Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Ataerkil Sistemlerin Yükseli■i ve

Dü■ü■ü Kesi■imsel Bir Siyasal ■ktisat


1st Edition Nancy Folbre
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/ataerkil-sistemlerin-yukselisi-ve-dususu-kesisimsel-bir-
siyasal-iktisat-1st-edition-nancy-folbre/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

A■■r■ ■nsani Bir Virüs 1st Edition Jean Luc Nancy

https://ebookstep.com/product/asiri-insani-bir-virus-1st-edition-
jean-luc-nancy/

AKP Siyasal ■slam ve Restorasyon 1st Edition Ergin


Y■ld■zo■lu

https://ebookstep.com/product/akp-siyasal-islam-ve-
restorasyon-1st-edition-ergin-yildizoglu/

Partizan Teorisi Siyasal Kavram■ Üzerine Bir Arasöz 1st


Edition Carl Schmitt

https://ebookstep.com/product/partizan-teorisi-siyasal-kavrami-
uzerine-bir-arasoz-1st-edition-carl-schmitt/

Kapitalizm Ele■tirel Kuram Çerçevesinde Bir Söyle■i 1st


Edition Nancy Fraser

https://ebookstep.com/product/kapitalizm-elestirel-kuram-
cercevesinde-bir-soylesi-1st-edition-nancy-fraser/
Modern Siyasal Dü■ünce Ve Friedrich Nietzsche 1st
Edition Christian J. Emden

https://ebookstep.com/product/modern-siyasal-dusunce-ve-
friedrich-nietzsche-1st-edition-christian-j-emden/

Piano adventures Lecciones y Teoría 2 1st Edition Nancy


Y Randall Faber

https://ebookstep.com/product/piano-adventures-lecciones-y-
teoria-2-1st-edition-nancy-y-randall-faber/

Piano adventures Técnica e Interpretación 3 1st Edition


Nancy Y Randall Faber

https://ebookstep.com/product/piano-adventures-tecnica-e-
interpretacion-3-1st-edition-nancy-y-randall-faber/

Cinsiyetin Ontolojisi Ele■tirel ve Gerçekçi Bir


Soru■turma 1st Edition Carrie Hull

https://ebookstep.com/product/cinsiyetin-ontolojisi-elestirel-ve-
gercekci-bir-sorusturma-1st-edition-carrie-hull/

Varl■k ve Zaman Bir Okuma Rehberi 1st Edition Kaan H


Ökten

https://ebookstep.com/product/varlik-ve-zaman-bir-okuma-
rehberi-1st-edition-kaan-h-okten/
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi
ve Düşüşü
Nancy Folbre
KESİŞİMSEL BİR SİYASAL İKTİSAT

İngilizc eden Çe viren: Aslı Ön al


NANCY FOLBRE
1952 yılında Amerika'da dünyaya gelen feminist iktisatçı Nancy
Folbre, halihazırda Massachusetts Amherst Üniversitesi İktisat
Fakültesi'nde "fahri profesör" unvanıyla dersler vermektedir. 2002-
2003 yılları arasında, Uluslararası Feminist İktisat Birliği (IAFFE)
başkanlığı görevini üstlenmiştir; 1995 yılından beri Feminist Econo­
mics dergisinin yardımcı editörlüğünü yapmaktadır; ayrıca Journal
of Women, Politics & Policy dergisinin yayın kurulu üyesidir.
Çalışmalarını daha ziyade siyasal iktisat ile feminist kuram ara­
sındaki "arayüz'e yoğunlaştıran Folbre, aile ekonomisi, piyasa dışı
emek ve bakım ekonomisi gibi konulara odaklanır ve ücretsiz
bakım emeğinin ekonomik ilişkilerin tesis edilişinde oynadığı role
bilhassa vurgu yapar. Folbre'a göre anaakım iktisatçıların bakım
ekonomisini yeterince dikkate almamaları, kadınlar açısından
birtakım olumsuzluklar doğurur. Zira piyasa dışı çalışma ve bakım
emeğinin ekonomi analizinden dışlanması, kadın ve çocukların
marjinalleştirilerek haneye ve topluma olan katkılarının değer­
sizleştirilmesi tehlikesini beraberinde getirir. Bakım emeğinin
benzersiz bir çalışma şekli ortaya koyması, " kendiliğinden gü­
dülenmesi"nden kaynaklanır; bir başka deyişle, insanları bakım
vermeye motive eden şey salt para değildir. Folbre'a göre bakım
emeğinin değersiz addedilmesinin nedeni, tarihsel olarak kadınlar
tarafından ya düşük ücretler karşılığında yahut tamamen ücret­
siz olarak sağlanıyor oluşudur ki bu tartışma, kadınların neden
erkeklerden daha az kazandığı meselesine kadar genişletilebilir.
Folbre, kadınlığın toplumsal inşasının kadınlık ile bakım emeği
arasında bağlantı kurduğunu öne sürer. Ona göre bakım verme
sorumluluğunun, orantısız şekilde kadınların sırtına yüklenme­
sinin önüne geçilerek eşit şekilde bölüşülmesinin yolu, piyasadan
bağımsız bakım arz ve kalitesinin artırılmasıdır.
Diğer kitapları: Who Pays for the Kids?: Gender and the St ruct ures
of Constraint (Routledge, 1994); The lnvisible Heart: Economics
and Family Values (New Press, 2001); Valuing Children: Rethinking
the Economics of the Family (Harvard, 2008); Greed, Lust, and
Gender: A Hist ory of Economic Ideas (Oxford, 2009); (editör ve
katkıda bulunan olarak) For Love and Money: Care Work in the
U.S. (Russell Sage, 2012).
Ayrıntı: 1710
inceleme Dizisi: 350

Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü


Kesişimsel Bir Siyasal iktisat
Nancy Folbre

Kitabın Özgün Adı


The Rise and Decline of Patriarchal Systems
An Intersectional Political Economy

İngilizceden Çeviren
Aslıônal

Yayına Hazırlayan
Güven Gürkan Oztan

Son Okuma
ôykü Yılmaz

© First published by Verso 2020


© Nancy Folbre 2021

Bu kitabın Türkçe yayım hakları Metis Yayıncılık aracılığıyla alınmıştır.


Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir.

Kapak Tasarımı
Gökçe Alper

Dizgi
Hediye Gümen

Baskı ve Cilt
Ali Laçin - Barış Matbaa-Mücellit
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No. 286
Topkapı!Zeytinburnu - lstanbul - Tel. 0212 567 11 00
Sertifıka No: 46277

Birinci Basım: 2023

ISBN 978-605-314-665-0
Sertifıka No.: 10704

AYRI NTI YAYINLARI


Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş.
Hocapaşa Malı. Dervişler Sok. Dirikoçlar İş Hanı
No: 1 Kat: 5 Sirkeci - İstanbul
Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11
www.ayrintiyayingrubu.com & info@ayrintiyayinlari.com.tr

"JI twitter.com/ayrintiyayinevi IJ facebook.com/ayrintiyayinevi @ instagram.com/ayrintiyayinlari


Nancy Folbre
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Kesişimsel Bir Siyasal İktisat
İNCELEME DİZİSİ
S O N ÇIKAN K İ TAPLAR

DOGAL HAK VE TARİH SİYASET TEORİSİ


Leo Strauss Pete Woodcock

ANAVATANDA NEFRET ELEŞTİREL BİLİNÇ İÇİN EGİTİM


Yeni Küresel Aşın Sağ Paulo Freire
Cynthia Miller-Idriss
ADINI SÖYLEMEYE CESARET EDEN
BÜYÜME SONRASI BİR SOL
Kapitalizmden Sonra Yaşam 34 Zamansız Müdahale
Timfackson Slavoj titek

BİR BAŞKA TARİH FREDRIC JAMESON


MÜMKÜN MÜYDü? Diyalektik Eleştiri Projesi
Ermeni Meselesi Üzerine Yazılar Robert T. Tally Jr.
Masis Kürkçügil
ENGELSİZ ANARŞİ
RUSYA'DA SOL Peter T. Leeson
Muhalifler Arasındaki Muhalifler
Ilya Budraitskis KÜLTÜR TEORİSİNDE ESKİZLER
Zygmunt Bauman
AKIŞKAN KÖTÜLÜK
Zygmunt Bauman & Leonidas Donskis SAPKIN
Gey Normalleşmesi ve
ADORNO VE TEOLOJİ Queer Antikapitalizm
Christopher Craig Brittain Peter Drucker

BÜYÜK GERİ TEPME SOSYOLOJi NE İŞE YARAR?


Popülizm ve Pandemi Sonrası Politika Zygmunt Bauman
Paolo Gerbaudo
NE ADAM NE HAYVAN
AYKIRI KÜLTÜR Feminizm ve Hayvanların Savunulması
Yazarın Yeni Önsözü'yle Carol /. Adams
Paul E. Willis
AKIŞKAN KORKU
SAGLIGIN VE HASTALIGIN Zygmunt Bauman
TOPLUMSAL NEDENLERİ
William C. Cockerham TAHRAN 1979
Ekber'i Hatırlamak
KÜRESEL POLİS DEVLETİ Behrooz Ghamari
William I. Robinson
PSİKOTERAPİDE
BİR BORU HATTI NASIL PATLATILIR İNTERNET BAGIMLILIGI
Yanmakta Olan Bir Dünyada Daria /. Kuss & Mark D. Griffiths
Mücadele Etmeyi Öğrenmek
Andreas Maim KENT HAKKI
Sosyal Adalet ve
NEDEN VEGAN? Kamusal Alan Mücadelesi
Etik Beslenme Don Mitchell
Peter Singer

YEMEGİN PSİKOPOLİTİKASI
Neoliberal Çağda Yemek Ritüelleri
Mihalis Mentinis
İçindekiler

Teşekkür ......................................................................................................... 9

1.
Teorik Araçlar

1. Kesişimsel Siyasal İktisat ................................................................... 15


İşbirliği ve Çatışma ............................................................................. 19
Tarih, Kadının Hikayesi, Bizim Hikayemiz* ................................... 29

2. ''Ataerkil"i Tanımlamak ...................................................................... 39


Kim Fayda Sağlıyor? ........................................................................... 41
Ataerkil Haklar ve Kurallar ............................................................... 45
Ataerkil Normlar ve İdeolojiler ........................................................ 57
Ataerkil Varlıklar ................................................................................ 66
Kolektif İktidar Yapıları ..................................................................... 74

3. Toplumsal Cinsiyet, Yapı ve Kolektif Faillik .................................... 76


Yapı-Faillik İkiliği ............................................................................... 77
Yapı ile Failliği Uzlaştırmak ............................................................... 87
Kolektif Faillik �
.......................................... .......................................... 98
Ekonomik Çıkarlara Karşı Kimlik Siyaseti mi? ............................ 107

4. Temellük, Yeniden Üretim ve Üretim ............................................ 110


Süreçler ve Mekanlar ........................................................................ 112
Bakımın Parasını Kim Ödüyor? ..................................................... 125
Toplumsal Olarak Yeniden Üretilen Eşitsizlikler ......................... 132
Üretimin Ötesinde ............................................................................ 135
5. Hiyerarşi ve Sömürü . .
..................................... ...................... ........... 137
Rekabet, İşbirliği ve Eşgüdüm......................................................... 138
Verimlilik ve Eşitsizlik ..................................................................... 152
Pazarlık ve Sömürü........................................................................... 163
Üretim Tarzlarına Karşı Hiyerarşik Sistemler............................... 174

il.
Yeniden İnşa Edilen Anlatılar

6. Ataerkil Yükselişler........................................................................... 179


'l\taerkil"in Tarihleri ........................................................................ 181
Toplumsal Evrimler ...................................................... , ................... 185
Melez Hiyerarşiler .
....... .................................................................... 196
Ataerkil Sömürgecilikler .................................................................. 207

7. Kapitalist Yörüngeler . .
.............................. ..... ............................. .. .. . . 216
Sinerjiler............................................................................................. 218
Yer Değiştirmeler . .
................................ .............................. .............. 234
Yeniden Şekillenmeler ..................................................................... 247
İşler Sarpa Sarıyor ............................................................................. 260

8. Refah Devletinin Gerilimleri .......................................................... 262


Neden Refah Devleti? ...................................................................... 265
Kapitalist Gelişim ve Değişen Aileler............................................. 274
Refah Duvara Tosluyor .................................................................... 288
Anlatıyı Değiştirmek ........................................................................ 304

9. Toplumsal Cinsiyet ve Bakıµı Maliyetleri .


........................... ......... 306
Aile Bakımının Maliyetleri.. . .
............ .......... .................................... 308
Ücretli İstihdamdaki Bakım Cezaları ............................................ 320
Kamu Politikaları ve Bakım Cezaları . . . . .
.... ..... ....... ...... .................. 332
Bakımın Geleceği.. ........... ................................................................. 346

1O. Bölünme ve İttifak ............................................................................ 350


Kuralları Değişen Oyun ................................................................... 351
Kapitalizm? . . .
....................................... .. ........................... ................. 360
Koalisyon Stratejileri .
....................... ................................................ 369
Kısmi Zaferler .. .
.................................. . .... ......................................... 376
Dizin ........................................................................................................... 379
"Mit"
Artık ihtiyar ve kör bir adam olan Oedipus, yeni­
den yola koyuldu. Tanıdık bir koku çalındı burnu­
na. Gelen Sfenks'ti. " Tek bir şey sormak istiyorum
sana" dedi Oedipus: ''.Annemi neden tanıyamadım
ben? " "Yanlış cevabı verdin de ondan" diye yanıt­
ladı Sfenks. Oedipus, ''.Ama her şeyi mümkün kı­
lan o cevaptı" diye sürdürdü konuşmasını. "Hayır"
dedi Sfenks. " Sabahları dört, öğlenleri iki, akşam­
ları üç ayak üzerinde yürüyen şey nedir diye sor­
duğumda, 'insanoğlu' cevabını verdin bana.
Kadınlarla ilgili tek kelime etmedin''. "iyi ama in­
sanoğlu deyince, buna kadınları da dahil edersin
zateµ. Herkes bilir bunu" dedi Oedipus. Sfenks ise
şöyle yanıtladı onu: " Sen öyle san:'

Muriel Rukeyser
İlk kez Breaking Openöa yayımlanmıştır, 1973
Teşekkür

teşe çekilen pervaneler misali, toplumsal cinsiyet eşitsizliği,


Atoplumsal bölünmeler ve kolektif çatışmalara ilişkin büyük
teorik sorulara çekiliyorum epeydir. Bu kitap üzerinde çalıştığım
sırada kanatlarımın yanmaya başladığını hissettiğim anlar oldu
ve kitabın adında geçen kelimelerin ya sırasını değiştirmeyi ya
da "Yükselişi, Düşüşü ve Yeniden Yükselişi"nde olduğu gibi daha
fazla kelime eklemeyi geçirdim aklımdan. Ne var ki amacım
kehanette bulunmak değil. İleride ne yönde değişirse değişsin,
ataerkil kurumların evriminden öğreneceğimiz çok şey var.
Bu kitapta geliştirilmiş olan ve güçsüz kılınmış gruplardan
oluşacak geniş ittifakların aktif bir biçimde inşa edilmesi gerek­
tiğinde ısrar eden kesişimsel siyasal iktisat, birçok disipliner ve
siyasi sınırı kesen ortak çabanın neticesinde ortaya çıktı. Keskin
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
gözlem ve önerileri için editörüm Rosie Warren'a minnettarım.
Kitapta yer alan temel fikirlerin geliştirilmesinde, geçmişte bir­
likte çalıştığım pek çok kişinin katkısı oldu: Lee Badgett, Michael
Bittman, Elissa Braunstein, Michelle Budig, Paula England, Ann
Ferguson, James Heintz, Julie Nelson, Kristin Smith, Jooyeoun
Suh, Jayoung Yoon, Thomas Weisskopf, Douglas Wolf ve Erik
Olin Wright bu kişilerden bazıları. Meslektaşım Carol Heim bana
sabırlı, tutarlı ve kavrayışlı geri bildirimlerde bulundu. Massac­
husetts Amherst Üniversitesi'ndeki Siyasal İktisat Araştırmaları
Merkezi'nin eş direktörleri Gerald Epstein ve Robert Pollin'in
istikrarlı teşvik ve desteklerini gördüm. Massachusetts Amherst
Üniversitesi'nde 1975 yılından bugüne dek birlikte çalıştığım
tüm meslektaşlarımın buradaki fikirleri şekillendirmemde bana
yardımı dokundu.
Fena halde kafa karışıklıklarıyla malul ilk taslağı yeniden
yazarken birçok arkadaşımın desteğini aldım. John Stifler pek
çok retorik gafı nazikçe düzelterek faydalı ve anlamlı önerilerde
bulundu. Harun Ekrem- Lodhi, Lourdes Beneria, Sam Bowles,
Carol Heim, William Ferguson ve Thomas Weisskopf özgül
birtakım tavsiyelerde bulundular. Toplumsal cinsiyet, ırk ve
sınıf konulu siyasal iktisat seminerlerime katılan yüksek lisans
öğrencilerim, hiçbir şeyi verili kabul etmeyip müthiş sorular
sordular. Katherine Moos ve Luiza Nassaf Pires ile olan tartış­
ma ve münazaralarımız, bazı kilit noktalardaki düşüncelerimi
değiştirdi. Naila Kabeer'in, son tur gözden geçirmelerde sonsuz
yardımları dokundu.
Kitapta yer alan fikirlerden bazılarını muhtelif vesilelerle
sunma fırsatı buldum: Siyasal İktisat Araştırmaları Enstitü­
sü tarafından Thomas Weisskopf için düzenlenen Festschrift
Konferansı (Jeannette Lim sayesinde); Radikal Siyasal İktisat
Birliği'nin sponsor olduğu David Gordon Semineri (Fred Mo­
seley sayesinde); Amherst Koleji'nde Kadın ve Toplumsal Cin­
siyet Çalışmaları Bölümü'nde verdiğim dersler (Amrita Basu
sayesinde); London School of Economics Toplumsal Cinsiyet
Enstitüsü'nde verdiğim dersler (Diane Perrons sayesinde); Cor-
Nancy Folbre
nell Üniversitesi'nin düzenlediği Kapitalizm Tarihi Konferansı
(Jefferson Cowie sayesinde); Indiana Üniversitesi'nde verdiğim
Patten seminerleri (Lynn Duggan sayesinde); İtalyanın Floransa
kentinde bulunan Avrupa Üniversitesi'nde verdiğim ders (Laura
Lee Downs sayesinde); Amerikan Sosyoloji Derneği'nin düzen­
lediği "Patriyarkayı Yeniden Düşünmek" konulu oturum (Paula
England, Sylvia Walby ve Vrushali Patil sayesinde); Colorado
Eyalet Üniversitesi'nde verdiğim ders (Elissa Braunstein ve
Anders Fremstad sayesinde); Dublin Üniversitesi ve Glasgow
Caledonian Üniversitesi'nde verdiğim dersler (Sara Cantillon
sayesinde); Ontarioöaki Windsor Üniversitesi'nde verdiğim ders
(Erica Stevens Abbitt sayesinde); Wheaton Koleji'nde verdiğim
ders (Brenda Wyss sayesinde); Barcelona Üniversitesi'nde gerçek­
leşen Üniversitelerarası Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları
Enstitüsü Konferansı (Lourdes Beneria sayesinde); Wisconsin
Üniversitesi'nde verdiğim ders (Erik Olin Wright sayesinde);
2018 Uluslararası Feminist Ekonomi Derneği Konferansı (Edith
Kuiper ve Barbara Hopkins sayesinde); son olarak, Daedalus'un
toplumsal cinsiyet eşitsizliği özel sayısındaki tartışmalar (Nan­
nerl Keohane ve Frances Rosenbluth sayesinde).
Sam Bowles ve Herbert Gintis'in eserlerini onurlandırmak
için 2019 yılı sonbaharında Columbia Üniversitesi'nde (Suresh
Naidu ve diğerleri sayesinde) düzenlenen seminer ile Erik Olin
Wright'ın yaşamını ve eserlerini onurlandırmak üzere (Michael
Burawoy ve diğerleri sayesinde) gerçekleştirilen konferansın
katılımcıları, bu kitapta yapmaya çalıştığım şeyler üzerine daha
fazla kafa yormamı sağladılar. Geri bildirimleri için bilhassa
Debra Satz'a müteşekkirim. Ayrıca Jocelyn Olcutt tarafından
düzenlenen "Bakım Epistemolojileri: Küresel Siyasal İktisadı
Yeniden Düşünmek'' konulu toplantıda dönen tartışmalara da
yine çok şey borçluyum.
Tam da elinizdeki kitabın son düzeltmelerini yaptığım sıra­
da dünyanın üzerine kabus gibi çöken COVID- 19 pandemisi,
küresel çapta işbirliği yapmaya ve başkalarını önemsemeye ne
denli muhtaç olduğumuzu bizlere acı bir şekilde hatırlattı. Bakım
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
emeğine ilişkin araştırmalarım, onun pek çok farklı niteliğine
vurgu yapıyor ki bunlardan biri de bireysel katma değere doğru
bir şekilde değer biçebilmenin zorluğu. Başkalarının bizim için
neler yaptığını yahut bizim onlar için neler yaptığımızı asla tam
olarak bilemeyiz. Öyle veya böyle, kendimizi hep birlikte üretir
ve yeniden üretiriz.
I.
Teorik Araçlar
1
Kesişimsel Siyasal İktisat

oplumsal bölünmeler, haksız ve verimsiz yapısal eşitsizlik


T biçimlerine dönüşebilir ki çoğu zaman dönüşür de. Kökleri
uzak bir geçmişte gömülü olan bu bölünmelere odaklanmanın,
adil ve sürdürülebilir bir iktisadi gelecek umudunu azaltmasın­
dan endişe edebilir insan. Oysaki etmemelidir. Böyle bir gelecek,
kolektif kimliğin başka boyutlarında temellenen hiyerarşik ku­
rumlarla kesişen, üst üste binen, etkileşime giren eski ataerkil
kurumların eleştirel bir analiziyle kurulabilir ancak.
Kolektif iktidarın suiistimal edilmesi, nasıl evrimleştiğini an­
ladığımız vakit daha kolay düzeltilebilir bir hal alır. Bu suiistimal
biçimleri genellikle birbiriyle bağlantılıdır ve bu durum onları
benzer mücadele biçimleri karşısında savunmasız bırakır. Top­
lumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yandan azalırken bir yandan
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
hala devam ediyor olması, başka kolektif çatışma biçimlerinin
gidişatı hakkında bize bir şeyler söyler. Sömürünün girift tarihi,
başka insanların mevcut ve gelecekteki refahını değersizleştiren
kar peşinde koşma ediminin maliyetli sonuçları hakkında bizleri
ikaz eder.
Feminizm ve Marksizm, kimilerine göre uzlaşma, kimilerine
göre boşanmayla neticelenmesi gereken mutsuz bir evliliğin
tarafları olarak tasvir edilegelmiştir.1 Ne var ki onları evli bir
çiftten ziyade, büyük mem* havuzuna yaptıkları katkılar üze­
rinden düşünmemiz gerekir. Vaktiyle Marksizmin Kapitalizm
kavramsallaştırmasına benzeyen bir Ataerkillik anlayışını temel
alan feminist bir siyasal iktisat yaklaşımı benimsedim ki gerek
Kapitalizm gerek Ataerkillik yaş ayrımcısı, ırkçı, milliyetçi,
homofobik gibi bir sürü niteleyici sıfata cevaz veren iki dev
isimdir. l 980'lerde hangi ismin daha büyük ve daha önemli
olduğu, dahası bu ikisinin "ataerkil kapitalizm" veya "kapitalist
ataerkillik" gibi başlıklar altında bir araya getirilip getirileme­
yeceği konusunda ateşli tartışmalar yaşanmıştır. Aralarındaki
yığınla ilişkiden bağımsız olarak bu iki kavram, sömürünün
kesişen ve üst üste binen biçimlerine dair çok daha kapsamlı
olan hikayenin yalnızca bir kısmını anlatır.
Burada sunulan kesişimsel siyasal iktisat, Marksist teoriden
pek çok önemli içgörüyü muhafaza etmekle birlikte, feminist
teori, kurumsal iktisat, oyun kuramı ve pazarlık modellerinden
içgörülere dayanan daha karmaşık bir kolektif çatışma anlatısı
sunar. ''Ataerkil': "kapitalist': "ırkçı" ve "milliyetçi" gibi sıfatların
karşılıklı olarak birbirini etkileyen, hiyerarşik ilişkilerin zaman
zaman altını oysa da, bu ilişkilere karşı oluşturulacak birleşik

1 . Heidi Hartmann, "The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism:


Toward a More Progressive Union': Capital and Class 3: 2, 1 979, 1 -33 ["Mark­
sizm ve Feminizmin Mutsuz Evliliği: Daha İyiye Giden Bir Birleşmeye Doğru':
Çev. Aytül Kantarcı, Teori ve Politika, Sayı: 12, Güz 1998] .
* İlk kez İngiliz evrim biyoloğu ve etolog Richard Dawkins tarafından [ Gen Ben­
cildir, 1 976] gen kelimesinin davranışsal eşleniği olarak kullanılan mem, kültü­
rel araçlar aracılığıyla edinilen ve nesilden nesle aktarılan fikirler ve inanç
sistemlerinden oluşan kültürel ve toplumsal içeriklerdir. (ç.n.)
...1L
Nancy Folbre
muhalefeti felce uğratmak suretiyle pekiştiren bir dizi toplumsal
kurumu tanımladığını iddia ediyorum. Ücretli istihdamdan çok
önce ortaya çıkmış olup kapitalist kurumların genişlemesiyle
birlikte içselleştirilen, değiştirilen ve kimi yönlerden zayıflatılan
sömürü biçimlerine dikkat çekiyorum. Ataerkil kurumların,
toplumsal olarak inşa edilmiş pek çok eşitsizlik biçiminin birlikte
evrimi üzerindeki etkisiyle ilgili örnekler sunuyorum.
Kolektif kimlik ve çatışmaya dair bu analiz, feminist teoriden
ortaya çıkan ve ilkin salt toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklere
özgüymüş gibi görünen şu üç önermeye dayanıyor:

1 . Kadınların bazı ortak çıkarları vardır.


2. Bu ortak çıkarların çoğu, kabaca beşeri kabiliyetlerin üre­
timi ve sürekliliği olarak tanımlanan, bazen de basitçe "bakım''
olarak adlandırılan yeniden üretim* faaliyetlerindeki tarihsel
uzmanlaşmadan kaynağını alır.
3. Bakıma muhtaç kişilere bakma yükümlülüğü, bireysel ve
kolektif refah -daha geniş anlamıyla, kişisel çıkar ve özgecilik­
arasındaki gerilimleri, bilhassa kadınların aleyhine olacak şekilde
gidermeye yardımcı olur.

Bağıntılılıkları itibariyle asli alanlarının çok ötesine uzanan


bu önermelerin her biri son derece üretkendir. Kadınların kadın
oldukları için bazı ortak çıkarlara sahip olması, erkeklerin de
erkek olmaktan kaynaklanan bazı ortak çıkarlara sahip olduğu­
nu ima eder. Bireyleri ortak çıkarlar etrafında seferber etmeye
yönelik her türlü çaba, neredeyse kaçınılmaz olarak, ortak ol­
mayan çıkarlarının da altını çizer. Kolektif çıkarlar toplumsal
cinsiyet temelli olabileceği gibi, toplumsal olarak tayin edilmiş
grup üyeliklerinin yaş, cinsellik, ırk/ etnik köken, yurttaşlık ve
sınıf gibi başka veçhelerini de temel alabilir.

• Marksist literatürdeki yeniden üretim [ reproduction] kavramı, hem günlük ça­

lışma kapasitesinin yenilenmesi yoluyla emek gücünün yeniden üretimini hem


de türün biyolojik olarak yeniden üretimini, yani üremeyi anlatmak için kulla­
nılır. (ç.n.)
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Yeniden üretim araçları üzerindeki denetimin, üretim araç­
ları üzerindeki denetim kadar önemli iktisadi sonuçları vardır.
Ne var ki yeniden üretim araçları, kadınların zihinleri ve be­
denlerinden ibaret değildir; günlük yeniden üretim ile insan
neslinin yeniden üretimi, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve yaşa
dayalı etkileşimlere indirgenemez. Beşeri kabiliyetleri geliştir­
mek ve sürdürmek için gereken kaynaklara erişim, birçok farklı
açıdan eşitsiz bir şekilde dağıtılır, servet dağılımından müthiş
derecede etkilenir ve devlet tarafından finanse edilen sosyal
harcamalara olan erişim üzerinden dolayımlanır. Özellikle de
sağlık hizmetleri, eğitim, sosyal koruma ve üretken istihdama
giden yolların toplumsal olarak tayin edilmiş grup üyeliklerinin
muhtelif boyutları tarafından kısıtlandığı bir küresel ekonomide
gelir, grup avantajının tek geçer akçesi değildir.
Kadınlar kendi çıkarlarının peşinden koşmak konusunda
erkeklerinki kadar geniş bir alana sahip olmalıdır, ancak bu
kişisel çıkarın kapladığı toplam alanın başkalarına gösterilen
ilgi ve bakım pahasına genişlemesi gerektiği anlamına gelmez.
Kadınların daha fazla hak sahibi olabilmesi için, erkeklerin
daha fazla yükümlülüğün altına girmesi gerekir. Kadınların
tarihsel olarak bakıma muhtaç kişilere bakmakta uzmanlaşmış
olması, benliğin geçirgen sınırlarına -insanların birbirine ba­
ğımlı olduğu bir dünyada "kişisel çıkar" denilen şeyi tam olarak
tanımlamanın zorluklarına- ilişkin farkındalığı artırmıştır.
Özgecil taahhütlerin maliyet, fayda ve risklerinin adil bir şekilde
bölüşülmesi gerekir.
Feminist pusula, Marksizmin tarihsel materyalizm teorisi
tarafından dikte edilmese de ondan etkilenen disiplinlerarası
bir kelime dağarcığını işe koşmak suretiyle, işbirliği ve çatışma
dinamiklerinin altını çizen kesişimsel bir siyasal iktisada işaret
etmektedir. Tıpkı Marksist tarihsel materyalizm teorisi gibi o
da, geçmişte yaşanmış geniş kapsamlı kurumsal değişimleri,
geleceğin siyasi stratejilerine yön verecek şekilde yorumlar.
Kitabın sonraki bölümleri, aşağıda özetlenen genel perspektifi
detaylandırmaktadır.
Nancy Folbre
İşbirliği ve Çatışma
Ataerkil kurumların iktisadi analizi, hem (piyasalara odak­
lanan) neoklasik iktisadın hem de (kapitalizme odaklanan)
geleneksel Marksist iktisadın kapsamının büyük ölçüde dı­
şında kalmaktadır. Ampirik araştırmaların çoğu, toplumsal
cinsiyet temelli eşitsizlikleri incelemekle birlikte, bunları kişisel
tercihlere, çağdışı kalmış kültürel normlara yahut da kar mak­
simizasyonunu dayatan kapitalist buyruklara atfetmektedir.2
Kendilerine kadınlar karşısında ekonomik avantaj sağlayan
toplumsal kurumları erkeklerin bizzat tasarlıyor, dayatıyor ve
savunuyor olabileceği ihtimali genellikle irdelenmeden bırakılır.
Bu ihtimal, her iki teorik odak tarafından kamufle edil­
mektedir: Ataerkil kurumlar, piyasalardaki bireysel tercihler
aracılığıyla kurulamaz; dahası bu kurumlar, ücretli istihdamda
elde edilen artıdeğer tarafından güdülenmeyen birtakım ko­
lektif çıkarları varsayar. "İktisat" ve "iktisadi sistemler"e ilişkin
geleneksel tanımlar, iktisatçıları, toplumsal cinsiyetin de dahil
olduğu -fakat onunla sınırlı olmayan- toplumsal eşitsizliklerin
muhtelif boyutlarının kurumsal temellerini göz önüne almaktan
alıkoymaktadır. Ataerkil kurumları işin içine dahil etmek, ikti­
sadi sistemler konusunda yeni bir düşünme biçimini gerektirir
ki tersi de doğrudur.
İktisadi sistemler, gerek bireyler gerek gruplar arasında var
olan ve toplumsal kurumlar tarafından dolayımlanan karmaşık
işbirliği ve çatışma formları ile karakterize olur. Sistem dinamik­
leri toplumsal cinsiyet, ırk/ etnik köken, yurttaşlık veya sınıf gibi
tek bir kolektif çatışma eksenine nadiren indirgenebilir; sistemler
eşzamanlı olarak ataerkil, ırkçı, milliyetçi ve kapitalist olabilir­
ler; dahası içlerinden bazıları farklı noktalarda diğerlerinden
daha belirgin olsa da, bu tekil sıfatlardan hiçbiri sistemlerin
içsel mantığını tam anlamıyla yansıtamaz. Hiyerarşik kurum­
lar büyük ölçüde, yarattıkları toplumsal bölünmelerin istikrar

2. Nancy Folbre, "Gender Bargaining in the Labor Market': Ön Makale, Washin­


gton, DC: Ekonomi Politikaları Enstitüsü, yakında yayınlanacak.
...12....
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
sağlayıcı etkisine bel bağlarlar. Ne var ki teknolojik değişimler,
toplumsal yenilikler ve siyasi ittifaklar gibi muhtelif güçler tara­
fından hırpalanan farklı kimlik ve çıkarların değişen ağırlıkları
tarafından zarara uğratılabilirler.
Ataerkil kurumların yükselişi ve düşüşü, parçası oldukları
daha büyük sistemlerin evrimine dair çıkarımlarla birlikte bu
tür değişimleri resmeder. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, diğer
eşitsizliklerle birlikte var olur ve evrilir. Kolektif iktidarın farklı
yapıları arasındaki örtüşmeler, kesişmeler ve etkileşimler ata­
erkil kurumların ortaya çıkışını, iktisadi kalkınma sürecindeki
değişimlerini ve refah devletleri üzerindeki etkilerini açıklamaya
yardımcı olur. Kapitalist kurumlardan önce var olan sömürü
biçimlerinin çoğu, zaman içerisinde zayıflamış, bazıları da yeni
biçimler almıştır.
Kapitalist kurumlar, sosyal ve doğal çevrenin sürdürülebilir­
liği için hayati önem taşıyan fiyatlandırılmamış kamu mallarını
sömürerek kısa vadeli kar maksimizasyonu sağlamak yönünde
güçlü teşvikler yaratır. Başkalarının ücretsiz ve ücretlendirilmiş
bakımı, bu kamu mallarından biridir ve onları esas üreten kişiler
tarafından tam olarak yararlanılmayan muazzam bir toplumsal
fayda kaynağıdır. Kadınların gerek evde gerekse işgücü piya­
sasında bakıma muhtaç kişilerin bakımında sergiledikleri uz­
manlaşma, hem kolektif pazarlık güçlerini sınırlar hem de daha
işbirlikçi ve sürdürülebilir iktisadi sistemlerin geliştirilmesini
onların menfaatine kılar.
"Yükseliş" ve "düşüş" kavramları, düşüş ve yıkılıştan ziyade,
uzun vadeli bir çizginin eğimindeki değişimi ifade ediyor. Si­
yasi ve kültürel çekişmelerin düzensiz iniş çıkışları, çetrefıl ve
sancılı olmaya devam ediyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı
uluslararası bir tepki olduğu aşikar.3 Donald Trump ve Vladimir
Putin gibi dünya liderlerinin hiper erkekliği, refaha giden yolda
beyaz ulus devletten medet umarken, bir yandan da kadınları

3. Anne Marie Goetz, "The Politics of Preserving Gender Inequality: De-insti­


tutionalisation and Re-privatisation", Oxford Development Studies 48: 1, 2019,
2- 1 7.
Nancy Folbre
küçümsüyor.4 Her şeye rağmen bu güçlü tepki, toplumsal cin­
siyet, ırk/etnik köken, yurttaşlık ve sınıfa dayalı ayrıcalıkların
üst üste binmesiyle oluşan müthiş değerin yanı sıra, yeniden
üretim emeğinin örgütlenmesinde yaşanan temel değişimlerin
yarattığı kemikleşmiş kaygıları da gözler önüne seriyor.
İktidarın yerleşikleşmiş biçimleri, hem güçsüzlerin siyasi
koalisyon kurma girişimlerini engelleyen hem de ani eksen
kaymaları için potansiyel oluşturan karmaşık eşitsizlikler ya­
ratmış öncellerinin üzerine inşa edilmiştir. 20 1 7 yılının ocak
ayında Oxfam, dünyanın en zengin -tamamı beyaz erkeklerden
oluşan, altısı Amerikalı- sekiz insanının sahip olduğu toplam
servetin, dünya nüfusunun en yoksul yarısının toplam servetine
eşit olduğuyla ilgili tahminlerin yer aldığı bir rapor yayımladı.5
Bu insanların kişisel özellikleri ve nereli oldukları pek de rast­
lantısalmış gibi görünmüyor.
Ataerkil kurumlar zaman içerisinde mücadelelere karşı daha
savunmasız hale geldiklerinden, feministler toplumsal değişimin
öncüleri olmuşlardır. 20 1 1 yılında Amerika'daki Occupy Hare­
keti'nin fitilini ateşleyen afişte, Wall Street'in bronz boğasının
üzerinde dengede duran zarif bir balerin yer alıyordu. 20 1 7
yılında o boğa heykelinin tam karşısına konulan v e o�ada birkaç
ay duran daha küçük boyutlardaki Korkusuz Kız heyk,eli, büyük
bir infiale yol açtı. Zira New York Belediye Başkapı'nm da göz­
lemlediği üzere bu küçük kız, zenginlere ve muk�edirlere karşı
çıkmak isteyen herkesi temsil ediyordp.6 Bu metaforik meydan
okumanın başarısı, "adil oyun" ilkelerine ;dayanan,çok daha geniş
ve ilerici koalisyonların kurulmasına yardımcı olabilecek teorik
araçların geliştirilmesine bağlıdır.

4. Saralı Ashwin ve Jennifer Utrata, "Revenge of the Lost Men: From Putin's
Russia to Trump's America� Contexts, 20 1 9, baskıda.
5. Oxfam Bilgilendirme Raporu, "An Economy for the 99% , Ocak 20 1 7, oxfam.
"

org; Gerry Mullany, "World's 8 Richest Have as Much Wealth as Bottom Half,
Oxfam Says': New York Times, 16 Ocak 20 1 7, nytimes.com.
6. Liam Stackmarch, " 'Fearless Girl' Statue to Stay in Financial District (for
Now)", New York Times, 27 Mart 20 1 7, nytimes.com .
....lL
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Sistemler ve Yapılar
Ataerkil sistem, diğer kolektif iktidar yapılarıyla tarihsel ola­
rak belirli şekillerde örtüşen ve kesişen ataerkil iktidar yapılarını
içeren bir sistemdir. Tüm bu yapıların bazı ortak özellikleri
vardır: yasalar, ideolojiler ve kolektif avantaj yahut dezavantaj­
lar yaratan varlık bölüşümleri. Dilimiz yapısal kısıtlamaların
bilinçdışı farkındalığını ortaya koymaktadır: adil olmayan oyun
alanları, kırık merdivenler, yoksulluk tuzakları, cam tavanlar,
annelik duvarları, yapışkan zeminler.
Kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri şekillendiren kurum­
sal yapıların çoğu, insanların üremesini ve bakımını da etkiler.
Ata yahut aile reisi salt bir erkek değil, yaşı, cinsel yönelimi ve
cinsiyetine binaen iktidar sahibi olmuş bir erkektir. Ataerkil ya­
salar, kurallar, haklar ve kamu politikaları arkalarında net izler
bırakırlar ve tarihsel kayıtlar bu izlerin yavaş yavaş silinmeye
başladığını ortaya koyuyor. Kültürel normları şekillendiren ata­
erkil ideolojilerse değişime karşı daha dirençlidir, çünkü erken
yaşta belleğe kazınırlar ve gerek kültürel gerek iktisadi güçlerle
pekiştirilirler. Finansal ve diğer varlıklar üzerindeki ataerkil dene­
tim, cinsiyetlendirilmiş iktidarın başka bir mukavim kaynağıdır.
İktisadi varlıklar, dar bir şekilde kapitalist üretim araçları
olarak tanımlanamaz, gelecekteki gelir kaynaklarını da içerirler:
salt kolaylıkla para cinsinden ifade edilebilen varlıklar değil, aynı
zamanda beşeri sermaye veya emek gücü (üretim kabiliyetinin
değeri), doğal sermaye (doğal kaynakların ve ekolojik hizmet­
lerin değeri), sosyal sermaye (mütekabiliyet, yükümlülük ve
karşılıklı yardım ağlarının değeri) ve bilgi sermayesi (insanlık
tarihinden modern teknolojiye, bildiğimiz şeylerin değeri) de
buna dahildir. Sermayenin bu biçimleri, gerçek anlamda sahip
olunması zor olmakla birlikte, kolektif denetime tabidir. Zaruri
birtakım iktisadi faydalar sağlamalarının yanı sıra, maliyetli bazı
sömürü biçimlerine de sebep olabilirler.
Siyasi, kültürel ve iktisadi kurumlar arasındaki sinerjiye
yapılan vurgu, dikkati daha ziyade kolektif kimlik ve eyleme yo­
ğunlaştırır. Kurumsal düzenlemelerin bölüşüm temelli etkilerini,
....lL..
Nancy Folbre
grupların göreceli pazarlık güçleri üzerindeki tesirini inceleyip
"bu kurumlar, toplumsal olarak tayin edilmiş grup üyeliklerinin
hangi boyutunu ödüllendiriyor?" sorusunu sorarak tespit etmek
çoğu zaman mümkündür. Bazı kurumlar toplumsal cinsiyet,
yaş ve cinselliğe dayalı avantajların birikimini, diğer bazılarıysa
sınıf, ırk/ etnik köken, yurttaşlık ve grup kimliğinin din gibi
başka boyutlarına dayalı avantajların birikimini kolaylaştırır.
Kullandığımız kelimeler arasındaki benzeşim de ayan be­
yan ortadadır. ''.Arşi" soneki, Yunancada yönetim ve yönetici
anlamına gelen sözcüklerden türemiştir. Vaktiyle meleklerin
rütbelerini tanımlamak için icat edilmiş olan "hiyerarşi" keli­
mesi, zamanla seküler bir anlam kazanarak bir eşitsizlik yapısını
-o yapıyı işgal edenlerden en azından bir nebze bağımsız bir
şekilde- ifade etmeye başlamıştır. 7 ''.Ataerkillik" [patriarchy] ,
"monarşi" ve "oligarşi" terimleri de bu semantik niyeti yansıtır.
Çoğu monarşinin ve oligarşinin başında babaların olması pek
de tesadüfmüş gibi görünmüyor. "Kapital" kelimesini iktisatçılar
icat etmediler -ortaçağ İngilizcesinde "başta olmak veya başında
durmak" anlamına gelir ve kökeni "caput" [baş] kelimesine da­
yanan Latince "capitalis"ten türemiştir. Kapitalizm, miras yahut
birikim yoluyla servet sahibi olmuş kişilerin, ücretli çalışanlar
üzerinde kurumsal bir güce sahip olmasını sağlayan hiyerarşik bir
yapıdır. Geleneksel Marksist teori kapitalizmi, kolektif iktidarın
diğer tezahürlerine hükmeden -hatta belki de onları yaratan­
hegemonik bir üretim tarzı olarak ele alır. Ne var ki kapitalizm
ortaya çıktığı vakit, diğer hiyerarşik yapılarla bir arada var olur,
onlarla evrilir ve etkileşime girer. Nedensellik belirten okların
hiçbiri düz ve tek yönlü değil, bilakis çapraşık ve yinelemelidir.
Hiyerarşik yapılar iktisadi açıdan bir sonuç doğurur, zira
sömürü potansiyeli yaratır ve artığın gerek üretimini gerek
bölüşümünü etkiler. Ataerkil kurumsal yapılar, iktidarı toplum­
sal cinsiyete, yaşa ve cinsel yönelime göre pay eder ve yeniden
üretimi, tarihsel olarak farklı bir birikim biçimi olan nüfus
artışına katkıda bulunacak şekilde örgütler. Keza, işin kapi-

7. Bkz. çevrimiçi etimoloji sözlüğü: etyınonline.com .

....1L
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
talist yöntemlerle örgütlenişinden çok önce var olan ırkçı ve
milliyetçi kurumsal yapılar, bazı grupları diğerlerinin zararına
zenginleştiren kolektif eylem biçimleri arasında (ki buna örgütlü
savaşlar da dahildir) eşgüdüm sağlamıştır. Artığın yaratımı ve
temellükünün bu hali, kapitalizm tarafından yürürlükten kal­
dırılmamış, bilakis ona entegre olmuştur.
Çoklu ve eşzamanlı sömürü biçimleriyle karakterize olan bir
iktidar ekolojisini açığa çıkaran bu tarihsel anlatı, Marksizmin
klasikleşmiş -sözgelimi feodalizmden kapitalizme geçişi tarif
eden- art arda gelen üretim tarzları analizinden çok daha kar­
maşıktır. Kadınları ve aileleri de, toplumsal cinsiyet eşitsizliği
analizinin çok ötesine uzanan bir şekilde, büyük resmin içine
dahil eder. Birbirine kenetlenmiş bir dizi hiyerarşik yapıdan
oluşan iktisadi sistemlerin karmaşıklığı, hem göreli istikrarlarını
hem de değişim karşısındaki arızi hassasiyetlerini açıklamaya
kesinlikle yardımcı olur. Böylesi bir bütürılüğü basitçe "kapita­
lizm'' diye adlandırmak yanıltıcıdır.
En geniş anlamıyla hem bireysel hakları hem de kolektif
karar alma süreçlerine eşit katılımı garanti eden kurallar bütünü
olarak demokrasi, sömürüye yol açan süreçleri en aza indirmek
üzere tasarlanmış kurumsal bir yapıyı temsil eder. Bu illa demok­
rasinin hiyerarşiden muaf olduğu anlamına gelmez: Liderler­
den vazgeçip oybirliğiyle karar almayı tercih eden gruplar bile,
maksatlarını tanımlayan sınırları belirleyen birtakım üyelik ve
davranış kuralları koyarlar. Demokrasi güdük kalırsa, nadiren
etkili bir şekilde işler. Yine de demokratik idealler, keyfi ve haksız
eşitsizlik biçimleri yaratan hiyerarşik kurumların eleştirel analizi
için önemli bir kıstastır.
Geleneksel neoklasik iktisat, bireyleri rekabetçi piyasaların
içine yerleştirir; klasik Marksist teori, tasarlanmış üretim bi­
çimleri içindeki sınıf mücadelesine odaklanır. Her iki teoriyi
birden eleştirenler toplumsal kurumlara dikkat çekseler de,
çok boyutlu kolektif çatışma biçimlerinin kapsamlı bir analizini
sunmak konusunda yetersiz kalırlar. Siyaset bilimi genellikle
bölüşüm manevrasına, sosyoloji ve antropoloji ise normatif ikti-
Nancy Folbre
dara odaklanır. Bu farklı yaklaşımlar zaman zaman birbirleriyle
kesişir ve örtüşürler. Kolektif iktidarın kurumsal yapılarını, ko­
lektif aidiyetler için doğurdukları iktisadi sonuçlar bakımından
tanımlamaya yönelik kavramsal bir projede, bu yaklaşımların
hepsinden yararlanmak mümkündür.

Aktörler ve Eylemler
Feministlerin "ataerkil"i anlamak istemesinin çok bariz bir
nedeni vardır. Eğer bir yapıyı parçalamak istiyorsanız, nasıl
inşa edildiğini ve neyle bağlantılı olduğunu anlamak işinizi
kolaylaştırır. Kolektif iktidar, kendini yeniden üretme veya di­
rengen birtakım melez formlara dönüşme eğilimindedir, ne var
ki yıkılmaz da değildir. Bir kurumsal sistemi zayıflatan siyasi
yeniden hizalanmalar, çok daha büyük olan yapıyı istikrarsız­
laştırabilir. Bir ortamda başarılı olan kurumsal yapılar, ideolojik
tutarsızlıklar nedeniyle zarar gören yahut teknolojik değişim­
lerle kesintiye uğrayan başka bir ortamda etkisiz kalabilir. Kısa
vadeli kazanımlar bir anda tersine çevrilebilir. Marksizmin
klasik kapitalizm eleştirisinin merkezinde yer alan sistemik krize
yönelik eğilimler, ciddi toplumsal ve çevresel bozulma tehdidi
gibi değişen şartlara uyum sağlayamayan karmaşık sistemler
söz konusu olduğunda, çok daha genel bir hal alabilir.
Toplumsal yapılar ve sistemler kendiliğinden var olmuş de­
ğildir. Öngörülemeyen olaylar ve beklenmedik neticelerle kar­
maşıklaşan bir işbirliği ve rekabet diyalektiği tarafından yaratılır
ve sürdürülürler. Geleneksel neoklasik iktisadın öne sürdüğü
üzere bireyler, piyasadaki mübadele ilişkileri içerisinde genel­
likle kendi çıkarlarinın peşinden koşarlar. Sınıflarsa, Marksist
siyasal iktisadın tespit ettiği gibi, genellikle artığın üzerinde
denetim sağlayabilmek için birbirleriyle mücadele ederler. Ne
var ki bu aktörler ve eylemler, pazarlık gücündeki haksızlık ve
eşitsizliklerin, bir arada var olan sömürü biçimlerine yol açtığı
çok daha karmaşık bir hikayenin bir kısmını anlatır yalnızca.
Ekonomik faaliyetlerin tanımı, piyasada mübadele etmek
üzere yapılan üretimin ötesine geçip temellük (örneğin hırsız-

....1L
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
lık ve savaş), yeniden üretim (beşeri kabiliyetlerin üretimi ve
devamlılığının sağlanması) ve çok daha kapsamlı bir süreç olan
toplumsal yeniden üretimi (toplumsal grupların kurulması ve
idame ettirilmesini) içerecek şekilde genişletildiğinde, bu hikaye
çok daha ikna edici bir hal alır. Tüm bu faaliyetler, kolektifiktidar
yapıları tarafından dayatılan eşgüdüm biçimlerini gerektirir. Bu
eşgüdümün maliyeti yüksektir, zira güçlü konumda olanlar için,
yapılacak işbirliğinden elde edilecek kazanımlardan adil olmayan
bir pay talep etme fırsatı yaratır. Bunun önüne geçebilecek tek
şey etkili bir demokrasidir, ne var ki ekonomik eşitsizlik bunu
başarmayı imkansız kılmasa da zorlaştırır.
Ekonomik eşitsizlik salt piyasa geliriyle tanımlanamaz; fi­
nansal, beşeri, doğal ve sosyal sermayeye erişim konusundaki
farklılıklar üzerinden çok daha geniş bir şekilde tanımlanmalıdır.
Birçoğumuz belirli çıkar gruplarına katılıp katılmamayı tercih
edebiliyorken, toplumsal cinsiyet, yaş, cinsellik, ırk/ etnik köken,
sınıfve yurttaşlık gibi niteliklere dayanan toplumsal olarak tayin
edilmiş grupları seçme yetimiz, doğarken üzerimize damgalan­
mış farklı yaftalarla sınırlıdır. Tek kabahatli bu yaftalar değilse
de, çoğu zaman kimileri için ekonomik avantaj kimileri içinse
dezavantaj yaratacak şekilde işlev görürler. Hangi grupların
yanında saftutacağımıza kendimiz karar verebiliriz, ne var ki fa­
illiğimiz engellenmiş ve tercihlerimiz, diğer insanların eşzamanlı
kararlarıyla ilgili malumatımız eksik olduğu için sınırlanmıştır.
Bazılarımız grup temelli avantajların muhtelifbiçimlerinden
yararlanırken bazılarımız pek çok dezavantaja maruz kalır;
çoğumuz ise kimi yönlerden avantajlı, kimi yönlerden dezavan­
tajlı, karmaşık veya çetrefıl konumlarda bulur kendini. Roxane
Gay'in dediği gibi, "Bir iki alanda ayrıcalıklı olmanız, tamamen
ayrıcalıklı olduğunuz anlamına gelmez . . . Ayrıcalıklarımı ka­
bullenmem, geçmişte ve şimdi nasıl marjinalleştirildiğimin,
neler çektiğimin inkarı değildir:•s Bu türden bir karmaşıklık,

8. Roxane Gay, Bad Feminist, New York: Harper Perennial, 20 14, 1 7 [Kötü Femi­
nist, Çev. Selim Yeniçeri, Martı Yay., 1 . Basım, 20 19, s. 42 (orijinal çeviri üzerin­
de değişiklik yapılmıştır) ] .
Nancy Folbre
iktisadi adalet ilkeleri üzerinde mutabakata varmayı, hele hele
bu ilkeleri uygulamak konusundaki eşgüdümlü çabaları hayata
geçirmeyi zorlaştırmaktadır. Gelecek korkusu, çoğu zaman
geçmişe yapışıp kalmamıza sebep olur. Olası koalisyonların
neticelerini tahmin etmenin güçlüğü, teorik anlatıların ve kül­
türel ideolojilerin kararlarımız üzerinde muazzam bir etkiye
sahip olmasına yol açar.
Neoklasik iktisat teorisi, bireylerin kendi kişisel çıkarla­
rının peşinden koşmasının işbirliği taahhütlerini baltaladığı
durumları, yani bedavacılık (free-riding] sorununu ön plana
çıkarırken, eşgüdümle alakalı bu tür sorunların üstesinden
gelme yöntemlerini genellikle hafife alır. Klasik Marksist teori
ise sınıf dayanışmasını vurgular, fakat çoğu zaman aynı dere­
cede önemli olan başka dayanışma biçimlerine hiç değinmez.
Her iki teori de toplumsal bölünmeleri şekillendiren işbirliği ve
çatışma diyalektiğinin tam bir izahını sunmaz. Gerek bireyler
gerek gruplar, işbirliği ve mübadeleden daha büyük kazanımlar
elde edebilmek için birtakım manevralar yaparlar. Bedavacılığın
önünü almak için tasarlanan kurumsal yapılar, çoğu zaman aynı
derecede ciddi bir başka sorunu alevlendirir: Güçlü pozisyon­
larda olanların diğerlerinin sırtına binmesi yahut piyasanın
kaymağını sıyırması [ top-riding]. Güçlü gruplar çoğu zaman
zayıf grupları sömürmenin ve kendi kazançlarını, avantajlarını
sürdürecek şekilde kurumsallaştırmanın yollarını bulurlar.
Kuralların ve mükafatların genellikle verili kabul edildiği me­
taforik oyunların oyuncularıyız hepimiz. Bilhassa kazananların
değişime direnç gösterme olasılığı yüksektir. Bununla birlikte,
toplam kazancın miktarını ve sürdürülebilirliğini, dolayısıyla da
kendi kazançlarının değerini artırmak tüm oyuncuların çıkarı­
nadır. Siyasal ik!isadın iki önemli aracı olan pazarlık modelleri
ve oyun teorisi, eşitlikçi işbirliği biçimlerinin neden uzun vade­
de herkesin çıkarına olduğunu açıklamaya yardımcı olacaktır.
Gerçek hayatta hoşumuza giden oyunların çoğu, adil oyun
kurallarını şart koşar ve makul nedenlerden ötürü hakemleri
devreye sokar.
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Bazı feminist teorisyenler iktisadi akıl yürütmenin biçimsel
yöntemlerinden şüphe duyarlar. Akıllara hemen Audre Lorde'un
ünlü uyarısı geliyor: "Efendinin evi, efendinin aletleriyle yıkıl­
maz:'9 Ne var ki iki taraflı işleyen aletler de vardır. Sözgelimi bir
dövüş sanatı olan aikido, savunmadaki kişiye, saldırının enerji­
sini tersine çevirmeyi öğretir. Yahut ortaçağ savaş teknikleriyle
ilgili en etkileyici başarı hikayeleri, saldırganların nasıl kendi
kurdukları tuzağa düşürüldüklerini anlatanlardır.

"İktisadi"nin Alanını Genişletmek


Kesişimsel siyasal iktisat, beşeri kabiliyetlerin ve insanları
bazı ortak kimlikler ve çıkarlar temelinde gruplara bağlayan
toplumsal kurumların yaratılması da dahil olmak üzere, hem
yeniden üretimi hem de toplumsal yeniden üretimi kapsayacak
şekilde "iktisadi"nin alanını yeniden tanımlar. Kitabın ilk beş
bölümü, kolektif iktidar yapılarının birbiriyle iç içe geçmiş
hiyerarşiler yarattığı, böylelikle bireysel ve kolektif kararların
kapsamını belirleyen ve gayretleri eşgüdümlü kılabilmek için
büyük oranda normatif ideolojilere dayanan koalisyonlar or­
taya çıkardığı stratejik bir manzarayı kavramsallaştırmaktadır.
Birbiriyle iç içe geçmiş kolektif iktidar yapıları, ayrıcalık port­
föylerini güçlendirmeye çalışan ve yapısal dezavantajlarından
kurtulmayı uman gruplar arasında çok katmanlı bir kolektif
pazarlık sürecine zemin hazırlar.
Bu teorik yeniden inşa, ataerkil pazarlık süreçlerini insanlık
tarihinin önüne ve merkezine getirirken, aynı zamanda bunların
karmaşık hiyerarşik sistemlerin derinlerinde gömülü olduğu
gerçeğini de kabul eder. Ataerkil kurumlar, muhtelif tarihsel ve
kültürel bağlamlarda kademeli ve fakat temelden bir dönüşüm
geçirdiğinden, değişim için belirli bir reçete de ortaya koymuş
olurlar. Burada yapmak istediğimiz şey, kesişimsel dinamiklerin
daha kapsamlı bir izahını ortaya koymaktır.

9. Audre Lorde, "The Master's Tools Will Never Dismantle the Master's House':
Sister Outsider: Essays and Speeches, 1 1O- 14, Berkeley, CA: Crossing Press, 1 984,
collectiveliberation.org.
Nancy Folbre
Ne var ki bu tek seferde yutulamayacak kadar büyük bir lokma­
dır. Onun yerirıe son beş bölümde, siyasal iktisadın, sömürünün
kökenleri, kapitalist kurumların yaygınlaşması, refah devletleri­
nin gelişimi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğirıirı sürekliliği ve ilerici
koalisyonlar irışa etme umutları gibi bazı merkezi anlatılarının
nasıl değiştiğirıe dair tadımlık bir analiz ortaya konulmaktadır.
Bu bölümler, bireysel ve kolektif kararları sınırlayan kolektif
iktidar yapıları tarafından dolayımlanan demografik ve iktisadi
dinamikler analizini tamamlamaktadır. Nedensellik iki yön­
lü işler: kişisel ve toplumsal tercihler, kolektif iktidar yapıları
üzerinde kümülatif bir etki yaratır. Bu karşılıklı süreçler genel
hatlarıyla, toplumsal yeniden üretim başlığı altına uygun düşse
de, üniter bir sistem olarak kapitalizmin toplumsal yeniden
üretimine indirgenemez yahut da salt kültürel atalet veya tekno­
lojik değişimlerin bir sonucu olarak izah edilemez. Bu süreçler,
kolektif işbirliği ve çatışmanın daha karmaşık ritimlerini yansıtır.

Tarih, Kadının Hikayesi, Bizim Hikayemiz*


Kapitalist gelişim, beşeri çabanın nüfus artışından ziyade kişi
başına düşen gelir ve tüketimdeki artışa yoğunlaşmasını teşvik
etti ki bunun kadınlar açısından pek çok olumlu neticesi oldu.
Ne var ki tüm bu gelişmeler kısmen de olsa, nispeten az pazarlık
gücüne sahip grupların sömürülmesi sayesinde yaşandı. Küresel
Kuzey, kısmen Güney'in zararına zenginleşti ve gayri safi yurtiçi
hasıladaki büyüme, doğal varlıkların değersizleşmesi, küresel
iklimin istikrarsızlaşması, dahası toplumsal ve siyasi işlevlerin
bozulması gibi risklerle mücadele etmek için elinde hiçbir aracı
kalmamış olan gelecek nesiller pahasına elde edildi. Bu aryaya
eşlik edenler bile, operanın nasıl sona ereceğini bilmiyor.

• Özgün hali "History, Herstory, Us-Story" olan başlıkta, tam olarak Türkçeleş­

tirilemeyecek bir kelime oyunu yapılmaktadır. 1970'lerin ikinci dalga feminist


hareketi, "his+story" (erkeğin hikayesi) olarak adlandırdığı ve ataerkil bakış açı­
sıyla yazıldığını iddia ettiği genel tarih ("history") kavramının karşısına bir nevi
analojiyle "her+story" (kadının hikayesi) kavramını çıkarmış ve tarih yazımının
kadınların kişisel hikayesini yahut kadın bakış açısını-hesaba katmak zorunda
olduğunu öne sürmüştür. (ç.n.)
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Kökenler
Eşitsizlikler çoğunlukla, küçük örüntülerin daha büyük öl­
çekte tekrarlandığı, parçalı bir yapı arz eder. Büyük boyuttaki
eşitsizlikleri anlayabilmek için, önce aile içindeki ufak eşit­
sizlikleri kavramak gerekir. Erkekler ile kadınlar arasındaki
toplumsal cinsiyete dayalı güç ayrımı, şayet tamamen biyolojik
farklılıklar tarafından belirlenmiş olsaydı, bunun neden bu
kadar çok toplumsal kurum tarafından -çoğunlukla şiddet
yoluyla- dayatıldığını açıklamak epey zor olurdu. Bu kurumsal
tarih, tarihin kendisinin (yani kadının veya bizim değil, erkeğin
tarihinin) icat edilmesinden çok önce başlar ve böylelikle hay­
vanlar ve toprak üzerinde özel mülkiyetin olmadığı, toplumların
büyük oranda eşitlikçi olduğu yönündeki Marksist varsayıma
da meydan okumuş olur. Bununla birlikte, Marksist tarihsel
materyalizmin çok daha temel bir ilkesi yerli yerinde durur.
Sömürüye dayalı kurumlar, grupların bir artığı -elde edilen
fayda grup içerisinde eşit bölüşülmese bile, kolektif çıkarlara
hizmet edecek şekilde- ele geçirmesine veya üretmesine yar­
dımcı olabilir. Bu tür kurumlar bir kez tesis edildikten sonra,
herkes için maliyetli hale geldikleri durumda bile, değişime
karşı direnmeyi sürdürürler.
Ataerkil kurumlar, sınıf ve ırk temelli özel mülkiyet ve statü
kurumlarının toplumsal yeniden üretimini sağlamaya yardımcı
olmak suretiyle, bu kurumların gelişimi için tamamlayıcı nite­
likte olduklarını çoktan kanıtladılar. Savaşta ganimet olarak el
konulan kadınların köleleştirilmesi, daha sonra bütün ailelerin
birer çiftlik hayvanı gibi alınıp satılmak üzere köleleştirilmesi­
nin habercisiydi. Kabileler, soylar ve hanedanlar büyük ölçekli
aileler olarak düşünülüyordu ve aralarındaki ayrımlar, geleceğin
ırk temelli ideolojileri için bir şablon vazifesi gördü. Babanın
otoritesi, kralın otoritesi için bir metafor ve modele dönüştü.
Hiyerarşik kurumlar, çoğu zaman askeri başarı şartına bağlı
önemli birtakım faydalar sağladılar ki bunlara tarımsal artığın
ve -daha fazla değilse de en az onun kadar önemli olan- nüfusun
birikimi de dahildi.
Nancy Folbre
Kapitalist Gelişim
Borç finansmanından ücretli istihdama kapitalist kurumlar,
yeniliği ödüllendirmenin yanında yeni sömürü biçimlerini de
teşvik eden ataerkil, ırkçı, milliyetçi ve çoğunlukla feodal bir mat­
risin içinde yavaş ve eşitsiz bir şekilde ortaya çıktı. Bu kurumlar
halihazırda var olan eşitsizlikler ve grup ittifakları üzerine inşa
edildi (ve belki de bunlarsız var olmaları mümkün değildi) . Süreç
içerisinde önemli rol oynayan kurumsal biçimlerden biri de, sınıf­
sal güç farklılıklarının ırksal/ etnik güç farklılıklarıyla örtüştüğü
durumlarda ortaya çıkan, zorunlu emeğin kar odaklı hali olarak
tanımlanabilecek köle emeğine dayalı plantasyon tarımıydı. Sö­
mürgeleştirmenin birçok biçimi buna benzer bir hattı takip etti.
Kapitalist gelişimin erken döneminin en dinamik yaşandığı
yer, işçilerin salt zordan ziyade yenilikler yoluyla kar maksi­
mizasyonu konusunda işverenler üzerinde baskı yaratabilecek
yeterli pazarlık gücüne sahip oldukları ülkelerdi. Gerçekten de
güçlü gruplar, istedikleri gibi haraç toplayabildikleri veya değerli
doğal varlıklara el koyabildikleri yerlerde, servetlerini, yaşam
standartlarını artırabilecek yeniliklere yatırmak konusunda na­
diren risk aldılar. Zira bunun yerine, İngiltere'nin Hindistan'da
kurduğu Doğu Hindistan Şirketi tarafından mükemmelleştirilen
bir strateji olan, yerel seçkinleri kendi saflarına çekmeye de
yatırım yapabilirlerdi.
Ücretli istihdamın ortaya çıkışı muhtelif biçimler aldı. İşçilerin
fabrikalara son çare olarak mı girdikleri, yoksa hevesle ücretli
bir iş bulmaya mı çalıştıkları, cinsiyetlerine ve yaşlarına olduğu
kadar yerel ekonomik koşullara da bağlıydı. Bazı durumlarda
fabrika üretiminin başlangıçtaki genişlemesinin çelişkili birta­
kım etkileri oldu, zira genç nesli işgücü piyasasına yeni bir tür
bağımlılığa mecbur etse de, toprak ve geçim için ebeveynlerine
daha az muhtaç hale getirdi. Genel itibariyle kadınları kazancın
en düşük olduğu i"şlerle sınırlandıran ücretli istihdam, açıkça cin­
siyetlendirilmiş bir hal aldı. Kapitalistler erkeklerin sahip olduğu
avantajı koruyabilmek uğruna, aralarında kendi çalışanlarının
da yer aldığı diğer erkeklerle omuz omuza verdiler.

...lL..
Ataerkil Sistemlerin Yükselişi ve Düşüşü
Kapitalist gelişim, bir yandan da iktisadi başarıya giden yolları
dönüştürdü. Hane eksenli üretimin azaldığı ve ailelerin küçül­
meye başladığı yerlerde, erkeklerin kadınları evde tutması onlar
için giderek daha maliyetli hale geldi. Piyasa gelirine erişimin
yanı sıra doğurganlığın azalması, ailenin yaşam standartlarını
iyileştirerek kadınların ataerkil kural ve normları yeniden mü­
zakere etme kudretini artırmış oldu. Erken feminist hareketin
kurumsal kazanımları ideolojik yayılma etkisine sahipti ve
iktisadi değişimin nispeten az olduğu yerlerde bile ataerkil yasa
ve normların zayıflamasına yol açtı. İngiltere gibi emperyalist
güçler, sahip oldukları sömürgelerde çocuk yaşta evliliklere veya
dul kadınlara kötü muamele edilmesine karşı yasaları yürürlüğe
soktukları için kendileriyle epeyce gururlandılar.
Kadınların potansiyel olarak güçlenmesine her yerde, sahip
oldukları kolektif kimliklerin, bilhassa ırk/ etnik köken, sınıf
ve yurttaşlık olmak üzere, başka birçok boyutu aracılık etti.
Kapitalist gelişim ve artan coğrafi hareketlilik, ailevi taahhütleri
zayıflattı. Ücretli istihdam ev dışında ekonomik fırsatlar sunar­
ken aile üyelerinin doğrudan bakımı veya geçimi için herhangi
bir tazminat sunmuyordu. Genç kuşak zaman zaman aileden
ayrılıp kendi yoluna gitmeyi tercih ediyordu.
Burada da yine ortaya çıkan sonuçlar çelişkiliydi. Bir yan­
dan çocukların artan maliyeti, ailenin büyüklüğünü sınırlama
yönündeki çabaları teşvik ederek çocuk doğurmanın ve yetiştir­
menin muazzam taleplerini azaltıyordu. Diğer yandan giderek
büyüyen yaşlı nüfus da dahil muhtaç kişilerin bakımında birincil
sorumluluk hala kadına aitti. Avrupa, Amerika Birleşik Devlet­
leri (ABD) ve Latin Amerikanın büyük bir kısmında boşanma
ve evlenmeden çocuk sahibi olma oranlarındaki artışla birlikte,
babaların çocuklarının finansal sorumluluğunu üstlenme oranı
azaldı ve anneliğin yoksulluğa yol açma ihtimali arttı. Kapitalist
bireyciliğin ethos'u -aile teşvikleri ve cemaat içi yardımlaşma­
nın giderek azalmasıyla birlikte- birçok bakıma muhtaç kişiyi
ihmale açık hale getirdi:
Nancy Folbre
Refah Devletleri
20. yüzyılın büyük bir kısmında, varlıklı kapitalist ülkelerdeki
aile bağlarının giderek zayıflaması, eğitim, sağlık, emeklilik ve
sosyal güvenlik ağları gibi bakım hizmetlerinin devlet tarafın­
dan sağlanmasına yönelik ekonomik baskıyı artırdı. Dahası
u zmanlaşma, ölçek ekonomileri ve risk havuzu gibi yöntemler
nedeniyle devlet tedarikinin çok daha verimli olduğu ortaya
çıktı. "Sosyal ücret"in artırılması için yapılan pazarlıklarda işçi
sınıfı örgütleri kilit bir rol üstlense de sağlıklı, iyi eğitimli ve iyi
bakılmış bir işgücünün geliştirilmesi ekonomik açıdan işverenin
de çıkarınaydı; dahası ordu da güçlü kuvvetli askerlere ihtiyaç
d uyuyordu.
Refah devleti politikalarının çoğu, geleneksel "eve ekmek
getiren baba/evi çekip çeviren ev hanımı anne" modeli aileleri
sübvanse etmek suretiyle, emekli maaşlarını ve diğer sosyal yar­
dımları erkekler üzerinden sundu. ABD gibi ırk ve etnik köken
üzerinden bölünmüş ülkelerde beyazlar, beyaz oldukları için
"hak ettikleri" kar ve ücretleri talep ederek beyaz olmayanlara
yapılacak yardımları sınırlandırmak konusunda birbirleriyle
uyum içinde hareket ettiler. Sınıfsal eşitsizlikler çoğu zaman
hem vergilerin hem de yardımların yapısını etkiledi. İskandi­
nav ülkelerinde ırksal ve sınıfsal eşitsizliklerin görece düşük
seviyelerde olması, daha cömert ve evrensel sosyal yardımlar
i çin başarıyla mücadele veren örgütlü kadın gruplarının ortaya
çıkışını kolaylaştırdı.
21. yüzyıla gelinirken küreselleşme, yeniden üretim ile üre­
tim arasındaki kopukluğu daha da artırdı. Büyük işverenler
sosyal harcamaları desteklemek konusunda daha az istekli hale
geldiler ve üretimin kimi aşamalarını ülke dışına taşımak ve
taşerondan hizmet satın almak gibi yöntemlerle vergileri ve
ücretleri düşürmeyi başardılar. Hem sermaye hareketliliği hem
de artan otomasyon, işverenleri herhangi bir ulusal işgücüne
daha az bağımlı kıldı. Dahası insansız hava araçları ve siber
savaş gibi yeni askeri teknolojilerin yaygınlaşması sayesinde
uluslar, insanlardan oluşan ordulara daha az muhtaç hale gel-
Another random document with
no related content on Scribd:
There was a ringing in his brain at some unused door, but he did
not answer. He was driven again. Harrowing the idea of waiting a
single day ... in these modern hours when world-events are so swiftly
forgotten.
Everything was settled. Morning was taken from place to place in
a cab. Noyes not only was conscientious about seeing to every detail
for Friend Fallows—but he made it very clear that he was not
accustomed to spend his evenings down-town. From time to time, he
dropped hints of what he would be doing at home at this hour. Down-
town nights were all put away for him, he declared.
The balance of the manuscript was locked in the safe at the
Western States to be set up to-morrow, and proofs sent out. The
second and possibly third installments of the story would go to the
World-News by telegraph, the rest follow by mail.
“To-morrow morning, out in the mountains, you’ll have the
satisfaction of knowing that New York is reading Field’s story which
we ran to-day. Is that stuff the Doctor gave us, right, Morning?”
“Huh?”
“Did you dream about that sorrel mare—entrails out—walking like
a man—white death in her eyes?” Noyes pursued.
“God, I wonder if I did? Did I dream that I did the big story twice?
——”
He was in pain; there was lameness in his mind at being driven
again. He wished Noyes would go home.... Messengers were back
and forth to the Sickles trying to get Nevin. Transportation to New
York was the newspaper’s affair; when it was handed him,
something went from Morning that he could not get again. There was
much to drink. Noyes had put all this from him so long that he found
the novelty humorous—and yet, what a bore it was after all! Field
was a steaming geyser of enthusiasms. Both talked. Others talked.
Morning was sick with words. He had not had words drummed into
his brain in so long. He half-realized that his impatience for all these
things was disgust at himself, but all his past years, and their one-
pointed aim held him now. This was his great chance.... He wanted
Nevin.
These city men gave him everything, and disappointed him. Had
he been forced to battle with them for markets; had he been forced
to accept the simple column rate, he could not have seen them as
now. Because they had become his servants, he touched their
weakness. And what giants he had known—Fallows and Nevin—and
Endicott, the little Englishman at Tongu.... You must answer a man’s
need when that need is desperate—to make a heart-hold. A man
makes his friends before his world capitulates.
He was waiting in the bar of the Polander.... Nevin had not been
found. Morning was clothed, expensed; his order upon New York for
the price of the story would not be touched until he reached there.
He had won already; he had the world by the tail.... Nevin did not
come. There was no bite in the drink for Morning. He was in pain;
others made a night of it. He struggled in the pits of self, that
sleepless, never-forgetting self. There was a calling, a calling deep
within, but the outer noise spoiled the meaning. Men drank with
single aim; they drank like Russian officers—to get drunk. They were
drunk; all was rich and free. Noyes knew many whom he saw every
day, and many whom he had seen long ago. He called them forward
to meet Morning, who had brought in the story.... Morning who knew
Duke Fallows—Morning who had the big story of the year, beginning
to-morrow.... And always when they passed, Noyes remarked that
the down-town stuff was silly as the devil. White and clerical, his
oaths were effective. He drank hard and well as men go. Field drank
well—his impulses becoming more gusty, but not evil.... Once
Morning would have called this a night of triumph. Every one looked
at him—talked respectfully—whispered, pointed.... Twenty minutes
left—the crowd grew denser in the Polander bar. There was a voice
in the arch to the hotel. Ferry entered in the midst of men. He was
talking high, his eyes dancing madly.
“Why, the son of ... threw me—that’s all. He’s done with the
Sickles.... Who? Why, Nevin, the squint-eyed son of a.... He threw
me.... I thought this Morning was some drunken remittance man
wanting passage. Reever Kennard said he was a thief.... Nevin
might have come to me.... Why, Morning didn’t even pay his
commutation for rations——”
“I would have mailed it to you, Ferry—except for this meeting,”
said Morning, his voice raised a little to carry.
An important moment to him, and one of the strangest of his life.
This was the man whom he had dreamed of murdering, the man who
had made him suffer as only the gods should make men suffer. And
yet Ferry was like an unpleasant child; and Morning, troubled by
greater things, had no hate now, no time nor inclination to hate. The
face that had seemed dark and pitiless on the deck in Nagasaki
harbor—was only weak and undone—an unpleasant child crying,
refusing to be quieted—an annoyance to the house. Such was the
devil of the Sickles, the man who had stood between him and
America, the man who had tried to make him miss beating the Coptic
mails.... They faced each other, the quartermaster, wincing and
shrunken.
“I had to get across, Ferry. I was too sick to make you see.
Kennard always says that. He seems to know that best—but it isn’t
true.... I was bad to look at. You see, I had come a long way. I was
off my head and eyes——”
“I didn’t know,” Ferry blurted, “and now Nevin has thrown me. I
wasn’t supposed to take civilians——”
“I know it—only I had to get across.... I don’t know what I’d have
done but for Nevin. He was mother and father on the voyage. I can
give you the commutation now——”
“You were a stowaway——”
“That’s what made it delicate to pay for the passage——”
Ferry was broken-nerved. He suggested buying a drink, as a
child who has learned a fancied trick of men.
And Morning drank. Noyes glanced at Field, who had suddenly
become pale and anxious with a story-idea. He was at work—drink-
clouds shoved back and all the exterior enthusiasm—fresh as after a
night’s rest. He was on a new story.
Ferry went away and Morning looked at the clock. Only five
minutes of his life had been used in this important transaction. Nevin
had not come—Nevin who had lost his berth, thrown over his own
work for him.... There would be no more Nevin on the Sickles. Would
he come East?
“Oh, I say, Field—drop the Ferry end of the story,” Morning said.
“Sure,” said Field glibly.
“Nothing to it,” said Noyes.
Morning was too tired to go further, though he felt their lie.
“But, Nevin,” he said to Noyes.
“I’ll have him found to-morrow. That’s the big local thing to-
morrow.”
“Tell him——”
When Morning stopped telling Noyes and Field what to tell Nevin
for him, it was time to go for the ferry. The Polander slipped out of
Morning’s mind like a dream—smoke, voices, glasses, indecent
praise. Noyes reached across the bar for a package. That last
seemed quite as important as anything.
They left him at the ferry—these men of the Western States—
servants of his action and his friends.... And somewhere in the city
was little Nevin, who had done his work and who had not come for
his pay; somewhere in the city, but apart from voices and adulation—
the man who had forgotten himself in telling the story of how the
news was brought in.... It was all desperately unfinished. It hurt him
every moment.
In the Pullman berth he opened the package Noyes had given
him; the porter brought a glass. Afterward, he lay in the darkness. It
was very still when he had become accustomed to the wheels. The
going always had soothed him. In the still train and the peace of the
road, he heard at last that ringing again at the new door of his life,
and opened to Betty Berry, who had promised to come.
BOOK II.
THE HILL-CABIN
1
Morning sat in the yielding leather of the Boabdil library, quite as
if he had passed his youth in the midst of people who talk of
doing things. Liaoyang had been written, even the abandoned
impediments of retreat covered. It had all come to pass quite
according to the early ideas of Noyes and Field. John Morning was
Liaoyang in America. His book Liaoyang, magazine and newspaper
articles gathered together, was established as important authority in
encyclopædic and other reference books. The most captious must
grant that living man can do no more than this.
Morning had dined with the president. One after another he had
made every magazine of note, and much money. He had done his
own story of the journey, which proved more of a comment maker
than the battle description; and his article on the deck passages of
the Chinese coolies will always be an incentive to foreign missions.
New York had waited upon him, had exploited him, given him
bewildering payments, and called him everything, even Hugoesque
and Tolstoianic. It was very hard for Morning to retain the conviction
that there wasn’t ten pages of all this copy that ranked in sheer value
with the ten pages of Fallows’ Ploughman. He didn’t for awhile.
Liaoyang was on in full magazine blast in America, while Mukden
and Sha River were being fought across the world. At this time
Morning spent an hour a day, as war-expert for a particularly
incessant daily newspaper of New York. So all people knew what the
campaign was about, and what certain generals might do, from past
grooves of their wearing in history. Also German gentlemen of
military pasts wrote letters disputing the prophecies. Morning had
certainly arrived.
The condition or place of arrival was slippery. The peace of
Portsmouth had been protocoled.... Liaoyang, deep in the valley of
desuetude, was without even the interest of perspective. The name,
Liaoyang, made the mind of the world lame.... Even in the heat of
arrival, the thing had puzzled him. Money ceased to gladden him
after a few mails; did not spare him from the nearest irritation. Plainly
he was quite the same John Morning after appearing in the great
magazines as before; and the people whom he had interested were
mainly of the same sort that had come forward in the Polander bar.
He had been a sick man since the Hun Crossing. When the big
New York task was finished, and it was done with something of the
same drive of will that characterized the second writing of the main
story on board the Sickles, he was again ready to break, body and
brain. Running down entirely, he had reached that condition which
has an aversion to any task. His productive motors had long lain in
the dark, covered from the dust. This was the time he clubbed about.
The Boabdil was a favorite, but even here, men drew up their chairs
from time to time, day and night, dispatching the waiter for drink and
saying:
“Those Japs are pretty good fighters, aren’t they?” or, “What do
you consider will become of China in the event of——” or, very
cheerily, “Well, Mr. Morning, are you waiting for another war?”
He slept ill; drank a very great deal; the wound in his side had not
healed and he had made no great friends. He thought of these four
things on this particular mid-day in the Boabdil library.... Nearby was
old Conrad with the morning papers, summoning the strength to
dine. It was usually late in the afternoon, before he arose to the
occasion, but with each stimulant, he informed the nearest fellow-
member that he was going to eat something presently. The old man
stopped reading to think about it. After much conning, he decided
that he had better have just one more touch of this with a dash of
that—which he took slowly, listening for comment from within.... After
dinner he would smoke himself to sleep and begin preparing for the
following morning’s chops. “Eat twice a day, sir—no more—not for
years.”
Conrad in his life had done one great thing. In war-time, before
the high duty was put on, he had accumulated a vast cellar full of
whiskey. That had meant his hour. Riches, a half century of rich
dinners, clean collars and deep leather chairs—all from that whiskey
sale.... “Picturesque,” they said of Conrad at the Boabdil. “What
would the club do without him?”...
Morning watching him now, remembered an old man who used to
sit at a certain table in a Sixth avenue bar. The high price of whiskey
had reversed conditions in this case, and a changed collar meant
funeral or festivity. Forty years ago this old man had bred a colt that
became a champion. That was his hour, his answer for living. After
all, Morning concluded, having seen Conrad fall asleep one night,
the old horseman was less indecent.
Finally Morning thought of the little Englishman at Tongu and the
blanket; then of Fallows and Nevin—Fallows saying, “Come on
upstairs,” that day of their first meeting at the Imperial, and Nevin
saying, “Well, you gave me a night——” .... Morning began to laugh.
“Picturesque, what-would-we-do-without Conrad”—sitting five days
and nights on the deck passage from the mouth of the Pei-ho to the
lowest port of Japan....
He hadn’t thought much of Nevin and Fallows and the Tongu
Endicott in the months that followed his arrival from San Francisco,
when the work went with a rush. And Betty Berry—there were times
when he was half sure she—name, Armory and all—formed but an
added dream that Nevin had injected hypodermically the night
before.
Morning could think about all these now. The editors had begun
to tell what they wanted. He had sent in stuff which did not meet their
needs. He was linked to war in their minds. Moreover, plentiful
money had brought to the surface again his unfinished passion to
gamble, as his present distaste for work had increased the
consumption of alcohol.... It was Reverses that reminded him of
Fallows and Nevin and the Tongu blanket and the angel he had
entertained in the Armory room.
Editors didn’t care for his fiction. “A good war story is all right any
time,” they said, but apparently his were not, for five or six trials
didn’t take. He had a tendency to remember Fallows when he wrote
fiction. The story of the Ploughman came curiously back to mind,
when he was turned loose from straight narrative, and he was
“balled” between planes.... He thought of a play....
Varce now came into the library and drew up a chair. Varce had
one of his stories; Varce edited a magazine that sold several million
every two weeks. Long ago, with great effort, and by paying
prodigiously, Varce had secured from Morning one of the final tiles of
the great Liaoyang mosaic.... Varce was tall, a girl’s dream of poet-
knight—black, wavy hair, straight excellent features, a figure lean
enough for modern clothes.
“Morning,” he said, “do you know the fighting game?”
“You mean pugilistically?”
“Yes.”
“I used to do fights.”
Varce went on presently:
“A great series of articles is to be written on the boyhood and
general atmosphere of the men who have made great ring history—
big stuff, you know—well written—from a man who can see the
natural phenomena of these bruisers—how they are bred and all
that. Now three things go into the fighter—punch, endurance, but,
most of all, instinct—the stuff that doesn’t let him ‘lay down’ when the
going is rough, and doesn’t keep him from putting the wallop on a
groggy opponent. Many a good fighter has missed championship
because he was too tender-hearted to knock-out a helpless——”
“Do you like that story of mine you have, Varce?” Morning asked
yawning.
“Oh, it’s a good enough story—a bit socialistic—what are you
trying to get at?”
“No need of me furnishing diagrams, if the manuscript leaves you
that way,” Morning said. “You were just saying about the last touch to
a beating—yes, I’ve heard about those three things——”
“Do you want the series?”
“No, I’m doing a play.”
... After Varce had gone, Morning thought it all out again. Varce
was living a particularly unmitigated lie. Five years ago he had done
some decent verse. He had a touch of the real poetic vision, and he
had turned it to trade. He was using it now to catch the crowd. An
especially sensational prostitution, this—one that would make the
devil scratch his head.... And Varce could do without him. Liaoyang
had not made the name of John Morning imperative. Moreover, he
himself was living rotten. He wished he had told Varce what he
thought of him and his multi-millionaire subscription.... He hadn’t; he
had merely spoken of his play. The bridges were not burned behind
him. He might be very glad to do a series of “pug” stories for Varce.
There were good stories in these fighters—but the good stories, as
he saw them, were not what Varce saw in the assignment.
It summed up that he was just beginning over again; that he must
beat the game all over again in a different and larger dimension—or
else quit.... He ordered a drink.... He could always see himself. That
was a Morning faculty, the literary third eye. He saw himself doing a
series of the fighters—saw it even to the red of the magazine covers,
and the stuff of the announcements.... John Morning, the man who
did fifty-mile fronts at Liaoyang, putting all his unparalleled battle
color in the action of a 24-foot ring. Then the challenge to the reader:
“Can you stand a descriptive force of this calibre? If you can, read
the story of the great battle between Ambi Viles and Two-pill Terry in
next issue.”... He would have to tell seriously before the battle
description, however, how Ambi was a perfect gentleman and the
sole support of his mother, an almost human English gentlewoman.
It is well to be orthodox.
Somebody spoke of whiskey in the far end of the library, insisting
on a certain whiskey, and old Conrad cocked up his ears out of a
meaty dream.... Morning closed his eyes. He felt the warmth of a
ship beneath, the drive of the cold rain on deck and the heaving of
the sea. There was something almost sterile-clean about that deck-
passage, compared to this.... Then he remembered again the men
he had known, and the woman who came to the Armory room—and
the long breath his soul took, with her coming.... Finally he saw
himself years hence, as if he had quit the fight now and taken New
York and Varce as they meant to use him.... He was sunk in leather,
blown up like an inner tube and showing red, stalled in some club
library, and forcing the world to remember Liaoyang, bringing down
the encyclopædia to show his name, when extra drunk.... No, he
would be hanging precariously to some porter job on Sixth avenue,
trying to make the worn and tattered edges of his world believe how
he had once carried the news from Liaoyang to Koupangtse....
A saddle-horse racked by on the asphalt, and turned into the
park. Morning arose. There was stabbing and scalding from the
unhealed wound in his side. The pain reminded him of the giants he
had once known and of the woman who came to the Armory room. It
had always been so; always something about him unsound,
something that would not heal. He had accepted eagerly, but ever
his giving had been paltry. And he had to be pulled down, out of the
shine of fortune, before he remembered how great other men had
been to him.

2
That night he dreamed that he had passed through death.... He
was standing upon a cliff, between the Roaming Country and a
valley of living earth. He did not want the spirit region; in his dream
he turned his back upon it. He did not want the stars. Illusion or not,
he wanted the earth. He looked down upon it through the summer
night, down through the tree-tops into a valley that lay in the soft
warm dusk. He watched with the passion and longing of a newly-
dead mother, who hears her child crying for her, and senses the
desolation of her mate.... The breath of earth came up to him
through the exhaling leaves—leaves that whispered in the mist. He
could have kissed the soil below for sheer love of it. He wanted the
cool, damp earth in his hands, and the thick leaf-mould under his
feet, and the calm wide listening of the trees.... Stars were near
enough, but earth was not. He wanted to be down, down in the drip
of the night. He would wait in ardor for the rain of the valley....
Looking down through the tree-tops, he sensed the earth passion,
the lovely sadness of it—and desired it, even if he must die again....
There was an ache in the desire—like the ache of thirst that puts all
other thoughts away, and turns the dream and the picture to running
water.
He awoke, and went to his window in the dark. He saw New York
and realized that he was dying for the country. His eyes smarted to
tears, when he remembered rides and journeys and walks he had
taken over the earth, so thoughtlessly, without knowing their boon
and beauty and privilege.... While he was standing there, that which
he had conceived as To-morrow, became To-day, and appeared over
the rim of the opposite gorge of apartments. The first light of it sank
far down into the tarry stuffiness of the pavement, but the dew that
fell with the dawn-light was pure as heaven to his nostrils.
That day he crossed the river, and at the end of a car-line beyond
Hackensack, walked for a half-hour. It was thus that Morning found
his hill. Just a lifted corner of a broad meadow, with a mixed
company of fine trees atop. He bought it before dusk. The
dairyman’s farmhouse was a quarter-mile distant; the road, a
hundred and fifty yards from the crest of the hill, with trees thinly
intervening. The south was open to even wider fields; in the far
distance to the west across the meadows, the sky was sharpened by
a low ribbon of woods and hill-land. In the east was the suspended
silence of the Hudson.
“I want a pump and a cabin, and possibly a shed for a horse,” he
said, drinking a glass of buttermilk, at the dairyman’s door.
He was directed to Hackensack.
With the falling darkness again upon the hills, he saw that certain
crowded, mid-growth trees were better down. The fine thought of
building his cabin of them occurred. By the time he reached
Hackensack, the house of logs was so dear in thought, that he
wanted nothing short of a cabinet-joiner for such a precious task.
That night he met Jake Robin, who was sick of nailing at houses in
rows, a job that had long since ceased to afford deep breaths to his
capacity.
The next day Morning moved to Hackensack, and Jake was at
work.... Three thousand he had lost gambling ... he wished he had it
now. Much more had been lost, and not so cleanly, in reaching the
final Boabdil realization, but he had enough. Presently he was
helping Jake, and there was joy in it.
They tapped a spring some thirty feet beneath the humped
shoulder of the hill; built a shed for the horse he had not yet found,
and then fitted the cabin to the fire-place of concrete and valley
stone. One sizeable room it was, that faced the open south from the
brow of the hill.
A fine unfolding—this love of Morning’s for wood itself, and
woods. Over a half-hundred trees were his own—elm, beech,
hickory, oak, ash, and maple—and like a fine clean colony of
idealists they stood meditating.... One never knows the quality of
wood until one builds his own house. Opening the timbers for the big
mortices—each was a fresh and fragrant discovery. Jake and he
lingered long, after the cabin was roofed, over the heavy oak
flooring, and the finishing of windows and doors and frames. They
built some furniture together of hickory, which is a wood a man
should handle with reverence, for it is fine in its way as wheat and
grapes and honey and wild olives. Hickory answers graciously to the
work of the hand, and, like a good dog, flourishes with men.... They
built a table and bed-frame and a chest of drawers; and Morning at
last went to Hackensack for pots, kettles, and tea things. Jake Robin,
like one who has built a ship, was loath to leave without trying the
cabin. Morning kept him busy in the clearing, long after he was in the
mood to start work on the play. There was a platform to build for the
pump; also a certain rustic bench. The shed needed tinkering; an
extra cabinet for books was indispensable—and screens.... No one
had ever let Jake play before in his life.... Moreover, he was paid for
the extra hour required to walk to and from town. All Hack heard
about it.
“You’ll need a chicken-coop——”
“No,” said Morning. The look on Jake’s face was like old Amoya’s
in Tokyo, when the rickshaw-runner was forbidden to take him to the
Yoshuwara.
“I can fit you up a little ice-box near the spring—so’s you’ll pump
it full of water, and keep your vittles——”
Morning wanted the stillness for the play, but he couldn’t refuse.
Two days more. Then Jake scratched his head.
“You’ll be wantin’ a vine on the cabin,” he ventured. “I know the
man who has the little ivies.”
This was irresistible. “Can you see me owning a vine?” asked
Morning. Yet there was significance in the idea together with the
play.
“And I’ll build a bit of a trainer to start it. By the end of summer
——”
“Bring it on, Jake——”
“An’ I’ll fetch a couple of rose vines, and dreen them with broken
crockery from the holler——”
The vine prospered and the play; and the roses began to feel for
Jake’s trellis. The tool-box was still there.
“You’ll be needin’ fire-wood for the winter. To be sure, you can
buy it, but what’s the good, with dead stuff to be knocked down and
small trees to be thinned out, and the shed gapin’ open for the
saddle-horse you’re not sure of findin’? It’s wood you ought to have
in there——”
In fact, it was no small task to break Jake of the hill-habit.
Morning grew accustomed to the ax, and the crashing of branches,
many of which would have been sacrificed to the strong winds of the
Fall. Meanwhile, the shed had come into its own, and there were
piles of firewood seasoning in the sun and shade.
He was alone with the nights; sitting there in his doorway when it
was fine, studying the far lights of the city.... City lights meant Varce
and Conrad, not his great friends. Every hour that he looked, he liked
better the wind about the doorway and the open southern fields.
One night he felt his first twinge of sorrow for the big city. Hatred,
it had been before. Other men were tortured as he had been, but
somehow, the way didn’t get into their dreams and drive them forth,
as he had been driven. They were really not to blame for Boabdilling;
they sank into the cushions and lost the sense of reality. And then
the thousands in the hall-bedrooms and worse, to whom Boabdil was
heaven’s farthest pavilion! Morning seemed to have something to
say to those thousands, but wasn’t ready yet.
He longed for Fallows, whom he saw more clearly every day—
especially since the Ploughman had crept into the play.... He wanted
to wait upon the big sick man; to have him here, to prepare food for
him, and sit with him in these silences. He wanted Endicott at Tongu,
too, and Nevin—oh, yes, Nevin. It was like a prayer that he sent out
some nights—for the unearthing of these giants from their hiding—so
that he could listen to them, and serve them and make them glad for
their giving to him.

A deep summer night. The purple of the north seemed washed


and thinned in ether, (nothing else could bring out the heavenly
lustre of it), and the black, fragile top-foliage of the woods leaned
against it, listening, feminine. Darkness only on the ground; yet he
loved it, the heart of the dusk that throbbed there. He loved the earth
and the water that mingled in the hollows. He breathed with strange
delight the air that brushed the grass and the clover-scent that came
to him around the hill.... And this was the momentary passion—that
he was going from all this. He loved it as one who was passing
beyond. It was like the dream after all. Just as Mother Earth was
unfolding, he was called. She was like a woman long lived-with, but
unknown, until the sudden revelation of parting.... He touched the
stones with his hand.
In the hush, waiting for a katydid to answer, that night, Morning
fell asleep.... He had climbed to his cabin, as if it were a room on an
upper floor. Before he opened the door, he knew someone was
within. Before the light, it was clear that someone was curled up
asleep on the foot of his hard bed.... Yes, it was she who had
restored his soul, that day at the Armory—and there she lay
sleeping.... He did not call her, as he had called Moto-san; there was
no thought to waken her, for everything was so pure and lovely about
it. He stood there, and watched her gratefully—it seemed a long time
—until the katydid answered.

3
After Markheim had kept the play three months—it was now
November—Morning crossed to the city to force the decision. The
producer was prevailed upon to see him.
“It will be read once more,” said Markheim. “It will go or not. We
like it, but we are afraid of it. To-morrow we will know or not.”
“What are you afraid of?”
“I don’t know. I do not read plays.”
“To-morrow?”
“Yes.”
Markheim bought his opinions, and was attentive to those which
cost the most....
Morning drew a napkin the size of a doll’s handkerchief from a
pile. A plate of eggs and bacon rung, as if hitting a bull’s-eye upon
the white marble before him. He was still wondering what Markheim
was afraid of. He didn’t like the feel of it. The Lowenkampf of Duke
Fallows’ had crept into the play—Lowenkampf, whose heart was
pulled across the world by the mother and child. How they had
broken his concentration on the eve of the great battle.
At the time, he had seen the tragic sentimentalist as one caught
in a master weakness, but all that was gone. Lowenkampf still
moved white in his fancy, while the other generals, even
Mergenthaler, had become like the dim mounds in his little
woodland.... And what a dramatic thing, to have a woman and a child
breaking in upon the poised force of a vast Russian army. It was like
Judith going down into the valley-camp of the Assyrians and smiting
the neck of Holofernes with his own fauchion. Morning’s mind trailed
away in the fascination of Fallows, and in the dimension he had been
unable to grasp in those black hours of blood.... So many things
were different after this summer alone; yet he had never seemed
quite rested, neither in mind nor body.... He had been all but
unkillable like the sorrel Eve before that journey from Liaoyang to
New York. Now, even after the ease and moral healing of the
summer alone, his wound was unhealed....
The telephone-miss in Markheim’s reception-room was very busy
when he called the next afternoon.... Something about her reminded
him of Mio Amigo. She was a good deal sharper. Was it the brass
handle?... To hear her, one would think that she had come in late,
and that New York needed scolding, even spanking, which
exigencies of time and space deferred for the present. Her words
were like the ‘spat, spat, spat,’ of a spanking.... She was like an
angry robin, too, at one end of a worm. She bent and pulled, but the
worm had a strangle-hold on a stone. It gave, but would not break....
Morning saw the manuscript at this point on her side-table, and the
fun of the thing was done.... She looked up, trailed a soft arpeggio on
the lower-right of her board, grasped the manuscript firmly, and
shoved it to him.
“Mr. Morning to see Mr. Markheim,” he said.
“Mr. Markheim is——”
But the husky voice of the producer just now reached them from
within.
“Busy——” she finished with a cough.... New York was at it again.
Stuyvesant especially had a devil, and Bryant was the last word.
“... You can’t see Mr. Markheim. This is your message——”
“Oh, it really isn’t. This is just an incident. I hesitate to trouble
you, but I must see Mr. Markheim.”
The play was wrapped in the identical paper in which it had been
brought.
She must have touched something, for a boy came in—a
younger brother, past doubt—but so bewildered, as to have become
habitually staring.
“Tell Mr. Markheim, Mr. Morning insists on seeing him.”
The boy seemed on the point of falling to his knees to beg for
mercy. Morning’s personal distemper subsided. Here was a drama,
too—the great American stage.... One word came out to him from
Markheim:
“In-zists!”
“How do you do, Mr. Morning—good afternoon.”
Markheim had his hand in a near drawer, and was smiling with
something the same expression that old Conrad used when listening
for the dinner notice.
“You see we do not want it—we are afraid,” he began, and
becoming suddenly hopeful, since Morning drew forth no bomb, he
added, “You have a girl’s idea of war, Mr. Morning—good afternoon.”
He liked his joke on the name. “We were in doubt about the war
part—afraid—and so we consulted an expert—one who was on the
spot,” he said pleasantly.
Morning’s mind was searching New York; his idea was fateful.
“We are not bermidded to divulge who the expert is, but we did
not spare money——”
Morning’s eye was held to the desk over the shoulder of
Markheim, to a large square envelope, eminent in blue, upon the
corner of which was the name “Reever Kennard.”
“I’m sure you did not. He was always a high-priced man,” he said
idly.... And so this was the long-delayed answer to his appearance in
the World-News to the extent of eighty thousand words. He had
heard that Mr. Reever Kennard was back on finance and politics....
Markheim had not followed his mind nor caught the sentence.
Morning passed out through the hush. He paused at the door to give
the office-boy a present—a goodly present to be divided with the
sister, just now occupied with a fresh outbreak of obstreperousness
on the part of Gramercy.

Morning had moments of something like the old rage; but the
extreme naturalness of the thing, and its touch of humor, helped him
over for the next hour or so. Apparently, the opportunity had fallen
into the lap of Mr. Reever Kennard; come to him with homing
familiarity. The war-expert had spoken, not as one offering his values
gratuitously, but as one called and richly paid. Morning reflected that
the summer alone on his hill must have subdued him. As a matter of
fact, he was doubtful about the play; not because Markheim was
afraid; not by any means because Mr. Reever Kennard had spoken,
but because it had not come easily, and the three incidents which
made the three acts did not stand up in his mind as the exact trinity
for the integration of results. But one cannot finally judge his own
work.
He wandered straight east from that particular theatre of
Markheim’s where the offices were and passed Fourth Avenue. He
never went quite that way again, but remembered that there was an
iron picket-fence of an old residence to lean against; and at the
corner of it, nearer town, the sidewalk sank into a smoky passage
where lobsters, chops, and a fowl or two were tossed together in
front. It was all but dark. He was averse to taking his present mood
across the river. It wasn’t fair to the cabin. Mio Amigo recurred
queerly and often to mind....
“Look—there’s Mr. Morning——”
“Sh-sh—oh, Charley—sh-sh!”
Morning was compelled. Could this little shrinking creature,
beside whom the under-sized brother now appeared hulking, be the
same who had bossed Manhattan to a peak in his presence such a
little while ago? She seemed terrified, all pointed for escape, sick
from the strain of the street.
“Why, hello!” Morning said.
She pulled her brother on, saying with furious effort of will, “I’m
sure we’re much obliged for your present——”
“I had forgotten that,” Morning said.
“We’re going to take in the show,” the boy remarked, drawing
back. At large, thus, he was much better to look upon.
“Come on, Charley—we mustn’t detain——”
Morning had an idea, and looked at the sister as he said, “Won’t
you have supper with me somewhere? I have nothing——”
Her face was livid—as if all the fears of a lifetime had culminated
into the dreadful impendings of this moment. She tried to speak....
Then it came to Morning in a belated way that she thought she was
accosted; that she connected his gift with this meeting. He couldn’t
let her go now—and yet, it was hard for him to know what to say.
“I mean we three,” he began hastily. “This play being refused
rather knocked me out, and I didn’t know what to do with the
evening. I don’t live in New York, you know. I thought you and your
brother—that we might have supper together——”
He spoke on desperately, trying to stir to life the little magpie
sharpness again. It was more to her brother she yielded. New York
must have frightened her terribly.... Morning managed to get down to
the pair that night. He was clumsy at it, however, for it was a new
emprise. Mostly John Morning had been wrapped and sealed in his
own ideas. The boy was won with the first tales of war, but the sister
remained apart with her terrors. No one had taught her that kindness
may be a motive in itself.
And now Morning was coping with what seemed a real idea:
What was the quality of the switch-board that harnessed her
character? Here she was wild and disordered—like a creature
denied her drug. With that mystic rumble of angry New York in her
ears—the essential buzz of a million desires passing through her—
she was a force, flying and valuable force. Was she lain open to
obsession now because she was removed from that slavery? Was
that maddening vibration the lost key to her poise?
He tried hard, not daring to be attentive in the least. She would
have fled, if he had. He was boyishly kind to her brother. That awed,
and was beginning to hold her.
Morning saw clearly that she stood like a stretched wing between
her brother’s little soul and the world. She could be brave in
sheltering Charley. The boy was really alive. He ate and answered
and listened and lived, the show ahead.... In the midst of it, Morning
awoke to the fact that he was having a good time; and here was the
mystery—with the last two people in New York he would have
chosen; a two, his whole life-business had taught him to employ
thoughtlessly, as other metropolitan adjuncts—pavements, elevators,
messengers. Here was life in all its terror and complication, the same
struggles he had known; yet he had always seen himself as a sort of
Titan alone in the great destroying elements. The joke was on him.
Charley left them for just a moment. The sister said, as if thinking
aloud:
“... And yet, he cries every morning because he has to go to the
office. Oh, he wouldn’t go there without me——”
A world of meaning in that. They were sitting in the dark of the
Charity Union play-house, with Charley between them. The aims and
auspices of the performance were still indefinite to Morning, who had
not ceased to grapple with his joke—the seriousness with which he
had habitually regarded John Morning, his house, his play, his
unhealed wound, his moral debility....
For fifteen minutes a giant had marvelously manhandled his
companion. The curtain dropped an instant, and in the place where
the giant had performed now stood a ’cello and a chair.... She came
on like the wraith of an angel—and sat down and played.... How long
she played Morning never knew, but somewhere in it he caught his
breath as one who had come back to life.... And then she was gone.

You might also like