Professional Documents
Culture Documents
2018 Otelesz
2018 Otelesz
Arabi Sempozyumu
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve
İbnü’l Arabi
BİLDİRİ KİTABI
15-16 Kasım 2018 MALATYA
I. CİLT
Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Fikret KARAMAN
İnönü Üniversitesi
(İlahiyat Fakültesi)
Sertifika No
26607
Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Fikret KARAMAN
ISBN
978-975-8573-85-1
Editörler
Prof.Dr. Mustafa ARSLAN
Doç. Dr. Veysel ÖZDEMİR
Doç. Dr. M. Korkut ÇEÇEN
Dr. Öğr. Üyesi Abdulkadir KIYAK
Arş. Gör. Gülşen SAYIN
İsteme Adresi
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
44280 Kampüs / MALATYA
Telefon: 0422 377 49 99
e-posta: ilahiyat@inonu.edu.tr
Baskı
Zeliha ÖTELEŞ1
of children and followers of his time will deliver their souls, after that the remaining
humans in the world to be like animals and they will face apocalypse. What is the use
of having information about last perfect man to the search of humanity for truth? What
Ibn Arabî aimed by giving information about the seal of children, and claiming that he
will appear before Apocalypse? Why the seal of children on the footprints of Prophet
Seth? Where and when will the last perfect man will appear? Which meanings that inc-
lude expression of “the seal of children” between figurative and literal speeches? How
likely to find answers to all these questions and reveal the matter clearly? By this study
surveys with in the context of Ibn Arabî’s works, especially Fusûs al-Hikam and its in-
terpretation that points “last perfect man” will tried to be gathered, and the person
regarded as “last perfect man” on earth and his position in search of divine truth will
tried to be understood.
Key words: Ibn Arabî, Fusûs al-Hikam, Seal of Children, Perfect man(Al-Insān al-kāmil),
Prophet Seth, Judgement Day.
WW Giriş
İbnü’l-Arabî üzerine okumalarım Lisans zamanlarında başlamıştı. İslam
Felsefesi alanında Tedbîrât-ı İlâhiyye üzerine Yüksek Lisans tezimi tamamla-
dıktan sonra Tasavvuf alanında Doktora öğrenciliğimin başlarından itibaren
Fusûsu’l-Hikem okumalarım da başlamıştı. A. Avni Bey’in Şerhi ile başladığım
Fusûs okumalarımda Şît Fassına geldiğimde “hatemu’l-evlad” ifâdesiyle ilk
kez karşılaşmıştım. 2008 yılında Dımaşk’ta özel ders aldığım Prof. Dr. Bakri
Aladdin Bey ile 2011’de Konya’da gerçekleşen II. Sadreddin Konevî Sempoz-
yumunda, zihnimi meşgul eden bu mesele hakkındaki sorularımı yönelttim.
Hocam, “Min acâibi’l- İbn Arabî / İbnü’l-Arabî’nin acâipliklerinden” demişti.
O vakitten beri Fusûs üzerine çalıştıkça bu sorular yeniden zihnimi meşgul
etmeye devam etti. Bu Sempozyum vesilesiyle bu sorulara cevap arama imkâ-
nı oluştu. Yine bu Sempozyum vesilesiyle Prof. Dr. Bakri Aladdin Beyefendiye
yedi yıl önceki cevabını anımsattığımda, İbnü’l-Arabî şârihlerinden Sainüddin
Ali b. Muhammed et-Türke’nin İbnü’l-Arabî’nin anlaşılması güç ifâdeleri için
“min Moğoliyyât-ı İbn Arabî/İbnü’l-Arabî’nin Moğolca ifâdelerinden” dediğini
nakletti. İbnü’l-Arabî’nin anlaşılmazlığını belirtmeye çalışan bu ifâdelere rağ-
men, bu tebliğde İbnü’l-Arabî’nin anlaşılmaz ifâdelerinin açıklığa kavuşturu-
lacağına dâir bir iddia taşımadığımı belirtmek isterim.
Ulaşabildiğim Fusûs şerhlerinde şârihler, bu meseleyi nasıl anlamışlar-
dı? Mesih- Mehdi inancı ile “hâtemü’l-evlâd” arasında bir bağ kurulabilir mi?
“Hâtemü’l-evlâd”ın Çin’de doğacağını iddia eden İbnü’l-Arabî için Çin neresi-
dir? İkiz olarak doğacak olması sembolik midir? Bu sorulara verilen cevapları
ele alacağımız bu tebliğde öncelikle Şît Peygamber hakkında bazı bilgiler ve-
relim.
olarak ineceğini ifâde eder. Hz. Muhammed, kendisinden sonra yasa koyucu
nebîliğin bulunmadığı nebîliğin sonudur. Hâlbuki Hz. Muhammed’den sonra
büyük peygamberlerden ve nebîlerin seçkinlerinden Îsâ gelir. Fakat İsâ’nın
hükmü –başkasına âit olan zamanın hükmü nedeniyle- ortadan kalkar. Hz.
İsâ’dan sonra “genel nebîlik” (salt haber ve bilgi veren) özelliğiyle bir velî
olmayacaktır.18Futûhat’da okuduğumuz bu cümlelerin benzerini Fusûs’da şu
şekilde okumaktayız: “Âhir zamanda Îsâ gelecek, ancak nübüvvet ve risâlet
cihetiyle değil velâyet itibariyle olacağından resûl-i müşerrî (şeriat koyucu
resûl) sayılmaz.”19Ahmed Avni Konuk ise Fusûs Şerhinde bu meseleyi şu şe-
kilde tasnîf eder:20
1- Velâyet-i mutlaka-i ilâhiyye: Bu tür velâyeti “( ”وهو الولي الحميدO, hakî�ki
dosttur, övülmeye lâyık olandır.) Şûrâ Sûresi 28. Â� yete dayandırır. Bu
tür velâyete, velâyeti mutlak ve velâyet-i âmme de denilmektedir. Ona
Hâtem-i ekber derler. İ�sâ İ�bn Meryem’dir.
2- Velâyet-i hassâ-i Muhammediye: Buna “mişkât-i hâtem-i velâyet” de
derler. Bu tür velâyete velâyet-i mukayyed ve velâyet-i hâssâ da de-
nilmektedir. Ona “hâtem-iasgar” denilmektedir. O hâtem, İbnü’l-Ara-
bî’dir.
a) Tasarruf-ı ma’nevî ve sûrî beynini câmi olan. (Ma’nevî ve maddî olanı
bir arada tutan); bu kişi Hz. Ali’dir. Hâtem-i kebîr’dir.
b) Tasarruf-ı ma’nevî ve sûrî beynini câmi olmayan. (Ma’nevî ve maddî
olanı bir arada tutmayan); bu kişi Mehdî’dir. Hâtem-i sagir’dir.21
İbnü’l-Arabî’ye göre yukarıda zikredilen velîlik türlerinin hepsinde
“hâtem” bulunmaktadır. Evliyâ (velîler) enbiyâ (nebîlerin) vârisidirler. Dola-
yısıyla velâyet-i İseviyyenin vârisi ise İsevî, velâyet-i İbrâhimiyye ise İbrâhimî,
İshâkî vesâir buna kıyas olunur. Öyle ki, ehl-i hakikat indinde “falan velî falan
peygamberin kademi veya kalbi üzerindedir” denilmektedir. Yani, peygam-
berde olan ilim, tecellî ve hâller bu velîye o peygamberin vâsıtasıyla “mişkât-i
hâtem-i velâyetten hâsıl ve vâsıl olur” demektir. Binâenaleyh o velî, Muham-
medî-i İbrâhimî, Muhammedî-i Mûsevî veya Muhammedî-i Îsevî olur.22Velâye-
18
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s.236.
19
Fusûs, C. 3, s. 106.
20
Velâyet dört kısma da ayırılmaktadır: a. Velâyeti uzma; son peygamberin velâyetidir. b. Velâyeti kübra; öbür
peygamberlerin velâyetidir. c. Velâyeti vusta; evliyânın velâyetidir. d. Velâyeti suğra; tüm mü’minlerin velâ-
yetidir. Bkz. Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İ�stanbul, 1995, s. 564.
21
Avni Konuk, bu meseleyi Bosnevî�’nin Şerhi ile Envâru’r-Rahmân’dan özetle alıntıladığını ifâde eder. Bkz.:
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 213.
22
Fusûs, I, s. 212. Cüneyd-i Bağdâdî� (ö. 297/909) şu tespitte bulunmaktadır: Tasavvufun temeli, sekiz pey-
gambere ait şu hasletlerdir: Sûfî�, sehâ ve cömertlikte İ�brâhim (a.s.)’a tâbi olur. Çünkü o, cömertlik konu-
sunda oğlunu kurban edecek bir dereceye ulaşmıştır. Rızâda İ�smâil (a.s)’a uyar. Zira Allah’ın emrine rızâ
göstererek, aziz canını fedâ etmeye hazır olduğunu söylemiştir. Sabıt hususunda Eyüp (a.s)’a uyar. Çünkü o,
yaralarının kurtlanması belâsına sabretmiştir. İ�şârette Zekeriyâ (a.s)’a uyar. Çünkü Allah onun için: “Rabb’i-
ne gizli bir nidâ ile niyazda bulunduğu zaman…” buyurmuştur. Gurbette Yahyâ(a.s.)’ya tâbi olur. Çünkü o
vatanında garip ve yalnız idi, kavmi arasında kavminden garip idi. Seyahatte ve gezgincilikte Î�sâ’ya(a.s.)
tâbi olur. Çünkü o, her şeyden tecerrüd ederek seyahat ederdi. O derece ki, bir bardakla bir taraktan başka
700 bir şeye sahip olmazdı. Bir şahsın avuçları ile su içtiğini gördüğü zaman bardağı atmış, diğer bir şahsın par-
makları ile saçlarını düzelttiğine şâhit olunca da tarağını fırlatmıştı. Yünlü giysiler giymede Mûsâ’ya (a.s.)
tâbi olur. Zira onun bütün elbiseleri sûf idi. Fakrda Muhammed (sav)’a tâbi olur.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi
23
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s.236. 701
24
Fusûs, I, s. 217-218.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu
Peygamberin kalbi üzeredir.”25 Bir başka hadise göre “Budelâ kırk kişidir.
Yirmi ikisi Şam’da, on sekizi Irak’tadır. Onlardan biri öldüğünde diğerlerin-
den biri onun yerine geçer. Kıyâmet ânında ise hepsi ölürler.”26Bu iki hadis
arasında bir tenâkuzun bulunmadığını düşünür Hakîm Tirmizî, öyle ki abdâl
kırk kişidir, bunların otuzunun kalbi İbrâhim Peygamberin kalbi üzeredir.
27
Hakîm et-Tirmizî’nin eserlerinden anlaşıldığına göre abdâl ya da sıddîkûn
denilen bu kırk kişi velîler hiyerarşisinin en üstünde yer alan gruptur.28 Bu
bağlamda şu soruyu sorabiliriz: İbnü’l-Arabî 595 senesinde Fas’ta karşılaştığı
“hâtemü’l-evliyâ”nın vefâtı sonrasında mı, 599 senesinde“hâtemü’l-evliyâ”nın
görmesi gereken rüyayı görmüştür? Bu soruya şimdilik cevap veremiyoruz.
Sûfi tecrübesinin metafizik omurgası olan rüyânın, velâyetin kimde ola-
cağının tespitinde de son derece önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir.
İbnü’l-Arabî’nin bahsettiği altın ve gümüş kerpiçten örülü duvarın rüyâda gö-
rülmesi gerektiği bilgisinin akabinde, rüyânın tâbir edildiğini de görüyoruz.
Öyle ki bu rüyada gümüş, zâhiri yani nübüvveti; altın ise bâtını yani velâyeti
temsil etmektedir. Burada velîliğin nebîliğe öncelendiği mânâsı ortaya çık-
maktadır. Bu sebepledir ki, İbnü’l-Arabî’nin görüşlerini tenkîd edenler özel-
likle velâyeti nübüvvetten üstün görmesi fikrinin İslâm’a uygun olmadığını,
bu fikrin tıpkı filozofları peygamberlere üstün tutan felâsifenin anlayışı ile
kıyaslanmış, bu görüşü sebebiyle İbnü’l-Arabî’nin tekfir edilmesi meşrû gibi
görülmeye ve gösterilmeye çalışılmıştır. Bu hususta İbnü’l-Arabî’nin ne dedi-
ğine bakıldığında, “velî ve nebî”, iki ayrı şahsiyet olarak kıyas edilmemekte,
aksine her peygamberde nebîlik ve velîlik yönünün bulunduğu kesin ve açık
bir ifâde ile vurgulanmaktadır:
“Ehlullahtan birinin“Velî, nebî ile resûl fevkindedir” dediğini işîtsen o, bu
kavl ile şahs-ı vâhidde murâd eder. Nebî ve resûl olması haysiyyetiyle olan
makāmından, onun “velî” olması haysiyyetiyle olan makâmı etemmdir. Yoksa
nebîye tâbi’ olan velî, nebîden a’lâ değildir. Zîrâ tâbi’, tâbi’ olduğu şeyde ebe-
den metbû’u idrâk etmez. Çünkü eğer tâbi’ metbû’u idrâk edeydi, tâbi’ olmaz-
dı, bunu iyi anla!”29
Bu cümleleri ile İbnü’l-Arabî, ithâm edildiği “Velîler nebilerden üstündür.”
gibi bir iddiaya cevap vererek, velâyet-nübüvvet hakkındaki görüşlerini kesin
bir şekilde anlatmıştır. Yâni, velînin nebî ile resûlün üstünde olması tek şahıs-
ta var olan velâyet nübüvvet ve risâlet i’tibâriyledir. Aksi takdirde velîlerin,
tâbi oldukları nebî ve resûllerden üstün olması düşünülemez. Çünkü tâbi olan
velî, tâbi olduğu şeyde tâbi olduğunu (nebî veya resûlü) idrak etmez. İdrak
25
Hakî�m et- Tirmizî�, Nevâdiru’l-usûl, I, s. 165; ayrıca bkz. Aclûnî�, Keşfu’l-hafâ, I, s. 25.
26
Bu rivâyetin tahriç ve değerlendirmesi için bkz. Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerde-
ki Dayanakları, s. 159.
27
Geniş bilgi için bakınız: Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İ�nancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tes-
pitler ve Teklifler”, İslâm Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İ�stanbul:
Kuramer yay., 2017, s. 202-206.
28
Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İ�nancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tespitler ve Teklifler”, İslâm
702 Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İ�stanbul: Kuramer yay., 2017, s. 205
29
Fusûs, III, s. 109.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi
etse zaten tâbi olmazdı. Bu bakımdan nübüvvetin bâtını velâyet iken, nübüv-
vetin zâhiri şer’î hükümlerdir.
Resûl
WW 3-Hâtemü’l-Evlâd Kimdir?
Buraya kadar aktarılan her bilgi aslında “hâtemü’l-evlâd” ile İbnü’l-Ara-
bî’nin ne anlatmak istediğini anlamak için zemin mâhiyetindeki bilgilerdir.
Velîlerin peygamberlerin ayak izi veya kalbi üzere gelmeleri o peygamberin
makāmının vârisi olduğunu göstermekteydi. Buna göre “hâtemü’l-evlâd”ın
Şît Peygamberin ayak izi üzerinde olması onun makāmının vârisi olduğunu
göstermektedir. İbnü’l-Arabî’nin Şît Fassı sonunda bahsettiği hâtemü’l-evlâd
ve doğacağı mekânın Çin olması üzerine şârihler muhtelif yorumlarda bulun-
muşlardır. Bu kısımda, şârihlerin yorumlarını aktararak “hâtemü’l-evlâd” ile
ne anlaşıldığını göstermeye çalışacağız.
İbnü’l-Arabî’nin eserlerinin ilk yorumlayıcısı olarak kabul edebileceğimiz
Konevî (ö. 673/1274) İbnü’l-Arabî’nin “hâtemü’l-velî” olduğunu, kendisinin
de İbnü’l-Arabî ile kemâle eren mârifet anlayışının son yetkin temsilcisi oldu-
ğunu düşünür. Yaşadığı dönemi, velâyetin kemâle erdiği dönem olarak görür.
Artık kimsenin bir daha aynı kemâle erişilemeyeceğini, kısmen sürebileceği-
ne inanmıştır.31 “Hâtemü’l-evlâd” ile ilgili bir bilgi vermediği gibi, kendisi ve
İbnü’l-Arabî’nin eriştiği makāma erişilemeyeceğini kabul etmiştir.
Tilimsânî(ö. 690/1291)Fusûs Şerhinde “hâtemü’l-evlâd” ile ilgili kısım-
da,“ilk akıl”dan bahseder. Sırları taşıyan (hâmilü’l-esrâr) türün ilk doğumu Şît
iledir. İlk aklın sırlarının zuhûru onunla ortaya çıkmıştır ki bu evveliyet, mev-
cûdâtın son zuhûru olan Âdem’in mertebesinde hâsıl olmuştur. Bu noktada
Tilimsânî, evvelin âhir ile irtibatının zârûretinden bahseder.“Hâtemü’l-evlâd”
öncesinde doğan ikizini, Âdem’e nisbetle Havvâ’ya benzetir.32Ayna metaforu-
30
Futûhât-ı Mekkiyye, C. 6, s. 245.
31
Geniş değerlendirmeler için bkz. Ekrem, Demirli, İ�slam Metafiziğinde Tanrı ve İ�nsan, İ�stanbul, 2009, s. 52- 60. 703
32
Tilimsani, Afifüddin, Şerhu Fususi’l-hikem, (thk: Ekber Raşidi Niya), Beyrut,2015, s. 89.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu
nu kullanan Tilimsânî, son olanın aynasından ilk olanın resmedilme şekli gibi
en son gelenin de ilk gelenin hükmüyle geldiğini, böylelikle îcâd dâiresinin
tamamlandığını ifâde eder. Tilimsânî, diğer şârihlerden faklı bir yorumda bu-
lunur ki o da, son gerçek insanın Çin’de doğması ile Hz. Âdem’in Çin’de bulun-
masını ilişkilendirir, ilk nokta ile son noktanın bir araya gelmesi ile dâirenin
tamamlandığını düşünür.33
Kāşānî(ö. 736/1335) Fusûs Şerhinde, Şît kademi üzere son gerçek insanın
(hâtemü’l-evlâd) doğacağını bu kimsenin ise mehdi olduğunu ifâde eder. Öyle
ki, “Kalp ruhun veledi (çocuğu)dir ve bu nev’ide babaların sonuncusu (hâte-
mü’l-âbâ’) Mehdi’dir.” diyerek Kāşānî, son gerçek insanın (hâtemü’levlâd)
Çin’de doğmasının sebebini açıklar. Hz. Peygamberin “Velev ki ilim Çin’de dahi
olsa talep ediniz.” hadîs-i şerifini delil getirerek, en uzak îmâr edilmiş bölge-
nin Çin olması gibi “hâtemü’l-evlâd”ın da Çin’de dünyaya geleceğini belirtir.34
Abdülganî en-Nâblusî (ö. 1143/1731), “hâtemü’l-evlâd”ın Şît Peygambe-
rin ayak izi üzerinde olmasını onun vârisi olduğunu gösterir demektedir. Aka-
binde ise şu hadîs-i şerifi aktarır: “Yeryüzünde “Allah Allah” diyen bir kişi bu-
lundukça, kıyamet kopmayacaktır.” (Müslim, “Îmân”, 234). Nablusî, son gerçek
çocuğun Çin’de doğması için ise yine bir hadis zikreder: “İlim Çin’de de olsa
onu arayınız”. Âhir zamanda farz olan ilmin talep edilmesi, şayet Çin dışında
bulunamasa da, bu farziyyetin sâkıt olmayacağını belirtir. Nâblusî, bidâyetin
insân-ı kâmil ile olması gibi nihâyetin de yine insân-ı kâmil ile olacağını ifâde
ederek35, Tilimsânî’yi takip etmiş görünmektedir.
Ahmed Avni Konuk (ö. 1938), son çocuğun vehb-i ilâhî mertebesinin hat-
miyyeti ile zâhir olup kemâl-i ilâhînin meclâsı olan mezâhir-i insâniyyenin
sonuncusu olduğunu ifâde eder. Ondan sonra doğanların, zamanımızda da
çokça görüldüğü gibi kemâl-i rahatla istedikleri şeyleri yemek ve içmek; ke-
yifleri veçhiyle uyumak ve beğendikleri dişileriyle serbestçe çiftleşmek gibi
zevk-i hayat tâbir ettikleri bu hayattan vechi’l-kemâl üzere istifâde ettiklerini
belirterek, son insân-ı kâmil (hâtemü’l-evlâd) sonrasında insan sûretinde-
ki varlıkların hayatının, bugün dahi yaşandığına işâret etmektedir.36 Konuk,
hâtemü’l-evlâd ile dünyaya gelen ikiz kız kardeşi için atâ-yı ilâhînin hâdimi
olan esmânın fâil ve münfâili olmak üzere iki surette tecelli etmesi olarak yo-
rumlamaktadır.37
Ebû’l-Alâ Afîfî (1897-1966), Şît kademi üzere dünyaya gelecek son ger-
çek çocuk ve ikizi olan kız kardeşinin aslında İbnü’l-Arabî sembolizminin bir
parçası olduğunu düşünür. Buna göre, “hâtemü’l-evlâd” aklı, kız kardeşi ise
nefsi simgelemektedir.38 İbnü’l-Arabî eserlerinde, nefs, akl ve rûhtan bahse-
den pasajlar mevcut iken neden “hatemü’l-evlâd” sembolizmini kullanmıştır?
33
Tilimsani, Şerhu Fususi’l-hikem, s. 91.
34
Kāşānî�, Şerhu alâ Fusûsi’l-Hikem, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1966, s. 53-54.
35
Nâblusî�, Abdülganî�, Cevâhiru’n-nusûs fî hallî kelîmâti’l-Fusûs, Beyrut, 2008, s. 175-176.
36
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 246-247.
37
Konuk, Fusûs Şerhi, I, s. 247.
704 38
Bkz. Ebû’l-Alâ Afî�fî�, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, (çev. Ekrem Demirli), İ�stanbul: İ�z yay., 2000, s.
103.
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi
WW Genel Değerlendirme
Tasavvufun anahtar kavramlarından biri olan velâyet üzerinde sûfilerin
ittifak ettiği tanımlamalar ve yorumlar bulunmadığı gibi, kavramın tarihsel
süreç içerisinde zamana ve zemîne göre değişkenlik gösterdiği görülmektedir.
Dolayısıyla, son velî “hâtemü’l-evliya” içinde aynı durumun söz konusu olduğu
görülmektedir. Hakîm Tirmizî’den İbnü’l-Arabî’nin devraldığı “hâtemü’l-ev-
liyâ” kavramına dâir İbnü’l-Arabî’nin yorumlarını tebliğimizde özetlemeye ça-
lıştık. İbnü’l-Arabî eserlerinde, her ne kadar “hâtemü’l-evliyâ” hakkında geniş
îzahlarda bulunmuş olsa da “hâtemü’l-evlâd” mefhumu hakkındaki tek îzahı,
Fusûsu’l-Hikem’in Şît Fassında yapmıştır. Çünkü her bir velî, bir peygamberin
kademi üzere hareket etmektedir.
Çin’de doğacağı belirtilen “hâtemü’l-evlâd”(çocukların sonuncusu)ın dün-
yaya gelmesi kıyâmet alâmeti olarak görülebilir mi? Bu bilgi ile İbnü’l-Arabî
nasıl bir uyarıda bulunmaktadır? Hâtemü’l-evlâd ile kast edilen Mehdi veya
Mesih midir? İnceleme imkânı bulduğumuz şârihlerin bir kısmı-Kāşānî gibi-
bu son gerçek insanın Mehdi olduğunu düşünse de, Mehdi profiline yüklenen
misyonun “hâtemü’l-evlâd” için söz konusu olmadığını görüyoruz. Öyle ki,
Mehdi karşısında mücâdele edeceği bir Deccal figürü var iken, “hâtemü’l-ev-
lâd” için böyle bir durum mevcut değildir.
Dolayısıyla, “hâtemü’l-evlâd” yeryüzünde seçilmiş olarak dünyaya gelen
son çocuk olarak düşünülebilir. “Hâtemü’l-evliyâ” değil de “Hâtemü’l-evlâd”
olarak isimlendirilme sebebi, insanlığın başladığı noktada Hâbil’in Kâbil ta-
rafından katledilmesi sonrası Hz. Âdem’in kalbini teskîn için hibetullah ola-
rak gönderilen Şît Peygamber gibi, insanlığın nihâyete ermesinden hemen
önce, -Cüneyd-i Bağdâdî’nin “Nihayet, bidâyete dönmektir.” tanımlamasındaki
39
Abdülbâki Miftah, Mefâtihu Fusûsu’l-Hikem li-İbn Arabî, Marakeş: Dâru’l-kubbetü’z-zerkâ, 1997, s. 77. Hâte-
mü’l-evlâd’ın hemen öncesinde doğan kız kardeşi için Abdülbaki Miftah’ın muhtelif mülâhazaları için bkz.
S. 78-79. 705
40
Miftah, Mefâtihu Fusûsu’l-Hikem li-İbn Arabî, s. 65-81.
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu
WW Kaynakça
Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, I, Beyrut, 1932.
Afifüddin Süleyman b. Ali b. Abdullah Tilimsani, Şerhu Fususi’l-hikem, (thk: Ekber Raşidi Niya),
Beyrut: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2015.
Çift, Salih, “Tasavvufta Velâyet ve Kutsiyet İnancı Etrafında Oluşan Tasavvurlar: Tespitler ve Tek-
lifler”, İslâm Düşünce Geleneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, Editör: Yusuf Şevki Yavuz, İstan-
bul: Kuramer yay., 2017, s. 191-223.
Demirli, Ekrem, İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, İstanbul, 2009.
Ebû’l-Alâ Afîfî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, (çev. Ekrem Demirli), İstanbul: İz yay.,
2000.
Hakîm Tirmizî, Hatmu’l-evliya Velîliğin Sonu Velâyet- Nübüvvet Tartışması, (haz.: Salih Çift), İstan-
bul, İnsan yay., 2006.
Hakîm et- Tirmizî, Nevâdiru’l-usûl, (thk. Mustafa Abdülkâdir Atâ), Beyrut, 1992.
İbnü’l-Arabî, Futûhât-ı Mekkiyye, (çev. Ekrem Demirli), C. 6, İstanbul, 2014.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, II, İstanbûl: Kubbealtı, 2006.
İsmail Hakkı Ünal, “Kur’an ve Sünnet Açısından Kutsiyet, Velâyet ve Kerâmet”, İslâm Düşünce Ge-
leneğinde Kutsiyet Velâyet Kerâmet, (Editör: Yusuf Şevki Yavuz), İstanbul: Kuramer yay., 2017,
s. 19-48.
Kāşānî, Şerhu alâ Fusûsi’l-Hikem, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi, 1966
Konuk, Ahmed Avni, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, (haz. Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın), I,
III, İstanbul: İFAV, 2005.
Metin Yurdagür, “Hatm-i Nübüvvet”, DİA, C. 16, s. 477-479.
Nâblusî, Abdülganî, Cevâhiru’n-nusûs fî hallî kelîmâti’l-Fusûs, (thk.: Âsım İbrâhim el-Keyyâlî), Bey-
rut, 2008
Ömer Faruk Harman, “Hâbil ve Kâbil”, DİA, C. 14, s. 376-378.
Radtke, Bernd, “İbnü’l-Arabî’nin Öncülerinden Biri: Hakîm Tirmizî ve Velâyet Görüşü”, (çev.: Salih
Çift), Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2007, cilt: IX, sayı: 21, İbnü’l-Arabî Özel
Sayısı.
Süleyman Uludağ, “Veli”, DİA, C. 43, s. 25-28.
Sürmeli, Mehmet “Kur’ân-ı Kerîm’de Velâyet Kavramı”, Tasavvuf, sy. 9 (2002), s. 303-336.
Şinâsi Gündüz, “Şît”, DİA, C. 39, s. 214-215.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1995.
706