Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Kürtlerin Kökeni Proto Kürtler ve

Mitanniler 1st Edition Naz■m Kök


Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/kurtlerin-kokeni-proto-kurtler-ve-mitanniler-1st-edition-
nazim-kok/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

100 Tanya Jawab Mengenai Kanker Payudara Zora K. Brown


& Karl K. Boatman

https://ebookstep.com/product/100-tanya-jawab-mengenai-kanker-
payudara-zora-k-brown-karl-k-boatman/

Valis Philip K Dick

https://ebookstep.com/product/valis-philip-k-dick/

Yükseklerde 1st Edition R K Lilley

https://ebookstep.com/product/yukseklerde-1st-edition-r-k-lilley/

Sométase alteza Wells K C

https://ebookstep.com/product/sometase-alteza-wells-k-c/
Tarama Sözlü■ü K N Tdk

https://ebookstep.com/product/tarama-sozlugu-k-n-tdk/

Imunologia Básica Abul K. Abbas

https://ebookstep.com/product/imunologia-basica-abul-k-abbas/

Ombak Sekanak Rida K Liamsi

https://ebookstep.com/product/ombak-sekanak-rida-k-liamsi/

Kürtlerin Kökeni Proto Kürtler ve Mitanniler 1st


Edition Naz■m Kök

https://ebookstep.com/product/kurtlerin-kokeni-proto-kurtler-ve-
mitanniler-1st-edition-nazim-kok/

Ganz Wien in 7 Tagen Ein Zeitreiseführer in die k u k


Monarchie 1st Edition Anton Holzer

https://ebookstep.com/product/ganz-wien-in-7-tagen-ein-
zeitreisefuhrer-in-die-k-u-k-monarchie-1st-edition-anton-holzer/
Kürtlerin Kökeni, Proto Kürtler ve Mllanniler
Nazık Kök

Genel Yayın Yönetmeni


Lal Laleş

Editör
Halide Yıldırım

Kapak Tasarımı
Miran Janbar

Mizanpaj
Şivane Deriki

Birinci Basım
2016

Baskı
A GRAFİK TASARIM TANI TIM PROMOSYON WEB HİZMETLERİ
Mehmet Zülfü Altındağ
Huzurevleri Mah. 84.Sok. No:3 Kayapınar - Diyarbakır
Sertifika Na: 14823

Bu kitabın her türlü yayın hakkı Us Yayınevi'ne aittir. Tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar
dışında, yayınevinin yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çağaltılamaz.

ISBN: 978-605-9014-63-2
© Lls (Sertifika Na: 20396)

Adres
L1S BASIN-YAYIN PAZARLAMA
ORGANİZASYON REKLAM SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
Kooperatifler Mah. 4.Akkoyunlu Sokak Azel Yapı Ofis
Na: 20/A Yenişehir / Diyarbakır
Tel: O 412 229 00 09
e-mail: wesanenlis@yahoo.com
www.wesanenlis.com
. . . .. .

KlJRTLERIN KOKENI
..

PROrfO KURTL-ER

.
VE .

Mr]�NNILER
( :\RA�TnnıA-İNCELKVIE'ı

NAZI Vl l\.ÖK



Nazım Kök 1963 yılında Mardin'in Nusaybin ilçesi, Yolbilen köyü Kasrık mezrasında doğdu.
İlkolkulu Yolbilen köyünde ortaokul ve liseyi Nusaybin Lisesinde bitirdi.
Siyasi yaşamı lise yıllarında başladı. Aktif olarak 1990 yıllarında demokratik siyaset içinde
çalışmaları oldu.. Köyleri boşaltıldı, işkenceye maruz kalarak tutuklandı.1994'te iş yerinin
önünde silahlı saldırıya uğrayıp ağır yaralandı.
1995 yılında İstanbul'a göç etmek zorunda kaldı. Siyasi çalışmalarına İstanbul HADEP içerisinde
il ve ilçe yönetim kademelerinde devam etti. 2000 yılının başında ülkeye dönüş yaparak siyasi
çalışmalarını sürdürdü. HADEP'te başlayıp DEHAP, D T P, BDP içerisinde dönemsel olarak
ilçe başkanlığından il yöneticiliğine dek partinin belirli aşamalarında çalışmalarını yürütü. Bu
süreçlerde gözaltılar, tutuklamalar, onlarca siyasi davalar açılıp onlarca yıl cezalar aldı.
En son 2009 yerel seçimlerinde BDP listesinde İl Genel Meclis üyeliğine seçildi. Aynı zamanda İl
Genel Meclis Başkanlığına getirildi. En son 13 şubat 201 O tarihinde 22 arkadaşıyla KCK Mardin
kent yapılanması idiasıyla tutuklandı. 06/ 02/ 2014 tarihinde tahliye edildi.Tahliye edildıkten
hemen sonra yapılan HDP kongresinde Parti meclisine secildı ve hala bu görevı devam
etmektedir. Kürtlerin Kökeni Proto Kürtler Ve Mitanniler yazarın yayınlaanmış ilk eseridir.
TEŞEKKÜR

Bu kitaba katkı veren kardeşim Hülya'ya, kaynak bulmamda,


yazılarımı bilgisayara yükleyip düzenlemede yardım eden karde­
şim Şahbettin'e, oğlum Özgür'e, Vedat ve kızım Axin'e ; cezae­
vindeki yazılarımda, genel çalışmalarımda düşüncelerinden ya­
rarlandığım M. Ali Yaşa, Faysal Sarıyıldız, Erhan Dinç, Cengiz
Doğan, Kader İdin'e ; ayrıca katkı sunan, emeği geçen tüm arka­
daş ve dostlarıma teşekür eder, saygı ve sevgilerimi sunarım.

Nazım KÖK
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ , 1 1

1.BÖLÜM - İNSANSAL EVRİMİ

İNSANIN O RGANİK TOPLUMSAL KÜLTÜREL GELİŞİMİ , 1 5


İNSANIN D O GU AFRİKA RİFT'İND E ORTAYA ÇIKIŞI VE YAYILI­
ŞI, 1 7
İNSAN Ot'ARAK TANIMLANAN PRİMATLAR , 1 9
DOGAL TO PLUM , 23
KLAN TOPLUMU, 24

PALEOLİTİK DÖNEM (MÖ 2 milyon- 1 5 Bin ) , 26


Alt Paleolitik Evre, 27
Orta Paleolitik Evre, 27
Üst Paleoli ti k Evre, 28

PALEOLİTİK DÖNEMDE KÜRD İSTAN'DAKİ YERLEŞKELER, 3 1


Şanidar, 32
B arda Balka , 33
Palanlı, 34
Yazılıkaya ve Kurban Ağa , 34
G evero k v e Tirişin, 34

MEZOLİT İK DÖNEM (MÖ 1 5 - 1 2 Bin) , 3 5


.

MEZEOLİTİK DÖNEMDE KÜRDİSTAN'DAKİ YERLEŞKELER, 37


Yedi Salkım (Put) , 37
Qalat Çermo , 38
Çeme Zawi, 38
Asiab , 39
Tepe Guran , 39

NEOLİTİK DÖNEM (MÖ 1 2-4 Bin) , 40


Tari hin En Büyük Devri m i Neoliti k Devrim , 43
Neolitiğin Ana Kaynağı Verimli Hilal (Altın Hilal) , 45
Neolitik Devrim Bir Kad ın D evrimidir, 49.
Neolitiğin Yayı lışı ve Nedenleri, 52
NEOLİTİK D ÖNEMDE KÜRDİSTAN'DAKİ YERLEŞİM YERLERİ, 56
Göbekli Tepe, 58
Qote Berçem (Çayönü ) , 62
Girike Haciyan, 64
Çem e H ellan , 65
Kortik Tepe, 65
Nawala Çöre, 66
Dipnotlar, 67

2. BÖLÜM - KÜRTLERİN KÖKENİ

- Kadim Halkın ve Kadim Coğrafyası Kürdistan , 7 1


- Neolitik Dönemde Kürtler, 74
- Aryen Dil Kültürü ve Yayılışı, 77
- Tel XelefKültürü, 8 1
- Kürt Etnisitenin Ş ekillenmesi, 8 5
Dipnotlar, 90

3.BÖLÜM - İLK ÇAG KÜRTLERİ

HURRİLER, 94
Yönetim ve İdari Yapılanına , 98
Savaş İti fak ve İlişkiler, 1 O 1
Kültürel Yapılar D i n v e Mitoloji, 1 02
G UTİLER, 1 08
Savaş ve İtifaklar, 1 09
Yönetim ve İdari Yapılanması , 1 1 1
Ki.Ütürel yapılanmalar, 1 1 4
LULULAR, 1 1 8
Yönetim ve İdari Yapılanması , 1 1 9
Savaş ve İtifaklar, 1 2 1
Kültürel Yapılanmalar, 1 23
HİKSOS KRALI GI , 1 26
Hi ksoslar Neden Göç Ettiler, 1 27
İbran iler ile İttifak, 1 28
KASİTLER, 1 29
Yönetim ve İdari yapılanına, 1 3 1
Savaş v e İtifaklar, 1 33
Kültürel Yapı lar, D in ve Mitoloji, 1 3 5
NAİRİLER. 140
Yönetim ve İdari Yapılanma, 1 4 1
Savaş ve İtifaklar, 143
URARTULAR , 147
Yönetim ve İdari Yapılanma, 148
Savaş , İtifak ve Saldırılar, 152
Kültürel Yapılar, 1 54
Hurri , Urartu Bağlantısı , 156
MEDLER, 159
Yönetim ve İdari Y.1pılanma , 164
Med ve Pers İmparatorluğu, 167
Satraplık Sistemi, 167
S avaş İtifak ve İlişkiler, 168
Kültür, Yapılar, Din ve Mitoloji, 171
KARDUKLAR, 176
KOMAGENE UYGARLIGI , 177
Yönetim ve Kültürel Yapılar, 179

4. BÖLÜM - MİTANNİLER

MİTANNİ ÜLKESİNİN YAPILANMASI VE UY GARLIK TARİHİNE


YAPTIGI KATK I , 1 87
Mitanniler, 187
Mitann i Ülkesi ve Coğrafyası, 188
Erken Hurri Kültürü, 190
Hurri - Mitanni Kültürün Yeri ve Önemi, 192
M İTANNİ DEVLETİNİN İDARİ YAPILAN M AS I , 195
Hurri - M itanni Dönem i , 195
Hprri - Mitanni Ayrışması, 196
Mitanni Devleti ( Konfedersyon ) , 199
Yönetim İdari Yapılanma ve Kral Listesi, 20 1
O rdu ve Asker Yapılanması, 204
SAVAŞ VE İTİFAKLAR, 205
M itanni - Hitit Savaş İtifak ve İlişkiler, 205
Mitanni - Mısır Savaş İtifak ve İlişkiler, 208
Mitanni Asur Savaş ve İlişkiler, 210
M itanni Devletin Yıkılışı, 2 1 3
İhanet ve Çöküş , 214
KÜLTÜR EL YAPILAR, 2 1 5
Mitanni Başkentleri ve Merkezi Yerleşimler, 215
Gırnawasta Mitanni İzleri , 217
M itannilerin Kültürel Kalıntıları, 217
Mitanni- Metina, Marani-Marine, 220
Dil, Yazı , 22 1
San at, 224
Seramik, 226
Halı ve Dokumacılık, 227
At Yetiştircili ği , 228
Ticaret, 229
Hukuk, 23 1
Din M itolojisi, 232
Mitanni Yerel Tanrısı Zervan , 234
M İTANNİLER ( M Ö 1 500- 1 250 ) , 236
KÜRT KÜLTÜRÜND E BAZI İLKLER, 237
İlk Çağ ve Antik Çağ'da Kürtlerden B ahseden Kaynaklar, 242

5. BÖLÜM - ZERDÜŞT

Zerdüşt İnancın Tarihçesi, 25 1


Aydınlık ve Karanlık, 25 1
İyilik ve Kötülüğün Çatışm ası, 252
D üşünce ve Eylem Birliği , 253
Zerdüşt, "Düşün ün!" der,
Dişi ve Erkek Ö ğeler Eşittir (Kadın ve Erkek Eşitliği ) , 255
Peyg amber, Filozof. Direnişçi, 255
Okuma Parçası, 257
YARARLANAN KAYNAKLAR, 258
ÖNSÖZ

Tarih ve sosyoloji konuları günümüzde sorunlu alanlar olarak


varlığını sürdürüyor. Kapitalist modernite eksenli yaklaşım ve
yöntemlerle tarih ve sosyoloji anlatılmaktan uzaktır. Fernand
Braundel, Michel Fakoult, Wallerstein, Nietzsche, Gordon Child
ile Abdullah Öcalan gibi değerli aydın düşünür ve önderlerin
evren, doğa, toplum ve insan gerçekliğine dair geliştirdikleri
bilimsel yaklaşımlar ışığında hakikate ulaşılabilir.
Afrika'dan 70 bin yıl önce yola çıkıp dünyaya yayılan insanlık
uzun ve zorlu bir tarihi serüven yaşayarak kendini bu günlere
getirtmişti r. Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik toplumların
kültürel yaratım ve birikimlerin insan toplumlaşmasında ortaya
çıkardığı kuruluş ve gelişmelere dayalı ilk sınıflı devletin Sümerler
olduğu biliniyor.Yaklaşık 6 bin yıllık devletli uygarlık tarihinin
yaratılmasına zemin ve temel olan coğrafyanın "Bereketli Hilal",
etnisitenin "Aryen Dil-Kültür G rubu" olduğu anlaşılmıştır.
Cennetle özdeşleşen coğrafyanın "Ana" olduğu fikri teslim
edilmeden günümüz Batılı ya da Doğulu bakış açılarındaki
yanlışlıklar da düzeltilemez.
Mezopotamya coğrafyasın ın bu özelliğine rağmen ne yazık
ki toplumsal gelişmede halk ve ülke olarak bu günkü zihniyetçe

11
inkar edilmektedir. Kürt halkının kırk yıla varan özgürlük
mücadelesiyle yaşanan aydınlanma bölge ve dünya insanlığına
olduğu kadar tarih ve sosyolojiye de önemli katkılar sunmaktadır.
Tarih; dün, bugün ve gelecek ise Kürtlerin ve Kürdistan'ın
da kendine özgü bir tarihi vardır. Kuşku yok ki, hiçbir halk
geçmişinden bağımsız - köksüz değildir. Kürtleri günümüz
koşullarına sürükleyen nedenlerin ortaya çıkarılması, tarihsel
geçmişinin ve yaşama biçimlerinin bilinmesi ve geleceğe
taşırılması, Kürtlerin vereceği özgürlük mücadelesiyle olacağı
açıktır.
M. Ali YAŞA

12
•• • •

I.BOLUM

İNSANSAL EVRİM
İNSANIN ORGANİK TOPLUMSAL VE
KÜLTÜREL GELİŞİMİ

''Primatlıktan koptuktan sonra


tarımsal döneme geçişe kadar olan
tarih, şimdilik yedi milyon yıla
kadar çıkılmaktadır. Yer, Doğu
Afrika Rifi Hattı. Gerek arkeolojik
kalıntılar gerekse insana yakın
türlerin alanda yoğunca bulunması
bu tezi şimdilik doğrulamaktadır. 1 •
(Abdullah Öcalan)

i•
nsanın evrimiyle ilgili yapılan antropoloj ik ve kültürel
tarih araştırmaları, insanın atası sayılan primatların altmış
milyon yıl önce Doğu Afrika . Riftlerinde ortaya çıkmış
olduğunu gösteriyor. İklim koşullarının elverişli olmasıyla
gelişim gösteren bu türün, yaklaşık yirmi milyon yıl önce ayağa
kalkıp bu coğrafyada yürüdüğünü söylüyor. İki milyon yıl önce
doğduğu bu topraklardan yola çıkıp Kızıl Deniz üzerinden
kuzeye, doğu Akdeniz ile Toros-Zagros kavislerine doğru yaylım
gösterdikten sonra, yaklaşık bir milyon yıl önce de göç ettikleri
bu yeni alanlarda büyük topluluklar halinde yoğunlaştığını
.. .
gosterıyor. .,-
/ Doğu Afrika Rifrlerinde coğrafya ve iklim koşullarının
elverişliliği; bitki ve hayvanların bol ve çeşidi oluşu nüfusun
artmasına neden olur. Artan nüfusla birlikte gelişen bu tür,
dünyanın dört bir tarafına yayılır.İ nsan türü primatlar, doğal evrim
çizgisi üzerinde gelişerek, beyinlerinde ve diğer organlarında
da bir büyüme ve gelişme gösterirler. Fizyolojilerindeki bu
değişimle önemli bir avantaj elde edip araç kullanma yeteneğine
kavuşunca da toplumsallaşma için kıymetli bir ilk adım atmış
oldular. Bu durum dil ve düşüncesinin gelişmesiyle birlikte araçla
ıs
iş yapma ve bunu da hemcinsleriyle ortak bir amaç etrafında
gerçekleştirmeleri toplumsallaşmanın da ana çerçevesini de
oluşturmuş oldu.
İnsan türü primatlar topluluk halinde yaşamanın önemini,
bunun kendilerine sağladığı üstünlük ve avantajı bu dönemde
kavramaya başlıyor. İnsanlaşma ve toplumsallaşmanın ilk
basit ve küçük adımlarının başlangıcı olan bu dönem, aynı
zamanda kültürel tarihin de başlangıcı sayılır. Pirimatların ilk
kültürel olgusunun da doğuşu olarak kabul edilen bu dönemde
toplumsallaşma henüz güçlü bir biçimde gelişmediği içindir ki,
her şeyin "kendisi gibi" olduğunu sanır. Yani bir taşın, ağacın,
bitkinin, hayvanın kendisi gibi bir duygu ve düşünceye sahip
olduğunu sanır. Kendinden hareketle olguları çözmeye çalışır.
Bu, bir nevi ilk düşüncenin, kendiliğinden yarattığı genel bir
eğilimdir.
Abdullah Öcalan'ın da işaret ettiği gibi insanlık ve kültürel
tarihinin en uzun dönemi yaklaşık iki milyon yıl süren yazının
icadından önceki "doğal toplum evresidir". Öcalan'ın, "doğal
toplum" dediği Bookchin'in aynı anlama gelen ''organik toplum"
olarak adlandırdığı hiyarerşik devletçi ve sınıflı toplumlardan
önceki bu dönem, insanın özgürlükçü karakteriyle çelişki
arzetmeyen, uyum içeren bir özelliğe sahip olduğu kadar, en
doğal haliyle ekolojik kültürün de geçerli olduğu süreçtir.

İnsansalprimatlar evrimselgelişimi.

16
İNSANIN DOGU AFRİKA RİFT'İNDE ORTAYA
ÇIKIŞI VE YAYILIŞI

İnsansı türünün evrimleşme sürecının devamı ve gelişimi


açısından fiziksel coğrafi ve iklim koşullarının en uygun olduğu
Doğu Afr ika Rift'inde ortaya çıkımış olabileceği görüşü, genel
kabuller arasındadır. Doğu Afr ika Rift'i, ormanlık alanlara sahip
oluşu hem sulak göletlerin çokluğu bakımından hem de iklim
koşullarının uygunluğu ile türün güvenliği açısından son derece
elverişlidir. Türün denizden kuzeye doğru aynı vadi ve kıyıları takip
ederek Akdeniz'e ulaşmasıyla yayılmanın iki koldan gerçekleşmiş
olabileceği fikri muhtemeldir. Güney Akdeniz'den batıya doğru
bu serüvenin devamı Cebeli Tarık Boğazı'nı geçerek İspanya
üzerinden Avrupa kıtasına varmış olabileceği görüşüdür. Bir diğer
önemli göç yolu da, Doğu Akdeniz kıyılarını takip ederek Toros­
Zagros dağ kavislerine kalabalık gruplar halinde varılmasıdır.
Toros-Zagros dağ silsilileri insanlar için bir nevi merkezi
istasyon işlevi görür. Coğrafi koşulların elverişliliği; doğal
barınma, savunma imkanlarının oluşu, meyve, seze, tohum
bolluğu ile av için hayvan türlerinin varlığı ve beslenmek
için avcılığa da elverişli olması vb. insan yaşamının devamı
için imkanların en iyi durumda olduğu bölgedir. Bu bölgeye
"Bereketli Hilal" veya "Altın Hilal" denilir. Son bilgilere göre
dünyaya yayılışın çağdaş Homo Sapiens türü insanın, iki yüz bin
yıl kadar önce atalarının yolundan ve aynı güzergahtan yayılım
gerçekleştiği ihtimalinin kabul görmesiyle Doğu Afr ika Rift'inin
kuzeyinde gerçekleştirdiği fikrinde dünya bilim insanları
birleşiyorlar.
Homo Sapiens (çağdaş düşünen insan) türü kadar birçok
insansı türün aynı yoldan geçerek yayılım gösterdiği fikri ihtimal
dahilindedir. Dünyanın başka bölgelerinde insana benzer tür
oluşumaysa şimdiye kadar rastlanmamıştır. Keşfedilen bu tür
insan türleri Doğu Afrika kökenidir.
17
Doğu Afrika rift e kuzeye doğru uzun bır yolculuk dunayaya
yayılışı.

Doğu Afrika Rifi:' inden çıkan ana toplama kapısı ve dünyaya


yayılma merkezinin önemli konumda olan "Verimli Hilal"
Toros-Zagros dağ kavislerin olduğunu kabul eden argumanlar
var olduğudur. Birincisi bu yerler rifcin doğal yolunun sonudur.
Buralara kadar dalgalar halinde gelmektedirler. Merkezi
konumda olan bölge "Verimli Hilal"dir. Buradan da farklı
alanlarına yayılması kabul görülen genel görüştür.
Rifi: vadisinin doğal yolun sonu konumunda olan Toros­
Zagros dağ kavislerine ulaşmaları zamanımızdan 50-55 bin yıl
önce bölgeye vardıkları yönündedir. Bu görüş, Toros-Zagros
merkezi bir yayılıma olasalığı güçlendirmektedir. Verimli
Hilal'deki bir yayılıma daha çok doğuya ve kuzeye, güneye ve
batıya da olabilmesi mümkündür. Günümüzden 40-45 bin
yıll önce Hint, Orta Asya ve Çin'e ulaşıması, oradan Bering
Boğazı' ndan Amerika'ya 20 bin yıllarda ulaşması ve 10-15 bin

18
yıl önce de Avusturalya'ya geçmeleri yayılmanın ne kadar ağır
gerçekleştiğini, iklim ve doğa koşullarının insan düşünceside
oluşan farklılıkardan bu ağır geçisi açıklar niteliktedir.
Doğu Afrika Rifi: Hattı'ndan gelen bir diğer yayılıma kolunun,
Cebeli tank Boğazı'ndan İspanya'ya, oradan Avrupa'ya 40 bin yıl
önce varılıdığı, yine bazı kaynaklara göreyse Verimli Hilal'den
Anadolu'ya ve Trakya üzerinden Avrupa'ya yayılışın aynı
tarihlerde gerçekleştiği yönündir. Abdullah Öcalan Savunma
Kitabın ın 1. cildinde bu konuya açıklık getirir:
"Doğu Aji·ika Rifin hem çöl ve ormana hem de göllere sahip
olması türün güvenliği ııçısından stm.tejikti1: Öncelikle uzun süre
gôl kııçışlarında h11yvansal türlerini yitirip bugünkü kıllı insana
yaklaştığı düşü1ıülebilir: İklim de son derece elverişlidiı: Rifin diğer
bir avantajı aynı v11di ve kı_ydarı takıp etmekle Toroslam kııdar
doğal hiryol h11lini teşkil etmektedi>:"

İnsan türününiin dünyaya y,zyılışı.

İNSAN OLARAK TANIMLANAN PRİMATLAR

İnsansı primatların evrimiyle geçen altmış milyon yıllık evreden


sonra "İnsan"olarak belirginleşen (Hominidler/ İnsansılar)

19
primatlar arasında tanımlanan ilk tür "Ausstropiteks"dir.
Evrimleşme devamla ana ve atalarımızda Homo Hebilis
(beceriki insan) yerini Homo Erektüs (ayağa kalkan insana)
devreder. Homo Erektüs bu dönemde belirginlik kazanır. Ateşin
bulunması, teknik aletlerde niceliksel bir gelişimin olması, vücut
yapısında dikilmelerin görülmesi ve beynin gelişmesi bu evrelerde
izlemiştir. Ardından Homo Neanderrhal türün zaman ımızdan
90 yıl kadar önce diğer türlerin izlediği yolda (Doğu Afrika
Rift Hattı) bir yayılıma gösterdiği izlemiştir. Homa Sapiens
(Düşünen bilinçli insan) eversi olarak devam eder.3
Neanderrhal insan dönemi önemli bir gelişim dönemidir.
İlk ritüellerin yapılması, ilk kez ölülerin mezara gömülmesi,
mağaraların keşfi, aletlerin nicelik ve nitelik olaral gelişmesi gibi
ilerlemeler bu dönemde başlamıştır. Zamanımızda 25-30 bin
yıl önce türlerin dünya üzerinde tükendiğini, tükenişin nedeni
hakkında net bir şey bilinmemekle beraber genel kanı ; doğa
koşullarına uyum sağlamadıkları yönündedir.
Primatların evrimleşme süreçleri ve insani türler ile ilgili ünlü
tarihçi Alaeddin Şenel "İnsanlık Tarihi" adlı kitabında bu durumu
şöyle ifade eder: "Zamanımızdan beş milyon yıl kadar önce
biçimlenen Hominidler ( insansılar) Üç milyon yıl kadar önce
Homo cinsine (geniş anlamda "insan" cinsini türlerine) doğru
evrim geçirmişlerdir. Bu yolda zamanımızdan 3, 2-5 milyon yıl
kadar önce Homo cinsinin "Becerikli" bir tür sayılan Homo
Hebilis'e evrimleşmişlerdir. Homo Hebilis evrilip 2-5, 2 milyon
yıl kadar önce "Homo Erektüs" adı verilen türe dünüşmüştür.
Homo Erektüs türünün evrimiyle bir ( 1) milyon yıl kadar önce
(türümüz) Homo Sapiens türüne ulaştığı kabul edilir.
Sonuçta zamanımızdan 200 bin yıl kadar önce yeryüzünde
çağdaş tipte Homo Sapiens Sapiens adı verilen alt türü
görülmüştür.4 Dünyadaki tüm ırkların geldiği "yakın insan
atala rı "olarak söylenebileceğimiz bu insan topluluklarının
ataları olduğu kanatma varılmıştır."

20
Bahse konu olan bu 2 milyon yıllık birikim ve yoğunlaşma
sürecinin bir aşamasında önemli bir sıçrama başarısı gösteriliyor.
İnsan türü Homo Sap iens (düşünen bilinçli insan) düzeyine
ulaşıyor.

Evrim Sırasıyla Primatlar:

Homo Hebilis (becerikli insan) 3, 2-5 milyon yıl önce


Homo Erekti.is (iki ayağı üzerinde durabilen insan) 2-5, 2
milyon yıl önce
Homo Sapiezs (düşünen bilinçi insan) 1 milyon yıl önce
Homo Sapiens Sapies (çağdaş insan) 200 bin yıl önceden
günümüze varır.

Tarihçiler Homo Sapiens aşamasına sıçramanın zamanlaması


konusunda farklı tarihler ortaya atmakta "çağdaş düşünen insan"
Sapiens Sapiens türü için tarihleme genellikle günümüzden
40 ile 200 bin yıllar arasını kapsamakta ağırlıklı düşünceler ise
zamanımızdan 60-70 bin yıllar arasını kapsamaktadır. Zaman
konusunda böyle farklı görüşler olsa da mekan konusunda
hemen hemen ortak görüş mevcuttur. Çağdaş İnsan yani Homo
Sapiens Sapiensin Ortadoğu ( Verimli Hilal)'da bir yerlerde
ortaya çıktığıdır ki, bu aşamayı birçok bilim insanı ve tarihçi gibi
Abdullah Öcalan da bir nitliksel sıçrama ve toplumsal devrimin
en temel ve bilinç aşaması olarak değerlendirmektedir.5
Homo Erektüs'ün Doğu Afrika'dan yola çıkarak eski
dünyanın her üç kıtasına yayılması gibi Homo Sapiens de aynı
güzergahtan yola çıkarak benzer bir yolculuk başlatmış olmasıdır.
Atası Erektüslerden çok uzun bir zaman sonra bu kez Paleolitik
dönemin avcı-toplayıcı grupları olarak Homo Sapiesler beş
kıtayı işgal etmek üzere yola koyulmışl ardır. Günümüzden
takriben yüz bin yıl önceleri başlayıp on binlerce yıl süren bir
21
yolculuk tarihçiler tarafından insanın ikinci büyük yayılması
olarak nitelendirmektedir.
Buradan hem ilginç hem de net olan ve tüm çevrelerin
üzerinde hem fikir olduğu nokta Amerika ve Avusturalya
kıtalarına geçen ilk insanların Homo Sapiensler olduğudur. Yani
ilk yolculukta Erektüsler sadece "Eski Dünya" diye tabir edilen
Afrika-Asya-Avrupa kıtalarına yayılırken Sapiensler, beş kıtayı
da kapsıyan yeryüzünün tümüne yayılmayı başarmışlardır.
Abdullah Öcalan, Uygarlık Tarihi I. Cilt Savunma kitabında
Sapiens türü hakkındaki görüşlerini şöyle ifade eder:
"Araştırmalaryaklapk 150-200 bin yıl öncesi Sapiens türünün
simgesel dil iizelliğine yaklaştığını gôstermektedir. İşaret dili yerine
ilk d�fo modern dillerin atası olan simgesel değer kazanan seslerle
anlaşmanın tahminen 50 bin yıl önce aynı rif hattından kuzeye
açılıp dünyayayayıldığınıda göstermektedir. Simgesel dille anlaşma
büyük bir avantaş sağlamaktadır. Daha iyi anlaşan ve hareket eden
grupların üstünlük sağlaması düşünülebilir. Diğer türlerin tarih
sahnesinden hızla silinmeleri bu gelişmeyle bağlantılı olabilir.6
Milyonlarca yıl yaşam mücadelesi veren insanlık birçok
zorluklarla karşılaşmıştır. Karşılaştığı bu zorlukları akıllı ve
düşünme yeteneği sayesinde aşabilmiştir. Zaten insanı diğer
canlılardan ayı ran temel özelliklerinden biri de düşünebilmesidir.
Abdullah Öcalan ; "İnsanlık daha eline ilk taşı ve sopayı ııldığmda
bunu düşünerek yapmıştır. demektedir Demek ki insanı harekete
" .

geçiren hamle yaptıran bu düşüne bilme yeteneğidir. İnsan tarihsel


süreç içinde edindiği birikim ve deneyimler sayesinde elindeki
taşı ve sopayı daha gelişkin alet ve edavadara dönüştürmüştür.
Bunları kullanarak daha iyi korunmuş, barınmış beslenmiş ve
yerleşik bir yaşama geçmiştir.

22
DOGAL TOPLUM

İnsanlık milyonlarca yıl doğayla uyumlu ve barışık bir


yaşam sürdürmüştür. Klan-kabile tarzında yüzbinlerce yılını
ağaç kavuklarında ve mağaralarda barınarak geçirmiştir. Daha
sonraları inşa ettiği komi.inal köy ve yerleşkelerde binlerce yıl
yaşama öncülük etmiştir.
Doğal dönem dediğimiz bu iki milyon yıl zaman tünelinde
önemli bir gelişim dönemidir. İlk ritüellerin yapılması, ilk kez
ölülerin mezarlara gömülmesi, mağaraların keşfi, aletlerin nicelik
ve nitelik olarak gelişmesi gibi ilerlemeler bu dönemde başlamış,
Anıı Tanrıça öncülüğündeki Neolitik devrimle zirveleşmiştir. Bu
dönemlerin bütününe "Doğal Toplum" denilir. İnsan türünün
Primatlardan kopuşuyla birlikte ve devamında yaşamın içine girdi.
Hiyerarşik sınıflı toplumun ortaya çıktığı döneme kadar süren uzun
toplumsal yaşamdır. Yani Primatlardan kopuşla birlikte başlayan
hiyerarşik topluma kadar devam eden topluluklar düzenidir.
Doğal Toplum, insan türünün Primatlardan kopuşuyla
hiyerarşik sınıflı toplum düzenine geçmesine kadar geçen
zamanın % 98'ini kapsamaktadır. Ve bu biçimde yaşamını
sürdürmüş olan en uzun süreli toplum şekli oluyordu.

Bu Dönemin Temel Yaşam Koşulları ve Gelişim Evreleri :

Özgürlük, eşitlik, kolektivizim doğayla uyum yaşamın


esaslarıdır.
- Temel form 20-30 kişilikten oluşan klan topluluğu ile başlar
köy yaşamı ile zirveye ulaşır.
- Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik dönemleri kapsar.
Önceleri doğada avcılık ve toplayacılık temelinde hazır
buldukları ile beslenirler.
- Neolitik dönemde artık üretim ve evcilleştirme başlar.
23
Doğal toplum dediğimiz bu dönem Sn. Abdullah Öcalan dile
getirdiği gibidir. "Varsayımlar bu uzun dönem insan türlerinin
20-30 kişilik klanlar halinde toplayıcılık ve avcılıkla geçindiğini
göstermektedir." Bu dönem ister klasik anlayışlar "tarih
öncesi" ister "tarihsel" kabul edilsin. Genellikle Danimarkalı
Arkeolog Thomasen'in yapmış olduğu sınıflandırma temelinde
"Taş Çağları" diye adlandırılan üç anadönem biçiminde
bölümlendirmektedir.
Geçmişten Günümüze Yaklaşık Bir Tarihlendirmeyle Bu
Dönemler:
1 -Paleolitik Çağ (Eski Taş Devri ) : MÖ 2 milyon ile MÖ 1 5
binli yıllar
2-Mezolitik Çağ (Orta Taş Devri) : MÖ 1 5- 1 2 binli yıllar
3-Neolitik Çağ (Yeni Taş Devri ) : MÖ 1 2-4 binli yıllar
belirlenmiştir.7

"Doğal Toplum"un, Toplumsallaşmanın Temel Formatı


"Klan"

KLAN TOPLUMU

"Doğal Toplum"un toplumsal forman klan, insanlığın ana


kök hücresidir. Bütün toplumsal gelişme ve kurumlaşma ondan
doğar. Doğal kominal toplumun ilk biçimlenişi olan klan ana­
kadın etrafında oluşan bir topluluktur. Avcılık ve toplayıcılık
temelinde doğada hazır bulunanlarla yaşanılır. Klanda ayrıcalıklı
bir yaşam olmadığı gibi klan dışında yaşamda düşünülemez.
Doğayı bağrında büyüdüğü bir ana olarak hafızasına yerleştirilir.
Kendi arasında ve doğayla bütünlük esastır.
Klan bilincinin sembolü totemdir. Klanda olup biteni,
yaşam pratiği gereği en iyi bilen "ana-kadın"dır. Kadın bu
toplum tarzının bilgesidir. Yaşamdaki rolün gereği erkek, klan
24
toplumunda siliktir. Klan içinde özel yaşam yoktur. Toplayıcılık
ve avcılıkla elde edilen tüm klan üyelerinindir. Çocuklar tüm
klanındır. Çocukların annesi belli, babası belli olmadığı için,
baba önemsizdir. Eşitlik ve özgürlük doğal haliyle klan yaşam
tarzında gizlidir. Bu temelde klan formu, toplumun doğuşu, ilk
hafızası, temel bilinç ve inanç kavramlarının gelişme zeminidir.
Paleotik ve Mezolitik dönemler insan evriminin ağır
bastığı doğa karşısında insanın doğa ile iç içe yaşanır ve
doğada beslenirler. Yani tüketici konumdadırlar. Yaşamını
devam etmek için (beslenme, üreme, savunma vb.) teknik
olarak fazla gelişmemişlerdir. Kaba taşlarla çeşitli ev araçları
ve ezme işleri yapılmakta daha sonra taşlar oyularak onlardan
faydalanılmaktadır.
Yaşamak için yürütülen temel faaliyet toplayıcılık ve avcılıktır.
Bunlardan sağlanan besinler aniden tüketilmekte, post ve
liflerinden yararlanmaktadır. Ağırlıklı olarak "ana-kadın" klanın
düzenleyici otoritesidir. Kan-koca mehfunu gelişmemiştir.

Bir klan topluluğu

25
" Genellikle klan olarak kavramlaştırılan ve nicelikleri 20-
30 dolayında seyreden bu topluluklar için kullandıkları taş
aletleri itibariyle "Paleolitik ve Mezolitik Dönem İnsanlığı " da
denilmektedir. Doğada avcılık ve toplayıcılık temelinde hazır
bulduklar�yla beslenmektedir. Bir diğeri de, kendilerine yakın
hayvan türlerine benzeyen bir beslenme biçimidir. Dola_yısıyla bir
toplumsal sorundan bahsedemeyiz. Klanımız sürekli araştıracak
bulduğunda ya toplayacak ya da avlayacaktır. Aletler ve ateş
keşifleri geliştikçe ürünlerin daha da artacak, arttıkça tür olarak
daha hızlı gelişecek ve primatlarla aradaki mesafe açılacaktır.8
(Abdullah Öcalan)
İnsan toplumu şimdiye kadarki yaşamının %98'ni bu biçimde
sürdürmüştür. Sosyolojik olarak benimsenen düzen, "İlkel
komünal" düzendir. İşaret dili kullanılmaktadır.
Dere ve göl kıyılarında mağara ve kazık çakılan kulübelerde
barınmaktadır. Yaklaşık iki milyon yıl yalnız Afrika'da, bin
yıldan beri de Asya ve Avrupa kıtasında böyle yaşandığı var
sayılmaktadır. Yurt kavramı, sınır, mülkiyet henüz gelişmemiştir.

PALEOLİTİK DÖNEM

{MÖ 2 MİLYON- 1 5 BİN YILLARI ARASI)

M.Ö 2 milyondan 15 bine kadar Taş Çağları'nın en eski olan


Paleolitik çağ insansı! gelişimin en uzun sureci olarak %98'lik
zaman dilimini kapsamakta hem insanlık hem de kültürel
tarihinin en eski dönemidir.9 İnsanlaşma, toplumsallaşma,
kültürel ilişkilerde ilk ve en basit adımların atılmaya başladığı
dönemdir. Paleolitik dönem kendi içinde üç evreye ayrılmaktadır.
Bu evreler eskiden günümüze doğru bir sıralamayla Alt Paleolitik,
Orta Paleolitik ve Üst Paleolitik evreleridir.

26
ALT PALEOLİTİK EVRE:

Alt Paleolitik denilen evre Paleolitik dönemin ilk evresidir.


Aynı zamanda en uzun evresidir. İki m ilyon yılın büyük bir
kısmını kapsar. Paleolitiğin bu eski evresine ait kültürü kendi
içinde taşımaktadır. Bu evre günümüzden yaklaşık İki yüz bin
yıl önce sona ermiştir. Alt Paleolitik çağın ilk dönemleri ilk
insansı türü ve atası olan Homo Habilis'in yaşadığı döneme
denk gelmekte, fakat alt Paleolitik kültürün esas yaratıcısı ve b u
döneme damgasını vuran insan atası Homo Erectüs türüdür.
Alet yapımında dönemin ilk başlarında her ne kadar
Homo Hebilis'in bir becerisi varsa da ancak kaba yöntemlerle
gerçekleşenlerin sınırlı kalması, Homo Erectüs'ün alet yapma
biçimi daha gelişmiş ve incelemiştir. Basit yontma yönteminden
daha gelişkin (taş dışında kemik, boynuz ve ağaçta aletler yapma)
daha ince ve keskin aletler yapabilmiştir. Zamanla bu alet tekniği
daha da geliştirilmiş. İnsanın ateş ile tanışması ve kontrol
altına alınması ve kullanılması bu döneme rastlanmakta yani
günümüzden beşyüz bin yıl öncesinde Homo Erectüs tarafından
gerçekleştirilen bir keşif olarak kabul edilmektedir.

ORTA: PALEOLİTİK EVRE:

Orta Paleolitik evre Alt Paleolitik evreden sonra gelen ve


onu izliyen kültür eversidir. Günümüzden yaklaşık iki yüz bin
yıl önce başlayıp kırk bin yıl c ivarlarına kadar devam ettiği
tahmin etmektedir. Bu evrenin başlangıç dönemlerinden yaygın
olarak varlığını sürdüren tür Homo Erectüs olmakla beraber
Orta Paleolitk evre genelde Homo Erectüs türünün yerini
Homo Sapiens'e terk ettiği dönem olarak kabul edilmektedir.
Bu dönemde Homo Sapiens, Neanderthal adı verilen Sapiens
türlerinde farklılık arzeden bir insan türü ile birlikte yaşamış ;

27
bu iki tür yeryüzünü birlikte iskan etmiştir. Orta Paleolitik
evrenin sonlarında Neanderthal türü alet teknoloji, konuşma
yetisi iletişim, sanat karmaşık düşünce sistemi gibi daha
gelişmiş ve dolayısıyla daha avantajlı bir üstünlüğe sahip olan
Homo Sapiesnlerle girdiği biyoloj ik savaşı kaybetmiş, yerini
doğrudan atamız olan Homo Sapienslere bırakmıştır.
Orta Paleolitik evre boyunca yaşadıkları Neanderthal insan
türü taş, kemik, boynuz, diş ve ağaç gibi hammaddelerden
birçok alet üretmiştir. Yaygın bir alet teknoloj isine sahiptir.
Barınaklarında bir ayrışma, iş bölümüne gitme, süslenme
gibi sosyal gelişmişlik özellikleride bilinmektedir. Ayrıca
Neanderhaller ölülerini de gömmüşlerdir. Hatta ölü gömme
kültürünün ilk defa Neanderthal insanlarca görüldüğü
belirtilmektedir. (Kürdistan'da Zagros eteklerinde Şan idar
yerleşimi kalıntılarının bu türe ait olduğu söylenmektedir.) ıo
Maddi ve manevi kültür alanındada böylesine bir beceri
geliştirerek hemen hemen 1. S milyon yıl gibi çok uzun bir
dönem geniş bir coğrafyada varlıgını sürdürebilen Neanderthal
türün sonuçta Sapienslerle rekabette başarılı ancak mücadeleyi
yitirmiş, modern insana evrilmeden yok olan bir tür olmuştur.
Neanderthal türünün yeryüzünden silinip yok olma nedeni
henüz kesin olarak bilinmemektedir.

ÜST PALEOLİTİK EVRE

Paleolitik evre, en son ve en kısa evresidir. Zamanımızdan


40 bin yıl önce başlayıp 1 S bin yıl önceye kadar devam etmiş
bir kültür evresidir. Üst Paleolitik'in sona erdiği dönem aynı
zamanda "Buzul Çağları"nın da bitişine denk gelir. Ekolojik
değişimlerle birlikte Paleolitik çağda tümden biterek yerini
Mezolotik çağa bırakacaktır.

28
Paleolitiğin üst evresinde artık yaşamını idame ettiren tek
insansı türü Homa Sapienstir. Neanderthaller dahil diğerlerinin
de tamamen yok olduğu, yeryüzünden silindiği görülür.
"Dünyanın yeni efendisi tüm haşmetiyle sahnededir. Homo
Sapiens Sapiens, düşünen ve konuşan insan başlangıcında dillerin
ve ırkların ayrıştığına rastlamamaktayız. Fakat daha büyük
topluluklar halinde planlı avcılık yaptıkları mağaraları ev ve
mabet gibi kullandıkları, kadının toplayıcılıkta erkeğin avcılıkta
uzmanlaştığı tahmin edilebilir." (Abdullah Öcalan)
Üst Paleolitik dönemde alet teknolonojisinin daha da geliştiği
önceki dönem alet e ndüstrisinden rastlanmayan yeni aletlerin
ortaya çıktığı görülmektedir. Taş ve ağaçla birlikte kemik,
deri, boynuz, fildişi yoğun olarak kullanılan hammaddelerdir.
Günümüzden 1 8 bin yıl kadar önce dikiş iğnesini de icat etmeyi
başaran Üst Paleolitik insanı böylelikle artık deriyi daha da
maharetli bir şekilde işleyecek ve yaşamını daha da kolaylaştırma
olanağı elde edecektir.
Üst Palaeolitik dönem insanı mağaralarda yaşamaya devam
etmiştir. Mağaraların üst bölümlerinde yaptıkları duvar resimleri
kimi tarihçi ve araştırmacılar tarafından "ilk sanat ürünleri"olarak
değerlendirmektedir. Bizon ve geyik gibi hayvanların çizildiği
bu resimler insan düşüncesini bir tasırımı olmasıdır. Bu evrede
insan Avrupa ve Asya'nın tamamıma yayıldığı gibi Güney Doğu
Asya adalarından Avusturalya kıtasına ve Bering Bogazı yoluyla
da Aınerika'ya kadar ulaşmıştır.
Genel anlamda Paleolitik dönemde 20-30 kişilik gruplar
avcı ve toplayıcı göçebe klanlar biçiminde ortak bir yaşam söz
konudur. Avlanan ve toplanan besinler grup üyeleri arasında
paylaşılır. Anaerkil düzen başat olurken cinsler arasında zamanla
bir iş bölümüde yapılmaya başlanıyor. Besin teminindeki zorluk
ve doğaya hükmetme tekniği zayıf olduğundan insan ömrü kısa

ortalama 20-25 yıl civarında nüfus artışı ise oldukça yavaştır.

29
Paleolitk dönemde mağara resimlerı.

Bu dönemin düşünsel ve zihinsel gelişimi ilkel ve geri bir


düzeydedir. Sihir, büyü gibi dinsel motifler ve figürler daha
çok avı etkileme aracı olarak kullanılıyor. Çizilen bazı figürler
dönemin akla gelen bazı etkinlikleri ve ürünleridir.11

Paleolitik Çağ İnsanının Önemli Yaratıcılıkları:

1. Avcılık, toplayıcılık kültürü başattır. Ateş


kullanabilmektedirler.
2. Kaba taş ve ağaçlardan hayvan dişi ve boynuzlardan aletler
yapılmaktadır (ok ve mızrak dahil).
3. Topluluk formatı klandır. Çocuklar klanın ortak
değeridir.
4. Klan bilincinin sembolü "totem"dir.
5. Doğa ile bütünlük esastır.
6. Klan "ana-kadın" etrafında oluşan bir birliktir.
7. Çocuk ana ile tanınmaktadır.

30
8. Erkeklerin dışa karşı savunma yolu- yöntemi vardır.
9. Sihirsel düşünüş bu döneme aittir.
1 O. Mağara sanatı yaygındır.

Sonuç olarak; Paleolitik çağlardaki kültürel evrim bir yandan


alet teknolojisindeki gelişmelere, diğer yandan Buzul Çağı'nın
doğa ve iklim değişimlerine bağlı olarak gelişmiştir. Üretimin
henüz olmadığı bir dönemdir. Dolayısıyla bu çağda insanlar
hep doğaya bağımlıdırlar. Hayvan türleri gibi parazit bir yaşam
sürdürmektedir. Avcılık ve toplayıcılığın geçerli olduğu üretim
öncesi bu dönemin kültürel beceri ve gelişmesinin somut kanıtı
o dönemde yapılan ve ağırlıklı olarak taştan çeşidi aletlerdir. Bu
aletleri onların ne maksada kullandığını, alet yapanların düşünce
düzeylerini, tasarım kapasitelerini, yaşam biçimi ve becerilerini
kısaca kültürlerini anlatır.

PALEOLİTİK DÖNEMDE KÜRDİSTAN'DAKİ


YERLEŞKELER

Bu dönem insan turunun yaşamı ve gelişimi anlamında


iklim koşullarının elverişliği, barınma ve besleme imkanlarının
çokluğu, bölgenin insan türünün geleceğini idame etme
noktasında elverişli bir konumda olmasıyla bir yoğunlaşmanın
yaşandığını gösteriyor. Özellikle MÖ 20'li bin yıllar civarında
Kürdistan coğrafyasında Üst Paleolitik aşamadan beri süregelen
gözle görülür harkedenmenin yaşandığı kültürel evrimde hızla
ve kayda değer gelişmenin ortaya çıktığı arkeolijik kalıntılardan
anlaşılmaktadır. Bu döneme ait kalıntıları ve yerleşkeleri sırayla
inceliyelim :

31
ŞANİDAR

Doğal bir yerleşim yeridir. MÖ önce 60 bin ile 40 binli


yıllar arasında ait olduğunu yapılan incelemeler göstermektedir.
Kürdistan corafyasının merkezi konumunda Zagros
bölgesindedir. Erbil (Hewler) kentinin kuzeydoğusunda büyük
Zap Irmağı'nın batıya doğru dirsek yaptığı bir yamaçta yer
almaktadır.
Şanidar yerleşkesi üstten, alttan her tabakasında ayrı bir
dönemi ve kül türü temsil eden çok sayıda tabakalarda oluşmuştur.
1 5 metreyi bulan bu tabaka en alttakinde orta ve üst Paleolitik
döneme ait kalıntılar bulunurken daha üste doğru yer alan
tabakalarda Mezolitik ve Protoneolitik dönemin malzemelerine
rastlanmıştır. En üst tabakada ise bol miktarda Neolotik dönemin
kültür izleri ; tarım ve hayvanı evcilleştirilmesinin kanıtı olan
bulgular keşf edilmiştir.
Şanidar'ı tarihi bakımdan önemli ve ünlü kılan iki önemli
durum söz konusudur. İlki "karbon 1 4" yöntemiyle yapılan
-kesine yakın bir tarih saptamasıyla- yaklaşık 60 bin yıl gibi çok
eski bir tarihe sahip olduğunun bilinmesidir. İkincisi toplumsal
ve kültürel evrim tarihini inceleyen bilin insanları içindir ki ;
Şanidar konum itibariyle yerleşke olarak Paleolitik, Mezolitik
ve Neolitik evreleri içinde yaşatığından dönem geçişlerinin
ne zaman ve nasıl yapıldığı konusunda bilgi, fikir verebilecek
konumda olmasıdır.
Şanidar yerleşkesi, Neanderthal insan ile Homo Sapiens
türünün altmış bin yıl kadar önce bu topraklarda yanyana
yaşadıklarını gösteriyor. İnsanın Hoıno Sapiens türüne
evrilmesinin en güçlü ipuçları Şanidar'da ortaya çıkarılmıştır.
Bilim insanlardan Lewis Mumford ilk insan ve yerleşkelerle ilgili
olarak ölüye saygı ve mezar olgusunun burada rol oynadığını,
yine ölülerine ilk kez özen gösterenlerin Homo Sapiensler
olduğunu belirtir. Soyu tükenmiş olan Neanderthaller de
32
ölülerini gömüyorlardı. Tarihte ölülerin gömüldüğüne, ölülere
saygı gösterdiğine dair ilk bulgular Şanidar'da ortaya çıkmıştır.
Bu süre günümüzden 60-bin yıl ile 80-bin yıl öncesine kadar
uzanmaktadır.12 Ölü gömme bilincinin ilk kez Homo Sapiesnle
birlikte geliştiği bilgisi Şanidar'daki bulgulardan temelleniyor. Bu
anlamda Kürdistan coğrafyasının tarihsel öneminin -tarışmasız
bir tespiti olarak- bu coğrafyanın göbeğinde Şanidar'da somut
bir kanıt olarak duruyor oluşudur.
Kürdistan'nın çeşidi bölgelerinde Paleolitik Çağ'ın daha çok
orta ve üst dönemlerine ait olduğu varsayılan birçok mağara
ve kaya üstü resimleri bulunmuştur. Bunlar Kürdistan'nın
tarih öncesi çağlarına ışık tutmakla kalmayıp insanlık tarihinin
geçirmiş olduğu gelişim evrelerini aydınlatma bakımından da
önem taşımaktadır. Bunlardan bir diğeri de Kürdistan'daki ilk
insan izlerin görüldüğü Barda Balkadır.

BARDA BALKA

Ön Asya (Ortadoğu) 'da bulunmuş olan en eski insan


kalıntıları Ürdün Ubaidiah'ta ortaya çıkarılmıştır. Günümüzden
yaklaşık olarak 500 ile 400 bin yıl öncesine tarihlendirilen
buluntulaı' ın Homo Erectus türüne ait olduğu saptanmış.
Güney Kürdistan'ın Barda Balka yöresinde de benzer kalıntılara
rastlanmıştır. Musul'un kuzeydoğusuna düşen Barda Balka'daki
mağarada bulunan çakınak taşından yapılmış el baltaları ile başka
bazı ev aletleri, MÖ 1 50 bin 1 00 bin yıl arası tarihlendirilmiştir.
Burada ayrıca daha farklı büyük boyutlu bazı av alederide tespit
edilmiştir ki, bunlar çok iri yapılı geyik, fil gibi hayvanları
öldürmek için kullandıkları aletlerdir.

33
Another random document with
no related content on Scribd:
equivalgono da 10 fino a 54: sulla quinta finalmente questi: IIIVX, V,
XX, XXX, IIII, cioè 2, 3, 4, 5, 15, 20, 30, 34.
Bilancie Pompeiane. Vol. I Cap. IV. Storia, ecc.

Piacemi per ultimo constatare che tutte queste bilancie veggonsi


fabbricate con mirabile diligenza, e i contrappesi, æquipondium,
rappresentano teste di donna, o satiri, di squisito lavoro.
Ora per menzionare di tutte le misure publiche che si scoprirono in
Pompei, dirò che alla Porta alla Marina, presso al tempio di Venere,
scorgesi il modulo di capacità per i solidi, e consiste in una pietra di
tufo in forma di rettangolo con tre cavità coniche forate al disotto che
si chiudevano con una placca di metallo e si riaprivano dopo che
s’era verificata la quantità della granaglia.
A qualche distanza poi era un altro congenere monumento, più
grande e più perfetto, che si vorrebbe anzi uno de’ più interessanti
monumenti dell’antichità, trasportato al Museo già Borbonico, ora
Nazionale, in Napoli. Conteneva esso non solamente le misure de’
solidi, ma ben anco quelle de’ liquidi, e ricercandole in
quell’interessantissimo Stabilimento che non ha, cred’io, l’eguale in
ricchezza e quantità d’antiche cose e preziosissime, vi leggerete
ancora la seguente iscrizione, la quale vi farà sapere che Aulo
Clodio Flacco figlio di Aulo e Narceo Arelliano Caledo, figlio di
Narceo, duumviri di giustizia, vennero incaricati, per decreto de’
decurioni, di rettificare le publiche misure.
A . CLODIVS . A . E . FLACCVS . NARCEVS . N . F
ARELLIAN . CALEDVS
D . V . I . D . MENSVRAS . EXÆQUANDAS . EX
DEC . DECR .

Tale rettifica venne, non ha dubbio, eseguita, secondo la pratica


romana, tanto a riguardo dei pesi, che dallo scripulum, pari agli
odierni grammi 1,136 andava all’as, o libra, eguale a grammi
327,187; e dall’as e dupondium che costituivasi di due assi, fino al
centussis, ossieno chilogrammi 32,718; che a riguardo delle misure
lineari e di quelle di superficie e di capacità.
Le misure lineari dividevansi in uncia; palmus, pari a 3 oncie; pes,
che era unità di misura, pari a 4 palmi corrispondente a metri 0,295;
cubitus pari a un piede e mezzo; passus eguale a tre cubiti e un
terzo; decempeda eguale a due passi; actus pari a dodici
decempedi; miliarium pari ad actus 41 2⁄3 , corrispondente a
chilometri 1,475.
Così le misure di superficie suddividevansi in pedes quadrati, di cui
cento formavano lo scripulum, pari a metri quadrati 8; in clima o 30
scripuli; in actus o clima 4; in jugera eguali a 2 actus e formava
l’unità dei quadrati, e nella sua divisione ricorre la partizione
dell’asse in oncie e loro frazioni. Lo jugero era un bislungo di 240
piedi sopra 120, cioè 20,800 piedi quadrati. Un jugero sarebbe pari
agli odierni ari 24 e metri q. 68 e come sarebbesi in addietro in
Lombardia detto d’un’estensione di terreno, che si costituiva di
pertiche e tavole, ed oggi di ettari ed ari, allora si parlava di jugeri,
onde Tibullo, ad indicare uom facoltoso, ha in principio d’una sua
elegia:

Divitias alius fulvi sibi congerat auri


Et teneat culti jugera multa soli. [59]
Poi v’era heredium costituito di due jugeri, richiedendosi 5 heredia a
formare un nostro ettaro, 48 ari e 8 metri q.; centuria di cento
heredia e saltus di 4 centuria.
Le misure di capacità erano: ligula eguale a un decilitro nostro e 14
centilitri; cyathus di 4 ligulæ; acetabulum che era un cyathus e
mezzo; quartarius, o due acetabula pari a odierni litri 1,375, hemina
o due quartarii; sextarius che constava di 2 heminæ; congius di 6
sextarii, modius di 2 1⁄3 congii; urna di un modio e mezzo; amphora,
che era l’unità di misura di capacità e valeva 2 urnæ, corrispondente
a 80 libbre di vino, secondo il computo di Festo, il che monta a litri
26,3995, posto il peso specifico del vino 0,9915. Dieci amphoræ
equivarrebbero a’ nostri ettolitri 2 e 44 decalitri. Finalmente il culeus
pari a 20 amphoræ, sarebbe quanto 5 ettolitri e 28 decalitri de’
nostri.
Delle Monete ho superiormente spiegato non constarmi che in
Pompei se ne coniassero di particolari e ne fornii le ragioni, e se
Roma ne fece battere nella Campania, si sa che vi adoprasse il tipo
nazionale del Giano bifronte e la prora di nave. Sulle monete della
Magna Grecia, fra le città della quale annoverar si deve Pompei, in
luogo dei rostri, vedesi in rilievo il bove colla testa umana, sotto cui
raffigurasi la divinità detta Eubone, che antichissimamente
adoravasi, come simbolo di fertilità, in Neapoli. Di quest’ultima città
poi si hanno moltissime monete antiche in rame ed in argento, le
quali sono di squisito lavoro e presentano diversi tipi. La moneta
romana era quella adunque che negli ultimi suoi anni Pompei usava
ne’ suoi commerci ed usi quotidiani e che fu rinvenuta e si rinviene
tuttora nelle escavazioni. Anche nella Casa del Questore furono
trovate monete romane degli ultimi imperatori di quell’epoca:
egualmente altrove di Nerone, di Tito, Domiziano, Ottone e d’altri.
Darò brevemente alcune nozioni sulla moneta romana e sulla sua
valutazione, nel quale argomento si è ancor lungi dall’avere la
maggiore certezza.
L’asse, parola derivata forse dal nome del suo metallo æs, era una
libbra da 12 once di bronzo non coniato, e costituì la prima unità
monetaria romana. Essendosi al tempo di Servio Tullio impressa su
di esso la figura d’una pecora, ricevette il nome di pecunia.
Venne di poi nel 485 di Roma il denaro, dalle due parole dena æris,
perchè equivalente a dieci assi di bronzo, e fu la prima moneta
d’argento. Il quinario rappresentò la metà del denaro, il sesterzio il
quarto, cioè due assi e mezzo. Spezzati più piccoli furono la libella
pari ad un asse; la sembella a mezzo asse o mezza libbra di bronzo;
il teruncio ad un quarto di libbra.
In seguito queste monete subirono variazioni: al fine della prima
guerra cartaginese, l’asse fu ridotto a sole due once; nell’anno 537
l’asse scese al peso d’un’oncia; il danaro si sollevò a sedici assi, il
quinario a otto, il sesterzio a quattro. La legge Papiria del 562
abbassò l’asse a mezz’oncia di rame, nè restò più che moneta di
conto, divenuto unità monetaria il sesterzio.
E qui giova avvertire che il sestertius non vuol essere scambiato pel
sestertium, moneta di conto che valeva mille sestertii.
La prima moneta d’oro fu battuta dai Romani nel 547 alla ragione
d’uno scrupulum per 20 sesterzj. Poi si battè l’aureus, detto anche
solidus pari a 100 sestertii e a 23 denarii.
Dureau de la Malle, nel suo libro dell’Economia de’ Romani,
pareggia il denaro al principio della Republica a L. 1.63; sotto
Cesare a L. 1.12; sotto Augusto a L. 1.08; sotto Tiberio a L. 1; sotto
Claudio a L. 1.05: sotto Nerone a L. 1.02; sotto gli Antonini a L. 1.
La libbra d’oro, di cui sovente nelle scritture antiche si parla, può
valutarsi a L. 900: a 75 quella d’argento. Sul declinare dell’impero, la
libbra d’oro valse L. 1066.
Così abbiamo un primo cenno a quella fluttuazione, od altalena nei
valori, che ora alla Borsa vien designata colle parole rialzo e ribasso,
o più comunemente colle forestiere di la hausse et la baisse, su cui
si specula da’ mercadanti e non mercadanti, che sono la vera e più
funesta piaga della odierna società, causa spesso come di
improvvise fortune colossali, così di subite e precipitose ruine.
«Nel trattato d’Antioco coi Romani, riferito da Polibio e Tito Livio
(scrive C. Cantù, alla cui Storia degli Italiani debbo parecchie notizie
per questo mio libro), si stipula che il tributo si paghi in talenti attici di
buon peso, e che il talento pesi ottanta libbre romane. Sapendo
d’altro luogo che il talento era seimila dramme, otterremo il peso
della dramma = grani 82 1⁄7 . Il talento attico può approssimare a lire
seimila.» [60]
La esistenza constatata in Pompei di due publici alberghi, l’uno detto
di Albino e l’altro di Giulio Polibio e di Agato Vajo, scoperto il primo
nel 1769 e l’altro nel successivo anno, mi trae a dire di altra
istituzione che s’ha ragione di supporre esistente in Pompei, quella,
cioè, della posta.
Imperocchè nel primo singolarmente, dove vedesi una porta larga
undici piedi e mezzo colla soglia senza scaglione e piano,
accessibile quindi a’ veicoli, si rinvennero ruote, ferri e bardamenti di
cavalli e si ritenne però che qui potesse sostare la posta. Svetonio
nella vita di Ottaviano Augusto, rammenta come questo imperatore
la stabilisse sulle vie consolari, con rede, essede e plaustri, e vi
attivasse corrieri in tutte le mansiones, che così appunto
appellavansi le stazioni postali. Siffatto sistema, prestando fede ad
Erodoto, sarebbe stato imaginato dai Persi, e Senofonte lo conferma
narrando di Ciro che nella spedizione contro gli Sciti, fissasse le
poste del suo reame circa cinquecento anni avanti Cristo. Tiberio
avrebbe d’assai vantaggiata l’introduzione d’Augusto; vuolsi anzi vi
ideasse forme analoghe alle nostre. — In quest’albergo di Albino la
posta doveva avere la sua mansione; a differenza dell’albergo di
Giulio Polibio e Agato Vajo, nel quale trovato essendosi gli avanzi di
tre carri, — i cui cerchi di ferro si conservano al Museo Nazionale di
Napoli — con fontane e abbeveratoj di animali e questa iscrizione:
C . CVSPIVM . PANSAM
ÆD . MVLIONES . VNIVERSI
AGATO . VAIO

coll’altra sottoposta:
IVLIVS . POLIBIVS . COLLEGA . FECIT [61]

si è già indotti a credere che fosse meglio uno stallazzo da mulattieri.


Con ciò per altro non credo sostenere che a questa istituzione della
posta, valevole al trasporto de’ passeggieri, quella fosse pure
congiunta del trasporto regolare delle lettere, come si vede praticato
in oggi; perocchè questa bella ed utilissima invenzione de’ cui
vantaggi tutta gode presentemente la parte civile del mondo, non
fosse ancor conosciuta, venendo assegnata ad epoca d’assai
posteriore ed a merito de’ Veneziani. V’erano bensì staffette,
latinamente dette veredarii, ma queste non portavano che i publici
dispacci. I privati, che volevano carteggiare co’ lontani, doveano
quindi servirsi con grave loro spesa di messi appositi, detti tabellarii,
ossia portalettere, o procacci, come più propriamente qui dovrebbesi
dire [62].
Meglio posso dire della lingua che si parlava in Pompei. Ben osservò
Gibbon come i Romani fossero così persuasi della influenza della
lingua sui costumi nazionali, che più seria cura di essi fosse quella di
estendere col progresso delle loro armi l’uso eziandio della loro
lingua [63], e sappiamo anzi a proposito dal summentovato Svetonio,
come l’imperatore Claudio degradasse un ragguardevole greco
perchè non sapesse la lingua latina [64].
Se la lingua di Cicerone e Virgilio — sebbene con qualche inevitabile
miscuglio di corruzione — fu così universalmente adottata sin nelle
province dell’Africa, della Spagna, della Gallia, della Britannia e della
Pannonia; se della sola Spagna ebbe la latinità que’ chiari scrittori
che furono i due Seneca, Marziale, Lucano, Columella e Quintiliano,
è presto argomentato com’essa divenisse per tutta Italia non solo la
lingua ufficiale, ma ben anco la parlata ed anche in Pompei fosse,
nella classe almeno meglio educata, la più generalmente usata.
Taluni per altro pretesero voler desumere da ciò che da queste classi
meglio educate pur si usasse del greco idioma, che dunque fosse
l’antica lingua parlata in Pompei, e trarne perfino illazioni intorno alle
origini; ma non credo che ciò sia esattamente vero. Imperocchè il
succitato Gibbon giustamente osservasse come la vittoriosa Roma
fosse ella stessa soggiogata dalle arti della Grecia. «Quegli
immortali scrittori — scrive egli — che fanno ancora l’ammirazione
della moderna Europa, presto divennero l’oggetto favorito dello
studio e dell’imitazione nell’Italia e nelle province occidentali. Ma non
portavano danno le geniali occupazioni dei Romani alle radicate
massime della loro politica. Mentre si riconoscevano le bellezze della
lingua greca, sostenevano la dignità della latina; e l’uso esclusivo
della seconda fu conservato inflessibilmente nell’amministrazione sì
del governo civile che del militare. I due linguaggi esercitavano nel
tempo istesso la loro separata giurisdizione per tutto l’impero; il
primo come naturale idioma della scienza, il secondo come il dialetto
legale degli atti publici. Quelli che univano le lettere agli affari erano
egualmente versati nell’uno e nell’altro, ed era quasi impossibile in
qualunque provincia di trovare un suddito romano di una educazione
liberale, che non sapesse nel tempo stesso la lingua greca e la
latina.» [65]
Così può spiegarsi il promiscuo uso in Pompei dei due linguaggi,
senza per questo correre a diverse supposizioni. Piuttosto
ammetteremo che l’origine osca degli abitatori di Pompei, da me
riferita, venisse attestata dalle molte iscrizioni trovate negli scavi e di
cui si hanno dotte interpretazioni nel Giornale di essi che si stampa a
Napoli, e se devesi ritenere quanto con certo fondamento si sostiene
da parecchi scrittori e dal Fontanini che il popolo non si valesse nel
famigliare linguaggio della lingua latina, ma sì de’ dialetti speciali,
come si sa che infatti antichissimi fossero il Sabino, l’Etrusco ed il
Veneto, io credo che una prova di tale opinione si abbia in ciò che i
Pompejani alla loro volta avessero conservato il dialetto osco e lo
parlassero volgarmente. Detti e motti graffiti in questa lingua sulle
muraglie delle case suffragano validamente una tal prova.
Se latina era dunque la lingua generalmente parlata dalle classi più
elevate, e se osca quella usata dal basso popolo in Pompei; latina
era pure quella che generalmente solevano scrivere e l’ufficiale; non
escludendo per altro che gli uomini più letterati si servissero assai
della greca, quantunque meno frequentemente negli ultimi tempi che
in addietro.
A ciò attestare, si rinvennero negli scavi tanto d’Ercolano che di
Pompei, più per altro in quella città che in questa, non pochi papiri, i
quali, appunto perchè nella più parte riflettenti studj, anzichè atti o
scritture attinenti agli affari, furono nella massima parte dettati nella
lingua greca [66]. Sebbene codesti molti cimelj non abbiano ancora di
assai avvantaggiata la storia od altro ramo dello scibile umano;
tuttavia non è detto che quegli che non sono per anco svolti e
pubblicati non abbiano ad essere di maggiore interesse.
Ho detto svolti, perchè quali vennero trovati, non figurano che
altrettanti pezzi di carbone, così resi dalle ardenti materie onde
furono avvolti, nè par vero che siasi potuto vincere la loro rigidità e
spiegarli e renderli atti alla lettura. C. Rosini aveva nel 1793 in Napoli
edito due tomi di questi scritti ercolanesi sotto il titolo
Herculanensium voluminum quæ supersunt. Il Canonico De-Jorio fin
dal 1823 in Napoli nella sua Officina de’ papiri ne fece la descrizione
e più Volumi di que’ papiri trascritti sono omai fatti di pubblica
ragione; qualche migliajo ancora attende la medesima sorte. De
Mürr fin dal 1804 aveva in Parigi pur mandato per le stampe un suo
commento intorno ai papiri greci scoperti in Ercolano De papyris seu
voluminibus herculanensibus commentatio, e Hayter in Londra nel
1810 un suo lavoro dal titolo A report upon the herculaneum
manuscript.
Si sa che i papiri e le pergamene fossero la carta usata più
comunemente in que’ tempi per le scritture: quelli costituiti da fili di
un giunco cresciuto sulle sponde del Nilo, avente un tal nome e però
d’origine egizia; questa di pelle per lo più ovina e derivante il suo
nome da Pergamo, città dell’Asia Minore, dove fu prima usata; le
tavolette cerate, di cui tanto sovente si fa cenno nelle opere antiche,
erano per le più brevi scritture, e chi volesse poi avere più
particolareggiate notizie Dello scrivere degli antichi Romani, consulti
le dottissime dissertazioni edite con questo titolo da Stefano
Morcelli [67].
Egli mostra come fossero fatte queste tavolette incerate che i greci
chiamavano πίνακίδης, o anche δηλτωι dalla loro forma simile alla
lettera Δ, e come vi si andasse sopra con lo stilo o grafio, il quale
solcando la cera a guisa di aratro la terra, diede origine fra’ latini al
vocabolo figurato exarare in significato di scrivere, vocabolo che non
è per anco bandito dal linguaggio de’ nostri curiali, che bene spesso
scrivono esarare una dichiarazione, un atto, e va dicendo.
I biglietti che si spedivano allora così esarati sulla cera, come
vedremo nel venturo capitolo, riferendo una lettera di Plinio il
Giovane, appellavansi codicilli e i pugillares, di cui parla lo stesso
autore nella lettera del libro I delle sue Epistole, contenendo le
suddette tavolette o codicilli, corrispondevano, per un certo rispetto
agli odierni portafogli, poichè servivano a piccole scritture e
annotazioni, non mai ad opere di lunga lena [68].
Le città della Magna Grecia, tra cui, come sa il lettore era Pompei,
ricevendo in tutto l’intonazione da Roma, come nella cultura e nel
gusto, derivando usi e costumi di colà, ne parteciparono anche al
lusso sfrenato.
Già ho detto della quantità e sontuosità delle ville de’ più facoltosi
romani che principalmente possedevano ne’ dintorni di Pompei o nel
golfo napolitano. Lucullo nella vicina Baja profuse tesori: si sa che le
sue cene in Apolline costassero la bagatella di trentaduemila lire
odierne l’una e non occorreva per esse che avesse convitati: a Baja
stessa forò un monte per derivar l’acqua marina alla sua piscina;
Irzio spese dodici milioni di sesterzi a nutrire i suoi pesci, pei quali la
sua villa fu venduta per dieci milioni dei nostri. Argomenti da ciò il
lettore del resto. Siffatto spreco degli epuloni romani portato in
provincia era contagioso: perchè i ricchi di Pompei non lo avrebbero
adottato?
Gli scavi ci hanno rivelato pitture e statue di sublime lavoro,
ornamenti d’oro e gingilli, progresso dell’arte e dell’industria; ma io
ne tratterò in separati capitoli, perocchè valga il prezzo dell’opera il
conoscerne i migliori capolavori. Il Museo Nazionale di Napoli ne va
ricco e costituiscono tutta una storia. Monili e braccialetti, orecchini
ed anelli vi sono leggiadrissimi e tali da cui l’industria odierna
potrebbe cavarne un eccellente partito, e si sa dal trattato delle
pietre preziose di Plinio come fossero anzi gli antichi più avanti di
noi. Marziale ci ricordò come le dita de’ ricchi del suo tempo si
empissero di anelli ed anzi se ne avesse più d’uno per falange, o per
articolazione:

Sardonicas, smaragdos, adamantos, jaspidas uno


Portat in articulo. [69]

Si sa che Lollia, gentildonna romana, comparve ad un banchetto


adorna per otto milioni di perle, delle quali le romane caricavano
perfino i calzaretti. Caligola ne fregiava le prore delle navi e Nerone i
letti delle sue lascivie. Nè si creda valessero meno dell’oggi, se una
sola fu comprata con sei milioni di sesterzj.
Non parlerò qui de’ bagni, degli aromi ed essenze che si
prodigavano, chè m’avverrà di trattarne, meco guidando il lettore alla
visita delle Terme, cui consacrerò speciale capitolo, e così de’
banchetti e d’ogni altra ghiottornia e lautezza, entrate ne’ costumi
pompejani.
Pur degli spettacoli dirò in altro capitolo e vedrà il lettore come teatri,
comico e tragico, e anfiteatro avesse Pompei, e comunque città di
terz’ordine, vi esistesse ludo di gladiatori, serragli di belve riservate
al circo; nè farà più maraviglia il vedere i pompeiani sorpresi dal
cataclisma mentre erano accolti nel vasto anfiteatro, se la libidine di
congeneri passatempi veggiamo solleticata ne’ più strani modi in
tutto il mondo romano; così che a’ giorni di Nerone [70], a cui ci ha
pur condotti la narrazione, rappresentandosi sul teatro l’Incendio del
vecchio Afranio, si diè fuoco davvero alle case e gli istrioni
lasciaronsi padroni di saccheggiarle; e alla rappresentazione del
Prometeo si chiuse con un vero supplizio; quella di Muzio Scevola
col bruciarsi uno schiavo la destra, e un leone avvezzato a divorar
uomini, il fè nel circo con tanto garbo, che il popolo, cui fu presentato
dall’imperatore, ad una voce implorò per esso la libertà.
Ma io stavo per dimenticarmi di accennare che quest’imperatore era
il buon Marco Aurelio, colui la cui filosofia è giudicata una continua
aspirazione al bene de’ suoi simili e ne’ suoi precetti vi è tanta
cristiana umiltà; che il cardinal Barberini, voltandoli nella volgar
lingua, la traduzione dedicasse all’anima sua «per renderla più rossa
che la sua porpora allo spettacolo delle virtù di questo gentile.»
Nè di tutti i costumi pompejani presumo esaurir qui l’argomento, che
altri risulteranno menzionati nel restante dell’opera, nè volli, qui del
pari toccandone, per amor d’ordine, che mi si accusasse dipoi di
inutile ripetizione.
Come in qualunque altra parte d’Italia e d’altre nazioni, anche in
Pompei viveva in mezzo ai suddetti ordini cittadini e in mezzo a quel
civile reggimento, senza parteciparne ai diritti ed ai benefici, una
infelicissima classe di uomini, diseredata e tenuta nè più nè meno di
cosa, a’ quali eran devoluti i pesi maggiori sociali, che si
compravano e si vendevano come giumenti a’ prezzi non di molto
maggiori, che servivano nelle case, a’ capricci spesso di stolti e di
violenti padroni, infrenati da una disciplina severa e crudele, dalle
leggi autorizzata. Questa classe era quella degli schiavi. Per la più
parte Barbari prigionieri per vicenda di guerra usi a vita indipendente
e impazienti di vendicarsi a libertà. Nelle scorse pagine vedemmo
come tentassero ben due volte in massa di rompere i ceppi e per ciò
dessero grande travaglio alla Repubblica. Cesare dalla Gallia ne
aveva menati, stando a Plutarco ed Appiano, un milione; Lucullo dal
Ponto ne traeva tanti da venderli quattro dramme l’uno, cioè meno di
quattro lire per testa: una dramma era nello stesso campo di Lucullo
venduto un bove [71], e Augusto ne scendeva dalle montagne de’
Salassi ben quarantaquattromila.
Mimi e gladiatori da rallegrar circhi ed arene, amanuensi a copiare,
grammatici a corregger libri, danzatrici e suonatrici di flauto, o come
in Grecia, appellavansi auletridi, ad allietare i banchetti ed a
provocare orgie e lascivie, si avevano per lo più da questa povera
gente, e Pompei questi costumi divideva con tutto l’orbe romano, e vi
cresceva stimolo la mollezza del clima, ond’ebbero infausta celebrità
gli ozj campani.
In Pompei inoltre la coltura de’ campi era interamente affidata agli
schiavi ed erano questi i più infelici. Sorvegliati da altri schiavi tenuti
dal padrone in miglior conto, o da’ liberti, che erano stati schiavi un
giorno e fatti poi liberi, severi castighi subivano se recalcitranti o
infingardi.
Dai vigneti coltivati per essi ottenevansi quelle uve, d’onde que’ vini
di Pompei, che al dir di Plinio [72], ebbero fama tra i meglio
accreditati, che non erano bevibili che vecchi di dieci anni, e pur
tanto focosi che chi ne beveva, restava molestato dai dolori di capo
sino all’ora sesta del dì seguente. Certo è che oggidì la natura di
questi vini ha mutato. Persuaso di quel vecchio proverbio:

.... si Romæ vivis, romano vivito more,

nello asciolvere all’albergo del Sole in Pompei, chiesi del vino


paesano, nè fu causa che mi desse al capo. Gli è tuttavia ne’
dintorni, alle falde del Vesuvio, che si spreme il famoso Lacryma
Christi.
Abbondante del resto la vendemmia, come in tutte le terre vicine al
Vesuvio e fin su sulle sue pendici; onde L. Floro, estasiandosi
innanzi a questi luoghi, dicesse la Campania, di cui questa parte che
si specchiava nel Tirreno era la gemma, la plaga più bella d’Italia
non solo, ma dell’Universo, dove in nessun luogo vi fosse cielo più
dolce, terra più ubertosa e dove duplice pei fiori la primavera e i
monti rivestiti di viti e bellissimo fra tutti il Vesuvio: e Marziale
giugnesse a dire, che il Vesuvio verdeggiante per pampinose ombre
e la nobile uva dando laghi di vino, paresse che gli Dei del piacere e
dell’allegria, abbandonate le più care lor sedi, venuti fossero a
dimora sui gioghi del Vesuvio. Uditene i versi che riporto dal Libro IV
de’ suoi Epigrammi, sotto il n. 44:

Hic est pampineis viridis Vesuvius umbris;


Presserat hic madidos nobilis uva lucus.
Hæc juga, quam Nisæ colles, plus Bacchus amavit,
Hoc nuper Satiri monte dedere choros.
Hoc Veneris sedes, Lacedæmone gratior illi,
Hæc locus Herculeo nomine clarus erat [73].

Così Pompei era del pari celebre per le sue pere e ne forniva le più
ricercate mense, come Tivoli le poma; ferace per le messi e per gli
ulivi, e gli scavi ci hanno dato saggi di frumento ed olive appunto,
come altri molti frutti sia naturali che preparati, pane, focaccie ed
altrettali leccornie; nè parrà vero che mentre tutti questi camangiari
appajono anneriti e bruciati dalle ardenti ceneri onde furono investiti,
parte del grano rinvenuto conservasse tuttavia la proprietà vitale, e
seminato, malgrado fossero trascorsi più che diciassette secoli,
germogliasse e porgesse la propria spica e le olive fossero
conservatissime ancora nell’olio.
Virgilio nelle Georgiche aveva la fertilità di queste terre celebrato in
questi versi:

Quæque suo viridi semper se gramine vestit,


Illa tibi lætis intexet vitibus ulmos
Illa ferax oleæ est: illam experiere colendo
Et facilem pecori, et patientem vomeris unci.
Talem dives arat Capua et vicina Vesevo
Ora jugo [74].

Dalle onde poi del Tirreno, che baciavano, frangendosi, il piede alla
voluttuosa Pompei, il pescatore pompejano, tra i cento svariati pesci
traeva in copia il Garo, che or non saprebbesi designare con nome
conosciuto, e con esso facevasi colà il caviale liquido, che nella
bassa Italia si fa tuttavia. «Evvi, dice Plinio, un altro genere di liquore
assai ricercato, al quale si è dato il nome di garum: esso è composto
d’intestini di pesci o d’altre parti che sarebbero diversamente a
gittarsi, e che si fanno macerare nel sale in guisa che divenga
l’effetto della putrefazione. Questo liquore componevasi una volta col
pesce che i Greci chiamavano garon» [75]. Lo stesso Plinio attesta
che Pompei andasse assai lodata, come Clazomene e Lepti, per il
garo [76].
Orazio ne faceva menzione, dicendolo composto di succhi di pesce
iberico:

Garum de succis piscis iberi [77].

Marziale del pari in un suo epigramma:

Sed coquus ingentem piperis consumet acervum:


Addet et arcano mixta falerna garo [78].

E altrove lo stesso poeta:

Nobile nunc sitio luxuriosa garum [79].

Era per ultimo lungo queste amenissime sponde che il Vesuvio


sogguarda, che i medici solevano mandare a curarsi e risanare gli
affetti da mal sottile, e siffatta salubrità di tali luoghi Varrone ricordò
in quelle parole: ubi montana loca ut in Vesuvio, quod leviora et ideo
salubriora, constatataci di poi anche dall’autorità di Polibio e di
Procopio.
Queste erano le condizioni di Pompei ne’ primi anni dell’Era
Cristiana, negli ultimi quindi di sua esistenza, e dei quali io mi faccio
ad intrattenere il lettore.
CAPITOLO V.
Storia.
PERIODO SECONDO — IL CATACLISMA.

T. Svedio Clemente compone le differenze tra Pompeiani


e Coloni — Pompei si rinnova — Affissi publici — La flotta
romana e Plinio il Vecchio ammiraglio — Sua vita — La
Storia Naturale e altre opere. — Il novissimo giorno —
Morte di Plinio il Vecchio — Prima lettera di Plinio il
Giovane a Tacito — Diversa pretesa morte di Plinio il
Vecchio — Seconda lettera di Plinio il Giovane a Tacito —
Provvedimenti inutili di Tito Vespasiano.

Pompei, dopo l’orribile guasto che aveva, pel tremuoto, toccato


nell’anno 63 di Cristo, dileguate mano mano le apprensioni, andava
rimettendosi a nuovo, facendosi, come già dissi, più bella.
A’ romani imperatori della famiglia Giulia, a Galba, Otone e Vitellio,
era nell’anno 70 dell’E. V. succeduta la serie de’ Flavj, e primo di
essi, Tito Flavio Vespasiano. Tra le cure della sua amministrazione
volse pure il pensiero a Pompei ed a delimitare i confini del territorio
della romana republica, occupato nel Pago Felice-Augusto dalle tre
coorti dei veterani, onde componevasi la militare colonia, e togliere
ogni pretesto, per i quali si rinnovassero i dissidj del tempo di Publio
Silla e le ribalde soperchierie, spedì Tito Svedio Clemente, rinomato
giureconsulto e tribuno. Studiò egli le rispettive ragioni de’ cittadini e
de’ coloni; vide la prepotenza di questi ultimi e la violenza, nè
bisognava di molto a capirla, poichè non vi fosse uom dappoco o
fanciullo che a prima giunta non la sentenziasse in quegli avanzi di
guerre astute e ladre; e così saviamente ogni cosa compose e
provvide a’ diritti de’ primi, che grati i decurioni elevarono la sua
statua sur un piedistallo, precisamente sul posto de’ diritti acquistati
e riconosciuti, presso la strada, cioè, dopo l’emiciclo di Mammia
sull’angolo della via che scorge alla villa di Cicerone, scolpendovi a
perenne ricordanza, la seguente onorifica iscrizione:
EX . AVCTORITATE
IMP . CÆSARIS
VESPASIANI . AVG.
LOCA . PVBLICA . A . PRIVATIS
POSSESSA . T . SVEDIVS . CLEMENS
TRIBVNVS . CAVSIS . COGNITIS . ET
MENSVRIS . FACTIS . REI
PVBLICÆ . POMPEJANORVM
RESTITVIT [80].

Il De Jorio die’ conto della statua di Svedio, dicendo che accanto al


muro dell’angolo della strada, in livello molto superiore al suolo
antico si trovò una statua togata di marmo: nella mano sinistra
teneva un volume ed un anello al dito: la testa e le mani
s’incontrarono a piccola distanza: il pilastro che la sosteneva portava
incastrata l’iscrizione [81].
Il benemerito E. Brizio seppe questa statua discernere per quella di
T. Svedio Clemente fra quelle collocate al Museo di Napoli: vi lesse
la sigla S nel castone dell’anello, significante forse sigillum, forse
Svedius, e descrive del personaggio che rappresenta: il volto è
d’uomo avanzato in età, i capelli sono radi ed è calva la fronte; dalla
faccia si presume una complessione gracile del corpo [82].
I duumviri stessi, a secondare le dette conciliazioni, e a prevenire
ulteriori dissidj e conflitti fra cittadini e coloni, provvidero a che questi
ultimi avessero ne’ pubblici spettacoli un posto che non avevano
prima, e l’iscrizione che questo provvedimento testifica, leggeremo
nel capitolo che tratterà de’ teatri.
Eliminati così gli inceppamenti che frappor si potevano al suo
risorgimento, Pompei lo veniva in ogni modo affrettando.
Presso il Foro Civile e la Basilica era maggiore la ressa degli operai
a sgomberare le rovine, a rinnovar le colonne: pietre vulcaniche e
travertino si venivano in que’ luoghi trascinando da’ giumenti; le
case, i templi, gli archi sollecitavano un medesimo lavoro; le vie
erano animate di carri e di popolo, gli Edili sorvegliavano le opere, i
cittadini profondevano l’oro e la fatica degli schiavi alle riparazioni e
come a Roma l’incendio appiccato da Nerone aveva recato il
beneficio di sgomberare di luride casupole e di sostituirvi palagi
marmorei di privati e publici sontuosi edificj, anche a Pompei il
disastro di sedici anni prima, dissipata la naturale paura che
s’avesse a rinnovare, aveva occasionato miglioramenti non pochi.
È così presto dimenticato il dolore e il pericolo corso, quando ogni
cosa sorride d’intorno!
Questo bel cielo che si distende sopra Pompei, questo azzurro mare
che ne bacia il clivo su cui si posa, quella lussureggiante
vegetazione che la circonda, questo aere molle che lusinga i sensi,
questo monte perfino che le sta di fianco, e lievemente fumigando,
sembra ognuno rassicurare che più non sia per ricominciare la sua
lotta interna, nè dare sfogo a furori esteriori, tutto consigliava, tutto
persuadeva al ritorno nelle graziose casette del passato, a
ripopolare la gentile città, a renderla più bella, più ornata, più
delicata.
Pittori, accorsi da Grecia, vi istoriavano le pareti di leggiadri
appartamenti, e preparavano ne’ triclinj e nelle esedre fomiti
irresistibili alle lascivie dei commensali e vi compivano meraviglie di
arte; scultori ne adornavano gli impluvii, i tablini e gli atrii di
vaghissime statue e mosaici; artefici d’ogni maniera fornivano le
ricche suppelletili e gli xisti olezzavano di rose ed oleandri a
profumarne eziandio le camere terrene od ombreggiavansi di
pianticelle e d’arbusti esotici a miglior frescura di esse, e così
ricorreva la vita più giovanile e tumultuosa per le arterie tutte della
graziosa città.
I doviziosi dipingevano sulle muraglie delle case od all’ingresso della
città in caratteri rossi e neri affissi publici di appigionamento; nè sarà
privo di interesse qui trascrivere quello che Giulia Felice, figlia di
Spurio, fe’ pingere in rosso e fu rinvenuto intatto come se fatto jeri,
per chi concorrere voleva all’affitto per cinque anni continui di tutti i
suoi beni. Consistevano questi in un bagno, in un venereo, o luogo
di dissolutezze, ed in novecento taberne, o botteghe, nelle quali si
vendevano merci e gli artefici esercitavano i loro mestieri, colle
pergole, o balconi, sporti all’infuori delle case e co’ cenacoli, o
camere superiori per l’abitazione de’ mercanti, e si lasciava tempo
ad aspirare alla condizione di tali beni da’ sei agli otto d’agosto;
apposta la condizione si quis domi (o damnatum) lenocinium
exerceat ne conducito, espressa nelle sigle iniziali, onde l’affisso si
chiude; se pure non vogliasi assegnare ad esse quella significazione
che vi dà l’illustre Fiorelli, il quale così ristabilirebbe la formula: si
quinquennium decurrerit locatio erit nudo consensu.
IN PRÆDIIS . IVLIÆ . SP . F . FELICIS
LOCANTVR .
BALNEVM . VENERIVM . ET . NONGENTUM . TABERNÆ . PERGVLÆ
CENACVLA . EX . IDIBUS . AVG . PRIMIS . IN . IDVS . AVG . SEXTAS
ANNOS . CONTINVOS . QVINQVE
S . Q . D . L . E . N . C . [83]

Altra iscrizione pure fu trovata sul pilastro di una casa, la qual


significa che nell’isola Arriana Polliana di Gneo Alifio e Virginio
Maggiore, dalle prime idi di luglio (ossia otto di questo mese), si
affittano le botteghe colle pergole ed i cenacoli equestri, convenendo
il conduttore della casa con Gneo Alfio Maggiore.
INSVLA . ARRIANA
POLLIANA . GN . ALIFI . NIGIDI . MAI .
LOCANTVR . EX . I . IVLIIS . PRIMIS . TABERNÆ
CVM . PERGULIS . SVIS . ET . CŒNACVLA
EQVESTRIA . ET . DOMVS . CONDVCTOR .
CONVENITO . PRIMVM . GN . ALIFI
NIGIDI . MAI . SER .
La brevità del tempo concessa al concorso spiega la ricerca de’
locali e la tornata affluenza della popolazione in Pompei.
E con essa la foga delle gazzarre e de’ publici divertimenti.
Plauto e Terenzio somministravano al Teatro Comico le loro
composizioni. Ovidio la sua Medea e Seneca e i Greci tragedi le loro
opere al Teatro Tragico: il ludo de’ gladiatori ristabilito provvedeva
all’anfiteatro: i magistrati così di Pompei con siffatte lusinghiere
illecebre venivano richiamando le famiglie che sgomente l’avevano
abbandonata.
E i vicini traevano pur di nuovo alle sue feste; gli antichi usi, le
consuetudini prische, la voluttuosa vita, gli amori avevano come
prima, meglio di prima ripreso.
Venere Fisica vedeva nel suo tempio ripigliato il culto dalla prediletta
città cui dava anche il nome. Giove, Giunone ed Esculapio
accoglievano nei rispettivi loro templi voti e sagrificj, e l’egizia Iside si
rifaceva più venerata del bando cui era stata posta dall’Urbe co’ suoi
bugiardi e disonesti misteri.
La fama per ultimo aveva già susurrato la buona novella, che non
aveva ancora dichiarati credenti lungo tutte queste sponde, ma che
sapevasi come già percorresse le diverse provincie, a sostituir quella
fede che più non era profonda nei Numi, e ad abbattere quegli altri
altari, che ormai, più che dalla convinzione, erano dall’abitudine e dal
dovere frequentati, perchè quei riti erano collegati al modo di vivere
ed alle leggi connessi.
Era il prim’anno di Tito Vespasiano quando Pompei presentava tutto
questo superbo spettacolo di vita e di prosperità, — e siccome mi
avverrà di riferire tra breve l’immaturo fine di quel dottissimo e
celebre naturalista che fu Cajo Plinio il Vecchio, uopo è che a questo
punto informi il lettore del perchè l’illustre Comasco vi si avesse a
trovare.
Le due più importanti stazioni navali di Roma a’ tempi dell’impero,
riferisce Tacito avere Augusto stabilito a Ravenna ed a Miseno, dove
appunto ha principio, come sa il lettore, il bellissimo golfo di Napoli.

You might also like