Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

MAKEDONYALILAR VE KOMNENOSLAR (876-1204)

Makedonya ve Komnenos hanedanları döneminde Konstantinopolis, Doğu Roma İmparatorluğu başkenti olarak eski statüsü-
ne bir ölçüde yeniden kavuşmuştur. Her ne kadar Ostrogorsky gibi bazı tarihçiler, Orta Bizans Dönemi'nin 1071'de sona er-
diğini öne sürseler de, Konstantinopolis'in kentsel tarihi açısından Orta Bizans'ı Ma- lazgirt ile bitirmenin geçerli bir nedeni
yoktur. Bizim açımızdan bu dönem 1204'teki Haçlı istilasına değin sürer. 867'de III. Mihail'in öldürülmesinden
sonra, Bizans İmparatorluğu'na eski gücü-
nü ve itibarını kazandıran I. Basil'le birlikte Makedonyalılar Hanedanı (867-1025) dönemi başlamıştır. Bulgar ve Rus
saldırıla- rına karşın, Selçuklular'ın baskınlarına ka- dar geçen süre göreli olarak bir denge ve yenilenme dönemidir. "Bulgar
Celladı" olarak anılan II. Basil (963-1025) uzun hükümdarlık döneminde, Bulgar tehdidi- nin sona erdiğini gördü. II. Basil 15
bin Bulgar mahkûmun gözlerini dağlamasıyla ünlenmişti. 11. yüzyılda en büyük tehdit, Güney Rusya düzlüklerinden Tuna
boyla- rına gelen Türk göçerleri Peçenekler'den geliyordu. "Her yıl, Bizans elçileri yüklü miktarda para, dokuma ve ipekle,
Batı Kı- rım'da üslenen Peçenek beylerine gider" ve yıllık haraçlarını öderlerdi.2 Bu, Avrasya- li Türk göçer topluluklarıyla
komşu yerle- şik devletler arasında sürdürülen olağan bir törendi. Fakat sonun başlangıcı, Selçuk
Sultanı Alpaslan'la, çarpışma sırasında Türkler'in eline geçen Romanos IV. Di- ogenes (1068-71) arasında
1071'de yapı lan Malazgirt Savaşı'ydı. 1075-97 arasında Nikaia (İznik), başlangıçta Bizanslılar'la ortak olarak,
Emir Süleyman'ın elindeydi. Türk aşiretleri Batı ve Kuzeybatı Anado- lu'ya göçmeye ve yerleşmeye başlamışlardı.
Yine de Komnenoslar Malazgirt'ten sonra kendilerini toplayarak Haçlılar'a karşı dura- bildiler. Özellikle uzun
süreler tahtta kalan I. Aleksios, II. Ioannes ve I. Manuel dö nemlerinde Konstantinopolis, büyük bir imparatorluğun
başkenti olma ayrıcalığını yaşadı, fakat 12. yüzyılın sonunda impara torluk bir kez daha düşman güçler tarafin-
dan kuşatıldı ve artık onlara direnecek gü cü bulamadı. Haçlılar'ın gelişiyle, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki
karşılıklı düşmanlık daha da derinleşti. Öte yandan, her zaman kozmopolit bir ticaret kenti olan Bizans başkenti,
imparatorların İtalyanlar'a tanıdı ğı ticari ayrıcalık ve haklarla, daha da yo ğun bir ticarete sahne oldu. Önce
Amalfili ler'in, ardından Venedikliler'in, Ceneviz ler'in ve Pizalılar'ın gelmesiyle, İtalyan tüc carları deniz ticaretini
bütünüyle ele geçir
İlk ticaret hakkı, 992'de II. Basil tara- findan Bizans askerlerini İtalya'ya götüre- cek gemileri sağlayan Venedikliler'e veril-
mişti. I. Aleksios ayrıcalıkları artırarak, Ve- nedikliler'i gümrük vergilerinden muaf tut- muş ve kendi yerleşmelerini ayrı bir
bölge- de kurma izni vermiş, onlar da Haliç üze- rinde Eminönü ile Unkapanı arasına yerleş- mişlerdi. O dönemde Venedik
kolonisinin 20 binlik bir nüfusu olduğu tahmin edilir.3 IV. Haçlı Seferi'nden önce 200 bin olduğu sanılan kent nüfusunun
beşte biri, çoğu İtalyan olmak üzere, Avrupalı'ydi.4
Orta Bizans'ın en zengin çağında Konstantinopolis imparatorluğun ekono- misini elinde tutuyordu ve en büyük üre- tim
merkeziydi. Nüfusu, kimi bilim adam- larına göre 500 bin, kimilerine göre de 800 bindi.5 Hükümetin ekonomik yaşam
üzerinde sıkı bir denetimi vardı. Bu dene- timi praefectus (ya da eparhos) yapıyordu, üretim ve pazarlama da bir lonca sistemi
tarafından örgütleniyordu. Ancak kısa sü- ren Angelos Hanedanı döneminde Haçlı- lar'ın baskısı, Balkanlar'daki sonu gelme-
yen savaşlar, İsaakios II. Angelos'un, kar- deşi III. Aleksios tarafindan tahttan indiril- mesi ve III. Aleksios'un oldukça
başarısız yönetimi, felaketin yolunu açmıştı. IV. Haçlı Seferi komutanlarının kenti almasın- dan hemen önce, 1203'te, sekiz
gün süren ve kentin yarısını yok eden bir fela- yangin keti yaşandı. Bu yeni başlayan yüzyıl için kötü bir işaretti.
ORTA BİZANS DÖNEMİNDE KONSTANTINOPOLIS TOPLUMU
Kentin fiziksel yanları üzerine dayandı- rılan bir kentsel tarih, doğal olarak, yapım etkinlikleriyle tanınan
imparatorlar, impa- ratoriçeler ve soylular üzerinde durur. Sı- radan insanların yaşam ve konumlarıyla, emekçiler,
işçiler, dilenciler, hırsızlar, as- kerler, denizciler, misyonerler, zanaatçılar, tüccarlar, memurlar, öğretmenler ve
avu- katlar, keşişler ve rahibeler, rahipler ve patrikler, azınlıklar, hadımlar ve köleler-
den oluşan bütün sınıflar ya da gruplar, kentsel toplum içinde, geride izleyici ola- rak kalırlar. Bizans tarihçileri,
Orta Bizans dönemi toplumunu en küçük ayrıntısına kadar inceleyen çalışmalar yapmışlardır. Bir kent tarihi de
toplum dokusuna de- ğinmeden tamamlanmış olmaz. Yine de, Runciman'ın belirttiği gibi, kaynaklar az- dı ve
"yaşamın dışarıya yansıyan bütün koşulları birçok kez değişmişti... 4. yüzyı lin temiz yüzlü, sakalsız, rahat togasini
giymiş ve tınılı bir Latince konuşan soylu- su, sakallı, başı sarıklı, ağır brokar giysiler giyen ve sesli harflerin
çeşitliliğini yitirdiği bir Yunanca konuşan 15. yüzyıldaki ardıl- larını tanıyamazdı."7 Roma toplumunun
Doğululaşması olarak yorumlanabilecek bu gözlem kuşkusuz doğruysa da, Bury'nin ortaçağ Bizans kültürüne
birçok olumlu nitelik atfeden eşdeğer çarpıcılık- taki bir başka gözlemiyle dengelenmekte- dir. Bury'ye göre:
Uygar bir devlet olarak... [Bizans] Doğu Avru- pa Slavları'nı eğitmişti, Rusya, Bulgaristan ve Sır- bistan her şeyi Bizans'a
borçluydu ve Bizans'ın damgasını taşıyordu. İkinci olarak Bizans, kendi ürünleri ile Doğu mallarını İtalya'ya, Fransa'ya ve
Almanya'ya göndererek, Doğu Avrupa üzerinde sessiz, fakat sürekli ve yoğun bir etki yapıyordu. O dönemin işlemeli
dokuma kumaş örnekleri ve mü- cevherleri Batı koleksiyonlarında korunmuştur. Üçüncü olarak Bizans Klasik Yunan
edebiyatı ge- leneğine sahip çıkmıştır. Herkes bizim Yunan dü- şünce ve düş gücünün başyapıtlarına sahip olabil- memizi
onlara borçlu olduğumuzu bilir, ama kim- senin hatırlamadığı şey, eğer Yunan Klasikleri, Do- ğu İmparatorluğu'nun eğitimli
kişileri tarafindan sürekli okunup, kopya edilmiş olmasaydı, bu ki- tapların 14. ve 15. yüzyıllarda İtalya'ya gitmesinin imkânı
olmayacağıydı... Burada Doğu İmparator- luğu ile ortaçağ Batı Avrupa devletleri arasındaki en kökten karşıtlığa değinmiş
oluyoruz. Batı'da varlıklı kesimler, kilise adamları hariç, kural olarak
cahildi; Bizans dünyasında varlıklı kişilerin eğitimli olması gerekiyordu ve eğitimle yalnızca okumak, yazmak ve
matematik değil, aynı zamanda eski Yu- nan dilbilgisi ve klasik yazarlar da kastediliyordu
Doğulu bir dış görünüşle Yunanlı bir eğitim ve duyarlığın her ikisi de Kons- tantinopolis'te temsil ediliyordu ve top-
lumun çok değişik katmanları vardı. Çok kez yinelendiği gibi imparatorluk Kons- tantinopolis'e, Konstantinopolis
kendi hemşehrilerine, hemşehrileri de çok kez yıkıcı bir halk kalabalığına indirgene- bilirdi.
İkonoklazma döneminden sonra, 9. yüzyıl, askeri dehası olan Makedonyalı imparatorlarla açılmıştı. 12. yüzyıl sonra- sında
algılanan asıl Bizans, biçimsel, sa- natsal, toplumsal ve dinsel imgeleriyle bu dönemde biçimlenmeye başlamış, Doğu Roma
İmparatorluğu bir Doğu Akdeniz ya da Doğu devletine dönüşmüştür. Dev- let, Müslümanlara, yeni Balkan devletle- rine ve
Batı Akdeniz'in Katoliklerine kar- şı kendini savunmak üzere örgütlenmişti. İlkeleri henüz 7. yüzyılda konulan ve as- keri
komutanların, yönetici ve hâkim işle- vini de üstlendiği tema örgütlenmesi, bir askeri soylu sınıfının önderliğine dönüş- tü.
Gerçi Roma tarihinde asker-imparator imgesi yaygındır. Fakat klasik Roma top- lumunun desteğinden yoksun olan Bi- zans
imparatorları, iktidardayken tam bir diktatör ve "Tanrı'nın vekili"ydiler, fakat güçlüklerle karşılaştıklarında kolayca ya-
nılabilen ölümlülerdi. Bizans tarihçileri- nin vurguladıkları gibi, imparatorlar taht- ta kaldıkları sürece Tanrı onlardan yanay-
dı, ama bir ayaklanma ya da devrimle tahttan indirildikleri zaman, Tanrı karşı tarafa geçiyordu.
Klasik Bizans yapısı içinde Konstanti- nopolis'te imparatorluk ailesinin altında üç sınıf bulunmaktaydı: Yönetici sınıf, ti-
caretle uğraşanlar ve işçiler, köleler ile yoksullar. Sıradan insanlar büyük aileler halinde, bazan üç kuşak birlikte yaşıyor- du.
Erkekler 15'inde, kızlar da 13'ünde ailelerinin izniyle evlenebiliyordu. Her ne kadar annelerin aile içinde üstünlüğü olsa
da kadınlar dış hayattan izole ediliyorlar dı. Varlıklıların evlerinde kadınların ayrı yaşadıkları ginaikon'lar (harem)
bulun maktaydı. Kadınlar, imzalanan anlaşmala ra tanıklık edemiyordu.10 İşçiler ve zana- atçılar, Praetorium
tarafından sıkı bir de- netim altında tutulan loncalar tarafindan örgütleniyordu. Bazı alanlarda, özellikle de ipek
üretiminde kurallar son derece katıydı.11
Kimsesiz yoksullarla dilencilerin sayısı 30 binden az değildi. 12 Herakleios tara- findan ücretsiz ekmek dağıtımının yasak-
lanmasından sonra "parkların bakımını, sukemerlerinin onarımını üstlenenlerle. devlet fırınlarında yardım ederek doğru- dan
devlet için çalışanlara hâlâ ücretsiz yi- yecek dağıtılıyordu. Dolayısıyla düşkünle- re işlerine yarayacak işler bularak, işsizliği
ortadan kaldırmak quaestor'ların (maliye ve ceza işlerine bakan yönetici) göreviydi. Buna ek olarak resmi görevi olmayan
kim- se kente sokulmuyordu."13 Yoksulların bir bölümü, büyük sarayların çevresinde geli- şen gecekondu türü mahallelerde
oturur- ken, büyük bölümü revaklar ya da kilise saçaklarının altında yaşıyordu. Barınma açısından köleler daha iyi
durumdaydı, ama onlar da sahiplerinin malıydı.
Ticaretle uğraşanlar, imparatorluğun ilk dönemlerinde geniş bir grup oluştur- maktaydılar. 6. yüzyılın tüccarı, denizcisi,
keşişi ve yazarı Kosmas Indikopleustes bu tüccar sınıfının simgesi olarak sunulur. Bu sınıfın üyeleri erken ortaçağ boyunca
Av- rupa'da görülmekteydi, ama İtalyanlar'ın, Ermeniler'in ve Yahudiler'in sert rekabeti yüzünden etkinlikleri giderek genelde
Bi- zans toprakları, özellikle de Konstantino- polis'le sınırlı olmaya başlamıştı. Nere-
deyse bütün azınlıklar ve yabancı tüccar- lar, liman çevresinde kendilerine verilen özel mahallelerde yaşıyordu. En kalabalık
grup olan Venedikliler, Perama yakınla- rında oturuyordu. Genellikle atölyeleri evlerinin zemin katındaydı, üst kattaki ya-
şama mekânlarına bağımsız bir merdiven- le çıkılıyordu.14 Venediklilerin kendi kili- seleri vardı. Yabancı tüccarlar çok
renkli bir topluluktu.15 Haham Tudelalı Bünya- min, Konstantinopolis'teki yabancı tüc- carları 1168'de şöyle anlatıyordu:
Babil ve Şin'ar'dan, İran ve Medea'dan, bütün Mısır krallıklarından, Kenan ilinden, Rus Krallı- ğı'ndan, Macaristan'dan,
Peçenekler'in ülkesinden, Hazar'dan, Lombardiya'dan ve İspanya'dan (Kons- tantinopolis'e) birçok tüccar gelir. Kargaşa dolu
bir kenttir. Bütün ülkelerden, deniz ve kara yoluyla in- sanlar ticaret yapmaya gelirler. Bağdat'tan başka dünyada böyle bir
kent yoktur. Konstantinopolis sayısız yapıya sahiptir. Her yıl, bütün imparatorluk topraklarından akan armağanlar sayesinde
saraylar, ipekli ve altın işlemeli giysilerle doludur... Dükkân ve çarşılardan gelen kiralar ve kara ve deniz yoluyla gelen
tüccarlardan zorunlu olarak alınan gümrük de dahil olmak üzere, kentin günlük geliri 20 bin altına ulaşıyor. 16
Yabancılar Bizans toplumu ile kaynaş- mıyorlardı. Tudelalı Bünyamin, kötü mu- amele gören, ama ekonomik açıdan kendi
kendilerine yeterli, hatta bazen de zengin olan Yahudiler'den söz eder. Yahudiler, 12. yüzyılda genellikle ipek üretiminde ça-
lışıyorlardı. Aralarında zengin tüccarların da bulunduğu 2.500 Yahudi aile, Ha- liç'teki gettolarda yaşıyordu. İmparatorun
doktoru da bir Yahudi'yd . Kentin Haçlılar'ın eline geçmesinden hemen önceki durumu Mango şöyle yo- rumlar:
Komnenoslar'ın yönetimi altındaki Konstanti- nopolis'in I. Dünya Savaşı öncesi İstanbul'undan pek farkı yoktu. İstanbul'da,
nasıl kentin ekonomik yaşamı, büyük ölçüde, yabancılarla, kentte yaşayan Rumlar'ın, Ermeniler'in ve Yahudiler'in elindeyse
ve çoğunluğu oluşturan Osmanlılar kendilerini ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyorlarsa, Konstanti- nopolis'te de Bizanslılar
İtalyan sömürgecilerinin karşısında güçsüz kalmışlardı ve İtalyan kolonilerine tanınan ayrıcalıklar ile Geç Osmanlı
döneminin
"kapitülasyon" sistemi arasında da yakın benzerlik- ler vardı Doğu Roma İmparatorluğu, mutlak hükümdarı ve güçlü
bürokrasisiyle tam bir diktatörlüktü. Törenlerin ayrıntılarında ol- duğu gibi, bütün her şey, üretim, tüketim, ticaret, ordu,
toprak kullanımı ve toplumsal hizmetler, son derece iyi örgütlenmiş bir bürokrasi tarafından sıkı denetim altın- da
tutuluyordu. Bu bürokratlar, çok iyi eğitim görmüş, çoğu kez tutucu bir grup- tu ve kendi içinde terfi etmeleri birçok
modern ülke bürokrasisinde olduğu gibi uzun deneyim gerektiriyordu. Bürokratik kadrolar, başkentte malikâneleri
bulunan toprak sahibi soyluları da içeriyordu. Ama Bizans toplumuna özgü bir başka önemli bürokrat sınıf da
vardı: Hadımlar. Toplu- mun sıradan bireyleri olarak kabul edilen hadımların, hükümdarlık ailesine daha öz-
veriyle hizmet etmeleri bekleniyordu, çünkü bunların hiçbir aile bağı yoktu ve imparator olamıyorlardı. Askeri
komutan, kent yöneticisi, questor, yani imparatorun hukuk danışmanı olamazlardı, ama arala- rından ünlü
komutanlar ve patrikler çık- mıştır. Yoksul aileler arasında, yüksek mevkilere aday akıllı gençleri hadım etmek
yaygın bir uygulamaydı.
Bizans'ın günlük dinsel yaşamında, manastırların ve keşişlerin, resmi kiliseden daha önemli bir rolü olduğu söylenebilir.
Kilise, patrik ve piskoposlar neredeyse sivil yönetimle eş güce sahipken, keşişler ve onların duaları, kehanetleri ve iyileştirme
yetenekleri, aşırı batıl inançlara sahip, her şeye inanan kitlelere daha yakın geliyordu. Bazan bütün bir kent kocaman bir
manas- tira benzeyebiliyordu. Runciman'ın belirt- tiği gibi, "Bizanslılar en çok kendini dün- yasal zevklerden uzak tutan,
derin düşün- celere dalarak kendilerini sonsuzluğa (öte- ki dünyaya) hazırlayan ve bedenlerini de- netim altında tutabilenlere
hayranlık du- yuyorlardı."19 Her gün bir azizin yortu günü, bir kutlama, "sonsuza dek bir litur- ji"ydi. Keşişler arasında en
saygı görenler, kendilerine sürekli fiziksel acı çektiren münzevilerdi. Azizlerle Meryem Ana kül- tü ve onların cismani
kalıntılarını ziyaret etmek, günlük yaşamın bir parçasıydı. Meryem Ana, daha doğrusu Teotokos (Tanrı Anası) kültünü kentte
güçlendiren- ler arasında II. Iustinos ve karısı Sofia da
vardır. Meryem Ana kültü, kentin tinsel yaşamı içinde önemli bir yere sahipti. Vi kingler'in saldırısı sırasında "Fotios surlar
denetlerken, Tanrı'nın Annesi'nin kutsal şalını örtünmüştü. Ve yağmacılar eriyip gitmişti."20 Ünlü bir bilim adamı ve Bi zans
kültürü hayranı olan Runciman, Bi- zans dinselliğinin kaynağını, onları saran zor ve güvensiz ortamda bulunur. "Korku ve
belirsizlikle kuşatılan Bizanslı'nın kuşku duymaması, kolayca hiddete ve paniğe ka pılmaması neredeyse olanaksızdı. Kaçınıl
maz olarak teselliyi, dünya ötesi şeylerde, Tanrı'ya ulaşmada ve sonsuz yaşam umu- dunda arıyordu."21
Mango, Orta Bizans yaşamının en çar- pıcı özelliğinin, erken dönemlerin tersi ne, gizlilik ve gözden uzak yaşama
oldu ğuna dikkat çeker. Tiyatro, toplantı sa lonları, sivil bazilikalar ve revaklar gibi halkın toplandığı yerler artık
yoktu ya da azalmıştı; ayakta kalan Hippodrom ise yılda yalnızca birkaç gün imparatorluk törenleri için
kullanılmaktaydı ve kamuya açık olma niteliğini yitirmişti. Her geçen gün, daha fazla sayıda özel şapeller yapılı
yordu.22 Bu içe dönük özel yaşam, top- lumsal yaşamın, antik pagan anlayıştan dindar ortaçağa kökten
dönüşümünün bir yansımasıydı.
TÖRENLER KENTİ
Neredeyse her gün yapılan ve bütün halkın, yöneticilerin, grupların, askerlerin ve kilise adamlarının katıldığı imparator luk
törenlerini bilmeden, kentin yaşamını anlamak olanaksızdır. Bu törenlerden ba zılarına daha önce değinilmişti. Bu tören- lerle
ilgili bilgilerin temel kaynağı, 10. yüzyıl ortalarında Konstantinos VII. Porfi- rogennetos'un derleyerek yazdığı kent tarihine
ilişkin en önemli kitaplardan biri olan De Ceremonii aulae byzantinae'dir. Kitap temelde imparatorluk törenlerini ve
imparatorların, kilisenin ve kamu alanları çevresinde dönen olağanüstü teatral yaşa- mi, taç giyme törenlerini, yortu günlerini,
doğum günlerini, cenazeleri, askeri geçit törenlerini, yüksek görevlilerin bir üst gö- reve atanmalarını, Hippodrom'daki oyun-
ları, her olayla ilgili kılık kıyafeti, alkışları, şarkıları, ilahileri ve Yeşiller'le Maviler'in işlevlerini anlatır. Bütün bu geçit
törenle- rinin ana teması, imparatoru Tanrı'nın Ve- kili olarak sunmaktı. Ululuğunu dinsel bir biçimde göstermeliydi.
Dolayısıyla impa- ratorun izlediği yol boyunca her durak noktasında, imparatorun ve Tanrı'nın kişi- sel ya da dinsel bir
simgesi yaratılıyordu. Bu simge bir kilise, bir heykel, bir zafer takı ya da kemer olabilirdi.
İmparatorun, Vaftizci Yahya'nın başı- n isc nın kesilişi nedeniyle yapılan yortu kutla- orluk malarında Studios
Manastırı ve Kilisesi'ne muya yaptığı ziyaret çerçevesinde düzenlenen geçen tören şöyle anlatılıyordu:
Sabahın erken saatlerinde, senato üyeleri ma- nastırda toplanırken, daha düşük rütbedekiler, ma- nastırın aşağısında, deniz
surlarının kapısının dışın- da yerlerini alıyordu ve kapıdan deniz kıyısına uza- nan yolun dibindeki rıhtımda, Büyük Saray'dan
gelecek olan imparatorluk kayığı bekleniyordu. Yolun iki yanına manastırın keşişleri dizilmişti, elle- rinde, yanan ince
mumlar tutuyorlardı ve impara- tor rıhtıma ayak basar basmaz, bekleyen bütün gö- revliler ve başlarında elindeki gümüş
buhurdanı sallayarak güzel kokular saçan başkeşişle, keşiş kala- balığı kapıya doğru yürümeye başlıyordu. Burada magistri
ve patricii'nin (Roma soyluları) hüküm- dara saygılarını sunmaları ve törene katılmaları için bir an duruluyor ve sonra uzun
kuyruk, manastırın bitişiğindeki açık alana doğru yol alıyordu... Nar- tekse girmeden önce imparator zengin işli pelerini- ni
giyiyor, mumları yakıyor ve kilise adamlarının peşinden kiliseye giriyordu... O günkü ibadet töre- ninin bitmesinden sonra,
manastir bahçesindeki ağaçların gölgesinde keşişler imparatora içecekler sunuyordu.23
İmparatorların, Bulgarlar'a ya da Avar- lar'a karşı kazandıkları zaferlerden dönüşle- rinde yapılan törenler de şenliklere fırsat
tanıyordu. Teofilos'un 830'da ve 837'de Araplar'a karşı kazandığı zaferlerden dönü- şünde:
Süvari alayının geçtiği sokaklara çiçekler serpil- miş, çok güzel halılar serilmiş, surlara işli giysiler ve altın ve gümüş kaplar
asılmıştı. Müslüman esirlerle ganimetler, mücevherlerle donatılmış beyaz bir atın üstündeki imparatorun önünden gidiyordu.
İmpa- ratorun brokar bir giysisi vardı. Dua etmek için bü- yük kiliseye doğru ilerliyor ve Saray Kapısı'nın (Halke)
kürsüsünde, büyük altın bir orgla, büyük altın bir haçın arasındaki altın tahtına oturarak hal- ka hitap ediyordu.2 24
Toplumsal yaşam dokusunun ağırlıklı bir bölümünü en basidinden en karmaşı- ğına kadar törenler ve törensel
davranışlar oluşturmuştur. Çin'den başka dünyadaki hiçbir kent, Bizans gibi kenti böylesine bir tiyatro sahnesi gibi
kullanmamıştır. Örne- ğin, imparatorun, akşam, Havariyun Kili- sesi'nden Büyük Saray'a dönüşünde yapı- lan
tören şöyle tanımlanmıştır:25
Birinci tören: Aslanlarda [aslan heykellerinin bulunduğu yer] karşılama: Muhafızların komutanı ve Yeşiller
karşılama şarkıları söylüyor - halk üç kez tekrarlıyor - Alkışlar imparator durak nokta- sından ayrılıyor halk
bağırıyor: "Selam, ey güçlü hükümdar, evrenin sevinci, sen, Tanrı'nın hizmet- kârı, Romalılar'ın mutluluğu,
Maviler'e sevinç, mutluluk ve ziynet, Tanrı sana yüzyıllık hükümdar- lik bahşetsin." Ardından yaşam sevinci,
imparato- run parlaklığı, Tanrı'nın Romalılar'ın ve Hıristiyan- lar'ın var olmasına yardımı adına iki övgü ilahisi.
İkinci tören: Ayios Policuktos Beyazlar ve Ma- viler'in şarkısı Halkın katılımıyla alkışlar.
Üçüncü tören: Olibriuslu Azize Eufemia Ye- şiller'in şarkısı.
lar.
Dördüncü tören: Filadelfion'da Maviler. Beşinci tören: Tauri'de Kırmızılar.
Altıncı tören: Artopoleia Kubbesi'nde Kırmızı-
Yedinci tören: Forum'da Yeşiller.
Sekizinci tören: Praetorium'da Maviler'le Be- yazlar.
Dokuzuncu tören: Milion Kubbesi'nde Mavi- ler'le Beyazlar. Ardından Yeşiller ve imparator al- kışlarla, şarkılarla,
coşkuyla çevrili olarak Halke'ye varıyor ve Kutsal Saray'ın girişinde gözden kaybo- luyor.
Havariyun Kilisesi ile Saray Kapısı arası, 5 km idi. Dolayısıyla her 500 m'de bir tö- ren yapılıyordu. Gruplar bütün
yol boyun- ca her durakta, son derece dikkatle örgüt- lenmişti ve halk tekrar tekrar Tanrı'yı ve imparatoru
yüceltiyordu, Tanrı vekâleten imparatorun kişiliğinde görünüyordu ve imparatorun hareketinin her aşaması, İsa'nın
bir eylemini temsil ediyordu. Bu törensel yaşamda, pagan Roma öğeleri gizliden gizliye sürmekteydi. Özellikle de
yarışlarda ve Hippodrom'da yapılan başka etkinliklerde bu etki yoğun olarak gözlem- lenebiliyordu. Dolayısıyla
kent, gündelik yaşamla birleşen Hıristiyan ve biraz da pa- gan oyunların törensel sahnesiydi. İmpara- torluk
ziyaretlerinin yıllık programı çok yoğundu. Kentte hemen her gün bir azi- zin ya da dini bir yortunun kutlamaları ya-
pılıyordu. Böylesi bir yaşamı düşlemek ya da katılanların sayısını hesaplamak güçtür, ama Bizanslılar'ın yaşamı,
çoğu kez insan ve doğa felaketleriyle acımasızca kesintiye uğrasa da, büyük ve sürekli bir gösteriydi kuşkusuz.
Konstantinopolis'in topografisiyle ilgili
bilgilerimizin çoğu Porfirogennetos'un bu kitabına dayanmaktadır. Saray törenleriyle ilgili bu 10. yüzyıl derlemesi
yalnızca ya- zarın kendi yazılarını değil, 5 yüzyıl kadar erken tarihli başka belgeleri de içermekte dir. Ancak,
imparator hiçbir yerde bir ya- pıyı ya da bölgeyi anlatmamıştır. İmpara torluk geçit törenlerinin izlediği yola ve her
durak noktasındaki yere, işleve ve ey leme ilişkin hiçbir tanım yoktur. Porfiro gennetos Konstantinopolis'i, Büyük
Sa- ray'ı ya da Ayasofya'yı hareketli bir sahne olarak kullanmış ve kentte yapılan törenle rin senaryolarını
anlatmıştır. Aslında bu bize kentsel yaşamla ilgili, yapı tanımların- dan daha çok bilgi verir. Yazarın açıklama- ları
başka kaynaklardan alınan bilgilerle ta mamlanmış ve bizim, 10. yüzyıl Bizans yaşamının bazı yönleri kadar
kentin fizik- sel yanlarını da yeniden kurgulamamıza yardımcı olmuştur. Konstantinos VII Porfirogennetos çok
etkili bir imparator değildi, ama bir bilim adamı ve aynı za manda ressam da olan bir sanat koruyucu- suydu.
"Makedonya Rönesansı" olarak bi linen dönemin kilit adamıydı.

You might also like