Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 8

14.

HAFTA KONULARI

ÇOK PARTİLİ REJİM DENEMELERİ

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924-3 Haziran


1925)
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuran kadroların tamamı, Millî Mücadele ve I.
Meclis Dönemi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çalışma arkadaşlarıdır. Bu kişiler zaman
içerisinde saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması başta olmak
üzere inkılapların aceleye getirildiği, mebuslara ve halka yeterince tartışma imkanı
tanınmadığı gibi gerekçelerle üyesi oldukları Halk Fırkası’na karşı bir parti içi muhalefet
grubu oluşturmuşlardır. 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu görüşmeleri sırasında
Cumhurbaşkanı’nın yetkileri konusu etrafında yoğunlaşan muhalefet, ikinci dönemin ikinci
toplantı yılında mübadele, imar ve iskân, okullar konusunda hükûmeti zorlayacak düzeye
gelmiştir. Hatta partinin Meclis üzerinde baskı yaptığını iddia ederek bu durumun
kaldırılmasını istemiştir.
Bu arada Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi hem ordu müfettişi hem de
milletvekili olan şahsiyetler ordu müfettişliğinden istifa ederek meclis çalışmalarına katılmak
istediler. Mustafa Kemal Paşa bunu kendisine karşı bir seneden beri ordular arasında çalışarak
hazırlanan komplonun son adımı olarak değerlendirip aynı konumda bulunan ordu üst düzey
yöneticilerinin milletvekilliğinden ayrılmalarını istedi. Böylece ordu ile siyaseti birbirinden
ayrılmış olacaktı. 1 Kasım 1924 tarihi itibarıyla Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa ile birlikte
1. 2. 3. 5. kolordu kumandanları milletvekilliğinden istifa ettiler. Ancak III. Ordu müfettişi
Cevat Çobanlı ile 7. Kolordu kumandanı Cafer Tayyar Paşa milletvekilliğinden istifa
etmeyince bu kumandanların askerî görevlerine son verildi. Yeni dönemde bakanlığında
eleştirilere uğrayan Mübadele ve İmar ve İskan Bakanı Refet Bey Meclis başkan
vekilliklerinden birine kaydırıldığı için bakanlık görevinden istifa etti. 5 Kasım 1924’te
Mübadele, İmar ve İskân bakanı hakkında verilen gensorunun hükûmet hakkında bir
güvenoyuna dönüşmesi üzerine şiddetli tartışmalar yaşanmıştı. Görüşmeler sonunda Hükûmet
güvenoyu almış ancak partiden istifalar da başlamıştı. Halk Fırkası’ndan istifa eden
muhalifler 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’nın başkanlığında Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası olarak resmîleşti.
Fırkanın kurucuları arasında Rauf (Orbay), İsmail (Canbolat), Dr. Adnan (Adıvar),
Refet (Bele), Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Cafer Tayyar (Eğilmez), Feridun Fikri
(Düşünsel), Halis Turgut (Tarıkahya) ve Bekir Sami Bey gibi Millî Mücadele’nin ünlü sivil
ve asker kadroları bulunmaktaydı. 8 Aralık 1924 tarihinde yapılan seçimler sonucunda,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa, başkan
vekilliklerine Rauf (Orbay) ve Dr. Adnan (Adıvar), genel sekreterliği’ne ise Ali Fuat
(Cebesoy) seçilmişlerdir. Bu süreçte CHF’den ayrılan 32 milletvekilinden 28’i yeni partiye
dahil olmuştur. Yeni kurulan parti kısa süre içerisinde Ankara, İstanbul, İzmir, Sivas, Urfa ve
özellikle doğu illerinde büyük çapta örgütlenmeyi başarmıştır.
Amaçlarını iktidar olmak değil, iktidarı denetlemek olarak açıklayan, her türlü
tahakküme karşı olduklarını ve egemenliğin halka ait olduğunu belirten yeni parti yöneticileri,
dinî inanç ve görüşlere saygılı olduklarının altını çizmiştir. Laik, Cumhuriyetçi, Milliyetçi bir
parti olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, yerinden yönetim ilkesini destekleyen, liberal,
demokratik ilkeleri öne çıkaran programıyla dikkat çekmiştir. Ekonomik alanda ise devletçilik
yerine serbest piyasa girişiminin esas olacağı ve yabancı sermayenin destekleneceği bir
sistemi savunmuştur. Diğer yandan tek dereceli seçim, anayasa değişiklikleri için kamuoyu
yoklaması, Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı gibi hususlarda beklentilerini ve mevcut
uygulamaya eleştirilerini ortaya koymuşlardır. Din ve devlet işlerinin ayrı olacağını ancak
dinin hor görülmeyeceğini vurgulamışlardır. Bu bağlamda bilhassa “dinî inanç ve düşüncelere
hürmetkârdır” ifadesi Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerini rahatsız etmiştir. Sert bir
muhalefet sergileyen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucularının toplum tarafından
tanınmış kişilerden oluşması, parti programında ön görülen demokratik açılımların ülkenin o
günkü şartlarıyla bağdaşmaması sosyal ve kültürel hayata dönük gerçekleştirilen inkılaplardan
rahatsızlık duyan, geleneksel anlayışa sahip inkılap karşıtı kesimlerin bu partide
yoğunlaşmasına yol açmıştır.
Bu esnada Doğu Anadolu’da ortaya çıkan, hilafet ve saltanatı geri getireceği iddiasıyla
taraftar toplayan Şeyh Sait isyanın patlak vermesi hükûmetin caydırıcı tedbirler almasını
gerektirmiştir. 4 Mart 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükûn (asayişi temin etme) Kanunu ile
hükûmete Cumhurbaşkanı’nın onayı ile ülkenin iç huzurunu sağlamak için tehdit edici her
türlü yayın, eylem ve kuruluşu yasaklama yetkisi verilmiştir. Biri Ankara’da, diğeri isyan
bölgesinde faaliyet yürütecek iki tane İstiklal Mahkemesi kurulmuştur. İsyan bastırıldıktan
sonra isyanla ilişkisi olduğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın bölgedeki
bütün şubeleri kapatılmıştır. Ankara İstiklal Mahkemesi de dini siyasete alet ettikleri
gerekçesiyle partinin bazı üyelerine çeşitli cezalar vermiş, parti programındaki ”Düşünce ve
inanca saygılı olmak” prensibiyle gericiliğin kışkırtıldığını gerekçe göstererek gereğinin
yapılması hususunda hükümeti uyarmıştır. Hükûmet de 3 Haziran 1925’te varlığı altı buçuk
ay kadar sürmüş olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmıştır. Böylece Cumhuriyet
tarihimizin ilk örgütlü muhalefet partisi kapatılmış, farklı fikirler yönetimde temsil
edilememiş ve çok partili siyasi hayat denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının üst düzey yöneticileri 1926’da ortaya çıkan
İzmir Suikastı ile ilişkili görülerek İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır. Yurt dışında olan ve
on yıl ceza verilen Rauf (Orbay) dışındaki kişiler beraat etmesine rağmen bu olaydan sonra
uzun müddet aktif siyasi hayatın dışında kalmışlardır.

Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu (1925)


Şeyh Sait ayaklanması, yeni Türk Devleti’nin karşılaştığı ilk ciddi ve tehlikeli
isyandır. İsyan, Halifeliğin kaldırılması, inkılapların yapılması ve yeni devlet rejimine bir
tepki olarak ortaya çıkmıştır. Hükûmetin Musul meselesiyle uğraştığı bir sırada ortaya çıkan
isyanın başarılı olmasından çıkarı olan devletlerin doğrudan veya dolaylı olarak destek
oldukları da iddia edilmektedir.
Şeyh Sait, 13 Şubat 1925’te Ergani ilçesine bağlı Eğil Bucağı’nın Piran Köyü’nde
yandaşlarıyla birlikte Jandarmaya karşı gelerek isyanı başlatmıştır. Hem dinî hem de etnik
vurguların kullanıldığı isyan hızlı bir şekilde yayılmış, kısa süre içerisinde doğu illerinin
büyük bir bölümünü etkisi altına almış ve Elazığ isyancılar tarafından ele geçirilmiş,
Diyarbakır da kuşatılmıştır. Ali Fethi Bey Hükümeti başlangıçta isyanı bölgesel ve kısa
sürede bastırılacak bir olay şeklinde değerlendirmiştir. İsyancıların yeni taraftarlar bulması ve
isyan alanının genişlemesi üzerine, 25 Şubat 1925’te Ali Fethi Bey Hükümeti Diyarbakır,
Elazığ, Genç, Muş, Ergani, Dersim, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri
vilayetleri ile Erzurum’un Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etmiştir.
Ayrıca aynı gün 15 Nisan 1923 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda değişikliğe gidilerek
dinin siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılması yasaklanmış ve vatana ihanet suçu
sayılmıştır. Ardından isyan bölgesine yeni askerî birlikler sevk edilmiştir.
İsyanın bastırılmasında gecikilmesi üzerine Ali Fethi Bey Hükümeti aleyhinde bir
ortam oluşmuştur. Bunun üzerine 3 Mart 1925’te İsmet Paşa, yeni hükümeti kurmuştur. Yeni
hükümet 4 Mart 1925’te ülkede asayişi yeniden sağlamak için çok sert tedbirleri içeren 3
maddelik Takrir-i Sükun Kanunu’nu kabul ettirmiştir. İsyanın bastırılabilmesi için biri
Ankara’da ve diğeri isyan bölgesinde olmak üzere iki İstiklâl Mahkemesi kurmuştur. Ayrıca
bu kanunla muhalif söylem, basın kontrol altına alınmak, susturulmak istenmiştir. Nitekim bu
kanunun çıkmasının ardından İstanbul’da yayın hayatını sürdüren Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Son
Telgraf, Sebilürreşat, Tanin gibi gazeteler kapatılmıştır. Bu kanun varlığını 1929 yılına kadar
sürdürmüştür.
26 Mart 1925 tarihi itibarıyla isyancıların yakalanması ve isyanı sona erdirilmesi için
asker harekete geçmiştir. Hükümetin aldığı sert tedbirler sonucunda isyan kontrol altına
alınmış, 15 Nisan 1925’te Şeyh Sait ve diğer elebaşılar yakalanmış, isyan büyük oranda
bastırılmıştır. Diyarbakır’da çalışmalarına başlayan ve 7446 kişiyi tutuklayan Şark İstiklal
Mahkemesi, 5 Mayıs’tan itibaren Seyit Abdulkadir ve Şeyh Sait başta olmak üzere
isyancıların ileri gelenlerini yargılamaya başlamıştır. Yargılanan isyancılardan Şeyh Sait dâhil
olmak üzere kırk yedisi idam, diğerleri de çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Haziran ayı
sonu itibariyle bölgede asayiş sağlanmış, kontrol tamamen devlet denetimine geçmiştir.
Ayrıca Takrir-i Sükûn Kanunu kapsamında isyanla ilişkisi gerekçe gösterilerek,
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın önce Doğu Anadolu’daki şubeleri kapatılmış, daha
sonrada partinin tamamen kapatılmasına karar verilmiştir. Türkiye isyanla uğraşırken,
İngiltere ile Musul ve Kerkük meselesini müzakere etmekteydi. Neticede Musul meselesi
İngiltere’nin istediği şekilde çözümlenmiştir.

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (12 Ağustos-17 Kasım 1930)


Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra 1930 yılına kadar
Cumhuriyet Halk Fırkası ülkeyi tek başına yönetmiştir. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak
üzere devlet yöneticilerinin birçoğu tek parti yönetiminin sakıncalarını görüyorlardı. 1930
yılına gelindiğinde Türkiye’de inkılapların büyük bir bölümü gerçekleştirilmiş ve halk
nezdindeki olumlu-olumsuz yansımaları da görülmeye başlanmıştı. Ancak halkın ekonomik
ve sosyal yönden rahatlamasını sağlayabilecek göstergelere henüz ulaşılamamıştı. Ayrıca
1929 yılında ABD’de ortaya çıkan ve bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen ekonomik kriz,
Türkiye’yi de etkilemiş halkın ekonomik sıkıntıları daha da derinleşmişti. Mustafa Kemal
Paşa yapmış olduğu yurt gezilerinde, halkın hükümet icraatlarından pek memnun olmadığını
gözlemlemiş ve hükümetin daha sıkı bir şekilde denetlenmesinin gereğini hissetmiştir. Bunu
Cumhuriyet Halk Fırkası içerisindeki bir muhalefet grubu ile yapmanın mümkün olmayacağı
daha önceki deneyimlerden anlaşılmıştı. Meclis içerisinde bir muhalefet partisi kurulduğu
takdirde halkın sıkıntılarını bu yeni parti kanalıyla dile getirebileceği düşünülmüştü. Ona göre
gerçek anlamda demokrasi ancak bu şekilde tesis edilebilecekti. İnkılapları yerleştirmek gibi
sebeplerle ertelense de esasen çok partili sistem Gazi Mustafa Kemal’in hedefleri arasındaydı.
Kaldı ki çok partili sistem, o dönemde Türkiye’nin Batılı devletlerle yakınlaşma siyasetine de
uygun düşmekteydi.
1930 Temmuz ayında Türkiye’ye gelen Paris Büyükelçisi Fethi (Okyar), o sırada
Yalova’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gider. Fethi Bey, Mustafa Kemal’in yakın
arkadaşı ve Cumhuriyet’in ilk başbakanlarındandı. Aralarında yaptıkları fikir teatisinde Fethi
Bey’in, Avrupa’daki sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmelerden örnekler vererek, Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalara eleştiriler getirmesi üzerine,
Mustafa Kemal Paşa’da Meclis’te bir muhalefet partisinin kurulması yönündeki düşüncelerini
açıklar ve kendisine bu partiyi kurmasını önerir.
Fethi Bey, 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Türk siyasi hayatının ikinci muhalefet
partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı resmen kurar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile
yaşanan olumsuz deneyimin de tesiriyle parti bizzat Mustafa Kemal’in isteğiyle, adını, kurucu
ve yöneticilerini belirlemesiyle ve finansman desteğiyle kurulur. Partinin kurucuları arasında;
Fethi Bey, Mehmet Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet, Tahsin (Uzer) Bey’in yanı sıra Nuri
(Conker) gibi Mustafa Kemal Paşa’nın bazı yakın arkadaşları ve kız kardeşi Makbule Hanım
da vardır. Diğer taraftan Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa eden bazı milletvekillerinin
Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katılmasıyla fırka; Meclis’te temsil edilme hakkı kazanır. Fethi
Bey de ara seçimlerde Gümüşhane Milletvekili seçilerek parlamentoya girmiştir.
Partinin programında, cumhuriyetin temel ilkeleri ve dış politikada Cumhuriyet Halk
Fırkası programıyla aynı görüşler paylaşılmasına karşılık, özellikle özgürlükler ve ekonomik
politikalar açısından farklılıklar mevcuttu. Parti, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik
esaslarına bağlı kalacağı, seçimlerin tek dereceli yapılmasının ve kadınların da siyasi haklara
sahip olmasının gerektiği, ekonomide liberal politikaların uygulanacağı, yabancı sermayenin
teşvik edileceği, adil bir vergi sisteminin getirileceği, köylüye ucuz kredi verileceği gibi
hususları savunuyordu.
SCF, kısa süre içerisinde halktan büyük ilgi görmüştür. Özellikle o dönemde halktan
alınan vergilerin ağırlığı, toplanmasındaki sert yöntemler, yönetimde karşılaşılan yolsuzluklar,
kamuoyunda Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı büyük bir hoşnutsuzluk oluşturmuştu.
Teşkilatlanmaya önce Ege Bölgesi’nde, özellikle İzmir’de başlanmış, daha sonra Karadeniz
Bölgesi’nde devam edilmiştir. Ali Fethi Bey’in İzmir ve Ege Bölgesi’ne yapmış olduğu seçim
gezilerinde halk, partiye büyük teveccüh göstermiştir. Bunda Ege Bölgesi’nin 1929 ekonomik
buhranından diğer bölgelere nazaran daha fazla etkilenmesinin tesiri olmuştur. Hatta İzmir
gezisi sırasında iktidar partisi aleyhinde sert ve kanlı gösteriler yapılmış ve bir genç ölmüştür.
Muhalefet yapmak için kurulan partinin, bir müddet sonra iktidar alternatifi olduğunu
açıklaması üzerine gösterilen teveccüh daha da artmıştır.
Halkın gösterdiği ilgi karşısında heyecanlanan ve mevcut şartlarda yapılacak ilk
seçimde iktidar olacakları beklentisine giren Fethi Bey ve arkadaşları partiye katılan, taşra
teşkilatını oluşturan kadroları kontrol edemediler. Bunlar arasında cumhuriyetin ilanından bu
yana yapılan düzenlemelerden rahatsız olan kesimler de yer aldı. Parti bir anda Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nda olduğu gibi inkılap karşıtlarının toplandığı parti durumuna düştü.
Bilhassa küçük yerleşim birimlerinde Serbest Fırka’nın kazanması durumunda inkılaplardan
vazgeçileceği propagandası yapılmaya başlandı. Halk partisi yöneticileri ise sadece muhalefet
yapacak, iktidara geçmeyi düşünmeyecek bir organ olarak kurulmasını destekledikleri yeni
partinin iktidarı ellerinden alabileceği endişesi ile müdahaleye ve karşı propagandaya hız
verdi.
Siyasi çekişme yeni partinin 1930 yılının Ekim ayında katıldığı belediye seçimlerinde
İçişleri Bakanı’nın devlet memurlarından taraf tutmasını istemesiyle doruğuna ulaştı. Serbest
Cumhuriyet Fırkası’nın bir büyükşehir, otuzdan fazla ilçe belediyesinde seçim kazanması
Halk Fırkası’nı endişeye sevk etti. Fethi Bey’in seçimlerdeki uygulamaları dolayısıyla İçişleri
Bakanı hakkında verdiği gensoru önergesi sert tartışmalara yol açtı. Hükûmetin muhalefeti
“irticayı hortlatmakla”, muhalefetin hükûmeti, “kanunsuzluk ve baskıyla” suçladığı
tartışmalardan sonra yeni parti Atatürk’e karşı politika yapmak mecburiyetiyle karşı karşıya
kaldı. Bu durumda Gazi Mustafa Kemal iki parti arasındaki tarafsızlığını bozarak CHF’ye
yardım etme ihtiyacı hissetti.
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ile de görüşen Ali Fethi Bey gelecekte siyasi
sahada Mustafa Kemal Paşa’yla karşı karşıya gelmemek için parti başkanlığını bıraktı ve
Serbest Fırka yöneticileri 17 Kasım 1930’da partinin feshi kararını aldı. Yöneticilerin geneli
yine Halk Fırkası’na döndü. Üç aylık (99 gün) Serbest Fırka deneyimi hem iktidar hem de
muhalefetteki politikacıların eleştiriye tahammülü öğrenemediklerini göstermesi bakımından
dikkat çekici bir tecrübe olarak demokrasi tarihimizdeki yerini almış ve çok partili siyasi
hayat için girişilen ikinci teşebbüs de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aynı yıl Abdülkadir
Kemali Bey tarafından kurulan Ahali Cumhuriyet Fırkası 21 Aralık 1930’da Bakanlar Kurulu
kararıyla kapatılmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili sisteme geçiş için on beş
yıl daha beklemesi gerekmiştir.

Menemen (Kubilay) Olayı (23 Aralık 1930)


Cumhuriyet tarihimizde inkılaplara ve çok partili hayata geçiş sürecinde bazı olumsuz
olaylar yaşanmıştır. Bu olaylardan birisi de İzmir’in Menemen ilçesinde meydana gelen
“Menemen Olayı” veya “Kubilay Olayı”dır. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendisini
feshinden bir aydan fazla bir zaman geçtikten sonra Menemen ilçesinde, toplumdaki din
anlayışının istismar edilebileceğini gösteren bir olay yaşanmıştır. Manisa’da bir müddet
faaliyet yürüttükten sonra 23 Aralık sabahı erkenden Menemen Çarşı Camiine gelerek mehdi
olduğu iddiasıyla cami cemaatine propaganda yapan Derviş Mehmet (Giritli Mehmet) ve
adamları şeriat ilan edeceklerini belirterek halkı kendilerine katılmaya zorlamışlardır. Asiler,
kısmen merak ederek bekleşen, kısmen de silahla tehdit ederek etraflarına topladıkları
kalabalığı yeterli gördüklerinde belediye meydanına çıkarak yeşil bayrak açıp “şeriat” ilan
etmeye kalkışmışlardı.
Durumun öğrenilmesi üzerine ilk olarak Menemen’deki 43. Piyade Alayı
Komutanlığında görevli öğretmen yedek subay Mustafa Fehmi (Kubilay), emrine verilen bir
birlikle isyancılara engel olmaya çalışmıştır. Ancak Asteğmen Kubilay yeterli askerî hazırlık
yapılmadan olay yerine gittiğinden dolayı uyarıları dinlemeyen asilerin kurbanı olmuştur.
İçtikleri esrarın tesiriyle kendilerine kurşun işlemeyeceğini iddia eden asiler silah seslerini
duyarak olay yerine gelmiş olan Hasan ve Şevki ismindeki iki gece bekçisini de şehit etmiştir.
Ancak daha sonra gönderilen birliklerce etkisiz hâle getirilmişlerdir.
Olayı Kubilay’ın şahsında cumhuriyete karşı girişilen bir suikast olarak değerlendiren
devlet meseleyi en üst düzeyde ele almıştır. Ayaklanmayla ilgili bir dizi önlem alınmış ve adlî
kovuşturma başlatılmıştır. Bakanlar Kurulu, Cumhuriyet’e ve inkılaplara karşı bir ayaklanma
olduğu gerekçesiyle, 1 Ocak 1931’den itibaren Menemen, Aydın ve Balıkesir’in merkez
kazalarında bir ay süre ile sıkıyönetim ilan etmiştir. II. Ordu Komutanı Fahrettin Altay’ın
sıkıyönetim komutanlığına getirilmesinin ardından I. Kolordu Komutan vekili Mustafa
Muğlalı’da Divan-ı Harp reisliğine atanmıştır.
Askerî mahkemelerde yapılan yargılamalar neticesinde 27 sanık beraat etmiştir. 41
suçluya çeşitli sürelerde hapis ve 36 suçluya idam cezası verilmiş, idamların 34’ü Meclis
tarafından onanarak infaz edilmiştir. Menemen’de yaşanmış olan bu olay, cehalet ve
taassubun nelere yol açabileceğini göstermiştir. Cumhuriyet idarecilerini de düşündürmüş,
cumhuriyetin esaslarının ve kazanımlarının halka daha etkili ve doğrudan anlatılması
gerektiğini ortaya koymuştur.

Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1946)


1930’lara gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal, siyasal, ekonomik vb.
alanlarda çağdaşlaşma yönünde çok önemli reformlar yapmıştı. Bu süreçte Terakkiperver
Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet partilerinin kurulmasıyla çok partili hayata geçiş yönünde
önemli denemeler gerçekleştirildiyse de istenilen başarı elde edilemedi. Oysaki demokratik
sistemlerin en karakteristik özelliği yönetici iktidarın sınırlı ve denetlenebilir olmasıydı.
Otoriter ve totaliter yönetimlerde ise bu sınır belirsizdi. Ayrıca güçlü bir iktidar olabilmek için
ideolojik devamlılık gerekliydi. Dolayısıyla bir taraftan 6 ok olarak anılan ilkeler
uygulanırken, diğer taraftan partinin ideolojisi yerleştirilmeye çalışılmaktaydı. Bu çerçevede
bütün ülkede örgütlenmesi sağlanan Halkevleri, CHP’nin bir organı gibi direktiflerle
yönetildi. Kadrocular, Kemalizm’e sosyo-ekonomik bir yorum getirmeye çalışırken, Ülkü
dergisi etrafında toplanan Recep Peker ve ekibi ise Kemalizm’e sosyo-kültürel bir içerik
kazandırmaya çalışıyordu. Birçok noktada rekabet ve mücadele halinde olan her iki kesimin
ortak noktası bir seçkinler grubu önderliğinde otoriter bir ideoloji oluşturmaktı.
1935 yılında parti-devlet bütünleşmesinin gerçekleştirilmesi düşünüldü. 18 Haziran
1936’da alınan bir kararla valiler aynı zamanda CHP İl Başkanı, İçişleri Bakanının da CHP
Genel Sekreteri olması usulü benimsendi. Ayrıca o yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi’nin
faaliyetleri içerik olarak olmasa bile şekil itibariyle Avrupa’da tek partili devlette partinin rolü
konusunda model olan İtalya’da Faşist Parti, Rusya’da Komünist Parti ve Almanya’da Nazi
Partisi örneklerine oldukça uymaktaydı.
Mustafa Kemal Paşa’nın ölümünden sonraki gün İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı ve ardından İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ve
CHP’nin 1938 Aralık ayındaki kurultayında aldığı kararlar yeni bir dönemin hazırlayıcısı
oldu. İnönü döneminde çıkarılan bir kanunla Mustafa Kemal Atatürk ebedi şef, İnönü de milli
şef ilan edildi. Milli şeflik 1946 yılına kadar devam etti ve 1946’da parti başkanı unvanı
kullanılmaya başlandı. CHP 1950’ye kadar 27 yıl kesintisiz olarak iktidarda kaldı. İnkılapların
sorunsuz bir şekilde uygulanmasını sağlayan bu durum, hükümetin denetlenememesi ve
eleştirilememesine yol açtığı gibi farklı fikirlerin ülke yönetiminde etkili olmasını da
engelledi.

Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci (1946)


II. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin saldırgan politikalarının da etkisiyle
Türkiye yüzünü tamamen Batı’ya dönmüş ve demokratik ülkeler yanında durmayı çıkarlarına
uygun görmüştür. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kuruluş aşamasında muhtemel müttefiklerine
çok partili hayata geçiş düşüncesinde olduğunu duyurdu. Ayrıca bu sıralarda Rejim içi
muhalefet güçlenmiş ve kendini göstermeye başlamıştı. 17 Ocak 1945’te daha önce Atatürk
zamanında gündeme gelmiş olan “Topraksız Köylüye Toprak Dağıtılmasına ve Çiftçi
Ocaklarının Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı’nın” TBMM’ye sunulmasıyla ciddi tartışmalar
yaşandı. Bu tasarının komisyonlardan geçip, 14 Mayıs 1945’te TBMM gündemine gelmesiyle
yeni bir tartışma ortamı meydana gelmişti. Bu durum 21 Mayıs 1945’te bütçe görüşmelerinde
iyice belirgin hâle geldi. 29 Mayıs’ta yapılan bütçe oylamasında ise aleyhte oyların
kullanılması CHP içinde hiç de alışık olunmayan bir durum oluşturdu. Yine Meclis
görüşmelerinde bütçe açığı, fakirlik, geçim sıkıntısı, devlet borçlarının artması, adaletsizlik,
kayırma gibi konular da parti içi muhalefetin argümanları oldu. Bu tartışmalarda Celal Bayar,
Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, Cavit Oral, Damar Arıkoğlu, Emin Sazak
gibi isimler parti içi muhalefetin öncüleri olarak dikkat çekmişlerdir.
Partinin politikalarından rahatsız olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve
Refik Koraltan Anayasanın milli egemenlik ilkesine işlerlik kazandırılmasını, meclisin
denetlenmesini, siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensiplerinin öne çıkarılmasını, siyasî
hak ve hürriyetlerin daha geniş kullanılabilmesini, parti işleyişinin demokratik ilkelere uygun
olarak yürütülmesini isteyen “dörtlü takrir”i 7 Haziran 1945 tarihinde parti meclis grubuna
verdiler. Öneri grupta tartışılmasına rağmen bir netice çıkmadı. Bu süreçte teklif sahiplerinin
yeni bir parti kurarak fikirlerini tartışmaya açmaları tartışılırken 7 Temmuz 1945 tarihinde
sanayici Nuri Demirağ Milli Kalkınma Partisi’ni kurdu. Cumhurbaşkanı İnönü 1 Kasım 1945
tarihli meclis açış konuşmasında mevcut sistemin tek eksiğinin bir muhalefet partisi
olduğunu, ancak bunun da Türkiye’nin kendi şartlarına göre gerçekleşeceğini vurguladı. Milli
Kalkınma Partisi’nin kurucusunun bilinirliğine ve basın yayın organlarına yansıyan tanıtım
faaliyetlerine karşın Cumhurbaşkanı’nın muhalif parti yokluğundan bahsetmesi dikkat
çekicidir.
1945’te CHP’de parti politikalarını sert bir şekilde eleştiren Adnan Menderes, Fuat
Köprülü, Refik Koraltan CHP’den atıldı. Mahmut Celal Bayar da tepki olarak istifa etti. Bu
isimler 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurdular. Aydınlı zengin bir ailenin çocuğu ve
hukukçu olan Adnan Menderes 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkasında siyasete girmişti,
daha sonra da CHP’ye geçerek siyasi yaşamını devam ettirdi. Celal Bayar, Atatürk’ün
yanında bulunmuş, hem Milli Mücadele’de hem sonrasında ülke yönetiminde etkili olan eski
bir İttihatçı ve siyaset adamıydı. Refik Koraltan, valilik ve hakimlik yapmış; Fuat Köprülü ise
büyük bir tarihçi ve eski bir İttihatçı’ydı. Demokrat Parti’nin amblemi “Kır at” idi. Halk
dilinde partiye “Demirkırat” yakıştırması yapılmış, “Yeter Söz Milletindir!” ifadesi ise
partinin unutulmaz sloganı olmuştur.
Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İsmet İnönü II. Dünya Savaşından sonra Birleşmiş
Milletler teşkilatına katılabilmek ve Dünya kamuoyuna Türkiye’nin de demokratik olduğunu
gösterebilmek amacıyla muhalefet partisinin kurulmasını desteklemiştir.
Parti kurucuları, 8 Ocak’ta yaptıkları toplantıda milletvekili olmayan Celal Bayar’ı
Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na getirdi. Parti bundan sonra ülke genelinde örgütlenme
çalışmalarına başladı. İlk şubesini, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi başlattığı Samsun’da
emekli bir asker olan Şefik Avni Özüdoğru’nun başkanlığında açtı. Bu çalışmalarını Aydın,
Ankara, Burdur, Manisa, İzmir ve İstanbul gibi vilayetler takip etti. Bu çabalara paralel olarak
halkın yeni partiye olan teveccühü artarken, CHP’den de önemli istifalar yaşandı. CHP’nin
ünlü ve etkili isimlerinden; Yusuf Kemal Tengirşek, Refik Şevket İnce, Cemal Tunca, Osman
Bölükbaşı, Emin Sazak Demokrat Parti’ye katıldı. Partinin örgütlenme çabaları kısa sürede
bütün ülkeyi kapsayacak şekilde genişledi. Halkın muhalefet partisine büyük ilgi
göstermesinde otoriter CHP döneminde özgürlüklerin kısıtlanmış olmasının yanı sıra
ekonomik şartlar da etkili oldu. Çünkü o döneme kadar sistemin ana unsurları olan asker,
bürokrat, kentli ve büyük toprak sahipleri ülkenin nimetlerinden azami ölçüde faydalanırken,
halkın % 80’ini oluşturan köylü kesimi sosyo-ekonomik açıdan büyük sorunlar yaşamaktaydı.
Demokrat Parti programında, Milliyetçilik ve Laikliği savunmuş, CHP’den farklı
olarak ekonomik ve siyasi alanda Liberalleşme yanlısı olmuştur. Parti ekonomide yabancı
sermayeye imkân tanınacağını, üretimin artırılmasına çalışılacağını vaad etmiştir. Tek dereceli
seçim sistemini, basın özgürlüğü ve üniversitenin idari özerkliği konusunu öne çıkarmıştır.
Sosyal meselelere ağırlık verilerek işçilerin grev haklarının verileceğini, ücretli izin ve tatil
hakkı tanınmasının yanı sıra genel af kanunu çıkarılacağını belirtmiştir. Antidemokratik bütün
kanunların elden geçirileceğini belirtirken temel hak ve hürriyetler konusunda da anayasal
düzenlemeler yapılacağı açıklanmıştır.
Demokrat Partinin eylül ayında yapılan Belediye seçimlerinde 600 belediyenin 560
tanesini kazanması desteğin köklü olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim ekim ayında yapılan
ve İl Genel Meclis Üyeleri seçiminde de 67 ilden 55’inde çoğunluğu Demokrat Parti
kazanarak ülke çapında kendine duyulan güveni göstermiştir. 1950 yılında yapılan genel
seçimi büyük bir farkla kazanan Demokrat Parti ülkeyi yönetmeye başladı. Celal Bayar
Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes’te Başbakan olarak görev yaptı. Dini alanda artan
özgürlükler toplumda rahatlama sağlarken, Demokrat Parti’nin ilk yıllarında tarımda
makineleşme ve uygun iklim koşullarının desteğiyle ürün artışının sağlanması ve kırsal
kesimdeki kitlelerde göreceli bir zenginlik ve refah ortamı oluşturdu. Bu arada CHP’nin
seçimi kaybedip iktidardan düşmesine karşın parti yönetiminin aynı kalması parti içi
muhalefetin şiddetlenmesine yol açtı.
Demokrat Parti, 1950-1960 yılları arasında yapılan 3 seçimi de kazanarak ülkeyi 10 yıl
boyunca tek başına yönetmiştir. 1960’ta bir grup subayın kanunları hiçe sayarak, darbe yapıp
yönetime el koyması sonucu Anayasa rafa kaldırılırken, Milli iradede engellenmiş oldu.
Demokrat Partili siyasetçiler tutuklanarak, yargılandı. 10 yıl Başbakanlık yapmış olan Adnan
Menderes ve Bakanlar; Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu idam edildi. Bu gelişmeler
Türkiye’de millet iradesine ağır bir darbe vurduğu gibi, sivil yönetimin yasaklanmasına ve
demokrasisinin kesintiye uğramasına sebep oldu.

KAYNAKÇA
Editör ERASLAN, Cezmi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II, İstanbul Üniversitesi Açık ve
Uzaktan Eğitim Fakültesi Ortak Ders Kitabı.
Editör ÖZKAN, Asaf, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Yayını, Erzurum, 2012.
EMRENCE, Cem, 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları,
İstanbul 2006.
ERASLAN, Cezmi, BEYOĞLU, Süleyman, …, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II, T.C.
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayını, Eskişehir, 2019.

You might also like