14. part

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

LEVANTEN KENT GALATA

Galata adı 8. yüzyıldan önce yoktu.1 Boğaz ile Haliç'in girişinde eski bir yerleş- me olmasına karşın Galata'nın Konstanti- nopolis
tarihi içinde önem kazanması 13. yüzyıldan sonra olmuştur. Notitia'da, kentin XIII. Bölgesi olarak değinilen 5. yüzyıl Sykai'si, 431
domus'u, bir tiyatrosu, hamamları ve liman tesisleriyle büyük bir yerleşmeydi. Bir olasılıkla henüz 5. yüzyıl- da, Hun saldırılarına
karşı tahkim edilmiş- ti, ama çevresine surları yapan ve buraya "Iustinianae" adını vererek kent statüsüne yükselten I. Iustinianos'tu.
Iustinianos ay- rica, en ünlüsü Aya İrini olan birkaç da ki- lise inşa ettirmişti. Cüzzamlılarevi Ayios Zotikos da erken dönem
Galata'nın en önemli yapılarından biriydi.2
Sykai, Haliç'in karşı kıyısında oldu- ğundan buraya "Peran en Sykai" ya da kı- saca "Peran" ya da "Peyre" denmiş, daha sonra bu ad Galata'nın
yerine kullanılmış ve Türk döneminde de Galata surları dı- şında kalan mahalleler bu adla anılmıştı. Sykai-Konstantinopolis ulaşımı kayıklarla
yapılıyordu. Kaynaklarda bir ahşap köprü- nün varlığından söz edilir. İustinianos döneminde bu köprünün yerine, 16. yüz- yılda P. Gilles'in
kalıntılarını gördüğü bir taş köprü yapılmıştır.3 Haliç girişini ka- patan ünlü zincirin bir ucunun bağlandığı Kastellion ton Galatou adıyla anılan
bü- yük Sykai Kulesi, İmparator Tiberios'a at- fedilir.
Erken yüzyıllarda İtalyan tüccarların Galata'ya yerleşip yerleşmedikleri tam ola- rak bilinmemekle birlikte, I. yüzyılda, Haliç'in karşı
kıyılarında oturan Yahudi- ler'in Galata'da da yerleştikleri bilinir. Haçlılar Galata'ya saldırıp Kastellion'u ele geçirerek Yahudi
mahallesini yerle bir et- mişlerdir. Konstantinopolis'te ayrıcalıklara sahip olan Cenevizler, 1204'ten sonra kenti terk ederek Galata'ya
yerleşmeye başlamışlardı. Dolayısıyla Ceneviz Galata- sı'nın başlangıcı, Venedikliler'in Haçlılar dönemindeki üstünlüklerinin bir
sonucu- dur. Cenevizler, Paleologoslar'ın kenti Latinler'den geri almasına yardım ettikleri için fetihten sonra Galata bağımsız bir
kent-devlet olmuştur. VIII. Mihail, Gala- ta'nın bütününe serbest ticaret ayrıcalığı tanıdıktan sonra burası Cenova'nın ticaret kolonisi
haline gelmiştir. 1276'da da kent yönetimi özerkleşmiş, 1303'te buraya yerleşen Cenevizler'e önce sur inşa etme hakkı
tanınmamıştır. Onlar da bir hendek kazarak, evlerini kesintisiz bir savunma sistemi oluşturacak gibi yan yana inşa ederek yerleşim
alanlarını koruma altına almışlardır. Kurulan bu ilk kent 1335'te büyük bir yangın geçirmiş, fakat hemen ardından, bu kez savunma
duvarlarıyla

birlikte yeniden inşa edilmiştir. Bu surlar üzerindeki en eski kapı 1335 tarihli olup bugünkü Azapkapı'nın doğusundaydı. İz- leyen genişleme
dönemlerinde, 1349'dan başlayarak, bir olasılıkla I. Anastasios'un 6. yüzyıl başlarında yaptırdığı kulenin ye- rine bugünkü Galata Kulesi inşa
edilmiş- tir. Cenevizler'le Bizanslılar ve müttefikle- ri Venedikliler arasındaki sürekli çatışma- lar ve çarpışmalar sırasında sur içi kent, Türkler'in
desteğiyle 1404'e değin büyü- meye devam etmiştir. Ulaştığı en geniş sı- nırlar, batida bugünkü Azapkapı, kuzeyde Galata Kulesi, kuzeydoğuda
da bugünkü Tophane'ye uzanır; kapladığı alan bir da- ire parçasına benzer. 1864-65'te yıkılan Galata Surları'ndan günümüze birkaç du- var
kalıntısı ile Galata Kulesi ulaşmıştır.
Önceden de belirtildiği gibi 14. yüzyıl- da Galata ile Konstantinopolis arasında sa- yısız çatışma çıkmıştır. Konstantinopolis harabeye
dönüşürken, Galata gelişmeye devam ediyordu. Podesta için yeni bir sa- ray, yeni kiliseler ve bir liman inşa edilmiş- ti. İbn Battuta Galata'yı
şöyle anlatır:
Galata'da Frenk Hıristiyanlar yaşar. Toplum, aralarında Cenevizler'in, Venedikliler'in, Romalı- lar'ın ve Fransızlar'ın bulunduğu farklı
insanlardan oluşuyor; hepsi Konstantinopolis kralının yetkesine bağlı... Tümü ticaretle uğraşıyor ve liman dünyada- ki en büyük limanlardan
biri; orada yüz kadar ka- dirga ve başka büyük gemiler ve küçük gemiler gördüm, sayılamayacak kadar çoktu. Kentin bu bölgesindeki pazarlar
iyi, ama çok pis ve arasından küçük ve çok pis bir dere akıyor. Kiliseleri de çok kötü ve pis.4
Son surlar inşa edilirken Pera'ya (Gala- ta) gelen Clavijo, 15. yüzyıl başındaki en önemli görgü tanığıdır:
Pera kenti ancak küçük bir yerleşme, ama çok kalabalık. Çevresi sağlam bir surla çevrili ve hepsi çok iyi yapılmış mükemmel evler
var. Burada Ce- nevizler oturuyor ve Cenova'nın yönetimi altında. Cenevizler'in yanı sıra Rumlar da var. Kentin evleri kıyıda ve
denize o kadar yakın ki, su ile sur arasında ancak büyük bir geminin güvertesi genişliğinde boşluk var... Surlar burada belirli bir
mesafede de- niz kıyısını izliyor, ama sonra dik tepeye doğru tir- manıyor, tepede kenti koruyan ve kente tepeden bakan çok
yüksek bir kule var. Ancak kulenin bu-
lunduğu bu tepe çok yüksek değil, onun daha üs- tünde Sultan'ın [I. Bayezid] Pera'yı ve Konstanti- nopolis'i kuşatma altına aldığı
zaman kampını kur- duğu bir başka tepe var. Cenevizler buraya "Pera", Rumlar ise "Galata" diyor.
Clavijo'nun ziyareti sırasında burada son derece iyi yapılmış ve zengin döşen- miş iki manastır vardı, Aziz Paulos ve Aziz Francis
manastırları. Anadolu kıyısında Üsküdar Türkler'in elindeydi ve "her gün,

Konstantinopolis ile Pera'dan, karşıdaki Skutari'deki Türk topraklarına çok sayıda yelkenli gidip geliyordu."5
Elimizde Galata'nın 15. yüzyıla ait iki kuşbakışı görünümü bulunmaktadır. Bun- lardan biri Türkler'in kenti almasından önce Buondelmonti'nin
yaptığı ve dörde ayrılmış bölge ile Kastellion'u içeren şe- matik çizimi, öbürü de Vavassore'nin 1490'a doğru yaptığı ve Konstantinopo- lis'le
karşı karşıya olan bu alanın net to- pografik durumunu gösteren belgedir. Büyük bir olasılıkla Galata'da, Cenova'nın kent fizyonomisi
yaratılmıştı. Kent gide- rek Doğu Akdeniz Levanten kültürünün en önemli örneği olmuştur. Bizans'ın son döneminde, Galata limanında
yürütülen ticaret hacmi, Konstantinopolis limanları- nın toplam hacminin üç katıydı.
Günümüz Galata'sı 19. yüzyıla aittir, ama elimizde P. Gilles'in çok güzel bir 16. yüzyıl Galata betimlemesi bulun- maktadır. Bu, büyük olasılıkla
14. ve 15.
yüzyıl Galata betimlemelerine en yakın olanıdır:6
Burası kısmen bir tepe üstünde, kısmen de te- penin eteğindeki düzlüğe kurulmuştur. Bu tepe, doğu ve batı yönlerinde iki vadiyle
kuşatılmıştır... Tepenin güneyi ile altındaki düzlük Haliç koyuyla sınırlanmıştır. Surlarla çevrili olan Galata, baştan başa dört bin dört
yüz adımdır. Koy ve surlar birbi- rinden yirmi adım uzaktır... Eni boyunca, kuzeyden güneye uzanan yamaç o kadar diktir ki, pek çok
yerde buraya merdivenlerle tırmanmak zorunda ka- lırsınız, evlerin birinci katlarına da merdivenle çıkı- lır. Özetlemek gerekirse:
Galata öyle dik bir yamaç üstüne kuruludur ki, bütün evler aynı yükseklikte olsa bile, hepsinin üst kat odalarından denizi ve
gemilerin gidiş gelişlerini görmek olanaklıdır. Ken- tin çevresindeki kıyılar koylarla doludur. Surlarla koy arasındaki kıyı şeridinde
çok sayıda taverna, dükkân, aşevinin yanı sıra, gemilerin yüklerini boşalttıkları birkaç da rıhtım bulunmaktadır. Altı kapıdan üç
tanesinde, Konstantinopolis'e gitmek üzere teknelere binilebilecek iskeleler bulunur. Konstantinopolis'in kuzeyinde bulunan Galata,
kentin birinci, ikinci ve üçüncü tepeleriyle birinci ve ikinci vadilerine bakar. Arkasında, tepenin üstünde ve kısmen yamaçlarında bazı
yapılar vardır. Kentin kendisi, tepenin sırtlarına kadar yükselmez. Galata'nın en yüksek noktasındaki çok yüksek kule hâlâ
durmaktadır. Burada, yapılarla dolu yaklaşık üç yüz adımlık bir tırmanış, bunun ötesinde de tepenin düzlüğü bulunmaktadır. Bunun
ortasından evler, bahçeler ve bağlarla dolu geniş bir yol geçer. Bu, kentin en güzel bölümüdür. Hem buradan, hem de tepenin
yamaçlarından bütün Haliç koyu, Boğaz, Marmara, Konstantinopolis'in yedi tepesi, Bitinya toprakları ve Olimpus Dağı görünür.

KONSTANTINOPOLİS'İN DÜŞÜŞÜ
Böylesi zengin bir tarihe sahip olan bir kentin düşüşü ancak bir destanla anlatıla- bilir. Bu destan hem fethedenler, hem de fethedilenler
tarafından yazılmıştır; ancak tarihçi böylesi görkemli bir kentin bile dü- şüşünü serinkanlılıkla aktarmalıdır, çünkü bu, tarihte pek çok ünlü
kentin başına gelmiştir.
Son Konstantinopolis kuşatma hazırlık- larına 1451 kışında başlanmıştır. Baharın başlarında Boğaz'da, yarım yüzyıl önce I.
Bayezid tarafindan inşa edilen kalenin kar- şısında Rumeli Hisarı'nın (ya da Boğaz Kesen) yapımına başlanmış ve hisar Ağus- tos
1452'de tamamlanmıştı. Kalenin yapı- minin kente bir saldırı anlamına mı geldi- ğini soruşturmaya gelen imparatorluk elçi- lerinin,
sultanın emriyle başları vurulmuş- tu. XI. Konstantinos, kentin savunmasına yardım etmeleri için herkese yeni ayrıcalık- lar
tanımıştı. Venedikliler Türkler'le iyi bir ticaret anlaşması yapmış olduklarından bu öneriye yaklaşmamış, Cenova ve Galata ise
ticaret ayrıcalıklarının tehlikeye düşmesin- den korkmuştu. Yardıma gelen Batılılar, sadece Kiev Kardinali Isidoros ile iki yüz okçusu
ve kuşatma yöntemlerinde bir usta olan ünlü Cenovali kumandan Giustiniani (Giovanni Giustiniani-Longo) ve berabe- rinde getirdiği
iyi donanımlı Cenovali ve Sakızlı askerlerdi. Kentin savunmasına, kentteki Katalanlar, Galata'dan gelen Ce- neviz ve Venedik
kolonisi üyeleri katılmış-
lardı. I. Bayezid'in torunu Orhan ve 5 bin-7 bin civarında oldukları tahmin edi- len adamları da kentin savunmasına yar- dım
etmişlerdi. Haliç'te yaklaşık 26 gemi vardı. Galata yakasındaki kule ile Saray Burnu'ndaki Eugenios Kulesi arasındaki zincir Nisan
1453'te yerine yerleştirilmiş- ti. Hendeklerle iç ve dış surlar epeyce iyi durumdaydı. İmparator var olan bütün sa- vunma araç
gereçlerini toplamıştı.
II. Mehmed'in fetih için gerekli bütün hazırlıkları tamamdı. Türk ordusu, 80 bin savaşçı ve çok daha fazla yardımcı kıtalar- dan
oluşuyordu. Gelibolu'da toplanan fi- loda, farklı türde 35 kadırga, 72 uzun tek- ne ve büyük nakliye mavnaları vardı.2 Fa- kat
Türkler'in asıl üstünlüğü sahip olduk- ları büyük kuşatma toplarıydı. 14. yüzyıl bu tür silahların geliştirilmesine tanık ol- muştu, ama
hiç kimse, II. Mehmed'in hizmetinde çalışan Macar mühendis Ur- ban tarafindan dökülen dev topların etki- sini gözleriyle
görmemişti. İstanbul'un fethi, ortaçağ savunma sistemi ile modern ağır silahlar arasındaki erken, fakat belirle- yici bir çarpışma
olmuştur. Urban'ın top- ları önce Rumeli Hisarı'nda denenmiş ve ablukayı yırtmaya çalışan bir Venedik ge- misini batırmıştı.
Edirne'de dökülen daha büyük toplar arasında bir tanesinin nam-

lusu yaklaşık 8 m uzunluğundaydı ve taş gülleleri 600 kg çekiyordu. Bu top 700 kişinin yardımıyla 15 çift öküz tarafından çekiliyordu.3 Birkaç
tane de daha küçük top vardı, fakat büyük top Romanos Kapı- sı'na (Top Kapı) yerleştirilmişti. İlk Türk askeri birlikleri 2 Nisan 1453'te gelmiş,
üç gün içinde de Türk ordusu kent çevresin- deki yerini almıştı. Sultan ortada, büyük topun yanındaydı. Burası, Lykos vadisinin iki yanındaki
mesoteihion denilen surların zayıf olduğu bir bölümdü. İmparatorla kara surlarından sorumlu komutan Giusti- niani de burasını savunuyorlardı.
Saldırı- dan önce II. Mehmed iyi bir Müslüman olarak karşı tarafa, kentin teslim olması halinde kimseye zarar verilmeyeceğini ve Türk yönetimi
altında yaşamaya devam edeceklerini bildiren bir mesaj yolladı. İs- lam yasaları, eğer savunmadaki taraf barış-
çıl bir teslim ol çağrısını reddederse, hü- kümdara kuşattığı kenti yağmalama izni veriyordu. Bir Osmanlı tarihçisine göre, sultan, "kentin taşları
ve toprakları ile te- baası bana ait; geri kalan bütün mal ve mülk, tutuklular ve yiyecek de askerin ga- nimetidir" demişti. Önerisi imparator ta-
rafından geri çevrildi. Bu, kentin İslam
ya-
salarına göre üç gün boyunca yağmalana- bileceği anlamına geliyordu.
Sakızlı bir Rum olan tarihçi Dukas ku- şatmayı ve savunmadakilerin konumunu şöyle anlatıyordu:
Kentteki askerler şöyle dizilmişlerdi: İmparator ve Giovanni Giustiniani (Sakız'ın Cenovali lordu), [savunma için yığılmış] toprağın
ardındaki çökmüş surların oradaydı, yanlarında üç bin kadar Latin ve Romalı [yani Bizanslı] vardı. Büyük Dük, beş yüz kadar
adamla İmparatorluk Kapısı'nda konumlan- mıştı. Beş yüzden fazla arbaletçi ve okçu, Ksilopor- ta'dan Horaia [Güzel] Kapı'ya kadar
deniz surlarını ve siperlerini savunuyordu. Bu çemberi tamamla- mak üzere Horaia Kapı'dan Altın Kapı'ya kadar her sur burcunda
bir okçu, arbaletçi ya da topçu yerleş- tirilmişti. Bütün gece nöbet tuttular.5
İki taraf da son saldırıya hazırdı. Türk- ler'in saldırısından önce, 12 Aralık 1452'de, Doğu ve Batı'nın birleşmiş kili- seleri Ayasofya'da ilk ve son
kez bir ayin yapmışlardı. Bu ayin zaten Doğu Roma- Bizans dünyasının sonunu simgeliyordu. Ayasofya'da yapılan bu ayin, Konstantino-

polis halkına Latin istilasının gaddarlığını anımsattığı ve Haçlılar'ın son zaferini sim- gelediği için psikolojik açıdan olumsuz bir etki
yaratmıştır. Savaş hazırlığı sırasında dinsel çatışmalar da sürüyordu. Ortodoks- lar'ın gözünde Ayasofya, kutsallığını yitir- miş,
kentin sonu hazırlanmıştı. Cesur bir savaşçı olan imparator suçlanıyor ve lanet- leniyordu.
Kentin dünyayla ilişkisi kesilmişti. 6 Nisan 1453'te bombardıman başladı. Yeni topların, dış surların ancak küçük bölüm- lerini
yıkacak kadar güçlü olduğu ortaya çıktı. Büyük top günde yalnızca yedi kere ateşlenebiliyordu, ama topların en büyük etkisi,
savunmadakilerle halkın sinirlerini bozan inanılmaz gürültüleriydi. Ön du- varların yıkılan bölümlerinden yapılan ilk saldırılar geri
püskürtüldü. Denizde Bi- zanslılar daha başarılıydı. Bir Bizans ve üç Ceneviz gemisi, Türk donanmasını yara- rak Haliç'e
girebilmeyi başarmıştı. Zincir, Türkler'in Haliç'e girerek deniz surlarını buradan dövmelerini engelliyordu. Bu noktada II. Mehmed ve
danışmanları, ge- mileri karadan Haliç'e indirmek gibi zeki- ce bir manevra buldular. Gemiler ahşap kızaklarla Dolmabahçe'den
Kasımpaşa'ya taşındı. 22 Nisan 1453'te Bizanslılar Türk gemilerini Haliç'te görünce dehşete düş- tüler. Onları ateşe verme
girişimleri başarı- ya ulaşmadı. Sultanın ustaları Haliç üzeri- ne bir de ahşap köprü yapmışlar ve üstüne toplar yerleştirmişlerdi.
Haliç yönünden bu yeni saldırı tehlikesi, kara surlarının sa- vunmasını zayıflattı.
Her iki taraf da, hendekleri doldurma, surları mayınlama, yüksek ahşap kuleler inşa etme, karşı mayınlama, rum ateşi ve benzeri gibi bütün
kuşatma ve savunma becerilerini gösteriyorlardı. İmparator sa- vunma için bütün özel ve kilise kaynakla- rına el koymuştu, ama yiyecek
azalıyor- du. Ceneviz ve Bizanslı komutanlar bir- birlerini suçlamaya başladılar. Ceneviz- ler'le Venedikliler birbirlerine güvenmi- yordu.
İnsanlar siperleri terk ederek Tan-
rı'ya ve azizlere sığınmaya başladı. Derin batıl inançları olan Bizanslılar için kötü kehanetler kendini göstermeye başlamış- ti. 24
Mayıs gecesi, Ayasofya'nın kubbe- sindeki haçın kırmızı bir ışıkla aydınlan- dığı söylendi. Sokaklardan geçirilen Mer- yem Ana
ikonu, çerçevesinden kaydı ve geçit törenindeki herkes yağan doluyla sırılsıklam oldu. Bu uğursuzluk işaretle- ri dindarlar için kentin
sonu ve kiliseleri birleştirenlerin günahlarından ötürü Tanrı'nın lanetiydi. İmparator sonradan gelip kurtarması için kenti terk etme-
ye zorlanıyordu. Bu Bizanslılar'ın eski bir inancıydı, imparator kentte değilse kent alınamazdı, fakat imparator bunu reddetti.
Dukas son saldırı sırasında Türkler'in yerleşimini şöyle anlatır:
Zalim hükümdar [II. Mehmed] 27 Mayıs Pazar günü, Bütün Azizler yortusunda tam savaş ilan etti. Akşam basınca da Romalılar'a soluk
aldırmadı. [Er- tesi sabah] saraydan Altın Kapı'ya kadar orduyu ye- niden düzenledi. Ksiloporta ile Platea arasına [sur- ların sonundan Cibali'ye
kadar] seksen gemisini dizdi. Diğer gemiler Dolmabahçe'de kaldılar. Gü- zel Kapı'dan ve Ayios Demetrios ve Hodegetria Manastırı'nın küçük
kapısının ötesine kadar da Ak- ropolis'i kuşattılar. Kendisi de hemen surların önünde... ona inanlar ve çok yiğit genç hizmetkâr- larıyla birlikte
savaştı. Burada aslanlar gibi savaşan askerlerin sayısı 10 binden fazlaydı.7
İç surlarda, Romanos Kapısı yakınların- da ağır bombardımandan sonra onarılması mümkün olmayan bir gedik açılmıştı. 28
Mayıs'ta Türkler saldırıyı durdurdu. Sur- larda ölümcül bir sessizlik egemendi. Bi- zanslılar bütün kutsal ikonları ve emanet- leri
ortaya çıkararak sokaklarda ve surlarda gezdirdiler. Çanlar bütün gün çaldı. Ha- vayı umutsuzca yükselen ilahi sesleri sar- mıştı. 29
Mayıs Salı günü savunmacılar on saat boyunca son hendeğe kadar cesurca savaştılar. Savunmanın belkemiği Cenovali komutan
Giustiniani yaralandıktan sonra gemisine giderken askerleri de yerlerini

terk ederek onu izlemişti. Bizanslılar baş- larında imparatorlarıyla canla başla savaştı- lar, fakat Türkler'in büyük sayısı karşısında
ezildiler.
Yenilgi söylentileri surlardaki askerlere çabuk ulaştı. Venedikliler gemilerine, as- kerler de ailelerini korumak için evlerine kaçtılar. İmparatorun
gerçekten ölüp öl- mediğine ilişkin kesin bir bilgi yoktur. Bu da sonraları imparatorun mucizevi dönü- şüne ilişkin bir efsaneye yol açmıştır.
İslam dininin kazanan tarafin askerlerine tanıdı- ğı üç günlük yağma, zaten perişan olan kenti yerle bir etmişti. Taşınabilir bütün
nesneler talan edilmiş, kitaplar ve ikonlar yakılmıştı. Saraylarla kiliselerin hazineleri boşaltılmıştı. En acı olay Ayasofya'da meydana geldi.
Dehşete kapılmış insanla rın, kadınların ve çocukların doluştuğu Ayasofya'nın tunç kapıları kapanarak sür- gülenmişti. Türk askerleri bunları
kırdılar ve bütün altın ve gümüş nesnelere, kadın- ların değerli taşlarına ve mücevherlerine el koydular ve bu kargaşa sırasında karşı ko yanları
öldürdüler. Halkın çoğu esir alın mıştı. Bu, rahiplerin sık sık sözünü ettiği bir mahşer sahnesiydi. Bu koyu dindar kentte ne bir ikon, ne de bir
kutsal ema- net kalmıştı. Bizans tarihi yabancıların ya da Bizanslılar'ın kendilerinin yaptığı böy lesi katliamlarla dolu olsa da, bunun, çok eski,
etkili ve kutsal sayılan bir kentin yok olması olgusuyla eşdeş olması, "Konstan- tinopolis'in düşüşü"nün, insanların belle- ğinde korkunç ve
müthiş bir olay olarak kalmasına neden oldu.
29 Mayıs 1453'te öğleden sonra, Bo ğaz'da güzel bir bahar günü, II. Meh med, Kerkoporta'dan kente girdi ve doğru Ayasofya'ya gitti. Zaferden
dönen birçok Bizanslı komutanın ve imparatorun alkış- lar arasında geçtiği yoldan, askerlerinin al- kışları arasında geçen Fatih, Ayasofya'ya at
üstünde girdi. Bu, zaferi simgeleyen bir davranıştı. Sonra Fatih, o güne değin gör düğü en görkemli dinsel mekânda dua et ti. Peygamber'in
hadisindeki isteği yerine getirilmişti: "Konstantiniyye mutlaka feth olunacaktır, Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onun askeri ne güzel
as kerdir." Bu satırlar sonradan camiye dö nüştürülen kilisenin kapısında yazılıdır.
Bizans soylularının büyük bölümü idam edilmiş, küçük çocukların çoğu da sultanın kapıkulları olmak üzere eğitilmek için Edirne Sarayı'na
gönderilmişti. Eski Patrik Gennadios II. Sholarios'un Edirne'ye köle olarak götürüldüğü ortaya çıkınca, Fatih onu Osmanlı sultanlarına bağlı
Ortodoks Kilisesi'nin ilk patriği olarak atadı.
Kentin düşmesinden önce ya da sonra

kaçan Bizanslı bilim adamları İtalya'ya git- mişti. Yunanca yapıtları çevirerek ya da yorumlayarak, klasik dünyaya karşı uyanan yeni ilgiye
katkıda bulundular. Balkan- lar'daki ve Rusya'daki Ortodokslar “şanlı ve özlemi duyulan bir kent, ırkımızın te- mel direği, oikumene'nin
görkemi❞ olarak bildikleri Konstantinopolis için yas tuttu- lar. Hıristiyanlar İstanbul'un düşmesini Romalılar'ın Kudüs'ü yakıp yıkması, İsa'nın
çarmıha gerilmesi ve dünyanın so- nu gibi insanlık tarihindeki büyük felaket- lerle karşılaştırmışlardı.8
Kent düştüğü için yas tutan Dukas, hiç- bir zaman var olmayan, ama Doğu Roma başkentinin gerçek imajı olarak yaşayan bir Konstantinopolis
idealinden söz eder:
Ey kent, kent, bütün kentlerin başı! Ey kent, kent, dünyanın dört köşesinin merkezi! Ey kent, kent, Romalılar'ın gururu, barbarları uygarlaştıran
kent! Ey kent, batıya doğru tohumları atılmış ikinci cennet, tinsel meyvelerle yüklü her türlü yeşilliğe sahip kent! Ruhun ve bedenin
nerede? Efendimin Havarileri'nin, öptüğümüzde bizi, Haç'ın üstünde Tanrı'yı gördüğümüze inandıran, aralarında mor pelerini,
mızrağı, süngeri, sazı olan, her dem yeşil cennete uzun zaman önce dikilmiş bedenleri nere- de? Azizlerin, din şehitlerinin kutsal
emanetleri ne- rede? Büyük Constantinus'un ve öbür imparatorla- rin naaşları nerede? Yollar, avlular, kavşaklar, çayır- lar ve bağlar
hepsi azizlerin kutsal emanetleriyle, soyluların, temiz insanların, kadın ve erkek zahitle- rin cesetleriyle dolu.
Dukas, ilahi tapınak Ayasofya, görkem- li kiliseler, evler, saraylar, kutsal surlar, yurttaşlar, ordu, ulus için de "şimdi deniz- de batmış
bir gemi gibi gözden uzak!"9 diye ağıt yakar.

You might also like