkillâh. Ancak buradaki gâyemiz Hakîm Tir-
mizî’nin velâyet anlayışını aktarmak değil; sadece İbnü’l-Arabî’de velâyetin
Hakîm Tirmizî’den mülhem olduğuna değinmektir.
Tasavvuf düşüncesinin üzerine inşâ edildiği kavramlardan biridir velâyet.
Öyle ki, hâl ve makāmlar, esâsında velâyete götüren süreçlerdir. Seyr u sülûk
(mânevî eğitim) ile gâye isim ve sıfatlarla tahakkuk etmektir. Velâyetin tasav-
vuf düşüncesinde kronolojik bir şekilde nasıl tanımlandığı, velâyetin kaynağı,
velîlerin birbirini tanıyıp tanımaması, ricâlü’l-gayb mevzusu, velâyet-nübüv-
vet arasındaki üstünlük tartışmaları, velâyet-verâset ve velâyet bilgisinin bağ-
layıcılığı gibi pek çok mesele üzerinde durmak gerekli olsa da burada esas
itibâriyle İbnü’l-Arabî için anahtar kavramlardan biri olan “hâtemü’l-evliya”
(velîlerin sonuncusu) meselesi üzerinden konuyu ele alacağız.İbnü’l-Arabî,
insân-ı kâmil ile aynı anlama gelen velîvelâyet hakkına sahip olmayı iki kısma
ayırır. İbnü’l-Arabî, Futuhât’da öncelikle iki tür hâtemden bahseder: Hâtem-i
Velâyet-i âmme (genel anlamda velîliğin hâtemi) ve Hâtem-i Velâyet-i hassâ-i
Muhammediye (Muhammedî velîliğin hâtemin). İbnü’l-Arabî, Genel anlamda
velîliğin hâteminin Hz. İsa olduğunu belirtir. O, âhir zamanda “vâris ve hâtem”
ğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, (Editör: Yusuf Şevki Yavuz), İ�stanbul: Kuramer yay., 2017, s. 23.
16
Radtke, Bernd, “İ�bnü’l-Arabî�’nin Ö� ncülerinden Biri: Hakî�m Tirmizî� ve Velâyet Görüşü”, çeviren: Salih Çift,
Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2007, cilt: IX, sayı: 21, İ�bnü’l-Arabî� Ö� zel Sayısı, s. 503.
699
17
Eser Salih Çift tarafından Türkçe’ye aktarılmıştır: Hakî�m Tirmizî�, Hatmu’l-evliya Velîliğin Sonu Velâyet- Nü-
büvvet Tartışması, (haz.: Salih Çift), İ�stanbul, İ�nsan yay., 2006.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

olarak ineceğini ifâde eder. Hz. Muhammed, kendisinden sonra yasa koyucu
nebîliğin bulunmadığı nebîliğin sonudur. Hâlbuki Hz. Muhammed’den sonra
büyük peygamberlerden ve nebîlerin seçkinlerinden Îsâ gelir. Fakat İsâ’nın
hükmü –başkasına âit olan zamanın hükmü nedeniyle- ortadan kalkar. Hz.
İsâ’dan sonra “genel nebîlik” (salt haber ve bilgi veren) özelliğiyle bir velî
olmayacaktır.18Futûhat’da okuduğumuz bu cümlelerin benzerini Fusûs’da şu
şekilde okumaktayız: “Âhir zamanda Îsâ gelecek, ancak nübüvvet ve risâlet
cihetiyle değil velâyet itibariyle olacağından resûl-i müşerrî (şeriat koyucu
resûl) sayılmaz.”19Ahmed Avni Konuk ise Fusûs Şerhinde bu meseleyi şu şe-
kilde tasnîf eder:20
1- Velâyet-i mutlaka-i ilâhiyye: Bu tür velâyeti “‫( ”وهو الولي الحميد‬O, hakî�ki
dosttur, övülmeye lâyık olandır.) Şûrâ Sûresi 28. Â� yete dayandırır. Bu
tür velâyete, velâyeti mutlak ve velâyet-i âmme de denilmektedir. Ona
Hâtem-i ekber derler. İ�sâ İ�bn Meryem’dir.
2- Velâyet-i hassâ-i Muhammediye: Buna “mişkât-i hâtem-i velâyet” de
derler. Bu tür velâyete velâyet-i mukayyed ve velâyet-i hâssâ da de-
nilmektedir. Ona “hâtem-iasgar” denilmektedir. O hâtem, İbnü’l-Ara-
bî’dir.
a) Tasarruf-ı ma’nevî ve sûrî beynini câmi olan. (Ma’nevî ve maddî olanı
bir arada tutan); bu kişi Hz. Ali’dir. Hâtem-i kebîr’dir.
b) Tasarruf-ı ma’nevî ve sûrî beynini câmi olmayan. (Ma’nevî ve maddî
olanı bir arada tutmayan); bu kişi Mehdî’dir. Hâtem-i sagir’dir.21
İbnü’l-Arabî’ye göre yukarıda zikredilen velîlik türlerinin hepsinde
“hâtem” bulunmaktadır. Evliyâ (velîler) enbiyâ (nebîlerin) vârisidirler. Dola-
yısıyla velâyet-i İseviyyenin vârisi ise İsevî, velâyet-i İbrâhimiyye ise İbrâhimî,
İshâkî vesâir buna kıyas olunur. Öyle ki, ehl-i hakikat indinde “falan velî falan
peygamberin kademi veya kalbi üzerindedir” denilmektedir. Yani, peygam-
berde olan ilim, tecellî ve hâller bu velîye o peygamberin vâsıtasıyla “mişkât-i
hâtem-i velâyetten hâsıl ve vâsıl olur” demektir. Binâenaleyh o velî, Muham-
medî-i İbrâhimî, Muhammedî-i Mûsevî veya Muhammedî-i Îsevî olur.22Velâye-

18
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s.236.
19
Fusûs, C. 3, s. 106.
20
Velâyet dört kısma da ayırılmaktadır: a. Velâyeti uzma; son peygamberin velâyetidir. b. Velâyeti kübra; öbür
peygamberlerin velâyetidir. c. Velâyeti vusta; evliyânın velâyetidir. d. Velâyeti suğra; tüm mü’minlerin velâ-
yetidir. Bkz. Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İ�stanbul, 1995, s. 564.
21
Avni Konuk, bu meseleyi Bosnevî�’nin Şerhi ile Envâru’r-Rahmân’dan özetle alıntıladığını ifâde eder. Bkz.:
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 213.
22
Fusûs, I, s. 212. Cüneyd-i Bağdâdî� (ö. 297/909) şu tespitte bulunmaktadır: Tasavvufun temeli, sekiz pey-
gambere ait şu hasletlerdir: Sûfî�, sehâ ve cömertlikte İ�brâhim (a.s.)’a tâbi olur. Çünkü o, cömertlik konu-
sunda oğlunu kurban edecek bir dereceye ulaşmıştır. Rızâda İ�smâil (a.s)’a uyar. Zira Allah’ın emrine rızâ
göstererek, aziz canını fedâ etmeye hazır olduğunu söylemiştir. Sabıt hususunda Eyüp (a.s)’a uyar. Çünkü o,
yaralarının kurtlanması belâsına sabretmiştir. İ�şârette Zekeriyâ (a.s)’a uyar. Çünkü Allah onun için: “Rabb’i-
ne gizli bir nidâ ile niyazda bulunduğu zaman…” buyurmuştur. Gurbette Yahyâ(a.s.)’ya tâbi olur. Çünkü o
vatanında garip ve yalnız idi, kavmi arasında kavminden garip idi. Seyahatte ve gezgincilikte Î�sâ’ya(a.s.)
tâbi olur. Çünkü o, her şeyden tecerrüd ederek seyahat ederdi. O derece ki, bir bardakla bir taraktan başka
700 bir şeye sahip olmazdı. Bir şahsın avuçları ile su içtiğini gördüğü zaman bardağı atmış, diğer bir şahsın par-
makları ile saçlarını düzelttiğine şâhit olunca da tarağını fırlatmıştı. Yünlü giysiler giymede Mûsâ’ya (a.s.)
tâbi olur. Zira onun bütün elbiseleri sûf idi. Fakrda Muhammed (sav)’a tâbi olur.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

ti her bir peygamberle ilişkilendiren İbnü’l-Arabî için bu velîlerden sonuncu-


su(hâtemü’l-evliyâ) Muhammedî Hâtem olmalıdır.
Bu noktada şunu söyleyebiliriz: “Hâtemü’l-evlâd”, genel anlamda velîli-
ğin (velâyet-i mutlaka-i ilâhiyye/velâyet-i âmme) veya Muhammedî velîliğin
hâtemi(Hâtem-i Velâyet-i hassâ-i Muhammediye) olarak gelmeyecektir. Çün-
kü İbnü’l-Arabî, Hâtem-i Velâyet-i âmme (genel anlamda velîliğin hâtemi) ile
Hz. îsâ’yı zikrettikten sonra, Hâtem-i Velâyet-i hassâ-i Muhammediye (Mu-
hammedî velîliğin hâtemi) ile karşılaştığını bize aktarır. Bu kişinin, Arapların
asâlet ve güç bakımından en soylularından biri olduğunu ve o Muhammedî
velîliğin hâtemi ile 595 senesinde tanıştığını anlatır. O kimsede Hakkın insan-
ların gözlerinden gizlediği alâmeti ve velâyet mührünü Fas şehrinde gördüğü-
nü belirterek, onun mutlak anlamda velîliğin sonuncusu olduğunu söylemek-
tedir. Öyle ki Allah, Hz. Muhammed ile yasa koyucu nebîliği sona erdirdiği gibi
Muhammedî velîliğin hâteminin de bu kişi olduğunu belirtmiştir.23Bu noktada
şunu hatırlatmakta yarar var: Hz. Muhammed rüyasında nübüvvetin kerpiç-
ten duvar sûretinde temsil olunduğunu, o duvarda bir kerpicin eksik kaldığını
ve Hz. Peygamberin “hâtemü’l-enbiyâ” olarak o eksik kerpici tamamladığını
aktarır. Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Benden önceki ne-
bilere göre benim durumum, bir bina yapıp onu süsleyen ve güzelleştiren ada-
mın meseli/ durumu gibidir. Ancak onun köşelerinden birinde, bir kerpiç (taş
ve tuğla) yeri hariç; (o buraya tuğlasını koymamıştı). İnsanlardan binaya uğ-
rayan herkes ona bakmaya, beğenmeye ve şöyle demeye başladılar: ‘Keşke şu
(boşluğu dolduracak kerpiç de konulsa.’ İşte o kerpiç benim. Ve ben nebilerin
sonuncusuyum.” (Sahîhu’l-Buhârî,Hadis No: 1441) Hz. Peygamberin rüyasın-
da nübüvvetin kerpiçten bina olunmuş bir duvar sûretinde temsil olunması
ve o son boşluğu “hatemü’l-enbiyâ”nın tamamlaması gibi “hâtemü’l-evliyâ”nın
da böyle bir rüya görmesi gerektiğini Fusûs’da şöyle ifâde eder: “Hâtemü’l-ev-
liyâ”, Hz. Peygambere rüyâsında temsil olunan duvarı görür ve duvarda dahi
iki kerpiç mevzii görür. Duvarın kerpici, altın ve gümüştendir. Yani öyle bir
duvardır ki, bir kerpici altından ve bir kerpici de gümüşten olmak üzere binâ
olunmuştur. Duvarda eksik olan altın ve gümüş kerpici kendi nefsi ile tamam-
ladığını görmelidir. Burada altın kerpiç, nübüvvetin bâtını olan velâyet; gü-
müş kerpiç ise velâyetin zâhiri olan nübüvvettir.24
İbnü’l-Arabî, Fusûs’da aktardığı “hâtemü’l-evliyâ”nın görmesi gereken rü-
yâyı, Mekke’de 599 senesinde gördüğünü Futûhât-ı Mekkiyye’de beyan eder.
Dolayısıyla İbnü’l-Arabî şârihleri, onun “hâtemü’l-evliyâ” olduğu düşüncesin-
de hemfikirdirler. Ancak, İbnü’l-Arabî, gördüğü rüyadan sadece dört sene önce
595 yılında Fas’ta tanıştığı kişi de “hâtemü’l-velî” ise, “hâtemü’l-velî”ibâresi
ile anlaşılması gereken“yeryüzüne gelecek son velî” değil midir? Bu noktada
erken dönem sûfilerin eserlerinde yer alan “abdâl”(birbirinin yerine geçen)
kavramı hatıra gelmektedir. Hakîm Tirmizî (ö. 320/932) Nevâdiru’l-usûl’de
şöyle bir hadis nakletmektedir: “Abdâl otuz kişidir. Onların kalpleri İbrâhim

23
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s.236. 701
24
Fusûs, I, s. 217-218.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

Peygamberin kalbi üzeredir.”25 Bir başka hadise göre “Budelâ kırk kişidir.
Yirmi ikisi Şam’da, on sekizi Irak’tadır. Onlardan biri öldüğünde diğerlerin-
den biri onun yerine geçer. Kıyâmet ânında ise hepsi ölürler.”26Bu iki hadis
arasında bir tenâkuzun bulunmadığını düşünür Hakîm Tirmizî, öyle ki abdâl
kırk kişidir, bunların otuzunun kalbi İbrâhim Peygamberin kalbi üzeredir.
27
Hakîm et-Tirmizî’nin eserlerinden anlaşıldığına göre abdâl ya da sıddîkûn
denilen bu kırk kişi velîler hiyerarşisinin en üstünde yer alan gruptur.28 Bu
bağlamda şu soruyu sorabiliriz: İbnü’l-Arabî 595 senesinde Fas’ta karşılaştığı
“hâtemü’l-evliyâ”nın vefâtı sonrasında mı, 599 senesinde“hâtemü’l-evliyâ”nın
görmesi gereken rüyayı görmüştür? Bu soruya şimdilik cevap veremiyoruz.
Sûfi tecrübesinin metafizik omurgası olan rüyânın, velâyetin kimde ola-
cağının tespitinde de son derece önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir.
İbnü’l-Arabî’nin bahsettiği altın ve gümüş kerpiçten örülü duvarın rüyâda gö-
rülmesi gerektiği bilgisinin akabinde, rüyânın tâbir edildiğini de görüyoruz.
Öyle ki bu rüyada gümüş, zâhiri yani nübüvveti; altın ise bâtını yani velâyeti
temsil etmektedir. Burada velîliğin nebîliğe öncelendiği mânâsı ortaya çık-
maktadır. Bu sebepledir ki, İbnü’l-Arabî’nin görüşlerini tenkîd edenler özel-
likle velâyeti nübüvvetten üstün görmesi fikrinin İslâm’a uygun olmadığını,
bu fikrin tıpkı filozofları peygamberlere üstün tutan felâsifenin anlayışı ile
kıyaslanmış, bu görüşü sebebiyle İbnü’l-Arabî’nin tekfir edilmesi meşrû gibi
görülmeye ve gösterilmeye çalışılmıştır. Bu hususta İbnü’l-Arabî’nin ne dedi-
ğine bakıldığında, “velî ve nebî”, iki ayrı şahsiyet olarak kıyas edilmemekte,
aksine her peygamberde nebîlik ve velîlik yönünün bulunduğu kesin ve açık
bir ifâde ile vurgulanmaktadır:
“Ehlullahtan birinin“Velî, nebî ile resûl fevkindedir” dediğini işîtsen o, bu
kavl ile şahs-ı vâhidde murâd eder. Nebî ve resûl olması haysiyyetiyle olan
makāmından, onun “velî” olması haysiyyetiyle olan makâmı etemmdir. Yoksa
nebîye tâbi’ olan velî, nebîden a’lâ değildir. Zîrâ tâbi’, tâbi’ olduğu şeyde ebe-
den metbû’u idrâk etmez. Çünkü eğer tâbi’ metbû’u idrâk edeydi, tâbi’ olmaz-
dı, bunu iyi anla!”29
Bu cümleleri ile İbnü’l-Arabî, ithâm edildiği “Velîler nebilerden üstündür.”
gibi bir iddiaya cevap vererek, velâyet-nübüvvet hakkındaki görüşlerini kesin
bir şekilde anlatmıştır. Yâni, velînin nebî ile resûlün üstünde olması tek şahıs-
ta var olan velâyet nübüvvet ve risâlet i’tibâriyledir. Aksi takdirde velîlerin,
tâbi oldukları nebî ve resûllerden üstün olması düşünülemez. Çünkü tâbi olan
velî, tâbi olduğu şeyde tâbi olduğunu (nebî veya resûlü) idrak etmez. İdrak

25
Hakî�m et- Tirmizî�, Nevâdiru’l-usûl, I, s. 165; ayrıca bkz. Aclûnî�, Keşfu’l-hafâ, I, s. 25.
26
Bu rivâyetin tahriç ve değerlendirmesi için bkz. Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerde-
ki Dayanakları, s. 159.
27
Geniş bilgi için bakınız: Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İ�nancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tes-
pitler ve Teklifler”, İslâm Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İ�stanbul:
Kuramer yay., 2017, s. 202-206.
28
Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İ�nancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tespitler ve Teklifler”, İslâm
702 Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İ�stanbul: Kuramer yay., 2017, s. 205
29
Fusûs, III, s. 109.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

etse zaten tâbi olmazdı. Bu bakımdan nübüvvetin bâtını velâyet iken, nübüv-
vetin zâhiri şer’î hükümlerdir.
Resûl

Risâlet (Tebliğ) Velâyet Nübüvvet

Velâyetin zâhiri nübüvvet; nübüvvetin bâtını velâyettir.

Şekil 1: Velâyet-Nübüvvet İlişkisi


Yukarıdaki şekilde özetlemeye çalıştığımız gibi, velî, nebî ve resûl hiyerar-
şisini İbnü’l-Arabî şu şekilde ifâde eder: Allah’ın tekliğini bilenlerin ilk mer-
tebelerinde velîler bulunur, çünkü Allah bir câhili velî edinmez. Velîlik feleği
altına hangi şekilde olursa olsun Allah’ı bilen herkes girer. Velîlik feleği birinci
makāmdır. Sonra nebîlik, sonra resûllük ve îmân gelir.30

WW 3-Hâtemü’l-Evlâd Kimdir?
Buraya kadar aktarılan her bilgi aslında “hâtemü’l-evlâd” ile İbnü’l-Ara-
bî’nin ne anlatmak istediğini anlamak için zemin mâhiyetindeki bilgilerdir.
Velîlerin peygamberlerin ayak izi veya kalbi üzere gelmeleri o peygamberin
makāmının vârisi olduğunu göstermekteydi. Buna göre “hâtemü’l-evlâd”ın
Şît Peygamberin ayak izi üzerinde olması onun makāmının vârisi olduğunu
göstermektedir. İbnü’l-Arabî’nin Şît Fassı sonunda bahsettiği hâtemü’l-evlâd
ve doğacağı mekânın Çin olması üzerine şârihler muhtelif yorumlarda bulun-
muşlardır. Bu kısımda, şârihlerin yorumlarını aktararak “hâtemü’l-evlâd” ile
ne anlaşıldığını göstermeye çalışacağız.
İbnü’l-Arabî’nin eserlerinin ilk yorumlayıcısı olarak kabul edebileceğimiz
Konevî (ö. 673/1274) İbnü’l-Arabî’nin “hâtemü’l-velî” olduğunu, kendisinin
de İbnü’l-Arabî ile kemâle eren mârifet anlayışının son yetkin temsilcisi oldu-
ğunu düşünür. Yaşadığı dönemi, velâyetin kemâle erdiği dönem olarak görür.
Artık kimsenin bir daha aynı kemâle erişilemeyeceğini, kısmen sürebileceği-
ne inanmıştır.31 “Hâtemü’l-evlâd” ile ilgili bir bilgi vermediği gibi, kendisi ve
İbnü’l-Arabî’nin eriştiği makāma erişilemeyeceğini kabul etmiştir.
Tilimsânî(ö. 690/1291)Fusûs Şerhinde “hâtemü’l-evlâd” ile ilgili kısım-
da,“ilk akıl”dan bahseder. Sırları taşıyan (hâmilü’l-esrâr) türün ilk doğumu Şît
iledir. İlk aklın sırlarının zuhûru onunla ortaya çıkmıştır ki bu evveliyet, mev-
cûdâtın son zuhûru olan Âdem’in mertebesinde hâsıl olmuştur. Bu noktada
Tilimsânî, evvelin âhir ile irtibatının zârûretinden bahseder.“Hâtemü’l-evlâd”
öncesinde doğan ikizini, Âdem’e nisbetle Havvâ’ya benzetir.32Ayna metaforu-
30
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s. 245.
31
Geniş değerlendirmeler için bkz. Ekrem, Demirli, İ�slam Metafiziğinde Tanrı ve İ�nsan, İ�stanbul, 2009, s. 52- 60. 703
32
Tilimsani, Afifüddin, Şerhu Fususi’l-hikem, (thk: Ekber Raşidi Niya), Beyrut,2015, s. 89.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

nu kullanan Tilimsânî, son olanın aynasından ilk olanın resmedilme şekli gibi
en son gelenin de ilk gelenin hükmüyle geldiğini, böylelikle îcâd dâiresinin
tamamlandığını ifâde eder. Tilimsânî, diğer şârihlerden faklı bir yorumda bu-
lunur ki o da, son gerçek insanın Çin’de doğması ile Hz. Âdem’in Çin’de bulun-
masını ilişkilendirir, ilk nokta ile son noktanın bir araya gelmesi ile dâirenin
tamamlandığını düşünür.33
Kāşānî(ö. 736/1335) Fusûs Şerhinde, Şît kademi üzere son gerçek insanın
(hâtemü’l-evlâd) doğacağını bu kimsenin ise mehdi olduğunu ifâde eder. Öyle
ki, “Kalp ruhun veledi (çocuğu)dir ve bu nev’ide babaların sonuncusu (hâte-
mü’l-âbâ’) Mehdi’dir.” diyerek Kāşānî, son gerçek insanın (hâtemü’levlâd)
Çin’de doğmasının sebebini açıklar. Hz. Peygamberin “Velev ki ilim Çin’de dahi
olsa talep ediniz.” hadîs-i şerifini delil getirerek, en uzak îmâr edilmiş bölge-
nin Çin olması gibi “hâtemü’l-evlâd”ın da Çin’de dünyaya geleceğini belirtir.34
Abdülganî en-Nâblusî (ö. 1143/1731), “hâtemü’l-evlâd”ın Şît Peygambe-
rin ayak izi üzerinde olmasını onun vârisi olduğunu gösterir demektedir. Aka-
binde ise şu hadîs-i şerifi aktarır: “Yeryüzünde “Allah Allah” diyen bir kişi bu-
lundukça, kıyamet kopmayacaktır.” (Müslim, “Îmân”, 234). Nablusî, son gerçek
çocuğun Çin’de doğması için ise yine bir hadis zikreder: “İlim Çin’de de olsa
onu arayınız”. Âhir zamanda farz olan ilmin talep edilmesi, şayet Çin dışında
bulunamasa da, bu farziyyetin sâkıt olmayacağını belirtir. Nâblusî, bidâyetin
insân-ı kâmil ile olması gibi nihâyetin de yine insân-ı kâmil ile olacağını ifâde
ederek35, Tilimsânî’yi takip etmiş görünmektedir.
Ahmed Avni Konuk (ö. 1938), son çocuğun vehb-i ilâhî mertebesinin hat-
miyyeti ile zâhir olup kemâl-i ilâhînin meclâsı olan mezâhir-i insâniyyenin
sonuncusu olduğunu ifâde eder. Ondan sonra doğanların, zamanımızda da
çokça görüldüğü gibi kemâl-i rahatla istedikleri şeyleri yemek ve içmek; ke-
yifleri veçhiyle uyumak ve beğendikleri dişileriyle serbestçe çiftleşmek gibi
zevk-i hayat tâbir ettikleri bu hayattan vechi’l-kemâl üzere istifâde ettiklerini
belirterek, son insân-ı kâmil (hâtemü’l-evlâd) sonrasında insan sûretinde-
ki varlıkların hayatının, bugün dahi yaşandığına işâret etmektedir.36 Konuk,
hâtemü’l-evlâd ile dünyaya gelen ikiz kız kardeşi için atâ-yı ilâhînin hâdimi
olan esmânın fâil ve münfâili olmak üzere iki surette tecelli etmesi olarak yo-
rumlamaktadır.37
Ebû’l-Alâ Afîfî (1897-1966), Şît kademi üzere dünyaya gelecek son ger-
çek çocuk ve ikizi olan kız kardeşinin aslında İbnü’l-Arabî sembolizminin bir
parçası olduğunu düşünür. Buna göre, “hâtemü’l-evlâd” aklı, kız kardeşi ise
nefsi simgelemektedir.38 İbnü’l-Arabî eserlerinde, nefs, akl ve rûhtan bahse-
den pasajlar mevcut iken neden “hatemü’l-evlâd” sembolizmini kullanmıştır?
33
Tilimsani, Şerhu Fususi’l-hikem, s. 91.
34
Kāşānî�, Şerhu alâ Fusûsi’l-Hikem, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1966, s. 53-54.
35
Nâblusî�, Abdülganî�, Cevâhiru’n-nusûs fî hallî kelîmâti’l-Fusûs, Beyrut, 2008, s. 175-176.
36
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 246-247.
37
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 247.
704 38
Bkz. Ebû’l-Alâ Afî�fî�, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, (çev. Ekrem Demirli), İ�stanbul: İ�z yay., 2000, s.
103.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi

“Hatemü’l-evlâd”ın Çin’de doğması ve Çince konuşması bu sembolizmde neye


tekâbül etmektedir? Bu soruların cevabını Afîfî’de göremiyoruz.
Abdülbâki Miftah, Fusûs’da tasvîr edilen “hâtemü’l- evlâd”ın başının iki-
zi olan kız kardeşinin iki ayağı arasında olmasını “Cennet annelerin ayak-
ları altındadır.” hadisi ile ilişkilendirir.39 Miftah, Abdülvâhid Yahyâ (René
Guénon)’nın makalelerine atıfta bulunarak meseleyi sayı mistisizmi ile îzah
etmeye çalışmıştır.40
İncelediğimiz şârihlerin hepsi, hâtemü’l-evlâdın doğacağı yerin Hindis-
tan’ın ardındaki Çin memleketi olduğundan şüphe duymazlar. Hadis olarak
aktarılan, “İlim Çin’de bile olsa talep ediniz.” cümlesi ile de bu durumu açık-
lamaya çalışmışlardır. Ancak, “hâtemü’l-evlâd”ın beklenen Mehdi veya Mesih
olup olmadığı noktasında şârihler, müşterek bir kanaate sâhip değillerdir. Do-
layısıyla, son velî ve son çocuk kimliği hakkındaki bilgilerimizin hâlâ muğlak
olduğunu söyleyebiliriz.

WW Genel Değerlendirme
Tasavvufun anahtar kavramlarından biri olan velâyet üzerinde sûfilerin
ittifak ettiği tanımlamalar ve yorumlar bulunmadığı gibi, kavramın tarihsel
süreç içerisinde zamana ve zemîne göre değişkenlik gösterdiği görülmektedir.
Dolayısıyla, son velî “hâtemü’l-evliya” içinde aynı durumun söz konusu olduğu
görülmektedir. Hakîm Tirmizî’den İbnü’l-Arabî’nin devraldığı “hâtemü’l-ev-
liyâ” kavramına dâir İbnü’l-Arabî’nin yorumlarını tebliğimizde özetlemeye ça-
lıştık. İbnü’l-Arabî eserlerinde, her ne kadar “hâtemü’l-evliyâ” hakkında geniş
îzahlarda bulunmuş olsa da “hâtemü’l-evlâd” mefhumu hakkındaki tek îzahı,
Fusûsu’l-Hikem’in Şît Fassında yapmıştır. Çünkü her bir velî, bir peygamberin
kademi üzere hareket etmektedir.
Çin’de doğacağı belirtilen “hâtemü’l-evlâd”(çocukların sonuncusu)ın dün-
yaya gelmesi kıyâmet alâmeti olarak görülebilir mi? Bu bilgi ile İbnü’l-Arabî
nasıl bir uyarıda bulunmaktadır? Hâtemü’l-evlâd ile kast edilen Mehdi veya
Mesih midir? İnceleme imkânı bulduğumuz şârihlerin bir kısmı-Kāşānî gibi-
bu son gerçek insanın Mehdi olduğunu düşünse de, Mehdi profiline yüklenen
misyonun “hâtemü’l-evlâd” için söz konusu olmadığını görüyoruz. Öyle ki,
Mehdi karşısında mücâdele edeceği bir Deccal figürü var iken, “hâtemü’l-ev-
lâd” için böyle bir durum mevcut değildir.
Dolayısıyla, “hâtemü’l-evlâd” yeryüzünde seçilmiş olarak dünyaya gelen
son çocuk olarak düşünülebilir. “Hâtemü’l-evliyâ” değil de “Hâtemü’l-evlâd”
olarak isimlendirilme sebebi, insanlığın başladığı noktada Hâbil’in Kâbil ta-
rafından katledilmesi sonrası Hz. Âdem’in kalbini teskîn için hibetullah ola-
rak gönderilen Şît Peygamber gibi, insanlığın nihâyete ermesinden hemen
önce, -Cüneyd-i Bağdâdî’nin “Nihayet, bidâyete dönmektir.” tanımlamasındaki

39
Abdülbâki Miftah, Mefâtihu Fusûsu’l-Hikem li-İbn Arabî, Marakeş: Dâru’l-kubbetü’z-zerkâ, 1997, s. 77. Hâte-
mü’l-evlâd’ın hemen öncesinde doğan kız kardeşi için Abdülbaki Miftah’ın muhtelif mülâhazaları için bkz.
S. 78-79. 705
40
Miftah, Mefâtihu Fusûsu’l-Hikem li-İbn Arabî, s. 65-81.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu

gibi-“hâtemü’l-evlâd”ın da “hibetullah” olarak insanlığın teskîni için gönderi-


leceği tasavvur edilmiştir.

WW Kaynakça
Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, I, Beyrut, 1932.
Afifüddin Süleyman b. Ali b. Abdullah Tilimsani, Şerhu Fususi’l-hikem, (thk: Ekber Raşidi Niya),
Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2015.
Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İnancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tespitler ve Tek-
lifler”, İslâm Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İstan-
bul: Kuramer yay., 2017, s. 191-223.
Demirli, Ekrem, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, İstanbul, 2009.
Ebû’l-Alâ Afîfî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, (çev. Ekrem Demirli), İstanbul: İz yay.,
2000.
Hakîm Tirmizî, Hatmu’l-evliya Velîliğin Sonu Velâyet- Nübüvvet Tartışması, (haz.: Salih Çift), İstan-
bul, İnsan yay., 2006.
Hakîm et- Tirmizî, Nevâdiru’l-usûl, (thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ), Beyrut, 1992.
İbnü’l-Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye, (çev. Ekrem Demirli), C. 6, İstanbul, 2014.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, II, İstanbûl: Kubbealtı, 2006.
İsmail Hakkı Ünal, “Kur’an ve Sünnet Açısından Kutsiyet, Velâyet ve Kerâmet”, İslâm Düşünce Ge-
leneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, (Editör: Yusuf Şevki Yavuz), İstanbul: Kuramer yay., 2017,
s. 19-48.
Kāşānî, Şerhu alâ Fusûsi’l-Hikem, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1966
Konuk, Ahmed Avni, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, (haz. Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın), I,
III, İstanbul: İFAV, 2005.
Metin Yurdagür, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C. 16, s. 477-479.
Nâblusî, Abdülganî, Cevâhiru’n-nusûs fî hallî kelîmâti’l-Fusûs, (thk.: Âsım İbrâhim el-Keyyâlî), Bey-
rut, 2008
Ömer Faruk Harman, “Hâbil ve Kâbil”, DİA, C. 14, s. 376-378.
Radtke, Bernd, “İbnü’l-Arabî’nin Öncülerinden Biri: Hakîm Tirmizî ve Velâyet Görüşü”, (çev.: Salih
Çift), Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2007, cilt: IX, sayı: 21, İbnü’l-Arabî Özel
Sayısı.
Süleyman Uludağ, “Veli”, DİA, C. 43, s. 25-28.
Sürmeli, Mehmet “Kur’ân-ı Kerîm’de Velâyet Kavramı”, Tasavvuf, sy. 9 (2002), s. 303-336.
Şinâsi Gündüz, “Şît”, DİA, C. 39, s. 214-215.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1995.

706

You might also like