Professional Documents
Culture Documents
konstantinopol ve diğerleri
konstantinopol ve diğerleri
fethinden sonra Kostantiniyye, Dersaadet, İstanbul gibi değişik adlarla anılmıştır. Bunlardan resmî
amaçlarla en çok kullanılanı Kostantiniyye'dir.[1]
Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra da Konstantinopolis (Kostantiniyye) ismi kullanılmaya devam
edilmiştir, bunun yanında İstanbul adı da yaygın olarak kullanılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına doğru İstanbul dışındaki adlar kullanımdan kalkmıştır. Buna karşın
diğer dillerde Konstantinopolis adlandırması devam etmiş, kent Osmanlı Türkçesinde ( استانبولİstanbul)
olarak adlandırılırken Latin harfleriyle yazıldığında Konstantinopolis kullanılmıştır. Türkçede Latin
harflerine geçiş sonrasında Türk Devleti diğer ülkelerden kentin Türkçe adını kullanmalarını talep etmeye
başlamış, zamanla dünya genelinde İstanbul adı yaygınlaşmıştır.[2]
Tarih
II. İoannis Bizans İmparatoru ve karısı İrini; Ortada, Meryem ana ve çocuğu İsa. Ayasofya'da bir mozaik,
İstanbul, ca. 1118.
Batı Avrupalı hacılar Bizans dönemindeki Kostantîniyye'de. Batı Avrupalı Orta Çağ döneminden bir
minyatür.
MÖ 667 yılında Antik Yunanistan'dan gelen Megaralı kolonistler bugünkü tarihî yarımadanın en doğusuna
Byzantion (Yunanca: Βυζάντιον) adlı şehir devletini kurdular. Byzantion, MÖ 196'da Romalılar tarafından
işgal edilinceye kadar şehir devleti özelliğini korumuştur. Bu antik Yunan şehri bugünkü İstanbul'un
kentsel ilk atası olarak kabul edilir.
Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu dönemi (330-1453)
İstanbul'un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğu'nun Doğu-Batı ayrılmasından 65 yıl önce başlamıştır. 11
Mayıs 330 tarihinde Roma İmparatoru I. Konstantin Byzantion'u imparatorluğun yeni başkenti seçmiş ve
Yeni Roma (Latince: Nova Roma) diye tekrar isimlendirmiştir. İlk zamanlarından itibaren yeni başkentin
tarihçileri kurucusunun adından dolayı onu Konstantin'in Şehri; Konstantinopolis diye anmaya
başlamışlardır (Yunanca: Κωνσταντινούπολις veya Κωνσταντίνου Πόλις). Şehir hızla eski site sınırlarından
taşarak batıya doğru yayılmaya başlamıştır.
Konstantinopolis, önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun
yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşen devletin de 395'te başkenti olmuştur.
Konstantinopolis erken Orta Çağ'da da dünyanın en parlak ve zengin şehridir. Şehir ve güneyindeki
Theodosius Limanı, 13. yüzyıla dek dünyanın en büyük ticaret merkezlerinden biri olur.
1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun bir
parçası haline gelmiştir.
Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453'e kadar Bizans İmparatorluğu'nun
başkenti olmuştur. 29 Mayıs 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet'in Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle
şehir Osmanlı Devleti'nin başkenti olmuştur.
Kostantiniyye ve daha sonra İstanbul adlarını alan şehir, bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun
başkenti olmuştur.
1923'te Ankara'nın yeni Türkiye Devleti'nin başkenti ilan edilmesiyle, MS 330'dan beri sürdürdüğü
yaklaşık 1600 yıllık başkentlik özelliğini kaybetmiştir.
Stratejik önem
İstanbul'un stratejik özelliklerinin başında Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması gelmektedir. Bir
nevi köprü vazifesi görmektedir ve tarih boyunca kültürler arası köprü vazifesini başarıyla yerine
getirmiştir. Doğu Roma İmparatorluğuna ve Osmanlı Devletine başkentlik yapmıştır. Tarih boyunca birçok
devlet tarafından kuşatmaya uğramıştır ama emsali görülmemiş surlarını kimse aşmayı başaramamıştır.
Bu surlar üç aşamadan oluşuyordu ve aralarında boşluklar bulunuyordu bu boşluklara da hendekler
kazılmıştı ve içlerinde göletler oluşturulmuştu. Bu surları Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet
geçmeyi başarmıştır ve Osmanlı'nın yeni başkenti olmuştur.
İstanbul ayrıca Yunan mitolojisinde de geçer ve "Altın Boynuz" olarak da bilinen Haliç'in oluşumu
mitolojide anlatılagelir.
İstanbul'un Dünya haritasına bakıldığında hem Asya hem de Avrupa'ya hakim bir yapısı bulunmaktadır.
İstanbul Boğazı'ndan geçerek Rusya Federasyonu'na deniz yolu ile geçilebilir ya da Akdeniz havzasına
inilebilir.
Kilise ve manastırlar
Ayasofya
İstanbul bütün Ortaçağ dünyasının ilgisini önce kilise ve manastırlarıyla kendisine çekmektedir. Özellikle
Ayasofya. O tek başına bir efsanedir. Ayasofya'sız bir İstanbul, İstanbul'suz bir Ayasofya düşünülemez.
Bünyesinde barındırdığı altı bin rahip ve on yedi bin cemaatle Ayasofya, şehrin en büyük kilisesi ve
patriğin merkezidir. Kilisenin ana kapısının üstünde Hz. İsa'nın çarmıhının bir parçası olduğu söylenen
tahta bir haç bulunmakta olup tüm Hristiyan seyyahlar bu haçın önünde istavroz çıkarır, daha sonra
kiliseye girerler.[4]
Seyyahlar kilisenin içindeki altın ve gümüşün bolluğundan, kullanılan mermerlerin, porfirlerin ve diğer
kıymetli taşların güzelliğinden ve özellikle mozaik süslemenin letafetinden dolayı şaşıp kalırlar.
Ayasofya'nın çan kulesi yoktur. Novgorodlu Antonius'un belirttiği üzere, ibadete sementron (tahta
levhaya vurulan tahta tokmak) ile davet edilmektedir.[4]
Ayasofya sadece mabetten ibaret değildir. O, şehir hayatının, hatta imparatorluk hayatının merkezinde
yer almaktadır.[4]
Doğu Roma dönemi İstanbul'unun ikinci büyük abidesi, bugün, yerinde Fatih Camii'nin ve II. Mehmet'in
türbesinin bulunduğu yerdeydi. Kilise, ismini, kilisede medfun bulunan Hz. İsa'nın üç havarisinden; Aziz
Timotheus, Aziz Andreas ve Aziz Lukas ile meşhur din adamı Aziz Ioannes Hırisostomos'tan almaktadır.[4]
Venedik'teki San Marcos Kilisesi ile Efes'teki Agios Ioannes'in (Aziz Yahya) kiliseleri, Havariyyun Kilisesi
örnek alınarak yapılmıştır. 1028'e kadar Doğu Roma imparatorlarının gömüldükleri anıt mezar kompleksi
olarak kullanılmıştır. Şehrin kurucusu I. Konstantinos ile annesi Helena'nın, II. Theodosius'un ve I.
Justinianus'un lahitleri burada bulunmaktadır. Kilise, paraya ihtiyacı olan Doğu Roma İmparatoru III.
Aleksios tarafından 1197 yılında "soyulmuş", 1204'te Haçlılar tarafından yağmalanmış, 15. yüzyılın
başındaysa neredeyse harabe haline gelmiştir.[4]