Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 20

İlâhi Aşk

kişiden uzaklaştırır. Tıpkı Allah’ın buyurduğu gibi: “inananlara karşı du­


dağını bükm e ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü Allah, kendini beğe­
nip övünen kimseyi sev m ez" (K ıır'an, 31/18). Ancak cahil olan kişi kendi­
ni bu sıfatla gösterir, cahillik ise, kınanılacak bir durumdur. Bu nedenle
Allah, selût ve selâm üzerine olsun Hz. Peygamberi cahil olm aktan sakın-
dırmıştır. Hz. Nuh’a hitaben Allah şöyle buyurmuştur: uSana cahillerden
olm am anı öğütlerim." (K ur’an, 11/46).
Cahil olan kim se, em salleri önünde, kendisini onlardan üstün o l­
duğunu iddia etm ek ten geri durm az. H atta R abb’inden ve Yaratıcı-
sı’ndan üstün olduğu sanısına bile yakalanır. Fakat bu şekilde, em salle­
ri önünde üstü nlük taslam ak dem ek herşeyden ö n ce, kendi nefsine
karşı üstünlük taslam ası demektir. Oysa ki bir şey kendi nefsi üzerine
üstünlük taslayamaz. Bu kibirlilik ve kendini beğenm işlik ancak bir ca­
hilliktir. Hele hele bir insanın Rabb’ine karşı büyüklük taslaması tüm ­
den saçm alıktır. Çünkü ya Yaratıcısını tanıması gerekir ya da kendisi­
nin bir yaratıcısı olduğunu bilm em esi gerekir. Eğer O ’nu tanır ve O’na
karşı büyüklenirse, işte o adam tam cahildir; Yaratıcısının kemal sıfat­
larla sıfatlanm ış olması gerektiği gerçeğini bilmiyordun Eğer bu gerçeği
bilm iyorsa tam anlam ıyla o bir cahildir. D olayısıyla Allah ona karşı
buğz eder. Sırf cahilliği yüzünden onu sevmez, çünkü bu gurura sırf
kendi cahilliği yüzünden kapılmaktadır. C ahillik bir ölüm dür; ilim ise
bir diriliştir. Allah bu konuda şöyle buyurm aktadır: “Ölü iken kendisini
dirilttiğimiz, yani ilimle dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebile­
ceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkm ayan kim ­
se gibi olu rm ıı?"(Kur’an, 6/122). İşte bu iman ve keşf nurudur ki Allah
onu ona ilham/vahiy yoluyla bağışlamış ya da o durum üzerinde onu
sağlamlaştırmıştır.
İşte bu tür kusurlardan ve benzeri sıfatlardan kendini tem izleyen
kişi Allah’ın sevgilisi olur. Bunu böyle bil! Allah’ın tem izlenenlere duy­
duğu sevgi buradan ileri gelir. Allah şöyle buyuruyor: “Allah temizlenen-
leri sever." (K ur’an, 2/222). Bu tem izlenm iş insanlar, kendilerini tem iz­
ledikleri gibi, kendileriyle birlikte başkalarını da tem izlerler, yani onla­
rın temizliği başkalarına da sirayet eder. Bu bakım dan onlar, Hakk’ın
naibi olarak, Hakk’ın yerine geçerler. G erçi hakikatte tem izleyen A l­
lah’tır. H akk koruyandır, gözetendir, sakıııdırandır, bağışlayandır, hem
kendini hem de başkalarını bu tür hatalardan koruyan kişi Allah katm-

•ıoo*
Kur'an'd a  şıkla rın Vasıfları

da kınanan biri durumuna düşmez. Allah o kişiyi bunlardan korur, sa­


kındırır. Bu lür durumlara düşm ekten onu alıkoyar. Allah’ın kendisine
verdiği ilim le, o hatalardan başkalarını da tem izlem eye çalışır.
Cahilliğin ve ölüm ün karanlığından, ilmin ve hayatın ışığıyla k u r­
tulm ak için kendisine gerekli olanları bilen ve ona göre davranan kişi,
Kıyam et G ıın ü ’nde, m izanda, çevresini çepeçevre kuşatacak nurlarla
tartılacak. İşte o kişi Allah’ın sevgilisidir. İlâhi velayetin yardımına özel
olarak m azhar o lu r ve Tanrı’nın yeryüzünde halifesi olur. “M ukarre-
bun"dan, yani Allah’a yakın olanlar arasından velayet ve halifelik m aka­
m ına yükselm iş olanlar, Allah'ın kendilerine naiplik verdiği kişilerdir,
çünkü onlar öteki insanlar dışında bu İlâhî işlevi yerine getirm ekle gö­
revlidirler. Bununla birlikte her insan kendi uzuvlarını, ayrıca duygula­
rını ve yeteneklerini yerinde kullanm akla yükümlüdür.
İşte Allah, temizliğin ne olduğunu böylece insana bildiriyor ve kul­
larını bu şekilde temizliyor.

S A B R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
A llah’ın sabred enlere duyduğu sevgi de gene on ların A llah ’a ve
O ’nun E lçisi’ne bağlanm alarıyla ilgilidir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“A llah sabreden leri sever." (K u r’an, 3/146). O nlar bu şek ild e A llah’ın
kendilerini sınadığı kişilerdir. Bu nedenle, kendilerine bu belayı, bu im ­
tihanı gönderen Allah’tan başkasına yalvarmak gibi bir hataya düşm edi­
ler. Sadece O ’na yalvarıp yakardılar.
Allah yolunda savaşırken başlarına bir bela, bir felaket geldiğinde
asla gevşemezler. Savaşırken zayıflık, cesaretsizlik gösterm ezler, çünkü
on lar savaşı O ’nunla birlikte sürdürürler, bu durum kend ilerine zor
gelse bile, böyle olm ası gerekir, aksi takdirde, kendilerine zorluk olm a­
saydı, o zaman sınav diye b ir şey olmazdı. O belanın ortadan kaldırıl­
ması için Allah’tan başkasına güvenmezler, bel bağlamazlar. O belanın
sona erm esi için sadece Allah’a sığınırlar. Tıpkı Salih peygamberin de­
diği gibi: “Bu dert ban a dokundu. Sen m erham et edenlerin en m erham etlisi-
sin." (K ur’an, 21/83) Böylece felaket anında başkasına değil, sadece Al­
lah'a açtı derdini ve bu im tihan karşısında Allah’a hamd ve sena etti. Bu
nedenle, “A llah onu sabreden biri olara k buldu. O ne güzel bir kuldur. O d e ­
vamlı ve çokça tövbe eden biridir” (Kur'an, 38/44). Şikayet etm esine rağ­
men durum böyledir.

•ıoı»
İlâhi Aşk

Öyleyse bu şu dem ek oluyor, sabreden kişi sadece A llah’a açar der­


dini, şikayetini başkasına değil, sadece O’na bildirir. Kuşkusuz böyle
davranması gerekir. Sabreden kişi, “ilâh! kahr”ın m ukavem eti, dayanık-
lığı karşısında derdini Allah’a söylem ezse, Allah’a karşı edepsizlik etmiş
olur. Oysa ki peygamberler, hepsine selâm olsun, edep ehlidir ve Allah’tan
gelen özel bir ilim le donanmışlardır.
Biliyorsun ki senin sabrın ancak Allah’tan gelm ektedir, senin zatın­
dan ya da kendi çevrenden ya da kendi gücünden değil. N itekim Allah
şöyle buyuruyor: “S abret; sabrın an ca k A llah’tandır." (K u r’an, 16/127).
Ö yleyse, o sana ait olm adığına göre, hangi şeyle övüneceksin? O belala­
rın kaldırılması için yalnızca Kendine sığınsınlar ve O’ndan başkasına
sığınm asınlar diye Allah kullarına, bu şekilde belalar verir. Kullar bu
şekilde davranırlarsa, o zaman sabredenlerden olurlar ve A llah’ın sevdi­
ği kullan arasına girerler.
Allah’ın isim lerinden biri de “es-5dbür”dur. Bıınun anlam ı “çok sab-
reden”dir. Allah, sadece Kendi süslü giysisini üzerinde gördüğü kim se­
leri sever. Burada bir sır, bir incelik var, yani: Allah burada kendi maka­
m ını sana vermiş oluyor.
Kuşkusuz sabır, ancak eza ve cefa çeken birinde görülür. Biliyoruz
ki, Allah’ın kulları arasında Allah’a ve Resulü’ne eza ve cefa çektirenler
olm uştur. Onları tanıyalım ve dolayısıyla onlarla savaşarak ya da ilim
öğrenm ek isterlerse (çü n kü onlar cahillerdir) onlara ilim öğreterek Al­
lah’a karşı yapacakları bu eza ve cefayı ortadan kaldıralım diye Allah bi­
ze onların niteliklerini bildirm iştir. Bu nedenle Allah Kendini “es-Sabûr”
diye adlandırarak, yapılan eziyeti bize atfetmiştir. “Sabür” sıfatıyla sıfat­
lanarak Kendisine yapılacak eziyeti O ’ndan uzaklaştırmamız için onları
bize tanıtmıştır. Ayrıca bize gönderdiği bela, eza ve cefa karşısında sa­
dece Kendisine yakarm am ız ve o belayı başımızdan kaldırm ası için sa­
dece O’na dua etmemiz gerekliğini bilm em iz için, onları bize tanıtm ış­
tır. O ’na bu şekilde dua etm em iz, isteğimizi O’na bildirm em iz, sabırlı
olm am ızı engellemez. Allah’ın bize duyduğu sevgi devam eder. Aynı şe­
kilde O’nun “S abâr” ismi de devam eder gider. Bu ezayı ortadan biz kal­
dıralım diye, kendisine eza verenleri bize bildiriyor. N itekim sahih bir
hadiste şöyle buyurulm aktadır: “B ir ez a , cefa y a da zulüm karşısında Al­
lah ’tan b aşka sabırlı biri y ok tu r.” Öyleyse gönlünü, sana bu konuda yaptı­
ğım ız uyarılar üzerinde tut, daima!

•1 0 2 *
Kur'ait'du  ş ı k l a r ı n V a s ı f l a r ı

Ş Ü K R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah’ın şııkredenlere duyduğu sevgi de gene onların O’na ve O ’nun
Elçisi’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Allah Kitabında Kendini “şûkredenleri
seven biri" olarak vasfetmişıir. Şükür, O ’nun bir nimetidir, bir sıfatıdır,
çü n k ü “A llah şilkred en lerin ecrin i v erir ve h er şey i bilendir." (K u r’an,
2/158). Bu nedenle Allah Kendisinin sahip olduğu sıfatları kulunun
üzerinde de görmeyi sever.
Şükür, an cak nim et üzerindeyken olur, yoksa bu konudaki gerçek­
leri bilm eyen bazı insanların ileri sü rd ükleri gibi bela üzerindeyken
değil. Ç ünkü Allahu Teâlâ nim etini eza için e, cezasını da nim eti içine
gizlemiştir. D olayısıyla bu hakikatleri, yani bu durum ları bilm eyen biri
için, bu konu lar biraz karm aşık konulardır. Bu nedenle, o tür insanlar
bela üzerindeyken şükrettiğini sanır, oysa bu doğru değildir. Bu durum
tıpkı tik sin ti veren bir ilacı içm ek gibi bir şeydir, ki kuşkusuz bela
cüm lesindendir bu. Fakat aslında bu, bundan dolayı ölen, helâk olan
biri için tam anlam ıyla bir beladır. Aynı zamanda bu bir hastalıktır da.
H astalık ned en iy le o ilacı kullanm ıştır. Bundan doğan elem , acı ise
ken d isin in istediği ilacın düşm anıdır. Böyle olm akla b irlik te, vücut
böyle b ir belaya maruz kalırsa, vücuttaki bu acıyı giderecek olan şeyi
içm ek gerekir. İşte o zaman o ilaçtır. V ücul o ilacı içerken dksinecek-
tir, fakat hasta olan insan, bu tiksintinin, bu acılığın içinde, ondan do­
ğacak bir n im etin gizli olduğunu, yani hastalığını giderecek şeyin, şifa­
nın o nıın içinde bulunduğunu bilir. Böylece, o acının, o tiksinti veren
şeyin içine b ir nim et yerleştirdiği için A llah’a şükreder. Tiksinti verse
de o ilacı kullanm aya sabırla devam eder. Ç ünkü hastalığın sona erm e­
si için , ilacın içinde o acın ın olm ası gerektiğini bilir. Dolayısıyla vücu­
dunu rahata erdirm ek için , o acı ilacı bir an önce almaya bakar. Bu ha­
kikati iyi düşün!
İşte bu nedenle, o durumda bulunan kişi bundan dolayı şükreder
yoksa belaya maruz kaldığı için değil. T iksin ilecek bir şeyin içine gizli
bir nim eti yerleştirdiği için Tanrıya şükrederse, Tanrı ona bir başka n i­
m et daha verir ki o da sağlık ve afiyettir, hastalığının sona ermesidir,
tiksinti veren ilacı içme konusunda onu sabırlı ve kararlı kılmasıdır. Bu
nedenle, Allah şöyle buyuruyor: “And olsun ki eğer şükrederseniz, size ni­
metimi artırırım ; (yani sağlık ve afiyet nimetini verir) y o k eğer nankörlük ed er­
sen iz hiç kuşkusuz azabım çetindir." (K u r’an, 14/7).

•103*
İlâhi Aşk

Aynı şekilde bir insan Hakk Teâlâ’ya eza vermeye kalkışırsa, biz de
bu eza verenin, o eziyetini ortadan kaldırm ak için ona eza vermeye uğ­
raşırız. H ak k a bu şekilde eza verme işinden vazgeçirinceye kadar onu
engelleriz. Eğer biz, Hakk’a eziyet veren bu kişiye, onu öldürerek ya da
benzeri bir yolla eza veriyorsak, bunu Hakk Teâlâ için yapmış oluruz,
tıpkı tiksinti veren ilacı içm ek istem eyen hastaya derhal o ilacı içirm ek
gibidir bu. İlacın acısı geçer geçm ez, hasta ondaki nim eti görecektir.
B ü tü n b u n ları şu n u n iç in sö y lü y o ru z: Yani h er şey O 'n u n F i-
ili’nden, O ’nuıı Kazası’ndan ve Kaderi'nden ileri gelmektedir.
Allah, Davud aleyhisselâm ’dan Kendisi için bir ev, yani kutsal bir
tapınak yapm asını istem işti. F akat Davud tapınağı yaptığı her defasın­
da tapınak yıkılıyordu. Bunun üzerine Rabb’i ona b ir vahiy gönd ere­
rek şöyle dedi: “Bu tapınak senin elinle yü kselm eyecek, çünkü sen kan a k ıt­
tın." Bunun üzerine Davud şöyle dedi: “Ey Rabb'im, bu işi sad ece Senin
için yaptım ." Allah da ona “Doğru söyledin. Bu işi Benim yolum da. Benim
için yaptın. Evet, ama onlar da benim kullarım değiller mi? Bu tapınak an ca k
kan akıtm akclan u zak ve tem iz olan birinin eliyle yükselecektir." O zam an
Davud şöyle dedi: “Ey R abb’im, öyleyse benim çocuklarım dan biri olsun!"
A llah da ona şöyle vahyetti: “Evet bu tap m a k senin oğlun S ü ley m an ’ın
eliyle yükselecektir." N itekim daha sonra, Süleym an aleyhisselâm , yük­
seltm iştir o tapınağı.
İşte eğer anladıysan, sana anlattığım konunun özü budur. Böylece
sen artık bu işin nasıl olduğunu bütünüyle biliyorsun, İlâhi Emr, yani
Tanrı’nın işi böyledir: Yapan o değildir, fakat O ’dur. Eğer O ’nu böyle ta­
nım azsan, tam anlamıyla O ’nu tanım am ışsın demektir. “Attın am m a sen
atmadın, fa k a t Allah attı" (K ur’an, 8/17) 64. İşte yapan o değildir, fakat
O ’dur derken, demek istediğim iz budur. Hakikatleri olduğu gibi gör­
m eyenlerin akılları bu noktada çıkm aza girer.
Cenabı Hakk’a yapılan bu ezayı kul ortadan kaldırırsa, Allah bunun
için o kula teşekkür eder. Bu ezayı ortadan kaldırma işinde, yukarıda
sözü edilen, ilacı kullanm adaki etkinin aynısı vardır. Şükür, şükredilen
şeyin artırılm asını gerektirir. Dolayısıyla Sııbhan Tanrı kullarına göster­
diği bu teşekkür tutumuyla kullarından Kendine daha çok şükretm ele­
rini ve şü kü rlerini am ellerinde de yansıtm alarını ister. Bu bağlam da,
Hz. Peygamber aleyhisselâm Hz. Ayşe’ye hitaben “Rcıbb'ime şükreden bir
kul olmayayım mı?" demişti. Dolayısıyla, Allah’ın kendisine gösterdiği bu

•104*
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları

teşekkür tutum una karşı O ’na şükretm ek için , ibadetini daha da artırdı.
Böylece Allah da, o nu n, hidayette ve yaptığı bütün işlerde muvaffak o l­
masını sağladı, öyle ki bu başarısı öte dünyaya dek uzandı. Ö te dünya­
da m utlular için herhangi bir amel herhangi bir elem , bir üzüntü söz
konusu olmayacaktır.
A llah’a yapılan ezayı ortadan kaldırm a k onu sund a, tiksinti veren
ila cı k u llan m ay la alak a lı o larak yapılan uyarıya g e lin ce ; Bu u yarı,
O ’nun hayat b elirtisi o lan nefesini kulundan geri aldığı, yani ruhunu
kabzettigi anda kuluna yaptığı uyarıdır. G erçek ten d e, A llahu Teâlâ
K endini, ölüm d en tiksin en kulun bu kötü tutum undan tiksinen biri
olarak nitelem ektedir. A llah, K endini bu şekild e, bu tutum undan hoş­
lanm ayan biri olarak n itelem esin e rağm en, ona öyle davranm ası ge­
rekm ektedir65.
Bu tik sin ti, hastanın ilacı içerken duyduğu tik sin tin in aynısıdır,
çünkü bir konuda sahip olunan ilm in derecesi, son uçta ona uygun dav­
ranmayı gerektirir, dolayısıyla insanın gerçekleşeceğini bildiği hakikat­
lerin hilafına (o hakikatlere aykırı) hareket etm esi saçm a olur. Buna gö­
re, İlâhî hakikatlerin bildirdiği âlem in varlığı (vûcûd) zorunlu (vacib) o l­
maktadır. Fakat, bu zorunluluk (vaciblik) yanında im kân’ın (mümkün­
lük) yeri neresidir?66. Ö yleyse gönlünü inceltm eye bak! Bil ki, “Allah
şükredenlerin ecrini verir ve yaptıklarını bilir." (K ur’an, 2/158). Dikkat edi­
lecek olursa, Allah’ın şükürle ilgili vasfı ilim le ilgili vasfından önce gel­
mektedir. Öyleyse sen de am ellerinde şükrünü arttır ki, onun için yap­
tığın ibadetlerden ve am ellerden ötürü O’nun sana karşı duyduğu te­
şekkür ve m em nunluğa karşılık vermiş olasın.
Bu amel oruç ibadetidir, çünkü oruç ibadeti sadece O’nun içindir.
Nitekim kudsi bir hadiste: “Ademoğlunun oruç dışında h er am eli kendisi
içindir; Oruç ise Benim içindir, bu yüzden onun ecrini Ben veririm.” buyurul-
maktadır. Öyleyse sen de, şu kudsi hadiste ifade edildiği gibi, Allah’a
yapılacak bir ezayı O’ndan uzaklaştır: “Biriyle dostluk kurarken Benim için
mi dostluk kurdun, y a da birin e düşman olurken Benim için mi düşman o l­
dun?", "Benim için birbirini sevenlere, B atim için birbirini ziyaret edenlere, Be­
nim için birbiriyle oturup sohbet edenlere, Benim için birbirlerine yardım eden­
lere Benim muhabbetim, sevgim vacip olur."
Allah bizi, kendilerine nim et verdiği ve nim etini her an ve her du­
rumda üzerlerinde gördüğü, ayrıca Kendine şükreden kullarından etsin!

•T05-
İ lâ h i Aşk

İY İ L İ K E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
İyilik yapanlara A llah’ın duyduğu sevgi de gene O’na ve E lçisin e
bağlanm akla ilgilidir. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor: “Allah iyilik
y ap a n ları sev er.” (K u r’an , 2/195). İh san , A llah ’ın b ir sıfatıd ır. Allah
muhsin’dir, yani iyilik ve güzellik ihsan edendir. Ayrıca mücmil'dir, yani
iyilik ve ihsanını ayrım gözetm eksizin herkese verir. Dem ek ki Allah
Kendi sıfatını sevm ekled ir .Bu sıfatı kulun nefsinde tezahür etm ek te­
dir. Ihsan'la nitelenen kula muhsitı denir. M uhsin olan kul Allah’a, san­
ki O ’nu görüyorm uş gibi ibadet eder67. Yani Allah’a m üşahede içeri­
sind e ibadet eder. A llah’ın ihsan ı; h areketleri ve tasavvurları için d e
kulları Allah’ın görm esi makam ıdır. N itekim , Allah şöyle buyuruyor:
“Allah her şeye şahittir." (K u r’an, 85/9) "Nerede olursanız olunuz■O sizinle
beraberdir." (K u r’an, 57/4). O ’nun her şeye şahit olm ası, O ’nun ih san ı­
dır, dolayısıyla Allah şühuduyla kulunu helâk olm aktan korur. O k u ­
lun bulunduğu her durum A llah’ın ihsanından dolayıdır, çünkü kulu
o durum a koyan, y erleştiren Allah’tır. Bu nedenle Allah n im etlerin e
ihsan adını vermiştir. G erçekten de, ancak seni tanıyan ve seni bilen
biri, sana bilerek , n im etler verir. Seni hem tanıyan hem de aynı za­
manda gören birin in ihsanı sürekli bir ihsandır, çü nkü O seni sürekli
görm ekledir. Ve gene çü nkü O seni sürekli tanım aktadır.'İlâhi Yasa’ya
göre ihsan budur.
Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurm uştur: "Ihsan, Allah'a sanki
O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. H er ne k a d a r sen O’nu görm üyor­
san da O seni h er an gön vektedir." Bu şu anlam a geliyor: Her ne kadar
sen muhsin değilsen de, yani iyilik ve güzellikle davranmazsan da, hiç
kuşkusuz Allah her an Muhsin’dir, selât ve selâm üzerine olsun Hz. Pey­
gamber, ashabının huzurunda, Cebrail’e ihsanı bu şekilde ta’lim etm iş­
tir. O nların d ilind en ben de sana anlatıyorum . Ö yleyse, bu ta’lim in
doğrudan tanığı olan sen, b en i iyi dinle! Hz. Peygam ber, bilgiyle, bu
ta’lim tarzıyla, m uhatabına yani Cebrail’e bir şeyler öğretmeyi anlatm a­
m ıştı, çü n kü o bu bilg iy i zaten biliyord u. Bu tarz ile m aksud olan
am aç, bunu orada hazır bulunan ashaba öğretm ekti. O sebepten Al­
lah’ın Resulü o konuyu C ebrail’e tefsir etmişti. Nitekim bu hadisin so ­
nunda Hz. Peygamber: “Bu C ebrail’di, insanlara dinini öğretm ek için gelm iş­
ti" buyurmuştur.

•106-
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları

A L L A H Y O LU N D A SA V A ŞA N LA RA
A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah yolunda savaşanlara Allah’ın duyduğu sevgi de gene onların
A llah’a ve Resulü’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Hususi b ir vasıfla belirte-
rek Allah şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz Allah Kendi yolunda, kurşunla ka y ­
namış binalar gibi, sa f bağlayarak savaşanları sever.” (K ur’an, 61/4) yani o
saflar arasında hiçbir gedik açılm az, çünkü saflar arasında açılacak bir
gedik şeytanlara yol açm ak demek olur, oysaki yol tekdir; o da Allah’ın
yoludur68.
Bu görünen hat çeşitli noktalardan kesilirse, o zaman tam bir hattın
gerçek varlığının olmasıdır. İşte Allah’ın yolu için ayette geçen “rassu-
mersûs" sözcüğünün anlam ı budur. Kim A llah’ın bu görünen (zâ h iıi)
yolunda bu şekilde saf bağlayarak çalışm azsa, çarpışm azsa, Allah ehli
olamaz. Aynı şekilde, cem aat halinde toplu namaz kılanların safları da
(an cak b itişik olm ası ve insanların birbirine sıkı sıkıya yapışm aları k o ­
şuluyla), Allah yolunda bağlanm ış bir saftır69. İşte, ancak o zaman, ger­
çek anlamda Allah’ın yolu açıkça gözükm üş olur. Kim bu şekilde yap­
mazsa ve saflarda boşluklar bırakırsa, Allah’ın yolunu kesm ek için uğ­
raşm ış ve de Allah yolunun gerçek varlığını ortadan kaldırm ış ve onu
kesintiye uğratmış olur. Dolayısıyla Allah, kullarından belirtildiği şek il­
de davranm alarını istem ektedir. Bunu da, onları yaratanlar, yapanlar
z ü m resin e k atm ak için ister. Bu bağlam da Allah şö y le bu yu ruyor:
" ...Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir." (K ur’an, 23/14). Allah’ın
yolu an cak bu şekilde olur, tıpkı noktalardan meydana gelen bir çizgi
gibi. Öyle ki o noktalar arasında o çizgiyi kesintili hale getirecek hiçbir
boşluk yoktur. İşte o zaman çizginin şekli tam olarak gözükür. Namaz­
da tutulan saf da böyledir. Orada Allah’ın yolunun gözükm esi için, ce­
m aat halinde namaz kılanların birbirine sıkı sıkıya tutunm ası, tek bir
çizgi haline gelm esi gerekir. Hiç kuşkusuz böyle bir durum çokluk o l­
m asını gerektirir. Bu da Cenabı Allah’da, mübarek ve yüce “esm aü’l-hüs-
na”sınm , güzel isim lerinin birbirine sıkı sıkıya tutunm ası (taraşs) de­
mektir. İsim lerin bu şekilde sürekli birbirine tutunm asından yaratma
yolu zuhur eder. Böylece, “Hayy" (D iri) sıfatı, “Alîm” (herşeyi bilen) sı­
fatıyla içiçe bulunur. İkisi arasında başka isim için yer kalm az, arada
b ir b o şlu k olm az. “Alîm” sıfa tın ın yanında “M ürîd" (istey en ) sıfa tı;
onun yanında “K âil” (söyleyen) sıfatı; onu n yanında “K âdir” (Kudret
sahibi) sıfatı; onun yanında “Hakem " sıfatı; onun yanında “Muklt" (bes­
•107*
İ l â h i Aşk

leyen) sıfatı; onun yanında “Muksit" (adaletle dağılan) sıfatı; onun ya­
nında “Müdebbir” (Y önelen) sıfatı; onun yanında “Mııfassıl" (Ayıran) sı­
fatı; onun yanında “Razık" (R ızık Veren) sıfatı; onun yanında “Muhyi"
(D irilten) sıfatı vardır. Bu şekilde sıfatların yanyana dizilişiyle oluşan
“yaratma yolu”nun vücuda gelm esi için , İlâhî isim lerin saf bağlaması
bu şekilde olur. Bir kez bu Yol ortaya çıkınca, bu isim lerin yanyana di­
zilm esine ilave edilecek başka bir şeye gerek kalmaz. Böylece yaratma
işi bu ilâhî isim lerle, daha doğrusu o isim lerin yanyana dizilip varolm a­
sıyla belirlenm iş olur. Yaratmanın gerçekleşm esi için, onların durumu
budur. İlâhi isim ler yaratına işinde devamlı olarak devrededirler; dola­
yısıyla ancak bu şekilde kavranılabilirler.
Buna göre, âlem de “/ıa_yjy”dir (d irid ir), “a!im”dir (b ilen d ir); “mü-
rkf’dir (isteyendir); “hail”dir (söyleyendir); “fcadir”dir, (güç ve kudret
sah ib id ir); “iıakenT’dir; “mufeit”tir, (besley en d ir); “mufesit”tir (adaletle
dağıtandır); “m üdebbir"dir (yönetend ir); “mu/assıl”dır (ayırandır); geri­
ye kalan öteki İlâhî isim ler de bu şekilde devam eder gider.
Tarikatta bu iş, bu süreç, “Allah'ın isimleriyle ahlâklanm a" diye adlan­
dırılır. Öyle ki bu ilâhî isim ler kulda zuhur eder, aşikar o lu r70, tıpkı o
isim lerin sürekli yanyana gelm esiyle Doğru Yol’un ortaya çıkm asında
da zuhur edişleri gibi. Eğer onların arasına yaratılışta bir boşluk girse,
Allah’ın Yolu kaybolur; hadiste belirtildiği gibi, saflarda açılacak boş­
luklardan sızan şeytanların y ollan açığa çıkar. Öyleyse sana yaptığım
bu uyarılara iyi kulak ver, onları kalbine iyice yerleştir!
D em ek ki kul, Hakk’ın isim leriyle m ahlukatın varolm asında ilâhî
isim ler makamına yükselir; ve bu sıfatlarla, saflar arasındaki boşluklar­
dan sızarak içeri giren şeytanlar tabiatına sahip düşm anlarla savaşır. Bu
n itelikleri elde eden kullara m utlaka yardım edilir ve onlar düşm anı
m utlaka yenerler, çü nkü o n ların arasında düşm anın sızab ileceğ i bir
boşluk yoktur. Öyleyse Allah bu nitelikleri taşıyanları sever.
Tek başına ele alındığında insan da, kendisini hareket ettiren her
şeyde bir saf oluşturur. Dolayısıyla bütün hareketlerini Allah için yapar;
hareketlerinde Allah'tan başkasına yer vermez, böylece h iç kim se onu
bu hareketinden vazgeçirem ez, onu yolundan geri çevirem ez. Bu ne­
denle, düşm anların gözü daima onun üstüne çevrilir. Sürekli onun ha­
reketlerini ve fiillerini, yaptığı her şeyi gözetlerler. Böylece girebilecek­
leri b ir b o şlu k bulm ayı u m arlar; A llah’ın yolunu kesm ek su retiyle,
onunla Allah’ın arasını açm aya çalışırlar.
•108*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a sıfla rı

Dem ek ki, yapılan her fiil, her eylem bir “h at”tır, çünkü o fiil, o ey­
lem ilâhı isim lerin, övülm üş sıfatların ve pek ço k fiillerin bir toplamı­
dır. Dolayısıyla iş yoğunlaşır, büyür ve âlem de karm âşık ( m ürekkeb) su­
retler gözükür. Bunun nedeni basittir, çünkü iki çizgi bir yüzey oluştu­
rur; iki yüzey de bir cisim oluşturur. Her cisim de, bir zattan ve yedi sı­
fattan meydana gelen mükem m el bir sureti temsil etm ek için sekiz öğe­
den ibarettir71.
Demek oluyor k i, bu terkibin, bu oluşum un sonucu cisim ortaya
çıkar. Bunun ötesinde bir başka oluşum şekli yoktur. Hiç kuşkusuz,
bütünü içinde bu öğeler arasında bir uyum suzluk, bir karşıtlık olm ak­
sızın, cisim sekiz öğeden oluşmaktadır. Bu öğelere daha başka öğeler
ilave edilirse, o zaman daha büyük daha hacim li, yani daha çok boyutlu
bir cisim oluşur. Yüzeyler çoğalınca, çizgiler de çoğalır. Çizgiler çoğa­
lınca, noktalar da çoğalır. Cisim lerin ilkini oluşturan cism in, meydana
geldiği asıl öğeler üzerine aslında yeni bir şey ilave olm az, eklenm ez,
çünkü bu ilk cisim ne bir maddi ilkeye dayanır ne de ondan önceki bir
cism e dayanır.
Ö yleyse kim bir sü rek lilik içind e kendi “saP’ın ı, kendi çizgisin i
oluşturursa, yaratanlar arasına girecektir, tıpkı şu ayette Allah’ın buyur­
duğu gibi; “...yaratanların en güzeli olan Allah ne yü cedir!"(Kur’an, 23/14).
Dem ek ki Allah o kullar için de bu yaratma vasfını onaylamıştır. Yarat­
ma konusunda kendisinin önceliği olduğu için, kendisini de "En Güzel
Yaratıcı" olarak nitelem iştir. Eğer Kendini böyle nitelem eseydi, o “yara-
tanlar”ın varlıkları zuhur etmezdi. Öyleyse A llah’ın ileri sürdüğü şey
kendiliğinden isbat edilmiştir. Ayrıca Allah, bu hakikati indirmem iş ol­
saydı, o zaman bu hakikate uygun düşen bilgiden de mahrum olurdun;
dolayısıyla bu h akik ate karşı çıkan b iri, yani bizzat cahillerd en biri
olurdun.
İşte kim bu sıfatla sıfatlanırsa, Allah’ın sevdiği biri olur. Kim Al­
lah’ın sevdiği olursa, kendisini seven Allah’ın ona vereceği şeyi hiç kim ­
se bilem ez, çünkü seven, sevdiğine kendini verir bütünüyle.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir ve itirazda bulunulabilir, yani;
“Allah veli kullarım sever. Seven sevdiğine de acı çektirm ez. Oysa ki bu
dünyada velilerden, resullerden ve nebilerden ve onlara tabi olanlardan
ve ancak onlara tabi olarak im anlarını koruyanlardan daha fazla kitnse
acı çekm em iş, hiç kim se onlardan daha fazla belalara maruz kalm am ış­

•109*
İlâhi Aşk

tır. Peki, onların Allah’ın sevgili kulları olm alarına karşılık, bu acıları,
çileleri hak etm elerinin gerçek nedeni ned ir?” Bu soruyu biz şöyle ce­
vaplıyoruz: Allah şöyle buyuruyor: “Allah onları sever, on lar da O ’nu se­
verler.” (K u r’an, 5/54). Bela, ancak belayı istem em ekle b irlik te olur.
Herhangi bir işi istem eyen kişi, o isteğinin doğru olduğuna dair delil
bulmaya da kalkışm az. Öyleyse, istek olmasaydı, bela da olmazdı. An­
cak şunu belirtelim ki, resul delil istem ez, dolayısıyla o belayı istem i-
şir7-. Bu nedenle, delil getirm ek inkâr edenin işi değildir, denir. Oysa ki
gerçekte durum hiç de öyle değildir. Aksine, inkâr etliğini ileri sürdüğü
konuda delil getirm ek inkarcının işidir. 73 Çünkü herhangi bir şeyi in ­
kâr ettiğini ileri sürm ek dem ek o şeyin, o davanın bizzat var olduğunu
kabul etm ek demektir. Öyleyse, iddiasından dolayı, inkâr edenden delil
getirm esi istenir, çünkü davasını isbat etm ek ona düşer.
Allah kullarını sev ince, kulların bilem eyeceği bir biçim de onları
sevgisiyle rızıklandırır. O zam an kullar, kend ilerin d e Allah için bir
sevgi duyarlar. Bunun üzerine, kend ilerin in, Allah’ı seven inşalardan
olduklarını ileri sürerler. Bu nedenle on ları, sevenler olarak im tihan
eder ve gene onları, Allah’ın sevdiği kulları oldukları için , nim etlere
boğar. Onlara nim et verm esi, A llah’ın onları sevdiğine dair bir d elil­
dir. “En üstım delil Allah'ındır." (K u r’an, 6/149). O halde kiıllar O ’nu
sevdiklerini ileri sürdükleri, iddia ettikleri zam an, Allah onları bu ko­
nuda im tihan eder. G ene aynı sebeple, Allah yaratıkları arasından sev­
d iklerini im tihan eder. “Allah doğruyu, hakikati söyler; doğru yola iletir"
(K u r’an, 33/4).

A L L A H 'IN G Ü Z E L L İĞ E D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Güzellik sevgisi de yine O’na ve Elçisine bağlanmakla ilgilidir. G ü­
zellik Allah'ın sıfatıdır. Sahih bir hadisde Allah’ın Elçisi, selât ve selâm
üzerine olsun, şöyle buyurmaktadır: “Allah güzeldir; güzelliği sever.” O hal­
de A llah’ın E lçisi, A llah’ı “güzel” sıfatıyla sevm em iz konusunda bizi
uyarmaktadır.
Bizler bu konuda ikiye ayrılm ış durumdayız. Bizden bazıları “hik­
met güzelliği” olan mükem m el güzelliğe tutkundurlar. Her şeyde Allah’ı
severler, çünkü her şey bir hikm etle örülüdür; her şey bir h ikm et sahi­
binin sanatı ve eseridir. Bazıları da bu sevgiye ulaşamazlar, bu düzeye
erişemezler. O nların güzellikle ilgili ilmi bir istek üzerine kurulm uş ve

•ııo*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a s ıfla r ı

bir kayıt altına alınm ış güzelliğin ilmidir. Bu da Hz. Peygamber'in şu


sözünün konusunu teşkil etm ektedir; “Allah’a sanki O’nu görüyormuşsun
gibi ibadet et. H er ne kad ar sen O’nu görm üyorsan da, O seni her arı görm ekte­
dir." Buradaki “kdj" harfi (sanki, gibi anlam ına olan harf, çev.) sıfat nite­
liğindedir; dolayısıyla bu kayıtlı güzellikten daha ilerisini daha ötesini
algılamaya erişemeyen insan, bunun böyle olduğunu hayal eder. Böyle-
ce O ’nu bu güzellik anlayışıyla kayıt altına alır, tıpkı namazda O ’nu,
Kıble’ye yönelm ekle kayıt altına alışı gibi.
Dem ek ki böyle biri Allah’ı Güzelliği için sever. Bu konuda o kişi
üzerine bir günah, bir kusur yoktur, çünkü o kendi gücü ölçüsünde
meşru bir iş yapmaktadır. “Allah her insanı an cak gücü ölçüsünde yükümlü
tutar." (K u r’an, 2/223). Ö yleyse A llah’ı, G üzelliği için sevm ek düşer
üzerimize.
Öyleyse şunu bil ki, hiç kuşkusuz Allah âlem i son derece muhkem
ve son derece güzel bir konum da yaratmıştır, tıpkı, İm am Ebu Hamid
el-G azali’nin dediği gibi: “İm kan dahilindeki bütün gerçeklikler içinde,
bu âlemden daha güzel, daha eşsiz bir şey yoktur.”
Ö te yandan Hz. Peygamber şöyle buyurm uştur; “Allah, Adem ’i Kendi
surelinde yaratm ıştır.” İnsan bu âlem in bir mecm uudur, toplam ıdır74. Al­
lah’ın bu âlem le ilgili ilm i, Kendisiyle ilgili ilim den başka bir şey değil­
dir, çü n kü m evcudat içind e sad ece O vardır. B una g öre, insanın da
O ’nun su relin d e olm ası gerekir. A llah, in san ı, kendi bireysel varlığı
içinde izhar edince, insan Allah’ın bizzat lecelligâhı olur. Bu nedenle,
insan âlem de O ’nun G üzelliğini görür ve o Güzelliği sever. Âlem ise,
Allah’ın G üzelliğidir; dolayısıyla Güzel olan da Allah’tır. Güzelliği seven
de O’dur. İşte Allah’ı kim bu nazarla severse, âlem i Allah sevgisiyle sev­
miş olur. Daha doğrusu, ancak Allah ın G üzelliğini sevm iş olur. Bura­
dan şu sonuca varıyoruz: Sanatın güzelliği, sanata mal edilem ez; aksine
o sanatı ortaya koyan sanatçıya mal edilir. Buna göre, bu âlem in güzel­
liği Allah’ın güzelliğidir.
Bu âlem in güzelliğinin sureli, yani eşyanın güzelliği çok ince, dakik
b ir güzelliktir. Bu da şu dem ek oluyor: Bu âlemde iki güzellik vardır.
Bu iki güzellik de tabiî bir aşkla sevilen iki kişiye benzer. Bu iki kişi, in­
sanlığın hakikatini paylaşan iki genç kız ya da iki delikanlı olabilir. Do­
layısıyla o iki kişi bir ilk ve asıl örnektir (prototiptir). O iki kişi, aynı
zamanda vücut ve ruh m ükem m elliğinin aslı ve temel ilkesi olan suret

• ııı*
İ l â hi Aşk

mükemmelliğidir, ki bu suret, hem terkibi gerçekliği için ve hem de


kendini meydana getiren öğeler için bir bütünlük sağlar. Sakatlıklardan
ve biçim sizliklerden kurtulm ak birlik olmaktır.
Bu iki kişiden biri güzellikle vasıflanır ve her gören onu m utlaka
sever; öteki çirkinlikle vasıflanır ve her gören ondan iğrenir.
Peki öyleyse bu güzellik nedir ki kendine G üzellik ismi verilen var­
lığı gören herkes onu sevm ektedir?75. İşte biz bu bilgileri sana, yani se­
nin görüşüne aktarm ış oluyoruz.
Bu durum, belli bir sohbet ya da dostluk ve ilişki kurduktan sonra
değil de, sadece bir kez gördükten sonra bir kişiye sevgi duyulursa
olur. Öyleyse, iyi düşün ve A llah’ın izniyle, bu işin bizzat aslım , esasını,
özünü kavramaya bak! Allah Kendini Güzel olarak nitelem ektedir. Za­
rarlı ve çirkin gözüken m ahlukatında bile, tabiatlarına ve gayelerine
uygun davranmayan k orku nç şeylerde bile, Allah’ın güzelliğini görmek
mümkündür.
Allah’ın insanda görmeyi sevdiği sıfatlardan bazılarım kısaca anlat­
mış olduk. Aslında bu sıfatlar pek çoktur. O torite olan kaynaklara göre
anlattığımız hususlarda seni uyardık; bu konularda insanın nasıl dav­
randığını anlatmış olduk.
Şimdi de, kısaca, inşaallah, sevginin öteki sıfatlarından söz edece­
ğiz. Bunlar, sevenin sahip olduğu ve bu nedenle de “seven” diye adlan-
dırıldıgı sıfatlardır. Bunlar, sevgi için çizilm iş gerçek sınırlardır. Bunla­
rın bazılarını son bölüm de ayrıntılı olarak ele alıp inceleyeceğiz. Şimdi
onları burada sayalım:

— Âşık, “m aktul” sıfatıyla sıfailanmalıdır.


— Âşık, “te le f’ olmalıdır.
— Âşık, Allah’a doğru Allah’ın isimleriyle yürümelidir.
— Âşık, kuş gibi uçar olmalıdır.
— Âşık, daima uyanık kalmalıdır.
— Âşık, gamını ve kederini gizlemelidir.
— Aşık, Sevgiliye kavuşm ak için bu dünyadan çıkm ayı arzulamalı-
dır.
— Kendisi ve Sevgilisiyle kavuşması arasına giren ve bir türlü ayrıl­
mayan dostlan (perdeden) dolayı âşık bezginlik duymalıdır.
— /Işık, Sevgili için çok ah çekmelidir.

•1 1 2 -
Kur'an'd a  şıkların Vasıfları

— Âşık, Sevgilisinin sözünü duyarak, O ’nun zikrini tilavet ederek,


O ’ııu hatırlayarak dinlenmelidir.
— Âşık, Sevgilisinin sevdiği şeylere uygun davranmalıdır.
— Âşık, Sevgilisine karşı yapmaya m ecbur olduğu hizm ette, hür­
meti (yani ilâhı em irleri) terketm ekten korkm alıdır.
— Âşık, Rabb’inin hakikati karşısında kendine verdiği fazla önem i
azaltm alı, Sevgilisine verdiği az önem i çoğaltmalıdır.
— Âşık, Sevgilisine itaaı etmeli ve O’na karşı gelmekten kaçınmalıdır.
— Âşık, kendi nefsinden bütünüyle çıkıp kurtulmalıdır.
— Âşık, kendi ölüm ü karşılığında diyet (kan bedeli) istememelidir.
— Â şık, Sevgilisinin kendisine önerdiği tedbirden dolayı, insan ta­
biatının kaçm ak istediği, sıkıntılara sabretm elidir.
— Âşığın kalbi, aşktan çılgına dönmelidir.
— Âşık, her türlü dosta Sevgilisini tercih etmelidir.
— Âşık, Sevgilisini isbat etme uğrunda kendini mahv etmelidir.
— Sevgilisi öyle istediği için, âşık, nefsini ayaklar altına alıp çiğne-
melidir.
— Âşık, Sevgilinin sıfatlarını üzerinde taşımalıdır.
— Âşık, Sevgiliyle birlikteyken nefes bile almamalıdır.
— Âşığın her şeyi. Sevgilisi için olmalıdır.
— Â şık, Sevgilisi hakkında saygılı davranmalı, kendini ise eleştir­
melidir, kınam alıdır.
— Âşık, Sevgilinin neden olduğu şaşkınlıktan, dehşetten lezzet al­
malıdır.
— Âşık, belirlenm iş genel kuralları önce korum alı, sonra o kuralla­
rı aşmalıdır.
— Âşık, Sevgilisini kendinden bile kıskanm alıdır.
— Âşık, aklı ölçüsünde aşkının hükm ü altında olmalıdır.
— Âşık, akıldan yoksun bir hayvan gibi (dâbbetün) olmalıdır ki aç­
tığı yaralar, yaptığı hatalar kendisini suçlu gösterm esin.
— Âşığın sevgisi, Sevgilinin ihsanıyla, iyilikleriyle artm am ak; Sev­
gilinin cefalarıyla da azalmamalıdır.
— Âşık, Sevgilisi karşısında adaba uymak zorunda bırakılmamalıdır.
— Â şık, hem k end i durum u nu hem de Sev g ilisin in durum unu
unutm alıdır.
— Âşık, bütün sıfatlardan arınm ış olmalıdır.

•113*
İlâhi Aşk

— Âşıgm isim leri m eçhul olm alı, bilinmemelidir.


— Â şık, gerçekte dalgın olm adığı halde adeta dalgınm ış gibi o l­
m alıdır.
— Âşık, kavuşmayla ayrılık arasında b ir fark görmem elidir.
— Âşık, kendisini köleleştirenin içtenlikle kölesi olmalıdır.
— Â şık, devamlı bir karışıklık içinde olmalıdır.
— Âşık, davranışlarında ölçünün dışına taşmalıdır,
— Âşık, Sevgilinin aynısı olduğunu söylemelidir.
— Âşık, kendinden geçm eli, bitk in olmalıdır.
— Âşık, utangaç bir şekilde sırrın ı açığa vurmalıdır.
— Âşık, kendisinin âşık olduğunu bilmemelidir.
Ayrıca;
— Âşık, çok şevkli, çok arzuludur, bununla birlikte kim e doğru yö­
neldiğini bilmez.
— Âşık, büyük heyecan duyar fakat kim de heyecanlandığını b il­
mez.
— Sevgili, âşığa açık seçik gözükm ez.
— Âşık, hem sevinçlidir hem üzüntülüdür; zıt sıfatlarla sıfatlanır.
— Âşığın m akam ı, hırstır, hali m akam ına tercümandır.
— Aşık, sevgiliyle boy ölçüşm eyi sevmez.
— Âşık, ayıkamayacak derecede aşk sarhoşluğu içindedir.
— Â şık, sevgilisini razı ve h o şn u t etm ek için sürekli O ’nunla ilgi­
lenir.
— Âşık, sevgilisi üzerinde etkilidir.
— Â şık, sevgilisinin ked isin e verdiği şeylerden dolayı O ’na karşı
acım a duygusu ve şefkat besler.
— Âşık, kendi durum unun tanığıdır.
— Â şık, devamlı acı çeker.
— Yapacak bir şeyi olm adığında âşık, yorgunluk ve b itkin lik duyar.
— Â şık, bıkkınlık diye b ir şey bilm ez; ruhu dinç, bedeni zindedir.
— Â şık, Sevgilisi dışında başka b ir şey bilmez.
— Âşıgm gözü, sevgilinin varlığıyla görür.
— Â şık, ancak sevgilisinin sözüyle konuşur.
işte bütün bunlar, Kur’an ’ın ham ili (taşıyıcısı) diye adlandırılırlar.
B u â ş ık la r b ü tü n b u s ıf a t la r ı k e n d ile r in d e to p la d ık la r ı z a m a n
Kur’an ’m aynısı ve özü olurlar, tıp k ı Hz. Ayşe’nin, k en d isin e “Allah

•114*
Ktır'an'da  şıkların Vasıfları

R esulü’nün, selât ve selâm üzerine olsun, ahlâkı nasıld ı?” diye soruldu­
ğunda; “O nun ahlâkı Kur’an ’d ı.” dem esi gibi. Buna başkaca b ir şey ek-
lem em iştir Hz. Ayşe.
Zünnun’a Kur’an hamilleri’nin kim olduğu soruldu. O da şöyle dedi:
“Onlar, üzerlerine hüzün bulutlarından yağmur yağanlardır. Bineklerini
ve bedenlerini yoranlardır. Üzerlerinde korku ve hüzün belirtisi taşı­
yanlardır. Hakikat (ölüm , yakin) kadehlerinden su içenlerdir. Yürekten
ve sam im i olarak inananların razı oluşları gibi, nefislerini razı edip hem
b o llu k ta hem d arlıkta, hem açlıkla hem doygunlukta, hem bollukta
hem yeterlikte, hem gizlilikte daima uyanık tutarak, Allah’tan başka bir
şeye nazar etmeyenlerdir. Tefekküre yönelerek eşyanın hakikatini kav­
rayıp onlardan ibret alanlardır. G ecenin bir bölüm ünü uyanık geçirip
gözlerinden yaşlar akıtanlardır.
Zayıf, nahif bedenleriyle, çatlam ış dudaklarıyla, kurum uş gözyaşla-
rıyla, öldürücü derin iç çekişleriyle Kur’an’m gerçek dostlarıdır onlar.
İşte Kur’an, onların ve nim etlere gark olm uş bu kim selerin arasına gi­
rer. Hakk’ın özlem ini duyanlar için gayelerin gayesidir Kur’an.
Tanrı’nın vaadini dinledikçe, gözyaşları sel gibi akar onların. Tan-
rı’n ın uyarısı önünde saçları beyazlar; dolayısıyla C ehennem ’in k o r­
kunç azabı, onların ayaklarının altında ve Tanrı’n ın vaid, korkutm ası
da kalblerinin içinde kalır”76.

•115*
A Ş IK L A R IN Ç EŞİT Lİ H A LLER İ H A K K IN D A
A N LA TILAN Ö Y K Ü LER

• •
ykü — Âşıklardan birinin başına gelen şu çok ince ve çok manidar

O hal, bize şu şekilde anlatıldı: Bir gün bir âşık bir şeyhin evine gi­
der. Şeyh ona sevgiden bahsetm eye başlar. Bunun üzerine âşık erimeye
ve incelm eye, hatla ipince bir su gibi akmaya başlar. Öyle olur ki bütün
cism i şeyhin önünde çözülür, erir ve küçük bir su damlası haline gelir.
O sırada şeyhin bir arkadaşı oraya gelir ve şeyhin yanında hiç kimseyi
görem eyince, “Buraya gelen ad am .n ered e?” diye sorar. Şeyh de suyu
göstererek, “O adam işte şu s u !” der ve âşığın başına gelen olayı arka­
daşına anlatır.
Bu çok garip, çok tuhaf bir erimedir, insanı hayrete düşürücü, şaş­
kına çevirici olağanüstü bir hal değiştirmedir. O adanı “kesafet”ini öy­
lesine kaybetm iş ki sonunda bir su damlası olm uş, yani aslına, ilk şekli­
ne dönm üş. İlk önce o su ile diri bir varlık olm uştu. Şimdi de o, tıpkı
Allah’ın: “Biz her canlı şeyi sudan y arattık.” (K ur’an, 21/30) buyurması gi­
bi her şeyi dirilten su şekline, yani asıl ve ilk şekline dönm üş oluyordu.
Öyleyse buradan şu sonuç çıkıııatadır: âşık, her şeyin kendisiyle dirildi­
ği canlandığı bir varlıktır.

•117"
İlâhi Aşk

Öykü— Allah rahmet etsin babam mıydı, amcam mıydı? hangisiydi,


tam bilem iyorum , ikisinden biri bana şu öyküyü anlatm ıştı: Babam bir
gün ormanda bir avcı görür. Avcı dişi bir kumru güvercini takip etm ek­
tedir. O anda aniden kum runun erkeği çıkagelir. Dişisine bakar. Tam o
sırada avcı dişi kumruyu vurur, öldürür. Bunu gören erkek kum ru ça­
resizliğinden kendi etrafında fır dönerek havada yükselir yükselir, öyle
yükselir ki gözlerden kaybolur. “G özüm üzden kayboluncaya kadar o
kuşa baktık” diye devam etli babam ; “sonra, o kuş o yüksekliğe varınca
kanatlarım kapattı, başını yere çevirdi ve çığlıklar atarak kendini yere
sapladı, paramparça oldu, ezildi ve öldü. Bizse, hâlâ bakakalm ıştık” di­
ye anlatm ıştı.
Ey âşık, bu bir kuşun yaptığı harekettir. Peki Allah aşkı uğrunda se­
nin tavrın nicedir?
Öykü— Bize M uhamıned ibn M uhamıned anlattı. Ona da H ıbbetü’r-
Rahm an, ona da Ebu'l-Kasım bin Hevazin anlatmış. O , M uham ıned ib-
nü ’l-H üseyindeıı işittim diyor. O da Ahıned bin Ali’den işittim demiş.
O da İbrahim ibn F atik ’den işittim demiş; o da şöyle diyor: “Camide
oturm uş, aşk hakkında konuşurken Sum nun’u dinliyordum 77. Yanma
küçük bir kuş sokuldu. Ç ok yakınına kadar geldi. İyice yaklaştı. Geldi
eline kondu. Sonra bütün gücüyle gagasıyla yere vurdu, öyle ki ağzın­
dan kan geldi ve öldü.”
Allah o kuşa bu şeyhin sözünü anlama gücünü verm işti, işte aşka
dair sözlerin etkisi o kuşta böyle oldu. Aşk hali ona galebe çaldı ve aşk
sultanı ona hakim oldu. Bu durum orada hazır bulunanlara b ir vaaz n i­
teliğinde oldu. Aşk iddiasında bulunanlara da kesin bir k am ı ve iyi bir
ibret oldu.
Allah bize sevgiden büyük bir pay vermiştir. Aynı zamanda bize o
sevgiyi tutabilecek gücü de verm iştir. Vallahi, ben sevgide öyle bir şey
buluyorum ki, hayalim deki o sevgi gökyüzünde olsaydı hiç kuşkusuz
gökyüzü çatır çatır çatlardı. Eğer bu aşk yıldızlarda olsaydı yıldızlar
parçalanır, parça parça düşerdi. Eğer bu aşk dağlarda olsaydı dağlar ye­
rinden kalkar yürürdü78.
İşte, ben böyle bir sevgiyi yaşadım. Allah, o sevgiyi miras alanlar­
dan bana öyle bir güç, öyle b ir kuvvet verdi ki, o âşıkların özüdür. Ben
o güç içinde, kendimde öyle şaşırtıcı haller gördüm ki hiç bir sözcük
onu tasvir edemez, onu anlatamaz.

•118-
 ş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a A n l a t ı l a n Öy k ü l e r

Sevgi, tecelli ölçüsüııdedir. Tecelli ise ma’rifet ölçüsüııdedir. Sevgi ve


ma’rifet içinde eriyen ve kendilerinde sevginin hüküm leri, erdem leri
zuhur eden âşıklar, sevginin tabiî görünüm lerine bağlı kalırlar. Ariflerin
aşkına gelince, görünüşte o aşkın bir izi, bir eseri yoktur, çünkü m a’ri­
fet, sadece arif âşıklara verilen ve sadece onların bildiği sır gereğince,
tabii sevginin izlerini siler süpürür. Arif olan âşık diri kalır ve ölmez.
M ücerred bir ruhtur o. Arifin taşıdığı aşktan tabiatın bir haberi yoktur.
Aşkı, İlâhî aşktır, rabbani şevktir. Allah’ın “Kuddus” ismiyle güçlenm iş­
tir. Duyulur (duyularla kavrandır) sözlerin (el-kelam u'l-mahsûs) tesirle­
rinden güvencededir.
Aşkından eriyip su olan âşık hakkında ileri sü rülebilecek burhan
(katî delil) şudur: Eğer o âşıkta böyle bir aşk olm asaydı, durum u öyle
olm azdı. O zaten önceden âşıktı ve şeyhin aşka dair sözlerini duyar
duymaz erim eye başladı. Şeyhin sözleri kend isind eki aşkın gizli gü­
cünü harekete geçirm iş oldu. N eticede olan oldu. Bu şeyhten, k en d i­
sinde daha önceden bulunan im kânların gerçekleşm esini elde etm iş
oldu. Bir ü çüncü kişinin, aşkla ilgili sözleri, âşık üzerinde h iç b ir etki
uyandırm ıyorsa, o aşk tabiî bir aşktır. Ç ünkü insanın sadece tabii y ö­
nü, değişim i ve etkilenm eyi tepki g österm ed en kabul eder. Ö yleyse, o
şeyhin sözlerind en önce de o âşık, aşkla zaten sıfatlanm ıştı. O olay­
dan ö n ce e t ve k em ikk en , onu bir suya çeviren bu erim e işi onun vü­
cudu ü zerin d e old u . E ğ er o n u n sev gisi İlâhî sevgi olsayd ı, şey h in
harflerden oluşan kelim eleri onun üzerinde böyle bir etki yapmazdı.
O sözlerin bu in ce anlam ları onun ruhaniyetini coşturm azdı. D olayı­
sıyla o âşık, aşk konusundaki davasından haya etti ve kalbinde haya
ateşi yandı ve öyküde anlatıldığı gibi, su olu ncaya kadar bu, on u erit­
meye devam etli.
Bu değişim ancak varlıklarda (bireylerde) gerçekleşir. Onlardan yal­
nızca bazıları, tabiî sevgi sahibidirler. Bu ise, ruhani sevgi, ilâhî sevgi ve
tabiî sevgi arasındaki farkı oluşturur. Ruhani sevgi, ilâhî sevgiyle tabiî
sevgi arasında bir ara noktadır. İlâhi sevgi, varlıkta değişmez olarak ka­
lır, fakat âşıktaki tabiî sevgiden dolayı, bu durum onun üzerinde deği­
şikliğe neden olabilir; böyle olm akla birlikte onu “fe n a ” haline ulaşııra-
ınaz. çünkü “fen a” hali daima tabiî sevgi yönünden gelir. Varlığın “b ek a ”
hali ise ilâhî sevgi yönünden gelir.

•119*

You might also like