Download Kadınlar Direniş ve Devrim 1st Edition Sheila Rowbotham full chapter free

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 57

Kad■nlar Direni■ ve Devrim 1st Edition

Sheila Rowbotham
Visit to download the full and correct content document:
https://ebookstep.com/product/kadinlar-direnis-ve-devrim-1st-edition-sheila-rowbotha
m/
More products digital (pdf, epub, mobi) instant
download maybe you interests ...

Kad■n■n Gizlenmis Tarihi 1st Edition Sheila Rowbotham

https://ebookstep.com/product/kadinin-gizlenmis-tarihi-1st-
edition-sheila-rowbotham/

Yeni Bir C ag Hayali Yirminci Yüzy■l■ Yaratan Kad■nlar


1st Edition Sheila Rowbotham

https://ebookstep.com/product/yeni-bir-c-ag-hayali-yirminci-
yuzyili-yaratan-kadinlar-1st-edition-sheila-rowbotham/

Rosa Luxemburg Kad■nlar■n Kurtulu■u ve Marx ■n Devrim


Felsefesi 1st Edition Raya Dunayevskaya

https://ebookstep.com/product/rosa-luxemburg-kadinlarin-
kurtulusu-ve-marx-in-devrim-felsefesi-1st-edition-raya-
dunayevskaya/

Devrimin ve Kar■■ Devrimin Yüz Y■l■ 1 Sava■ Devrim ve


Tepkiler 1919 1971 2nd Edition Emre Kongar Zülal
Kalkandelen

https://ebookstep.com/product/devrimin-ve-karsi-devrimin-yuz-
yili-1-savas-devrim-ve-tepkiler-1919-1971-2nd-edition-emre-
kongar-zulal-kalkandelen/
Kemalist Devrim 8 Birinci Du nya Savas ■ ve Tu rk
Devrimi 4th Edition Dog■U Perinc■Ek

https://ebookstep.com/download/ebook-52180982/

Devrim 2417 1st Edition Sinem Atakl■

https://ebookstep.com/product/devrim-2417-1st-edition-sinem-
atakli/

The Lost God 1st Edition Sheila Masterson

https://ebookstep.com/product/the-lost-god-1st-edition-sheila-
masterson/

The Lost God 1st Edition Sheila Masterson

https://ebookstep.com/product/the-lost-god-1st-edition-sheila-
masterson-2/

Fransa daki Devrim Üzerine Dü■ünceler 1st Edition


Edmund Burke

https://ebookstep.com/product/fransa-daki-devrim-uzerine-
dusunceler-1st-edition-edmund-burke/
Sheila Rowbotham
1943 İngiltere doğumlu, sosyalist feminist,
kuramcı ve tarihçi. İkinci dalga feminist dü­
şüncenin en önemli temsilcileri arasında ka­
bul edilmektedir. Manchester Üniversitesi
sosyoloji kürsüsünde yıllarca emek tarihi ve
toplumsal cinsiyet tarihi konularında dersler
vermiş, 2008d
' e emekli olmuştur. Feminist
kuram, emek tarihi, kadın çalışmaları gibi
alanlarda çok sayıda kitabı bulunan Sheila
Rowbotham'ın Türkçede yayınlanmış kitapla­
rı şunlardır: Kadının Gizlenmiş Tarihi (Paye!,
2011), Kadın Bilinci Erkek Dünyası (Paye!,
1998), Yeni Bir Çağ Hayali & Yirminci Yüzyılı
Yaratan Kadınlar (Sel, 2013)

Rowbotham'ın Kadınlar, Direniş ve Devrim


(Paye!, 1994) kitabı da Türkçede daha önce
yayınlanmış olmakla birlikte, hem baskısı bu­
lunmadığı hem de çeviri sorunları nedeniyle
bu önemli çalışmayı yeni çevirisiyle okurlara
sunuyoruz.
Eserin Orijinal Adı

Women, Resistance and Revolution


(İlk basım: Vintage Books 1974. Çeviriye esas alınan basım:
Verso, London, 2014)
KADINLAR, DİRENİŞ
VE DEVRİM
Çağdaş Dünyada Devrimin
ve Kadınların Tarihi

Sheila Rowbotham

İngilizceden Çeviren:
Suğra Önc ü
Yordam Kitap: 373 • Kadınlar, Direniş ve Devrim • Sheila Rowbotham
ISBN 978-605-172-217-7 •Çeviri: Suğra Öncü •Kitap Editörü: Ali Mert
Kapak ve lf Tasarım: Savaş Çekiç • Sayfa Düzeni: Gönül Göner
Birinci Basım: Eylül 2020
©Sheila Rowbotham, 1974, 2014 ©Yordam Kitap, 2017

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Ştl. (Sertifıka No: 44790)
.
Çatalçeşme Sokağı Gendaş Han No: 19 Kat: 3 34110 Cağaloğlu - İstanbul
Tel: 0212 528 19 10 • W: www.yordamkitap.com • E: info@yordamkltap.com
www.facebook.com/YordamKitap • www .twitter.com/YordamKitap
www.in stagram.com/yordaınkitap

Baskı: Pasifik Ofset (Sertifika No: 44451)


Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1
Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2
34310 Haramidere / İstanbul
T: 0212 412 17 77
KADINLAR, DİRENİŞ
-----ı
VE DEVRİM
Çağdaş Dünyada Devrimin
ve Kadınların Tarihi
İÇİNDEKİLER

TEŞEKKÜR 9

GİRİŞ 13

!.BÖLÜM
HADDİNİ BİLMEZ KIZLAR 17

2.BÖLÜM
ÜTOPYACI ÖNERMELER 43

3.BÔLÜM
DİYALEKTİK RAHATSIZLIKLAR 71

4.BÖLÜM
DÜŞLER VE İKİLEMLER 93

5. B ÖLÜ M

EKMEK VE GÜLLER 118

6.BÖLÜM
EGER KIZAK KAYMAYI SEVİYORSANIZ 1 59

7.BÖLÜM
BAÖIRTLAK Kuşu Gö6E UÇUNCA 202

8.BÖLÜM
SÖMÜRGE İÇİNDE SÖMÜRGE 238

KAY NAKÇA 296

NOTLAR 307

DİZİN 315
TEŞEKKÜR

B u kitabı yazma fikri kısmen Arielle Aberson il e yaptığımız tar­


tışmalardan çıktı. Kendisiyle yaptığımız tartışmaların hemen sonra­
sında Aberson'u bir trafik kazasında yitirdik, kitabı onun hatırasına
adıyorum.
Kimi kaynakları bulmama yardım eden Sue Finch, Christoper Hill,
Thomas Hodgkin, Bessie Leigh, Betty Patterson, Penny Pollit, Alan
Rooney, Marion Sedley, Wilhelmina Schroeder, Ken Weller ve Barbara
Winslow'a teşekkür ederim.
Kitaplıklarından yararlanmama izin veren Institute for Social
History, Amsterdam (Amsterdam Toplumsal Tarih Enstitüsü), Ang­
lo-Chinese Understanding (İngiliz-Çin Dostluk Derneği) ve TUC'ye
(İngiliz İşçi Sendikaları Kongresi) teşekkür ederim.
Metni titizlikle okuyan ve düşüncelerini bana ileten Arsenal
Women's Liberation Workshop Group (Arsenal Kadınların Kurtulu­
şu Atölye Grubu), Stephen Bodington, Sharon Collins, Suzie Fleming,
Roberta Hunter Henderson, Vivien Lewes, Laura Mulvi, Neil Middle­
ton, Juliet Mitchell, Jean McCrindle, Teresa Moriarty, Bob Rowthorn,
Anne Scott, Amanda Sebestyen, Dorothy ve Edward Thompson, Mic­
heline Victor, Lucy Waugh ve David Widgery'e sevgilerimi ve şükran -
larımı sunarım. Hepsi kitabın _yazılışına tanık oldular ama bütün eleş­
tirilerini göz önüne almadım ve son halinden sorumlu değiller.
Dr. Michael Leibson'a, Ridley Road'daki pastacıya ve kitabı ya­
zarken geçimimi sağlayacak işi bana veren Workers' Education
Association'a (İşçi Eğitim Derneği) ve kitabı yazma güvenini veren
kadınların özgürlüğü hareketindeki ve sosyalist hareketteki kişilere
teşekkürlerimi sunarım.
Alıntı yapmama izin veren Elizabeth Sutherland, The Youngest Re­
volution, Pitman & Sons Ltd; R.A.J. Schlesinger, Changing Attitudes
in Soviet Russia, Routledge & Kegan Paul Ltd and Humanities Press;
Jin Ping Mei, The Adventurous History of Hsi Man and His Six Wives,
çeviren Arthur Waley, The Bodley Head; Edith Thomas, The Women
Incendiaries, Editions Gallimard; M. Kent Geiger, The Family in Soviet
Russia, Harvard University Press; Maxwell Bodenheim, "To a Revolu­
tionary Girl", New Masses, bir Antoloji, International Publishers; Jes­
sica Smith, Women in Soviet Russia, Vanguard Press Inc.; Feli.x Green,
"A Divorce Trial in China", The Wall Has Two Sides, Jonathan Cape;
Helen Foster Snow, Women in China, Mouton; Keith Thomas, Women
and the Civil War Sects, Past and Present; Francis Fytton, "Manifesta­
tion'', Stand dergisi; Roxane Witke, "Mao Tse-Tung, Women and Sui­
cide", China Quarterly; İngiliz-Çin Dostluk Derneği yayınları; Shrew
Kolektifi; London Women's Liberation Works_hop (Londra Kadınla­
rın Kurtuluşu Atölyesi) kaynaklarına, East London Federation of the
Suffragettes ( Kadınlara Oy Hakkı Savunucuları Londra Doğu Yakası
Federasyonu) tutanaklarından yararlanmama izin veren International
Institute for Social History'ye (Uluslararası Toplumsal Tarih Derne­
ği), Carpenter Koleksiyonu'ndan yararlanmama izin veren Sheffield
Public Library'ye ( Sheffield Halk Kitaplığı) ve bütün bunları British
Museuın'un yığınları arasında benim için arayıp bulan müze çalışan -
larına minnettarım.
GİRİŞ

Bu kitap için tam anlamıyla bir femipizm ve devrim tarihidir


diyemeyiz. Böyle bir anlatı geleceğe aittir ve her durumda ortak­
laşa bir yaratımın ürünü olacaktır. Ben bunun yerine, bir fikrin
zenginliğinin ve geleceğinin izini sürmeye çalıştım. Çok basit ama
temasımızı kaybettiğimiz bu fikre göre, kadınların kurtuluşu tüm
insanların kurtuluşunu gerektirir. Bu türden bir kavrayışın doğ­
masını sağlayan koşulları açıklamaya ve bu kavrayışın kendini
nasıl dışa vurduğunu göstermeye çalıştım. Onu, belirli erkeklerle
kadınların yaşamına girip çıkan canh bir gerçeklik ve eylem için
örgütlenirken ortaya çıkan siyasal bir gerçeklik gibi ele almayı de­
nedim. Uygulamada nasıl değişip farklı kisvelere büründüğünü ve
girdiği yeni biçimleri iletmek istedim. Buna rağmen sözünü et­
mediğim, bilmediğim veya buraya sığdıramadığım daha çok şey
var. Bu kitap ancak, feminizm ile sosyalist devrimi birbirine bağ­
lamak için devam eden çabaların bir parçası olarak tekrar tekrar
sökülüp bir araya getirilirse faydalı bir kitap olacaktır. Gelecekte
yapacağımız şeylere dair ayrı�tılı bir planı yoktur; basitçe, zaten
yaptığımız şeylerin bir kısmını bir araya getirir ve böylece nereden
başlamakta olduğumuzu biraz daha iyi anlayabiliriz. Tarihte, dev­
rimci geçmişimizden bize miras kalan eril önyargıyı düzeltmek
için, deneme mahiyetinde atılan bir ilk adımdır.
Kadınlar devrimci bilinci bilhassa erkeklerin ortaya koyduğu
fikirler, eylemler ve örgütler sayesinde kazanmıştır. Bizler ken­
dimizi yalnızca etil iktidarın ve eril kültürün egemenliğindeki
toplumlarda tanırız ve ancak erkeklerce tanımlanan bir devrimci
14 J Kadınlar, Direniş ve Devrim

hareket içinde bir alternatife gözümüzü dikebiliriz. "Biraderlik'' ve


"insanoğlu"nun kurtuluşu tarafından gölgede bırakılmışızdır. Bizi
"tarih'' açısından görünmez kılan dil rastlantı değildir; bizim de­
netlemediğimiz bir hareket ve toplum içindeki gerçek durumumu­
zun parçasıdır. Geri plana itilmişliğimiz içimize öylesine işlemiştir
ki bunu ortaya çıkarmak kadınların özgürlük hareketine düşmüş­
tür. Istırap, duygusal şiddet ve kimi kadınların özellikle feminist
bilincin bir parçası olarak saydıkları "erkeklerce tanımlanan dev­
rimci harekete güçlü bir reddiye", bu görünmezlikten ayrılamaz.
Bu ıstırabın iki dolaysız karşılığı vardır. Biri, erkek devrimcinin
bizim rolümüze ilişkin tanımını boyun eğerek kabul etmektir. "Sa­
dakat" ya da "birlik'' sağlama ihtiyacı yüzünden, son zamanlarda
kısa süre serbest kalan cesaret ve imgelemimizin bir kez daha bastı­
rılıp kısıtlanmasına izin verirken göstermelik bir minnettarlıkla ye­
tin�riz. Bir diğer karşılık da, "onların" hareketinin bizimle ilişkisini
öfkeyle reddetmektir. Yeni kimliklerimizi kendi başımıza aramaya
karar veririz. Bunlardan birincisi, açıkça kadınlık bilincinden vaz­
geçerek kadına uygulanan özgül baskıyı görmezden gelirken, ikin­
cisi ise: kadınlık bilincini herhangi başka bir özgürlük hareketinden
soyutlayarak erkeklerin dış dünyada gördüğü baskıyı yok sayar.
Şurası açık ki, sadece kadınların kurtuluşunu kavrayabilen bir
bilinç hali, erkekler tarafından tanımlanan devrimci hareket kadar
paralize edicidir. Her ikisi de kendilerinin özel olduğu fikrine ka­
pılmıştır. Geçmişteki bu tıkanıklığı aşma girişimiyle temas etme,
onun farkına varma ve onu dile getirme çabası, gelecekte bunu
kuram ve uygulama açısından detaylı bir biçimde ele alma görevi­
nin bir parçasıdır.
Benim için dayanak oluşturan bir hareket, bu hareket içinde
ifade edilen düşünceler ve kadınların özgürlüğü davasından tanı­
dığım kadınların sürekli yardım ve destekleri olmasaydı, bu kita­
bın bir bölümünden fazlasını asla yazamazdım. Kadınların özgür­
lük hareketi her birimize daha önceden bilmediğimiz bir güç ve
cüret kazandırıyor.
Giriş / 15

Öte yandan, ben kimse adına konuşmuyorum. Yazdıklarım sa­


dece kalıcı bir iletişime katkı mahiyetindedir, kişisel olarak ben
kaleme alsam da diğer kadınlar sayesinde vardır. Bütün kadın öz­
gürlüğünün sözcüsü gibi görünen bireysel bir kadın, yalnız ve acı­
nası bir varlıktır. Cinselliğe dair üretimde bulunan biri olarak ister
istemez ya denetlenir ya da baskı altına alınır. Hiçbir kadın tek
başına durup başkaları için özgürlük talep edemez, çünkü böyle
yapmakla öbür kadınların kendileri adına konuşma ve örgütlen­
me yetisini elinden alır. Aynı zamanda bir tehdit de oluşturmaz.
Bireysel olarak "özgürleşmiş" bir kadın, gülünç bir uyumsuzluk
sergiler, kolay tüketilen baştan çıkarıcı bir metadır. Ancak çok sa­
yıda kadın örgütlenmeye başlayınca, siyasal bir güç oluştururuz ve
bencillikten uzak, özgürce yaşama kavgasında her insanın yürekli,
sorumlu, düşünceli ve gayretli olabileceği gerçek demokratik bir
toplum olasılığına doğru ilerlemeye başlarız. Böyle bir demokrasi
komünizm dernektir ve şu anki düşlerimizin çok ötesindedir.
1. BÖLÜM

HADDİNİ BİLMEZ KIZLAR

Ya Rabbim, kadınlar yazsaydı hikayeleri,


Aynı katiplerin kiliselerinde yazdığı gibi,
Erkeklere dair öyle şeytanca şeyler yazarlardı ki
Adem'in tiim soyu ıslah edemezdi.
Chaucer, Bath'lı Kadının Öndeyişi,
Canterbury Hikdyeleri

Cinsimizin sesini dilekçeyle duyurması tuhaf ve yakışıksız


görülebilir ... [Ama]
.. .İsa erkekler için ödediği yüksek bedeli bizim için de ödemiştir ve
bu yüzden erkekler gibi bizim de Tanrıya aynı itaati göstermemizi
bekler.
İsa'nın kendi yasalarının, Kilisenin ve İngiliz Milletler
Topluluğu'nun gelişen gücünün özgürce tadına varmak, erkekler ile
kadınlara aynı mutluluğu verir.
Bağlı oldukları Kilise ya da Krallık üzerine baskı yapıldığında,
hem Kilisenin hem de Milletler Topluluğu'nun uğradığı ortak
felaketlerden kadınlar da payını alır. Piskoposlara erkeklerin ve
de kadınların vicdanına uyguladıkları sınırsız bir güç tanınmıştır;
Newgate, Smithfield ve benzeri yerler<l.e din adamlarının gazabına
uğrayan erkek ve kadınlar zulüm görmüştür.
Kadınların Parlamentoya verdiği dilekçe, 1642
-Katolik Kilise adetlerine karşı

İsteğimiz, mutfak kapısını. açık tutmayı gerektiren olağanüstü bir iş


olmadıkça, kapılarımızı her ayın ikinci salısı sabah şekizden akşam
dokuza kadar kapatmak ve böylece gönül rahatlığıyla buna uygun
serbest bir gün geçirmektir. Oysa bizim şehirli hanımefendilerimiz
öyle iyidirler ki, istisna olacak herhangi bir şey ileri sürebilir ve
18 1 Kadınlar, Direniş ve Devrim

yağmurlu bir günde bizi işte tutabilirler. . . bu yüzden asla öyle


şiddetli yağmur, dolu ya da kar yağmasın, rüzgar esmesin; biz kendi
kararımızla paltolarımızı alıp keyfimize göre yola çıkarız.
Hizmetçilerin Dilekçesi, 1 647,
"Huysuz Hanımlarımızın Verdiği Sonsuz Zahmete Karşı"

[Kadınlar] sizin gözünüzde dilekçe vermeye ya da sıkıntılarımızı


temsil etmeye layık sayılmayacak kadar değersizdir. . . Barış ve
düzenimizin o sağlam savunmasının zorla ve rastgele güç-kullanarak
her gün delindiğini, ayaklar altına alındığını algılamayacak ya da
fark etmeyecek kadar alık ve aptal olduğumuzu mu sanıyorsunuz?
Erkekler askerlerce yataklarından kaldırılıp evlerinden alınır,
karıları, çocukları ve aileleri ile birlikte yok olmaktan korkarken,
evlerimizde oturmamızı mı bekliyorsunuz? Hiçbir şey yapmadan
evde mi oturalım?
Lilburne'nin salıverilmesi için dilekçe, 1647

Yıllarca turnalar gibi ötüp kumrular gibi yasa büründük.


Borç yasasına karşı dilekçe, 1651

Ne zaman ki erkekler kadınlara durmadan yalvarır


Pantolon giyen kadınlar idareyi ele alır
Dilini, elini ve aklını verir işe
Direnir ulaşıncaya kadar zafere .
. . . Kimse durduramaz bir şeyi kafasına koyunca
Durulur ancak pantolona kavuşunca.
The Womens Fegaries (Kadınların Garip İstekleri),
(kadınların pantolon giyme hakkını elde etmek için
giriştikleri büyük mücadeleyi anlatır), tahminen 1675

Kendinizi seviyorsanız, bir parçanız olan Karınızı ve Çocuklarınızı


da seviyorsunuzdur ve bu da, onların Geçimini rahatça ve düzenli
sağlamanız için Emeğinize ve çalıştığınız Sanayiye yönelik talepleri
akla getirir.
Aziz Peder Edward Whitehead, ilk Dönem Sanayinin
Faydası ve ônemi, 1753
H a d d i n i Bilmez Kızlar l 19

Başlangıçları saptamak zordur. İnsanlar kendilerini yeni başla­


yan biri gibi görmez. İleride ne olacağını nasıl bilebilirler? Geride
kalanları görebilirler, önlerindekini değil. Kadınların muhalefeti­
nin başlangıcı olmadığı gibi, feminizmin de "başlangıcı" yoktur.
Ama feminist olasılıkların -böyle anlaşılmasından bile önce- bir
başlangıcı vardır. Kadınların direnişi birçok tarihsel biçime bü­
rünmüştür.
On yedinci yüzyılın ortalarında, Massachusetts Körfezi koloni­
sinin Kalvenci kilise babaları, Anne Hutchinson'a, "Haddini aştın;'
demişlerdir. "Neredeyse bir karıdan çok bir koca, dinleyiciden çok
vaiz, sıradan bir yurttaştan çok yüksek mevkide bir memur oldun
ve böylece Kilise ile İngiliz Milletler Topluluğu'ndaki her şeyi iste­
diğin gibi yürütmeyi düşünüp alçak.gönüllülük göstermedin:'1
Hutchinson'ı aşağılamak için çok uğraştılar. Hutchinson, etra­
fında çoğu kadınlardan oluşan bir taraftar topluluğu yaratmıştı.
Hepsi bir araya gelince, Anne Hutchinson vaaz veriyor, kimi pa­
pazları eleştiriyordu ve Kutsal Kitap ile iyileştirici bitkiler konu-
sundaki bilgisi saygı uyandırıyordu. Her bireyin amacının Tanrı
-ile doğrudan iletişime geçmek olduğuna ve Tanrının her insanda
yaşadığına inanıyordu. Kalvenci öğretiyi, siyasal farklılaşmayı ve
erkeklerin üstünlüğünü altüst etti. Bu yüzden hem sivil hem de
dini yetkililerce yargılandı. Hamile ve hasta halde sorgulanırken,
bir keresinde yere yığılmak üzereydi ama oturmasına bile müsa­
ade edilmedi. Koloni valisi duruşma tutanaklarına kısaca şöyle
yazdı: "Halsizliği yüzünden belli oluyordu:' Sonunda kekeleyerek
dini inançtan saptığını kabul etti. Ama bununla da yetinmediler.
"Pişmanlığı yüzünden okunmuyor;' dediler. Hutchinson koloni­
den atıldı. Korkusuzluğu, Kutsal Kitap konusundaki bilgisi ve akı­
cı konuşması kadın olduğundan onları daha da hiddetlendirdi.
Anne Hutchinson başkaldırırken yalnız değildi; Richard Hub­
berthorne adında bir Quaker, Massachusetts Körfezi' nin 1650'ler­
deki valisinden daha hoşgörülüydü. Ancak en hoşgör{\lü erkekler
bile çizgiyi nereye çekeceklerini bilirler. Richard İngiltere'de seya-
20 J Kadınlar, Direniş ve Devrim

hat ederken, gerçek inanç sahiplerinin Tanrı ile doğrudan iletişim


kurmasını sertçe ve inatla vurgulayan, "yaygaracılar"* olarak ad­
landırılan topluluğun üyesi Mildred ile karşılaşınca, çizgiyi olduk­
ça keskin çekti. "Kendini havarilerden üstün gören haddini bilmez
bir kız," dedi. 2
Anne ve Mildred açıkça görüleceği gibi dünyadaki yerlerini
sorgulayan ve daha iyisini amaçlayan ilk kadınlar olmaktan çok
uzaktı. Öte yandan arzularını ifade etmekte kullandıkları dil ve
içinde buh.ındukları bağlam, ilerlemenin tam anlamıyla yeni yol­
ları için bir başlangıcı temsil ediyordu. Başkaldırı fıkirleri on ye­
dinci yüzyılda kendine bereketli bir toprak buldu. İnsanlar, kendi­
lerine yeni basamaklar bulup büyük bir hızla tırmanıyorlardı. Pü­
ritenlik bu kişilerin varsayımlarına meşruiyet ve güven sağlayabi­
liyor, bu durum, kurulu düzenden yana olanlar için çok büyük bir
tehlike oluşturuyordu. Zaman ve her gün daha çok ortaya çıkan
sanayi yeni bilgiler üretiyordu, Yunus Peygamber balinanın kar­
nından şunları haykırarak çıkıyordu: Doğa, Akıl, Adalet, Haklar,
Serbestlik, Mülkiyet ve Özgürlük! Emeğin örgütlenmesinde, tica­
retin kapsamında, sanayi hızında değişiklikler yaşandı. Parlamen­
toda sürüp giden mücadeleler, iç savaşlar ve bir dizi cumhuriyetçi
deneme yaşanmıştı. İnsanlar eski ilkeleri kullanırken, ilkelerin bu
sabırsız gerçekliğin dokunuşuyla dönüştüğünü görüyordu. An�e
ve Mildred çok daha geniş ölçekli bir devrimin parçasıydı. Er­
ken kapitalizmin, püritenliğin ve akıl ile bilim konusundaki yeni
fikirlerin gelişimi, insanların birçok soruna yeni bir ıŞık altında
bakmasına neden oldu. Bu, yalnızca düzene ve birliğe dair siyasal
ve dini fikirler açısından değil, yoksulluk ve işsizlik konusunda­
ki ekonomik fikirler için de geçerliydi; aynı zamanda Aristocu ve
Eski Ahitçi geleneklerin asırlardır gömülü tuttuğu kadın-erkek,
ana-baba-çocuk ve aile-toplum ilişkilerinin doğasına ilişkin kuş­
kuların ifadesine de olanak sağladı. Devrim gerçeği bunlara yeni

ı7. yüzyıl Hıristiyanlık öğretilerinden "Ranterism" üyeleri. İngilizcede "ranter"


aynı zamanda "yaygaracı, gürültücü, palavracı" anlamına gelmektedir. -ed.
Haddini B i l mez Kızlar i 21
bir yetke kazandırdı. Yerleşik inanca aykırı bir dizi düşünce, Tanrı,
kral, papaz, koca, baba ve efendi gibi açıkça tanımlanmış yetke
sahiplerinin hiyerarşisine meydan okurken, daha önce hiç böyle
bir meşruiyet aramamışlardı. Bu düşünceler ancak ara sokaklarda
dolanmış, tavernalarda fısıldanmış, panayırlarda 'insanları coştur­
muş, sinsice üniversitelere sızmış, yüksek makamlardan kovul­
muş, doğayla bütünleşmeyi denemiş, gökyüzünün müziğini din­
lemiş, güneşe tapınış, barış ve mutluluk çağının peşinden. koşmuş
ve ipe gerilmiş, yeryüzü cenneti kehanetinde bulunmakla yerlerde
sürüklenip parçalanmış ya da kazığa bağlanıp yakılmıştır.
Ardından cennetin kişilikli, sert, ciddi ve keskin dilli peygam­
berleri ortaya çıkarak kralı öldürmüş ve kendilerini İngiliz Millet­
ler Topluluğu'nun yasal yöneticileri yerine koymuş, böylece kurulu
düzeni, onun yapısını ve kesinliğini, itaati ve otoriteyi sonsuza dek
yerinden etmişlerdir. Kadın peygamberlerin küstahlığını şaşırtıcı
biçimde doğrulamışlardır. Böylece tam herkesin bastığ1 yer ayağı­
nın altından kayarken ve erkek kendi evinde biraz huzui ve mah­
remiyete ihtiyaç duyarken, metinleri heyecanla okuyup Tanrının
sözlerini yorumlamak kadınlara düşmüştür. Bu, erkeğe akıl almaz
anormal bir gelişme gibi görünmüştür. Kadınların itaat etmesi
besbelli ki değişmez düzenin bir parçasıdır. Kadın, köpek ve ceviz
ağacı söz konusu olduğunda, ne kadar vurursanız o kadar iyi ola­
cakları gayet iyi bilinirdi. Kadınların düzenbazlığı da eşit ölçüde
"doğal" sayılırdı. Atasözlerindeki bilgeliğe göre kadınlar kilisede
azize, sokakta melek, mutfakta iblis ve yatakta birer maymundu.
Cinsel "açgözlülük'' on yedinci yüzyıl tiyatrosunda sık rastlanan
bir temaydı. Vaizler, erkekleri genç kadınlardan ve kadın peygam­
berlerden ,sakınmaları konusunda uyarırdı. Cinsellik ve kadınlara
ilişkin fıkir yürütmek tehlikelıi biçimde birbirine karışmıştı.
Haddini bilmezlik eskiden beri vardı.. Aradaki fark, artık in­
sanların buna göre davranmalarıydı. Ortaçağ toplumunda, top­
lumsal ve siyasal başkaldırı y�ıtık durumdaydı ama bu, ·mem­
nuniyetsizlikleri her zaman kapsayabildiğini ve eski düzenden
22 1 Kadınlar, Direniş ve Devrim

rahatsız olanları kendine çekebildiğini ortaya koymuştu. Kimi


zaman kadınların yaşamının püriten devrimin etkisiyle "iyileşip
iyileşmediği" tartışılır. Bu, yanlış anlaşılmadan kaynaklanır. Püri­
ten devrim kadınların yaşamını "iyileştirmek''ten çok farklılaştırdı
ve değişimin etkileri farklı sınıflardan kadınlar tarafından farklı
hissedildi. Feodalizm ve Katoliklik olasılıkları sınırlandırır. Çok
sınırlı mülkiyet ve kişilik haklarına sahip köylü kadının çalışma
ve çocuk doğurmayla geçen yaşamı, özgürce sorgulanmaya açık
değildi. Köylü kadın belki bütün bunlardan kaçabilirdi ama olsa
olsa Ortaçağ ordularının peşinden giden fahişeler sürüsüne katı­
lırdı. Bu, ölümün bir efendi gibi çevrede gezindiği ve en temel işin
hastalıkla uğraşmak olduğu, maceracı ama belirsizliklerle dolu,
tehlikeli bir yaşamdı.
Yaşamı zorunluluklarla geçmekten uzak soylu kadın bile baba­
dan kocaya verilirdi, soylu kadının kocaya getirdiği topraklar duy­
gularından daha önemliydi ve istediğini söyleme "hakkı" ciddiye
alınmazdı. Dul kalırsa, az da olsa bir şeylere sahip olurdu çünkü
mülkü vardı. Dullar, bağımsızlık tutkuları ve genç kocalardan al­
dıkları şehvet dolu zevkleri yüzünden kötü bir üne sahiptiler. An­
cak bu ayrıcalıklı kadınlar, ikincil konuma itilmelerini yüzleşme
konusu haline getirmekten uzak duruyorlardı. Her şeyden önce,
kısıtlı ama saygın bir yaşam sürdürmek için çekilebilecekleri bir­
çok rahat kıyı köşe vardı. Dahası güçsüzlüklerinin üstü, saygınlık
ve el üstünde tutulma duygusu veren incelikli adet ve usuller ile
kapatılırdı. Sonuncusu ise, Katolik Kilisesi'nin entelektüel dünya­
sında, her şeyin görünürdeki işleyişine meydan okumanın pek bir
yolu yoktu. Bu kadınlar, yaradılışlarının ve durumlarının eril ben­
zerleriyle çatışmaya girmek yerine rahibeler manastırının ya da
sarayın kısıtlı güvencesini ve saygınlığını kabullenmişlerdi. Rahibe
kıyafetine ya da belki sarayın zarif kur yapma adetlerine sığınarak
güçsüzlüklerini görmekten kaçındılar. Böylesi daha iyiydi çünkü
pek az elle tutulur değişim olanağı bulunduğundan, çatışmanın
acısı dayanılmayacak kadar büyük olurdu. Bir yanda kadınların
Hadd i n i B i l mez Kızl a r l 23
yüceltilmiş bedenselliğin nesnesi olarak usule uygun ve yüksek bir
seviyeye konulması, öte yanda ise şehvet düşkünlüklerinin dini
yönden sürekli lanetlenmesi vardı. Jan Dark duyduğu sesler üzeri­
ne bir orduya önderlik edince, girdiği zahmetler yüzünden yakıl­
dı. Christine de Pisan bir orduya önderlik etmedi. Yalnızca saray
usulü aşkın manifestosu sayılan Roman de la Rose'daki (Gülün Aşk
Macerası) kadınların görüşlerinde, umursamaz bir alaycılıkla, ki­
tapların kadınlarca yazılmadığını söyledi. Ne ordusu vardı, ne de
herkesi peşinden sürükleyen biriydi; bu yüzden daha yumuşak bir
muamele gördü.
Kadınların gizil gücüne ilişkin farklı bir anlayış nerede kök
salabilirdi? Ortaçağ Hıristiyanlığı, ısrarlı bir biçimde hayvansı ni­
teliklerle -Havva da bu niteliklerin dolayısıyla aşağılık konumun
bir temsilcisiydi- bağlantısını kurarak kadınların aşağı bir konu­
ma sahip olduklarını savunurdu. Kadın, ancak bedensel doyumu
tatmadığı sürece tapılmaya layık bulunurdu. Kutsal Bakire'ye hak
ettiği saygı gösterilirdi ama ruhun daha yüce alemi erkeklere ait­
ti. Kimi Ortaçağ bilginleri, kadınların ölümsüz ruha sahip olup
olmadığını bile merak ederdi. Bu arada kadınlar, kendilerine yer
açıp olabildiğince iyi yaşamaya çalışıyordu. Katolikliğin, işkence
çeken ruhu rahatlatıcı bir yanı vardı. On dördüncü yüzyıl mistiği
Margery Kempe, zorlu bir doğumdan sonra iblisler gördü ve ilahi
güçle iletişime geçmesinin ardından ". . . bir daha kocasıyla beden­
sel ilişkide bulunmak istemedi, çünkü evlilik borcu ona öylesine
iğrenç geliyordu ki, görevini yerine getirmenin ötesinde herhangi
bir bedensel ilişkide bulunmaktansa, lağımların pisliğini yutup su­
yunu içmeyi yeğlerdi:'3 Kocası onu serbest bırakınca, yerel pisko­
poslarla yaptığı kısa bir görüşmeden sonra inancını kanıtlayarak
gezgin bir vaiz oldu ve azize olarak saygı kazandı.
Feminizme doğru itici bir güç, Rönesans'ın kendine hakim,
alımlı, güzel, akıllı ve bilgili kadın konusunda açtığı çığır ile or­
taya çıktı. Rönesans yazarları soylu kızlar için daha geniş kap­
samlı, daha insancıl bir eğitim öngörüyordu. Bu, yalnızca şanslı
24 1 Kadınlar, Direniş ve Devrim

bir azınlığı etkilese de feminizmin temel taleplerini oluşturacak


eğitim ve özgürlük temalarını yerleştirdi. O zamanlar kadınla­
rın, ister yeryüzündeki mutluluk çağına ister başka bir şeye bağlı
olsun, yerleşik dini inançtan sapan fikirlerle olan bağı, çok daha
büyük gürültü koparıyor ve daha ağır bir baskı doğuruyordu. Sap­
kın öğretinin, kadının yaradılışı ve konumuyla ilgili coşkun ha­
yalleri karmakarışıktı. Bu hayaller öncelikle bedeni inkar ediyor,
inananların bunu bütünüyle yerine getirmesini talep ediyordu ve
kadınlara derin bir şüphe beslemekle birlikte, inanan kişiler olarak
onlara eşit bir konum tanıyordu. Sapkın inancın sürekli vurgu­
ladığı bu temel belirsizlik, kaynağına bakıldığında Hıristiyanlığın
bir ikilemiydi: Tanrı hakkındaki vahiye dayalı belli sözlerin irade­
sine ve vasiyetine güvenmede doğrudan deneyimin reddedilme­
siydi bu.. Doğal evren ıstırap ve tehlikeyle iç içeydi. Kilise kaya gibi
sağlam ve güvenliydi. Kilisenin savunulması gerekiyordu. Dışarısı
meçhuldü, putperestti, uygarlıktan yoksundu, hayvaniydi; anlıktı,
tehlikeliydi. Tıpkı aşırı dinsel coşkunlukta olduğu gibi sevişme­
de de, insanlar ötedeki bu alemle karşı karşıyaydı. Bu durwnda
mutlak esriklik anındaki bireysel yalıtılmışlık, kendi dışına çıkıp
ötedeki benliğiyle bütünleşiyordu. Erkek, kendi sınırının ötesin­
deki deneyimle dünyayı yorumlayıp kadını tanımlıyordu. Ona
göre kadın, korktuğu doğayı temsil ediyordu. Kadın doğururdu,
doğurganlığın kendisiydi. Kendini, otoriteye dayanarak edinilen
hakikate muhalif bir biçimde tanımlayan ve din<;len saptığı söy­
lenen erkek, alışılmışın dışında, belirsiz ve kimseye ait olmayan
bir alandaydı. Tıpkı eşcinselliğin ya da "erkeklik" dışına çıkmanın,
karşıt görüştekilerce sürekli doğru öğreti yolundan çıkmakla bir
sayılması gibi, sefahate yönelik bedensellik ve çileci adanmışlık
da, dinsel sapkınlıkla ilişkilendiriliyordu. Zevk ile acının birbirine
karıştığı ve erkek bedeninin bilgisiz, soysuz ve kirli olana kolay­
ca açılabildiği aşırı duygusal deneyimlere dair bir korku söz ko­
nusuydu� Dinsel sapma içindekiler, bunun neticesinde kadınlara
karşı tedirginlik sergiliyor ve kendilerine İncil'de destek buluyor-
H a d d i n i B i l mez Kızlar 1 25
du. Oysa dişil cinselliğe duyulan güvensizliğe ve mezheplerinin
sunduğu dar bakış açısına rağmen, dinsel sapma, Ortaçağda ka­
dınların bir bölümünde hayli yaygındı. Bunlar, büyüyen kentler­
de yaşayan, sürekli çalışmaktan kurtulmuş ama manastırın ya da
sarayın ayrıcalıklarına sahip olamayan kadınlardı.. Dinsel sapkın
mezhep onlara, başka yerde bulamadıkları duygusal, zihinsel ya
da başka türlü bir önemli çıkış noktası sağlıyordu. Başlangıçta
kentsel toplumun üst tabakalarındaki birçok evlenmemiş kadın ve
dulun ilgisini çekerken, giderek küçük esnaf ve zanaatkar eşleri
arasında da yaygınlaştı ve dinsel içeriği kadar bu yaygın özelliği de
yerleşik inancın gücünü sarstı. Püritenlik öncesi dinsel mezhebin
iki özelliği, İngiliz Lollard hareketinde görülür. Kadınlar kendile­
rini şehvet düşkünlüğüyle suçlayan Lollard vaizlerini yuhalarken,
ilk "Protestan"ların eşleri ve kızları, yeni basılmış İngilizce İncil'i
kendileri okuyor ve metinleri yorumluyordu.
Kadın vaiz ve şehitler, yerleşik inanca aykırı dinsel mezhep­
lerde öne çıkmıştı. Yeryüzü cennetini kadınlık adına kendilerine
mal eden kadın peygamberlerin ortaya çıkması şaşırtıcı değil­
di. Feminizmin "başlangıç" dönemleri Anne ve Mildred yerine,
on üçüncü yüzyıl sonunda Bohemyalı Guilleminee bağlanabilir.
İsa'nın günahlardan arınma işini kadınlar için yapmadığına ve
Havva'nın halen kurtarılması gerektiğine inanan Guillemine, hem
yüksek burjuvazi ve aristokrasiden hem de halktan kadınların il­
gisini çeken bir kadın kilisesi oluşturmuştu. Onun geriye bıraktığı
mezhep, on dördüncü yüzyıl başında Engizisyonun suçlamala�
rıyla karşılaştı. Kadının doğadaki yerini sorgulayan, onu Tanrıy­
la doğrudan görüş alışverişi içinde gören ve ona yorum yetkesi
ile kehanet sorumluluğu veren bu feminist güdü, gelişerek kadın
özgürlüğü hareketinde başka bir eğilime dönüştü. Daha sonra la­
ikleşerek Tanrıyı ortadan kaldıran ve onun yerine Sevgiyi koyan
sarsıcı kavramlar ortaya çıkardı.
On altıncı yüzyıla gelindiğinde, geleneksel kaçış alanlarının
önüne engel konmaya başlamıştı. Kendine açacak alan bulmak güç-
26 1 Kadınlar, Direniş ve Devrim

leşiyordu. Dinsel ve din dışı yetke giderek bürokratik hale gelmiş


ve kendine özgü mistisizme daha az izin verir olmuştu. İngiltere'de
dini kurumların kapatılması, kadın manastırlarının artık mümkün
olmaması anlamına geliyordu. Kentsel büyümeden duyulan endişe,
yün sanayisindeki güvencesizlik, toplumsal ayaklanma ve başıboş­
luk korkusu, Margery Kempe gibilerin yaşamını tehlikeli kılıyordu.
Sanayi modelleri değiştikçe, erkekler kadınlara özgü geleneksel iş­
lere kıskanarak bakmaya başladı. Wife of Bath"' on altıncı yüzyılda
erkeklerle rekabette zorlu bir döneme girdi. Tarımla uğraşan top­
lulukların dağılması üzerine, taşrada evlilik öncesi cinsel ilişkiye
-daha sonra çiftin, kilisenin onayını alması koşuluyla- tanınan
hoşgörünün yerini, kadın cinselliğine yönelik yeni bir muhalefet
aldı. Kentlerde, istenmeyen çocuk, para ve dert demekti.
Kentsel burjuvazinin popüler edebiyat örneklerinin tonlama­
sına bakılacak olursa, evli kadınlar hiç de edilgen ve uysal yara­
tıklar değildi. Kadınların edepsizliğinden ve itaatsizliğinden sü­
rekli şikayet ediliyordu. Bu ikisi neredeyse eş anlamlıydı. Bunun
büyük bölümü hiç kuşkusuz, içine bir tutam ahlak dersi katılmış
müstehcen öykülerden hoşlanan kesime hitap eden yeni piyasanın
bir ürünü olarak değerlendirilip bir kenara ayrılabilirdi. Ama aynı
zamanda ve kesinlikle, eski toplumsal denetim mekanizmalarının
artık başa çıkamadığı koşullarla karşı karşıya kalmaya başlamanın
belirtisiydi. Mesele, insanların on altıncı yüzyılda yeni sorunlarla
karşılaşmasından çok, sorunların tamamen denetimsiz kalmasına
yol açan boyutta ve hızda karşılarına çıkmasıydı. Yorumcular evli
olmayan kadınları "utanmaktan o denli az nasibini almış" olmak­
la4 suçladıklarında, onlar için önemli olan utanmazlıktı. Yola gel­
mez dolandırıcıların yandaşları "yosmalar" ve mallarının yanında
kendilerini de pazarlayan kadın esnaf ya da "sürtük satıcılar" hak­
kındaki şikayetler, bunlar daha önce hiç görülmediğinden değil,

"Bath'lı Kadın» ya dıı. "Bath'lı Hatun, Chaucer'ın Canterbury Hiktlyeleri'nden itiba·


ren İngiliz edebiyatında anılır, John Bunyan'ın Hacı'nın ilerleyişi eserinde erkeklere
meydan okuyan haı;ı olur. -çev.
H a d d i ni Bil mez Kızlar / 27
yetkililerin bunlara ne yapacağını bilememesinden kaynaklanı­
yordu. Gerek taşra gerek kentlerdeki değişim ve daha büyük ha­
reketlilik, Tudor'ların karşısına daha geniş kapsamlı ve gezici bir
yoksulluk çıkardı. Aceleyle düzenlenmiş "Poor Law" (Yoksulluk
Yasası) belgeleri bu şaşkınlığı yansıtır. Kentler büyüdükçe, herke­
sin burada ne yaptığını bilmek de o denli güçleşti. 1547 tarihli kay­
gı dolu bir kararname, Londralı kadınların "çene çalıp konuşmak
için toplanma''sını yasaklıyor ve kocalara "karılarını evde tutma''
emri veriyordu.5 Bunların uygulanması ise başka bir meseleydi.
Kadınların özlemlerini barındıran geleneksel toplumsal yapı­
ların çökmesiyle eşzamanlı olarak, yeni bir potansiyel vaat eden
kuvvetler daha güçlü hale geldi. On yedinci yüzyılda, püriten
devrimiyle tüm dünyada bir sürü dinsel sapkın, vaiz ve hatip or­
taya saçıldığında, -Mildred gibi yerini bilmeye, susup oturmaya,
tevazuyla boyun eğmeye ve uygun zamanı kollamaya zorlanmış­
kimi "haddini bilmez kızlar" buna katılmama kararı alsaydı, bu
hayli şaşırtıcı olurdu. Sabırsız ve köktenci düşünürler, birçok yetke
sahibine meydan okuyarak üstlerini yargıladılar; zaptedilmeden
ve hatta herkesin eşit olduğunu öğrenmeden önce uzlaşabilmeyi
umdular. Kadınlarsa bu fikirlerden kimilerini geçici olarak ve de­
neme mahiyetinde kendilerine ayırmaya başladılar. Püriten mez­
hebinin özerk dini toplulukları içerisinde, bir tür sınırlı eşitlik ve
daha geniş bir kendini ifade etme alanı buldular. Burada Tanrı,
ruhunu herkese aynı aktarıyordu. Yoksul dantelci kız Tanrının
hizmetçi kızı olabiliyordu. Papazdan kurtulup bütün inananların
papazlığını beyan ettikten sonra, ilahi esin neden erkeklerle kı­
sıtlı kalsındı ki? Anna Trapn�l oruç tuttu, kehanette bulundu ve
The Cry of a :Stone da
' (Bir Taşın Çığlığı) "Tanrının Oğlunun öz­
gürleştirdikleri gerçekten özgürdür" diye açıkladı.6 Eğer tek ölçüt
bireyin vicdanıysa, kadınlar, kocaları ve babalarının onları neye
inanacakları konusunda yönlendirmelerine ve nasıl davranacak­
larını denetleme gücüne neden meydan okuyamayacaklardı ki?
'�ynı yatakta yatanların .. . iki ayrı kiliseden olması"nı7 yasaklayan
28 j Kadınlar, Dlrenis ve Devrim

Anglikanlar ve Presbiteryenler, püriten kadınların kendi seçtik­


leri şeylere inanmakla kalmayıp, manevi uzaklaşma nedeniyle
kocalarından gerçekten boşanmalarından dehşete kapılıyorlardı.
Babaların ve kocaların yetkesinin, devletin yetkesi gibi anlaşmaya
dayalı olması gerektiği ve tıpkı hakimin erkeğin vicdanını baskı
altında tutma hakkı nasıl yoksa, erkeğin de karısının vicdanını
denetleme hakkına sahip.olmadığı görüşü, geçer�ilik kazanmıştı.
Birçok "Protektora''* destekçisi hiç beğenmese de, bu durum, on
yedinci yüzyıl İngiliz Milletler Topluluğu'ndan sonra da varlığını
sürdürdü ve daha sonraki yüzyıllarda çeşitli yasal kisveler altında
mahkeme salonlarında geçerliliğini korudu. Bu fikir, tıpkı Quaker
cemiyetinin üyesi George Fox'un, erkek egemenliğini günah sayan
ve yeni yaşamda erkeklerle kadınların eşit olacağını ileri sür.en dü­
şüncesi gibi bütünüyle gerçekleştirilmeyi bekliyordu.
Bu düşüncelerin anlamı,. zamanında bile mezheplerin öte­
sine uzanıyordu. 1640'ta feminizm karşıtı yazıları eleştiren The
Women'.ç Sharp Revenge (Kadınların Acı İntikamı) adlı bir kitapçık
yayınlandı. Kitapçık başlığının tamamı şöyleydi: Kadınların Acı
lntikamı: Ya da Juniper ve Çrab-Tree adındaki sövgü dolu kitapçık­
ların ve konuşmaların yazarı Sir Seldome Sober'e, bu kitaplardan
tam alıntılar. yaparak verilen sağlam bir yanıt; biz kadınları koru­
ma adına yapılan bir savunma. Mary tattle-well ve Joan Hit-him­
home adlı evde kalmış kız kardeşler tarafından sunulmuştur. Tarih
1640. "Tattle-well" (iyicene çekiştir) ve "Hit-him-home'' {tam isa­
bet vur) hem cinsel ahlakın çifte standardına hem de kadınlara ve­
rilen sınırlı ve katı eğitimin niteliğine karşı çıkmışlardı ..Kadınları
eleştiren bütün erkeklerin ya sevişme konusunda başarısız olduk­
larını ya da şirret kadınlarla evlenme talihsizliğine uğradıklarını
vurgulamışlardı. Eski bir hileye başvurup kendilerini savunmakta
kutsal kitabı alıntılayarak kadınların köle ya da kul olmak için ya­
ratılmadıklarına da işaret ettiler. Neticede, erkeğe "hakim olmak

İngiltere'de Oliver Cromwell'in hamiliğindeki hükümet dönemi, aynca sonradan
"manda yönetimi" anlamında da kullanıldı. -çev.
Had d i n i B i l mez Kızlar J 29
için" onun başından yaratılmadıkları gibi "ezilmek için ayağından"
da yaratılmamışlardı. Çürütülemez bir mantık yürüterek kadınla­
rın "erkeğin duygudaşı, eşi ve arkadaşı olmak için yan tarafından."
yaratıldığını göstermişlerdi.8 Kadınların "çarpık çurpuk bir ka­
burgadan yaratılmaları" yüzünden iyilikten çok kötülüğe eğilimli
olduğunu kanıtlamak için o dönemde kuşkulu savlar ileri süren
feminizm karşıtlarını, yadsınamayacak biçimde yerle bir etmele­
rine rağmen, "Tattle-well" ve "Hit-him-home" gibi militanlar bile
yönetimde söz sahibi olmayı talep etmediler. Püriten devrimin
kadınları, taleplerini siyasi olarak dile getirmekten henüz yoksun­
du. Politik feminizm henüz onaylanmıyordu ama ahlaksal yönden
onaylanan bir feminizm gelişmeye başlamıştı. 1642'de kadınlar,
Katolik kilisesinin usul ve ayinlerine karşı "Long Parliament"e* di­
lekçe verirken özür de dilemişlerdi. "Biz bunu, kendini beğenmiş­
lik ya da gururdan, kendimizi ister Yetke ister Bilgelik açısından
erkeklerle bir tuttuğumuzdan yapmıyoruz."9
Püritenlik, kadınların konumunda bir dizi ahlaki iyileşme
sağladı. Çok dar anlamda olsa da, kadınlara sınırlı bir paye verdi;
onlara saygınlık kazandırdı. Kocaların karılarını dövmesine itiraz
ederek ve kadınların kiliseye kabulünde onların pisliğini ve hayva­
ni basitliğini vurgulayan ayin ve adetlere karşı çıkarak, cinsler ara­
sı ilişkilerde daha insani bir kavrayışa hız verdi. Ahlakı, herkesin
görüşü ya da yönetimin bir aracı olmaktan çok insanın içindeki
bir ruh meselesi sayarak, cinsel ahlakın çifte standardına meydan
okumanın yollarını açtı. Bireyin ihlal ve tezavüze karşı çıkma ve
müdahale etme hakkı bulunan, kendi kişiliğinin ve yeteneklerinin
bağımsız sahibi olduğu fikri, köktenci-püriten demokrasinin te­
meliydi. Bunun kadınlara da açıkça görülen etkileri oldu. Püriten
demokratik düşüncenin içinde, kadınların insan olarak, medeni
ve dinsel özgürlüklere ilişkin ellerinden aİınainayacak haklara sa­
hip olduğu fikri de yer alıyordu.

' I. Charles zamanında 1640-1660 arası uzun süren Parlamento dönemi. -çev.
30 1 Kadınlar, Direniş ve Devrim

Öte yandan siyasal açıdan püritenliğin yetke karşısındaki tu­


tumu önemli bir belirsizlik taşıyordu. Aşırı köktenciler ve yeryü­
zü cennetine inananlar dışındaki çoğunluk, onaya dayalı yönetim
fikrinin, babanın yetkesi için bir tehdit anlamına geldiğini aklına
getirmezdi. Özgürlük fikirlerine kısa sürede çit çekildi. Herkesin
onayı, aile reisinin onayı gibi anlaşıldı. Amerika'ya ilk yerleşen­
lerin komünizmi, nasıl yalnızca uluslar birliği sözleşmesine dahil
aile reislerini kapsadıysa ve genç adamların başkaldırı hareketine
yol açtıysa, özgürlük de babaların özgürlüğü olarak yorumlan­
dı. Oy verme hakkının, başkasının iradesinden bağımsız olması
gerektiği ileri sürülüyordu. Ya maaş sözleşmesinde ya da evlilik
sözleşmesinde karılarının koşullarına bağlı olanlar, ceza olarak
haklarının bir bölümünü teslim etmiş ve oy hakkı ayrıcalığını yi­
tirmişlerdi. Böylece yönetime katılma düşüncesi, mülk sahibi ve
erkek olanlarla sınırlandırıldı. Püriten demokrasi, bütün köylüler,
çıraklar ya da aşağı tabakadan insanlar adına değil, kendi tarlasını
süren çiftçiler ve kentlerdeki küçük çapta zanaat ustaları adına ko­
nuşuyordu. Hiç kuşkusuz kadınları, hatta en ayrıcalıklı kadınları
bile kapsamıyordu. Bunun yerine kadınlar, efendilerinin oy hak­
kına "dahil edilmişlerdi".
Gerçekten de, on yedinci yüzyılda bir araya gelen etmenler,
aile reislerinin yetkesini güçlendirmeye yaramıştı. Siyasi yönden
devletle esas bağı oluşturuyor, merkezi yönetim ile kendilerine
bağımlı olanların ve hizmetçilerinin aracılığını yapıyorlardı. Yet­
ke zinciri kaldırılmamış, değiştirilmiş ve laikleştirilmişti. İncil'i
okuyan, ailesini eğiten baba, onların yalnızca maddi değil, mane­
vi refahından da sorumlu hale geldi. Bakire Meryem.'e tapınmak
ve azizelere saygı göstermek yerine, Tanrının babalık yanı katı
bir biçimde kabul ettirildi. Kabuğunu kıran Ortaçağ toplumunun
ekonomik gerilimi, aile kurumuna (bir üretim birimi olarak eve)
odaklandı; bu kurum, halen bağımsız bir üretim birimi olmakla
birlikte, erken kapitalizmin yeni piyasa ilişkileri €>na da nüfuz et­
mişti. Püritenlik ister çiftçilik ister aile işi olsun, ailenin bir arada
H a d d i n i B i lmez Kızlar j 31
çalışmasını içeren ve kadının eşinin yanında ama ondan daha aşa­
ğı konumda yer aldığı, küçük çaplı bağımsız girişimi verili olarak
kabul etti. Ancak bu kendine yeterli bağımsızlık ideali, yeni ger­
çekliği temsil etmenin hızla dışına düşüyordu. Varlıklı bağımsız
çiftçilerin eşleri zaten tarım işçiliğinden uzaklaşmıştı ve lcentlerde
zanaat işleri çok daha yoğun bir biçimde sermayeye dönüştükçe,
daha büyük tüccarların eşleri artık çalışmıyordu. Karı kocanın
rolleri daha belirgin biçimde farklılaştı. Evin dışındaki iş dünyası
tümüyle erkeğin alanı, evdeki aile yaşamı ve ev idaresi ise kadının
düzenli işi haline geldi. Bu, eskiden orta halli insanlar arasında,
"ev kadını" aile işiyle ilgilenirken, genç kızların ev işleri yapması­
nın adet sayıldığı durumdan oldukça farklıydı.
Aynı zamanda sanayi örgütlenmesindeki değişiklikler, kadın­
ların iş yaşamının yapısındaki konumunu da etkiledi. Kadınların
loncalardaki konumu giderek zayıflıyordu. Dulların eskisi gibi
korunması ve ayrıcalıklara sahip olması ortadan kalktı ve çırak­
lık daha resmi bir ha.le geldikçe, mesleklerin kapısı kadınlara ka­
pandı. On altıncı yüzyıldan itibaren "kadın işi" tanımı üzerinden
sürekli bir mücadele gelişti. Kadınlara ayrılmış kimi iş alanlarına
sızıldı ve sonunda bu işler erkeklerin eline geçti. Bira yapım işi
aslen kadın işiydi ama on yedinci yüzyıla gelindiğinde kadınların
biracılık yapması yasaklandı. York kentinde, kadınların direnişine
rağmen, mum üretiminde kadınların yerini erkekler aldı. Ortaya
çıkan korumasız yeni sanayiler, loncalardan dışlanan kadınların
alanı haline geldi. Dokuma sanayi yalnızca geleneksel olarak de­
ğil, işlemlerinden çoğu evde yapılabildiğinden "kadın işi" olmaya
özellikle uygundu. Kadın dokumacıları sınırlandırma girişimlerine
rağmen özellikle ip eğirmek, kadınlar tarafından kolayca yapılıyor­
du. Bu, çok eskiden beri bir ev sanayisiydi. Bu tür bir iş için yapılan
ödeme yasalara tabi iş ücreti oranlarından düşüktü ama ev sanayi
on sekizinci yüzyılda hızla yayıldı. İşbölümünde yapılan her yeni
düzeltmeyle birlikte, kadınlar kendilerine ya güçsüz bırakıldıkları
ya da çok daha ciddi sömürüldükleri bir alan ayrıldığını gördüler.
32 j Kadınlar, Direnıs ve Devrim

Daha zengin kız kardeşleri üretimin dışında kalınca, boş gezip üst
tabakanın alışkanlıklarını taklit etmeye başlarken, yoksul kesimin
kadınları yeni türden eziyetli işlerin içinde kaldılar.
Çalışmamak, orta halli kesimin kadınları için sınıf üstünlüğü­
nün belirtisi haline gelirken, aynı dönemde bu kesimin erkekleri
için, iş k:urmak1 saygın ve değerli olmanın ölçütü h�line gelmişti.
Sanayinin kadınlara kapalı olması dışında, kadınların sınırlı eği­
timi de onların meslek edinmesini olanaksız kılıyordu. Bilimsel
�evrimin etkilerinden biri olan entelektüel uzmanlaşma süreci
bu dışlanmayı belirginleştirmişti. Bu aşamada da kadınlar, yine
yüksek maaş getirmeyen aşağı düzeydeki mesleklere mahkumdu.
Bu durum tıp alanında açıkça ortaya çıkar. Tıp, bir büyü sanatıy­
ken evrimleşerek daha belirli ve kuramsal �ir öğrenim gerektiren
bir bilim haline gelince, erkek doktorlar bu bilimin daha yüksek
düzeydeki d·allarının denetimini ele geçirdiler. En sonunda kadın
cerrahlar, on yedinci yüzyılda ortadan yok oldular. Aynı biçimde
bir zamanlar saygın bir meslek olan ve yüksek sınıftan kimselere
bakan kadınlara yüksek ücret sağlayan ebelik de değerini yitir­
di. Aslında erkeğin doğumda bulunması onaylanmazken, yeni
moda zenginler bunu kolayca bir yana itti. Kadın ebeler yalnızca
yoksulların dünyasıyla sınırlandı. Buna karşı küçük de olsa bir
direniş yaşandı. Jane Sharp The Midwives Book' ta (Ebelerin Ki­
tabı-1671) eski zamanlardan kalma geleneksel halk bilgilerinden
yana çıkıp kitaptan öğrenilenleri ve bilimsel yöntemleri reddet­
ti. "Sanki Yunanca anlamayan kimse bu sanat hakkında bir şey
bilmiyordu, oysa işi halleden katı sözcükler değildir. Sözcükler,
çoğu zaman yemişin içini yiyelim derken dişimizi kıran kabuk­
tur, yani anlamını bulana kadar·beynimiz çatlar. Aynısı anadili­
mizde varsa bir sürü gereksiz zahmetten kurtuluruz."10 1687'de,
Mrs. Elizabeth Collier ebeleri eğitici bir ders planı hazırlamış
olsa da, bu hiçbir zaman uygulamaya konmamıştı. Benzer ge­
lişmelerin aynı sonucu doğurduğu Fransa'da ebeler şikayetle
kalmadı, örgütlenip mesleklerinin itibarını yükselten bir ebelik
Haddini Bil mez Kızlar 1 33
okulu kurdular. Bu, daha büyük bir ayrışmanın belirtisiydi. Ka­
tolikliğin direnç göstermesi, kadınların özlemlerinin dinsel ol­
maktan çok din dışı, laik bir biçim almasına yol açtı. Fransa'da
feminizm, bilime, yükselen kapitalizmin entelektüel dünyasına
ve kurama kuşkuyla karşı çıkmak yerine, kadınlardan yana akıl
yürütmeyi denedi. Aydınlanma çok yönlüdür. Deneyle gösteril­
mediği sürece, herhangi bir şeyi gerçek saymanın akıllıta olma­
yacağı ve bilgiyi birçok parçaya bölmekle, ne kadar geleneksel ve
yerleşik olursa olsun, gerçekliğin en karmaşık yönleri hakkında
bile tümdengelimli bilgiye, düzenli ve akılcı yoldan adım adım
ulaşılabileceği varsayımı yayıldı. Böylece, kadınların ikinci plana
itilip baskı altında tutulmasını sorgulayacak yeni zeminler be­
lirdi. Uygun bir ortam ve eğitim söz konusu olduğunda insanlar
evreni kavrayabiliyorsa kadınlar neden buna dahil olmasındı ki?
Descartes'ın izleyicisi Matmazel de Gournay EEgalite des Hom­
mes et des Femmes<la (Kadın-Erkek Eşitliği) kızların aşağı düzey­
de olmasının, sınırlı eğitimlerinden kaynaklandığına inandığını
belirtti. Bu "akılcı" femini�m, sadece ayrıcalıklı kadınların. söz­
cülüğünü üstlenen Rönesans geleneğini sürdürse ve iddialarını/
taleplerini burjuva erkeğin gelişen dünyasında rekabete sunsa da,
siyasi olarak, dinsel yeryüzü cenneti vaadinin (kıyametten önce
bin yıllık barış ve refah dönemi vaadinin) bir tadımlık özgürlü­
ğüne kıyasla daha etkiliydi. Üst sınıftan seçkin entelektüellerin
bu dünyaya girme ve.kabul görme talebi şiddetli bir dirençle kar­
şılaştı. Yine de kısa vadede bakıldığında, insan ile doğal çevre
arasındaki ilişkinin dönüşmesi tasavvuruyla karşılaştırıldığında,
bunun gerçekleşme olasılığı daha yük.sekti. Kabul görme talebi,
özgürlük tasavvuru kadar uzak görünmüyordu.
Bu türden feminist yazın İngiltere'ye Milletler Topluluğu
döneminde girdi ve özgürleşmeye dair fikirlerin dinsellikten
arınmasına katkıda bulundu. On yedinci yüzyılın sonuna doğ­
ru, aklın " yetke"si ve "sağduyu" konusunda kadının "erkek kadar
iyi"11 olduğu görüşü tartışılıyordu. Kadın hakları, kadınlar Tan-
Another random document with
no related content on Scribd:
Coro de Espíritus

¡Caed y apartaos, oh lóbregos muros;


dejad que penetren el aire y la luz!
¡Rasgad, densas nubes, los velos oscuros!
¡Oh estrellas y soles, los rayos más puros
verted en las olas del éter azul!

¡Imágenes bellas, que en grupos flotantes


del cielo, do cuna tuvisteis, venís;
con mantos etéreos, de gasas brillantes,
la selva que nido les da a los amantes
velando sus goces, piadosas cubrid!

Florecen los valles y el bosque frondoso.


Ya el negro racimo cayó en el lagar,
y en ondas purpúreas el jugo espumoso,
corriendo entre flores sin paz ni reposo,
ya es rápido río, ya es fúlgido mar.

Las greyes aladas con plácido anhelo


aspiran sedientas los rayos del sol,
y a la isla encantada dirigen su vuelo,
a la isla dichosa que encumbra hasta el cielo
la frente ceñida de eterno verdor.

Osadas escalan la cumbre distante,


intrépidas surcan las olas del mar,
y audaces volando, con pecho anhelante,
siguiendo van todas la luz fulgurante
del astro de amores que brilla triunfal.

Mefistófeles

Ya duerme. Os doy gracias mil


por tan magistral concierto.
¡Bien lo hechizasteis, por cierto,
hijos del aire sutil!
Dadle, en falaz testimonio,
visión que bella le asombre;
duerma y delire: ¡aún no es hombre
para atreverse al Demonio!
Romperé de esta prisión
el sortilegio inclemente.
¿Qué me falta? Solamente
un colmillo de ratón.
¿Un ratón? Asoma ya
el negro hocico. Al conjuro
apelaré, y es seguro
que al momento acudirá.

El gran Señor de ratas y ratones,


de moscas, y mosquitos y moscones,
te previene que vengas obediente,
y en el umbral aquel hinques el diente.

Ya viene: ¡al trabajo! ¡Así!


Del signo avasallador
es el ángulo exterior
el que me retiene aquí.
Muerde y roe a tu placer:
poco falta; ya está hecho.
Duerme y sueña satisfecho
Fausto: adiós, ¡hasta más ver!

Fausto, despertando

¡Todo fue mera ilusión!


¡Todo se ha desvanecido!
¿Qué te hiciste? ¿Dónde has ido,
encantadora visión?
Pero, loco estoy: ¿qué hablo?
Nada pasó en este encierro.
¡Nada! Se ha escapado el perro,
y he visto en sueños al Diablo.
GABINETE DE ESTUDIO

FAUSTO Y MEFISTÓFELES

Fausto

¿Llaman? Entrad. ¿Qué importuno


me busca?

Mefistófeles

Yo soy quien llamo.

Fausto

Entrad, pues.

Mefistófeles

Dilo tres veces.

Fausto
¡Entrad al fin, voto al Diablo!

Mefistófeles

Así me gustas, y entiendo


que ya entendiéndonos vamos.
Por disipar tus quimeras,
aquí estoy, hecho un hidalgo,
con rico traje de grana,
de oro fino recamado,
la breve capa de seda,
la suelta pluma de gallo,
y el luengo, tajante acero
pendiente al izquierdo flanco.
Viste tú las mismas galas,
sin detenerte a pensarlo,
y ven a correr el mundo,
libre, contento y ufano.

Fausto

¿Qué importa cambiar las ropas,


si están dentro los cuidados?
Tan mozo no soy que pueda
correr tras goces livianos,
ni tan viejo todavía
que mi pecho esté ya exhausto.
¿Qué puede darme la vida?
«Abstente, abstente; sé cauto,»
es el odioso estribillo
que eternamente escuchamos,
y que cada hora repite
con retintín más amargo.
Rompe el día, y con el día
viene a mis ojos el llanto,
al ver que en sus largas horas
ninguna ventura aguardo;
al ver que el placer posible
lo destruyo analizándolo,
y las hermosas imágenes
que mis ansias engendraron,
malas artes las convierten
en solemnes mamarrachos.
Viene la lúgubre noche;
rendido en el lecho caigo,
y al buscar paz y reposo,
pesadillas no más hallo.
El espíritu que enciende
el volcán en que me abraso,
en el corazón encierra
sus tempestades y estragos.
Dentro, fuego; fuera, nieve:
di si en tan mísero estado
odio con razón la vida
y pronta muerte reclamo.

Mefistófeles

Huésped importuno, empero,


es la muerte en todos casos.

Fausto

¡Feliz aquel a quien ciñe


la sien de sangrientos lauros!
¡Feliz aquel a quien hiere
tras ardiente danza, cuando
la hermosa de sus amores
abriole los dulces brazos!
¡Feliz yo, si el alma mía,
en sus celestiales raptos,
al ver al sublime Espíritu,
se hubiera en él abismado!

Mefistófeles
¿Y por qué, anoche, de cierto
negro licor huyó el labio?

Fausto

¿Vas al acecho?

Mefistófeles

No todo
lo sé; pero siempre sé algo.

Fausto

Pues bien: si mi horrible angustia


son calmó tranquilo y grato,
que de mi niñez gozosa
los dulces recuerdos trajo,
¡mal hayan las ilusiones
que el corazón trastornando,
a engañadores abismos
llevan así nuestros pasos!
¡Mal hayan las fantasías
que a nuestros sueños dan pábulo!
¡Mal hayan las apariencias
que al sentido tienden lazos!
¡Mal hayan gloria y renombre!
¡Mal hayan pompas y aplausos,
y cuanto al mundo nos liga,
hogar, familia o arado!
¡Mal hayan Mammón y el oro
con que pretende pagarnos,
y los cojines que brinda
a nuestro muelle regalo,
y la vid y sus racimos,
y el amor y sus halagos!
¡Mal hayan fe y esperanza,
y sobre todo ese engaño,
mal haya la pacientísima
resignación de nuestro ánimo!

Coro de Espíritus (invisible)

¿Qué has hecho del mundo,


del mundo esplendente?
Tu puño iracundo
lo aplasta inclemente,
triunfal semidiós.
La hermosa y querida
visión de la vida
cayó destrozada,
cayó ya en la nada;
de aquella hermosura
tan cándida y pura
nuestra alma va en pos;
y mísero llanto
vertemos, al ver
hoy roto el encanto
tan plácido ayer.
¡Oh tú, soberano
del género humano!
¡Soberbio titán!
Engendra en el seno
del alma profundo,
más puro y sereno,
más grande, otro mundo;
da vida a tu afán:
y en plectros sonoros
espléndidos coros
tus glorias dirán.

Mefistófeles

Ya vino en tu ayuda
mi gente menuda,
que en sabios consejos
te muestra a lo lejos
placer y emoción.
En pos de ellos vuela,
huyendo estos muros,
do en antros oscuros
se extingue y se hiela
tu audaz corazón.

No el propio dolor avives,


negro buitre en ti cebado;
ven, y en la pobre compaña
de este miserable diablo,
serás hombre, por lo menos,
cual lo son tantos y tantos.
Y no imagines, por ende,
que te arrojo al vulgo sandio:
nunca fui de los primeros;
pero, si aceptas mi amparo,
tuyo soy desde ese instante,
y en mí encuentras en el acto
compañero, y si más quieres,
servidor, y hasta lacayo.

Fausto

¿Y a qué me obliga ese obsequio?

Mefistófeles

¡Oh, calla! No apremia el pago.

Fausto

Diz que el diablo es egoísta,


y si nos ayuda en algo,
no hace jamás por el mero
amor de Dios el milagro.
Temibles son tus ofertas:
di qué pides; habla claro.
No es bueno tener en casa
un servidor de tu rango.

Mefistófeles

Pues bien: aquí he de servirte


sin pereza y sin descanso,
y tú harás por mí lo mismo
cuando estemos allá abajo.

Fausto

Allá abajo, poco importa.


Si este mundo haces pedazos,
del mundo que después venga
no he de hacer el menor caso.
Del suelo que mis pies huellan
todas mis dichas brotaron;
el sol que mi frente baña
correr vio todos mis llantos:
si el sol cae y se hunde el suelo,
ya por nada más me afano.
Me es igual, si hay otra vida,
que odio impere o amor santo,
y que esa morada póstuma
sea el Empíreo o el Tártaro.

Mefistófeles

Entonces, ¿en qué reparas?


Decídete: acepta el pacto,
y verás, al punto mismo,
adónde llego y alcanzo.
Vas a gozar lo que nadie
gozar pudo, ni aun soñándolo.

Fausto
¿Qué podrás, qué podrás darme?
¿Qué entiendes tú, pobre diablo,
qué entiendes de la insaciable
sed del espíritu humano?
¿Qué podrás darme? Manjares,
que pronto cansan al labio;
oro, que cual vivo azogue
escapa de nuestras manos;
lucha en que jamás vencemos,
juego en que nunca ganamos;
hermosuras, que al vecino
sonríen en nuestros brazos;
gloria, placer de los dioses,
que pasa como un relámpago.
Muéstrame un árbol que vista
cada día nuevos ramos,
y un fruto que no se pudra
en él antes de tocarlo.

Mefistófeles

Te daré cuanto apetezcas:


el empeño no es tan arduo.
Ya es hora; ven; el banquete
está servido: ¡a saciarnos!

Fausto

Si en el lecho deleitoso
logro un punto de descanso,
tuyo soy. Si satisfecho
de mí mismo un día me hallo,
y complacido me rindo
a tus deleites y engaños,
sea aquel mi último instante.
Dime, ¿aceptas ese trato?

Mefistófeles
Aceptado: aprieta.

Fausto

Aprieta.
Si algún día, embelesado,
al momento fugitivo
digo: «Ten el vuelo raudo»,
échame al cuello la soga,
abre el abismo a mi paso,
doble a muerto la campana,
párese el vital horario,
todo para mí concluya,
y comience tu reinado.

Mefistófeles

Piénsalo bien: algún día


podré quizás recordártelo.

Fausto

Recuérdalo cuando gustes:


lo que prometo, lo pago.
Ser esclavo tuyo, o de otro,
¿qué importa, si siempre esclavo
he de ser?

Mefistófeles

Pues da comienzo
el festín del Doctor Fausto,
y el mismo Diablo en persona
a servirle va los platos.
Mas... por la vida o la muerte,
no estorbarán tres o cuatro
renglones.

Fausto
¿Juzgas, pedante,
firma y sello necesarios?
Ni de caballero entiendes,
ni de palabras y tratos.
Una dije, y para siempre
quedé por ella obligado.
¿Piensas tú que cuando todo
vuela a merced de los hados,
sujetarán mi albedrío
tus tres renglones o cuatro?
¡Pueril y vana quimera!
¿Por qué impresionas a tantos?
¡Feliz quien de su firmeza
hace al alma tabernáculo!
Encontrará en su camino
lo más escabroso llano.
Fantasma es que al mundo aterra
un papel emborronado:
apenas la pluma leve
trazó los fatales rasgos,
tienen ya el lacre y la tinta
fuerza y poder soberano.
Pide, Espíritu maligno,
¿quieres papel, bronce o mármol?
¿Tomo el buril o la pluma?
Escoge: eres dueño y árbitro.

Mefistófeles

¿Qué tienes? ¿Por qué te exaltas?


Cualquier papel, un retazo
basta, y una sola gota
de sangre para firmarlo.

Fausto

Si quieres, sea.
Mefistófeles

Es la sangre
jugo precioso y extraño.

Fausto

No temas que el pacto rompa:


todas las fuerzas del ánimo
rindo, entrego y comprometo,
al admitirlo y firmarlo.
Tanto voló mi arrogancia,
que ya entre los tuyos me hallo.
Burlome el excelso Espíritu,
e insensible a mis halagos,
la esquiva Naturaleza
arrebujose en su manto;
la hebra del pensar se ha roto,
y estoy del saber cansado.
Templen los dulces deleites
las vivas llamas en que ardo,
y envueltos en gasas de oro
vengan, Magia, tus encantos.
Al torrente de la vida
lanzareme, y al acaso
en su raudal de aventuras
iré corriendo y rodando.
Bienandanzas y desastres,
pena y gozo, risa y llanto,
encadenen de mis días
los eslabones variados:
son acción y movimiento
ley del espíritu humano.

Mefistófeles

Meta no pongo ni valla:


si, fugaz revoloteando,
desflorarlo quieres todo,
todo puedes desflorarlo.
Conmigo ven, y no temas.

Fausto

De felicidad no te hablo:
lo que yo quiero es el vértigo,
el goce inquieto y amargo,
el avivador despecho,
el amor que crece odiando.
El alma, al saber cerrada,
a otras emociones abro;
cuanto el hombre goza y sufre
quiero sufrirlo y gozarlo.
Sentir quiero en mis entrañas
todo lo bueno y lo malo,
y en la esencia de mi vida
convertirlo y apropiármelo.
¡Venturoso yo, si toda
la Humanidad en mí abarco,
y al fin y al postre, como ella,
choco, reviento y estallo!

Mefistófeles

¡Ay, en verdad te lo digo,


yo que centenares de años
estoy royendo y royendo
el fruto indigesto y áspero!
¡Ay, en verdad te lo digo!
De la cuna al campo santo
digerir no puede el hombre
la levadura de antaño.
Ese todo, que ambicionas,
solo es a un Dios adecuado:
para él, fulgores eternos;
para mí, noche y espanto;
para vosotros, tinieblas
y luces, sombras y rayos.

Fausto

Quiérolo todo.

Mefistófeles

Bien; sea.
No más encuentro un obstáculo,
uno solamente: es corto
el tiempo y el arte es largo.
Paréceme que debieras
prepararte, aprender algo.
Asóciate a un buen poeta:
este, lleno de entusiasmo,
con soñadas perfecciones
coronará tu retrato;
del león con la arrogancia,
con la agilidad del gamo,
con la viveza italiana
y con el tesón germánico.
Unirá en tu noble pecho
con maravilloso lazo
magnanimidad y astucia,
y con arte soberano
te ha de hacer galán fogoso
y gentil enamorado.
Tal ejemplar y arquetipo
voy hace tiempo buscando;
si con él doy algún día,
don Microcosmos le llamo.

Fausto

¿Quién soy, pues, si esa corona


de la Humanidad no alcanzo,
esa perfección, que enciende
mis ansias?

Mefistófeles

Al fin y al cabo,
eres quien eres. Encúmbrate
sobre coturnos o zancos,
y con pelucón disforme
ciñe y abulta los cascos,
¿quién serás? El mismo que eres,
ni más gordo ni más flaco.

Fausto

¡Ay!, acumulé el tesoro


de la humana ciencia en vano:
cuando en mi interior penetro,
allí nuevas fuerzas no hallo;
ni me acerco al Infinito,
ni una línea me levanto.

Mefistófeles

Miras las cosas de un modo


vulgar; hay que ser más cauto,
y antes que vuelen los goces,
discretamente apurarlos.
¿Es tuya, di, tu cabeza?
¿Tuyos son tus pies y manos?
Pues del mismo modo es tuyo
lo que te sirve de algo.
Si tienes seis buenos potros,
y los unces a tu carro,
en vez de tener dos piernas,
¿cuántas tienes? Veinticuatro.
Basta de filosofías;
lánzate conmigo al campo:
quien se devana los sesos
me parece el pobre jaco,
que por negro maleficio
está en un yermo trotando,
sin ver que en torno se extienden
frescos y sabrosos pastos.

Fausto

¿Cuándo partimos?

Mefistófeles

Al punto.
De este calabozo huyamos.
¿Qué haces en él? Aburrirte
y aburrir a los muchachos.
Deja ese oficio indigesto
al vecino don Gaznápiro;
no te afanes en la trilla
de paja en la que no hay grano.
Lo poco bueno que aprendes
no te atreves a enseñárselo
a tus discípulos. Uno
te espera. ¿No oyes sus pasos
en el corredor?

Fausto

No puedo
recibirle.

Mefistófeles

Luengo rato
aguarda: si no le admites,
corre el pobre buen bromazo.
Déjame el gorro y la bata;
(Se los pone.)

me sientan como pintados.


En mi agudeza confía;
quince minutos reclamo.
Tú, para el famoso viaje,
prepárate mientras tanto.
(Vase Fausto.)

Mefistófeles, envuelto en la larga vestidura de Fausto

Razón y saber desdeña,


las dos alas que te han dado;
deja que en sus obras vanas
de ilusiones y de encantos
te afirme y envuelva el suave
Espíritu del engaño;
y así, Doctor, serás mío,
sin condiciones ni obstáculos.

You might also like