Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 371

By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.

com
________________________________________________________________________
CHAPTER - 1
SOME BASIC CONCEPTS
BAZI TEMEL KAVRAMLAR

KISA AÇIKLAMA
Buradaki çalışmamız, kökenleri itibariyle "alaylı" değil "okullu" olsa da, akademik inceleme amacı
taşımıyor. Bilgiler, saptamalar ve örnekler, çeşitli nedenlerle İngilizce öğrenmek/ilerletmek isteyen
gerçek kişiler içindir. Pragmatik yaklaşım ve pratik çözümler önplandadır. Dilbilime özgü terminoloji en
aza indirilmiş, gereksiz ayrıntılar ayıklanmıştır.

Tabiatıyla, akademisyen arkadaşlar öğretim programlarında buradaki pragmatik birikimden


yararlanırlarsa öğrencileri adına sevinirim. Ama, o kadar...

TEMEL KAVRAMLAR
İlk kural, kuralları ezberlemektense, kuralları örnekleyen gerçek kullanım tümceleri ile yüzleşmek,
bunların rehberliğine güvenmek...

Peki, asgari düzeyde de olsa, neden "kurallara" belli ölçüde yer ayırmak zorundayız ki? Vakit yitirmeden,
çalakalem yazmağa, çatpat konuşmaya başlasak daha yararlı olmaz mı?

Bunun yanıtı şu: Doğal dil öğrenme çağına dönebilirseniz (0-4 yaş), o güzelim günbegün 24 saat deneme-
yanılma (agulama) -- ve büyükleriniz tarafından hoşgörü ve gülücüklerle düzeltilme -- sürecini yeniden
başlatabilirsiniz... Buna olanağınız varsa, durmayın derim...

Deneme-yanılma yöntemiyle yılları heba etmek istemiyorsak, yabancı bir dilin mantığını ancak
kurallardan başlayarak, tümdengelimci yoldan öğrenebiliriz. Kestirme yol bu...

Ama dediğim gibi, gramer genel okuyucu için sıkıcı bir konudur: Kısa tutulmasında ve canlı, parlak
örneklerle beslenmesinde yarar var. Öyleyse başlayalım:

Ad (isim -- noun): Gerçek yada hayali, somut yada soyut varlıklara verilmiş adlar...

Sıfat (adjective): Bu varlıkları çeşitli yönleriyle niteleyen, niceleyen, tanımlayan, betimleyen,


ayrıntılandıran sözcükler... Günün birisinde Türkçe'de dilbilgisi terimleri üzerine bir çalışma yapacak
olursam, sanırım ilk tercihlerimden birisi "sıfat" yerine", "betimlik" terimini önermek olacaktır.

Fiil (eylem -- verb): Gerçek/hayali, somut/soyut olay, eylem, durum, oluşumları belirten sözcükler...
Fillerle, bilgi aktarımı kadar, soru, emir, dilek, koşul, veya ("edilgen çatı" yı da düşünürsek) eylemden
etkilenme, "kabağın öznenin başına patlaması" durumları da iletilir...

Zarf (belirteç -- adverb): Eylem ve oluşumları çeşitli yönlerden niteleyen, ayrıntılandıran sözcükler...

Yani, Sıfatlar Adları... Zarflar Fiilleri -- niteler...

Dikkat: Zarflar ayrıca, sıfatları ve diğer zarfları da niteleyebilir.

Zarflara örnekler: I wasn't expecting to see you today... Please sit here... She read it carefully... He is very
clever... You must work harder... The rest of the subject is much easier to understand...

1
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Dahası yok mu? Var, tabiatıyla... Ama bizim açımızdan şimdilik bu kadarı yeter. Adıl (zamir - pronoun),
ilgeç (edat - preposition), bağlaç (conjunction), ünlem (interjection)... Bunların ne olduklarını zaten
biliyorsunuz. Ayrıntılarına girmesek de olur... Birkaç örnekle yetineceğim:

İlgeçler (prepositions): He arrived here at 2 o'clock... He rested his head on one of his hands... We met
over the bridge past the central station... Two dogs were running along the street... You mustn't let
yourself be made fun of... (Seninle alay edilmesine izin vermemelisin. "to make fun of smb.")

Bağlaçlar (conjunctions): He and I are brothers... We write to one another every now and then... Ali came,
but Güneş didn't... She said that she would come today... I will go if I have time... He had to go back
because he had no money left...

Ünlemler (interjections): Bravo!.. Oh!.. Oh, my God!.. Hush!.. Alas!.. (= Heyhat!)... Good-bye!..
Goodness gracious me!.. (Bu sonuncusu, "Üstüme iyilik sağlık olsun" anlamında bir şaşkınlık ifadesidir.)

Temel kurallarımızdan birisi şu olacaktır: Her dil öğesi kimlik ve niteliğini, "takdir komisyonu" gibi
çalışan bir takım gramercilerin (bugüne değin sözlüklere de yansımış) ilahi ve değişmez saptamasından
değil, kullanıldığı ortamdaki İŞLEV 'inden kazanır.

İşte bu işlevler çerçevesinde, pratik açıdan bizim için en önemli birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

Tümce, en az iki öğeden oluşur: Özne + Fiil...

Eylemden etkilenen varsa, bunlara üçüncü öğe olarak

Nesne eklenir.

Özne (S, subject); Fiil (V, verb); Nesne (O, object)

İngilizce bir S+V+O dilidir. Ayrıca, çekimsiz bir dildir. Nesne durumu için özel bir çekim yoktur (Yani,
Türkçe'deki "-- i" durumu gibi). Kısacası, fiilin solundaki ad öznedir, sağındaki de nesnedir...

Özne, eylemi gerçekleştiren;

Nesne ise eylemden etkilenen, kabak başına patlayandır.

Bu her iki işlevi de ad (= isim) sınıfı öğeler karşılar.

2
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Aynı şekilde, ad-tümcelikler de eylemin öznesi yada nesnesi olabilir.

Hatırlayınız: Sıfatlar adları, zarflar eylemleri niteler...

Aynı şekilde, sıfat-tümcelikler adları; zarf-tümcelikler ise eylemleri niteler.

Peki, nedir bu "tümcelik" dediğimiz birim? Ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik de ne ola??


Tanımlar ve örnekler biraz aşağıda...

KİMİ TANIMLAR

Ara Konu: Çekilmiş Fiil Ne Demektir ?

To see, to be seen = görmek, görülmek... To mean, to be meant = demek istemek, kastedilmek... Bunlar,
fiilin mastar (= the infinitive) durumlarıdır.

Mastar, olay/eylem/durum/oluşumun genel adıdır. Sözü edilen eylemin, kişi, zaman yada ileti ortamına
(kip - mood) göre çekilmemiş halidir. Oysa,

I saw = "To see" fiilinin birinci tekil kişiye göre haber kipinde "the simple past tense" olarak çekilmiş
halidir...

He has gone = "To go" fiilinin üçüncü erkek tekil kişiye göre haber kipinde "the present perfect tense"
olarak çekilmiş halidir...

İngilizce fiil çekimlerinin Türkçe'mize göre büyük bir yalınlık taşıyor olması, bizleri "Türkçe öğrenen
İngilizler" değil "İngilizce öğrenen Türkler" olduğumuza şükrettirecek boyuttadır.

* * * * *

Sözcük Öbeği (phrase) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunmayan, tümce içinde (veya dışında) belirgin bir
öbek (= grup, takım) olarak, birlikte bir anlam birimi oluşturan sözcük kümesi:

in the house... cats and dogs... my friend's father-in-law... to see a good film...

Örnek: "I was hoping to get a chance to meet my friend's father-in-law." ["to meet fiilinin nesnesi olarak
kullanılan ad işlevli bir sözcük öbeği]...

Bir sözcük öbeğini, tümcenin diğer öğelerini tekrarlamağa gerek kalmaksızın, bir soruya karşılık yanıt
olarak kullanabilirsiniz... Ama tek başlarına söylenecek olsalar bildirim tamamlanmamış, damdan düşme
ve quel-alaka kalabilir:

- Who, do you think, did it? [Sence, kim yaptı bunu?]


3
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

- Definitely, my friend's father-in-law. [Kesinlikle, arkadaşımın kayınpederi.]

Ama, birisi durduk yerde "arkadaşımın kayın pederi" yada "iyi bir filim görmek için" deyip sussa, ne
dediğini anlamasına anlarız, ama "Eeee, n'olmuş" diye de devamını bekleriz.

Tümcelik (clause) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunan, ve ekleşik veya karmaşık tümcelerin (az aşağıda
açıklanıyor) ana birimlerini oluşturan yapılar.

You came home late and I have to leave early. [tek tümce içinde birbirine eklenen iki ana-tümcelik]

We will have dinner when you come back. [ana-tümcelik + bağıl-tümcelik]

when we went there... [oraya gittiğimizde... bağıl-tümcelik]

although she is quite wealthy... [gayet varlıklı olmasına karşın... bağıl tümcelik]

Tabiatıyla, tekbaşına söylenecek olursa, bir bağıl-tümcelik de, "Eeee, n'olmuş" sorusunu davet edecektir.

Ana-tümcelik (temel-cümlecik, main clause) : Tekbaşına ayakta durabilen, kendi içinde "tamamlanmış"
anlam taşıyan; istersek [örneğin yazıda başına büyük harf, sonuna nokta koyarak] bağımsız bir tümce
niteliğinde kullanabileceğimiz tümcelik türü. Doğaldır ki, her yalın tümce [tanımı aşağıda] tek bir temel
tümcelikten oluşmaktadır.

Bağıl-tümcelik (yan-cümlecik, subordinate clause) : Geldik canalıcı noktaya: Anlamın tamamlanması için
bir ana-tümceliğe bağlı ve bağımlı olan tümcelik türü. Bunlar, tekbaşlarına ayakta duramaz,
"tamamlanmış" anlam ifade eden bağımsız bir tümce niteliği ile kullanılamazlar.

ŞİMDİ DİKKAT: Bir bağıl-tümcelik, yerine getirdiği İŞLEV 'e göre, şu üç sınıftan birine girer:

1) Ad-tümcelik

2) Sıfat-tümcelik

3) Zarf-tümcelik

Bu üç işlevi yukarda tanımlamıştık. Tekrarlayalım:

Ad-tümcelik -- adı üstünde -- AD kullanılabilecek her yerde bulunabilir: Örneğin fiil yada fiillerin özne
yada nesnesi olabilir.

They wondered where he had come from.

Neyi merak ediyorlardı? Nereden geldiğini... "To wonder" fiilinin nesnesidir ve bu niteliği ile ad-tümcelik
olarak sınıflanır.

That the firm has gone bankrupt will be known within a few days.

Birkaç gün içinde öğrenilecek olan nedir? Şirketin iflas ettiği... "That" ile başlayan tümcelik, "to be
known" edilgen fiilinin öznesidir. Bu niteliği ile de, ad-tümcelik olarak sınıflanır.

4
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Peki ya sıfat-tümcelik? Tümcede geçen bir adı, örneğin özne yada nesneyi, bir sıfat işlevi ile niteleyen,
niceleyen, tanımlayan, betimleyen, ayrıntılandıran bir tümceliktir. Bir adı niteleyen birden çok, veya
birden çok adı ayrı ayrı niteleyen yine birden çok sıfat-tümcelik de kullanılabilir:

The music (which/that) the orchestra is playing is a Strauss waltz.

"The music is a Strauss waltz." = Bu ana (temel) tümceliktir... "(which/that) the orchestra is playing" ise,
"music" sözcüğünü (ki, bu bir ad'dır) niteliyor = Orkestranın çalmakta olduğu müzik... O halde bu
ikincisi, "sıfat-tümcelik" sınıflamasına girer.

Peki ya zarf-tümcelik? Tümcede anlatılan olay/eylem/durum/oluşumu çok çeşitli yönlerden niteleyebilen,


ayrıntılayabilen tümceliklerdir. Aşağıdaki örneklerde sırasıyla neden, amaç ve tarz bildiriliyor:

Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. [Onlara bir şans daha tanıyacağım.
Neden? "Dürüst olduklarına inandığım için"]

We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. [Eti buzdolabında saklamalıyız.
Neden? "Bozulmasın diye"]

The children could come and go as they pleased. [Çocuklar gelip gidebiliyorlardı. Nasıl? "Canlarının
istediği gibi"]

TÜMCE TÜRLERİ

1. Yalın Tümce (basit tümce - simple sentence)

İçinde tek çekilmiş fiil bulunan, başka bir deyişle tek ana-tümcelikten oluşan tümce türü:

Ali came home late.

Güneş has already finished his homework.

2. Ekleşik Tümce (sıralı tümce - compound sentence)

"And" ve "or" gibi bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden çok ana-tümcelikten oluşan
tümle türü. Dilersek bu bağlaç veya bağlaçları kaldırır, tümcelikleri bağımsız birer tümce haline
getirebiliriz. (Az aşağıda, bu tür tümcelere ilişkin bazı önemli ayrıntılar vereceğim)

Ali comes late and Güneş leaves early.

3. Karmaşık Tümce (bileşik tümce - complex sentence)

Bir ana-tümcelik ile buna bağlı ve bağımlı en az bir bağıl-tümcelikten oluşan tümce türü. Bunları
birbirinden ayırıp koparamazsınız. Koparırsanız, temel-tümcelik anlamca eksilir; bağıl-tümcelik de

5
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
tekbaşına zaten ayakta kalamaz... (Bunları kitabımızın "Ad-Tümcelik", "Sıfat-Tümcelik", "Zarf-
Tümcelik" bölümlerinde ayrıntılı biçimde inceliyoruz.)

Güneş warned us that it was time to leave.

[ ana-tümcelik + ad-tümcelik ]

Do you remember the funny man who was conducting the ceremonies?

[ ana-tümcelik + sıfat-tümcelik ]

Ali went home after he had finished his work.

[ ana-tümcelik + zarf-tümcelik ]

Although it was a fine day for a picnic, Güneş stayed home and watched TV.

[ zarf-tümcelik + ana-tümcelik ]

Doğaldır ki, karmaşık bir tümcede kullanacağınız bağıl-tümcelik sayısı size kalmıştır: Demek istediğim,
içine "sonsuz" sayıda ad-sıfat-zarf tümcelik yerleştirebilirsiniz. Tabii, karmaşık bir tümceyi tam bir
labirente çevirmeyi göze alıyorsanız...

4. Karmaşık-Ekleşik Tümce (complex-compound sentence)

Bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana-tümcelik ve bunlara ayrıca bağlı ve
bağımlı bağıl-tümceliklerinden oluşan bütün.

Ali went home after he had finished his work

and

although it was a fine day for a picnic

he decided to stay at home and watch TV.

İşte, İngilizcede rastlayacağınız bütün tümceleri bu sistematik içinde çözgüleyip irdeleyebilirsiniz.

ARA BÖLÜM

EKLEŞİK TÜMCELER ÜSTÜNE NOTLAR

Ekleşik bir tümcede, birden fazla bağımsız tümce, "bağımlı kılmayan" bağlaçlar (conjunctions)
kullanılarak, aynı çatı altında toplanır. Ne var ki, bağlaç kullanılmaksızın, yalnızca noktalama işaretleri
ile (konuşmada uygun tonlama ile) kurulan örnekler de bu başlık altında yer alır.

A Bağlaç (conjunctions) kullanılarak yapılan ekleştirmeler: (Dikkat: Her iki tümcede aynı özne
geçerliyse, tekrarlanması zorunluluk taşımıyor)

Ali grabbed his pen and took down some notes.


6
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

She desperately wanted to apologize but did not know how to begin.

We can ask them now, or wait till tomorrow.

Hurry up, or we'll be late.

Never go deep-sea diving on you own; nor must you forget to check all your equipment beforehand.

B Bağlaç kullanılmayan örnekler:

Father was in his study, Mother was in the kitchen cooking dinner.

I wouldn't like to live in İstanbul at all; I hate big and noisy cities.

Ali looked at his watch: it was nine o'clock.

Now, which is yours, which is your friend's?

C Zarf (adverb) kullanılarak yapılan ekleştirmeler:

We found nobody there, so we decided to go back home.

The situation looks pretty hopeless; still, there's no harm in trying.

She gave up smoking before long; however, that's another story. (= Sigarayı çok geçmeden bıraktı -- ama
bu başka bir öykü...)

D Çok ilginç kimi örnekler:

He said that he wanted a room, and that his friend would come and pay for it within a few hours. (iki
bağıl tümceliğin birbirine eklenmesi)

I didn't bother to reply their invitation, not because I wasn't willing to go, but because I had no time to.
(yukardaki gibi)

Ask no questions and you'll be told no lies. (Yapı olarak ekleşik, ama anlam olarak karmaşık tümce tipi:
"Eğer soru sormazsan..." şeklinde bir koşul koşuluyor: Sorular sorma ki yalan yanlış yanıtlar almayasın.)

Stir, and you are a dead man. (yukardaki gibi -- "Yerinden kıpırdarsan kendini ölmüş bil...")

ARA BÖLÜMÜN SONU

ÖTEKİ KİMİ TANIMLAR

7
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Aslında İngilizce'de Kaç Çeşit "X", Kaç Türlü "Y" Var ?

Bu kitabın akademik amaçla tasarlanmadığını daha önce söyledim. Öyle olmasa, ayrıntıda boğulur,
hedefimizin çok uzağına düşerdik. Bizim amacımız, olanaklı en kısa sürede olanaklı en işe yarar
İngilizce'yi kazanmak... Yoksa "İngilizce'de kaç çeşit "X" veya "Y" vardır?" türü sorulara alacağınız
yanıtın, "Dünyadaki dilci sayısı kadar çok ve değişik," olacağından emin olabilirsiniz...

Ama endişelenmenize gerek yok... Burada, olabilecek en yalın çizgilerine indirgeyip sunduğum, temelde
işleve dayalı saptamaların, kitabın diğer bölümlerinde yapacağımız hertürlü tümce çözümlemesi için
yeterli olacağına inanmanızı dilerim.

İşte şimdi de, "İngilizcede kaç çeşit tümce vardır?" sorusuna farklı bir yaklaşımla daha yanıt vermek
istiyorum:

İngilizce bir S+V+O dilidir: Yani, Subject + Verb + Object... (Yani, Özne + Fiil + Nesne...)

Fiilin solundaki ad (varlık) faildir, öznedir, eylemi yapan kişidir, yada durum/oluşumun konusu,
kahramanıdır. [Düztümcede fiilin solundaki ad; devrik tümcede ise fiilin sağına geçer. Yazı dilini
düşünerek kullandığımız "sol, sağ" belirlemesini, konuşmayı düşündüğümüzde "önce, sonra" şeklinde
ifade etmek gerekir]

Fiilin sağındaki ad (varlık) nesnedir, yani etkilenen, kabak başına patlayan kişi, birim yada varlık alanıdır.

Bu durum, İngilizce'nin sözdizim (sentaks - syntax) düzenidir; bu sıralama değiştirilemez:

The dog bit the man... Köpek adamı ısırdı...

The man bit the dog... Adam köpeği ısırdı.

Dikkat ederseniz, İngilizce'de ad durumlarından (ismin halleri) söz edemiyoruz. Özne de, nesne de yalın
haldedir. Kim fiilin soluna geçerse özne olur; kim fiilin sağına geçerse nesne olur.

Türkçe'de böyle mi? Hayır, Türkçe çekimli bir dildir: Özne yalın haldedir, nesne ise -i halinde olmak
zorundadır. İşte bu nedenle bizler, "Köpek adamı ısırdı... Adamı köpek ısırdı... Isırdı adamı köpek...
Köpek ısırdı adamı..." gibi sözdizim cambazlıkları yapabiliyoruz. İngilizce'de ise bütün bu nüansları
konuşmadaki sözcük vurgularıyla karşılamak zorundasınız.

İşte bu S+V+O dizilişi İngilizce'deki "düz tümce" dizilişidir. Fiil (çoğunlukla yardımcı fiil ile temsil
edilerek) öznenin soluna geçerse, soru sormuş olursunuz. "Did the dog bite the man?... Did the man bite
the dog?...) Buna göre İngilizce'de iki temel tümce türünden söz edebiliriz:

Düz tümce = S+V+(varsa)O

Soru tümcesi = Yard.Fiil+S+V+(varsa)O

DİKKAT... DİKKAT... Bunları burada dile getirmemin asıl nedeni, ilerde tekrar tekrar
vurgulayacağımız bir kurala şimdiden dikkatinizi çekmek: Bütün bağıl-tümcelikler düz-tümce olmak
zorundadır. Ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik soru biçiminde olamazlar. [Eğer tümcenizin
tamamı bir soru tümcesi ise, bu ana / temel tümcelikteki soru dönüşümü ile sağlanmıştır.]

Peki, başka ne gibi tümce türlerinden söz edebiliriz?

8
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Örneğin, "devrik tümceler" = Bunlar da soru tümcesi şeklinde kurulur, ama soru tonlaması yapılmaz;
aktarılan abartılı duyguyu ifade eden uygun bir tonlama ile söylenirler. Yazıda da soru işareti konulmaz:
[Devrik tümceler, Kitabımızın 16. Bölümünde -- Püf Noktaları 01'de -- çok ayrıntılı biçimde ele
alınmaktadır.]

Not even once have I seen him here before! = Şimdiye değin kendisini burada bir kez bile görmedim!

Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk! = Senin yerinde olsam böyle bir riski almam!

Hardly had the performance begun when the lights went out. = Gösteri daha yeni başlamıştı ki ışıklar
söndü.

Bir de emir cümleleri... Açıktır ki bunlar da klasik S+V+O dizilişinin dışında gerçekleşmektedir. Bu gibi
farklı yapılardan yeri geldiğinde söz edeceğiz.

Şimdilik sadece şunu unutmayınız: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-tümcelik,
sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik soru biçiminde olamaz...

Demek ki, artık bir sınav sorusunda,

- What time is it?

- I don't know what time is it...

diye yanıtlarsanız, günah benden gitti. Doğrusu, "I don't know what time it is."

İNGİLİZCE'DE KAÇ ÇEŞİT KİP VAR?

Klasik gramerler "mood, modals, modality" gibi kavramları üç grup altında sınıflar. Bunu yaparken, çoğu
zaman fiil çekimlerindeki "formel farklılıkları" önplana çıkarırlar: 1) The Indicative Mood... 2) The
Subjunctive Mood... 3) The Imperative Mood...

Bunların Türkçe karşılıkları, 1) Haber Kipi... 2) Dilek-Koşul Kipi... 3) Emir Kipi... şeklinde önerilebilir.
(Hayır, Türkçe'yi buna uyduralım, demiyorum.)

Bunları sırasıyla, 1) Gerçeklerin dünyası [insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar
da]... 2) Varsayımların dünyası... 3) Buyrukların dünyası olarak tanımlayabiliriz.

Gelelim bu kitapta kullandığım (ve anadili Türkçe olan bizler için farklı bir vurgulama ile sunduğum)
sınıflamaya:

1. The Indicative Mood (Haber Kipi)...

2. The Conditional Mood (Koşul kipi)...


9
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

3. The Subjunctive Mood ("Dilek" Kipi)...

4. The Imperative Mood (Emir Kipi)...

İkincisi ve üçüncüsü üzerinde özellikle duruyorum; çünkü, bana göre, Anglo-Sakson dil-kültür dizgesinin
bir anahtarı da burada yatıyor....

"Mood" ("Kip") sözcüğünden ise, iletişim ortamını, türünü, yaklaşım ve tarzını anlıyoruz: Buna göre,
Haber Kipi (insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da) "gerçeklerden" söz ediyor.
Koşul ve Dilek Kipleri, varsayımsal bir dünyaya ilişkin önermelerden oluşuyor. Emir Kipi de,
buyrukların yada (bunlar yumuşatılarak) "ricaların" dünyasını yansıtıyor...

Kitabımızın İkinci Bölümde, "Vira Bismillah" deyip, Haber Kipini oluşturan 12 "Tense" (= zamanlar) ile
işe başlayacağız.

İNGİLİZCE TERSTEN Mİ ANLAŞILIR?!

İngilizce ile Türkçe'yi, gramer ve sözdizim açısından karşılaştırdığımız bu bölümde, uygulamada


gördüğüm çok büyük bir yanılgıya da burada değinmeliyim.

Çoğu kitapta, "İngilizce bir tümce tersten anlaşılır" şeklinde çok garip bir önermeye tanık oluyorum. Özel
ders veren çoğu kimsenin de bu yanılgıyı öğrencilerine aktardıklarını biliyorum.

Ne demek ola ki bu? Yani, bu İngilizler, Amerikalılar, Yeni Zelandalılar, vb. bir tümce söylüyor; sonra
tersten gidip tümcenin anlamını çözüyor, sonra bir sonraki tümceye mi geçiyorlar!!

Buradaki yanılgı ve kavram kargaşasının nedeni belli: İngilizce bir tümceyi "anlamak" ile, bunu "derli
toplu şekilde Türkçe'de ifade etmeyi" (yani, çeviriyi) birbirine karıştırıyorlar...

Tabiatıyla, anadili İngilizce olan (native speakers), yada çok iyi İngilizce bilen kişiler, konuşurken veya
yazarken, tümcenin anlamını sözcükler peşpeşe sıralandıkça "simültan" biçimde çözüyor; tümce bitince
yeniden geriye dönüp anlamağa çalışmak gibi bir davranış içinde olmuyorlar.

Ve yine tabiatıyla, bizim de amacımız, İngilizce'ye hakimiyetimiz yeterli düzeye geldiğinde, araya
Türkçe'yi sokmadan, "İngilizce'yi İngilizce olarak" doğrudan anlamak... Bu bir süreç. Giderek gelişecek.

Bu arada, istesek de istemesek de, Türkçe'ye başvuracağız. Ama hangi Türkçe'ye? Deyimi mazur görün:
Tarzanca Türkçe'ye başvuracağız... İki dil arasındaki sözdizim (sentaks) farklılığı bunu kaçınılmaz
kılıyor. Çünkü, İngilizce bir tümcenin Türkçe'deki paralel izdüşümü ancak "Tarzanca" ifade edilebilir.

Bir tümceyi hızla anlayıp bir sonrakine geçmek için "Tarzanca" ile yetinmeliyiz. Ha, birisi bizden "derli
toplu bir çeviri" yapmamızı isterse, o zaman durup, İngilizce tümcenin öğelerini güzel Türkçe'mizin
sözdizim kurallarına göre yeniden düzenleriz.
10
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Pratikte bütün bunlar ne demektir?

Türkçe'de "Köpek adamı ısırdı" tümcesini oluşturan sözcükleri ayrı ayrı birer fiş üzerine yazalım ve
masanın üzerine rastgele yayalım. Yine de, kimin kimi ısırdığı kuşbakışı hemen anlaşılacaktır. Neden?
Çünkü, Türkçe çekimli bir dildir: Kim'in kim-i ısırdığı, sözcüklerin yerlerini dilediğiniz kadar değiştirin,
çekimlerden bellidir.

Aynı uygulamayı, İngilizce "The dog / bit / the man" tümcesini oluşturan öğelerle yapın; sözcüklerin
sırasını karıştırın: Tümce asla anlaşılamayacak yada farklı anlaşılacaktır.

Neden? Çünkü İngilizce'de sözdizim, anlamın ana direğidir: Anlamı ileten, sözcüklerin ardarda dizilişidir.
Farklı dizerseniz, farklı anlam elde edersiniz.

İşte bütün bu nedenlerle:

İngilizce tümceyi anlamanın gerçek yolu, kendilerinin de yaptığı gibi, sözcük üstüne sözcük açıldıkça
anlamları ulayarak gitmektir. Bunu yaptığınız zaman da, Türkçe paralel anlatımda ortaya çıkan sıralama
"Tarzanca" dır...

...ve (eğer henüz hala Türkçe'ye başvurma aşamasında iseniz) İngilizce bir tümceyi hızla anlamanın
kesinlikle en iyi yoludur.

Meraklısı İçin Kısa Bir Not: İngilizce'yi "doğrudan" anlamak ve önce zihinde Türkçe'ye çevirme gereği
duymamak gibi konular, psiko-dilbilim ve nöro-dilbilim açısından tabii ki çok heyecanlı bir tartışma
oluşturuyor. Başka bir kitapta, umarım, doya doya tartışırız. Burada yalnızca şu iki noktayı kastettiğimi
söylemekle yetinmek zorundayım: 1. Kafamızdaki kavram ve imgeleri, "Türkçe" sentaks ve simgelerin
aracılığına gerek duymadan, doğrudan "İngilizce" sentaks ve simgeler ile bağdaştırabilmek... Yada, 2.
(Noam Chomsky'nin diliyle konuşursak) "derin yapının" (dil yeteneğimizin) Türkçe değil, doğrudan
İngilizce kalıplarla "yüzeyel yapıya" (kullanım düzeyine) dönüştürülmesi...

EK DEĞERLENDİRME

İşte bu nedenle, İngilizce'de sözcükleri ve tümcelikleri ardarda ulayarak "sonsuz" uzunlukta tümceler
oluşturabilirsiniz. Rahatça kurulup, sorunsuz anlaşılabilirler. Olay yalnızca, öğelerin ardarda dizilişidir...

Ama, Türkçe'de çekimli öğeleri biraz fazlaca ayırın, araya fazlaca sözcük doldurup sözü uzatın, anlamın
ucu kaçar; kimin kimi sevdiği, kimin kimi dövdüğü anlaşılmaz hale gelir. Türkçe'de kural "kısa tümce"
kurmaktır.

Değerli çevirmenler: Lütfen her İngilizce tümceyi Türkçe'ye tek parça halinde aktarmağa çalışmayınız.
Bölünüz, parçalayınız -- ki Türkçe'de anlaşılabilirlik kazansın.

11
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

İNG. ÖĞRETİMİNDE YANLIŞ NEREDE?

Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli açılardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi
niteliğindedir. İki ayrı dil karşılaştırıldığında, kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik,
kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik / farklılığın geçerli olduğu görülür

Sudaki yaşamları dışında bir ortam tanımayan deniz canlılarının, "Bizler deryada yaşıyoruz, ama farklı
nitelik ve kuralları olan başka dünyalar da mevcut olabilir" bilinci geliştirmeleri beklenebilir mi? Başka
dillerde farklı bir mantık yapısı bulunacağı bilinci akıl yürütme yoluyla oluşsa bile, o dili anadil
düzeyinde öğrenmedikçe bu yapıyı çözmek ve hissetmek mümkün mü?

Örneğin, ilerleyen Bölümlerde, İngilizce dil-kültür sisteminde "present / perfect" şeklinde ikici veya ikicil
(= dualist) bir temel bakış açısından çok söz edeceğim. Bana göre, İngilizce'nin mantığını anlayabilmemiz
için, temel kavram boyutlarından birisidir.

Peki, neden bunca kitapta sözü geçmez, neden Türkler için yazılan gramerlerde hakettiği yeri
alamamıştır? Birinci yanıt: Yabancılar tarafından özel olarak Türkler için yazılmış kaç tane gramer
biliyorsunuz? İkinci yanıt: Yabancıların yazdığı gramerlerden çeviri olmayan, özgün yazılmış kaç tane
gramer duydunuz, gördünüz?

Kısacası, dünyayı "Türkçe" dil-kültür dizgesi penceresinden görüp kavrayan bizler için, "açıklayıcı ve
anlaşılabilir bir İngilizce gramer" ancak her iki dil-kültür dizgesine de aşina kimseler tarafından ortaya
konulabilir.

Bu sözlerimle, kendime "tevazu sınırlarını zorlayan" bir pay çıkardığımı düşünenler için hemen
söyleyeyim: Evet, o görev ve şerefe talibim... Ve, bana güvenmenizi diliyorum...

Yukarda değindiğimiz konu, ülkemizde yabancı dil öğretiminde yapılan temel bir yanlışa işaret ediyor.
Öğretilmesi gereken, dil-kültür sisteminin önplana çıkarılması, o insanların hangi gerçek ortamda hangi
dilsel anlatımları kullandığının öğretilmesidir.

Önemli bir konuya daha değinmeliyiz: Gerçi, bütün İngilizce konuşulan ülkelerde "standart" sayılabilecek
bir ortak dil paydasından kabaca söz edilebilir (ve biz de kitabımızda sizlere bunu kazandırmayı
umuyoruz). Ama aslında, İngiliz İngilizcesi, Amerikan lehçesi, Londra "Cockney" ağzı, Texas kovboy
ağzı... Silicon Valley bilgisayar jargonu... Tıp dili, antropoloji dili, futbol jargonu, Şikago yeraltı
argosu... İngiltere'deki müzayede veya sanat eleştirmenliği jargonu... Yada Yeni Zelanda balıkçı, yahut
Avustralya çiftçi ağzı gibi çok daha daraltılmış kavramlardan söz etmek daha yerinde ve gerçekçi olur.
("dil", "lehçe", "ağız" ve "jargon" lar...)

Yani, amaca göre dil... Bana, hangi amaçla, ne düzeyde "yabancı dil" öğrenmek istediğinizi söyleyiniz,
sizin için özel bir program geliştirip geliştiremeyeceğime bakayım. Doğru değil mi ama? Bilmediğiniz
birşeyi öğretmeye kalkışmadan önce, kendi bilgimizin sınır ve kısıtlılıklarını gözden geçirmeliyiz...

12
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Bu yaklaşım benimsenmedikçe, "İngilizce" öğretiyoruz/öğreniyoruz" savı fahiş bir aldatmaca, safdil bir
aldanmaca kalacaktır. İşte bu nedenle, "Bizim oğlan, bizim kız okulda altı yıl yabancı dil okudu; üç yıl da
kurslara gitti; ama turistlerle iki kelimeyi biraraya getirip konuşamıyor..."

Ve yine, "lisaniyat" dallarında doçentlik adaylarına "nebatat", güzel sanat alanlarındaki adaylara da iktisat
soruları soruluyor. Feryatlar bu noktada haklı... Yoksa sınav geçme notunun (ki bence çok düşük
tutuluyor) "yüksekliği" noktasında değil... Uçak kullanmak için gerekli bilgilerin yüzde kaçına sahip
bulunmayan bir pilot adayına uçuş sertifikası vermeyi göze alabilirsiniz ki?

Tabiatıyla, yazı ve konuşma arasındaki farklılığın bile gündeme gelmediği bir yabancı dil "eğitimi"
ortamında böyle bir yaklaşımı beklemek abes olur. Bunun için yurdum insanı yıllarca yabancı dil
okuduktan sonra turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor, yada bir Amerikan üniversitesinde kendi
dalında ders veren bir değerli bir bilim adamı YÖK'ün düzenlediği dil sınavında "çakıyor"!

YAZI DİLİ - KONUŞMA DİLİ

Efendim, bizim çocuk liseyi bitirdi, üstüne de üç yıl kursa gitti, halâ turistlerle iki kelimeyi bir araya
getiremiyor...

Sayın Yazar, bize konuşmayı öğretebilir misiniz? Yüzyüze olsak, evet, sizinle konuşarak elimden geleni
yapmağa çalışırım. Bir kitapta ise, olsa olsa gerçek durumlarda kullanmanız yerinde olacak kalıpları
listeleyip, ezberlemenizi önerebilirim. Ama, bu kadarla yetinecek olursak (çoğu eğitim kurumunda
bununla yetiniyorlar) adamlarla yüzyüze geldiğinizde ne sizin onları nede onların sizi anlamayacağına
bahse girerim.

Çünkü yazı, konuşmanın kendisi değil, yalnızca yazıdaki temsilidir. Hele bunu İngilizce gibi "çok
fonetik" (aşağıdaki paragrafa bknz.) bir dilde topu topu 26 harf ve bir avuç noktalama işareti ile
yapıyorsanız, çok yetersiz bir temsildir.

[Ara açıklama: Düşünmeden basmakalıp yinelenen, "İngilizce'nin çok fonetik bir dil" olduğu sözü, çok
büyük bir yanılgı... Tam tersine, İngilizce'nin yazılışı (ortografi) hiç de "fonetik" filan değil... "Fonetik"
deyimi ile aslında, konuşmanın yazıda "yakın temsili" kastedilmek gerekirdi.]

Yine de burada konuşma İngilizce'nize katkısı olacak bazı öneri ve ipuçlarına yer vereceğim. Hiç
olmazsa, benim gibi orta öğretimde 6 yıl, filolojide 1 yıl okuduktan sonra (= yani hiçbirşey öğrenmeden)
adamların memleketine gidip edebiyat ve dilbilim okumağa başlayıp, ancak iki yıl sonra (fazla kalın
kafalı da sayılmam ama), "Yahu, bu dabıl-yu dedikleri şey, "dublü-ve" değilmiş... Yani V'nin katmerlisi
değil, U'nun katmerlisi imiş..." gibi büyük keşifler yapmak zorunda kalmazsınız.

Kısacası, sizlere sesbilim ve İngilizce'nin telaffuz (sesleri boğumlama) ve vurgulama özellikleri


bakımından gerekli bazı ön-bilgiler vereceğim ve bunlar çok işinize yarayacak.

13
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ELEMENTARY PHONOLOGY AND PHONEMICS

FARKLI SESLER

Yazılışı herkes için aynı olan bir Türkçe sözcüğü nasıl ki yurdum insanları ülkenin dörtbir köşesinde
farklı farklı seslendiriyorlarsa, dünyanın dörtbir köşesine ihraç edilmiş olan Ingilizce için de aynı şey
geçerlidir...

Sizlere, temelde BBC İngilizcesi üstüne kurulu, ama dünyanın hiçbir köşesinde sizi yaya bırakmayacak
bir seslendirme sistemi sunuyorum.

Bunu yaparken, Türkçe harflerin de sağladığı olanaklardan yararlanarak, sizleri sıkmayacak asgari ölçüde
fonetik işareti kullanacağım. Çünkü akademik düzeyde ilgilenmeyenler için, nekadar çok fonetik işaret
kullanırsanız, insanları o derece soğutursunuz.

Kitapta kullanacağımız işaretleri aşağıda sıralıyorum:

æ : Türkçe'de bulunmayan bir fonem: /a/ ile /e/ arası. Örnekler: cat /kæt/, black /blæk/, man /mæn/... Eğer
siz ünlü "I'm bad!" şarkısını /aym-bed/ diye telaffuz ediyorsanız, "Ben yatak-ım" demiş oluyorsunuz.
Doğrusu, /aym-bæd/.

 : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın... O
yüzden kimisinden "hotdog", kimisinden "hatdag" işitiyor, ikilemde kalıyor zavallı kulaklarımız!
Örnekler: hot /ht/, fog /fg/, dock /dk/, clock /klk/.

I : (Schwa) : Bunun üzerinde çok düşündüm. Aslında dilin orta bölümlerinde biryerlerde boğumlanan
"schwa" sesi ile kıyaslandığında Türkçe'deki /ı/ sesi, çok önde ve dar. Bu fonemi internet ortamında /@/
veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Schwa sesini, sizleri uyarmak koşuluyla, burada bizim "ı" harfi
ile temsil etmeğe karar verdim. Ancak, bizdeki /ı/ sesi ile birebir aynı olmadığını da yeniden
vurgulamalıyım. Bu "schwa" konusu İngilizce sesleme sisteminin ana direklerinden birisi ve vurgulama
sistemi ile de içiçe... Hemen bütün vurgusuz hecelerdeki ünlü, dilin orta bölgelerinde oluşturulan bu
renksiz ve güçsüz sesliğe yuvarlanıyor.

: İki nokta üstüste işareti, kendisinden önce gelen sesin uzatılacağını gösterecektir. Ama bunu yaparken
sesi iki defa söylemeğe değil, uzatmağa dikkat edin. Yani rüzgar /uu/ diye esmiyor, /u:/ diye esiyor. Rakip
takımı da /yuuh/ diye ıslıklamayın. Doğrusu: /yu:h/.

/r/ sesini, BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermeyeceğim. Ama aynı sözcüğün USA
İngilizcesinde ise gayet belirgin bir biçimde seslendirilip yuvarlandığını da bilmelisiniz. Tercih sizin: Her
ikisi de standart İngilizce...

Geldik baş belası dört foneme (seslik, sesbirim):

N = BU işaretle "-ing" son-ekinde biz Türklerin birtürlü beceremediğimiz sesi göstereceğiz. /n/ sesinden
yola çıkıp, /g/ yönünde ilerlerken, oralarda biryerlerde duracaksınız ve /g/ yi asla duymayacağız: I'm
going home /aymgouiNoum/ Böyle birşeyler işte... Ben bıraktığımda, üniversitedeki âdet, bebeğin "ınga
ınga" diye ağlamasından misal getirmekti. Hala öyle midir, bilemem...

14
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
w = Adı üstünde, "dubluve" değil... "Dabılyu", yani /v/ nin katmerlisi değil, /u/ nun katmerlisi. Hakkını
verin. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış (kalın dudaklı bir zenci ile öpüşmek üzere gibi)... Sakın /veri
vel/ demeyin. Gözleri ameliyatla düzeltilmiş Çinli sanacaklardır yoksa sizi...

Ø = İşte Türkçe seslikler sisteminde benzeri olmayan bir ses daha. Örnekler: thin /Øin/, thimble /Øim-bl/,
thunder /Øan-dır/... Efendim, dilinizin ucunu dişlerinizin arasına yerleştirin, havayı iki yandan sızdıracak
şekilde /t/ demeğe çalışın. Böylece, tıpkı gerektiği şekilde "pelthek pelthek" konuşmuş olacaksınız. Bu işi
yaparken, etrafa birkaç küçük tükürük sıçratamıyorsanız, tam başaramıyorsunuz demektir. Bu sesi, şu üç
sözcüğü peşpeşe söyleyerek talim edebilirsiniz: tin - thin - sin... Unutmayın, /Ø/ sesi, /t/ den çok /s/ ye
yakındır. Çünkü birincisi patlamalı, ikincisi sızıcı bir sesliktir. "I think": Biz bunu "ay tink" diye söyleriz.
Fransızlar da "ay sink" derler. Her ikisi de yanlış, ama İngilizler Fransızları anlar da bizi anlamazlar...

Bir de şu noktaya dikkat ediniz, lütfen. Eğitimsiz kulağımız, Türkçe'nin seslikler dizgesinde yer almayan
bu sesi işitince, buna kimi zaman /f/ sesini yakıştırır. Oysa, /f/ sesini oluştururken, alt dudak kıvrılıp üst
dişlerin altına temas ettirilir. /Ø/ sesinde ise, dudak dümdüz yerinde duruyor ve dişlerle yalnızca dilin ucu
temas ediyor...

ð = Ve tabii, yukardakinin karındaşı. Oradaki titreşimsiz (yani ses kirişleri / "telleri" titreştirilmiyor) iken,
bu da onun "titreşimli" kardeşi. Pelthek kardeşin /badzi badzi/ yürüyen kardeşi... Örnekler: this /ðis/,
then /ðen/, those /ðouz/...

Şimdi bu baş belalarının buraya kocaman resimlerini asıyorum. Eminim ki görünce onları heryerde
tanıyacaksınız:

æ ð Ø  : w ı N "r"

DİKKAT... DİKKAT... Şimdi de geldik, biz Türklerin İngilizce'nin telaffuzunda en çok güçlük
çektiğimiz sese... Yani, alfabede "v" harfi ile gösterilen ses. Türkçe'de /v/ sesinden /w/ sesine kadar
herşeyi bu harfle gösteriyoruz. Yani, Türkçe'deki /v/ sesi "Walla, bayaa yuwarlak"... Oysa, İngilizce'de
ikisi arasında en küçük bir akrabalık bile yok.

Daha önce de işaret ettiğim gibi, "dabıl-yu", /u/ sesinin katmerlisi... /v/ sesinin değil...

/v/ sesinin karındaşı ise, /f/ sesi. Çünkü, ikisi de oluşturulurken, konuşma organ ve boşluklarının konumu
tıpatıp aynı: Yalnızca, birincisi "titreşimli" kardeş, ikincisi de "titreşimsiz" kardeş...

O halde, /v/ sesini boğumlamak için: dudaklar tamamen yayVan, alt dudak üst dişlerin altına değiyor ve
/f/ demek üzereyken, /v/ diyeceksiniz (yani ses kirişlerini devreye sokmuş olacaksınız)... Aksi halde, sizi
anlamaları asla ve asla sözkonusu değildir. İnanınız ki, bizler için İngilizce'deki en zor ses bu sestir;
çünkü Türkçe'den önyargılıyız; üstelik herkes bir "dabılyu" dur tutturmuş, dikkatimizi oraya çeliyorlar.
(Oysa, deminki kalın dudaklı zenciye bir öpücük verin: işte size "dabılyu"...)

Bu arada, /w/ ve /wh/ arasındaki önemli farka da dikkatinizi çekmek isterim: İkincisi "aspire" edilen bir
ses olmasıyla büyük farklılık taşır. Telaffuz ederken ayna tutsanız, buğulanacaktır. Çünkü "hohlamak" ile
birliktedir. Örneğin, "what" ve "watt" sözcüklerinin okunuşu birbirinden çok farklıdır. Bu telaffuz farkı
anlamı değiştirebildiğine göre, bunları birer varyasyon değil, ayrı birer fonem (sesbirim, seslik) olarak
düşünmek gerekir.Yani "what" sözcüğünü,

/vat/ şeklinde okursanız, Çince olur.

/wat/ şeklinde okursanız, kâşif "James Watt" anlaşılır.

15
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
/huat/ şeklinde okursanız, /wh/ sesini tam tutturamamış olsanız bile, herşeye rağmen yine de
anlaşılacaktır...

HECE VURGUSU

Türkçe aşağı yukarı "yazıldığı gibi okunduğu" için şanslıyız. Üstelik Türkçe'de hece vurgusu, pek az
sözcük dışında anlamı değiştirmiyor (ge-lin ve ge-lin, gibi)... Öyleki, Türkçe'yi tamamen kitaplardan
öğrenen bir yabancı, size telefon ederek şu heceleri peşpeşe sıralasa, eminim ki anlaşılacaktır:

Bu-ak-şam-an-ka-ra-ya-u-çak-laa-gee-li-yo-rum...

Yani, bizler bu şarkıyı "düm-teketek" düzeninde de söyler, "teketek-düm" düzeninde de anlarız!!!

Biliyorsunuz, İngilizce'de işler böyle değil. Sözcüğün yazılışına bakarak (ileri düzey ingilizce bilenler için
bir tahmin mümkün olsa da) okunuşu konusunda kesin birşey söylemek olanak dışı...

Örnek mi? Bakınız, biz Türkler "interesting" sözcüğünü belki de %90 oranında yanlış söylüyoruz: / intı-
res-tiN / diyoruz. Oysa doğrusu / in-tırestiN /... Yani, "düm-teketek" düzeninde olması gerekiyor.
Karşımızdaki İngiliz yada Amerikalı'nın, (bizim bu sözcüğü nasıl yanlış telaffuz ettiğimiz konusunda ön-
bilgisi yoksa) anlaması sözkonusu değil.

Elimizde iki heybetli sorun var: 1. İngilizcede kullanılan bize yabancı sesler (fonemler, sesbirimler); ve,
2. Entonasyon... (Tonlama konusunda şimdilik yalnızca hece vurgusu, yani syllabic stress/accent üzerinde
duracağım).

Vurgulu heceleri, iki yanında "-" işareti ile ayrılmış kalın (bold) yazı ile göstereceğim. Okurken bu
heceye gelince bir an duraklayınız ve ardından heceyi PATLATINIZ. Sözcüğün diğer bölümlerini, sanki
duyulmasını istemiyormuşsunuz gibi yuvarlayarak ve hızla söyleyiniz. (İkincil vurguları şimdilik
görmezden geliyorum.)

Konuyu olabildiği ölçüde basite indirip özetle ele aldım; ama unutmayınız ki dünyanın gelmiş geçmiş en
büyük dramatist şairi olan Shakespeare'in mısraları temelde hece vurgularını kullanmaktaki ustalığında
hayat bulmuştur. (Kullandığı "iambic pentameter" vezni, ardarda beş adet tek-düm ritminden oluşur. Bu
müzikal akışın arasına ustaca yerleştirdiği, vurgulamak istediği düm-tek ritmindeki sözcükler birer tokat
gibi patlar...)

HECE VURGUSU İÇİN ÖRNEK SÖZCÜKLER

UK İngilizcesinde Söylenmeyen /r/ leri Göstermiyoruz

Unutmayın, vurgusuz bölümleri sanki duyulmasını istemiyormuş gibi hızla ve sesinizi düşürerek
söyleyin; vurgulu heceyi ise anlık bir duraklamadan sonra PATLATIN!
16
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

interesting = in-tırestiN : düm-teketek ritminde okunacak

necessary = ne-sısıri (düm-teketek) -- necessarily = nesı-se-rili (teke-düm-teke)

exploit = iks-ployt (tek-düm) -- exploitation = iksploy-tey-şın (teke-düm-tek)

capital = kæ-pitıl (düm-teke) -- capitalistic = kæpitı-lis-tik (teketek-düm-tek)

desert (çöl) = de-zıt (düm-tek) -- to desert (terketmek) = di-zö:t (tek-düm) -- dessert (tatlı) = di-zö:t
(tek-düm)

photograph = fou-tıgra:f (ræ:) (düm-teke) -- photographer = fı-tg-rıfı (tek-düm-teke)

photography = fı-tg-rıfi (tek-düm-teke) -- photographically = fıtıg-ræ-fikli (teke-düm-teke)

social = sou-şıl (düm-tek) -- society =sı-sai-ti (tek-düm-tek) -- socialism = sou-şılizm (düm-teke)

(photographer ve photography'yi aynı şekilde okuduk sandıysanız, yanıldınız. Son sesleri farklı: /ı/ ve /i/...
Tabii, Amerikalı'lar birinciyi /-ırr/ diye yuvarlayacaklardır. Ama yine hatırlatayım: Bu bizim bildiğimiz
"ı" değil; bu bir "schwa"... Yani, ne /a/, ne /u/, ne de /ı/, ama aynı zamanda hepsi...)

BU KİTAPTA KULLANILAN FONETİK SİMGELER


1. æ = /a/ ve /e/ arası: cat /kæt/, black /blæk/, bad /bæd/ 2.  : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya
daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın: hot /ht/, dog /dg/, clock /klk/ 3. I : (Schwa) :
İnternet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Hemen bütün vurgusuz hecelerde
ünlünün yuvarlandığı, dilin orta bölgelerinde oluşturulan güçsüz seslik. Türkçe'deki /ı/ ile /a/ arası bir ses
4. Ø = thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... "pelthek pelthek" konuşma 5. ð = this /ðis/,
then /ðen/, those /ðouz/... ses "telleri" titreşimsiz olan "Pelthek" kardeşin "badzi badzi" yürüyen titreşimli
kardeşi 6. w "Dabıl-yu", yani /u/ nun katmerlisi. Hakkını veriniz. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış. /v/
ile uzaktan yakından bir akrabalığı yok 7. /v/ sesine ÖZEL DİKKAT: konuşma organ ve boşlukları aynen
/f/ sesi için olduğu gibidir ve /f/ sesinin titreşimli kardeşidir 8. N = "-ing" 9. : İki nokta üstüste: önceki
sesi uzat 10. /r/ BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermiyoruz...

SOME NOTES ON THE TURKISH PHONEMIC SYSTEM FOR LEARNERS OF TURKISH


Most of the vowels are pronounced in a similar manner with those found in Italian and many of the
consonants do not differ from those found in English. Exceptions are: --

Undotted "ı", both capital and small, is pronounced as in the first syllable of Cyril...

Dotted "i", both capital and small, is pronounced as in sit, bit...

"ö" and "ü" are pronounced as in German...

17
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"g" is always hard as in go, get...

"c" is pronounced as in jar, jam, jacket...

"ç" is pronounced as in church...

"ş" is pronounced as in shop, sharp...

"j" is pronounced as in French, and as in measure, treasure...

As for "ğ", for the time being, you may regard it as a sign pointing to a lengthening of the preceding
vowel. But, your best bet would be getting a Turkish friend of yours to show you the peculiarities of this
articulatory monstrosity!

CHAPTER - 2
THE TENSES (01)
İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Tense'lerin Önemi / Nasıl Bir Yaklaşım Sunuyoruz ? / İng. Tense'ler Tablomuz / Tense'lerin Adları /
Tense'lere İlişkin Altın Kurallar: "Perfect" Kavramı ve Sorunu / İngilizcede "Zamanın Belli Olması" Ne
demektir? / Perfect Tense'ler İçin Deneyim Alanımız / "Simple" ve "Continuous" Kardeşler / Past
Simple / Present Perfect Simple / Exercise -- 01 / Present Perfect: "Simple" ve "Continuous" Kardeşler
/ Exercise -- 02 / Cankurtaran İki Altın Kural Daha

TENSE'LERİN ÖNEMİ

"The Tenses" adı verilen gramer kategorisi, tümcede sözü edilen eylem, olay, veya durumun, zaman
boyutundaki konumunu belirtir. ("Eylem" sözcüğünü bundan böyle "eylem, olay, durum" kavramları için
bir şemsiye terim olarak kullanacağız.)

Zaman boyutunda alınan bu kerteriz, ana-tümcelikte sözü edilen eylemin, bizim içinde bulunduğumuz
gerçek zaman açısından konumunu belirtir. Yan-tümceliklerde geçen eylemler ise kendi konumları için
ana-tümceliği referans alır:

She told me that she had seen the man the day before. Bana dedi ki adamı bir gün önce görmüş /
görmüşmüş... Temel-tümcelikte sözü edilen "söyleme, anlatma" eylemi, bize göre geçmiş zaman
boyutunda... Bağıl-tümcelikte sözü edilen "görme" eylemi ise "söyleme, anlatma" eyleminin daha
öncesinde.

She will have left by the time we can get there. Biz daha oraya ulaşamadan (bize göre gelecekte) oradan
ayrılmış olacaktır (gelecekteki o noktanın geçmişinde)... Yani, bize göre yine gelecekte olacak olması
dikkate alınmıyor: Çünkü yan-tümceliklerde önemli olan, ana tümceliğe göre olan zaman ilişkisidir...

18
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Yeryüzündeki dil-kültür sistemlerinin büyük bölümü için, fiilerin zaman açısından çekilmesi temel
düşünüş tarzıdır. Zaman bilinci önplandadır. "Nezaman" sorusuna odaklanmış bizler için, "tense" leri
olmayan bir dil, "geçmiş, şimdiki, gelecek" sınıflaması bulunmayan bir varoluş boyutu tasarlamak olanak
dışı... Varoluşa farklı yaklaşım örnekleri bugün için yalnızca birkaç ücra Kızılderili dilinde
görülebiliyor. ..

Yabancı dil öğrenirken, ivedi ve öncelikli bilgi alanı o dilin "zamanları" dır. Bu bilgiden yoksun olan kişi
meramını yarım yamalak, bölük pörçük anlatsa da, yeterli iletişim düzeyi sağlayamaz:

"Var ben (dün) eve gitmek... Var ben (şimdi) acıkmak... Var ben (yarın) Jane'i görmeğe gitmek..." Tarzan,
zamanları bilmediği, fiilleri çekemediği için böyle konuşuyor.

Tümcenin indirgenebileceği en az iki öğe, çekilmiş bir fiil ve onun öznesidir (verb, subject). Fiil,
olay/durum/eylemi iletir. Özne ise, eylemi kimin gerçekleştirdiğini, yada kimin bu durumda olduğunu
söyler.

Nesne (object), eylemden kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına patladığını" anlatır. Tümcenin
(varsa) diğer öğeleri de, olaya ilişkin verilmek istenen ayrıntıları ekler: Özne yada nesneyi niteleyen
sıfatlar, eylemleri niteleyen belirteçler (zarflar)... Veya, yine sıfat ve zarf işlevli ilave kalıplar, sözcük
öbekleri, bağıl tümcelikler... Kabaca çizgileriyle, tümceyi oluşturan öğeler bunlardır.

Kısacası, "Ali gelmek... Güneş acıkmak..." türünden yarım yamalak iletişim çabalarına, "Ali
geldi/geliyor/gelecek... Güneş acıkmıştı/acıkmış/ acıkacaktır..." niteliğinde bir iletişim yeterliği
kazandırmak için "tense" lere gereksinim duyuyoruz. Tense'ler bizim için en temel bilgi alanıdır.

Aslında, farklı dil-kültür dizgelerine sahip kişilerin aralarında iletişim kurabilmelerine (eğer
kurabiliyorlarsa) "mucize" gözüyle bakmak gerekir... Çünkü, "tense" ler dahil, birbirine tam paralel iki dil
bulmak olanaksız... Örneğin, Kızılderili Hopi dilini öğreniyor olsaydık, "tense" diye bir sorunumuz
olmayacaktı: Çünkü Hopi dil-kültür dizgesi dünyaya, bizim anladığımız "geçmiş - şimdiki - gelecek"
zaman çerçevesi dışında bakıyor. Ama bu saptama, besbellidir ki, İngilizce öğrenmek peşinde olan bizler
için, derdimize çare değil...

Sonuç? Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli açılardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi
niteliğindedir. İngilizce "tense" ler ve Türkçe'deki "zaman" ların özdeş olabileceğini sanmak boşunadır.
Kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik, kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik / farklılığın
geçerli olduğunu göreceğiz.

NASIL BİR YAKLAŞIM SUNUYORUZ ?

"Tense" ler okullarda, kurslarda, dershanelerde öğretilen temel bilgi odaklarındandır. Ama çoğu kez,
öğrenci tense'lerin temel yapısını öğrenmesine karşın, hangisini nerede kullanması gerektiği bilgisinden
yoksundur. Kafasında bu konu açıklığa kavuşmamış, pekçok soru takılıp kalmıştır. Bunun nedenleri,

1. İletişim bağlamı ve bunun dile yansımasının önplana alınmaması (o dil-kültür dizgesinde hangi gerçek
durumlarda hangi "tense"lerin -- yada tüm öteki dilsel öğelerin -- kullanılacağı bilgisinin
kazandırılmaması)...
19
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

2. Tense'lerin değişik "ünite" ler halinde, birbirinden kopuk biçimde verilmesidir.

Biz bu noktada karşılaştırmalı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Vereceğimiz genel tabloda, tense'lerin kendi
aralarında yaşam ve deneyim alanımızı nasıl bölüştüklerine ilişkin şematik bilgi sunulacak, ardından
herbirinin kullanıldığı yerler yine karşılaştırmalı biçimde ele alınacaktır. Egzersizlerde de karşılaştırma
olanağı sağlanması ön planda tutulmuştur.

İNG. TENSE'LER TABLOMUZ

Önce MOOD (= iletişim ortamı, düzlemi veya tarzı = kip) kavramından kısaca söz edelim. Türkçe kip
örnekleri verelim: Haber kipi, koşul kipi, dilek kipi, emir kipi...

İngilizce'de de bunların beş aşağı beş yukarı karşılığı, the indicative mood, the conditionals, the
subjunctive mood, the imperative mood... Bu anlatım ortamlarında, tıpkı türkçe'deki gibi, farklı kurallar
geçerlidir, fiiller de farklı çekilirler. (DİKKAT: Çekim aynı olsa bile, ilettiği anlam farklıdır. Ayrıca
"çekim" asıl fiilin kendisi veya yardımcı fiillerin çekilmesi yoluyla olabilir.)

Bu Bölümde ele alacağımız Haber kipi, gerçek durumlardan söz eder. (Hernekadar insanlar çoğu kez
yanılıyor yada yalan söylüyor olsalar da...)

İngilizce'de koşul ve dilek kiplerinin özelliklerinden ayrı birer bölümde söz edeceğiz. Emir kipine ise,
yeri geldikçe kısaca değineceğiz.

HABER KİPİ

İngilizce haber kipinde 12 TENSE bulunmaktadır. Tablomuzda bunlar üçlü bir sınıflama ile şematik
hale getirilmiştir:

A) Yaşam deneyim alanımız, geçmiş / şimdiki zaman / gelecek ( yani, past / present / future ) bölüklerine
ayrılmıştır. Her bölükte 4'er tense yer alır. Yani İng. haber kipinde 4 adet past tense, 4 adet present tense,
4 adet future tense vardır.

PAST PRESENT FUTURE

20
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Past Simple Present Simple Future Simple

Past continuous Present Continuous Future Continuous

(Geçmişte kalmış bir (Şu ana ...veya (Gelecekteki bir

nokta yada dönem) genelde -- PS) nokta yada dönem)

EZEL ________________› NOW ________________› EBED

(Geçmişteki bir (Şu ana değin...ve hala (Gelecekteki bir

noktanın öncesi) -- bugünün öncesi) noktanın öncesi)

Past Perfect Simple Present Perfect Simple Future Perfect Simple

Past Perfect Cont. Present Perfect Cont. Future Perfect Cont.

B) Ezelden... ebede uzanan zaman çizgimizin üst bölümünde "perfect olmayan tense" ler yer alıyor, alt
bölümünde ise "perfect tense" ler. 6'şardan yine 12 tense... Bu "perfect" olup/olmama boyutu İng. ve
Türkçe arasındaki en temel farklardan birisi ve İngilizce'nin olaylara bakış açısını çözebilmek için bunun
üzerinde çok duracağız.

C) Bu durumda Tabloda 6 değişik mevki ortaya çıkmaktadır:

(Perfect olmayan): past / present / future,

(Perfect olan): past / present / future.

Bu altı mevkinin herbirinde 1 çift kardeş tense bulunduğunu, bunların "simple" ve "continuous" kardeşler
olduklarını görüyoruz... Az sonra bu ayrım üzerinde esaslı şekilde duracağız.

TENSE'LERİN ADLARI

Dilerseniz şimdi İng. tense'lerin adlarını KOLAYCA sayabiliriz: (Bu kitapta dilbilim ve dilbilgisi
terimlerine olanaklı en az düzeyde yer vereceğime söz verdim, ama "tense" lerin adlarını öğrenmemiz
kaçınılmaz olacak.)

PAST TENSES
Past Simple / Past Continuous
Past Perfect Simple / Past Perfect Cont.
21
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

PRESENT TENSES
Present Simple / Present Continuous
Present Perfect Smpl. / Present Perfect Cont.

FUTURE TENSES
Future Simple / Future Continuous
Future Perfect Simple / Future Perfect Cont.

TENSE'LERE İLİŞKİN ALTIN KURALLAR

1. "PERFECT" KAVRAMI VE SORUNU

İngilizce bildiği savında olan çoğu kimseye aşağıdaki Türkçe konuşma örneğini veriyoruz ve İngilizce'ye
çevirmesini istiyoruz:

-- Hadi gidip "Mumya" filmini görelim.

-- Yoo, teşekkür ederim. Ben o filmi gördüm.

-- Ne zaman gördün?

-- Geçen hafta gördüm.

Yurdum İngilizce Bileni çeviriyor:

-- Let's go and see "The Mummy".

-- No, thanks. I saw that film. [HAVE SEEN olmalı!]

-- When did you see it?

-- I saw it last week.

Okulda/kursta/dershanede hocama soruyorum: "Hocam, bu da gördüm, bu da gördüm. Aralarındaki fark


ne?"

22
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Hocam da, kendi hocalarından öyle öğrenmiş olduğu, üstüne de pek kafa yormamış olduğu için cevap
veriyor: "Yakın geçmiş için simple past, biraz uzak geçmiş için (örneğin beş yıl öncesi) present perfect,
çok uzak geçmiş için (örneğin kırk yıl) past perfect..."

Neden hocam? "Çünkü, past perfect bizim miş'li geçmişimiz..." vb. ile başlayan yanıtlar.... Sanki tüm
diller gramer özelliklerini evrensel bir modele göre oluşturmuşlar, paylaşmışlar gibi... Sanki İngilizce'nin
mantığını, Türkçe şablonuna başvurarak açıklayabilirmişiz gibi...

ÇÖZÜM :

"Past Tense eşittir Di'li Geçmiş, Past Perfect eşittir Miş'li Geçmiş, vb" gibi dayanaksız yorumlardan uzak
durmalısınız. Her present perfect'i di'li geçmişle çevirmeğe, "miş" gördüğünüz her yerde past perfect
kullanmağa kalkışırsanız başınız dertten kurtulmayacak demektir.

Yapılabilecek tek şey, İngilizce'de hangi durumlarda hangi tense'lerin kullanıldığı bilgisine başvurmaktır.

Somutlaştıralım: İngilizce açısından, verdiğimiz konuşma örneğinin ikinci satırındaki "see" eyleminin ne
zaman gerçekleşmiş olduğu belirsiz ve önemsizdir. Ön plana çıkarılan kavram, şu an itibariyle bu eylemin
gerçekleşmiş durumda olmasıdır: "Ben o filmi görmüş bulunuyorum, görmüş durumdayım." (= Çok
güzeldi, hadi gidip bir daha görelim; veya, Boşver, bir daha çekilmez walla...)

Dördüncü satırda ise dikkat odağı zaman boyutudur. Olaydan, geçmişte belli ve belirtilen bir noktada
gerçekleşmiş bir eylem niteliği ile söz ediliyor. Dikkatimiz o noktaya yöneliyor. Past tense kullanımı
zorunluluk taşıyor.

Herbir tense için kullanım özelliklerinden ayrı ayrı söz edeceğiz. Ama burada, perfect kavramı için bir
genelleme yapalım: Ayırıcı özellik şudur:

Sözü edilen eylemin, oluşumun, yada durumun zaman boyutundaki yeri, konumu, koordinatları belli ise,
önemliyse, belirtmek istiyorsak, açıkça veya zımnen belirtiyorsak, perfect tense kullanmayacağız.

(Zımnen derken ne kastediyorum? Biz "İstanbul'da doğmuşum" diyebiliriz. Yani, miş'li geçmiş
kullanabiliriz... Ama İngilizce'de doğru anlatım, "I was born in İstanbul," yani simple past tense olmak
zorunda. Çünkü olayın, şu an itibariyle geçmişte kalmış belli bir tarihte gerçekleşmiş olduğu "zımnen"
bilinmektedir.

Burada "miş'li geçmiş, öyleyse past perfect şeklinde düşünmek -- "I had been born in İstanbul" tamamen
yanıltıcı olur. Çünkü Past Perfect için kullanılma kuralı çok açık: geçmişteki bir noktanın daha öncesi.

Ama eğer, "I had been born in İstanbul before we moved to İzmir" = "İstanbul'da doğmuşum, İzmir'e
taşınmadan önce," diye söz sanatından garip örnekler vermek istiyorsanız. o sizin bileceğiniz iş... Gramer
yalnızca bu tümcenin geçerli olduğunu söyleyecektir: Saçmalayıp saçmalamamak ayrı bir olay...

Zamanın belli olduğu bir cümlede -- nekadar derin bir geçmiş boyutunda yer almış olursa olsun -- past
perfect kullanamazsınız. Simple past kullanmak zorundasınız. Bırakın kırk yılı filan, 15 milyar yıl
öncesinden söz edelim:

TÜRKÇESİ : Evren günümüzden 15 milyar yıl önce oluşmuştur. ("Oluştu" diyemezsiniz: "Sen orda
mıydın? diye sorarlar adama.)

23
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
YANLIŞ ÇEVİRİ : The universe had come into being 15 billion years ago.

DOĞRU ÇEVİRİ : The universe came into being 15 billion years ago.

(Not: "By 15 billion years ago, the universe had already been in existence," gibi bir tümce ise geçerli bir
tümcedir. "By," zaman bildiren ifadelerde, "önce" anlamına gelir. "Günümüzden onbeş milyar yıl
öncesine gelindiğinde evren artık oluşmuştu..." diyor, ki bu da past perfect için belirlediğimiz "geçmişteki
bir noktadan öncesi" tanımına uygundur.)

İNGİLİZCE'DE "ZAMANIN BELLİ OLMASI" NE DEMEKTİR ?

Çok basit... "When?... what time?..." gibi sorulara cevap verebiliyor isek, eylemin zamanı belli demektir.
Ancak zamanın belli ve biliniyor olması, mutlaka "past tense" kullanacağız anlamına gelmez. İlaveten,
dikkatimizin zaman boyutundaki o noktaya yönelmiş olması, olayın o zaman diliminde gerçeklemiş
olmasını önemsiyor ve gizlemek istemiyor olmamız gibi ek şartlar da sözkonusudur.

Eğer iletmek istediğimiz anlam, "Ne zaman olduysa oldu, bu önemli değil; önemli olan bunun şu an
üzerindeki etkisi" ise, tercihimiz "present perfect" olacaktır.

"Karnımı doyurdum, karnım tok..." kavramı eğer, "Ve dolayısıyla şu anda aç değilim, şu anda yemek
istemiyorum" anlamına kullanılıyorsa present perfect tense kullanımı gerektirir. (= I've had dinner, I have
eaten, thank you...) Çünkü dikkatimiz geçmişteki yemek olayı üzerine değil, şu an içinde bulunduğumuz
duruma ilişkindir ve present zamandan söz edilmektedir.

Aynı şekilde, "1984 yılından beri İzmir'de oturuyorum" tümcesi, görüldüğü gibi, Türkçe'de "present
continuous" ile anlatılmaktadır. Ama, İngilizce'de present perfect continous ile anlatılmak zorunda:
Çünkü "Nezaman?" sorusuna değil, "Nezamandan beri?" (since when?) sorusuna cevap veriyor. Yani,
burada sözünü ettiğimiz zaman dilimi, yalnızca içinde yaşadığımız zaman dilimini değil, geçmişten
günümüze süregelmiş ve hala sürmekte olan bir zaman dilimini kapsıyor, ki bu da İngilizce'de the present
perfect continuous tense ile karşılanır.

Genelde şunu söyleyebiliriz: "At two o'clock, yesterday, tomorrow, on Tuesday, in June, last year, next
year" gibi kavramlar o ünlü ezelden ebede uzanan zaman çizgimiz üzerindeki koordinatları belli olan
noktalara işaret ediyorlar. Dolayısıyla "perfect olmayan" tense'lerle kullanılırlar.

PERFECT TENSE'LER İÇİN DENEYİM ALANLARIMIZ

24
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a) Past perfect simple: Geçmişteki bir noktanın / dönemin öncesinde, zamanı bilinmiyor; bilinse de
önemsenmiyor, veya belirtilmek istenmiyor... Kısacası, bu tense'in altın anahtarı, "geçmişteki bir noktanın
yada dönemin öncesi"...

İrdeleyiniz: Güneş and Meltem çocukken birbirlerini tanıyorlardı; ama geçtiğimiz yıl İzmir'de bir
otobüste karşılaştıklarında, birbirlerini yaklaşık on yıldır görmemişlerdi. = Güneş and Meltem knew each
other when they were children, but they hadn't seen each other for nearly ten years when they met on a
bus in İzmir last year. Dikkat ederseniz, kendilerinin çocukluk dönemi bu tümcede sözü edilen zaman
dilimleri arasındaki en eski dönem olmasına karşın, bu durum tense seçimlerimizi etkilemedi.

Sonunda diskoya ulaştığımızda, adamın daha önceden çıkıp gittiğini (= çıkıp gitmiş olduğunu) öğrendik.
= When we finally got to the diskoteque, we found out that the man had already left.

Nişanlımın bana bir Mersedes aldığı yetmişbeşinci yaş günüme kadar hiç Mersedes kullanmamıştım! = I
had never driven a Mercedes before my seventy-fifth birthday when my fianceé bought me one!

b) Past perfect continuous: Geçmişteki bir nokta öncesinde bir dönem boyunca sürmüş ve tamamlanmış,
yada o noktaya değin süreklilik taşımış... O noktada da hala da sürüyor olmuş olabilir...

İrdeleyiniz: Güneş uğradığında, Ali iki saattir aynı problem üzerinde çalışıyordu. = When Güneş called,
Ali had now been working on the same problem for two hours.

Sonunda kendisini ziyaret etmek fırsatını bulduğumda, Zeki Müren altı yıldır Bodrum'da yaşıyordu. =
Zeki Müren had been living in Bodrum for nearly six years when I finally had the chance to visit him.

Ankara'ya taşınmadan önce bizleri muntazaman ziyaret ediyorlardı. = They had been visiting us regularly
before they moved to Ankara.

c) Present perfect simple: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişte, ama etkisi ve sonuçlarını halen
yaşıyoruz... Olayın zamanı bilinmiyor; veya bilinse de önemsenmiyor, yahut belirtilmek istenmiyor. Her
durumda dikkat odağı, olayın ne zaman gerçekleşmiş olduğu değil; içinde bulunduğumuz durum ile olan
bağlantısı... Olaya, şimdiki zamanda etkisi ve sonuçları açısından bakıyor, bunlar üzerinde duruyoruz:
"Filmi ne zaman gördün?" sorusunun yanıtı, "Ne zaman gördüysem gördüm; bu önemli değil. Önemli
olan filmi görmüş olmam..."

İrdeleyiniz: Hiç şimdiye değin bir Mersedes kullandınız mı (veya, kullanmış mıydınız)? = Have you ever
driven a Mercedes before (= up until now)? Yani, bu tümce şu anda nihayet bir Mersedesin
direksiyonundayız anlamına da gelebilir, yada bilgi almak için sorulan bir soru da olabilir...

Odasını temizledi (= ve odası şimdi tertemiz). = He has cleaned up his room.

d) Present perfect continuous: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişten günümüze değin süregelmiş,
halâ sürmekte... Başlangıç noktası biliniyor veya bilinmiyor olabilir. Ne zaman başlamış olduğu önemli
değil; önemli olan, bir süredir süregelmiş ve hala da sürüyor olması... Nitekim, başlangıç noktasını
belirtmek zorunda değilsiniz.

İrdeleyiniz: Nekadar zamandır İzmir'de yaşıyorsunuz? = How long have you been living in İzmir?

Bir süredir hasta. = He has been ill for some time now. "To be" fiili continuous formda kullanılmaz, ama
o anlamı verir...

25
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
O cami orada yüzyıllardır yıkılmadan ayakta duruyor. = That mosque has been standing there for
centuries.

e) Future perfect simple: Gelecekteki bir noktanın / dönemin öncesinde gerçekleşecek -- ama ne zaman
olacağı bilinmiyor yada önemsenmiyor, belirtilmek istenmiyor...

İrdeleyiniz: Kitabı bu hafta sonundan önce bitirmiş olacağım. = I will have finished the book by the end
of this week.

Görünüşe bakılırsa, eve dönmeden planlamış olduğumuzdan çok daha fazla para harcamış olacağız. = By
the look of things, we will have spent a lot more money that we had planned -- before we get home.

f) Future perfect continuous: Gelecekteki bir noktanın öncesinde başlamış, ama o noktaya değin süreklilik
taşıyor olmuş olacak... Ne zaman başlayacak olması önemli değil. Hatta, şu an itibariyle de başlamış
olabilir... Önemli olan, gelecekteki o noktanın bir süre öncesinde başlamış ve devam edegelmiş, hala da
sürüyor olacak olması...

İrdeleyiniz: Yirmi yıldır İzmir'de oturuyoruz. Beş yıl sonra, burada yirmibeş yıldır oturuyor olmuş
olacağız. = We have been living in İzmir for twenty years. In five years' time, we will have been living
here for twenty-five years.

Egzersizlere geçmeden, "simple" ve "continuous" tense farkları üzerinde de önemle durmakta büyük
yarar görüyorum.

2 - "SIMPLE" ve "CONTINUOUS" KARDEŞLER

Öyle fiiller vardır ki, bunlar doğası gereği "anlık" (süregen olmayan) eylem ve durumlardan söz ederler.
Öteki gruba giren fiiller ise şu yada bu ölçüde "süreklilik taşıyan, süregenlik gösteren" eylem ve
durumlara ilişkindir. Yani bunların, gerçekleşebilmek için belli bir süreye gereksinimleri vardır.

"I watched TV at 9 o'clock last night," tümcesi yanlıştır; yanlış tense içeriyor. Doğrusu, "I was
watching..." Çünkü "watch" fiili anlık bir eylem olarak değerlendirilemez. "Saat dokuzda" kavramı,
"seyretmek, izlemek" eyleminin gerçekleşebileceği genişlikte bir zaman dilimi içermiyor.

Olsa olsa, "Ekrana baktım = I looked at/on the screen at exactly 9 o'clock last night," diyebilirdiniz.

Yada, "I watched TV last night" olanaklıdır, çünkü üç dört saatlik zaman dilimi içeren "last night"
kavramı eylemin gerçekleşmesi için yeterlidir.

Öte yandan, "I punched him on the face," doğru bir anlatımdır: Yumruğu çaktım. "I was punching him..."
"sürekli yumrukluyordum / yumruklardım" anlamında kullanılabilir, ama "yavaaaşça yumruğu çaktım"
gibi bir anlam iletemez.

26
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Demek ki, aynı mevkiyi paylaşan bir çift kardeş tense arasında tercih ölçütü şöyle tanımlanabilir:
Anlattığımız eylem sözünü ettiğimiz zaman dilimi içinde tamamlan -mış, -makta, -acak mıdır? (past -
present - future SIMPLE tense seçenekleri)

Yoksa bu zaman dilimi içinde, öncesinden sonrasına bir akış, bir süreklilik mi söz konusudur? (past -
present - future CONTINUOUS tense seçenekleri).

Soruyu şöyle de sorabiliriz: Sözünü ettiğim eylem, sözünü ettiğim zaman noktası / dilimi içinde
gerçekleşebilir mi? Olup, bitip, tamamlanabilir mi? Yoksa, olsa olsa, devam etmiş, ediyor, edecek bir
durum mudur?

Ayrıntılar üzerinde Kitabımızın Üçüncü Bölümünde, herbir tense başlığı altında ayrıca duracağız. Yalnız,
bir noktayı şimdiden vurgulamalıyım:

Çünkü bu noktada mantıklı bir soru yöneltilecektir: Acaba İngilizce fiillerde ikili bir sınıflama mı vardır?
Simple tense'lerde kullanılan anlık eylemler ve continuous tense'lerde kullanılan süregen eylemler gibi...

Hayır, böyle bir sınıflama yapılamaz -- Hernekadar bazı fiiller bu gruplardan birisine daha büyük
yatkınlık taşırsa da, "anlık / süregenlik" belirlemesi her durumda farklı, göreli bir değerlendirmenin
sonucudur. Şu örneklere bakınız:

When we went out, the sun was shining. (Güneş saatlerce parlayacaktır gökte. Oysa "dışarı çıkmak"
bilemediniz 20 saniye. GÖRELİ olarak anlık eylem...)

We met her on the stairs as we were going out. (Dışarı çıkmak yine 20 saniye, ama bu kez merdivendeki
karşılaşma anlık eylemdir.)

Demek ki ingilizcenin gramerinde "to go out" fiilinin anlık yada süregen bir eylemi dile getirdiği
söylenemez. Simple yada continuous tense kullanılması her durum için ayrı ayrı karar verilmesini
gerektiren GÖRELİ / İZAFİ / RÖLATİF bir durumdur.

Örnek vererek formüle edelim: Eşzamanlı iki eylem, birbirlerinin zamanını belirledikleri için perfect
tense'lerde kullanılamaz; ve şu üç kullanım olasılığı ortaya çıkar: Örneğin geçmiş zaman boyutunda --

Simple past + simple past (eşzamanlı ve her ikisi de anlık eylem / durum)

When the phone rang, I jumped up. = Telefon çalınca yerimden sıçradım.

Simple past + past continuous (eşzamanlı, ancak birisi sürerken diğeri anlık veya geçici bir durum)

When the phone rang, I was having a bath. = Telefon çaldığında, banyo yapmakta idim.

Past continuous + past continuous (eşzamanlı ve her ikisi de süregen)

While I was having a bath, my husband was washing the dishes. = Ben banyo yaparken kocam da
bulaşıkları yıkıyordu...

27
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

3 - PAST SIMPLE / PRESENT PERFECT SIMPLE

a) The Present Perfect Simple Tense de geçmişteki bir olaydan sözeder = şu ana kadar olan zaman
boyutu... Ama, olaya bakış açımız içinde bulunduğumuz zamana yöneliktir. Olayın şimdiki zamandaki
etki ve sonuçları ile ilgileniyoruz. "I have seen that film" dediğimiz zaman dikkat odağı ne gün ve nasıl
sinemaya gittiğimiz, filmi izlerken neler hissettiğimiz değildir. Geçmişe ilişkin birşey düşünmüyoruz.
Tam tersine, kendimize ilişin şu an açısından bilgi sunuyoruz, hatta geleceğe ilişkin ipucu veriyoruz:
"Ben o filmi görmüş durumdayım... Güzeldi, haydi bir daha gidelim... Veya, bir daha çekemem doğrusu"
türünden bir bilgi...

Past Tense ise, adı üstünde, geçmişte kalmış, maziye karışmış, maziye mal olmuş olaylardan sözeder.
İzler artık silinmiş, koşullar değişmiş olabilir. Anlattıklarımız mazideki bir döneme ilişkindir.

Örneğin, "She has cleaned the house," (Present Perfect Tense) dersem bunun anlamı "Ve şimdi ev
tertemiz" dir.

Oysa, "She cleaned the house," (Simple Past Tense) şimdiki duruma ilişkin böyle bir ipucu vermiyor.

Nitekim, "I cleaned the house only this morning," gibi serzeniş dolu bir tümce, durumun şimdi çok farklı
olduğunu apaçık söylüyor. (= Evi daha bu sabah temizledim (temizlemiştim), ama şimdi şu berbat haline
bak.)

b) Bir başka kesin ayrım ölçütü ise, olayın nezaman olup bittiğinin bilinip bilinmemesi, önemsenip
önemsenmemesi, dile getirilip getirilmemesidir. Katı kuralımız şöyle, olayın zamanı bir biçimde dikkat
odağımızda yer alıyorsa, hatta sorulmasa bile "mazideki belli bir döneme ilişkin" olduğu ima ediliyorsa
(örneğin "I was born ..." tümcesi yerine "I have been born ..." mantık dışıdır) -- işte böyle durumlarda past
tense kullanmak zorundasınız. Yada şöyle söyleyelim: Zaman boyutundaki koordinatlara bir gönderim
varsa, bunlar belirtiliyor yada belli ise, perfect tense kullanamazsınız.

c) Geçmişteki bir olaya ilişkin yüzyüze konuşma, çoğu zaman perfect tense kullanılan bir soru cevapla
başlayıp, sonra past tense olarak devam edecektir:

Q. Where have you been? (Nerelerdeydin?)

A. I've been to the movies. (Sinemaya gitmiştim. = Gittim, geldim. Şimdi burdayım.)

Q. Well, did you enjoy it? (Nezaman? Tabii ki sinemada iken... Zaman artık belli)

A. Yes, it was a tremendous film.

Kısacası, yüzyüze etkileşimde sözü edilen olayların zaman boyutu çabucak belirlenerek, konuşma bundan
sonra past tense sürdürülecektir. Perfect tense'lerin sanki konuşmada yazıya göre daha az kullanıldıkları
izlenimi buradan doğuyor. Oysa bu konudaki kurallar katı ve değişmezdir. Yapacağınız tense
yanlışlarının, Türkçede "dün gideceğim... yarın gittim..." demenizden bir farkı olmaz.

d) Dolayısıyla, aşağıdaki tür bir gazete haberi olağandır:


28
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

A hundred billion liras worth of jewellery has been stolen from a shop in Kemeraltı. The thieves broke
into the shop and took whatever they could lay their hands on...

İkinci tümcede artık olayın zamanı saptanmıştır: "When?" sorusuna yanıt verebiliyoruz.

e) Şu çarpıcı örneğe ne dersiniz?

Have you seen the film at the Elhamra? (= Hala gösterimde, gidip görebilirsiniz)

Did you see the film at the Elhamra? (= Ama artık gösterimden kalktı. Görmediyseniz, kaçırdınız...)

f) Siz hiç Kars'ta bulundunuz mu?

Bu soruyu Türkçe'de, "Siz hiç Kars'a gittiniz mi?" şeklinde ifade etmek de olanaklıdır. Yani, "gitmek"
fiili ile... Oysa ingilizcede "been to" kalıbını kullanmak zorundayız. Yani, "bulunmuş olmak"... Neden?

Çünkü, present perfect tense "geçmişten bugüne ve halâ" kavramını içeriyor ve o bağlamda "gitmiş
olmak" kavramını kullanamayız. Konuştuğumuz kişi Kars'a gitmiş (=gone to) ve hala orada değildir.
Kars'ta "bulunmuş" (=been to) şimdi dönmüş karşımızdadır. Dolayısıyla:

Q. Have you ever been to Kars?

A. Yes, I have (been to Kars)... veya, No, I have never been to Kars.

Peki, ya arkadaşınız size Kars'tan telefon etse ne diyecekti? "I have come to Kars" diyecekti. Yani, gelmiş
bulunuyorum, halen buradayım.

Ama, üçüncü bir kişi Kars'a gitmiş, halen oradaysa, o zaman şu tümceyi kuracaksınız: "He has gone to
Kars." (= Gitti, halen orada)

g) Şu iki tümceyi karşılaştırınız:

1. I have seen my neighbour this morning.

2. I saw my neighbour this morning.

İlk tümce, öğlen saatlerine değin kuracağımız tümcedir. Öğleden sonra ise, ikinciye başvurmamız
gerekiyor. Çünkü "sabah" artık geçmiş zaman dilimindedir...

Peki, halâ sabah saatlerinde, ama artık işyerinde iseniz: Bu takdirde yine ikinci tümce... Çünkü, sabahın o
saatleri geride kalmıştır, artık iş yerindesiniz: Eve dönüp komşunuzu görmeniz olasılığı artık "geçmişte"
kaldı...

h) The Present Perfect Tense için kullanım alanlarından birisi de, az önce, kısa bir süre önce tamamlanmış
eylem ve durumlardır.

Your friend has just arrived... I have just finished the book... He has come at last...

Bununla birlikte:

29
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
1. "Just now" deyimi, iki anlama gelebilir: "birkaç dakika önce" veya "hemen şimdi, az önce": Birinci
durumda simple past tense kullanılacak; ikincisi present perfect gerektirecektir:

They told me about it just now...

They have just now finished...

2. Aynı şekilde "never" kavramı ile ilgili şu iki örneğe bkz:

They never stopped talking about her last night. (= Dün gece hep ondan söz ettiler)...

They have never spoken a word about her. (= 1. Bugüne kadar hayatları boyunca bir kelime söz
etmemişlerdir ondan; veya, 2. Şu ana değin kendisinin lafı bile edilmedi)...

EXERCISE -- 01

The Present Perfect Simple Tense veya The Simple Past Tense ?

01 I suppose you (hear) the latest news: The Prime Minister (have) a secret meeting with his Bulgarian
counterpart last week.

answer have heard / had

02 I (be born) in İstanbul, but (spend) most of my childhood in Ankara.

answer was born / spent

03 Look! My socks (already wear out) at the heel.

answer have already worn out

04 No, we (not meet) before. She does not know me.

answer haven't met

05 No, we (not come) face to face at the meeting. She wouldn't recognize me now. = Hayır, toplantıda
yüzyüze gelmedik; beni şimdi tanımaz, tanımayacaktır.

answer didn't come

06 In the past, fewer people (live) around these parts. But in recent years, there (be) an influx of
newcomers from the metropolis. DİKKAT: "be" fiili ile ilişkilendireceğiniz sözcüğün tekil / çoğul
oluşuna dikkat ediniz.

answer lived, veya used to live / has been


30
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

07 She (clean) the house. It is as clean as it (never be) in the past now.

answer has cleaned / has never been

08 He is working on a science fiction story nowadays. It'll be the third one he (write) this year.

answer has written

09 I once (hear) Gencebay sing, but I (never bother) about Tatlıses.

answer heard / have never bothered

10 Last year, they (call) in a new group of planners, and the project (completely change) in all its aspects
ever since.

answer called / has completely changed

YANITLAR: (Print yapanlar için)

01 have heard / had... 02 was born / spent... 03 have already worn out... 04 haven't met... 05
didn't come... 06 lived (used to live) / has been... 07 has cleaned / has never been... 08 has
written... 09 heard / have never bothered... 10 called / has completely changed

AÇIKLAMALAR:

01 "Sanıyorum işitmişsindir" = şu ana değin... Ne zaman, saat kaçta işitmiş olduğunu bilemem ama...
Toplantının ise zamanı belli = last week. O halde, past tense... 02 Çocukluk dönemini artık (umarım!)
geride bırakmış olduğuma göre!.. 03 Çoraplar şu an aşınmış durumda. Ama tabii, bu bir aşınagelme...
Yoksa, "dün saat üç sularında aşındı," gibi garip bir kavram sözkonusu değil... 04 Bugüne değin
tanışmadık... 05 (Geçen günkü o) toplantıda beni görmedi... 06 Daha az insan yaşardı / yaşıyordu. Ne
zaman? Geçmişte. Ama o durum mazide kaldı. Bugün itibariyle bir sürü insan gelip yerleşmiş bulunuyor
buralara... 07 Ev şu anda da tertemiz olduğuna göre, "temizlemiş bulunuyor" kavramını kullanıyoruz.
İkinci kısımdaki tense tercihi ise, "bugüne değin hiç olmadığı kadar" kavramından dolayı... 08 Bu yıl
henüz bitmedi. Yazarımız daha başka öyküler de yazabilir... Ama, artık yeni bir öyküye izin vermeyecek
kadar yılın sonlarında isek, yada artık bu yıl başka öykü yazmayacağı bilgisini iletmek istiyorsak, yılı
artık "geçmiş" kabul edebilir ve doğrudan simple past tense kullanabiliriz... 09 Ne zaman? "Bir
keresinde..." Ama, Mr. "Sweetvoice" i bugüne değin zahmet edip de hiç dinlemedim. (Doğru
yorumladınız. Bununla da öğünüyorum.)... 10 Planlamacılar "geçen yıl" çağrıldı; "o günden bu güne"
projenin çehresi değişmiş bulunuyor...

4 - PRESENT PERFECT: "SIMPLE" VE "CONTINUOUS" KARŞILAŞTIRMASI

31
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a) Her iki seçenekte de olay, "present" zamandaki etki ve sonuçları açısından algılanmakta,
değerlendirilmektedir. Düşüncemizde şekillenen zaman dilimi, geçmiş bir dönem değil, içinde
yaşadığımız zaman ve durumdur.

b) Temel ayrım ise şudur: "Simple tense" seçeneği, eylemin/olayın şu an itibarıyla geçmişteki bir noktada
tamamlanmış olduğunu dile getirir. (Hernekadar, kesin zamanını bilmiyor, hatırlamıyor, önemsemiyor,
yada söylemek istemiyorsak da). "Continuous tense" seçeneği ise, eylemin / olayın süregelmiş ve (büyük
olasılıkla) halen de sürmekte olduğunu ifade eder.

c) İşte bu nedenle, "Bir filmi görmüş olmak" gibi bir durum ve kavram kolayca perfect simple tense
çerçevesinde yerini yuvasını bulur. Çünkü "filmi göregelmiş olmak" kavramı geçersizdir. Olsa olsa,
"pekçok kereler gördüm" diyebilirsiniz:

I have seen that film... I have seen it many times...

d) Bununla birlikte, dildeki pekçok fiil, her iki tense çerçevesinde (ufak tefek nüanslarla) temelde eşdeğer
anlam verecektir:

I have been watching that program regularly... I have watched it regularly ever since it got started... gibi
tümceler sonuçta aynı şeyi söylüyor = I watch it regularly.

e) Ne var ki, aşağıdaki örneklerde "sayı" belirtilen durumlarda continuous tense kullanımının olanaksız
olduğuna dikkat ediniz:

I have written ten letters today. ("I have been writing ten letters..." = On mektubu birlikte yazageldim
şeklinde geçersiz bir anlatım olur. Ama, "I have been writing letters all day long" geçerli)

He has done it many times in the past. / He has been doing it repeatedly all this time.

He has had five cups of tea since six o'clock. / He has been having cups and cups of tea since six o'clock.
= Saat altıdan bu yana beş bardak çay içti... Saat altıdan bu yana bardak bardak çay içegeldi...

f) Continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller sözkonusu olduğunda (have, own, be, see, hear, notice,
know, understand, love, vb.), anlamın süreklilik taşıdığı durumlar da dahil olmak üzere, görevi "simple
tense" seçeneği üstlenecektir: (Bu fiillerin ayrıntılı bir listesi için, bknz. Bölüm 3'ün hemen başındaki
"The Simple Present Tense" konusunu izleyen "DİKKAT" maddesi.)

I have been here all the time.

This house has been empty for ages.

I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve halâ da seviyorum: Normalde Present Perfect
Continuous ile anlatılması gereken bu kavram, tıpkı yukardaki örneklerde olduğu gibi, fiilin özelliğinden
dolayı Simple tense ile ifade ediliyor)

g) "Simple" seçeneği, aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle
de continuous anlam verir:

I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, halâ da yürüyerek geliyorum/gidiyorum)...
(Oysa, "I have walked to work today." = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim)

32
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
h) Bu iki tense arasındaki farkları aşağıdaki konuşma örneklerini Türkçe'ye çevirerek daha iyi
irdeleyebilirsiniz:

A: I haven't seen your friend lately. Has he gone away somewheres? = Biryerlere mi gitti?

B: Yes, he has been sent to Trabzon for a period of six months. = Altı aylığına Trabzon'a gönderilmiş
bulunuyor (yani, halen orada)...

A: Well, have you had any letters from him?

B: That's the funny thing about it. He has been away for so long, and I still haven't received a single word
from him. His wife has been hearing from him regularly, though. = Tuhaf olanı da bu zaten. Kendisi
bunca zamandır uzakta ve ondan daha tek bir kelime bile mektup almadım. Ama eşi muntazaman
haberlerini alıyor (= alageldi ve halâ da alıyor)...

A: Does she intend to go out there and join him, too?

B: They have been thinking about it, but haven't quite decided yet. = Bu konuyu (bir süredir)
düşünüyorlar, ama henüz karar vermediler...

* * * * *

A: Sevtap has been seeing a lot of Mr Zengin lately, hasn't she? Is there anything in it?

B: Yes, they have just announced their engagement. You see, she has been looking for a rich husband all
her life and now she has found one. And he has been hopelessly looking for a really competent house-
keeper all through these years and now he has found one! = Evet, bu yakınlarda nişanlarını ilan etmiş
bulunuyorlar... Her ikisi de hayatları boyunca arayagelmişlerdi. Şimdi bulmuş durumdalar...

A: Well, good luck to them both!

EXERCISE -- 02

Parantez içinde verdiğim fiiller için, Present Perfect Tense çerçevesinde "simple" veya "continuous"
kardeşten birini seçiniz:

Çıkış noktanız eylemin süreklilik niteliği olup olmadığını irdelemek olacaktır. Tümceleri Türkçe
tasarlayıp İngilizce'ye çeviri yoluna giderseniz, yanılma payınız artacaktır. Unutmayınız: İki ayrı dil-
kültür dizgesinin "anlık eylem / süregen eylem" kavramları açısından tam çakışmasını beklemek
hayalcilik olur.

01 I (sit) here for two hours now, but I (not be called up) yet.

answer have been sitting / have not been called up

33
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
02 I (try) to learn English for years now. I can't say I (succeed) yet.

answer have been trying / have succeeded

03 That book (lie about) for weeks. (Not you read) it yet? = Bu kitap haftalardır ortalıkta sürünüyor.
Daha okumadın mı?

answer has been lying about / Haven't you read

04 It (snow) all day. Frankly, I (have) enough of it! I wish it would stop soon. Walla, bıktım artık bu kar
yağışından!

answer has been snowing (has snowed) / have had

05 Hello, Ali. I (not see) you for weeks. What (you do) all this time?

answer haven't seen / have you been doing

06 He (lose) his keys again. He (look for) them all day, but they (not turn up) yet. = ama anahtarlar
henüz ortaya çıkmadı...

answer has lost / has been looking for / haven't turned up

07 Look! That light (burn) all night. Why (anyone not pay) any attention to it?!

answer has been burning / hasn't anyone paid

08 How long (you learn) English? (You ever think of) giving it up?

answer have you been learning / Have you ever thought of

09 She (write) a novel for the last six months, but she (not finish) it yet.

answer has been writing / hasn't finished

10 We (have) three accidents so far this week. We (consider) stopping the experiments for some time
now, but (we not quite decide) on that particular point yet.

answer 've had / 've been considering / we haven't quite decided

*****

YANITLAR VE AÇIKLAMALAR:

01 have been sitting / have not been called up... 02 have been trying / have succeeded... 03 has been
lying about / Haven't you read... 04 has been snowing (has snowed, olanaklı) / have had... 05 haven't
seen / have you been doing (bunca zamandır neler yapageldin?)... 06 has lost / has been looking for /
haven't turned up... 07 has been burning (gece bitmemişse) ; has burnt (gece bitmiş, sabah olmuşsa) /
hasn't anyone paid (çünkü, dikkat edegeldi-etmeyegeldi kavramı tuhaf olur... DİKKAT: "Why didn't
anyone pay": eğer gece bitmiş, sabah olmuşsa olanaklı -- Tabiatıyla, bir başka olasılık, olayı
genelleştirerek "What doesn't anyone..." şeklinde bir ifade kullanmak olurdu)... 08 have you been

34
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
learning / Have you ever thought of... 09 has been writing / hasn't finished... 10 've had / 've been
considering / haven't quite decided...

VE CANKURTARAN İKİ ALTIN KURAL DAHA

-1-

Hangi tense'te olursa olsun, bütün bağıl-tümcelikler (yan-tümcelikler, subordinate clauses) düztümce
şeklinde olmak zorundadır. Bir bağıl tümcelik (ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarf-tümcelik) asla ve asla
soru biçiminde olamaz...

Eğer tümcenizin tamamı bir soru tümcesi ise, bu ana-tümcelikteki (temel tümcelik, main clause) soru
dönüşümü ile sağlanmıştır.

Dolayısıyla, birisi size saati sorduğunda = What time is it?

YANLIŞ CEVAP: I don't know what time is it.

DOĞRU CEVAP: I don't know what time it is.

Bu konuda daha ayrıntılı açıklama ve örnekler için, lütfen bknz. Bölüm 5 -- Ad-Tümcelikler, "Sorulardan
Ad-Tümcelik" konusu...

-2-

Ana (temel) tümcelik herhangi bir future tense olduğunda, zaman bildiren bağıl tümcelik herhangi bir
present tense olmak zorundadır.

Kaç tane future tense biliyoruz? Dört... (future simple, future continuous, future perfect simple, future
perfect continuous)

Kaç tane present tense biliyoruz? Dört... (present simple, present continuous, present perfect simple,
present perfect continuous)

Yukardaki kural bunların hepsi için geçerlidir. Dolayısıyla, "İşimi bitirince gideceğim," demek
istiyorsanız:

YANLIŞ TENSE: I will leave when I will finish.

DOĞRU TENSE: I will leave when I finish. veya

I will leave when I have finished.


35
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Hatta, bu ikincisi daha kanlı canlı bir tümce: Çünkü işi bitirmeden asla gitmeyeceğimizi vurgulamış
oluyoruz... Tabiatıyla, present perfect tense'lerin, adı üstünde, bütün davranışlarıyla "present" oldukları
yolunda bizi bir kez daha uyarıyor...

Hele şu aşağıdaki örnekte, present perfect çok daha güzel yakışıyor:

Sit down a bit. I'll show you the garden after you've rested a little...

Bu konuda daha ayrıntılı açıklama ve örnekler için, lütfen bknz. Bölüm 7 -- Zarf-Tümcelikler, "Zaman
Bildirenler" konusu...

Bir sonraki Bölümde dikkat odağımız, Haber Kipini oluşturan 12 Tense'in kullanım alanlarının
karşılaştırılması olacak.

CHAPTER - 3
THE TENSES (02)
İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR

BU BÖLÜMÜN KONULARI
The Simple Present / The Present Continuous / The Simple Past / The Past Continuous / The Simple
Future / The Future Continuous / The Present Perfect Simple / The Present Perfect Continuous / The
Past Perfect Simple / The Past Perfect Continuous / The Future Perfect Simple / The Future Perfect
Continuous / Exercise - 1 / Exercise - 2

ÇOK KISA GİRİŞ !!

Bu Bölümde, İngilizcenin Haber Kipinde (The Indicative Mood) yer alan 12 Tense'in başlıca kullanım
alanlarını gözden geçireceğiz; Bölüm sonunda ise "her derde deva" egzersizlerimize yer vereceğiz.
Karşılaştırmalı yaklaşım önplanda olacak.

THE SIMPLE PRESENT TENSE

36
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
1. Geçmiş/şimdiki/gelecek zaman (=past/present/future) genelinde, yani üç aşağı beş yukarı türkçedeki
GENİŞ ZAMAN'da geçerlik taşıyan, süren, yinelenen olay, durum ve eylemler:

The sun rises in the east... Not all clouds bring rain; some are signs of fine weather... A week has seven
days... Ali speaks English fluently. Güneş plays the guitar... I sleep late on Sundays... How often do you
wash your hair?

Dikkat ederseniz, bu tümcelerin bir bölümü, Türkçe'de bizim "present continuous" ile de söylenebilir:
"Saçınızı ne sıklıkta yıkıyorsunuz? -- AMA, TÜRKÇE'DE -- İNGİLİZCE'DE DEĞİL!) Nitekim:

Do you like ice-cream? Do you love him? (Üstelik ikinci tümce, Türkçe'de "present simple" ve "present
continuous" arasında anlam farklılığı taşıyor: "Onu sever misin?" "Onu seviyor musun?")

Do you read comics a lot?... I understand you dance well; do you sing a little, too? = Çok çizgi roman
okur musunuz? Anladığım kadarıyla iyi dansediyorsunuz; biraz şarkı da söyleyebiliyor musunuz acaba?
(Örneğin, gazinoya başvuran bir sahne sanatçısına böyle sorulabilir)...

...gibi tümceleri İngilizce'de "present continuous" karşılıkları ile birlikte irdeleyiniz. Araladaki fark
besbellidir: Are you reading comics again? = Yine oturmuş çizgi roman mı okuyorsun?... What is this
funny song you're singing is called? = Bu söylemekte olduğun komik (= tuhaf, biçimsiz) şarkının adı ne?

2. Alışkanlık, karakter, huy, iş, meslek gereği, değişmeyen, tekrarlanan davranış ve eylemler: (Bu başlık
altında verdiğimiz örnekler, yukardaki maddede verilenlerle aynı niteliktedir)

He leaves the house at eight... = (Sabahları) evden sekizde çıkıyor / çıkar... On a normal day, we stay in
and watch TV after supper... Don't worry; she keeps her word... (I sleep late on Sundays... How often do
you wash your hair?)

3. Doğal olarak, "eşyanın tabiatı" türünden belirlemelerde de hep bu tense kullanılacaktır: Sözkonusu
durumun, genel geçerlik taşıyıp taşımadığına bakacağız. (İçinde bulunduğumuz an itibariyle
varlığı/yokluğu önemli değil.)

Dogs bark... Birds fly... Fish swim... All cats love milk...

Bu örnekleri, "Listen, the dogs are barking... The ones I saw were flying south... Why are some of the fish
in your tank standing still while others are swimming about?" türünden bildirimler ile karşılaştırınız.
Aralarındaki fark apaçık görülebiliyor. = Köpekler havlar... Dinle bak, köpekler havlıyor... Birincisi:
Simple Present; ikincisi: Present Continuous...

4. Bilimsel belirlemeler (Pek tabii!! Bilimsel belirlemelerin genel geçerliği olmasını bekleriz):

Water consists of hydrogen and oxygen.

Nimbus clouds are very dark clouds that you see when there is a huge downpour. They bring lots of rain.
[downpour = yağış, yağmurun "aşağı boşanması"]

5. Atasözlerinin büyük bölümü:

The pot calls the kettle black. ("Tencere dibin kara." "Seninki benimkinden kara...")

Every cock crows on his own dunghill. (Her horoz kendi tezek yığınında öter.)

37
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
God helps those who help themselves. (Deveni önce ağaca bağla; sonra Allah'a emanet et... yada belki,
Kurda sormuşlar neden boynun kalın; kendi işimi kendim görürüm demiş... -- ikisi de tam tutmuyor ama!)

6. Kitaplar, duyuru metinleri, veya yakın zamanda alınmış mektuplardan söz ederken. (Türkçede ise
kimi zaman "present continuous" tense kullanıldığına dikkat ediniz) :

The author says that a solution cannot be provided under the present conditions and goes on to explain the
reasons for his conviction.

"What does the notice say?" "It says, 'No Parking Here'."

"I see that you've got a letter from Güneş. What does he say?" "He says..." (Diyor ki...)

It repeatedly says in the Koran that we must be fair and kind to people of all races. (Der ki...)

7. Tarihten söz ederken:

Atatürk decides to proclaim the Republic on the following day. Indeed, the voting on October 29, 1923 is
unanimous (= ittifakla) and the country becomes a democratic republic. However, there still exists a big
problem: how to get rid of the Caliph (= Halife) who is still residing in İstanbul...

8. Gazete başlıklarında "past tense" yerine kullanılır:

Foreign Debts Reach A Record Level = Dış Borçlar Rekor Düzeye Erişti.

Two Men Die In A Lorry Crash = Kamyon Kazasında İki Kişi Öldü.

Galatasaray Beats Milan = Galatasaray Milan'ı Yendi.

9. Tiyatro eserlerinde diyaloglar arasında verilen sahneleme önerilerinde:

When the curtain rises, there are two servants entering from the door on the right. The phone rings, and
they both make an attempt to reach out for it first...

10. Günlük dilde, özellikle de bizim "mahalle geyiği" diye adlandırılacak konuşma ortamlarında olaylar
dostlara anlatılır, dedikodu yapılır, dertleşilirken:

I give her what she wants and she goes away. I say to myself, (=hatta, "I says to myself"!) "Good
riddance; I hope I've seen the last of her." But, not a week passes, and I come home one night, and just
guess who is sitting on my very doorstep... [Good riddance; I hope I've seen the last of her. = Oh, be!
Kurtuldum. Umarım bir daha suratını görmem.]

11. Örneğin gezi programları gibi, gelecek günlere dönük planlanmış eylemler:

We leave Ankara at 10:00 on Saturday and arrive at Nevşehir at 14:00. We spend two hours shopping,
and then leave for the Göreme Valley.

12. Ve asla unutmamanız gereken bir nokta: Temel-tümcelik herhangi bir "future tense" olduğunda,
zaman belirten bağıl-tümcelik bir "present tense" olmak zorundadır: (Tabii, "Present Simple" olmak
zorunda değil)

We'll leave when you are ready.


38
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Shall we set out as soon as he comes back?

They won't be leaving until they've finished the job. (Bu sonuncu örneği, herhangi bir present tense
kullanılabileceğini örneklemek için ekledim)

DİKKAT... DİKKAT...

İngilizce'de kimi fiiller (bazıları yalnızca belli anlamlarında olmak üzere) continuous tense'lerde
kullanılamaz. Dolayısıyle bu fiiller, süreklilik anlattıkları bir konumda dahi, simple tense ile ifade
edilecektir. Önce bunları sıralayalım, sonra da örnekler verelim (Bu fiilleri mutlaka öğrenmelisiniz --
listeyi ezberlemenizde yarar var. Aşağıdaki gruplamayı, yalnızca okuma kolaylığı açısından yaptım):

be (aktif çatıda), have, own, possess,

see, hear, notice, recognize, believe, disbelieve, feel, think (think = sanmak, kanısında olmak --
"düşünmek" anlamında ise continuous tenselerde kullanılabilir), consider (=saymak, addetmek -- oysa
"düşünmek, kafasında evirip çevirmek" kavramı ise tıpkı "think" gibi continuous alabilir),

know, understand, realize (=anlamak, kafasına dank etmek), notice, suppose, remember, recall
(=hatırlamak), recollect (=hatırlamak. Eğer, "re-collect" şeklinde yazar veya okursanız = yeniden
toplamak, biraraya getirmek anlamına gelir ve continuous tense'te kullanılabilir),

mean, matter, gather (=sonuç çıkarsamak), hope, expect (=ummak), find (=öyle "bulmak", o gözle
görmek: "I find the subject rather disgusting."),

want, wish, need, admire, love, like, desire (=arzulamak), adore (=taparca sevmek), doubt (=şüphe
etmek), dislike, hate, loathe (=nefret etmek), trust (=güvenmek), distrust (=güvenmemek), despise
(=iğrenmek, aşağılamak), care (=sevmek, hoşlanmak, önemli bulmak, aldırmazlık etmemek), object to
(=karşı çıkmak),

forget, forgive, agree, prefer, refuse, dare (=cesaret etmek), deserve (=hak etmek), differ (=farklı olmak),

smell (=kokmak, yani "koklamak" değil), taste (=tadında olmak, ...tadını vermek. Yani, tadına bakmak,
anlamında değil: "I am now tasting it -- it tastes beautiful."),

seem, appear, look (=görünmek, gibi görünmek), resemble (=benzemek),

belong to, contain, consist of...

continue, cost, suit (=uygun olmak, yakışmak: "This hair style suits you best.")...

Kuşkusuz, uzun ve ürkütücü bir liste... Ama, bu grup fiilin taşıdığı özelliği nekadar vurgulasak azdır.
Gördüğünüz üzere, İngilizce'de en sık kullanılan fiiller arasında yer alıyorlar. Daha da önemlisi, bunlarla
39
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
kurulan tümceleri, Türkçe'de genellikle "continuous" eşdeğeri ile karşılarız. Dolayısıyla da hata riskimiz
çok yüksek. Örneğin, aşağıdaki Türkçe tümcelerin İngilizce karşılığına bakarsak, konuyu daha iyi
kavrarız. Dikkat ediniz: Bunlar Türkçe'de "continuous"; İngilizce'de ise "simple tense" olurlar:

Seni seviyorum (= I love you)... Senin için deli oluyorum (= I am crazy about you)... Seni anlıyorum,
sevgilim, tamamen anlıyorum (= I understand you, sweetheart; I do understand you)... Seni istiyorum,
sana ihtiyaç duyuyorum (= I want you. I need you)... Sen bana aitsin! (You belong to me!)... Beni sıcak
tutacak aşkım var (=I have my love to keep me warm)...

Uzakta üç atlı görüyorum (= I see three horsemen in the distance)... Kuşkulu birşeyler görüyor musun /
farkediyor musun? (= Do you see / notice anything suspicious?) Tuhaf bir ses/gürültü işitiyor musun? (=
Do you hear a funny noise?)...

What is it that you're cooking? It smells awful (= berbat kokuyor)... It tastes funny (= garip bir tadı var)...

It seems OK now... You look great... It appears strange to me that you should not remember it (=
Unutmuş olman bana tuhaf görünüyor)...

I forgive you (= seni affediyorum)... I refuse to do it! (= Bunu yapmayı reddediyorum!)... I loathe him (=
ondan nefret ediyorum, tiksiniyorum)... I hate you! ( Senden nefret ediyorum!...)

DİKKAT... DİKKAT...

Bu fiillerden bir bölümünün değişik anlamla "continuous tense"lerde de kullanılabileceğine tekrar


dikkatinizi çekerim:

"What are you thinking of?" "I'm thinking about tomorrow's exam." (= düşünmek)

I am honestly considering getting married. (= düşünüyorum, kafamda evirip çeviriyorum)

She is having breakfast at the moment... She isn't having her milk... (= yemek, içmek)

"Are you seeing him?"... "Is she still seeing him?" (= görüşmek, buluşmak)

Kimi zaman da bu fiiller için "continuous tense" kullanılarak anlama değişik vurgular kazandırıldığına
tanık oluruz. Bu örnekleri "idiomatik" kullanımlar olarak değerlendirip not etmenizde yarar var:

You are just being plain silly now! (= Amaan sen de budalalık ediyorsun yani şimdi!..)

You're being very stupid about it. (= Bu konuda aptallık ediyorsun...Yine yukardaki gibi, tepkili bir
anlatım.)

Young man, aren't you forgetting your manners? (= Delikanlı, terbiyeni unutuyorsun sanırım...)

Hey, you're imagining things! (= Hayal görüyorsun, bunları kafanda kuruyorsun sen. Böyle bir şey yok!)

40
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
THE PRESENT CONTINUOUS TENSE

01 Konuşma anında geçerli olan, sürmekte olan durum ve eylemler... "Gerçek şimdiki zaman" (= real
present) olduğunu söyleyebiliriz. İlgi odağımız olan zaman dilimi, içinde yaşadığımız an, evre yada
dönemdir. Nezaman başlamış olduğu yada nezaman sonlanacağı ilgi alanımız dışındadır:

Look. It's raining outside...

The telephone is ringing. Will you answer it; or shall I answer it?... Telefon çalıyor: Sen mi cevap
vereceksin, ben mi vereyim?

She can't talk to you at the moment; she's having a bath...

The Security Council is making continuous attempts at bringing the two sides together... Güvenlik
Konseyi iki tarafı biraraya getirmek için sürekli girişimlerde bulunuyor. (Bir aşağıdaki maddeye de bknz.)

02 Konuşma anında ara verilmiş olsa bile, şimdiki zaman boyutunda genelde sürmekte yada
sürdürülmekte olan durum ve eylemler:

I am reading a book by Orhan Pamuk nowadays. (= Bugünlerde Orhan Pamuk'un bir romanını
okuyorum.)

Currently, he's writing a novel, having come back from a rather lengthy vacation. (= Uzunca bir tatilden
döndükten sonra, halen bir roman yazmakla meşgul...)

He is very busy nowadays. He is working on his latest novel. (Bugünlerde çok meşgul. Son romanı
üzerinde çalışıyor -- Ama bu sözler konuşulurken, büyük yazar uykuda yada tuvalette de olabilir...)

03 Normalde geniş zamanda kullanılan zaman belirteçleri (zarflar) ile birlikte, sık tekrarlanan durum ve
eylemler için. Bu tür tümcelerden, çoğu zaman, kişinin olaydan hoşnut olmadığı, onaylamadığı, mantık
dışı bulduğu anlaşılır:

You're always telling me lies.

She is constantly making mistakes.

04 Tıpkı Türkçede olduğu gibi future tense anlamı verecek şekilde de kullanılabilir: (Yalnız, bunun
"near future" olmasına dikkat ediniz: Diyelim ki on yıl sonrası için bu tür kullanımlar geçersizdir.)

-- What are you doing tomorrow night?

-- I'm going to the theatre. Ali is taking me.

(=Yarın akşam ne yapıyorsun?... Tiyatroya gidiyorum. Ali götürecek beni)

We are meeting again tomorrow, and this time Selma is joining us, too. (= Yarın tekrar buluşuyoruz ve bu
kez Selma da bize katılacak)

41
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

AN INTERIM TEST ( ARA TEST )

Tümceleri İngilizce'ye Çeviriniz

"Simple" or "Continuous" ?

01 Seni seviyorum... Seni istiyorum... Sana ihtiyacım var... Sen bana aitsin... (love, want, need, belong
to)

02 Ülkedeki en büyük bankalardan birisine sahibim ve yine de sana 1 milyon lira borcum var! (own, still
owe)

03 Neden söz ettiğini anlamıyorum ve bilmek de istemiyorum. (understand, talk about, want to know)

04 Dikkatli ol. İki adam seni izliyor ve başka iki adam da seni yakından gözetliyor. (be, follow, watch)

05 Genellikle yazları aşağılara, güneye gideriz; ama bu yıl yukarlara, kuzeye gidiyoruz. (go)

06 Yağmur yağıyor mu dışarda? Kışları çok kar yağar mı buralarda? Neden şu anda bu kadar çok
üşüyorsun? (rain, snow, feel cold)

07 O lokantayı tavsiye ediyor musun? Şimdilerde oraya sık gidiyor musun? Oraya son gittiğimiz zamanı
hatırlıyor musun? (recommend, go, remember)

08 Bu kenti ziyaret ettiğimde genellikle Hilton'da kalırım, ama bu yıl The Marmara'da kalıyorum. (visit,
stay)

09 Şu anda parkta bir gezinti yapıyor . Genellikle eve döndükten sonra kahvaltı eder. (have a walk, have
breakfast, get back home)

10 Nefret ediyorum bu uzun yürüyüşlerden. Şu içinde olduğum hale bak. Ayaklarım gerçekten beni
öldürüyor ve ayak parmaklarım kanıyorlar. Ama yüzbaşı hala devam etmemizi istiyor... (hate, kill, bleed,
want)

YANITLAR: 01 I love you... I want you... I need you... You belong to me... 02 I own one of the
biggest banks in the country, and still owe you one million liras! 03 I don't understand what you are
talking about and I don't want to know either. 04 Be careful. Two men are following you, and another
two men are watching you closely. 05 We usually go down south in the summer, but this year we're
going up north. 06 Is it raining outside? Does it snow much in these parts in winter? Why do you feel so
cold at the moment? ("are you feeling" olanaklı)... 07 Do you recommend that restaurant? Do you go
there often nowadays? Do you remember the last time we went there? 08 I usually stay at the Hilton
when I visit this city, but this year I'm staying at the Marmara. 09 She's having a walk in the park at the
moment. She usually has breakfast after she gets back home. 10 I hate these long walks. Look at the
state I am in. My feet are really killing me and my toes are bleeding. But the captain still wants us to
continue...
42
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

THE SIMPLE PAST TENSE

01 Geçmiş zaman boyutunda belli bir noktada yada dönemde olmuş bitmiş durum ve eylemler. Olay
artık "mazide" kalmış, maziye karışmış, mazinin bir parçası olmuştur: (Ayrıca, bknz. aşağıda Madde 03)

I met him at a party last week. I haven't seen him since. (= geçen hafta tanıştım; o günden bu güne
görmedim)

We received two phone calls yesterday; we haven't had any so far today. (= dün... ama bugün için "şu ana
değin" anlamında present perfect kullandık)

I once went out with a famous film star; he talked about himself all through the evening. (geçmişte bir
keresinde...)

The suspect was last seen in that neighbourhood two days ago. (Zanlı o semtte en son iki gün önce
görüldü. -- Türkçe'de "görülmüştü" de deriz. DİKKAT: "was seen": simple past passive)

Not very many people lived in these parts in the past. (Ama, Türkçe'ye "yaşamazdı / yaşamıyordu"
şeklinde "continuous" ile çeviririz = Eskiden buralarda pek kimse yaşamıyordu...)

Aslında bu sonuncu örnekte, İngilizce'de de "were living" deseniz kıyamet kopmaz, ama "simple
kardeşin" yeterli olduğu ve anlamca süreklilik olgusunu karşıladığı durumlarda bununla yetiniriz.
Biliyorsunuz, "continuous kardeş" kullanımı için önşart, sözü edilen eylemin sözü edilen zaman dilimine
sığmayacak olması... Oysa burada "in the past" ile belirtilen zaman dilimi, "to live" eyleminin
gerçekleşebileceği bir uzunluk içeriyor. Bu bakımdan, "simple kardeş" ile yetinilmesi önplanda.

02 Present Perfect Tense'ten farklı olarak, zaman boyutunda belli bir nokta yada dönem dikkat odağına
getirildiği için, "Ne zaman?" sorularıyla kullanılması doğaldır:

When did you last see him? What time did you have lunch?

03 Yada, doğrudan zaman belirtilmese bile, geçmişe ilişkin olduğu bilinen veya besbelli olan olay,
durum, eylemler... Yani, her kurduğumuz tümcede bir geçmiş zaman belirteci kullanmak zorunda değiliz:

How did you get your present job? (=Karşımızdaki kimsenin belli bir işte çalışmakta olduğunu
görüyoruz/biliyoruz. Dolayısıyla geçmişte belli bir tarihte bu işe girmişti)

I bought this thing in İstanbul. (Diyelim ki konuşma İzmir'de geçmektedir; seyahatten dönmüşüz...)

I was born in İstanbul... (Simple Past Passive = "dünyaya getirildim / getirilmişim" -- Türkçe'de ise
"doğmak" aktif fiilinin, "doğdum" veya "doğmuşum" şeklindeki çekimlerini kullanıyoruz.)

43
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
04 Bir önceki bölümde The Present Perfect Tense ile karşılaştırırken değindiğimiz gibi, diyelim ki "this
morning / bu sabah" dilimi, günün akışı içinde giderek "past tense" boyutuna kayacaktır.

Öğlene kadar şu şekilde olan tümceler:

"I've had a huge breakfast... I have bumped into my funny neighbours again this morning" (Bu sabah yine
o garip komşularımıza rastladım.)

öğleden sonra ve akşama ise şu şekillere dönüşecektir:

"I had a huge breakfast... I bumped into..." (= rastladım)

Hatta, akşam saatlerinde, "I had a huge breakfast today," tümcesini kurmanız da çok daha doğaldır:
Çünkü kahvaltı saati, aynı gün içinde olsa bile, artık bariz şekilde gerilerde kalmıştır.

05 Sözü edilen olay, durum yada eylem, present perfect tense ile başlayan bir soru-cevap sonrası zaman
belirginliği kazanmış olabilir. Konuşma o noktadan başlayarak past tense boyutunda sürdürülür.
(Sınavlarda sık rastlanan bir soru türüdür):

"Where have you been?" "I've been to the pictures." "Well, did you enjoy the film?" "Yes, I enjoyed it
very much."

06 Geçmiş bir dönemde sürekli veya aralıklarla yinelenmiş durum, eylem, alışkanlıklar (= used to +
mastar)

Whenever it snowed, he wore a hat. (= used to wear -- Hernezaman kar yağsa, hep şapka giyerdi.)

Wherever he went abroad, he took his son with him. (Yurtdışına hernereye gitse, oğlunu da hep yanında
götürürdü / götürüyordu.)

They never drank wine. (= içmezlerdi)

When we were in Bodrum, we always went for a walk in the evening. (= giderdik, gidiyorduk)

In Heybeli, every night we went on the sea in the moonlight... Biz Heybeli'de her gece mehtaba
çıkardık...

Bu tür tümcelerde çoğu zaman ever/never/always gibi geniş zaman belirteçleri kullanılır. Çevirilerde ise,
"giyer/içmeyiz/gideriz" sözcüklerinin past tense dönüşümü olan "giyerdi/içmezdik/giderdik" kullanımları
uygun olur.

Bu tür tümcelerde, "used to" ve daha seyrek olmak üzere "would" kalıplarının kullanılabileceğine dikkat
ediniz. (Özellikle bu ikincisine DİKKAT: Çoğu zaman yanlış değerlendiriliyor; değerlendirmekte güçlük
çekiliyor.)

We met almost every other day. = We used to meet every other day. = We would meet every other day.
(= Hemen her iki günde bir buluşurduk)

She would stand at the door and wave me goodbye... (= Kapıda durur bana el sallardı.)

He went to mosque for prayers every Friday of his life... He would go to mosque for prayers every
Friday... (Tabii, bu tümcelerden ayrıca, Muhteremin artık dünyasını değiştirmiş olduğunu da anlıyoruz.)
44
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

THE PAST CONTINUOUS TENSE

01 Geçmişte belli bir noktada yada dönemde süreklilik taşımış durum ve eylemler. Olayın başlangıç
yada bitim noktaları ilgi odağı değildir ve belirtilme zorunluğu taşımaz. Doğal olarak, sözü edilen zaman
dilimine sığmayacak, daha önce başlamış ve o dönemde devam etmiş durumlar için de bu tense
kullanılacaktır.

When I saw him, he was standing outside the building.

I was watching TV when you called me last night. What were you doing at the time? (Sen o sırada ne
yapıyordun?)

It was raining when we came out of the building.

At the time the economic slump became quite apparent, we were running a souvenir shop in Bodrum. (=a
gift shop... Ekonomik çöküntü belirgin hale geldiğinde, Bodrum'da bir hediyelik eşya dükkanı
işletmekteydik...)

02 Geçmişte iki zaman noktası arasında veya belli bir süre / dönem boyunca süregitmiş durum ve
eylemler:

All through his last years, he was collecting specimens for his projected book.

I was working all day yesterday. (Simple past tense de olanaklı, ama burada "süreklilik" kavramını
özellikle vurguluyoruz -- Aşağıdaki örneği de irdeleyiniz:)

What were you doing yesterday? = Dün bütün gün boyunca nerelerdeydin, neler yapıyordun? (Oysa,
What did you do yesterday? tümcesi bununla eşdeğer olabileceği gibi, konuya göre örneğin, "Üzerinde
çalıştığımız projede dün neler yaptın / yaptınız, nasıl bir ilerleme kaydettin / kaydettiniz?" gibi nüanslar
da verecektir.)

Between 1993 and 1998, we were living in Antalya. (Simple past tense de olanaklı, çünkü "to live"
durumunun gerçekleşebileceği uzunlukta bir dönemden söz ediyoruz.)

03 Geniş zaman belirteçleriyle birlikte, geçmişte sık yinelenen ve özellikle de konuşmacının


onaylamadığı anlaşılan durum ve davranışlar:

He was always criticising whatever I did! = Ne yapsam hep eleştiriyordu...

She was constantly making mistakes. = Durmadan hatalar yapıyordu...

04 Ancak, böyle bir vurgulama olmaksızın da aynı işlevle kullanılabilir, ki bu işlevi The Simple Past
Tense için Madde 6'da verdiğimiz açıklama ile eşdeğerdir:

45
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Whenever I called on him, he was working. (= would be working) (Her nezaman uğrasam, hep çalışıyor
bulurdum / buluyordum)

From 8 to 11 o'clock, I was studying in the library. (Bu tümce, "O gün saat 8-11 arası kütüphanede
çalışıyordum" veya "O dönemde her gün 8-11 arası kütüphanede çalışırdım / çalışıyordum" anlamlarında
kullanılabilir."would be studying" ise kesinlikle ikinci anlamı verecektir.

05 Aslında geleceğe dönük olup, çoğu zaman gerçekleşmemiş, vazgeçilmiş yada artık gerçekleşmeyecek
niyet ve planlar. Burada, "future in the past" kavramı önplana çıkıyor:

He was preparing his suitcases, for he was leaving that night. (= çünkü o akşam gidiyordu/gidecekti)

I was going to play football tomorrow, but I won't be able to do that now; because I've injured my leg.
(Yarın top oynayacaktım; ama bu artık gerçekleşmeyecek; çünkü bacağımı incitmiş bulunuyorum)

I was going to buy myself a new umbrella, but I have now given up the idea. (Kendime yeni bir şemsiye
alacaktım, ama vazgeçmiş bulunuyorum)

06 Aynı "future in the past" kavramı "dolaylı anlatım" (= reported speech, indirect speech) kuralları ile
de desteklenir:

He said (that) he was preparing his suitcases, adding (that) he was leaving that night. (Burada, o gün
işitmiş olduğumuz gerçek sözleri -- yani, "I am preparing my suitcases, for I am leaving tonight" --
şeklindeki sözleri, sonradan başka bir kimseye "reported speech" şeklinde aktarıyoruz)

THE SIMPLE FUTURE TENSE

İngilizce dil-kültür dizgesi genelinde, "Simple Future" kavram ve öğeleri ile ilgili bazı ayrıntıları burada
gözden geçirmek zorundayız:

"SHALL" ÖLDÜ MÜ ?!

Bu sorunun yanıtı, tıpkı "Erkeklik öldü mü?" sorusuna verilecek yanıt gibi, kocaman bir HAYIR... Ama,
kimi özel kullanımları dışında (özellikle de Amerikan İngilizcesinde) "can çekişiyor" diyebilirsiniz...

Yani tıpkı, "erkeklik" gibi !!

01 Amerikan İngilizcesi için "shall" bütünüyle ölü bir sözcüktür savını savunanlar çıkacaktır. Bunların
daha insaflı bir bölümü, "bazı idiomatik kullanımlar dışında" diye ekleyeceklerdir. Örnekse: Amerikan
kiliselerinde de Tevrat (the Old Testament) 'taki on emirin her birisi "Thou shalt not..." =Yapmayacaksın
(you shall not) diye başlıyor...

02 Klasik gramere göre, birinci tekil ve çoğul kişiler için "shall", diğer kişiler için "will" kullanılması
doğru ve yerindedir. Oysa günümüzde bunun geçerliğini büyük ölçüde yitirmiş olduğu kolaylıkla

46
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
gözlemleniyor. Daha geçerli istatistiksel bir saptama, bütün kişiler için "will" yardımcı fiilinin tercih
ediliyor olmasıdır.

03 Yabancı dil öğrenirken ne hayal kırıklıkları yaşarız! Başlangıç düzeyinde "kural" olarak
öğretilenlerin, daha ileri düzeylerde ise nasıl tepe tepe çiğneneceğini öğreniriz!... "Beklenmedik"
kullanımlar, genelde vurgulu anlatımlar iletirler.

Eskilerde, "shall/will" ikilisinin egemen olduğu dönem boyunca, "shall" yerine "will" kullanımı, yada
bunun tam tersi, birer "beklenmedik" vurgulu anlatım örneği sayılmıştır.

Ama zaman boyutunda masalar tersine döndü...

04 Günümüzde, "will" bütün kişiler için standart kullanım sayıldığına göre, "shall" kullanımının
vurgulu anlatım tarzı olduğunu görüyoruz. Yani, "I shall go" bir zamanlar olağan, "I will go" ise vurgulu
iken, şimdi masalar tersine dönmüş, "I shall go" vurgulu anlatım niteliği kazanmıştır. Ne dersiniz, çok
karışık bir durum, öyle değil mi?...

Benim de aralarında bulunduğum, bastıra bastıra vurgulu konuşmayı seven bir grup insan, genel
ortalamanın üstünde "shall" kullanmağa devam edeceğiz -- öyle anlaşılıyor...

Kesenkes WILL'cilerin bile itiraf etmek zorunda kalacağı gibi, "shall" ile kurulan kalıplar birçok önemli
idiomatik işlevi de karşılıyor. Örnekse: Teklif ve önerilerin aktarılmasındaki standart kullanımlardır:

Shall we go home now? (= Let's go home now) (Yanıtlar: "Yes, let's" veya "No, let's not")

The telephone is ringing. Will you answer it, or shall I answer it?

Yukardaki örneklerde "shall" yerine "will" kullanırsanız, soruyu sanki önünde kristal küresi olan bir
falcıya soruyorsunuz anlamına gelecektir: "Bil bakalım, eve gidecek miyiz? Bil bakalım, telefona cevap
verecek miyim !!!..."

05 Be going to + yalın mastar

Bu yapının İngilizce'deki en yaygın simple future anlatımı olduğu kolaylıkla savunulabilir. Yakın gelecek
için kararlaştırılmış, planlanmış eylemler için olağandır. Çoğu zaman, hazırlıkların şimdiden başlatılmış
olduğunu dile getirecektir. Ayrıca, tahmin ve kehanet bildirimleri için de kullanılabilir:

I'm going to meet him at six.

I'm now going to read you some of my own poems.

I'm going to be a doctor when I grow up. (Temel-tümcelik herhangi bir future tense olduğunda, zaman
bildiren bağıl tümcelik bir present tense olur kuralını umarım unutmadınız)

Look at those clouds. I think it's going to rain soon.

ÖNEMLİ NOT: Gramercilerin büyük bölümü olmadık kurallar icat etmekte çok hünerlidir. "Be going to"
yapısına ilişkin olarak çoğu kitapta şu notu düştüklerini görürsünüz: "Bu yapı, go fiili ile ender kullanılır.
Come fiili ile hiç işitilmez..." Merak edip, Google'dan baktım: "going to come" tam 447 000 kez

47
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
kullanılmış (27.9.2003)!!... ("Where are the funds going to come from?... When is Harry Potter going to
come out of that closet?...)

Yine de, işi basitleştirmek için, aşağıdaki tercihleri yapmakta yarar var:

I'm going to go to İstanbul tonight. --------› I'm going to İstanbul tonight.

I'm going to come home tonight. --------› I'm coming home tonight.

06 Gerek "simple" gerekse "continuous" present tense -- uygun zaman belirteçleri alarak -- future tense
anlamı iletebilir:

I'm leaving tonight... The ship leaves tonight... What are you doing tomorrow night?...

07 To be + mastar

Bu yapının sanıldığından çok daha işlek ve yaygın bir kullanım alanı olduğunu görürüz. Basit gelecek
zaman anlamında kullanılabildiği gibi, ayrıca zorunluluk nüansı da aktarabilir. Özellikle de, üçüncü
kişilerin emir ve direktiflerinin aktarılmasında görev yapar:

The ship is to arrive tomorrow night. Gemi yarın akşam geliyor (=gelecek, gelmiş olacak...)

She is to start school soon. Yakında okula başlayacak.

Get out of here! You are never to come back to this house again! Defol buradan ve bir daha da bu eve
sakın dönme! (Birinci elden emir, direktif)

You are to go and see the boss this afternoon. Bugün öğleden sonra gidip patronu göreceksin. (Büyük
olasılıkla, patron bana "Git o adama söyle, öğleden sonra gelip beni görsün" demiş...)

08 To be about + mastar

To be on the point of + gerund

You can't see him now. He's about to leave. (Çıkmak üzere...)

I couldn't talk to him; he was on the point of leaving. (=future in the past: çıkmak üzereydi...)

09 Kavramsal olarak gelecek zamana işaret eden pekçok kalıp vardır. Örnekler:

It's a very good film. It's (very) likely to win the first prize.. (To be + likely + mastar = çok muhtemel)

It isn't likely to rain. = It's unlikely to rain. (To be + unlikely + mastar)

If you put in just a little bit more effort, You are sure (certain) to finish it on time. (To be + sure / certain
+ mastar)

48
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

THE FUTURE CONTINUOUS TENSE

01 Gelecekteki belli bir noktada yada dönemde sürmekte olacak durum ve eylemler... Bu anlatımda,
eylemin başlangıç ve bitim noktaları bilinmemekte yada önemsenmemektedir (ama, bknz. Madde 02):

I will be sitting an exam at this time tomorrow... At that hour, Ali will still be sleeping... I'll be waiting for
you at the bus-stop at nine o'clock sharp... ("to sit an exam" doğru bir kalıptır. Dilerseniz, "to take an
exam" kalıbını da kullanabilirsiniz. Her ikisi de "bir sınava girmek"...)

02 Gelecekteki belli iki zaman noktası arasında, yada belli bir süre dahilinde süregidecek, süreklilik
taşıyacak durum ve eylemler:

Between 3 and 4 o'clock tomorrow afternoon, I'll be studying in the library.

I will / shall be cramming for the finals all day through tomorrow. (cramming =studying, working; ancak
burada "normal" bir çalışmanın ötesinde biraz da "ineklemek" kavramı vardır)

ÖNEMLİ NOT: Yukarda, The Past Continuous Tense için Madde 2'de yaptığımız kavramsal açıklama
burada da geçerlidir. Şöyle ki:

What will you be doing all day tomorrow? tümcesi "bütün gün boyunca" şeklindeki süreklilik kavramını
önplana çıkarır ve hatta "Bütün gün boş mu oturacaksın?" gibi bir nüans ekleyebilirken, What will you do
tomorrow? tümcesi ise "Yarın neler yapacaksın? Planlarında neler var?"... sorusunu iletecektir.

03 Tahminler, yordamalar, tasarılar:

It'll be getting dark soon. (Bu tümcenin "It will get dark soon" tümcesinden ne farkı var diye soracak
olursanız, Türkçedeki "Çok geçmeden hava kararmakta olacak" ve "Çok geçmeden hava kararacak"
arasındaki farkı irdeleyiniz. Unutmayınız, havanın kararması dereceli bir durumdur)

She'll be coming back soon... ("She will come back soon" daha bir kesinlik taşıyacaktır)

After the meal, we'll be having some coffee. ("We'll have some coffee" tümcesinde dikkat odağı "başka
birşey değil -- kahve içeceğiz" üzerine yoğunlaşırken, burada ise daha "leisurely" bir "oturup konuşma,
sohbet" iması var)

04 Nazik bir soru ifadesi olarak:

Where will you be staying?

Will you be visiting us again?

GENEL NOT: Gördüğünüz gibi, İngilizce'nin "perfect olmayan continuous" tense'leri ile Türkçe'deki
karşılıkları arasında yüksek bir benzerlik, beş aşağı beş yukarı bir eşdeğerlik var. Ama, öteki tense'lerde
(hele, Türkçe'de karşılığı olmayıp da, genellikle zaman belirteçleri kullanarak karşılayabildiğimiz "perfect
tense"lerde) bu uyumu aramak boşuna olur...

49
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

GELELİM "PERFECT" TENSE'LERE !!!

THE PRESENT PERFECT SIMPLE TENSE

01 Geçmiş zaman boyutunda, konumu belli olmayan, hatırlamadığımız, önemsemediğimiz yada


herhangi bir nedenle belirtmek istemediğimiz bir noktada yada dönemde gerçekleşmiş ve tamamlanmış,
ancak sonuçları ve etkisi bakımından şimdiki zamanı ilgilendiren olay, durum ve eylemler:

Hey! We've seen this film before. Was it last year? Do you remember? (Örnek durum: TV'de bir filim
başladı; filmi daha önce de göstermiş olduklarını ve seyretmiş olduğunuzu farkettiniz. Kullanacağınız
tümce budur. Önemli olan nokta, filmi görmüş olmanızdır. Arkasından doğal olarak, "It was a very good
film; definitely worth watching... Let's watch it again," veya "Oh, I remember it was awful; I can't really
put up with it for a second time" şeklinde bir ifade gelecektir.)

She has cleaned the house from top to bottom; it's very clean and tidy now. (= "Dolayısıyla, ev şimdi
tertemiz," demektir)

I have read the instructions on the packet, but I still haven't a clue about what it is supposed to do.
(Tabiatıyla, burada "kullanma talimatını üç dakika önce, beş dakika önce okudum" şeklinde bir zaman
belirtmesine gerek duymuyoruz. Sadece, "Okudum, ama anlamadım / anlamıyorum" deniliyor... "Have't a
clue about" = en küçük bir fikrim yok, demektir.)

I have lost my keys. How am I going to get into the office now? (Anahtarlarımı nezaman, saat kaçta
kaybettiğimi bilseydim, kaybettiğim yeri de bilirdim. Kısacası, kaybetmemiş olurdum!)

Have you ever seen a true Angora cat? (= bugüne değin; hayatınızda hiç...)

Where have you been since Monday? (Pazartesiden bugüne nerelerdeydin?)

02 Türkçe gramerde yer almayan bu farklı bakış açısının çevirisi güçlükler gösterir. Anlamı "nasıl denk
getirirsek" öyle aktarmamız önerilebilir:

I have seen that film = gördüm / görmüş bulunuyorum / görmüş durumdayım. (=Ben, şu anda, o filmi
görmüş birisi olarak karşınızdayım)

I have already met him. = Kendisiyle tanıştım / tanışmış bulunuyorum / zaten tanıştım / daha şimdiden
tanışmış bulunuyorum / durumdayım...

03 Halen sürmekte olan, yaşamakta olduğumuz dönem yada zaman dilimi içinde gerçekleşmiş
olaylardan söz ederken:

Have you seen her today?

Öğleye kadar: Have you seen her this morning?

Öğleden sonra: Did you see her this morning?


50
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Have you seen her this week? (Hala bu haftanın içindeyiz).

Automotive industries have undergone a great deal of change this year. (Bu yıl daha bitmedi, sürüyor)

There have been no major wars so far in this century... (= içinde bulunduğumuz yüzyılda bugüne değin)

Ama, yılın ilerleyen aylarında: "Automotive industries underwent a great deal of change in the beginning
of this year." demek zorundayız -- Çünkü, "bu yıl" hala içinde yaşadığımız "present" bir zamandır; ama
"yılın başlangıcı" artık gerilerde bıraktığımız bir dönemdir.

04 Bu Bölümün başında The Simple Present Tense ile ilgili olarak önemle üzerinde durduğumuz,
continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller... Burada da, (anlamın süreklilik taşımasına karşın) görevi
"continuous" kardeş yerine "simple" kardeş üstlenecektir:

I have been here all the time.

This house has been empty for ages.

I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve hala da seviyorum: Normalde Present Perfect
Continuous ile anlatılması gereken bu ve yukardaki kavramlar, ilgili fiillerin özelliğinden dolayı Simple
kardeş tense ile ifade ediliyor)

05 Aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle de continuous
anlam verir:

I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, hala da yürüyerek geliyorum/gidiyorum...
Oysa, "I have walked to work today" = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim)

06 "Az önce" tamamlanmış, bitmiş eylemler için de kullanıldığını görürüz: (Bunun en tipik örnekleri
"just" ile birlikte kurulan tümcelerdir ve aşağıda ayrıca ele alınmaktadır)

Look what you've done! = Gördün mü ne yaptığını! Şu yaptığın şeye bak!

Ama bir dakika bile önce olsa, eğer bir zaman belirtiyorsanız, tümcenizi "simple past" olarak düzenlemek
zorundasınız: She completed it a minute ago...

07 "Have to" yerine daha kuvvetli, pekiştirilmiş biçimi olan "have got to" eşitliğinin ise burada değil,
"Yardımcı filler" başlığı altında ele alınması gerekir. "I've got to go now..." tümcesi, "perfect" değil,
doğrudan "simple present" bir tümcedir.

08 "Geçmişten ...bugüne" kavramını içeren "zamana present perfect bakış açısı" için tipik olan ve sık
kullanılan zaman belirteçlerinden bazıları şunlardır:

up to now, up till now, till now, up to the present, so far, as yet (buraya kadar olan kalıplar = şimdiye
değin, şu ana değin, demektir); finally, recently, lately, during the past few years, for the last two years,
often, many times, already, yet, just, ever, never, for, since, ever since...

Aşağıdaki örneklerde göreceğiniz gibi, bunların büyük bölümü öteki bütün perfect tense'ler ile de aynı
sıklıkta kullanılabilir. (ÖNEMLİ NOT: past ve future perfect için: now -----› then, ve past/last -----›
previous dönüşümleri gerekli olacaktır.)

51
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
since -- for :

"since" = geçmişteki belli bir nokta yada dönemden bu yana... "ever since" ise, süreklilik kavramını
pekiştirir. Yani, sevgilinize "I have loved you ever since the moment I first saw you" demeniz,
yanaklarını daha pembeleştirecektir... (Aşağıdaki örneklerde, gerektiği yerlerde "continuous" kardeşe
yada öteki perfect tense'lere de görev verilmiştir.)

We have been living in İzmir since 1982.

They have been playing cards since 2 o'clock.

I have been frightened of the dark ever since I was a child.

"for" = (anılan) süredir... (anılan) süre boyunca: "üç gündür... bir aydır... bir yılı aşkın zamandır"... gibi

I haven't seen you for more than a month.

I haven't seen her for ages. (=çok uzun bir süredir)

We haven't been living in that house for the last two years.

just : = az önce, demin, çok kısa bir süre önce:

I've just finished the housework; I'll be there in a minute.

When we got there, he had just finished talking about the subject in general and was proceeding to show
some special slides. (= bazı özel diyalar göstermeğe geçiyordu... Past perfect ile örnekledim.)

I have just now finished uploading my new website and I have started preparing the promotional material.
(= Yeni sitemi yüklemeyi az önce bitirdim ve...)

Ne var ki, bu işlev konuşma dili ve özellikle de Amerikan İngilizce'sinde giderek daha büyük ölçüde The
Simple Past Tense'e ile yükleniyor görünüyor: "I just now finished..." Başka bir örnek: "I just told you..."
Herhalde en az "I've just told you" kadar yaygın...Yine de sınavlarda "eski usûl" den şaşmayın, derim.
Sınavlar klasik grameri sever...

already -- yet :

Türkçe'ye birincisini "zaten... daha şimdiden...mış bulunuyor", ikincisini ise "henüz...daha..." şeklinde
farklı sözcüklerle aktarıyorsak da, aslında bunlar aynı kavramın iki değişik yüzü olup: Birincisi olumlu
tümcelerde; İkincisi de olumsuzlarda ve sorularda kullanılır (some/any ikilisini çağrıştırınız).

Ne var ki, already sözcüğünün de sorularda kullanılabileceği durumlarla karşılaşabiliriz. ("Would you like
some more tea?" sorusunu çağrıştırınız. Orada da, "cevabınız olumlu olsun" dileğimizi yansıtmış
oluyoruz. "Do you want any tea?" aile içinde geçerli olursa da, misafire "istiyor musun, istemiyor
musun?" nüansı ile çok ayıp olur):

a. Yanıtın "evet" olacağını tahmin ettiğimiz durumlar:

Has he already left? Has he gone already?... gibi sorular, bilgi almak için düz bir soru olmaktan çok,
"Çıkmış (gitmiş) galiba, öyle değil mi?" türünden bir yorum ve beklenti taşırlar.

52
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
b. Şaşkınlık, yada benzeri bir duygu yoğunluğu ifade edebilir, ki yine bir sorudan çok, yorum içermekte
olacaktır:

What! Has he already left? (Aynı tümce, konuşma dilinde düz tümce olarak, fakat soru tonlaması ile de
kurulabilir: "What! He has already left?")

ever -- never :

Türkçe'deki "Siz hiç hayatınızda ...?" sorusu, İngilizce'de "Have you ever ...?" ile sorulur. Yanıt "Hayır"
ise, çoğu kez, "No, I have never ..." ile karşılanacaktır:

-- Have you ever had a car accident?

-- Have you ever been to Kars?

-- No, I have never been to Kars... No, I have never been there in my life... No, I haven't... No, I never
have...

NOT: Hatırlarsanız, bir önceki Bölümde, "the Simple Present" ve "The Present Perfect" karşılaştırması
yaparken, "gone to" / "been to" farklılığı üzerinde önemle durmuştuk. Şimdi konuyu bölüp sizi oraya
refere etmektense, burada tekrarlıyorum:

# Siz hiç Kars'ta bulundunuz mu?

Bu soruyu Türkçe'de, "Siz hiç Kars'a gittiniz mi?" şeklinde ifade etmek de olanaklıdır. Yani, "gitmek"
fiili ile... Oysa ingilizcede "been to" kalıbını kullanmak zorundayız. Yani, "bulunmuş olmak"... Neden?

Çünkü, present perfect tense "geçmişten bugüne ve halâ" kavramını içeriyor ve o bağlamda "gitmiş
olmak" kavramını kullanamayız. Konuştuğumuz kişi Kars'a gitmiş (=gone to) ve hala orada değildir.
Kars'ta "bulunmuş" (=been to) şimdi dönmüş karşımızdadır. Dolayısıyla:

Q. Have you ever been to Kars?

A. Yes, I have (been to Kars)...

veya, No, I have never been to Kars.

Peki, ya arkadaşınız size Kars'tan telefon etse ne diyecekti? "I have come to Kars" diyecekti. Yani, gelmiş
bulunuyorum, halen buradayım.

Ama, üçüncü bir kişi Kars'a gitmiş, halen oradaysa, o zaman şu tümceyi kuracaksınız: "He has gone to
Kars." (= Gitti, halen orada)

THE PRESENT PERFECT CONTINUOUS TENSE

53
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
01 Bu tense için anahtar kullanım parametresi, "geçmişten ...bugüne süregeldi ve de halâ da sürüyor"
kavramıdır. Belli yada belirsiz bir noktadan veya dönemden başlayarak süregelmiş ve halen de sürmekte
olan eylem ve durumlar için kullanılır. Zaman belirteci kullanılması zorunlu değildir:

We have been living in İzmir for twenty years (=since 1983).

He has been working for two hours now.

We've been doing it for years / for ages. (= yıllardık yapageldik; halâ da yapıyoruz, yapmaya devam
ediyoruz)

I have been thinking it over. I'll let you know when I have come to a firm decision. (Bir süredir kafamda
evirip çeviriyorum...)

02 Sözkonusu durum yada eylem aslında az önce bitmiş/tamamlanmış olabilir; ama daha önceki
sürekliliği vurgulamak için:

I'm sorry I'm late. Have you been waiting long for me?

Oh, I'm exhausted. I've been walking about the town all day. (Oysa şu anda evde ayaklarımızı uzatmış
oturuyoruz)

Hey! Have you been asleep all the morning? I've been ringing the bell for the last twenty minutes. (Oysa
kapı açılmış, konuşuyor olduğumuza göre, artık zili çalmıyoruz)

03 Öfke ve onaylamama, ilginç bulma, şaşırma... gibi vurguların dile getirildiği örnekler de vardır:

Somebody has been using my comb! Somebody has been using my towel. (Aynı zamanda, bu eylemin
sürekli yapılageldiği olasılığını da dile getirmiş oluyoruz. Oysa, "Somebody has used my comb."
şeklindeki tümce bunun belki de tek kez yapılmış olduğunu ifade edecekti.)

I hear you have been visiting Greece lately. What was the weather like over there? (Oysa, Yunanistan
ziyareti tamamlanmış durumda. Ama, konuya duyduğumuz ilgiyi dile getiriyoruz.)

03 Ne var ki, aşağıdakine benzer "sayı" belirtilen durumlarda "continuous tense" kullanımının
olanaksızlığına dikkat ediniz:

I have written ten letters today. ("I have been writing ten letters..." geçersiz olur, çünkü on ayrı mektubu
birlikte yazagelmiş olamam... Ama, "I have been writing letters all day long" geçerli bir seçenektir: Bütün
gün mektuplar -- bir sürü mektup -- yazageldim...)

Aynı şekilde,

He has done it many times in the past. veya, He has been doing it repeatedly all this time. (Pekçok kereler
yaptı / yapmış bulunuyor... Bunca zamandır tekrar ve tekrar yapıyor / yapageldi...)

He has had five cups of tea since six o'clock. veya, He has been having cups and cups of tea since six
o'clock. = Saat altıdan bu yana beş bardak çay içti... Saat altıdan bu yana bardak bardak çay içegeldi...
Benzer bir örnek için, ilerdeki "The Future Perfect Continuous Tense" konusu Madde 2'ye bknz.

Hatırlarsanız, Present Perfect "Simple" ve "Continuous" arasında karşılaştırma içeren ayrıntılı bir
egzersize, bir önceki Bölümde (Chapter 2) yer vermiştik.
54
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

THE PAST PERFECT SIMPLE TENSE

Bu tense için anahtar kullanım parametresi: Geçmişteki bir noktadan yada dönemden daha öncesi... Nasıl
ki, günümüz açısından maziyi simple past ile değerlendiriyorsak, bu da "geçmişin mazisi... geçmişin
geçmişi"...

Unutmayınız: Her ikisi de geçmişte kalmış iki eylemden önceki için past perfect, sonraki için simple
past...

01 Geçmişteki belli bir nokta yada dönemden daha önce olmuş bitmiş (ama, anlamca sözkonusu nokta
veya dönemle ilişkili) durum ve eylemler. Her tümcede illa ki zaman belirtmek zorunda değiliz:

I sat down and rested awhile after I had finished cleaning the house. (=çünkü yorulmuştum)

I had finished my breakfast before he came. (=örneğin, "karnımı doyurmuştum, bir daha da yiyecek halim
yoktu," şeklinde yorumlanabilir)

I had finished all the preparations by the time he arrived. (=örneğin, "bütün işleri bitirmiştim, yapılması
gereken başka birşey kalmamıştı..." veya, "artık hemen çıkabilirdik," şeklinde yorumlanabilir)

And when I came back, I found the glass empty. Somebody had either drunk my beer, or thrown it away.
(Döndüğümde bardağımı boş buldum. Birisi biramı ya içmiş yada dökmüştü.)

She suddenly realized that she had made a terrible mistake. (Ansızın, çok kötü bir hata yapmış olduğunu
farketti)

When we got there, he had just finished talking about the subject in general and was proceeding to show
some special slides. (= bazı özel diyalar göstermeğe geçiyordu...)

His life flashed before his eyes like a film strip: He had always been the easy-going type. He had had
numerous love affairs, and had managed to remain single and protect his precious freedom. But now he
was ready to ...etc. (Çoğu öykü, bu tarzda, yani anlatacağımız olayların öncesine ilişkin bir özetleme ile
açılacaktır)

02 Dolayısıyla, yukarda da değindiğim gibi, her ikisi de geçmişte kalmış, ancak aralarında zaman
fasılası bulunan iki durum yada eylemden ilkini ifade etmekte. Yani aralarında bir nedensellik ilişkisi
bulunması da gerekmiyor:

When I arrived, Ali had just left. (=az önce çıkmıştı)

I had poured myself a nice cup of tea when the phone rang.

03 Daha önce listesini incelediğimiz "continuous tense'lerde kullanılmayan" fiillerle The Past Perfect
Continuous yerine:
55
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

He had been in the army for ten years when I met him, and then he stayed on in the service for another ten
years.

I asked her how long the man had been unconscious. (= adamın nekadar zamandır baygın olduğunu
sordum)

He had loved her with all his heart all through their university years.

04 Yine, süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle birlikte The Past Perfect Continuous kardeşinin yerine:

She had lived in this small village ever since she was born. She had always milked the cows, fed the
sheep and attended the chickens for as long as she could remember. (Doğduğu günden beri hep bu küçük
köyde yaşamış, yaşayagelmişti... Hatırlayabildiği kadar uzun zamandır hep inekleri sağmış, sağagelmiş;
koyunları beslemiş, besleyegelmiş; tavuklara bakmış, bakagelmişti...)

THE PAST PERFECT CONTINUOUS TENSE

Geçmişteki belli bir nokta yada dönem öncesinde, belli yada belirsiz bir zamanda başlamış, süreklilik
taşımış, sözkonusu geçmişteki belli noktaya değin sürmüş yada ondan kısa bir süre önce sona ermiş
durum ve eylemler:

When I saw him, he had been waiting for his friend for over an hour.

It was now six in the evening and he was tired. He had been working since the dawn of the day.

It was six in the evening. He was home now and tired. He had been working outside all day long.

Ali said that he had been studying English for two years.

THE FUTURE PERFECT SIMPLE TENSE

01 Gelecekte belirsiz bir zamanda, ama belirttiğimiz (yada ima ettiğimiz) belli bir nokta yada dönemin
öncesinde... gerçekleşmiş, tamamlanmış olacak durum ve eylemler. Türkçe'ye çevirisi: "...mış olacak":

I will have finished the report by tomorrow. (Size tam bir saat veremem, ama yarından önce, yarına kadar
raporu tamamlamış olacağım)

56
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
I will have finished the book by the end of this month. (Size gün veremem, ama ay sonundan önce
bitirmiş olacağım)

We will have saved just over a million by the end of this month. (Türk Lirasından ergeç altı yada dokuz
sıfır atılacağı için, bu tümce gün gelecek anlamlı olacak !!)

02 Sözkonusu durum yada eylem, gelecekteki belli noktadan kısa bir süre önce de gerçekleşecek
olabilir. Önceki/sonraki ayrımını bu şekilde belirlemiş oluruz:

The taxi will have arrived by the time we get downstairs.

The guests will have arrived by the time we finish our preparations.

03 Olasılık yada varsayımlar dile getirilebilir:

It is almost 8 o'clock. She will have arrived there by now. (=Saat neredeysa sekiz: Şimdiye değin oraya
varmış olacaktır, herhalde ulaşmıştır)

[Bildiğiniz gibi, "by" sözcüğü zaman belirtmek amacı ile kullanıldığında "--- den önce" anlamına gelir.
Dolayısıyla, "by now" = şimdiye değin; "by then" = o zamana değin...]

Öte yandan bu tümceyi, koşul kipindeki "It is almost 8 o'clock. She would have arrived there by now"
tümcesi ile karşılaştıralım: Haber kipinin gerçek durumları, koşul kipinin ise varsayımsal durumları dile
getirdiğini nekadar güzel belgeliyor: Koşul kipindeki tümcenin anlamı şöyle: Saat neredeyse sekiz: Eğer
yola çıkmış olsaydı (ki çıkmadı) şimdiye değin oraya ulaşmış olacaktı (farazi durum) ...

THE FUTURE PERFECT CONTINUOUS TENSE

01 Gelecekteki belli bir nokta yada dönem itibariyle, daha önceden başlamış ve süregelmiş (ki, içinde
yaşadığımız dönem itibariyle de daha şimdiden başlamış ve halen sürüyor olabilir) ... ve büyük bir
olasılıkla gelecekteki o tarihte de sürmekte olacak durum ve eylemler. Biraz çapraşık mı göründü?
Örneklere bakalım:

By the end of this month, I will have been working here for ten years. (=Bu ayın sonuna varmadan tam on
yıldır burada çalışıyor olmuş olacağım -- "ay sonuna kadar", "ay sonundan önce" veya "ay sonuna
vardığımızda" diye de çevirebilirsiniz)

In 2008, we will have been living in İzmir for twenty-five years. (2008'de tam yirmibeş yıldır İzmir'de
oturuyor olmuş olacağız.)

02 Yine aynı bakış açısı içinde, sözü edilen durum yada eylemin geneldeki sürekliliğini anlatmak için:

By the end of this year, we will have been climbing mountains for twenty years. (Bu yılın sonuna
varmadan, tam yirmi yıldır dağcılık yapıyor olmuş olacağız.)
57
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ÖNEMLİ NOT: Doğallıkla, bu tümcede sayı belirtecek olursak, continuous değil, simple tense kullanımı
zorunlu olacaktır: Neden? Hiçbir babayiğit dağcı aynı anda birden fazla zirveye tırmanıyor olmuş olamaz
da ondan...

By the end of this year, we will have climbed four peaks in this region. (Bu yılın sonuna varmadan,
bölgede tam sekiz zirveye tırmanmış olacağız.)

SON KILÇIK !! -- Neden herşey daha kolay ve basit değil?... Neden Future Perfect Continuous benzeri
tense'ler yaratmışlar? Neye yararlar ki?... İşte, zengin anlatım ortamlarında kaçak güreşmek eğiliminde
olanlar için, birkaç dakika içinde İnternet'ten birkaç sevimli örnek kaydediverdim. Fazla aramak zorunda
da kalmadım. Heryerdeler... Buraya aldıklarım, "have to" (zorunluluk) yardımcı fiilinin past perfect ve
future perfect kullanımlarını ilgilendiriyor:

Needless to say my husband and I were terrified. I had had to have steroids to help the baby's lungs and I
was petrified that the baby wouldn't be all right. = kullanmak zorunda kalmıştım.

He was telling Paul how he had had to have the remains transported out of town for cremation because
this service was not locally available. [ "have something done" ettirgen kalıbı ile]

Jackie had had to have separate housing because the hotel the rest of the team was staying at would not
allow blacks to enter and room. = "sahip olmak zorunda olmak" kavramından...

In order to successfully complete this assignment students will have had to have read, analyzed, and
synthesized information. = Öğrenciler, bilgileri okumuş, çözümlemiş ve sentezlemiş olmuş olmak
zorunda kalmış olacaklardır !!

To actually be listed on the left hand menu under hosted sites, your site will have had to have been around
long enough that it established a continual and substantial fan base. = uzun süredir devam edegelmiş
konumunda olmuş olmak zorunda olacaktır !!

Before any patients are approached to take part in a research study at Liverpool Women’s Hospital, the
study will have had to have been approved by the Hospital’s Research & Development Committee. =
onaylanmış olmuş olmak zorunda olmuş olacaktır !! Korku filmi gibi tümceler... Ama, yine de, "Türkçe
öğrenmeğe çalışan İngilizler" değil, "İngilizce öğrenmeğe çalışan Türkler" olduğumuza şükredin siz...

YABANCI DİL ÖĞRENMENİN, AZ ÇABA - KOLAY İŞ OLDUĞUNU KİM SÖYLEMİŞSE YALAN


SÖYLEMİŞ !!

* * * * *

EXERCISE - 1
58
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Şimdi sizlere her derde deva türden bir egzersiz sunuyorum... Bu karşılaştırmalı çalışma sonunda, artık
zamanlar ile ilgili sıkıntılı bir nokta kalmayacağına inanıyorum.

Verilen ilk tümcede, şıklarda belirttiğim zaman göstergeçlerini kullanarak, gerekli "tense" değişimlerini
uygulayınız.

Fiilin anlam özelliğinden kaynaklanarak, gerek simple gerek continuous seçeneklerin her ikisinin de
geçerlik taşıması durumunda, ortaya çıkan nüansları irdeleyiniz:

(AÇIKLAMALI YANITLAR EGZERSİZİN BİTİMİNDE)

UNUTMAYINIZ: Altı çizilmiş olan zaman belirtecini kaldıracak, yerine şıklarda verilen zaman
belirteçlerini yerleştireceksiniz:

01 He will be earning a lot of money next year. (Bu tümce "yılboyu sürekli olarak", kavramını içeriyor;
"will earn" seçeneği ise, "önümüzdeki yıl bir ara" anlamını verecektir. Bu tür bir irdelemeyi, siz de
aşağıdaki şıklara göre tense değişikliği yaparken uygulayınız)

a. before he retired last year

-- had earned / had been earning

b. in his present job

-- earns / is earning

c. just recently

-- has earned / has been earning

d. last year

-- earned / was earning

e. by the end of this year

-- will have earned / will have been earning

02 They danced all night last night. (yada, They were dancing all night last night)

a. when the fire broke out

-- were dancing

b. as long as the band played

-- danced / were dancing

c. seldom ... nowadays

59
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
-- dance

d. for the last two hours

-- have been dancing

e. at the moment

-- are dancing

03 He has been watching TV for three hours.

a. when we got home

-- was watching / had been watching

b. at 9 o'clock tomorrow evening

-- will be watching

c. at 9 0'clock last night

-- was watching

d. every night so far this month

-- has been watching / has watched

e. before he fell asleep in his chair

-- had been watching / had watched

04 He has been writing a story for at least a month now.

a. when he was only 15

-- wrote

b. next week

-- will be writing / will write

c. last week

-- was writing / wrote

d. before he left the town

-- had been writing / had written

e. when the guests arrived last week

60
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
-- was writing

05 They play cards only on Sundays.

a. when the police raided the place

-- were playing

b. since noon

-- have been playing

c. at this time tomorrow

-- will be playing

d. for three hours

-- have been playing / have played

e. while we were watching TV

-- were playing

06 They never visit us.

a. next week

-- will visit / will be visiting

b. yesterday

-- visited / were visiting

c. only twice before the last time they did

-- had visited

d. only twice after they moved to Bursa

-- visited / have visited

e. regularly for the last two years

-- have been visiting / have visited

07 He has at least two bottles of wine every night.

a. already

-- has already had / had already had / will have already had

61
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
b. before he went out

-- had had

c. before he goes out

-- has / will have / will have had

d. every night so far this month

-- has been having / has had

e. every night up until this month

-- had been having / had had

08 She is busy at the moment; she is having a bath.

a. after she gets home

-- is busy / has

b. when I went to see her last week

-- was busy / was having

c. for the last half an hour

-- has been busy / has been having

d. after she came home (üç gün önce)

-- was busy / was having (had)

e. after she came home (10 dak. önce)

-- has been busy / has been having

YANITLAR

01 a. had earned... veya... had been earning = sürekli kazanagelmişti ve hala kazanmaktaydı... b. is
earning... (earns, yaklaşık olarak eşdeğer)... c. has earned = şu yakınlarda kazandı... has been earning =
bir süredir ve hala kazanıyor (ki, bu tümceler hikayenin gelişine göre past perfect veya future perfect'e de
taşınabilir)... d. earned = kazandı... was earning = geçen sene kazanıyordu ama bu yıl kazanamıyor, veya
tanık olduğum sıralarda kazanıyordu ama sonra ne oldu bilmem nüanslarını verecektir)... e. will have
earned = kazanmış olacaktır... will have been earning = bir süredir ve hala kazanıyor olmuş olacaktır...

02 a. were dancing... b. danced ("as long as the band played" süresi "dance" eyleminin gerçekleşmesi
için yeterli süredir. Simple tense yeterli. Fazladan "were dancing" tercihi "her nezaman orkestra çalsa
onlar hep dansediyorlardı" anlamını verecektir)... c. dance... d. have been dancing... e. are dancing...
62
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

03 a. was watching... Ayrıca, "seyrediyordu" gözlemine ek olarak, "bir süredir seyredegelmişti" bilgisine
de sahipsek = had been watching; "seyretmiş" = "had watched"... b. will be watching... (will have been
watching = "bir süredir" kavramını ekleyecektir)... c. was watching... (had been watching = "bir süredir"
kavramını ekleyecektir)... d. has been watching: sürekliliği vurgulamak için; ama "has watched" da
olanaklı... e. had been watching...

04 a. wrote... = zaman belli (Eğer, türkçede "Daha onbeş yaşındayken yazmıştı, 'mişli geçmiş, o halde
past perfect, diye düşündüyseniz, kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... Tabii, "He had been
writing..." olanaklı: Yalnız o durumda, kitabın sonradan bitirilip bitirilmediğini bilmiyoruz demektir. Past
perfect simple "had written" ise ancak zaman belirteciniz "before he was 15" şeklinde olursa geçerlik
kazanacaktır: Onbeş yaşından önce yazmış bitirmişti... b. will be writing... will write = yazacak,
bitirecek... c. was writing... wrote = yazdı, bitirdi... d. had written = yazmış, bitirmişti... had been writing
= henüz bitirmemişti... e. was writing... (had been writing = O sırada ne yapmakta olduğuna ek olarak "bir
süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız...)

05 a. were playing... (had been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve
hala" kavramını vermek istiyorsanız)... b. have been playing (türkçedeki "oynuyorlar" kavramından yola
çıkarak "are playing" dediyseniz, yol yakınken kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... c. will be
playing... (will have been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve hala"
kavramını vermek istiyorsanız)... d. have been playing... have played = Olanaklı, ancak "süreklilik"
kavramını aynı ölçüde desteklemeyecektir; "ama artık bıraktılar, oynamıyorlar" anlamı önplana
çıkacaktır... e. were playing...

06 a. visit... will be visiting... b. visited... were visiting... (Continuous seçenekler, çoğu zaman, verilen
süre boyunca süreklilik kavramını destekleyecektir)... c. had visited... (sayı belirtildiği için continuous
seçenek olanak dışı)... d. have visited = bugüne kadar iki kez, ama bu ziyaretler devam edebilir... visited
= ziyaretler artık mazide kaldı, bundan böyle başka ziyaret olmayacak... e. have been visiting = have
visited...

07 a. has already had = daha şimdiden en azından iki şişe içmiş bulunuyor... Ama "içmişti" ve "içmiş
olacaktır" şeklinde, olayı geçmişteki yada gelecekteki bir noktanın öncesine de taşıyabilirsiniz... b. had
had... (Sayı belirtildiği için continuous tense'ler geçerli değil: Hiçbir babayiğit ayyaş iki şişeyi aynı anda
kafaya dikip içmez)... c. has = her zaman, geniş zaman... (Burada "is having" seçeneği vurgulu bir
şikayet nüansı için geçerli olur). Ayrıca, "simple future" veya "future perfect" de olanaklı: çünkü
unutmayınız, ana-tümcelik herhangi bir future tense ise zaman bildiren bağıl-tümcelik bir present tense
olmak zorundadır. Burada tersine mantık yürüterek, "Madem ki zaman bildiren tümcelik present
tense'tedir, o halde ana-tümcelik future tense olabilir" şeklinde düşünebiliriz... d. has been having = has
had... e. had been having = had had... (Unutmayın: Burada birinci "had" past perfect tense yardımcı fiili,
ikinci "had" ise asıl fiiliniz olan yemek, içmek = to have fiilinizin V3 hali...

08 a. is busy / is having = geniş zaman: Biliyorsunuz, to be fiili aktif çatıda continuous tenselerde
kullanılmaz. Örnek tümce de, "continuous" anlamlı olmasına karşın, "simple" present ile kurulmuştu...
b. was busy / was having... c. has been busy / has been having... (Bununla birlikte, "had been busy / had
been having" veya "will have been busy / will have been having" şeklinde olayı geçmişteki yada
gelecekteki bir noktanın öncesine de taşımak olanaklı... d. was busy / was having (o anda banyo
yapıyordu); ayrıca, "was busy / had" olanaklı = "Bir süre meşguldü, banyo yaptı)... e. has been busy / has
been having (çünkü banyo hala sürüyor -- eve geleli daha on dakika oldu; banyo ise herhalde on
dakikadan fazla sürer...

63
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

EXERCISE - 2

Yukardaki dehşetengiz çalışmadan sonra, sanırım bu egzersiz size sular seller gibi kolay gelecek.
Boşlukları, verilen fiillerin uygun tense çekimleri ile doldurunuz:

01 I was ............... in İstanbul, but ............... most of my childhood in Ankara. (be born, spend)

answer was born / spent

02 I ............... English for two years now. (study)

answer have been studying

03 What .............. you ............... when I .............. you last night? (do, phone)

answer were you doing / phoned

04 What .............. you .............. now? What .............. you usually ............... on such a sunny day? (do,
do)

answer are you doing / do you usually do

05 "Where ............... you ............... ?" "I ............... to the movies." "Well, ............... you ...............
yourself?" (be, be, enjoy)

answer have you been / have been / did you enjoy

06 ".............. you ............ my keys?" "Yes, they ............ on your desk a minute ago." (see, be)

answer Have you seen / were

07 It ............. three days ago that the man ............... last seen in that neighbourhood. (be, be)

answer was / was

08 I .............. for nearly an hour when she finally ............. . (wait, come) [Bir romanın bir sayfasında,
"Göreceksiniz, o geldiğinde tam bir saattir bekliyor olmuş olacağım" tümcesine rastlamak mümkün
olabilir. Ama besbellidir ki burada sizden durumu, "kişinin başından geçen bir olayı bizlere anlatması"
şeklinde yorumlamanız beklenecektir.]

answer had been waiting / came

09 He ............. from the university in 1985. Then, he ............. two years in the army. (graduate, spend)

answer graduated / spent

64
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
10 Hello! I .............. happy to see you again. I .............. you for weeks. Where ............. you ...............
yourself all this time? (be, not see, hide)

answer am / haven't seen / have you been hiding

11 They .............. together for almost a year now. (go out)

answer have been going out

12 They ............. each other for a long time before they finally ............. to get married. (know, decide)

answer had known / decided

13 I couldn't help thinking that I ............. that stupid face somewhere before. (see)

answer had seen

14 She .............. the street when she .............. an old boyfriend of hers. (cross, run into)

answer was crossing / ran into

15 I .............. a letter from them saying that they expect to see us next week. (receive)

answer have received

16 Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... these days. (see, hang about)

answer has seen / is hanging about

17 Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... all this time. (see, hang about)

answer seen / has been hanging about

18 There .............. no one at the door when I .............. it just a minute ago. (be, open)

answer was / opened

19 Sit down a bit. I .............. you the garden when you ............... a little. (show, rest)

answer will show / have rested

20 I .............. what you ................ me. (never forget, just tell)

answer will never forget / have just told

YANITLAR (Print çıkaranlar için):

01 was born / spent ... 02 have been studying ... 03 were you doing / phoned ... 04 are you doing now / do
you usually do ... 05 have you been / have been / did you enjoy ... 06 Have you seen / were ... 07 was /
was ... 08 had been waiting / came ... 09 graduated / was ... 10 am / haven't seen / have you been hiding
yourself ... 11 have been going out ... 12 had known / decided ... 13 had seen ... 14 was crossing / ran
into. ( crossed / ran into = görünce karşıya geçti: Çok farklı bir nüans verirdi: "Konuşmak için" veya
65
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"karşılaşmamak için" karşıya geçti) ... 15 have received ... 16 has seen / is hanging about (= bugünlerde
nerelere takılıyor?) ... 17 has seen / has been hanging about (bunca zamandır nerelere takılageldi, halâ
takılıyor?)... 18 was / opened ... 19 will show (will be showing) / have rested (rest) ... 20 will never
forget / have just told me...

CHAPTER - 4
YARDIMCI FİİLLER
THE AUXILIARY VERBS

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Giriş / Anlam Açısından / Yapısal Açıdan / Olabilir... Olmuş Olabilir... / Kuruluş Özelliği / Could,
Would, Should, Might / Olanak ve Olasılık / Çeşitli Örnekler / Present Kalıplar / Past: Geçmiş Zaman /
Past: Geçmiş Zamanda Süreklilik / Future: Gelecek Zaman / Must: Mantıksal Çıkarsama / Didn't Need
To Do / Needn't Have Done / Used To / Be Used To / Have You? / Do You Have? / Shall I?... Shall
We?... Will You?... / Exercise - 01 / Exercise - 02 / Exercise - 03 / Translate into English - 01 /
Translate into English - 02 / Exercise - 05

KISA GİRİŞ
"Yardımcı fiiller" adı verilen gramer sınıfı, olay / durum / eylemi bildiren asıl fiile, "tense", "mood" ve
"manner" (zaman, kip ve tarz) oluşumunda destek veren fiillerden oluşur. Bunlara ilişkin yapı ve kuralları
içerir:

They have been singing at least for an hour. (Bir gerçeği bildiriyoruz)

May you always be this happy!... (Bir dilekte bulunuyoruz: Hep bu derece mutlu olasın!)

İlk tümcede, "have" ve "been", "to sing" fiilinin "the Present Perfect Continuous Tense" çekimini
sağlıyor. İkinci örnekte, "may" yardımcı fiili "to be" fiilinin "the Subjunctive Mood" kullanımına olanak
sağlıyor: Dilerim hep bu kadar mutlu olasın...

"Asıl" fiil için "principal verb"; "yardımcı" fiil için de "auxiliary verb" terimleri yaygındır, ki bu ikincisi
de zaten "yardımcı" anlamı taşımaktadır.

66
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Yardımcı fiiller için İngilizce gramerde kullanılan bir başka terim de "modals" sözcüğüdür. Tıpkı
"modality" sözcüğü gibi Latince "modus" sözcüğünden geliyor ve Latince'deki çeşitli anlamlarından birisi
de "manner" (tarz) anlamı taşıyor. Nitekim, yardımcı filler, eylemlerin düz anlamlarına değişik bir yorum
boyutu, değişik bir "hava", değişik yaklaşım nüanslar katıyorlar.

Yardımcı fiiller konusu, İngilizce öğretiminde üzerinde en çok durulan, en korkulan ve en sevimsiz,
dolayısıyla da en az öğrenilen bir konu olmak durumuna getirilmiştir. Müfredatı doldurmak, ders
saatlerini uzatmak için okulda / kursta / dershanede konuyu ayrıntılara boğmanın net kazancı budur.

Pratikten çok, pirinç taneleri üzerine anlamını bilmediğimiz dualar yazmağa yönelen öğrenim
alışkanlıklarımızla, çok çalışıp hiçbir şey öğrenmemek için biçilmiş bir kaftan... İzleyen maddelerde,
sorunları ve çözümlerini pratik açıdan özetlemeğe çalışacağım.

ANLAM AÇISINDAN

Yardımcı fiiller, birlikte oldukları fiile belli anlam ve nüans renkleri kazandırırlar. Yapılması gereken
çalışma da, herbir yardımcı fiil için bu anlam ve nüans renklerinin neler olduğunun öğrenilmesi,
örneklenmesi, ve uygulama becerisinin kazandırılması olmalıdır.

Ne var ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve gramercilerin bunları yapay kalıplara oturtma
gayretkeşlikleri yüzünden, yardımcı fillerin anlamca sınıflanması konusu içinden çıkılmaz bir karmaşa
kazanmıştır.

İlerleyen bölümlerde, yardımcı fiillerin getirdikleri bellibaşlı nüanslar için ayrıntıda boğulmayan bir
döküm vermeğe çalışacağım.

YAPISAL AÇIDAN

1 Yardımcı fiillerin ardından, asıl fiilerin yalın mastar hali kullanılır. (Yani, mastarın başındaki "to"
düşer...):

You must leave today. ["to leave" yerine]

She should start all over again. ["to start"]

It could be done better. ["to be done" edilgen mastar yerine]

Bunun üç istisnası vardır: ought to, have to, used to...

67
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
You ought to leave today.

She has to start all over again.

It used to be done better.

NOT: Aslında, "ought, have, used" yardımcı fiillerini öğretim kolaylığı bakımından bu şekilde
adlandırıyoruz: Diğerlerinden farklı olarak, tam mastar aldıklarını bu şekilde vurguluyoruz.

Özel bir durum olarak, need ve dare fiillerinin de, do/did veya will/would ile çekime girmedikleri sürece,
yalın mastar alacaklarına dikkat ediniz:

You needn't say anything... You needn't have said anything... (Fakat, You don't/didn't/won't need to say
anything.)

How dare you insult me!... I dared not wake him... (Fakat, I didn't/wouldn't dare (to) wake him.)

"PRESENT" VE "PERFECT" KALIPLAR

1 Olabilir... Olmuş Olabilir...


Yardımcı fiillerin çekimi, zamana bakış açısı olarak, iki farklı boyutta gerçekleşir. Şöyle de
söyleyebiliriz: Yardımcı fiilerin iki biçimi vardır:

a present biçimler (kalıplar)

b perfect biçimler (kalıplar)

Örnek 1: "To Be"


Present -- Perfect

can be -- can have been

could be -- could have been

may be -- may have been

might be -- might have been

will be -- will have been

would be -- would have been

68
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
shall be -- shall have been

should be -- should have been

must be -- must have been

ought to be -- ought to have been


Örnek 2: "To See"
Present -- Perfect

can see -- can have seen

could see -- could have seen

may see -- may have seen

might see -- might have seen

will see -- will have seen

would see -- would have seen

shall see -- shall have seen

should see -- should have seen

must see -- must have seen

ought to see -- ought to have seen

Şimdi, daha sonra öteki pekçok bölümde tekrar ele alacağım, canalıcı değerde, çok önemli bir konuya
değinelim. Aslında bu konudan, "Temel Kavramlar" Bölümümüzde, "İngilizce'nin zamana ikici (dualist)
bakış açısı" başlığı altında biraz söz etmiştik. Buna göre:

1 - Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplar kullanılır.

2 - Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" kalıplarlar kullanılır.

Ne kolay, değil mi?!!

3 - FAKAT DİKKAT ! Tümcede sözü edilen durum ve eylemlerin bu ikici bakış açısı ile
değerlendirmesi, BİZİM BAKIŞ AÇIMIZDAN DEĞİL, birbirleri ile göreli zamansal ilişkilerinden
şekillenecektir.

Belirleyici olan, tümcede sözü edilen zamanın öncesi, eşzamanlısı veya geleceğidir. Zamana o noktadan
bakılır.

Bu bakış açısı ise, bizim içinde bulunduğumuz zaman ile, yalnızca ana-tümceliğin "present continuous"
ve kısmen de "present simple" (Yani, "real present" = gerçek şimdiki zaman) olması durumunda çakışır...

69
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Eyvah! Eyvah!... Fakat, okuyucularım lütfen sabırlı olsunlar: Bu çetrefil konu, vereceğim çok sayıda
örnekle giderek açıklık kazanacaktır:

She can do it, if she wants to... Geniş zamanda yapabilirlik, veya şu an yada geleceğe dönük izin...
"İsterse yapabilir"... Ne zaman? Şimdi, genelde veya gelecekte.

She may have done it, though we haven't seen her doing it... "Yapmış olabilir"... Ne zaman? İçinde
bulunduğumuz an itibariyle geçmişte.

She might have been there, though I don't remember seeing her... "Ben görmedim, ama belki de
oradaymıştır"... İçinde bulunduğumuz an itibarıyla geçmişte.

She might have been there earlier, though I hadn't noticed anyone... I couldn't have noticed her anyway,
since I had been so busy with the other guests... "Belki de daha önceden oradaydı; gerçi kimseyi
farketmemiştim ama. Zaten farkedemezdim, çünkü öteki konuklarla ilgilenegelmiştim." Geçmişteki bir
noktanın öncesi...

It wouldn't matter at all. He could go and visit her the next day. Yes, this was what he would do... "Hiç
önemi yoktu bunun. Kendisini gidip ertesi gün ziyaret edebilirdi. Evet, öyle yapacaktı"... Geçmişteki bir
noktanın geleceğinden söz ediyoruz... Dolayısıyla da "would... could..." şeklindeki PRESENT kalıpları
kullanıyoruz...

EYVAH ! EYVAH !!, Bugüne değin size hep "would, could, should" past tense'tir diye öğretmişlerdi,
değil mi? Biraz sabır -- az sonra herşey suyüzüne çıkacak... [Ve unutmayınız: Bunların "geçmişe" yönelik
olarak kullanılan "perfect" biçimleri "would have been", "could have been" şeklindedir]

Şimdilik, örneklere devam:

It is possible that you will not have noticed her before she announces herself, though she might have
come and left a couple of times while you are there. "Ola ki, sen oradayken birkaç kez gelip gitmiş
olacaktır, ama kendisini tanıştırıncaya kadar sen bunu farketmiş olmayacaksın"... Gelecekteki bir
noktanın öncesi... Bize göre gelecekte, ama olaya göre geçmişte... Dolayısıyla da PERFECT kullanıyoruz.

I will have finished it by next week... "Bitirmiş olacağım"... Nezaman? Gelecekteki bir noktadan önce...
Bize göre gelecekte, ama tümcedeki zamana göre geçmişte... Dolayısıyla da PERFECT kullanıyoruz.

She promised that she would finish it that week... "O hafta bitireceğine söz verdi"... Dikkat ederseniz,
bizim açımızdan olay geçmişte; ama tümcedeki zaman açısından gelecek zamandan söz ediliyor -- bu
nedenle bir PRESENT kalıp kullandık.

She promised that she would have finished it by the following week... "Ertesi haftadan önce bitirmiş
olacağına söz verdi/vermişti"... Bizim açımızdan olaylar geçmişte, ama tümcedeki zaman açısından
gelecekteki bir noktanın öncesinden söz ediliyor -- bu nedenle bir PERFECT kalıp kullandık.

She must be hungry... "Çok acıkmış olmalı"... Şu anda.

She must have been hungry... Herhalde çok acıkmıştı... Az önce yemeğe otururken veya geçen gün, vb.
Ama, geçmişteki bir noktada yada dönemde.

Should I do it this afternoon?... "Bugün öğleden sonra yapsam mı acaba?"... Şimdiki yada gelecek zamana
dönük danışma, yada kendi kendine soru... Eeee, hani "should" PAST zamanlar için kullanılır diyorlardı?!

70
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
I should have done it yesterday / the other day... "Dün yapmalıydım"... Geçmişe dönük pişmanlık veya
suçlama... Bugünün geçmişi.

He should have finished it on the day before. But he hadn't... "Bir önceki gün bitirmeliydi, bitirmiş
olmalıydı. Ama bitirmemişti"... Geçmişin geçmişi...

It is very cold outside. You should wear your coat... "Giymelisin"... (Geleceğe dönük)

It was very cold today. You should have worn your coat... "Giymeliydin"... (Örneğin, aynı günün akşamı
konuşuyoruz)

Değerli Okuyucum; İngilizcenin zamana olan bu ikici / dualist (present X perfect) bakış açısı ile,
mastarlar, ad-fiiller, sıfat/zarf fiiller, koşul ve dilek kipleri gibi Kitabın öteki pekçok Bölümünde
hesaplaşmaya devam edeceğiz. Bu konuya büyük önem veriyorum. Mutlaka billurlaştırmak zorundayız.
Az aşağıda "would, could, should, might" sorununu yeniden ele alacağım.

KURULUŞ ÖZELLİĞİ

İngilizcede toplam 6 mastar kalıbı bulunduğunu hatırlarsak, yardımcı fiillerle kurabileceğimiz 6 çeşit
anlatım kalıbı da kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü, biliyorsunuz, Anlatım Kalıbı = Yard. Fiil + Mastar...

O halde önce mastarlarımızı gözden geçirelim:

To see = görmek (present active)

To be seen = görülmek (present passive)

To have seen = görmüş olmak (perfect active)

To have been seen = görülmüş olmak (perfect passive)

To be seeing = görüyor olmak (present continuous)

To have been seeing = görüyor olmuş olmak, veya göregelmiş olmak (perfect continuous)

Buna göre Herhangi Bir Yardımcı Fiilin Kullanım Kalıpları için Şematik Döküm Aşağıdaki Şekilde
Oluşur:

ÖZNE YARDIMCI FİİL (NOT) ASIL FİİL

(yalın Mastar)

71
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
He can

could

may

might

would rather

had better

etc...
(not) ETKEN

see

be seeing

------------

have seen

have been seeing

ÖZNE YARDIMCI FİİL (NOT) ASIL FİİL

(yalın Mastar)

It can

could

may

might

would rather

had better

etc...
(not) EDİLGEN

be seen

------------

have been seen

72
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Yukardaki kuruluş özelliği acaba gerçekten "had better" gibi çetrefil bir yardımcı fiil için de geçerli
midir diye merak eden okuyucularım için aşağıdaki örnekleri sunuyorum (kaçınılmaz biçimde çok girift
örnekler):

He had better have kept the loot for himself. Umarım ganimeti kendisi için saklamıştır... He had better
have done nothing at all. Umarım hiçbirşey yapmamıştır...

He thinks he can play the piano, but I thorougly disagree. I think he had better have been kicking a
football rather than taking piano lessons. Piyano dersleri alacağına futbol topunun peşinde koşturagelmiş
olsaydı çok daha iyi etmiş olurdu...

Ali regretted the whole affair. He was thinking that those words had better not have been spoken and that
they had better have been forgotten. Ali bütün olaydan pişmanlık duyuyordu. En iyisi bu sözlerin hiç
söylenmemiş olması olurdu (diye) ve umarım unutulmuşlardır diye düşünüyordu...

Wow!! İyi ki sınav sorularını hazırlayan kimseler aşırı kalpsiz değiller...

Bu arada, "ought to" yardımcı fiili için kullandığımız, "ought not to go, ought not to have done"
şeklindeki yapıların da, "to" partikülünün aslında mastarın bir parçası olduğunu doğruladığını yeniden
belirtelim. Daha önce de değindiğimiz gibi, "ought to, have to, used to" şeklinde anılmaları, bunların
diğer yardımcı fiillerden farklı olarak "tam mastar" aldıklarını öğrenciye hatırlatmak için...

DİKKAT... DİKKAT...

COULD, WOULD, SHOULD, MIGHT


Dikensiz Gül Bahçesi Olur mu ?...

İşte bir sorun alanı... Yardımcı fiillerin "tense" karşılığı iki biçimleri vardır dedik... Dedik ama, ne yazık
ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve olağan değişim süreçleri içinde durum birhayli daha
karmaşık. Örneğin, şimdi sözünü edeceğimiz bu dört yardımcı fiil:

1 Can - will - shall - may fiillerinin "past tense" biçimi olarak davranabiliyor; Örneğin, dolaylı anlatımda
giriş fiili past tense ise bu uygulama devreye giriyor ve "Ne yaptınız?" diye sorulunca, "Bir derece past
yaptık," yanıtını veriyoruz...

2 Oysa kendileri de, "present" anlamlı BAĞIMSIZ birer yardımcı fiil olarak kullanılabiliyor.
Örneklersek:

She may come this afternoon... = Şimdiki veya Gelecek zaman.

She might come this afternoon... Bu da şimdiki yada gelecek zaman. Ancak, olasılığın biraz daha zayıf
olduğu anlaşılıyor.

He couldn't do it last week... = Geçmiş zaman.

73
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Could you possibly do it next week?... Bu kez kesinlikle gelecek zaman.

Peki, çözüm? En iyi çözüm, yardımcı fiilleri birer anlam katkısı olarak görmek ve "tense" olayını başka
göstergelerde aramak. Bununla ne demek istediğimi, yukardaki tümceleri Tarzanca çevirirseniz çok iyi
göreceksiniz:

Var bir olasılık o gelmek bugün öğleden sonra...

Var zayıf bir olasılık o gelmek bugün öğleden sonra...

Yok o yapabilmek onu geçen hafta...

Var sen yapabilmek ? onu gelecek hafta...

İngilizce'den Türkçe'ye çeviri yaparken, arayüz olarak Tarzanca'ya başvurmakta sonsuz yarar var...

OLANAK VE OLASILIK

Türkçe'de içiçe geçmiş olan bu iki kavram ("imkan" ve "ihtimal" böyle değillerdi) İngilizcede kesin
sınırlarla ayrılmaktadır: Her imkan dahilinde olan şey, "muhtemel" demek değildir. (= "Her olanaklı olan
şey aynı zamanda olasılık da taşıyor demek değildir.")

Cole Porter'ın ünlü caz şarkısından esinlenerek:

Baby, it isn't because I shouldn't do it... And you know it isn't because I couldn't do it... And it certainly
isn't because I wouldn't do it or I might not do it... It's just because I don't feel like doing it today...

Yapmamam gerektiği için değil... Yapamayacağım, beceremeyeceğim için de değil... Hiç yapmam veya
yapma olasılığım yok anlamına da gelmiyor... Yalnızca bugün pek canım istemiyor...

Uzun sözün kısası, herbir yardımcı fiil seçeneği tümceye kendi anlam ve nüansını getirecektir:

If the ambulance had arrived a little earlier, his life --

would have been saved = Kesin kurtarılmış olurdu...

could have been saved = Olanak kazanırdı, imkan dahiline girerdi...

might have been saved = Böyle bir olasılık doğardı, ihtimal kazanırdı...

74
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ÇEŞİTLİ ÖRNEKLER

A - PRESENT KALIPLARLA
Şimdiki Zaman, Geniş Zaman, Genel Geçerlik

1) Yapabilirlik, Yapamazlık:

She can manage by herself (= She is able to).

I can walk without help now (= I can manage, I am able to).

We can't finish it today... I can't pay you today...

I couldn't tell a lie in such a situation. Could you? And I wouldn't, anyway. Would you? Ben böyle bir
durumda yalan söyleyemem. Sen söyleyebilir misin? Ben zaten böyle birşey yapmam. Sen yapar mısın?

Chimpanzees can learn a few hundred human signs. (= are able to)

2) Kaçınamayış:

I can't help feeling sorry for him. Ona üzülmemek elimde değil...

You couldn't run away now. You have to join with us. Şimdi bırakıp kaçamazsın. Bize katılmak
zorundasın...

3) Tahmin, Yordam, Olasılık:

He may / might want to leave the country for good now. [for good = tümüyle, tamamen]

She may / might still be waiting for us at the station. Belki de hala bizi istasyonda bekliyordur...
Unutmayınız: "might" genelde olasılığın daha düşük olduğu nüansını taşır.

Prices might not respond to the austerity measures as much as the government would like them to. Fiatlar
kemer sıkma önlemlerine hükumetin istediği ölçüde cevap vermeyebilir... [austerity measures = kemer
sıkma önlemleri]

4) İzin:

May I use your telephone?

Yes, you may leave now. Evet, şimdi çıkabilirsiniz...

Candidates may not bring reference books into the examination room. (= are not allowed to). Adaylar
sınav salonuna başvuru kaynakları getiremezler (= buna "mezun" değillerdir; izin verilmiyor...)

Can I go now?... Yes, you can... No, you can't... No, you cannot...

You can't behave like that under this roof, you know.

5) Tahmin veya Mantıksal Çıkarsama:

75
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
You have been digging the garden all day long. You must be tired.

She is getting fatter and fatter. She must be eating too much. Gitgide şişmanlıyor; demek ki çok yemek
yiyor; çok yemek yiyor olsa gerek...

She hasn't come yet. There must be something causing the delay. Gecikmeye neden olan birşey olsa
gerek...

6) Zorunluluk:

I must go now... I must be going now... I have to leave now... I've got to go now.

Must you do it now? Do you have to do it now? [Birincisinde bir serzeniş var... İkincisi düz bir soru veya
öfke anlatımı olabilir -- Biliyorsunuz, herşey ses tonu veya bağlamın gelişine bağlı...]

We must obey the rules. / We have to obey the rules...

(Genelde, "must" bizim tercihimiz olan bir zorunluğu dile getirirken, "have to" ise bunun bizim
dışımızdaki nedenlerden kaynaklandığı nüansı verir)

7) Emir veya Yasaklama:

You musn't go there... You mustn't do it...

We mustn't cross the street against the red light.

You'd better not do it now.

8) Gerekmezlik:

You don't have to go now, do you? Gitmek zorunda değilsin, öyle değil mi?

You don't have to do it, if you don't want to. Yapmak istemiyorsan, yapmak zorunda değilsin...

You needn't do it, if you don't want to.

9) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama:

It's cold today. You should wear your coat... Giymelisin.

You should be wearing you coat... Giymiş olmalıydın, giyiyor olmalıdın...(= Şu anda üstünde olmalıydı...
Ama giymemişsin)

You ought to wear / ought to be wearing your coat.

You should / ought to show more respect to your elders.

You ought to stay away away from excessive alcohol...

You ought not to consume so much alcohol. You should think of your health...

You should be doing your homework now.


76
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"Where's Güneş?" "I don't know. He should be in his room studying for tomorrow's exam." "Güneş
nerede?"... "Bilmem; odasında çalışıyor olmalıydı, öyle olması gerek." (= Türkçe'de "olmalıydı" diyoruz,
ama kastedilen şimdiki zamandır)

10) Tercih:

I would rather give up this whole project than bear up with his insults. Hakaretlerine katlanmaktansa,
bütün bu projeden vazgeçmeyi tercih ederim.

I would rather leave today.

Wouldn't you (= Would you not) rather have tea (than coffee)?

11) Davet, Çağrı, Nezaket:

Would you like to have dinner now?

Wouldn't you (= Would you not) like to have dinner now?

"Would you care for a drink now?" "Yes, I think I could do with a drink now."

What would you like to do now?

Would you please read the following page now?

Could you tell me the time, please?

Could you pass the salt, please?

12) Teklif, Fikir Sorma::

Shall I call a taxi?

Shall we go home now?

Shall I come with you? Yanıt: Yes, please do... No, don't... No need to...

Should we start now? Artık başlasak mı?

Could we leave now? (= öneri)

13) Koşul, Dilek:

If it weren't such an awful day, we would / could / should / might be playing outside now. (= Hava şu
anda bu derece kötü olmasa, şu anda dışarda oynuyor olmak... Herbir yardımcı fiil kendi nüansını
getiriyor)

I wish you wouldn't drive so recklessly fast... (Genelde veya şu anda kastediliyor) (reckless = pervasız)

You could see her today if you set out now. = Şimdi yola çıksanız / çıkarsanız, kendisini bugün
görebilirsiniz....
77
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Go ahead and take the day off! Wouldn't it be great if you could do that whenever you wanted? = Haydi,
bugün kendine tatil ver... Bunu nezaman istesen yapabilsen, harika olmaz mıydı? [Türkçe'de "olmaz
mıydı" diyoruz, ama kastedilen tabiatıyla "olmaz mı"...]

Bu yapıların "past" anlam verdiğini düşünüyorsanız, lütfen Bölüm 8 (Koşul Kipi) ve Bölüm 9 (Dilek
Kipi) 'ni gözden geçiriniz...

B - PAST: GEÇMİŞ ZAMAN


1) Yapabilmişlik, Başarı:

The boat capsized quite near the shore and we were able to swim to safety. = Yüzerek karaya çıkabildik...

They could do it in the past because the community was small; but with the increase of the population, it
is no longer possible. = Eskiden yapabiliyorlardı, çünkü nüfus azdı...

Yes, I have read the message, but I couldn't make head or tail of it. Evet, mesajı okudum, ama hiçbirşey
anlamadım.

2) Kaçınamayış:

I couldn't help / couldn't stop laughing when the fat lady went down head over heels. Gülmekten kendimi
alamadım; gülmemek elimde değildi...

3) Tahmin, Yordam:

They may have finished the job by now... Şimdiye değin bitirmiş olabilirler; belki de bitirmişlerdir;
herhalde bitirmişlerdir.

They might have finished the job by now if they had started on time... Bitirmiş olabilirlerdi; ama
bitiremediler... (= şimdiye değin)

It was half finished at the end of the first day and another day might have finished the job -- except that it
snowed that night, about twenty centimeters of it! = Bir gün daha olsa iş bitirilmiş olurdu, ama ne yazık ki
o gece kar yağdı. (= geçmişte)

She may / might have been there, but I didn't notice anyone... Belki de oradaydı / oradaymıştır, ama ben
kimseyi farketmedim.

She might have come if she had been invited... Aynı kalıp Koşul Kipinde ise farklı bir anlam veriyor:
Davet edilmiş olsaydı gelme olasılığı vardı (= ama davet edilmemişti; o da gelmemişti)...

4) Mantıksal Çıkarsama:

The streets are wet this morning; it must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki yağmur
yağmış.

Considering these clues, it must have been someone else who did (veya, has done) the actual killing...
İpuçlarını dikkate aldığımızda, katil herhalde başkasıymıştır... Cinayet geçmişte, fakat olaya içinde
bulunduğumuz an açısından bakıyoruz.
78
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

5) Olanak Dışı:

She can't / couldn't have done the killing herself; she was out of town over the weekend... Cinayeti
kendisi işlemiş olamaz. [İki şık arasında belli bir nüans var: "can't have" = mümkün değil efendim, o
olamaz" derken, "couldn't" ise "isteseydi de yapamazdı" demeğe getiriyor. Ancak bu tür nüansları
kurallaştırmak çok zor: zamanla kazanılacağını bilerek sabır gerek.]

6) Gerekmezlik:

I didn't have to worry about that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the
way. (veya didn't need to worry...) = Yapmak zorunda kalmadım...

You needn't have worried about me. I was perfectly safe where I was. = Boşuna endişelenmişsin...

(Bu iki kalıp arasındaki önemli farkı Bölüm sonunda yeniden ele alıyorum.)

7) Zorunluluk:

I had to do it on my own, because no one would be willing to give me a hand under the circumstances. =
Kendi başıma yapmak zorundaydım, veya zorunda kaldım...

We have recently discovered a flaw with the program and it has had to be replaced before we could
resume our experiments. = Programda bir hata belirledik ve değiştirilmek zorunda kalındı...

Aşağıdaki tümcede ise, bütün bunlardan farklı olarak, bildiğimiz "sahip olmak" anlamıyla present perfect
tense kullanımını görüyorsunuz:

You've never paid any attention to what I have had to say for months... = Söyleyecek nelerim olduğuna
aylardır hiç kulak asmadınız ki...

8) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama:

You should (= ought to) have done your homework last night when you had plenty of time. =
Yapmalıydın, ama yapmadın ki...

You shouldn't (= oughtn't to) have allowed him to stay out so late. İzin vermemeliydin, ama verdin...

9) Fırsat:

I was able to keep a check on all the finer details during this period of relative calm. Bu nisbeten sakin
dönemde bütün ince ayrıntıları gözden geçirme fırsatım oldu; gözden geçirebildim...

She could have visited her aunt when they stayed in Mersin overnight (= but she didn't)... [Tümceyi koşul
kipinde değerlendiriniz...]

10) İzin:

He could leave the country whenever he wanted to... a) Eğer isterse böyle birşey yapabilirdi. b) Bunu
sürekli yapıyordu...

11) Tercih:
79
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I would rather have stayed home... ["to have stayed" şeklindeki perfect mastar kullanımı olaya geçmişe
götürüyor: Evde kalmadığımız ve bundan pişmanlık duyduğumuz da anlaşılıyor]

12) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç:

We would have finished the job on time if we had not been delayed by these unfortunate developments...
(Tip III koşullu tümceler)

would have finished = kesin bitirirdik

could have finished = olanak dahilindeydi

might have finished = olasılık taşıyacaktı

13) Geçmişe Dönük İstek, Hayıflanma:

I wish I hadn't spent all of that money yesterday. (= But, I did.)

I would have liked to visit (= would like to have visited) her when we stayed in Bursa over the weekend.
(But, I didn't.)

C - PAST: GEÇMİŞ ZAMANDA SÜREKLİLİK, GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜREKLİLİK


1) Tahmin, Yordam, Olasılık:

She may / might have been seeing off a friend... = She could be seeing off a friend... Bir arkadaşını
uğurluyor olmuş olabilir. Belki de bir arkadaşını uğurluyordu.

2) Olanak Dışı Olma:

She can't / couldn't have been seeing off a friend. She must have been there for some other reason...

She can't have been sitting home and waiting for us. I know that she has a doctor's appointment at this
hour. = Şu an itibariyle evde bizi bekleyegelmiş olamaz: Şu saatte başka yerde randevusu var...

She couldn't have been sitting home waiting for us. I knew that she had a doctor's appointment at that
hour. = Bekleyegelmiş olamazdı: O saatin öncesinde ve o saat itibariyle...

= Mümkün değil, efendim, olamaz, veya "öyle oluyor olmuş olamaz"...

3) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama:

You should (=ought to) have been giving her a helping hand with it... 1) Why didn't you?... Why weren't
you? (=geçmişte). 2) Why haven't you? =Şu ana değin, iş hala devam ediyor (= şu ana değin ve hala)...

Çünkü, yardımcı fiil ve "perfect continuous" mastar ile oluşturulan böyle bir kalıp iki değişik zaman
boyutunu içine alır: 1) geçmişteki bir süre boyunca süreklilik; veya, 2) geçmişten şu ana süreklilik ve de
hala sürüyor... [Başka bir deyişle, buradaki "perfect continuous," haber kipindeki "past perfect" ve
"present perfect" zamanların her ikisini de karşılıyor.]
80
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

4) Tercih:

I would rather have been watching TV... 1) Geçmişteki o sözkonusu zaman süresince; veya, 2) şu ana
değin (örneğin, son bir-iki saattir) TV izleyegelmiş olmayı tercih ederdim... [Bir önceki madde ile birlikte
yeniden irdeleyiniz.]

5) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç:

If I had been able to raise some capital, I would probably have been doing something else... (Tip III
koşullu tümceler) Sermaye sağlayabilmiş olsaydım, (şu ana değin ve hala) başka birşeyler yapıyor
olurdum / olacaktım...

D - FUTURE: GELECEK ZAMAN


1) Yapabilirlik:

You can / could do it tomorrow... (= Tercih senin)

You will be able to do it tomorrow. (= Erkini, becerisini kazanmış olacaksın)

No, I can't / couldn't do it tomorrow.

No, I won't be able to do it tomorrow. (= İradem dışında engeller olacak)

I think the baby will be able to walk in a few weeks from now.

2) Tahmin, Yordam, Olasılık:

They may / might leave the country tomorrow. (future simple)

They may / might be leaving the country tomorrow. (future continuous)

They may / might have left the country by tomorrow... (future perfect)

Üçü de gelecekten söz ediyor; ama üçüncüsü, gelecekteki bir noktanın geçmişini konu ettiği için "future
perfect"...

3) Gerekmezlik:

You won't have to prepare dinner for me tomorrow evening.

You don't have to prepare dinner for me tomorrow evening.

4) Zorunluluk:

You must finish it before the weekend. (Bunu ben istiyorum ve zorunlu görüyorum)

81
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
You will have to finish it before the weekend. (Genellikle, bu zorunluğun dış nedenlerden kaynaklandığı
nüansını verir)

5) İzin:

Yes, you may / can leave tomorrow.

6) Tercih:

I would rather do it tomorrow.

I would rather be doing it tomorrow.

I would rather have finished it by next Tuesday. (= future perfect: gelecekteki bir noktadan önce...)

7) Belirtme, Söz Verme, Kararlılık:

I will (shall) do it tomorrow.

I will (shall) be doing it tomorrow.

I will (shall) have done it by next Tuesday.

["Will / shall" idiomatik kullanımlarına ilişkin az ilerdeki notuma bknz.]

8) Rica:

Will you do me a favour?

Would you do me a favour?

Will / would you give a hand with this parcel?

Dikkat... Dikkat...

MUST: MANTIKSAL ÇIKARSAMA


"Must" yardımcı fiiline ilişkin iki farklı anlam kategorisi aşağıda şematik olarak sergileniyor. Bu ikilik,
sınav sorusu hazırlayanların pek sevdikleri bir konudur:

ZORUNLULUK MANTIKSAL ÇIKARSAMA


PRESENT MUST BE MUST BE
PAST HAD TO BE MUST HAVE BEEN

82
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ÖRNEKLER:

She is getting fatter and fatter. She must be eating too much... Demek ki çok yemek yiyor...

The streets are wet this morning. It must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki gece
yağmur yağmış.

Look at him devour his food. He must be hungry... Şunun yemeğini silip süpürüşüne bak! Çok acıkmış
olmalı.

He has devoured all that food. He must have been very hungry... Bunca yiyeceği silip süpürmüş olduğuna
bakılırsa, herhalde çok acıkmıştı...

"What is that noise?" "Oh, don't worry. It must be the cat playing in the kitchen." [Gürültü şu anda
sürüyor]

"What was that noise?" "Oh, don't worry. It must have been the cat playing in the garden." [Az önceki
gürültüden söz ediyoruz: Herhalde kediymiştir...]

Present X Perfect şeklindeki farklı bakış açılarını örnekleyen çok ilginç bir tanığımız daha var:
Biliyorsunuz, "by" zaman bildiren anlatımlarda "önce" anlamına gelir ve örneğin "by now" = "şimdiye
kadar" demektir.

Peki, şu iki tümceyi İngilizce'ye çevirelim:

Şu ana değin bitirmiş olsalar gerek (herhalde bitirmişlerdir). = They must have finished it by now.

Bütün gündür çalışıyorsun; artık yorulmuş olmalısın. = You have been working all day through; you must
be tired by now.

Neden? Çünkü ilk tümcede dikkatimiz geçmiş zaman boyutuna yönelmiştir. "Bitirme" durumu, geçmişte
bir noktada gerçekleşmiştir. Bu da "perfect" bakış açısını gerektirmiştir. Oysa ikinci tümcede, "present"
zamana ilişkin bir saptama yapıyoruz...

Didn't Need To Do / Needn't Have Done

İşte popüler bir sınav soru tipi daha... Lütfen bu iki kalıp arasındaki anlam farkını dikkatle not ediniz:

I didn't need to move that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the way...
[Yerinden oynatmak zorunda olmadığım, zorunda kalmayacağım daha işin başında anlaşıldı. Dolayısıyla
da böyle birşey yapmadım]

It seems that I needn't have gone into all that trouble after all... [Aslında / meğer bunca zahmete girmem
hiç gerekmiyormuş. Ama bunu sonradan anladım. Bu arada olan oldu, yapacağımı yaptım. Hepsi
boşunaymış / boşa gitti]
83
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Used To / Be Used To

Her nedense sıklıkla düşülen bir yanılma kaynağı daha. Bu da sınavları hazırlayanların pek sevdikleri
konulardan birisi...

Used to = Yardımcı fiil: Türkçe'ye en iyi "...erdim, ...ardım" ile çeviri verir: Geçmişte sürekli yinelenmiş
eylem ve durumlar için kullanılır. Bu yardımcı fiilin past tense dışında çekimi yoktur ve mastar alır.

Be used to = Bu bir deyim. Anlamı: "alışmış olmak, alışkın olmak. Bütün tense'lerde çekilebilir ve
ardından ad-fiil (gerund) alır.

Süreç bildiren hali: "get used to, become used to" = alışmak... Bu deyimler, "be accustomed to, get
accustomed to, become accustomed to" ile eşanlamlıdırlar.

I used to get up quite early in the past, but I don't do that any longer. = Eskiden oldukça erken kalkardım,
ama artık bunu yapmıyorum.

I am used to getting up early. I got used to it when I was in the army. = Erken kalkmağa alışkınım. Buna
askerde alıştım...

DİKKAT... DİKKAT...

"Would" yardımcı fiilinin çok önemli bir kullanım boyutuna burada işaret edebiliriz. Bu da, yukardaki
birinci anlamda, "used to" yerine kullanılması:

She used to stand at the door and wave at me = She would stand at the door and wave at me... Kapıda
durur. bana el sallardı...

Every time I tried to leave her, she would lock herself up and start to cry. Onu her terketmeye
kalkıştığımda, odasına kapanır ağlamaya başlardı...

Bu kullanımın olumsuz kalıbı da çok ilginç bir anlam iletir:

She would never let me be... Beni asla rahat bırakmazdı... veya, Beni asla rahat bırakmayacaktır... [Yani
gerek "past" gerekse "present/future" anlam verebiliyor.]

Have You ...? / Do You Have ...?

84
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
İkisi de standart İngilizce'dir ve birbirlerinin yerine kullanılabilir. İkincisinin kullanım kolaylığı
bakımından tercih edilmesi düşünülebilir (yada belki bana daha kolay geliyor):

Have you a pen? Haven't you any friends in this town? I haven't much money on me...

Yes, I have. / No, I haven't.

Do you have a pen? Don't you have any friends in this town? I don't have much money on me...

Yes, I do. / No, I don't.

Önemli Not: Yukardaki örnekler, "have" fiilinin "sahip olmak" anlamı ile ilişkilidir. "Have to" (=
zorunluluk) yardımcı fiili ise olumsuz ve soru biçimlerini yalnız ikinci kalıpta oluşturur:

"Do you have to go now?"... "Yes, I do..." "No, I don't..."

"You don't have to do that now, do you?"... "Yes, I do..." "No, I don't..".

Öte yandan, "have" fiilinin vurgulu biçimi olan olan "have got" kalıbı da aşağıdaki kalıplarda kullanılır:

He has got a lot of money... (= have, yani asıl fiil olarak = sahip olmak. Tümcenin "simple present tense"
olduğuna dikkat ediniz.)

I've got to leave now. (= have to... Zorunluluk belirtir ve çoğunlukla kısaltılmış biçim kullanılır. Bu
tümcenin de "present perfect" değil, "simple present tense" olduğuna dikkat ediniz.)

Have you got to go now? Şimdi gitmek zorunda mısınız?

Shall I?... Shall We?... Will You?...

Shall / Will fiillerinin ilettikleri anlamları ve tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan idiomatik gariplikleri
"future tense" (bknz. Bölüm 3) konusunu işlerken ele almıştık. Burada bir dizi standart kullanıma daha
işaret etmek isterim:

Shall I open the window?... Shall I get you a glass of water?... Açayım mı?... Getireyim mi?... Bu
tümceleri "will" ile kuramazsınız. Çünkü o zaman, "Bil bakalım açacak mıyım, açmayacak mıyım...
getirecek miyim, getirmeyecek miyim" gibi garip bir anlam kazanırlar.

What shall I do now?... Ben şimdi ne yapacağım, n'olacağım?! Kendi kendine sorulan bir soru veya
üzüntü anlatımı...

Let's go home now, shall we?... Hadi eve gidelim, olur mu? DİKKAT: Görüldüğü gibi, "let us" kalıbının
"kuyruk = tag" sorusu bu şekilde oluşturulur.

Yes, let's... No, let's not... Bunlar da yanıtları...

85
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Fetch me a knife from the kitchen, will you?... Sit down, will you?... Emir tümcelerinden sonra, biraz
ortamı yumuşatıcı "tamam mı? olur mu?"...

Do me a favour, will you?... Bu söz genelde öyle bir bezmiş, serzeniş dolu veya öfkeli tonda söylenir ki,
anlamı genelde, "Tıraşı kes, Tanrı aşkına, tamam mı?" gibi bir nüans kazanır...

Shall we dance? Shall we go home now? Shall we have dinner?... Bunlar da öneri, teklif tümceleridir.
Dansedelim mi? Haydi dansedelim...gibi.

Bunca ayrıntıdan sonra, bir gerçeği itiraf etmekte yarar var. Verdiğimiz örneklerin, İngilizce'de yardımcı
fiillerle kurulabilecek ilginç yapıların yarısını bile yansıtamadığına eminim. Kimsenin de böyle bir
görevin üstesinden gelebileceğini sanmıyorum. Yapmamız gereken şey, ilginç ve önemli bulduğunuz
örneklere rastladığınızda bunları kaydetmek; zaman zaman tekrar gözden geçirmek; benzer örnekler
oluşturarak, kendimize maletmeğe çalışmak.

Herzamanki gibi, kendi özel gereksinimleriniz için oluşturduğunuz bu temel örnekler, günlük dil
kullanımında hazır cephanelerimiz olacaktır.

EXERCISE - 1

Çok kolay: Yardımcı Fiilinizi Seçiniz:

may, must, or have to ?

01 Should you come this way again, you ............... come and see us.

-- must

02 You mustn't miss this film. You ............... find it rather interesting.

-- may

03 I'm not sure at all what that noise was. It ............... have been just some cats having fun in the garden.

-- may

04 I am told that pupils attending that school ............... wear uniforms.

-- have to

05 It was raining rather heavily. I ............... take a taxi.

86
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
-- had to

06 You don't have to stay here all day. You ............... leave now, in fact, if you like.

-- may

07 You ............... be more careful with your eating habits. You've put on a lot of weight just recently,
you know.

-- must

08 You ............... cross the street against the red light.

-- mustn't

09 ............... I use your lavatory?

-- May

10 You ............... speak so loudly. I can hear you very well.

-- don't have to

EXERCISE - 2

Yardımcı Fiilinizi Seçiniz ve Bir Kez Kullanınız

ought to, must, would like, used to, can, needn't, will, would, shall, had better

01 ............... you like to dance?

-- Would

02 "Must I always pay my rent by cheque?" "No, you ............... .

-- needn't

03 We ............... go back now. It'll be getting dark soon.

-- had better

04 Are you sure you .............. do it on your own? Maybe I should stay and help you with it.

-- can
87
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

05 Bad boy! You .............. be ashamed of yourself!

-- ought to

06 I ............... die than leave this town.

-- would rather

07 He has been digging the garden all day long. He ............... be tired by now.

-- must

08 "Where ............... we go for our holidays this year?" "Well, how about Antalya?"

-- shall

09 Stop arguing between yourselves, .............. you?

-- will

10 I ............... bite my nails when I was child.

-- used to

EXERCISE - 3

Yardımcı Fiilinizi Seçiniz ve Bir Kez Kullanınız

may have, would have, could have, should have, must have, needn't have, would, might, have, hadn't

01 You've done a great job on it. No one else ............... done it better!

-- could have

02 This isn't my suitcase; I ............... taken someone else's by mistake.

-- must have

03 Why did you go there in person? You ............... phoned them, instead.

-- should have

04 I wish I ............... spent all of that money yesterday, and had saved some for today.
88
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- hadn't

05 I ............... made a few mistakes; I'm not really very sure.

-- may have

06 Had it not been for his courageous attempt, all lives .............. been lost. [Kendisinin o cesur girişimi
olmasaydı, hepimiz ölecektik.]

-- would have

07 You ............... bought these; we've already got plenty at home.

-- needn't have

08 It ............... rain this afternoon. They ............... have to postpone the game.

-- might

09 ............... you do it, if you could?

-- Would

10 What .............. you got to offer to these poor people?!

-- have

EXERCISE - 4

TRANSLATE INTO ENGLISH:

01 -- Belki de halâ bizi istasyonda bekliyordur.

a. She might still be waiting for us at the station.


b. Maybe she will be waiting for us at the station.

Answer a

02 -- Bugün hava soğuktu; paltonu giymeliydin / giymiş olmalıydın.... (Akşam oldu: eve döndük; evde
konuşuyoruz)

a. It was cold today. You might have worn your coat...


b. It was cold today. You should have worn your coat...
89
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Answer b

03 -- Oraya sık giderdim...

a. I used to go there often.


b. I was used to going there often.

Answer a

04 -- Bu kadar çok alkol tüketmemelisin. Sağlığını düşünmelisin...

a. You oughtn't to consume so much alcohol. You should think of your health...
b. You wouldn't consume so much alcohol. You must think of your health...

Answer a

05 -- Üzgünüm, yarın yapamam. (İradem dışında engeller olacak)

a. Sorry, I won't be able to do it tomorrow.


b. Sorry, I can't do it tomorrow.

Answer a

06 -- Şimdi gitmek zorundayım. (İradem dışında zorunluluk)

a. I have to leave now.


b. I must leave now.

Answer a

07 -- Sokaklar ıslak bu sabah... Demek ki gece yağmur yağmış.

a. The streets are wet this morning. It must have rained last night...
b. The streets are wet this morning. It should have rained last night...

Answer a

08 -- Bugün öğleden sonra gelebilir... (Zayıf olasılığı tercih edin)

a. She may come this afternoon...


b. She might come this afternoon...

Answer b

09 -- Bugün öğleden sonra gidebilir... (İzin veriyorum)

a. She may leave this afternoon.


b. She should leave this afternoon.

Answer a

90
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
10 -- Eğer ambulans daha erken gelebilmiş olsaydı, belki de hayatı kurtarılabilirdi...

a. If the ambulance had arrived a little earlier, his life might have been saved.
b. If the ambulance had arrived a little earlier, his life would have been saved.

Answer a

EXERCISE - 5

TRANSLATE INTO ENGLISH

01 -- Kardeşim asla bir kavgadan kaçmazdı...

a. would b. didn't use to

My brother ............... never back away from a fight.

Answer would

02 -- Bütün bu durumun oluşmasına daha başından asla izin verilmemeliydi...

a. would b. should

The whole thing ............... never have been allowed to happen in the first place.

Answer should

03 -- Hükumetin o yaklaşımı benimsemesi çok yazık!...

a. should b. might

It's most unfortunate that the Government .............. adopt that approach.

Answer should

04 -- Herhangi bir sorun ortaya çıkacak olursa, beni hemen haberdar etmekte tereddüt etmeyiniz... (We
normally use this inverted form to express the idea that something is unlikely to happen. However, if
it ............... happen, then... etc.)

a. should b. would

............... any problems arise, just don't hesitate to let me know immediately.

Answer should
91
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

05 -- Bu iki olayın birbirini bu derece ardarda izlemiş olmaları çok can sıkıcı bir rastlantıydı...

a. should b. might

What an unpleasant coincidence it was that these two events ............... have followed one another so
closely.

Answer should

06 -- İleri yaşlarında, sık sık oraya gider, eski mutlu günler için gözyaşı dökerdi...

a. could b. would

In his later years, he ............... often go there and cry over the happy days of olden times...

Answer would

07 -- Fenerbahçe taraftarları bir daha hiç şampiyon olup olamayacaklarını merak etmeğe başlamışlardı...

a. should b. would

Fenerbahçe fans had begun to wonder whether they ............... ever be champions again.

Answer would

08 -- Bana bir lütufta bulunur musunuz?... (You are making a polite request -- AÇIKLAMA: Yine aynı
sözcükler kinayeli veya öfkeli bir ses tonuyla sıralandıklarında ise, duruma göre, "Tıraşı keser misin,"
"Biraz sessiz olur musun," gibi "şu yapmakta olduğun şeyi yapma" anlamı iletecektir...)

a. will b. can

............... you do me a favour?

Answer will

09 -- A - Şu adamı tanıyor musun?... B - Hayır. Tanımam mı gerekiyordu?...

a. Should b. Do

A. Do you know that man?


B. No. .......... I ?...

Answer Should

10 -- Olur da gecikirsem, bensiz gitmeğe hazır olun... ( = You don't know if you will be late or not, but
you think it is a possibility. This construction with "in case" is typically used with "...............")

a. will b. should

Be prepared to leave without me, in case I ............... be late.

92
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Answer should

EXERCISE - 6

Please do not click the answer button before you have thoroughly studied the question and deliberated on
your own choice !!

01 -- I'm not really sure where the cat is, but I think she ............... in the kitchen.

a. might play b. might be playing c. might have played

Answer might be playing

02 -- If I had left early like everyone else did, I ............... sitting here now listening to all this rubbish.

a. may not be b. wouldn't be c. was not able to be

Answer wouldn't be

03 -- If I'd gone down to Bodrum like all my friends did, I, too, ............... scuba diving lessons.

a. could have taken b. had better taken c. had taken

Answer could have taken

04 -- Meltem had agreed to meet us here at the entrance, but she ............... here when we arrived.

a. should have been b. wouldn't be c. wasn't

Answer wasn't

05 -- It ............... that silly friend of yours who called and didn't leave a proper message on the answering
machine...

a. should have been b. could easily be c. was recorded

Answer could easily be

06 -- I wish I'd never set foot there in person. I ............... her instead.

a. should have phoned b. had better phone c. will have phoned

Answer should have phoned

93
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
07 -- These aren't my books. I ............... someone else's books by mistake.

a. had better taken b. should take c. must have taken

Answer must have taken

08 -- Why did you do the dishes? You really ............... have bothered.

a. mustn't b. needn't c. couldn't

Answer needn't

09 -- I ............... bought them, if you had lent me some money.

a. may have b. might have c. ought to have

Answer might have

10 -- You .............. brought them with you. Why didn't you?

a. must have b. wouldn't have c. ought to have

Answer ought to have

11 -- Güneş ............... returned the CD we rented last week. It was on the table, but now it's gone.

a. must have b. ought to have c. would rather have

Answer must have

12 -- You've done an excellent job on it. No one else ............... it better.

a. may have done b. must have done c. could have done

Answer could have done

13 -- I really ............... fishing with my friends, but unfortunately I was down with the 'flu...

a. must go b. would like to have gone c. would rather go

Answer would like to have gone

14 -- I ............... have taken you advice and stayed away from that place.

a. must b. may c. should

Answer should

15 -- It now seems we .............. a taxi. We're already here and still have half an hour to go before the
performance....

a. shouldn't hurry and take b. needn't have hurried and taken


94
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

c. would like to hurry and take

Answer needn't have hurried and taken

16 -- They kept repeating that they ............... follow him wherever he went, but he still wasn't so sure...

a. had better b. would c. ought to

Answer would

17 -- She ............... read my letter by now, and I'm sure she will call us any moment.

a. should b. must have c. has to

Answer must have

18 -- Next week's final between these to teams ............... be really fascinating.

a. should b. would like to c. had better

Answer should

19 -- Her parents were supposed to have been back by last Monday. Frankly, they ............... a great time
there...

a. would rather have b. would like to have c. must be having

Answer must be having

20 -- You ............... have repeated it. It wasn't really necessary.

a. can't b. couldn't c. needn't

Answer needn't

CHAPTER - 5
AD-TÜMCELİK
İSİM CÜMLECİĞİ / THE NOUN CLAUSE

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Açıklama / Ad-Tümceliklere Toplu Bakış / Düz-Tümceden Üretilen Ad-Tümcelik / Dikkat...
Dikkat... / Sorulardan Ad-Tümcelik / Emirlerden Ad-Tümcelik / Dikkat... Dikkat... / İleri Düzeyde
Notlar / General Exercise / İngilizceye Çeviri
95
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
KISA AÇIKLAMA
Bu Bölümde dikkatimizi, tümcede özne veya nesne işlevi üstlenen bağıl tümcelikler (isim niteliği taşıyan
yan cümlecik) üstüne yoğunlaştıracağız. Bildiğiniz gibi, herhangi bir tümcede bu işlevler tek bir ad ile
karşılanabileceği gibi, bunun yerine bir ad-öbeği (noun phrase) yada ad-tümcelik de (noun clause)
kullanılabilir.

İlk iki durumda, birer yalın tümce (basit tümce /simple sentence); üçüncü durumda ise bir karmaşık tümce
(bileşik tümce / complex sentence) kurmuş oluruz:

Ali prefers tea.

My son prefers foreign films.

My son has told me that he prefers foreign films.

Unutmayınız, gramer birimlerini işlevlerine göre tanımlayıp sınıflıyoruz: "foreign films" yapı olarak bir
sıfat tamlamasıdır; ama burada nesne işlevi taşıyor. Çünkü, "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt
veriyor. O halde onu bir "ad-öbeği" (noun phrase) olarak değerlendireceğiz.

Aynı şekilde, "that he..." ile başlayan tümcelik de "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt veriyor ve "to
tell" fiilinin nesnesi konumundadır: O halde "ad-tümcelik" (noun clause) olarak değerlendireceğiz.

NOT: Kitabımızın pragmatik/pratik amaçlarına uygun olarak, burada da belli bir yuvarlama ve
yalınlaştırmaya gittim. Daha ayrıntılı gramatik açıklama isteyen okuyucular, Bölüm sonundaki "İleri
Düzeyde Notlar" Bölümüne bakabilirler. Ama o Bölümü "sıkıcı" bulursanız, beni suçlamayın.

AD-TÜMCELİKLERE TOPLU BAKIŞ


Farklı kaynak-tümce tiplerinden, hangi bağlaçlar kullanılarak nasıl bir ad-tümcelik üretildiği aşağıda
örnekleriyle gösteriliyor. İlerdeki örnekleri incelerken, zaman zaman bu tabloya dönüp karşılaştırarak
irdelemeniz yararlı olacaktır.

KAYNAK TÜMCE
BAĞLAÇ
AD-TÜMCELİK

DÜZ TÜMCELER

AIDS is a very dangerous syndrome.


that
That AIDS is a very dangerous syndrome is now

generally known. [ÖZNE]

Everybody knows (that) AIDS is a very dangerous


96
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

syndrome. [NESNE]

SORU TÜMCELERİ

a) Yardımcı Fiillerle:

Is AIDS really dangerous?

if

if... or not

whether

whether or not

whether... or not
Whether or not AIDS is really dangerous was

discussed in our last chapter. [ÖZNE]

They keep asking us if AIDS is really dangerous.

[NESNE]

(Bu bağlaçların kullanım koşulları için önemli not aşağıda)

b) Soru sözcük yada öbekleriyle:

In what population category is AIDS

particularly dangerous?

Why is AIDS so dangerous?


Soru sözcüğü

yada

soru öbeğinin

kendisi
In what population category AIDS is particularly

dangerous is a very relevant question. [ÖZNE]


97
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

They keep asking why AIDS is so dangerous.

[NESNE]

EMİR TÜMCELERİ
that
The doctor suggested that she (should) give up

smoking. [NESNE]

Önemli Not: Yardımcı fiillerle kurulan soru tümcelerinde, "if" ve "if...or not" içeren ad-tümcelikler özne
konumunda kullanılamaz. Bu kategoride yalnız "whether" içeren ad-tümcelikler yer alabilir.

Yani, ***"If she will come (or not) is not known," şeklinde bir tümce kuramazsınız. Doğru tümce:
"Whether (or not) she will come (or not) is not known."

TABLO - 1'in İRDELENMESİ

DÜZ-TÜMCEDEN ÜRETİLEN AD-TÜMCELİK


İngilizce'de herhangi bir düz-tümce'nin başına that bağlacı getirerek bir ad-tümcelik teşkil edebilir, sonra
da bunu bir fiilin öznesi yada nesnesi olarak kullanabilirsiniz. Formülünüz:

that + düz-tümce = ad-tümcelik

* * * *

A) Özne Olarak Kullanım:

Ad-tümceliğin özne konumunda olduğu tümceler güçlü bir anlatım olanağı sağlamakla birlikte fazla sık
görülmez; daha çok hitabette ve vurgulu, tumturaklı ifadelerde kullanılır. Günlük dilde, bu kalıptan
dönüşümle elde edilen aşağıdaki ikinci örnek tümce tipi çok daha yaygındır. Vurgulama dışında tümüyle
anlamdaş olduklarına dikkat ediniz:

1. That AIDS is a very dangerous syndrome is now generally known.

2. It is now generally known that Aids is a very dangerous syndrome.

Örnekler aşağıda çoğaltılmaktadır. Dikkat etmeniz gereken nokta: Ad-tümcelik başa alındığında bağlaç
kullanılması zorunludur, yani "that" kaldırılamaz; ikinci konumda ise bağlaç kullanımı zorunlu değildir
ve özellikle konuşma dilinde "that" çoğu zaman devre dışı bırakılır.

98
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Ancak bu uygulamanın yeni başlayanlar için belli bir ayrıştırma güçlüğü oluşturması nedeniyle,
"intermediate" düzey okuyucularımızın şimdilik her konumda "that" bağlacını kullanmalarını öneririm.

ARA TAVSİYE

DİKKAT... DİKKAT... Ayrıca, hiç unutmamanız gereken önemli bir nokta da şudur: Bir tümcenin
gramer açısından sağlıklı sayılabilmesi, onun günlük yaşamda kullanılabilirliği açısından garanti teşkil
etmez. Türkçe etken / edilgen dönüşümünü öğrenen bir yabancı, günlük konuşma sırasında "Kızı gözüme
kestirdim," yerine, bilgisini sergilemek amacıyla, "Kız benim tarafından gözüme kestirildi" diye bir tümce
kurarsa, herhalde alkış toplamayacaktır. Oysa gramerce doğrudur... Demek istediğim, ileri düzey İngilizce
bilgisine ulaşıncaya değin, "orjinal" tümce kurmaktan kaçınınız. Karşılaştığınız, ilginç bulduğunuz,
işinize yarayabilecek, yada yalnızca hoşunuza giden tümceleri kalıp halinde ezberlemek yoluna gidiniz.
Giderek, kalıptaki ad, sıfat ve zarfları değiştirmek suretiyle ifade zenginliği olanaklarınızı genişletirsiniz.

Örneğin burada da, hertürlü ad-tümceliği paşa gönlünüz isterse özne isterse nesne konumunda
kullanılabilir sonucu çıkarılmamalıdır. Aşağıdaki tümceler, gramer örneği olarak sunulmaktadır. Özellikle
"özne" konumunda olan bazılarına günlük dilde rastlama olasılığınız sıfıra yakındır diyebilirim.

Şimdi bu aşamadaki örneklerimize geçelim:

He is stinking rich. (be obvious -- simple present

kullanınız)

That he is stinking rich is obvious.

It is obvious that he is stinking rich.

There is a link. (be strongly suspected -

simple present)

That there is a link is strongly suspected.

It is strongly suspected that there is a link.

They are twin brothers. (surprise everyone; simple present)

That they are twin brothers surprises everyone.

It surprises everyone that they are twin brothers.


Women are worse drivers than men. (never be proven; present perfect)

99
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
That women are worse drivers than men has never been proven.

It has never been proven that women are worse drivers than men.

The business has gone bankrupt. (be known; future tense ile kullanınız)

That the business has gone bankrupt will be known within a very few days.

It will be known within a very few days that the business has gone bankrupt.

Her father happened to be the director. (not concern me; past)

That her father happened to be the director didn't concern me.

It didn't concern me that her father happened to be the director.

ARA BÖLÜM

İşte Sizlere Çok Çetin Bir Örnek:

ARİSTO NE DEMİŞMİŞ, NE DEMEMİŞMİŞ ???

Eski gözağrımız sorulardan birini ve yanıtını burada yeniden ele alıyorum: Bana göre, bugüne değin
hazırladığım test sorularının en iyilerinden birisi:

Aristotle is known to have said something like this: ".............. man is a political animal is pretty obvious."

a. This b. That c. The d. A e. Every

Doğru yanıt: "That" -- Yani, "b" şıkkı... Peki ama neden?! Şimdi onu açıklayalım: Çünkü, İngilizcede
"that" sözcüğü ile başlatılan iki tür bağıl tümcelik (yan tümcelik -- subordinate clause) kurulabilir:

1. Tanımlayıcı/kısıtlayıcı sıfat-tümcelik (defining or restrictive relative clause). Örnek:

Some of the things (that) we found there were truly amazing.

2. Ad-tümcelik (noun clause). Örnekler:

It is not surprising that they hold you responsible for it.

It is known that man is a political animal.

Aristotle said that man is a political animal.

100
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Bu örneklerde, "that" ile başlayan ad-tümcelikler nesne işlevini karşılıyor. (Direct object, yada
complement, hepsini kapsayacak şekilde yuvarlıyorum.)

Ama, daha az yaygın olan bir başka kullanım örneğinde, bu tür ad-tümcelikler, özne (subject) işlevi ile de
kullanılabilir: Örnekler:

That they hold you responsible for it is not surprising. Şaşırtıcı olmayan nedir? Seni sorumlu tutmaları...

That she doesn't care at all is pretty obvious.. Gayet belli olan nedir? Hiç umursamadığı, aldırış
etmediği...

That man is a political animal is well known. İyi bilinen şey nedir? İnsanoğlunun toplumsal bir yaratık
olduğu... ("Toplumsal" kavramı, "eski Yunan polis'lerinde, yani kentlerinde yaşıyor olmak" kavramından
kaynaklanıyor)

Görüyorsunuz, ad-tümcelik burada özne işlevi ile kullanılıyor.

Sonuçta, verdiğimiz örnek doğru ve yakışıklı bir tümcedir. Anlamı ise:

Aristo'nun şöyle birşeyler söylemiş olduğu bilinir: "İnsanoğlunun toplumsal bir yaratık olduğu besbelli..."

Bu arada, bir de tonlamaya ilişkin bir not: Tabiatiyle buradaki "That man ... etc" tümcesini "bu adam, şu
adam" anlamına gelen "this man, that man" deki gibi tonlamayacaksınız. Burada "that" sözcüğünü
birhayli bastırarak ve "ukalaca" bir tavırla söyledikten sonra, bir an duraklayıp ardından ad-tümceliği
patlatacaksınız! Unutmayın, hitabet ve belagat sanatından bir örnek veriyorsunuz...

ARA BÖLÜMÜN SONU

B) Nesne Olarak Kullanım:

Kitaplarda bu yapıda kullanılabilen fiillerin uzun listeleri verilir. Gökteki yıldızlar kadar kalabalık bu
listelerin pratik değeri olabilir mi? İngilizce'de çok işlek bir kullanım alanına sahip olan sözkonusu yapıyı
örnekleyelim. Diyelim ki elimizde "The inflation is going down" şeklinde bir düz-tümce var. Bakınız
neler yapabiliriz:

I admit (that) the inflation is going down.

Nobody else agrees " "

The government has announced " "

The Minister argued (that) the inflation is/was going down.

He seeks to reassure the people (that) the inflation is/will be

going down...
101
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

He keeps/kept boasting (that) the inflation is/was/had been etc...

It appears (that) the inflation is really/will really be going down.

Kısacası, düz-tümcelerden, başına "that" bağlacını getirerek oluşturulacak sonsuz sayıdaki ad-tümcelik,
daha yüzlerce fiilin nesnesi olarak kullanılabilir. Kullanım sıklığı çok yüksek olan bu yapıya başka ilginç
örnekler de verelim:

There is little hope (that) the inflation is going down at all...

There is some evidence (that) the fight against inflation will yet dominate Turkish economics for years on
end (for years on end = yıllarca)...

Would you agree (that) the inflation is going down? (...... görüşüne katılıyor musunuz?)

I had no idea (that) she was a policewoman... Nobody seemed to care (that) she was a policewoman...
Didn't you notice at the time (that) she was a policewoman?

It's a pity (that) you couldn't get there on time...

The fact is (that) the stars are too widely dispersed in space...

The trouble is (that) I've got very little money...

She's convinced (that) she's going to lose her job soon.

I'm afraid (that) they'll have to postpone the game...

I'm sorry (that) you can't come tonight...

I'm glad (that) this boring exercise is now over... (to be over = bitmek, sona ermek)

(Tekrara gerek var mı bilmem, ama biliyorsunuz bu kitapta gramer bizim için bir amaç değil, yalnızca bir
araç... Konuları ve terimleri, bize en kestirmeden hizmet edebilecekleri şekilde yuvarlayıp özetliyorum.
Örneğin yukardaki örneklerde, geçişli fiillerin "object" leri olduğu kadar, farklı bazı yapıları da nesne
başlığı altında gösterdim. Bu ağır suçu, herhalde tüyleri şu anda öfkeden dimdik olmuş gramer
polislerine bari kendim duyurayım dedim...)

"Sorulardan ad-tümcelik" konusuna geçmeden önce çok önemli bir hatırlatma:

DİKKAT... DİKKAT
Bu noktada, daha önce de değindiğimiz bir kuralı yeniden önemle vurgulamak isterim: Bütün bağıl-
tümcelikler (yan-tümcelikler) düz-tümce olmak zorundadır. Başka bir deyişle, ad-tümcelik, sıfat-
tümcelik, zarf-tümcelik soru biçiminde olamaz.

(Peki bu kadar önemli bir kural da, neden acaba bugüne değin kimse size bundan söz etmedi? Peki,
şimdiye değin kaç tane Türkler tarafından Türkler için hazırlanmış özgün İngilizce gramere rastladınız.
Bizdeki kitaplar çeviridir. Ana dili ingilizce olanlar ise, balık suda yaşadığını bilmez misali, kendisi için
102
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
çok doğal olan bu gerçeği kurallaştırmayı düşünmez. Bağıl-tümceliğin (yan-tümceliğin) bu en önemli
özelliğini lütfen asla, ama asla aklınızdan çıkarmayınız.)

Demek ki, soru tümcelerinden ad-tümcelik oluştururken ilk yapacağınız şey bunu düz-tümceye
çevirmektir. Örnekleri izleyiniz:

-- Does she still keep it?

-- Yes, I'm certain (that) she still keeps it.

-- Will she be coming tonight?

-- No, I'm sure (that) she won't be coming tonight.

NOT: Olağan konuşma ortamında, "Yes, I'm certain she did... No, I'm sure she won't..." şeklindeki kısa
yanıtlar doğal ve yeterli sayılacaktır. Örnekleyelim:

Q: Has anyone been hurt? A: No, I'm happy to say that no one has.

Q: Is the price likely to go up again? A: Yes, I'm afraid it is.

Q: Is he crazy or something ? A: Yes, I think he is.

Q: Did they lend you the money? A: Yes, I'm very grateful (that) they did.

SORULARDAN AD-TÜMCELİK
Bu Bölümün başındaki Tablodan hatırlayacağınız üzere, bu konu iki alt başlık altında incelenecektir: 1)
Yardımcı fiillerle kurulan soru tümceleri... 2) Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleri ile
gerçekleştirilen sorular...

A) Yardımcı Fiillerle Kurulan Sorular:

Bu tip soru tümcelerinden ad-tümcelik oluşturmak için, 1) Düz-tümceye çeviriniz, 2) Başına Tabloda
gösterdiğimiz bağlaçlardan birisini getiriniz.

1) İşte şimdi çok önemli bir noktaya değineceğiz. Dikkat edilirse aşağıda örneklenen her üç İngilizce
tümce, Türkçe'de aynı çeviriyi veriyor:

103
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
She asked me if I was happy.

She asked me if I wasn't happy.

She asked me if I was happy or not.

= Mutlu olup olmadığımı sordu.

[Hernekadar, ilk iki örneği, "Acaba mutlu muy(d)um diye sordu" / "Acaba mutlu değil miy(d)im diye
sordu" şeklinde çevirmek olanağı varsa da...]

Kısacası, Türkçe'de soru sormak amacıyla, "Mutlu olduğu -- mu sordu?... Mutlu olmadığı -- mı sordu?..."
yapıları kural dışıdır, ama İngilizce'de soruları bu şekilde sorabiliyor; özel olarak "mutlu olup
olmadığımı" kavramını iletmek istersek "or not" yapısına baş vuruyoruz.

2) Yine çok önemli bir nokta: "If" yada "if... or not" kalıbıyla kurulan tümcelik özne konumunda
kullanılamaz. Özne konumunda yalnızce "whether" ile başlayan ad-tümcelikler yer alabilir. (Daha önce
de önemle değindik.)

YANLIŞ: If you pass your exam (or not) depends on your work.

DOĞRUSU: Whether (or not) you pass your exam (or not) depends on your work.

3) Tıpkı düz-tümceden üretilenlerde olduğu gibi, sorulardan üretilen ad-tümcelikler için de nesne
konumunda kullanım çok daha yaygındır. Örnekler:

- Will you be attending the meeting?

He wants to know if I will be attending the meeting.

He wanted to know if I would not be attending the meeting.

I don't know if she will be attending the meeting or not.

They're asking her whether or not she'll be attending the

meeting.

They want to know whether you'll be attending the meeting or

not.

4) Ad-tümcelik bir ilgecin (preposition) nesnesi olduğunda yine "if" li yapılar kullanılamaz:

YANLIŞ: We're very concerned about if she can manage this affair properly (or not).

DOĞRUSU: We're very concerned about whether she can manage this affair properly (or not).

104
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
B) Soru Sözcükleri/Öbekleriyle Kurulan Sorular:

Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleriyle kurulan soru tümcelerini bir ad-tümceliğe dönüştürmek için,

1) Bağlaç, soru sözcüğü yada soru öbeğinin kendisidir;

2) Soru tümcesi düz-tümceye çevrilir.

(Neden? Çünkü, bütün bağıl tümceler düz-tümce olmak zorundadır! Ad-, sıfat- yada zarf-tümcelik soru
biçiminde olamaz!)

1. Önce, bu tip sorulardan dönüştürülen ad-tümcelik için özne konumunu örnekleyelim:

Q: "Why did she leave you?" A: "Why she left me is none of your business!"

Q: "What time is it?" A: "What time it is is none of your business!"

(Görüyorsunuz cevapları veren kişinin biraz huysuzluğu üstünde! Öte yandan, ikinci cevapta ardarda
gelen "is is" bir baskı hatası değil: Birincisi ad-tümceliğe ait, ikincisi ise toplam tümcenin asıl fiili...)

Peki, şu örnekleri ad-tümceliğe nasıl çevireceğiz? "Who stole the money?"... "What happened there that
night?"

YANIT: "Who" ve "What" soru sözcükleri, kurdukları soru tümcesinin aynı zamanda öznesi
konumundadır. Bu nedenle, soruyu düz-tümceye çevirince sözcük dizimi değişmez, aynı kalır:

Q. -- Who came?

A. -- I don't know who came.

Q. -- Who stole the money?

A. -- Who stole the money is not very clear.

Q. -- Who had stolen the money?

A. -- Who had stolen the money was not very clear.

Q. -- What happened to it?

A. -- I don't know what happened to it.

Q. -- What happened there that night?

105
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
A. -- What happened there that night is a great mystery for everyone.

2. Şimdi de bu tip tümceliklerin nesne konumunda kullanılmasını örnekleyelim:

Q: "Who saw her last last night?"

A: "We have no idea about who saw her last last night." (Dikkat: "who saw her last -- last night: dün gece
onu en son kim gördü... Yani, baskı hatası filan yok.)

Q: "Which of the two colours should I choose?"

A: "She asked herself which of the two colours she should choose."

Q: "Where has he come from?"

A: "They wondered where he had come from."

Q: "Can you tell me what time it is?"

A: "I don't really know what time it is."

Q: "What is the watch-word?"

A: "The soldier doesn't know what the watch-word is!"

Q: "Who did you buy it from?"

A: "I'm sorry, but I can't tell you who I bought it from."

Q: "Do you think that she will tell you who came here last night?"

A: "Yes, I'm sure she will." (= Yes, I think so.)

Q: "How does one do it?"

106
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
A: "Are you asking me how one does it?" (Sen mi soruyorsun bana bunun nasıl yapılacağını?)

Q: "How does it work?"

A: "He kept wondering how it worked." (Reported speech, indirect speech, dolaylı anlatım)

EMİRLERDEN AD-TÜMCELİK
Bildiğiniz gibi, emir tümcelerinin dolaylı aktarımı çoğu zaman olumlu ve olumsuz mastarlar (the
infinitive) aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu konuyu "Dolaylı Anlatım - Indirect Speech" Bölümünde
ayrıntıları ile ele alacağız:

"Sit down." --------› "He told me to sit down."

"Don't come back here ever again!" --------› "They told me not to go back there ever again." veya, "They
told me never to go back there again."

"Be careful with your diet." --------› "The doctor told me to be careful with my diet."

DİKKAT... DİKKAT...

Bir başka anlatım/aktarım yolu ise, belli fiillerin ardından that + ad-tümcelik yapısının kullanılmasıdır:

"Be careful with your diet." --------›

"The doctor suggested/advised/urged that I/you/she (should) be careful with my/your/her diet."

Bu beklenmedik anlatım kalıbı ileri düzeyde İngilizce öğrencileri için bile şaşırtıcı olmaktadır. Oysa
günlük basında ve literatürde örnekleri hayli kalabalıktır. Sınavlarda da baştacı bir sorudur.

(NOT: Gramer sınıflaması olarak bu konu aslında Bölüm 9'da "The Subjunctive Mood" başlığı altında da
ele alınabilirdi. Ancak deneyimlerim, bunların "ad-tümcelikler" arasında ele alınmasının öğretim/öğrenim
kolaylığı sağladığını göstermiştir. Yine de, o Bölümde de bazı örnekler veriyorum.)

Önce bu yapıda yaygın kullanılan fiilleri listeleyelim:

advise, agree, ask (istemek), be determined (kesin kararlı olmak), beg, command, demand, desire, forbid,
insist, move (önermek), recommend, request, require, stipulate (yasa, vb için emredici olmak), suggest,
urge (acildir, gereği hemen yapılsın çağrısında bulunmak)...

107
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
İşte, bu fiillerden sonra ad-tümcelik "should" yardımcı fiili ile kurulur. Kurulur ama, dilersek yardımcı
fiili yapıdan çıkarabiliriz. Uygulama çoğu zaman bu yöndedir. Kolaylık bakımından, tümcenizi önce
"should" ile kurun. Sonra bu sözcüğü çıkarın: Geride ne kalıyorsa o kalsın.

Doğaldır ki geride yalnız yalın fiil kalacak ve giriş fiilinin present yada past olması bunu
değiştirmeyecektir. Yapı işte bu nedenle "şaşırtıcı" görünüyor:

ÖRNEKLER

The doctor suggested that she stop smoking.

Her employer demanded that she come to work on time.

We requested that outsiders not be allowed to enter the hall.

Her doctor urged that the operation not be postponed any longer.

He keeps advising me that I sell my old car.

They insist that they be given a second chance.

I move that the meeting be postponed. [Toplantının ertelenmesini öneriyorum... to move = önermek...
parliamentary motion = önerge...]

EXERCISE

Aşağıdaki tümceleri, önerilen sözcükleri kullanarak, İngilizce'ye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini
düşürünüz.

1) Yolculuğumuzu ertelememizi önerdi. (propose / postpone / journey)... 2) Yolculuğumuzun


ertelenmesini önerdi. (propose / journey / be postponed)... 3) Yeni bir lastik almamı tavsiye etti.
(recommend / buy / tyre)... 4) Yeni bir lastik alınmasını tavsiye edecektir. (recommend / be bought /
tyre)... 5) Ödülün Ali ve Güneş arasında eşit bölüştürülmesini talep ediyoruz. (demand / prize / be
equally divided)... 6) Kimsenin oraya kendisinden önce ulaşmamasında kararlı. (be determined / nobody /
get there)... 7) Kapıların kapatılmasını emretmeli. (he order / gates / be shut)... 8) Güneş'in terfi
108
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ettirilmesi önerilmiş bulunuyor. (be proposed / be promoted)... 9) Eminim doktor en az bir hafta yatakta
kalman konusunda uyarıda bulunacaktır. (urge / stay in bed)... 10) Ali evin satılmasını önerdi. (suggest /
be sold)...

Yanıtlar:

1) He proposed that we postpone our journey... 2) He proposed that our journey be postponed... 3) He
(has) recommended that I buy a new tyre... 4) He will recommend that a new tyre be bought... 5) We
demand that the prize money be equally divided between Ali and Güneş... 6) He is very determined that
nobody get there before him... (Bu son örnekte, günümüz konuşma dilinde "nobody gets there" yapısını
işitebilirsiniz. Ama sakın klasik bir sınavda bu hataya düşmeyin.) 7) He must/should order that the gates
be shut... 8) It has been proposed that Güneş be promoted... 9) I'm sure the doctor will urge that you stay
in bed for at least a week... 10) Ali suggested that the house be sold.

DİKKAT... DİKKAT...
Yukardakilere benzer şekilde "should" yardımcı fiilinin düşürülebileceği bir başka yapının formülü de
şöyle:

be + öğütleyici/ivedilik bildiren sıfat + ad-tümce

Örnek: It is imperative that she (should) consult a doctor at once... Hemen bir doktora danışması büyük
önem taşıyor...

Bu kalıpta kullanılabilecek sıfatlara örnekler:

advisable, desirable, essential, good, better, best, imperative, important, mandatory (zorunlu), necessary,
reasonable (akla, mantığa uygun), requisite (gerekli), urgent, vital, only right, only fair, only just (gayet
hakça), only natural (gayet doğal)...

EXERCISE

Aşağıdaki tümceleri, önerilen sözcükleri kullanarak, İngilizce'ye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini
düşürünüz.
109
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

1) Kendisinin hazırlıklı olması esastır. (essential / he / be prepared)... 2) Hiç hata yapmamaları tavsiye
olunur. (advisable / they /make no mistakes)... 3) Derhal bir mesaj gönderilmesi ivedilik taşıyor. (urgent /
be sent)... 4) Hastaya ilacın altı saatte bir verilmesi önemlidir. (important / be given / every six hours)... 5)
Herkesin son derece sessiz olması/kalması gerekiyor. (requisite / be, veya keep very quiet)... 6)
Doktorumu hemen görmem gerekiyor. (requisite / see)... 7) Sen en iyisi yolculuğunu iptal et. (best /
cancel / journey)... 8) Talimatları dikkatle izlemeniz yaşamsal önem taşıyacaktır. (vital / follow)... 9)
Daha yüksek ücretler istemeleri gayet mantıklı. (only reasonable / demand)... 10) Düşmanlarımızdan daha
kuvvetli olmamız son derece önemli. (imperative / be stronger)...

Yanıtlar:

1) It is essential that he be prepared... 2) It is advisable that they make no mistakes... 3) It is urgent that a
message be immediately sent... (veya, be sent immediately)... 4) It is important that the patient be given
the medicine every six hours... 5) It is requisite that everyone be/keep very quiet... 6) It is requisite that I
see my doctor at once... 7) It is best that you cancel your journey... 8) It will be vital that you follow the
instructions most carefully... 9) It is only reasonable that they demand higher wages... 10) It is imperative
that we be stronger than our enemies...

İLERİ DÜZEYDE NOTLAR


Ad-tümcelik için en geniş çerçeve tanım şöyle olabilir: Tümce içinde gramer işlevi olarak ad kullanılması
gereken herhangi bir yerde bu işlevi üstlenebilen tümcelik türü...

Ad-tümcelik şu konumlarda karşımıza çıkabilir:

1. Bir fiilin öznesi (subject):

What you do or don't do does not interest me...

That you should find this difficult is only expectable...

(only expectable = yani, başka şey beklenemezdi ki...]

2. Bir fiilin dolaysız nesnesi (direct object):

I know where he lives...

Everybody knows that you've been abroad for your holidays...

3. İlgeç nesnesi (object of a preposition):

He told us all about what he had seen there...

They only spoke of whether there should be early elections or not...

4. Bir ad yada adıl ile "apposition" durumunda:

The fact that she is your best student does not surprise me...

110
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
I will see to it that he leaves tonight...

( = Bu akşam yola çıkmasını sağlayacağım...)

5. Bir fiilin "subjective" veya "objective" tümleci:

He became in the end what everyone had expected him to become...

( = Sonunda herkesin tahmin etmiş olduğu kişiliğe büründü... Tümce İngilizce'de olumsuz bir yorum
içerdiği için bu şekilde çeviriyorum...)

All these flatteries have made him what he is...

( = Bu hale gelmesine bütün bu yaltaklanmalar neden oldu...)

"If" ve "whether" arasındaki birkaç nüansa da dikkati çekmek yerinde olacaktır. Şöyle ki,

1. Olağan durumda ikisi eşdeğerdir, ancak "if" çok daha yaygındır. (Ama Bölüm başında, nerelerde
kullanılamayacağını belirtmiştik)... "Whether" sanki biraz daha "kitabi" duruyor.

2. Soru bir tercih yapılmasını gerektiriyorsa, "whether" daha doğaldır:

Q: "Do you wish to go by air or sea?"

Reported: "The travel agent asked whether I wanted to go by air or sea."

3. "If" li tümcelerin aktarılmasında, "çift if" kullanmak durumunda kalmamak için "whether" tercihi
doğaldır:

Q: "If you go downtown this afternoon, will you buy a few things for me?"

Reported: "She asked whether, if I went downtown that afternoon, I would buy a few things for her."

4. Özne ve nesne konumlarında "if" ve "whether" için temel kullanım kurallarına ise Bölüm başında
önemle değinmiştik.

GENERAL EXERCISE - 01

(Not: Burada özne-nesne terimleri pratik amaçla itibari değerde kullanılmaktadır. Daha keskin gramer
sınıflaması arzu edenler, bir yukardaki konuya bakabilirler)

Özne Olarak Kullanınız:

111
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
01 All work and no play makes Jack a dull boy. It is a fact which is expressed in practically every
language.

02 How does he manage to keep going? This is beyond me.

03 Will he do it? It is another matter. ("Pek sanmıyorum" nüansı ile)

04 Whoever wants to succeed in life? He/she should plan his/her time carefully.

05 What did you say to him? It matters a lot to me.

06 Man is a political animal. It was first pointed out by Aristotle.

07 AIDS is a very dangerous syndrome. It is a fact accepted by everyone.

08 Does AIDS threaten to spread further in the near future? This was discussed in a recent meeting.
("Yayılma eğiliminde olup olmadığını" sorgulayınız.)

09 What does she do for a living? It is a mystery.

10 What happened afterwards? It is not clear.

Nesne Olarak Kullanınız:

11 Whoever is that person? The girls would like to know that.

12 She must lose some weight. The doctor recommended this.

13 "Be careful with your diet." This is what the doctor told me. ("suggest" fiilini kullanınız.)

14 How does it work? This was what he kept wondering.

15 It is a privilege to receive higher education in Turkey. Unfortunately, most students do not seem to
realize this.

16 Whatever else are you planning to do now? They will object to them.

17 What does you friend suggest that you do? This is the best thing to do.

18 You've been kicked out. I'm sorry.

19 He did not recognize you? Is this possible? [İlk tümce, ses tonlaması ile sorduğumuz bir soru -- gerçi
bu birşey değiştirmez, ama noktalama hatası olmadığını söylemek için belirtiyorum.]

20 People show they have not forgotten you. This is always gratifying. [Burada tümceyi oluştururken
"if" yerine "when" kullanın; çok daha şık olacaktır.]

YANITLAR

112
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

01 That all work and no play makes Jack a dull boy is a fact which is expressed in practically every
language.

02 How he manages to keep going is beyond me. [Hayatını/işini nasıl götürüyor, veya ruhsal durumuna
rağmen nasıl ayakta kalabiliyor anlayamıyorum...]

03 Whether he will do it is another matter. [Acaba gelecek mi? İşte o başka bir mesele...]

04 Whoever wants to succeed in life should plan his/her time carefully. [Her kim ki hayatta başarılı
olmak istiyor...]

05 What you said to him matters a lot to me. [= benim için çok önemli, büyük önem atfediyorum...]

06 That man is a political animal was first pointed out by Aristotle.

07 That AIDS is a very dangerous syndrome is a fact accepted by everyone.

08 Whether or not AIDS threatens to spread further in the near future was discussed in a recent meeting.
[to spread further = daha ileri boyutlarda yayılmak]

09 What she does for a living is a mystery. [Hayatını nasıl kazandığı bir sır... bilinmiyor, çok
esrarengiz...]

10 What happened afterwards is not clear. [Ardından neler olduğu pek açık / belli / berrak değil...]

11 The girls would like to know whoever that person is. [Kızlar bu adamın (her) kim olduğunu çok
merak ediyorlar, öğrenmek istiyorlar...]

12 The doctor recommended that she lose some weight.

13 The doctor suggested that I be careful with my diet.

14 He kept wondering how it worked. [Nasıl çalıştığını / işlediğini merak edip duruyordu: keep + V3 =
süreklilik bildirir...]

15 Unfortunately, most students do not seem to realize that it is a privilege to receive higher education in
Turkey. [realize = anlamak, kafasına dank etmek...]

16 They will object to whatever else you are planning to do now. [Şimdi başka her ne yapmayı
planlıyorsan planla karşı çıkacaklardır...]

17 The best thing to do now is what your friend suggests that you do. [Şimdi yapman gereken en iyi şey,
arkadaşının yapmanı önerdiği şey...]

18 I'm sorry (that) you've been kicked out. [Kovulmuş / işten atılmış, çıkarılmış olduğun için
üzgünüm...]

19 Is it possible that he did not recognize you? [Seni tanımamış olması mümkün mü?]

20 It is always gratifying when people show they have not forgotten you.

113
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

GENERAL EXERCISE - 02

İNGİLİZCE'YE ÇEVİRİNİZ

01 Belediye başkanına süikast yapmayı planlamakta oldukları doğru mu?

02 İşi zamanında bitirip bitiremeyeceklerini bilmek istiyorum.

03 Orada tanık olduklarım [tanık olduğum şey veya şeyler] hepinizi ilgilendiriyor.

04 Japonca çalışıyor olman inanılmaz!

05 Firmanın belli ölçüde acil parasal yardıma ihtiyacı olduğu gereğince vurgulandı. ["belli ölçüde" için
"some" kullanınız... gereğince = duly... acil = immediate]

06 Bunu yapmamanı sana kaç kez söylediğimi hatırlıyor musun?

07 Sana kaç kez yardım istemek için gelmiş olduğumu hatırlamıyor musun?

08 Daha yüksek sesle konuş lütfen. Ne dediğini duyamıyorum.

09 Nerelerde olduğumu lütfen sorma bana! [to have been, kullanacaksınız...]

10 Walla, polis memuresi olduğu hakkında hiç fikrim yoktu...

YANITLAR

NOT: Ufak tefek farklılıklar kabulümdür... Örneğin "would like" yerine "want", yahut "whether or not"
yerine "whether...or not" dediyseniz, kendinizi üzmeyiniz...

01 Is it true that they were planning to assasinate the mayor?

02 I'd like to know whether or not they will be able to complete the work on time.

03 What I witnessed there concerns all of you.

04 That you're studying Japanese is unbelievable! [veya, It is unbelievable that you are -- should be --
studying Japanese.]

05 It was duly emphasized that the firm needed some immediate financial aid. [veya, That the firm
needed some immediate financial aid was duly emphasized.]
114
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

06 Do you remember how many times I have told you not to do it?

07 Don't you remember how many times I had come to ask for help.

08 Speak louder, please. I can't hear what you're saying.

09 Please don't ask me where I have been!

10 Well, I had no idea that she was a policewoman...

CHAPTER - 6
SIFAT-TÜMCELİK
RELATIVE CLAUSES / ADJECTIVE CLAUSES

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Açıklama / Bağlaçların Kullanım İşlevine Göre Şematik Dökümü / Örnek Tümceler / -Ki Bağlacı /
Adların Nitelenişine Örnekler / ilgeç - Bağlaç İlişkisi / Öteki Bağlaçlar / Miktar, Sayı Belirten
Anlatımlar / Exercise - 1 / Execise - 2 / Exercise - 3 / Exercise - 4 / Tanımlayıcı Olan / Olmayan Sıfat
Tümcelikler / Exercise - 5 / Tümce Niteleyen Sıfat-Tümcelikler / Genel Test

KISA AÇIKLAMA
Biliyorsunuz: Sıfatlar adları niteler... Aynı işlevi, bir araya gelerek sıfat işlevi kazanan birkaç sözcük (=
sıfat-öbeği) veya bütün bir sıfat-tümcelik de üstlenebilir.

Peki, "sıfat-tümcelik" için nasıl bir tanım verebiliriz? : İçinde çekilmiş bir fiil bulunan ve tümce içinde
"sıfat" işlevi taşıyan (yani bir ad veya ad-eşdeğerini niteleyen) bağıl-tümcelik türü... [Hatırlayacaksınız:
Çeşitli kaynaklarda, "bağıl-tümcelik" için işitilen diğer terimler = yan cümlecik, alt cümlecik...]

İşte sizlere pratikte çok yararlı bir saptama: Gerek Türkçe'de gerek İngilizce'de sıfatlar niteledikleri
adlardan önce gelir. Bu kuralın İngilizce'de pek az istisnası vardır: "secretary general" gibi.

Sıfat-tümceliklere gelince, Türkçede niteledikleri adın yine önüne gelirler. Ama İngilizcede durum bunun
tersinedir ve sıfat-tümcelik nitelediği adı izler.

Üstelik, yine pratikte çok işimize yarayacak bir belirlemeyle, çoğu zaman HEMEN ARDINDAN İZLER.
Örneklere bakalım:

SIFAT AD
yabansıl

wild
hayvanlar

animals

115
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
SIFAT-ÖBEK AD
paniğe kapılmış
panic-stricken
kalabalıklar
crowds

SIFAT-TÜMCELİK AD / NOUN ADJECTIVE CLAUSE


buraya sık gelen insanlar
people who come here often

İngilizce Sıfat-Tümlecik Oluşturmakta Kullanılan Bağlaçlar Şunlardır:

who, whom, whose, which, that

Ayrıca:

when, where, why

Birinci grupta sergilediğimiz "relative pronoun" lardan dolayı bu türden tümceliklere RELATIVE
CLAUSES adı verenler olduğu gibi, ADJECTIVE / ADJECTIVAL CLAUSES başlıklarına da sık
rastlanır. Tabiatıyla, bunlara "bağ adılları / zamirleri" adı verilmesinin de nedeni, tümceliği tümcedeki
diğer bir öğeye bağlıyor olmalarından kaynaklanıyor...

* * * * *

BAĞLAÇLARIN KULLANIM İŞLEVİNE GÖRE ŞEMATİK DÖKÜMÜ

SAĞA: Sıfat-Tümcelik İçinde İşlev

AŞAĞI: İçerdiği Varlık Alanı

ÖZNE
NESNE
İYELİK (mülkiyet)

İnsanlar ve Kendimize Yakın Bulduğumuz Varlıklar


who, that
whom, who, that, "-----"
whose

Cansızlar, Hayvanlar, Bitkiler


which, that
which, that, "-----"
of which, whose

Türkçe Karşılığı
ki o, ki onlar
ki onu, ki onları
ki onun, ki onların
116
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Not: Yukardaki sıralama, yazı dili ve ağdalı konuşmadan günlük konuşma yönüne doğrudur. Klasik
kalıplardan günümüz kullanımlarına doğrudur, da diyebilirsiniz. Ağdalı deyişler, "The man whom we saw
was our long-lost friend Hüsamettin"... şeklinde iken, bugünkü tercihimiz "The man we saw was our
long-lost friend Hüsamettin" şeklinde olacaktır. Tablodaki "-----" işareti, bağlacın tümüyle
kaldırılabileceği anlamına geliyor. Bu konuları ilerleyen paragraflarda ayrıntılarıyla irdeleyeceğiz.

ÖRNEK TÜMCELER

1. She is the best teacher who/that has ever taught in this school.

Tarzancası: Bugüne değin en iyi öğretmendir ki o bu okulda ders vermiştir.

Güzel Türkçesi: Bugüne değin bu okulda ders vermiş en iyi öğretmendir.

Sıfat-tümcelik, "who/that has (ever) taught in this school" olup, "teacher" ad-sözcüğünü niteliyor.
Bağlacımız kendi tümceliği yani sıfat-tümcelik içinde özne işlevi taşıyor, yalın haldedir ve "has taught"
çekilmiş fiilinin öznesi durumundadır: "Ki O" anlamı veriyor.

Not: Üstünlük (superlative -- best gibi) derecesi ile her iki bağlaç eşdeğer sıklıkta kullanılıyor. Ayrıca, all,
somebody, someone, anybody, anyone, nobody, no one sözcüklerinden sonra da, "that" kullanımının
giderek arttığı söylenebilir. Ancak genelde, ve özelde ise sınavlarda, "who" tercihiniz daha güvenceli
olur.

2. The man whom/who/that/"--" we saw is a professor of mine.

Tarzancası: Adam ki biz onu gördük benim bir hocamdır. Güzel Türkçesi: Gördüğümüz adam benim bir
hocamdır.

Sıfat-tümlecik, "whom/who/that/"--" we saw" olup "man" ad-sözcüğünü niteliyor. Yani bağlacımız "Ki
Onu" anlamını taşıyor, Türkçe'deki -i halinin (= nesne) karşılığıdır, kendi tümceliği içinde nesne işlevi
taşımaktadır. Sıfat-tümcenin kendi çekilmiş fiili olan "saw" sözcüğünün nesnesidir: Kim gördü? Biz
gördük... Kimi gördük? (Adam) ki onu gördük...

3. This was a decision which/that caused so much misery afterwards.

Tarzancası: Bir karar işte o idi ki sonraları bunca acılara yol açtı.

Güzel Türkçesi: Sonraları bunca acılara yol açan işte bu karardı.

117
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Buradaki sıfat-tümcelik, "which/that caused so much misery afterwards" olup, bağlaç "Ki O" anlamıyla
kendi fiilinin (=caused) öznesi durumundadır.

4. That was the book which/that /"--" they required us to read.

Tarzancası: Kitap işte o idi ki onu okumamızı bizden istiyorlardı.

Güzel Türkçesi: Okumamızı bizden istedikleri kitap işte o kitaptı.

Buradaki sıfat-tümlecik, "which/that/"--" they required us to read" olup, bağlaç "Ki Onu" anlamıyla kendi
fiilinin, yani sıfat-tümcelik fiilinin nesnesi konumundadır.

Not: Üstünlük derecesi ile all, much, little, no, none, everything sözcükleri ile "which" pek kullanılmaz,
diyebiliriz:

Almost all the goods that/"--" we bought were rather reasonably priced...

This is certainly the best game that/"--" he has ever played...

5. The book is about a beautiful young woman whose husband leaves her.

Tarzancası: Kitap, güzel ve genç bir kadın (ki kocası onu terkediyor) hakkında...

Güzel Türkçesi: Kitap, kocası kendisini terkeden güzel ve genç bir kadın hakkında.)

"whose husband leaves her" şeklindeki sıfat-tümcelik, kadına ilişkin bir iyelik (mülkiyet = sahiplik: ki
onun) nitelemesinde kullanılıyor.

6. I'm from a country whose past history (=the past history of which) is fully glorious.

"I'm from a country" temel tümceliktir. "Whose / of which" ile kurulan sıfat-tümcelik, "country"
sözcüğünü niteleyen bir iyelik (mülkiyet) sıfatı konumundadır.

"-- Kİ " BAĞLACI

Bilindiği gibi "-ki" bağlacı Türkçe'ye Farsça'dan gelmiştir. Ama, aradan geçen bunca yüzyıla karşın, halâ
yabancıdır. Aşağıdaki iki örnekten birincisi Türkçe'de olanaksız bir yapıdır. Nedeni ise, bizim dilimizde
sıfat-tümceliğin nitelediği addan sonra değil, önce gelmesidir:

Adam ki o bize doğru yürüyor Ali'nin amcasıdır.

Bize doğru yürüyen adam Ali'nin amcasıdır.

Öte yandan, Türkçe'de geçersiz olan bu yapı, tıpkı Farsça gibi Hint-Avrupa dil ailesi kökenli olan
İngilizce'nin de yapısına uygundur. İşte bu nedenle, İngilizce sıfat-tümcelik yapısını çözmek için
118
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Türkçe'de rastlanan "-ki" bağlaçlı yapılardan yararlanabiliriz. Şimdi İngilizce sıfat-tümcelik bağlaçlarının
Türkçe karşılıklarına yeniden göz atalım:

who
ki o, ki onlar (özne)
whom
ki onu, ki onları (nesne)
whose
ki onun, ki onların (iyelik)
which
ki o, ki onlar (özne)
ki onu, ki onları (nesne)

that
ki o, ki onlar (özne)
ki onu, ki onları (nesne)

of which
ki onun, ki onların (iyelik)

Not: Nesne konumundaki fiilin Türkçe karşılığı "-i" hali yerine, kimi fiillerde örneğin "-e" halini geçerlik
kazanabilir: Ki ona, ki onlara, gibi. Örnek: The man (whom/who/that) we paid a visit to was a teacher of
mine. = Kendisine ziyarette bulunduğumuz kişi (=kişi ki ona bir ziyarette bulunduk) benim bir
öğretmenimdi. Bu konuya az sonra ilgeç-bağlaç ilişkisinde ayrıntılarıyla değineceğiz.

TAM TÜMCENİN OLUŞTURULMASI: Şimdi, içinde bir (yada daha çok) sıfat-tümcelik yer alan tam
bir tümcenin oluşturulmasını iki aşamada irdeleyelim:

1 -- ADLARIN NİTELENİŞİNE ÖRNEKLER

1. the man who is walking toward us = bize doğru yürümekte olan adam (adam ki o yürüyor bize doğru...)

2. Ali Bey, who works for the Foreign Office, = Ali Bey, ki kendisi Dışişleri Bakanlığında çalışıyor (Ali
Bey, ki o çalışır Dışişleri Bakanlığında -- Yeniden nitelemeğe gerek duymadığımız tanıdık bir kimse
olduğu için iki virgül arasında. Bu konuya daha ilerde tanımlayıcı olan ve olmayan sıfat tümceliği
konusunda ayrıntılarıyla değineceğiz.)

3. the man (whom) we met = tanıştığımız adam (adam ki onunla biz tanıştık -- Nesne konumunda olan
bağlacın çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız.)

4. tables which are round = yuvarlak olan masalar (masalar ki onlar yuvarlaktır)

5. tables (which) we bought = satın almış olduğumuz masalar (masalar ki onları biz satın aldık -- Nesne
konumunda olan bağlacın çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız)
119
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

6. the most powerful sultan that had ever sat on the throne = o güne değin tahta çıkmış olan en güçlü
padişah (en güçlü padişah ki o güne değin çıkmıştı tahta... ever = "tüm zamanlarda" anlamını katar)

7. the man (that) I love = sevdiğim adam (adam ki onu ben seviyorum -- Nesne konumundaki bağlacın
çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız.)

8. the man whose wife is suspected to be a spy = karısının casus olduğundan şüphelenilen adam (adam ki
onun karısının şüpheleniliyor casus olduğundan)

9. a song the title of which I keep forgetting (= whose title) = adını hep unuttuğum bir şarkı (bir şarkı ki
onun adını ben hep unuturum)

2 -- TÜMCELERİN OLUŞTURULMASI

İşte yukardaki şekilde oluşturduğunuz sıfat-tümcelik, ikinci aşamada belli bir tam tümce içindeki yerini
bulacak, örneğin tümcedeki özne yada nesneyi nitelemekte kullanılacaktır:

The man who is walking towards us is my uncle...

Ali Bey, who works for the Foreign Office, speaks English fluently.

We didn't like the man (whom) we met there...

Tables which are round are rather expensive...

Everybody thought him to be the most powerful sultan that had ever sat on the throne...

I would never betray the man I love...

The police want to interview the man whose wife is suspected to be a spy...

He was singing that same song, the title of which I keep forgetting... (whose title I keep forgetting.)

İLGEÇ - BAĞLAÇ İLİŞKİSİ

Sıfat-tümcelik içinde kullandığımız fiile bağlı ve bağımlı bir ilgeç bulunması (preposition kullanımı) iki
durumda sözkonusu olur:

1) Türkçe'nin çekimli bir dil olduğuna; özne, nesne ve kimi öteki işlevler için bir bölümü ile yalın hal, -i
hali, -e hali, -de hali gibi çekimler bulunduğuna değindik. İngilizce ise bu açıdan çekimsiz bir dil olup, bu
tür işlevler tümüyle çeşitli ilgeçler kullanılarak karşılanır:

120
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
The house (yalın hal), fiilin solunda ise özne, sağında is nesnedir;

to the house, in the house, from the house, near the house, out of the house, etc... adların diğer bütün
halleri, ilgeçlerle karşılanır.

2) Bir fiille bütünleşerek, birlikte yeni bir anlam kazanan verb + preposition yapıları çok yaygındır:

to talk = konuşmak

to talk to someone = birisi ile konuşmak

to talk about someone = birisi hakkında konuşmak

İşte bu her iki nedenle sıfat-tümcelik içinde bir ilgeç - bağlaç birlikteliği sözkonusu olduğunda aşağıdaki
aktarımlar elde edilir:

the man who = adam ki o

the man whom = adam ki onu

the man to whom = adam ki ona

the man from whom = adam ki ondan

the man with whom = adam ki kendisiyle

the man about whom = adam ki onun hakkında


the house which = ev ki o, onu (özne, nesne)
the house in which = ev ki onun içinde

the house on top of which = ev ki onun tepesinde

the house near which = ev ki yakınında

the house next to which = ev ki onun bitişiğinde

the man to whom we talked = kendisi ile konuştuğumuz adam

the man about whom = kendisi hakkında konuştuğumuz adam


houses in which people keep cats = içinde insanların kedi beslediği evler
houses in front of which there is no space = önünde boş alan bulunmayan evler

Şimdi de bütün bu durumlarda geçerli olabilecek kullanım formüllerini bir şema üstünde gösterelim.

DİKKAT... DİKKAT... Bunlar gerçekten son derece önemli, cankurtaran değerde formüllerdir. Özen
göstermenizi özellikle rica ediyorum:

121
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
It was your father -- --

about whom they were talking.


whom
who

that

---
they were talking
they were talking

they were talking

they were talking


about.
about.

about.

about.

Yani, kurabileceğiniz beş tümce tipi şunlardır, ve bu diziliş hitabet ve yazıda klasik veya tumturaklı
kullanımdan günümüz günlük konuşma dili tercihleri yönündedir. Böylece sonuncusu, çağdaş İngilizce'de
en çok işiteceğiniz tümce tipidir ve bir görüşte / işitmede tanımanız gerekir:

It was your father about whom they were talking.

It was your father whom they were talking about.

It was your father who they were talking about.

It was your father that they were talking about.

It was your father they were talking about.

* * * * *

Aynı şekilde, diğer varlık alanları için de,

The music -- --

to which we listened
122
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
which
that

---
we listened
we listened

we listened
to
to

to

was excellent.

Yani, kurabileceğiniz dört cümle tipi şunlardır, ve bu diziliş hitabet ve yazıda klasik veya tumturaklı
kullanımdan günümüz günlük konuşma dili tercihleri yönündedir. Böylece sonuncusu, çağdaş İngilizce'de
en çok işiteceğiniz tümce tipidir ve bir görüşte / işitmede tanımanız gerekir:

The music to which we listened was excellent.

The music which we listened to was excellent.

The music that we listened to was excellent.

The music we listened to was excellent.

İşte her iki grupta da, en doğal ve en güzel tümce tipleri de bu sonuncuları zaten....

ÖNEMLİ NOT: 19. yy'dan kalma birtakım gramer polisleri, ne geçmiş nede günümüz kullanımında
geçerli olmuş sözde bir "kural" dan söz ederek, ilgecin (preposition) tümce veya tümcelik sonunda
gelemeyeceğini iddia edeceklerdir. Hiç kulak asmayın... Kraliçe Elizabeth'in bile Prens Charles'a hiçbir
zaman şöyle hitap etmiş olduğunu sanmıyorum: "Is that the boy to whom you gave your bike?"... Doğalı
ve doğrusu: "Is that the boy you gave your bike to?"...

ÖTEKİ BAĞLAÇLAR
"Relative pronoun" olmamalarına karşın, sıfat-tümcelik yapımında kullanılabilen öteki bağlaçları (relative
adverbs) örnekleyelim:

ZAMAN

That was the year, day, hour...


123
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
during (in, on, at, etc.) which

when

that

"----"
some unexpected events took place.

YER

This is the place, the building, the bridge, etc.


in (near, on, under, etc.) which

where
we met him.

NEDEN

I would never have known


why

the reason why

the reason for which


she left me.

NOT: İlgeç kullanmak gerektiğinde, nitelenen sözcük için tipik olan ilgeç seçiminin önem taşıdığını
unutmayınız. Örnek:

That was the hour at which we were supposed to meet. (= That was the hour we were supposed to meet.)

That was the day on which we would leave. (= That was the day we would leave.)

That was the year in which some terrible events took place. (= That was the year some terrible events
took place.)

This is the town in which (where) we had met.

The chair on which she sat... (= The chair she sat on...)

This is the point beyond which we have never been. (= The point we've never been beyond.)

This is the site near which (where) the two sides met.

This is the bridge over which they drove. (= This is the bridge they drove over.)

This is the bridge over which (where) they used to meet... (= This is the bridge they used to meet over.)

124
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Tabiatıyla buluşanlar köprüaltı çocuklarıysa, tümcemiz:

This is the bridge under which (where) they used to meet... (= This is the bridge they used to meet
under.)

MİKTAR, SAYI BELİRTEN ANLATIMLAR

Şimdi de, sıfat-tümcelik alanında işlek bir kullanıma sahip bir başka yapıya daha ilişkin formüllerimizi
burada sunmak istiyorum: Elimizde anlamca ilişkili iki ayrı tümce var: "In our class there are 30 students.
Most of them are girls." Bunları aşağıdaki şekillerde biraraya getirebiliriz:

In our class there are 30 students,


most

several

half

two

many
of whom
are girls.

Not: Dediğimiz gibi, "miktar/sayı" bildirimlerinde başvurulan bu yapıda bağlaç olarak insanlar için
yalnızca "of whom", öteki varlık alanları içinse yalnızca "of which" kullanılabilir. Yazıda, bağlaç
grubundan önce virgül kullanılması zorunludur:

There are 30 books on that shelf,


most

several

half

two

many
of which
are in English.

Not: Bu kalıpta kullanılabilecek öteki kimi miktar/sayı bildiren sözcükler şöyledir: Some, none, both,
either, neither, each, ten, a million... etc. Bu yoldan elde edilen yapı, tümcenin fiili ile sayıca uyuşacaktır
(tekil/çoğul özelliği):
125
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

# I have two friends, both of whom speak English fluently. ("Both" çoğuldur.)

# I have two friends, neither of whom speaks English fluently. ("Either" ve "neither" tekildir.)

ÇEŞİTLİ EGZERSİZLER

EXERCISE - 1
Aşağıdaki anlatımları İngilizce'ye çeviriniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç içinde yazınız:

01. adamı ısıran köpek (past simple)


02. bütün köpekleri ısıran adam (present)

03. satın almış bulunduğun kullanılmış araba (present perfect)

04. görmüş olduğumuz yerler (present perfect)

05. durduğumuz yerler (present perfect)

06. yolda duracağımız benzinci (future simple)

07. sahip olduğum herşey (present)

08. bana anlatmakta olacağın herşey (future continuous)

09. beni uyandıran bir gürültü (past simple)


10. dün akşam tartıştığımız mesele (past)
11. üzerinde oturmakta olduğum sandalye (present continuous)

12. içinde oturduğumuz evler (present)

13. bilgisayar kullanamayan insanlar (cannot)

14. ödemek zorunda olduğumuz faturalar (present, have to)

15. ödemek zorunda kaldığımız faturalar (past, have to)

16. Sizin için yapabileceğim hiçbir şey yok! (present)

17. herkesin nefret ettiği egzersizler (present)

YANITLAR: 01 the dog that bit the man... 02 the man who bites all (the) dogs... 03 the used car
(which/that) you have bought... 04 the places (which/that) we have seen... 05 the places where we have
stopped... [Önceki tümcede nesne olarak kullanım sözkonusuydu. Burada yer belirten bir ifade var...] 06
the gas-station where we shall/will stop on the way... [stop = durmak. Eğer "the gas-station which/that we
126
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
shall/will stop" derseniz, "durdurmak" anlamına nesne olarak kullanmış olursunuz: kısacası
"durduracağımız benzinci" demiş olursunuz...] 07 all (that) I have... 08 all/everything (that) you will be
telling me... 09 a noise which/that woke me... 10 the matter (which/that) we discussed last night... 11 the
chair (which/that) I'm sitting on... [Ağdalı: the chair on which I am sitting...] 12 the house in which/where
we live... 13 people who cannot use/operate computers... 14 the bills (which/that) we have to pay... 15 the
bills (which/that) we had to pay... 16 There's nothing (that) I can do for you!... 17 exercises (which/that)
everyone hates...

EXERCISE - 2

Aşağıdaki ikili bağımsız tümceleri ana-tümcelik + sıfat-tümcelik şeklinde kaynaştırınız; sıfat-tümceliğin


altını çiziniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç içinde yazınız:

01) This is the man. He is on the news nowadays.

02) This is the man. He crashed his car into a tree last night.

03) This is the man. His car crashed into a tree last night.

04) Bring me the cigarettes. I left them on the kitchen table.

05) What was the name of the person? He came here last night.

06) Yesterday, I went to see a town. I spent my childhood there.

07) We go up to the Black Sea coast every summer. The weather is much too hot in the south.

08) The matter has been settled. You two were arguing about it last night.

09) I can't understand the reason. Why are they angry with me?

10) Why was she late? Nobody knows the reason.

YANITLAR: 01 This is the man who is on the news nowadays... 02 This is the man who crashed his car
into a tree last night... 03 This is the man whose car crashed into a tree last night... 04 Bring me the
cigarettes (which/that) I left on the kitchen table... 05 What was the name of the person who came here
last night? 06 Yesterday, I went to see the town where I spent my childhood. (sıfat-tümcelik ile
tanımlanınca bilinen belli bir kent niteliği kazandığı için başına "the" geldi)... 07 We go up to the Black
Sea coast every summer, when the weather is much too hot in the south. (İki tümce arasındaki ortak nokta
"every summer" kavramı olduğu için, sıfat-tümleciği bunu niteleyerek kurduk)... 08 The matter
(which/that) you two were arguing about last night has been settled. (sıfat-tümceliğin genellikle nitelediği
addan hemen sonra geleceğini unutmamalısınız)... 09 I can't understand the reason why they are angry
with me. (Unutmayınız: bağıl (yan) tümcelikler asla ve asla soru biçiminde olamaz)... 10 Nobody knows
the reason why she was late...

127
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

EXERCISE - 3

Aşağıdaki tümceleri İngilizce'ye çeviriniz; sıfat-tümceliğin altını çiziniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç
içinde yazınız:

01) Hemşire hastanede çalışan bir kimsedir. (nurse, to work)

02) Bankayı soymaya kalkışan adam tutuklanmış bulunuyor. (attempt to rob, arrest)

03) Batan gemi electronik donanım kargosu taşıyordu. (to sink - sank - sunk, electronic equipment, cargo)

04) Bisikletini ödünç verdiğin çocuk bu mu? (bike, to lend - lent - lent, boy)

05) Satın almak istediğim kitap işte bu.

06) Neden onu görmemiş numarası yaptığının sebebini bana söylemedin. (pretend)

07) Kazayı rapor eden polis memuru bunun sürücünün hatası olduğunu düşünüyor.

08) Üstündeki giysi çok pahalı bir giysi miydi? (dress, to wear - wore - worn, expensive)

09) Adını unutup durduğum profesör de oradaydı. (keep forgetting)

10) Korkarım bendekilerin (sahip olduklarımın) hepsi bu kadar.

YANITLAR: 01 A nurse is a person who works in a hospital... 02 The man who attempted to rob the
bank has been arrested. 03 The ship that sank was carrying a cargo of electronic equipment. (cf. The ship
that was carrying a cargo of electronic equipment sank. = Elektronik donanım kargosu taşıyan gemi
battı)... 04 Is that the boy you lent your bike to? (whom/who/that you lent your bike to?)... 05 This is the
book (which/that) I want to buy... 06 You didn't tell (haven't told me) the reason why you pretended not to
see him... 07 The policeman who reported the accident thinks it was the driver's fault. 08 Was the dress
(which/that) she was wearing a very expensive one? 09 The professor whose name I keep forgetting was
also there... 10 I'm afraid that's all I've got. (Bağlaçları da ekleyecek olursak: "I'm afraid that that's all that
I've got." Birinci "that" ile başlayan tümcelik, "to be afraid" fiil grubunun nesnesi olan bir ad-tümceliktir;
ikinci "that" ile başlayan ise "all" sözcüğünü niteleyen bir sıfat-tümceliktir: Hangi hepsi? Sahip olduğum
hepsi...)

EXERCISE - 4

Aşağıdaki miktar/sayı belirten ifadeleri sıfat-tümceliğe çeviriniz. Ana-tümcelikten virgülle ayırmayı


unutmayınız:

01) Güneş is taking three courses. All of them are given by English teachers.

128
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
02) I have two close friends. Both of them are willing to come with us.

03) Ali has two cars and he wants to sell one of them. Both of them are in good running order.

04) I tried on three pairs of shoes. I liked none of them.

05) I have a lot of friends in that town. I met almost all of them while I was doing my military service
there.

YANITLAR: 01 Güneş is taking three courses, all of which are given by English teachers... 02 I have
two close friends, both of whom are willing to come with us... 03 Ali has two cars, both of which are in
good running order, and he wants to sell one of them... (and one of which he wants to sell)... 04 I tried
on three pairs of shoes, none of which I liked... 05 I have a lot of friends in that town, almost all of whom
I met while I was doing my military service there... (Son iki örnekte bağlaç grubunu tümceliğin başına
almamız gerektiğine dikkat ediniz.)

DİKKAT: ÇOK ÖNEMLİ !!

TANIMLAYICI OLAN / OLMAYAN SIFAT TÜMCELİKLER

Kısıtlayıcı veya Ayrımlaştırıcı Olan / Olmayan

Restrictive / Non-Restrictive Adj. Clauses

Sıfat tümceliğimizin iki virgül içine alınıvermesinden ne çıkar? Yada, alınması gerekirken, bu işlemin
ihmale uğramasından? Örnekleyelim:

# Football fans who are inclined to cause trouble should not be allowed into stadiums. = Olay çıkarmak
eğiliminde olan futbol taraftarları stadlara sokulmamalıdır. "Hangi futbol taraftarları?" sorusuna yanıt
veren, temel tanımlayıcı işlevi olan, doğru bir kullanım...

# Football fans, who are inclined to cause trouble, should not be allowed into stadiums. = Futbol
taraftarları, ki (bunların tümü) olay çıkarmak eğilimindedir, statlara sokulmamalıdır. Yani, maçlar boş
tribünlere oynanmalıdır!!!

Demek ki:

1. Sıfat-tümcelik eğer özel bir belirleme, benzerlerinden ayırdetme işlevi karşılıyorsa, virgül kullanılmaz.
Bu konumdaki bir sıfat-tümceliği tümceden çekip çıkaramazsınız. Anlam eksik kalır, yada saçmalaşır,
anlaşılmaz hale gelir.

Örneğin bir iş ilanında: "People who cannot operate a computer need not apply" = "Bilgisayar
kullanamayan kimselerin başvurmasına gerek yoktur," yazıyor... Sıfat-tümceliği çıkaralım: "People need
not apply" = İnsanlar başvurmasın, kimse başvurmasın!!!

129
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Demek ki burada sıfat-tümcelik, "Hangi kimseler? Nasıl kimseler?" sorusuna, temel bir tanımlama ile
yanıt veriyor ve vazgeçilmezlik taşıyor.

Bu tür "tanımlayıcı" sıfat tümcelikleri, tümceden çıkarılamaz. Konuşmada bu işlevi vurgulayan bir
tonlama yapılır; yazılı biçimde virgülsüz kullanılırlar.

2. Özel bir belirleyici, tanımlayıcı işlevi olmayan, fazladan ek bilgi veren sıfat-tümcelik ise iki virgül
arasına alınır. Unutmayınız: İngilizce'de bu şekilde kullanılan iki virgül, ayraç (=parantez) anlamı taşır.

Bu tür bir tümcelik, istenirse tümceden çekip çıkarılabilir; ayrı bir tümce halinde ifade edilebilir (küçük
bir iki işlemle).

Konuşmada da, bu "antirparantez" anlamına uygun bir ses ve ton değiştirimi uygulanır.

Örnekse:

Nazım Hikmet, whose birthplace was İstanbul, spent his last years in Moscow...

Kaç tane Nazım Hikmet var ki? Eğer bu tümceyi virgülsüz yazacak olursanız, anlam şu garip kılığa
bürünür:

Doğum yeri İstanbul olan Nazım Hikmet son yıllarını Moskova'da geçirdi, öteki Nazım Hikmetler ise (!!)
başka yerlerde geçirdiler !!!

3. Kurallara dikkat:

Virgüllü (yani, tanımlayıcı olmayan) sıfat-tümceliklerde:

a) Bağlaç kaldırılamaz, kullanılmak zorundadır;

b) Bağlaç olarak "that" kullanılamaz...

4. Biliyorsunuz dil, yazı ile değil, konuşma ile başlamıştır. Bu bakımdan virgül uygulaması, konuşmadaki
tonlama farklılığını karşılayacak bir yazım uygulamasından başka birşey değildir. Konuşmada, bunlar bir
"antirparantez" havası, ekleme edası, ek bir bilgi veriliyor tonlamasıyla belli edilir.

5. Anadili Türkçe olan bizler için önemli bir ipucu ise, "tanımlayıcı olmayan", yani "virgüllü" sıfat-
tümceliklerin Türkçe'ye, "--ki bağlaçlı" tümcelerle çeviri vermeğe yatkın olmalarıdır.

Tersinden gidip, şu iki tümceyi İngilizce'ye çevirelim. Birincisi virgülsüz, ikincisi virgüllü olmak
zorunda:

Umarım polis çantanı çalan adamı yakalar.

I hope the police will get the man who stole your briefcase.

Amcam, ki kendisi 70 yaşındadır, halâ sıkı bir sporcudur.

My uncle, who is seventy years of age, is still a keen sportsman.

130
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

EXERCISE - 5

Bağlaçlarınızı Seçiniz:

01) Our boss, ................ divorced his fifth wife last year, has just announced his intention to get married
again.

02) Selçuk, ................ lies roughly 70 kilometers to the south of İzmir, has a great many archaeological
sites around it.

03) İstanbul University, ............... is one of the oldest in the country, has its main administrative
buildings at Bayezid Square.

04) Suleiman the Magnificent, ............... we briefly mentioned in our last lecture, became sultan in 1520.

05) The author's last novel, .............. was probably his best, came out in 1972.

06) In our summer house, ................. is located quite near the sea, you'll wake to the shrieks of the gulls
quite early in the morning.

07) The new transport minister, ............... ............... very little was known before his appointment, is
going to make an appearance on the TV tonight. ("about" ilgecini kullanmayı unutmayınız)

08) She came across a friend of hers, ............... ............... she got the news of her former boy-friend's
marriage. ("from" ilgecini kullanmayı unutmayınız)

09) Sultan Vahidettin, ............... ............... I think you were referring, was the last of the Ottoman
monarchs. ("to" ilgecini kullanmayı unutmayınız)

10) The Prime Minister, ................ life has been devoted to his country, well deserves the popularity he
enjoys.

YANITLAR: 01) who -- sıfat-tümcelik içinde özne işlevi taşıyor... 02) which -- aynı nedenle... 03)
which... 04) whom -- nesne işlevi taşıyor: "ki onu anmıştık, ki kendisinden söz etmiştik"... 05) which --
özne işlevli. Biliyorsunuz bu bağlaç özne ve nesne halinde (who/whom'dan farklı olarak) değişiklik
göstermez... 06) which -- özne, "ki o"... 07) about whom -- çünkü fiilimiz: to know about... Öte yandan
daha önce ilgeç-bağlaç ilişkisi altında öğrendiklerimiz burada da geçerlidir. Yani "whom very little was
known about" diyebilirdiniz. 08) from whom -- to get news from somebody, yukardaki gibi... 09) to
whom -- to refer to, yukardaki gibi... 10) whose -- "ki onun hayatı": iyelik bildirmektedir.

131
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

TÜMCE NİTELEYEN SIFAT-TÜMCELİKLER

Şimdi son bir sıfat-tümcelik türünden daha söz etmemiz gerekiyor: Belli bir kimse yada varlığı değil de,
kendilerinden önceki bütün bir belirtmeyi, bir tam tümceyi niteleyen sıfat-tümcelikler...

Bunlar, yazıda bir virgülle asıl tümcenin arkasına eklenir, bağlaç olarak da yalnızca "which" kabul
ederler. Türkçe'ye çoğu zaman en iyi çeviri: ".... ki bu da..." şeklinde olur:

Ali passed all his exams, and this made his parents very happy.

= Ali passed all his exams, which made his parents very happy.

= Ali bütün sınavlarını geçti, ki bu da anne ve babasını çok mutlu etti.

That newspaper describes itself as an independent one, which must mean that it does not support any one
particular political party. [O gazete kendisini bağımsız olarak tanımlıyor, ki bu da belli hiçbir siyasi
partiyi desteklemediği anlamına gelse gerek.]

We've got no ammunition left, which probably means we'll have to fight on using our bayonets and bare
fists. [Hiç cephanemiz kalmadı, ki bu da muhtemelen süngü ve çıplak yumruklarımızla savaşmağa devam
edeceğiz anlamına geliyor...]

I let him use my cell phone, which apparently was a great mistake. [apparently = öyle anlaşılıyor ki...
anlaşıldığına göre... gördüğüm kadarıyla...]

GENEL TEST

Aşağıda verilen bağımsız tümceleri, ana-tümcelik + sıfat-tümcelik şeklinde kaynaştırınız. (Sıfat-tümcelik


sonda yer almak zorunda değil):

01 It was a fat woman. She stepped on my sore toe.

02 The poets are all Turkish. Güneş is quoting from them.

03 He has three sons, and they all work in the same office.

04 My friend used to be very fond of boxing, and that accounts for his crooked nose. [ki bu da onun
çarpık burnunun nedenini açıklıyor...]

05 The great fire of Üsküdar destroyed a large part of the neighbourhood. It broke out in 1929. (iki
olasılık)

06 Our house is not very far from here. The Sabancı Holding wants to buy it.

132
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
07 Last week, we went to see the house. We used to live there.

08 His grandfather had built several houses. None of them is very far from the town center now.

09 The gentleman is the Minister of Foreign Affairs. You've trod on his foot.

10 There were twelve dwarfs in that show, and none of them was over 90 centimeters in height.

11 He took these photographs hanging upside down from a cliff, and that was a very difficult thing to
do.

12 Huricihan Hatun was Sultan Palamut's fifth wife. She was poisoned in the year 1536. (iki olasılık)

13 There is nothing. I can do nothing for you.

14 This is the gadget. We measure how distant a star is from us with it.

15 Abdülvehhap Bey lives in a good neighbourhood. We are invited to his party.

16 Profesör Çokbilen has written a very controversial book. Everybody is talking about the book
nowadays.

17 Is that the man? Did you give the money to him?

18 Everybody present congratulated Orhan Pamuk. He had just won the Yeditepe Prize.

19 Some men snatched her handbag. One of them had a black patch over one eye.

20 Güneş has advised me to look for another job. I always value his advice.

YANITLAR: 1 It was a fat woman who stepped on my sore toe. ("The woman who stepped on my sore
toe was a fat woman" tümcesinden dönüşümle)... 2 The poets Güneş is quoting from are all Turkish.
(ağdalı: from whom Güneş is quoting)... 3 He has three sons, all of whom work in the same office... 4
My friend used to be very fond of boxing, which accounts for his crooked nose... (ki bu da çarpık
burnunun nedenini açıklıyor.) 5 The great fire of Üsküdar, which broke in 1929, destroyed a large part
of the neighbourhood... The great fire of Üsküdar, which destroyed a large part of the neighbourhood,
broke out in 1929...

6 Our house, which the Sabancı Holding wants to buy, is not very far from here... Belirli bir evden söz
edildiğine göre, Sabancı Holding bölümü ek bilgidir. Virgülsüz tümce kurarsanız, Bizim evlerimizden
Holdingin satın almak istediği olanı buradan pek uzak değil, diğerleri ise uzak" demiş olursunuz... 7
Last week, we went to see the house where we used to live... (which we used to live in = gereksiz bir
vurgu olur; nasıl olsa evin "içinde" yaşamış olacağız)... 8 His grandfather had built several houses, none
of which is very far from the town center now... 9 The gentleman whose foot you've trod on is the
minister of foreign affairs... (Verilen iki tümce arasındaki anlam bağı "ki onun ayağına" üzerine
kurulmuştur. Ayrıca orada birden fazla centilmen bulunduğuna göre ayırdedici özellik olarak virgülsüz tip
sıfat tümcelik kullandık)... 10 There were twelve dwarfs in that show, none of whom was over 90
centimeters in height...

11 He took these photographs hanging upside down from a cliff, which was a very difficult thing to do.
(Asıl tümcede aktarılan durumu tümüyle niteliyoruz)... 12 Huricihan Hatun, who was Sultan Palamut's
fifth wife, was poisoned in the year 1536... Veya: Huricihan Hatun, who was poisoned in the year 1536,
133
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
was Sultan Palamut's fifth wife... 13 There is nothing I can do for you. (= nothing which/that I can do)...
14 This is the gadget with which we measure how distant a star is from us... (Eğer tümceyi "This is the
gadget (which) we measure how distant a star is from us with," şeklinde kurarsanız bağlaç ve ilgeç arası
çok açılıyor ve tümcenin anlaşılması zorlaşıyor)... 15 Abdülvehhhap Bey, whose party we are invited to,
lives in a good neighborhood. (Beyefendi zaten tanımlanmıştır, dolayısıyla virgüllü ek sıfat-tümcelik ile
niteliyoruz)...

16 Profesör Çokbilen has written a very controversial book (which/that) everybody is talking about
nowadays... 17 Is that the man you gave the money to? Yan-tümcelikleri düz-tümce yapmak zorunda
olduğumuzu umarım unutmadınız)... 18 Everybody present congratulated Orhan Pamuk, who had just
won the Yeditepe Prize. (Bilinen bir kişi olduğu için virgüllü tümcelik kullandık. "Orhan Pamuk, who had
just won the Yeditepe Prize, was congratulated by everyone present," şık bir edilgen=pasif dönüşüm
olurdu. "Orhan Pamuk, whom everybody congratulated, had just won the Yeditepe Prize" bir başka
olasılık)... 19 One of the men who snatched her handbag had a black patch over one eye. 20 Güneş,
whose advice I always value, has advised me to look for another job...

CHAPTER - 7
ZARF-TÜMCELİK
ADVERBIAL CLAUSES

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Açıklama / Zarf-Tümcelik Nasıl Kurulur? / Zarf-Tümceliğin Tümce İçindeki Yeri / Ayrıntılı
Örnekler: 1- Zaman Belirten Zarf Tümcelikler / Exercise - 1 / Exercise - 2 / Yer, Yön Belirten Zarf-
Tümcelikler / Neden / Nedensellik Belirten Zarf-Tümcelikler / Exercise - 3 / Amaç Belirten Zarf-
Tümcelikler / Karşıtlık Belirten Zarf Tümcelikler / Sonuç Belirten Zarf-Tümcelikler / Exercise - 4 /
Tarz / Benzerlik Belirten Zarf-Tümcelikler / "Ola ki" Beklentisi / Endişesi Belirten Zarf-Tümcelikler

KISA AÇIKLAMA
Zarf-tümcelikler, tümcedeki eylem/eylemleri, durum/durumları çeşitli açılardan niteleyerek
ayrıntılandıran bağıl-tümceliklerdir. Eylem ne zaman, nerede, niçin, neye karşın, ne tarzda, ne gibi
sonuçlara yol açarak gerçekleşmiş, gerçekleşmekte, yada gerçekleşecektir?

İşte zarf-tümcelikler bu işlevlere göre sınıflandırılır. Yani sınıflamada işlev (ne iş yaptığı) esastır: Zaman
bildirenler, yer bildirenler, neden bildirenler, amaç, sonuç, koşul, tarz bildirenler, vb... (= Clauses of time,
place, reason, purpose, result, condition, manner... etc.)

Bununla birlikte çeşitli kaynaklarda farklı sayı ve nitelikte sınıflamalar göze çarpar. Ama zaten sınıflama,
çok sayıdaki bağlacı kümeleyerek öğretmek kolaylığı sağlaması dışında pek bir önem de taşımıyor.

ZARF-TÜMCELİK NASIL KURULUR ?


Bir zarf-tümceliği kurmak da, tanımak da kolaydır. Herhangi bir düz-tümce, başına iletmek istediğiniz
anlamı içeren bağlaç getirildiğinde zarf-tümcelik kurulmuş ve kullanıma hazırdır:

134
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
It is raining.

when it is raining = yağmur yağarken

because it is raining = yağmur yağmakta olduğu için

if it is raining = eğer yağmur yağmakta ise

although it is raining = yağıyor olmasına rağmen

Belli düzeye gelmiş öğrenci zarf-tümcelik bağlaçlarının önemli bir bölümünü öğrenmiştir. Bunları hızla
geçecek, ileri düzeyde ve az bilinen öteki bağlaçları ayrıntılarıyla ele alacağız. Apayrı bir önem taşıyan
koşul ve dilek (the conditionals, the subjunctive) grupları ise, daha geniş çerçevede ve başka bir bölümde
incelenecektir.

ZARF-TÜMCELİĞİN TÜMCE İÇİNDEKİ YERİ


A) Tümce başında: İngilizce'de tümce başı daha vurguludur. Tümcelikler vurgulamak amacıyla başa
alınabilir. Vurgu, konuşmada tonlama ile belli edilir. Yazıda ise tümcelikten sonra genellikle virgül
konur:

When we got out of the building, we found that they were gone.

B) Tümce sonunda: Zarf-tümcelik olağan durumda tümce sonunda yer alacaktır. Bu konumda yazıda
genellikle virgül kullanılmaz:

We found that they had left before we got out of the building.

C) Tümce içinde: Gerek kendisinden önce gerek kendisinden sonra birer virgülle ayrılmalıdır.
Biliyorsunuz İng. yazı dilinde iki virgül arasına alınmak genelde ayraç=parantez anlamı verir.

Öte yandan, bir açıklama niteliğinde, tire de kullanılabilir. Tireden önce ve sonra boşluk bırakılır. Bunlar,
kitap baskısında uzun tire, daktilo klavye yazısında ise çift tire şeklindedir. Konuşmada da "antirparantez"
tarzı bir tonlama yapılır:

We, when we went out, found that they had already left.

Our loyalty -- as long as we live -- shall neither fail nor falter!!

D) Tümce sonunda: Ama, bu kez, yazıda virgül ile ayrılmak, konuşmada ise buna koşut bir tonlama
kullanmak (bir anlık duraksama) koşuluyla. Bu konumdaki zarf-tümcelik sonradan akla gelivermiş, yada
belki tereddütle eklediğimiz yeni bir tümce gibidir. Nitekim, ana-tümcelik ile anlam bağıntısı bir hayli
zayıf da olabilir:

They came to help us at last, (ahem... err... um...) even though it was quite clear that they weren't very
willing to do so! = Sonunda yardıma geldiler -- gerçi bu konuda pek gönüllü olmadıkları da belli
oluyordu ya !

135
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

AYRINTILI ÖRNEKLER

ZAMAN BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


A) Yaygın kullanılan Bağlaçlar: when, whenever (= her ne zaman), while, as (= iken), just as (=
tam ...iken), after, before, since, ever since (...den beri sürekli), till, until (Dikkat: tek "l" ile yazınız), as
soon as, as long as (= so long as = olduğu sürece), by the time (...den önce), every time (her seferinde),
during the time, all the time, all through the time (bütün o süre boyunca)...

DİKKAT: 1, "as long as" ve "so long as" ayrıca koşul anlamı ile de kullanılabilir: "yeter ki ..... olsun /
olmasın" I will not bother them as long as they do not bother me: Onlar beni rahatsız etmedikleri sürece...
yeter ki beni rahatsız etmesinler... 2. Tek başlarına "during" ve "by" ( yani, "the time" eklentisi
olmaksızın) tümcelik değil, ad veya ad-öbek alırlar (yani çekilmiş bir fiile gereksinim kalmaz): I'll finish
it by the time you come back... I'll finish it by Friday...

Örnekler:

We'll learn the whole story when he comes back. (Kuralı hatırladınız mı? Temel-tümcelik future
olduğunda, zaman belirten bağıl-tümcelik present olmak zorundadır. Peki, kaç tane present tense vardır?
= Dört adet. Anlama göre bunlardan birisini seçersiniz. Aşağıdaki örneğe de bknz.)

As soon as I've finished my work, I'll give you a ring. (Burada eylemin bitmiş, tamamlanmış olmasının
önemi vurgulanıyor = İşimi bitirmeden zinhar telefon etmem...)

I had a little nap while she was preparing the meal.

Whenever I hear that song, I just can't help my tears coming down my cheeks...

The telephone rang just as I was leaving.

They will have started by the time we've got there. (= biz daha oraya ulaşmadan önce)

She never spoke even once all through the time I was there. (= orada bulunduğum tüm süre boyunca)

B) Daha Az Bilinenler: once, no sooner ... than, hardly ... when, immediately, the minute (= the moment,
the instant)

Bunlar temelde "as soon as" anlamı verirlerse de, herbirisi kendine özgü bir nüans taşır. Örneğin, "once"
o ölçüde ivedilik taşımayan durumlar için tercih edilebilir ve Türkçeye çoğu zaman "Hele bir..."
kavramıyla aktarılır:

Once we get home, we can sit down and relax a bit. (Hele bir eve ulaşalım...)

Once I was out of that building, I felt much better. (Binadan çıkmak için can attığımız, belki de çok
uğraştığımız, çıkınca derin bir oh çektiğimiz dile getiriliyor.)
136
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Once the problem has been settled (is settled), we can consider undertaking new obligations....
(Unutmayınız: temel-tümcelik future ise, bağıl-tümcelik present olmak zorunda. Burada tercihimiz
present perfect, çünkü sorunun halledilmiş, bitmiş olması gerektiğini daha iyi vurguluyor...)

Once your health improves, you can resume your studies. (Hele bir sağlığın düzelsin, çalışmalarına
yeniden başlayabilirsin. Burada da yukardaki durum geçerli. İyi de, temel-tümceliğin future olduğunu
nereden çıkarıyoruz? Doğaldır ki anlamından. "Can" yardımcı fiilinin ayrıca bir future biçimi
bulunmadığını unutmayınız...)

She had no sooner seen her mother in that state than her tears came streaming down her cheeks. (virgül
yok -- ... görür görmez, yanaklarından yaşlar inmeğe başladı.)

We had hardly left the building when the bomb went off. (virgül yok -- Binadan anca çıkmıştık ki / daha
çıktık bile denilemezdi ki...)

Immediately he earns any money, he just spends it.

The minute I saw her I fell in love with her lovely eyes. (virgül koyabilirsiniz de, koymayabilirsiniz de:
"Gördüğüm anda" dedikten sonra kısa bir duraklama isteyip istemediğinize bağlı.)

DİKKAT... DİKKAT...

Devrik Tümce Tiplerini de Not Ediniz:

No sooner had he begun his speech than two shots were heard, followed by a great confusion. (= Daha
başlar başlamaz...)

No sooner had I reached the door than I realized it was locked. (DİKKAT: Bu yapı normalde "past
perfect" ile kullanılır. Ancak, "past tense" de işitilebilir: No sooner did I reach the door than I realized it
was locked...)

No sooner was the frost off the ground than the work was resumed. (= Buzlar çözülür çözülmez,
çalışmaya yeniden başlandı.)

Hardly had the performance begun when the lights went out. (= Tam başlamıştı ki... Başlamış bile
denilemezdi... Başladı, başlayacak iken...)

Hardly had he spoken these words when his head dropped forward and he was fast asleep. (= Tam bu
sözleri söylemişti ki başı önüne düştü ve -- derin bir uykudaydı.)

EXERCISE - 01

137
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Verilen bağlaçları tümcelere paylaştırınız. Herbiri birer kez kullanılacaktır:

the minute, as long as, whenever, ever since, until,

while, by the time, after, hardly ... when, since

01 ................ I was a child, I have been afraid of the dark.

-- ever since

02 ................ he gets angry, he gets red in the face.

-- whenever

03 We'd ............... started the meal ................ there was another knock on the door.

-- hardly ... when

04 You can stay with us ............... you find suitable lodgings.

-- until

05 Please let us know ................ you notice something strange.

-- the minute

06 The phone rang ................ I was having a bath.

-- while

07 He had made his first billion ............... he was twenty.

-- by the time

08 It has been two hours ............... he left.

-- since

09 My loyalty will never weaken ................ I live.

-- as long as

10 ................. she had finished the dishes, she rested a while.

-- After

Yanıtlar: 01 ever since... 02 whenever... 03 hardly ... when... 04 until... 05 the minute... 06 while...
07 by the time... 08 since... 09 as long as... 10 After...

138
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

EXERCISE - 02

Aşağıdaki ikili tümceleri "once" ve "as soon as" tercihinizi kullanarak bileştiriniz (bir tanesi çift tercihli):

01 The boss came into my room. I knew that all was not well.

02 The Minister made the announcement. The crowd burst into applause.

03 The problem will be settled first. We can then consider undertaking new obligations.

04 Your health will improve by and by. Afterwards, you can resume your studies.

05 We'll receive their consent. We'll proceed with the plan.

Yanıtlar: 01 As soon as the boss came into my room, I knew that all was not well... 02 As soon as the
Minister made the announcement, the crowd burst into applause... (Bakan Bey duyuruyu daha yapar
yapmaz kalabalık alkışı patlattı.) 03 Once the problem has been settled (is settled), we can consider,
etc... (unutmayınız: ana-tümcelik future ise, bağıl-tümcelik present olmak zorunda. Burada tercihimiz
present perfect, çünkü sorunun halledilmiş, bitmiş olması gerektiğini vurguluyor)... 04 Once your health
improves, you can resume your studies (Burada da yukardaki durum geçerli. İyi de, temel-tümceliğin
future olduğunu nereden çıkarıyoruz? Doğaldır ki anlamından. "Can" yardımcı fiilinin ayrıca bir future
biçimi bulunmadığını unutmayınız)... 05 As soon as we receive their consent, we'll proceed with the
plan... Once we receive their consent, we'll proceed with the plan...

YER, UZAKLIK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


Kullanılan Bağlaçlar: where, wherever (everywhere, anywhere nowhere, no matter where), as far as, as
near as

Dikkat: Bu sözcükler, gerek "--e" hali, gerek "--de" hali için kullanılabilir: "ki orada, ki oraya", "her
nerede, her nereye"...

Örnekler:

Will you always take me where you go? (farklı nüanslarla: everwhere, anywhere)

Don't move. Stay where you are!

The stranger was killed exactly where I am standing now. (Yabancı tam işte şimdi durduğum yerde
öldürülmüştü.)

I seem to bump into him wherever I go.

139
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Wherever you go, I'll follow you!

Sezer Cumhur Önal: I'm playing this for you young lovers, wherever you are!

We went as far as we were allowed to. (= allowed to go -- aynı fiili yinelemeğe gerek yok)

You can get as near as you like to this animal. It's utterly tame. (Bu hayvana istediğiniz kadar
yaklaşabilirsiniz. Tamamen ehlileştirilmiştir, uysaldır.)

No matter where you hide yourself, sooner or later I will find you! (= Nereye saklanırsan saklan, eninde
sonunda seni bulacağım!)

NOT: Buradaki kullanımı, yine "where" bağlacı ile kurulan fakat bir adı niteleyen sıfat tümcelikleri ile
karıştırmayınız:

I waited where they had told me to wait. (zarf-tümcelik)

I waited at the place where they would meet me. (sıfat-tümcelik)

NEDEN / NEDENSELLİK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


Sık Kullanılan Bağlaçlar: because, since, as, for

Bunlardan ilk üçü ile kurulan tümcelik, ana-tümceliğin önünde yada ardında yer alabilir. Vurgulamak
istiyorsak başa alır, yazıda ardından virgül kullanırız.

İkinci pozisyonda iseler genelde virgül koymayız, ama konulursa da kıyamet kopmaz. Özellikle, sonradan
aklımıza gelmiş de, yada tereddütle ekliyormuşuz gibi bir durum varsa...

For ile başlayan tümcelik ise, tümce başına çekilemez. Ana-tümceliği izlemek zorundadır ve ondan
mutlaka bir virgülle ayrılır.

(Bu arada, "since" ve "as" bağlaçlarının, farklı anlam taşıyarak başka sınıflar altında da görev
yapabildiklerine dikkat ediniz.)

Örnekler:

Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. / I'll give them another chance because I
believe in their honesty. = Dürüst olduklarına inandığım için...

Since you insist on setting out at once, You must have come to a firm decision. / You must have come to
a firm decision since you insist on setting out at once... = Hemen yola çıkmak konusunda ısrar ettiğinize
göre...

As it was getting rather late, there wouldn't be much sense in our waiting any longer. / There wouldn't be
much sense in our waiting any longer as it was getting rather late... = Vakit ilerlemiş olduğu için...

140
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
We decided to leave at once, for there was nothing else we could do. = Çünkü yapabileceğimiz başka
hiçbirşey yoktu...

Daha Az Bilinen Öteki Bağlaçlar:

now that

seeing that

because of the fact that

due to the fact that

owing to the fact that

on account of the fact that

in view of the fact that

Örnekler:

Now that you've realized your mistake, its time you got down to doing something about it. = Madem ki
artık hatanı anlamış bulunuyorsun...

Seeing that we are all here, we don't have to wait for the official opening hour. = Hepimiz burada
olduğumuza göre... Madem ki hepimiz buradayız...

In view of the fact that so many of our members have preferred to stay away, we might as well cancel the
meeting altogether. = ... gerçeği karşısında, toplantıyı tümüyle iptal etsek de olur...[Not Ediniz: "might as
well" = Çoğu zaman Türkçe'ye "bari böyle yapalım... öyle de yapsak böyle de yapsak (bunu da yapsak)
aynı şey," şeklinde çeviri verir... "Altogether" sözcüğü ise burada yeni öğrenenlerce az bilinen bir anlam
taşıyor: "tümüyle" anlamındadır.]

Due to the fact that I have received over 200 filthy emails in the last three days alone, I have decided to
close down this site. ( filthy = açık saçık veya küfürlü. Asıl anlamı: çok pis...)

Owing to the fact that this country is currently enjoying a rapidly expanding market, we can offer unique
competitive prices, while keeping the highest quality. = Nedeniyle, sayesinde... (to enjoy = sahip olmak,
zevkini sürüyor olmak, nimetlerinden yararlanıyor olmak...)

DİKKAT... DİKKAT...

Bu gruptaki bağlaçlarınızı "the fact that" yapısını eklemeksizin kullanacak olursanız, tümcelik değil
doğrudan bir ad yada ad-öbek alırlar (yani çekilmiş bir fiile gereksinim kalmaz):

In view of the fact that we have certain difficulties... (Kimi güçlüklerimiz olduğu gerçeği karşısında...
141
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

In view of our present difficulties... (Mevcut güçlüklerimiz karşısında, mevcut güçlüklerimizi göz önüne
alarak, ...)

EXERCISE - 03

Verilen bilgileri kullanarak, "now that" ile tümceler oluşturunuz. Bu bağlaçla mantık olarak present
tense'leri kullanmak zorundasınız. Neden? Çünkü anlamı: "Madem ki artık..."

Peki, "geçmişteki şu yada bu olaydan dolayı" şeklindeki bir kavram acaba hangi tense'i gerekecektir?
Doğaldır ki, geçmişteki olaya, şimdiki zaman boyutundaki etkisi açısından bakan present perfect tense'i...

Örnek: It was / has been a long, hard week, but the work is finally completed. = Now that the work is
completed (has been completed), we can have a few days' rest.

01 The rain has stopped. We can go out for a walk.

02 He got married last week. He is now a married man and has more responsibilities.

03 We can now keep a dog, because we have moved to a house with a garden.

04 The hostilities between the two countries were brought to an end last week. It's now time to start
thinking about a more permanent peace.

05 He got a divorce last week. Now he is as free as the birds up in the air.

Yanıtlar:

01 Now that the rain has stopped, we can go out for a walk... 02 Now that he is a married man, he has
more responsibilities... (Şu andaki sorumlulukları "geçen hafta" evlenmiş olmasından değil, halen evli bir
adam olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, ana-tümceliğe özne olarak "he" eklendi, çünkü her tümcelik
kendi özne ve fiil grubuna sahip olmak zorunda)... 03 Now that we have moved to a house with a
garden, we can keep a dog... 04 Now that the hostilities between the two countries have been brought to
an end, it's time to start... etc. ... 05 Now that he has got a divorce (= is divorced), he is as free as the
birds...

AMAÇ BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


so that + will / can / may / shall

so that + would / could / might / should

142
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Önemli Not: Bu yapıda, ilk satırdaki bağlaç grubu present ve future zaman boyutlarına yönelik
anlatımlarda, ikinci satırdakiler ise past zaman boyutuna yönelik anlatımlarda kullanılır. [DİKKAT:
Ancak bu durum, bunlar herzaman için birincilerin "past tense" çekimidir anlamına anlaşılmamalıdır.
Bunlar başka yerde çoğu zaman kendileri de "present" anlamlı bağımsız birer yardımcı fiili niteliği
taşırlar. Bu konuya yardımcı fiillerle ilgili Bölümde önemle değinmiştik.]

Örnekler:

They

turn / are turning / have turned / will turn / are going to turn

on the heater
so that

the house will (can, may, shall) be warm when the children come back.

Döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb) diye... Veya, ... ki, döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin,
vb).

They

turned / were turning / had turned / would turn / were going to turn

on the heater
so that

the house would (could, might, should) be warm when the children came back.

Döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb) diye... Veya, ... ki, döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin,
vb).

NOT: "So that" yerine "in order that" yapısı da olanaklıdır. Ancak aynı derecede yaygın değildir ve daha
çok resmi İngilizce'de kullanılr:

The Government decided to raise the salaries paid in the public sector in order that the workers might be
persuaded to work more efficiently.

In order that people may be happy in their work, they must be paid reasonable wages.

Karışık Örnekler:

We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. = Etleri, bozulmamaları için,
buzdolabında saklamalıyız.

143
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
She put the meat in the oven at six o'clock so that it would be ready by eight. (Past tense olduğunu
nereden anladık? Present "puts" olacaktı.)

He just gets up so early so that he won't miss the breakfast. = Bu derece erken kalkmasının nedeni (amacı)
kahvaltıyı kaçırmamak... (so early = bu derece erken)

She left early so that she wouldn't miss the last bus. = Son otobüsü kaçırmamak için erken çıktı.

I have given / will give him a key so that he can get into the house whever he needs to. = Her ne zaman
ihtiyacı olursa eve girebilsin diye ona bir anahtar vermiş bulunuyorum / vereceğim.

I had given / gave him a key so that he could get into the house whenever he needed to.

He worked himself to death in order that his family might live in luxury.

NOT 1 : Şiirde yada hitabette doğrudan "that" bağlacının kullanıldığına tanık olabilirsiniz:

"And wretches hang that jurymen may dine..." (18 yy şiiri)

NOT 2 : En başta verdiğimiz klasik formüle karşın, uygulamada şu tür tümcelerle de karşılaşabilirsiniz:

He gets up early so that he doesn't miss the breakfast.

He used to get up early so that he didn't miss the breakfast.

NOT 3 : Bu Bölümde kendimizi "zarf-tümcelik" yapısı ile sınırladık. İngilizce'de amaç bildirmek için
doğrudan mastar (the infinitive) çok daha yaygındır. Ayrıca, "in order + mastar" ve "so as + mastar"
yapısı da yaygındır. Bknz. Bölüm 10, "Mastarların kullanıldıkları yerler" Madde 08...

DİKKAT... DİKKAT... Tekrar etmek gereğini duyuyorum: Bu yapıdaki örnekler, asla ve asla would,
should, could, might herzaman için will, shall, can, may biçimlerinin "past tense" şekilleridir anlamına
çekilmemelidir. Burada olduğu gibi, bazı yapılarda öyle davranırlar, o kadar...

KARŞITLIK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


Sık kullanılan bağlaçlar:

although, though,

in spite of the fact that,

despite the fact that

Örnekler:
144
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I will do my best, although I cannot say I'm very keen. = Çok hevesli olduğumu söyleyemeyeceğim ama
elimden geleni yapacağım...

Though they are a poor people, they are proudly dignified in their dealings with strangers. = Fakir
insanlar olmalarına karşın, yabancılarla olan ilişkilerinde gururlu ve başları diktirler...

Despite the fact that they were quite poor, they were very happy.

They were very happy in spite of the fact that they had little to live on. = Çok az gelirleri (çok az
varlıkları) olmasına rağmen...

He alone was the target of both attacks or congratulations, in spite of the fact that a collective team effort
had been the decisive factor in the results obtained. = Kollektif bir ekip çabasının elde edilen sonuçlardaki
asıl etken olmasına karşılık, gerek saldırı gerek kutlamaların hedefi yalnız o oluyordu...

NOT: "The fact that" yapısını kaldırırsanız, tekbaşlarına in spite of veya despite, tümcelik değil, doğrudan
bir ad veya ad-öbek alırlar... (Yani, çekilmiş fiil kullanma zorunluğu kalkar -- Daha önce incelediğimiz
"in view of -- in view of the fact that" grubu yapılarını da çağrıştırınız):

They got married in spite of the fact that her father was opposed to it. = babasının karşı olduğu gerçeğine
rağmen...

They got married in spite of her father's opposition. = babasının muhalefetine rağmen...

Daha Az Tanınan Kimi Öteki Bağlaçlar

while

whereas

however + sıfat / zarf

no matter + soru sözcüğü / öbeği

Örnekler:

While I admit that the situation is difficult, I do not agree that it is hopeless. = Durumun zor olduğunu
kabul etmekle birlikte...

We are poor, whereas you are rich. = Bizler fakiriz, oysaki sizler...

She had always imagined her cousin to be an honest man, whereas he was no more than a second-rate
pickpocket. = Oysa ikinci sınıf bir yankesiciden başka birşey değildi...

However rich people are, they never seem to be satisfied with what they have. = İnsanlar ne kadar zengin
olurlarsa olsunlar...

145
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
However weak we may be, we shall never surrender. = Ne kadar güçsüz olursak olalım, asla teslim
olmayacağız.

However hard we worked, we could never save enough. = Ne kadar çok çalışırsak çalışalım, hiçbir zaman
yeterli tasarruf yapamıyorduk / yapamazdık.

No matter what you do, do not touch that button. = Ne yaparsan yap, ama sakın o düğmeye dokunma.

No matter where you go, you always come across people like him. = Nereye giderseniz gidin, hep onun
gibi insanlarla karşılaşırsınız. (DİKKAT: "no matter where" bağlaç grubunu, aslında "yer bildirenler
arasında sınıflamak gerekir. Nitekim, o şekilde sınıflamıştık)

No matter who telephones, tell him I'm out.

No matter how stupid the man might be, he is the boss after all. = Ne kadar ahmak olursa olsun, adam ne
de olsa patron !

DİKKAT... DİKKAT...

Aşağıdaki örneklerle de karşılaşabilirsiniz. Bunlar arasında özellikle, even if, even though, much as, for
all ile gerçekleştirilen yapılara dikkatinizi çekmek isterim. Diğerlerinin anlamını ise tümcenin gelişinden
çıkarabilirsiniz:

Even if (even though) he should find out, he won't do anything about it. = Öğrense bile...

Poor though we are, we are honest. = Bizler fakirsek de... Bizler, fakir olmamıza karşın...

Poor as we are, we are honest. = Bizler fakirsek de... Bizler, fakir olmamıza karşın...

Much as I admire his courage, I cannot say he acted wisely. = Her nekadar kendisinin cesaretini takdir
ediyorsam da, akıllı davrandığını söyleyemeyeceğim.

Much as I hate to admit this, I actually agree with you on that point. = Bunu söylemekten nefret
ediyorum, ama o noktada sizinle aynı görüşteyim.

Much as they refuse to admit it, mistakes in energy policies are common to all previous governments in
this country. = İstedikleri kadar reddetsinler... Gerçi hep reddederler ama... Hernekadar reddetseler de...

Try as I might, I could not lift the stone. = Nekadar uğraşırsam uğraşayım...

Say what I would, he still refused to do it. = Ne söylersem söyleyeyim...

For all he seems to dress well, we still think he personally has no taste for fashions. = Her nekadar iyi
giyiniyor görünse de, bizler yine de modadan yana kendisinin şahsen pek zevk sahibi olduğunu
düşünmüyoruz.

For all he seems to dislike the job he does, he still does it quite well. = Her nekadar yaptığı işten
hoşlanmıyor görünüyorsa da, yine de işini iyi yapıyor.

146
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

SONUÇ BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


Formüller:

so + sıfat veya zarf + that

such + (a/an) + [ (zarf) + sıfat ] + ad + that

Başka bir deyişle, "such + ad + that" ile kurulan yapıda, gerekiyorsa a/an (indefinite article) ve isteniyorsa
bir sıfat veya sıfat-öbek (ki bir zarf ile niteleniyor olabilir) eklenecektir.

Yukarda formülü karışık göstermemesi için yazmadım, ama istenirse ilk formüldeki gerek sıfat gerek zarf
seçeneği de bir başka zarf ile nitelenebilir.

Örnekler:

She was so tired that she could hardly walk any further. = (sıfat) Öyle yorgundu ki, artık daha ileri
yürüyemeyecek durumdaydı. ("hardly" sözcüğünün kendi tümceliğine olumsuz anlam kazandırdığına
dikkat ediniz)

She was so incredibly fat that she could not bend down to tie up her own shoes. = (zarf + sıfat) Öylesine
inanılmaz şişmandı ki, eğilip kendi papuç bağlarını bağlayamıyordu...

The plane landed so smoothly that we hardly felt it. = (zarf) uçak öylesine sarsıntısız bir iniş yaptı ki,
neredeyse hiç farketmedik...

She was running so incredibly fast that I had great difficulty in catching up with her. = (zarf + zarf) Öyle
inanılmaz hızlı koşuyordu ki, ona yetişmekte güçlük çektim / çekiyordum.

* * * * *

It was such a good opportunity that I didn't want to miss it. = (sıfat + ad) Öylesine iyi bir fırsattı ki...

It was such an unbelievably good opportunity that I didn't want to miss it. (zarf + sıfat + ad) = Öylesine
inanılmaz iyi bir fırsattı ki...

He has had such a colorful life that he could write a book about it. = Öylesine renkli bir yaşam
sürdüregelmiştir ki kitap haline getirebilir.

Those were such incredibly traumatic weeks that she'd (=would) rather forget about them all. = Öylesine
inanılmaz derecede sarsıcı haftalardı ki, tümüyle unutmayı tercih ediyor.

DİKKAT... DİKKAT...

many, much, few, little sözcükleri "so... that";

"a lot of" ise, "such... that" kalıbı ile kullanılır:


147
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I have read that book so many times that I know it by heart.

She has put on so much weight that she can hardly bend down to tie up her own shoes. = O kadar çok kilo
almış bulunuyor ki, eğilip kendi papuçlarını bağlayamıyor...

That so-called "gallery" has so few paintings on display that it is hardly worth visiting. = O sözde "galeri"
de o kadar az tablo var ki, ziyaret etmeğe pek değmez...

We have so little money left that we might as well go back home now. = ... eve dönelim bari...

She has had such a lot of lovers that she cannot possibly remember them all...

We have such a lot of work to get through today that it'll be futile to make any plans for a visit to the
park. (to get through = bitirmek... futile / fyu - tayl / = boşuna, beyhude...)

EXERCISE - 04

Aşağıdaki ikili tümceleri, so... that veya such... that bağlacı ile bileştiriniz:

01 The price was so low. He had no difficulty in getting rid of it within minutes.

02 My uncle is a kind person. Everybody likes and respects him.

03 He has done foolish things. I am sure he'll get into serious trouble.

04 The film was interesting. We saw it three times.

05 He ate too much. He couldn't get up from the table.

06 I have a lot of problems. I can use all the help you can give me.

07 He is ambitious. He'll do anything to succeed.

08 The car drove off fast. I couldn't read its plate number.

09 This car is small. You can park it almost anywhere.

10 You spoke foolishly. Everybody laughed at you.

Yanıtlar: 01 The price was so low that he had no difficulty in getting rid of it within minutes... 02 My
uncle is such a kind person that everybody likes and respects him... 03 He has done such foolish things
that I am sure he'll get into serious trouble... 04 The film was so interesting that we saw it three times...
05 He ate so much that he couldn't get up from the table... 06 I have such a lot of problems that I can
use all the help you can give me... 07 He is so ambitious that he'll do anything to succeed... 08 The car
drove off so fast that I couldn't read its plate number... 09 This car is so small that you can park it
almost anywhere... 10 You spoke so foolishly that everybody laughed at you...

148
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Sonuç belirten zarf-tümceliklere devam ediyoruz:

" SO " ve " THEREFORE "

Bu iki bağlaçla başlatılan zarf-tümcelikleri de "sonuç bildirenler" arasında sınıflamak gerekir. Bu tür
tümcelikler, daima temel tümcelikten sonra gelir ve belli bir neden-sonuç ilişkisini dile getirirler. Virgül
yerine "and" ile devam etmek olanaklıdır.

Öte yandan, iki tümceyi tamamen ayırmak, ve ikincisine bağlaç ile başlayıp, virgül koyarak devam etmek
de olanaklıdır.

Bu iki bağlaç tamamen anlamdaş ve eşkullanımlı olup, belki de birincisini konuşma diline daha yatkın
hissediyoruz:

We couldn't afford the tickets for the show, so we decided to stay at home and watch it on the TV. = bu
yüzden, dolayısıyla, bundan ötürü... Aynı tümce içinde virgülle ayrılarak...

The next ship was not due till the following week and therefore we decided to pay a visit to the nearby
villages. = virgül yerine "and" kullanarak...

The house had all the modern conveniences, including constant hot water. So, we lost no time waiting for
the water to warm up. = İki ayrı tümce...

All the hotels were booked for the weekend. Therefore, we had to move on to the next resort to try our
luck there. = İki ayrı tümce...

TARZ / BENZERLİK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER


Bağlaçlar: as, like, the way

Not 1 : Her üçü de "just" ile pekiştirilebilir = "tam o şekilde"...

Not 2 : Klasik gramer kurallarını benimseyen kitaplarda, son ikisinin kabul görmeyip dışlandığına tanık
olabilirsiniz. Oysa uzunca süredir her ikisi de son derece yaygınlık kazanmışlardır. Sanıyorum, kuralcı
klasik gramerler ile betimleyici (tasvirci/descriptive) çağdaş dilbilim arasındaki köklü görüş ayrılıklarının
artık bilincindesiniz.

Not 3 : Bu başlık altında da, ağdalı, "havalı", vakit kazanmak için öksürük türünden çok sayıda bağlaç ve
ifade kalıpları kullanılabilir: in such a way that, in such a manner that...

Not 4 : Kimi kaynaklarda, bu grup altında sınıflanan "as if / as though" tümceleri, buraya alınmamış, ait
oldukları "The Subjunctives" (Bölüm 9) konusuna bırakılmıştır. O tür tümcelerin özelliği, gerçek
149
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
durumlardan değil, varsayımsal durumlardan söz etmeleridir. Nitekim, kullanılan fiil çekim kuralları da
farklıdır: She likes to dress as if she were a boy. = Erkek çocukmuş gibi giyinmekten hoşlanıyor (= ama
erkek çocuk değil)...

Örnekler:

The children are free to come and go as they wish. = Diledikleri, canlarının istediği gibi...

When you are in Rome, do as the Romans do. = Roma'da (iken) Romalı'lar gibi davran...

Just as he has done over the many past years, my brother is still running a toy shop. = Tıpkı yıllardır
yapageldiği gibi, kardeşim halâ bir oyuncakçı dükkanı işletiyor.

Nobody loves you like I do... = Seni kimse benim gibi sevemez...

My brother plays the guitar just like he's ringing the bell... = Gitarı sanki kapı zili çalıyormuş gibi rahat
çalıyor...

I put the pieces together the way they had taught me. = Parçaları, bana öğretmiş oldukları gibi (şekilde,
tarzda) biraraya getirdim.

I did it just the way she wanted me to do it... = Tam yapmamı istediği şekilde...

Live in such a way that you would not hesitate to sell your parrot to the neighbourhood gossip. =
Papağanını mahallenin dedikoduducuna çekinmeden satabilecek şekilde yaşa.

Observations are recorded in such a manner that individual subjects cannot be identified... = Gözlemler,
deneklerin kimliği belirlenemeyecek şekilde kaydedilmiştir. (individual subjects = herbir denek)

"OLA Kİ" BEKLENTİSİ / ENDİŞESİ


BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER
in case, for fear that, lest

DİKKAT... DİKKAT

Özellikle "lest" bağlacına dikkat ediniz. İyi İng. bilen çoğu kimsenin bu bağlacı farketmediklerini, bazen
de "least" sözcüğü ile karıştırdıklarını görüyoruz.

"In Case" İle Örnekler:

I am taking the umbrella with me in case it rains. = Olur da yağmur yağar, yağabilir diye / endişesiyle...

Take his address with you, in case you have time to visit him when you stay in Mersin overnight. = Ola ki
vaktin olur...

You'd better make a cake, too, in case the children drop in for the weekend. = Bir de kek yapsan iyi olur,
bakarsın hafta sonunda çocuklar uğrar...
150
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I always keep candles in the house in case there is (there should be) a power cut. = Olur da elektrikler
kesilir diye evde herzaman mum bulundururum...

I always kept candles in the house in case there was (there should be) a power cut. = (O zamanlar,
eskiden) Olur da elektrikler kesilir diye evde herzaman mum bulundururdum (bulunduruyordum)...

I telephone home everyday just before I leave the office in case my wife wants (should want) something.

I used to telephone home everyday just before I left the office in case my wife wanted (should want)
something.

He always takes a dozen bodyguards with him wherever he goes for fear that he should (would/might) be
attacked. (= for fear that he be attacked... "he be attacked" yapısının açıklaması aşağıda yapılıyor)

He used to take a dozen bodyguards with him wherever he went for fear that he should (would/might) be
attacked. (= for fear that he be attacked)

DİKKAT... DİKKAT...

Yukardaki örneklerde, "in case" ve "for fear that" bağlacının "should" (yada, herbirisi kendi anlam
katkısını getirmek üzere, could / would / might) yardımcı fiili ile kullanılabildiğini, bu yardımcı fiilin ise
present / future / past tümcelerde herhangi bir değişikliğe uğramadığını gördünüz.

"Lest" ise, "should" (yada, herbirisi kendi anlam katkısını getirmek üzere, could / would / might) yardımcı
fiili ile birlikte kullanılmak zorundadır. Yine hiçbirisi, present / future / past tümcelerde bir değişikliğe
uğramayacaktır.

Ancak daha da ilginci, yardımcı fiil tümceden tümüyle çıkarılabilir, ki bu durumda geride ne kalıyorsa o
kalacaktır (yani, fiilin yalın hali kalacaktır).

İşte size İngilizce'nin yabancılar için en çok kafa karıştıran yönlerinden birisi...

Örnekleri İnceleyiniz:

She obeys/obeyed her husband completely lest he leave her. (= Kocası kendisini terketmesin diye ona
tamamen itaat eder / ediyordu)

should leave her (ola ki terkeder, aman terketmesin diye)

would leave her (kesin terkedeceği inancıyla)

could leave her (olanağı korkusuyla)

might leave her (olasılığı korkusuyla)

= lest ... he leave her

* * * * *

151
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ÖRNEKLER:

He doesn't dare to leave the house lest someone should (would/could/might) recognize him. (= lest
someone recognize him... Birisi onu tanır korkusuyla, aman tanımasın diye, evden çıkmaya cesaret
edemiyor)

He didn't dare to leave the house lest someone should (would/could/might) recognize him. (= lest
someone recognize him... Birisi onu tanır korkusuyla, aman tanımasın diye, evden çıkmaya cesaret
edemiyordu)

I must write this down lest I forget it. (= should forget... unutmamak için, aman unuturum diye)

Obviously a burglar has to be very careful how he handles objects, lest he leave his fingerprints. (= should
leave... parmak izlerini bırakmamak için)

Always remember the things we did together. And lest you forget, these pictures will remind you.
(Değişik bir nüansla: Eğer unutacak olursan...)

His mother warned him that he should be careful with what he says, lest he leave his teachers with the
wrong impression. (= Öğretmenlerinde yanlış izlenim bırakmamak için söylediklerine dikkat etmesi
konusunda uyardı ...)

Öte yandan itiraf etmek gerekir ki, klasik gramer anlayışı ile "lest" bağlacının daima yalın mastar
alacağını savunmak, günümüz uygulamalarına ters düşmektedir. Aşağıdaki tür tümceler, çağdaş
İngilizce'de pekala geçerli örneklerdir:

I used to wrote down things lest I forgot them.

I had the good habit of recording everything in writing as much as I could lest I forgot something I might
need later.

CHAPTER - 8
KOŞUL KİPİ
THE CONDITIONAL MOOD
" If'li Tümcelikler "
152
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Bir Hayat Dersi / Tanım Ve Sınıflama / Koşul Tümcelerinin Yapısı / Bir Güçlüğün Açıklanması / Özel
Çekim Örneği / Negative / Continuous Dönüşümler / Çeviri Üstüne Bir Not / Noktalama Özelliği /
Farklı Yardımcı Fiil Kullanımları / Tip II Ve Tip III Birlikte / If-Tümcelikte Yardımcı Fiil / "Tip-0" Ve
"Tip-4" Var mıdır? / If-Tümcelikte "Any" Ve "Some" / Devrik Tümce Tipleri / Koşul Kipinde
Kullanılan Öteki Kimi Bağlaçlar / General Exercise / Yanıtlar, Çevirileri Ve Açıklamalar
BİR HAYAT DERSİ
Çok gençtim... Dil ve edebiyat öğrenimi için gelmiştim... Bu kuzey ülkesinin insanları -- ilk zamanlar
bunun ayırdında değildim -- olaylara çoğulcu bir görelik ile bakıyor, ne gibi durumlarda nelerin
olabileceğini irdeliyor -- ve "if'li" tümcelerle konuşuyorlardı...

Çoğu zaman, "çok kesin ifadeler kullandığım" eleştirisini göğüslemek zorunda kalıyordum. Bir iletişim
kopukluğu olduğu belliydi. Ama nedenine parmak basamıyor, çözüm bulamıyordum. Nasıl ayırdına
varabilirdim ki?...

İçinde yetişmiş olduğum dil-kültür sisteminde, iyi eğitilmiş her Türk yurttaşı gibi: "A, A'dır. A, A'dan
farklı birşey olamaz. A ile B arasında üçüncü bir durum söz konusu değildir. Mantık bu apaçık gerçeğe
tanıktır. Farklı bir tez ileri süren kimseler ya akılsız, ya yanılgı içinde, yada kötü niyetlidirler. Çünkü, akıl
mantık ve anlatımın yolu tek olsa gerek", diye düşünüyordum... = ARİSTO MANTIĞI !!!

Aslına bakılacak olursa, Türkçede kullandığımız "eğer..." tümcelerinin çoğunlukla koşul ve olasılık değil,
bir tehdit içerdikleri bile söylenebilir: "Şimdi yanına gelirsem... Ben de seni babana, öğretmene, herkese
söylemezsem..."

VE BİR SORU
Kalbini bir aşk-ı mütereddit'e kaptırmış bir arkadaşınızla aranızda geçen konuşma:

-- She lives there... But, I never go there, never visit or see her. If I did, I would see her and could talk to
her... I mean, if I ever went and visited her... But I never do!.. Orada oturuyor... Ama ben oraya hiç
gitmiyorum, onu hiçbirzaman görmüyorum. Gitsem, kendisini görürüm, onunla konuşabilirim. Herhangi
bir zaman, gitsem... Onu ziyaret etsem... Ama oraya hiç gitmiyorum ki. -- Bu konuşmada geçen bütün
fiiller "present tense" tedir. Şimdiki ve geniş zamandan sözedilmektedir...

-- Well, just go there... If you went there, you would / could / might see her. Walla, git yahu!... Gitsen
(gidersen) onu görürsün / görebilirsin / görme olasılığın doğar... Hepsi "present tense".

SORU: Geçmişteki bir durumdan mı söz ediyoruz? Yoksa, şimdiki yada "geniş" zamandaki bir durumdan
mı?

Bu soruyu öğrencilerime yönelttiğimde, çoğunluk şöyle yorumluyor:

Gitmedin ki, kardeşim... Eğer gitseydin, gitmiş olsaydın onu görürdün/görebilirdin. (Yani, bugüne değin
gitmedin, bu yüzden de onu görmedin/göremedin.)

Çok küçük bir azınlık da şöyle yorumluyor:

Git be kardeşim, gitsene... Eğer gitsen, gidersen görürsün. (Yani, halen -- veya genelde -- gitmiyorsun
ki... Bu yüzden de onu göremiyorsun. Yoksa, gitsen, görürsün / görebilirsin)
153
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Birincisi gibi çeviriyorsanız, bugüne kadar size "öğrettikleri" herşeyi unutun ve okumağa devam edin...
İkincisi gibi çeviriyorsanız, olayı zaten kavramış durumdasınız: Ama, ayrıntılar için yine de okumağa
devam edin...

TANIM VE SINIFLAMA
Koşul kipinde bir tümce, bir ana-tümcelik + bir koşul-tümcelik'ten (if'li tümcelik, conditional clause)
oluşur. Koşullu tümceler aslında zarf-tümcelik sınıflamasına girer. Ancak yaygın kullanım alanı,
taşıdıkları önem, ve biz Türkçe konuşanlar açısından gösterdikleri kavram güçlüğü nedeniyle ayrıcalık
tanımamız gerekiyor...

Koşul kipini üç ana başlık altında gözden geçireceğiz:

I. TİP: GELECEK ZAMAN = FUTURE CONDITIONAL

If I go there, I will see her.

Eğer (gelecekte) gidersem / gidecek olursam, (gelecekte) görürüm / göreceğim.

Gelecekte, belli bir koşula bağlı olarak, gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir... demek istiyoruz.

II. TİP: ŞİMDİKİ ZAMAN, GENİŞ ZAMAN = PRESENT CONDITIONAL

If I went there, I would see her.

Eğer (genelde yada şimdi) gitsem, (genelde yada şimdi) görürüm.

= Gitmezsem de görmem... Gitmediğim için göremiyorum... Kısacası, varsayılan, farazi bir durumda
neler olur, neler olmaz üstüne fikir yürütüyoruz. "Ninemin sakalı olsa, dedem olur..."

III. TİP: GEÇMİŞ ZAMANLAR = PAST CONDITIONAL

If I had gone there, I would have seen her.

Eğer (geçmişte) gitseydim / gitmiş olsaydım, (geçmişte) görürdüm / görecektim / görmüş olurdum.

= Ama gitmedim, dolayısıyla da görmedim... Olay olmuş bitmiş. Koşul gerçekleşmemiş. Buna bağlı
olarak da, sözünü ettiğimiz olasılık da gerçekleşmemiş. Kısacası, olayın ardından fikir yürütüyoruz:
"Ninemin sakalı olmuş olsaydı..."

KOŞUL TÜMCELERİNİN YAPISI


Kitaplarda koşul tümcelerinin yapısını açıklamak amacıyla verilen çoğu formül, konuyu yokuşa sürmek,
hatta yanıltıcı olmaktan ileri gitmiyor. Sözgelişi, II Tip tümceleri "past tense + past conditional" şeklinde
açıklarsak, öğrenciyi bu yapının present anlam taşıdığına nasıl inandırabiliriz ki...
154
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Oysa pratikte yararlı bir formül olarak, uygun iki düzensiz fiil seçerek dildeki bütün kullanımlar için
geçerli bir temel örnek oluşturabiliriz. Zaten, öğrenme kolaylığı açısından da, kuralların ezberlenmesi
değil, temel kullanım örneklerinin dağarcığa atılması önem taşıyor. Öyleyse, "Formül" şöyle olmalı:

if go, will see

if went, would see

if had gone, would have seen

go, went, had gone...

will see, would see, would have seen...

Sırasıyla: I, II, III. Tipler... Yani, Future, Present, Past zamanlar... İşte bu örneği ezberleyerek, dildeki
bütün fiillerimizi koşul kipinde hataya düşmeden çekebiliriz.

Bu formül bize başka neler söylüyor?

1) If'li bağıl-tümcelikte yardımcı fiil yer almaz. (İstisnalarını göreceğiz)

2) Ana (temel) tümcelikte ise bir yardımcı fiil kesinlikle bulunacak, değişik yardımcı fiil seçenekleri
kendi anlam nüanslarını beraberinde getirecektir.

Örnekler:

If the helicopter had arrived sooner, his life would have been saved. = Hayatı kesin kurtarılmış olacaktı.

... might have been saved. = Olasılık taşıyacaktı.

... could have been saved. = Olanak kazanmış olacaktı.

ÖNEMLİ NOT: Olanak ve olasılık bizim kültürümüzde kesin farklarla ayırt edilemiyor, ama İngilizce'de
tümüyle farklı iki kavramdır. Var olan her olasılık aynı zamanda olanaklı = mümkün demektir. (Olanak
dışı olsa, olasılık taşıyamaz...) Ama, her olanaklı olan aynı zamanda olasılık taşıyor demek değildir:
Uzayda çok sayıda başka canlı türlerinin varlığı yüksek derecede olanaklı, ama benim ahir ömrümde
bunlardan birisi ile karşılaşmam olasılığı sıfırdır diyebilirim...

Bu nüansları İngilizce'de görebilmek için, çok sayıda tümceye değişik yardımcı fiiller yerleştirerek
anlamı nasıl değiştirdiğini sınamanızı öneririm.
155
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

BİR GÜÇLÜĞÜN AÇIKLANMASI

Türkçede, gerek "Gitsem, görürdüm" gerekse "Şimdi gitseydim, görürdüm" şeklindeki tümceler present
anlam verebiliyor. Dolayısıyla bir çevirmen, "If went - would see" yapısını Türkçe'ye bu şekilde
çevirdiğinde teknik anlamda hataya düşmüş olmuyor... Ayrıca, "went - would" biçimlerini de gören
öğrenci, (haber kipinden kazandığı alışkanlıktan dolayı) geçmişten sözedildiği yanılgısına düşüyor...

Bu yanlışlığın düzeltilmesi büyük bir önem taşıyor: II. TİP, ASLA VE ASLA GEÇMİŞTEN SÖZ
ETMEZ; sözü edilen zaman boyutu, ŞİMDİKİ ZAMAN ve GENİŞ ZAMANDIR...

Aşağıdaki açıklayıcı tablo yardımcı olabilir:

THE INDICATIVE MOOD

Haber Kipi
THE CONDITIONAL MOOD

Koşul Kipi

Tense'ler = 12 adet

go = present

went = past

had gone = past perfect


Tense'ler = 3 adet

if go = future

if went = present

if had gone = past

Görüldüğü gibi:

156
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
İngilizcede koşul kipi için özel çekimler yoktur. Bu işlev, haber kipinden ödünç alınan çekimlerle
karşılanır. Ancak, sözkonusu çekimler her iki kipte farklı anlamlar kazanıyor. Örneğin, "I go" haber
kipinde "Giderim", koşul kipinde ise "Gideceğim" anlamını taşıyor. Aynı şekilde, "I went" haber kipinde
"gittim", ama "if I went" koşul kipinde "gitsem, gidersem" (yani şimdi veya genelde) anlamını taşıyor.

Benim ünlü bir "kaşıntı" hikayem vardır: Bizim Oğlanın hocası, "cushion" [ku-şın] sözcüğünü "kaşın"
diye öğretmekte direniyordu da, "Git söyle, kendisi kaşınsın" diye haber göndermek zorunda kalmıştım!...
Burada da artık günah benden gitti. Bu ülkede medya ve yayınevi. çevirmenlerinin ıslah olabileceğini hiç
sanmıyorum ama, lütfen siz Değerli Okuyucularım kendinizi onların sürdürdükleri bu çok kötü yanlıştan
kendinizi koruyunuz...

Unutmayınız:

I wish you were here now!... I wish we were together again!...

gibi romantik sözler söyleyince,

Ah, şimdi yanımda olsan! Yine birlikte olsak...

demiş oluyorsunuz, yoksa "keşke eskiden öyle olmuş olsaydı" değil !...

ÖZEL ÇEKİM ÖRNEĞİ


Buraya kadar neyi vurguladık? Koşul kipinin kendine özgü çekimleri yoktur; Haber kipinden ödünç
alınan kalıplar, yeni bir "tense" düzenlenmesi yüklenerek kullanılır... Akla şu soru geliyor: Acaba
ingilizce koşul kipinin kendine özgü hiçbir çekim özelliği yok mudur?

Evet, vardır:

To Be fiili, yalnız Tip II ile sınırlı olmak üzere, özel çekim gösterir ve bütün kişiler için were şeklinde
çekilir.

Dolayısıyla, Damdaki Kemancı'nın düşlerinde olduğu gibi,

if I were a rich man

if you were a rich man

if he were a rich man

if we/you/they were rich men

157
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"Were" yerine" "was" kullanacak olursanız, tümceyi "şimdiki zamanda olasılık" boyutundan çıkarıp,
haber kipi geçmiş zaman boyutuna taşımış olursunuz. Buradaki nüansı, Türkçe düşündüğümüz sürece
hissetmek olanaksızdır, diyebilirim, ama bu sizi yanıltmasın...

Diyeceklerdir ki, "Were" yerine" "was", kimi sosyal tabaka ağızlarında standart uygulama gibi görünüyor.
(Bu yüzden kimi dilbilimciler, günümüzde "were" yerine "was" yönünde bir dönüşüm olduğu sonucuna
varıyorlar.)

Çok aceleci bir sav... "İyi ve doğru" İngilizce açısından bu kullanım yanlıştır. Hele sınav koşullarında
böyle bir yanlışlığa asla düşmeyiniz...

Bu konuya aşağıda "Tip 0 ve Tip IV Var mıdır?" başlığı altında yeniden dokunacağım. Konuyu ayrıca,
Dilek Kipi çerçevesinde (Bölüm 9) "Çağdaş İngilizce'de Bu Kip Ölüyor mu?" başlığı altında ayrıntılı
biçimde tartışıyorum.

NEGATIVE / CONTINUOUS DÖNÜŞÜMLER


Şimdi temel formülümüze dönerek negative ve continuous tümceler için geçerli tabloları da oluşturalım:

if don't/doesn't go, won't see

if didn't go, wouldn't see

if hadn't gone, wouldn't have seen

if am/is/are going, will be seeing

if were going, would be seeing

if had been going, would have been

seeing

158
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
NOT: Tümcenin her iki kanadı, birbirinden bağımsız olarak olumlu, olumsuz, yada "continuous"
olabilirler...

Örnekler ve Çevirileri:

"I don't want to go there and I don't want to see her!"... = Oraya gitmek istemiyorum... Onu görmek
istemiyorum...

Haber kipindeki bu tümce, 1) Oraya gitmek istemiyorum... Onu görmek istemiyorum! veya, 2) Her zaman
gidip görüyorum, ama aslında istemiyorum... anlamlarına gelebilir.

Karşıdaki kişi ise, koşul kipine başvurarak, şöyle bir yanıt verebilir (ki, aşağıdaki her iki durumda da
"present" zaman sözkonusu olduğu için, Tip II tümcelere başvuracaktır:

1) --- Then, for Christ's sake, just don't go there! If you didn't go there, you wouldn't see her... Gitme o
zaman, Tanrı aşkına! Gitmezsen görmezsin.

2) --- Then, for Christ's sake, just stop going there! If you weren't going there, you wouldn't be seeing her.
Her zaman gidip durma o zaman. Gitmiyor olsan, görmüyor olursun.

* * * * *

If it rains this afternoon, we will stay at home... If you don't give me some help, I will not be able to finish
it on time... Bugün öğleden sonra yağmur yağarsa, evde oturacağım... Eğer bana biraz yardım etmezsen,
zamanında bitiremeyeceğim... Gelecek zamandan söz eden tümceler; dolayısıyla da Tip I tarzında yapılar
kullandık...

Look! She couldn't finish it within two hours, even if she wanted to... Dinle beni: İki saat içinde istese
bile bitiremez... Şu an içinde bulunduğumuz durumda, veya genelde = present tense = Tip II...

You wouldn't have got yourself into this mess if you hadn't insisted on doing it without my assistance.
Benim yardımım olmaksızın yapmakta ısrar etmemiş olsaydın kendini bu karmaşaya düşürmüş olmazdın.
(past, Tip III)

If you are carrying on the way you have been, I'm afraid there won't be much that I can do for you.
Bugüne değin davranageldiğin gibi davranmakta devam edecek olursan, korkarım senin için
yapabileceğim pek birşey olmayacak. (= future, Tip I)

If I were twenty years younger, I would seriously consider changing my job. Yirmi yaş genç olsam, işimi
değiştirmeyi ciddi olarak düşünürüm (Türkçe'de "düşünürdüm" olanaklı... Şimdiki zamana ilişkin
hipotetik bir durumdan söz ediyoruz. O halde: Tip II.

If the Ottoman empire still existed and Iraq were still a part of it, there would be no such problems there
now. Eğer (şimdiki zamanda) Osmanlı İmparatorluğu hala var olsa, Irak da onun bir parçası olsa, hiç
böyle sorunlar olmazdı... Şimdiki zamana yönelik varsayımsal durumlar = Tip II.

159
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
If she were coming to this meeting, she would have been here by now. Eğer bu toplantıya geliyor olsa,
şimdiye değin gelmiş olurdu... Birinci kısım present = Tip II; ikinci kısım "by now = şimdiye değin" past
= Tip III. Tabiatıyla, Türkçe'de "Gelecek olsa gelirdi / gelmiş olurdu" gibi ifadeler olanaklı...

I know very well that you are receiving some assistance from your friends. If I, too, were receiving such
support, I'd be (would be) doing just as well. Arkadaşlarından yardım aldığını biliyorum. Ben de alıyor
olsam, ben de aynı ölçüde başarılı olurum. (= present, Tip II)

If she had been following her doctor's advice, she would not have been gaining any more weight... Eğer
doktorunun önerilerini dinleyegelmiş olsaydı, daha fazla kilo alıyor olmuş olmayacaktı... (=past, Tip III)

ÇEVİRİ ÜSTÜNE BİR NOT


Türkçe'de "eğer" ile başlayan tümcelik, yani koşul tümceliği (yine Türkçe'deki bütün zarf tümcelikleri
gibi) herzaman tümce başında yer alır. Koşulu önplana çıkarmak, vurgulamak istiyorsak, bunu tonlama
ile gerçekleştiririz.

İngilizce'de ise, aşağıda göreceğimiz gibi, if'li tümceliğin yeri esnektir ve koşul vurgulanmak
istenildiğinde başa alınır.

Dikkat edilirse, anadili Türkçe olan bizler İngilizce'ye çeviri yaparken veya özgün tümce kurarken,
herzaman "if" ile başlamak eğilimindeyiz. Oysa, yukardaki saptamalara dikkat etmemiz gerekiyor.

NOKTALAMA ÖZELLİĞİ
If-tümcelik (yani, koşul) vurgulanmak istenirse başa çekilir; ardından virgül konularak ana-tümcelikten
ayrılır.

Bunun tersine durumda, yani if-tümcelik arkadan geliyorsa, virgül kullanılmaz.

Ancak, değişik vurgular elde etmek amacıyla, ana-tümcelik anlama uygun bir yerinden bölünerek araya
da yerleştirilebilir, ki bu durumda iki virgül arasına alınması gerekecektir.

Bu üçüncü durumda if-tümcelik, konuşmada uygun bir "antirparantez söylüyorum" edası ile
desteklenecektir.

If I went there, I would see her.

I would see her if I went there.


160
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I would, if I went there, see her.

FARKLI YARDIMCI FİİL KULLANIMLARI


Örneklerimizi bu noktaya değin will/would ile verdik. Oysa bu bağlamda öteki bütün yardımcı fiiller de
kullanılabilir. Farklı tercihler değişik anlam nüanslarını beraberinde getirecektir:

If the fog gets any thicker, the game will / may / might be postponed.

= "Will" kesin bir ertelemeden söz ederken, diğer ikisi erteleme olasılığını gündeme getiriyor. "Might"
tercihi, olasılığın daha düşük olacağını dile getirir.

You must / should / ought to / had better eat less bread if you want to lose some weight.

= Örneğin "must" = "daha az yemelisin" çevirisini verirken, had better ile yapılan tümce ise "az yersen
senin için daha iyi olur" önerisini ön plana çıkarıyor.

If you see him tomorrow, (could you) please ask him to get in touch with me before it's too late?

= Rica... Talep...

If you tried again, you would / might / could / /should succeed.

= Bir daha denersen / deneyecek olursan... would = kesin başarırsın... might = böyle bir olasılık doğar...
could = olanak kazanır... should = başarsan gerekir, sanırım başaracaksındır...

TİP II VE TİP III BİRLİKTE

Sözü edilen eylem ve olasılığın farklı zaman dilimlerine ilişkin olmaları durumunda, Tip II ve III
tümcelikler birlikte kullanılacaktır:

If he didn't gamble so much (= genelde), he could have become a very rich man by now (= bugüne değin
geçmişte)... Çok kumar oynar. Eğer bu kadar çok kumar oynamasa, şimdiye değin çoktan zengin bir adam
olurdu.

If you hadn't spent all your money yesterday, you would have enough today... Eğer dün (geçmiş zaman
boyutu: o halde Tip III) bütün paranı harcamamış olsaydın, bugün (şimdiki zaman: o halde Tip II) yeterli
paran olurdu / olacaktı.

161
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
You say he is sorry. But, if he were sorry, he would have apologized by now... Pişman diyorsun, ama eğer
pişman olsa, şimdiye değin özür dilemiş olması gerekirdi... (= demek ki pişman değil, anlamını
çıkarıyoruz.)

Demek ki, tümcemizi oluşturan iki tümcelikte farklı zaman dilimlerinden söz ediliyorsa bunun gereğini
tip seçiminde uygulamak zorundayız. Burada kuralı çiğnemiyor, tam tersine kurala uygun davranıyoruz.

IF-TÜMCELİKTE YARDIMCI FİİL


Bölüm başında temel formüllerimizi oluştururken, if-tümcelikte yardımcı fiillerin yer almayacağını,
bunların ana-tümcelik içinde değerlendirileceğini söylemiştik. Ayrıntılarda boğulmadan, pratik ve
kestirme yoldan hızlı öğrenmeyi amaçladığımız için, saptamalarımızın biraz fazla atak olması doğal
karşılanmalıdır.

Orada değindiğimiz bu "kaba" kuralın hayli kabarık olan istisnaları nasıl açıklanabilir?

If you will/would wait a moment, I'll go and see if Mr. Hepçalışır is free to see you...

Bu bir nezaket ifadesidir. Tümceye, "If you (please) wait..." şeklinde de başlayabilirdik. Yani burada
"will/would" birer nezaket sözcüğü olmaktan öte gitmiyor. Anlam incelendiğinde, aslında bir koşul
koşulmadığı görülür: "Eğer beklerseniz gidip bakarım, beklemezseniz gidip bakmam" şeklinde bir koşul
tümcesi olarak algılanması yanlış olur.

Aşağıdaki örnekleri de aynı irdeleme ile çözgüleyebiliriz. Bunlardan birincisinde nezaket, son ikisinde ise
serzeniş/öfke iletimleri sözkonusu:

I would be very grateful if you would send me the necessary documents as soon as possible. = ...
minnettar olurum efendim.

If you would sit down, gentlemen, we can begin our discussion. = Beyler! Beyler! Lütfen oturunuz ki
tartışmamıza başlayabilelim!

If you would stop talking for a second, I could finish off my sentence. = Bir saniye susacak olursanız,
cümlemi bitirebilirim!

"TİP- 0" VE "TİP- 4" VAR MIDIR ?

Şu örnekleri inceleyiniz:

Present Tense : If you heat ice, it turns to water... If there is a shortage of any product, its price is bound
to go up... (Özellikle bilimsel saptamalarda bu tümce yapısı ile çok sık karşılaşırız.)

162
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Past Tense : We used to stay at home if there was the slightest chance of rain... If ever anybody
interrupted his lecture, he got (used to get / would get) terribly angry...

Kimi yazarlar, "if" sözcüğüyle kuruldukları gerekçesiyle, bu tür tümceleri sözde "Tip-0" ve "Tip-4"
başlıkları ile Koşul Kipi içinde sınıflamak ister.

Oysa bu tür tümcelerin genel özelliği, gerçek durumlardan söz edilmekte oluşudur: Buz ısıtılırsa suya
dönüşür... Hernezaman birisi dersini kesecek olsa çok sinirlenirdi...

Dikkat ederseniz bu tümcelerde "if - if ever" yerine "when - whenever" tercihinizi rahatlıkla
kullanabilirsiniz ve anlam bozulmaz. Gerçek durumlardan söz ettiğinize göre, bunların Haber Kipi
kapsamında görülmeleri gerekir. Koşul Kipinin temel özelliği varsayımsal, farazi durumlardan söz
ediliyor olmasıdır.

NOT: Yine de, "piyasada" "were yerine dikkatsizce was" kullanımının yaygınlığı karşısında, bu Bölümde
savunduğum tezlerin "ağırbaşlı gramer" ve özellikle de "sınav İngilizcesi" hariç tutulursa %100 geçerliği
olmayabileceğini teslim etmekte yarar var. Çünkü, bir yandan dilcilikte betimleyici (descriptive)
yaklaşımı savunurken, bir yandan da dil polisliğine soyunup, anadilini konuşan kimseleri dikkatsizlikle
suçlamak yürek ister...

IF-TÜMCELİKTE "ANY" VE "SOME"


Bilindiği gibi, some ve any ikilisine ilişkin genel kural, birincisinin olumlu, ikincisinin ise olumsuz
tümceler ve sorularda kullanılmasıdır.

If-tümceliklerde ise, bunun tersine bir uygulama geçerli olabilir ve bu tercih çoğu zaman vurgulanmış
anlatım niteliği kazanır:

Wouldn't I help you out if I had any means to do so? = Bunu yapabilecek imkanlarım olsa seni bu
durumdan kurtarmaz mıyım sanıyorsun!

I would never have allowed you to enter if you hadn't had some kind of reasonable excuse! = Akla yatkın
bir mazeretiniz olmasaydı, içeri girmenize asla izin vermezdim...

DEVRİK TÜMCE TİPLERİ

DİKKAT... DİKKAT...

Daha önce de değindiğimiz gibi, if-tümcelik başa alındığında koşul vurgulanmış olur. Ancak, elimizde bir
başka vurgulama olanağı daha var: Devrik tümce oluşturmak. Devrik tümce, biliyorsunuz, soru düzeninde
kurulur. (Yani, yard. fiil + özne... bazen de: asıl fiil + özne.)

163
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Kurulur, ama bir soru olarak algılanmaz: Yazıda soru işareti değil, ünlem veya doğrudan nokta kullanılır;
konuşmada soru tonlaması yapılmaz: Bağlama göre, çeşitli vurgulanmış duygu ve anlamları ileten bir
tonlama yapılır.

TİP I :

If you should --------› Should you

Should you come this way again, please look me up.

Yolunuz bir daha bu taraflara düşecek olursa, lütfen beni arayınız. (Gelecek zaman, yani Tip-1
kullanıldığını temel-tümcelikten çıkarsıyoruz. Ricanın gereği gelecekte yerine getirilecektir. [Umarım
hala "should", herzaman "shall" in past tense'dir gibi yanılgılar içinde değilsiniz.]

TİP II :

If I were --------› Were I

If he went away --------› Were he to go away

If you stopped & thought --------› Did you but stop & think

Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk. = Senin yerinde olsam, böyle bir risk almam.

Were he to go away and leave you, you'd be in a very difficult position. = Çekip gitse ve seni terketse,
çok zor bir durumda kalırsın.

Did you but stop and think about it, you'd see how hopeless our situation is. = Durup bir düşünsen,
durumumuzun ne denli umutsuz olduğunu görürsün.

TİP III :

If it had been --------› Had it been

If she had lost --------› Were she to have lost

If she could have arrived --------› Could she have arrived

Had it been any harder, we wouldn't have been able to do it. = Eğer daha zor olmuş olsaydı...

Were she to have lost all her money, she would have been terribly upset. = Eğer bütün parasını kaybetmiş
olsaydı...

Could she have arrived sooner, she would have got the job. = Daha erken gelebilmiş olsaydı...

DİKKAT... DİKKAT...
164
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Gerek Tip II, gerekse Tip III için ikinci örnek tümceler "were + ...." yapısı ile başlıyor. Birincisini
present, ikincisini past anlamlı kılan nedir?

Yanıt: Birincisi bir present mastar, ikincisi ise bir perfect mastar ile oluşturuldu: To lose = kaybetmek...
To have lost = kaybetmiş olmak... Perfect mastar kullanımı, olayı geçmiş zamana taşıyor.

KOŞUL KİPİNDE KULLANILAN ÖTEKİ KİMİ BAĞLAÇLAR


unless : "Unless" anlam molekülü iki anlam atomundan oluşur: if + not... Dolayısıyla, "unless" ile kurulan
bir tümcelikte ayrıca "not" olumsuzuna rastlayamazsınız, çünkü bildiğiniz gibi İngilizce'de "double
negative" tümce kurulamaz. "Unless" için Türkçe'de: -medikçe, -madıkça olağan çeviridir.

Not 1 -- İngilizce'deki "double negative" eksikliğinin, "didn't fail + mastar" formülü ile nasıl
aşılabildiğinden Kitabımızın "Mastarlar" Bölümünde söz etmiştik.

Not: Yukarda dikkat ederseniz, "unless" ile kurulan tümcelikte (=clause) "not" sözcüğünün yer
alamayacağını söyledim. Besbelli ki bu durum, tümcedeki diğer tümcelikleri ilgilendirmez. İşte örneği
aşağıda:

She will not improve her French unless she goes to France. = If she does not go the France... Fransa'ya
gitmedikçe...

provided (that) / providing (that) : olması koşuluyla...

I will help you provided that you promise to be more careful from now on... = Bundan böyle daha dikkatli
olmaya söz vermen koşuluyla sana yardımcı olacağım...

DİKKAT... DİKKAT... Besbellidir ki, böyle bir tümcedeki "provide" sözcüğünü sözlükteki "sağlamak,
tedarik etmek" anlamlarında algılarsanız işin içinden çıkamazsınız. Popüler bir sınav sorusu...

suppose / supposing (that) : diyelim ki, tut ki, varsayalım ki...

Supposing there were no water, what would the world be like? = Diyelim ki dünyada hiç su olmasa, ne
olur dünyanın hali?...

Biliyorsunuz bu tümcenin Türkçe ifadesinde, yine present/genel anlamlı olmak üzere "olmasaydı/ne
olurdu" demek mümkün. Ama "past tense" yanılgısına düşmemeniz için, yukarda verdiğim çeviriyi tercih
ettim... Kendimizi, "Tip II eşittir Past tense" gibi yıkıcı yanlışlıklardan kurtarmak işte bunun için çok
önemli.

on condition (that) : olması koşuluyla...

I'll lend you the money on condition that you return it no later than next Monday. = Önümüzdeki
Pazartesiden daha geç olmamak üzere iade etmeniz koşuluyla...

so long as / as long as : olduğu sürece, yeter ki...

I won't bother them as long as they don't bother me. = Onlar beni rahatsız etmedikleri sürece ben de onları
rahatsız etmeyeceğim.
165
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

even if = even though : olsa bile...

I'll go and meet them even if you don't. = Sen gelmesen bile...

only if : yalnızca eğer... ancak eğer...

We'd postpone the meeting only if more than half of the members didn't turn up. = Toplantıyı, yalnızca ve
yalnızca eğer üyelerin yarısından fazlası gelmezlerse, erteleriz.

(Bu bağlacı, Dilek Kipi (The Subjunctives) Bölümünde göreceğimiz "If only" ile karıştırmayınız)

whether or not : olsa da olmasa da (uysa da uymasa da!)

I'll be leaving tomorrow whether or not you decide to join me! = Sen bana ister katıl ister katılma...

but for : Present = "If it were not for..." veya, Past = "If it had not been for..." deyişlerinden kısaltma
sayabilirsiniz... Türkçe'ye "eğer olmasaydı" yada "sayesinde" gibi anlamlarla çevrilebiliyor:

My family helps me a lot. But for their help, it would be very difficult for me to keep up a decent standard
of living. = If it were not for their help... Ailem yardım ediyor, eğer etmeseler...

The accident delayed us. But for the accident, we would have arrived on time for the performance. = If it
had not been for the accident... Kaza olmamış olsaydı, geç kalmazdık, kalmamış olurduk...

But for his love for Şirin, the ordeals he went through would have been unbearable for Ferhat. (ordeals =
çileler... unbearable = çekilmez, tahammül edilmez)

But for the expression "but for", I would not have been able to form these fantastic examples! (Bu örneği,
Tip II ve III bir arada olarak değerlendirin: "Bu deyim olmasa, bu şahane örnekleri
oluşturamazdım/oluşturamayacaktım !!"

IT'S TIME TO TEST YOURSELF !!

Choose The Correct Answer

[Açıklamalı Yanıtlar Testin Sonunda]

1) I think it's extremely unlikely, but if we do come across ............... wild animals, we must be prepared
to kill them.

a) some b) however c) any d) whatever e) no

-- any

2) It probably ............... if you'd been more careful.


166
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

a) doesn't happen ever again

b) won't ever happen again

c) didn't happen

d) would never have happened

e) hadn't ever happened

-- would never have happened

3) If he had taken my advice, he ............... a rich man by now.

a) will be b) would be c) were

d) could be e) would have been

-- would have been

4) If he had taken my advice, he ............... a rich man now.

a) will be b) would be c) were

d) was e) would have been

-- would be

5) She'd be quite pretty if she ............... so much make-up.

a) didn't wear b) wears c) will wear

d) won't wear e) doesn't wear

-- didn't wear

6) I didn't know whether you had to have one of these or not. I would have given it to you freely if
you ............... one.

a) had to have b) had had to have c) had had

d) had e) have had to have

-- had had to have

7) You ............... pay less now if you had decided to become a full member at the time.

a) would have to b) had to c) would have had to

d) had had e) will have to

167
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
-- would have to

8) I'm sure she would have come and seen me if she .............. the time.

a) has b) has had c) would have

d) had had e) were having

-- had had

9) If I ............... you, I wouldn't buy that old car.

a) had been b) would be c) will be d) am e) were

-- were

10) If the fog gets any thicker, they .............. to cancel the game altogether.

a) had to decide b) might have to decide

c) have decided d) were going to decide

e) would have decided

-- might have to decide

11) If you really want to lose some weight, you ............... less bread.

a) had better eat b) have eaten c) will have eaten

d) are rather eating e) would eat

-- had better eat

12) I'm terrified of planes. I'd feel much safer if we ................ by boat.

a) will go b) 've been going c) had gone

d) were going e) go

-- were going

13) I .............. it that color -- if I were you.

a) had painted b) will paint c) don't paint

d) didn't paint e) wouldn't paint

-- wouldn't paint

14) Unless you ............... the bell twice, nobody will answer it.

168
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a) don't ring b) ring c) will ring

d) won't ring e) rang

-- ring

15) ............... there be any delay, please notify us at once.

a) Unless b) Can c) Had d) Should e) Were

-- Should

16) I ............... very grateful if you .............. as soon as possible.

a) should have been / would have been replied

b) shall have been / will have been replied

c) am being / will reply

d) should be / would reply

e) were / would reply

-- should be / would reply

17) We .............. shopping again today if you had bought enough supplies yesterday.

a) were going b) didn't have to go c) are not going

d) don't have to go e) wouldn't have to go

-- wouldn't have to go

18) If he didn't gamble as much as he does, I'm sure he ............... quite rich by now.

a) would have been b) could be c) were

d) would be e) cannot be

-- would have been

19) If it hadn't been for their help, we .............. here now.

a) aren't b) wouldn't have been c) weren't

d) are e) wouldn't be

-- wouldn't be

20) I .............. you provided that you promise to be more careful from now on.

169
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a) 'll help b) had helped c) won't help

d) wouldn't have helped e) helped

-- 'll help

21) As everyone knows, she's a hopeless case. Always and ever. I should have married her if
she ............... such a fool.

a) won't be b) weren't c) isn't d) is e) would be

-- weren't

22) If I had known about the cancellation beforehand, I ............... a ticket in the first place. (beforehand =
önceden; in the first place = daha işin başında)

a) had never bought

b) would certainly not buy

c) wouldn't have bought

d) don't buy

e) wouldn't buy

-- wouldn't have bought

23) If I hadn't missed that plane, I ............... dead now.

a) would be b) will be c) am not

d) would have been e) were not

-- would be

24) ............... she to appear here suddenly, wouldn't you be greatly surprised?

a) Is b) If c) Will d) Was e) Were

-- Were

25) Were you ............... on your own for this difficult mission, you should have had a perfect right to
protest.

a) being sent b) to be sent c) sending

d) to send e) to have been sent

-- to have been sent

170
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

YANITLAR, ÇEVİRİLERİ VE AÇIKLAMALAR

1) I think it's extremely unlikely, but if we do come across any wild animals, we must be prepared to kill
them... Olur da herhangi bir vahşi hayvan... Tümceden olasılığın düşük olduğu anlaşılıyor. Bkn. If-
tümcelikte some ve any.

2) It probably would never have happened if you'd been more careful... Daha dikkatli olsaydın,
muhtemelen böyle bir şey hiç olmayacaktı... Olay geçmişte kalmış = Tip III.

3) If he had taken my advice, he would have been a rich man by now... "By now," yani, şimdiye değin =
Geçmişten söz ediyoruz, o halde TİP III.

4) If he had taken my advice, he would be a rich man now... "Now" = şimdiki zamanda bir olasılıktan söz
ediyoruz, o halde Tip II... Bknz. Tip II ve III birlikte kullanımı.

5) She'd be quite pretty if she didn't wear so much make-up... Bu kadar çok makyaj yapmasa oldukça
güzel bir kız olur... Geniş zaman = Tip II.

6) I didn't know whether you had to have one of these or not. I would have given it to you freely if you
had had to have one... Bunlardan birisine sahip olmak zorunda olup olmadığını bilmiyordum. Eğer sahip
olmak zorunda idiysen ("idiydiysen") sana bir tane öylesine / bedavacıktan veriverirdim... Kullandığımız
fiil öbeği: "have to have" = birincisi yardımcı fiil, ikincisi asıl fiil, yani, "sahip olmak zorunda olmak"...
Fiilimiz örneğin, "have to go", yani "gitmek zorunda olmak," olsaydı = "had had to go," diyecektik.
Dolayısıyla Tip III = "had had to have."

7) You would have to pay less now if you had decided to become a full member at the time... = Eğer o
zamanlar tam üye olmağa karar vermiş olsaydın, şimdi daha az ödeme yapmak zorunda kalacaktın.
(Geçmiş için Tip III, şimdiki zaman için Tip II kullanıldı.)

8) I'm sure she would have come and seen me if she had had the time... Eminim ki zamanı olsa gelip beni
görürdü... Geçmişte = III. Tip. Fiilimiz, To have. Örneğin, fiilimiz "to see" olsaydı, "had seen" diyecektik.
O halde, "had had."

9) If I were you, I wouldn't buy that old car.

10) If the fog gets any thicker, they might have to decide to cancel the game altogether... Tümüyle iptal
etmek... Gelecekteki bir olasılıktan söz ediyoruz. Dolayısıyla Tip I. "May" yerine "might" tercihi
olasılığın daha düşük olduğunu gösteriyor. Bknz. If-tümcelikte yardımcı fiiller.

11) If you really want to lose some weight, you had better eat less bread... "Had better," tıpkı
may/can/must gibi bir yardımcı fiildir, onlar gibi kullanılır.

12) I'm terrified of planes. I'd feel much safer if we were going by boat... Tümceden şu anda uçağa
binmek üzere yada uçakta olduğumuz anlaşılıyor. "Şu anda gemiyle gidiyor olsak kendimi daha
emniyette hissederdim." = Present anlamlı olduğundan = Tip II.

171
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
13) I wouldn't paint it that color -- if I were you... Senin yerinde olsam o renge boyamam. Şimdiki zaman
= Tip II.

14) Unless you ring the bell twice, nobody will answer it... Gelecek zaman = Tip I.

15) Should there be any delay, please notify us at once... "Notify us" emrinin gereği gelecek zamanda
gerçekleşecektir. Dolayısıyla, Tip I. Ayrıca, bknz. "Devrik Tipler".

16) I should be very grateful if you would reply as soon as possible... Bir nezaket tümcesi. Bknz. if-
tümcelikte yardımcı fiiller.

17) We wouldn't have to go shopping again today if you had bought enough supplies yesterday. Eğer dün
yeterli miktarda malzeme satın almış olsaydın, bugün yeniden alışverişe gitmek zorunda kalmayacaktık.
Geçmiş zaman için Tip III, şimdiki zaman için Tip II.

18) If he didn't gamble as much as he does, I'm sure he would have been quite rich by now. Her zaman
kumar oynadığı anlaşılıyor. Genelde, yani Tip II, bu kadar çok kumar oynamasa, şimdiye değin, yani
geçmişten günümüze zengin olmuş olurdu = Tip III.

19) If it hadn't been for their help, we wouldn't be here now. Geçmişte bize yardım ettiler = Tip III. Yoksa
şimdi burada olmazdık = Tip II.

20) I'll help you provided that you promise to be more careful from now on. From now on = Bugünden
itibaren, yani gelecekte = Tip I.

21) As everyone knows, she's a hopeless case. Always and ever. I should have married her if she weren't
such a fool... Herkesin bildiği gibi, umutsuz vakadır. Herzaman böyledir kendisi... Böylesine bir budala
olmasa = Tip II, şimdiye değin çoktan onunla evlenmiş olurdum = Tip III.

22) If I had known about the cancelation beforehand, I wouldn't have bought a ticket in the first place...
İptal konusunu önceden öğrenmiş olsaydım, daha işin başında bilet almazdım, almamış olurdum.

23) If I hadn't missed that plane, I would be dead now.... Eğer o uçağı kaçırmamış olsaydım -- ki kaçırdım
= Tip III -- şu anda ölmüş olacaktım.. Şu anda ölü değil, konuşuyor olduğuma göre Tip II.

24) Were she to appear here suddenly, wouldn't you be greatly surprised? Tümcenin ikinci bölümünden
şimdiki zamana ilişkin bir belirleme yapıldığı anlaşılıyor: Ansızın ortaya çıkıverse, çok şaşırır mısın?

25) Were you to have been sent on your own for this difficult mission, you should have had a perfect right
to protest. Tümcenin ikinci bölümünden geçmiş zamana ilişkin bir belirleme yapıldığı anlaşılıyor. Koşul
tümceliği geçmiş zamana atmak için perfect mastar kullandık: "to have been sent" = "gönderilmiş
olmak"... Tümcenin anlamı: Eğer bu zor görev için tek başına gönderilmiş olsaydın, şikayet etmek için
pekala haklı bir sebebin olabilirdi... İma edilen anlam: Ama tek başına gönderilmedin, şikayet etmek için
de haklı bir nedenin yok...

CHAPTER - 9
172
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
DİLEK - KOŞUL KİPİ
THE SUBJUNCTIVE MOOD

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Açıklama / İki Ana Başlık / Kalıplar / Örnekler ve Çevirileri / Geliştirilmiş Bir Örnek / Zamana
Bakış Açısı / Başka Örnekler ve Çevirileri / Bu Kip Çağdaş İngilizce'de Ölüyor mu? / Exercise - 1 /
Exercise - 2 / Exercise - 3 / Diğer Örnekler

KISA AÇIKLAMA
Az sayıda kalıp içeren bu kip, yine de İngilizce'nin en işlek ve en ilginç -- yabancıların da en çok güçlük
çektiği yönlerinden birini oluşturuyor. İlgi alanımız şimdi dilek ve isteklerin, öneri ve gerekirliklerin,
hayıflanmaların, varsayımların dünyasıdır.

Aslında, Türkçe yazılan bir İngilizce gramerde, "the subjunctive mood" karşılığında "varsayım kipi" gibi
bir deyim kullanmak en doğrusu olurdu. Ancak, yeni bir terim kargaşasına yol açmamak için, yerleşmiş
olan "dilek kipi, dilek-koşul kipi" karşılığını kullanmağa devam edeceğim. Aslında, gerçekten de,
İngilizce'de bu kipte kurulan anlatımların önemli bir bölümü Türkçe'ye bizdeki "dilek kipi" ile çeviri
verir.

Öte yandan, çeşitli kalıpların içerdiği anlamlar birbirinden son derece farklıdır ve yapı özelliği dışında
aralarında bir anlamsal bağ aramamak en doğrusu olur... Yapı açısından ise herhangi bir güçlük
çekeceğinizi sanmıyorum, çünkü koşul kipi tümcelere tam bir koşutluk gösteriyorlar.

Az sayıdaki tümce açılış kalıbını aklınızda tutmanız koşuluyla, tanınması ve kullanılması son derece
kolay bir konu...

Kısaca özetlemek istersek: İngilizce'de fiil çekimlerinden yola çıkarak yalnızca üç kip (= mood)
bulunduğu söylenebilir:

The indicative, the subjunctive, the imperative sırasıyla,

1. gerçeklerin dünyası (insanlar çoğu zaman yalan söylüyor veya yanılıyor olsalar da);

2. dilek, koşul ve varsayımların dünyası; ve,

3. buyrukların dünyasını içerir...

Koşul kipinde de kullanılan çekimler "subjunctive" çekimlerdir. Taşıdıkları büyük önem nedeniyle, koşul
ve dilek kipini bu kitapta iki ayrı bölümde ele almayı tercih ettiğimi daha önce de vurgulamıştım. Demek
ki aslında, "subjunctive mood" çekimlerini sizler bir önceki bölümde esasen öğrenmiş bulunuyorsunuz.

Şimdi konuyu iki ana başlık altında özetleyeceğim:

173
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
1
"PRESENT" KALIPLAR
Temel Örnek = If ------ WENT

Şimdiki Zaman, Geniş Zaman, Gelecek Zaman (yani present ve future) boyutlarına yönelik dilek,
özlem ve varsayımlarımız için, Koşul Kipi Tip II kalıplar geçerlidir. Bu da çok doğal... "If went"
örneğinin koşul kipinde present anlam taşıdığını artık biliyorsunuz.

* * * * *

2
"PAST" KALIPLAR
Temel Örnek = If ------ HAD GONE

Geçmiş zamana dönük pişmanlık, hayıflanma, yada gerçekleşmemiş dilek ve varsayımlarımız için,
Koşul Kipi Tip III kalıplar geçerlidir.

EN SIK KULLANILAN KALIPLAR

I wish = dilerim; dilerdim; ah keşke...

I'd rather [ would rather ] = tercih ederim / ederdim

ayrıca, " would sooner "

veya, " would just as soon "

If only = Ah keşke

Suppose = Tut ki, diyelim ki, varsayalım ki...

It's time = Zamanıdır, zamanı geldi

It's about time = Yaklaşık zamanıdır

It's high time = Zamanı çoktan geldi geçiyor

Would to God = Tanrıdan dilerim / dilerdim

as if = as though = sanki, güya, gibi

174
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ

I wish I were rich... Ah, zengin olsam / olsaydım; Keşke zengin biri olsam / olsaydım... ["Şimdi" ve/veya
"genelde" anlamı veriyor, yani, = Ah, şu anda (veya genelde) çok param olsa / olsaydı... demiş oluyoruz.
Sıkıcı olmak pahasına tekrarlıyorum: Türkçe'ye "olsaydım" ile çevirdiğimizde de kastedilen zaman
"şimdiye kadar, geçmişte" değildir: Kastedilen "şimdi ve genel zaman" dır.]

I wish I hadn't said all that... Keşke bütün bunları söylememiş olsaydım... [İşte bu geçmişe yönelik bir
laf... "Oysa söyledim ve bundan pişmanlık duyuyorum, sonuçlarını yaşadım veya yaşıyorum..." demiş
oluyoruz.]

I'd rather you didn't do it now... Bunu şimdi yapmamanızı tercih ederim. Lütfen bunu şimdi yapmayınız.

I'd rather you hadn't told him about our plans... Keşke planlarımızı ona anlatmasaydın... Anlatmamış
olmanı tercih ederdim. [Ama anlattın, ne yazık ki]

If only you loved me a little !... Keşke beni biraz sevsen, seviyor olsan... [Ama sevmiyorsun ki]

If only you had loved me a little !... Keşke beni biraz sevmiş olsaydın... [Ama sevmedin ki, sevmemiştin
ki]

If only I had realized all that at the time... Keşke bütün bunlar o zamanlar kafama dank etseydi. [Ama
zamanında uyanamadım / düşünemedim ve bütün bunlar başıma geldi]

Suppose she came late tomorrow !... Ya yarın gecikecek olursa ! [Evet, yanlış görmüyorsunuz: "came" ve
"tomorrow" bir arada! Haber kipindeki kurallar ile düşünmeyi bırakınız artık. Burada farklı bir alandayız
ve kurallar da kökünden farklı...]

Suppose she were here now, would you have the nerve to say this to her face ?... Şu anda kendisi bizimle
burada olsa (olsaydı), bunu onun yüzüne söyleyecek cesaretin, cüretin olur mu (olur muydu) ?...

Suppose she had come late yesterday !... Ya dün gecikmiş olsaydı ! [= Gerçi gecikmedi, ama -- aman
Allahım -- ya gecikmiş olsaydı !]

It's time we all went home... Haydi, hepimizin eve gitme zamanımız geldi.

Don't you think it's high time you did some work (= got some work done) for your mid-terms ?... Sence
de ara sınavların için biraz çalışma zamanın çoktan gelmedi mi?

It was time you had had a haircut. I'm glad you've had one... Saçını kestirme zamanın gelmiş geçiyordu.
Kestirmiş olduğuna sevindim.

I'd just as soon you didn't take those important papers with you... Bu önemli evrakı yanında götürmemeni
tercih ederim...

Would to God you gave up that dirty habit !... Keşke [Tanrıdan dilerim ki] şu pis alışkanlığı bıraksan !
[Şimdi ve gelecekte]

Would to God you had given it up years ago !... Keşke [Tanrıdan dilerdim ki] yıllarca önce bırakmış
olsaydın ! [Geçmişte]

175
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Would to God you had been a better husband to me all these years !... Tanrıdan dilerdim, bunca yıldır
bana daha iyi bir koca olabilseydin ! [= Ama, olamadın...]

GELİŞTİRİLMİŞ BİR ÖRNEK

Bu konuyu daha iyi özümlemek için, örneğin " as if " kalıbı ile aşağıda geliştirdiğim iki kullanım
olasılığını irdeleyelim:

A) He speaks English as if he is an American.

Bu tümcenin anlam çevirisi = Konuşmasına bakılacak olursa, sanırım kendisi Amerikalı... ( Gerçek
durumdan dolayı The Indicative Mood, yani haber kipini kullandık)

B) He speaks English as if he were an American.

Bu tümce iki değişik anlam veriyor olabilir = Bravo doğrusu, Amerikalı olmamasına karşın çok güzel
İngilizce konuşuyor... Veya, Numara yapıyor, Amerikalı filan değil !!

Ancak, "B" Maddesinin olası her tür anlamında gerçek dışı bir durumdan söz edildiği için, "The
Subjunctive Mood" devreye giriyor, ve "sanki, güya" kavramı pekiştiriliyor.

ZAMANA BAKIŞ AÇISI

Yine bu noktada, daha önce çeşitli konu başlıkları altında ayrıntılı biçimde değindiğimiz ikili bakış açısını
yeniden irdeleyelim: Hatırlarsak:

1) Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplar; geçmişe dönük
bildirimlerde ise "perfect" kalıplar kullanılır, demiştik

2) Ama present veya perfect seçiminin, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen
zamanların birbirleri ile olan ilişkisi açısından şekilleneceğini de eklemiştik

Şimdi buradaki duruma bakalım:

I wish you were here... Ah, şimdi burada olsan... [Present kalıp kullanarak, şu an için bir dilek diliyoruz:
Koşul ve Dilek kiplerinde "were" çekiminin present anlam verdiğini unutmayınız]

I wish you had been here last night... Ah, dün gece burada olsaydın... [Perfect kalıp kullanarak, içinde
bulunduğumuz an itibariyle geçmişteki bir durumdan söz ediyoruz]

176
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Last night, I wished you were there with me... Dün gece, orada benimle olmanı diledim, diliyordum;
keşke orada ve benimle olsaydın; "keşke yanımda olsa" diyordum... ["Wished" çekimi ile olayı dün
geceye taşıdık; ardından "present subjunctive" kullanarak geçmişteki o noktada, yine o anı ilgilendiren bir
dilek dileğimizden söz ediyoruz]

I wished last night that we had met before... Dün gece, "keşke daha önceleri tanışmış olsaydık" diye
düşündüm... ["Wished" çekimi ile geçmişteki bir noktadan, "perfect subjunctive" kullanarak da o
noktanın daha öncesine yönelik bir dileğimizden söz etmiş olduk]

DİKKAT...DİKKAT...

Değerli okuyucular... Tekrar tekrar dile getirdiğim bu konunun önemini ne derece vurgulasam azdır.
Bilinen gramer kitaplarında bulamayacağınıza birkaç kez değindim. Çünkü bu kitaplar anadili İngilizce
olan kimseler tarafından yazılmıştır (bizdekilerse, iyi yada kötü, hep çeviridir) ve yabancılar "suda
yaşayan balıkların suda yaşadıklarını bilmemeleri" misali, bizlerin güçlüklerimizi anlayamamışlardır.
Yıllar boyunca "özel" ders verirken sorulara muhatap olmasaydım (çünkü okullarda öğrenciler soru
sormaz!!), bu konunun ayırdına herhalde ben de varamazdım.

Ancak şimdi bütün bu övünme ve dövünmeler bir yana, sizden bütün dikkatinizle konuya eğilmenizi rica
ediyorum...

Sizlere açıklamalı 6 temel örnek vereceğim: Bunlar sırasıyla, present, past ve future tense kullanılan
ikişer tümce... Herbirisi zamana kendi bakış açısından yaklaşarak, present/perfect seçimini kendisi
yapıyor ve ikişer farklı tümce oluşuyor. Lütfen dikkatle inceleyiniz. Meseleyi öğreneceksiniz.

Başlayalım:

* * * * *

PRESENT TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 present tense'ten herhangi birisi olabilir: He talks...
He is talking... He has talked... He has been talking... Birincisi ile örnekliyorum:

He talks about Bodrum as if he went there often... Bodrum'dan sanki oraya sık sık gidermiş/gidiyormuş
gibi söz eder/ediyor...

He talks about Bodrum as if he had been there himself... Bodrum'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş
(kendisi bulunmuşmuş) gibi söz eder/ediyor...

* * * * *

PAST TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 past tense'ten herhangi birisi olabilir: He talked... He
was talking... He had talked... He had been talking... Birincisi ile örnekliyorum:

He talked about Bodrum as if he went there often... Bodrum'dan sanki sık sık gidermiş/gidiyormuş gibi
söz etti/ediyordu...

He talked about Bodrum as if he had been there himself... Bodrum'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş
(kendisi bulunmuşmuş) gibi söz etti/ediyordu...

* * * * *

177
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
FUTURE TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 future tense'ten herhangi birisi olabilir: He will
talk... He will be talking... He will have talked... He will have been talking... Birincisi ile örnekliyorum:

He will talk about Bodrum as if he went there often... Bodrum'dan sanki sık sık gidermiş/gidiyormuş gibi
söz edecektir...

He will talk about Bodrum as if he had been there himself... Bodrum'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş
(kendisi bulunmuşmuş) gibi söz edecektir...

* * * * *

Yaptığımızı irdeleyelim: 1., 3., 5. örneklerde "present subjunctive" kullandık: Böylece söz konusu zaman
dilimi ile eşzamanlı bir zaman boyutunu konu edinen bir bildirimde bulunduk.

2., 4., 6. örneklerde "perfect subjunctive" kullandık ve böylece sözü edilen zaman diliminin öncesine
yönelik bir bildirimde bulunduk.

Şimdi, kitabımızın pekçok yerinde yinelediğimiz temel saptamayı bir daha dile getirelim:

1. Present ve future boyutlarına dönük anlatımlarda "present" kalıplar; past boyutuna dönük anlatımlarda
ise "perfect" kalıplar kullanılır;

2. Ancak "present, future, yada past boyutlarına dönük olma" kavramı, içinde yaşadığımız an açısından
değil, tümcenin içinde geçtiği zaman açısından değerlendirilir: Yani, tümcedeki zamana göre eşzamanlılık
(=present), tümcedeki zamanın geleceği, ve geçmişi...

NOT: Doğaldır ki, tümcedeki zaman ile içinde yaşadığımız gerçek zamanın bire bir çakıştığı bir tense
var: The Present Continuous Tense (ki bunun bir tanımı da "Real Present Tense" tir -- İngilizce'deki diğer
üç present tense, içinde yaşadığımız gerçek zamanla ancak belli yönleriyle, belli ölçüde çakışır)...

BAŞKA ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ

If only Ali were here, he could tell us what to do... Ah, Ali şimdi burada olsa, ne yapacağımızı söylerdi.
(Dikkat ederseniz, koşul kipinde "If Ali were here..." şeklinde kurulacak tümceye, oradaki anlamın
ötesinde bir dilek ve hayıflanma boyutu ekleniyor)

A person who took two spoonfuls of this stuff would be dead within minutes... ( = Suppose a person
took... Diyelim ki, varsayalım ki...)

He is a nice person; if only he didn't eat so much garlic !... İyi adamdır, hoş adamdır, ama bir de bukadar
çok sarmısak yemese !

If only he hadn't eaten so much garlic last night !... (Aslında belki ağzına da pek koymaz ama) Keşke dün
gece bukadar çok sarmısak yememiş olsaydı -- Kızı kaçırdı elinden...

He behaves as if he owned the place... Sanki burası onunmuş gibi davranıyor... (oysa değil ki)...
178
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

NOT: Örneğin aydan gelmiş olsaydık ve bu kişinin davranışlarından kim olduğunu çıkarsamaya çalışıyor
olsaydık, gerçek durumdan dolayı bu tümceyi "the indicative mood" olarak kuracaktık: He behaves as if
he owns this place... Anlamı da şöyle olacaktı: Walla, davranışlarına bakılacak olursa, bu adam buranın
sahibi...

He orders me about as if I were his slave... Sanki kölesiymişim gibi beni oraya buraya işe koşuyor...
(Tabii ki kölesi filan değilim!!)...

He acts as though he didn't know where he is... Nerede olduğunu bilmez/bilmiyormuş/bilincinde değilmiş
gibi davranıyor...

He acted / was acting as though he didn't know where he was... Nerede olduğunu bilmiyormuş gibi
davranıyordu...

You look as though you hadn't had a decent meals for days on end... Sanki günlerdir doğru dürüst bir
yemek yememiş gibi görünüyorsun...

NOT: Ama, "You look as though you haven't had, etc. = Gerçekten de yemedin galiba anlamını
verecektir. Çünkü, "subjunctive" bakış açısını bırakıp "indicative" yani "gerçeklere işaret eden" bakış
açısına geçmiş oluyoruz...

BU KİP ÇAĞDAŞ İNGİLİZCE'DE ÖLÜYOR MU?

I wish I didn't love you so much.

Keşke seni bukadar çok sevmiyor olsam:

Casablanca filminden (1942)

"İngilizce'nin evriminde, "subjunctive" yapıların ağırlığı zamanla azalmış; "may" ve "should" grubu
yardımcı fiiller önplana çıkmıştır," diye düşünen kimi dilbilimcilere rağmen, mevlût okutmak için henüz
çok erken olduğu gibi; hele sınavlarda taşıdığı önemi görmezden gelmek tam bir intihar olur. Benim naçiz
kanaatim: The subjunctive is alive and doing well...

Yine de, aşağıda günlük dilde rastlanabilecek kimi örneklere yer vereceğim.

Ama...

"Were" ile kurulan yapının her durumda kesin doğru olduğunu; özellikle de ciddi konuşma ortamlarında
mutlaka tercih edilmesi gerektiğini vurgulamak isterim. Daha doğrusu, yerinizde olsam, her durumda
"were" yapısını tercih ederim...

If I were younger, I would go along with them. --------› If I was ... [Ah, daha genç olsam, onlarla
giderim...Türkçe'de "giderdim" de diyebilirsiniz, ama "present" anlamlı olmak koşuluyla...]
179
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

If she weren't so mean, she would let me have one of them. --------› If she wasn't ... [Bu kadar cimri ve
bencil olmasa... Türkçe'de "olmasaydı" ifadesi de doğrudur, ama İngilizce'deki anlamın "present" ve
genel olduğunu hatırınızdan çıkarmayınız...]

I wish my car weren't so slow! --------› I wish my car wasn't ... [Keşke arabam bu derece yavaş olmasa...
Türkçe'de "olmasaydı" ifadesi de doğrudur, ama İngilizce'deki anlamın "present" ve genel olduğunu
hatırınızdan çıkarmayınız...]

It's not as if she were ugly. --------› ... as if she was ... [Aslında pek de çirkin sayılmaz ama...]

She acts as if she were the Queen herself. --------› ... as if she was ... [Sanki bizatihi Kraliçe
hazretleriymiş gibi davranıyor... Serbest çeviri hakkımı kullanıyorum]

DİKKAT... DİKKAT...

If I were you, I should tell her.

***if I was you", hiçbir ortamda kabul görmeyecektir...

* * * * *

ÖZELLİKLE DE, dikkat etmeniz gereken nokta şudur: Dilek kipi yerine haber kipini kullandığınızda
(örneğin, "were" yerine "was") yaptığınız bildirim varsayımlar dünyasından çıkar; gerçekler dünyasına
geçmiş olursunuz. Örneklersek:

If Güneş was out all day, then it makes sense that he couldn’t answer the phone. [Bütün gün evde
olmadığına göre, telefona cevap vermemiş olması gayet makûl.]

He would always call her from the office if he was going to be late. [Eğer geç kalacaksa, hep telefon eder
söylerdi.]

If I was to accept their offer -- which I’m still considering -- I would have to go and live in Ankara. [Eğer
tekliflerini kabul edecek olursam -- ki bunu hala düşünüyorum -- gidip Ankara'da yaşamam gerekecektir.]

If'li tümcelerde Tip-0 ve Tip-4 diye birşey olduğunu sananların yanılgısı da işte bu farkı kavrayamamış
olmaktan kaynaklanıyor!!

Şimdi, artık biraz egzersiz zamanı...

EXERCISE - 1

Parantez içindeki fiilleri uygun biçimde çekiniz:

(Açıklamalar egzersizin sonunda)


180
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

01) Hello, come on in... Frankly, you look as if you (can do) with a drink. [Bir içki sana iyi gelir gibi bir
halin var...]

-- could

02) Oh, Doctor, Doctor! I feel as if my head (be) on fire.

-- were

03) She said she wished she (never see, never set eyes on) me. ["Keşke seni hiç görmemiş, tanımamış
olsaydım," dedi bana...]

-- had never seen, had never set eyes on

04) I'd rather you (pay) me now. Suppose my wife (ask) me about it tomorrow! [Parayı şimdi ödemenizi
tercih ederim. Ya karım yarın bu konuyu soracak olursa bana!]

-- paid / asked

05) Honey, isn't it time you (get) the meal ready? They're sure to be very hungry... [Sevgilim, yemeği
hazır etme zamanı gelmedi mi? Eminim kiçok açtırlar...]

-- got

06) Didn't you tell me last night that you wished I (be) a thousand miles away? Well, I, too, certainly
wished I (be) a thousand miles away!!

-- were / were

07) Oh, I am really sorry... I wish I (never even touch) that vase...

-- had never even touched

08) Young man, isn't it time you (set to) and (do) some work?

-- set to and did

09) "Do you want me to paint the walls green?" "No, I'd rather you (paint) them blue."

-- painted

10) I'm sorry he isn't coming along with us. I do wish he, too, (be coming).

-- were coming

YANITLAR

01) could do ( Oh, I could do with a drink now = Ah, şimdi bir içki alabilirim, bir içki bana ne iyi gelir...
Kesinlikle çok yararlı bir tümce !!!)

02) were [Çünkü, "alevler içinde yanıyor olmak" sadece mecazi...]


181
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

03) had never seen, had never set eyes on [see-saw-seen, set-set-set, = üçüncü biçimleri kullandık]

04) paid / asked

05) got

06) were / were [Olay dün akşamdı: "past tense" olgusunu wished" ile ifade ettik; ama her iki kişi de o
sırada "şu an" itibarıyla, yani "present" zaman için bir dilekte bulunuyordu; dolayısıyla da "were"]

07) never even touched [tümcenin gelişinden vazoyu kırmış olduğumuz anlaşılıyor]

08) set to / did [set-set-set, do-did-done = ikinci biçimleri kullandık]

09) painted

10) were coming

EXERCISE - 2

Kısa yanıtlar veriniz. Örneği izleyiniz:

Q: Can you speak Russian?

A: No, but I wish I could.

Q: Did you speak to him?

A: No, but I wish I had.

01) Is she coming along with us?

02) Isn't there anything else we could do?

03) Is the Archaeological Museum open today?

04) Did it rain yesterday?

05) Aren't you a disc-jockey?

YANITLAR

01) No, but I wish she were... 02) No, but I wish there were... 03) No, but I wish it were... 04) No, but I
wish it had... 05) No, but I wish I were...
182
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

EXERCISE - 3

ÇOKTAN SEÇMELİ TEST

01 Oh, how I wish I .............. with you last night!

a) were b) was c) had been

d) am e) have been

-- had been

02 Oh, how I wished you .............. there with me last night!

a) were b) was c) had been

d) am e) have been

-- were

03 It's high time we all .............. home now.

a) have gone b) had gone c) will go

d) go e) went

-- went

04 I wish you ............. to me like that last night!

a) were speaking b) didn't speak

c) hadn't spoken d) have been speaking

e) spoke

-- hadn't spoken

05 I feel as if I .............. in heaven when you take me into your arms.

a) will have been b) were

c) had been d) have been

e) was
183
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- were

06 I am sorry, but I don't know where he lives. I wish I ............. .

a) did b) were c) had known

d) do e) will know

-- did

07 I now wish I .............. all of that money and saved some for the future.

a) didn't spend b) hadn't spent

c) don't spend d) haven't spend

e) won't spend

-- hadn't spent

08 Look at him! He behaves ............... he didn't know!

a) if only b) as if c) even if

d) supposing e) only if

-- as if

09 I'd rather I .............. paid now.

a) will get b) shall get c) had got

d) got e) have got

-- got

10 Suppose they .............. late yesterday!

a) were b) would have been

c) had been d) be

e) have been

-- had been

Gramerde "The Subjunctive Mood" Altında Sınıflanan Kimi Diğer Örnekler

184
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Çok ilginçtir: Bütün gramer kitapları "The Subjunctive Mood" konusuna çok önemli bir konu olarak
değinir, ama kuş mudur deve midir, kimseler de çıkıp söylemez... Bunun bir nedeni, bu yapıların yakın ve
son dönemlerde hızlı bir dönüşüm geçiriyor olmalarıdır. Nitekim, az yukarda da değindiğim gibi,
günümüzde özellikle senli-benli konuşma dilinde "were" yerine "was" kullanımı pek yadırganmıyor
diyebilirim. Ama siz özellikle sınavlarda "koşul" ve "dilek" kiplerinin bütün ayrıntılarına dikkat ediniz,
derim...

1. Burada üzerine eğilmediğim, çok önemli bir subjunctive yapı grubunu, Kitabımızın "Ad-Tümcelikler"
Bölümünde ayrıntılarıyla ele almıştık (Bknz. Bölüm 5; "Emir Tümcelerinden"...) Bu tercihimin nedeni,
orada gözden geçirilmelerinin öğretim/öğrenim kolaylığı sağladığına olan inancımdır. Bu bakımdan,
burada yalnızca birkaç örnek ve çevirilerini vermekle yetineceğim. Aşağıdaki tümcelerin hepsi
subjunctive kipte kurulmuştur:

It is essential that she be present. [Kendisinin hazır bulunması temel önem taşıyor -- present]

It was essential that she be present. [Kendisinin hazır bulunması temel önem taşıyordu -- past]

[Şimdi lütfen yukarda sözünü ettiğim konuyu yeniden açınız, ve "should" yardımcı fiilinin nasıl
düşürüldüğüne ilişkin bilgilerinizi tazeleyiniz...]

As we passed through the village, our guide suggested that we stop and have a few sandwiches. [Köyün
içinden geçerken, kılavuzumuz durup birkaç sandöviç atıştırmamızı önerdi.] [= suggested that we should
stop and have...]

It is recommended here that the ingredients be thoroughly stirred for at least full five minutes. [= It is
recommended that the ingredients should be...]

Ladies and gentlemen, I now move that the proposal be debated without any further delay. [= move that
the proposal should be... to move = önermek, parliamentary motion = önerge...]

Dr. İzbul has passed to us your letter of June 22nd and asked us to thank you for your suggestion that he
come over to İstanbul to lecture next Autumn or Winter. [= suggestion that he (yardımcı fiil) come...]

2. Subjunctive yapılar başlığı altında sınıflanacak kimi diğer örnekler:

Long live the King!... God save the Queen!... Yaşasın Kral!... Tanrı Kraliçeyi korusun...

God bless the Turkish Republic!... Tanrı Türkiye Cumhuriyetini korusun... God bless you!... Tanrı seni
kutsasın... God forgive you!... Tanrı seni bağışlasın... Heaven help us!... Tanrı yardımcımız olsun...
Heaven be praised!... Tanrıya şükürler (övgüler) olsun... Heaven forbid (that)... Allah korusun...

Bless you!... Çok yaşa! (hapşırınca)...

Damn you!... Allah belanı versin... Curse my luck!... Böyle şansa yuh olsun... (serbest çeviri)

Manners be damned!... Adab-ı muaşeretin de Tanrı belasını versin!

This is the way I like it and public opinion be damned! Ben bunu böyle seviyorum; kamuoyunun canı
cehenneme!

Suffice it to say (that)... Şu kadarını söylemekle yetineyim ki.. vs., vs....

185
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
You say you have no more respect for me. So be it. But, do not forget that ...etc. Artık bana saygı
duymadığını söylüyorsun. Eh, ne yapalım, öyle olsun. Ama şunu unutma ki, ...vs., vs.

You say you have no more respect for me. Be that as it may, but don't you ever forget that ...etc. Olabilir,
ne yapalım, ama şunu hiç unutmayasın ki ...vs., vs.

Be that as it may, we haven't given up all hope yet. [Be that as it may = Durum böyle olabilir, ama... olsa
da...]

If need be we can always go in another car. [Eğer gerekirse herzaman için bir başka arabayla gidebiliriz]

If two angles of a triangle be equal to one another, then ...etc. [Bir üçgenin iki açısı birbirine eşitse, o
takdirde... vs....]

Turkey to occupy parts of Iraq? Perish the thought! [Türkiye Irak'ı kimi bölümlerini işgal etmek mi?
Allah korusun! = "Düşüncesi bile yokolsun" kavramından)]

Me going back to my first wife? Perish the thought! [İlk karıma geri dönmek ha? Düşüncesi bile batsın!]

Me going back to my first wife? Far be it from me! [İlk karıma geri dönmek ha? Aman benden uzak
olsun!]

Far be it from me to question our esteemed and oh so noble government! [(Alaycı anlatımla) Aman
efendim, saygıdeğer ve çok asil hükûmetimizi sorgulamak ne haddime!]

Come what may, I will never forget you... [ Come what may = İlerde ne olursa olsun, başıma ne gelirse
gelsin, neyle karşılaşırsam karşılaşayım...]

If this be error, and upon me proved... [Shakespeare] [Eğer yanılıyorsam, bu bir hata ise, hatalı bir
davranış veya değerlendirme ise... ve bu bana kanıtlanabilirse...]

AS IT WERE

Sanki, bir bakıma, sanki hala öyleymiş gibi, söz gelişi...

We are all citizens of one world, as it were...

I had a dream: I was, as it were, a falling star, falling from the luminous sky...

The mountain, as it were, had gone into labor and given birth to a mouse. [ Sanki doğum sancıları çekmiş
çekmiş de, fare doğurmuş gibi...]

When I am entirely alone and, as it were, completely myself -- say, when I am travelling alone in my car
or during the night when I cannot sleep; it is on such occasions that my ideas flow most abundantly.
[ "say," (virgüle dikkat) "örneğin" anlamına gelir.]

2. Şimdi de, günümüzde belki yadırgayacağımız, ama elli yıl öncesine değin pekala kullanımda olan
birkaç tümce örneği:

So long as a paperback book hold together, I am not much troubled as to its outer appearance. [Kitap
dağılmasın da, dış görünüşü önemli değil]

186
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Though everyone desert you, I will not!... [Herkes seni terketse de, ben asla terketmeyeceğim...] [Evet,
günümüzde yalnızca bu gramer yapısının değil, tümcenin ilettiği sadakat kavramının da yadırganacağı
muhakkak!! ]

CHAPTER - 10
İNGİLİZCE'DE MASTARLAR
THE INFINITIVE

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Temel Kalıplar / Dikkat... Dikkat... / Temel Örnekler / Kullanıldığı Yerler / Mastarlara İlişkin Kimi
Ayrıntılar / Bazı Özel Yapılar / Yalın Mastar Kullanılması Gereken Yerler / Örnekler ve Türkçe
Çevirileri / Mini Test

TEMEL KALIPLAR

Öğrenmemiz Gereken Kalıplar Şunlardır:

PRESENT ACTIVE
to see = görmek

PASSIVE
to be seen = görülmek

PERFECT ACTIVE
to have seen = görmüş olmak

PASSIVE
to have been seen = görülmüş olmak

CONTINUOUS PRESENT
to be seeing = görüyor / görmekte olmak

PERFECT
to have been seeing = görüyor olmuş olmak, göregelmiş olmak

187
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
NOT: Continuous (Progressive) mastarların pasif biçimi yoktur.

DİKKAT... DİKKAT...

Aşağıda vereceğim pratik kullanım kuralı büyük önem taşıyor. Bu altın kuralı lütfen belleğinize
yerleştiriniz. Karşılaşacağınız yapıları bu açıdan irdeleyiniz. Kendiniz tümce oluştururken de sürekli
başvurunuz. Çünkü, İngilizce'nin zamana yönelik bakış açısının sırrı burada saklı... Bu ikicil yaklaşımın,
irdeleyeceğimiz diğer bütün dil öğeleri için de aynen geçerli olduğunu unutmayınız. Ad-eylem (gerund),
sıfat/zarf-eylem (participle) ve yardımcı fiiller gibi konularda da tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır...

Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" mastarlar kullanılır. Geçmişe dönük
bildirimlerde "perfect" mastarlar kullanılır. Ne kolay, değil mi?!!

Ama... Bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen birden çok
eylemin birbirlerine olan göreli zaman ilişkisinden şekillenecektir.

Örneğin, "Dede Korkut was known to be a wise sage," tümcesi (bize göre "past" zamandadır, ama) bir
present mastar ile kurulmuştur: Bilge bir kişi olduğunun bilinmesi, tümcede sözü edilen zaman dilimi ile
eşzamanlıdır. Çevirisi: Dede Korkut'un bilge bir kişi olduğu biliniyordu... Dikkat ederseniz present
mastar, "bilgelik" ve "bunun bilinmesi" dönemleri birbirine göre eşzamanlı oldukları için seçilmiş; bizim
tarihe/geçmişe bakıyor olmamız dikkate alınmamıştır.

Eğer tümceyi, "Dede Korkut was known to have been a wise sage," şeklinde, yani bir perfect mastar ile
kursaydık, "Biliniyordu ki Dede Korkut eskiden / bir zamanlar bilge bir kişi idi / imiş idi" demiş olurduk.
Çünkü, bilgelik dönemini, tümcede sözü edilen "bunun bilinmesi" döneminin öncesine, geçmişine atmış
olacaktık.

Bu da öykünün gelişine göre, "Bu yüzden ona akıl danışmaya karar verdiler," kavramı kadar, "Ama artık
bunamıştı," kavramının da öncülü olabilir.

188
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ÖNEMLİ RİCA: Yukardaki önermeleri kafa karıştırıcı bulduysanız da, lütfen okumağa devam ediniz.
Kısa kısa sürede kristal gibi berraklaşacak. Ama, İngilizce'nin zamana bu ikicil bakış açısını, yani
present/perfect ikilisini çözmeden bir yere varamazsınız. Bunu da hiç unutmayın...

TEMEL ÖRNEKLER

Aşağıda açıklamalarıyla birlikte verdiğim altı grup temel başvuru tümcesini lütfen birbirleri ile
karşılaştırarak, irdeleyiniz:

A He is known to be a thief. He is known to break the rules. = Kendisinin bir hırsız olduğu, kuralları hep
çiğnediği biliniyor/bilinir.

B He is known to have been a thief. He is known to have broken the rules. = Eskiden bir hırsız olduğu,
kuralları çiğnemiş olduğu şimdi/halen biliniyor/bilinir. (Artık hırsızlık etmiyor olabilir. Biz geçmişten söz
ediyoruz.)

C He was known to be a thief. He was known to break the rules. = O zamanlar hırsızın biri olduğu ve
kuralları çiğnemekte olduğu yine o zamanlar bilinirdi/biliniyordu.

D He was known to have been a thief. He was known to have broken the rules. = O dönemde artık
biliniyordu ki eskiden hırsızın biriydi, kuralları çiğnemişti. Dikkat ederseniz, olaylar bize göre geçmişte
kaldığı için değil (nitekim yukardaki "c" şıkkında da öyle yapmadık), sözü edilen zamana göre geçmişte
kalmış olduğu için perfect mastar kullandık.

E A day will come when he will be known to be a thief. He will be known to break the rules. = Bu
adamın hırsızın biri olduğu ve kuralları çiğnediği belki bugün için bilinmiyor, ama gün gelecek
bilinecektir. (Konuya, gelecekteki o nokta açısından bakıyoruz.)

F A day will come when he will be known to have been a thief in the past. He will be known to have
broken all the rules just as he does today... = Gün gelecek eskiden hırsızın biri olduğu öğrenilecek,
bilinecektir. (Konuya, gelecekteki o nokta açısından, ama o noktanın geçmişine dönük olarak bakıyoruz.)

SONUÇ: Dikkat ederseniz yukardaki örneklerin hiçbirisinde present / perfect mastar tercihi içinde
bulunduğumuz an açısından yapılmadı. Tümcedeki zaman dilimlerinin birbirlerine göreli ilişkilerine göre
şekillendiler. (Bu ilişki yalnızca ilk iki örnekte bizim şu andaki bakış açımız ile çakıştı.)

AÇIKLAMASI

"a, c, e" örneklerinde present mastarlar kullandık. Çünkü hırsızlık olayları ile bunların herkes
tarafından biliniyor olması eşzamanlı, yani birbirlerine göre "present" zamandadır...

189
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"b, d, f" örneklerinde ise prefect mastarlar kullandık. Çünkü hırsızlık olayları, bunların öğrenilip
konuşulduğu döneme göre geçmiş zamandadır...

Demek ki olaylara, kendi zamana bakış açımızdan değil, tümcedeki zamanın geçmişi, eşzamanlısı,
geleceği açısından bakıyoruz.

Bu konu üzerinde bu derece önemle durmamım nedeni, daha önce de söylediğim gibi, gerund'lar,
participle'lar, yardımcı fiiller, subjunctive'ler gibi İngilizce gramerin her alanında karşımıza çıkacak çok
temel bir bakış açısı teşkil etmesidir. İngilizce'nin zamana olan "present ve perfect" şeklindeki bu ikili
bakış açısını ne derece önemle vurgulasak azdır.

Çok somut bir ifadeyle,

"I, too, would like to go..."

ile

"I, too, would like to have gone..."

arasındaki farkı görüp değerlendirmedikçe, İngilizce'de daha alacağınız çok yol var demektir!

Eh! Dost acı söylermiş!!

MASTARLARIN KULLANILDIKLARI YERLER

01 İngilizce'de fiillerin büyük bir bölümü "We want to learn English" kalıbında kullanılabilen, yani
kendisinden sonra mastar gerektiren fiillerdir. Bunlar, gökteki yıldızlar kadar kalabalık olduklarından
listelemeye gitmeyeceğim; örneklerle yetineceğim:

Here is a sad little love story I have composed for you using a lot of common verbs in the infinitive:

We had arranged to meet at eight... I had told her that I would try not to be late, but she shouldn't expect
to see me arriving before eight, either... I managed to get there just as the clock struck the hour...
However, she herself failed to appear, because she had forgotten to set her alarm clock... I meant to teach
her a lesson... I was not intending to stay there for long and I wasn't prepared to wait for any length of
190
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
time... She had to learn to be punctual... But she never cared to pay any attention to my protestations...
She pretended not to hear me and just promised to be on time the next time... But I would refuse to meet
her ever again... So we decided to put a decent end to our short-lived love affair....

SONUÇ: Bu ve bunlar gibi daha yüzlerce (belki de binlerce -- hiç oturup saymadım) fiilden sonra, eğer
bir eylemden söz edilecekse, o ikinci fiilin mastar hali kullanılır. Yani, daha açık bir anlatımla, o fiilin
"ismi anılır"...

* * * * *

02 Kimi fiiller, "He advised me to study harder" kalıbında kullanılabilir, yani kendisinden sonra "nesne
+ mastar" alabilir. Nesne, herhangi bir ad veya adıl (zamir) olabilir. İşte size kısa bir liste:

advise, allow, ask, beg, bribe, cause, compel, command, encourage, entitle, expect, forbid, force, help,
induce, intend, instruct, invite, oblige, order, permit, persuade, remind, request, teach, tell, tempt, urge,
want, warn...

His doctor advised him to stop smoking.

My father wouldn't allow me to do that.

I'd asked her not to come before eight...

Maybe we could bribe the authorities to overlook certain things. [Belki de bazı şeyleri görmezden
gelmeleri için yetkililere rüşvet yedirebiliriz...]

We do not expect them to show much resistance.

The colonel ordered his soldiers to attach bayonets. [Albay, askerlerine süngü takmalarını emretti.]

The Devil tempted me to sell my soul to Him... He tempted me with fame, power and wealth; and I have
fallen; for I am just a man... [to tempt = aklını çelmek, iştahını kabartarak kandırmak, baştan çıkarmak...
Walla, böyle "juicy" örnekler yazınca benim de iştahım kabarıyor; roman yazmaya mı dönsem acaba
diyorum kendi kendime...]

NOT: Gerek Madde 01 gerek Madde 02 kapsamına giren fiillerde ortaya çıkan anlam farkına dikkat
ediniz:

I expect to leave tonight (Ben bu gece gitmeyi umuyorum)...

I expect you to leave tonight (Senin be gece yola çıkacağını sanıyorum, yola çıkmanı istiyorum)...

I want to leave immediately (Ben hemen yola çıkmak istiyorum)...

I want the rescue team to leave immediately (Kurtarma ekibinin hemen yola çıkmasını istiyorum)...

191
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

03 İngilizce'de kendisinden sonra mastar kullanımı gerektiren çok sayıda deyim bulunmaktadır. Metin
çalışmalarınızda bunlara rastladıkça not ediniz ve sözcük dağarcığınızı genişletmek amacıyla kendinize
mal etmeğe çalışınız. İşte örnekler:

I'll do my best to help you... I'll do what/all I can to help you... (Elimden geleni yapacağım)

You have no right to say so... (Böyle söylemeğe hiçbir hakkınız yok)... I have every right to say so...
(Hertürlü hakkım var)...

We'll make an effort (make every effort) to help them... (Hertürlü yardımı yapacağız)...

I've made up my mind to leave at once... (Derhal yola çıkmak için kararımı verdim)...

I wouldn't take the trouble to answer you back... (Sana cevap yetiştirmek zahmetine katlanmam /
katlanmayacağım, tenezzül etmem / etmeyeceğim)...

It doesn't pay to criticize your superiors... It won't do to criticize your superiors... (Üstlerinizi eleştirmenin
yararı yok, başınıza iş açar)...

04 Mastarlarla kurulan çok yaygın, işlek ve kullanışlı bir anlatım kalıbı aşağıda örneklenmektedir:

Soru Sözcüğü (yada Öbeği) + Mastar

I couldn't decide what to do.

Can you tell me how to get to the train station?

We've been wondering where to display his latest paintings.

Don't you know when to switch the machine off?

He didn't remember whether to turn right or left.

I couldn't decide whether to send them a letter or just ignore the whole matter.

I can't decide which of the two books to buy.

She didn't know whose shoulder to cry on.

05 Son derece işlek olan bir başka yapı da şudur:

Sıfat + Mastar
192
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I'm pleased to meet you. (Tanıştırıldığımızda)

I'm so pleased to have met you. (Beş on dakika önce tanıştık, şimdi ayrılırken... Yada tabii günler sonra...
"Tanışmış olduğumuz için mutluyum"...

DİKKAT: Ayrılırken yine present mastar kullanmağa kalkışırsak, zaman duygusu olmayan bir embesil
olduğumuza oracıkta karar verirler...)

We're ready to leave now.

She was lucky to have been loved so much. (Bu kadar çok sevilmiş olduğu için...)

It was comparatively easy to do.

You are always welcome to use my cell phone.

I was extremely delighted to see the whole family come together.

07 Yukardaki "Sıfat + Mastar" yapısının varyasyonları olarak, şu iki yapıyı özellikle not ediniz:

It's + sıfat / ad + for you + mastar

It's + sıfat + of you + mastar

* * * * *

It's is easy for me to do... It should be easy for you to translate this passage... (Benim için kolay, senin için
kolay...)

It was an easy task for us to complete the rest of the job.

That was a silly question for you to ask...

* * * * *

It's very kind of you to say so... (Böyle söylemeniz büyük bir nezaket... Çok iyisiniz...)

I must admit that it was very stupid of me to think so. (Böyle düşünmem budalalıktı...)

It was very inconsiderate of him to leave you there all unprotected... (Seni orada öyle korunmasız
bırakması büyük bir düşüncesizlikti)

193
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

It was very wise of you to stay out of trouble... (Beladan uzak durmakla akıllılık ettiniz)

08 Fiillerin mastar biçimi ve aşağıdaki türevleri çoğu zaman amaç belirtmek için (amaç belirteci / zarfı
niteliği ile) kullanılır:

-- Why do you want to go there?

-- To see her...

-- In order to see her...

-- So as to see her...

= Onu görmek için...

--- Why do you want to leave now?

-- Not to see her...

-- In order not to see her...

-- So as not to see her...

= Onu görmemek, karşılaşmamak için...

İşte başka örnekler:

They bought the land to use it for agriculture.

I went to the corner shop to buy a couple of bottles of Cola Turka...

They came to this place to live and die in peace.

You will have to improve your English in order to communicate with your visitors more efficiently.

First of all, all newcomers need to learn the native tongue so as to be able to participate in their local
affairs.

09 Bir Yüklemin Öznesi Olarak Mastar Kullanımı:

194
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Olanaklı, fakat çok yaygın değildir. Bunun da iki nedeni var: Birincisi, bu işleve ad-fiiller (gerund --
bknz. Bölüm 11) daha çok yakışır; ve ikincisi,

It + be/seem/appear + sıfat + mastar

yapısı (yani belli fiiller ve "boş" özne ile kullanım) tercih edilir:

To see is to believe. [ öznemiz bir mastar]

Seeing is believing. [ öznemiz bir ad-fiil]

[Bu satırları yazarken istatistikleri merak ettim ve açıp Google'dan baktım: birincisi 1420 sitede yer
bulmuşken, ikincisi ise tam 115 000 sitede boy göstermiş...]

To hear such news is very disappointing. Hearing such news is very disappointing.

It is very disappointing to hear such news.

To have everything one wants is impossible.

Having everything one wants is impossible.

It is impossible to have everything one wants.

Son iki örnekten de görüleceği üzere, diğerleri "gramer dışı" olmamakla birlikte, "It" boş öznesi ile
kurulan tümce kulağa çok daha doğal geliyor.

MASTARLARA İLİŞKİN KİMİ AYRINTILAR

10 Yukarda Madde 02'de, ardından nesne + mastar kullanımı gerektiren fiillerden söz etmiştik. Bu
yapıdaki bir dizi fiilimiz yalnızca "to be" kabul edeceklerdir. Edilgen yapıda da yaygın kullanılan bu
fiillerin başlıcaları şunlardır:

assume, believe, consider, feel, know, suppose, think, understand...

We assume the document to be authentic.

The document is assumed to be authentic.


195
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

We consider him to be a responsible man.

He is considered to be a responsible man.

We know her to be a liar.

She is known to be a liar.

11 Sıfat-tümcelikleri mastar yapısına dönüştürerek tümcede belli bir toparlama ve kısaltma sağlamak
olanaklıdır:

There is nothing (which/that) we can do under the circumstances. ------› There's nothing (for us) to do
under the circumstances.

He has a lot of toys (which/that) he can play with. ------› He has a lot of toys to play with.

12 Gerek infinitive gerekse gerund alabilen fiiller:

ÇALIŞMA ÖNERİSİ: Aşağıdaki fiillerle, ardlarından 1) mastar; 2) gerund gelecek şekilde ikişer tümce
kurunuz. Fiilin anlamında bir değişim yada kayma olup olmadığını irdelemeğe çalışınız. İşte listeniz:

advise, allow, attempt, begin, cease, continue, dread, forget, hate, intend, like, love, mean, neglect, permit,
plan, prefer, propose, recommend, regret, remember, start, stop, try...

Örnekler:

When the nightingale begins to sing, all animals stop and listen...

Just as Ali began to doze off (=uyuklamak), Güneş began to sing loudly...

Right after they wake up, the whole family begins singing and dancing. [Mastar kullanımına göre belirgin
bir anlam farklılığı yok]

She was seven years old when she began singing in vaudeville shows with her two sisters. [Mastar
kullanımına göre belirgin bir anlam farklılığı var: Burada "singing", "şarkıcılık kariyeri" anlamı veriyor]

Nitekim, listedeki kimi fiillerde belirgin anlam farkları ortaya çıkacaktır: Aşağıda örnekliyorum:

We stopped on the way to have a hot drink. (= Durduk. Sıcak birşeyler içmek amacıyla yolda durduk.)

We stopped having sweets after dinner. (= Bıraktık, durdurduk, kestik. Yemeklerden sonra tatlı yemeyi
bıraktık.)

Buradaki ipucunuz: 1) Gerund fiilin ad halidir: Çoğu zaman geçişli bir fiilin nesnesi olarak karşınıza
çıkacaktır. 2) Mastarlar ise tümce içinde çoğu kez amaç belirtmek için kullanılırlar.

She tried to open the lid but she couldn't. (= Kapağı açmağa ÇALIŞTI / UĞRAŞTI...)
196
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

She tried using a tin opener. (= Bir konserve açacağı kullanmayı DENEDİ...)

* * * * *

We meant to stop them, but just couldn't. (= AMAÇLAMAK, MURAD ETMEK...)

I will buy it even if it means spending my whole salary. (= ANLAMINA GELMEK...)

* * * * *

I want to leave now. (= İSTEMEK) I need to leave now. (= İHTİYACI İÇİNDE OLMAK)

The furniture wants / needs polishing. (= GEREKTİRMEK...)

Forget, remember, regret, fiillerinin özelliği ise daha da ilginçtir:

Don't forget to buy some eggs. (= önce hatırlama, ardından satın alma eylemi...)

I can never forget our meeting them at the airport. (= önce buluşma eylemi, ardından hatırlama veya
unutamama...)

* * * * *

Will you remember to visit your aunt. (= önce hatırlama, ardından ziyaret...)

I remember visiting my aunt one afternoon. (= önce ziyaret, ardından hatırlama...)

197
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
* * * * *

I regret to tell you that... etc. (= Üzülerek / esefle söylüyorum ki...)

I now regret (my) having said that. (= Söylemiş olduğum için şimdi pişmanım...)

13 DİKKAT... DİKKAT... Bir mastarın bir kez kullanılıp, yinelenmesinin bir anlam katkısı
sağlamayacağı durumlarda, tek başına "to" anlam aktarımını üstlenebilir:

-- Do you really want to go and see her this evening?

-- Well, I don't really want to, but I suppose I have to.

-- I am supposed to go and see the boss this afternoon, but I don't really want to.

BAZI ÖZEL YAPILAR

14 Deyimsel nitelikte, ve gerçekten çok önemli bazı yapılara da dikkatinizi çekmek isterim. Kesinlikle
not ediniz:

a. Fail + mastar : Olumsuzluk bildirir. Ayrıca, İngilizce'de mümkün olmayan "double negative" kurulumu
için de bir çıkış kapısıdır:

She failed to come. = She didn't come. (Tümcenin çevirisi: "Gelmedi," şeklindedir. Gelmekte
başarısızlığa uğradı, şeklinde çevrilemez)

She didn't fail to come. = Gelmemezlik etmedi... (İşte size mükemmel bir double negative örneği.)

b. Be + mastar : 1) gelecek zaman, veya 2) zorunluluk, mecburiyet belirten önemli bir ifadedir. İkinci
anlamında, çoğu zaman, emir ve direktif anlamları taşır ve üçüncü kişilerin emirlerini iletmekte de çok sık
kullanılır:

The ship is to arrive tonight. = Gemi bu gece gelecek.

You are to go and see the boss right away. = Derhal gidip patronu görmen gerekiyor. (Büyük bir
olasılıkla, patronun "ricasını" iletiyoruz)
198
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

İşte bu yapı ile çok güzel "future in the past" tümceler oluşturabilirsiniz:

The ship was to arrive tonight, but it now seems it will be delayed for a few days due to a terrible storm
on the way... Gelecekti, -cekti ama öyle görülüyor ki... -emeyecek, vb.

c. Manage + mastar (succeed in + gerund) = Becermek, başarmak:

Despite all those hardships, we managed to get there on time. = Zamanında ulaşmayı başardık.

d. Happen + mastar (Türkçeye çok zor çeviri verir)

That her father happens to be the director doesn't concern me... = Babası müdürmüş, hiç umurumda değil.
("olması vukubulmuş" gibi garip bir ifade yerine, tümcenin gelişine göre karşılık bulunur)

The man you have been so disparagingly talking about happens to be my uncle... Böylesine yerin dibine
batırdığın adam -- çok şaşıracaksın ama -- benim amcamdır.

She happened to sit next to a great composer... = Tesadüf bu ya masada ünlü bir bestecinin yanına
düşmüştü.

Öyle tesadüf etti... Öyle tecelli etti...

e. To be supposed + mastar = Birşeyi yapması kendisinden bekleniliyor olmak, yada bu yönde kendisine
direktif verilmiş olmak; bir şeyi yapacağı varsayılmak yada umulmak:

I am supposed to go and see the boss this afternoon, but I don't really want to. = Gidip görmem gerekiyor,
ama aslında istemiyorum.

The bungalows were supposed to be vacated by noon, but in practice nobody really complied. =
Boşaltılmaları gerekiyordu, bekleniyordu, ama kimse buna uymuyordu...

f. To turn out + to be = Bu da Türkçe'ye zor çeviri veren bir başka yapı: "Pek öyle beklemiyorduk, ama
bir de baktık ki..." gibi bir anlamı vardır. İşte örnekler:

We weren't really expecting it, but the whole occasion turned out to be a great success.

We were there for a drunken party, but sometimes things turn out to be very different from what you had
bargained for... I got quite a shock when I realized half the people there were complete teetotallers...
[ bargain for = burada, "ummak, hesaplamak," anlamında... teetotaller = asla ağzına içki koymayan, yani
-- söz aramızda -- niye yaşadığı belli olmayan kimse... ]

He turned out to be a rather well-educated fellow... Pek beklemiyorduk, ama bir de baktık ki bayağı iyi
eğitim görmüş bir kişiymiş...

The meeting turned out to be a well-attended one... Bir de baktık ki, bayağı kalabalık bir toplantı oldu...
Toplantıya bir hayli insanın katılmakta olduğunu gördük.

199
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

YALIN MASTAR GEREKTİREN FİİL VE YAPILARA ÖRNEKLER

A) Ought to, used to, have to dışında kalan yardımcı fiiller:

I must leave today / this afternoon / tomorrow.

He is getting fatter and fatter. He must be eating rather a lot.

The ground is still wet. It must have rained last night.

Teknik anlamda, bu üç fiil de diğerlerinden farklı değildir: Yalnızca, "yalın" değil "tam" mastar
aldıklarını öğrencinin unutmaması için kendilerinden söz edilirken "to" ile beraber anılırlar...

B) Need ve dare (do/did veya will/would ile çekime girmedikleri sürece):

You needn't say anything... You needn't have said anything... Fakat, You don't/didn't/won't need to say...)

How dare you insult me!... I dared not wake him... Fakat, I didn't/wouldn't dare (to) wake him...

İkinci örnekten görüleceği üzere, "dare" için her iki seçenek de olanaklıdır.

C) would rather / would sooner --- veya --- rather than / sooner than (= tercih ederim... --den ziyade, --
maktansa):

I'd rather wait till tomorrow.

I'd rather have stayed at home last night.

Rather than risk a defeat, they decided not to play at all. (Bir yenilgiyi göze almaktansa, hiç oynamamaya
karar verdiler)

D) had better

You'd better go now... I'd better go now...

E) let, make, have ile ettirgen (causative) çatıda:

NOT: Ettirgen çatı kalıpları için, bknz: Bölüm 16 "Püf Noktaları"; "Ettirgenlik -- The Causatives" madde
başlığı.

You mustn't let them play with matches.

You can't make me do it if I don't want to.

I'll see if I can have a friend of mine do the job for me. (Fakat, get a friend of mine to do...)

F) feel, hear, see, watch, notice

I heard him lock the door.

200
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Did you notice anyone say anything suspicious?

NOT: Bu fiillerden sonra değişik anlamla participle da kullanılabilir:

I saw the man cross the street. = Adamın karşıya geçtiğini gördüm. (Adam karşıya geçti. Ben de bunu
gördüm)

I saw the man crossing the street. = Adamı karşıya geçerken gördüm. (Ben gördüğümde karşıya
geçiyordu)

I felt the train move. = Tren hareket etti. Bunu hissettim.

I felt the train moving. = Tren hareket halindeydi. Bunu hissediyordum.

G) Help her iki biçimde de kullanılabilir:

He helped me (to) push the car.

Please help me (to) push this heavy bookcase out of the way.

H) "And" sözcüğü ile bileştirilerek ardarda iki mastar kullanıldığında, genelde ikincisi yalın mastar olur:

I intend to stay at home and write some letters.

He managed to get there on time and finish the work.

İ) Go ve come emir kipinde veya must, will gibi yardımcı fiillerle birlikte kullanıldığında yalın mastar
alacaklardır. Bu yapının türkçeye en iyi çevirisi "gidip görmek, gelip yardım etmek" şeklindedir:

Go and fetch me a knife, will you? = Gidip bana bir bıçak getirir misin?

I suppose I must come and help you again tomorrow. = Sanırım yarın yine gelip sana yardım etmem
gerekiyor.

I'll go and see him tomorrow. = Yarın gidip kendisini göreceğim.

Yukardaki durumlar dışında ise her iki fiil de olağan mastar kalıbında kullanılır:

I've come to check your accounts. = Hesaplarınızı kontrole geldim.

I haven't come to take him away with me, I've come to talk to you!

J) Aşağıdaki yapılarda, but ve except sözcüklerinden sonra yalın mastar kullanılması gerektiğine dikkat
ediniz:

He does nothing but complain all the time. = Durmadan şikayet etmek dışında hiç birşey yapmıyor.

Can't you do anything else except keep pestering people with your silly jokes? = Bu budalaca şakalarınla
insanları durmadan rahatsız etmek dışında birşey bilmez misin sen!

201
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ÖRNEKLER VE TÜRKÇE ÇEVİRİLERİ

NOT: Çeviri işlevini önplana alırken, güzel Türkçemizi biraz küstürmek zorunda kaldım...

1) The committee does not wish him to accept a professorship at a foreign university and this is only
natural since they would not want to lose one of their best men... Kurul kendisinin yabancı bir
üniversitede profesörlük kabul etmesini istemiyor. En iyi adamlarından birisini kaybetmek istememeleri
(genelde istemeyecekleri) çok doğal...

2) After checking his documents, they let him go. I had expected him to be arrested (that they would
arrest him), but he was let go... Belgelerini kontrol ettikten sonra kendisini salıverdiler. Tutuklanacağını
(Onu tutuklayacaklarını) düşünüyordum (umuyordum), ama salıverildi... ("let" fiilinin yalın mastar, yani
"to" olmaksızın yalın fiil alışına dikkat)

3) Everyone heard her screaming at the top of her voice, but no one actually saw the man take (taking) the
money... Avazı çıktığı kadar bağırdığını herkes duydu, ama kimse adamın parayı aldığını (adamı parayı
alırken) görmedi... ("saw the man take" = mastar kullanımı ile, "saw the man taking" = ad-fiil
kullanımının anlamı nasıl değiştirdiğine dikkat ediniz...)

4) He was known to have the right qualifications. He was known to have conducted a series of
experiments which had proven his great ability... Uygun niteliklere sahip olduğunu herkes biliyordu.
Büyük yeteneğini kanıtlayan (kanıtlamış olan) bir dizi deneyi sürdürmüş (ve yönetmiş) olduğu
biliniyordu...

5) He showed me how to change a fuse and taught me which end to connect the wire to... Bana sigortanın
nasıl değiştirileceğini (tr = bağlanacağını) gösterdi ve telin hangi uca bağlanacağını öğretti...

6) I am supposed to go and see the boss this afternoon, but I don't really want to... Bugün öğleden sonra
gidip patronu görmem gerekiyor, ama aslında hiç istemiyorum... ("want to go and see him" şeklinde
yinelemek gerekmiyor)

7) You needn't do it if you don't want to. You needn't say anything you don't want to... Yapmak
istemiyorsan, yapmak zorunda değilsin. Söylemek istemediğin birşeyi söylemek zorunda değilsin...

8) It is foolish to pretend to know something that you don't. It is more foolish of you to go and announce
it to everyone... Bilmediğin birşeyi biliyormuş gibi numara yapmak budalalık, senin gidip bunu herkese
ilan etmen daha da büyük budalalık...

9) He failed in the examination because he had failed to understand that he had a language handicap to
take into account... Sınavda başarısız oldu, çünkü dikkate alması gereken bir dil engeli olduğunu
anlamamıştı. (To fail, birinci bağlamda sözlük anlamında = başarısız olmak. İkinci bağlamda ise yalnızca
bir işlev öğesi = ilgili olduğu fiilin anlamını olumsuz yapıyor... Yani, to fail to understand = anlamamak,
anlayamamak = not to understand).

10) Do not refuse to face the truth. Give yourself a chance to do your best. Ask your friends to correct
your mistakes and do not fail to benefit from their corrections... Yanlışlarını düzeltmelerini
arkadaşlarından iste ve onların düzeltmelerinden yararlanmamazlık etme (Bu defa da, "double negative"
yapıyor).
202
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

11) It is not easy to learn a foreign language, but you can do it if you are determined to... ("determined to
learn a foreign language," şeklinde yinelemek gerekmiyor)

12) She is too young to go out alone at night... Gece yalnız başına dışarı çıkamayacak kadar küçük... (too
+ sıfat + mastar yapısı Türkçe'ye en iyi "-mayacak kadar..." çevirisi verir)

13) She is old enough to go out alone at night... (Çıkabilecek yaşta = yukardaki yapının tersine anlam
veren dönüşümü)

DİKKAT... DİKKAT... Mastarlar için en önemli kullanım alanlarından birisi de, burada örneklenen too +
sıfat + mastar ve sıfat + enough + mastar yapılarıdır. Ayrıntılar için, bknz: Bölüm 16 "Püf Noktaları";
"Too ve Enough" başlığı altında...

14) Everything was too good to be true, anyway... Zaten herşey gerçek olamayacak (olmayacak,
inanılmayacak) ölçüde iyi gidiyordu. (Hep böyle sürüp gitmeyeceği belliydi...)

Yukarda geçen too + sıfat + mastar yapısının en ünlü uygulaması... Kimi yerde mutluluk ve kutlama, kimi
yerde hüzün taşıyor... İşte sevgiliye bir iltifat (ünlü popüler şarkıdan):

You're just too good to be true,

I can't take my eyes off you...

15) He got up very early not to miss his train. In order to be able to catch it, he had to leave very early...
(mastarlar ve onların türevi olan "in order to", "so as to" yapılarının çoğu zaman amaç belirtmek için
kullanıldıklarını unutmayınız: to catch = yakalamak için, not to miss = kaçırmamak için)

16) Yes, we let them use our phone, but we couldn't allow them to use our bathroom, too, could we? (let
fiilinin yalın mastar aldığına dikkat ediniz)

17) He is known to be a very kind-hearted man, but this time he really seems to have gone into great
trouble to get what his friends had asked him to bring back with him... Çok iyi kalpli olduğu bilinir, ama
bu kez arkadaşlarının ondan yanında getirmesini istediği şeyleri bulmak için gerçekten büyük zahmetlere
girmiş olduğu görülüyor. (seems to go into... seems to have gone into...)

18) The robbers are thought to be hiding in the woods... Soyguncuların halen ormanlıkta saklanmakta
oldukları düşünülüyor.

DİKKAT... DİKKAT...

to be hiding = saklanmakta olmak

to hide = herzaman orada saklanmak

to have hidden = saklanmışlardı, ama artık orada değiller

to have been hiding = saklanagelmiş ve hala orada saklanmaktalar

to be hidden = birileri tarafından oraya saklandırıldıkları

to have been hidden = saklandırılmışlardı...


203
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

gibi anlamlar vereceklerdi...

Yani keramet, kullandığınız mastar present / perfect / aktif / pasif / continuous mudur, ondadır...

19) "Where's Güneş?" "I don't know. He was supposed to be washing the car." = Arabayı yıkıyor
olmalıydı... ("Ama, demek ki orada yok" anlamını veriyor. Eğer, present "is supposed to be washing"
yapısını tercih etseydik, "Arabayı yıkıyor olmalı, gidip oraya bak" anlamını verirdi)

20) He survived the plane crash only to die in a car accident... Uçak kazasından kurtuldu ama bir araba
kazasında öldü.

ÇOK ÖNEMLİ NOT: "Only + mastar" ile kurulan bu yapıya dikkatinizi çekmek isterim. (Daha da
kötüsü, "only" bazen düşürülebilir de...) Hernekadar mastarlar amaç belirtmek için kullanılıyorlarsa da,
burada "araba kazasında ölmek için" çevirisinin geçerli olmayacağı açıktır. Bu yapıyı tümcenin gelişinden
anlamak zorundasınız ve Türkçe'ye çevirisi genelde "......, ama ...." şeklinde yapılır. İşte başka örnekler:

Many would-be investors go into business with great expectations only to watch helplessly as their capital
becomes smaller and smaller. Pekçok sözde (would-be = "olacaktı ama olamadı") yatırımcı büyük
umutlarla iş hayatına atılırlar, ama sermayelerinin küçülüşünü umutsuzlukla seyretmekten başka birşey
yapamazlar...

I hate running to the station to catch a train only to find out that it has been taken off service. Tireni
yakalayacağım diye istasyona koştur, sonra da hizmetten kaldırıldığını öğren: Tam nefretlik bir durum!...

NOT: Ne var ki, aşağıdaki "if only" yapısını bununla karıştırmayınız:

It is well worth visiting these secluded islands if only to watch the magnificent sunsets. Bu ücra adaları
ziyaret etmek, sırf şahane günbatımlarını seyir için bile olsa değer...

21) He returned to the place (only) to learn that it had been sold to another firm... Oraya döndü, ama
başka bir şirkete satılmış olduğunu öğrendi.

22) He loves parties; he is always the first to arrive and the last to leave... Neil Armstrong became the first
man ever to set foot on the moon... It received an award as the best play to be performed that year...

Buradaki yapı = the + sıfat + (varsa) ad + mastar...

"ever" sözcüğünü de eklerseniz, yapıya "o güne değin, bu güne değin, tüm zamanlardaki" anlamını da
kazandırırsınız...

23) I am pleased to meet you... It was a pleasure to meet you... I'm so glad to have met you... (Son ikisi,
tanıştıktan sonra, ayrılırken söylenir. Bunlardan birincisinde "past" zamanı tümcenin tense'ine
yüklüyoruz, ikincisinde ise bir perfect mastar kullanıyoruz.

Daha önce de işaret etmiştim: Ayrılırken yeniden "I'm so glad to meet you" diyecek olursak, geçmiş ve
şimdiki zamanları birbirinden tefrik edemeyen bir "embesil" olduğumuza oracıkta karar vermeleri
kaçınılmazdır !!

24) The İstanbul train is due to leave in ten minutes... On dakika sonra kalkacak.

204
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
DİKKAT... İlla ki "on dakika içinde" demek istiyorsanız, "within ten minutes" yapısını tercih ediniz. "In",
zaman bildiren ifadelerde genellikle "sonra" anlamı verir.

Gelecek zaman ifade eden "due + mastar" yapısını "due to + ad" şeklindeki "--den dolayı" yapısı ile
karıştırmayınız: "due to an accident" = bir kazadan dolayı, bir kaza nedeniyle... Ama "due to leave" =
gidecek, kalkacak...

25) I'm anxious to see him at once, because I'm anxious about his health... Derhal onu görmek istiyorum,
sağlığı konusunda endişeliyim... (To be anxious + mastar = acilen yapmak istemek... to be anxious about
something = endişeli olmak)

26) He was foolish enough to leave the car unlocked... (Tümcenin gelişine göre iki değişik anlam
verebilir: 1) Bu hatayı yapabilecek ölçüde budalanın birisiydi. 2) Bu hatayı yapmak budalalığını gösterdi,
bu hatayı yaptı)

27) According to some scientists, the earth may be entering a new ice age... (Halen buzul çağına girme
durumu devam ediyor, buzul çağına girmekte... Eğer, "may have entered", "may have already entered"
yapılarını, yani perfect mastar kullanmış olsaydık anlam: daha şimdiden girmiş, zaten girmiş bulunuyor,
şeklinde olacaktı)

28) I happened to be standing next to him when he collapsed... It so happened that I was standing next to
him when he collapsed... = Tesadüf bu ya... (Bu yapının türkçeye çok zor çeviri verdiğine daha önce de
değindik)

29) When his father came back from the office, he pretended to have been studying... Everytime his father
goes into his room, he just pretends to be studying... (to be studying = çalışıyor olmak... to have been
studying = çalışagelmiş ve hala çalışıyor...)

30) The house was to have been ready by now, but as there has been a builders' strike, it is only half
finished. = Ev şimdiye değin hazır olmuş olacaktı, ama olamadı... Grevden dolayı ancak yarı bitmiş
durumda.

Hatırlayınız: be + mastar, 1) gelecek zaman; 2) zorunluluk, mecburiyet iletebilir. Burada her iki anlamına
da yer verdik ve "future in the past tense" ile kullandık: "hazır olmuş olacaktı, ama olamadı...

MINI TEST

Parantez içindeki fiillerin doğru biçimini (mastar veya ad-fiil / gerund) şeklinde seçiniz: (Dilerseniz, önce
Bölüm 11'de ad-fiil gerektiren fiil ve deyimlere bir göz atınız...)

01 I'm looking forward to (see) you soon.

-- seeing

205
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
02 Don't forget (lock) the front door when you go out.

-- to lock

03 We offered (help) her, but she refused.

-- to help

04 It will take us more that an hour (walk) back to our hotel.

-- to walk

05 I am used (get up) rather early.

-- to getting up

06 He wasn't arrested. He was let (go).

-- go

07 I am sorry, but you are too young (go out) alone at night.

-- to go out

08 She isn't old enough (go out) alone at night.

-- to go out

09 Let's not waste any more time in (get) down to work!

-- getting

10 Who wouldn't want (go out) with a girl like that !

-- to go out

11 Don't worry. I won't forget (give) your message to him.

-- to give

12 None of the students failed (answer) the questions.

-- to answer

13 I do resent (have to) report you to your superiors.

-- having to

14 Don't hesitate (call) me, no matter what time it is.

-- to call

206
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
15 Will you stop (call) me names !!

-- calling

CHAPTER - 11
İNGİLİZCEDE AD-FİİLLER
THE GERUND

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Giriş / Temel Kalıplar / Rehber Kullanım Kuralları / Örnekler ve Çevirileri / Gerund / Participle
Ayrımı / Dikkat... Dikkat... / Gerund'ların Kullanıldığı Yerler / Exercise / Yanıtlar

KISA GİRİŞ
Fiilerin ad (isim, noun) biçimine gerund denir. (Okunuşu: cer-ınd.) Başka bir deyişle, gerund'lar fiilerden
türetilen adlardır. Tümcede adların kullanılması gereken herhangi bir yerde -- örneğin özne veya nesne
konumunda -- eğer bir eylemden söz edilecekse, ilgili fiilin ad-türevini, yani bir gerund kullanmak
durumundayız.

(NOT: Bu belirleme, yine aynı işlevle mastar (the infinitive), ad-tümcelik veya benzeri öğeler kullanılma
olanağını dışlamaz.)

TEMEL KALIPLAR

Öğrenmemiz Gereken Kalıplar Şunlardır:

PRESENT
ACTIVE
seeing = görme, görmek, görüş

PASSIVE
being seen = görülme, görülmek, görülüş

PERFECT
ACTIVE
having seen = görmüş olma, olmak, oluş

207
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
PASSIVE
having been seen = görülmüş olma, olmak, oluş

REHBER KULLANIM KURALLARI

Daha önce birçok konuda yinelediğimiz ikili bakış açısı ve bunlara ilişkin pratik kullanım kuralları burada
da rehberiniz olacaktır:

Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" gerundlar kullanılır. Geçmişe dönük
bildirimlerde ise "perfect" gerundlar kullanılır. Ne kolay, değil mi?!

FAKAT DİKKAT ! Bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen
birden çok eylemin birbirlerine olan göreli zaman ilişkisinden şekillenecektir.

Örneğin, "He was punished by being sent to bed early," tümcesi bize göre "past" boyuttadır, ama bir
present gerund ile kurulmuştur: Çünkü "punishment" ve "being sent" birbirine göre "present" ve
eşzamanlıydı. Çevirisi şöyle olacaktır: "Erkenden yatmağa gönderilerek (gönderilmekle) cezalandırıldı.

Eğer olaya kendi yaşadığımız zaman dilimi açısından yaklaşarak, tümceyi "perfect gerund" ile kursaydık
[= He was punished by having been sent to bed early], "Daha öncesinden odasına gönderilmişti; şimdi bu
şekilde cezalandırılıyordu" şeklinde mantık dışı bir söz söylemiş olurduk.

208
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ

Seeing is believing... Görmek inanmaktır. [özne ve nesne (= yani, gramer polisleri için "complement")]

I'm sick and tired of being criticised all the time... Sürekli eleştirilmekten bıktım usandım. [nesne]

Getting up before the sun rises leads a man to a more constructive life style... Güneş doğmadan kalkmak
insanı daha yapıcı bir yaşam tarzına götürür. [özne]

Are you two quite sure that your getting married will be your best solution?... Siz ikiniz evlenmenizin
sizin için en iyi çözüm olacağına emin misiniz? [ad-tümcelik öznesi]

Without saying anything, he took his hat and walked out of the house... Birşey söylemeksizin, şapkasını
alıp evden çıktı. [ilgeç nesnesi]

She doesn't mind having to do the housework... Ev işi yapmak zorunda oluşuna aldırmıyor. [nesne]

Have you finished tidying up your room?... Do you enjoy playing computer games more than studying?...
Odanı toplamayı bitirdin mi? Bilgisayar oyunları oynamayı ders çalışmaktan daha mı çok seviyorsun?
[nesne]

The child was punished by being sent to bed early... Çocuk erkenden yatmağa gönderilmek suretiyle
cezalandırıldı. [edilgen tümcede "agent" - ilgeç nesnesi]

He was being accused of having taken it without permission... Onu izinsiz almış olmakla suçlanıyordu.
[perfect active gerund = almış olmak]

The safe showed no signs of having been touched... Kasa dokunulmuş olduğuna ilişkin hiçbir belirti
taşımıyordu / göstermiyordu. [perfect passive gerund -- dokunulmuş olmak]

ARA BÖLÜM

ÖNEMLİ NOT: Gerund'lar ad işlevli olmakla birlikte, eylem anlamını da korurlar. Bu özelliklerinden
dolayı:

1. Ad niteliği ile, başına a, an, the (articles); iyelik veya işaret adılı, yada bir sıfat gelebilir. Örnekler:

We were all rudely awakened by an (some, that, his) incredibly loud knocking on the door.

Your friend's handling of the situation earned everybody's admiration.

209
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Just recently, there have been a lot of brutal bombings and attackings in that district.

Do you mind my smoking a pipe?

[Veya, Do you mind me smoking a pipe? -- ANCAK DİKKAT... Klasik gramer "my" üzerinde ısrar
edecektir, ama "me" kullanımı da günümüzde hiç az sayılmaz. Örneğin, "Mother hates our walking in
with muddy shoes," yerine, "Mother hates us walking in with muddy shoes," günümüzde çok daha
doğaldır... Ama, ola ki bir sınavda birlikte verilecek olurlarsa, "my, our...etc" şeklindeki iyelik
(possessive) form kesinlikle tercih edilmelidir. Unutmayınız: Sınavlar klasik grameri sever.]

2. Fiil niteliği ile, kendisi de nesne alabilir veya bir belirteç (zarf) yahut belirteç öbeği ile nitelenebilir:

The lawyer began reading the will slowly and in an emphatic manner. [Avukat vasiyetnameyi yavaş
tempoda ve sözcüklere bastıra bastıra okumağa başladı...]

He was suspected of having stolen large sums of money from his boss. [= kendisi de nesne aldı]

Well, it's only natural that he should object to being treated like a child. [it's only natural = gayet doğal...
being treated like a child = kendisine çocuk muamelesi yapılması]

ARA BÖLÜMÜN SONU

GERUND / PARTICIPLE AYRIMI


Past participle "seen" dışında, gerund ve participle'ların (ortaç ve ulaçlar; bknz. Bölüm 12) tümüyle
eşbiçimli oldukları dikkatinizi çekecektir. Aralarındaki işlev ve kullanım farkları açısından aşağıdaki
örnekleri inceleyiniz:

He likes swimming in the sea... Denizde yüzmeyi sever. (present gerund: "sevmek" fiilinin nesnesi)

He is swimming in the sea... Şu anda denizde yüzüyor. (present participle = present continuous tense
teşkili için)

I hate standing in the rain and waiting for the bus to come... Yağmur altında dikilip (dikilmekten ve)
otobüsün gelmesini beklemekten nefret ederim. (nefret etmek fiilinin çiftli nesnesi konumunda iki ayrı
gerund)

I hate standing in the rain, waiting for the bus to come... Otobüsün gelmesini bekleyerek/bekler durumda
(participle) yağmurun altında dikilmekten (gerund) nefret ederim. (gerund = nefret fiilinin nesnesi;
participle = kısaltılmış bir zarf-tümceliğin bağlaç/giriş fiili = "while I am waiting" tümcesinden kısaltma)

Having finished his work successfully satisfied him greatly... İşini başarıyla bitirmiş olmak one büyük
doyum veriyordu. (perfect gerund active: "satisfied" fiilinin öznesi)

Having finished his work successfully, he went to collect his payment... İşini başarıyla tamamladıktan
sonra (bitirmiş olaraktan) ücretini almağa gitti. (perfect participle active ile kısaltılmış zarf-tümcelik =
"After he had finished his work" yerine... Sıfat ve zarf-tümceliklerde kısaltma konusunu, "Participles"
Bölümünde çok ayrıntılı biçimde inceleyeceğiz.)

210
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Not having been invited was a great source of disappointment for her... Davet edilmemiş olmak kendisi
için büyük bir hayal kırıklığı kaynağı idi. (perfect gerund passive: tümcenin öznesi)

Not having been invited, she went elsewhere... Davet edilmemis olduğu için, başka yere gitti. (perfect
participle passive ile kısaltılmış zarf-tümcelik = "Because/since/as she had not been invited" yerine...)

DİKKAT... DİKKAT...

Sözel Uygulama: Yukarda sözü edilen eşbiçimlilikten kaynaklanacak anlam karışmaları, konuşmada
farklı sözcük vurgusu yapılarak önlenir. Gerund'lar ile ad-tamlaması, participle'lar ile sıfat-tamlaması
kurulduğuna dikkat ediniz. Vurgulanması gereken sözcükleri kalın yazdım:

a sleeping pill = uyku hapı... (nasıl bir hap, sorusuna yanıt) ---- a sleeping child = uyumakta olan bir
çocuk (nasıl bir çocuk sorusuna yanıt) Başka bir deyişle, "a sleeping pill" şeklinde yanlış bir vurgu
sonucunda "uyumakta olan bir hap" anlaşılacaktır!!

a running competition = atletizm (koşu) yarışması... a running man = koşmakta olan bir adam... "The
village had no running water" = Bir sıfat tamlaması, ancak anlam karışıklığı sözkonusu değil ve haklı
olarak suyun niteliği vurgulanıyor: Su şebekesi anlamında "akan su".

Have you ever met a dancing teacher? Hiç dans öğretmeni tanıdınız mı?

Have you ever seen a dancing teacher? Hiç dansetmekte olan bir öğretmen gördünüz mü?

NOT: Tabiatıyla, çoğu durumda anlam imdada yetişecek ve bu tür bir ikirciklenmeye meydan
bırakmayacaktır:

walking shoes [= yürüyüş ayakkabısı]... swimming race [= yüzme yarışı]... smoking room [= sigara
salonu]... writing desk [= yazı masası]... reading lamp [= okuma lambası]...

şeklinde çoğu bileşik ad niteliği de taşıyan tamlamaları, kimsenin "yürümekte olan ayakkabılar, yüzmekte
olan yarış, sigara içmekte olan oda...vb" gibi anlayıp yorumlayacağını sanmıyorum.

GERUND'LARIN KULLANILDIĞI YERLER

1) Tümcenin Öznesi Olarak:

Seeing is believing... Streaking appears to have lost the popularity once it had... (streaking = umumi yerde
çıplak koşu; benzer bir başka sözcük "flashing"...)

211
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Having been seen by the villagers seemed not to worry him in the least... Köylüler tarafından görülmüş
olması onu hiç de endişelendirmiş görünmüyordu. (Endişelendirmiş görünmeyen neydi? Görülmüş
olması... Özne.)

2) To Be Fiili Ve Gerund Nesne Alan Öteki Fiiller İle:

Seeing is believing...

He finished eating...

They resented her coming along with us. Bizimle birlikte gelmesini esefle karşıladılar, içlerine
sindiremiyorlardı.

We can't afford being seen in such company... Bu tür kimselerin yanında görülmeyi göze alamayız...

His main concern has been keeping the affair a secret... Kendisi için asıl ilgi ve endişe konusu, ilişkinin
gizli tutulması, gizli kalmasıydı.

ÖNEMLİ NOT: Yukardaki tümceyi, sanki "present perfect continuous" ile kurulmuşçasına bir solukta
okursanız, anlam anlaşılmaz hale gelecektir: Bu yüzden, "has been" den sonra kısa bir duraksama yapıp
(es verip), sonra uygun bir vurgulama ile, "keeping" sözcüğünün bir gerund ve nesne olduğunu belirtiriz.

Nesne olarak gerund gerektiren en önemli fiilleri aşağıda listeliyorum: Üzülerek de eklemeliyim ki, bu
listeyi ezberlemenizde büyük yarar var.

abhor

attempt **

afford

anticipate

avoid

begin **

consider

continue **

delay

deny

detest

dislike

212
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
dread **

enjoy
excuse

fancy

finish

forget **

hate **

ignore

intend **

keep

like **

love **

mind

neglect **

omit **

pardon
postpone

practice

prefer **

prevent

propose **

recollect

regret **

remember **

resent

resist

risk

213
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
start **

stop **

understand

** işaretli fiillerin aynı zamanda mastar (the infinitive) ile kullanılabildiğine dikkat ediniz. Ancak,
anlamları da farklı olabilir:

I hope you'll remember to ring up your friend. (= Hatırla -- telefon etmeyi... "Umarım telefon etmeyi
unutmazsın," anlamında.)

I don't remember seeing him before. (= Burada ise daha önceki bir olayı -- görmek yada görmemeyi --
daha sonra hatırlamak: "Onu daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.")

He went on telling us about his travels. (= Bize seyahatlerini anlatmayı sürdürdü.)

He then went on to tell us about his adventures. (= Daha sonra bize serüvenlerine anlatmaya
geçti/başladı.)

Özellikle de, bu fiiller, arkalarından bir gerund geliyorsa geçişli (transitive) anlam taşıyacaklardır. Bu da
çok doğal: Çünkü nesne (object) almış oluyorlar:

I can't stop loving you... (= durdurmak, kesmek, bırakmak: Seni sevmemek elimde değil... Buna bir son
veremem...)

We stopped to have a hot drink... (= durmak: Sıcak birşeyler içmek için durduk...)

3) Çeşitli Deyimler Yada Deyimsel Nitelikte Kalıplarla:

Bunların bir listesini aşağıda veriyorum:

admit to

be accused of

be against / be for / be all for (aleyhinde / lehinde olmak)

be/get busy

be capable of

be charged with (ile suçlanmak)

be fond of (sevmek, hoşlanmak)


214
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

be fined for (para cezasına çarptırılmak)

be good / bad at (başarılı, iyi / kötü olmak)

be interested in

be near

be sorry for

be used to / be accustomed to (alışkın olmak, alışmış olmak = durum bildirir)

get used to / get accustomed to / become used to (alışmak = süreç bildirir)

can't bear / can't stand (tahammül edemiyorum)

can't help (elimde değil, kendimi alamıyorum)

can't resist

care for (sevmek, hoşlanmak, istemek, aziz tutmak)

dream of

feel like (içinden gelmek, canı istemek)

give up

insist on
have any/no objection to

go on doing something (bir şeyi yapmayı sürdürmek, devam etmek)

have difficulty in/with...

have no difficulty in/with

how about (ne dersin? yapalım mı dersin? hadi...)

it's no good / it's no use

it's like (gibi, benziyor)

it's worth / it isn't worth

it's worth while / it isn't worth while

it's worth (smb's) while / it isn't worth (smb's) while

keep on

215
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
leave off (kesmek, bırakmak, durdurmak)

look forward to (dört gözle beklemek, özlemle beklemek)

object to (karşı çıkmak, itiraz etmek)

put off (ertelemek)

see about / see to (gereğini yapmak, icabına bakmak)

take to (başlamak, benimsemek, hoşlanmak)

there's no point in (yararı yok)

there is no telling / there's no knowing, etc.

there's nothing like

think of (düşünmek, hayalini kurmak)

what's the point of (yararı nedir ki?)

ÖNEMLİ NOT: Bu gruptan "to" ile bitenlere özel dikkat göstermelisiniz. Sınavlarda da sık sık karşınıza
çıkacaklardır. Buradaki "to" mastar kullanılması gerektiği anlamına gelmez; tam tersine tipik bir ilgeç
(preposition) olarak, gerund kullanılmasını zorunlu kılar:

I'm looking forward to seeing you...

I am used to getting up early...

Don't worry. I will see to getting your letters posted. = Mektuplarının postaya verilmesini sağlayacağım,
icabına bakacağım.

* * * * *

4) İlgeçler (edat, preposition) Nesne olarak Gerund alırlar:

You were late in responding to their letter.

Can you touch your toes without bending your knees?

He felt much better after having a drink.

I apologize for not having written before.

ÖNEMLİ NOT:
216
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Yukardaki kuralın iki önemli istisnası except ve but ilgeçleridir. Bu ikisi, gerund yerine, yalın mastar alır:

What could I do but accept the situation as it was.

He did nothing but complain all the time.

I had no other choice except do as they wanted.

You may do whatever you like except leave the country.

Artık Öğrendiklerinizi Test Etme Zamanı Geldi !!

TEST YOURSELF

Tümceleri Türkçeye Çeviriniz:

01. I am looking forward to hearing from you again.

02. The boy eventually left off biting his fingers, but then he took to picking up his nose.

03. Don't keep putting off making up your mind until it's probably too late for us all. You can't avoid
coming face to face with the facts indefinitely.

04. I'm afraid they don't seem to be greatly interested in learning a foreign language.

05. You may have become quite acclimatized by now and even accustomed to living in such a place, but
I just can't imagine myself getting used to sharing a life with you here under the circumstances.

06. I must admit that he's very good at telling lies. How else could he have managed to this very day to
delay your learning that he was fined for being drunk in charge of a car?

07. (Conversation while waiting in a long queue = kuyrukta beklerken) "I'm sorry, I guess it was me
who asked you if you'd fancy going to the movies. But, wouldn't you feel like going for a walk now
instead?" "Oh, never mind; I'm quite used to waiting in long queues."

08. There're barbed wires everywhere. It's like being in a prison camp.

09. He went on talking about his life in the army for another half an hour. He then went on to talk about
his experiences in the war. (go on + gerund = sürdürmek, devam ettirmek; go on + mastar = başka birşey
yapmaya geçmek)

10. He began his lecture by showing us where the island was and went on to tell us about its climate.

217
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
11. Being idle is sometimes agreeable, but being idle all the time may become monotonous.

12. That's a dentist's tool for extracting troublesome teeth.

13. It's no use us two trying to make up. You see, I really dislike her coming home so late and she, for
her part, bitterly resents my (me) having been nominated for the post.

14. I think you'd better not insist on his (him) joining forces with us. Why don't we ever consider starting
off on our own? What's the point of trying again and again when it has proven such a decisive failure
before?

15. Children must be taught to avoid crossing a crowded street except when a policeman stops the traffic
for them.

16. We don't really care for doing this. I mean, we don't really enjoy having to do it. On the other hand,
we don't anticipate meeting with much resistance in carrying it out.

17. Would you mind opening the window a little? Would you mind my (me) opening the window a
little?

18. What a magnificent yacht! How would you fancy sailing the seven seas in it?

19. I'll be ready as soon as I've finished filling in this form... Keep ringing the bell. I'm sure they are at
home... They looked delicious. I couldn't resist taking one...

20. Your brakes aren't working properly. You shouldn't risk driving without getting them seen to first.

21. There's no telling where all this might lead us in the end and it's no use crying over spilt milk...

22. "Do you object to my giving some more examples of the gerund?" "What's the use of doing more
and more exercises when you can't avoid coming across them in almost any English sentence anyway?"

23. Look, I'm not used to being ordered about. I wonder if coming here was such a good idea after all...

24. Once he starts talking, there's no stopping him.

25. I like being with you... You see, I hate telling lies and I've been looking forward to having a chance
to tell you all this... In plain truth, I love being with you... I can't help loving you... I can't stop loving
you...

YANITLAR
01. Mektubunuzu dört gözle bekliyorum. (Sizden yeniden işitmeyi, haber almayı özlemle bekliyorum)

02. Çocuk sonunda tırnaklarını yemeyi bıraktı, ama sonrasında burnunu karıştırmağa başladı.

03. Belki de hepimiz için iş işten geçmiş oluncaya değin karar vermeyi erteleyip durma. Gerçeklerle
yüzyüze gelmekten sonsuza değin kaçınamazsın.

04. Korkarım bir yabancı dil öğrenmeye pek fazla hevesli görünmüyorlar.
218
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

05. Sen şimdiye değin iklime uyarlanmış, hatta böyle bir yerde yaşamaya alışmış bile olabilirsin, ama
ben kendimi burada bu koşullar altında seninle bir yaşam paylaşmağa alışıyor düşünemiyorum.

06. Yalan söylemekte çok usta olduğunu itiraf etmeliyim. İçkili araba kullandığı için para cezasına
çarptırılmış olduğunu öğrenmeni ta bugüne değin başka nasıl geciktirebilirdi ki...

07. "Sanırım sinemaya gitmek isteyip istemediğini soran bendim, özür dilerim... Ama, onun yerine
yürüyüşe çıkmak istemez misin şimdi?" "Boşver aldırma... Kuyruklarda beklemeğe alışkınım ben."

08. Heryerde dikenli teller var: mahkumlar kampında olmak gibi birşey. (= olmağa benziyor)

09. Yarım saat daha ordudaki hayatını anlatmayı sürdürdü. Sonra savaştaki deneyimlerini anlatmağa
geçti.

10. Adanın nerede olduğunu bize göstererek dersine (konferansına) başladı ve sonra iklimini anlatmağa
geçti.

11. Arada bir aylak olmak hoşa gider, ama sürekli aylak olmak tekdüze hale gelebilir.

12. Bu, sorunlu dişleri çekmek için bir diş hekimi aletidir.

13. Aramızı düzeltmeğe çalışmamız boşuna. Anlarsın ya, eve bu kadar geç gelmesinden gerçekten hiç
hoşlanmıyorum; o da kendi adına, görev için benim aday gösterilmiş olmamı büyük esefle karşılıyor,
hazmedemiyor...

14. Kendisinin güçlerini bizimle birleştirmesi konusunda ısrar etmesen daha iyi olur sanırım. Neden
sanki kendi başımıza işe koyulmayı hiç düşünmeyiz ki? Daha önce böylesi kesin bir başarısızlık olduğu
görülmüş (kanıtlanmış) birşeyi yeniden denemenin yararı ne?

15. Bir polis memurunun kendileri için trafiği durdurması (durdurduğu zamanlar) dışında kalabalık bir
caddede karşıdan karşıya geçmekten kaçınmaları çocuklara öğretilmelidir.

16. Bunu yapmak istemiyoruz ve yapmaktan da aslında hoşlanmıyoruz. Demek istiyorum ki, bunu
yapmak zorunda oluşumuzdan gerçekten hoşlanmıyoruz. Öte yandan, bunu gerçekleştirirken fazla bir
direnmeyle karşılaşacağımızı beklemiyoruz (ummuyoruz).

17. Pencereyi biraz açabilir misiniz? Pencereyi bir parça açmamın sizce bir sakıncası var mı? (Nezakat
dolu iki emir tümcesi: Birincisi sen aç, ilincisi bırak ben açayım, diyor)

18. Ne muhteşem bir yat! Yedi denizleri onunla dolaşmağa ne dersin! (Wouldn't you fancy = istemez
miydin?)

19. Çok kolay...

20. Firenleriniz doğru dürüst çalışmıyor. Önce onlara bir baktırtmadan arabayı kullanma riskine
girmemelisiniz. (get sth done = ettirgen çatı: yaptırtmak...)

21. Bütün bunların bizleri sonunda nereye götüreceğini bilmenin bir yolu yok... Dökülmüş süte
ağlamanın da bir yararı yok (atasözü: Olan olduktan sonra üzülmenin bir yararı yok, tedbirinizi
zamanında alsaydınız)

219
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
22. "Gerund'lara ilişkin bir dizi daha örnek vermeme bir itirazınız var mı?" "Durmadan yeni egzersizler
yapmanın yararı nedir ki eğer bunlara hemen her İngilizce tümcede zaten rastlıyorsak?"

23. Baksana sen bana, ben öyle şuraya buraya emredilip işe koşulmağa alışkın değilim. Buraya gelmek
hiç de bir fikir değildi diye düşünüyorum... (= Bunca şeyden sonra acaba buraya gelmek iyi bir fikir
miydi acaba diye düşünüyorum)

24. Bir kere çenesi açıldımı onu susturmanın artık bir yolu yoktur...

25. Seninle birlikte olmaktan çok hoşlanıyorum... Anlarsın ya, yalan söylemekten nefret ederim ve sana
bütün bunları anlatmam için bir fırsatım olmasını dört gözle bekliyordum... Apaçık gerçekleri söylersem,
seninle birlikte olmaya bayılıyorum... Seni sevmemek elimde değil... Seni sevmekten vazgeçemem (seni
sevmeyi durduramam, son vermek elimde değil...)

Bütün gerund'larınız böyle sevgi dolu olsun...

CHAPTER - 12
THE PARTICIPLES
ORTAÇLAR ve ULAÇLAR
(SIFAT VE ZARF EYLEMLER)

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Temel Kalıplar / Dikkat... Dikkat... / Konu Bizler İçin Neden Önemli? / Kısaltma İşlemi Nasıl Yapılır? /
Kısaltılmış Sıfat Tümlecikleri / Kısaltılmış Zarf Tümcelikleri / Bağlacın Korunduğu Yerler / Sözdizim
Kurallarına Dikkat / Dikkat... Dikkat... / Olası Anlam Karışıklıkları / Kimi Özel Kullanımlar / Kimi Çok
İlginç Örnekler / General Exercise / Yanıtlar
"Participle" lar, fiillerden türetilen sıfat veya belirteç (= zarf) işlevli sözcüklerdir. Türkçe gramerde
birincisine "ortaç", ikincisine "ulaç" adı veriliyor...

TEMEL KALIPLAR
Öğrenmemiz gereken kalıplar ve Türkçedeki karşılıkları şunlardır: ("Öğrenmemiz gereken" derken, bu
gerekirliği ne derece önemle vurgulasam azdır. Tümce içinde geçen ortaç ve ulaçları bir bakışta
yakalamakla çok şey kazanır; görememekle de çok şey kaybedersiniz...)

PRESENT
ACTIVE seeing
görmekte olan (sıfat)

görerek, görerekten (zarf)

220
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
PASSIVE being seen
görülmekte olan (sıfat)

görülerek, görülerekten (zarf)

PERFECT
ACTIVE having seen
görmüş olan (sıfat)

görmüş olarak, görmüş olaraktan (zarf)

PASSIVE having been seen


görülmüş olan (sıfat)

görülmüş olarak, görülmüş olaraktan (zarf)

PAST PARTICIPLE

(V3)
seen
görülen, görülmüş (= yalnızca sıfat ve edilgen)

NOT 01: Past participle "seen" dışında, gerund ve participle'ların tümüyle eşbiçimli olduklarına, ancak
farklı işlevleri ile tanındıklarına değinmiştik. Konuşmada ise karışıklığı önlemek için farklı sözcük
vurgusu kullanıldığını da örneklemiştik. Bknz. "The Gerund" Bölümü, "Gerund / Participle Ayrımı"...

NOT 02: Yukardaki tabloya dahil etmediğim, PERFECT CONTINUOUS PARTICIPLE (having been
seeing, having been trying... etc.) yapısını, daha sonra inceleyeceğimiz "Kısaltılmış Zarf Tümcelikleri --
Perfect Participle yapılarının kısaltılması" konusunda ele alacağım.

DİKKAT... DİKKAT...
Mastarlar, ad-fiiller, yardımcı fiiller, ve diğerleri için verdiğimiz pratik altın kurallar burada da geçerliğini
sürdürüyor. Yani --

221
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present participle" lar kullanılır. Geçmişe
dönük bildirimlerde "perfect participle" lar kullanılır. Ne kolay, değil mi?

FAKAT DİKKAT ! Bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen
durum ve eylemlerin birbirleri ile göreli zamansal ilişkilerinden şekillenecektir. Örnek bir tümce aşağıda:

Ayşe had been sick all through that morning... Being pregnant herself, Fatma knew the signs and
suspected that her friend might be pregnant.

[Ayşe'nin sabah boyunca bulantısı vardı. Fatma, kendisi de gebe olduğu için, belirtileri biliyordu ve
içinde arkadaşının gebe olabileceği şüphesi uyanmıştıı.]

Burada sözü edilen durum, bize göre geçmiş zamanda olmasına karşın, present participle ile ifade
edilmiştir: Çünkü, o an itibariyle Fatma kendisi de hamiledir ve arkadaşının durumunu anlamaktadır.
Yani bu iki durum, birbirine göre eşzamanlıdır ve "present" zamandadır.

Eğer tümceyi perfect participle ile kursaydık, "Having been pregnant herself...": anlam tümüyle değişirdi:

Eskiden kendisi de gebe kalmış olduğu için, şimdi arkadaşının durumunu anlayabiliyordu"...

şekline dönüşürdü...

KONU BİZLER İÇİN NEDEN ÖNEMLİ ?


Anımsayalım: Ad-fiiller (gerund) "ad" işlevlidir; tümcelerde ad kullanılması gereken yerlerde
kullanılırlar. Participle'lar ise [DİKKAT: tenselerin oluşturulmasında kullanılan fiil çekimleri de bu başlık
altında toplanır] sıfat ve zarf işlevli fiil türevleri olarak,

1) Doğrudan sıfat olarak kullanılabilir:

present participle: a sleeping child, running water, passing clouds

past participle: a broken heart, selected questions, written statements

It's surprising / We are surprised... It's frightening / We are frightened... The film was boring / We were
bored... The journey was tiring / They were tired...

222
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
2) Ama daha de önemlisi, kısaltılmış sıfat-tümcelik ve kısaltılmış zarf-tümcelik yapımında görev alırlar.
Bizim de dikkatimizi asıl yoğunlaştıracağımız konu budur. Çünkü, yabancı dil olarak İngilizce
öğreniminde en çetin konulardan birisini oluşturmaktadır.

"KISALTMA" İŞLEMİ NASIL YAPILIR ?


Sıfat yada zarf tümcelikteki bağlaç, (varsa) özne ve fiil öbeği, zaman ve çatı olarak bu fiilin uygun
"participle" türevine dönüştürülür ve aynı tümcelik artık bu "participle kalıbı" ile başlar.

Yani, kısaltılmış sıfat yada zarf tümcelik, bu Bölümün en başında sıraladığımız BEŞ participle kalıbından
birisi ile başlar.

[Bunları tümce içinde daha görür görmez "şıppadanaktan" tanımanız size büyük avantaj sağlayacaktır...
Dolayısıyla, şimdi dönüp bunları bir kez daha dikkatle irdelemenizi öneririm.]

1) KISALTILMIŞ SIFAT TÜMCELİKLERİ

A) The Present Participle ile:

who is walking --------› walking = yürümekte olan

The man who is walking towards us is my uncle.

--------› The man walking towards us is my uncle.

which shows --------› showing = gösteren

What we need is a map which shows the secondary roads as well.

--------› What we need is a map showing the secondary roads as well.

223
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
who wish --------› wishing = isteyen

Those who wish to leave can do so now.

--------› Those wishing to leave can do so now.

who were excavating -----› excavating = kazmakta olan

I inspected the men who were excavating the site.

--------› I inspected the men excavating the site.

which was being excavated -----› being excavated = kazılmakta olan

I inspected the site which was being excavated.

--------› I inspected the site being excavated.

* * * * *

B) The Past Participle ile:

which were chosen --------› chosen = seçilen, seçilmiş olan

The questions which were chosen were very easy.

--------› The questions chosen were very easy.

who were arrested --------› arrested = tutuklanan

The people who were arrested had nothing to do with the incident.

--------› The people arrested had nothing to do with the incident.

* * * * *

224
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ÖNEMLİ NOTLAR

1) Doğaldır ki, iki bağımsız tümce, burada gösterdiğimiz participle kalıpları kullanılarak tek tümce haline
getirilebilir. Çok şık sonuçlar elde edilecektir:

I inspected the men. They were excavating the site. --------› I inspected the men excavating the site.

I inspected the site. It was being excavated. ----------› I inspected the site being excavated.

Some people were arrested. They had nothing to do with the incident. --------› The people arrested had
nothing to do with the incident.

They noticed a group of enemy soldiers. They were hiding behind the trees. --------› They noticed a
group of enemy soldiers hiding behind the trees. (... enemy soldiers who were hiding... etc'den kısaltma
yoluyla)

2) Perfect participle ile kısaltılmış sıfat tümcelik kurulamadığına dikkat ediniz. Ama, perfect participle ile
kurulan zarf tümceliğin bazen Türkçe'ye bir sıfat tümceliği olarak çevrilmesinin daha anlamlı olacağı
görülebilir:

Having been informed of the enemy attack beforehand, the general arranged his troops in proper battle
formation. (= Because/since/as he had been informed... 'dan kısaltma)

Düşman saldırısı hakkında önceden bilgilendirilmiş olduğu için, general birliklerini uygun savaş
düzeninde yerleştirdi. (Gramer açısından doğru çeviri)

Düşman saldırısı hakkında önceden bilgilendirilen / bilgilendirilmiş olan general birliklerini uygun savaş
düzeninde yerleştirdi. (Türkçe anlatımda yeğlenebilecek ikinci olasılık)

Esasen kanaatim odur ki, kısaltılmış tümceler sıfat tümlecik niteliğinde olsun yada olmasın, Türkçe'ye
sıfat tümceliği olarak daha başarılı çeviri veriyorsa, o şekilde çevrilmelidir. Çevirmenin ilk görevi,
kaynak dilin gramerine sadık kalmak değil, kendi dilindeki anlatım özelliklerini önplana çıkarmaktır.
Ama, tabiatıyla, bu söylediğimi sınavlarda uygulamayınız. Sınavlarda farklı bir dünyanın ölçütleri
geçerlik kazanır...

2) KISALTILMIŞ ZARF TÜMCELİKLERİ

A) The Present Participle:

Because he believed he had no chance at all, he decided not to bother to take the exam.

--------› Believing he had no chance at all... etc.

As Ayşe was pregnant, she knew the signs and she could understand Fatma's predicament.

--------› Being pregnant herself, she knew, ...etc.


225
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

As he was terribly interested in the Ottoman period, the first thing he did in İstanbul was to visit the
Topkapı Museum.

--------› Being terribly interested, ...etc.

While they were being questioned, the robbers could give no satisfactory answers.

--------› (While) Being questioned, ...etc.

* * * * *

B) The Perfect Participle:

Because she had already failed the exam twice, she was reluctant to give it another try.

--------› Having already failed the exam twice, ...etc.

Since he hadn't been given a second chance to try, he decided to withdraw from the competition.

--------› Not having been given ...etc.

As she will have already failed twice, she will not risk another try.

--------› Having already failed twice, she will not ... etc.

Özellikle son tümce, "present" veya "perfect" kalıp seçiminin tümcedeki zamana göre yapıldığı gerçeğini
çok güzel örmekliyor. Bize göre future zamanda gerçekleşecek olmasına rağmen, başarısızlık durumu o
zaman dilimine göre "past" olduğu için perfect participle kullanıyoruz.

Present/perfect kalıp seçiminin, içinde bulunduğumuz zamana göre değil, tümcedeki zaman ilişkileri
açısından yapıldığını tekrar ve önemle hatırlatmak isterim. Zaten Türkçede de durum böyle değil midir? =
"Daha önceden iki kez başarısızlıkla karşılaşmış olduğu / olacağı için, bir kez daha denemek
istemeyecektir..."

DİKKAT... DİKKAT...

"Perfect Continuous Participle"

Tam bu noktada, şu ana değin sözünü etmediğimiz bir başka participle yapısına da değinmenin tam
zamanı: "Perfect continuous participle"... Aşağıdaki örnek iki tümceyi ve kısaltılmış şekillerini
irdeleyiniz:

Güneş finished his homework. Then, he showed it to his brother.

Having finished his homework, Güneş showed it to his brother. = Bitirdikten sonra...

Güneş has been digging the garden all day long. He must be tired now.
226
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Having been digging the garden, Güneş must be tired now. = Kazagelmiş olaraktan... Kazagelmiş olduğu
için...

"Perfect participle" yapısı, ana-tümcelik öncesi bir durum veya eylemi anlatmak için kullanılırken...

"Perfect continuous" yapısı ana-tümcelikte sözü edilen zamana değin süregelmiş ve halâ sürmekte olan
durumlar ve eylemler için kullanılıyor.

Fazla rastlanmayan bir kullanım olmakla birlikte, "perfect continuous participle" yine de geçerli ve
bilinmesinde fayda olan bir participle yapısıdır.

İşte sizlere iki güzel örnek:

Having been trying to see it happen for so many years, one is inclined not to believe it when it actually
happens. = Olmasını yıllarca bekleyegeldikten sonra, gerçekleşince insanın gözlerine inanası gelmiyor.

Having been waiting for this letter for so long, I was now very happy. = Bunca zamandır bu mektubu
bekleyegelmiştim ve o anda çok mutluydum...

* * * * *

C) The Past Participle:

Past participle ile kurulan tümceliklerin yalnızca edilgen anlamlı olabileceğine dikkat ediniz:

When he was questioned by the police, he gave misleading answers.

-------› Questioned by the police, ...etc. Sorgulanmakta iken..

After it had been seen by the committee, the report was now disclosed to the press.

-------› Seen by the committee, ...etc. Komite tarafından görüldükten sonra...

NOT: Dikkat edilirse, yukardaki ilk örnek EŞZAMANLI, ikinci örnek ise ARDZAMANLI anlam taşıyor.
Kısaltılmış tümcede, bunu tümcenin, paragrafın, söz bölüğünün gelişinden anlarız. Ancak, aynı nedenle
de, İngilizce-Türkçe sözlüklerde, "past participle" türevlerin Türkçe karşılığı olarak her ikisi de
gösterilmelidir: seen = görülen, görülmüş (olan)... discovered = keşfedilen, keşfedilmiş (olan)... gibi.

DİKKAT... DİKKAT...

BAĞLACIN KORUNDUĞU YERLER


Sıfat/zarf tümcelik oluştururken, genel ilke olarak, fiil grubunda uygulanan dönüştürümler yanında,
bağlacın da atılacağı, ve toptan hepsinin yerine BEŞ PARTICIPLE KALIBIMIZDAN BİRİSİNİN
geçeceğini söylemiştik. Ama, anlamın belirsizliğe itilmesi riski olan durumlarda, bağlacı koruruz:
227
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Feeling ill, she stayed at home and studied for her exams.

Acaba genç kızımız, "hasta olduğu için mi" (örneğin arkadaş toplantısına gitmekten vazgeçerek) oturup
ders çalışmıştır (= Because she was feeling ill...); yoksa "hasta olmasına rağmen kahramanca direnerek
mi" (= Although she was feeling ill...) ? İşte böyle bir durumda, bağlacı korumakta yarar var.

Although feeling ill, she stayed at home and studied for her exams.

Aynı şekilde,

Backing out of her garage, she hit her husband.

Böyle bir tümce, olayın "taammüden cinayet" olduğu izlenimini verecektir. Olayın bir kaza olduğunu dile
getirmek için bağlacı korumak zorundayız:

While backing out of her garage, she hit her husband.

SÖZDİZİM KURALLARINA DİKKAT

Büyük önem taşıyan bir başka konu da, kısaltılmış sıfat/zarf tümcelik ile ilişkilendirildiği kişi/nesne
arasındaki gramer bağlantısının belirsiz bırakılmaması, yeterli ve doğru kurulmasıdır. İngilizce'de bu
durumdaki bir "participle" için kullanılan terim "dangling participle" dır: Yani, havada, askıda kalmış,
bağlantısı kurulamamış...

Doğru bağlantılandırma ile ilgili kurallarımız şöyle:

1) Participle, izlemekte olduğu ad/adıl ile bağlantılıdır. Aşağıdaki örnekte, "believe" eden "Romeo" dur:

Romeo, believing Juliet is dead, does not hesitate to choose death himself.

2) Bu koşul karşılandığı sürece, participle ile öznesinin arasını açabilirsiniz:

I walked through the barricade, hoping that they would not stop me.

Ali and Güneş walked in, followed by their wives and children.

İlk örnekte, participle mantık olarak "barricade" ile ilişkilendirilemez: Barikatların "umut
etmesi/etmemesi" sözkonusu değil... Dolayısıyla, "I, hoping that they would not stop me, walked through
the barricade" demek zorunda değiliz... Unutmayın, yakın ilişkili olan "I" ve "walked" sözcüklerinin
arasını ne kadar çok açarsak, tümcenin anlaşılması o derece güçleşir.

3) Kendisinden önce herhangi bir ad/adıl bulunmayan bir participle ise, kendisinden sonra gelen fiilin
öznesi ile bağlantılıdır:

Puzzled by the situation, Ali decided to talk to Güneş about it. (= Durumdan şaşkınlık duyan Ali'dir)
228
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

4) Bu saydıklarımız sanki uyarıya gerek olmayan apaçık gerçeklermiş gibi görünüyorsa da, doğabilecek
yanlışlıklara ve bunların tedavi yollarına örnekler verelim:

YANLIŞ : Waiting for a bus, a dog jumped on my lap... Bu tümceye göre, kucağıma atlayan köpek orada
otobüs bekliyordu... Yanlışı tedavi yolu olarak, burada zarf-tümceliği açık açık, yani kısaltmadan yazmak
yoluna gidebilirsiniz:

SEÇENEK : While I was waiting for a bus, a dog ...etc.

YANLIŞ : While studying, a barking dog disturbed me... Buradaki yanlışı da, örneğin pasif dönüşümü ile
düzeltebiliriz:

SEÇENEK : While studying, I was disturbed by a barking dog...

YANLIŞ : Walking down the road, red brick houses can be seen stretching out on both sides.

SEÇENEK : When one walks down the road, red brick houses ...etc.

YANLIŞ : While lifting a heavy stone, my back was hurt.

SEÇENEK : I hurt my back while (I was) lifting a heavy stone.

Peki, acaba bir "participle" ın yanlış kullanılıp kullanılmadığını, yani "dangling participle" olup
olmadığını sınamanın bir yolu yok mudur? Bir başka yanlış ilişkilendirme örneği alalım:

YANLIŞ : Rushing to get to the meeting on time, Ali's car broke down. ("Toplantıya yetişmek için acele
ederken, Ali'nin arabası arıza yaptı," demek istemişiz, ama tabii yanlış tümce kurmuşuz...)

Yanlışı yakalamanın bir yolu, kısaltılmış tümceliği, asıl tümcedeki öznenin hemen arkasına kaydırıp,
duruma bir göz atmaktır: "Ali's car, rushing to get to the meeting on time, broke down." Tümcedeki
mantıksızlık, bu yeni durumda, apaçık görülmektedir.

DİKKAT... DİKKAT...

Bir önceki maddede yaptığımız saptamaya karşın, Participle'ın öznesi ile, temel tümcelik öznesinin aynı
kişi olması zorunluğu yoktur:

The day being fine, we decided to go out for a walk...

All the necessary arrangements having been made, the two teams were now going over their final
preparations.

229
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Human nature being what it is, history repeats itself over and over again. [İnsan doğası böyle (= olduğu
şey gibi) olduğu için, tarih durmadan tekerrürü ediyor...]

OLASI ANLAM KARIŞIKLIKLARI

Daha doğrusu, "olmayası anlam karışıklıkları" !!

Sürekli gözönünde bulundurmak zorunda olduğumuz bir genel ilkeyi burada yeniden anımsayalım:

Şimdiki, geniş, gelecek zamana ilişkin anlatımlar için PRESENT kalıplar; geçmişe ilişkin anlatımlar için
PERFECT kalıplar kullanılır. Ancak zaman boyutundaki bu göreli değerlendirme, bizim içinde
yaşadığımız zaman açısından değil, tümcedeki zamanlar açısından yapılır.

NOT: Ana-tümcelikteki zamanın, içinde yaşadığımız zamanla birebir çakıştığı tek zaman, present
continuous tense, kısmen de simple present tense' tir.

Şimdi aşağıdaki tümceyi, kısaltılmış şekli ile birlikte irdeleyelim:

After I had finished my shopping, I returned home.

Having finished my shopping, I returned home.

Kaynak tümce, tense kullanım kurallarına uygun ve doğru oluşturulmuş; bize göre geçmişteki bir olay
için PAST TENSE, onun öncesi için PAST PERFECT TENSE kullanılmıştır...

Kısaltılmış tümcede de, yine doğru bir seçimle, uygun participle kullanılmıştır = PERFECT
PARTICIPLE. Yani, "Önce alışverişi bitirdim, sonra eve döndüm," denilmektedir...

Eğer yanlış bir seçimle, present participle kullanılmış olsaydı, anlam bulanıklaşacak, çoğu zaman da
mantık dışı bir anlam kazanacaktı:

***Finishing my shopping, I returned home... Alışverişimi bitirirken, eve döndüm !! Ama eğer bu tümce
size Türkçe'de bir biçimde mantıklı görünüyorsa, bir de şu alttakini deneyiniz:

***Finishing my breakfast, I had a bath... (Bir yandan) kahvaltımı bitirirken, (bir yandan da) banyo
yaptım !!

Oysa iletilmek istenen kavram, "alışverişi bitirdikten sonra" dır. Bu iki eylem arasındaki zaman aralığı
nedeniyle, önceki eylem için PERFECT PARTICIPLE, yani "alışverişi yapmış olarak, yaptıktan sonra"
kavramını kullanmak zorundayız.

Şimdi kuralları sıralayalım:

1) Demek ki, iki eylem arasında açık ve belirgin bir zaman aralığı varsa, doğal tercihimiz PERFECT
PARTCIPLE seçimi olur. VE DİKKAT: Bu eylemlerin, bizim içinde bulunduğumuz zamana göre

230
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
past/present/future boyutunda olmaları bu seçimi etkilemez. Esas olan, tümcedeki iki eylemin birbirine
göre durumudur:

Having failed in her previous attempts, she was not willing to try for a third time.

Having failed in her previous attempts, she will be reluctant to try for a third time.

* * * * *

Having lived on his own for a long time, he found it difficult to adjust to a married life.

Having lived on his own for a long time, he will find it difficult to adjust to a married life.

* * * * *

Having been bitten twice before, the postman refused to deliver our letters unless we chained up our dog.

Having been bitten twice before, the postman refuses to deliver our letters unless we chain up our dog.

* * * * *

2) Sözü edilen iki eylem arasında kısa süre içinde ardışıklık, peşpeşe gerçekleşme gibi durumlarda
PERFECT PARTICIPLE yerine aşağıdaki formül geçerlik kazanabilir:

perfect participle ------› on (upon) + present participle

When she entered the room, she found the boys fast asleep.

------› On entering the room, she found ...etc.

When the customs officers opened her suitcase, they found the documents hidden away among her
clothes.

------› Upon opening her suitcase, ...etc.

Bunları Türkçe'ye "Odaya girince... çantaları açmaları üzerine..." yada "Girdi ve gördü, açtılar ve
gördüler" şeklinde çeviriyoruz.

3) Örneğin aşağıdaki tümcede, sözü edilen iki eylemin eşzamanlı yada ardışık olup olmadıkları belirsiz
bırakılmıştır:

Reading the instructions, she decided to try the machine.

Acaba, talimatları bir yandan okurken mi, yoksa okuduktan sonra mı karar verdi? Türkçe'de bu
belirsizliği yazıda virgül kullanarak, konuşmada ise sözcük vurgusu ile (bir ölçüde) çözebiliriz:

Talimatları okuyarak karar verdi... = Okurken,

Talimatları okuyarak, karar verdi... Okuduktan sonra... okuması sonucunda...

İngilizce ise aynı ikilemi participle tercihi ile çözülecektir:

231
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
(While) Reading the instructions...

Having read the instructions...

KİMİ ÖZEL KULLANIMLAR

1) See, hear, feel, smell, listen to, notice, find, watch fiillerinden sonra

nesne + present participle

I see him passing by my window every day... I felt the whole place shaking... He smelt something
burning... They found him lying on the sofa... I watched them rehearsing the ceremony...

DİKKAT: Aynı durumda nesne + yalın mastar yapısı tercih edilirse anlam başkalaşır:

I saw him doing it. =Yaparken gördüm.

I saw him do it. = Yaptığını biliyorum. Yaptığını gördüm. Belki de sürekli yapıyordur zaten...

DİKKAT... DİKKAT... Yalın mastar ile kurulan yapılar, edilgen (pasif) çatıda tam mastar haline dönüşür:

He was seen to do it many times... He was overheard to say that he would never agree to it...

2) Catch ve find fiillerinden sonra nesne + present participle

"Catch" ile kurulan bir tümce, öznenin sözkonusu eylemden hoşnutsuz olduğunu dile getirir. "Find" ile
kurulan tümceler böyle bir nüans taşımadığı gibi, fiilin nesnesi cansız varlık da olabilir:

I caught his using my tools... If your father catches you using his tools, he'll be very angry...

I found the boys playing in their room... I found the book lying open on the table...

3) Spend/waste +zaman/para birimi + present participle

She spends hours and hours making up before the mirror. [= aynanın önünde makyaj yapmak]

We wasted a whole afternoon trying to repair it.

4) Be busy + present participle

She is busy packing up... Eşyalarını toplamakla meşgul...

We are busy trying to repair the car...

5) Dolaylı anlatımda, birden çok tümcenin birlikte aktarılması durumunda, ikinci bir giriş fiili yerine
present participle kullanımı çok daha "şık" olur:
232
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"You mustn't drink more than a small beer. Remember that you're going to drive us home." ---------›
She told/begged her husband not to drink more than a small beer, pointing out (that) he was going to drive
them home...

Yukardaki tümcede, "pointing out" yerine değişik denemeler de yapabilirsiniz. Anlatıma zenginlik
katacaktır:

reminding him (that)...

stressing the fact that... etc.

KİMİ ÇOK İLGİNÇ ÖRNEKLER

Participle kullanımı ile oluşturulan gerçekten çok ilginç bazı örnekleri aşağıda veriyorum. Lütfen türkçe
karşılıkları ile birlikte inceleyiniz:

I won't have you walking all over the house with those muddy shoes... Bu çamurlu ayakkabılarınla evde
dolaşmana izin veremem/vermeyeceğim... (I won't have you... yapısı, karşı çıkma, izin vermeme
anlamında kullanılır)

Your mother wants this place cleaned up at once... Annen buranın hemen temizlenmesini istiyor.

He couldn't make his voice (himself) heard, even though he was shouting at the top of his voice... Sesini
duyuramadı / duyuramıyordu...

I heard my name called... Çağırıldığımı duydum... Bana seslenildiğini duydum... I heard my name called
up... Adımın okunduğunu duydum.

We found the place deserted... Orayı terkedilmiş bulduk... (DİKKAT: Eğer, çeviriyi "terkedilmiş yeri
bulduk" şeklinde yaptıysanız, bunun karşılığı, "We found the deserted place" olurdu)

Karaoğlan, only half-conscious, felt himself lifted up... Yarı baygın durumdaki Karaoğlan eller üzerinde
kaldırıldığını (havaya kaldırıldığını) hissetti.

Casanova was standing there watching the ladies walk by... Kazanova orada dikilmiş gelip geçen
bayanları seyrediyordu / dikizliyordu.

The ambassador sits around all day doing nothing... Büyükelçi bütün gün işsiz güçsüz orada burada
zaman geçiriyor.

There's a day nursery next door; you might have children screaming all day long... Kapı komşunuz bir
kreş; büyük olasılıkla bütün gün çocukların bağrışmaları ile rahatsız olacaksınız.

In the youth camp, they'll have the children swimming within a week... Gençlik kampında çocuklara
yüzmeyi bir hafta içerisinde öğreteceklerdir.
233
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Human nature being what it is, perhaps some future nuclear war is indeed inevitable... İnsan doğası böyle
olduğu için (olduğu gibi olduğu için = because human nature is what it is) belki de gelecekte bir nükleer
savaş kaçınılmaz olacaktır.

Things being as they are, we unfortunately don't have much chance of success... Durum bu şekilde
olduğundan (= Herbir şeyler bu durumda alduğu için = because things are what/how they are) ne yazık ki
fazla bir başarı şansımız yok.

Being an unmarried mother yourself, you can better appreciate my present predicament... Siz kendiniz de
evlenmemiş bir anne olduğunuz için (=olarak... As you are an unmarried mother yourself) şu andaki zor
durumumu daha iyi anlayabilirsiniz.

Having been away for so long, he has no idea of the changes that have taken place here... Uzun zamandır
burada olmadığı için...

All things considered, it was not such a bad bargain after all... Herbir şeyler dikkate alındığında, hiç de
kötü bir pazarlık değildi doğrusu... Bayağı ucuza kapattık. (When all things are considered, when we
consider everything...)

GENERAL EXERCISE

Aşağıdaki tümceleri yapı ve anlam bakımından irdeleyiniz. "Kısaltılmamış" yapıyı belirlemeğe çalışınız.
Tümceleri Türkçe'ye çeviriniz.

Tümcelerin herzaman tek parça halinde çeviri vermeyeceğini, çoğu zaman bölüp parçalamak
gerekeceğini göreceksiniz. Türkçe'de en güzel, en kolay anlaşılır tümce, kısa olan tümcedir.

Kimi zaman da zarf tümcelik yerine Türkçe'de sıfat tümcelik yada bunun tersinin daha iyi sonuç
vereceğini göreceksiniz.

01 Red Kid rode away, a cigarette hanging from his lips... He rode away, having finished his drink... He
fired his gun, wounding one of the Daltons...

02 One of the Dalton Brothers fell, hitting and hurting his elbow against the table.

03 Looking after the baby in the park, he was also keeping an eye on the main entrance to the building.
People, taking off their hats, were entering the building.

04 Having eaten his sandwich in a great hurry, he had rushed out of the house. He made a point of
staying away from crowded streets on the way, being worried that he might get recognized. (to make a
point of doing something = bir şeyi yapmağa özel dikkat göstermek, mutlaka ve herzaman yapmak)

05 Being a bit of an amateur collector himself, he was naturally very much interested in that peculiar
subject of their conversation.

234
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
06 Children attending this school have to wear uniform.

07 Those getting impatient were beginning to look for something to do to while away the time. (to while
away the time = to pass time)

08 Weakened by successive storms, the bridge was no longer safe. (to succeed = 1. başarılı olmak,
başarmak... 2. ardından gelmek, yerine geçmek, halef olmak... Successor = halef, bir öncekinin yerine
geçen kişi. Successive : ardarda gelen, ardışık...)

09 Convinced that they were trying to poison him, he refused to eat the food they gave him.

10 Being an unmarried mother herself, she would sympathize with you and appreciate your problems.

11 Repeating once more what he had already told them twice, Güneş tried to reassure them of the
company's future.

12 Having climbed up two-thirds of the path to the summit, we could not give up now.

13 The magazine finally ceased publication, its circulation having dropped steadily over a period of
years. (steadily = sürekli şekilde, muntazaman)

14 The country is experiencing its hardest winter for years, some areas in the east having lain under a
thick blanket of snow for nearly five months now.

15 It is difficult to make both ends meet these days, the taxes being so high. (= iki yakayı bir araya
getirmek)

16 From my study window I could see the ships sailing in and out of the harbour.

17 His last remarks left me wondering what he was driving at. (what he was driving at = sözü nereye
getirdiği)

18 I found it difficult to get the things going again.

19 Not knowing what to do in such a situation, she came to me for advice.

20 Generally speaking, he didn't think much of modern painting. This wasn't so surprising, considering
his academic training. (generally speaking = genelde söylemek gerekirse, genel konuşacak olursak)

21 The explorers had a long talk with the natives, the guide acting as their interpreter.

22 Not having had a wink of sleep the previous night, she felt rather irritable all through the morning.
(wink = göz kırpması... "a wink of sleep" = bir damla uyku...)

23 The site being excavated dates back to the early Neolithic period. Having already been excavated a
number of times, the site now keeps no more secrets for the archaeologists.

24 None of those present having any further remarks to make, the chairperson closed the meeting.
(present = mevcut, orada bulunan)

25 Having completed this particular exercise, I now feel quite confident that I can answer any probable
exam question on the use of the participles.
235
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

YANITLAR
01 Red Kid rode away. A cigarette was hanging from his lips. He rode away after he had finished his
drink. He fired and wounded one of the Daltons.

02 One of the Dalton Brothers fell and he hit and hurt his elbow against the table as he fell.

03 As he was looking after the baby in the park, he was also... etc. People were taking off their hats and
entering the building. (People took their hats off and entered...)

04 After he had eaten his sandwich in a great hurry, he had rushed out of the house. ...crowded streets on
the way, because he was worried ...etc.

05 Because/since/as he was a bit of an amateur collector himself, he was ...etc.

06 Children who attend this school have to wear uniform.

07 Those who were getting impatient were beginning ...etc.

08 Because/since/as it was/had been weakened by successive storms, the bridge ...etc.

09 Because/since/as he was convinced that they were ...etc.

10 Because/since/as she is an unmarried mother herself, ...etc.

11 Güneş repeated once more what he had already told them twice and tried to reassure them ...etc.

12 After we had climbed two-thirds of the path ...etc.

13 The magazine finally ceased publication. Its circulation had dropped ...etc. (Veya, ...publication
because/after its circulation had dropped...)

14 ... hardest winter for years and some areas in the east have lain under a thick blanket of snow ...etc.
(Veya, iki ayrı tümce: ...... for years. Some areas .......)

15 It is difficult to make both ends meet these days -- because the taxes are so high. (Yada, tabiatıyla iki
ayrı tümce)

16 ... the ships which were sailing in and out...

17 Bu son söyledikleri, bende konuyu nereye getirmek istediği merak ve endişesini uyandırdı.

18 Herbir şeyleri yeniden yoluna koymakta güçlük çektim.

19 Because/since/as she didn't know what to do ...etc.

20 If we should put it in general terms... This wasn't so surprising if/when we consider his academic
training.

236
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
21 ... with the natives and their guide acted as their interpreter. ... with the natives. Their guide was
acting as their interpreter.)

22 Because/since/as she had not had a wink of sleep the previous night ...etc.

23 The site which is being excavated goes back ...etc. As it has already been excavated a number of
times ...etc.

24 Since none of the people present had any further remarks to make, ...etc. (Veya, iki ayrı tümce)

25 After I have completed...

CHAPTER - 13
EDİLGEN ÇATI
THE PASSIVE VOICE

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Kısa Giriş ve Bir Uyarı / Kullanıldıkları Yerler / Edilgen Tümcenin Yapısı / To Be Fiili İle İlgili
Önemli Not / By-Öbeği = Agent Kullanılmalı mıdır? / Ara Test 01 / Edilgen Tümcelerin Çeşitli
Özellikleri / Ara Test 02 / Çeviri Açısından Bazı İnce Ayrıntılar / Çok "Şık" Bir Edilgen Tümce
Tipi / Anlam Vurgusuna Göre Edilgenlik / General Execise 01 / General Execise 02

KISA GİRİŞ VE BİR UYARI

İşte İngilizce'de öğretilmesi de öğrenilmesi de en kolay konulardan birisi... Onun için okulda, kurslarda ve
gramer kitaplarında bu derece popüler bir konu alsa gerek!...

Bir gramer terimi olarak voice, öznenin eylemi yapan, gerçekleştiren mi, yoksa eylemden etkilenen,
"kabak başına patlayan" kişi yada varlık mı olduğunu belirleyen yapı demektir. Active voice = Özne
olayın, eylemin failidir... Passive voice = Özne eylemin hedefi, eylemden etkilenen, "kabak başına
patlayan" kişi yada varlıktır.

Edilgen tümceleri kurmak da çok kolaydır, görünce tanımak da... Ama, bir noktaya önemle dikkat
edilmelidir. Gerçek iletişim ortamlarında, etken ve edilgen tümce tercihi rastgele değil, belli koşul ve
gerekçelere bağlıdır. Bu konuya az aşağıda ayrıntıları ile gireceğim.

Burada bir uyarıda bulunmak istiyorum. Birçok kitapta, egzersiz amacıyla, anlamca havada kalan, çok
tuhaf örnekler verildiğine tanık oluyoruz. "She makes good cakes," şeklinde bir tümce verip, bunu
edilgene çevirmemizi istiyorlar!! = ***Good cakes are made by her... Güzel kekler onun tarafından
yapılır, veya Onun tarafından güzel kekler yapılır...

237
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Allah aşkına, böylesi savruk örneklerle gerçek iletişim ortamlarında karşılaşma olasılığımız sıfır değil
midir? Bu tür kaynaklara itibar etmeyiniz. Gerçek iletişim ortamlarında kullanılma olasılığı
düşünülmeden sunulan bu tür soyut gramer veya yapı örnekleri bizlere yalnızca zarar verebilir. Örnekler,
gerçek yaşam ve iletişim ortamlarına ters düşmemelidir.

Bu bakımdan, edilgen tümcelerin de yapısal özelliklerine geçmeden önce, bunların hangi durum ve
koşullarda kullanıldıkları konusunu önemle ele almak gerekir.

Yeri gelmişken, bir şikayetimi daha dile getireyim. Örnek tümceler için verilen Türkçe çeviriler... Bunlar
da gerçekçi olmak zorunda... Annesi oğluna sesleniyor: "Don't walk all over my kitchen floor with those
muddy shoes!" Ardından da çevirisi geliyor: "Bu çamurlu ayakkabılarınızla mutfağımda yürümeyiniz!!"
Kibarlığın -- ve gerçekçilikten uzaklığın da böylesi...

KULLANILDIKLARI YERLER

Gerçek iletişim durumlarında, paşa gönlümüz nasıl dilerse, ister etken ister edilgen tümce kuramayız.
Edilgen tümcelerin tercih edilmesini gerektiren, zorunlu kılan belli durumlar vardır.

İngilizcede olağan S+V+O düzeni (yani "aktif tümce") yerine, edilgen tümce yoluyla anlatım gereği
aşağıdaki durumlarda ortaya çıkar:

1) Olayın kimler tarafından gerçekleştirildiği bilinmemektedir. "Faili meçhul" dür. Bu durumda, esasen,
etken tümce kurulamaz.

The shop was broken into later that night and cleared of all cigarettes and tobacco. (= Fail yada failler
bilinmiyor)

Several people were stopped and robbed in that district last night. (= Yukardaki gibi)

NOT: Faili bilinmemesine rağmen, belirsiz özneler kullanılarak etken çatıya işlerlik kazandırılabilir:
Somebody broke into the shop later that night and cleared it of all cigarettes and tobacco.... Belli bir
iletişim ortamında, bu tercihin önplana geçeceği durumlar da oluşabilir. Ama genelde dikkatimizi, belirsiz
özneler yerine, olaylar üzerine yoğunlaştırmayı tercih ederiz:

2) Çevremizdeki belli bir kişiyi suçlamaktan kaçınmak, yada belki kimliğini saklamak isteyebiliriz:

Listen to me, boys; I think this letter has been opened and read and then carefully sealed again!
("İçinizden biri yapmıştır" suçlamasından kaçınıyor, dolaylı olarak söylüyoruz...)

You were seen with a man yesterday afternoon. (=Bırak şimdi kim görmüş, kim bana söylemiş... Önemli
olan senin bir adamla görülmüş olman...)

3) Olayı gerçekleştirenler değil, olayın kendisi dikkat odağıdır: Kim tarafından olursa olsun, olayın
niteliği değişmeyecektir:

238
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Such toys must be made of plastic and only non-toxic and non-staining types of paint must be used for the
top coat. (top coat = son kat boya)

The ingredients are poured into a cup and thoroughly stirred.

4) Bilimsel ve teknik metinlerde edilgen tümcelere sık rastlanmasının nedeni de yukardaki durumdur.
Yazarın kendisini önplana çıkaracak şekilde, "I did this, I did that..." tarzında bir anlatım kullanması,
okuyucuya / dinleyiciye bilimsel nesnellik adına itici gelir. Ayrıca itiraf etmek gerekir ki, edilgen çatıda
kurulan tümceler, anlatıma belli bir "nesnellik" nüansı katar.

The distance between the stars is measured in terms of light years.

The protein concentration required to saturate the solid phase was determined and the amount of bound
protein was quantified by the micro-bicinchoninic acid protein assay.

5) Etken tümcedeki nesne önplana çıkarılmak, vurgulanmak istenmekte, dolayısıyla da edilgen kuruluş
tercih edilmektedir:

His death was mourned by the whole nation... His books are now read by millions of people today...

6) "Agent", yani olayı gerçekleştiren kişi veya kişiler aşikardır; anılmalarına gerek yoktur:

He was crowned the king.

The thieves were caught later that day.

Office mail is now delivered twice a day.

7) Sözdizimsel gerekçelerle, edilgen tümce kullanımı zorunlu hale gelebilir. Bu konuya "participle"
("dangling participles") yapıları ile ilgili bölümde değinilmişti:

YANLIŞ : While walking home late last night, a funny-looking man stopped me. (Çünkü burada, "Evine
gitmekte olan tuhaf görünüşlü bir adam beni durdurdu", demiş oluruz)

BİR ÇÖZÜM YOLU : While walking home late last night, I was stopped by a funny-looking man.

Tekrarlarsak, paşa gönlümüz nasıl dilerse, her durumda ister etken ister edilgen tümce kurarız, diyemeyiz.
Edilgen tümcelerin tercih edilmesini gerektiren, zorunlu kılan durumlar vardır.

EDİLGEN TÜMCE YAPISI

To Be + V3

Edilgen tümcede zamanı (tense) To Be fiili gösterir. Asıl fiil, geçişli (transitive) bir fiil olmak zorundadır
ve her zaman " V3 " (past participle) biçiminde olacaktır. (Fiil çeşitleri ile ilgili olarak, aşağıda "Edilgen
Tümcelerin Çeşitli Özellikleri" bölümü Madde 1'e bknz.)
239
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Özne, aktif tümcedeki "eski nesne" dir. Öte yandan, aktif tümcedeki "eski özne" ise ancak belli
durumlarda kullanılacak "by-öbeği" (= agent) kimliğini kazanır. Formülümüz şöyle:

ÖZNE
TO BE
ASIL FİİL
AGENT
TÜMLEYİCİ

"eski nesne"
tense gösterir
V3
varsa
varsa

This poem
was
composed
by an unknown

artist
in the 12th

century.

Aktif tümce şöyle olacaktı: "An unknown artist composed this poem in the 12th century."

NOT: Tümleyici öğeler, niteliklerine göre, tümcenin farklı bölümlerinde görev alabilirler:

In the 12th century, torture of war prisoners was routinely performed.

TO BE FİİLİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ NOT

Bilindiği gibi bu fiil etken çatıda "continuous" tense'lerde (olağan durumda) kullanılmaz. Dolayısıyla,
aşağıdaki çekimlerini biliyoruz:
240
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

present : am, is, are

past : was, were

future: will be

present perfect : have been, has been

past perfect : had been

future perfect : will have been

Edilgen çatıda bunlara iki tense daha eklenir:

present continuous : am / is / are being

past continuous : was / were being

* * * * *

Dolayısıyla, aktif çatıdaki 12 tense yer alırken,

edilgen çatıda yalnızca 8 tense yer almaktadır:

[Neden? Çünkü, edilgen tümcelerin tense'ini TO BE fiili belirliyor da ondan...]

ÖZNE
TO BE
V3
TENSE

He
is

is being

was

was being

has been

had been

241
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
will be

will have been


interrogated
present simple

present continuous

past simple

past continuous

present perfect simple

past perfect simple

future simple

future perfect simple

Dolayısıyla, "tense" dikkate alınarak, aşağıda örneklen edilgen anlamlar elde edilecektir:
He is being interrogated by the detectives at the moment. = Şu anda sorgulanıyor, sorgulanmakta...

He was interrogated by the police last week. = Geçen hafta sorgulandı, sorgulanmıştı...

He will be interrogated this afternoon. = Sorgulanacak, sorgulanmakta olacak...

He has been interrogated in the usual manner = Herzamanki yöntemle sorgulanmış bulunuyor...

He will have been interrogated by the time we get there. = Sorgulanmış, sorgusu tamamlanmış olacaktır...

ve diğerleri... (= toplam sekiz tense)

NOT: Aslında, edilgen bir tümcenin kuruluşu iki değişik yaklaşımla irdelenebilir:

1. Etken tümceden dönüşüm. Okullarda, kurslarda alışılagelmiş yaklaşım budur. Etken ve edilgen
tümcelerin farklı yerlerde kullanılması gerektiği vurgulandığı sürece, geçerli bir yaklaşımdır. (Örnek
verirken dikkatli olmak, gerçek iletişim ortamlarında görülme olasılığı taşımayan dönüşümlere yer
vermemek gerekir.)

2. Etken (aktif) mastarlarla etken tümceler, edilgen (pasif) mastarlarla edilgen tümceler kurulur:

to see = görmek
242
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

to beat = yenmek

to love = sevmek
to be seen = görülmek

to be beaten = yenilmek

to be loved = sevilmek

Demek ki yapılacak tek şey To Be fiilini bir yukardaki tabloda gösterdiğim 8 tense çerçevesinde çekerek
tümcenizi kurmaktır. Asıl fiil ise her zaman için = V3 biçiminde olacaktır.

BY-ÖBEĞİ = AGENT KULLANILMALI MIDIR ?

Olağan durumda, "by-öbeği" kullanmak, yani agent belirtmek gereği duyulmasa gerekir. Çünkü, eylemi
gerçekleştiren kişi/kişileri ("eski özne") bilsek, belirtmek ve önplana çıkartmak isteseydik, zaten aktif
tümce kurmayı yeğleyecektik.

Ancak istina durumlar da vardır. Eğer aşağıdaki örneklerde agent kullanılmamış olsa, içi boş ve anlamsız
bildirimler olurlardı. İrdeleyiniz:

This piece of music was composed by Mozart...

This one was painted by Picasso...

Kimi zaman da, dikkat odağımız gereğiyle "fail" arka plana itilecek, "kabağın kimin başına patladığı"
bizim için önplanda olacaktır:

Soldiers' letters may be opened and read by the unit commander in times of war...

Their mail is daily inspected by the sergeant before being given to them...

Troublesome groups were forcefully dispersed by the police.

DİKKAT: By-öbeği kullanıldığında, genellikle V3'ün hemen ardında yer alır. Ama, vurgu amacıyla, öteki
tümleç öğeleriyle yer değiştirebilir de.

243
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
DİKKAT... DİKKAT...

Agent kullanımı "by" ("tarafından") kavramı ile gerçekleştirilir ve bilerek, isteyerek, kendi iradesiyle
yapıldığı nüanslarını taşır. Ancak, bu "bilinçli" edim kavramının geçerli olamayacağı durumlarda by ---›
with dönüşümü geçerlik kazanır:

The smoke filled the room. --------› The room was filled with smoke.

Paint covered his jeans. --------› His jeans were covered with paint.

DİKKAT... DİKKAT...

Usta yazarların, edilgen çatıyı "by-öbeği" ile birlikte kullanarak, olayı gerçekleştirenleri (faili yada
failleri) daha bir vurguladıklarını görürüz. Burada belki de anonsun geciktiriliyor olmasının etkin bir rol
oynadığı düşünülebilir.

The breakthrough was achieved by Dr. Palabıyık and Dr. Gürkaş, two renowned researchers working in
our University's renewed molecular biology laboratories.

Buradaki anlatım tarzı, tümcenin etken çatıda alacağı şekle kıyasla çok daha vurgulu ve etkileyici
olmuştur.

ARA TEST -- 01

CHANGE THE FOLLOWING INTO THE PASSIVE VOICE

01 -- People must not leave bicycles in the driveway.

Bycycles -- must not be left in the driveway.

02 -- They built that bridge in 1986.

That bridge -- was built in 1986.

03 -- The judge set the prisoners free.

The prisoners -- were set free.


244
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

04 -- People always make such mistakes.

Such mistakes -- are always made .

05 -- Somebody should take the injured man to the hospital.

The injured man -- should be taken to the hospital.

06 -- You should have finished the work a long time ago.

The work -- should have been finished a long time ago.

07 -- People speak English all over the world.

English -- is spoken all over the world.

08 -- Someone asked me to mail this letter.

I -- was asked to mail this letter.

09 -- We must buy the tickets today.

The tickets -- must be bought today.

10 -- They have answered all the questions correctly.

All the questions -- have been correctly answered .

EDİLGEN TÜMCELERİN ÇEŞİTLİ ÖZELLİKLERİ

1) Bilindiği gibi, dilde üç tür fiil yer almaktadır:

1. Geçişli fiiller (transitive verbs) : see, beat, love

2. Geçişsiz fiiller (intransitive verbs) : run, fall, sleep

3. İlgilendirme fiilleri (linking verbs) : be, seem, taste

Bunlar arasında yalnız birinci grupta yer alan fiillerle edilgen tümceler kurulabilir. Çünkü, eylemi
gerçekleştiren kişi/varlık/özne yanında, bu eylemden kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına
patladığını" belirten bir kişi/varlık/nesne de sözkonusudur: Bir gören varsa, bir de görülen; seven varsa
sevilen, yenen varsa yenik düşen... vardır.

245
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
[Ama, tabii, to see fiilini "anlamak" anlamında kullanıyorsanız, o takdirde geçişsiz fiil olur ve edilgeni
kurulamaz: Aşağıdaki kullanım bu anlamdadır:]

--- We don't allow that sort of behaviour here.

--- Oh, I see. (=Anlıyorum)...

[Ama, "Oh, I can see that." ise, = "Bunu görebiliyorum," geçişli fiil olur.]

Geçişsiz fiillerde, öznenin yaptığı eylemden etkilenen bir başka kişi yada varlık yoktur. Yani, gramatik
bir nesne de yoktur ve edilgen tümce kurulamaz. İlgilendirme filleri ise, özne ile, onun bir özelliğini veya
içinde bulunduğu durumu ilişkilendirir. Ayrıca bir nesne yine sözkonusu değildir. Örneklersek:

DOĞRU : She fell into the water.

MANTIKSIZ : The water was fallen into by her.

DOĞRU : She was running.

MANTIKSIZ : (The road?) was being run by her.

DOĞRU : She is beautiful.

OLANAKSIZ : ???

DOĞRU : He became a beggar.

EL İNSAF : A beggar was become by him ??? Onun tarafından bir dilenci olunuldu???

DOĞRU : Your room looks very clean.

EL İNSAF : Being very clean is being looked by your room ???

Besbellidir ki, "Su, onun tarafından içine düşüldü... Yol koşulmaktaydı..." gibi kavramlar mantık dışı
önermeler sayılacaktır. Diğerlerini de, adı en deliye çıkmış şairden bile duysak, herhalde yine
yadırgardık...

ÖNEMLİ NOT: Farklı dillerdeki "geçişli-geçişsiz" fiillerin birebir çakışacağı sanılmamalıdır. Yeni bir fiil
için sözlüğe bakarken "vt." veya "vi." olma özelliğini not etmenizde yarar vardır, derim...

246
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
2) Bununla birlikte, geçişsiz fiiller de belli ilgeç veya belirteçler ile bütünleşerek, yeni ve geçişli bir
anlam kazanabilirler. Bu durumda, ilgeç yada belirteç edilgen tümcede asıl fiilden hemen sonra yer
almalıdır.

ÇOK ÖNEMLİ: Konuşurken de bunları bir solukta ve tek birim halinde söyleriz:

They laughed at her. --------› She was laughed at.

No one slept in the bed. --------› The bed wasn't slept in.

Someone sat on my hat. --------› My hat was sat on.

People talked of his mysterious death for years afterwards. --------› His mysterious death was talked of
for years afterwards.

DİKKAT... DİKKAT... Bu yapıya her fiil, her ilgeç ve/veya partikül ile oturmaz. Daha önce bir örneğini
görmedikçe, uygulamadan uzak durmanızı öneririm. Örneğin, "He went to the house," tümcesinin
edilgeni kurulamaz.

İşte birkaç örnek daha...

This silly correspondence must be put a stop to.

His love for his children was taken much advantage of.

Ancak, bu tür tümceler için değişik bir düzenleme göze ve kulağa daha "doğal" gelecektir:

It's time we put a stop to this silly correspondence.

Much advantage was taken of his love for his children.

Our warning was paid little attention to.

--------› Little attention was paid to our warning.

The way they had arranged things was found no fault with. (Kulağa hiç de hoş gelmiyor...)

--------› No fault was found with the way they had arranged things.

Sonuçta alınacak bir ders de şudur: Yazarken, tümcenizin ilk kurduğunuz şekli ile albenisine kapılıp
sürüklenmeyiniz. Yapıyı biraz daha yoğurun ve irdeleyin; bakalım daha ne şekiller alacaklar...

3) Çift nesne alan fiillerle iki değişik edilgen tümce elde edilecektir:

Someone gave her a present.


247
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
She was given a present.

A present was given to her.

My friend brought us some warm clothes.


We were brought some warm clothes.

Some warm clothes were brought for us.

Gerçi, edilgen dönüşümde genelde kişi ile başlayan seçenek daha yaygındır, ama aslında bu seçimin
vurgulanmak istenen anlama göre yapıldığına dikkat ediniz. (Dilbilgisi kitaplarında "direct object -
indirect object = dolaysız nesne - dolaylı nesne, terimleri kullanılır.)

4) Edilgen bir tümcede How? Nasıl? sorusuna yanıt veren tarz zarfları genellikle V3'ten hemen önce
gelir:

Somebody opened the door slowly. --------› The door was slowly opened.

They brought up the child well. --------› The child was well brought up.

NOT: Tersine bir durumda ise kıyamet kopmaz. Bu "kural", kesin olmaktan çok, bir "probabilite
hesabını" dile getiriyor. Örneğin, "nicely done" yapısı, "done nicely" yapısına göre çok daha yaygınken,
"answered correctly" ibaresinde durum "fifty-fifty" dir, diyebilirim.

* * * * *

5) DİKKAT... DİKKAT... Sınavlarda en çok düşülen yanlışlıklardan birisi, aktif-pasif dönüşümü


sırasında eski özne-nesne'ye ilişkin tekil-çoğul özelliklerinin gözden kaçırılmasıdır:

We have mailed the letter today...

YANLIŞ : The letter have been mailed today.

DOĞRU : The letter has been mailed today.

* * * * *

6) "Nobody, nothing" gibi olumsuzluk belirten sözcüklerle başlayan tümceleri edilgen çatıya çevirirken
özel dikkat gerekiyor. Tümce sonunda "by nobody/nothing" öbeğini kullanmayacağımıza göre, buradaki
olumsuzluğu bir başka yöntemle aktarmak zorundayız. Aşağıdaki yanlış şıkkındaki "edilgen" örnek, yani
"any" ile başlayan bir olumsuz tümce İngilizce'de geçersiz bir yapıdır. Diğer şıkları inceleyiniz:

ACTIVE : Nobody offered me anything.

248
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
PASSIVE : --------›

YANLIŞ
DOĞRU

Anything was not offered to me.


I was offered nothing.

I wasn't offered anything.

Nothing was offered to me.

7) Yardımcı fiiller sözkonusu olduğunda, edilgen çatı, yalın edilgen mastar kullanımı ile gerçekleştirilir.
Biliyorsunuz, "yalın" terimi ile, mastar'ın "to" suz halini kastediyoruz:

We can see it. --------› It can be seen. (present edilgen mastar = to be seen)

We could do it. --------› It could be done. (present edilgen mastar = to be done)

We could not do it. --------› It could not be done. (present edilgen olumsuz mastar = not to be done)

People must not leave any litter behind. --------› No litter must be left behind. (present edilgen mastar =
to be left -- buradaki dönüşüm, yukarda madde 6'da açıklandığı gibidir)

We should have told him. --------› He should have been told. (perfect edilgen mastar = to have been told
= kendisine söylenilmiş olmak)

We should not have told him. --------› He should not have been told. (perfect edilgen olumsuz mastar =
not to have been told = kendisine söylenilmemiş olmak, söylenilmiş olmamak)

8) Feel, hear, see, watch, notice, observe fiillerinden sonra, aktif çatıda yalın mastar, pasif çatıda ise tam
mastar kullanılır. Ancak, let fiili bu kuralın dışındadır ve her iki çatıda da yalın mastar alır: (Umarım, bu
kadar ayrıntıya isyan etmiyorsunuzdur; yabancı bir dile "bi-hakkın vakıf" olmanın kolay iş olduğunu kim
söylemiş ki...)

They heard her scream. --------› She was heard to scream.

People saw the car stop. --------› The car was seen to stop.

249
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
They let us go --------› We were let go.

Aşağıdaki tür dönüşümleri de bu başlık altında gözden geçirebiliriz:

We very much regret your decision. --------› Your decision is much to be regretted.

If we believe (trust) him, ...etc. --------› If he is to be believed (trusted, ...etc.

* * * * *

9) Gerund içeren yapıların edilgene dönüştürümü güçlük oluşturmaz. Aktif gerund'ları pasife çevirmek
(ve bunun yanında mantığın gerektirdiği değişiklikleri yapmak) yeterlidir:

I remember your being taken to the hospital. (= I remember their taking you to the hospital.)

Hastaneye götürülüşünü hatırlıyorum.

She tries to avoid being seen with him. (= She tries to avoid people seeing her with him)

Onunla birlikte görülmekten kaçınmağa çalışıyor.

I hate being laughed at. (= I hate people laughing at me)

Bana gülünülmesinden nefret ederim

She loves being taken out to dinner. (= She loves people taking her out to dinner)

Yemeğe çıkarılmağa bayılır.

He hated being called "Mıstık". (= He hated everybody calling him "Mıstık")

"Mıstık" diye çağırılmaktan nefret ediyordu.

I resent having been punished for nothing. (= I resent their having punished me for nothing)

Boş yere cezalandırılmış olmamı teessüfle karşılıyorum.

* * * * *

10) Participle'lar ile işimiz daha da kolaydır:

They saw the thief running away. --------› The thief was seen running away.
250
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

They found him working at his desk. --------› He was found working at his desk.

The rescue team found the children playing in the woods. --------› The children were found playing in
the woods.

The authorities often keep us waiting in long queues. --------› We are often kept waiting in long queues.

* * * * *

11) Özellikle konuşma dilinde, BE fiili yerine GET fiilinin kullanıldığı örnekler oldukça yaygındır.
Giderek, aralarında bir nüans farkı doğmuş olduğunu da görürüz:

It was left at home. (= Bile bile)

It got left at home. (= Farkına varılmaksızın)

A lot of people got hurt in the process. (= Hesapta yoktu)

There's no doubt that you'll get duly punished. (Be=Get)

Not very many fish get caught nowadays. (Akıllandılar mı acaba?)

* * * * *

12) Etken çatıda kurulmalarına karşın, edilgen anlam veren aşağıdaki örnekleri not ediniz. Türkçede de
"Kitap yok satıyor" demiyor muyuz?

His latest book is selling rather badly... The library closes at seven... This story reads well for the
suggested age group... This dress won't wash...The furniture needs polishing... Your room definitely
needs cleaning... The car wants washing... The car drives much more comfortably now...

* * * * *

13) BİR GÜÇLÜK: Soru tümcelerinin edilgen çatıya dönüştürülmesi, yada doğrudan edilgen soru
oluşturmada belli ölçüde güçlük çekildiğine tanık oluyoruz. Egzersiz için ilk ağızda iki farklı yöntem
önerilebilir. Zamanla bu güçlük kendiliğinden aşılmış olacaktır:

a. Soru tümcesini düz-tümceye çevirdikten sonra edilgen çatıya dönüştürmek ve yeniden soru tümcesi
oluşturmak:

Didn't she tidy up her room?

She didn't tidy up her room.

Her room wasn't tidied up.

Wasn't her room tidied up?

Didn't she tidy up her room? -----› Wasn't her room tidied up?

b. Türkçe çeviri kanalıyla, edilgen tümceyi kurduktan sonra yeniden ingilizceye çevirmek:
251
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Who cleaned the house?

Evi kim temizledi?

Ev kimin tarafından temizlenildi?

Who was the house cleaned by?

Who cleaned the house? -----› Who was the house cleaned by?

ARA TEST -- 02

CHANGE THE FOLLOWING INTO THE PASSIVE VOICE

01 -- Why couldn't you open this window?

-- Why couldn't this window be opened?

02 -- Who washed all these dishes?

-- Who were all these dishes washed by?

03 -- Where did they see it?

-- Where was it seen?

04 -- How many shirts did your friend buy?

-- How many shirts were bought by your friend?

05 -- Who/whom did you give it to?

-- Who was it given to?

06 -- Which one of the two do people usually prefer?

-- Which one of the two is usually preferred?

07 -- How much sugar do you need?

-- How much sugar is needed?

252
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
08 -- What language do people speak in your country?

-- What language is spoken in your country?

09 -- When must we buy the tickets?

-- When must the tickets be bought?

10 -- What should people do under such circumstances?

-- What should be done under such circumstances?

TÜRKÇE'YE ÇEVİRİ AÇISINDAN BAZI İNCE AYRINTILAR

"Sugar is sold by the kilo," ile "Sorry, sugar is sold out" (= Sorry, we're sold out of sugar") arasındaki
farkı görüp değerlendirebiliyor musunuz?

Açıklaması: Birinci tümce edilgendir: "to sell" fiilinin "present passive" biçimi olan "is + V3" ile
kurulmuştur: Şeker kilo ile satılır...

İkinci tümcede ise "is + sıfat" yapısı vardır. "to sell" fiilinin V3 (past participle) biçimi sıfat niteliği ile
kullanılmıştır. "to be sold out" = bitmiş / bitirmiş durumda olmak... Yani, yapı olarak, "He is ill,"
tümcesinden hiçbir farkı yoktur. (Örneğin, "He is gone. = Gitti, burada yok," şeklindeki tümce de bu
kalıptandır. "Gone" burada bir sıfat niteliğinde olup, "gitmiş durumda olmak, burada olmamak" anlamına
gelir.)

Parantez içindeki kullandığım deyim de "to be sold out of sth" şeklindedir: = "Üzgünüz, hiç şekerimiz
kalmadı; hepsi satıldı"...

"My money is stolen!" tümcesinin çevirisi = "Aaa, param çalınmış !!" şeklindedir. Yani, past participle
"stolen" sözcüğünü yine sıfat niteliği ile algılamamız gerekir: "Param çalınmış durumda" deniliyor...
DİKKAT: "Param çalınır" şeklinde bir yorum (edilgen tümce yorumu) besbellidir ki yanlış olur.

Öte yandan, "My money has been stolen!" şeklindeki tümce ise edilgen çatıdadır ve Türkçe'ye "Param
çalınmış bulunuyor" (=şu anda parasızım) şeklinde çeviri verecektir.

Demek ki herzaman için en doğrusu, karşılaştığınız yapıları bağlam içinde değerlendirmektir. Anlamı
belirleyen bağlamdır. Bağlam herzaman kraldır:

If I am beaten (up) for something I did not do, who can I complain to? (= edilgen yapı: dövülmek, dayak
yemek)

Well, I guess I am the sort that hates to give up and admit he is beaten! (to be + sıfat yapısı = "Hayatta
yenilmiş olmayı asla kabul edecek adam değilim!)
253
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Tabii, Türkçe'ye en ilginç çeviri veren yapılardan birisi de, "I was born ..." şeklindeki ifadedir.. Türkçe
karşılığı "doğdum" şeklinde olan bu yapı, dikkat ederseniz, İngilizce'de edilgen bir yapıdır: "to bear - bore
- born" = çocuk taşımak, dünyaya getirmek fiilinin edilgen halidir.

Sonuçta, onlar "Dünyaya getirilmişim..." diyorlar; ama tabiatıyla ne onların ifade tarzı söylediği bizim
ifade tarzımızı bağlar, ne de bizimkisi onlarınkisini...

ÇOK "ŞIK" BİR EDİLGEN TÜMCE TİPİ

Geldik, en "şık" edilgen tümce tipine: Belirsiz öznenin, belirgin özneye dönüştürülmesi... Belirsiz özne --
latife etmiyorum -- büyük kırgınlıklara bile yol açabilecek ölçüde cansıkıcı bir anlatım öğesi olabiliyor:

- They say that... / It is said that... = Diyorlar ki... / Deniliyor ki...

- Kim diyor, kim? Söyle de dostumuzu düşmanımızı bilelim!

A) Oysa belirsiz özne, bilim, diplomasi, vb dilinde özellikle aranılan ve yaygın kullanılan tümce tipidir.
Besbellidir ki, hava basıncından her söz edişimizde Toricelli'yi anmak gerekmiyor. Diplomaside de ser
verip sır vermek istemiyoruz:

It is known that... It has been shown that... It is assumed that... It is often claimed that... It can easily be
demonstrated that... It has been reported that...

B) Günlük dilde ise, tam tersine, belirsiz özneyi belirgin niteliğe dönüştürme çabası doğaldır. Aşağıdaki
örnekleri izleyiniz: "That" tümceliğindeki özne, genel özne haline getiriliyor. "That" tümceliğinden ise
geriye yalnızca mastar (infinitive) kalıyor.

DİKKAT... DİKKAT... Olayın kendisinin, düşünülme/konuşulma/bildirilme zamanına göre eşzamanlı


olması veya daha öncesinde gerçekleşmiş olması, present mastar yada perfect mastar seçimini
belirleyecektir:

Everybody knows that she is virtuous. --------› It is known that she is virtuous. --------› She is known to be
virtuous. Kendisinin erdemli bir hanım olduğu bilinir / biliniyor... [Erdemlilik hali ve biliniyor olması
birbirine göre eşzamanlı = present mastar kullanımı]

They think that he is jealous of his wife. --------› It is thought that he is jealous of his wife. --------› He is
thought to be jealous of his wife. Karısını kıskandığına inanılıyor... [Yukardaki gibi = present mastar
kullanımı]

They say that the thieves have broken in through an attic window. --------› It is reported that the thieves
have broken in through an attic window. --------› The thieves are reported to have broken in through an
attic window. [Hırsızlık olayı bildirilme durumundan daha önce = perfect mastar kullanımı = "mış"
oldukları bildiriliyor...]
254
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

The neighbours believed that the thieves had broken in through an attic window. --------› It was believed
that the thieves had broken in through an attic window. --------› The thieves were believed to have broken
in through an attic window. [Yukardaki gibi = perfect mastar kullanımı = "mış" oldukları bildiriliyordu...]

Aşağıdaki örneklerde ise, "It ..." ile başlayan ara tümceyi kaldırarak, doğrudan edilgen tümceye
geçeceğim:

Some say that learning a second language is a waste of time. --------› Learning a second language is said
to be a waste of time. [geniş zamanda eşzamanlılık = present mastar kullanımı]

People will have understood that prevention is easier than cure. --------› Prevention will have been
understood to be easier than cure. [gelecek zamanda eşzamanlılık = present mastar kullanımı]

We do know that money brings a lot of happiness. --------› Money is certainly known to bring a lot of
happiness. [geniş zamanda eşzamanlılık = present mastar kullanımı]

It was reported that her diamonds had been stolen. --------› Her diamonds were reported to have been
stolen. [geçmiş zamanda ardzamanlılık = perfect mastar kullanımı]

They say she married a rich man. --------› She is said to have married a rich man. Zengin bir adamla
evlenmiş olduğu söyleniyor... [şimdiki zamanda ardzamanlılık = perfect mastar kullanımı]

It is rumoured that she is suing him for a divorce. --------› She is rumoured to be suing him for a divorce.
Dava etmekte olduğu söyleniyor... [şimdiki zamanda eşzamanlılık = present mastar kullanımı. Dikkat:
"To sue" fiili için "sueing" biçimi de görülebilir, ama fazla yaygın değildir.]

* * * * *

Böylece, daha önce pekçok konuda geniş biçimde ele aldığımız zamana "present" ve "perfect" bakış
farkını bir kez daha örneklemiş olduk.

Unutmayınız, değerlendirmeyi "bize göre" geçmiş - şimdiki - gelecek zaman açısından değil; tümcedeki
olayların birbirine göre eş- veya ardzamanlılığı açısından yapıyoruz...

ANLAM VURGUSUNA GÖRE EDİLGENLİK

Etken tümce kimi zaman birden fazla edilgen tümceye dönüşüm seçeneği taşır. Buradaki seçim,
vurgulanmak istenen anlama göre yapılacaktır. Konuşma sırasında da (kapital yazdığım) sözcükleri
uygun şekilde vurgulamaya özen göstermelisiniz:

Daddy wants YOU to wash the car. --------›

255
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
YOU are wanted to wash the car.

Daddy wants you to wash THE CAR. --------›

Daddy wants THE CAR to be washed.

She expects ME to invite her friend to my party. ---------› I am expected to invite her friend to my
party.

She expects me to invite HER FRIEND to my party. ---------› She expects HER FRIEND to be invited to
my party.

GENERAL EXERCISE - 01

Aşağıdaki Tümceleri Edilgen Çatıya Dönüştürünüz:

01 The orchestra played that piece beautifully.

02 He is so good at chess that nobody can beat him.

03 Soldiers wearing full battle gear will salute the visiting prime minister at the airport.

04 Didn't anybody ever teach you how to behave at a concert?

05 They treated us to some ice-cream.

06 You must account for every lira.

07 People speak English all over the world.

08 One ought to tell no lies and one should not cover up the truth.

09 We haven't given him the details yet. (2 edilgen tümce)

10 The fire has destroyed five buildings in all.

11 They call him "Mıstık" around here.

256
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
12 They have left the village a ruin.

13 A man is innocent until someone proves him guilty.

14 They will hold you responsible for the accident.

15 They may find these questions too difficult.

16 We saw him steal the money... Somebody saw him stealing the money...

17 They didn't let us see the picture.

18 I often hear him singing in the bathroom.

19 She likes people to take her out to dinner.

20 I want you to understand me.

21 They keep their garden badly.

22 I can no longer stand people making fun of me.

23 I don't want people to talk about me.

24 Who painted these pictures?

25 No one ever makes any changes here.

26 Did the noise frighten you?

27 Don't let the others make fun of you!

28 Somebody has eaten all the food in the house and washed all the dishes.

29 We haven't moved anything out of your room since they hospitalized you to cure you. (3 edilgen fiil
kullanılacak)

30 It must have disappointed him terribly that the boss told him (that) he didn't need his services there
any longer. (3 edilgen fiil kullanılacak)

31 Someone ought to tell them what we expect them to do here. (2 edilgen fiil)

32 Nobody would have stared at him as they are staring at him now if someone had told him beforehand
what clothes one had to wear in such a place. (4 edilgen fiil)

33 Fortunately, they discovered their mistake in time and they assigned another project to me. (2 edilgen
fiil)

34 How much bread will they need over the weekend?

35 Who will make the opening speech?

257
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
36 People generally think that money brings happiness.

37 They report that two men have re-discovered an old gold mine.

38 Someone has pointed out that necessity is the mother of invention.

39 Zoologists claim that chimpanzees are capable of learning up to a hundred human signs.

40 Doctors say that aspirin is about the best thing we have against several types of headaches.

YANITLAR
01 That piece was beautifully played... 02 He is so good at chess that he cannot be beaten... 03 The
visiting prime minister will be saluted at the airport by soldiers wearing full battle gear... 04 Weren't you
ever taught how to behave at a concert? 05 We were treated to some ice cream... 06 Every lira must be
accounted for... 07 English is spoken all over the world... 08 No lies ought to be told and the truth
should not be covered up... 09 He hasn't been given the details yet... The details haven't been given to
him yet... 10 Five buildings in all (=toplam beş bina) have been destroyed...

11 He is called "Mıstık" around here... 12 The village was left a ruin... 13 A man is innocent until he
is proven guilty... 14 You will be held responsible for the accident... 15 These questions may be found
too difficult... 16 He was seen to steal the money... He was seen stealing the money... 17 We weren't let
see the picture... 18 He is often heard singing in the bathroom... 19 She likes being taken out to
dinner... 20 I want to be understood (by you)...

21 Their garden is badly kept... 22 I can no longer stand being made fun of... 23 I don't want to be
talked about... 24 Who were these pictures painted by?... 25 No changes are ever made here... 26
Were you frightened by the noise? 27 Don't let yourself be made fun of!... 28 All the food in the house
(=evdeki bütün yiyecekler) has been eaten and all the dishes have been washed... 29 Nothing has been
moved out of your room since you were hospitalized to be cured... 30 He must have been terribly
disappointed to be told (when he was told) by his boss that his services were no longer needed there...

31 They ought to be told what they are expected to do here... 32 He wouldn't have been stared at as he
is being stared at now if he had been told beforehand what clothes had to be worn in such a place... 33
Fortunately, their mistake was discovered in time and I was assigned another project... (Yada, another
project was assigned to me)... 34 How much bread will be needed over the weekend?... 35 Who will
the opening speech be made by? 36 Money is generally thought to bring happiness... 37 Two men have
been reported to have re-discovered an old gold mine... 38 Necessity has been pointed out to be the
mother of invention... 39 Chimpanzees are claimed to be capable of learning up to a hundred human
signs... 40 Aspirin is said to be the best thing we have against several types of headaches...

GENERAL EXERCISE - 02

258
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Günümüzde, özellikle de ABD kökenli bir akımda, Edilgen Çatı aleyhtarlığı almış yürümüş durumda...
Öğrencilerine neredeyse tümüyle yasaklayacak aşamaya geldiler... Gerçekten de, günümüz koşuşturma
dünyasında, edilgen çatıda oluşturulabilen ince ve dolaylı nüanslara daha az tahamülümüz olduğu
anlaşılıyor. İnsanlar kazmaya kazma demeyi herzamankinden daha mı çok seviyorlar ne !!

Bu bölümün başında sıraladığım durumlar saklı kalmak koşuluyla, tümcelerimizi edilgen yerine etken
çatıda oluşturmakla, onlara belirgin bir canlılık ve doğrudanlık kazandıracağımız görülebilir. Bunu
kanıtlayan örneklerden oluşturduğum bir test sunuyorum...

TÜMCELERİ ETKEN ÇATIYA DÖNÜŞTÜRÜNÜZ

VE ONLARI BURADA ÇEKTİKLERİ KORKUNÇ

IZDIRAPTAN KURTARINIZ !!

01. After an uppercut was dodged by my friend, the stranger was fiercely punched by him.

02. Afterwards, a new house was built by the family, and their younger children were raised there.

03. One summer, a tent was bought by my father, and we were taken to a camping site in Urla.

04. This camping site was returned to by the family summer after summer.

05. When my room is entered by one of my friends, the first thing that is noticed by him is my three-
legged table.

06. All the crackers were eaten and then the bowl was licked clean by the puppy.

07. In the moonlight, the soft music was danced to by the couple.

08. Sooner or later everything about him will be found out by the public.

09. The officials by whom the culprits were caught are applauded by us.

10. No difference is made by what is thought and said by you.

YANITLAR
01. After he dodged an uppercut, my friend punched the stranger fiercely... 02. Afterwards, the family
built a new house and raised their younger children there... 03. One summer, my father bought a tent and
took us to a camping site in Urla... 04. The family returned to this camping site summer after summer...
05. When one of my friends enters my room, the first thing he notices is my three-legged table... 06.
The puppy ate all the crackers and then licked the bowl clean... 07. In the moonlight, the coupled danced
to the soft music... 08. Sooner or later the public will find out everything about him... 09. We applaud
the officials who caught the culprits... 10. What you think or say makes no difference...

259
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

CHAPTER - 14
DOLAYLI ANLATIM
INDIRECT SPEECH / REPORTED SPEECH

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Giriş / Düz-Tümcelerin Aktarılması ve Mini Test / Soruların Aktarılması ve Mini Test / Emir
Tümcelerinin Aktarılması / Önemli Kural - 1: Tense Değiştirimleri / Önemli Kural - 2: Diğer
Değiştirimler ve Mini Test / Ünlemlerin Dolaylı Anlatımı / "Yes" Ve "No" İçin Dolaylı Anlatım / Farklı
Tip Tümcelerin Birlikte Dolaylı Anlatımı / General Exercise / Yanıtlar / İleri Düzey Uygulamalar

GİRİŞ
Dolaylı anlatım, konuşulmuş / konuşulmakta / konuşulacak olan sözlerin üçüncü bir kimse yada
kimselere anlatılması, aktarılması demektir. Yazıda, "dolaysız anlatım" tırnak içinde aynen verilerek,
hatta konuşurken de ses ve ton taklidi yapılarak gerçekleştirilir.

"I am going to do it tonight"

-- He said, "I am going to do it tonight."

Gerekli yer, zaman ve kişi değişiklikleri yapılarak tırnak dışına çıkarılan aktarımlar ise "dolaylı anlatım"
dır.

"I am going to do it tonight"

-- He said (that) he was going to do it

that night.

Dikkatli okuyucumuz, dolaylı anlatım ile "ad-tümcelik" konusu arasındaki koşutluğunu hemen
farkedecektir. Gerçekten de yaptığımız işlem, uygun bir giriş/tanıştırma öbeğinin ardından asıl sözlerin
bir ad-tümcelik niteliğinde eklenmesidir.

Giriş/tanıştırma öbeği, "He says... He asked me... He recommended... vb. gibi şekillerde karşımıza çıkar.
Aktarılan yahut rapor edilen sözlerde ise mantığın gerektirdiği kişi, yer, zaman değişiklikleri yer alır.
Bunlara ilerleyen paragraflarda değineceğiz.

Dolaylı anlatıma ilişkin yapılar üç ana başlık altında incelenebilir:

1) DÜZ-TÜMCELERİN AKTARILMASI

260
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Kullanılan bağlaç : THAT -- (çoğu zaman düşürülerek...)

"I am going to do it tonight"

-- He says (that) he is going to do it tonight.

-- He said (that) he was going to do it that night. (veya, halâ

aynı gün içindeysek: tonight)

-- He will tell you (that) he is going to do it that night. (veya,

halâ aynı gün içindeysek: tonight)

Birinci dolaylı tümce, konuşma anında yapılan bir aktarımdır. Bu açıdan bakıldığında "bu gece", hala "bu
gece" dir. Anında çeviri (simultaneous translation) bu tip tümcelere en yatkın kullanım alanıdır. Giriş
fiili, herhangi bir present tense (*) olabilir. Aktarılan tümcede tense değişikliği uygulanmaz. Çünkü olaya
zamandaki aynı noktadan bakıyoruz. Yer ve zaman zarflarında da değişiklik olmaması tabiidir.

İkinci dolaylı tümce, geçmişte işitilmiş sözlerin aktarılmasını içeriyor. Giriş fiili uygun bir past tense (**)
bağlamında olacak, aktarılan sözlerin zamanı "bir derece geriye" götürülecektir (ayrıntıları daha aşağıda
bir tabloda vereceğiz). Yer ve zaman zarflarında da mantığın gerektirdiği değişiklikler yapılmalıdır.
Örneğin, sabah yaptığımız bir konuşmayı aynı günün gecesi aktarıyorsak "bu sabah ve bu gece" hala "bu
sabah ve bu gece" dir. Ama olayın üstünden birkaç gün geçmişse, bu kez "o sabah ve o gece" den söz
etmemiz gerekecektir. "Burada, buraya" kavramlarını da, şimdi bulunduğumuz yere göre "orada, oraya"
kavramlarına değiştirmek gerekebilir. (Ayrıntılar yine az sonra tablo halinde...)

Üçüncü tür tümceler ise, "Sana diyecektir ki... demiş olacaktır ki..." türünden sözler içindir. Giriş fiili
uygun bir future tense (***) seçilerek kullanılacak; aktarılan sözler tense bakımından aynı kalacak, fakat
kişi, yer ve zaman zarflarında "mantığın gerektirdiği" değişiklikler uygulanacaktır.

Açıklamalar:

(*) Yani: present simple, present continuous, present perfect simple ve present perfect continuous: He
says that... He is telling us... He has told us... He has been telling us...

(**) Yani: past simple, past continuous, past perfect simple ve past perfect continuous: He said that... He
was telling us... He had told us... He had been telling us...

(***) Yani: future simple, future continuous, future perfect simple ve future perfect continuous: He will
say that... He will be telling us... He will have told us... He will have been telling us...

MINI EXERCISE

İpuçlarını değerlendirerek dolaylı anlatıma çeviriniz:


261
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

01. She said to me, "I can't come here tomorrow." (üç gün sonra başka bir yerden söz ediyoruz; yani şu
anda aynı yerde değiliz)

02. She said to me, "I haven't been here before." (aynı yerdeyiz)

03. She said: "Meltem, I am going shopping this afternoon." (üç gün önce)

04. They said to us, "We don't want to worry you."

05. The boss said to me, "I will let you know soon."

06. They said to me, "We visited Pamukkale three years ago." (Bu konuşmanın üstünden bir yıldan
fazla zaman geçmiş bulunuyor)

07. The artist said to me, "I spent two years in Paris."

08. Huricihan said to me, "I will meet you here tomorrow." (bunu bana dün, başka bir yerde söylemiş
olsun)

09. The suspected man's wife said: "Inspector, There is nobody here."

10. The teacher said to me, "I am not interested in any of your excuses."

YANITLAR

01. She told me (that) she couldn't go there the next day... 02. She told me (that) she hadn't been here
before... 03. She told Meltem (that) she was going shopping that afternoon... 04. They told us (that)
they didn't want to worry us... 05. The boss told me (that) he would let me know soon... 06. They told
me (that) they had visited Pamukkale three years before (= previously)... 07. The artist told me (that) he
had spent two years in Paris... 08. Suzan told me (that) she would meet me there today... 09. The
suspected man's wife told the inspector (that) there was nobody there... 10. The teacher told me that she
wasn't interested in any of my excuses.

2) SORULARIN AKTARILMASI

A) Yardımcı Fiillerle Kurulan Sorular :

BAĞLAÇ
if

if ... or not
262
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

whether

whether or not

whether ... or not

Ali asks Meltem: "Are you going shopping this afternoon?

--- He wants to know if Meltem is going shopping this afternoon.

--- He asked Meltem if she was going shopping that afternoon or not.

--- I'm sure he will ask Meltem whether she is going shopping or not.

--- I'm sure he will want to know whether or not she is going shopping this afternoon.

B) Soru Sözcüğü / Öbekleri İle Kurulan Sorular :

Bağlaç : Soru Sözcüğü / Öbeğinin Kendisi

"What time is it?"

--- He is asking me what time it is.

--- He asked me what time it was.

--- First of all, he will ask you what time it is.

NOT: Yinelersek, dolaylı anlatım konusu bu noktaya değin ad-tümceliklere tam bir koşutluk
izlemektedir. Gerçekten de yapılan şey, giriş fiili ile oluşturulan ana-tümcelik ardından bu fiilin nesnesi
konumunda bir ad-tümcelik ile asıl sözlerin uygun değiştirimler yapılarak aktarılmasıdır.

Bu arada, bağıl-tümceliklerin soru şeklinde olamayacağını, düz-tümceye dönüştürülmesi gerektiğini


yinelemekte yarar var.

MINI EXERCISE

Soru tümcelerini dolaylı anlatıma çevirniz; Bunu yaparken soruları da düztümceye çevirmeyi
unutmayınız:
263
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

01. I asked her, "Why can't you come along with us?"

02. She wanted to know, "Have you been here before?" (şu anda da aynı yerde olalım)

03. The teacher wanted to now, "How did it happen?"

04. I asked the teacher, "Which books do you recommend?"

05. The boss asked me, "Where were you all day yesterday?"

06. Ali asked them, "Have you seen my friend?"

07. I asked Güneş, "Have you ever tried this restaurant?"

08. Suzan asked Meltem, "What will you be doing tomorrow night?" (geçen hafta sormuş olsun)

09. Güneş asked his brother, "Can you help me with my homework?"

10. I asked him, "Whose car did you borrow yesterday?"

YANITLAR

01. I asked her why she couldn't go/come along with us. (Şu anda bulunduğumuz yere göre "go" veya
"come")... 02. She wanted to know if I had been here before... 03. The teacher wanted to know how it
had happened... 04. I asked the teacher which books she recommended... 05. The boss asked me
where I had been all day the day before... 06. Ali asked them if they had seen his friend... 07. I asked
Güneş if he had ever tried that restaurant... 08. Suzan asked Meltem what she would be doing the
following night... 09. Güneş asked his brother if he could help him with his homework... 10. I asked
him whose car he had borrowed the day before.

3) EMİR TÜMCELERİNİN AKTARILMASI

Bu amaçla olumlu / olumsuz mastarlar kullanılır:

"Sit down."
"Don't ever do it again!"

- He wants me to sit down.

- He told me to sit down.

264
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
- They will ask you to sit down.
- He is urging me not to do it ever again.

- He warned me not to do it ever again.

-You will be warned not to it ever again.

DİKKAT... DİKKAT...

EMİR TÜMCELERİNİN FARKLI BİR AKTARILIŞ YOLU

HATIRLATMA: Emir tümcelerinin farklı bir aktarılış yolu, Ad-tümcelikler Bölümünde ayrıntıları ile
anlatılmıştı. Konu başlığı: "Emirlerden Ad-tümcelik"... Gerek günlük basında gerekse gireceğiniz
sınavlarda sıkça karşınıza çıkacak bu tür tümceleri bir kez daha gözden geçirmenizi ve konuya önemle
eğilmenizi öneririm. Hatırlarsanız, bu tür tümcelerdeki canalıcı nokta, "should" yardımcı fiilinin
düşürülebilmesi, genel uygulamanın da esasen o şekilde olması noktasında düğümleniyordu. Birkaç örnek
de burada veriyorum:

"You must give up smoking," said the doctor.

- His doctor urged that he (should) give up smoking.

"Go home immediately and don't go out again until you feel better," said the doctor.

The doctor warned me that I (should) go home immediately and not go out again until I felt better.

"Do not drink and drive," the authorities advise us.

The authorities advise us that we (should) not drink and drive.

"Let's lend our support to the new programme," Ali suggested.

Ali suggested that we (should) lend our support to the new programme.

265
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"Act responsively and refrain from schemes involving long-term debts," commonsense demands.

Commonsense demands that we (should) act responsively and refrain from schemes involving long-term
debts.

"Keep your diets relatively free of fat," experts advise us.

Experts advise us that we (should) keep our diets relatively free of fat.

ÖNEMLİ KURAL - 1

TENSE DEĞİŞTİRİMLERİ

A) Giriş fiili herhangi bir PRESENT yada FUTURE tense olduğunda (dörderden toplam 8 tense)
aktarılan sözlerde herhangi bir tense değişikliği uygulanmaz:

"I get up at seven each morning."

-- He says...

-- He will tell you...

-- He has just told me...

-- He will have been telling the audience...

that he gets up at seven each morning.

B) Giriş fiili herhangi bir PAST tense olduğunda (toplam 4 tense) aktarılan sözler bir derece
geriye/geçmişe taşınır:

"I get up at seven each morning."

-- He said...

-- He was telling us...

-- He had told his friends...

-- He had been telling his audience...

that he got up at seven each morning.

266
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Aktarılan / rapor edilen asıl sözlerde (mantığa ters düşmemek koşuluyla) yapılan tense dönüşümleri
aşağıda toplu halde gösterilmektedir:

simple present --------› simple past

present continuous --------› past continuous

simple past --------› past perfect

present perfect --------› past perfect

past continuous --------› past perfect continuous

present perfect continuous --------› past perfect continuous

past perfect simple --------› değişmez

past perfect continuous --------› değişmez

future tenses --------› future in the past

will see --------› would see

will be seeing --------› would be seeing

will have seen --------› would have seen

will have been seeing --------› would have been seen

ÖNEMLİ KURAL - 2

DİĞER DEĞİŞTİRİMLER

Aktarılan tümcelerde kişi, yer, zaman belirteci bakımından "mantığın gerektirdiği" değiştirimler
uygulanır:

267
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"Come here tonight." tümcesinin "zaman ve zemine" göre olası aktarımlarını aşağıda örnekleyelim:
[Lütfen, bu tip karşılaştırmalı örnekleri yeterince inceleyip irdelediğinizden emin olunuz...]

-- He is telling me to come here tonight... Zaman ve mekanda aynı noktadayız. Örneğin anında çeviri
(instantaneous translation) bu tür bir aktarım gerektirecektir.

-- He will tell you to go there that night... Örneğin, "Birkaç gün sonra kendisini görmeğe gittiğinde, sana
o gece oraya gitmeni söyleyecektir..." türünde bir anlatım.

-- He told me this morning to come here tonight... Aynı gece aynı mekana gelmiş bulunuyoruz = Bu
sabah bana bu gece buraya gelmemi söyledi / söylemişti...

-- He told me to go there tonight... (Aynı gün içinde ama şu anda başka bir yerde isek) Bana bu gece
oraya gitmemi söyledi... (Aynı günün gecesinde ise, aynı tümce "Ama görüyorsunuz gitmedim" bilgisini
de verecektir)

-- He told me to go there that night... Bana o gece oraya gitmemi söyledi / söylemişti... (Daha sonra olup
bitenlere bakarak, örneğin gidip gitmemiş olduğumuza göre, Türkçe'ye yukardaki iki seçenekten biri ile
çeviririz)

Mantığın gerektirdiği bu tür dönüşümlere örnekler aşağıda toplu halde verilmektedir:

today --------› that day, the same day

tonight --------› that night, the same night

yesterday --------› the day before, the previous day

the day before yesterday --------› two days before

tomorrow --------› the following day, the next day, the day after

the day after tomorrow --------› in two days' time

last week --------› the week before, the previous week

next week --------› the following week, the week after

last month --------› the month before, the previous month

last year --------› the year before, the previous year

ago --------› before, previously

here --------› there

now --------› then

this, these (sıfat) --------› that, those, the


268
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

this, these (adıl - zamir) --------› that, those

come --------› go

MINI EXERCISE

İpuçlarını değerlendirerek dolaylı anlatıma çeviriniz:

01. She said to me, "Tell him I can't come here tomorrow." (Bunları bana bu sabah burada söyledi)

02. She said to me, "Tell him I can't come here tomorrow." (Bunları bana bu sabah söyledi; o sırada
başka bir yerdeydik)

03. She said to me, "I can't come here tomorrow." (Bunları bana dün burada söyledi)

04. She said to me, "I can't come here tomorrow." (Bunları bana dün söyledi; o sırada başka bir
yerdeydik)

05. She said to me, "I can't come here tomorrow." (Bunları bana birkaç gün önce burada söyledi)

06. She said to me, "I can't come here tomorrow." (Bunları bana birkaç gün önce söyledi; o sırada başka
bir yerdeydik)

YANITLAR

01. She told me to tell you that she can't come here tomorrow... 02. She told me to tell you that she
can't go there tomorrow... 03. She told me yesterday that she couldn't come here today... (veya, "can't
come")... 04. She told me yesterday that she couldn't go there today... (veya, "can't go")... 05. She told
me that she couldn't come here the next day... 06. She told me that she couldn't go there the next day...

BİR UYARI

Önce bu tür değiştirimlerin zaman ve zemine göre yapılması gerektiğini gösteren bir ilginç örnek daha
vermek isterim:

"The earth is round."

269
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
1) Eğer, "O anda ağzından çıkan sözler buydu" anlamında aktarıyorsanız = He pointed out (said) that the
earth was round...

2) Eğer, "Şu genel gerçeğe işaret etti ki" anlamında aktarıyorsanız = He pointed out (said) that the earth is
round...

Geriye bir tek önemli gözlem ve uyarı kalıyor: Bu zaman ve zemin mantığı, sınavlar için de geçerli
midir? İtiraf etmeliyim ki, "evet" diyemeyeceğim. Çünkü sınavlarda esasen sizin bu dönüştürmeleri bilip
bilmediğinizi sınıyorlar... Ama yine de, soruları hazırlarken de, en az bizler kadar mantıklı olmaları için
dualarımız eksik olmasın...

ÜNLEMLERİN DOLAYLI ANLATIMI

Genel kural, ünlem veya ünlem tümcesinin bir düz-tümceye çevrilmesidir. Bu arada, ünlemle aktarılan
vurgulanmış duyguyu dile getiren uygun anlamda bir giriş fiiline başvurulacaktır:

"What nonsense!"... "How horrible!"... "What a nuisance!"...

--- She exclaimed / readily agreed ...etc

that it was nonsense / horrible / a

nuisance.

"What a terrible smell this is!"

--- She remarked disgustedly that it was a

terrible smell.

"Ugh!"... "Oh!"... "Good heavens!"... "Oh, great!"... etc.

--- She exclaimed with disgust... She

exclaimed with horror... She exclaimed

with surprise... She exclaimed with

contentment ... etc.


270
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

--- She gave an exclamation of disgust...

She gave an exclamation of horror...

She gave an exclamation of surprise...

She gave an exclamation of

contentment... etc.

Ayrıca şu örnekleri de inceleyiniz:

"Thank you."

-- She thanked me.


"Welcome!"

-- She welcomed me.


"Happy new year!"

-- She wished me a happy new year.


"Liar!"

-- She called me a liar!

DİKKAT... DİKKAT...

Kimi zaman da elimizdeki tümce, bir soru tümcesi görünümü altında aslında kişinin kendine yönelttiği bir
soru, kendi kendine yaptığı bir yorum yada kendi dışında bir kimseye yöneltilen yoğun bir duygu aktarımı
niteliği taşıyabilir. Böyle durumlarda da, yine uygun bir giriş fiiline başvurularak dolaylı anlatım
gerçekleştirilecektir:

"What am I to do now!" (Ne yapacağım, ne olacağım ben şimdi!)

--- She wondered what she would do under the circumstances... She asked herself what... etc.

"How could he be so cruel to me!" (Bana karşı nasıl bu kadar acımasız olabiliyor / olabildi !!)

271
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
--- She asked herself in pain how he could be so cruel to her... She just couldn't understand how he could
be so cruel to her...

Hatta, biraz edebi bir tavırla:

"Oh, what damnable fate this is that my misery should be of my own doing."

--- She swore at her fate as she also realized that she herself had been the cause her own misery.

"YES" VE "NO" İÇİN DOLAYLI ANLATIM

Örnekleri izleyiniz:

"Shall I see you again?" / "Yes."

- Ali asked her if he would see her again, and she said he would.

"Can you do it for me?" / "No."

- I did ask her if she could do it for me, and (but) she said she

couldn't. [...ve bana; ...ama bana yapamayacağını söyledi]

"Will you have dinner with me?" / "No."

- I asked her to have dinner with me, but she said she wouldn't.

FARKLI TİP TÜMCELERİN BİRLİKTE DOLAYLI ANLATIMI

1) Herbirisi, kendi içinde, ayrı bir giriş fiili ile dolaylı anlatıma çevrilir; daha sonra ekleşik (compound)
tümce haline getirilirler:

"I don't know how to do it. Do you?"


272
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- She told me she didn't know how to do it and asked me if I did.

"Give it to me. You won't need it."

-- She told/wanted me to give it to her and added that I wouldn't need it.

"I'm going shopping. Do you want anything?"

-- She said she was going shopping and asked me if I wanted anything.

2) Tümcelerden birisi uygun bir zarf-fiil (belirteç-fiil, participle) kullanılarak diğerine bağlanabilir (yani,
karmaşık -- complex -- tümce teşkil edilir). Bu konuyu, "Participles" Bölümünde, "Kısaltılmış Zarf
Tümcelikleri" başlığı altında ayrıntıları ile incelemiştik):

"Don't buy everything you see. You should spend your money wisely."

-- His father warned him against buying everything he saw, adding that he should spend his money
wisely. [and he added that...]

"Please, please, don't drink too much! Remember that you'll have to drive us home."

-- She begged her husband not to drink too much, reminding him that he would have to drive them
home...

"It's too hot to be outdoors. Maybe we should work indoors."

-- He pointed out that it was too hot to be outdoors, suggesting that it might be better if we worked
indoors.

3) İkinci tümcenin, kendisinden önceki tümce için bir açıklama niteliği taşıdığı durumlarda, iki tümce
"as" ile birbirine bağlanabilir:

"You'd better put on a jacket. It's rather chilly outside."

-- She advised me to put on a jacket, as it was rather chilly outside.

GENERAL EXERCISE

Aşağıdaki tümceleri "direct speech", dolaysız anlatıma dönüştürünüz. Konuşan kişi aslında ne demektedir
/ demişti? Konuşma ortamının farklı yorumlanması sonucu aramızda oluşabilecek ufak tefek farklılıkları
(yapısal yanlışlık olmaması koşuluyla) görmezden gelebilirsiniz
273
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

01. I warned/told the boys not to swim out too far.

02. She offered to bring me some coffee.

03. He kept wondering whether he should wait for them or go on his own.

04. He asked her where she lived and if it was very far from where they were.

05. Ali was shouting at me, repeating that we were already late.

06. She greeted me, thinking I was a stranger, and asked if I'd ever been there before.

07. She said that her father had died the year before.

08. He said he had seen her two days before.

09. Güneş said that he would/should like to take some photographs of them.

10. Ali said that it was time they began thinking about their holidays.

11. She mistakenly responded that it was Suleiman the Magnificent who conquered İstanbul in 1553.

12. The doctor told his patient that he wouldn't be that fat if he didn't eat so much.

13. He asks if it would be possible to buy the tickets beforehand.

14. She asked her friend how much she weighed and told her that she probably ate too much.

15. His friend apologized for being late and he explained that he had been held up in a traffic jam.

16. I did tell him not to do it.

17. Their teacher told them she felt obliged to inform them that they were making very little progress.

18. She asked her friend how much the suit her husband was wearing had cost him.

19. Ali told us that he had been on that bus for at least half an hour before he realized that it was the
wrong one.

20. She wanted to know which one of the two I was going to buy.

21. He advised me not to buy that house.

22. His manager warned my friend not to be rude to the customers. Otherwise, they would just walk out
and never come back again to that shop.

23. She begged her husband to be careful, as it was too dangerous to drive so fast on such a slippery
road.

24. She said she was very cross with me, pointing out that she had been waiting for me for the last half
hour.
274
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

25. She urged me to hurry up, warning that the plane would have landed by the time we got to the
airport at that rate.

YANITLAR

01. Don't swim out too far, boys! (You mustn't swim out too far...)

02. Shall I bring you some coffee?

03. Should I wait for them or should I go on my own? (I keep wondering whether I should wait for
them or go on my own...)

04. Where do you live? Is it very far from here?

05. Don't you hear me! I've been telling you we're already late. (I keep telling you we're already late!)

06. Hello, stranger! Have you ever been here before?

07. We planted this tree three years ago.

08. I saw her two days ago.

09. I would / should like to take some photographs of you.

10. It's time we began thinking about our holidays. (Bknz. Dilek Kipi, The Subjunctive Mood
Bölümünde, dolaylı anlatım kuralları)

11. It was Suleiman the Magnificent who conquered İstanbul in 1553... (Konu tarihi gerçekler -- yada
yanılgılar -- olduğunda tense değişikliği uygulanmaz. Geçmiş geçmiştir...)

12. You wouldn't be this fat if you didn't eat so much... (Tense değişikliği yapmıyoruz, çünkü dikkat
ederseniz doktor hanım bir genel gerçekten söz ediyor, geçmişteki bir durumdan değil: Eğer tümceyi
"You will not be this fat if you don't eat so much" şeklinde düşündüyseniz, bu gramer olarak doğru, ama
kullanım olasılığı sıfıra yakın bir tümce olur)

13. Would it be possible... (Giriş fiiliniz present tense, o halde aktarılan sözlerde tense değişikliği
gerekmiyor)

14. How much do you weigh? You probably eat too much...

15. I'm sorry I'm late. (I apologize for being late) I've been held up in a traffic jam...

16. Don't do it! (How many times do I have to tell you not to do it?)

17. I feel obliged to inform you that you are making very little progress...
275
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

18. How much did the suit your husband is wearing cost him?

19. I had been on that bus for at least half an hour before I realized that it was the wrong one...
(Tümcenin aslının da aynı tense'lerde olduğunu durumun mantığından anlıyoruz)

20. Which one of the two are you going to try on?

21. If I were you, I wouldn't buy that house. (= Don't buy that house)

22. Don't be rude to the customers. (You must not be...) Otherwise, they'll just walk out and never come
back again to this shop...

23. Please, please be careful! It's too dangerous to drive so fast on such a slippery road!

24. I'm very cross with you. I've been waiting for you here for the last half hour...

25. Do hurry up, please. The plane will have landed by the time we get to the airport at this rate...

İLERİ DÜZEY UYGULAMALAR

Aşağıda ileri düzey bilgiler sunulmaktadır. Ulaşmak istediğiniz seviyeden yana çok fazla iddialı
değilseniz bu bölümü atlayabilirsiniz.

Yalnız, iş sınavlara gelince durum biraz farklı. Sınavları düzenleyen kişilerin sizlerden bu derece "ileri"
düzeyde ingilizce beklentisi bulunmayabilir, hatta kendileri bu bilgiye sahip olmayabilir... Bu bölümde
öğreneceklerinizi sınavlarda uygulayıp uygulamayacağınız konusunda, sınavı düzenleyenlerin
beklentisini sezgilerinizle ayrıştırmağa çalışınız.

ÖRNEK: II. Tip if-tümcelikler indirect dönüşümde tense değişikliğine uğramaz, aynı kalırlar. Oysa,
çoktan seçmeli bir sınav sorusunun şıklarında gerek Tip II gerekse Tip III birlikte öneriliyor olabilir.
Acaba, ne derece "bilinçli" bir sorudur? Sınavı düzenleyenlerin sizden beklentisi nedir? Bilgisayara hangi
şık "doğru" olarak yüklenmiş olacaktır? Bu soruların yanıtını kestirmek çok güç. Sezgilerinize güvenmek
zorundasınız.

Kısacası, yurtiçinde gireceğiniz dil sınavları, ileri düzey İngilizce'de farklı tellerden çalıyor olabilir.
Örnekleri yaşanmıştır... Ama, yurtdışında yada yurtiçinde anadili İngilizce olan kimseler tarafından
hazırlanmış bir sınava giriyorsanız, aşağıdaki kurallara kesin uymanız yerinde olur.

A Genelde şunu söyleyebiliriz: Kuramsal olarak, "past" tense tümceler "past perfect" tümcelere
dönüştürülür. Ama bu, her iki tümcelikteki eylemlerin birbirine göreli zaman dilimleri bir anlam
karışıklığına yol açmıyorsa çoğu kez uygulanmayan bir kuraldır. Özellikle de konuşma dilinde "es"
geçildiği görülür. Aşağıdaki örneklerden ilkinde tense değiştirimi kaçınılmaz, ikincisinde ise yanıt çift
seçeneklidir:

276
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"I was in love with her." --------› He said that he had been in love with her. (Tümce konuşulduğu zamana
göre geçmiş bir dönemden söz ediyordu. Bu, şimdi bulunduğumuz konuma göre "geçmişin geçmişi",
dolayısıyla da past perfect olur. Bir zamanlar onu sevmiş olduğunu söyledi...

"Ali was here on Monday."

-- She said that Ali was here/there on Monday.

-- She said that Ali had been here/there on Monday.

Neredeyse farkedilmeyecek bir nüansla, her ikisi de geçerli...

B Past continuous tense, tamamlanmış bir eylemden söz edilmediği sürece, aynı kalır. Past perfect
continuous'a dönüştürülmez:

"I was thinking of paying a visit to her, but then I changed my mind." --------› He said he had been
thinking of paying a visit to her, but had then changed his mind.

"When I saw her, she was doing her morning shopping." --------› He said that when he saw her she was
doing her morning shopping. (She had been doing... şeklini tercih ederseniz: Ama sonra alışverişi
bitirdiğini de gördüm, demiş olursunuz. Oysa asıl tümce, yalnızca "alışveriş yaparken gördüm" diyordu...)

C Özellikle yazı dilinde past tense tümceler olağan durumda past perfect'e dönüştürülecektir. Ancak hiç
de ender olmayan istisnalarını da sıralayalım:

a) To be fiilinin past perfect dönüşümü çok enderdir, çünkü genellikle anlam kaymasına yol açacaktır:

"All the paintings we saw there were authentic"

YANLIŞ : He told us all the paintings they had seen there had been authentic... = Eskiden otantiktiler,
sonradan sahteleri ile değiştirildiler... anlamını verecektir.

DOĞRU : He told us that all the paintings they had seen there were authentic... = Çünkü, "bir zamanlar"
değil, "geniş zamanda" otantik...

b) Zaman bildiren zarf-tümcelikler, genelde past simple / past continuous tense'lerini korur, past perfect
dönüşümüne uğramazlar. Ana-tümceliğin durumu ise seçeneklidir:

"When we lived / were living in İstanbul, we often visited the museums."

-- She told me that when they lived /were living in İstanbul, they often visited / had often visited the
museums.

D If'li tümcelerde, anlam kaymasına yol açacağından, Tip II için herhangi bir değiştirme uygulanmaz.
Tip II'nin genel geçerliği olan bir PRESENT anlam ilettiğini unutmayınız. Öte yandan Tip III için -- zaten
sırtı duvara dayanmış, daha geriye gidebileceği bir zaman dilimi bulunmadığından -- herhangi bir
değiştirim haliyle sözkonusu değildir.

"If I weren't desperate, I wouldn't do such a thing. = Çaresiz kalmadıkça böyle birşey yapmam... Ancak
çaresiz kalırsam böyle birşey yaparım...

277
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
YANLIŞ : She said that if she hadn't been desperate, she wouldn't have done such a thing. = Böyle bir
aktarım orjinal tümceyi genelleme çerçevesinden koparıp, daha önceden "gerçekleşmiş" bir olaya
bağlıyor. Yani, "Çaresiz kalmıştım, ve de yaptım" anlamını veriyor. Oysa böyle bir olay sözkonusu
edilmedi.

DOĞRU : She said that if she weren't desperate she wouldn't do such a thing...

NOT: "If I were you..." yapısının da olağan dolaylı anlatım dönüşümünü not ediniz:

"If I were you, I'd wait a little longer." ------›

He told me... He urged me... He advised me to wait a little longer. Yada, ------›

He suggested that I wait a little longer.

E "I wish... I'd rather... It's time..." gibi subjunctive yapılardan sonra da tense değiştirimi uygulanmaz.
Aksi takdirde, tıpkı if'li tümcelerde olduğu gibi anlam kaymasına yol açılacaktır:

"I wish you didn't smoke so much." Keşke bu kadar çok sigara içmesen...

She said that she wished I didn't smoke so much... Burada "hadn't smoked" tercihi, asıl tümcenin de "I
wish you hadn't smoked so much" şeklinde olduğu, yani "Keşke geçmişte içmemiş olsaydın" anlamının
iletildiği anlamına gelecektir...

F Kim Atatürk'ümüzün, Leonardo Da Vinci yada Einstein'in sözlerinde değişikliğe cüret edebilir ki?
"Vecize" ler ve tarih biliminde kullanılan tümceler tense değiştirim kuralları dışında kalır.

-- The teacher reminded us that the Republic was established in 1923... Their guide explained to his group
of tourists that Atatürk was born in Selanik (Salonica), a city which was part of the Ottoman Empire in
those days...

Before the twenties, Einstein had already told us that E equals MC square...

Yine de, koşullar bir hayli değişmişse, yada yüce kişinin görüşlerine pek katılmıyorsak, çiğnenmeyecek
bir kural değil:

- By the time he was twenty, Marx had already told us that someday the working classes would inevitably
come to power...

G Her zaman için en geçerli kuralın şu olduğuınu akıldan çıkarmayalım: Dolaylı anlatımda tense, kişi,
yer ve zaman zarfları açısından herhangi bir değişikliğe gidilmesi yalnızca "mantığın gerektirdiği"
durumlar için geçerlidir. Bu Bölümün başında yeterince ayrıntılarına girmiştik.

H Would / should / could / might / ought to / used to / had better... gibi yardımcı fiillerle kurulan yapılar
çoğunlukla tense değiştirim kapsamı dışında kalır. Aksi takdirde anlam kaymasına yol açılmış olacaktır:

"I would like to go." ------› She said she would like to go. (Çünkü, "She said she would have liked to
go," veya "She said she would like to have gone..." gibi tercihler sözleri genelleme boyutundan çıkarıp,
sanki geçmişte böyle bir olay yada durum sözkonusu olmuşmuş anlamına gelecektir.

"You should do it here and now." ------› He said that I should do it there and then... He advised me to do
it there and then...
278
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"You had better not drink this milk. It has gone sour." ------› She said that I'd better not drink that milk,
adding that it had gone sour... She warned me not to drink that milk, as it had gone sour...

J Şimdi, bütün bu açıklamalardan sonra "must" yardımcı fiili üzerine odaklanarak, kullanım ve dönüşüm
olasılıklarını irdeleyelim:

a) Must = şimdiki zamanda zorunluluk = have to

must ------› had to

"I must leave today." ------› He said that he had to leave that day.

b) Must = gelecek zamanda zorunluluk = will have to

must ------› would have to

"I must leave tomorrow." ------› He said he would have to leave the following day

c) Must = genel kurallar ve yasaklar

must ------› must

"You mustn't cross the road against the red light." ------› The policeman told the children that they
mustn't cross the road against the red light.

d) Must = mantıksal çıkarsama, niyet, öğüt bildirimi

must ------› must

must have been ------› must have been

"He's getting fatter and fatter; he must be eating to much." ------› She said that he was getting fatter and
fatter, and added that he must be eating too much.

"He was feeling quite sick and I felt sure that he must have been eating too much." ------› She said that
he was feeling quite sick and she felt he must have been eating too much.

CHAPTER - 15
PREPOSITIONS
İNGİLİZCE'DE İLGEÇLER

AT, FOR, FROM, IN, OF, ON, TO, WITH gibi yaygın bilinen ilgeçler kapsam dışı bırakılmıştır.
BU BÖLÜMÜN KONULARI

279
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Tanım ve Örnekler / İlgeç Nesnesi Olabilen Gramer Birimleri / İlgeç Öbekleri / Önemli Birkaç Nokta
/ about / above / across / after / against / along, along with, alongside / amid, amidst / between ve
among, amongst / around / below / beneath / beside, besides / beyond / but / except / next to /
over / past / through / throughout / toward, towards / underneath / within / Genel Test

TANIM VE ÖRNEKLER
İlgeçler, adlar veya adlarla eşdeğer gramer birimlerine (bunları aşağıda listeliyorum) ilişkin olarak,

1. bakış ve yaklaşım açımızı, veya dikkatimizi o nesne veya kavramın hangi yönü veya yüzü üstüne
odakladığımızı;

into a supermarket

near the top of the mountain

about their present opinion

2. veya, bu nesne veya kavramın, tümcedeki diğer öğelere göre konumunu ve ilişkisini belirten işlev
sözcükleridir.

I bought this from a supermarket.

The house is near the top of the mountain.

We know nothing about their present opinion.

İlgeçler işlev sözcükleridir, ama kendi anlam veya anlamları da vardır. Hangisinin kullanılması
gerektiğini [kimi zaman kendi dilimizin tercihleri açısından bize mantıksız gelse de] bu anlam katkısı
belirler.

İlgeçler her dilde "kapalı" bir sözcük sınıfı oluşturur: Kısıtlı ve az sayıda birimden oluşan bu dizgeye
kolay kolay yeni birimler eklenmez, kolay kolay da kullanımdan düşmezler.

İLGEÇ NESNESİ OLABİLEN GRAMER BİRİMLERİ

1. Adlar (nouns):

She put the book on the table.

The cat jumped onto the table.

I was happy to be among friends again.

2. Adıllar (zamir, pronouns):

280
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
She gave the book to me. You didn't think she gave it to you, did you?

Between you and me, I don't think it's a good idea.

She placed some heavy books on it.

You'd better feed those to yours; I'll feed these to mine.

DİKKAT: Bu durumda, adılın nesne halinde (accusative case, Türkçe'deki -i hali) olmasına dikkat ediniz.
Yani, "me, you, him...them" = beni, seni, onları dizisini kullanacaksınız. Türkçe'deki "Kitabı bana verdi"
şeklindeki "dative case = -e hali kullanımı sizi yanıltmasın... Son örnekte kullandıklarım ise, "mine,
yours...theirs = benimki, benimkiler, seninki, seninkiler" şeklindeki iyelik adılları = possessive
pronouns'dur.)

3. Ad-fiiller (gerunds):

They were talking about starting a new business.

I apologize for not having done it earlier.

How did you react to their closing the place early?

I'll certainly see to its being done on time. (Kesinlikle zamanında yapılmasını sağlayacağım, gerekeni
yapacağım.)

On hearing that no spirits were served there, we decided to go elsewhere. (Orada içki sevisi yapılmadığını
öğrenince / öğrenmemiz üzerine... spirits = alkollü içkiler)

4. Ad-öbekleri (noun phrases):

The helicopter hovered over our heads.

We aren't afraid of any wild animals.

They will not come back here until after the Ramadan.

5. Ad-tümcelikler (noun clauses):

You mustn't judge people by what they wear.

You mustn't expect them to come back here until after the Ramadan is ended.

281
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

İLGEÇ ÖBEKLERİ

Bir ilgecin nesnesi ile birlikte kurduğu gramer birimine "ilgeç öbeği" (prepositional phrase) adını verecek
olursak, bunların şu işlevlerle kullanılabileceğini görürüz:

1. Ad olarak:

I am referring to before the Korean War. (Burada "to" ilgeci nesne olarak "before the Korean War" ilgeç
öbeğini almıştır. Bu öbek ise ad işlevlidir = "Kore Savaşı öncesi dönem")

2. Sıfat olarak:

The box on the table is made of ivory. (Burada "on the table" ilgeç öbeği, aynı zamanda "kutu" sözcüğünü
niteliyen sıfat işlevli bir öbektir. "... which is on the table" sıfat tümceliğinden dönüşüm olarak
düşünebilirsiniz.)

3. Belirteç (zarf) olarak:

I put the box on the table. (Burada "on the table" ilgeç öbeği, bir yer belirteci olarak görev yapmaktadır.)

* * * * *

DİKKAT... DİKKAT... Bu yapılara hakim olmanızın İngilizce'nize bir İngilizce daha katacağını
belirtmek isterim. Şimdi bu iddiamı bir egzersizle desteklemek istiyorum:

MINI EXERCISE

Verilen ikili tümceleri tek tümcede bütünleştiriniz. İkinci tümcede verilen bilgiyi, ilk tümcedeki belli bir
sözcüğü (ad) niteleyecek bir sıfat öbeğine dönüştürmeniz öngörülmektedir. Örneği izleyiniz:

There is an English girl in our class. She has red hair.

There is an English girl with red hair in our class.

01 The building is a police station. It is on the corner.

02 Some participants are fast asleep. They are at the back of the hall.

03 Professor Çokbilen is an old white-haired man. He has a beard.

04 Professor Çokokumuş is a young man. He is in his thirties.

05 Ali is going out with a girl. She is in his geography class.

06 Güneş reads many books. They are on computers.

282
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
07 The lighting is not very good. It is in the corridors of this building.

08 The sentence patterns are in this exercise. They are very easy.

09 That man is a disc-jockey. He is on the left.

10 I am in love with that girl. She is wearing a tight blue jean dress.

YANITLAR

01 The building on the corner is a police station. (= köşedeki yapı)... 02 Some participants at the back
of the hall are fast asleep. (Salonun arkasındaki bazı katılımcılar derin uykuda)... 03 Professor Çokbilen
is an old white-haired man with a beard... 04 Professor Çokokumuş is a young man in his thirties... 05
Ali is going out with a girl in his geography class... 06 Güneş reads many books on computers... 07 The
lighting in the corridors of this building is not very good... 08 The sentence patterns in this exercise are
very easy... 09 That man on the left is a disc-jockey... 10 I am in love with that girl in the tight blue
jean dress...

ÖNEMLİ BİRKAÇ NOKTA

Hernekadar sizleri fazla gramer ayrıntısı ile sıkmak istemiyorsam da, birkaç önemli noktaya değinmek
zorundayız.

İlgeçler ilişkilendirdikleri öğelerden önce gelir, bunların başına geçer, dedik... Dedik ama, önemli
istisnaları da var:

1. İlgeç + whom/whose/what/which ile kurulan sorularda:

To whom did you give the book?

On whose foot did the fat lady step?

With what shall I open it?

In which drawer does she keep it?

gibi ızdırap çeken (ve çektiren) tümceler yerine aşağıdaki örnekleri tercih etmelisiniz:

Who did you give the book to?

Whose foot did the fat lady step on?

What shall I open it with?

Which drawer does she keep it in?


283
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Bu arada, birileri size "Tümcenin preposition ile bitirilemeyeceğini" filan söylerse, aşağıdaki fıkrayı
anlatın, ve bir daha da kendisiyle görüşmeyin...

TEACHER: A preposition is an inappropriate word to end a sentence with.

PUPIL: I'm sorry, sir, but you've just ended a sentence with "with".

TEACHER: Ah, but what did I end the sentence with "with" for? Do you know?

PUPIL: No, sir; and I also don't know what you ended that last sentence with "with with for" for!!

2. Benzer şekilde, sıfat tümceliklerde rastladığımız ilgeç + whom / which birlikteliğindeki ilgeç,
tümceliğin sonuna taşınırsa çok daha doğal ve "yakışıklı" bir İngilizce tümce elde edilir. Bu arada
"whom" yada "which" sözcüğü de çoğunlukla kaldırılır:

The man to whom I was talking is a professor of mine.

The firm from which I bought my car has gone bankrupt.

gibi yine ızdırap çeken (ve çektiren) sıfat tümceliklerini aşağıdaki güzelim ve çok daha doğal İngilizce
anlatımlara dönüştürmeyi unutmayınız:

The man I was talking to is a professor of mine.

The firm I bought my car from has gone bankrupt.

DİKKAT... DİKKAT...

Belirteç niteliği taşıyan ilgeç öbeklerinin çok çeşitli işlevlere hizmet edebildiğini görürüz:

You must come before 10 o'clock...

They will arrive here on Saturday... (zaman - time)

284
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
They live in Trabzon...

We will stay at a hotel... (yer - place)

I worded the letter with great care... (tarz - manner)

She is by far older than her husband is... (derece - degree or extent)

Can't you do your work without making so much noise? (süreç veya etki - process or effect -- burada
"olmaksızın" anlamıyla)

I couldn't do it without your help... (koşul - condition: "if you didn't help me" veya "if you hadn't helped
me)

They got married in spite of her father's disapproval... (karşın - [negative] concession) (DİKKAT: "in
spite of the fact that... despite the fact that" yapıları ise tümcelik (clause) gerektirir: They got married in
spite of the fact that her father was opposed to it.)

She hired a removals company for cleaning out all that junk... (amaç - purpose = so that the firm would
do the job for her)

That book was written by a friend of mine... (tarafından - agency)

He sharpened his pen with a knife...

She went home by bus... (aracılığıyla, vasıtasıyla - instrumentality)

The only way to succeed in life is through hard work...

He got rich by dishonest means... (yoluyla, vasıtasıyla - by means of)

I don't agree with you on that point...

She is living with him now... (birliktelik - association)

My wife was very cross at my coming home so late...

He died of a sudden heart attack... (neden - cause)

Gördüğünüz gibi, ilgeçlerin kullanılma alanı çok geniş... Uçsuz bucaksız, diyebiliriz. Ama, herzaman
olduğu gibi, burada da verdiğim ayrıntıları asla liste halinde filan ezberlemek zorunda değilsiniz. Ölçüt şu
olmalı:
285
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Acaba bu tür tümceleri görünce, işitince anlamını sökebiliyor muyum? Giderek, ben kendim de bunları
yerli yerinde kullanabiliyor muyum?

Nitekim şimdi, İngilizce'deki kimi ilgeçleri tek tek anlam ve kullanım yerlerine göre incelemeğe
geçeceğiz. Önerim, hoşunuza giden örnek tümceleri defterinize aktararak, zaman zaman tekrarlamanız ve
kendi gereksinimlerinize uygun örnekler geliştirerek cephaneliğinizi zenginleştirmenizdir.

ABOUT
1. = çevresinde, her tarafında, her bir tarafında...

They put a fence about the house.

Look about you. What do you see? Çevrene bak. Ne görüyorsun?

Xena said, "Can't you look about you before you start waving that sword of yours?" Çevrene, etrafına bir
baksana, şu kılıcını sallamağa başlamadan önce, diye çıkıştı Zena...

2. = oraya buraya, şuraya buraya...

We had a walk about the town.

You must look about you before you cross the road.

A lot of youngsters hang about the town center nowadays. (= "takılmak")

"Where have you been all this time?" "Oh, just hanging about town." (Nerelerdeydin bunca zamandır?...
Eh, şurada burada takılıyordum işte...)

3. = yaklaşık olarak...

"What time is it?" "It's about eight."

They will come back here about Thursday.

We'll get there at about eight. (ilgeç öbeği)

4. = kişiye yakın, yanında, üzerinde veya ilişkin...


286
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Well, your friend has a funny look about him sometimes -- like he knows something that we don't.
(Walla, arkadaşının bazen garip bir havası var -- sanki bizim bilmediğimiz birşeyler biliyormuş gibi...)

Sometimes you meet with someone with something about him, something you can neither define nor
understand, which "says things" to you... (Bazen birisi ile tanışırsınız: Üstünde tam tanımlayamadığınız,
ama size birşeyler söylüyormuş gibi gelen bir havası vardır...)

There's something about him that I find rather fishy. (Bana pek güven vermeyen, işin içinde bir iş
olduğunu düşündüren bir havası var)

I have no matches about me. (= üstümde, yanımda kibrit yok... günümüz dilinde fazla kullanılmayan bir
işlev)

5. = hakkında, ilişkin olarak... (Bu, tabii, dili yeni öğrenenlerin de çok iyi bildiği bir anlam)

As usual, we were talking about the weather.

What else have you heard about me?

For more information about the seminars, please contact the Faculty Secretary.

6. = "to be + (about + mastar)": çok kısa bir süre sonra gerçekleşecek olmak... (Bu çok önemli kalıbın
bir kez daha hatırlatmak istedim)

I'm sorry, I can't talk to you now. I'm about to leave. (= Çıkmak üzereyim)

She was just about to disclose the news when someone grabbed her microphone and...etc. (Tam
açıklamak üzereydi ki, birisi elinden mikrofonu kapıp...vb. vb.)

ABOVE
1. = yukarısında, yukarısına; üstünde, üstüne... (fiziki seviye olarak... Tersi: below, beneath, underneath)

The enemy helicopter was still hovering directly above us.

287
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
We were flying above the clouds.

Above the marble chimney-piece hung a Leonardo painting. (Mermer şöminenin üstünde Leonardo'nun
bir tablosu asılıydı.)

I bought a postcard showing the city from above the bridge. (ilgeç öbeği)

Despite hardships, the firm managed to keep its head above water. (Idiom: "batmamak, yüzer halde
kalmak" -- burada mecazi)

2. = rütbe, derece, nitelik, ebat, vb. olarak üstün, üstünde...

She is far above me in her command of English.

The book is above average not only in size, but also in price.

Above normal precipitation is expected for the next three days. (ilgeçle kurulan bir ad öbeği özne
niteliğinde)

He is above me in rank. = Rütbece benden üstündür. Ancak, "Benim üstümdür, ben onun emri altında
çalışıyorum" kavramı için, "He is over me" tümcesi daha uydundur.

3. = sayıca fazla...

I should say there were easily above a hundred people there. (Rahat rahat yüzün üstünde insan vardı)

4. = ötesinde, aşmış, üstünde, böyle bir şeye "tevessül" etmez, kendini bu şekilde "küçültmez"...

He is quite above reproach. (Hiçbir şekilde suçlanamaz. bu olayda her türlü eleştirinin üstündedir)

He is far above such mean considerations. (mean = [burada] cömert ve yüksek gönüllü olmayan, küçük
hesapçı)

The ordinary soldiers were above all blame here; it was the generals' misguided planning that caused our
unexpected defeat. (Bu yenilgide sıradan askerler her türlü vebalin üstündedir...)

5. = bir şeye rağmen ayrıca ve belirgin, veya bastıran şekilde...

288
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
A frightened scream was distinctly heard above the pitiless roar of the crowd... (= kalabalığın acımasız
gürültüsüne rağmen, gürültünün ötesinde, gürültüyü bastıran)

ACROSS
NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

# We will build a bridge here across the river. (= karşıdan karşıya)

# We swam across the river. (Yüzerek karşıya geçtik.)

# She lives across the street from me. (Sokağın öte yakasında evimin karşısında oturuyor.)

# A pipeline from Baku in Azerbaijan across Turkey to the Mediterranean Sea. ("bir başından bir
başına")

# Many cities across Turkey have archaelogical museums housing what has been dug up in their regions.
(= Türkiye'nin heryerinde... housing = barındıran)

# We went all across the country by car without seeing a single accident. (= baştanbaşa, bir ucundan bir
ucuna)

# I've never come across one in my life. (Deyim: karşılaşmak, rastlamak... Hayatımda bunlardan birisine
hiç rastlamadım.)

# I came across one of your old photo albums as I was cleaning the attic. (Rastladım, buldum.)

# The introduction of a common currency has eliminated the problems of exchanging money for trading
across the borders. (= sınırlar ötesi)

# He went across the border. (Sınırı geçti... içinden yada üstünden vs. öte tarafına, karşı tarafa)

# He sawed across the grain of the wood. (Ağacı, damarlarına çapraz şekilde biçti)

# He walked across the crowd to the other side of the street. (Kalabalığın içinden ve kalabalığı yararak
karşı tarafa yürüdü)

AFTER
1. = (zaman boyutunda) daha sonra, ardından...

# I wouldn't go out, if I were you, after dark.


289
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

# Most shops start closing after eight.

# Many families seem to be planning to emigrate after the present crisis ends.

# After what you've just said, I shall be more careful. (Buradaki "as a result of" anlamına dikkat ediniz.)

# After all we did for them, they should do this to us! (Buradaki "despite = rağmen, karşın" anlamına
dikkat ediniz)

2. = (mekan boyutunda) ardında, ardından...

# Please close the door after you.

# The soldiers were lined up, one after another.

# Be careful. They're after you. (Yakalamak için peşindeler, izliyorlar)

3. = "because of", "as a result of", "in consequence of" veya "in spite of" kavramları ile eşanlamlı...

He will not come back ever again after what you said to him. (Buradaki "because of" anlamına dikkat
ediniz.)

After what you've just said, I shall be more careful. (Buradaki "as a result of" anlamına dikkat ediniz.)

After all we did for them, they should do this to us! (Buradaki "despite = rağmen, karşın" anlamına dikkat
ediniz)

4. = fiilin nesnesi ile ilişkisini kuran (ve idiomatik anlamlar da oluşturabilen) bir işlev sözcüğü olarak...

Aysel asked after her friend and was told she had left the town. (= nasıl olduğunu sormak, bilgi almağa
çalışmak)

They were asking after you. (= aramak, hakkında bilgi toplamak)

Why must you keep running after trouble. (Ne diye hep bela peşinde koşup duruyorsun?!)

Will you look after the child while I'm out? (idiom)

The Koran says: "You shall not go after false deities." (deities = gods.... Sahte ilahlara kapılmayacaksın!)

5. = "ile uyum içinde" veya "birşeyi örnek alarak, ona uydurarak" kavramları ile...

290
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
He acted after his nature. (Tabiatı böyle. Zaten başka bir davranış beklenemezdi ki...)

The child was named after his grandfather. (Büyükbabasının adı verildi)

The boy takes after his father. (Babasına çekmiş)

6. = Hemen bütün ilgeçler gibi, "after" ile de kurulmuş çok sayıda "idiom" bulunmaktadır. Bunları
uygun sözlüklere danışarak, veya rastladıkça toplayarak, hoşunuza gidenleri ve kendi konunuzda işinize
yarayabilecek olanlarını bir tarafa not ediniz. Örnek:

after a manner = bir biçimde, belli ölçüde, tam değil ama "kalıbına uydurarak"... gibi anlamlarla

# "How did you like the performance?" "Oh, well, after a manner..."

# "How did you manage to feed so many guests? "Oh, well, after a manner..."

# The book comforts you after a manner, but can't answer all your questions.

# I have always believed we could improve things without outside help, and in a manner this has proven
true. (= "bir bakıma")

7. = "afterwards" bir belirteçtir (zarf): kendisinden sonra nesne almaz:

1 They had their breakfast and after the breakfast played in the garden.

2 They had their breakfast and afterwards (= and then) played in the garden... veya

3 They had their breakfast and played in the garden afterwards.

AGAINST
1. = karşı (ve karşı çıkarak)...

# I am against the proposed project.

# Why are you so much against him?

# She acted against her family's wishes.

# This is a race against time.

291
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
# It's against the law.

2. = karşı (hatta o yönden, ama birlikte bir kontrast oluşturarak) (bazen "over against" şeklinde
kullanılır...

The trees looked lovely against the summer sky.

I saw some horsemen approaching over against the setting sun. (= batmakta olan güneşe karşı... Dikkat
ederseniz Türkçe'de de bu "o yönde, batmakta olan güneşin olduğu yönden" anlamı verecektir)

3. = çarparak veya dokunum halinde...

Raindrops beat against my windowpanes with great force. (Yağmur damlaları camlarıma hızla
çarpıyordu)

He leaned against the door. (Kapıya yaslandı / yaslanmış duruyordu)

4. = beklenti ve hazırlanma...

I've saved a little money against a rainy day. (Kötü günlere karşı biraz para biriktirmiş bulunuyorum)

This will protect your investment against all eventualities. (= her türlü olasılığa karşı)

ALONG -- ALONG WITH -- ALONGSIDE

NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

# We went along the shore. (Kıyı boyunca)

# This paper reviews the studies on the fault lines along the Marmara coast. (Marmara kıyısı boyunca
fay hatlarını...)

# There are no bridges all along the river. (Bütün nehir boyunca)

# I met a lot of interesting people along the way. (Yol boyunca, yolumun üstünde...)

# All along the journey, they never came across any human settlements. (Bütün yolculuk boyunca...)

# They discussed the matter all along the night and finally settled the dispute.

# Come along with me. (Benimle birlikte gel, yanımsıra gel.)


292
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

# Come and sing along with me. (Benimle birlikte, yanımsıra...)

# I can't get along with him. (Deyim: Kendisiyle geçinemiyoruz.)

# This year, I'm going to spend the New Year's Eve alongside my family... (= ailemin yanında, onlarla
birlikte)

# In this war, women have been fighting alongside their men. (= yanında, yanısıra...)

# The path runs alongside the river for a while and then takes a left turn. (= yanısıra)

# The souvenier shops alongside the way are still closed and this helps to make the walk a lot quieter.
(yolun her iki yanı boyunca sıralanmış...)

# Would you believe it? She is going to star alongside Hülya Avşar herself!!

# Alongside the awards he received, there have been many articles about him in several magazines.
(yanısıra ve ilaveten)

# Alongside the benefits, there are also certain risks. (yanısıra ve olumsuz ilaveten)

AMID, AMIDST

1. = in the middle of, into the middle of... surrounded by... Yani, içinde, ortasında veya kuşatılmış
olarak:

I can see that you are looking for some order amid chaos. (= kaos içinde düzen... Her taraf kaos, sen
düzen arıyorsun...)

"Searching For Life Amid Rubble" = Yıkıntıların arasında yaşam ararken. (11 Eylül saldırısı sonrası bir
gazete başlığı)

They got married on a sunny afternoon amid friends and magnolias. (dostlar ve manolyalar arasında;
dostlar ve manolyalar tarafından kuşatılmış olarak)

Bats can detect their own individual echoes amidst the noise of hundreds of other bats. (bat = yarasa)

293
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
The Earth is the only home we can hope to have amidst all the unfriendly stars and interstellar gas out
there...

NOT: "Amid, amidst" veya "among" arasında nasıl bir nüans bulunduğu sorusuna gelince,
hissedebildiğim önemli fark şu: "among" sözcüğünde birbirinden ayrı ve/veya farklı birimler arasında
kavramı önplana çıkıyor: Dolayısıyla amidst the storm, amidst the gloom, amidst the noise/rumours... He
was sinking amidst the waves... He kept on trying amidst all these difficulties... gibi örneklerde "among"
sözcüğünü kullanamazsınız.

Kuracağınız tümcelerde "amid, amidst" ile "among" arasında değiştirmeler yaparak, nasıl bir nüans
doğduğunu çözmeğe çalışmanızı öneririm.

2. = during and with the accompaniment of... Yani, başka bir şeyle eşzamanlı ve onun eşliğinde...

The meeting was postponed amid protests from among the delegates. (protestolar arasında...)

The minister resigned his post amid rumours of corruption. (Bakan, yolsuzluk iddiaları arasında
görevinden istifa etti.)

Lira tumbles again amidst rumours of an impending devaluation... (tumble = başaşağı yuvarlanmak...
impending = çok yakında, vuku bulmak üzere...)

Such details went unnoticed amidst all the splendour of the Antalya Festival this year. (Festivalin bütün
bu şahane ortamında böyle ayrıntılar farkedilmedi bile...)

BETWEEN ve AMONG / AMONGST

DİKKAT... DİKKAT... "İki şeyin arasında" anlamına "between"; "ikiden fazla şeyin arasında" anlamına
among kullanılır" şeklindeki kolaycılığa ihtiyatla yaklaşmanızı öneririm.

Şöyle ki: aslında bu "iki şey", herbiri "birçok şeylerden" oluşan birer grup olabilir... Yada "birden çok
şey", gruplaşmış iki birim konumunda olabilir. Tipik bir örnek: Turkey lies between Greece and Bulgaria,
on the one hand, and Syria, Iraq, Iran, etc., on the other hand.

Ayrıca bu "arasındalık" ilişkisi zaman, mekan, sıra, vb. gibi açılardan anlatılıyor olabilir:
294
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

# He sat between his friends... (İlla ki "iki" arkadaş kastedilmek zorunda değil)

# She was supposed to come between seven and eight...

# Majors rank between captains and colonels... (Binbaşı rütbesi, yüzbaşı ve albay arasındadır)

İşte başka örnekler:

In our day, economic cooperation between nations is needed more than ever... Ülkeler arasında işbirliği...

[Nitekim, Google'da 13.1.2003 tarihinde yaptığım bir araştırmada, "economic cooperation between
nations" anahtar sözcüğü 114 sonuç verirken, "economic cooperation among nations" araştırması 102'de
kaldı...]

Thus, the country was effectively partitioned between the Ottoman Empire, Austria and Russia. (= Bu üç
ülke arasında paylaşıldı...)

He kept on talking, pausing between every sentence to see its individual effect. (Gördüğünüz gibi, aynı
şeyin "tekrarları arasında" kavramı için de kullanılabiliyor...)

Sonuç? Evet, iki şey arasına kavramı için "among" kullanmayız, ama ikiden fazla şeyin arasında kavramı
için her gördüğünüz yerde "among" kullanacak olursak, İngilizce'nin tercihlerini zorlamış oluruz. İşte
"among" ile doğru örnekler:

# Do you think there are aliens hiding their identities and living among us? (= aramızda...)

# The Latin phrase "primus inter pares" means "first among equals"...

# Tocacco use among women and teenagers is on the increase.

# They quarrelled among themselves.

# There is widespread discontent among the peasants.

# She has deliberately chosen to lead a life among people of lower social status. (Bile bile alt tabakadan
insanlar arasında -- ile birlikte -- yaşamayı seçti.)

NOT: Variant form olarak "amongst" kullanımı da not ediniz ve kullanmaktan korkmayınız...

AROUND

295
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"Around" sözcüğünün bir belirteç (=zarf, adverb) olarak kullanımında belki bir düzine değişik nüans
sayabilirim. Ama kendimizi burada, ilgeç niteliği ile, yani "nesne" olarak ad aldığı durumlarla
sınırlıyoruz:

1. = çevresinde, her bir yanında, yönünde... (They gathered around a large table. = Büyük bir masanın
etrafında toplandılar.)

2. = bir noktayı çevresinden dolaşarak, dolanarak... (You'll see it when you go around the corner.)

3. = yaklaşık olarak, dolaylarında... (Terrible events occured around the turn of the century. = Yüzyılın
sonu dolaylarında çok kötü olaylar cereyan etti.)

4. = içten dışa her yönde... (Look all around you. Tell me what you see...)

5. = orada burada, heryerde... oraya buraya, heryere... (They travelled all around the island... This year,
we've been having good harvests all around the country...)

6. = zaman boyunca... [available all the year around = bütün yıl boyunca kesintisiz... "Rock, rock, rock
around the clock" (şarkı sözleri) = "Yirmidört saat boyunca durmaksızın rock dansı yap!!" (mecazi
kullanılabilir)]

7. = bir merkez veya çekirdek oluşturacak şekilde... (This was a society organized around kinship ties. =
Bu, akrabalık bağları çevresinde oluşmuş -- örgütlenmiş -- bir toplumdu.)

BELOW

Bu sözcüğün ilgeç niteliği dışında, belirteç (zarf), ad ve sıfat olarak da kullanıldığı yerler de vardır.
Burada dikkatimizi ilgeç boyutu üstüne topluyoruz:

1. = altında (fiziki veya diğer anlamlarda)...

Both families lived in an apartment block. The Üstgiller lived above the Altgiller; the Altgiller lived
below the Üstgiller...

Dolphins sleep at night just below the surface of the water. (yunuslar, su yüzeyinin hemen altında)

It was particularly painful just below his knee joint.

Unemployment in this town is far below the national average.

296
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ÖNEMLİ NOT: Bu anlamı ile "under" sözcüğü ile eşanlamlı olduğu söylenebilirse de (hatta, birbirinin
yerine kullanılabilecekleri durumlar da olabilir), alttaki nesne ile fiziki temas, dokunum olması
durumunda yalnızca "under" kullanılabilir:

She put some apple peel under her pillow... (Biliyorsunuz, güzel rüyalar görmek için...)

His legs gave way under the weight of the heavy stone. (Bacakları bu ağır yükü artık taşıyamayacak hale
geldi)

2. = rütbe, vb. gibi konularda: daha alt seviyede...

Officers below the rank of captain are not admitted to the courses. (Albay rütbesi altında olanlar
katılamazlar.)

DİKKAT: Gerek "below" gerekse "under", "rütbece küçük" anlamında kullanılabilirse de, "bana bağlı,
benim emrimde, astımdır" anlamı için yalnızca, "He is (directly) under me," diyebilirsiniz.

3. = İlginç ve özel kullanım alanlarını da, rastladıkça not ediniz:

Along the river below the dam, there are some wonderful picnic areas... (= nehir boyunca, barajın
aşağısında...)

Does the moon turn upside down below the equator? (= Güney Yarıkürede...)

BENEATH

Yine "altında, aşağısında" anlamları taşıyan bu ilgeç için de "under" yerine kullanılabileceği bazı
durumlar varsa da, soyut ve mecazi anlamları önplana almanızı öneririm. İşte örnekler:

# Life beneath the sea... (= denizler altındaki yaşam)

# Beneath İstanbul sidewalks... (= Kaldırımların ardında, yani yeraltında da bir İstanbul var!!)

# What lies beneath the recent news? (= Altında, gerisinde neler yatıyor? Gerçeği ne? Neleri bizden
gizliyorlar?)

# Taliban women's realities beneath the veil... (= peçenin altındaki, gerisindeki...

# Some skeletons from the Neolithic times were found beneath the house.

297
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Şu ilginç kullanımları da not ediniz:

I consider it beneath me to continue this argument. (Bu tartışmayı sürdürmeye tenezzül etmeyeceğim;
seviyemin altında addediyorum; bu kadar alçalmayacağım...)

It is beneath me. It is beneath me to talk to them... It is beneath me to tell a lie just to save my skin...
(Yukardaki ile aynı anlam... just to save my skin = sırf postumu kurtarmak için...)

She married beneath her. (= kendi sosyal sınıfının altında biri ile evlendi.)

BESIDE, BESIDES

DİKKAT: Bu iki ilgeç birbirinden tamamen farklı anlam taşırlar:

beside: yanında (by the side of)...

# He was walking beside me.

# There was another man beside him.

besides: ayrıca, ek olarak, ilaveten (in addition to)

# I do all the cooking and washing up and besides these I also do the ironing.

# Besides cooking and washing up, I also do all the ironing.

İşte bazı örnekler:

# Babies need their mothers beside them.

298
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
# The lamp will look great beside the sofa. (= Lamba, divanın yanında çok güzel duracak.)

# She was sitting beside her husband at the ceremony. (Kocasının yanında oturuyordu...)

# She was buried beside her husband at Selvili Cemetery... (Kocasının yanına gömüldü...)

# Besides her husband, she is survived by four children... (İşte size çok ilginç bir tümce. Anlamı: Geride
kocasını ve dört çocuğunu bırakarak bu dünyadan göçtü...)

# Besides her musical activities, she is also an accomplished painter. (= dışında ve ek olarak...)

# What else is one supposed to do at work besides work? (İş yerinde çalışmaktan başka ne yapmamız
beklenebilir ki?...)

BEYOND

1. = ötesinde...

There is a belt of asteroids beyond Mars, the Red Planet.

There are no petrol stations beyond this point. (Bu noktadan sonra benzinci yok...)

The driveway leads to a large parking area in front of the building and extends beyond the building to
another and smaller parking area. (ötesinde ve arkasında...)

2. = ulaşılamayacak mesafede, aşılamayacak ölçüde, elde edilemeyecek nitelikte...

These houses are sold for one trillion liras each, which is far beyond the ordinary man's reach. Such prices
are far beyond what most people can afford to pay.

It's beyond my comprehension... It's beyond me.... (= Anlamam mümkün değil!)

It's beyond me. I don't understand why. It doesn't make any sense to me.

It's beyond me why they don't get married. They're in love aren't they?..

3. = ek olarak, ilaveten, onun da ötesinde ..

What else, beyond hooks and baits, would be needed for a successful fishing trip?. (İğneler ve yemler
dışında -- bunlardan başka -- başarılı bir balık seferi için nelere gereksinim duyabiliriz?)

Anxiety disorder is a problem far beyond simple shyness... (Angziete, basit sıkılganlığın çok ötesinde bir
sorundur.

299
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
A good playwright, beyond organizing an engaging plot for the play, must also create credible characters.
(İyi bir oyun yazarı, oyun için ilginç bir kurgu düzenlemek dışında, inandırıcı karakterler de yaratmak
zorundadır.)

BUT

No one but you can take my heart... Senin dışında kimse kalbimi alamaz... (şarkı sözleri)

Dışında, istisnasıyla...

# We found nothing there but a few empty bottles.

# There is no one here but me...

# This letter is nothing but an insult. Bu mektup, bir hakarettenden başka birşey değil...

EXCEPT, EXCEPTING

I can resist anything except temptation... Baştan çıkarılmak dışında herşeye direnebilirim... Oscar Wilde
("temptation" sözcüğünü, "Şeytan dürtmesi" kadar "içten gelen bir dürtü" şeklinde de
yorumlayabilirsiniz.)

Dışında, istisnasıyla...

# We will accept all your conditions except that one..

# Everyone, except the visitors, had a good time...

# The shop is open daily, except Sundays.

NEXT TO

300
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
1. = yanıbaşında, hemen bitişiğinde, bir sonrası, bitişik komşusu...

She was sitting next to a gorgeous red-headed woman.

Cleanliness is next to Godliness... Temizlik imandan gelir...

2. = "karşılaştırıldığında" -- ki, çoğu zaman "ona çok yakın", bazen de "kontrast" anlamı verir...

She received more attention than all the other models, for she was wearing next to nothing. (wearing next
to nothing = hemen hemen hiçbirşey giymemişti, hemen hemen çıplaktı)

This is the best thing next to a cell phone. (Cep telefonu kadar iyi olmasa bile, onun hemen ardından
gelir...)

Her handbag made a deep contrast next to the rich dark blue of her dress. ("kontrast" vurgulanıyor.)

OVER

1. = Üzerinde, yukarısında -- fiziki seviye itibariyle veya hareket halinde iken:

Our plane flew over the Himalayas.

There was a picture hanging over the fireplace.

2. = Mecazi olarak, rütbe veya seviye olarak üstünde, yukarısında:

He never failed to respect those over him. (= Üstlerine saygıda asla kusur etmezdi...)

Galatasaray has a big lead over the others. (= Çok önde gidiyor...)

3. = ...'dan çok; ...'dan fazla:

It cost me over a billion liras.

4. = boyunca, süresince:

# Did you have a good time over the weekend?

# Stay with us over the weekend.

301
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
# I haven't seen her over the past twenty-five years.

5. = boydan boya, hertarafını kapsayacak şekilde:

She showed me over the house and the garden behind. (Evi ve arkasındaki bahçeyi gezdirdi.)

I went over my notes before embarking on the paper. (Makaleye girişmeden önce notlarımı gözden
geçirdim.)

6. = belli bir iletişim ortamını kullanarak, yoluyla, vasıtasıyla:

I heard the news over the radio. (Haberi radyodan işittim.)

DİĞER NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

Çok geniş kullanım alanı olan bu ilgece ilişkin daha ayrıntı bir sınıflama yapmak neredeyse olanaksız...
Örnekler ve çevirileri ile yetinmek zorunda kalıyorum:

# Somebody hit him over the head.

# They put a blanket over the injured man.

# There is sure to be some trouble over the financial aspects of the project.

# He met his advisers over a luncheon.

# She fell over the edge. (= kenardan aşağı uçtu...)

PAST

1. = ötesinde, geçince...

# It's half past two. (= Saat iki buçuk.)

# We drove past a large building.

# She was well past her prime. (= Bayağı geçkin bir hanımdı.)

DİKKAT: "during the past two days" gibi bir ifade kullandığınızda ise, "sıfat" niteliğindedir.

2. = Aşkın, aşmış = ötesinde (çoğu zaman kinayeli kullanılır)...

This was past all belief... (= inanılmaz bir durumdu)

302
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
I was long past worrying. (Artık endişe bile etmiyordum -- diyoruz gibi görünürse de, burada aslında
"endişeden de öte bir duygu içindeydim" kinayesi vardır.)

THROUGH

NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

# A road through the forest, through a desert... (= arasından, içinden)

# The burglars left through the window. (= arasından, içinden)

# Unlike others, he became rich through hard work. (= yoluyla, vasıtasıyla)

# He drove right through a red light... right through the barriers.

# They did it through ignorance. (= cehalet yüzünden; eğriyi doğruyu bilmedikleri için... "--- den
dolayı")

# We are related through marriage. (= yoluyla, vasıtasıyla)

# He drove a nail through the board. (çivi çakmak)

# The knife flew through the air. (Bıçak havada uçtu.)

# The houses were scattered through the valley. (= hertarafına, hertarafında)

# He has been an upright man all through his life. (= Bütün hayatı boyunca... all through = throughout)

# The shop is open Monday through Saturday. (= Pazartesiden Cumartesiye, Cumartesi dahil...)

THROUGHOUT

boydan boya, baştan başa...

throughout the country... throughout her life... throughout the lecture... throughout the book...

303
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

TOWARD, TOWARDS

Herhangi bir tümcede, birini yada diğerini tercih için, derinlerdeki bir ritim ve ses uyumu duygusundan
başka kıstas vermek olanağımız yok. Aşağı yukarı, dilediğinizi seçebilirsiniz, demektir. İçiniz rahat olsun.

NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

# They began to walk toward the house. (= ---e doğru, yönelerek)

# They have come a long way toward peace. (= yaklaştılar)

# That's a strange attitude toward life. (= hayata karşı, hayata yönelik)

# The house is toward the town centre. (---e doğru = yakınında)

# She was sitting with her back toward me. (= sırtı bana dönük)

# There was a fight toward the end of the evening.

# All this money will go toward the building of an orphanage. (= katkı: ---e gidecek, o iş için
harcanacak)

# I'm afraid there isn't much we can do toward lifting the bans. (= amaç: Korkarım yasakları kaldırmak
amacıyla, bu amaca yönelik yapabileceğimiz fazla birşey yok.)

UNDERNEATH

NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

# She was wearing nothing underneath her raincoat.

# Please sign right underneath the stamps. (= hemen altına)

# There was real treachery lying underneath the show of friendliness. (= altında saklı...)

# Often, underneath the mask of hurt adult behaviour there is a child who was neglected... (Walla, böyle
şairane tümceler oluşturdukça, roman yazmaya mı yönelsem, diye düşünüyorum...)

# On sunny days, there is good visibility underneath the surface, creating ideal scuba diving conditions...

# Pumping oil from underneath the ocean floor... (ilgeç öbeği olarak)

304
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

WITHIN

BİR SORU : "Otobüs ne zaman kalkıyor?" diye soruyorum. Firma yetkilisi: "In ten minutes," şeklinde
yanıtlıyor... Biraz dolaşıp sekiz dakika sonra dönüyorum, ki otobüs çoktan uzaklaşmış... Otobüs firmasını
"yolcuları yanılttığı için" dava edersem kazanabilir miyim?

DİKKAT... DİKKAT...

Sakın aklınızdan çıkarmayınız: The bus is leaving in ten minutes. = "On dakika SONRA" demektir.

Eğer özellikle "ON DAKİKA İÇİNDE... ON DAKİKA İÇERİSİNDE" demek istiyorsanız, "WITHIN
TEN MINUTES" demelisiniz.

Bu konuda hala şüpheniz varsa, örneğin bir doktorun hastasına, "Come back to see me in two months'
time," dediği bir durumda, hastanın onbeş gün sonra gelip, "Bana iki ay içerisinde gel, dememiş
miydiniz?" dediğini düşünün...

DİĞER NÜANSLAR... ÖRNEKLER...

You must learn to live within your income, within your means. (Geliriniz dahilinde, olanaklarınız içinde...
-- tersi: "beyond one's means)

It is within reach. (Ulaşılabilecek mesafede, erişilebilecek yerde)

It is within sight. (= görülebiliyor)

It's within walking distance... (Yürünebilecek mesafede)

We are now within two kilometers of the town. (iki kilometre yakınındayız; iki kilometre kaldı)

a voice within me... (içimden bir ses...)

the child within you. (içinizdeki çocuk...)

within the jurisdiction of the state (devletin yargı erki sınırları dahilinde...)

GENEL TEST

305
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Bütün sorular bu Bölümdeki örneklerden seçilmiştir. Yetersiz başarı elde ederseniz, lütfen Bölümü
tekrarlayınız.

01 The book is ............... average not only in size, but also in price. (= üstünde)

-- above

02 This was a society organized ............... kinship ties.

-- around

03 Cleanliness is ............... Godliness.

-- next to

04 Sometimes you meet with someone with something ............... him, something you can neither define
nor understand, which "says things" to you...

-- about

05 There is a belt of asteroids ............... Mars, the Red Planet.

-- beyond

06 The only way to succeed in life is ............... hard work. (= yoluyla, vasıtasıyla)

-- through

07 They are planning a pipeline from Baku in Azerbaijan ............... Turkey to the Mediterranean Sea.

-- across

08 She married ............... her.

-- beneath

09 She lives ............... the street from me.

-- across

10 I went ............... my notes before starting to write out the rough draft. (= kaba kopyayı yazmağa
başlamadan önce)

-- over

11 You must learn to live ................ your income, ................ your means.

-- within

12 She received more attention than all the other models, for she was wearing ................ nothing.
306
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- next to

13 For more information ............... the seminars, please contact the Faculty Secretary.

-- about

14 Galatasaray has a big lead ............... the others.

-- over

15 ............... the benefits, there are also certain risks.

-- Alongside

16 There was a picture hanging ............... the fireplace.

-- over

17 She hired a removals company ............... cleaning out all that junk.

-- for

18 I am in love with that girl ............... the tight blue jean dress.

-- in

19 This paper reviews the studies on the fault lines ............... the Marmara coast.

-- along

20 Both families lived in an apartment block. The Üstgiller lived above the Altgiller; the Altgiller
lived ............... the Üstgiller...

-- below

CHAPTER - 16
BAZI ÖNEMLİ
PÜF NOKTALARI

307
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
BU BÖLÜMÜN KONULARI
Aren't I? / The + Sıfat / karşılaştırma dışı kavramlar / than that of / those of / Yoğun Anlatımlar / İki
Haftalık Tatil / Ne kadar ekmek, O kadar kokoreç!! / "like" ve "as" / hardly, scarcely, barely /
Sözcük dizimine duyarlık / Kim geldi? Neler oldu? / "too" ve "enough" / DEVRİK TÜMCELER /
ETTİRGENLİK (the causatives)

AREN'T I ?
Öyle değil mi?.. Öyle değil miyim?..

Birinci tekil kişi "ben" tarafından, kendi söylediklerine yönelik onay isteyen eklentili soru tipine (tag
questions) önce birkaç örnek verelim:

I wouldn't do such a thing, would I? [Ben böyle birşey yapmam, öyle değil mi?]

Well, I didn't do it, did I? [Eee, yani sonuçta yapmadım, di mi?]

Well, I could do it if I wanted to, couldn't I? [Eee, istesem yapabilirim, öyle değil mi?]

I said I would do it, didn't I? [Yapacağımı söylemiştim, öyle değil mi?]

I am not so stupid after all, am I? [Pek o kadar da aptal değilmişim ne de olsa, öyle değil mi?] [Dikkat:
"after all" Türkçe'ye zor çeviri verenlerden... "Bunca şeyden sonra, bunca şeye rağmen" gibi, tümcernin
gelişinden nasıl denk getirirseniz öyle çeviriniz. Örneğin burada. "ne de olsa"...

Peki ya eklenti sorumuz "I am ........, am I not? şeklinde ise, kısaltılması nasıl yapılacaktır? İşte bütün
kişiler için kullanılan kısaltmalar arasındaki tek düzensiz yapı burada karşımıza çıkıyor. Nedeni ise, "am I
not?" sorusunun kısaltılarak telaffuzunun olanaksızlığıdır.

Seçenekleriniz: İşi uzatıp, "...... , am I not?" diyebilirsiniz. Ama yaygın uygulama, "...... , aren't I?"
şeklindeki "kısaltma" yönündedir. Örnekler:

I am the boss around here, aren't I? = Eee, burada patron benim herhalde, öyle değil mi? [Burada,
pişkinlik veya çıkışma tonu ile]

How dare you question my right to vote? I am a Turkish citizen, aren't I? = Oy verme hakkımı ne cüretle
sorguluyorsunuz? Ben bir Türk vatandaşıyım, öyle değil mi?

Man! Aren't I lucky!! = Hey! [Vay be! Vay be adamım!] Ne şanslıyım ama!! -- [Biliyorsunuz bu tür
ünlemler, ses tonuna göre, gerçek duygudan kinayeye kadar hertürlü nüansı yansıtabilir. Aşağıdaki de
böyle:]

Aren't I clever!! Aren't I a clever one!! = Zekiyim, di mi !! Ne zekiyim ama !!

308
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
THE + SIFAT

Bu yapı "sınıf adı, kollektif ad" oluşturur: Anlamca ve gramerde çoğuldur; çoğul fiil alır; kullanılacak adıl
da (zamir) "they" olacaktır:

the rich = zenginler

the poor = fakirler

the unemployed = işsizler

the mentally ill = akıl hastaları

the mentally handicapped = zihinsel özürlüler

The mentally ill should be treated in proper hospitals, shouldn't they?

The rich get richer; the poor beget children... (to beget children = çocuk sahibi olmak -- ancak bu deyimi
ağdalı veya kinayeli kullanımlar için saklayın. Olağan deyim: "to have children")(Ayrıca "bring up their
children" (U.K.), "raise their children" (U.S.A.) = "çocuklarını yetiştirirler" de diyebilirdik)

We need to build more animal shelters where the hungry are fed, the sick are properly looked after, and
the abandoned are given care... ("the abandoned": sıfat olarak "past participle" yapısı kullanıldı: "to
abandon" fiilinin V3 hali... Yani, "terkedilen., terkedilmiş" sıfatından, "terkedilenler, terkedilmiş olanlar"
anlamına kollektif ad)

We produce quality footware for the fashionably inclined. (Modayı izleyenler için nitelikli ayakkabılar
üretiyoruz.]

This site is for the health-conscious and the fitness-minded. [Bu site, sağlığına özen gösteren ve formunda
kalmağa kararlı (kimseler) içindir.]

NOT: Son iki örneğe dikkat ederseniz, aynı zamanda bir sıfat öbeği olarak kullanılabilecek bu tür
yapılarda "tire" koyup koymamak bir hayli "keyfi" bir uygulama... Son yıllarda, çok sayıda sözcükten
oluşan sıfat-öbeklerini ad-sözcüklerin başına getirip, bunları kestirme yoldan nitelemek eğiliminde artış
var. Kimileri ise, bu uygulamanın sınırlı tutulmasında ısrarlı... Bu yapıyı, birkaç madde aşağıda "İki
Haftalık Tatil" başlığı altında inceleyebilirsiniz.

The biggest problem the country is facing today is the ever-increasing numbers of the unemployed as well
as that of the unemployable...

"the unemployed" = işsizler... "the unemployable" = zaten işe alınamayacak derecede niteliksiz olan
kişiler... [Bu son örnek tümcemi, "Bu ülkede yetişmiş adam çok..." aldanması içinde olanlara adıyorum.]

KARŞILAŞTIRMA DIŞI KAVRAMLAR


309
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Bir mantık kuralı olarak, derecelendirilmesi olanak dışı kavramlara işaret eden sıfat veya belirteçler
(zarflar), karşılaştırma (comparative) veya üstünlük (superlative) derecelerinde kullanılamaz.

Örneğin: same, only, unique, first, last, primary, ultimate, final, total... gibi kavramlar bu kategoriye girer.
Besbellidir ki, "samer, the samest" [daha aynı, en aynı...] gibi önermeler mantık ve kullanım dışıdır.

DİKKAT: Bununla birlikte, tıpkı Türkçe'deki "en birinci..." şeklindeki aslında mantığa aykırı kimi
kullanımların, vurgu amacıyla (yada, reklamların renkli dünyasında), İngilizce'de de geçerli olduğunu
görürüz:

İstanbul is without a doubt one of the most unique cities of the world...

The team compiling the most total points at the end of the season shall be declared the champion. [ki
burada mantığa aykırı bir anlam da sözkonusu değil: "en yüksek toplam puanı alan takım...]

Sizlere TOEFL sınavlarında çıkmış ilginç bir soru sunuyorum:

# As twins, the two sisters look very .............. .

a. alike b. like c. likely d. identical

Doğru yanıt "a" şıkkı = birbirine benzemek... Çünkü

# To look alike = Birbirine benzemek...

# To look like smb or sth = Bir kimseye yada nesneye benzemek... (Bu kalıp kendisinden sonra gramatik
nesne gerektirir)

# To look likely = Olası görünmek, ihtimal dahilinde görünmek...

# "Very identical" : Mantık dışı ve geçersiz bir kavram. (Besbelli ki, "identical twins" kavramından yola
çıkılarak bir çeldirici oluşturmak amaçlanmış -- ama eğer "very" sözcüğü olmasaydı, "to look identical"
doğru bir ifade olurdu)

THAN THAT OF --- THAN THOSE OF

Tipik bir tuzak sınav sorusu... Karşılaştırma yaparken, elmalarla elmaları, armutlarla armutları aynı
kefeye koymanız esastır. Tabii burada, "elma, armut" benzetmesi ile, aynı ve farklı sınıftan gramer
birimlerini kastediyorum.

Aşağıdaki tümce çok iyi bir çeldirici: Çünkü Türkçe'ye çevrildiğinde geçerli bir yapı veriyor. Ama
gramer olarak kesinlikle yanlış:

**His salary as a bus driver is much higher than a teacher. Otobüs şöförü olarak kendisinin maaşı bir
öğretmenden çok yüksek!...
310
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Yukardaki tümcede yapılan mantık hatasını, Türkçe görmezden geliyor. Oysa dikkatli bir çözgüleme ile,
"öğretmeninkinden" (yani, "öğretmenin maaşından") dememiz gerekirdi. İngilizce işte bu hatayı
bağışlamıyor ve aşağıdaki yapıyı doğru kabul ediyor:

His salary as a bus driver is much higher than that of a teacher. Otobüs şöförü olarak kendisinin maaşı bir
öğretmeninkinden çok yüksek.

Başka bir deyişle, "higher than the salary of a teacher" şeklinde tekrara düşmemek için "higher than that
of a teacher" yapısına yöneliyoruz.

İşte başka örnekler:

The hall in this house is much larger than that in the previous one. [Örneğin ev ararken yapacağınız bir
karşılaştırma... "that" burada "the one," veya "the hall" yerine geçiyor]

I wonder if it will ever be possible to travel at speeds greater than that of light. [ışığınkinden daha yüksek
hızlarda...]

Saturn's magnetic field is much weaker than that of Jupiter. [Jüpiter'inkinden...]

Positional error with x-rays is much larger than that with optical light. [optik ışık ile "olduğunkinden"]

Most of the highways in Germany are wider than those in the Balkan countries. ["those" = the ones, the
highways...]

Those with multiple jobs naturally have a much higher income than those with only one job. [Birden çok
işte çalışan kişilerin geliri tabiatıyla tek işte çalışan kişilerinkinden çok daha yüksek...]

İşte size, Practical English dergi dizimizden aldığım çetin bir örnek daha:

"Transcribed first in the IPA alphabet, and then in that of my humble own." [Önce IPA alfabesinde,
ardından da naçiz bendenizin alfabesinde yazılmış olarak...]

Bu son tümcedeki "that" sözcüğünün "alphabet" sözcüğünü tekrarlamamak için ve onun yerine
kullanıldığını çözebiliyorsanız, İngilizce'de gerçekten çok yol almışsınız anlamına gelecektir...

BEĞENİ YADA ELEŞTİRİNİN YOĞUN ANLATIMI

Örnekleri inceleyiniz:

Adlar ile "What":

What a girl!.. What a beautiful girl!.. (sayılabilir tekil ad) Ne kız be!! Ah, ne güzel bir kız!!

311
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
What nonsensical ideas you have! (sayılabilir çoğul ad) Amma da saçma fikirlerin var!!

What stupidity!.. Oh, what utter nonsense!.. (sayılamaz ad) Ne aptallık!! Of, tam bir saçmalık!!

NOT: Addan önce bir sıfat gelip gelmemesi birşey değiştirmez. Önemli olan yapıda bir ad bulunup
bulunmamasıdır.

* * * * *

Sıfat ve Belirteçler ile "How":

How stupid!.. -- How stupid one can be!.. -- How stupid one can get!.. (sıfat ile: "Ne kadar aptalca!"
"İnsan daha ne kadar aptallaşabilir ki!")

How gracefully she walks! (belirteç - zarf ile... Ne kadar da zarif yürüyor!!)

* * * * *

DİKKAT... DİKKAT... bu tür tümceler düz tümce şeklinde kurulur... Soru şeklinde kurarsanız, sonuçta
bir soru sormuş olursunuz. Oysa, burada yorum yapıyor, beğeni yada eleştirinizi yoğun biçimde dile
getiriyorsunuuz.

KENDİNİZİ SINAYINIZ:

İngilizce'ye Çeviriniz:

01 -- Ne kadar şanslıyım!

Answer How lucky I am!

02 -- Ne kadar da çabuk unutuyorlar!

Answer How quickly they forget!

03 -- Ne kadar güzel bir gün!

Answer What a beautiful day it is!

04 -- Ne gece be!

Answer What a night!

05 -- Ne harika bir eş olacaktır!

Answer What a wonderful wife she'll make!

312
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
İKİ HAFTALIK TATİL

İki temel seçeneğiniz var:

1. two weeks' holiday

2. a two-week holiday

İkinci örnekte, "week" sözcüğü, kendisini niteleyen "two" sözcüğü ile birlikte bir sıfat öbeği oluşturuyor.
Sıfatların ise, biliyorsunuz tekili çoğulu olmaz.

Örnekleri çoğaltırsak:

a day's journey

one day's journey

two days' journey

ten hours' delay


a one-day journey

a two-day holiday

a ten-hour delay

my ninety-year-old granny

Şu iki anlatımı karşılaştırınız:

Give me five dollars. (= İster bütün, ister bozukluk...)

Give me a five-dollar bill. (= Beş ayrı 1'er dolarlık olmaz; 1 adet 5 dolarlık banknot istiyorum...)

NOT: İngilizce'de isterseniz (ve denk düşürebilirseniz) onlarca sözcüğü bu şekilde tire işaretleri ile
birbirine ulayarak, sıfat niteliği ile adların önüne yerleştirebilirsiniz (Yine de bu olanağı fazla
abartmamakta yarar var):

The whole thing turned into a never-to-be-forgotten experience... (= "asla unutulamayacak" bir
deneyim...)

One cannot say there is much social justice in a winner-takes-all type of economy... ("kazananın herşeyi
aldığı" tip bir ekonomi...)

KENDİNİZİ SINAYINIZ:

313
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Choose the correct answer:

01 -- Ali has ............... vacation.

a. three week's b. three-weeks

c. a three-weeks d. three weeks'

Answer three weeks'

02 -- Güneş ran in a .............. race.

a. five-kilometers b. five-kilometer

c. five kilometer's d. five kilometers'

Answer five-kilometer

03 -- The discovery was made after a ............... research.

a. two year b. two-year

c. two years' d. two-years

Answer two-year

NE KADAR EKMEK, O KADAR KOKOREÇ

The + comparative .......... , the + comparative .......... .

Örnekleri inceleyiniz:

The more I see her, the more I love her. Onu ne kadar çok görürsem, o kadar daha çok seviyorum. (= Her
görüşümde daha çok seviyorum)

The more I see her, the less I like her. Onu ne kadar çok görürsem, o kadar daha az hoşlanıyorum. (= Her
seferinde sevgim daha azalıyor, antipatim artıyor...)

The more clients a company has, the more profit will be generated. Bir şirketin ne kadar çok müşterisi
varsa, o derece çok kâr üretilecektir.

The harder you study, the more successful you will be. Ne kadar çok çalışırsanız, o ölçüde daha başarılı
olacaksınız...

314
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Nüansı görmek için, şu iki tümceyi Türkçe'ye çeviriniz:

If you work harder, you will earn more money...

The harder you work, the more money you will earn...

Günlük kullanımda, bir miktar kısaltma da olanaklı:

The larger the market, the more profit can be earned; the more attractive the location, the larger the
market, and so on.

You can sell fish for profit: the larger the fish, the larger the profit.

* * * * *

Demek ki... Bu yapının özü şöyle:

The more dangerous it is, the more I like it! (sıfat)

The more dangerously I live, the more I like it! (zarf)

1. Bu yapı, sıfat ve belirteçlerin (zarfların) karşılaştırma (comparative) derecelerini ilgilendiriyor... Sıfat


mı yoksa belirteç mi? Bunu, virgülün her iki yanındaki tümceliklerde kullanılan fiiller ayrı ayrı belirliyor:
Örneğin, "to be" fiili sıfat alır: to be dangerous = tehlikeli olmak... "To live" fiili ise belirteç
kullanılmasını gerektirir: to live dangerously = tehlikeli yaşamak, tehlike içinde bir yaşam sürdürmek...

2. = Tümcenin her iki tarafı da mutlaka "the" ile başlayacak; yazıda, iki taraf arasına mutlaka bir virgül
yerleştirilecektir...

3. Ancak her seferinde öznesiyle, fiiliyle "tam teşkilatlı" bir tümce kurmak zorunda da değilsiniz.
Karşınızdaki kişi, "I will do it soon," diyorsa, siz de, virgüle filan boşverip, "The sooner the better!" diye
kükreyebilirsiniz... Son olarak, sizi karşıt anlamlı iki atasözü ile başbaşa bırakıyorum. Virgül kuralını bu
defalık yine görmezden geliverin...

Too many cooks spoil the broth...

The more the merrier...

"LIKE" ve "AS"

Aşağıdaki anlatımlardan hangisi doğrudur?


315
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Like a father, both Demirel and Ecevit... etc.

As a father, both Demirel and Ecevit... etc

Zalim bir örnek oldu, ama hayatımın kırk yılı bu muhterem zevatın becerdikleri ve beceremediklerini
(ikisi de aynı kapıya çıkıyor!) ödemekle geçtikten sonra, tümceleri eksik bırakmakla nezaket borcumu da
ödemiş sayılabilirim...

like = gibi, (ama aslında öyle değil) şeklindeki bir benzerliği dile getirirken;

Gerek Demirel gerekse Ecevit birer baba gibi...

as = "ki kendisi gerçekten öyledir" anlamı verir ve Türkçe'ye genellikle "olarak" sözcüğü ile çevirilir:

Gerek Demirel gerekse Ecevit birer baba olarak...

Örnekleri inceleyiniz:

My friend can climb trees like a monkey. (= maymun gibi... ama aslında kendisi maymun değil tabii)

Orang-utans, as arboreal animals, can climb trees with the greatest ease. (= Bir orman hayvanı olarak,
orangutanlar...)

My friend rides horses like a cowboy. (= kovboy gibi at biner, ama aslında kendisi kovboy değildir
tabii...)

As a cowboy, he is supposed to know a lot about horses. (= Bir kovboy olarak...)

She lived her consequent like a slave... (= mecazi, benzetme olarak: Bundan sonraki hayatını bir köle gibi
yaşadı)

She lived her consequent life as a slave in Cleopatra's palace... (= gerçek anlamda)

UYARI:

Konuşma dilinde, aşağıda vereceğim örneklerde bağlaç (conjunction) olarak "as" yerine "like"
kullanılması artış eğiliminde olmakla birlikte, sınavlarda (özellikle de her ikisinin birlikte verildiği tuzak
sorularda) "as" tercih edilmelidir:

Do you use a lot of olive oil in your cooking, as they do in Turkey?

When in Rome, do as the Romans do.

Görüldüğü gibi, yukardaki örneklerde "as" bir bağlaç niteliğindedir ve "gibi" anlamı taşır.

Bağlaç niteliğiyle ayrıca zaman ve neden bildiren belirteç (zarf) tümceliklerinde de kullanıldığını
biliyorsunuz:

As the sun rose, the fog dispersed... (= zaman belirtiyor)

316
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
As I had no money left for a taxi, I had to walk all the way home... (= neden belirtiyor)

HARDLY, SCARCELY, BARELY

Bu üç sözcüğü, kendi anlamları olmayan birer işlev sözcüğü olarak değerlendiriniz. İlk ikisi, girdikleri
tümcenin anlamını %98-99 oranında tersine çeviren birer işlev sözcüğü... Türkçe'ye "neredeyse, hemen
hemen..." kavramları ile çevireceksiniz:

She works hard. = Çok çalışır...

She hardly does any work. = Neredeyse hiç çalışmaz!..

She hardly ever goes out. Hemen hemen hiç dışarı çıkmaz.

How can I accept this present. I hardly know you. Sizi doğru dürüst tanımıyorum ki...

I hardly knew him. Kendisini pek tanımıyordum; tanıdığım söylenemezdi.

I can hardly see the stain. Lekeyi göremiyorum diyebilirim...

He hardly looked at it. Hemen hiç bakmadı; kesinlikle incelemedi. Şöyle bir göz attı.

Nowadays, she scarcely comes here. Pek uğramıyor; çok ender uğruyor...

"Barely" bunlardan biraz farklı ve Türkçe'ye "ucu ucuna" gibi bir kavramla çevrilebilir:

She was barely sixteen. Onaltısında ya var ya yoktu; yeni basmıştı... (Oysa, "hardly" veya "scarcely" =
"henüz onaltı yaşında yoktu" anlamı verecekti.)

We had barely enough to eat. Karnımızı ucu ucuna doyurabiliyorduk. Hatta bazen aç bile kalıyorduk...

There were barely a hundred people there. Ucu ucuna yüz kişi kadar vardı...

317
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Oysa, There were hardly / scarcely a hundred people there. = Kesinlikle yüz kişi yoktu; olsa olsa 97-98
kişi olmuş olabilir, anlamı verecektir.

SÖZCÜK DİZİMİNE DUYARLIK

Aşağıdaki tümcelerin anlam ve nüans farklarını belirleyiniz:

I almost lost all the money I had. = Neredeyse bütün paramı kaybediyordum; ama kaybetmedim.

I lost almost all the money I had. = Neredeyse paramın tamamını kaybettim; geriye pek az kaldı...

Only Ali said he loved her.

Ali only said he loved her.

Ali said only he loved her.

Ali said he only loved her.

Ali said he loved only her.

Ali said he loved her only.

ÇALIŞMA ÖNERİSİ: Bütün bunlar bize okumada / konuşmada vurgulamanın önemini anımsatmıyor
mu? Aşağıdaki tümceyi, her seferinde sözcüklerden sırasıyla birini vurgulayarak okuyunuz. Ortaya
çıkacak 6 ayrı tümcenin anlamını karşılaştırarak irdeleyiniz:

Did Ali give you that ring?

(Zavallı İngiliz ve Amerikalılar bu cambazlığı sadece sözcük vurgusu ile gerçekleştirmek zorunda iken,
çekimli bir dil olan sevgili Türkçe'mizde bizler sözcüklerin yerlerini de değiştirmek olanağına sahibiz.)

318
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

KİM GELDİ ?? NELER OLDU ??

Who? ve What? sözcükleri ile soru oluşturmakta güçlük çekiyor musunuz? Bu iki sözcük, öteki soru
sözcüklerinden farklı olarak, kurdukları tümcenin aynı zamanda öznesi konumundadır:

Who came? Kim geldi? Kimler geldi?

What happened? Ne oldu? Neler oldu?

Durum böyle olunca, bu sorulardan oluşturan ad-tümcelikler de herhangi bir sözdizim değişikliği
gerektirmiyor. Neden? Çünkü, tümcenin düz ve soru diziliş biçimi aynı da ondan:

Do you know who came?

He didn't tell me what (had) happened.

Oysa, "kim?" ve "ne?" kavramının nesne konumunda olduğu sorular da vardır. Bu durumda anlam,
"kimi?" ve "neyi?" şeklini alır (= --i durumu, the accusative case). Yukardaki örneklerle karşılaştırınız:

Who (whom) did you see?

You didn't tell me who (whom) you saw?

Can you tell me who (whom) you saw?

What did they do?

He didn't tell me what they did.

Can you tell me what they did.

Soru sözcüğünün, aynı zamanda tümcenin öznesi konumunda olmasına başka örnekler:

Who came? Who told you that? Who is going to pay the bill?

What happened? What became of them?

Whose horse won? Whose car broke down?

Which one of your sisters is getting married?

Ve yeniden hatırlatalım ki, bu tür sorular dolaylı anlatımda herhangi bir sözdizimsel değişikliğe
uğramayacaklardır; çünkü oldukları sıralanışla aynı zamanda bir ad-tümcelik niteliği de taşımaktadırlar:
Yani

Who came? = Kim geldi?


319
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

I don't know who came. = Kimin geldiğini bilmiyorum.

What has happened? = Ne/neler oldu?

I have no idea what has happened. = Ne/neler olduğunu bilmiyorum.

Will you tell me who came here last night?

She asked me who had come.

I had no idea who had come.

I wish I knew what has become of them. (Şimdi nerelerde oldukları, ne yaptıklarını, başlarından neler
geçmiş olduğunu keşke bilsem...)

Can you tell me whose horse has won?

I'd like to know whose car has broken down.

He didn't tell me which one of his sisters was going to get married.

"TOO" ve "ENOUGH"

DİKKAT... DİKKAT... Bu iki karşıt kardeş yapıdan birincisi tümceye "tersine" bir anlam kazandırır... Bu
anlamı Türkçe'ye genellikle "...mayacak kadar" kavramı ile çeviririz. Ayrıca, yapısal özellikleri de not
ediniz:

too + sıfat + mastar

sıfat + enough + mastar

Örnekler:

She is too young to go out alone at night. Geceleri sokağa yalnız çıkamayacak kadar küçük. (= Buna izin
veremeyiz.)

She is old enough to go out alone at night. Kendisi karar verebilecek yaşta; biz karışamayız.

She isn't quite old enough to go out alone at night. Pek geceleri yalnız sokağa çıkabilecek yaşta değil
henüz; buna izin veremeyiz...

He is sick enough to need a doctor. Bir doktora ihtiyacı olacak derecede hasta. Doktor çağırın...
320
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

He is too ill to need a doctor now. Call for the hodja... Doktoru boşverin artık; Hocayı çağırın...

"too good to be true" -- Harika bir şey bu !! Birisi beni çimdiklesin, doğru mu bu gördüklerim?

Oh, it was too good to be true, anyway... Durumun bir yanılsama, bir serap olduğunu anlayıp gerçeklere
dönünce bir iç çekişi ile söylediklerimiz...

You're just too good to be true...

I can't take my eyes off you... (şarkı sözleri)

DİKKAT: " too + sıfat + ad + (mastar) " şeklindeki varyasyona da dikkatinizi çekmek isterim:

I just can't figure out what it is, but there must be a catch -- it just sounds too good an opportunity to be
true. Walla ne olduğunu çıkarsayamıyorum ama bu işin bir püf noktası olmalı -- (çünkü) inanılmayacak
derecede harika bir fırsat gibi görünüyor...

That is obviously too shallow an argument for a man of your intellectual powers... Bunun, senin
entellektüel gücüne sahip bir kimse için çok sığ bir argüman olduğu apaçık...

DİKKAT: " too + sıfat + mastar " yapısının tümceye "tersine" bir anlam kazandıracağını söyledik; ancak
bu mutlaka "olumsuz" bir nüans getirecek demek değildir. Şu örneklere bakınız:

We thought it was too good an opportunity to miss. Kaçırılmayacak kadar iyi bir fırsat olduğunu
düşündük.

After trying so many weeks to date her, this was too happy a day for me to brood over little matters.
Birlikte çıkmak için bunca hafta uğraştıktan sonra, küçük meseleler üzerinde surat asmayacağım kadar
mutlu bir gündü bu benim için... [to brood = arpacı kumrusu gibi, kara kara düşünmek]

Daha İleri Örnekler:

She's not quite mentally ill enough for involuntary confinement... Zorla (= isteğine karşın) bir akıl
hastahanesine kapatılacak ölçüde de akıl hastası sayılamaz...

How much is too much? "Alcoholics Anonymous" provides online self-assessment tools to help
individuals. = Ne kadar alkol, aşırı alkoldür? Ne kadarı "çok fazla" dır, "aşırı" dır? "Anonim Alkolikler"
sitemiz sizlere internet üzerinden kendi durumunuzu değerlendirmek için olanaklar sağlıyor...

Too much light will make you go blind temporarily... = Çok fazla ışık geçici körlüğe neden olacaktır.

Too Little Sleep May Accelerate Aging. = Çok az uyku yaşlanmayı hızlandırabilir.

Here is some advice for "Parents Who Love Too Much"... Good parents can learn to "Love More Wisely"
and develop children of character. = (Mealen) Aşırı sevgi ile çocuklarınızı şımartmayın. Akıllı sevgi ile
çocukların karakterinin gelişmesini sağlayın...

Unfortunately, there was too little interest, and specially too little contribution on the part of the general
public. = Ne yazık ki halktan çok az ilgi ve özellikle de çok az katkı vardı...
321
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Too late have I found you... too soon have I lost... Now my life has become a long yearning... Geç
buldum, çabuk kaybettim; hicran oldu hayat şimdi bana -- Uuah!! Uuah!! [NOT: "too late, too soon"
başa çekilip vurgulanınca, devrik tümce kurma hakkımız doğdu.]

AMAN DİKKAT !!

DEMEK Kİ, sevgilinize öyle ikide birde, yerli yersiz, " I LOVE YOU TOO MUCH! " demekten uzak
durursanız iyi edersiniz: Kimi bağlamlarda "isyan misyan mı ediyoo, ne?" diye de algılanabilir !!

Peki, ne demelisiniz:

I LOVE YOU SOOOO MUCH !!

= Seni öylesine çok seviyorum ki...

DEVRİK TÜMCELER

Sözdizim (syntax -- sözcüklerin sıralanışı) açısından İngilizce'de 3 tür tümce olanaklıdır:

1. düztümce

2. soru tümcesi

3. emir tümcesi

Biliyorsunuz, İngilizce düztümce düzeni [ S + V + O ] şeklindedir. Yani, özne (subject), fiilin (verb)
solunda (önünde) yer alır.

Soru tümcelerinde, fiil (çoğu zaman yardımcı fiil ile temsil edilerek) öznenin soluna, yani başa geçer. Öte
yandan, emir tümcelerinin de kendine özgü yapısını da biliyorsunuz.

Sözdizim kurallarına göre, bu üç tümce türü dışında bir diziliş olanaklı değildir.

Peki, devrik tümceler nasıl kuruluyor? Devrik tümceler, fiil (çoğu zaman yardımcı fiil ile temsil
edilerek) başa çekilmek suretiyle kurulur. Yani, soru tümceleri ile aynı yapıdadır.

Aynı yapıdadırlar, ama soru sormak değil, vurgulu bir anlam iletmek görevini üstlenirler. Konuşurken
soru tonlaması yapılmaz; iletilen duyguya uygun bir tonlama gerçekleştirilir. Yazıda da, soru simgesi
değil, nokta yada çoğu zaman ünlem simgesi kullanılır.

Şimdi, belli başlı devrik tümce tiplerini sınıflamaya geçiyorum:

1. Aşağıdaki belirteçler (ve benzerleri) vurgu amacıyla başa çekilerek oluşturulan tümceler:
322
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

never, at no time, seldom, rarely, hardly, scarcely, barely, little, even less, not until, no sooner...than,
hardly...when

# Never in my life have I seen a prettier girl!

# Seldom have I seen him looking so miserable.

# Rarely do I let such feelings affect me... [Böyle duyguların beni etkilemesine pek izin vermem...]

# At no time may you be allowed to enter this house!! [Asla, hiçbir zaman bu eve girmene izin
verilmeyecektir!!]

# Little did I know at that time that he was a compulsive liar. [Bilmiyordum walla o zamanlar böylesi
iflah olmaz bir yalancı olduğunu... compulsive = elinde olmaksızın yapan...]

# Nowhere had Meltem seen a more beautifully decorated room.

# Hardly had I got into bed when there was another knock on the door. [Daha yatağa yeni girmiştim ki,
kapı yine çaldı.]

# No sooner than did he drink what was in the glass he began to have stomach cramps. [Bardaktakileri
içer içmez mide krampları başladı.]

2. Koşul tümcelerinde:

# Should you ever come back to this part of the world, you must look me up. [Yolunuz bir daha bu
taraflara düşecek olursa, lütfen beni görmeğe geliniz.]

# Had I been a little taller, I wouldn't have got dropped from the team. [Boyum biraz daha uzun olsaydı,
kadro dışı bırakılmazdım.]

NOT: Daha ayrıntılı örnekler için Kitabımızın Bölüm 8, "Koşul Kipinde Devrik Tümceler" konusuna bkz.

3. Olumlu / olumsuz bildirimlere katılma niteliği taşıyan aşağıdaki kalıplarda:

-- I like tea.

-- So do I.

-- I don't like tea.

-- Neither do I.

-- Nor do I.

DİKKAT: Oysa aynı gruptan "either sözcüğü ile düztümce kurulduğuna dikkat ediniz.

-- I don't like tea.

323
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
-- I don't either.

DİKKAT... DİKKAT... Yankılama aynı fiil ve tense kullanılarak yapılmak zorundadır.

KENDİNİZİ SINAYINIZ:

01 -- "I am a student." "So ............... ." "Ben de!"

Answer am I

02 -- "My friend didn't understand a word of it." "Neither ............... I." "Ben de!"

Answer did

03 -- "Ali has found a new job." "Güneş de."

Answer And so has Güneş.

04 -- "She can't speak a word of English." "Arkadaşı da!"

Answer Neither can her friend!

veya

Answer Nor can her friend!

veya

Answer Her friend cannot either!

05 -- "Ali shouldn't do that." "Güneş de öyle."

Answer Neither should Güneş.

veya

Answer Nor should Güneş.

veya

Answer Güneş shouldn't either.

4. "Only" ve "no" ile kurulan bir dizi kalıpta:

only, only now, only then, only today, only yesterday, only when, only by luck, only by chance, only with
(some) difficulty, only on rare occasions, ...etc

no, in no way, in no case, at no time, nowhere, nowhere else, ...etc

# Only then did she begin to realize that her husband had left her for good. [Ancak o zaman farketmeğe
başladı ki... "for good" deyimine dikkat = tamamen, sonsuza değin]

324
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
# We looked for it everywhere for hours on end, but nowhere could we find the missing ring. [Deyimi
not ediniz: "for hours / days / weeks / miles on end = saatlerce, günlerce, haftalarca, millerce... "Bitmek
tükenmek bilmeyen" saatler, günler, vb. boyunca...]

5. "Not only... but also" veya "not only... but...as well" yapısının başa çekildiği tümceler:

# Not only did we lose all our belongings, but we also came close to losing our lives. Sadece
eşyalarımızı kaybetmekle kalmadık, neredeyse canımızdan da olacaktık.

# Not only did they invite us all to along with them, but they paid all our expenses as well. Bizi
kendileriyle birlikte gitmeğe davet etmekle kalmadılar, masraflarımızı da ödediler...

6. "As" ve "so" ile kurulan aşağıdaki örnekleri inceleyiniz:

# He decided to join the merchant fleet, as had all his brothers done before him. Ticaret filosuna
katılmağa karar verdi -- bütün erkek kardeşlerinin de kendisinden önce yapmış oldukları gibi...

# He proved to be a good sailor, as did all his brothers. İyi bir asker oldu, tıpkı kardeşleri gibi...

# He was a very brave man, as were all his brothers.

# So unexpectedly has the situation developed that we all have been taken by surprise. Durum o derece
beklenmedik bir şekilde gelişti ki...

# So stupid is the man that we might as well consider him a liability rather than an asset for the whole
project. Adam öylesine budalanın birisi ki, varlığını projenin artı değil eksi hanesine yazabiliriz...
["assets, liabilities": Bir ticari bilançoda "varlıklar" ve "borçlar, yükümlülükler" haneleri. Bu haliyle, çoğu
zaman kişiler için mizahi yollu kullanılırlar.]

7. DİKKAT... DİKKAT... Yer zarfları ve "be, stand, sit, lie, come, go, walk, follow" fiilleri ile
oluşturulan aşağıdaki tümce tipini not ediniz:

# Here comes the bus. İşte otobüs geliyor...

# There goes a brave man... Bakın -- cesur bir adam görüyorsunuz orada (yürüyen, uzaklaşan, yahut
görevinin başına koşan... gibi)

# On the hill stood a great castle. ...duruyordu, vardı...

# Over the fireplace was hanging a painting by Çallı. ...asılıydı.

# Here comes my baby. There goes my heart. Şarkı sözleri: Bak, bak, bebeğim geliyor... Ah, ah, kalbim
(onun ardından?) gidiyor...

DİKKAT... DİKKAT... Bu tür tümcelerde (öznenin fiilden sonra geldiğini unutmayarak) özne ve fiilin
sayıca uyuşmasına özel dikkat gösteriniz:

325
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
# Between the two mountains was a great fertile valley. [TEKİL] Bu iki tepenin arasında büyük ve
verimli bir vadi vardı.

# At the bus-stop were two young men in jeans. [ÇOĞUL]

# Here follows a translation of his latest speech. [TEKİL] İşte en son konuşmasının bir çevirisi
(Biliyorsunuz, buradaki "latest" sözcüğü, adamın çenesinin hiç durmadığı nüansını taşıyor)

# Here follow three examples of technical sheets and specifications. [ÇOĞUL] Aşağıda .......
bulacaksınız.

8. Ses yansımalı sözcüklerle ilginç yapılar:

# Bang went the door. Küüt diye çarptı kapı!

# Down went the great chandelier with a loud crash. Şangır şungur indi aşağı koca avize...

9. Öykü metinlerinde, dolaylı anlatımın bir parçası olarak:

# "Come here, will you," said her husband with some annoyance.

# "No, I will not," replied Meltem. She was exasperated beyond all endurance. (to exasperate = sabrını
taşırmak... endurance = dayanma, direnme, tahammül... Yani, hertürlü tahammülün ötesinde sabrı
tükenmişti...)

10. Aşağıdaki tür tümcelere de rastlıyoruz. Açıkça görüleceği gibi, bunlar soru tümceleri değil, vurgulu
yorum tümceleridir.

Isn't it cold! -- Ne soğuk ama...

Boy, am I fed up! -- Walla, Birader, bıktım yahu!

ETTİRGENLİK

(The Causatives)

A. Birisine birşey/birşeyi yaptırtmak:

have smb do sth

make smb do sth

let smb do sth

326
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ama,

get smb to do sth

"make" : yapılmasını sağlamak, zorlamak, zorla yaptırtmak nüansları ile.

"let" : izin, müsaade, hoşgörü nüansları ile...

İşte örnekler:

# We must have a proper repairman come and fix it for us. Doğru dürüst bir tamircinin gelip bunu bizim
için onarmasını sağlamalıyız... Bir tamirciye tamir ettirtmeliyiz...

# I'll see if I can have a friend of mine do the job for me. İşi bir arkadaşıma yaptırtabilir miyim, bir
bakacağım.

# I'll see if I can get a friend of mine to do the job for me. Bir bakacağım bakalım bu işi bir arkadaşıma
yaptırtabilecek miyim...

# I'm going to get somebody to repair that gadget. (/gæ-cit/ cihaz) Birisini bulup, cihazı tamir
ettirtteceğim...

# He is ruining our game. Can't you make him go away? Oyunumuzu mahfediyor. Bu adamın çekip
gitmesini sağlayamaz mısın?

# Why can't you make him eat his dinner? Yemeğini yemesini sağla. Zorla yedirttir.

# How can I make you see that we need each other?! Seni nasıl inandırabilirim, birbirimize ihtiyacımız
olduğına...

# They made us show our pass cards before we could go into the building. Geçiş kartlarımızı göstermek
zorundaydık... veya, zorunda kaldık... "gösterttiriyorlardı"

# They should have let the children see that film. Çocukların o filmi görmelerine izin vermelilerdi.

# Do let me come with you. N'olur bırak seninle geleyim...

NOT: Bu yapıları, tabiatıyla, "have sth do sth" vb şeklinde de kullanabilirsiniz:

# You can have this machine do all the dirty work for you. Bütün pis işlerinizi bu makineye
yaptırtabilirsiniz.

# We are going on a strike, because we want to make the management pay more attention to our
working conditions. Greve gidiyoruz, çünkü yönetimin çalışma koşullarımıza daha fazla ilgi göstermesini
sağlamak, onları buna zorlamak istiyoruz.

B. Birşey/birşeyi yaptırtmak:

have sth done

get sth done


327
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

# I must have my shoes repaired. Ayakkabılarımı tamir ettirtmeliyim.

# Weren't you thinking of having a new battery fitted on your car? Arabana yeni bir akü taktırtmayı
düşünmüyor muydun sen?

# Get your hair cut before you come back here. Saçını kestirtmeden buraya sakın dönme...

# Sooner or later you'll have to get that tooth pulled out. Er geç o dişi çektirtmek zorunda kalacaksın.

# Have it brought to you on a plate. Bırak onu sana bir tepsi üstünde sunsunlar... "getirttir"!!

CHAPTER - 17
PÜF NOKTALARI
02

BU BÖLÜMÜN KONULARI
Indefinite Articles A, An / Tekil/Çoğul yapılarda uyum sorunları / "little" and "few" / possibility &
probability / "won't"-un mağrifetleri / in that / yard. fillerde kısaltmalar / let alone / C'mon
everybody / Make or Do? / sağımdaki... solumdaki... / though / Evet, gelmedi - Hayır, geldi!! /
"farther" ve "further" / Grup/Topluluk adları / tekil/çoğul özne/fiil uyumu / KAÇINCI ???

INDEFINITE ARTICLES: A, AN
Kullanım seçeneğini, ardından gelen sözcüğün yazılışı değil, okunuşu belirler. Örnekler konuyu yeterince
aydınlatıyor:

an apple
an hour

an honest man

an honourable intention
a thing
a useful thing

a university student

a UFO

Bu kural, insanların kafasını en çok kısaltmalar sözkonusu olduğunda karıştırıyor. Örneğin, "a MRI
machine" mi, yoksa "an MRI machine" mi? (MRI = magnetic resonance imaging)

328
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Oysa kuralımız çok açık: Okunuşuna göre karar vermek durumundasınız. Bu kısaltmanın okunuşu /em-ar-
ay/ şeklinde olduğuna göre, doğru yazılış: "an MRI machine" şeklinde olacaktır.

Bu konudaki tek tartışmalı sözcüğün "historical" olduğunu söyleyebilirim. Baştaki /h/ sesinin, sessiz
(mute) okunduğu (daha doğrusu okunmadığı) gerçeğinden yola çıkarak, çoğunlukla "an historical site /
outline / mystery ...vb" şeklinde yazılmaktadır.

Aynı tezi, doğrudan "history" sözcüğü için savunanlara da rastlanmaktadır; ancak bu savunulması çok
daha zor bir tavırdır.

TEKİL/ÇOĞUL YAPILARDA UYUM SORUNLARI

Bu konuyla ilgili bellibaşlı üç püf noktasından söz edeceğim:


1 "Or" ve "nor" ile bağlanan ad öbekleri:

a) Sonda gelen ad tekilse tekildir :

Neither the students nor the teacher is ready yet.

Either the students or the teacher has got it.

b) Sonda gelen ad çoğulsa, çoğuldur:

Neither the teacher nor the students are ready yet.

Either Ali or his brothers have promised to be there.

DİKKAT: İkinci konumdaki ad veya adıl aynı zamanda fiilin kişiye göre çekimini de belirleyecektir:

Either you or I am right.

Either I or you are right.

2 Kalabalık çok-sözcüklü özne öbeğinde:

"Asıl özne" diyebileceğimiz sözcüğü belirlediğinizden emin olmalısınız. Kendinize şu soruyu sorunuz:
"Tek sözcükle göstermek gerekirse, asıl özne acaba hangisi?"

ÖNEMLİ NOT: Türkçe'deki yaygın uygulamadan farklı olarak, ingilizce noktalama kurallarında özneden
sonra virgül kullanmak gibi bir uygulama yoktur.
329
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

The idea that women are careless drivers has been challenged and disproved...

Karşı çıkılarak aksi kanıtlanmış olan kimdir/ nedir? = Görüş (idea)... Kadınların dikkatsiz sürücüler
olduğu görüşü...

Such groundless claims have long been been discarded...

Peki, uzun zamandır terkedilmiş olan nedir? = "Savlar, tezler" (claims)...

Demek ki, "idea" ve "claims" bu tümcelerdeki "asıl özne" dir. Özne ve fiil arasındaki tekil/çoğul uyumu
bu sözcüklere göre düzenlenecektir.

3 Alemdağda var bir yılan...

Devrik tümcelerde fiilin tekil/çoğul özelliğini yine özne belirler; ama bu kez özne fiilden sonra
gelmektedir):

Lying open on the table was a number of books.

Lying open on the table were some books.

On the next group of islands was found a clue to the whole mystery.

Waiting for the bus were a soldier and two little girls.

("Number" ve "clue" tekil; "a soldier and two little girls" çoğuldur. Was/were seçimi de buna göre
yapılmaktadır)

"LITTLE" and "FEW"

We have little sugar. = Çok az şekerimiz var.

We have a little sugar. = Biraz şekerimiz var.

I have few friends. = Çok az arkadaşım var.

I have a few friends. = Birkaç, üç-beş arkadaşım var.

Hatta bu son tümce, kinayeli ses tonlarıyla, "Biz de bu dünyada yapayalnız değiliz herhalde; bizim de
dostlarımız, arkamız var," anlamı taşıyacaktır.

Nitekim, "quite a few" ifadesi "oldukça çok, epeyce çok" anlamı verecektir:

He has quite a few friends in this town.

330
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
DİKKAT : Demek ki, bir kimse için, "I have little love for him," derseniz, bunun anlamı: "Ona pek
sevgim yok," hatta, "Ondan bayağa nefret ediyorum," olacaktır.

POSSIBILITY & PROBABILITY

"OLANAK"LILIK & OLASILIK

Yeni Türkçe'mizde, sonunda arapsaçına benzetmiş olduğumuz bu iki kavram (eskiden "imkan" ve
"ihtimal" öyle değildi) İngilizce'de kesin sınırlarla ayrılıyor. Cole Porter'ın ünlü caz şarkısından
esinlenerek:

Baby, it isn't because I shouldn't do it... And you know it isn't because I couldn't do it... And it isn't
because I wouldn't do it or even I might not do it... It's just because I don't feel like doing it today...

Yapmamam gerektiği için değil... Biliyorsun ki, yapamayacağım, beceremeyeceğim için de değil... Hiç
yapmam anlamına da gelmiyor... Hatta yapma olasılığım olmadığı anlamına bile gelmiyor... Yalnızca
bugün pek canım istemiyor.

Bu konuya, Yardımcı fiiller konusunda değinmiştik. Bir kez daha önemle vurgulamak istedim.

"WON'T" 'UN MAĞRİFETLERİ

Books won't stay banned. They won't burn. Ideas won't go to jail. In the long run of history, the censor
and the inquisitor have always lost. The only sure weapon against bad ideas is better ideas. The source of
better ideas is wisdom. The surest path to wisdom is a liberal education. (Alfred Whitney, Essays on
Education)

Books won't stay banned. = "Kitaplar yasaklı kalmayacaklar, direnecekler; zincirlerini kıracaklardır,"
nüansını veriyor... Aynı şekilde: "They won't burn," tümcesini, "Onları yakıp yok edemezsiniz," şeklinde
çevirebilirsiniz. Dolayısıyla, "Ideas won't go to jail." = Fikirleri hapsedemezsiniz; fikirler hapsedilemez...

Çünkü, "will" yardımcı fiiliniz, sıradan "gelecek zaman" dışında, burada görüldüğü şekilde kuvvetli bir
istek, irade de belirtebilir. Aynı çerçevede, olumsuz kalıplarla "izin vermeme" nüansı da aktarılabilir. İşte
bir örnek:

ÖRNEKLER:

331
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
I won't have (let) you walking all over the house with those muddy shoes. = Bu çamurlu ayakkabılarınla
evde dolaşmana izin vermeyeceğim.

I won't have you coming to class late every day. = Sınıfa hergün böyle geç gelmene izin veremem
(vermeyeceğim).

I will not have you taught by that crazy nut any longer!! = O çatlak heriften ders almanıza daha fazla izin
vermeyeceğim!! (teach - taught - taught )

IN THAT

Şu tümceyi Türkçe'ye çevirmeyi deneyiniz:

We are more fortunate prices-wise when it comes to school books in that school books are of great public
concern.

Kuşkusuz, zor bir tümce... "-wise" bir son-ek: "...den yana, --- açısından" demek.... Yani burada,
"fiatlardan yana, fiatlar açısından"...

Ama eğer "in that" yapısının başlı başına bir bağlaç olduğunu bilmiyor ve göremiyorsak, tümceyi
çözmemiz olanaksız. Çevirisi şöyle:

Konu okul kitaplarına gelince, fiatlar açısından daha şanslıyız; şu açıdan ki, halk okul kitapları konusunda
büyük duyarlık gösteriyor.

Evet, "in that" yapısı başlı başına bir bağlaçtır... Anlamı: "Şu açıdan ki..." İşte, "in that" Bağlacı için
Örnek Tümceler:

Men differ from animals in that we can think and speak. = İnsanlar hayvanlardan farklıdır; şu açıdan ki,
bizler düşünebiliyor ve konuşabiliyoruz. (İnsanoğlunun hüsnü kuruntusu işte...)

Hamsters are like squirrels in that they, too, store their food. = Hamsterler sincaplara benzer; şu açıdan ki,
onlar da yiyeceklerini depolarlar.

Thomas Hobbes is right in that we need authority to create a stable government. (Benim fikrim değil;
Hobbes'un fikri)

These tests are unique in that schools, not individual students, are ultimately held accountable for the test
results. = Bu testler diğerlerinden tümüyle farklıdır; şu açıdan ki, test sonuçlarından tek tek öğrenciler
değil, okullar sorumlu tutulmaktadır.

Today, the situation is different in that the government officials seem to take a negative stand. = Bugün
durum farklı; şu açıdan ki, hükûmet yetkililerinin olumsuz bir tavır aldıkları görülüyor.

332
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

YARD. FİİLLERDE KISALTMALAR

( CONTRACTIONS )

Biliyorsunuz, günlük konuşma dilinde "to be" ve diğer yardımcı filler genellikle kısaltılarak kullanılır.
Örnekler:

He's a lawyer. We've been neighbours for a long time. Don't you know his name? Their children aren't at
school age yet.

İşte sizlere (kısıtlı kapsamda) şematik bir özet:

Yardımcı fiil Adıllar ile Adlar ile Çeşitli Sorularda


am I'm leaving this afternoon.
---
What'm I supposed to say? (günlük konuşmada yaygın)

Aren't you afraid of him?

is He says it isn't easy, but he's going to do it.


Erdal's at work. Erkut's out for a walk in the park.
Who's on the telephone? How's your sister doing nowadays? Isn't it a bit late to be asking that?

are You're a great friend! They aren't in the building at the moment.
The weapons inspectors're on their way. (günlük konuşmada yaygın)
What're you going to do?

have I've finished my homework. I haven't seen them for a long time. They've got a summer house.
The weapons inspectors've finished their work. (günlük konuşmada yaygın)
Where've you been all day? (günlük konuşmada yaygın)

has He's been to Erzurum twice. It's been such a long time since the last time. He hasn't been here for
ages.
Ali's gone to the store.
What's he been doing? - Who's been looking after the shop?

had I'd been waiting for nearly two hours. Well, we'd better be leaving now.
Indeed, Ali'd worked there for some time before he left for İstanbul. (günlük konuşmada)
What'd he been doing before that? (günlük konuşmada)

will I'll get you some warm clothes. We'll be there soon. No, she won't do it.
The inspectors won't be coming back for a long time.
What'll we do? Where'll we go? Why won't she do it?

333
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
would I'd like a Cola Turka, please. She'd love to be taken to that restaurant.
Ali'd love to come with us.
Where'd you like to go? (günlük konuşmada)

Diğerleri:

do not = don't; does not = doesn't; were not = weren't; can not = can't, cannot; could not = couldn't; shall
not = shan't; should not = shouldn't; vb...

DİKKAT... Resmi yazışmalarda kısaltma kullanmaktan kaçınınız.

NASIL OLMAMALI:

Dear Mr. Çokciddi,

We'd like to cordially invite you to participate in our ... etc.

NASIL OLMALI:

Dear Mr. Çokciddi,

We would like to cordially invite you to participate in our ... etc.

DİKKAT... DİKKAT...

Yabancılarla konuşurken, siz siz olun, "can't" sözcüğünü doğru telaffuz etmeğe bakın. Adamcağızlara
sürekli küfretmeniz için hiçbir neden yok!!

Ya, İngilizler gibi uzatarak, /ka:nt/ deyiniz, yada Amerikalılar gibi yayarak /kænt/ !!

Aksi halde, (açık haliyle yazmağa terbiyem müsaade etmiyor) "C" ile başlayıp "u" ile devam eden o
malûm sözcük anlaşılacaktır ki, öyle ikide birde heryerde kullanılacak bir sözcük değil!!

LET ALONE

İşte sizlere ilginç bir tümce açılışı. Türkçe'ye çevirisi genelde, "Bırakın ......... 'ı bir kenara" şeklinde olur:

ÖRNEKLER:

She can't boil potatoes, let alone cook a meal with them. (Bırakın bir yana yemeğini yapmayı, patates
kaynatamayı bile beceremez...)

334
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
She will buy any stupid gem she comes across, let alone these lovely diamonds. (Önüne gelen hertürlü
şapşal mücevheri satın alıyor; bu şahane elmasları mı almayacak?!)

Is there even a scientific basis for psychology, let alone parapsychology? (Parapsikolojiyi bir yana
bırakın, psikoloji için bile bilimsel bir baz var mıdır?)

Turkish economy isn't purring, let alone growling. (Kedi mırnavlaması ve aslan kükremesinden ilham
alarak...)

C'MON, EVERYBODY

Aşağıdaki öyküyü Türkçe'ye çevirmeyi deneyiniz. "Everybody, Somebody, Anybody ve Nobody,"


kavramları ile bir daha sorun yaşayacağınızı hiç sanmıyorum!!

This is a story about four people named Everybody, Somebody, Anybody and Nobody.

There was an important job to be done and Everybody was sure that Somebody would do it.

Anybody could have done it, but Nobody did.

Somebody got angry about this, because it was Everybody's job.

Everybody thought Anybody could do it, but Nobody realized that Everybody wouldn't do it.

It ended up that Everybody blamed Somebody when Nobody did what Anybody could have done!

Dikkat etmemiz gereken bir nokta: Aşağıdaki sözcükler tümüyle tekildir:

everyone someone anyone no one

everybody somebody anybody nobody

everything something anything nothing

Önemli Not: "Öyle değil mi?" (= tag question) yapısında ise bir istisna sözkonusu: Eveybody, everyone,
somebody, someone ile "THEY" çoğul adıl ve uygun fiil kullanılır. Örnekleri inceleyiniz:

Everybody is coming, aren't they?

Everyone was against it, weren't they?

Someone had told him, hadn't they?

Ama:

335
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Everything is all right, isn't it?

"MAKE" or "DO" ?

Kuşkusuz, gramer bilgisinin açıklamakta aciz kaldığı konuların belki de en başında, "Nerede do, nerede
make kullanacağız?" sorusu geliyor... "Efendim, soyutlarla do, somutlarla make" filan gibi istisnası
kuralından mebzûl (bol) saptamalara rastlamıyor değiliz... Bence en iyi çözüm, deyimsel (idiomatik)
nitelikli bu kalıpları oturup paşa paşa ezberlemek...

Aşağıdaki egzersizde "make" ve "do" fiilleri arasında seçim yapınız:

01 -- Well, it's my father who .......... all the housework in our family...

Answer does

02 -- Would you excuse me for a few minutes; I have to ............... a long distance call.

Answer make

03 -- Who else could have ............... that stupid mistake? [Bu aptalca yanlışlığı başka kim yapmış olabilir
ki? Yada -- olabilirdi ki!...]

Answer made

04 -- A good student makes sure that he/she always ............... his/her homework on time.

Answer does

05 -- They decided to ............... a fire and settle for the night.

Answer make

06 -- I just can't ............... without you!... [Sensiz olamam; sensiz yapamam!]

Answer do

07 -- I'm sure they ............... their best (= all they could) to help you.

Answer did

08 -- I'll be joining you later. My wife wants me to ............... the washing-up first.

Answer do

336
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
09 -- Will you ............... the shopping for me this afternoon, please?

Answer do

10 -- You have .............. the decision; you must take the consequences. [Kararı sen verdin; sonucuna da
sen katlanmalısın!]

Answer made

11 -- May I .............. a suggestion, please?

Answer make

12 -- .............. your job properly and stop asking questions! [İşini doğru dürüst yap; soru sormayı da
bırak!]

Answer Do

13 -- Be honest now: How many grammar exercises did you .............. last week?

Answer do

14 -- ............... me a favour and shut your mouth a little, will you! [Bana bir iyilik edip, çeneni biraz
kapar mısın lütfen!]

Answer Do

15 -- Oh, I just can't understand why they are ............... such a fuss over a trifling matter? ["to make a
fuss over sth": anlamı için test sonundaki listeye bknz. -- trifling (sıfat, okunuşu: trayf-liN) önemsiz,
entipüfden]

Answer making

16 -- I never thought you could .............. such a mess of it. ["to make a mess of sth": test sonundaki
listeye bknz.]

Answer make

17 -- We have .............. a lot of business with that firm.

Answer done

18 -- The Minister ............... an excellent speech at the meeting; he was very persuasive.

Answer made

19 -- He's a self-.............. man. [Sahip olduğu şeyleri, başarısını, ailesinin yada başkalarının yardımı
olmaksızın kendi gayret ve çalışmasıyla elde etti.]

Answer made

337
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
20 -- She soon ............... a name for herself on the stage. [= ün yaptı, şöhret kazandı... on the stage =
tiyatroda, tiyatro dünyasında]

Answer made

Aşağıdaki deyimleri öğreniniz:

to do the housework [ev işlerini yapmak]; to do one's homework [ev ödevini yapmak]; to do without; to
do one's best [elinden geleni yapmak]; to do one's worst [elinden geleni ardına koymamak]; to do the
washing-up; to do the shopping; to do one's job (properly, etc]; to do (grammar) exercises; to do
somebody a favour; to do business (with)...

to make a (long distance) call; to make a (stupid) mistake; to make a fire [ateş yakmak]; to make a
decision [karar vermek]; to make a suggestion [öneride bulunmak, ömneri getirmek]; to make a fuss
about/over [telaş, yaygara, titizlenme, vıdı vıdı] ; to make a mess of [yüzüne gözüne bulaştırmak, berbat
etmek]; to make a speech; to be a self-made-man [metinde açıklanıyor]; to make a name for oneself
[metinde açıklanıyor]...

İngilizce'de "make" ve "do" ile kurulan yüzlerce deyim ve deyiş var: Burada bunlardan yalnızca yirmi
tanesini içeren bir test çözdünüz... Üstelik, "zorcana" olanları buraya pek almadım:

Test sonucunuzdan mutlu değilseniz, lütfen iyi bir sözlük yardımıyla, listelerinizi oluşturup ezberlemeğe
başlayınız.

Neden "ezber"? Söyleyeyim: Çoğu kaynakta, bu iki fiil arasındaki "temel" kavram farklılıklarından filan
söz edilir, kılı kırka yaran felsefeler yapılır -- ama hiç bir işe yaramaz, her zaman için yüklü bir hata payı
vardır... Hiç aldırmayın.

Takır takır ezberlemeğe başlayın: Ezberinizi ise mutlaka yüksek sesle yapın, ki kulak belleğinize de
yerleşsin... Büyük emek vermeden, gerçek alın teri dökmeden yabancı dil öğrenilebileceğini kim söylemiş
ki...

İzin verirseniz, şimdi bu hoca ukalâlığımı, "make" ve "do" fiillerini birlikte içeren ilginç bir deyimle
taçlandırayım:

Never make do with what you have learned so far; always reach out for ever more...

never to make do with = ...... ile asla yetinmemek

SAĞIMDAKİ... SOLUMDAKİ

"Phrase" adı verilen çeşitli yerleşik anlatım kalıplarını okuduğumuzda yada işittiğimizde kolaylıkla
anlarız. Ama aktif olarak kendimiz kullanmakta aynı ölçüde başarılı değilizdir. Bu tür hazır kalıpları
rastladıkça bir kenara not edip, cepaneliğinize eklemeğe çalışınız. Yaklaşımınız, "Demek ki İngilizce'de
bunu böyle ifade ediyorlar" şeklinde olmalı. İşte örnekler:
338
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

on my right, on my left = sağımdaki, solumdaki

on the right, on the left = sağdaki, soldaki

with red hair = kızıl saçlı

in green silk = yeşil ipekli giyinmiş

on the corner = köşedeki (sokakta)

in the corner = köşedeki (evde)

in the back of the hall = salonun gerisindeki

at the door = kapıdaki

on the wall = duvardaki

at hand = eldeki

on our agenda = gündemimizdeki

EXERCISE

Verilen ikili tümceleri tek tümcede bütünleştiriniz. İkinci tümcede verilen bir bilgiyi, ilk tümcedeki belli
bir sözcüğü niteleyecek şekilde bir ilgeç öbeği (prepositional phrase) kalıbı ile düzenlemeniz
öngörülmektedir. Örnek:

There is a very tall girl in our class. She has red hair.

In our class, there is a very tall girl with red hair .

01 That mirror is too small. It is on top of your dressing table.

02 The lighting is not very good. It is in this room.

03 Many governmental buildings are very old. They are in the capital city.

04 Güneş is going out with a girl. She is in his chemistry class.

05 Ali reads many books. They are on photography.

06 These matters are on our agenda. They're very urgent.

07 The man is a disc-jockey. He is on her left.

08 Professor Çokbilen is an old white-haired man. He has a beard.

09 That lady is an actress. She is in green silk.

339
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
10 Some students are fast asleep. They are at the back of the classroom. (to be fast asleep = derin uykuda
olmak)

YANITLAR:

01 That mirror on top of your dressing table is too small... 02 The lighting in this room is not very good...
03 Many governmental buildings in the capital city are very old... 04 Güneş is going out with a girl in his
chemistry class... 05 Ali reads many books on photography... 06 These matters on our agenda are very
urgent... 07 The man on her left is a disc-jockey... 08 Professor Çokbilen is an old white haired-man with
a beard... 09 That lady in green silk is an actress... 10 Some students at the back of the classroom are fast
asleep...

THOUGH

Olağan kullanımda "although" ile birebir eşanlamlı olan bu sözcük, ondan farklı olarak, ayrıca tümce
yada temel-tümcelik sonunda "however" anlamı ile de kullanılabilir. Konuşmada özel bir tonlama
gerektirir. Yazıda, tümceden virgülle ayrılır. Türkçe'ye "gerçi, ama, bununla birlikte, yine de,
maamafih..." gibi anlamlarla çevrilebilir:

We have worked very hard. I can't say it was much appreciated, though... = Gerçi, takdir gördüğünü de
pek söyleyemem ya!

He kept making mistakes. He wasn't aware of it, though, because no one ever corrected him. = Ama...

EVET, GELMEDİ --- HAYIR, GELDİ !!

İngilizce'de, "Evet, gelmedi -- Hayır, geldi?" diyemezsiniz... Türkçe'nin sağladığı bu anlatım olanağına
İngilizce'de sahip değilsiniz.

Sorunuz ister "Geldi mi?" (Did she come?), isterse "Gelmedi mi?" (Didn't she come?) olsun...

Yanıtınız ya "Evet, geldi" (Yes, she did) yada "Hayır, gelmedi" (No, she didn't) olmak zorunda:

Q -- Did she come?

A -- Yes, she did.

A -- No, she didn't


340
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Q -- Didn't she come?

A -- Yes, she did.

A -- No, she didn't

Ah! Türkçe'mizde ne derece zengin anlatım olanaklarımız var... Ama ne yazık ki, adamlardaki dil ve
anadil bilinç ve sevgisinin kırıntısı oluşmamış bizde...

"FARTHER" ve "FURTHER"

Genelde dikkat edilmesi gereken nokta: Farther, fiziki mesafeler için tercih edilir. Further ise, bu anlamda
kullanılabildiği gibi, ayrıca derece, miktar, kademe belirtmek amacıyla kullanılabilir. Çoğu zaman soyut
ve mecazi olan bu kullanım Türkçe'ye "daha fazla, daha ileri düzeyde, daha ileri boyutlarde, başka
daha..." gibi çeviriler verir:

The place proved to be farther than I'd supposed it would be.

Should you need (any) further assistance, please do not hesitate to get in touch with me.

GRUP/ TOPLULUK ADLARI

Grup/topluluk adları, kendilerini bir bütün olarak görüyorsak tekil; farklı birey/birimlerden oluşan bir
küme olarak algılıyor ve değerlendiriyorsak çoğul davranırlar:

The committee was unanimous in its decision. (Tekvücut, ittifakla)

The committee were arguing among themselves. (Bölünmüşler)

My family lives in İstanbul. (Hepsi bir arada)

My family are taking separate vacations. (Dağılmışlar)

341
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

TEKİL/ÇOĞUL ÖZNE/FİİL UYUMU

Yalnız çoğul olarak kullanılan aşağıdaki ad sınıfı sözcükleri not ediniz:

scissors, glasses (gözlük = spectacles), binoculars, trousers, pants (=Amerikada pantolon, ingilterede
külot), shorts, pyjamas, goods (= mallar, emtia), riches, clothes, (= giysiler; oysa tek başına cloth = bez,
sayılamaz ad), groceries, bellows (körük: iki sapı var ya), scales (=terazi), forceps, tweezers (=cımbız),
tongs (=maşa)

I can't find the scissors. What have you done with them?

I slipped and fell on the sidewalk. My jeans are covered with mud.

Trousers, when bought in bulk from the wholesalers, are delivered to your doorstep. Have you noticed his
trousers. They are of a cheap brand. (İlk tümcede çoğul = pantolonlar... İkinci ve üçüncü temcede ise tekil
(anlam olarak) = adamın pantolonu...

A/one pair of trousers is... / Two pairs of trousers are...

One pair of your trousers is in your wardrobe, another pair is lying on the sofa.

EXERCISE
Aşağıdaki ayrıntılı test, sizlere tekil/çoğul özne-fiil uyumu (= subject-verb agreement) konusunda
uygulamalı bir öğrenme fırsatı verecektir. Farklı dil-kültür sistemlerinin en şaşırtıcı, bir o kadar da
yanıltıcı yönlerinden birisi, tekil/çoğul kavramlarındaki uyuşmazlık olsa gerek. İtiraf etmeliyim ki,
İngilizce ile kırk yıl içli dışlı yaşadıktan sonra bile, buradaki kavramların bazıları halâ bana ters geliyor:

01 All the milk (have, has) gone sour.

- - - has

02 All the eggs (is, are) broken. All of the eggs (was, were) sold. The risk of all of the eggs getting
broken (was, were) fairly large.

- - - are / were / was

03 Measles (is, are) not considered a dangerous disease any longer.

- - - is

04 Dominoes (is, are) a very old game. Could (it, they) have been invented by the Chinese?

342
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
- - - is / it

05 The United States (is, are) quite willing to participate in the project.

- - - is

06 The scissors -- it's the only pair of scissors I have -- (need, needs) to be sharpened. (Makas -- ki sahip
olduğum tek makas bu -- bileylenmek istiyor.)

- - - need

07 (Was, Were) The Middle Ages full of misery and poverty as (it is, they are) claimed to have been by
many historians?

- - - were / they are

08 His campaign headquarters (was, were) incredibly crowded with journalists of all descriptions. (= her
tür ve tanımdan gazeteciler ile inanılmaz derecede kalabalıktı)

- - - was

09 The police (have, has) to be contacted immediately in such cases.

- - - have (has, olanaklı)

10 Our special thanks (is, are) due to that brave man who went to his death so valiantly...

- - - are (is, olanaklı)

11 The furniture in the apartment (was, were) all in disarray. The legs of the furniture (was, were) carved
in the form of animal legs.

- - - furniture was / legs were

12 I hope our children will be able to say, "The 2012 Olympics (was, were) held in Turkey."

- - - was

13 Sports (occupies, occupy) most of our students' time.

- - - "SPOR" occupies; "SPORLAR" occupy

14 What everyone (wants, want / is, are) some peace and quiet...

- - - wants / is

15 More than one amorous man (has, have) tasted the sour taste of rejection at her doorsteps... Kaç
sevdalısı reddilmenin kekremsi tadını tatmıştır onun kapısında... (Breh, breh...)

- - - have

16 Gymnastics (is, are) among the most graceful of all sports.


343
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

- - - is

17 The old in a Turkish village (is, are) looked after by their children. ("The + sıfat" yapısının
özelliklerini unutmayınız)

- - - are

18 At least two-thirds of the book (is, are) full of equations.

- - - is

19 The number of students here with us today (is, are) over 30.

- - - is

20 A number of our students (speaks, speak) French fluently.

- - - speak

21 Japanese (is, are) a very intresting language, and the Japanese (has, have) a long and fascinating
history.

- - - is / have

22 Meltem, together with her husband and five children, (has, have) come to stay with us for two weeks.

- - - has

23 Twenty kilometers (is, are) too far for us to walk!

- - - is

24 Every man, woman and child (is, are) equal before the law.

- - - is

25 Ten minutes (is, are) all I can spare for you.

- - - is

26 Half of this money (goes, go) to charities.

- - - goes

27 Half of my students (is, are) from İzmir.

- - - are

28 Physics (is, are) recognized as one of the oldest established sciences.

344
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
- - - is

29 As a methodology, statistics (is, are) important; but your statistics relating to the patients' previous
health condition (is, are) particularly suspect.

- - - is / are

30 Ten million liras (is, are) too much for such a simple toy.

- - - is

31 Only the rich (gets, get) richer in such a system.

- - - get

32 There (occurs, occur) more than half a dozen accidents on that stretch of the highway.

- - - occur

33 A second series of experiments (is, are) being planned now.

- - - is

34 The scissors (was, were) on the table when I last saw (it, them).

- - - were / them

35 Two kilograms of paint (is, are) all I need to finish off the job.

- - - is

36 All of the goods you have ordered (is, are) to be shipped within twenty-four hours.

- - - are

37 Inside the chest (was, were) a number of old books. In another chest (was, were) a small statuette and
a fishing rod. (chest = sandık)

- - - were / were

38 Beyond those hills (lies, lie) a fertile valley.

- - - lies

39 Neither he nor I (am, is, are) a good climber.

- - - am

40 Interesting news (was, were) what used to sell a newspaper in those days. (Türkçesi: O günlerde bir
gazeteyi sattıran şey, ilginç haberlerdi!)

- - - was
345
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

41 Ali and Güneş (has, have) done (his, their) best.

- - - have / their

42 The cabinet (was, were) unanimous in (its, their) decision.

- - - was / its

43 The cabinet (has, have) divided opinions on the subject.

- - - have

44 Mr. Muhasip is one of those experienced accountants who never (makes, make) any mistakes.

- - - make

45 Sociobiology is one of those newest sciences which (has, have) made a great impression upon the
public. (Bu ve bir yukardaki soruda kimin veya kimlerin, neyin veya nelerin nitelendiğine dikkat ediniz.
Yani, "asıl özne" olan o TEK sözcüğün tekil mi çoğul mu olduğuna bknz.)

- - - have

46 Bread and butter (is, are) all she ever eats.

- - - is

47 Their leader, together with his guards, (is, are) coming towards here.

- - - is

48 How (much, many) loaves of bread did you buy? How (much, many) bread do you want now?

- - - many / much

49 Here (is, are) a pair of scissors.

- - - is

50 This is TRT. Here (is, are) the news.

- - - is

KAÇINCI ???

346
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Şu basit soruyu İngilizce'ye çevirebilir miyiz?

Ahmet Necdet Sezer Türkiye'nin KAÇINCI Cumhurbaşkanıdır?

Çok şaşırtıcı bir gerçek, ama İngilizce'de "kaçıncı?" sorusunu sormak "is next to impossible" =
(neredeyse) olanaksız... En yakın adaylar:

What number in the sequence of Turkish presidents does Ahmet Necdet Sezer occupy?"

veya,

What number is Ahmet Necdet Sezer in the sequence of Turkish presidents? What place does Ahmet
Necdet Sezer take in the sequence of Turkish presidents?

Gerçi sorumuzu bu şekilde yönlendirsek, karşılığında aradığımız yanıtı alabiliriz. Ama dikkat ederseniz,
hepsi de, kendine saygısı olan hiçbir yazarın kullanmayacağı ölçüde "clumsy" ve "awkward" tümceler...
Yani, yamru yumru ve çok biçimsizler...

Kısacası, o koskoca İngilizce'de "how many-th" gibi bir soru olanaklı değil. Çok şaşırtıcı, değil mi?...

Bazı duyumlara göre halen bir "linguistic engineering" darbesi ile bu sorunun İngilizce'ye monte
edilmesini planlayan dilcilik grupları varmış... Göreceğiz...

Eeee, hani neredesiniz, "İngilizce zengin, Türkçe fakir diye tutturanlar??"... Hayır, doğrusu şu: İngilizce
çok işlenmiş ve çok işlenen, çok yazılan, çok okunan, toplumun bütün üyelerince çok saygı gören bir dil...
Türkçe'ye gelince... O zengin dilimizi tarihin raflarına, sanatın ölüler evine, bilimin çöp sepetine layık
görüp, çocuklarımızı BBG evinde konuşulan barbarca ile eğitmeğe devam!!

CHAPTER - 18
STRUCTURE & GRAMMAR
AÇIKLAMALI GENEL TEST

PART ONE / PART TWO / PART THREE / PART FOUR

Zor bir test... Amaç, Kitabımızda irdelediğimiz yapı ve gramer konularını topluca gözden geçirmek... Bu
test, toplam 40 sorudan oluşuyor... Her 10 soruda bir, ayrıntılı açıklamalar veriyorum. Soruyu doğru
yanıtlamış olsanız dahi, bunlara bir göz atmanızda büyük yarar var.

Yanlış şıkkın neden yanlış olduğunu irdelemekle kalmayıp, diğer şıklardaki bilmediğiniz veya size göre
"olmazmış" gibi görünen yapıların ise aslında geçerli yapılar olduklarını da lütfen not ediniz

Your task, should you accept it, is to catch and apprehend the odd-man-out !! A Mission Impossible?
Hardly...

347
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
DİKKAT: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirleyiniz...

Ready... Steady... GO!!

PART ONE

-- 01 --

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

a. Last year, tens of thousands of people claimed that they had sighted a UFO in the region.

b. Houses have roofs. All sorts of roof construction are possible to the carpenter who is able and willing.

c. These peoples are not indigenous Europeans. They are the descendants of several migrant tribes who
settled in these parts in the tenth century.

d. A dog is good friend to a man.

e. I come from northern Turkey. She comes from the South. This summer, I will be travelling south; and
she will be travelling north.

Answer D

-- 02 --

a. Put a lemon in your soup instead of salt.

b. Fruit is very good for the brain.

c. Most later breeds of these sheep now give us some really superior quality wool.

d. Coffee is a drink. Tea is another drink.

e. I can write in ink or with a pencil.

Answer A

-- 03 --

a. What a pity your friend couldn't come!

b. What thoughtless of him!

348
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
c. What a clever boy you are!

d. Oh, God! There's no limit to how stupid one can get!

e. How gracefully she walks!

Answer B

-- 04 --

a. He took up swimming as a sport last year.

b. I should like a house in a country.

c. "May I walk you home?" was the next question he asked.

d. The bodies of most animals (all except sponges) are made up of cells organized into tissues.

e. I am fond of pears and apples with cheese.

Answer B

-- 05 --

a. Just between you and me, it's her I'm afraid of, not him.

b. Do you really believe him -- now that you know he is the root cause of all that trouble -- is more
suitable for the job than I am?

c. What! Me accept a present from him! I never even speak to him!

d. Surely, it's him you mean, not me!

e. I think you're far prettier than them all.

Answer B

-- 06 --

a. A club for women = A womens' club... Toys for children = Children's toys

b. The parents of all the other boys = All the other boys' parents

c. The glass of someone else = Someone else's glass

d. The name of my sister-in-law = My sister-in-law's name


349
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

e. The son of Pharaoh's daughter was the daughter of Pharaoh's son.

Answer A

-- 07 --

a. That's too much money for a simple toy like that!

b. The wind proved strong enough to blow the roof off.

c. This soup is too hot for me to drink it.

d. I don't have enough money on me to pay the bill.

e. He is too unpopular to win the elections.

Answer C

-- 08 --

a. You may come and see me any day, but you must come some day.

b. "Please give me some more." "I'm sorry, but there isn't some left."

c. Didn't you do some work yesterday? I feel certain you did.

d. You aren't expecting anyone to call, are you?

e. These aren't my books. Did I take some of yours by mistake?

Answer B

-- 09 --

a. What were you two talking about out there in the garden?

b. Can you tell us how many of those aren't yours?

c. Who phoned this morning? You hear me? I'm asking you who phoned this morning.

d. Sergen is a great player. One never knows which feet he is going to kick the ball with?

e. Who told you not to do it? Why should they do such a thing?

Answer D
350
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- 10 --

a. He is much less cooperative than we had expected he would be.

b. She's not so ugly as you said she was.

c. She is so stupid as I thought she would be.

d. You'd be less well-off if you were married and had children.

e. It is safer to tease a lion than scorn a woman.

Answer C

AÇIKLAMALI YANITLAR (Sorular 01 - 10 için)

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

01 d. A dog is good friend to a man. (yanlış)

Doğrusu: "is a good friend". Friend" sözcüğü "sayılabilir" addır. Bu soru, "sayılabilir / sayılamaz adlar"
(countables / uncountables), belirli ve belirsiz tanımlayıcılar (articles = a, an, the) ve doğru / yanlış tekil /
çoğul formlar üzerine kuruldu.("Roof" için kuralsız "roofs" doğru. -- kurallı olsa *rooves olurdu.)

DİKKAT: Şimdi yapmanız gereken şey, dikkatinizi çeken veya daha önce yanlış olduğunu varsaydığınız
yapıları kaydetmek...

Güçlü Çeldirici: c. These peoples are not Europeans.

**"There are five peoples in the house," diyemezsiniz... "five people" demek zorundasınız. Ama,
"halklar" anlamına kullandığınızda "peoples" geçerlidir. Şu örneklere bknz:

peoples and cultures of The Middle East

Turkish-speaking peoples

One Land - Two Peoples: A Federal Solution for Israel and the Palestinians

a study of the peoples of Africa

The human rights situation of the indigenous peoples in Africa

Başka örnek: "There are five fishes on my plate," demek yanlıştır: "five fish" demek zorundayız. Ama,
"fishes of the world" -- "dünyadaki balık çeşitleri" anlamına gelir.

351
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
02 a. Put a lemon in your soup instead of salt. (yanlış)

Amaçlanan "limon suyu" dur. O da sayılamaz (uncountable) dır. O halde doğru yanıt "put some lemon"
(lemon juice, anlamında)... "A lemon" dediğimiz zaman, "koskoca bir limonu cumburlop çayına koy"
önerisini getirmiş oluyoruz:

Güçlü Çeldirici: "Sheep" sözcüğünün tekili / çoğulu aynıdır: "This sheep" (= bu koyun) da diyebilirsiniz;
"these sheep (= bu koyunlar) da diyebilirsiniz...

"Coffee is a drink. Tea is another drink." tümcesi, ve "in ink", "with a pencil" deyişlerini belleğinize
olduğu gibi yerleştirin. Kimi zaman doğrudan ezber, açıklamağa çalışmaktan çok daha tasarruflu bir yol
olur... Bu testte, bu şekilde işinize çok yarayacak, çok sayıda ezber tümcesi var...

03 b. What thoughtless of him! (yanlış)

Doğrusu: "How thoughtless of him!" olmalıydı. (Amma da düşüncesizlik etmiş / ediyor!...) Kısaca
açıklayalım: Bu vurgulu yapı kategorisinde, adlar için "what", sıfat ve zarflar (belirteçler) için "how"
kullanılır. Tümce düztümce olur, yani soru biçiminde kurulmaz: What a clever boy you are! Soru
sormuyoruz, yorum yapıyoruz: "Ne kadar da akıllı bir çocuksun sen bakiim!" (iltifat, takdir, yada tabii ses
tonuna bağlı olarak, alay)...

Bu konu, Bölüm 16 (Püf Noktaları) "Yoğun Anlatımlar" başlıklı maddede ayrıntılarıyla incelenmiştir.

"How stupid can one get?" sorusu (ki burada bağıl-tümce konumunda olduğu için düz-tümceye çevrildi)
farklı bir kategoriden bir tümce: "İnsan nasıl böyle bir aptallık yapabilir, aptallaşabilir, hayret bişi,
yahu..."

04 b. I should like a house in a country. (yanlış)

country =1. ülke, memleket; 2. kırsal kesim, köylük yer, kent dışı... Burada amaçlanan ikinci anlamıdır:
Doğru deyiş, "in the country" olmalıdır.

"Bir ülkede bir ev", gramer olarak doğru, ama anlam olarak saçmadır: Dünyada "bir ülkede olmayan bir
ev" zaten yok ki...

Yukardaki bariz saçmalık dururken, "ayva ve elmayı peynirle sevmek" tümcesine takılmak yanılgı olur:
Severim sevmem, kime ne?

May I walk you home? = Size evinize kadar eşlik edebilir miyim? (Olduğu gibi ezberleyiniz.
Yaklaşımınız, "Demek ki adamlar bu lafı böyle söylüyorlar," olmalı...

05 b. Do you really believe him ... is more suitable for the job than I am? (yanlış)

İlk bakışta "him", "believe" fiilinin nesnesi ve doğru gibi görünüyor; aslında "believe (that) he is..."
şeklinde başlayan tümceliğin öznesi ve yalın halde olması gerekiyor... (Sizi yanıltmak için, araya bir sürü
laf kalabalığı yerleştirdim.)

Güçlü Çeldirici: c. What! Me accept a present from him! I never even speak to him! = Ne! Ben ha! Ondan
bir hediye kabul edeceğim ha! vb. vb... Konuşma dilinde böyle bir ifadenin kullanılabileceğini not ediniz.
Daha sık rastlayabileceğiniz birkaç örnek:

What! Me worry! No way! = Ne? Ben üzülüp endişeleneceğim ha! Boşversene...


352
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

What! Me worry about an economy gone mad? I'm pennyless, anyway = Ben zaten, herhalükârda beş
parasızım...

AZCIK FELSEFE: Yabancılara öğrettiğimiz kuralları kendi dilimizde yada günlük konuşmada nasıl da
çatır çatır çiğneyebiliyoruz. Çiğneyince de, bu "vurgulu anlatım" yada düpedüz "yaratıcılık" oluyor. Eh,
zaten öyle olmasa, bir bakıma hala dedelerimizin konuştuğu gibi konuşuyor olurduk... Kısacası, "kurallar
çiğnenebilir", ama önce (ve özellikle de sınavlarda) "kuralları" aslında bildiğimizi herkese kanıtlamamız
gerek. Çünkü, "dilime küfreden bari dilimi biliyor olsa"...

06 a. A club for women = A womens' club (yanlış)

"Women" zaten çoğuldur. Doğrusu: women's... Hiç şikayet etmeyin: Doğrusunu aynı satırda "children's
toy" ile zaten gösterdim.

"The son of Pharaoh's daughter was the daughter of Pharaoh's son." Eski bir muamma... Türkçe'de çok
kolay: Firavun'un kızının oğlu, Firavun'un kızının oğludur." İngilizce' de ise, anlamlı olabilmesi için,
"daughter-of-Pharaoh's" şeklinde tek ünite halinde okumalısınız...

07 c. This soup is too hot for me to drink it. (yanlış)

"it" fazlalık... DİKKAT: Türkçe'de, "Bu çorba, onu içmem için..." çok doğal olduğu için, bu kategori
tümcelerde kolaylıkla hataya düşebiliriz... Dikkat ederseniz diğer tümcelerdeki "infinitive" (mastar)
yapılarının ayrı birer nesnesi var. Ama burada, "to drink" fiilinin nesnesi, zaten "this soup" ve bir adıl
(zamir) ile yinelenmesi fuzuli...

"b" şıkkında "to prove" fiili, çoğu zaman rastlanacağı gibi, sadece"to be" fiili yerine kullanıldı. Yani
"proved" = "was" -- "idi" veya, "olduğu görüldü, olduğunu gördük" gibi ifadelerle çevirebilirsiniz.

"too" sözcüğünün olumsuz nüansına herzaman dikkat ediniz. Çevirisi genelde, "--- mayacak kadar"...
"Seçimleri kazanamayacak ölçüde, sevilmeyen bir adamdı."

08 b. "Please give me some more." "I'm sorry, but there isn't some left." (yanlış)

Eminim ki burada hiç güçlük çekmediniz. Doğrusu "there isn't any left"...

a. "You may come and see me any day, but you must come some day." "Any" ve "some" sözcüklerini
vurgulu okuyunuz ve tümcenin anlamına bknz.: "Beni herhangi bir gün gelip görebilirsin; ama birgün
mutlaka gelmelisin."

Öte yandan, "olumlularda some, olumsuzlarda ve sorularda any" kuralından dolayı "b" şıkkı yanlışken,
aynı durum neden "c" ve "e" şıkları için geçerli değil? Çünkü bu iki tümcede soru sormuyor, yorum
yapıyoruz. Cevabın "evet" olacağı beklentimizi de ekliyoruz.

09 d. "Which feet" !! (yanlış)

Ancak kırkayaklara sorulabilecek bir soru...

"a" şıkkındaki "you two" = siz ikiniz...

10 c. She is so stupid as I thought she would be. (yanlış)

353
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
"not so stupid as" veya "as stupid as" olmalıydı...

as + sıfat + as = gerek olumlu gerek olumsuz yapılarda;

so + sıfat + as = yalnız olumsuz yapılarda kullanılabilir...

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

Ready... Steady... GO!!

PART TWO

-- 11 --

a. I had my car repaired for me yesterday.

b. We don't have them cleaned very often.

c. Have someone bring it to you on a tray.

d. Why don't you have it brought to you on a tray?

e. Will you have it seen to soon?

Answer A

-- 12 --

a. All junior officers are to report to the Colonel at once.

b. I thought you were supposed to go and see your boss this afternoon.

c. Do I have to show my pass every time I go in?

d. You've got to give it back to me before you leave.

e. No, you haven't to salute him every time you see him.

Answer E

354
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- 13 --

a. You needn't have bought one of these; we really need one.

b. They didn't need to push it into the corner, because it was there already.

c. You needn't have said anything; if you hadn't, he would never have known about it.

d. You needn't have brought any food; but since you have, let's eat it now.

e. We didn't need to spend any money at all, which was a great relief for us all.

Answer A

-- 14 --

a. The maids used to wash the floors once a week.

b. Once the floors were washed by the maids for a whole week.

c. There used to be a separate washing day for the floors.

d. The maids refused to wash the floors twice a week.

e. The floors were used to being washed once a week.

Answer E

-- 15 --

a. "He wasn't late last night." "No, he wasn't, was he?"

b. They don't understand what we are saying, do they?

c. There never was any talk of it, was there?

d. "You're rather late." "Yes, I am a bit, aren't I?"

e. Doing all these exercises will do you a lot of good, won't they?

Answer E

-- 16 --

355
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a. What have you been doing while I've been out?

b. Have you ever been beyond Erzurum?

c. What good films have you seen during this past fortnight?

d. How long have you been seeing him again?

e. You have been smoking at least five cigarettes since you came.

Answer E

-- 17 --

a. I generally do wear a hat in winter.

b. I nearly always have to do it myself.

c. I have seen rarely a worse piece of workmanship.

d. He always does say rude things like that.

e. He only lent it to me.

Answer C

-- 18 --

a. As he was madly dashing down the steps, he suddenly slipped on a banana peel and came tumbling
down...

b. When we were living in that house we had three servants.

c. We went fishing everyday when we were in Göcek.

d. When the war broke out, we lived in Mersin.

e. You were wearing a new hat when I met you yesterday.

Answer D

-- 19 --

a. You'll have noticed from my lecture how complicated this subject really is.

b. I take it that this is the right way of doing it.


356
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

c. Am I supposed to think that this'll be the very last time?

d. I shall have done a lot of work while he will be asleep.

e. I take it for granted that you'll finish the job on time.

Answer D

-- 20 --

a. The valley had been flooded a year ago and it still showed some signs of it.

b. I felt certain that they were going to ask me what had happened to their friend.

c. She was wondering why I hadn't visited her before?

d. It was an ex-convict who had done the killing.

e. He jumped up as if he'd been stung.

Answer A

AÇIKLAMALI YANITLAR (Sorular 11 - 20 için)

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

11 a. I had my car repaired for me yesterday. (yanlış)

"I had my car repaired yesterday," yeterli... Eğer, "başkası için değil, kendim için tamir ettirttim" diye
vurgulamak zorunda isek, kendine dönüşlü (reflexive) "for myself" yapısını kullanırız.

Tabii çok zor bir soru... Şıkların içerdiği yapılar, İngilizce'nin "ettirgen" (causative) yapıları:

Have someone bring it to you on a tray. = "have somebody do something" (birisine birşey yaptırtmak)
yapısının emir hali... Yani, karşımdaki kişiye, "Onu kendine getirttir" diyorum...

Will you have it seen to soon? = "have something done" (birşeyi yaptırtmak) yapısından future soru...
"see to" (gereğini yapmak, icabına bakmak) fiili kafa karıştırıyor. "Will you have it repaired soon?"
deseydim, soru bir anda kolaylaşırdı...

12 e. No, you haven't to salute him every time you see him. (yanlış)

have to + yalın fiil = zorunluluk yapısının olumsuzu, "don't have to" şeklindedir.

Doğrusu: No, you don't have to salute him ... etc.


357
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

13 a. You needn't have bought one of these; we really need one.. (yanlış)

Anlamca mantıksız: "Bunlardan satın alman gerekmiyordu (ama almışsın, nüansı ile). Bunlara gerçekten
ihtiyacımız var." !!

didn't need to do... Yapmak zorunda olmadığım işin başında anlaşıldı, dolayısıyla da böyle birşey
yapmadım...

needn't have done... Meğer yapmam gerekmiyormuş, ama bu sonradan anlaşıldı; bu arada ne yazık ki
yapmış bulunuyorum...

Diğer şıkları da lütfen bu şablona göre değerlendiriniz. [Bu konuyu, yardımcı fiiller bölümümüzde
(Bölüm 4) ayrıntılı biçimde inceledik.]

14 e. The floors were used to being washed once a week. (yanlış)

["Yerler haftada bir kez yıkanılmağa alışkındı," demiş oluyoruz!!]

used to do = eskiden tekrarlanan olay ve durumlar için...

be used to doing something = alışkın, alışmış olmak...

Karıştırmayınız...

15 e. Doing all these exercises will do you a lot of good, won't they? (yanlış)

Özne: "Doing"... Yani "it"... Yankılanacak olan kısım: "(it) will..., won't it?

Şıklardaki şu iki tümcede ise, karşımızdaki kişinin gözlem yada yorumuna katıldığımızı belirtiyoruz:

"He wasn't late last night." "No, he wasn't, was he?" ("Dün gece geç kalmadı." "Gerçekten de geç
kalmadı, öyle değil mi?")...

"You're rather late." "Yes, I am a bit, aren't I?" ("Geç kaldın." "Doğru walla, biraz geç kaldım, öyle değil
mi?")

16 e. You have been smoking at least five cigarettes since you came. (yanlış)

İflah olmaz bir tiryaki olan bendeniz bile aynı anda beş sigara "içegelmiş" olamam... "You have
smoked..." demek zorundaydınız.

Öte yandan, "d" şıkkındaki "see" fiili "görüşmek" anlamında kullanılmaktadır.

17 c. I have seen rarely a worse piece of workmanship. (yanlış)

Doğrusu, "I have rarely seen..."

Bu soru, bu kategorideki belirteçlerin tümce içindeki yerini ilgilendiriyor... "Only" sözcüğünün ise
yerinin tümüyle esnek olabileceğine ve her konumda tümceye farklı bir nüans kazandıracağına dikkat
ediniz.

358
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
18 d. When the war broke out, we lived in Mersin. (yanlış)

"Tense" yanlışı... "... were living in Mersin" olmalıydı: savaşın patlak verdiği noktada devam etmekte
olan bir süreçten söz ediyoruz...

"a" şıkkındaki laf kalabalığına aldırmayınız. Bu arada "banana peel" = muz kabuğu...

19 d. I shall have done a lot of work while he will be asleep. (yanlış)

Yine bir "tense" yanlışı: "while he is asleep"... olması gerekirdi. Unutmayınız: Temel tümcelik herhangi
bir "future tense" olduğunda, zaman bildiren bağıl (yan) tümcelik bir "present tense" olmak zorundadır...

I take it that .... = Öyle anlıyorum ki ... . "to take for granted" = "kesin öyle olduğunu varsaymak, şüphe
etmemek" anlamında bir deyim.

"c" şıkkındaki "very" bir pekiştirici: "en" son...

20 a. The valley had been flooded a year ago and it still showed some signs of it. (yanlış)

"Ago", günümüzden geriye doğru süreyi ölçer. Past perfect ise, "geçmişteki bir noktanın geçmişinden"
söz eder... Dolayısıyla, doğru anlatım "the year before"... şeklinde olurdu... Yok, eğer sel bugün itibariyle
"bir yıl önce" olmuş olsaydı, tümceyi "The valley was flooded a year ago and it still shows..." şeklinde
kuracaktık...

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

Ready... Steady... GO!!

PART THREE

-- 21 --

a. If it were thirsty, it would show some signs of it, wouldn't it?

b. You won't learn to speak Turkish properly unless you don't come here and stay with us for a couple of
months.

c. If you go downtown, will you buy a few things for me?

d. If it's convenient for you, let's meet at nine.

e. I shan't write to him unless he writes to me.


359
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

Answer B

-- 22 --

a. A person who refused to eat would be dead within two or three months.

b. What's the matter? You look as if you could do with a drink.

c. Suppose he asked me for the money tomorrow!

d. I feel as if my head were on fire.

e. I wish I didn't break it. But since I have, I will pay for it.

Answer E

-- 23 --

a. You'd rather she didn't say anything, wouldn't you?

b. He has his breakfast at eight, doesn't he?

c. He couldn't have arrived before the others, could he have?

d. I suppose he ought to have known that, oughtn't he?

e. Let's pretend we're not here, shall we?

Answer C

-- 24 --

a. Let me read it for you, will you?

b. "I feel very sorry for you!" "Oh, you do, don't you?"

c. "I'd go quite mad if I had to live with you!" "Oh, you would, would you?"

d. I say, come and see me tomorrow. Now, will you or will you not?

e. "No, I won't listen to you!" "Oh, you won't, won't you?"

Answer B

360
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

-- 25 --

a. "Have you got the tickets?" "Yes, I've got."

b. Haven't they got anything better to do?

c. She got bitten by a stray dog.

d. Haven't you got any cigarettes? Here. Have one of mine.

e. Have you got to go back tonight?

Answer A

-- 26 --

a. Wouldn't you rather have something else instead.

b. I wonder whose else would do instead.

c. How else could it possibly be mended?

d. Couldn't it be someone else's? All mine are here, safe and sound.

e. Isn't there anyone else time you can waste instead of mine?

Answer E

-- 27 --

a. He was very sorry to hear of your disappointment.

b. She hopes to know by tomorrow.

c. I object to being pushed around.

d. I'm looking forward to see you tomorrow.

e. She was told not to come here ever again.

Answer D

-- 28 --

a. She is happy to have found such a nice place to live in.


361
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

b. The last person to address me like that was in hospital for a whole week.

c. I surprised to hear such words from you.

d. We are supposed to be leaving this evening.

e. She was afraid to go past the haunted house on her own.

Answer C

-- 29 --

a. I don't like having to do any homework.

b. It's no use asking him to lend you the money.

c. I hate practising reading aloud without having learnt the new words first.

d. I'm considering giving up smoking one of these days.

e. It's a good thing that it has stopped to rain.

Answer E

-- 30 --

a. Do you know how to make Turkish coffee?

b. A lawyer advised me what to do.

c. I can't imagine why are you so angry with me.

d. We just don't know what to open it with.

e. My friend couldn't remember where to go.

Answer C

AÇIKLAMALI YANITLAR (Sorular 21 - 30 için)

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

362
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
21 b. You won't learn to speak Turkish properly unless you don't come here and stay with us for a
couple of months. (yanlış)

"unless" anlam molekülü iki anlam atomundan oluşur: if + not... Dolayısıyla, aynı tümcelik içinde hem
"unless" hem "not" yer alamaz. Doğrusu: "unless you come... etc."

Ama tabii, burada olduğu gibi, ana-tümcelik olumsuz olabilir.

Güçlü Çeldirici: e. I shan't write to him unless he writes to me.

shan't = shall not... Demek ki bu tümce, 1. Tip koşul tümcesi kategorisindedir.

22 e. I wish I didn't break it. But since I have, I will pay for it. (yanlış)

Tümcenin gelişinden, sözü edilen nesneyi "kırmış olduğumuz" anlaşılıyor. Bu yüzden, geçmişe dönük bir
hayıflanmayla, "I wish I hadn't broken it," dememiz gerekiyordu. Bu konu, Kitabımızın 9. Bölümünde
(the Subjunctives: Dilek Kipi) ele alınmaktadır...

Güçlü Çeldirici: Diğer 4 şıkkın 4'ü de el aman, pek yaman... En iyisi, İngilizce eşdeğerlerini veya Türkçe
çevirilerini vereyim: (Tabii, bunları da irdelemek için, yine bknz. Bölüm 9)

a. A person who refused to eat would be dead within two or three months. = Suppose a person refused...
He would be dead... etc. (subjunctive yapılar)... Tut ki, diyelim ki, bir adam yemek yemeyi reddetse, bir
iki ay içerisinde ölür...

b. What's the matter? You look as if you could do with a drink. = Haline bakılacak olursa... Bir içki sana
iyi gelir gibi bir görünüşün var...

İşten yorgun argın geldiniz, kendinizi koltuğa attınız. Ne dersiniz? "Oh, I'm exhausted! Oh, I could do
with a drink now!" = Ah, şimdi bir içki olsa... Ah, şimdi bir içki içebilirim işte... Ah, şimdi bir içki bana
ne iyi gelir... (Türkçe'de present anlamlı olmak üzere "içebilirdim... iyi gelirdi" de diyebiliyoruz.)

c. Suppose he asked me for the money tomorrow! = Ya, yarın benden parayı isteyecek olursa... Yukarda
sözünü ettiğimiz "subjunctive" yapılardan...

23 c. He couldn't have arrived before the others, could he have? (yanlış)

Sondaki "have" fazlalık... "... , could he?" der ve bitiririz...

Güçlü Çeldirici: e. Let's pretend we're not here, shall we? = Hadi burada değilmişiz numarası yapalım.

"Let us..." ile başladığınız bütün durumlarda, "olur mu? tamam mı?" kuyruk sorusu (tag question) için
standart olarak "shall we?" kullanırız: Let's go home now, shall we?

24 b. "I feel very sorry for you!" "Oh, you do, don't you?" (yanlış)

Doğrusu: "Oh, you do, do you?"...Anlamı = "Yok yav... Sahi mi!"... Yani bu tip anlatımlar, bir ağız
eğme, alaya alma anlamı iletir...

Tabiatıyla çok çetin bir soru: Yankılamanın, olumluysa olumsuz, olumsuzsa olumlu, yani tersine
yapılması gerektiği şeklinde daha önce öğrendikleriniz ile çelişen farklı bir kategori var burada...
(Sınavları düzenleyenlerin, bu derece zalim olmayacaklarını ümid edebilirsiniz)
363
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"c" şıkkı: "I'd go quite mad if I had to live with you!" "Oh, you would, would you?" = Yok yav, sahi mi?
Deme yav!...

"e" şıkkı: "No, I won't listen to you!" "Oh, you won't, won't you?" = "Dinlemicem seni işte, dinlemicem!"
"Yok yav, dinlemeyeceksin ha? Bal gibi dinleyeceksin işte..."

Aşağıdaki tümce ise farklı bir kategoriden:

"d" şıkkı: I say, come and see me tomorrow. Now, will you or will you not? = Bak, sana söylüyorum: Gel
yarın beni gör. Şimdi, gelecek misin yoksa gelmeyecek misin? (ısrar veya tehdit)

25 a. "Have you got the tickets?" "Yes, I've got." (yanlış)

Doğrusu: "Yes, I have." veya Yes, I've got them." -- Türkçe'deki gibi, "Evet, aldım," deyip
bırakamazsınız. Kısa yanıtla yetinmeyip, "get" fiilini de eklediğinizde, geçişli bir fiil kullanıyorsunuz;
hani bunun nesnesi nerede?

İngilizce'de, Türkçe'deki gibi, bir mekana girip, "I beat, I beat," diye gürleyemezsiniz: "Döverim ha...
Döverim ha... " Mutlaka "I'll beat you up... I beat everyone," filan gibi bir belirleme eklemek
zorundasınız.

NOT: Nesnenin bariz, apaçık olduğu durumlarda, geçişsiz fiiller nesne almayabilir: Bir sürü birşeyler
anlattınız; sonra soruyorsunuz: "Do you understand?" Yanıt da, "Yes, I do," veya "Yes, I understand..."

Peki, yukardaki "I beat," (eksik) tümcesinde hedefin kim olduğu belli değil mi? -- Bizim düşünce
tarzımıza göre belli, ama İngiliz bizim gibi düşünmek zorunda değil...

26 e. Isn't there anyone else time you can waste instead of mine? (yanlış)

Doğrusu: "anyone else's time" = bir başkası-nın zamanı...

Güçlü Çeldirici: b. I wonder whose else would do instead.

= Acaba başka kiminkisi bu işi görürdü?... "do", burada işe yaramak, yeterli olabilmek anlamında.

Tabiatıyla, "whose else" yerine, "who else" yapısı da doğru olurdu. Ama çok farklı bir anlam kazanarak:
"Who else would do it instead?" Yani, Bu işi başka kim yapabilir?...

27 d. I'm looking forward to see you tomorrow. (yanlış)

Yukardaki onca zalim sorudan sonra çok kolay gelmiştir sanırım. Doğrusu: "looking forward to seeing
you"...

Deyim ve formülünüz: to look forward to + Ving...

Güçlü Çeldirici: c. I object to being pushed around.

= Oraya buraya itilip kakılmaktan hiç hoşlanmam... "object to" kalıbı Ving (gerund - adeylem) alır.
Burada "to be pushed around" pasif fiilinin "gerund" halini kullanıyoruz...

28 c. I surprised to hear such words from you. (yanlış)


364
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

"I am surprised..." -- Dikkat sorusu... Eminim ki burada hiç güçlük çekmediniz.

"d" şıkkında, "to be supposed + mastar" kalıba harfiyyen uyduk, ama bu kez de bir "continuous mastar"
kullandık.

29 e. It's a good thing that it has stopped to rain. (yanlış)

Doğrusu: "stopped raining"...

Açıklama: "to stop" fiili, "durdurmak, kesmek, son vermek" geçişli (transitive) anlamını taşıdığında nesne
alır -- ve (eğer bir eylemden söz edilecekse) nesne olarak o fiilin adeylem halini (gerund)alır:

Stop talking nonsense... Stop making that silly noise... Will you stop bothering me?!

"Durmak," ise geçişsiz (intransitive) bir kavramdır ve nesne alması sözkonusu değildir. Buradaki "stop +
mastar" (infinitive) yapısındaki mastar amaç belirtir:

We stopped on the way to have a hot drink... Half way through the forest, they stopped to get some rest...

Güçlü Çeldirici: d. I'm considering giving up smoking one of these days. -- "to consider" ve "to give up",
birer geçişli fiil olarak, kendilerinden sonra sözü edilen eylemin ad-eylem "gerund" olmasını gerektir. Bu
nedenle, üç "-ing" (continuous tense + gerund + gerund) peşpeşe dizildi...

30 c. I can't imagine why are you so angry with me. (yanlış)

Doğrusu: "...why you are...".

ASLA unutulmaması gereken kural: Bütün bağıl (yan) tümcelikler (subordinate clauses) düztümce olmak
zorundadır. Ad-, sıfat- veya belirteç-tümcelik soru düzeninde olamaz...

"d" şıkkına takılıp da, "tümce ilgeç ile bitirilemez" türünden saçma kurallar savunanlara hiç kulak
asmayın. Ne yani? "I don't know with what to open it" mi diyecektik?!

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

Ready... Steady... GO!!

PART FOUR

-- 31 --

365
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
a. Although you think you understand how to do something at the time, you may later find out that you
misunderstood it all or cannot remember how to do just one of the steps.

b. Has anyone got an idea who she is speaking to?

c. A lawyer advised me not to do.

d. I wish I knew what the world is coming to.

e. I'm beginning to get really cross now. Don't you know who you're talking to?

Answer C

-- 32 --

a. Whoever says that is a liar.

b. I will follow you / Follow you wherever you may go / There isn't an ocean too deep / A mountain so
high it can keep / Keep me away, away from my love...

c. Whenever I want some company / Whenever Ineed a song to play / Whenever my love is sitting by
me / And when I can't find the words to say / I Let the drums do the talking...

d. We were warmly welcomed wherever we went.

e. Eat whatever you like it.

Answer E

-- 33 --

a. You can stay here, as long as you are quite.

b. "Has she ever stayed here before?" "Not that I know of."

c. You can have the lot, for all I care.

d. Yes, he may bring along a friend, as far as I'm concerned.

e. "Have you ever had any kidney trouble?" "Not that I know of."

Answer A

-- 34 --

a. I can't come with you, because I haven't got a ticket.


366
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

b. Since we're early, let's have a drink first.

c. As you've been here before, you'd better lead the way.

d. Some major investment projects have been suspended in view of the fact that the country is currently
running a large budget deficit.

e. For it's nearly bedtime, we must finish the game soon.

Answer E

-- 35 --

a. The journey, as I recall it, was long and tedious.

b. We were at a disadvantage in that they outnumbered us two to one.

c. You may do it whichever way you choose to.

d. Your friend climbs trees as a monkey.

e. This time, he didn't fail to respond the way we wanted him to.

Answer D

-- 36 --

a. Ironically, bad as things are, we know that everything could be worse and that we can only be thankful
they aren't worse than they are.

b. Being a mother herself, she'll understand your predicament.

c. No matter how bad things are, because we had never given up hope completely.

d. Things being as they are, unfortunately the economy shows no signs of an early recovery.

e. However rich some people are, they never seem to be satisfied with their lot.

Answer C

-- 37 --

a. The person whom I am going to talk about now is somebody you all know.

b. The person who I am going to talk about him now is somebody you all know.
367
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

c. The person I am going to talk about now is somebody you all know.

d. The person that I am going to talk about now is somebody, I am sure, you all know.

e. The person I am going to talk about now is somebody, I am sure, you all know.

Answer B

-- 38 --

a. They were wondering about what it was that the man wanted.

b. The switchboard is to be manned at all times.

c. It's time you buy yourself a new pair of shoes.

d. I suggest that each team be given equal points.

e. "Let's take a taxi, shall we?" "Yes, let's."

Answer C

-- 39 --

a. Weren't you told to be here by six?

b. The orchestra is said to have played that piece beautifully.

c. This matter must certainly be looked into.

d. The thief was given a fair trial to him and sent to prison.

e. Don't let yourself be laughed at.

Answer D

-- 40 --

a. "I'd like to have a word with you." "Yes, but what do we have to talk about?"

b. "Did you have much trouble in getting a visa?" "Well, what do you think!"

c. "Do you think she'll succeed?" "I won't answer that question if you don't mind."

d. "Who does want a sandwich" "I do."


368
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________

e. "Who goes there?" "Prince Hamlet."

Answer D

AÇIKLAMALI YANITLAR (Sorular 31 - 40 için)

Unutmayınız: Yapı veya Anlam Olarak "Sakat" Olan Tümceyi Belirliyoruz...

31 c. A lawyer advised me not to do. (yanlış)

"To do", geçişli bir fiildir ve nesne alması gerekiyordu: "...to do it", vb. gibi birşey...

Oysa, bir önceki sorudaki, (30-b) "A lawyer advised me what to do," (Bir avukat bana ne yapmam
gerektiğini öğütledi) tümcesinin sorunsuz ve doğru bir tümce olduğuna dikkat ediniz.

32 e. Eat whatever you like it. (yanlış)

"it" fazlalık...

Güçlü Çeldirici: a. Whoever says that is a liar... "says" den sonra "pause" verirseniz, içinden
çıkamazsınız; tam tersine, "that" sözcüğünden sonra "pause" vermeniz, kısa bir duraklamadan sonra
tümceye devam etmeniz gerekiyor. "Whoever says that", grup halinde "is" fiilinin öznesidir: Herkim ki
bunu söylüyor, yalancının biridir...

"b" ve "c" maddelerine gelince, bunlar şiir (şarkı sözleri, aslında) ve şairlerle tartışamazsınız: "Poetic
licence" diye birşey var bu dünyada. Aşağı yukarı "şair özgürlüğü" demek. Zaten, buraya aldığım
mısralarda dile fazla aykırı pek birşey de yok...

33 a. You can stay here, as long as you are quite. (yanlış)

quite = oldukça... epeyce... quiet = sessiz... Tam anlamıyla bir dikkat sorusu demeyeceğim. Çünkü
yazılışları kadar, okunuşları da farklı, ve kulak belleğiniz devreye girmeliydi... Birincisi /kuayt/...
ikincisi /kuait/... İsterseniz, "gayet sessiz" ibaresinin İngilizcesini bir telaffuz edin bakalım: "quite quiet".

"Not that I know of." = Türkçe'ye, "Bildiğim kadarıyla hayır", veya "Zaten pek de bilmiyorum ya,"
şeklinde çeviri verir.

"for all I care" = "Walla, benim açımdan hiç farketmez... Umurumda bile değil," demektir... Dolayısıyla,
(c)" You can have the lot, for all I care." = Bana ne, istersen hepsini al... (Tabii, dilde herzaman olduğu
gibi, farklı tonlamalarla, gerçek omuz silkmeden, kinayeli serzenişe kadar hertürlü nüans kazandırılabilir
-- öksürük tarzının bile nüanslar taşıdığı iletişim ortamımızda, biliyorsunuz aslolan ses tonlamasıdır...)

34 e. For it's nearly bedtime, we must finish the game soon. (yanlış)

Neden bildiren bağıl-tümceliklerde kullanılan bağlaçlar: because = since = as = for... AMA, ilk üçü ile
başlayan tümcelik gerek başta gerek sonda olabilirse de, "for" ile başlayan tümcelik başa çekilemez,

369
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
ikinci pozisyonda olmak ve virgülle ayrılmak zorundadır. (İlk üçü ile kurulan tümcelik başa çekildiğinde
de virgül konulur):

Because/since/as I believe in their honesty, I'll lend them the money.

I'll lend them the money because/since/as I believe in their honesty.

I'll lend them the money, for I believe in their honesty.

Bu arada, (a) I can't come with you, because I haven't got a ticket... şıkkında olduğu gibi, nedenini bir
duraklamadan sonra söylüyorsak, virgül kullanılabilir.

35 d. Your friend climbs trees as a monkey. (yanlış)

Doğrusu, "like a monkey" -- tabii, arkadaşımız gerçek bir "monkey" değil, sadece "monkey gibi" ise...
Bknz. Püf Noktaları (Bölüm 16)

"like" = gibi ("sözgelişi öyle"... "aslında öyle değil ama tıpkı öyle gibi"...)

"as" = olarak (gerçekten)...

like a father... bir baba gibi (ama aslında "baba" değil)...

as a father = bir baba olarak...

36 c. No matter how bad things are, because we had never given up hope completely. (yanlış)

Yapı olarak iki bağıl-tümceliği birbirine bağlamak dışında (bir ana-tümcelik bulunması gerekiyor), anlam
ve tense yanlışlığı da cabası...

Güçlü Çeldirici: b. Being a mother herself, she'll understand your predicament. = Kendisi de bir anne
olduğu için... Kendisi de bir anne olaraktan... (Because she is a mother herself..." den dönüşüm.]

d. Things being as they are, unfortunately the economy shows no signs of an early recovery. = Herbir
şeyler bu durumda, işler bu vaziyette olduğu için... (Because "things" are as they are...)

a. Bad as things are... = Herbir şeyler berbat durumda olmasına karşın... (Though everything is in a mess,
though we are in a terrible situation...) Sizi oyalaması ve bıktırması için uzun tuttum, ama bütün o
pedantik laf kalabalığına karşın, grameri gayet sağlam bir tümce.

Bu tümceler, belirteç (zarf) tümceliklerin, "participle" (sıfat-, belirteç-eylem) yardımıyla kısaltılmaları


konusunu ilgilendiriyor. Bknz. "Participles", Bölüm. 12.

37 "b" şıkkı yanlış...

Bu soruyu yanlış cevapladıysanız veya aşırı zorlandıysanız, Kitabımızın "Sıfat-Tümcelik" Bölümüne


(Bölüm 6) dönerek yeniden gözden geçirmenizi öneriyorum.

38 c. It's time you buy yourself a new pair of shoes. (yanlış)

Doğrusu: "It's time you bought ..."

370
By dream_Catcher joshua.ranad@gmail.com
________________________________________________________________________
Bu soruyu yanlış cevapladıysanız, lütfen Bölüm 9'a dönerek, "subjunctive" yapıları bir daha gözden
geçiriniz...

"b" şıkkında, "is to be manned at all times" = orada herzaman bir personel bulundurulmalıdır... "Manned
spacecraft" = insanlı uzay aracı...

39 d. The thief was given a fair trial to him and sent to prison. (yanlış)

"to him" fazlalık...

Güçlü Çeldirici: e. Don't let yourself be laughed at. "Sana gülünmesine (gülmelerine) izin verme"... veya,
Kendine güldürtecek birşeyler yapma... "Let" fiili herzaman yalın (to'suz) mastar alır. Buradaki mastar ise
edilgen: "to be laughed at" = (kendisine) gülünülmek...

40 d. "Who does want a sandwich" "I do." (yanlış)

Doğrusu: Who wants a sandwich?

"Kim?" (Who?) ve "Ne?" (What?) sorularında, soru sözcüğünün aynı zamanda fiilin öznesi konumunda
da olduğunu unutmayınız:

Who came? = Kim geldi?

I don't know who came. = Kimin geldiğini bilmiyorum. (Bilmiyorum ki kim geldi...)

"e" şıkkı sizi yanılttıysa, "Here comes my baby / There goes my heart" şeklindeki popüler şarkı sözlerini
hatırlayınız... Ayrıca, Shakespeare bir yanlış yapsaydı bile doğru sayılmaz mıydı ki?!...

371

You might also like