Professional Documents
Culture Documents
10.47525-ulasbid.987039-1941728
10.47525-ulasbid.987039-1941728
10.47525-ulasbid.987039-1941728
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BİLGİ VE BELGE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
AYGÜL ÇİÇEK
2501120055
TEZ DANIŞMANI
PROF.DR. MURAT YILMAZ
İSTANBUL 2016
ÖZ
AYGÜL ÇİÇEK
Anket sonuçlarıyla elde edilen bilgiler göstermiştir ki; popüler kültüre yönelik
olumsuz söylemlerin aksine kadın kütüphaneciler, kütüphanecilik mesleğini daha
fazla tercih ettiği için meslek olarak kütüphaneciliği olumlu bir biçimde
etkilemektedirler. Ayrıca tezimizde Türkiye’deki kadın kütüphanecilerin imajının,
popüler kültürün tersine olumsuz değil tam tersine olumlu yönde olduğu
saptanmıştır.
III
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Feminist Kuramlar, Çalışan Kadınlar, İmaj,
Kadın Kütüphaneciler, Kadın Kütüphanecilerin İmajı, Popüler Kültür
IV
ABSTRACT
AYGÜL ÇİÇEK
The aim of this thesis is to examine how female librarians are perceived by library
users and image which was laid a burden on female librarians in popular culture.
In our thesis study, in order to test our hypothesis, it has been conducted a survey
study included questions oriented image perception for female librarians, asked
Istanbul University Central Library users and employees and has been tried to
scrutinize the causes of negative perception towards female librarians. With the
survey work, it has been tried to analyse the causes of negative image which is laid
a burden on female librarians within the framework of the survey data.
V
ÖNSÖZ
Feminizm, ilk kez 1872 yılında küçük bir risalede "kadın hakları hareketi"ni
tanımlamak için kullanılmıştır. Feminizm, kaynağını kadınlardan almış bir
kavramdır ve en yalın haliyle herhangi bir konuda kadına has özellikleri anlatmak
için kullanıldığı gibi; kadının kurtuluş veya özgürlük hareketi anlamına da
gelmektedir.
VI
görülmüştür ki kadın kütüphaneciler kendilerini bu koşullar doğrultusunda daha da
geliştirmektedirler.
Yüksek lisansa başladığım ilk günden itibaren her zaman yanımda olan değerli
arkadaşlarım Mehmet İnan'a ve Ceren Gündoğdu'ya ne kadar teşekkür etsem azdır.
Son olarak anneme, babama ve tüm kardeşlerime, en çok da beni bir yıla yakın
Almanya'da misafir edip orada dil eğitimi almam için ellerinden geleni yapan
Aynur Çiçek'e ve Erol Çiçek' e ne kadar teşekkür etsem azdır. Her zaman yanımda
olup bana inandıkları için tüm bu güzellikleri aileme borçluyum.
Aygül Çiçek
VII
İÇİNDEKİLER
ÖZ........................................................................................................................ III
ABSTRACT........................................................................................................ V
ÖNSÖZ................................................................................................................VI
İÇİNDEKİLER..................................................................................................VIII
TABLOLAR LİSTESİ...................................................................................... X
ŞEKİLLER LİSTESİ........................................................................................ XI
KISALTMALAR............................................................................................... XII
GİRİŞ.................................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
FEMİNİZM VE FEMİNİST TEORİLER
1.1. Feminizm Nedir? ......................................................................................... 5
1.1.1. Feminizmin Ortaya Çıkış Nedenleri................................................ 10
1.1.2. Feminizmin Tarihi ve Gelişimi........................................................12
1.1.2.1. Feminizminin Dünyadaki Tarihi ve Gelişimi...................... 14
1.1.2.2. Feminizminin Türkiye'deki Tarihi ve Gelişimi.................... 20
1.2. Feminist Kuramlar........................................................................................ 27
1.2.1. Liberal Feminist Kuram.................................................................. 30
1.2.2. Radikal Feminist Kuram................................................................. 37
1.2.3. Marksist Feminist Kuram............................................................... 44
1.2.4. Sosyalist Feminist Kuram............................................................... 50
1.2.5. Postmodern Feminist Kuram.......................................................... 53
1.3. Feminist Perspektiften Popüler Kültürde Kadınların İmajı.......................... 57
1.3.1. Kültür ve Popüler Kültürün Tanımı................................................ 57
1.3.2. Popüler Kültürde Kadın..................................................................60
1.3.3. Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve İmajı................................ 63
VIII
İKİNCİ BÖLÜM
KADIN KÜTÜPHANECİLER VE SORUNLARI
2.1. Meslek Olarak Kütüphanecilik.................................................................... 70
2.2. İş Hayatında Kadın ve Kadın Kütüphaneciler.............................................. 72
2.3. Feminist Perspektiften Kadın Kütüphanecilerin
Mesleki Sorunları................................................................................................. 88
2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık......................................... 89
2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık.................................. 96
2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması............................... 101
2.3.4. Cinsel Taciz........................................................................................103
2.3.5. İmaj ve Profesyonellik Sorunu........................................................... 105
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJ ALGISI:
ANKET UYGULAMASI
3.1.Çalışmanın Yöntemi...................................................................................... 110
3.1.1. Veri Toplama Aracı............................................................................110
3.1.2. Anket Soruları.................................................................................... 111
3.2. Örneklem Grubu........................................................................................... 113
3.3. Ölçeğin Güvenirlik ve Geçerliği................................................................... 114
3.3.1. Yapı Geçerliği.................................................................................... 114
3.3.2. Güvenirlik Analizi.............................................................................. 118
3.4. Verilerin Analizi........................................................................................... 120
3.5. Bulgular.........................................................................................................121
SONUÇ................................................................................................................128
KAYNAKÇA...................................................................................................... 130
EKLER................................................................................................................135
IX
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1 : Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar........................... ...89
Tablo 2 : Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları.115
Tablo 3: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Madde Analizi Sonuçları.117
Tablo 4 : Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı......................119
Tablo 5 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarına Ait Betimsel İstatistikler................... .120
Tablo 6 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem
t Testi Sonuçları................................................................................. .121
Tablo 7 : Ölçek ve Örneklem Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız
Örneklem t Testi Sonuçları.................................................................... 121
Tablo 8 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek
Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları........................................ 122
Tablo 9 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Öğrenim Durumuna Göre Bağımsız
İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................................122
Tablo 10 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre
Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................123
X
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği........114
XI
KISALTMALAR LİSTESİ
C. : Cilt
Çev: Çeviren
F: Varyans değeri
p: Anlamlılık Düzeyi
S. : Sayı
XII
SS: Standart Sapma
t: t Değeri
X: Ortalama
v.b. : Ve Benzeri
v.d. : Ve Diğerleri
XIII
GİRİŞ
1
Bilhassa "feminizm, çalışan kadınlar, kütüphanecilik, kadın kütüphaneciler" gibi
konular hakkında temel kavramlar ayrıntılı olarak irdelenmiştir. Araştırmamızda
teknik olarak yararlandığımız anket ise, kütüphanecilerin imaj algılarını analiz
etmek amacıyla önceden hazırlanmış ve gerekli onaylar alınarak -gönüllü olarak-
farklı yaş ve cinsiyetteki 146 kütüphane kullanıcısı ve çalışanına uygulanmıştır.
Tez çalışması kapsamında gerek yurt içi gerekse yurt dışı literatürde bilimsel
kaynaklarda araştırma konusunu destekleyici çalışmaların olduğu bilinse de bu
kaynakların daha çok feminizm ve çalışan kadınlar üzerine ciddi çalışmalar olduğu
görülmüştür. Tezimizde ağırlıklı olarak yararlandığımız çalışmaları şu şekilde
sıralayabiliriz: Türkçeye çevirisini Bora Aksu, Meltem Ağduk Gevrek ve Feyziye
Sayılan'ın yaptığı Josephine Donovan'ın "Feminist Teori" adlı kitabı; Bell
Hooks'un "Feminizm Herkes İçindir" adlı kitabı; Necla Arat'a ait olan "Feminizmin
ABC'si" adlı kitabı; Serpil Çakır'ın "Osmanlı Kadın Hareketi" adlı kitabı, Zekiye
Demir'in "Modern ve Postmodern Feminizm" adlı kitabı ve Elmas Şahin'in
"Batı'da ve Türkiye'de Kadın Hareketleri ve Feminizm" adlı kitabı. Söz konusu bu
kitaplardan, tezimizin, feminizm ve feminist teoriler gibi temel konular için
yararlanmayı uygun bulduk.
2
Yılmaz'ın "Kadın Kütüphaneciler: Toplumsal Cinsiyet Sorunları" ve "Popüler
Kültürde Kadın Kütüphanecilerin İmajı: Feminist Bir Yaklaşım" adlı
makaleleridir. Bu iki makale Türkiye'deki kütüphanelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin cinsiyet sorunlarına ve imaj algılarını feminist perspektiften
incelemiş ve imaj sorununa karşı da çözüm önerileri sunmuş olması açısından
oldukça önemlidir. Yılmaz'ın, özellikle kadın kütüphanecilerin çalışma yaşamında
karşılaştıkları problemlere ve maruz kaldıkları çeşitli sorunlara değinmesi önem
arz etmektedir.
Kaynaklara erişimde, alan ile ilgili dizin indekslerinden Library and Information
Science and Technology Abstracts (LISTA) dergilerden Türk Kütüphaneciliği ve
Bilgi Dünyası’ndan yararlanılmıştır. Bununla birlikte İstanbul Üniversitesi katalog
ve veri tabanlarından, International Organization for Standardization (ISO)
standartlarından faydalanılmıştır. Yapılan taramalarda anahtar kelime olarak
feminizm, feminist kuramlar, kütüphanecilik, çalışan kadınlar, kadın
kütüphaneciler, imaj gibi kavramlar kullanılmıştır.
Üçüncü ve son bölümde ise popüler kültürde kadın kütüphanecilerin imaj algısı
tespit edilmiştir. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane kullanıcılarına yönelik
hazırlanan soruları içeren anket uygulamasının sonuçları değerlendirilmiştir.
3
Anketimizin İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde uygulanma nedeni, söz
konusu kütüphanede makul oranda kadın kütüphanecilerin bulunmasından
kaynaklanmaktadır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
5
dediği gibi acaba "feminizm herkes için" midir ya da feminist denildiğinde
aklımıza ilk gelmesi gereken şeyin kadınlar mı olması gerektiği gibi soruların
cevapları gene tezin bu bölümünde detaylıca açıklanacaktır.
Öyle görünüyor ki; kadınlar var oldukça feminizm de bir şekilde var olacaktır
ancak bu feminizmin sorunsal bir terim olmaktan kurtarmaya yetmeyebilecektir.
Beatrice Hale, "Kadın Ne İster " adlı eserinde aslında konuyu özetlemiştir ve
demiştir ki: "Dünya bugünün feminizmini henüz anlamadı ve yarınkinin de çoktan
kafasını bulandırıyor." (Şahin, 2013: 126).
" 'Nimet Cemil Hanım, Kadınlar Dünyası'nda (19 Şubat 1921, sayı.194-8) yazdığı
bir yazıda feminizmi hoş karşılayıcı şu sözleri sarf eder: "Bir çok mühim şeyler
vardır ki her millette mevcud olduğu halde, birçok milletlerde ismi hatta tercümesi
bile yoktur (telgraf, otomobil, vapur vb.) Binaenaleyh, nisailik, nisaiyyum tabirlerine
hiç bir ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz.
Varsın lisanımıza bir ecnebi kelime daha girmiş olsun ne zarar var. Yalnız
feminizmin varlığı ve gerekliliği kabil-i inkâr değildir.'. " (Şahin, 2013: 12)
"Feminizmin dünya çapında yaygın bir anlamı ve içeriği yoktur ve birçok yönden
o kadar çok çeşitlidir ki, tanımlamak kolay değildir" (Ramazanoğlu: 1998, 22).
Feminizmin tanımını yapmadan önce bir ayrımı yapmak gerekli ve yerinde
6
olacaktır. Fransızca bir kelime olan Masculine erkek, feminine ise kadın anlamına
gelmektedir (Şahin, 2013: 159). Dolayısıyla feminizm de "feminite (feminity)"
kelimesiyle bağdaştırılabilmektedir. Öztürk, feminitenin kadınsallık anlamına
geldiğini söylemiştir. Genellikle herhangi bir konuda kadına has özellikleri
anlatmak için kullanılmaktadır. Kadına has olduğu düşünülen bu özelliklerden
bazıları şöyledir: Kadın, duygulu bir yapıya sahiptir, yani çaresiz bir kuş için
üzüntü duyar; kolaylıkla tiksinti duyabilir; dikkat merkezi olmayı toplumun ilgisini
üzerine toplamayı sever (Öztürk, 2011: 18).
7
yol; partileri, örgütlerin ve erkeklerin vasiliğinden bağımsız olarak otonom olması
demektir (Notz, 2011: 12).
8
yaşamış oldukları ayrımcılığın önüne geçmek için oluşturulmuş bir hareketin yani
kadın hareketinin adı olmuştur.
Feminist akımların pek çoğu, kadını bir kurban, bir nesne olarak görmez, tam
tersine onları eyleme geçen aktif birer birey olarak görürler. Feminizmi, kadın
hareketinin teorik ve bilimsel çabası, ayrıca kadın cinsiyeti üzerindeki
ayrımcılığına karşı bilimsel ve pratik bir bilgi bariyeri, ayrımcılığın üstesinden
gelme hareketi olarak değerlendirmek mümkündür. Bu yüzden
feminizmi,toplumsal bir hareketi temsil etmek için kullanabiliriz, yani, kadınların
hayat şanslarında bir düzelme olması için politik ve pratik önlemler organize eden,
kampanyalar ve eylemler düzenleyen, ayrımcılık ve kötü koşulların ortadan
kalkması için çalışan bir toplumsal hareket olarak tanımlayabiliriz (Notz, 2012:
10).
9
Coşkun ve Öztürk (2009: 3), feminizm konusunu felsefi ve sosyolojik anlamda
incelemişlerdir ve bu incelemelerini kısaca şöyle ifade etmişlerdir: Felsefi anlamda
feminizmi, kadının hemen tüm Avrupa tarihi boyunca ezilmesinden, cadı addedilip
yakılmasından, İncil' e dahi el sürmesinin yasaklanmasından, miras, boşanma,
mülkiyet gibi pek çok hakkının elinden alınmasından sonra; Aydınlanma Çağı'nın,
Fransız Devrimi'nin ve İnsan Hakları Bildirgesi'nin de kadına beklediğini ve
istediğini vermemesi üzerine kadınların kendi haklarını kendileri aramak adına
doğal haklar bildirgesinden hareketle 19. yüzyılda ortaya attıkları, fakat 21.
yüzyıla kadar pek çok farklı kollara ayrılmış bulunan bir felsefi ekol ya da kuram
olarak açıklamıştır. Sosyolojik açıdan feminizmi ise var oluş biçimini doğal haklar
bildirgesinden alan; aile ve toplum içinde kadından yana bir değişimi, kadınların,
erkeğin kamusal alanda sahip olduğu tüm haklara sahip olması gerektiğini, erkek
ve kadının ev içinde işbölümü yapması gerektiğini, aile planlamasını ve işyerinde
de kadının çalışmasına uygun ortamlar oluşturulmasının gerektiğini
savunmaktadır.
Nasıl bakılırsa bakılsın kadın hareketi, çıkış noktası itibariyle bir özgürlük ve
eşitlik talebinin tabii bir sonucunda şekillenmiştir. Bu hareket, toplumun
özgürleşmesi ve bireyselleşmesiyle, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu, siyasal
ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı (18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başları)
feminizm kavramıyla kendini ifade ettiği dönemlerde ortaya çıkmıştır (bilhassa
Batı'da yani İngiltere, Amerika ve Fransa'da). Kadın hareketi dediğimiz şey kısaca
kadınların kendilerine yüklenen rol kalıplarına ve yaşam tarzına bir başkaldırı
biçimidir. Bu başkaldırıda toplumun yapısal ve kurumsal değişimler geçirmesiyle,
eşitlik ve özgürlük fikirlerinin genel toplum değerleriyle yakından ilgili olmuştur
(Çakır, 2013: 55).
10
sesi değil az gelişmiş yada gelişmemiş ülkelerde de adeta insan yerine dahi
konulmayan, hiç bir toplumsal statüsü olmayan, hatta bir eşya kadar değeri
olmayan, hor görülen, sömürülen, ezilen tüm kadınların da sesleri olmak için çaba
harcayan diğer kadınlardır. Feminizm, kadın mücadelesi demektir, kadın
mücadelesi ise ezilmiş iki insan türünden her zaman daha çok ezilmiş olan kadının
mücadelesi anlamına gelmektedir. Emek piyasasında cinsiyet ayrımına uğrayan, iş
yerlerinde tacize uğrayan, aynı emeği sarf edip daha az kazanan, kazancı yan gelir
olarak görülen ve ağzıyla kuş tutsa da yok sayılan bir sınıfın var olma mücadelesi
feminizmin ve kadın mücadelesinin var olmasını gerekli kılmıştır.
Bununla birlikte feminizmin ortaya çıkmasına neden olan faktörleri Öztürk (2009:
3-4) şöyle sıralamıştır:
1. "Feminizmin ortaya çıkışında etkin olan ilk faktör Avrupa tarihi boyunca kadına
yapılan inanılmaz zulümler ve haksızlıklardır. Bu zulümler Avrupa kadınını "Biz de
insanız" diye haykırmaya başlamasına zemin hazırlamıştır. Kadına karşı yapılan bu
haksızlıklar arasında; kadının miras, mülkiyet, boşanma gibi pek çok hakkından
yoksun bırakılmasının yanı sıra, kadınların cadı ilan edilerek yakılması ve
şövalyelerle zengin derebeyler arasında sanki bu çok normal bir durummuş gibi
yalnızca fakir kadınlara saldırılabileceğine dair antlaşmalar yapılaması gibi fiiller
vardır.
2. Feminizmin ortaya çıkış sebeplerinden biri de, Aydınlanma Çağı felsefesi ve bu
felsefede de kadının yerini alamaması, yani Aydınlanma Çağı düşünürlerini gerek
eserlerinde gerekse bu dönemde uygulamaya konulan doğal haklar doktrininde
kadınlara yer vermemeleri, ama tüm bu Hümanist Aydınlanmacı felsefenin etkisiyle
kadınların kendi hayatlarını, kendi hayatlarındaki sorunları sorgulamaları ve
sorgulama neticesinde artık kadınlarında hak talebinde bulunmaya başlamaları ve
bunun için örgütlenmeleridir.
3. Feminizmin oluşumunda etkin olan 3. faktör ise Sanayi Devrimi'dir. (...) Sanayi
Devrimi'nden itibaren ucuz iş gücü konumuna düşen kadınlar da erkeklerle birlikte
diğer işçi hareketlerinin içinde yer aldılar. Ancak bu işçi hareketlerinde istediklerini
bulamayan kadınlar daha sonra kendileri feminist örgütler kurarak bu örgütlerde
bir araya geldiler. Kuşkusuz bu örgütler başlangıçta ya kadın işçi hareketi örgütü
olduklarını ya da kadınlara oy verilmesi amacıyla kurulmuş bir örgüt yani bir sufraj
örgütü olduklarını söylüyorlardı. Yoksa feminizm bu adla örgütlü bir yapıya
bürünmüş değildi."
11
kadın hareketine dönüşmüştür. Bu dönüşümde etkili olan üç faktörü ise Çakır
(2013: 58) şöyle sıralamıştır:
12
Feminist tarih yazıcıları, kadın tarihinde kadınların Tanrıça rolünde olduklarını ve
bu rollerinden ötürü tüm hayatlarını feminen tercih ettiğini söyledikleri anaerkil
dönemle başlatırlar ve bu dönemde insanların doğayla iç içe, barış dolu bir yaşam
sürdürdüklerini fakat daha sonra tanrılar panteonunda Ana-Tanrıça'nın baştan
indirilmesiyle onun yerine erkek bir Baş-Tanrının getirildiğini söylenmektedir. Bu
nedenden dolayı sonraki dönemlerin feminist tarih yazıcılarınca ataerkil dönem
olarak adlandırmasının temelinde yukarıdaki olay gösterilmektedir (Öztürk, 2011:
132-133).
Feminizmin tarihsel gelişim ve evrelerine kısa bir giriş yaptıktan sonra kadınların
geçmişten günümüze toplumlar tarafından nasıl görünüp algılandıklarına
değinmekte yarar olacaktır. Öztürk'ün (2011: 130) bu konu hakkındaki düşüncesi
şöyledir:
"Geçmişin tüm dönemlerinde erkek nüfusun yanında bir o kadar da kadın nüfus
yaşamasına karşın geleneksel tarih anlayışı bu yarıyı görünmez kılmıştır. Peki,
kadınlar tarihte nasıl görünmez kılınmışlardır? Geleneksel tarih anlayışında
olayların geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve
kişilerle ilgilenilmez. Sadece sonuç ile ilgilenilir. Sonuç ise, genelde kadının
yaşamını sürdürdüğü ve öznesi olduğu evin dışında somutlaşır ve burada da özne
erkektir. Doğal olarak böyle bir kurgu, tarihi yazanlar, yani erkekler tarafından
yaratılıyor. Tarih yapmak ve yazmak, farklı şeylerdir. Ancak okuyuculara ulaşanlar
tarihi yazanın tercihleridir. (...) Feminist tarih ile ilgili araştırmalar çoğaldıkça,
kadınların tarihi oluşturan olaylarda yer alamamalarının ya da aktif konumlarda
bulunamamalarının nedeninin aslında onların aktif olmamaları ya da olayların
içinde yer alamamaları değil, resmi kayıtlarda bulunamamaları olduğu ortaya
çıkmıştır. Geleneksel tarih anlayışının belge fetişizmi, kadın tarihi sahnesinden
indirilmiştir. Kadınlar çok uzun bir süre istatistiklerde yer alamamışlardır. Nüfus
sayımlarında sayılmamışlardır. Devletin kayıtlarında görünmemişlerdir. Dolayısıyla
geleneksel tarih anlayışının nesnellik kaygısı, hakikate ulaşmak için kullanılan
birincil kaynakların çoğunda yer almamıştır. Örneğin Osmanlı' da kadınlar, nüfus
sayımlarında sayılmak için 1882 yılını beklemek zorunda kalmışlardır. Türkiye' de
kadınlar seçme ve seçilme hakkını beklemek için 1934 yılına kadar beklemişlerdir."
Denilebilir ki; dünya nüfusunun hemen her döneminde toplam nüfusun yarısı olan
(hatta bazen yarıdan fazlası bile olan) kadınlar, pek çok hakka çok sonradan
kavuşabilmiştir. Sadece cinsiyetlerinden dolayı tabii haklarının verilmemesi
gerçekten üzücü bir durumdur. Oysa insan doğası gereği üremenin kadınlarca
gerçekleştirilmesinin karşılığı yok sayılmak olmamalıdır. Zamanla bazı şeylerin
farkına varan kadınların ilk yaptığı şey geleneksel tarih yaklaşımına çeşitli
eleştiriler getirmek ve bazı şeyleri sorgulamak olmuştur. Bilinen şudur ki bu
sorgulamanın, 1960'ların sonu ile 1970'lerin başına tekabül etmesidir.
14
babasının Charles Fourier (1772-1834) olduğunu söylerler. Feminizmin, Fransız
Devrimi sırasında1793 yılında Olypes de Gouges'un (1748-1793) yargılanmasında
da kullanılan bir kavram olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda kadınlar ve cinsiyet
araştırmacıları feminizm kavramını 1880'li yıllarda çalışmalarında kullanmışlardır.
Kadınların seçme hakkını savunan bir aktivist olarak Hubertine Auclert (1848-
1914) ve fikir arkadaşları feminizmi ilk defa 1881-1891 yılları arasında
çıkardıkları Şehirli (La Citoyenne) adlı yayında kullandıkları da ifade edilmektedir
(Notz, 2011: 10-11).
Felix Grendon ise, feminizm teriminin ilk kez Fransız oyun yazarı Alexandre
Dumas tarafından, 1872 senesinde "L'Homme-femme" adlı küçük bir risalede
kadın hakları hareketini tanımlamak için kullandığını söylemiştir. G. Marshall'ın,
feminizm kavramının tanımı ve bu kavramın oluşumu hakkındaki ifadeleri
önemlidir, çünkü o; feminizmin, on sekizinci yüzyılda İngiltere'de doğduğunu ve
cinsler arası eşitliği kadın haklarının genişletilmesiyle sağlamaya çalışan toplumsal
bir hareket olduğunu ve feminizm teriminin ilk olarak 1890'larda, özellikle,
kadınlara oy hakkı verilmesi ve kadınların eğitim ve çalışma olanağına sahip
olmaları için kampanya yürüten kadınlar ve erkekler tarafından kullanıldığını ifade
etmiştir. Kadınların ABD'de 1920'de, Britanya'da 1928'de oy hakkını
kazanmasından sonra, feminizm içindeki, kamusal alanda erkeklerle eşit haklara
sahip olma hedefi ile ailenin özel alandaki konumlarını iyileştirmeyi amaçlayan
kadınların, erkeklerden farklılıklarının tanınması istemleri arasında görülen kalıcı
gerilimi de iyice su yüzüne çıkarmıştır (Öztürk, 2009: 19-20).
15
Tarihin çok önceki dönemlerinde genelde insan olarak değerlendirilmeyen
kadınlar ilk defa 17. yüzyıl İngiltere'sinde seslerini yükseltmeye başlamışlardır.
Feminizm üzerine yazılmış en önemli ilk eser olarak Marry Wollstonecraft'ın
18.yüzyılda yazdığı ve kadınların eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında erkeklerle
aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği Kadın Haklarının Savunusu (Vindication
of theRights of Women) adlı kitabıdır. Kadınların kitlesel, organize ve kurumsal
anlamda devrim niteliğinde siyasi dönüşümleri ise 19. yüzyılda belirmiş ve bu
yüzyılda artık haklarını da savunmaya başlamışlardır. Bu dönemde bilhassa
Avrupalı kadınların toplumsal ve siyasi hareketlere katılarak seslerini duyurmaya
çalışması, dikkat çekici olmuştur. Kadınların kendilerini ifade edebilmek için eşit
hak taleplerinde bulunmaları da bilhassa sanayi devrimi ve devletlerin siyasi
düzenlerinin temsili demokrasiye geçmesiyle, Avrupalı kadınların durumu ve
konumun derinden sarsılmasına paralel olarak ailenin deekonomik ve siyasi önemi
azalmıştır. Bu durum da doğal olarak feministlerin seslerini daha da
yükseltmelerini gerektiren bir ortamın oluşmasına vesile olmuştur. Böylece,
kadınların ekonomik ve siyasi bir sorun haline gelmesiyle feminizm bu sorunu
çözmeye yönelik cevaplar arayan bir hareket ve akademik disiplin olmuştur
(Ataman, 2009: 2-3).
16
Birinci Dünya Savaşıyla, bilhassa Amerikalı kadınların girişimi ve daha sonra pek
çok ülkeden kadının da katılımıyla 1915 yılında Kadınların Barış Partisi'nin
kurulmasıyla; Avrupa'dan gelen ve bu örgüte mensup Alman, İngiliz ve İtalyan
kadınların katılımıyla Lahey' de bir Uluslararası Kadın Konferansı düzenlemiş ve
bu konferansta erkeklerin yürüttüğü savaş lanetlenmiştir. Bu durum kadınların
birbirlerini "kız kardeş" gibi görmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına, sevgi ve
barışgibi vaatlerle bir arada bulunmalarına fırsat vermiştir. Katılımcılar, savaşların
bitmesine yönelik olarak çağrıda da bulunmuşlardır. Kadınlar aynı yıllarda
Milletler Cemiyeti'nin kuruluş çalışmalarında da yer almışlardır. Feminist
kadınların çabaları sonucu Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'ne "eşit işe eşit ücret"
ilkesini ekledikleri gibi Fransız feministlerden Avril de Saint-Croix, dünyanın
bütün kadın hükümet dışı uluslararası örgütleri adına Milletler Cemiyeti'nde
temsilcilik yapmıştır (Ataman, 2009: 4).
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise pek çok Batı ülkesinde kadınlar seçme ve
seçilme hakkı elde etmişlerdir. Gene bu kadınlar, 20. yüzyıl boyunca kültürel ve
felsefi görüşler oluşturarak uluslararası politikanın önemli bir baskı grubu ve
aktörü olmuşlardır. Özellikle anneliğin mistik boyutu ve kadınlığın safiyeti gibi,
kadınların üstün özelliklerine vurgu yapmış ve bu da cinsel rasyonalizm akımının
oluşmasında etkili olmuştur. Modern feminizm, kadın erkek ilişkilerinde yalnızca
erkeğin yaptıklarının kadınlar tarafından değil, aynı zamanda kadınların
yaptıklarının da erkekler tarafından yapılabilmesi anlamına gelen "karşılıklılık
ilkesi"nin geçerli olmasını talep etmektedir. Bu dönüşümden sonra ise akademik
feminizm güçlenmeye başlamış ve bir hayli yol da almıştır (Ataman, 2009: 4).
17
"Feministler, ideoloji ve bilim alanında mevcut siyasi ve ekonomik disiplinlerini ve
ideolojilerin temel varsayımlarını sorgulamaya başlamıştır ve pek çok alanda
önemli katkılarda bulunmuşlardır. Tarih, iktisat, sanat, sosyoloji, antropoloji,
siyaset, uluslararası politika, edebiyat ve dilbilim dallarında feminist araştırmalar
hızla yaygınlaşmıştır... Kendi yayınevlerini kuran Batılı akademisyen feministler,
Signs, Feminist Studies ve Women' s Studies gibi etkin dergiler yayınlanmaya
başlamıştır. Bunun sonucu olarak de 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD'nin hemen
her üniversitesinde "Kadın Çalışmaları" bölümü açılmıştır. ABD' de okullarda
okutulan ders kitapları bile feministlerin talepleri doğrultusunda yeniden
yazılmıştır" (Ataman, 2009: 5)
17. ve 18. yüzyıllar, kadının hem eş hem de anne olarak evine ait olduğu
varsayımıyla neredeyse evrensel bir ifade olmuştur. 18. yüzyılın ortasından
itibaren bilhassa 19. yüzyılın başında yaşanan tarihsel dönüşümler, başta sanayi
devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekanını birbirinden
ayırmıştır. Fabrikanın makineleşmesi ve küçük ev sanayinin çöküşü ile birlikte işin
kamusal dünyasıyla evin özel dünyası daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden
ayrılmıştır. Ayrıca bu gelişmelerle birlikte, akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı
ve ahlakı özel alanla ve kadınla özdeşleştiren aydınlanma düşüncesi de
desteklenmiştir. Blackstone'nun 1765-1769 yıllarında yayımlanan Commentaries
on the Laws of England (İngiltere Kanunları Üzerine Yorumlar) adlı eseri, kadının
hiçbir yasal ve kamusal varoluşunun bulunmadığı görüşünü kural haline getirmiştir
(Donovan, 2013: 25-26).
18. ve 19. yüzyıllara geldiğimizde ise kadın hareketinin birçok alanı etkilediğini ve
kadının hem özel hem de kamusal alandaki konumunu sorgulamıştır. 18. yüzyılda
Mary Woll- Stonecraft kadın olmanın ilk günden itibaren öğrenilen ve yapay
olarak yaratılmış olmasına rağmen doğal sayılan ve değişmez kabul edilen bir olgu
olduğunu, 19 yüzyılda Sarah Girimke "erkeklerin görevleri ve kadınların görevleri,
erkeklerin alanı kadınların alanı hakkındaki fikirler sadece keyfi fikirlerdir"
tarzındaki ifadesi aslında toplumsal cinsiyet ilişkilerine, tüm alanların bu ilişkiler
çerçevesinde yapılandığını göstermektedir.Kadınların oy hakkı ve yönetime
katılma hakkı, tüm mesleklere girme hakkı, eğitim hakkı için mücadele edilen ilk
dönem feminist hareket, devlet yönetimi, iş yaşamı, eğitim gibi pek çok alanın
toplumsal cinsiyet kavramı ile şekillendiğini göstermektedir. Buna karşılık ikinci
dalga feminist hareket olarak bilinen 1960'ların sonlarından itibaren feminist
18
söylemlerin yeni boyutlar kazanması bilhassa bu dönemdeki feminist hareketler
ışığında; Simone de Beauvoir’in de ifade ettiği "kadın doğulmaz, kadın olunur"
görüşüne paralel olarak kadınların erkeklerden farklı oldukları, farklı bir kültüre ve
farklı tarzlara sahip oldukları düşüncesi üzerinde durmuşlardır. Yanı sıra ikinci
dalga feministler artık cinsler arasında toplumsallaşma yoluyla yaratılan
eşitsizlikleri kadının ezilmesinin ana nedeni olarak görmemekle kalmayıp tam
tersine kadınların erkeklerden farklı yanlarının kadın özgürlüğünün olmazsa
olmazı olarak değerlendirmişlerdir (Aktaş, 2013: 60-61).
20. yüzyılın başları İngiliz kadınları için önemli gelişmelerin yaşandığı yıllar
olmuştur. 20. yüzyılda "birinci dalga" feministleri daha çok kamusal ve kişisel
eşitlik taleplerinde bulunmuşlardır. İngiliz kadınları, bu yüzyılda uygulamada her
zaman olmasa da kuramsal, yasal ve kamusal açıdan eşitlik elde etmişlerdir. 30
yaşın üzerindeki kadınlar için 1918'den itibaren oy hakkı verilmiştir. Birinci
Dünya Savaşı'nın etkilerinin karmaşıklığı, bu savaştan sonra bazı İngiliz kadınlara
evleri dışında çalışma olanağı tanımıştır. O zamanlar evleri dışında istihdam eden
kadın sayısında bir milyondan fazla artış olmuştur. Bazıları cephane fabrikalarında
ve mühendislik işlerinde bazıları da hastanelerde çalıştırılmışlardır. 1918'de
parlamento üyeleri, kadınların da parlamentoda yer alabilecekleri fikrini
paylaşmışlardır ve böylece 1919-1920' de iki kadın Muhafazakar Lady Astor ve
Liberal Margaret Wintringham kocalarının yerlerine İngiliz parlamentosuna
girmişlerdir. Gene 1920'li yıllarda kadınlara yönelik çeşitli dergiler ortaya
çıkarılmıştır. 1936'daNew York'ta bir grup kadın Kürtaj Yasası Reform Derneği'ni
kurmuşlardır. Ancak bu konu öyle tartışmalı bir konu olmuştur ki bu konu,
1970'lere gelindiğinde yani feminizmin canlanışından çok sonraları bile sorunsal
bir konu olmayı sürdürmüştür. 1947'de Birleşmiş Milletler tarafından bir
"Kadınların Konumu İnceleme Komisyonu" oluşturulmuştur ve iki yıl sonra da
"İnsan Hakları Beyannamesi" yayımlanmıştır. 1970'lerde, "ikinci dalga" feminizm
kadınlar için cinsiyet ve aileye yönelik haklara daha büyük öncelik vermişlerdir.
"Kişisel olan politiktir" sloganı 1970'lerin popüler bir sloganı olmuştur. 1975 ve
1985'te BM kadın sorunları hakkında Mexico City, Kopenhang ve Nairobi'de
uluslararası üç konferans düzenlenmiştir (Walters, 2009: 121-136). 1960'lar
19
1970'lerde "kız kardeşlik güçlüdür" en popüler feminist sloganlardan biri olmuştur.
Ancak bu ifade kullanıldığı dönemden beri sorgulanmış ve bazen de reddedilmiştir
(Walters, 2009: 161). 1975'te BM Mexico City'de Uluslararası Kadınlar Yılı
Konferansı düzenlemiş, bu konferansa dünyanın her tarafından feministleri bir
araya getirmiştir (Walters, 2009: 167). 1990'lar "üçüncü dalga" feminist hareket,
ırk ve çok kültürel bağlılıklar sonucu kendine uzlaştırıcı bir rol benimsemiştir.
Bunların dışında her geçen yıl kadın çalışmaları üzerine kitaplar, dergiler ve
makaleler yayınlanmıştır ve yayınlanmaktadır.
20
siyasal yapısı, farklılaşma, merkezileşme, laikleşme, özgürleşme süreçlerine de
girmiştir. Yaşanan modernleşme yalnızca siyasal yapıda olmamış; toplumun
yeniden yapılanmasında da belirleyici olmuştur. Bu süreçte eğitim, hukuk,
ekonomi, kısaca toplumsal yaşam her yönüyle değişimler yaşamıştır. Tüm bu
değişimler, o zamana dek yalnızca ev içinde anne ve eş rolleriyle sınırlanmış olan
kadına yansımış ve kadın, toplumsal yaşamda farklı statü kazanmayı amaç
edinerek çeşitli taleplerde bulunmaya başlamıştır. Şüphesiz bu konudaki en etkin
rol de basın olmuştur. Kadınlar, o dönemki gazetelerde, bilhassa kadın dergilerinde
sorunlarını ve beklentilerini yazmışlardır; böylece kadınları bilinçlendirmeyi ve
istekleri doğrultusunda kadınları değişime hazırlamayı planlamışlardır. Bu yolda
amaçlarına ulaşabilmek için de konferanslar düzenleyip çeşitli dernekler
kurmuşlardır ve bu derneklerde etkin olmuşlardır (Çakır, 2013: 59).
"Batı dünyasında, kadınların seçme seçilme hakkı mücadelesi bütün hızıyla devem
ederken, feminist bir dernek olan Osmanlı Müdafa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti,
kadınların siyasal haklarını elde edeceğine ve ülke yönetiminde söz sahibi
olacağına inanıyordu." (Davaz, 2014: 137). Bu dernek kadınların yaşam
koşullarının yeteneklerini ortaya çıkaramadığını düşünmüşler ve kadınların
öncelikli hedefinin eğitim olması gerektiğine inanmışlardır (Davaz, 2014: 137).
21
Yasası'nın kabul edildiği ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği
1920'li ve1930'lu yıllarda gerçekleşmiştir (Arat, 2010: 85).
Aralık 1975'te 27 kadın derneğinin ortak çalışması olan Ankara Kadın
Kongresi'nde bilhassa yeni oluşumların ışığında Türkiye' de kadın lehine
yasal değişiklikler ve yeni yasal düzenleme önerileri dile getirilmiştir.
Mayıs 1978'de Uluslararası Nüfus Kongresi ile Türk Sosyal Bilimler
Derneği, İstanbul'da "Türk Toplumunda Kadın" semineri yapmıştır. Bu
seminerde Üçüncü Dünya ülkelerindeki kadın sorunları tartışılmıştır. Daha
sonra Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ocak 1980'de "Türkiye' de Kadın
Sorunlarına Yaklaşım ve Öneriler" semineri yapmıştır.
Aralık 1981'de Kadın Dernekleri Federasyonu, Ankara' da "Dünyada ve
Türkiye'de Kadının Durumu" konulu bir seminer, Mayıs 1981'de bir
edebiyat dergisi olan YAZKO İstanbul' da "Edebiyatımız ve Kadın Sorunu"
başlığı altında bir panel düzenlemiştir. YAZKO'nun ilk paneline yoğun ilgi
gösterilince Haziran 1981'de de hemen "Kadın Sorununun Öteki Yüzü"
adlı bir başka panel daha yapılmıştır.
1980'de Kopenhag'ta "İkinci Dünya Kadın Konferansı" düzenlenmiştir
(Birinci Dünya Konferansı ise 1975'te Mexico City'de yapılmış ve bu
konferansta kadınlar için "Dünya Eylem Planı" kabul edilmiştir). Bu
konferansta "Eylem Programı ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi" kabul edilip imzalanmış ve bu
sözleşmeyi Türkiye ise beş yıl sonra Ekim 1985'te kabul edip
yasalaştırmıştır. Kısaca kadın sorunlarına duyulan yoğun ilgi kendisini
1975-1985 yılları arasındaki dönemde "Kadın On Yılı" olarak ilan
edilmesinde yakın ağlantıları olmuştur.
1980 sonrası, Ayrımcılık Sözleşmesi, Türkiye' de ilk kitlesel kadın
hareketinin çıkış noktası olmuştur.
Mart 1986'da değişik konum ve siyasal görüşteki binlerce kadının bir araya
geldiği dönem olmuştur. Bu kadınların bir araya gelmesi, Ayrımcılık
Sözleşme'nin "Tüm insanların vazgeçilmez hakları" olarak tanımladığı
haklardan tam ve eşit bir biçimde yararlanmalarını sağlayacak önlemlerin
22
alınmasıdır. Bu bağlamda söz verilen konuların yerine getirilmesi için bir
imza kampanyası başlatmışlar ve kadınlar dilekçesini Türkiye Büyük Millet
Meclisi' ne yollamışlardır.
Ayrıca 1987 yılında bir ağır ceza yargıcının bir dava sırasında sarf
ettiği:"Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksi etmeyeceksin"
tarzındaki çağdışı ifadesi, basında ve kamuoyunda büyük tartışmalara yol
açmasına neden olduğu gibi çeşitli çevrelerden kadınların "Dayağa Karşı
Yürüyüş" kampanyaları düzenlemelerine de neden olmuştur. Bu
kampanyanın hemen ardından 1987'de Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği,
Sosyalist Feminist Kaktüs, İnsanca Yaşam İçin Kadın Derneği gibi
dernekler kurulmuştur (Arat, 2010: 87-88).
1989'da ise sosyalist kadınlarla feminist kadınların öncülüğünde, kadınların
tartışıp birbirlerini alabildiğince sorguladıkları ve 800'e yakın kadının da
izlediği Kadın Kurultayı yapılmıştır. Bu sebepten 1989 yılı, yürüyüş,
kampanya, kurultay, seminer ve panellerin yoğun bir şekilde düzenlendiği
ve kadın sorunlarının hep odakta olduğu bir yıl olmuştur.
Ayrıca 1989 yılı İstanbul Üniversitesibünyesinde ilk kez "Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi"nin kurulduğu yıl olmuştur. Bu merkezde
Kadın Araştırmaları yüksek lisans dersleri ve Kadın Araştırmaları
konferansları da düzenlenmiştir.
1990 yılına geldiğimizde iseİstanbul'da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi Vakfı bir ilk olarak açılmıştır (Arat, 2010: 88-89).
23
Ayrıca 1997'de Medeni Kanun' da yapılan değişiklikle "Evli kadına
kocasının soyadı ile birlikte, kendi soyadını da taşıma" hakkı tanınmıştır
(Medeni Kanunun 153. maddesinde yapılan değişiklikle).
1998'de kabul edilen 4320 sayılı "Ailenin Korunmasına Dair Kanun" ile
aile içi şiddete uğrayanların korunması hedeflenmiştir. Bununla birlikte bu
kanunla şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması da kanunla güvence
altına alınmıştır. Buradaki amaç kadına yönelik şiddete karşı çok önemli
bir güvence sistemi oluşturmaktır. Bu kanunu önemli kılan şey; aile içi
şiddet kavramının ilk kez hukuksal bir metinde yer almasıdır.
Yanı sıra Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde kadın-erkek eşitliğinin
sağlanması adına bazı yasal değişiklikler de yapılmıştır. Örneğin; 2001
yılında Anayasa'nın 41. maddesindeki "Aile, Türk toplumunun temelidir
"fırkasına"...ve eşler arasında eşitliğe dayanır" eklenerek "Ailede eşitlik
ilkesi" Anayasa'ya eklenmiştir. Ancak bu, yaşamın her alanındaki kadın-
erkek eşitliği için yeterli olmamıştır ve bu nedenle de 1 Ocak 2002'de yeni
Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiştir.
Kadın ve erkek için evlenme yaşı; 17 yaşın bitirilmesi koşuluna
bağlanmıştır.
Yoksulluk nafakasında eşit sorumluluk getirilmiştir.
1 Ocak 2003'te Aile Mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemelerde aile
hukukunu ilgilendiren dava ve işlerin yanı sıra "Ailenin Korunmasına Dair
Kanun"un uygulanmasından doğan davaları üstlenme yetkisi verilmiştir.
Bunların yanında aile içinde eşlere eşit haklar ve sorumluluklar tanınmıştır.
Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik sona erdiğinde, evlilik
süresince edinilen malların eşit paylaştırılması (2002'den itibaren yapılan
evlilikler için geçerli) kabul edilmiştir. Bu yeni kurallar gereği eşler
oturacakları konutu birlikte seçip evlilik birliğini beraberce
yöneteceklerdir.
2004'te Anayasanın 10. maddesine "Kadın-erkek eşit haklara sahiptir.
Devlet kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesinde yükümüdür" kuralı
eklenmiştir.
24
1 Nisan 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanununda "Töre saikiyle"
kasten öldürmeye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesi
öngörülmüştür.
Temmuz 2006'da ise Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Başbakanlık
Genelgesi yayımlanmıştır. 23 Nisan 2009' da TBMM'de Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun kurulması onaylanmıştır.
Mayıs 2007'de Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasındaki
aksaklıkların giderilmesi için bazı değişiklikler öngörülmüş ve hazırlanan
değişiklik tasarısı yasallaşarak yürürlüğe girmiştir.
Mart 2008' de Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanması hakkında
yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle 4320 sayılı kanundaki
önlemler, ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Böylece aile içi şiddet, ihbar
ve şikayet gibi kavramlarda netlik kazanmıştır.
23 Nisan 2009'da TBMM tarafından "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu"nun kurulmasını onaylamıştır (Arat, 2010: 91-93).
25
izlenmesi amacıyla mahkeme kararı ile "panik butonu" verilmektedir
(http://kadininstatusu.aile.gov.tr).
31 Ekim 2013 Başörtülü dört milletvekili; Gülay Samancı, Sevde Bayazıt
Kaçar, Nurcan Dalbudak ve Gönül Bekin Şahkulubey TBMM’ye
başörtüsüyle girmiştir (http://sites.ibb.gov.tr/ibbkkm.org/kadina-
dair/turkiyede-kadin-haklari-kronolojisi/).
26
artan şiddet olayları ve kadın cinayetlerinin de üzücü bir şekilde artış göstermesi
düşündürücüdür. Bu artışın temelinde yatan nedenlerin tespiti için gerekli
incelenmelerin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte kadının özgürlüğüne
kavuşması, aile ilişkileri, çalışma hayatları, ekonomik özgürlükleri gibi temel
konularda baskılardan kurtulmaları öyle görünüyor ki uzun bir çalışmayı
gerektirmektedir.
Feminizme giden yol hiç bir zaman tek başına olmamıştır. Farklı kültürlerden
gelen kişilerin, yaşamlarına doğrudan temas edecek bir feminist teoriye her zaman
ihtiyaçları vardır (Hooks, 2012: 140). Feminizm akımının gelişmesine paralel
olarak ortaya çıkan bu ihtiyaçların, farklı düşüncelerin, farklı fikirlerin doğmasının
kaçınılmaz olması; ortaya tek bir feminizm değil çeşitli feminist teorilerin
çıkmasını sağlamıştır. Doğal olarak feministler arasında farklı seslerin çıkması,
görüşlerin ve beklentilerin farklı olması feminizmlerin de farklılaşmasına ve
çeşitlenmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da feminist teoriler
azımsanmayacak ölçüde artmaya başlamıştır (Şahin, 2013:261).
27
Feminizm tanım ve türleri için yapılan tanımlar ve açıklamalar aslına bakılırsa çok
çeşitli ve renklidir. Ramazanoğlu (1998: 26-27), feminizmin birçok türünün belirli
ortak özelliklerinin olduğunu söylemiş ve bu ortak özellikleri şöyle sıralamıştır:
1. Feminizmin tüm türleri, kadınları erkeklere bağımlı kılan mevcut cinsler arası
ilişkileri tatmin edici olmadığı ve değiştirilmesi gerektiğini kabul etmektedir;
2. Feminizm, çeşitli toplumlarda doğal, normal ve arzu edilir sayılan birçok durumu
sorgulamaktadır;
3. Feminizm, temel tanımlama sorunları yaratan düşüncelerden oluşmuştur. İnsanlığın
tüm tarihi ve geleceği sorgulanmaktadır;
4. Feminizm yalnızca düşüncelerden ibaret değildir. Herkesin insan olarak tüm
olanaklarını geliştirebilme fırsatına daha çok sahip olabilmesi için dünyanın
değiştirilmesini, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesini
amaçlamaktadır; bu nedenle feminizm, mantıklar gereği, aynı zamanda politik
pratiği olan bir düşünceler dizisidir;
5. Feminizm çok çeşitli politik kriterleri kapsar, ancak bunların tümü de, kadınları
kendi yaşamları üzerinde denetim sahibi kılarak cinsler arası ilişkileri değiştirmeyi
amaçlar; bu pratikler bilinç yükseltme gruplarından ve bulaşığı kimin yıkacağı
tartışmasından, erkeklerden ayrı yaşama savaşımına; yurttaşlık hakları, ekonomik
ve politik güç uğruna örgütlü mücadeleye kadar uzanır. Dolayısıyla feminizm, tanım
gereği kışkırtıcıdır.
6. Feministlerin değişim yönündeki çağrıları her zaman direnişle karşılanır; ancak, bu
direnişin gücü ve niteliği değişebilir;
7. Feminizm, kadın-erkek ilişkilerinin niteliği hakkında tarafsız ve nesnel bir bilgi
konumundan yola çıkmaz. Kadın haklarının en ılımlı taraftarları bile, erkeklerin,
kadınların haksız biçimde yoksun bırakıldıkları haklardan yararlandıklarını kabul
etmek durumundadırlar. Bu taraflılık, feminist bilginin geçersiz olduğu anlamına
gelmez yalnızca bilgi derken neyi kastettiğimizi ve niçin bazı bilgi biçimlerinin
diğerlerinden daha fazla gelir. Feminizm, bildiğimizi sandığımız şeyleri nasıl
bildiğimiz konusunda ciddi sorular ortaya atarak aklın, bilginin ve toplumsal
teorinin radikal bir biçimde sorgulanmasını içerir."
28
feminist teorinin olabilmesine imkan vermemektedir. Bu imkansızlığın ve
zorluğun nedeni ise her şeyi tatmin edici, doğru sözcükleri bulmak değil,
feminizmin kendisidir (Ramazanoğlu, 1998: 27).
Sonuç olarak, her feministi belirli bir akıma dahil etmek yanlıştır. Feministler
birbirlerinden bir şeyler öğrenerek çağın ve toplumların yapı ve ihtiyaçlarına göre
gruplara ayrılmışlardır. Kadınlar eksiklik olarak gördükleri yerlerde yeni akımlar
yaratmışlardır ve bu yaratma işi öyle görünüyor ki devam edecektir, çünkü hemen
tüm toplumlarda ortak sorunların başında kadınlar gelmektedir. Dünya'nın hemen
her kıtasında geniş bir teoriler yelpazesi mevcuttur ve bir yerdeki eksiklik bir
başka yerde geçerli olmayabilir. Örneğin 1970'lerde bilhassa yapısız örgütlenmesi
ve önderlikten yoksun oluşuyla bir Amerika ürünü olan radikal feminizm etkinken,
29
Marksist feminizm ise Amerika'dan ziyade Avrupa'da değişik biçimleriyle popüler
olmuştur.
30
felsefi bir kuram olmasıdır. Bu kuramca devlete bir takım görevler düşmektedir;
yani devlet, bireylerin daha fazla özgürleşmesi için faaliyete geçmeli ve bireyin
özgür teşebbüs ruhunun destekleyicisi olmalıdır. Avrupa çeşitli özgürleşme
süreçlerinden geçmiştir, bu süreçler devam ederken kadınlar da doğal olarak
özgürleşme talebinde bulunmuşlardır. Ancak onların istediği ve talep ettiği
özgürleşme tam olarak kendini bulamamış aksine hayal kırıklıkları da
yaşamışlardır. Kadınlar, bu kendi meselemizdir deyip kendi meselelerine kendileri
el atmışlardır. Kadın konusuna ilk ilgi gösterip ve aynı zamanda bu konuda da ilk
tepki gösterenlerden biri Olympe de Gouges' dur. Gouges, ilk iş Kraliçe
Antoinette'e bir mektup göndermiştir. Mektubunda kadınlar için belli haklar talep
etmiş bununla yetinmekle kalmayıp aynı zamanda kadınların kendi haklarını
kendilerinin talep etmemesi ve sahip çıkmaması, kendi haklarının peşinden
koşmamaları durumunda asla istedikleri özgür hayata kavuşamayacaklarını
anlatmıştır ve duygularını şöyle ifade etmiştir: "Bu devrim ancak bütün kadınlar
kötü kaderlerinin farkında olurlarsa ve toplumdaki haklarını alamadıklarının
bilincine varırlarsa tamamlanacaktır" (Öztürk, 2011: 50).
Liberal feminizmin ilk özelliği, rasyonel bireyi esas alıyor olmasıdır. Bu yaklaşım
insanın, birbirine indirgenemeyecek iki varlık olan "beden ve zihinden" meydana
geldiğini savunmaktadır. Bu yaklaşımlardan beden, biyolojik varlığı yani insanın
diğer canlılarla da paylaştığı yönünü, zihin ise onu diğer canlılardan ayırmakla
kalmayıp onları üstün kılan, ona değer kazandıran yönünü oluşturmasıdır. Alison
M. Jagger, insanı, beden ve zihin olarak birbirine indirgenemez öze ayırıp, zihni
bedenden üstün görmeyi; insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan üstün kılan
31
şeyin aslında bedensel olarak diğer canlılardan olan farklılığı değil, sahip olduğu
zihinsel kapasite olduğu görüşüne "normatif düalizm" demiştir. Genel olarak bu
ayrımın kadın ve erkek eşitliği ile ilgili tartışmalarda belirleyici noktası vardır,
çünkü insanı insan yapan şeyin, onun zihinsel kapasitesi olduğu varsayımı kabul
edildiğinde kadın ve erkeğin aynı zihinsel kapasiteye sahip olmadığı tartışması
gündeme gelmektedir. Bu varsayıma göre erkek kadından daha üstün bir zihinsel
kapasiteye sahipse o zaman kadın-erkek eşitliğinden bahsetmek mümkün
olmayacaktır. Bu sebepten zihinsel kapasite açısından erkek-kadın eşitliğinin olup
olmadığı sorusu aslında feminist tartışmaların da başlangıç noktası olarak kabul
edilmektedir (Demir, 2014: 45-46).
Liberal düşüncenin bir diğer özelliği ise devletin konumuyla ilgilidir. Devlet
kendine görev olarak; topluma dışarıdan gelecek ya da gelebilecek tehdit ve
tehlikelere karşı güvenliği sağlamak, içeride ise düzeni korumaktır. Toplum
içersindeki devleti kısa bir örnekle ve kelimeyle anlatacak olursak; devlet "gece
bekçisi" olmalıdır ya da kime nereye gideceğini ya da gitmesi gerektiğini
göstermekle yükümlü olmayan ancak arabaların birbirine çarpmasını önlemek
amacıyla tedbirler alan ve kuralları uygulayan trafik polisi gibi olmalıdır;
kurallarını koyduktan sonra kenara çekilip kurallara uyulup uyulmadığını
denetlemelidir. Bunun için devlet öncelikle dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı
toplumunu koruyacak bir savunma sistemine, toplum içerisinde ise adaleti
32
sağlayacak bir idare ve hukuk sistemine sahip olmak durumundadır. Devlet,
bireylerin kendi aralarındaki mücadelelerinde bir taraf değil hakem konumunda
olmalıdır. Kısacası bireyler arasında her alanda fırsat eşitliği sağlamalıdır (Demir,
2014: 46).
Genel anlamda liberal feministlerin bir diğer önemli özelliği ise eğitimde fırsat
eşitliğini yakalamaktır. M. Wollstonecraft ve J. S. Mill gibi feminizmin ilk
düşünürleri olarak kabul edilen bu yazarlar, insanları diğer canlılardan ayıran
temel özelliğin zihinsel kapasiteleri olduğu ve sahip oldukları potansiyel, zihinsel
kapasite açısından insanlar arasında herhangi bir farkın olmadığını söylemişlerdir.
Bu görüşün doğal bir sonucu olarak, öncelikle zihinsel kapasite açısından
kadınlarla erkekler arasında hiçbir farkın olmadığı, dolayısıyla birbirlerinden farklı
kadın ve erkek doğasından ziyade insan doğasından bahsetmenin daha doğru
olacağını savunmakla işe başlamışlardır. Tarihsel olarak kadının zihinsel
kapasitesini erkekten daha az kullanmasının, birçoklarının ileri sürdüğü gibi,
kadının doğal olarak erkekten daha düşük bir zihinsel kapasiteye sahip olmasından
değil, tamamen eğitimdeki fırsat eşitsizliğinden kaynaklandığını ileri
sürmektedirler. Bu nedenle, liberal feministlere göre kadın ve erkeğin aralarındaki
mevcut dengesizliği gidermek için yapılması gereken, kız veya erkek, çocukların
33
ayrım gözetmeksizin aynı eğitim imkanlarından eşit olarak yararlanmalarını
sağlayacak düzenlemeler yapmaktır. Doğal nitelikleri itibariyle erkekler ile
aralarında fazla bir fark olmadığı düşünülen kadınların, aynı eğitimden geçmeleri
durumunda erkeklerle aynı işleri yapabilecekleri savunmaktadırlar (Demir, 2014:
49-50). Bu nedenle liberal feministler, kadınla erkek cinsiyet ayrımı yapmadan
eğitimde fırsat eşitliği verilmesinin en iyi çözüm olarak görmektedirler (Öztürk,
2011: 61).
Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise ekonomik eşitliğe dair talepleridir.
Kadının tam ve gerçek bir özgürlüğe kavuşmasının ekonomik açıdan erkekten
bağımsızlaşmasına ve onunla eşit haklara sahip olmasına bağlı olduğu görüşünü
benimsemektedirler. Bunun da ancak bedenen ve zihnen güçlü, kendi
ihtiraslarının, eşinin ve çocuklarının kölesi olmayan; duygusal ve erkeğe bağımlı
kadın yerine, mantıklı davranan ve bağımsız yaşayabilen kadının ortaya
çıkmasıyla sağlanabileceğini düşünmektedirler. Kadın özgürlüğünün teminatı,
ekonomik özgürlükleridir ve ekonomik özgürlüğünü eline alabilmiş bir kadın,
kocasının ayakları üzerine değil kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlardır
(Demir, 2014: 51).
34
1. Yasal ayrımcılık: Yasal olarak kadınlar aleyhine oluşturulan ayrımcılığı
ortadan kaldırmak.
2. Kurumsal ayrımcılık: İşe alımlarda liyakati esas almayıp cinsiyeti kriter
olarak almanın kaldırılması.
3. Sosyal ayrımcılık: Kişiler arasındaki ayrımcı davranışları tamamen
ortadan kaldırmak, bilhassa çocukları cinsiyetlerine göre kız ya da erkek
olarak yetiştirilmesinin kaldırılıp, onları bir insan bir birey olarak
yetiştirmektir (Demir, 2014: 51-52).
Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise özel alanın yeniden düzenlemesini talep
etmesidir. Liberal feministler arasında tartışılan konuların başında, kadının ev
dışında tam gün çalışması halinde ev işlerinin ne olacağı sorusu gelmektedir. Nasıl
gerçekleştirileceği çok açık olmamakla beraber bu soruna getirilen çözüm, erkeğin
eve çekilmesidir, diğer bir ifadeyle; erkeğin kamusal alana çıkarak kadının üzerine
yıktığı ev işlerinin paylaşmasıyla mevcut sorun çözülecektir. Bu çözüme kavuşma
da ancak uzun vadeli bir eğitim ve kültürel değişimle gerçekleşecektir. Kadın ve
erkek kimliklerinin bilhassa toplumsal ve kültürel olarak birbirine
yaklaştırılmasıyla toplumda kadınlarla erkekler aynı eğitim ve iş imkanlarına sahip
olacaklardır. Böylece kadınların üzerindeki erkeğin egemenliği büyük oranda
ortadan kalkacaktır (Demir, 2014: 52-53).
Liberal feminizmi diğer feminist teorilerden ayıran iki temel noktadan bahsedilir.
Erkeklerle aynı medeni, ekonomik ve siyasal haklar verilmiş olmasına rağmen,
kadınların maruz bırakıldıkları ayrımcılığı ortadan kaldırmak için, piyasanın
kısıtlanmasının gerekli veya arzu edilir bir şey olup olmadığı ve yaygın bir şekilde
sürmekte olan geleneksel cinsiyet rollerinin varlığının ve bunun onaylanmasının,
kadınların ev dışı hayata katılmalarındaki fırsat eşitliğinin reddedilmeye devam
edilmesine katkıda bulunup bulunmadığıdır. Aslında liberal feministler, herkes
için talep ettiklerini kadınlar içinde istemektedirler. Liberalizmin hakim olduğu her
yerde kadınlar dahi kimsenin olumlu veya olumsuz ayrımcılığa maruz
bırakılmaması gerektiğini savunmaktadırlar, hatta ABD'nin muhafazakar
feministlerinden Clare Bootth Luce de bu görüşe benzer bir paylaşımda
35
bulunmuştur ve demiştir ki, sadece erkeklere verilen fırsatların aynılarının
kadınlara da verilmesi gerektiğini ve kadınlar, doğalarında yapacakları ne varsa
onu yapacaklarını ve erkeklerin onları engelleyemeyeceğini söylemiştir. Kadınlar
doğasında olmayan şeyleri kendilerine verilse dahi yapamayacaklarını ancak
erkeklerin onlara yapmaları gereken şeyleri yapmaları konusunda zorlamalarını
ifade etmiştir (Ataman, 2009: 15).
Liberal feministlerin de diğer feminist teorileri benimseyen gruplar gibi bir takım
talep ve beklentileri olmuştur. Liberal feministler, kadınların, devlet bürokrasisi ve
uluslararası örgütlerde eşit bir şekilde temsil edilmeleri durumunda savaşların sona
erdirilebileceği gibi özgün bir görüşleri vardır. Ayrıca siyasi ve askeri yapıların
oluşumunu sorgulamadan kadınların bu yapılanmada temsil edilmeleri gerektiğini
savunmaktadırlar. Liberal feministlere göre, rasyonel bireyler için boy ve kilo gibi
fiziksel görünümün önemli olmamasıyla birlikte cinsiyet farkının da bir önemi
yoktur. Dolayısıyla, liberal ilkelerin cinsiyet farkı gözetilmeden uygulanması
kadın eşitsizliğini ortadan kaldırmak için yeterli olacağını ifade etmişlerdir
(Ataman, 2009: 16).
36
liberal feminizmin dünyada en yaygın olan feminist kuram olmasını sağlamıştır.
Liberal feministlerin daha çok yaptıkları şeyler ise, grup toplantıları düzenleyip,
sempozyum- konferans vermek olmuştur.
Ramazanoğlu (1998: 32), radikal feminizmi, 1960'lı ve 1970'li yıllarda daha çok
Amerikalı ve Avrupalı orta sınıf genç kadınları etkileyen sorunlardan kaynaklanan
ve her yerdeki kadınların mücadelesine uygulanabilecek bir teori ve bir dizi politik
pratik olarak ifade etmiştir. Radikal feminizm, kadınların ve erkeklerin sahip
olduğu, denetlendiği ve fiziksel olarak egemenlik kurduğu bir dünyada evrensel
olarak ezilen bir kız kardeşlik kavramı çevresinde şekillenmiştir.
Radikal feminist teori, bir grup eski sosyalist eylemci kadın tarafından, New York
ve Boston' da geliştirilmiştir. Bu hareketi savunan kadınlar, 1960'larda medeni
haklar ve savaş karşıtı kampanyalar için politik etkinliklere katılıp
örgütlenmişlerdir. En dikkat çekeni ise, 19. yüzyılın feministlerinin kendi
üzerlerindeki baskının farkına erkek yoldaşlarından gördükleri davranışları
yüzünden varmışlardır ve böylece feminist bilince de ulaşmışlardır. 20. yüzyılın
radikal feministlerini ise kendi bilinçlerine ulaştıran şey; yeni soldaki erkek
radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepkidir (Donovan, 2013: 265).
Radikal feminizmin kurulmasında etkili olan temel etken yeni soldaki erkeklerin
37
kadınlara özellikle kendi yoldaşları olan solcu kadınlara davranışlarıdır. Bu
davranışlar da nihayetinde radikal feminizmin doğmasına neden olmuştur.
Liberal feminizm yaklaşık üç yüz, Marksist feminizm ise yaklaşık yüz yıllık uzun
bir tarihe sahiptir ancak radikal feminizm söz konusu diğer feminist kuramlara
göre oldukça yenidir. Radikal feminizmin bir akım olarak 1960 sonlarına doğru
kadın özgürlüğü taraflarınca geliştirilmiştir. 1970'lerin radikal feminizmi, hiyerarşi
ve liderliğin olmadığı (veya az olduğu) kurumsallaşmamış örgütler olarak bilinen
ve daha çok İskandinav ülkelerinde görülen bir teoriyken, Marksist ve sosyalist
feminizm daha çok Avrupa' da, liberal feminizm ise Amerika' da yaygın bir
biçimde görülmektedir. Ancak 1970'lerden sonra kadın komünleri kurulması
suretiyle radikal feminizmin merkezi de Amerika olmuştur. Radikal feminizmin
1960'larda ortaya çıkması elbette bir tesadüf değildir. En önce belirtmek gerekir ki
1960'lı yıllar Batı dünyasında genel olarak radikal ve tepkisel hareketlerin gelişip
budaklandığı bir dönemdir. Bu yıllar, bir döneme damgasını vuran 68 öğrenci
olaylarının, çevreci protesto hareketlerinin, Vietnam savaşının sonucu oluşan savaş
karşıtı tepkilerin yaşandığı ve kişilerin artık gerçekten bir şeyleri sorgulamaya
başladıkları yıllar olması bakımından önemlidir. Bilime karşı kuşkunun ortaya
çıktığı anti-bilim hareketleri de yine bu dönemde görülmüştür. Şüphesiz bu radikal
tepkiler kadın konusunda da kendini göstermeyi başarmıştır. Radikal feminizm,
38
kadınların kurtuluşuna yönelik çözüm önerilerinin çözümsüz kalmasına, kadınların
özgürleşme sorununa liberal ve Marksist siyasal teorilerin tatmin edici bir çözüm
bulamamalarına bir tepki olarak doğmuştur. Radikal feminizmin ilk temel eseri
olarak kabul edilen Shulamith Firestone'un 1971 yılında yayınlanan "Cinsiyet
Diyalektiği" (Dialecticor Sex) adlı kitabıdır. Friestone, bu çalışmasında kadın ile
erkek arasındaki biyolojik farklılıklar üzerinde durmuş ve sınıfsal çatışma dahil
insanlar arasındaki en temel çatışma biçiminin cinsiyet çatışması olduğunu iddia
etmiştir. Ona göre feminist devrim gerçekleştiğinde kadınlar hem üretimin
(production) hem de üreyim (reproduction) mekanizmasının kontrolünü ellerine
geçirerek kurtuluşa ulaşacaklardır (Demir, 2014: 63-64).
Radikal feminist kuramı en iyi ifade eden bir diğer eserse Karte Millett'in 1970
yılında yazdığı "Cinselliğin Diyalektiği: Feminist Devrimin Meselesi" (The
Dialectic of Sex: The Case for Feminist Revolutin) dir. Daha sonraki iki önemli,
eser ise Ti-Grace Atkinon'un "Amazon Odyssey'i" (1974) ve Mary Daly'nin 1978'
de yazdığı "Jin-Ekoloji Radikal Feminizmin Meta-Etiği" (Gny-Ecology:The
Metaethics of Radical Feminism) dir (Donovan, 2013: 272). Karte Millett, 1968
"Devrim için Manifesto"yu sunmuştur ve demiştir ki: "Eğer bir grup diğerini
yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Böylesi bir düzenleme uzun bir
dönem boyunca sürdürülürse, bir ideoloji geliştirir (feodalizm, ırkçılık v.s.). Tüm
tarihsel uygarlıklar ataerkildir; ideolojileri erkek egemenliğidir." (Donovan, 2013:
273)
Bundan dolayı, radikal feminist kuramın büyük bölümü, yeni erkek solun
kuramlarına, örgütlenme yapılarına ve kişisel üsluplarına karşı direniş içinde
şekillenmiştir. Kendilerinin erkek radikal örgütler içinde sürekli olarak ikinci sınıf
muamelesine maruz kalmış olmaları ve maço radikal üslup nedeniyle, kadınlar,
kendi içsel demokrasiyi kendinde barındırmasını ve özgün bir kadın üslubun
ortaya çıkmasına imkan verilmesini istemişlerdir. Radikal feministler, kuramsal
açıdan, kendi kişisel "öznelik" sorunlarının yeni solun uğraştığı büyük sorunlarla
eşit meşruiyete sahip olduğu fikrini yerleştirmeyi azmetmişlerdir. Sonunda radikal
feministler, bütün bu sorunların birbiriyle ilintili olduklarına, erkek egemenliğinin
ve kadınlara hükmetmenin toplumdaki baskının kökü ve modeli olduğuna
39
inanmışlardır. Ve gerçekten devrimci olan bir değişimin temelinin sadece
feminizmde olduğuna inanmışlardır (Donovan, 2013: 266).
"Radikal feminizmin aynı zamanda ve aynı süreç içinde gelişen diğer tezleri,
kişisel olanın politik olduğu, ataerkillik ya da erkek egemenliğini-kapitalizmin
değil" kadınların baskı altına alınmasının kökeninde yer aldığı, kadınların
kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini, diğer
kadınlarla birlikte kendilerine baskı uygulayanlara -erkeklere- karşı mücadele eden
bir harekete yöneltmeleri gerektiğini, erkeklerin ve kadınların temelde farklı
oldukları, farklı üsluplara ve kültürlere sahip oldukları ve kadınların tarzının
gelecekteki herhangi bir toplumun temelini oluşturması gerektiği düşüncesini
içerir." (Donovan, 2013: 266)
40
New York radikal feminist grupları 1967-1968'de oluşturulan, radikal feminist
kuramın ana gövdesini geliştirmişlerdir. Radikal feminist yayınların en büyüğü
olarak kabul edilen ve Haziran 1968 de çıkmış olan, "Notes from the First Year "
(Birinci Yılın Notları) dır. Onu 1970'te Notes from the Second Year (İkinci Yılın
Notları) ve 1971' de ise Notes from the Third Year (Üçüncü Yılın Notları) takip
etmiştir. Bunları önemli kılan şey ise radikal feminist kuramın en önemli ilk
ifadelerini içermesidir. Ekim 1968'de bir grup feministle birlikte Ti-Grace
Atkinson, 1969 yılında bir dizi tavır yazısı yayınlamıştır ve böylece radikal
feminist kuramın önemli yönleri bu eserlerden formüle edilmiştir. Ortaya çıkan
başlıca tez, politik olarak baskıcı olan erkek-dişil roller sisteminin, bütün
baskıların ilk ve özgün modeli olduğu biçimindir. Radikal feministler evliliği
tamamen reddetmişlerdir, çünkü evliliğin kadınlara eziyet etmenin temel bir
formülleştirilmesi olduğunu düşünmüşlerdir. Evliliği reddeden radikal feministler,
genelde ömür boyu evlenmemeyi ön görmekle birlikte; bu ret edişin hem kuramda
hem de pratikte temel bir görev olduğunu ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 269).
Radikal feministler, evliliğin kadını baskı altında tutan temel ilişki şeklini ifade
ettiğini gerekçesiyle bu kuruma şiddetle karşıdırlar. Hatta radikal feminist diye
tanımlanacak bir kadının teoride ve pratikte evlilik kurumunu reddettiği kabul
edilir, çünkü kadının evlilikle hem anneliğe hem de cinsel köleliğe zorlandığına
inanmaktadırlar. Bu nedenle" patriarkal" kurumlardan olan evlilikten kurtulmanın,
kadının kurtuluşu için temel şartı olduğunu ifade etmektedirler (Demir, 2014: 67).
41
kadınların dişil ilkenin bayrağını açmaları gerektiğini söylemişlerdir. Bununla
birlikte dişil kültürü; "Duygunun, duyarlılığın, aşkın, kişisel ilişkilerin vs. dişil
kültüründen gurur duyuyoruz. Gerçek bir insan toplumunu oluşması, ancak uzun
zamandır baskı altında olan ve aşağılanan dişil prensibin öne sürülmesiyle
mümkündür. Tüm ırkların, sınıfların ve tüm dünyadaki ülkelerin tüm kadınlarıyla
özdeşleşiyoruz" şeklinde ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 272).
42
devlet politikasıdır ve bu politikayı yapanlar da erkeklerdir. Bu durumun bir
benzeri ise kendini kürtaj meselesinde göstermektedir. Radikal feministler, kişisel
kimliklerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, dilin ve kültürün erkeksi şeklinden
arındırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bunun yanında edebiyatta, kitle
iletişim araçlarında, reklamlarda vs. kadının sunuluş biçiminin değiştirilmesini
talep etmektedirler. Bu şekilde insan doğası da yeniden biçimlenmiş ve
geleneklere meydan okumuş olacaktır (Demir, 2014: 68).
Radikal feminizmi kısaca özetleyecek olursak; radikal feminizm çok çeşitli bir
yapıya sahiptir bu durumda özellikle son yıllarda tanımlanması konusunda onu en
güç feminist ekol yapmıştır. Liberal feministler radikal feministlere göre daha
yumuşak bir yapıya sahip olmuşlardır örneğin, liberal feministler kadınlar için
43
belirli haklar elde etmek için mücadele edip kampanyalar düzenlerken radikal
feministler erkek egemen toplum yapısına adeta meydan okumuşlardır. Radikal
feminizmi bu kadar güç kılan şey de tam olarak az önce verilen örnekteki yapısı
olmuştur. Radikal feministler, gerçek ve mutlak bir özgürlüğe ancak erkek
merkezli toplumsal yapıyı yıkarak kavuşabileceklerine inanmaktadırlar. Radikal
feminizmin doğmasının temel nedeni aslında liberal ve sosyalist feministleri
başarısız bulmuş olmalarıdır. Radikal feministler köktenci bir yöntem
benimseyerek, kadının kurtuluşunu, tüm kadınların tüm erkeklere karşı
ayaklanmasında görmektedirler. Radikal feministler kısaca bedenlerinin
kontrolünün erkeklerin elinden alınıp asıl sahibi olan kadınlara verilmesi
gerektiğini düşünmektedirler. Bu teori, ataerkil düzenin yıkılıp kadının hür olması
gerektiğini düşünmektedirler. Annelik anlayışına, evlilik kurumuna, şiddetle karşı
çıkmaları; belki de bu teoriyi daha da katı yapmaktadır. Kadın kurtuluşunun ancak
kadınlarca gerçekleştirilmesiyle sağlanacağını savundukları gibi erkeklerle aynı
paydada olmak fikrine de tamamen karşıdırlar. Onlar, kadından kadına faydanın
olduğuna vurgu yapmaktadırlar.
44
maddi güçlerin gelişiminin öncülüğünde meydana gelen diyalektik sürecinden
başka bir şey olamıyordur. Bir düşünce olarak Marksizm, iki temel öğeden
oluşmaktadır. Bunlar; diyalektik materyalizm ve sınıf çözümlemesidir. Marksizm,
insanları tek tek bireyler olarak değil sınıflar olarak ele almaktadır. Toplumsal
sınıf, içinde yaşadıkları maddi koşullar gereği aynı istek ve ihtiyaçları paylaşan
insanların oluşturduğu birlik ve bütünlüktür (Demir, 2014: 54-55)
Marx'ın teorisinin diğer bir önemli yanı ise onun modern endüstriyel kapitalizm
çözümlemesidir. İşçiler bu teoriye göre kendilerini emekleriyle tamamlanmamış ve
bütünlüklü bir süreçte yer aldıkları duygusundan alıkonulmuş hissederler.
Kendilerini işyerinde yuvasız, dinlenme saatlerinde ise yuvada hissederler. Çünkü
emekleri onlara ait değildir, emeklerinin kapitalizme ait olduğunu
düşünmektedirler. Bu özgün yabancılaşmanın sonunda kadın ya da erkek bir
nesneye dönüşmektedir (Donovan, 2013: 137-139). Bu dönüşümü; ev kadını,
kocası dışarıda çalıştığı halde kendisinin de akşama kadar evde didinip durması,
sürekli bir kısır döngünün içinde aynı işleri tekrarlayıp bununla birlikte karın
tokluğuna ücretsiz çalışmasıyla farklı bir biçimde yaşar. Kısaca ev kadını da işinin
45
bir karşılığı ve ödülü olmadığı için zamanla işine yabancılaşıp bu sisteme dahil
olur (Öztürk, 2011: 89).
46
Marksist feministlerin üzerinde tartıştıkları bir diğer konu ise, kadınların yalnız
başlarına bir sınıf oluşturup oluşturmadıklarıdır. Sınıf tanımının öğeleri itibariyle
bakıldığında kadınların toplumsal üretimdeki konumları, mülkiyet ilişkilerindeki
yerleri ve sahip oldukları bilinç bakımından tek bir sınıf oluşturmaları mümkün
görünmemektedir. Çünkü kadınlar hem işçi hem de burjuva sınıfının erkekleriyle
arkadaş, kardeş, eş veya anne ilişkisi içinde süreçlerine devam etmektedirler. Bu
bağlamda kadınların bu iki sosyal sınıfın dışında bir sınıf oluşturmaları mümkün
görülmemektedir. Öte yandan kadınların ev, eş ve çocuk bakımı ile ilgili sahip
oldukları bilgi ve birikimler, bu işlerin ücretlendirilmesi tarzındaki mücadelelere
motive edilmesi için yeterli benzerlikler taşımaktadır. Marksist feministler, ev
işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunmakta böylece bunun için mücadele
veren kadınların, işçi sınıfı bilincine benzer bir bilinç kazanacaklarına
inanmaktadırlar (Demir, 2014: 57).
47
imkanlarda yoksun kalmalarıdır. Bu da kadının yabancılaşma olgusunu daha da
fazla yaşamasına neden olmaktadır. Bunun dışında kadını eve mahkum eden; ev
işleri, annelik ve çocuk bakımı gibi işleri ve rolleri de vardır. Engels'in bu duruma
çözüm olarak sunduğu şey; çocuk bakımının ve eğitiminin toplumsal bir iş olduğu
ve bu işin çözümünün topluma transfer edilerek çözüme kavuşacağıdır. Ancak bu
sorunun kişisel çabalarla aşılması mümkün görünmemektedir. Çünkü bu durum
üretim tarzının bir sonucudur ve bu da ancak üretim tarzının değişmesiyle
mümkün olacaktır. Bu nedenle Marksist feministler, liberal feministlerin iddia
ettiği gibi kadın sorununun yasal reformlarla çözülebileceğine inanmamaktadırlar.
Onlara göre reformlar sadece kadınların kötü durumlarını hafifletir, ama tamamen
değiştirmeye yetmez (Demir, 2014: 57-58).
48
üretimin ev merkezli olmaktan çıkarılıp kamusal alana aktarılmasıyla beraber,
kadının yaptığı işler para getirmediği için üretken olmayan işler sınıfına atılmıştır.
Bu noktada Marksist feministler sürece dahil olup, bunu bir sorun olarak görmüş
ve kadının yaptığı işlerin ikincileştirilmişlikten kurtarabilmek için çözüm önerileri
üretmişlerdir. İlk çözüm olarak da kadına ait iş olarak kabul edilen ve kadının
toplumsal üretimde ikincileştirmesine sebep olan ev işlerinin toplumsallaştırılması
gerektiğini önermişlerdir. Çünkü kadınların ağırlıklı olarak yaptığı işlerin piyasa
değerinin olması sebebiyle kadın ikincileştirmektedir. Böyle bir sistemde de kadın
üretici değil, tüketici durumundadır. Bu sorunu çözmek için de kadının yalnızca
dışarıda para getiren işlerde çalışması yeterli olmayacaktır. Çünkü bu durumda
kadınlar, hem işlerini yapmak hem de dışarıda çalışmakla yani iki işi sürdürerek
daha fazla yorulacaklardır. Bu sebeple bu sorunun kökten çözülebilmesi için ev
işlerinin tamamen toplumsallaştırılması gerekmektedir. İkinci çözüm ise daha çok
Ortodoks olmayan Marksist feministlerce savunulmaktadır. Bu feministlere göre,
kadınların ev dışında çalışması yerine ev işlerinin ücretlendirilmesini en uygun
yöntem olarak görülmektedir. Bu noktada da ev işlerinin ücretlendirilmesi
yükümlülüğü tek tek bireylere değil devlete düşmektedir. Ev işlerinin
ücretlendirilmesi de ya devlet evli erkeklere özgü bir vergi geliştirerek bir fon
oluşturur ve bu fondan kadınlara ücret öder ya da devlet kadın-erkek veya evli-
bekar ayrımı yapmadan tüm çalışanlardan topladığı vergilerden oluşturacağı
fondan ev kadınlarına ücret ödeyerek bu ücretlendirme işlemini gerçekleştirebilir
(Demir, 2014: 59-61).
49
teoridir. Ancak zamanla kadınlar en büyük zararı Marksist hareketin kendinden
görecekler ve bunun çözümü olarak da içinde bulundukları hareketten ayrılıp
Radikal feminizme yöneleceklerdir (Öztürk, 2011: 89-90).
Sosyalizm kavramı çok geniş bir alanı kapsadığından dolayı siyasal düşünce
tarihinde pek çok düşünce akımı bu kavram çerçevesinde ele alınır. Bu sebeple
sosyalizm kelimesi bazen başka bir kelimeyi niteleyen bir sıfatken (örneğin
sosyalist feminizm) bazen de başka bir sıfatla nitelenen bir kavram (örneğin ütopik
sosyalizm veya bilimsel sosyalizm) olabilmektedir. En geniş biçimiyle sosyalizm,
özel menfaatlerin yerine genel menfaatlerin önceliğini ve özel mülkiyetin yerine
kamu mülkiyetinin yerleştirilmesi olarak tanımlanır. 19. yüzyıl da Avrupa'da
50
sosyalizmin gelişmesine sebep olarak dönemin ekonomik ve sosyal problemleri
gösterilir. Sanayileşmeye paralel olarak da toplumların ekonomik ve sosyal
yapılarında büyük değişimler olmuştur ve bu süreçle birlikte yeni sorunlar ortaya
çıkmıştır. Kırsal bölgelerden akın akın gelen insanlar, kentlerde çok zor şartlar
altında çalışmak zorunda kalmışlardır. Emeklerinin karşılığı olarak da çok az bir
gelir elde edebilmişlerdir. Üretim hızla artmış ancak gelir dağılımı aynı hızla
artmamıştır. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlikler çeşitli sorunların türemesine de
neden olmuştur. Doğal olarak dönemin düşünürlerince bu duruma dikkat çekilmiş
ve çözüm için de çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Ancak düşünürlerin toplumsal
sorunların çözümü için önerdikleri modellerin gerçekleştirilme şansının çok zayıf
olması bu çözüm ve önerilerin ütopik sosyalizm olarak nitelendirilmesine neden
olmuştur. Daha sonraları Marksistlerden etkilenen sosyalist düşünürler, toplumcu
görüşleriyle sosyal bilimlerde ve siyaset bilimlerinde liberal yaklaşımların
karşısında sürekli eleştirilen ve alternatifler sunan bir süreçle yol almışlardır.
Sosyalist feminizm de bir yerde sosyalist bakış açısı içinde kalan düşünürlerce
oluşturulmuştur (Demir, 2014: 72).
51
Sosyalist feministler, Marksistler gibi kapitalizme karşı hep bir mücadele
içindedirler ancak kapitalizme karşı çıkış metotlarında farklılıklar mevcuttur.
Sosyalist feminizm, ilk başlarda Marksist feminizmin kapitalizmle mücadelesine
benzer bir tarzda ekonomik eşitsizlikler üzerine yoğunlaşmış olsa da zamanla
ataerkil baskı ve erkek egemenliğine karşı tavır almıştır. Bu tavrın nedenini ise
kadınların şiddete maruz kalmaları ve bunun sebebi olarak da erkek dünyasının
ezici hakimiyetini göstermişlerdir. Fakat sosyalist feministlerin aldığı tavır;
radikallerin "kökten söküp atma" girişimlerinden farklıdır. Sosyalist feministlerin
amacı kadının ekonomik ezilmişliklerini ataerkillikten kurtarıp kadını erkeğin
seviyesine çıkartıp mevcut eşitliği sağlamaktır. Sosyalist feministler, erkek ve
kadın arasındaki farkları fark etmiş olsalar bile sadece kadınların haklarını
düzeltmeye çalışmamışlar aksine güttükleri politika gereği aynı zamanda bütün
işçilerin durumlarının iyileştirilmesi içinde uğraşmış ve mücadele etmişlerdir.
Sosyalist feministler, böylelikle iş yaşamında eşitlik talebinde bulunurken sadece
kadınları yanlarına almamışlardır. Karşıt cinsi de yani erkekleri de kadın davasında
kendi saflarına katmaya çalışmışlardır. Bilhassa ekonomik anlamada oluşan
eşitsizlikleri çözebilmek adına benzer işlerde çalışan erkeklerle örgütlü mücadele
oluşturup maddi durumlarının iyileştirilmesi amaç edinmişlerdir (Şahin, 2013:
311-312).
52
Kısacası; sosyalist feminizm, Marksist kategorilerin temelinde ve radikal
feminizmin eleştirileri ışığında şekillenmiştir. Karl Marx ve Friedrich Engels'in
teorilerinin sosyalist feminizme aktarılmasıyla sosyalist feminizm oluşmuştur.
Marksist feministler kadınların en temel mücadelesi olarak sınıf mücadelesini
görürken; radikal feministler ise bu mücadeleyi kadının özgürlük mücadelesi
olarak görmektedir. Sosyalist feminizm ise daha çok kadınların baskı altında
olmalarını, cinsiyetçilik, ırkçılık ve sınıf ayrımcılığı gibi daha çok eylemlerde ve
sokak gösterilerinde kendini göstermiş bir feminist kuramdır. Sosyalist
feministlerin kadınlar için istediği en temel şeylerin başında; kadınların kendi
ayakları üzerinde durabilmeleridir, yani kadınlar ekonomik açıdan özgürlüklerine
kavuşmalı ve erkeğe bağımlı olmaktan kurtulmalıdırlar. Ancak bu şekilde kendi
yaşamlarına kendileri müdahale edebilecek ve kendi yaşamlarını
düzenleyebileceklerdir. Ayrıca kadının ezilmişliğinin bir başka sebebi olarak özel
mülkiyeti gören sosyalist feministler, kadınların kurtuluşunu, özgürlüklerine
kavuşmalarının özel mülkiyetin kaldırılmasına da bağlamaktadırlar.
Mücadelelerinde erkekleri de saflarına çekmeleri bu teoriyi diğer feminist
teorilerden farklı kılmaktadır. Zaten sosyalist kelimesi kavramsal olarak eşitliğe
vurgu yaptığı için bu tarzdan bir mücadelenin başarılı olması ancak kadın ve
erkeğin kenetlenmesiyle mümkün olacaktır.
53
üzere kullanılan modern terimi, yakından bakıldığında sürekli gelişmeyi ima eden
evrimsel bir tarih modeli varsayımına bağlı olarak anlam kazanmaktadır" (Demir,
2014: 19). Bu da bugünü düne göre tercih edilebilir kılan şeyin aslında bu günün
düne olan üstünlüğüdür. Modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı
niteleyen, insanı olduğu kadar çevresini de nitelemek için kullanılmaktadır. Yani
modern olmak; düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir
dünyada yaşamaktır. Bu tanımlamaya göre modern insan, kendisini sürekli
yenileyebilen ve yeni şartlara uyum sağlayabilendir. Modernlik ise; eskiye oranla
dilde, anlamada, sanatta daha rafine edilmiş, daha ileri ve daha gerçekçi olan
demektir. Modern kelimesi daha çok bir sıfat olarak, modernlik ise daha çok belirli
bir zaman diliminde modern kabul edilen somut değer,ilişki ve kurumları
adlandıran bir isimdir.Modernlik 16. yüzyılda ortaya çıkmış kültürel ve toplumsal
değişikliklerdir. Kısacası modernliğin Batı'da ortaya çıkmasından bu güne,
toplumsal, ekonomik ve siyasal öğelere gönderme yapan bir özet kavram olarak
bilinmektedir (Demir, 2014: 19-21).
"Feminizm özellikle İkinci Dünya savaşından hemen sonra ortaya çıkan entelektüel
çevre içerisinde oluşan fikir akımlarından kaynaklanan çeşitlerini ifade için daha
çok postfeminizm sözcüğü kullanılmaktadır. Çünkü İkinci Dünya savaşından
Modernizm'in daha etkin eleştirileri yapılmaya başlamıştır. İşte bu eleştirilerin
yapıldığı dönemde pek çok yeni felsefi kuram, ortaya çıkmıştır. Aydınlanma
54
döneminde modern akımların etkisiyle ortaya konan feminist kuram, bu seferde
modernizme yönelen bu eleştirilerden etkilenerek yeni bir biçim almaya başlamıştır.
Modernizme yönelen bu eleştiriler, zamanla post-modernizmi, post-modernizm de
post feminizmi doğuracaktır" (Öztürk, 2011: 99).
55
bilginin oluşturulmasında devre dışı bırakıldığı için yeni bir bilimsel anlayışa
ihtiyacı vardır. Postmodern feminizm anlayışı olarak bilinen, erkeklerin kadınlara
karşı önceliklere sahip olduğunu kabul etmekte ancak bu kategorileşmenin önemli
olmadığını ifade etmektedir. Postmodern almayışa göre, kadın ile erkek arasında
sadece toplumsal olarak yapılandırılmış farklılıklar vardır. Öğrenilmiş davranışlar
ve toplumsal normlar, erkek ve kadını birbirinden ayrıştırmıştır. Diğer feminist
anlayışlarda olduğu gibi postmodern yaklaşımları vurgulayan feministlerde de,
erkekselliğin kadınsallığa tercih edildiğini öngören ikili yapıyı eleştirmektedir.
Bununla birlikte diğer feminist yaklaşımların savunduğu erkek, kadın, erkeklik ve
kadınlık gibi cinsiyet kategorilerinin zamansız ve homojen oldukları fikrini kabul
etmemektedirler (Ataman, 2009: 20). Postmodern feministler, tüm kadınların
yararı için bir eşitlik kuramı oluşturmuşlardır, yani kadın kategorisini yadsıyıp
farklı kadınlık durumlarının bulunduğunu öne süren çoğulcu bir yaklaşımı
benimsemişlerdir (Arat, 2010: 11).
56
kurtulmak yerine öteki olmayı avantaj haline getirmeyi denemişlerdir. En yalın
ifadeyle, postmodern feminizm, dişil veya eril bir doğanın varlığı fikrine karşı
gelmişlerdir ve gerek tarihsel gerekse de kültürel açıdan özgül bilgi bağlamında
erkekler ile kadınlar arasındaki bölünmeleri incelerler (Şahin, 2013: 348).
Gündelik yaşamımızda hemen herkesin kullandığı bir kelime grubu olan popüler
kültürün ne olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerin bir
kısmı popüler kültür kavramına karşıyken bir kısmı da popüler kültürün tarafında
57
yer almaktadır. Popüler kültürü tanımlamadan önce "kültür"ün tanımlarına bakmak
yararlı olacaktır. Latince kökenli olan kültür kelimesinin anlamsal içeriği toprağa
bir şeyler ekip biçmektir. Aynı zamanda insan zekâsının oluşumu, gelişimi,
geliştirilmesi ve yüceltilmesi anlamıyla kullanması bu kelimenin değişik ve
bugünkü anlamına yakın bir biçimde kullanılmasına yol açmıştır. Kültürün bir
diğer anlamı ise toplum tarafından tarihin gidişi içinde yaratılan ve toplumun kendi
gelişmesi içinde ulaşılan aşamayı gösteren tüm maddi ve manevi değer olarak da
tanımlanabilmektedir (Sakallı, 2014: 308).
Erol Sakallı (2014: 309) da kültürün karşılığı olarak çeşitli tanımlamalar yapmıştır.
Bunlardan bazıları şöyle sıralamıştır:
58
Bir milletin yaşayış tarzı, maddî ve manevî her şeyini içine alan değerler
topluluğu,
Subjektif bir nitelik taşıyan inançlar, ahlâka ait görevler, güzellikle ilgili
şekiller ve bütün mefkûreler, bir kültür (hars) topluluğunun inançları.
Şüphesiz kültür kavramını oluşturan temel öğeler vardır. Bunlar; insan, toplum,
ortak düşünce ve dildir. Yukarıda ki tanımlamalara baktığımızda zaten kültürün
adeta bu öğelerin etrafında şekillendiğini görmüş olacağız. Bu öğelerden kültürün
bel kemiği olarak düşünülen ise dildir, nasıl ki bir insanı insan yapan en temel şey
dilse ulusu ulus, kültürü kültür yapan şey de hiç şüphe yoktur ki dildir.
59
Popüler kültür;belli bir dönemde özgünlüğü olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen
kültürel özelliklerden ibarettir. Kimi çevrelerce geniş halk kitlelerinin benimsediği
kültür olarak da bilinmektedir.Bu iki tanımlamanın genel olarak ortak noktası belli
bir kesime değil sınıf farkı gözetmeksizin herkese hitap etmesi, sıradan olması ve
özel bir eğitim ya da görgü gerektirmemesidir. Zaten genel itibarıyla eleştirilen
noktalarından biri de budur. Popüler kültür, kitlelere dayatılan, bu kitlelere anlık
zevkler veren ve onları tüketime yönelten bir kavramdır (Sakallı, 2014: 309).
Kısaca ve en geniş anlamıyla popüler kültür, gündelik hayatın kültürüdür.
Charlotte Perkins Gilman'ın 1911 yılında yazdığı The Man-Made World or Our
Androcentric Culture (Erkek Yapımı Dünya ya da Erkek Merkezci Kültürümüz)
isimli kitabında Gilman, popüler kültür tartışmalarının genel bakış açısının dışında
kalan feminist bir kültür çözümlemesini yansıtmıştır. Gilman, erkeklerin kadınları
yaratıcılık alanlarından, eğlence ve boş zaman etkinlik biçimlerinden dışlayarak
insan etkinliklerini kendi tekelleri altına aldıklarını, yönettiklerini ve
erkekleştirdiklerini savunmuştur. Bu kurmaca, kadın yaşamının doğru görüntüsünü
hiç bir zaman vermemektedir aksine insan yaşamının çok azını ve erkek yaşamının
orantısız bir biçimde çoğunu vermektedir. Örneğin oyunların ve sporların genel
60
itibariyle erkeksi olmaları bu tarzdan şeylerin kadına yabancı gelmesine neden
olmaktadır. Gilman'ın eleştirdiği şey; kitle, sınıf ya da çoğulcu toplumu değil,
ataerkil toplumu, erkekler tarafından dayatılan biri erkekler için diğeri kadınlar
için var olan iki kültürel etkinlikler dizgesinden oluşan erkek merkezci toplumun
var oluşudur (İrvan ve Binark, 1995: 18).
Beatrice Forbes- Robertson Hale'nin 1914 yılında yazdığı "What Women Want:
An Interpretation of the Feminist Movement" (Kadınlar Ne İstiyor: Feminist
Hareketin Bir Yorumu) kitabında erkeklerin kültür üzerindeki denetimlerine
benzer bir eleştiriyi İrvan kitabında, aşağıdaki şekliyle almıştır:
"Kadınlarla akılcı ve yaratıcı yetilerden yoksunlar diye sık sık dalga geçilmiştir.
Ancak günümüze kadar, bu yetilerini geliştirme fırsatını bulan kadın sayısı erkeklere
oranla çok küçük olduğu için karşılaştırma yapmak yanıltıcı olur. Kadınların bu
yetilerini ancak şimdilerde açığa çıkıyor. Bir sınıf olarak kadınlar, her zaman
sessizdi; şimdilerde bir kısmı dillendi. (...) Kendini ifade etmede özgür olan kadın
sayısı erkeklerinki kadar olduğunda, dünyada bir tek büyük mücadele sürmeye
devam edecektir, kadın erkek farkı gözetmeksizin tüm mülksüzlerin kendi mirasları
için mücadelesi." (İrvan ve Binark, 1995: 19)
Birsen Banu Okutan ise "Türkiye'de Popüler Kültür Din ve Kadın" adlı eserinde
"Neden Popüler Kültür ve Kadın?" başlığı altında başörtülü kadınlar açısından
popüler kültüre bakışını ve neden popüler kültürde kadın konusunda inceleme
yapma gereği duyduğunu kısaca şu sözlerle ifade etmiştir:
61
Ersoy, (2009: 218) günümüzde meydana gelen küreselleşmenin etkileri ile birlikte
kadınların hayatlarında ve sosyal ilişkilerinde önemli değişimlerin yaşandığına
değinmiştir ve bu değişimlerle ilgili olarak da şu sözlerle devam etmiştir:
62
kontrolü ele geçirerek toplumsal söylemlerle birlikte toplumsal ilişkileri
değiştirmektir. Böylece kadınlar, popüler kültürde hem kadınlar hem de ataerkil
kültürün işlevsel yönünün anlaşılmasını önemli bir hale getirmektir (İrvan ve
Binark, 1995: 19-20).
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse, kadınlık kültürü, erkek popüler kültürü ile
ilgili çalışmalarda kullanılan kategorilerin içine konulmamalıdır. Popüler
kültürdeki feministler daha çok şu sorular üzerinde durmalıdırlar; erkek egemen
kültürde, kadınlar kendilerini açıklamayı nasıl başardılar?, kadınların yaratıcılığı
neden küçümsenmiş, değersizleştirilmiş ve de ihmal edilmiştir?, kadınların ve
erkeklerin yaratıcılığı nasıl farklılaşır? gibi. Popüler kültür içeriğindeki kadın
betimlemelerini değiştirmenin mevcut sorunları çözeceği fikrinin yerine belki de
erkeklerin kültüründen farklı olan kadın kültürüne teşvik edilmesi ve yeniden ele
alınması gereken bir şey olarak olumlu bir değer yüklemek anlamlı olacaktır. Bu
şekilde, erkelerin kadınlara ilişkin imgeleri yerine, kadınların kendileriyle ilgili
imgeleri ve kendi deneyimlerine ilgi göstermesi de yerinde olacaktır (İrvan ve
Binark, 1995: 26).
63
İmaj, biçimi, içeriği ve anlamı bir arada barındırabilen bir kavramdır.
İnsanoğlunun kendini işaretlerle, sembollerle ifade etmeye başladığı günden bu
güne değin bir imaj yaratma çabası da bu bağlamda hep var olmuştur. İmaj
olgusunun çeşitli olması, bu alanda çalışanların pek çok disipline birden
başvurmalarını gerektirmektedir. Örneğin; resim, heykel, optik yanılsamalar,
haritalar, diyagramlar, düşler, halusinasyonlar, filmler, tiyatro ve hatta düşünceler,
bunların hepsi birer imajdır (Özdemirci, 2014: 78).
64
yardımda bulunmaması kadının rolünün toplum ve kültürle şekillendiğini açıkça
göstermektedir (Yılmaz, 2012: 551).
" 'Her toplumda mevcut kültürel yapı içerisinde "Kadın ve erkek nasıl davranır?
Nasıl giyinir? Kadınlara ve erkelere özgü alışkanlıklar ve uğraşılar nelerdir?" gibi
soruların farklı cevapları bulunur. Kültürel yapının vermiş olduğu bu cevap
farklılıkları aynı zamanda cinsiyetlerin toplum içerisindeki konumlanışına ve
şekillenmesine de etki ederek bir farklılık doğurur. Kültürün cinsiyetlere yönelik
bölümü, bir toplumda "cinsiyet kültürü"nü oluşturur. Cinsiyet kültürü bir manada
kültürün cinsiyetlerle alakalı hususlarda kendini ifade etme biçimidir. Genel olarak
paylaşılan ortak kültürün, cinsiyetlere yönelik uygun gördüğü tavırlar, tutumlar ve
değerler, bu çerçevede gelişen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet gibi nitelemeler,
cinsiyet kültürünün içerisinde yer alır.' "
65
bedenleriyle değerlendirilip, kadının bedeni ile zihni arasındaki bağlantıyı koparan
zihniyet desteklenerek şu mesaj verilmeye çalışılmaktadır: "Bacaklar güzelse,
kişiliğin önemi yok!" (Yılmaz, 2012: 552). Yılmaz'ın imaj konusu hakkındaki
incelemeleri gerçekten de Türk toplumunun kadına yüklediği rolleri
yansıtmaktadır. Kadınlar hep anne rolündedir ve bu role uygun olarak; evine bağlı,
çalışmayan, ellerinde lastik eldivenlerle bulaşık yıkayan, toz alan görüntüleriyle
oluşturulmuş ev kadını imajıyla lanse edilmektedir.
Türkiye'de daha çok ilköğretim ders kitaplarında cinsiyet üzerine kurulan ifadeleri
araştırmak amacıyla yapılan çalışmaların amacı toplumsal cinsiyetin okullarda
çocuklara nasıl yansıtıldığıdır. Bu çalışmalarda dikkat çeken şey özellikle
ilköğretimdeki Hayat Bilgisi ve Vatandaşlık Bilgisi gibi kitaplarda kadına
yüklenen imajdır, çünkü bu kitaplarda anneye verilen ve yüklenen rol; eve
bakmak, babanın rolünün ise evinin geçimini sağlamaktır. Diğer bir nokta ise
annenin çalışması durumunda aile bütçesine katkıda bulunabileceği gibi ifadeler
kullanılarak aslında toplumsal roller ve Türk kültürünün çalışan kadının kazancına
bakış açısını açık bir şekilde ortaya koymaktadır (Çakınberk, 2011: 88). Kadının
yalnızca aile bütçesine katkı sağlayacağı ifadesi bile kadın için olumsuz bir imajın
var olduğuna en güçlü kanıttır. Bilhassa Türk toplumunda erkeğin çalışması daha
önemli olarak görülmektedir. Kadının en temel görevi evinde oturup çocuklarına
bakmaktır. Zaten bu mantalite kapsamında kadınların olumsuz imaj sorunu
yaşadığı ortada bir durumdur. Elbette aile kavramın merkezinde anne önemlidir
ancak güçlü olan anne kendi ayakları üzerinde de durabilen annedir.
66
Çünkü kadınlar başta olmak üzere "feminizm nedir?", "kimlere feminist denir?"
tarzındaki sorulara verilen cevaplar incelendiğinde bu kavramın gerçekten tam
olarak anlaşılmadığı görülecektir. Nitekim Türk toplumunda Batı'ya kıyasla
feminizmin adlandırılıp anlaşılması daha geç olmuştur. Yanı sıra feminizm
bünyesinde pek çok kuramı barındırmaktadır. Bunlardan ilki liberal feminizmdir
ve liberal feminizmin vurgu yaptığı şey "kadın-erkek" eşitliğinin tam anlamıyla
sağlanmasıdır. Erkeklerle aralarındaki uç ayrımcılığın yani gerek ekonomik
alandaki, gerek siyasal alandaki, gerekse toplumsal alanlardaki engellerin ortadan
kaldırılmasını talep etmektedirler. Radikal feminizmde ise tamamen farklı talep ve
amaçlarla mücadelelerini sürdürmektedirler. Zaten "radikal" kelimesini sırf yalın
anlamı olan köklü, köktenci anlamlarıyla bile düşünüldüğünde radikal feminizmin
nasıl bir yapıda olduğu az çok kestirilebilir. Onların talepleri ise cinsiyetsiz bir
toplum yaratmaktır. Aslında radikal feministlerin pek çok şeye karşı çıkmaları tüm
teoriler içinde en sert mizaçlı olan teori olmasına neden olmuştur. Çünkü radikal
feminizm, evlilik kurumuna, annelik anlayışına kaşıdır. Marksist teori ise adından
da anlaşılacağı üzere, Karl Marx ve Friedrich Engels'in görüşlerinden etkilenip
şekillenmiştir. Genel itibariyle Marksist ideolojiyi benimseyen kitlelerin temel
amacı işçi-emekçi sınıfının haklarını gözetmektir, Marksist feministlerin de temel
amacı kadın işçi ve emekçilerin hakları, çıkarları üzerinedir. Yani Marksizm işçi
sınıfı çıkarlarını sağlamaya yönelik düşünceler Marksist feministler tarafından
kadın işçilere uyarlanmıştır. Sosyalist feminizm bir bakıma Marksist feminizmle
benzerlikler (iki teorinin de kapitalizme düşman olması) gösterse de bazı
noktalarda farklılıklar mevcuttur. Sosyalist feminizmin kadından beklediği;
kadınların ekonomik açıdan özgürlüklerini sağlayarak kendi ayakları üzerinde
durabilmeleridir. Böylece erkeğe olan bağımlılıkları yok olacak ve kendi
yaşamlarını düzenleme şansı elde edeceklerdir. Postfeminizm ise belki de
inceleme fırsatı bulduğumuz teoriler içerisinde en farklı olanıdır, çünkü post
feminizm bilhassa kadınlar açısından ataerkil yapılanmaya sahip toplumlarda var
olan yanlışların düzeltilmesi için oluşmuştur.
Kadınlar, bir yandan hakları için mücadele ederken bir yandan da toplum
tarafından kendilerine yüklenen imaj ve kadınsallık rolleriyle de ilgilenmek ve
67
mücadele etmek durumunda bırakılmışlardır. Çünkü pek çok toplumda kadın,
zaten cinsiyeti gereği olumsuz ve kötü imajla değerlendirilmiştir. Kadının en temel
rolü olarak ev kadınlığı görülmüş daha ilk ve ortaokullarda kadın olmanın evde
oturup çocuk bakmak olduğu öğretilmiştir. Bu tarzdaki temel okullarda okutulan
dersler için yazılmış kitaplarda baba işe giden para kazanan kişiyken anne evinde
oturan çilekeş kadın rolündedir. Popüler kültürde kadının imajının aslında bu
olmadığı ve olmaması gerektiği ile ilgili çalışmalar ve incelemeler yapıldığı gibi
kadının mevcuttaki olumsuz imajın da yok edilmesi için daha çok feministlerin
öncülük edip kadın mücadelesini desteklemesi gerekmektedir. Feminizm sırf kadın
meselesi olarak görmemek gerekir. Eşit hak ve olanaklara sahip bireyler yaratmak
için kadın olmaya gerek yoktur. Unutulmamalıdır ki özgür birey özgür toplumu
oluşturur. Bu da ancak kadın erkek eşitliğinin tüm alanlarda sağlanmasıyla
gerçekleşebilecek bir durumdur.
68
İKİNCİ BÖLÜM
Emek piyasasında yer edinmeye çalışan kadınlar; erkeklere kıyasla çok daha fazla
sorunla karşı karşıya kalmış ve kalmaktadırlar. Sorunlar daha ilk hamlede kendini
göstermektedir, çünkü kadının emek piyasasında ayakta durması erkeğe göre çok
daha zordur. Kadının görünmeyen emeği ve elde ettiği gelirin yan gelir olarak
değerlendirilmesi gibi kadının, sırf cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğraması,
cinsel tacize maruz kalması, keyfi olarak işine son verilmesi, ücret konusunda
ayrımcılığa uğraması gibi nedenlerle zor durumda bırakılmakta ve bu zorluklarla
mücadele etmek durumunda kalmaktadır. İş olanaklarının yetersiz ya da kısıtlı
olduğu ülkelerde işe alımlarda en son kadın düşünülmekte ancak işten
çıkarımlarda ise ilk akla gelenin kadın olması gerçekten tezat bir durumu gözler
önüne sermektedir. İş yaşamının zorlu ve stresli olması bir de ev işleriyle
birleşince kadının nasıl bir mücadele göstermesi gerektiğini bir düşünelim; üstelik
onca emeğinin karşılık bulamaması, "kadının yeri evidir" tarzındaki mantalitelerle
kadınların hayatları gerçekten daha da zorlaşmaktadır. Oysa kadın özgürleştiği
kadar güçlü ve güzeldir. Onu tıpkı çaresiz bir kuş gibi kafese mahkum etmek, onun
kendi ayakları üstünde durmasını engellemek kadını körelttiği gibi,
değersizleştirmektedir de. Kadınların mesleklerini icra etmelerine her zaman
destek verilmelidir, bu destek hem devlet eliyle hem de özel sektörce
desteklenmelidir. Destek bulamayan kadın zamanla eve mahkum hale gelir ve bir
zaman sonra da körelir.
69
Hangi meslek grubunda olursa olsun kadının cinsiyetinden dolayı maruz kaldığı
sıkıntılar aslında tüm kadınları ilgilendirdiği için tezin bu kısmında kadın
kütüphanecilerin yanı sıra genel anlamda kadınların sıkıntılarına değinilecektir.
Emek piyasasının kadınlara sunduğu ya da sunamadıkları da gene bu kısım için
irdelenecektir.
Meslek (profession), köken itibariyle aslında manastır hayatı yaşamak için yemin
eden rahiplerin, mesleklerini icra ettikleri süre boyunca, uygun şekillerde hizmet
yapmaya söz vermeleri temellidir. Meslek fikri yeni bir kavram değildir ancak
mesleklerin türlerinin insanlık tarihiyle birlikte değişimler yaşadığı
bilinmektedir.Batı'da meslekler, orta çağlarda sanatkarlar locası ile hanlarda
başlamıştır. Buradaki localar, çıraklık standartları, mesleki yeterlilik ve üyelerin
performansları gibi konulardan sorumlu olmuşlardır. Batı'daki lonca teşkilat
yapısının eski çağlara kadar uzanan bir geçmişi olduğu ve bu teşkilatın şehirlerin
kurulmasıyla birlikte doğduğu düşünülmektedir. Lonca teşkilatı Roma
İmparatorluğu'na kadar tarihte benzeri görülmemiş bir gelişme yaşamıştır ancak
imparatorluğun ortadan kaldırılmasıyla hem sanayi hem de ticarete zarar
verilmesiyle locaların kendileri için yeterli kazanç sağlayamamaları sebebiyle
yaşadıkları şehirleri (Galya, Roma vs.) terk etmek zorunda kalmışlardır. Fakat 11.
70
ve 12. yüzyıllarda yeniden türemeyi başarmışlar ve Avrupa'da ticari hayatı yeniden
canlandırmışlardır. 13. yüzyıldan itibaren ise lonca teşkilatı gelişmeye başlamıştır.
Bu durum 18. yüzyıla gelindiğinde bilhassa teşkilatın, mesleklerin itibarını ve
teşkilat mensuplarının haysiyetini korumak yerine işverenin imtiyazını korumaya
çalışması loncaları ani bir çöküşle karşı karşıya gelmiştir (Yılmaz, 2007: 43-44).
Daha çok Batı'daki lonca teşkilatına benzeyen bir yapı da Anadolu'da "Ahilik
teşkilat" adıyla oluşturulmuştur. Ahilik teşkilatının Azerbaycanlı iktisatçı Ahi
Evran tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Kısaca Ahi teşkilatının amaçlarını
sıralayacak olursak:
kütüphanecilik;
71
bilgi teknolojilerine dair bilgi;
dil ve iletişim becerileri;"
72
sağladığı bir diğer önemli gelişme ise, 1925 yılında ALA'nın Kütüphanecilik
Eğitimi Kurulu tarafından asgari akreditasyon yani kütüphanecilik mesleğine
ilişkin eğitime yönelik kalite standartlarının oluşması olmuştur. Yanı sıra Chicaco
Üniversitesi'nde doktora düzeyinde lisansüstü kütüphanecilik eğitimi verilmeye
başlanmıştır (Yılmaz, 2007: 47-48).
73
kütüphanecilik kurslarını vermişlerdir. Ayrıca Ankara Ziraat Enstitüsü'nün
kütüphanesini kurması için görevlendirilen Dr. Josef Stummvoll'ün 1936 yılında
açtığı kursu da ekleyebiliriz (Çakır, 2005: 9).
Burada dikkat çeken şey ise yurt dışına gönderilen kişilerin erkek olmasıdır.
Ülkemizdeki kütüphanecilik faaliyetlerinin ilk evrelerinde kadınlar dikkat
çekmemektedir. Ancak sonraki süreçlerde etkin bir biçimde kütüphanecilik
faaliyetlerini gerek akademisyen kimlikleriyle gerekse de üst düzey yönetim
kademelerinde olmalarıyla göstermişlerdir.
"19 Eylül 1951 tarihli New York Times gazetesinde "Turkish Library School"
başlıklı bir haber bulunmaktadır. Haberde şöyle denilmektedir:
Orta Doğu'da ilk kütüphanecilik okulu Ford Vakfı'nın yardımı ile Ankara
Üniversitesi'nde kurulmaktadır. Kütüphanecilik Bölümü Türklere her türdeki
kütüphanelerin düzenlenmesi, İstanbul'da ve Türkiye'nin her yerinde bulunan el
yazmalarının hizmete sunulması konularında eğitim verecektir. Bu eğitimin
Türkiye'deki mevcut kütüphane sayısının artmasını ve ülkenin en uzak köşelerinde
bile halk ve okul kütüphanelerinin açılmasını sağlayacağı düşünülmektedir.
A.L.A.'in Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Douglas W. Bryant'ın verdiği
bilgiye göre Ford Vakfı yaklaşık 115.000 dolarlık bir fonla projeye ilk harcı
koymuştur." (Karakaş, 1999: 382)
Emily Dean 27 Eylül 1954'te gazeteci Mr. Brown'a bir yazı göndermiştir. Şu alıntı
Dean'ın Türkiye'deki kütüphanecilikten beklediklerini ve kütüphaneciliğin çok
cazip bir meslek olduğunu kendi ağzından en güzel şekilde göstermektedir:
"Kütüphanecilik kadın ya da erkek araştırmacı niteliğindeki kişiler için çok cazip bir
meslektir. Ankara Üniversitesi'nde kütüphanecilik okulunun açılışı Türk
Kütüphanelerinde bir kilometre taşı olacaktır. Bu okul Türkiye'de kurulan ilk
kütüphanecilik okulu olmasının yanında bütün Doğu Akdeniz bölgesindeki ilk eğitim
kurumudur. Roma ve Yeni Delhi arasında bu tür başka okul olmadığından komşu
ülkelerden de öğrencilerin geleceği düşünülmektedir. Ford Vakfı'nın desteği ile
okulda Amerikan yöntemleri izlenecek ve kütüphaneciliğin bütün dallarında tam bir
eğitim verilecektir.
35.000'in üzerinde üyesi bulunan A.L.A. dersleri, hocayı ve araç gereci seçecek ve
ayrıca Amerika'ya gidecek Türk öğrencileri saptayacaktır." (Karakaş, 1999: 393)
74
"Türkiye'de kütüphanelerin ve kütüphaneciliğin gelişmesinde önemli bir rol
oynayan yabancıların sayısı göreceli olarak pek fazla olmamakla birlikte, bir
bölümü bu alanda bu gün gelinen çizgiyi belirleyecek ölçüde katkıda
bulunmuştur." (Karakaş, 1999: 377). 1941'de kurs şeklinde verilen
Kütüphanecilik; 1954-1955 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesinde Ford Vakfı yardımlarıyla Kütüphanecilik Kürsüsünün resmen
kurulmasıyla üniversite düzeyinde eğitime başlamıştır (Karakaş, 1999: 377). Bu
aşamalı süreci 1964 yılında İstanbul Üniversitesi; 1972 yılında Hacettepe
Üniversitesi; 1988 yılında Marmara Üniversitesi; aynı yıl gene arşivcilik adıyla
İstanbul Üniversitesi; 1995 yılında Atatürk Üniversitesi; 2002 yılında Başkent
Üniversitesi izlemiştir. 29 Ocak 2002 tarihli YÖK kararı ile kütüphanecilik ve
arşivcilik eğitimi, "Bilgi ve Belge Yönetimi" adıyla aynı çatı altında
birleştirilmiştir (Yılmaz, 2007: 49). Günümüzde ise Kastamonu Üniversitesi,
Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi de Bilgi ve Belge
Yönetimi Bölümü'ne öğrenci alımına başlamıştır. Bunun yanında pek çok
üniversitede de bölümler kurulmuş ancak öğrenci alımlarının gelecek yıllarda
yapılacağı düşünülmektedir.
75
Hükümet yetkilileri bütün kütüphanelerin iyi düzenlenmesini istedikleri
için okulun Ankara'da kurulma fikrinden hoşlanacaklardır.
Ankara Üniversitesi yeni bir üniversitedir ve burada yeni bir bölüm açmak
daha kolay olacaktır.
76
değil aynı zamanda vakıf üniversitelerinde de derslerin verildiği, her yıl üniversite
sınav sonuçlarına göre binlerce öğrenci tarafından tercih edilen popüler bir meslek
konuma kavuşmuş ve kavuşmaya devam edecektir. Bu başlık altında
yazdıklarımızı toparlamak adına Adnan Ötüken'in 1946 yılında
"Kütüphaneciliğimiz İçin" adlı kitabında ülkemizde kütüphaneciliği tanımlayan şu
sözleri Karakaş (1999: 394) şöyle yansıtmıştır:
"Ancak bu günün bilgi profesyoneli, bilgi ve belge yöneticisi, bilgi uzmanı olarak
da bilinen kütüphanecileri, bilhassa zengin geçmişin mirası olan kaynakları en iyi
şekilde değerlendirdikleri gibi gelişen teknolojiyle de hem mevcut kaynakların
sayısallaştırılmasını hem de bu sayısal kaynaklara dayalı bilgiyi organize
edebilmek" (Karakaş, 1999: 394) gibi zengin misyon ve vizyonları vardır.
Kütüphane biliminde ve bilgi teknolojisindeki tüm gelişmeleri izleyerek
kullanıcıya istediğinden fazlasını vermeye çalışan kütüphanecilerin topumuzca hak
ettiği/edeceği saygınlığı ve değeri bulmaları gerektiğini düşünmekteyim. Bu gün
gelişmiş ülkelere baktığımızda onların gelişmişliklerini yalnızca kütüphane,kitap
ve okuyucu sayılarına bakarak anlamak hiçte zor değildir. Dünyanın en güçlü
ülkelerinin hangileri olduğunu da onların ekonomik güçleriyle anlamak belki
ekonomiden anlamayan biri için zor olabilir ancak bir ülkenin zenginliği onun
kültüre ve kültürel zenginliklere verdiği değer ve önemle de anlaşılabilir.
77
Kadın kütüphanecilerin geçirdiği tarihsel evrelere değinmek bir yerde de "kadının
çalışma yaşamına" girişini iyi anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. Çünkü
çalışma dediğimiz şey aslında toplumu oluşturan her bir bireyin hak ve
sorumluluğunun diğer bir ifade biçimidir. Türkiye Cumhuriyeti anayasal süreçlere
baktığımızda da 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları hiç bir ayrım yapmaksızın bu hak
ve sorumluluğu herkese vermiştir (Yörü, 2009: 351). Bu sebeple bu kısımda
Dünya'da ve Türkiye'de kadının çalışma yaşamına giriş süreçleri ve kadın
kütüphaneciler detaylıca anlatılacaktır.
Kadınlar, tarihin hemen her döneminde, dönemin koşullarına göre değişen biçim
ve farklı statülerdeki çeşitli ekonomik faaliyetlere katılmış olmalarına karşın, bu
sürece dahil olmaları ilk kez sanayi devrimi ile birlikte başlamıştır. Bu süreç
"ücretli" olarak ve "işçi" statüsü altındaki niteliklerle çalışma yaşamı içinde
şekillenmiştir.
78
Günümüzde ise kadının insan hakları gereğince çalışma işlevini tam olarak
gerçekleştirmesini sağlayacak uygun ortamın yaratılması amacıyla hem ulusal hem
de uluslararası düzeyde yeni politikalar üretilmektedir. Bu uygulama ve izleme
mekanizmalarının kurulması ve güçlendirilmesi yönündeki çabaların ve
çalışmaların tam olarak yeterli olmaması nedeniyle bilhassa eksik kalınan
noktaların iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Yani kadınların çalışma yaşamında en
çok boğuşmak zorunda kaldıkları noktaların iyi gözlemlenmesi gerekmektedir.
Kadınların çalışması için uygun zeminin kurulması ve bu aşamada da uygun
şartların oluşturulması için bir takım politikalara da ihtiyaç vardır. Çünkü kadın
için oluşturulan ulusal ve uluslararası düzenlemelere uymayan kurumlar ne yazık
ki fazlalıkta. Ancak kurumsal kimliğini kazanmış firmalar ve kamuda durum biraz
daha iyi ve düzenli olduğu için bu kuralları (daha çok) kendi kadın çalışanlarına
uygulamayan firmalara da aşılanması gerekir. Böylece kadınların aktif bir biçimde
bu çalışma döngüsüne tutunmaları ve başarıları olmaları sağlanacaktır.
Kadın işgücüne olan ihtiyaç, tarihin hemen her dönemimde önemini korumuştur ve
bu günümüzün zorlu iş yaşamında bu ihtiyaç her geçen gün biraz daha artmaktadır.
Tarım toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde hem tarlalarda hem de
fabrikalarda kadın işgücüne her zaman gereksinim duyulmuştur. Günümüzde ise
79
kadınlar daha çok ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre bazen bilgi toplumlarının
ihtiyaç duydukları nitelikli işlerde faaliyet gösterirken bazen de tıpkı geçmişte
olduğu gibi halen daha tarım ve sanayi toplumlarının özelliklerini taşıyan az
gelişmiş ya da hiç gelişmemiş ülkelerde tarımsal üretimde ve fabrikalarda
niteliksiz işlerde faaliyet göstermektedirler (Yılmaz v.d., 2008: 91).
Bir yandan toplumsal hayatta bir yandan da aile içinde var olma ve ayakta
kalabilme mücadelesi veren kadınlar, iş hayatına girerek aslında bağımsızlık ve
kabul edilme isteklerini de bir anlamda elde etmektedirler. Kadınlar yeteneklerini
kullanabilecekleri daha çok ilgi ve becerileri doğrultusundaki işlere odaklanarak
ilk önce gelir elde etme sonra da yükselme, saygınlık kazanma ve özgürleşmeyi
amaçlamaktadırlar. Bir şekilde işe başlayan kadınlar iş ortamında geliştirecekleri
arkadaşlık ve sosyal ilişkilerle kendilerini daha mutlu hissedeceklerdir. Bu
mutluluk kadınların, iş ortamında elde edecekleri başarıları tetikleyecek ve bu
başarılarla kazanacakları öz güvense onların hayatlarının diğer alanlarına da
yansıyacaktır. Kadın en başta kendisi, iş arkadaşları ve yöneticileriyle birlikte
çalışma, üretme, başkalarına yardım etme, en önemlisi de faydalı olma gibi
duygular edinerek, bu edinme ışığında kendilerine öz güven ve yaşam tatmini
kazandırmaktadır. Elde ettiği gelir ile başkalarına bağımlı olmadan, özgürce kendi
kararlarını verebilmesi kadınların saygınlığını arttıracak, kısaca toplumda "ben de
varım" demelerine büyük katkı sağlayacaktır (Çakınberk, 2011: 1).
80
etme noktasında tıpkı gelişmiş pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yasal
düzenlemeler yapılmıştır ancak bu düzenlemelere rağmen hala daha eşitsizlikler
sürmektedir, bu durumda beraberinde pek çok sorunu getirmektedir. Bu
olumsuzluklara rağmen artan oranda kadın işgücü çalışma hayatına katılmaktadır.
Fakat toplum meslekleri erkek işi ve kadın işi olarak sınıflandırdığından bu durum
kadının istediği her iş alanında çalışmasını da zorlaştırmaktadır. Toplumun
kadınsal normlar olarak nitelendirdiği ve kadına yüklediği rol olan anneliğin bir
devamı olarak gördüğü öğretmenlik, hemşirelik, sosyal hizmet uzmanı, sekreterlik,
terzi, aşçı vs. gibi kadın işi meslekleri tercih etmelerini isteyebilmektedir. Kısaca
ifade etmek gerekirse; kadın, meslek ayrımcılığına maruz kalabilmektedir
(Çakınberk, 2011: 1-2).
Dünya tarihi açısından kadının çalışma yaşamına girmesi ise sanayi devrimi ile
olmuş ve bu dönemden önce kadınlar toplumda geleneksel roller olarak
adlandırabileceğimiz; annelik, ev kadını, eş rolleri ile yer almışlardır. Ancak
sanayi devrimiyle birlikte bu rollerine ücret karşılığı çalışmayla iş rollerini de
eklemişlerdir. Sanayi devriminden İkinci Dünya Savaşı sonuna kadarki dönemde
kadının çalışmasına ilişkin gözlemlenen eğilimler daha çok kadın emeğinin
81
"yedek" olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Hatta bu dönemlerde erkek işgücünün
yetersiz kaldığı durumlarda kadınlar işgücüne katılmaya çağrılmışlar ancak bu
gereksinme ortadan kalktığında ise kadınlar evlerine gönderilmişlerdir (Yörü,
2009: 352).
1940'lı yıllarda birçok OECD ülkesinde kadının işgücüne katılımında büyük bir
artışın yaşanması işgücü pazarında büyük bir gelişme olarak kabul edilmektedir.
Toplum bilimciler,bu gelişmenin nedeni olarak toplumdaki iş normlarında yaşanan
değişimin bir etken olduğu düşüncesindedirler (Yılmaz v.d., 2008: 92).
1950'li yıllarından günümüze değin çalışma hayatında aktif yer alan kadın işgücü
sayısal olarak artmıştır. Bilhassa 1950'de gelişmekte olan ülkelerde yaş aralığı 15-
64 olan kadın nüfusun %50'si, endüstrileşmiş ülkeler de ise %47'si ekonomik
açıdan aktif durumda olmuşlardır. Gelişmekte olan ülkelerde aktif olarak görünen
kadınların %87'si tarım sektöründe istihdam ederken, endüstrileşmiş ülkeler de bu
oran %47 olmuştur (Yörü, 2009: 352).
1980'li yıllarda ise ülkelerin büyük bir çoğunluğunda toplam istihdam içinde
kadınların payında artış yaşanmıştır. Ancak bu artışın her alanda kadın işgücünün
genişlemesi anlamına gelmemiş tam tersine geleneksel anlamda erkeklerin hâkim
olduğu bazı işlerin ortadan kalktığı ya da geleneksel açıdan kadınların istihdam
edildiği işlerde artışın olduğu görüşü hakim olmuştur. Bu bağlamda dünya
genelinde kadın işgücünde artışların olmasına karşın gelişmiş ülkelerde dahi bu
artış cinsiyete dayalı işbölümünü ortadan kaldırmaya yetmemiştir (Yılmaz v.d.,
2008: 92). 1980'den günümüze çeyrek asırdan fazla bir zaman geçmiş olsa da ne
yazık ki cinsiyete dayalı ayrımcılık hala kadınlar için temel problemlerin başında
gelmektedir. Yani geçmişin sorunu günümüzün de sorunları içerisindedir.
1985 yılında ise çalışma yaşamındaki aktif kadın nüfus oranı %49'a çıkmıştır ve bu
oran endüstrileşmiş ülkeler de %58 olmuştur. Aktif çalışma yaşamında yer alan
kadınların %87'si ise tarım dışı sektörlerde yer almışlardır. Avrupa Birliği'ne üye
ülkelerde kadınların %73 gibi büyük bir çoğunluğu hizmet sektöründe istihdam
etmiş ve bu oran aynı kesimde çalışan erkek oranına da yakın olmuştur. Hizmet
sektöründe çalışmakta olan kadınların daha çok "kadınlara uygun" olduğu
82
düşünülen bazı sektör ve işte yoğunlaşması da dikkat çekicidir. Kadına uygun
olarak görülen bu meslekler; sekreterlik, öğretmenlik, hemşirelik, ebelik ve
güzellik uzmanlığı gibi işlerdir. Yanı sıra çalışan kadınların %20'si erkeklerin de
%42'si sanayi sektöründe istihdam etmişlerdir (Yörü, 2009: 352).
83
incelediğimiz zaman görmüş olacağız ki, Osmanlıda ailenin ekonomik
sorumluluğu kadından ziyade erkeğin üstlendiği bir görev olmasıdır. Kadınların
ailenin geçimi konusunda bir zorunluluk hali mevcut değilse bu konudan muaf
tutulmuşlardır. Dikkat çekici diğer bir konu ise Osmanlı'da kadınlar tahrir
kayıtlarına ancak eşlerini kaybettikleri zaman yansımış olmalarıdır. Bu durumda
göstermektedir ki; Osmanlı aile yapısı içinde kadının kocasına bağımlı olması
gerekliliğini düşünülmüş ve kadın ancak erkeğin olmadığı zamanlarda hukuki
sorumlulukları yerine getirebilmiştir (Çakınberk, 2011: 5).
84
%65,2, kadınlarda ise %27,1 olduğu saptanmıştır
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619).
85
olarak düşünmek çok yerinde olacaktır. Ne var ki kütüphanecilik (daha doğrusu
Bilgi ve Belge Yönetimi bölümlerinde) bölümünde okuyan pek çok kişinin ilk
başlarda gönlünde başka başka meslekleri geçirdiği doğrudur. Bu durum 1984'te
de böyleydi 2014'lerde de böyle devam etmiştir. Öyle ki 1989 yılında Atilla
Çakıroğlu (1989: 103), Hocası Osman Ersoy'un okulun ilk günlerinde derste
öğrencilerine kütüphanecilik mesleğinin önemini anlatan şu konuşmayı yapmasını
zorunlu kılmıştır. Osman Ersoy konuşmasını şu sözlerle yapmıştır:
"- Kiminizin gönlünde belki bir başka fakülte ya da bir başka meslek yatabilir
çocuklar. Ancak sizler artık öyle bir bölüme kaydınızı yaptırdınız ki,bu bölüm ve
meslekte gönlünüzde yatan her tür mesleği bulmanız hiç de güç olmayacak. Çünkü
kat kat apartmanlar örneği, sayfa ve formlardan oluşan kitaplara verilen uğraş bir
tür mühendislik, onların tedavisiyle ilgili olarak yapacağınız patolojik çalışmalar da
doktorluk, demektir."
87
meslek de olmuştur. Hatta 2007 senesinde Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'nde
lisans eğitimime başladığım zaman sınıfımızda kadın arkadaşlarımızın sayısal
olarak biraz daha fazla olması benimde dikkatimi çekmişti. Bir gün ders arasında
amfide zaman geçirirken şu konuşmaya şahit olmuştum. Elinde sınıf listesi olan
bir arkadaşımız diğer arkadaşlardan bir kaçı ile şu konuşmayı yapmıştı: "Fark
ettiniz mi, bizim bölümde bayan sayısı erkeklerden fazla.". O sohbet gerçekleşene
kadar algısal olarak kadın- erkek sayısı hiç dikkatimi çekmemişti.
88
2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
89
muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan bütün diğer ayrılık gözetme,
ayrı tutma veya üstün tutmayı" ifade etmektedir.
Ayrımcılık, bir sosyal gruba ya da grup üyelerine, grubun bir parçası olmaları
nedeniyle uygulanan olumsuz tavır, davranış ve eylem olarak da tanımlanabilir. Bu
konu ve kavram için sosyologların, ilk zamanlar ayrımcılığı ırk ve etnik köken
çerçevesinde ele almışlarken, günümüzde ise kadınlara, yaşlılara, engellilere ve
farklı cinsel eğilime sahip kimselere yönelik ayrımcılık yelpazelerini hem
genişletip hem de değiştirmişlerdir. Ne yazık ki ayrımcılık dediğimiz şey;
toplumun bazı bireylerini bazı farklılıklarından dolayı hor gören, dışlayan ve
aşağılayan ya da üstün gören bir süreç olgusudur. Bu süreç, insanların cinsiyet, dil,
din, renk, ırk ya da etnik köken gibi nedenlerle farklı muameleye tabi tutulması
şeklinde kendini şekillendirmektedir ve bu farklı muameleye tabi tutma işlevi ise,
işe almadan tutun da, ücret ödemede, okula kabul etmede hatta çeşitli kamu
olanaklarından yararlandırmada kişilere karşı sözü edilen farklılıklar temelinde
şekil almaktadır (Çakınberk, 2011: 73).
Toplumsal cinsiyet ise; "kadın ve erkek için toplumca uygun görülen rol ve
görevler, sorumluluklar ve toplumun bu iki cinsten beklentileridir." (Ecevit, 2010:
4) "Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin her türlü rollerini, sorumluluklarını,
sınırlamalarını, fırsatlarını ve ihtiyaçlarını analiz etmeye yarayan sosyo- ekonomik
bir değişken olarak ortaya çıkmaktadır." (Çakınberk, 2011: 75)
90
Tablo.1: Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar
Cinsiyet Toplumsal Cinsiyet
Doğaldır. İnsan icadıdır.
Biyolojiktir; cinsel organlardaki Sosyo- kültüreldir; eril-dişil
ve buna bağlı olarak üretme niteliklere, davranış modellerine,
işlevindeki farlılıklara işaret eder. rollere ve sorumluluklara işaret eder.
Değişmez; her yerde aynıdır. Değişkendir; zamana ve kültüre göre
değişir.
Kaynak: (Çakınberk, 2011: 75)
91
iş bölümünün gelişmesini" özetleyen Savran ve Demirtontan'ın (2012: 34) şu
alıntısı bu tutumu kendi ağızlarından en güzel şekilde yansıtmaktadır:
92
Aristoteles ise "Politika" adlı yapıtında Hocası Platon'a katılmadığını açıkça dille
ifade etmiştir. Aristoteles'e göre dünya, "yöneten ve yönetilen" öğelerden
oluştuğundan kadınlar otomatikman ikinci kategoride yer almaktadırlar.
Aristoteles, kadınların zeka ve ahlak açısından erkeklerden aşağı düzeyde
olduğunu düşünmüştür ve onun için "Erkekle dişi söz konusu olduğunda, ilki
doğadan üstün, ikincisi aşağı ve uyruktur. Bu yüzden, düşsel bir eşitlik ilkesi
uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumun da çıkarlarına terstir." (Arat,
2010: 30-31) demiştir.
Görüldüğü gibi kadınlara yönelik cinsiyete dayalı ayrımcılık erkeklerce pek çok
dönemde kabul görmüştür. Kadınlar hangi dönemde olursa olsun eleştirilmekten
kurtulamamışlardır. Cinsiyete dayalı ayrımcılık kendini pek çok alanda
hissettirmiştir ancak bu hissettiriş en çok işgücü piyasasına yansımıştır. Ekonomik
verimsizliğin ve işgücü piyasasının oluşturduğu katılığın temel kaynağı olarak
cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık gösterilmektedir. Yapılan çalışmalar ve
istatistik veriler incelediği zaman ne yazık ki cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık
konusunda kadınlar daha fazla dezavantajlı durumdadırlar. Bu olumsuz durum,
kadının işgücü piyasasındaki konumunu ve eğitim, gelir ve hatta sağlık gibi sosyal
değişkenlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca bu olumsuz etkilerin gelecek
93
nesillere aktarılarak cinsiyet eşitsizliğinin ortaya çıkmasına da zemin
oluşturmaktadır (Parlaktuna, 2010: 1218).
94
edebilen ve insan ilişkilerinde düzeyli kadın kütüphanecilerin, yöneticilik ve şeflik
pozisyonlarına yükselmelerinde sıkıntı yaşamayacakları kesindir. (...) Türkiye'deki
25 özel üniversite kütüphanesinde çalışan yöneticilerin %56'sının kadın olması,
ülkemizde bu durumun bir sorun olarak görülmediği anlamına geldiğini
söyleyebiliriz. Ayrıca ülkemizdeki İş Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fırkasında "iş
ilişkilerinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplere dayalı ayrım yapılamaz" şeklinde açık bir ifadeye yer verilerek, cinsiyet
ayrımcılığına karşı yasal koruma da sağlanmıştır. Kadın kütüphanecilerin, iş
hayatlarında cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğradıklarına ilişkin çeşitli haberlere
günümüzde halen rastlandığını da ifade etmek gerekir. Nitekim Harvard
Üniversitesi'nde görevli kütüphane çalışanı Bayan Desiree Goodwin'in cinsiyet
ayrımcılığına ilişkin yaşadıkları, bu duruma örnek gösterilebilir. İddiaya göre
Bayan Goodwin, iki yüksek lisans diplomasına sahip olmasına rağmen giyim
tarzından dolayı işinde yükselmesi engellenmiştir."
95
2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
En dar anlamıyla ücret; belirli bir hizmet için insan emeğine ödenen bedeldir.
Ücretinin kavramsal açıdan tanımlanması zordur, çünkü ücret; zaman, yönetim,
sosyal politika, ekonomi, hukuk gibi alanlara göre değişmektedir. "Yönetim
açısından çalışanın temel ihtiyaçlarının tatmini için bir araç ve onu verimli kılan
önemli bir motivasyon unsuru, sosyal politika açısından çalışanın geçim aracı,
ekonomik açısından emeğin karşılığı, hukuki açıdan ise çalışma karşılığında
kazanılan menfaatlerdir." (Çakınberk, 2011: 98).
Satın almak istediğimiz en basit bir şeyin dahi bir ücreti vardır. Emek piyasasında
ise çalışmanın karşılığı ücrettir. Kadının emek piyasasında yer alması iki unsur
için önem arz etmektedir. Bunlardan ilki aile diğeri ise ülke refahıdır. Kadının en
başta bir birey olarak eşitlikçi bir muamele görmesi ve bu bağlamda da çalışma
koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, önlemler alınmalıdır. Çalışma
koşullarının iyileştirilmesi ve kadın-erkek ayrımcılığının önüne geçebilmek adına
yasal düzenlemeler pek çok ülkede yapılsa da eşitsizlikler günümüzde hâlâ devam
etmektedir. Beceri ve tecrübe açısından erkeklerinkine benzer niteliklere sahip
olmalarına rağmen kadınlar, erkeklere göre hem gelir elde etmede hem de mülk
sahibi olmada erkeklerin ne yazık ki gerisinde yer almaktadırlar. Birleşmiş
Milletlerin yaptığı araştırmalar incelendiğinde dünya genelinde yapılan işlerin
%66'sının kadınlar tarafından görüldüğü buna karşın kadınların toplam gelirin
yalnızca %10'una sahip olduğu görülmüştür. Bu durumun başka bir ifadesi
erkeklerin kadınların yaptığı işten çok daha az iş yaparak kadınların sahip olduğu
gelirin 9 katını kazanıyor olmalarıdır. Kadınlar, dünyadaki toplam iş gücünün
yarıdan fazlası (2/3) gördükleri gibi günlük çalışma süreleri de saat olarak
erkeklerinkinden %25 daha uzundur. Kadınlar bütün dünyadaki toplam gıda
üretiminin %50'sini üretmelerine karşın kadınların elde ettiği gelir dünya gelirinin
yalnızca %10'u kadar olması gerçekten düşündürücüdür ve bu durum cinsiyete
dayalı bir ayrımın var olduğunu da açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Kadınlar ne yazık ki dünyanın tüm varlığının ancak %1'ne sahiptirler ve dünyadaki
yoksulların %70'ini kadınlar oluşturmaktadırlar. ILO'nun yapmış olduğu
96
araştırmalara göre kadınlar; erkeklerle aynı işi yaptıkları halde %25 daha az ücret
almakta ve emekleri neredeyse yarı yarıya sömürülmektedir (Çakınberk, 2011:
99).
2010 yılında ise Özgür'ün "Kütüphaneci Kadın Petrolcü Erkeğe Karşı" adlı gazete
yazısı dikkate alındığında Özgür, Türkiye'deki durum için yaptığı şu tespit
gerçekten düşündürücüdür:
97
"Türkiye ’de çalışma yaşamında kadınlarla erkekler arasında uzun yıllardır
çözülemeyen 'eşit işe farklı ücret' uygulaması, krizle birlikte biraz daha yaygınlaştı.
89 iş kolunun 59'unda kadın çalışan, erkeklere kıyasla daha düşük ücret alıyor. Bu
sayı geçen yıl 56'ydı. Ücret uçurumunun en derin olduğu sektörlerin başında petrol
ile kamu yönetimi ve savunma sanayii geliyor. Erkek çalışanlar bu sektörlerde kadın
mesai arkadaşlarından yüzde 40 daha fazla ücret alıyor. Kadınların erkeklere dikkat
çekici fark attığı tek sektör ise kütüphanecilik. Bu iş kolunda ücret farkı yüzde 26’yı
buluyor."
Türkiye'de her ne kadar kütüphanecilik mesleği bir nebze de olsa ücret konusunda
eşitliği sağlama yolunda umut verici olsa da; az gelişmiş ülkelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin, aynı işi yapan erkek kütüphanecilere göre sırf cinsiyetlerinden
dolayı daha düşük ücret aldığı bilinmektedir. Şimşek-Rathke, kadınların ağırlıklı
olarak çalıştığı mesleklerde yer alan erkeklerin meslekte daha hızlı terfi
edildiklerini ve daha iyi ücret aldıklarını (2011, 46) ifade etmiştir. Yılmaz (2013:
166) ise kütüphane ve bilgi bilimi literatüründe konuyla ilgili akademik yazılara
rastlandığını ve Kenya'da erkek kütüphanecilerle aynı işi yapan kadın
kütüphanecilerin maaşlarının düşük olması ücret konusunda cinsiyete dayalı
ayrımcılık yapılığına dair somut bir örnek olduğunu da ifade etmiştir.
98
kadınlara daima erkeklerden daha düşük ücret verildiğini ve başka şeyler eşit dahi
olsa aynı niteliklere sahip olarak kadınların daha düşük pozisyonlardaki görevlere
yerleştirildiğini ifade etmiştir (2011, 46).
1.d- Kadınlar, "sosyal yardımlar dahil eşit ücret hakkı, eşdeğerdeki işte eşit
muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit muamele görme hakkı"na
sahiptirler (Kadınlara Karşı Her Türkü Ayrımcılığın..., 2000).
"Adil ücretler ve eşit işlere, hiç bir ayrım yapılmaksızın eşit ödeme, özellikle
kadınlara, kendilerine sunulan çalışma koşullarının erkeklerin koşullarından
daha aşağı olmayacağı ve aynı iş için aynı ücreti alacakları konusunda güvence
verilmesi"ni güvence altına almayı öngörmüştür. Türkiye'de 2003 yılında
99
2003/5923 nolu Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilmiştir
(www.ombudsman.gov.tr/.../3507--Ekonomik,-Sosyal-ve-Kulturel-Hakla).
"Her üye, ücret hadlerinin tespitiyle ilgili olarak yürürlükte bulunan usullere
uygun yollardan, eşit değerde iş için erkek ve kadın işçiler arasında ücret eşitliği
prensibini teşvik ve bu prensibin bütün işçilere uygulanmasını, sözü edilen
usullerle telifi kabil olduğu nispette temin edecektir."
(www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100).
1966 yılında ülkemiz açısından kadın erkek eşitliği ilkesi hukukumuzda yer
bulmuştur. Bu ilkesinin amacı kadın ve erkek işçiler arasındaki ücret eşitliğini
sağlamak; aynı iş yerinde aynı nitelikteki işlerde eşit verimle çalışma koşullarının
oluşturulup, çalışmanın sağlanmasıdır. Her ne kadar kanunlarda eşitlikçi yapıya
vurgu yapılsa da, kadın-erkek ücret eşitsizliği bir takım nedenlere (mesleki
farklılık, kadınların daha çok kadınsı iş olarak belirtilen işlerde çalışması, iş
tecrübesi, vasıf farklılığı, çalışma süresi, değer yargıları gibi) bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. İş hayatında eşit davranma ilkesi olarak değerlendirilen ve erkeklere
tanınan; ilerleme, terfi, karar verme gibi her türlü imkanın kadına da verilmesi
gerekmektedir. Bu ilkenin amacı, kadını ve erkeği eşit yapmak değildir; aksine
kadın ve erkeğin fiziki yaratılışı ve psikolojik nitelikleri arasındaki objektif
farklılıklar çerçevesinde yapılan işin özellikleri dikkate alınarak ödenecek ücretin
tutarının dengelenerek, kadın ve erkeğe eşit üret ödenmesidir (Çakınberk, 2011:
105-106).
100
2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması
Kadınlar iş hayatına girerken sırf kadın olmaları bile iş veren tarafından önyargıyla
karşılanabilecek bir durumken; bunun yanında kadın olmanın getirdiği doğal bazı
durumlar olan hamilelik, annelik gibi nedenler gösterilerek ayrımcılığa
uğrayabilmektedirler. Toplumsal yönlendirmeler bağlamında evlenen kadına
yüklenen rol daha çok ailesinin bakımını üstlenmesi yönündedir. Evlenen kadın
eğer bir de çalışıyorsa çift mesai yapmak durumunda kalmaktadır. Günlük en az
sekiz saat işte emek verip eve geldiğinde ise yemek, temizlik, ütü, çamaşır gibi
işleri de kadın yapmaktadır. Çalışma hayatının stresi ve yorgunluğuna bir de ev
işlerinin stresi ve yorgunlu eklendiğinde kendini baskı altında hissedip bunalan
kadın işten ayrılmayı kendisi de tercih edebilmektedir. Sonradan yeniden iş
hayatına geri dönmek istediğinde ise yeteri kadar tecrübe sahibi olmadığı için
erkek çalışanların gerisinde kalmaktadır. Zaten normal şartlarda erkeklerden daha
az maaş aldıkları için bu duruma tahammül gösterip vasat işlerde çalışmak zorunda
kalmaktadırlar (Çakınberk, 2011: 112). Kadınlar topumun kendilerini yüklediği
rolleri yaparken iş tercihlerinde de genelde kendilerine çok fazla seçenek
oluşturamamaktadırlar. Çünkü kadının her durumda sorumlu olduğu bir ailesi
vardır ve örneğin iş gereği şehir dışına gitmesi gerektiği zamanlarda kocası
101
tarafından bu gitmek fikri genelde olumsuz karşılanmaktadır. Yani kadının çoğu
zaman hareketleri kısıtlanabilmektedir.
102
olmuş hem de işine son verilmiştir. Ne yazık ki ekonomik krizlerde, kurumların
küçülmeye gitmesi gibi durumlarda işlerine son verilen hep kadınlar olmuştur.
Çünkü "kadın çalışmasa da olur" gibi düşünceler iş hayatındaki diğer olumsuz
durumların yaşanmasında olduğu gibi işten çıkarmalarda da olumsuz etkilenen ve
mağdur edilen genelde kadın olmuştur.
Cinsel taciz, erkeğin kadına karşı istenmeyen, karşılıksız ve talepsiz ileri gitmeleri
için kullanılan bir terimdir. Çağdaş feminizm cinsel taciz kavramını
açıklamaktadır. Bunun nedeni ise; deneyim olarak cinsel tacizi daha kolay
kavramsallaştırmayı sağlamak ayrıca karşı koymayı ve direnmeye yardımcı
olmaktır. Cinsel taciz artık bütün kadınların göğüs gererek farkına vardığı bir
konudur (Baum, 1992).
En açık ifadeyle cinsel taciz; "her türlü rahatsız edici bakış, konuşma şekli,
telefonla rahatsız etme, çirkin davetler, istenmediği halde yakınlık gösterilmesi,
dokunulması, yolda takip etme ve daha ileri giden davranışlar olarak"
tanımlanabilir (Oktay, 2001: 76). İş yerinde karşı cins tarafından gerçekleştirilen
her türlü istenmeyen rahatsız edici, devamlılık arz eden cinsel tutum ve çirkin
davranışlar olarak da tanımlanabilmektedir (Çakınberk, 2011: 115). İş yerinde
cinsel taciz ile ilgili genel geçer bir tanımlama yapmak pek mümkün değildir.
Çünkü cinsel taciz kavramı çok geniş bir içeriğe karşılık geldiği gibi cinsel taciz
olarak görülen bir davranış bir başkası için başka bir şey ifade edebilmektedir bu
sebepten dolayı standart bir tanımlama da yapılamamaktadır.
103
edilmiştir. 1978 senesinde ise ilk defa cinsel taciz kavramsallaştırılmış ve Lin
Farley, "Cinsel Şantaj: İş Yerinde Kadına Yönelik Cinsel Taciz (Sexual
Shakedown: The Sexual Harassment of Women on the Job)" ve 1979'da da
ABD'nin radikal feministlerinden Catharine Mac Kinnon'ın "Çalışan Kadınlara
Yönelik Cinsel Taciz (Sexual Harassment of WorkingWomen)" isimli kitaplarında
bu kavramlar kullanılmıştır (Çakınberk, 2011: 113-114).
104
Okulunda kütüphaneci olarak çalışan Bayan Lori Solt'un cinsel tacize uğraması ve
bu durumdan dolayı ilgili makama şikâyette bulunmasıyla birlikte işine son
verilmesi", konunun ciddiyetini daha da arttırmaktadır."
"İmge'nin eşanlamlısı olan imaj, bir kimsenin, bir toplumun kendine ilişkin olarak
başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenim olarak tanımlanmaktadır."
(Emiroğlu, 2000: 10). Yani daha önceki algılamada zihinde oluşan bazen bir
sözcükle, görülen bir şeyle ya da bir kimseyle çağrıştırılan zihinsel betimlemedir
(Emiroğlu, 2010: 10).
105
Kütüphanecilik bilimi, bilginin korunması, geliştirilmesi ve bilginin sunulması gibi
önemli sorumluluklar yüklenen profesyonel bir meslektir. Toplum kütüphanecilik
mesleğinin gerek çağdaş rol ve sorumluluklarını, gerek eğitimini ve gerekse
ekonomik ve sosyal yönlerini halen daha yeteri kadar tanımamaktadır.
Kütüphanecilerin görevi sadece kitaplara mühür basıp, onları raflara kaldırmak
değildir. Toplumumuz günümüzün yüksek eğitimi ile yetişmiş kütüphanecilerini
bile eski kurs kütüphanecileri gibi algılayabilmektedir. Bu nedenlerden dolayı
popüler kültürde kütüphanecilik mesleği halen daha olması gereken yere
ulaşamamıştır. Ancak günümüzün çağdaş ve bilgi teknolojilerine hakim
kütüphanecilerinin bu olumsuz durumu değiştirmeye çalıştıkları da bir gerçektir.
Herhangi bir mesleğin geçerli olan statüsü o mesleği oluşturan bireylerin imajı ile
yakından bağlantılıdır ve bu durum meslek üyeleri için büyük önem taşımaktadır.
İmaj dediğimiz şey; bir kimsenin, bir toplumun kendisiyle ilgili olarak
başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenimlerdir. Meslek imajı ise bir
grubun toplum tarafından değerlendirilmesi ve bunun sonucunda oluşan değerlerin
yaygın bir biçimde kabul görmesidir. Bireyler herhangi bir meslek üyesinde
gördükleri veya yaşadıkları bir deneyimden yola çıkarak o meslek ve mesleği icra
edenler hakkında bir sonuca varabilmektedirler (Çelik v.d., 2013: 148). Aynı
biçimde toplumun kütüphanecilik mesleğine bakışı, bu meslek hakkındaki görüş
ve düşüncesi, kütüphanecilik mesleğini, meslek üyelerini ve meslek adaylarını
olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir. Bu bağlamda toplumun gözünde
kütüphanecilik imajının belirlenmesi ve değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
106
de göstermektedir. Toplumun büyük bir kesimine bilgi hizmeti sunan
kütüphanecilik mesleği toplumun gözünde her zaman olumlu bir imaja sahip
olmak zorundadır. İyi bir imaja sahip olan mesleklerdeki kişilerin işlerini
yapmakta daha başarılı ve istekli olduğu bilinmektedir.
107
Basılı ve elektronik kaynaklar olmak üzere tüm bilgi kaynaklarının
arşivlenip korunması,
Kullanıcı eğitimi,
Kullanıcı merkezli sistem ve hizmetin tasarlanması,
Kütüphane ve bilgi hizmetlerinin kullanılabilirliği ve değerlendirilmesi; bilgi
arama davranışı dahil kullanıcı araştırmaları.
108
etmektedir. Kütüphanelerde çalışan personelin cinsiyetleri üzerine yapılmış
araştırmalarda görülen şey "kadınların daha yoğun" olduğudur. Bu durumda ister
istemez kadın kütüphaneciler için daha fazla araştırma ve akademik çalışmaların
yapılmasına yol açmasıdır.
Çalışan kadınların mesleklerine dair yaşadıkları bazı olumsuz olaylar diğer meslek
gruplarında olduğu gibi kütüphanecilik mesleğinde de yaşanabilmektedir.
Kadınların emek piyasasında işleri gerçekten zordur, çünkü feminist perspektiften
baktığımızda emek piyasası hem kadını dışlayan hem de kendi sistemi içerisinde
erkeği egemen güç haline getiren bir sürecin sonucudur. İş hayatında kadınların
yaşadığı sorunlar kütüphaneci kadınların yaşadığı sorunlardan farklı değildir.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık, ücret konusunda yapılan haksızlık ve ayrımcılık, keyfi
olarak hizmet ilişkisinin sonlandırılması, cinsel taciz ve bunlar gibi daha bir çok
olumsuz durum.
Toplumların kadına yüklediği evinin kadını olmak, çocuk bakmak, yemek yapmak
gibi görevler normlaştırılmaya çalışılsa da kadınlar zamanla bu duruma dur
demesini bilmişlerdir. Çünkü en ideal kadın kendi ayakları üzerinde durabilen
güçlü ve özgür olan kadındır. Bu bağlamda kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla
sağlanabilmesi için anayasal düzenlemeler yapılmıştır. Ulusal ve uluslararası
kuruluşlar, sivil toplum örgütleri de kadın haklarını güvence altına almak için
anlaşmalar yapmakta ve bu anlaşmaları desteklemektedirler.
109
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Veri toplama aracının ilk bölümünde katılımcıların cinsiyet, medeni durum, yaş ve
öğrenim durumu bilgilerinden oluşan kişisel bilgi formu kullanılmıştır.
110
edilmektedir. Alt boyut veya ölçek genelinde yüksek puan kadın kütüphanecilere
ilişkin algının olumlu olduğu anlaşılmaktadır. Ölçek oluşturulurken 1-7 maddeleri
"Ulaşılabilirlik ve İletişim", 7-16 maddeleri "Cinsiyet Rolü", 17-43 maddeleri
"İmaj" ve 44-55 maddeleri "Hizmet" başlığı altında değerlendirilmiştir. Söz
konusu maddeler, aşağıda 3.1.2. Anket Soruları isimli alt başlıkta sunulmuştur.
Katılmıyorum
Katılmıyorum
imajlarını (ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolleri,
Katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
imaj ve hizmet) analiz etmek amacıyla; aşağıda
Kesinlikle
Kesinlikle
verilen ifadelere katılım derecenize göre ilgili
kutucuğu (X) işareti koymak suretiyle belirtiniz.
ULAŞILABİLİRLİK VE İLETİŞİM
Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla
1
kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir.
İhtiyaç duyduğumda kadın kütüphanecilere rahatlıkla
2
soru sorabilirim.
Kadın kütüphanecilere ihtiyaç duyduğum an rahatlıkla
3
ulaşabilir ve görüşebilirim.
Kadın kütüphanecilere ilettiğim sorular, dikkatle
4
dinlenir ve sorunun çözümüne gayret gösterilir.
Kütüphanedeki kadın kütüphanecilere görüş ve
5
önerilerimi rahatlıkla dile getirebiliyorum.
Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda açık ve
6
anlaşılır bir dil kullanır.
Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla
7
kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir.
CİNSİYET ROLÜ
8 Kütüphane yöneticisinin cinsiyeti önemlidir.
Kütüphanelerde hizmet veren personelin cinsiyeti
9
önemlidir
Kütüphaneciliği bir meslek olarak kadınların tercih
10
etmesini öneririm.
Kütüphanede aldığım hizmetin kadın kütüphaneciler
11 tarafından verilmesi, söz konusu hizmetin kalitesini
arttırır.
Kütüphanecilik, kadınların yoğun olarak çalıştığı bir
12
meslektir
111
Kütüphanecilik mesleği, kadın çalışanların sayıca daha
13
yoğun olmasından dolayı profesyonel bir meslektir
Kütüphanecilik mesleği hemşirelik gibi kadın
14
mesleğidir.
Genellikle aklımda canlandırdığım "kütüphaneci"
15
kadındır.
Kadın kütüphaneciler erkek kütüphanecilere oranla
16 işlerinde daha uzmandırlar.
İMAJ
Kütüphanelerde daha çok orta yaşlı ve yaşlı kadın
17
personel çalışır.
18 Kadın kütüphanecilerin hemen hepsi çok ciddidir.
Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarını sürekli
19
sessiz olmaları için "şşşşt" diye uyarırlar.
Popüler kültürde kütüphanecilik mesleğini icra eden
20 kadın kütüphanecilerin, sevimsiz ve yaşlı kız kuruları
olarak algılanması normal bir durum değildir.
21 Kadın kütüphaneciler genelde çok konuşmazlar.
Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarının
22 gürültü çıkarması durumunda hemen uyarıda
bulunurlar.
Kadın kütüphaneciler, kıyafet seçiminde genellikle
23 uzun etek ve yün hırka gibi klasik giyim tarzını tercih
ederler.
Kadın kütüphanecilerin kıyafeti ve görüntüsü
24
düzgündür.
25 Kadın kütüphaneci, bakımlıdır.
26 Kadın kütüphaneci, sempatiktir.
27 Kadın kütüphaneciler, mesleklerinin imajını
yükseltmek için "kütüphaneci" unvanını hak eden
davranışlarda bulunur.
28 Kadın kütüphaneciler; kendi içine kapanık, konuşmayı
sevmeyen ve toplumdan kopuk asosyal yapılıdırlar.
29 Kadın kütüphaneci, karşısındaki kullanıcıları
anlayabilen ve onun ne düşündüğünü kestirebilen bir
profesyoneldir.
30 Kadınlar özel hayatlarında düzenli olduklarından
dolayı kadın kütüphanecilerin sayıca fazla olduğu
kütüphanelerde kitap rafları daha düzgündür.
31 Kadın kütüphaneci, ne yaptığını iyi bilen, alelacele
karar vermeyen ve sabırlı birisidir.
32 Kadın kütüphaneciler, güler yüzlü ve naziktir.
33 Kadın kütüphaneciler duyarlıdır.
34 Kadın kütüphaneciler saygılıdır.
112
35 Kadın kütüphaneciler anlaşılırdır.
36 Kadın kütüphaneciler açık fikirlidir.
37 Kadın kütüphaneciler iyi bir dinleyicidir.
38 Kadın kütüphaneciler hızlı düşünüp karar verebilirler.
39 Kadın kütüphanecilerin sezgileri güçlüdür
40 Kadın kütüphaneciler zamanı etkili kullanabilirler.
41 Kadın kütüphaneciler kendilerini mesleğine adarlar.
42 Kadın kütüphaneciler mesleklerinde yenilikçidirler.
43 Kadın kütüphaneciler güven aşılarlar.
HİZMET
44 Kadın kütüphaneciler bilgi açısından daha
donanımlıdırlar.
45 Kadın kütüphaneciler bilgiye ulaşmada teknolojiyi
daha etkin kullanılabilirler.
46 Kadın kütüphanecilerin kütüphanecilik mesleğinin
gelişmesine katkısı erkek kütüphanecilerden fazladır.
47 Kadın kütüphaneciler ilettiğim sorunların çözümüne
gayret gösterir.
48 Danışma hizmetlerindeki kadın kütüphanecilerce güler
yüzle karşılanırız.
49 Kadın kütüphanecilerin verdiği hizmetlerden
yararlanan kişilerin aldığı hizmetten memnun olup
olmadığı izlenmelidir.
50 Kadın kütüphaneciler etik değerlere uygun yaklaşırlar.
51 Kadın kütüphanecilerden hizmet alırken kendimi
değerli hissederim.
52 Kadın kütüphaneciler, verdiği hizmetlerle ilgili olası
sorunlara karşı alternatif çözümler üretir.
53 Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda sürekli
kendini geliştirir.
54 Kadın kütüphanecilerin sunduğu hizmetlere güvenirim.
55 Kadın kütüphaneciler, her türlü işlemlerimizi hızla
yerine getirir.
113
(125 kütüphane kullanıcısına ve 21 kütüphane personeline) katılımcıya
uygulanarak sonuçları değerlendirilmiştir.
1- Faktör yük değerlerinin yüksek olması, 0,45 ya da daha yüksek olması iyi bir
ölçü olmakla birlikte bu oran 0,30’a kadar indirilebilir.
114
2- Maddelerin tek bir faktörde yüksek yük değerine, diğer faktörlerde düşük yük
değerine sahip olması gereklidir. Bunun için her maddenin en yüksek faktör
yüküne sahip olduğu faktör dışındaki faktörlerle faktör yük farkının en az 0,10
olması gerekir.
115
Şekil 1:Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği
116
sonra plato yaparak sabitlenmeye başladığı görülmektedir. Bu nedenden dolayı
özdeğerin (eigenvalue), bileşen sayısına (componet number) dördüncü faktörde
sabitlemesi neticesinde faktör sayısı dört olarak belirlenmiştir (Çalışkan ve Yazıcı:
2013: 405)
Aşağıda yer alan Tablo 1'de ise 29 maddenin oluşturduğu4 faktörün (bileşenin)
toplam varyansa yaptıkları katkı sırasıyla %21,5, %11,6, %11,2 ve %9,9 ve
açıkladıkları toplam varyans %54,2 olarak tespit edilmiştir. Ölçekte yer alan
maddelerin faktör yükleri 0,42 ile 0,84 arasında değişmektedir. Tablo 1’de tüm
maddeler ile yapılan faktör analizi son varimax döndürmesi yer almaktadır.
Ölçekten çıkarılan maddeler sonrası kalan maddeler yeniden numaralandırılmıştır
(Tablo 1).
117
Madde33 Madde 16 0,70
Madde34 Madde 17 0,84
Madde35 Madde 18 0,73
Madde36 Madde 19 0,69
Madde37 Madde 20 0,72
Madde38 Madde 21 0,50
Madde39 Madde 22 0,54
Madde42 Madde 23 0,63
Madde44 Madde 24 0,69
Madde45 Madde 25 0,77
Madde47 Madde 26 0,59
Madde51 Madde 27 0,51
Madde52 Madde 28 0,62
Madde54 Madde 29 0,53
KMO 0,80
Açıkladığı Varyans %21,5 %11,6 %11,2 %9,9
Toplam Varyans %54,2
Yapılan faktör analizi sonucunda, ölçekte yer alan ifadelerin her biri ayrı bir faktör
olarak kabul edildiğinde, faktörlerin yük değerlerine göre 4 boyut altında
toplandıkları görülmüş; bu durum da ölçeğin, Kadın Kütüphanecilerin İmaj
Algısını; ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolü, imaj ve hizmet boyutlarında
ölçtüğünü ispatlamaktadır.
118
olarak madde-toplam puan korelasyonu 0,30 ve daha yüksek olan maddelerin
bireyleri iyi derecede ayırt ettiği, 0,20-0,30 arasında kalanların teste alınabileceği
söylenebilir. Madde analizi kapsamında başvurulan bir başka yol, testin toplam
puanlarına göre oluşturulan alt%27 ve üst%27’lik grupların madde ortalama
puanları arasındaki farkların ilişkisiz t-testi kullanılarak sınanmasıdır. Gruplar
arasında istendik yönde gözlenen farkların anlamlı çıkması, testin iç tutarlığının bir
göstergesi olarak değerlendirilir. Cronbach Alpha, madde toplam korelasyonu ve
alt/üst %27’lik grupların t testi maddelerin bireyleri ölçülen davranış bakımından
ne derece ayırt ettiğini gösterir (Büyüköztürk, 2011: 171-172).
119
Madde 28 0,66 -9,88**
Madde 29 0,59 -8,08**
*p<0,05 **p<0,01
Veriler, SPSS (Statistical Packages for the Social Sciences) 15.0 programı
kullanılarak analiz edilmiştir.
120
Ölçek ve alt boyut puanlarının normallik sınamasında Çarpıklık (Skewness)
katsayısı kullanılmıştır. Sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normal
dağılım özelliğinde kullanılan çarpıklık katsayısının (Skewness) ±1 sınırları içinde
kalması puanların normal dağılımdan önemli bir sapma göstermediği şeklinde
yorumlanabilir (Büyüköztürk, 2011: 40). Yapılan normallik sınamasında
Ulaşılabilirlik ve İletişim alt boyut puanının normal dağılım göstermediği tespit
edildiğinden yansıtma (reflect) ve karekök dönüşümü yapılarak (Çokluk,
Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2010: 17) analizlerde bu puanlar kullanılmıştır.
Ölçek ve diğer alt boyut puanlarının normal dağılım gösterdiği tespit edildiğinden
(Tablo 4) puanların cinsiyet, medeni durum ve öğrenim durumu değişkenlerine
göre karşılaştırılmasında bağımsız iki örneklem t testi; yaş değişkenine göre
karşılaştırılmasında Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmıştır. Analizlerde güven
aralığı %95 (anlamlılık düzeyi 0,05 p<0,05) olarak belirlenmiştir.
3.5. Bulgular
121
altı, %55,5’i 21-25 yaş, %9,6’sı 26-30 yaş aralığında, %11,6’sı 30 yaş üzerindedir.
Katılımcıların %57,5’i lise, %42,5’i üniversite düzeyinde öğrenim görmüştür.
Tablo 6. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem
t Testi Sonuçları
Alt Boyutlar Cinsiyet N 𝐗 SS t P
Ulaşılabilirlik Kadın 68 3,68 0,58 1,449 0,150
ve İletişim Erkek 78 3,46 0,84
122
Kadın 68 2,86 0,69 1,099 0,273
Cinsiyet Rolü
Erkek 78 2,72 0,83
Kadın 68 3,32 0,66 -0,011 0,991
İmaj
Erkek 77 3,33 0,53
Kadın 68 3,15 0,67 1,060 0,291
Hizmet
Erkek 78 3,03 0,62
ÖLÇEK Kadın 68 3,27 0,51 1,058 0,292
GENEL Erkek 78 3,18 0,49
Tablo 7. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız İki
Örneklem t Testi Sonuçları
Hizmet alt boyut puanlarının medeni durum değişkenine göre anlamlı düzeyde
farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=-2,395; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin
123
hizmetine ilişkin bekar kullanıcıların algı puanları (3,13±0,64), evli kullanıcıların
algı puanlarından (2,70±0,57) anlamlı düzeyde daha yüksektir.
Tablo 8. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü
Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları
Alt Boyutlar Yaş N 𝐗 SS F P
20 yaş ve altı 34 3,63 0,59 0,987 0,401
Ulaşılabilirlik 21-25 yaş 81 3,63 0,65
ve İletişim 26-30 yaş 14 3,39 1,10
30 yaş üzeri 17 3,27 0,95
20 yaş ve altı 34 2,65 0,78 2,170 0,094
21-25 yaş 81 2,93 0,73
Cinsiyet Rolü
26-30 yaş 14 2,61 0,71
30 yaş üzeri 17 2,54 0,90
20 yaş ve altı 34 3,22 0,68 0,499 0,684
21-25 yaş 81 3,37 0,55
İmaj
26-30 yaş 14 3,31 0,71
30 yaş üzeri 16 3,36 0,53
20 yaş ve altı 34 3,06 0,74 1,622 0,187
21-25 yaş 81 3,15 0,61
Hizmet
26-30 yaş 14 3,13 0,64
30 yaş üzeri 17 2,78 0,53
20 yaş ve altı 34 3,16 0,56 1,343 0,263
ÖLÇEK 21-25 yaş 81 3,29 0,46
GENEL 26-30 yaş 14 3,17 0,53
30 yaş üzeri 17 3,07 0,48
124
Üniversite 62 2,85 0,84
Lise 84 3,26 0,58 -1,654 0,100
İmaj
Üniversite 61 3,42 0,59
Lise 84 3,03 0,64 -1,340 0,183
Hizmet
Üniversite 62 3,17 0,64
ÖLÇEK Lise 84 3,18 0,47 -1,183 0,239
GENEL Üniversite 62 3,28 0,53
Tablo 10. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre Bağımsız
İki Örneklem t Testi Sonuçları
Cinsiyet Rolü alt boyut puanlarının kullanıcı gruplarına göre anlamlı düzeyde
farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=2,032; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin
cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcıların algı puanları
125
(2,84±0,74), kütüphane personelinin algı puanlarından (2,48±0,86) anlamlı
düzeyde daha yüksektir.
126
olduğunu, genellikle zihinlerinde canlandırdıkları "kütüphanecinin" kadın
oluğunu ve kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla işlerinde
daha uzman olduklarını, kütüphaneciliğin kadınlarca tercih edilmesinin bu
mesleği profesyonelleştirdiğini düşünmektedirler.
127
SONUÇ
Mesleki ayrım genel olarak "iş piyasasında farklı mesleklerde çalışmak için
kadının ve erkeğin vurgulanmış eğilimlerinden" bahseder. Kütüphanecilik
mesleğinin mesleki ayrımı incelendiğinde, bu mesleği kadınların yoğun olarak
tercih ettiği ve bu alanda çalıştığı gerçeği dikkate alındığında tezimizde popüler
kültürde ifade edildiği gibi sırf kadın olmalarından dolayı profesyonel bir
meslek olan kütüphaneciliğin, yarı profesyonel bir meslek olduğu iddiasının
gerçeklerle örtüşmediği belirlenmiştir.
128
Popüler kültürde kadınlara karşı yaratılan önyargı yok olduğu zaman
profesyonellik problemi yaşadığı düşünülen kadınların yoğun olarak istihdam
edildiği kütüphanecilik ve diğer mesleklerde zamanla imaj probleminin üstesinden
gelineceği de açıktır.
129
KAYNAKÇA
Aktaş, Gül: "Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir
Toplumda Kadın Olmak", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Ankara, 2013, Cilt:30, Sayı:1, ss.53-72.
Büyüköztürk, Şener: Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara, Pegem
Akademi, 2011.
Coşkun, Ali, Emine Öztürk: "Türk Kadınının Feminizm'e Bakışı", Din Eğitimi
Araştırmaları Dergisi, 2009, ss.11-143.
130
Çakır, Serpil: Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, Metris Yayınları, 2013.
Çakıroğlu, Atilla: "Hem Mühendis Hem Doktor (Mesleki Bir Anı)", Türk
Kütüphaneciliği, 1989, ss. 109.
Çokluk, Ömay, Şener Şekercioğlu, Güçlü Büyüköztürk: Sosyal Bilimler İçin Çok
Değişkenli İstatistik, Ankara, Pegem Akademi, 2010.
Denizli, Adviye Aslı: "Örgütsel Adaletin, Kapsam İçi ve Kapsam Dışı Personel
Tarafından Algılanması: Bir Uygulama", Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2014.
Donovan, Josephine: Feminist Teori, Çev. Aksu Bora, Fevziye Sayılan, Meltem
Ağduk Gevrek, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013.
131
Ersoy, Ersan: "Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği (Malatya
Örneği)", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2009, C.19, S.2, ss.209-
230.
Hooks, Bell: Feminizm Herkes İçindir: Tutkulu Politika, Çev. Esra Aşan, Ali
Kerem Saysel, İstanbul, Bgst Yayınları, 2012.
"ILO 101 Nolu Eşit Ücret Sözleşmesi ", Kanun No:810, R.G., S. 12484, tar. 13
Aralık 1966, (Çevirimiçi)
www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100, 19
Nisan 2015.
132
Kökkılınç, Ayşe Gül: İş Hukukunun Uluslararası Kaynakları Işığında Kadın
İşçilerin Korunması, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2013.
133
Şimşek- Rathke, Leyla: Dünden Kalanlar: Türkiye'de Hemşirelik ve GATA
TSK Sağlık Meslek Lisesi Örneği, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.
Walter, Margaret: Feminizm, Çev. Hakan Gür, Ankara, Dost Kitapevi, 2009.
Yılmaz, Abdullah, Yavuz Bozkurt, Ferit İzci: " Kamu Örgütlerinde Çalışan Kadın
İşgörenlerin Çalışma Yaşamlarında Karşılaştıkları Sorunlar Üzerine Bir 5
Araştırma", Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008,
C:9, S: 2, ss. 89-114.
134
EKLER
135
136