Professional Documents
Culture Documents
Asiretlerin Ekonomi Politigi Ya Da Olaga
Asiretlerin Ekonomi Politigi Ya Da Olaga
Asiretlerin Ekonomi Politigi Ya Da Olaga
(*) Bu makaleye degerli katkılarını sunan Oktay Özel, M. Nuri Gültekin ve Dilek
Kırmızıoglu'na müteşekkirim.
Eric Hobsbawm, Bandits, Abacus, Londra, 1969, s. 14.
2 Burada kastedilen ister aynı toplum içinde olsun ister farklı toplumlar olarak
kabul edilsinler bu gruplar bir nevi birbirinden bagımsız toplumlarltopluluk
lardır. Sınıfiann karşılıklı bagımlılıgı ve ilişkileri kendine has toplumlar oluş
tururken burada ele alınacak gruplar kendi içinde az çok ayn toplumsal, siya
sal ve ekonomik örgütlenmelere sahiptir. Gruplar arasılık işte bu tarz millet,
aşiret, etnik unsurlar gibi daha bagımsız gruplann arasındaki ilişkiyi ifade et
mek için kullanılmıştır.
125
gün bir kimlik kazandırması gibi, belli bir topluluğun üyeleri
nin ortak alışkanlıkları ya da davranışları o topluluğa, onu di
ğer gruplardan farklı kılan bir kimlik kazandırır. İşte gruba has
olan bu alışkanlıklar sıklıkla sırasıyla alt kültürleri, etnik grup
ları ve daha üst kültürleri tanımlamak için kullanılır. Ancak, bu
alışkanlıkların şiddet gibi olumsuzlanan bir eylemi kapsaması
durumunda entelektüel duyarlılık herhangi bir insanın kolayca
atfedebileceği kimliğe özgülük boyutunu önyargı addedip kişi
yi daha rasyonel nedenler aramaya yöneltir; çünkü ırkçılığa ka
dar vardırılabilecek bir karşıt kültürün oluşmasına katkıda bu
lunmak istenecek bir şey değildir. Oysa entelektüelin kendi ka
palı dünyasının dışında bu tür alışkanlıklar daha çok göze bat�
maya devam eder. İşin doğrusu entelektüelin kendisi de, Hobs
bawm'ın yukarıdaki mantık yürütmesinde olduğu gibi, istemli
ya da istemsiz bir şekilde buna katkı sunabilir de. Bunun temel
nedeni kavram üretilirken bir üst soyutlama yerine daha sınır
lı bir kapsanın tercih edilmesidir. Işte bu yüzden bu yazıda, eş
kıyalığı tarihi bir olgu olarak "daha genel bir şiddet olgusunun
parçası" şeklinde ele almayı deneyeceğim.
Osmanlı tarihinin en erken kaynaklarını inceleyenler, sınır
boylarındaki çatışmaların küffann eşkıyalığı ya da Osmanlının/
Islam'ın gazası, ya da kısaca akın, olarak tasvir edildiğine aşina
olacaklardır. Hatta bu türden kendi eylemini meşrulaştırıcı be
timlemeler modern Osmanlı tarihçiliğinin en çok tartışılan ko
nularından birisi olan gaza tezi nin3 ortaya çıkmasına katkıda
'
3 Ilkin Paul Wittek tarafından önerilen gaza tezi Osmanlı'nın aniden tarih sah
nesine çıkıp serpilmesinin temel motoru olarak kutsal savaşa olan adanmışlı
ğı öne sürer. Paul Wittek, Osmanlı Imparatorluğu'nun Doğuşu, (Istanbul: Pen
cere, 1995 ) .
4 Aşık Paşazade şöyle söyler: "Gah gah bu maceralarda bile bulunurdu m. Ve bir
defa dahı lshak Beg'üı oglı Paşa Beg-ile ve Kılıççısı Togan-ıla haramilıga bile
varmış-ıdum." Aşık Paşazade, Osmanoğullan'nın Tarihi, Kemal Yavuz ve M.A.
Yekta Saraç (ed.) , Gökkubbe, Istanbul, 2007,s. 399.
126
benzer eylemleri böyle olumsuz çağrışımları olan tabirlerle ni
telemekten kaçmacak kadar da ihtiyatlıdır. Hatta bu tarz ey
lemleri bir neVi övünç kaynağı olarak yansıtıp daha olumlu ta
birlerle resmeder. Aslında bu çelişkinin nedeni olayın bir ki
şisel bir de toplumsal boyutta değerlendirilmesinden başka bir
şey değildir. Yani, tarihçimiz birbirinden farklı olmayan iki ey
lemden kendisinin katıldığı eylemi kişisel görüp olumsuz çıka
rımı olan bir tabide tasvir ederken; memalik-i mah use nin tü '
127 .
rekçesiyle kendi Hıristiyan tebaasını yagmaya girişmişlerdir.6
Yani konu Osmanlı ve daha batıdaki devletler karşıtlıgı üze
rinden düşünüldügünde "biz"i oluşturan esas faktörün politik
cografya oldugu görülebilir. tkinci aşamada kültürel bileşke
ler devreye girmektedir. Bu algılanış biçimi ancak modern ulus
devlet inşası ile birlikte daha bir bütünlük arz ederek politik
cogra(yayı kültürle daha sıkı baglada birleştirecektiL Belirli bir
politik çatı altında bulunan aşiretlerde tıpkı modern devletler
de oldugu gibi, belki de daha fazla bir şekilde, bu üç faktör bir
birine daha sıkı bir şekilde baglıdır. Yani aşiretlerin eşkıyalıgı
nı anlamak için akılda ilk tutulması gereken konu görece da
ha homojen bir topluluk barındıran bir yurt algısıdır. O zaman
aşiretler arası eşkıyalıgın özünde devletler arası yagma hareket
lerinden farklı bir mantık taşımadıgı görülebilir.
Esasen burada sorulması gereken soru farklı grupların bir
birlerine karşı giriştikleri, eşkıyalık kavramı adı altında ihce
leyecegimiz eylemleri sürekli kılan faktörlerin neler oldugu
dur. Buna paralel olarak şiddeti aşiret kültürünün parçası kı
lan mantıga nasıl bakmak gerektigi konusu bu makalenin irde
lemeye çalışacagı temel sorundur.
6 Bkz. Halil lnalcık, Mevlüd Oguz. Gazavat-l Sultan Murad B.Mehemmed Han:
Iziadi ve Vama Savaşları (1443-1444) Ozerinde Anonim Gazavatname, Türk
Tarih Kurumu,Ankara, 1989; Ayrıca bkz. Colin Imber, Vama savaşı (1443-
45), Kitap Yayınevi,İstanbul,2007.
128
retle, bir cemaat komşu cemaatle birçok nedenden ötürü kar
şılıklı çatışmaya girebilir. Meşruiyet sorunu, öte yandan, gru
-
ba yönelecek her türlü dışsal nüfuza karşı bir savunma relek
si ve içsel öncü dönüşümlere karşı muhafazakar tepkiler teme
linde bir çatışma alanı yaratır. Kendi iç politik alanı kontrol et
meye çalışan dışsal güçlere karşı, politik örgütlenmenin niteli
ğine bağlı olarak, aşiret örgütlenmelerinde savunma releksleri
gözlemlenir. Bunun yanında bu tarz aşiretler, aşiret altı grupla
n üzerinden kendi içlerinde de politik çatışmalara, yani bir çe
şit taht mücadelesine girebilirler.
Çok farklı gruplan barındıran imparatorluklarda en tepeden
en tabana kadar grupların kendi içlerindeki ilişkileri ya da öte
ki gruplara karşı tepkileri benzer bir fraktal yapı oluşturur. Bu .
bağlamda Rousseau'nun "aileyi politik toplumların ilk ömeği"7
olarak addetmesindeki haklılığından daha somut olan, aşiret
yapısının özünde bir "erken-millet" (proto-nation), yani hai
fe alınamayacak derecede politik bir örgütlenmeye sahip oldu
ğudur. Bu yüzdendir ki Emest Gellner Ortadoğu'daki bu kabi
le tipi örgütlenmeleri "devletimsi" (quasi-�tate) olarak adlan
dırır.8 Ayıntab etrafında belli bir politik güce sahip olan Dul
kadırlı Beyliği'ni düşünelim: Bu beylik Osmanlı ile aynı sosyo
ekonomik ve politik süreçler sonucunda ortaya çıkıp benzer
devletleşme eğilimleri göstermiş; ancak Osmanlı'ya karşı başa
rı sağlayamamıştır. Bu beyliğin Osmanlı'nın gözünde meşrulu
·
ğunu yitirdiği 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başında Osmanlı'ya
karşı eylemlerde bulunması ya da kendi iç işlerinin Osmanlı ta
rafından illegal, daha doğrusu eşkıyalık olarak adlandırılması
g�rip olmasa gerek.9 lşte burada altını çizmek istediğim nok
ta bir politik alanın başka bir politik gücün alanına dahil olma
sından kaynaklı bir meşruiyet çatışması yani doğal bir eşkıya
lıleşkıyalaştırına halidir.
129
Dulkadırlı artıkları bir müddet Osmanlı ile bu türden bir
meşruiyet mücadelesine girdiler. En başta halkın artı değeri
ne el koyma yetkisinin kimde olacağı sorunu gelir. Dulkalır
lı savaşçılar Turnadağı Savaşı'nda "(1515) şiddetle cezalandırıl
malarına rağmen, iş onların yerine yeni u.nsurlar yerleştirme
ye gelince Osmanlıların bir hayli zorlandığı görülmektedir. Sa
vaşta ayakta kalabilen eski savaşçılar Kalenderoğlu lsyanı'nda
( 1527) yerlerini alacaklardı. Bundan ötürü, nihayetinde devlet
eski Dulkadırlı sipahilere iadei itibar, yani evvelki statülerini
tanımak zorunda kalmıştır.10 Tabiidir ki bu aşamada Osman
lı'nın onların eski haklarını tanımasından başka, pekala onları
kanunsuz eşkıya ilan etmesi de olasılık dahilindeydi. Bu karar,
tamamıyla iki tarafın verdiği mücadele sonuncunda daha güç
lü olan Osmanlı'nın izlemeyi yeğlediği stratejiyle alakalıdır. Ta
bi bu kararda Osmanlı'yı kadiri mutlak olarak düşünmek çok
doğru olmayacaktır.11 Çünkü karşıt grubun mücadelesi ya da
pazarlık gücü Osmanlı'nın bu kararını etkileyebilir; hatta onu
belli kararları alması konusunda zorlayabilirdi.
Bunun benzeri bir süreci yine Ayıntab etrafının en güçlü aşi
re/politik örgütlenmelerinden olan Kilis Kürtleri de deneyim
lemiştir. Dulkadırlıların aksine Osmanlı'nın buraya nüfuz et
melerine karşı ciddi bir tepki göstermeseler de Kilistilerin sis
temle bütünleşmeleri bir türlü tam olarak mümkün olmamış
tır. Osmanlılar daha baştan oradaki sistemi parçalamaya dö
nük "genel politikası"nı12 devreye sokup yerel liderin ortam
dan koparılmasını öngörmüş; nitekim bu vesileyle Kasım Bey
ile küçük (muhtemelen tek) oğlu Canpolad lstanbul'a götürül
müşlerdir. Kasım Bey öldürülürken Canpolad sarayda yetişti-
l3 Şeref Han, Şereıame, çev. M. Emin Bozarslan, Hasat, Istanbul, 1990, s. 248-50.
14 Han, a.g.e., s. 248-250.
15 lzeddin Bey'in buraya sorunsuz bir şekilde bey tayin edilmesi halkın içinde
Yezidilerin daha fazla oluşu ile açıklanbilir belki.
16 Han, a.g.e., s. 251. Metin Akis ise yeni beyterin Adıyaman Beyleri olduğunu
söylüyor. Metin Akis, XVI. Yüzyılda Kilis ve Azez Sancağında Sosyal ve Iktisadi
Hayat, yayımlanınamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens
titüsü Tarih (Yeniçag) Anabilim Dalı, Ankara, 2002, s. 7.
131
polad'dan başka hiçbir kimsenin kontrol edemeyeceğini bildir
mişti.17 Devletin her ne kadar belli çekinceleri olsa da çekirdek
ten devşirdiği bu adamı baba toprağına yönetici yapması, Os
manlı için bir taşla iki kuş vurmak olacaktı. Çünkü Canpolad,
hem oradaki topluluk içinden bir kişi hem de Osmanlı'ya sadık
başarılı bir asker idi ki, devlet bu atamayla çok da yanlış yap
madı. Zira Canpolad'ın yönetimi müddetince ( 1550/ 1- 1572)
Osmanlı buradan eskisi gibi şikayetçi olmadı. Canpolad'ın bu
anlamdaki başarısı bir yere kadar kendi becerilerine atfedilebi
lir ama her şeyden evvel o Kilistilerin meşru reisi idi.
Canpolad'ın buraya kadarki hikayesi aşiret gibi "kapalı" top
lumlardaki biz algısının alışıldık bir örneğidir. Ama onun ger
çekleştirdiği daha önemli bir şey de bizlik algısının yörüngesi
ni genişletip tipik bir aşiretin sınırlarının ötesine taşımasıdır.18
Burada aşiret reisliğinden daha geniş bir politik birliğin reisli
ğini yapabilecek, dönemin .ruhuna uygun bir hanedanın orta
ya çıkmasından bahsediyorum. Işte bu politik oluşum Canpo
ladoğulları olarak bilinecektir.
Mevcut bir sistemin içinden bir yenisinin doğum sancıları, es
ki sistemin aktör ve kurumlarının yenileriyle değiştirilmesi ya
da yeni sisteme adapte edilmesi çabalarıdır; yani modern tabi
riyle "kadrolaşma"dır. Nitekim gördüğümüz kadarıyla Canpo
lad boşalan pozisyonlara kendi adamlarını ihtiyatlı ve sessiz bir
şekilde yerleştirmeyi başarmıştır.19 Canpolad 1572 yılında ölün
ce, oğlu Habib bir süre yönetimi eline aldı; ancak kardeşi Hüse
in ile çatışınca, Kilis emareti Hüseyin'e verildea Bu yeni dönem
hem emaretin siyasal nüfuzunun' gelişmesinin hem de Osmanlı
ile açık bir çatışmaya girmesinin yaşanacağı bir dönem olacaktır.
Osmanlı devleti, tam da belli olmayan bir nedenden dolayı,
13i
Kilis'i bu kardeşlerden alıp ocaklık olarak Dev Süleyman adın
da birisine tevcih etmiş; Hüseyin Paşa'yı da hapse atarak, serve
tini müsadere etmişti.21 Hüseyin Paşa'nın hapisten çıkmasıyla
kısa sürede bölgeyi tekrar kontrol etmeye başlaması uzun sür
medi. Bu durum Osmanlı'nın istemi dışında gelişse de devlet
buna çok da itiraz edemedi. Hüseyin Paşa'nın buradaki meşru
luğu açıktır ki devletin meşruluğunu geçiyordu; aksi halde bir
kez mahküm edilmiş bu yerel politik şahsiyetin devletin atadı
ğı bir yöneticiyi kolaylıkla hertaraf etmesi başka türlü açıklana
maz. Ama bu meşruluk kan bağına dayalı doğal bir meşrulu
ğun çoktan ötesine geçmişti. Bu ekte sunduğumuz Hüseyin Pa
şa'nın yeğeni Ali Paşa'ya ait kazaya defterinde rahatlıkla görü
leceği gibi Hüseyin Paşa bir kısım akrabasını değişik pozisyon
lara yerleştirmiş, Halep Türkmenleri'nin kontrolünü zaten çok
daha önceden elinde tutuyordu. )aha da önemlisi Ali Paşa'nın
sipahi ve silahdar teşkilatı arasına sokmak istediği 5 ı ı kişiden
yansına yakını birinci kuşak devşirmedir.22 Bu da, Ali Paşa'nın
Osmanlı'nın önemli bir kurumu olan kapıkulu ocaklarının, taş
rada birliklerinin pozisyonlarına müdahale ederek, kendi lehi
ne kontrol etmeye çalıştığını göstermektedir. Çünkü işin legal
tarafından çok, pratikte bir pozisyonun tevcihine vesile olan ki
şi o pozisyonu taşarruf eden kişiyi daha çok kontrol etmekte
dir. Zaten Ali Paşa'nın Bozok'tan Halep'e, Tarsus'tan Çemişge
zek'e kadar uzanan bir coğrafyada çok önemli mevkilere tevcih
istemesi sıradan bir beylerbeyinin isteyebileceği türden değil
dir. Hele hele tevcihlere karşılık bazı yükümlülükleri taahhüt
etmesi hiç alışıldık bir tavır değil. Normalde bir beylerbeyi tev
cih talep etme hakkına sahip olsa da, bu tevcihin yükümlülük
leri zaten daha önceden kanunen belirtilmiştir. Üstelik tevcihi
talep edenden çok doğrudan doğruya tevcih yapılan kişi bu yü
kümlülüklerle mükelleftir. Bu defterin burada tartışmaya çalış
tığımız konu ile alakah esas can alıcı noktası bir aşiret konfede-
21 William]. Griswold, Anadolu'da Büyük Isyan: 1591-1611, Tarih Vakfı Yurt Ya
yınları, İstanbul, 2002, s. 69.
22 Osmanlı'da yeni Müslüman olanlar ile devşirilen gayri Müslimlerin babaları
olarak Abdullah yazmak adettendi. Ekteki belgede de bu denli Abdullah ismi
nin olması bu ismin popülerliğinden değil bu gelenekten dolayıdır.
133
rasyonu lideri olan kişinin nasıl politik bir güç kazatıp devle
te kendi isteklerini dayatmaya çahşabileceğidir. Bu, aşiret yapı
sından bir devletin doğuşu öncesindeki en yüksek mertebedir.
Bu süreci şöyle yorumlamakta yarar var: "Osmanlı fethedip
falanca yeri aldı," gibi basite indirgenen fetih süreci çok uzun
bir süreçtir. Burada Osmanlı'nın bir yeri kendi siyasi yörünge
sine dahil etmesi yetmeyip yeni yerin halkının bu yeni siste
me rıza göster(til)mesi de gerekmektedir. lşte bu ikinci nok
ta işi zorlaştıran bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle
ki, Canpoladoğullarının yenilgisi, koşullar uygun olduğu süre
ce, geriye kalanların Osmanlı İmparatorluğu'nun neredeyse çö
küşüne kadar sürecek bir şiddet kültürünü oluşturmasını ön
leyememiştir.
Sırasıyla önce Dulkadırlıların l515'teki yenilgisi, ardından
Canpoladoğullarının bu mücadelede kaybeden taraf olmala
rı (1607) aşiretler açısından iki ayrı dinamik oluşturacaktı: Bi
rincisi, Maraş ile Ayıntab arasında kalan bölgede Reşvan deni
len bir Kürt aşiretinin bölgesel bir güç olarak ortaya çıkışı; ikin
ci olarak da, Kilis'teki ana otoritenin ortadan kalkmasıyla, başta
Okçu 1zzeddinli aşireti olmak üzere, hem kendi aralarında hem
devlet otoritesiyle hiç de yabana atılmaması gereken bir gerilim
yaşayan görece daha küçük grupların bu kültürün esas taşıyıcı
ları olarak ortaya çıkması.
Reşvanların hikayesi Kilis deneyimini anımsatır. Reşvanlar
ekseriyetle Ayıntab ile Malatya arasında uzanan topraklarda
buraların ilk arazi yoklamalarından itibaren kalabalık bir top
luluk olarak bulunmaktaydı.23 17. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren bu aşiret yereldeki politik güce talip olmaya başladı.24
Ancak bunların ciddi bir politik güç olarak ortaya çıkmaları 18.
yüzyıl başlarına denk gelir. 1707 ile 1737 arasında Maraş Bey
lerbeyliği'ni ellerinde tutmuşlardı.25 Ve yine, Canpoladoğulla-
23 Bu aşirete baglı cemaatterin nüfuslannın degişik tarihlerdeki durumu hakkın
da bkz. Faruk Söylemez, Osmanlı Devletinde Aşiret Yönetimi: Rişvan Aşireti Or
negi, Kitabevi, İstanbul, 2007,s. 37-5 1.
24 Söylemez, a.g.e., s. 229.
25 Orhan Kılıç. 18. Yüzyılın llh Yarısında Osmanlı Devleti'nin Idari Taksimatı:
Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Ceren, Elazıg, 1997, s. 132-133.
134
rının yaptıklarına benzer bir şekilde, daha birçok idari göre
vi ellerine geçirip ama devlete ciddi bir meydan okumadan 19.
yizyıla kadar sürecek bir politik gücün taşıyıcıları olacaklardı.
IŞte bu süreçte bu politik elit Reşvanzadeler olarak anılacaktı.
Maraş Beylerbeyliği'nin bu aşiretin eline geçmesi devlete yakın
duran bir aşirete verilmiş bir ödül gibi görünse de durum l 7.
yüzyılda bir güç olarakortadan kalkan Canpoladoğullarının bı
raktığı boşluğu yavaş yavaş doldurmaları neticesinde oluşmuş
bir politik gücün devletin bir yerel yönetimini ele geçirmesinin
bir tezahürüydü. Bu, devlet için de sorun olmadı; çünküFaruk
Söylemez'in belirttiği gibi asayiş ve sükünun sağlanması bu ye
rel gücün kullanılmasıyla mümkün olabilirdi.26
Reşvanzadelerin politik gücünün esas yaratıcısı, aşiretin o
dönemdeki lideri Halil Paşa da tıpkı Canpoladoğlu Hüseyin gi
bi sefere gitmediği gerekçesiyle öldürülmüştü, ancak Raşid'in ·
135
ra tesaddi eyledi. Lakin etraf ve ektaı Yusuf Paşa'nın askeri ile
ihata olunmağla tahlis-i nefs sevdasıyla her ne tarafa tevcih it
di ise halasa zafer bulamayub kurşun ile birkaç yerinden mec
ruh oldukdan sonra ahz ve cezası tertib olunuh evail-i maı-ı
cemaziyyelevvel'de [h. l l 23 ) ser-i maktü'ı der-i devlet-medara
vasıl oldı. Hanesinde 500 kiseden mütaceviz nakd ve vair ez
kıyınet emtia ve eşya bulunub cümlesi zabt ve defter olub ta
27
raf-ımiriye kabz olundu.
136
deki gücü kınp kendi gücünü yerleştirmeye çalışırken, diğer ta
raftan da yerelin dilinden anlayan meşru bir otoritenin varlığına
ihtiyaç duymaktadır. tık etapta yerelin tüm ekonomik kaynak
ları kontrol altına alınmaya çalışılır, yani başka kimseyle payla-.
şılmak istenmez. Ancak toplumsal kontrolün zorluğu, payiaşıl
mak istenmeyen ekonomik değerin "eşkıyalık" olarak tanımla
nan yollarla kontrol dışına çıkmasına neden olur. Böylece da
ire-i adalet olarak formüle edilen düzen formülünün tam tersi
bir kısırdöngü ortaya çıkar. Bu durumda zapt etmeye gelen taraf
bunun önüne geçmek için yerel gücün tümden imhası ya da kıs
mi de olsa serbestiyesini kabul etmek dışında üçüncü bir alter
natii yoktur. Yani her halükarda muzaffer taraf ekonomik kay
nakların kısmi bir kontrolüne razı olmak zorunda kalır.
Yereldeki merkezin varlığı ile yerel elitin önderliğindeki ça
tışmanın dışında bu çatışmanın üçüncü ayağı olan aşiret al
tı gruplar bu denklemde çok göz önünde durmazlar. Oysa 18.
yüzyıl boyunca bu tür gruplar devletle hiç de önemsiz sayılma
yacak ciddi çatışmalara girmişlerdir.3° Canpolad gibi liderlerin
oluşturduğu daha ciddi politik yapılara kıyasla alt grupların ey
lemleri daha uzun bir vadede sürdürme eğilimi ve potansiyeli
daha fazladır. Çünkü ortada hemen bir kalemde hertaraf edile
cek ya da kendisiyle anlaşmaya varılacak bir güç yoktur nere
deyse. Hatta bazı durumlarda gruplar arası ittifaklar grubun sı
nırlarını daha da muğlaklaştırır. Durum böyle olunca, devlet
grubun tümüne ceza verme yoluna gider. Çoluk çocuk, genç,
yaşlı, erkek, kadın demeden bu grupların eyleme ortak tutul
maları nedeniyle sık sık cezalandınlmaları tam da dairei adale
tin çark edip ters bir döngüye girdiği noktadır. Doğrudan dev
letin otoritesine yönelmiş eşkıyalığın uzun süreler boyunca de
vam etmesi de bunun en açık kanıtıdır. Yine de asıl çatışma ala
m merkez ile çevredeki bu unsurlar arasında değil, yerel unsur
ların kendi aralarında olmuştur.
137
Şiddetin gruplar arasdığı
138
keti de Ayıntab'ın kuzeyini olumsuz etkiledi. Ayıntab'ın bu ke
siminde nüfusun yer değiştirmesi tınar sisteminin ciddi bir şe
kilde işlev değiştirmesine yol açtı. Güneyde ise durum daha va
himdi: Rakka tarafları neredeyse tarımın artık yapılamadığı ıs
sız topraklara dönüştü. Bu durum, ekonomisi son bir yüzyılda
bir türlü ayar tutturamayan Osmanlı İmparatorluğu için bir fe
laketin başlangıcı olabilirdi. Bunun üzerine devlet Kuzey Suri
ye hattı boyunca bir nevi tampon bölge oluşturmaya koyuldu.
Hem ekonominin canlanması sağlanacak hem de güneyden ge
lecek bir nüfus baskısının önüne geçilecekti.33 Bu amaçla bir
çok Türkmen ve Kürt aşireti kuzeyden Aydın, Rum, Ergani,
Maraş, Adana ve Ayıntab'dan, güneye Rakka, Hama, Humus,
Harran, Viranşehir hattına sürüldü.
Bu nüfus ve iskan politikasının sorunu çözmede etkili oldu
ğunu iddia etmek oldukça güç. Çünkü buraya göç ettirilen ço
ğu aşiretin mensupları irili ufaklı gruplar halinde kuzeye doğ
ru irar etmeye başladılar. Ayıntab çevresinden göç ettirilenler
şöyle dursun, kuzey-batı hattı boyunca çıkmaya çalışan grup
ların ilk durak yeri Ayıntab bölgesi olmuştur. Bu grupların bu
kaçışlarının kanuısuz sayılması sorunu ikiye katlıyordu; çün
kü hem göç edenler hem de şu ya da bu şekilde bu göçe yardım
edenler suçlu kabul ediliyordu. Böylece eşkıyalık bu tür grup
lara dayatılan bir yaşam biçimine dönüşüyordu. Hem eşkıyalı
ğa teşebbüs kadar kanundan kaçmak ya da kanuna karşı gel
mek de eşkıyalığın bir parçası telakki edilmiştir. Kaldı ki, çı
kış noktalarından kendi topraklarına ulaşıncaya (ulaşabilirler
se şayet) kadar geçen zamanda, yağma ve soygun olaylaİmı da
kapsayacak bir anlamda, eşkıyalık birçok grup için kaçınılmaz
bir kader olmuş; uzun mesafeler boyunca herhangi bir alışve
rişten yoksun bırakılan bu gruplara yağmaya girişnekten baş
ka çok fazla bir seçenek bırakılmamıştır. Hasbelkader yerlerine
139
ulaşanlar için de sorun bitmiş sayılmazdı. Çünkü devlet bunla
ra ait toprakları ya satmış ya da geriye kalanlar ile buralara son
radan gelenler onların mülklerine el koymuşlardı. Bundan son
rası ise eski sahipler ile yeni sahipler arasında çıkan kaçınılmaz
çatışmalardı. Bu çatışmanın - doğal "eşkıya"ları ise bu süreçte
her türlü hareketi yasaklanan eski sahipler olacaktı.
Bu açıdan bakıldığında, sorunuh esasen bizzat bu devlet po
litikasından kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Yoksa ekonomik değeri paylaşma anlamında aşiretler arası iliş
kilerin belli bir tolerans noktasının olduğunu biliyoruz. Örne
ğin ı 703 ile ı 7 1 ı yılları arasında Diyarbekir taralarından Ha-
' lep'te Reşi ve Hevidi mukataası, Kilis'teki aşiretler ile Reşvanla
rın aralarına göç eden Şekahi aşiretinin sorun yarattığına da
ir herhangi bir şikayet oluşmadı.34 Zaten, Reşvan ve Kilis Ek
radı olarak anılan gruplar temelde Kürt aşireti olsa da kendile
rine bağlı birçok Türkmen ve Arap aşiretinin olması ekonomi
nin farklı grupları bir arada barınduacak bir tolerans yarattığı
nın en büyük kanıtıdır. Bu bağlamda, bu ekonomik toleransa
bir kısım kültürel toleransı da ekienekte yarar var.
Aşiret kimliğinin biz bilinci yarattığını zaten söylemiştik. Bu
bizlik tanımının içinde bir coğraik boyut ister istemez bulu
nur. Yani bir aşirete dahil olmanın aslında tam olarak bir aşi
retin kontrol ettiği coğrafyaya dahil olmak anlamına geldiğini
belirtmeliyiz. Bakıldığında yeni gelen grupların tam anlamıyla
yerli gruplarla karışmaktan ziyade bu coğrafyaların belli bölge
ve köylerinde kendilerine barınma yerleri bulduklarını görebi
liyoruz. İşte burada hem ev sahibi aşiretin toleransı hem de ye
ni gelen grubun tutumu önemli olmaktadır.
Bu toleransa başka bir örnek vermek lazım gelirse, aşiretle
rin ekonomik sıkıntılar karşısında birbirleriyle işbirliği yap
tıklarını da görüyoruz. Türkmenlerin çömçe gelin ya da Kürt
lerin sersal dediği oyun işte bu tür bir işbirliğinin bir sonucu
dur. Bu oyun normalde çocukların etrafında döneı, kuraklığa
karşı yağmur yağmasını sağlamak için ev ev ya da köy köy do-
34 AŞS 45, s. 174 ( l O Muharrem 1108); AŞS 53,s. 60 (lbtida-i Mart 1114); AŞS
63,s. 22 (8 Rebiülahire 1123) .
140
laşarak toplanan yiyecekle çocuklara ziyafet çekilmesi şeklinde
gerçekleşen bir ritüeldir. Aslında bu oyunun kökeninde daha
dramatik bir gerçeklik yatar. Sersal Kürtçede "yeni yıl" anlamı
na gelir. Oyuna bu ismin verilmesi anlamlıdır, çünkü kurak ge
çen sonbahar ve kıştan sonra yılın başı olarak kabul edilen ba
harın da kurak geçmesi hasadın verimsiz olmasım ve kıtlığı be
raberinde getiriyordu. Bu durumdan etkilenen insanların köy
köy dolaşarak bu ad altında bir çeşit dilencilik yaptıkları top
lumsal hafızadan hala silinmemiştir. Tam da buna örnek teşkil
ettiğini düşündüğüm bir dava ilginçtir. 1704 Ağustos tarihli bu
dava tutanağına göre Balis Sancağı'nda oturan Berazi aşiretin
den bir grup Ayıntab nahiyelerinde bedava yem, yiyecek ve pa
ra toplarken, anlaşılan yanlış bir köye uğramışlar, şikayet edil
mişlerdi. Bunun üzerine Ayıntab sancakbeyi onların eşyalarına
el koymuşsa da sonra geri vermişti. Böylece onlar da sancakıe
yinden davacı olmaktan vazgeçmişlerdi.35 Görüldüğü gibi yasa
lar bunlara dakunacak kadar acımasız olmamış; onların sıkın
tılarını dindirınek için yerel kültürel kodlara göre yeniden ta
nımlanmıştır. Yoksa bedava yem ve yiyecek toplama Osmanlı
kanunlarının pek de kabul ettiği bir davranış değildir. Görevli
leri bundan men eden maddeler birçok sancak kanunnamesin
de geçtiği gibi levendlerin benzer teşebbüsleri çoğunlukla eşkı-
·
141
olduğunu belirtmiştik. Osmanlı'da birçok yerleşim yerinin bir
grubun ismiyle anılmasının en büyük nedenlerinden birisi bu
dur. Yoksa yer adları sadece dışarıdakilerin verdiği basit bir
İsimlendirmeden ibaret olamaz. Bu alanlar grubun ortak mül
kiyetidir bir nevi. Bir köyün ahalisi kendi yayiaklarında komşu
köyün sürülerini görmek istemeyebilir. Eşkıyalık olarak karşı
mıza çıkan bazı çatışmalar işte bu türden mülkiyet üzerine ve
rilen çatışmalarıdır. Bir örnek vermek gerekirse Rumkale ya
kınlarında Reşi Dağı denen bir yere odun toplamaya giden bi
risi eşkıya tarafından soyulup yaralanıyor.37 Reşi aşiretinin yo
ğun yaşadığı, resmiyette olmasa dahi, onlara ait olduğu bir alan
olmasından dolayı bu dağın bu isimle anıldığı bir gerçektir. Ve
bir aşiretin yoğun yaşadığı bir alanda sıradan eşkıyaların gelip
eylemlerde bulunması da pek kolay değildir. Bu yüzden bu ey
lemin Reşi aşiretinin üyelerinin bir kısmı tarafından işlendiğini
kabul edebiliriz. Nedenini bilemediğimiz bu eşkıyalık olayında
pekala başkasının dağından izinsiz odun toplamaya giden kişi
suçlu bulunabilir, hatta ve hatta eşkıya olarak lanse edilebilir.
Buradan, ortak mülkiyetin dahi, sınırlı bir grup için tanımlan
dığı sürece, çatışma yaratma potansiyeline sahip olduğu netice
sine varılabilir. Hatta kolektif algının şiddetine bağlı olarak eş
kıyalığı doğuran en güçlü amillerdendir.
En başta tarih öncesinden beri süregelen bir göçebe ve yer
li kültür çatışması doğası gereği devam etmektedir. Çoğu za
man yerleşik insanın emeğini talan eden bir göçebe proili hep
. çizilegelmiştir. Doğru tarafı bir aşiret kalkıp kendine ait olma
yan bir coğrafyaya sürüleriyle girince şu ya da bu şekilde yer
li halkın haklarına tecavüz edebilir. Oysa bunların çoğunlukla
olağanın dışında, kışlak ve yaylak alanlar ile bu iki bölge ara
sında uzanan bir hat üzerine kurulu mevsimsel bir vatan kav
ramı olup onun içinde dolaşırlar. T acirli ve Elci adlı Türkmen
ile Kılıçlı ve Bektaş lı adlarındaki Kürt aşiretleri her yıl 6 ay bo
yunca Elbistan tarafındaki yaylakta kaldıklarından buralar
da bulunan halkla sürekli çatışma halindeydiler.38 Çoğu za-
142
man birilerinin mi gelip bu göçebelere ait topraklara yerleşti
ğini yoksa bu göçebelerin mi yerleşik halkın topraklarına teca-
vüz ettiğini bilmeden tarihçinin göçebeyi suçlu kefesine koy
.
masının devletin ekonomiyi esas itibariyle yerleşik ziraatçıla
rın üzerine oturtmasından kaynaklandığı açıktır. Devlet ço
ğu zaman şikayete konu olan göçebe aşiretlerin hayat tarzını
değiştirmeye teşebbüs etmiş, başarısızlık durumunda ise on
ları göç ettirip onların yıllarca sahiplendikleri alanları başka
·
larına bir tarımsal üretimde bulunmaları şartıyla vermeyi de
nemiştir. Bu da daha ileri derecede gerilimiere davetiye çıkar
mıştır. Yoksa sanılanın aksine iki yaşam tarzı arasında pekala
bir uyum da söz konusu olabilirdi. Örneğin Cubakir köyü ya
kınındaki bir dağa yaylak için gelen Ağca Koyunlu Türkmen�
lerinden bir grubun düğünü olmuş, bu göçebeler söz konusu
köyün ahalisini de kendi düğünlerine davet etmişlerdi. Ama
düğün eğlencesi devam ederken, muhtemelen basit bir sebep
ten, kavga çıkmıştı. 39
Coğrai aidiyetin beraberinde belli bir dereceye kadar bir po
litik örgütlenme getirmesiyle coğrafyaya sahiplik iddiasındaki
gruplar kendi topraklarından geçen ekonomik değerden pay al
ma hakkını kendilerinde görürler. Bunun bir kısmını devlet za
ten tanır. Devletin hükümet olarak adlandırdığı Kürt emirlikle
ri40 ile kısmen mir-aşiretlik41 denilen kategoriler bu grupta yer
alır. Ama devletin ekonomik örgütlenmeyi kendi hesabına yap
tığı ya da yapmaya çalıştığı alanlarda aynı eylemler doğal ola
rak kanunsuzluk olarak değerlendirilmiştir. tran taralarından
gelip Erzurum üzerinden Osmanlı ülkesine giriş yapan hacı ka
ileleri veyahut tüccar gruplarından geçtikleri yerlerde Osman
lı'nın kestiği vergi dışında ubur (transit geçiş) ve bac (pazar ver-
143
gisi) adıyla vergiler alınmaktaydı.42 Eşkıyalık adı altında bel
gelerde gördüğümüz olayların en azından bir kısmının altın
da böyle bir algı olduğu muhakkaktır. Hatta çoğu zaman eşkı
ya grupları insanları bildiğimiz anlamda bir vadinin başında si
lah zoruyla soyarak değil, doğrudan devletin topladığı vergile
re benzer kıyafet, kurban, konak, zahireci, çavuş, hüddamiye, se
yis, bayrak, ferman akçası. zahire baha ve avaid43 adı altında ba
zı vergilerıaraçlar talep ederek bu eylemlerini gerçekleştiri
yorlardı.
Bunların dışında aşiret ekonomi politiğinin beraberinde
getirdiği bir çeşit güçsüz grupları haraçgüzar konumuna so
kan huv/khuva (tJ•) adı altında toplanan vergi, gruplar ara
sında tezahür eden eşkıyalığı anlamak için önemli görün
mektedir. Arapça "kardeşlik" anlamına gelen bu kelimenin
eşkıyalık ya da soygun olarak kabul edilen bir eylem için kul
lanılması manidardır. Huva üzerinden kurulu ilişki aslında
özünde aşiret düzenin baskın olduğu bir alanda bir nevi sal
dırmazlık ya da başkalarına karşı koruma anlaşmasıdır. Ta
bii bu uluslararası ilişkilerden tutun, devletle kendi vatanda
şı arasında olan evrensel olarak vergıaraç alanın onu öde
yeni, başta kendi gazabından olmak üzere, dışsal tehlikele
re karşı korıma şeklindeki zoraki bir kardeşliktir. Aşiretler
arası bu ilişkiyi bir suç haline getiren durum ise daha üst bir
düzlemde belli bir hukuki sistem tarafından tanımlanması
dır. Örneğin Osmanlı hukukunda da bu olgunun bütün sos
yolojik boyutları genelde es geçilip salt eşkıyalık olarak yan
sıtılır. Oysa esas eşkıyalık bu anlaşmaya uyulmadığı zaman
ortaya çıkmaktadır. 1 700'lerin başında karşımıza çıkan bir
çok davada bu vergiy/haracı ödemeyen köylülerin evlerinin
yağmalandığının belirtilmesi tam da burada demek istenileni
çok iyi anlatmaktadır.44
müştür. Kadının her şeyden önce ailenin erkek tarafına ait ol
ması beklenir. O yüzden kadın ile evlilik gerçekleştirmesi ge
reken ilk kişi olarak karşımıza amca oğlu çıkar. Bu hak, top
lumsal olarak ona tanınmış ya da dayatılmış bir haktır. Mutlak
bir homojenliğe sahip olmayan aşiret yapısı birçok aile, cema
at ve daha başka gruplardan oluşur. Kadın üzerindeki bu tür
den bir tasarruf hakkı bu parçalılığın her seviyesindeki grubu,
bir çatışmada en küçük gruptan başlamak üzere en büyüğüne
doğru, karşıt gruplara karşı güçlü tutmanın bir yoludur. Bu şe
kilde kurgulanmış bir toplumda elbette amca oğlunun, bir rı
zasızlık durumunda dahi, amca kızı üzerinde hak iddia etmesi
çok garip değildir. Siciliere yansıyan bir dava bu konuda çok iyi
bir örnek sunmaktadır. Baba kızını yeğenine (muhtemelen kız
kardeşinin oğlu) vermek isterken biraderinin oğlu kızı zorla üç
kişiyle imanın huzurunda nikah kıymak için kaçırma teşebbü
sünde bulunmuşsa da komşuların müdahalesi ile teşebbüs ha�
şarısızlıkla sonuçlanmıştır.45 Bu türden bir fiil geçerli olan bir
toplumsal mutabakat sonucunda daha normal karşılansa da,
gruplar arası benzer iiller de tersine aynı toplumsal mutabakat
sonucunda suç olarak algılanmıştır. İşte namus kavramı tam
45 AŞS 67,s. 44 (5 Zilhicce 1 28) .
145
da bu noktada devreye girer. 1695 tarihli bir davaya göre Reş
van aşiretinden bir kişi bir erkeği öldürmüş, gerekçe olarak da
mahkemede karısını ayartıp kaçırmasını ileri sürmüştü.46 Aynı
davaya ait ikinci bir belgede ise kadın davacı olup kocasının da
ha önce kendisini boşadığını, bunun üzerine öldürülen kişiyle
giderken eski kocasının gelip onu öldürdüğünü söylemektedir.
Eski koca ise cevabında bunun bir ayartma olduğunu, onun
için mahkeme huzurunda kadını boşadığını ilan etmiştir.47 Bu
rada muhtemelen bir kıskançlık sonucu işlenen cinayetin na
mus kavramı ile nasıl normalleştirildiğini görmek tam olarak
bu algıyı ortaya çıkarmaktadır.
Aynı şekilde kadın gruplar arası ilişkilerde sembolik bir de
ğere de sahiptir. Kadının namus kavramının merkezine yerleş
tirilmesi kadını gruplar arası çatışmalarda daha bir hedef hali
ne getirmektedir. Bir analoji yapmak gerekirse: Ülke protesto
larında hemencecik orada bir karton üzerine çizilebilecek karşı
tarafın bayrağı neden yakılır? Ya da neden bir burca asılan bay
rak bir yerin fetholunduğunun işareti sayılır? Çatışmaya giren
iki gruptan birinin diğerinin benzer bir sembolik değer atfedi
len kadına karşı eylemde bulunması ya da onu kutsaması da
son derece normaldir. Herodot'un doğu ile batı arasındaki çatış
manın kökeninde karşılıklı kız kaçırma olduğunu belirtmesi
niı48 gerçekliği ne kadar yansıttığı kanıtlanamasa da kendi dö
neminin ruhunun bu hikayeyi yazmasında etkili olduğu açık
tır. Yavuz Sultan Selim'in de Çaldıran Savaşı'ndan ( 1514) son
ra Şah tsnail'in eşini kendi haremine alınayıp kendi adamların
dan birisiyle evlendirmesi49 benzer bi'r psikolojik savaşın daha
görünür bir yansımasıdır.
Eşkıyalıkla kız kaçırma olgusu arasındaki ilişki düşünüldü
ğünde olayın bir de oldukça insani aşk boyutunu görmezden
gelmek olmaz. Kadının seçme hakkının bu kadar kontrol altı-
46 AŞS 43,s. 62 (20 Zilhicce 1106) .
47 AŞS 43,s. 65 (20 Zilhicce 1106) .
48 Herodotus, Herodot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, Türkiye lş Bankası Kültür
Yayınları, !stanbul, 2002,s. 17-18.
49 Tansel Selıhattin, Yavuz Sultan Selim, Milli Egitim Bakanlıgı, Ankara, 1969,
s. 64.
146
na alındığı toplumlarda yeterince cesur davranıp kendi isteğini
gerçekleştirmesinin eşkıyalık olarak adlandırılan birisiyle kaç
ma dışında daha ne gibi bir yolu olabilir ki? Ayıntab bölgesinde
de mahkeme kayıtlarına yansıyan yanında çalıştığı kişinin kızı
nı kaçıran Hüseyin'in eylemi kızın babasının iddia ettiği gibi bir
ayartma mıdır;50 yoksa başka türlü evin hizmetkarı ile birlikte
olamayacak olan kızın eyleme cesurca ortak olması mıdır? Bü
tün bunlar göz önüne alımnca Reşvan aşiretinden Ali'nin Peh
livanlı aşiretinden bir gruba baskın düzenleyip maddi değeri
yüksek birçok eşya ve hayvanın yanında bir kadını da kaçırma
sını nasıl açıklamak gerekir?51
Bu son olayla bağlantılı olarak aşiretler arasında çok sık gö
rülen şiddete temel teşkil eden kan davaları ya da daha genel
bir ifade ile öç alma olgusu üzerinde durmakta fayda var. Öç
alma, Hammurabi kanunlarında, daha sonra da Tevrat ve Ku
ran'da karşımıza çıkan şekli ile kısas formunda mutlak bir ada
let anlayışından ya da caydırıcılıktan, ya da insanın yaşadığı
acıyı düşmanına yaşatma isteği gibi "haklı" veyahut irrasyo
nel sayılabilecek bir nedenden hangisine dayandırılırsa dayan
dırılsın, pratikte öç almak isteyen çoğunlukla eşit bir acıyı de
ğil daha fazlasını isteme hakkını kendisinde bulur. 1709 tarihli
bir olayda 7 kişiyi öldürüp eşyalarını alan bir gruba baskın dü
zenlenip 6 eşkıya ele geçince grubun geri kalanları civar köylü
leri ihbarcılıkla suçlamışlardı. Bunun üzerine üç köyün ahalisi
bir misilleneden korktukları için yerlerini bırakıp gitmek zo
runda kaldılar.52
Öç almanın sonu gelmeyen bir dizi eyleme dönüşme ihti
mali yüksek olduğundan aşiretlerin diyet adı altında bir bede
le razı olmaları yüksek gerilimiere sahip aşiretler arası ilişki
lerde durumu bir nebze yumuşatma çabasıdır. Yine de üzerin
de önceden uzlaşılmış bir kanuna değil tamamıyla pazarlık gü
cüne bağlı bir anlaşma biçimidir bu. Diyetin ödenınediği yer
de intikam da mubah olacaktır. Ama nasıl bir intikam? lnti-
1 47
kam deyince akla ilk gelen karşı taraftan bir ya da birden faz
la kişiyi öldürme eylemi olarak algılansa da bu her zaman böy
le değildir. Oturak Kızığı cemaatinden Zeynelabidin adlı bir ki
şi aynı cemaatin bir mensubu olan Ömer'den kendi evini ba
sıp birçok hayvan ve eşyasını çaldığı için şikayette bulunmuş,
Ömer'in verdiği cevaba göre o bu eylemi Zeynelabidin'in bir
müddet önce öldürdüğü kardeşinin intikamını almak gayesiy
le işlemiştir.53 Bu dava, gruplar arasında oluşan eşkıyalığı anla
mak için can alıcı bir örnektir. Bu davada Ömer'in ifadesine yer
verilmeseydi ahırdan dana çalma ile intikam arasında nasıl bir
bağlantı düşünülebilirdi ki? Nitekim birçok tarihçi, bu tür ne
denlerden bağımsız olarak eşkıyayı sadece el değiştiren ekono
mik değer üzerinden düşünme eğilimi taşımaktadır. Şimdi yu
karıda en son değindiğimiz kız kaçırma hadisesinde kız kaçır
mayı sıradan eşkıyalığın bir parçası mı olarak; yoksa sıradan eş
kıyalığı kız kaçırma pratiğinin bir parçası olarak mı algılama
lıyız? Ya da iki seçenek dışında hem çalma fiilini hem kız ka
çırma iilini intikam için girişilen bir eylemin bir parçası olarak
mı ele almalıyız? Tüm bu örneklerden sonra belgede eşkıyalık
olarak karşımıza çıkan olgunun ne biçim bir şey olduğu iyice
muğlaklaşmaktadır.
Her halükarda eşkıyalık ile gruplaşma arasında pozitif bir
ilişkiselliğin olduğu kesindir. Eşkıyalık her ne kadar gruplar
arası ilişkilerin kaçınılmaz bir sonucu ise de eşkıyalıktan ko
runmanın en iyi yollarından biri olarak güçlü bir gruba üye
olup bu tehditlere karşı direnmek dışında fazla alternatif gö
rünmüyor. Bunun dışında kalanların çok sık baskıya uğradık
ları bir gerçektir. Saraya gönderilen 1742 tarihli bir arzuhalde
Mahmut isminde birisi bir-iki kişinin gelip kendisine "Sen köy
lü olasın böyle güzel kadın sana ne" deyip karısını alıp götürdük
lerine dair şikayette bulunur.54 Yaşanan bu olay aşiret dışı kal
mış köylünün, özellikle de toplumun en alt katınaniarına itil-
148
miş kadının, her halükarda eşkıyalığın nasıl hedei haline gel
diğine dair çarpıcı bir örnektir. Yine Okçu lzeddinli'den bir ki
şi kendisine bağlı on beş kişiyle gelip kocası öldüğünde 4 aylık
hamile olan Hond adlı bir kadını alıp kendisine eş olarak mu
amele (tecavüz) etmişti.55 Başka bir örnekte Elif adında bir ka
dın kayınbabasının kendisine i'l�i şen'i (tecavüz) ettiği iddia
sıyla evinden kaçıp anlaştığı eşkıya ile gelip kayınbabasından
zorla 50 kuruş almıştı.56 Bu son örneğin de gösterdiği gibi, eş
kıyalıkta en çok hedef alınan gruplardan biri olan kadının bu
değirmenin kanatıarına su taşımaktan başka pek bir alternatii
olmadığını görmekteyiz. Yukarıda bahsedilen namus kavramı
nın merkezine kadının konulmasının bu tarz bir toplumsal ör
gütlenmede kadının yararına mı yoksa zararına mı olduğu so
rusu cevaplandırılması oldukça zor olan bir soru olarak önü
müzde durmaktadır.
Son olarak, eşkıyalığın yarattığı pazardan bahsetmekte fayda
var. Eşkıyalık en yalın ifadeyle ekonomik değere sahip bir şey
lere zorla el koymayı ifade eder. Eşkıya bir seferde alması ge
reken en fazla şeyi, hatta kurbanın üzerindeki elbiselere kadar,
almaya çalışır.57 Ancak bu eşyalar çoğunlukla eşkıyanın kendi
ihtiyaçlarını karşılaması için değil pazarda satılmak için alınır.
kuzey Afrika'da yaşayan A.p kabilelerinde bu işin daha orga
nize bir şekilde Kaman denilen bir igür tarafından yürütüldü
ğünü görüyoruz.58 Anadolu'da, bu işi düzenleyen bir igürün
varlığını tespit edemesek de, bu mekanizmanın buralarda da iş
lediğini görüyoruz. Jeçevi'nin anlatımı bu işin nasıl olduğunu
çok iyi bir şekilde göz önüne sermektedir:
149
[Arap Tayy Aşiretinin adamlkrı] Mardin yakınlarındaki obala
rına geldiler ve ganimetierini ucuz iyatla sattılar. Bu fakir de,
çok seçkin develerden bir katarı üç yüz kuroşa satın almıştım.
Sonra Diyarbakır'da altı yüz altına sattım. 59
59 Burada anlatılan olay söz konusu aşiretin üyelerinin Iran ordusu baskınında
ele geçirdikleri ganimeti gösterse de bu tarz aşiretlerin eşkıyalıktan elde ettik
leri ganimeti benzer bir yöntemle ekonomik bir gelire dönüştürdüklerini bili
yoruz. Bu pazann nasıl işledigini göstermek babında iyi bir önek oldugu için
buraya alındı. Bkz. Aydın vd. , a.g. e. , s. 165 .
60 AŞS 43,s. 2 12 (26 Muharrem 1107),2 14 (7 Safer 1107) .
61 AŞS 5 5 ,s. 2 6 1 ( 2 8 Zilkade 1116) .
150
EK
met olunur.
Bundanmaada [üç siik kelime okunamadı) Trablus askeri sefere
teveccüh eyleme [üb] her biri bir tarik1e kalub Şam ve Trablusam
ve tevabi'lei o�an elviyenin [birkaç keimeik ırık) lazımdır deü
sdar-ı zafer şiar hzrederine Jsile bu fairleri baş ve bug ain ider
ler ise şedid emr-i şeife irac olua ki Yusu? Paşa hazreleri [bir-ii
sik kelime okunamadı] 'nin emınioglu ve sefere imeyen ümera her
biri kethüdalanna bu denlü adem ile [biraç kelime silik) ise tnşala-
. hu teala ayin olunan mikdan ademler ile kethüdalann hizmet-i padi
şahtye irsal eylemegi ihmal eylemezler.
Eyalet-i Maraş sabıka Aıntab sancagı .begi olan emmim El-hac
Haydar Beg'e inayet olunursa kendü tevabi' ve aşiretinden üzerinde
olanlardan 2,000 adem le evel bahar-ı huceste-asarda sefere ama
dedir.
Klis ocağına mutasarnf olan emmim merhum Hüsein Paşa'nın
. oglu Mustafa Beg Haleb ve etraı hıfzına tayin olunursa kehudasın
. 500 adem ile sefere göndeüb kendi eyalet-i Haleb'e tabi eliyelerde
'
ze-ı muhafazasu�da haccac ve jbna-i sebili hıfz eyleyüb her imin ,
151
Mara Sancağı'nda vaki olan mukataada emni-zade Mehmed Beg'e
inayet olunursa 500 adem ile sefere gimegi taahhüd ider.
Hama Sacaı akrabalanmızan Abuzir Beg'e inayet olunursa ken
dü ademierinden ve aşiretinden 1,000 yarar de� ile evel bahar
hüd ider.
Ç.emiŞgezek Sancaı bei ademleimizden olub züemadan olan lsa
kularına inayel olura mezbur lsa kulları 500 adem le sefere gider. �··
152
Ve bu zir oluanlara mütfeialk inayet oluk ria."olunur.
Hasan vld. Abdullah, Zaim
Hasan vld. lsmal, aim
Hasan vlq. Abdullah, Zaim
Fazıl, Zaim
Mehmed vld. Ai, aim
Musafa vld: Abuzir, zalm
Hüsein [Vld.) Mehmed, bevab-ı biun (mezbur için bevabık ica
olunur, gedük-i sefer-i Anaud)
153
154