Sosyoloji 2-1

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 8

Sanayi Devrimi ve Sosyolojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı

°İnsana ve toplumsal yönelik sorgulamaların tarihi çok eski zamanlara gitsede Sosyolojinin
sistematik bir bilim dalı olarak çıkmasında sanayi devrimin önemli bir rölü bulunmaktadır.

°Sanayi Devrimi, 1760'larda İngiltere'de başlayıp 1800'lerde Avrupa'yı etkisi altına alarak
toplumsal hayatta büyük değişimlere yol açtı, köklü dönüşümlere sebep oldu.

°Sanayi Devrimi ile birlikte iş, aile içinde yapılan bir faaliyet olmaktan çıktı ve fabrikalarda
gerçekleşmeye başladı. Fabrikalarda, iş disiplini ve belirli bir süre çalışma anlayışı hakim
oldu. Ancak bu süreçte ücretler düşerek açlık sınırına kadar geriledi ve çalışma koşulları
ağırlaştı. Sanayi toplumuyla birlikte açlık, sefalet ve yokluk geniş kitleler arasında
yaygınlaştı, tarım toplumundan farklı bir yaşam mücadelesi başladı. Bu süreçte, erkek
nüfusunun fazlalığı dış tehditlere karşı caydırıcılığı artırırken, aile içinde erkek otoritesi daha
da belirginleşti.

°Sanayi Devrimi sonrası, tarımsal alanda yaşanan değişimler nedeniyle insanlar fabrikaların
bulunduğu kentlere akın etti ve Avrupa'da yüzbinlerce kent ortaya çıktı. Köy ve
kasabalardaki tanıdık yapılar yerini kaotik bir yaşama bıraktı. Hırsızlık, gasp ve suç oranları
artarak olağan durumlar haline geldi. Sanayileşme süreci, toplumdaki güç dengesini
değiştirerek, toprak sahipleri yerine para ve sermaye sahiplerini güç odakları haline getirdi.
İktidar mücadeleleri artarken, kilisenin toplumsal etkisi azaldı. Aile yapısının parçalanmasıyla
birlikte bireyler güvencesiz kaldı ve toplumun bütünlüğüne yönelik endişeler arttı
Fransız ihtilali ve Siyasal Alanda Yaşanan Dönüşümler.
Sanayi Devrimi, dokuma sektöründe başlayarak hayatın her alanını etkileyen köklü
dönüşümlere yol açtı. Bu dönemde imparatorlukların ve otoriter yapıların yerini ulus devletler
ve anayasal düzen aldı. Fransız İhtilali, bu değişimin siyasi arka planını hazırlayarak
ulusçuluk akımlarını yaygınlaştırdı. Bu süreçte toplumsal alanda yaşanan kaoslar ve
düzensizlikler sosyolojinin doğuşunu tetikledi. Sosyologlar, sanayileşmenin ve ihtilalin
yarattığı sorunlara çözüm getirmek için bütünlüklü teoriler geliştirdi ve toplumsal düzenin
sağlanması için sistemik öneriler sundu. Bu nedenle, sosyoloji bilim dalı olarak sanayi
devrimi ve Fransız İhtilali'nin etkisi altında ortaya çıktı.
Sosyolojinin öncü isimleri
Sosyolojinin gelişiminde dört önemli isim vardır: Auguste Comte, Emile Durkheim, Karl Marx
ve Max Weber. Comte'nin sosyolojiye katkıları olmasına rağmen, etkisi sınırlı kalmıştır.
Ancak Durkheim, Marx ve Weber, insan eylemi ve toplumsal değişim konularında kapsamlı
analizler sunarak sosyolojiye önemli katkılarda bulunmuşlardır. Durkheim ve Weber,
akademik kimlikleriyle sosyolojinin disiplin haline gelmesine öncülük etmişlerdir. Marx ise
toplumsal değişim ve eylem üzerine yaptığı derin analizlerle sosyoloji tarihinde belirgin bir iz
bırakmıştır.
Auguste comte(1798-1857)
Auguste Comte, sosyolojinin kurucusu olarak bilinir. O, "Sosyoloji" terimini ilk kez kullanan
düşünürdür ve bu yönüyle sosyolojinin isim babasıdır. Comte, sosyolojiyi bilimsel bir disiplin
haline getirmek için büyük çaba göstermiş ve pozitivist sosyoloji geleneğinin önde gelen
isimlerindendir. Ona göre, toplumu incelemek için doğa bilimlerinin yöntemlerini benimsemek
gereklidir. Bu nedenle, Comte, sosyolojiyi ilk olarak fizik biliminin yöntemlerinden etkilenerek
"sosyal fizik" terimiyle tanımlar. Ancak daha sonra toplum bilimi için sosyoloji terimini
kullanmaya başlar.
Pozitivizm:
Sanayi devrimiyle birlikte yaşanan bilimsel gelişmeler, insanlara doğanın yasalarını keşfetme
ve doğa üzerinde hâkimiyet kurma imkanı verdi. Bu süreçte bilim ve teknoloji, hayatın her
alanında köklü değişimlere yol açtı. Bu değişimler, doğa bilimlerinin yöntemlerine duyulan
güveni artırdı.

Pozitivizm, toplum bilimlerinin doğa bilimlerinin pozitif yöntemlerini benimsemesi gerektiğini


savunur. Pozitivistler, toplumu fizik, kimya ve biyolojide olduğu gibi nesnel bir şekilde
incelemelidir. Bu yaklaşımda duygular ve değerler yerine nicel araştırma yöntemleri, gözlem
ve deney önemlidir.

Pozitivistler, pozitif bilim yöntemleriyle toplumun yasalarını keşfetmenin mümkün olduğuna


inanır. Toplumu yönlendirerek daha iyi bir gelecek ve toplumsal yapı inşa etmenin mümkün
olduğunu savunurlar. Bu nedenle, pozitivizm toplumsal mühendislik yaklaşımını benimser,
toplumu bir makine gibi yönlendirilebilecek bir yapı olarak görür.

Auguste Comte, aristokrat bir ailenin çocuğu olarak Fransa'da doğdu ve ilerici Ecole
Polytechnique'de eğitim aldı. Ütopik sosyalist Henri Saint-Simon'un sekreterliğini yaptı,
ancak ilişkileri sert tartışmalarla sona erdi. 1848'de Pozitivist Toplum Derneği'ni kurdu ve
yaşamının geri kalanında kaos döneminde pozitivizmi geliştirmeye ve sosyolojiyi kurmaya
çalıştı. Sanayi devriminin etkileriyle şekillenen 1800'lerde, Fransız İhtilali'nin yarattığı siyasal
karışıklıklarla mücadele etti. Bu dönemde toplumsal düzenin nasıl sağlanabileceği üzerine
araştırmalar yaptı ve çözüm önerileri sundu.

Comte, çalışmalarında toplumu birbirinden farklı iki boyutuyla ele alır.


1-Toplumsal Statik:Toplumsal statik, mevcut toplumsal yapının ve kurumların incelenmesini
içerir. Bu, toplumun iç yapısını anlamak ve mevcut sorunları belirlemek için bir analiz
yöntemidir.
(düzen kuramı)
2-Toplumsal Dinamik:Toplumsal dinamik, bir toplumun tarihsel gelişimini ve aşamalarını
inceler. Toplumsal statikte olduğu gibi toplumun o anki durumunu değil, zaman içindeki
değişimini ve ilerleyişini ele alır. Bu şekilde, genel toplumsal değişimin çerçevesini belirler.
(ilerleme kuramı)

Comte, toplumların tarihsel gelişimiyle ilgili olarak üç hal yasasını ortaya koyar. Her toplumun
düşünsel gelişiminin birbirini izleyen üç aşamadan geçtiğini belirtir:

1. Teolojik Aşama: Olaylar dinsel ve doğaüstü nedenlerle açıklanır. Toplumsal olaylar tanrılar
ve dinsel güçlerle ilişkilendirilir. İnsanlar faaliyetlerde bulunurken dini işaretleri dikkate alırlar.

2. Metafizik Aşama: Olayların nedenleri metafizik ve soyut güçlerle açıklanmaya çalışılır.

3. Pozitif Aşama: Olaylar bilimsel düşünce ve akıl yoluyla açıklanmaya çalışılır. Bilimsel
yöntemlerle olaylar arasındaki ilişkiler incelenir ve nedenleri ortaya konulur.

Comte, her toplumun üç aşamadan geçtiğini ve bu aşamaların benzer olduğunu belirtir,


böylece genel bir yaklaşım sergiler. Yaklaşımı, ilerlemeci tarih anlayışına dayanır ve pozitif
düşüncenin toplumsal hayata entegre olmasıyla kaosun azalacağına ve toplumsal düzenin
sağlanacağına inanır.Comte, cesurca sosyolojiyi kurma çabasına ilk adımı atan kişidir.
Sabırla ve kuramsal çalışmalarla sosyolojiyi geliştirmeye odaklanmıştır.
Emile Durkheim(1858-1917)
Durkheim, akademide sosyolojinin bilimsel bir disiplin olarak kabul edilmesine önemli katkılar
sağladı. Sosyoloji kürsüsüne atanan ilk profesyonel, akademik Fransız sosyoluğudur. Ayrıca,
sosyolojik yöntemin ilkelerini belirleyerek sosyolojiyi psikolojiden ayırmaya çalıştı.
Durkheim'ın intihar üzerine yaptığı çalışma, sosyolojinin psikolojiden farklılaştığı bir alanı
gösterir. Bireysel eylemlerin arkasındaki toplumsal faktörleri ortaya koyarak, temel amaç
bireysel eylemi belirleyen koşulların farkına varmaktır
Toplumsal bir olgu olarak intihar
Durkheim’ın intihar teorisi, bireysel gibi görülen bir eylemin arkasında yatan toplumsal
unsurların anlaşılması açısından son derece önemlidir. Durkheim’a göre 4 intihar türü
bulunmaktır.

1-Bencil intihar:kişinin içinde yaşadığı toplumsal grupla bağlarının kopması ve yalnızlaşması


sonucunda ortaya çıkan bir intihar türüdür. Bekârlar arasında daha yaygın olabilir.
Günümüzde refah düzeyi yüksek Kuzey Avrupa ülkelerinde toplumsal bağların azalması ve
yalnızlaşmanın artmasıyla daha sık görülmektedir.

2-Toplulukçu intihar-kişinin içinde yaşadığı toplum ve grup değerlerinin aşırı baskın olduğu
durumlarda, toplumsal dayatma veya aşırı bağlılık sonucunda yaşanan bir başarısızlık
halinde gerçekleştirilen intihar türüdür. Örneğin, savaşta başarısız olan bir komutanın intiharı
veya yaptığı bir yapıtın başarısız olmasıyla yaşadığı utanç duygusuyla intihar eden birinin
davranışı, toplulukçu intihar örnekleri arasında gösterilebilir.

3-Anomik intihar-hızlı toplumsal, kültürel veya ekonomik değişim süreçlerinde ortaya çıkan
bir intihar türüdür. Bu durumda, kişi topluma bağlayan normların işlevini yitirir ve yeni oluşan
yapıya adapte olamaz. Örneğin, sanayileşme sürecinde değişime ayak uyduramayanlar
veya ekonomik krizlerde etkilenenlerin intiharları buna örnektir. Kriz dönemlerinde intihar
sayılarında önemli artışlar görülebilir.

4-Kaderci intihar-son derece zor şartlarda yaşayan ve bu şartları değiştiremeyecek kişilerin


gerçekleştirdiği bir intihar türüdür. Örneğin, köle olan ve bu durumu değiştirme umudu
olmayanların veya ataerkil yapıda hiçbir söz hakkı bulunmayan kadınların intiharları buna
örnektir. Bu kişiler, yaşadıkları durumu değiştiremeyeceklerini anladıklarında intihar etme
eğiliminde olabilirler.

Durkheim, toplum analizinde fonksiyonalist (işlevselci) yaklaşımı benimser. Bu yaklaşıma


göre, toplum birbiriyle iletişim ve etkileşim içinde bulunan, farklı fonksiyonlara sahip
parçalardan oluşan bir canlı organizma gibidir. Aile, eğitim, din, siyaset gibi kurumlar
toplumun farklı parçalarını oluşturur. Toplumun uyum ve düzen içinde varlığını
sürdürebilmesi için bu parçaların işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirmeleri önemlidir. Bu
yaklaşım, toplumu birey ve kurumlardan oluşan ancak onları aşan bir üst sistem olarak ele
alır. Fonksiyonalist yaklaşımda sistem ve fonksiyon önemli kavramlardır. Durkheim'ın öncüsü
olduğu bu yaklaşım, sosyolojide yapısal fonksiyonalist yaklaşımın oluşmasına önemli katkı
sağlamıştır.
Durkheim'ın ele aldığı önemli kavramlardan biri "kolektif bilinç"tir. Bu kavram, aynı toplumun
vatandaşları arasında ortak olan inançlar ve duyguların toplamını ifade eder. Kolektif bilinç,
toplumda zaman içinde oluşur ve bireylerin davranışlarını düzenleyerek kontrol eder.
Özellikle mekanik dayanışmanın hakim olduğu toplumlarda etkilidir. Bireyleri, toplumda
oluşmuş genel değerlere ve toplumsal beklentilere uygun davranmaya yönlendirir. Bireyler,
kolektif bilinci dikkate alarak faaliyetlerini gerçekleştirirler.

Durkheim, sanayi devriminin sorunlarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemde doğmuştur ve
Fransız İhtilali sonrası yaşanan gerilimleri derinden hisseder. Bu kaotik süreçte toplumu bir
arada tutan unsuru araştırarak dayanışma kavramını ön plana çıkarır. Geleneksel
toplumlarda ve hızla
değişen yeni toplumsal yapıda, dayanışmanın farklı biçimlerde şekillendiğini belirler.
Durkheim’a göre iki tür dayanışma vardır.
1.Mekanik dayanışma-Mekanik dayanışma, insanların küçük gruplar halinde bir arada
yaşadığı toplumlarda öne çıkan bir dayanışma türüdür. Bu toplumlarda insanlar birbirlerini
tanır, yüz yüze ilişkiler kurar ve ortak geçmişi paylaşırlar. İş bölümü çok çeşitlenmemiş,
insanlar benzer çalışma türlerine ve yaşam alışkanlıklarına sahiptir. Güçlü gelenekler ve
toplumsal kontrol mekanizmaları bulunur, bireysellik ve farklılık ise törpülenir. Sosyal gruplar,
din, ahlak, gelenek gibi nedenlerle birey üzerinde yoğun kontrol sağlar. Bu yapılar,
benzeşme ve ortak yaşamdan kaynaklanan bir dayanışma biçimini yansıtır.

2Organik dayanışma-sanayileşme süreciyle birlikte geleneksel toplumsal yapıları etkileyerek,


kentlerin öne çıkmasına neden olur. Bu yeni toplumda, geleneklerin ve dinin yerine hukuk
kuralları ve sözleşmeler geçerlidir. İnsanlar farklı mesleklerde çalışırken, işbölümüne dayalı
ilişkiler ön plana çıkar. Örneğin, bir üniversitedeki insanlar arasındaki ilişkiler, farklı görevler
ve uzmanlık alanlarına dayalı olarak şekillenir. Organik dayanışma, toplumdaki ilişkilerin
çoğunlukla işbölümüne dayandığı durumu ifade eder.

Durkheim, bilimsel sosyolojik bir kuram oluşturmayı hedeflerken, bu kuramın toplumsal


gerçekliğe odaklanması, belirli metodları kullanarak deneysel olarak ispatlanabilir olması ve
toplumun bütününü göz önünde bulundurduğunda ahlaki sorumluluk taşıması gerektiğini
savunur. Pozitivist yöntemi benimserken, toplumsal düzenin sağlanmasında ahlaki
sorumluluğun önemini vurgular ve sanayi toplumundaki eşitsizlik ve çatışmaları aşmak için
ahlaki normların gerekliliğini vurgular.
Karl Marx(1818-1883)
Marx, Almanya'da doğmasına rağmen siyasi faaliyetleri nedeniyle Almanya'dan ayrılmak
zorunda kalmış ve İngiltere'de büyük yoksulluk içinde yaşamıştır. İngiltere, sanayi devriminin
başlangıç noktası olmasıyla köklü değişimlere sahne olmuş, yeni tabakalaşma tarzları ortaya
çıkmış ve fabrikalarda çalışan işçi kesimleri düşük ücretlerle yaşamaya çalışmıştır. Bu
süreçte toplumsal hayatta yoksulluk ve sefalet yaygın bir sorun haline gelmiştir.
Marx, içinde yaşadığı sanayi toplumu sürecinde, toplumsal alanda yaşanan sorunlara çözüm
getirmeye çalışmıştır.
Marx, kapitalist toplumlardaki eşitsizlikleri özel mülkiyete bağlar ve toplumsal değişimde
çatışma ve eşitsizliklere odaklanır. Durkheim ise dayanışma ve toplumsal bütünleşmeye
vurgu yaparak farklı bir perspektif sunar. Bu, sosyolojideki iki önemli yaklaşım arasındaki
farkı gösterir.
Marx’a göre kapitalist toplumda iki temel sınıf vardır:
1-Brujuvazi:Üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıf.
2-Proletarya:Sahip oldukları tek unsur olan emeklerini kiralayarak hayatlarını devam
ettirmeye çalışan sınıf.
Marx'a göre, sınıfların belirlenmesinde temel unsur, üretim araçlarına sahip olma durumudur.
Burjuvazi, sahip oldukları sermayeyle üretim araçlarının mülkiyetine hakimdir ve proletaryayı
düşük ücretlerle çalıştırarak kendi servetlerini artırır. Proletarya ise genellikle düşük
ücretlerle çalışmak zorunda kalarak yaşamını sürdürür. Sanayileşme süreciyle birlikte
köyden ayrılmak zorunda kalan insanlar, şehirlerde işsizlik ve yoksullukla karşılaşmıştır. Bu
durum, burjuvazinin ücretleri düşürmesine, çalışma saatlerini uzatmasına ve çalışma
koşullarını kötüleştirmesine neden olmuştur
Marx'a göre, işçiler zamanla sınıf bilinci edinerek örgütlenir ve hak arayışı için mücadele
ederler. Bu mücadele sürecinde, işçiler kapitalist sistemi değiştirip sosyalist bir sistem
kurarak toplumsal adaleti sağlamayı hedeflerler. Sosyalist sistemde üretim araçlarının özel
mülkiyeti kaldırılır ve temel kamu hizmetleri ücretsiz olarak sunularak geniş halk kitlelerinin
sosyal imkânlarından yararlanması sağlanır.
Marx'a göre, toplumun alt yapı unsurları olan üretim ilişkileri ve ekonomik sistem, toplumsal
değişmenin belirleyicisi olarak öne çıkar. Bu değişimler, toplumun üst yapı unsurlarını da
etkileyerek din, aile, siyaset, hukuk, sanat gibi ilişkilerde değişikliklere yol açar. Marx'ın bu
görüşü, toplumsal değişmenin temelinde ekonomik sistemdeki değişimlerin yattığını savunur
ve buna Materyalizm adı verilir.
Marx, toplumların beş aşamadan geçtiğine inanır: İlkel, köleci, feodal, kapitalist ve
sosyalist/komünist aşamalar. En son aşama olan komünist toplumda, üretim araçlarının özel
mülkiyeti kaldırılır ve insanlar eşitlik ve özgürlük içinde yaşarlar. Ancak, sosyalist ve komünist
ülkelerde gerçekleşen pratikte, Marx'ın idealize ettiği düzeyde özgürlük ve eşitlik
sağlanamamış, tabakalaşma ve iktidarın kötüye kullanımı gibi sorunlar ortaya çıkmıştır.
Yabancılaşma:Marx'ın yabancılaşma kavramı, kapitalist çalışma ilişkilerinin insanı işine ve
ürettiği ürüne yabancılaştırmasını ifade eder. Geleneksel toplumlarda ürün ve üreten
arasındaki bütünlük kapitalist sistemde kaybolur. İş bölümü ve özel mülkiyet gibi unsurlar,
işçinin üretim süreciyle bağlantısını koparır ve işi kişiden bağımsızlaştırır. İşçi, mekanikleşir
ve yaptığı işe yabancılaşır, psikolojik sorunlarla karşılaşır.
Örnek:bir fabrikada montaj hattında çalışan bir işçi düşünelim. Bu işçi, günlerce, hatta
aylarca aynı parçaları birleştirerek tek tip ürünler üretir. İşin monotonluğu ve tekrarlığı
nedeniyle işçi, ürettiği ürünlere veya işine herhangi bir duygusal veya kişisel bağ kuramaz.
Ürünlerin kalitesi veya sonucun müşteriye etkisi onun için önemsizdir. Sadece belirlenen
talimatlara ve iş akışına uymakla yükümlüdür. Bu durumda işçi, yaptığı işten ve üründen
tamamen yabancılaşmış olur.
Max Weber(1864-1920)
Max Weber, sosyoloji geleneğinde Marx ile birlikte en köklü izleri bırakan Alman sosyologtur.
Hukuk ve ekonomi tarihi eğitimi görmüş, değişik üniversitelerde profesör olarak dersler
vermiştir. Çalışmalarını özellikle kapitalizmin gelişimi ve modern toplumun özellikleri üzerine
yoğunlaştırmıştır.
Max Weber'in toplumsal değişme ve toplumsal eylem konularındaki görüşleri ve katkıları:
- Üst yapı unsurlarının, özellikle din, zihniyet, kültür ve inanç gibi faktörlerin toplumsal
değişmede belirleyici olduğunu vurgular.
- "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" eserinde Protestanlığın kapitalizmin gelişimindeki
etkilerini detaylı bir şekilde inceler.
- Katoliklik ve Protestanlık arasındaki farkları örneklerle destekleyerek, Protestanlığın
kapitalizmin oluşumunda rol oynadığını gösterir.
- Üst yapıdaki zihniyet değişiminin, toplumsal değişmede önemli bir rol oynadığını savunur.
- Sanayi toplumu ve kapitalizm üzerine yaptığı analizlerle sosyoloji tarihine önemli katkılar
sağlar.
- Toplumsal eylemleri ve bu eylemleri etkileyen faktörleri inceleyerek sosyoloji tarihine önemli
bir katkı yapar.

Rasyonalite Kavramı:
Toplumların geleneksel toplumdan modern topluma geçişinde rasyonalitenin merkezi önem
kazandığını vurgular.
İnsan eyleminin rasyonel hale gelmesinin nedenlerini detaylı olarak inceler.
Kapitalizmin gelişim sürecinde rasyonalitenin artışını ve etkilerini ayrıntılı bir şekilde ele alır.

- Bürokrasi ve Rasyonalizm:
Modern toplumda rasyonaliteyi sağlayan kurumun bürokrasi olduğunu belirtir.
Bürokrasinin, rasyonel bir özellik taşıdığını ve doğuşunun devrimsel sonuçlar yarattığını
ifade eder.
Bürokratik kurumların yaygınlaşmasıyla hayatın her alanında rasyonalitenin artacağını öne
sürer.

- Modern Toplumda Rasyonelleşme:


Modern toplumda, hayatın her alanının bürokratik kurumlarca çerçevelendiğini belirtir.
Bürokratik kurumların insanî duyguları dışarıda bıraktığını ve rasyonel bir personel
politikasına dayandığını ifade eder.
Rasyonel kurumlar arasında sıkışan bireylerin yabancılaşma yaşayacağını ve hayatın
büyüsünün bozulacağını öngörür.

- Ideal Tip Tanımlaması:


Weber'in ideal tip tanımlamasının sosyolojide birçok yapı, olgu ve kavramın anlaşılması
açısından merkezi öneme sahip olduğunu belirtir.
İdeal tip, bir sosyolojik kavramın en mükemmel soyutlamasının yapılmasıdır. Bu, gerçeklikle
karşılaştırılarak kavramın daha iyi anlaşılmasını sağlar. Weber'in bürokrasi yaklaşımı, ideal
tipin örneklerinden biridir. Weber, ideal bir bürokrasinin sahip olması gereken özellikleri
detaylı olarak tanımlar. Ardından, gerçek hayattaki bürokratik kurumlarda eksiklikler ve
sorunlar, ideal tip bürokrasiyle karşılaştırılarak belirlenir ve düzenlemeler yapılmasına olanak
tanır. Bu sayede, gerçekliğin daha iyi anlaşılması ve iyileştirmelerin yapılması sağlanır.
Genel olarak Marxist düşünceleri
1.Kapitalist Ekonomik Mekanizmaların Büyümesi:
- Marx'a göre, modern gelişmenin temel dinamiği kapitalist ekonomik mekanizmaların
büyümesidir. Ekonomik faktörler, toplumsal değişmenin ana itici gücüdür.

2. Sınıf Eşitsizlikleri:
- Modern toplumlar, doğaları gereği sınıf eşitsizlikleri ile bölünmüştür. Marx'a göre,
ekonomik yapı sınıf ayrımlarının temelini oluşturur.

3.Cinsiyet ve Güç Paylaşımı:


- Marx'a göre, erkeklerin ve kadınların farklı konumları gibi durumları etkileyen önemli güç
paylaşımları, sonuç olarak ekonomik eşitsizliklerden kaynaklanmaktadır. Ekonomik yapı,
cinsiyet eşitsizliğinin de temel nedenidir.
4.Kapitalist Toplumun Geleceği:
- Marx, modern toplumların, yani kapitalist toplumların bir geçiş dönemi olduğunu ve
gelecekte köklü bir şekilde yeniden organize olmalarını beklediğini savunur. Ona göre,
sosyalizm kapitalizmin yerini alacaktır.

5.Batı'nın Nüfuzunun Yayılması:


- Marx'a göre, Batı'nın nüfuzunun dünyaya yayılması, asıl olarak kapitalist girişimin
yayılması eğilimlerinin bir sonucudur. Kapitalizmin yayılması, emperyalist politikaların ve
ekonomik etkileşimlerin bir sonucudur.
Genel olarak Weber'in düşünceleri
1. Üretimin Rasyonelleştirilmesi:
- Weber'e göre, modern gelişmenin ana dinamiği üretimin rasyonelleştirilmesidir. Bu,
üretim süreçlerinin daha verimli ve hesaplanabilir hale getirilmesidir.

2. Eşitsizliklerin Çeşitliliği:
- Modern toplumlarda görülen eşitsizlikler, sınıf, cinsiyet ve diğer faktörler arasındaki
farklılıkları kapsar. Weber'e göre, ekonomik eşitsizlikler sadece bir tür eşitsizlik alanıdır.

3. Güç Kaynaklarının Ayrılabilirliği:


- Weber, ekonomik sistemdeki gücün diğer kaynaklardan ayrılabileceğini savunur. Örneğin,
erkek-kadın eşitsizlikleri sadece ekonomik açıdan değil, diğer faktörlerden de etkilenebilir.

4. Rasyonalizasyonun Geleceği:
- Weber'e göre, rasyonalizasyonun gelecekte toplumsal yaşamın bütün alanlarında
ilerleme sağlaması kesindir. Bu, modern toplumların farklı temel toplumsal ve ekonomik
organizasyon biçimlerine bağlı olacağını öngörür.

5. Batının Küresel Etkisi:


- Weber, Batı'nın küresel etkisinin sadece askeri güçle değil, aynı zamanda sanayi
kaynakları üzerindeki üstünlüğüyle de ilişkilendirir.
Modern sosyoloji yaklaşımları
Sosyolojik yaklaşımlar, toplumda yaşanan gelişmeleri ve değişimleri anlamak ve açıklamak
için oluşturulan teorilerdir. Bu bölümde, "Yapısal Fonksiyonel Yaklaşım", "Çatışma Yaklaşımı"
ve "Sembolik Etkileşimcilik Yaklaşımı" gibi üç temel sosyolojik yaklaşımın yanı sıra, cinsiyet
vurgusunu merkezine alan "Feminist Yaklaşım" da ele alınacaktır. Bu yaklaşımlar, toplumu
anlama sürecine önemli katkılar yapmıştır ve sosyolojinin gelişiminde etkili olmuştur.
Yapısal Fonksiyonel yaklaşım:
Yapısal fonksiyonel yaklaşımın öncü ismi Talcott Parsons'dır. Bu yaklaşım, yapı ve fonksiyon
kavramlarını merkezine alır ve toplumdaki her yapının veya kurumun belirli bir fonksiyonu
olduğunu savunur. Toplumun, toplumsal yapıların fonksiyonları ve bu fonksiyonların
birbirleriyle ve toplumsal bütünle ilişkisi çerçevesinde anlaşılabilir. Yapısal fonksiyonel
yaklaşım, toplumdaki öğelerin fonksiyonlarını, bu fonksiyonlardaki değişmeleri ve
çözülmeleri, aynı zamanda öğeler arasındaki ilişkileri ve etkileri inceleyerek toplumla ilgili
çıkarımlarda bulunur.
Çatışma yaklaşımı
-Çatışma yaklaşımı, toplumdaki eşitsizlikleri ve çatışmaları merkeze alır. Bu yaklaşıma göre,
sosyal sınıf, cinsiyet, etnisite gibi farklılıkların toplumdaki eşitsizliklere etkisi incelenir.
Örneğin, sosyal sınıf farklılıklarının nedenleri ve sonuçları ele alınır ve çözüm önerileri
sunulur. Bu perspektif, toplumdaki güç dengesizliklerini vurgular ve politikaların eşitsizlikleri
pekiştirdiğini savunur.
-Çatışma teorisi, Marksist sınıf teorisini merkeze alır. Marx'a göre, toplumda var olan
burjuvazi ve proletarya arasındaki eşitsizlikler çatışmaya yol açar ve bu çatışma
proletaryanın devrimiyle son bulur. Burjuvazi, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olarak
gücü elinde bulundurur ve eşitsizlikleri sürdürür. İşçi sınıfı ise bu düzeni değiştirmek için
mücadele eder.
Sembolik etkileşimcilik yaklaşım
Sembolik etkileşimcilik yaklaşımı, George Herbert Mead'in öncülüğünde ABD'de gelişmiş bir
mikro-sosyoloji yaklaşımıdır. Toplumu insanların günlük etkileşimlerine odaklanarak analiz
eder ve sembolik iletişimin nasıl anlam ve düzen yarattığını inceler. Bu perspektif, klasik
bilimsel yaklaşımları reddeder ve toplumu içeriden, insanların günlük yaşam deneyimleriyle
ilişkilendirerek açıklar.
-İnsanların günlük etkileşimlerine odaklanarak toplumu inceler. İnsanlar, semboller
aracılığıyla anlam ve düzen oluştururlar. Bu yaklaşım, klasik sosyolojik perspektiflerin
ötesine geçerek insanların günlük yaşam deneyimlerine odaklanır ve toplumu içeriden analiz
eder.

-Semboller, kendi başlarına anlam taşımayan ancak toplumda belirli anlamlar kazanan
işaretlerdir. Örneğin, belirli el hareketleri farklı toplumlarda farklı anlamlar taşır. Konuşma,
yazı, beden dili ve işaretler gibi sembolik etkileşim türleri, toplumda ortak anlamlar oluşturur.
Sembollerin anlamları, o toplumun kültürel yapısından kaynaklanır ve farklılık gösterebilir.

Feminist Yaklaşım
Sosyoloji tarihinde, kadın teorisyenlerin ve cinsiyet temelli eşitsizliklerin etkileri genellikle göz
ardı edilmiştir. Ancak, 1968'de başlayan özgürlük hareketleri ve feminist teorilerin yükselişi,
bu konuların önem kazanmasını sağlamıştır. Özellikle 1970'lerden itibaren feminist yaklaşım,
sosyal teoride giderek daha fazla kabul görür hale gelir ve daha önce göz ardı edilen
kuramlar önem kazanır.
Feminist yaklaşımlar, toplumsal analizlerde cinsiyet faktörünü merkeze alarak, toplumu
anlamada sınıf, statü, sembolik etkileşim gibi kavramların yanı sıra cinsiyet/toplumsal
cinsiyet kavramlarının da önemli olduğunu vurgularlar. Bu yaklaşımlar, toplumsal alanda
erkek iktidarından kaynaklanan eşitsizliklere dikkat çeker ve bu eşitsizlikleri gidermeye
çalışır. Farklı feminist bakış açıları, etnisite, din, sınıf, ideoloji gibi faktörleri de dikkate alarak
çeşitlilik gösterir ve kadınların hak kazanımlarında önemli rol oynar.

You might also like