Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

UÇSUZ BUCAKSIZ ANLAMLARI SONUNA KADAR KOVALAMAK…

Yiğit Bener

Sayın Yıldırım Keskin’in Varlık dergisinin Kasım sayısında yayımlanan ve Louis Ferdinand Céline’in
Gecenin Sonuna Yolculuk adlı romanını ele alan değerli yazısını büyük bir ilgiyle okudum. Yeri
gelmişken, çeviri konusunda hakkımda sarf ettiği nazik sözler için de kendisine teşekkür etmeyi bir borç
bilirim. Bununla birlikte, sayın Keskin’in yazısındaki iki yargıyı paylaşmadığımı da belirtmek zorundayım.
İlk görüş ayrılığımız kitabın Türkçe adı konusunda: belli ki sayın Keskin “Gecenin Sonuna Yolculuk”
denmesini içine sindirememiş ve bu hoşnutsuzluğunu yazısının başından itibaren hissettirdikten sonra:
“Niçin Gecenin Sonuna Yolculuk da, Fransızca’sında olduğu gibi Gecenin Ucuna Yolculuk değil?” diye
sorarak bu çekincesini açıkça dile getirmiştir. Dahası, “bu değişiklikle Céline’in düşüncesine çok sadık
kalınmadığı” izlenimine kapıldığını belirtmiştir.
Şurası açık ki çevirilerde — özellikle de edebi çevirilerde — asla “tek doğru” yoktur. Bir yazarın kendi
dilinde ifade ettiklerini başka bir dil ve kültüre aktarırken farklı kişiler tarafından farklı seçenekler
üzerinde durulması, farklı tercihler önerilmesi doğaldır. Ancak, Tardieu ve Camus çevirmiş, engin
Fransızca bilgisi tartışma götürmez deneyimli bir çevirmen olan sayın Keskin gibi usta bir diplomat ve
yazardan gelen böylesine bir eleştiriyi göz ardı etmek de pek mümkün değil sanırım.
Kaldı ki, çevirisine iki buçuk yıl emek verdiğim bir kitap hakkındaki bu yazıyı okuyanların, “daha kitabın
adını çevirirken bile yazarın düşüncesine sadık kalmayarak bariz bir hata yapan bir çevirmenin geri
kalan 500 sayfada kim bilir ne hatalar yapmış olabileceği” kuşkusuna kapılmalarını da istemem doğrusu!
Gerçi, sayın Keskin’in böyle bir izlenim yaratma maksadı olduğunu sanmıyorum, ama yine de sorusunu
ciddiye alıp, Fransızca’sı “Voyage au bout de la nuit” olan Céline’in ünlü romanının Türkçe adında niçin
sayın Keskin’in yeğlediği “ucuna” yerine “sonuna” sözcüğünü seçtiğimi açıklamaya çalışayım.
Aslında bunun nedeni çok basit, çünkü sayın Keskin’in savının aksine, Fransızca’da kullanılan “au bout”
kalıbı “ucuna” değil, “sonuna” anlamını taşır. Burada sanırım sayın Keskin “bout” sözcüğünü dar
anlamıyla ele almış, yani (sözlük tanımıyla): “bir nesneyi uzunlamasına tamamlayan parça ya da bir
mekanın sınırı” (“uç”). Oysa aynı sözcüğün bir diğer yaygın anlamı “bir sürenin sonu, devam eden bir
halin sona erişi, bir eylemin bitiş noktası, tükenişi”dir (bkz. Petit Robert sözlüğü ya da Grand Larousse
ansiklopedisi). Üstelik “au bout” kalıp olarak kullanıldığında esas olarak “sonuna”, hatta çoğu kez
“sonuna kadar” anlamını taşır, örneğin “jusqu’au bout” deyişi, “engeller ya da güçlükler ne olursa olsun
bir şeyin sonuna kadar gitmek” demektir.
Nitekim kitabın diğer belli başlı dillerdeki çevirilerinde de hep “sonuna” denmiştir: Journey to the end of
the night (İngilizce — hem ABD baskısı hem İngiltere baskısı); Reise ans Ende der Nacht (Almanca);
Viaje al fin de la noche (İspanyolca); Viaggio al termine della notte (İtalyanca); Viagem ao fim da noite
(Portekizce); Resa till nattens ände (İsveççe). Dolayısıyla kitabın adını Türkçeleştirirken seçilen karşılık
semantik açıdan Fransızca aslına aykırı olmayıp, aksine tam karşılığıdır, hatta “aslına en sadık”
çeviridir.
Gerçi, en “sadık” çeviri her zaman en “uygun” çeviri değildir: belirleyici olan sözcük değil, kavramdır.
Diğer dillerde (hatta kaynak dilde) belirli bir sözcük seçildi diye Türkçe’de ille de aynı sözcüğü seçmek
zorunda değiliz. Zaten sayın Keskin itirazının bir diğer gerekçesi de kavramsaldır ve yazısında şu
soruyu da yöneltmektedir: “Céline’e göre, insanlığın içinde bulunduğu gece hiç bitmez; sonsuza kadar
uzar. Gecenin sonundan söz etmek onun bitebileceğini göstermez mi?” Bu kaygının tümüyle yersiz
olduğunu söyleyemeyiz, çünkü gerçekten de Céline’de en ufak bir iyimserlik yoktur, gecenin sonunda
güneş doğmaz. Eğer “son” sözcüğünü dar anlamıyla — yani “bir şeyin en arkadan gelen bölümü, bitimi”
olarak (nihai ya da nihayet anlamında) — kullanırsak, gerçekten de gecenin “sonsuzluğu” kavramının
zedelemesi tehlikesi doğabilir.
Ne var ki, sayın Keskin’in önerdiği “ucuna” sözcüğü de aslında bu sakıncayı ortadan kaldırmıyor, çünkü
“uç” sözcüğü de bir “sınırı”, bir “bitişi”, bir “son noktayı” ifade ediyor, yani (yine sözlük anlamıyla): “Uzun
bir nesnenin incelerek biten son noktası; uzun bir şeyin baş ya da son noktası; bir uzaklığın son
noktası”… Hatta, Türkçe’de “sonsuzluğu” çağrıştıran deyimlerden biri de “uçsuz bucaksız”, yani “ucuna”
kavramının tam tersi bir ifade değil midir?

1
Kaldı ki — işin ilginç tarafı! — Céline için aslında gecenin bir “sonu” da vardır, çünkü yazar romanın
bitimine dört sayfa kala (sayfa 550) kahramanı Bardamu’ye şöyle dedirtir: “Sonuna varmıştık bizler!” (“au
bout qu’on était arrivé, nous autres”). Ama bu “son”, yukarıda kullandığımız anlamda bir “tükeniş”, yani
başka bir şeyin başlangıcı olan bir “bitiş” değildir. Başka bir deyişle “gecenin sonu” denilen yer, gecenin
bittiği ve gündüzün, yani iyiliğin ya da iyimserliğin başladığı yer değildir. Buradaki “son”, bu sözcüğün bir
diğer anlamı olan “artık ondan ötesi ya da başkası olmayan” kavramını ifade eder: gecenin içine,
derinliklerine yapılan bu yolculuk, bizi karanlığın en yoğun, en mutlak olduğu yere götürmüştür. Kitabın
başlığına yansıyan “gecenin sonu”, yolculukta varılabilecek bu “en son nokta”dır (“en uç” da denebilir!).
O kadar ki… ondan ötesi yoktur… Sonuna kadar gidilmiş, son durağa, yazarın tabiriyle “evrensel
hırtlığa” varılmıştır.
Dolayısıyla kitabın adını çevirirken Gecenin Derinliklerine Yolculuk ya da Gecenin Dibine Yolculuk gibi
karşılıklar da yeğlenebilirdi… hatta “uç” bile düşünülebilirdi, ama o da yalnızca “olağan sınırları aşan,
aşırıya varan” anlamında sıfat olarak kullanmak kaydıyla: örneğin “Gecenin En Uç Noktasına
Yolculuk”… Bununla birlikte, kanımca en doğrusu yine de “sonuna” demek suretiyle hem yazarın kitabın
adına yüklediği tüm bu kavramları yansıtmak, hem de Fransızca aslına da sadık kalmaktı.
Tabii tüm bu açıklamalar sayın Keskin’e Gecenin Sonuna Yolculuk adını benimsetmeye yeter mi
bilemem… Ne de olsa, en başında belirttiğim gibi, çeviride öznel tercihlere elbette yer vardır. Ama
umarım hiç olmazsa sayın Keskin’i bu çevirinin her bir satırının Céline’in düşüncesine sadık kalma
kaygısıyla etraflıca üzerinde düşünülerek yapıldığına ve tek bir sözcüğün bile gelişigüzel seçilmediğine
ikna etmeyi başarmışımdır…
Sayın Keskin’in yazısında değinmek istediğim bir ikinci konu da, romanın Türkçe baskısındaki
Yolculuktan Haberler adlı sunuş yazısını kaleme alan Prof Henri Godard hakkındaki görüşleridir.
Hatırlatmak gerekirse, sayın Keskin kendi yazısında önce Céline’in Yahudi düşmanı, ırkçı düşüncelerini
irdelemiş, daha sonra da sayın Godard’ın “bazı olayları tam yansıtmadığını” söyleyerek onu “belli ki
Céline’in kötü yanlarının unutulup iyi yanlarının anımsanmasından yana olanlardan” biri olarak
nitelemişti.
Gerçi, sayın Keskin’in sayın Godard’ın yazısıyla ilgili eleştirilerini yanıtlamak elbette bana düşmez. Kaldı
ki, Céline’den söz edilirken onun çirkin yüzünün göz ardı edilmemesi gerektiği konusunda sayın
Keskin’le tamamen hemfikirim. Kaleme aldığım Sonsöz’de benim de yazarın ırkçı ve Yahudi düşmanı
görüşlerinden söz etmemin nedeni budur. Bu konuya ayrıca sayın Ferit Edgü de Önsöz’ünde
değinmiştir, Yapı Kredi Yayınlarının Kitap-lık dergisinin Mayıs-Haziran ve Eylül-Ekim sayılarındaki
tanıtım yazılarında bu konular ele alınmıştır. Öte yandan, Céline’in kimi hayranlarının yazarın Yahudi
düşmanlığını ısrarla göz ardı etmeye çalıştıkları ve bunu yapanların çoğunun aslında açıkça
savunmaktan kaçındıkları bu tiksindirici görüşleri içten içe benimseyen kişiler oldukları da bir gerçektir.
Sayın Keskin bu tür kişilere tepki duymakta yerden göğe kadar haklıdır.
Ne var ki sayın Keskin’in yazısındaki ifadeler Henri Godard’ın da bu kategoride yer aldığı izlenimini
doğurabilir. Varlık dergisi okurlarının, kitapları Türkçe’ye çevrilmediği için ülkemizde yeterince
tanınmayan Henri Godard hakkında — ola ki sayın Keskin’in de maksadını aşarak — bu tür bir yargıya
varmaları gerçekten büyük bir yanılgı olur ve korkarım bu hassas konuda hem sayın Godard’ı, hem de
Musevi olan eşini, kızlarını ve torunlarını haksız yere incitmiş oluruz. Romanın Türkçe baskısı için prof.
Henri Godard’ın bir yazı yazmasını yayınevine öneren, onu da bu yazıyı yazmaya ikna eden kişi olarak,
böyle bir olası yanlış izlenimi düzeltmekle kendimi yükümlü hissetmem umarım anlayışla karşılanır.
Céline hakkında çeşitli incelemelerin yazarı olan Paris IV (Sorbonne) Üniversitesi hocası prof. Godard,
Céline’in ırkçılığını göz ardı etmek şöyle dursun, bu konuda bir kitap bile yazmış (Céline scandale,
Gallimard, 1994) ünlü bir bilim adamıdır. Prof. Godard ayrıca hem Cahiers Céline’in hem de ünlü La
Pléiade dizisinde dört cilt olarak yayımlanmış olan Céline’in eserlerinin editörüdür. Bu vesileyle Céline
hakkında yüzlerce sayfayı bulan makaleler, önsözler, yorumlar, incelemeler, notlar yazmıştır (Céline’in
ırkçı görüşleri ve savaş döneminde yaptıkları da dahil olmak üzere). Şu sıralarda da Céline’in
mektuplarından oluşan bir beşinci La Pléiade cildini hazırlamaktadır.
Gecenin Sonuna Yolculuk’un Türkçe’ye kazandırılmasına da katkıda bulunan Henri Godard, Ekim
ayında İstanbul’da verdiği iki konferanstan birini de Céline’in makalelerindeki ırkçılık ve şiddet öğelerinin
tartışılmasına ayırmıştır. Dahası, kendisiyle yapmış olduğum iki söyleşide uzun uzun Céline’in
ırkçılığının ideolojik kökenleri, işbirlikçi Pétain hükümeti ya da Nazilerle olan ilişkileri konusundaki
görüşlerini aktarmıştır. Bu söyleşilerden ilki Popüler Tarih dergisinin Kasım sayısında yayımlanmıştır.
Diğeri ise yakında Cumhuriyet Kitap ekinde yayımlanacaktır.
2
Sayın Keskin’in de belirttiği gibi Céline’in ırkçı makalelerinin yeni baskıları ne La Pléiade dizisinde ne de
her hangi bir başka yerde yayımlanmıştır. Bildiğim kadarıyla sayın Godard da yayımlanmalarına sıcak
bakanlardan değildir. Oysa konu bugün bile Fransız edebiyat dünyasında tartışılmaktadır (bakınız
Magazine Littéraire dergisinin Kasım 2002’de yayımlanan Hors Série Céline özel sayısında Pierre-
Edmond Robert, Marie-Christine Bellosta ve Pascal Pia’nın yazıları).
Ancak her şey bir tarafa, unutmayalım ki bu makalelerin bugün yeniden yayımlanmalarının önündeki
başlıca engel… Céline’in kendi iradesidir! Gerçekten de yazar bu makalelerin yeniden yayımlanmalarını
kesinlikle yasaklamıştır, ölümünden sonra da eşi Lucette Destouches onun bu iradesine saygı
göstermiştir, kırk yıldır da bu yasağı sürdürmektedir. Geçen yıl Céline secret adıyla yayımlanan (Grasset
2001) kitapta Lucette Destouches, bu makalelerin çok çarpıcı ve neşeli bir dille yazıldıklarını, dolayısıyla
ırkçı içeriklerinin bugün bile hâlâ birilerini etkileyebileceğinden endişe duyduğunu, bu nedenle
yayımlanmalarını istemediğini belirtir. Kanımca da en doğru tavır, Céline’in o ırkçı makalelerini hak
ettikleri yerde, yani tarihin çöplüğünde bırakmaktır. Kaldı ki, Céline de bir söyleşisinde: “Bütün bunlar, bir
avuç kumun silip süpürüvereceği sıradan insani pespayeliklerdir.” dememiş miydi?
Amerikalı Musevi yazar Philip Roth Céline’den söz ederken şöyle der: “Onu okumak için Musevilik
bilincimi askıya almak zorundayım, ama bunu yapabiliyorum, çünkü Yahudi düşmanlığı Céline’in
romanlarının merkezinde yer almıyor. Céline çok büyük bir özgürlükçüdür, onun sesinin çağrısı beni
içine çekiyor.” İtiraf etmeliyim ki Céline’in çevirmeni olarak bu çağrı beni de içine çekmektedir. Sonuçta,
şu ya da bu konudaki ufak tefek görüş ayrılıklarının ötesinde, beni de, sayın Keskin’i de, sayın Godard’ı
da, binlerce okuru da aynı zevkte, aynı tutkuda birleştiren, buluşturan şeyin bu çağrı olduğuna
inanıyorum: uçsuz bucaksız anlamlara sahip sözcüklerin çağrısı, yani edebiyatın çağrısı…

22 Aralık 2002

You might also like