Professional Documents
Culture Documents
TURK_KULTURUNDE_KAPLUMBAGA
TURK_KULTURUNDE_KAPLUMBAGA
TURK_KULTURUNDE_KAPLUMBAGA
Bursa Uludağ Üniveritesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü; calyilmaz@gmail.com;
calyilmaz@uludag.edu.tr
1 Kavram işaretinin ilgili olduğu hayvanın Türk boy ve toplulukları arasında sevilip totemleştirilmesi yüzünden
sonraki dönemlerde kavram işaretinin I. kısmı üzerine sevgi, sempati, kabullenme ve benimseme bildirmek amacıyla
(aslında iyelik I. tekil şahıs eki olan) /+m/ biçim biriminin getirilmiş olabileceği de ihtimal dâhilindedir.
2 Dudak ünsüzleri (b, p, m, v, f), birlikte kullanıldıkları ünsüzleri dudaksıllaştırır; ünlüleri ise yuvarlaklaştırırlar:
çarşanba - çarşamba, anbar-ambar; kapı-kapu, temir-temür…
Semih Tezcan, “sözcüğün Türkçe olduğunu ve kaplumbağa ile ilişkisinin bulunduğunu”
savunur (Tezcan 1978).
Talat Tekin, “küçük unvan” şeklinde açıkladığı sözcüğü Moğolca “baa (küçük)” kavram
işaretiyle ilişkilendirir (Tekin 1968: 307). Mehmet Ölmez ise “sözcüğün Türkçe olmadığını,
Halha Moğolcasında baga şeklinde kullanıldığını, “küçük”, “ufak” anlamına geldiğini, eski
kültür dillerinden Sanskrit dilinde de paka şeklinin bulunduğunu ve “hayvanın küçüğü, hayvan
yavrusu” anlamında kullanıldığını” belirtir (Ölmez 1997).
Abdulkadir Donuk, Eski Türk Devletlerinde İdarî – Askerî Unvan ve Terimler adlı
eserinde “sözcüğün Bilge Kağan, Tonyukuk ve Suci Yazıtları’nda geçtiğini; Uygurlarda (“Tun
Baga Tarkan”), Türgişlerde (“Baga Tarkan”), Avrupa Avarlarında (“Bagan”), Bulgarlarda
(“Bagan”) ve Macarlarda (“Bàn”) unvan olarak kullanıldığını” kaydederek sözcüğün kökeni
ile ilgili farklı görüşleri de dikkatlere sunar ancak kendi görüşünü belirtmez (Donuk 1988: 4).
Saadettin Gömeç ise baga sözcüğünün “altı bag bodun” kavram işaretinde de geçen ve
“federasyon” anlamına gelen “bag” sözcüğüyle ilişkili olduğunu, bag sözcüğünün de bağla-
fiili ile ilişkisi bulunduğunu, “baga” unvanının birkaç kabilenin birleşmesinden ortaya çıkan
siyasi teşkilatın başını / başkanını bildirdiğini, dolayısıyla kaplumbağa ve kurbağa sözcükleriyle
ilgisinin olamayacağını belirtir (Gömeç 2010: 73-80).
René Giraud, Gök Türk İmparatorluğu İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin Hükümdarlıkları
(680-734) adlı eserinde birbirleriyle ilişkili olduğunu düşündüğü “baga” ve “beg” unvanlarının
İran kökenli olabileceğini ifade eder (Giraud 1999: 119).
Osman Karatay da Bey ile Büyücü Avrasya’da Tanrı, Hükümdar, Devlet ve İktisat adlı
kitabında “beg” ve “bağa”nın birbiriyle ilişkili Türkçe kökteş sözcükler oldukları hususunda
şunları kaydeder:
Bey kelimesini bag / bäg gibi bir biçimden getirmemiz gerekiyor ki, genel kabul de budur.
Şimdilik ulaşabildiğimiz en eski ve Ön-Türkçe çağına ait bir biçim olan bag > bağ bugün
Çorum’da hâlâ kullanılmaktadır. Devletliye “bey”, köy zenginine “ağa” ve şehrin eşrafına
“bağ” denir: Hayri Bağ, İsmet Bağ gibi. Başka yerlerde de olabilir. Pek çok eski isimde bu san
“bağa” şeklinde geçer. Tung Bağa Tarhan gibi. Özellikle Tokat Erbaa’nın ismi dikkat çekicidir
(Karatay 2006: 80-81).
Baga / baka sözcüğü ile ilgili en kapsamlı araştırmalardan biri de Koreli bilim adamı
Yong-Sóng Li’ye aittir. Yong-Sóng Li, “On the Origin of baqa “frog, toad; tortoise” başlıklı
makalesinde baqa ve bu sözcükle ilgili diğer kavram işaretlerini Türk dilinin farklı dönemlerine
ait kaynaklarda tespit edip bunların kökenleri üzerinde durur. Li, konuyla ilgili kendinden önce
(Kaşgarlı Mahmut, G. John Ramstedt, Martti Räsänen, Gerhard Doerfer, Sir Gerard Clauson,
Ervand V. Sevortyan, Talat Tekin, Semih Tezcan, H. W. Choi, Marcel Erdal…vd. tarafından)
ileri sürülen görüşleri de değerlendirip “sözcüğün (tıpkı “kurbağa” ve “karga” sözcükleri gibi)
“yansıma” kaynaklı olabileceğini” belirtir (Li 1997: 250-259).
“Baga” sözcüğünün kökeni hakkında bilim adamlarının (başta Moğolca olmak üzere)
başka dilleri kaynak gösterdikleri anlaşılmaktadır. Moğolcada Türkçe “kurbağa” sözcüğünün
karşılığında “melhií”; “kaplumbağa” sözcüğünün karşılığında ise, “yast melhií” kavram
işaretleri kullanılmaktadır (Ariunbolor–Yaşar-Natsag 2006: 201-220).
Konuyla ilgili bilim adamlarının belirttikleri gibi Moğolcada “küçük” anlamında
kullanılan “baga” sözcüğü bulunmaktadır (Ariunbolor–Yaşar-Natsag 2006: 413). Ancak
tarafımızdan Moğolistan’da yapılan araştırma, inceleme ve derlemelerde Türkçeden Moğolcaya
geçen ve “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen bir “baga” sözcüğünün de kullanıldığı tespit
edilmiştir. Etimoloji çalışmalarında yazı diline ait veriler (özellikle de standart dillerin
sözlükleri) esas alındığı; konuşma dilindeki (halk arasındaki) söz varlığı tespit edilmediği /
dikkate alınmadığı için Türkçeden Moğolcaya geçen “baga” sözcüğünün “büyük, ulu, yüce”
anlamları bugüne kadar hep göz ardı edilmiştir. Oysa Moğollar, günümüzde de dünyaya gelen
erkek çocuklarını nazardan korumak amacıyla onları belirli bir döneme kadar kız adıyla
çağırmakta ya da koydukları adlara “sıradanlık”, “basitlik”, “küçümseme” bildiren anlamlar
yüklemektedirler. Türkçe olan ve “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen “baga” sözcüğü de bu
tür kullanımlar yüzünden Moğolca’da “küçük” anlamında kullanılır hâle gelmiştir.
Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemlerinde “kaplumbağa” ve “kurbağa” sözcüklerini
birlikte karşılayan “baga” kavram işaretinin Eski Türk Yazıtları’nda bir unvan olarak da
kullanıldığı bilinmektedir. II. (Kök)türk Kağanlığı döneminin “akıllı”, “uz görüşlü”, “uzun
ömürlü” danışmanı ve kumandanı Bilge Tonyukuk’un unvanında geçen sözcük sonraki
dönemlerde de hem unvan hem de kişi adı olarak kullanılmıştır: Bilge Tonyukuk Boyla Baga
Tarkan (T 6-7), Tonyukuk Boyla Baga Tarkan (BK G 13-15), Kutlug Baga Tarkan (S 3),
Inançu Baga Tarkan (Ta. B. 6), Bıla Baga Tarkan (Ta. K. 2), Baga Oglı (E-68 (El Bajı 4-5)
Eski Türk dili dönemi eserlerinde (ThS IV121) karşılaşılan “bagatır / bagatur” sözcüğü
de “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen “baga” sözcüğüyle ilgilidir ve “ulu batır, büyük
kahraman, büyük savaşçı” demektir.
Bagatır sözcüğünün kökeni ve etimolojisi ile ilgili de farklı görüşler mevcuttur. Ahmet
Bican Ercilasun, “Mao-dun” sözcüğünün etimolojisi hakkında bilgi verirken sözcüğü
“bagatur” ile ilişkilendirir:
… Mao-dun adı üzerinde durmak istiyorum. Bu ad üzerindeki en tatminkâr izah Sinolog
Hirth’e aittir. Hirth, Çince Mao-dun şeklinin Bagatur olduğu görüşündedir. Türk tarihçisi
Bahaeddin Ögel de bu görüşü benimser. Bizce bu izahta yapılacak küçük bir düzeltme, Mao-dun
ile Oğuz (öküz) ve Boğaç arasında bir bağlantı kurabilmesine imkân veriyor. Eğer Mao-dun’u
bagatur olarak değil; bogatur olarak açıklarsak bu isim de boğa ve öküzle irtibatlı hâle gelir. –
tur Bayındır, Çavuldur gibi pek çok etnik adda görülen bir ektir (Ercilasun 2007: 488-489).
3 Eski Türkçe dönemindeki ileri ögeler hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Aksan 2000.
“Kaplumbağa” sözcüğü, Eski Türkçe dönemi eserlerinde genelde “baga”, “baka”,
“müñüz baka”, “iñek”4 kavram işaretleriyle; Orta Türkçe ve sonrasına ait dönemlerde ise
“baka”, “müyüz baka”, “müŋüz baka”, “taş baka”, “baka çanak”, “kabırçaklu baga”,
“kaburçaklı baga”, “kabarçaklı baga”, “kabarşaklı baga”, “kaplu baga”5 ve “tos baka”…
sözcük gruplarıyla karşılanmıştır (Clauson 1972: 311-312; Paçacıoğlu 2006: 58; Bayat 2008:
43…).
“Kaplumbağa” kavram işaretini karşılamak için bugün Azerbaycan Türkçesinde
“tısbaga”; Kazak Türkçesinde “tasbaka”; Kırgız Türkçesinde “taşbaka”; Özbek Türkçesinde
“tàsbaka”; Tatar Türkçesinde “taşbaka”; Türkmen Türkçesinde “pışbâğa” ve “pışdıl”; Uygur
Türkçesinde “taşpaka”; Başkırt Türkçesinde “göbärgäyil”; Anadolu ağızlarında “taskaba”,
“taşmaka”, “torbağa”, “tosba”, “tosbaa”, “tosbağ”, “tosbağa” “tosbağı”, “tosbağu”,
“tosbo”, “tosgaba”, “toskaba”, “toskabağa”, “toslumbâ”, “tospa”, “tostos”, “tosvağa”;
Rusçada “çerepaha” kavram işaretleri kullanılmaktadır (Dikmen-Beyaz 1978: 3971-3972;
Ercilasun (vd.) 1991: 436-437; Li 1997: 250-269…).
2. Kaplumbağa Türü ve Özellikleri:
Kaplumbağalarla ilgili olarak sözlüklere bakıldığında “Çok sert ve kemiksi kabuk içinde
yaşayan, dört ayaklı, ağır yürüyüşlü sürüngen hayvan (Testudo)” (Akalın (vd.) 2005: 1071)
tanımıyla veya benzerleriyle karşılaşılır. Konuyla ilgili kaynaklardan da (Uğurlu 2000;
Kurtdede 2001; Baran 2005…) yararlanarak kaplumbağaların özelliklerini aşağıdaki şekilde
dikkatlere sunmak mümkündür:
Kaplumbağalar, evrende türü günümüze kadar gelip ulaşan en eski canlı varlıklar
arasında yer alırlar.
Akciğer solunumlu oldukları için karada ve suda yaşayabilen; yaklaşık 250 türü
bulunan; yaratıldıkları günden bu yana türleri ve şekilleri fazla değişikliğe uğramayan
kaplumbağalar, her türlü olumsuz doğa koşuluna direnç gösterebilme gücüne sahiptirler.
Kaplumbağaların uzun süre açlığa ve susuzluğa dayanabilme özellikleri, doğal koruma
sağlayan kemiksi kabukları türlerinin devamlılığının ve yaklaşık 200-300 milyon yıldan beri
varlıklarını sürdürmelerinin gerçek sebebini oluşturur.
Her türlü doğa ve iklim koşuluna göre kendileri için uygun ortam hazırlama (çukur
kazma, yuva yapma) yeteneğine sahip olan kaplumbağalar, yaklaşık 60-130 yıl yaşarlar. Ancak
250 yıl yaşayan kaplumbağaların olduğu da bilinmektedir.
Kaplumbağalar, mükemmel koku alma özelliğine ve gelişmiş bir hafızaya sahiptirler.
Yer ve yön bulmada da ustadırlar. Yaşadıkları, alıştıkları, bulundukları yerleri, ortamları kolay
kolay terk etmezler.
Kaplumbağalar keskin gözlere, hareketli göz kapaklarına ve güçlü bacak yapısına
sahiptirler.
Toplumda kaplumbağaların yavaş hareket ettikleri düşüncesi hâkimdir. Oysa sanılanın
aksine kaplumbağalar güçlü bacak yapıları sayesinde oldukça hızlı hareket eden canlılardandır.
Tehlike anında insanı şaşırtacak kadar hızlı bir şekilde tepki göstererek koruyucu kabuklarına
çekilir; ölüm uykusuna yatar vaziyet / pozisyon alırlar. Bu durum olası tehlikeyi en aza indirir.
İnsanlar ve diğer canlılar tarafından yakalandıklarında kendilerini kurtarabilmek için (çok pis
kokan) idrar çıkarırlar.
4 Sözcük Divan ü Lügati’t-Türk’te “dişi kaplumbağa” anlamında kullanılmıştır: “Oğuzlar kaplumbağanın dişisine
iñek derler.” (Atalay 1985: I, 111).
5 Sözcüğün bu şekliyle ilk kez XVIII. yüzyılın başlarında karşılaşılır (Clauson 1972: 312).
Foto 1: Bir kaplumbağa görüntüsü (Foto: C. ALYILMAZ)
3. Türk Kültüründe Kaplumbağa:
Türk boy ve toplulukları arasında yüzyıllardan beri kaplumbağalarla ilgili olarak
anlatılagelen ve bir kısmı Türk dilinin eski yazılı belgelerine de yansıyan inanışları, duygu ve
düşünceleri aşağıdaki şekilde dikkatlere sunmak mümkündür:
Kaplumbağalar, uzun süre yaşadıklarından Türk boy ve toplulukları arasında uzun
ömrün ve ebediyetin sembolü olarak kabul edilmişlerdir.
Günümüzde Moğolistan’da yaşayan Kazak Türkleri, yeni doğan çocukların uzun ömürlü
ve bahtlı olmaları için çocukların kollarına, boyunlarına ve beşiklerine üzerlerinde kaplumbağa
figürleri bulunan objeler takmakta; kundaklarına ve giysilerine de kaplumbağa biçiminde
nakışlar işlemektedirler.
Kaplumbağalar, ekim-mart ayları arasında uzun kış uykusuna dalıp sonra uyandıkları ve
tehlike anında kımıldamadan durup tehlike geçtikten sonra hareket ettikleri için baharın,
yeniden doğuşun ve dirilişin temsilcileri arasında yer almışlardır.
Kaplumbağaların kabuklarındaki işaretler, yüzlerindeki ifadeler ve hareketlerindeki
kararlılık onların yaşlarını tespit etmekte kullanılmaktadır. Bu yönleriyle kaplumbağalar
dayanıklılığı, düzeni, ululuğu, asaleti ve bilgeliği sembolize ederler.
Kaplumbağalar, başlarını çıkarıp ileriyi görmeden hareket etmezler. Hareket ederlerken
de son derece dikkatli davranır; yavaş ancak emin adımlarla yürürler. Bu yönleriyle sabrın,
kararlılığın ve temkinli oluşun sembolü olmuşlardır.
Kaplumbağalar, sürüngen hayvanların en zararsız, en sakin ve en uysal olanıdır. Bu
yüzden de farklı Türk boyları arasında huzurun, barışın ve hoşgörünün temsilcilerinden biri
olarak görülmüştür.
Moğolistan’da yaşayan Tuva ve Kazak Türkleri ile Dağlık Altay Cumhuriyetinde
yaşayan Altaylılar arasında, “Tanrı’nın dünyayı yarattıktan sonra onu kaplumbağanın sırtına
yüklediği, bu yüzden kaplumbağanın üst kısmının yuvarlak olduğu, kaplumbağaların ters dönüp
toplu hâlde öldükleri takdirde dünyanın sonunun geleceği inancı” hâkimdir.
Dağlık Altay Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler arasında ayrıca “Tanrının evreni
yaratırken kaplumbağayı evrenin merkezine yerleştirdiği, zamanın, mekânın ve her şeyin onun
etrafında şekillendiği, balıkların da onun sudaki yardımcıları olduğu” inancı hâkimdir.
Foto 4: Moğolistan’da Uygur dönemine ait bir kaplumbağa kaide ve üzerindeki yılan tasviri
(Foto: C. ALYILMAZ)
Jean-Poul Roux, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar adlı eserinde (Gerdizî’den
nakille) bu kutsamanın Kırgızlar arasında bir dönem “kaplumbağa”ya tapınma ölçüsüne kadar
ulaştığını belirtmektedir (Roux 2005: 389).
Türk boy ve topluluklarında kaplumbağalar olağanüstü güçleri olduğuna inanılan ve
kutsal sayılan diğer hayvanlar gibi (mecbur kalınmadıkça ve zaruret hasıl olmadıkça)
öldürülmezler. Kaplumbağaların doğal yollardan ölümü durumunda ise:
a) Ölmüş bir kaplumbağan asla çöpe atılmaz, ayakaltı yerlere bırakılmaz.
b) Kabukları kutsal sayılıp (nazarlık; bolluk, bereket, uzun ömür ve huzur dileğiyle)
evlerin kapılarına veya yüksek yerlere asılır.
Foto 5: Erzurum’daki bir kapı üzerinde nazarlık için asılmış kaplumbağa kabuğu
(Foto: C. ALYILMAZ)
c) Kaplumbağaların kabukları şamanlar / kamlar tarafından “büyü tası / sihir kabı” olarak
kullanılır.
Ahmet Ali Arslan, Kızılderili-Türk İlişkileri Ataların İzi İle Orta Asya’dan Amerika’ya
Türk Kültürünün Göçü adlı eserinde Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında “kaplumbağa”nın
kutsal kabul edildiğini6 ve şamanların törenlerde kaplumbağa kabuklarından yararlandıklarını şu
cümlelerle ifade etmektedir:
Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında “kaplumbağa”nın mukaddes bir yeri vardır. New
Mexico eyaletinde yaşayan Tava Kızılderili kabilesi, mevsimlik kutlama merasimlerinde “Turtle
Dance” (Kaplumbağa Dansı) ile yeri yaratan “Ulu Ruh”a (Gök Tanrı’ya) kendilerinin şükran ve
dileklerini iletirler.
Kızılderili şamanları, dinî ve mevsimlik merasim ve kutlamalarda ellerine, kaplumbağanın
kurutulmuş kabuğundan yapılmış ve kendine has bir ses çıkaran “çıngırak” alırlar. Küçük
kaplumbağa kabuklarını merasim elbiselerinin çeşitli yerlerine ve özellikle sağ kollarına
bağlarlar. Kızılderili şamanlar, Ulu Ruhlar’la mistik bir bağ kurabilmek için, “Toprak Ana”
olarak bildikleri “kaplumbağa”nın kabuğundan ve onun tılsımından yararlanmanın yollarını
ararlar. Kuzey Amerika’da yaşayan kabilelerinin mitolojilerinde ve folklorlarında yaşattıkları
kaplumbağa ile, Göktürk kitabelerinden Kültigin adına dikilmiş taşın üzerine yerleştirilen
kaplumbağa şeklindeki anıt taş arasında büyük paralellik ve kültürel bir bağ vardır (Arslan
2004: 100-101).
Türk dünyasının birçok bölgesinde kaplumbağa kanı halk hekimliğinde özellikle de kan
kanserinin tedavisinde kullanılmaktadır. Zaruret yüzünden kaplumbağanın öldürülmesi söz
konusu olduğu bu anlarda şamandan veya elin / obanın ileri gelenlerinden izin alınır. Bu durum
kaplumbağanın Tanrı’ya kurban olarak sunulması biçiminde algılandığından halk arasında
tepkiyle karşılanmaz.
6
Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinden Cheyenneler (Çayanlar) arasında anlatılan yaratılış destanında Maheo
adlı Gök Tanrı’nın “Kutsal Kaplumbağa”nın “sağ kaburgası”ndan bir parça kopararak “erkek”i; bu yaratılan
erkeğin “sol kaburgası”ndan da “kadın”ı yarattığı kaydedilmektedir (Arslan 2004: 91).
Foto 6: Moğolistan’daki bir oboo üzerinde bulunan kaplumbağa heykeli(Foto: C. ALYILMAZ)
Kaplumbağalar, tehlike anında kabuklarına çekilerek dışarıya keskin bir idrar bırakırlar.
Bu yoğun idrar kokusu kaplumbağanın çevresindeki düşmanını uzaklaştırır.
Moğolistan, Kırgızistan, Tuva, Hakasya ve Dağlık Altay’daki şamanların kötü ruhları
kovmak için etrafa zaman zaman kaplumbağa idrarı saçmaları ve üzerlerine sürmeleri
bundandır.
Bugut, Köl Tigin, Bilge Kağan, Moyun Çor, Tariat... gibi Eski Türk Yazıtları evreni,
mutluluğu, huzuru, barışı, düzeni, kararlılığı, sonsuzluğu, sürekliliği ve uzun ömrü
simgeleyen kaplumbağa kaide üzerine yerleştirilmişlerdir. Yazıtları kaplumbağa kaide üzerine
yerleştirmek, dünyada iken hayatı örnek alınan kaplumbağaların (belki de) ölümden sonra da
yol göstericiliğinden, bilgeliğinden yararlanma arzusunun bir göstergesidir.
Eski Türk edebiyatı metinleri içinde fabl türünde yazılan manzum hikâyeler arasında
kaplumbağalarla ilgili olanlara da rastlanır. Bunlardan birini de XVI. yüzyıl şairlerinden
Geyveli Güvâhî’ye ait “Pendname-i Güvahî” adlı eserde geçen manzum hikâye oluşturur:
Hikâyet7
Meger bir gölde tururdı iki kaz
Biri erkek biri dişi hoş-âvâz
Mekân idi müdâm anlara ol göl
Bir özge yire tutmazlar idi yol
Var idi bir bağa dahı o gölde
Bile olurdı anlarunla olda
Be-gâyet dostluk eylerler idi
Dirilüp tatlu hoş söylerler idi
Zaman ile o göl kurumağa yüz
Tutup anlarun hâli oldı yavuz
Tanıştı birbiriyle ol iki kaz
Didiler bunda artuk durmağ olmaz
Bu yirden kanat açalum uçalum
Varalım gayri gölde hoş geçelüm
Vedâ itmek dilediler bağaya
Bağa döymedi ol hicr ü belâya
Didi bunca zaman yidük tuz etmek
Revâ mı beni koyup bunda gitmek
Yalunuz bunda ben nice olurın
Firâka döymezin âhir ölürin
Beni neylersenüz idün be-her-hâl
Bile alun gidün dimen esen kal
Pes itdiler ol iki kez tedbîr
7 Pendnâme’deki bu manzum hikâye, fabl türünün 17. Yüzyıldaki ünlü temsilcilerinden Jean de La Fontaine’in
Masalları arasında da yer almaktadır. Hikâyenin Güvâhî ve Jean de La Fontaine tarafından nakledilen şekillerinin
karşılaştırması için bk. Eke 2009.
Didiler itmeyelüm imdi tehîr
Bir ağaç buldılar bir iki karış
Bağaya didiler ağzınla yapış
Bu ağacun tut ortasını muhkem
Tutalım biz de iki yanını hem
Çün eski dostsın imdi nidelüm
Seni dahı götürelüm gidelüm
Bağa tutdı ağacı ol iki kaz
İki başdan götürdi itdi pervâz
Meğer var idi yolcılar ovada
Giderken gördiler nâgeh hevâda
İki kaz uçuban gider berâber
Değül biri birin geçmek müyesser
Salınur bir bağa aralarında
Bilinmez mürde midür yâ ho zinde
Acebleşdiler anı göricek gey
Gülişdiler biraz çağırışdılar hey
İşidüben bağa incindi katı
Kakıncile gideyazdı hayâtı
Diledi söye diye böyle sözler
Ki göreyin çıka sizdeki gözler
Hemân dem anda ağız açdı bağa
Ağaçdan ayrılup uçdı aşağa
Çağırdılar hevâdan ol iki kaz
Nasihatdür diyü itdiler âvâz
Dilin dek tutmayanun hâli budur
Yaman sözlülerün ahvâli budur (Hengirmen 1983: 218-220; Eke 2009: 998-999).
(Bir gölde, iki kaz ve bir de kaplumbağa vardır. Kaplumbağa ile kazlar birbirleriyle dostluk
kurarlar. Bir zaman sonra o göl kurur. Kazlar o gölde artık duramayacaklarını anlayıp başka bir
göle uçmaya karar verirler ve kaplumbağaya veda etmek isterler. Kaplumbağa onlara
dostluklarını hatırlatıp, onu orada bir başına bırakmamalarını ister. Aksi hâlde orada bir başına
öleceğini söyler. Bu sözler üzerine kazlar, bir iki karış bir ağaç bulurlar ve kaplumbağaya bu
ağacın ortasını tutmasını söylerler. Kendileri de ağacın iki yanından tutup dostlarını da
götürmeye karar verirler. Havada üçü birlikte uçarlarken ovada bulunan yolcular onları görür ve
hayrete düşüp gülüşürler.
Gülüşme ve çağrışmaları duyan kaplumbağa incinir ve yolculara böyle sözler söyledikleri
için “Gözleriniz çıksın.” demek ister. Kaplumbağa ağzını açınca ağaçtan ayrılıp aşağı uçar. İki
kaz bunun üzerine havadan, “Dilini sıkı tutmayanın, kötü sözlülerin sonu budur” diye nasihatte
bulunurlar) (Eke 2009: 1003).
Foto 10: Kars’ta bir halı üzerinde tespit edilen kaplumbağa tasviri (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 11: Bursa’da bir yastık üzerinde tespit edilen kaplumbağa tasviri (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 12-13: Kaplumbağa tasvirli yüzük ve kolye (Foto: C. ALYILMAZ)
Yukarıdaki satırlarda kaplumbağaların özellikleri, Türk yaşayış ve inanış sistemi
içindeki yerleri hem araştırma, inceleme ve gözlemlerimizden hem de konuyla ilgili
kaynaklardan hareketle dikkatlere sunulmaya çalışıldı. Ancak söz konusu maddelerin önemli bir
kısmının Asyalı diğer uluslar için de geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim Çin Halk
Cumhuriyeti’ndeki, Kore’deki, Japonya’daki ve Moğolistan’daki farklı dönemlerde dikilmiş
kaplumbağa kaideli yazıtlar, heykeller, halk arasında kaplumbağalarla ilgili olarak anlatılan /
yaşatılan mitolojik ve efsanevi hikâyeler de bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Foto 14: Pekin’deki Taş Eserler Müzesinde farklı dönemlere ait kaplumbağa kaideli
yazıtlardan bir kısmının genel görüntüsü (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 15-16: Pekin’deki Taş Eserler Müzesinde farklı dönemlere ait kaplumbağa kaideli
yazıtlardan görüntüler(Foto: C. ALYILMAZ)