Professional Documents
Culture Documents
İbn Arabi - İlahi Aşk-6
İbn Arabi - İlahi Aşk-6
•ıoo*
Kur'an'd a  şıkla rın Vasıfları
S A B R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
A llah’ın sabred enlere duyduğu sevgi de gene on ların A llah ’a ve
O ’nun E lçisi’ne bağlanm alarıyla ilgilidir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“A llah sabreden leri sever." (K u r’an, 3/146). O nlar bu şek ild e A llah’ın
kendilerini sınadığı kişilerdir. Bu nedenle, kendilerine bu belayı, bu im
tihanı gönderen Allah’tan başkasına yalvarmak gibi bir hataya düşm edi
ler. Sadece O ’na yalvarıp yakardılar.
Allah yolunda savaşırken başlarına bir bela, bir felaket geldiğinde
asla gevşemezler. Savaşırken zayıflık, cesaretsizlik gösterm ezler, çünkü
on lar savaşı O ’nunla birlikte sürdürürler, bu durum kend ilerine zor
gelse bile, böyle olm ası gerekir, aksi takdirde, kendilerine zorluk olm a
saydı, o zaman sınav diye b ir şey olmazdı. O belanın ortadan kaldırıl
ması için Allah’tan başkasına güvenmezler, bel bağlamazlar. O belanın
sona erm esi için sadece Allah’a sığınırlar. Tıpkı Salih peygamberin de
diği gibi: “Bu dert ban a dokundu. Sen m erham et edenlerin en m erham etlisi-
sin." (K ur’an, 21/83) Böylece felaket anında başkasına değil, sadece Al
lah'a açtı derdini ve bu im tihan karşısında Allah’a hamd ve sena etti. Bu
nedenle, “A llah onu sabreden biri olara k buldu. O ne güzel bir kuldur. O d e
vamlı ve çokça tövbe eden biridir” (Kur'an, 38/44). Şikayet etm esine rağ
men durum böyledir.
•ıoı»
İlâhi Aşk
•1 0 2 *
Kur'ait'du  ş ı k l a r ı n V a s ı f l a r ı
Ş Ü K R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah’ın şııkredenlere duyduğu sevgi de gene onların O’na ve O ’nun
Elçisi’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Allah Kitabında Kendini “şûkredenleri
seven biri" olarak vasfetmişıir. Şükür, O ’nun bir nimetidir, bir sıfatıdır,
çü n k ü “A llah şilkred en lerin ecrin i v erir ve h er şey i bilendir." (K u r’an,
2/158). Bu nedenle Allah Kendisinin sahip olduğu sıfatları kulunun
üzerinde de görmeyi sever.
Şükür, an cak nim et üzerindeyken olur, yoksa bu konudaki gerçek
leri bilm eyen bazı insanların ileri sü rd ükleri gibi bela üzerindeyken
değil. Ç ünkü Allahu Teâlâ nim etini eza için e, cezasını da nim eti içine
gizlemiştir. D olayısıyla bu hakikatleri, yani bu durum ları bilm eyen biri
için, bu konu lar biraz karm aşık konulardır. Bu nedenle, o tür insanlar
bela üzerindeyken şükrettiğini sanır, oysa bu doğru değildir. Bu durum
tıpkı tik sin ti veren bir ilacı içm ek gibi bir şeydir, ki kuşkusuz bela
cüm lesindendir bu. Fakat aslında bu, bundan dolayı ölen, helâk olan
biri için tam anlam ıyla bir beladır. Aynı zamanda bu bir hastalıktır da.
H astalık ned en iy le o ilacı kullanm ıştır. Bundan doğan elem , acı ise
ken d isin in istediği ilacın düşm anıdır. Böyle olm akla b irlik te, vücut
böyle b ir belaya maruz kalırsa, vücuttaki bu acıyı giderecek olan şeyi
içm ek gerekir. İşte o zaman o ilaçtır. V ücul o ilacı içerken dksinecek-
tir, fakat hasta olan insan, bu tiksintinin, bu acılığın içinde, ondan do
ğacak bir n im etin gizli olduğunu, yani hastalığını giderecek şeyin, şifa
nın o nıın içinde bulunduğunu bilir. Böylece, o acının, o tiksinti veren
şeyin içine b ir nim et yerleştirdiği için A llah’a şükreder. Tiksinti verse
de o ilacı kullanm aya sabırla devam eder. Ç ünkü hastalığın sona erm e
si için , ilacın içinde o acın ın olm ası gerektiğini bilir. Dolayısıyla vücu
dunu rahata erdirm ek için , o acı ilacı bir an önce almaya bakar. Bu ha
kikati iyi düşün!
İşte bu nedenle, o durumda bulunan kişi bundan dolayı şükreder
yoksa belaya maruz kaldığı için değil. T iksin ilecek bir şeyin içine gizli
bir nim eti yerleştirdiği için Tanrıya şükrederse, Tanrı ona bir başka n i
m et daha verir ki o da sağlık ve afiyettir, hastalığının sona ermesidir,
tiksinti veren ilacı içme konusunda onu sabırlı ve kararlı kılmasıdır. Bu
nedenle, Allah şöyle buyuruyor: “And olsun ki eğer şükrederseniz, size ni
metimi artırırım ; (yani sağlık ve afiyet nimetini verir) y o k eğer nankörlük ed er
sen iz hiç kuşkusuz azabım çetindir." (K u r’an, 14/7).
•103*
İlâhi Aşk
Aynı şekilde bir insan Hakk Teâlâ’ya eza vermeye kalkışırsa, biz de
bu eza verenin, o eziyetini ortadan kaldırm ak için ona eza vermeye uğ
raşırız. H ak k a bu şekilde eza verme işinden vazgeçirinceye kadar onu
engelleriz. Eğer biz, Hakk’a eziyet veren bu kişiye, onu öldürerek ya da
benzeri bir yolla eza veriyorsak, bunu Hakk Teâlâ için yapmış oluruz,
tıpkı tiksinti veren ilacı içm ek istem eyen hastaya derhal o ilacı içirm ek
gibidir bu. İlacın acısı geçer geçm ez, hasta ondaki nim eti görecektir.
B ü tü n b u n ları şu n u n iç in sö y lü y o ru z: Yani h er şey O 'n u n F i-
ili’nden, O ’nuıı Kazası’ndan ve Kaderi'nden ileri gelmektedir.
Allah, Davud aleyhisselâm ’dan Kendisi için bir ev, yani kutsal bir
tapınak yapm asını istem işti. F akat Davud tapınağı yaptığı her defasın
da tapınak yıkılıyordu. Bunun üzerine Rabb’i ona b ir vahiy gönd ere
rek şöyle dedi: “Bu tapınak senin elinle yü kselm eyecek, çünkü sen kan a k ıt
tın." Bunun üzerine Davud şöyle dedi: “Ey Rabb'im, bu işi sad ece Senin
için yaptım ." Allah da ona “Doğru söyledin. Bu işi Benim yolum da. Benim
için yaptın. Evet, ama onlar da benim kullarım değiller mi? Bu tapınak an ca k
kan akıtm akclan u zak ve tem iz olan birinin eliyle yükselecektir." O zam an
Davud şöyle dedi: “Ey R abb’im, öyleyse benim çocuklarım dan biri olsun!"
A llah da ona şöyle vahyetti: “Evet bu tap m a k senin oğlun S ü ley m an ’ın
eliyle yükselecektir." N itekim daha sonra, Süleym an aleyhisselâm , yük
seltm iştir o tapınağı.
İşte eğer anladıysan, sana anlattığım konunun özü budur. Böylece
sen artık bu işin nasıl olduğunu bütünüyle biliyorsun, İlâhi Emr, yani
Tanrı’nın işi böyledir: Yapan o değildir, fakat O ’dur. Eğer O ’nu böyle ta
nım azsan, tam anlamıyla O ’nu tanım am ışsın demektir. “Attın am m a sen
atmadın, fa k a t Allah attı" (K ur’an, 8/17) 64. İşte yapan o değildir, fakat
O ’dur derken, demek istediğim iz budur. Hakikatleri olduğu gibi gör
m eyenlerin akılları bu noktada çıkm aza girer.
Cenabı Hakk’a yapılan bu ezayı kul ortadan kaldırırsa, Allah bunun
için o kula teşekkür eder. Bu ezayı ortadan kaldırma işinde, yukarıda
sözü edilen, ilacı kullanm adaki etkinin aynısı vardır. Şükür, şükredilen
şeyin artırılm asını gerektirir. Dolayısıyla Sııbhan Tanrı kullarına göster
diği bu teşekkür tutumuyla kullarından Kendine daha çok şükretm ele
rini ve şü kü rlerini am ellerinde de yansıtm alarını ister. Bu bağlam da,
Hz. Peygamber aleyhisselâm Hz. Ayşe’ye hitaben “Rcıbb'ime şükreden bir
kul olmayayım mı?" demişti. Dolayısıyla, Allah’ın kendisine gösterdiği bu
•104*
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları
teşekkür tutum una karşı O ’na şükretm ek için , ibadetini daha da artırdı.
Böylece Allah da, o nu n, hidayette ve yaptığı bütün işlerde muvaffak o l
masını sağladı, öyle ki bu başarısı öte dünyaya dek uzandı. Ö te dünya
da m utlular için herhangi bir amel herhangi bir elem , bir üzüntü söz
konusu olmayacaktır.
A llah’a yapılan ezayı ortadan kaldırm a k onu sund a, tiksinti veren
ila cı k u llan m ay la alak a lı o larak yapılan uyarıya g e lin ce ; Bu u yarı,
O ’nun hayat b elirtisi o lan nefesini kulundan geri aldığı, yani ruhunu
kabzettigi anda kuluna yaptığı uyarıdır. G erçek ten d e, A llahu Teâlâ
K endini, ölüm d en tiksin en kulun bu kötü tutum undan tiksinen biri
olarak nitelem ektedir. A llah, K endini bu şekild e, bu tutum undan hoş
lanm ayan biri olarak n itelem esin e rağm en, ona öyle davranm ası ge
rekm ektedir65.
Bu tik sin ti, hastanın ilacı içerken duyduğu tik sin tin in aynısıdır,
çünkü bir konuda sahip olunan ilm in derecesi, son uçta ona uygun dav
ranmayı gerektirir, dolayısıyla insanın gerçekleşeceğini bildiği hakikat
lerin hilafına (o hakikatlere aykırı) hareket etm esi saçm a olur. Buna gö
re, İlâhî hakikatlerin bildirdiği âlem in varlığı (vûcûd) zorunlu (vacib) o l
maktadır. Fakat, bu zorunluluk (vaciblik) yanında im kân’ın (mümkün
lük) yeri neresidir?66. Ö yleyse gönlünü inceltm eye bak! Bil ki, “Allah
şükredenlerin ecrini verir ve yaptıklarını bilir." (K ur’an, 2/158). Dikkat edi
lecek olursa, Allah’ın şükürle ilgili vasfı ilim le ilgili vasfından önce gel
mektedir. Öyleyse sen de am ellerinde şükrünü arttır ki, onun için yap
tığın ibadetlerden ve am ellerden ötürü O’nun sana karşı duyduğu te
şekkür ve m em nunluğa karşılık vermiş olasın.
Bu amel oruç ibadetidir, çünkü oruç ibadeti sadece O’nun içindir.
Nitekim kudsi bir hadiste: “Ademoğlunun oruç dışında h er am eli kendisi
içindir; Oruç ise Benim içindir, bu yüzden onun ecrini Ben veririm.” buyurul-
maktadır. Öyleyse sen de, şu kudsi hadiste ifade edildiği gibi, Allah’a
yapılacak bir ezayı O’ndan uzaklaştır: “Biriyle dostluk kurarken Benim için
mi dostluk kurdun, y a da birin e düşman olurken Benim için mi düşman o l
dun?", "Benim için birbirini sevenlere, B atim için birbirini ziyaret edenlere, Be
nim için birbiriyle oturup sohbet edenlere, Benim için birbirlerine yardım eden
lere Benim muhabbetim, sevgim vacip olur."
Allah bizi, kendilerine nim et verdiği ve nim etini her an ve her du
rumda üzerlerinde gördüğü, ayrıca Kendine şükreden kullarından etsin!
•T05-
İ lâ h i Aşk
İY İ L İ K E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
İyilik yapanlara A llah’ın duyduğu sevgi de gene O’na ve E lçisin e
bağlanm akla ilgilidir. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor: “Allah iyilik
y ap a n ları sev er.” (K u r’an , 2/195). İh san , A llah ’ın b ir sıfatıd ır. Allah
muhsin’dir, yani iyilik ve güzellik ihsan edendir. Ayrıca mücmil'dir, yani
iyilik ve ihsanını ayrım gözetm eksizin herkese verir. Dem ek ki Allah
Kendi sıfatını sevm ekled ir .Bu sıfatı kulun nefsinde tezahür etm ek te
dir. Ihsan'la nitelenen kula muhsitı denir. M uhsin olan kul Allah’a, san
ki O ’nu görüyorm uş gibi ibadet eder67. Yani Allah’a m üşahede içeri
sind e ibadet eder. A llah’ın ihsan ı; h areketleri ve tasavvurları için d e
kulları Allah’ın görm esi makam ıdır. N itekim , Allah şöyle buyuruyor:
“Allah her şeye şahittir." (K u r’an, 85/9) "Nerede olursanız olunuz■O sizinle
beraberdir." (K u r’an, 57/4). O ’nun her şeye şahit olm ası, O ’nun ih san ı
dır, dolayısıyla Allah şühuduyla kulunu helâk olm aktan korur. O k u
lun bulunduğu her durum A llah’ın ihsanından dolayıdır, çünkü kulu
o durum a koyan, y erleştiren Allah’tır. Bu nedenle Allah n im etlerin e
ihsan adını vermiştir. G erçekten de, ancak seni tanıyan ve seni bilen
biri, sana bilerek , n im etler verir. Seni hem tanıyan hem de aynı za
manda gören birin in ihsanı sürekli bir ihsandır, çü nkü O seni sürekli
görm ekledir. Ve gene çü nkü O seni sürekli tanım aktadır.'İlâhi Yasa’ya
göre ihsan budur.
Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurm uştur: "Ihsan, Allah'a sanki
O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. H er ne k a d a r sen O’nu görm üyor
san da O seni h er an gön vektedir." Bu şu anlam a geliyor: Her ne kadar
sen muhsin değilsen de, yani iyilik ve güzellikle davranmazsan da, hiç
kuşkusuz Allah her an Muhsin’dir, selât ve selâm üzerine olsun Hz. Pey
gamber, ashabının huzurunda, Cebrail’e ihsanı bu şekilde ta’lim etm iş
tir. O nların d ilind en ben de sana anlatıyorum . Ö yleyse, bu ta’lim in
doğrudan tanığı olan sen, b en i iyi dinle! Hz. Peygam ber, bilgiyle, bu
ta’lim tarzıyla, m uhatabına yani Cebrail’e bir şeyler öğretmeyi anlatm a
m ıştı, çü n kü o bu bilg iy i zaten biliyord u. Bu tarz ile m aksud olan
am aç, bunu orada hazır bulunan ashaba öğretm ekti. O sebepten Al
lah’ın Resulü o konuyu C ebrail’e tefsir etmişti. Nitekim bu hadisin so
nunda Hz. Peygamber: “Bu C ebrail’di, insanlara dinini öğretm ek için gelm iş
ti" buyurmuştur.
•106-
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları
A L L A H Y O LU N D A SA V A ŞA N LA RA
A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah yolunda savaşanlara Allah’ın duyduğu sevgi de gene onların
A llah’a ve Resulü’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Hususi b ir vasıfla belirte-
rek Allah şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz Allah Kendi yolunda, kurşunla ka y
namış binalar gibi, sa f bağlayarak savaşanları sever.” (K ur’an, 61/4) yani o
saflar arasında hiçbir gedik açılm az, çünkü saflar arasında açılacak bir
gedik şeytanlara yol açm ak demek olur, oysaki yol tekdir; o da Allah’ın
yoludur68.
Bu görünen hat çeşitli noktalardan kesilirse, o zaman tam bir hattın
gerçek varlığının olmasıdır. İşte Allah’ın yolu için ayette geçen “rassu-
mersûs" sözcüğünün anlam ı budur. Kim A llah’ın bu görünen (zâ h iıi)
yolunda bu şekilde saf bağlayarak çalışm azsa, çarpışm azsa, Allah ehli
olamaz. Aynı şekilde, cem aat halinde toplu namaz kılanların safları da
(an cak b itişik olm ası ve insanların birbirine sıkı sıkıya yapışm aları k o
şuluyla), Allah yolunda bağlanm ış bir saftır69. İşte, ancak o zaman, ger
çek anlamda Allah’ın yolu açıkça gözükm üş olur. Kim bu şekilde yap
mazsa ve saflarda boşluklar bırakırsa, Allah’ın yolunu kesm ek için uğ
raşm ış ve de Allah yolunun gerçek varlığını ortadan kaldırm ış ve onu
kesintiye uğratmış olur. Dolayısıyla Allah, kullarından belirtildiği şek il
de davranm alarını istem ektedir. Bunu da, onları yaratanlar, yapanlar
z ü m resin e k atm ak için ister. Bu bağlam da Allah şö y le bu yu ruyor:
" ...Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir." (K ur’an, 23/14). Allah’ın
yolu an cak bu şekilde olur, tıpkı noktalardan meydana gelen bir çizgi
gibi. Öyle ki o noktalar arasında o çizgiyi kesintili hale getirecek hiçbir
boşluk yoktur. İşte o zaman çizginin şekli tam olarak gözükür. Namaz
da tutulan saf da böyledir. Orada Allah’ın yolunun gözükm esi için, ce
m aat halinde namaz kılanların birbirine sıkı sıkıya tutunm ası, tek bir
çizgi haline gelm esi gerekir. Hiç kuşkusuz böyle bir durum çokluk o l
m asını gerektirir. Bu da Cenabı Allah’da, mübarek ve yüce “esm aü’l-hüs-
na”sınm , güzel isim lerinin birbirine sıkı sıkıya tutunm ası (taraşs) de
mektir. İsim lerin bu şekilde sürekli birbirine tutunm asından yaratma
yolu zuhur eder. Böylece, “Hayy" (D iri) sıfatı, “Alîm” (herşeyi bilen) sı
fatıyla içiçe bulunur. İkisi arasında başka isim için yer kalm az, arada
b ir b o şlu k olm az. “Alîm” sıfa tın ın yanında “M ürîd" (istey en ) sıfa tı;
onun yanında “K âil” (söyleyen) sıfatı; onu n yanında “K âdir” (Kudret
sahibi) sıfatı; onun yanında “Hakem " sıfatı; onun yanında “Muklt" (bes
•107*
İ l â h i Aşk
leyen) sıfatı; onun yanında “Muksit" (adaletle dağılan) sıfatı; onun ya
nında “Müdebbir” (Y önelen) sıfatı; onun yanında “Mııfassıl" (Ayıran) sı
fatı; onun yanında “Razık" (R ızık Veren) sıfatı; onun yanında “Muhyi"
(D irilten) sıfatı vardır. Bu şekilde sıfatların yanyana dizilişiyle oluşan
“yaratma yolu”nun vücuda gelm esi için , İlâhî isim lerin saf bağlaması
bu şekilde olur. Bir kez bu Yol ortaya çıkınca, bu isim lerin yanyana di
zilm esine ilave edilecek başka bir şeye gerek kalmaz. Böylece yaratma
işi bu ilâhî isim lerle, daha doğrusu o isim lerin yanyana dizilip varolm a
sıyla belirlenm iş olur. Yaratmanın gerçekleşm esi için, onların durumu
budur. İlâhi isim ler yaratına işinde devamlı olarak devrededirler; dola
yısıyla ancak bu şekilde kavranılabilirler.
Buna göre, âlem de “/ıa_yjy”dir (d irid ir), “a!im”dir (b ilen d ir); “mü-
rkf’dir (isteyendir); “hail”dir (söyleyendir); “fcadir”dir, (güç ve kudret
sah ib id ir); “iıakenT’dir; “mufeit”tir, (besley en d ir); “mufesit”tir (adaletle
dağıtandır); “m üdebbir"dir (yönetend ir); “mu/assıl”dır (ayırandır); geri
ye kalan öteki İlâhî isim ler de bu şekilde devam eder gider.
Tarikatta bu iş, bu süreç, “Allah'ın isimleriyle ahlâklanm a" diye adlan
dırılır. Öyle ki bu ilâhî isim ler kulda zuhur eder, aşikar o lu r70, tıpkı o
isim lerin sürekli yanyana gelm esiyle Doğru Yol’un ortaya çıkm asında
da zuhur edişleri gibi. Eğer onların arasına yaratılışta bir boşluk girse,
Allah’ın Yolu kaybolur; hadiste belirtildiği gibi, saflarda açılacak boş
luklardan sızan şeytanların y ollan açığa çıkar. Öyleyse sana yaptığım
bu uyarılara iyi kulak ver, onları kalbine iyice yerleştir!
D em ek ki kul, Hakk’ın isim leriyle m ahlukatın varolm asında ilâhî
isim ler makamına yükselir; ve bu sıfatlarla, saflar arasındaki boşluklar
dan sızarak içeri giren şeytanlar tabiatına sahip düşm anlarla savaşır. Bu
n itelikleri elde eden kullara m utlaka yardım edilir ve onlar düşm anı
m utlaka yenerler, çü nkü o n ların arasında düşm anın sızab ileceğ i bir
boşluk yoktur. Öyleyse Allah bu nitelikleri taşıyanları sever.
Tek başına ele alındığında insan da, kendisini hareket ettiren her
şeyde bir saf oluşturur. Dolayısıyla bütün hareketlerini Allah için yapar;
hareketlerinde Allah'tan başkasına yer vermez, böylece h iç kim se onu
bu hareketinden vazgeçirem ez, onu yolundan geri çevirem ez. Bu ne
denle, düşm anların gözü daima onun üstüne çevrilir. Sürekli onun ha
reketlerini ve fiillerini, yaptığı her şeyi gözetlerler. Böylece girebilecek
leri b ir b o şlu k bulm ayı u m arlar; A llah’ın yolunu kesm ek su retiyle,
onunla Allah’ın arasını açm aya çalışırlar.
•108*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a sıfla rı
Dem ek ki, yapılan her fiil, her eylem bir “h at”tır, çünkü o fiil, o ey
lem ilâhı isim lerin, övülm üş sıfatların ve pek ço k fiillerin bir toplamı
dır. Dolayısıyla iş yoğunlaşır, büyür ve âlem de karm âşık ( m ürekkeb) su
retler gözükür. Bunun nedeni basittir, çünkü iki çizgi bir yüzey oluştu
rur; iki yüzey de bir cisim oluşturur. Her cisim de, bir zattan ve yedi sı
fattan meydana gelen mükem m el bir sureti temsil etm ek için sekiz öğe
den ibarettir71.
Demek oluyor k i, bu terkibin, bu oluşum un sonucu cisim ortaya
çıkar. Bunun ötesinde bir başka oluşum şekli yoktur. Hiç kuşkusuz,
bütünü içinde bu öğeler arasında bir uyum suzluk, bir karşıtlık olm ak
sızın, cisim sekiz öğeden oluşmaktadır. Bu öğelere daha başka öğeler
ilave edilirse, o zaman daha büyük daha hacim li, yani daha çok boyutlu
bir cisim oluşur. Yüzeyler çoğalınca, çizgiler de çoğalır. Çizgiler çoğa
lınca, noktalar da çoğalır. Cisim lerin ilkini oluşturan cism in, meydana
geldiği asıl öğeler üzerine aslında yeni bir şey ilave olm az, eklenm ez,
çünkü bu ilk cisim ne bir maddi ilkeye dayanır ne de ondan önceki bir
cism e dayanır.
Ö yleyse kim bir sü rek lilik içind e kendi “saP’ın ı, kendi çizgisin i
oluşturursa, yaratanlar arasına girecektir, tıpkı şu ayette Allah’ın buyur
duğu gibi; “...yaratanların en güzeli olan Allah ne yü cedir!"(Kur’an, 23/14).
Dem ek ki Allah o kullar için de bu yaratma vasfını onaylamıştır. Yarat
ma konusunda kendisinin önceliği olduğu için, kendisini de "En Güzel
Yaratıcı" olarak nitelem iştir. Eğer Kendini böyle nitelem eseydi, o “yara-
tanlar”ın varlıkları zuhur etmezdi. Öyleyse A llah’ın ileri sürdüğü şey
kendiliğinden isbat edilmiştir. Ayrıca Allah, bu hakikati indirmem iş ol
saydı, o zaman bu hakikate uygun düşen bilgiden de mahrum olurdun;
dolayısıyla bu h akik ate karşı çıkan b iri, yani bizzat cahillerd en biri
olurdun.
İşte kim bu sıfatla sıfatlanırsa, Allah’ın sevdiği biri olur. Kim Al
lah’ın sevdiği olursa, kendisini seven Allah’ın ona vereceği şeyi hiç kim
se bilem ez, çünkü seven, sevdiğine kendini verir bütünüyle.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir ve itirazda bulunulabilir, yani;
“Allah veli kullarım sever. Seven sevdiğine de acı çektirm ez. Oysa ki bu
dünyada velilerden, resullerden ve nebilerden ve onlara tabi olanlardan
ve ancak onlara tabi olarak im anlarını koruyanlardan daha fazla kitnse
acı çekm em iş, hiç kim se onlardan daha fazla belalara maruz kalm am ış
•109*
İlâhi Aşk
tır. Peki, onların Allah’ın sevgili kulları olm alarına karşılık, bu acıları,
çileleri hak etm elerinin gerçek nedeni ned ir?” Bu soruyu biz şöyle ce
vaplıyoruz: Allah şöyle buyuruyor: “Allah onları sever, on lar da O ’nu se
verler.” (K u r’an, 5/54). Bela, ancak belayı istem em ekle b irlik te olur.
Herhangi bir işi istem eyen kişi, o isteğinin doğru olduğuna dair delil
bulmaya da kalkışm az. Öyleyse, istek olmasaydı, bela da olmazdı. An
cak şunu belirtelim ki, resul delil istem ez, dolayısıyla o belayı istem i-
şir7-. Bu nedenle, delil getirm ek inkâr edenin işi değildir, denir. Oysa ki
gerçekte durum hiç de öyle değildir. Aksine, inkâr etliğini ileri sürdüğü
konuda delil getirm ek inkarcının işidir. 73 Çünkü herhangi bir şeyi in
kâr ettiğini ileri sürm ek dem ek o şeyin, o davanın bizzat var olduğunu
kabul etm ek demektir. Öyleyse, iddiasından dolayı, inkâr edenden delil
getirm esi istenir, çünkü davasını isbat etm ek ona düşer.
Allah kullarını sev ince, kulların bilem eyeceği bir biçim de onları
sevgisiyle rızıklandırır. O zam an kullar, kend ilerin d e Allah için bir
sevgi duyarlar. Bunun üzerine, kend ilerin in, Allah’ı seven inşalardan
olduklarını ileri sürerler. Bu nedenle on ları, sevenler olarak im tihan
eder ve gene onları, Allah’ın sevdiği kulları oldukları için , nim etlere
boğar. Onlara nim et verm esi, A llah’ın onları sevdiğine dair bir d elil
dir. “En üstım delil Allah'ındır." (K u r’an, 6/149). O halde kiıllar O ’nu
sevdiklerini ileri sürdükleri, iddia ettikleri zam an, Allah onları bu ko
nuda im tihan eder. G ene aynı sebeple, Allah yaratıkları arasından sev
d iklerini im tihan eder. “Allah doğruyu, hakikati söyler; doğru yola iletir"
(K u r’an, 33/4).
A L L A H 'IN G Ü Z E L L İĞ E D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Güzellik sevgisi de yine O’na ve Elçisine bağlanmakla ilgilidir. G ü
zellik Allah'ın sıfatıdır. Sahih bir hadisde Allah’ın Elçisi, selât ve selâm
üzerine olsun, şöyle buyurmaktadır: “Allah güzeldir; güzelliği sever.” O hal
de A llah’ın E lçisi, A llah’ı “güzel” sıfatıyla sevm em iz konusunda bizi
uyarmaktadır.
Bizler bu konuda ikiye ayrılm ış durumdayız. Bizden bazıları “hik
met güzelliği” olan mükem m el güzelliğe tutkundurlar. Her şeyde Allah’ı
severler, çünkü her şey bir hikm etle örülüdür; her şey bir h ikm et sahi
binin sanatı ve eseridir. Bazıları da bu sevgiye ulaşamazlar, bu düzeye
erişemezler. O nların güzellikle ilgili ilmi bir istek üzerine kurulm uş ve
•ııo*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a s ıfla r ı
• ııı*
İ l â hi Aşk
•1 1 2 -
Kur'an'd a  şıkların Vasıfları
•113*
İlâhi Aşk
•114*
Ktır'an'da  şıkların Vasıfları
R esulü’nün, selât ve selâm üzerine olsun, ahlâkı nasıld ı?” diye soruldu
ğunda; “O nun ahlâkı Kur’an ’d ı.” dem esi gibi. Buna başkaca b ir şey ek-
lem em iştir Hz. Ayşe.
Zünnun’a Kur’an hamilleri’nin kim olduğu soruldu. O da şöyle dedi:
“Onlar, üzerlerine hüzün bulutlarından yağmur yağanlardır. Bineklerini
ve bedenlerini yoranlardır. Üzerlerinde korku ve hüzün belirtisi taşı
yanlardır. Hakikat (ölüm , yakin) kadehlerinden su içenlerdir. Yürekten
ve sam im i olarak inananların razı oluşları gibi, nefislerini razı edip hem
b o llu k ta hem d arlıkta, hem açlıkla hem doygunlukta, hem bollukta
hem yeterlikte, hem gizlilikte daima uyanık tutarak, Allah’tan başka bir
şeye nazar etmeyenlerdir. Tefekküre yönelerek eşyanın hakikatini kav
rayıp onlardan ibret alanlardır. G ecenin bir bölüm ünü uyanık geçirip
gözlerinden yaşlar akıtanlardır.
Zayıf, nahif bedenleriyle, çatlam ış dudaklarıyla, kurum uş gözyaşla-
rıyla, öldürücü derin iç çekişleriyle Kur’an’m gerçek dostlarıdır onlar.
İşte Kur’an, onların ve nim etlere gark olm uş bu kim selerin arasına gi
rer. Hakk’ın özlem ini duyanlar için gayelerin gayesidir Kur’an.
Tanrı’nın vaadini dinledikçe, gözyaşları sel gibi akar onların. Tan-
rı’n ın uyarısı önünde saçları beyazlar; dolayısıyla C ehennem ’in k o r
kunç azabı, onların ayaklarının altında ve Tanrı’n ın vaid, korkutm ası
da kalblerinin içinde kalır”76.
•115*
A Ş IK L A R IN Ç EŞİT Lİ H A LLER İ H A K K IN D A
A N LA TILAN Ö Y K Ü LER
• •
ykü — Âşıklardan birinin başına gelen şu çok ince ve çok manidar
O hal, bize şu şekilde anlatıldı: Bir gün bir âşık bir şeyhin evine gi
der. Şeyh ona sevgiden bahsetm eye başlar. Bunun üzerine âşık erimeye
ve incelm eye, hatla ipince bir su gibi akmaya başlar. Öyle olur ki bütün
cism i şeyhin önünde çözülür, erir ve küçük bir su damlası haline gelir.
O sırada şeyhin bir arkadaşı oraya gelir ve şeyhin yanında hiç kimseyi
görem eyince, “Buraya gelen ad am .n ered e?” diye sorar. Şeyh de suyu
göstererek, “O adam işte şu s u !” der ve âşığın başına gelen olayı arka
daşına anlatır.
Bu çok garip, çok tuhaf bir erimedir, insanı hayrete düşürücü, şaş
kına çevirici olağanüstü bir hal değiştirmedir. O adanı “kesafet”ini öy
lesine kaybetm iş ki sonunda bir su damlası olm uş, yani aslına, ilk şekli
ne dönm üş. İlk önce o su ile diri bir varlık olm uştu. Şimdi de o, tıpkı
Allah’ın: “Biz her canlı şeyi sudan y arattık.” (K ur’an, 21/30) buyurması gi
bi her şeyi dirilten su şekline, yani asıl ve ilk şekline dönm üş oluyordu.
Öyleyse buradan şu sonuç çıkıııatadır: âşık, her şeyin kendisiyle dirildi
ği canlandığı bir varlıktır.
•117"
İlâhi Aşk
•118-
 ş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a A n l a t ı l a n Öy k ü l e r
•119*