roman konuşma

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 8

Araba Sevdası

Bihruz Bey bir Osmanlı paşasının oğludur. Evde özel hocalardan yarım yamalak bir
eğitim görmüştür. Alafırangalığa özenir, süsü, gösterişi sever. Şık giyinir. Şımarık,
sorumsuz bir gençtir. Her fırsatta az buçuk bildiği Fransızcasıyla terziler,
ayakkabıcılar ve garsonlarla konuşur. Böylece Batılı olduğunu sanır.

Devrin pahalı eğlence yerlerinde arabasıyla gezer. Bir gün Çamlıca tepesine çıkar.
Güzel bir arabada sarışın, kibar görünüşlü bir kız görür. Hemen ona aşık olur.
Ertesi hafta yine oraya gider. Binbir özenle yazdığı mektubu kızın arabasına atar.
Fakat, o günden sonra onu bir daha göremez. Yemeden içmeden kesilir, zayıflar.
İşini, annesini ihmal eder. Arkadaşlarından Keşfi Bey aşkını öğrenir. Ona kızın
öldüğünü, ailesini yakından tanıdığını, bir de ablası bulunduğunu söyler. Bihruz
Bey bu yalana inanır.

Aradan günler geçer, Bihruz Bey’in aşkı yavaş yavaş küllenir. Şehzadebaşı’nda
dolaşırken, tutulduğu kıza rastlar. Fakat onun sevgilisi değil, ablası olduğunu
düşünür. Güçlükle kadının yanına yaklaşır, üzüntüsünü bildirir, kız kardeşine olan
aşkından söz eder. Mezarın yerini sorar. Kadın güler. Bihruz Bey’e onunla nerede
karşılaştığını açıklar ve kızkardeşi bulunmadığını söyler. Alaylı kahkahalar
atar.Bihruz Bey düştüğü kötü durumdan kurtulmak ister. Fakat pot üstüne pot
kırarak daha gülünç olur. Utançtan kıpkırmızı kesilir. Sonra bir yolunu bularak
oradan ayrılır.

Cezmi
Yedinci yüzyılda yaşamış şair ve atlı spor ustası Cezmi, İranlılarla yapılan bir
savaşa katılır. Orada bir zaman sonra Kırım şehzadesi Adil Giray’la tanışıp arkadaş
olur. Adil Giray bir baskında yakalanır. Şahın karısı Şehriyar, Adil Giray’a âşık
olur. Adil Giray ise şahın kız kardeşi Perihan’a âşık olmuştur.

Şehriyar ve Perihan aynı kişiye aşık olduklarını anlayınca artık aralarında bir
kıskançlık yarışı başlar. Ayrıca Adil Giray’ın da Perihan’ı sevdiğini anlayan
Şehriyar, her ikisini de öldürmek için planlar yapar.
Adil Giray esir düştükten sonra Cezmi bu haberi alır ve Adil’in yardımına koşar.
Cezmi, bir şekilde Adil’in bulunduğu odaya girmeyi başarır. Bundan sonra kaçış ve
İran’daki yönetimi yıkıp yerine kendilerini getirmek için planlar yapmaya başlarlar.
Cezmi bu planları uygulamak için bir İran askeri olan Abbas’ı kullanır. Ancak
Şehriyar’ın yaptığı bütün planlar suya düşer ve bu planın sonuçları kendisinin
ölümüne sebep olur.

Şehriyar’ın askerleri Perihan ve Adil Giray’ı da öldürürler fakat aşklarını yok


edemezler. Her ikisi de Cezmi tarafından aynı mezara defnedilir. Cezmi kılık
değiştirerek vatanına geri döner.

Felatun Bey ile Rakım Efendi


Mustafa Meraki Efendi çok zengindir. Lükse düşkün, batılı tarzda
yaşamaya çalışan, eğlenceyi seven biridir. Çocuklarının eğitimine
önem vermek yerine onları batılı tarzda yetiştirmeye çalışır.
Kıyafetlere bol bol para harcar. Oğlu Felatun Bey de babası gibi
giyime kuşama önem veren, sosyete meraklısı biri haline gelir.
Felatun Bey yarım yamalak Fransızcasıyla yabancıların arasında
dolaşır. Felatun Bey batı özentisi içine düşmüşken babası bir iş
ayarlar fakat Felatun Bey’in giyim mağazalarında ölçü vermekten işe
zaman ayıramaz. Babası ölür ve mirası ona kalır. 16.000 liralık
mirası yer bitirir hatta borca girer. Borcunu baba dostları öder. Uzak
bir yerde iş bulur ve hayal kırıklığı ile İstanbul’dan ayrılır. Rakım
Efendi çok çalışkan, dürüst, sorumluluk sahibi, parayı ölçülü
harcamasını bilen Felatun Bey ile taban tabana zıt biridir. Küçük
yaşta babasını ve annesini kaybeder. İkisini de kaybedince Rakım
Efendi’ye dadısı bakar. Rakım Efendi’nin iyi yetişmesi için elinden
gelen her şeyi yapar. Okutur, büyütür. Kendi çabasıyla Fransızca
öğrenir. Yabancılara Türkçe dersleri verir. Rakım Efendi bir dairede
iş bulur ve işini ilerletir. Rakım Efendi evine Canan adında küçük bir
kız çocuğu alır. Onu yetiştirir. Saygılı dürüst bir genç kız olur.
Canan çok ta güzeldir. Rakım Efendi Canan’a aşık olur ve evlenip
mutlu bir hayat sürerler.
Eylül

Beş yıldır evli olan Suat Hanım ile Süreyya Bey, bir yaz, Boğaziçi’nde küçük bir
yalı kiralarlar. Mutludurlar. Süreyya’nın arkadaşı Necip, bunların aile dostudur; sık
sık gelip yanlarında misafir kalmaktadır. Necip, Suat Hanım’a çok değer vermekte,
ona karşı derin bir saygı duymaktadır. Bu değer veriş ve saygı, zamanla şiddetli bir
aşka dönüşür. Genç adam, aşkını gizlemektedir.

Necip, Suat Hanım’ın da kendisini sevdiğini anlamakta gecikmez fakat arkadaşına


ihanet etmenin üzüntüsüne kapılır. Necip’le Suat Hanım arasındaki aşk
dedikoduları Süreyya Bey’in kulağına ulaşır. Süreyya Bey, en yakın dostunun
karısına aşık olacağına ihtimal vermez.

Dedikodular yaygınlaşınca Necip eskisi gibi sık sık yalıya gelmez. Hastalanır,
tifodan yatağa düşer. İyileşince yeniden yalıya gidip gelmeye başlar. Birbirlerine
aşklarını ilan edemeyen sevgililer eski günleri yeniden yaşamaya başlarlar.

Derken “eylül” ayı gelir. Bu ay, Suat Hanım için kadınlığının bir sonbahar ayı
gibidir. Evlilikte aradığı mutluluğu, seveceği erkeği bulamamış bir kadın olduğunu
düşünür. Necip ise mutlu olabileceği bir kadına ulaşamamanın acılarıyla
kıvranmaktadır.

Süreyya Bey, Suat Hanım ve Necip bir gün sohbet ederlerken konakta bir yangın
çıkar. Herkes dışarı fırlar. Fakat Suat Hanım odasına kapanır, yardım çağrılarına
cevap vermez. Necip, sevdiği kadını kurtarmak için alevlerin içine dalar. Süreyya
Bey de onun ardından koşar, ancak Suat Hanım’ı kurtaramazlar; üçü de yangında
can verir.

İntibah
Zengin bir ailenin tek evladıdır Ali Bey. 21 yaşında çalışkan, zeki, akıllı, yakışıklı, iyi
eğitimli bir delikanlıdır. Ali babasını çok sever tabi babası da Ali’yi. Bir gün Ali
babasını kaybeder. Ali bu duruma çok üzülür. Bütün dünyası yıkılmıştır. Artık
hayattan zevk alamaz hale gelir. Annesi Ali’nin böyle olmasına dayanamaz ve sık sık
Çamlıca’ya gezmeye götürür. Ali içinde değişiklik olmuştur. Ali gide gele artık buraya
alışır ve gezmeden duramaz. Bu arada babasının yokluğunu da bir nebze olsa
unutmuştur. Ali bir gün yine gezmedeyken bir kadın görür. Adı Mahpeyker’dir. Ali aşık
olur. Onu düşünmeden edemez. Kendini o kadar kaptırmıştır ki işini de aksatır.
Mahpeyker aslında bir fahişedir. Ali bunu bilmez. Arkadaşları güç bele ikna eder ama
Ali yinede vazgeçemez. Annesi eve bir cariye alır. Adı Dilaşub’tur. Dilaşub
Mahpeyker’den daha güzeldir. Annesinin çabası ile Ali evlenmeyi kabul
eder. Mahpeyker bu durumu öğrenince plan kurar. Ali’den kızı ayırmaya
çalışır. Mahpeyker Dilaşub’un fahişe olduğu yalanını söyler. Ali bu yalana
inanır ve Dilaşub’u evden kovar. Mahpeyker Dilaşub’u yanına alır ve
fahişe olmasını ister. Dilaşub bunu kabul etmez ama onunla yaşamaya
devam eder. İntikam ateşi ile yanan Mahpeyker Ali’yi öldürmesi için
kiralık katil tutar. Bu planı Dilaşub öğrenir ve Ali’nin yerine geçer o
esnada katil sırtından vurur. Dilaşub ölür. Ali polislerle gelir ve durumu
öğrenir. Mahpeyker’i öldürür hapse düşer. Hapiste çok dayanamaz 6 ay
sonra ölür.

Mai ve Siyah

Romanın başkahramanı Ahmet Cemil, Mülkiye Mektebi'nin son sınıfına geçtiğinde


babasını yitirir. Evin, bütün yükü onun üzerinde kalır. Bundan dolayı bastıracağı
kitabı erteleyip ailesinin geçimini sağlamak için çabalamaya başlar. İyi seviyede
Fransızca bilen Ahmet Cemil, evini geçindirmek üzere kitap çevirileri yapar, zengin
ailelerin çocuklarına özel ders verir. Çalışmaya başladığı gazetenin sahibi öldüğünde
patronun yerine oğlu Vehbi Efendi geçer. Vehbi Efendi, bir süre sonra bir borç
meselesi yüzünden Ahmet Cemil’in kız kardeşi Lamia ile evlenir. İçki içen, kaba ve
narsist bir insan olan Vehbi Efendi, İkbal’e güzel bir yaşam sunmanın yerine ona kötü
davranış ve şiddet uygular. İkbal, hamile olduğu dönemde eşi Vehbi Efendi
tarafından çok kötü bir şekilde şiddete maruz kalır. Bu olaydan sonra yataklara düşen
İkbal tüm girişimlere rağmen kurtarılamayarak ölür. Sonra da Ahmet Cemil, Vehbi
Efendi tarafından işten atılır. Ahmet Cemil'in hayalinde maddi durumunu düzelince
Lamia ile evlenmek vardır fakat Lamia’nın abisi ve Ahmet Cemil'in arkadaşı Hüseyin,
Ahmet Cemil’e kardeşini bir subay ile nişanladıklarını söyler.

Kardeşi ölen, sevdiği kız başkası ile evlendirilen Ahmet Cemil’in üstünde çalıştığı
yazınsal yapıt bazı yazarlarca acımasız bir biçimde eleştirilince umudunu bağladığı
bu kitabını parçaladıktan sonra sobaya atar. Bundan sonra onun için yalnızca annesi
bulunmaktadır. İstanbul’dan ayrılmaya karar verir, bir kaymakamlık görevi ile siyah bir
gecede vapur ile İstanbul’dan ayrılır. Yıldızlı ve mavi bir gecede kurulan bütün
hayaller, siyah ve yıldızsız bir gecede sona erer.

Taaşuk-ı Talat ve Fitnat


Talat küçük bir çocukken babasını kaybeder. Onu annesi Saliha
Hanım büyütür. Talat delikanlılık döneminde bir dairede iş bulur. Her
gün daireye gidip gelirken uğradığı Hacı Mustafa’nın dükkanında
Fitnat’ı görür ve ona aşık olur, Fitnat da Talat’a aşık olmuştur.
Fitnat, Hacı Mustafa’nın üvey kızıdır. Fitnat’ın annesi olan Zekiye
Hanım Fitnat’a hamile iken kocasından ayrılmış Hacı Mustafa ile
evlenmiştir. Bundan birkaç yıl sonra Zekiye Hanım ölür; Fitnat üvey
babası tarafından büyütülür. Talat’a aşık olan Fitnat, Hacı Mustafa’nın
baskısından dolayı evden dışarı çıkamamaktadır. Bu yüzden Talat ile
Fitnat, bir araya gelememektedir.
Talat, Fitnat’la konuşabilmek için bir yol bulmuştur. Bu yol, kadın
çarşafı giyerek Fitnat’ın kaldığı eve gitmektir. Bunu da yapar.
Fitnat, Talat’a aşıktır; fakat üvey babası Hacı Mustafa onu yaşlı ama
zengin bir adam olan Ali Bey’le evlendirmek istemektedir. Fitnat bu
durumu kabul etmese de Hacı Mustafa’nın dediği olur ve Ali Bey’e
evlendirilir. İstemediği bir adamla evliliği kabullenemeyen Fitnat daha
Ali Bey’le bir araya gelmeden gerdek gecesi bir çakıyla kendini
öldürür.
Fitnat kendini öldürdüğünde boynunda annesinden kalma bir muska
vardır. Ali Bey bu muskayı açıp okuduğunda Fitnat’ın kendi öz kızı
olduğunu öğrenir. Öz kızıyla evlenerek onun ölümüne sebep olan Ali
Bey bir süre sonra delirir, altı ay sonra da ölür. Bu arada sevdiği kızın
ölümüne dayanamayan Talat da üzüntüsünden hastalanır ve bir süre
sonra o da ölür.

Sergüzeşt
Dilber yaşadığı hayattan kurtulmak için evinden kaçar.Bir tüccarın eline düşer ve tüccar kızı
esir pazarında memura satar.Memur ailesi de kendilerine yük olduğu gerekçesiyle esirciye
satarlar. Esirci Dilber'in güzelliğini keşfedip besler ve yüksek bir fiyata oğlu için uygun gören
bir hanımefendiye satar.Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz
Temel Eser, Özet
Hanımefendinin oğlu Celal Bey Avrupa görmüş ressamdır. Kızdan hoşlandığı ve de onun esiri
olduğundan, sık sık çeşitli kıyafetlere sokarak, ustasından öğrendiği şekilde tasvirlerini
yapmaya başlar. Bütün bunlar kıza zulüm gibi gelir, dayanamayıp ağlamaya başlar. Celal Bey
Dilberle evlenmek ister ancak işin içine aile bağları girer.Bunun farkına varan annesi Dilber'i
esirciye sattırır. Celal bunu duyduğu zaman yataklara düşer ve bir daha kendine gelemez.
Annesi yaptığı yanlışın farkına varır fakat artık çok geçtir.
Bu arada Dilber Mısırlı bir tüccara satılmıştır. Saray gibi bir yerin harem bölümünde diğer
kızlarla yaşamaya başlamıştır. Haremağası Cevher Ağa'da Dilber'i kızı gibi sevmiştir.
İstanbul'a göndermeyi istemektedir. Dilber'i kaçırmak için dışarıdan merdiven dayayarak
Dilber'i indirir. ama kendisi ihtiyar olduğundan ve heyecanın da etkisiyle düşer ve ölür.Ne
yapacağını şaşıran esir kız, çaresizlik içinde kendisini Nil nehrine atar ve hayatına son verir.

Karabibik
Eserdeki olayların geçtiği yer, Antalya’nın Kaş ilçesine bağlı Beymelik
köyüdür. Eserin kahramanı Kara Bibik yoksul ama hırslı ve çalışkan bir
kişidir. Babası ölünce Kara Bibik’e on iki dönümlük taşlı ve verimsiz bir
tarla miras kalır. Kara Bibik bu tarlanın dört dönümünü satıp askerlik
bedeli olarak devlete öder. Kalan sekiz dönümü de taşlı, verimi düşük,
yabani otlarla kaplı bir yerdir.
“Yosturoğlu” lakaplı komşusu da Kara Bibiğin bu sekiz dönümlük
arazisine göz dikmiştir, bu nedenle bu iki komşu kavgalıdır. Karabibik
her yıl Koca İmamın öküzlerini kiralar ve tarlasını öyle sürer; çünkü
öküz alacak kadar zengin değildir. Bir yandan da kızı “Huri”yi Koca
İmamın Kayınbiraderine vermeyi düşünür. Böylece Koca İmamın
öküzlerini bedavaya kullanabilecektir. Ancak bir gün Koca imam’ın
kayınbiraderinin başka biriyle evleneceğini öğrenir. Kurduğu planlar
boşa gitmiştir. Bunun üzerine Temre köyünde oturan tefeci Rum
tüccardan yüksek faizle borç alır, bir çift öküz alır.
Kavgalı olduğu Yosturoğlu’nun yeğeni Hüseyin Kara Bibik’in kızı Huri’yi
sever. Kızını onunla evlendirir. Babasından kalma sekiz dönüm taşlı
tarlayı tüm zorluklara rağmen dişiyle tırnağıyla işleyerek verimli bir
hale getirir.

Zehra
Zehra, zengin bir tüccarın kızıdır. Öksüz büyümüştür, kıskançtır. Babasının kâtibi
Suphi’yle evlidir. Kocasını gözünden bile kıskanırken, bir de onun evdeki güzel
cariye Hüsnücemal’i sevdiğini öğrenmesi, Zehra’yı çileden çıkarır. Cariyeyi evden
kovar. Zehra’nın sinirli halinden yılmış olan Suphi karısını sevdiği halde,
Hüsnücemal’e aşık olduğunu iyice anlayarak boşanmayı göze alır, cariyesiyle
evlenir. Yeşilköy’de bir eve taşınır, Zehra’yı yüzüstü bırakır.

Hüsnücemal’den öç almak isteyen Zehra, Suphi’yi ondan soğutmak çaresi arar.


Ürani adında çok güzel bir Rum yosmasını bir aracı kadın aracılığıyla Suphi’ye
tanıştırır. Ürani, Suphi’yi işveyle, nazla kendine bağlar. Başka erkeklere bakıp
kıskandırarak ilgisini sürdürmekle kalmaz, çılgına çevirir. Suphi artık ne
Hüsnücemal’e ne de Zehra’nın babasından kalan ticarethaneye uğrar.

Hüsnücemal çocuğunu düşürür, intihar eder. Öte yandan Zehra Suphi’nin katibi
Muhsin’le evlenmiş, ticarethanenin yönetimi ona geçmiştir. Suphi, git gide parasız
kalır. Ürani onu küçümsemeye başlar. Sonra bir gün artık işe yaramaz bulup atar.
Suphi beş parasız, bekâr kalınca sokaklara düşer. Gidip tulumbacı yazılır. Bir gün
iyice sarhoş olup Ürani’yi yeni dostuyla birlikte öldürür. Mahkeme, delil
yetersizliğinden Suphi’yi beraat ettirirse de, böyle bir serserinin, İstanbul’da
kalmasını doğru bulmayarak Trablusgarp’a sürülür. Zehra’nın hala sevmekte
olduğu Suphi’nin başına kıskançlık belasıyla açtığı dertlerden çok acı çeker.
Suphi’nin kimsesiz kalan annesini sokakta ölmüş görünce, vicdan azabından
yataklara düşer. Bir daha kendine gelemez, ölür.

Turfanda mı yoksa Turfa mı?


Romanın başkahramanı Mansur, mala, mülke, paraya, büyük bir
mevki ve saygınlığa, hatta yerliden yabancıdan bir çeşit uyruklara
sahip köklü bir soydan gelmektedir. İbni Galipler denilen bu soy
Araplaşmış Türk ve Osmanlı kökündendirler. Mansur'un dedesinin
babası 17. yüzyılda Cezayir valisi Abdullah Paşa, emektarlarından
Kütahyalı Ahmet Ağa’dır. Cezayir valisi Abdullah Paşa, Ahmet Ağa’yı
hizmetini ödüllendirmek üzere güney sınır bölgesinde
görevlendirmişti. O zamanlarda sürmekte olan Avrupa savaşları
Cezayir ile haberleşme ve mektuplaşmayı zorlaştırdığı için,
çocukken Macaristan'dan tutsak olarak gelip Müslüman olan
Abdullah Paşa, böyle bir fırsattan yararlanarak, o zaman henüz
kapanmamış olan zorbalık yoluna sapmıştı. Ahmet Ağa, o zaman
efendisinden ayrılarak sözde devlet adına kendisine verilen bölgeleri
kendi başına yönetmeye başlamıştı. Ahmet Ağa’ya 'zorba' dedikleri
gibi çocuklarına da 'zorba oğulları' demişlerdi. Ancak bu addan
hoşlanmadıkları için onu, 'galiboğlu' olarak değiştirmeyi
başarmışlardı.

Mansur'un dedesi olan İbn-i Galib'in dört oğlu vardı. Fransız İstilası
sırasında İbn-i Galib'in en büyük oğlu olan Ahmet el-Nasır elinden
kaçırdığı beyliği geri almak tutkusuyla bir türlü ülkeden ayrılmak
istememiş ve ilk yenilgisinin ertesinden başlayarak Fransızlara
yaranma yoluna sapmıştı. İkinci oğlu olan ünlü bilginlerden Şeyh
Salih el-Mağribi istilanın ilk zamanında Cezayir’den ayrılarak,
ailesiyle birlikte halifeliğin merkezi olan İstanbul’a sığınmıştı.
Üçüncü oğlu Mansur'un babası Ebu'l Mansur kendi girişimi ve
çabasıyla toplanan ulusal güçlerin başına geçmiş ve saldırılarıyla
Fransız tümenlerini birçok kez rahatsız etmişti. Bu gibi saldırının
birinde Ebu'l Mansur şehit olduğu zaman, Mansur henüz üç yaşını
doldurmamıştı. Başka kardeşi de yoktu. İbn-i Galib'in en küçük oğlu
Mehmet el-Muzafferde Ebül-Mansur gibi şehit olmuştu. Onun
soyundan da, Mansur’dan bir yıl sonra doğmuş Zehra adında
bir kızdan başka kimse kalmamıştı.

You might also like