Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

PALEOLOGOSLAR'IN KENTİ

Manuel II. Paleologos'un dostu olan ve Türkler'e karşı yardım istemek üzere Avrupa başkentlerine yapılan pek çok ziya- rete
başkanlık eden, İtalyan hümanizması- nin hocası ve sonraları Katolik olan Ma- nuel Hrisolaros, Prens Ioannes VIII Pale-
ologos'a yazdığı ünlü mektubunda Roma ile Konstantinopolis'i karşılaştırmıştı. Şanlı bir bin yılın sonunda Hrisolaros hâlâ
Konstantinopolis'in üstünlüğüne inanıyor ve şunları yazıyordu:
Kentimizde eskiden ya da şimdi bulunan anıtla- n, mezarları ve heykelleri saymak isteseydim şaşır- mazdım. İtiraf etmeliyim
ki, sayıları burada [Roma] olduğundan daha az, ama bazıları çok daha güzel ve ihtişamlı. Örneğin, kenti kuran ve koruyan
impa- ratorun mezarını ya da imparatorluk mausoleion'u içindeki başka mezarları... ve Havariyun Kilisesi çevresindeki daha
başkalarını ele alalım. Kalan ka- idelerden ve üstündeki yazıtlardan anlaşıldığı gibi kentte bunun gibi başka heykeller de
vardı; bunlar farklı yerlerde, özellikle Hippodrom'da yer alıyor- lardı... Ayrıca, Kserolofos'taki sütunda ve öbür te- pede,
doğuya bakan bir boğanın (taurus) adını alan sütunların üstünde de dövme gümüşten heykeller, birinde I. Teodosius'un,
ikincisinin üstünde de II. Teodosios'un heykelleri, kaidelerinin güzelliğinden, yüksekliğinden ve görkeminden anlaşılacağı
gibi, kim bilir ne kadar büyük, değerli ve güzeldi. Bunla- rı hatırlarken, aynı yol üzerinde Batı'da, bütün ku- lelerin ve
surların (eğer bunlar yerlerinden oynaya- bilselerdi) ve yük gemilerinin bütün yelkenleri ve direkleriyle geçebileceği
büyüklükte kent kapısı da aklıma geliyor. Büyük mermer bloklardan yapılmış- ti, üstünde ta uzaklardan parlayan stoa vardı;
ve bu- na ek olarak önünde de, üstünde bir heykel bulu- nan bir sütun vardı. Ve bir başka tepede, senin ko- nutunun üzerinde
[yani Blahernai Sarayı] bir sütun
vardı ve Strategion'da da başkaları... ve aynı yolun doğusunda, bir haç gibi göğe yükselen porfir sütu- na ne demeli!l
Bu nostaljik sözlerden anlaşılacağı gibi, Konstantinopolis tarihsel yaşamının so- nunda çocukları için hâlâ en görkemli kentti.
Haçlı yönetimi altındaki yarım yüzyıl- lik umursamazlık ve talan, kenti bir hara- beye dönüştürmüştü. Bizanslılar
Kons- tantinopolis'i geri aldıklarında kent, Aya- sofya ve surlar dışında, Roma İmparator- luğu'nun ünlü Doğu
başkentinin yalnızca bir gölgesi gibiydi. İbn Battuta kenti şöy- le anlatıyor:
Kent çok güzel ve bir büyük ırmakla [Haliç] iki bölüme ayrılmış... Bir zamanlar bunun üzerinde bir taş köprü varmış, ama
şimdi yıkılmış, biz de irma- ğın karşısına tekneyle geçtik. Kentin bir bölümüne "Estambul" deniliyor.2 Kentin bu bölümü,
denize doğru uzanan bir tepenin üstünde. En yüksek nok- tada bir kale ve imparatorun sarayı var. Kenti yük- sek duvarlar
kuşatıyor. Duvarlar çok yüksek, deniz tarafindan kimse tırmanamaz. Sur içinde on üç ka- dar köy var ve ana kilise bu
bölgenin ortasında.
1
Mango, Art, 250 vd. Burada Mango, Hrisola- ros'un Constantinus Surları'ndaki bir kapıdan söz ettiğini
sanmaktadır.
2 Yunanlar, Konstantinopolis'e "Kent" diyorlardı. Arapça ve Türkçe adı ise "kente" anlamına gelen eis ten polin
teriminin bozulmuş biçimiydi. Arap- lar kenti "Al-Kustantiniye" diye anıyor, ama Me- sudi'ye (Tanbih, 138'den
Strange'in yaptığı alıntı, 138, n.1) göre daha 10. yüzyılda Yunanlar Bulin (polis'ten) ya da Istan-bulin (eis ten polin)
diyorlardı
İbn Battuta Ayasofya'yı da şöyle anlatır:
Bizanslılar'ın en büyük kiliselerinden biri. Bir kent gibi o da güçlü duvarlarla çevrilmiş ve duvar- larda on üç kapı var.
Kiliseye vakfedilen alan bir mil [anlaşılan çevresi bir mildi] ve buraya her isteyen girebilir. Kilisenin etrafındaki bu kutsal
alan büyük bir toplantı salonu gibi. Burada mermerlerle kaplı ve kiliseden çıkan bir su kanalı var. Bu kanal damar- li
mermerden son derece güzel oyulmuş. Kanalın iki yanında ağaçlar dizili. Ve kilisenin kapısı ile du-
var arasında sarmaşıklarla kaplı tonoz biçiminde bir kafes var, altında da yaseminler ve başka hoş kokulu çiçekler. Kilise
duvarlarının dışındaki kapıda, kilise bekçilerinin tahta sıralara oturdukları ahşap bir kub- be var. Ahşap kubbenin yanında da
çoğu gene ah- şap olan, yargıçlarla hazine kâtiplerinin oturduğu dükkânlar ve tezgâhlar bulunuyor. Bu dükkânların tam
ortasında,3 birinci katına ahşap bir merdivenleçıkılan kubbeli ahşap bir yapı daha var. Bu katta ku- maşla kaplı bir
kürsüde, yargıç oturuyor. Bu kubbe- li yapının solunda, bu avlunun kapısında eczacıların çarşısı var. Kiliseden
çıkan kanal ikiye ayrılıyor, biri bu çarşıdan geçiyor, öbürü de kâtip ve yargıçların revakından.4
İbn Battuta kiliseye girememişti. Kilise avlusunu temizleyen bekçilerin, Gerçek Haç önünde diz çökmeyenlerin içeri gir-
mesine izin vermediklerini söyler. Bu haç, kapının üzerinde çift cidarlı altın bir san- dık içindeydi. Ayasofya'nın kapısı altın
ve gümüş kaplamaydı ve kapı kulpları altın- dandı. İbn Battuta'ya, birkaç bin keşişin ve rahibin kiliseye hizmet ettiği,
duvarların içinde kadınlara ayrılmış ikinci bir kilisede de binden fazla bakirenin ibadet yaşamı sürdüğü söylenmişti. Kilise
duvarları için- de bir de yaşlı kadınlar için büyük bir düş- künlerevi vardı.5 İbn Battuta, kentte Müs- lümanlar'ın zaviyeleri
gibi sayısız kadın ve erkek manastırı olduğunu belirtir. Her ma- nastırda, o manastırı kuran imparatorun özel dairesi vardı.
İbn Battuta şunları ek- ler: "Bu manastırların yapımı için büyük bir cömertlik sergiliyorlar ve onları mer- merler ve
mozaiklerle süslüyorlar." Ibn
Battuta bu manastırların birini ziyaret et- mişti. "Kafalarını tıraş ettirmiş beş yüz ra- hibe vardı; yün tünikler giymişlerdi,
başla- rında da keçe örtüler vardı. Çok güzeldi- ler, ama sert koşullar altında geçen yaşam- ları, üzerlerinde iz bırakmıştı."
Yazar, "Kentin nüfusunun büyük bölümünün ke- şiş, din görevlisi ve rahip olduğunu, sayısız kilise bulunduğunu" belirtir.6
Kuşkusuz 15. yüzyılın başlarında, ayaklar altında çok çiğnenmiş bir kent için söylenebilecek fazla şey yoktu. Bo-
ğaz'da I. Bayezid (Yıldırım) tarafindan inşa ettirilen küçük kale (Anadolu Hisarı ya da Güzelce Hisar), yaklaşmakta
olan dü- şüşün açık göstergesiydi. Dönemin ya- bancı gezginleri, can çekişen bir Konstan- tinopolis'ten söz
ederler. Ruy Gonzales de Clavijo kenti 1403'te gördüğünde şunları yazmıştı:
Surlar çok geniş bir alanı çevreliyorlar, fakat kentin her yeri dolu değil. Sınırları içinde mısır tar- lalarının ve meyve
bahçelerinin bulunduğu pek çok tepe ve vadi var, meyvelik arazinin içinde de hepsi kent sınırları içinde kalan köyler ve
sayfiyeler bulun- makta. Kentin en kalabalık mahallesi, denize çıkıntı yapan noktaya doğru, kentin aşağı kotunda, kıyı- da.
Kentin ticaret merkezleri boğaza [Haliç] açı- lan kapıların orada. Kentin her yanında çok sayıda büyük saray, kilise ve
manastir var, ama çoğu şimdi harap halde. Ancak, eskiden, bozulmadan önce Konstantinopolis'in dünyadaki en soylu
başkentler- den biri olduğu açık. Hâlâ sınırları içinde irili ufaklı üç bin kilise olduğu söyleniyor. Kapladığı alan için- de pek
çok çeşme ve tatlı su kuyusu bulunmakta. Kent surları dışında deniz kıyısındaki boğaz [Haliç] boyunca ve Pera'ya bakan
sayısız depo ve denizaşırı ülkelerden gelen her türlü malın satıldığı dükkânlar var... Bizanslılar kenti bizim alıştığımız
Konstanti- nopolis adıyla bilmiyorlar, ama genellikle "Estom- bol" diyorlar.
8
Ege Adaları'nın canlı bir betimlemesini veren gezgin rahip Christophoro Boun- delmonti, Konstantinopolis'e de
gelmişti. Kentin anıtlarına kısaca değindiği yazısın- da kentin nüfusunun seyrek olduğunu, büyük açık sarnıçların
bağ olarak kullanıl- dığını, Havariyun Kilisesi'nin terk edildi- ğini, Ayasofya Kilisesi'nin kötü durumda olmamasına
karşın, çevresinin harap oldu-
A.GABRIELS DEL JVIN 1942
ğunu belirtir. Anadolu'da ilerki bir Haçlı Seferi için bilgi toplamaya çalıştığı için kimliğini gizleyerek dolaşan
Bourbon Ha- nedanı'ndan III. Philippe'in temsilcisi Bertrandon de la Broquière, o dönemde Türkler'in elinde olan
Hrisopolis üzerin- den Konstantinopolis'e gelirken, o dö- nemde Cenevizler'in elinde olan Galata'ya geçmek için
Türkler'e geçiş parası öde- miştir. Fransız gezgine göre, Türkler'in kenti almasından yirmi yıl önce sur içi köy
benzeri yerleşmelerle doluydu. Gezgin birkaç güzel kilise ve anıttan söz eder. Ayasofya'nın önündeki meydanda
Iustini- anos Sütunu hâlâ üstünde imparatorun heykeli ile ayaktaydı. O sıralarda Doğu Roma İmparatorluğu
başkentinden surlar hariç arta kalanlar, bu sütun, Ayasofya ve Hippodrom'un kalıntılarıydı
BİZANS MİMARLIĞI VE SANATININ SON ÇAĞI
Paleologos Hanedanı yeterli kaynağı olmadığı halde, sınırlı da olsa başkentte bazı imar etkinlikleri göstermiştir.
1296'daki şiddetli depremden sonra, "Pa- leologos Rönesansı" olarak anılan 14. yüzyıl, bazı eski kiliselerin
onarılmasına, birkaç tanesinin de yeniden yapılmasına tanık olmuştu. II. Andronikos'un uzun ve oldukça fırtınalı
hükümdarlık döneminde, ekonomik zorluklara ve Türkler'le Slav- lar'a kaybedilen topraklara karşın, yapım
etkinlikleri kesintisiz sürmüştü.
Kentin Latinler'den geri alınmasından sonra, 10. yüzyıl Lips Manastırı ve Kilise- si'nin (Fenari İsa Camisi) tamiri ve yeni
eklerle genişletilmesi ilk önemli yapı et- kinliğidir. II. Mihail'in (1261-82) karısı İmparatoriçe Teodora, eski kilisenin yani-
na, Vaftizci Yahya'ya adadığı İoannes Prodromos Kilisesi'ni yaptırmış, manas- tırla hastaneyi (ksenon) de onartmış ya da
yeniden yaptırmıştır. Eklenen Parekklesi- on, Paleologos ailesinin mezar şapeli ola- rak tasarlanmıştı. Bu kadınlar manastiri-
nın vakıf belgesine (tipikon) göre, burada yaşamları katı kurallarla belirlenen elli ra- hibe, ayinleri yürüten dört rahip, bir de
hekim vardı. Bağımsız bir kurumdu, doğ- rudan imparator tarafindan denetleniyor- du. Bütün imparatorluk vakıflarında ol-
köy duğu gibi manastırla hastanenin hem gin Konstantinopolis'te, hem de başka bölge- lerde zengin toprakları vardı.11 Bu
komp- leksten günümüze ulaşan kilise ile Pa- rekklesion birkaç kez yanmış, yüzyıllar oğu içinde çok kez onarım görmüş ve
1496'da camiye dönüştürülmüştür. Bu açıdan, özgün biçimi, özellikle de kubbe- leri, büyük ölçüde değişmiştir. 1960-64
arasında yapılan onarım çalışmalarından sonra, 12 cephelerin mimari ve bezemesel öğeleri ile Fenari Isa Camisi, Geç Bizans
mimarlığının Konstantinopolis'teki en et- kili örneklerinden biri olarak ilgi çekici bir anıttır. Sağır niş sıraları, ince, zarif
se- renli uzun pencereleri, bezemesel tuğla işçiliği, taş ve tuğla ile yapılmış almaşık duvar örgüsü, yüzeylerin ele
alınışındaki incelik, Geç Paleologos sanatının tipik bir örneğidir.
Bütün ekonomik ve siyasal sorunlara karşın, Bizans sanatı 14. yüzyılda son par- lak çağını yaşamıştır. Bugün
hâlâ ayakta duran Hora Manastırı Kilisesi Metohi- tes'in, Pammakaristos Manastırı ve Kilise- si'nin Parekklesionu
ise Mihail Glabas Tarkaniotes'in bıraktıkları son derece zarif ve bezemesel mimarlık örnekleri olup, özellikle iç
bezemeleriyle hâlâ yaratıcı enerji dolu bir resim geleneğini yansıtırlar.
Pammakaristos Manastiri, bugün Fet- hiye Camisi olarak varlığını sürdüren kili- sesiyle birlikte 11. ya da 12. yüzyılın ba-
şında yapılmış, 13 bir olasılıkla 13. yüzyılın sonunda onarılmış olmakla birlikte, kuru- cusunun karısı tarafından yaptırılan
Pa- rekklesion, Geç Bizans mimarlığının bü- tün özelliklerini barındırır. Sınırlı olanak- lar, küçük öğeler, almaşık duvar
örgüsü- nün bezemesel kullanımı, derin arkadlarla silmelerin duyarlı karışımı, kubbenin ve çatı çizgisinin dalgalı kornişi ve
cephelerin
etkili eklemlenmeleriyle belirginlik kaza- nan mimari öğeler, Geç Roma mimarlığı- nın dev kalıntılarıyla
karşılaştırıldığında, bütün kısıtlı olanaklarıyla büyük bir sanat geleneğinin güzeli yaratmak için olağa- nüstü bir
çabasını sergiler. Ana kubbe mo- zaiklerinde Havariler'le çevrili olarak Pan- tokrator, absidde Hazreti İsa ile
birlikte Meryem Ana ve Vaftizci Yahya resimlen- miştir. Bu yapıtlarıyla geç dönem Bizans sanatçıları, o günkü
toplumun dinle yoğ- rulmuş, tinsel yaşamını yansıtmayı başar- mışlardır.
Hora Manastırı ve Kilisesi'ndeki (Kari- ye Camisi) boyalı bezemeler, Paleologos Rönesansı'nın en önemli sanatsal
çabasını temsil eder. 14 Bizans resminin en başarılı dönemlerinden biri olan bu "Rönesans"in devletin büyük
tehditler içinde olduğu bir
dönemde yaratılmış olması şaşılacak bir olgudur. Bu manastir, 6. ya da 7. yüzyıl- dan beri, yapıların oldukça seyrek olduğu
Constantinus Surları dışındaki alanda var- lığını sürdürmüştür. İkonoklazma hareke tine karşı etkinlikler gösteren bir merkez
olarak bilinen manastırın kilisesi, 11. yüz yılın ikinci yarısında, I. Aleksios'un kayın- validesi tarafından yapılmış, ama
sonradan 1120 dolaylarında, İoannes II. Komnenos tarafından yıktırılarak genişletilmiştir. 1316-21 arasında, II.
Andronikos'un dos- tu ve sivil yönetimin başı Teodoros Meto- hites tarafindan yeniden daha büyük ola- rak yaptırılan Hora
Manastırı Kilisesi, Geç Bizans sanatının en önemli ürünüdür. Or- ta nefte ve nartekslerdeki mozaikler, son dönem üslubunu
örneklemekle birlikte, Bizans geleneğinin bir uzantısı olmanın yanı sıra, olası gelecek gelişmelere de yeni açılımlar içerirler.
Bu eğilim özellikle Pa- rekklesion resimlerinde kendini gösterir. İsa'nın yetmiş atası, Meryem Ana'nın ya- şamından sahneler,
son derece güzel be- timlenmiş olan Son Yargı panoları ve as- ker-azizlerin portreleri, Bizans sanatının olağanüstü
yaratıcılığının örnekleridir.
Metohites'in bu büyük bağışı, Geç Bi- zans toplumunda, Bizans soylularının, kentin refahına özellikle dinsel bağlamda
yaptıkları katkıların bir göstergesidir. Çok zengin bir yönetici olan Metohites, komp- leks içinde bir hastane ile bir halk
mutfağı yaptırmış, manastira geniş topraklar bağış- lamış, ayrıca ünlü kitap koleksiyonunu bu manastıra bırakmıştır.
Metohites, II. And- ronikos'un tahttan indirilmesinden sonra sürgüne gönderilmiş ve topraklarına el ko- nulmuştur. Son
yıllarını büyük katkıda bu- lunduğu bu manastırda geçirmiştir. Geç Bizans tarihinin bu ünlü sanat ve edebiyat adamının
portresi kilisenin iç narteksinde bulunmaktadır.
11. yüzyılın ikinci yarısında yıkıldığı düşünülen ünlü Blahernai Kilisesi, 1403'te, Clavijo kenti ziyaret ettiğinde
özgün durumunda değilse bile, henüz ayaktaydı. Son olarak ne zaman yapıldığı- na ve bezendiğine ilişkin
elimizde hiçbir belge ya da ipucu yoktur. Adeta sarayın şapeli gibi, saraya bağlanmış olan bu kili- se, Clavijo'nun
anlattıklarından anlaşıldığı kadar, Paleologos Hanedanı imparatorları tarafından sürekli bakım görmüş olmalı- dır.
Kilise 1434'te yandığından, Clavi- jo'nun betimlemesinden, son bezemelerin Paleologos dönemine ait olduğu
sonucu- na varılabilir. Son dönemde kilise özgün bazilikal plan düzenini koruyordu. Gezi edebiyatının en bilgili ve
eğitimli gözlem- cilerinden biri olan Clavijo şunları anlatır:
Hem orta nefin, hem de yan neflerin çatıları, üstüne son derece ustalıkla figür ve desenler oyu- lan beyaz mermer blok
kaidelere oturan çok bü- yük, yeşil yeşim taşı ayaklarla taşınmaktadır. Nefle-
rin duvarları, tavan altında, yarıya kadar, gene son derece ustalıkla oyulmuş, çok güzel kıvrımdallarla bezeli, çok renkli yeşim
taşıyla kaplanmıştır. Orta nefin tavanındaki kare çerçeveler oluşturan kirişler saf altınla yaldızlanmıştır. Kilisenin başka bazı
bö- lümleri onarılmamışsa da yukarıda anlatılan yaldız- lar ve tavan bezemeleri sanki yeni bitmişçesine ba- kımlı ve güzeldi.
Nefte çok güzel bir altar ile son
derece zengin işlenmiş bir kürsü bulunmaktadır. Bütün anıt, gerçekten de zengin, pahalı ve güzel inşa edilmişti.
Çatı dışardan bütünüyle kurşunla kaplıydı
İspanyol elçisi, kentin dinsel mimarisiy- le ilgili pek çok şey anlatmıştır. Bir bakı- ma, Bizans toplumu, dinsel yapılar üze-
rinde yoğunlaşarak, salt tinsel direnme ve birikimle ayakta kalabilmiştir.
Konstantinopolis'in son mimari evresi, Romalı geçmişinden hiçbir iz taşımaz. Ya- pıların çok küçük boyutlarda olması dola-
yısıyla anıtsallığın yokluğu, yapımdaki ay- rıntı işçiliğiyle giderilmiştir. Kutsal eşya,
ikon ve taşınabilir küçük nesnelerin dışın- da artık zengin malzemelerin kullanılma- dığı dikkat çeker. Büyük anıtların yıkıntı
ları ve terk edilmiş harap konutların orta- sında, surlar içinde bahçelerle çevrili bu manastırlar ve küçük kiliseler, yok olan bir
uygarlığın son gösterileridir.
Hippodrom da dahil olmak üzere ken- tin bütün büyük anıtları harabeye dönüş- müştü. Soylu bir Arap olan coğrafyacı Ebu'l
Fida, 1321'de bitirdiği kitabında Konstantinopolis'i harap ve terk edilmiş bir kent olarak anlatır. Fakat 14. yüzyılda- ki
huzursuzluklar içinde de yapılar tamir edilmeye çalışılmıştır. II. Andronikos'un tahttan indirilmesinden sonra halkın 1328'de
talan ettiği Metohites'in sarayı, kendisinin anlattığı gibi, zengin bir 14. yüzyıl malikânesinin niteliklerini sergiler:
[Sarayın] içinde çok güzel bir şapel vardı. Bir- birine bağlanmış düzgün kesilmiş taşlardan iyi bir temel üzerinde sapasağlam
duruyordu. İçerde çatı- yı sütunlar taşıyor ve dışarda daire planlı güzel giriş holünün parlayan sütunları, insana neşe
veriyordu. Bütün mermer döşemeler, içerde ve dışarda çok renkli simetrik panolardan oluşuyordu ve aynı şey duvarda da
devam ediyordu. İşte benim sarayımın şapeli böyleydi. Avlu çevresinde bir soyluya uygun son derece kullanışlı evler vardı.
Çok hoş bahçeler, çok iyi yapılmış kanallarla dışardan beslenip sürekli su akıtan çeşmeler vardı... İçerde de, yeraltı su haz-
nelerinden beslenen ve serinliğiyle insanı yakıcı sı- cakta rahatlatan çeşmeler vardı. Hem içerden, hem dışardan seyredilmesi
ve kullanımı hoş, suyu bol ve güzel bir hamam da vardı. İnsanı güneşten koru- yan, revaklarla çevrili avluda gezinmek çok
zevkliy- di. Konumunu, ayrıca eniyle boyu arasındaki oran- tıyı seyretmek güzel olan çok geniş bir avluydu. Yerler,
insanların ve hayvanların çamurlu toprakta yürümeyip rahatça geçmeleri için üstüne düzgün ve kuru eski kireç tozu serpilmiş
ocak taşlarıyla kaplıydı... 16
Kentli bir beyefendinin, evini, bahçele- rini, biçimleri, bezemeleri, hatta evinin ya- pısını anlatışındaki sevinci
yansıtan bu söylem, o dönemde Bizans toplumunun eriştiği kentsel uygarlık düzeyinin bir gös- tergesidir.
Son dönemin tek imparator sarayı Blahernai Sarayı idi ve İoannes VI Kantaku- zenos (ya da İoannes V.
Paleologos) bu saray kompleksinden günümüze ulaşan tek bölüm olan Porfirogennetos Sarayı'nı (Tekfur Sarayı)
kullanıyordu. Fakat anlaşı- lan, daha sonra Topkapı Sarayı'nda oldu- ğu gibi, Bizans imparatorlarının sarayının
duvarlarına bitişik özel konutlar da yapıl- mişti.
Bizans İmparatorluğu'nun, artık nere- deyse başkenti boyutlarına küçüldüğü son yıllarında, Konstantinopolis'i ayakta tut-
maya yardım eden üç unsurdan söz edile- bilir. Savunması için surlar, tinsel enerjisi için manastırlar ve günlük gereksinimler
için deniz ve limanlar. Bomboş kent ma- nastırlarla doluydu. Hem soylular, hem de sıradan halk bütün kurtuluş umutlarını di-
ne bağlamışlardı. Günlük yaşamın olağan
gereksinimlerinin tek kaynağı da deniz ve gemilerdi. Deniz balık sağlıyordu. Bert- randon de la Broquière, yalnızca balık ve
et yendiğinden kent nüfusunun dörtte bi- rinin hasta olduğunu söyler. Haliç ve Marmara üzerindeki limanlar da küçük öl-
çekte bile olsa uzaktaki yerlerle iletişim kurmak için kullanılıyordu. Donanmanın gerekli olmasından ötürü, imparatorlar,
saldırılara karşı daha rahatlıkla savunabil- dikleri Marmara kıyılarındaki limanları el- lerinden geldiğince yenilemişlerdir.
Kon- toskalion ve Heptaskalion limanları temiz- lenmiş, onarılmış ve hem tersane, hem de liman olarak kullanılmıştı. Yapım
etkinlik- lerinin büyük bölümü kent savunmasına yönelikti. Kantakuzenos, Katalan paralı as- kerler için Altın Kapı
çevresinde bir kale inşa ettirmişti.

You might also like