Professional Documents
Culture Documents
Download Uyurgezerler Esch veya Anars izm 1st Edition Hermann Broch full chapter free
Download Uyurgezerler Esch veya Anars izm 1st Edition Hermann Broch full chapter free
Download Uyurgezerler Esch veya Anars izm 1st Edition Hermann Broch full chapter free
https://ebookstep.com/product/uyurgezerler-huguenau-veya-
realizm-1st-edition-hermann-broch/
https://ebookstep.com/product/uyurgezerler-pasenow-veya-
romantizm-1st-edition-hermann-broch/
https://ebookstep.com/product/jane-1st-edition-broch-mckenn-
ramon/
https://ebookstep.com/product/korkunun-felsefesi-veya-kalbin-
paradokslari-1st-edition-noel-carroll/
Jane 1st Edition Aline Broch Mckenn Ramón K Pérez
https://ebookstep.com/product/jane-1st-edition-aline-broch-
mckenn-ramon-k-perez/
https://ebookstep.com/product/o-lobo-e-outros-contos-1st-edition-
hermann-hesse/
https://ebookstep.com/product/tractatus-logico-suicidalis-on-
killing-oneself-1st-edition-hermann-burger/
https://ebookstep.com/product/hermann-hesse-para-desorientados-
allan-percy/
https://ebookstep.com/product/methodenlehre-der-germanischen-
philologie-hermann-paul/
UYURGEZERLE�
ÜÇLEMESi
ISBN: 978-625-8094-31-2 (Tk) 978-625-8094-33-6 (2.c)
©2018 Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı A.Ş.
Kapak Mizanpaj
Harun Tan Serap Şahin
© Özgün adı Die Sch/afwandler: 1903 - Esch oder die Anarchie olan eserin her hakkı
anlaşmalı olarak Kelebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı A. Ş.'ye aittir. İzinsiz yayımlanamaz.
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
UYURGEZERLER
ÜÇLEMESİ
Hermann
Broch
Esch veya
Anarşizm
TÜRKÇESi
M. SAMİ TÜRK
Hermann Broch
M. Sami Türk
1986 İstanbul doğumlu. Lisans öğrenimini Marmara Üniversitesi Al
man Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde, yüksek lisans öğrenimini İstanbul
Üniversitesi'nin aynı bölümünde tamamladı. Doktora çalışmasını ta
mamladığı Sakarya Üniversitesi'nin yine aynı bölümünde 2011 yılın
dan beri öğretim üyeliliği yapmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır.
*
Goethe'nin Götz von Berlichingen dramında başkişiye söylettiği, örtmece
olarak Svabya selamı diye ünlü, "Kıçımı yala!" sözü. (ç. n.)
5
kendi kendine, "Beyefendi," diyordu, "işleriniz ne halde, hiç
fikriniz var mı?.. " Evet bunları demesi gerekirdi ama artık çok
geçti. Sonrasında kafayı çekmiş, bir kızla yatmıştı ama hiçbir
işe yaramamış, öfkesi olduğu gibi kalmıştı, Esch Ren kıyısı bo
yunca kente yürürken kendi kendine sövüyordu.
6
arasındaysa kapakları açık bir orkestriyon duruyor, içindeki
·
•
Muhtelif müzik ekipmanlarıyla zenginleştirilmiş farklı çeşitleri mevcut,
temelde piyanonun mutlaka bulunduğu, dolap biçimli mekanik bir müzik
otomatı. (ç. n.)
7
şındaydı ve çok uzun zamandır -ancak geçenlerde hesaplamış
lardı, üstünden on dört yıl geçtiği kesindi- Herr Hentjen'in du
luydu, adamın sararıp solmuş fotoğrafı Eiffel Kulesi'nin üstün
de işletme ruhsatı ile mehtaplı bir manzaranın arasından göze
çarpıyordu, üçü de güzel, siyah ve altın yaldızlı çerçevelerdeydi.
Herr Hentjen keçi sakalıyla, muhtaç bir terzi yamağına benze
mesine rağmen dulu ona sadakatini bozmuyordu; en azından
kadının arkasından kimse konuşamıyor, biri namusuyla yanı
na yaklaşmaya cesaret edecek olsa kadın, "Tabii, meyhane işine
gelir. Yok, ben tek başıma işletmeyi yeğlerim, " diyordu.
O gittikten sonra ikisi bir süre sustu; sonra Esch çenesiyle kapı
yı işaret etti: "Anarşist, " dedi. Frau Hentjen etli omuzlarını silk
ti: "Anarşist falan bilmem, namuslu adam ... " Esch, "Namuslu
olmasına namuslu, " diye onaylayınca Frau Hentjen devam etti:
" ... ama yakında gene yakalarlar; bir defasında altı aya çarptır
dılar ... " Sonra da: "Kendi bilir." Gene sustular. Esch, Martin
acaba çocukluktan beridir topal mıydı, diye düşündü; içinden,
hilkat garibesi, dedi, sonra da sesli: "Beni de sosyalist toplulu
ğuna katmak istiyor. Ama ben gitmiyorum." Frau Hentjen ilgi-
8
siz, "Neden gitmiyorsun?" diye cevap verdi. "Bana uymaz. Ben
yükselmek istiyorum; yükselmek isteyene düzen şart." Frau
Hentjen katılmadan edemedi: "Evet, orası doğru, düzen şart.
Ama benim mutfağa geçmem lazım. Bugün yemeği bizde mi
yiyeceksiniz, Herr Esch?" Esch burada da yiyebilirdi başka yer
de de, fakat buz gibi ayazda ne diye ortalıkta sürtecekti ki. "Bu
yıl kar yok," diye şaşırdı, "toz insanı kör ediyor." Frau Hentjen,
"Evet, dışarısı berbat," dedi, "öyleyse burada kalıyorsunuz."
Mutfağa gidip ortalıktan kayboldu, sallanan kapı bir süre daha
titredi, Esch kapının kanadı durana kadar titremesini donuk
donuk seyretti. Sonra uyumaya çalıştı. Fakat mekanın soğuk
luğunu artık hissediyordu; biraz ağır ve çolpa adımlarla bir aşa
ğı bir yukarı yürüdü, büfede duran gazeteyi aldı ama sayfaları
donan parmaklarıyla çeviremiyordu; gözleri de acıyordu. Hal
böyle olunca sıcak mutfağı ziyaret etmeye karar verdi; elinde
gazete, içeri girdi. Frau Hentjen, "Yemek kokusuna geldiniz ga
liba," dedi, gerçi içerisinin çok soğuk olduğunu anlıyordu ama
oranın ateşini ancak ikindiüzeri yakmak adetinde olup bu ku
ralı gevşetmediğinden kendisine eşlik etmesine izin verdi. Esch
onun ocağın başındaki hareketlerini gözetledi, elini göğüsleri
nin altına daldırası vardı ama burnundan kıl aldırmadığını bil
diğinden hevesi kursağında kaldı. Ayak işlerini gören hizmetçi
mutfaktan çıkınca dedi ki: "Yalnız yaşamayı seviyorsunuz." Ka
dın, "Ha," diye cevap verdi, "siz de aynı teraneye başlıyorsunuz
demek." Esch, "Yok," dedi, "öylesine söyledim." Frau Hent
jen'in yüzü garip donuklukta bir ifade aldı; sanki bir şeylerden
tiksinmişti, çünkü memeleri sallanacak kadar silkindi, sonra
herkesin alışkın olduğu sıkkın ve boş bakışlarıyla tekrar işinin
başına geçti. Esch pencerenin yanındaydı, gazetesini okuyordu,
derken rüzgarın küçük toz girdapları kaldırdığı avluya baktı.
9
Esch Mannheim'daki şirkete başvurusunu hazırlamıştı; bir tek
tavsiye mektubunu iliştirmesi lazımdı. Aslında olayların böy
le gelişmesinden memnundu. Biteviye aynı yerde oturmak iyi
değildi. Dışarı çıkmak gerekti, ne kadar uzak, o kadar iyiydi.
Etrafa bakmak şarttı; o da bu yoldan hiç şaşmamıştı zaten.
10
imzası," diye emretti. Nentwig için bu kadarı da fazlaydı; ba
ğırdı: "Benimkini beğenmediniz galiba?!" Esch'in yüce gönül
lü ve büyüklenmeli yanıtı, "Özel vekaletiniz varsa olur," diye
gelince Nentwig imzayı attı.
11
çok adet yerini bulsun diye polis karakoluna kadar ilerledi.
Nöbetçiyi gözledi, karakolun önüne mahkfunların bulunduğu
bir yük arabası yanaşınca herkes inene kadar bekledi, Nentwig
ortaya çıkmamasına rağmen memur arabanın kapısını çarpın
ca hayal kırıklığına uğradığını hissetti. Birazcık daha bekledi,
sonra kesin kararla dönüp Alter Markt yolunu tuttu. Yanakla
rında belli belirsiz duran uzunlamasına çizgiler, çukurlaşmıştı.
Kendi kendine, "Şarap hilebazları!", "Sirkeciler!" diye sövdü.
Zafer sevincine su kattıklarından somurtkan ve mutsuz, gene
kafayı çekmesi ve bir kızla yatması gerekiyordu.
12
olur, kızlar burayı çabalanacak bir yer diye görür, elden geldi
ğince kaybetmemeye uğraşırlardı. Hentjen Ana ise bu bağlılık
ve sevgiden hoşnuttu.
13
ağzına fındık kabuğu kaçtığından bir tek, küçümsercesine tü
kürmekle yetindi; sonra da ağlayan kız peşinde, aşağı kata indi.
14
bir çocuğun kırışıklı yüzü çarık çürük dişleriyle gülümseyerek
minnetini ifade etti ve kadının beyaz, yağlı elini okşadı, ama
kadın, elini biraz donuklaşarak derhal geri çekti.
15
için yanına oturmaya zorladığını tiksinerek fark etti. Ama iyi
içki içiliyordu, gece yarısı geçip de adamlar yola çıkarken He
de'yi yanlarına alınca kızın cebine bir mark sokuşturdu.
16
belki incitici olacaktı, ilkini bugün önemsemediğinden yırttı
ve yalnız Hentjen Anaya yazdığını yolladı; onu, tüm sevdiği
dost ve tanıdıkları, ayrıca Fraulein Hede ile Thusnelda'ya gü
zel Mainz'tan içten selamlarını gönderiyordu. Sonra kendini
gene biraz yalnız hissetti, ikinci bardak birayı da içip Mann
heim yolculuğuna devam etti.
17
"He, burada değil mi?" Uşak umursamazca arkasını dönmüş
tü bile: "Hayır, burası başkanın bekleme odası." Esch'in tepe
si attı; başkanmış, minderli mobilyalar, gümüşlü uşaklarmış,
amma caka satıyorlardı; tam Nentwig'e göreydi; eh, böyle bir
başkan da Nentwig gibilerinden pek farklı olmazdı. Fakat is
tese de istemese de geri adım atmaya mecburdu. Aşağıda ka
pıcı bekliyordu. Esch kötü mü bakıyor diye baktı; ama adam
lakayt kalınca, "Kabul ofisine gitmem lazım," deyip yolu tarif
ettirdi. İki adım atıp geri döndü, başparmağıyla merdivenden
yukarıyı gösterdi: "Şu yukarıdakinin adı ne, sizin başkanın
yani?" Kapıcı, "Başkan von Bertrand," dedi, sesinin saygıyı
andırır bir yanı vardı. Esch de biraz saygılı, yineledi: "Başkan
von Bertrand." Bu adı bir yerlerde duymuş olmalıydı.
18
bile varılmazdı, kafa yormaya mecbur kalınsa yapılar, vinçler,
rampalar insanların bilmem hangi açıklanamaz ihtiyaçlarına
yarayan adeta manasız bir şeyler olarak görülürdü. Fakat ar
tık kendisi de bunun bir parçası olunca her şey tabii ve ma
nalı tesislere dönüvermişti, bu da iyi geliyordu. Eskiden olsa
bunca nakliye şirketinin bulunmasına ve kıyı şeridindeki aynı
biçimli ambarların farklı farklı şirket levhaları taşımasına hadi
şaşıracağı, bazen de kızacağı yerde her bir işletme artık şişman
ve sıska depo bekçilerinin, haşin ve rahat kahyaların şahsına
bakınca seçilen fert ve ferdiyetlere dönüşüyordu. Etrafı çevrili
liman alanına girişteki Alman İmparatorluk Gümrük Daire
si'nin yazıları da iç açıcıydı: Yaban ellerde dolaşıldığını fark
ettiriyorlardı. Burada gümrüksüz depolanabilen bu malların
sığınağında sürdürülen, eli kolu bağlı, aynı zamanda da ser
best bir hayattı, gümrük bölgesinin demir parmakları ardında
solunan, sınır havasıydı. Sırtında henüz üniforma olmasa ve
özel bir memurdan ibaret kalsa da gümrük organları ve de
miryolu memurlarıyla birlikteliğinde gene de handiyse resmi
bir şahıs olmuştu, çünkü cebinde, bu kapalı alanda elini kolu
nu sallayarak dolaşabilmesini sağlayan izni vardı, daha cümle
kapısındaki bekçiler bile el kaldırıp selam duruyorlardı. O da
selamlarını karşılıyor, her yere asılan sigara yasağı levhalarına
dikkat göstermek adına geniş bir kavisle sigarasını fırlatıyor
du; bizzat nizami bir sigara içmeyen olarak, talimatı çiğnemesi
ihtimali dolayısıyla karşısına çıkan sivilleri her an paylamaya
hazır, ambar bekçisinin listeleri yazı masasına koyduğu büro
suna uzun ve ağır adımlarla ilerler. Sonra parmak uçları ke
sik gri yün eldivenler takılır, yoksa ambarın kurşuni ve tozlu
soğuğunda eller donacaktır, listeler ele alınır, istiflenen sandık
ve balyalar denetlenir. Yanlış yere konmuş sandık varsa istif
lenmesi görev alanına düşen ambar bekçisi kimse cezalandı
rıcı veya sabırsız bakışlarla bakmaktan geri durulmayacaktır
ki o da depo işçilerine gereğince kızsın. Daha sonra gümrük
organı, devriyedeyken camlı bölmeye girip gürül gürül yanan
19
sobanın sıcağını övünce ve üniformanın yaka kopçasını çözüp
rahat rahat oflayıp poflamalarla kolunu kaldırıp esneyerek
sandalyesine yaslanınca listeler çoktan denetlenmiş, kartlığa
yerleştirilmiş olur, katı bir denetleme değildir, iki adam masa
nın karşısında yan yana oturur, sıkkın sıkkın, gelen mektupları
konuşurlar. Sonra memur mavi kalemle ve alışıldık süratiyle
listeyi onaylar, kopyasını teslim alır, yazı masasına kilitler ve
işine gelirse hep beraber kantine giderler.
Evet, adalet ne kadar incindiyse de Esch iyi bir takasa girmişti. Sık
sık aklına gelen bir şey vardı -memnuniyetini yarım bırakan tek
şey de buydu- acaba görevinin emrettiği ihbarı yapmak için bir
yol bulunamaz mıydı; ancak ondan sonra her şey yoluna girecekti.
20
şaka olsun diye yapmıyor, Esch'i kısmen alıştıra alıştıra kıs
men de kamuoyu baskısıyla, içine yerleştirdiği kurgu yaşamı
olgun gerçekliğe çevirmeye zorlamak istiyordu.
21
Fakat Esch'in böyle durumlarda susması asla cimrilikten değil
di. Çünkü tutumlu olmasına ve ufak fırsatlardan yararlanmak
tan hoşlanmasına rağmen ruhunun sağlam ve adil muhasebesi
bedelsiz mal kabul etmesine izin vermiyordu; iş demek karşı
lık demekti, mal bedel ödenmesini isterdi; ne var ki aceleci bir
alışverişe girişmeyi fuzuli görüyordu, evet, Kom'un elle tutu
lur çağrılarına dosdoğru icabet etmek gözüne adeta çolpalık ve
sevgisizlik diye görünürdü. Nitekim şimdilik tuhaf bir rövanş
türünde karar kılmıştı, Kom'a bir yandan iyilik ederken ev
lenmeyi aceleye getirmeyeceğini de göstermesini sağlıyordu;
akşam yemeğinden sonra Kom'u küçük bir gezintiye davet
eder, gezintinin ucu kadın hizmetçilerin olduğu meyhanelere
varır, ikisi için de kaçınılmaz olarak dış semtlerdeki adı çıkmış
sokaklarda biterdi. Hesap birlikte ödeneceğinde -Kom kendi
kızının parasını kendi ödemeye mecbur kalsa da- bazen epey
para tutardı, buna rağmen eve dönerken Kom'un, yanında
homurdanan bir tavırla yürüyüşünü, siyah pos bıyığını bü
rüm bürüm bürüşünü, çok defalar bıyığını çiğneyerek, Esch'in
onu ayarttığı bu sefih hayat artık son bulmalı diye mırıldanı
şını seyretmek dünyanın parasına değerdi. Üstelik Kom ertesi
gün kız kardeşine öyle fena davranırdı ki bir adamı kendine
bağlamayı asla başaramayacak olmakla suçlayarak hiç umur
samadan en hassas duygularını incitirdi. Kız kardeşi de bunun
ardından tersleyerek, söylediğini kaç kez başardığını sayınca
Kom küçümser bir ifadeyle bekarlığını gösterirdi.
22
bulunup bu sayede beyefendinin karşısında uzman bir yetkili
bulunduğunu apaçık ortaya koyunca yabancının azımsanma
yacak konuşkanlığını üstüne çekti ve ikisi çok geçmeden sami
mi bir sohbete başladılar, sohbetin seyrinde sinekkaydı tıraşlı
adam şapkasını hafifçe kaldırarak kendisini Müdür Gernerth,
Gernerth th ile, ve Thalia Tiyatrosu'nun yeni kesenekçisi diye
tanıttı -bu arada yükleme boşaltma işi bitmişti. Nakliye müfet
tişi beyefendi saygın ailesiyle muhteşem açılış temsilini teşrif
ederlerse bundan zevk duyacaktı, üstelik kendilerine indirimli
biletler takdim etmekten de memnun olurdu. Esch seve seve
kabul edince müdür cebine davrandı, üç bedava bilet verilmesi
için çalakalem bir talimat yazdı.
23
yandan bol bol gelen alkışlardan sonra perde tekrar açılınca
gümüşi ışıltılar saçıldı, karşıda bir hokkabazın nikelajlı masa
cıkları ile sair alet edevatı duruyordu. Sehpaların kah kenarına
kah üstüne örtülmüş kırmızı kadife kumaşta küreler, şişeler,
flamalar, topuzlar ve koca bir yığın beyaz tabak vardı. Yine
yansıtmalı nikelajdan yapılma, sivri uçlu bir merdivene, bı
çakları parlaklıkta etraftaki cilalı metallerden aşağı kalmayan
yaklaşık iki düzine hançer asılıydı. Siyah fraklı hokkabaz, bir
asistan tarafından destek görüyordu, kadını yanına almasının
tek sebebi seyirciye müthiş güzelliğini göstermek olsa gerekti,
üstüne giydiği ışıltılı jarsesi de galiba yalnız o amaca hizmet
ediyordu, zira hokkabaza tabakları ve flamaları uzatmaktan
veya hokkabaz bir uygulamanın ortasındayken el şaklatarak
işaret ettiğinde tabak ve flamaları ona fırlatmaktan başka bir
işi yoktu. Görevini latif bir gülümseyişle hallediyor, hokkaba
za topuzu atarken yabancı dilde minik bir çığlık koparıyor,
belki efendisinin dikkatini kendine çekmek, belki de katı ta
vırlı adamın esirgediği azıcık sevgi için dilenmek istiyordu.
Hokkabaz katı kalpliliğiyle kalabalığın sempatisini kaybetme
riskine girdiğini aslında bilmesi gerekmesine rağmen güzel
kadını bakmaya layık görmüyor, ancak alkışlara reverans
la karşılık vermek gerekince alkışların minicik bir yüzdesini
asistanına bıraktığını ima edercesine ona doğru üstünkörü
bir hareket yapıyordu. Fakat sonra arka tarafa geçer ve kadına
daha demin ettiği hakaret hiç olmamış gibi dostane bir tavırla
birlikte kimse dikkat etmeden orada beklemiş olan iri, siyah
bir tahtayı alır, önde bekleyen nikelajlı sehpalara getirir, üs
tüne koyar ve tertibata sabitlerler. Ardından ufak sesleniş ve
gülümseyişlerle birbirlerini yüreklendirerek dikine koydukla
rı siyah tahtayı rampaya doğru iter, birdenbire ortaya çıkan
tellerle yere ve kulislere tuttururlar. İşlerini büyük bir önemle
hallettikten sonra güzel asistan küçük çığlığını bir daha kopa
rıp tahtaya sıçrar, tahta öyle yüksektir ki kollarını uzatınca üst
kenarına zor yetişir. Bunun üzerine tahtanın üst tarafına iki
24
kolun yerleştirildiği fark edilir, sırtını tahtaya dayayan asistan
kolları kavrar, bu biraz zorlama ve yapmacık duruşu, pırılda
yan pullu kıyafetiyle tahtanın siyahlığına keskin bir zıtlık teş
kil eden kadına çarmıha gerilmiş havası verir. Buna rağmen
latif gülümseyişi hala dudaklarından eksilmemektedir, onu
gözlerini kısarak seyreden adam yanına yaklaşıp fark ettir
mese de herkesin en ufak milimetrenin bile önemli olduğunu
algılayacağı şekilde durumunu değiştirince bile gülümseyişini
bırakmaz. Bunların hepsi hafif bir valsin tınıları eşliğinde ya
pılır, hokkabazın ufak bir işmarıyla birazdan vals de kesilir.
Salondan çıt çıkmamaktadır; müzikten falan soyulmuş olağa
nüstü bir yalnızlık oluşuvermiştir sahnede, garsonlar masala
ra ne yemek ne bira getirebilirler, onlar da pürdikkat, arkadaki
sarı ışıklı kapılarda beklerler; yemek yemek üzere olan, batır
dığı lokmayı taşıyan çatalı tabağa geri koyar, yalnız, ışıkçının
dosdoğru çarmıha gerilmiş kadına tuttuğu ışığın vızıltısı de
vam eder. Hokkabaz ise uzun hançerlerden birini cani elinde
yoklamaya başlamıştır; vücudunu geri yatırır, bu kez o kaba
egzotik çığlığı koparan kendisidir, çünkü bıçak ıslık çalarak
elinden kurtulur, sahneyi boydan boya geçerek vınlayıp çar
mıha gerilmiş kızın vücudunun yanına, kara tahtaya boğuk
bir sesle vurarak saplanıp kalır. Adam kaşla göz arasında elle
rini ışığı yansıtan hançerlerle doldurur, çığlıkları gittikçe hız
lanır, gittikçe hayvanlaşır, hatta gittikçe hararetlenerek birbi
rini izlerken bıçaklar da gittikçe süratlenerek sahnenin titrek
havasında peş peşe vızıldar, tahtaya gittikçe hızlanarak çarpıp
saplanır, aynı anda hem donuk hem yenik, hem istekli hem
meydan okurcasına, hem cesur hem ürkek gülümsemeyi sür
düren bir yüzü çerçeveye alırlar. Esch neredeyse ellerini göğe
kaldıracaktı, bizzat çarmıha gerilip narin kadının karşısında
durmayı, tehditkar bıçakl�rı kendi vücuduyla yakalamayı di
leyecekti, hani hep olur ya, hokkabaz, seyirciler arasından si
yah tahtanın önüne geçmek için sahneye gelmeyi dileyen var
mı diye sorsa, Esch sahiden parmak kaldırırdı. Orada yalnız
25
ve terk edilmiş durması, uzun bıçakların onu tahtaya böcek
gibi mıhlayabilmesi düşüncesi neredeyse şehvet uyandırıyor
du, fakat o zaman, diye düzeltti kendini, yüzünü tahtaya çe
virmesi gerekecekti, çünkü böcekler karınlarından şişlenmez
di: Tahtanın karanlığına dönme ve ölümcül bıçak arkasından
ne zaman vınlayacak ve kalbini delip geçerek tahtaya çivile
yecek bilmeme düşüncesinin cazibesi öylesine olağanüstü ve
esrarengizdi, bu öyle yeni bir kuvveti ve olgunluğu olan bir
arzuydu ki orkestra davul ve trampetler çalıp fanfar üfleyerek,
son bıçağını yollayan hokkabazı selamladığında uykusundan
ve saadetten fırlar gibi fırladı, kız da o arada çerçevelenişi bitip
bıçakların arasından sıçradı ve ikisi el ele tutuşup boşa kalan
kollarıyla daireler çizerek simetrik bir piruet yaparak, rahatla
yan seyirci karşısında eğildiler. Fanfar, mahkemenin fanfarıy
dı. Suçlu, solucan gibi ezilir, neden böcek gibi de şişlenmesin?
Ölüm tırpan yerine niye uzun bir toplu iğne veya en azından
mızrak taşımasın ki? İnsan hep mahkeme için uyandırılmayı
bekler, çünkü bir defasında neredeyse hür düşünenler derne
ğine katılacak da olsa kişioğlunun vicdanı vardır. Korn'un,
"Harikaydı," dediğini işitti, küfür gibi geldi kulağına; hele
Fraulein Erna'nın, kendisine sorulsa çırılçıplak ortaya çıkıp
herkesin gözü önünde üstüne bıçak attırmak istemeyeceğini
söylemesiyle Esch renkten renge girdi ve Erna'nın, dizine yas
lı dizini gayet kaba iteledi; böylelerine bundan iyisi fazlaydı;
özensiz türediler sürüsüydü bunlar, Fraulein Erna'nın her an
günah çıkarmaya koşuşu gözünde beş para etmiyordu, sanki
Köln'deki dostlarının yaşayışı daha güvenli, daha görgülüydü
gibi geliyordu.
26
bir bitiş çizgisi çekmesi Frau Hentjen için bir tür teveccühtü
ve Esch'i öylesine yumuşattı ki tereddüde düştü: Adamakıllı
rövanş alma borcunu gerçekten de tamı tamına yerine getir
miş miydi? Aslında şenliği tamamlamak amaçlı Erna'nın ka
pısına sokulmalıydı, demin o kadar kabaca iteklemeseydi ka
pısını kilitlenmemiş bulacağı da kesindi. Evet, doğru ve uygun
bitiş böyle olsa gerekti, gelgelelim bunu meydana getirmek
adına hiç girişimi olmadı. Üstüne bir miskinlik çökmüştü, ar
tık Erna'yı umursamıyor, dizini aramıyordu, ne eve dönerken
ne sonrasında bir şey oldu. Vicdan azabı bir yerlerini sıkıştırı
yordu, fakat August Esch daha sonra zaten yapması gerekeni
yaptığını, Fraulein Korn'a fazla açık verirse sonuçlarının fena
olacağını tespit etti: Alnında tehditkar cezasını vermek için
mızrağını kaldıran bir yazgı duyuyordu, domuzluk etmeyi
sürdürürse saplamaya hazırdı; kime, bilmese de birisine sadık
kalması gerektiğini hissediyordu.
27
teşekkür," yazdı. Sonra Geyring "önce hanımları" çağırdı,
Hede ile Thusnelda imza attılar. Ardından Wilhelm La:Bmann,
Bruno May, Hoelst, Wrobek, Hülsenschmitt, John adları, İn
giliz montör Andrew'ün, dümenci Wingast'ın, nihayet hep
sini sökmenin pek imkanının olmadığı birkaç başkasından
sonra Martin Geyring'in adı geliyordu. Geyring sonra, "Herr
August Esch, Ambar Başmuhasebecisi, M.R. Gemicilik A. Ş.
nakliye deposu, Mannheim" adresini yazıp, tamamlanan ürü
nü Frau Hentjen'e teslim etti, o da dikkatle okuduktan sonra
geniş gözünde banknotların durduğu tel sepetten posta pu
lunu almak için kasanın çekmecesini açtı. Birçok imzasıyla
büyük kartpostal gözüne, meyhanenin yağlı müşterilerinden
sayılması imkansız Esch için neredeyse fazla anlamlı bir tazim
gibi göründü. Fakat yaptığı her işte tam bir kusursuzluk çaba
sında olduğundan ve geniş kartta pek çok isme rağmen hala
yalnız güzellik duygusunu incitmeyip Esch'e haddini bildir
mek için beklenen fırsatı da tanıyacak kadar çok fazla boşluk
kaldığından Hentjen Ana boş yeri aşağı tabakadan bir adla
doldurmak üzere kartı hizmetçiye imzalatmak için mutfağa
götürdü, bu sayede hizmetçiyi de ucuz yollu sevindirebildiği
için iki kere tatmin olmuştu.
28
birilerinden hazzetmeyince nasıl hoşlanıyorsa Geyring'in ga
zetecilerden hazzetmeyişiyle de tatmin oluyor, öbür yandansa
Geyring beklentisini karşılamadığı için ona borçlu kalıyordu.
Yok, bu anarşistten pek iş çıkmazdı, sendika yazıhanesinde
oturup duruyordu, kendi yerinde bir tür polis başçavuşundan
farkı yoktu; Frau Hentjen'de yine bütün dünyanın, erkeklerin
sırf kadınları zarara uğratıp hayallerini yıkmak için sözleştik
leri, danışıklı bir oyundan ibaret olduğu gibi sabit bir kana
at oluşuyordu. Bir girişimde daha bulundu: "Gazetelerinizin
nesini beğenmiyorsunuz, Herr Geyring?" Martin, "Kuru gü
rültü çıkarıyorlar," diye homurdandı, "devrim saçmalıklarıyla
milleti çılgına çeviriyorlar, sonra ayıkla pirincin taşını." Frau
Hentjen pek anlamadı; zaten artık ilgisi de kalmamıştı. Daha
ziyade nezaketen iç geçirdi: "Evet, kolay işler değil." Geyring
sayfaları çevirip dalgın dalgın, "Evet, kolay işler değil, Hentjen
Ana," dedi. "Hele de sizin gibi bir adam, sabahın köründen
gece yarılarına dek durmak bilmeden hep ayakta . . . " Geyring
neredeyse memnun, "Bizim gibilere daha uzun zaman sekiz
saatlik günler haram; sıra önce öbürlerinin ... " dedi. "Bir de
böyle bir adamın ayağını kaydırırlar." Frau Hentjen şaşırdı,
başını iki yana salladı, sonra karşıdaki aynada saçına bir bakış
attı. Geyring, "Mecliste ve gazetelerde bağırıp çağırıyor Ya
hudi beylerimiz," dedi, "ama iş sendika hizmetine gelince sı
vışıyorlar." Frau Hentjen denileni anlıyordu, alınarak ekledi:
"Oturup dururlar, bütün para onlardadır, hangi kadını gör
seler zamparalık ederler." Yüzüne gene donuk bir tiksinme
ifadesi yayıldı; Martin başını gazeteden kaldırdı, gülmeden
edememişti: "O kadar da kötü değildir, Hentjen Ana." - "De
mek öyle, şimdi de onlarla elbirliği mi yapıyorsunuz?" Sesinde
hafiften isterik bir asabilik vardı: "Siz erkekler yok musunuz,
anca birbirinize destek çıkarsınız ... " Hiç alakasız bir yerden
ekledi: "Elini sallasan ellisi." Martin, "Hakkın var, Hentjen
Ana," diye güldü, "ama Hentjen Anada pişen yemek baş
ka yerde kolay bulunmaz." Frau Hentjen'in gönlü alınmıştı,
29
Esch'in kartını teslim etsin diye Geyring'e verirken, "Mann
heim'da da bulunmaz herhalde," dedi.
30
"Oturduğunuz yer pek hoş, gümrük müfettişim, ferah, aydın
lık ..." deyip pencereye, sonra da aşağı, iri iri yağmur birikin
tilerinin bulunduğu kasvetli banliyö caddesine baktı. Fraulein
Erna, şartları gereği mütevazı olduğunu söyledi, fakat ocakları
hayatlarını gerçekten güzelleştiren tek şeydi. Herr Gernerth
efkarlandı, kendi ocağın dünyalara bedeldi, evet, hanımefendi
böyle konuşabilirdi, ama bir sanatçı için bu gerçekleşmeyecek
bir hülyaydı; ah, onun yuvası yoktu, gerçi dairesi vardı, Mü
nih'te karısının çocuklarla birlikte yaşadığı güzel, zarif bir da
ireydi, ama ailesini bile pek tanımaz olmuştu artık. Neden mi
yanına almıyordu onları? Çocuklara göre bir hayat değildi, her
mevsim başka yerdeydi. Üstelik .. . Yok, çocukları sanatçı ol
mayacaktı, onunkiler olmayacaktı. Anlaşılan, iyi bir babaydı,
iyi kalpliliği yalnız Fraulein Erna'yı değil Esch'i de etkilemişti.
Esch, belki kendini yalnız hissettiğinden, "Ben öksüzüm, an
nemi hiç tanımadım gibi bir şey," dedi. Fraulein Erna, "Aman
Tanrım," dedi. Fakat hüzünlü sohbet pek hoşuna gitmemişe
benzeyen Herr Teltscher kahve fincanlarından birini parmak
ucunda döndürünce Hona dışında herkesi gülme aldı, fakat
o, ilgisizce sandalyesinde oturuyor, galiba geceyi güzelleştir
mek zorunda kaldığı gülümseyişlerinden ötürü dinleniyordu.
Şimdi yakından bakınca sahnedeki kadar sevecen ve narin de
ğildi, hatta belki biraz kabaydı; yüzü biraz süngerimsiydi, her
yanı çilli, şişkin göz torbaları vardı, işkillenen Esch şüpheye
düştü, sarı saçlar da hakiki olmayabilir, peruk olabilirdi; ama
vücudunun yanında yine vınlayan bıçaklar gözünün önü
ne gelince bu düşünce kayboldu. Sonra Korn'un gözlerinin
de aynı vücutta gezindiğini fark etti, bu yüzden de Hona'nın
dikkatini üstüne çekmeye çalıştı, Mannheim hoşuna gidiyor
mu, Ren Nehri'ni biliyor mu vesaire gibi coğrafi şeyler sordu.
Fakat başaramadı, çünkü Hona ancak ara sıra cevap veriyor,
onu da yersiz veriyordu: "Evet, rica ederim." Ve ne onunla
ne Korn'la ilişki kurmayı arzular görünüyordu; kahvesini ağır
ağır, ciddiyetle içti, Teltscher memleketinin lehçesiyle ona bir
31
şeyler tıslasa bile -nahoş şeyler oldukları belliydi- pek kulak
asmıyordu. O ara Fraulein Erna, Gernerth'e güzel bir aile
hayatının dünyanın en güzel şeyi olduğunu söyleyip Esch'i
ayağının ucuyla ufaktan dürttü, bunu ya onu Gernerth'i örnek
alsın diye yahut yalnızca dikkatini Macar kızdan almak için
yapmıştı, buna rağmen kızın güzelliğini övüyordu: Çünkü
ağabeyinin o kadını seyredişindeki arzulayıcı bakışlar dikkatli
kertenkele gözlerinden kaçmamıştı, ayrıca güzel kızın Esch'e
değil, ağabeyine nasip olmasını daha yaraşır buluyordu. Der
ken Ilona'nın ellerini okşadı, beyazlıklarını övdü, yenlerini de
sıyırıp hanımefendinin zarif bir teni olduğunu söyledi, Balt
hasar da baksındı. Balthasar kıllı pençesini koydu. Teltscher
gülüp tüm Macar kadınların ipek gibi teni olduğunu söyle
yince kendisi de tensiz dolaşmayan Erna, tek meselenin cilt
bakımı olduğu, yüzünü her gün sütle yıkadığı yanıtını verdi.
Elbette, dedi Gernerth, görkemli, adeta uluslararası bir teni
vardı, bunun üzerine Fraulein Erna'nın solgun çehresi açıl
dı, sarımtırak dişleri ve dişlerinin sol üstteki boşluğu görüldü,
saçlarının arasından ince ince, kahverengi, biraz da donukça
sarkan şakaklarına kadar kızardı.
32
doldurdu, kadının kadehi ağzına götürtmesi, Kom bir defasın
da kadehinden yudum alıp bıyığını içine daldırıp bunun öpü
cük olduğunu açıkladığında bile dikkat göstermeyişi, değişmez
kayıtsızlığına ve hareketsizliğine uygundu. Ilona muhtemelen
anlamıyordu, oysa Teltscher'in neler olup bittiğini bilmesi
gerekirdi. Olanlara seyirci kalması anlaşılır gibi değildi. Bel
ki içinden acı çekiyordu, yalnızca kavga çıkarmayacak kadar
görgülü biriydi. Esch o işi onun yerine halletmek için acayip
heveslendiyse de Teltscher'in bu cesur kızı sahnedeyken nasıl
haşin bir ses tonuyla ayak işlerine koştuğu aklına geldi; kızı sa
kın kasten aşağılamak istemesindi? Bir şeyler olması lazımdı,
kollarını açarak karşısına geçmek lazımdı! Teltscher ise keyifle
omzuna vurdu, ona arkadaşım ve confrere dedi, Esch merakla
yüzüne bakınca da iki çifti gösterip, "E, biz bekarlar birbirimize
destek çıkmalıyız," dedi. "O zaman size yanarım," diyen Frau
lein Erna yerini değiştirince Gernerth ile Esch'in arasına girdi,
Herr Gernerth ise incinerek, "Zavallı sanatçılar böyle durma
dan kırpılıyorlar... tüccarlar, işte," dedi. Teltscher, Esch'in bu
söylenenden hoşlanmayacağını, sağlamlık ve ileri görüş dendi
mi ancak tüccarlıkta bulunacağını söyledi. Elbet tiyatroculuk
da tüccarlık, hatta en zoru sayılabilirdi, kendi kendisinin yalnız
müdürü değil bir ölçüde ortağı da olan, başarı şanslarını her
zaman gereğince kullanmasa da kendince çalışkan bir tüccar
sayılabileceğinde şüphe bulunmayan Herr Gernerth'e helal ol
sundu. O, yani Teltscher-Teltini bunu gayet iyi takdir edebilir
di, çünkü sanatçılığın cazibesine kapılmadan önce işe kendisi
de tüccarlıkla başlamıştı. "Peki, işin sonu ne oldu? Amerika'da
birinci sınıf angajmanlarım olabilecekken burada oturuyo
rum ... yoksa acaba birinci sınıf değil miyim?" Esch'in zihninde
belirsiz bir hatıra ayaklandı: Tüccarlığı ne diye bu denli övü
yorlardı; yere göre sığdıramadıkları sağlamlık pek bir şeye ben
zemiyordu. Doğrudan yüzlerine söyleyip konuyu kapattı: "El
bette farklar var, mesela Nentwig ve Başkan von Bertrand, ikisi
de tüccar, ama biri domuz, öbürü... başka bir şey işte, daha iyi
33
Another random document with
no related content on Scribd:
»Niin juuri, kaduilla ei tahdo päästä kulkemaan. On taas
jonkinmoinen mielenosoitus. Köyhien täytyy aina osoittaa mieltään!»
»Olen tehnyt työtä koko yön ja koko päivän enkä ole kuullut
mitään», sanoi Roma.
»Entä nyt?»
»Se on mainio.»
»Enkö ole tehnyt kyllin?» huusi Roma. »Sinä moitit minua siitä,
että olin rikas, mutta nyt olen yhtä köyhä kuin sinäkin. Joka pennin
sain paronilta. Hän antoi minun käyttää osan isäni tilojen tuottamista
tuloista, mutta nuo tulot olivat hänen valvontansa alaiset, ja nyt hän
hän lopettaa ne kokonaan. Minulla on velkoja. Minulla on aina ollut
velkoja. Sillä lailla hyväntekijäni tahtoi muistuttaa minulle että olin
riippuvainen hänen hyvyydestään, ja nyt minun täytyy myydä kaikki
tyydyttääkseni velkojani, ja itse jään kodittomaksi.»
»Sinä peloitit minua niillä vaaroilla, joita sinun täytyi kestää, aivan
kuin vaimon välttämättömästi pitäisi olla miehelleen esteenä ja
vastuksena. Luuletko, että soisin mieheni vaipuvan
toimettomuuteen? Jos hän tyytyisi sellaiseen elämään, ei hän olisi se
mies, jota minä rakastan, ja minä halveksisin häntä ja jättäisin
hänet.»
»Roma!…»
»Minä olen rohkeampi kuin sinä, sillä minä olen luopunut kaikesta
omaisuudestani ja ystävistäni… olen ollut epäkohtelias entisiä
tuttujani kohtaan sinun tähtesi ja asettanut itseni kiusalliseen
asemaan… minä naisena olen uskaltanut… mutta sinä miehenä…
sinä pelkäät…. niin juuri, pelkäät… sinä olet pelkuri — juuri niin,
pelkuri!… Ei, ei, ei! Mitä minä puhun?… Davido Leone!»
Vielä toinen asia. Sinä menit pois sanomatta, että annat anteeksi
pikku petokseni sinua kohtaan. Kyllä kai se oli hyvin väärin, mutta
minä en sittenkään voi oikein katua sitä. Naiset ovat aina hiukan
teeskentelijöitä. Se on Eevan tyttären tunnusmerkki, ja se ilmenee
aina jollakin tavalla. Minä rakastin sinua niin, että minun täytyi
houkutella sinutkin rakastamaan minua. Minun pitäisi hävetä, mutta
en voi. Olen iloinen vain.
Minä tietysti rakastin sinua ensin ja minä tunsin sinut heti, ja kun
sinä kirjoitit rakastavasi erästä tyttöä, tiesin vallan hyvin, että
tarkoitit minua. Mutta oli niin suloista olla olevinaan tietämätön, tulla
lähelle ja sitten taas poistua, koskettaa ja sitten paeta, kiusata ja
sitten juosta pois, kunnes voimakas hyökyaalto syöksyi ylitseni ja
ajoi minut sinun syliisi.
Roma.
Mutta tuo ajatus haihtui pian. Ruumis ja sielu olivat täynnä iloa, ja
hän hypähti nopeasti vuoteesta.
Aurinko peittyi pilveen, ilma kävi kolkoksi ja pimeys levisi yli koko
maailman.
VIIDES OSA.
PÄÄMINISTERI.