TURK_KULTURUNDE_KAPLUMBAGA

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 21

TÜRK KÜLTÜRÜNDE KAPLUMBAĞA

(Prof. Dr. Leyla Karahan Armağanı, Ankara, 2013, s. 141-164)


Cengiz ALYILMAZ
Özet: Türk boy ve topluluklarının tarihin her döneminde kendisine yakın
görüp onunla kendisini özdeşleştirdiği, olağanüstü güçleri olduğuna inandığı,
Tanrı’ya ulaşmada en iyi araçlardan biri olarak gördüğü, zamanla kutsiyet atfedip
totemleştirdiği hayvanlardan biri de kaplumbağadır.
“Türk Kültüründe Kaplumbağa” başlıklı bu makalede “kaplumbağa
sözcüğünün kökeni”, “kaplumbağa türünün özellikleri” ve “kaplumbağaların Türk
yaşayış ve inanışındaki yeri” dikkatlere sunulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Türk kültürü, kaplumbağa sözcüğü, kaplumbağalar ve
özellikleri, Türk yaşayış ve inanışında kaplumbağa
TORTOISE IN THE TURKISH CULTURE
Abstract: Tortoise is one of the animals, among which the Turkish tribes and
clans considered close to themselves and identified themselves with, believed to
have supernatural powers, saw as one of the best devices to reach to the Divinity,
and turned into a totem by sanctifying.
In this paper titled “The Tortoise in the Turkish Culture”, “the root of the
word tortoise / kaplumbağa”, “features of the species tortoise”, and “the meaning of
tortoise in the Turkish living and belief system” are offered to the readers’ attention.
Key words: Turkish culture, the word tortoise / kaplumbağa, tortoise and
features, the tortoise in the Turkish living and belief system
1. “Kaplumbağa” Kavram İşareti:
Kaplumbağa (< kaplu+n+baga < kaplu baga < kaplı+baka) sözcüğü esas itibarıyla kaplu
(<kap /+lI/) ve baga (< baka) kavram işaretlerinin birleşiminden oluşmaktadır. Kavram
işaretinin I. kısmının (belirtenin) üzerinde bulunan /+m /1, (tıpkı kertenkele (kerte+n+keler <
kerte keler) sözcüğünde olduğu gibi) sonradan türemiştir. Aslı /+n/ olan ve vurgu, belirtme,
kuvvetlendirme amacıyla kaplı / kaplu sözcüğü üzerine getirilen bu biçimbirim (/+n/), sözcüğün
bünyesindeki dudak ünsüzlerinin (“b”, “p”) etkisiyle dudaksıllaşıp /+m/’ye dönüşmüştür:2
kaplunbağa > kaplumbağa (Eren 1999: 209; Gülensoy 2007: 461).
Kaplumbağa kavram işaretinin ikinci kısmını (belirtileni) oluşturan baga (< baka)
sözcüğü ise Eski Türkçe döneminden beri Türk lehçe ve ağızlarının kullanım alanında
bulunmaktadır. Ancak sözcüğün kökeni ile ilgili farklı görüşler mevcuttur.
K. H. Menges ve K. A. Wittfogel, sözcüğün “İrani bir köke dayandığını ve Avesta’da da
geçen “baga (tanrı)” sözcüğüyle ilgili olduğunu” ileri sürerlerken; Doerfer, “sözcüğün Moğolca
olduğunu ve boga ve paga şekillerinde Sarı Uygurcaya da geçtiğini” kaydeder (Doerfer 1963:
1975; Tezcan 1978; Ölmez 1997).
Baga sözcüğü, V. M. Nadalyaev (vd.) tarafından hazırlanmış olan Drevnetyurkskiy Slovar
adlı eserde “Soğdça bir unvan” olarak yer alır (Nadalyaev (vd.) 1969: 77).

 Bursa Uludağ Üniveritesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü; calyilmaz@gmail.com;
calyilmaz@uludag.edu.tr
1 Kavram işaretinin ilgili olduğu hayvanın Türk boy ve toplulukları arasında sevilip totemleştirilmesi yüzünden
sonraki dönemlerde kavram işaretinin I. kısmı üzerine sevgi, sempati, kabullenme ve benimseme bildirmek amacıyla
(aslında iyelik I. tekil şahıs eki olan) /+m/ biçim biriminin getirilmiş olabileceği de ihtimal dâhilindedir.
2 Dudak ünsüzleri (b, p, m, v, f), birlikte kullanıldıkları ünsüzleri dudaksıllaştırır; ünlüleri ise yuvarlaklaştırırlar:
çarşanba - çarşamba, anbar-ambar; kapı-kapu, temir-temür…
Semih Tezcan, “sözcüğün Türkçe olduğunu ve kaplumbağa ile ilişkisinin bulunduğunu”
savunur (Tezcan 1978).
Talat Tekin, “küçük unvan” şeklinde açıkladığı sözcüğü Moğolca “baa (küçük)” kavram
işaretiyle ilişkilendirir (Tekin 1968: 307). Mehmet Ölmez ise “sözcüğün Türkçe olmadığını,
Halha Moğolcasında baga şeklinde kullanıldığını, “küçük”, “ufak” anlamına geldiğini, eski
kültür dillerinden Sanskrit dilinde de paka şeklinin bulunduğunu ve “hayvanın küçüğü, hayvan
yavrusu” anlamında kullanıldığını” belirtir (Ölmez 1997).
Abdulkadir Donuk, Eski Türk Devletlerinde İdarî – Askerî Unvan ve Terimler adlı
eserinde “sözcüğün Bilge Kağan, Tonyukuk ve Suci Yazıtları’nda geçtiğini; Uygurlarda (“Tun
Baga Tarkan”), Türgişlerde (“Baga Tarkan”), Avrupa Avarlarında (“Bagan”), Bulgarlarda
(“Bagan”) ve Macarlarda (“Bàn”) unvan olarak kullanıldığını” kaydederek sözcüğün kökeni
ile ilgili farklı görüşleri de dikkatlere sunar ancak kendi görüşünü belirtmez (Donuk 1988: 4).
Saadettin Gömeç ise baga sözcüğünün “altı bag bodun” kavram işaretinde de geçen ve
“federasyon” anlamına gelen “bag” sözcüğüyle ilişkili olduğunu, bag sözcüğünün de bağla-
fiili ile ilişkisi bulunduğunu, “baga” unvanının birkaç kabilenin birleşmesinden ortaya çıkan
siyasi teşkilatın başını / başkanını bildirdiğini, dolayısıyla kaplumbağa ve kurbağa sözcükleriyle
ilgisinin olamayacağını belirtir (Gömeç 2010: 73-80).
René Giraud, Gök Türk İmparatorluğu İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin Hükümdarlıkları
(680-734) adlı eserinde birbirleriyle ilişkili olduğunu düşündüğü “baga” ve “beg” unvanlarının
İran kökenli olabileceğini ifade eder (Giraud 1999: 119).
Osman Karatay da Bey ile Büyücü Avrasya’da Tanrı, Hükümdar, Devlet ve İktisat adlı
kitabında “beg” ve “bağa”nın birbiriyle ilişkili Türkçe kökteş sözcükler oldukları hususunda
şunları kaydeder:
Bey kelimesini bag / bäg gibi bir biçimden getirmemiz gerekiyor ki, genel kabul de budur.
Şimdilik ulaşabildiğimiz en eski ve Ön-Türkçe çağına ait bir biçim olan bag > bağ bugün
Çorum’da hâlâ kullanılmaktadır. Devletliye “bey”, köy zenginine “ağa” ve şehrin eşrafına
“bağ” denir: Hayri Bağ, İsmet Bağ gibi. Başka yerlerde de olabilir. Pek çok eski isimde bu san
“bağa” şeklinde geçer. Tung Bağa Tarhan gibi. Özellikle Tokat Erbaa’nın ismi dikkat çekicidir
(Karatay 2006: 80-81).
Baga / baka sözcüğü ile ilgili en kapsamlı araştırmalardan biri de Koreli bilim adamı
Yong-Sóng Li’ye aittir. Yong-Sóng Li, “On the Origin of baqa “frog, toad; tortoise” başlıklı
makalesinde baqa ve bu sözcükle ilgili diğer kavram işaretlerini Türk dilinin farklı dönemlerine
ait kaynaklarda tespit edip bunların kökenleri üzerinde durur. Li, konuyla ilgili kendinden önce
(Kaşgarlı Mahmut, G. John Ramstedt, Martti Räsänen, Gerhard Doerfer, Sir Gerard Clauson,
Ervand V. Sevortyan, Talat Tekin, Semih Tezcan, H. W. Choi, Marcel Erdal…vd. tarafından)
ileri sürülen görüşleri de değerlendirip “sözcüğün (tıpkı “kurbağa” ve “karga” sözcükleri gibi)
“yansıma” kaynaklı olabileceğini” belirtir (Li 1997: 250-259).
“Baga” sözcüğünün kökeni hakkında bilim adamlarının (başta Moğolca olmak üzere)
başka dilleri kaynak gösterdikleri anlaşılmaktadır. Moğolcada Türkçe “kurbağa” sözcüğünün
karşılığında “melhií”; “kaplumbağa” sözcüğünün karşılığında ise, “yast melhií” kavram
işaretleri kullanılmaktadır (Ariunbolor–Yaşar-Natsag 2006: 201-220).
Konuyla ilgili bilim adamlarının belirttikleri gibi Moğolcada “küçük” anlamında
kullanılan “baga” sözcüğü bulunmaktadır (Ariunbolor–Yaşar-Natsag 2006: 413). Ancak
tarafımızdan Moğolistan’da yapılan araştırma, inceleme ve derlemelerde Türkçeden Moğolcaya
geçen ve “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen bir “baga” sözcüğünün de kullanıldığı tespit
edilmiştir. Etimoloji çalışmalarında yazı diline ait veriler (özellikle de standart dillerin
sözlükleri) esas alındığı; konuşma dilindeki (halk arasındaki) söz varlığı tespit edilmediği /
dikkate alınmadığı için Türkçeden Moğolcaya geçen “baga” sözcüğünün “büyük, ulu, yüce”
anlamları bugüne kadar hep göz ardı edilmiştir. Oysa Moğollar, günümüzde de dünyaya gelen
erkek çocuklarını nazardan korumak amacıyla onları belirli bir döneme kadar kız adıyla
çağırmakta ya da koydukları adlara “sıradanlık”, “basitlik”, “küçümseme” bildiren anlamlar
yüklemektedirler. Türkçe olan ve “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen “baga” sözcüğü de bu
tür kullanımlar yüzünden Moğolca’da “küçük” anlamında kullanılır hâle gelmiştir.
Eski Türkçe ve Orta Türkçe dönemlerinde “kaplumbağa” ve “kurbağa” sözcüklerini
birlikte karşılayan “baga” kavram işaretinin Eski Türk Yazıtları’nda bir unvan olarak da
kullanıldığı bilinmektedir. II. (Kök)türk Kağanlığı döneminin “akıllı”, “uz görüşlü”, “uzun
ömürlü” danışmanı ve kumandanı Bilge Tonyukuk’un unvanında geçen sözcük sonraki
dönemlerde de hem unvan hem de kişi adı olarak kullanılmıştır: Bilge Tonyukuk Boyla Baga
Tarkan (T 6-7), Tonyukuk Boyla Baga Tarkan (BK G 13-15), Kutlug Baga Tarkan (S 3),
Inançu Baga Tarkan (Ta. B. 6), Bıla Baga Tarkan (Ta. K. 2), Baga Oglı (E-68 (El Bajı 4-5)

Eski Türk dili dönemi eserlerinde (ThS IV121) karşılaşılan “bagatır / bagatur” sözcüğü
de “büyük, ulu, yüce” anlamlarına gelen “baga” sözcüğüyle ilgilidir ve “ulu batır, büyük
kahraman, büyük savaşçı” demektir.
Bagatır sözcüğünün kökeni ve etimolojisi ile ilgili de farklı görüşler mevcuttur. Ahmet
Bican Ercilasun, “Mao-dun” sözcüğünün etimolojisi hakkında bilgi verirken sözcüğü
“bagatur” ile ilişkilendirir:
… Mao-dun adı üzerinde durmak istiyorum. Bu ad üzerindeki en tatminkâr izah Sinolog
Hirth’e aittir. Hirth, Çince Mao-dun şeklinin Bagatur olduğu görüşündedir. Türk tarihçisi
Bahaeddin Ögel de bu görüşü benimser. Bizce bu izahta yapılacak küçük bir düzeltme, Mao-dun
ile Oğuz (öküz) ve Boğaç arasında bir bağlantı kurabilmesine imkân veriyor. Eğer Mao-dun’u
bagatur olarak değil; bogatur olarak açıklarsak bu isim de boğa ve öküzle irtibatlı hâle gelir. –
tur Bayındır, Çavuldur gibi pek çok etnik adda görülen bir ektir (Ercilasun 2007: 488-489).

Mustafa Öner, “Or~Tor~Çor Sözleri Hakkında” başlıklı makalesinde “tor” sözcüğünü


açıklarken baga tor kavram işareti hakkında da bilgi verir:
Türk-Moğol asker kültürünün Asya ve Avrupa’daki hemen hemen bütün dillere yaymış olduğu
Baga Tor (Çin transkripsiyonu mo-tun, eski okunuşları mo-te, me-te > mete ?) sözünde geçen
“tor”u eski yazı dilinde daha çok kullanılan çor ile aynı aileden dallanmış bir şekil olarak
görüyoruz. Burada, ön seste bir t > ç değişmesinden daha çok, ilk yazı dilimizden çok önce
başlayıp bitmiş bir ses dallanmasını, aynı kökten olan diferansiyelleşmeyi düşünmek gerekir
(Öner 1993: 181).
Günay Karaağaç, sözcüğü yazımdan kaynaklanan yanlış okuma ve anlamalarla, sözün
kullanıldığı ortamdaki dil dışı ve karmaşık etkilerle ortaya çıkan, dil kanunlarıyla
açıklanamayan “hayalet sözler” içinde değerlendirir: Tü. Baga-tor > Çin. Mao-toun > Türk
tarihi: Mete (Karaağaç 2009: 47).
Peter B. Golden ise, Hazar Çalışmaları adlı eserinde bagatır’ın Türkçe’deki çok eski bir
ödünç sözcük olduğunu belirtir (Golden 2006: 180).
Araştırmacılar tarafından ileri sürülen görüşlerin hepsi ilgi çekicidir. Ancak “bagatır”
kavram işareti kanaatimizce eski Türkçe döneminin “ileri ögeleri3” arasında yer alan birleşik
sözcüklerden biridir. Bu kavram işaretinin baka / baga (büyük, ulu, yüce) ve batır (yiğit, alp,
savaşçı, kahraman; zengin; erdemli) sözcüklerinin birleşiminden oluşması kuvvetle
muhtemeldir. Sözcük Türkçenin tarihî seyri içinde iki şekilde gelişme göstererek bugünkü
şeklini almış olmalıdır:
 baka  *batır > baga  *batır > … > baga*batır > bagaØØtır >… >
bahadır
 baka  *batır > baha  *batır > … > baha*batır > bahaØØtır >
bahadır
Türkler’le aynı coğrafyada yüzyıllar boyu birlikte yaşamış olmanın ve dostluk, kardeşlik
ve akrabalık ilişkilerinin doğal sonucu olarak Moğolca’da aynı yöntemle yapılmış pek çok kişi
adı bulunmaktadır:
Aldartbaatar, Amgalanbaatar, Arslanbaatar, Arvinbaatar, Aryunbaatar, Atarbaatar,
Baatarbat, Baatarbold, Baatarçuluun, Baatardorj, Baatarhişig, Baatarhuyag, Baatarhüü,
Baatarjav, Baatarnasan, Baatarnyam, Baatarsayhan , Baatarsüh, Baatarsüren, Baatartögs,
Baatartseren, Baatartsog, Baatartsogt, Baatarzorig, Baatarzorigt, Baatarzul, Barbaatar,
Barsbaatar, Batbaatar, Bayanbaatar, Bayarbaatar, Boldbaatar, Bolorbaatar, Borbaatar,
Bürenbaatar, Bürgedbaatar, Byambabaatar, Çoydbaatar, Çuluunbaatar, Dalaybaatar,
Damdinbaatar, Darhanbaatar, Daşbaatar, Delgerbaatar, Dorjbaatar, Erdenebaatar, Gabaatar,
Galbaatar, Galbaatar, Galdanbaatar, Galsanbaatar, Gavşgaybaatar, Gegeenbaatar,
Gelegbaatar, Gendenbaatar, Gerelbaatar, Gereltbaatar, Geserbaatar, Gongorbaatar,
Gunanbaatar, Guulinbaatar, Hasbaatar, Haşbaatar, Hatanbaatar, Hişigbaatar, Hurtsbaatar,
Hürelbaatar, Hüühenbaatar, İderbaatar, Lhagvabaatar, Magnaybaatar, Mandahbaatar,
Manlaybaatar, Myagmarbaatar, Myanganbaatar, Nanzagbaatar, Nasanbaatar, Nemehbaatar,
Oçbaatar, Odonbaatar, Orosbaatar, Otgonbaatar, Oyuunbaatar, Övgünbaatar, Pürevbaatar,
Saranbaatar, Sengeebaatar, Sergelenbaatar, Sumyabaatar, Sühbaatar, Şijirbaatar, Şirmenbaatar,
Tayvanbaatar, Tayvanbaatar, Tegşbaatar, Togtohbaatar, Tövşinbaatar, Tsaganbaata,
Tsedenbaatar Tsetsenbaatar, Tsogtbaatar, Tsolmonbaatar, Tuyabaatar, Ulambaatar,
Uranbaatar, Uuganbaatar, Yagaanbaatar, Zayabaatar… (Serjee 2007).

3 Eski Türkçe dönemindeki ileri ögeler hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Aksan 2000.
“Kaplumbağa” sözcüğü, Eski Türkçe dönemi eserlerinde genelde “baga”, “baka”,
“müñüz baka”, “iñek”4 kavram işaretleriyle; Orta Türkçe ve sonrasına ait dönemlerde ise
“baka”, “müyüz baka”, “müŋüz baka”, “taş baka”, “baka çanak”, “kabırçaklu baga”,
“kaburçaklı baga”, “kabarçaklı baga”, “kabarşaklı baga”, “kaplu baga”5 ve “tos baka”…
sözcük gruplarıyla karşılanmıştır (Clauson 1972: 311-312; Paçacıoğlu 2006: 58; Bayat 2008:
43…).
“Kaplumbağa” kavram işaretini karşılamak için bugün Azerbaycan Türkçesinde
“tısbaga”; Kazak Türkçesinde “tasbaka”; Kırgız Türkçesinde “taşbaka”; Özbek Türkçesinde
“tàsbaka”; Tatar Türkçesinde “taşbaka”; Türkmen Türkçesinde “pışbâğa” ve “pışdıl”; Uygur
Türkçesinde “taşpaka”; Başkırt Türkçesinde “göbärgäyil”; Anadolu ağızlarında “taskaba”,
“taşmaka”, “torbağa”, “tosba”, “tosbaa”, “tosbağ”, “tosbağa” “tosbağı”, “tosbağu”,
“tosbo”, “tosgaba”, “toskaba”, “toskabağa”, “toslumbâ”, “tospa”, “tostos”, “tosvağa”;
Rusçada “çerepaha” kavram işaretleri kullanılmaktadır (Dikmen-Beyaz 1978: 3971-3972;
Ercilasun (vd.) 1991: 436-437; Li 1997: 250-269…).
2. Kaplumbağa Türü ve Özellikleri:
 Kaplumbağalarla ilgili olarak sözlüklere bakıldığında “Çok sert ve kemiksi kabuk içinde
yaşayan, dört ayaklı, ağır yürüyüşlü sürüngen hayvan (Testudo)” (Akalın (vd.) 2005: 1071)
tanımıyla veya benzerleriyle karşılaşılır. Konuyla ilgili kaynaklardan da (Uğurlu 2000;
Kurtdede 2001; Baran 2005…) yararlanarak kaplumbağaların özelliklerini aşağıdaki şekilde
dikkatlere sunmak mümkündür:
 Kaplumbağalar, evrende türü günümüze kadar gelip ulaşan en eski canlı varlıklar
arasında yer alırlar.
 Akciğer solunumlu oldukları için karada ve suda yaşayabilen; yaklaşık 250 türü
bulunan; yaratıldıkları günden bu yana türleri ve şekilleri fazla değişikliğe uğramayan
kaplumbağalar, her türlü olumsuz doğa koşuluna direnç gösterebilme gücüne sahiptirler.
 Kaplumbağaların uzun süre açlığa ve susuzluğa dayanabilme özellikleri, doğal koruma
sağlayan kemiksi kabukları türlerinin devamlılığının ve yaklaşık 200-300 milyon yıldan beri
varlıklarını sürdürmelerinin gerçek sebebini oluşturur.
 Her türlü doğa ve iklim koşuluna göre kendileri için uygun ortam hazırlama (çukur
kazma, yuva yapma) yeteneğine sahip olan kaplumbağalar, yaklaşık 60-130 yıl yaşarlar. Ancak
250 yıl yaşayan kaplumbağaların olduğu da bilinmektedir.
 Kaplumbağalar, mükemmel koku alma özelliğine ve gelişmiş bir hafızaya sahiptirler.
Yer ve yön bulmada da ustadırlar. Yaşadıkları, alıştıkları, bulundukları yerleri, ortamları kolay
kolay terk etmezler.
 Kaplumbağalar keskin gözlere, hareketli göz kapaklarına ve güçlü bacak yapısına
sahiptirler.
 Toplumda kaplumbağaların yavaş hareket ettikleri düşüncesi hâkimdir. Oysa sanılanın
aksine kaplumbağalar güçlü bacak yapıları sayesinde oldukça hızlı hareket eden canlılardandır.
Tehlike anında insanı şaşırtacak kadar hızlı bir şekilde tepki göstererek koruyucu kabuklarına
çekilir; ölüm uykusuna yatar vaziyet / pozisyon alırlar. Bu durum olası tehlikeyi en aza indirir.
İnsanlar ve diğer canlılar tarafından yakalandıklarında kendilerini kurtarabilmek için (çok pis
kokan) idrar çıkarırlar.

4 Sözcük Divan ü Lügati’t-Türk’te “dişi kaplumbağa” anlamında kullanılmıştır: “Oğuzlar kaplumbağanın dişisine
iñek derler.” (Atalay 1985: I, 111).
5 Sözcüğün bu şekliyle ilk kez XVIII. yüzyılın başlarında karşılaşılır (Clauson 1972: 312).
Foto 1: Bir kaplumbağa görüntüsü (Foto: C. ALYILMAZ)
3. Türk Kültüründe Kaplumbağa:
Türk boy ve toplulukları arasında yüzyıllardan beri kaplumbağalarla ilgili olarak
anlatılagelen ve bir kısmı Türk dilinin eski yazılı belgelerine de yansıyan inanışları, duygu ve
düşünceleri aşağıdaki şekilde dikkatlere sunmak mümkündür:
 Kaplumbağalar, uzun süre yaşadıklarından Türk boy ve toplulukları arasında uzun
ömrün ve ebediyetin sembolü olarak kabul edilmişlerdir.
Günümüzde Moğolistan’da yaşayan Kazak Türkleri, yeni doğan çocukların uzun ömürlü
ve bahtlı olmaları için çocukların kollarına, boyunlarına ve beşiklerine üzerlerinde kaplumbağa
figürleri bulunan objeler takmakta; kundaklarına ve giysilerine de kaplumbağa biçiminde
nakışlar işlemektedirler.
 Kaplumbağalar, ekim-mart ayları arasında uzun kış uykusuna dalıp sonra uyandıkları ve
tehlike anında kımıldamadan durup tehlike geçtikten sonra hareket ettikleri için baharın,
yeniden doğuşun ve dirilişin temsilcileri arasında yer almışlardır.
 Kaplumbağaların kabuklarındaki işaretler, yüzlerindeki ifadeler ve hareketlerindeki
kararlılık onların yaşlarını tespit etmekte kullanılmaktadır. Bu yönleriyle kaplumbağalar
dayanıklılığı, düzeni, ululuğu, asaleti ve bilgeliği sembolize ederler.
 Kaplumbağalar, başlarını çıkarıp ileriyi görmeden hareket etmezler. Hareket ederlerken
de son derece dikkatli davranır; yavaş ancak emin adımlarla yürürler. Bu yönleriyle sabrın,
kararlılığın ve temkinli oluşun sembolü olmuşlardır.
 Kaplumbağalar, sürüngen hayvanların en zararsız, en sakin ve en uysal olanıdır. Bu
yüzden de farklı Türk boyları arasında huzurun, barışın ve hoşgörünün temsilcilerinden biri
olarak görülmüştür.
 Moğolistan’da yaşayan Tuva ve Kazak Türkleri ile Dağlık Altay Cumhuriyetinde
yaşayan Altaylılar arasında, “Tanrı’nın dünyayı yarattıktan sonra onu kaplumbağanın sırtına
yüklediği, bu yüzden kaplumbağanın üst kısmının yuvarlak olduğu, kaplumbağaların ters dönüp
toplu hâlde öldükleri takdirde dünyanın sonunun geleceği inancı” hâkimdir.
 Dağlık Altay Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler arasında ayrıca “Tanrının evreni
yaratırken kaplumbağayı evrenin merkezine yerleştirdiği, zamanın, mekânın ve her şeyin onun
etrafında şekillendiği, balıkların da onun sudaki yardımcıları olduğu” inancı hâkimdir.

Foto 2: Dağlık Altay’da bir takvimin merkezindeki kaplumbağa görüntüsü


(Foto: C. ALYILMAZ)
 Saha Türkleri arasında dünyanın yaratılışı ile ilgili mitolojik anlatılarda kaplumbağanın
yine ön planda olduğu görülür:
Dünyayı Otşirvani yarattı ve Çağan Şukuti de ona yardım etti. Otşirvani ve Çağan Şukuti
birlikte gökyüzünden suya indiklerinde bir “kaplumbağa”nın suya daldığını gördüler.
Otşirvani’nin arkadaşı Çağan Şukuti, bu kaplumbağayı yakaladı ve onu suyun içerisinde sırt
üstü çevirdi. Otşirvani “Bu kaplumbağanın üzerinde oturacağım.” dedi. Otşirvani, Çağan
Şukuti’ye: “Suya dal ve suyun dibinden eline ne geçerse bana getir.” dedi. Çağan Şukuti, bunu
gerçekleştirmek için suyun dibine iki defa daldı. Birinci dalışında eli boş çıktı. Fakat ikinci
dalışında suyun dibinden bir parça çamur çıkardı. Sonra Otşirvani, Çağan Şukuti’den getirdiği
bu çamuru kaplumbağanın üzerine koymasını istedi. Kaplumbağa ilk önce suya batar gibi oldu.
Suyun üzerinde sadece kaplumbağanın sırtına yeni koyulan çamurdan oluşan kara parçası
görülüyordu. Otşirvani ve Çağan Şukuti, kaplumbağanın üzerindeki bu kara parçasında
dinlenirken uykuya daldılar. Bu arada Şulmus olarak adlandırılan şeytan, onların yeni
yarattıkları dünya üzerinde uyumakta olduklarını ve bu dünya üzerinde yerin dar olmasından
dolayı üçüncü bir şahsa yer olmadığını gördü. Şeytan, onlar uyurken, bir şeyler yapıp ikisini de
boğmak istedi fakat başaramadı. Yer giderek büyümeye başlamıştı. Otşirvani ve Çağan Şukuti’yi
koltuğunun altına alan şeytan, sahile doğru koşmaya başladı. Bir yandan da onları suda boğmaya
çalışıyordu. O suya doğru koştukça, yer kendiliğinden süratle büyüyordu… (Arslan 2004: 87-
88).
 Orta Asya Türk boy ve toplulukları arasında evrenin yaratılış mitiyle bağlantılı olarak
kaplumbağaların üst taraflarının gökyüzünü, alt taraflarının ise yeryüzünü temsil ettiğine
inanılır.
Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları adlı eserinde bu inanışın kaynağını Çin ve
Hint düşünce sistemiyle ilişkilendirip şunları belirtir:
Türk mitolojisi ve sanatındaki kaplumbağa simgeciliği eski Çin ve Hint tasavvurlarıyla olan
ilişkiler sonucunda gelişmiştir. Kaplumbağanın kubbe şeklini andıran sırtı gök (yang) ve alt
kısmıysa yer (yin) unsuruna işaret etmekteydi. Böylece kaplumbağa bir su üzerinde bulunan
yeryüzüyle onun üzerindeki göğü temsil eden bir simge olarak karşımıza çıkmaktadır (Çoruhlu
2006: 153).
 Eski Türk inanışına göre kaplumbağa, dörde bölünmüş bir dairede yer alan ve
takımyıldızları temsil eden hayvan simgelerinden biridir. Emel Esin, Türklerde Maddî Kültürün
Oluşumu adlı eserinde bunu şöyle ifade eder:
Dörde bölünmüş bir dairede yer alan ve takımyıldızları temsil eden hayvan simgeleri (ejder,
kuş, kaplan, yılan ve kaplumbağa), gök cisimleri, Büyükayı (mevsimleri işaret eden kutup sapı
olduğuna inanılıyordu.) ve ateş ideogramları göğe doğru yükselmeye çalışan şen ruhunun gücünü
artıracakları inancıyla mezarlarda ve mezar nesneleri üzerinde tasvir edilmiştir (Esin 2006:
232).
Çoruhlu da kaplumbağanın Türkler arasında “astrolojik bir simge” olarak kabul edilişi
hakkında şunları kaydeder:
Türkler’de ve Çinliler’de ortak olan bu kozmolojik tasarıma göre, kutlu bir hayvan olan
kaplumbağa astrolojik bir simgedir. Onun dört ayağının birbirini izleyişi, dört mevsimin ahenkli
bir biçimde birbirini takip edişine benzetilir. Kabuğunun üzerindeki desen, kuzey gök
yarımküresindeki bir yıldız grubuna işaret eder. Sol gözü güneşi; sağ gözüyse ayı temsil eder
(Çoruhlu 2006: 153).
 Orta Asya’da, hem “Tengriçi” hem de İslami düşünceye sahip Türk boy ve toplulukları
arasında “ruhun, Tanrı tarafından insana dünyada geçirmesi için verilen sürenin bitiminden
(öldükten) sonra da yaşadığına ve bedenden ayrılıp göğe yükseldiği”ne inanılmaktadır.
Özellikle “Tengriçi” inanışa mensup Türkler arasında “kaplumbağaların ruhlarla sürekli irtibat
hâlinde oldukları, ecdat ruhlarının yeryüzüyle ve toprakla ilişkisini sağladıkları” inancı
hâkimdir.

Foto 3: Dağlık Altay’da bir Şaman davulu üzerindeki kaplumbağa tasvirleri


(Foto: C. ALYILMAZ)
 Moğolistan’da, Kırgızistan’da ve Dağlık Altay’da yaşayan Türkler ve Moğollar arasında
kaplumbağanın ve yılanın hem karada hem de suda yaşamalarından dolayı Yer-Sub’un gizemli
güçlerini taşıdıklarına inanılmakta ve kardeş olarak nitelendirilen bu iki hayvan ıduk (kutsal)
sayılmaktadır.

Foto 4: Moğolistan’da Uygur dönemine ait bir kaplumbağa kaide ve üzerindeki yılan tasviri
(Foto: C. ALYILMAZ)
Jean-Poul Roux, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar adlı eserinde (Gerdizî’den
nakille) bu kutsamanın Kırgızlar arasında bir dönem “kaplumbağa”ya tapınma ölçüsüne kadar
ulaştığını belirtmektedir (Roux 2005: 389).
 Türk boy ve topluluklarında kaplumbağalar olağanüstü güçleri olduğuna inanılan ve
kutsal sayılan diğer hayvanlar gibi (mecbur kalınmadıkça ve zaruret hasıl olmadıkça)
öldürülmezler. Kaplumbağaların doğal yollardan ölümü durumunda ise:
a) Ölmüş bir kaplumbağan asla çöpe atılmaz, ayakaltı yerlere bırakılmaz.
b) Kabukları kutsal sayılıp (nazarlık; bolluk, bereket, uzun ömür ve huzur dileğiyle)
evlerin kapılarına veya yüksek yerlere asılır.
Foto 5: Erzurum’daki bir kapı üzerinde nazarlık için asılmış kaplumbağa kabuğu
(Foto: C. ALYILMAZ)
c) Kaplumbağaların kabukları şamanlar / kamlar tarafından “büyü tası / sihir kabı” olarak
kullanılır.
Ahmet Ali Arslan, Kızılderili-Türk İlişkileri Ataların İzi İle Orta Asya’dan Amerika’ya
Türk Kültürünün Göçü adlı eserinde Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında “kaplumbağa”nın
kutsal kabul edildiğini6 ve şamanların törenlerde kaplumbağa kabuklarından yararlandıklarını şu
cümlelerle ifade etmektedir:
Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında “kaplumbağa”nın mukaddes bir yeri vardır. New
Mexico eyaletinde yaşayan Tava Kızılderili kabilesi, mevsimlik kutlama merasimlerinde “Turtle
Dance” (Kaplumbağa Dansı) ile yeri yaratan “Ulu Ruh”a (Gök Tanrı’ya) kendilerinin şükran ve
dileklerini iletirler.
Kızılderili şamanları, dinî ve mevsimlik merasim ve kutlamalarda ellerine, kaplumbağanın
kurutulmuş kabuğundan yapılmış ve kendine has bir ses çıkaran “çıngırak” alırlar. Küçük
kaplumbağa kabuklarını merasim elbiselerinin çeşitli yerlerine ve özellikle sağ kollarına
bağlarlar. Kızılderili şamanlar, Ulu Ruhlar’la mistik bir bağ kurabilmek için, “Toprak Ana”
olarak bildikleri “kaplumbağa”nın kabuğundan ve onun tılsımından yararlanmanın yollarını
ararlar. Kuzey Amerika’da yaşayan kabilelerinin mitolojilerinde ve folklorlarında yaşattıkları
kaplumbağa ile, Göktürk kitabelerinden Kültigin adına dikilmiş taşın üzerine yerleştirilen
kaplumbağa şeklindeki anıt taş arasında büyük paralellik ve kültürel bir bağ vardır (Arslan
2004: 100-101).
 Türk dünyasının birçok bölgesinde kaplumbağa kanı halk hekimliğinde özellikle de kan
kanserinin tedavisinde kullanılmaktadır. Zaruret yüzünden kaplumbağanın öldürülmesi söz
konusu olduğu bu anlarda şamandan veya elin / obanın ileri gelenlerinden izin alınır. Bu durum
kaplumbağanın Tanrı’ya kurban olarak sunulması biçiminde algılandığından halk arasında
tepkiyle karşılanmaz.

6
Kuzey Amerika Kızılderili kabilelerinden Cheyenneler (Çayanlar) arasında anlatılan yaratılış destanında Maheo
adlı Gök Tanrı’nın “Kutsal Kaplumbağa”nın “sağ kaburgası”ndan bir parça kopararak “erkek”i; bu yaratılan
erkeğin “sol kaburgası”ndan da “kadın”ı yarattığı kaydedilmektedir (Arslan 2004: 91).
Foto 6: Moğolistan’daki bir oboo üzerinde bulunan kaplumbağa heykeli(Foto: C. ALYILMAZ)
 Kaplumbağalar, tehlike anında kabuklarına çekilerek dışarıya keskin bir idrar bırakırlar.
Bu yoğun idrar kokusu kaplumbağanın çevresindeki düşmanını uzaklaştırır.
Moğolistan, Kırgızistan, Tuva, Hakasya ve Dağlık Altay’daki şamanların kötü ruhları
kovmak için etrafa zaman zaman kaplumbağa idrarı saçmaları ve üzerlerine sürmeleri
bundandır.
Bugut, Köl Tigin, Bilge Kağan, Moyun Çor, Tariat... gibi Eski Türk Yazıtları evreni,
mutluluğu, huzuru, barışı, düzeni, kararlılığı, sonsuzluğu, sürekliliği ve uzun ömrü
simgeleyen kaplumbağa kaide üzerine yerleştirilmişlerdir. Yazıtları kaplumbağa kaide üzerine
yerleştirmek, dünyada iken hayatı örnek alınan kaplumbağaların (belki de) ölümden sonra da
yol göstericiliğinden, bilgeliğinden yararlanma arzusunun bir göstergesidir.

Foto 7: I. (Kök)türk Kağanlığı dönemine ait


kaplumbağa kaide üzerine yerleştirilmiş Bugut Yazıtı (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 8: Uygur dönemi (Kök)türk harfli yazıtlarından kaplumbağa kaideli Tariat Yazıtı
(Foto: C. ALYILMAZ)

Foto 9: Uygur dönemi (Kök)türk harfli yazıtlarından


Moyun Çor Kağan (Şine Us) Yazıtı ve kaplumbağa kaidesi (Foto: C. ALYILMAZ)
Kaplumbağaların üst kısmı çadırlara ve mimaride kubbemsi yapılara örnek teşkil etmiştir.
Kaplumbağaların kabukları üzerindeki dilimler de stilize edilerek (başta Selçuklu dönemi olmak
üzere) mimaride geometrik motif, süs ve bezek unsuru olarak kullanılmıştır.
 Kaplumbağalar, Osmanlı tarihinin III. Ahmet Dönemi (1718-1730) (yaygın adıyla Lale
Devri) eğlence hayatında önemli rol oynamışlardır.
Yaz akşamları lalelerin açtığı dönemlerde düzenlenen ve adına “çerağ meclisleri (meclis-i
çerağan)” denilen bu eğlencelerde hem lalelerin aralarından geçen su arklarına farklı
renklerdeki cam fanuslar içine yerleştirilen mumlar ve kandiller yakılıp konulur hem de
kaplumbağaların üzerlerine yerleştirilen mumlar yakılıp laleler arasında dolaştırılırmış (Onay
2007: 102-103; Pala 2003: 81-84).
Kaplumbağaların üzerlerinde yanan mumlarla laleler arasında dolaşması, dönemin
ressamlarına ve şairlerine de ilham kaynağı olmuştur. Lale Devri şairlerinin şiirlerinde geçen
“meclis-i çerağan”, “çerağan”, “seyr-i çerağan”, “çırağan” kavram işaretleri bu yüzden de hem
Lale Devrinde yapılan eğlenceleri hem de “bu eğlencelerde kaplumbağaların, üzerlerinde
yanan mumlarla laleler arasında dolaşması”nı ifade etmek için kullanılmıştır:
Şevk ile meyletmede diller gülistan seyrine
İzz ü nâz-ı gül niyâz-ı 'andelîban seyrine
Şâh-ı âlem dahi gelmez mi çerâğan seyrine
Lâle faslı ıyd hengâmı bahar eyyamıdır (Nedim)
Bahâr eyyamıdır zevk-i gülistan vaktidir şimdi
Açıldı lâleler seyr-i çırâğan vaktidir şimdi
Çemen faslı nevâ-yı 'andelîban vaktidir şimdi
Açıldı lâleler seyr-i çırâğan vaktidir şimdi (Nedim)

 Eski Türk edebiyatı metinleri içinde fabl türünde yazılan manzum hikâyeler arasında
kaplumbağalarla ilgili olanlara da rastlanır. Bunlardan birini de XVI. yüzyıl şairlerinden
Geyveli Güvâhî’ye ait “Pendname-i Güvahî” adlı eserde geçen manzum hikâye oluşturur:
Hikâyet7
Meger bir gölde tururdı iki kaz
Biri erkek biri dişi hoş-âvâz
Mekân idi müdâm anlara ol göl
Bir özge yire tutmazlar idi yol
Var idi bir bağa dahı o gölde
Bile olurdı anlarunla olda
Be-gâyet dostluk eylerler idi
Dirilüp tatlu hoş söylerler idi
Zaman ile o göl kurumağa yüz
Tutup anlarun hâli oldı yavuz
Tanıştı birbiriyle ol iki kaz
Didiler bunda artuk durmağ olmaz
Bu yirden kanat açalum uçalum
Varalım gayri gölde hoş geçelüm
Vedâ itmek dilediler bağaya
Bağa döymedi ol hicr ü belâya
Didi bunca zaman yidük tuz etmek
Revâ mı beni koyup bunda gitmek
Yalunuz bunda ben nice olurın
Firâka döymezin âhir ölürin
Beni neylersenüz idün be-her-hâl
Bile alun gidün dimen esen kal
Pes itdiler ol iki kez tedbîr

7 Pendnâme’deki bu manzum hikâye, fabl türünün 17. Yüzyıldaki ünlü temsilcilerinden Jean de La Fontaine’in
Masalları arasında da yer almaktadır. Hikâyenin Güvâhî ve Jean de La Fontaine tarafından nakledilen şekillerinin
karşılaştırması için bk. Eke 2009.
Didiler itmeyelüm imdi tehîr
Bir ağaç buldılar bir iki karış
Bağaya didiler ağzınla yapış
Bu ağacun tut ortasını muhkem
Tutalım biz de iki yanını hem
Çün eski dostsın imdi nidelüm
Seni dahı götürelüm gidelüm
Bağa tutdı ağacı ol iki kaz
İki başdan götürdi itdi pervâz
Meğer var idi yolcılar ovada
Giderken gördiler nâgeh hevâda
İki kaz uçuban gider berâber
Değül biri birin geçmek müyesser
Salınur bir bağa aralarında
Bilinmez mürde midür yâ ho zinde
Acebleşdiler anı göricek gey
Gülişdiler biraz çağırışdılar hey
İşidüben bağa incindi katı
Kakıncile gideyazdı hayâtı
Diledi söye diye böyle sözler
Ki göreyin çıka sizdeki gözler
Hemân dem anda ağız açdı bağa
Ağaçdan ayrılup uçdı aşağa
Çağırdılar hevâdan ol iki kaz
Nasihatdür diyü itdiler âvâz
Dilin dek tutmayanun hâli budur
Yaman sözlülerün ahvâli budur (Hengirmen 1983: 218-220; Eke 2009: 998-999).
(Bir gölde, iki kaz ve bir de kaplumbağa vardır. Kaplumbağa ile kazlar birbirleriyle dostluk
kurarlar. Bir zaman sonra o göl kurur. Kazlar o gölde artık duramayacaklarını anlayıp başka bir
göle uçmaya karar verirler ve kaplumbağaya veda etmek isterler. Kaplumbağa onlara
dostluklarını hatırlatıp, onu orada bir başına bırakmamalarını ister. Aksi hâlde orada bir başına
öleceğini söyler. Bu sözler üzerine kazlar, bir iki karış bir ağaç bulurlar ve kaplumbağaya bu
ağacın ortasını tutmasını söylerler. Kendileri de ağacın iki yanından tutup dostlarını da
götürmeye karar verirler. Havada üçü birlikte uçarlarken ovada bulunan yolcular onları görür ve
hayrete düşüp gülüşürler.
Gülüşme ve çağrışmaları duyan kaplumbağa incinir ve yolculara böyle sözler söyledikleri
için “Gözleriniz çıksın.” demek ister. Kaplumbağa ağzını açınca ağaçtan ayrılıp aşağı uçar. İki
kaz bunun üzerine havadan, “Dilini sıkı tutmayanın, kötü sözlülerin sonu budur” diye nasihatte
bulunurlar) (Eke 2009: 1003).

 İran’da yaşayan Türkler arasında “kaplumbağanın (“tosbağa”nın) eskiden değirmenci


olduğu, tartıda hile yaptığı, bu yüzden de Tanrı tarafından cezalandırılıp terazi kefeleri içine
hapsedildiği, onun alt ve üst kabuklarının aslında terazinin kefeleri olduğu” inancı hâkimdir
(Kalafat, http://www.yasarkalafat.info).
 Kaplumbağa sözcüğü Türkçenin kalıplaşmış dil ögelerinde (deyim ve atasözlerinde) de
kullanılmıştır:
Adam adama gerektir tosbağaya hânesi.
Kaplumbağa bile başını çıkartıp önünü görmeden ilerlemez.
Kaplumbağa kabı ile; herkes erbabı ile.
Kaplumbağa kabuğunda: “Ne büyük sarayım var dermiş”.
Kaplumbağa yavrusunu yumurtasına baka baka çıkarır.
Kaplumbağa yumurtasını gözü ile ısıtır.
Kaplumbağayı bir bağdan bir bağa atmışlar: “O bağ olmasın; bu bağ olsun.” demiş.
Kaplumbağayı suya göndermişler; senesinde gelmiş.
Kaplumbağayı tohuma göndermişler; hasat vakti gelmiş.
Tilki gibi kurnaz; kaplumbağa gibi şahbaz olma.
Tosbağa kabuğundan çıkmış da; kabuğunu beğenmez.
Kaplumbağa yürüyüşlü ol-
Kaplumbağa gibi soğuk kanlı ol-
Kaplumbağa gibi yavaş ol-
Kaplumbağaya bin-
Kaplumbağa gibi temkinli ol- (Yanar 1997: 190-191).
 Kaplumbağaların Türk yaşayış ve inanışındaki uzantısı olarak hem Anadolu’da hem de
Türk dünyasının farklı bölgelerinde bugün de süs ve kullanım eşyalarında (kapılarda, takılarda,
halılarda, kilimlerde ve keçelerde, yastıklarda) kaplumbağa motifleriyle sıkça
karşılaşılmaktadır.

Foto 10: Kars’ta bir halı üzerinde tespit edilen kaplumbağa tasviri (Foto: C. ALYILMAZ)

Foto 11: Bursa’da bir yastık üzerinde tespit edilen kaplumbağa tasviri (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 12-13: Kaplumbağa tasvirli yüzük ve kolye (Foto: C. ALYILMAZ)
 Yukarıdaki satırlarda kaplumbağaların özellikleri, Türk yaşayış ve inanış sistemi
içindeki yerleri hem araştırma, inceleme ve gözlemlerimizden hem de konuyla ilgili
kaynaklardan hareketle dikkatlere sunulmaya çalışıldı. Ancak söz konusu maddelerin önemli bir
kısmının Asyalı diğer uluslar için de geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim Çin Halk
Cumhuriyeti’ndeki, Kore’deki, Japonya’daki ve Moğolistan’daki farklı dönemlerde dikilmiş
kaplumbağa kaideli yazıtlar, heykeller, halk arasında kaplumbağalarla ilgili olarak anlatılan /
yaşatılan mitolojik ve efsanevi hikâyeler de bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Foto 14: Pekin’deki Taş Eserler Müzesinde farklı dönemlere ait kaplumbağa kaideli
yazıtlardan bir kısmının genel görüntüsü (Foto: C. ALYILMAZ)
Foto 15-16: Pekin’deki Taş Eserler Müzesinde farklı dönemlere ait kaplumbağa kaideli
yazıtlardan görüntüler(Foto: C. ALYILMAZ)

Foto 17: Karakurum’daki (Moğolistan) Erdenee Zuu Tapınağı


civarında bulunan kaplumbağa kaide (Foto: C. ALYILMAZ)
4. Sonuç ve Öneri:
Aynı coğrafyalarda yaşayanların, benzer koşullarda yetişenlerin, birbirleriyle sürekli ilişki
hâlinde bulunanların birbirlerini etkilemeleri, doğaya ve ölüme karşı ortak tavır geliştirmeleri
son derece doğaldır. Bu yüzden de temelinde “sağlamlığın”, “uzun ömrün”, “sürekliliğin”,
“sonsuzluğun”, “ölümsüzlüğün” bulunduğu kaplumbağalarla ilgili her inancın, her
değerin yalnızca Türk boy ve topluluklarına ait olduğunu iddia etmek doğru değildir.
Kaplumbağaları (birbirleriyle zaman zaman savaşmış olsalar da gerçekte aralarında dostluk ve
akrabalık ilişkisi bulunan) Asyalı ulusların ortak kültürel ögelerinden ve ortak
sembollerinden biri olarak nitelendirmek daha yerinde olacaktır.
Kaynaklar:
AKSAN, Doğan (2000), Eski Türkçe'nin İzlerinde Orhun ve Yenisey Yazıtları Üzerinde
Sözcükbilim, Anlambilim ve Biçembilim İncelemelerinin Aydınlattığı
Gerçekler, İstanbul.
AKSOY, Ömer Asım – DİLÇİN, Dehri (1963), XII. Yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle
Yazılmış Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü, C. I, Ankara,
362-363.
ALYILMAZ, Cengiz (2005), Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu, Ankara.
ARİUNBOLOR, B. - YAŞAR, A. - NATSAG, L., (2006), Mongol – Turk Tol’ Moğolca –
Türkçe Sözlük, Ulaanbaatar, 429.
ARSLAN, Ahmet Ali (2004), Kızılderili-Türk İlişkileri Ataların İzi ile Orta Asya’dan
Amerika’ya Türk Kültürünün Göçü, Ankara.
ATALAY, Besim (1985), Divanü Lügat-it Tercümesi, C. I-IV, Ankara.
BARAN, İbrahim (2005), Türkiye Amfibi ve Sürüngenleri, Ankara.
BAYAT, Fuzuli (2008), Orta Türkçe Sözlük, İstanbul.
CLAUSON, Sir Gerard (1972), En Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century
Turkish, Oxford.
ÇORUHLU, Yaşar (1995), Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul.
ÇORUHLU, Yaşar (2006), Türk Mitolojisinin Anahatları, İstanbul.
DİKMEN, Aysel – BEYAZ, Ayla, Derleme Sözlüğü, C. X, Ankara, 3971-3972.
DOERFER, Gerhard (1963, 1975), Türkische und Mongolische Elemente im
Neupersischen, Wiesbaden.
DONUK, Abdülkadir (1988), Eski Türk Devletlerinde İdarî-Askerî Unvan ve Terimler,
İstanbul.
EBERHARD, Wolfram (2000), Çin Simgeleri Sözlüğü Çin Hayatı ve Düşüncesinde Gizli
Simgeler, İstanbul, çev. Aykut Kazancıgil - Ayşe Bereket.
EKE, Nagehan (2009), Güvâhî’nin Pend-nâmesi’ndeki Bir Hikâyet ile La Fontaine’in Bir
Masalının Mukayesesi, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, S. 39, Erzurum, 989-1010.
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2007), Türk Destanlarında Baba-Oğul Mücadelesi,
Makaleler Dil- Destan-Tarih Edebiyat, Ankara, 486-489.
ERCİLASUN, Ahmet Bican (vd.) (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü
(Kılavuz Kitap), Ankara.
EREN, Hasan (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, Ankara.
ESİN, Emel (2006), Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, İstanbul.
GIRAUD, René (1961), L'inscription de Baïn Tsokto, Paris.
GIRAUD, René (1999), Gök Türk İmparatorluğu İlteriş, Kapgan ve Bilge’nin
Hükümdarlıkları (680-734), İstanbul, çev. İsmail Mangaltepe.
GOLDEN Peter B. (2006), Hazar Çalışmaları, İstanbul, Çeviren: Egemen Çağrı Mızrak.
GÖMEÇ, Saadettin (2010), Boyla ve Baga Unvanı, Sosyal Bilimler Araştırmaları
Dergisi, C. I, S. 1, Ordu, 73-80.
GÜLENSOY, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi
Sözlüğü, C. I, Ankara.
HENGİRMEN, Mehmet (1983), Güvâhî, Pend-nâme, Ankara.
KALAFAT, Yaşar, Türk Kültürlü Halklarda Hayvanlarla İlgili İnançlar -I,
http://www.yasarkalafat.info/index.
KARAAĞAÇ, Günay (2009), Sözlük Yapısı, Dil Tarih ve İnsan, İstanbul, 43-52.
KARATAY, Osman (2006), Bey İle Büyücü / Avrasya'da Tanrı, Hükümdar, Devlet ve
İktisat, İstanbul.
KLYAŞTORNIY, S. G. (1964), Drevnetyurkskie Runiçeskie Pamyatniki kak İstoçnik po
İstorii Sredney Azii, Moskova.
KLYAŞTORNIY, S. G. (1966), Tonyukuk - Aşide Yuan'çjen, Tyurkologiçeskiy Sbornik,
Moskova, 201-205.
KURTDEDE, Arif (2001), Reptil Hastalıkları, Ankara.
Lİ, Yong-Sóng (1997), On the Origin of baqa "frog, toad; tortoise", Central Asiatic
Journal, Vol: 41, No: 2, 250-269.
MACİT, Muhsin (1997), Nedim Divanı, Ankara.
MERT, Osman (2009), Ötüken Uygur Dönemi Yazıtlarından Tes – Tariat – Şine Us,
Ankara.
MORI, Masao (1973), A-shih-te Yüan-chen ve Tonyukuk, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi İslam
Tetkikleri Enstitüsü Dergisi Zeki Velidi Togan’ın Hatırasına Armağan, C. V,
Cüz 1-4, İstanbul, 87-93.
NADELYAEV, V. M. vd. (1969), Drevnetyurkskiy Slovar’, Leningrad.
ONAY, Ahmet Talât (2007), Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul, Yayına
Hazırlayan: Cemal Kurnaz.
ÖLMEZ, Mehmet (1997), Eski Türk Yazıtlarında Yabancı Ögeler (2), Türk Dilleri
Araştırmaları, C. 7, Ankara, 175-186.
ÖNER, Mustafa (1993), Or~Tor~Çor Sözleri Hakkında, Türk Dili ve Edebiyatı
Araştırmaları Dergisi, S. 7, İzmir, 179-186.
PAÇACIOĞLU, Burhan (2006), VIII-XVI. Yüzyıllar Arasında Türkçenin Sözcük
Dağarcığı, Ankara.
PALA, İskender (2003), Lale, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 27, İstanbul,
81-84.
ROUX, Jean–Paul (2005), Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, İstanbul, çev.:
Aykut Kazancıgil - Lale Arslan.
SERJEE, Besüd Jambaldorjiín (2007), Mongol Hünií Neriín Tol’ Dictionary of
Mongolian Personal Names, Ulaanbaatar.
SERTKAYA, Osman F. (2001), Suuci < Sugeci / (Bel) Yazıtı Ne Zaman Yazıldı? Türk
Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 2000, Ankara, 307-312.
TEKİN, Talat (1968), A Grammar of Orkhon Turkic, Bloomington, 1968.
TEKİN, Talat (1994), Tunyukuk Yazıtı, Ankara.
TEKİN, Talat (2006), Orhon Yazıtları, Ankara.
TEZCAN, Semih (1978), Eski Türkçe buyla ve baγa Sanları Üzerine, TDAY Belleten
1977, Ankara, 53-69.
TIETZE, Andreas (2002), Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı
Sprachgeschichtliches und Etymologisches Wörterbuch des Türkei-
Türkischen, İstanbul-Wien.
UĞURLU, Serdal (2000), Su ve Kara Kaplumbağaları, İstanbul.
YANAR, Ahmet (1997), Hayvan Motifli Atasözleri ve Deyimlerimiz, Erdemli.

You might also like