Professional Documents
Culture Documents
F. W. Foerster - İyi İnsan İyi Vatandaş 1960
F. W. Foerster - İyi İnsan İyi Vatandaş 1960
F. W. Foerster - İyi İnsan İyi Vatandaş 1960
I·.
t
'
İYİ İNSAN . İYİ VATANDAŞ
F. W. Foerster
Qqi VatanJaş
DO G A N K A R D E Ş Y A Y 1 N L A R 1 A. Ş.
Özleştiri l m iş
Dörd üncü Baskı
BU ESER
Mii.şerref Hekimoğlu
tarafından dilimize çevrilmiştir.
5
32 eseri vardır. Bu eserlerin çoğu daha Birinci Dün
ya Sava§ından önce birçok Avrupa diline çevrilmi§
ve baskı adedi yarım milyonu aşmı§tı. 1935 yılında
vatandaşlıktan çıkarılıp da Naziler tarafından bü
tün eserleri yakılınca, bir yandan da dar görü§lü
tenkidcilerin gayretiyle Almanyada Foerster adı
unutuldu. Ama ikinci Dünya Savaşından sonra
Foerster sevgisi yeniden canlandı. Talebeleri ve ar
kadaşları bir Foerster Derneği kurdular. Tanınmış
profesörler Foerster'in, zamanımızın eğitim vazife
leri bakımından önemini belirten konferanslar ver
diler. Eserlerini yeniden yayınladılar. 1953 yılında
Nürnberg'deki Glcır::k ve Lutz yayınevi Foerster'in
«Yaşanmış Harb Hikayeleri» adı altında topladığı
hatıralarını bastı. Bu hatıralar bu değerli adamın
seksen yılı aşan hayatının tam bir portresidir.
Milletlerarası bir §Öhreti olan terbiyeci Foer
ster'in daha önce Türkçeye çevrilen bir eseri yok
tur. Yapı ve Kredi Bankasının onuncu yıldönümü
münasebetiyle kendisinden bu eserin yazılması is
tenmiştir. Bankanın bir kültür hizmeti olarak Do
ğan Kardeş Yayınları Anonim Şirketine neşrettir
diği «İyi insan, iyi Vatanda§» adlı bu eser, müelli
fin dilimize çevrilmi§ ilk eseridir ve henüz başka
dilde neşredilmemiştir.
6
MÜ ELLİ Fi N ÖNSÖZÜ
7
olmadığını düşünür, bunu bir an unutmaz, unut
kanlığını teldfi etmeğe bütün kalbiyle hazırdır. Ha
yatını, güvenini, çalışma saadetini, uzak ve yakın
binlerce insanın fedakarlığına, sadakatine, vazife
severliğine borçlu olduğunu bilir. öteki insanlarla
kendi arasındaki sıkı bağı koparmamak için her şe
yi yapmak zorunda olduğunu sözleriyle, hareketle
riyle, düşünceleriyle, duygulariyle velhasıl bütün
varlığiyle hisseder. Biz, bu içten hissedişe «Sorum
luluk şuuru» diyoruz. Bu sorumluluk şuuru bizi yal
nız söz ve yazıyla üzerimize aldığımız vazifeleri har
fi harfine yerine getirmemiz için zorlamaz, aynı za
manda sözümüzün, hareketimizin tesirleri üzerinde
düşünmemizi de sağlar. Tutamıyacağımız, yahut
tutmak istemediğimiz sözler vermemizi, ödeyeceği
mize emin olmadığımız borçlara girmemizi de önler.
Başkalarını tehlikeye düşüren, denemelerden geçi
ren unutkanlıklarımızın pişmanlığını duyurur.
Ciddi bir şahsiyetin başından geçen bir unut
kanlık vakası burada anlatılmağa değer:
Tanınmış İngiliz diplomatı Sir Edward Malet,
vaktiyle oteldeki odasında, masanın üzerinde bir
kaç altın bırakıp gider. Dönüşte oda hizmetçisi dip
lomatı şu sözlerle karşılar: «Düşünün bir kere efen
dim, ben çok fakirim, altı çocuğum, işsiz bir kocam
var. Bu para beni zengin edebilirdi. Sizse onu masa
da unuttunuz. Gözlerimi kamaştırmak, beni içim
deki şeytana mağlilp etmek için altınla,rı ortada
bıraktınız. Sizin unutkanlığınız yüzünden ben hap
se girebilirdim; çocuklarım harap olurdu, kocam
bakımsızlıktan ölürdü. Ne olur, bunu bir daha yap
mayın efendim, bize acıyınız! Fakirleri düşününüz,
bizi böyle bir imtihandan geçirmeyiniz!»
Bu hikaye üzerinde düşünülmeğe değer. Hepi-
8
mızın başından buna benzer vakalar, gereken so
rumluluk hissini duymadığımız olaylar geçmiştir.
Almari şairi Goethe, «Hareketlerimizin sonuçlarını
temiz, berrak bir şuurla düşnebilmek kudretine sa
hip olmak için yalvarmalıyız» der. Bıı söz düşünce
sizliğimizden uyanmak, başkalarının sözlerinden,
hareketlerinden doğan sonuçları araştırmak için
hepimize rehberlik edebilir.
işte bu sorumluluk duygusu umumileştiği tak
dirde, bir şeye söz verirken bütün sonuçları göze
alan vatandaşlar elde edeblir:iz. Geçici başarılar pe
şinde koşmayan devlet adamlarına sahip olabiliriz.
Bir meselenin veya bir planın «MORAL iNCELE
MESi» dediğimiz şey gözlerimizin geçici başarıların
pırıltısıyla kamaşmasını önler, bir meseleyi en ince
noktalarına, sonuçlarına kadar cesaretle, insafsızca
düşünmemizi sağlar. Uzun bir incelemeden sonra
kendi kendimize «Şimdi bu işi hala istiyor musun?»
sualini sorarak karar vermemize yardım eder.
Fransız devlet adamı Talleyrand «Devlet ada
mı istikbali kalbinde yaşamalıdır» der. Ama istikba
li yalnız devlet adamı değil, hepimiz kalbimizde ya
şamalıyız. Eğer bütün vatandaşlar istikbali kalble
rinde hissederlerse devlet adamı da hisseder. Ama
yalnız devlet adamı hisseder de vatandaş hadisele
rin inkişafına karşı vurdum duymaz olursa, devlet
adamı ya vazifesini terketmek zorunda kalır, yahut
da günün birinde bu vurdum duymazlar veya onla
rın çocukları eksik olan sorumluluk duyguları yü
zünden şiddetle cezalandırılırlar:
9
)
YAŞAMA T A R ZI
10
İMTİ HAN LAR
Hayatta bazı g izli imtihanlar vard ır; bunlar
iç varl ı ğ ı m ızın gelişmesinde önem li roller oynar
lar. Bu imtihan lar bize gerçeği ne dereceye ka
dar görebi ldiğimizi, içimizdeki uya nd ırı l mayan,
desteklenmeyen, fayd a l a n ı lmaya n kuvvetleri
uya_ n d ı rmağı öğretir. Bel l i bir zaman için büyük
bir serbestlik veya a ğ ı r bir istibdat içinde yaşa
mak zoru, bel l i bir za man üstün başarı lar veya
deva m l ı yenilişler, sevdiğimiz bir insa nda uğra
d ı ğ ı m ı z haya l k ı r ı k l ı ğ ı , bir d üşmandan istenilen
şeki lde intikam a lma fırsatı, namusum uzdan kü
çük bir feda karl ı k karş ı l ı ğ ı nda büyük başarı lar el
de etme imka n ı bizim için birer imtih a n d ı r.
Bazı kimseler bunları tesad üf d iye değerlen
dirir. İçinde kökl ü bir gelişme arzusu duya n la r ise
bu imti hanla rı n, güçlüklerin ma nas ı n ı daha iyi gö
rür, sebebini a n l a r ve bu imtihanlardan yüz aklı
ğ iyle çıkmağa ça lışı rlar.
ENGELLER
Yaşamak sanatı n ı n usta ları ndan biri « İ nsa n
yapacağı iş lerde karş ı la ştığ ı engel leri de sevmeli
dir» der. Sevg inin bu türl üsü, bug ü n ü n aceleci,
kolay başarı l a ra susa m ı ş i nsanları için a n laşı lmaz
bir şeydir. Ama bu sözün gerçek payı çoktur. Çün
kü engel ler ve başarısızlıklar bizi daha rea l ist ol
mağa zorlar.
Başarısızlık bize kendimizi tan ıta n bir oku l-
, d ur. Ça l ışmaları m ızın büyük engel lerle karşı laş
tığı yerlerde ya l n ı z pratik metotları gel iştirmeği
değ il, kolay başarı ların insa n ı sarhoş eden, vicda
n ı n ı kara rta n mahvedici ateşinden kurtulmağı da
l.1
ogrenı rız. Tevazuum uz, sabr ı m ız a rtar. Yen iden
d ü nyaya gelmenin tad ı n ı d uyarız, irademiz kuv
vetlenir, düşüncemiz deri n leşir.
Başarısızl ı ğ ı n, engel lerin faydas ı n ı karakte
rimiz gelişince daha iyi a n larız. Böylece başarıya
karşı da, başarıs ızl ı ğa karşı da hazırl ı k l ı o l u r, iki
d urumdan da kendimiz ve başka ları içi n fayda la
nabi l i riz.
12
NEFS İ T ERB İY ENİN V A ZİFE
V E IM KANLA RI
1. AZIM
13
herhangi bir şeyden feragat etmek kuv�eti ni ken
dinde bulabil mek.
Bu iki çeşit azmi n birbirinden çok fa rklı fonk
siyon ları vard ı r, bu yüzden ikisi de ayrı ayrı ça l ı ş
ma ister. Karşı koyma enerjisi olmadan iş yapma
enerjisi zara rlı karış ı k l ı klar doğurur. Bu bakımdan
bu iki enerjinin birbirini desteklemesi gerekir.
2. SABI R TEMR İ N İ
14
ası l büyük enerji ya l n ı z küçüğe olan sadakatte
vard ı r, başka hiçbir şeyde yoktur. Bu sadakatte
sonsuz bir kuvvet gizlidir. T ı pk ı gotik katedral ler
de, yaratıcı kuvvet dolayısiyle en küçük süslerde
bile üstün bir bütün l ü k fikrinin bulunması g ibi.
4. iHMALC İ L İ K
Ça l ı şmakta n yorulan b i r genci n içinden g e l - ·
15
D üzenli ça l ışma ğ ı , zam a n ı kesin böl üm lere
ayırmayı h ürriyetimizi boza n bir kural gibi gör
mek büyük bir yanl ıştır. Zaman a n l a m ı insan i ra
d esinin kuvvetl i ve devam l ı bir şeki lde ça l ı şt ı ğ ı
yerlerde değerlenir.
Şahsiyetimizi değerlendirmek için tem bel l i k
le, zama n ı plansız kul lanmakla k uvvetli ve esas
lı bir şekilde m ücadele etmeliyiz. Vazife ve so
rum l u l u k d uyg usiyle ayarlanan za man çok m ü
h imdir.
İstediğiniz kada r d i n leniniz a m a işinize de
bütün varl ı ğ ı n ızla sarı l ı n ız. Ça l ış ı rken ya n çiz
memeğe, başta n savmamağa gayret ediniz. Ça lı
şı rken gösterilen ilgisizlik, zam a n ı boşuna geçir
mek irade için tembellikten daha zara r l ı d ı r. İh
malciliğe üstün gelmek hayat g ücü bak ı m ı ndan
en iyi, en tesirli tedavid ir.
5. SÖZÜ N Ü TUTMAK
16
çiştirir. Bütün m ü nasebetleri ni iyice ayarl ıyara k d ü
zen ler ve böylece önceden bilinmiyen engel lerin,
geciktirici şeylerin, mesela kopan bir d üğ menin,
kaybolan bir eldiven i n kurba n ı olmaz. Dikkat edi
lerek yerine getirilen bir sözde, tesadüflere karş ı
insa n ı n ası l stratejisi, hareket kabiliyeti nin a n a
h attı belirir. Sözünü tuta n insan h e m saat gibi
yaşa m a n ı n g üçlüğ ü n ü, hem de kendini kesi n za
man ölçü lerine göre ayarlama n ı n iradeyi nas ı l
k uvvetlendirdiğini öğrenir. Bu ba kımdan söz tut
m a n ı n yapıcı ve yetiştirici bir rol ü vard ı r.
6. U N UTKANL I K
17
İyi İnsan İyi Vatandaş F. 2
yaptı ğ ı m ı z irade hareketleridir. Bu yüzden nefsi
mizi terbiye içi n bu küçük şeylere d udak büküle
mez. Bu küçük şeyler hayatı n büyük işleri ka rşı
sı nda da bizim en sam imi durum u m uzu belir
tirler.
18
kaidesin i a s ı l dünyad a n elini eteği n i çeken Buda
ra h ipleri 'gösterdi.
Biz burada d i n inançları na göre d ünyadan
el çekmekten bahsetm iyoruz, belki, bir şeyden
vazgeçmeği, yoksu n kalmağı ya l n ız iradeyi kuv
vetlendiren bir çare olarak söylüyoruz. İstek ve
a rzu lara karşı koyarak kendimize hakim olaca
ğ ı m ızı, kendim ize hakim olara k hayata karşı da
ha çok kuvvetleneceğim izi söylemek istiyoruz.
Vazgeçmenin, yoks u n ka l m a n ı n hayatın ne
şesini kaybetmekle h içbir i l g isi yoktur. Ara s ı ra ke
sin olarak « Hayır» demesini bilen, a rzu larına kar
ş ı koyabilen bir insan daha çok neşeli olabilir.
Ya l n ı z böyle bir insan yaşamak zevkine ra
hatça teslim olabi lir, çünkü o kendine hakimdir,
çünkü onun için zevk a l m a n ı n gizli teh likeleri, ka
rakteri belirmiyen, m üstakil olm ıyan i nsa nları teh
dit eden, herhangi bir sevinci kedere, vicdan aza
bı na, mahvolm ı ya çeviren teh likeler a rtık yoktur.
As ı l hayat, kara n l ı k kuvvetlere hakim olmak de
mektir. H içbir şey, kendini idare etmesini bi lmi
yen bir i nsa n ı n ruhu kadar kara n l ı k değ i ldir. Ruh
ları her za man karmaka rışık arzular ve tepkilerle
dolu o l a n çatık kaşl ı, kara ka lbli insanları herkes
farkeder. Ancak h ür ruhlar neşelidir, köle ruh lar
a ksi, aksi surat l ı d ı r.
Fra nsız terbiyecisi Payet gençlere iradeyi
kuvvetlendirmek için herşeyden önce küçük ruh
jim nastikleri yapmaları n ı tavsiye eder. Bu türlü
jim nastikler irademizin g ücünü bilhassa tabii is
tek lerimize ka rş ı kuvvetlendirmek için çok fayda
l ı d ı r. Böyle vazgeçme tem rin leriyle beynim izin
kontrol edici kuvveti p l a n l ı bir şekilde çal ışacak
ve istekleri m iz de çok önceden ayarlan m ı ş olacak-
19
t ı r. Bossuet'in kendi kendini terbiyenin a ğ ı r l ı k
nokta s ı n ı « Bize en büyük üzüntüleri veren küçük
. fedakô r l ı k larda» bulması da bu yüzdendir. Birçok
i nsan l a r ı n vazgeçme arzu ları vard ır ama, ya pma
ları gereken şeyi bil mezler.
Yaşad ı ğ ı m ız ana karşı koymak içi n kol kuv
veti yetmez, iradenin d urd urucu enerjisi de lôzım
d ı r. Bu enerji ça l ışarak g üveni lebi lir bir k uvvet
ha line getirilebi lir. Kayak sporunda «durdurucu »
ça l ışma ların ne kadar önemli olduğunu herkes bi
lir. Bir uçurum önünde d u rabilmek imkô n ı a nca k
b u n u n la sağ l a n ı r. Ruh jim nastiği d· e nilen şey de
uçurum önünde ya pı lan bir a ntrenmandan başka
bir şey değildir. Bu durabilme sanatı da hayat
için kış sporlarından çok daha önem lidir.
Ruh jimnastiğinin (Askese) ana prensibi psi
kolojik gerçek lere daya n ı r, ya ni izin verilen bir şe
yi ya pmakta n feragat edemiyen bir kimseden,
i z i n v e r i 1 m i y e n bir şeyden feragat et
m esi beklenemez. İstek ve temayül lere karşı koy
mada en iyi savunma şekli h ücumdur. Terbiye ve
kara kter denilen şeyin bükülmez bir karşı koyma
g ücüne daya n d ı ğ ı n ı görebilenler, kara kter yapı
s ı nda en öne m l i unsurun nefse hakimiyet olduğu
nu, bunun da feragat temri n leri ile öğrenildiğini
bilirler.
8. TEMKİNLİ OLMAK
20
m ı ? Buna karş ı l ı k çok asi l ve d igerkam i nsa nların
sözleri, d uyguları, karakterleri şuurlu bir kontrol
dan ne kadar uzaktır! Şüphesiz ki soğu k ve he
sa p l ı insa n ların nefislerine hakim olmaları, iyi
kalbli, ateşli mizaçlı kimselerden daha kolayd ı r.
Bu ba kımdan nefis hakimiyetini yüksek bir kül
türün belirtisi olarak kabul ederken çok dikkatli
o l m a m ı z gerekir. E lbette ki nefse hakimiyet, ira
de disiplininin, kuvvetlerin topla nması n ı n ve ruha
hakim olm a n ı n en önem l i başlang ıcıd ı r. Ama bu
nun gerçek değeri hareket sebepleri nin şekline
bağ l ı d ı r. Önem l i olan nefis hakimiyeti nin kuru bir
hesaptan, egoistlikten m i, yoksa a ncak şuurlu
gerçek bir sevgiden mi i leri geldiğidir. Bu yük
sek şeyler nelerdir acaba? . .
Nefse hakim ol mak, şuurlu o l m a k kendi ken
dini terbiye etmenin en önem l i ve gerekli vazife
leridir. Çünkü sözlerim izde, hareketlerimizde, ka
rarlarım ızda en iyi ve sakin d üşüncelerimizin, a s ı l
ben l i ğ i m izin h a k i m olmas ı n ı o n la r sağ lar; h ı rç ı n
l ı ğ ı m ızı, bir a n l ı k h ı rslarım ızı ön lerler. Birçok in
sanlar hayatta başarısızlığa uğra r, bunlar fena
insan la r değildir, ama işlerinde, sözlerinde çok
aceleci oldukları için başarı elde edemezler. İ nsa
n ı n iki ben liği vard ı r, biri konuşur, yapar. Öteki
onu takibeder, her şeyi yeniden ya pmak, d üzelt
mek ister. Ama çok zaman geç kal ı r, iş işten geç
miş olur. Acele bir söz söylenm iş, düşüncesiz bir
h a reket ya p ı l m ıştı r artık. İşte bu yüzden iradenin
d urd urucu enerjisine ait temrin lere ruh eğitimi, ne
fis hakimiyeti okul u da diyebi l iriz. Burada kendi
mizi d üşüncesiz h a reketlerden, istek ve arzulara
kontrolsuzca kap ı l ma ktan korumağı öğreniriz. Bir
istek ve a rzu karş ı s ı nda iyi düşüncelerimiz m uva-
21
fakatini veya vetosunu k u l l a n ı ncıya kadar bekle
meği öğreniriz. Gerçek ka rarlar vermeğe, iç ben
l i ğ i m izi n d ı ş ben liğim ize gerçekten hôkimiyetine
a n cak bu şekilde u laşabi liriz.
9. SUSMA OKULU
22
lir. Bir şeyi sonu na kadar din lemeden hemen iti
raz eden insan hiçbir za man kend i dar çerçevesin
den, k ı sa görüşl ü l ü kten kurtu lamaz. Çok zaman
sadece susa rak, hayat tecrübesi eksik olan bir in
san la karşı karşıya olduğumuzu, bu i nsana en iyi
sözlerin de bir tesir yapa m ıyacağ ı n ı a n l ıyabiliriz.
Yine susmak ve beklemek suretiyle bazı mesele
lerin inatla, m ü nakaşa- ile deği l de a ncak �a n l ı bir
örnekle h a l ledilebi leceği n i görürüz. Bundan başka
ciddi bir ceva pla daha çok küstah laşan gevezelere
de çok raslarız. Bu i nsanlarda h ô lô biraz öğren
me kabiliyeti varsa, kendi gerçek değerleri n i tak
dir etmeleri de a ncak merhametli ve nazik bir şe
kilde s usara k öğreti lebilir.
Bize ema net edilen s ı rları da, h ususi yakın
l ığ ı m ı z dolayısiyle öğrendiğimiz vaka ları da, söy
lediğimiz, açıklad ı ğ ı m ı z zaman başka ları n ı g üç
duruma d üşürecek, etrafta ya n l ı ş bir kanaat uya n
d ı racak şeyleri de saklamal ıyız. İnsa n ı n s ı r sakla
ması n ı bilen birisine karşı sonsuz bir g üven d uy
ması rasgele bir şey deği l dir, çünkü bu sır sakla
yı şta ·şa hsi disi plinin en g üç denemelerini görür.
Gevezeli kle, konuşkan ve eğlend irici olmak a rzu
siyle, n ükte ya pmak h evesiyle söylenm iyecek sır
ları kolayca açığa vurabiliriz. Eğlenceli bir konuş
ma yüzünden insa n bir başkasını g ücendirir, ra
hatı n ı bozabi lir. Böyle i nsan lar için « A 1 1 a h
k i m s e y i o n u n d i l i n e d ü ş ü rm e
s i n » denir.
Bu doğru ve m a n a l ı bir sözd ür. Böyle geveze
bir insa n ı n ciddi bir soru m l u lu k duygusu ve kendi
kendini kontrol etme kabi l iyeti yoktur. i nsan bü
yük kararlara var ı r. Zira biliyoruz ki bilhassa ah-
23
lak konu ları nda büyük işler, küçük şeylerdeki k uv
vetl i nefis terbiyesine daya n ı r. İtimada layık ola
bil mek için kendi kendini terbiye etmek susmakla
başlar.
1 O. YÜKSE K DİSİPLİN
24
ilgilerini de s ı kı bir kontroldan geçirmek zorunda
d ı r. Enerjik ve kabiliyetl i birçok insa n la r hayatta
doğru d ürüst bir başarı elde edemezler, çünkü her
an değişen arzularına ve başka ları n ı n d üşüncele
rine karşı koyması n ı bi lmezler. Kısa bir za man
sonra istek ve arzu la rına mağlup olur, böylece ak
tif bir iş görecek leri yerde, irade g ücüyle hiç i l gisi
olmaya n pasif bir m a ğ l ubiyete uğrarlar. Büyük
şeh irler i nsan iradesi için büyük bir teh likedir. Bü
yük şehirlerde ancak şehrin cazibesine karşı ko
yacak kada r kuvvetli i nsanlar yüksek s t i 1 d e
iş enerjisini kaybetmezler. Merhamet, h ı rs, cemi
yet sevgisi, gurur, eğ lence sevgisi, başka larına
yard ı m a rzusu g ibi temayül ler büyük şehirlerde
yaşaya n la r ı n iradelerin i geliştirmelerini teh likeye
d üşürebilir. Hele bu teh likeyi açı kça görüp, dost
ların, k u l üplerin isteklerine, büyük şehrin icapla
rına sars ı l maz bir şekilde karşı koymağa kendi le
rini a l ıştı rmam ı ş olurlarsa bu teh l i ke büsbütün a r
tar.
25
K END İ Nİ B İ LM E ve SAYMA
26
nu sen ya pt ı n » d iyor, gururum « Bu n u sen ya pa
mazs ı n » d iyor. Son unda hafıza g urura boyu n eğ i-
yor.
Viya n a l ı ü n l ü psikolog Freud « Un utma psi
kolojisi » a d l ı bir yazısı nda unutma n ı n ya l n ı z ha
fıza zayıf l ı ğ ı ndan i leri gelmediğini, tersine şuuru
m uzun kara n l ı ğ ı nda bir u n utma d uygusu olduğu
n u söyler. Bu d uyg u n u n bize utanma veren bazı
olayları şuurum uzdan tama miyle atmağa ça lıştı
ğ ı n ı a n latır. Gerçek ha lde hafıza n ı n büyük m uci
zel eri olduğu gibi, büyük günah ları da vard ı r.
Gerçekleri kendi kend imize bile kabul etmemek
a l ışkan l ı ğ ı , değiştirmek isteği bu günah lard a n d ı r.
Bu istekler bize hakim olup her şeyi, en inkar edi
lem iyecek hakikatleri bile değiştirmeğe, d uygu la
r ı m ı z ı n tarafı n ı tutmağa ça l ış ı rlar.
Kendi hakkı nda karar verirken insan d ü nya
daki her t ü l ü a l ı şverişten daha çok aldatı l ı r. Hay
van tecrübeleriyle bilgi edinir ama insan böyle
değ i l dir. Çünkü kendine olan sevgisi, başarısızlı
ğ ı n ı n sebeplerini karakterinde, hareket tarzı nda
aramasına mani olur.
İ nsan larda kendini sevme duyg usu yüksek
gerçeklere u laşmak arzus u n u n yerini a l d ı ğ ı za
man kendini tan ı mağa da, kendini kurtarmağa da
imkan yoktur. Pasca l iyi l i k inancı olmaya n bir in
sa n ı n, görünür iyi likler üzerinden bakışları n ı kay
d ı r ı p içi n i n zava l l ı l ı ğ ına bakmağa daya nam ıya
cağ ı n ı söyler. Bu sebeple h uzursuz bir insa n ı n
kendini avutmak için yapt ı ğ ı hareketlerin hepsin
de kendini tan ı m akta n kaçmak arzusu vard ı r.
Pasca l der ki: « Hiçbir şeyi kendisi kadar sev
meyen insan, sevdiği va rlı kla, kendi kendisiyle
baş başa kalmaktan çok h içbir şeyden korkmaz.
27
Her şeyi kendi için a ra r, ama en çok kendinden
kaçar, kendini bulmak istemez. Çünkü kendini iyi
ce görebildiği zaman, istediği gibi olmad ı ğ ı n ı gö
rür, içinde m üthiş bir zava l l ı l ı k, dolduram ıyaca ğ ı
uçurum lar, boşluklar bulur. B u duruma göre bizi
çok çeken işler ve eğ lenceler daha ziyade kendi
m izi düşünmekten, bakışlarım ızı içimize çevirmek
ten a l ı koya n şeylerdir. Hapish a nenin o kadar kor
kunç bir ceza olması bu yüzdendir, yine bu y üz
den ya l n ızlığa daya na n i nsan çok azd ı r.
Asl ı nda insa n m uayyen bir olgunluğa u laş
m a d ı ğ ı m üddetçe kendi g erçek durumunu samimi
yetle açıkl ıya maz, kendine d uydu ğ u sayg ı n ı n
azalmasına dayanamaz. Muayyen bir olg u n l uğ a
erişilince boş v e i natçı b i r gurur duygusu içinde
kalmaktansa acı ve k ı rıcı da olsa hakikati bütün
a ç ı k l ığ iyle görmek tercih edilir.
28
İNSANLAR I TA NIMA SA NAT I
29
kadar çok faziletler vard ı r . » İşte bu gerçeği geliş
me çağ ı ndaki erkek çocuklarla u ğ raşan birçok eği
timciler u nuturlar ve gençli k isya n ları n ı n arkası n
da ne değerli kara kterlerin, ümit verici, ama ter
biye edi lmemiş, yolu n u b u l m a m ı ş mertlik d uygu
ları n ı n yattığ ı n ı göremezler. Eğer beceriksiz, a n la
ş ı lmaz çocukları doğru ve olgun bir hale getirmek
istiyorsak onları iyice anlamalı, bütün hareketleri
nin a s ı l manas ı n ı a raştı rmal ıyız.
İnsan çok kolayca ya n ı labilir, yan ı lmamak
için başkaları n ı n iç yüzün ü okumak sana t ı n ı bil
mek veya doğru görüş l ü insa n l a r ı n ikaz ve öğ üt
l erine kulak vermek lazı m d ı r. Böyle aldanmaları
bu satırları yazan da gençken birçok defa lar ken
,
di şa hsında yaşam ıştır. Bir seferinde bir ha pisha
ne doktoru n u n daveti üzerine gençler ha pisha ne
sindeki h ı rsız ve kati lleri ziyaret etmiştim. Ziya ret
ten sonra doktor ba na bu mah puslardan hang ile
ri doğru yola gidebil ir, hangi lerini ıslah olmağa
kabil iyetli görüyorsun uz, d iye sord u . Korku nç su
ratl ı , sakil gençleri d üşünerek onlar için bir şey
yap ı lam ıyacağ ı n ı söyledi m . Buna karş ı l ı k sakin
y üzlü, yum uşak ifadeli çocuk l a r ı n yeniden doğru
yola dönebileceklerini ümit ediyord u m . Doktor
bunun tamamiyle a ksini söyledi. O korku nç yüz
ler, kendi nden memnun olmaya n, günahlarından
dolayı insan top l u l u ğ u n da n uzaklaşma n ı n acıs ı n ı
d uyan gençlerin yüzleriydi. O n l a r için h e r şey
ümit edi lebilirdi. Rahat ve yum uşak yüzl ü ler ise
ya doğuşta n melektir veya ıst ı ra p çekerler, a m a
günahları ndan dolayı acı d uymazlar. Bu i k i tip
a rası nda dünya kadar fa rk vard ı r. iyice inceleme
sini bilmeyenler çok defa bu iki tipi birbiri ne ka-
30
rıştır ı r ve bu insa n la ra karşı çok yan l ı ş davra n ı r
lar.
31
SOSYAL K ÜLT ÜR ÜN Ç EK İRD EG İ
A İ LE HAYATI
32
tabiat ve kültür, vazife ve istek birbiri ne çok yak
laş ı r, öyle ki tabiat ôdeta kendini aşarak kü ltür
haline gel ir. Tabiatla kültürün böyle birbirine ka
rışmas ı n ı n insa n ı n seksüel hayatın ı n asaleti için
çok önemi vard ı r. i nsanda iptidai bazı zayıfl ı klar,
zava l l ı l ıklar vard ı r ki onu ömrü boyu nca köstekler,
d üşüncelerinde tek ya n l ı olmağa m a h k u m eder.
İşte a i l e insa n ı bun lardan kurta rı r.
Ailenin bu yaratıcı, geliştirici kudreti, h er şey
den önce yaşları, karakter ve kabi liyetleri ayrı
olan insa n ların birbirine çok yak ı n yaşama ları n
dan i leri gel ir. Birçok gençler birdenbire a i l e lerinin
çok geri bir top l u l u k old uğunu a n layıveri rler; on
ların şu veya bu top l u l uğa çok az uyabildiğini,
kendilerini a n l ıyamad ıkları n ı, a nlaşabildikleri
ruhta ve karakterde i nsan larla yaşa m a n ı n şahsi
yetleri nin gel işmesi için çok daha iyi olacağ ı n ı dü ..
şün ürler. Bu gayri mem n unlar aile hayatı n ı n a s ı l
bu yüzden feragat edi l mez bir vasıta o l d u ğ u n u
göremezler. A i l e h ayatı bizi insanlarla b i r a rada
yaşamağa zorlar. Bu i nsa nları biz seçmeyiz; ruh
ları, ta biatları bizden farkl ı d ı r ama yine de onlar
la beraber olmakta fayda vard ı r. Ya l n ı z kendine
benzer i nsan larla beraber olmak a rzusu bizi bir
nevi « M ü n z e v i » d uruma d üşürür. Bu h a l
de boza n insan ı deli l iğe kadar götürür, ç ü n k ü in
sa n l a rdaki tek tarafl ı l ı ğ ı n eksiklerini tama m lamak
imka n ı n ı ortadan ka l d ı r ı r. Gençler gerçek terbiye
nin insa nda hiçbir üstün l ü k duygusu aram ıyan
boş şeylerde değ i l de, g üç m ü nasebetler ve a ğ ı r
soru m l u l uk larda o l d u ğ u n u a n lasa lar, bu m üna
sebetleri g üzelce idare edebilseler daha kuvvetl i
v e çok tarafl ı şahsiyetleri olurdu. A m a bunu ya
pabilmek için ruh ve m izacı ayrı olan insanlarla
ANLAŞILMAYANLAR
34
pıyorlar m ı diye gözetlerse, h içbir zaman içten bir
rahatl ıkla kendi vazifesini yapmağa fırsat bula
maz.
Aile h ayatı nda yal n ı z geliştirici kuvvetler
yoktur, insa n ı n içindeki ilerlemeyi ön leyen teh like
ler de vardı r. Aile hayatı ile gerçekten i lerlemek
için bu teh likeleri açı kça görmek gerekir. Aile yük
sek sorum l u l uklar için bir eğ itim yuvası olabilir;
ama yüksek gayeleri olm ayan bir kimse için daha
çok her şeyi köstekliyen, egoistliği ve evlatları nda
kendini görmek, genişlemek a rzularını besleyen
bir g ı da d ı r.
Böyle egoist kimseler bu kısa görüş l ülük
le kendilerini de, yak ı n ları n ı da nas ı l yere vur
duklarını bilmezler. Kendi ben liklerinin özü n ü teş
kil eden yaratıcı l ı k d uygusunu çocuk lariyle böl ü
şür, onları zeh irler ve onlarda tevazu duyg u la r ı n ı
öld ürürler. Tevazu olmayı nca d a n e kökl ü b i r vic
da n, ne de gerçek sosya l kü ltür olabil ir. Bu egoist
a i leler d ı şa rıya karşı az sevgi gösterildiği nispet
te ai lenin daha köklü gelişeceğ ini d üşün ürlerse
önem li bir gerçeği bilemiyorlar demektir. Çünkü
bir a ilede et ve kan ya k ı n l ı ğ ı ndan, akraba sevgi
sinden daha büyük ve i nsancı l sevgiye de çok ih
tiyaç vard ı r. Aile dışı ndakilere karşı sevgisizlik, i l
gisizlik zam a n l a a i l e bünyesindeki sevgiyi de sa
katlar, ya hut da kısa görüşl ü, kendini beğenmiş,
zorbaca bir sevg i yaratır. Sevginin bu türlüsü de
fedaka rl ık, şükra n, sadakat d uyg u la r ı n ı meyda
na getirecek kuvvette değ i l dir. Böylece egoist bir
zihniyetle yetiştirilen çocuklarda ruh tarafı eksik
tir. Onlar sadece etten iba rettir, ruh u n üstün ha
yat ı n ı h içbir za man yaşıyamazlar, onl ara hakim
olan et ve kand ı r. Buna karş ı l ı k yabancıların se-
35
vinç ve kederini gerçekten paylaşan, ca n ı ndan,
kanı ndan olm ıya n insanlara yard ı m etmek a rzu
siyle rahatını, parasını, zam a n ı n ı verenleri Allah
m ükôfatlan d ı r ı r. İnsa n ı n başka larına gösterdiği
sevgi aile için bir kazanç o l u r, çünkü ta bii bağ ları
o daha çok derin leştirir ve asil leştirir.
YUVADA H UZ U R
36
ması, başka ları n ı n s ı n ırlarına saygı göstermesidir.
ikinci kaide : Tenkidde ve talepte başkala rı
n ı n d uygu larına değer vermek.
Üçüncü kaide : Görüşmeler iki tarafı n da . sa
kin olduğu zam a n la rda yap ı l ma l ı d ı r. Bu kaide pe
dagojinin biri nci şartıd ı r.
Dörd üncü kaide : Sevgimizi saklamamalı,
karşım ızdaki ne sayg ı m ızın, g üvenimizin, tercih
edişimizin sebepleri n i söylemeliyiz. Bu, s ü m b ü l leri
yetiştiren i lkbaha r yağ m u rları gibi tesirli bir şey
dir.
Beşinci kaide : Her iki tarafın hak ve şerefini
koruya n çareleri b u l mak.
Altı ncı kaide : Bazı meselelerde ısrar etmek,
bir a d ı m bile geri lememek lazı m d ı r.
Barış problemi bu işi teoriler h a linde gören
ler için çok can s ı kıcıd ı r. Gerçek h ayatta türlü ruh
lar, ilgi ler, haklar, görüşler a rası nda barışı sağ la
mak insan varl ı ğ ı n ı n en geniş ve en zengin prob
lemidir. Ama bu h içbir za man, ne pahas ı na olur
sa olsun elde ed i len yalancı bir ba rış değil, tersi ne
herkese i nand ı rıcı bir rahatl ı k veren, u m u m i d ü
zeni hiçbir şeki lde bozm ıyan bir barış o l m a l ı dır.
37
İNSA N TOPLULUG UNUN AHL AK İ TEMELLE Rİ
ÜZE Rİ NE İ NCEL EMELE R
SORUML U L U K
Emerson şöyle der : « Bugün en önem l i şeyin
h iç kimse tarafı ndan a ldatı l m a m a k olduğ unu sa
n ırsı n. Ama hayatı n ı n g üneşi a s ı l seni n hiç kim
seyi a ldatma mağa ça l ıştı ğ ı n gün doğaca ktır.» Pa
zardaki satıcıya « Hesa b ı n ı z ya n l ış, benden az pa
ra a l d ı n ı z! . . . » demek, bugün için tuhaf bir şeydir.
Hepimiz kendi h esa plar ı m ı zda a ldanmamak
için m ücadele ed iyoruz, bu yüzden o g ü neşl i gün
henüz doğ m uş değ i l .
i nce hesa p l ı o l ma k, soru m l u l uğ u doğru he
saplamak, gerekirse kendine k ı yabi lmek demek
tir. Bu hesab ı insan ya l n ız hesap yapması gereken
yerde değ i l, her şeyde, bir şey a l ı rken, bir şey ve
rirken, sorum l uyken, hakl ıyken, iyi lik ederken, te
şekkür ederken, her yerde ve her zaman ya pabil
melid ir. Hesabı çok kuvvetli olanlar bile bazı ra
kam larda ya n l ı ş yapa bilirler.
Bir insa n ı n ruh undaki asa let teşekkür etme
kabiliyetiyle a n l aş ı l ı r. Teşekkür ruhtan gelen bir
soru m l u luk d uygusudur, tıpk ı toprakta n ç ı ka n çi
çek gibi.
Teşekkür h esaplı bir şey değildir, tanrısal bir
hesap sanat ı d ı r; bu sanatta menfaat yoktur, bu
38
d ine benziyen, i nsanı Allaha yaklaştıran bir d uy
g ud ur. Bir hatayı d _ ü zeltme i nsanlara ait en g üzel
mazhariyettir. Hayva n ı n birçok iyi l ikleri vard ı r
ama b i r şeyi d üzeltmesini beceremez. Hayvan sa
dakatin birçok çeşitlerini bil ir, ama yap ı l a n bir
haks ızl ı ğ ı hôfızadan ve hayatta n uza klaştırmas ı n ı
arzu layan sadakat d uyg usun u ta n ı maz. Harb h iz
meti kuvvetli bir soru m l u lu k duygusu, hizmet et
me soruml u lu ğ u meydana getirdi, a m a bir kusur
ve hata yüzünden bozu lan toplum d üzen i n i ye
niden kurmak istiyen soru m l ul u k duygusu elbette
ki daha kuvvetli, daha l üzum l u bir d uyg udur.
Asl ı nda hiçbir şey büsbütün d üzelti lemez. Bo
zulan saadet yerine konamaz, k ı r ı k bir kalb tamir
edilemez, acı bir söz ruhun deri n l iklerine kadar
işler, insa n ı n bütün benliğini zeh irler, u nutu lan bir
özür di leme i nsanca m ünasebetleri bozar. Tıpkı
zama n ı nda yap ı l a n bir özür di lemenin dostluğu
derin leştirmesi gibi.' Çünkü insan bu özür d ileyişle
karşısı ndakine olan yak ı n l ı ğ ı n ı h isseder, bir h a k
sızlığı ta mir etmeğe ça l ı ştı ğ ı n ı gösterir. işte bu iç
ten gelen a rzu, gururdan fedakô r l ı k etmen, hod
bin likten vazgeçmen, kendine ait bir hesabı boz
man senin kurtu luş yol u nd u r; m uvazeneni yeniden
bulman, d ü nyaya yeniden bağ lanman demektir.
İçi m izde soru m l u l u k duyg u lar ı n ı n yeniden
ca nlanması kül lenen bir ateşin yeniden ya nması
d ı r. Soru m l u l u k d uygusunun ölmesi, her şeye .boş
vermek, vazifelere yan çizmek, a n laşmaları boz
mak; bozd uğu bir işi d üzeltmeğe a l d ı rmamak ise
ruhen çökmek, ihtiyarlamak demektir. Rahat l ı ğ ı
böyle ya n çizmede, boş vermede bulan b i r insan,
kendi kuyusunu kendi kazd ı ğ ı n ı n, y ı rttı ğ ı , boş
39
verdiği şeylerle Allah ve k u l lar nazarı nda neler
kaybettiğinin farkı nda bile değ ildir!
40
k ı n ı savunduğu, suçsuzluğunu ortaya koyduğ u
yerde susu labi ldiği takdirde kuvvetlidir.
Devlet kudrettir, sözün ü söylemekten dahq
büyük bir d üşüncesizlik olamaz. Hayır devlet, a n
cak vicdan la, içten bir bağ l ı l ı kla, şahsi istekleri n
d ı şı na çıkmakla meydana gelir. Birlik, kuvvet, üs
t ü n l ü k a ncak bun lardan doğar. Bunlar olmazsa
bu kudret, bu üst ü n l ü k aza l ı r, kaybolur. Bu y üzden
her kurba n ı n, her soru m l u luğun, nefse karşı kaza
n ı la n her türlü zaferin, m a nası vard ı r. Bun larla
devlet birliğinin g ücü a rtar, d ı şarıya karşı ya pılan
bir haksızl ı k d üzelti lir, memleket içinde suç işle
mek cesareti aza l ı r. Başka m i l letlere olan ma nevi
borcumuz ödenir, memleketim ize olan borcumuz
u nutulmaz ve bütün bunları n karş ı l ı ğ ı da beklene
bilir.
41
lere daha başka bir gözle bakarız; artık sinirleri
m izi bozan bir şey kalmaz. Bu ya l n ı z g üç m izaçlı,
ayrı yarad ı l ı ş l ı i nsan larla karş ı laştığ ı m ız zaman
değil, en basit aile hayatı içinde de böyledir. İn
sa ni duyg u m uzun çekici liğine kapı lmamalı, baş
kalarına karşı d ürüst davra n m a l ı , haklarını ver
meli, cömertçe h esabetmelid ir. Fikir ayrı l ıkları n ı
bir d üşma n l ı k haline getirmemeli, başka ları n ı n bi
zim fena h uyları m ıza katlanaca kları n ı u m d uğu
muz gibi, biz de fena h uylara katl a n m a l ıyız. Bir
çok şeyleri geçiştirmeli, a m a d üzensiz isteklere ra�
hatça ve kesin bir şeki lde karşı koyma l ıyız. Fena
örneklerden iyice ders a l m a l ı , başka lar ı n ı n karışık
işleri üzeri nde fazla d urmama lı, başka insa n la r ı n
değerli taraflarına daya n m a l ı , bize yakı n i nsan
ları n karakterlerindeki g üçlü klere kızı p kendim izi
koyvermemeliyiz. Bütün bunlar kurtu luşun i l k oku
ludur. İ nsan top l u luğu a ncak şahsi faydaları i n
sanlar arası ndaki d ürüst m ünasebetlerin sağ lıya
cağ ı açı kça a n laşı l d ı ğ ı za man kuru labilir.
İ nsan topl u l uğuna cesaretle uymak, orada
kaza n ı la n tecrübe leri doğru değerlendirmek için,
bütün hal indeki i nsan varl ı ğ ı n ı n küçük bir parça
sı olduğ u m uzu, bize zıd olan ve bizi ta m a m l ıyan
karakter özelliklerine de çok m u htaç olduğ u m uzu
iyice bilmek zoru ndayız. Ali'nin kendi tabiat ı n ı
Veli'den üstün veya Veli'nin H asa n'dan üstün gör
mesi, cömert bir insa n ı n meteliği hesa pl ıya ndan,
geniş görüşl ü bir insa n ı n kendini beğenmiş, cahil
birisinden daha üstün olduğ u n u d üşünmesi sosya l
değildir, temelden yanl ıştır. Çünkü topl u m u n için
de h erkesin yeri ayrıd ı r, h erkes birbirini tamamlar,
geniş görüşlü cah i l olana karşı m uvazeneyi sağ
lar. Bir ah lakçı sanatka r ı n karş ı s ı nda yer a l ı r, a h -
42
lôkç ı o lmazsa sanatka r ı n hayat ı n ı sağ l ıyan, bu
hayatı n temelini kuran, g üven l i topl u m d üzen i ol
mazd ı . İyi bir insa n ı n karakter kuvveti ya l n ı z u m u
mi hayatı zenginleştirmez, ters karakterlere karşı
gerekli a ğ ı r l ı ğ ı da teşkil eder. Böylece gerçek i n
sa n toplu luğunu, her türlü tek tarafl ı l ığ ı n ı tamam
l ıya n ve d üzelten, bütün m ü nasebetlerinde iyi l eş
tirici tezatlar arıyan i nsan lar kura r.
HAK ve KUVVET
43
Sonra e v 1 i 1 i k ve a i 1 e h a k 1 a r ı
va rd ı r. Erkek ve kad ı n ı n vazife ve soru m l ulukları,
a na - baba n ı n çocuklara karşı vazifeleri kesin ola
ra k belirti lm iştir. H atta bir caninin de hakkı vard ı r,
ya ni başka ları n ı n hakk ı n ı çiğniyenler de bir h a k
sahibidirler. Bu hak, on ların işlediği suçtan fazla
cezalandırılmamaları n ı sağ lar. Her insa n ı n bir
hakkı vard ır, bu hak o insa n ı n h ürriyeti ni h üküme
tin ve polisin zorba l ı ğ ı na, aşı r ı l ığ ı na karşı korur.
T ı pkı polisin rah a tça yaşıya n bir vata ndaşı hay
dutluk ve h ırsızlığa karşı koruması gibi. Medeni
mem leketlerde suçu mah kemece tesbit edi l i p ceza
görmesine karar veri l meden önce polis hiç kimse
nin h ürriyetine tecavüz edemez.
Öyleyse şöyle denebi lir : « Ha k» dediğimiz
şey, « Kültür» denilen şeyi zorba l ı ktan ayıra n bir
d uvar, insa n ları k uvvete karşı koruya n, başka la
r ı n ı n h ürriyetini bozm ıyacak şekilde bir h ürriyet
veren bir koruyucud ur. Bu hak h ükümetçe veril
m ez. Bu hak insan vicd a n ı nda doğduğu a ndan iti
baren vard ı r. Ya l n ı z bu hakkı d uymak ve gel iş
tirmek lazı m d ı r. Bu hak başka larına borçlu oldu
ğ u m uzu h issetmekten doğar; bu borcu bütün i n
sa nlara karşı d uya rız. Kölelerin h ürriyete kavuş
ması bu yüzdend ir; kad ı n lara, işçilere, esir mil let
lere mahrum ettiğimiz hakları vermek zorunda bu
yüzden kald ık. Hak rica edilmez, insan eşit hak
lara sahip oluncaya kadar susamaz, hakk ı n ı sa
vun ur. Birçok zam a n la r hak, kuvvet ve kudret
önünde dize getiri l m iş, ama her defası nda insan
vicda n ı ndan ayaklana rak, kuvvetlilerin g ücü n ü
yenm iştir. Bu Allah ı n, h a k yerine kuvveti istiyen
l ere karşı koyduğu ebedi mahkemedir.
44
SOSYAL DAVRAN IŞLAR
45
ler. Yolculuklarda kendi lerinden başka kimse yok
muş gibi yüksek sesle konuşa nlara çok raslarız.
Bu hareket tarzı nda ta köke kadar giden sosya l
bir k ültürsüzl ü k vard ı r. Bu lô üba l i l ik, başka taraf
ları nda da görünür. Politik a h l ô k ı n gelişmemesi,
sın ıflar a rası ndaki m ücadelenin bu kadar acı ve
çirkin olması, k ü ltürümüzde sosya l terbiyenin
eksikl iğinden i leri gelir.
Gerçek sosyal terbiyeyi içten istiyen birisi,
önce g ü n l ük a l ışka n l ı kları ndaki topl u yaşam a d ü
ş üncesine uymaya n hareketlere bir son vermeli;
en basit davra n ı ş ları nda bile kendi kendine « Ben
şimdi ya l n ı z m ıy ı m ? » sorusunu sorm a l ı d ı r.
Sübjektif dar görüş l ü l ükten i l k kurtuluş, kapı
ka parken etraftaki leri d üşün mektir. D i n lenmeğe
m uhtaç insa n l a r ı n ya n ı nda pervasızca yüksek ses
le kon uşmamak, i nsanı politikada azı n l ı ğ ı n h a k
k ı na dikkat etmesi için terbiye eder. Otelde gar
son ları l üzumsuz yere çağ ırma mak, insan hakla
r ı na sayg ı göstermek için bir hazırl ı kt ı r. Böyle
a l ışka n l ı klar şahsi disipl i n ister. Ama « i nsan Hak
ları i l m in i n » i l k temelini, insan m ünasebetlerinde
çok tesiri olan « Başka l a r ı n ı d üşünme» d uygusu
n u n asl ı n ı bu a l ışkan l ı k lar teşkil eder.
Toplantı la rda ya l n ız bizim konuşmam ız, baş
ka l a r ı na da söz hakkı vermek, onları dinlemek,
bizden ayrı düşünseler bile düşünce ve d uygula rı
na sayg ı göstermek de sosya l hareket tarzım ıza
ait bir usta l ı ktır. Din leme sanat ı n ı bi len, başka ları
konuşurken gözbebeklerini başka tarafa Çevirip
de i l g isizliğini ele vermiyen insa nlar ne kadar az
d ı r! Kendi görüşüne uymıyan düşünceleri de dost
ça d i n l iyen, sayg ı ile cevaplandıra n kaç kişi va r
d ı r! Böyle h a l lerde en basit sosya l terbiyenin
46
eksikliği hemen h issedi lir, konuşa n la r sanki yüzyıl
lard ı r süren bir ci nayetin, takibin, çekemem ezli
ğ i n s uçlularıdır. Bu yüzden arkadaşlar, dostlar
a rası ndaki tartışmalar bile şaşı lacak kadar a �ak
seviyelidir. Gerçek tartışmaya pek az rasl a n ı r, tar
tışma lar çok defa bir kötü l ü k yarışması o l u r, kar
ş ı s ı ndakini küçük d üşürme, h ırpalama isteğiyle ko
nuşul ur.
Sosya l kültür fikir tartışmaları nda şahsi
ina nçlardan hiçbir feda ka r l ı k yapmayı icabettir
mez, ya l n ız tarafsızl ı k ister, ya ni sadece kendim izi
tatm in edeceğimiz yerde, başka l a rı n ı n d üş üncele
rini a n lamağa ça l ışmam ızı da ister.
Vaktiyle Eflatun rakiplerini bu a n layışla yen
meğe çal ıştı. Bu çok d ürüst, efendice bir m ücade
ledir. H ususi ve u m u m i tartışmalarda karş ıdakini
g ü l ünç veya şüpheli bir duruma d üşürmeğe c;a l ı ş
m a n ı n tersine olara k onu gerçek sebeplerle red
detmeğe veya inandı rmaya daya n ı r. İnandırma
g ücü de a ncak rakibi iyice a n l ı yara k, sonuna ka
dar hakk ı n ı vererek, ama yine de şahsi görüşünde
ısrar ederek kendini gösterir.
Bu d ü nyada çıkarların da, düşüncelerin de
çarpışması bitmez. Hiç olmazsa gerçekten kuvvet
li bir insan rakibini değerlendirirken biraz efendi
ce davra nsa . . . Bu bile i m ka nsız ol uyor. Çünkü çar
pışma insan ruhunda bir tak ı m yakı ş ı ksız h ı rs lar
uyandırı r. Habluki karşı m ızdakine efendice dav
ra n ı rsak hem kendi düşüncelerimize daha sad ı k
ka lmak imka n ı n ı elde ederiz, h e m d e bizden baş
ka türl ü d üşünenlere karşı sayg ı l ı olma y ı öğreni
riz. Dünyadaki esaslı a n laşmazl ıklar i nsaniyet,
ada let ve. hakikat etrafı nda dönmektedir. Şimdi,
bu idea l ler uğrunda savaşırken ada letsizliğe, in-
47
sa niyetsizliğe ve hakikate aykırı d üşmek, üste lik
ayn ı gayeleri elde etmeğe uğraşa n kimselerle kar
ş ı karşıya gelindiğini d üşünmek bize rakiplerim i
ze karşı efendice davra n m an ı n gerektiğini daha
iyi a n latm a l ı d ı r. İyi bir iş için ça l ışmak elbette
övülmeğe değer, ama kötü ve daya n ı lmaz bir
h ı rsla savunulduğu a nda, bu iyilik ortadan kaybo
l uverir.
Gerçek vatanseverler, devletin gerçek kuru
cuları ve koruyucuları, a ncak tezatlar ara s ı nda
köprüler kurmağa, dini, ekonomik ve politik an
laşmazlıklardaki görüş farkları n ı n şahsi d üşman
lık hal ine gelmemesine ca n l a başla ça l ı şa n in
sanlard ı r.
48
D O G R UL UK
50
doğru deği ldir. Bir h asta kendisine iyileşebilmesi
için ya l a n söylenmesi gerektiğini hissederse son
suz bir h uzursuzl u k d uyar. Üstelik kendisin i n ya
bancı olduğ u bir tak ı m bilginlerin yaşayıp yaşa
mamasına tesir edeceğini bildiği için doğrul uğa
daha çok m uhtaçtır.
Bir hasta etrafı ndaki lere ta mamiyle g üvene
ceği yerde, yatağa yattığ ı a nda n itibaren kendisi
ne ya lan söyleneceğini, her şeyin saklanaca ğ ı n ı
düşün ürse, bu ya lanı n sağ l ı k bak ı m ı ndan n e fay
dası olabi l ir?
Elbette ki h iç kimse bildiklerini soru l madan
söylemek zoru nda değildir. Elbette ki bir doktor
da hastas ı n ı n rahat ı n ı kaçı racak bir şeyi s ı rası gel
meden söylememelidir. Çünkü bir doktorun teşhi
sinde ya n ı l d ı ğ ı zam a n l a r da pek çoktur! Doktorun
hasta baş ı nda sesli d üşünmesi doğru değildir.
Ama bir şey soru lursa doğruyu söylemel idir. H as
taya ya lan söylemeyi doğru bulmak demek ya
l a n ı başka saha larda da kabul etmek demektir.
Bu insa n ı n kendi kendisini a ldatması na, sinirlerini
boza n, işine gelmiyen şeyleri görmeden geçmesi
ne de yol açabi lir.
Ü n l ü Amerika n doktorlarından Dr. Cabot
« Hasta başı nda ya l a n » başl ı k l ı bir yazısı nda şöy
le der : « Ü niversitedeki profesörlerim hastayı ko
rumak için ya landan çekinmeden fayda la n m a m ı
tavsiye ettiler. Yirmi y ı l l ı k tecrübelerim ise b u n u n
tam a m iyle a ksini öğretti. «Ya la n ı n öm rü az olur»
sözün ü n hastalar için de söylenebileceği n i tecrü
beleri m l e görd üm. Sağ l ı ğ ı bak ı m ı nda n · haya l k ı
rıkl ı ğ ı na uğrıyan bir hasta, dokotruna olan g üve
nini hemen kaybeder. »
Hastaya hakikati olduğu gibi söyliyen bir
51
doktor ise, onun mora linin k uvvetlendiğini, öğ ren
diği şeyden doğan şoku yenebi ldiğini görecektir.
Çok zaman « S ı k ı ş ı k d urumda söylenen yala n
meşrud ur» derler. Hayatı çok iyi tan ıya n birisi bu
na şöyle ceva p verir : «Ya la n söyledikçe insan dai
ma sıkıŞık d urumdad ır.» Bir ya l a n uydurmak için
sarfed ilen kuvveti, gerçeği iyi bir şeki lde a n lat
mak için k u l la n m a k insan ı h içbir za man pişman
etmez.
Hayatın gerçekliğine karşı zayıf o l u ş u m uz
yine bug ü n ü n psikolojisiyle i lg i l idir. Bugün birçok
çevreler üstün h ayat görüşünü kaybetm iştir. Bu
yüzden hayatı n kara n l ı k taraflariyle baş edemez
ler, g üçlükleri beraberce yenmek için birbirlerine
g üvenemezler, bunun için de hakikatleri m ümkün
olduğu kadar gizlemeğe ça l ış ırlar.
Başka larına oyu n oyna maya, hakikati g ız
lemeye hiçbir zaman hakk ı m ı z yoktur. Çünkü bir
insa n ı n kendini d üzeltmesi, yetiştirmesi, kuvvet
lendirmesi için hakikati bil mesi gerekir. Yaşama
n ı n gayesi hoşa g itm iyen şeylerden kaçmak değ i l ,
tersine hoşa gitm iyen şeyleri a ltetmektir. B u n u n
i ç i n insan l a ra b i r işi, b i r meseleyi açıkça a n latmak
ta n daha büyük iyi lik olmaz. Bir şeyi sak l ı yarak
iyi lik ettiğim izi sand ı ğ ı m ız insan saklanan şeyi o l
m ıyacak bir zamanda öğrenerek daha çok ayar
lar, üzüntüs ü n ü önleyici, ya h ut hafifletici tedbir
ler a labilir. Bu bakımdan bir i nsan ı kara n l ı kta bı
rakmamak, her şeyi açı kça a n l atmak en doğru
harekettir. Ö lecek bir hastaya d u r u m u n u iyi gös
termek ve arkası nda kalacaklarla konuşmas ı n ı ,
vasiyet etmesini, veda laşmas ı n ı ön lemek de yan
l ıştı r. Tecrübeyle görü lm üştür ki durum ları n ı n fe
na l ı ğ ı n ı öğrenmek en zayıf i nsa n l a r ı n bile ruhuna
52
bir cesaret ve asa let verir. Ö l ü m ka l ı m savaşında
daha güçlü ol urlar. Bu bakımdan hakikati sakla
mağa asla hakk ı m ı z yoktur.
Açık sözlülük h içbir şeki lde merhmetsizlik mô
nas ı na gelmez. Bazı kimseler açık sözl ü l ü ğ ü kalb
k ı rma n ı n sembo l ü olara k kabu l etmek isterler. Bu
ya n l ı ştır, doğru l u k olan yerde sevgi de çoktur.
Sevgi hakikati zayıflatm a m a l ı , tersine i nsanları
daha çok kuvetlendirmelidir.
53
yanmtısı ıçın yard ı m etmelisin. Ama hakikat ka
baca, sert kelimelerle, damdan d üşercesi ne söy
lenmemelidir e lbet. Thomas Carlyle şöyle der: «Ya
l a n ı rasladığ ı n yerde doğru la, ya l a n lar doğrulan
mak içindir. Hasretle doğru lanmayı bekler. Yal
nız hangi yoldan doğrulıyacağ ı nı d üşün. Sert, fay
dasız bir zorlama ile değil, tersine ka lbden gelen
bir d uyguyla, içten bir sıca k l ı k ve yumuşa k l ı kla,
ôdeta merhametle doğrulamalısın. Ya lanı ya lanla
d üzeltemezsin. Çünkü o zaman b u söylediğin ya
lanla sen de bir haksızlık ya par, işi büsbütün ber
bad edersin.»
i nsanların kafasını en g üç ve en fena d urum
larda hakikati söylemek kadar hiçbir şey işlete
mez. Niçin? Ö nce yalan söylemek bir meseleyi
parçaladığı, karıştırdığı, insan üstü bir varl ı ğ ı n
çağırışın ı g ürü ltüye boğduğu için. Sonra, yala n ı n
arkası nda daima yan lış veya teh likeli bir değer
lendirme olduğu için. Böylece yaşanan a n ı tek ta
raflı bir görüşle görüp kendimizi de, başka ları n ı
da h üküm lerinde yanı ltabiliriz. Yalan insan lara,
toplu yaşama arzusuna, bize zarar veren şeylerin
d uyurduğu korkuya bağ lı bir köleliktir. Hakikati
söylemek, sözlerin bu sosya l m ık natısta n kurtul
ması da gençler için b u yüzden bir « H ürriyet ka
zancı » d ır.
Hakikati söylemek başka larına gösteri lecek
en büyük sayg ıd ır. Onun daha iyi h uyları oldu
ğ una, içindeki k uvvete inanmak demektir. Ya la n
politikası ise aşağı lık bir d ünya n ı n vasıta lariyle
yapılan basit bir hesaptır. H ayatta ruh g ücün ü n
üstünlüğüne az inanma k, iyi taraflarımızı, bilgi
m izi i nkar etmek, kısaca gerçek k uvvetlerin hiçe
say ı l ması, bu dtjnyanın aşağılık k uvvetleriyle ya-
54
pı lacak savaşta l üzum l u olan cesaretin kaybedil
mesi demektir.
işte bu y üzden hakikati söylemek her türlü
yeniden doğm a n ı n merkez noktasıdır.
55
kalar ı n ı n şerefi için değerli olduğu yerde m ev
cuttur.
Başka l a r ı n ı d üşünmek, dertleri ni dinlemek
kolay bir şeydir. Ama bu kolay davra nışta bile
insan ruh u n u kuvvetlendiren bir şey vard ı r. Ger
çek bir devlet bu duygulara dayanarak kurulur,
geliştiri lir. Hiçbir zaman zorbaca hareketlere da
yanamaz. Bir kişi veya bir s ı n ı f kendi kudretinin
ve g üven liğinin sarhoşluğu içinde dar görüşlerini,
duyguları n ı bir ölçü ve ka n u n ha line getirmeyi de
nerse h içbir zam a n sağlam bir devlet kuru l m uş ol
maz.
D İNLEME SANATI
56
sabırla d i n lemekle başlar. Din lemek i nsana ken
dini ölçmek, değerlendirmek imka n ı n ı verir. Kar
şımızdaki konuşurken bizi m de kara n l ı k ta rafımız
ışığa gelir, üstün görd ü ğ ü m üz şeylerin değersizli
ğini, yah ut da önemsiz san d ı ğ ı m ız işlerin birden
bire önem kaza ndığın ı görürüz. J. Stuart şöyle der:
« İyilikle, saygıyla din .emek iç zenginliğinin en gü
zel bel i rtisi ve daha iyi olmak içi n en büyük yar
d ı mcısıdır.» Bugün konuşma kül-t üründen, kon uş�
ma tekniği nden çok ba hsediliyor ama Allah na�
zarında d i n lemek kültürü daha kıymetli, bütün
sanatlardan daha üstündür. Gerçek sosya l terbi
yeye giden yol buradan geçer.
57
de savu namazlard ı . Hatta baza n söyliyecek söz
bile bulamazlardı . Çünkü reisicum h u r onları n söy
lemek istediği şeyleri daha önce söylemiş olurdu.
Böylece Linco l n bütün d üşü nceleri, tartışma nok
talar ı n ı ortaya att ı ktan sonra sözlerine devam
eder ve karş ı s ı n daki leri yere vuracak şekilde ken
di d üşünceleri ni de söylerdi.
Rakibe karşı d ürüst olm a n ı n bu g üzel misa
lini her a ile babası verebilir, yal n ız kendini d iz
gin liyebilmeli, doğruluk d uygusunu yavaşlatma
m a l ı, çocuklar ı n ı eğlendirmek içi n de olsa ayrı d ü
ş üncede olanlarla a lay etmemelidir.
Genç nesil için baba la rı n ı n gösterdiği örnek
ler yetmez, ayrı düşüncede, ayrı inanışta, ayrı is
tekte ola n la r hakkı nda karar verirken kendi leri de
dikkat etmeli, karşı taraf ı n ya l n ı z d üşünceleri ni
değil, o düşünceleri doğ ura n sebepleri de tam bir
d ürüstl ükle i ncelemeğe ça l ışmal ı d ı rlar. D ürüstlük
üzerine parlak nutuklar çekmek çok kolaydır. Ama
insa n ı n kendini salıvereceği yerde uya n ı k olması,
d ürüst olma iradesini kuvvetlendirmek için en iyi
a ntrenm a n ı n g ü n l ü k hayatı n küçük f ı rsatlar ı nda
ya pıld ı ğ ı n ı , d ürüstlük d uygusunun a ncak bu şe
kilde kökl ü bir a l ışka n l ı k olabi leceğini d i.işünmesi
o kadar kolay deği ldjr.
Şunu u nutm ıya l ı m ki yaşamağa kabiliyetli
bir devlet sadece büyük kahra m a n l ı klarla kuru l
maz, tersine her' şeyden önce ayrı d üşü nceleri, i na
n ışları veya gelenekleri bir köprü ile birleştirmeyi
samim iyetle istiyerek kurulur. Devletin, aynı d ü
şüncede olan insanları birleştirmek için kuru lan
derneklerden ayr ı ld ı ğ ı ' nokta şudur : Dernekler ay
n ı fikirde olanları ' birleştirmeğe ça l ı ş ı r. Devlet fi-
58
kir tezatları n ı birleştirir, fikir çarpışma ları n ı a n laş
maya çevirir. Buna « Devlet kü ltürü» denir.
Bizim şahsi i nsa n l ı ğ ı m ı z da, başka d üş ünce
de ve istekte olan lara karşı tam bir sayg ı göster
mekle gelişir. Fikirlerimize itiraz eden ve tenkid le
riyle kendimize olan g üvenimizi sarsacak kadar
i leri giden insa n larla iyi bir dostluk kurmak sana
t ı n ı öğren irsek insa n l ı ğ ı m ı z biraz daha i leriye g it
m iş o l u r.
59
peşinden sürükliyen şahsiyetinin en bariz vasfı
belki de budur.
Dikkat, hafıza ve d üşünme kabi liyeti bakı
m ı ndan böyle bir üstünlüğü o l m ıyan bir kimse iyi
bir kumanda n, iyi bir l ider o�amaz. En ca n s ı kıcı,
üzücü tipler de tarafsız, alôkasız dediğim iz insan
lard ır. Böyleleri aşırı bir tarafsızlık d uygusiyle çev
releriyle i lgilenmez, atlar ı n boynunu okşamaz, şe
ker vermeyi u nutur, aşçı s ı n ı m ethetmez, evka d ı n
l ı ğ ı n ı değerlendirmez, başkaları n ı n yoru lmasına
a ld ı rmadan işini görd ürür, dalgın selôm verir,
küçük insan lara g üzel bir söz söylemesi ni, iyi bir
hareket ya pmas ı n ı bilmez, her şeyi olduğu gibi
kabu l eder, beraber ça l ıştı ğ ı i nsanlara ilgi gös
termez, şoförü · insafsızca üşütür, koskoca bavulla
r ı n ı taşıyan hamala bahşiş verirken hasislik eder,
ama kendi rahat l ı ğ ı için hesa psız para harcar ve
bütü n bun lara rağmen görd ük'eri işin Allah ve
insa nlar tarafından iyi likle kabul edi ldiğini umar
lar. D ü nya d üzeniyle iyi ka l b l i l ik a ras ı ndaki bağ
l ı l ı k basit teknikçilerin sa n d ı ğ ı ndan çok daha faz
l a d ı r. Küçük şeylerde gösteri len insa n l ı k, bize h iç
bir menfaat sağ lam ıya n şeyler içi n dikkat ve ilgi
duymak, za m a n ı m ı z çok kıymetli olduğu ha lde
onlarla i lgi lenecek vakit ayırmak daha yüksek bir
d ü nya içi n ya p ı l a n fedakôrl ıklard ı r. Böyle feda
kô r l ı k l a r yerini, karş ı l ı ğ ı n ı hemen bulur, d ü nya
d üzenine bir şeyler ekler. Eğer insan böyle ken
d i n den bir şeyler vererek zengin l eştiğ ini h isset
mezse, kend inden ku rtu l u p başka ları n ı n d ü nyası
na gi rmeyi başaramazsa gerçek bir dünya d üzeni
o lamaz.
Teknik hiçbir zaman kôfi değ i l dir, bu tekn iği
ku l la nacak ruh g ücü de lôzı md ı r. Kıral Ad metus
60
şehrini kura rken Işık Tanrısı Apollo ona yard ı m
etti, sazı n ı n teline doku nu nca taşlar üstüs·te ge!i
verd iler. Bu böyled ir, insani işlerin ya pı l ış ı nda iş
leri yürüten ne d uvarcı usta ları, ne çimento, ne
Taylar sistemi, ne de işletme bilg isidir; içten gelen
a rzu, ça l ışma aşkı, ça l ışma i m a n ı d ı r.
E G iT 1M
Japonya'ya bir dostun u görmeye giden bir
Avru pa l ı a n latıyord u : Arkadaşı onu büyük bir se
vinçle karşı lam ış, bütün gece konuşmuş, m isafiri
nin her ha l iyle i lgi lenm iş, ya l n ı z ayrı l ı rken yavaş
ça « Bugün benim hayatı m ı n g üneşi sönd ü, biricik
oğ lum öldü» demiş. Bu söz eski, derin bir gelene
ğe daya n ı r : Kendine ait meselelerle başkası n ı üz
me, gerçekten m isafirsever bir evsahibi ol, başka
ları n ı din le, çünkü din lemek konuşmakta n daha
akı l l ıca bir iştir.
Bu gelenek başkalarına karşı dikkatli ve na
zik olmak için binayı yapan küçük taşlardan biri
dir. Bu taşlar asl ı nda aynı temele, büyük d i n lerin
insanlarda yaratmak isted ikleri bir d uyguya, ta
biatı yenme d uyg usuna daya n ı r. Yahut da şöyle
söyliyelim : İnsa nları kendi lerini ta nıtmak için zor
l ıya n bir kuvvet va rd ı r, hep kendisini a n latmak,
her şeyi kendi etrafı nda dönd ürmek, bütün d ü n�
yayı kendi üzüntü ve şikayetlerini d i n liyecek bir
konferans salon una çevirmek isterler. Buna karşı
l ı k başka la rı n ı n kederlerine, felaketlerine karşı sa
ğ ı rd ı rlar, başka ları için hiçbir hak ta n ı mazlar, in
san topl u l uğ unda yabancıların hizmet ve fedaka r
l ı kları s ı rtı ndan geçinen bir parazit gibi yaşamak,
bu hizmet ve fedakarlıkları adeta söm ürmek is-
61
terler. İşte büyük d in ler insa n ı n bu tarafl a r ı n ı yen
meğe ça l ış ı r.
Doğ u Asya l ı la r ı n aşırı nezaketiyle, tevazu la
riyle çok defa a lay edilir, ama bunların derin mô
·
naları üzerinde düşünülmez. Aristo'nu n dediği g i
bi « İnsa n top l u yaşam aktan hoşlanan bir mah
l uk» deği ldir, tersine topluluğa d üşman olan bir
m a h l u ktur. Şüphesiz bir yandan iş birliği için ken
di ni zorl uyor, ama öte yandan içindeki a n laşı l maz
tabiat yüzünden toplu l u k hayatı n ı yaşamak ka
biliyetini göstermiyor. Eski medeniyetlerden Avru
pa kü ltürüne geçenler bu k ültürde yar ı m yüzyı l
dan beri insan tabiatı n ı gem lemenin i h m a l edildi
ğ ini, h iç m ühimsenmediğini görürler.
Şimdi, «Günün eğitim vazifeleri» baş l ı k l ı bir
çok yazı lar yazı l ıyor, a m a bu yazıların h içbiri bu
g ü n ü n ihtiyaçları nda n, eksikliğinden bahsetm iyor.
Bu g ü n ü n eğitim vazifesi gayet basit ; Eğitim önce
başka larına olan borcum uzu bilmek, ona göre ko
n uşmak, susmak ve gerektiğ i şekilde davranmak
tı r. Eğiti m i n ve kendi kendini terbiyenin en büyük
ve esaslı vazifesi bunlara daya n ı r. Bu terbiyenin
denendiği yüzyıl, i nsa n ı n vazife, borç a n la m ları n ı
şahsi hayatı nda n uzaklaşt ı rd ı ğ ı , başkalarını ken
di m enfaatiyle yüklediği bir yüzy ı l d ı r.
Mesela şu sporcuları ele a l a l ı m : Ana - ba
balarına ayıracakları boş bir g ü nleri yoktur. Hepsi
parazittir ler. Yaşa m a n ı n gayesinden uzaklaşm ış
lardır, hiçbir şey vermeden daima kendi leri almak
isterler. Bu korku nç d üşü ncesizliği her yerde göre
bilirsiniz. Hasta m ıza bakan, evim izin işini gören,
y ü k ü m üzü taşıyan i nsanları hep aynı d üşüncesiz
l ikle, d üşünme sorum l u luğunu h issetmeden kabul
ederiz.
62
Her yerde başı boş bir egoistlik goruyorsu
n uz, her şeye isyan ediyor, bütün hesapları usta
ca kendi lehine çeviriyor. Ama başkalarına karşı
vazifesi ve soru m l u l uğu olduğu n u d üşünmek, gör
mek ve d i n lemek için vakit bile bulam ıyor. Kibar,
tahsilli, görg ü l ü çevrelerin küçük i nsan lara davra
n ışlarındaki barbarl ı k bahşiş verirken, ücretlerde
paza r l ı k ederken gösteri len küçüklük kü ltürüm ü
zün çok d üşük olduğ u n u belirtiyor. Bunlar sokakta
açı kça yap ı l a n kaba l ı klardan daha fenad ı r.
63
şöyle dem iştir : « Kötü işlerde kalaba l ıkla birlik
olan, bir komitenin fa ntastik görünen kararl a r ı na
uya n bir adam, kulağı daima ka laba l ı kta olan po
litikacı, po ü ' er işleri duraklamadan yapa n lar, dün
ya n ı n en korkak adam ları ve yaşad ı ğ ı m ı z yüzy ı l ı n
hain leridir.»
·
64
ERK EK ve KADI N KA RAKT ERL ER İ
ERKEK TİPİ
66
lirten bir sözd ür. Bu sözün değeri ni a n lama n ı n za
m a n ı çokta n gelm iştir. Erkekl i ğ i n ası l manası, ha
yat ı n çekici liğine karşı sars ı lmaz bir davra n ı ştır.
Kas ı m ayında denize g irmek kolaydı r, a h laka, ru-
. hi terbiyeye daya nan bir tarafı yoktur, ya l n ı z fi
ziki cesaret ister. Ama üzücü d u rum ları, top l u m u n
boykotunu göze a larak b i r hakikate sad ı k kalmak
cesareti a h laka daya n ı r. İtiraflara, her türlü d üş
m a n l ığa, takibe karşı doku n u l maz bir hal tak ı n
mak da böyledir. Bir erkeğin buyrukluğu a ncak
başka ları n ı n verd iği örneklerle davra n ı ş ı n ı değiş
tirmed iği, rah at ı n ı kaybetmediği, aksine daha üs
tün bir örnekle kendisine h ücum edeni uta n d ı rmak
kabil iyetini gösterdiği zaman bel l i olur. Bugün
dikkati ni yüksek vazifelere yönelten i nsanlar çok
azd ı r, yabancı tesirlere karşı gösteri len tepki d uy
g u l a r ı m ızda n gelir, sözleri mizi d uyg u la r ı m ı zdan,
öfkemizden kurtarmayı hiç düşünmeyiz. Bir yan
l ı ş l ı k karşısı ndaki protestom uzu ya l n ız öfkeyle çe
keriz.
Erkekliğin bu a n lamda gel iştirilmesi, terbiye
edilmesi beden eğitiminden daha önem lidir. Zaten
karakter kuvveti olmadan, ruh sağ lam l ı ğ ı için
üzülmeden vücut sağ lam l ı ğ ı da olmaz. Vücut kül
türünde esas ruh sağ lam l ı ğ ı olmalı, fiziki disiplin
ve ça l ışma ların daha deri n bir şeyin hazı r l ı ğ ı ol
d u ğ u un utu l m a m a l ı d ı r.
Mesela vücud u n dik duruşu h iç şüphesiz er
kek vekcirı n ı n baş langıcıdır, a m a ayn ı za ma nda
daha deri n bir şeyin de başlangıcı olma l ıd ı r! Hak
sız[ığa karşı koyma n ı n, ıstı raba dayanma n ı n, a n
laşmazl ı klara ve g üç durum lara katla n m a n ı n, baş
ka ları n ı n huysuzl uklarına karşı koyma n ı n sem bo
l ü de o l m a l ı d ı r.
67
Rakipleri nin h ücumuna karşı veka r ı n ı koru
yam ıya n bir devlet ada m ı için « İtida l i n i kaybet
ti» denir. Bir erkeğin bu h a l e d üşmesi haklı oiarak
onun yüksek bir m evkie lay ı k olmad ı ğ ı n ı gösterir.
İtidalini kaybetmemek sağ lam bir ruhun belirtisi
dir, her şeyi ciddi d üşünmenin, temiz· hissetmenin
ve her şeyi sadakatle işlemeni n karş ı l ı ğ ı d ı r. İşte
bu yüzden kad ı n lar, kolayca heyeca nlanan his
hayatlar ı n ı karş ı l ıyabil mesi içi n erkekte her şey
den önce itida l ararlar. Bu itida l dimdik bir vü
cudun olduğu kadar, sağ l a m bir iradenin de belir
tisidir. Heyeca n l ı , telaşlı, çabuk öfkelenen, her fır
satta süku netlerini kaybeden erkeklerin kad ı n la r
tarafından gerçek bir sayg ı görmemeleri bu yüz
dendir.
İtidal sahibi olmak isteyen bir insan, her gün
kü küçük f ı rsatlardan fayda lanma l ı d ı r. Ko�ayca
öfkelenen insa n larla temas etmek, bize sükuneti
m izi bozmamak için en c iddi imkanları verir. Evde,
işte, sosyetede sabrım ızı taşıran, heyeca n veren
i nsanlar pek çoktur.
Erkeğ in karakter terbiyesindeki başlıca vazi
fesi hiç şü phesiz korkuyu yenmek için çalışmaktır.
Ama birçok insa n larda cesaret, satıh ta ka l a n bir
şeydir, sadece vücut gücüd ür, ölümden korkmaz
lar, ama insa n ı üzen şeylerden m üthiş çeki nirler.
Bu korku: d üşünmeğe bile vakit b u l madan insa n ı
a lçak, a h laksız eder. Yirmi metreden ba l ı klama
atl ıyacak kadar cesurdurlar ama, k üçük bir ya lan
dan kaçı n m ıyacak, kabaca, haksız yere azarla d ı k
ları bir h izmetçi kızdan özür di leyem iyecek kadar
korka ktırlar. Ölümden korkmamak insa n ı n cesur
o!duğunu göstermez, intihar edenler bize yaşa mak
68
için ölmekten daha cesur olmak gerektiğini öğret
mişlerdir.
KAD I N I N H Ü RRİYETİ
69
l üzum l u şeylerdir. Ama bütün bunlar şuna bağ
l ı d ı r : Kad ı n bilgisini kad ı n l ığ a ait bir kü ltür h iz
metine vermeli, erkeğe tôbi olmaktan çekinmeli,
bütün ça l ışmalarında her şeyin daha çok insani
olması n ı gaye edinmel idir. Bu gayenin gerçekle
şebilmesi için de, kad ı n ı n eksiksiz bir insan, se
ven bir kalb, ta nrısa l bir ateş, birleştirici bir yuva,
rahat ve h uzur verici bir melek olması gerekir. Er
kek teknik d üzenle, kad ı n insa n lar arası ndaki en
i nce bağlantı olan ruh d üzeniyle uğraşı r. Y ı pran
m ış, dağ ı lm ı ş insa n l ı k, vazifesini bilen ve en ve
rimli şeki lde yerine getiren, « Ben i nsa nlardan nef
ret için deği l, bütün insa n ları beraberce sevmek
için buradayı m » demesini bilen kad ı n lara her za
mandan daha m uhtaç. Biz, evinde en ince duygu
larla ai lesine sarı l a n, gündelik üzüntülerin üst ü ne
çıkan, erkekler a rası ndaki ça rpışmayı kızıştırmı
yan, yatıştırıcı, barı şsever kad ı n lar istiyoruz. Hu
zurunu kaybedenler içi n bir s ı ğ ı na k olabi len, g üç
ve itici m izaçlar karşısı nda hoşn utsuzlukla d üşün
meyen, a n laşı l ma makta n korkm ıya n, herkesi an
lamağa çal ışan, « O sabı r l ıd ı r, ça buk öfkelenmez,
kendini d üşünmez» sözünü rahatça söyl iyebi lece
ğ i m iz kad ı n lar istiyoruz. Modern kad ı n d ü nyası
eşit eğitim denilen şeyi en geniş a n lam ıyla a l m ış,
erkeğe benzemekte çok i leri gitm iştir. Bunun de
ğişmesini, kad ı n ı n a s ı l varl ı ğ ı na dönerek eşitliği
sevg i yeliyle a ra m ı s ı n ı d i l iyelim. Kad ı n a ncak ka
d ı n l ı k öze l l iğine bağ l ı kalmakla üstün bir kuvve
te u laşabi lir, dünya n ı n kaba l ı ğ ı na karşı koyabilir.
70
seçim hakkı verildi. işçi lere, zencilere, h atta Kızı l
deri l ilere veri len seçim hakkını kad ı n lardan esir
gemek için sebep neydi? Demokratik prensipler
kabul edi li nce, bunun ica pları n ı, kad ı n lar içi n h iç
bir iyi l i k beklenil mese de, yerine getirmek gere
kir. Bir Amerika l ı , kad ı n ı n seçim hakkına sahip
olup o lmaması değ i l, seçim hakk ı n ı n kad ı n için
iyi olup olmad ı ğ ı soru l m a l ı d ı r, der. Asl ı nda bu
soru şöyle soru l m a l ı dı r : Kad ı n politik hayata
karışara k k ü ltür üzerindeki derin tesiri n i kay
beder mi, kaybetmez mi? Fra nsız filozofu Aug us
te Comte, ah lak için « Duyg u l u cins ile faal cins»
arası ndaki doğru iş böl ü m ü n ü n korunmasından
daha önemli bir şey olmad ı ğ ı n ı söylem iştir. Faa l
cins, yani erkek, kad ı n ı n tam a m layıcı öğ ütleri ol
madan vazifesini yapamaz. işte bu y üzden de bu
öğ ütleri n partici likle ilgili pol itika işleri nde kaybol
ması doğru değ i ld ir. İsveçli kad ı n yaza r Selma
Lagerlöf «Yuva ve devlet» ad ıyla yay ı n la d ı ğ ı bir
yazıs ı nda bu meselenin en iyi hal çaresini şöyle
a n latıyor : « Erkek devleti, kad ı n yuvayı kurm uş
tur!» diyor. Uzun zaman ikisi nin idaresi de tama
miyle ayrı yd ı . Ama bu g ü n d urum değ işti, dev
leti n vazifel eri psikoloj ik bakımda n g üçleşti ve
ağı rlaşt ı . Böyle olunca devleti n a h laki sorum l ulu
ğ u n u yerine getirebi lmesi için, yuvayı kuran ve
koruya n kuvvete de ihtiyacı var. Bunun için ka
d ı n devlet işlerinde de erkeği n yanı nda yer a l ma
ğ a mecburd ur. Ama bu hiçbir za man işbirliğinin
ya l n ı z Mil let Meclisinde sağ lanabi leceğ ini söyle
mek deği ldir.
Londra l ı bir karı - koca, Beatrice i l e Sidney
Wel b işbirliğinin en g üzel örneğini vermiştir. Be
atrice doğ u Lond ra'daki sosya l ça lışmaları sonu n-
71
da işçi hareketi nin a h laki ihtiyaçları na ait derin
bir bilgi edinmişti. Politik kışkırtmalara h iç ya naş
madı, bütün k uvvetini ve zekası n ı işçi kad ı nla
ra ve onları n kooperatifçilik organizasyon larına
hasretti. Bunların terbiye ve d ünya ekonom isi ba
k ı m ı ndan önem lerini belirten bir kita p yazd ı . Be
atrice kooperatifçi liğin d üzenlenmesi sonu nda ha
yatın çok ucuzl ıyaca ğ ı n ı , işveren lerin bundan fay
dalana ra k g ü ndelikleri indireceklerin i de bil iyor
d u . Bunun için işçi birliğine ait organ izasyonları n
da k uvvetlenmesi ve işveren lere mani olması ge
rekiyordu. Bu iş!e de Beatrice'in kocası, Sidney
Wel b uğraştı, böylece İ ngiliz İşçi Birliğinin «Trade
U n ion» tarihçisi oldu. Sonra karı - koca beraberce
küçük bir kita p yayı n l a d ı lar. Kita bı n a d ı « İsti h lak
ve İstihsa l Orga n izasyonları Arasındaki Münase
betler» dir. İngi lteredeki bütün işçi hareketleri için
önemli bir kı lavuzdur.
72
S O R UM L UL U K
73
ler de « Biz de çok s ı k ı ş ı ğ ız, biz de biraz laçka ola
l ı m » dediler. B u n u d uya n demir ka burga lar « N e
olur yapmay ı n » d iye ya lvard ı lar. Siz tutmazsa n ız
biz mahvol u ruz. Derken küçük cıvata n ı n niyeti bir
y ı l d ı rı m h ı ziyle b ütün gemiye yayı l d ı . Gem i titre
meğe başlad ı . B u n u n üzerine bütün kaburga lar,
levhalar, cıvata lar, en küçük çiviler el ele verip
küçük cıvataya bir elçi gönderdi ler. Küçük cıvata
yerinde ka l m a l ıydı, a ksi ha lde gemi parça la na
cak, içlerinden h içbiri vata na kavuşam ı yacaktı.
Küçük cıvata kendine bu kadar önem verilmesine
çok sevindi ve olduğu yerde kalaca ğ ı n ı bildirdi.
74
MÜŞTEREK SORUMLULUK ÜZER i N E BiR DERS
•;5
ca şu sonuca va r ı l d ı : l ) Bütün sorum lu l uğ u üze
rine a la n k u l ü p başka n ı , oyun başlamadan önce
arkadaşlariyle konuşmayı i h m a l etm iş, oku l ida
resinin kendilerine gösterdiği g üvene layık olma
l a r ı n ı , pencereleri k ı rmamağa, topu m ümkün ol
d u ğ u kadar aşa ğ ı da n atmağa dikkat etmelerini
söylememişti. 2) Oyu ncular arasında çok haşarı
çocuklar vard ı, bunlar topu pencerelere doğru at
m a kta n adeta zevk a l ıyorlard ı . 3) K ı r ı l a n ca m la
rın şang ırtısı ndan oyu ncular uta n ı p s ı k ı lmam ışlar,
tersine kahkahalarla g ü l m üşlerdi. 4) Oyunculara
gösterilen güvenin böyle kötü bir şeki lde k u l la n ı l
m a s ı n ı hiç kimse tenkid etmem iş, onları ikaz ede
cek, uta ndıraca k bir konuşma yapmam ıştı. Okul
m üd ürü bu dört noktayı belirttikten sonra : «Öy
leyse bu zararı k u l ü p başka n ı n ı n ödemesi haksız
l ı k olur. Bu işte hepiniz suçlusunuz. Hepiniz sorum
lusu nuz, çünkü topu pencereye atmasa n ı z bile
ata n lara mani o l m a d ı n ız, beraberce g ü ldünüz, hiç
sesinizi çıkarma d ı n ız. Böyle h a l lerde suçu işl iyen
ler kadar işlemiye n ler de ceza görmeli, ya pı lan
za rarı birl ikte ödemelid irler. Hiç suçu olm ıya n lar
kendi kendilerine itiraf etsin ler ki bu işi pek ha
fiften a lm ışla r. Eğer onlar arkadaşları n ı n hareke
tini zam a n ı nda ön leselerdi, ya hut da bu ha reket
ten hoşlanmad ı k l a r ı n ı , g ü l üşen lerin yaptığı gibi,
yüksek sesle açı klasalardı durum böyle ol mazd ı . »
Top la ntıda b u l u n a n gençler pek sessiz v e d üşün
celiydi, ama hepsi de bu hadiseden birçok kita p
ların öğrettiğ inden daha büyük bir ders a ld ı kla
rı n ı hissed iyorlard ı .
B u hikaye d a h a birçok yerlerde, bu arada
yurtbilgisi dersinde «Müşterek soru m l u lub üze
rine g üç ve büyük meseleler görüşül ürken, yahut
76
bir mil letin i leri gelenleri tarafından cinayet ve
suçlar hakkı nda m i l li soru m l u l u ğ u n mahiyeti ve
önemi izah edi lirken iyi bir örnek olarak gösteri
lebi l ir.
77
KADI N - ERK EK M ÜNASEBET LER İNİN
D ÜZE N LE NM ES İ
78
ne uymaya ça l ı şmak bize başka bakım larda n da
cesaret verecektir.
Batı d ü nyası nda i l k yüzyı llarda isteklerine
m a ğ l u p i nsan l a ra, ma nevi işlerle uğraşan kimse
lerden örnek a lm a ları, onlarla temas etmeleri tav
siye edilirdi, bu a deta bir gelenekti.
İngi liz tarihçisi Hartpole Lechey « Kültür ta
rihi» a d l ı eserinde bu devirden bahseder. O za
manlar birçok nişa n l ı lar, ruhi bir birleşmenin örne
ğ ini vermek için n işa n ları n ı bozup ma nastıra çeki
lirlerdi. Ayn ı d üşü nceyle genç evl i ler de Allaha sı
ğ ı n ı r, a h l a ken bozu l m uş bir d ünyaya insandaki
a h laki kudretin yüksek bir örneğini göstermek içi n
kardeş gibi yaşarlard ı . Tabii, d ünyadan elini ete
ğini çekip i nsani feragati n en m üthiş örneğini ve- ·
79
lüyor; iç tabiatı m ız ı n sağ l ı ğ ı m ız ve iyi liğimiz içi n
daha çok söz h a k k ı olduğunu, d ı ş tabiat bi lgisi n i n
insan va rl ı ğ ı n ı n s ı rları ndan başka h içbir şeyle uğ
raşmadığ ı n ı i leri sürüyor. Bu fikrini dah a iyi an
latabi lmek için de yine bir tabiat olayı ndan örnek
veriyor : Suda y üzen küçük bir tekne a k ı ntı n ı n
kuvvetine kapı larak hep aynı yönde g ider. Görü
n üşte hiçbir m ukavemet göstermez. Ama bir yel
ken açı l ı rsa, a k ı ntıya rağmen, tek neyi aksi yöne
götürmek m ü m kündür. Demek ki a k ı ntı n ı n karşı
kon u lamaz gibi görünen kuvvetine üstün gelmek
imkô n ı va rd ı r.
Tabiatı n zorlad ı ğ ı insa n la r ı n d u r u m u da böy
ledir, ama içleri nde tabiat üstü bir kuvvet, tabiat-
, ta n daha üstün bir kanun da va rd ı r. Bu ka n u n in
san vicdan ı na Allah tarafından yaz ı l m ıştır, insa
na vücud una üstün gelmek kuvvetin i bu ka n u n
verir.
Yuka rıda söylediklerimiz erkek - kadı n m ü
nasebetlerindeki tabii ve h issi ka n u nlar için de
doğrudur. Bugün öyl e doktorlar vardı r ki çok
sathi bir şeki lde tabiat i l mine daya narak gençle
re, kız veya erkek arkadaşlariyle olan m ünasebet
lerinde ya l n ız vücut a rzu l a rı n ı din lemelerini söy
lemekle vazifeli olduklarını s a n ı rlar. Fra nsız filo
zofu August Comte, böyle doktorlar için « b u n l a r ı n
kendi lerine d ü pedüz hayva n doktoru demeleri l ô
z ı m d ı r» diyor. Bugün biz, bu çok eski t ı p v e bi
yoloji a n layışından fark l ı bir a n layışa sahibiz. İ n
san ı n sağ l ı k d u r u m u için vücut a rzu lariyle vicda
n ı n ı n bir a n laşma h a l i nde olması gerektiğini, vic
d a n ı na aykı rı bir şey ya pt ı ğ ı takdirde bunun sağ
l ı ğ ı na da faydası olm ıyacağ ı n ı çok iyi bil iyoruz.
Viyana'daki modern psika naliz enstitüsü n ü n bu
80
konuda yapt ı ğ ı araştırmalar çok enteresa n d ı r. Si
nir doktorlarınd a n Caruso ile Victor Frankl'ın ki
tapları bilhassa okunmağa değer. Bu doktorlar
vicdan h uzursuzl uğu yüzünden, ruh ve sinir buh
ra nlarına tutul a n genç ve yaşl ı h asta l a r ı n d uru
m u n u incelemişler, vicdan hayatı n ı n psikoloji k
kudreti ni ve önem ini açı kça gösteren raporlar ver
m işlerdir. Geniş bir doktor çevresine hakim olan
materya list sağ l ı k bilgisinin başta n başa değişme
si için bütün bunlar çok ü m it verici bir başlang ıç
tır.
ERKEN EVLENME
KAD I N ŞEREFi
82
leriyle g üzel gençliklerini mahvetmiyorlar. « İnsan
d ünyaya bir defa gelir deği l m i ya. »
Evet, i nsa n bu d ü nyaya bir defa gelir. Ama
a s ı l bir defa geldiği için, hayatı nı hata la r ve
za rflar içinde geçirmemek, var l ı ğ ı ndaki mevcut
değerleri daha çok geliştirmek zorundad ı r. Kad ı n
şerefinin eski a n lam ı nda kad ı n ı n k ü ltürel kudreti
nin bütün s ı rrı gizlid ir. Eski şeref a n l a m ı h içbir şe
kilde d ı şardan gelen bir zorba l ı ğa daya nmaz; ka
dın ruh u n u n u laşt ı ğ ı yükseklikte cinsi hayata üs
tün gelişini ifade eder. Erkek cinsiyet hayatında
ya l n ı z yaşadı ğ ı anı d üşün ür, kad ı n ise bu hayatı n
kaç ı n ı lmaz son uçla r ı n ı da göze a l ı r. Bizim kad ı n
a h l ô k ı ve şerefi dediğimiz şey de a n a l ı k şerefin
den ve a na l ı k dikkati nden doğar. Bu a h l ô k ve
şeref, tabiatı n emrini kanu n l aştıran, gerçek sev
giyi a n l ı k heyeca n larla karıştıran bir a n layışa bo
yun eğ memekten, onu protesto etmekten doğar.
Kad ı n şerefi nin eski a n l a m ı n ı bozmak için
teorik ve pratik o l a rak ça l ı şan kad ı n lar, en süfli
erkeklerin bile, kendini kayıtsız şartsız teslim eden
kad ı na karşı er geç gösterdikleri sayg ı sızl ı ğ ı n se
bebini draştırırlarsa, eski namus a n l a m ı n ı küçüm
semek yeri ne kad ı ndaki a h laki üstün l üğ ü n ve
şerefin değ işmez bir ifadesi olarak görürler. Kad ı n
erkeğe deva m l ı ve kesin olarak a nca k vicdaniyle,
yüksek seviyeli varl ığiyle tesir edebil ir. B u n u n içi n
de kad ı n erkekten daha üstün o l m a l ı d ı r. Erkek
yükselmek için kad ı n ı n kendinden yüksekte olma
s ı n ı , sayg ı d uymaya lôyık olması n ı ister. Kad ı n bu
sayg ıya layı k değ i l se erkek bunu hiçbir zaman
affetmez. İşte bu yüzden kad ı n için erkekten daha
çok yasak vard ı r. Ama bu yasa klar kad ı n ı n değe
rini hiçbir za man aza ltamaz. Bir erkek kad ı n ı n
83
ön ünde vicda niyle eğ i lmediği zaman o kad ı n, d ı
şardan görünen bütün eşitliğe rağ men, erkeği n
kölesidir.
Bizim kad ı n ı a h laksız erkek lerin başı boş te
mayül lerine kadar i ndiren bir a h laka h içbir za
m a n ihtiyacı m ı z yok. Biz eski şeref a n lay ı ş ı n ı da
ha derin leştiren bir kad ı n a h la k ı istiyoruz. Erkeği
kökleşm iş cinsi bozuk l uklarda n a ncak böyle bir
ah lakla yaşıya n, d uyg u l u ve seciyel i kad ı nlar kur
ta rabil ir.
SERBEST A H LA K
84
mi vard ı r. Herkesi düşünerek, herkese iyi l ik etmek
istiyerek davrana n insan bilmeden kendi kendine
de iyi lik etm iş o l ur.
«Serbest a h lôk» deyimi çok zam a n genç er
keklerle olan m ünasebetlerinde hiçbir şeye a ld ı r
madan, her f ı rsatta top l u m u n üstünde yaşad ı kla
rını söyl iyen k ızlar için k u l la n ı l ı r. B u gen·ç kızlar
bir · erkekl e gezmeğe gitmenin, yolcul u k etmenin,
o erekğ in evine gitmenin, birlikte tiyatro seyret
menin ve konuşurken veya otururken o erkeğin
bazı hareketlerine izin vermenin niçin doğru ol
mad ı ğ ı n ı a n lamak istem iyorlar. İnsa n ı n dedikodu
ya a ld ı r ı ş etmeden, her yerde, her zaman yaşa
m a n ı n tad ı n ı çıkarması gerekmez mi? Onlara gö
re «serbest ah l ô k » , «ah l ô ktan serbest olma» de
mektir, a h lakta n serbest olmak da olg u n l uğ u gös
terir!
Serbest a h l a k l ı insanlar a h la ka sayg ı göster
menin en az öteki sosya l işler kadar öne m l i sosya l
bir vazife olduğ u n u un utuyorlar. Bu. s ı k ı adetler
ihtiraslı insa n ları korumak, şerefsiz insa n l a r ı n ya
pacakları işi g üçleştirmek, h afifmeşrep lere bel li
bir h udut göstermek içindir. Gençlik ateşiyle çok
zaman s ı k ı l ga n l ı ğ ı n kad ı n l ı k asaletinin bir par
çası olduğu, bu adetlerin çekingenliği uya n ı k tut
mağa, kuvvetlendirmeğe yarad ı ğ ı u nutul ur. Ser
best a h la k l ı kızlar g üzellik ve şereflerinin bu çe
· kingen likl� i l g i l i olduğlfn u ; sözlerinde, hareketle
rinde pervasız olan en g üze l, en cana yak ı n kız
l a r ı n bile cazibe lerini kaybettiğini bilseler bu adet
lere d udak bükmezlerdi. Kad ı n ı n kara kteri bu
adetlerde kökleşir, kad ı n ı n birleştirici kudreti, is
tek ve a rzu ların taşk ı n lığ ına karşı koyması, bu
adetlerle i lg i l id ir. Serbest a h l a k l ı bir kad ı n, görü-
85
n üşte bir erkeğ i hayran edebi lir, a l k ış la nabilir
ama, gerçekte a ncak derin bir sayg ı sızl ı k ve çe
kingenlik uya n d ı rır, böylece kad ı n ı n sayg ı hakkı
da çiğ netilmiş o lur.
86
bir kişiye aittir, yah ut h iç kimseye ait değildir ve
kendisini serbest a h lak prensipleriyle, şerefsiz bir
şeki lde değil, a ncak bir erkeğe resmen bağland ı k
ta n sonra verir. Bu veriş kara kter, sadakat ve ha-
yat birliğini tam a m l ıyan, sembolleştiren bir ve
·
riştir.
Bugün, sağ lam gerçeklerin çözü l üş ü yüzün
den, kad ı n karakteri ne daha önemli bir vazife dü
şüyor : Görü lmez ve doku n u l maz iyi l ikler o l d u ğ u
nu da açıklamak ve bu iyil iklerin h ı rs d ü nyas ı n ı n
isteklerinden d a h a önem li old u ğ u n u a n l atmak va
zifesi.
87
vadeli kred i ler ve kısa vadeli sözleşmeler a ld ı .
Bütün büyük medeniyetlerde kişiyi tek başı
na, a rzu ları na, isteklerine b ı rakmakta n çeki nil
miş, b u n u önlemek içi n di ni, a h laki birçok bağlar
konu l m uştur. Bu gün ise esas prensip «şahsi saa
det» tir.
B u şahsi saadet düşüncesi eski saadet a n la
yışı n ı n değişmesi nden doğ uyor. Eskiden aşk bile
ruhi d üzene, soru m l u l uğa göre ayarlanan bir şey
di. Ruhen dağ ı n ı k olan, birlik, ahenk halinde ol
m ıya n bir insan mesut olamazd ı . Saadet hakla
rına sayg ı d uyulurdu. Çünkü böyle bir saadette
ruh büt ü n l ü ğ ü yoktur. Başka larına olan soru m l u
l u k la r ı n ı u nutarak sevişen, her şeyi pembe gören
iki insan, o baş dönmesinden uya n ı p gerçek kar
ş ı s ı nda ayı l d ı kları za man şaşkı na dönerler.
Evl ilikte bütün ya n ı lmalar cinsi duyg u la ra
bağ l ı değildir. Birleşmeleri hata l ı olan i nsanların
evl iliği de bir g ü n büyük haya l k ı r ı k l ı klarına, a n
laşmazl ıklara yol açabi lir. Eşi ni seçemiyen bir kim
se, ta lihini bir defa daha denemek hakk ı na da
sa h i ptir, ama bu hakkı hiçbir za man zorla a l ma
m a l ı d ı r. B u hakkı a lm a k için bazı vazifeleri oldu
ğ u n u da u nutmama l ı d ı r. Aksi ha lde ikinci dene
me i lkinden daha kötü sonuçlar verebilir. i nsan
daki sadakat hakkı, soru m l u l uk, hafıza, g üvenil
me hakkı, sevme hakkından daha önem l i ve da
ha u m u m idir. Sevgi hakkı, a ncak gerçek sevgi
d uyg u larına daya n ı rsa, bir k ıymet kaza n ı r ve şah
si saadette rol oynar.
Şahsi saadetin ya n l ış, tek ya n l ı a n laşılması
top l u m hayatına da çok fena şeki lde tesir etmek
tedir. B u tek yan l ı saadet a n layışı fert için de, m i l
let için d e çok ya n l ı ştır. Saadet kol lektif bir şeydir,
88
bizim düşündüğüm üzden daha derin ve genel ka
n u nları vard ı r.
Hiç kimse köşesine çekilip de mesut olamaz.
Şü phesiz bunu gerektirecek durum lar da vard ır.
Ama her şeyi gören Allah sen in saadetine bir kö
şeye çeki lmeni affedemez. Böyle yaparsan seni
terkeder.
89
MES LEK TEK NİG İ ve MES LEK AH LAK I
M E S L E K A Ş K I
90
yiz. Saadetini üzüntüsüz ve kolay bir şeki lde a rı
ya n bir kimse, a rkadaşlarından ve a mirlerinden
göreceği köt ü l ük lere ve haya l k ı rıkl ıklarına çok
üzülecek ve bu üzüntünün altında ezilecektir. Bu
na karş ı l ı k saadeti için m ücadeleyi göze a la n biri
si engellerden y ı lacağı yerde sevi nir, çünkü böy
lece daha çok çal ışaca ğ ı n ı d üşün ür. Tıpk ı orta çağ
da ü n l ü bir azizenin acı sözlü bir i htiyara h izmet
ederek, onun var l ı ğ ı nda sevgiyi Y,.e h uzuru uyan-
d ı rması gibi. ·
91
ları için l üzu m l u olan mora l şartlardan bir bilgi ve
ri lmesi tamamiyle i h m a l ediliyor. Meslek hayatı n
da başarısızlığa uğraya n la r çoktur, bunlar bu ba
şarısızl ığa bilgi leri veya zeka ları mese leleri çabuk
kavra mağa yetişmed iği için değil, tersi ne, saat g i
bi o '. ması n ı, kendi lerine h ükmetmesini, ya p ı l a n a n
laşma ve kontratları kayıtsız şartsız yerine getir
mesini, memur!Prı na, yah ut m üşterilerine doğru
davranması n ı ve nihayet «Yalancı n ı n m u m u yat
sıya kadar yanar» sözünü bi lmed ikleri için uğra
m ışlard ı r. İş hayatı nda da, ekonomide de, teknik
te ve tica rette de doğ r u l u k her zaman en iyi poli
tikad ı r. İ nsan mesleğ ini bir yük hayva n ı n ı n bel li
bir yükü s ı rt ı n a yüklemelerine boy u n eğmesi g i
bi, pasif bir şeki lde kabul etmemelidir. Tersine
ah '&k bak ı m ı ndan mesleğinin efendisi o l m a l ı , bü
tün vazifelerini i nsan lara a h l a ken fayd a l ı olacak
. şekilde ya pma l ı d ı r. Dürüst ah laka dayanan bir ça
l ışma en büyük kaza ncı sağ lar. Bir fabrika n ı n iş
leri nin ve mal ları n ı n sağ l a m l ı ğ ı bak ı m ı ndan m üş
teriye tem i n etmek isted iği büyük kred i mi lyon l uk
raka m larla değil, · ah laki durumu ve şöh retiyle
sağ l a n ı r. Geçici bir başa rı elde etmek için kirli iş
ler görmemesi ne veya reka bette takibettiği hare
ket tarz ı na daya n ı r.
Kraft, «Teknik ça l ışman ı n ah laki temel leri»
adlı kitabı nda maden ocakları n ı n hava la n d ı r ı lma
sı nda teknisyen lerin soru m l u l uğ u n u hatı rlatır ve
bina ları n temeli atı l ı rken, büyük köprüler ya p ı l ı r
ken elde ed i len sonucun ve iş ka pasitesinin m ü
hendisin teknik bilg isi kadar, vicda n ı na ve sorum
l u l u k d uyg usuna ve bilhassa bu işle ilgili m üta
a h h idin ya pabileceğ i tekliflere karş ı göstereceği
92
karakter kuvvetine bağ l ı olduğ u n u yazar. Şüphe
siz hakkı vard ı r, Z ürich'te Mühendis Oku l u n u n av
l usunda dikkati çekecek şeki lde d uran «Mönchen
stei ner» köprüs ü n ü n y ı k ı ntısı konstruksiyon h ata
s ı ndan çok, a h laki kusurları göstermek için kon u l
m uştur. Çünkü burada konstruksiyon hatası so
r u m l u l u k d uygusunun eksikliği yüzünden teknik
bilginin iyi k u l l a n ı lmamasından ileri gelm iştir.
Yüksek bilgi işi diye a ncak vicdan kontroluy
la ya p ı l a n teknik işleri gösterebi l i riz. Ü n l ü zenci
pedagog u Booker Wash ington, Birleşik Amerika
n ı n g üneyinde, Tuskegee'deki zenci oku l u nda « Biz
insan!arı mara n goz ya pmak istemiyoruz, maran
gozları insan ya pmak istiyoruz!» parolası n ı koy
m uştur. Zenci pedagog başka bir yerde de « Her
insan üstün bir şey yapamaz, ama herkes a lelade
bir şeyi üstün bir ruhla ya pabi l ir» der.
Bu ş u demektir : Bir iş mekanik olara k yap ı l
mama lı, şahsi hayatın yüksek h edeflerine bağ lan
m a l ı d ı r.
93
r ı l ma m ağa kara r verdiler ve h a l k ı n g üvenini ası l
bu yüzden kazandı lar. l ngi liz ticareti n i n erişi lmez
bir şeki lde gel işmesi bu dürüstlüğe daya n ı r. Böyle
küçük şeylerin bir araya gelerek bir ticaretha neyi
iyi veya kötü bir şöhrete u laştı rması, bu şöhretin
çabucak etrafa yay ı l ması, bir h i lenin hemen a n
laşıl ması, buna hiçbir şekilde m ô n i o l u namaması
şaşı lacak bir şeydir. B u kita b ı n yaza r ı n a lsviçreli
bir sanayici bir m üddet önce şarktaki birçok fir
m a l a r ı n pazarları n ı ta mamiyle kayebttiklerini söy
lem işti. Sebebi m a ll a r ı n ı etiketlerken küçük h i leler
ya pmalarıyd ı . Kred iyi sağ l ıyan nedir? Müessese
n i n büyükl üğ ü m ü, yoksa reklô m ı m ı ? Hayır, ikti
sadi g üveni a ncak sağ lam bir a h l ô k ve kökleşmiş
bir kara kterden şaşmamak sağ l a r.
İ n g i l iz yazarı Miles (London, Methuen and
Co.) da, Londra'n ı n en başarı l ı iş adam ı n ı n küçük
bir işten baş l ıyarak nas ı l yükseldiğini a n latır. Bu
iş a d a m ı yüksek ve a h lôki gerçekleri ya l n ı z pazar
g ü n leri d u a ederken düşünüp sonra dua kita bıyla
birl ikte bir yana bırakma m ı ş, tersine bu gerçekle
re ôdeta şuuraltı nda n o n larla idare edilecek kadar
kendini verm iştir. Bu iş ada m ı bütün va rl ı ğ ı n ı işi
ne vererek ça l ı ş ı r, ama her şey pa hasına kaza n ı
lan parlak bir başarı değil, her şey pahasına · ka
za n ı la n bir şeref, insa n l ı k ve iyi bir vicdan, bun
lardan sonra da m ü mkün o l u rsa başa rı isterdi.
Tica ret hayat ı n ı n birçok kollarında ya pt ı ğ ı m
temaslar sonunda ş u n a i n a n d ı m ki kaba, h a i n, çı
kar ı na bakan, kend i nden başka h içbir şey d üşün
m iyen, i nsan l ı ğ ı n ı kaybeden ti pler en çok tica ret
hayatında b u l u n uyor. İnsan bunu şundan da a n l ı
yabil ir: Kaba, i nsafsız, sam imiyeti ni kaybetmiş
y üzler e n çok ticaret hayatı nda vard ı r. Benim için,
94
bu m ô nas ı n ı kaybetmiş «Ticc:ıret y üzü» ayyaşların,
cani lerin yüzünden daha fena, daha çok ı st ı ra p
veren, a c ı nd ıra n b i r yüzd ür. «Yolundan şaşan bir
sanat da, bir ruh da g üzel liğini kaybeder!» Bu
gerçek i ktisadi bir mes lekteki başa rı n ı n da teme
lini teşkil eder.
İsviçreli yazar Jeremias Gotthelf ticarette iyi
bir ün kazanman ı n nası l m üm k ü n olaca ğ ı n ı şöy
le a n latır :
« İ nsan ü n ü n ü de, t ı pk ı hareketleriyle elde et
tiği a l ı şkan l ıklar gibi kendisi ya par. İ nsan çocuk
l u ğu ndan, ölünceye kadar bu isi m le yaşar. En
küçük işler, hattô bir söz bile bu isme bir k ıymet
ekler. Başka ları n ı n kalbini bize bu isim kazandı
r ı r veya kaybettirir. Bizi değerlendirir, yahut k ıy
metten d üşürür. Aranan, yah ut kaçı l a n bir insan
yapar. En küçük bir insa n ı n bile bir ismi vard ı r,
i nsanlar onu da görür ve kıymetlendirirler. Küçük
bir h izmetçi kız bile bil meden ismi için çal ışır, is
m ine göre ücret a l ı r, iyi bir ismi varsa yen i ka pı lar
b u l ur, iyi bir ismi yoksa iş bu l makta güçlük çeker.»
95
mektir. Doğruluğun sosya l önem ini izah ederken
aşı r ı l ı ğ ı n veya düşü ncesizce yap ı la n bir dedi kodu
nun sosya l ba k ı m da n bir çözüntü yaptı ğ ı n ı da
kaydetmek lazı m . Modern teknikçi Kraft bu konu
üzerine çok enteresa n düşünceler i leri sürer :
Bir kimseyi gerçeğe uymaya n bir şeki lde, aşı
rı sıfatlar k u l la narak a n latmak yaptığ ı işler ve
karakteri hakkı nda veri lecek kararlara tesir ede
bil ir. Bu davra n ı ş bug ünkü kültürlü insa n l a r ı n se
viyesine uygun değildir, çünkü böyle m a nasız bir
m üba lağa ile a n latı lan şeyler insa n l a r a rası ndaki
m ü nasebeti bozar. Bil hassa çok insafs ı z bir dil ku l
lanan modern gazetelerin insa n m ünasebetleri
üzerinde çok teh l ikeli tesi rleri · vard ı r. Haksız bir
d üşü nceden doğan, gerçeğe uymayan, her yönde
ya n l ış tavsiflerle geliş-tir.i len, keskin leştirilen bu
yazılar insa n l a r ı n en basit, en açık m ü nasebetle
rini bile g üçleştirir, yavaşlatı r, a h laki, iktisadi, h u
kuki m ünasebetleri, karşı l ı k l ı menfaatleri bozar,
insan i m ünasebetlere . zafa r verecek gergin l ikler
doğ urur, zaten var olan gergin likleri de çoğaltır
ve keskin leştirir. Müba lağa etmek bir fena l ı ktır,
çünkü bütün düşünce kaynakların ı zeh irler, karar
ları bozar, ya n l ış bilgi ed inmeğe, gerçeği bozma
ya, iftiraya yol açar ve bütün i nsanları h uzursuz
luğa götürür.
96
Seminerin elbise askıları t ı k l ı m t ı k l ı m dolu
d u r, birdenbire kapı açı l ı r, geç ka l m ı ş bir öğrenci
gelir. H ızla elbise askısına gidip şapkası n ı asaca k
bir yer arar, a m a h iç boş yer yok. Sabrı tükenip
oradaki iki şa pkayı yere atar ve kendi şapka s ı n ı
asar. Yere atı lan şapka n ı n sahibi bunu görünce
hemen oraya koşup a rkadaş ı na ç ı k ışır, önce bir
ağız kavgası, sonra da döğüş başlar.
Bunun üzerine Profesör ayağa ka l k ı p şun ları
söyledi : « Efendiler, hemen yerin ize oturun uz. Bu
iş ga liba mahkemelik olacak, ben de böyle olma
s ı n ı istiyorum zaten. Bütün öğrenci lerin, birbirle
rine bakmadan, ne görd ü ler ne işitti lerse bir ka
ğ ıda yazma ları n ı rica ederim. Yazd ı kları n ız için
de mahkemede yem i n edi p tekrarlıyabi leceği niz
k ı s ı m ların altı n ı kırmızı ka lemle çiziniz. » Bütün
öğrenciler profesörün dediğ ini ya ptı lar. Sonra bir
kaç kağ ı t oku ndu, h erkes hayretler içinde ka l d ı ,
çünkü yazı lanlar h içbiri ni tutm uyordu. Profesör
yine ayağa kalktı : « Efendiler bu olayı biz daha
önceden hazı rlad ı k. Ben ve iki a rkadaşı n ı z neler
olduğunu, söylenen sözleri tam amiyle biliyoruz.
Hepi niz h iç olm ıyan şeyleri yaza rak ya lan yere
yem i n etmeyi kabu l etmiş duruma d üştün üz. Te
şekkür ed in ki bu olayı biz hazı rlad ı k . Yoksa ya
lan yere yem i n edecekti niz.»
Bir şeyi doğru a n latm a n ı n g üçlüğ ü n ü göster
mek için arasıra böyle dramatik denemeler yap ı l
ması çok fayd a l ı olur. Bu denemeler bilhassa seyir
ci lerin ve din leyici lerin herha ngi bir olayla sürprize
uğrad ıkları ve çok h eyeca n la n d ıkları yerlerde ya
pı l m a l ı d ı r.
Bu vesi leyle şuna da işaret edelim ki yukarı
daki olayda öğ rencilerin h içbiri korkuyla, gurur-
98
ka lma n ı n da çok önem l i bir yeri vardı r. Avrupada
s ı n ıflar arası ndaki çarpışma yüzünden, birçok
çevrelerde a ntlaşma sadakati maalesef çok geri
lem iştir. Ü stelik sosya list teoriciler de s ı n ı f m üca
delesinin üstünde bir ahlak olmadığ ı n ı da resmen
yay ı nladı lar. Ama biz yine de, Kızı lderi l iler ara
s ı nda bile ahde vefa n ı n kutsa l bir şey olara k ka
bul edi ldiğini hatırlatmak isteriz. Anlaşmaya sa
dakat sosya l kültürün temelidir, rakipleriyle olan
a n laşmaya sad ı k kal m ıyan bir kimse, kendi ya
k ı n lariyle olan a n l aşmalara da dikkat etmez, çün
k ü sadakat ya kesin olarak vard ı r, yah ut h iç yok
tur. Karakterin ana kanunu benden sözüm ü tut
mam ı bekler, eğer kuvvetli bir şahsiyetim, şere
fim varsa sözüm ü tutma m gerekir. Çarpışan s ı n ıf
lar üzeri nde bir a h lak var m ı d ı r, yok m udur soru
su tartışma l ı bir konudur. Ama ne olursa olsun, er:
keklik şerefi sözünden dönmemek demektir. Bu
yüzden prensip olarak, akla gelen bütün tezatla
rın üstünde bu şeref vard ı r. insa n ı n ya l n ı z d üşma
n ı na zarar vermek için karaktersiz olmağa, hakkı
da, mecburiyeti de yoktu r.
99
ma kimse g üvenemez. Böyleleri top l u m u n adeta
d ı ş ı nda yaşar. Öyleyse verilen sözü tutmak gerek.
Dünya g üvenliği bu çeşit g üven lere daya n ı r. Mil
letlerin hayatında da, toplum hayat ı nda da, iki
insa n ı hayata bağl ıya n sevgide de karş ı l ı k l ı g ü
ven lazımdır.
Bir şeye söz vermeden önce biraz düşünü
n üz. Ama verdikten sonra şunu h iç u n utmay ı n ki
siz artık serbest bir i nsa n değilsiniz, verd iğiniz sö
zün kölesisiniz. Bu köleliğin zincirlerini kopara nlar
insa n toplu l u ğ u n u da parça l a m ış o l u r, zava l l ı bir
duruma d üşerler. Çünkü etraflarına h içbir şekilde
g üven veremezler, sözleri ka l p para gibi, h içbir
yerde geçmez, h erkes on lardan yüz çevirir.
H içbir zaman söylenmediği ha lde insanı bağ
l ıya n, u nutu lmaması gereken vaitler de vard ı r.
Sürek li bir i lgiyle bir genç kızı h eyeca nlandı
ra n bir delika n l ıyı d üşünelim. istediği sadece gö
n ü l eğ lendirmektir, g ü n ü n birinde ortadan kaybo
l uverir. Bu da veri lmiyen bir sözün tut u l ma ması
değ i l midir? Delikan l ı n ı n genç k ı za ilgi gösterip
onu ü m itlendirmeğe, sonra da haya l k ı r ı kl ı ğ ı n a
uğratmağa ne hakkı va rd ı r? l ngiliz şairi R. Brow
ning şöyle bir hikaye a n latm ıştı: Avc ı n ı n biri uçu
rum kenarı nda, dar bir yolda bir geyiğe raslam ış.
Hemen yere yatm ış, geyik bu a nlaşmayı kabu l
edi p avc ı n ı n üstünden atlam ış. Ama bu a rada av
cı bıçağ ı n ı çeki p geyiğe batı rıvermiş. Burada da
kon u ş u l m a m ı ş ve yazı l m a m ı ş bir a n laşma bozu l
m uştur değil mi? İ nsan m ü nasebetlerinde de ses
sizce geçiştirilen birçok sözleşmeler vard ı r, bun
ların bel l i bir zam a n ı yoktur, ama insan g üç bir
d uruma d üştüğü zam a n bir sözün, bir hareketin,
100
bir teşekkürün karş ı l ı ğ ı n ı ümit edebi lir. Bu ümit
gerçekleşmediği za man duyulan haya l k ı r ı k l ı ğ ı
imza edi l i p d e tutu l m ıya n b i r a n laşma n ı n verd iği
üzüntüden daha fenadır. Çünkü Allah naza r ı nda
konuşu lmada n veri len bir sözle, m ü rekkeple ya
z ı l m ı ş ve noter tarafından damgala n m ı ş bir taah
h ütname a rası nda hiçbir fark yoktur.
Gerçek sadakati a ncak sözleriyle oynam ıya n,
lakırd ı ları n ı tutarak konuşan birçok saadetleri n
ve felaketlerin bizim sözlerim ize bağ l ı old u ğ u n u
d üşünen insa n la r a n l ıyabilir.
EMRETME SANATi
101
ait bir bilim deği l, bütün meslekler için yard ı mcı
bir bilimdir. işin tuhafı şudur ki, pedagojik görüş
lerin yetişkin ler üzerine tatbik edi lmesi, ya n i me
kanik metotta n psikolojik metoda geçiş, ilk önce
cani ler, ruh hasta ları, neurotik ler gibi normal du
rumda olm ıyan insa n l a r ı n tedavisiyle uğraşan
kimseler tarafından yap ı l m ı ş ve denenmiştir. ira
de telkininin büyük g üçl ükler gösterdiği, disiplin
altına a lman ı n karmakarışık bir iç h ayatı n ı n kuv
vetli m ukavemetiyle karş ı laşt ığ ı , öte ya ndan sa
dece meka n i k olah denemeleri n m üthiş aksi tesir
ler ya pt ı ğ ı bir yerde insa n larla temas etmek içi n
daha yüksek seviyeli bir metoda l üzum hasıl ol
m uştur. Hiç şüphe yok ki yak ı n bir gelecekte bu
metotlarla başka larına tesir etmek h ususundaki
bilgimiz daha çok derinleşecektir. Böyle g üç ka
rakterlerle uğraşmak zorunda olanlar bu iyi me
totlarla, ah laksız, h asta bir i nsanda ka l ı ntı ha lin
de olan şeref d uygusunu, iradeyi, sosya l meyi l leri
uya n d ı rmayı başarmışlardır. Bu çeşit denemeler
norm a l i nsanlarla, isya nkar personel le, h eyeca n l ı
h a l k kitleleriyle, antisosya l bilgiler taşıya n larla
olan m ünasebetlerimizde de fayda l ı olabi l ir.
Bugün tabiat g ü c ü n ü yenme bak ı m ı ndan şa
ş ı lacak kadar ileri gitmiş bir durumdayız. Kinetik
enerj iyi potansiyel enerjiye çeviriyoruz, potansiyel
enerjiyi büyük kuvvet işleri haline getiriyoruz.
Atom enerjisinin kuvvetli parça lama kudreti n i n in
sani k ü ltür tekniğinin h izmetine g irmesi de pek
uzak ol masa gerek. Öyleyse bizim de, ruh g ücü
m üzün birl eşmesine, parçalanmasına ait metotla
rı daha hassas bir h a l e getirmemiz, b u n u dikkatsiz
ve pla nsız ya pmam ı z gerekir.
102
YEN i HAYAT ŞARTLAR! ALTINDA DİSİ PLiN
KU RMA MESELESİ
103
h ô lô ruh um uzun deri n liklerinde yaşa d ı ğ ı n ı , emir
verenlerin bu yüzden şaşı rd ı ğ ı n ı , kabalaşt ı ğ ı n ı
hô lô kavrıya m a m ışlord ı r. İ nsa n ları idare sanatı
mız çok iyi modern d uygu l a r ı m ızla birlik ha linde
değildir, insan m ünasebetlerinde d i n çok az k u l
l a n ı l m ıştır. Böyelce emir ve komutada enerji ha
kim olm uş, itaat edenlerdeki ça l ı şm a a rzusu da
kaybol m uştur. H izmet eden i nsanlara karşı dav
ran ışlarım ızda h ô l ô eski efendilik ka l ı ntı ları var
d ı r. Emir ve kom uta ederken gösteri len egoistl ik,
kaba l ı k ise bugünkü sosya l ve h u kuki m ünasebet
lerimize asla uymamaktad ı r.
Burada, idare eden lere karşı yap ı la n itham
ları n ya lnız bel l i bir s ı n ıfa yönetil mesi hiçbir za
m a n doğru değildir. Tecrübeyle görülm üştür ki kö
tü işveren lerin çoğ u işçi l ikten yükselmişlerdir. Emir
verme mevkiinin bir h ususiyeti vard ı r, bu m evkii
a ncak derin bir iç k ü ltürü olan insa n l a r hazmede
bilir. Bu k ü ltürü de bize ya l n ı z iyi bir terbiye vere
bilir. Emir verme sanatı kadar bizi u m u m i ve mes
lek h ayatına hazı rl ıyan hiçbir şey yoktur, diyebi
liriz. Ama ne yazık ki bug üne kadar, pratikle uğ
raşa n l a r da, teoriciler de bu mesele üzerinde pek
az düşünm üşlerdir. Meslek a h la k ı ve başarısı ba
kım ı ndan bu kadar önemli bir mesele üzerine ki
ta plarda da hiçbir şey yazı l m a m ı ş olması şaş ı la
cak bir şeydir. Hele askerliğe ait literatürde emir
verme pedagojisi üzerine çok zayı f bilgi verilmesi
daha çok şaşı lacak bir şeyd ir. Çünkü askerlik mes
leğinin bütün icraatı « Kom uta tekniğine» daya n ı r.
Yüksek rütbeli birçok askerler va rd ı r ki emir verme
sa natı d iye bir sanat olduğunu bilmez, emretmeyi
bağ ı rm a k sa n ırlar. Ancak son zam a n l a rda ilk ola
rak, a!ikerlik mesleğ i n i n tecrübelerinden doğan
1 04
pedagojik problem üzerine bir yazı yayı nlanm ı ş
t ı r, bu yazı bir tenkidci göziyle incelenirse bu prob
lemi düşünmenin önemi, şimdiye kadar dikkatle
düşünülmediği, bu meseledeki bütün g üç l ü klerin
terbiye ve şahsi terbiye etrafı nda döndüğ ü a n la
ş ı l ı r.
105
Öyleyse tesirli bir otoritenin kurulması için
ilk şart verilen bir emri yaptıracak kabi liyette ol
maktı r. B u a ncak i nsa n ı n kendisini de disiplin a l
t ı n a a l m asiyle m üm k ü nd ür. Kendisini iyi dizgin l i
yen bir kimse, başkaları n ı daha iyi idare eder.
Ama dizginsiz m izaçl ı i nsanlar, büyük bir irade
enerjisi de o lsa h içbir otorite sağ lıya m azlar. ·
106
tinden vazgeçip bizim arzuları m ız ı yapa n i nsana
karşı gerçek bir sayg ı duymal ıyız.
Emir vermenin deri n psikolojisine, genç me
m urlara ve işçilere, gerçek h ürriyetin ne olduğunu
göstermek, doğru, kesin bir itaatın, d üzens.iz bir
şahsiyeti yüksek bir h ayat hedefine yönelteceğini
a nlatmak da dahildir.
İnsa n l a ra doğru bir davran ı ş göstermek de,
bir işi gören makinelere, ô lete gerektiği şekilde
bakmak kadar önem lid ir. Vaktiyle Robert Own,
bir makinenin bak ı m ı içi n çok di kkat edi ldiği hal
de, en m ükemmel makine olan i nsan larla çok az
ve acemice meşgu l olunduğu h ususunda meslek
arkadaşla rı n ı n dikkatini çekm işti. i nsan elektrik ve
buharla değil, ruh ile ça l ışan bir makinedir. İ nsa
n ı n iş kabiliyeti ruh u n u n bak ı m ı na ve idare eden
lerin kabil iyetine bağ l ıd ı r. Sosya l k ültürdeki eksik
lik, idare edenlerin pedagojik bir şeki lde davra n
mamaları, iyi örnekler vermemeleri yüzünden, iş
ler kabiliyetli personel elinde bile a ksamakta, iyi
yürümemektedir. İş bilgisin i n temeli karakter bil
g isine, karakterleri idare etme sanatına daya n ı r.
Küçük iş yerlerinde de, büyük iş merkezlerinde de,
bu temel esastı r, çünkü bir iş gide gide nihayet
insan şahsiyetine daya n ı r. Küçük bir işin bile doğ
ru yürütü lmesi için a h lôki ve ruhi kuvvet isted iğini,
personele doğru davra n ı ld ı ğ ı za man fazla adam
k u l l a n ı lmasına l üzu m kalmadı ğ ı n ı , ça l ı şma g ücü
nü köstekliyen ve a rttı ra n şeyi n iş. baş ı ndakilerin
hareket tarzı olduğ u n u açıkça gören bir insan, ah
lôki ve pedagojik değerleri olan ve iş başı na se
çim le gelen işletme ô mirlerini de gerektiği şekil-
.
de k ıymetlendirebi lir.
Bazı kimselerde « Em retme h ı rsı » denilen bir
107
temayül vard ı r, bazı şefler bir işi bütün teferrua
tına kadar tesbit etmek isterler, her şeye karışır
lar, her şeyi h erkesten daha iyi bildiklerini san ı r
lar. Böylece birlikte ça l ı ştı kları insa n l a r ı n m üsta
kil hareket etmesini, bir soru m l u luğu yüklenme h e
veslerini önlemiş o l u rlar. Bu kusur çok defa en iyi
ve dikkatli şeflerde de b u l u n ur. Böyleleri genel d i
rektifler vermekle yetinmezler, her işe karışmak
tan, hep kendi bilgi lerini göstermekten hoş l a n ırlar.
Böyle ti plere bilg i l i, hamarat ev kad ı n ları a rasında
da raslan ı r. Böyle kad ı nlar ne kızları n ı, ne de h iz
metçi lerini iyi yetiştirebilirler. Çünkü onların hiçbir
şeyi istedikleri gibi ya pmalarına meyd a n vermez
l er.
Bunlar şef olmağa yetkili ve istidatlı değil
d irler. Emir vermeğe değil, emir almağa layıktır
lar, çünkü küçük şeylerin üstüne ç ı kmayı, esas işle
teferruat a rası ndaki farkı ayırm a s ı n ı bilemezler.
As ı l i d a re s a n a t ı , başka l a r ı n ı
b a ğ l a m a k d e ğ i l , k e n d i k e n d i
n e h a reket e d ecek b i r d u r u m a
g e t i r m e k t i r . Şahsi kuvvetleri merkezleşti
ren bir üstünl ükle felce u ğ ratmak değil, tersine bu
kuvvetleri geliştirecek, ca n land ı racak geniş ufuk
lar açmaktır. 1 d a r e e t m e k , k e n d i s i -
n i tem s i l edecek, yorg u n l u ğ u n u
p a y 1 a ş . a c a k y e n. i i d a r e c i 1 e r y e -
t i ş t i r m e k d e m e k t i r . Bu yüzden ida re
ciler en yüksek kontrol vazifesine rağ men, durma
dan her şeye karışmamak, iş görme şevkini kırma
mak için isteklerine ve aceleci liklerine gem vurmak
zoru ndad ı rlar.
108
1 - Ç İÇ EK AÇMASI ve Ç İÇ EK G İB İ KI Z
109
- hiçbir s üzgeçten geçmeden yüzlere a ksediyor. B u
d u ru mda çiçek ve koku nereden gelebi l ir? Böyle
insanlarda toprak kokusundan ve toprak rengin
den başka bir şey olmaz!
Hayatta ası l hoşa g itmiyen şeyler iyi bir mal
zem e olabilir, çiçek ve kokuyu veren a s ı l kudret
bu ma lzemeyle kaza n ı l ı r. Bu yal n ız onları işlemek
usta l ı ğ ı na bağ l ıd ı r.
Öfkelend iği zam a n kendisin i kaybetmiyen,
her zamandan daha sevi m l i ve neşeli olabi len bir
genç kız toprağ ı g üle çevirmiş demektir. Din dilin
de buna « Dünya üzüntüsü n ü geçiştirmek» denir.
110
•
1 1 1.
mek kolay bir şeyd ir. Mühim olan, üzüntü ve ıstı
ra p içinde de, bir taraf öteki nin kusur u n u görünce
ve hayal ettiği her şeyi bulamayı nca da neşeli
olabilmektir. Birçok çiftler çiçekler ve· şarkı larla
yeni yuva larına giderken bütün h ayatla r ı n ı n · bu
d ü ğ ü n g ü n ü gibi aşk içinde geçeceğini san ı r lar.
Bir m üddet sonra d ü ğ ü n çiçekleri solar, heyecan l ı
sesler d uyulur, sonra bunlar a c ı sözlere çevrilir,
ka pı lar çarpı l ı r ve bir bahar çiçeği n i n üzerine d ü
şen çiğ damlaları gibi, bütün sevginin, samimiye
tin üzerine bir kaba l ı k ve kendini h a k l ı görme a r
zusu çöker. Birçokları birbirlerinin kalbini açan
a nahtarları yeniden bu lamazlar ve ölünceye ka
dar yaşa m a n ı n tad ı n ı a la m azlar. Yah ut ölüm dö
şeğinde şöyle söylerler : « Ne olur d ünyaya yeni
den gelebilseyd ik! Her şeye bam başka bir şeki lde
başlard ı k ! » İşte çocuklar, bunları size, bir gün ay
n ı şeyleri siz de söylem iyesiniz d iye a n latıyorum .
Siz yetişkin insa n ları n ya pt ı ğ ı iyi işler kadar, ku
surları ndan, yan ı l m a larından da fayda lanmal ısı
nız. Böylelikle onların göz yaşları, son pişm a n l ı k
ları da bir işe yara m ı ş o l u r, h iç deği lse sizin ha
yatta daha başa r ı l ı o l m a n ıza yarar.
Daha önce, size d u rmadan kavga etmemek
için i nsa n ı n kendine hakim olması gerektiği n i söy
lemiştim . Kendine h a ki m olmak kuru bir sözd ür,
a m a saadet bu kuru kelimeye bağ l ı d ı r. Çünkü
kendine h a kim olan, hayata da hakimd ir, her şe
yi iyi liğe çevirebilir. Egoistlikleri yüzünden birbir
lerine giren, hayatlar ı n ı cehen neme çeviren ve ay
r ı l a n birçok evli lerin a n laşma ve iyi lik içinde ya
şamayı bin defa tercih edecekleri ni tah min eder
siniz değ i l mi? Yazık ki bu kolay bir şey değildir,
çünkü b u n u nas ı l yapacaklarını bilemezler, genç-
1 12
l iklerinde öğrenm iş ve ça l ı ş m ış değ i ld ir ler. Yenil
mez öfkelerine karşı çaresizdi rler. Kendine hakim
olmak, yaşl a n ı nca, saç dökülmesi g ibi, kendiliğin
den olacak bir şey değildir, tersine insa n ı n kendi
istekleriyle yapt ı ğ ı uzun ve cesur bir çarpışma n ı n
karş ı l ı ğ ıd ı r. İşte bu yüzden, sizi n le kendine hakim
ol mayı konuşurken, b u n u size adım başında her
şeyi yasak eden, bütün hayat sevinçlerini boza n
bir kimse gibi a n latm ıyorum. Tam tersi, kendine
hakim olm ıyan bir insa n ı n zava l l ı bir h ayat yaşı
yacağ ı n ı söylemek istiyorum. Herhalde siz de işit
mişsinizdir, cennete gitmek için iyi olmak gerekir.
Ama d ü nyada da bir cennet vard ır, kad ı n la erke
ğ i n bütün kalbleriyle beraber oldukları, birbirle
rine g üvenmenin g ü neşinde kavgasızca yaşad ı k�
ları yer de cennettir. Bu cennete a nca k gençliğin
de i nsanlarla k ı zmadan, öfkelenmeden geçinebi l
meyi, başka ları n ı n kusur ve za ıflar ı n ı dostça kar
ş ı lamayı öğrenen ler girer. içinizde k ı z kardeşi olan
birisi, onunla kavga edip, kaba l ı k la r yaptıkta n
sonra birdenbire başka bir insan olabi leceğini as·
la d üşünmemelidir. Hayır, m ukadderatın ızı şimdi,
ka lbiniz henüz yumuşakken şeki l lendirmelisiniz.
Çünkü insafsızca, kabaca söyliyeceği niz, ya paca
ğ ı n ız her şey ruh u n uza yerleşiverir, sonra bunda n
kurtulamaz, çok s ı k ı ntı çekersiniz. Şimdi kendinize
karşı kazanacağ ı n ız her üstün l ük, gelecek üstün
l ükleri kolay laştı rır ve bir gün gelir bütün öfkele
rinizin hakimi olursunuz. Eşinizi üzecek hiçbir ka-
ba l ık yapamazsın ı z. ,
Vaktiyle küçük bir çocuğa ne olmak istediğini
sord u m . « Baba olmak istiyoru m » cevabı n ı verdi.
Belki de baba l ığ i, ça l ışmak ve okumak istem iyen,
i mtiha n ı o l m ıyan biricik meslek sanıyordu. İ nsan
114
vard ı r. Oeğ neyini dokun unca her şey yeniden g ü
zel l eşiverir. Ama gerçek hayatta çok zaman bu
kurtarıcı yoktur veya o da suratı n ı asan bir kim
sedir, böylece bu iki kişi her karşı laşmada bi rbir
lerini kötü manada büyülemiş o l u rlar. Bu oldukça
g ü l ü nç, aynı za ma nda acı, üzücü bir durumd ur.
Çünkü böyle surat asmalarla hiçbir şey d üzele-
. mez. Vaktiyle İsviçreli bir köy l ü n ün hikayesini oku
muştum: Köyl üyle karısı geceleri uyumadan önce
dua ederlerd i. Bir g ü n bir para meselesi yüzünden
bir a n laşmazl ığa d üştü ler, a kşama kada r birbirle
riyle hiç konuşm a d ı lar. Gece yata klarına yattık
ları za man ikisi de kalbi çarpa rak birbirlerinin
duaya başlaması n ı bekled iler. Dua ederlerse her
şey d üzelecekti. Ama ikisi de inat ediyord u. Böy
lece ilk defa hiç kon uşmadan uyudu lar, ama bu
bir başlangıç oldu, a raları ndaki açı k l ı k gün geç
tikçe a rttı ve sonu nda yabancı iki i nsan . haline gel-
d iler.
Sizinle karı - koca l ı k üzerine görüşmenin se
bebini şimdi a n l ıyorsunuz değil mi? Karı - koca lar
da vaktiyle çocu ktu lar. Bugün biçtikleri çocukluk
ları nda ektikleridir. Sizde de böyle olacak. Henüz
vakit var, a l ı şkan l ı klarınızı değiştirebi lirsiniz, iyi
şeylere a l ışabi l irsiniz. Sonra geç k a l ı rs ı n ız, sizin
gibi a l ı şkan l ı kları n ı z da yaşlan m ı ş olacak. Haklı
da olsan ız, öfkenizi yenmeyi öğ renin, bu g üzel
d uyguyu bir kere tadarsanız artık v a zgeçemezsi
n iz. İ nsan bu duyg u n u n verdiği zevkı, ancak az
g ı n bir hayvana binip de onu istediği g ibi sürdüğü
za man h issedebi lir. Bunu ya pmakla, üstelik baş
ka bir i nsanı da, masaldaki sihirli değ nek gibi iyi
liğe dönd ürürsün üz. Sizin yüzün üz g ü l ünce o da
surat edemez. Ba rışmak istiyen bir kan - koca n ı n
1 15
i l k ad ı m ı n karşı tarafta n gelmesini beklemesi, ko
n uşmak için zava l l ı ben l iğine söz geçirmemesi, ne
kadar acı k l ı d ı r. Bütün bunlar çocukl u ktan kalan
m ô nasız a l ışka n l ı k la rd ı r. Siz de dikkatli. o l u nuz,
böyle a lışka n l ı kları n ızı değiştiriniz, ikinci bir h uy
ha line getirmeyiniz. Kendine hôkirri o la m ıyan bir
kimse asla barış içinde bir yuva bulamaz, h iç kim
seyi de: mesut edemez.
116
3 - TON SANAYi
1 17
Sevgili Adolf,
Ne zamandır sana bu gerçeği anlatmak isti
yordum. Artık sabrım tükendi. Durmadan kendini
anlatma ve yaman bir delikanh olduğunu tekrar
lama diye sana yüzlerce defa söylemiştim. Dün
bizdeyken bu halin çekilmez bir hal aldı. Nefes
bile a lmadan durmadan kendini methettin. «Ben
şöyle yaptı m, ben bunu biliyorum» diye durma
dan konuştun. Böyle bir arkadaşım olduğu için çok
utandım; Sen gittikten sonra annem : «Paul, bu
kendini beğenmiş çocukla niçin arkadaşlık ettiği
ni cınlıyamıyorum!» dedi. Doğrusunu istersen bu
nu ben de anlamıyorum artık. Bu huyundan vaz
geçmezsen · seninle i lgimi keseceğim. Öteki arka
daşlar da artık senden hoşlanmadıklarını söylü
yorlar. Selamlar.
Arkadaşın
Paul
Bu mektubu a İ ı nca Adolf'un h uyu değ işti mi
sa n ı rs ı n ız? Aksine o da Pa u l'e aynı şeki lde bir
mektu p yazdı : «Sen de en az benim kadar ken
dini beğeniyors u n . Benden daha kötü h uylar ı n. var.
Üstelik elbiselerin leke içinde. Benimle i lgini kes
men vız gelir!»
Şimdi söyleyin baka l ı m , i l k mektuptaki ton
ya n l ışları nerededir? Birisini kötü bir h uyda n ger
çekten vazgeçirmek için nasıl konuşma l ı ve yaz
m a l ı d ı r?
Hemen fa rketmiş olma l ı s ı n ız ki Paul'ün mek
tubunda a rkada ş l ı k ve sevgi tonu yoktu r. İşte bu
yüzden Adolf'a huyunu değiştirmek arzus u n u ver
mekten çok uzaktı r. Siz de böyle değil m isiniz?
Kusurunuz kaba bir şekilde yüzün üze vurul unca
118
ka l biniz kırı l ır, içi nizde bir yük hissedersi niz, ku
suru n uz üzerinde düşünecek yerde, a rkadaş ı n ızın
kaba l ı ğ ı n ı , k ı rg ı n l ı ğ ı n ızı düşün ürsün üz. Bunu size
bir iyil i k diye değ i l, içini boşaltmak için söylediği
ni sa n ı rs ı n ız. Sizi sevmediği için kusurlu bulduğ u
nu, iyi niyetli olmad ı ğ ı n ı , a n lattı ğ ı n ı z herhangi bir
olayı kendinizi m,e thetmek içi n söylediği nizi d üşü
necek kadar kötü niyetli olduğunu d üşünürsünüz.
Pa ul'ün mektu bu nda dikkati çeken bir şey daha
vard ı r. Hepiniz bilirsiniz, bir kimseye yak ı n ların
dan birinin öldüğ ü n ü bildirirken çok dikkatli ol
mak gerekir. Bir kimseye kara kteri nde gerçekten
bir kusur olduğunu söylemek de ka ra haber ver
meğe benzer. B u n u n da dikkatle, itinayla söylen
mesi gerekir. Aksi h a lde tesiri fena olur. Bi l hassa
izzetinefsi hassas olan insa n la r üzerinde. Bunlar
kusurları n ı d üzeltmeğe hazırd ı rlar ama, kaba bir
suçla ndırma karşısı nda sendelerler. Şunu iyice bil
meli ki bir insan kend ini saymaz, küçük görür, nef
ret ederse yaşa makta n bezer. İnsa n ı n kendini say
m aya yemekten, içmeden, · ışıkta n fazla ihtiyacı
vard ı r. Sizi suçl a n d ı rd ı kları, kabahati nizi, korkak
l ı ğ ı nızı yüzünüze vurdukları zaman kendinizi bir
yoklayı n baka l ı m : Kendinizi tem ize çıkarmaya
ça l ış ı rs ı n ız. Bir şeyi korumqk için ya lan söylediği
nizi düşün ür, yala n ı n ızı g üzel l eştirmeğe ça l ı ş ırsı
nız. Şimdi yine d üş ü n ü n baka l ı m . Arkada ş ı n ı z söy
lediğ iniz ya l a n ı yaka lar, sizi bundan ku rta rmak
isterse, bunu g ücendirmeden nas ı l ya pma l ı d ı r? Bu
nu size kendinize olan sayg ı n ızı kaybettirm iyecek
şekilde söylemelidir. Ne de olsa bu sayg ı biraz ze
delenm iştir, onun için arkadaşı n ı z size daha say
g ı l ı davra n m a l ı d ı r. Sizi ezecek, küçü ltecek yerde
daha çok cesaretlend irmelid ir. Mesel& şöyle kon uş-
119
m a l ı d ı r : «Senin cesaretine çok şahit oldum, birçok
acı lara daya nm a n, teh l i ke lerden yı l m a m a n çok
hoşuma g itti. B u n u n için sana çok saygı m var, şim
d i küçük bir şey üzerine d ikkatini çekersem can ı n
s ı k ı l m ı yacak san ıyorum .
« Bu n u sana ilerde hoşuna gitmiyen şeylerle
karş ı laşma diye söyl üyorum. Öyle sanıyorum ki
iyice d ü ş ü n ü rsen sen de, biraz korktuğun için ya
lan söylediğini a n l ıyacaks ı n. B u n u a nlad ı ğ ı n za
m a n da daha cesur kon uşmak a rzusunu kendi l i�
ğ inden d uyacaks ı n . »
B u örnekle size ne a n latmak istediğimi, siz
den küçük kardeşlerin izi n a s ı l yetiştireceğinizi a n
lad ı n ız değil mi? Pa l d ı r k ü ld ür, kırıcı kaba sözler
le h ücum etmek yerine, önce karş ıdakini ruhen
ka lkı n d ı rmak, cesaret vermek, iyi ve sayg ı değer
h uyları olduğunu, bu h uy la r ı n yard ı miyle kötü
h uylard a n kolayca kurtu labileceğini söylemek la-
zı m .
Farzedelim birisine kaba l ı k v e d ikkatsizlik
yaptığ ı n ı söylemek istiyoruz. Hiç kimse terbiyesiz,
bilgisiz olmak, terbiyesizliği, bilgisizliği kabu l len
mek istemez. Bu yüzden hatası aşırı bir şeki lde yü
züne vuru l u nca, hemen yapt ı ğ ı iyi hareketleri ha
tırlar, kendini b u n u n la avutur. Çünkü onun g uru
ru ve saadeti kendisini terbiyesiz görmemeye da
ya n ı r. Böyle bir insana terbiyesizl iğini söylemek
gerekirse; önce gururu n u okşa m a l ı , kendisine olan
sayg ı s ı n ı uyand ırma l ı d ı r. Mesela onun bu kaba
l ı ğ ı bilerek yapmıyaca ğ ı n ı , çünkü ondan böyle
davra n ışlar beklenemiyeceği n i söylemelidir.
Şimdi kendi kendinize şunu soracaksı n ı z bel
ki : « Bu kadar yorg u n luğa ne l üzum var? Birisine
iyi bir ders vermenin, bir defa l ı k bir tokat vurma-
120
n ı n ne zararı olabilir? O kaba l ı k ettiyse b u n u an
la ması lôzı m . O ya la ncıysa benim b u n u nezaket
le söylememe ne l üzum var?»
Bu itiraz akla yak ı n geliyor ama doğru değ i l .
Arkada ş ı n ı z ı n yaptığ ı kötü l ü ğ ü n bütün açı k l ığ iyle
gösterilmesine ben de taraftarım. Ama bir insa
n ı n yapt ı ğ ı köt ü l ü ğ ü açı kça göstermek o kadar
önem li bir şey değildir, bundan daha önemlisi bu
kötül üğe on u kafasıyla, ka lbiyle de i nandı rmak
tı r. Çünkü g ürpltüyle h içbir şey yap ı l maz. Söyle�
nen bir sözün tesirli · ol ması ancak m uhata b ı m ızı
bu işe inand ı rmakla m ü m kü nd ür. KonuŞmam ızla
g ücendirdiğimiz bir insa n ı n kalbi ni polis kuvvetiy
le bile elde edemeyiz. Bu duruma göre insa n ların
kalbini kazanmak istiyorsak, sadece içimizi dök
mek istem iyorsak o ka l bi sesimize iyi bir ton ve
rerek, iyi bir davra n ışla kaza n m a l ıyız. Hoşa git
m iyen bir şeyi gön ü l a larak söylemesini bilmeli
yiz. Tatlı söz zehir olsa yutulur çünkü.
Öyle insa n la r vard ı r ki hemen h ücuma geç
mek, başka ları n ı n yaptığ ı hatayı en a ğ ı r sözlerle
söylemek isterler. Sonra da her şeyi olduğu gibi
söylemek, her davra n ış ı n a d ı n ı koymak . isterler.
Sanki en kaba isim en doğru isim m iş, insan baş
kas ı n ı n içini açı kça ve doğru olarak görebil irmiş;
bu kusuru niçin yaptığ ı n ı bilirmiş gibi. « Kendine
karşı sert davran, başka larına karşı yum uşak ol»
sözü, çok g üzel bir h ayat d üstu rudu r.
Şimdi bir i nsan ı ya n l ış l ı klardan, sabit fikir
lerden kurtarmak için nas ı l davranacağ ı n ızı, sesi
n ize nas ı l bir ton vereceğinizi biliyorsunuz a rtık.
B u ton u bulman ı n g üç l ü ğ ü n ü de a n l a d ı n ız. i nsan
h ayatı n ı büyük bir m üzik salonuna benzetirsek
gerçek ton sa natkô rları n ı n çok az olduğ u n u görü-
121
rüz. Çünkü bu salondaki ton sanatı bir şarkıyı ku
sursuz söylemekten iba ret değildir, i nsanlar ara
s ı ndaki m ü nasebetlerin g üçl üklerini de aynı usta
l ıkla h a l letmek, g ücen dirici değil, gön ü l a l ıcı bir
ton k u l lanmak lazı m d ı r.
KEMAN DERSİ
122
Küçük Max Sch u lze de t ı pkı böyle, kema n ı n ı n
nağ meleriyle ayd ı n l ığa kavuşm uştu. Ayak tırnağı
etine bata n kimse bunun acısı n ı çok iyi bi lir. Tır
nak, ayakkabı dar geldiği için, . ileriye doğru bü
yüyemediğ inden ete göm ül erek öc a l ır!
Küçük Max' ı n da birçok haya l leri, zevkleri,
sevi nçleri vard ı . Ama bunları h içbir zam.ah geliş
tirmem işti: Hepsi içinde ka l m ı ştı. O da kendi içine
göm ü l ü p ya ba ni bir çocu k old u . Buna daya k ne
desin?
İ KİNCİ SES
124
SAGI R ve DİLSİZ
Düşünceleri - Kapısız
Duyguları - Sözsüz
Sesleri nağmesizdir
Hayatları çok acıdır! . . .
Bu şiiri okuduğum za man, k u lakları n ı ve dil
lerin i k u l lanmas ı n ı bilmedikleri için sağ ı r ve di lsiz
hayatı yaşıyan i�sanları d üşünürüm.
Böyle insanlar ya l n ı z kendileriyle meşgüldür
ler, ya l n ı z kendi lerini ilgi lendiren şeyleri din ler
ler, kendilerini ilgilendirmiyen bir şey söylenirse
h emen ku lakları sağ ı r olur. Yemeğe çağr ı l d ı kları
n ı çok iyi duyarlar, ama a n n·eıeri çok yorgu n ol
d u ğ u n u söyler, yard ı m . isterse usta l ı kla duyma
mazl ı ktan gelirler. Ancak ku laklar ı na davul ça la
rak bildiri len bir a rzuyu d uya rlar, yavaşça uta na
rak rica edi len bir şeyi işitmezler. Kardeşlerini k ı r
d ı kları n ı, g ücendirdi klerini a ncak yüksek sesle ağ
l a d ı ğ ı zaman farkederler, ses çıkarılmazsa ya p
tıkları kaba l ı ğ ı hissetmezler bileı. Orma n larda do-
. 125
laşır, kuş tutmağa ça l ı ş ı rl a r. Kuşların · ötüş ündeki
b ütün ton ları fa rkederler, çağ ı rıyor m u, korkuyor
m u, hepsini a n larlar. Ama ku lakları n ı h içbir za
man insan sesine göre ayarla mazlar, burada ta,
m a m iyle sağ ı r olurlar. Kulakları i nsan ruhunda n
bir ses duyurmaz onlara, insa n la r ı n ruh d u ru m u
n u kulaklariyle fa rkedemezler, bu yüzden nas ı l
davranacakları n ı da bilemezler, böylece sağ ırlar
gibi ça resizdi rler. Bunlar içi n de ayn ı şeyi söyle
mek, «Ah hayatla rı ne acı ! » demek yeri nde olmaz
mı?
Hepiniz işitmişsinizdir, Kızı lderi lilerin kulakları
çok hassastı r, k u lakları n ı yere koyu nca çok uza k
ta n gelen nal sesleri ni d uya rlar, ya prakların h ı�
ş ı rtısından bir insa n ı n yaklaştığ ı n ı hissederler. Bu
gün bizim böyle şeyler öğ renmemiz lazım değ i l .
A m a ku lağ ı m ıza bazı usta l ı k lar öğ retebi !seyd ik
çok iyi olurd u ! Mesela kulağ ı m ıza bir yabancı n ı n
sesinden ka lbinin içi ndeki leri dinliyecek kadar
h assas olmayı öğretebi lseydik, bu sesin ton unda n
sahibinin üzünt ü l ü m ü, sinirli mi, k ı rg ı n m ı , neşe
siz mi; yorgu n m u veya heyecu n l ı m ı olduğ unu
a n l ıyabi lseyd ik ne iyi o l urdu! İ nsan bunu kolayca
öğrenebil ir. Ya lnız dikkat etmek, hiçbir şeyi kaçı r
�amak lazım. Tıpkı tiyatro sa natka rları n ı n kalbin
türlü Wrl ü d uyg u l a r ı n ı sesleriyle vermek için can
la başla ça l ı şmaları gibi. Bu duyg u l a r ca n l a nd ı rı l
masayd ı h içbir piyes sahneye konamazd ı . Mesela
korkak veya kendini beğenmiş bir tipi ca n landı
ra n sanatkar, kendi kendine : «Acaba kendini be
ğenmiş veya korkak bir insan nas ı l konuşur?» di
ye d ü ş ü n ür, öy le koiı uşmağa ça l ı ş ı r. Kızı lderi l i ler
kulakları n ı kul lanmas ı n ı d üşman ları öld ürmek ve
ya va kti nde kaçma k için öğrenirler. Biz de sevdik-
126
lerim izi istemeden üzmemek veya s ı kmamak içi n
öğrenmel iyiz. Bir kimsenin başka larına . rah atsız
l ı k ve yorg u n l u k verd iğini kend iliği nden a n lama
ması, ka rşısındakini öfkeyle söyleti nceye kadar
beklemesi Jı azin bir şey değ i l midir?
Hoşla n d ı ğ ı m ı z bir şey söylendiği za man bu
nu karş ı m ızdakine n a s ı l a n latmal ıyız acaba? Me
sel& biri birçok kimsel erin içinde arkadaşı n ı çekiş
tirir veya on u n okulda nas ı l ceza la n d ı r ı l d ı ğ ı n ı a n
latırsa nas ı l davra n ı l m a l ı d ır? Çok za man « O bu
na içerlerd i » denir. Çünkü onun sesi nde, kendisi ni
üzd ükleri için içerlediği açı kça h issedi lir. Kulağ ı
h assas olan lar daha. bir h ikayeyi a n latırken ora
da söylenen sözlerden bu h ikayen in karşısındakini
üzeceğini h isseder ve hemen sözü değiştirirler. Sa
ğ ı rlar ise h içbir şeyi farketmeden, konuşmalariyle
d urmadan karşısı ndakinin üzüntüsü n ü arttırı rlar.
Böyle hal lerde insan en iyi arkada ş ı n ı bile kaybe
debi lir, yeni arkadaş lar da kaza nabilir. Bam baş
ka bir işi olan yorg u n ve sinirli bir i nsa n ı sual ler
sora rak, bir şeyler istiyerek sıktı ğ ı m ızı farketmek
g üç bir şey değ i ldir : Hele hasta ziyaretinde çok
tetik davra n m a m ı z, hasta n ı n yorg u n l uğ u n u ondan
daha önce a n la m a m ız gereki r. T ı pkı görün ürde
bir şey ol madan nal ses lerini işitebilen Kızı lderi li
ler g ibi. Öyle insa n la r da vard ı r ki ça l ı ş.tıkları bir
s ı rada, ya hut tam sokağa ç ıkarken gelen bir mi
safiri bile g ü ler yüz:e karş ı la rlar. Ama kulağı iyi
işiten insan bu dostça karşı lanmada, g üzel sözler
de bir zorlama ve uta n m a olduğ u n u farkedebil ir.
Bunu farketm iyenler ise, karşısında ki içini çekse,
e�nese, hatta doğruda n doğruya son g ü nlerde çok
işi olduğunu söyl ese de saatlerce otu rurlar. Kulağ ı
bu şeki lde terbiye edilmem iş ola n la r h içbir za man
127
gerçekten k ültürlü ve kibar bir insan olamazlar.
Kulakları m ı z şa pka larım ızı aşağ ı kayd ı rmamak
için yaratı lmam ıştır, bize d ı şardaiı haber a l s ı n lar
d iye ya rat ı l m ı ştır. Bir yerde sevgiye rni . ihtiyaç var,
g üzel bir söz mü söylenmesi lazım, ca gda n bir el
s ı k ı ş ı m ı, özür dilemek mi, yoksa çekilip g itmek
mi, kulakları m ı z bütün bunları bize vakti nde ha
ber vermekle vazifelidir.
Şimdi de di lsizler üzerine birkaç söz söyliye
lim : «Sözsüz d uyg u l a r ve nağmesiz sesler» m ıs
ra ı onlar için yazı l m ıştı r. Bu m ısra gerektiğ i za man
dostça, teşekkürle konuşması n ı b i l m iyen, çok sa
d ı k ve içten duyg u ları açıklamak için kendi lerini
yormak istemiyen i nsanlar için de söylenebil ir.
Bun u n sebebi biraz tem bellik, biraz da utan
gaçl ı k veya a l ışkan l ı ğ ı n eksikliğidir. Bir yere ça
ğ ı rı l ı p da çok eğlendikleri zam a n ayrı l ı rken ya l
nız kuru bir «Allaha ısmarladık!» veya en çok «Te
şekkür ederi m ! » diyebilirler. Uta ngaçl ıkla rı nı, tem
bel l iklerini yenip de ev sahibine g üzel vakit ge
çirdiklerini, hoşlandı kları şeyleri h içbir zam a n söy
lemezler. Hoşla nmadılarsa söylemeyebil irler ama,
gerçekten hoşlan d ı la rsa b u n u açık açı k söyleme
mek neden? Acaba bu d ünyada samimiyet böyle
şeylerin söylenmesine l üzum h issedilm iyecek ka
dar fazla m ı ? Ben hiç de böyle görm üyorum, ter
sine belki. Böyl e bir sözü d uyan bir i nsan asla
u n utm uyor, okuldan a ld ı ğ ı iyi karneyi saklıya n bir
öğrenci veya nişa n l ı sı nda n gelen mektubu kalbi
nin üstünde taşıyan bir genç gibi, o da bu içten
sözü kalbinin, hafızası n ı n en derin yeri nde sa k l ı
yor. Başka ları ndan duyduğu acı sözlerin tesel l isi
ni bu sözde b u luyor. Üzüntü l ü, h asta, yah ut sevdi
ği birisini kaybeden i nsanları teselli edecek, i lgi-
128
mizi gösterecek sözler söylemeyi ne çok u nuturuz.
Di lsiz g ibi, taş kesi l m iş bir halde olduğumuz yer
de ka l ırız. iyi bir şeyler söylemek isteriz a ma, ne
söyl iyeceğimizi bilemeyiz, susmayı daha uygu n
buluruz.
Oysa teselli edici bir söz insa n ı n acısı n ı ha
fifletir. Ya l n ı z biraz d üşünmeli, karş ı m ızdaki ni na
s ı l tese l l i edeceğimizi araşt ı rma l ıyız. Sonra da he
men söylemeliyiz. Birkaç söz, herhangi bir şey,
ama m iskince bir susuşla değil, kalbimiz de, sesi
miz de iyi likle dolara k. Bazı insa n lar çok yolcu
luk yapar, dostları ndan, yak ı n larından ayrı l d ı k ları
içi n çok üzülürler, ama bu üzüntü l erin lafı n ı bile
etmezler. Geride ka lanlar da hasretliğin ona g üç
gelmediğini, ayrı l ığa kolay daya n d ı ğ ı n ı san ı r lar.
Ama bu üzüntüden bir kerecik olsun bahsetmek
h iç de g üç deği ldir. « Bu yolcu luğa seviniyorum,
ama 's en ya l n ı z ka lacaks ı n d iye üzg ü n ü m . Senin
yok l u ğ u n u çok hissedeceğ im. Seni çok özliyece
ğim. Daha şimdiden b u l uşmam ızı d ü ş ü n üyorum»
denebi lir. Geride kalan ayrı l ı k m üddeti nce bu söz
lerle yaşar, kendisine bu kadar bağ l a n ı l d ı ğ ı için
gurur d uyar. Öyleyse bu kadarcık bir şeyi niçin
söylememeli? Yahut da birisini üzd ün üz, haksız
l ı k ettiniz, bunu gayet iyi bil iyorsunuz ama ken
dinizin de üzüld üğ ün üzü, kütü bir niyetiniz olmadı
ğ ı n ı söylemiyorsunuz. Böyle h a l lerde birçok i nsan
lar konuşmazlar, karşısı ndakinin öfkesi geçince
ye kadar beklemeyi daha uyg u n bul urlar. Yazık
ki her za man bu öfke geçmez, bozan bir zehi r gi
bi bütün ruhu kem irir, sevgiyi öld ürür. Bütün bun
l a r ı n sebebi de o d ilsiz olmak, konuşmamaktır.
Ağzı m ız bize yemek yemekten daha iyi bir şey
içi n veri l m iştir, g üzel şeyler söylemeğe a l ışt ı r ı rsak
130
Dünya ile olan a l ı şverişlerinde bu iyi liklerden pra
tik olara k fayda lanamazlar. iç olgun l uğ u n u n h a
reketsizliği içinde iyi tarafları n ı d ışarıya yönelte
mez, m u h teva n ı n şekle, samimiyetin söze geçiril
mesini başaramazlar. Bir de bam başka bir şekil
de d üzen lenmiş insa n l a r vard ı r, hayatları daha
kolayd ı r, yukarda a n lattığ ı m ız tiplerden daha çok
başarı kaza n ı rlar, bunlar iç durumlarına göre ya
aşa ğ ı l ı k d ünya n ı n h ükmettiğ i inasnlard ı r veya h iç
kara kterleri yoktur. Ama gözlerini bu d ü nya ni
metlerine d i ktikleri için bütün dikkatleri ni bu yöne
verirler ve başka ları n ı rahatsız ederek etrafta bir
a ntipati uya n d ı rmazlar. Tersine her yerde hoşa gi
den bir şahsiyet olurla r, gerçek kara kterlerini, a s ı l
düşünceleri ni usta l ı kla ma:.kelemesini bilirler, çok
zaman iyi bir tahsil g örmeleri de işlerini kolaylaş
t ı r ı r.
Böyle tiplerin hayat yol u da, başarı ları da
kolayd ı r, çünkü topl u m a çok kolay uyarlar. i l k
söylediğimiz tipler ise iyiliğe, g üzel l iğe, doğruluğa
karşı sonsuz bir hasret; ya pmacığa, ya l a nc ı l ı ğa
karşı da sonsuz bir nefret d uyarlar. Böylece ta
biatlarına uym ıya n şeylere sinirlenirl er, geçim le
ri g üç insa n la rd ı r. O n lara söylenecek şey şudur :
Biz topraktan yarat ı l m ı ş i nsa n larız, bu fa ni vücut,
geçici bir zam a n için A l lah ı n büyüklüğünü taşı
makla vazifeli, çevrem izdeki kem a l i n i b u l m a m ı ş
insa n la rla yaşa m a l ı , içimizdeki iyi lik lerin bize d ı ş
d ünya ile a l ı şverişlerim izde kendimizi kap ı p koy
vermek hakk ı n ı verdiğine inanmamalı, şeki l leri
bak ı m ı nd a n eksik olan m ünasebetlerimizin iç asa
leti ile giderileceği ne inanmal ıyız. i nsanları tanı
m aktan h içbir zarar gelmez, aksine iyi lerin fena
larla karş ı laşması fayd a l ı bir şeydir. Bunu yapma-
131
mak fenaların daha fena olmasına ya rd ı m etmek
demektir. Onlara iyi liğimi zi göstermeli, iyi yola
getirmeğe ça l ışmal ıyız.
İ nsan d ü nya ile olan i.lgisini hiçbir zam a n
kesmemelidir. Kesmek Tan rıya karşı gelmek de
mektir, biz bu dünyaya, ta nrısal bir h ayat yaşa
mağa gelmedik, hayatı olduğu gibi bütün gerçek
leriyle yaşamak zorunday ı z.
Çok hareketli ve d üzen l i bir kadı n la evl i olan
büyük fazi letlere sahip bir erkek sonunda boşan
mak zoru nda kaldı lar. Çünkü kad ı n kocası n ı n fa
zi letlerinden doğan titizliğe, tenkid lere, k ı l ı kırk
ya rmas ı na dayanamadı. Ama ayr ı l d ı kta n sonra
bu faziletleri sayg ıyla hatırlad ı . Yeniden evlendi.
iki yıl geçince de aynı sebepler yüzünden yine ay
r ı ld ı lar ve a rtık birleşmediler. Bu satı rlar ı n yaza rı
bu zava l l ı karı - koca n ı n hikayesini hatı rlad ı ğ ı
için gençlerin gözünü açmak, gerçek hayattan bir
örnek vermek lüzu m u n u d uyd u. içinizdeki iyi ve
fena h uyları çok geç kalmadan bir d üzene koyu
n uz.
132
Bir pazar g ü n üyd ü, şehrin her yan ı satı cı tez
g ô h lariyle, insan larla dol uydu, adam fıçıyı taşıya
rak yürüdü. Hem de ne dikkatle. Bir damla yağ
dökü l medi.
Geriye geldikleri zaman kıra l « Peki, şeh i rde
ne var, ne yok?» diye sordu . « Kim leri gördün?»
« H içbir şey görmedim, efendim. Akl ı nı fik
rim yağdayd ı . »
« Şimdi baştan ç ı km am a n ı n çaresini b u l d u n
işte. A l ıa h a da, fıçıdaki yağa bakt ı ğ ı n dikkatle
bak. O za man hiçbir şey seni başta n çı karmaz.»
Bu basit olduğu kadar m ô n a l ı bir öğ üttür.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bütün olaylar ki
şiyi de, m i l letleri de baştan çı karm a k, basit ve
sağ lam gerçeklere bağ l ı ka lmakta n a l ı koymak
için el ele verm işler. Eğlence yerleri bizi çağ ı rıyor,
« Buyurs u n la r efend i m ! » Her şeyin ne kadar süre
ceğ i n i kim bilir! Devlet ada m ı na d üzenbazlar yak
laşıyor, yolsuzluk yapması için kışkı rtıyorlar, mil
yon ları kurtarmak için ka lp para basması n ı söy
l üyorlar; iflôsiyle bütün d ü nyayı sarsacak bir ma
liyecin i n kafa s ı na en son dakikada bir şeytan gi
rip, « Bir ma nevra çevirebi lirsen her şey d üzelebi
lir, sorum l u l uktan kurtu l ursu n, bu da yala na, da
lavereye değer,» d iye fıs ı ld ıyor.
Evl i l ikte bed ba ht olan ve saadetlerini a ncak
bağları n ı kopard ıkları zaman bulacaklarına ina
nan insan lara baştan çıkmak çok çekici gelir. « Ha
yat baş döndürücü bir h ızla geçiyor, vazgeçmek,
sadaka t, kanun ne demek, eline geçen fırsatlar
dan fayda lan!» diye d üşünürler.
Başta n çıkmak, yoldan çıkmak demektir. İ n
san bir kere yol u n u şaşırdı m ı a k l ı n ı başı na top
layı p da geri dön mezse bir daha dönü � yoktur
133
a rtık, günah lar içine, yalan lara, uçuru m l a ra doğ
ru bir yuvarla n ı ş vard ı r. Bunu ya l n ız ya psa iyi
yine, ama başka larnı da s ürükler. Hiçbir fena l ı k,
h içbir başta n çıkış ya l n ız kal maz, ergeç etrafa da
yay ı l ı r, ihanete, çözüntüye; kopuntu lara yol açar.
Baştan çıkmak demek vücudu da, ruhu d a köle
leştirmek demektir. Ruh köleliğe, d ı şardan gelen
davetlere karşı koyamad ı ğ ı için d üşer, vücut ise
başta n çıkan a rzu ları n kölesidir, bu kölelik onu
m ahveder, yüzü çöker, sağ l ı ğ ı n ı kaybeder. Bu d u
ruma d üşmemek için gözlerimizi büyük bir ışığa
çevirmek, yaba ncı pırı ltı lara aldanmamak. lazı m-
dı�
Hayat ı n karış ı k pazar yerinde gözün her a n
yağ fıçısı nda o l m a l ı, sağa sola bakma m a l ı s ı n, a k
si halde mahvolursun. Gözlerini eğ lence paviyon
larına çeviren, çağ ırışlarına kulak veren insa n, on
ların köleliği ne, mahvol m a yol u na girmiştir artık.
«Al lahtan korkmak» sözünün manası çok derin
dir. Allah korkusu, insa n ı bu türl ü köleliklerden
kurtara n, bug ün politikada, ticaret h ayatı nda, ev�
l i l i kte birçok örnekleri ni görd üğ ü m üz çözüntü leri
ö n l iyen, bizi firen l iyen, baştan çıkmakta n koruyan
bir korkudur. Bu korkuyu en iyi ma nasiyle d uya
lım.
134
olan başka bir h izmetçi, genç kızla ahbaplık e�e
rek, bu kadar g üzel bir kızın böyle paçavra lar
içi nde gezmesinin yazı k olduğunu söyledi. Kız da
parasını a n nesine yolladığ ı n ı a n lattı. Hizmetçi ka
d ı n genç kıza ihtiyaçları n ı başka yol la rda n sağ la
ması n ı tavsiye etti. Kız ürpererek gerilediği zaman
da büyük bir h ı rsızl ıkla ufak tefek şeyler aşırmayı
birbirinden ayırmak gerektiğini fısı ldad ı . i nsan
efendileri farketmeden bir şeyler alabi lir, buldu
ğ u şeyi geri verm iyebilirdi. Köy l ü kız « Ben hanı
m ı m a odada bulduğ u m saç tokas ı n ı bile veririm»
ded i. Kad ı n onunla a lay etti. « Bu d ü rüstlük köpe
ğine senden daha çok para veren h a n ı m ı n için
mi? Avuç dolusu parayı bir gecede harc ıya n efen
din için mi? Saç tokalarını böyle insa nlar için m i
topl uyorsun? Sen a pta ls ı n ! » diyerek çeki lip gitti.
Kız ilk önce kendini tutmağa ça l ıştı, ama sonra
gözünü açı p da efendi lerinin nası l para harcad ı
ğ ı n ı görünce, a nnesin i n fakirliğini, yırtık pırtık el
biseler içi nde dolaştı ğ ı n ı, üstelik efendi leri nin üs
tüne başı na bakm ıyor diye onu azarladıklarını
düşün ünce, evde evri len bir ziyafette bulduğu g ü
zel bir yüzüğü vermedi, satmağa karar verdi. Ama
bu çok kıymetli bi.r yüzüktü, d ükka nc ı l a r nereden
bulduğunu sordular, kızın şaşkın, heyeca n l ı ha
linden yüzüğü ça ldığ ı n ı sandı lar. Polise verdi ler,
kız h a pse girdi, büsbütün düştü . Oysa bu kız na
m us l u bir kızdı, kimseyi m a l ı ndan etmek istem i
yord u. «Yüzüğün sah ipleri nasıl olsa zengin in
sanlar, kaybettikleri bir yüzüğ ü bulmazlarsa h iç
bir şey değişmez» diye d üşünm üştü; vaktiyle o
h izmetçi kad ı n onu nl a konuştuktan son ra, karşısı
na iyi bir insan çıkıp : « Kızım sen başka la r ı n ı n na
sıl para sarfettikleriyle i lgi lenme, onlara ait bir
135
şeyi a l d ı ğ ı n zaman zarara uğrarlar m ı, u ğ ra maz
lar m ı diye d üşünmeğe de hakk ı n yok. Sen a ncak
h ı rsızl ı ğ ı n başkalarındqn çok sana zarar vereceği
ni d üşünmelisin. Çalan insan her şeyden çok doğ
r u l u ğ u n u ça lar. Doğ r u l u k d uygusu o l m a d ı ğ ı za
man da artık h iç ki mse ona g üvenemez, herkes
ondan kaçar, evinden, ya n ı ndan uzaklaşt ı r ı r. Bu
y üzden bulduğun saç toka ları n ı bile geri verdiğin
için sana « a pta l !» denemez. Çünkü burada m ühim
olan, han ı m ı n ı n o toka ları kulla n ı p k u l la nmaması
değ ild ir. Senin en küçük şeylerde bile doğru l u k
tan ayr ı l ma m a nd ı r. Senin bütün saadeti n bu
küçük toka ları a l ı koymamana bağ l ıd ı r. Çünkü
küçük şeylere önem vermiyen bir insan h ayatı n
.en büyük gerçeğini bilmiyor demektir :' Büyük şey
ler, k üçük, önemsiz şeylerle başlar. Bu bakımdan,
nam usu n büyük şeylere bağ l ı olduğunu, küçük
h ı rsızl ı k l a r ı n nam ussuzl u k say ı l m ıyacağ ı n ı d üşün
mek deli liktir. Namusun ça l ı nan şeyi n büyüklüğü
ve küçük l üğ ü ile i l g isi yoktur. i nsan ya namuslu
dur, ya değ i ldir, seni n ve benim m a l ı m arasındaki
farkı ya bilir, ya bil mez. El lerin, gözlerin başka la
rı n ı n m a l ı n a uzanmama l ı d ı r. Çünkü senin bütün
şerefin elinin ya n l ı ş bir hareketiyle kirlenebi lir»
demiş olsayd ı zava l l ı kız bu duruma d üşmezdi.
Dünya yuvarlağı üzerinde Afrika ile Ameri
kaya bir göz ata l ı m. İki büyük Okya n usla ayr ı l ı
yor. Okyanusu geçen ve Afrikaya ayak basan bir
kimse ayak bast ı ğ ı yer kıta n ı n en uç noktası da
olsa artık Amerikada değil, Afrikadad ır. Ameri
kayla onu.n arasında, koskoca bir okya n u s vard ı r.
Namusl u l u kla namussuzluk arasında da tıpkı böy
le koskoca bir okya n us vard ı r. Bu okyanusu bir
adım bile aşa n bir kimse a rtık namu ssuz say ı l ı r.
136
En küçük hareketlerim ize bile dikkat etmek,
yan ı lmamağa ça l ışmak lazı m . Dikkatsizce ya pı
lan bir · iş temiz a d ı m ızı kirletiverir. Başka ları n ı n
m a l ı na el uzatmak her şeyden çok, kendi nam usu
na e l uzatmaktır.
AT A H I RI N DA NE ÖGREN İLEBILİR?
137
N etekim Ara p atları da, Ara plar hayva n lariyle
dost gibi konuştukları için o kadar asil d uruşlud u r.
Kötü davra n ı ş en asil atı bile h uysuzlaşt ı r ı r. İyi ve
nazik bir davra n ış da en yabani atı bile yum uşa
t ı r. Bundan ş u sonucu çıkarabi l iriz : Gerçekten
iyi bir davra n ı ş asla za ıf değ i ldir, tam tersi en ka
ba seyislerin 'başa çıkamad ı ğ ı hayva n ları bile uy
sal laştıran büyük bir kuvvettir. Tatl ı d i l i n yapıcı
l ığ ı na ina n m ıya n la r, sonunda bunu at a h ı rı nda
öğrendiler.
138
Ama domuzu bata k l ı kta boğ u l mağa b ı rak
sayd ı, belki zencileri de fakirlik ve kölelik bata
ğ ı nda b ı ra kacak, kurtarıcı ları olm ıyacaktı. Lincoln
bu işi yaptığ ı za m a n d a üzeri ne çok çam u r a t ı l
m ış, ôdeta ümidini kesm işti. Yal n ız rah at ı n ı d üşü
nen, çubuğ unu yak ı p keyfine baka n insan başka
ları n ı sevmekten, a c ı m a ktan vazgeçmelidir. Baş
ka ları n ı sevmiyen, a c ı m ıyan insa n da çok zava l
l ı d ı r.
OTOMOBiL
139
l a r ı n çoğu nda doğru l u k sevgisi, karşı laşt ı k ları bir
h a ksızl ı ğ ı n verdiği öfkeden doğar.»
140
de hiçbir fedakarlığa katla namazlar, çünkü onla
rın ya ra r l ı kları boru sesine, zafer mada lyasına
bağ l ı d ı r.
Bir h ikaye okumuştum, zengin bir adam ba
ş ı n ı d i n lendirmek içi n küçük bir bal ıkçı köyüne
g ider. Akşam üstü ba l ı kçı loka ntası nda bir bin li
ra l ı k boza bilirler m i d iye sorar. Ömründe bin li
ra l ı k görmiyen lokanta sah ibi : « Bu parayla siz
hiç bir borcunuzu ödiyemezsiniz. Burada ufa k pa
ra lazı m » der. Daha sonra lokantaya başka köy
l ü ler de gelir, lokantacı binliği onlara da göste
rir, bozabil irler mi diye sorar. Hepsi g ü lerler. « Bin
lira l ı k d iye bir şey var m ı?» derler. Bu a ra l ı k içeri
birkaç ba l ı kçı girer, onlar da şimdiye kadar ya l
n ız yüz lira l ı k para görm üşler, o da h ükümet fev
kalade bir ta hvil fa lan ç ıkard ı ğ ı zam an lar. Zen
g i n adam odasına çıktığ ı zaman d ı şarda birinin
«Onun on paras ı yok, doland ı rıcı n ı n biri, onu giz
lice pataklıya l ı m » ded iğ ini duyar. Pataklamayı
bek lemeden pencereden atlar, az gider, uz gider,
dere tepe düz gider, yedi saat sonra küçük bir ka
sabaya gelir. Burada parayı bozd urur. Ald ı ğ ı
ufa k l ı k ları iki çuva la doldurur, b i r arabaya biner,
akşa m vakti yine ba l ı kçı köyüne gider. Loka nta
sahibine olan borcunu verir.
Bu h ikaye ne a nlatmak istiyor acaba? Sadece
şunu : Bizim g ü n l ü k hayatı m ı z da bir ba l ı kçı kö
yüdür, i nsa nlar bi n l i k ba nknotl a ra benziyen kaba
dayı lara pek a ld ı rmazlar, hatta şüphelenirler.
Bir çoğu kahrama n l ı ğ ı yal n ı z kita pta okum uş, hat
ta görmem iştir. Bu yüzden böyle bir şeyin olabi
leceğ ine akı l erdiremezler, hele büyük işler gören,
ama küçük meselelerde hiçbir a n layış, fedaka r l ı k
gösterm iyen insanlara asla inanmazlar. Şüphesiz
141
b u nda hakl ıdı rlar. Büyük işler görmek kabiliyetini,
küçük şeylerde gösteremiyen insan ş ü pheyle kar
ş ı la n ı r. Böyle bir insa n ı n yapacağı en doğru şey
büyük yararl ı kları n ı kuruşland ırmak, yani en
küçük şeylerde bile bel l i etmektir. Evinde bütün
gün karısına işkence eden bir adam ı n, « Bir ya n
g ı n olursa, yah ut bindiğin kayı k devri lirse seni
kurtarmak için seve seve ca n ı m ı veririm » ded iğini
d üşünün. Yah ut bir çocuk hasta anasına «Sana ki
ta p okumakta n hoşlanmıyorum, ama doktor seni
kurtarmak içi n ka n vermemi isterse bir an d üşün
mem» d iyor. Bu tuhaf bir. şey deği l mi? Birçok i n
sanlar fedakô r l ı ğ ı binlik ban knot gibi büyük öl
çüde verirler, küçük fedakô r l ı kları bil mezler. Oysa
hayatım ızı cennete de, cehenneme de çeviren bu
küçük fedakô r l ı klard ı r. Bir hizmetçi kızı n sabah
ları g ü ler yüzle «Merhaba !» demesi, masa n ı n üs
tüne çiçek koyması, bir şey istendiği zaman g ü ler
y üzle karş ı laması, çamaşır y ı kaması, yemek pi
şirmesi kadar m ühimdir.
Bir a n nenin oğ l u ndan memnun olması da
onun küçük şeylere karşı gösterdiği dikkate, say
g ıya bağ l ı d ı r. Çünkü sevgiyi bu küçük şeyler bes
ler.
142
tiyaç d uyul m a n ı n verdiği sarhoşluk içinde i nceler
sek, bunların küçük i nsanları pek az sevdiğini, in
san l ık uğruna kendini o küçük adamlar gibi his�
setme kabiliyeti old u ğ u n u görür ve ortaçağ d i n
darlarından biri n i n söylediği gibi, «Tanrı n ı n başa
r ı l ı i nsa n lara acı d ı ğ ı n ı » d üşün ürs ü n üz. i nsan ha
yatı ndaki en büyük acı budur çünkü, başarı lara
fazla d a l ı p, sevgideki, i nsan larla olan a l ı şveriş
lerdeki küçük dikkatleri u nutmak büyük bir ta lih
sizliktir. Çünkü böyle dikkatsizlikler en başa r ı l ı in
sa n ı bile, kalb k ı rm a k, görmesi gereken şeyleri
görmemek durum u na, ruhi bir sağ ı r l ı ğa ve körl ü
ğe d üş ürür. Böyle bir i nsan başkalarına nas ı l yar
d ı m edeceği ni, nas ı l el uzataca ğ ı n ı , hangi sözleri
söyliyeceğini bilemez. Çünkü nerede, ne lazımdır,
dikkat etmemiştir, dikkat etmek l üzum u n u da duy
mam ışt ı r, çünkü kendini her şeyi n merkez noktas ı
olara k görm üştür. işte böylece gözlerini ya l n ı z
kendine çevirmek, başka h içbir şey görmemek in
san ı büyük hata lara götürebi lir. B u n u n için göz
lerimizi biraz da başka taraflara çevirmek, kendi
kendimizle yeti nmemek lazı m .
143
rarlar, dar ı l ırlar, g ücenirler, a m a hepsi bir a n l ı k
tır. Bunları ayrıca d üşünmezler, biraz · sonra niçin
darı ldıklarını da, niçin darı lttıkların ı da u n u tuve
rirler. Her karşı laşmada aynı kaba l ı ğ ı yapabi l i r
ler, çünkü hiçbir zam a n yaptıkları üzerinde d üş ü n
mezler.
i nsanlarla iki türlü a l ışveriş etmeliyiz. Karşı
laşmalarım ızda h içbir zam a n tek tarafl ı olmama l ı,
söylediğimiz sözleri, davra n ışlarım ızı d üşüncemiz
le de desteklemeliyiz. Bu düşünce beraberliğini ku
ramazsak i nsani a l ışverişlerimiz çok satıhta ka l ı r.
« Düşm a n l a r ı n ı sev» d iye bir söz vard ı r. Bu
sözü gerçekleştirmek g üç bir şeydir. Bunu ya pmak
için önce d üşmanlarım ızı tarafsiz, serinka n l ı bir
d üş ünceyle düş ünmeliyiz, ya ni bir d üş ünce bera
berliği kurmal ıyız. Bundan sonra sevgi kendiliğin
den gelir.
Büyük vücut zorlamalarında derin nefes a l
mak zoru vard ı r. insa n larla o l a n m ünasebetleri
.
m izde bize d üşen vazife de hareketleri m izin, söz
lerimizin yön ü n ü içten vermektir. Aksi h a lde bu
m ünasebetler bize h uzur vermekten uzaktır.
Dünya cenneti insanların birbirleriyle a nlaş
masiyle, barış içinde yaşamalariyle m ümkünd ür.
Bu barışı da a ncak birbirimizi a n l ıyacak şekilde
d üşünmek ve h issetmek sağ lar.
GERÇEK TESELLi
Eski bir efsane vard ır, bir g ünde karısıyla ço
cuğ u n u vebadan kaybeden bir kemancı, o g ü n bu
g ü n bir tese l l i verici olara k hastaları dola ş ı r, ke
m a n ı n ı n g üzel nağmeleriyle içlerini açarm ış.
Çok ıstıra p çekm iş, feleğin kahrına uğra m ı ş
insa nlar tesel li vermesini, yardı m etmesini d a h a iyi
144
bil irler. Mesut i nsa nlar, hayatta başarı kaza nan
lar ise başka ları n ı n ıstı ra bı, yoks u l l u ğ u karş ı s ı nda
bir an şaş ı r ı r, ne yapacakları n ı bi lemezler. Ama
sonra yine hemen kendi meselelerini d üşün ürler.
Gerçek tese l l i, acı denemelerden son ra öğ renilir.
Herkes yard ı m etmek ister, herkes öğ üt verir, bo
za n da tesel l i edici sözler söylerler ama, bütün
bun lar ya raya merhem olmaktan çok uza ktır. Is-.
tırapla yana n bir insa n ı serin letmek şöyle dursun,
a lay ve istihza hissini veri r. Ancak acıyla kavru l
m u ş, ı stıra pla yuğrulm uş, hayatın gerçek manası
n ı a n l a m ı ş i nsa nlar tese l l i etmesini bil irler.
ıstıra pları m ızın bizi olgunlaştırd ı ğ ı n ı d üşü
nürsek fela ketlere, kayıplara, haya l k ı r ı k l ı kları na
daha kolay daya nabi l i riz. Başka ları n ı sevmesi ni,
a n laması n ı bize a nca k bu ıstıraplar öğretebi lir.
Bir acıyı paylaşı rken, bir kimseye elim izi uzatırken
en m üh im şey birlikte h issetmekti r. Bunu da insan
a ncak geçird iğ i acı tecrübelerle, ıstıra b ı n ne oldu
ğ u nu bilirse ya pabilir. Bu bakımdan ıstıra p, i nsan
ları olgun laştı ra n bir oku ldur. ıstırapla olg u n laşan
bir kimse her şeyi daha sakin karş ı la r, h a l i nden
dert ya nmaz, çünkü hayatı yeni bir gözle görür,
böylece birçok g üçlük lere göğüs gerebilir.
Sağ ı r, di lsiz ve kör yazar Helen Kel ler şöyle
söyl üyor : « Ruhumda hiç bitm iyen bir sessizlik var.
Kon uşam ıyorum, duym uyorum, göremiyoru m . Bu
nun için kaderimden şi kayet edebi lird im belki,
ama bir ses ba na « Kendini u n utmak bir saadettir»
d iye fısı ld ıyor. Böylece ben de başka ları n ı n gözle
ri ndeki ı ş ı ğ ı kend i güneşim, başka lar ı n ı n ku lakla
rındaki senfoniyi kendi m üziğim, başka la rı n ı n du
daklarındaki g ü l üşü kendi saadetim yapmağa ça··
l ı şıyorum . »
145
İ Kİ SATRANÇ OYUNCUSU
ESKİ B İ R MASAL
146
emretti. Kız ormana gitti, m ünzeviye a n nesinin d i
leği n i söyledi. Münzevi: « Ba na bir iyil i k et de önce
şuradaki karları süpürüver, kuşlara yem verece
ğ i m » dedi. Kız « Kuşlardan bana ne? Ben çilek isti
yorum» ceva b ı n ı verdi. Mü nzevi de ona çilek ver
medi. Kız gerisin geriye eve döndü. Bunun üzeri
ne kad ı n ayn ı şeyi üvey kızı ndan istedi, ormana
onu gönderdi. Münzevi ona da ka rları süpürmesi
ni söyledi. Kız bir an bile d üşünmeden süpürgeye
sarı l d ı , karları öte ta rafa doğru s üpürmeğe başla
d ı . Çilekleri fa lan unutm uştu artık, ya l n ı z aç kalan
kuşları düşünüyord u. Ama birdenbire kar ı n altın
dan çilek ler çıkt ı ve m ünzevi ona istediği kadar
topla m ası n ı söyledi.
Bu masal da çok derin bir gerçeği a n latıyor.
Körü körüne, ya l n ı z kendi çıkarı n ı d üşünen bir
kimse arad ı ğ ı n ı bula maz. Çünkü bulmak yol u n
dan çok uzaktır. İstediğim ize u laşmak için yolu
m uzun üzerindeki i nsanları da u n utma m a l ıyız.
Onla r ı n hakk ı n ı da vermeliyiz.
Bu kita ptaki bütün i ncelemeler bizi yine baş
langıç noktasına götürüyor. « İyi insan - İyi vata n
daş» olmak için, hayatı m ızın, saadetimizin baş
kaları na bağ l ı olduğunu u nutma m a l ıyız. Gözleri
mizi, kalbim izi, zekô m ızı başka taraflara da yö
neltmeliyiz. Çevrem izle i lg i lenmeliyiz. Hodbi n l ik
ten :vazgeçmeliyiz. Tek baş ı na kaza n ı la n bir zafer
ne kadar göz kamaştırı rsa kamaşt ı rs ı n s ü reksizdir.
Çünkü daya nağı yoktu r. Eski Yunan bilgini He
siod : «Ah bu del iler» der «Ya rı m ı n bütününden
fazla olduğunu bi l m iyorlar! »
S O N
147